kütüb-i sitte'nin eleştirisi ve kuran'a arzı - fereç hüdür

984
KÜTÜB-İ SİTTE’NİN ELEŞTİRİSİ VE KUR’ÂN’A ARZI Fereç Hüdür Fereç Hüdür’ün KUR’ÂN ARAŞTIRMALARI 1

Upload: ozgur-islam

Post on 30-Jun-2015

1.525 views

Category:

Documents


87 download

TRANSCRIPT

Page 1: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

KÜTÜB-İ SİTTE’NİN

ELEŞTİRİSİ

VE

KUR’ÂN’A ARZI

Fereç Hüdür

Fereç Hüdür’ün

KUR’ÂN ARAŞTIRMALARI

1

Page 2: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

ÖNSÖZ

Zamanımızda, dünyada kendisine Müslüman diyen ve kendilerine ait elli kadar devletleri bulunan bir milyardan fazla insan bulunmaktadır. İsmen kendilerini Müslüman olarak tarif etmelerine ve dini kitaplarının Kur’an olduğunu söylemelerine rağmen, aralarında inanç yönünden büyük farklılıklar ve derin ayrılıklar mevcuttur. Bu ayrılıkları nedeniyle çeşitli mezheplere ve fırkalara bölünmüşlerdir. Bölünmüş olan bu gruplardan her birisi kendi mezhebine dayalı olarak bağlısı olmadığı diğer fırka veya mezhep bağlılarını dini açıdan yalanlayıp, hatta tekfir etmektedir. Bu durum günümüzde de öyle olduğu gibi, asırlardan beri süregelen bir olaydır. Olay bununla da bitmemektedir, aynı fırka veya mezhebi benimsediğini söyleyen herhangi iki şahıs bir araya geldiğinde, inanç yönünden bir birlerinden farklılıklar gösterip, tartışma içerisine girerek birbirlerini tekfir edebilmektedirler. Ve dini tartışma içerisine girip ayrılığa düşen şahısların halktan kimseler olması veya fırka ve mezheplerin dini temsilcileri olması durumu değiştirmemektedir. Ve hatta bunlardan herhangi tek bir şahıs dahi kendi nefsinde çelişkili olup, dinle ilgili olarak sabah söylediğine akşam, akşam söylediğine sabahleyin aykırı sözler söyleyip kendi kendisiyle çelişkiye düşebilmektedir. Bu gibi hususlar normal olmayan ilginç durumlar olduğu gibi, muhakkak bir nedeni olmalıydı. İşte bu nedenin dayalı olduğu öğretiyi merak ederek araştırıp ortaya koymayı amaçladım. Bu amaçla ilgili olarak 1991 yılında başladığım çalışmamı 2000 yılının sonunda tamamladım. 10 yıllık çalışma ve araştırmam neticesinde iki kitaplık bir çalışma meydana getirmiş oldum. Bu kitabın hareket noktası, gruplar, mezhepler ve meşhur fertler tarafından İslam dini adına söylenmiş birçok söz ve öğretinin kaynaklara dayalı örneklerini göstermek suretiyle kendi içlerindeki ve aralarındaki çelişkileri göstermek ve bu örnekleri Kur’an açısından ele alıp, Kuran’a aykırı olarak ihtiva ettikleri hususları göstermektir.

FereçHÜDÜR SİİRT

2

Page 3: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Kuran’ın İslam öğretisine rıza göstermeyen çeşitli fert ve topluluklar, Allah’ın koruması nedeniyle Kur’an’ı değiştiremeyince İslam’a saldırmak için başka yollara başvurdular. Bu yolları başlıca şöyle sıralıya biliriz:

1. Peygamber adına yalan hadisler uydurmak,

2. Uydurulan hadislere dayalı mezhepler meydana getirmek,

3. Tasavvuf adı altında faaliyette bulunmak suretiyle sofistlik yapmak,

4. Felsefe yoluyla saldırmak,

5. Kur’an ayetlerine yanlış ve batini manalar vermek.

6. Ayrıca İslam’a, İslam’da olmayan Irkçılık, Babadan oğula saltanat, diktatörlük gibi kavramlar ve oluşumlar isnat etmek ve bunları İslam’a karşı kullanmak.

Bunları anlatırken geniş kitlelere yayılmış olanlarına ağırlık verecek, diğerlerine ise kısaca yer vermeye çalışacağım.

HADİS FAALİYETİ:

Bu faaliyet hicri üçüncü asırdan itibaren başlıca iki dalda gelişme gösterdi. Bunlar Kütüb-i Sitte adı altında ehli sünnetin kabul ettiği rivayetler ile Kütüb-i Erbaa adı altında İmâmiyye Şiasının kabul ettiği rivayetlerdir. Bunların durumu şu şekildedir:

A- EHLİ SÜNNET VE KÜTÜB-İ SİTTESİ: Kütüb-i sitte’nin kelime manasından kastedilen, altı kişinin hadis kitapları şeklinde olup, bu şahısların kitaplarında 35647 hadis bulunmaktadır. Bu hadisler ayrı ayrı olmayıp, her biri bazen on beş yirmi kerelik tekrarlar halindedirler. Ayrıca bir şahsın kitabında yer alan bir hadis diğer bir şahsın kitabında ya aynen ya da biraz değişiklikle, büyük çoğunlukla yer

3

Page 4: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

almaktadır. Öyle ki tekrarlar dikkate alınmasa 35647 hadis 4000 hadisi bile bulmamaktadır. Bu 4000 hadis bir kitaba sığdırılabilecekken, gerek tekrarlar suretiyle, gerekse şerhlerle büyük bir külliyata dönüştürülmüş. Öyle ki inceleme yaptığımda her biri yüzlerce sayfalık 57 cilde bakmak zorunda kaldım. Ayrıca dikkatimi çeken şeylerden bir tanesi de bu hadis uydurma faaliyetinin iddia ettikleri gibi fertler tarafından din gayretiyle yürütülmüş bir hareket olmayıp, birbirlerine çağdaş kimseler tarafından ve bağlantılı olarak yürütülmüş sistemli bir hareket olduğudur. Şöyle ki:

1- Buhâri (Hicri 194-256) tekrarlarıyla birlikte 9082 hadis.

2- Müslim(Hicri 204-261) " " 7275 “

3- Nesai (Hicri 215-303) " " 5724 “

4- Ebû Dâvud (Hicri 212-275) " " . 5274 “

5- Tirmizi (Hicri 209-279) " " . 3951 “

6- İbnû Mace (Hicri 209-273) " " .. 4341 “

TOPLAM 35647

Ayrıca diğer bir hususta bu şahısların Arab asıllı olmayıp, Buhara, Merv, Horasan tarafında yaşayan kimseler oldukları ve İslam’ın yayılmasını engellemek için Kur’an öğretisine karşı bir ekol oluşturmuş olmaları hususudur. Arab asıllı değildirler derken ırkı söz konusu ettiğim zan edilmesin. Ancak şunu demek istiyorum ki, ne sahabeler nede tabiin tarafından ortaya atılmış bir hareket olmadığı gibi, Araplar arasında o döneme kadar hadis öğretisi söz konusu değildi. İslam derken sadece Kur’an öğretisi anlaşılıyordu. Zira hadis rivayeti konusunda yasaklarda mevcuttu, ondandır ki bu hareket Mekke ve Medine’nin çok uzağında hicri üçüncü asırda geliştirildi. Hadis diye peygamber adına uydurdukları iftiralara delil olarak yine kendilerince uydurulmuş ravi senetlerini gösterdiler. Kur’an’ı ölçü olarak kabul etmediler.

4

Page 5: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bunlara sormak gerekir! Hadis metnini uyduran insanların senedi de uydurmamaya verilmiş bir sözlerimi var? Yada senedin uydurulmamsına mani olan şey nedir ki, ravi zinciri şeklinde uydurulmuş sened hadisin sağlamlığına delil olabilsin? İş bununla da bitmiyor. Kur’an’ı ölçü olarak kabul etmedikleri gibi, uydurdukları rivayet iftiralarının Kur’an’ı nesh edebileceğini, yani ayetleri iptal edebileceğini iddia ettiler. Ve bu iddia çerçevesinde mezhepler geliştirdiler. Çok ilginçtir, geliştirmiş oldukları dört mezhebin imamları da Arab asıllı değildirler. İddia ettiklerine göre bu imamlar adına oluşturulan mezheplerden birine bağlı olmak İslâmi bir mecburiyetmiş. Ayrıca yukarıda belirttiğim, gibi iddia ettiklerine göre hadisin doğruluk güvencesi ancak ve ancak isnat ettiği ravi senedidir. Bu senet uydurmalarını da ağırlıklı olarak 5374 hadis ile hayali bir şahıs olan Ebû Hüreyre’ye isnat ettiler. Ebû Hüreyre’nin kelime manası “kedinin babası" demektir, ve güya bu bir şahsın takma adı imiş. Böyle bir şahıs bilinmediği gibi ne kendi adı, nede babasının adı bilinmemektedir. Adı hakkında 30 değişik rivayet olup adının ne olduğu tespit edilememiştir. Babasının adıyla ilgili de çeşitli rivayetler yapılmaktadır El-Kutb El-Halebi bunları kırk dört değişik rivayete çıkarmaktadır. Ve bu

iddiaların hepsi bir yakıştırmadan öteye gidemez, zira böyle bir şahıs kanaatimce hiçbir zaman yaşamamıştır. Hadis ekolünü kuran bu ekip, bu şekilde hayali bir şahsa hadislerini dayandırmakla bu yönden yalanlanmalarının yolunu kapatmak istemişlerdir. Zira gerçek bir şahsa isnat etmeleri halinde birilerinin çıkıp da bizim dedemizin dedesinden duymadığımızı sen kimden duydun deyip onları yalanlayabilirlerdi. Benim kanaatimce hiçbir zaman böyle bir şahıs yaşamamıştır. İşte hadislerinin gerçek olduğuna dair verdikleri en büyük güvencelerden biri bu hayali şahsiyettir. Kaldı ki senedin hadisin sahihliğiyle (gerçek olmasıyla) ilgili hiçbir manası olamaz. Hadis metnini uyduranlar kolayca senedi de uydura bilirler. Falan, falana söyledi şeklindeki bir

5

Page 6: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

uydurmanın zorluğu veya imkansızlığı nedir ki hadisin sahihliğine güvence olabilsin.

Buhâri’nin altıyüzbin hadisi senedleriyle birlikte ezbere bildiğini ve kitabına aldığı hadisleri bunlar arasından seçtiğini iddia etmişlerdir, bundan da anlaşılmaktadır ki senedleriyle birlikte yüz binlerce hadis uydurması mevcuttur ve hadisleri uyduranlar senedlerini de uydurmuşlardır. Bu onların kendi ifadeleridir. Öyleyse senedli olmalarına rağmen güya sahih görmemiştir ve dolayısıyla hadis metniyle beraber senedlerinde uydurulduğunu itiraf etmiş olurlar. Bu mantık kitabına aldığı hadisler içinde geçerlidir. Bir hadisin ne şekilde olursa olsun sened ihtiva etmesi onun sahih olduğuna delil teşkil edemez. Bu konuda daha birçok eleştiriler getirmek mümkündür. Kitabın çok hacimli olmasını amaçlamadığımdan bu kadarla yetiniyor ve işin esasına değinmek istiyorum.

Bu kadar yoğun bir şekilde asırlardan beri insanlara din diye takdim ettikleri ve Kur’an’dan üstün tuttukları hadislerin içeriği nedir ve bunları öneren imamları kimlerdir, bunları belirtecek olursam:

BUHARİ: Künyesi "Şeyhu’l İslam ve İmâmul-Huffaz Ebû Abdullah Muhammed İbnu İsmail, İbnu İbrahim, İbni’l Muğire, İbni’l-Berdizbe el-Buhâri el-Cu’fi" (H.194-256). Doğum yeri Buhara olup ölüm yeri de Semerkant’ın Hertenk köyüdür. Görüldüğü gibi yaşayıp öldüğü yer Arabistan’ın çok dışındadır. Kendisinden Müslim ve Tirmizi hadis almışlardır. Tirmizi ile Ebû Dâvud (ö.316) talebeleridir. Müslim kendisine “Müsaade et, ayaklarını da öpeyim, ey üstadlar üstadı, ey muhaddislerin seyyidi, İlel’de hadi doktoru" demişti. Sahihinin en meşhur nüshaları Nesefi Nüshası ve Firebri Nüshasıdır. Nüshalar

arasında farklılıklar vardır. Bazen “Babun" şeklinde kalıp hiçbir fıkhı hüküm ifade etmeyen başlıkların yer alması, bazen başlık olduğu halde arkadan hadis kaydetmeden bir

6

Page 7: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

başka bab başlığına geçmesi. Sonrakiler tarafından bu boşluk doldurulmuştur.

Meşhur Çağdaşları, Ahmed İbnu Hanbel, Yahya İbnu Main, Ali İbnu’l Medeni, Salih Cezere, Nesefi, Firebri.

Buhari hadisleri kitabına yazarken sahih olmaları konusunda Allah’a danışmış olduğu garantisini de vermektedir. Bu hususla ilgili olarak şöyle demiştir. “Herhangi bir hadisi Sahih’e dahil etmezden önce yıkanıp iki rekat namaz kılarak, Allah’a istihârede Bulunup manevi bir işaret aramış, ondan sonra hadisin sıhhatine hükmetmiştir”. “Bu şekilde sıhhati nazarımda sübût bulmayan hiçbir hadisi Sahih’e almadım” der. Ayrıca Sahihini 16 yılda altıyüzbin hadisten seçerek tekrarlarıyla birlikte 9082 hadis yazmıştır, iddiası da vardır. Şöyle bir hesap yaparsak bu sözlerin herhangi bir gerçeği ifade etmediği ortaya çıkar. Altıyüzbin hadis için, altıyüzbin defa yıkandığını ve her bir hadis içinde iki rekat namaz kıldığını söylemekle, böylece (600.000.-: 16.-): 365 = 103 kere her gün yıkanmıştır. Ayrıca (600.000.- X 2.-): (16.- X 365.-) = 205 rekat namaz kılmıştır. Her rekatı üç dakika da kılsa 3 X 205 = 605 dakika, bu da yaklaşık on saat demektir. Günde 103 kere yıkanıp on saat Namaz kıldığını ve bunu 16 sene devam ettirdiğini iddia etmek ciddiyetten uzak bir iddiadır. Zira değil günde 103 kere yıkanmak hiç uyumasa bile en az saatte dört defa giyinip soyunması demektir.

MÜSLİM: Künyesi, “El-İmam el-Hâfız Hüccetül- İslam Ebu’l Hüseyn, Müslim İbnul-Haccâc el el-Kuşeyri, en Nişâburi" (H.204-261) Horasanın Nişabur kentinde doğup ölmüştür. Müslim, Sahihini bizzat işiterek aldığı üçyüzbin hadisten seçtiğini ifade eder. Tekrarları nazara alınmadığı takdirde kitabında 3033 hadis mevcuttur. Rivayete göre, bir hadis ararken dalgınlıkla bir sepet hurmayı yemiş ve hastalanarak ölmüştür. Kitabında yazmış olduğu hadislerin, bazı senedlerinin ricâlinde şahıslar sayıca farklıdır. Bazı metinlerde elfaz değişmektedir.

7

Page 8: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

NESAİ: Künyesi. “El-Hafız el-İmam Şeyhûl-İslâm Ebû Abdurrahmân İbnu Şuayb İbnu Ali İbnu Sinân Bahr el Horâsani el, Kâdi" (H.215-303).

Aslen Horasanın Nesâ şehrindendir, orada doğmuştur. Tahsiline Belh şehrinde başlamıştır. Kitabının adı Kitab’ı el-Müctebâ Mine’s-Sünen (es-Sünenu’s-Suğra)dır. Tekrarlarıyla beraber 5724 hadis ihtiva eder. Şafii fukuhasındandır.

EBÛ DÂVUD: Künyesi, “El-İmam es-Sebt, Seyyüdü’l Huffâz Süleyman İbnul-Eş’es İbni İshâk es-Sicistani" (H 212-275). Doğum yeri Horasan Bölgesinin Sicistân şehridir. Kitabı hakkında "Ben Resûlullah’a nispet edilen Beşyüzbin hadisten şu Sünen’i seçtim. Kitabımın içerisinde 4800 hadis mevcuttur." der. Ebû Dâvud Sünen’ini kendisinden yüklenip rivâyet izni alan yedi kişi mevcuttur. Bunlardan dört tanesi yaygınlık kazanmıştır. Nüshalar arasında farklar mevcuttur.

TİRMİZİ: Künyesi “Muhammed b. İsâ b. Sevre b. Musa b. Ed-Dahhâk es Sülemi el-Bûği ed-Tirmizi" Tirmizi Orta Asya şehirlerinden Termiz, Türmiz şeklinde de telaffuz edilen, Tirmiz şehrine nispettir. Tahsilini memleketinde ve Horasan’da yapmıştır. Buhari’nin en meşhur talebesidir. Bir müddet Buhara’da hadis okutmuş. İlelu’l-hadisi Semerkant’ta tasnif etmiştir. Anadan doğma âmâ olduğu rivayet edilmekte. Tekrarlarıyla birlikte 3951 hadis yazmıştır.

İBNÛ MACE: Künyesi, “Muhammed b. Yezid b. Abdullah er-Raba’i el-Kazvini" (209-273). Tahran yakınlarındaki Kazvin şehrinde doğmuştur ve ölüm yeri de Kazvin’dir. Tekrarlarıyla birlikte 4341 hadis yazmıştır. İbnu Mace’nin Süneni hicri yedinci asırdan itibaren Kütüb’i Sittenin altıncı kitabı olarak benimsenir. Bazıları altıncı Kitab olarak Muvatta’yı görmüştür.

Görüldüğü gibi Kütüb’i Sittenin hiçbir yazarı aslen Arab olmadıkları gibi, seyahat amaçlı olsa dahi Mekke ve Medine taraflarına gittikleri pek bilinmemektedir. Bir iki tanesinin

8

Page 9: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Mekke ve Medine taraflarını gidip gezdikleriyle ilgili kayıt varsa da bence uydurmadır. Zira böyle bir şey vuku bulmuş olsaydı Hac ve Umre yaptıklarıyla ilgili kayıtlarda mevcut olacaktı böyle bir şeye rastlamadım. Bunların öğretileri üzerine bir fıkıh oluşturularak mezhepler meydana getirilmiştir. Ehli Sünnet adı altında oluşturulan dört mezhebin İmamları da aynı şekilde Arab asıllı değillerdir. Bu şahısların ismi etrafında oluşturulan bütün fıkıh bu İmamlara mal edilmiştir yada adı kullanılmıştır. Öyle ki İmam Ebû Hanife’den hiçbir Kitab intikal etmemiştir, buna rağmen mezhebinin fıkhı ona dayandırılmıştır. Bundan dolayı konular işlendiğinde falan şahıs şu sözü söyledi veya şunu yaptı derken o sözün veya fiilin o şahsa ait olabileceği gibi, onun adına uydurulmuş olabileceğinin de dikkate alınması gerekir. Zira Allah’a ve Peygambere iftira edip yalan söz uyduran kimselerin, başkaları adına da yalan söz ve iftiralar uydurmaları gayet mümkündür. İnsanlar nasıl ki öbür semavi kitapları değiştirdiyseler, Allah, Kur’an’ı korumamış olsaydı onu dahi değiştirmeye çaba sarf edeceklerdi. Bundan dolayı amacım bizzat şahıslar olmayıp, asırlardan beri süre gelen uydurma rivayetler ve onları gerçek manada uydurmuş olanlardır.

Konumuza dönüp, dört mezhep imamı konusunda, geçerli kaynaklara dayalı olarak bilgi verecek olursam:

EBÛ HANİFE: Numan b. Sabit (H.80-150), Arab olmadığı kesin olmamakla beraber, Türk veya İran asıllı olduğu hakkında farklı rivayetler mevcuttur. Onun Tirmizli bir Türk kabilesine mensup olduğu söylenmekle beraber M. Ebu Zehra’ya göre ise Farslıdır. Abdulbaki Gölpınarlı’ya göre de Ebû-Hanife Nu’man b. Sabit’in babası, Zerdüşt dinindeyken İslamı Kabul eden Kâbül’lü Zevtâ’dır, bu şahsın adının Tâvus yahut Merzubân olduğunun rivayet edildiği şeklindedir.

Fıkıh öğretisini öğrencileri oldukları iddia edilen Ebu Yusuf (H.113-182) ve Muhammed b. Hasan eş-Şeybani’ye (H.135-

9

Page 10: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

189) isnat ettirilmiştir. Ebû Hanife’nin bizzat kendisi tarafından kaleme alınmış eseri yoktur. Sünnet konusunda onun hakkında dendiğine göre ravisi güvenilir olduğu zaman Muhaddislerin çoğunluğunun eğilimine aykırı biçimde Mürsel hadisi delil olarak değerlendirmekteydi. Muhaddislerce zayıf karşılanan ve kendisiyle amel edilemez diye değerlendirilen bir çok hadisi delil olarak ileri sürme yoluna gitmiştir. Hanefiler şöyle söylemektedirler: “Kur’an, mütevatir veya meşhur sünnetle nesh edilebilir. Sadece ahad hadisle nesh edilemez”. böylece hadislerin Kur’an’ı nesh edebileceğini yani iptal edebileceğini fıkıhlarına esas Kabul etmişlerdir. (Bak. Dr. İsmail Hakkı Ünal. İmam Ebu Hanife’nin Hadis Anlayışı ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları No.327 Baskı-1994 Sayfa 213)

İMAM MALİK: (H.93-179) Bazıları aslen Yemenli olduğunu söylerken, bazı siyer yazarları İmam Malik ve ailesinin Arab olmadığını söylemişlerdir. Büyük atası Ebû Amir’in, Beni Teym kölelerinden olduğu söylenmiştir.

İmam Malik, üstadının özellikle İbni Hürmüz olduğunu belirtir. “Yedi, sekiz yıl yalnız ondan okudum, başkalarını bu işe hiç karıştırmadım" der. Hürmüz adı Acem asıllı olanların kullandığı bir isimdir. Bir rivayette de "On üç yıl oturup İbni Hürmüz’den ders okudum” der. (16 yıl rivayeti de vardır) Ondan öğrendiklerini, başka bir kimseden almadığını söyler. İmam Malik üstadı İbni Hürmüz’den aldıklarının tamamıyla tesiri altında kalmış denebilir. Medarik’de şöyle denir: "Malik derki, İbni Hürmüz’ü şöyle derken işittim" ifadeleri bunu açıkça ortaya koyar. Meşhur Kitabı Muvatta da 1826 hadis mevcuttur. Sünnet Kur’an ile Tearruz ederse, Bazı hallerde Kur’an’ı sünnete takdim eder, bazı hallerde sünneti Kur’an’a hakim kılar. Böylece sünnetin Kur’an’ı iptal edebileceğini Kabul etmiştir. (Bak, İmam Malik, Hayatı-Görüşleri- Fıkıhta yeri, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hilal Yayınları 1984 sayfa 283)

10

Page 11: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

İMAM ŞAFİİ: Ebû Abdullah Muhammed bin İdris bin Abbas Şafii (H.150-204).

Suriye’de (Filistin) doğduğunu söyleyenler olduğu gibi ayrıca Askalan’da (gazze yakınında) Hatta Yemen’de doğduğunu söyleyenlerde vardır. Kureyş kabilesinden olmadığı halde, “kölelik yönünden kureyşli sayılmıştır. Zira atası Ebu Lehebin kölesi imiş" rivayet edilmiştir. Ömer, atası Şafii’yi Kureyş kölelerine katmamış, Osman onu bunlara katmış.

İmam Şafii, Huzey kabilesinin yanında yaklaşık on yıl kalarak, kendilerinden Arap dili ve şiirini öğrendi. Ana dili Arapça olmayıp Arapça’yı sonradan öğrendiği anlaşılmaktadır. Hocası İmam Malik’tir. El-Risale ve El-Üm isimli kitapları vardır.

Şafii derki: “Fıkıh öğrenmek isteyen Ebu Hanife’nin iyalidir. Siyer isteyen Muhammed b. İshak’ın iyalidir. Hadis isteyen Malik’in iyalidir. Tefsir isteyen Mukatil b. Süleyman’ın iyalidir" diyerek tavsiyede bulunur. Ebu Hanife ve İmam Malik’ten bahsettik, diğer ikisi ise:

Muhammed b. İshak: (H.85-151). Bilhassa Siyer Meğazi çalışmaları vardır. Siyerin dışında müstakil olarak Kitâbu’ssünen telif etmiştir. İbrahim b. Sa’d ez Zuhri ondan sadece ahkama dair 17 bin hadis rivâyet etmiştir. Yahya’l-Kattan onun hakkında “kezzab" yani yalancı demiştir. Ayrıca, hakkında Şiiliğe meyyal olduğu ve kaderi olduğu rivayetleri de vardır. Yalnız ahkama dair 17 bin hadis söylemesi “ne kadar" yalancı olduğuna dair kuvvetli bir delildir. (Bak. İlk üç Asırda İslam Coğrafyasında Hadis. Dr. S. Kemal Sandıkçı. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları 299. Baskı 1991 s. 45-46)

Diğer tavsiye ettiği:

Mukatil b. Süleyman Şiânın Zeydiye Mezhebindendir. Şafii onun kitaplarını okudu, inceledi ve neticede onları da

11

Page 12: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

okumağa teşvik etti. Onu bu hususta imam addetti. Bu maddede kendisine başvurulan bir âlim saydı. (Bu konuda bak. İmam Şafii. Osman KESKİOĞLU. Diyanet Başkanlığı yayınları 1987 s. 46).

Şafii’nin kendiside Harun Reşid zamanında Şiilikle itham edilmiş ve takibata uğrayarak, Harun Reşid’in huzuruna bu konuda çıkarılmıştır.

Kur’an ve Sünnet Konusundaki görüşü:

Şafii’nin bu konudaki görüşü, Sünnetin Kur’an’la nesh edilemeyeceği şeklindedir. Resûlullah’ın sünnetini ancak Resûlullah’ın sünneti nesh edebilir. Kur’an bir sünneti nesh edemez, nesih olayı olması için bunu başka bir sünnetin ilân etmesi gerekir der. Kur’an’ın sünnetle nesh edilip nesh edilemeyeceği konusuna gelince, her ne kadar Kur’an’ı ancak Kur’an nesh eder diyorsa da, uygulama konusunda durum hiç de öyle değildir. Örneğin, Kur’an’a rağmen, zina olayında Recim cezasını kabul etmekle, sünnetin Kur’an’ı nesh edebileceğini açıkça beyan etmiş olur. Yani kısaca iddiası; Kur’an sünneti iptal edemez fakat sünnet Kur’an’ı iptal eder şeklindedir. (Konu hakkında bak: İmam Şafii. Osman KESKİOĞLU s.238-239. Büyük Şafii İlmihali, Yazan Halil Gönenç. Hilâl Yayınları 1979, 2. Baskı s. 375.)

AHMED İBN-HANBEL: (H. 164-241): Anası O’na gebe olarak Merv’den Bağdat’a geldi. Merv’de doğduğunu söyleyenler var. Kendisinden yapılan rivayette Bağdat’ta doğduğu söylenmiş. Merv asılı olup Arab değildir. (Yazılarımda Arab değildir derken, bununla o devirlerde ilk etapta Kur’an’ın yayıldığı coğrafyaya yakınlığa veya uzaklığa dikkat çekmek suretiyle Kur’an dışı bazı kültürlerin etkinliğine dikkat çekmek içindir. Yoksa İslam dini evrensel olup, herhangi bir ırktan olmak veya olmamak avantaj veya dezavantaj değildir.)

12

Page 13: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Kitabı “Müsned”de yaklaşık 40.000.- hadis vardır. Kur’an’ı esas alıp sünneti terk edenlere red için Kitab bile yazmıştır. Ona göre Kur’an’ın batını vardır. Halbuki Kur’an’a batın bilgi isnat etmek küfürdür. Zira Kur’an açık manalı bir kitaptır.

Ahmed, Sünnetin Kur’an’a hakim olduğunu, fakat Kur’an’ın sünnete hakim olmadığı ve sünnetin Kur’an’ı nesh yani iptal edebileceği iddiasındadır. Şöyle ki: “Ahmed’e göre sünnet beyan bakımından Kur’an’a hakim sayılır, onun ahkamını takrir eder. Şatıbi sünnetin Kur’an’a hakim olmasını şöyle açıklar. Ulemaya göre sünnet, kitaba hakimdir, Kitab hakim değildir, çünkü kitabın iki ve daha ziyade şeye ihtimali vardır."demekte.

“gerek iman itikade, gerek amel ve akla dair olsun, Hadisler arasında bir fark yapmazdı." (Konu hakkında bak.Ahmed İbn-i Hanbel. Hilâl Yayınları 1984 s.242-255 Prof. Muhammed Ebu Zehra. Terc. Osman KESKİOĞLU .)

Bütün korkuları Kur’an’ın İslam dini öğretisine esas alınmasıdır. Zira Kur’an esas alınmış olsa ve Peygamber adına ileri sürmüş oldukları sözler Kur’an ölçüsüne vurulsa, bütün iftira ve yalanları hemen ortaya çıkar ve sünnet diye ileri sürmüş oldukları sözlerden geriye pek bir şey kalmaz. Bu hususu onlarda kabul eder mahiyette şu şekilde itiraf etmektedirler.

“İmam Ahmed’e gelince, o İmam Şafii’nin usulüne uygun hareket eder. İbni Kayyım, Ahmed’in ve Şafii’nin görüşlerini destekleyerek şöyle der: Eğer bir kimsenin kitabın zahirinden anlayışına göre Hz. Peygamber Aleyhisselamın sünnetleri red olunacak olursa o zaman sünnetlerin çoğu red olunur ve sünnet batıl olur."(Ahmed ibn-i Hanbel, Hilal Yayınları S.247)

Bu ifadeler bile, Sünnetle Kur’an’ın ne kadar bir birleriyle bağdaşmayan bilgiler ihtiva ettiğini belirtmeye kafidir.

13

Page 14: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Sonuç olarak, İmam Ahmed birçok sözlerinde belirtmiştir ki, İslam dinini öğrenilmesi, aynı zamanda Kur’an’a hakim olan! sünnetle mümkündür. Kur’an bilgisi sünnet yoluyla olur, Kur’an sünnete hakim olamaz. Bu din sünnet yoluyla öğrenilir. İslam fıkhının en kestirme ve en işlek yolu sünnetten geçer. Sünnetin beyanından yararlanmaksızın sadece Kur’an’dan öğrenmeğe çalışanlar, doğru yolu şaşırırlar, hak yolu şaşırırlar iddiasındadır.

750 bin hadis arasından seçtiği rivayet edilen. Müsned teki hadislerin 10 bini tekrarlanmış hadislerdir. Hadislerin sahihliğine ölçü olarak Kur’an’ı değil de kendi Müsned ini kabul ve tavsiye eder, Şöyle ki: “Resûlullah’ın hadislerinden olup olmadığı konusunda anlaşmazlığa düştüğünüz rivayetlerle ilgili olarak Müsned’e başvurun. Orada bulduysanız delil, bulmadıysanız delil olmaz ."demiştir.

Mahiyeti ne olursa olsun, Kur’an’ı hadise tabi kılar, şöyle ki: “hatta ona göre haberi, vahid olan Hadisler bile, Kur’an’ın umumini tahsis eder."(Ahmed İbn-i Hanbel. Hilâl Yayınları s.245)

Görüldüğü gibi dört mezhep imamı da fıkıhlarına hadisleri esas almaktadırlar. İttifakla hadislerin Kur’an ayetlerini iptal edebileceğini fakat Kur’an’ın hadisleri iptal edemeyeceği iddiasındadırlar. Bu da başka bir ifadeyle, Allah’ın Kur’an’la bildirdiği İslam’a, öncelikle hadislerle peygamberin karşı çıktığı ve peygamberin sözünün Allah sözünden daha üstün olduğu manasındadır. Bu ise İslam dinine saldırı ve peygambere büyük bir iftiradır.

Şimdi hadis adı altında, peygambere yaptıkları iftiraları ve bu iftiralara dayalı olarak kabul edilen İslam Dini anlayışlarını örneklerle belirtmeye çalışacağım ve görülecektir ki öğretmek istedikleri İslam olmayıp, Kur’an’ın İslam öğretisini engellemek gayretleridir. Zira görüleceği gibi birçok konuda Kur’an’a aykırı ve bol bol çelişkili rivayetlerde bulunmak suretiyle, İslami değerlere, Müslüman

14

Page 15: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

şahsiyetlere ve Allah’a karşıda saygısızlık etmekten geri durmamışlardır. Bunların öğretileri esas alındığında hiçbir İslam farzının uygulanması mümkün olmadığı gibi, İslamı ve Tevhidi anlamakta mümkün değildir. Bu öyle bir saldırıdır ki planlı ve kasıtlı olarak yapılmıştır. Çünkü önerdikleri sistem ve öğreti bundan başka bir ifadeyle izah edilmeyeceği gibi, kendileri zaman içerisinde açıkça bu amaçlı bir ekip çalışması ortaya koymuşlardır. Şia ve Vahhabilik’tede durum bundan farklı olmayıp, sistem olarak ehli sünnettirler. Sırası gelince bunları da örneklerle izah etmeye çalışacağım.

ALLAH’A, KUR’AN’A, PEYGAMBERLERE VE MÜSLÜMANLARA SALDIRI VE İFTİRA İÇEREN KÜTÜB-İ SİTTE’DEKİ HADİSLERDEN ÖRNEKLER VE ELEŞTİRİLMELERİ

ALLAH’A KARŞI İFTİRA VE SAYGISIZLIK ETMELERİ VE BU KONUDA UYDURDUKLARI HADİS ÖRNEKLERİ:

1- Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah a.s.v. buyurdular ki:

"Cehennem içerisine âsiler atıldıkça: "Daha var mı?"demekten geri durmaz. Bu hal, Rabbu’l-İzze’nin cehennemin içine ayağını koyup, iki yakasını dürüp birleştirmesine kadar devam eder. işte o zaman Cehennem:

“Yeter, yeter. İzzet ve keremine yemin olsun yeter" der. Cennette fazlalık devam eder. Allah, ona mahsus yeni bir halk yaratır ve bunları cennetin fazla kısmına yerleştirir. (Kütüb-i Sitte, Prof. Dr. İbrahim Canan, Akçağ Yayınları 1992 - Ankara. Cilt 14 s.445 Hadis sırası 5226, Alıntıları: Buhari, Tefsir, Kâf 1. Eymân 12. Tevhit 7, Müslim, Cennet 37, (2848), Tirmizi, Tefsir, Kaf, (3268))

(Not: Bundan sonra İbrahim Cananın Kütüb-i Sitte isimli 18 ciltlik hadis kitapları kaynak gösterildiğinde, kaynak ismi K.

15

Page 16: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

S . Olarak kısaltılacak ve önüne sıra numarası yazılacak. Örneğin K.S. 5126 gibi)

HADİSİN TENKİDİ: Yıllarca inanç sistemlerini inceledim bunlardan başka İlahı’nı cehenneme layık görenine hiç rastlamadım. Putperestler dahi, taptıkları putlarına böyle bir şeyi yakıştırmazlar, tercümeyi yapan İbrahim CANAN, asıl metinde geçen cehennemin içine ifadesini tam tercüme etmeyerek, (belli ki, ifade ona da ağır gelmiş) cehennemin üzerine ifadesini kullanmış. Halbuki asıl metinde “aleyhe" değil, ifade “fiyhe" yani “içerisinde" şeklindedir.

Bunlar, Allah’ı tecsim ederek ona ayak isnat ettiler ve bu ayağı da cehenneme koydular. Cennet için ise doldurulmak üzere imtihansız halk yaratılacağını iddia ettiler. Cehennemin boşluğunu Allah’ın ayağıyla, Cennetin boşluğunu ise hiç dünyaya gelmemiş halkla doldurmak öylemi! Allah, bunların bu küfründen münezzeh ve yücedir. Allah’a ayak isnat etmeleri teşbih değil tecsimdir. Zira cehennem cisimdir ve cisimlerin doldurulması ancak cisim ile olur.

Allah’ın, cehennemi neyle dolduracağına dair Kur’an’dan mealen:

- Eğer Rabb’in dileseydi insanları tek bir ümmet yapardı. Oysa, işte ihtilaf edip durmaktadırlar. 11/118

- Ancak Rabbının merhamet ettikleri, (Bu ihtilaftan) istisna teşkil ederler. Zaten Allah, onları bunun için yaratmıştır. Ve böylece, Rabbının “muhakkak cehennemi hep cin ve insanlarla dolduracağım" sözü yerine gelmiş olacaktır. 11/119

- Dileseydik, herkese hidayetini verirdik, (herkesi doğru yola getirirdik). Fakat (hikmetim uyarınca) benden (çıkan) şu söz gerçekleşecektir: “mutlaka cehennemi, cinlerden ve insanlardan bir kısmıyla tamamen dolduracağım."32/13

16

Page 17: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Görüldüğü gibi, cehennemin doldurulması konusunda uydurdukları hadis Kur’an’a ters düşmektedir.

2- Hz. Ebû Hüreyre r.a. Anlatıyor: “Resûlullah a.s.v. buyurdular ki: Sizden biri kardeşiyle dövüşünce yüze vurmaktan sakınsın."(Buhari, Itk 20, Müslim, Birr, 112, (2612))

Müslim’in ifadesinde şu ziyade var. “... Zirâ Allah Âdem’i kendi sûretinde yaratmıştır."(K.S. 3483 Cilt 10 Baskı 1990)

3- Yine Ebu Hüreyre r.a. Anlatıyor: “Resûlullah a.s.v. Buyurdular ki: Allah’u teala hazretleri, Hz. Adem a.s.mı kendi sureti üzere ve boyunu da atmış zira olarak yaratınca:.... (K.S. 3382 C.10 S.177 B.1990, alıntısı Buhari, İstizan 1, Müslim, Cennet 28 (2841)).

4- İbnu Abbâs r.a. Anlatıyor: Resûlullah a.s.v. Buyurdular ki: Bu gece Rabb’imden bir (melek, elçi olarak) geldi. -Bir rivayette ise şöyle demiştir: “Rabbim bana en güzel bir surette geldi"-ve: Ey Muhammed."dedi.

“Buyur Rabbim, emrindeyim."dedim.

“Mele’i A’la (da bulunanların) nelerde yarıştıklarını biliyor musun dedi.

“Hayır" dedim. Bunun üzerine elini omuzlarımın arasına koydu. Hatta onun serinliğini göğüslerimde hissettim......."(K.S. 4668 C.13 B 1992 alıntı: Tirmizi, Tefsir Sâd, (3231,3232)).

5- Hz. Übey İbnu Ka’b r.a. Anlatıyor: Resûlullah a.s.v. Buyurdular ki:

“Hakk’ın musafaha ettiği ilk kimse Ömer’dir. İlk selam verdiği kimsede o olacaktır."(K.S.6012 C.16 B. 1993) Alıntı İbn!i Mace 104.

17

Page 18: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

HADİSLERİN TENKİDİ: Allah’a insan şeklin de suret iddia ettiler, öyle bir benzerlikten dolayı yüze vurulmamasını tavsiye ettiler. Aslında istedikleri saygı gayreti değildir. Allah’ın yüzü ile insanın yüzünün aynı olduğunu vurgulamak için yüze vurulmamasını tavsiye etmişlerdir. Allah’ın eline serinlik atfetmeleri de tecsim vurgulamasıdır, aynı şekilde Allah’ın Ömer ile tokalaştığını ve onun elinden tutup cennete koyduğu iddiası da apaçık tecsimdir. Allah’ı tecsim etmek yani cisim saymak apaçık küfürdür.

Ayrıca Ömer’i Peygamberimiz dahil tüm Peygamberlerden ve Müslümanlar dan üstün olarak rivayet etmeleri, karışıklık çıkarma amaçlı bir yalan uydurmasıdır, yoksa Ömer’i sevdiklerinden falan değildir.

6- Hz.Ebu Hüreyre r.a. Anlatıyor: Resûlullah a.s.v. buyurdular ki:

“Üzümü Kerm diye isimlendirmeyin. “Vay şu dehrin mahrumiyet ve hüsranına" diye kahırlı söz söylemeyin. Zira Allah’ın kendisi dehr (zaman) dır.”(K.S. 5938 C.16 B.1993 Alıntıları, Buhari Edep 101, Müslim Elfaz 516, (2246, 2247), Ebu Davud, edeb 81 (4974), Muvatta, Kelam 3.(2.984))

HADİSİN TENKİDİ: Allah hiçbir şekilde zaman olarak tavsif edilemez, zira zamanın kendisi yaratıktır. Geçer ve noksanlaşır, bağlı olduğu olaya ilişkin tükenir. Yoktan var edilmekte ve vardan yok edilmektedir. Dün yok olmuştur, yarın yaratılmakla yoktan varlığa gelecektir. Var iken yok olan, yokken var olan hiçbir şekilde İlah olmaz, zira bu hususlar noksanlık ve acizliktir. Allah ise hiçbir şekilde zamanın bu özelikleriyle noksan ve aciz değildir. Zira Allah noksan sıfatlardan münezzehtir.

Zaman konusunda Kur’an’dan mealen:

-İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi. 76/11

18

Page 19: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Görüldüğü gibi zaman gelip geçici bir şeydir, Allah zaman olarak tavsif edilemez, hadis diye iddia ettikleri Kur’an’a aykırıdır.

7- Sahiheyn (Buhari ve Müslim) ve Tirmizi de Ebu Hüreyre’den gelen diğer bir hadiste Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Allah Teala Hz. şöyle buyurdu: “Ben, kulumun benim hakkımdaki zannına göreyimdir."(K.S.5849 C.16 B.1993 alıntıları Buhari, Tevhit 35, Müslim, Zikr 1, (2675), Tirmizi, Züht 51, (2389))

HADİSİN TENKİDİ: Kullar, Allah hakkında iyi veya kötü zanda bulanabilirler. Bir kimsenin Allah hakkında iftira en kötü zanda bulunması mümkündür, o taktirde iddia ettikleri hadise göre Allah kötüdür manası çıkar ki, Allah’ı öyle bir şeyden tenzih ederiz. Allah kullarının zannına göre değil, kendi zatına göredir. Zan kendi başına hakikatten hiçbir şey ifade etmez. Bununla ilgili olarak Kur’an’da şöyle bildirilmiştir. Mealen:

-Onların çoğu zandan başka bir şeye uymuyorlar. Zan ise gerçekten hiçbir şey kazandırmaz. Muhakkak ki Allah onların ne yaptıklarını bilir.10/36

-Allah’ı gereği gibi bilemediler. Halbuki Kıyamet günü yer, tamamen O’nun avucu içindedir, göklerde sağ elinde dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir.39/67

-Allah’a yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? Onlar Rab’lerine sunulacaklar, şahitler de: “İşte Rab’lerine karşı yalan söyleyenler bunlardır."diyecekler. İyi bilin ki Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir. 11/18

-Bak nasıl Allah’a yalan uyduruyorlar. Apaçık bir günah olarak bu yeter. 4/50

19

Page 20: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Görüldüğü gibi uydurdukları hadis, Kur’an’a aykırıdır ve Allah’a karşı bir iftira ve isyandır.

8- İbnu’l -Museyyib, Ata İbnu Zeyd el- Leysi, Ebu Hureyre r.a. den naklen anlatıyor: Resûlullah’a atfen mahşerde içlerinde münafıkların da olduğu halde (yalnız) bu ümmet kalacak, derken Allah Tebareke ve Teala onlara evvelce tanıdıklarından başka bir surette tecelli edecek ve:

-Ben sizin Rabb’inizim, diyecek. Onlar (Allah’ı tanımadıkları için)

“Biz senden Allah’a sığınırız! Rabbımız geldiği zaman biz onu tanırız" diyecekler. Bunun üzerine Allah Teala hazretleri (karşılarında) onların tanıdıkları suretiyle tecelli edecek ve: “Ben sizin Rabb’inizim" buyuracak. Onlarda:

“Evet, bizim Rabbımız sensin" diyerek ona tabii olacaklar......(K.S.5072 C.14 B.1992 alıntılar Buhari, Rikak 52, Ezan 129, Tevhit 24, Müslim, İman 299, (182), Tirmizi, Cennet 20, (2560))

(Sahih-i Müslim,Ahmed Davudoğlu, Sönmez neşriyat A.Ş. C.2 299/665)

HADİSİN TENKİDİ: Birinci seferki, Allah’ın tecelli ettiği iddialarında, Allah’ın kendisine uygun gelmeyen ve münafıklar içlerinde olduğu halde tüm Muhammed ümmetinin onu tanımayacakları bir surette tecelli ettiğini iddia etmeleri, Allah’a bir saygısızlığı ifade eder. Zira Allah’ın, hem müminler, hem de münafıklar tarafından reddedilecek, (haşa O’ndan) çirkin bir surette tecelli ettiğini iddia etmişlerdir. Öyle ki, inancı ve ameli ne olursa olsun Allah’ı kimse beğenmemiş demektedirler. Ayrıca bu hususu vurgulamak için rivayet yalanlarına münafıkları da dahil etmişlerdir. Ayrıca, Allah’ın suretten surete şekil değiştirme ile tecelli edip göründüğünü iddia etmeleri tecsimdir. O

20

Page 21: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

tecsim edilmekten yani yaratıklara benzetilmekten onlarla bir sayılmaktan münezzehtir.

9- İbnu-l Museyyib, Ata İbnu Zeyd el-Leysi, Ebu Hureyre r.a. Den naklen anlatıyor: Resûlullah’a atfen, insanlar Resûlullah a.s.v.’e "Ey Allah’ın Resulü: Kıyamet günü Rabb’imizi görecek miyiz?"diye sordular. O da: “Siz bulutsuz dolunay gecesinde Ay’ı görmekte şüpheye düşer misiniz?"diye cevap verdi. Onlar:

“Hayır! Ey Allah’ın Resulü."diye cevap verdiler. Bunun üzerine:

“Şunu bilin ki siz Rabb’inizi böyle göreceksiniz....(K.S. 5072 C.14 Alıntılar Buhari, Rikak 52, Ezan 129, Tevhit 24 Müslim, İman 299, (182), Tirmizi, Cennet 20, (2560))

10- Ebu Zerr r.a. anlatıyor: “Resûlullah a.s.v. a’ “sen Rab teala yı hiç gördün mü?" diye sordum.

“Nurdur, ben O’nu nasıl görürüm" buyurdular.”(K.S. 5159 C.14 alıntılar, Müslim, İman 291.(178): Tirmizi, Tefsir, Necm,(3278))

HADİSLERİN TENKİDİ: Son hadiste Allah’ın görülmeyeceğini tahdis etmeleri, görüleceği hususunda tahdis ettikleri evvelki diğer iki hadisle çelişkilidir. Zaten metotlarının ana temellerinden biride budur. Bir konuda bir hadis rivayet ederken o hadise aykırı bir veya birden fazla hadis, tahdis etmeye özenle gayret gösterirler, böylece çelişkili hadisleri işlerine geldiği yerde kullanmak, hem de zihinleri iyice karıştırmak için bunu yaparlar.

KUR’AN HAKKINDA UYDURDUKLARI HADİS ÖRNEKLERİ

I- KUR’AN TAHRİF EDİLMİŞTİR İDDİALARI:

21

Page 22: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

11- Aişe (r.anha)nın azatlısı Ebu Yunus şöyle demiştir: -Aişe (r. anha) kendisi için bir Mushaf yazmamı emretti ve, "Namazlara ve orta namazına devam edin" ayetine gelince bana haber ver dedi. Ben de o ayete varınca kendisine haber verdim. Bana o ayeti namazlara, orta namazına ve ikindi namazına devam edin, Allah için tevazu halinde namaz kılın" şeklinde yazdırdı. Sonra da:

“Ben bunu Resûlullah s.a.v. den duydum" dedi. (Sünen-i Ebû Dâvud terceme ve şerhi, şamil yayın evi 1998. Doç. Dr. İ. Lütfi Çakan K. Salat (2), Bab 5 H. 410 sayfa 148 C.2)

HADİSİN TENKİDİ: Bu hadis uydurmasıyla, Kur’an’da noksanlık olduğunu iddia etmişlerdir. Zira bahsi geçen ayette ikindi ifadesi mevcut değildir. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen

-Namazları ve orta namazı koruyun, gönülden bağlılık ve saygı ile Allah’ın huzuruna durun. 2/238

Olarak ifade edilmiştir. Amaçları Kur’an’a olan itimadı sarsmak için zihinleri bulandırmaktır. Bu hususta başka hadis uydurmalardı vardır. Örneğin:

12-Ubey İbnu Ka’b (r.a.)’ın anlattığına göre, Resûlullah (a.s.v.) kendisine: “Allah, sana Kur’an okumamı emretti" demiş ve Lem yekunullezine kefere’yu ve bu sureden olmak üzere şunu okumuştu: “Allah indindeki din muvahhid İslam dinidir, ne Hıristiyanlık, ne Yahudilik nede Mecusilik değildir. Kim bir hayır yaparsa asla zayi olmayacaktır”.

Ubey İbnu Ka’b: "Bana şunu da okudu" dedi: “Adem oğlunun bir vadi dolu malı olsa ikincisini de arar. İkinciyi de elde etse üçüncüsünü de arar. Ademoğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur. Allah tevbe edenleri affeder."(K.S.943 C.4 B. 1988. Alıntısı, Tirmizi, Menakıp (3894))

22

Page 23: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

HADİSİN TENKİDİ: Tırnak içindeki ifadeler kendilerince uydurulmuş sözlerdir. Kur’an’da bu şekilde ayetler mevcut değildir. Dolayısıyla Kur’an dışında ayet iddia etmişlerdir.

13-......Ebu’d- Derda:

-Abdullah ibn Mesûd “Ve’l - leyli iza yağşa..”yı nasıl okuyor diye sordu.

Ben kendisine (Alkame)

-- “Ve’l leyli izâ yağşa ve’n -nehari izâ tecelli ve’ zekeri ve’l ünsâ" şeklinde okudum.

Ebu’d- Darda:

--Vallahi Resûlullah beni böyle okutmuştur. Ben Resûlullah tan ağız ağıza böyle öğrendim dedi. (Sahih-i Buhari, Ötüken

yayınları, Mütercim, Mehmet SOFUOĞLU, cilt 8 B.1987 Kitabu Fedailü Ashâbi’n-Nebi Rivayet 82 s.3521)

HADİSİN TENKİDİ: Böylece Leyl süresi (92/3) Ayette geçen yaratma kelimesinin fazlalık olduğunu, Kur’an’dan olmadığını iddia etmişlerdir. Yani, Kur’an’a ekleme yapılmış olduğunu iddia etmişlerdir.

Yine rivayet ettiler ki:

14- ........ Said ibn Cubeyr şöyle demiştir: Bizler muhakkak İbn Abbas’ın Yanında bulunduk: O şöyle dedi: Bana Ubeyy İbn Ka’b tahdis edip şöyle dedi: Resûlullah (s):....... "Gemiye gelince, o denizde iş yapan yoksulların dı. Onun için ben onu kusurlu yapmak istedim ki, arkalarında her sağlam gemiyi zorla almakta olan bir hükümdar vardı" (el-Kehf 79). “Verâehum (= Arkalarında) "sözünü "Emenehum melikun"(=

23

Page 24: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Önlerinde bir melik vardır) şeklinde okumuştur. (Buhari, Kitabu’ş-şurut 15 Cilt 6 s. 2551 Ötüken 1987).

HADİSİN TENKİDİ: Bu hadis rivayetleriyle Kur’an’da geçen (18/79) “Verâehum" (=Arkalarında) kelimesini. “Emenehum"(=Önlerinde) şeklinde olduğunu iddia etmekle yine Kur’an’da tahrifat olduğunu iddia etmişlerdir. Bu kabil örnekler uydurmuş oldukları hadislerde epey vardır, böylece elde mevcut Kur’an’ın orijinal olmadığını iddia etmek suretiyle insanlarda şüphe meydana getirmek istedikleri açıktır. Böyle bir iddia Kur’an’ın Allah tarafından korunmuş olduğunu inkar manasında olduğu ve bu itibarla da Kur’an’ı inkar etmek olduğu meydandadır. Gerçeklere de aykırıdır, zira dünyada iki ayrı kelime ihtiva eden iki Kur’an mevcut değildir.

II- KUR’AN’IN PEYGAMBERDEN SONRA TOPLANMIŞ OLDUĞUNU İDDİA ETMELERİ:

15- ............ Zeyd İbn Sabit el-Ensâri ye atfen yaptıkları rivayette: Ebu Bekir ve Ömer’in görevlendirmesiyle Zeyd diyor ki, “Ben kalktım, Kur’an’ın ardına düşüp gereği gibi araştırdım ve onu yazılı bulunduğu deri parçalarından, kürek kemiklerinden, hurma dallarından ve hâfızların ezberlerinden bir yerde topladım. Ve et-Tevbe Sûresinden iki ayeti, Ebû Huzeyme el-Ensâri’nin yanında buldum. O iki âyeti ondan başka kimsenin yanında bulmadım.

Neticede içlerinde Kur’an toplanılan bu sahibeler, Allah kendisini vefât ettirinceye kadar Ebû Bekr’in yanında kaldı (Buhari, Kitabu’l-Tefsir 199 Cilt 9 s. 4423-4424 Ötüken 1987)

16-............ Ebû İshak şöyle dedi: Ben el-Berâ (R)’ dan işittim, şöyle diyordu: "Mü’minlerden oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlar müsâvi olmaz...

24

Page 25: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

"Ayeti indiği zaman, Resûlullah (S) Zeyd’i çağırdı. Zeyd bir kürek kemiği ile geldi ve o ayeti yazdı..... (Buhari, Kitabu’l-Cihâd ve’s-siyer 47 cilt 6, s.2674. Ötüken 1987)

HADİSİN TENKİDİ: Kur’an’ın, Peygamber zamanında kitap halinde mevcut olmadığı, sonradan rast gele bir araştırmayla, hurma dallarından, deri parçalarından, taş levhalardan, kürek kemiklerinden, hafızların ezberlerinden toplanmış bir kitap olduğu hususunda müteaddit rivayetler uydurmuşlardır. Öyle ki, Kur’an bu dedikleri şeylere yazılı bir Kitab olmuş olsaydı, bir ambarı doldurması gerekirdi, bu iddiaları Kur’an’a bir iftira ve saygısızlığın ifadesidir. Allah, Kur’an’da Kitab indirmiş olduğunu ayetlerle bildirmiştir. Kur’an Kitab halinde Peygamber zamanında mevcut değil idiyse insanlar Kitab mevcut olmadığı halde, ayetlerde niçin Kur’an’dan Kitab olarak bahsediliyor diye sorarlardı. Peygamber zamanında Kur’an Kitab olarak mevcut idi, ve iddia ettikleri gibi, taş parçalarına, hurma dallarına v.s. yazılmıyordu. İnce ceylan derileri üzerine yazılan bir Kitab halindeydi. Bu hususta Kur’an’dan mealen:

- Andolsun Tûr’a (52/1)

- Satır satır yazılmış Kitab’a (52/2)

- Yayılmış ince deri üzerine (52/3)

İfadeleri Kur’an’ın nasıl yazılmış bir Kitab olduğunu belirtir. Ayetler peygambere inmişti, eğer Kur’an ince deri üzerine yazılıp tespit edilmemiş olsaydı bu ayetleri duyanlar, siz hangi ince deri üzerine yazılmış kitaptan bahsediyorsunuz diye sormaz mıydılar! Kur’an’ın peygamber zamanında özenle yazılmış olduğuna dair diğer bir örnek, Kur’an’dan mealen:

- Hayır, o ayetler bir mesajdırlar. (80/11)

- İsteyen onları idrak eder. (80/12)

25

Page 26: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Onlar, değerli sayfalardadır. (80/13)

- Yüksek ve temiz sayfalarda. (80/14)

Bu örneklerden anlaşıldığı üzere, Kur’an’ın sonradan rast gele, taş parçalarından,ağaç kabuklarından, kürek kemiklerinden toplanmış bir kitab olduğu yolundaki rivayetler Kur’an’a uymamaktadır, ve aslı yoktur.

Rivayetler uydurulurken, daha öncede belirttiğim gibi bazen kasıtlı, bazen de tutarsızlık şeklinde bir çok çelişkilere düşülmüştür. Fert ve kişilere kabul ettirmek ve sıkıştıklarında kendilerini kurtarmak için bazen doğrulara da yer vermişlerdir. Öyle ki bir konu hakkında bir rivayet uydurduklarında, muhakkak ona muhalif bir veya birden fazla rivayet uydurmaya özen göstermişlerdir. Sık sık bu tür çelişkili ifadeleri yan yana yazarak okuyucunun bu hususa dikkatini çekmeye çalışacağım. Zira hadis uydurma sistemlerinin kökü budur. Örneğin, Kur’an’ın sonradan rast gele toplanmış bir kitap olduğunu söylerken başka bir yerde, peygamberin onu Mushaf halinde bıraktığını rivayet etmek onlar için gayet normal bir durumdur. şöyle ki, uydurdukları diğer bir rivayette şöyle diyorlar:

17- ......Abdülaziz İbn Rufey’ şöyle dedi: Ben Şaddat İbn Ma’kıl ile beraber İbn Abbas’ın yanına girdim. Şaddat İbn Ma’kıl, Abbas’a:

-Peygamber (s) bir şey bıraktı mı? diye sordu.

İbn Abbas:

- Mushaf ‘ın iki yanını kuşatan ciltler arasında bulunandan başka bir şey bırakmadı, dedi.

Biz yine beraberce Muhammed İbnu’l -Hanefiyye’ nin yanına girdik ve ona’da aynı suali sorduk. Muhammed İbnu’l Hanefiyye de:

26

Page 27: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- İki kapak arasında bulunandan başka bir şey bırakmadı, dedi. (Buhari,Kitâbu Fedail’l -Kur’an 39 Cilt 11 sayfa 5112 Ötüken 1988)

Bu hadis evvelki hadislerle çelişkili olduğu gibi, Kur’an’ın Peygamber zamanında kitap halinde mevcut olduğunu ve Peygamberin hiçbir rivayet bırakmadığını itiraf etmişlerdir.

Diğer bir rivayette de şöyle demektedirler:

18-.......Enes İbn Mâlik el -Ensâri den rivayet ettiler ki:........ “Peygamber hücrenin perdesini açtı da, bizlere bakmaya başladı. Kendisi ayakta duruyor ve yüzü de Mushaf yaprağı gibi parlıyordu......" (Buhari, kitabu’l -Ezân 72 cilt 2 sayfa 707 - 708 Ötüken 1987)

Bu rivayette de peygamberin zamanında Mushaf’ın yani kitap halinde Kur’an’ın, parlak sahifelere yazılı olarak mevcut olduğunu itiraf etmişlerdir. Zira var idi ki peygamberin yüzünü onun sahifelerine benzetmişlerdir.

Ayrıca, görüldüğü gibi 15 ve 16 no lu örneklerde verdiğim rivayetler. 17 ve 18 no.lu örneklerde belirttiğim rivayetlerle çelişki halindedirler.

III - KUR’AN’IN OKUNUŞUNU TAHRİF İÇİN UYDURDUKLARI HADİS ÖRNEKLERİ

19- .......Ben Abdullah İbni Mes’ûd’dan işittim, şöyle diyordu: Ben bir kimsenin bir ayeti, benim peygamberden işittiğim okuyuşun hilâfına okuduğunu işittim. Hemen elinden tuttum ve onu Resûlullah’a getirdim. Resûlullah (S): “Her ikinizde güzel okudunuz" buyurdu. Şu’be dedi ki: Ben Resûlullah’ın şunu da söylediğini zannediyorum: “(Kur’an hakkında) sakın ihtilaf etmeyiniz. Çünkü sizden evvelki ümmetler kitaplarında ihtilaf ettiler de bu yüzden helak oldular"(Buhari, Kitab’ul-husûmat cilt 5 sayfa 2228 Ötüken 1987)

27

Page 28: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

20-........ O da İbn Abbâs (R)’tan tahdis etti ki, Resûlullah (S) şöyle buyurmuştur: “Cibril bana Kur’an’ı bir okunuş üzerine okuttu. Ben de durmadan bunun artmasını istedim. Tâ yedi türlü okunuşa erişinceye kadar bu dileğimde ısrar ettim”. (Buhari, Kitâbu Bed’i’l-Halk 29 Cilt 7 Sayfa 3035 Ötüken 1987.)

Yukarıdaki rivayette Kur’an’ın, bir okunuş üzerine Cebrail tarafından indirildiği ve peygamberin ısrarıyla yedi okunuşa çıkarıldığı belirtilmiştir. Buna rağmen şöyle de tahdis etmekten çekinmediler:

21- "Übeyy b Ka’b’den (rivayet edilmiştir.) Dedi ki: Resûlullah (s.a.v.) Cebrâil’e rastladı ve:

Ey Cibril, ben ümmi bir kavme gönderildim. Bunların arasında koca karılar, ihtiyar erkekler, oğlanlar, kızlar, hiç kitap okumayan adamlar var, dedi.

Cibril o zaman:

- Ey Muhammed, muhakkak’ki, Kur’an yedi harf üzerine nâzil olmuştur, demiştir."(Kur’an’ı Kerimin faziletleri ve Okuma Kâideleri. Dr. İsmail Karaçam, Marmara ünv. İlahiyat Fakl. Yayınları No 7 sayfa 21 alıntısı, et- Tirmizi, Sahihu’t -Tirmizi bi şerhı’l -İmam İbni’l Arabi, VI.63. Mısır 1934)

Tirmizi’nin bu rivayetinde ise Meğer ki Kur’an zaten yedi okunuş üzerine inmiş ve Peygamberin bundan haberi yokmuş, bu ise bir çelişkidir.

İşin ilginç yanı Kur’an harekeli olup, bir okunuştan başka okunmasına imkan yoktur. Sonradan harekelendi iddiaları uydurmadır. Rivayetlere tabii olan kimseler dahi yedi harf iddialarının ne manaya geldiğini bundan dolayı bilememektedirler. Dr İsmail Karaçam, yukarda bahsi geçen eserin de bu konuda şöyle demektedir:

28

Page 29: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Yedi harf ile ilgili haberlerin çok yoğun olmasına her sınıftaki İslam bilginlerinin bu konuda fikir yürütmüş olmasına rağmen, “yedi harf”in manası üzerinde bir fikir birliğine varılmamıştır. “Kur’an ilimleri" ile ilgili bir çok eserde verildiğine göre, üzerinde en çok ihtilaf edilen konu budur. Aynı kaynakların haberlerine nazaran Ebû Hatim b. Hıbbân (354/965) bu konuda 35 ihtilafın varlığına haber vermiş, hatta bunların tamamının 40 kadar olduğu söylenmiştir. Biz bunlardan --- ancak--- birkaç tanesini örnek olarak sunacağız:

1- Alimlerin çoğunluğuna göre, “Yedi harf” den maksat, arab kabilelerinden meşhur yedisinin lehçeleridir. Fakat yinede bu kabilelerin hangileri olduğu hakkında ihtilaf vardır....

2- “Yedi harf" tabiri, medlûlü müşkül,manası itibariyle müteşabih bir deyimdir. Bu tabirin müşkül olmasının sebebi de, “el- Ahruf" kelimesinden gelmektedir. Çünkü “Harf" kelimesi bir çok manalara delalet eden müşterek lafızdır. Müşterek lafız olması hasebiyle de, hangi mananın kastedildiği --kat’i olarak-- anlaşılmaz.

Dr. İsmail Karaçam böylece devam ederek birkaç örnek daha veriyor. (sayfa 22)

Şimdi dense ki, mahiyeti belli olmayan bu tür rivayetleri neden uydurdular? Nedeni; Bir şeyin hatalı söylenmesine mazeret kabul edilmişse ve bu mazeret belli değilse, o zaman yapılacak bütün hata ve bozuk uygulamalar bu belirsiz mazerete mal edilebilir. Böylece Kur’an’a bu yönden yapılacak bütün saldırıları meşru göstermeyi amaçlamaktadırlar.

Yapılan yanlış okuyuşlara yapılacak itirazları engellemek içinde şu şekil de rivayet uydurmuşlardır:

29

Page 30: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

22- Ebu Hureyre (r.a) Hz. anlatıyor: “Resûlullah (a.s.v.)şöyle buyurdular: "Kur’an hakkında münakaşa küfürdür"(K.S 1158 C.5 S. 271 alıntısı, Ebû Dâvûd, Sünnet 5, (4603))

Bu gibi hadis uydurmalarıyla, Kur’an’ın ihtilaflı okunabileceğini ve bu okunuşlar elde mevcut Kur’an’a uymasa dahi müdahale etmemek gerektiğini. Hatta münakaşa etmenin küfür olduğunu söylemektedirler. Kur’an kelimeleri çeşitli şekilde okunamaz, harekeli olarak nasıl inmişlerse yalnız ve yalnız o şekilde okunurlar. Ve bir okunuşla inmişlerdir. Değişik okumak kelimeyi değiştirmek demektir, bu ise Allah’tan başkası için mümkün değildir. Kur’an’dan, mealen:

- Rabının kitabından sana vahye dileni oku; O’nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur, O’ndan başka sığınılacak bir kimsede bulamazsın. 18/27

- Elif, lam, ra. Bu kitap; Ayetleri kesinleştirilmiş sonrada hakim ve habir olan Allah tarafından uzun uzadıya açıklanmıştır. (11/1)

Daha önce metotlarının zıt rivayetler uydurmak olduğunu belirtmiştim. Bu konuda da şöyle rivayetleri vardır:

23- .......Enesten naklen........

“-Sizler Zeyd ibn Sabit ile Kur’an’dan herhangi bir şeyde ihtilaf ettiğiniz zaman, Kur’an’ı Kureyş lisanı ile yazınız. Çünkü Kur’an Kureyş lisanı ile nazil olmuştur,dedi.

Onlar da işte böyle yaptılar.(Buhari. Kitabu’l Menâkıb 15 cilt 7 sayfa 3309, Ötüken 1987)

Bu hadis ile Kur’an’ın bir lisan üzerine indiğini ve yanlışlıklara ihtilaf edilebileceğini rivayet etmekle, yedi lisan üzerine indiğin ve değişik okunabileceği konusundaki rivayetlerle çelişkiye düşmüşlerdir.

30

Page 31: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

IV - VAHYİN İNİŞ SIRASIYLA İLGİLİ OLARAK UYDURDUKLARI ÇELİŞKİLİ HADİSLER

24- Hz Âişe’den naklen ...............”(Peygambere ilk gelen Vahiy âlak suresi 1-5 tir)"(K.S. 5563 C 15 S. 389 - b 1992, alıntıları Buhari, Bed’ü’l- Vahiy, Enbiya 21, Tefsir, Alâk Ta’bir 1; Müslim, İman 252, (160); Tirmizi, Menakıb 13, (3636))

25- Yahya İbnu Ebi Kesir anlatıyor: “Ebu Seleme İbnu Abdurrahmân a Kur’an’dan ilk inenin ne olduğunu sordum.

"Ya eyyühe’l - Müddessir (Ey örtüsüne bürünmüş): (Suresi) dir !"dedi......... (K.S. 5564 C. 15 S. 391 alıntıları, Buhari, Bed’ü’l - Halk 6, Tefsir, Müdessir, tefsir, Alak, Edeb 118; Müslim, İman 257, (161))

Yukarıdaki iki rivayet birbiriyle çelişkilidir.

V - RESÛLULLAH’IN NEYİ VASİYET ETTİĞİ HUSUSUNDA UYDURDUKLARI ÇELİSKİLİ HADİSLER

26- imam Malik’e ulaştığına göre, Hz. Peygamber (a.s.v) şunu söylemiştir: "Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: Allah’ın Kitab ı ve Resûlün Sünneti. (Muvatta, Kader 3, (2, 899), K.S. 53 C. 2 S. 328 - 1988)

27- Yezid İbnu Erkam (r.a) anlatıyor: Hz. Peygamber (a.s.v) buyurdular ki “Size uyduğunuz takdirde benden sonra asla sapmayacağınız iki şey bırakıyorum. Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür. Bu. Allah’ın Kitabıdır. Semadan arza uzatılmış bir ip durumundadır. (Diğeri de) kendi neslim, Ehli Beytimdir. Bu iki şey, cennette kevser havuzunun başında bana gelip (hakkınız da bilgi verinceye kadar) birbirlerinden ayrılmayacaktır. Öyleyse bunlar hakkında, ardımdan bana nasıl bir halef olacağınızı siz düşünün"(K.S.

31

Page 32: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

54 C. 2 S. 328-329 B. 1998 alıntısı Tirmizi, Menakıb 77.(3790))

28- ..........Bize Talha İbnu Musarruf tahdis edip şöyle dedi: ben Abdullah İbn Ebi Evfâ (R)’ya:

- Peygamber (S) vasiyet etti mi diye sordum.

O:

- Hayır (vasiyet etmedi), dedi.

- Bunun üzerine ben:

-Öyleyse insanlar üzerine vasiyet etmek nasıl farz yazıldı, yahut insanlar nasıl vasiyet etmekle emr olundular? Dedim.

-Abdullah İbn ebi Evfâ:

-Resûlullah, Allah’ın kitabı na tutunmak ve onunla amel etmeyi vasiyet etti, dedi. (Buhari, Kitabu’l -Vesâyâ 3 cilt 6 sayfa 2583, Ötüken 1987)

29-......... Resûlullah’a atfen Veda Hüdbesinde: “Mü’minler! Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmayacaksınız. O emanet Allah’ın kitabı Kur’an’dır."(Buhari. Kitabu’l - Hac cilt 4 sayfa 1648, Ötüken 1987)

Görüldüğü gibi, örneklerdeki 26 ve 27. rivayetler kendi aralarında çelişkili oldukları gibi, 28 ve 29. Rivayetlerle de çelişkilidirler. Biz ancak Kur’an’dan sorumluyuz, onun için 28 ve 29. rivayetler gerçeğe uygundur.

Sünnet diye uydurdukları rivayetler bir birleriyle çelişkili olduğundan, doğru yolu onlarla bulmak mümkün değildir. Ayrıca Kur’an yeterli olup öyle bir şeye ihtiyaç da yoktur. Ehlibeyt ise, onlarda bizim gibi ancak Kur’an’a uymakla doğru yolu bulabilirler, kaldı ki bin seneden fazla bir

32

Page 33: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

zamandır, ehlibeytten bir kimseyi müşahhas olarak dünyada kimse görmediği gibi, onları gören kimseyi de gören olmamıştır. Onun için Kur’an’la birlikte ehlibeyt rehberliği diye bir şey olmadığı gibi, böyle bir şeye ihtiyaçta yoktur. Aksine iddialar gerçeklere uymayan hususlardır.

VI- KUR’AN’IN ÜCRETLE OKUNUP-OKUNAMIYACAĞI KONUSUNDA VE RÜKYE İLE İLGİLİ UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

30- İmrân İbnu Husyen (r.a.)’ın anlattığına göre, İmrân, Kur’an okuyan, arkasından da buna mukabil halktan dünyalık talebeden birisine rastlamıştı, ‘ İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci’un, deyip arkasından şu açıklamayı yaptı: “Hz. Peygamber (a.s.v.)’in şöyle söylediğini işittim: “Kim Kur’an okursa (isteyeceğini) Allah’tan istesin. Zira bir takım insanlar zuhur edecek, onlar Kur’an okuyup, okudukları mukabilinde halktan (dünyalık) isteyecekler. (K.S. 434 C.3 S.243 B.1988, alıntısı Tirmizi, Sevâbu’l-Kur’an 20,2918)

31- Ubade İbnu’s-Sâmit r.a. Anlatıyor: “Ben ehl-i Suffa’dan bir kısım insanlara yazı ve Kur’an öğretmiştim. Onlardan bir adam bana bir yay hediye etti. Ben de: “(Bu yay) benim için (büyük) bir mal değil, onunla Allah yolunda atış yaparım, gidip Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a soracağım" dedim. Gidip sordum:

“Ey Allah’ın Resûlü! dedim. Kendilerine yazı ve Kur’an öğrettiğim kimselerden biri bana bir yay hediye etti. Bu benim için bir mal da değil. Ben onunla Allah yolunda atış yaparım! dedim. a.s.v. bana: “Eğer ateşten bir takı takınmayı seversen kabul et! diye cevap verdi."(K.S. 5787 C.16 s.249 B.1993 alıntısı, Ebu Dâvud, Büyû’ 37, (3417))

30 ve 31. Rivayetlerde, Kur’an okumaktan, Kur’an ve Yazı öğretmekten ücret alınmasının kesin olarak haram olduğunu rivayet ettiler. Buna rağmen şu şekilde bir başka rivayette bulundular:

33

Page 34: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

32- İbnu Abbâs r.a. Anlatıyor: “Resûlullah a.s.v. Buyurdular ki: “Üzerine ücret almada en haklı olduğunuz şey Kitabullah’tır." (K.S. 5171 C.14 S. 506-507 B.1992, alıntısı Buhâri, İcâre 16, Tıbb 34.)

Bu rivayette, üzerine ücret almada en meşru olan şeyin Kur’an olduğunu tahdis etmeleri açık bir çelişkidir.

33. Resûlullah’a atfen: Câbir şöyle demiş “Benim bir dayım vardı. Akrebe karşı rukye yapardı. Derken Resûlullah rukyeyi yasak etti, Müteakiben ona gelerek:

- Ya Resûlullah! Gerçekten sen rukyeyi yasak ettin mi? Ben akrebe karşı rukye yapıyorum dedi. Bunun üzerine: “Sizden her kim din kardeşine fayda verebilirse bunu yapsın!"buyurdular. (Sahih’i Müslim, Terc. Ahmet Davudoğlu, sönmez Neşriyat A.Ş. Cilt 9 62/624)

<33.> Rivayet kendi içeriğinde çelişkilidir, mademki rukye yapmanın bir mahzuru yok idiyse bunu peygamber neden yasakladı? Rukye, bir hastanın iyileşmesi için, onun üzerine okuyup üflemeye, muska ve efsûn yapmaya veya hastanın üzerine tükürmeye denir. Rukye yapanlar Kur’an ayetleri okudukları gibi, başka sözlerde söylerler. Örneğin:

34..... Hârice b. Es-Salt, amcasından rivayet ettiğine göre: O (Hâricenin amcası) bir kavme uğradı. Kavimdekiler onun yanına gelip;

Şüphesiz sen ozat (Hz. Peygamber)’ın yanından bir şey getirmişsindir, bizim için şu adama rukye yap, dediler ve kendisine iplerle bağlı bir adam getirdiler.

Hâricenin amcası sabahlı akşamlı üç gün adama Fâtiha sûresini okudu. Sûreyi her bitirişinde tükürüğünü biriktiriyor sonrada tükürüyordu. Adam sanki kösteğinden kurtulmuş gibi oldu, (iyileşti) (Delinin arkadaşları) rukye yapan zata (ücret

34

Page 35: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

olarak) bir şey verdiler. Adam, Resûlullah (s.a.)’a gelip durumu haber verdi.

Efendimiz (s.a.)

“Ye, ömrüne yemin ederim ki, kimileri bâtıl bir rukye ile yerler, sen ise hak bir rukye ile yersin."buyurdu. (Ebu Davud, cilt 12 s.496 rivayet 3420 Şamil Yayınevi 1991; Ahmet b. Hanbel V. 221)

Kur’an, içindeki bilgilerden istifade etmek suretiyle, doğru yolu gösteren, nasihat eden, uyaran, İslam dini için gerekli bütün bilgileri ihtiva eden bir kitaptır. O ne ölülerin üzerine okunmak için, ne de okunup üflendiğinde hastaları iyileştiren bir kitab değildir.

Hele Kur’an’ın okunup, ondan sonra şifa verir diye hastaya tükürülmesi rivayeti Kur’an’a saygısızlık kastıyla uydurulmuştur.

Kur’an’ın bir rukye kitabı olmadığı hususunda, Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:

- Eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yâhut arzın parçalandığı, yâhut ölülerin konuşturulduğu bir Kur’an olsaydı (bu Kitab olurdu) Fakat bütün işler Allah’a aittir. İman edenler hâla bilmediler mi ki, Allah dileseydi bütün insanları hidâyete erdirirdi? Allah’ın va’di gelinceye kadar devamlı olarak inkar edenlere, yaptıklarından dolayı, ya ansızın büyük bir belâ gelecek, ya da o belâ evlerinin yakınına inecek, Allah, vadinden aslâ dönmez. 13/31

Görüldüğü gibi Kur’an okunduğunda ne dağlar yürür, ne yer parçalanır, ne de ölüler konuşur. Onun için Kur’an’dan bir rukye kitabı olarak bahsetmek, Kur’an’ın iniş nedenini esas amacından saptırmaya yönelik kasıtlı bir harekettir.

