leyla ile mecnun-fuzuli

97
T Ü R K K L Â S İ K L E R İ S E R İ S İ ı 2 F U Z U L İ İ L E Çeviren : VASFI MAHİR KOCATÜRK İSTANBUL AHMETjHAL.IT KÎTABEVÎ 19 4 3 Türk Klasikleri Serisi 2

Upload: ismail-hakki-altuntas

Post on 25-Jul-2016

358 views

Category:

Documents


17 download

DESCRIPTION

leyla ile mecnun-fuzuli

TRANSCRIPT

T Ü R K K L Â S İ K L E R İ S E R İ S İ ı 2

F U Z U L İ

İ L E

Çeviren :VASFI MAHİR KOCATÜRK

İ S T A N B U LA H M E T j H A L . I T K Î T A B E V Î

1 9 4 3

Türk Klasikleri Serisi 2

ihramcizade
Metin Kutusu
ihramcizade
Metin Kutusu
ihramcizade
Metin Kutusu
ihramcizade
Metin Kutusu
ihramcizade
Metin Kutusu
ihramcizade
Metin Kutusu
ihramcizade
Metin Kutusu
ihramcizade
Metin Kutusu
ihramcizade
Metin Kutusu

Dizgi İŞIK; baskı Nümune Matbaası■- V. - ................------------------------ ------rr~ıçj.

Dîvan edebiyatımızı İnsanî bir tetkik süzgecinden geçi­rirsek çld e kalabbüyük eserlerden biri de Fuzuli’nin «Leylâ ve Mecnun > u olacaktır.

Garbin Tristan ve îzolda’sı, Romeo ve Jülyet’i, Pol ve Virjini’si cinsinden saf ve hazin bir aşk hikâyesi olan bu efsane Şarkın bu türlü hikâyeleri içinde en meşhur olanıdır. Arap, İran ve Türk halkları arasında geniş bir şekilde ya-

f yılmış, bu milletlerin müteaddit büyük şairleri tarafından pek 1 çok yazılmıştır. Müslüman edebiyatlarında Mesnevi adını v alan ve Avrupa eserlerine nisbetle Epope Romanesk dene- V bilen manzum hikâye tarzının en büyük mümessili îran şairi

Nizami, Leylâ ve Mecnun efsanesinin de en mükemmel şek­lini tesbit etmiştir. Hikâye, bir sanat eseri kıyafetile, Türk edebiyatına on beşinci asırdan itibaren girmeğe başlamış, on altıncı asırda Fuzuli tarafından İlk defa yazıldığı zannile meydana getirilmiştir. Sayısız «Leylâ ve Mecnun» 1ar arasın­da Fuzulinin eserine büyük bir kıymet verdiren nokta, onun şahsî bünyesinin efsanedeki ruha tam manasile intibakı ol­muştur. Vücudiyle bütün dünya süslerinden soyunan ve ru- hile bütün fani alâkalardan sıyrılarak cemiyetin daimî ayıp­lamalarına hedef olan dertli Mecnun, Fuzulinin içinde yaşı- yan İlâhî aşktır; güzelliğinin parlakhğiîe birlikte vefakârlığı ve temizîiğile de gözleri kamaştıran iffet ve nezahet heykeli Leylâ, onun bu ulvî aşkına lâyık mükemmel bir timsaldir. Bundan dolayı, Leylâ ile Mecnun hikâyesi, kendisinin de mukaddimede söylediği gibi, Leylâ vasıtasile onun İlâhî aş­kının tasviri ve Mecnun dilile Tanrıya yalvarışlarının ifadesi olmuştur. Büyük Nizamî’nin eserindeki zarafet ve mükemme­liyete diyecek yoktur. Zaten Fuzulî de onu üstat olarak ka-

FUZULÎ VE LEYLÂ ÎLE MECNUN HİKÂYESİ

bul ediyor. Şu kadar var ki Nizamî’nin Leylâ ve Mecnun’u onun bu cinsten diğer hikâyeleri gibi mükemmel bir eser, Fuzulî’nin Leylâ ile Mecnun’u ise ayni zamanda kendi ruhu- nun^destamdır. Dert ve ıstırap şairi yanık Fuzulî, Leylâ ile Mecnun hikâyesi dışında ve onu yazmadan önce de şahsî duygusu olarak ayni ruhu terennüm etmekteydi. Yine mu­kaddimede anlattığı gibi, Kanunî ordusile Bağdada gelerek Füzulî’yi ziyaret eden Osmanlı şairlerinin kendisine bir Leylâ ve Mecnun yazmayı tavsiye etmeleri, onun hususî bünyesİle Leylâ ve Mecnun|efsanesi arasındaki birliği derhal farkeden Çok ince bir görüştür. Bu birlik Fuzulî’nin eserine emsali arasında en büyük samimiyeti ve canlılığı vererek onu ha­kikî Leylâ ve Mecnun adına lâyık biricik eser haline getir­miştir.

Leylâ filelMecnundaki İnsanî tahlil ve edebî değer bü­yüktür. Gerçi, bu cins Avrupa eserlerinde göze çarpan müs- bet hayat ygörüşlerine mukabil, Fuzulî’nih kitabında engin bir tasavvuf havası esmektedir; hayatın manası gibi eserin kuruluşu'Mal bu hava içinde şahsiyetini kaybediyor. Fakat hikâyeyi baştanbaşa dolduran“canIı hayat sahnelerde kendi­ni bir türlü saklıyamıyan müthiş sanatkârlık kaygıları, çok geçmeden,”!bü havanın cemiyete hâkim sun’î bir kültürden ileri geldiğini meydana vuruyor ve asrî zevki selim, devrin muvakkat^ rengi içinde, insan ruhunun ebedî ürperişlerini seçmektef gecikmiyor.

Fuzulî’nin şiirde mühim bir hususiyetini teşkil eden duy­gu, hayal ve üslûp muvazenesi Leylâ ile Mecnun’da da ken­dini gösteriyor. Burada vak’a ve hayat ta muvazeneye gir­mekte. Şair, hikâyenin gidişinde bütün bu unsurlar arasın­daki ölçüyü asla elden bırakmıyor ve tabiîliği baştan sona kadar muhafaza ediyor. Kendisine mahsus tatlı dili en basit görünen sözlerde bile yüksek bir şiir ifadesi taşımakta.

Hikâyenin kendi tarzında mükemmel bir teknikle ilerle­diğini işaret etmeliyiz. Sahneler, vak’anın birliğini hiç boz­mamak şartile, geniş hayatı aksettirecek ve şaire muhtelif tasvir ve tahliller sahasında kudret gösterme fırsatını vere-

4 L E Y L Â İ L E M E C N U N

L E Y L Â İ L E M E C N U N 5

eek şekilde sıralanmıştır. Zaman zaman tabiatı bütün mev­simleri ve saatleriîe seyrediyoruz. Vadilere menekşe gibi ser­pilen siyah çadırlar, çölün yıldızlı seması, develeri, ceylân­ları, güvercinleri, bu tasvirlerden - vazifeleri dolayısile - mu­tedil hisseler alıyorlar. Herkes tarafından ayıplanan dertli, fakat yüksek ruhlu ve kudretli şair Mecnuna elbette bir acı­yan da çıkar. Bu Nevfel adlı büyük bir kahramandır. Leylâyı Mecnuna almak için kabileler arasında harp çıkar­maktan bile çekinmiyor. Bu vesile ile bir iki kuvvetli harp sahnesi de gözümüzün Önünden geçiyor.

Eserde İçtimaî ahval, örf ve âdet te yer almıştır. Şair büze, seyrettirdiği dekor içinde, kızların ve erkeklerin hare­ketlerini, muhitin telâkkilerini, düğün ve ziyafet sahnelerini gösteriyor. Muhtelif tipler göze batacak derecede canlıdır. Leylâmn telâşlı annesi, Mecnunun kederden ölen babası, Leylâ ile evlenmek istiyen saf İbni Selâm, çölün yoksul av­cıları, hilekâr dilencileri hep yaşıyan şahsiyetlerdir. Leylâmn mezarı üzerinde feryat eden Mecnun, sevgilisinin zülfüne dokunacak yılanlara ve beynini yiyecek böceklere hitap eder­ken Şekspiri hatırlatan bir derinlik gösteriyor.

Fuzulî’nin Leylâ ile Mecnun’unu öğünülecek bir millî varlık, edebiyatımızın insanlık karşısında en değerli eserle­rinden biri olarak sevgile kucaklamaİıyız.

V . M . K . '

Ey güzel ligi nin meydana çıkışı aşka sebep olan, aşk ile kâinat binasını tamir eden, Leylânın zülfünün ucunu düğüm düğüm ederek dertli Mecnunun boynuna zincir yapan 1

Hakikat dileği ile mecaz yolunu tuttum, efsane bahane- sile sır söylemek arzusundayım, Leylâ vasıtasile seni anlat­mağa başlayıp Mecnunun dili ile yalvarışlarımı ifade etmek istiyorum.

Lütfet, ümidimin gecesini gündüze çık ar! Yardımınla ta­lihimi meşhut eyle I Kelimelerimi Leylâ gibi gönül aydınlatıcı ve mısralarımı Mecnun gibi iç yakıcı yap !

Saki I Sohbetin süsünü getir, şarap ver, mürüvvet eyle 1 Bir kadehle dimağımı tazele, lütfet, bir iltifat g ö s te r ! Gam merhalesinde yalnız kaldım; ne dostum, ne arkadaşım, ne de dert ortağım var. Benim cinsimden olanlar hep gitmiş, söz ülkesinden nizam kalkmış. Ru mecliste bir seninle ben kal­mışız, gel bu meclisi şenlendirelim. Sen şarap ver ben içe­yim, ben şiir okuyayım sen dinle! Öyle bir devirdeyim ki edebiyat hakir oldu, şiirlerin fiatı düştü ve nazmın kıymeti o kadar alçaldı ki vezinli söz küfür sayılıyor. Öyle bir di­yardayım ki kan yutarak ve cümlenin manasına can vere­rek bin ipliğe nadide lâaller dizsem, bin bahçeye nazlı gül­ler eksem hiç kimse bunların yüzüne bakmıyor; güle diken lâale taş diyorlar. Yalnız Bağdat toprağı nazım külfetinden azadedir demiyorum; bu zamanda hiçbir memleket yoktur ki orada şiir rağbeti olsun. Ne Hindistan, ne Iran, ne Horasan, me Anadolu, ne Şam, ne de Şirvan. Bunlardan birinde bir söz san’atkârı olsaydı o hazine elbette meydana çıkardı. Şiir hazînesi gizli kalmaz, güneş olur da ışık saçmaz zan­

7

netmeyin. Taş cevher ocağını nasıl ğizliyebilir? Lâal onu âleme fâşeder. Demek ki bu hazînenin meydana gelmemesi zamanın icabı imiş. Dünyanın gidişi ile benim gidişim biribi- rine z ı t : Meğer ben devrin insanlarından başka imişim. Za­man istiyor ki şiir hakir» şerefsiz ve itibarsız olsun; bense ona revaç vermeğe, hasta ise ilâcını yapmağa çalışıyorum. O, hikmetin kemalini inkâr ediyor, fakat bu işte zarar mey­dana getiriyor; ben harap olanı tamir etmek istiyorum, in­şallah galip gelirim.

Sakı 1 Medet et, zira dertliyim, ayağım gam zincirde bağ­lı, Gam derdine çare şarap kadehidir ve gamın önünü al­mak lâzımdır. Senden bana ne inayet gelse zayi olacağını zannetme. Ben bir sedefim, sen nisan bulutu: Damla ver, inci al I Sen güneşsin» ben kara to p rak : Ateş ver, saf cev­herler a l !.. A c ı ! Garip ve hastayım; âşinasız, dostsuz ve muhtacım. O birçok uygun arkadaşlar, yani geçmiş zaman şairleri, birer birer dünyaya geldiler ve hürmet görerek git­tiler. Dünya onları şan ve şerefle yükseltti, her devir birini tebcil etti. Her birini bir hükümdar koruyarak sözünün zev­kine erdi. Zaman Türk, Arap ve Acem diyarlarında her şa­ire bir kâm vermişti. Ebu Nevas’ı, Halife Harun Reşidin ih­sanı şadetmiş. Nizamî, Şirvanşah nezdinde hürmet görerek gönül safası bulmuştu. Söz üstadı Nevayî, Horasan Şehinşa- hının gözünden kaçmamıştı. Söz cevherinin kıymetini gören­ler ve hazine vererek cevher alanlar kalmayınca san’atkârlık ta sanatkârlara rahat da kalmadı. Onlar da başlarını hır­kalarının altına çekerek hallerini söylemez oldular. Şiir âde­tinin ortadan kalkmaması ve nazım fenninin kapılarının ka­panmaması için, kanunun korunması ve vezinli söz faaliye­tinin tanzimi bana düştü. Çaresiz namus yolunu tutarak ve rahattan artık ümidi keserek ahdi söze temel yaptım ve şiir söylemeyi meslek edindim. Halk nazarında iddiama uygun görülmediğimden onların zannınca gevşek düşünceliyim. Benim tarafımdan meydana gelen her söz, her meclisten bin türlü muahaze görür. Kıskançlar kin bağlıyarak takdir yerine

L E Y L Â İ L E M E C N U N

8

inkâr ve , lanet yağdırırlar. Ümit ediyorum ki bu bulanıklık kalkarak bu şekil değişir. O eski şairler bu gülşene girdik­leri ve bu bahçe içinde gül derdikleri saman gül taze idi ve yeşillik henüz yetişmişti. Gül döken meltem harekete geldik­çe onlar gülü topladılar/zavallı bense hâlâ ot diken topla­mağa çalışıyorum. Onlar bu meclise zinet verdikleri zaman şarap saftı ve meclis de âyine yeni başlamıştı; saf şarap onlara kısmet oldu, bana tortunun derdine yanmak düştü. Ben bu tortuya gönül bağladım. Acaba bir neşe verir mi ? Ah, işte onu bilmiyorum.

Sâkî 1 Kerem et, kadeh dolaştır! Durma, kadehi boyuna gezdir! Dünyaya pek itibar etme, gezdir kadehi, bir yerde karâr kılma! Eline gümüş sürahiyi alarak ruh veren şarabı altun kadehe dök! Bana riayet hususunda bütün lûtufları göster, yalnızlığıma bak ve insaf et! Bu yerde işim pek çok ve sen­den başka yardımcım yok. Benimle arkadaşlık etmekten utan­ma, benden nefret etmeyi âdet edinme! Eğer benim nasıl bir insan ve nasıl bir hayat çeşmesi sakhyan bir karanlık oldu­ğumu bilmiyorsan hünerimin bolluğunu şaraptan, bağrımın yanıklığım kebaptan sor! Ben fakirin elinden tutarsan Tanrı her zaman yardımcın olur. Ben söz Musası olan bir şairim, büyü­cülere karşı tam mânasile mucize göstermekteyim. Ben Babilli soyundan bir sihirbazım, bu işte Harut’a üstatlık ederim. Söz idraki için anlayışımı sarfederek bu sahaya reis oldum. Ba­zen kaside tarzında çalışırım, şahinim yükseklerde uçar; ba­zen gazel yazmağa koyulurum,., o sahada uğraşmam bu şekle ruh verir; bazen mesneviye heves ederek o deryadan saf inciler isterim. Her gönülde sırrıma âşinâ olanlar bulunduğu­na göre bütün şekillerde aşk ile kalem oynatırım. Bin tarzda pergel kullanan bir sanatkârım, canları çekerek isterim ki daima dükkânım çarşıda rağbet görsün ve müşteri onda her istediğini bulsun. - *

S âk î! Elimi tut, zira hasta bir haldeyim, gam yolu üs­tünde ayak altında kaldım. Ben düşkünün gamını giderecek

L E Y L Â İ L E M E C N U N

L E Y L Â İ L E M E C N U N 9

serisin* senden başka daha kimim v a r? Müşkül işe düştüm, medet et! Hayatımı idame için şarap, yer, beni belâdan kurtar! Bu müşkülleri halletmeğe bak, kulundan iltifatı esirgeme!

Bir gün, S ühey l tesirli [1] şarap saf mizacımı değiştir­miş, hazanım bahar rengine bürünerek safran gibi yüzüm akîka dönmüştü. Yanımda saz, meze sâkî ve şarap, hepsi birleşmişti.;,...boyuna dolu dolu ve ardı sıra kadeh kadeh şa­rap içiyordum. Şarap, zevkimi arttırdıkça arttırıyor, ııeş’em gittikçe fazlalaşıyordu. O meclis bir afiyet baharı idi, bende inliyen kararsız bülbülü olmuştum. Şarabın neş’esi öyle bir dereceye vardı ki bulunanlarda artık sabır kalmadı. Madara kapıları, kapanarak gönüldeki sırlar meydana vuruldu. Ana­dolu ülkesinin birçok zarif insanları arkadaşım, muhatabım, gönül kuşumun aynası olmuşlardı. Anadolu dedin mi kaziye malûmdur: Hepsi incelikleri anlıyan, her meselede hakikati bulan insanlar; hem ilim hususunda nüktedan olan hem de söz sahasında inci saçanlar.... Kimi esrardan hakikatler çı­kararak Şeyhîden ve Ahmedîden bnhse başlıyor, kimi konu­şurken sözleri Celilî ve Nizamînin evsafını tetkik oluyordu. Bunlar kendime göre bende de güzel söz bulunduğunu an­lamışlardı! Samimiyetim ve samimiyetsizliğim belli olacak de; recede meştolduğumu da görünce hepsi birden ben hastayı imtihan okuna hedef yaptılar. Teveccüh göstererek :

— Ey söz üstadı, dediler, cihana gizli bir hazine faşet ! Leylâ-Mecnun Acemlerde çoktur, fakat Türklerde bu efsane yoktur. Gel bu destanı yaz, bu eski bahçeyi taze bir hale getir. ........ - ....

Anladım ki bu imtihandır, zira bu iş can için bir belâdır. Sevdası geniş fakat sahası dar, meali ah, feryat ve figan : Bir belâ ve felâket meclisidir ki evveli gam sonu ölüm. Ne şarabında neş’e rengi, ne nağmesinde ferah ahengi. İdraki mu­hayyileyi incitir, kederi fikri bereler. Eğer bu işe teşebbüs kolay olsaydı teşvik edenler çok bulunurdu, işin yapılması da rahat olsa bir çok yüksek şahsiyetler ona rağbet göste­rirdi. Allah için, Nizamî bu hususta sözü bitirdikten sonra

[1] Yiize kırmızı renk verici.

10 L E Y L Â İ L E M E C N U N

ne güzel söylemiş: “Söz sebepleri neş’e ve nazdır, şiir bunla* rın her ikisinden de mevzu alır. Fakat şairin hüner göstere­bilmesi İçin söz meydanı geniş olmalı* Kumun sıcaklığı ve dağın sertliği üzerinde ne dereceye kadar fazla söz söylene­bilir?» Ustanın şikâyet ettiği bir işin çırağa yükletilmesi zu­lümdür. Gerçi ben bunun bir zulüm ve teklifinin gam üstü­ne gam olduğunu bilirim. Fakat zorlanmak ta nasıl olur? Bir iştir ki ansızın başa geldi. Özür dilemektense işe başla­mak ve bu işte tevekküle dönmek gene daha iyidir.

Ey lâtif ruh ve üstün akıl, yüksek irade ve canlı nutukJ Yolum dert diyarına düştü, bu seferde bana kim yar olacak? Kimde takat, dert, gam, mihnet ve kanaat varsa bu yolcu­lukta arkadaşım odur; zevki sevenlere itibar etmem. Yola çıkmak için binek lâzımdır, bize hokka ile kalem yeter. Yol­da yiyecek bir lokma istenirse o da hoş mazmun ve güzel cümledir. Azmedelim, bahaneleri bırakın; gafil davranmayın, menzil keselim! Ey talih sen de vefasız olma, bir kerecik bi­zimle yoldaşlık etî

MECNUNUN DÜNYAYA GELlŞÎ

Arap kavminden, mevki ve şeref sahipleri arasında misli bulunmıyan, yüksek ruhlu bir zat vardı; bütün faziletleri şahsında toplamış, kabilelere reis olmuştu. Araplar emrine tâbi olarak boyun eğmişlerdi. Makamı bazı Bağdat, bazı Basra olurdu; bir yerde karar kılmayıp zamanı gezmekte •geçerdi. Boyuna çeşme başlarına kara konaklar kurar, ora­larda safa sürerek, gözler üzerinde gözbebeği gibi görünen ve halkın nazaJmda Kadir Gecesi gibi aziz olan misk renkli çadırların vaziyetlerini seyrederdi. Hangi menzile yolu uğra­sa siyah çadırlarla sahrayı menekşelik haline getirirdi. Evi gül bahçelerinin lâle mevsimine benzerdi. Her cinsten malı gayet çok, fakat dünyada vârisi yoktu; hâdisat kendisini telef etse yerine: geçecek bir halefi bulunmuyordu. Oğulsuz insan heba olmuş sayılır, onu yaşatacak bir haleftir. İnsanın bakası, insanlığın tanzimi ve dünyanın idaresi nesille olur. Evlât can cevherine bedeldir, evlât bırakan ad bırakır. Ne mesuttur o insan ki dünyada liyakatli bir oğlunu halef bırak­mak zevkini duyar; bu oğul onun tezgâhının incisi, mevki ve şerefinin sermayesi olur. Fakat eğer sefih, serkeş, hareket­leri çirkin ve tabiatı uygunsuz olursa ne yazıktır; anası ba­bası boyuna kötü sözlere hedef olarak ondan bizar kalırlar. Hasılı, o kabilelerin en faziletlisi olan güzel huylu ihtiyar, neslinin bakasım temin için evlât istiyerek çok ay yüzlü âfet­ler aldı ve çok nadide zeminlere tohum saldı. Her mezara birçok adaklar adadı ve Allaha pek çok yalvardı. Nihayet ahi ve figanı tesir ederek Allahıh inayeti kendisine yardımcı

12 L E Y L Â İ L E M E C N U N

oldu,* bir gece rahmet kapısı açılıp duası kabul edildi. Ar zusunun mumu yandı, emelinin sandığı inci ile doldu. Takdir kalemi yavaş yavaş isteğinin nakşini rahİme çizdi, maksat bağının fidanı meyva verdi, ihsan bahçesinin gülü açıldı.. Vade erişince yanağının güneşi İle dünyayı süsleyen bir ay doğdu’ Ana baba bundan şadoldular ve Allaha şükederek. fakirlere hazineler dağıttılar. Hasılı, ademden, güneş gibi yük­selmeğe kabiliyetli, İsa gibi küçüklüğünde kâmil, kusursuz bir erkek çocuk meydana geldi. Yeryüzüne düşer düşmez halini bilip fiğana başladı. Son gününü önceden düşünerek gözyaşı döktü ve feryad etti. Sanki demek istiyordu ki: Var­lık gam tuzağıdır, kederden âzade olanların yeri ademdir; bu tuzağa kim esir olursa sürekli gamlara dayanması gerek­tir. Haliyle söz söylüyor ve:

Ey cefacı dünya, diyordu, senin gamının çok olduğunu ve gam çekmeğe bir arkadaş bulunmadığını anladım; sana gam arkadaşı olmağa geldim; ben zayıfı gel tercübe e t Her nerede gam olursa, ihmal etme, topla, benîm dertli gönlüme doldur. Hem bana gam yemek yüksekliğini ver, hem de âle­mi gamdan kurtar. Beni daima gama esir et, nasibimi az yapma, kerem et. Zamanımı zevkle geçirme, zevki sevenlere itibar etmem... Ey Aşk, âlemin garibi, gam vadisinin avaresi oldum; gama çare bulmanın imkânı kalmadı; dünyaya geldim, geri dönmek mümkün değil, Senden dileğim şudur: Medet et,, sana karşı temkinim hiçbir zaman bozulmasın. Şarabı kan. ve sakisi amansız bir cellât olan bu mecliste bana bir mey sun ki mest ve hayran kalarak kendimi daima unutayım; ne cihana geldiğimi, ne de zamanenin nasıl olduğunu bileyinv â 1 em gözü m eh iç görünmesin ve bu bağda düğüm ve kıv­rım bulamıyayım...

Dadısı onu kandan temizliyerek bu kara yerden kaldırdı,, taze gözyaşı ile yıkayarak süt yerine bağrından kan verdi. Bütün kavimler ve kabileler sevindi, küçüğün adını Kays koydular. Dadısı canla başla ona bakıyor, mükemmel bir şe­kilde büyütülmesi için ne lâzımsa yapıyordu. Lâkin o boyu­

L E Y L Â Î L E M E C N U N 13

na feryat ederek bu halden memnun olmuyor, azalarını eliyle yarahyarak mütemadiyen ağlayıp bağırıyordu. Süt içse kan içti sanıyor, emzik ona ok gibi görünüyordu. Aldat- ma ile durdurulmuyor, aldatmak ona para etmiyordu.

Bir gün dadısı, derdine çare bulmak için onu gezdiriyor­du. Bir evden güzel bir kadın bu çocuğu görerek alâka­dar oldu, acıyıp bir parça kucağına aldı. Çocuk onu görünce bahtiyar oldu. Güzelliğine bakarak sustu, ağlayıp feryat etmeyi unuttu. Onun elinde bulundukça hep güldü, kucağından ayrı­lınca ağlamağa başladı. Dadı işin ne olduğunu anlıyarak o güzeli çocuğun yanına aldı; çocuk ta ona alışarak ne anne ne dadı aradı. Kendinde sevgi olduğu için sevgiliyi görünce kaynaştı. Güzelliğe meyleden Aşktı, gafil çocuk güzelliği ne bilir ? Halden anlıyanlara vaziyet malûmdu: Bmmn aşk macerasının timsali olduğunu anladılar. Bu çocuğu ağlatan ve feryadını cihana duyuran elbette aşktır. Bu sabah elbet­te teşirni gösterecek, güneş çıkarark dünyayı tutacaktır.

Mürebbi ve dadı terbiyesi o aya tam bir tesir yapınca günden güne gelişerek hilâl gibi iken bedir haline geldi. V efa•. zamanının günleri geldikçe her devirde ona bir kadeh sundu, nihayet onu tamamen mestederek yavaş yavaş ayağını aşk i tuzağına bağladı. Vaktaki zaman hızla geçerek o bircik on yaşma bastı, âdet icabınca babasının onu sünnet ettirmesi lâzım geldi. Memleketin ahalisini, bütün şeref ve itibar sahip­lerini topladı. O kadar altın ve gümüş sarfetti ki fakir düş­mesi korkusu ile düşünülmeğe başlandı. Halk orada bu kadar fazla mal görünce bu halin tersine dönmesinden korkuldu. O temiz kalpli ve saf tabiatlı adam Öyle bir meclis kurdu kİ ^kadehin gözü bunun Cemşid’den başkasına nasip olduğunu görmemişti. Sünnet işi bittikten sonra sıra kendisine ilim öğ­retilmesine geldi; bunun için lâzım gelen vesaiti hazırlatıp onunla mektebe ziynet verdiler.

BELÂ BİNASININ KURULUŞU ve İPTİLÂ ELEMİNİN

BAŞLAMASI

Mektepte Kayse arkadaş olanlar arasında birçok melek gibi kızlar da vardı* Bir saf kız, bir saf oğlan bir arada oturunca sanki Cennete huriler ve gılmanlar toplandı... Kız­lar oğlanlara yar olsalar aşka pazarda revaç bulunur; fakat kız nerkıs gibi baygın gözüyle büyüler, yaparak oğlana naz ve işve satınca oğlan nasıl sabırlı olsun ve şayet sabrı da olmuş olsa bunu ne yapsın?... O kızlar içinde bir peri yav­rusu Kays ile muhabbete başladı. Öyle emsalsiz bir put ki en olgun akıl onu görse baştan gider: Dalgalı zülüfleri dü­ğüm düğüm, canın boynuna takılan belâlı bir zincir. Kıvrık kaşları âşıkların felâketi; bir çift fakat güzellikte tek. Her kirpiği kan dökücü bir ok; bu okun ucundaki iğne ise kin gamzesi. Saf alnı bir belâ denizi; bu denizin oklu dalga­larının oynaşması ahn kırışığı. Kara gözü sürme çekmeyi ken­dine âr sayar, siyah benitıe sürme bile tutkun. Yanağı için allığın rengi bir zül; allık ona hiçbir zaman renk vermemiş. Eğer göz, bebeğinden mahrum kalsa onun beni göze bebek olabilirdi. Lâal dudakları ile inci dişleri her an gül yaprak­ları arasında şebnem dizisi gösterirdi. Konuşma kapılarını aç­sa ölülere ruh müjdesi verirdi. Şimşir ağacı gibi olan güzel vücuduna meyva çene&inin elması ve göğsünün turuncu. Endamı Tanrının nuru, kendisi nur denizinin balığı. Şahin bakışlı, ahu gözlü, şirin hareketli tatlı sözlü. Yolu ve gidişi daima gamze, baştan ayağa tamamile gamze. Mümtaz bir şe­

L E Y L Â İ L E M E C N U N 15

kil, hoş bir yüz, güzel dilber, tam bir put. Âlem kılının ucu etrafında donup dolaşıyor, âlemin sevgilisi, adı ; Leylâ...