VII- CİN’LERİN KUR’AN DİNLEMELERİYLE İLGİLİ OLARAK UYDURDUKLARI HADİS ÖRNEKLERİ:

35

Page 36: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

35- Alkame anlatıyor: “İbni Mes’ud (r.a.)’a dedim ki

-Sizden kimse, cin gecesinde Hz. Peygamber (a.s.v.)’e refâkat etti mi?"

“-Hayır, dedi, bizden kimse ona refakat etmedi. Ancak bir gece Onunla (a.s.v.) beraberdik. Bir ara onu kaybettik. Kendisini vadilerde ve dağ yollarında aradık. Bulamayınca: “Yoksa uçurulmuş veya kaçırılmış olmasın?"dedik. Böylece, geçirilmesi mümkün en kötü bir gece geçirdik. Sabah olunca, bir de baktık ki Hira tarafından geliyor.”

“-Ey Allah’ın Resulü, biz seni kaybettik, çok aradık ve bulamadık. Bu sebeple geçirilmesi mümkün en fena gece geçirdik" dedik.

- “Bana cinlerin davetçisi geldi. Beraber gittik. Onlara Kur’an’ı Kerimi okudum" buyurdular. Sonra bizi götürerek cinlerin izlerini, ateşlerinin kalıntılarını gösterdi.......... (K.S. 786 C.4 S.243 B.1988. Alıntıları, Müslim, salat 150(450); Tirmizi, Tefsir, Ahkâf,(3254); Ebu Dâvud, Tahâret 42,(85))

36- Ma’n İbnu Abdurrahmân anlatıyor: “Babam merhumu dinledim. Diyordu ki:

“Mesruk’a sordum: “Kur’an’ı dinledikleri gece, cinler(n geldiğini) Resûlullah a.s.v.’a kim haber verdi?"Bana şu cevabı verdi: “Babam, yani İbnu Mes’ud bana bildirdi ki: “Onların yani cinlerin geldiğini bir ağaç haber verdi."(K.S. 5589 C.15 S.441 B. 1992, Alıntıları Buhâri, Menâkıbu’l-Ensâr 32; Müslim, Sâlat 153,(450))

Cinlerin Kur’an dinlemeleriyle ilgili olarak uydurmuş oldukları yukarıdaki sözlerin yanında, bu sözleri sanki hiç söylememişçesine şöyle demeleri gerçekten ibret vericidir:

37- İbnu Abbas (r.a.) şöyle demiştir: “Hz. Peygamber (a.s.v.) Cinlere Kur’an okumadığı gibi, onları görmedi de..........) (K.S. 846 C.4 S.343 B.1988. Alıntıları, Buhari, Tefsir, Cinn

36

Page 37: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

1, Ezan 105; Müslim, Salat 149,(449); Tirmizi, Tefsir, Cinn,(3320))

<37.> Rivayetin devamın da uzunca anlatım ve ifadelerin içinde, Cinlerin Peygamberin haberi olmadan peygamberden Kur’an dinlemiş olduklarını söylemeleri Kur’an’a uygun olmasına rağmen, insanların kafalarını karıştırma metotlarının gereği olarak uydurmuş oldukları 35 ve 36. Rivayetlerdeki ifadelerle 37. Rivayetteki ifadelerin ayrılık ve çelişkisi dikkat çekici olup, onların zihniyetini yansıtmaktadır.

Cinlerin Kur’an dinlemesiyle ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- De ki! Bana vah yolundu ki, Cinlerden bir topluluk Kur’an dinlediler de şöyle dediler: “Biz hârikulâde güzel bir Kur’an dinledik. 72/1

Yukarıda meali yazılı ifadeler, Cin sûresinde geçmekte olup, buna göre Cinlerin Kur’an dinlediğiyle ilgili olarak, peygamberin ancak vahiyle haberi olmuştur. Bundan dolayı rivayetçilerin uydurmuş oldukları, peygamber kayboldu ve ona ağaç bildirdi gibi sözler, saygısızca uydurulmuş alayvari boş sözlerdir.

VIII- KUR’AN’I ANLAMA ANLAYIŞLARI VE KUR’AN’IN NASIL OKUNMASI GEREKTİĞİ KONUSUNDAKİ RİVAYET ÖRNEKLERİ

38-............ Ebû Hureyre şöyle diyordu: Resûlullah (S): “Allah, Peygambere Kur’an’ı teganni etmesi karşılığı kadar hiçbir şey için mükâfat vermemiştir" buyurdu.

Râvi Ebû Seleme’nin bir arkadaşı ona “Yeteğenne bihi" sözüyle “Yecheru bihi (= Demek istiyor)"dedi (; aslında: İstima’ etmemiştir" fakat bundan mûrad bol mükâfattır).

37

Page 38: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

(Buhari, Kitabu Fadaili-Kur’an, Hadis 43 S. 5116 C.11 Ötüken 1988).

Teganni etmek şarkı makamıyla söylemek demektir, yani Kur’an’ın şarkı sözü gibi söylenmesi gerektiğini rivayet etmişlerdir. Bu ise Kur’an’ın okunuşuyla ilgili olarak, Kur’an’da bildirilen şekle uymamaktadır.

Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Ey örtüsüne bürünen. 73/1

- Geceleyin kalk, yalnız gecenin birazında (uyu). 73/2

- Gecenin yarısın da (kalk) yâhut bundan biraz eksilt. 73/3

- Veyâ bunu artır ve ağır ağır Kur’an oku. 73/4

Görüldüğü gibi, Kur’an’ın ağır ağır yani güzel, tane tane ve açık okunması istenmiştir. Zira “Tartil" kelimesi bu manaya gelmektedir. Bu itibarla, Kur’an teganni edilemez! O şarkı sözü değildir. Rivayet uydurma olup, Kur’an’a uymamaktadır.

39- Ammâr İbnu Yâsir (r.a.) anlatıyor: Resûlullah (a.s.v.) buyurdular ki: (Kur’an’ı Kerimde zikri geçen) sofra gökten ekmek ve et olarak indirildi. Bu mucizeye mahzar olanlara, ihânet etmemeleri ve ertesi gün için, o yiyeceklerden ayırmamaları emredildi. Ancak onlar bunu dinlemediler, hem ihânet ettiler hem de yemeklerden ayırıp ertesi gün için sakladılar. Bunun üzerine ceza olarak maymun ve hınzır sûretine çevrildiler”. (K.S. 597 C.3 S.465 B.1988. Alıntısı, Tirmizi, Tefsir, Maide, (3063)).

Bu rivayet Kur’an’a uymadığı gibi. İsa Peygamberin ‘Havarilerine hakaret kastıyla uydurulmuştur. Havarinin kelime manası: Seçilmiş halis kimse olup, Peygamberlere taraftar çıkıp yardım edenler hakkında kullanışı ile şüyu’ bulmuştur.

38

Page 39: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

İsa Peygamberin havarileri ve onlara inen sofrayla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- Ve Ben, Havarilere: “Bana ve elçime iman edin" diye vah yetmiştim. Onlar: “Biz iman ettik, Sen şahit ol ki, biz Müslümanlardanız!" dediler. 5/111

- Havariler demişlerdi ki: “Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?"(İsa): “Eğer mü’min iseniz Allah’tan korkun" demişti. 5/112

- “İstiyoruz ki, ondan yiyelim, kalbimiz iyice yatışsın, senin bize doğru söylediğini bilelim ve bizzat görenlerden olalım."dediler. 5/113

- Meryem oğlu İsa da: “Allah’ım, Rabb imiz, bizim üzerimize gökten bir sofra indir ki bizim için, önce ve sonra gelenlerimiz için (o gün) bir bayram olsun ve (o olay), senden bir delil olsun. Bizi rızıklandır, sen rızık verenlerin en hayırlısısın."dedi. 5/114

- Allah buyurdu ki: “Ben onu sizin üzerinize indireceğim, ama ondan sonra sizden kim küfür ederse, ben ona alemlerden hiç kimseye yapmayacağım azabı yaparım." 5/115

Görüldüğü gibi, İsa peygamberin Havarileri Allah’ın vah yetmesiyle iman etmiş kimseler olup, İsa peygamberin yardımcılarıydılar. Onların sofradan yemek çalmış olmaları söz konusu olmadığı gibi, maymuna ve hınzıra çevrilmiş olduklarının rivayet edilmesi bir iftiradır.

40- Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor:...............Resûlullah (a.s.v) buyurdular ki: Hz. Adem’in yaşı kırk yıl eksik olarak kesinleşince hemen ölüm meleği geldi. Adem (a.s) ona:

“-Yani benim ömrümden kırk yıl geride kalmadı mı?"dedi. Melek:

39

Page 40: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“-İyi ama, dedi, sen onu oğlun Davud’a vermedin mi?"Adem inkar etti zürriyeti de inkar etti.........(K.S. 614 C.3 S. 488 B. 1998 alıntısı, Tirmizi, Tefsir, A’raf, (3078) 9.)

Tahdis edilen rivayette, Adem peygamberin ömür süresinden hibe yaptığı ve dolayısıyla ömür süresini bildiği iddia edilmiştir. Bu iddia Kur’an’a uymamaktadır.

Bu hususta Kur’an’dan mealen:

-Eğer Allah, insanları yaptıkları (her) haksızlıkta cezalandırsaydı, yeryüzünde tek canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir süreye kadar erteler. Süreleri geldiği zaman da bir saat dahi ne geri kalırlar, ne de ileri geçerler. 16/61

- Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah’ın katındadır. Yağmuru yağdırır ve rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilmez. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır. 31/34

Görüldüğü gibi rivayet edilen hadisin aslı yoktur. Zira ecel takdir edilmiş kesin bir süredir, herkesin eceli kendisine aittir. Sürüleri geldiği zamanda bir saat dahi ne geri kalırlar ne de ileri geçerler. Hiç kimsede nerede öleceğini bilmez.

41- Yine İbn’u Âbbâs (r.a)’nın anlattığına göre, kendisine Cenâbı Hâkkın şu mealdeki kelamından sorulmuştur: "Bilin ki onlar, Kur’an okunurken gizlenmek için iki büklüm olurlar. Bilin ki elbiselerine büründüklerinde bile Allah onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilir. Çünkü O kalplerdeki olanı bilendir." (Hud 5)

İbnu Abbas (r.a) şu açıklamayı yapmıştır: "Bunlar helada soyununca avret mahallerinin açılıp, o manzaralarının semaya ulaşmasından, keza hanımlarıyla cinsi mukarenet sırasında soyununca çıplak hallerinin semaya ulaşmasından korkup

40

Page 41: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

haya duyan (Bu yüzden kendilerine sıkıntı veren) kimseler hakkında nazil olmuştur. (K.S. 660 C. 4 S. 29-30 B. 1988 alıntısı Buhari, Tefsir Hud 1.)

Hud Suresi 5. Ayetinde, Kur’an’dan kaçmak için peygamberden gizlenip saklanan kimseler tenkit edilmiştir. Allah kendisinden hiç bir şeyin gizlenemeyeceğini belirterek bu şahısları tenkit etmiştir. Rivayette ise bu şahıslar, Allah’tan haya duyan şahıslar olarak tarif edilmiş ve kendilerince övmüşlerdir. Bu anlayışlarının Kur’an’la ilgisi olmadığı gibi, Allah’a karşı İslam da bu şekilde bir tesettür anlayışı olmayıp, Allah tan hiç bir şeyin gizlenemeyeceği de açıktır. Haya anlayışları buysa o zaman bilsinler ki, Allah’tan hiçbir şey gizlenemez.

Hud suresinin bu iddialarıyla hiçbir ilgisi yoktur. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- İyi bilin ki, onlar O’ndan gizlenmek için göğüslerini büker (Allah’ın Resulünü görmemek, Kur’an’ı dinlememek için sırtlarını çevirir)ler. İyi bilin ki onlar, örtülerine büründükleri zaman dahi (Allah onların) içlerinde gizlediklerini ve açığa vurduklarını hep bilir. Çünkü O göğüslerin özünü bilendir. 11/5

Ayet İslam’dan kaçanlar hakkında inmişken, ayetle hiç ilgisi olmayan uydurma bir nüzul sebebi rivayet edilmiş olduğu açıktır.

42- İbnu Abbas (r.a) anlatıyor: “Resûlullah (a.s.v)’ın arkasında çok güzel bir kadın namaz kılıyordu. Cemaatten bazıları onu görmemek için ön safa kaçıyor, bazıları da en arka safa geliyor, rükuya vardığı zaman koltuğunun altından ona bakıyordu. Bu durum üzerinde Cenabı Hakk şu ayeti indirdi: “And olsun, sizden öne geçenleri de biz biliriz, geri kalanları da biz biliriz" (Hicr,24), (K.S. 671 C.4 S.39 B. 1988 alıntısı, Nesâi, İmamet (2,118);Tirmizi, Tefsir, Hicr, (3122))

41

Page 42: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Sahabedeler hakkında saygısızca uydurulmuş bu nüzûl sebebi rivayeti uydurmasının, Hicr Suresiyle hiçbir ilgisi yoktur. Hicr 23-24-25 ayetlerini mealen yazarsak iftira ettikleri ortaya çıkar. Şöyle ki:

-Biziz, elbette biz ki, yaşatır ve öldürürüz: Gerçek vâris olanda biziz. 15/23

-And olsun, sizden önce geçenleri de bildik, sonra gelenleri de bildik. 15/24

-Gerçekten onları toplayacak olan, Rabbindir. O, hikmet sahibidir, bilendir. 15/25

Allah bu ayetlerle, yaşatıp öldürdüğünü, gerçek olarak mülkün kendisine ait olduğunu, ölüp gidenleri bildiği gibi gelecek olanları; sonraya tehir edilmiş olanları bildiğini. Ölüp gidenlerle gelecek olanları bir araya toplayacağını bildirmiştir. Bu itibarla bu ayetlerin onların sapık nüzûl sebebi uydurmalarıyla bir ilgisi yoktur.

43- Hz. Enes (r.a), “Rabbine and olsun ki hepsini yaptıklarından sorumlu tutacağız" (Hicr 92-93) ayetiyle ilgili olarak: “Onlar ‘ La ilahe İllâllah’ demekten sorumlu olacaklar" demiştir." (K.S. 675 C.4 S. 43 B. 1998 alıntıları, Tirmizi, Tefsir, Hicr, (3126); Buhari hadisi bab başlığı olarak kaydetmişti.))

Bu ayetler, Kur’an’ın bir kısmını kabul edip, bir kısmını red eden kimseler hakkında inmişlerdir, şöyle ki Hicr 89-90-91-92-93-94 ayetlerinin meallerini yazarsak durum açıkça anlaşılır. Şöyle ki

-De ki: Şüphesiz ben apaçık bir uyarıcıyım. 15/89

-Tıpkı o bölücülere indirdiğimiz (azâb) gibi, 15/90

-Onlar ki Kur’an’ı parça parça ettiler. 15/91

42

Page 43: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

-Rabb’ın hakkı için biz onların hepsine mutlaka soracağız: 15/92

-Yaptıkları şeylerden. 15/93

-O halde sen emr olunduğun şeyi açıkça söyle ve ortak koşanlara aldırma. 15/94

Görüldüğü gibi ayetler müşrikler hakkında indirilmişken, Müslümanlar hakkında indiği rivayet edilmiş olup, rivayet asılsız bir iftiradır.

44-Ebu Sa’id el Hudri’den, Resûlullah’a atfen: “(sağcılar) ........... ve kadri yükseltilmiş döşeklerdedirler"(Vâkıa,24) mealindeki ayet hakkında, Resûlullah’ın şunu söylediğini nakleder: ”bunların yüksekliği sema ile arz arasındaki mesâfe kadardır. İkisi arasındaki uzaklık ise beş yüz yıllık yürüme mesafesidir."(K.S. 809 C.4 S.287 B. 1988 alıntısı, Tirmizi, 2543)

Sema ile arz mesafesinin beş yüz yıllık yürüme mesafesi olduğunu ve cennet döşeklerinin yüksekliğine denk olduğunu rivayet etmelerinin hiçbir tutarlı tarafı yoktur, değil beş yüz senelik yürüyüşle semayı kat etmek, kişi günde yüz km yürüse 3500 yılda güneşe dahi varamaz. Cennet döşekleriyle alay etmek için bu rivayeti uyduran bilse ki sema ne kadar yüksektir. Cennet döşeklerinin beş yüz yıllık yol yüksekliğinde olduğu iddiası da keyfi bir iddiadır.

45 - Hz. Âişe (r.a) diyor ki: “Resûlullah (a.s.v) ölmezden önce bütün kadınlarla nikah kendisine helal kılındı."(K.S. 751 S.198 C.4 B 1998 alıntısı Tirmizi, Tefsir, Ahzab, (3214); Nesai, nikah 2(6.56) 9.)

Bu rivayet, Ahzab sûresinin 52. Ayetine uymamaktadır. şöyle ki mealen:

-Bundan sonra artık sana (başka) kadınlar(la evlenmek), bunları başka eşlerle değiştirmek helal değildir. İsterse

43

Page 44: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

güzellikleri çok hoşuna gitsin, (artık başka kadınlar alamazsın); yalnız elinin altında bulunan (câriye)ler hariç, Allah her şeyi gözetleyicidir. 33/52

Bu itibarla rivayetin aslı yoktur.

46- Esma bin tu Yezid (r.a) anlatıyor: "Resulullah (a.s.v) buyurdular ki: “Allah’ın İsmi Azam ı şu iki ayettedir:

1- “İlahınız, tek olan İlahtır, O’ndan başka ilah yoktur. O Rahman ve Rahimdir"(bakara 163)

2-Al-i İmran sûresinin baş kısmı: Elif lam mim. O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur. O Hayy ve kay yumdûr"(Âl i İmrân 1-3). (K.S. 1793 C.6 S. 556 b. 1989 alıntısı, Ebû Dâvud, Salât 358 (1496) Tirmizi Da’avât 65, (3472))

Yaygın bir şekilde, bir çok kimse tarafından şu iddiada bulunulmuştur. Allah’ın isimleri arasında bir tanesi vardır ki, bu O’nun en büyük ismidir. Kim Allah’ın bu ismini söyleyerek, Allah tan bir şey isterse muhakkak o dua kabul olur, velev ki taşın altın olmasını istesin, veya ölüleri kaldırmak istesin derhal yerine gelir. Ve bu ismin hangisi olduğu hususunda bir çok rivayetler uydurulmuş ve iddialarda bulunulmuştur. Bu iddiaların hepsi Allah’a bir iftiradır. Zira Allah’ın bütün isimleri yüce ve güzeldir. Allah duaları kabul ederken şahsın durumuna bakar, dua eden şahıs, duasının kabul edilmesine layıksa Allah duasını kabul eder. Yoksa iyi işler yapmayan veya kafir olan bir şahıs, Allah’ın bütün isimlerini duasında tekrarlasa dahi, Allah onun duasını kabul etmez. Bu konuda Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:

-O dur ki kullarından tövbeyi kabul eder, kötülüklerinden geçer ve yaptıklarınızı bilir. 42/25

44

Page 45: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

-İman eden ve iyi işler yapanların duâsını kabul eder, lütuf ve kereminden onlara (istediklerinden) fazlasını verir. Kafirlere gelince: onlara da çetin bir azab vardır. 42/26

-De ki: “İster Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız, nihâyet en güzel isimler O’nun dur. Salatında pek bağırma, pekte (sesini) gizleme, bu ikisinin arasında bir yol tut. 17/110

- En güzel isimler Allah’ındır. O halde O’na onlarla (o güzel isimlerle) dua edin ve Onun isimleri hakkında eğriliğe sapanları bırakın; Onlar yaptıklarının cezasını çekeceklerdir. 7/180

Görüldüğü gibi, ismi âzam konusunda tahdis edilen rivayet uydurma olup, Kur’an’a uymamaktadır. Sadece bu tür rivayetlerle insanları asırlarca boş hayaller peşinde sürüklemiş ve gerçeklerden kopmalarına sebep olmuşlardır. Bu iddialarda bulunan kimseler, Allah’ın İsimleri hakkında eğriliğe sapan kimselerdirler.

47- ..........Abdullah ibn Mesûd (r) şöyle demiştir: Peygamber (S) Mekke de iken Ve’n -Necmi Sûresini okudu da bunun sonunda secde yaptı. Onunla beraber olanlarda, bir ihtiyar müstesna (mü’min ve müşrik) hep secdeye vardılar. O ihtiyar kimsede bir avuç çakıl veya toprak alıp alnına götürdü ve: bu kadarı bana yeter, dedi. İşte o kimse ki, ben onu bundan sonra (Bedirde) kafir olarak öldürülmüş olarak gördüm.(Buhari, Ebvâbu Sucûdil- Kur’an 1. Cilt 3 sayfa 1044 Ötüken 1987)

48- .........Ata, İbnû Kuseyt’a şöyle haber vermiştir: Kendisi Zeyd ibn Sâbit e, Ve’n Necmi sûresinin sonunda ki Sucûddan sormuş. Zeyd te Peygamberin huzûrunda Ven -Necmi sûresini okuduğunu ve Peygamberin bu sûrede secde etmediğini söylemiştir. (Buhari, Ebvâbu sucûdil -Kur’an 6.cilt 3.sayfa 1044 Ötüken 1987)

45

Page 46: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Yukarıdaki iki rivayet birbirine aykırı olup, birbirini iptal etmektedirler.

Müşriklerin Ve’n Necmi sûresi, peygamber tarafından okunurken, secde ettikleri konusunda uydurulmuş olan 47 no lu örnekteki rivayetle, benzeri rivayetler etrafında Ğaranik hadisesi adı altında daha bir çok sözler söylenmiş ve uydurulan rivayetlerle ilgili olarak bir çok meşhur kimseler bu konuda fikir beyan etmişlerdir. Günümüzde de bu husus “Şeytan ayetleri" adı altında konu edilmiştir. Bu iddiaları ortaya koyup cevaplandıracak olursak, şöyle ki:

Kur’an tutarsız manalara gelmeyen, apaçık Arapça bir dille, hiçbir Batıni veya çelişik ifade ihtiva etmeyen, kelimelerinin değiştirilmesi Allah’tan başkası için mümkün olmayan bir korunmayla korunmuş olup, peygamberde ancak bu Vahyi tebliğ ediyordu. Zira ona şöyle vahye dilmişti, Kur’an’dan mealen:

- Rabının kitabından sana vahye dileni oku; O’nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur, O’ndan başka sığınılacak bir kimsede bulamazsın. 18/27

Görüldüğü gibi, O na Rabbının kitabından sana vahye dileni oku diye emredilmişti ve okunması istenende asla değiştirilemezdi. Bizzat, peygamberin kendiside vahyi aynen bildirme hususunda, Allah tarafından sağlamlaştırılmıştı. Zira müşrikler gelen vahyin dışında çeşitli tuzaklar kuruyorlardı. Onlara uymaması için Peygamber bu konuda sebatkar bir kimse olarak sağlamlaştırılmış ve gelen vahye her ne suretle olursa olsun kendi sözünü vahiy diye bildirmesi Allah tarafından engellenmişti, şöyle ki: Kur’an’dan mealen;

-Az daha onlar, seni, sana vah yettiğimizden ayırarak, ondan başkasını bize iftira etmen için fitneye düşüreceklerdi. İşte o zaman seni dost edinirlerdi. 17/73

46

Page 47: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

-Sana sebat vermemiş olsaydık, and olsun ki, azda olsa onlara meyl edecektin. 17/74

-O takdirde de sana hayatında, ölümünde kat kat (azab)ını tattırırdık. Sonra bize karşı bize bir yardımcıda bulamazdın. 17/75

Eğer peygamberin ağzından vahiy olmadığı halde, vahiy diye tek bir söz çıkmış olsaydı, Allah onu düşman kabul edecekti. Hayatında ve ölümünde kat kat azab tattıracak ve Allah’ın azabından kurtulma hususunda hiçbir yardımcıda bulamazdı. Allah böyle bir olayın vuku bulmadığını bu konuda peygamberin yüksek bir şahsiyetle donatılarak sağlamlaştırıldığını bildirmek suretiyle vahye şüpheyle bakılmasını bertaraf etmiştir.

- Sana sebat vermemiş olsaydık, and olsun ki, az da olsa onlara meyl edecektin. 17/74

İfadesiyle belirtilen ayetin meali üzerinde düşündüğümüzde, Allah tarafından sebatkar kılınmayla peygamberin birazcık dahi de olsa vahyin dışına kaymadığı manası açıkça anlaşılır.

Tarih boyunca Kur’an’a ve peygambere bir çok saldırılar yapılmıştır, bunlardan bir tanesi de Ğaranik olayı diye adlandırılan iftiradır. Kur’an karşısında acze düşen kafirler, Kur’an ile hiçbir alakası olmayan ve bizzat Kur’an’a muhalif olan uydurma rivayetleri Kur’an gibi, hatta ondan üstün kabul ederek, İslam’a saldırıda bulunmuşlardır. Böyle yapmalarına delil olarak ta, kendilerine büyük İslam alimi denilen bir takım meşhur kimselerin bu rivayetleri uydurmuş veya onaylamış olmalarıdır. Gerçekte bu rivayetleri uyduran veya onaylayan kimselerin, bu rivayetleri ele alıp İslam’a saldıran kafirlerden hiçbir farkları yoktur. Taraflardan biri kendisine Müslüman deyip, İslam’a iftira yoluyla saldırmakta. Diğer taraf ise bu iftirayı ele alıp kendisine Müslüman demeden İslam’a saldırmaktadır. Bu şeytani ittifakın bir örneği de

47

Page 48: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

belirttiğim gibi Ğaranik olayı iftirasıdır. Şöyle iddia etmektedirler;

Önce konuyla ilgili olarak, Necm Sûresinin bazı ayetleri şu şekildedir, mealen:

-Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ yı? 53/19

-Ve üçüncüleri olan öteki Menât ı. 53/20

-Demek erkek size, dişi Allah’a mı? 53/21

-O halde bu insafsıca bir taksim! 53/22

-Bunlar (putlar)sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar zanna ve nefislerinin alçak hevesine uyuyorlar, halbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir. 53/23

Necm suresinden mealen yazdığım yukarıdaki ifadelerde görüldüğü gibi, putperestlerin taptığı Lat, Menat ve Uzza putları reddedilmekte ve bunları ilah olarak kabul edenlere ağır tenkitler yöneltilmektedir. Putperestler Meleklere, Allah’ın kızları diyorlardı. Haliyle haşa Allah’ın kızları olmuş olsaydı onlarda ilah olacaklardı. Putperestler bu mantıkla hareket ederek Lat, Menat ve Uzza putlarını Allah’ın kızları dişi melekler telakki ederek onlara tapmışlardır. Halbuki kendilerine bir kız çocuğu olsaydı büyük üzüntüye kapılıp, halk içine çıkmaya utanır veya o kız çocuğunu diri diri toprağa gömerlerdi. Erkek çocukları olduğu zamanda büyük sevinç duyarlardı. Allah bu zihniyette olan putperestlere, “Demek erkek size, dişi Allah’a mı? O halde bu insafsızca bir taksim" demek suretiyle, kendileri için istemediklerini Allah’a isnat eden zalim iftiracılar olduklarını vurgulamıştır. Allah çocuk edinmekten münezzehtir. Durum böyle iken, Rivayetler dininin mensubu bir kısım meşhur kimseler iddia etmektedirler ki, Necm Sûresinin ayetleri

48

Page 49: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

inerken peygamber (haşa), Allah tarafından vahye dilmemesine rağmen, şeytanın İlkaysıyla Lat, Menat ve Uzza putları için “Tilke’l garânikat-el ulâ ve inne şafaatehünne le tercâ"yani “Bunlar, dolgun beyaz vücutlu güzel dilberler ve rütbeleri yüksek ilahelerdir. Onların şefaati muhakkak beklenmelidir."dediğini iddia etmişlerdir. Ğarânik kelimesi Arapça da mana itibariyle, Kuğu kuşu, örülmüş saç topu manalarına gelmekle beraber, bir manası da, bedeni beyaz, dolgun vücutlû güzel dilberler manasına da gelir. Bura da kastedilen mana budur. Zira putperestler ilahelerini dişi melekler olarak telakki ediyorlardı. Şimdi bu iftirayı asıl Necm sûresinin ayet mealleri arasına, parantez içinde ayırarak koyarsak nasıl, mantıken uyum sağlaması imkansız bir durumla karşılaştığımızı görürüz, Şöyle ki:

- Gördünüz mü o lât ve Uzzâ’yı. 53/19

- Ve üçüncüleri olan öteki Menât’ı 53/20

(Bunlar dolgun vücutlu güzel dilberler ve rütbeleri yüksek ilahelerdir. Onların şefaati muhakkak beklenmelidir.)

- Demek erkek size, dişi Allah’a mı? 53/21

- O halde bu insafsızca bir taksim. 53/22

-Bunlar (putlar) sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiç bir delil indirmemiştir. Onlar zanna ve nefislerinin alçak hevesine uyuyorlar. Halbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir. 53/23

Övgü ve yerginin tamamen zıt manada ve bir arada ifadelendirilmesinin ortaya koyduğu bu çok çelişik durum, fazlaca izah gerektirmeyecek şekilde açıktır. Değil bir peygamber sıradan bir kimse dahi bu tür ifadeleri bir arada kullanırsa onun delililiğine hükmedilir. Peygamber deli olmadığı gibi, haşa ki böyle bir söz söylemiş olsun.

49

Page 50: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Denilse ki, hal böyle olunca, bu iddia nereden ortaya çıktı. Rivayetler dinine mensup çok sayıda meşhur kimseler bu rivayetlerine mesnet olarak neyi iddia etmektedirler. Konu şudur:

- (Ey Muhammed) Senden önce hiçbir resul, hiçbir nebi göndermedik ki, o bir temennide bulunduğu zaman, şeytan onun temennisine bir şey sokmuş olmasın, Fakat Allah, şeytanın soktuğu şeyi iptal eder; sonra da ayetlerini sağlamlaştırır. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, hikmet sâhibidir. 22/52

Yukarıda mealini yazmış olduğum, Hac sûresinin 22. Ayetini ele alarak demektedirler ki: “Resûlullah, kafirlerin hidayete ermelerini o kadar çok istiyordu ki, onların hoşuna gidecek ve İslam’a yaklaşmalarını sağlayacak vahiylerin gelmesini arzu ediyordu. Bu arzusu içerisinde ve Kureyşlilerin bir toplantısında iken Necm sûresi nazil oldu ve kendisi onu okumaya başladı. “Gördünüz mü o Lat ve Uzzâ’yı, Ve üçüncüleri olan öteki Menât’ı" sözlerine gelince ağzından şu kelimeler dökülü verdi. “Bunlar, dolgun beyaz vücutlu güzel dilberler ve rütbeleri yüksek ilahelerdir. Onların şefaati muhakkak beklenmelidir."Bundan sonra, Resûlullah sûrenin diğer ayetlerini normal olarak okumaya devam etti ve sûrenin sonunda secde etti. Onunla birlikte Müslümanlar ile müşrikler beraber secde ettiler. Mekkeli kâfirler dediler ki, artık bizimle Muhammed arasında her hangi bir fark kalmamıştır. Bizde zaten aynı şeyi diyoruz. Kainatı yaratan Allah’tır, fakat ilahelerimiz Allah katında bizim için şefaatte bulunacaklardır. Bilahare akşam Cebrâil gelerek peygambere putları övücü sözleri getirmediğini bildiriyor. Bu olay peygamberi çok üzüyor ve tedirgin ediyor. Taki Hac sûresinin 52. Ayeti indi. Bu ayette Resûlullah teselli edildi. Kendisinden önceki Peygamber ve Resûllerin aynı hataya düştüklerini. Arzlarına şeytanın müdahale ederek karıştığını, fakat şeytanın bu karıştırdığını Allah’ın iptal ettiğini ve

50

Page 51: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

sonrada ayetlerini sağlamlaştırdığını vahiyle bildirdi. Bunun üzerine peygamber rahatlıyor."İşte iddiaları budur.

Bu uydurma rivayet, İbn Cerir’in tarihinde ve diğer birçok müfessirlerin tefsirlerinde, İbn Sa’d’ın “Tabakât’ında, Vahidi’nin “Esbâb-ün Nuzül"ünde, İbn İshâk’ın “Siyeri”inde, Musa bin Ukbe’nin “Meğazi’sinde, İbn Ebi Hâtim, İbn Munzir, Bezzâr, İbn Merdûye ve Taberâni’nin hadis kitaplarında yer almıştır. Başka bir çok kitaplarda konu olarak yer almış ve üzerinde konuşulmuştur.

Hâfız İbn Hacer (Meşhur mühaddis); Ebu Bekr Dessâs (tanınmış Fakih unvanlı); Zemahşeri (Müfessir); ve İbn Cerir gibi tarihçi müfessir ve Fıkıhçı iddialı meşhur kimseler bu rivayetin doğru olduğunda ısrar etmişlerdir. Muhalif olanlar da bunu tam manasıyla eleştirmemişlerdir. Muhaliflerin bir grubu bunu reddediyor zira, bunun kaynakları veya senetleri zayıftır demektedirler. Demek ki bu kimseler de, senetlerin kuvvetli olması halinde bu rivayeti aynen kabul edeceklerdi. Örneğin, İbn Kesir bu hususta şunları yazmıştır. “Bu hikâye hangi senetlerle rivâyet olunmuşsa hepsi, mürsel ve münkat’ı dırlar."Beyhâki de diyor ki: “Nakil itibariyle bu hikâye ispatlanmış değildir”. İbn Huzeyme; Kadı İyâz gibi kimseler de aynı fikirdedirler. Mesela: Kadı Iyâz’ın reddetmesine sebep, Kütüb-i Sitte de yer almaması ve senedinin zayıf olmasıdır. Halbuki, 47 örnekte görüldüğü gibi, Buhari Ğaranik kelimesini rivayet etmemekle birlikte Ve’n-Necm süresi okunurken müşriklerin secde ettiğinden bahisle dolaylı olarak değinmiştir.

Bunların esas problemi, Tevhidi ve Kur’an’ı anlamamış olmalarından kaynaklanmaktadır. Peygamber hakkındaki kanaatleri de içinde bulundukları durum gibidir. Değil mi ki diyorlar, Cebrail bilahare haber verince peygamber yaptığı yanlışın farkına vardı. Bu anlayışları onların durumunu göstermesi bakımından çok manidardır. Zira değil bir peygamber, herhangi bir Müslüman dahi, Allah’a şirk

51

Page 52: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

koşmanın manasını bilir ve anında farkına varır. Bunların güya karşı olanları emin oldukları ravilerin söylenmesi halinde, Allah’a şirk koşmakta bir an bile tereddüt etmeyecek kimselerdir. Değil mi ki, bu kimseler kendilerine Allah’ın (haşa) ayağını Cehenneme soktuğu rivayet edilince kabul edip, buna iman ettiler. Bunlara sormak lazım ilahları Allah’mı yoksa raviler mi. Red veya kabul gerekçelerine bakılırsa ravileri ilah edinmişlerdir. Hem bunlara sormak gerekir. Yalan yere rivayet metinleri uyduran kimselerin, ravilerini de uydurmamaya verilmiş bir sözleri veya bir garantileri mi var. Yalan yere her çeşit rivayet uyduran kimselerin, ravileri de uydurduklarını bir çocuk dahi anlıya bilirken. Bunlar o kadar dahi akıllarını kullanamayan ve Kalpleri, Allah tarafından mühürlenmiş, kör ve sağır kimselerdirler. Kendilerine Müslüman deyip, Ğaranik rivayeti iftirası gibi bir çok rivayetler uydurup veya bunlara taraf olup, İslam’a saldırmakta hiçbir mahzur görmezler. Fakat, bazen aynı şeyi kendisine Müslüman demeyen bir kimse ele alıp İslâm’a saldırırsa görünüşte güya çok kızarlar, sanki kendilerinin yaptıkları farklıymış gibi.

Şimdi iddialarını bir başka açıdan ele alıp çürütmek istediğimizde deriz ki: İsra sûresi 74. Ayette gördüğümüz gibi, peygamber Allah’ın kendisini sebatkar kılması sayesinde, azda olsa dahi vahyin dışına çıkmadığı, ağzından vahiy diye vahiy olmayan tek bir kelime dahi çıkmadığı, daha önce belirttiğim gibi açıktır. Şimdi şöyle bir mantık yürütelim, peygamber Ğaranik rivayeti iftirasındaki bozuk ifadeleri sarfetmiş olsaydı, İsra sûresi 74. Ayeti geçersiz olacaktı, bu İslamiyet te öyle mühimdir ki, bir tek ayetin geçersiz boş olması, Kur’an’ın tamamının, Allah sözü olmayıp, kul sözü olduğu manasına gelirdi. İsra sûresi 74. Ayetinin bu iddia edilen iftira olayından önce veya sonra inmesi bir şey değiştirmez. Peygamber zamanın da iman eden ve vefatından sonra yaşayan binlerce sahabe aklı başında sağlam mantıklı kimselerdirler. Bu kadar büyük bir çelişkiyi hemen görürlerdi. Ne bu gün ne de o gün tek bir Müslüman

52

Page 53: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

bulmak mümkün olmazdı. Tam tersine bu gün olduğu gibi o gün de Müslümanlar bulunduğuna göre böyle bir olay vuku bulmamıştır. Böyle bir olayın vuku bulmadığına dair, Kur’an’dan başka örnekler verecek olursak, şöyle ki; mealen:

- Batmakta olan yıldıza an dolsun ki. 53/1

- Arkadaşınız sapmadı, azmadı. 53/2

- O havadan konuşmaz. 53/3

- İlla ki O, kendisine (Allah tarafından) vahye dilen bir vahiyden başka bir şey değildir. 53/4

- Ona, müthiş kuvvetleri olan biri (Cibril) öğretti. 53/5

- Ayetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar bize gizli kalmaz. O halde, ateşin içine atılan mı daha iyidir, yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi? Dilediğinizi yapın! Kuşkusuz O, yaptıklarınızı görmektedir. 41/40

-Kendilerine Kitap geldiğinde onu inkâr edenler (şüphesiz bunun sonucuna katlanacaklardır). Halbuki o, eşsiz bir kitaptır. 41/41

- Ona önünden de ardından da bâtıl gelemez. O, hikmet sahibi, çok övülen Allah’tan indirilmiştir. 41/42

Ğaranik hadisesi rivayetinin gerçek olmadığına dair bir başka açıdan bakacak olursak: Evvelce belirttiğim gibi, bu uydurma rivayeti, Hac sûresi 52. Ayetiyle ilişkilendirmektedirler. Bu konuda büyük bir mana sapması içerisindedirler, Şöyle ki:

- (Ey Muhammed) Senden önce hiçbir resûl, hiçbir nebi göndermedik ki O bir temennide bulunduğu zaman şeytan onun temennisine bir şey sokmuş olmasın. Fakat Allah, şeytanın soktuğu şeyi iptal eder; sonra da ayetlerini sağlamlaştırır. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, hikmet sahibidir. 22/52

53

Page 54: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Yukarıda mealini yazmış olduğum, Hac sûresi 52. Ayetinde, dikkat edilirse temenniden bahsedilmektedir. Temenni de istek, dilek veya arzu demektir. Fiiller ise istek veya arzu olmayıp hayata geçirilmiş olaylardır. Başka bir deyişle olması istenen olaylar arzu halinde kaldıkça temenni olarak adlandırılırlar. Eğer o temenni yerine gelirse, artık o temenni olmayıp yapılmış bir iştir. Eğer peygamber onların iddia ettiği gibi öyle bir şey söylemiş olsaydı ki bu mümkün değildir, bu arzu olmayıp yapılmış bir iş olacaktı. Onun için Hac sûresi 52. Ayette bahsedilen temenniyle böyle bir iftira rivayeti ilişkilendirmek mümkün değildir. Zira rivayette bir temenniden değil yapılmış bir işten bahsedilmektedir.

Denilse ki o zaman Hac sûresi 52. Ayette vurgulanan ve Resûlullahtan önceki resûl ve nebilerin de yaşamış olduğu, şeytanın temennilerine bozukluk karıştırma olayının manası nedir? Ben derim ki Kur’an bütün misalleri açık bir şekilde ihtiva eden bir kitab olduğundan, bu soruya cevap teşkil eden örnekleri onda bulabiliriz. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

- Surat astı ve döndü. 80/1

- Yanına kör bir kimse geldi diye. 80/2

- Ne bilirsin belki o arınacak. 80/3

- Yâhut öğüt dinleyecek de öğüt, kendisine yarayacak. 80/4

- Kendisini öğütten müstağni gören kimse gelince. 80/5

- Sen ona yöneliyorsun. 80/6

- Onun arınmasından sana ne? 80/7

- Fakat koşarak sana gelen. 80/8

- (Allah’tan) korkarak gelmişken. 80/9

- Sen onunla ilgilenmiyorsun. 80/10

54

Page 55: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Bir daha bundan sakın; zira Kur’an bir öğüttür. 80/11

- Dileyen onu düşünüp öğüt alır. 80/12

- (Ey Muhammed) Sen, keyfince istediğini doğru yola iletemezsin. Fakat Allah, istediğini doğru yola iletir. O, hidayete gelecek olanları daha iyi bilir. 28/56

Peygamberin, hidayete layık olmayan kimsenin hidayet etmesinde; kişi hidayete ilgisiz olmasına rağmen ısrar etmesi ve o kişinin hidayete ermesi halinde, bundan hoşlanmış olacağı ile hidayete layık olanla; o kişinin hidayetle ilgilenmesine rağmen, ilgilenmemesi. Şeytanın, Peygamberin insanların hidayete erme temennisine attığı bir yanlış arzudur. Allah bu arzuyu iptal ederek, doğruyu göstermiştir. Dikkat edilirse peygamberin temennisi gerçekleşmemiş yani fiile dönüşmemiştir. Allah’ın istediği gerçekleşmiştir.

Diğer bir örnek, Kur’an’dan mealen:

- İbrahim’de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir misâl var; onlar, kavimlerine demişlerdi ki: “Biz sizden ve sizin Allah’tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizin(n taptıklarınızı) tanımıyoruz. Siz, bir tek Allah’a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda düşmanlık ve nefret belirmiştir."Yalnız İbrâhim’in babasına: “Senin için mağfiret dileyeceğim, fakat senin için Allah’tan (gelecek) hiçbir şey(i önlemeğ)e gücüm yetmez" demesi hariç. (Bu söz size misâl değildir. Zira kâfire mağfiret dilenmez. Yine onlar demişlerdi ki): “Rabb’imiz, sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş(ümüz) sanadır." 60/4

Örnekte görüldüğü gibi, İbrahim peygamberin güzel arzuları arasına, şeytan putperest olan babasının affedilmesini talep arzusu katmıştır. Allah, bu hususu örnek almamamızı belirtmiştir. İbrahim peygamberin bu temennisi gerçekleşmemiştir, iptal olmuştur.

55

Page 56: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Diğer bir örnek, Kur’an’dan mealen:

- Nûh seslendi: Rabb’im dedi, oğlum benim âilemdendir. Senin sözün elbette haktır ve sen hâkimlerin hâkimisin." 11/45

- (Allah): “Ey Nûh, dedi, o senin âilenden değildir. Çünkü (onun ameli) iyi olmayan bir ameldir. Bilmediğin bir şeyi benden isteme. Sana câhillerden olmamanı öğütlerim." 11/46

- (Nûh) dedi ki: “Rabb’im, bilmediğim bir şeyi senden istemekten sana sığınırım, Eğer beni bağışlamaz, bana acımazsan ziyâna uğrayanlardan olurum! 11/47

Burada da, Nûh peygamberin, Allah’ın gazabına uğramış oğlunun Affını ve Tufandan kurtulmasını Allah’tan dilemesi. Kendisinin ve yanındaki Müminlerin kurtulması sevinç ve arzusu arasına, şeytanın attığı bir yanlış temennidir. Allah bu temenniyi kabul etmemekle ve Nûh peygambere ihtar etmekle, şeytanın attığını iptal ediyor. Ve Allah doğruyu göstererek ayetlerini sağlamlaştırmıştır.

Diğer bir örnek, Kur’an’dan mealen:

- (Lût kavminin oturduğu Sedom) şehr(inin) halkı, (Lût’un genç konuklarını duyup) keyif içinde (koşarak) geldiler. 15/67

- (Lût onlara): “Bunlar benim konuğumdur, dedi, beni mahcup etmeyin!" 15/68

- “(ne olur), Allah’tan korkun, beni rezil etmeyin!" 15/69

- “Seni âlemlerden (başkalarının keyfine engel olmaktan) men etmemiş miydik?"dediler. 15/70

- Dedi ki:”Eğer yapacaksanız, işte kızlarım." 15/71

56

Page 57: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- (Ey Resûlüm), senin ömrüne andolsun ki, onlar, sarhoşlukları içinde bocalıyorlardı. 15/72

- Güneşin doğma zamânına girerlerken korkunç ses onları yakaladı. 15/73

- (Şehrin) üstünü altına getirdik ve üzerlerine de çamurdan pişmiş taşlar yağdırdık. 15/75

Lût peygamberin konuklarını, cinsi sapık insanların elinden kurtarma arzusu güzel bir temennidir. Fakat buna karşılık kızlarını teklif etmesi, şeytanın onun güzel arzusuna kattığı bir yanlış temennidir. Zira kızları da o cinsi sapık kimselere layık değildiler. Allah o zalim kavmi helak etti ve Lût peygamberin kızlarına da el süremediler. Zaten konuklara da el sürmeleri mümkün değildi. Onlar, onları mahvetmeye gelmiş olan, Allah’ın elçileriydiler. Böylece Lût peygamberin yanlış temennisi iptal edildi ve Allah’ın kavme gazap emri yerine getirilmekle de. Allah ayetlerini sağlamlaştırdı.

Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, Hac Sûresi 52. Ayeti, onların Ğaranik olayı diye iddia ettikleri uydurma rivayetle hiçbir ilgisi yoktur.

49- ........ Ma’kıl b. Yesar’dan (rivâyet olunduğuna göre) Peygamber (s.a.) “ölülerinizin üzerine yâsin okuyun."buyurmuştur.

Bu (lafız ravi) ibnü’l- Ala’nın lafzıdır. (Ebu Davud, cilt 11 R.3121 S.497 Şamil 1991; İbn Mâce, Cengiz, 4.)

Bu uydurma rivayete dayanarak, asırlarca insanlar ölülerinin mezarları başında Kur’an okumuşlardır. Ve Kur’an yaşayanlara hitap eden bir kitap değil de, ölülere okunan bir kitap olarak telakki edilmiştir. Öyle ki yıllarca namaz kılan bir kimse bile yaygın şekilde toplumsal olarak, her rekatta okuduğu Fatiha Sûresinin dahi manasını merak etmez hale düşmüştür. Fakat buna rağmen, ölüsünün başında Kur’an

57

Page 58: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

okumak veya okutmak suretiyle, ölüsüne, içki içme, kumar oynama, oruç tut, ahret hayatı gerçektir gibi ifadelerle, ayetleri tebliğ etmiştir. Sanki ölüsü kumar oynayabilecektir veya ölmemiştir de ahretten şüphesi olmasın gibi şuursuz bir davranış içine girer. Kendisinin öğrenmesi gereken Kur’an bilgilerini ölüsüne öğretmeye çalışır. hal bu ki, ölü kendisine yaşayanlar tarafından yapılan hiçbir hitabı duymadığı gibi. Okunan Kur’an nedeniyle de hiçbir sevap alamaz. Zira, İslam da ameller şahsidirler. Hiç kimse başkası için amel işleyemez. Örneğin: Kim Kur’an okuyorsa ve Kur’an’a göre yaşayıp dinliyorsa, Allah tarafından kabul edilmesi halinde sevabı o şahsa aittir. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

- İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur. 27/53

Evet, görüldüğü gibi insana ancak bir fiil kendi çalıştığı vardır.

Ölülerin yaşayanları duyduğu iddiasına gelince. Böyle bir şey İslam inancına göre mümkün değildir. Bu konuda, Kur’an’dan mealen:

- Allah, eceli gelenlerin ruhlarını ölümleri anında, eceli henüz gelmeyenlerin de uykularında alır. Haklarında ölüme hükmettiklerini tutar, diğerlerini belli bir süreye kadar salıverir. Bunda, düşünebilen kimseler için, muhakkak ibretler vardır. 39/42

Ayet mealinde görüldüğü gibi, ölüm ve uyku aynı şeydir. Şimdi şöyle düşünelim, her ne kadar ölmemiş olan bir kimse, ölüm halini bilmiyorsa da. Uyku uyumuş bir kimse uyku halini bilir. Uyuyan bir kimse için şu kesindir ki, uyanmadığı müddetçe, baş ucunda bulunan kimselerin kendisine yapacakları seslenmeleri duymaz. Duyması halinde uyanmış demektir. İşte ölüler içinde aynı durum söz konusudur. Dirilmedikleri müddetçe dünyada yaşayanlar tarafından kendilerine yapılacak hiçbir seslenmeyi duymazlar. Dünya hayatıyla yaşayanlarla, kendileri arasındaki irtibat veya başka

58

Page 59: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

bir ifadeyle iletişim kesin olarak kesilmiştir. İslam Dinine mal ederek, ölülerin dünyada yaşayanları duydukları konusunda uydurulmuş her rivayet Kur’an’a uymayan boş bir iddiadır.

50-........... Bana ibnu Vehb tahdis edip şöyle dedi: Bana Yûnus ibn Yezid, ibn Şihâb’dan; o da Ubeydullah ibn Abdillah’tan; o da ibn Abbâs’tan haber verdi. İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (son hastalığında) ağrısı şiddetlenince: “Yazı yazacak şey getiriniz, size öyle bir kitap yazayım ki, ondan sonra hiç dalâlette kalmayasınız" buyurdu. Umer (R): Peygamberin hastalığı ağırlaştı. Bizim elimizde de Allah’ın Katâbı vardır. O bize yeter, dedi. Bunun üzerine oradaki sahâbiler ihtilafa düştüler. Sözleri birbirine karıştı. Resûlullah (S): “Yanımdan savulun; benim yanımda nizâlaşmak olmaz" buyurdu. İbn Abbâs, bu sözleri râvi Ubeydullah ibn Abdillah’a nakl ettikten sonra odadan çıkmaya davranıp: Âh ne büyük musibettir ki, Resûlullah ile yazmak istediği kitap arasına perde oldu" diyerek dışarı çıktı. (Buhari, Kitâbu’l-İlm 55 Cilt 1 S.267 Ötüken 1987)

Bu rivayet, Peygambere karşı uydurulmuş büyük bir iftira. Ve insanların Kur’an’a olan güvenini sarsmak için uydurulmuş, Kur’an’a yönelik düşmanca bir saldırıdır.

Kur’an ayetlerinin indiği dönemden bu tarafa, kafirler her zaman Kur’an’dan başka bir kitap hasretiyle yaşamışlardır. İşte peygamber son hastalığında, Kur’an’dan başka bir kitap yazmak istedi rivayeti uydurması, bu arzularının tipik bir örneğidir. Bu arzularına Kur’an’dan örnek verecek olursak; mealen:

- Onlara açık açık ayetlerimiz okunduğu zaman, bize kavuşmayı ummayanlar: “Bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir."dediler. De ki: “Onu kendi tarafımdan değiştirmek imkânsızdır. Ben sâdece bana vahy olunana uyarım. Şâyet ben Rabb’ime karşı gelirsem, büyük günün azâbından korkarım." 10/15

59

Page 60: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bu itibarla, peygamberin Kur’an yerine yeni bir kitap yazmak istediği yolundaki rivayetin aslı yoktur. Zaten bu kadar hadis adı altında rivayetler uydurmaları da bu arzuları nedeniyledir. Zira bunlar hiçbir zaman Kur’an’a razı olmamışlardır. Kur’an’a rakip bir kitap meydana getirmek, kalplerinde ki köklü bir hasrettir. Uydurdukları rivayetler, Müslümanlar faydalansın diye değildir. Eğer düşünülürse, rivayetler Kur’an’ı nesh eder yani iptal eder demeleri çok manidardır. Neyle, neyi yok ve iptal etmek istedikleri gayet açıktır.

Yine bu rivayette, Ömer’in diliyle, “Bizim yanımızda Allah’ın Kitab’ı vardır. O bize yeter."ifadesi geçiyor ki, Kur’an yönünden gerçeği de öyledir. Peygamberin son hastalığında, Kur’an elde mevcut idiyse ve bunu kendi ağızlarıyla rivayet ediyorlarsa, Peygamberin vefatından sonra, Kur’an’ın ordan, burdan derlendiğini nasıl oluyor da rivayet ediyorlar? (Bak, örnek 15) Bu da işlerine geldiği zaman her çeşit ifadeyi aradaki çelişkilere bakmadan kullanabildiklerinin açık bir göstergesidir.

51- Bize Abdullah ibn Mesleme, Mâlik’ten; o da Nâfi den; o da Abdullah ibn Umer (R)’den Resûlullah (S)’ın, Kur’an (metni) ile düşman arâzisine sefer edilmesini nefyettiğini tahdis etmiştir. (Buhari, Kitâbul’l-Cihâd ve’s-Siyer Cilt 6 Sayfa 2792 H.195 Ötüken (1987) )

Bu rivayetle, güya Kur’an’a saygısızlık edilmesini önleme gayesi güdüldüğü belirtilmek istenmişse de, işin aslı Kur’an vahyinin tebliğ edilmesini önlemektir. Zira Kur’an vahyinin yazılı olarak, kafirlere tebliğinde bir mahzur yoktur. Süleyman peygamberin Sebâ melikesine gönderdiği mektup, o sıra Sebâ halkı Müslüman olmamasına rağmen, Allah’ın adıyla başlıyordu ve bu ifadeler Kur’an’da ayet olarak mevcuttur. Şöyle ki, mealen:

- (Hüdhüd mektubu götürüp attıktan sonra Sebâ melikesi Belkis) müşâvirlerine dedi ki. “Ey ileri gelenler, bana çok önemli bir mektup bırakıldı." 27/29

60

Page 61: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- O, Süleyman’dan (geliyor) ve ‘Rahmân ve Rahim Allah’ın adıyla (başlamakta)dır. 27/30

- “Bana karşı büyüklük taslamayın ve bana teslim olarak gelin ‘ (diye yazıyor)”. 27/31

Bir tebliğ mektubu, Allah adıyla başlanarak gayri mislim lere gönderile biliyorsa. Ayetleri yazıp tebliğ etmenin de bir mahzuru yoktur. Zira, Allah en üstündür, adı da en üstün zikirdir. Allah adı Kur’an’ın bir sözü olarak Kur’an’da yer almaktadır ve Kur’an’da Allah’ın adından daha üstün bir kelime yoktur. Allah adı yazılıp kafirlere gönderilebildiğine göre Kur’an ayetleri de gönderilebilir. Bu itibarla uydurulan rivayetin aslı yoktur.

52- ...........Ebû Hureyre, Nebi (s.a.)den naklen O’nun şöyle buyurduğunu haber verdi: “Orada temiz olmayı arzu eden ve seven kişiler vardır"(Tevbe (9), 108) âyeti, Kubâ’daki Müslümanlar hakkında nâzil olmuştur”. Ebû Hureyre "su ile taharetlenmelerinden dolayı bu âyet onlar hakkında nazil oldu" dedi. (Ebû Dâvut, K.Tahâre 1, Bâb 23, Cilt 1 Sayfa 86 H.44, Şamil 1987; Tirmizi, Tefsirü’l-Kurân et-Tevbe 10; İbni Mâce, tahare,28)

Bu rivayette de İslama ve İslam öğretisine bir saldırı ve öğretide amaç saptırması gayesi güdülmüştür. Öyle ki ayette islami temizlik kastedilmişken, bunu tuvalette temizlenmeyle özdeşleştirmeye çalışmak, İslami değerlere karşı açık bir saygısızlıktır. Tevbe sûresi 108. Ayette şöyle denmiştir, mealen:

(Peygamberin, Dırar mescidin de namaz kalmasını önlemek için, Allah, Tevbe 108. Ayeti indirerek)

- Orada aslâ namaza durma, Tâ ilk günden takvâ üzerine, kurulan mescit, elbette içinde namaza durmana daha uygundur. Onda temizlenmeyi seven erkekler vardır. Allah da temizlenenleri sever. 9/108

61

Page 62: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Ayet mealinde görüldüğü gibi; ayette, “takvâ" konu edilmekle her çeşit kötülükten temizlenmeyi seven kimselerden bahsedilmiş olunmaktadır. Uydurma rivayette bu sevgi, kasıtlı şekilde, tuvalette suyla temizlenme olarak anlatılmıştır.

İSLAM’İ DEĞERLERE, PEYGAMBERLERE, ŞAHISLARA, KAVİMLERE, V.S. ye HAKARET İÇERİKLİ SALDIRI ve İFTİRALARINA AİT RİVAYET ÖRNEKLERİ

53- Ebû Seleme’nin yaptığı diğer bir rivayette şöyle gelmiştir: “Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)’nin yanına girmiştim. Yanımda Hz. Aişe’nin süt kardeşi vardı. Kendisine, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)’ın cenâbetten nasıl yıkandığını sorduk. Bir sa’ miktarında bir kap getirtti ve onunla yıkandı. Aişe ile aramızda bir perde vardı. (Yıkanırken) üzerine üç kere su döktü ve dedi ki: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın zevceleri, saçları kulak memesi civarında olması için saçlarının başlarını alırlardı." (K.S. 3760 C.10 S.542 Akçağ-1990, alıntıları; Buhari, Gusl 2, Müslim Hayz 41,42, (319-320); Muvatta, Tahâret 68, (1,44,45); Ebu Dâvud, Tahâret 97, (238); Nesâi, Tahâret 144, (1,127))

İddia ettiklerine göre, bir tanesi ki kim olduğu belli değil, iki kişi Aişe’ye giderek Peygamberin cünüplükten nasıl yıkandığı konusunda soru sormuşlar. Güya, Aişe yıkanarak onlara öğretide bulunmuş. Arada perde vardı demeleri ise lafı dallandırmalarından başka bir şey değildir. Zira yıkanan görünmeyecekse, yıkanmak suretiyle tarifte bulunmanın bir manası yoktur. Görünmesi halinde yıkanarak tarifte bulunması mümkün olur. Nitekim, başına üç kere su döktü demeleri ve saçın kısalığından bahsetmeleri bunu ima etmek içindir. Olay iddiaları sırf başa su dökülmesi olayı da değildir, zira cenâbetten yıkanmada bütün vücudun yıkanması söz konusu olduğundan asıl anlatmak istedikleri,

62

Page 63: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Aişe’nin bu yıkanmayı tatbiki olarak gösterdiğidir. Aişe’ki, müminlerin annesidir. Ona yapılmış bir iftira bütün müminleri derinden yaralar. Yıkanma merak ediliyorsa, neden gidip kendisinden bayan sahabeler sormadı da, erkek sahabeler gidip sorsun. Kaldı ki yıkanmayı bir çocuk bile anlaya bilirken, Aişe yıkanmayı niçin tatbiki olarak erkeklerin önünde göstersin ki? Kaldı ki, belli bir yaştan sonra, İslam dinine göre çocuklar dahi öz anne babalarını çıplak olarak göremezler. Bu konuda daha birçok şey yazılabilir. Fakat konu üzücü olup uzatmak istemiyorum. Zira hakaret kastıyla bu rivayeti uydurdukları çok açıktır.

İslam ahlakıyla ilgili olarak, Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:

- Ey müminler, ellerinizin altında bulunan (köleler, cariye)ler, ve sizden henüz erginliğe ermemiş (çocuk)lar. Üç vakitte (odalarınıza girebilmek için) izin istesinler: Sabah namazından önce, öğleden sonra elbiselerinizi çıkar(ıp yat)acağınız vakit ve yatsı namazından sonra. Bunlar sizin üstünüzü açabileceğiniz üç vakittir. Bunların dışında (köle, cariye ve çocukların, izin almadan içeri girmelerinden dolayı) ne size, ne de onlara bir günah yoktur. (Onlar sizin) yanınızda dolaşırlar, birbirinizin yanına girip çıkarsınız. Allah ayetlerini size böyle açıklar, Allah bilendir, hikmet sahibidir. 24/58

Görüldüğü gibi, bir müminin, üstünün açık olabileceği üç vakitte, müminlerin odalarına, köleleri, cariyeleri ve buluğ çağına ermemişlerse dahi, yeğenleri ve diğer mümin çocukları izin almadan yanlarına giremezler. Kendi öz çocukları da Ergenlik çağına (buluğa) ermeleri halinde, onların da izin almaları gerekir. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

- Çocuklarınız ergenlik çağına erdikleri zaman, kendilerinden öncekilerin izin istedikleri gibi (kendileri de) izin istesinler. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklıyor, Allah bilendir, hikmet sâhibidir. 24/59

63

Page 64: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bu duruma göre ergenlik çağına ermiş bir çocuk kendi öz anne ve babasını çıplak olarak göremez, dolayısıyla kendi öz anne ve babasından tatbiki olarak yıkanmayı öğretmelerini isteyemez. Bu itibarla, Aişe anamız hakkın da uydurulan rivayetin, İslam dininde yeri yoktur. Ancak ona yapılmış bir iftiradır. Bu tür iftiralar epey yapılmıştır, Şöyle ki:

54- Ebu’s-Semh (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a hizmet ediyordum. Yıkanmak isteyince:

“Bana enseni dön! derdi. Ben de ensemi dönerdim. Böylece ona perde olurdum."(K.S. 3764 C.10 S.545 B.1990, alıntısı; Nesâi, Tahâret 143, (1,126))

Bir kimse, şahısla bir cepheden perdelenirse, öbür üç cephesi açıkta kalır. Üç cephesi kapalıysa biz buna oda diyoruz, ya kapı takarız, yada en azından bir bez perde ile örteriz. Kaldı ki, şahıs, şahsa bir cepheden dahi tam olarak perde olamaz, cüsse farkından dolayı ve biraz kıpırdama ile dahi sütre açılır. Hem peygamber yıkanırken hizmetçide olsa başkasının onun yanında ne işi var? Onun için bu rivayet peygambere bir iftiradır.

55-......... Ebû Tâlib’in kızı Ümmü Hâni’nin himâyesinde bulunan Ebû Murre haber vermiştir. O da Ebû Tâlib’in kızı Ümmü Hani’den işitmiştir ki, o şöyle diyordu: Ben fetih yılı Resûlullah’ın yanına gittim ve O’nu yıkanır hâlde buldum. Fatıma da O’nu perdeliyordu. “Bu kadın kimdir?"diye sordu. Ben Ümmü Hâni’im dedim. (Buhari, Kitâbu’l-Gusl 31 s.387 cilt 1, Ötüken 1987)

Bu rivayette aynı şekilde bir iftiradır.

56- ........... Huzeyfe (R) şöyle demiştir: Ben kendimi bildim ki, ben peygamber ile berâberce yürüyorduk. Derken Peygamber bir kavmin bir duvar arkasındaki süprüntülüğüne geldi ve herhangi birimizin dikilmesi gibi dikilip işedi. Ben

64

Page 65: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

de ondan uzaklaştım. Kendisi bana işâret etti. Ben de yanına vardım ve işemesini bitirinceye kadar topuğunun yanında dikildim. (Buhari, Kitâbu’l-Vudu 88 s.352, c.1 Ötüken 1987)

İşerken arkadaşlar istemese de çağırıp seyrettirmek lazım demek istiyorlar. Peygamber bu kabil bir ahlaktan uzaktır ve bu rivayetin İslam dininde yeri yoktur.

57- Ebu Sa’id radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ı işittim, şöyle demişti: “İki kişi (asıl metinde iki adam) beraberce helaya gidip, avretleri açık kaza-yı hacet ederken konuşmasınlar. Zirâ Allah Teâla Hazretleri, bu hale gadap eder. (K.S. 3556 C.10 S.375 B.1990, alıntısı; Ebu Dâvud, Tahâret 7, (15))

Uydurdukları bu rivayette, iki kişinin ki, bunlar herhangi iki kişi olabilirler. Beraberce tuvalete gidip avretlerini açabileceklerini, bunun bir mahzuru olmadığı, fakat konuşmalarının büyük günah olduğunu rivayet etmeleri, İslam ahlakına aykırıdır, ve bu rivayet asılsız bir iftiradır. Daha önceki örneklerde belirttiğim gibi, Kur’an’a göre İslam dininde, müminlerin öz çocukları bile, anne veya babalarının odalarına onlar soyunukken giremezler. Anlaşılacağı üzere izin istemek tesettür olayının sağlanması içindir. Anne veya baba soyunuksa, odada tek başlarına iseler dahi, çocuklar odaya girmeden önce örtünmeleri gerekir. Ondan sonra izin verebilirler. Buna rağmen Kütüb-i Sitte’de İslami tesettüre karşı rivayetler uydurulmuştur. Yukarıdaki örnekten başka örnek verecek olursak, Şöyle ki:

58- Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissâlatu vesselâm buyurdular ki:

.............. Kim helâya giderse (imkân nispetinde) tesettürde bulunsun, (kuytu bir yer) bulamazsa, hiç olmazsa kum (taş vs., den) bir tümsek yapıp ona arkasını dönsün, zira şeytan, insan oğlunun makatlarıyla (oturak kısmıyla oynar. Kim bunu yaparsa en güzelini yapmış olur, yapmayana bir beis (zararı)

65

Page 66: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

yok. (K.S. 3558 C.10 S.376 B.1990, alıntısı Ebu Dâvud, Tâharet 19, (35))

Görüldüğü gibi, gizlenmeden açıkta tuvalet ihtiyacını görmenin bir mahzuru olmadığı tahdis ettiler.

59- ............. Sehl (R) şöyle demiştir: (Bâzı kereler) bir takım erkekler, bellerindeki fûtaları çocuklar gibi boyunlarına bağlamış olarak Peygamber’le birlikte namâz kılarlardı da. (cemâate gelen) kadınlara: Erkekler doğrulup oturmadıkça başlarınızı secdeden kaldırmayınız, denirdi. (Buhari, Kitab’ul-Salât 14 S.458 C.1 Ötüken 1987)

Burada da erkek sahabelerin secdeye gittiklerinde avretlerinin açıldığını, bayanların görmemesi ihtar edilmekle beraber, erkeklerin, bir birinin gösterilmesi ayıp olan yerlerini görmelerinin bir mahzuru olmadığını rivayet etmeleri. İslami tesettüre aykırı asılsız bir iddiadır.

60- ... Amr b. Selime dedi ki, Biz halkın Peygamber (s.a.)’i (ziyârete) gidip geldikleri (yol üzerinde bulunan) bir yerleşim bölgesinde idik. (İnsanlar ziyâretten) dönerlerken bize uğrarlar ve “Resulullah (s.a.) şöyle buyurdu."diye konuşurlardı. Ben zeki bir çocuktum. Bu sebeple Kur’an’ı Kerimden pek çok (âyetler) ezberledim. Babam (bir defa) kabilesinden bir heyet içerisinde Peygamber (s.a.)’e elçi olarak gitmişti. (Resûlullah-s.a.-) onlara namazı öğretip: “Kur’an’ı Kerimi)"“en çok bileniniz size imam olsun" buyurdu. (içlerinde) ezberinde en çok Kur’an-ı Kerim bulunan kimse olduğum için, Kur’an-ı Kerimi en çok bilenleri ben idim. Beni öne geçirdiler, onlara üzerimde sarı küçük bir hırkam olduğu halde imamlık yapıyordum. Secdeye vardığım zaman hırka vücudumdan sıyrılıp kısalıyordu. Kadınlardan biri “İmamınızın avret mahallini bizden gizleyiniz" dedi ve bana Umman kumaşından bir gömlek satın alıverdiler. Müslümanlıktan sonra onun kadar hiçbir şeye sevinmiş değilim. Onlara yedi, yahut sekiz yaşında iken imamlık yapıyordum. “Ebû Dâvud, K. Salât (2),

66

Page 67: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bâb 60 Cilt 2 S.424 H.585 Şâmil-1988. Buhari, Ezan 54; Tirmizi, salâ 60; Nesâi, imâme 3,5,11,43; Kıble 16; İbn Mace, ezan 5; ikâme 46;)

Daha önce ki örnekte, namaz kılan cemaat erkeklerinin secde ederken avret mahallerinin açıldığını rivayet etmişlerdi, bu örnekte ise secdede avret yeri açılan çocuk imam icat ediverdiler. Her halde bu rivayeti bu şekilde uydurmalarının nedeni, yetişkin imamın avret yerinin açıldığı rivayetini kolay yutturamayacaklarını düşünmeleri nedeniyledir.

61-........Bana Ukeyl, İbn Şihâb’dan; o da Urve’den; o da Âişe (R)

‘den tahdis etti (ki o şöyle demiştir): Peygamberin zevceleri geceleyin hâceti def’e çıktıklarında (Medine’nin kenârında olan) Menâsı’a kadar giderlerdi. O (Menâsı denilen yer) açık bir yerdir. Umer, Peygambere: Kadınlarını perde arkasına koy (yâni evden çıkmalarını menet),der idi de, Resûlullah (S) onun dediğini yapmıyordu. Nihâyet Peygamberin zevcesi Sevde bin tu Zem’a gecelerden bir gece yatsı namâzı vaktinde dışarıya çıktı. Sevde uzun boylu bir kadı idi. Umer, hicap emrinin indirilmesine çok arzu duyduğu için, ona: Yâ Sevde, bilmiş ol ki, biz seni muhakkak tanıdık, diye bağırdı. Bundan sonra Allah “Hicap Âyeti’ni indirdi. (Buhari, Kitâbu’l-Vudû 12, C.1 S.298 Ötüken 1987)

Bu rivayette de, yine Peygamberin zevcelerine ağır iftiralar vardır. Ayrıca iddialarına göre Ömer ayıbı bilmekte ve önemsemekte Peygamberden daha ileri bir seviyede idi. Ve Peygamberin zevceleri gece Medine’nin kuytu bir yerine değil, açık bir yer olan Menâsı’a defi hacet için giderlermiş. Kadın olsun, erkek olsun hiç kimse, eğer defi hacet ihtiyacı varsa, gündüzden geceye, geceden gündüzü bekleyemez. Hatta sıkışan bir insan için birkaç dakika beklemek dahi bir sorun olabilir. Hal böyle olunca, gündüz defi hacet ihtiyacını giderecek gizli yeri olan kimse, gece oldu diye neden şehrin ta açık yerlerine kadar gidip defi hacetini görsün. İnsan

67

Page 68: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

gecenin herhangi bir saatinde sıkışa bilir. Yatağından kalkıp defi hacet için şehirde seyahat etmenin ne manası vardır. Hele her çeşit zarar verebilecek, fırsat kollayan kafir ve münafıkların olduğu bir ortamda. Onun için ne böyle bir davranışın pratiği vardır, nede böyle bir olay vuku bulmuştur. Ancak hakaret kastıyla uydurulmuş bir rivayettir.

Peygamber zevcelerinin gizlenme derecelerine bir örnek verecek olursam, Kur’an’dan mealen:

- Ey peygamberin kadınları! Siz başka kadınlardan herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Eğer (Allah’ın azabından) sakınıyorsanız, ince, yumuşak konuşmayın ki kalbinde hastalık olan biri, kötü ümide kapılmasın, sözü ciddi ve güzel söyleyin. 33/32

Görüldüğü gibi, değil Peygamber zevceleri kendilerini teşhir etsin, nasıl konuşmaları gerektiği dahi Kur’an vahyiyle bildirilmiştir.

Bu konuyla ilgili olarak Kur’an’dan bir örnek daha verecek olursam, mealen:

- Ey iman edenler! Hazırlanmasını beklemeyeceğiniz bir yemeğe çağrılmanız hariç, izin verilmeden Peygamberin evlerine girmeyin, Fakat çağrıldığınız zaman girin, Yemek yediğiniz zaman, hemen dağılın, sohbete dalmayın, Çünkü bu durum, Peygamberi üzüyor. O (sizi evden çıkarmaktan) utanıyor. Halbuki Allah, hak olan bir şeyden utanmaz, Peygamberin hanımlarından bir eşya istediğiniz zaman bir perdenin arkasından isteyin. Bu durum, sizin kalpleriniz ve onların kalpleri için daha temizdir. Resûlullah’a eziyet etmeniz, ondan sonra onun hanımlarıyla evlenmeniz asla caiz değildir. Şüphesiz bu durum, Allah katında büyük bir günahtır. 33/53

Bu duruma göre, Sahabelerin bir eşyayı dahi, Peygamberin hanımlarından yüz yüze isteyemeyeceği düşünülürse,

68

Page 69: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

yapılmış olan rivayetin ve benzeri rivayetlerin asılsız bir iftira olduğu anlaşılır.

62- Bize Müsedded Yahyâ ibn Said’den: o da Humeyd’den; o da Enes’ten tahdis etti: Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: Umer (R):

- üç şey hakkındaki dileğim Allah’ın vahyine uygun geldi, yâhut Rabb’im bana muvafakat etti. Ben: Yâ Resûlullah! Makaamu İbrahim’den bir namâz yeri edinseniz! dedim. (Bu lafızla âyet indi.) yine ben: Yâ Resûlullah! Yanınıza iyi ve kütü kimseler giriyor. Müminlerin anaları olan kadınlarınızın örtünmelerini emretseniz! dedim. Bunun üzerine Allah Hicap (el-Ahzâb: 59) âyetini indirdi. (Buhari, Kitâbu’t-Tefsir C.9 H.10 S.4182, Ötüken 1987)

Bu rivayette de, yine bir iftira mevcuttur. İnsanın aklına şöyle bir soru geliyor. Allah’ın öğretmesiyle, Peygamber mi insanlara iyi ahlakı öğretip örnek oluyordu, yoksa insanlar mı peygambere iyi ahlakı öğretiyorlardı. Rivayetler dininin mensuplarına göre insanlar peygambere öğretiyorlardı. Halbuki ahlak konusunda Kur’an’da onun için şöyle denmiştir:

- Nûn. Kaleme ve yazdıklarına andolsun! 68/1

- Sen, Rabb’inin nimetiyle cinlenmiş değilsin. 68/2

- Senin için kesintisiz bir mükâfat vardır. 68/3

- Ve sen, büyük bir ahlâk üzerindesin. 68/4

- Andolsun Allah’ın Elçisinde sizin için, sizden Allah’ı ve ahreti arzu eden ve Allah’ı çok anan kimseler için (uyulacak) en güzel bir örnek vardır. 33/21

Yaptıkları iftiralarda diğer bir hususta, özellikle erkeklerin, Peygamber eşlerinden, cenabetten yıkanma, hayız v.s. gibi konularda gidip soru sorduklarını iddia etmeleridir. Bu gibi

69

Page 70: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

konuları gidip soracak bayan sahabe yok muydu? Erkek sahabeler gidip Peygamberden veya bu konuda bilgisi olan diğer erkek sahabelerden soramaz mıydılar? Eğer bu gibi hususlar düşünülse asıl maksatlarının bir şeyi sormak değil, Peygamber eşlerine iftira etmek olduğu kolayca anlaşılır. Şimdi bu tür rivayetlerinden başka örnekler verecek olursam:

63- ........... Bize Mâlik, Hişâm’dan; o da babası Urve’den; o da Peygamber’in zevcesi Âişe’den haber verdi (şöyle demiştir): Peygamber (S) cünüplükten yıkandığı zamân ellerini yıkamaktan başlardı. Sonra namâz için ab dest alır gibi ab dest alırdı. Sonra parmaklarını suya daldırır ve onlarla saçlarının diplerini hilâl lardı. Sonra iki eliyle başı üzerine üç avuç su dökerdi. Ondan sonra suyu bütün bedeni üzerinden akıtırdı. (Buhari, Kitâbu’l-Gusl C.1 H.1 S.370, Ötüken 1987)

64-.............. İbn Abbâs’tan; o da Peygamber’in zevcesi Meymûne’den tahdis etti. Meymûne (R) şöyle demiştir: Resûlullah (S) yalnız ayaklarını yıkamayarak namâz için ab dest alışı gibi ab dest aldı. Bacak aralarını ve oralarına isâbet eden yıkanacak şeyleri de yıkadı. Sonra kendi üzerine su döktü. Sonra ayaklarını yerinden ayırıp yıkadı. Onun cünüplükten dolayı yıkanması işte budur. (Buhari, Kitâbu’l-Gusl C.1 H.2 S.370, Ötüken 1987)

65-............ Bana Eflâh, el-Kaasım’dan; o da Âişe’den haber verdi. Âise (R): Peygamber (S) ile ben bir kaptan yıkanırdık, ellerimiz, o kabın içinde gidip gelirdi, demiştir. (Buhari, Kitâbu’l-Gusl C.1 H.14 S.377, Ötüken 1997)

66-............ Bize Şu’be, Hammâd’dan; o da babası Urve ibn Zubeyr’den; o da Âişe’den tahdis etti. Âise (R): Resûlullah (S) cünüplükten dolayı yıkandığı zamân ellerini yıkar idi, demiştir. (Buhari, Kitâbu’l-Gusl C.1 H.15 S.377, Ötüken 1997)

Böylece yıkanan bir kimsenin ellerini de yıkadığını öğrenmiş olduk, bu bilgi kaybolsaydı halimiz nasıl olacaktı. Elleri olup

70

Page 71: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

ta, elini yıkamadan vücudunu yıkayan tek bir insan varmıdır veya üç avuç suyla yıkanmak nasıl mümkün olur? Maksatları iftira etmek değilmi, dillerine ne gelirse düşünmeden söylerler.

67-.............İbn Abbâs şöyle demiştir: Meymûne (R) şöyle dedi: Ben Resûlullah için yıkanacağı suyu koydum. Kendisi elleri üzerine su boşalttı ve onları ikişer defa veyâ üçer defa yıkadı. Sonra sağ eliyle sol eli içine su boşalttı da bu su ile hayâlarını yıkadı. Sonra elini toprakla sürttü. Sonra ağzını çalkaladı ve burnuna su çekti. Sonra yüzünü ve ellerini yıkadı, başını da üç defa yıkadı. Sonra bedeni üzerine su döktü. Sonra yerden ayrıldı da ayaklarını yıkadı. (Buhari, Kitâb’l-Gusl C.1 H.18 S.378, Ötüken 1997)

68-.............Bize A’meş, Sâlim ibn Ebi’l-Ca’d’den; o da İbn Abbâs’tan; o da Meymûne’den tahdis etti ki (o şöyle demiştir): Peygamber (S) cünüplükten dolayı yıkandı. Şöyle ki: Eliyle hayalarını yıkadı. Sonra elini duvara sürttü. Sonra elini yıkadı. Sora namaz abesti gibi abdest aldı. Nihayet yıkanmasını bitirince ayaklarını yıkadı. (Buhâri, Kitâbu’l-Gusl C.1 H.13 S.376, Ötüken 1997)

Burada da yıkanırken elleri duvara sürtüp duvarı kirletmeyi rivayet ediyorlar.

69-..............Bize İbrahim, o da Esved’den; o da Âişe’den (R) tahdis etti ki (o şöyle demiştir): Ben, Peygamber ile birlikte her ikimizde cünüp iken bir kâbdan yıkanırdık. (Hayız olduğumda) O bana emrederdi, bende fûtamı bağlardım. Ben hayızlı iken Peygamber tenini tenime dokundururdu. Kazâ O (mescide) itikafta iken, ben de hayızlı olduğum hâlde başını (itikâf yerinden dışarıya) çıkarırdı da, ben de yıkar idim. (Buhari, Kitâbu’l-Hayz C.1 H.14 S.400 Ötüken 1997)

Bu rivayette de, Âişe’nin erkeklere sevişmeyi anlattığı iftirasında bulunuyorlar, aynı iftirayı (aynı kaynak s.401 deki rivayetle) Meymûne hakkında uyduruyorlar. Aslında bu tür

71

Page 72: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

rivayetleri yazmak ağırıma gidiyor; yüzlerce senedir yazılıp insanlara anlatılan bu yalanları eleştirmek için, istemezsem de yazmak zorunda kaldım. Kitabın başında belirttiğim gibi, uydurmuş oldukları dört bin civarındaki rivayetlerini tekrarlar yapmak suretiyle 35647 rivayete çevirerek ciltler dolusu külliyat haline getirmişler. Bundan dolayı konuları anlatırken fazla detaylara girdiğim de zannedilmesin, konunun özünü bozmadan fazla detaylara girmekten kaçındım, yoksa merak edipte ortaya koydukları külliyata bakan bir kimse eleştiri konusu olabilecek daha başka birçok rivayet bulabilir, verdiğim tipik rivayetlerin az bir kısmı biraz benzer olmakla beraber tıpatıp aynı olmayıp içeriğinde konuyu ilgilendiren farklılıklar vardır. Onlar ciltler doldurdular, ben ise ciltlerle ortaya koyduklarını bir kitap halinde tam olarak ortaya koyup eleştirmeyi hedefledim, başardığıma da inanıyorum.

70- ............. El-Kaasım şöyle diyor:Ben Âişe’den işittim, şöyle diyordu: Biz ancak Hac etmeği düşünerek yola çıktık. Şerif mevkiine geldiğimiz zamân ben hayz oldum...........(Buhari, Kitâbu’l-Hayz C.1 H.1 S.397, Ötüken)

71-.............Bana Hişâm, Urve’den haber verdi ki, Urvetu’bnu’z-Zubeyr’e: Hayızlı kadının bana hizmet etmesi yâhut kadının cünüp iken yanıma gelmesi câiz midir? diye sorulmuş. Urve de: Bana göre bunun hepsi câiz, öyle olan da, böyle olanda bana hizmet eder. Bundan dolayı hiçbir taraf için beis yoktur. Bana Âişe haber verdi ki, kendisi hayızlı ve hücresinde ikamet ederken, Resûlullah da mescide itikâf ettiği zamân, Resûlullah başını uzatır, o da Resûlullah ın başını tarardı. (Buhari, Kitabu’l-Hayz C.1 H.3 S.398, Ötüken 1997)

Kendi kendilerini yalanlamak üzere birde şöyle bir rivayet uydurdular.

72-............Zerrate şöyle demiş: Âise (r.anhâ)’dan, şöyle demiştir:

72

Page 73: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Ben hayızlı olduğum zaman (Resûlullah’ın) yatağından bir hasır üzerine iner ve temizleninceye kadar Resûlullah (s.a)’a yaklaşmazdım."(Ebû Dâvûd, K.Tahâre (1), Bâb 106 Cilt 1 H.271 s.479, Şamil 1987)

Böylece bu konuda da kendi kendilerini tekzip etmiş oldular. Zaten rivayet uydurmalarında en sık başvurdukları metotları zıt ve ihtilaflı rivayetler uydurmaktır, bunu da bir konuda sıkıştıklarında veya işlerine geldiğinde kullanmak üzere veya ortalığı karıştırmak için planlı tasarlamışlardır. Sık sık bu tür zıt rivayetlerine örnekler vermeğe çalışacağım. Şimdi iftira rivayetlerini sıralamaya devam edecek olursam:

73- ...........Enes Bin mâlikten rivayet: Uhud harbinde, Yemin olsun ki, Âişe binti Ebi Bekir, ile Ümmü Süleym’i paçalarını sıvamış halde gördüm, Baldırlarının bileziklerini görüyordum. Su tulumlarını sırlarında taşıyor gâzilerin ağızlarına boşaltıyorlardı. (Müslim, cilt 8 139/655 ter. Ahmed Davudoğlu, Sönmez neşriyat a.ş

Burada da savaş heyecanıyla kamufle ederek, Âişe’nin ve Ümmü Süleym’in baldırlarını gösterdiği iftirası rivayet edilmiştir.

74- Müslim’in bir diğer rivayetinde: "Hz. Âise radıyallahu anhaya bir zat misafir oldu. Adam sabahleyin elbisesini yıkamaya başladı. Hz. Âise ona:

"Sana (meni) bulaşan yeri (gördüysen) orasını yıkaman kâfi idi. Göremediğin takdirde etrafını yıkardın. Ben, Resulûllah aleyhissalâtu vesselâm ın elbisesinden (meni bulaşığını) ovalamak suretiyle çıkardığımı biliyorum. O, (Birde yıkamaksızın) onun içinde namaz kılardı”.......... (K.S 3517 C. 10 S. 345 Akçağ 1990 alıntısı Müslim, Tahâret 105, 109 (288,290))

Güya Âişe’ye bir adam misafir olmuş da, Âise adama menisini nasıl yıkayacağını izah etmiş. Biz Âişe’yi böyle bir

73

Page 74: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

iftiradan tenzih ederiz. Özellikle cinsel konularda, Âise hakkında rivayetler uydurmuşlardır. Bu da, Âişe’nin şahsında Peygambere ve Ebu Bekr’e olan kinlerini göstermektedir.

75-.........Biz Amr İbn Meymûn, Süleyman İbn Yesâr’dan tahdis etti. O şöyle demiştir: Ben Âişe’ye elbiseye isâbet eden meniden sordum. Âişe: Ben onu Resûlullah’ın elbisesinden yıkardım da, yıkama izi yer yer ıslaklıklar elbisesinde göründüğü halde çıkardı, dedi (Buhari, c. 1 Kitabu’l-Vudu 93 s. 354 Ötüken 1997)

Bu da önce ki benzerleri gibi iftira içeren bir rivayettir. Erkekler menilerini nasıl yıkayacaklarını Âişe’den başka soracak kimse bulamadılar mı, kaldı ki ahmaklar bile meninin nasıl yıkanacağını bilirler.

76-.........Ben Urve ibnu’z-Zubeyr’den işittin, Peygamber (S) Âişe’ye (R)’ye:

-”Ebû Bekr’e emret de insanlara namâzı kıldırsın" buyurmuş.

- Ebû Bekr pek yufka yürekli bir adamdır. Ne zamân Senin makamına dikilirse kalbi incelir, demiş.

Peygamber evvelki emrini tekrar buyurmuş, Âise de “Ebu Bekr hüzünlü bir adamdır" sözünü tekrarlamış.

Şu’be ibnü’l Haccâc yukarıdaki senedle dedi ki: Peygamber üçüncü yahut dördüncü defasında:

- Şüphesiz sizler, Yusuf Peygamber’in karşılaştığı kadınlarsınız. Ebû Bekr’e emredin de namâzı kıldırsın."buyurdu. (Buhari, Kitabu’l Enbiyâ 59 C.7 S.3148-3185, Ötüken-1987)

Burada da, Âişe’ye ne tür bir iftirada bulunduklarını belirtmek için, Yusuf Peygamberin karşılaştığı kadına, Kur’an’dan örnek vereceğim, mealen:

74

Page 75: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

-Yusuf’un evinde kaldığı kadın, onun nefsinden murâd almak istedi ve kapıları kilitleyip: “Haydi gelsene!"dedi. (Yusuf): “Allah’a sığınırım dedi, efendim bana güzel baktı (ben nasıl onun İyiliği’ne karşı hıyanet ederim), zalimler iflah olmazlar!: 12/23

- And olsun, kadın onu arzû etmişti, eğer Rabb’inin doğruyu gösteren delilini görmeseydi Yusuf da onu arzû etmişti. Böylece biz kötülüğü ve fuhşu ondan çevirmek istedik; çünkü o, ıhlâsa erdirilmiştir (seçkin) kullarımızdandır. 12/24

Görüldüğü gibi, Yusuf Peygamberin karşılaştığı kadın evli olmasına rağmen, Yusuf peygambere zina teklifinde bulunmuştur. Peygamber nasıl olur da Âişe’yi böyle kadınlara benzetir, bu ağır bir ithamdır.

77- Hz. Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Ebu’l-Ku’ays’ın kardeşi Eflah, örtünmeyi emreden ayet indikten sonra yanıma girmek için izin istedi. Ben:

“Allah’a yemin olsun, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâmdan izin istemedikçe ben ona girme izni vermeyeceğim! Çünkü o’nun kardeşi Ebu’l-Ku’ays beni emziren kimse değildir. Beni Ebu’l-Ku’ays’ın hanımı emzirdi! dedim. Derken yanıma Aleyhissalâtu vesselâm girdiler.

"Ey Allah’ın Resûlü dedim, Ebu’l-Ku’ays’ın kardeşi Eflah yanıma girmek için izin istedi. Ben sizden sormadıkça izin vermekten imtina ettim! dedim. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “amcana izin vermekten seni alıkoyan sebep ne?"buyurdular. Ben:

"Ey Allah’ın Resûlü! dedim. Beni emziren erkek değil. Beni onun hanımı emzirdi" dedim. Resûlullah yine:

“Sen onun girmesine izin ver. Zira o senin amcandır, Allah iyiliğini versin" buyurdular. (K:S 5670 C.16 s.28 alıntısı, Buhari, Humus 4, Şehadet 7, Nikah 20; Müslim, Radâ’2.

75

Page 76: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

(1444); Muvatta, Radâ 2, (2.601,602); Tirmizi, Radâ’1, (1147); Ebu Dâvud, Nikah 7, (2055); Nesâi, Nikâh 49,(6,99))

78-..........Bize Şu’be, el-Eş’as’tan; oda babası Ebû’s-Sa’sâ Selim İbnu’l-Esved’den; o da Mesrûk’tan; o da Âise’(R)’den tahdis etti ki, Âişe’nin yanında bir adam varken Peygamber (S) içeri girdi. Peygamber bunu hoş görmediğini belli eder gibi yüzünün rengi değişti. Bunun üzerine Âise:

- Bu benim (süt) kardeşimdir! dedi.

Peygamber de:

-”Süt kardeşlerinizin kim olduğuna iyi dikkat ediniz. Çünkü süt, ancak açlıktandır buyurdu. (Buhari, Kitâbu’n-Nikâh, 40 S.519 C.11 Ötüken 1988)

İddia ettiklerine göre süt amca, süt kardeş gibi kimselerin, serbestçe bayanların yanına girebileceğini rivayet ettiler. Bunun böyle olmadığını Kur’an’dan örnekler vererek gösterecek olursam, mealen:

- Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesnâ olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunan cariyeleri, erkeklerden, kadına ihtiyacı kalmamış (cinsi güçten düşmüş) hizmetçiler, yahut henüz kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz. 24/31

Görüldüğü gibi ziynet eşyalarının gösterilebileceği kimseler arasında, süt kardeş veya süt amca bildiril memeştir. 24 Nur

76

Page 77: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

31 de belirtilen kardeş lafzı öz kardeşler hakkındadır. Zira, Kur’an’da süt kardeşlerden bahsedilirken “süt kardeş" olarak ayrı bir şekilde belirtilmişlerdir. Bunlar nikah yönünden yasaklanmışlardır, fakat nikahlarının haram oluşu, onlara öz kardeş hususiyeti vermemektedir. Yani mümin bayanlar için gizlenme konusunda diğer süt kardeş olmayanlardan bir farkları yoktur. Buna benzer olarak dikkat edilirse, Peygamberin zevceleri, Kur’an’da müminlerin anneleri olarak belirtilmişlerdir. Peygamberden sonra müminlerin onları nikahlamaları ebediyen haramdır. Buna rağmen müminler onlardan yüz yüze eşya dahi isteyemezler, ancak bir perde arkasından olursa, yani aralarında bir perde varsa isteye bilirler. Demek ki bazı akrabalıklar vardır ki gizlenmeyi ortadan kaldırmaz. Müminlere anne olmak gizlenmeyi ortadan kaldırmıyorsa, nasıl olurda süt kardeş olmak, hele kavramı dahi İslamiyet te olmayan, süt amca diye uydurdukları akrabalık, gizlenmeyi ortadan kaldırsın. Şimdi bu hususlara ait Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:

- Size (şunlarla evlenmeniz) haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt kardeşleriniz, karılarınızın anaları, birleştiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, -eğer onlarla henüz birleşmemişseniz (kızlarını almaktan ötürü) üzerinize bir günah yoktur- kendi sulbünüzden gelen oğullarınızın karıları ve iki kız kardeşi bir arada almanız. Ancak geçmişte olanlar hâriç. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan çok merhamet edendir. 4/23

Dikkat edilirse süt kardeşler, ismen süt kardeş olarak belirtilmiştir. Öz kardeşler sadece kardeşleriniz olarak isimlendirilmiştir. 24 Nur 31 de süt kardeşlere ruhsat verilmemiş, 4 Nisa 23 te ise nikahlanmaları yasaklanmıştır.

- Müminlerin, Peygamberi kendi nefislerinden çok sevmeleri gerekir; onun eşleri onların anneleridir; akraba olanlar, miras

77

Page 78: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

hususunda, Allah’ın Kitabında birbirlerine müminler ve muhâcirlerden daha yakındırlar. Dostlarınıza yapacağınız uygun bir vasiyet bunun dışındadır. Bu Kitab’ta yazılı bulunmaktadır. 33/6

Görüldüğü gibi, Peygamberin eşleri müminlerin anneleridir. Fakat, müminlere anne olma vasıfları gizlenmelerini ortadan kaldırmaz, Kur’an’dan mealen:

- Ey iman edenler! Hazırlanmasını beklemeyeceğiniz bir yemeğe çağrılmanız hariç, size izin verilmeden Peygamberin evlerine girmeyin, Fakat çağrıldığınız zaman girin, Yemek yediğiniz zaman, hemen dağılın, sohbete dalmayın, çünkü bu durum, Peygamberi üzüyor. O, (sizi evden çıkarmaktan) utanıyor. Halbuki Allah, hak olan bir şeyden utanmaz, Peygamberin hanımlarından bir eşya istediğiniz zaman bir perdenin arkasından isteyin. Bu durum, sizin kalpleriniz ve onların kalpleri için daha temizdir. Resûlullah’a eziyet etmeniz, ondan sonra onun hanımlarıyla evlenmeniz ebediyen caiz değildir. Şüphesiz bu durum, Allah katında büyük bir günahtır. 33/53

Bu itibarla, süt amca ve süt kardeş konusunda rivayet edilen hadisler, uydurma olup aslı yoktur.

Süt çocukluğu konusunda iddiaları da, Kur’an’da belirtilenden çok değişiktir. Kûr’an’da çocuk en fazla iki yıl emzirilir, yani iki yaşından sonra öz annesi dahi onu emziremez. Fakat onlar adamlarında emzirilebileceğini rivayet ettiler.

Emzirme ile ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- Anneler, çocuklarını -emzirmeyi tamamlamak isteyen kimse için- tam iki yıl emzirirler. Onların uygun biçimde yiyeceğini ve giyeceğini sağlamak, çocuğun babasına aittir. Herkes ancak gücü ölçüsünde bir şeyle mükellef tutulur. Ne anne çocuğu yüzünden, ne de çocuğun ait bulunduğu baba, çocuğu

78

Page 79: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

yüzünden zarara sokulmasın. Mirasçının da aynı şeyi yapması gerekir. Eğer (ana, baba) anlaşıp danışarak (çocuğu memeden) kesmek isterlerse, kendilerine günah yoktur. Çocuklarınızı (süt annesi tutup) emzirmek isterseniz, vereceğinizi güzelce verdikten sonra yine üzerinize bir günah yoktur (emzirirseniz) Allah’tan korkun ve bilin ki, Allah yaptığınız her şeyi görmektedir. 2/233

Çocukların en fazla iki yaşına kadar emzirtilebileceği açıktır, buna rağmen şu rivayette bulundular:

79-.............. Aişe’den naklen rivayet:

Ebû Huzeyfe’nin âzâdlısı Sâlim, evlerinde Ebû Huzeyfe ile ailesinin yanında bulunuyormuş derken, Sehle binti Süheyl, Peygambere gelerek:

- Sâlim artık erkeklik çağına geldi; ve erkeklerin akıl ettikleri şeylere akıl erdirmeye başladı ama yanımıza giriyor. Zannediyorum ki, bundan Ebû Huzeyfe’nin hatırına bir şey geliyor; demiş.

Bunun üzerine peygamber ona:

“Salim’i emzir, ona haram ol da Ebû Huzeyfe’nin hatırına gelen şey gitsin!"buyurmuş.

(Sehle bunu yapmış ve) dönerek:

- Ben onu emzirdim; Ebu Huzeyfe’nin hatırına gelen şey de gitti; demiş. (Müslim, 27/371 Cilt 7 Ahmet DAVUTOĞLU, Sönmez Neşriyat A.Ş.)

Salim’in yaşı konusunda yine Müslim’de şu ifadeler geçmektedir.

- Koskoca adam olduğu halde onu nasıl emzireyim dedi. “Resûlullah gülümseyerek onun koskoca adam olduğunu

79

Page 80: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

biliyorum."cevabını verdi. (Müslim, 26 C.7 Sönmez Neşriyat).

- Sehle; ama o saçlı sakallı (adam)dır, dedi. (Müslim, 30/373 C.7 Sönmez Neşriyat) .

80 ............. Âise (Radıyallâhü anhâ)’dan; Şöyle demiştir: (Ebû Huzeyfe’nin karısı) Sehle binti Süheyl (Radıyallâhü anhüm) Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’e gelerek:

- Yâ Resûlullah! (Evlatlığımız) Sâlim’in yanıma girmesinden dolayı (kocam) Ebû Huzeyfe (bin Utbe)’nin yüzünde cidden bir hoşnutsuzluk görüyorum, dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) (Sehle’ye:)

- “Sen Sâlim’e süt emzir" buyurdu. Sehle:

- O, yetişkin bir adam olduğu halde ben nasıl onu emzireyim? dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) gülümsedi ve:

- “Ben onun yetişkin bir adam olduğunu şüphesiz biliyorum."buyurdu. Sehle (Radıyallâhü anhâ) (gidip bu işi) yaptıktan sonra Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem’e)’e gelerek:

Ben (Sâlim’e süt emzirdikten) sonra (kocam) Ebû Huzeyfe (Radıyallâhü anh)’ ın yüzünde bir hoşnutsuzluk görmedim, dedi. Sâlim (onun sütünü emmeden önce) Bedir savaşına katılmış idi." (İbn’i Mace, H.1943, Sünen-i İbn-i Mace, S.412 C.5 Baskı 1992 Kahraman Yayınları.)

Görüldüğü gibi süt emzirmeyle ilgili iddiaları ve rivayetleri İslam la ilgisi olmayan sapık iddialardır. Hangi kadın göğsünü açıp bir adama kendini emzirirde, bunun adına süt çocukluğu denir. Kur’an öğretisine karşı o kadar kin ve nefret doludurlar ki, dillerine ne gelirse söylemekten çekinmemişlerdir.

80

Page 81: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Diğer bir rivayet çeşitleri de, İslamiyet’teki, erkeklerin birden fazla kadını nikahlama ruhsatıyla ilgilidir. Bu rivayetlerini sıralarken kendilerince alay etmek amacındadırlar. Zira sarf ettikleri ifadelerden bu anlaşılmaktadır. Bu rivayetlerine konu olarak ta Peygamberleri ele almışlardır, örneğin:

81- Hz. Enes Radıyallâhü anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalatu vesselâm, hanımlarına gece ve gündüz aynı saatlerde ziyarette bulunurdu. Onlar on bir tane idiler. Enes’e: “Buna tâkat getirebiliyor muydu? denmişti. O: “Biz ona otuz kişinin gücü verildiğini konuşurduk" diye cevap verdi." (K.S. 5713 C.16 S.69 alıntısı, Buhari, Gusl 12; Nesâi, Nikâh 1, (6,53,54))

82- Bize Müseddet tahdis etti. Bize Yezid ibn Zurey’ tahdis etti. Bize Said ibn Ebû Arûbe, Katâde’den; o da Enes (R)’den tahdis etti ki, Peygamber (S)’in dokuz kadını olduğu hâlde, tek bir gece içinde kadınların hepsi üzerine dolaşırdı.

Ve yine bana Halife ibn Hayyât şöyle dedi: Bize Yezid ibnu Zurey’ tahdis etti: Bize Said, Katâde den tahdis etti ki, onlara da Enes, Peygamberden olmak üzere bunu tahdis etmiştir. (Buhari, Kitâbu’l-Nikâh H.6 C.11 S.5163 Ötüken 1988).

Görüldüğü gibi iki rivayet birbirleriyle çelişkilidir, birinde on bir eş derken, diğerinde dokuz eş denmiştir. Güya Peygamber Enes’e söylemiştir, peki Enes on birle, dokuzu ayıramıyorsa bunu nasıl tahdis etti. Farz edelim ki, ayrı ayrı zamanlar için tahdis etmiş olsunlar, yani Peygamber iki eş için evlenmiş veya boşanmış olsun. Buna rağmen rivayetlerin herhangi bir temele dayalı ciddiyetleri yoktur. Aile yaşantısı içerisindeki bazı şeyleri insan kendi öz anne babasına söylemezken. Peygamber gibi bir insan aile sırlarını neden gidip Enes’e söylesin. Şimdi bu tür iftiralarını yazmaya devam edecek olursam:

83- Hz. Ebu Hureyre Radıyallâhü anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

81

Page 82: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Süleyman aleyhisselâm (bir gün)

“Bugün, kesinlikle doksan kadınıma uğrayacağım. Hepsi de Allah yolunda cihad edecek bir yiğit doğuracak! dedi (veya melek) ona:

“İnşaallah de bari!"uyarısında bulundu. Ama Hz. Süleyman İnşaallah demedi.

Söylediği gibi, o gün, bütün hanımlarına uğradı. Kadınlarından sadece biri hâmile kaldı. O da yarım insan doğurdu.”

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm sözüne devamla:

“Nefsimi elinde tutan Zât’a yemin olsun! Eğer Süleyman aleyhisselâm “inşallah!"demiş olsaydı hepsi de Allah yolunda atlı olarak cihad eden çocuklara sahip olacaktı" buyurdu."(Buhari, Enbiya 40, Eymân 23,(1654); Nesâi, 39,40,(7,25); K.S. 5825 C.16 S.299 Akçağ 1993)

84-............. El-A’rac’dan; Ebû Hureyre (R)’den tahdis etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “Dâvud’un oğlu Süleymân: Ben bu gece yetmiş kadını dolaşacağım da onlardan her biri Allah yolunda mücahide edecek birer süvâri oğlana gebe kalır, diye kesin konuştu. Arkadaşı olan melek ona: İnşaallah de, dedi. O diliyle İnşaallah demedi. O hakikaten o kadınları dolaştı, fakat içlerinden yalnız biri iki şıkkından biri düşük bir oğlana hâmile kalmıştır”.

Peygamber: “Eğer Süleymân İnşaallah deseydi, elbette o çocukların hepsi Allah yolunda cihâd ederlerdi" buyurdu..........

(Buhari, Kitâbu’l-Enbiyâ 97 C.7 S.3237 Ötüken 1987)

85- .............. Bize Vuheyb, Eyûb’dan; o da Muhammed ibn Sirin’den; o da Ebû Hureyre (R)’den şöyle tahdis etti: Allah’ın Peygamberi Süleymân Aleyhisselâmın atmış tâne

82

Page 83: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

kadını vardı. “Ben bir gecede kadınların üzerine dolaşırım da onlardan her bir kadın muhakkak Allah yolunda savaşacak birer süvari oğlan çocuğu doğurur" diye (İnşaallah demeden) yemin sözü söyledi. Hakikaten kadınları üzerine dolaştı. Fakat kadınlardan hiçbiri doğurmadı, yalnız bir kadın eksik doğumlu bir oğlan çocuğu doğurdu. Allah’ın Peygamberi Muhammed (S):

-”Eğer Süleymân Peygamber İnşaallah diyerek yemininden bir istisna yapsaydı, kadınlardan her bir kadın muhakkak gebe kalır ve Allah yolunda savaşacak birer süvâri doğururdu" buyurdu. (Buhari, Kitâbu’t-Tevhit 95 C.16 S.7340 Ötüken 1989).

Görüldüğü gibi, Peygamberlere iftira ve saygısızlık kastıyla tahdis edilmiş olan bu rivayetler aynı zamanda çelişkilidir. Zira, iddia etmiş oldukları kadın sayıları ihtilaflıdır. Din yönünden Süleyman peygambere ağır sözler içermektedirler, öyle ki bir peygamber olmasına rağmen, Allah adına konuşup, İnşaallah dememekte direnen bir kimse seviyesine indirmektedirler. Bu ise bir peygamber hakkında sarf edilen çok ağır iftiradır. İnşaallah’ın kelime manası, Allah isterse demektir. Böyle bir şeyi red etmek, Allah istemezse de demek olur ki, bu ise Allah’a şirk koşmak demektir. Süleyman peygamber ise bir müşrik değildi, bu itibarla bu rivayetlerde bir uydurmadır.

86-........... Âise (R) şöyle demiştir: Fâtıma yürüyerek yönelip geldi. Fâtıma’nın yürüyüşü tıpkı Resûlullah’ın yürüyüşü gibidir. ............(Buhari, Kitâbu’l-Menâkıb 126 C.7 S.3393 Ötüken 1987)

Bir bayanın erkekler gibi yürümesi övünülecek bir şey değildir. Rivayet aslı olmayan bir iftiradır. Hele, rivayeti Peygamber açısından rivayet etmeleri ise peygambere açıkça saldırıdır, zira erkeklerin bayanlar gibi yürümesi de İslam Dininde kabul edilemez.

83

Page 84: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

87-................ Hz. İbrahim zalim birinin diyarına (Mısır’a) beraberinde Sâre de olduğu halde gelmişti, Sâre güzel bir kadındı. Sâre’ye: “Bu cebbâr herif, bilirse ki sen karımsın, senin için bana galebe çalar. Eğer sana soracak olursa, kız kardeşim olduğunu söyle! Çünkü sen, zaten İslâm yönünden kardeşimsin, din kardeşiyiz. Ben yeryüzünde senden ve benden başka bir Müslüman bilmiyorum" dedi.

Bunlar zâlim kralın memleketine gelince, adamlardan biri bunları gördü. Hemen gidip:

“Senin memleketine öyle güzel bir kadın girdi ki, sizden başkasının olması münasip değildir" dedi. Kral derhal adamlar gönderip, Sâre’yi yanına getirtti. Hz. İbrahim namaza durdu. Sâre adamın yanına girince, kral (onu ayakta karşıladı, fakat) elini ona uzatamadı. Eli şiddetli şekilde tutuldu. Sâre’ye:

“Elimi salması için Allah’a dua et! Sana zarar vermeyeceğim!"dedi. Sâre de dediğini yaptı. Ama kral tekrar Sâre’ye sataşmak istedi. Eli, öncekinden daha şiddetli tutulup kaldı. Sâre’ye aynı şekilde ricada bulundu. O da kabul etti. (Adam normal hale dönünce tekrar) sataşmak istedi. Eli önceki iki seferden daha şiddetli şekilde tutuldu. Sâre’ye yine:

“Allah’a dua et, elimi salsın sana zarar vermeyeceğim!"diye rica etti. Sâre dua etti, adamın elleri açıldı. Kral kadını getiren adamı çağırdı ve ona: “Sen bana insan değil bir şeytan getirmişsin. Bunu diyarımdan çıkar!"dedi. Sâre’ye, Hâcer’i bağış olarak verdi.

“Sâra yürüyerek geldi. İbrahim onu görünce:

“Nasılsın, ne haber?"dedi. Sâre:

“Hayır var! Allah cebbârın elini tuttu (bana) bir hâdim verdi!"dedi.".................. (K.S. 5212 C.15 S.6-7 Akçağ 1992

84

Page 85: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

alıntısı, Buhari, Enbiyâ 9, Büyû’ 100, Hibe 36, Nikâh 6; Müslim, Fezâil 154, (2371); Ebû Dâvud, Talâk 16, (2212); Tirmizi, Tefsir, Enbiya, (3165))

İddia ettiklerine göre, İbrahim peygamber neyle karşılaşacağını bile bile, kralı zalim olan bir memlekete gitmiş. Kendisinin de önceden tahmin ettiği gibi, karısı “Sâra" kral tarafından kendisinden istenmiş ve karısını krala teslim etmiştir. Canının kurtulmasına sebep de karısını kız kardeşi olarak tanıtması imiş. Güya da, İbrahim peygamber kendisinden ve karısından başka yer yüzünde bir Müslüman bilmiyormuş.

Bu İbrahim peygamber gibi bir kimseye karşı hayasızca yapılmış bir iftira ve saygısızlıktır. O İbrahim peygamber ki, Allah rızası için bir kavmin karşısına tek başına dikildi. O’nu ateşe attıklarında dahi çekinmeyecek kadar cesur bir kimse idi. Nasıl gidip namusunu zalim bir krala teslim eder. Allah’ın arzı geniştir, madem ki durumu önceden biliyordu o zaman, zalim kralın memleketine uğramaz, başka bir yere giderdi. Deseler ki zaten hiçbir şey olmadı, ne mahzuru var ki? İslama göre durum hiçte öyle değil zira İslam da mümin kadınlara sataşma şiddetle yasaktır ve tesettür olayı vardır ve söyledikleri tesettüre aykırıdır. Öyle ya, kral ve adamları tesettüre rağmen Sâre’nin güzelliğini nasıl gördüler? Bu demek oluyor ki, iddialarına göre İbrahim peygamber ya karısını tesettürsüz gezdiriyordu yada tesettürünün açılmasına ve kendisine sataşılmasına aldırmıyordu. Ben İbrahim peygamberi böyle bir şeyden tenzih ederim. O İbrahim peygamber ki Allah O’nu dost edinmişti. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Hangi insan, din yönünden, iyilik edici olarak yüzünü Allah’a teslim edip dosdoğru İbrahim’in dinine tabi olandan daha güzel olabilir? Allah, İbrahim’i dost edinmişti. 4/125

Diğer bir hususta, olayı uydurmak için sarf ettikleri, güya İbrahim peygamberin karısına: “Ben yeryüzünde senden ve

85

Page 86: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

benden başka bir Müslüman bilmiyorum."ifadesi de, Kur’an’a uymayan ve yalancı olduklarını belgeleyen bir sözdür. Zira kendisine hicretten önce Lût peygamber iman etmişti. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

- Bunun üzerine Lût ona iman etti ve (kavmine) dedi ki: “Ben Rabb’ime hicret ediyorum; zira O, daima gâliptir; hikmet sâhibidir”. 29/26

Bu itibarla, İslam Dininde ki gerçeklere uymayan bu rivayetlerin aslı yoktur.

88- .............. (İbn ebi Leyle’den naklen, dedi ki:)..... Bize Ali şöyle tahdis etti: ................... Müteakiben biz yataklarımıza girmiş hâlde iken Peygamber bize geldi. Biz hemen yatağımızdan kalkmağa davrandık. Peygamber (S):

- “Yerinizde durunuz!"buyurdu ve (ikimiz arasına oturdu) hattâ ben göğsümün üzerine dokunan iki ayağının serinliğini hissettim......... (Buhâri, Kitâbu’l-Humus 21 C.6 S.2899 Ötüken 1987)

Bu konuda daha önce belirttiğim gibi, İslam’da yatak odalarına izinsiz girilemez. Bu itibarla, peygamberin, kızının ve damadının yatak odalarına izinsiz ve aniden girdiği yolundaki bu rivayet asılsız bir iftiradır. Hele, yatağa girip aralarına oturması olacak şey değildir.

89- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz buyurdular ki: (Tahâret maksadıyla) taş kullanmak tektir. Şeytana atılan taş tektir. Safa ile Merve arasında say tektir. Öyle ise sizden biri (tahâret için) taş kullanacaksa bunu da tek kılsın." (K.S. 1493 C.6 S.23 Akçağ 1989 alıntısı, Nesâi, Hacc 202, (5,254))

Müslümanlarca tavaf edilen, Kabe tavafı ile Sefa ve Merve sa’yi’ni. Tuvalette temizlik için kullandıkları taş ile ve şeytana atılan taşla ilişkilendirmek ve birbirlerine emsal

86

Page 87: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

göstermek açık bir saygısızlıktır. Bu itibarla bu rivayette hakaret kastıyla uydurulmuş asılsız bir rivayettir.

90- Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, mescide otururken, bir bedevi girip iki rekat namaz kıldı. Sonra da şöyle dua etmeye başladı: “Allah’ım bana da, Muhammed’e de rahmet et. Bizden başka kimseye rahmet etme!”

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm atılıp:

“Geniş alanı daralttın!"dedi. Derken adam hemen kalkıp mescidin içine akıtmaya başladı. Halk ta hemencecik üzerine yürüdü. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm onları yasaklayıp:

“Kolaylaştırıcılar olarak gönderildiniz, zorlaştırıcılar olarak gönderilmediniz. Üzerine bir kova su dökün!"ferman buyurdular."(K.S. 3509 C.10 S.340 Akçağ 1990 alıntısı, Buhari, Vudû 58; Ebû Dâvud, Tahâret 138, (380); Tirmizi, Tahâret 112, (147); Nesâi, Tahâret 45, (1,48,49,) )

91- .... Abdullah b. Ömer (r.a.)’den, şöyle demiştir:

“Ben Resûlullah (s.a.) zamanında bekâr bir genç idim ve Mescid de gecelerdim. Köpekler mescide girerler çıkarlar, bevl ederler, sahabiler de bundan dolayı hiçbir şey (su) dökmezlerdi." (Ebû Dâvud K. Tahâre (1), Bâb 137 H.382 C.2 S.97 Şamil 1988, diğer tahdis edenler, Buhari, tabir 36, fedaili ashabın-Nebi 19; Müslim, fedaili’s-sahâbe 140 )

Peygamber mescidini, insanların ve köpeklerin tuvalet olarak kullandığını rivayet etmeleri, İslam dinine ve Müslümanlara duydukları kinin açık ifadesidir. İslam dininde, Allah’ı anma ile temizlik birlikte emredilmiştir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

Rahmân ve Rahim Allah’ın adıyla

- Ey elbisesine bürünen, 74/1

87

Page 88: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Kalk, uyar. 74/2

- Rabb’ini tekbir et(O’nun büyüklüğünü an), 74/3

- Elbiseni temizle, 74/4

- Pislikten kaçın. 74/5

İslam dininde iç ve dış temizliğe büyük önem verilmişken, bu tür aykırı rivayetler uydurmaları, Kur’an’a uymadığı gibi yaptıkları aynı zamanda hayasızlıktır.

92- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İbrahim (aleyhisselâm) Kaddûm nâm-bazısıda şeddesiz olarak Kadûm demiştir- mevkide seksen yaşında olduğu halde sünnet oldu." (K.S. 2150 C.7 S.531 Akçağ 1988 alıntıları, Buhari, İsti’zân 51, Enbiya 8; Müslim, Fedâil 151,(2370))

Yukarıda ki, metinde de her ne kadar, Kadûm nam mevkide İbrahim peygamber sünnet oldu falan diyorsa da, Metnin aslında, İbrahim peygamber seksen yaşında keserle sünnet oldu şeklindedir. Kaddum keser demektir, “bil kaddum“, keser ile manasınadır.

93- Useym İbnu Kesir İbni Küleyb an ebihi an ceddihi’nin anlattığına göre (ceddi Küleyb) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a gelerek: “Müslüman oldum! der. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm; “Üstünden küfür saçını at!"der ve tıraş olmasını söyler. Useym’in babası dedi ki: “Bana bir başka (sahabe)nin bildirdiğine göre Aleyhissalâtu vesselâm, beraberinde olan bir diğerine de; “Üzerindeki küfür tüyünü at ve sünnet ol!"buyurmuştu."(K.S. 3817 C.11 S.33 Akçağ 1991 alıntısı, Ebû Dâvud, Tahâret 131,(356) )

Bu uydurma rivayetleriyle de, Müslümanların sünnet olması gerektiğini rivayet ettiler. Rivayetlerine delil olarak ta

88

Page 89: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

peygambere isnat ettikleri hadiste. İbrahim peygamberin seksen yaşında keserle sünnet olduğu rivayeti ile Müslüman olan bir kimsenin derhal sünnet olması gerektiği rivayetidir. İbrahim peygamber için söyledikleri alay etmekten başka bir şey değildir. Sünnet olayının yaygın bir şekilde uygulandığı toplumlarda dahi, bir kimseye baban seksen yaşında balta veya keserle sünnet oldu deseler bunu hoş karşılamaz alay olarak kabul eder. Böyle bir iddiayı İbrahim peygambere yakıştırdılar. bununla da yetinmediler, kızlarında sünnet olması gerektiği yolunda iddia ve rivayetlerde bulundular. Ayrıca sünnetin kendilerince ne kadar iyi bir şey olduğu konusunda şu tür izahlarda bulundular:

94- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Fıtrat beştir: Sünnet olmak, etek tıraşı olmak, bıyığı kesmek, tırnakları kesmek, koltuk altını yolmak." (K.S. 2147 C.7 S.523 Akçağ 1988 alıntısı, Buhâri, Libas 63, 64, İsti’zan 51; Müslim, Taharet 39,(257); Muvatta Sıfatu’n Nebiyy 3,(2,921); Tirmizi, Edeb 14,(2757), Ebû Dâvud, Tereccül 16, (4198); Nesai, Taharet 10,11,(1,14,15,))

Böylece sünnet olmayı fıtrattan saydılar.

Kızların sünneti için ise:

95- Ümmü Atiyye (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Bir kadın Medine de kızları sünnet ederdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (kadını çağırarak) kendisine: "Derin kesme. Zira derin kesmemen kadın için daha çok haz vesilesidir, koca için daha makbuldür" diye talimat verdi." (Ebû Dâvud, Edeb 179, (5271)) Rezin rivayetinde Resûlullah şöyle buyurur: “Kızları sünnet ederken üstten kes, derin kesme, bu şekilde kesilmesi yüze daha çok parlaklık, kocaya daha çok haz verir." (K.S.2153 C.7 S.534 Akçağ 1988)

Ehli sünnetçe, Kelime-i Şehadet te olduğu gibi, Müslüman ile kâfiri birbirinden ayıran âlamet olarak kabul edilen sünnet

89

Page 90: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

ameliyesi, bazı Sünni önderlerce vacip ve hatta farz denecek kadar mühim bir emir kabûl edilmiştir. Şafiiler. “Buluğ yaşına ermezden önce çocuğu sünnet etmek velisine vâciptir."derler. Bir kısım önderleri de, sünnet olmadıkça, mühtedinin Müslümanlığının noksan olacağına, sünnetsizin namazının câiz olmayacağına, kestiğinin yenilemeyeceğine, Kabe’yi tavaf edemeyeceğine hükmetmiştir. Hadiste bu hususta “İslama girince küfür tüyünü at, sonra sünnet ol" diye emreder iddiasındadırlar. Hülâsa bazı alim kabul ettikleri kimselere göre: “Hayatına mâl olacak dahi olsa."yaşlı kişinin bile sünnet olması gerektiği hükmünü verecek kadar bu meseleye ehemmiyet verilmiştir. Muhtar olan zamanda doğumun yedinci günüdür derler.

KIZLARIN SÜNNETİ: Kızlarında sünnetinden bahseden bir hadiste: “Hıtân, erkekler için sünnet, kadınlar için mekrüme (şeref verici)‘dir." denmektedir. Ebu Hanife, hadisin zahirine bakarak, sünnet erkekler için mendûb, Şafii ise her ikisi için de vacip hükmünü çıkarmıştır. Her hâl’u kârda sünnet mevzûunda kadınlarla ilgili olarak da farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bir kısım kimseler, bu meyânda, Maşrık kadınları ile Mağrib kadınlarının fizyolojik bakımından farklı olduklarını kâbul ederek, Maşrık kadınlarındaki yaratılıştan gelen fazlalık sebebiyle sünnetle yükümlü olduklarına hükmetmişlerdir. Kızların sünnet edilmesi hakkında, Aliyyu’l Kâri şöyle der: “Kadının yüzünü taze kılar ve güzelliğini arttırır. Şehveti teskin eder, cimayı lezzetli ve câzip kılar, kocanın karısına karşı sevgisini arttırır."Ebû Dâvud’un da bu konuda söylediği rivayette: “Medine’de bir kadın(ki ismi ümmü Atiye’dir) kızları sünnet ediyordu, Peygamber ona. “Fazla derin kesme, böyle yapman hem kadın için ahzâ (en ziyâde haz ve lezzet vesilesi) hem de kocası için daha hoştur” der."ifadesinde bulunuyorlar.

Sünnet olayına o kadar ehemmiyet veriyorlar ki, onu Kelime’i Şehadet’le özleştirerek, müslümanla kafiri birbirinden ayırma ölçüsü âlameti olduğunu, hatta hayatına

90

Page 91: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

mal alacaksa dahi bir kimsenin sünnet olması gerektiği şeklinde ısrar etmeleri ve sünnetin çok iyi bir şey olduğu yolunda övgüler ileri sürmelerine asıl temel neden ise. İslam Dininde bu tür ameliyelerin şiddetle yasaklanmış olmasından dolayıdır. Zira bu tür ameliye, Allah’ın yarattığını değiştirme manasındadır. Allah’ın yarattığını değiştirenler ise Kur’an’da şeytanın payı olarak nitelendirilmişlerdir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bundan başka her şeyi dilediğine bağışlar. Allah’a ortak koşan da uzak bir sapıklığa düşmüştür. 4/116

- O (Allah’a ortak koşa)nlar, O’nu bırakıp birtakım dişilerden başkasına çağırmıyorlar ve onlar, inatçı şeytandan başkasına yalvarmıyorlar. 4/117

- (O şeytan)ki Allah ona lânet etti ve o da, “Elbette senin kullarından belirli bir pay alacağım."dedi." 4/118

- Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları boş kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim: hayvanların kulaklarını yaracaklar; onlara emredeceğim: Allah’ın yaratışını değiştirecekler!"Kim Allah’ın yerine şeytanı dost tutarsa, muhakkak ki açık bir ziyâna uğramıştır. 4/119

- (Şeytan) onlara söz verir, ümit verir, fakat şeytanın onlara va’di, aldatmadan başka bir şey değildir. 4/120

- İşte onların varacağı yer cehennemdir. Aslâ cehennemden kaçmak (imkânı) bulamazlar. 4/121

Görüldüğü gibi, bu konuda şeytanın kendisine, Allah’ın yarattıklarından pay alma tanımlaması; metodu, Allah’ın yarattığını değiştirme yolunda vereceği emirlerdir. Kim şeytanın bu emrini yerine getirirse şeytana pay olmuş olur. İsterse yaptığı değişiklik hayvanların kulaklarını yarma şeklinde olsun fark etmez. Allah, yaratılışı değiştirme olayı

91

Page 92: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

çerçevesinde hayvanların kulaklarının yarılmasına müsaade etmiyor. Nasıl olurda sünnet veya başka bir şekilde insanlar üzerinde değişiklik yapılmasına müsaade etmiş olsun. Yaratılışı değiştirme olayı, hiçbir ihtiyaç, hastalık gibi zaruretler olmadan, yaratılış üzerine yapılacak değişiklikleri kapsar. Zira, bir koyun kesilip yenile bilir bu yaratılışı değiştirme manasında değildir. Veya bir kimsenin çürümüş dişi çekile bilir; çürümüş böbreği alına bilir, bütün bunlar zaruret veya tedavi amaçlı ameliyelerdir. Saç sakal veya tırnağı kesmekte öyledir, yaratılışı değiştirme manasında değillerdir. Zira tırnağı kesmekle, parmağı kesmek arasında belli bir fark vardır, biri ihtiyaç içerikli ve geçici, diğeri sakatlayıcı ve kalıcıdır. Bu zamanda sağlıklı genler üzerinde meydana getirilen veya getirilmesine çalışılan değişiklikler yaratılışı değiştirme olayı kapsamına giren işlemlerdir. Ayrıca, nasıl ki bir kimse tipi değişsin diye hayvanların kulaklarını yararsa veya sağlıklı dişini çeker veya törpülerse, vücudunun her hangi bir yerinden sağlıklı bir organı daha güzel olur diye keser veya vücudunun her hangi bir yerinden bu bağlamda bir parça et veya deri keserse, kısırlaştırma veya hadım yaparsa, deriyi tahrip ederek döğme yaparsa, küpe için kulak delerek kulağın yapısını değiştirmek v.s. Gibi ameliyelerde bulunursa, bütün bu tür şeyler yaratılışa müdahale etmek suretiyle, Allah’ın yarattığını değiştirmedir. Bütün bunlar, Allah’a ortak koşmayla eş anlamlıdır. Bunları yapan şeytana pay olduğu gibi, asla cehennemden ebediyen kurtuluş imkanı bulamaz. Sünnet olmak yaratılışa müdahale etmenin onu değiştirmenin tipik bir örneğidir. Zira küçük, büyük, kadın, erkek, sağlıklı bir kimseden bu şekilde parça et koparmanın başka bir izahı yoktur.

Bu itibarla sünnet konusunda uydurmuş oldukları rivayetlerin aslı yoktur.

ŞEHİT VE ŞEHİTLİK KONUSUNDA UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

92

Page 93: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Şehit ve Şehitlik olayını tahkir ile şehitlik kavramını saptırmak için de bazı hadisler uydurmuşlardır. Örneğin: Onlara göre ishalden ölen şehittir veya kusan bir şehit sevabı almaktadır, iddialarında bulunmuşlardır. Tahdis ettikleri rivayetlerde şu şekilde demektedirler:

96- Cabir İbnu Atik’ten, Rasûlullah’a atfen:............. “Bilesiniz: Tâundan ölen şehittir, boğularak ölen şehittir, yeter ki seferi taatte olsun, Zâtülcenb’ten ölen şehittir. İshalden ölen şehittir, yanarak ölen şehittir, yıkık altında ölen şehittir, çocuk karnında ölen şehittir."(K.S. 5431 C.15 S.254-255 alıntısı, Muvatta, Cenâiz 36,(1,233,234); Ebû Dâvud, Cenâiz 15,(3111); Nesâi, Cenâiz 14,(4,13,14))

Saydıkları bu hastalık veya kazalardan ölenler şehit oluyor da, niçin diğer kaza ve hastalıklardan ölenler şehit olmuyor. Örneğin: Minareden düşen bir müezzini veya canavar saldırısıyla ölen bir kimseyi, kanserden veya yüzlerce diğer bir hastalıktan ölen bir kimseyi şehit olarak tanımıyorlar. Zira saydıkları şeyler şehitlikle, ishalden ölmeyi özdeşleştirmelerini kamufle etmek için rast gele uydurdukları şeylerdir. Maksatları, şehitlikle ishalden ölmenin aynı olduğunu vurgulamaktır, böylece kendilerince şehit olmayı küçümsemek amacındadırlar. Halbuki Şehitlik İslam dininde büyük bir mertebe olup, ancak Allah yolunda mücadele ederken katl olunan kimseler bu mertebeye erişebilmektedirler. Bunların haricinde hiç kimseye bu isim verilemez.

Bu konuyla ilgili olarak, yukarıdaki rivayetleri gibi başka tipik rivayetleri de vardır. Örneğin:

97- ............... Ümmü Haram (r.a)’dan rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Denizde başı dönerek kendisine kusma arız olan kimse için bir şehit, boğulan kimse için de iki şehit sevabı vardır. (Ebû Dâvud, K. El_Cihâd (15). Bâb, Hadis 2493 C.9 S.466 Şamil 1989)

93

Page 94: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Demek istiyorlar ki, Allah yolunda savaşmaya veya mücadele etmeye ve bu yolda şehit olmaya ne gerek var, bir gemiye binildiğinde deniz tutmasından kusmak bile şehit sevabı almaya yeterlidir, hele o kimse boğulmuşsa onların iddiasına göre iki şehit sevabı alıyormuş. İşin ilginç yanı, evvelki yazmış olduğum rivayetlerine benzer şekilde burada da tiksindirici olması hesabıyla, kusmuğu şehitlik olayına konu etmeleridir. Bu iftiralarıyla da yetinmediler, Mücahide ait atın, mücahitten iki misli daha değerli olduğu rivayetlerini uydurdular. Şöyle ki:

98-.......... İbn Ömer’den, demiştir ki:

Resûlullah (s.a.) Mücahid ve atı için birisi kendisine ikisi de atına (olmak üzere ganimet mallarından) üç pay vermiştir. (Ebû Dâvud, K.el-Cihâd (15), Bâb 143 Hadis 2733 C.10 S.345 Şamil 1990, diğer rivayet edenler, Buhari, cihâd 51; meğazi 38; Müslim, cihâd 57;Tirmizi, siyer 6,8; Muvatta, cihâd 21.)

99-... (Ebû Umre’nin) babasından rivayet etmiştir ki: Biz dört kişi, yanımızda bir(er) atla Resûlullah (s.a.)’nin yanına gelmiştik. Bizden herkese bir hisse, her bir at için de iki hisse ayırdı. (Ebû Dâvud,K.el-Cihâd (15), Bâb 143 Hadis 2734 C.10 S.347, Şamil 1990.)

Böylece ganimet dağıtımıyla kamufle ederek, bir atın iki mücahit değerinde olduğu iftirasında bulundular. İslam da atlarda ganimetten pay alır diye bir şey yoktur.

Bir de rivayet ettiler ki, Peygamberin rüyasında görmüş olduğu sığırlar Uhud şehitlerini, kolunda görmüş olduğu iki altın bilezik ise yalancı peygamberleri remz (temsil) ediyormuş, şöyle ki:

100- ................ Bize Ebû Usâme, Bureyd’den; o da dedesi Ebû Burde’den; o da Ebû Mûsâ el-Eş’ari’den zannediyorum ki, o da peygamberden tahdis etti. Peygamber (S) şöyle

94

Page 95: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

buyurmuştur: “Ben ru’yâda kendimi Mekke’den hurmalıkları olan bir arâziye hicret ediyorum gördüm. Düşüncem, o hurmalık arâzinin el-Yemâme yâhud da Hecer olduğuna gitti. Bir de gördüm ki, o, Câhiliyet’te Yesrib denilen Medine’dir. Ben orada birtakım sığırlar gördüm. Allah en hayırlıdır (Allah’ın onlar için yapacağı en hayırlıdır). Sonra gördüm ki, o sığırlar, Uhud günü şehit edilen mü’minlerdir................ (Buhâri, Kitâbu’t-Ta’bir 49 C.15 S.6903 Ötüken 1989)

101- ............... Ebu Hüreyre şöyle haber verdi: Resûlullah şöyle buyurdu:

- “Ben uyurken ru’yâmda iki kolumda iki altın bilezik gördüm, bunların hâli beni kederlendirdi. Sonra ru’yamda bana bu bileziklere üflemekliğim vahye dildi. Ben de bunlara üfledim; ikisi de uçtu. Ben de bu iki bileziği benden sonra çıkacak iki yalancı peygamber ile tevil ettim. Bunlardan birisi Esved el-Ansi’dir, öbürü de Müseylime’dir." (Buhâri, Kitâbu’l-Mağazi 370 C.9 S.4069 Ötüken 1987)

Görüldüğü gibi, rüya tefsiri adı altında yapmış oldukları rivayetlerde. Uhud şehitlerini sığırlara, yalancı peygamberleri altın bileziklere benzetmişlerdir. Bu durum Uhud şehitlerine karşı bir saygısızlık olduğu gibi. Yalancı peygamberleri altın bileziklere benzetmekle de kimleri çok sevdiklerini ifadelendirmişlerdir. Zaten bir çok iftira ve hezeyanları peygambere mal etmeleri ve bunlar olmazsa İslam dini anlaşılamaz demeleri, kendilerince peygamberlik iddia etmelerinden başka bir şey değildir.

Yaptıkları bir kısım rivayetlerle de, gazilerin veya gurbetten dönen Müslümanların geceleyin evlerine gitmemeleri gerektiği konusundadır. Şu şekilde demektedirler:

102- Enes b. Malik’ten rivayet, Resûlullah ailesi nezdine geceleyin gelmezdi. Onlara ya sabah yahut akşamleyin gelirdi. (Müslim 180/144 C.9 Sönmez Neşriyat A.Ş.)

95

Page 96: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

103- ........... Cabir şöyle demiş; Resûlullah erkeğin gurbeti uzadığı zaman ailesinin yanına geceleyin gelmesini yasak etti. (Müslim, 183/146 C.9 Sönmez Neşriyat A.Ş.)

104- ............. Cabir şöyle demiş: Resûlullah erkeğin seferden geceleyin gelerek ailesinin yanına dalmasını onların hıyânetini anlamak istemesini yahut kusurlarını araştırmasını yasak etti. (Müslim 184/146 C.9 Sönmez Neşriyat A.Ş.)

Bu yalan rivayetleriyle Müslüman aileleri şüphe altında bırakmayı amaçlamaktadırlar. Hangi erkek vardır ki, gurbetten memleketine gelmiş olsun da, o devirde sabaha kadar evine gitmeyip çölde beklesin veya bu devirde dahi gidip bir otel de gecelesin ve evine gitmesin. O nasıl evdir ki bu derece bir erkeğin evinden korkusu olsun, deve kuşu gibi başını kuma gömsün de evine gitmesin. Kaldı ki bir karı kocadan müteşekkil aileler yok denecek kadar azdır. Çoğunlukla, İslam aileleri, ana baba, dede, nine ve çocuklardan teşekkül eder. Komşularında bir birine gözcülüğünü katarsak bir kadın kötülük yapmak taraftarı olsa dahi, istisnalar hariç, İslam toplum yapısında fırsat bulması pek mümkün değildir. Ayrıca İslam aile yapısı ideal bir yapıdır. Kitle olarak, Müslüman erkek ailesinden tedirgin olmadığı gibi, Müslüman kadınlarda kötü değildirler. Bu tür rivayetler iftiradan başka bir şey değildir.

Yapmış oldukları başka bir rivayet bu rivayetleriyle çelişkili olduğu gibi, saygısızlık içermektedir. Şöyle ki:

105-............ Resûlullah’a atfen: (Gaza dönüşü) “Ağır olun! Taki dağınık saçlı kadının taranması, kocası evde olmayanın kasıklarını tıraş edebilmesi için şehre geceleyin yâni yatsı zamanı girelim" buyurdular ve şunu ilâve ettiler:

“Medine’ye vardığın zaman cimâ etmeye bak, cimâ etmeye”. (Müslim 57/410 C.7 Sönmez Neşriyat A.Ş.)

96

Page 97: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Önceki üç rivayetle bu rivayet çelişkilidir. Zira bu rivayette gece vakti evlere girilmesi gerektiğini tahdis etmişlerdir. Ayrıca peygambere ve sahabelere saygısızlık içermektedir. Nasıl olur ki savaş dönüşü büyük ihtimalle, Peygamber yanında iki kayın pederi Ebu Bekir ve Ömer ile damadı Ali varken. Orduda kiminin babası, kardeşi, amcası, dayısı, komşusu ve arkadaşı katledilip şehit edilmişken. Biraz sonra Medine’de bir çok evde savaşta katledilmiş olanlar için, dul kalan kadınlar ve yetimleri ağlaşacakken. Bir peygamber, ordusundakilere böyle sözler söylesin, gidin bol bol cinsi münasebette bulunun sözlerini sarf etsin, bu olacak şey midir? Bu tür sözler, peygamberi ve sahabeleri hafife almak için uydurulmuş hayasızca sözlerdir.

Peygambere saygısızlık için uydurdukları başka bir rivayette şöyle demişlerdir:

106-..... Hukeyme bint Umeyme annesi Umeyme bint Rukayka’nın şöyle dediği rivâyet etmiştir:

“Nebi (s.a.)’in sedirinin altında hurma ağacından yapılmış bir kap vardı. Geceleyin ona küçük abdest bozardı." (Ebû Dâvud, K.Tahâre (1), Bâb 13-14 H.24 C.1 S.52 Şamil 1987, diğer rivayet eden, Nesai, tahâre 6)

Daha önce yazmış olduğum rivayetlerde görüldüğü gibi. Peygamber eşlerinin abdest bozmak için, geceleyin Medine dışına gittiklerini tahdis etmişlerdi. İşlerine geldiği zaman peygamber sedirinin altına oturağı koyu verdiler. Bu kadar bol ve çeşitli yalan uydurmak için epey emek vermiş olmalılar, utanma denen olayla da bir ilgileri olmadığı kesin. Bunların yazdıklarına bakan kimse, o devirde Arab evlerinde tuvalet olmadığı zannına kapılabilir, halbuki, Kur’an’da belirtilen abdest bozulmasının şartlarından bir tanesi tuvaletten gelmiş olma olayıdır, bundan da kolayca anlaşılır ki o devirde Arab evlerinde tuvalet mevcut idi. (Bak, 4 Nisâ 43, 5 Maide 6

97

Page 98: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bir başka rivayette şöyle dediler:

107- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm namaz için evinden çıkıp (namaz mahalline gelerek) tekbir getirdi, sonra ashaba (bekleyin diye) işaret buyurdu. Hemen gidip gusletti geldi. Saçlarından su damlıyordu. Onlara namaz kıldırdı. Namazdan çıkınca:

“Yanınıza cünüp olarak gelmiştim. Namaza duruncaya kadar da durumu hatırlayamadım. (Tam kılacağım anda hatırladım)"buyurdular." (K.S. 6349 C.17 S.69 Akçağ 1993 alıntısı, İbnu Mace 1220,)

Değil bir peygamber, bir cami imamı dahi böyle bir olay yapsa ne kadar zor durumda kalacağı açıktır. Öyle ki cemaati namaz için saf tutmuş kendiside namaz için tekbir almışken, dolayısıyla hem kendisi hem de cemaat tekbir almakla namaza başlamışken, namazı iptal edip cemaate dönerek hele bekleyin cenabetimden yıkanıp geleyim demesi halkın alay konusu olması demektir. Bu rivayeti uydurmalarından amaçta budur.

Musa peygamber hakkında yapmış oldukları saygısızca bir rivayette şöyle demişlerdir:

108- .......... Bize Abdurrezzâk, Ma’merden; o da hemmâm ibn Münebbihten; o da Ebû Hureyre’den tahdis etti. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “İsrail oğulları çıplak olarak, birbirlerine baka baka yıkanırlardı. Mûsâ ise yalnızca yıkanırdı. İsrâil oğulları: Allah’a yemin olsun, Mûsâ’yı bizimle birlikte yıkanmaktan menşeden, ancak O’nun kasığının çıkık olmasıdır, derlerdi. Mûsâ bir defa yıkanmağa gitti, elbisesini de bir taşın üstüne koydu. Akabinde taş elbisesini alıp kaçtı. Mûsâ: Ey taş elbisemi, ey taş elbisemi! diyerek taşın arkasından koştu. Nihâyet İsrâil oğulları onu (çırılçıplak) gördüler de: Vallâhi Mûsâ’da hiçbir kusur yokmuş, dediler. Ve Mûsâ elbisesini aldı da taşı dövmeğe başladı.”

98

Page 99: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Ebû Hureyre: Vallâhi o taşta muhakkak altı yâhut yedi dövme izi kalmıştır, dedi... (Buhâri, Kitâbu’l-Gusl 30 C.1 S.386 Ötüken 1987)

Kavmi, kasığı çıkık dedi diye taş neden Musa Peygamberin elbisesini kaçırsın ki? Böyle bir olay ancak Allah’ın emriyle olabilecek bir mucizedir, böylece Allah peygamberini çırılçıplak kavminin önünde teşhir etsin? İslam dinine göre olacak bir olay değildir. Kaldı ki çırılçıplak beraber yıkanıyorlar dedikleri kimselerde öyle anlaşılıyor ki Müslüman Yahudiler idi, bu islamdaki tesettür olayına aykırıdır. Maksatları, bir rivayet uydurup Musa peygamberin kavmi önünde çırılçıplak gezindiğini iddia etmektir. Birde kendilerince komiklik yapıyorlar, güya Ebu Hüreyre Allah’ın adını anarak yeminle demiş ki, o taşta muhakkak altı yedi tane dövme izi varmış.

Başka bir rivayette şöyle demişlerdir:

109- Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Eğer Beni İsrail olmasaydı, et kokuşmazdı. Eğer Havva olmasaydı kadınlar kocalarına hiçbir zaman ihânet etmezdi."(K.S. 5003 C.14 S.260 Akçağ 1992 alıntıları, Buhari, Enbiya 1,25; Müslim, Radâ’63,(1470) )

Beni İsrail ve Etin kokması öylesine söylenmiş asılsız bir sözdür. Asıl söylemek istedikleri, Havva’nın kadın ihanetinin sebebi olduğu yolundaki iftiradır. Bu sözlerine gerekçe olarak iddia ettiklerine göre, güya Adem’in yasak ağacın meyvesinden yemesini Havva anamız teşvik etmiş. hal bu ki, Adem babamızın yasak ağacın meyvesinden yemesini teşvik eden ve her ikisini kandırıp yasak ağacın meyvesinden yemelerine sebep olan, Havva anamız olmayıp şeytanın kendisidir. Böylece Havva anamızı şeytan yerine koymuş oluyorlar, dolayısıyla kadınları da böyle görüyorlar,

99

Page 100: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

unutmasınlar ki onları doğuranda bir kadındır. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

-Andolsun biz, daha önce de, Adem’e ahit (emir ve vahiy) vermiştik. Ne var ki o, (ahdi) unuttu. Onda azim de bulmadık. 20/115

- Bir zaman biz meleklere: Adem’e secde edin! Demiştik. Onlar hemen secde ettiler; yalnız İblis hariç. O, diretti. 20/116

- Bunun üzerine: Ey Adem! Dedik, bu, hem senin için hem de eşin için büyük bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra yorulur, sıkıntı çekersin! 20/117

- Şimdi burada senin için ne acıkmak vardır, ne de çıplak kalmak. 20/118

- Yine burada sen, susuzluk çekmeyecek, sıcaktan da bunalmayacaksın. 20/119

- Şeytan ona vesvese verdi ve “Ey Adem! Seni ebedilik ağacına ve son bulmayacak bir devlete delâlet edeyim mi? dedi. 20/120

- Nihayet ondan yediler. Bunun üzerine kendilerine ayıp yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağı ile örtmeğe çalıştılar. (Bu suretle) Adem Rabbine âsi olup yolunu şaşırdı. 20/121

- Sonra Rabbi onu seçkin kıldı; tövbesini kabul etti ve doğru yola yöneltti. 20/122

(Ayrıca bak. 2 Bakara 34-35-36-37. Ayetler.)

Görüldüğü gibi, uydurmuş oldukları rivayet, Kur’an’a uymamaktadır.

100

Page 101: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Ayrıca, İnsanlarla yetinmediler Cinlere dahi saldırıda bulunmayı ihmal etmediler. Öyle ki, Cinlerin içinde Müslüman olanları da vardır. Şöyle rivayet ettiler:

110-............. Bana dedem Said ibn Amr, Ebu Hüreyre (R)’den haber verdi: Ebû Hureyre Peygamber’in berâberinde abdest alması ve istincâ’ suyu için küçük bir kırba taşırdı. Bir keresinde Peygamber hâcetini yerine getirmek için çıktığında Ebu Hüreyre arkası sıra kırba ile O’nu takip ederken, Peygamber:

- “Kimdir o?"diye sordu.

Ebû Hureyre:

- Ben Ebû Hureyre! diye cevâp verdi.

Peygamber:

- “Benim için istincâ edeceğim birkaç taş ara, sakın bana kemik ve hayvan gübresi getirme" buyurdu.

Ebû Hureyre dedi ki: Ben elbisemin kenârında birkaç taş naklederek kendisine getirdim ve onları yanı başına koydum. Sonra yanından ayrıldım. Nihâyet hâcetini bitirdikten sonra Peygamber’in berâberinde yürüdüm. Yolda kendisine:

- Kemik ve hayvan gübresi ile temizlenmekte ne var ki? diye sordum.

Peygamber:

- “Bu ikisi cinlerin taâmındandır. Şu muhakkak ki, bana Nasibin cinlerinin bir hey’eti geldi. Bunlar ne hoş cinlerdir! Benden azık istediler. Ben de onlar için Allah’a: Cinlerin uğrayacakları her kemik ve tezek makûlesi üzerinde kendileri için muhakkak bir taâm bulmalarına duâ ettim" buyurdu. (Buhâri, Kitâbi’l-Ensâr 80, C.8 S.3610 Ötüken 1987)

101

Page 102: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Cinler, yapıları bizden değişik fakat bizim gibi imtihan edilerek, Cennet ve Cehennemle muhatap olan kimselerdir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Bir zamanlar, cinlerden bir grubu, Kur’an dinlemek üzere sana yöneltmiştik. Ona geldiklerinde (bir birlerine): “Susun, (dinleyin)"dediler. (Okuma) bitirilince de uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler: 46/29

- “Ey kavmimiz, dediler, biz Mûsâ’dan sonra indirilen, kendisinden öncekini doğrulayan, Hakka ve doğru yola götüren bir Kitap dinledik." 46/30

- “Ey kavmimiz, Allah’ın davetçisine uyun, O’na inanın ki (Allah) günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi acı azaptan korusun." 46/31

Görüldüğü gibi, Cinlerden mümin ve takvalı kimseler vardır ve onlar tezek veya çöpten kemik yemeye layık kimseler değildirler. Buna rağmen güya, Müslüman cinlerden bir heyet gelerek peygamberden azık istemişler, peygamberde onların yerlerden toplanmış kemik ile tezek yemeleri için dua ediyormuş. Çok ilginçtir, Cinler tezeğe razı olduysalar, acaba ondan önce ne yiyorlardı? Biz Müslüman Cinleri böyle bir iftiradan tenzih ederiz. Onlar temiz ve güzel rızıklara layıktırlar. Kaldı ki yanında su kırbası varken, peygamber neden suyla taharetlenmedi, bundan da iftira ettikleri bellidir.

Yapmış oldukları diğer bazı rivayetlerle, Peygamber ve Ebû Bekir’in hicret etmek için iki kişi olarak Mekke’den çıktıklarını rivayet ettiler. Buna rağmen şöyle rivayetlerde bulundular.

111- ............ Amr b. Şuayb’ın dedesi (Abdullah b.Amr) den; demiştir ki: “Resûlullah (s.a.) (şöyle) buyurdu”:

“Tek yolcu şeytandır. İki yolcu iki şeytandır. Üç (yolcu) ise, cemaattir. “(Ebû Dâvud, K.el-Cihâd (15), Bâb 79 H.2607

102

Page 103: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

C.10 S.114 Şamil, diğer rivayet edenler, Muvatta istizân, 35, Tirmizi, cihâd, 4.)

112- Amr İbnu Şu’ayb an ebihi an ceddihi (radıyallahu anh) tarikinden naklediyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Bir atlı bir şeytandır, iki atlı iki şeytandır, üç atlı bir gruptur."(K.S. 2184 C.8 S.20 Akçağ 1989 alıntıları, Muvatta, İsti’zân 25,(2,978); Ebû Dâvud, Cihâd 86, (2607); Tirmizi, Cihâd 4, (1674))

Peygamberle, Ebu Bekir’in iki kişi olarak hicret ettiklerini şu şekilde rivayet ettiler:

113- Bera İbnu’l- Âzib radıyallahu anh anlatıyor: “Hz. Ebu Bekr radıyallahu anh, evinde babama uğradı. Ondan bir semer satın aldı. (Babam) Âzib’e:

“Benimle oğlunu gönder, onu evime kadar götürüversin!"dedi. Babam bana:

“Haydi onu götürüver!"dedi. Ben de götürüverdim. Babam onunla beraber çıktı, bedelini alacaktı. Babam, Ebu Bekr’e:

“Ey Ebu Bekr! Resûlullah aleyhissalâtu vesselâmla (hicret ettiğin) gece ne yaptınız?"diye sordu.

“Evet o gece yürüdük, Ertesi günü de öğle vaktine kadar yürüdük. Yolumuz tenha idi hiç kimseye rastlamadık.................... (K.S. 5775 C.16 S.199 Akçağ 1993 alıntıları, Buhâri, Menâkıbu’l-Ensâr 45, Lukata 11, Menâkıb 25, Eşribe 12; Müslim, Zühd 75, (2009))

Peygamberin ve Ebu Bekr’in iki kişi olarak, hatta yolda hiç kimseye rastlamamak kaydıyla hicret ettiklerini rivayet ettiler, bunun yanında da iki kişi olarak seyahat edenlerin iki şeytan olduğu rivayetlerinde bulundular. Yapmak istedikleri hakaretin ağırlığı gayet açıktır. Yoksa tek başına veya iki kişi olarak seyahat eden niçin iki şeytan olsun. İslam dininde,

103

Page 104: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

İman şartları arasında en az üç kişi olarak seyahat edilecek diye bir şey yoktur.

Güneş ve Aya’da saldırmayı ihmal etmeyerek şöyle bir rivayette bulundular.

114- ............ Ebu Hureyre’den, Rasûlullah’ın (S.A.V.) “Güneş ve Ay, kıyamet günü dürülüp sarılarak ateşe atılmış iki öküzdürler.” dediğini rivayet etti. (İbn Kuteybe, Te’vilu Muhtelifi’l Hadis, S.189 Kayıhan Yayınları 1989 alıntısı, Buhari 59/4)

Güneş ve Ay’ın büyük faydaları ortadayken, onlara bula bula cehennemde yer buldular. Bu nankörlüğün tipik bir örneğidir. Yoksa güzel ve iyi olan her şeye karşı olacaklarına dair verilmiş bir ahitlerimi var? Rivayet uydurma olup aslı yoktur.

TEDAVİLER KONUSUNDA UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

Tıbbi Nebevi adı altında uydurdukları rivayetlerde, Okuyup üflemeyi, hastaya tükürmeyi, dağlamayı ve hurma gibi birkaç meyveyi konu etmişlerdir. Şöyle ki:

115- ........... Bize Muhammed ibn Adiyy, Hişâm ibn Hassân’dan; o da ikrame’den tahdis etti ki, İbnu Abbâs (R): Peygamber (S) ihrâmlı olduğu hâlde kendisinde bulunan bir baş ağrısı hastalığından dolayı “Lahyu Cemel" denilen bir su yanındaki menzilde başından kan aldırma tedavisi yaptırdı, demiştir. (Buhâri, Kitabu’t-Tıbb H.21 C.12 S.5734-5735 Ötüken 1988)

116- Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Ebu Hind, Rasûlullah’ı bıngıldak kısmından hacamat etmişti. Aleyhissalâtu vesselâm:

“Ey Beni Beyâza, Ebu Hind’i evlendirin, onunla evlenin!"buyurdu ve şunu ilave etti: “Eğer tedavi için başvurduğunuz şeylerin birinde hayır varsa bu

104

Page 105: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

hacâmattır."(K.S. 5662 C.16 S.13 Akçağ 1993 alıntısı, Ebû Dâvud, Nikâh 27, (2102))

117- Ebu Keşbe el-Enmâri radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm başından ve iki omuzu arasından hacamat olur ve:

“Kim bu kandan akıtırsa, herhangi bir hastalık için, bir başka ilaçla tedavi olmasa da zarar görmez!"buyurdu."(K.S. 4012 C.11 S.314 alıntısı, Ebu Dâvud, Tıbb 4,(3859); İbni Mâce, Tıbb 21, (3484))

118- İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm hacamat oldu ve hacamatı yapan hacamatçıya ücretini ödedi ve ayrıca burun damlası kullandı." (K.S. 4006 C.11 S.304 Akçağ 1991 alıntısı, Buhâri, Tıbb 9; Müslim, Selam 76, (1202); Ebu Dâvud, Tıbb 8,(3867); Tirmizi, Tıbb 9,(2048) )

119- İbnu Ömer radıyallahu anhümâ (âzatlısına): “Ey Nâfi bana kan galebe çaldı, benim için bir haccâm getir, getireceğin haccâm genç olsun, yaşlı veya çocuk olmasın" dedi. Devamla İbnu Ömer dedi ki: “Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâmın: “Aç karnına hacamat olma idealdir, aklı arttırır. Hafızayı güçlendirir. Hafız olmak isteyenlerin hıfzetme kabiliyetini arttırır. Hacamat olmak isteyen Allah’ın adıyla Perşembe günü hacamat olsun. Cuma, Cumartesi, Pazar günlerinde hacamat olmaktan kaçının. Pazartesi ve Salı günüde hacamat olunuz. Çarşamba günü hacamat olmaktan kaçının............ (K.S. 7038 C.17 S.448 Akçağ 1993 alıntısı, İbnu Mace 3488)

120- Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: Kim hacamat olmak isterse. Ayın veya 19 veya 21’ini arasın. Sakın, kan fazlalaşmak suretiyle birinize galebe çalıp onu öldürmesin." (K.S. 7037 C.17 S.447-448 Akçağ 1993 alıntısı, İbnu Mace 3501 )

105

Page 106: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Görüldüğü gibi, hacamat yani kan aldırma hakkında, bütün hastalıkların tedavisi olduğu, yapılması lazım gelen günleri ve hacamatçıya ücret ödenmesi gerektiği yolunda rivayetler uydurarak bunu insanlara çok büyük bir tedaviymiş gibi tavsiyede bulunmuşlardır. Buna rağmen kendi kendilerini yalanlayan şu rivayetleri de uydurmaktan geri durmamışlardır:

121-............ Râfi’b. Hadic (r.a.), Rasûlullah (S.a.)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

“-Hacamat edenin ücreti pistir, köpeğin satışı karşılığında alınan para pistir, fahişenin zina karşılığı aldığı ücret pistir. (Ebu Dâvud, K.el-İcâre (22) Bab 38 H.3421 C.12 S.497 Şamil, diğer rivayet edenler; Müslim, müsakât 40,41; Tirmizi, büyû 46; Nesai, sayd 15.)