Kays onu görünce mahvoldu ve bin şevk ile derdine düştü. O emsalsiz de Kaysi gördüğü zaman bin zevk bularak kendini kaybetti. Baktı ki daha misli dünyaya gelmemiş bir zamane âfeti: Servi boylu ve gül yüzlü bir dilber; hoş bir fidan, gül yanak, yasemin kokulu. Şirin dudağı letafet kay­nağı, güzel boyu olduğu gibi âfet. Hoşluğunu tasvirde çok söz söylenebilir, fakat yüzünün güzelliğine söz yok. Şehlâ gözü büyülü bir nergis, güzelliğinin gülü şafak renkli bir lâ­le. Ağzının evsafım tasvir mümkün değil: Gizli sırtara erişi- İemez. Zülfü üzerinde söz söylenirse bir esrar dairesi mey­dana gelir; dudağının lâaîi naz çeşmesinin suyu. Ay yüzü bir nur pınarı, ayağının altındaki toprak hurilerin gözünün sür­mesi. Şekli ve biçimi okadar fazla güzel ki Lüylâyı istediği zaman bir aynaya bakarak kendisini görmüş olsaydı, kendi yanağına âşık olur ve Leylânın güzelliğine heves etmezdi.

Bu iki yasemin göğüslü ve dik boylu birbirlerine tutuldular. Arzu içkisi ile sarhoş olarak her ikisi de ayni kadehten zevk şarabını içtiler. Belâ girdabına garkoldular ve aralarında fark kalmadı. Bİribirine muhalif olan tavırları birbirinin aynı ol­du, sanki bir can iki tene birden girmişti. Kim Kayse bir sır sorsa ona Leylâdan ses gelirdi ve kim Leytâya bir hitapta bulunsa ona cevabı Kays verirdi. Birbirlerine karşı tam bir vefakârlık gösteriyorlar, ve aralarındaki sevgi gittikçe artıyor­du. Leylâda okumak arzusu canlansa kitabı Kaysın yüzü olur­du: Kays bir yazı meşketmek istese ona örnek Leylânın ka­şı idi. Bu güzeller yazı üzerinde bin nazla bahislere girişir, münakaşalar yaparlardı. Ama ne münakaşa : Tam mânasİle konuşup anlaşma; bahis ise sevişmenin son haddi,

Uzun zaman neşeli vakit geçirdiler. Fakat bir yerde aşk bulundu mu saklı kalamaz ve aşka düşen kendini tutamaz. Aşk ateşinin alâmeti ayıplanma alevlerinin baş göstermesidir. Güzellik aşk âfeti olarak gitgide İlerledikçe bunların aşk yo­lundaki iradeleri de kuvvet buldu. Sevgi heyecanından duy­dukları neşe öyle bir dereceye vardı ki aklın söylediklerini

16

artık duymaz, görmez ve işitmez oldular. Dillerinde sevgile­rini gösterecek söz söylemeğe takat kalmadı. Birbirlerine hal­lerini anlatmak için kaşları ite gözleri dile gelmişti. Birisi gö- zile hitap eder, öteki kaşile cevap verirdi. Fakat bu göz ve kaşla konuşma ayni zamanda insanların zanlarını da gideremedi. O iki vefalı ve yaralı birbiri eril e sırdaş olarak zaman geçirdikçe sır güzelinin yüzünden perde kalktı ve aşk ayıplanmalarla beraber gitmeğe başladı. Bu vaziyet âşıklara gizli kalmadı, bütün ahvalden haberdar oldular. Neşelerinin aynasına tpz kondu ve artık ihtiyatlı davranmağa başladılar. Konuşmalarına bahaneden başka sebep kalmadı. Sırları meydana çıkmasın diye h âdişelerin icabına göre hareket etme ğe katlandılar. K ay s her an başka bir bahane ile gönlünü şâdederdi, zavallı, dersini unutmuş gibi yaparak Leylâya gider*.

— Derse çalışmak beni perişan etti, senin benden fazla bildiğini biliyorum; gel şu bilmediğim yeri bana Öğret, ben okuyayım da sen bir dinle! derdi.

Kâğıtlar üzerine yazı yazdığı zaman kasden yalnış yazar­dı ki Leylâ hata zannettsin ve gül gibi açılıp gülümsesin, sö­ze başhyar.ak : «Bu yalnış, yazı usulüne uygun değil, bundan vaz geç!» desin. Bu suretle sevgili sile konuşmuş olsun ve başkaları maksadı anlamasın. Çocuklar hep birlikte bağırarak derslerini okumaya başlayınca o sevgilisine halini anlatır ve kendi içindekini düşünürdü. Bu arada söylediklerini kimse anlamaz ve sözlerindeki mânanın farkına varılmazdı. Mektep­ten çıkıldığı zaman sevgilisile buluşmak için hile kurardı. Kasden kitabını kaybederek çok fazla üzülür ve Leylânm yolunu tutarak «Acaba sen gördün mü?» diye sorardı. Böy­lelikle bir an olsun sevgilisini görüp bahtiyar olmak isterdi. Yazı öğrenmek için bütün ömrünü harciyarak iki harf meşk etmişti; yanyana mükerrer olarak lâm ve ye’yi yazar, bunu ezberlerdi. «Muradım bu iki harftedir, ruhumun karanlıkları bunlarla aydınlanır» derdi. [1]

[1] Arapçada (Leylâ) kelimesi yan yana mükerrer olarak (lâm) ve (ye) harflerinin yazıîma3İte meydana gelir.

L E Y L Â İ L E M E C N U N

L E Y L Â İ L E M E C N U N 17

LEYLÂYI ANNESİNİN TEKDİR. ETMESİ

Talihsiz Kays bir hayli zaman düşünceli hareket ederek vakit geçirdi. Fakat tedbirli aşkın zevki yoktur, tedbir aşk sahasına girmez. Aşk ile riya birbirile uyuşamaz; âşığın da­ima rüsvay olması tabiîdir. Bu efsane de çok geçmeden dü­den dile düştü ve macera bütün cihana yayıldı: Kays, Leylâ- nın esiri olmuş ve Leylâ da gönlünü ona kaptırmış...

Başlangıçlar derece derece ilerleyince Leylânın annesi ansızın işten haberdar oldu. Ateşlere tutuştu, yaslar içine battı ve o gonca ağızlıya dil uzattı. Ateş kesilip alev saçarak ve yanıp yakılarak o gül yanaklıya dedi k i:

— Ey hoppa! Bu dedikodular nedir? Ayıp arıyanların sana kötü söz söylemeleri ne oluyor ? Kendine niçin zarar veriyorsun, iyi adını kötü yapıyorsun? Kötü ağızlı seni neden ayıplasın? Bu senin namusuna lâyık iş midir? Nazik bedenin­le bir gül yaprağısın, fakat ne diyeyim, halin işte böyledir. Lâle gibi sende de güzellik çoktur, fakat ne yapmalı ki yü­zün açıktır. Ağırbaşlılığı deliliğe çevirme, sen kızsın, kadrini bil, ucuz olma! Her yüze onun aksi imişsin gibi bakma, her gördüğüne su gibi akma! Şarap gerçi dimağa safa verir, fa­kat aktığı için ayağa düşer... Ayna gibi katı yüzlü ve nergis gibi baygın gözlü olma! Sen gözlerden gizli kalmalısın, sonra sana can demenin mânası kalmaz. Sen bir mumsun, gel ha­vaya uyma; zira hava mumu söndürür. Kendini bebek gibi süsleme, pencere gibi sokakları gözetmel Kadeh gibi ellerde dolaşmayı kendine haram et, nağme gibi perdede yep- tu t! Gölge gibi her yere yüz sürme, hiç kimse ile oturup kalma I Sen safsın, başkaları hilekârdır; dikkat et, sana bir leke gel­mesin! Senin aşka düştüğünü , yabancılarla âşinalık ettiğini söylüyorlar. Sen nerde, aşk heyecanı nerde; sea daha ne, sevgili zevki ne? Oğlan âşık olsa şaşılmaz, fakat âşıklık işi kıza lâyık değildir. Ey gözümün nuru, âr yaman olur; sakın namusumuzu kaybeime! «Biz âlem içinde iyi adlıyız; büyük kü­çük herkes bizi tamr. Bir yüz karası ile artık nasıl lâf ede­

2

18 L E Y L Â İ L E M E C N U N

riz? Biz söylemiyelim, sen insaf et î Farzel ki ben sana kıya- mam, fakat benden daha büyük bir mürebbin var. Eğer ba­ban duyarsa ve sana ağır cezalar vermeğe kalkarsa ne ya­parsın? Gel, bundan sonra mektebi terket ve artık mektep olarak ananı babanı bil! Çocuklarla düşüp kalkmayı bırak, sana sırdaş olarak yanındajbebeğin yeter. Bebek gibi artık evde kal ve her yana gitmeğe meyletme! Anka gibi münzevi olmayı âdet edin. Öyle hareket et ki daima adın dillerde dolaştığı halde seni görmek imkânsız olsun. Kızı daima gizli tutan in­san nem es’uttur! Zaten kızların daima saklı olması gerektir...

Leylâ bu tekdiri işitince, zalim feleğin oyunu başına uy­gunsuz bir iş getirdiğini, kavuşma günlerinden sonra ayrılı­ğın geldiğini ve ciğerlerin kebap olacağı zamanın başladığı­nı anladı. Fakat ne desin, ne çare bulsun, ne tedbir alaca­ğım nereden bilsin... Naçar kalarak inkâr yolunu tuttu ve hiç bir şeyden haberi yokmuş gibi göründü. Tekdire uğrayan yüzünün gül bahçesini gözyaşile sulayarak ağlıya ağlıya ce­vap verdi:

— Ey benim dünyada en yakınım anne, en büyük İnci­min saklandığı, kucak! Öyle sözler söylüyorsun ki ben onları bilmiyorum ve mânalarını anlamıyorum. Aşktan, âşıktan, sev­giliden bahsediyorsun; ben saf kalbi! doğru bir çocuğum. Bu sözün medlûlü nedir, bilmiyorum; halim nasıl değişmesin, söyle! Bana aşkın adını kimse anmadı, işte şimdi senden duy­dum. Allah aşkma, anneciğim, aşkm mânası nedir, bana bu gizli sırrı ö ğ re t! Muradımın yolunda bana mürşit ol, bu hu- husta bana hocalık e t ! Ben mektebe kendi reyimle gitmiyo­rum ve senin arzuna muhalif bir iş görmüyorum. Hem sen mektebe git diyorsun, hem de sakın gitme diyorsum. Bu söz­lerin hangisine inanayım ve sana nasıl itimat edeyim? Zaten bana boyuna kalabalık içinde kötü insanlarla oturup bir yere bağlanmanın derdini çekmek zor geliyor; her gözden çekine" çekine sıkıntı içinde vakit geçirmek, bazan ders bazan devir okutan muallimin daimî çevrine katlanmak istemiyorum. Val­lahi benim de istediğim bu idi, çocuk mektepten memnun olur mu? Artık bu sözü bir daha söyleme, lütfet, beni üzme!..

Annesi bu cevabı işitince şikâyetten ve tekdirden vaz geçti. Güzel kızının âşıklıktan haberi olmadığına, falan filâna âşıkmış efsanesinin beyhude olduğuna kanaat getirmişti' Vak­ada artık tereddüde düşünce bu vaziyetten teselli buldu. Leylâ da çaresiz evde oturdu, sedefine büyük inciler dizdi. Sanki yıldız bir burçta sabit kaldı, cevher hazine içine kapa­tıldı; lâal taş ocağına esir oldu, gül suyu dar şişeye hapsedil­di. Kederden dünyası simsiyah olmuştu, ümitli gönlüne yeis çöktü. Ah ederdi, fakat ne çık ar: Bu rüzgâr gönlünün gon­casını açamazdı. Göz yaşı dökerdi, fakat ne fayda : Bununla maksadının fidanı yaşermezdi. Zülfü gibi kıvranmağa, şaşırıp ıstırap çekmeğe başladı. Gam ağzı gibi canını daralttı, gözü gibi vücudu da hasta oldu. Ne derdini saklasa karar bulabi­liyor, ne kederini anlatsa kimse dert ortağı oluyordu. O par­lak şule kederden zayıflayıp İncelerek hayal fanusuna döndü. Gönlünde hayaller kurarak bu keder içinde her an bin ah çe­kip zaruretle sabretti.

MECNUNUN VAZİYETÎ

Dert ve mihnet bahçelerinin servisi, sevdaya düşmüş hasta Kays, her sabah sevinçle mektebe gider, mektepte gamdan kurtulurdu. Sevgilisinin güzelliğini bir yazı gibi meşketmeğe başlayınca dünyanın gamını başından atardı. Sabahleyin ge­ne, sevgilisine kavuşma zevkini duymak arzusu ile, her gün­kü yolunu tutarak neş’eli neş’eli mektebe geldi. Bir de baktı ki cennete huri gelmiyor; gün doğmuş, fakat hâlâ meydanda nur yok. O gün akşama kadar güneşsiz geçti ve mektep gözüne zindan kesildi. Dönek Feleğin bir oyuna başladığını anladı *. Herhalde illerin kötü sözlerinin cefasile o gülün yo­luna bir diken düşmüştü. Ümitsizliğe kapılarak ah ve feryat etti. Dedi k i :

— Ey Felek! Bu zulüm nedir? Sana ne yaptım ki böyle canıma kasdettin ve gönlümün sevdiğinin yolunu kestin. İs­tediğime ulaşma yolunda bana engel oldun, günahım nedir, bildir bana I Önce bana lütuf ve kerem gösterdin, sevgilime

L E Y L Â İ L E M E C N U N 19

20 L E Y L Â İ L E M E C N U N

kavuşturarak memnun ve mes'ufc ettin; şimdi dönerek böyle cefa ediyor ve eski gidişinin tersine devrediyorsun. Bir seher vakti yanık gönülle ah çekerek ^dokuz kubbeni ateşe verece­ğimden ve sana ayrılık ateşini göstereceğimden hiç korkma­dın mı Ey üstat muallim, istediğin tedbiri al, o periyi bü­yü ile zaptet! Yalnız bana bu gamın kâfi geldiğini, sana yetişenin bana da yetiştiğini sanma !.. Ey hokka, gönlünün aynası,toz tutarak için daralsa yeridir; o mis kokulu kâkül­d e n iz aklaşınca ayrılık kara bağrım su haline getirmiş. Ey

dcaİem, gözyaşı döküp duruyorsun, şaşkın ve kararsız oldun; bugün devran o güzelin elini öpmeyi sana kısmet etmemiş gibi görünüyorsun. Ey kâğıt, onun zülfünü hatırla ve göğsü­ne gamın kara nakışlarım çiz !

Bu hicran esiri birçok günler mektebe gelerek ağlayıp sızladı. Her gün akşama kadar feryadı ile mekteptekilere azap çektiriyor, geceleri de ağlayıp inliyerek sevgilisine hitap ediyordu :

— Ey göz nuru, gönül neş’esi! Sensiz gözümün ışığı yok oldu. Önceden o aşinalığın neydi, sonra niçin ayrıldın ? Ev­velâ neden sevgi göstererek beni bağladın ve sarhoş ettin de şimdi başağnsı içinde bıraktın, mihnet ve intizara saldın ? İnliyen gönlüme ayrılık ateşi koydun, gözümü hasret yaşile doldurdun. İçimin ateşi yana yana şafak ahengi gibi göklere çıktı; gözyaşlarımın seli gitgide sonsuz bir deniz oldu. Ben böyle bir günde arkadaş istemiyorum : Hayalini de yanımdan a] I Ey ay yüzlüm, olur ki hayalin ansızın ateşe yanar veya suya batar. Hasret şarabı ile başım dumanlı, ayrılık hayreti içinde kendimi şaşırdım; gamım benimle birlikte bırakma, birden onu halka ifşa ediyerinm. İstediğini yapıp yapmamak sarhoşun elinde değildir, şaşırmış insana güven ilemez. Şenin

\ gamının yolunda canım berbat oldu, fakat fani âlemin karı­şıklıklarından kurtuldum. Senin derdinin zevki bana ebedî içkiyi ve Ölmez neş’eyi tanıttı. Ecel gelmiş olsa benim nemi alacak ? Zaten canım yok, alırsa gam alır. Mihnet ve belâ gecesinin ışığıyım, gönül hayasının rüzgârına tutulmuşum. îç ateşüe gözyaşına doku Is e* gam kılıcı ile başım kesilse, canım­

L E Y L Â İ L E M E C N U N 21

dan aşk arzusunu çıkarıp aşk belâsını terketmem. Gam içinde ağladığım ve hicran elemile kararsız olduğum bu günleri eğer takdir kalemi gün diye -ömür kitabına yazarsa bu hesap beni aldatmış olur; zira vaziyet başka,, türlüdür. Günü mey­dana getiren güneştir demişler, Allah için hesap bu söze gö­re yapılır. Güneşimin görünmediği güne, ben gün demem, benim hesabım budur. Fakat bu gönül derdinden anlıyan kimse yok, ah, bu gönül derdi ile ben ne papayım I Derdim söze geldikçe artıyor; sanki bir ateştir, yel estikçe alevleri çoğalıyor...

Nihayet bu sevda esiri öyle bir şekilde halka rüsvay ol­du ki adı Kays iken kendisine Mecnun [1] denildi ve gam bütün ahvalini değiştirdi.

MECNUNTJN DOLAŞIRKEN LEYLÂ İLE KARŞILAŞMASI

Âlemi aydınlatan baharın cihana Nevruz feyzi verdiği bir gündü. Gül yüzünden örtüyü atmış, bülbül inliyen şarkıla­rına başlamıştı. Lâle şebnemin saf şarabile kızıl kadeh dol­durmuştu. Taze yeşillikle güller firuza parıldatıyor ve lâal do­natıyordu.

Birçok vefalı arkadaşlar perişan Mecnunun ağlayıp inle­diğini görerek her yandan dediler ki:

— Ey belâ çeken! Gül mevsimidir, böyle kederli olma! Bu mevsimde insan belâ ve gam sıkıntısından uzak ve mes’ut ol­malıdır. Mademki bulut değilsin, ağlama; mademki sel değil­sin, figan etme! Gül gibi göğsünü yırtma, çimen gibi yerlere serilme! Gel kırlara çıkıp şarap içelim, böyle vaktini gamla geçirme! Lütfet, kerem et, biraz gezin; kendini gama bir par­ça az kaptır! Ey servi boylu ve gonca ağızlı, eve gel, geç­mişi unut! Böyle güzel vücudun gam çekmesi yazıktır, dün­ya hep böyle kalmaz. Olur ki emelinin gülü açılır, itikadının

^esasını sağlam tut! Bu ilkbahar mevsimi gelip geçiyor, ihti­mal ki sevgili mevsimi de gelir...

[1] (Mecnun) un kelime olarak manası (deli) dır.

22 L E Y L Â İ L E M E C N U N

Dertli Mecnun ayağa kalktı, dolaşmak için kırlara çıktı. Ağlıya ağlıya dolaşıyor, her yanı hayran hayratı geziyordu. Kâh yeşilliklere derdini döküyor, kâh lâlelere yalvarıyordu. Sevgilisini gördü İse söylesin diye menekşeye gönlünün g a­mını anlatıyordu. Lâleyi âşık sanarak ayağını öpüyor, yarası­nı gözüne sürüyordu. Nergisin gözüne baktıkça sevgilinin gözünü hatırlayıp ah ediyordu. Bülbüllere halini anlatıyor, kumrulara mihnet ve melâlini söylüyordu. Yeni bir çiçek gör­dükçe ah çekip menzil menzil gezerken ansızın yolu sevgili­sinin dolaştığı bir yere düştü. Leylâ birçok peri yüzlülerle bir­likte zavallı Mecnundan önce oraya gelmiş, gül ve lâle üze-

' rine gölge salmıştı. Bir yeşilliğe yeşil çadır kurmuş, sanki ay çimenlik içinde hâleye bürünmüştü. O yeşil çadır bir gonca gibi idi, içinde o ay yüzlü, gül yaprağına benziyordu. Mecnun ile Leylâ karşılaşınca dert seli gam denizine vardı.

Bu iki servi boylu ve yasemin göğüslü birbirlerile bera­ber oldular. Mermer çeliğe çarpınca karar ateşlendi. O iki tel bir saza takıldı ve ağlayıp sızlama hummalı bir şekil aldı. O buna bakarak sevindi, bu onu görerek tutuldu. Mecnunun aklı başında durmayarak hayranlık denizi coşmıya başladı. O aya bir kere bile bakamayıp gölge gibi yerin üstüne se­rildi. Leylânm da ihtiyarı elinden giderek sevgilisini bir lâhza dahi göremedi, hayranlığı o dereceye geldi ki olduğu yere düşüp kendini kaybetti.

Yüzüne gülsuyu serperek Leylâyı ayılttılar, her yandan kendisine :

— Ey ay, dediler, bir yabancı ile aşinalık ettiğini ve o dilbere tutkun olduğunu anan baban duyacak olursa bu gi-

, dış iyi netice vermez, bu hareket sana yakışmaz. İyi gözle bile bakşan hem bize hem de sana ziyan olur...

Oradan çadırı ve yaygıyı kaldırarak anası babası duy­masın diye o ay yüzlüyü, zorla kendi yerine götürdüler. Hiç kimseye bu maceraya ait bir söz söylemediler. C

Mecnunu da kan ağlıyan gözü yüzüne su serperek uyan­dırdı. Cansız ve donuk bir cisim olduğunu, sevgiliden eser olmadığım, divane kalıp perinin gittiğini, güzelinin kendisini

L E Y L Â İ L E M E C N U N 23

bırakarak kaybolduğunu görünce üstünü başını yırtarak fer­yat etti; hali başka bir hale çevrildi, Lâle renkli elbisesini terketti, kanlı gözyaşı vücuduna elbise oldu. Matem için ba­şına kalem gibi siyah sarık sarmış idiyse de ahinin dumanı başına vurarak siyah sarığını yaktı. Nefret ederek gömleğin­den soyundu, gam şehidi kefene bürünmeyi ar saydı. Bu be­lâ düşkünü, âşzkın ayağına bağdır diye nalınını da çıkardı. Yanındakilere Özür dileyerek dedi ki:

— Ey benim uzun zaman arkadaşını ve sırdaşım olanlar! Aşkın hüç^ geldi ve ben perişan halliyi garket-tı. Bu ateşe sizin de yanmamanız için ben hasta ile beraber bulunmayın. Ben sevda ateşine yandım. Cana düşen bu ateş sonunda elbette tutuşup alevlenecektir. Benim müşkül belâmı kolay sanmayın, siz de benim ateşime yanmayın! Benden si­ze bîr kor düşmesin, bir hayrım olmadı, zararım da dokun­masın. Sevda dünyamı kararttı, aşk irademin dizginini eline aldı. Ben bir kuşum, yuvadan uçtum; artık ben nerde, eve dönme arzusu nerde! Bana ev hikâyesini fazla anlatmayın, benim oraya gitmem artık yoktur. Babam sizden halimi, mih­net ve kederimi sorarsa, elbisemi yok ettiğimi ve bahtımı kara günlere çevirdiğimi söyleyin... Ey bedbaht ve perişan halli ihtiyar, Allah aşkına, ondan medet umma! Bu maceralar nedir, bu belâ bana senin yüzünden geldi demel Ben cihanın gamını, yerin ve gökün karışıklığım bilmezdim. Adem evinde asude idim, ne gam ne ğussa çekiyordum. Bilmezlikle halim hoştu, hayalimde ne aşk ne güzellik vardı. Benim vücuda gelmeme sen vasıta oldun, feyiz ve kerem görmeme sen en­gel oldun. Benimle şadolacağmı ümit etmiştin, ne yazık ki ümidin boşa çıktı. Ben yok oldum, artık sen varol ve başka bir halef ümit et! Beni mazur gör, ey aziz babam, ben kendi arzumla senden uzaklaşmadım. Sana yetişmek devletine nail olmağa azmettim ve sadakatle çok uğraştım; fakat hasret gözyaşları yolumu kesti ve mihnet dikenleri eteğimi tuttu.

MECNUNUN DELİLİĞİ VE AŞKA DÜŞME SEVDASI

O aşk şivesi üstadı vasiyetini bitirdikten sonra arkadaş- larile münasebeti keserek vahşet sahalarının yolunu tuttu. Gü-’ neş gibi sahraya düşerek yalnız ve rasgele yürümeğe başla­dı. Her karşılaştığı taşa gözyaşı döküp dağ ve çöl taşlarını lâale çevirdi. Gözyaşlarını bol bol döktüğü her yanda her merhaleden bir ırmak akıttı. Şahidi bir belâ bulutu idi: Y ağ­mur gözyaşı ve şimşek ahi. Canından ve teninden kopan yağmurla şimşek bir derecede idi ki her ikisinden de derya­lara bir ateş kıvılcımı ve sahralara bir su damlası gitse der­yalar baştan aşağı sahra, sahralar olduğu gibi derya kesilirdi. Bu dünya mabedini feryad ile doldurarak vahşî hayvanları ve kuşları feryada getirdi. Ah ile cihana ateş vererek figanı göklere çıkardı.

24 L E Y L Â İ L E M E C N U N

MECNUNUN BABASININ VAZİYETTEN HABERDAR OLMASI VE ONU ÇÖLDE BULUŞU

Mecnunun hayrete düşen ve mahzun olan arkadaşları na- çar kalarak kendisine veda ettikten sonra, meyus, perişan, hakir bir halde geri dönmüş ve babasını haberdar etmiştiler.İhtiyar vaziyeti anlayınça Mecnun...gİbi ah ye feryad etmeğebaşladı. Sel gibi sahralara yüz tuttu ve gözünü çeşme gibi vadilere açtı. Her yeri arayıp dolaştığı halde oğlundan bir eser görülmedi. Nihayet o perişan halliyi bir köşede kendin­den geçmiş bir vaziyette buldu: Toz toprak içinde, gamlı bir halde yere düşmüş, ahvali harap, göğsü yaralı. Kızıl gül gibi yüzü safrana, şimşir gibi güzel vücudu saza dönmüş. Yılanla arkadaşlık edip karınca ile konuşuyor; sığındığı yer toprak ve döşeği diken. Dikenler üzerinde yatan delik delik vücudu ona gam evi için sayısız pencereler açmış.

İhtiyar bu hali görünce bir müddet resim gibi dilsiz dur­du. Bir an hayrete düştü ve şaşkm gözlerle bakakaldı. Sonra yakasım yırtarak feryada başladı:

25

— Ey zulüm bahçesinin bülbülü! Gönlünün halini bana söyle, gizli sırlarım ayan e t ! Senin elinden iradeni kim aldı, dünyanı böyle kim kara etti? Allah aşkına, neden böyle ka­rarsızsın, dünyanın perişanı olmuşsun? Ne arıyorsun ne isti- yorsun? Bu ağlayıp inlemelerine sebep ne? Senin saadetinin incisi eğer deryalarda ise söyle, bu maceraya atılayım; eme­linin mumu karanlıklar içinde ise anlat, nem varsa benden iste L

Mecnun :— Ey bana nasihat veren güzel sözlü, akıllı âlim, dedi,

kimsin? Bu lâflar, bu faydasız, essasız arzular nedir?.. Benim derdimin devası sen değilsin; git! Yabancısın, sen bana aşina değilsin! Ben böyle söze kulak vermem; ya Leylâd&n bahset, yahut sus !..

B ab ası:Ey belâ çeken, ben senin babanım, dedi.

Mecnun cevap verd i:— Baba yahut anne nedir? Bana Leylâ gerek, üst tarafı

efsane.Babası Mecnunun kendisine itaat etmediğini görünce za­

vallının halinin başka olduğunu ahladı ve aldatarak teselli etti:— Kalk gidelim, seni Leylâ çağırıyor. Leylâ bize misafir

geldi. Senin isteğinin lâalıne inci saçıyor.Mecnun Leylânın adını işitince felek muradını veriyor

sandı:— Em ret!Diyerek ayağa kalktı. Babasının ayaklarına yüz sürdü.ihtiyarla gönlü kırık genç, içleri yaralı ve hasta bir Kaide,

eve geldiler. Başında Leylâya kavuşmak havası esen Mecnun ne baba kederi bildi, ne anne sevgisi.

L E Y L Â İ L E M E C N U N

ANNESİNİN NASİHATİ VE

Mecnuna kâh babası kâh annesi öğüt veriyordu. Annesi dedi ki :

— Ey canımın neş’esi ve gözümün nuru, biricik sevgili oğlum ! Sana Araplara reislik şanı verilmiş, edep ve kahra­manlık mirası düşmüş; daima hükümdarların hareketlerine uy, kahramanlık faaliyetlerine giriş! İstediğin kıvrık kaş ise kemana karşı aşkını gevşetme; gönlünü kara kirpikten uzak­laştır, can alan oka âşık ol ! Gözün boya bosa takılırsa kan saçan kıhca„ sarıl, eğer zülüf ile ben görmek istersen nokta­nın vaziyetine ve dalın şekline bak ! Gönlün göze ve kaşa meftun olursa aynhn gözüne ve nun’un kaşına bak ! Sen bir

^servisin, gel ağır yük altına girme; neye tutuldunsa kurtul­mağa b a k ! Sen lâalsin, basit bir taş olma ve güneş görünce hemen rengini atm a! Kendini su kabarcığı gibitbaşında esen havaya uydurma I Zira o havaya itimat edilmez, başın onun­la yele gider. Mum gibi başını ateşe verme, aşk gamile yan­makla mertlik satma ! Bak muma, nasıl belâya girer : Onun başına uğrayan mahvolur. Gönül ve göz zevkine alışma, iç­kiye ve güzele kendini kaptırma ! İçki ve güzelle canım bes- liyeh iman sahibi olur zannetme! Daima sarhoş olanda akıl var m ıdır: Putperestin imanı olur mu ? Şiire heves etme, zira kötü şeydir; eğer ona iyi derlerse yalandır. Bir an evvel kemal sahibi olmağa bak, kudretini ziyan edip gafil gezme ! Ey ümit bahçemizin fidanı, bizi ârın ayaklan altında ezdirmel Sen eğer sevgili istiyorsan bu az değildir; başında biz var­ken gam çekme! Tebeamız içinde bin kabile ve bu kabileler içinde binlerce güzel var. Onları sana bir bir gösterelim, bize farzoîan yerine gelsin. Sana dik boylu ve yasemin göğüslübir servi almayı kararlaştıralım. Ayını yılını tayin...edelim,sarfedebildiğin kadar mal mülk verelim. Yeter ki sen vahşet yolunu tutma ! Nesli kesmek ihanettir. Bizim bu nasihatimizi kabul et, her an bizi mahzun ettiğin yetişir 1...

Mecnun bu sözleri işitince ayni eda ile cevap verdi:— Ey benim ruhum, canımın ve gönlümün saadeti annem

^babam ! Yaptığım işin yanlış olduğunu biliyorum, bana nesöyleseniz lâyıktır. Ahimin rengi dumana bulandı, işlediğim günahın ayıbı ile yüzüm kara. Rendim de bu işin farkında­yım; fakat, ah, ne diyeyim, ne söylİyeyım! Elimde değil,

26 L E Y L Â İ L E M E C N U N

L E Y L Â İ L E M E C N U N 27

kuvvetimi toplayıp dizginimi elime alamıyorum. Akıl zayıf düştü, aşk galip geldi; gönül bakıyor, sevgili cezbediyor. Sevgilinin gamı canımı ve tenimi kapladı, dünyada ondan başka kimseyi gözüm görmüyor. Artık bende naşı! şahsiyet olsun, benden beni istiyen ne bulacak ? Mademki Takdir ^öyleymiş, tedbire lüzum yok; takdiri kimse değiştirebilir mi? Eğer bana neş’e mukadder olsaydı bu derdi ve ateşi ister miydim? iyi olmak hastanın elinden gelse kendini derde dü­şürmez. Dilenci padişah olabilecek olsa yine dilencilik yapa­cağım zannetmeyin. Yaradılışta kısmet olan bir şeyin bozul- madığı malûmdur. Beni ıslah etmeyi düşünmeyin : Gül diken ve diken gül olmaz. Suyun hususiyeti ve toprağın cevheri idrak kabul eder demeyin! Su aşağılığından ayrılır mı? Ateş yakamıyabilir mi? Kudretin kalemi rahimde yüz güzelliği ve­rerek beni yarattığı gün dimağımı aşk ile doldurmuş ve ayağımı sevda ile bağlamış. Bedenimdeki deri ve damar baş­tan aşağı sevgili muhabbetile doldu. Gönlümü belâ ülkesi yaptı, canımı cefaya vakfetti. Ben bu hükme uymazlık ede­mem, hâkimiyet bu işi yapana aittir. Ezelî derde çare bulu­nur mu ? Ebedî sevgi ölür mü ? Ben ayrılık evinin mumu­yum, içimin yanmasından hoş bir zevk alıyorum. Benden bu ateşi uzaklaştırmak istiyen bana zulmetmeğe niyetlenmiş sayılır. Mumun hayatı ateş olunca onun ateşle halı hoş olur. Onu ateşten kurtarmak istiyen hayatını mahvetmek istiyor demektir. Düşmanlığın adım dostluk koyarak beni kurtarma tedbirleri aramayın ! Ben sevgili şevkinin denizine garkolmuş, sevgili gamına karışmışım. Benim meydanda durmama sebep ’ yalnız o, yaralı gönlümün huzuru odur. Bu derde onunla ilâç yapın, daha başka kimseden dem vurmayın; Leylâ gibi bir­çok peri yüzlüler bana böyle belâlar verebilir diyorsunuz; Allah aşkına, sakın bu sözü söylemeyin: Âlemde ondan baş­ka kim var ki ! Bülbül gül için feryat ederken lâle derdine •deva olur mu? Ben Husrev değilim ki kâh Şirin kâh Şeker sevgilim olsun. Ben yolumda tek yüzlüyüm, tabiatımda dö­neklik yoktur.

MECNUNUN BABASININ LEYLÂYÎ İSTEMESİ

İhtiyar baba gam içinde âciz kalarak Mecnunu eve ban­lamayı düşündü. Leylâ olmadıkça onu teselli etmenin müm­kün olamayacağım anladı ve Leylâyı oğluna istemeyi lüzumlu gördü. Eşrafı ve büyükleri topladı, emeline nail olacağım umarak bu ümitle o arzu kâbesine yüz sürmeğe gitti. Leylâ- nm babası vaziyeti anlayınca muhitinin ileri gelenlerini aldı,, onları karşılayarak evine götürdü. Boyuna hatırlarını sorup bin kere “Teşrifler hayır olsun,, dedi. Onlar mum gibi yerle­rine oturdukları zaman o servi gibi ayakta durdu. Misafirler gönüllerinin istediğini bulsunlar diye ortaya nadide sofralar kurdu. Sofra kebapla dolup oğlak ve kuzu ile sema gifai oT muştu. Fakat akıllı insan dahi nereden bilsin ki bu sofralar gökleri temsil ediyor ve yemeğe muayyen maksatla gelenlere “istediğiniz göklerden bir burç almak gibidir, bu mümkün olur mu?,, demek istiyordu. Yemekler getirildiği zaman ihti­yar münasebet düşürerek derdini anlattı:

— Ey değenle kabilelerin kıblesi olan! Sen herkesin di­leğini yaparsın. Aslım ve neslim sence malûm, nice bin eve hükmüm geçiyor; cömertlikte kabileler arasında meşhurum, herkes benim lütuf ve ihsanımı bilir. Dostluğum müessir ol­duğu gibi düşmanlığımın da tesiri geniştir. Zaman Jnsanlan- nın en ileri geleniyim, ne söylesem onun yüz misli değerim vardır. Emelimin fidanı meyve verdi, Tanrı bana bir cevher ihsan etti. Artık istiyorum ki bu nadide incim bir lâal ile te­raziye konsun ve inci lâalin seviyesine gelince gönül ferahlığı ile onları birleştireyim. Çok maden ocaklarına kazma gibi baş vurdum, çok lâalin aslım tahkik ettim; gerçi her ocakta lâaller çok, fakat lâyık olan bir lâal yok. Senin benim incime lâyık bir lâalin olduğunu duydum. Lûtfeyle, kerem ve inayet et! Bu lâal ile inciyi şereflendir! Servi güle gölgeyi sevdirsin ve onun üzerine kendi gölgesini yaysın. Sözümü dinle, anla- mamazhktan gelme! Bu bir hayır işidir, engel arama! Bana bu saadeti lütfedersen benden dilediğini iste! Önüne okadar

28 L E Y L Â İ L E M E C N U N

L E Y L Â İ L E M E C N U N 29

hazineler dökeyim ki yeryüzünü kaplasın; sana hâzinelere sığ- mıyacak kadar cevher vereyim...

O yasemin göğüslü servinin babası, o gizli hâzinenin bekçisi nezaketle cevap verdi :

— Ey benim gibi evlât tuzağına esir olan yüksek düşün­celi! Evimize hoş geldin, safalar getirdin, bizi toprak üzerin­den kaldırarak göklere yükselttin. Fakat teklifin zorca bir teklif, bilmem ki buna nasıl cevap vereyim. Seninle akraba olmanın bana şeref vereceğini biliyorum, fakat halefin tuhaf bir halef. Alem kendisini divane diye ayıplıyor, benim kızım divaneye ne lâyık? Leylâ nazlıdır demiyeyim, fakrt âciz bir cariyedir; cariye insan cinsinden sayılmaz mı ve ona merha­met edilmez mİ ? Devle peri beraber olur mu? Sus, sus, ol- mıyacak sözü açmal Divane için zahmet sarfetme; ona hazine değil, virane lâzım. Eğer tedbir ile vaziyetini değiştirir, sev- dasına çare bulursa söz veriyorum: Leylâ onun olsun! Sen .artık git, buna çare bulmıya çalış!..

O şeref, namus ve âr sahibi ihtiyar meyus ve hakir bir halde dönüp eve geldi. Mecnuna dedi ki:

— Ey cefa çeken! Sakın kendini daha fazla şaşırma! Bu muamma akılla halledilecek. Leyiâyı sana veriyorlar, fakat şu .şartla: Akıllı olacaksın, iyi düşünenlerin nasihatini tutacaksın; deliliğinden eser kalmayacak, daima aklın gösterdiği yola gi­deceksin,

Mecnun cevap verdi:— Ey olgun ve akıllı babacığımj Hİç deli akıllı olur mu?

Eğer benim elimden gelse ve tedbirimin bir kıymeti olsa, ön­ceden uslu akıllı olur, irademi sağlamlaştırır ve derdime ilâç­la çare bulunacak bir hale düşmezdim. Bu ilâca minnet et­miyorum, gamımı bin kere meydana vurdum, Gidişimde dö­nekliğim yok, cevabım evvelki cevaptır. Sen akıllı bir adam- sın, lâzım gelen tedbiri al! Belki tesiri olur da bir daha Ley- i ânın adım anmam; ben dünyanın en akıllı adamı olurum, -sen de kurtulursun...

MECNUNUN KÂBEYE YÜZ SÜRMESİ

Şaşıran ve hali perişan olan ihtiyar her türlü iiâca baş. vurdu ve nerde bir doktor duydu ise gidip onun gülistanının, bülbülü oldu; ihtiyacını söyliyerek hastasına ilâç istedi. Fakat: binlerce doktordan hiçbiri hastasına muvafık bir şerbet içir­medi. Nerde baş bir yer Öğrendiyse gidip oranıntoprağı oldu. Çok el kaldırıp dualar etti, çok adaklar adayıp* sadakalar Verdi. Fakat binlerce üstadın reyinden dertlisini şâcL edecek bir irşad alamadı. Çok büyüler yapılıp muskalar ya­zıldı, çok hilelere ümit bağlandı*, hiç birile çare bulunamadı.

Bİr gün kendisine dediler ki :— Dünyada alacağın bir tedbir kaldı : Esirini Kâbeye

götür, olur ki Allah sana yardım eder. Haremi tavaf ederse şaşkınlığı gider. Mübarek taşa başını koyarsa kara taş bile' olsa yumuşar.

İhtiyar baba bu hayırlı işe teşebbüs ederek Mecnuna bir mahfe hazırlattı. Oğlunu alıp Allahın haremine doğru yola, koyuldu. Kâbeye gelince Mecnuna dedi ki:

— Ey belâ ariyan! Yüzünü Kâbeye dönerek ibadet et 1: Temkin, edep ve riayet göster! Hürmetin icaplarım yap, ih- lâsı dürüst okuyup dua e t ! Belki de duan kabul edilir ver Tanrı şefkati derdine çare [bulm uş İşte dualar burada, kabul olunur, ihsanlar bu yerde bahşedilir. Tevbe e t: Tevbe ibadetlerin en güzelidir; kurtulmağa çalış, zira kurtuluş yerin* desin!...

Mecnun bu yerden zevk aldı ve duyduğu şevkin neş’esile- bilendi. İçini çekip yanık yanık feryad' ederek Kâbe binasına, sırrını söyledi

— Ey büyük değerli yüksek kubbe! Yükseklerin, büyük­lerin mihrabı! Şerefli ve saadetli insanların kıblesi 1 Yeryüzü­nün anber gibi beni! Ey sevgilinin çadırı rengindeki Örtüsü vefalı dimağ derisi olan! Ey seyyidlik goncasının fidanı ve saadet cevherlerinin sandığı! Ey benim gibi cihanı dolaşma­nı akla beraber daima benimle derddaş olan, göğsüne Hâcer gibi taş basarak gözünden zemzem gibi yaş akıttın, her za­

30 . L E Y L Â İ L E M E C N U N

L E Y L Â İ L E M E C N U N 31

man elbisesini kara ederek aşkını gönlünde gizli tutan 1 Al­lah aşkına, sen bu yerde kime âşıksın? Söyle, zira ben senin uygun bir yakınınım. Sende aşk feyzi belirerek seni kabile­lerin kıblesi yapmış... Tanrım ! Bu harem yerinin, bu safalı mabedin hakkı için, bende aşk binasını daima Kâbenin teme­li gibi ayakta t u t ! Gönlüme her zaman, her an ve her nefes aşk derdinden gam sal I Aşk içinde daima şevkimi arttır ve bu şevke karşı her zaman zevkimi ço ğ alt! Alem içinde her nerede gam varsa benim gönlümü o gama düşür! Akıl endi­şesinden uzaklaştırarak aşk ile daima âşinâ e t! Leylâya karşı olan zevk ve şevkimi fazlalaştır ve bana daima onda görün'! insan oğulları içinde zalim çoktur, gönlümü vahşet illerine alıştır ! Bana öyle bir diyarda karar kıldır ki oraya insanların zerresi bile gelmesin !

Bu günahlardan sıyrılmağa gelen Kabe ziyaretçisi bu şekilde dua ederek duasının kabulünü istiyordu. Babası, söz­lerini bir bir dinliyerek ofcun duasının kabul edildiğini, gam ve melâmetinin fazlalaştığım ve artık oğluna selâmet imkânı kalmadığını anladı. Çok ağlayıp sızladı ve naçar kalarak oğlundan ümidi kesti.

ihtiyar şaşkın bir halde orada kaldı. Mecnun çöllerin yo­lunu tutarak tek başına sefere çıktı; sevgilinin köyüne doğru yola koyuldu.

MECNUNUN DAĞLA KONUŞMASI

Gündüz gözünün yaşı, gece ahinin şulesinin ışığı kendisi­ne yol gösteriyordu. Böylece kâh dert ile “Y ar! Yar!,, diye­rek, kâh oturup kâh durarak ilerledi. Yolda ansızın bir dağla karşılaştı : O kadar yüksek ki tasavvura sığmaz; fani çerk tepesinde bir atmaca, kemerinde lâal ocakları saklı. Sıfatı ni­met verici, elbisesi haşmetli, cepleri ve koltuk altları ceva­hirle dolu. Deniz ona yalvararak ondan rızık umuyor, sahra ona dostluk göstererek maişetinin teminim diliyordu. O, çeş­meler akıtıp ana ve baba gibi onların imdadına koşuyordu.

32 L E Y L Â İ L E M E C N U N

Tanrı onu hürmetle yadederek Kur’anda “ Dünyanın Direği,, demişti.

Mecnun onu seyrederek yanık bir nağmeye başladı. Böy­le nağmeyle ses çıkarınca ondan da sesinin yankısını duydu. Kendisi gibi ayni sesi çıkardığını sanarak “İşte bana tam bir arkadaş. Yüz şükür olsun ki kendime bir yoldaş, cihanı do­laştıktan sonra bir yar buldum.,, dedi ve aşkının ateşini de ona anlattı :

— Ey temiz etekli münzevî ! Bağrımın yanıklığından ha­berdar oldun; ne iyi yaptın, ne iyi yaptın,, ne güzel 1 Sen müptelâ bîr âşık, dertlilerin âşinâsı imişsin. Bana en uygun arkadaş sensin : Aşık daima dağla beraberdir. Sana ne oldu ki böyle zulümle göğsüne taş vurarak, dertle gözünden yaş akıtarak mestoluyorsun; ayağın gam tuzağına tutulmuş ? Ku­cağın kanla dolmakta. Bu lalelik hangi gülün yüzünden? Bağ­rının su olduğunu görüyorum, bu hangi servi boylunuu aş­kındandır? Gel seninle ağız ağıza vererek bu maceraya biraz ağlıyalım !

Gözü yaşlı Mecnun onunla bir an ağlıyarak hasta gönlünün derdini döktü. Sonra sevgilisinin köyünün toprağına, Leylâmn evinin bulunduğu diyara doğru yoluna devam etti :

MECNUNUN CEYLÂNLA KONUŞMASI

Giderken baktı ki bir avcı tuzak kurmuş ve tuzağına ga­zaller düşmüş. Bu tuzağa esir olan bir ceylânın kanlı gözyaş­ları kara gözlerine dolmuş: Boynu ...bur.uî.mu.ş, ayağı bağlı; şehla gözü nemli ve cam yaralı. Mecnun bu ceylânın haline acıdı ve ona bakarak gül rengi gözyaşları döktü. Bu zulüm gönlüne çok sert geldi ve yumuşak yumuşak dedi k i:

— Avcı, bu mis kokulu ceylâna merhamet et! İnsan bu hale acımaz mı? Bu zavallı zayıfın canına kıvmaî Avcı, cefa yamandır, ondan sakın! Bilmiyor mu;sun ki kanedene kan olur. Avcı, bunun kanım bana bağışla, canım cefa ateşine yakma!..

L E Y L Â İ L E M E C N U N 33

Avcı cevap verdi:— Benim yiyeceğim budur, başımı kesseler ayağım aç­

mam. Bu avı öldürmeyi ihmal edersem sonra çoluğumun ço ­cuğumun hali ne olur?

Mecnun bir ağacı yapraklarından temizler gibi üstündeki bütün kıymetli şeyleri çıkararak ona verdi. O güzel ceylânın bağlarım açtırıp dertli canım şâdetti. Yüzünü yüzüne dayı- yarak figana başladı ve gözünü onun gözüne sürerek ağladı:

— Ey çöllerde rüzgâr gibi koşan, nazlı ve nazik vücutlu! Sen yeryüzünde her toprağın süsüsün, gül gibi güzel ve na­rinsin. Ey ıssız yer ırmağının yeşilliği, yabanı ülkeler baharı­nın güzel yasemini! Ben âcizİ yalnız bırakma, bana çöl kıla­vuzu ol! Günlerce benimle arkadaş olarak birlikte gez, insan diye benden tiksinme! Gözümden gözyaşım gibi uzaklaşma. Bu yol üstünden ayağını kesme! Gözümün pınarı başında menzil tut, son„ menzilimizin ne olduğunu unutma! Gözbebe- ğim senin yerin, gözyaşımla kirpiğim suyunla otun olsun. Ey bana sevgilimin gözünü hatırlatan, onun gamım çekmemi ko­laylaştır! Leylânın gözü hayalime geldikçe ben hastayı sen teselli et!..

Mecnun insanlığını unutunca ceylân onunla düşüp kalk- rtuya başladı. Bu sebeple daha birçok ceylânlar da çölde onunla beraber oldular.

m e c n u n u n g ü v e r c i n l e d e r t l e ş m e s i

Mecnun perişan ve bitkin bir halde bîr menzile geldiği zaman tuzakta bir güvercin gördü*. Kafesinin her penceresi bir gam incisi, her an kendisine bin gam geliyor. Mecnun ona bakınca İçi yandı, gözyaşı gibi kanı da coştu. Avcısına yalvararak kurtarılmasını istedi. Avcı dedi ki:

— Ben yoksulum, yoksulluğa bu güvercin gibi esirim. Bu uçan kuşun azat olmasına ve benim bağlı kalmama razı olamam. Eğer varsa omın bedelini öde, ondan sonra kendi­

3

34 L E Y L Â İ L E M E C N U N

sini tuzaktan kurtar. Önce sıkıntımı gidererek beni şâdet de sonra onu gamdan azad eyle L

Mecnunun kolunda güvercin gözü gibi şeffaf halis bir inci vardı, Onu vererek bu esiri aldı ve o düşkünün yardımcısı oldu. Kanlı gözlerini ayağına sürerek ayaklarını gül rengine boyadı. Arlık her an ona derdini döküyor, şevkinden bin türlü nağme söylüyordu:

— Ey hızlı kanadile yükseklerde uçan, vefalı insanların sırrına âşinâ olan! Bu Nil renkli elbisen, bu kederin ve dai­mî melâmetin sende gam olduğunu gösteriyor. Seni böyle mateme esir eden kimdir? Ey cihanı dolaşan, eğer âşıksan kaçma ben de seninle derddaşım. Gel biraz benimle arka­daşlık et ve sırrımın hazînesini koru! Başımdaki saçı yuva, gözyaşı mı sü ve yem yap! Ey güvercin, sen haberci imişsin, benden sevgiliye mektup da taşı! Yanağından ayrı düşmemin ıstırabım gör, benden ona haber götürerek cevabım getir ! Allah aşkına, onun memleketine gittiğin zaman uçup etrafında dolaşırken beni an ve bir tavaf sevabını bana ver! Kapısının toprağına konarak yem iste; mecalin- oldukça, utanma, yemi bahane ederek benim namıma o toprağı öp!..

Güvercine gönlünün gamını söyliye söylîye onu kendi­sine ısındırdı. Güvercin geceleri başım yuva yaparak gün­düzleri onu korumağa başladı. Kendisinde hayır alâmetleri görerek vahşî hayvanlar ve kuşlar ona itaat etliler. Yırtıcı hayvanlar bile koyun eğdiler ve gitgide etrafında büyük bir kalabalık toplandı. O gözü yaşlı dert ülkesinin hükümdarı, as­keri de zararlı ve zararşız hayva olmuştu. İnsanlardan Öyle bizar olmuştu ki kendi gölgesini bile düşman sanırdı. Abının şulesinin dumanım göklere savurarak gölgesiyle dahi yoldaş olmak istemiyordu.

L E Y L Â İ L E M E C N U N 35

LEYLÂNIN' VAZİYETİ

Vefa çimeninin bahan, aşk gamı yarasının laleliği, vefa yolunda sağlam, gam cevherlerinin sedefi olan Leylâ hazine gibi zindana kapanmış, nasihat zinciriyle ayağını bağlamıştı. Ne bir ferahlığı, ne bir sevinci, ne de kimse ile teması vardı, Ana­sından babasından bizar olmuş, bütün aşinalara yabancı kal­mıştı. Mumun etrafına toplanan pervaneler gibi güzel kızlar etrafım alır, mahzun gönlünü şâdetmek ve ince ruhunu eğ­lendirmek için tatlı sözlerle binlerce masallar söyliyerek za­man zaman yanına sokulup uğraşırlardı. O bütün neşe ve sevinci terkeder, bir uzvunu yaralıyarak o bahane ile ağlar ve onların tahayyül ettiklerine imkân vermezdi. Kızlar kaş- 1 iarına rastıkla renk verdikçe onun ruhunun aynası paslanırdı.Kızlar yüzlerine nilden [*] ben yapsalar o bunun . üstünü hemen.kapardı. Kızlar güzel kumaşların süslerini tahayyül ederken, o, İçine hayaller nakşederek sa br ederdi. Kız]ar jn eli kına ile gül rengi alır, onun eli gözyaşı ile kanlanırdı. Ne iğneye ne ipliğe meyleder, sel gibi gözyaşlarını kirpiğine dökerdi. Kız­lar süs arziiedcrçk,.. ipliğe inci dizdikleri zaman o da onları kıskanıp vücudunun teline gözyaşı incisi çekerdi. Çılgınlığı *Mecnunu geçmişti, birisi ona Leylâ dese Mecnun diye cevap verirdi. Geceleri kalabalık yanından gidip te mumla başbaşa kaldığı zaman muma gönlünün derdini anlatır, içinin yamk- lığmı gösterirdi:

— Gel, ey gözü dumanlı, bağrı yarala başı kara bağlı! Gel seninle birlikte ah edelim, dertli gönlünün sırrım söyle! Seni böyle ağlatan, sarartan ve perişan eden hangi dert­tir? Baştan ayağa boyanmak ve boyuna gönül dumanına boyan­mak nedir? Ey belâ çeken, asim hangi cinstendir ki böyle hayat suyun ateş oldu? Coşkun gönlünü ve ağlıyan gözünü anlat, sırrının ipucundan bir haber ver! Her lâhza ıstıraba düşerek hem ateşe hem suya garkoluyorsun. Ey seher zamanı kalkan,

[*] Nil - çivit otn, çîvît.

36 L E Y L Â İ L E M E C N U N

ne büyü yapıyorsun ki ateşin sudan hızlı akıyor? Ben yanık­tan da haberin olsun, bende de bir gönül gamı var. Vefada ben de sana benzerim, belki de senden çok daha fazla üstü­nüm. Gece olunca sen yanmağa başlarsın, bense gece ve gündüz bağlıyım. Sen aşk tesiriie ziyan oluyorsun, bana nis betle ruhun rahattır. Boyuna yaş dökerek meclisler içinde sırrı­nı ifşa etmek senin için hoştur. Derdini içinde saklamadığından gönlündeki her zaman dilindedir. Ben belâ arsasına saplıyım, ney gibi içim arzu ile dolu. Olur olmazla düşüp kalkamam, başım kesilse sırrımı söyliyemem. Sana gönlümün gamını söyleyeyim diyordum, fakat ne fayda, sende de takat yok. Bu derdi dinlemeğe için dayanmaz, ahım seni yakar. Bu derdi hangi dosta söyledimse bu işte bana yoldaş olmadı. Bu derde ve yaraya katlanıp sabredemedi, dağa taşa düştü. Senin yanında da bundan dem vurmıyayım da sen de uzaklara k açm a!...

Fakat mumun dili olmadığını ve yanında dertleşecek bir can bulunmadığını görünce sırrım pervaneye anlatır,' bütün yalvarışlarını söylerdi:

— Ey aşk yuvasının aşk suyu ve aşk yemi uğrunda pe­rişan olan kuşu I Aşk yolunda sadık sensin, âşıksın, amma tam âşık... Sevgiliyi bir kere görmek için can verir, bir zevke iki cihanı feda edersin. Vefa istemekte halin hoştur; sanki senin kavuşman mahvoluşundadır. Gerçi bütün cihan seni tanır, aşk sahasında her zaman en başta gelen sensin fakat benim gibi dertli olman zordur, sende sevgilinin yüzünü gör­mek hasreti bendeki kadar olamaz. Sen her zaman sermest olarak onu seyretmektesin, benimse ayağım belâ ve dert tu­zağına tutulmuş. Sevgili her zaman senin yanında, benim yoldaşım daima ayrılık. Sen bir aleve canını vererek müşkül gamım kolaylaştırırsın; ben boyuna yaşıyarak gam çekmek ister ve gam içinde bana her an bin can verilmesini dilerim. Sende bendeki kadar gizli gam yoktur, eğer var dersen ese­rini göster! Nerde yaş döken gözünün nemi? Hani ateşle yükselen soğuk ahin? Nerde zulüm ve belâya düşmek, aşka gidip cefaya tutulmak?...

L E Y L Â İ L E M E C N U N 37

Pervanede de kusur görür, onunla da derdine derman bulamaz, çaresiz sabır ve tahammül ederek kırık gönlünün yapılmasını kayıptan beklerdi.