122- Resûlullah’a atfen: “Kazancın en kötüsü, fahişenin mehri, köpeğin parası ve haccamın kazancıdır." (Müslim 40/17 C.8 Sönmez Neşriyat A.Ş.)

123- Resûlullah’a atfen: Köpeğin parası habistir; Fahişenin mehri habistir; haccamın kazancı da habistir." (Müslim, 41/17 C.8 Sönmez Neşriyat A.Ş.)

124-........... Ebû Cuhayfe’nin oğlu Avn şöyle demiştir: babam Ebû Cuhayfe bu köleye emretti de, onun kan alma âletleri kırıldı. Ben babamdan bu kırmayı sordum. O şöyle cevap verdi: Peygamber (S) köpek bedelinden, kan alma ücretinden nehyetti.......... (Buhâri, Kitabu’l-Buyû 38 C.4 S.1929 Ötüken 1987 )

Hacamatın serbest, hacamat ücretinin yasak olduğu şeklinde rivayet ettiklerinin anlaşılmaması gerekir, zira diğer bir rivayette hacamatçılardan uzak durulması gerektiği rivayet edilmiştir, Şöyle ki:

125-......... Haccâm çağrılınca Ömer şöyle dedi:

106

Page 107: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Resûlullah (s.a.)’ı şöyle derken işittim:

“-Ben teyzeme, kendisi için bereket olacağını umarak bir köle hediye ettim ve ona; köleyi hacamatçıya, kuyumcuya ve kasaba verme dedim."(Ebû Davud, K. El- İcâre (22) Bab 41 H.3430 S.507 Şamil 1991)

Böylece çok övdükleri bir konuda kendi kendilerini yalanlamış oldular.

Yine rivayet ettiler ki:

126- Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Sa’d İbnu Mu’âz radıyallahu anh kolundaki (can) damarından isabet aldığı zaman Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm onu elindeki uzunca bir demir çubukla bizzat dağladı. Ancak yarası tekrar şişti. Resûlullah ikinci sefer dağladı." (K.S. 4018 C.11 S.324 Akçağ, alıntısı Müslim, Selam 75,(2208); Ebû Dâvud, Tıbb 7,(3868) )

127- Tirmizi nin Hz. Enes’ten yaptığı bir rivayette, Enes radıyallahu anh der ki: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Sa’d İbnu Zürâreyi sivilce sebebiyle dağladı."(K.S. 4019 C.11 S.325 Akçağ 1991, alıntısı Tirmizi, Tıbb 11,(2051) )

128- İmrân İbnu Husayn radıyallahu anhumâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bizi dağlama yapmaktan nefyetti. Ancak biz, (ona başvurmaya zorlu yan) durumlarla karşılaştık. Birçok defalar dağlama yaptık, rahatsızlığımızdan kurtuluş bulamadık." (K.S. 4020 C.11 S.325 Akçağ 1991 alıntısı, Tirmizi, Tıbb 10,(2050); Ebû Dâvud, Tıbb 7, (3865))

129- İmran İbnu Huseyn radıyallahu anhumâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Ümmetimden yetmişbin kişi (Mahşer’de) hesaba çekilmeden cennete girecektir!" buyurdular. Kendisine: “Ey Allah’ın Resûlü! Bunlar kimlerdir?" diye sual edildi.

107

Page 108: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Onlar, kendilerini dağlatmayanlar, rukyeye baş vurmayanlar, teşâ’üm’e (uğursuzluğa) inanmayanlar ve Rablerine tevekkül edenlerdir!" buyurdu............... K.S. 4034 C.11 S.350 Akçağ 1991 alıntısı, Müslim, İman, 371, (218))

Dağlama konusundaki rivayetlerinin çelişkili olduğu açıktır.

Yine rivayet ettiler ki:

130- İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Uğursuzluk çıkarmak şirktir, uğursuzluk çıkarmak şirktir, uğursuzluk çıkarmak şirktir........ (K.S. 4093 C.11 S.464 Akçağ 1991, alıntısı Ebû Dâvud Tıbb 24,(3910); Tirmizi, Siyer 47, (1614))

131- Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ne sirayet (bulaşma), ne de uğursuzluk vardır.......... (K.S. 4094 C.11 S.465 Akçağ 1991 alıntısı, Buhâri Tıbb 44,54; Müslim, Selam 113,(2224); Ebû Dâvud, Tıbb 24, (3916); Tirmizi, Siyer 47, (1615))

Görüldüğü gibi, kesinlikle uğursuzluk diye bir şey olmadığını hatta bir şeyde uğursuzluk telakki etmenin şirk olduğunu, ayrıca hastalık bulaşması diye bir şey olmadığını rivayet ettiler. Bu iddialarının yanında birde şu rivayetleri tahdis ettiler:

132- Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Bir adam dedi ki: “Ey Allah’ın resûlü! Biz bir evdeydik, oradayken sayımız çok, malımız bol idi. Sonra başka bir eve geçtik. Burada sayımız da azaldı, malımız da.”

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Burayı zemim (addederek) terk edin! buyurdular. (K.S. 4099 C.11 S.472 Akçağ 1991, alıntısı, Ebû Davut Tıbb 24, (3924))

108

Page 109: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Burada kabul edilen ‘zemimlik’ uğursuzluk manasında kullanılmıştır, yoksa evin sağlık şartları bakımından elverişsiz olması değildir, zira mallar, bağ, bahçe olabildiği gibi, altı, gümüş v.s. De olabilir, mal deyimi genel bir ifadedir ve ayırım yapılmamıştır.

Zaten başka bir rivayette uğursuzluğu açıkça kabul etmişlerdir, şöyle ki:

133-.......... Bana Mâlik, İbn Şihâb’dan; o da Umer’in iki oğlu Hamza ile Sâlim’den; onlarda babalarından olmak üzere tahdis etti ki, Resûlullah (S): “Uğursuzluk kadında, evde ve atta olur" buyurmuştur. (Buhari, Kitâbu’n-Nikâh 31 C.11 S.5187 Ötüken 1988).

Böylece adetleri üzere yine kendi kendilerini yalanlamış oldular.

Kur’an’a göre, insanların başına bir musibet geldiğinde bu onların işlemiş olduğu işler yüzündendir. Yoksa onların kullanmış oldukları ev, elbise, binek v.s. İle ilgisi yoktur, buna göre uğursuzluk veya günlerin birbirinden farkı yoktur. Zamanın kendisi uğursuz sayılamaz, zaman belalı gelmişse bu işlenmiş olan işlerden o işi işlemiş olanlar yüzündendir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin yaptığı (işler) yüzündendir. (Allah, işlediklerinizin) birçoğunu da affeder. 42/30

Yine rivayet ettiler ki:

134- İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün) aramızda doğrulup:

“(Hastalık nev’inden) hiçbir şey hiçbir şeye sirayet etmez!"buyurmuşlardı ki bir bedevi:

109

Page 110: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Ey Allah’ın resûlü! Nasıl olur? Bir deve sürüsüne kuyruğu ile haşefesini uyuzlaşmış bir deve gelince hepsini uyuzlu yapar! dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:

“Pekalâ birincisini kim uyuzladı? Ne sirayet, ne safer vardır......... (K.S. 4836 C.14 S.17 Akçağ 1992 alıntısı, Tirmizi, Kader 9, (2144))

Rivayet ettikleri bu hadislerle hastalık bulaşması diye bir şey olmadığını rivayet ettiler. Bu ise gerçeklere uymayan bir husustur, ilk deveye kim bulaştırdı demek, ilk deveyi kim doğurdu demeye benzer, bunun ise bir mantığı yoktur, ilklerin başlaması ilk aşama olarak kendi başlarınadır. Bazı hastalıkların bulaştığı tıbben sabittir. Kendileri de bu rivayetlerini yalanlayan aşağıdaki rivayeti tahdis ettiler:

135-............ İbn Abbâs dedi ki, Resûlullah (S)’ten işittim şöyle buyurdu: (Veba hastalığı hakkında) “Bu hastalığın bir yerde çıktığını işittiğiniz zamân oraya girmeyiniz. Hastalık sizin bulunduğunuz yerde vâkı’ olursa, oradan kaçmak için sakın o yerden dışarı çıkmayınız!”

Abdullah

- Bunun üzerine Umer, Allah’a hamd etti, sonra ayrıldı, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’l-Tıbb 44 C.12 S.5757 Ötüken 1988.)

Yukarıdaki iki rivayet birbirleriyle çelişkili olduğu gibi, kendi içerisinde de çelişkili olan şu rivayeti tahdis ettiler:

136-............ Bize Said ibnu Minâ tahdis edip şöyle dedi: Ben Ebû Hureyre (R)’den işittim, şöyle diyordu: Resûlullah (S): “Hastalığın (sâhibinden bir başkasına) kendi kendine sirâyeti yoktur, eşyada uğursuzluk yoktur. Ükey ve baykuş (ötmesinin te’siri ve kötülüğü) da yoktur. Safer ayında uğursuzluk yoktur. (Bunlar Câhiliyet hurâfeleridir.) Fakat (ey

110

Page 111: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

mü’min) sen cüzâmlıdan, arslandan kaçar gibi kaç!"buyurdu. (Buhâri, Kitâbu’t-Tıbb 27 C.12 S.5740 Ötüken 1988)

Madem ki hastalık bulaşması yoktur Cüzâmlıdan kaçmanın manası nedir ki, bu açık bir çelişkidir.

137- Sa’id İbnu Ebi Vakkâs radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim her sabah acve hurmasından yedi tane yerse o gün geceye kadar ona ne zehir ne de sihir zarar verir. K.S. 3987 C.11 S.270 Akçağ alıntıları, Buhâri, Tıbb 52,56, Et’ime 43; Müslim, Eşribe 154,(2047); Ebû Dâvud, Tıbb 12, (3875,3876))

Bu öyle bir iddiadır ki, boş bir iddia olduğu basit bir deneme ile hemen anlaşıla bilir. Değil yedi acve hurması, kişi yedi sepet acve hurması yerse kendisine verilecek biraz güçlü bir zehirin etkisinden kurtulamaz. Zira acve hurmasının öyle bir etkisi olsaydı ilaç olarak eczanelerde satılacak ve kimse zehirlenme yoluyla ölmeyecekti, fakat gerçekler bu iddianın aksi yöndedir. Bu rivayete inanan bir kimseye, haydi yedi adet acve hurması ye, bizde sana istediğimiz bir zehir verelim ve sana tesir etmediğini ispatla dersek, sanmam ki dünyada bunu göze alacak aklı başında bir kişi çıksın.

138- Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ölüm dışında hiçbir hastalık yoktur ki çörek otunda onun için bir deva bulunmasın."(K.S. 3986 C.11 S.268 Akçağ 1991 alıntısı, Buhari, tıbb 7; Selam 89, (2215); Tirmizi, Tıbb 5,(2042), 22,(2071))

Çörek otunun her hastalığın ilacı olduğu yolundaki iddia, acve hurması için uydurulan türden boş bir iddiadır, Bir çok araştırmalara rağmen kanser gibi bazı hastalıkların ilacı bilinemezken, böyle bir iddia gerçeklere uymamaktadır.

140- İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor:”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ı işittim, diyordu ki:Rukyelerde,

111

Page 112: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

temimlerde (muskalarda), tivelelerde (muhabbet muskası) bir nevi şirk vardır....”.... (K.S. 4035 C.11 S.353 Akçağ 1991, alıntısı, Ebû Dâvud, Tıbb 127,(3883))

141-Hz. Ebu Sa’ad radıyallahu anh anlatıyor:”Biz,Resûlullah aleyhissalâtu vesselâmın çıkardığı askeri) bir seferdeydik. Bir yerde konakladık. Yanımıza bir câriye gelip: “Obamızın efendisi Selim’i bir zehirli soktu. Onunla meşgul olacak erkekler de şu anda yoklar. Sizde rukye yapan biri var mı?"dedi. Bunun üzerine bizden rukye hususunda mahâretini bilmediğimiz bir adam kalkıp onunla gitti ve adama okuyu verdi. Adam iyileşti. Kendisine otuz koyun verdiler. Bize sütünden içirdi. Ona:”Yahu sen rukye bilir miydin?"dedik. “Hayır, ben sadece Fatiha okuyarak rukye yaptım" dedi. Biz kendisine “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a sormadan (bu verdiklerine) dokunma!"dedik. Medine’ye gelince, durumu ona söyledik. Aleyhissalâtu vesselâm “Fatiha!nın rukye olduğunu (tedavi maksadıyla okunacağını) sana kim söyledi? Verdikleri koyunları paylaşın, bana da bir hisse ayırın! buyurdular."(K.S. 4033 C.11 S.346 Akçağ 1991 alıntısı Buhâri, Tıbb 39, 33,İcâre 16, Fedâilu’l-Kur’an 9; Müslim, Selam 66,(2201); Ebû Dâvud, Tıbb 19,(3900); Tirmizi, Tıbb 20, (2064,2065))

Rivayetlerinin çelişkili olduğu açıktır. 140. Rivayette rukye yapmak şirk olarak sayılmışken. 141. Örnekte ki rivayette güya, Resûlullah fatihayla rükne yapılmasını tasvip etmiş, hatta Fatiha’nın rukye olduğunu söylemiş ve ücret olarak alınmış olan koyunlardan pay istemiştir.

Kesin olarak! Kur’an ayetleri hastaların üzerine okunup üflenmek için inmemiştir. Bu yönden şifa verme hususunda tesirleri yoktur. Böyle olduğu da denemeyle kolayca anlaşıla bilir. İnsanlar, Kur’an ayetlerini, baş ağrısı, karın ağrısı v.s. gibi hastalıklara okuyup üflerler, bu tip hastalıklar kendi kendilerine vücut direnci yoluyla geçebilen hastalıklardır. Eğer ki böyle bir iddia gerçek olmuş olsaydı, yani örneğin,

112

Page 113: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Fatiha rukye olmuş olsaydı sakat bir kimseye okunduğunda da tesir etmesi gerekirdi. halbuki sakat olan bir kimseye kıyamete kadar okunup üflense şifa yönünden tesir meydana gelmez, bu durum Kur’an’ın bir zaafı değildir. Zira Kur’an’ın iniş amacı bu değildir. Her gün milyonlarca kişi defalarca Fatiha Sûresini okumaktadır. Buna rağmen hastalandıklarında doktora gitmek zorunda kalmaktadırlar. Bundan da yapılan iddiaların tıbbi şifa yönünden gerçeklere uymadıklarını anlamak mümkündür.

Yapmış oldukları tedavi ile ilgili bazı rivayetler de okuyup üfleme yerine, okuyup tükürmeyi tahdis etmişlerdir. Amaçları saygısızlık etmektir, yoksa, Kur’an okumayla hastaya tükürmenin bir ilgisi yoktur, Şöyle ki:

142- Hârice b. Es-Salt, amcasından rivayet ettiğine göre: O (Hârice’nin amcası) bir kavme uğradı. Kavimdekiler onun, yanına gelip;

- Şüphesiz sen o zat (Hz. Peygamber)’in yanından hayırlı bir şey getirmişsindir, bizim için şu adama rukye yap, dediler ve kendisine iplerle bağlı deli bir adam getirdiler.

Harice’nin amcası sabahlı akşamlı üç gün adama Fatiha Sûresini okudu. Sûreyi her bitirişinde tükürüğünü biriktiriyor sonra da tükürüyordu. Adam sanki kösteğinden kurtulmuş gibi oldu, (iyileşti). (Delinin arkadaşları) rukye yapan zata (ücret olarak) bir şey verdiler. Adam, Resûlullah (s.a.)’a gelip durumu haber verdi.

Efendimiz (s.a):

“-Ye, ömrüme yemin ederim ki, kimileri bâtıl bir rukye ile yerler, sen ise hak bir rukye ile yersin."buyurdu. (Ebû Dâvud, K. el-icâre (22) Bab 37 C.12 S.496 R.3420 Şamil 1991).

143-.......... Bize Sufyân ibn Uyeyne, Abdu Rabbih ibnu Sa’d’den; o da Amre bin tu Abdirrahman dan haber verdi ki,

113

Page 114: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Âise (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) rukye tedâvisinde şu duâyı söylerdi: “Allah’ın ismiyle. Şu bizim yurdumuzun toprağı ve bâzımızın tükürüğüdür. Bunlardan Rabb’imizin izniyle hastamız şifâlanır!" (Buhâri, Kitabu’l Tıb 61 C.12 S.5769 Ötüken 1988)

Putperestler taştan topraktan yaptıkları putlardan medet umarlardı, kim bilir, belki de tükürükten medet ummak onların bile aklına gelmemiştir. Peygamberi bunların iftiralarından tenzih ederim.

Kur’an’la, tükürüğü bir olayın tamamlayıcı unsurları olarak düşünmek, Kur’an’a açıktan açığa yapılmış bir saygısızlıktır. Bütün bu gibi şeylerle esas olarak yapmak istedikleri, Kur’an’ın iniş amacıyla ilgili olarak insanları yanlış yönlendirmek ve Kur’an’ı onların gözünden düşürmektir, yoksa Kur’an’ın okunup hastalara üflenmesiyle veya tükürükle hiçbir ilgisi yoktur, neyi, neyin seviyesine indirmeye çalıştıkları çok düşündürücüdür.

Kur’an’ın, bunların iddia ettikleri gibi bir tedavi kitabı olmadığı konusunda Kur’an’dan mealen:

- Eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yâhut arzın parçalandığı, yâhut ölülerin konuşturulduğu bir Kur’an olsaydı (bu Kitâb olurdu). Ama bütün işler Allah’a aittir. İman edenler hâla anlamadılar mı ki, Allah dileseydi, bütün insanları yola iletirdi? Yaptıkları (küfür ve kötü işler) yüzünden inkar edenlerin, başlarına âni bir belâ gelecek, yâhut (o belâ) evlerinin yakınına konacak, Allah’ın va’di gelinceye kadar bu böyle sürüp gidecektir. Allah, va’dinden aslâ dönmez. 13/31

Kur’an okunduğunda ne dağlar yürütülür, ne yer parçalanır, nede ölüler konuşturulabilir. Ancak hidayet bulmak için onun ayetlerinden istifada edilir. Yoksa, Kur’an ayetlerinin okunup hastaya üflenmesinin hastaya sağlayacağı hiçbir yarar yoktur.

114

Page 115: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bu gibi iddialar, Kur’an’ın iniş amacını saptırmaya yönelik iddialardır.

GÖZ YANİ NAZAR DEĞMESİ HAKKINDA DA BİR TAKIM ASILSIZ RİVAYETLER UYDURMALARI

144-............ Ebû Hureyre (R): Resûlullah (S): “Göz değmesi haktır (sâbittir)" buyurdu ve döğme yapmaktan nehyetti, demiştir. Buhari, Kitâbu’l-Libâs 154 C.13 S.5952 Ötüken 1989, diğer rivayet edenler Müslim 2187; Ebû Dâvud 3879; Bak, K.S. 4042)

145-............ Bize ez-Zuhri, Urve ibnu’z-Zubeyr’den; o da Ebû Seleme’nin kızı Zeyneb’den; o da annesi Ümmü Suleym (R)’den şöyle haber verdi: Peygamber (S), zevcesi Ümmü Seleme’nin evinde, yüzünde sarılık eseri bulunan bir kız çocuğu gördü de: “Bu kız çocuğuna rukye tedâvisi yapınız! Çünkü bunda nazar değmesi vardır" buyurdu. (Buhâri, Kitâbu’t-Tıbb 54 C.12 S.5765 Ötüken 1988 )

İddialarınca bir kimse yalnızca bakmak suretiyle, bir canlıya veya bir eşyaya baktığında onu fiziksel olarak etkileyebilir ve ona zarar verebilir. Buna inanan bir çok kimse başına gelen her çeşit felaketi veya istemediği bir durumu göz değmesine bağlamaktadır. Öyle ki: Hastalansa, bir yakını ölse, işi istediği gibi gitmese veya malına bir zarar gelecek olsa, kendisine nazar değdiği kanaatinde ve inancındadır, hatta kendisine nazar değdirdi diye, hiç ilgisi olmayan ve olması da mümkün olmayan kimseleri suçlama yoluna gider. Bu inançta olan kimseler, önlem olarak nazar boncuğu ve nazarlık diye adlandırdığı cam parçalarından ve hatta eşek veya at nalından medet ummakta, bunları kendi üzerine, yakınlarının üzerine veya mallarının üzerine asarak nazar değmesinden koruyacaklarına inanmakta ve dolayısıyla bunları putlaştıra bilmektedir. Veya nazarın kendi yerine bunlara değeceğine inanan kimseler de vardır, güya nazar değdirecek şahsın nazarı bunlara isabet edecek, böylece kendisinin veya malının nazardan korunacağı inancında olan

115

Page 116: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

bazı kimselerde bunları kullanmaktadırlar. Bu inançlar o kadar yaygın durumdadırlar ki, ülke çapında nazar boncuğu veya çeşitli nazarlıklar imal eden bir sanayi mevcut olduğu gibi, kitleler tarafından bunlara büyük bir talep vardır. Bütün bu inançlar İslam dininde yeri olmayan inançlardır, hiç kimsenin bakışında öyle bir etki olmadığı gibi, cam veya başka şeylerin, insanları bu iddia çerçevesinde koruma özelliği de yoktur.

Kendilerine İslam alimi diyen bir takım kimseler, nazarın varlığıyla ilgili olarak şu ayetleri delil getirmektedirler. Mealen:

-O inkâr edenler, zikri (Kur’an’ı) işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devireceklerdi. “O delidir" diyorlardı. 68/51

Ayette kafirlerin kin ve kızgınlıkları müteşabih olarak anlatılmıştır. Yani kaşlarını çatarak, sert sert baktıkları vurgulanmıştır. Nazara inanların ortak görüşü, kendilerine ait olan bir şeyin kıskanıldığı ve dolayısıyla kendilerine nazar değdiği şeklindedir. Ayette ise kafirlerin Kur’an’ı kıskandıkları veya Peygamberi kıskandıkları vurgulanmamıştır, tam tersine, kafirler kin ve öfkeleriyle, Kur’an’ı tebliğ eden peygamber için deli ifadesini kullanmışlardır. Bu yönden nazara inananların inancıyla mealini yazmış olduğum bu ayeti bağdaştırmak mümkün değildir. Diğer bir hususta, ayette kafirlerden kitle olarak bahsedilmiştir, eğer iddia edildiği gibi bir nazar değdirme olayı olmuş olsa, bu kafirlerin tamamının nazar değdire bilme özelliğine olup, nazar değdirebildikleri neticesine varılır ki bu da saçma bir iddia olmuş olur. Kaldı ki nazara inananlar bu özelliği, kafir olsun, Müslüman olsun ancak bazı özel kimselere isnat etmektedirler. Bu itibarla ayeti nazar değdirme olayı ile bağdaştırmağa imkan yoktur ve dolayısıyla İslam dinine göre nazar değdirme olayı da yoktur.

Nazar değdirme olayı iddialarına delil gösterdikleri bir diğer ayette ‘Yusuf Sûresi 67.’ ayetidir, mealen:

116

Page 117: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Ve deki: “Oğullarım, (Mısır’a) bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin ama ben(ne yapsam) Allah(ın takdir)inden hiçbir şeyi sizden savamam, Hüküm, yalnız Allah’ındır. Ben O’na tevekkül ettim, tevekkül edenler de O’na tevekkül etsinler!" 12/67

Ayet içinde geçen, ayrı ayrı kapılardan şehre girilmesi olayını nazar değmesine bağlamaktadırlar. O zaman şu soruyu sormak lazım, hep beraber bir kapıdan girdiklerinde kardeş olduklarını bilip onları kıskanmak suretiyle kim nazar değdirecekti, öyle ki birbirleriyle akrabalıkları olmayan bir kafile olarak yorumlanmaları da mümkündür. farz edelim ki kapıda kardeş oldukları bilindi ve kıskanılmak suretiyle onlara nazar değdirme olayı mümkün hale gelmiş olsun, aynı olay şehirde gezinmeleri halinde de mümkündür, nitekim hep birlikte gidip zahire istemişlerdir. Kapıda kendilerine nazar değdirilebiliyorsa şehirde de toplu olarak gezdiklerinde kendilerine nazar değdirile bilir. Halbuki ayette şehri gezdiklerinde, şehir içinde de ayrı ayrı gezmeleri bildirilmemiştir, hatta şehirden çıkmaları durumunda, hem de zahire yükleri de tam da doluyken ayrı ayrı kapılardan çıkmaları da söylenmemiştir. Bu itibarla, bu ayetin nazarla hiçbir ilgisi yoktur. Olsa olsa, şehre ayrı ayrı kapılardan girmelerinin istenmesi, bir kısmı şehre girmekten engellense diğerleri girebilsin ihtimaliyle ilgili olabilir, bu da makul bir davranıştır. Böyle bir önlem mahzurlu olmamakla beraber, Allah’ın istemesi halinde, Allah’ın hükmünü hiçbir önlemin geri çeviremeyeceği ve Allah’a tevekkülün gerekliliğini vurgulanmıştır.

Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, İslam inancında nazar değdirme olayı diye bir şey yoktur, bu konuda uydurulan rivayetler Kur’an’a uymamaktadır.

PEYGAMBERLER VE YAKINLARI HAKKINDA UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

117

Page 118: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

146- İbnu Abbas (radıyallahu anhumâ) anlatıyor: “Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh):”Ey Allah’ın Resûlü, saçların ağardı yaşlandın" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu Vesselâm): “Beni, Hûd, Vâkı’a, Mürselât, Ammeyetesâelun ve İzâ’ş-Şemsü Küvviret sûreleri ihtiyarlattı" cevabını verdi”. (K.S. 659 C.4 S.29 Akçağ 1988, alıntısı, Tirmizi, Tefsir, Vâkı’a. (3293))

147- ............ Usmân ibn Abdillah ibn Mevheb: Ben Ümmü Seleme’nin yanına girdim. O bizlere Peygamber (S)’in saçlarından bir miktar boyanmış saç çıkarıp gösterdi, demiştir. (Buhari, Kitâbu’l-Libâs 113 C.13 S.5929 Ötüken 1989 )

148- ......... Ebu Cuhayfe (şöyle demiş):

-Ben Resûlullah’a beyaz gördüm ihtiyarlamıştı, Ali’nin oğlu Hasan’a benziyordu. (Müslim 107/127 C.10 Sönmez Neşriyat).

Yukarıdaki üç rivayette, Peygamberin yaşlanmış olduğu ve saçlarının beyazlandığını, beyazlanmış olan saçlarını boyadığı tahdis edilmiştir. Diğer başka rivayetlerde ise şöyle demektedirler:

149-......... Sâbit el- Bunâni şöyle dedi: Enes’e Peygamber’in sakalını boyaması (vâki’ olup olmadığı) soruldu da, Enes (R):

- Şu muhakkak ki, Peygamber (S) saç sakal boyayacak dereceye ulaşmadı. Eğer ben O’nun sakalındaki beyaz kılları saymak isteseydim muhakkak sayardım, dedi. (Buhâri, Kitâbu’l-Libâs 111 C.13 S.5928 Ötüken 1989)

150- Enes’e Peygamberin saçının ağarıp ağarmadığı sorulmuş da:

- Allah onu beyazlıkla lekelemedi, demiş. (Müslim 105/126 C.10 Sönmez Neşriyat A.Ş.)

118

Page 119: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bu iki rivayetle diğer üç rivayet arasında açık bir çelişki vardır. Peygamberden hadis rivayet ettiklerini iddia eden bu kimseler, peygamberin şimali hakkında dahi ihtilaf edecek kadar onu tanımamaktalar. Onu tanımadıklarına dair diğer hadis örnekleri:

151- Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm altmış üç yaşında vefat etmiştir."(K.S. 5529 C.15 S.346 Akçağ 1992 alıntıları, Buhari, Menâkıb 10; Müslim, Fezâil 115,(2349); Tirmizi, Menâkıb 28,(3655))

152- ... İbni Abbâs’tan naklen: “Resûlullah, Mekke’de on öç yıl kalmış ve altmış üç yaşında vefat etmiştir."(Müslim 117/135 C.10 Sönmez Neşriyat A.Ş.)

153-........ İbni Abbâs rivayet etti ki: “Resûlullah altmış beş yaşında vefat etmiştir."(Müslim 122/138 C.10 Sönmez Neşriyat)

Görüldüğü gibi peygamberin yaşı konusunda ki hadisler çelişkili olup, İbni Abbâs’tan peygamberin vefat yaşını 63 ve 65 olarak rivayet etmeleri ilginçtir.

154- Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah yüzüğünü sağ eline takardı."K.S. 2100 C.7 S.474 Akçağ 1988 alıntısı, Ebû Dâvud, Hâtim 5,(4226); Nesâi, Ziynet 49,(8,175))

155- İbnu Ömer (radıyallahu anhumâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yüzüğünü sol eline takardı ve kaşını avucunun içine getirirdi. İbnu Ömer de böyle yapardı." (K.S. 2102 C.7 S.474 Akçağ 1988 alıntısı, Ebu Dâvud, Hâtim 5,(4227,4228))

156-............. Bize Sufyân el-A’meş’ten; o da Ebû Vâil’den; o da Abdullah ibn Mes’ûd (R)’dan tahdis etti ki, Peygamber (S): “sizden hiçbiriniz sakın benim Yûnus’tan hayırlı

119

Page 120: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

olduğumu söylemesin" buyurmuştur. (Buhari, Kitabu’l-Enbiy3a 86 C.7 S.3224 Ötüken 1987.)

157-.......... Bize Şu’be, Katâde’den; o da Ebû’l-Âliye’den; o da İbn Abbâs (R)’tan tahdis etti ki, Peygamber (S): “Hiçbir kul için: Ben muhakkak Yûnus ibn Mettâ’dan hayırlıyım, demesi uygun değildir" buyurmuş ve Yûnus’u babası Mettâ’ya nispet etmiştir. (Buhari, Kitâb’l-Enbiyâ C.7 S.3225 Ötüken 1987.)

158- .......... Ben Humeyd ibn Abdirrahmân’dan; o da Ebû Hureyre (R)’den işittik ki, Peygamber (S): “Hiçbir kul için: Ben Yûnus ibn Mettâ’dan hayırlıyım demesi yakışmaz" buyurmuştur. (Buhari, Kitâb’l-Enbiyâ C.7 S.3226 Ötüken 1987.)

159-... Resûlullah’a atfen: Beni Musa’ya üstün tutmayın"(K.S. 4337 C.12 Akçağ, alıntıları Buhari Enbiya 34-35; Müslim 2373; Ebu Davud 4671; Tirmizi 3240.)

160-...Resûlullah’a atfen: “Peygamberlerden birini diğerine üstün tutmayın."(K.S. 4346 C.12 Akçağ, alıntısı Ebu Dâvud, sünnet 14(4668))

Yukarıdaki rivayetlerle benzeri rivayetler de hiçbir peygamberle diğer peygamberler arasında derece farkı iddia edilmemesi ısrarla vurgulanmıştır, buna rağmen şöyle rivayet ettiler:

161-......... Resûlullah’a atfen:

“Yaratılmışların en hayırlısı (Hayru’l-Beriyye) İbrahim peygamberdir." (K.S.4335 C.12 Akçağ, alıntısı Müslim 2369; Tirmizi 2349; Ebu Dâvud 4672)

162- ......... Ubeydullah’tan; o da Said ibn Ebi Said el-Makburi’den işitmiştir ki, Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber’e

120

Page 121: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- İnsanların (Allah katında) en çok kerem ve ihsâna nâil olanı kimdir? diye soruldu.

Peygamber (S)

- “İnsanların en kerimi, en muttaki olanıdır" buyurdu.

Soranlar:

-Ey Allah’ın Peygamberi, biz Senden amel cihetiyle en kerim olanı sormuyoruz, dediler.

Bunun üzerine Peygamber:

- “İnsanların en kerimi Allah’ın Peygamberi Yusuf’tur..........“ buyurdu. (Buhâri, Kitâbu’l-Enbiy3a 48 C.7 S.3174 Ötüken 1987.)

Yukarıdaki rivayetlerle diğer rivayetlerin aksine, çelişkili olarak peygamberler arasında fark gözetilmiş ve İbrahim peygamberle, Yusuf peygamber, ayrı ayrı diğer peygamberlerden üstün sayılmıştır ve buna rağmen şöyle demişlerdir:

163-.......... Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Bir keresinde Rasûlullah’ın sofrasında et yemeği getirildi ve kendisine bir kol kaldırılıp sunuldu. Çünkü Rasûlullah etin bu kısmını severdi. Ondan ön dişleriyle bir lokma kopardı. Sonra şöyle anlattı:

“Ben kıyâmet gününde bütün insanların seyidiyim, efendisiyim......."dedi. (Buhâri, Kitâbu’t-Tefsir 233 C.10 S.4514 Ötüken 1988 ).

164- Resûlullah’a atfen: “Ademoğlunun Allah’a en kerim olanı da benim, Bunda fahr yok!" (K.S. 4347 C.12 Akçağ, alıntısı Tirmizi, Menâkıb 2(3614))

121

Page 122: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

165-..... Resûlullah’a atfen: “Kıyamet günü geldi mi, ben peygamberlerin imamı, hatibi ve (onlar arasında) şefaat (etmeye yetki) sahibi olacağım. Bunda övünme yok."(K.S. 4348 C.12 Akçağ, alıntısı Tirmizi 3617.)

Böylece tahdis ettikleri rivayetlerle tekrar çelişki meydana getirmiş olmaktadırlar. İddia ettikleri bu konularla ilgili olarak Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:

- Andolsun biz, Adem oğullarına çok ikrâm ettik, onları karada ve denizde taşıdık. Onları güzel rızıklarla besledik ve onları yaratıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık. 17/70

Yukarıda mealini yazdığım ayette görüldüğü gibi hiçbir insan yaratılmışların en üstünü değildir. Ancak insan oğlu yaratılmışların bir çoğundan üstün yaratılmıştır. Bu itibarla İbrahim peygamber veya başka bir Adem oğlu için yaratılmışların en üstünüdür demek Kur’an’la bağdaşmaz. Kur’an’dan mealen:

- De ki: “Allah’a, bize indirilene, İbrâhim’e, İsmâil’e, İshâk’a, Yâkub’a ve torunlara indirilene; Mûsâ’ya, İsâ’ya ve peygamberlere Rab’leri tarafından verilene inandık; onlar arasında ayırım yapmayız, biz O’na teslim olanlarız." 3/84

Yukarıda ki ayet mealinde görüldüğü gibi peygamberler arasında ayırım yapılmaması emredilmiştir . Yani bir kısmı kabul edilip bir kısmı red edilemez, aynı zamanda, Allah tarafından peygamberlere indirilmiş olanların tamamına ayırım yapılmadan inanmak şarttır, bu hususlar Allah’a iman etmeyle birlikte sayılmıştır. Tabi ki, Allah tarafından indirilenden kasıt gerçek manada indirilmiş olanlardır, örneğin, kullar tarafından uydurulup, Allah’ın indirdiğine katılmış olan hususlar değildir. Bu hususun tespiti içinde Kur’an ölçüsünün rehberliği şarttır.

122

Page 123: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Kabul veya red yönünden peygamberler arasında İslama göre ayırım yapılmamakla beraber, Peygamberler arasında derece farkı vardır. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Rabb’in, göklerde ve yerde olan kimseleri daha iyi bilir (O, peygamber olmağa kimi lâyık görürse onu seçer). Andolsun ki biz, peygamberlerin kimini kimine üstün kıldık, Dâvûd’a da Zebûr’u verdik. 17/55

görüldüğü gibi peygamberler arasında derece farkı olmadığını söylemeleri Kur’an’la bağdaşmamaktadır.

166- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a: “Ey Allah’ın Resûlü! Müşriklere beddua et, onları lânetle!"denilmişti. Şu cevabı verdi:

“Ben rahmet olarak gönderildim, lanetleyici olarak değil!"(K.S. 5347 C.15 S.144 Akçağ 1992, alıntısı Müslim, Birr 87, (2597))

167-... Aişe’den naklen: Resûlullah’ın yanına iki adam girdi, ve onunla ne olduğunu bilmediğim bir şey konuştular da gadaplandırdılar, O da kendilerine lânet ve sitem etti. Çıktıkları vakit ben:

- Yâ Resûlullah! Şu iki adamın kazandığı hayırdan kim bir şey kazanabilir, dedim:

“Ne o?"buyurdu.

- Sen onlara lanet ve sitem ettin! Dedim.

“Sen benim Rabb’ime konuştuğum şartı bilmiyor musun? Allah’ım! Ben ancak bir beşerim, Müslümanlardan hangisine lânet ve sitem edersem bunu onun için bir zekât ve ecir kıl, dedim" buyurdular. (Müslim, 88/553 C.10 Sönmez Neşriyat)

İki rivayet çelişkili olduğu gibi. Müşriklere lânet söz konusu olunca, Peygamber rahmet peygamberidir, kimseye lânet

123

Page 124: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

etmez. Fakat Müslümanlara ise lânet eder. Güya bu onlar için bir zekat oluyormuş. Gerçekte ise istedikleri söz kalabalığı yaparak, peygamberi Müslümanlara lânet ettirmekten başka bir şey değildir.

PEYGAMBERİN EHLİ BEYTİ YANİ HANE HALKININ KİMLER OLDUĞU KONUSUNDA UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

168- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Şu âyet indiği zaman (meâlen):”... Ey peygamber ailesi! Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor"(Ahzâb 33), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sabah namazına giderken, altı aya yakın bir müddette, Hz. Fâtıma (radıyallahu anhâ)’nın kapısına uğrayıp:

“Namaz(a kalkın) ey Ehl-i Beyt" Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor!"buyurdu."(K.S. 4495 C.12 S.418 Akçağ, alıntısı Tirmizi, Tefsir, Ahzâb 3204)

169- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), üzerinde siyah (yünden) nakışlı bir kumaş olduğu halde sabahleyin (evden) çıktı. O sırada Hasan geldi onu örtünün altına soktu. Sonra Hüseyin geldi onu da soktu. Sonra Fatıma geldi, onu da soktu. Sonra Ali geldi onu da örtünün altına soktu. Sonra da:

“Ey Ehl-i Beyt Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor"(Ahzâb 33) buyurdu”. (K.S. 4496 C.12 S.418 Akçağ, alıntısı Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe 61,(2424))

170- Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın evinin kapısında iken şu âyet nazil oldu:"... Ey peygamber ailesi! Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor"(Ahzâb 33). Evde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin vardı. Onlara bir örtü bürüdü ve:

124

Page 125: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Allah’ım, işte bunlar benim ehl-i beytimdir, bunlardan günahı gider ve bunları kirlerden tertemiz kıl!"buyurdu. Ben atılıp:

“Ey Allah’ın Resûlü! Ben ehl-i beyt ten değil miyim? Dedim. Bana:

“Sen (yerinde dur, sen zaten) hayırdasın, sen Resûlullah’ın zevcesisin!"diye cevap verdi. (K.S. 4494 C.12 S.416 Akçağ, alıntısı, Tirmizi, Menâkıb, (3870))

171- Yezid İbnu Hayyân, Zeyd İbnu Erkâm (radıyallahu anh)’tan naklen anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“Haberiniz olsun! Ben size iki ağırlık bırakıyorum. Bunlardan biri Allah Teâlâ’nın Kitabı’dır. O, Allah’ın (sema-arz arasına uzanmış) ipi olup, kim ona tutunursa hidayet üzere olur, kim de onu terk ederse dalâlete düşer. İkincisi itretim, Ehl-i Beytim’dir."Biz, Zeyd İbnu Erkam’a sorduk:

“Kadınları da Ehl-i Beyt’inden midir?”

“Hayır! Dedi, Allah’a yemin olsun, kadın bir müddet erkekle beraber olur. Sonra (kocası) onu boşar, o da babasına ve kavmine döner. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın Ehl-i Beyt’i aslı ve kendisinden sonra sadaka haram olan asabesi’dir."(K.S. 4497 C.12 S.419 Akçağ, alıntısı Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe 37,(2408))

Görüldüğü gibi ısrarla, Peygamber eşlerinin, Peygamberin Ehl-i Beyti olmadıklarını, Peygamberin Ehl-i Beytinin, Damadı ve Amca oğlu Ali’nin, Ali’nin eşi, kızı Fâtıma ve Torunları Hasan ve Hüseyin’in oldukları rivayet edilmiştir. Buna delil olarak Ahzâb 33 âyetini göstermektedirler.

Kavram olarak Ehl-i Beytin manası, akrabalık bağıyla birlikte, aile reisinin geliriyle geçinen ve bir eve bağlı olarak yaşamlarını sürdüren kimseler manasına gelir. Bir aile

125

Page 126: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

reisinin ehl-i beyti, kendisiyle akrabalık bağı olan, onunla bir çatı altıda yaşayan, gelir ve giderlerini karşıladığı kimselerdirler. Ehl-i Beyt’in Türkçedeki karşılığı Hane Halkı demektir. Bu itibarla bir kimsenin amca oğlu damadı dahi olsa, hiçbir zaman, ayrı bir eve ve gelir gidere sahip olması halinde onun ehl-i beyti kapsamına girmediği gibi, evlenip baba ocağını terk eden kızlar de artık kocalarının ehl-i beyti dirler, zira, baba evinden ayrıldıkları andan itibaren geçimlerinden, babaları değil, kocaları sorumludur. Fâtıma’da, Ali’nin eşi olarak, Ali’nin ehl-i beyti idi, zira Ali’de kendi başına bir aile reisi idi. Kendisine ait evi, geliri ve gideri olan bir kimse olarak, peygamberin ehl-i beyt’i kavramı kapsamına girmesi mümkün değildir. Peygamberin ehl-i beyti, eşleri ve onunla birlikte bir çatı altında, bir aile olarak yaşamlarını sürdüren ve geçimlerinden sorumlu olduğu çocuklarıdırlar.

Ehl-i Beyt kavramının kapsamı bu olmakla birlikte, ayrı bir hane halkı olarak yaşayan çocukların durumu nedir diye sorulsa, onlar ehl-i beyt olarak değil de, ehil olarak çok daha üstün bir yakınlık konumundadırlar, örneğin, evlilik yoluyla ehl-i beyt kapsamına giren eşler, boşanma olması halinde ehl-i beyt’lik vasıflarını kaybederler. Nesep yoluyla gelen ehillik ise yaratılıştan gelen bir durum olması nedeniyle insani tasarruflarla kopması mümkün olmayan bir akrabalık bağıdır. Bundan dolayı, ehl-i beyt’lik yoluyla kazanılan akrabalık bağından çok daha üstün bir bağdır. Zira birisi geçici olabilecek bir konumda diğeri ise kalıcıdır, bundan dolayı ehilliği, ehl-i beyt’likle tanımlamak, kalıcı vasıflar taşıyanı, geçici vasıflar taşıyan ile değiştirmektir, bu ise doğru ve üstün bir tanımlama olmaz. Bundan dolayı, Ali’nin, Fâtıma’nın, Hasan ve Hüseyin’in peygambere olan akrabalık bağları, ehl-i beyt’lik dışında olan ve insani tasarruflarla kopması mümkün olmayan, Peygamber Ehli olma durumudur ve bu durum üstün bir bağdır. Onlara ehl-i beyt’ demek yaratılıştan gelen bu durumlarının yok sayılmasıdır, bu ise iyi

126

Page 127: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

bir şey değildir. Biz onları peygamberin “Ehli" oldukları için çok seviyoruz.

Ehl-i Beyt tanımıyla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

-Ey peygamber! eşlerine söyle: “Eğer siz, dünyâ hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size müt’a (boşanma bedeli) vereyim ve sizi güzellikle salayım" 33/28

-”Eğer Allah’ı, Peygamberini ve âhiret yurdunu diliyorsanız bilin ki, Allah, içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükâfat hazırlamıştır." 33/29

-Ey peygamberin kadınları! Sizden kim açık bir edepsizlik yaparsa onun için azab iki kat yapılır. Bu Allah’a göre kolaydır. 33/30

-Fakat sizden kim Allah’a ve Resûlüne itâate devam eder ve yararlı iş yaparsa ona da mükâfatını iki kat veririz ve (cennette) onun için bol rızık hazırlamışızdır. 33/31

-Ey peygamber kadınları, siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah’ın buyruğuna karşı gelmekten) korunursanız, sözü yumuşak (tatlı bir edâ ile) söylemeyin ki, kalbinde hastalık bulunan kimse tamah etmesin; güzel, (kuşkudan uzak bir biçimde) söz söyleyin. 33/32

-Evlerinizde vakarınızla oturun, ilk cahiliye (çağı kadınları)nın açılıp saçılması gibi açılıp saçılarak (kırıta kırıta) yürümeyin. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resûlüne itaad edin, Ey Ehl-i Beyt (ey peygamberin ev halkı), Allah sizden, kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. 33/33

-Sizin evlerinizde okunan Allah’ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın, Şüphesiz Allah lâtiftir, haber alandır. 33/34

Görüldüğü gibi, peygamberin ehl-i beyti olarak eşleri tanımlanmış ve onlara hitap edilmiştir. Peygamberlerin eşleri

127

Page 128: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

ve Ehl-i Beyt’lik konusunda bir örnekte, Kur’an’daki Hûd Sûresi 71,72,73, ten gösterebiliriz, mealen:

-(İbrâhim’in) karısı, ayakta duruyordu. (Bunu duyunca) güldü. Biz ona İshâk’ı müjdeledik, İshâk’ın ardından da Yakûb’u. 11/71

-(İbrâhim’in karısı) “Vay, dedi, ben bir koca karı, kocam da bir pir iken doğuracak mıyım? Bu, cidden şaşılacak bir şey!" 11/72

-(Elçi melekler) dediler ki: “Allah’ın işine mi şaşıyorsun? Allah’ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizde ey Ehl-i Beyt! O, övülmeğe lâyıktır, iyiliği boldur." 11/73

Bu itibarla, Ehl-i Beyt konusunda tahdis etmiş oldukları rivayetler Kur’an’a aykırı olup, uydurmadırlar.

172- ....Ebû Hureyre’den rivayet: Cibril, Peygambere gelerek.

-Ya Resûlullah! İşte Hatice sana yönelmiştir. Beraberinde bir kap vardır ki, içinde katık yahut yiyecek veya içecek vardır. Sana geldiği vakit ona Rabbi’nden ve benden selâm söyle! Hem kendisini Cennette kamıştan bir evle müjdele! O evde ne gürültü olacak ne de meşakkat! dedi. (Müslim 71/287 Cilt 10 Sönmez Neşriyat A.Ş.)

Peygamberin eşi Hadice’ye Cennetten, beğene beğene kamıştan bir evi layık gördüler.Akılları sıra alay etmek istedikleri bellidir.

173-...Câbir b. Abdillah’dan, demiştir ki:”Peygamber Sallallahu aleyhi vesellem abdest bozmak istediği zaman kendisini hiçbir kimse göremeyecek kadar (gözlerden uzaklaşıp)giderdi.(Ebu Dâvud, K.Tahâre (1), Bâb2 s.12 c.1 Şamil 1987, diğer rivayet edenler. İbni Mace tahare 22)

128

Page 129: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

174-... Hz. Âişe’den rivâyet edildiğine göre o şöyle demiştir: “Resulullah (s.a.) küçük abdest bozdu. Arkasında su kabı ile ayakta bekleyen Hz. Ömer (suyu uzatınca),

- Bu nedir yâ Ömer? buyurdu.

- Temizleneceğiniz sudur, dedi.

Nebi (s.a.) de cevaben,

- “Ben her bevl edişimde su ile temizlenmekle emr olunmadım. Eğer böyle yapsaydım (ümmetime her abdest bozmadan sonra) su ile taharetlenmek sünnet olurdu."buyurdu. (Ebu Davud K.Tahâre (1) Bâb 22 C.1 S.81 Şamil 1987, diğer rivayet eden, İbn Mâce, tahâre 20)

İslam Dininde temizlik için esas olan suyla temizliktir. Abdest ve Gûsül için Teyemmüm, suyun bulunmaması halinde ruhsat olarak verilmiştir, suyun mevcut ve kullanılabilir olması halinde, İslam Dinine göre hiç kimse başka bir şeyle temizlik yapamaz. Teyemmümden esinlenerek, zaruret olması halinde başka bir temizlik vasıtasıyla temizlik yapılması. Ancak başka bir çare olmaması halinde mümkün olabilir, bundan dolayı İslam Dininde taharet taşı diye bir şey yoktur. Ancak zaruret varsa mümkündür, zira, Allah hiçbir nefse yüklenemeyeceği bir yük yüklememiştir. Kur’an’dan mealen:

- Biz, hiç kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmeyiz. Katımızda hakkı söyleyen bir kitap vardır. Onlara aslâ haksızlık yapılmaz. 23/62

Ayrıca her iki rivayet bir biriyle çelişkilidir. Birincisinde Peygamberin, kimsenin göremeyeceği şekilde uzaklaştığını rivayet ettiler. Diğer rivayette ise Ömer’in ve Aişe’nin huzurunda bevl ettiğini rivayet etmeleri bir çelişki ve saygısızlıktır.

129

Page 130: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

175-....... Muhammed b. El-Kâsım’ın azatlı kölesi Yunus b. Ubeyd dedi ki; Muhammed b. El-Kasım Resûlullah (s.a.) bayrağının nasıl olduğunu sormak üzere beni el-Bera b. Âzib’e gönderdi. (el-Bera b. Âzib de), “Bayrak Nemire kumaşından, siyah renkli ve kare şeklinde idi."diye cevap verdi. (Ebû Dâvud, K. El-Cihâd (15), Bâb 69 C.10 H.2591 S.93 Şamil, ayrıca, Tirmizi Cihad 10.)

176-............ Cabir (r.a.)’den merfu’ olarak rivâyet olunduğuna göre Peygamber (s.a.) Mekke’ye girdiğinde sancağı beyazdı. (Ebû Dâvud, K. El-Cihâd (15), Bâb 69 C.10 H.2592 Şamil 1990, ayrıca Tirmizi, cihad 9,10; Nesâi, menâsik 106; İbn Mâce cihâd 20.)

177- .... Simak’ın haber verdiğine göre, kavminden bir kimse, “Ben peygamber (s.a.)’in bayrağını sarı renkli olarak gördüm" demiştir. (Ebû Dâvud, K. El-Cihâd (15), Bâb 69 C.10 H.2593 S.96 Şamil 1990.)

Bu kimseler gözün açıkça gördüğü bayrak gibi şeyler konusunda bile bu şekilde çelişkili rivayetlerde bulunabiliyorlarsa bu öbür rivayetlerinin durumu hakkında da dikkat çekici bir husustur.

178-. .... İbn Ömer (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre; Peygamber (s.a.) ihrâma girerken başı(nın saçları)nı bal ile toplamıştır. (Ebû Dâvud, K. El-Menâsik (11), Bâb 12 C.6 H.1748 Şamil 1988.)

Görünürde güya peygamberi övüyorlar, halbuki saçlara bal sürüp açık havaya çıkmak, hele sıcak iklimlerde, hiçte akıllıca bir iş değildir. Bu şekilde saçına bal sürenin saçları toz toprak dolduğu gibi, ne kadar sinek ve sinek türü böcek varsa onlara davetiye çıkarmış olur. Peygamber böyle aptalca bir hareket yapmaktan uzaktır. Bu rivayet sadece onu uydurmuş olanın aptallığını temsil eder.

130

Page 131: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

179-. ... Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah Sallallahu aleyhi ve Sellem:

“Birisi bana selâm verdiği zaman ona karşılık vermem için Allah ruhumu bana iâde eder."buyurmuştur. (Ebû Dâvud, K. El-Menâsik (11), C.8 S.39 H.2041 şamil 1989.)

Daha önce Kur’an’dan örnek vererek, ölen bir kimsenin, ameliyle ilgili olmadan, Dünyadan, kıyamete kadar artık hiç bir şey duyamayacağını belirtmiştim. Kaldı ki, günde milyarlarca defa peygambere selam edildiği bir zamanda, bu durum peygamberin, ruhunun hiç bedeninden ayrılmadığı manasına gelmektedir. Eğer ki öyle bir durum olmuş olsaydı, Müslümanlar gidip onu mezara koymazlardı. Ona sürekli selâm etmek suretiyle canlı kalmasını sağlar ve aralarında tutma yoluna giderlerdi. Fakat gerçekler bu rivayetin aksi yönündedir, dolayısıyla bu da uydurma bir rivayettir.

180-.... Bize İbrahim ibn Mûsâ tahdis etti. Bize İsâ ibn Yûnus, Hişâm’dan; o da babası Urve’den haber verdi ki, Âise (R) şöyle demiştir: Benû Zureyk Yahûdilerinden Lebid ibnu’l-A’sam denilen bir adam Rasûlullah’a sihir yaptı. Hattâ bâzı işi işlemediği hâlde kendisine onu yaptığı hayâli gelirdi. Nihâyet günün birinde yâhud gecenin birinde benim yanımda iken kendisi duâ etti, yine duâ etti. Sonra şöyle dedi:

- “Yâ Âişe! Kendisinden fetva istediğim şey hakkında Allah’ın bana fetvâ verdiğini bildin mi? Bana iki adam geldi (Cibril ve Mikâil) Bunlardan biri baş ucumda, diğeri de ayak ucumda oturdu. Akabinde bunlardan biri arkadaşına:

- Bu zâtın hastalığı nedir? diye sordu.

O da:

- Sihirlenmiştir, diye cevap verdi.

Öteki:

131

Page 132: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Buna kim sihir yapmıştır? dedi.

Öbür melek:

- Lebid ibnu’l-A’sam, diye cevâp verdi.

Sonra:

- Bu sihir hangi şeyde yapılmıştır? diye sordu.

O da:

- Bir tarak, saç sakal tarantısı ve erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığı ile, diye cevâb verdi.

- Nerede yapılmış? suâline de:

- Zervân Kuyusu’nda -Bir rivayette: Zû Ervân Kuyusu’nda- diye cevâb verdi”.

(Âise dedi ki:) Sonra Resûlullah (S) sahâbilerden birtakım insanlarla berâber çıkıp bu kuyuya gitti. Oradan dönüp gelince bana:

- “Yâ Âise! O kuyunun suyu kına suyu gibi kırmızımtırak yâhud etrafındaki hurma ağacının uçları şeytanların başları gibidir" buyurdu.

Ben kendisine:

- Yâ Rasûlullah! Sen o sihri oradan çıkarmadın mı? diye sordum.

Rasûlullah:

- “(Hayır çıkarmadım.) Çünkü Allah bana şifâ ve âfiyet vermiştir. Ben o sihri çıkarmakla, halk arasında sihir şerrini yaygınlaştırmamı istemedim" buyurdu.

132

Page 133: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Âise: Rasûlullah o kuyunun kapatılmasını emretti de kuyu gömüldü, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’t-Tıbb 77 C.12 S.5784-5785 Ötüken 1988, ayrıca Müslim, Selâm 43,(2198) )

181- Zeyd İbnu Erkam (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a sihir yapıldı. Bu yüzden günlerce hasta düştü. Sonunda Cebrail aleyhisselâm gelerek:

“Seni Yahudilerden bir adam sihirledi. Yaptığı sihir düğümünü falanca kuyuya attı" dedi. Resûlullah (a.s) Hz. Ali (r.a)’yi (bu maksatla oraya) gönderdi. Ali (r.a) düğümü oradan çıkarıp çözdü. (Sihir çözülünce) Aleyhissalâtu vesselâm, bağdan kurtulmuş gibi kendine geldi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunu, o yâhudiye zikretmedi ve onun yüzünü de hiç görmedi." (K.S. 2240 C.8 S.100 Akçağ 1989, alıntısı Nesâi, Tahrim 20, (7,112-113))

182-. ... Âise (R) şöyle demiştir: Rasûlullah’a sihir yapılmıştı. Hattâ kendisi kadınlarına (cinsi münâsebet için) yanaşmamış hâldeyken, onlara yanaşır olduğunu düşünür, zannederdi.

Râvi Sufyân: İşte böyle olduğu zaman bu, sihirden olabilecek rahatsızlığın en şiddetlisidir, demiştir. ............. (Buhâri, Kitabu’l-Tıbb 79 C.12 S.5788 Ötüken 1988.)

Rivayetlerin çelişkili oldukları açıktır, bir rivayette büyü kuyudan çıkarılmadı kuyuya gömüldü derken, diğer rivayette çıkarılıp çözüldü demeleri bil çelişkidir.

Görüldüğü gibi, peygamberin sihirlenmiş olduğunu ısrarla tahdis ettiler ve bu iddialarını daha başka rivayetlerle de tekrarladılar, hem de peygamberin en şiddetli sihirle sihirlenmiş olduğunu iddia ederek. Bu öyle bir iddiadır ki, kesinlikle, Allah ve Peygamber düşmanlarını belirleyen en açık kıstaslardan (ölçütlerden) biridir. Tarih boyunca, İslam dinine karşı delil getiremeyen, müşrik ve kafirler, dini tebliğ eden peygamberlere karşı, onlar sihirlenmiş kimselerdir;

133

Page 134: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

delidirler v.s. Deme iftirasına sarılmaktan başka, sözle saldırı için kendilerince geçerli başkaca bir çare bulamamışlardır ve bu gibi şeyleri defalarca tekrarlamışlardır. Şimdi bu gibi kimselerin durumu hakkında Kur’an’dan örnek verecek olursam. Mealen:

- Kur’an okunduğu zaman seninle âhirete inanmayanların arasına kapalı bir perde çekeriz. 17/45

- Ayrıca, onu anlamamaları için kalplerine bir kapalılık ve kulaklarına bir ağırlık veririz. Sen, Kur’an’da Rabbinin birliğini yâd ettiğinde (tek İlâh inancından hoşlanmadıkları için) arkalarını dönüp kaçarlar. 17/46

- Biz onların, seni dinlerken ne sebeple dinlediklerini, kendi aralarında gizli konuşurken de o zâlimlerin: “Siz sihirlenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz! dediklerini gayet iyi biliyoruz. 17/47

- İşte bak; senin için nasıl misâller verdiler! (Onun için öyle) saptılar ki. Artık bir daha yol bulamazlar.17/48

- Onlar (bir de) şöyle dediler: “Bu peygambere ne oluyor ki yemek yiyiyor, çarşılarda geziyor? Ona kendisiyle berâber uyarıcı bir melek indirilmeli değilmi?" 25/7

- “Yahut kendisine (gökten) bir hazine atılmalı, yâhut kendisinin bir bahçesi olmalı da ondan (hiç zahmet ve meşakkat çekmeden) yemeli değil mi?"Ve zâlimler: “siz başka değil, sâdece sihirlenmiş bir adama uyuyorsunuz" dediler. 25/8

- Bak, senin için nasıl misâller verdiler de saptılar. Artık bir daha yolu bulamazlar. 25/8

Görüldüğü gibi, Peygamberin sihirlenmiş olduğu iftirasını ancak zalimler ve doğru yolu bulamayanlar yapmışlardır. Bunlar öyle kimselerdir ki, peygamberlik olayını yanlış değerlendirdikleri gibi, Kur’an’ı anlamaktan kesinlikle

134

Page 135: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

uzaktırlar, böylece doğru yolu bulamazlar. Bir kimse çıkıp ta, kul sözü, Allah sözünü iptal eder diyebiliyorsa, böyle bir kimsenin durumu ibretle düşünülecek bir durumdur. Böyle kimseler, İslam dini açısından mahvolmuş kişilerin ta kendileridir.

Sihirlenmiş iftirasını, Firavun da Mûsa peygambere yapmıştı. Kur’an’dan mealen:

- Andolsun, biz Mûsa’ya açık açık dokuz âyet (mucize) vermiştik. İşte İsrail oğullarına sor: O (Mûsa) onlara gelmiş, Fir’avn ona: “Ey Mûsa, ben seni sihirlenmiş sanıyorum" demişti. 17/101

- (Mûsa) dedi ki: “(Ey Fir’avn) bunları, ancak göklerin ve yerin Rabb’inin, benim doğruluğumu gösteren) deliller olarak insanlara indirdiğini pekâlâ bildin. Ben de sanıyorum ki, ey Fir’avn, sen mahvolmuşsun." 17/102

Görüldüğü gibi, peygamberlere sihirlenmiş iftirasında bulunmanın karşılığı mahvolmaktır. Böyle kimseler hidayete yol bulamazlar.

183- Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a siyah bir bürde (hırka) yaptım, bunu giydi. İçinde terlediği zaman ondan yün kokusu hissetti. Bunun üzerine o hırkayı çıkarıp attı. Aleyhissalâtu vesselâm güzel kokudan hoşlanırdı."(K.S. 5296 C.15 S.87 Akçağ 1992 alıntısı, Ebû Dâvud, Libâs 22 (4074))

184- ibnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Hz. Mûsa aleyhisselâmın Rabbi Teâlâ hazretleriyle konuştuğu gün, üzerinde yünden bir şalvar, yünden bir cübbe, yünden bir kisâ, yünden küçük bir serpuş (takke) vardı. Ayağında da ölü eşek derisinden mamul bir ayakkabı

135

Page 136: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

vardı."(K.S. 5299 C.15 S.89 Akçağ 1992 alıntısı, Tirmizi, Libâs 10, (1734))

Kendilerince yünlü elbise pis kokuludur ve Mûsa peygamber, pis kokulu elbise içinde Allah’la konuşmuştur demeleri saldırı amaçlı bir iftiradır. Kaldı ki yünlü elbiselerde pis koku söz konusu değildir. Hangimiz yünlü elbise giymişte pis kokusundan dolayı çıkarıp atmıştır. Tam tersi, yüksek kalitesinden dolayı yünlü elbiseler diğer elbiselerin çoğundan daha pahalıdırlar. Onun için bu rivayet kasıtlı uydurulmuş olup aslı yoktur.

185- Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, sıhhati yerinde iken şöyle diyordu:

“Hiçbir peygamber, cennetteki makamını görmeden kabz olunmaz. Bundan sonra hayatı devam ettirilir veya öbür dünyaya gitme hususunda muhayyer bırakılır."............. (K.S. 5405 C.15 S.222-223 Akçağ 1992 alıntıları, Buhari, Meğazi 83,84, Tefsir, Nisa 13, Marda 19, Da’avât 29, Rikak 41; Müslim, Fezâil 87, (2444); Tirmizi, Da’avât 77, (3490); Muvatta, Cenâiz 46, (1,238,239))

İddia ettiklerine göre, Peygamberler ecelleri geldiğinde, ölüp ölmemekte serbesttirler. İsterlerse yaşamaya devam ederler. Bu rivayet Kur’an’a aykırıdır, mealen:

- Allah, eceli geldiği zaman hiçbir nefsi ertelemez, Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. 63/11

Görüldüğü gibi, rivayet Kur’an’la çelişmekte olup, aslı yoktur. Diğer bir hususta, mademki peygamberler iddia ettiklerine göre ölüp ölmemekte serbesttirler, niçin Mûsa peygamberin ölüm meleğinin gözünü çıkardığını rivayet ettiler. Şöyle ki:

136

Page 137: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

186- .............. Ebû Hûreyre (R) şöyle demiştir: Ölüm meleği Mûsâ Peygamber’e gönderildi. Melek Mûsâ’ya gelince, Mûsâ, meleğe bir tokat vurdu. Melek Rabb’ına döndü ve:

- Sen beni ölmek istemeyen bir kula gönderdin, dedi.

Allah, meleğe gözünü iâde etti ve tekrar Mûsâ’ya dön (dedi)..........

(Buhâri, Kitâbu’l-Cenâiz 95 C.3 S.1261 Ötüken 1987.)

Mûsa peygamber madem ki ölüp, ölmemekte serbestti, niçin ruhunu almaya gelen ölüm meleğinin gözünü çıkarsın? Biz Mûsa Peygamberi ve Ölüm meleğini böyle bir olaydan tenzih ederiz, böyle bir olay olmamıştır. Ölüm meleğinin gözünü çıkarmak, bu rivayeti uyduranların içinde ki bir hasrettir, buna da asla güçleri yetmez.

Kur’an öğretisinden insanları uzaklaştırmak için, İsa peygamber gelecek, Mehdi gelecek gibi rivayetlerle, gerek fertleri, gerekse kitleleri, Kur’an öğretisine karşı pasif duruma getirdiler. Böylece insanlar ellerinde Kur’an, Mehdi veya İsa Peygamber beklentisi içine girdiler. Ellerinde Kur’an bulunması onlar için yeterli olmadı, sanki Mehdi veya İsa Peygamber gelecek olsa dahi, Kur’an dışında bir öğretide bulunacak veya ondan daha üstün bir söz söyleyecekte insanlar hidayet bulacak. Reçetesi elinde olmasına rağmen, mevcut olmayan doktoru arayan şaşkın hastalara benziyorlar. İddia ettiklerine göre, kıyamete yakın bir zamanda, 40 gün veya 40 yıl kala, dünya kötülüklerle dolmuşken, kimine göre İsa Peygamber, kimine göre de Mehdi gelecek ve onun gelmesiyle insanlar hidayet bulacaktır. Şimdi bu konudaki rivayetlerinden örnekler verecek olursak:

187-............. Ez-Zuhri tahdis edip şöyle dedi: Bana Said ibnu’l-Müseyyeb haber verip şöyle dedi: Ebû Hureyre (R) Rasûlullah (S)’ten şöyle buyurduğunu işitti: “Meryem oğlu İsâ sizin içinize, hükmünde âdil bir hâkim olarak inmedikçe,

137

Page 138: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

sâlibi kırmadıkça, domuzu öldürmedikçe, cizye vergisini kaldırmadıkça ve mal hiçbir kimse kâbul etmeyecek derecede dolup taşıncaya kadar kıyâmet kopmaz”. (Buhari, kitâbu’l-Mezâlim ve’l-Gasp 37 C.5 S.2294 Ötüken 1987 ).

188- Said ibnu’l, Müseyyeb, Ebû Hureyre (R)’den şöyle dediğini işitmiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: “Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, muhakkak ileride Meryem oğlu İsâ sizin içinize adâletli bir hakem olarak inecektir. O zamân o, salibi kıracak, domuzu öldürecek, cizye vergisini kaldıracak, mal o kadar çoğalacak ki, hiçbir kimse mal kabûl etmeyecek. Nihâyet bir tek secde dünyâ ve dünyâdaki her şeyden daha hayırlı olacaktır”.

Bunun ardından Ebû Hureyre (R) şöyle derdi: İster şu âyeti okuyunuz: “Ehli kitâb dan hiçbiri hâriç olmamak üzere, ölümünden evvel, and olsun ona (İsâ’ya) mutlaka imân edecek, o da kıyâmet günü kendileri aleyhine bir şâhit olacaktır."(en-Nisâ 159) (Buhari, Kitâbu’l-Enbiyâ 118 C.7 S.3263 Ötüken 1987).

189- Ümmü Seleme radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Mehdi benim zürriyetimden, kızım Fâtıma’nın evlatlarındandır." (K.S. 5007 C.14 S.276 Akçağ 1992 alıntısı, Ebû Dâvud, Mehdi 1,(4290))

190- İbnu Mes’ûd radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Dünyanın tek günlük ömrü bile kalmış olsa Allah, o günü uzatıp, benden bir kimseyi o günde gönderecek.”

İbnu Mes’ûd: “Resûlullah yahut da şöyle buyurmuştu der: “...Ehl-i beytimden birini, ki bu zatın ismi benim ismime uyar, babasının ismi de babamın ismine uyar. Bu zat, yeryüzünü, -eskiden cevr ve zulümle dolu olmasının aksine-

138

Page 139: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

adalet ve hakkâniyetle doldurur." (K.S. 5006 C.14 S.275 Akçağ 1992 alıntısı, Ebû Dâvud, Mehdi 1,(4282); Tirmizi, Fiten 52, (2231,2232))

191- Hz. Enes İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:.........Mehdi, Hz. İsa’dan başkası değildir." (K.S. 4039 C.17 S.547 Akçağ 1993 alıntısı, ibn-i Mace 7219)

İsâ peygamber bir şahıstır, Mehdinin de var olduğunu farz edersek, o da ancak bir şahıs hüviyetindedir. İkisinin ayrı şahıslar veya aynı şahıs olmaları bu gerçeği değiştirmez. Yani, hangi şekilde rivayet uydurulursa uydurulsun onların insan oldukları gerçeğini değiştirmek mümkün değildir, zira dayandırıldıkları köken rivayetler de yapılan iddia insana dayandırılmıştır. Şimdi hal böyle olunca tekrar dünyaya gelmeleri veya dünyada olup ta insanlarla irtibatlı olacak şekilde açığa çıkmaları ancak kendi ömür süreleriyle sınırlı olacaktır. Yani her ölümlü gibi, bir yaşam süresi sürdürüp öleceklerdir. Peygamberimizin vefatından sonra birçok nesiller, Mehdi veyâ İsâ peygamberle irtibat kurmadan ölüp dünyadan ayrıldılar. Mehdi veya İsâ peygamberin geleceğini farz edersek, yaşamlarını sürüp öldüklerinde, onlardan sonrada birçok nesillerin onlarla irtibat kurmadan yaşam sürmeyeceğini, İslama dayalı olarak hiçbir kul iddia edemez, zira bizim inancımıza göre Allah’tan başka hiç kimse kıyametin saatini bilemez. Mehdi veya İsâ peygamberle irtibat kurmadan yaşam süren nesiller açısından İsâ peygamber veya Mehdinin gelip gelmemesinin, bir manası olmadığı gibi, İsâ peygamber veya Mehdinin gelip gelmemesinin, Kur’an mevcut olduğundan İslami yaşam açısından da bir manası yoktur. Onun içindir ki tüm nesillerin yollarını bulabilmek için Kur’an’a yapışmaktan ve onu anlayıp önder kabul etmekten başka çareleri yoktur. Kim Kur’an’ı ardına atıp, başka bir kurtarıcı ararsa veya böyle bir kurtarıcı beklentisi içerisine girerse asla yolunu bulamaz. Onun içindir ki, ne Mehdi diye bir kimse vardır, ne de İsâ

139

Page 140: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Peygamber tekrar dünyaya gelecektir. Böyle bir beklenti boş hayalden başka bir şey değildir.

Kendilerine İsâ peygamberin tekrar dünyaya geleceğiyle ilgili olarak Nisâ 159’u delil göstermektedirler, şöyle ki, mealen:

- Andolsun, Kitâb ehlinden hiç kimse yoktur ki, ölümünden önce ona inanacak olmasın. Kıyâmet günü de O, (İsâ) onların aleyhine şâhit olacaktır. 4/159

Mealini yazmış olduğum Nisa 159. âyetini İsâ Peygamberin tekrar dünyaya geleceği şeklinde anlamak mümkün değildir. Zira Âyet mealinden de kolayca anlaşılacağı üzere, tüm kitap ehlinin, yani hem Hıristiyanların, hem de Yahudilerin ölmeden önce Ona yani İsâ Peygambere İman edecekleri belirtilmiştir. Bu olay İsâ Peygamberin tekrar dünyaya gelmesiyle ilgili ise, onunla beraber yaşam sürmeden bu güne kadar ölüp giden Ehli Kitaptan kimselerin durumu nasıl izah edilebilir. Ehli Kitaptan nesillerdir birçok kimse yaşadı ve öldü, halen İsâ peygamber dünyaya gelmiş değildir. Halbuki âyette genelleme yapılmıştır, hepsi kesinlikle inanacak ifadesi kullanılmıştır. Onun için Ehli Kitaptan kimselerin, İsâ peygambere iman etmelerinin, İsâ peygamberin tekrar dünyaya gelmesiyle bir ilgisi yoktur. Diğer bir hususta iman etmelerine rağmen onların aleyhine şahitlik yapacak olmasının âyette belirtilmiş olması hususudur. Yani tamamı iman edecek buna rağmen İsâ peygamber onların aleyhine şahitlik edecektir. Eğer rivayetlerde iddia ettikleri gibi, İsâ peygamber tekrar dünyaya gelip te Ehli Kitabın tamamı ona iman edecekse, o zaman bu demektir ki yalnız gelmeyecek, ölmüş olan tüm ehli kitabı da beraberinde getirecektir, hepsi birlikte içtima edip ona iman edecekse ve dünya adaletle dolacaksa böylesine iyi insanların aleyhine nasıl şahitlik yapmak mümkün olur. Bundan dolayı durum rivayet ettikleri ve anlattıkları şekilde değildir. Ehli Kitaptan kimselerin bu şekilde iman etmeleri, ölüm geldiğinde, İman edilip te geçerli

140

Page 141: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

olmayan imandır. Şimdi bu şekilde iman etmeyle ilgili olarak Kur’an’dan örnek verecek olursak, mealen:

- İsrâil oğullarını denizden geçirdik, Fir’avn ve askerleri de zulmetmek ve saldırmak için onların arkalarına düştü. Nihâyet boğulma kendisini yakalayınca (Fir’avn): “Gerçekten İsrâil oğullarının inandığından başka İlâh olmadığına inandım, ben de Müslümanlardanım!" dedi. 10/90

- “Şimdi mi? Oysa daha önce isyân etmiş, bozgunculardan olmuştun." (denildi) 10/91

- “Bugün senin (canından ayırdığımız) bedenini, (denizin dibinden) kurtarıp (sahilde) bir tepeye atacağız ki senden sonra gelenlere ibret olsun, Ama insanların çoğu âyetlerimizden gafildir." 10/92

Görüldüğü gibi, son anda iman etmek veya tevbe etmek, Kur’an açısından geçersizdir.

Kur’an’dan mealen:

- (İnanmak için) ille meleklerin gelmesini, yahut Rabb’inin gelmesini ya da Rabb’ini bâzı âyetlerinin gelmesini mi bekliyorlar? Ama Rabb’inin bâzı âyetleri geldiği gün, daha önce inanmamış ya da imânında bir hayır kazanmamış olan kimseye, artık inanması bir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, biz de beklemekteyiz." 6/158

- Allah’a göre, şu kimselerin tövbesi makbûldür ki, câhillikle bir kötülük yapıp hemen ardından tevbe ederler. İşte Allah onların tövbesini kabûl eder, Allah bilendir, hikmet sahibidir. 4/17

- Yoksa kötülükler yapıp da nihayet ölüm gelip çatınca: “Ben şimdi tevbe ettim."diyenlere ve kâfir olarak ölenlere tevbe yoktur (öylelerinin tövbesi makbûl değildir). Onlar için acı bir azab hazırlamışızdır. 4/18

141

Page 142: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

İşte Nisa 159 da bahsedilen durum da bu şekildedir. İsâ peygamberin tekrar dünyaya geleceğiyle ilgili değildir. Zira İsâ peygamber Vefat etmiş olup, iddia ettikleri gibi tekrar dünyaya gelecek değildir.

Kur’an’dan mealen:

(bak 4/155-6).

- “Biz Allah’ın elçisi, Meryem oğlu İsâ Mesih’i öldürdük!"demelerinden ötürü... Oysa onu öldürmediler ve asmadılar; fakat (İsâ) onlara benzer gösterildi. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, ondan yana tam bir kuşku içindedirler. O hususta bir bilgileri yoktur. Sâdece zanna uyuyorlar. Onu yekinen öldüremediler (onu öldürdüklerini kesinlikle bilemediler). 4/157

- Hayır Allah onu (İsâ’yı) Kendisine yükseltti. Allah daima üstündür, hikmet sahibidir. 4/158

Görüldüğü gibi, Kitap Ehli, İsâ peygamberi öldürememiş ve onu asamamışlardır. Allah onu kurtarıp, Kendisine yükseltmiştir. İşte ihtilafta burada başlamaktadır, acaba Allah, İsâ peygamberi vefat ettirmeden canlı olarak mı, Kendisine yükseltti, yoksa vefat ettirerek mi. Rivayetlerde iddia ettiklerine göre vefat ettirmeden Kendisine yükseltmiştir, vefat ancak dünyaya tekrar geldikten sora vuku bulacaktır iddiasındadırlar. Böyle bir iddia ise Kur’an’a uymamaktadır, mealen:

- Allah demişti ki: “Ey İsâ, ben seni vefat ettireceğim, ve bana yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları ta kıyamet gününe kadar inkar edenlerin üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz bana olacaktır. Ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim." 3/55

142

Page 143: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Görüldüğü gibi, İsâ Peygamber vefat ettirildikten yani Allah’ın Emriyle öldükten sonra, Allah onu (İsâ’yı) Kendisine yükseltti. Bu duruma göre O’ da ölen herkes gibi, şimdi ölü bulunmaktadır. Tekrar dünyaya gelmek üzere hayatta bulunmamaktadır. Bunun böyle olduğunu Maide 116-117 ayetlerden de görüp anlamak mümkündür, mealen:

- Ve yine Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu İsâ, sen mi insanlara: “Beni ve Annemi, Allah’tan başka iki ilâh edinin" dedin? “Haşa, dedi Seni tenzih ederim; Hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söylediysem Sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben Senin nefsinde olanı bilmem, çünkü gaypları bilen yalnız Sensin, Sen!" 5/116

- “Ben onlara: benim ve sizin Rabb’iniz olan Allah’a kulluk edin, diye senin bana emretmiş olduğundan başka bir şey söylemedim. Ben onların içinde olduğum sürece onları kolladım, fakat Sen beni vefat ettirince onları gözetleyen (yalnız) Sen oldun. Sen her şeyi görensin!" 5/117

Görüldüğü gibi, İsâ peygamberin vefatından sonra da, insanlar yine onu ve annesini, Allah’a ortak koşmaya devam edeceklerdir. O zaman İsâ peygamberin tekrar dünyaya gelip, salibi yani haçı kıracağı ve domuzu öldüreceği rivayetinin aslı yoktur. Haçı kırmasının manası artık hiç kimse onu ve annesini, Allah!a ortak koşmayacak manasındadır. Böyle bir iddia ise Maide 116 ve 117. Ayetlere uymamaktadır. Zira bu âyetlerde, İsâ peygamberin vefatından sonra da insanların onu ve annesini. Allah’a ortak koştukları vurgulanmıştır. Bu da, İsâ peygamberin tekrar dünyaya gelip Hıristiyanlıktaki bozuk inancı düzelteceği, dolayısıyla haçı kıracağı iddiasının asılsız olduğunun açık delilidir.