Gece yarıları, uyku çeşmesinin göz çimenlerini suya kan­dırdığı, göz nuru karanlıklara dalarak tabiatın rahat bulduğu, dost ve düşman uykuya dalıp dertlilerin uyanık kaldığı zamanlarda evden ay gibi sahraya çıkar, gönlünün istediği gibi ah ve feryat ederdi. Ve sesini yükselterek içinin derdini aya açardı:

— Ey kâh boyum gibi bükülen, kâh göz gibi dolan ! Bazı gamım gibi bana görünen, bazı sevgilim ve dostum gibi kaybolan! Bir güneşin âşıkı olduğuna halindeki bu değişiklik şahittir. Ayrılık derdiyle ağlıyor, âlemin perişanı oluyorsun. Ey aşk mihnetine âşinâ olan, Allah aşkına bak benim de ne mih­netim varlAhımm alevine bir göz çevir, eğer merhametin varsa ona çare bul! Her diyarın fezasında dolaş, bütün çölleri ve dağları gez; bak, o benim sığmağım, şahım, ayım, ümit ye­rim nerede? Gönlümün halini ona bildir, Allah aşkına, beni nasıl gördünse söyle, de ki:

— Akşama kadar perişanlıktan kurtulmuyor, seher kuşu ötmeğe başlayınca garip bir feryat tutturuyor: Eyvah! Öm­rün mayası tükendi, hayatımın gölgesi güneşle birleşti; iler­deyse fırsat kapısı kapanacak, maksadın ifadesi müşkül ola­cak ./ Ben iştiyak burcunun yıldızı, ayrılık evinin mumuyum. Gündüz mahpusum» gece kurtuluyorum; gündüz ölüyüm, ge­ce hayattayım. Günüm gece gibi oldu, belâlı âşık gün gör­mezmiş...

Sonra dönüp derdini rüzgâra anlatırdı:— Ey sabah rüzgârı, kimsenin bu vaziyetten haberi yok­

tur, fakat sen yoksuldan sultana sena götür! Gör ki kiminle beraberdir, gamını kim paylaşıyor; bizden usandıktan sonra sevgilisi kim oldu. Gönlü kiminle avunuyor, Leylâ hiç hatırı­na geliyor mu? Ona de ki:

— Ey güzel hükümdar, kulundan böyle nefret etmekte haklısın: Eskiden beni gördüğün zaman taze ve canlı bir ba-

38 L E Y L Â İ L E M E C N U N

har görmüştün; bugün dert tuzağına esir oldum, hazan gibi zayıf ve sarıyım. Sen ben zayıfa meyletme, eğer iraden bo­zuldu ise ne yapalım! Ben bir hazan yaprağıyım, hakir ol­dum; sen arzulan olan taze bir baharsm... Fakat her ne ka­dar hakir ve tozlu isem de gene şefkatini ummaktayım. Ge­niş ihsandan ayrılma, eski dostluğu hatırla!...

O yasemin göğüslü âfet gece sabaha kadar yıldız gibi uyanık durarak böyle yana yakıla matemini söyler, gün ay­dınlanınca nağme gibi perdeye çekilir, bir perde içinde ağ­lardı. O bağrı yanık gece gündüz vakitlerini daima bu şe­kilde geçirirdi. O gül endamlı boyuna akşamın mihnetini, sa­bahın endişesini çekerdi.

LEYLÂNIN BAHARDA Gül BAHÇELERİNDE GEZMESİ

Âiemİ süsliyen baharın zevki sevenlerin neş’esini artırdı­ğı bir gündü. Devrin aynası pasından silinerek yeri gök rengine boyamıştı. Kimya tesiri gösteren gecenin feyzi ve seher yelinin tesirile menekşenin bükük boynu düzelip şebnem güle halis inciler saçmıştı. Hava gül bahçesine anber dök­müş, sahraya misk tozu yayılmıştı. Bulutlar çiy taşlan yağ­dırarak goncaların başını yanmışlardı; çiçekler bu yaraya merhem vurmak için bir yandan pamuk meydana getiriyor­lardı. Çimenler güle misk vergisi verdi ve gül çimene hara­cım ödedi. Çimen ve gül güzel renklerle firuze ve lâal ziy­netlerini bîr araya topladılar. Gonca remiz ve işaretin mana­sını idrak etti ve gül adile binlerce muamma açtı. Dört un­sur mazmununun feyzaldığı insanlara aşikâr oldu. Süsen yaprağı havaya yükselerek hangi yeşilliğe gölge salsa, akan ırmak eğer o yeşilliğe uğrar da bu çeliğe su verirse, çelik o anda can buluyor, kılıç gibi dil sahibi oluyordu. Mevsim yeşillik süsü ile yeri göğe benzetmişti. Âlemin gözünün ışığı olan güneş, her an gökten yere düştüğünde şüpheden çıkıp

L E Y L Â Î L E M E C N U N 39

tahkik eder, yeri gökten ayıramazdı. Bütün gül bahçeleri işret yeri olmuş, her yerde meclisler kurulmuştu. Her köşede kim varsa bir zevk alıyor ve her yerde kim bulunuyorsa bir kadeh içiyordu.

Leylinin annesi bitkin kızında hiçbir neş’e olmadığını, ne güle ne serviye ne de yeşilliğe meyletmediğini, binlerce gon­ca açıldığı halde onun açılmadığım gördü. Çiçek gibi para­lar sarfederek birçok güzel kızları topladı; onlarla Leyliyi kırlara çıkardı, güle baharı göstermiş oldu; ta ki kızı gam ve kederden kurtulsun, bir dem gülüp oynıyarak şadolsun. O bir sürüjj&nûz genç kızlar Leylâ ile yoldaş olup gezinme­ğe başladılar. Yüzden sıkılma örtüsünü ve utanma perdesini kaldırdılar. Herkes oyun ve eğlence olarak ne biliyorsa çe­kinmeden meydana çıkardı. Kâh şarkılar tutturarak bülbül­lerle birlikte şakıdılar, kâh oyunda gösterdikleri neş’e ile şimşadı utandırdılar. Fakat Leylâ bunlara heves etmiyor, oyuna ve eğlenceye meyil göstermiyordu. Bahar kederini ve gül zevki sevgilisinin yanağı yüzünden uğradığı derdi fazla- laştırmıştı. Herşeyden el çekerek bir köşede tekbaşma bir an olsun matem tutmak istiyordu. Yanındaki peri yüzlü kız­lar ayrılmıyarak belâsına belâ katıyorlardı. Kalabalık içini sıkınca hile ile onları uzaklaştırmak istedi:

— Ey serviler, durmayın, sonra eve gidince pişman olursunuz; gelin, taraf taraf dolaşalım, çölün muhtelif yerle­rini gezelim; nazenin etekleri bele iakarak güzel çiçekler top- lıyalım. En çok kim toplıyabilirse bu güzeller içinde en na­dir odur...

Peri yüzlü kızların herbiri bir yana gitti, kıvılcımlar dağılıp ateş tutuştu. Leylâ yalnız kalarak ağlayıp inledi, bu­lut gibi gözünden inci yağdırdı. Sonra bulutla konuşmağa başladı:

f

— Ey ah ima daima aşina olan 1 Gerçi başın göklere uzanıyor, fakat ben dertliden daha beter olduğunu sanma; şimşek, gök gürültüsü ve yağmur göstererek benim ayrılık

40 L E Y L Â İ L E M E C N U N

günümle yarışa çıkma I Sen gel de, seher vakti feryat edip göklere ah şulesi çektiğim ve gözyaşı selleri döktüğüm za­man ben zavallı kararsızı gör. Ey bulut I Suyun eksildikçe denizlere yüzsuyu dökme, suyu bu kanlı gözümden al ve ondan denizlere de ver! Ey bulut, bana bir an vefa göster : Sana bir işim düştü, bunu yap ! O gül yüzlü sevgiliye gri derek benim namıma de k i :

— Ey güzel ve nazlı sevgilim, dertli gönlümün arzusu ! Gel, gamında halimi, solgun yüzümün rengini ve kızıl göz- yaşiarımı g ö r ! Canım beden yükünü taşıyamaz, gözüm var­lığın rengini farkedemez oldu. Ey canımın canı, gözümün ışığı, bana merhamet et, zira acınacak zaman geldi. Ben bil­mezdim: Meğer aşk bir belâ, bir dertli macera imiş. «Belâ yolunda kahramanım, aşkta sana dert ortağıyım» derdin; ben hastayı bu hale koydun, derde beni düşürdün. Ne ka­dar dert varsa Leylâ aldı, sana ne kaldığı artık meydanda. Ey «kahraman benim! » diye lâf eden, bu insaf mıdır, nere­de insaf? Farzet ki senin yolunda ot ve dikenim, toprak gibi hakirim; ey yeni ay, yüzünün güneşi toprağa bir parça nur verse ne olur? Ey güzel inci t Visalinin yağmuru otu dikeni biraz suya kandırsa ne çıkar? Gaflet içkisi seni şaşırtmasın, eski sırdaşı unutma! Ey gönlüme uygun vefalı dostum, ey benim gibi ve bana lâyık sevgilim! Yanıma gel, aşinalığı kesm e! Bu vefasızlık yakışır mı ? Sana hakikî bir âşık di­yorlar, âşıkların âdeti böyle mi olur ? Herkes kendi işinde yükselmeli: Aşıkın akıllı olması doğru mudur ? Aşıkta hiç karar olmayıp boyuna sevgilisinin köyünü tavaf etmesi ge­rektir. Bu tarafa senin yolun hiç düşmüyor, yoksa başka bir sevgilin mi var ? Eğer sevgilin bensem gözünü bana çevir, ar asır a bu taraflara bir uğra ! Eğer sende olan gönül hür­riyeti bir bende bulunsaydı, dalgalı düğüm düğüm saçlar boynumda zincir olmasaydı, bilezik bağları aylarca ve yıl­larca ayağımı bağlamasaydı, ayıplanarak adım çıkmasaydı, Allah bilir ki hemen yapacağım şey km idi: Hayatım oldukça sen nurdan, gölge gibi ayrılmazdım. Fakat ne yapayım, ka­yıtlara esirim; boynu ve ayağı bağlı bir avım...

L E Y L Â İ L E M E C N U N 41

Leylâ bu şekilde gözyaşı döküp ağlarken ansızın garip bir şada duydu. Birisi Mecnunun Şiirini okuyor ve mealinden şunlar anlaşılıyordu :

«Ey aşk heyecanından dem vuran, Mecnunu da Leylâdan aşağı kalır zannetme ! Leylâ ile Mecnun ayni derecededir derlerse inanma I Gerçi Leylâda dert çoktur, fakat dertli Mecnun kadar kederi olamaz. Leylânın eli bir iğneden yara­lanmıştır, Mecnuna kılıçlar kâr etmiyor. İpekler giymek Ley- lâmn gönlüne dokunuyor, Mecnuna zencİr neş’e veriyor. G a­ma düşen Mecnundur; acaba Leylâ kimin gamını paylaşıyor? Mecnuna hummanın ateşi yeter; Yarabbi, Leylâ kimin derdine ilâç buluyor? Leylânın tuzağına tutulan Mecnundur; acaba Leylâ kime meyil vermiş?.»

Leylâ bu şarkıya kulak vererek kendi nağmesini unuttu. Düşünerek ateşinin kıvılcımlarında alev harareti olmadığım, dünyanın dert ve belâyı Mecnuna kendisinden daha çok ver­miş olduğunu anladı.

LEYLÂNIN İBNl SELÂMA VERİLMESİ

Leylâ gezip dolaşmadan teselli bulamıyarak yerine dön­düğü zaman kendisini türlü türlü süslerle bezemişti. Her süsün içinde bir netice gizlidir. O da gözünden akıttığı kanı göstermemek için kırmızı şalvar, ve kırmızı gömlek giymişti. Ahinin dumanına uysun dîye başına menekşe rengi kordele bağlamış, feryadının sesini duyurmamak üzere ayağına çınlıyan halhaller takmıştı. Yüzünde gözyaşı belli olmasın diye yanağına inciler sarkıtmıştı. Güzel başına çiçekler serpmiş, eteklerini nazik beline dolamış, mum gibi yüzünü pervanesiz bırakma­yıp gözyaşından inciler dökerek hayran olunacak bir şekilde güzel güzel yürüyordu.

O devirde, Araplar arasında aslı nesli itibarlı, büyükle­rin takdir ettiği ve ahalinin sevdiği, akıllı, güzel, işleri uğurlu, iyi huylu bir adam vardı. Tanrı onun bütün muradını vermiş,

42 L E Y L Â İ L E M E C N U N

talih adım îbni Selâm koymuştu. Bu saadet ufuklarının hümasi, dimağı müsterih ve kalbi asude insan, altında at ve elinde şalimle ava çıkmıştı. Bir yol üstünde Ley laya tesadüf ederek yüzüne baktı. Canında ve gönlünde takat kalmadı, ateşe düşmüş cıva gibi mahvoldu. İradesi elinden giderek avdan vazgeçti ve evine döndü. Onunla evlenmek yollarını araştı­rarak akıllı bir adam buldu. Bu zat güzel güzel söz söyle­meğe başladığı zaman sözü taşın halini bile değiştirebilirdi. Kendisine bir çok mal verip Leylâyı istemeğe yolladı. Yıldızı parlak Ibni Selâm gönlünün bu saadetine nail olduğu tak­dirde dünyanın bütün hazine ve malını sarfedeceğini ve sev­gili yolunda icap ederse canını da vereceğini şart olarak ilâve etti. Adam gidip te bu gönül sırrını söylediği zaman kızın anası babası razı oldu. Ay güneşe lâyık görüldü ve Zühre bu Müşteriye verildi. îbni Selâma haber giderek saadet müj­desi verildiği zaman neşesinin denizi dalgalandı, bahtının fidanı göklere baş çekti. Mahzen mahzen cevahir açarak yığın yığın ortaya saçtı; altın ve inci hâzinelerini çıkararak fakir­leri zengin etti. Leylânm ayağı bağlandı, serbest iken kayıt altına girdi.

NEVFELİN MECNUNLA GÖRÜŞMESİ

Bu asırda, Nevfel adında, âdil, şerefli, hayırlı bir adam vardı: Kılıcı ile cenk müşküllerini halleder ve herkes onu tanırdı. Hem aşk yolunda çok uğraşmış hem de zamanın çok zulümlerini görmüştü. Bir gün meclisinde şaklanan..,. gibi Mecnunun şiiri okundu. Yanık sözünün manasını ve te­miz tarzım çok beğendi. Vaziyetini sorduğu zaman dediler ki :

— Efendimiz, bir ay jmzlü onu perişan etmektedir. Ken­disine rüsvaylığı âdet edinmiş, boyuna kurtla, kuşla gezip dolaşıyor.

L E Y L Â İ L E M E C N U N 43

Nevfel Mecnunu görmek istiyerek adamlarile sahraya çıktı. Onu bir köşede yalnız ve hakir, vaziyeti düzeltmekten uzak bir halde gördü. Etrafım kurtlar kuşlar almış, vahşî hayvanlardan dört yanma duvar çekilmiş. Etrafındaki korkunç canavar dairesi askeri görüp te çemberi açınca vefalı bir dost gibuMeçnunun yanma giderek kendisiİe nazikâne ko­nuşmağa başladı: ...

— Ey zavallı hasta, bu çektiğin meşekkat nedir? Vira­nede hazine ziyan ediyorsun. Vahşi senin kadrini ne bilir? Saadetini soydaşlarından istesene! Sen halden anlıyansm, halinden anlıyanları ara, böyle perişan olarak çöllere düş­me ! Devlet diliyorsan hümadan, hazine arıyorsan onu bek- liyen ejderhadan iste! Artık gam çekme! Ben senin derdine ortak olunca çok geçmeden sevgilin sana yar olur. Eğer iş altınla olursa yük yük altın dökerek nasibimizi alalım. Şayet iş cenk isterse biz kan dökelim, sen yağma et! Yalnız benimle arkadaş olmağa bak ! Eğer sen benimle olursan o da ,-senin olur.

Mecnun cevap verdi:

— Ey devrimizin biriciği! Halimi düzeltmeğe teşebbüs edenler çok oldu. Birçok dua ve büyü erbabı tedbirler aldı­lar, peri bu devin eline girmedi. Topraklara çok altın dökül­dü, fakat hu kimya bekleneni vermedi. Sürmenin göz nurunu artırdığını bilirim, fakat göz kör olunca ne fayda ! Sende çok lütuf ve himmet olduğunu görüyorum, ne çare ki bende baht yok. Talihime itimat edemem, benim muradım müşkül görünüyor. Ah ! Bir de bu iş için uğraşıp beklediğin netice­yi alamazsan, hem dostum bana yar olmıyacak, hem de ne kadar dostum varsa düşmanım olacak. Ben bilirim, bahtım yamandır; istediğin fayda bana ziyan olur.

Nevfel tekrar etti :

— Ey kâmil edepli ! Benim görüşüp gafilolma ! Allaha şükür, gayretim, gayretim kadar da kudretim

44 L E Y L Â İ L E M E C N U N

var. Sen dua et, bu işle alâkadar olanlar bize yar olsunlar?: onlar bize yar olunca iş kolaylaşır.

Mecnun bu ümitle bahtiyar olarak alıştığı yoldan ayrıldı.. Başındaki saçların tozunu sildi, sakalını ve tırnağını kesti; vücudunu elbiselerle süsledi ve başına güzel bir sarık sardı* Nevfel de sözünü yapmağa girişerek canla başla ona yardım etti. Eline misk saçan kalemi alarak Leylânm kabilesine şu. mektubu yazdı:

«Ey yüksek mevkili insanlar, aşinaya yabancılık yapma-- ym, iltifatınızla beni memnun ederek Leylâyı Mecnuna verini O lâle İse bu ııesterendir, o şimşir ağacı ise bu da kara­ağaçtır. O buna, bu ona lâyıktır; ey garezci insanlar, neden incitme yolunu tutuyorsunuz ? Eğer kavgasız bu zevke eri­şirsek işte size inci ve altın hâzineleri. Ve eğer bu hayırlı işe engel çıkarılırsa mızrağın acı sözü ve kılıcın darbesi ha­zırdır.?

Vaziyet bu kabileye malûm olunca onlardan şu cevap-, geldi :

«Bizde deliliğe ilâç ve divanelere mahsus şeyle yoktur,. İnci hâzinelerinle öğünme, bize kendi hâzinemizdeki inci ye­ter. Lâfla kılıçtan dem vurma, zira bizim de kılıcımız vardır.»

NEVFELİN LEYLÂNIN KABİLESlLE SAVAŞI

Nevfel bu cevabı duyunca güzeli ve şarabı terkettı. Sa­yısız asker topladı, boru çaldırdı ve bayrak açtı. Öbür ka­bile de vaziyetten haberdar olarak kan dökücü askerler topladı. Her iki taraftan şefkat kalktı, cenk hengâmesini kızıştırdılar. Güneşin, Türk hükümdarının Hindistanı fethetmek istiyen Şamlıları Şeamete uğratması gibi doğarak karanlıkları yok ettiği bir sabah, meydanı yıldızlardan alıp kılıç çalarak kalkanı ortadan kaybettiği, günün hançeri meydana çıkarak

dünyanın zırhını parçaladığı bir sırada iki ordu satranç gibi birbiri karşısına çıktılar. Kâh kılıç can alıyor; kâh ok kan döküyordu. Birisi sevgilinin boyuna, diğeri gönül aldatan gamzesine benziyordu. Çınliyan kılıcın dili vücuda ademin ahvalini anlatıyordu. Zırhın gözü halkın ahvaline ağlıyarak kan saçıyordu. H eran gürz ile bacak kemikleri parçalanarak zırhlara karışıyordu. Savaş belâ yağdıran bir kara bulut •olmuştu: Gök gürültüsü ile şimşeği tüfekle kılıç, topuzlar ve oklar kalkanda zırh, zırhta kalkan gösterdi.

Mecnun onlara bakarak bir kenara çekilmişti. Bir meydan­d a mahcup ve gamlı olarak bayrak gibi korkusuz duruyordu. Ordulardan biri içinde bayrak çekmişti, fakat öbür ordunun ;galip gelmesini diliyordu. Bunlarla kargaşalığa giriyor, öte­kilere zafer arıyordu. Kendisine yardımcı ve derdine ortak bu askerdi, fakat o sevgilisinin askerinin galebesini istiyordu. Kendi ordusunda ölen görürse Allaha şükrediyor, sevgilisinin •askeri arasında ölen görürse dertlenip ağlıyordu. Mümkün o lsa ot biçer gibi kendi askerine hançer vurmak istiyordu. Birisi ona dedi ki :

— ,Ey bahtı kara, insan düşmanının muvaffakiyetini is- tter mi? Biz senin için canımızı feda ediyoruz, sen düşmanın zaferini bekliyorsun ! Bu iş akla delâlet etmez, şayet akıllı isen bu hal ne ?

Mecnun cevap verd i:

— Ben kendimi sevgilime feda etmişim. Ona kavuşmak ümidini besliyorum. Cenk eden sevgilinin askeri olunca düş­manı öldürmek hoş olmaz. Hoş olan odur ki ben kavuşma fırsatı bulayım, galebe sevgilimin tarafında olsun; sevgilimin gönlü canımı kabul etsin, ya beni öldürsün, yahut esir alsın. Bu savaşta neşTe buluyorum, çünkü o tarafın bağına esirim. Müşkül işe düşmüşüm: Düşmanım dost, dostum düşman. JSevgili beni öldürmek için kılıç çekse bende razı olmaktan başka çare yoktur. Canımı vererek ona kavuşursam bu hal­eden hoşnut olmaz mıyım?..

L E Y L Â İ L E M E C N U N 45

46

Suali soran Mecnundan bu cevabı alınca onun faziletine ve yüksekliğine inandı. Savaş ilerledikçe az kalsın Nevfel mağlûp oluyordu. O gün sabahtan akşama kadar çarpışma- devam etti, muvaffakiyet nasip olmadı. Gecenin askeri mey­dana çıkarak yıldızlar göğün^jahasjm kapladığı zaman durup dinlenme fırsatı hasıl oldu,"ölüm can almak için mühlet verdi.., Saflar bir araya gelerek karşı karşıya oturdular, Nevfel arka­daşlarına derdini açtı:

— Bu müşkül vaziyeti halledin*. Ben dünyanın en cesur adamıyım, savaş göklerinin güneşiyim. Sert kılıcımın kudreti ve harp işindeki düşüncem hiç kimsede yoktur. Fakat bu savaşta nasıl oldu bilmiyorum; galibiyet bize nasip olmadı.. Elbette Tanrının arzusu böyîedir: Bunda Allahın sevdiği bir kulun duası var.

Adamları :— Ey cihangir, dediler, Mecnundan haberin yok. Biz

onun uğruna canımızı feda ederken o düşmanlarımıza dua etti. Biz onun emeli için çalıştıkça o düşmanın galebesini: bekledi»

Nevfel bu sözü duyunca artık bu işe devamdan vazgeçti.. Mecnunun keramet sahibi olduğunu ve duasının kabul edil­diğini anladı. Dua hâdiseye tesir ettiği için emellerine mu­vaffak olamıyacaklarma kanaat getirdi. Gayeye erişmek mukadder olamayınca tedbirin netice vermesi müşküldü. Va­ziyetin tersine dönmesinden, savaşında muvaffak olamıyaca- ğmdan korktu. Yaptığı işi uygun bulmadı ve galip gelirse Leylânın adını anmamağa, bu inadından vazgeçmeğe ahdetti..

Ertesi sabah gün doğarken ortalık aydınlanınca âdet üzere yine iki askeı; çarpışmağa başladılar. Pehlivanlar ellerine- kılıçları aldılar, başlar kesilip kanlar döküldü. Can vücut evinden çıktı, ok onun çıkması için pencere açtı. Akıl baş­larda belâyı çok görerek başka bir makama gitti. Ok demir­leri gül dallarındaki goncalar gibi zırhlar üzerine saplandı». Neticede birinci savaşın hilâfına olarak Nevfel düşmana galip

L E Y L Â İ L E M E C N U N

L E Y L Â İ L E M E C N U N 47

geldi. Düşman mahkûmiyeti ve itaati kabul etti, yalvarışlara ve şefaatlere başladı. Leylânın babası başını açıp gözlerini kanlı yaşla doldurarak acz içinde dedi ki:

— Ey akıllı ve âdil hükümdar! Bu kadar ıstırap çekme­nin sebebi Leylâ ise istemiyerek veriyor değilim. Yalnız âdet ve usul var : Bir kadına iki erkek ayıptır. Leylâ bu kabile içinde nişanlanmış ve söz verilerek ebediyen bağlanmıştır. Mademki senin hükmün bu âdeti bozuyor, bari onu başka­sına verme, sen al! Gül yaprağımızı yele verme, namusumuzu berbat etme!

Nevfel cevap verdi:— Ey güzide eşraf, ben adalet ve insaftan ayrılamam.

Vefanın ve mertliğin ta kendisi, lütuf ve ihsan cevherlerinin hazinesiyim. Zulüm ve haksızlık tabiatımda yoktur, adalet sahasında ayarım tamamdır. Hem de bu işten, âcizlere ettiğim eziyetten dolayı mahcubum. Allah biliyor ki benim maksadım kendi arzumu hasıl etmek değildi. Ben bir zavallıyı korumak, bir hastaya şifa vermek istemiştim. Bu işin müşkül olduğunu, hastanın ilâç kabul etmediğini görerek yaptığım zulümden pişman oldum. İnşallah Tanrı bu yanlış hareketimi affeder. Senin malında ve çoluk çocuğunda gözüm yok, malın da kızın da senin olsun! Sen gi't artık, tehlikeden emin ol, bun­dan sonra kötülükten korkma.

Bu sözleri söyledikten sonra savaş takımlarını çıkararak kendi memleketine gitmek üzere yola koyuldu. MeçnunduıyU edip bu büyük adama kötü sözler söylemeğe başlamaz mı:

— Ey sözü ve kararı boşa çıkan! Senin ahdine sa­dık olman böyle midir? Damgasız paradan ne çıkar? Neti­cesiz keremden ne fayda? Gölgen büyük, fakat neye yarar: İyiliği dokunacağı sırada kayboldu...

Yatımda bulunanlar herne kadar : “Bu işi telâfi edelim,sana Leylâdan daha güzel bir kız bulalım, gel kolay işini

48 L E Y L Â İ L E M E C N U N

güçleştirme!,, diye kendisini iknaa çalıştilarsa da ona hiçbir nasihat para etmedi. Zincirden boşanan aşk arzularının önüne geçilir mi? Feryat ve figana başlıyarak üstünü başını parça­ladı, gam içinde inleyerek sahralara düştü.

MECNUNUN KENDİSİN! ZİNCİRE BAĞLIYARAK LEYLÂ TARAFINA GİTMESİ

Bir'gün, seher vakti, vahşi hayvan sürülerile çölde do­laşıyordu. Ansızın karşısına zincirli bir esirle zavallı bir ihti* yar çıktı. Bu esire içi acıyarak ihtiyara :

— Bu esir nedir, dedi, bunun suçunu bana söyle!İhtiyar içindeki sırrı söyledi:— Bu düşman değil, dosttur. Ben hasta ve çoluk çocuk

geçindirmeğe mecbur bir adamım. Bugün yoksullukla halim perişan. Bu da ben zavallıdan daha beter, hakir derbeder bir avaredir. Bir parça nzık için hilekârlık yaparak her an insanları aldatıyoruz, ta ki çocuklara yiyecek bir şey temin edelim. Gördüğün vaziyet bir oyundan başka bir şey değildir. Bu kendisini kan etmiş gibi gösteriyor, ben de bunu tutmu­şum gibi görünüyorum. Sözde ben diyet sahibiyim, bu katil; böyle gezip dilencilik yaparak kefaretini ödeyecek. Ekmek parası için oyunu gör! Ev ev dolaşarak az çok ne kazanırsa aramızda taksim ediyoruz. Kısmetin yarısını ben alıyorum, yansım o...

Mecnun:— İhtiyar, yanlış hareket ediyorsun, dedi; bu zincir di­

vanelere gerektir. Gel benim dileğimi yap! Bu adamı bıraka­rak beni bağla! Gölge gibi seninle beraber dolaşarak ben kerem sahiplerinden hayır istiyeyim; az veya çok ne topla­nırsa sana teslim edeyim. Benim arzum şu: Evden eve müş­teri gibi dolaşırken belki evin birinde o Zühre ile karşılaşırım.

L E Y L Â İ L E M E C N U N

ihtiyar menfaat ümidiyle sevindi ve evveîki esiri azad etti. Mecnun ürkerek zencire girip çılgınlara kanun yaptı. Zencır seslerine uyarak ağlamağa başiadı:

—- Ey benim sırrıma aşina olan zencirl Sen belâ hâzine­sini hekliyen bir ejderhasın, nchr t v> belânın ipucusun. Ga­mını anlatacak bin ağzın var. Kımıldadıkça figanın çoğalır. Baştan ayağa delik delik olan vücudun gönlündeki sırrı anla­tıyor. Ey sevgilinin bakışım bekliyen, sevgiliye bakmak için bin gözün var...