Ayrıca Mehdinin peygamberin zürriyetinden ve Fâtıma’nın evlatlarından olduğunu rivayet etmeleri ile, İsâ peygamberle, Mehdinin aynı şahıs olduğunu söylemeleri bir çelişki ve Kur’an’ı inkardır. Zira, İsâ peygamberin babasız olarak,

143

Page 144: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

peygamberimizden önce dünyaya geldiği, Kur’an’da açıkça belirtilmiştir. Uydurdukları rivayette bunun aksini iddia etmektedirler.

Anlaşılacağı üzere, İsâ peygamber vefat etmiş olup, tekrar dünyaya tebliğ ve irşat için gelmeyecektir. Mehdi diye bir kimsede mevcut değildir. Mehdi diye bir kimsenin mevcut olmadığını, bu kitabın devamı olan ikinci kitabımın, İmâmiyye şiasını anlattığım bölümünde daha detaylı bir şekilde izah ettim.

İnsanları, Kur’an’a karşı şüphede bırakmak için şu rivayeti uydurdular:

192- .............. Bize Hişâm ibn Yûsuf, Ma’mer ibn Râşid’den; o da ez- Zuhri’den; o da Ubeydullah ibn Abdillah’tan haber verdi ki, İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S)’in vefâtı yaklaştığı zamân, evde içlerinde Umer ibnu’l-Hattâb’ın da bulunduğu bir takım adamlar varken, Rasûlullah (S):

- “Gelin size, ondan sonra hiç sapmayacağınız bir yazı yazayım" buyurdu.

Umer:

- Peygamberin hastalığı ağırlaştı, Yanınızda Kur’an vardır. Bize Allah’ın Kitâbı yeter, dedi.

Bunun üzerine evdeki sahâbiler ihtilâf ettiler ve münâkaşa edip çekiştiler. Onlardan kimi: “Yazacak bir şey yaklaştırın da Rasûlullah sizler için ondan sonra sapmayacağınız bir yazı yazsın" diyor; kimi de Umer’in dediği sözü söylüyordu. Nihâyet onlar Peygamberin yanında gürültü ve ihtilâfı çoğalttıkları zamân, Peygamber onlara:

-”Yanımdan kalkın (benim yanımda çekişme lâyık olmaz)!" buyurdu.

144

Page 145: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Râvi Ubeydullah ibn Abdillah şöyle dedi: İbn abbâs bu hadisin sonunda:

- Âh! Ne büyük musibet ki, gürültü etmeleri ve ihtilâf eylemleri yüzünden o musibet, Rasûlullah ile sahâbiler için yazmak istediği bu yazı arasına perde oldu! dedi. (Buhari, Kitâbu’l-İ’tisâm bi’l-Kitâbi ve’s-Sünnetti 93 C.16 S.7236-7237 Ötüken 1989).

Bu uydurma hadisle, Kur’an’ın ihtilafları önlemekte yetersiz kalacağını vurgulamak istedikleri açıktır. Bu da Kur’an’a açık bir saldırıdır. Ayrıca peygamberin vefatı zamanında Kur’an’ın elde mevcut olduğunu söylemekle, Kur’an’ın peygamberin vefatından sonra ordan burdan derlendiğini tahdis ettikleri birçok rivayetleriyle de çelişkilidir. Kur’an’a saldırı amaçlı çeşitli rivayetler uydurmuşlardır, Kur’an’ı anlamış olsalardı bu tür iftiralarda bulunmaktan dolayı utanmaları gerekirdi, nasıl mûazzam bir kitapla karşı karşıya olduklarını bilmiyorlar.

Bu konuda örnek verecek olursam, Kur’an’dan mealen:

- Bu (Kur’an) insanlara bir açıklama, (Allah’tan) korkanlara yol gösterme ve öğüttür. 3/138

- Andolsun biz Kur’an’da insanlara her çeşit misâli türlü biçimlerde anlattık, ama insanlardan çoğu küfürde direttiler. 17/89

- Allah, size Kitâbı açıklanmış olarak indirmiş iken ben O’ndan başka bir hakem mi arayayım? Kendilerine Kitap verdiklerimiz, O (Kur’â)nın, gerçekten Rabb’in tarafından indirilmiş olduğunu bilirler, onun için hiç kuşkulananlardan olma. 6/114

Peygamberin Ay’ı iki parçaya ayırdığını rivayet ederek, Delil olarak, Kamer Sûresinin 1. Âyetini gösterdiler, şöyle ki:

145

Page 146: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

193-........... Bize Şeybân, Katâde’den tahdis etti ki, Enes ibn Mâlik (R): Mekke ahâlisi Peygamberden kendilerine bir mucize göstermesini istediler. Peygamber (S) de onlara Ay’ın ayrılmasını gösterdi, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’t-Tefsir 388 C.10 S.4813 Ötüken 1988.)

194-............ İbn Mes’ûd (R) şöyle demiştir: Rasûlullah zamânında ay, iki parçaya ayrıldı. Bir parçası dağın üstünde, bir parçası da önünde idi. Bunu üzerine Rasûlullah (S):

- “Şahit olun" buyurdu. (Buhâri, Kitâbu’t- Tefsir 385 C.10 S.4812 Ötüken 1988)

195-............ İbn Abbâs (R): Peygamber (S) zamânında Ay yarıldı, demiştir. (Buhari, Kitâbu’t-Tefsir 387 C.10 S.4812 Ötüken.)

Yapmış oldukları rivayetler de, Ay’ın iki parçaya ayrıldığını, bir parçası dağın üstünde, bir parçası da önünde yer aldığını iddia etmişlerdir.

Yer kürenin yarıçapı 6366 km dir. Ay’ın yarıçapı da 1738 km dir. Hacim olarak da Ay’ın hacmi Yer kürenin 50 de biri kadardır. Böylesine büyük bir hacme sahip olan Ay’ın dünyada mevcut olan bir dağ tarafından, dağın üstünde ve önünde olmak üzere ikiye ayrılamayacağı açıktır. Ay’ın gelip iki parça halinde Dünyaya indiğini kabûl etsek dahi, yarısı hangi dağın önünde durursa dursun dağın gözükmesi imkansızdır. Zira Ay’ın yarıçapı 1738 km’dir. Böyle bir durumda Ay dağın önünde yer aldı denmez. Ay ülkeleri kapattı denir. Böylece gerçek olan bir olayı yalan rivayetler uydurmak suretiyle çarpıtmışlardır. Kendi ifadeleriyle, Ay’ın yarılması olayı, Mekke’de hicretten beş sene kadar önce olmuştur, yine kendi ifadeleriyle, kendilerinden rivayette bulundukları, Enes’de, İbn Abbâs da o tarihte henüz doğmamış ya da bebek denecek yaşta idiler.Buna rağmen bu iki şahıs adına rivayet uydurmaktan çekinmemişlerdir.

146

Page 147: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Olayın aslı ise şu şekildedir: Ay’ın yüzeyi 2000-3000 metre derinlikte ve uzunlukları çok fazla çatlaklar ihtiva etmektedir.Yer küreden bakıldığında tam karşıda oldukları için dünyadan derinliklerini ölçmek güçtür. Fakat kesin bir gerçektir ki nasıl bir karpuz derince çatlarsa Ay’da bugün o şekilde çatlak vaziyettedir. Ve Peygamber’in yaşadığı devirde bu çatlakların mevcudiyetini tespit edecek cihazlar insanların elinde mevcut değildir.Dünya dışında olmuş olan bu olayı Kur’an’ın haber vermiş olmasının büyük bir önemi vardır. Kur’an’ın Allah kelamı olmadığına inanan kimselere sormak lazımdır.O zaman peygamber bu olayı nasıl bildi?

Bu husus Kamer sûresinde şöyle belirtilmiştir, meâlen:

-(Kıyamet) saat(i) yaklaştı, Ay çatladı. 54/1

-Bir mucize görseler hemen yüz çevirirler ve “süregelen bir büyüdür" derler. 54/2

-Yalanladılar, nefislerinin arzû ve heveslerine uydular. Halbuki her iş, yerini bulacaktır. 54/3

-Andolsun, onlara (bâtılda kalmalarını) önleyecek (ibret verici olayları anlatan) haberler geldi. 54/4

-Bunlar üstün bir hikmettir! Fakat uyarılar fayda vermiyor. 54/5

Evet, Kur’an, Ay’ın çatlak olduğunu haber veriyor.

Şimdi de şu ifadelere bakalım:

“Ay’daki ovaların en önemlileri Fırtınalar denizi, Soğuk deniz, Dinginlik denizi ve Yağmurlar Denizi’dir. Ovaların ilgi çekici taraflarından birisi, yarıklardır. Ovalarda yer yer nehir yatağını andıran büyük yarıklar vardır. Güneş ışığı diplerine kadar inemediği ve yerküreden bakıldığında tam karşıdan görülükleri için, yarıkların derinliklerini (bugünkü cihazlara rağmen) ölçmek güçtür. Ancak Ay’da 2-3 km

147

Page 148: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

derinlikte büyük çatlaklıklara rastlanmıştır.Bunların uzunlukları da çok fazladır. İncelemeler çatlaklardan bazılarının kenarlarının sarp, bazılarının da meyilli olduğunu göstermiştir." (Ortaokul Fen bilgisi 1 Yazanlar Ömer BAYIN- Şükran GÜNEY- A. Rıza ÖZGEN, Milli Eğitim basımevi - İstanbul 1987 sayfa 74, M.E.G.S.B. Yayınları 106, Ders kitapları Dizisi 88.)

Görüldüğü gibi olay gerçek olup, rivayetçilerin anlattığı şekilde değildir.

196-......Ebû Hureyre (R) şöyle dedi: Peygamber (S) şöyle buyurdu: “Peygamberlerden hiçbir Peygamber yoktur ki, ona mucizelerden (kendi zamânındaki) insanların inandıkları kadar verilmiş olmasın. Mucize olarak bana verilen ise, ancak Allah’ın bana vahyettiğidir. Bunun için kıyamet gününde ben, peygamberlerin en çok Tâbi’i bulunanı olacağımı ümit ederim.”(Buhari Kitâbu Fedâili’l-Kur’an 3 C.11 s.5076 Ötüken 1988)

Bu rivayetle, Ayın Resûlullah tarafından ikiye ayrıldığı rivayeti çelişkilidir. Madem ki, mucize olarak Resûlullah’a yalnız Allah’ın vahyettiği verilmiştir, o zaman Ayı ikiye ayırdığı ve bir parçasını dağın önüne getirdiği nasıl izah edilebilir.

197-......Ebû Hureyre (r.a.)’den Resûlullah(s.a.)’ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Babalarınızın, annelerinizin ve putların adları ile yemin etmeyiniz. Sadece, Allah’ın adı ile yemin ediniz. (Allah’ın adı ile de ancak (sözünüzde) doğru olduğunuzda yemin ediniz.” (Ebû Dâvud, K.el-Eymân ve’n-Nüzûr (21) Bab 4 H.3248 c.12 s. 186 Şamil 1991)

198-...Said b. Ebi Ubeyde’den Şöyle dediği rivayet edilmiştir:

148

Page 149: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

İbn Ömer (r. Anhüma), ”Kabe’ye yemin ederim ki hayır" diye yemin eden bir adamı duyup ona: "Ben Resûlullah (s.a.)’ın; Allah’tan başkasına yemin eden (O’na) ortak koşmuştur, buyurduğunu işittim.” dedi. (Ebû Dâvud, K.el-Eymân ve’n-Nüzûr (21) Bab 4 C.12 H.3251 S.191 Şamil 1991 ayrıca,Tirmizi, nüzûr 9.)

Görüldüğü gibi, Allah’tan başkası adına yemin edilmeyeceği, yemin edilmesi halinde bunun, Allah’a şirk koşma olduğunu rivayet ettiler. Bu rivayetlerinin yanında birde şu rivayette bulundular:

199-....Talha b. Ubeydullah(r.a.)- bedevinin kıssasını (anlatan) hadiste; Hz. Peygamber (s.a.)’in şöyle buyurduğunu söylemiştir:

“Babasına yemin ederim ki doğru söylüyorsa kurtuldu.Babasına yemin ederim ki, doğru söylüyorsa Cennete girdi."(Ebû Dâvud, K. el-Aymân ve’-Nüzûr(21) Bab 5 H. 3252 c.12 s.193 Şamil 1991.)

Bu rivayetle de Peygamberin, bedevinin babası üzerine yemin ettiğini iddia etmişlerdir. Bu rivayetle evvelki iki rivayet çelişkili olduğu gibi, Peygambere dolayısıyla, şirk isnat etme iftirasında bulunmaktan çekinmemişlerdir. Zira, Allah’tan başkası adına yemin etmenin, Allah’a şirk koşma olduğunu ifade ettiler. Buna rağmen, Peygamberin bedevinin babası üzerine yemin ettiğini iddia ettiler. Peygamber onların yapmış oldukları iftiralardan münezzehtir.

Yemin etmenin manası, bir konuda yemin eden kimse doğru olduğuna veya sözünü yerine getireceğine dair kefil, yani koruyucu, gözetleyici, şahit göstermesi demektir. Ayrıca sözü kuvvetlendirmek, garanti etmek olduğu gibi, verilen sözü pekiştirmek veya önemini belirtmek için sözü vurgulamaktır. Yani bir kimse Allah adına bir olayla ilgili olarak yemin ettiği zaman, Allah’ı o olaya kefil göstermiş olmaktadır.

149

Page 150: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Allah bir şey üzerine kasem ettiği zaman olayın kesin ve çok yüksek önemini vurgulamaktadır.

Yemin kelime olarak sağ taraf, bundan da sağ el, bundan da kesin söz manası çıkar. Bundan dolayı üzerine yemin edilenin yeminden dolayı İlâhlaştırılması söz konusu değildir. Zira, Allah yaratıklar üzerine kasem yani yemin etmektedir, bundan anlaşılması gereken konunun önemi ve kesinliğidir. Yoksa, Allah hiç kimseyi kendisine ortak etmez. Kullar ise Allah adına yemin ettiklerinde O’nu kefil göstermiş olmaktadır. Kefalet eşittir İlâhlık manasında değildir. Bundan dolayı, Allah adına yemi eden, yeminini yerine getirmediğinden dolayı kafir olmaz, fakat bilerek ve tasarlayarak yapılan yeminlerin sorumluluğu vardır, lağveden yani kesinlik kastıyla değil de öylesine, ağızdan kaçırmak suretiyle yemin sözü söylenmişse, Allah böylesine yemini affetmiştir. Allah yaratıklar üzerine kasem etmektedir. Bizim yeminlerimizde, bazı ayetlerde kendi adı üzerine yemin etmemizi emretmektedir. Kendim yemin ettiğimde Allah adına yemin ederim, çok gerekli değilse yemin etmem. Ayrıca şunu belirteyim ki bile bile Allah adına yalan yere yeminde edilemez ve her ne kadar, Allah yaratıklar üzerine yemin ediyorsa da, Kur’an’da kulların Allah’tan başkası adına yemin örneği yoktur. Bundan dolayı kulların, Allah’tan başkası adına yemin etmemeleri gerektiğini Kur’an öğretisinden anlamak mümkündür.

Bu konularla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

-Antlaşma yaptığınız zaman Allah’ın ahdini tam yerine getirin (verdiğiniz sözü tutun), pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın. Çünkü Allah’ı üzerinize kefil (şahit) yaptınız. Allah yaptıklarınızı bilir. 16/91

Yukarıdaki ayet mealinde, yeminle kefalet ilişkisini görmek mümkündür.

150

Page 151: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

-Ey iman edenler! Birinize ölüm gelip çatınca vasiyet esnasında içinizden iki adalet sahibi kişi aranızda şahitlik etsin. Yahut seferde iken başınıza ölüm musibeti gelmişse sizden olmayan, başka iki kişi (şahit olsun). Eğer şüpheye düşerseniz o iki şahidi namazdan sonra alıkor. “Bu vasiyet karşılığında hiçbir şeyi satın almayacağız, akraba (menfaatine) de olsa; Allah (için yaptığımız) şahitliği gizlemeyeceğiz, (aksini yaparsak) bu takdirde biz elbette günahkarlardan oluruz" diye Allah üzerine yemin ettirirsiniz. 5/106

-Eğer onların (yalancılıkla) günah işlediklerinin farkına varırsınız, hakkı yenilen taraftan o iki kişinin yerine geçecek daha layık iki kişiyi seçin. “Şahitliğimiz onların şahitliğinden daha gerçektir, biz hiçbir zaman kimsenin hakkını yemiş değiliz. Böyle bir durumda biz zalimlerden oluruz" diye Allah’a yemin etsinler. 5/107

Yukarıdaki iki âyet mealinde görüldüğü gibi, Allah adıyla yemin edilmesi emredilmiş, şahitlerin nasıl kimseler olmaları gerektiği konusunda bilgi verilmiş ve vasiyet konusunda bile bile yalan yere yemin etmek zulüm derecesinde bir günah olarak tanımlamıştır.

Bazen de insan, durum olur, kendisine helal olan bir yemeği yemeyeceğine veya yapması gereken bir işi yapmayacağına yemin eder, bu gibi durumlarda düşünerek söylemişse ve yeminini bozmuşsa bu durumda keffâret vermesi gerekir. Lağv olarak, yani söz arasında kasıtsız olarak öylesine yemin etmişse, örneğin: Söz arasında, yalan söyleme kastı olmadan sözü pekiştirmek için nadir de olsa, Vallahi deyiveririz, bu gibi yeminleri Allah af etmiştir. Bu hususlarla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

-Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez. 5/87

151

Page 152: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

-Allah’ın size helal ve temiz olarak verdiği rızıklardan yeyin ve kendisine iman etmiş olduğunuz Allah’tan korkun. 5/88

-Allah sizi, yeminlerinizdeki lağvden (kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerden) ötürü sorumlu tutmaz. Fakat bilerek yaptığınız yeminlerden ötürü sizi sorumlu tutar. Bunun keffâreti (geleceğe bağlı olarak yaptığınız bir yemini bozduğunuz takdirde bunun cezâsı): Âilenize yedirdiğiniz orta derecesinden on fakiri yedir(ip doyur)mak, yâhut onları giydirmek, ya da bir boyun (köley)i hürriyete kavuşturmaktır. Bunu bulamayan (bunları yapmaya gücü yetmeyen) kimse, üç gün oruç tutsun. İşte yemin ettiğiniz zaman yeminleriniz(i bozman)ın cezâsı budur. Yeminlerinizi koruyun. Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor ki, şükredersiniz. 5/89

Görüldüğü gibi, yukarıdaki ayet meallerinde, yemin kavram olarak söylenmiş, ne üzerine yemin edildiği belirtilmemiştir, buna rağmen keffârete konu edilmiştir. Bundan da anlaşılır ki, kullar yemin ederken muhakkak Allah adı ile yemin etmelidirler.

Şimdi, Allah’ın, bir durumun önemiyle ilgili olarak, yaratıklar üzerine yemin etmesinden örnekler verirsek, Kur’an’dan mealen:

-Hayır! Yıldızların yerlerine yemin ederim. 56/75

-Bilirseniz, bu, büyük bir yemindir. 56/76

-O, elbette şerefli bir Kur’an’dır. 56/77

-Korunmuş bir kitaptadır. 56/78

-Ona temizlenenlerden başkası dokunmaz. 56/79

-(O), alemlerin Rabb’inden indirilmiştir. 56/80

-Şimdi siz, bu sözü mü küçümsüyorsunuz? 56/81

152

Page 153: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

-(Kur’an’dan istifade edeceğiniz yerde) rızkınızı yalanlamanızdan ibaret mi kılıyorsunuz (sizin ondan elde ettiğiniz nasip, sadece onu yalanlamanız mıdır? Başka türlü ondan istifade edemez misiniz)? 56/82

Ayrıca, Allah kendi zatı üzerine de yemin etmektedir, şöyle ki Kur’an’dan mealen:

-Kafirlere ne oluyor ki sana doğru koşuyorlar? 70/36

-Sağdan, soldan, ayrı ayrı gruplar halinde. 70/36

-Onlardan her biri, nimet cennetine sokulacağını mı umuyor? 70/38

-Hayır! Öyle şey yok! Biz onları bildikleri şeyden yarattık. 70/39

-Yoo, doğuların ve batıların Rabb’ine yemin ederim ki bizim gücümüz yeter: 70/40

-Onları, kendilerinden daha hayırlı olanlarla değiştirmeğe. Bizim önümüze geçilmez (bize engel olunamaz). 70/41

-Bırak onları, kendilerine va’dedilen günlerine kavuşuncaya kadar dalsın oynasınlar. 70/42

-O gün (kabirlerinden) hızlı hızlı çıkarlar. Onlar dikilen (hedef)lere doğru koşar gibi (koşarlar). 70/43

-Gözleri düşük, yüzlerini zillet bürümüş bir durumda. İşte onlara va’dedilen gün, bugündür. 70/44

Yemin konusuna da bu şekilde deyindikten sonra, tekrar hadis rivayetleri konusuna dönersem, şöyle ki:

200- Buhari’nin Bâb başlığı olarak, Tirmizi’nin Mus’ab ibn Sa’d’dan rivayet ettiği hadis: “İnsanlar içinde belâsı en şiddetli olanlar peygamberlerdir. Sonra sırasıyla fazilette ilk

153

Page 154: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

olan, sonra ilk olandır”. (Buhâri, Kitabu’l-Merdâ ve’n_Tıbb, 3- Baâb başlığı C.12 S.5690 Ötüken 1988.)

201- ........... Bize Şu’be, el-A’meş’ten; o da Mesrûk’tan haber verdi ki, Âise (R): Ben Rasûlullah(S)’tan ziyâde hastalığı şiddetli olan hiçbir kimse görmedim, demiştir. Buhâri, Kitabu’l-Merdâ ve’n-Tıbb 6 C.12 S.5689 Ötüken 1988.)

Ve yukarıda yazılı rivayetler gibi birçok rivayette, âmel yönünden en iyi olanlara, en şiddetli bela ve musibet gelir iddiasındadırlar. Hal bu ki, Kur’an’da tam tersi durum söz konusudur, gelen musibetlerin şiddeti işlenmiş olan fanalıklar nedeniyledir, iyilikler nedeniyle değildir. Durum böyle olunca, hem peygamberler, hem de iyi kimseler onların yapmış oldukları iftiradan uzaktırlar. Ayrıca onların bu rivayetlerinde Müslümanları iyilik yapmaktan ürkütme amacı da vardır. İyilik yaparsan veya iyi olmaya çalışırsan başına belalar gelir demeleri, Müslümanları sevap işlemekten uzaklaştırma amacı iledir. Durumun, hiçte iddia ettikleri gibi olmadığına dair, Kur’an’dan örnek verecek olursak, mealen:

- Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin yaptığı (işler) yüzündendir. (Allah, işlediklerinizin) birçoğunu da affeder. 42/30

Görüldüğü gibi uydurmuş oldukları, yulardaki rivayetler Kur’an’a uymamaktadır. Zira işlenenlerin bir çoğunun affedildiğine deyinilmesi, işlenenlerin ve dolayısıyla affedilmeyip musibete neden olan âmellerin günahlar olduğu açıkça ortaya çıkar. Çünkü af günahlar için söz konusudur.

202- Hz. Ebû Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissâlatu vesselâm buyurdular ki:

“Muhakkak ki, Allah bu ümmet için, her yüz senenin başında, kendisine dini tecdid edecek kimse(ler)

154

Page 155: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

gönderecektir." (K.S. 5577 C.15 S.427 Akçağ 1992 alıntısı, Ebû Davud, Melahim 1, (4391))

Bu rivayetlerle, üstü örtülü olarak, her yüz senenin başında peygamber geleceğini iddia etmişlerdir. Bu iddia, İsa peygamber veya Mehdi geleceği yolundaki iddiaların bir benzeridir. Böylece, İslam dininin öğrenilmesinde, esas olanın, Kur’an değil de, özel şahıslar olduğunu vurgulamak istemektedirler. Hal bu ki, Nübüvvet sona ermiş olup, İslam dininin öğrenilmesinde esas olan tek kaynak Kur’an’dır. Tebliğ görevini de, Kur’an’ı öğrenen her Müslüman yerine getirebilir. Kıyamete kadar, en takvalısı dahil olmak üzere, bütün Müslümanların, bütün müminlerin ve İslam dinini öğrenmek isteyen herkesin. İslam dinini öğrenmek konusunda tek bilgi kaynağı Kur’an’dır. Kur’an bilgisi dışında ne özel bir şahıs nede özel bir bilgi kaynağı vardır.

Kur’an’dan mealen:

- Bir zamanlar, cinlerden bir grubu, Kur’an dinlemek üzere sana yöneltmiştik. Ona geldiklerinde (birbirlerine): “Susun (dinleyin)"dediler. (Okuma) bitirilince de uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler. 46/29

Görüldüğü gibi, Kur’an dinlemek ve böylece onu öğrenmek, uyarıcı olmak için yeterlidir. Bu her devirde yapılabilir, zira Peygamber ve Cinler, Kur’an’ın okunması ve işitilmesi dışında bir birleriyle karşılıklı görüşmemişlerdir. Peygamber, cinlerin Kur’an dinlediğinden habersizdi. Cinlerin, Kur’an dinledikleri kendisine vahiyle bildirilmiştir. Eğer karşılıklı olarak, birbirlerinden haberdar olmak suretiyle görüşmüş olsalardı, Cinlerin, Kur’an dinledikleri, peygambere vahiyle bildirilmeyecekti. Bu olay, sadece Kur’an dinlenilmesinin, İslam dininin öğrenilmesi ve uyarıcı olmak için yeterli olduğunun kesin kanıtlarındandır. Dinleme olayıyla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

155

Page 156: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- De ki: Bana vah yolundu ki, Cinlerden bir topluluk Kur’an dinlediler de şöyle dediler: “Biz hârikulâde (acaib) bir Kur’an dinledik. 72/1

- (O), doğru yola iletiyor, ona inandık. Artık Rabb’imize hiç kimseyi ortak koşmayacağız. 72/2

Dini öğrenme ve öğretme işinin, Peygamberler dışında ki, özel şahıslarla ilgili olmayıp, öğrenmiş olan her şahısla ilgili olduğuna dair.

Kur’an’dan mealen:

- Bütün müminlerin, toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Her topluluktan bir grubun dini iyice öğrenmeleri ve kavimleri kendilerine dönüp geldikleri zaman onları ikaz etmek için geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar. 9/122

Dikkat edilirse, mealini yazdığım âyette, her topluluktan bir grup denmiş olup, özel şahıslar söylenmemiştir. Bu itibarla da uydurdukları rivayetin aslı yoktur.

ŞEHİT VE GAZİLER İLE HİCRET VE SAVAŞ KONULARINDA UYDURDUKLARI HADİSLERDEN ÖRNEKLER

203- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim gazve yapmadan ve gaza yapmayı temenni etmeden ölürse nifaktan bir şube üzerine ölmüş olur." (K.S. 1029 C.5 S.70 Akçağ, alıntısı, Müslim, İmâret 158,(1910); Ebû Dâvud, Cihâd 18, (2502); Nesâi, Cihad 2,(6,8))

204- Ebu’n-Nadr merhum Abdullah İbnu Ebi Evfâ (radıyallahu anh)’dan naklen anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) düşmanla karşılaştığı günlerden birinde, güneşin meyletmesini bekledi. Sonra kalkıp yanındakilere şöyle dedi: “Ey insanlar, düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin, Allah’tan afiyet dileyin.

156

Page 157: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Ancak karşılaşacak olursanız sabredin, bilin ki cennet kılıçların gölgesindedir. ................... (K.S. 1031 C.5 S.71 Akçağ, alıntıları, Buhâri, Cihâd 156,22,32,112, Temenni 8; Müslim, Cihâd 20,(1742), Ebû Dâvud, Cihâd 98,(2631))

205. ........ Bize Ebû İshâk, Mûsa İbn Ukbe’den, Umer ibn Ubeydullah’ın himâyesinde olan Ebu’n-Nadr Sâlim’den tahdis etti. Bu Ebn’n Nadr,efendisi Umer’in kâtibi idi. Ebu’n-Nadr şöyle dedi:Abdullah ibn Ebi Evfâ (R), efendisi ve Kureyş ileri gelenlerinden olan Umer ibnu Ubeydullah’a bir mektûb yazdı da bu mektûbu ben okudum. Bu mektûbun içinde Rasûlullah (S)’ın: (Ey insanlar!) Düşmanla karşılaşmak (harbetmek) temenni etmeyiniz! Fakat Allah’tan harb felâketinden selâmette kılmasını isteyiniz" buyurduğu hadisi vardı. (Buhâri, Kitâbu’t-Temenni 12 C.15 S.7090 Ötüken 1989.)

Görüldüğü gibi rivayetler çelişkili olup, işlerine geldiği gibi uydurmuşlardır. Birinci rivayette savaş temennisi mecburi tutulmuşken, diğer iki rivayette tam tersi olarak, savaş temennisi kaçınılması gereken bir husus olarak tahdis edilmiştir.

206-. ... Ebû Said el-Hudri (r.a.)den rivâyet edildiğine göre, bir bedevi Peygamber (s.a.)’e hicreti sormuş da Peygamber (s.a.):

“Yazık sana, hicret zor iştir. Senin develerin var mı?" buyurmuş. (O kimse de)

- Evet diye cevap vermiş. (Bunun üzerine Hz. Peygamber);

“-Peki onların zekatını veriyor musun?" buyurmuş. (O şahıs da);

- Evet diye karşılık vermiş. (Resûlü Ekrem de).

“-Sen şehirlerden uzakta (Allah’ın emirlerini yerine getirmeye) çalış. Allah senin amelin(in sevabından hiçbir şeyi

157

Page 158: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

zâyi etmeyecektir." buyurmuştur. (Ebû Dâvud, K.el-Cihâd (l5), Bâb 1 H.2477 C.9 S.437 Şamil 1989, diğer rivayet edenler, Buhâri, zekât 36, hibe 35, menakıb’ül-ensar 45, edep 95; Müslim, imâre 87; Nesâi bey’at 11;)

Bu rivayette hicretin mecburi olmadığı rivayet edilmiştir.

207- Ya’la İbnu Ümeyye anlatıyor: “Fetih günü babam Ümeyye’yi getirip: “Ey Allah’ın Resûlü! Babamla hicret şartı üzere bey’at yap!"dedim. Ama O:

“onunla cihad etme şartı üzerine bey’at yaparım, artık hicret sona ermiştir" cevabını verdi." (K.S.. 5778 C.16 S.202 Akçağ 1993, alıntısı Nesâi, Bey’at 15,(7,145))

Bu rivayette ise hicretin sona erdiğini rivayet etmişlerdir.

208-. ... Maviye (b. Ebi Süfyan)dan; demiştir ki: Rasûlullah (s.a.)’ı; ‘tevbe (vakti) sona ermedikçe hicret (vakti) de sona ermez. Güneş battığı yerden doğmadıkça da tevbe sona ermez"buyururken işittim. (Ebû Dâvud, K.el-Cihâd (15), Bâb 2 H.2479 C.9 S.440 Şamil 1989, )

Bu rivayette de, hicretin sona ermediğini, hatta güneş batıdan doğmadıkça da sona ermeyeceğini tahdis etmeleri bir çelişkidir. Anlaşılan odur ki, esas maksatları hicret kavramını belirsiz ve tartışmalı hale getirmektir. Zira, hicretin İslamda büyük bir önemi vardır. Hicret, Allah’a en iyi şekilde kulluk etmek için, müsait olmayan bir mekandan, daha müsait bir mekana göçmek veya Müslümanların bir araya gelip toplum oluştura bilmelerinin ilk şartıdır. İşte bu kadar büyük önemi olan hicret kavramını belirsiz hale getirmek için müteaddit rivayetler uydurmuşlardır. Bunlardan bir tanesi de,hicretin, Allah’ın yasakladığı şeyi terk etme manasında olduğunu iddia ettikleri rivayettir, şöyle ki:

158

Page 159: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

209- Abdullah İbnu Amr İbni’l-As (radıyallahu anh) hazretleri. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

“Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmedikleri. Muhâcir de Allah’ın yasakladığı şeyi terk edendir. (K.S. 33 C.2 S.250 Akçağ 1988, alıntıları, Buhari, İman 4; Müslim, iman 64,(40); Ebû Dâvud, Cihâd 2,(2481); Nesâi, İman 9, (8,105))

Daha öncede belirttiğim gibi en sık kullandıkları yöntem, bir konu hakkında birbirlerine zıt ve çelişkili rivayetler uydurmaktır. Böylece, kavram ve konuları tartışmalı ve belirgin olmayan bir hale getirmeyi amaç edindikleri gibi, ortam ve duruma göre bu zıt rivayetlerden işlerine geleni kullanmaktır. Asırlardır, İslam Dini adına birçok ayrılıkların meydana gelmesi ve birçok tartışmaların yapılmasının ana temeli, bunların ortaya atmış oldukları bu kargaşa fitnesidir.

210-. ... Üsame b. Zeyd’den demiştir ki: Rasûlullah (s.a.) bizi bir seriyye olarak el-Hurakat (denilen kabileler) üzerine gönderdi. Onlar (bizim kendilerine yaklaşmakta olduğumuzu, bizim kendilerine saldırıya geçeceğimizi) hissederek kaçtılar (bunlardan) bir adama yetiştik. Biz üzerine çullanınca adam, “Lâ ilahe illallah (Allah’tan başka başka ilah yoktur)"deyiverdi. Biz ona, öldürünceye kadar (kılıçlarımızla) vurduk. Sonra bunu peygamber (s.a.)’e anlattım.

-”Kıyamet gününde (bu adamın söylediği) lâ ilahe illallah (kelimesi) karşısında senin için (yardımcı olabilecek) kim vardır?"buyurdu. Ben de:

Ey Allah’ın Resûlü o bunu ancak silah korkusuyla söyledi, dedim.

-”Biri onun kalbini yarsaydın da (kalbinin) bu sözü korkudan dolayı söyleyip söylemediğini (iyice bir) bilseydin. (Yarın)

159

Page 160: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

kıyamet gününde “lâ ilâhe illallah"(sözü) karşısında senin için (yardımcı olabilecek) kim vardır?"buyurdu. Bu sözü (tekrar tekrar) söylemeye o kadar devam etti ki (daha önce) Müslüman olmayıp ta o gün Müslümanlığa (yeni) girmiş olmamı arzu ettim. (Ebû Dâvud, K. El-Cihâd (15), Bâb 95 H.2643 C.10 S.174 Şamil 1990, diğer rivayet edenler; Buhari, meğâzi 45, diyât 2; Müslim, imân 158; İbn Mâce, fiten 1: )

Bu rivayette, savaş anında, müşriklerin arasında bulunup ta kelimeyi tevhidi söyleyenin öldürülemeyeceğini tahdis etmişlerdir.

Birde şöyle rivayette bulundular;

211-. ... Cerir b. Abdillah’dan demiştir ki: Rasûlullah (s.a.) Hasemin kabilesine (baskın yapmak üzere) bir seriyye gönderdi. O kabileden bazı kimseler (Müslüman olduklarını belirtmek) için secde ederek korunma yoluna başvurdular. Bu (durum) onları öldürmeyi (daha da) hızlandırdı. (Cerir b. Abdillah rivayetine devam ederek) dedi ki: Durum Peygamber (s.a.)’e ulaşınca onlar için yarım diyet (ödenmesini) emretti ve;

- “Ben müşrikler arasında ikamet eden her Müslüman’a uzağım" buyurdu. ........... (Ebû Dâvûd, K.el-Cihâd (15), Bâb 95 H.2645 S.178 C.10 Şamil 1990, diğer rivayet edenler, Tirmizi, siyer 41; Nesâi, kasâme 27.)

Bu rivayette ise, savaş anında müşriklerin arasında ikamet eden Müslümanların öldürülebileceğini rivayet etmişlerdir. İki rivayet bir biriyle çelişkili olduğu gibi, son rivayet kendi içinde çelişkilidir. Şöyle ki, Peygamber bu gibi kimselerden uzak olduğunu belirtmişse, neden onlar için yarım da olsa diyet ödesin? Bu bir çelişkidir, ayrıca Kur’an’a uymamaktadır. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Her kim bir mümini kasden öldürürse onun cezâsı, içinde ebedi kalmak üzere (gideceği) cehennemdir. Allah ona gazab

160

Page 161: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azâb hazırlamıştır. 4/93

- Ey müminler, Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayın, dinleyin, size selâm verene, dünyâ hayâtının geçici menfaatini gözeterek: “Sen mü’min değilsin!" demeyin. Çünkü Allah’ın yanında çok ganimetler vardır. Önceden siz de öyle idiniz, Allah size lütfetti. O halde iyice anlayın (dinleyin, peşin hüküm vermeyin). Çünkü Allah yaptıklarınızı haber almaktadır. 4/94

Görüldüğü gibi, kim bir mümini kasden yani müteammiden katlederse, öldürenin cezası, Allah’ın gazabı ile lanetine uğramak ve büyük azab içerisinde cehennemde ebedi kalmaktır.

212-....... Yahya (b.Main) Hz. Aişe’den naklen (şöyle) demiştir. (Müslümanlar, Bedir savaşına çıktıklarında) Bir müşrik Hz. Peygamberle birlikte savaşmak için yanına vardı. (Hz. Peygamber de onun bu teklifini reddederek),

- “geri dön" dedi. (Hadisin bundan) sonra (ki kısmını Yahya b. Main ile Müseddet) aynı lafızlarla rivayet ettiler. (Bu iki ravinin ittifakla rivayet ettiklerine göre Hz. Peygamber o müşrike şöyle) buyurmuştur: - “ Biz bir müşrikten yardım istemeyiz." (Ebû Dâvud, K. El-Cihâd (15), Bâb 143 H. 2732 s.343-344 Şamil 1990, diğer rivayet edenler Müslim, cihâd 142, 150; Tirmizi, siyer 10; İbn Mace, cihâd 27.

Bu rivayette, müslümanla müşriklerin savaşta ittifak edemeyeceğini rivayet etmişlerdir.

213-Zuhri anlatıyor: ”Resûlullah (Aleyhissalâtu vesselâm), kendisiyle birlikte savaşmış olan Yahudilerden bir gruba, ganimetten pay ayırdı”. (K.S. 1107 C.5 S.194 Akçağ, alıntısı, Tirmizi, Siyer 10,(1558))

161

Page 162: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bu rivayette, müşriklerle, Müslümanların ittifak edebileceğini rivayet etmekle çelişkiye düşmüşlerdir.

214-...Yezid İbn Hürmüz demiştir ki:

Necdetü’l-Harûri, İbn Abbas’a (bir mektup) yazarak ona “Kadınlar Rasûlullah (s.a.)’le birlikte savaşa katılırlar mıydı? Rasûlullah (s.a.) onlara (ganimetten) bir pay ayırır mıydı?"diye sordu. (yezid b. Hürmüz rivayetine devam ederek şunları) söyledi: ibn Abbas’ın Necdet’e (gönderdiği) mektubunu ben (bizzat kendi ellerimle ve şu şekilde) yazdım:”Kadınlar da Rasûlullah (s.a.)’la birlikte savaşa katılırlardı. (ganimetlerden) pay (ayırmay)a gelince (işte bu) yoktu, fakat onlara razh (az bir miktar) verilirdi. (Ebû Dâvûd, K.el-Cihâd (15), Bâb 141 C.10 s.339 Şamil 1990.)

Bu rivayette kadınlara ganimetten pay verilmeyeceğini tahdis ettiler.

215-...Haşrec b. Ziyad’ın baba annesi (Ümmü Ziyad el-Eşçiyye)nden demiştir ki; kendisi Rasûlullah (s.a.) ile birlikte (hayber savaşına katılan) altı kadının altıncısı olarak Hayber savaşına çıkmıştır. (Hz. Ümmü Ziyad sözlerine) şöyle devam etti: Bizim de erkeklerle birlikte savaşa çıktığımız haber olarak Resûlullah (s.a.)’e erişince bize (emir) gönderip (yanına çağırdı) biz de (emre uyup huzuruna) vardık. Kendisinde öfke (alametleri) gördük. (Bu savaşa)

-”Kiminle ve kimin izniyle çıktınız?"dedi. Biz de “Ey Allah’ın Resulü biz yün eğirerek (savaşa) çıktık. Bununla Allah yolunda hizmet edeceğiz. Ayrıca bizim yanımızda yaralıları (tedavi) için (birtakım) ilaçlar da var, (ganimetlerden) hisse alırız (halka buğday ve arpadan yapılmış) sevk (denilen bir şurup) içiririz" dedik. (Bu hadisi Hz. Ümmü Ziyad ‘dan naklen haşrec, sözlerine devam ederek şunları) söyledi (Bu konuşmadan sonra) “Kadınlar kalktılar" (gittiler, Hz. Ümmü Ziyad sözlerine devam ederek bana) “Allah, peygamberine Hayber’in (kapılarını) açınca bize de

162

Page 163: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

erkekler gibi (ganimetten) pay verdi" dedi. Ben de ona: “Ey nineciğim (Hz. peygamberin size verdiği) bu şey ne idi?" dedim. “Hurma"(idi) diye cevap verdi. (Ebû Dâvûd, k.el-Cihâd (15), Bâb 141 C.10 s.340 H.2729 Şamil 1990)

Bu rivayette ise, evvelki rivayetin aksine, Kadınlara ganimetten erkekler gibi pay verilmesi gerekir demekle çelişkiye düşmüşlerdir.

Tahdis ettikleri bir rivayette, Peygamberin, Allah’tan üç dilekte bulunduğunu ve bu dileklerin içerik olarak.

1- Allah’ın Muhammed ümmetine kendi dışında bir düşman musallat etmemesini, dolayısıyla musallat edecekse kendi içinden bir düşman musallat etmesini.

2- Allah’ın, Muhammed ümmetini toptan suda boğmamasını, dolayısıyla diğer helak şekilleri için talepte bulunmadığını. Örneğin, Peygamber, Allah’tan, toptan helak edici her türlü felaketten korumasını isteye bilirdi.

3- Allah’tan, ümmetinin kendi aralarında savaşmamasını talep ettiğini ki, bu birinci şıktaki taleple çelişkilidir. Ayrıca, Allah’ın bu duayı red ettiğini de tahdis etmişlerdir.

Rivayet şu şekildedir:

216- Hz. Mu’âz İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor: “Bir gün, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, bir namaz kılmış ve namazı çok uzatmıştı. Namazdan çıkınca biz: “Ey Allah’ın Resûlü! Bu gün namazı çok uzattınız!"dedik. Şu açıklamayı yaptılar: “Ben bugün, bir ümit ve korku namazı kıldım. Ben (namazda) aziz ve celil olan Allah’tan ümmetim için üç şey talep ettim. Allah bunlardan ikisini verdi, birini vermedi. Ben Allah’tan ümmetime, kendileri dışında bir düşman musallat etmemesini talep ettim, bu talebimi kabul etti. Allah’tan ümmetimi (eski ümmetler gibi) toptan suda boğarak helak etmemesini talep ettim. Allah bunu da kabul etti. Allah’tan

163

Page 164: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

ümmetimin kendi aralarında savaşmamalarını talep ettim Allah bunu reddetti."

(K.S. 7187 C.17 S.526 Akçağ 1993 alıntısı, İbn-i Mace 3950 )

Peygamberin, ümmeti için böyle bir duada bulunduğunu iddia etmek, hem peygambere bir iftira hem de İslam düşmanlarının Müslümanlara olan kinlerinin açık bir göstergesidir. Hadis diye uydurdukları rivayette kendi içinde çelişkili olduğu gibi, gerçeklere de uymamaktadır, şöyle ki: Peygamber hem, Allah’tan ümmetinin yalnız kendi aralarında savaşmalarını talep edecek (Zira kendi dışlarında bir düşman musallat etmemesini, Allah’tan istemesi kendi aralarında düşman olabilirler manasını içermektedir). Buna rağmen üçüncü duasında kendi aralarında savaşmamaları yolunda duada bulunacak, bu bir çelişkidir. Diğer bir husus, birinci duanın kabul olunduğunu belirtmişlerdir, yani Muhammed ümmetine dışından, Allah bir düşman musallat etmemek üzere duayı kabul etti diye belirtmişlerdir. Bu dua kabul oldu ise asırlardır Müslümanlara saldıran çeşit çeşit kafirlerin saldırıları nasıl izah edilebilir. Peygamber bir dua kabul oldu dediyse muhakkak kabul olmuştur. O zaman bu rivayet peygambere bir iftiradır.

Müslümanların dikkatini dış düşmanlardan çevirip, kendi içlerinde, kendilerine döndürmeyi amaçlayan bu rivayetler. Müslümanların dışa karşı kendilerini savunmalarını kırmayı amaçlamaktadır. Bundan dolayı bir çok rivayet uydurmasıyla, şehitlik kavramını belirsiz hale getirmek için yoğun çabalara girmişlerdir. Şöyle ki:

217- .... Cabir b. Atik(in Atik b. El-Harise) bildirdiğine göre, Rasûlullah (s.a.) (Bir gün) Abdullah b. Sabit’i hasta iken ziyarete gelmiş te onu baygın bir halde bulmuş, bunun üzerine Rasûlullah ona seslenmiş (fakat o baygın olduğu için) karşılık ver(e)memiş. Bunu üzerine Rasûlullah (s.a.)

164

Page 165: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“-İnalillahi ve inna ileyhi râci’un. Ey Ebu’r-Rabi biz(im) senin yanında (yapabilecek bir şeyimiz yok. Çünkü Allah’ın kaza ve kaderine) mağlup olduk" dedi. Bunun üzerine kadınlar feryad edip ağlaştılar. İbn Atik de onları susturmaya çalıştı. Derken Rasûlullah (s.a.) “Onları(kendi hallerine) bırak. (Çünkü sesleri fazla çıkmıyor, Fakat vacib olunca) hiçbir kadın ağlamasın" buyurdu. (Orada bulunanlar) “Ey Allah’ın Resûlü vacib olmak nedir?" dediler. “Ölmektir" buyurdu. (O sırada Abdullah b. Sabit’in) kız kardeşi (onun hakkında ey kardeşim):

“Ben senin şehit olacağını ümit ediyordum. Çünkü sen (ahiret için) gereken ihtiyaçlarını hazırlamıştın." diye söylenmeye başladı. Rasûlullah (s.a.) de

“-Aziz ve celil olan Allah ona niyeti ölçüsünde şehit sevabı verecektir. (buyurdu ve) siz neyi şehitlik sayıyorsunuz?" diye sordu. (Onlar da)

“-Allah yolunda katlolmayı" dediler. Rasûlullah (s.a.)’da.

“-Allah yolunda katlonunmaktan başka yedi (tane daha) şehitlik vardır. Taundan ölen şehittir. Boğularak ölen şehittir. İshalden ölen şehittir. Yanarak ölen şehittir. Göçük altında kalarak ölen şehittir. Doğum üzerine ölen şehittir." buyurdu. (Ebû Dâvûd, K. El-Cenaiz 73; Müslim, imare 164,165; Tirmizi, cenaiz 65; İbn-i Mace, Cihad 17, K.S.5431)

218- İbnu Abbâs radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Gurbette ölmek şehitliktir." (K.S.6498 C.17 S.151 Akçağ 1993 alın tası İbn-i Mace 1614).

219- Hz. Ebû Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim hasta halde ölürse şehit olarak ölmüştür ve kabir azabından korunmuştur, sabah akşam cennetten rızıklandırılır." (K.S.6499 C.17 S.151 Akçağ, alıntısı İbn-i Mace 1615.)

165

Page 166: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Görüldüğü gibi, şehitlik kavramını saptırmak için birçok hususları şehitlik olarak tanımlamışlardır. Öyle ki, İshalden ölen bir kimse için şehit dedikleri gibi, herhangi bir hastalıktan ölene de şehit demişlerdir.

Hatta gurbette ölmeye de şehitlik demişlerdir. Bu tanımlamalara göre, Müslüman olan bir kimsenin şehit olarak ölmemesi imkansız hale gelmiş olmaktadır, dolayısıyla Müslüman olarak ölen herkes şehittir iddiasındalar. Zira insanlar ya bir kaza geçirerek veya hastalanarak, evinde veya gurbette ölmektedirler, hasta hane de ölme olayını rivayetlerine eklememelerinin nedeni, hasta hane diye bir şeyin varlığından pek haberdar olmamalarından olsa gerektir. Hal böyle olunca şehit olmak için, Allah yolunda savaşıp katl olunmanın mecburiyeti kalmamış olmaktadır. Bu iddiada olanlara o zaman şunu sormak lazım, örneğin: alkol veya uyuşturucu alması nedeniyle veya zina edip zührevi hastalık kapan bir kimse bu hastalıktan öldüğünde, günah işlediği anda ölmesi de gerekmez, faraza altı aylık bir tedaviden sonra ölürse şehit mi olmuş olmaktadır? Bu gibi iddialar, Kur’an’dan çok uzak iddialardır. Kur’an’da şehitlik konusunda şöyle denmektedir, mealen:

- Allah, müminlerin mallarını ve canlarını cennet kendilerinin olmak üzere satın almıştır. Allah yolunda savaşırlar, katlederler ve katledilirler. Bu, Allah’ın üzerine bir borçtur. Gerek Tevrat’ta, gerek İncil’de, gerek Kur’an’da (Allah, yolunda çarpışanlara cennet vereceğini vadetmiştir) Allah’tan daha çok ahdini yerine getiren kim olabilir? O halde O’nunla yaptığınız bu alışverişinizden ötürü sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kurtuluştur. 9/111

Görüldüğü gibi, Allah’ın şehitlik vadi kendi yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşıp katlonunanlaradır. Yoksa evinde ishalden ölenlere değildir.

220- Talha İbnu Ubeydullah radıyallahu anh anlatıyor: “Beli (kabilesinden) iki kişi Aleyhissalâtu vesselâm’ın yanına

166

Page 167: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

geldiler. İkisi beraber Müslüman olmuştu. Biri gayret yönüyle diğerinden fazlaydı. Bu gayretli olanı, bir gazveye iştirak etti ve şehit oldu. Öbürü, ondan sonra bir yıl daha yaşadı. Sonra o da öldü.”

Talha (devamla) der ki: “Ben rüyamda gördüm ki: “Ben cennetin kapısının yanındaydım. Bir de baktım ki yanımda o iki zat vardır. Cennetten biri çıktı ve o iki kişiden sonradan ölene (cennete girmesi için) izin verdi. Aynı vazifeli zat, bir müddet sonra yine çıktı, şehit olana da (içeri girme) izni verdi. Sonra, adam benim için geri geldi ve:

“Sen dön, senin cennete girme vaktin henüz gelmedi!"dedi. Sabah olunca Talha bu rüyayı halka anlattı. Herkes bu rüya(da şehit olan zâtın sonradan cennete girmesine) şaştı. Bu, Resûlullah’a kadar ulaştı, rüyayı ona anlattılar. (Dinledikten sonra) Aleyhissalâtu vesselâm:" Burada şaşacak ne var?" buyurdular. Halk: “Ey Allah’ın Resûlü!" Bu zat (din için) çalışmada öbüründen daha gayretli idi ve şehit de oldu. Ama cennete öbürü ondan evvel girdi" dediler. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Berikisi ondan sonra bir yıl hayatta kalmadı mı?" dedi.

“Evet!"dediler. Aleyhissalâtu vesselâm: “Ve o ramazan idrak edip oruç tutmadı mı, bir yıl boyu şu şu kadar namaz kılmadı mı?" Halk yine: “Evet!" deyince, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Şu halde ikisinin arasında bulunan mesâfe gök ile yer arasındaki mesafeden fazladır!" buyurdular. (K.S. 7173 C.17 S.517 Akçağ 1993, alıntısı İbn-i Mace 3925.)

221- ... Ubeyd b. Halid es-Sülemi’den; demiştir ki: Rasûlullah (s.a.) iki adam arasında kardeşlik kurmuştu. Bunlardan biri (Allah yolunda) öldürüldü. Bir hafta ya da haftaya yakın bir zaman sonra da öbürü öldü. Onun cenaze namazını kıldık. Rasûlullah (s.a.) (bize onun hakkında)

“-Nasıl dua ettiniz?" diye sordu. Biz de;

167

Page 168: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

-Ey Allah’ım! Onu bağışla ve kardeşi(nin derecesi)ne eriştir diye dua ettik. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.);

(ilk ölenin) namaz(lar)ından sonra (ikinci ölenin kıldığı) namaz(lar), - (ilk ölenin) oruç(lar)ından sonra (ikincinin tuttuğu) oruç(lar)ı - (ilk ölenin hayırlı) amel(ler)inden sonra (ikinci ölenin işlemiş olduğu hayırlı) amelleri nerede. İkisi arasında gök ve ile yerin arası kadar (fark) vardır."buyurdu. (Ebû Dâvûd, K. El-Cihâd (15), Bâb 27 H.2524 C.9 S.520,521 Şamil 1988, diğer rivayet eden, Nesâi cenaiz 77.)

Bu rivayetlerle, Allah yolunda cihad etmeyenlerin, Cihad eden ve şehit olanlardan daha üstün olduğunu iddia ettiler. Şehit olmayan, daha fazla namaz kılması, oruç tutması ve sevaplar işlemesi halinde, bu amelleri dolayısıyla. Onunla şehit olan arasında gök ile yerin arası kadar derece farkı var dediler. Bu uydurma rivayetlerle Müslümanları Allah yolunda cihattan caydırmak istedikleri açıktır. Söylediklerinin doğru olmadığıyla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- Ey iman edenler, size ne oldu ki: “Allah yolunda topluca savaşa çıkın! Dendiği zaman yere çakılıp kaldınız? Yoksa âhireti bırakıp ta dünya hayatına mı razı oldunuz? halbuki dünya hayatının geçimi, ahiretin yanında pek azdır. 9/38

Görüldüğü gibi, topluca savaşa çıkıldığında, (sakatlık v.s. Gibi mazereti olmadan) savaşa katılmamak demek, O kişinin dünya hayatına razı olduğu ve ahiret hayatını kayıp ettiği, yani cehennemlik olduğu manasındadır. Böyle bir durumda, kıldığı namaz veya tuttuğu oruçlar onu Allah’ın azabından kurtaramaz.

Topluca savaşa çıkılmaya ihtiyaç olmayan durumlar da, yine, Allah yolunda cihad edenler, etmeyenlerden üstündür, şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

168

Page 169: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Müminlerden özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile, mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, mallarıyla canlarıyla cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. Gerçi Allah hepsine de güzellik va’detmiştir ama mücahitleri, oturanlardan çok daha büyük ecirle üstün kılmıştır. 4/95

Bu itibarla uydurdukları rivayetler, Kur’an’a uygun olmayıp, asılları yoktur.

222-...Abdullah b. Amr’dan; demiştir ki: Bir adam Peygamber (s.a.)’e gelerek;

- Ey Allah’ın Resûlü ben cihada çıkabilir miyim? dedi. (Peygamber (s.a.)’de);

“- Senin annen baban var mı?" diye sordu. (O kimse de);

- Evet diye cevap verdi (Bunan üzerine peygamber);

“-Öyleyse onların hizmetinde (bulunarak) cihâd et!" buyurdu. (Ebû Dâvûd, K.el-Cihâd (15), Bâb 31 H.2529 C.10 S.8 Şamil 1990, diğer rivayet edenler, Buhâri, cihâd 138, Edeb 3, Tirmizi cihâd 2; Müslim, birr 5.)

223- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Ey Allah’ın Resûlü, dedim, cihâdı amellerin en faziletlisi görüyoruz, biz de cihâd etmeyelim mi?" Şu cevabı verdi:

“Ancak, cihâdın en Efdal ve en güzeli hacc-ı mebrûrdur. Sonra şehirde kalmaktır”. Hz. Aişe der ki: “Bunu işittikten sonra haccı hiç bırakmadım. (Buhari, Hac 4, Cezâu’s-Sayd 26, Cihâd 1; Nesâi, Hacc 4,(5,113); K.S. 1163 C.5 S.278 Akçağ) (“Sonra şehirde kalmak" cümlesi Buhari’de yok.)

Bu iki rivayette de müminleri cihâd dan uzaklaştırmayı ve cihâdın kavram olarak manasını karıştırmayı amaçlamışlardır, yoksa Hac ile Cihâd ayrı hususlardır, hele şehirde oturmanın ne Hacla nede Cihâd’la bir ilgisi yoktur.

169

Page 170: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bu rivayetleri uydurmalarının esas amaçlarından biri de Müslümanların, kendi putperest toplumlarına karşı savaşmalarını engellemek içindir. Bu onların barışçıl, Müslümanların saldırgan olduğundan değildir, kendileri saldırıp savaşa sebebiyet verdiklerinde karşılarında zayıf bir Müslüman ordu olmasını istemelerindendir, yoksa İslam dininde asla saldırganlık yoktur.

Müslümanların kendileriyle değil de, ehli kitapla savaşmalarını teşvik için uydurdukları aşağıdaki rivayet kimlikleri açısından manidardır, Şöyle ki:

224-......... Sabit b. Kays Şemmas’dan; demiştir ki: Ümmü Hallad diye anılan bir kadın (yüzü) peçeli olarak Peygamber (s.a.)’e gelip şehit düşen oğlu(nun Allah yanındaki durumu)nu sordu. Peygamber (s.a.)’in (orada bulunan) Sahâbelerinden birisi (o kadına hitaben);

“-Oğlunu sormaya yüzün kapalı olarak mı geldin?" dedi. O da;

- Oğlumu kaybettiysem de utanma duygumu hiçbir zaman kaybetmeyeceğim, diye karşılık verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.);

“- Senin oğlun için iki şehit sevabı vardır" buyurdu. Kadın;

- Ya Rasûlullah bu niçindir? diye sordu. (Hz. Peygamber de)

“- Çünkü onu kitab ehli öldürdü" cevabını verdi. (Ebû Dâvûd, K.el-Cihâd (15), Bâb 8 C.9 H.2488 S.457 Şamil 1988.)

Evet, yüzünü örttü diye suçlanan bir şehit anası ve Ehli kitab katletti diye, kendisine iki şehit sevabı verilen şehit iddiası, yani demek istiyorlar ki, Ehli kitapla savaşmak sevap yönünden iki misli daha fazladır. Bu tür iddialar İslam dininden uzak iddialardır.

225- ............ İbn Ömer’den demiştir ki:

170

Page 171: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Rasûlullah (s.a.) mücahit ve atı için birisi kendisine ikisi de atına (olmak üzere ganimet mallarından) üç pay vermiştir. (Ebû Dâvûd K.el-Cihâd (15), Bâb 143 C.10 H.2733 S.345 Şamil 1990, diğer rivayet edenler, Buhâri Cihad 51; Meğazi 38; Müslim Cihad 57; Tirmizi Siyer 6,8.)

226- ... (Ebû Umre’nin) babasından rivayet etmiştir ki: Biz dört kişi, yanımızda bir(er) atla Rasûlullah (s.a.)’in yanına gelmiştik. Bizden herkese bir hisse, her bir at için de iki hisse ayırdı." (Ebû Dâvûd K.el-Cihad (15), Bâb 143 C.10 H.2734 S.347 Şamil 1990)

227- Ümmü Harâm (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Deniz tutması sebebiyle (gemide) kusan kimseye şehit sevabı verilir. Boğularak ölene de iki şehit sevabı vardır”. (K.S. 1151 C.5 S.260 Akçağ, alıntısı Ebû Dâvûd Cihad 10,(2493) )

Mücahidin atı, mücahit ten iki kat daha değerlidir ve deniz tutmasından kusana bir şehit sevabı, boğularak ölene iki şehit sevabı verilir şeklinde uydurdukları rivayetlerin aslı olmayıp, hakaret kastıyla uydurulmuşlardır.

228-. ... Necde b. Nüfey’den; demiştir ki: İbn Abbas’a şu;

“Eğer topluca (savaşa) çıkmazsanız (Allah) size (acı bir şekilde) azab eder... (malindeki, Tevbe 39) âyeti sordum da;

- Onlardan yağmur kesildi. (Yağmur kesilmesi) onların azabıydı diye cevap verdi. (Ebû Dâvûd K.el-Cihad (15), Bab 18 H.2506 S.489 Şamil 1988.)

Bu rivayette, topluca (seferberlik) savaşa katılmak istemeyenlere cesaret vermek için 9 Tevbe 39 da yapılan tehdidi basit bir yağmur kesilmesi şeklinde göstermeyi amaçlamışlardır.

Kur’an’da ise şöyle denmiştir, mealen:

171

Page 172: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Ey iman edenler, size ne oldu ki: “Allah yolunda topluca savaşa çıkın!"dendiği zaman yere çakılıp kaldınız? Yoksa âhireti bırakıp ta dünya hayatına mı razı oldunuz? Halbuki dünya hayatının geçimi, ahiretin yanında pek azdır. 9/38

- Eğer topluca (savaşa) çıkmazsanız, (Allah) size acı (bir şekilde) azab eder ve yerinize sizden başka bir topluluk getirir. O’na hiçbir zarar veremezsiniz, Allah her şeyi yapabilendir. 9/39

Görüldüğü gibi, topluca yapılan savaşa (mazeretsiz) katılmayanlara yapılan tehdit. Dünya ve Ahirette mahvolacakları şeklindedir. Bu itibarla yapmış oldukları rivayetin aslı yoktur.

Rivayet ettiler ki: “Facir veya büyük günahlar işleyen her emirin komutasında cihad etmek mecburidir. Bir kavme İslam Dinini tebliğ etmeden ansızın saldırmak caizdir. Kuşatılan bir kale halkına isteseler bile, Allah’ın hükmü uygulanamaz, kul hükmü uygulanır.”

Bu tür rivayetlerinin İslam Dininde yeri olmayıp, Peygambere karşı iftirada bulunmuşlardır. Böyle yapmalarının nedeni ise, Müslüman adı takınarak insanlara zulmen saldırdıklarında, bunun meşru bir hareket olduğu hususunda kendilerine gerekçe uydurmak içindir. Bu konuda uydurdukları rivayet örnekleri:

229-. ... Ebû Hureyre (r.a.)’den; demiştir ki: Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:

“İyi olsun facir olsun her devlet reisi ile birlikte cihad üzerinize (düşen) kaçınılmaz bir görevdir.......... (Ebû Dâvûd K.el-Cihâd (15), Bâb 34 C.10 H.2533 S.14 Şamil 1990.)

Facir yahut büyük günah işleyen kimselere itaat etmemek lazım olduğuna dair Kur’an’dan mealen:

172

Page 173: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Rabb’inin hükmüne kadar sabret ve onlardan hiçbir günahkara, yahut hiçbir kafire itaat etme. 76/24

- Nefsini, sabah akşam rızasını isteyerek Rablarına yalvaranlarla bir tut . Dünya hayatının süsüne kanarak gözlerini onlardan ayırma. Kalbini bizi zikretmekten gâfil kıldığımız kendi nefsinin arzusuna uyan ve işi aşırılık olan kimseye itaat etme. 18/28

Görüldüğü gibi, İslâm da günahkara itaat etmek yasaktır. Onlarsa “Facir" kimseye itaate çağırıyorlar. Zira rivayetin Arapça aslında itaat edilmeye çağırdıkları kimseyi “Facir" olsa dahi diye belirtmişlerdir. Facir ler hakkında ise Kur’an’da şöyle denmiştir, mealen:

- Şerefli katipler, 82/11

- Her yaptığınızı bilirler. 82/12

- İyiler mutlaka nimet içindedirler, 82/13

- Facirler de yakıcı ateş içindedirler, 82/14

- Ceza günü oraya girerler. 82/15

- Onlar oradan (hiçbir yere kaçıp) kaybolacak değillerdir. 82/16

Facirler, Cehennemde ebedi kalacak olan büyük günah sahibi kimselerdirler. Bunlar öyle kimselerdir ki, yer yüzünde fesat çıkarırlar.

Kur’an’dan mealen:

- Yoksa, iman edenleri ve salih amel işleyenleri, yeryüzünde fesad çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yahut ta Allah’tan korkanları facirler gibi mi tutacağız? 38/28

Görüldüğü gibi, “Facirler”, Allah’tan korkmayan kimselerdirler. Allah’tan korkmayana ise itaat olmaz. Zira o

173

Page 174: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

kimse zalimlik yapar. Zalime uymak zulme iştirak etmektir. Nûh peygamber, duasında “Facirlerle”, “Kafirleri" denk tutmuştu. Kur’an’dan mealen:

- Nûh dedi ki: “Rabb’im, yeryüzünde kafirlerden tek kişi bırakma," 71/26

- “Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar; yalnız facir, kafir (kimseler) doğururlar. 71/27

Bu itibarla uydurdukları rivayet Kur’an’a uygun olmayıp, buna göre bir mümin kimse bir facire itaat edemez.

230-. ... İbn Avn dedi ki: Ben Nâfi’ye bir mektup yazarak, ona harb den önce müşrikleri (İslama) davet etmeyi sordum, o da bana: “İslamın başlangıcında idi. (Nitekim daha sonraki tarihlerde) Allah’ın peygamberi Müstakil oğullarına, gafil bulundukları, hayvanlarının suya götürüldüğü bir sırada baskın yaptı. Savaşabilecek olanlarını öldürdü, zürriyetlerini de esir aldı. Haris’in kızı Cüveyriye’yi de o gün aldı. Bu hadisi bana (o sırada) kendiside o ordunun içinde olan, Abdullah (b.Ömer) rivâyet etti, diye mektup yazdı. (Ebû Dâvûd, K.el-Cihâd (15), Bâb 91 H.2633 C.10 S.158-159 Şamil 1990, diğer rivayet edenler, Buhari Itk 13; Müslim Cihad 1.)

Bu rivayetleriyle İslam’dan haberi olmayan kimselere aniden saldırı yapılabileceğini iddia etmişlerdir. halbuki değil İslam’dan haberi olmayana, haberi olup ta İslamı kabul etmemiş olan kimselere dahi, eğer kendileri savaş açmamışlarsa, haksızcasına Müslümanlar onlara savaş açamazlar. Kur’an’dan mealen:

- Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın; fakat haksız yere saldırmayın, çünkü Allah haksız yere saldıranları sevmez. 2/190

174

Page 175: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Hatta, Müslümanlığı kabul etmemiş olanlar savaş istemeyip, barışa yanaşırlarsa, Müslümanlar da barışa yanaşmak zorundadırlar.

Kur’an’dan mealen:

- Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah’a dayan, çünkü O, işitendir bilendir. 8/61

Görüldüğü gibi hiçbir kavme, Müslümanlar haksız yere saldırıda bulunamazlar, hatta barış taraftarı olmak zorundadırlar. Bu itibarla uydurmuş oldukları rivayetin aslı yoktur.

Kendileri de bu rivayetlerini yalanlayan bir rivayet uydurdular. Fakat bu rivayetin sonunda, Allah’ın hükmü yerine kul hükmü uygulanması gerektiğini iddia ederek, kendi nefisleri üzerine kafir olduklarına şahitlik ettiler. Zira, Kur’an öğretisine göre Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir.

Bu husustaki rivayetleri şöyledir:

231-. ... Süleyman b. Büreyde babası (bireyde) den; şöyle demiştir: Rasûlullah bir seriyenin yahut da bir ordunun başına bir kumandan gönderdiği zaman ona kendi nefsi hakkında Allah’tan korkmayı, (yine ona) yanında bulunan Müslümanlar hakkında hayrı tavsiye eder ve (şöyle) buyururdu:

“Müşriklerden olan düşman(lar)ınla karşılaştığınız zaman, onlara şu üç yoldan birine çağırınız. Bunlardan hangisinde sana icabet ederlerse onu kabul et ve kendilerini bırak. Onları (önce) İslam’a çağır, eğer icabet ederlerse (bunu) onlardan kabul et ve kendilerini (serbest) bırak. Sonra onları ülkelerinden muhacirlerin ülkesine göçe davet et ve bunu yaptıkları takdirde, muhacirler için (tanınmış) olan (haklar)ın onlar için de (tanınacağını) muhacirlerin üzerine (getirilmiş)

175

Page 176: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

olan (yükümlülükler)in onların hakkında da (geçerli) olduğunu kendilerine bildir. Eğer (bunu) kabule yanaşmazlar da kendi yurtlarını tercih ederlerse, onlara Müslüman bedeviler gibi olacaklarını, kendilerine Allah’ın müminler üzerine cereyan eden hükmünün uygulanacağını, Müslümanlarla birlikte cihad etmeleri dışında harac ve ganimetten hiçbir hisselerinin olamayacağını bildir. Eğer İslâmı kabul etmezlerse onları cizye vermeye çağır. Eğer buna yanaşırlarsa (bunu) onlardan kabul ve kendilerini (serbest) bırak. Eğer kabul etmezler artık Allah’tan yardım dileyip onlarla savaş, eğer bir kale halkını kuşattığında senden kendilerine, Allah’ın hükmünü uygulamanı isterlerse (bunu) onlara uygulama. Çünkü siz Allah’ın onlar hakkındaki hükmünün ne olduğunu bilemezsiniz. Yalnız onlara kendi hükmünüzü uygulayınız. Sonra onlar hakkında dilediğiniz hükmü veriniz."(Ebû Dâvûd, k.el-Cihad (15), Bâb 82 H.2612 C.10 S.122-123 Şamil, diğer rivayet edenler, Müslim, Cihad 3; Tirmizi, siyer 47; İbn Mâce, 38.)

İslamın başlangıcında, peygamberin başında olmadığı bir ordu teşekkülü mümkün olmadığından, bu rivayet Medine dönemi veya Medine döneminin Mekke’nin fethinden sonra ki dönemiyle ilgili olarak uyduruluştur. Hal böyle olunca müşrikleri üç yoldan birine çağırmak nasıl şart olur. Örneğin yeni bir ülke İslam topraklarına katılırsa ve halkı Müslümanlığı kabul ederse niçin ve nereye göç ettirmek mümkün olur. Göç veya başka bir ifadeyle hicret, şartların zorlamasıyla İslamın yaşanmasına uygun olmayan yerden uygun yere veya İslam toplumu oluşturmak amaçlı bir olay için bir yerden uygun bir yere gitmektir. Yoksa sırf hicret için hicret değildir. İslama ait bir toprak içerisinde hicretin manası nedir? Bir evvel ki rivayette tebliğsiz ani saldırıyı meşru kabul etmişlerdi. 231 no.lu örnekteki rivayette üç şart vardır diye rivayette bulunmaları bir çelişkidir.

Hüküm konusunda ki iddialarına gelince, bu da Kur’an’a uymamaktadır. Zira İslam’da hüküm yalnız ve yalnız Allah’a

176

Page 177: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

aittir; Allah’tan başkası hüküm koyamaz, bundan dolayı kul hükmü uygulanır diye bir şey İslam da mümkün değildir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- O, kendisinden başka ilâh olmayan Allah’tır. İlkte de, sonda da (dünyada da, ahirette de) hamd O’na mahsustur; Hüküm de O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz. 28/70

- Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet, onların keyiflerine uyma ve onların, Allah’ın indirdiği şeylerin bir kısmından seni şaşırtmalarından sakın! Eğer dönerlerse bil ki Allah, bazı günahları yüzünden onları felakete uğratmak istiyor olmasındandır. Zaten insanların çoğu yoldan çıkmışlardır. 5/49

- Gerçekten Tevrat’ı biz indirdik, onda yol gösterme ve nûr vardır. (Allah’a) teslim olmuş peygamberler, onunla Yahudilere hüküm verirlerdi, Rablerine teslim olmuş, bilginler de Allah’ın kitabından elde mahfuz kalanla hükmederlerdi. Tevrat’a Şahid tiler. O halde insanlardan korkmayın, benden korkun, Ayetlerimi az bir fiyata satmayın (Ve bilin ki) kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir. 5/44

Görüldüğü gibi, Kur’an öğretisine göre hüküm ancak ve ancak Allah’a aittir. İslam dinine göre, Allah’tan başka kimse hüküm koyamaz ve Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmek mecburidir. Aksi ni yapanlar Kur’an’da kafirlerin ta kendileri olarak tanımlanmışlardır. Hal böyle olunca, Allah’ın hükmüyle değil, kendi hükmünle hükmet diye rivayet uydurmak apaçık küfürdür.

CENNETLİKLER VE CEHENNEMLİKLER HAKKINDA

UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

232-........... Ebû Zerr (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): “Bana Rabb’ım tarafından gelen (Cibril) geldi de:

177

Page 178: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Ümmetimden her kim Allah’a hiçbir şeyi ortak tanımayarak ölürse, o kimse cennete girer, diye haber verdi -veyâ bununla beni müjdeledi-"buyurdu. Ben:

- (Yâ Rasûlullah!) O adam zinâ ettiği ve hırsızlık yaptığı takdirde de (yine cennete girer) mi? dedim.

- “(Evet) zinâ ettiği ve hırsızlık yaptığı takdirde de" (Buhâri, Kitâbu’l-Cenâiz 1 C.3 S.1174 Ötüken 1987.)

233-.............. Abdullah ibn Mes’ûd (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): “Allah’a bir şeyi ortak sayarak ölen kimse cehenneme girer" buyurdu. Ben de: Allah’a hiçbir şeyi ortak kılmayarak ölen kimse cennete girer, dedim. (Buhâri, Kitabu’l-Cenâiz 2 C.3 S.1175 Ötüken 1987)

234- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“Beni gören veya beni göreni gören bir Müslüman’a ateş değmeyecektir. (K.S.4364 C.12 S.242 Akçağ, alıntısı Tirmizi, Menâkıb, (3857))

Bu tür rivayetlerle, bir kimsenin yalnız iman etmiş olmasından dolayı cennete gireceğini, kesinlikle cehenneme girmeyeceğini iddia etmişlerdir. Böylece Müslümanlaşın iyi veya kötü amel işlemiş olmalarının önemi yoktur demekle, Müslümanlar arasında fesadın yayılmasını amaçlamışlardır. Bunun yetinmeyerek bu rivayetlerine ters düşen başka rivayetler uydurmak suretiyle, iyi ve kötü amel kavramlarını belirsiz hale getirmek ve Müslümanları bu konuda şaşkın bir duruma sokmak için çaba harcamışlardır. Zaten onların ana metodu kavramları bozabilmek için bir konu hakkında çelişkili rivayetler uydurmaktır.

Allah’ın affıyla umutlandırmak suretiyle, insanları dini görevlerinden uzaklaştırmak isteyenlere karşı Allah, Kur’an’da şöyle demektedir, mealen:

178

Page 179: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Ey insanlar! Rabb’inize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evladı, ne evladın babası için bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allah’ın va’di haktır. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı (şeytan), Allah’ın affına güvendirerek sizi aldatmasın. 31/33

- Ey insanlar, Allah’ın va’di gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan), Allah(ın affına güvendirmek sûreti) ile sizi aldatmasın. 35/5

Görüldüğü gibi, Allah, şirk koşmayan herkesi ne kadar kötü amel işlemiş olursa olsun muhakkak affedecek demek şeytan aldatmasıdır.