Ev ev dolaşmak hevesiyle ihtiyarla birlikte yola koyuldu­lar. Allahın yardımı onlara yoldaşlık ederek birden Leylanın kabilesi göründü, ihtiyar Mecnunun ipini eline alarak kabile­yi ev ev bir bir dolaştı. Sıra Leylânin evine gelince dertli Mec­nununda şaşkınlık galebe çaldı. Alemin kararsızının ayağı bağ­landı, sarhoş meyhane önünde düştü. Elinde olmadan bir ah çekince Leylâ ev içinden duydu. O da ah çekerek çadırının kapısını açtı. Nemli gözlerini mazlumuna çevirdi. Baktı ki za­vallı gamdan okadar zayıf ve hasta düşmüş ki gözlere görün­mez olmuş. Boyu kaşı gibi bükülmüş, yüzü gözyaşı gibi sü­zülmüş. Vücudu gam içinde bir cana benziyor, idraki yalnız gözünde. Gamı aşikâr.

Letafet sultam Leylâ misafirine yüzünü göstererek ziyafet verdi. Mecnun ona bakınca gönlünün sırrını meydana vurdu. Ahi ve figanı göklere çıkarak sultanından medet diledi:

— Ey yüksek değerli padişahım, günahımın ne olduğunu bana bildir. Senin fermanına aykırı mı hareket ettim, düşman­lara mı uydum? Bu işleri kötü ruhlu adamlar, bu dedikodu­ları fitneciler mi yapıyor? Benim bu dergâha imanım var, Al­lahım, reddedilmeme sebep nedir? Bana bu hile kimden geli­yor, buna kın; vesile oluyor? Kapının toprağından uzaklaşıp perişan halli ve hasta oluyorum: Kâh gam işkencesi çekiyor, kâh belâya tutuluyorum. Hayatım yalnız başıma geçiyor. Sah­rada ne yakınım, ne dostum var. Güzelim, sen de hiç benim gamımı çekmiyor, o biçare nerdedir demiyorsun: Böyle be nim halimden habersiz görünmen tuhaftır, bir kızgınlık ese­

50 L E Y L Â İ L E M E C N U N

rine benziyor, Ben neden böyle hakir ve perişan oluyorum ? Eğer günah İşledimse işle geldim, boynumda zencirle yere çöktüm, Allahın, adına yemin ediyorum ki hiçbir, özür göster- miyeceğim. Ferman senden, kabulü benden; güzelim benim yüzümden melûl olma: Hançer ve İp olarak kirpiğin ve zül­fün kâfidir; ister as, ister kes, hükmünü yürüt! Hattâ gel, a- rada pürüz bırakma, beni öldür, raahçup etme! Öldürmek için sebepler ararsan bu halimi anlamaz gibi görünüş te beni mahveder. Ey lâle yanaklı ve amber tüylü., hazine yüzlü ve yılan saçlı! Zülfüne öyle tutulmuşum kî deli zencirini seve se­ve takıyorum. Gam zencirine ayağım bağlı, divaneler içinde en baştayım.,.

Böylece bir an feryad edip sultanına aşk zulmünden şi­kâyet ettikten sonra zencirini parça parça yaparak gene hal­kın arasından çekildi. Vücudu kırık, gözü nemli, rüsvay ve harap, mest ve korkusuz, ilerledi. Ardınca sürü sürü çocuk­lar; ahvaline kimi gülüyor, kimi ağlıyor...

MECNUNUN KÖRLÜK BAHÂNESfLE LEYLÂY1 GÖRMESİ

Mecnun Leylâyı görmek için bir gün de başka bir ba­hane buldu. Körüm, cihandan haberim yoktur diye iki gözünü bağladı, zayıf ve fakir görünerek ev ev dolaşıp dilencilik etti. Bu suretle sevgilisinin memleketine giderek Leylâmn evi­nin önüne geldi. Sırrım o sevgiliye izhar ederek »Ey dost!» diye bağırdı. Leylâ bu sesi duyunca eşiğindeki dilencinin kim olduğunu anladı. Evden çıkarak yüzünü gösterdi, yanağının zekâtını sadaka olarak verdi. Mecnun o güneşe gizli gizli bakarak gene söylemeğe başladı i

- Ey kara beni gözümün bebeği, can arzusu, gönül muradı! Eğer gözüm bağlı ise yeri vardır, çünkü belâ derya-

L E Y L Â İ L E M E C N U N 51

sının baş çeşmesidir. Zaman zaman önünü bağiamasam bütün âlem sele gider. Seni görerek dünya halkına rüsvay eden bir gözün senin düşmanın olduğuna kanaat getirdim; başımın üstünde ayağına yetiştirdim, Ey lâali bal ve gamzesi kılıç! Onu ister affet, ister mazur, gör. Ey huri, senin dergâ­hına geldiğim zaman gözümdeki nur sermayemdi. Gamın bana ticaret öğretti : Yüz şükür olsun ki ziyan etmedim, göz nurunu vererek ayağının toprağını aldım, az kıymetli şeyimi çok pahalı sattım. Sultanım, ben dilenciye bir göz çevir, aşi­naya yabancılık etme! Canımın bahçesine gam fidanı diktin, tenimin toprağına dert tohumu ektin. Gönül harareti ve göz­yaşı nemi ile o tohum ve fidan çimlenip büyüdü. Gel mül­küne, bağına uğra, mahsulüne bir göz gezdir!..

Şaşkın garip bunu söyliyerek eskisi gibi gene çölün yo­lunu tuttu.

İBNİ SELÂMIN LEYLÂ İLE EVLENMESİ

İbni Selâm vaziyeti öğrenince emel meydanının boş ol­duğunu gördü. Memleketinin büyüklerini ve zamanın ileri ge­lenlerini topladı. Nikâh için bir çok mal gönderip şart koş­tuğu bütün şeyleri yolladı: Mısır, İrak ve Hicaz cinslerinden altın naili bin arap atı; ipekler ve dibalarla süslü bin gulâm ve cariye; şekerkamışı yüklü, nesrin derili, menekşe tüylü bin deve; bin tabla misk ve anber, yüz yük inci ile som altm... Bu suretle nikâh hazırlıkları yapılarak çan pahasına nikâhı kıyıldı. Leylâ bu cefayı öğrenince baharına hazan erdi. Ümi­dinin gözüne toprak doldu ve emelinin fidanı yapraklarım döktü. Karşılaştığı vaziyet istediğinin aksi oldu, saadeii felâ­kete döndü. Gül isterken dikene takıldı, nur isterken ateşe yandı. Feryat ve figanı ile düğünü mateme, neş’e meclisini matem yerine çevirdi. Gelin süslıyen kadın yüzünün güzelli­

52 L E Y L Â İ L E M E C N U N

ğİni arttırmak için zülfünü ve benini sildkçe o boyuna ah edip gözyaşı dökerek zülüflerini karıştırıyor, benini kaybedi­yordu. Kaşı rastığa baş eğmiyor, yaşlar gözünden sürmeyi çıkarıyordu. Saçları taraktan kaçıyor, inci boynuna yük olu­yordu. Ah ettikçe yüzüne tutulan ayna dumanlanıyor, ay yüzü zülüf karanlığı istemiyordu. Kına ayağını öpmeğe yol bula­mıyor, feryadı davulun sesini duyurmuyordu. Ateşi başındaki taca bile vuruyor, güzel kokular ona fena geliyordu. Kötü söz dikeninden korkmıyarak gül gibi giydiğini parçalıyor, her an ağlayıp sızlıyordu î

— Ey felek, feryad senin elinden 1 Benim senden istedi­ğim bu muydu? Ben senin dönüşüne itikatla bağlıyım. Kendi­sine kavuşmayı umduğum sevgili bu değil, sakın yanılmış olmıyasın. O vefa sahifesinin nakışı, bu fanilik kitabının çiz­gisi. O ruh zevkinin denizine garkolmuş, bu cihan nimetleriie kendini mahvediyor. O hayır yoluna kılavuzluk yapıyor, bu­nun gittiği yol kötülüktür. O sevgilisi için can istiyor, bu sevgiliyi kendi cam için istiyor. Ezelden ben onunum, o be­nim, bu birliği bozma I Ey çarh bu akit yapıldığı zaman belki arada sen bile yoktun. Gel bu zulüm ve tahakkümden vaz­geç, kerem e t ! Zayıfın malını kuvvetliye, dostlara helâl olan şeyi düşmanlara verme. Benim Mecnunumu kimseden aşağı sanma, o hem de bir belâ yolu adamıdır. Ey görgüsüz İbni Selâm, dünyanın sana ne hile yaptığını bil sen,.. Mecnuna Leylâ adı koyarak seni bu adla avutuyor. Sen gönül zevki istiyorsun, ben belâyım; sen belâ hâzinesi ben ejderhayım. Fakat hata ediyorsun demem, bu benim için büyük bîr lûtuf- tur. Beni anadan babadan kurtar, bir gam iki belâdan iyidir...

Dert ile ah edip inliyor, süs,... vasıtalarından,, tiksiniyordu. İstırabını ve sürünüp süslenmeden kaçtığım görenler biçare­nin başka türlü bir derdi olduğunu, ana ve babasından ayrıl­manın kendisini üzdüğünü zannediyor ve nasihat ediyorlardı:

— Ey yasemin kokulu, hakkın var anana babana alış­mıştın; bugün onlardan ayrılırken gurbetin zulüm olduğunu düşünüyorsun. Ağlamana hiç mani yoktur, senin gibi ayrılık

L E Y L Â İ L E M E C N U N 53

yüzünden ağhyan çoktur. Fakat mâdemki dünyanın âdeti buymuş, sen de fazla üzülme! Kız boyuna baba evinde kala­maz, sevdiği daima anası oîmaz. Biraz gaflet şarabı içerek ananı babanı unutman lâzım...

Leylâ bu sözlere karşı boyun büküyor, benim başka bir derdim var demiyordu. Elâlemin kendisine kötü söz söyle­mesini kendisine yakıştıramıyordu. Kız herne kadar sevgili­sini istese gene hayası galip olmak gerek. O ay yüzlü de illerin kötü sözünden korkarak ister istemez külfete girip süslendi. Utanan bir kişi, karşısında ısrar eden binlerce insan..' Yapmak istemediği iş ısrarla nihayet oldu. O zinete süsün parlaklığı Öyle bir güzellik verdi ki dünya onu gördüğü zaman «Mecnundaki sabrın yüksekliğine hayret!» derdi. O ay süssüzken bir afetti, süslerle letafeti artarak gün yüzü öyle bir dereceye geldi ki güzelliğinin parıltısı ona nikap oldu.

Vaktaki akşam halvetinin gelini (1) yavaş yavaş odasına yerleşti, karanlıklar aydınlığı bastırarak yıldızlar meşalelerini yaktı, ve yıldız incileri kara geceyi aydınlatarak gündüzü kıs­kandıracak bir hale getirdi; herbiri elinde bir mum tutan gül yüzlü afetler toplanarak beşyüz gül yanaklı ve şeker du­daklı güzelden müteşekkil bir alayla şenlik ayinine başladılar. Yüz gonca ağızlı ay parçası ortalığa gül suyu serpiyor, elle­rinde öd bohurdam taşıyan yüz gül yanaklı havayı anberli bir hale getiriyordu. Yüz ay çehreli şarkı söyliyerek sazların sadasına seslerini uyduruyor, yüz mest olmuş nergis kadeh dolaştırarak ahbaba gülrengi şarap veriyordu. Saçılmak üze­re yüz gülün başı üzerine yüz tabak altın konmuştu. Leylâ, bir tahtıravan içinde, bu şan ve ihtişama hiç meyil göstermi- yerek her an ah ve figan ediyor, şaşkın ve muztarip gidiyor­du. Zevk ve yiyip içme düşüncesinden uzak, selin sürükledi­ği bir çöp gibi idi. O ay harem dairesine geldiği zaman ar­kadaşları ve yoldaşları dağıldılar/ Gül bahçesi güle halvet ol­du, çörçöp sahneden uzaklaştı. Talih İbni Selâma o aym ken­disine teslim edildiği haberini verdi. O eşsiz inciye talip olan

(1) Güneş

54 L E Y L Â İ L E M E C N U N

İbni Selâm cevher hevesiyle cevher ocağına girdi. Bir de baktı ki nikap içmde bir nur, gönlü aydınlatan yanağı gözden saklı. Muhabbet zevki coşarak visal arzusu harekete geldi. Nikahı açıp ortadan hicabı kaldırmak üzere elini uzattı. Leylâ:

— Ey halden anlıyan yoldaş, dedi, sen kabilelerin başı ve büyüğüsün. Yüksek vasıflarım çok duydum, edepte ve ha­yada kâmilsin. Şunu söyüyeyim ki dünyanın bir ucundan o- bür ucuna kadar halk insafım itiraf etmektedir. Ben zengin veya fakirim demiyorum, senin misa&rin değil, esirinim. Ben esire zulüm yapma, ben zavallıya acı! Canımda ve tenimde­ki ıstıraba bak, gönlümün halini'sor ve cevabını dinle: Ben mektebe gittiğim ve ders , öğrendiğim zamanlarda gözüme ansızın bir şahıs göründü; bunun peri olduğunu anladım. O peri soylu cimriler içinde benimle münasebet kurdu. Her an karşıma çıkarak bana: “İnsan oğlu ile evlenme, aksitakdirde bir vuruşta hem seni hem onu mahvederim,, diyor. Bunun için çok hile ve tedbirlere baş vuruldu, fakat bu zencir boy­numdan alınamadı. Bu belâ hiçbir zaman başımdan gitmedi, bundan anam da babam da âciz kaldı. Kimse bu işe çare bulamayınca anam babam benden bizar oldu, Meczup oldu­ğum herkese yayıldı, dostum ve arkadaşım benden nefret et­meğe başladı. Sen de bizim tarafa gelince bu hikâyeyi elbet­te işitmişindir. Bugün seninle evlenmemiz konuşulup sen beni almak isterken o hep karşımda duruyor ve kıskançlık kılıcına el uzatıyor. Vazgeç, zira bu kavuşmada can korkusu var, hem sana hem bana ziyan olacak. Bir müddet tahammül et, çare arıyarak tevekkül göster! ihtimal,ki maksada nail olunur ve bu kapalı kapı senden uzaklaşır. Düşmanların kötü dilleri ke­silerek hem sen hem de ben murada erişiriz...

Saf kalpli İbni Selâm buna inanarak cin haberini sahi zannetti. Sevgiliye kavuşurken canına ve mevkiine bir zarar gelmesinden korktu. O nakısın ömür ve mevkii sevgili yo­lunda önüne set çekti. Cihanda eski bir usuldür: Fayda iste­yen ziyanı da göze almalı; sevgili diliyen cefayı, hazine ari­yan ejderhayı düşünmeli. Âşıklar sevgilerini ifade etseler on­

55

lar; evvelâ sevgili İmtihan eder, onun cefaya sabrettiğini gö­rürse noksanını güzelce tamamlar. Şayet böyle bir ihtimal* görmezse ona kavuşmasının gölgesini salmaz. İbni Selâma da kaybetme korkusu bu kavuşmada hicranı kısmet edince o sevgiliye hiç meyletmedi ve asla ona gözünü çevirmedi. Ça­re aramağa kalkarak boyuna derdine deva sormağa başladı. Nerede kudretli bir insan görse ondan delisine zencir diledi.

L E Y L Â İ L E M E C N U N

ZEYDÎN MECNUNA HABER GÖTÜRMESİ

Zeyd adlı, sözünü yerine getirmeğe muktedir, seyrek tesadüf edilir bir arkadaş vardı. Fazileti ve olgunluğu meş­hur, şekli ve güzelliği maruftu. Put gibi güzel Zeynep adlı bir sevgiliye esir olmuş, muhabbetin cefasını çekmiş, melâme- tin belâsını görmüştü. O garip ve mahzun âşık daima Mec­nuna meyleder, ona aşkının yüksekliğini söyler, üstadına eserini gösterirdi. Bu dertli, tahkik ile Leylânm kocaya var­dığından haberdar olunca, solgun yüzünün rengi gözyaşından kızarmış, gözü dolmuş, şekli bozulmuş, ağzında dili tutulmuş bir halde derhal Mecnuna koştu. Mecnun onu görünce:

— Ey vefalı dostum, gam merhalesinde dert ortağım, dedi; yazi.ye.tm her zamanki gibi görünmüyor, neş’en her gün­küne benzemiyor. Sana ne oldu? Neden böyle ağlayıp duru­yorsun, takatsiz, kararsız kalmışsın. Yoksa bugün ayın burçuna gelme zamanı mıdır ki yolun bu tarafa düştü? Bu kederin neden ileri geliyor ? Gönlünün üzüntüsüne sebep ne?..

Zeyd bu kuru ota ateş verdi. Yanıp yakılarak dedi ki;— Ey belâ çeken î Dün bahtının yıldızı karardı. Sen f

fakire devran zulüm etti. Sevgilin îbni Selâma kısmet oldu ve sana derdine yanmak düştü. Yardın edişine ışık oldu, sana gönül ateşinin parlaklığı kaldı. Leylâ başkalarına yar oldu, sen artık bununla teselli bul! Senin o feryat ve figanın, gece yanmaların, sabah zamanı ahların artık boşuna...

L E Y L Â İ L E M E C N U N56

Mecnun bu haberi duyunca ahinin alevi göklere çıktı. O tutkun, vahşiler içinde öyle dertli dertli ağlayıp sızlamağa başladı ki yılanı ve karıncayı feryada getirdi, kurtlan kuşlan ağlattı. Boyuna kalem gibi yaş dökerek ve kâğıt gibi beli bükülerek eline kalem aldı, sevgilisine bir sitem mektubu yazdı.

MECNUNUN LEYLÂYA SİTEM MEKTUBU

Sana ne oldu? Ahdini bozdun ve onu sındırmağa çalışı­yorsun ! Ey ahdine vefa göstermiyen, düşmanlanma gül, bana diken olan sevgili! Yalnızlığa dayanamadın mı ki birlikte uyuyacak bir insan aradın ? Bulunduğun yer karardı da mı orada mum yaktın ? Gönül derdi mizacını incitti mî ki dok­tora ihtiyacın oldu ? O gönül çeken servi soldu mu ki gay­retle ona su vermek İstedin? Güîzara kötü kalpli mi geldi ki böyle güle diken yarası açıldı? Hangi korku ile cevher sak­lamak istiyerek koca mukavelesine bağlandın? Beni unutma­na ve beni terkederek başka bir sevgili tutmana sebep ney­di ? Kanlı gözyaşını her an halimin şahidi olarak kapının■ toprağına uğramaz ve benden sana haber vermez mi oldu ? Bu vefasızlık ve yabancılarla aşinalık acaba niçin? Yeni sev­giliyi kucağına çektin, şimdi eskisine izin mi veriyorsun ? Mihnet ve melalin benim yüzümdendi, onunla bırleşince halin hoş olsa gerek. Ben vefa ahdine aldanıyor ve ahdinde vefa olacak sanıyordum, iradenin böyle, zayıf olacağım, tam ayın noksanı bulunacağını bilmiyordum. Daima sözünün benimle fakat gönlünün başkasile olacağım, senin yüzünden ben ci­handa şerefimi kaybederek namı ve nişanı olmıyan bir insa­nın senden kâm alacağını umuyordum. Fakat mazursun, ey sevgili, zamanda bu dert meşhurdur: Gül gonca iken dikenle beraberdir, açılınca başka bir yar bulur; aslında azabını diken çeker, mevsimi gelince suyunu hakim alır. Ey yaralı gönlü-

L E Y L Â İ L E M E C N U N 57

mün arzusu, kahrı çok ve şefkati az sevgilim 1 Ey adı vefa­kâr diye anılan, tenimde can, gözümde nur olan! Dimağımın sevdasının ilâcı, çılgınlığımın sebebi! Sen gün yüzlü ve ay alınlısın, çok güzel ve nazlısın. Ben diken varlıklı ve toprak tabiatlıyım, çok kaba dilli ve kara yüzlüyüm. Sen halinle ben­den âr ederek şeninle ne münasebetim var demek istiyorsun» Ben de sana bunun doğru olduğunu, benim sana ve senin bana lâyık olmadığımızı söyledim. Ben kendi hesabıma haya­linle kanaat ederim, sen de kendine lâyık olanı istesen bir mani yoktur. Fakat benden ve senden başka birçok kimseler var ki boyuna bizi konuşuyorlar. Bunlar benim vefakârlığımı ve senin cefanı görünce acaba kime vefasız ve kimin işine hata diyecekler ? Kimse insanı hayırla yadetmezse ve kötü adı çıkarsa iyi birşey midir? Gerçi sen âdetin aksine uyarak bir başkasına gönül bağladın, amma sana benim gibi bağrı yanık çoktur, kime baktınsa mecnun oldu. Ben de senden selâmı keserek bunun intikamını alayım diyorum; senin gibi bîr başka sevgili bulmak istiyorum, fakat acaba senin gibisi var mı ? Başkası ile evlendiğini duydum, Allah bilir ki çok hayret ettim. Ey hayat suyunun pınarı, sen benim canımın içinde gizlisin. Bir an gözümden uzaklaşmadın, visalin başka­sına nasıl mukadder oldu ? Eğer İbni Selâma bir nevi Leylâ nuru göründü ise o Leylânın hayalini görmüş ve kendi vâhi- mesile safa sürmüştür. Leylâ bana gelmiştir demesin, zira onun yanma gelen Leylânın hayalidir. O hiç Mecnundan ay­rılır ve başkasile aşinalık eder mi? Ey taç incisi ve baş tacı I Muradına erişin mübarek olsun. Ahbapları tophyarak neş’e ile ahenge başladığın, bu hayırlı işi yaptığın zaman çok zevk ile bekledim ki beni de hatırlıyasm. Eğer beni üzüntülü zan- nettinse bu neş’e zenginliğine lâyıktım. Benim de bu meclis­ten saadet duymam için bana da bildirmek şarttı. Allaha şükür, elim dar değil, can gibi bir serveti feda etmeğe muk­tedirim. Ve eğer beni bitkin, cihanın mihnetile incinmiş san- thnsa bu takdirde de özürü anlatmak, bir sözle gönlümü al­mak lâzımdı. Ey gül ne öyle ne de böyle yaparak bilmezlik­ten gelmek doğru mudur? Ey canımın içinde cana düşman

58 L E Y L Â İ L E M E C N U N

olan ben sana, nisbetle herne kadar düşkün isem de eski âdetini unutma, bin dost tut, fakat huyunu değiştirme! Baş- kalarile şad ve mes’ut olduğun zaman bu vesile ile bizi deyadet

*

Kalemin işi sona erince mektup Zeyde teslim edildi, Zeyd mektupla hızlı bir kanat açarak güvercin gibi yola çıktı. Sevgilinin bulunduğu yere gelince hile ile ona varmanın yolunu buldu. Afsun­dan ve büyüden dem vurarak İbni Selâmın yanma gitti. Leyi ânın halini, mihnet ve kederini işittiğini söyiiyerek “Bunun ilâcının ne olduğunu bilirim, duası bende yazılıdır,, dedi. Sözüne itimat ederek Leylâyı kendisile yalnız bıraktılar, Zeyd, Leyîânın yanma varmca talih maksadım hasıl etti. Bîr an oturduktan sonra ayağa kalkarak hemen elini uzattı ve mektubu çıkardı. Hüjme|rgö>steî:ipr.d.ua_.okudu, önce mektubu öpiip sonra tes­lim etti. Dertli Leylâ mektubu alınca onda sevgilinin koku­sunu duydu. Bunun başka bir şey olduğunu, Ahmedin Meh- medin bir muskası, olmadığım anladı. Bu feyzi kendisi için bîr saadet bilerek derhal gözbebeğine götürdü. Mektuba ba­kınca taze ...göz denizinden inci ve ciğer hâzinesinden îâal almak ve bu mektubun bahşişim vererek itibarını çoğaltmak için can örtüsünü parça parça etti. Kutudan saklUpirJnçİ alır gibi mektubu okudu ve mealini anladı. Manayı ve cümleyi idrâk ederek neye İşaret edildiğini gördü. Sitem canına tesir etti ve hemen mektubun cevabını yazdı.

LEYLÂN1N MECNUNA CEVABÎ

Ey yaygısı toprak ve döşeği diken olan! Mustarip gönlü­mün ve taze gözümün neş’esi! Beni nekadar ayıplasan lâyıktır, sana karşı mahcubum, yüzüm karadır. Çektiğim mahcubiyet ve utangaçlığım yüzünden duyduğum tekdir bana yeter. Ma­demki günahım olduğunu itiraf ediyorum, sen de kendi lût- funia benim kusuruma bakma! Ben bir inciyim, satın alan

L E Y L Â Î L E M E C N U N 59

fjaşkalars; bu alış veriş benim elimde değil. Devran beni rne- zada çıkardığı zaman satan kimdi ve kim aldı bilmiyorum. Eğer benim elimde olsaydı senden başka sevgilim olamazdı. Herne kadar ittiham ediliyorsam da benden tiksinerek yüz çevirme! Ben hakkakin eline aldığı zaman istediği gibi işle­yebileceği bir inci değilim. Gerçi îbni Selâmın gönlünü aydın­latıyorum, onun gecesinin ışığı, gündüzünün güneşiyim. Fakat uzaktan nur almakla ve o benden ben ondan uzak kalmakla iktifa etmektedir. Uzaklaştığı zaman ışığımın parıltısını görü­yor, yakm gelince azabımı çekiyor. Benim neş’elendiğimi zan­netme, ayağım bir gam tuzağına bağlandı; Ara sıra içimden figan etmek arzusu gelse evvelâ ona bir bahane arıyorum. Ya anamı babamı anıyor, yahut ta kardeş ve arkadaşımı öz­lüyorum. Elbisemi parçalamak İstediğim zaman terzisine kızı­yor, “bu cep bu etek kusurlu, hatasını göstermemeğe çalış,, diyorum. Bazan sana kavuşmak istesem, halinin nasıl olduğu­nu anlamak arzu elsem, yıkanmak bahanesiyle bir pınara doğru gidiyor, orada tek başıma soyunarak saçlarımı dağıtı­yorum ve suyun aynasına bakarak aynen senin halini görüyo­rum. Boynumda başka bir halka yükü dudağımda başka bir söz yok. Boynum havadan senin kolunu diliyor, ağzım mel­temden senin dudağını soruyor. Senin gamınla canımdan ü- ■midi kestim, cefa kılıcı ile şehit oldum. Al perde kanlı kefe- nimdir, ben mezardayım, kocada zannetme! Gel ahım meza­rıma mum yap, ayağının tosu ile lahdîmi süsle! Ben ayrılık bahçesinin inliyen bülbülüyüm, fakat kafes İçine konuldum. Bu kafes içinde halim ne olacak bilmiyorum. Belâ, kolumu kanadımı kırdı. Eğer bir vahşi ile beraber bulunuyorsam bu ayıpianmamalidir. Sen vahşilerle beraber yaşıyormuşsun, ben de senin gibi oldum. Ey zavallı garip âşık, ben garibi mazur gör! Bir müddet sabret, belki dünya bu günleri başka bir şekle çevirir. Dünyanın perişanı, ağlayıp inliyen yalnız ken­din sin sanma!.,.

Gönlünün gamını mektuba yazdıktan sonra Zeyde dedi ki: — Ey yüksek hakîm, duan ile gamım ve kederim gide-

rek halim iyileşti. Her gün gel ve böyle muska yaz, öylece- sıhhatimin düzelmesini umalım. Yazın bana bir safa kitabı ol­du, okuman tesirli bir dua. Bende de yazılı bir muska var,, giderken Allah aşkına onu da al! Gerçi bir yazı olduğunu biliyorum, fakat doğru mu yanlış mıdır bilmem. Bunu güzel­ce izah ederek anlat, eğer yanlışı varsa düzelt!...

Bu vesile ile mektubu Zeyde verdi. Akıl sahiplerinin tar­zı böyle gerek. Mektup Mecnuna gelince onu kanlı gözünüm önüne aldı. Manadan maksadı anladı ve Leylâdan memnun, oldu.

60 L E Y L Â Î L E M E C N U N

BABASININ MECNUNU SAHRADA BULMASI VE ONDAN AYRILIŞI

Perişan Mecnunun dünyanın gamına müptelâ babası gece- gündüz melâmet içinde kalmıştı. Ne günü gün ne de gecesi gece idi. İradesi elinden gitmiş; gündüz sabrı gece kararr kalmamıştı. Hiç tereddütten kurtulmuyor, fakat bu derde bir çare bulamıyordu. Bîr gün ona şu haberi verdiler :

—- Ey zavallı gönlü yaralı ihtiyar, dün Leylânın babası,, o kara yürekli, o alçak insanlar besliyen cahil ihtiyar, dertli Mecnundan bahsederek kabile reisine şikâyet ediyor: «Bu deli söz dinlemiyerek bizi elâleme rezil etti, boyuna bize verdiği' eziyet yeter, işlerini Nevfeli kızdırmasından anla, teninde canr bulundukça namusumuza ziyan veriyor; şahsı engerek gibi kötülüğün ta kendisi olunca ortadan kaldırılması daima vacip görünüyor. Namus bizim değil, şenindir. Bunun vücudunm kaldır, zira düşmanındır.» diyordu. Ona zarar vermeyi faydalı, görünce kendisini ortadan kaldırmağa karar verdiler. Bu senin yabancın değil, oğlun olduğunu unutma! Düşmanı memnun etmemek için tedbir al!..

İhtiyar bin ıstıraba düşüp ister istemez sıkıntılara katla­narak sel gibi sahralara yüz tuttu, Mecnunu bulmağa çalışarak

L E Y L Â İ L E M E C N U N 61

ber yanı gezdi, dolaştı. Menzil menzil kanlı gözyaşı ardından giderek ondan bir iz aradı. Gündüz geceye döndüğü ve ge­cenin karanlığı cihanı tuttuğu zaman artık menziller göze görünmez olunca ih yar için fazla tereddüt etmek imkânı kalmadı. Şaşkın bir-şekilde ah edip gezerken ansızın gözüne bir alev göründü. İhtiyara yol göstererek ona kara geceyi gündüz etti. ,ÖyIe s cl ÎL i A.-Kİ kavrni bir ateş yakıyor, bü­tün kabileler ve adamlar bunu , h Pervane gibi birateşe koştu. Yânına gelip bakınca gördü ki bu alev çalı çırpı ateşinin ışığı değil, bîr nefes. Bu baş çeken ah Mecnunun; bu ahla cihana ateş vermiş. Dünyadan gözünü çevirmiş, baştan, gözden, tenden ve candan geçmiş. Ne mülk ne mal arıyor, vne ana ne baba arzusu duyuyor. İtibarının yaprağı yele git­miş, kendisi kalmış ölümü bekliyor.

ihtiyar oğlunun halini görünce solgun yanaklarına kanlı gözyaşlarını döktü. Kederle ağlayarak yanına oturdu ve elini uzatarak yüzünü silmek istedi. O, yaşlı gözlerini açarak:

— Ey yanıma gelen, kimsin? dedi. Eğer elçi isen habe­rini söyle! Bana o tam ayın müjdesini ver I Eğer yolcu isen gafil gibi oturma, kalk başka bir menzil ara!..

İhtiyar yalvarmağa başladı— Ey hayat nakdini sarf için kesesini açanî Ben bir

mahfazayım, sen geceyi aydınlatan bir inci. Yanı ben kara bahtlı senin babanım. Ey varlığımın bahçesinin mahsulü ve talihimin gözünün ışığı! Bana bir destek, şeref, iftihar ve ümit yeri olacağını bekliyordum. Bu taht benden boşaldığı zaman mülke ve memlekete sen hâkim olursun diyordum. Halkın seni gördükçe beni anacağını, adımın seninle yaşı ya- cağını düşünüyordum. Çocukluğunda sarhoş ve pervasız ola­rak sahraya düşüp yakanı yırttın, aşk yolunda meşhur oldun; o zaman mazurdun. Her devirde bir ilca galebe çalar, her ■.çağın kendisine uygun bir hareketi vardır. Yeni yetişenler için aşk bir hünerdir, onlara olgunluğa doğru yol gösterir. Fakat bugün akıllı olacak yaşa geldin, yükseklikler tahsiline kabili­yet kazandın. Bu maceralar, bu ayıplanmağa sebep olan ieza-

62 L E Y L Â İ L E M E C N U N

hürler sana lâyık mı? Vaktile cahillik etlinse şimdi akıllı ol î

Sahralara düşüp gafil bir halde gezme 1 Bu vahşilerle birliğin nedir? İnsanla yaşamak hoş değil mi? Vahşi lie yahşilik, et-, mek,..kuşla uçmaktansa soydaşlarınla dolaşmak HâlıaTyrdlr.. Ben zaval 11 talihsize a cı'f‘bü " sikintı ve belâda birakma! Saf misk gibi siyah olan saçım sakalım ağarıp kâfur gibi bem­beyaz oldu; bu sabahımın güneşi sen olacaksmf Dünyanın- zulmü canıma yetti, başka bir yere gitmek istiyorum. Gel makamımı sana vereyim, hürmet içinde oturduğum yeri al f! Boyuna mestolmaktan ne çıkar? Bu putperestliğin şebebl ne? Ey fazla kızgınhğile sarhoş olan, suçundan haberin yok! Ak­lın başına gel d iği zaman m u H akkak ülanacaksı ri. Ey putpe­rest mabetlerinin tapıcısı, bu sarhoşluk perdesi kalktığı zaman; yaptığın işin kötü olduğunu göreceksin ve şüphesiz mahcu­biyete düşeceksin. Öyle bir dilbere gönül ver ki sebatınım temeli sağlam olsun, yolunda bu cihan toprak olsa gene etgğjf tozdan terni Seni avlıyan mes’ut şahin her an başkabir elde uçuyor. Kâh Nevfelin fermanına boyun eğiyor, kâh; îbni Selâma can yoldaşı oluyor. Sen böyle belâlara tutulur­ken o başkalarının meclisine ışık saçıyor. Böyle bir aşk oyu­nundan, faydasız can eritmelerden utan! Farzet ki sevgili sana- yar oldu, dünyanın bakası olmadıktan sonra ona kavuşmağa heves etme! Zira bir gün gelip ondan ayrılacağını biliyorsun Bu boşuboşuna dolaşmayı bırak, Allahı zikret, başkasını an­ma ! Zira nefse başlangıç ve son odnr. Sözü ona kes, zira buna lâyık olan odur. Dünya bir iş yeri, onu yapan Tanrıdır,, Burada iş görmemek günahtır. Bu iş yerine gelen herkes bir iş görmelidir. Kim bir iş meydana getirirse Tanrı işine göre ücretini verir. Ey bıı ! Gafil olma,.,sen de bir iş gÖrf Artık benim tahtımı fani dünyaya terketmek ve şerefimle atımı ebediyete çekmek zamanım geldi. Gel yanı­ma, benîm halimi düşün! Malımı mülkümü yabancıya verme Onu biriktirinceye kadar çok sıkıntı çektim, bu hazînenin başkasına nasip olmasına meydan bırakma! Aşkının böyle™ kaîmıyacağmı ve gamının seni daima bu hale düşürmîyeceği- ni biliyorum. Korkuyorum ki senin bahtın bu uykudan uya­

L E Y L Â İ L E M E C N U N

nıp ta ihtirasın arayıp koşmaktan yorulduğu zaman benim halim başka türlü olacak; dünyada ne ben kalacağım ne de malım. Sen kimsesiz kalarak daima yoksul olacaksın. Akıllı insan ileriyi görmeli; ümit dünyada bir destektir.,.

Akıllı ihtiyar öğüdü bitirince nasihat Mecnunu biraz te­reddüde düşürdü. Büyük sözüne temayül göstererek bir an akıllı olmayı, çılgınlığının zencırlerini kırarak sevdasına esir olmamayı ve sevgili arzusunu terketmeyi düşündü. Onun fermanım şu sözlerle yaldızladı:

— Ey dünyada varı benden ibaret olan, senin bu can ve tende nen var? Benim canım var zannederek buna tamah etme; tenimi de bırak, zira benim başka bir yerim var. Ben­den geç ve can ile tenden ayal, varlığını terkederek bir baş­kasını bul.,.

Gül fidanı gibi kanı coşarak ve bülbüllüğü galeyana ge­lerek dedi ki :

Ey nasihati benim için aynen iyilik olan ve sözleri a- fıyet veren!" "Ben şuna da kailim ki öğüdün ve faydalı sözle­rinin meali benim için kötülük değil, hayırdır; fakat işitmem kısmet olsa!.. Gerçi sözüne kulak verdim, ne fayda ki duydum ve unuttum. Sen bana “sözümden haberin olsun,, deme! Be­nim kendimden haberim yok. Benim içim dışım aşk oldu, sab ­rım ve sükûnum yele gitti. Ben akla çok uymak istiyorum, fakat sevda yolunu keserek “Yok! Yok!,, diyen ben nerde, aşkı terketmek nerde! Ezelî aşk candan çıkarmı? Beni tekdi­rin canıma yetti, ben seni terkettiğim gibi sen de beni ierket! Lütfederek zaman zaman bana nasihat verip düzelmemi bek­leme! Ateşin havanın hareke|iyle fazlalaşması gibi bu mua­meleden de benim" elemim çoğalıyor. Parça parça olan bir şişenin yapıştırılmasına imkân var mıdır? Eve barka dönme­mi teklif etme! Zamanın inkılâbının hızına bak! Mademki sen bu dünyayı terkedip gidiyorsun, beni onda bırakıp ta ne yapacaksın? Bana mal ve mülk veriyorsun, oğlunun da sersin gibi olacağım düşün! Farzet ki malın başına geçti, git­tikten sonra malı gene başkasına bırakacak...

63

64 L E Y L Â İ L E M E C N U N

Bu aşk ülkesinin padişahı, bu belâ ve dert göklerinin ayı ah ederek babasına gamım anlatırken ansızın mahzun vücu­du titriyerek kolundan yenine kan doldu. Bu hal babasını hayrete düşürdü. Mecnun dedi ki:

— Düşünme! O peri soylu güzel kan aldırdı, cerrah onun koluna nişter vurdu, bende de onun eseri göründü. Biz iki bedende bir ruhuz. Bizde ikilikten eser yoktur, binbinmizin ayrı canı yoktur. O oduı* ben de benim sanma, iki ten bir canla yaşamaktadır. O sevinse ben de sevinirim, ona bir gam gelse bana da gelir.,.

İhtiyar hali görünce bu yükselişi takdir etti. Bunun esas­sız bir görünüş olmadığını, aşkın tedbir ile gideriiemiyeceği- ni anladı. Artık nasihat ve tekdir etmekten vazgeçti. Çekiş­mek yolundan döndü ve ümidi keserek vedalaşmağa karar verdi. Oğluna dedi ki:

— Ey eme! incilerimin ipliği, sevgi düşüncelerimin ayna­sı! Bir lâhza bana acı, sözümü dinle ve cevap ver! Ben hali perişandan çekin, yola çıkmağa azmettim, hakkını helâl et! Benim gelişimden sen memnun olmadın, işte gidiyorum, artık hoşça kal! Sakın benden şikâyet etme, incindiğini söyleme! Hayatımda senden mürüvvet görmedim; serkeşlik ettin, el altına girmedin. Senin lütfün dan istediğim şudur: Öldüğüm zaman yasımı tut! Her an ağlayıp inliyerek mezarıma gel! Sana yiyip içme ve şenlik teklif etmiyorum ki bu işi bilmem diyesin. Matemin esası feryad ve. figandır, sen ise bu saha­da itirazsızsın. Kendi âdetin üzere feryad et ve sevabını ba­na gönder! İstediğim şu ki dost düşman seni matem ederken görsün de kimsesizliğim bana bir zül olmasın, vârisim bulun­duğunu bilsinler...

Perişan ihtiyar vasiyet ettikten sonra ağlayıp inliyerek evine döndü. Dert ve elem kendisini harap etti, hayat mu­munda nur kalmadı. Derdine bir ilâç bulunmadı ve nihayet “Mecnun!,, diyerek can verdi,

L E Y L Â İ L E M E C N U N 65

MECNUNUN BABASININ MEZARINA GELlŞt

Mecnun birgün Necid'de oturmuş kanlı gözyaşları döküyor­du. Cefakâr bir avcı bin türlü ayıplamalarla o mahzunun ya­nma gelerek bağırmağa başladı:

— Ey elâlem içinde utanması olmıyan ve hicabının ayarı eksik olanl Sende şeref ve namustan eser yok, yazık ki hayasızsın, yazık ] Bu kadar zulüm etmek insaf değildir, insaf­sız olduğunu sen de itiraf et I Hayatında babanı mes’ut etme­din, bari öldükten sonra bir kere an. O ihtiyar senin sevginle can verdi de onu bir kere hatırlamadın, bu ne ihmaldir? Yaradılışında haya yok mu? Allahtan utanmıyor musun ?..

Bu şada Mecnunun içini yaktı ve kara bahtlı, figanını fazlalaştırdı. Başını yağmur gibi taşa vurdu, şarap gibi göz­yaşını ayağa döktü. Babasının mezarını sorarak ondan bîr nişan aradı ve gözyaşı gibi akarak yola koyuldu. Babasının mezarını görünce zayıf vücudunu ona mum yaptı. Kederi gam ateşini parlattı, gönlü ateş ve gözü su verdi. Göğsünü tırnağiyle parça parça ederek mezara levha yaptı. Temiz mezarı bağrı­na basarak toprağını gül yaprağına çevirdi. Feryat ve figanla matemini tazeliyor ve iniltileri içinde her an şöyle diyordu:

-r- Ey varlığımın bünyesini kuran, rızasını yerine getir­mek faydam, sözünü dinlememek ziyanım olanl İrşadını gani­met bilmedim. Yüz vah olsun ki fırsat kayboldu. Yüzlerce yazıklar olsun ki senin yolunu tutmadım, üç beş gün sana yoldaş olmadım. Senden feyiz almak bana nasip olmadı, sen hayır’ söyledin, ben kötülük yaptım. Sana cevirler cefalar ettim, yanlış yola saptım, hatalar işledim. Ey saadetim, benden uzak olma I Ey ışık, nurunu benden esirgemel Dünyanın gamma düştüğüm zaman yakınım ve dert ortağım yalnız şendin. Şi­kâyetim de sırdaşım, derdimi dinlemekte arkadaşımdm. Ne oldu? Gamıma dayanamadın, yoksa bu girdap seni korkuttu m u? Dünyadan gitmene sebep neydi ? Benden dolayı mı

5

64 L E Y L Â İ L E M E C N U N

Bu aşk ülkesinin padişahı» bu belâ ve dert göklerinin ayı ah ederek babasına gamım anlatırken ansızın mahzun vücu­du titriyerek kolundan yenine kan doldu. Bu hal babasını hayrete düşürdü. Mecnun dedi ki:

— Düşünmel O peri soylu güzel kan aldırdı, cerrah onun koluna nişler vurdu, bende de onun eseri göründü. Biz iki bedende bir ruhuz. Bizde ikilikten eser yoktur, biribirimizin ayrı canı yoktur. O odur ben de benim sanma, iki ten bir canla yaşamaktadır. O sevinse ben de sevinirim, ona bir gam gelse bana da gelir...

İhtiyar hali görünce bu yükselişi takdir etti. Bunun esas­sız bir görünüş olmadığını, aşkın tedbir ile giderilemiyeceği- ni anladı. Artık nasihat ve tekdir etmekten vazgeçti. Çekiş­mek yolundan döndü ve ümidi keserek vedalaşmağa karar verdi. Oğluna dedi ki:

— Ey emel incilerimin ipliği, sevgi düşüncelerimin ayna- sil Bir lâhza bana acı, sözümü dinle ve cevap ver! Ben hali perişandan çekin, yola çıkmağa azmettim, hakkını helâl et! Benim gelişimden sen memnun olmadın, işte gidiyorum, artık hoşça kal! Sakın benden şikâyet etme, incindiğini söyleme! Hayatımda senden mürüvvet görmedim; serkeşlik ettin, el altma girmedin. Senin İûtfundan İstediğim şudur: Öldüğüm zaman yasımı tut! Her an ağlayıp . inliyerek mezarıma gel! Sana yiyip içme ve şenlik teklif etmiyorum ki bu işi bilmem diyesin. Matemin esası feryad ve. figandır, sen ise bu saha­da itirazsızsın. Kendi âdetin üzere feryad et ve sevabım ba­na gönder! İstediğim şu ki dost düşman seni matem ederken görsün de kimsesizliğim bana bir zül olmasın, vârisim bulun­duğunu bilsinler...

Perişan ihtiyar vasiyet ettikten sonra ağlayıp inliyerek evine döndü. Dert ve elem kendisini harap etti, hayat mu­munda nur kalmadı. Derdine bir ilâç bulunmadı ve nihayet “Mecnun!» diyerek can verdi,

L E Y L Â İ L E M E C N U N 65

MECNUNUN "BABASININ MEZARINA GELİŞİ

Mecnun birgün NecicTde oturmuş kanlı gözyaşları döküyor­du. Cefakâr bir avcı bin türlü ayıplamalarla o mahzunun ya­nma gelerek bağırmağa başladı:

— Ey elâlem içinde utanması olmıyan ve hicabının ayarı eksik olan! Sende şeref ve namustan eser yok, yazık ki hayasızsın, yazık ] Bu kadar zulüm etmek insaf değildir, insaf­sız olduğunu sen de itiraf et i Hayatında babanı mes'ut etme­din, barı öldükten sonra bir kere an. O ihtiyar senin sevginle can verdi de onu bir kere hatırlamadın, bu ne ihmaldir? Yaradılışında haya yok mu? Allahtan utanmıyor musun?..

Bu şada Mecnunun içini yaktı ve kara bahtlı, figanını fazlalaştırdı. Başını yağmur gibi taşa vurdu, şarap gibi göz­yaşını ayağa döktü. Babasının mezarını sorarak ondan bir nişan aradı ve gözyaşı gibi akarak yola koyuldu. Babasının mezarını görünce zayıf vücudunu ona mum yaptı. Kederi gam ateşini parlattı, gönlü ateş ve gözü su verdi. Göğsünü tırnağiyle parça parça ederek mezara levha yaptı. Temiz mezarı bağrı­na basarak toprağını gül yaprağına çevirdi. Feryat ve figanla matemini tazeliyor ve iniltileri içinde her an şöyle diyordu î

t - Ey varlığımın bünyesini kuran, rızasını yerine getir­mek faydam, sözünü dinlememek ziyanım olanl irşadını gani­met bilmedim. Yüz vah olsun ki fırsat kayboldu. Yüzlerce yazıklar olsun ki senin yolunu tutmadım, üç beş gün sana yoldaş olmadım. Senden feyiz almak bana nasip olmadı, sen hayır* söyledin, ben kötülük yaptım. Sana cevirler cefalar ettim, yanlış yola saptım, hatalar işledim. Ey saadetim, benden uzak olma 1 Ey ışık, nurunu benden esirgeme! Dünyanın gamma düştüğüm zaman yakınım ve dert ortağım yalnız şendin. Şi­kâyetim de sırdaşım, derdimi dinlemekte arkadaşımdm. Ne oldu? Gamıma dayanamadın, yoksa bu girdap seni korkuttu m u? Dünyadan gitmene sebep neydi ? Benden dolayı mı

5

66 L E Y L Â İ L E M E C N U N

kalıyordun ? Ey hayat cevherimin kaynağı! Kurtuluşum senin benden hoşnut olmandadır. Yaptığım işi biliyorum: Günah­kârım. Sana geldim, hakir ve mahcubum. Seni dunvada ben ağlattım, fakat sen beni ahirette zelil etme! Beni cefa ateşine yaktın; gama, mihnete ve belâya saldın. Herşeyden elini ayağını çekerek rahat ettin, bir köşe tutup çekildin. Müşkü­lünü kim halletti ? Seni bu endişeden kim kurtardı ?

Hicran esiri Mecnun gece sabaha kadar matem tutup ah ve figan etti. Vaktaki misk üzerine kâfur tozu döküldü [1], nur şualarını karanlıklara yaydı, vecit ayinini tazeliyerek Necit çölünün çıkmaz yolunu tuttu.

MECNUNUN HALİ VE BAZI YÜKSELİŞ VASIFLARI

Bir gün gönlü kırık Mecnun hasta ve perişan bir halde sahrada dolaşıyordu. Bir yerde yanyana iki şekil, bir Leylâ Mecnun tasviri gördü. O gamlı ve perişan âşık buradan sev­gilisinin nakşını güzelce oyarak sildi. Kendisine vaziyetin se­bebini ve bu iki timsalin ne olduğunu sordular. Dedi k i:

— Hakikat bizim için birdir. İki suret birlikte olamaz.Bilgi sahiplerinin agâh olması lâzımdır ki biz ikilikten mü­nezzehiz. ?

Soran tekrar ettiler:— Sevgiliyi yok edip senin kalman bir âr değil midir ?

O siliniyor da sen niye kabyorsun? Bari kendini sil de onu bırak !

Mecnun cevap verdi:—- Aşk yolunda sevenin sevgiliye örlü olması lâzımdır.

Âşık ten, sevgili candır. Ten göze görünür, fakat can tende saklıdır. Sevgili örtülü kalırsa bundan ne korkusu olur, âşık elâlem içinde meşhur olmak gerektir, nitekim sevgilin kim olduğunu âleme faş eden âşıkm döktüğü gözyaşıdır... .

[1] Sabah oldu.

L E Y L Â İ L E M E C N U N 67

Mecnun dert ülkesinin hükümdarı idi, zararlı ve zararsız hayvanlar sürüsü de onun ordusu. Ahunun miskinden baç ahr, tilki samurundan haraç keserdi. Kerem ve adalet sahibi bir büyüktü ki adaleti bütün hayvanlara şamildi. O vefakâr, kan dökücü hayvanlara bağrının kanını içirir, boyuna kanlı gözyaşı dökerek canavarların rızkını eksik etmezdi. Devrinde yırtıcı hayvanlar boyun eğerek birbirlerile rahat otururlardı. Kurt kaplanla sırdaş, s.ğın kurtla arkadaş olmuştu. Aslan ceylânın aşinası olmuş, ceylân aslanın südünü emiyordu. Y a­nında karıncalar ev yapıyor, gözyaşından oraya dane yağı­yordu. Bazan gözyaşının seli yükseliyor, bin vahşi hayvan sele gidiyordu. Bazan vücudunda kendini yakar, bin canavarı , kebap ederdi, Elinde tırnağı kürek olmuş, yerden başına top­rak savuruyordu. Saçında sakalında toplanan toz gözyaşile zaman zaman nemlenerek ahinin hararetile yeşerir, çılgınlık gülistanında bahar olurdu. Eğer sığınla beraber olsa gözünden o kadar su akardı ki o sudan tazelenir, dalı hem yaprak hem meyva verirdi. Her lâhza eline bir yılan alır ve zavallı buna kanı olarak «O mis kokulu sümbül gibi zülfü tuttum, arzumun ipucunu ele geçirdim» derdi. Kaplan gibi canına bin yara açtı, aslan gibi tırnaklarını uzattı. Aslanların ve kaplanların önderi oldu.

MECNUNUN TANRIYA YALVARIŞI VE DUASININ KABUL EDİLMESİ

Bir gece... Aydınlığı yakan karanlık, gecenin zülfünü gündüze peçe yapmıştı. Sonsuz gök bir lâal yutarak ye­rine bin halis inci gösterdi; bin sancağı aşağı alarak bin bay­rak âlemi meydana çıkardı, Göklerin hâkimi haşhaşlarım panzehi^ topladı. Dünva gelini kaftanına Tane tane kıymetli inciler dikti. Âyin gemisi girdaba düşerek kendisine saman oğrusundan yol yaptı. Utarid’in mürekkebi dağılarak saha­nın siyahlığım arttırdı. Zühre kara saçlarını yayıp yüzünü saç­ları içine sak’adı. Güneş kayboldu ve yıldız bekleme yoluna

68 L E Y L Â İ L E M E C N U N

göz açtı./Müşteri siyah elbiselere bürünerek güneşin gamile yasa battı. Devreden gök ayna olarak Zuhal ona bakıp ak­sini gösterdi.

Mecnun, şaşkın ve perişan, bu sema işine hayran kal­mıştı. Âleme saf bir göz açıyor, yeryüzünü yıldızla dolduru­yordu. Her yıldıza halini anlatıyor, bin olmaz arzu gösteri­yordu. Göklere dönerek gönlünün gamını evvelâ Utarid’e anlattı :

— Ey heşaph_ |nsanlara iş gösteren, dolgun akıllı ve yük­sek düşünceli 1 Ey gök işaretlerinin fihristi olan manevî kita­bı yazan ! Maksatların ve isteklerin taksimcisi, mevkilerin ve rütbelerin tertipçisİ! Gönlümdeki derdin hesabı çoktur, bunu senden başka yazacak bulunamaz, Kerem et, derdimi bir mektuba yazarak sultanıma arzeyle! Belki kaleminin feyzi tesir eder de mektubun çılgınlığıma bir muska olur...

Utarid’in dert anlamadığını görünce başka bir terennüme başladı. Ondan yüz çevirip feryatla ağlıyarak Mirrih’e yal­vardı : r - p ^

— Ey kahramanlık mevkiinin valisi 1 Kılıcına bütün âlem itaat ediyor. Sen yardım ve zafer safıibisin, silâh erbabına baş tacısın. Ben âcizim. başkaları kuvvetli; ben kimsesiz, düş­man zalim. Lûtfeylİyerek âcizlere yardım et, kimsesizlerin ba­şından belâyı kaldır 1 Kılıcını çekerek düşmanı defet, tâki ben dostun yanma varabileyim...

Baktı ki muradı çok yükseklerde, ona ne ok yetişebili­yor ne de Behram. Kılıç ve kalemin yardımından ümidi kese­rek Tanrının huzuruna çıkacak yolu aradı. Yalvaran yüzünü onun dergâhına çevirerek derdini Allahına arzetti :

— Ey kılıca yardımcı, kaleme rehber! Behram [*] uşaklı ve ok kullu! Ey emellerin başına taç giydiren, rızık beratını ya­zan! Ben zavallı fakire merhamet et! Gönlümün derdini devaya kavuştur! Güzelliği cana ateş veren Leylâyı peri gibi yapan sensin... Onu âleme belâ sen yaptın, beni de o gamla İncitti.

[*] Buradaki Behram, maruf hükümdarın adı olduğu gibi ( Harp İlâhı) olan (Mars - Mirrih) manasına, ok (tır) da kitabet ve hitabet İlâhı sayılan ve ayni zamanda sür’ate delâlet eden (Utarit) yıldızıdır.

Ona dünyayı parlatan bir güzellik verdin, bana cihanı yakan bir ateş saldı. Beni dertle sen ağlattın... Ben nerde, cefakâr Leylâ nerde? Bir görünmekle kararımı alan ve beni belâya düşüren Leylânın hareketinde ihtiyarı yoktur ki aldığı kara­rımı geri verebilsin. O da kendi işinde bir biçaredir, bu ya­raya merhem senden olur. Hem sen ilâcı bana kereminden vererek beni başkalarına muhtaç olmaktan kurtar I Ey beni derde düşüren, bana senden başka dert ortağı kimdir? Hali­mi pek çok hakimlere söyledim, hastalığın teşhisinde dilsiz kaldılar. Anladım ki biricik hakim sen, bütün dertleri bilen sensin. Gerek dert gerek deva senin olunca hâkim sensin, rıza şenindir. Benim zevkimi kemaİe yetir! Şevkimi günden güne artır ! Gözüme onun lâalinin hayalini sal, ruhuma onun güzelliğinin yüksekliğini veri Daima onu bende göster, lût- feyle, iki şekli bir et I Onun gamile itibarımı yükselt, derdini bana o kadar kısmet et ki bu dert hiç kimseye nasip olma­yarak kimse benimle beraber olmasın. Eğer yüzünü görmek mukadder olmazsa kan döken gözümde nur kalmasın! Eğer onun eleminin zevki kaybolursa yaralı vücudumda kudret bulunmasın!

Böyle mihnetlerine mükâfat istiyerek yanık yanık yalva­rırken gündüz bahçesinin gülü açıldı, güneş mes’ut yüzünü gösterdi. Sabah kuşu Ötmeğe başladı, karanlık gecenin kar­gası uçup gitti. Hem âlemin yüzü aydınlandı hem de yıldız buğdaylarının harmanı kaldırıldı. Dünya güneşe ayna tutarak ayağına kıymetli inciler döktü. Sabah saflıktan ve doğruluk­tan dem vurdu, âlemin neşesinin gülü açıldı. Gün kadehinin safalı tesiri gök gülistanını Cemşidin meclisine benzentti. Mecnun lâle gibi dağa çıkarak kanlı gözlerde etrafa baktı. Yüksek arkadaşı, eski sırdaşı, değerli Zeydin geldiğini gördü: Yanağında sevinç nuru, yüzüne neşenin gözü vurmuş. Zerre kadar gussası ve melâli yok. Hali Mecnuna tuhaf göründü. Kendisine sordu : ^

— Bu ferahlığın ve her zamanki gibi olmıyan neşen ne­dir? Emeline nail mi oldun? Sevgiline mi kavuştun? Hangi iti­

L E Y L Â İ L E M E C N U N 69

70 L E Y L Â İ L E M E C N U N

barla başını yükseltiyorsun? Neden dolayı böyle neşeleniyor- sun?