Allah’ın, her şirk koşmamış olanı muhakkak bağışlayacağım diye verilmiş bir sözü yoktur. Ancak şirk işlemiş olanlar hariç olmak üzere, istediklerimin günahını bağışlarım demiştir. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

- Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur. 4/48

- Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bundan başka her şeyi dilediğine bağışlar. Allah’a ortak koşan da uzak bir sapıklığa düşmüştür. 4/116

Görüldüğü gibi, Allah her şirk koşmayanın değil de, şirk koşmayanlardan dilediğinin günahını bağışlayacağını va’d etmiştir.

- De ki: “Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin, Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir." 39/53

- “Size azab gelip çatmadan Rabb’inize dönün, O’na teslim olun. Sonra size yardım edilmez." 39/54

179

Page 180: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- “Ansızın ve hiç farkına varmadığınız bir sırada, size azab gelmezden önce Rabb’inizden size indirilenin en güzeline (Kur’an’a) uyun." 39/55

Evet, görüldüğü gibi, Allah’ın af vadine muhatap olan zümreden olmak için, Allah’a dönülüp teslim olunacak. Bunun içinde Kur’an’a uymak şarttır. Yani kişi yaşantısını Kur’an’a göre düzenleyecektir. Yoksa, Kur’an’da gösterilen yolu boş verip günahlara dalarak, Allah’ın rahmetini ummak boş bir hayaldir. Böyle bir iddiada bulunan ancak Kur’an ile alay etmiş olur ki, kendisi kaybeder. Şöyle ki, yukarıda mealleri yazılı ayetlerin devamında; mealen:

- Ki nefisler demesin: “Allah’tan yana yaptığım eksikliklerden dolayı bana yazıklar olsun! Ben gerçekten (Kur’an ile) alay edenlerden idim." 39/56

Kim günaha batarsa, o mahv olmuştur. Cehennemde ebedi kalacaktır. Kurtulanlar ise inanıp yararlı iş işleyenlerdir, onlarda Cennette ebedi kalacaklardır. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

- Evet kim bir günah kazanır da suçu kendisini kuşatmış olursa işte onlar, ateş (cehennem) halkıdır, orada ebedi kalacaklardır. 2/81

- İman edip yararlı iş yapanlara gelince onlar da cennet halkıdır, orada ebedi kalacaklardır. 2/82

Kur’an’da hal böyleyken, buna rağmen şu rivayeti uydurdular:

235- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah ((aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Mü’min, Allah indindeki ukûbeti bilseydi, cennetten ümidini keserdi. Eğer kafir Allah’ın rahmetini bilse idi, cennetten ümidini kesmezdi”. (K.S.1682 C.6 S.355 Akçağ

180

Page 181: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

1989, alıntısı Müslim Tevbe 23, (2755); Tirmizi Da’avât 108, (3536))

Böylece, Müminleri Allah’ın rahmetini ummaktan dışladılar, kafirlerin ise cennete girebileceğini imâ ettiler. Zira, ümit kesmemek bir ihtimal varsa mümkündür. İhtimal olması halinde kafirlerinde cennete gire bilmesi mümkün demektir. Bu ise Kur’an’a uymayan bir iddiadır. Rahmet edilecek olanlar konusunda Kur’an’dan mealen:

- İşte bu (Kur’an) bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. O’na uyun ve Allah’tan korkun ki size merhamet edilsin. 6/155

İslam Dinine göre kafirler, Allah’tan korkmadıkları gibi, Kur’an’a da uymazlar. Bu itibarla Allah’ın rahmetini ummaya hakları yoktur, Kur’an’dan mealen:

- Allah’ın ayetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenle -İşte onlar- benim rahmetimden ümitlerini kesmişlerdir ve onlar için acıklı bir azap vardır. 29/23

236- Bir diğer rivayette: “Kalbinde hardal tanesi kadar iman bulunan bir kimse cehenneme girmez. Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse de cennete girmez." (K.S. 5219 C.15 S.24 Akçağ 1992 alıntısı, Müslim iman 147; Ebû Dâvûd Edep 29,(4091); Tirmizi Birr 61, (1999))

237-.......Bize Ebû Avâne, Abdurrahmân İbnu’z-Esbahâni’- den; o da Ebû Sâlih Zekvân’dan; o da Ebû Said (R)’den şöyle tahdis etti........

Resûlullah, kadınlara:

- “İçinizden hiçbir kadın yoktur ki, çocuklarından üç tânesini âhirete kendisinden önce yollasın da bunlar cehenneme karşı onun için bir perde olmasın!"buyurdu.

Bunun üzerine kadınlardan biri:

181

Page 182: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Yâ Rasûlullah! İki tânesi de öylemi? Dedi.

Ebû Said: Kadın “İki tâne" sözünü iki defa tekrar etti, dedi. Sonra Rasûlullah üç kere tekrar ederek:

- “İki tâne de, iki tâne de, iki tâne de öyledir" buyurdu. (Buhari, Kitâbu’l-İ’tisam bi’l-Kitâbi ve’s-Sünneti 41 C.16 S.7194 Ötüken 1989)

Bu tür rivayetlerle, Müslüman olsun, kafir olsun herkesin cennete gireceğini çokça iddia ve insanlara umut verdiler. Bu tür rivayetlerini dikkate almadan da şu rivayetlerde bulundular.

238- Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Kim namazı kılar, zekatı verir ve Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmadan ölürse, ona mağfiret etmek Allah üzerine bir hak olur. Hicret etse veya doğduğu yerde ölse de!".......... (K.S.4662 C.13 S.243 Akçağ 1992 alıntısı, Nesâi, Cihâd 18,(6,20))

Bu rivayette, genelleme dışına çıkarak, namaz kılma ve zekat verme ile şirk koşmamayı şart saydılar. Yalnız bu rivayette içerik olarak asıl amaçları hicret etmeyi önemsiz göstermektir. hal bu ki, Kur’an’da gerektiğinde gücü yetip te hicret etmeyenler hakkında şöyle denmiştir, mealen:

- Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: “Ne işde idiniz" dediler. Bunlar:

“Biz yeryüzünde çaresizdik" diye cevap verdiler. Melekler de: “Allah’ın yeri geniş değilmiydi? Hicret etseydiniz ya!"dediler. İşte onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş(yeri)dir. 4/97

182

Page 183: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) âciz olup hiçbir çareye gücü yetmeyenler, hiçbir yol bulamayanlar müstesnadır. 4/98

Demek ki, hicret etmek, iddia ettikleri gibi keyfe bağlı bir olay değildir. İslam da, hicretin şartları oluştuğunda, gücü olup ta aksine davrananların barınağı cehennemdir.

238/A - Ebu Miczel rahimehullah anlatıyor: “Hz. Muâviye radıyallahu anh, İbnu’z-Zübeyr ve İbnu Amir (radıyallahu anhüm)’in yanlarına geldi. İbnu Âmir ayağa kalktı, İbnu’z-Zübeyr oturdu (kalkmadı). Hz. Muâviye radıyallahu anh, İbnu Âmir’e:

“Otur, zira Resulullah (aleyhissalâtu vesselam)’ın: “İnsanların kendisi için ayağa kalkmalarından hoşlanan kimse ateşteki yerini hazırlasın" buyurduğunu işittim" dedi." (K.S. 3320 C.10 S.116 Akçağ 1990, alıntıları Ebû Dâvûd, Edeb 165, (5229); Tirmizi, Edeb 13, (2756))

239- Nesâi’nin bir rivayetinde Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Üç kişi vardır, cennete girmeyecektir: Anne babasının hukukuna riayet etmeyen kimse; içki düşkünü olan kimse; verdiğini başa kakan kimse."(K.S. 5876 C.16 S.348 Akçağ 1993, alıntısı Nesâi, Zekat 69, (5,81))

240- Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Bir adam ölmüştü, diğer biri, Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın işiteceği şekilde onun için şöyle söyledi: “Cennet mübarek olsun! "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm sordu:

“Nereden biliyorsun? Belki de o mâlâyâni (lüzumsuz, boş) konuştu veya kendisini zengin kılmayacak bir miktarda cimrilik etti!" (K.S. 5912 C.16 S.377 Akçağ, alıntısı Tirmizi, Zühd 11. (2217))

183

Page 184: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

241- Ebû Dâvûd’da Hârise radıyallahu anhtan gelen bir rivayette, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurmuştur:

“Cennete ne zengin cimri, ne de kaba merhametsiz girer." (K.S. 5142 C.14 S.458 Akçağ 1992, alıntısı Ebû Dâvûd, Edeb 8, (4801))

242- Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kattat (söz taşıyan) cennete girmeyecektir.”

Müslim’in rivayetinde “nenmâm cennete girmeyecektir" şeklinde gelmiştir. (K.S. 4328 C.12 S.128 Akçağ, alıntıları, Buhari, Edeb 50, Müslim, İman 169,(105); Ebû Dâvûd, Edeb 38,(4771); Tirmizi, birr 79,(2027))

243- Hz. Câbir ve Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“Ne fâsık ne de mücâhir (günahı açıktan işleyen) kimse için söylenen gıybet sayılmaz. Mücâhir olan hariç, bütün ümmetim affa mazhar olmuştur." (K.S. 4327 C.12 S.126 Akçağ, alıntısı Müslim, Zühd 52(2290), Buhari’de ikinci kısım mevcuttur Edep 60.)

Günahı gizli işlemek şartıyla ne yapılırsa yapılsın affedilmiştir diyorlar. Bu da Allah’ın görmesi mühim değildir, yeter ki kullar görmesin manasındadır. hal bu ki, insanlardan gizlenip Allah’tan utanmayanlar hakkında Kur’an’da şöyle denmiştir, mealen:

- Kendilerine hâinlik edenleri savunma; zira Allah, daima hainlik yapıp günah işleyen kimseleri sevmez! 4/107

- (Kötü fiillerini) insanlardan gizliyorlar da Allah’tan gizlemiyorlar. Oysa geceleyin O’nun istemediği şeyi

184

Page 185: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

kurarlarken O, onlarla berâberdir. Allah, onların yaptıkları her şeyi kuşatmıştır (Hiçbir şeyi O’ndan gizleyemezler). 4/108

- Haydi siz dünya hayatında onları savundunuz (diyelim); ya kıyamet günü onları Allah’a karşı kim savunacak, ya da kim onlara vekil olacak? 4/109

Demek ki bu rivayetleri de Kur’an’a uymayan boş iddiadır.

244- Ebu Osmân en-Nehdi anlatıyor: “Sa’d İbnu Ebi Vakkâs radıyallahu anh’ı dinledim. Demiştir ki: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“İslâm’da bir kimse asıl babası varken bir başkasının babası olduğunu söylerse ve bu iddiasını da o kimsenin babası olmadığını bilerek yaparsa, cennet ona haramdır." (K.S. 5323 C.15 S.122 Akçağ, alıntıları Buhari, Ferâiz 29, Megâzi 56; Müslim İman 114,(63); Ebû Dâvûd, Edeb 119,(5113))

245- Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “İçki müptelası cennete giremez." (K.S. 7004 C.17 S.432 Akçağ 1993, alıntısı İbn-i Maca 3376.)

246- Ebu Bekr es-Sıddık radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Mü’mine zarar veren veya hile yapan melûndur." (K.S. 5886 C.16 S.358 Akçağ, alıntısı Tirmizi Birr 27, (1942))

Görüldüğü gibi bu konuda örneğini vermiş olduğum ilk hadis örneklerinde, Müslüman olan herkesin muhakkak Cennete gireceğini, Kesinlikle Cehenneme girmeyeceğini, hatta kafirlerin dahi Cennete girmeyi umabileceğini iddia etmişlerdi. Buna rağmen, sonraki örneklerde ise Müslüman olup ta günah işleyen kimselerin Cehenneme gireceklerini hatta, hiç Cennete girmeyeceklerini rivayet etmeleri açık bir çelişkidir. Kur’an gerçeklerini anlatma kaygıları olmadığı

185

Page 186: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

için, daha öncede dikkat çektiğim gibi, bu gibi çelişkili rivayetler uydurarak, havaya ve ortama göre işlerine gelen rivayeti halka söyleme ortamı kendilerine sağlarlar. Hani nasıl derler, gerçeklere göre değil de, nabza göre şerbet vermeye çalışırlar, takdim ettikleri şerbetin İslami ölçülere göre zehirli olup olmaması onların umurunda bile değildir.

Bu konudaki rivayetlerine başka açıdan örnekler verecek olursam, şöyle ki:

247- İbnu Mes’ûd (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Çocukları diri olarak toprağa gömen de gömülende ateştedir." (K.S. 858 C.4 S.373 Akçağ, alıntısı Ebû Dâvûd, Sünnet 18,(4717))

248- Ebû Dâvud’un bir diğer rivayetinde geldiğine göre, “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a: “Ey Allah’ın Resûlü, kim cennete girecektir?"diye sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: “Peygamber cennetliktir, şehit cennetliktir, Çocuk(ken ölen) cennetliktir, diri diri gömülen çocuk cennetliktir. (K.S. 1024 C.5 S.57 Akçağ, alıntısı Ebû Dâvûd, Cihâd 27, (2521))

Bu iki rivayet çelişkilidir, diri olarak gömülen çocuk birinde Cennetlikken, öbüründe ise Cehennemlik olarak belirtilmiştir.

Şimdi akla şöyle bir soru gelebilir, ölen küçük çocukların İslam dinine göre durumu nedir? İslam dinine göre daha sorumluluk yaşına gelmeden ölen, Müslüman veya Kafir çocuğu ayırımı var mı?

İnsanların dünya hayatında ki yaşam süreleri bir birinden farklı olduğu gibi, gelişme açısından davranış kabiliyetleri de genelde bu yaşam süreleriyle ilgilidir. Örneğin yeni doğmuş bir bebekle, yetişkin bir insanın davranış kabiliyetleri bir birlerinden farklıdır. İnsan uzun yıllar yaşadığı gibi, bebekken, hatta doğar doğmaz veya daha anne karnındayken ölebilmektedir. Ve İslam dininde her nefsin sorumluluğu

186

Page 187: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

sahip olduğu güce göredir. Allah hiçbir nefse yüklenemeyeceği yükü yüklemez. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

-Biz, hiçbir nefse gücünün üstünde bir şey teklif etmeyiz. Nezrimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır, ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. 23/62

İslam dinine göre bir insanın sorumlu olması için, İlâhi mesaja muhatap olmuş ve İlâhi mesajdan öğüt alabilecek bir ömür müddetine sahip olması gerekir. Kur’an’dan mealen:

- İnkar edenlere gelince de cehennem ateşi vardır. (Orada) onlara ne (ölümle) hükmedilir ki, ölsünler ve ne de onlardan cehennem azâbı biraz hafifletilir. İşte Biz, nankör kafirleri böyle cezalandırırız. 35/36

- Onlar orada: “Rabb’imiz bizi çıkar (önce) yaptığımızdan başkasını yapalım" diye feryâd ederler. “Öğüt alacak olanın, öğüt alacağı kadar bir süre yaşatmadık mı sizi? Size uyarıcı da geldi (fakat inanmadınız). Öyle ise tadın (azâbı), zalimlerin yardımcısı yoktur." 35/37

İnkar edenler, bölük bölük cehenneme sürüldüler. Oraya geldikleri zaman, cehennemin kapıları açıldı, cehennemin bekçileri onlara şöyle dedi: “Kendi aranızdan, Rabb’inizin ayetlerini size okuyan ve sizi bu gününüzle karşılaşacağınız hakkında uyaran elçiler gelmedi mi?"“Evet, geldi dediler, ama kafirlere azap sözü hak oldu." 39/71

- “O halde içinde ebedi kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Kibirlenenlerin yeri ne kötüymüş!" denildi. 39/72

- Kim Rabb’ine suçlu olarak gelirse onun için cehennem vardır; orada ne ölür ne de yaşar. 20/74

Cehennem halkı öyle kimselerdir ki, Allah tekrar onları dünyaya gönderip, İman edip iyi ameller işlemelerine fırsat

187

Page 188: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

verse, İman etmeyip tekrar eski yaptıklarına döneceklerdir. Zira onlar yalancıdırlar. Kur’an’dan mealen:

- Onların, ateşin başında durdurulmuş iken: “Ah ne olurdu keşke biz (dünyâya) geri çevrilseydik de Rabb’imizin ayetlerini yalanlamasaydık, iman edenlerden olsaydık!"dediklerini bir görsen! 6/27

- Hayır, daha önce gizlemekte oldukları, onlara göründü. Geri gönderilselerdi yine men’ olundukları şeyi yapmağa dönerlerdi, çünkü onlar yalancılardır. 6/28

- Kim yola gelirse kendisi için yola gelmiş olur, kim de saparsa kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkar, başkasının günah yükünü taşımaz (herkes kendi günahını çeker). Biz, elçi göndermedikçe azab edecek değiliz. 17/15

Görüldüğü gibi, bir insanın sorumlu olması için, Allah tarafından bir elçinin getirdiği vahye muhatap olması, bu vahyi normalde öğrenebilecek durumda olması ve öğüt alması, dolayısıyla düşünebilmesi için yeterli bir ömür müddetine sahip olması gerekir. Bunun böyle olmasının nedeni, insanların Allah’a karşı bir bahânelerinin olmaması içindir.

Kur’an’dan mealen:

- Daha önce sana anlattığımız elçilere ve sana anlatmadığımız elçilere de (vahyetmiştik). Ve Allah, Musa ile konuştu. 4/164

- (Bunları) Müjdeleyici ve uyarıcı olarak (gönderdik) ki, peygamberler geldikten sonra insanların, Allah’a karşı bahaneleri kalmasın. Allah üstündür, hikmet sahibidir. 4/165

Görüldüğü gibi, dini sorumluluk yüklenmemiş çocuklar, Müslüman çocuğu olsun veya olmasın cehenneme girmeyeceklerdir.

188

Page 189: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Cehennemde olmadıklarına göre cennette olabilirler mi. Kur’an’dan mealen:

- Kim de O’na (Allah’a) iyi işler yapmış bir mü,min olarak gelirse, işte onlar içinde yüksek dereceler vardır. 20/75

- Altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri. Orada sürekli olarak kalırlar. İşte (günahlardan) arınanların mükâfatı budur! 20/76

- İman edenler ve iyi iş işleyenler ise, onları (Ağaçları) altından ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Onlar için orada tertemiz eşler vardır. Onları koyu gölgeliklere sokacağız. 4/57

- (Allah’ın azâbından) korunanlara da: “Rabb’iniz ne indirdi?"dendi. “Hayır (indirdi) dediler. Dünyâda güzel iş yapanlara güzellik vardır, (onlar için) âhiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takvâ sahiplerinin yurdu ne güzeldir. 16/30

- Adn cennetleri(ne), altlarından ırmaklar akan o cennetlere girerler. Orada onlar için diledikleri her şey var. İşte Allah, takva sahiplerini böyle mükâfatlandırır. 16/31

Yukarıdaki ayet meallerinde görüldüğü gibi ve Kur’an’daki daha bir çok ayette, cennet ehlinin vasıfları olarak, iman etme ile birlikte salih amel işleme ve dolayısıyla takva gösterilmiştir. Bunun içinde yeterli yaşam süresi içinde, İlâhi vahyi kabul ve ona uygun davranıp imtihanı kazanmak gerekir.

Şimdi çocukların durumunu incelerken, daha anne karnındayken veya doğar doğmaz ölen bir çocuğun durumunu ele alarak, o açıdan diğer dini yönden mükellef olmamış çocukları dikkate alalım. Böyle bir kimsenin yukarıda bahsi geçen cennet ehline ait vasıflara sahip olamayacağı açıktır. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

189

Page 190: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Allah sizi annelerinizin karnından çıkardı(ğı zaman) hiçbir şey bilmiyordunuz, size işitme (duyusu) gözler ve gönüller verdi ki şükredesiniz. 16/78

Bu durumda ölenlerin kendi tercihleri olarak işlenmiş iyi veya kötü amelleri yoktur. Zira tercih bilmeyi gerektirir, bunlarsa bir şey bilmemektedirler. Dini sorumluluk yaşına gelmemiş veya dini teklif altına girmemiş akıl özürlülerin durumu da bunlar gibidir. Bu durumda ölenlerin kafir veya Müslüman çocukları olmaları arasında fark yoktur. Dolayısıyla günahları da yoktur. Kur’an’dan mealen:

- Ve sorulduğu zaman o diri diri toprağa gömülen kıza: 81/8

- “Hangi günah(ı) yüzünden öldürüldü?" diye. 81/9

Onları diri diri toprağa gömenleri eleştiri mahiyetinde ki bu ayetler, aynı zamanda bu çocukların günahsız olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla kafir çocukları olmalarına rağmen günahları yoktur.

Bu durumda. Cennetle mükafatlandırılanlardan veya cehennemle cezalandırılanlardan değillerse, o zaman bahsi geçen çocuklar veya onların konumunda olanlar nerededirler?

Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Çevrelerinde, ebedi yaşama erdirilmiş çocuklar dolaşırlar; 56/17

- Kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler ve kadehleri onlara sunarlar. 56/18

- Cennetin gölgeleri, üzerlerine yaklaşmış devşirmeleri (meyvaları) da aşağı eğdirildikçe eğdirilmiştir. 76/14

- Yanlarında gümüşten kaplar, billûr kupalar dolaştırılır. 76/15

190

Page 191: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Gümüşten kadehler ki onları türlü ölçü ve biçimlere koymuşlardır. 76/16

- (Bu), orada bir çeşmedir ki adına sel sebil denir. 76/18

- Çevrelerinde de ebedileşmiş çocuklar dolaşır ki, onları görsen, kendilerini saçılmış inci sanırsın. 76/19

- Nereye baksan, bir nimet ve büyük bir mülk görürsün. 76/20

Cennet ehline hizmet eden bu çocuklar Kur’an’da tanımlanırken “Vilden" yani doğumla çoğalmış olarak belirtilmişlerdir, ayrıca “ebedileşmiş" olmalarının belirtilmesi de, onların önceden ölümlü oldukları ve ölümü tattıklarını belirtir. Ebedileşmiş olmaları sonradan kazandıkları bir vasıftır. Durum böyle olunca, bence anlaşılan odur ki, cennet ehline hizmet eden bu çocuklar, din teklifine muhatap olmadan ölen çocuklardır. Ayrıca, yetişkinlik yaşına kadar yaşam sürmelerine rağmen akıl özürlü olup dini teklif altına girmeyenleri de bu çocuklar konumunda düşünmemiz mümkündür. Ancak yaşamlarının ancak belirli bir süresinde akıl özürlü olanlar, özürlü olmadıkları yaşam sürelerinde ki amelleriyle yükümlüdürler.

İslam inancına göre ölenler yaşları ne olursa olsun ikinci bir sefer tekrar imtihan için dünyaya dönmezler. Dini teklif altına girmek suretiyle sorumluluk almamış olan bu kimselerin günahkarlıkları olmadığı gibi, yetişkin insanların bilerek işledikleri amelleri gibi iyi amelleri de yoktur. Bundan dolayı cennetteki konumları dünyadaki yaşamlarına uygundur. Dünya yaşamında çiçek neyse, küfür ve günaha bulaşmamış bu masum çocuklar da onlar gibidir. Onlar, Ahrette de cennetin güzel süslerindendirler, Allah onların bu durumlarını saçılmış inci benzetmesiyle bize bildirmiştir. Böylece de cennet ehli çocuksuz kalmamış olmaktadırlar.

191

Page 192: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Ölenlerin ikinci defa dünyaya imtihan edilmek üzere dönmeyecekleriyle ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- İnkar edenlere de bağrılır: “Allah’ın (size) kızması, sizin kendi kendinize kızmanızdan daha büyüktür. Zira siz imana çağrıldınız da inkâr ederdiniz!" 40/10

- Dediler ki: “Rabb’imiz, bizi iki kez öldürdün ve iki kez dirilttin. Günahımızı itirâf ettik, Şimdi (şu ateşten) çıkmak için (bize) bir yol var mı (acaba)?" 40/11

- Allah’ı nasıl inkâr edersiniz ki, siz ölüler idiniz, o sizi diriltti; yine öldürecek, yine diriltecek; sonra O’na döndürüleceksiniz. 2/28

Görüldüğü gibi Kur’an’da iki ölüm ve iki diriliş bildirilmiştir. İlk ölüm dayaya gelmeden önce, Ruh’un dünyaya gelmeden önceki bedensiz halidir. Daha önce Kur’an’dan örnek vererek uyku ve ölüm bağıntısından bahsetmiştim. Uyku ve Ölüm Ruh’un yok olması değil, bedenden ayrılmasıdır. Ruhla beden canlılığı da aynı şey değildir, zira insan uykudayken kıpırdar, Ölmüş halde de tırnaklar ve saç uzar, fakat bedende Ruh mevcut değildir. Bundan dolayı konunun anlaşılması açısından bedenin canlılığını ve Ruh’un varlığını karıştırmamak lazımdır. Örneğin aniden kopan bir el veya ayak kısa bir müddet te olsa hareket edebilir bu onun bir parça canlılık taşıdığını gösterir, buna rağmen koptuğu bedenin benliğinde bir noksanlık meydana gelmez. Bundan dolayı Ruh’la canlılığın ayrı şeyler olduğu görülebilir. İkinci ölüm dünya hayatından ayrıldığımızda bildiğimiz ölüm halidir. Birinci diriliş dünyaya geldiğimiz haldir. İkinci diriliş, Ahrette dirildiğimiz haldir. Bundan dolayı, Kur’an’a göre, ikinci bir diriliş haliyle imtihan için tekrar dünyaya dönülüp dirilme yoktur. Tenasüh veya Reankarrnasyon inancı Kur’an’a göre geçersizdir.

Şimdi akla şöyle bir soru gelebilir, madem ki İslam dini açısından dünya imtihanı bir seferle sınırlıdır, o zaman

192

Page 193: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

yetişkin olarak yaşam süren akıl özürsüz her insan dini tebliğ almakta veya alabilecek durumda mıdır. Yoksa, bazı insanlar dünyanın ücra veya bazı yerlerinde dini tebliğden uzak ve habersiz olarak yaşam sürüp ölmekte midirler?

Kur’an’ı esas alarak konuya bakacak olursak, her ümmete muhakkak bir uyarıcının (Nezir, başka bir ifadeyle peygamber) gönderildiğini görürüz. Kur’an’dan mealen:

- Biz seni gerçek ile birlikte müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Her ümmet içinde mutlaka bir uyarıcı bulunmuştur. 35/24

- Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygamberleri geldiği zaman, aralarında adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez. 10/47

- Andolsun ki biz, “Allah’a kulluk edin ve Tâğût’tan sakının" diye (emretmeleri için) her ümmete peygamber gönderdik. Allah, onlardan bir kısmını doğru yola iletti. Onlardan bir kısmı da sapıklığı hak ettiler. Yeryüzünde gezin de görün, yalanlayanların sonu nasıl olmuştur! 16/36

Peygamberimiz ise alemlere rahmet olarak gönderilmiştir.bunun manası, gelmesiyle birlikte bütün alemlerin peygamberi olduğudur, bundan dolayı bütün alemler Kur’an’a uymakla yükümlüdür. Peygamberimizden sonra peygamber gelmeyeceğinden, kendisine ulaşmanın tek yolu getirdiği Kur’an’a uymaktır. Peygamberler din tebliğinde, yanlış tebliğden masum idiler, onların dışında olan bizler böyle bir vasfımız olmadığından söylediğimiz bütün dini sözlerin Kur’an ölçüsüne göre denetlenerek, uygun olduğu görüldükten sonra kabul edilmesi gereklidir, uygun değilse İslam dini açısından geçerliliği olmadığından red edilmesi gerekir. İslam dinini anlaşılmasında tek kaynak ve tek ölçü Kur’an’dır.

Kur’an’dan mealen:

193

Page 194: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- (Ey Muhammed), biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. 21/107

Peygamberin getirmiş olduğu tebliğden istifade edip, hidayet bulmak için, Kur’an’dan mealen:

- Tâgût’a ibadet etmekten kaçınan ve Allah’a yönelenlere müjde var. Müjdele kullarımı: 39/17

- Onlar ki, sözü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah’ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir ve onlar aklıselim sâhipleridir. 39/18

- O’dur ki size âyetlerini gösteriyor ve sizin için gökten rızık indiriyor. Ancak (Allah’a) yönelen öğüt alır. 40/13

- Kafir olanlar diyorlar ki: Ona Rabbi’nden bir âyet (mucize) indirilmeli değil miydi? De ki: Kuşkusuz Allah dilediğini saptırır. Kendisine yönelenleri hidayete erdirir. 13/27

- “Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye Nuh’a tavsiye ettiğini sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi Allah size din kıldı. Fakat kendilerini çağırdığın bu(din), Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir. 42/13

- Hiçbir musibet, Allah’ın izni olmadıkça isabet etmez. Kim Allah’a iman ederse, Allah da onun kalbine hidayet verir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. 64/11

Bir insanın hidayet bulması için, Allah’a yönelmesi, doğru yolu arzu etmesi gerekir. Allah, kendisine iman edenin kalbine hidayet verir. Bunun için insanın, dünyanın neresinde olduğu veya hangi devirde yaşadığı mani teşkil etmez.

Daha öncede Kur’an’a dayalı olarak belirttiğim gibi, insan fıtrat yani yaratılış olarak muvahhid tir. Allah’ın tek İlâh olarak Rabb’i olduğu gerçeğinin üzerini örtmeyip, buna iman

194

Page 195: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

eden kimse, Allah’ın hidayet vermesiyle kalbinde hidayet bulur. Rabb’inin kim olduğunu ve hayat gerçeğinin manasını amel olarak öğrenme olayına giriştiğinde, örneğin, kendisini kimin yarattığını, dünyaya nereden geldiğini, dünyada bulunmasının amacını ve öldükten sonra nereye gideceğini merak ederek öğrenmeyi araştırdığında, doğrulardan hoşlanıp benimseme isteğinde bulunması halinde, Allah onun kalbine hidayet ederek, Vahiyden istifade etmesinin yollarını açar.

İnsanın fıtrat en hanif yani Allah’ı bir tek İlâh olarak kabul etmeye uygun yaratıldığı hususunda, Kur’an’dan mealen:

- Sen yüzünü, Allah’ı birleyici (hanif) olarak doğruca dine çevir. Allah’ın yaratmasına (fıtratına) ki, Allah insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler. 30/30

Bu konuyla ilgili olarak İbrahim peygamberi örnek gösterecek olursak, Kur’an’dan mealen:

- İbrahim, babası Âzer’e demişti ki: “Sen putları ilâhlar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum." 6/74

- Böylece biz İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu (iç yüzünü) gösteriyorduk ki, kesin inananlardan olsun. 6/75

- Üzerine gece basınca (İbrahim) bir yıldız gördü; “Budur Rabb’im" dedi. Yıldız batınca: “Batanları sevmem”, dedi. 6/76

- Ay’ı doğarken görünce: “Budur Rabb’im" dedi. O da batınca “Rabb’im beni doğru yola iletmezse, muhakkak sapıklığa düşmüş topluluktan olacağım" demişti. 6/77

- Güneşi doğarken görünce: “Budur Rabb’im, bu daha büyük" dedi. (O da) batınca dedi ki: “Ey kavmim, ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım." 6/78

195

Page 196: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Ben hanif olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim. 6/79

Böylece hidayet buldu, Allah ona peygamberlik verdi ve onu dost edindi. Kur’an’dan mealen:

- İşlerinde doğru olarak kendini Allah’a teslim eden ve İbrahim’in, Allah’ı bir tanıyan (hanif) dinine tabi olan kimseden dince daha güzel kim vardır? Allah İbrahim’i (kendine) dost edinmişti. 4/125

Hidayet bulmayanların durumuna gelince, bunlar hidayeti istemeyip hidayete götüren gerçeklere gözünü kapatıp, bu gerçeklerin üzerini örten kimselerdir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Gece ve gündüzün değişmesinden ve Allah’ın, göklerde ve yerde yarattığı şeylerde (Allah’ın azabından) korunan bir topluluk için nice deliller (ayetler) vardır. 10/6

- Bize kavuşmayı ummayan, dünya hayatına razı olup onunla yetinenler ve ayetlerimizden de gâfil olanlar, 10/7

- İşte kazandıkları işlerden dolayı onların varacakları yer, ateştir! 10/8

- Dünya hayatından sâdece (görünen) dış yüzünü bilirler; âhiretten ise onlar tamâmen gafildirler. 30/7

- Kendi nefislerinde hiç düşünmediler mi ki Allah, gökleri, yeri ve aralarındakileri ancak hak ile ve belli bir süre ile yaratmıştır. İnsanlardan çoğu, Rab’lerine kavuşmayı inkâr etmektedirler. 30/8

Yeryüzünde haksız yere büyüklenenleri ayetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar her ayeti görseler de ona inanmazlar. Doğru yolu görseler, onu yol edinmezler, ama azgınlık yolunu görseler, onu yol edinirler. Bu onların ayetlerimizi

196

Page 197: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

yalanlamalarından ve onlara karşı gâfil olmalarındandır. 7/146

Görüldüğü gibi, hidayet bulmayanların, hidayet bulmamalarının nedeni bilgi kaynaklarının noksanlığından değil de, hidayeti bulmak istememelerindendir. Bunlar öyle kimselerdir ki, Allah’a kavuşmayı ummazlar, dünya hayatına razı olup onunla yetinerek, ayetleri boş verirler. Yer yüzünde büyüklenip, ayetleri yalanlayarak umursamazlar.

İnsanın bizzat kendisi, yer gök ve bunlar arasında bulunanlar bir harikalar alemidir. İnsan nereye dönüp baksa kendisini hayretlere düşürecek bir olayla karşılaşır, yeter ki bakmasını bilsin. Bizzat yaratıkların var olmasının varlığı bir harika olaydır. Varlık üzerinde derinleşerek bakanların hayretler içinde kalacağı bir çok olaylar olduğu gibi, dikkatlice biraz bakanların da hayretler içinde kalacağı olaylar mevcuttur. Örneğin: çok kolay bir şekilde, gözün ve tırnakların yaptıkları işe, yapılarına ve yerleşim yerlerine bak, hayretler içinde kalmamak mümkün mü? Başını kaldır ve gökyüzüne bak, güneşin, ayın ve yıldızların yaptıkları işe ve yerleşim yerlerine dikkat et, hayretler içerisinde kalırsın. Hele alemin yaratılışını ve var olmasını imkanlar nispetinde derinlemesine incelediğinde sonsuza kaçan bir hayretler zinciriyle karşılaşırsın. Alemde hiçbir şey boş, manasız sebepsiz değildir. Hele hayatın kendisi! Biz kimiz, nerden geldik, bu dünya ve içerisinde bulunduğu alem neresidir, ölüp te buradan ayrıldığımızda nereye gitmekteyiz, ölü bedenlerin genelde mezara taşındığını herkes bilebilir, fakat konu bu değildir zira biz bedenden ibaret değiliz, bedenle birlikte ruh denen bir varlığımız vardır, mahiyetini bilmediğimiz bu varlığın ölüm halinde bedende mevcut olmadığını gözlemlerimizle göre bilmekteyiz. Ölü bedenle bir arada, canlı haldeki gibi mezara gitmediği kesin ulan bu varlık, ölüm olayı meydana geldiğinde ne olmakta veya hangi konuma girmektedir, biz bunu duyularımızla ve gözlem araçlarımızla görememekteyiz. O zaman bu dünya hayatının

197

Page 198: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

ötesinde ne vardır ve bizi ne beklemektedir, biz aleme baktığımızda manasız hiçbir şey bulamıyoruz, hayatımızın bir manasının olmaması mümkün değildir. Bütün bunların sahipsiz ve başıboş olması da mümkün değildir. Hele büyük bir düzene sahip olan alemde, bir adaletin olmaması da mümkün değildir, örneğin bir çok zalim bu dünyada ceza görmeden, zulmünü sürdüre sürdüre ölüp gitmekte, birçok iyi kimsede, bu dünyada iyiliğinin karşılığını tam görmeden iyilik yapmayı sürdürerek ölüp gitmektedir. Ne zalimin cezasız nede iyi kimsenin mükafatsız kalmaması adaletin gereğidir. O zaman bu adalet nerede ve kimin tarafından gerçekleştirilmektedir. İnsan bu şekilde, Allah’ın varlığının ve birliğinin, ahret hayatı denen olayın işaretlerini bulabilir. İlâhın tek olması ve Takdir ettiği Adaletinde tek olması şarttır. İlâh, birden fazla olursa alemde üstün gelme mücadelesini yansıtan bir çatışma baş gösterirdi, fakat böyle bir şey görememekteyiz. Takdir ettiği adalet birden fazla olmuş olursa, iyi ve kötü, güzel ve çirkin belirsiz hale gelirdi fakat böyle bir şey de mevcut değildir, basitçe şöyle diyeyim, her nefis kendisine şeker veren ile, dayak atanı kolayca bir birinden ayıra bilir. Öyleyse iyi ve kötüyü tayin eden adalette birdir. Bizi sayamayacağımız kadar çok nimetlerle, rızıklandıran Allah, faydamıza olan bilgiyle de rızıklandırmıştır. Bunun için, Allah bir rahmet olarak, insanları bir çok konuda bilgilendirmek için peygamberleri göndermiştir. Hem de dini sorumluluk taşıyabilecekler arasında fert bazında olsa dahi bir boşluk meydana getirmeden, Yeter ki, insan hidayeti gerçek manada istesin ve yönelsin ve böylece rızıklansın, dünyanın neresinde ve hangi devirde olursa olsun, Allah ona hidayet eder. Hidayeti boş verip dünya hayatına razı olursa varacağı yer ateştir. Ayrıca boş vermekle kendisine layık gördüğü elbise hiçliktir.

Peygamberlerin fertlere ve kitlelere erişmeleri açısından örnek verecek olursak, Kur’an’dan mealen:

Rahmân ve Rahim Allah’ın adıyla.

198

Page 199: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Yâsin 36/1

- Hikmetli Kur’an’a andolsun. 36/2

- Sen elbette gönderilmiş elçilerdensin. 36/3

- Doğru bir yol üzerinde. 36/4

- Üstün ve çok merhametli Allah’ın indirdiği (Kur’an yolu) üzerindesin. 36/5

- Babaları korkutulmamış ve gafil bulunan bir kavmi (kendisiyle) uyarman için gönderildin. 36/6

- (Mûsâ’ya) seslendiğimiz zaman sen Tur’un yanında değildin. Fakat Rabb’inden rahmet olarak (orada geçenleri sana bildirdik) ki senden önce bir uyarıcı (peygamber) gelmemiş olan kavmi uyarasın; belki düşünüp öğüt alırlar. 28/46

Peygamberin uyardığı kavme, önceden uyarılmamış olan babaları da dahildir. Yoksa ondan önce Araplar hiç uyarılmamış demek değildir. Kâbe’nin temellerini, İbrahim ve İsmâil peygamberlerin yükselttiğini düşün, Kur’an’dan mealen:

- İbrahim, İsmâil’le berâber Ev’in (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyor: “Rabb’imiz bizden kabûl buyur, şüphesiz sen işitensin bilensin." 2/127

Peygamberin, 36 Yasin 6 ve 28 Kasas 46 da bildirilen bizzat kendisinin tebliği ve kavimle ilişkisi, çağdaşlık ve yakın çevreyi uyarı ilişkisidir. Yoksa getirmiş olduğu vahiy kıyamete kadar tüm insanlar ve cinler için olup, kendisi alemlere rahmet olarak gönderilmiştir.

Kendisinden önce de, bütün ümmetlerin mutlaka peygamberi vardı.

199

Page 200: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Kur’an’dan mealen:

- Andolsun senden önce, evvelki (millet)lerin kolları içinde de elçilere gönderdik. 15/10

- Biz seni gerçek ile birlikte müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Her ümmet için mutlaka uyarıcı (gelip) geçmiştir. 35/24

- Andolsun ki, biz senden önce peygamberleri kavimlerine gönderdik; onlara deliller getirdiler ve biz, (onları dinlemeyip) suç işleyenlerden öç aldık. Müminlere yardım etmek üzerimize borç idi. 30/47

- Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygamberleri geldiği zaman, aralarında adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez. 10/47

Görüldüğü gibi her ümmet için mutlaka bir uyarıcı vardır. Ümmet, herhangi bir hususiyet ile bir araya gelmiş olan her cemaate ümmet dendiği gibi, ayrı hususiyetleri olan tek bir fert bile bir ümmettir, bundan dolayı fert olsun topluluk olsun herkese mutlaka uyarıcı gelmiştir, uyarıcının gelmesi getirdiği mesajın ulaşması demektir, örneğin Kur’an kime ulaşırsa sanki peygambere muhatap olmuş gibi, getirdiği mesajı almış demektir.

Ümmet konusunda Kur’an’dan mealen:

- İbrahim Allah’a itaât eden, O’nu birleyen bir ümmet idi, Ortak koşanlardan değildi. 16/20

Bu da gösteriyor ki yetişkin insanların tamamının dini vahiyden istifade imkanı vardır. Eğer bir kimse gerçek manada hidayeti arzu ederse, Allah ona işittirir ve hidayet eder.

Tekrar Kütüb-i Sitte’deki konularımıza dönecek olursak:

200

Page 201: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

249- Ahnef İbnu Kays radıyallahu anh anlatıyor: “Şu adamı kastederek (evden) çıkmıştım. Yolda Ebu Bekre radıyallahu anh’a rastladım.

“Ey Ahnef nereye gidiyorsun?" dedi.

“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın amca oğluna yardım etmeyi arzu ediyorum!"dedim.

“Dön! Dedi. Zira ben, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın şöyle söylediğini işittim: “İki Müslüman kılıçlarıyla birbirlerinin üzerine yürürlerse öldüren de ölende ateştedir!”......... (K.S. 4805 C.13 S.475 Akçağ 1992 alıntısı, Buhâri, Diyât 2, Fiten 10; Müslim Fiten 14,(2888); Ebû Dâvûd, Fiten 5,(4268); Nesâi, Tahrim 29,(7,125))

Bu rivayetleriyle, zulmen saldırıya uğrayıp ta meşru müdafaa hakkını kullananın hakkını inkar etmişlerdir. Bu Kur’an’a uymayan bir iddiadır. Bu hususta Kur’an’da şöyle denmiştir, mealen:

- İşte böyle, Her kim, kendisine verilen eziyetin dengi ile karşılık verir de, bundan sonra kendisine yine bir tecâvüz ve zulüm vâki olursa, emin olmalıdır ki, Allah ona mutlaka yardım edecektir. Hakikaten Allah çok bağışlayıcı ve mağfiret edicidir. 22/60

- Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmeyin. Kim zulmen öldürülürse, onun velisine yetki verdik. (öldürülenin hakkını arar. Ancak o da) öldürmede aşırı gitmesin (katil yerine, katilin akrabasını veya katille beraber bir başkasını öldürmesin) Çünkü kendisine yardım edilmiş (yetki verilmiş)tir. 17/33

- Eğer Müminlerden iki grup vuruşurlarsa onların arasını düzeltin; şayet biri ötekine saldırırsa Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla vuruşun. (Allah’ın buyruğuna) dönerse artık adâletle onların arasını düzeltin ve

201

Page 202: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

(her hususta) âdil olun. Allah, adâlet(le hareket) edenleri sever. 49/9

Bu itibarla uydurdukları rivayet Kur’an’a uymadığı gibi, şu rivayetleriyle de çelişkilidir:

250- Abbâs İbnu Mirdas es-Sülemi radıyallahu anh’ın anlattığına göre: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, .................. “Allah’ın düşmanı İblis, Rab Teâla hazretlerinin, ümmetimin hepsini mağfiret buyurduğunu öğrenince, yerden toprak alıp kendi yüzüne saçtı ve “Yazıklar olsun bana! Helak oldum, her emeğim boşa gitti!" diye bağırıp çağırmaya başladı. Onun bu korku ve üzüntüsünü görmek beni güldürdü" (K.S. 6901 C. 17 S.379 Akçağ 1993 alıntısı, İbn-i Mace 3013)

Yukarıda ki rivayette, Allah’ın zalim olsun mazlum olsun tüm Muhammed ümmetini af ettiğini söylemeleri evvelki rivayetleriyle çelişkilidir. Ayrıca, bütün Muhammed ümmetinin affedildiği şeklindeki rivayetlerinin asılsız olduğunu evvelce belirtmiştim.

251- Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Müslüman bir kimse öldü mü, Allah ona bedel bir Yahudi veya Hıristiyan’ı cehenneme koyar." (K.S. 4514 C.13 S.75 Akçağ, alıntısı Müslim, Tevbe 50,(2767))

Bu rivayet, Allah’a karşı yapılmış büyük bir iftiradır. Bir kimse bir suçu işlememişse o suçtan dolayı, Allah ona azap etmez. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

- De ki: “Bizim işlediğimiz suçtan siz sorulacak değilsiniz; biz de sizin işlediğinizden sorulacak değiliz." 34/25

- Yoksa kendisine haber mi verilmedi: Mûsâ’nın sahibelerinde (yazılı) olan. 53/36

202

Page 203: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Ve çok vefâlı İbrahim’in (sahibelerinde yazılı şu gerçekler): 53/37

- Ki hiç bir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez. 53/38

Bu itibarla tahdis etmiş oldukları rivayet, Kur’an’la çelişkili olup aslı yoktur.

252- Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“kıyamet günü, ateşten bir parça, boyun şeklinde uzanır. Bunun, gören iki gözü, işiten iki kulağı, konuşan bir dili vardır. Der ki: “Ben üç takım (insanı cezalandırmak) için vazifelendirildim: Allah’la birlikte bir başka ilaha dua eden kimse, bile bile zulmeden cebbâr, tasvirciler." (Resim, heykel v.s. Yapanlar) (K.S. 5121 C.14 S.440 Akçağ, alıntısı Tirmizi, Cehennem 1, (2577))

253- İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“........... Kim bir sureti tasvir ederse (Kıyamet günü) azaba uğrar ve bu yaptığına ruh üflenmesi emredilir, ama üfleyemez." (Bu cehennemde ebedi kalacağı manasındadır) (K.S. 5895 C.16 S.364 Akçağ, alıntısı Buhari, Ta’bir 45; Ebû Dâvûd, Edeb 96, (5024); Tirmizi, Rü’ya 8, (2284))

Bu iddialarının aslı yoktur. İslam Dininde değil resim yapmak, heykel yapmak dahi men edilmemiştir, hatta övülmüştür. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

- Süleyman’a sabah gidişi bir ay(lık mesâfe), akşam dönüşü bir ay(lık mesafe) olan rüzgarı boyun eğdirdik ve onun için erimiş bakırı da kaynağından sel gibi akıttık. Rabb’inin izniyle cinlerden bir kısmı, onun önünde çalışırdı. Onlardan kim buyruğumuzdan sapsa, onu alevli azâbı taddırırdık. 34/13

203

Page 204: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Ona dilediği gibi kaleler, heykeller, havuzlar kadar (geniş) leğenler, sâbit kazanlar yaparlardı. “Ey Davud âilesi, şükredin!"kullarımdan şükreden azdır. 34/13

Görüldüğü gibi, heykel yapılması kötülenmemiş, aksine şükredilmesi gereken bir nimet olarak tanımlanmıştır. Zira yasak olan heykel yapmak değil, heykele tapmadır, bunların ikisi aynı şey değildir.

254- İyâs İbnu Sa’lebe el-Hârisi radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Kim Müslüman bir kimsenin hakkını, yemini ile ele geçirirse artık onun için cehennem vacib olmuştur. Allah Teâla ona cenneti de mutlaka haram kılmıştır.”

“Ey Allah’ın Resûlü! Az bir şey olsa da mı?"diye sormuşlardı.

“Misvak ağacından bir çubuk bile olsa! cevabını verdi."(K.S. 5822 C.16 S.295-296 Akçağ, alıntısı Müslim, İmân 218,(137); Nesâi, Kadâ 29,(8,246))

255- İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “İki kişi Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın huzurunda murâfaa olundular. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm müddeiden (davacıdan) beyyine (delil, şahit) talep etti. Adamın bey yinesi yoktu. Bunun üzerine davalıdan yemin talep etti. O, kendisinden başka ilah bulunmayan Allah’a kasem etti. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:

“Hayır, sen (iddia edileni) yaptın. Ve lâkin La ilahe İllallah sözündeki ihlas sebebiyle mağfiret olundun!"buyurdu."(K.S. 5832 C.16 S.308 Akçağ, alıntısı Ebû Dâvûd, Eymân 16,3275))

İki rivayetin çelişkili olduğu açıktır. Birinde yalan yemin eden ebedi cehennemlik olurken, diğerinde peygamber

204

Page 205: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

huzurunda muhakeme edilirken yalan yere yemin eden af ediliyor.

256- Ebu Sa’id radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Hakkıyla cehennemlik olan cehennemlikler var ya, onlar cehennemde ne ölürler ne de yaşarlar. Lâkin günahları -yahut hataları denmiştir- sebebiyle ateşe dûçar olan bir kısım kimseler vardır ki, ateş onları tamamen öldürür. Yahut kömür olduktan sonra, kendilerine şefaat edilme izni verilir. Böylece grup grup getirilirler ve cennet nehirlerine dağıtılırlar. Sonra:

“Ey cennet ehli! Bunların üzerine su dökün" denilir. Bunlar, sel yatağında biten bir ot gibi yeniden biterler." (K.S. 5152 C.14 S.467 Akçağ, alıntısı Müslim, İman 306, (185))

257- İmrân İbnu Husayn radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın şefaati ile bir kısım insanlar cehennemden çıkacak, cennete girecektir. Bunlara cehennemlikler denecektir." (K.S. 5154 C.14 S.469 Akçağ, alıntıları Buhari, Rikâk 513, Ebû Dâvûd, Sünnet 23,(4740); Tirmizi, Cehennem 10,(2603))

258- Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Cehenneme giren iki kişinin oradaki bağırtıları şiddetlenecek. Allah Teâla Hazretleri: “Çıkarın bunları!" buyuracak. Onlara:

“Niçin bağırıyorsunuz?"diye soracak. Onlar:

“Bize merhamet edesin diye böyle yaptık!"diyecekler. Rab Teâla:

“Benim size rahmetim gidip kendinizi ateşe atmanız şeklindedir!" buyuracak. Onlar gidecekler. Biri kendisini ateşe atacak. Allah da ateşi ona soğuk ve selametli kılacak.

205

Page 206: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Diğeri kalkar fakat kendisini ataşe atamaz. Allah Teâlâ hazretleri:

“Arkadaşının attığı gibi, seni de kendini atmaktan alıkoyan nedir?" diye sorar. Adam:

“Ey Rabbim, beni ondan çıkardıktan sonra oraya bir kere daha göndermeyeceğini ümit ediyorum!" der. Allah Tealâ hazretleri:

“Haydi ümidini verdim!" der. İkisi de Allah’ın rahmetiyle cennete sokulurlar." (K.S. 5155 C.14 S.469-470 Akçağ, alıntısı, Tirmizi, Cehennem 10,(2602))

Daha önce verdiğim örneklerde Mümin olarak ölen kimselerin günahı ne kadar çok olursa olsun cehenneme hiç girmeden cennete gireceğini, hatta Peygamberi gören veya peygamberi göreni gören kimseye ateş değmeyeceğini iddia ettiklerini rivayet örnekleriyle birlikte vererek yazmıştım. Yukarıdaki rivayetlerde bir kısım kimselerin ateşe girdikten sonra çıkacaklarını iddia etmeleri çelişkilidir.

Bu tür rivayetlerle, cehenneme giren bir kısım insanların bir müddet azab gördükten sonra ordan çıkarılıp cennete götürüleceklerini iddia ettiler. Güya bir kısmı peygamberin şefaat etmesiyle ve hatta bir kısmı da bağırıp feryat etmekle cehennemden kurtulmasının mümkün olduğunu tahdis ettiler. Bu ise, insanları boş umutlara sürükleyen, onların takvalı olmamalarına sebep olan bir iddiadır. Cehenneme girdikten sonra, oradan çıkarılıp cennete götürüleceğine umut bağlayan bir çok kimse. Ben müslümanım bu bana yeter deyip, dini görevlerini yerine getirmediği gibi, haramlardan da kaçınmamaktadır. halbuki durum hiçte öyle değil. Cehenneme azap görmek üzere giren bir kimse ebediyen, ne azaptan kurtulur, nede cehennemden çıkar. Bu husus çok önemli olduğundan tekrar belirtmemde fayda vardır. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

206

Page 207: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Suçlular, cehennem azâbında ebedi kalacaklardır. 43/74

- Kendilerinden (azâb) hiç hafifletilmeyecektir. Onlar azâb içinde ümitsizdirler! 43/75

- Biz onlara zulmetmedik; fakat onlar kendileri zâlim idiler. 43/76

- “Ey Malik! Rabbin bizim işimizi bitirsin!" diye seslenirler. Malik de “Siz böyle kalacaksınız!" der. 43/77

Görüldüğü gibi, cehennem ehlinin cennete gidip girmeye umutları olmadığı gibi. Azaptan kurtulmak için yok olmayı istiyorlar o dahi kabul edilmiyor. Allah tarafından af edilenler, cehenneme hiç girmeden, cennete gidip girerler. Cennete girdikten sonra ordan da bir daha çıkmak söz konusu değildir. Bu itibarla uydurmuş oldukları rivayetlerin aslı yoktur.

259- ........... Bana kardeşim Abdulhamid, Süleymân ibn Bilal’den; o da Sevr’den; o da Ebû’l-Gays’tan; o da Ebû Hüreyre (R)’den tahdis etti ki, Peygamber(S) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü ilk çağrılacak kimse Âdem Peygamberdir. Zürriyeti ona arz olunup görürler. Onlara:

- Bu, babanız Âdem’dir! denilir.

Âdem:

- Lebbeyke ve sa’deyke (yâ Rabb)! der.

- Zürriyetinden cehennem kafilesini çıkar(gönder)! buyurur.

Âdem:

- Yâ Rabb! Ne kadar çıkarayım? der.

Allah:

207

Page 208: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Her yüz kişiden doksan dokuzu çıkar buyurur”. ........... (Buhari, Kitâbu’r Rikaak H.116 C.14 S.6442 Ötüken 1989 )

260-............ Ebû Said (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: “Allah Taâlâ:

- Yâ Âdem! buyurur.

Âdem hemen cevâp olarak:

- Yâ Rabb, mükerreren icâbet eder, her emrini yerine getirmeye dâimâ kıyâm eylerim. Ve her hayır Sen’in iki elinde(emir ve nehyinde)dir, der. Allah Taâlâ:

- Ateşe girecekleri (halk arasından) çıkarıp gönder! der .

Âdem:

- Yâ Rabb, ateşe göndereceklerinin miktarı ne kadardır? diye sorar.

Allah Taâlâ:

- Her bin kişiden dokuzyüzdoksandokuzu! diye cevâb verir. ......." (Buhari, Kitâb’r-Rikaak H.117 C.14 S.6443-6444 Ötüken 1989)

Bu iki rivayet çelişkilidir, birinde yüz kişiden bir kişi kurtulacak derken, öbüründe bin kişiden bir kişi kurtulacak denmiştir. Arada tam on misli fark vardır. Rivayetleri incelediğimde dikkatimi çeken şeylerden biri; bu rivayetleri uyduranların rakamlarla aralarının pek barışık olmadığıdır. Bu itibarla, rakamsal çelişkiye düşülen bu rivayetlerinde aslı yoktur.

Ayrıca, hesap günü cehennemlikleri bir araya getirmek ve cehenneme sürmek Adem peygamberin işi olmadığı gibi, insanlar hesaba çekilmek üzere ayrı ayrı gruplar teşkil ederek ve her insanın kendi imamıyla olması şeklindedir. Her insan

208

Page 209: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

hayattayken kimi önder kabul edip onun peşinden gitmişse, ahrette de hesabını almaya onunla birlikte gider. Kıyamet günündeki durumlarla ilgili olarak Kur’an’dan bazı ayet örnekleri, mealen:

- Sûra üflendi. İşte bu, o tehdid(in gerçekleşmesi) günüdür. 50/20

- Her can, yanında bir sürücü ve bir şâhitle geldi. 50/21

- (Allah ona): “Andolsun, sen bundan gaflet içinde idin. Biz sen(in gözün)den perdeni açtık: bu gün artık gözün keskindir." (dedi). 50/22

- Yanındaki arkadaşı: “İşte yanımdaki hazır" dedi. 50/23

- (Allah sürücü ve şâhide buyurdu ki): “Haydi ikiniz atın cehenneme her inatçı nankörü!" 50/24

- Her insan topluluğunu önderleri ile birlikte çağırdığımız o günde kimin kitabı sağından verilirse, onlar, en küçük bir haksızlığa uğramamış olarak kitaplarını okurlar. 17/71

- Her insanın (amel) kuşunu boynuna doladık, kıyâmet günü onun için açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkarırız: 17/13

- “Kitabını oku, bugün nefsin sana hesapçı olarak yeter!" (deriz). 17/14

- Kitab (ortaya) konulmuştur. Suçluların, onun içindekilerden korkarak: “Vah bize, bu kitap da ne oluyor, ne küçük, ne de büyük hiçbir şey bırakmıyor, her (yaptığımız) şeyi sayıp döküyor!" dediklerini görürsün. Yaptıklarını hazır bulmuşlardır. Rabb’in kimseye zulmetmez. 18/49

Uydurdukları rivayetlerin Kur’an’a uymadığı açıktır.

261- Ebu Hüreyre radıyallâhu anh anlatıyor: “Resulûllah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

209

Page 210: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Allah Teâla Hazretleri cenneti yarattığı zaman Cibril aleyhisselâma:

“Git ona bir bak! Buyurdular. O da gidip cennete baktı ve: “(Ey Rabbim!) Senin izzetine yemin olsun, onu işitip de ona girmeyen kalmayacak, herkes ona girecek!" dedi. (Allah Teâla Hazretleri) cennetin etrafını mekruhlarla (nefsin hoşlanmadığı şeylerle) çevirdi. Sonra: “Hele git ona bir daha bak!" buyurdu. Cebrail gidip ona bir daha baktı. Sonra da:

“Korkarım ona hiç kimse girmeyecek!" dedi. Cehennemi yaratınca, Cebrâil’e:

“Git, bir de şuna bak!" buyurdu. O da gidip ana baktı ve:

“İzzetine yemin olsun, işitenlerden kimse ona girmeyecektir!"dedi. Allah Teâla hazretleri de onun etrafını şehvetlerle (nefsin arzuladığı, câzip şeylerle) kuşattı. Sonra da:

“Git ona bir kere daha bak!" dedi. O da gidip ona baktı. Döndüğü zaman:

“İzzetine yemin olsun, tek kişi kalmayıp herkesin ona gireceğinden korkuyorum!"dedi." (K.S. 5124 C.14 S.442-443 Akçağ, alıntıları Ebû Dâvûd, Sünnet 25,(4744); Tirmizi, Cennet 21,(2563); Nesâi, Eymân 3, (7, 3))

Ayrıca, Müslim ve Tirmizi’nin Enes’ten tahdis ettiklerini söyledikleri rivayette de:

262- Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Cennetin etrafı mekârihle (nefsin hoşlanmadığı şeylerle) sarılmıştır. Cehennemin etrafı da şehevi (nefsin arzuladığı, câzip) şeylerle sarılmıştır. (K.S. 5125 C.14 S.444 Akçağ, alıntısı, Müslim ve Tirmizi.)

210

Page 211: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Cennetin etrafında olanların hoş şeyler olmadığını söylemekle, Cennete gitmeye sebep olan tüm amellerin, örneğin, İman etme ile güzel ameller işlemenin nefse hoş gelen şeyler olmadığını. Fakat, Cehenneme gitmeye sebep olan, şirk, küfür, fısk, zülüm ve isyanın nefse hoş gelen şeyler olduğunu iddia etmişlerdir. Bu ise kafir ve müşrik olduklarının kendi ağızlarından itiraflarıdır. Çünkü, mümin ve takvalı bir kimse cennete götüren amellerden hoşlanır, cehenneme götüren amellerden hoşlanmaz. Bu ise iddia ettiklerinin tersine bir durumdur. Bu konuda örnek verecek olursam, Kur’an’dan mealen:

- Hem bilin ki, içinizde Allah’ın elçisi vardır. Şâyet o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu kalplerinize ziynet yapmıştır. Küfrü, fıskı ve isyânı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar bunlardır. 49/7

- (Bu, size) Allah’tan bir lütuf ve nimettir. Allah bilendir; hikmet sâhibidir. 49/8

Yukarı da, mealini yazmış olduğum ayetlerle, yapmış oldukları rivayetler bir birine terstir. Bu itibarla yapmış oldukları rivayetlerin aslı yoktur.

263- Mutarrıf İbnu Abdillah’ın anlattığına göre, bu zatın iki hanımı vardı. Bunlardan birinin yanından çıkmıştı. Geri dönünce, hanımı: “Falan hanımın yanından geliyor olmalısın!" dedi. mutarrıf: “Hayır, dedi İmrân İbnu Husayn’ın yanından geliyorum. O bana Resûlullah’ın şu sözünü nakletti:

“Cennet sakinlerinin en azı kadınlardır." (K.S. 3309 C.10 S.98 Akçağ 1990, alıntısı Müslim, Zikir 95, (2738))

264- Usâme İbnu Zeyd (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “(Mirâç sırasında) cennetin kapısında durup içeri baktım. Oraya

211

Page 212: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

girenlerin büyük çoğunluğunun miskinler olduğunu gördüm. Dünyadaki imkân sahiplerinin cehennemlikleri ateşe gitmeye emr olun muşlardı, geri kalanlar da mahpus idiler. Cehennemin kapısında da durdum. Oraya girenlerin büyük çoğunluğu da kadınlardı." (K.S. 2075 C.7 S.449 Akçağ 1988 alıntısı, Buhari, Rikak 51, Müslim, zühd 93, (2736))

Uydurmuş oldukları bu rivayetlerle ve daha birçok rivayetlerde kadınları İslam dininden soğutmayı amaçladıkları gibi, tipik kadın düşmanlığı sergilemişlerdir. O kadar yoğun ve aşağılayıcı bir şekilde uydurma rivayetleriyle kadınlara saldırmışlardır ki, İslam dinine saldırmaları konusu bir tarafa, şiddetle kadınları kötülemeye gayret etmişlerdir. Ayrıca yine bir çok rivayetleriyle maddi imkan sahiplerini kötüleyip miskinleri övmüşlerdir. Miskinliğin manası: Fakirlik ve yokluktan doğan acizliktir. Bu iki hususu hangi toplum veya ülke benimseyip uygularsa yıkımdan kurtulamaz. İslam dininde, ne cinsiyet ne ırk ne zenginlik nede fakirlik cennete veya cehenneme gitmek için ölçü değildir. Ölçü olan takvadır. Cennet ve cehennem dışında ceza olarak mahpusluk diye bir şey yoktur.

Kadın düşmanlıklarıyla ilgili olarak Kur’an’dan mealen:

- Onlardan birine dişi (çocuğu olduğu) müjdelendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir. 16/58

- Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. (şimdi ne yapsın) onu, hakaretle tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün! Bak ne kötü hüküm veriyorlar. 16/59

İşte kadınlar hakkında bu rivayetleri uyduranlar da, mealini vermiş olduğum ayetlerde belirtilen kimseler gibi kadınlardan, başka bir ifadeyle dişi cinsten nefret eden kimselerdirler. Kadınlara karşı olan nefretlerini, çok azı müstesna çoğu cehenneme gidecek, çok azı cennete gidecek demek suretiyle tatmin etmek istemişlerdir. Hal bu ki, İslam

212

Page 213: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

dinin de önemli olan, erkek veya dişi olmak değil de, inanç ve amel, başka bir ifadeyle takva önemlidir. Kur’an’dan mealen:

- İnanıp iyi işler yapanlar, -ki hiç kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmeyiz- İşte onlar cennet halkıdır, onlar orada ebedi kalacaklardır. 7/42

KEVNİ KONULAR HAKKINDA UYDURDUKLARI HADİS ÖRNEKLERİ

265- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Hz. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün) aya bakarak: “Ey Aişe, şunun şerrinden Allah’a sığın. Bu, (ayet’i kerimede geçen) ğâsıktır. (Ayet): “Kaybolduğu zaman ayın şerrinden..." demektir”. (K.S. 901 C.4S.427 Akçağ 1988, alıntısı, Tirmizi, Tefsir, Muavvizateyn, (3363) )

Ay ve güneş, büyük faydalarının yanında, gök yüzünün iki süsüdür, bunlara dahi saldırmaktan kendilerini alamamışlardır. Zira onlar güzel olan her şeye düşmandırlar. Ay’a yapmış oldukları saldırılarına delil olarak 113 Felâk 3 ncü ayetini göstermişlerdir. Bu ayette bahsi geçen, Ay olmayıp, bastıran karanlıktır. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla

- De ki: Sığınırım ben, karanlığı yarıp sabâhı ortaya çıkaran Rabb’e: 113/1

- Yarattığı şeylerin şerrinden, 113/2

- Bastırdığı zaman karanlığın şerrinden, 113/3

Görüldüğü gibi, Ay dan bahsedilmeyip çöken karanlıktan bahsedilmektedir. Öyle ki, karanlık çökmesi, beraberinde bir çok tehlikeleri getirebilmektedir. Ay’dan ise Kur’an’da karanlık olarak değil, Nur olarak bahsedilmiştir. Yani, Ay’ın vasfı karanlık olmayıp nurdur. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

213

Page 214: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- “Görmediniz mi Allah nasıl yedi göğü, birbiri üstünde tabaka tabaka yarattı ? 71/15

- “Ve Ay’ı bunların içinde bir nur yaptı. Güneşi de bir lâmba yaptı." 71/16

Görüldüğü gibi Ay şerli değildir, bundan dolayı uydurmuş oldukları rivayetin aslı yoktur.

Güneşe de saldırıda bulunarak onu da şeytana taç yapma yönün de rivayetler uydurmuşlardır. Bu rivayetlerini maskelemek için de, namazı öne sürmüşlerdir veya kafirler Güneş’e doğuşu ve batışı zamanlarında secde ediyorlar bahanesini uydurmuşlardır. Bu tür şeyler boş iddialardır. Zira Dünyanın tamamını düşündüğümüzde günün her anında, Güneş bir yerde batarken bir başka yerde doğmaktadır. Yani dünyanın dönüşüyle birlikte dünyanın tamamına yakın bir kısmında güneş kesintisiz bir doğuş ve batış halindedir. Bu duruma göre, güneş şeytanın boynuzları arasından doğar ve batar şeklinde iddia da bulunmak, güneşin, şeytanın boynuzları arasından günün her saati hiç ayrılmıyor manasındadır. Bu konuda uydurmuş oldukları rivayetlerden örnekler verecek olursam:

266- ........... İbn Umer (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: “Güneşin hâcibi (yani ışığı) göründüğü vakit, güneş iyice meydana çıkıncaya kadar nâmazı bırakınız. Güneşin hâcibi battığı zamân da tâ kayboluncaya kadar nâmazı yine bırakınız. Kılacağınız namazınız için güneşin ne doğma zamânı, ne de batma zamânını tercih ediniz. Çünkü o bir şeytânın-yâhud şeytânın- iki boynuzu arasından çıkar."............. (Buhâri, Kitâbu Bed’i’l-Halk C.7 S.3070 H.81 Ötüken 1987.)

267- Abdullah es-Sunâbihi (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Güneş, beraberinde şeytanın boynuzu olduğu halde doğar, yükselince ondan ayrılır. Bilahare istiva edince (tepe noktasına gelince)

214

Page 215: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

ona tekrar mukarenet (yakınlık) peydah eder. Zevalden sonra (tepe noktasından ayrılıp batıya meylettimi) ondan yine ayrılır. Batmaya yakın tekrar ona yakınlık peydah eder, batınca ondan ayrılır.”

Resûlullah (aleyhissâlâtu vesselâm) işte bu vakitlerde namaz kılmaktan men etti." (K.S. 2418 C.8 S.303 Akçağ, alıntısı, Nesâi mevâkit 31, (1,275))

268-. ... Amr b. Abese’den demiştir ki:

- Ben (resûl-i Ekrem’e hitaben): “Ey Allah’ın Resulü, gecenin hangi saatinde (ibadet ve) dua daha makbuldür?"dedim. (O şöyle) cevap verdi:

“-Gecenin son vaktinde. Sabah namazını kılıncaya kadar ve istediğin (nâfileyi) kıl. Çünkü (bu vakitte kılınan) namaz, (ve sevabı) yazılmıştır. (Sabah namazını kıldıktan) sonra, güneş doğup da bir veya iki mızrak boyu yükselinceye kadar (namaz kılmayı) bırak. Çünkü güneş şeytanın boynuzları arasından doğar ve kâfirler güneşe (o saatte) tapınırlar. Sonra mızrak gölgesiyle bir oluncaya kadar ve istediğin kadar kıl. Çünkü (bu saatte kadar kılınan) namaz şahitlidir (ve sevabı) yazılmıştır. Mızrak gölgesiyle bir olduktan sonra namazı bırak. (Çünkü o saatte) cehennem kızdırılır ve kapıları açılır. Güneş (batıya) meyledince ikindi namazını kılıncaya kadar (ve) istediğin (nafiley)i kıl. Çünkü bu (saatte kılınan) namaz şahitlidir. (ikindi namazından) sonra güneş batıncaya kadar namazı bırak. Çünkü (güneş) şeytanın boynuzları arasında batar ve kâfirler ona (o saatte) tapınırlar." (Ebû Dâvud, k. Salâtu’t-Tatavvu’(5),Bâb 10 H.1277 C.5 S.41-42 ayrıca, Buhari, be dul-halk 11, Müslim, müsâfirin 290,294; mesacid 174; Nesâi, mevâkit 35,40; İbn Mâce, ikâme 148. (Şamil 1988))

Görüldüğü gibi, güneşin şeytanın iki boynuzu arasında doğduğu ve battığı hususunda karar kılmışlardır. Bu ise güneşe karşı hem saldırganlık hem de nankörlüktür.

215

Page 216: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Uydurmuş oldukları diğer bazı rivayetler, güneşin gece nereye gittiği konusundadır. Günün her anında ve her vakit dünyada mevcut olduğunu bilmediklerinden, gece sabah oluncaya kadar Güneş’in, arşın altına gittiğini zannetmişlerdir. hal bu ki, dünyada bir yer gece iken diğer bir yer gündüzdür. Güneş ışığı dünya üzerinden ayrılmamaktadır. Bu gerçeğe aykırı olarak uydurdukları rivayetlerden örnek verecek olursam:

269-.......... Ebû Zerr (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) güneş battığı zamân bana:

“Güneş nereye gider, bilirmisin?"diye sordu.

Ben:

Allah ve Rasûlü en bilendir, dedim.,

Resûlullah şöyle buyurdu:

- “Güneş gider, tâ Arş’ın altında secde eder (âdetince doğudan doğmak üzere) izin ister de ona izin verilir (ve doğu tarafından doğar. Bununla berâber insanların günahları üzerine doğmayı fenâ görür). Ve bu hâlde secde etmeye yaklaşır. Fakat secdesi kabûl olunmaz. (Doğacağı yerine gitmeye) izin ister; izin verilmez. Ona: Artık nereden geldinse oraya dön! denilir. O da battığı taraftan doğar. ................ (Buhari, Kitâbu Bed’i’l-Halk H.9 C.7 S.3017 Ötüken 1987)

Tabiat gerçeklerine uymayan bu rivayetler asılsızdır.

Daha önce, Ay’ın fiilen iki parçaya ayrılarak, bir parçası dağın arkasına bir parçası da önüne gittiği şeklinde uydurmuş oldukları rivayetten bahsetmiştim. (K.S. 5607)

Mevsimler konusunda ise, Yaz ve Kışın, cehennemin nefesinden olduğunu iddia ederek, şu şekilde rivayetler uydurmuşlardır:

216

Page 217: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

270-. .......... Bize Sufyân (ibn Uyeyne) tahdis edip şöyle dedi: Biz bunu ez-Zuhri’den ezberledik, o da Said İbnu’z-Müseyyeb’den; o da Ebû Hureyre’den. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:

“Sıcak şiddetli olduğu zamân namâzı serinliğe bırakın. Çünkü sıcağın şiddeti cehennemin kaynamasındandır. Cehennem ateşi Rabb’ına şikâyet arz etti de: Yâ Rabb, bir kısmım bir kısmımı yedi, (yâni ben beni yiyiyorum, izin ver) dedi. Allah da iki defa nefes almasına izin verdi. Nefesin biri kışın, diğeri yazın. İşte hissetmekte olduğunuz sıcağın en şiddetlisi ile soğuğun en şiddetlisi budur”. (Buhâri, Kitâbu Mevâkiti’s-Salât H.14 C.2 S.607 Ötüken 1987.)

Bilindiği gibi, mevsimlerin oluşması dünya ekseninin güneş düzlemine eğik olması dolayısıyladır. Güneş ışınlarının dünyaya dik veya eğik gelmesi, mevsimlerin oluşmasına neden olmaktadır. Dünyada bazı yerler kış mevsimini yaşarken, bazı yerlerde yaz mevsimini yaşamaktadırlar. Onun için iddia ettikleri gibi, bütün dünyayı kapsayacak şekilde yaz ve kış sıralaması yoktur. Ayrıca, asırlardan beri kutuplar devamlı buzla kaplıdır. Bunların iddialarıyla bunu izah etmek mümkün değildir. Diğer bir hususta Yaz ve Kış cehennemin nefesiyle ilgiliyse, ilkbahar ve sonbahar neyle ilgilidir? Onun içindir ki, uydurmuş oldukları bu tür rivayetler, gerçeklerle bağdaşmayan boş iddialar olmaktan öteye gidemezler.

Ayrıca Kur’an öğretisine göre cehennemin soğuk olma vasfı yoktur. Kış soğuğuyla cehennem arasında ilişki kurmaları da Kur’an’a aykırıdır. Kur’an’dan mealen:

- Solun adamları (amel defterleri, sol tarafından verilenler), nedir o solcular! 56/41

- Delikçiklere işleyen bir ateş ve kaynar su içinde, 56/42

- Kara dumandan bir gölge altında, 56/43

217

Page 218: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Ki ne serindir, ne de faydalı. 56/44

HADLER VE KISAS HAKKINDA UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

Bir toplumun sağlıklı bir şekilde ayakta durabilmesi için, o toplumda sağlam bir disiplin olması şarttır. Sağlam bir disiplin de ancak adaletli, hakkaniyetli ve güçlü bir ceza hukukuyla mümkündür. Bir topluma uygulanan ceza hukuku adaletsiz ve zalimane şekilde sert olursa, uygulandığı toplumu ezmek suretiyle öldürür. Eğer adaletsiz, gevşek ve belirsiz ise bu sefer toplum bir birini ezmeye başlar. Bunun da neticesi diğerinden farklı değildir. Sonuç yine o toplumun ölümüyle neticelenir. Onun için bir topluma yapılacak en büyük saldırılardan bir tanesi o toplumun adaletli ceza hukukunu bozmak veya o toplumu adaletli bir ceza hukukundan yoksun bırakmaktır. Böylece suç ve ceza denkliği kaybolur ceza ya isabetli olmaz yada suçtan caydırıcı olmaktan çıkar. Rüşvetler yayılır, Aynı suça aynı ceza verilmez, suçu işleyen şahsa göre ceza verme yoluna gidilir. Örneğin: maddi gücü olana ayrı ceza, maddi gücü olmayana ayrı ceza verilir. Bununda serbest bir şekilde uygulana bilmesi için çelişik ve bir birine uymayan hükümlerin elde bulunmasına ihtiyaç vardır. Böylece yargıç keyfine göre içlerinden seçip uygulama imkanına sahip olmuş olur. İşte, hadis adı altında rivayet uydurmacıları, İslam ceza hukuku yönünde tam bu noktada İslam toplumuna saldırıda bulunmuşlardır. Bu konu da uydurmuş oldukları rivayetlerden örnekler verecek olursam, şöyle ki:

271- Ubâdetu’bnu’s-Sâmit (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a bir vahiy geldiği zaman, vahiy sebebiyle ona bir gam ve keder alır, yüzünün rengi uçardı.Bir gün Cenab-ı Hakk yine vahiy indirmişti ki aynı hal onu sardı. Keder hâli açılınca: “Zina haddiyle ilgili hükmü) benden alın. Allah onlar hakkında yol kıldı (yani çok açık şekilde had beyan etti): Bekâr bekârla zina yapmışsa

218

Page 219: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

cezası yüz sopa ve bir yıl sürgündür. Dul dulla zina yaparsa yüz sopa ve recm’dir." (K.S. 544 C.3 S.389 Akçağ 1988, alıntıları Müslim, Hudud 13,1690.H; Ebû Dâvud, Hudud 23, 4415; Tirmizi, Hudud 8, 1434.)