Zeyd sır hâzinesinin kapısını açtı :

— Ey azizlik göklerinin nadide hüması ! Dün senin sev­gilinin memleketini tavaf ettim, o serviye uğradım, D^juvesi- iesile bir an mahrem olarak yanında bulundum. Gördüm kî yanağının ayı ışıksız, yüzünün aynası cilâsız, ne dudağının lâlinde bir damla su, yanağının ayında bir zerre parlaklık..Taze lâaline göz yaşları İnci karıştırıyor, nergis gibi gözü gül

yaprağına çiydöküyor, Beni görünce ağlayıp inlemeğe baş­ladı ve bana Herdini açtı :

— Ey vefalı arkadaş, dedi, Nectd’e yolun uğradı mı? O sevgilinin halini gördün mü? Eğer Mecnunumu gördünse, Al­lah aşkına, ben dertliyi ondan haberdar eti Ayı ve yılı nasıl geçiyor ? Arkadaşı kim, kendisi ne halde? Allah aşkına, eğer ö tarafa gidgrsen, ben zavallı düşküne acı, benim zayıf halimi ona anlat. Ben hasta tarafından onun halini sor, de ki: Gam hücumundan, sitem ve meşakkatin taşmasından nasılsın? Matemde olduğunu duydum, yakamı yırtarak feryat ettim. Bu çimenden ayrılan o serviyi sen değil, ben kaybettim. Dünya­da gam çekerek benim seninle birleşmemi istiyen bir o idi. Zalim dünya bize yüz bin düşman içinde bir dostu çok gördü. Şüphesiz bu bir zulümdür, fakat ne çare, elden ne gelir ? Bu dert az değil, çoktur, hem de sabır hoştur.,. Diyelim ki ben bir kalede bağlıyım, âr ve haya per- desile mahbusm. Eğer derdim muma açılsa gölgemden bin korkum olur. Eğer gönlümün gamını gölgeme söylesem mu­mun kıskançlığı karşıma çıkar. Ne mektup yazmak elimde ne de içimin derdini söylemek. Ben perişan gonca gibiyim: A ğ­zım tatlı, içim kan oldu. Sen Ici"arzu ülkesinin hükümdarısın, kimi istersen görebilirsin. Sana kalem gibi başkasının hükmü yoktur, hareketin daima kendi başınadır. Acaba niçin ihmal ederek gönlünün halini bana bildirmiyorsun? Kendi güzel ve* gönül çekici şiirlerinden, hoş sözlerinden lütfederek daima

L E Y L Â İ L E M E C N U N 71

yazıp gÖndermeyişin bir kusur değil mi? Bu hususta senden memnun değilim. Artık geçmişin aksine olarak kerem et, ha- î!0İS-İήtdSSİnLyc«Ş9İJS“P yüzünle kanlı gözyaşının_anlatdmaşını^ nazmederek ben dertliye gönder, o cevhere canımı hazine yapayım. Sözleri daima benim adımı ansın, bu hâdiseler âle­minde beni düşünmenin hayaline verdiği bakir güzellikler canının içine gam tasvirleri çizdiği zaman o şiirlere bu nakış­tan çeşni k a t !..

Mecnun bu haberi duyunca inatçı talih ona boyun eğdi. Saadetine inandı ve sevgilisine itimat etti. Kanlı gözyaşından nem çekerek gönlünün gülistanı neşe ile doldu. Hem yüzü meşaleler gibi güldü, hem de gönlü yaralar gibi açıldı. Zeyde dedi ki :

— Ey sadık arkadaş ! Ben vahşiye uygun yoldaş! Bana merhamet müjdesi yetiştirdiğin ve sevgilimin haberini getir­diğin gibi benden de ona şükranlar götür, dualer a rzet! Ka­pısının toprağına yalvarışımı ulaştır ve sırrımı dergâhına açl Ona de kİ : Ey dudağı gönlüme bal olan, gönlümün rahatı, gözümün ışığı! Tanrıya şükür, bana yar imişsin, benim iste.? d iğim gibi hareket etmeğe hazırmışsın. Ni h aye t ahdinde vefâ olduğu görüldü ve Balında şifa bulundu. Ey ay, beni sev­diğini anladım. Ne güzel, ne iyi yaptın! Lûtfunun haberi ka­rarımı, tatlı sözün elimden ihtiyarımı aldı. Lûtfunu işitince içim ateşleniyor, tatlı, sözüne mukavemet edemiyorum. Ah, eğer başka bir âdet edinir, ansızın zulüm yolunu tutarsan, sözün şarap gibi acılaşır, arada lütuf olmayıp kahır olursa ne yazık! Güzellerin işi çevir ve cefadır, fakat sen bana vefa gösteriyorsun. Başka nazeninler sana kurban olsun, idrakine yüz binlerce aferin! Senin gibi vefakârlıkta hiç kimsenin yetişe­mediği bir sevgiliye insan canım verse kaybolmaz, Sevgili olduğun halde vefakâr olmakla aşıklığını da gösterdin. Bana bütün âlem âşık diyormuş, bense kendimi buna lâyık görmü­yorum. Ey değerli dost, ben kusurluyum, aşk yolunda kâmil olan sensin ! Aferin sana, zira bu zamanda bir tanesin, sen

öyle bir cansın ki uğrunda can verilse yerindedir. Eğer bu tavır her şuhta olsaydı sen dünyada bir tane olmazdın ve eğer bu hal başkasına da kısmet olsaydı sen cihanda meşhur olmazdın. Ben senin gamının yadı ile mes’ut oldum, sen şad ol, ben senden daima uzak kalayım. Ben dertliyi işte böyle şadet, zaman zaman acıyarak an! Ey yasemin göğüslü ve gül vücutlu servi, sabır ve sükûn metaım yağmaya veren*. Ey güzellik ülkesinin sultanı, gecenin mehtabı, rahatın neşesi 1 Mademki kuluna acıyarak sevgi gösterdin, artık bundan sonra şefkat yolunu tut, evvelki usulünü unut! Feryat ve figanımın haddinden fazla çıkmasına ve hasret içinde.can vermeme razı olm a! Ben kararsız hastaya meylet, ara sıra bu tarafa bir uğra! Eğer benim dert ortağımsan bana yar ol, dert ortaklı­ğın yoksa var ol. Sen öyle naz mevkiinde oturuyorsun, ben böyle belâ ve dert içindeyim. Sen yiyip içme meclisinde me­sut, ben dert köşesinde gönlü yaralı. Gözüm, bu aşk saha­sında lâyık m ıdır? Vefakârlık yolu ve hareketi midir? Eğer vefa hususundaki sözün doğru ise benden niçin uzaklaşıyor­sun? Gel, ayrılık derdini kaldıralım, iştiyakı ateşe verelim. Gece gündüz benimle beraber dolaş, mademki ben şeninim, sen de başkasının olma! Eğer îbni Selâm engel olur, kavuş­mamız yolunda bir set teşkil ederse, bildir, bîr ahla onun bahtını siyah ve tahtım tarumar edeyim...

Mecnun gönlünün sırrını anlatıp bitirince Zeyd sevgilinin köyüne doğru yola koyuldu, pervanenin sözünü muma söyle­di, bülbülün haberini bağa ulaştırdı.

72 L E Y L Â İ L E M E C N U N

L E Y L Â İ L E M E C N U N 73

’ » ÎBNİ SELAMIN ÖLÜMÜ

Dünya Ibni Selâmı Mecnunun ahinin okuna hedef yaptı. O şeddi aradan kaldırmak için iki taraftan da gözyaşı aktı. Zavallı genç boyuna visal şevkile mihnet ve gam çekiyordu. Hasret elemi yaman elemdir, gam adem yolunun kılavuzudur. Gizli hasret, dert ve gam onun servi boyunu saza döndürdü. Gittikçe sıhhati bozuldu ve vücudunun zayıflığı öyle bir de­receye geldi ki şeklî döşeklere işlendi, hüzel endamı yataktan kalkamaz oldu Hali günden güne harap olarak iyileşmek ihtimali kalmadı. Derdine deva ve yaraşma şifa bulunamıyor­du. Yaşamak ümidi kesildi,, can verdi ve hakka ulaştı.

Bu vaka Leyİâyı figana getirmeğe bir bahane oldu. O vurgun matem tutarak tırnağı ile yüzünü ysraladı. Dünyadan elini çekerek üstünü başım parçaladı, feryadını büyüğe küçüğe duyurdu. Evini yaktı, tahtım devirdi, süslerini dağıtıp mahv­etti. Anber gibi saçlarım yele vererek ah ve feryadım gök­lere çıkardı. Dünya gibi elbisesini suya garketti, ateş gibi başına kül savurdu. Kocası ölüp te kadın kalırsa feryat ve figan ederek bir iki yıl matem tutmak Araplarda âdetti. Ley- lâya bu âdet çok hoş geldi, feryat ve figana sebep buldu. Evini .matem yeri haline getirerek sabahını akşamım matem içinde geçirdi. Bir müddet orada ağlayıp sızladıktan sonra gene muztar kalarak babasının evine döndü. Fakat gece gün­düz figan ediyor, bağrından kanlı yaş döküyordu. Ara sıra feryada başlayınca içinden şöyle diyordu'

— îbni Selâma Allah rahmet etsin, aşkımın cereyanına hız verdi. Mudara perdesini kaldırdı ve gizlediğim gamı mey­dana çıkardı.

74 L E Y L Â İ L E M E C N U N

Mecnunun dert ortağı olan Zeyd bu vakadan haberdar olarak çölün yolunu tuttu. Mecnunu zararlı ve zararsız hay­vanlar içinde mahzun ve perişan bir halde buldu. Vaktaki selâm verip zamanın İbni Selâma ne yaptığım bildirdi, Mec­nuna rakibinin helâk olduğu müjdesini verdi ve dünya tbni Selâmı mahvedince Leylâmn sevinerek kendi evine döndüğünü söyledi; Mecnun ah çekerek feryada başladı ve figan ederek bu hale ağladı. Vaziyetin sebebini..anlıyamıyan Zeyd hayret­lere düştü, bu hal ona garip göründü; Rakibin ölümüne âşı- km ağlaması değil, gülmesi lâzımdı. Bu hali anlamak istiyerek hâdiseyi sordu. Mecnun şöyle cevap verdi :

— Ey benim vefalı dostum, bu sahada, ben utanmamak mıyım ? Sevgiliye can veren kavuşur, can vermiyen arada kaybolur. O benim düşmanım değil, dostumdu; Leylâya hem o hem ben âşıktık. O canını vererek kavuştu, kendi merte­besinde en yükseğe çıktı. Benim noksanım kemal bulmadı. Bu hale ağlarsam beni ayıplama î.

İBNl SELÂMDAN SONRA LEYLÂNIN VAZİYETİ

Leylâ babasının evine gelince daima figan etmek istiye­rek zaman zaman yasını tazeleyip matemliler gibi hareket et­meğe başlamıştı. Nerde belâ ve kedere düşmüş bir dertli varsa bulur, onları toplıyarak meclis kurar ve inleyiş nağme­lerine başlardı. Bu figanın bahanesi Ibnİ Selâm ise de sebebi Mecnundu, Ağzında başkasının zikri, fakat gönlünde başka­sının düşüncesi vardı. Başkasının adını söyliyerek içinden başkasını anardı. Bu suretle dünyadan el etek çekip daima feryat ederdi.

Bir gece dostlan ve arkadaşları gönlünün ateşine daya- namıyarak dağıldılar. Kendisile birlikte yalnız mum kaldı, onuda bir ahla söndürdü. Sanki “ahimin şimşeği varken kara

L E Y L Â İ L E M E C N U N 75

gecemin muma ihtiyaç göstermesi doğru mudur?„ diyordu. Yalnız kalarak ah ve feryat etti, dert ve gama karşı âciz kaldığını itiraf etti:

— Ey zamanın derdi ve gamı, Allah aşkma, bu gece benimla yoldaş olmayınl Ben yalnızlığa alıştım, siz başka bir arkadaşa yüz tutun!

Dert ve gama nihayet olmadığını görünce karanlık ge­ceden şikâyet etti:

— Ey kara bahtımın eşi, ben esiri perişan eden! Eski­den sen kararsızdın, vaktin dolaşmakla geçerdi; bugün neden yerinde kalıyor, âdetini terkediyorsun? Kendini son menzile mi ulaştırdın? Yoksa karanlık içinde yolunu mu kabydettin? Matemlisin, elbisen siyah; kimin öldü, neden dolayı böyle yas tutuyorsun? Dert ve elemimin denizi taştı, belâ selleri başım­dan aştı. Feleğin okuna hedef, dünya değirmenine buğday oldum. Bu gece âlem bir matem yeri, ben bahtı kara da bir matemliyim. Ne sabrım, ne rahatım kaldı; bilmem ki akıbetim ne olacak] Bu gece gökteki bütün yıldızlar beni yaralamak için akrep olmuşlar. Sabahın aynasını pas kaplamış, Felek seherin feyzini unutmuş. Ey sabah, senin halin ne oldu? Ne­fes almıya mecalin kalmamış. Eğer gönlün hoşsa gülümse, şefkatin varsa acı, feryadıma horozun ötüşünü kati Sesime davulun sadasım karıştır, seher kuşunu dile getir, sabah za­manından bir eser göster!

Çok ağlayıp inledi, mahzun gönlünün derdini tekrar etti. Sabahın imdadına koşmadığını, gecenin gönlünün derdine çare bulmadiğini görünce umumî feyzi bu medara sabahı ve akşamı çekene dönkü. Dertli gönlünün sırrını anlatmıya baş­ladı:

— Ey, her hale vâkıf olan ve her sırrı bilen! Gam ve derdime nihayet yok, gamdan kime şikâyet edeyim? Gam hudutsuz, ben çok zayıfım. Mademki böyle gama tutuldum, ya bana mihnetimde takat ver, yahut ta mihneti takatim nis-

7 6

betinde ver. Sabrımın elbisesini yırtsam hükmünün yolu teh­likeli görünüyor, gönlümü avutayım desem gam ve keder takatimce değil. Namustan ayrılarak Mecnunla âşinalık etsem iffetimin ayaklar altına alınacağından, halim takdire uygun ol- mıyacağmdan korkuyorum. Bu vaziyette namusumu muhafaza ederek bana yaklaşılmaktan kendimi korursam Mecnunun ahi­nin halimi başka şekle sokmasından endişe ediyorum. Tanrı- ya sadık olanların ahinin hatırı sayılır, ondan sakınmamak tehlikelidir. O öyle, bu böyle, ah, ne yapayım! Ben âcize ne tedbir düşüyor, bilmiyorum. Yarabbi, ben dertli hayretteyim, mihnetlere tutuldum. Emniyetin hakikî menziline gidecek yolu bulamıyorum, senden başka sığınacak yerim yok. Beni gaf­let şarabı ile şaşkın görerek lûtfunun perdesi ile hatamı örtî Zulüm gören Mecnunun ben müptelâya meftun olduğunu söy­lüyorlar, Ben başsız ayaksız, bir kimsenin güzelliğime âşık olmasına lâyık mıyım? Ben t o d i k e n parça­sıyım; yolun to2U toprağıyım. Tenimdeki ruhum şenindir, bende ne varsa şenindir. Ben senin güzelliğinin hâzinesine bir bekçiyim, nazenin olmama da sebep sensin. Yarabbi, ba­na yardım et, bu emanet kıyamet gününe kadar saklansın. Takı senin yanına yaklaştığım zaman yüzüm ak ve alnım açık olsun!..

Ay yüzlü Leylâ acz içinde Allaha yalvararak dua eder­ken ansızın göç çam çalındı, deveci yol hazırlığı yapmıya başladı. Göç oldu, çadırlar çözüldü; ay yüzlü güzeller bahti- tiyarları mahfelere bindirdi. Dertli Leylâ bir mahmile girerek gamının dağını deveye yük yaptı. Figanı çan sesini bastıra­rak aşkının şarabı deveyi sarhoş etti. Devede vecit neş'esı görünce ona halini anlatmıya başladı:

- Ey misk tüylü ve anber kokulu, gül yüzlü, diken yi­yen iyi huylu! Ey yalınayak, başaçık! Nice defalar hareme kavuşmuş olan! Dimağın neden sevdaya düşmüş, göğsündeki bu yaran ne? Sana kimden zulüm geldi, her an niçin feryat ve figan ediyorsun? Bu tuttuğun yol âşıklar yoludur, eğer âşıksan arkadaşın benim. Sevgili aşkının gamile inliyorsun,

L E Y L Â İ L E M E C N U N

77

sen de bizim zümredensin. Benim gibi iraden elinde değil, yuların başkasında. Mademki seninle bir oldum, bana acı, hasretimi gör! Lütfet, bir hayır işi yap, Mecnunun bulunduğu diyara gitl Bu perişanı o aya, bu derdi devaya ulaştır.

Giderken ansızın aklı başından çıktı, kendini büsbütün unuttu. Bu kendini kaybedişi esnasında yol arkadaşlarından uzak düştü. Gecenin karanlığı okadar fazla idi ki deveci bun­dan haberdar olmadı. Kendine geldiği zaman bu halden şa­şırdı. Göz açıp kendisini yatmış ve arkadaşları onu bırakıp gitmiş gördü. Derdine dert katıldı. Yol alan devesinin yuları­nı kımıldatarak çok gayretle koşturdu, çok yol arıyarak her tarafı yokladı. Ne yoi, ne kılavuz, ne de kafileden bir eser bulundu. Yasemin göğüslü Leylâ karanlık içinde parlak ay gibi tekbaşma ilerlemeğe başladı. Vaktaki göklerin Leylâsı olan ay gecenin kafilesinden ayrıldı, ansızın güneş Leylâ gi­bi tekbaşma doğarak deveye altın bir mahmil yükledi. O ya­semin yanaklının yolu dertli Mecnunun bulunduğu diyara düş­tü. O ay her yana bakarak gezerken ansızın garip bir şahıs karşısına çıktı. Menzillerden bir alâmet sormak için o hazin şahsa doğru yürüdü. Nezaketle konuşmıya başlıyarak*.

— Kimsin? diye seslendi,

O mahzun esir başını kaldırarak cevap verdi:

— Ben Mecnunum!

Leylâ tekrar etti:

— Ey kendisini büyük sanan! Bir karınca ben ejderha­yım der mi? Hâşâ, karga ben bülbülüm diyemez; diken ben gülüm diye lâf edemez.

Mecnun:

— Ey biricik inci, dedi, Mecnunun bir alâmetini bilir misin? O perişanın nişanı nedir? Onu görünce neresinden tanırsın?

— O peri yüzlüdür, yanağı ve boyu gönül alıcıdır. Sen

0 L E Y L Â İ L E M E C N U N

7 8 L E Y L Â İ L E M E C N U N

yüzü buruşmuş, beli bükülmüş, matem esiri bir zavallısın. Sen bakirsin, o âlemin azizi; sen başsız ayaksızsın, o muazzamdır.

— Âşıklar böyle hakir olur. Safa güzellere yakışır.

— Ey dertligönlümü büyülemek iştiyen yalancı! Farze- delim ki şeklin gamdan bozuldu, yahut belin sitemden kam­burlaştı. Ânlıyanlar bana Mecnunun şiirlerinin güzel ve lehçe­sinin temiz olduğunu söylediler. Hani sende o yanık eda, gönlü aydınlatan şiirler ve hikâyeler?...

v — Aşk heyecanına düşenler dilsiz olur. Onların haline .şahit gözyaşı yeter. Fasih cümleler tertip etmek âşıkların ra­hatta dulunduğuna delildir. Benim gibi rahattan uzak olan sessiz kalırsa mazur değil midir?

— Mademki senin hakkında şüpheye düştüm, eğer Mec­nunsan kendini göster! Eğer Leylâyı seviyorsan bir şiir sÖy- lîyerek geçen zamanını yâdet!

Dertli Mecnun onun ant verdiğini ve şiir istediğini gö­rünce gamının tafsilâtını tophyarak ona halini anlattı:

— Ey derdimin çimenliğine su vereni A t eş i mİ n başiangı- cından söz açan! Bana “hayatın nasıl geçti, aşk içinde peri­şan halın he oldu?., diye sorma! Ah, sevgili gamını mı söyli- yeyim, vatan sevgisini mi, kötülük istiyenlerin ettiği cefayı mı? Nice günler akşama kadar mektep cefası çektim. Nihayet düşmanların dil uzatması çoğalınca sevgili, ben perişandan, ay­rıldı. Efsanem âleme yayılınca anam babam foenim için ted­bir aramıya başladı. Kâh doktor üzüntüsü gördüm, kâh gay­retle Kâbeye baş vurdum. Hiçbir yandan bir kapı açılmadı, ahbaplar derdimewçarS>,sbulmaktân âciz kaldılar. Kâh Nevfele yalvardım, lûtfundan bir ümit çıkmadı; kâh sevgilim îbni Se­lâma yar olarak ben düşkünü yaraladı. Kâh Zeydin haberine inandım, verdiği her vaadi d o ğ r u Ö m r ü m ümitle zayi oldu, talihimin zayıflığı halimi perişan etti. Hasılı vücu­dum berbat oldu, Feleğin elinden bir an şâd olmadım.

L E Y L Â İ L E M E C N U N 79

LEYLÂNIN MECNUNU TANIMASI VE MECNUNUN

LEYLÂ YA LÂKAYT KALIŞI

Leylâ konuştuğu adamın kimin olduğunu anlayınca göz­yaşı seli yanaklarına aktı. Ağlıyarak dedi k i :

— Ey gözümün ışığı, vahşilere dost bana yabancı I Sen benim söylediğim sevgili imişsin; gönül derdimin doktoru imişsin. Gece gündüz dilimde sözüm, gönlümde hayalim ve düşüncem Esensin. Eğer tamyamadımsa yerindedir; ben sarho­şum; sarhoş işi hatalı olur. Kendinden haberi olmıyan bir kimse başkasını nasıl tanısın ? Senin kokun dimağıma geldiği ve gözüm ay yüzünün ışığını gördüğü zaman canım kendin­den geçti, aklım çığırından çıktı ve vücudumda bin ıstırap peyda oldu. Hayret denizine garkolarak seni başkalarından ayıramadım. Ey put I Bu halimi mazur gör, beni ayıplama ve darılma 1 Ben sensiz hatırı kırılmış bir haldeyim, yüz şükür olsun ki nihayet sana kavuştum; ümidimin gülistanı suya kandı. Allahıml Bu hayal midir, yoksa rüya mı? Zevk ve neşemin^ ışığı yandı, demek ki bahtım uykudan uyanmış. Ey gönlüm, boyuna kavuşmayı gözliyerek ah ve feryat ederdin, işte ka­vuşma saadeti ve sevgilinin yüzünü görme zevki! Allah aş­kına artık ağlayıp inleme ! Ey gözüm, her an kanlı yaş döke­rek «Mecnun nerede?» derdin, o yasemin göğüslü işte kar­şında, ayağına inciler saç ! Ey canım, daima sevgiliyi görmek istiyerek bekleme derdi çekerdin, işte ona kavuştun, gel artık tenden çık, benden ayrılarak sevgiliye git!..

Mecnun cevap verd i:

— Ey bana derdini açan vc sözile beni yükselten! Kim­sin? Bana adını söyle! Bu çölde ne arıyorsun? Tatlı tatlı lehçenden ve sözünün güzelliğinden can tazeleniyor, iyi huylu,

80 L E Y L Â İ L E M E C N U N

cana can katan sözlüsün. Öyle görünüyor ki bana aşinasın. Allah aşkına hangi diyardan, hangi yoldan geliyorsun? Lâle isen hangi dağdan, süsen isen hangi bağdansın ? Tatlı tatlı söylüyor, gönlümün haline acıyorsun, Bu hali yabancıdan ummam, bu işte bir tanışıklık var. Böyle gönlümü almak, gelip başımın üstüne gölge salmak boşuna değil. Eğer aklım başımda olsaydı ahvalini anlardım. Gam gönlümü takatsiz düşürmese, kanlı yaş gözüme perde olmasaydı, gaflet karga­şalığından kurtulur ve kim olduğunu elbette bilirdim. Ey temiz insan, bende idrak ihtimali olmadığı için kendini sen söyle, kimsin?

Leylâ tekrar etti:

— Ey ruhumun yakını, düşkün ve yaralı gönlümün saa­deti! Müjde, zaman beklediğin zevki verdi, kadehin içilecek şarapla dolu. Müjde, maksadına, ulaştın, nihayet sevdada ka­zandın. Müjde, muradın hasıl oldu, Tanrı seni emeline nail etti. Leylâ benim, senin canının arzusu, dertli ve zayıf gönlü­nün saadeti. Her zaman yüzümü görmeğe hasret, bana kavuş­mağa muhtaçtın. Bugün sevgilini karşında görmek kısmet oldu* sakın ihmal ve tereddüt gösterme! Bana kavuşmak devletini gani­met bil, gel yanıma, fırsat kaçırma! Gönlümü senin endamına kavuşmaya adamıştım, canımsa senin emanetindi. Mademki elinde kudret var, ihmal etme! Gel sözünü tut ve emanetini a l ! Hasta isen doktorun ben, âşıksan sevgilin benim. Gel kavuşma meclisine mahrem ol, benimle bir an beraber bulun I Nergis gibi gözümü senin lâle olmuş gözünle parlat, reyhan kokulu., saçlarınla benim sünbül gibi zülfümü süşle! Firuze gibî yüzünü yakut yanağımın yanına getir, papağan gibi ağzıma senin dudağının halis şekerinden rızık ver. Erguvanı gülle birleştir ve karanlıklar, jdiyarına,, hayat..^^uy^^.şatır!.. Şayet düşkün bir âşık gam ve belâ yaralısı değilsen taklitle aşıklık alâmetleri göstererek kendine ve bana kötü söz getirme f Bir parça akıl ve düşünce sahibi ol, boşuboşuna bizi halka riis- vay etm e! Ey gül, benimle ayni renkte olmazsan ben yüzü­mün güneşini arzettiğim halde sen hararet göstermezsen, ben

L E Y L Â İ L E M E C N U N 81

kadeh tutarak «gel, ali» dediğim halde sen derhal ayağa kalkmazsan, bu bana bir âr değil midir? Çok müşahede et­tim. Aşıkın sevgiliye naz etmesi, gül yüzünü gösterdiği halde bülbülün bumrgorerek anlamazlıktan gelmesi az tesadüf olunan şeylerdendir.

Mecnun :

— Ey peri yüzlü, dedi, zavallı kuru ota ateş verme I Beni yakmağa senin hayalin yeter, visaline takatim yoktur. Ey ya­semin göğüslü, sakın yanağının aynasını beraber getirme: Vü­cudu olmıyan bir zerreye aynadan fayda yoktur. Ey huri, gözümde nur bulunduğu zaman yüzünü gözümden kaçırdın da bugün sana bakmak müşkül olunca niçin karşıma çıkıyorsun? Aşk kavuşma binasını kurarak beni mânâ âleminde seninle birleştirdi. Şekle itibar ortadan kalktı, hâşâ, surete esir ol­mam. Gönül alıcı sevgilinin yanağından lezzet bulan candır, heyhat, can nerede? Benim canım gideli çok zaman oluyor, şimdi vücudumdaki başka bir candır. Bugün tenimdeki can, gözümdeki nur, bağrımdaki kan sensin. Sen beni benden uzaklaştırdın, ben seni kime arzedeyım? Bende görünen şen­sin, ben kendim yoğum, varolan sensin. Sen daima bende tecelli ediyorsun, ben artık bundan başkasına muhtaç değilim. Eğer ben ben isem sen nesin, ey sevgili! Ve eğer sen sen isen ben zavallı neyim! Ben seninle dolu olduktan sonra hariçte senden eser aramam ve yerinden başka yer bilmem, vahdet yolunda hoş bir şey değildir, Dünya bu işi kurduğu zaman ben çocuktum o üstattı. Beni sana bağlamıştı, sanki Ebced okutuyordu. Bugün tekâmül etmiş bulunuyorum, kâmil bir adam Ebced dersi okur mu? Aşk yazısı kemale eriştikten sonra ancak bu yazıyı gö­rüp meşk ederim. Benim bir kere rüsvaylıkta adım tanıldı, bu yola sen de düşme! Sen masumluk perdesi içinde yer tüt 1 Rüsvay benim, sen iyi nam ali Dünyanın halkı Mecnun bana diyor, çılgınlık yalnız bana vergidir. Sen âlemin diline destan olma! Mecnun işi Leylâya lâyık değildir. Ey vefalı sevgili, Mecnun benim, divaneliğe ben lâyıkım. Sen halini değiştirme! Leylâ ne diye Mecnun olsun! Ey peri yüzlü güzel, gam yiyor­

6

sun, daima perde arkasına çekilerek hicmbı âdet edinirsen bu sana kâfi bir gam çekmektir. Gün gibi her zaman do­laşmağa çıkarak başkalarına yüzünü gösterme! Zira sende ne âdet görülürse benim hareketlerime delil olur. Ben aşk yo­lunda toprağım, cümle âlem benim temiz olduğumu bilir. Ey vefalı sevgili, bana acı, sakın kötü söz söyliyenlere ağız açtırma ! Benim gibi aşk yolunu tutma, namusunu her leke­den koru !

Leylâ şu cevabı verd i:

■ Ey kâmil insan, Tanrıya günahsızlıkla yaklaşmağa muktedir oldun. Senin yüksekliğinin derecesini, halinin nasıl olduğunu soruyordum. Şimdi ne halde bulunduğunu anladım. Allah için, bu hoş bir mertebedir. Sen cidden temiz bir zat imişsin, bu toprağın mümtaz bir vücudu imişsin ! insanda in­saf ve kanaat olunca nefis ve arzuyu dindirmeğe kudret bu­labilir. Ben senin aşkında riya var zannediyor ve hareketleri­ni imtihan ediyordum. Allaha şükür, senin tuttuğun yolda sevgili ile birleşmenin makbul olmadığını anladım. Kederliy­dim, beni şadettin ve bu kayde bağlanmaktan kurtardın. Ben kendine tapan bir gafildim, cahillikle daima sarhoştum. Zülfü­mü ve benimi süsler, boyuna senin benimle birleşerek zülfü­me ve benime bakmak istiyeceğini düşünürdüm, Bugün halin bana ayan oldu, kemalinin hakikaten yüksekliğini gördüm. Benim bu zülfü ve beni, kara gözü, al yanağı gece gündüz besleyişim kendi canım için değil, senin bir bakışın içindi. Ben bunları senin bir bakışına vakfetmiştim ki bir an baka­rak yaralı gönlünün gamım dindiresin; hem sen muradına eri­şesin hem de ben sevap kazanayım. Senin bakmağa temayü­lün olmadıktan sonra bende bu güzel yüzün ne işi var? Ten mahfazasıhda ruhumun incisi, bedenimin hazînesinde canımın nakdi senin yoluna harcansın, seni gördüğümde onları derhal ayağma dökeyim diyordum. Sana kavuşmakta Tanrının lût- funu, idrak edeyim, ayrılık endişesinden temizleneyim. Bugün mademki bu saadet nasip olmadı, arada kötü adlı olmağa ne lüzum var ? itibar yazısının hükmünü kaldırdım,

82 L E Y L Â İ L E M E C N U N

L E Y L Â İ L E M E C N U N 83

adem yolunu tuttum. Daha ne zamana kadar ruhumun aynası vücut tozu iie bulanacak! Artık aynanın parlak olaca­ğı, zatın sıfatlarından müstağni kalacağı zaman geldi. Gönlüm gamın kanlı yaşile dolmuş, gonca gibi tutulmuştu. Sevgiliye ulaşma feyzinin tesirile bu goncanın açılıp gülme zamanı gel­di. Yaygımı toplamam, kendimden alâkamı kesmem farzoldu. Adem Örtüsile tenimi saklamak, yüzüme fanilik peçesini çek­meliyim. Tâki sevgilimin istemediği yüzümün gözümün güzelliği başkalarının gözlerine nasip olmasın. Zira kabiliyetli güzelliğin nasibi kendisine âşıkm temayül göstermesidir. Mademki âşık güzelliğimi kabul etmiyor, böyle bir noksanla kalmama ne lüzum v a r !...

Ay yüzlü Leylâ sözünü bitirmeden' ansızın deveye binmiş birisi göründü. Baktı ki deve ile yüksüz bir nefer rüzgâr gibi hızla geliyor. Yasemin kokulu, gül yanaklı güzel bu koşmanın ken­disi için olduğunu anladı. Bildi ki rakip kötü düşüncelidir, gonüle gam, cana belâdır; kendisi kaybolduğu zaman hızla onu aramağa çıkmış.

Diken henüz gül bahçesine gelmeden gül gülistan içine veda ederek ayrıldı. Mecnunla konuştuğuna o yabancı vâkıf olmadan hızlı koşan deveyi kımıldattı, Arayan adam o güneşi gö­rünce koşmayı bıraktı. Tanrının muradını vermesine sevindi, dönüp gene menziline doğru yola koyuldu. Şahini yuvaya getirdi, fidanı bahçıvanına teslim etti.

Mecnun yine hicran ve figan içinde, konuştuğu yılanlar ve beraber yaşadığı karıncalarla kaldı. Ne duracak kararı ve takati, ne de dolaşmak için elinde iradesi vardı.

Mihnet ve keder ülkesinin büyük hükümdarı dertli Mec­nun öyle temiz bir insandı ki bu yeryüzü onun gibi birisini daha görmemişti. Onun yeri Tanrı yakınlığının mamureleri idi ve ona hürmet etmek bütün ruhlara Jarzolmuştu. İnsan oğlunun kötülüğünden nefreti kendisini vahşet sahasına sev- kettiği zaman her can av arı,bir. melek tutmuş ve bu suretle vahşî hayvanlar kendisine arkadaş olmuştu. Görünüşte arka-

84 L E Y L Â İ L & M E C N U N

dağları kurtlar, kuşlardı, fakat hakikatte o meleklerle geziyordu, itidalde gösterdiği üstünlük onu çokluğun eleminden kurtar­mıştı, Bu cihan seyyahı dünyada sıcak derdi ve soğuk üzüntüsü çekmezdi. Cihanın değerini takdir etmiş, varını yok saymıştı. Yiyip içme külfetinden uzak kalan temiz vücu­du nurla dolmuştu. Temiz huylar edinmeğe muvaffak olarak mecaz vasıtasile hakikati bulmuştu. Görünüşe itimadı yoktu, eseri istemekten maksadı onun sanatkârını aramaktı. Güzel söz bilen ruhu şiirle doluydu ve her nüktenin manevî taraf­larına vâkıftı. Sesi çok tatlı, üslûbu dürüst, usulü düzgündü. Serbestçe her ses çıkardığında kuşlara uçuş yolu açardı. O zulme uğramış bazı gazel bazı kaside tanzim ederek vakitli vakitsiz yanık yanık okurdu. Kendisile beraber bulunan bir çok azizler şiirini tamamile yazarlar ve boyuna okurlardı. O ayrılığa düşen garip ekseriya bu sebeple âlemlere meşhur oldu. Sesi, zekâsı ve güzelliği halden anlıyanları kendisi­ne bağlamıştı.

LEYLÂNIN ÖLÜMÜ

Leylâ kavuşmadan teselli bulamıyarak Mecnundan uzak­laşınca cihandan alâkayı kesmiş, canını gözden çıkarmıştı.

Kışın yağmacı eli gülistanın yaygısını dürüp topladığı bir mevsimdi. Bahçenin içi matem yeri olmuş, kargalar ma­temli sesierile inlemeğe başlamıştı. Lâle, Leylâ gibi örtünmüş, erguvan dalı Mecnun gibi üryan olmuştu. Ağaçlar sanlık hastalığıyle titrek, sayıf ve solgun yüzlü bir hale gelmişti. Gülün ve lâlenin meşaleleri sönmüş, kasırga bahçeyi karan­lığa boğmuştu. Gül havanın taarruzu korkusile süslü elbise­lerini bağlarda saklamış, lâle rüzgârın nefesinin zulmünden çekinerek lâalini dağlarda gizlemişti. İrmak bir yılan gibi ol­muş, her hareketinde su yerine zehir döküyordu. Yağmur gökten yere indiği zaman her damla bir ok kesilerek bahçeye zulmetmek istiyormuş bigi esen rüzgârın uyunculuğu da bir büyü ile suyu demir haline getirerek ondan bahçenin vücu­duna zırh yapmıştı.

Dertli Leylâ bu havada bir gün gamını gidermek ar- zusile bahçelere çıktı. Baktı ki ne gülden ve lâleden eser, ne de ağaçlarda yaprak ve yemiş var. Çimenliğin safası kay­bolmuş, neş’e yokluğu son dereceye varmış. Ne yeşilliğin üzerinde parlaklık, ne de yaprağın yüzünde su kalmış. Çi­çek bahçelerini böyle matem yeri görünce canı ince bir duy­gu ile yanmıya başladı. Bağrının yarasile yana yana gamını bahçeye açtı:

— Ey bahçe, bu soğuk ahin nedir? Ben hastaya derdi­ni söyle! Ben de senin gibi dertliyim, bir gülden uzak, sol­gun ve iniltiliyim. Ne köyünün bahçesine varabiliyorum, ne de yanına varmak devletine nail ediliyprum. Sen gerçi güze tutulmuşsun, fakat muhakkak bahara kavuşacaksın. Bende ise kavuşma ümidi yok, gara ve gussam senden fazla...

86 L E Y L Â İ L E M E C N U N

Gam derdini gittikçe arttırdı, acıyarak yüzünü göğe çe­virdi. Sırrını Tanrısına açarak gönlündeki yalvarışlarını ifa­de—ettû—

— Ey Kıyamet meydanının hâkimi, ebediyet tahtının Sultanı! Ümitsiz kalma ateşine yandım, vallahi bu vücuttan bıktım. Sevgili tarafından kabul edilmedikten sonra bu ha­yattan üzgünüm. Ben sevgili ayrılığının gecesinde bir mu­mum, bahtım kara ve yanık. Dünyanın cefası beni yaktı, öl­medikçe bir an dinlenemem. Birbirimize kavuşmak ihtimalini düşünerek vücudum baki kalsın diyordum. Fakat güneşim Pertev burcunda. Anladım ki aramızda perde vücutmuş. Y a ­rabbi, beni yokluğa karıştır, zira Hak yolu yok olma yolu imiş...

Samimî duası tesir gösterdi, hemen mizacı değişti. Ona yakışmıyambirhayanm^^tgittikçe derdi fazlalaştı. Nöbet ateşi rahatını kaçırdı. O peri yüzlü, ateş gören bir mum gibi nöbet içinde mahvoldu. Ter­den suyu giden Jbır gül gibi güzelliğinin parlaklığı eksildi. Zayıflığı o dereceye geldi ki vücudu döşek içinde kayboldu. Kendisini yatakta arayan, bitkin vücudunu göremezdi. Sıh­hat alâmetleri kaybolarak ölümüne birçok deliller göründü. Çekinme örtüsünü kaldırarak gizli sırrım annesine açtı:

— Ey gönlümün derdine deva olan, emel mumumun ışığı anne! Derdimi saklamak canıma yetti, mümkün olduğu kadar tahammül ettim. Şimdi gitmek icap edince bu sırrı meydana vermek lâzım geldi. Ey zavallı, şunu bil ki beni helâk eden sevgi kılıcıdır. Vücudumda aşk gamının ıstırabından başka bir derdin ateşi yok. Ben dertli ve kimsesiz bir âşıkım, bir ay yüzlüye tutkunum. Onun sevdası ile varım yok oldu, ömrüm heve- sile geçti. Yüzünü çok arzu ettim, bir gün ona kavuştuğu­mu göremedim. Bugün ölürken de gene gönlümde onun ateşi var. Kısmet böyleymiş, elden ne gelir! Yalnız ben perişan onu severek gamiyle ağlamakta değilim; o da ben dertliye vurgundur ve belâ vadisinde hayrandır. Onun çılgınlığı ben­den daha fazla, adı Kays iken Mecnun oldu. Daima günle­

L E Y L Â İ L E M E C N U N 87

rini benim derdimle geçirdiği halde bir gün muradına ere- memiştir. Benim yüzümden zemaneye rüsvay ve dillere des­tan oldu. Ahi ve figanı boşuna değildir. Ona karşı işlediğim bu günah beni yakmaz mı? Ben bu yeryüzünden giderken derdim şu ki ona karşı mahcubum. Ey benim dünyada ya­kınım, dert ortağım, teselli vericim anne! Ben dünyaya veda ederek baka ülkesine gittikten sonra sen bensiz ahlar çekip figanlar ederek sahralara düştüğün zaman eğer yolun onun bulunduğu yere uğrarsa derdimi o sevgiliye anlatl Onunla karşılaştığın zaman sakm gafil olma, o iyi bir insandır. Ete­ğini tutarak rızasını iste, ben suçlu için duasını al! Ona de ki:

— Ey vefalı sevgili, dertli Leylâ senin yolunda can ver­di. Aşkında sözünü yerine getirdi, iddiasının aksi görülmedi.

Ve benim tarafımdan ona hitap et*— Ey aşkta vefadan dem vuran! Ben Tanrıya yaklaşma

halvetine herşeyden âzâde, şad ve m es’utöldüm. Tereddüt edip gecikmeden sen de gelmeğe bak, ben bekliyorum, bilmezlikten gelme! Eğer sen de bu yolda sa­dıksan sabretme, dünyadan ayrıl! Ağyarın bulunmadığı bir yerde gönlümüzün istediği zevki duyarak birbirimize yar olalım, Ben d®st ayıplamalarından' ve kötü kalplilerin çev­rinden uzak kalarak - hoş bir emniyet menziline yol buldum. Benden, seni haberdar etmek. Eğer ir ade n yarşa Tann^ başla!..

Dünya misafiri Leylâ vasiyetini bitirince yolculuğa ha­zırlandı. Şefkatli sevgilisini andı ve kovuşma arzusu ile canını verdi. Zavallı anası başını açarak kanlı yaşını başından aşır­dı. Kâfur gibi ak saçlarını safran gibi sarı yüzüne döktü, içinin ateşile figan ederek çok ağladı sızladı, ah etti. Bütün âlem matem tutarak gelip toplandı. Hürmetle sabır göstere­rek cenaze merasimini yaptılar. Kabrini düzelterek taşını yaptırdılar. Ten toprak içine çekildi, ruh göklere çıktı. Has­ret duyanlara Tanrıya yaklaşma nasip oldu, damla umma- nına ulaştı.

MECNUNUN ÖLÜMÜ

Dertli Zeyd vak’ad an haberdar olunca derhal yola çıka­rak vaziyeti hazin Mecnuna bildirdi :

— Ey bahtı kırık şaşkın, heyhat, emeklerin zayi oldu 1 Kötü talihini bozmak için baş vurduğun tılsım essasız çıktı* Artık bu uğraşmandan ne çıkacak? Pazar bozuldu, yaygını topla ! Bu işe devamdan vazgeç i Leylâ canını sana verdi. Sen baki kal, o fani oldu. Ey belâ çeken, senin canını yolu­na vakfettiğin güzel senin uğrunda kendini feda etti. O hu­ri Cennete gitmek üzere yola çıktı ve Cennettekti yerini mâmûr etti...

Mecnun bu haberi duyunca içinin ateşile öyle bir ah çekti ki sesinin dalgalanışmı sevgilisi öbür dünyadan işitti. Feryadı ile az kalsın Leylâ ecel uykusundan uyanacaktı. Bir an çağlayışı yükseldikten sonra aklı başından giderek yere yıkıldı. Kendisine geldiği zaman ah edip solgun yüzü­nün üzerine çiyler yağdırdı. Zeyde kötü sözler söyliyerek feryada başladı :

.— Ey zulüm meclisinin sâkısi! Ben sana ne yaptım ki canıma ve takatsiz gönlüme kasdettin? Ben zavallı dertliye kıydın, canıma zulüm ateşi verdin Bu sunduğun kadeh me­ğer zehirmiş, zira ölüm haberi bildirildi. Bir karmcacığa karşı bu hınç nedir? Sürahi çeliğe mukayemef; edebiUr Yaptı­ğın zulmün neticesinden sakın! Bu günahına mukabil bari bir de sevap işle ! Beni sevgilinin bulunduğu yere götür, onun mezarına mum yap

Zeyde arkadaş olarak yola düştü, öyle bir hal ile ki Al­lah korusun !.. Gül yüzlüsünün mezarını gördüğü zaman üzerine kapanarak mezarı kucakladı. Göğsünü lahit gibi ya­rarak mezar gibi başma toprak saçtı. Kanlı gözyaşlarını mezar üstüne akıttı, gözyaşları mezar taşını lâale çevirdi.

L E Y L Â Î L E M E C N U N 89

Yaşlan yeri doldurarak toprağa su geçti. Kararsız gözyaş­larının incisi mezar içindeki sevgilisine hediyesi oldu. Ve gözyaşlarına hitap etti:

— Ey kara ayrılık gecesi yıldızı, şimdi senin için doğ­mak vacip oldu, zira o güneş battı. O ay öyle bir burçta yer aldı ki ona rüzgâr yoldaş olamaz. Aman, eğer mürüv­vetin varsa, durma, toprağa girerek onu a ra ! O biricik inci­nin nerede olduğunu, zaman felâketinin ona neler ettiğini gör I Ayağını öperek yalvarışlarımı ona yetiştir ve şu yalva­rışla sırrımı sö y le :

— Ey meşalem, bu çekinmen, ben bahtı karadan saklan­man nedir? Dünya gam şarabının kadehini sunduğu zaman bu kadehi hem sen içtin hem de ben. Demek bu şarap seni sarhoş etti ki mecliste fazla kalmadın. Geceyi aydınlatan na­dide bir. mumdun, aşk zevkinden içine ateş düştü. Gerçi bir hayli zaman yandın, fakat gönül ateşine mukavemet edeme­din, usandın. Uyanık kalmağa dayanamadın, şehlâ gözün uy­kuya meyletti. Ey ay, bu yolda benim yoldaşımdm, yoldaş yoldaşını bırakıp gider mi?.. Ey toprak, göklere karşı öğün, zira o temiz inci seninle beraber oldu. Ey yılan, onun zülfü­ne dokunma, zira benim dertli gönlüm onun içinde bulun­maktadır. Ey karınca, onun benine taarruz etme, zira benim benden ayrılan canım ona bağlıdır.. Ey hayat, artık sen de sona er, çünkü âlema gözüme zindan oldu. Dünya sevgili varken güzeldi, sevgili kalmadıktan sonra ne varsa yok ol­sun! Ey can, ben hastaya veda et, bir hasta ile uğraşman yeter! Ey ecel, sana hasretim, kerem et! Elemimi gider, gamı­mı kaldır! Beni gamın ıstırabından kurtar, vücuduma adem­den müjde ver! Aynamı pasından temizle, itibarımın perdesi­ni yırt! Arada ne engel varsa kaldır, beni o sevgiliye ka­vuştur! Ağyarın bulunmadığı bir halvette sevgili bana visal teklif ediyor. Eğer ben gitmezsem hatadır, senden bana bir medet lâzım. Allah aşkına, bana bu yardımı ihmal etme! Zi­ra talihime saadet yüz gösteriyor. Tanrım! Bana can ve ten gerekmez, sevgili olmadıktan sonra cihanın lüzumu yok. Ar­

tık beni zelil ve »hakir yapma, dünyada şaşkın ve perişan bı­rakma!..

Gönlünün sırrım söyleyinc Takdir arzusuna uygun düş­tü. Hakkın inayeti imdat ederek onu maksadına ulaştırdı. Emel bahçesinden gül topladı, ecel sürahisinden şarap içti. Sevgilinin mezarını kucaklıyarak canını bu mezara feda etti. Bu kararsız ve bitkin âşık tatlı canım Leylâ diyerek verdi. Sanki canı elinde idi ve daima bu zamanı bekliyordu. Zaman geçip te bu an gelince cana çıkması için izin verildi. Sevgili­si bulunduğu müddetçe onun yeri dünya idi, sevgilisi dün­yayı terkedince o da dünyadan ayrıldı,

, Gamlı Zeyd bu hali görünce figan ederek yakasını yırttı Feryat edip bağırmağa başladı, sesi göklere çıktı. Öyle ya­nık yanık ağladı ki o anda ahmm ateşine âlem geldi. Halk toplanarak kara bahtlı Necnunu gördüler. Baktılar ki meza­rın üstüne yıkılarak sevgilisine canım vermiş. Haline hep ağlıyarak defnetmeyi kararlaştırdılar. Zayıf vücudunu yıka­yarak sevgilisinin mezarını açtılar ve kendisini de o mezara koydular. Gamlı gam dağıtıcısına yetişti, göklerde ruh ruhla anlaştı, yerde ten tenle birleşti. Aradaki engeller ortadan kalktı, ariyan İsteğine ulaştı. Bir meclis iki sultana yer, bir burç iki aya makam oldu. Mezar üzerine alâmet koydular. Bu macera bütün cihana yayıldı. Bu kabri tavaf edenlerin muradı hasıl olduğundan halk ona sevgi gösterdi. Zaman geçtikça hürmet kâzandı, bütün halkın derdini söyleme ve deva isteme yeri oldu.

Zeyd bu şehitler mezarına komşu olarak sadakat eserleri gösterdi. Tamir için çok şeyler verdi, zamanla binalar yap­tırdı. daima içi yanarak mezarın kandiline ışık verirdi. Su ve süpürge yerine sanki gözyaşı ile kirpiğini kullanırdı. Her an matemini tazeler, ah ve figanım eksik etmezdi.

Bu şefkatli ve uygun arkadaş bir gece sabaha karşı hasta vücudunda tâkat kalmıyarak mezara yaslanıp uykuya dalmıştı. Uykuda bu yaralıya bir bahçe içinde iki ay parçası

90 L E Y L Â İ L E M E C N U N

L E Y L Â İ L E M E C N U N 91

göründü: Zevkten yanaklarında nur ışıldıyor; gam, gussa ve dert korkusundan uzak bulunuyorlar; ağyar taarruzundan âzâde, zevk ve neş’e ile şâd, hoş vakit geçiriyorlardı. Her, ay yüzlüye bin melek şekilli mahlûk sevgi ve itaatle hizmet edi­yordu. Zeyd bunların nasıl aylar, ne rütbeli sultanlar oldu­ğunu, bu bahçenin hangi İlâhî bahçe olduğunu ve bu mah­lûkların ne nazik bir zümre olduğunu sordu. Burası cennet­tir, dediler, bu mübarek mahlûklar huriler ve Gılmanlardır. Bu nur yüzlü iki ay da vefalı Leylâ ile Mecnun. Aşk vadi­sine temiz olarak girip bu temizlikle toprak olduklarından yerleri Cennet bahçesi ve uşakları Hurilerle Gılmanlar oldu. Bu dünyada takdire razı olarak bütün belâlara sabrettikle­rinden vefasız dünyadan gidince o gam ve belâdan kurtul­dular.

Zeyd uykudan uyandığı zaman bu nükteyi halka anlattı. Halkın itikadı daha fazlalaşarak kabri ziyaret etmek âdet oldu.

SON SÖZ

Sakîl Halim demişti, söz söylemeğe mecalim kalmadı. A r­tık fazla şarap verme, acı, zira, çok sarhoşum. Bu gafletle günler geçirdim, yaptığım işten fayda görmedim. Ah bu ce- virden! Dünya ahvalimi bozdu. Dün gözümden inci gibi taze yaşlar dökerek dünyaya dedim kİ:

— Ey cefakâr 1 Bir gün gam ve mihnet tuzağından kur­tulmadım ve gidişinden şâd olmadım. Ahbapların vaziyetine zıt olarak dönüyor, kemal sahiplerine cevrediyorsun. Mecnun eğer cahil olsaydı ona itaattan çekinmezdin. Fermanına baş eğer, gönlünü şâd ederdin. Hüner ve görüş sahibi olduğun­dan dolayı onu akranı içinde hakir ve şerefsiz ve itibarsız yap­tın. Eğer Leylâ bir hayasız, yahut senin gibi bir şefkatsiz ve vefasız olsaydı, ona boyuna cevretmez, daima gönlüne göre dönerdin. Fazilet sahiplerine temayül gösterdiği ve uygun idrakli olduğundan kendisini mütemadiyen gam elinde ağlat­tın, dünyanın perişanı yaptın. Ben de bir müzevir olsaydım bana yardımda kusur etmezdin. Senden istediğim olur, dev­rinde rahat ederdim. Fakat vakar ve haya sahibi olduğum için çevrinle daima hakir oluyur ve inliyorum. Senin dönü­şün bu şeklide imiş, ben de işte sana itibar < etmiyorum.

Dünya benim sitemimi işiterek şu eda ile cevap verdi:

— Ey haluı vaziyetinden haberi olmıyan, her hikmeti gÖremiyen hünersiz! Ben emre uygun olarak dönmekteyim, ettiğim çevir hikmete vefadır. Yalnız sen hatâ ediyorsun, zira tarikatının piri arzu ve hevestir. Şairlikle iftihar ediyorsun; yalanı kendine âdet edinmişsin. Mecnun dediğin o yüksek

93

varlık her türlü bilgi kabiliyetini senden aldı. Ona divane adını sen verdin, zulüm ve sitem de ona senden geldi. Ley­lâ dediğin tam ay’ı ben aziz olarak perde arkasında sakla­dım. Onu âleme sen rüsvay ettin, bin tekdire lâyık bir hale getirdin. Kâh Nevfele gadir yaptırdın, kâh Ibni Slâma zulüm isnat ettin. Utan! Bu ne herzedir, bu ne manâsızlık? Ne Ibni Selâmı, hangi Nevfel? Efsane anlatmak istedin, sözüne bun­ları bahane yaptın. Ölmüş insanları ittihamlara düşürerek sözünle onları incittin. Ölülerin zulmüne girerek bu âsude- lere azap verdin. Halk cürmüne karşı ses çıkarmasa da bu iftira senden sorulur. Bu sana vicdan azabı vermez mi? Bu meseleye ne cevap vereceksin?

L E Y L Â İ L E M E C N U N

MESELENİN CEVABI

Ey söz bahçesinin bülbülü, - söz sarrafı, yanık Fuzulîf Eğer oyuncu dünya sana dil uzatarak yalancı dedi ise al­danma! Şiire fena deyip bıkma, nazım sermayesini kolay zan­netme! Gönül hâzinesinin incisi, insanın evsafını gösteren sözdür. Eğer insan bilirse söz ruhtur, sözün idraki insana başka bir ruh verir derler. Allah aşkına, bugün senin sözle ölülere hayat vermen fena bir şey midir? Mecnun ile Leylâyı anarak ruhlarını şâd ettin.

KİTABIN YAZILIŞI VE TARİHİ

Ey ilerliyen kalem, ne güzel, ben yolcuya yoldaş oldun! Bin gayretle işimi bitirdin ve beni nihayet menzilime ulaştır­dın. Rahmet sana, zira sen yardım ederek bu eski binayı imar ettin: Dışı gözyaşı ile gümüş işlemeli, içi ahla anber renkli. MahzenlerJ dert cevherinin hâzinesi, pencereleri soğuk nefes nı.enfezi. Hasılı bir bahçe tanzim oludu ki her lâlesinin bağrında yüz yara var. Bağır kanı ırmağının suyu, kirpik ucu ilkbahar bulutu. Bu kitap Leylâ - Mecnun namına yazıl­dığı zaman Vahdet işaretleri meydana çıktı, hikâye vahdetle biterek iki âşıkm birleşmesi tarihine uygun düştü.

VEFA SAHİPLERİNİN KUSURA BAKMAMASI ÜMİDİ VE ZEKÂ SAHİPLERİNDEN DUA TEMENNİSİ

Ey kıskanç, insaf et, insafl Dil uzatma, zira kendi cev­herin saf değil. Harap ve muztar, zamane gamlarından mü» kedder ahvalime baki Bu ahval söz dairesi değildir, dilsiz kalmayışımı takdir eti Benden hatasız fikir isteme, sözüm ah­valimle mütenasiptir. Halis cevehri azdır deme, ne fiyat ver­diklerini sor! Allah bilir ki eğer bir alıcı olsaydı meydana, bin gizli hazine çıkarırdım. Hususile bu yazılan da bir zevk ve şevkten mahrum değildir. Hünerin ayıbını arama yoluna gitme, şiirime haset etmeyi kendine âdet yapma! Boşuna ta­arruz ettiğin yeter, elinden geliyorsa buna benzer bir şey de sen yap. Taarruz ve inadı terket, zira bu vadi cehalet va­disidir. Daima hayır sözünden dem vur ve eğer hayırlı söz; söylemezsen sus, sus I

S O N

Cumhuriyetin 20 inci yıl dönümü­ne yetiştirmek için hazırladığımız 20 kitap arasında çıkan bu kıymetli ese­rin başımı tabiatile açeleye geldi. İkinci basımı birçok izaha muhtaç noktalarının şerhleri ve ayrıca bir lügatçe ilâvesile çıkarılacaktır.