272-............ Zeyd ibn Hâlid ile Ebû Hureyre(R)’den; şöyle demişlerdir: Peygamber (S): “Yâ Uneys (ibni’ d-Dahhâk), şu zinâ suçu isnad edilen kadına git, eğer o kadın zinâ ettiğini itiraf ederse ona racm cezâsı uygula" buyurdu. (Buhâri, Kitâbu’t-Vekâle H.14 C.5 S.2145 Ötüken 1987.)

273-............ Abdullah ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: Umer İbnu’l-Hattâb (R) şöyle dedi:

-Ben insanlar üzerine zamânın uzayıp da herhangi bir sözcünün: “Biz Allah’ın Kitâbı’nda recmi bulmuyoruz" demesinden ve böylece Allah’ın indirmiş olduğu bir farizayı terk etmek sûretiyle sapmalarından endişe etmişimdir. Dikkat ediniz! Evli olduğu hâlde zinâ eden kimse üzerine buna beyyine delâlet ettiği yâhud gebelik yâhud itiraf olduğunda recm cezâsı sâbit olmuş bir haktır! dedi.

Sufyân ibn Uyeyne: Ben bunu böylece ezberledim: Umer:

-Dikkat edin! Rasûlullah (S) recm etmiştir. O’ndan sonra biz de recm yaptık, dedi, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’l-Muhâribin min Ehli’l-Küfri ve’r-Riddeti H.24 C.14 S.6680-6681 Ötüken 1989.)

274- ............. İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Ebû Seleme ibn Abdirrahmân, Câbir ibn Abdullah (R)’tan şöyle tahdis etti: Eslem kabilesinden (Mâiz ibn Mâlik isminde) bir adam, Rasûlullah(S)’a geldi aleyhine dört defâ şahâdet etti. Bu şahâdetler üzerine Rasûlullah emretti de o adam recm olundu. Bu adam evli olduğu hâlde zinâ etmişti. (Buhari, Kitâbu’l- Muhâribin min Ehli’l-Küfri ve’r_Riddeti H.13 C.14 S.6667 Ötüken)

219

Page 220: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Yukarıda yazmış olduğum dört rivayet örneğinde görüldüğü gibi. Bekarın bekarla zina etmesi halinde verilecek cezanın yüz sopa ve bir yıl sürgün olduğu. Erkeklerden veya kadınlardan evlenip de zina eden kimseler zina ettikleri zamanda dul dahi olsalar uygulanacak olan cezanın recm cezası olduğunu kesin olarak iddia ettiler. Yani tahdis ettiklerine göre böyle kimseler ölünceye kadar taşlanacaklardır. Bu cezanın Kur’an dışında bir ayet olduğunu iddia ile, bunu uygulamayan kimselerin sapıklığa düşeceğini ve ayet her ne kadar Kur’an’da yer almamışsa dahi yine de uygulanmasının farz olduğunu iddialarına mesnet yaptılar. Bu iddiaları gerçeğe uymamaktadır. Eğer müslümanlar Kur’an’da yer almayıp nesh edilmiş, yani iptal edilmiş ayetlerden sorumlu iseler, bu ayetleri uygulamamaları halinde sapacaklarsa o zaman nesh edilmiş ve Kur’an’da yer almayan ayetlerin aranıp bulunması mecburiyeti doğmuş olur. Bunun manası Kur’an dışında Kur’an aramaktan başka bir şey değildir. Hem bu öyle bir arayıştır ki bulunan eldeki Kur’an ayetlerini nesh yani iptal edebilmektedir. Tahdis ederek var ve geçerli olduğunu iddia ettikleri recm ayeti, kendi ifadeleriyle mensuh olduğunun söylenmesine rağmen, değilmi ki recm ayeti mensuh olarak Kur’an dışında vardır deyip, Kur’an’da mevcut ayetlerden üstün tutmaktadırlar. Böylece bir rivayetten başka bir şey olmayan bu iddialarını Kur’an’a üstün tutmakla, rivayetlerinin Kur’an’dan üstün olduğunu söylemiş olmaktadırlar. Zaten daha önce de belirttiğim gibi rivayetleri din olarak kabul edenlerin temel hareket noktası rivayetlerin Kur’an’ı nesh yani iptal edebileceğini iddia etmeleridir ve bunu da önderleri ağzından açıkça söylemekten de çekinmemişlerdir. Dikkat edilirse, rivayetleri uydurmalarında ki temel amaç Müslümanları Kur’an’dan uzaklaştırmaktır, burada da yapmak istedikleri ayni şeydir, bundan dolayı eldeki Kur’an dışında, elde ki Kur’an’dan daha üstün ayetler ihtiva eden Kur’an Külliyatı vardır ve siz bundan sorumlusunuz demektedirler.

220

Page 221: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bilindiği gibi nesh iptal manasındadır, buna rağmen Allah tarafından iptal edilmiş bir ayetin uygulanması gerektiği nasıl iddia edilebilir, bu durumda iptalin hiçbir manası kalmaz, bu da açık bir çelişki meydana getirir. Kur’an ise çelişkilerden uzak bir kitaptır. Allah tarafından nesh edilen veya unutturulan her ayetin yerine mutlaka, Allah tarafından Kur’an’a bir ayet getirilmiştir. Kur’an’da boşluk olması mümkün değildir. Onun için Kur’an dışında gidip ayet aramanın gerektiğini veya Kur’an ayetidir deyip Kur’an dışında hüküm uygulamayı önermek, şeytanın bir hilesinden başka bir şey değildir.

Nesih konusunda Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:

- Biz, bir ayeti nesh edersek, yahut unutturursak, ondan daha hayırlısını, yahut onun dengini getiririz. Allah’ın her şeye kadir olduğunu bilmez misin? 2/106

Görüldüğü gibi iddiaları Kur’an’a uymamaktadır. Ayrıca recm konusunda da çelişkili iddialar içerisindeler. İşlerine geldiği zaman recm cezası uygulamamak için rivayetler uydurmuşlardır. Bu tür rivayetlerine örnek verecek olursam:

275- Şa’bi (rahimehumullah) anlatıyor: “Hz. Ali (radıyallahu anh), kadını recm ettiği zaman onu perşembe günü dövdü, Cuma günü de recm etti. Ve şunu söyledi: “Onu Kitabullah(ın hükmü) ile celde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın sünneti ile de recm tatbik ettim”. (K.S. 1611 C.6 S.246 Akçağ 1989 alıntısı Buhâri, Hudud 21.)

Bu rivayette recmin farz olmayıp sünnet olduğunu tahdis etmekle, evvelki rivayetleriyle çelişkiye düşmüşlerdir.

276- Ebu İmâme (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraber mescidde idik. O esnada bir adam geldi ve:

221

Page 222: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Ey Allah’ın Resûlü, ben bir hadd işledim, bana cezasını ver!"dedi. Resûlullah adama cevap vermedi. Adam talebini tekrar etti. Aleyhissalâtu vesselâm yine sükut buyurdu. Derken (namaz vakti girdi ve) namaz kılındı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namazdan çıkınca adam yine peşine düştü, ben adamı takip ettim. Ona ne cevap vereceğini işitmek istiyordum. Efendimiz adama:

“Evinden çıkınca abdest almış, ab destini de güzel yapmış mıydın?"buyurdu. O:

“Evet ey Allah’ın Resûlü!"dedi. Efendimiz:

“Sonra da bizimle namaz kıldın mı?"diye sordu. Adam:

“Evet ey Allah’ın Resûlü!"deyince, Efendimiz:

“Öyleyse Allah Teâla haddini -veya günahını demişti- affetti" buyurdu”. (K.S. 2320 C.8 S.214 Akçağ 1989, alıntıları. Buhari, Hudud 27, Tevbe 44, 45,(2764,2765); Ebu Dâvût, Hudud 9,(4381))

277- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın yanında idim. Bir adam huzuruna gelerek:

“Ey Allah’ın Resûlü, dedi, ben bir hadd(suçu) işledim, cezasını tatbik et!"

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) adama (bir şey) sormadı. Derken namaz vakti girdi. Rasûlullah’la birlikte o da namaz kıldı. Aleyhissalâtu vesselâm namazını tamamlayınca, adam yanına geldi ve:

“Ey Allah’ın Resûlü dedi, ben hadd (çeşidine giren bir suç) işledim. Bana Allah’ın kitabını tatbik et!"

“Efendimiz:

222

Page 223: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Öyleyse git. Zira Allah, senin günahını affetti" veya -haddini affetti" dedi. "(K.S. 2321 C.8 S.217 Akçağ, alıntısı. Buhari, Hudud 17; Müslim, Tevbe 44, 45, (2764-2765), Hudud 24,(1696))

Bu son iki rivayette, kişi hadd cezası gerektirecek ne suç işlerse işlesin, eğer namaz kılıyorsa affedilmiştir demektedirler, böylece had cezasını gerektirecek her ne suç işlemiş olursa olsun böyle bir kimseye kesinlikle had cezası uygulanamaz, zira rivayetlerde kendisine hadd cezası uygulanmasını talep eden ve namaz kıldığından dolayı affedildiği söylenen şahıs, hadd cezasını gerektirecek hangi suçu işlediğini söylememiştir. Buda zina dahil bütün hadd cezalarının namaz kılan kimse hakkında uygulanamayacağı manasındadır. Böylece işlerine geldiği zaman hadd cezasını kişi namaz kılıyor diye uygulamaya bilirler. Veya hadd cezası uygulanacak şahıs suç işledikten sonra namaza başlasa dahi bu rivayetlere göre kendisine hadd cezası uygulanamaz. Böylece iddialarına göre namaz kılan şahıslar serbestçe zina edebilirler veya başkaca had suçu işleyebilirler.. Örneğin bu konuda bir rivayette şöyle demişlerdir:

278-............ İbn Mus’ûd (R) şöyle demiştir: Bir kimse (yabancı) bir kadından bir öpücük aldı. Müteâkiben o zat Peygamber’e geldi ve olan işi ona haber verdi. Bu hâdise üzerine Aziz ve Celil olan Allah, şu âyeti indirdi:

“Gündüzün iki tarafında, gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namâz kıl. Çünkü güzellikler kötülükleri (günâhları) giderir. Bu, iyi düşünenlere bir öğüttür" (Hûd 114)

Bunun üzerine o kimse: Yâ Rasûlullah, bu yalnız benim için mi? Diye sordu. Rasûlullah (S): “Ümmetimin hepsi için, bütün ferdleri içindir" buyurdu. (Buhari, Kitâbu Mevâkiti’s-Salât H.5 C.2 S.600-601 Ötüken 1987)

223

Page 224: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

İstedikleri zaman istedikleri cezayı uygulamamak ve insanları, Allah yolundan saptırmak için, kişi eğer sevap işliyorsa kötülük işlemek ona zarar vermez iddiasında bulundular. İddialarına delil olarak ta Hûd sûresi 114 ayetini gösterdiler. Hal bu ki, Hûd Sûresi 114. Ayetinde kastedilen, iyilik edenlerin veya başka bir deyişle, hayır işleyenlerin, işlemiş oldukları sevapları, onlardan kötülükleri uzaklaştıracağı yani bu kimselerden kötü işlerin uzaklaşacağı, böylece bu kimselerin günah işlememek için dirençlerinin artacağı şeklindedir. Dikkat edilirse Hûd Sûresi 114. Ayette bu husus için Namaz örnek gösterilmiştir. Durumun onların iddia ettikleri gibi olmadığını belirtmek için, Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:

- Gündüzün iki tarafında ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namaz kıl; çünkü iyilikler, kötülükleri uzaklaştırır. Bu, ibret alanlara bir öğüttür. 11/114

- Kitab’dan sana vahye dileni oku ve namazı da kıl. Çünkü namaz, kötü ve iğrenç şeylerden vaz geçirir. Allah’ı anmak, elbette en büyük (ibadet)tir. Allah, ne yaptığınızı bilir. 29/45

Demek ki, kastedilen, sevabın varsa günah işlesen sana zararı olmaz manasında değildir. Sevap işlersen takvalı bir kimse olursun, kötülük işlememek için direncin artar, kötülükler senden uzaklaşır manasındadır.

İslami konular da o kadar ciddiyetsiz ve saldırgandırlar ki, karışıklık çıkarmak için akıllarına gelen her çeşit bozukluğu rivayet etmekten çekinmezler. Örneğin recm konusunda şu rivayeti naklettiler:

279- ............. Amr İbn Meymûn şöyle demiştir: ben Câhiliyet devrinde zinâ etmiş olan maymunun üzerine birçok maymunların toplanmış olduklarını gördüm. Maymunlar o zina eden maymunu recm ettiler. Ben de maymunlar topluluğunun berâberinde zinâ eden maymuna taş attım.

224

Page 225: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

(Buhari, Kitâbu Menâkıbi’l-Ensâr H.68 C.8 S.3600-3601 Ötüken 1987.)

Recm cezasının uygulanmasını savundukları rivayetlerde, uygulanma şartını şahsın evlenmiş olup olmadığı hususuna bağlamışlardır. Böylece karşı tarafın durumu hiç dikkate alınmamıştır. Öyle ki, kendisiyle zina edilen kimse cinsiyet yönünden erkek midir, kadın mıdır, veya zina bir hayvana mı uygulanmıştır, veya namuslu bir kadın mı saldırıya uğramıştır, veya küçük bir çocuk mu zorla zina olayına alet edilmiş veya zina olayın da zinayı işleyen iki taraf bunu anlaşarak gönüllü olarak mı yapmışlardır. Bu gibi hususlar hiç dikkate alınmamıştır. Örneğin, bekar olup hiç evlenmemiş bir kimse, namuslu bir kadına veya kıza saldırıp zorla tecavüz ederse buna uygulanacak cezanın yüz sopa ve bir yıl sürgün olduğunu, fakat evlenmiş olan veya evlenmiş olup ta dul kalmış bir kimsenin bir fahişeyle anlaşarak zina etmesi halinde bu kimseye uygulanacak cezanın recm olduğunu hatta fahişenin de evlenmiş olması durumunda ona da aynı cezanın uygulanacağı iddi ve rivayet etmeleri adaletsiz bir uygulamadır ve Kur’an’ın bu hususlarda ihtiva ettiği hükümlere uymamaktadır. Kur’an’ın bu hususlarda ihtiva ettiği ayetlerden örnekler vererek konuya bakacak olursak durum şudur, mealen:

- Zina eden kadın ve zinâ eden erkeğin her birine yüz değnek vurun; Allah’a ve âhiret gününe inanan (insan)lar iseniz Allah’ın dini(ni uygulama hususu)nda sizi, onlara karşı acıma duygusu tut(up engelle)mesin. Müminlerden bir grup da yapılan azaba şahid olsun. 24/2

Yukarıda meali yazılı bu ayet, başkaları tarafından hiçbir zorlama olmadan kendileri isteyerek nefislerine uymak suretiyle karşılıklı anlaşarak zina eden erkek ve kadınlar hakkındadır. Evli veya bekar olmaları bu durumu değiştirmez. Yani, karşılıklı anlaşmak suretiyle zina eden erkek ve kadının her birine, evli olsunlar veya bekar olsunlar

225

Page 226: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

verilecek ceza aynıdır. Ancak müslüman bir kimseyle evli olup ta zina eden mümin cariyelere, hür olup ta zina eden kadınlara verilen cezanı yarısı verilir, bu da gösteriyor ki, zina eden evli kadınlar recm edilemez, zira recm ölünceye kadar taşlanmak demektir. Durum böyle olunca, zina eden ve bir müslümanla evli olan bir mümin cariyeye nasıl yarım recm uygulamak mümkün olur, çünkü recm ederek yarı öldürmek diye bir şey mümkün değildir. Kur’an’dan bu hususta örnek verecek olursam, mealen:

- İçinizden inanmış hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse elleriniz altında bulunan inanmış genç kızlarınız (sayılan) cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Hepiniz bir birinizdensiniz (hepiniz adem soyundansınız. İnsanlık bakımından aranızda bir fark yoktur). Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost da tutmamaları şartıyla sahiplerinin izniyle onlarla evlenin, ücretlerini (mehirlerini)de güzelce verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara hür kadınlara yapılan cezanın yarısı (uygulanır). Bu(cariye ile evlenme), içinizden sıkıntıya düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha iyidir. Allah bağışlayan, esirgeyendir. 4/25

Görüldüğü gibi rivayetleri, Kur’an’la çelişmektedir. Zira yarım recm cezası uygulanması mümkün değildir. Eğer iddia ettikleri gibi zina eden evlilere recm cezası uygulanması gerekiyorsa, aynı suçu işleyen cariyelere yarım recm uygulaması nasıl izah edilebilir.

Daha önce belirttiğim gibi zina suçu işlendiğinde verilecek cezayı, işleyenler yönünden evli olup olmamaları esasına bağlamışlardır. Bu esasa göre bekar olup ta mümin kadınlara zorla tecavüz eden kimselere yüz değnek ve bir yıl sürgün cezası, evli olup ta bir bir fahişeyle zina eden kimseye, velev ki dul olsa dahi recm cezası uygulanacağını iddia etmişlerdir. hal bu ki, Kur’an’a göre durum hiçte öyle değildir. Mümin kadınlara değil saldırıp tecavüz etmek, onlara sözle iftira

226

Page 227: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

edipte eziyet edenlere, bu hallerinden vazgeçmemeleri halinde, Kur’an’a göre uygulanacak ceza yakalandıkları yerde öldürülmeleridir! Bu hususta Kur’an’dan, mealen:

- Mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, bir şey yapmadıkları halde eziyet edenler, bir iftira ve açık bir günah yüklenmişlerdir. 33/58

- Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınmaması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir. 33/59

- Andolsun iki yüzlüler, kalplerinde hastalık bulunanlar, şehirde kötü haberler yayanlar (bu hallerinden) vazgeçmezlerse seni onlara musallat ederiz (onlarla savaşmanı ve onları şehirden sürüp çıkarmanı sana emrederiz); sonra orada, senin yanında ancak az bir zaman kalabilirler. 33/60

- Lanetlenirler; nerede rastlansalar yakalanır öldürülürler. 33/61

- Allah’ın önceden geçen milletler hakkında da sünneti (kanunu) budur, ve Allah’ın sünnetinde bir değişme bulamazsın. 33/62

Görüldüğü gibi, müminlere iftira edenlere, bu huylarından vazgeçmemeleri halinde verilecek ceza o iftiracıların öldürülmesidir. Bu duruma göre fiilen saldıranlara nasıl olurda yüz değnek vurulacağı iddi edilebilir. Bu Kur’an’a uymayan asılsız bir iddiadır.

Recm konusun da, Kur’an’dan örnek aldığımızda, bu cezanın erkek, erkeğe sapık cinsi ilişki içinde olan, Lût kavmine verildiğini görürüz. Yaptıklarının kötü bir şey olduğu kendilerine bildirilmiş olmasına rağmen, ıslah olmayan, Lût

227

Page 228: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

peygamberin kavmi üzerine Allah taş yağdırmıştı. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Lût’u da (gönderdik). Kavmine dedi ki: “Siz, sizden önce âlemlerden hiç birinin yapmadığı fuhuşu mu yapıyorsunuz? 7/80

- “Siz, kadınları bırakıp erkeklere şehvetle gidiyorsunuz ha! doğrusu siz, israfçı (azgın) bir kavimsiniz! 7/81

- Kavminin cevabı: “Onları (şu Lût ve taraftarlarını) kentinizden çıkarın, çünkü onlar, fazla temizlenen insanlardır" demekten başka olmadı. 7/82

- Biz de onu ve âilesini kurtardık, yalnız karısı(nı kurtarmadık). Çünkü o, geride kalanlardan oldu. 7/83

- Ve üzerlerine bir (taş) yağmur(u) yağdırdık; bak işte suçluların sonu nasıl oldu! 7/84

Ayrıca bu cezayı emsal olarak aldığımızda, benzer sapık ilişkilerinde bu ceza kapsamına girdiğini görürüz. Örneğin, kişinin kendi öz annesiyle, öz kardeşiyle, küçük çocuklarla veya eşiyle normal olmayan yoldan veya hayvanlarla yapacağı cinsel ilişkiler bu tür ilişkilerdendir, bu ve bu gibi ilişkiler recm cezası kapsamına girer. Şu kadarla ki kişi yaptığının suç olduğunu bilmiş olmalı, yani uyarılmış veya uyarılmış olduğundan şüphe olmamalıdır. Eğer kişi kesin olarak yaptığının suç olduğunu bilecek konumda ise, suç konusunda uyarıldığı ve buna rağmen direterek suç işlediği kabul edilir.

Lût kavminin uyarıldığı konusunda Kur’an’dan mealen:

- Ve üzerlerine bir yağmur yağdırdık, uyarıl(ıp da yola gelmey)enlerin yağmuru hakikaten çok kötü oldu! 26/173

- Emrimiz gelince, oranın altını üstüne getirdik ve üzerlerine (balçıktan) pişirilip istif edilmiş taşlar yağdırdık. 11/82

228

Page 229: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- (O taşlar:) Rabbin katında işaretlenerek (yağdırılmıştır). Onlar zalimlerden uzak değildir. 11/83

Ceza hukukuyla ilgili olarak, diğer hadis rivayetlerinden örnekler:

280- Habib İbnu Sâlim (rahimehumullah) anlatıyor: “Abdurrahmân İbnu Huneyn denen bir adam karısının câriyesine temasta bulundu. Hâdise, Kûfe emiri Nu’man İbnu Beşir (radıyallahu anh)’e götürüldü.

“- Ben, dedi, hakkınızda, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın hükmüyle hükmedeceğim: “Eğer zevcen, cariyeyi sana helâl ederse, yüz değnek yiyeceksin, helâl etmezse recm edileceksin...”

Sonra (tahkik etti) karısının câriyeyi adama helâl ettiğini görünce, emir yüz değnek vurdu”. (K.S. 1598 C.6 S.224 Akçağ, alıntıları, Tirmizi, Hudûd 21,(1451); Ebu Dâvud, Hudûd 28,(4458,4459); Nesâi, Nikâh 70,(6,124); İbnu Mâce, Hudûd 8,(2551))

281- Seleme İbnu Muhabbak (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), hanımının câriyesine temas eden bir adam hakkında şöyle hükmetti: “Eğer, adam câriyeyi zorladı ise, câriye hürdür, adam, câriyenin efendisine (yani karısına) mislini borçlanmıştır, câriye rıza göstermişse, câriye adamın olur, câriyenin efendisine, onun bir mislini borçlanır." (K.S. 1599 C.6 S.225 Akçağ, alıntıları, Ebu Dâvûd, Hudud 28,(4460,4461); Nesâi, Nikâh 70,(7,124); İbnu Mâce, Hudûd 8,(2553))

Her iki rivayette işlenen olay aynı olmasına rağmen verilen hükümler bir birleriyle çelişkilidir. Birinci rivayette yüz değnek veya recm söz konusu iken, ikincisinde sadece cariyenin bedeli borçlandırılmıştır.

229

Page 230: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

282- ........... Âise (R): Peygamber (S) zamânında hiçbir hırsızın eli mıcenn denilen yâhud hacefe denilen bir kalkan bedelinden daha aşağıda bir mal için kesilmemiştir. Hâlbuki bu kalkanlardan her biri kıymetli şeylerdi, demiştir. (Buhari, Kitâbu’l-Hud^d H.24 C.14 S.6652 Ötüken 1989)

283- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: “Allah, bir yumurta çalıp da eli kesilen, bir ip çalıp da eli kesilen hırsıza lânet etsin”. (K.S. 1626 C.6 S.263 Akçağ, alıntısı, Buhari, Hudûd 13,7; Müslim, Hudud 7,(1687); Nesâi, Sârik 1, (7, 65))

Her iki rivayet bir birleriyle çelişkilidir. Birincisinde kıymetli bir mal olmasa hırsızın eli kesilmez denmişken, öbüründe, bir yumurta veya ip için kesilir denmesi çelişkidir.

284- Abdurrahmân İbnu Avf anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Muhtelis (yankesici) kimseye el kesme cezası verilmez." (K.S. 6798 C.17 S.321 Akçağ 1993, alıntısı, İbn-i Mâce 2592.)

Yankesicilik hırsızlığın ta kendisidir, onun için bu rivayetin aslı yoktur. Bilindiği gibi yankesiciler ellerini kullanmak suretiyle, sinsice insanların ceyblerinden paralarını v.s. çalan kimselerdir. Bundan dolayı yankesicilik hırsızlıktan başka bir şeyle tanımlanamaz.

285- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a bir hırsız getirilmişti.

“- Öldürün onu!" diye emretti. Kendisine:

“-Ey Allah’ın Resûlü, bu adam sadece çaldı" denildi. Bunun üzerine:

“- Öyleyse (elini) kesin!"dedi ve derhal eli kesildi. Sonra aynı adam ikinci sefer getirildi. Yine:

230

Page 231: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“-Öldürün onu!"diye emretti. Kendisine:

“-Ey Allah’ın Resûlü, bu adam hırsızlık yaptı" dendi. Bunun üzerine:

“-Öyleyse kesin!" dedi ve derhal (sol ayağı) kesildi. Sonra üçüncü defa getirildi ve hırsızlık yaptığı söylendi. Hz. Peygamber:

“- Öldürün onu! diye emretti. Kendisine

“-Ey Allah’ın Resûlü, bu adam hırsızlık yaptı" denildi. Bunun üzerine:

“(Sol elini) kesin! Diye emretti. Sonra aynı adamı dördüncü kere getirdiler.

“- Öldürün onu!" buyurdu. Kendisine:

“-Ey Allah’ın Resûlü, bu adam hırsızlık yaptı" dediler. Bunun üzerine:

“-(Sağ ayağını da) kesin! diye emir buyurdu. Aynı adam beşinci sefer getirildi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):

“-Öldürün onu! diye emretti. Hz. Cabir (radıyallahu anh) der ki: “Adamı götürüp öldürdük. Sonra götürüp bir kuyuya attık, üzerine de taşla doldurduk”. (K.S. 1631 C.270-271 Akçağ, alıntıları, Ebu Dâvûd, Hudud 20, (4410); Nesâi Sârik 15,(8,90,91))

Kur’an’da, hırsıza kaç kere hırsızlık yaparsa yapsın, öldürme cezası hükmedilmemiştir. Ayrıca hiçbir şey sormadan, peygamberin yanına getirilen şahsa ölüm cezası vermesi ve çevresindekilerin, bu şahıs sadece hırsızlık yapmıştır diyerek uyarması üzerine, ölüm cezasını geri aldığı yolundaki iddiaları, peygambere karşı yapılmış bir iftiradır. Suçlunun suçunu öğrenmeden, onu muhakeme etmeden, peygamberin

231

Page 232: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

bir şahsa ceza vermesi olacak şey değildir. Zira peygamber bir zalim değildi. Zalim olanlar uydurma rivayetleriyle ona böyle bir şey yakıştıranlardır.

Hırsızlara verilecek ceza konusunda, Kur’an’dan mealen:

- Erkek hırsız ve kadın hırsızın, yaptıklarından ötürü Allah tarafından bir cezâ olarak, ellerini kesin. Allah Güçlüdür, Hakim’dir. 5/38

- Ettiği zulümden sonra tevbe edip düzelen kimse bilsin ki Allah onun tövbesini kabul eder. Allah şüphesiz Bağışlayandır, merhametli olandır. 5/39

Kur’an’a göre, hırsızlık yapan erkek ve kadınların elleri kesilir. Kesme derecesi suçun ağırlığıyla orantılı olarak, koparma şeklinde olabileceği gibi, yaralama şeklinde de olabilir, zira hırsızlık azdan çoğa doğru ve işlenen şekliyle ilgili olarak geniş bir sahayı kapsar. Ancak 5 Mâide 39 da görüldüğü gibi, hırsızlık yapmış olanların tevbe edip ıslah olmalarından bahsedilmiştir, bu husus yakalanmadan önce tevbe etmiş olanlarla ilgilidir. Yoksa yakalandığı anda ben şimdi tevbe ettim diyenlerle ilgili değildir. Hırsızlık yapmış olan kimseler yakalanmadan önce tevbe etmişlerse onların eli kesilmez.

Kur’an’a göre, kesme kelimesinin hangi manaya geldiğini bilme açısından, geçtiği diğer ayetlerden örnek vererek, hem koparmayı hem de yaralamayı kapsadığını gösterecek olursam. Kur’an’dan mealen:

- (Kafirlerin) Hurma ağaçlarından herhangi bir şeyi kesmeniz, yahut kökleri üzerinde bırakmanız hep Allah’ın izniyle ve (O’nun) yoldan çıkanları cezâlandırması içindir. 59/5

Yukarıdaki ayet mealinde görüldüğü gibi, kesme kök üzerinden ayırma yani koparma olarak tarif edilmiştir.

232

Page 233: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Şehirde bir takım kadınlar: Vezir’in karısı, uşağının nefsinden murâd almak istemiş! Sevda onun bağrını yakmış! Biz onu açık bir sapıklık içinde görüyoruz! dediler. 12/30

- (Kadın), onların (dedi-kodu yaparak kendisini dile düşürme) düzenlerini işitince, onlara (adam) gönderdi (yemeğe dâvet etti). Onlar için dayanacak yastıklar hazırladı ve her birine de bir bıçak verdi. (Kadınlar, önlerine konan meyvaları soyup yemekle meşgûl iken) Yûsuf’a çık karşılarına! dedi. Kadınlar Yûsuf’u görünce onu (gözlerinde) büyüttüler (ona hayranlıklarından ötürü) ellerini kestiler ve: “Allah için, hâşâ bu insan değildir; bu ancak güzel bir melektir!"dediler. 12/31

Yukarıdaki ayet mealinde görüldüğü gibi, kesme elin dalgınlıkla yaralanması manasına da gelmektedir.

Hırsızlık yapanların yakalanmadan önce tevbe etmeleri halinde ellerinin kesilmeyeceği konusunda Kur’an’dan mealen:

- Allah ve elçisiyle savaşanların ve yeryüzünde fesad çıkarmaya çalışanların cezâsı: (ya) öldürülmeleri, ya asılmaları, ya ellerinin, ayaklarının çapraz kesilmesi veyâ bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu, onların dünyâda çekecekleri rezilliktir. Âhirette ise onlara büyük azâb vardır. 5/33

- Ancak sizin onları ele geçirmenizden önce tevbe edenler, bundan müstesnâdır. Zira biliniz ki Allah, çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. 5/34

Yukarıda ki ayet mealinde görülen hususları işleyenler, yakalanmadan önce tevbe etmişlerse ceza görmezler. Hırsızlığın cezası Kur’an’da özel olarak bildirilmekle beraber, hırsızlık, yeryüzünde fesad çıkarıcı olayların kapsamına girmektedir, dolayısıyla bu fiili işleyenlerin ceza görmemek için, yakalanmadan önce tevbe etmiş olmaları

233

Page 234: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

gerekir. Hırsızlığın yeryüzünde fesat çıkaran olaylardan bir tanesi olduğuyla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- (Yûsuf) onların yüklerini hazırlarken su tasını (öz) kardeşinin yükü içine koydu. (Kervan hareket ettikten) sonra bir ünleyici şöyle seslendi: “Ey kervan siz hırsızlarsınız!" 12/70

- Bunlara döndüler: “Ne kaybettiniz, (ne arıyorsunuz)?"dediler. 12/71

- Dediler ki: “Melikin su tasını kaybettik (onu arıyoruz). Onu getirene bir deve yükü (mükâfat) var. Ben buna kefilim" 12/72

- (Yûsuf’un kardeşleri): “Allah, Allah! dediler, herhalde siz de bilmişsinizdir ki biz, bu yere fesat çıkarmak için gelmedik. Ve biz hırsız değiliz!" 12/73

- (Şuayb, kavmine demişti ki): “Ölçeği tam yapın. Eksiltenlerden olmayın." 26/181

- “Doğru terazi ile tartın." 26/182

- “İnsanların mal ve haklarından bir şey eksiltmeyin. Yeryüzünde fesatçılık yaparak karışıklık çıkarmayın." 26/183

Tekrar rivayetlerle ilgili konulara dönecek olursak:

286- Semure radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Kim kölesini öldürürse, biz de onu. Kim de kölesinin (burnunu, kulağını keserek) sakatlarsa, biz de onun (burnunu, kulağını keserek) sakatlarız." (K.S. 4962 C.14 S.177 Akçağ 1992, alıntıları, Ebu Dâvûd, Diyât 7,(4515, 4516,4517,4518); Tirmizi, Diyât 18, (1414); Nesâi, Kasâme 9,(8,21))

234

Page 235: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

287- Kays İbnu Ubâd radıyallahu anh anlatıyor: “Ben ve el-Eşter en-Nehâi, Hz. Ali radıyallahu anhüm’ün yanına gittik. Kendisine:

“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, bütün insanlara şâmil olmayan hususi bir tâlimatta bulundu mu?" dedik. Bize:

“Hayır! Ama şu sahife de bulunanlar var! dedi ve kılıncının kabzasından bir sahife çıkardı. İçerisinde şunlar vardı: “Müminlerin kanı eşittir. Onlar içlerinden en âdilerinin verdiği emana uyarlar. Haberiniz olsun: Mü’min, kâfir mukabilinde öldürülmez;............ (K.S. 4964 C.14 S.181 Akçağ 1992, alıntıları, Ebu Dâvûd, diyât 11, (4530); Nesâi, Kasâme 8,(8,19))

Yukarıda yazılı iki rivayet birbirleriyle çelişkilidir. Birincisinde, kölesini öldüren, öldürülür denmiştir. Kölenin sahibi mümin, kölesi de kafir olabilir, kafir kölenin mümin sahibi tarafından öldürülmesi halinde, bu rivayete göre müminin kafir karşılığında öldürülmesi gerekir. Buna rağmen ikinci rivayette, mümin, kafir mukabilinde öldürülmez denmesi bir çelişkidir.

Konuya, Kur’an’a göre bakacak olursak, İslam’da hiçbir zulüm korunmamıştır, zira Allah zalimleri sevmez. Suç işleyen ceza görmeye hak kazanmıştır. Velev ki, bir mümin, bir kafire zulmetmiş olsun, durum değişmez. Allah’ın hükmüne göre adalet isteyen muhakkak ki, hakkını almaya hak kazanmıştır. Bu insanın, zengin, fakir, hür veya köle, müslüman veya gayri Müslim olması durumu değiştirmez.

Bu konularla ilgili olarak Kur’an’dan mealen:

- Biz sana Kitâbı hak ile indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği biçimde hüküm veresin; hâinlerin savunucusu olma! 4/105

235

Page 236: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Allah size emânetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah, işiten, görendir. 4/58

Görüldüğü gibi adalet tüm insanlar içindir. Kur’an’da belirtildiğine göre Kitâb ehlinden bazı kimseler, bizim, bizim dışımızda olan ümmilere karşı bir sorumluluğumuz yoktur. Onlara ne istersek yaparız demişlerdi. Allah bu düşünceyi red etmekte, dolayısıyla bize de bizim dışımızda olanlara karşı sorumlu olduğumuzu, onlara herhangi bir haksızlık yapmamamızı bildirmektedir.

Kur’an’dan mealen:

- Kitâb ehlinden öylesi vardır ki, ona yüklerle emânet bıraksan, onu sana öder. Onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar versen, devamlı olarak başına dikilmeden onu sana ödemez. “Ümmilere karşı bize sorumluluk yoktur."dedikleri için böyle yapıyorlar ve Allah’a karşı bile bile yalan söylüyorlar. 3/75

İslam dinine göre, müslüman olsun veya olmasın hiç kimseye hiçbir şekilde haksız yere saldırı olmaz. Hiçbir müslüman, müslüman olmayan bir kimseye haksız yere saldırarak, canına, malına, ailesine zarar veremez. göz önünde bulundurulması gereken olay, müslüman olmayan kimsenin, ilk önce saldırıp saldırmadığıdır. Saldırmamışsa, hiç kimse ona sırf inancından dolayı veya maddi varlık sahibi olmasından dolayı saldıramaz. Bir kimse saldırıp ta haksız yere ona zarar vermişse ve zarar gören veya zarar görenin yakınları affetmeyip davacı iseler, saldıran, kısas olarak verdiği zarar kadar ceza görmeye hak kazanır.

Savaşta dahi, müslümanlar kendilerine savaş açmamış olanlara savaş açamazlar. Bundan dolayı, İslam dinine kılıç dinidir diyenler, derin bir yanılgı ve haksızlık içindedirler.

236

Page 237: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

İslam dinine göre, insan dünyada bir imtihan içerisindedir ve bu imtihanı sürdüğü müddetçe, doğruyu bulması için kendisinden aklını kullanması suretiyle mevcut imkanlardan istifade ederek hakikati bulmaya çalışması ve bulduğunda da kabul ederek, bu hakikatin gösterdiği doğru yolda gitmek suretiyle gereğini güzel bir şekilde yerine getirmesi onun görevidir. Bundan dolayı, İslam dininde iman ve iyi amel çok önemli iki olaydır.Bir insanın aklını kullanabilmesi için, malının ve çoluk çocuğunun saldırıya uğraması ve saldırıya uğrayamayacağından emin olması çok önemlidir. İslama göre, bir kimse müslüman olmuyor diye, inancından dolayı saldırıya uğrayamaz, inancını değiştirmesi konusunda zorlanamaz. Müslümanların tam olarak hakim oldukları coğrafyada, canından, malından emin olarak inancını yaşaya bilir. Ne zaman ki, yeryüzünde bozgunculuk yapar, saldırıda bulunursa cezaya müstahak olur. Cezadan önce yakalanmamış veya yenilmemiş olmasına rağmen ıslâh olmuşsa veya yakalanmasına rağmen öldürmede ve yaralamada zarar görenler tarafından af edilmişse, kendisine hiç ceza uygulanmaz. Kısasın uygulanmasında, haksızlığa uğrayanın hakkını talep etmesi veya suçlunun ceza görmesi inancına bağlı değildir. İslam hukukunda bu konuda fark gözetilmez. Bir kimsenin müslüman olup, olmaması durumu değiştirmez.

Bu hususla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- Allah ve elçisiyle savaşanların ve yeryüzünde fesad çıkarmaya çalışanların cezâsı: (ya) öldürülmeleri, ya asılmaları, ya ellerinin, ayaklarının çapraz kesilmesi veyâ bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu, onların dünyâda çekecekleri rezilliktir. Âhirette ise onlara büyük azâb vardır. 5/33

- Ancak sizin onları ele geçirmenizden önce tevbe edenler, bundan müstesnâdır. Zira biliniz ki Allah, çok bağışlayıcı, çok merhametlidir. 5/34

237

Page 238: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Görüldüğü gibi, Kur’an’a göre bir insanın ceza görmesi için bir suç işlemesi ve yakalanmadan önce tevbe etmemiş olması gerekir.

Allah’a ve peygambere, dolayısıyla Müslümanlara savaş açanlar konusunda Kur’an’dan mealen:

- Eğer andlaşma yaptıktan sonra andlarını bozarlarsa ve dininize sataşırlarsa, o küfür önderleriyle hemen savaşın. Çünkü andları yoktur; böylece (saldırıdan) vazgeçerler. 9/12

- Andlarını bozan, resûlü (Mekke’den) çıkarmağa yeltenen ve ilk önce kendileri siz(inle savaş)a başlamış olan bir kavimle savaşmayacak mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer gerçekten mümin kişiler iseniz, kendisinden korkmanıza en lâyık olan Allah’tır. 9/3

Savaş için, ilk saldırının kafirlerden gelmesi gerekir. İlk saldıranlar kendileri olmasına rağmen barışa yanaşırlarsa, Allah barış yapmayı emretmektedir. Kur’an’dan mealen:

- Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sende ona yanaş ve Allah’a tevekkül et, çünkü O, işitendir, bilendir. 8/61

Eğer, müslüman olmayanlar, Müslümanların dinine, malına, canına saldırmaktan vaz geçerlerse, barışa yanaşırlarsa onlarla barış yapılır.

Bir kısmı da vardır ki, savaş konusunda tarafsız olup, ne kendi kavimlerine, ne de Müslümanlara saldırmak istememektedirler. Bu kimselere de müslümanlar savaş açmazlar. Kur’an’dan mealen:

- Ancak aranızda anlaşma bulunan bir topluma sığınanlar, yâhut ne sizinle ne de kendi toplumlarıyla savaşmak (istemediklerin)den yürekleri sıkılarak size gelenler hâriç. Allah dileseydi, onları sizin başınıza musallat ederdi, sizinle savaşırlardı. O halde onlar, sizden uzak durular, sizinle

238

Page 239: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

savaşmazlar ve sizinle barış içinde yaşamak isterlerse, Allah size onlara saldırmak için bir yol vermemiştir. 4/90

- Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adâletli davranmaktan menetmez. Çünkü Allah, adâlet yapanları sever. 60/8

- Allah sizi, ancak sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardım eden kimselerle dost olmaktan men eder. Kim onlarla dost olursa işte zâlimler onlardır. 60/9

İslam dininde eman dileyen müşrik kimselere de, saldırı olamadığı gibi, kendilerine, güvenlikleri konusunda yardım edilir. Kur’an’dan mealen:

- Ve eğer ortak koşanlardan biri eman dileyip yanına gelmek isterse, onu yanına al ki, Allah’ın sözünü işitsin sonra onu güven içinde bulunacağı yere ulaştır. Böyle (yap), çünkü onlar bilmez bir topluluktur. 9/6

Ayrıca saldırıya uğramış olsalar dahi, Allah, Müslümanlara savaşta aşırı gitmemelerini emretmiştir. Kur’an’dan mealen:

- Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın; fakat haksız yere saldırmayın, çünkü Allah haksız yere saldıranları sevmez. 2/190

- Haram ayı, haram aya karşılıktır. Hürmetler karşılıklıdır. Kim size saldırırsa, onun size saldırdığı kadar siz de ona saldırın; Allah’tan korkun, bilin ki Allah muttakilerle (sakınanlarla) beraberdir. 2/194

İslam dininde savaş ortamında bile barışa teşvik edilir. Saldırganlara, saldırılarından vaz geçmemeleri çağrısında bulunulur.

Kur’an’dan mealen:

239

Page 240: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- İnkâr edenlere eğer, (savaştan) vazgeçerlerse, geçmişlerinin bağışlanacağını ve tekrar başlarlarsa evvelkilerin hükmünün uygulanacağını söyle. 8/38

Buna rağmen savaşta ısrar ederlerse, müslümanlar da kendilerine yapılan saldırıları önlemek, inançlarını hür olarak yaşamak için Allah’ın dinine yapılan tüm saldırıları engellemeye çaba gösterirler. Bu arada amaçlarından taviz vermeden, barış yolunu da açık tutarlar.

Kur’an’dan mealen:

- Fitne kalmayınca ve din tamâmen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın! Eğer vaz geçerlerse muhakkak ki Allah yaptıklarını görmektedir. 8/39

- Eğer dönerlerse, bilin ki Allah sizin sahibinizdir. O, ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır! 8/40

İslam dininde hiç kimseye haksız yere saldırmak kabul edilmemiştir. bundan dolayı, Müslüman olmayan bir kimseye Müslüman olmuyor diye değil savaş açmak, baskı yapmak, yani zorlamada bulunmak dahi kabul edilemez. Her insan kendi inancını yaşayabilir, fakat şu da bilinmelidir ki, inanç yeryüzünde fitne çıkarmakta değildir. Yani bir kimse çıkıp ta benim inancım insanlara afyon satmaktır veya insanların mallarını haksız yere almaktır diyerek başkalarına zarar veremeyeceği gibi, nasıl ki kendisine haksız yere kimse saldırmıyorsa, o da hiçbir şekilde yer yüzünde haksız bir zorba olarak saldırıda bulunamaz. Aksi takdirde cezayı hak eder.

İnanca baskı yapılamayacağı ile ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- Dinde zorlama yoktur. Doğruluk, sapıklıktan seçilip belli olmuştur. Kim tâğût’u reddedip, Allah’a inanırsa, muhakkak

240

Page 241: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

ki o, kopmayan, sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir. 2/256

Bir işte veya bir olayda hareket noktası çok önemlidir. İslam dininde inançla ilgili olarak, peygambere verilen yetki tebliğ yani duyurmaktır. Bu konuda peygambere hesap sormak yetkisi verilmemiştir. İnanç ve farzlarla ilgili amel konusun da hesap sormak Allah’a aittir.

Kur’an’dan mealen:

- İyi bilin ki Allah’ın cezası çetindir ve Allah bağışlayıcı, esirgeyicidir. 5/98

- Resûle düşen, sadece duyurmaktır. Allah, neyi gizleyip neyi açığa vurduğunuzu bilir. 5/99

- Onlara va’dettiklerimizin bir kısmını sana göstersek de, seni (bundan önce) vefat ettirsek de sana düşen, duyurmaktır. Hesap görmek de bize düşer. 13/40

Görüldüğü gibi, İslam dininde haksız yere saldırı ve zulüm yoktur. İnsanlara iyilikleri için tebliğ yapılır, fakat ister kabul ederler veya etmezler, kabul etmemeleri halinde onlardan hesap sormak ancak Allah’a aittir.

Bütün bunlara rağmen, bir kimse Müslüman olsun veya olmasın, başkalarına haksızca saldırıp zulmederse! Kur’an’dan mealen:

- Kötülüğün cezâsı, yine onun gibi bir kötülüktür. Kim affeder, bağışlarsa onun mükâfatı Allah’a aittir. Doğrusu O, zâlimleri sevmez. 42/40

- Kim zulme uğradıktan sonra kendini savunursa böyle hareket edenlerin aleyhine bir yol yoktur. 42/41

241

Page 242: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Ancak şunların aleyhine yol vardır ki, insanlara zulmeder ve yeryüzünde haksız yere saldırırlar. (İşte bunlar kınanırlar ve) öylelerine acı bir azab vardır. 42/42

- Fakat kim sabreder, (kendisine yapılan kötülüğü) affederse, şüphesiz bu, çok önemli işlerden biridir. 42/43

Herhangi bir nefsi katletmemiş veya yer yüzünde fesat çıkarmamış bir kimseyi katleden kimse, İslam dinine göre büyük bir suç işlemiş olur. Müslüman olmayan bir kimse bir müslümanı bu şekilde katledemeyeceği gibi, inanca baskı yapılmasını dahi kabul etmeyen Allah, hiç bir Müslüman’a, Müslüman olmayan bir kimseyi haksız yere katletme yetkisi vermez. Haksız yere saldırı İslâm dinide büyük bir suçtur. Kur’an’dan mealen:

- Bundan dolayı İsrâil oğullarına şöyle yazdık: Kim, bir nefsi katletmemiş, ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir nefsi katlederse, sanki bütün insanları katletmiş gibidir. Kim de onu(n hayatını kurtarmak suretiyle) yaşatırsa, bütün insanları yaşatmış gibi olur. Andolsun elçilerimiz onlara açık delillerle geldiler, ama bundan sonra da onlardan çoğu, yine yer yüzünde isrâf etmekte (aşırı gitmekte) dirler. 5/23

İslam dininde kısas gereken hallerde, zarar görenler affa teşvik edilmekle beraber, zarar görenlerin davacı olmaları halinde kısas uygulanır. Bu husus adaletin gereği olduğu gibi, ceza görme korkusu da suçtan caydırıcı bir etkendir. Kısas sistemi cana can, göze göz, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşı yaradır. İslam dinide, devletin hapishaneler kurmak suretiyle, suç işleyenleri cezalandırması ön görülmemiştir. Hapishaneler kurmak, hem devlete hem de halka yük getiren bir sistem olduğu gibi, kısastaki suç, ceza denkliğini ihtiva etmez. Ayrıca suçların yaygınlaştığı zamanlarda, hapishanelerde büyük yığılmalar olduğu gibi, disiplinin sağlanamadığı hallerde hapishane içerisinde çeşitli suçların işlenmesine neden olmaktadır. Hapishane sistemini yığılmalar nedeniyle taşıyamayan yöneticiler, zarar

242

Page 243: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

görenlerin rızası hilafına, suçluları af edip hapishanelerden tahliye edebilmektedirler. Bu da intikam duygularının ve hareketlerinin toplum içerisinde yaygınlaşmasına neden olmaktadır. Kısas konusunda Kur’an’dan mealen:

- Onda (Tevrat’ta) onlara: cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılık kısas (ödeşme) yazdık. Kim bunu bağışlar (kısas hakkından vazgeçer)se o kendisi için kefâret olur. Ve kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte zâlimler onlardır. 5/45

Faillerin şahıs olarak kesin belli olduğu münferit olaylarda, kısasa dahil suç işleyen bizzat verdiği zar kadar ceza görür. Fakat öyle olaylar vardır ki, bir topluluk tarafından başka bir topluluğa karşı işlenmiş olabilir. Bu iki topluluk, Mümin iki toplulukta olabilir. Örneğin, iki Mümin aşiret veya kabile gibi.

Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Eğer müminlerden iki grup vuruşurlarsa onların arasını düzeltin; şâyet biri ötekine (barışa yanaşmayıp) saldırırsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla vuruşun. (Allah’ın buyruğuna) dönerse artık adâletle onların arasını düzeltin ve (her hususta) âdil olun, Allah, adâlet(le hareket) edenleri sever. 49/9

- Muhakkak müminler kardeştirler. Kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki size rahmet edilsin. 49/10

Zarar veren topluluk tek bir fert gibi sayılarak, zarar görenler tarafından veya katl olma olayı olmuşsa katl olunanın akrabaları tarafından af edilmemişse, kısas uygulanır. Kısas uygulanırken yine denklik gözetilir.

Kur’an’dan mealen:

243

Page 244: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Eğer bir ceza ile mukabele edecek olursanız size reva görülen cezanın misli ile ceza verin. Eğer sabrederseniz bu, tahammül edenler için daha hayırlıdır. 16/126

Yukarıda meali yazılı âyet her çeşit kısas cezası için genel hükümdür.

Toplumsal olaylarda, katletme konusunda suçlu toplumun tek bir şahısmış gibi dikkate alınarak verdiği zarar kadar cezalandırılması. Kur’an’dan mealen:

- Ey iman edenler, katletmede kısas size farz kılındı. Hürre karşılık hür, köleye karşılık köle, kadına karşılık kadın. Ama kim kardeşi tarafından affedilirse, o zaman (affedenin örfe göre) uygun olanı yapma(sı uygun diyeti istemesi, affedilenin de) güzelce onu ödeme(si) gerekir. Bu, Rabb’iniz tarafından bir hafifletme ve rahmettir. Kim bundan sonra da saldırıya kalkarsa artık onun için acı bir azap vardır. 2/178

- Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki (suç işlemekten) sakınırsınız. 2/179

Görüldüğü gibi, kısasta af etmek teşvik edilmiştir, fakat garanti edilmeyerek zarar görenin hakkı korunmuş ve suçtan caydırıcı bir adalet olması sağlanmıştır.

İslam dini barışçı ve affı teşvik eden bir dindir. Hiç kimseye haksız yere saldırıyı kabul etmez. Ve mümin dahi olsalar haksızlık edenleri korumaz.

Mümin olmayan bir kimse, bir müddet sonra mümin olabileceği gibi, kendisi mümin olmasa bile nesiller sonra dahi onun soyundan gelen kimseler mümin olabilirler. Mümin olan bir kimsede bir müddet sonra kafir olabilir. Dünya hayatında insanlar imtihan şartları içerisinde düşünülür, kendilerine düşünme fırsatı verilir. Mallarına, canlarına haksız saldırı İslam dininde tasvip edilmediği gibi. İslam dışı inançlara baskıyı da İslam dini tasvip etmez.

244

Page 245: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

KÖLELERİN DURUMU KONUSUNA GELİNCE: İnsanlar Adem ve Havva’nın çocukları olarak aynı ana babadan dünyaya gelmelerine rağmen, tarihte çok yaygın olarak bir birlerini köle yapmışlardır. İnsanların, insanları köle edinme kaynaklarını başlıca üç şekilde tasnif edebiliriz:

1- Savaş veya baskın neticesinde, yenilen veya ele geçirilen tarafın köleleştirilmesi.

2- Köle sahiplerinden satın almak yoluyla köle edinilmesi.

3- Köle sahiplerinin, köleleri üretmek suretiyle çoğaltıp, yeni köleler edinmesi.

Bu suretle bir insan, diğer bir insanı köle edinmekte ve hürriyetine el koyabilmektedir. Bu durum köle olmuş insan için çok zor bir olaydır. Köle olmuş insanları, kölelikten kurtarmanın iki yolu vardır. Bunlardan bir tanesi herkes hürdür deyip köleliğin reddedilmesi, ikincisi ise kontrollü şekilde sosyal doku içinde eritmek suretiyle azalta, azalta mücadele edilmesidir.

Herkes hürdür deyip kölelik ret edildiğinde, köleliğin yaygın olduğu devirlerde, bir çok sosyal patlamalar meydana gelecektir. Örneğin: Toplumda hür fakat birçok işsiz, evsiz, aç insanlar doluşacak, efendileri eliyle azat edilmiş köleler, efendilerinden intikam alma durumuna gelebilirler. Hatta bir araya gelip eski efendilerini köle yapmaya kalkışa bilir ve daha birçok olaylara sebebiyet verebilirler.

Kölelikle sosyal doku içerisinde eritmek suretiyle azalta azalta mücadele edilmesi durumu ise, toplumu sarsmayan ve hatta İslam toplumu dışındaki köleci toplumlarla etkili bir mücadele yöntemidir. Zira Müslümanların, korku duymadan o toplumlardan köle satın alıp hürriyete kavuşturmalarına olanak vermektedir.

245

Page 246: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Kölelikle mücadele edilmesiyle ilgili olarak, Kur’an’da bir dizi tedbirler vardır, bunlardan örnekler verecek olursam:

Kur’an’dan mealen:

- (Savaşta) kâfirlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onlara iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı Salıverin. Durum şu ki, Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek ister. Allah yolunda katledilenlere gelince, Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmaz. 47/4

Böylece, savaş esirlerinin köleleştirilmesi, İslam’da yasaklanmış olmaktadır. Zira savaşın bitiminde esirler ya karşılıksız yada fidye karşılığı serbest bırakılacaklardır. Böylece savaş yoluyla köle alınması önlenmiş olmaktadır.

Köle sahibi olan kafirlerin ellerindeki kölelerden satın almak, kölelerin müslümanların eline geçmesine ve böylece hürriyete kavuşmaları için kendilerine bir kapı açılmış olmaktadır. Zira, İslam dininde kölelerin hürriyete kavuşmaları teşvik edildiği gibi, diyet şartına da bağlanmış, sadakalardan kendilerine pay verilmesi farz kılınmış, ayrıca kendilerinden hayır beklenen bir kölelerin mükatebe yapmak suretiyle hürriyetine kavuşturulması ön görülmüştür. Cariyelerin zorlanıp zinaya sürüklenmesi yasaklanmış, köle ve cariyelerden salih olanların evlendirilmesi emredilmiştir. Böylece bir dizi tedbirlerle, köleliğin ortadan kaldırılması yolu açılmıştır. Bu hususlarla ilgili olarak örnekler verecek olursam,

Kur’an’dan mealen:

- (İnsan), hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor? 90/5

246

Page 247: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

-(Gösteriş ve övünme için) “Ben birçok mal telef ettim" diyor. 90/6

- Kimse kendisini görmedi mi sanıyor? 90/7

- Biz ona vermedik mi: İki göz 90/8

- Bir dil, iki dudak? 90/9

- Ona iki yolu (doğru ve eğriyi) göstermedik mi? 90/10

- Fakat o, sarp yokuşu geçemedi. 90/11

- Sarp yokuşun ne olduğunu sen nereden bileceksin? 90/12

- Bir boynu (kölelik zincirinden) çözmek, 90/13

- Yahut doyurmaktır: açlık gününde, 90/14

- Akraba olan yetimi, 90/15

- Yâhut hiçbir şeyi olmayan yoksulu, 90/16

- Sonra inanıp birbirlerine sabır tavsiye eden ve merhamet tavsiye edenlerden olmak. 90/17

Doğru yolda olmanın bir şartı olarak, köle azat etmek gösterilmiştir. (Ayrıca bak. 2 Bakar 177.)

Kefâret şartı olarak köle azat etmenin farz kılınması.

Kur’an’dan mealen:

- Kadınlarına zıhar edip sonra söylediklerinden dönenler, karılarıyla temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuştursunlar. Size öğütlenen (hüküm) budur. Allah yaptıklarınızı haber almaktadır. 58/3

(Ayrıca bak. 4 Nisa 92; 5 / M3aide 89)

247

Page 248: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Kölelerin, ihtiyaçlarını karşılamak üzere, kendilerine sadakadan farz olarak pay verilmesi. Kur’an’dan mealen:

- Sadakalar, Allah’tan bir farz olarak ancak fakirlere, düşkünlere, onlar üzerinde çalışan (sadaka toplayan) memurlara, kalpleri (İslâm’a) ısındırılacak olanlara, kölelik altında bulunanlara, borçlulara, Allah yoluna ve yolcuya mahsustur. Allah bilendir, hikmet sâhibidir. 9/60

Köle ve cariyelerin evlendirilmesi ve mükatebe konusunda Kur’an’dan mealen:

- İçinizden bekârları ve köle ve câriyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah, lûtiyle onları zengin eder. Allah geniş (nimet ve lütuf sahibi)dir. (her şeyi) bilendir. 24/32

- Evlenme (imkânı) bulamayanlar, Allah kendilerini lûtfundan zengin ed(ip evlenme imkânına kavuştur)uncaya kadar iffetlerini korusunlar. Ellerinizin altında (köle ve câriye)lerden, mükâtebe (akdi) yapmak isteyenlerle, eğer kendilerinde bir iyilik görürseniz mükâtebe yapın. Ve Allah’ın, size verdiği malından onlara da verin. Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için, nâmuslu kalmak isteyen câriyelerinizi zinaya zorlamayın. Kim onları (zinaya) zorlarsa, şüphesiz Allah, zorlanmalarından sonra (0 cariyelere karşı) bağışlayıcı, esirgeyicidir. 24/33

Yukarıdaki ayet meallerinde görüldüğü gibi, İslam dininde köleliğin sona erdirilmesiyle ilgili çok önemli yaptırımlar vardır. Bir insanın dünyada en çok isteyeceği şeylerden bir tanesi, hürriyet ve ev bark sahibi olmasıdır. İslam dininde bunlarla ilgili sağlam esaslar getirilmiştir, köle ve cariyelerden salih olanların evlendirilmesi emredilmiştir. Ayrıca cariyelerin zinaya zorlanması yasaklanmış olup, zinadan uzak aile kadını olmalarına olanak sağlanmıştır. Köleliği kesin ortadan kaldıran bir husus olarak, kölelerle mükatebe akdi yapılması emredilmiştir. Bu mükatebe akdinin

248

Page 249: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

tek şartı, hürriyeti verilecek kölenin, kendisinde iyilik görünen bir kimse olmasıdır. Kölelik altında yaşamış olan ve kendisinden iyilik görünmeyen bir kimsenin hürriyete kavuşturulması, İslam toplumuna zararlı olacağından, köleliğin tasfiyesi olayında bu benimsenmemiştir. Bunun dışında kişi kendisinden hayır görünen bir kimse ise, hür olması için mükâtebe akdi yapmak üzere müracaat etmesi yeterlidir. Kendisiyle yapılan mükâtebe akdi, hürriyete kavuşma akdidir; bir hürriyet belgesidir. Bu akit hürriyete kavuşan köleye baş edemeyeceği mali yük getiren bir akitte değildir, tam tersi, toplumda tutunabilmesi için kendisine malen yardım edilmesi emredilmiştir. Zira, hiçbir maddi imkana sahip olmadan hür olması, kendisini köleliği arayacak hale getirebilir, bu mali yardım yapılmak suretiyle önlenmiştir. Ayrıca, kölelik müddeti içerisinde, köle sahibi, kölesine kısas kapsamına giren bir zarar verdiği zaman, kölenin affetmeyip kısas istemesi halinde, kölesine verdiği zarar kadar kendisine kısas uygulanır. Ferdi olaylar için, kısas uygulamasında, Kur’an’da, efendi köle ayırımı yapılmamıştır.

Kaldığımız yerden rivayetleri incelemeye devam edecek olursak, şöyle ki:

288- Abbâs İbnu Abdulmuttalib anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ne me’mûne (beyin zarına ulaşan yara)da, câife (bedenin iç kısmına ulaşan yara)da, ne de münakkıla (kemiği kırıp yerinden kaydıran yara)da kısas vardır. (Yani başkasını bu çeşit yaralarla yaralayan kimseye kısas uygulanmaz, diyet alınır)." (K.S. 6812 C.17 S.330, alıntısı, İbn’i Mace 2637.)

Yukarıda ki rivayette, ağır yaralamaların kısas dışı olduğunu iddia etmekle, kısasın bu husustaki caydırıcılığını ve adaletli bir karşılık olma olayını ortadan kaldırmayı amaçlamışlardır.

249

Page 250: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Zarar görenin affetmemesi halinde, kısas yoluyla her çeşit yaraya karşı, denk bir yara açılması gerektiği Kur’an’da belirtilmiştir. Yaralarda istisna yapılan rivayetin aslı yoktur.

Kur’an’dan mealen:

- Onda (Tevrat’ta) onlara: cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılık kısas (ödeşme) yazdık. Kim bunu bağışlar (kısas hakkından vazgeçer)se o kendisi için kefaret olur. Ve kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte zâlimler onlardır. 5/45

Görüldüğü gibi, yaralarda istisna yapılmamıştır. Ayrıca hiçbir şahıs istisnası da yapılmamıştır, bundan dolayı, oğula, babası sebebiyle kısas uygulanmaz diye uydurdukları şu rivayetin de aslı yoktur:

289- Süreka İbnu Mâlik radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın, oğlu sebebiyle babaya kısas uyguladığına, fakat oğluna, babası sebebiyle kısas uygulamadığına şahid oldum." (K.S. 4957 C.14 S.174 Akçağ 1992 alıntısı, Tirmizi, Diyât 9, (1399))

Hem de bu rivayette çok ilginç bir husus vardır. Oğul babasını dövse, yaralasa, öldürse, oğula hiçbir kısas cezası verilemeyeceği, fakat aynı şekilde baba çocuğa zarar verirse babaya kısas uygulaması gerektiğini rivayet etmişlerdir. Hal bu ki, değil ana, babayı dövmek, yaralamak v.s. Onlara çocukları, Kur’an’a göre “öf" dahi diyemezler, bu hususta Kur’an’dan mealen:

- Rabb’in yalnız kendisine tapmanızı ve anaya babaya iyilik etmenizi emretti. İkisinden birisi, yâhut her ikisi, senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşır (ihtiyarlık zamanında senin yanında kalırlar)sa sakın onlara “öf" deme, onları azarlama! Onlara güzel söz söyle. 17/23

250

Page 251: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Ayrıca, İslam’da ki kısas hukukunu ortadan kaldırmak için, haklı olarak kısas isteyenin, bu isteğinden dolayı suçlu olacağını iddi ettiler, halbuki haklı olmakla suçlu olmak zıt şeylerdir. Haklı olan, hakkını istemekten dolayı asla suçlanamaz.

Bu konuda uydurdukları rivayetlerden örnekler:

290- Resûlullah’a adam öldürmüş birini getirdiler. O da öldürenin velisine kısas hakkı tanıdı. Bunun üzerine veli onu alıp gitti. Boynunda tasma vardı; onu çekiyordu. O dönüp gittikten sonra. Resûlullah:

“Katille maktul cehennemdedir" buyurdular. Derken biri o adama giderek Resûlullah’ın sözünü söyledi. O da katili bırakıverdi. (Sahihi Müslim C.8 H.33/322 Sönmez Neşriyat A.Ş. Ahmed Davudoğlu.)

291- Hz. Büreyde radıyallahu anh anlatıyor: “Bir adam Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a bir adam getirip:

“Bu adam kardeşimi öldürdü" diye şikayette bulundu. Resulûllah da:

“Git sen de öldür, tıpkı kardeşini öldürdüğü gibi!"buyurdular. Adamcağız şikayetçiye:

“Allah’tan kork, beni affet! Çünkü af senin için büyük bir ücrete sebeptir. Senin için de, kardeşin için de Kıyamet günü daha hayırlıdır!"dedi. Adam onu salıverdi. Durum Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a haber verildi. Resûlullah (onu çağırıp) sordu. Adam (caninin) kendisine söyledikleri haber verdi.”

(Râvi devamla) der ki: “(Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm): “Onu azat et! Aslında onu azad etmen, onun için, kıyamet günü onun sana yapacağından daha hayırlıydı. O gün: “Ey Rabbim! Diyecek, şuna sor bakalım, beni niye öldürmüştü?"

251

Page 252: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

(K.S. 4983 C.14 S.200 Akçağ, alıntısı, Nesâi, Kasâme 6(8,18))

Rivayetin sonunda ki tehdit ifadesine dikkat edildiğinde, kısas hakkını talep eden, bu isteğinden dolayı suçlu duruma düşürülmek istenmiştir.

Kısastan vazgeçip affetmek iyi bir şeydir. Fakat kısas hakkını talep edende hiçbir zaman suçlu duruma düşmez; hiçbir şekilde suçlanamaz. Zira bu onun hakkı olan bir husustur. Onların bu rivayeti uydurmaktan kasıtları affı teşvik etmek değildir. Kısasın uygulanmasını kökten yok etmektir. Çünkü kısas yok edilip uygulanmasa suç işleme artar, adalet, Kur’an ölçülerine göre yerine getirilmemiş olur. Suçların engellenmesinde caydırıcılık yönünden kısas çok etkilidir. Toplumsal asayişin sağlanmasında kısasın büyük önemi vardır. Onun için müslümanlar arasında fitnelerin yayılması için kısası yok etmek bakımından rivayetler uydurmuşlardır.

Kur’an’da kısas konusunda şöyle denmiştir, mealen:

- Ey akıl sâhipleri, kısasta sizin için hayat vardır, böylece korunursunuz. 2/179

Mealini yazdığım 2 Bakara 179 ayetinden durum gayet net bir şekilde anlaşıla bilir.

292- İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Allah’tan başka İlah olmadığına ve benim de Allah’ın Resûlü bulunduğuma şahadet eden kimsenin kanı, üç hal dışında helal değildir:

1- Zina yapan dul.

2-Cana can kısas.

3-Dinden çıkıp cemâatten ayrılan.”

252

Page 253: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

(K.S. 4931 C.14 S.140 Akçağ, alıntısı, Buhari, Diyât 6; Müslim, Kasâme 25,(1676); Ebu Dâvûd, Hudûd 1,(4352); Tirmizi, Diyât 10,(1402); Nesâi, Tahrim 5,(7,90,91), Kasâme 5,(8,131))

Zina yapan dulla, cana can kısas konusuna değindim. Bu rivayetin üçüncü şıkkında mürteddin öldürüleceğini tahdis etmişlerdir, halbuki Kur’an’da bazı durumlarda mürtede tevbe fırsatı verilmiştir. İrtidat eden katledilirse, tevbe etmesi nasıl mümkün olur. Kaldı ki, inandıktan sonra inkar edip, inkarlarını arttırdıklarından dolayı tövbeleri kabul edilmeyenler hakkında dahi Kur’an’da ölüm cezası öngörülmemiştir. Kur’an’dan mealen:

- İman ettikten, Resûlün hak olduğunu gördükten ve kendilerine açık deliller geldikten sonra, inkar eden bir kavme Allah nasıl yol gösterir? Allah, zalim, kavmi doğru yola iletmez. 3/86

- İşte onların cezası: Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onların üzerindedir! 3/87

- O (lanet)in içinde ebedi kalacaklardır. Onlardan azab hafifletilmeyecek ve onlara asla bakılmayacaktır. 3/88

- Ancak ondan sonra, tevbe edip uslananlar başka. Çünkü Allah, bağışlayan, merhamet edendir. 3/89

- Onlar ki, inandıktan sonra inkar ettiler, sonra inkarları arttı, onların tövbeleri kabûl edilmeyecektir ve işte onlar sapıkların ta kendileridir. 3/90

Dinden çıkıp cemaatten ayrılana ölüm cezası verilmesi halinde, irtidat edenler inkarlarını gizleyeceklerdir, bu da münafıkların artmasına sebep olacaktır. Münafıkların artması, İslam toplumu için iyi bir şey değildir. Kaldı ki, değil inançtan dolayı öldürmek, İslam da inanca baskı yani ikrah dahi yoktur. İsteyen inanır, isteyen inanmaz, kullar

253

Page 254: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

inanmayandan inanmadığından dolayı hesap soramazlar, bu konuda hesap sormak Allah’a aittir.

293- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim hayızlının fercine veya bir kadının dübürüne (arka uzvuna) temas ederse veya kâhine uğrarsa Muhammed’e indirilenden teberri etmiş yüz çevirmiş) olur." (K.S. 3823 C.11 S.44 Akçağ, alıntısı Tirmizi, Tahâret 102, (135); İbnu Mâce, Tahâret 122,(639))

Bir kadının dübürüne temas eden kimse, Lût kavminin sapık ameline benzer bir amel işlemiş olur, dolayısıyla böyle kimseler müslüman değillerdir, bu konuya evvelce değinmiştim. Bir kâhine uğrayan yani fal açtıran kimsede o kahinin gaybı bildiğini kabul etmiş olmakla, kâhini Allah’a ortak koşmuş olur, zira gaybı İslam inancına göre ancak Allah bilir. Hayızlı kadına temasta bulunmak, İslam dininde günah sayılan bir harekettir, fakat dinden çıkarıcı bir hareket değildir.

Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Sana âdet görmeden soruyorlar. Deki: “O eziyettir." Âdet hâlinde kadınlardan çekilin, temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman Allah’ın emrettiği yerden onlara varın. Allah tevbe edenleri sever, temizlenenleri sever. 2/222

Ayrıca, hayızlı kadına temas konusunda ki tekfir iddialarıyla, tahdis ettikleri şu rivayetler çelişkilidir:

294-. ...... İbn Abbasi (r.a.) demiştir ki:

“(Bir kimse), kanın başlangıcında karısına yaklaşırsa bir dinar, kanın kesilmesi sırasında (yaklaştığında) cima ederse yarım dinar sadaka versin." (Ebû Dâvûd C.1 S.472 H.472 H.265 K.Taharet (1), Bâb 105 Şamil 1987.)

254

Page 255: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

295- Bir rivayette şöyle denmiştir: “Kişi hanımına kanama hâlinde temasta bulunmuşsa bir dinar, kanın kesilme hâlinde temas etmişse yarım dinar tasadduk eder." (K.S. 3834 C.11 S.50 Akçağ, alıntıları. Tirmizi, Tahâret 103, (136,137); Ebu Dâvud. Tahâret 106,(264, 265,266); Nesâi, Tahâret 182,(1,153); İbnu Mâce, Tahâret 123,(640))

Görüldüğü gibi rivayetler çelişkilidir, bir taraftan söz konusu fiili işleyen tekfir edilirken, diğer taraftan ceza olarak bir veya yarım dinar tasadduk öngörülmüştür. Küfretmenin karşılığı yarım dinar veya bir dinardır demek açık bir çelişkidir.

HAYVANLARLA İLGİLİ OLARAK UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

Bilindiği gibi, dünyada yaşam süren birçok canlı bulunmaktadır. İslam inancında, İnsanlar ve Cinler dünya yaşantılarında imtihan geçirmekte olup, amellerine göre Cennetlik yada Cehennemlik olmaktadırlar. Rivayet uydurmacıları, insanlara ve cinlere has olan bu imtihan şeklini insanlar nazarında amacından saptırmak için, bu imtihanın içeriğinde bulunan iyi ve kötü kavramlarını hayvanlara da yüklemek suretiyle amacından saptırmaya çalışmışlardır. Bu amaçlarına ulaşmak için, hayvanların davranışlarını dini ölçülere göre değerlendirme yoluna gitmişlerdir, halbuki değil hayvanların davranışlarını dini ölçülerle değerlendirmek, ne yaptığını bilemeyen akıl özürlü insanların davranışları bile, İslam dinine göre dini ölçülerle değerlendirilemez. Bu hususlarda uydurmuş oldukları rivayetlerden örnekler verecek olursam, şöyle ki:

296- Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselam buyurdular ki: “Yılan fasık tır, akrep fasık tır, karga fasık tır.”

255

Page 256: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Kâsım İbnu Muhammed İbni Ebi Bekr radıyallahu anh’a: “Karga yenilir mi?"diye sorulmuş. Şu cevabı verdi: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın ona “fasık" demesinden sonra onu kim yer?" (K.S. 6954 C.17 S.408 Akçağ, alıntısı. İbni Mace 3942)

297- Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Hayvanlardan beş tanesi vardır ki bunların her biri fâsık tır. Harem bölgesinde olsun, Hill (denen Harem dışı) bölgesinde olsun bunlar öldürülür: Karga, çaylak, Akrep, sıçan, kelb-i akûr. (K.S. 4938 C.14 S.149 Akçağ, alıntısı Müslim, Hacc 66-67, (1198); Tirmizi, Hacc 21,(837); Nesâi, Hacc 113,(5,208))

Müslim’in bir rivayetinde Hz. Aişe şöyle demiştir: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm beş fâsığın Hill’de ve Haremde öldürülmesini emretti........ (K.S. 4938 notu.)

Görüldüğü gibi fasıklık günahını bazı hayvanlara yüklemişlerdir. Kur’an’da ise fasıklar hakkında şöyle denmiştir:

- Andolsun ki sana apaçık ayetler indirdik. Onları fasıklardan başkası inkar etmez. 2/99

Böylece, dediklerine göre çaylak, Akrep, sıçan v.s. Fasık olmakla ayetleri inkar edenlerden olmuş oluyorlar. Fasıkların ahirette erişecekleri netice ise Kur’an’da helak olarak belirtilmiştir.

Kur’an’dan mealen:

- O halde peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret. Onlar hakkında acele etme, onlar va’dedildikleri azabı gördükleri gün sanki dünyada gündüzün sadece bir saati kadar kaldıklarını sanırlar. Bu, bir tebliğdir. Fasık topluluktan başkası helak edilir mi hiç? 46/35

256

Page 257: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bu duruma göre, hayvanlara fasıklık iddia etmeleri, Kur’an’a uymamaktadır.

298- Fâkih İbn’i-Muğire’nin azadlı cariyesi Saibe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Hz. Aişe radıyallahu anhâ’nın yanına girmiştim. Odasında, yere konulmuş bir mızrak gördüm. “Ey müminlerin annesi! Bununla ne yapıyorsun?"diye sordum. Şu cevabı verdi:

“Biz bununla şu kelerleri öldürüyoruz. Çünkü Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bize bildirdi ki, Hz. İbrahim aleyhisselâm ateşe atıldığı zaman yerdeki bütün hayvanlar ateşin sönmesine katıldı, sadece keler katılmadı. Dahası o, ateşi (yanması için) üflüyordu. Bu sebeple Aleyhissalâtu vesselâm bunun öldürülmesini emir buyurdu. (K.S. 6949 C.17 S. 405 Akçağ alıntısı, İbn-i Mace 3231)

Bu rivayette belirttiklerine göre keler (kertenkele) büyük bir İslam düşmanı olmuş oluyor. Bunlar öylesine iddialardır ki, Kur’an’ın evrensel mesâjını, keler şöyledir yok kertenkele şöyledir diyerek, akılları sıra çoluk çocuk oyununa döndürmeye çalışmaktadırlar. Müslim’in kertenkele hakkında uydurmuş olduğu rivayetler, bu konuda ki amaçlarını açıkça ortaya koymaktadır. Örneğin:

299- Resûlullah’a atfen: “Her kim kertenkeleyi ilk vuruşta öldürürse ona şu ve şu kadar sevaba vardır, ve her kim onu ikinci vuruşta öldürürse, birinciden aşağı olmamak üzere ona şu kadar sevap vardır. Ve her kim onu üçüncü vuruşta öldürürse ona da ikincisinden aşağı olmamak üzere şu ve şu kadar sevaba vardır."buyurdular. (Müslim 146/695 C.9 Sönmez Neşriyat A.Ş.)

Sanki bahsettikleri kertenkele değil de, Müslümanlara saldıran yedi başlı ejderha, öyle ki, Müslim’in 147. Rivayetinde (Cilt 9) belirttiğine göre, birinci vuruşta kertenkeleyi öldürene yüz sevap verilecekmiş. Hal bu ki, İbrahim peygamberin atılmış olduğu ateş hiçbir yaratığı

257

Page 258: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

müdahalesi olmadan. Yalnız, Allah’ın ateşe emretmesiyle, ateş serin ve selametli bir hal almıştır, yani kertenkele haricindeki diğer yer yaratıklarının ateşi söndürmeye çalıştığını iddia etmeleri de, Kur’an’a uymayan bir iddiadır.

Kur’an’dan mealen:

- Dediler: “Onu yakın, ilahlarınıza yardım edin, eğer bir iş yapacaksanız." 21/68

- Biz de “Ey ateş, İbrahim’e serin ve esenlik ol!" dedik. 21/69

Bu itibarla uydurmuş oldukları rivayetlerin aslı yoktur.

300- İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm av veya koyun veya çoban köpeği hariç diğer bütün köpeklerin öldürülmesini emretti.”

İbnu Ömer radıyallahu anh’a: “Ebu Hüreyre, “veya ekin köpeğini de diyor!" denilmişti, bunun üzerine: “Onun ekini var da ondan!"cevabını verdi ve ilave etti:

“Biz Medine ve civarına gider, tek köpek bırakmaz hepsini öldürdük. Hatta biz, çölden gelmiş kadına refakat eden arkadaş köpeği bile öldürdük." (K.S. 4949 C.14 S.159 Akçağ, alıntıları. Buhari, Bed’ül-Halk 14; Müslim, Musâkât 45,(1570); Muvatta, İstizân 14,(2,969) Tirmizi,Sayd 4,(1488); Nesai,Sayd 9,(7,184))

301- Resûlullah’a atfen: Resûlullah köpeklerin öldürülmesini emir buyurdu ve köpekler öldürülsün diye Medine’nin nahiyelerine haber gönderdi. (Sahihi Müslim 44/24 C.8 Sönmez Neşriyat A.Ş.)

302- Resûlullah’a atfen: Resûlullah bize köpekleri öldürmeyi, emir buyurdu. Hatta kadın köpeği ile çölden gelirdi de biz o köpeği bile bile öldürdük. Sonra peygamber köpekleri öldürmeyi yasak etti ve:

258

Page 259: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Halis siyahını, iki noktalısını öldürmeye bakın, çünkü o şeytandır; buyurdu. (Müslim 47/25 C.8 Sönmez Neşriyat A.Ş.)

303- Hz. Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“Kişi, önüne semer kaşı kadar bir şey bırakmadan namaz kılarsa; (önünden geçtiği takdirde) siyah köpek, kadın, eşek, namazını bozar...”

Ebu Zerr’e dendi ki:

“Siyahın kırmızıdan, beyazdan farkı nedir?" Şu cevabı verdi:

“Ey kardeşimin oğlu! Sen bana, benim Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)a sorduğum şeyi sordun. Efendimiz:

“Siyah köpek şeytandır" buyurmuştu." (K.S. 2743 C.9 S.39 Akçağ, alıntıları. Müslim, Salât 265, (510); Ebû Dâvûd, Salât 110,(702), Tirmizi Salât 253,(338); Nesâi Kıble 7,(2,63); İbni Mâce, İkâmetu’s-Salât 38,(952))

Bu rivayetleriyle, tüm siyah köpekleri şeytan saydıkları, dolayısıyla eşeklerle, kadınları da özdeşleştirerek şeytan saymışlardır, bu husus özellikle kadınlara büyük bir hakarettir ve İslam’da yeri yoktur.

Bizimle beraber dünyada yaşayan tüm hayvanlar, Allah’ın gerekli görüp yarattığı ve çeşitli işlevleri olan yaratıklardırlar. Bu canlılar, dinsel tebliğ dışında olmakla, onların şeytanlıkla veya vahyi reddetmeyle ilgileri yoktur. Allah tarafından kendilerine yükletilen işlevleri yerine getirirler, örneğin, arının bal yapması gibi. Ayrıca bizim tam olarak bilmediğimiz veya bilemeyeceğimiz görevleri de olabilir. Şu kesindir ki, Allah hiçbir şeyi boşu boşuna yaratmaz. Ve yaratmış olduğu hiçbir canlı türünü gereksiz yere yok etmemizi bize emretmez. Tüm canlılar bizim gibi birer ümmet olup, kendilerine has yaşamlarını sürdürürler.

259

Page 260: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Kur’an’dan mealen:

- Yeryüzün de yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, (onlar da) sizin gibi birer ümmet olmasınlar. Biz kitap da hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra (onlar), Rab’leri(nin huzûru)na toplanacaklardır. 6/38

Hal böyle olunca, peygamberin hiçbir gerekçe göstermeden köpeklerin öldürülmesini emrettiği yolunda ki rivayetlerin aslı yoktur. Ayrıca, siyah köpeklerin şeytan olduklarını rivayet etmelerinin İslami hiçbir yönü yoktur. Daha başka rivayetlerinde de, zaman, zaman bazı hayvanların şeytan olduğunu rivayet etmişlerdir. Böyle yapmalarının nedeni, dikkatleri şeytandan ve şeytanın verdiği zararlardan başka yöne

çevirmek, insanların şeytan tehlikesini hatife almalarını sağlamak ve böylece şeytanın onları aldatmasını kolaylaştırmak içindir. Özellikle de köpeklerin ve develerin şeytan olduklarını rivayet etmişlerdir, zira, köpek Ashabı Kehf’e bekçilik etmişti, Devede bir kavme, Allah tarafından imtihan vasıtası yapılmıştı. Onun içindir ki bu iki hayvana kin duymuşlardır.

Bu hususta Kur’an’dan mealen:

- (Ashabı Kehf) Uykuda oldukları halde sen onları uyanıklar sanırsın. (Uyudukları yerde) onları sağa sola çeviririz. Köpekleri de girişte iki kolunu (ön ayaklarını) uzatmıştır. Çıkıp da onlara baksaydın, mutlaka onlardan dönüp kaçardın. Ve onlardan için korku dolardı. 18/18

- Semûd (kavmin)e de kardeşleri Sâlih’i (gönderdik): “Ey kavmim dedi, Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. Size Rabb’inizden açık bir delil geldi. İşte şu, Allah’ın dişi devesi, size mûcizedir, bırakın onu Allah’ın arzında yesin (içsin) sakın ona kötülük etmeyin, yoksa sizi acı bir azab yakalar." 7/73

260

Page 261: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Halbuki onlar deve için şöyle dediler.

304- Resûlullah’a atfen: “Koyun ağıllarında namaz kılın, zira koyunlar mübarek (hayvanlar)dır. Deve damlarında namaz kılmayın. Zira onlar şeytanlardır." (K.S. 2696 C.8 S.536 Akçağ, alıntısı. Ebu Dâvud, Salât 25,(493))

305- Berâ (radıyallahu anh)’nın rivayetlerine göre Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle demiştir:

“Deve ağıllarında namaz kılmayın, çünkü onlar şeytandandır.”

Koyun ağıllarından soruldu:

“Oralarda kılın, çünkü onlar berekettir" buyurdular." (K.S. 3689 C.10 S.478 Akçağ, alıntıları. Ebu Dâvud, Tahâret 72,(184); Tirmizi, Tahâret 60,(81))

Köpeklerle, develerin şeytan olduğu yolundaki rivayetlerinin aslı yoktur.

306- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Melekler, içinde köpek ve çan bulunan kâfileye arkadaşlık etmezler." (Müslim, Libâs 103,(2113,2114); Ebû Dâvûd, Cihâd (2555,2556); Tirmizi, Cihâd 25,(1703). K.S. 2196 C.8 S.33 Akçağ.)

307-.......... Bize Sufyân ibn Uyeyne tahdis edip: Ben bunu senin şurada bulunduğun gibi ez-Zuhri’den ezberledim, o şöyle dedi: Bana Ubeydullah ibn Abdillah, İbnu Abbâs’tan; o da Ebû Talha Zeyd ibn Sehl’den (Allah onlardan râzı olsun) haber verdi ki, Peygamber (S): “Melekler, içinde köpek ve sûret bulunan bir eve girmezler" buyurmuştur. (Buhari, Kitâbu Bed’i’l-Halk H.126 C.7 S.3099 Ötüken 1987)

İddia ettiler ki, Melekler içinde, çan, köpek ve sûret (resim, heykel) bulunan yere gitmeyip ordan uzak dururlarmış. Bu

261

Page 262: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

devirde insanların tamamına yakını, resimli kimlik kartlarını üzerlerinde taşımaktadırlar, kullandıkları çoğu paraların üzerinde resimler vardır ve denebilir ki, dünyada içinde insan veya hayvan resmi olmayan hemen hemen hiçbir ev yoktur. Hal böyle olunca, ölüm melekleri resimlere rağmen insanların canlarını nasıl almaktadırlar. Eğer iddiaları doğru olmuş olsaydı, üzerinde resim bulunan insandan uzak durmak suretiyle veya içinde resim olan eve ölüm melekleri girmeyeceklerinden insanların ölmemeleri gerekirdi ve bunun gibi başka misaller verilebilir. Gerçekler onların iddiaları hilafınadır.

Canları meleklerin aldığına dair Kur’an’dan mealen:

- Nefislerine zulmeden kimselere, canlarını alırken melekler: “Ne işte idiniz?" dediler. (Bunlar): “Biz yer yüzünde âciz düşürülmüştük."diye cevap verdiler. Melekler dediler ki: “Peki, Allah’ın yeri geniş değilmiydi ki onda göç ed(ip gönlünüzce yaşayabileceğiniz bir yere gid)eydiniz?" İşte onların durağı cehennemdir, ne kötü bir gidiş yeridir orası! 4/97

Bu itibarla tahdis etmiş oldukları rivayetlerin aslı yoktur.

308- Selman radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a çekirgeler sorulmuştu:

“Onlar, Allah’ın en kalabalık ordularıdır. Onu ne yerim ne de haram kılarım" buyurdular." (K.S. 3913 C.11 S.154 Akçağ, alıntıları. Ebu Dâvud, Et’ime 35,(3813); İbnu Mace, Sayd 9,(3219))

309- Rezin rahimehullah Hz. Câbir radıyallahu anh’tan naklediyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm çekirgelere beddua etti ve dedi ki:

262

Page 263: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Allah’ım! Çekirgeleri helâk et, büyüklerini öldür, küçüklerini helâk et, nesillerini kes ağızlarını geçimimiz ve rızkımızdan (uzak) tut. Sen duaları işitensin.”

(Orada bulunan) bir adam:

“Ey Allah’ın Resûlü! Çekirgelere nasıl böyle beddua ediyorsunuz, onlar ki Allah’ın ordularından bir ordudur" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm da cevaben:

“Çekirge, denizdeki bir balığın hapşırığıdır" buyurdular." (K.S. 3914 C.11 S.154 Akçağ, alıntıları. Tirmizi, Et’ime 23,(1824); İbnu Mâce, Sayd 9,(3221))

Çekirgelerin, Allah’ın en kalabalık orduları olduğunu rivayet etmişlerdir. Buna rağmen, peygamberin, çekirgelerin mahvolmaları için dua ettiğini rivayet etmeleri bir çelişkidir. Peygamberin, Allah’ın en kalabalık ordusunun mahvolması için dua etmesi mümkün değildir.

Ancak çekirgelerin zararından korunma yününde dua eder. Güya kendisine bir şahıs, Allah’ın ordularından bir ordu olan çekirgelere niçin beddua ediyorsunuz demişte, peygamber, cevap olarak, onlar denizde ki bir balığın hapşırığıdır cevabını vermiş. Sorulan soruya verilen cevap uygun olmadığı gibi, çekirgelerin balık hapşırığı olmadığı bilinen bir gerçektir, öyle bir iddia gerçeklere uymaz. Diğer bir hususta çekirgelerin, Allah’ın en kalabalık ordusu olduğu iddiası, bu iddia da Kur’an’a uymayan bir iddiadır. Zira Allah’ın ordularını, Allah’tan başka kimse bilmez. hal böyle olunca, peygamber bilmediği orduların en kalabalık olanının hangisi olduğunu bilemez. Bu hususta Kur’an’dan mealen:

- Biz cehennemin bekçilerini hep melekler yaptık. Onların sayısını da inkar edenler için bir imtihan kıldık ki kendilerine Kitap verilmiş olanlar iyice inansın, inanananların imanını arttırsın. Kitap verilmiş olanlar ve inananlar şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlar ve kafirler de:

263

Page 264: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Allah bu misalle ne demek istedi?" desinler. Böylece Allah, dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini doğru yola iletir. Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez. Bu, insanlara bir tebliğdir. 74/31

Görüldüğü gibi, Allah’ın ordularını, Allah’tan başkası bilmez. Bu itibarla, bu hususta uydurdukları rivayetlerin aslı yoktur.

310- Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a bir katır hediye edilmişti, ona bindi. Ben kendisine:

“Eşekleri atlara aşırtırsak da bunun gibi katırlar elde etsek olmaz mı?" dedim. Şöyle cevap verdi:

“Bunu bilmeyenler yapar." buyurdu. (K.S. 2230 C.8 S.75 Akçağ, alıntıları. Ebû Dâvûd, Cihâd 59,(2565); Nesâi, Hayl 10,(6,224))

Bu rivayette, katır üretmenin iyi bir şey olmadığını tahdis etmişlerdir. Hal bu ki, Kur’an’da Allah, katırları süs olarak yarattığını bildirmiştir. Bundan dolayı iddiaları Kur’an’a uymamaktadır, zira iyi olmayan bir şey süs olarak tanımlanamaz. Bu hususta Kur’an’dan mealen:

- (Allah), Binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkepleri (yarattı) ve sizin bilmediğiniz nice şeyler yaratmaktadır. 16/8

Bu itibarla uydurdukları rivayetin aslı yoktur.

311- Ümmü seleme radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm fareye fuveysika der ve şunu ilave ederdi:

“Ben bunu meshe uğramışlardan biliyorum. Çünkü o, kendisine (içmesi için) deve sütü konulsa onu içmez. Ama koyun sütü verilirse onu içer." (K.S. 5965 C.16 S.442 Akçağ

264

Page 265: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

1993, alıntısı. Rezin tahriç etmiştir. Buhari’de kaydedilmiştir, Bed’ül-Halk 15; Müslim, Zühd 62, (2997))

312- İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Ey Allah’ın resulü! Maymun ve domuzlar, Allah Teâla’nın mesh ettiği insanlardan mı?" diye sorulmuştu. Şu cevabı verdi: “Allah Teâla hazretleri bir kavmi helak etti mi ona nesil (devam) vermez. Maymun ve domuzlar daha önce de vardı." (K.S. 5966 C.16 S.444 Akçağ, alıntısı, Müslim, Kader 33,(2663))

Bu iki hadis çelişkilidir. Madem ki meshe uğrayanların nesli devam etmiyorsa. Meshe uğrayan farelerin nesli nasıl devam etmiştir. Zira farelerin deve sütü içmemeleri mesh edilmiş olmalarına delil olarak gösterilmiş, bu olay farelerin tümüne mal edilmekle, meshe uğrayan farelerin soyu devam ediyor demektir. Buda iki rivayetin çelişkili olduğunu açıkça belirtir.

313- Ebu’l-Müseyyeb anlatıyor: “(Bir gün) Ebu Said radıyallahu anh’ın yanına girmiştim, namaz kılıyor buldum. Onu beklemek üzere oturdum. Derken evin bir köşesinde tavanı örten hurma dalları arasında bir kıpırtı gördüm. Oraya bakınca bir yılan olduğunu gördüm. Öldürmek üzere atıldım. Ebu Said oturmam için işaret etti. Tekrar yerime oturdum. Namazdan çıkınca bana evde bir oda gösterdi ve: “Bu odayı görüyor musun? diye sordu. Ben: “Evet!" deyince devam etti:

“Onda bizden evlenmesi yakın bir genç vardı. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile birlikte Hendek (harbi)e gittik. Genç, o gün ortasında ehline uğramak için Aleyhissalâtu vesselâmdan izin istiyordu. Bir gün ondan yine izin istedi. Aleyhissalâtu vesselâm ona:

“Silahını beraberine al, ben Kureyza’dan sana bir zarar gelir diye korkuyorum!" buyurdular. Adam silahını aldı. Ailesine geldi. Hanımı iki kapı arasında ayakta duruyordu. Elindeki mızrağı ile, dürtmek üzere kadına eğildi. Adama kıskançlık gelmişti. Kadın onu: “Mızrağını geri çek! Hele eve gir, beni dışarı çıkaran şeyi bir gör!" dedi. Adam içeri daldı. Bir de ne

265

Page 266: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

görsün: Yatağın üzerine çöreklenmiş iri bir yılan! Mızrağıyla ona yöneldi ve yılana sapladı. Sonra çıkıp, süngüyü avluya dikti. Derken yılan üzerine atıldı. Bilemiyoruz hangisi evvel öldü; yılan mı, genç mi? Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a gelip, bu durumu anlattık ve: “Dua edin, Allah ona tekrar hayat versin!" dedik. Aleyhissalâtu vesselâm:

“Arkadaşınız için istiğfar ediverin! Buyurdular. Sonra şu açıklamada bulundular:

“Medine’de Müslüman olan cinler var. Onlardan birini görürseniz, kendisine üç gün ihtarda bulunun. Eğer bundan sonra yine de görünürse onu öldürün. Çünkü o bir şeytandır." (K.S. 4942 C.14 S.14 S.154 Akçağ, alıntısı. Müslim, Selam 139,(2236); Ebu Dâvud, Edeb 174,(5256, 5257); Tirmizi, Ahkâm 2,1484); (Bazı Tirmizi nüshalarında Sayd bölümünde (17.bab’ta) gelmiştir.)

İslam dininde cinler yılan olarak tanımlanamayacağı gibi. Bu rivayette belirttiklerine göre, bir yılan gördüğümüzde, gitmesi için ona üç gün ihtarda bulunacakmışız, gitmediği takdirde de, şeytan olduğuna karar verip onu öldürecekmişiz. Bu o kadar ciddiyetten uzak bir rivayettir ki, aklı başında olan hiç kimse bunun pratiğini yapmaya kalkışmaz, zira aklı başında bir kimse kim se üç gün süreyle benden uzak dur diye bir yılana hitap etmez. Böyle bir şeye kalkıştığı takdirde deliliğine karar verilir. Diğer bir hususta, yılanın bir evde bulunduğunu ve evden ayrılmadığını farz edersek, üç gün dolmadan o yılanın ev sahiplerinden herhangi birine zarar vermeyeceğinin güvencesi nedir?

Gerçeklerle bağdaşmayan bu rivayetin aslı yoktur.

314- İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Kim, yılanı (intikam) arar diye (öldürmez) bırakırsa bizden değildir. Biz onlarla harb ettiğimiz günden beri onlarla sulh

266

Page 267: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

yapmadık." (K.S. 4944 C.14 S.14 S.156 Akçağ, alıntısı. Ebu Dâvud, Edeb 174, (5250))

315- İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Yılanların hepsini öldürün. Kim yılan(ın intikam alacağın)dan korkarsa, benden değildir."

Bir rivayette şöyle burulmuştur: “Gümüş çubuk gibi olan uzun yılan hâriç bütün yılanları öldürün." (K.S. 4943 C.14 S.156 Akçağ, alıntıları. Ebû Dâvûd, Edeb 174, (5249,5261); Nesâi, Cihad 48, (6,51))

Bu iki rivayetle, bir evvelki rivayet çelişkilidir. Evvelki rivayette yılana üç gün ihtar edilmesi gerektiği belirtilmişken, son iki rivayette ihtarsız öldürülmeleri gerektiği ve onlarla barış yapılamayacağı belirtilmiştir.

316- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir güvercinin peşine düşüp onunla eğlenen bir adam görmüştü: “Bir şeytan bir şeytaneyi takip ediyor!"buyurdular."(K.S. 5331 C.15 S.135 Akçağ, alıntıları. Ebû Dâvûd, Edeb 65, (4940); İbnu Mâce, Edeb 44,(3765))

(Not: Tahdis etmiş oldukları birçok rivayette, Ebû Hûreyre gibi uydurmuş oldukları birçok hayali raviye Hz. Ve Radıyallahu anh ifadelerini kullanmışlardır, iktibas gereği bu ifadeleri yazmak zorunda kaldığımı ve uydurmuş oldukları hayali şahıslara bu tür ifadeleri kullanmalarını tasvip etmediğimi belirtmek isterim.)

Güvercin, hayvanların en güzellerindendir. Bir insan onu sevebilir, yakalamak isteye bilir, hiç bir zaman bir güvercini yakalamak istiyor diye, bir kimseye bu yaptığından dolayı şeytan denemez. Hele güvercin gibi zararsız bir hayvana şeytan demeleri de, ciddiyetten ne kadar uzak olduklarını

267

Page 268: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

göstermeye kafidir. Asıl amaçları ise, daha öncede belirttiğim gibi şeytan kavramını belirsiz hale getirmek istemeleridir.

317- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Horozun öttüğünü işittiğiniz vakit Allah’tan lütuf ve ikramını talep edin. Zira onlar bir melek görmüştür. Merkebin anırmasını işittiğiniz zaman şeytandan Allah’a sığının. Çünkü o bir şeytan görmüştür."(K.S. 5950 C.16 S.421 Akçağ 1993, alıntıları. Buhari, Bed’ü’l_halk 15; Müslim, Zikr 82,(2729); Ebû Dâvûd Edeb 115,(5102); Tirmizi, Da’avat 58,(3455))

Horozların canları çektikçe sık sık ötmeleri bir tarafa. Eşeklerin, dişi eşek görünce anırmalarına ne demeli, o zaman bütün dişi eşekler şeytan olmuş olur ki, bu da boş bir iddiadan başka bir şey değildir.

318- ......... Ben Ebû Hureyre (R)’den işittim, şöyle diyordu: Peygamber (S): “Sizden birinizin içeceği içine sinek düştüğü zamân, o kişi sineğin her tarafını batırsın, sonra onu çıkarsın (atsın). Çünkü sineğin iki kanadının birisinde hastalık, diğerinde şifâ vardır" buyurdu. (Buhari, Kitâbu Bed’i’l-Halk Bab 17 H.124 S.3098 C.7 Ötüken.)

Rivayet müdafaacıları, sineğin bir kanadında hastalık ve bir kanadında ilaç olduğunu uzun uzadıya savunarak, bunun bilinmesinin bir peygamberlik mucizesi olduğunu iddia etmişlerdir. Sineğin herhangi bir kanadında eğer ki ilaç özelliği taşıyan bir madde olsaydı, bu çağda tespit edilerek ondan sentetik ilaç üretme yoluna gidilirdi. Fakat böyle bir şey bilinmemektedir. Esasında bu rivayeti uydurmaktan amaçları sineğin kanadında ilaç olup olmadığı olayı değildir. Amaçları müslümanların yemek içmek zevkleri konusunda insanları tiksindirmektir. İçtiğim bir kahveye sinek düştüğünde o sineği kahveye batırıp, o kahveden içmeyi düşünmek bile midemi bulandırmaya yetiyor. Bu durum karşısında sineğin değil bir kanadında iki kanadında ilaç olsa ne olur. Kaldı ki, dünyada bir içeceğe tek kanadı üzerine

268

Page 269: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

düşüp te öylece kalan sineği kim görmüş, zaten hayvan sıvıya düşer düşmez, kurtulmak için çırpınacak ve kendiliğinden her iki kanadını batıracaktır. Bu itibarla, gerçeklerle bağdaşmayan bu rivayetin aslı yoktur.

319- .... Câbir b. Abdillah’tan demiştir ki:

Hz. Peygamber (s.a.) kurban bayramı günü hayaları buruk, alacalı (ve) boynuzlu iki koç kesti... (Ebû Dâvûd, K.ed-Dahâyâ (16), Bâb 3-4 H.2795 C.10 S.472 Şamil 1990,diğer rivayet eden, İbn Mâce, edahi 1.)

320- ........... Enes ibn Mâlik (R) şöyle demiştir: peygamber (S) deve ahırında zekât develeriyle meşgûl bulunduğu bir sırada yeni doğan kardeşim Abdullah’ı teberrük en hurma çiğnemeye damağını oğalaması için yanına getirdim. Bu sırada Peygamber’i zekât koyunlarına -öyle sanırım ki- kulaklarına- damga vururken gördüm. (Buhâri, Kitâbu’z-Zebâıh ve’s-Sayd Bab 35 H.67 C.12 S.5607 Ötüken 1988.)

Bu hadis uydurmasının yorumunda şöyle demektedirler: “Bu hadis alametin yüzden başka yere, bilhassa koyunlarda kulağa damga vurulması hususunda nâstır. Bu sebeple memleketimizde ve bütün İslam Âlemi’nde sürü sahipleri koyunlarını kulaklarından alâmetler. Bu, Peygamberin fiiline uygundur." Kur’an’da ise bu gibi hususlarla ilgili olarak özellikle hayvanların kulaklarını yaranların tenkit edilmesi gerçekten ibret vericidir.

Daha öncede belirttiğim gibi, gerek tedavi etmede, gerekse Allah’ın meşru kıldığı şekilde, kesilmesi helal olan hayvanların, yenmek üzere kesilmesi helaldir. Hatalık durumunda tedavi amaçlı olmak üzere, insanlar gerekli ameliyatları yapabilirler. Bu gibi hususların ötesinde, gerek insanları gerek hayvanları burmak, vücutlarına döğme yapmak, dağlamak, kulaklarını kesmek, sünnet etmek gibi hususlarla. Bu çağda bazılarının çaba gösterdiği gibi genler üzerinde oynamak suretiyle yaratılışı değiştirme olayları.

269

Page 270: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Onların yaratıldıkları şekli değiştirmek demektir ve bu gibi hususlar Kur’an’da şiddetle yasaklanmıştır. Ayrıca herhangi bir insanın veya hayvanın burulması; hadım edilmesi sadizmi simgeleyen vahşetin ta kendisidir. Kur’an’dan mealen:

- Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bundan başka her şeyi dilediğine bağışlar. Allah’a ortak koşan da uzak bir sapıklığa düşmüştür. 4/116

- O (Allah’a ortak koşa)nlar, O’nu bırakıp birtakım dişilerden başkasına çağırmıyorlar ve onlar, inatçı şeytandan başkasına yalvarmıyorlar. 4/117

- (O şeytan)ki Allah ona lânet etti ve o da, “Elbette senin kullarından belirli bir pay alacağım."dedi." 4/118

- Onları mutlaka saptıracağım, mutlaka onları boş kuruntulara sokacağım ve onlara emredeceğim: hayvanların kulaklarını yaracaklar; onlara emredeceğim: Allah’ın yaratışını değiştirecekler!"Kim Allah’ın yerine şeytanı dost tutarsa, muhakkak ki açık bir ziyâna uğramıştır. 4/119

- (Şeytan) onlara söz verir, ümit verir, fakat şeytanın onlara va’di, aldatmadan başka bir şey değildir.4/120

- İşte onların varacağı yer cehennemdir. Aslâ cehennemden kaçmak (imkânı) bulamazlar. 4/121

Görüldüğü gibi, bu husustaki rivayetleri, Kur’an’la uyuşmamaktadır.

321- ......... Ümmû Kürs’el-Ka’biyye demiştir ki:

“Resûlullah (s.a)’i, (Akika kurbanı olarak) erkek çocuğu için yaşça birbirine denk olan iki koyun, kız çocuğu için de bir koyun (kesilir) derken işittim."(Ebû Dâvûd, K.ed-Dahâyâ (16), Bâb 20-21 H.2834 C.10 S.539 Şamil 1990, ayrıca Nesai, akika 1,3,4.)

270

Page 271: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

322- ... Selmân b. Amr’ed-Dabbiyyi’den demiştir ki:

Resûlullah (s.a.) (şöyle) buyurdu:

“(Yeni doğan her) bebekle beraber bir akika bulunur. Öyleyse her doğan çocuk için bir akika kurbanı kanı akıtınız ve kendisinden ezâyı kaldırın." (Ebû Dâvûd, K.ed-Dahâyâ (16), Bâb 20-21 H.2839 C.10 S.549 Şamil 1990, ayrıca. Buhâri, akika 2; Tirmizi, Edâhi 16; Nesâi, Akika 2; İbn Mâca, Zebâih 1.)

Birinci rivayette erkek çocuk için iki akika kurbanı kesilir denmişken, ikinci rivayette bir akika kurbanı kesilir denmesi bir çelişkidir.

323- ... Ebû Hüreyre’den rivâyet olunduğuna göre; Peygamber (s.a.v.)

“-Fera’ ve atire yoktur." buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, K.ed-Dahâyâ (16), Bâb 19-20 C.10 S.536 Şamil, ayrıca. Buhari, akika 3,4; Müslim, edâhi 38; Tirmizi, edahi 15; Nesâi, Fera’l; İbn Mâce, Zebâih 2.)

324- ........ (Amr b. Şuayb b. Muhammed b. Abdullah b. Amr b. As’ın) dedesinden demiştir ki: .................

“-Fera’ haktır,”............ (Ebû Dâvûd, K.ed_Dahâyâ (16), Bâb 20-21 H.2842 C.10 S.553 Şamil. Ayrıca, Nesai, akika 1)

325- ... Said (b. El-Müseyyeb)’den demiştir ki:

“Fera’ ilk yavrudur, (Araplar) hayvanların doğurduğu ilk yavruyu keserlerdi. (Ebû Dâvûd, K.ed-Dahâyâ (16), Bâb 19-20 H2832 C.10 S.537 Şamil.)

Birinci rivayette, Fera’ olmadığı belirtilmişken, ikinci rivayette şart koşulması bir çelişkidir.

326- ..... Adiyy b. Hatim’den demiştir ki:

271

Page 272: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Peygamber (s.a.)’e biz köpeklerle avcılık yapıyoruz. (bu hususta ne buyurursunuz?), diye sordum. Bana:

“-Eğer (avın üzerine) eğitilmiş köpeklerini gönderiyorsan ve (onları gönderirken) üzerlerine besmele çekiyorsan, sana yakaladıkları avlardan yiyebilirsin, isterse (avı yakalayan köpek onu) öldürmüş olsun, fakat köpek (yakaladığı hayvanın bir kısmını) yerse, o başka. Eğer köpek (avın bir tarafını) yemişse sen (onu) yeme. Çünkü (köpeğin) onu kendisi için yakalamış olmasından korkarım."cevabını verdi. (Ebû Dâvûd, K.es-Sayd (16), Bâb 22-23 H.2848 C.11 S.20 Şamil, ayrıca. Buhari, Vudu 33, buyû’3, Zebâih 2-3, 7-10, tevhit,13; Müslim, sayd 1-3; Tirmizi, sayd 1,6; İbn Mâce, sayd 3.)

327- ...... Adiyy b. Hâtim’den demiştir ki:

Peygamber (s.a.):

“Eğittikten sonra besmele çekerek (av üzerine) gönderdiğin bir köpek ya da şahinin senin için yakaladığı avı yiyebilirsin" buyurdu.

Ben de:

-(Avı) öldürmüşse de mi? diye sordum.

“- Eğer onu öldürmüş de onun hiçbir tarafını yememişse onu ancak senin için yakalamış demektir." buyurdu. (Ebû Dâvûd, K. Es-Sayd (16), Bâb 22-23 H.2851 C.11 S.25 Şamil. Ayrıca, Tirmizi, Sayd 3.)

328- ... Ebu Sa’lebe’tü’l Huşeni’den demiştir ki:

Resûlullah (s.a.) köpeğin avladığı av hakkında (şöyle) buyurdu:

“Köpeğini (avın üzerine) besmele çekerek günlermişsen (onun yakaladığı avı) yiyebilirsin. İsterse o avın bir tarafını

272

Page 273: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

yemiş olsun. Kendi ellerinle avladığını da ye!" (Ebû Dâvûd, K.es-Sayd (16), Bâb 22-23 H.2852 C.11 S.26 Şamil. Ayrıca, Ahmed b. Hanbel, IV-195.)

Birinci ve ikinci rivayetlerde, av köpeği yakaladığı avdan yemişse o avın kesinlikle yenemeyeceğini belirtmişlerken, üçüncü rivayette yenebileceğinin rivayet edilmesi bir çelişkidir.

Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Kendileri için nelerin helâl kılındığını sana soruyorlar; de ki: “Bütün iyi ve temiz şeyler size helal kılınmıştır."Allah’ın size öğrettiğinden öğretip avcı hale getirdiğiniz hayvanların sizin için yakaladıklarından da yeyin ve üzerine Allah’ın adını anın (besmele çekin). Allah’tan korkun. Allah’ın hesabı pek çabuktur. 5/4

Dikkat edilirse, yukarıda meali yazılı 5 Mâide 4 te, av için yetiştirilmiş hayvanların, avı yakaladığında avdan yemişse istisnası yapılmamıştır.

İMAN VE AMELLER HAKKINDA UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

Kur’an öğretisine göre, cennetlik olabilmek için, iman edip,yararlı amel işlemek şarttır. Bunda da başarılı olabilmek için, İman ve Salih amel kavramlarının net bir şekilde bilinmesine ihtiyaç vardır.

İslam dininde, İman ve Salih amel iki ayrı kavram olmalarına rağmen, birinin yokluğu halinde diğeri de geçersiz olur. Örneğin: Kişi İman etmiş olmasına rağmen iyi amelleri yoksa Ahrette kurtuluşa eremeyeceği gibi. İyi amelleri olmasına rağmen iman etmemişse, iyi amelleri geçersiz olup yine kurtuluşa eremez.

273

Page 274: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Kur’an’dan mealen:

- Onlar ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabb’inin gelmesini yahut Rabb’inin bazı alâmetlerinin gelmesini bekliyorlar. Rabb’inin bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, şüphesiz bizde beklemekteyiz! 6/158

Yukarıdaki ayet mealinde görüldüğü gibi, iman etmiş olmasına rağmen, imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye imanı fayda vermez.

Kur’an’dan mealen:

- Rablerini inkâr edenlerin durumu (şudur): Onların amelleri fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer. Kazandıklarından hiçbir şeyi elde edemezler. İşte bu, (haktan) uzak sapıklığın kendisidir. 14/18

Yukarıdaki ayet mealinde görüldüğü gibi, imanın yokluğu halinde, yapılan iyi ameller, fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle savurduğu kül gibi yok olarak onları işlemiş olan şahsa fayda vermezler.

Kur’an’dan mealen:

- Erkek veya kadın kim mümin olarak salih amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz. 16/97

Yukarıdaki ayet mealinde İman ve Salih amelin, kurtuluş için birlikte olması gerektiği görülür. Rivayet uydurmacıları bu iki kavramı saptırmak için birçok rivayetler uydurmuşlardır. Özellikle vermek istedikleri mesaj, iman etmiş olan bir kimsenin ameli ne olursa olsun hiç cehenneme girmeyeceği ve cennete gireceği şeklindedir. Böylece iyi amelleri önemsiz, kötü amelleri zararsız göstermek suretiyle fesat meydana getirmeyi amaçlamışlardır. Eğer ki bu öğrettiklerini

274

Page 275: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

yutturamadıkları kimseler olursa, iman etmiş olan bir kimsenin günahı sebebiyle cehenneme gireceğini fakat orda imanı sebebiyle ebedi kalmayacağını söyleyip, ileri sürecekleri rivayetlerde uydurmuşlardır. Uydurdukları her çeşit rivayet için çeşitli seviyede alternatif rivayetler uydurmaya büyük gayret sarf etmişlerdir, böylece karşılarındaki şahsın beklentilerine göre işlerine gelen rivayeti ortaya koyarak, uydurdukları diğer alternatifleri gizleme yoluna giderler, böylece hadis külliyatlarının içeriğinden habersiz kimseleri kandırmaya çalışırlar.

Ameller konusunda bir diğer iddiaları da amelin şahsa bağlılığını iyi ameller yönünden ortadan kaldırarak, şahısların bir birleri yerine, hac etme, sadaka verme gibi ameller işleyebileceğini rivayet etmişlerdir. Bu hususlarda uydurmuş oldukları rivayetlerden örnekler verecek olursam:

329- ........... Katâde şöyle demiştir: Biz Enes ibn Mâlik (R) şöyle tahdis etti:

Muâz ibn Cebel, deve üstünde Peygamberin terkisinde iken, Peygamber (S):

- Yâ Muâz ibn Cebel! diye nida etti.

Muâz:

- Lebbeyk yâ Rasûlullah, ve sa’deyk, dedi.

Peygamber yine:

- Yâ Muâz! diye çağırdı.

Muâz:

- Lebbeyk yâ Rasûlullah ve sa’deyk, dedi.

Bu üç kere vâki’ oldu. Üçüncüde Rasûlullah.

275

Page 276: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Hiçbir kimse yoktur ki, kalbinden tasdik ederek Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammedin Rasûlullah olduğuna şahâdet etsin de Allah onu ateşe hâram etmesin buyurdu.

Muâz:

- Yâ Rasûlullah, bunu insanlara haber vereyim de sevinsinler mi? dedi.

- Haber verdiğin takdirde buna güvenirler, buyurdu.

Muâz ibn Cebel, bunu ölümüne yakın günâhtan sıyrılmak için haber verdi. (Buhâri, Kitâbu’l-İlm H.68 Bab 50 C.1 S.281 Ötüken 1987)

330- .......... Ben Enes (R)’ten işittim, şöyle dedi: Bana Zikr olundu ki, Peygamber (S), Muâz’a.

- Allah’a hiçbir şey ortak kılmayarak Allah’a kavuşan kimse, cennete girdi, buyurmuştur.

Muâz:

- Bunu insanlara müjdeleyeyim mi? dedi.

Rasûlullah:

- Hayır, çünkü ben onların buna güvenmelerinden endişe ederim buyurdu. (Buhâri, Kitâbu’l-İlm H.69 Bab 50 C.1 S.281 Ötüken.)

331......... Ebû Zerr (R) Şöyle demiştir: Peygamber (S) şöyle buyurdu:

- “Cibril bana: ‘Ümmetimden her kim Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayarak (tevhit inancıyla) ölürse cennete girer -yâhut ateşe girmez’ dedi”.

- Eğer o kişi zinâ etse ve hırsızlık yapsa da mı? dedi.

276

Page 277: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Peygamber:

- “Eğer (bu günâhları işlese de)"buyurdu. (Buhâri, Kitabu Bed’i’l-Halk H.32 Bab 6 C.7 S.3037 Ötüken 1987.)

332- İbnu Amr İbni’l-Âs radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Aziz ve celil olan Allah (kıyamet günü), ümmetimden bir adamı mahlûkatın üstünden seçer ve onun için doksan dokuz büyük defter açar. Her defterde, gözün alabildiği kadar büyüktür. Rab Teâla adama sorar: “Bu defterlerde yazılı olanlardan bir şey inkâr ediyor musun? Muhafız kâtiplerim (olmadık şeyler yazarak sana) zulmetmişler mi?" Kul:

“Ey Rabbim! Hayır! (Hepsi doğrudur!)der. Rabb Teâlâ sorar:

“(Bunları yapmada beyan edeceğin) bir özrün var mı?" Kul der:

"Hayır! Ey Rabbim!"Aziz ve celil olan Allah:

"Evet! Senin bizim yanımızda (makbul, büyük) bir de hasenen var. Bugün sana zulüm yapmayacağız! Buyurur. Hemen bir etiket çıkarılır. Üzerinde “Eşhedu en lâ ilâhe illallah ve Eşhedu enne Muhammed en Rasûlullah (şahadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve şahâdet ederim ki Muhammed Allah’ın elçisidir."yazılıdır."

Sonra, Rabb Teâla der: “Ağırlığını (yani amellerin ağırlığını) hazırla!" Kul sorar:

“Ey Rabbim! Bu defterlerin yanındaki bu etiket de ne?" Rabb Teâle der: “Sana zulmedilmeyecek! Hemen defterler Mizan’ın bir kefesine konur, etiket de diğer kefesine. Tartılırlar. Sonunda defterler hafif kalır, etiket ağır basar. Esasen Allah’ın ismi yanında hiçbir şey ağır olamaz." (K.s. 5077 C.14 S.390 Akçağ 1992, alıntısı, Tirmizi, İman 17, (2641))

277

Page 278: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bu rivayetlerde görüldüğü gibi, iman etmiş olan bir kimseye hiçbir günahın zarar vermeyeceğini, isterse günahları gözün alabildiğine, doksan dokuz defter doldurmuş olsun, böyle bir kimsenin hiç cehenneme girmeden, cennete gireceğini rivayet ettiler. Bu şekilde rivayetler uydurup, insanları aldatmalarının Kur’an’a uyan hiçbir yönü olmadığı gibi. Bu şekilde insanları boş umutlarla aldatmaya, Kur’an’da şeytan aldatması olarak tanım getirilmiştir. Bu husus ta, Kur’an’dan mealen:

- Ey insanlar, Allah’ın va’di gerçektir; sakın dünyâ hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan). Allah (ın affına güvendirmek sûreti) ile sizi aldatmasın. 35/15

- Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evlâdı, ne evladın babası için bir şey ödeyemeyeceği günden sakının. Allah’ın va’di gerçektir. Dünya hayatı sizi aldatmasın. O aldatıcı (şeytan), sizi Allah’ın affına güvendirerek aldatmasın. 31/33

Şeytan, Allah’ın affına güvendirmek suretiyle insanları dünya hayatıyla aldatır ve Salih amel işlememeleri için çaba gösterir. İblisin bu aldatmasından ancak Allah’ın, Hâlis (ihlas sahibi) kulları korunmuştur. Bu konuda, Kur’an’dan mealen:

- (İblis) dedi: “Senin izzet ve şerefine and olsun ki, onların tümünü azdıracağım." 38/82

- “Yalnız onlardan hâlis, (ihlâs sahibi) kulların hariç." 38/83

- (Allah) Buyurdu ki: “Gerçek (benim andımdır), ve ben gerçekleri söylerim," 38/84

- “Senden ve onlar içinde sana uyan kimselerden cehennemi dolduracağım!" 38/85

Görüldüğü gibi, iblisin gücü yalnız, Allah’ın hâlis (ihlas sahibi) kullarına yetmemektedir. Peki bu, Allah’ın ihlas sahibi kulları, yalnız iman eden kimseler midir, yoksa iman etmekle beraber, iyi ameller işleyen ve fuhuş ile

278

Page 279: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

kötülüklerden korunan kimseler midirler. Bu hususta, Kur’an’dan mealen:

- (Yusuf’un), evinde kaldığı kadın, onun nefsinden murad almak istedi ve kapıları kilitleyip: “Haydi gelsene!" dedi. (Yusuf): “Allah’a sığınırım dedi, O benim Rabb’imdir. O bana iyi bir mevki vermiştir. O zalimleri iflah etmez!" 12/23

- And olsun, kadın onu arzû etmişti, eğer Rabb’inin doğruyu gösteren delilini görmeseydi Yusuf da onu arzû etmişti. Böylece biz kötülüğü ve fuhşu ondan çevirmek istedik; çünkü o, ihlâsa erdirilmiş (seçkin) kullarımızdandır. 12/24

- İnanan ve iyi işler yapanlar da halkın hayırlılarıdır. 98/7

- Rab’leri katında onların mükâfatı, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Bu (mükâfat) Rabb’inden korkan kimselere mahsustur. 98/8

Demek ki, İmanla beraber Salih amel işlemek şarttır ve Allah’ın ihlâslı kulları, kötülükten ve fuhuştan korunmuşlardır, ihlâslı kul olmanın göstergesi bu günahları işlememektir.

Yalnız iman edipte bu imanlarıyla hayır kazanmamış olanlar hakkında Kur’an’dan mealen:

- Onlar ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabb’inin gelmesini yahut Rabb’inin bazı alâmetlerinin gelmesini bekliyorlar. Rabb’inin bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, şüphesiz biz de beklemekteyiz! 6/158

Görüldüğü gibi imanla hayır kazanmak şarttır, yoksa yalnız başına iman, iman etmiş olan kimseye fayda vermez. Nasıl olur ki bir şahıs iman etmiş olurda, hiçbir hayır kazanmaz ve kötülükleri işleyip durur, böylece günahlarının çokluğundan

279

Page 280: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

amel tartısı hafif basar. Hayır ihlaslı olmak bu değildir. Kim, Allah’ın affına güvendirerek insanları kötülüklere sürüklerse, o ancak İblisin çığırtkanlığını yapmış olmaktadır. Allah, Kur’an’da iyiyi ve kötüyü detaylı bir şekilde göstermiştir, iyiliğin ve kötülüğün kurtuluş için etkisi yoktur iman etmek yeterlidir demek bunları hiçe saymak demektir. Böyle bir iddia küfrün ta kendisidir.

Ameller konusunda uydurdukları rivayetlerden daha da örnekler vermekte ve bu konuda Kur’an’dan ölçülerini göstermekte fayda olduğunu düşünüyorum, zira hem dünyadaki durumumuz hem de ahretteki durumumuz yapmakta olduğumuz amellerle doğrudan, doğruya ilgilidir. Bu konu öylesine önemlidir ki, Rivayetçiler, İslam Dinini, amelleri dışlamak suretiyle, imana indirgemeye ısrarla çaba göstermişlerdir.

333-............ Muâz ibn Cebel (R) şöyle demiştir: ben bir seferde Peygamberin bindiği Ufeyr denilen bir eşek üstünde Peygamberin terkisinde idim, Peygamber (S) bana:

- “Yâ Muâz! Allah’ın kulları üzerindeki hakkı ve kulların da Allah üzerindeki hakkı nedir bilir misin?"diye sordu.

Ben de:

- Bunu Allah ile Resûlü en bilendir, dedim.

Resûlullah:

-”Allah’ın kulları üzerinde sâbit olan hakkı Allah’a ibadet etmeleri ve Allah’a hiçbir şeyi ortak kılmamalarıdır. Kulların Allah üzerinde ki hakkı da, kendisine hiçbir şeyi ortak kılmayan kişiye azâp etmemesidir (yâni bu husûstaki lutrudur)"buyurdu.

Bunun üzerine ben:

280

Page 281: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Yâ Resûlullah! Bunu ben insanlara müjdelemeyeyim mi? diye sordum.

- “Hayır, bunu onlara müjdeleme! Sonra buna güvenirler" buyurdu. (Buhâri, Kitâbu’l-Cihâd H.71 S.2690-2691 Bab 46 C.6 Ötüken 1987.)

Bu bölümde yer alan 329. Örnekte, Muâz İbn Cebel, peygamberin terkisinde deve üstündeydi, bu rivayette ise deve Ufeyr isimli eşek olmuş. Deveyle, eşeği birbirinden ayıramayanın rivayetine nasıl güvenilir. Diğer bir hususta 333. Örnekte, Allah’ın kulları üzerindeki hakkını, O’na ibadet etmeleri ve hiçbir şeyi ortak koşmamaları denmişken, kulların kurtuluş talebini konu ettiklerinde ise, kulların, Allah’a ibadet etmeleri gerektiğini yok saymışlardır. Bu ise rivayetin içinde ki bir çelişkidir. Ve dikkat edilirse, güya peygamber rivayeti insanlara söylememesi için Muâz’ı tembihlemiş, hal böyle olunca, peygamberin sözünü tutmayıp rivayeti bütün dünyaya ilan eden ve bu davranışıyla peygambere karşı gelmiş olan Muâz’ın sözüne, başka bir ifadeyle naklettiği rivayete nasıl güvenilir. Kaldı ki böyle bir olay vuku bulmamıştır, bu sadece, Peygamberle, Muâz’a iftira eden rivayetçilerin bir uydurmasıdır.

334- ......... Bana Mâlik, Amr ibn Yahyâ el-Mâzinni’den, o da babasından, o da Ebû Said Hudri ®’den tahdis etti. Peygamber (S) şöyle buyurmuştur:

“Cennet ahâlisi cennete, ateş ahâlisi de ateşe girdikten sonra Yüce Allah: Kimin kalbinde hârdal tanesi ağırlığınca imâm varsa ateşten çıkarınız, diye emreder. Bunun üzerine bu kimseler simsiyah kesilmiş hâlde çıkarılıp Hayât (yâhud Hayâ) nehri içine atılırlar ve orada sel uğradığında kalan yabâni reyhân tohumları nasıl süratle yetişirse öylece yetişirler. Görmez misin, bunlar sapsarı olarak ve iki tarafa salınarak (ne güzel) sürerler. (Buhâri, Kitâbu’l-İmâm H.15 C.1 S.176 Bab 14 Ötüken.)

281

Page 282: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Kur’an’a göre, Allah kendisine şirk koşmuş olan herhangi bir kimseyi, bu şirkle ölmesi halinde kesinlikle af etmez. Bu duruma göre tahdis etmiş oldukları rivayette, cehenneme girmiş olup ta kalbinde iman olanlar azap gördükten sonra orada ebedi kalmayıp, imarı sebebiyle cehennemden çıkacaklardır demekle, evvelki rivayetleriyle çelişkiye düşmüşlerdir. Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayanların, cehenneme hiç girmeyeceğini tahdis etmişlerdi, bu ise açık bir çelişkidir.

335- .......... Ebû Said el-Hudri (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: “Kıyamet günü ölüm, aklı karalı alaca bir koç sûretinde getirilir. Akabinde bir nidâ bir nidâ edici:

- Ey cennet ehli! diye nidâ eder.

Cennetlikler hemen boyunlarını uzatıp başlarını ona doğru kaldırır ve ona bakarlar. Nidâ edici o Koç’u işaret ederek:

-Sizler bunu tanıyor musunuz? der.

Onlar, hepsi onu görmüş olarak:

- Evet tanıyoruz, bu ölümdür, derler.

Bundan sonra nidâcı:

- Ey nâr (ateş) ehli! diye nidâ eder.

Onlar da boyunlarını uzatıp başlarını kaldırarak ona doğru bakarlar. Nidâcı yine o koçu işaret ederek:

- Sizler bunu tanıyor musunuz? diye sorar.

Onların hepsi de Koç’u görmüş oldukları hâlde:

- Evet tanıyoruz; bu ölümdür, derler.

Akabinde o boğazlanır. Bundan sonra:

282

Page 283: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- “Ey cennet ehli! Cennette ebedi yaşayacaksınız, artık ölüm yoktur. Ey ateş ehli! Sizler de yerinizde ebedisiniz, artık ölüm yoktur, der." (Buhâri, Kitâbu’t-Tefsir H.251 C.10 S.4553-4554 Bab 201 Ötüken 1988.)

Bu rivayette, kıyamet günü Cennet ve Cehenneme girenler yerlerinden ayrılmayıp bulundukları yerde ebedidirler demekle, evvelki rivayetleriyle çelişkiye düşmüşlerdir. Zira evvelki rivayette, cehenneme girmiş olup ta, kalbinde hardal tanesi miktarı iman olan kimselerin cehennemde ebedi kalmayıp çıkacaklarını tahdis etmişlerdir.

336-.......... Usmân ibn Affân’ın hizmetçisi Humran ibn Ebân haber verip şöyle dedi: Usmân oturaklarda otururken ben ona ab dest suyunu getirdim. Kendisi ab dest aldı ve ab dest alışı güzel yaptı. Sonra şöyle dedi:

- Ben Peygamberin (S)’in bu mecliste otururken ab dest aldığını ve ab dest almayı güzel yaptığını gördüm. Sonra: “Kim benim şu ab dest alışım gibi ab dest alır, sonra mescide gelir de iki rekat namâz kılar,sonra oturursa, onun geçmiş günahları mağfiret olunur" buyurdu.

Yine Usmân:

- Peygamber “Aldanmayınız (yâni mağfirete aldanıp da günâh kazanmaya cüret etmeyiniz)! buyurdu, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’l-Rikaak H.21 S.14 S.6370-6371 Bab 8 Ötüken 1989)

Bu tür rivayetleriyle bolca af ruhsatları dağıtıp sonrada bu affa aldanma demeleri bir çelişkidir. Değilmi ki bu sözleri peygamberin söylemiş olduğunu iddia ediyorlar, peygamberin söylemiş olduğu bir söze inanmanın neresi aldanmadır, buda ayrı bir çelişkidir.

Ayrıca af ruhsatları dağıtmış oldukları rivayetleri, şu rivayetle çelişkilidir, şöyle ki:

283

Page 284: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

337- Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Ümmetimin hepsi affa mazhar olmuştur, günahı aleni işleyenler hariç........... (K.S. 5933 C.16 S.399 Akçağ 1993, alıntıları, Buhâri, Edep 60; Müslim, Zühd 52, (2990))

Bir önce ki rivayette tüm geçmiş günahlar af olur demişlerdi. Bu rivayette aleni (açık) işlenen günahları istisna etmeleri bir çelişkidir.

Birde tahdis etmiş oldukları diğer bir rivayette, millet malından bir aba çalanın cehenneme gideceğini iddia etmişlerdir. Bilindiği gibi hırsızlık aleni olmayıp gizli yapılan bir günahtır. Bu da günahı aleni işleyenler hariç bütün Müslüman ümmetin affedileceği yolundaki rivayetleriyle çelişkili olmuş olur. Rivayet şudur:

338- Bize Ali ibnu Abdillah tahdis edip şöyle dedi: Bize Sufyân ibnu Uyeyne, Amr ibn Dinâr’dan; o da Sâlim ibn Ebi’l-Ca’d’dan tahdis etti ki, Abdullah ibn Amr şöyle demiştir: Peygamberin yol ağırlığı olan eşyâsı üzerinde bekçilik yapan (siyâh) bir adam vardı. Ona kirkire denilirdi. Bu Kirkire (bir gün) öldü. Rasûlullah (S): “Bu adam cehennemdedir" buyurdu. Sahâbiler (acaba neden cehennemdedir diye) ona bakmağa gittiler. Ve onun terekesinde millet malından çalmış olduğu bir abâ buldular. (Buhâri, Kitâbu’l-Cihâd ve’s-Siyer H.272 C.6 S.2866 Bâb 189 1987 Ötüken)

339-Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Zani bir kimse, zina yaptığı sırada mü’min olarak zina yapmaz, hırsız da çaldığı sırada mü’min olarak hırsızlık yapmaz, içkici, içki içtiği sırada mü’min olduğu halde içki içmez; insanların, onun yüzünden, gözlerini kendilerine kaldıracakları kadar nazarlarında kıymetli olan bir şeyi

284

Page 285: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

mü’min olarak yağmalamaz." (K.S. 5880 C.16 S.352 Akçağ, alıntıları: Buhari, Mezâlim 30, Eşribe 1, Hudud 1, 20; Müslim,İman 100,(57); Ebû Dâvud, Sünnet 16,(4689; Tirmizi, İman 11,(2627); Nesâi, Sârık 1,(8,64))

340- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kişi zina edince iman ondan çıkar ve başının üstünde bir bulut gibi muallak (asılı) durur. Zinadan çıkınca iman adama geri döner." (K.S. 5881 C. 16 S.354 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Sünnet 16,(4690); Tirmizi, iman,(2627))

Bu iki rivayette, bazı büyük günahları konu ederek bunları işleyen kişinin, bu günahları işlediği anda mümin olarak işlemediğini rivayet etmişlerdir. Görünüşte, imanın çıkmasıyla tehdit ederek günahların işlenmesine mani oluyormuş havası vermek istemişlerdir. İşin aslında ise olayı çarpıtmaktan başka bir amaçları yoktur. Zira günah fiilinin işlendiği anda imanın çıktığını, bir bulut gibi insanın başı üzerinde beklediğini, günah işleme olayı bittiğinde de imanın hemen o günah işleyen şahsa geri döndüğünü rivayet etmeleri, Allah’ın o şahsa günah işlediği anda gazab ettiğini, günah işleme olayı bittiğinde o şahısla diğer müminler arasında yine fark kalmayacağı havası vererek, günahtan korkulmaması gerektiği kanaat ının insanlarda hasıl olmasını amaçlamışlardır. Hal bu ki, zina ve katillik gibi büyük günahların korkunç neticesi, cehennemde ebedi kalmaktır. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Ve onlar ki harcadıkları zaman, ne isrâf ederler, ne de cimrilik ederler, (harcamaları), bu ikisi arasında dengeli olur. 25/67

- Ve onlar ki Allah ile beraber bir başka ilâha tapmazlar. Allah’ın haram kıldığı nefsi haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. Kim bunları yaparsa günahı(nın cezasını) bulur. 25/68

285

Page 286: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Kıyamet günü onun için azab kat kat yapılır ve o (azab)ın içinde hor ve hakir olarak kalır. 25/69

- Ancak tövbe eden ve iman edip iyi amel işleyen kimselerin günahını Allah iyiliğe çevirir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet esirgeyendir . 25/70

Görüldüğü gibi, olay günahın bitiminde imanın bir bulut gibi insana geri dönme olayı değildir. Olay, tövbe ve iman edip, salih amel işleme olayıdır. Günah işleyen günahından tövbe etmeli, küfür günahı işleyen küfründen tövbe edip iman etmeli ve her iki durumdan sonra da salih amel işlemek gereklidir. Aksi takdirde de günahkar şahıs mümin dahi olsa, amelleri tartıldığında tartısı hafif gelirse cehennemde ebedi kalır. Kur’an’dan mealen:

- Kimlerin (amellerinin) tartıları ağır gelirse işte onlar kurtuluşa erenlerdir. 23/102

- Kimlerin tartıları hafif gelirse işte onlar da kendilerini ziyana sokanlar, cehennemde ebedi kalanlardır. 23/103

Görüldüğü gibi, İslam dininde iş bir tartı işidir. Eğer ki, Allah’ın rızasını kazanmayı ve Cehenneme girmeyip Cennete girmeyi amaç edinmişsen, amellerin tartılması olayını kesinlikle göz ardı etmemen gerekir!

Günah işlemeyi teşvik etmek için uydurmuş oldukları diğer bazı rivayet örnekleri:

341- Ebu Hüreyre’den, Resûlullah’a atfen: “............ Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi toptan yok eder, günah işleyip istiğfar edecek yeni bir mahlûk yaratır ve onları mağfiret ederdi." (K.S. 5370 C.15 S.179 Akçağ alıntısı: Tirmizi, Cennet 2,(2528); İbnu Mâce, Siyâm 48,(1752))

Bu rivayette iddia ettiler ki, “günah işlememek yok oluş nedenidir, toptan yok olmamak için günah işlemek şarttır diye tahdis ettiler. Bu gibi iddialar Kur’an’a uymayan

286

Page 287: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

iddialardır. Zira, Kur’an’da günah işlememek övülmüş ve günahkarlar kötülenmiştir. Allah’ın toptan yok ettikleri günahtan kaçan takvalılar değil, günahkarlardır. Kur’an’dan mealen:

- Yoksa biz, inanıp iyi işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? Yoksa (Allah’ın azâbından) korunanları yoldan çıkanlar gibi mi tutacağız? 38/28

- Hayır, kim sözünü yerine getirir ve (günâhtan) sakınırsa, şüphesiz Allah da sakınanları sever. 3/76

- Görmediler mi, onlardan önce nice nesiller yok ettik; hem onlara yeryüzünde size vermediğimiz şeyleri vermiştik ve göğü de üzerlerine bol bol boşaltmıştık ve ırmakları ayaklarının altından akar kılmıştık. Fakat günahlarından ötürü onları helak ettik ve onların peşinden başka bir nesil yarattık. 6/6

Görüldüğü gibi, Allah’ın helak ettikleri takvalılar olmayıp, günahkarlardır. Bu itibarla tahdis ettikleri rivayetin aslı yoktur.

Günah işlemeyi teşvik maksadıyla uydurdukları başka bir rivayette. Günah işleyip te üç kere tövbe eden kimse artık tövbe etmeden ne kadar günah işlerse işlesin, Allah onu affetmiştir diye iddia ettiler. Şöyle ki:

342- ............. Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber (S)’den işittim şöyle buyurdu: “Bir kul (bilmeyerek) bir günâh isâbet edip veyâ bilerek bir günâh işleyip de:

- Yâ Rabb, ben (bilerek) bir günâh işledim, yâhud (bilmeyerek) ben bir günâha uğramış oldum, kusûrumu afv ve mağfiret eyle! diye (günahını itirâf ve) niyâz ederse, o kulun Rabb’i:

287

Page 288: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Demek ki kulum (dilerse) günâhını affedecek, (dilerse) cezâlandıracak muhakkak bir Rabb’i olduğunu bildi. Şu hâlde ben de kulumu mağfiret ettim! buyurur.

Sonra bu kul Allah’ın dilediği kadar bir zâman (günahsız) yaşar. Sonra bir günâh daha isâbet edip veyâ bir günâh işleyip de:

- Yâ Rabb! Ben (bilerek) bir günâh işledim, yâhud (bilmeyerek) bir günaha uğradım. Kusûrumu afv ve mağfiret eyle! diye niyâz ederse, o kulun Rabb’i:

- Demek ki, kulum günâhını affedecek veyâ cezâlandıracak bir Rabb’i bulunduğunu gereği gibi bildi. Şu halde ben de kulumu mağfiret ettim! buyurur.

Sonra bu kul Allah’ın dilediği kadar bir zaman günâhsız yaşar. Sonra bir günâha isâbet edip veyâ günâh işleyip de:

- Yâ Rabb! Ben bir günah işledim veyâ bir günâha uğradım, kusûrumu afv ve mağfiret eyle! diye niyâz ederse, o kulun Rabb’i:

- Demek ki, kulum günâhını affedecek veyâ cezâlandıracak bir Rabb’i bulunduğunu gereği gibi bildi. Şu hâlde ben de kulumu mağfiret ettim! Buyurur.

Sonra bu kul Allah’ın dilediği kadar bir zamân günâhsız yaşar. Sonra bir günâha isâbet edip veyâ günâh işleyip de:

- Yâ Rabb! Ben bir günâh işledim veyâ bir günâha uğradım, kusûrumu afv ve mağfiret eyle! Diye Allah’a yalvarırsa, o kulun Rabb’i:

- Demek ki, kulum günâhını affedecek veya cezâlandıracak bir Rabb’i olduğunu bildi, ben de üç defa kendisini avf ve mâğfiret ettim. Artık bu kulum dilediği işi işlesin! buyurur. (Buhâri, H.132 C.16 Bab 36 Kitâbu’t-Tevhit S.7365 Ötüken.

288

Page 289: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Ayrıca; Müslim, Kitâb’t Tevbe; Müslim Ter., VIII, 251 “2758”)

Yukarıda ki rivayette görüldüğü gibi, “üç kere tevbe eden, artık tevbe etmeden ne isterse yapsın affedilmiştir" diye rivayette bulundular. Bu iddia, bütün dini mükellefiyetlerin ortadan kalkması ve bütün haramların helal sayılması manasındadır. Böyle bir iddianın İslam Dininde yeri olmadığı gibi, aklı başında hiç kimsenin böylesine bir hezeyana inanması mümkün değildir.

İslam dininde tövbe etmenin manası, onların iddia ettikleri şekilde değildir. Bu konuda, Kur’an’dan mealen:

- Allah’a göre, şu kimselerin tövbesi makbûldür ki, cahillikle bir kötülük yapıp hemen ardından tevbe ederler. İşte Allah onların tövbesini kâbul eder. Allah bilendir, hikmet sahibidir. 4/17

- Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da ölüm gelip çatınca: “Ben şimdi tövbe ettim."diyenlere ve kafir olarak ölenlere tövbe yoktur (öylelerinin tövbesi makbûl değildir). Onlar için acı bir azap hazırlamışızdır! 4/18

- Sonra Rabb’in şunlar içindir (şunların yanındadır)ki, cehaletle kötülük işlediler, sonra onun ardından tövbe ettiler, (kendilerini düzelttiler; bun(u yaptık)dan sonra Rabb’in (böyleleri için) elbette bağışlayan, esirgeyendir. 16/119

- “Ve Ben, tövbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra da yola gelen kimseye karşı elbette çok bağışlayıcıyımdır.” 20/82

- Ve onlar bir kötülük yaptıkları, ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları da Allah’tan başka kim bağışlayabilir? Ve onlar, bile bile, yaptıklarında ısrar etmezler. 3/135

289

Page 290: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Ey iman edenler! Bir daha (tövbeden) dönmemek üzere Allah’a tövbe edin; belki o zaman Rabbınız günahlarınızı örter ve sizi, Allah’ın, Peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı gün, altından ırmaklar akan cennetlere sokar. O gün, onların nûru, önlerinden ve sağ yanlarından koşar; onlar da derler ki; “Rabbımız! Nûrumuzu tamamla ve bizi bağışla. Şüphe yoktur ki, sen her şeye kadirsin." 66/8

Görüldüğü gibi, tövbeden sonra ıslah olmuş olmak şarttır, yoksa tövbenin manası serbestçe günah işlemeye ruhsat değildir. Bu itibarla uydurmuş oldukları rivayet Kur’an’a ters olup aslı yoktur.

Ölüm anından önce, mümin olması için tebliğ almış olup ta, red etmiş olan bir kimsenin, ölürken iman etmesi halinde bu imanının geçerli olacağını iddia ve rivayet ettiler. Şöyle ki:

343-............. Bize Hammâd ibn Zeyd, Sâbit el-Bunâni’den; o da Enes (R)’ten şöyle tahdis etti: Yahûdi’nin bir oğlu Peygamber(S)’e hizmet ederdi. Derken bu oğlan çocuğu hastalandı. Peygamber ona hasta ziyâreti yapmak üzere gitti. Oradan çocuğa:

-”İslam Dini’ne gir! Buyurdu, çocuk da (şahâdet kelimelerini söyleyip) Müslüman oldu.

Said İbni’l-Müseyyeb de babası el-Müseyyeb ibn Hızn (R)’dan söyledi ki, Ebû Tâlib’e ölüm alâmeti hazırlandığı zamân Peygamber (S) onun yanına gitmiştir. (Buhâri, Kitâbu’l-Merdâ ve’s-Tıbb H.18 C.12 S.5699 Bab 11 Ötüken 1988.)

344-............ Ez-Zuhri şöyle demiştir: Bana Said İbni’l-Müseyyeb haber verdi ki, babası el-Müseyyeb ibn Hazn (R) şöyle demiştir: Ebû Tâlib’e ölüm (alâmetleri) geldiği zâman ona Rasûlullah (S) geldi. Ve amcasının yanında Ebû Cehl ibn

290

Page 291: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Hişâm ile Abdullah ibn Umeyye ibni’l- Mugire’yi buldu. Rasûlullah, Ebû Tâlib’e:

-”Ey amca! Lâ ilâhe ille’llâh kelimesini söyle de bununla Allah katında senin için hüccet getireyim" dedi.

Bunun üzerine Ebû Cehl ile Abdullah ibnu Ebi Umeyye:

- (Yâ Ebâ Tâlib!) Abdulmuttalib milletinden yüz mü çeviriyorsun? Diye men’ ettiler. ............ (Buhâri, Kitâbu’t-Tefsir H.292 C.10 S.4641 Bâb 234 Ötüken 1988 )

Tahdis etmiş oldukları rivayetlerde, Peygamberin amcası Ebû Tâlib’in İman etmemiş olduğunu ısrarla tahdis ettiler, anlaşılan odur ki bu şekilde söylemeleri, Ebû Tâlb’in peygambere büyük bir destek vermiş olduğu içindir. İmam Ali’nin babası olması da bu şekilde söylemeleri için ayrı bir ihtimaldir. Benim kanaatim Ebû Tâlibin “Mümin" olduğudur. Zaten Tahdis etmiş oldukları rivayette Kur’an’a uymamaktadır, şöyle ki:

Ölüm anında iman etmenin geçersiz olduğu hususunda, Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:

- İsrail oğullarını denizden geçirdik, Fir’avn ve askerleri de zulmetmek ve saldırmak için onların arkalarına düştü. Nihayet boğulma kendisini yakalayınca (Fir’avn): “Gerçekten İsrail oğullarının inandığından başka ilah olmadığına inandım, ben de müslümanlardanım!" dedi. 10/90

- “Şimdi mi? Oysa daha önce isyan etmiş, bozgunculardan olmuştun?" (denildi). 10/91

- “Bugün senin (canından ayırdığımız) bedenini, (denizin dibinden) kurtarıp (sahilde) bir tepeye atacağız ki senden sonra gelenlere ibret olsun. Ama insanlardan çoğu bizim ayetlerimizden gafildir." 10/92

291

Page 292: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Görüldüğü gibi, Fir’avn ölüm anında iman etmiş, fakat iman etmesi, Allah tarafından kabul edilmemiştir. Bu itibarla, bu hususta uydurmuş oldukları rivayetler, Kur’an’a uygun değildir.

345-.............. Bize Umer İbnu Ali, Ma’n ibn Muhammed el-gıfâri’den; o da Said ibn Ebi Said el-Makburi’den; o da Ebû Hureyre(R)’den tahdis etti. Peygamber(S): “Allah Taâlâ altmış seneye kadar yaşatıp ölümünü geri bıraktığı (hâlde yaratanı ve yaşatanı tanımayan) kimsenin özrünü izâle ve reddeder" buyurmuştur. (Buhâri, Kitâbu’r-Rikaak Bab 5 H.8 S.6361 C.14 Ötüken 1989.)

Yukarıdaki rivayetle, ölüm anında ki kimseye tebliğ yapılabilir iddiasında bulundukları rivayet çelişkilidir. Zira bir çok kimse altmış yaşından sonra yıllarca yaşamaktadır.

Uzunca bir rivayette, Allah’ın, zikredenler ve onların yanına iş için gelen kimse hakkında, Peygambere isnat ederek Ebû Hüreyre’den şu şekilde tahdis ettiler:

346- ............ Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu.......... Yüce Allah, meleklere:

- Ey melekler, ben sizleri şâhid yapıyorum ki, ben bu zikreden kullarımı mağfiret ettim! Buyurur.

Meleklerden birisi:

- O zikredenlerin arasında fulân kişi var ki, o zikredenlerden değildir, bir hâceti için gelmiş oturmuştu! der.

- “O mecliste oturanlar öyle kemâl sâhibi kimselerdir ki, onlarla birlikte oturanlar şaki olamaz! cevâbını verir." (Buhâri, Kitâbu’d-Daavat H.101 C.14 S.6345-6346 Ötüken 1989)

Bir kimsenin kendisi iyi amel işlemeden, sırf iyi amel işleyenlerin yanına gitmiş olması ona herhangi bir sevap

292

Page 293: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

kazandırmaz. Zira, münafıklar da, Peygamber ve sahabelerin yanına gidiyorlardı, buna rağmen bu onlara bir sevap kazandırmamıştır. Bu hususta, Kur’an’dan mealen:

- Münafıklara, acı bir azabın kendilerinin olacağını müjdele! 4/138

Ve ayrıca İslam İnancına göre amel şahsidir. Kur’an’dan mealen:

- İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur. 53/39

Görüldüğü gibi, sevap kazanmak için çalışmak şarttır. Bu itibarla uydurmuş oldukları rivayet, Kur’an’a ters olup aslı yoktur.

347- .............. Bize İbnu Cureyc haber verip şöyle dedi: Bana Ya’lâ ibn Müslim haber verdi ki, Müslim haber verdi ki, kendisi İkrime’den şöyle derken işitmiştir: Bana İbn Abbâs (R) şöyle haber verdi: Sa’ad ibnu Ubâde, anasından uzak bir yerde bulunduğu hâlde anası öldü. Bunun üzerine Sa’d:

- Yâ Rasûlullah! Ben anamdan uzakta iken anam vefât etti. Şimdi ben onun adına bir şey sadaka etsem, bu sadaka yapacağım şey ona fayda verir mi? dedi.

Rasûlullah:

- “Evet (onun adına yapacağın hayır, ona fayda verir)"buyurdu.

Sa’d ibn Ubâde:

- Ben seni şahid yapıyorum: Benim şu Mıhrâf ismindeki duvarlı bustanım anamın üzerine sadakadır, dedi. (Buhâri, Kitâbu’l-Vesâyâ

H.19 S.2603-2604 Bâb 15 C.6 Ötüken 1987.)

293

Page 294: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

348-...... Abdullah ibn Mesûd (R) şöyle demiştir: Peygamber (S).

- “Hanginize mirasçısının malı, kendi malından daha çok sevimlidir?" diye sordu.

Sahâbiler

- Yâ Rasûlullah! Bizden her bir kişiye muhakkak kendi malı daha sevimlidir! dediler.

- “Çünkü kişinin kendi malı, ölümünden önce hayır yoluna harcayıp önden gönderdiği malıdır. Mirâsçının malı da kişinin hayra sarf etmeyip ölünceye kadar geri bıraktığı malıdır" buyurdu.

Birinci rivayette, ölen kimse için sadaka verilebileceği tahdis edilmişken. İkinci rivayette, kişiye ölümünden sonra mal hakkı tanımayarak, kişi ancak ölümünden önce yapmış olduğu sadakanın sahibidir denmesi bir çelişkidir.

349- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ameller her Perşembe ve Pazartesi günü arz edilir. Aziz ve Celil olan Allah o gün Allah’a hiçbir şirk koşmayan kulun günahını affeder. Bundan sâdece kardeşiyle arasında düşmanlık -küskünlük- olanı istisna eder, (onu affetmez) ve der ki: “Bu ikisini barışıncaya kadar terk edin." (K.S. 3427. C.10 S.219 Akçağ, alıntıları: Müslim, Birr 36,(2565); Muvatta, Hüsnü’l-Hulk 17, (2,908); Ebû Dâvud, Edeb 55,(4916); Tirmizi, Birr 76,(2024))

350- Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm aramızda ayağa kalkıp şu beş cümleyi söyledi:

“Allah Teâla Hazretleri uyumaz, zaten O’na uyku da yakışmaz. Kıstı (tartıyı, rızkı) indirir ve kaldırır. Geceleyin yapılan amel, gündüzleyin yapılandan önce; gündüzleyin yapılan amel de geceleyin yapılan amelden önce Allah’a

294

Page 295: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

yükseltilir............ (K.S. 3482 C.10 S.286 Akçağ alıntısı: Müslim, İmân 293 (179))

Bu iki rivayetin çelişkili olduğu açıktır, birincisinde amellerin, Perşembe ve Pazartesi Allah arz edildiğini rivayet etmişken. İkincisinde, geceleyin yapılan amel, gündüzleyin yapılandan önce, gündüzleyin yapılan amel de geceleyin yapılan amelden önce Allah’a yükseltildiğinin rivayet edilmesi bir çelişkidir. Diğer bir hususta, haklı, haksız dikkate alınmadan ve bir birlerine basitçe küskün olan iki kardeşin yaptığı günahların affedilmeyeceğini iddia edip, bunun dışında ki bütün günahların; büyük günahlar dahil olmak üzere, kesin olarak affedileceğini tahdis etmeleri ve bunun için Allah’a şirk koşmamanın yeterli olacağını söylemeleri Kur’an’a uygun bir husus değildir. Yakın kişimsilerin önemli olmayan konular dolayısıyla bazen küsmeleri, bazen barışmaları basit ve ender bir olaydır. Böyle bir şeyi zinadan, zulümden, kumar, katillik v.s. den ağır tutup bu büyük günahların peşinen affedildiğini iddia ve tahdis etmek, İslam dini ile ilgisi olmayan ve insanları günahlara teşvik etmeyi amaçlayan iddialardır.

Büyük günahlardan sakınmanın gerekli olduğu konusunda, Kur’an’dan mealen:

- Eğer size yasak edilen büyük günahlardan sakınırsanız, öbür günahlarınızı örteriz ve sizi ağırlanacağınız bir yere sokarız. 4/31

351- .............. Ebû Hureyre’den demiştir ki:

Rasûlullah (s.a.) (şöyle buyurmuştur:

- “İnsan öldüğü zaman (bütün) amel(ler)i kendisinden kesilir. Ancak üç şey müstesna; sadaka-i cariye, faydalanılan ilim ve kendisine dua eden salih evlâd." (Ebû Dâvûd, K. El- Vesaya (17), Bâb 14 H.2880 C.11 S.88 Şamil 1991, diğer rivayet

295

Page 296: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

edenler, Müslim, vasıyye 14 Tirmizi, ahkam 36; Nesâi, vesaya 8.)

Yukarıdaki rivayette görüldüğü gibi, iddia ettiklerine göre üç kişi hariç, öldükten sonra herkesin ameli kesilirmiş. Dikkat edilirse, bu rivayetlerinin uydurma olduğu hemen anlaşılır. Şöyle ki, bu gün hayatta olup ta, iddia ettikleri amellerden herhangi birini işleyen bir Müslüman’ın sevabı, ameli işlediği günden itibaren yazılacak ve işlemeye başlayacaktır. halbuki aynı şahıs beş yüz sene önce dünyaya gelmiş olsaydı ve aynı ameli işleseydi, bugünkü duruma göre beş yüz sene daha fazla sevap kazanmış olacaktı, veya aynı şahıs, aynı ameli kıyametin kopmasından bir gün önce işlemiş olsa, sadece kazanacağı sevabı bir gün çalışmış olacaktı. Bu duruma göre, dünyaya geliş zamanı bir avantaj veya dezavantaj olmaktadır. Hal bu ki, İslam dininde sevap veya günah yönünden herkes, zamana göre değil yaptığına göre eşit olarak değerlendirilir. Kim bir zerre miktarı sevap işlese karşılığını görür, kim bir zerre miktarı günah işlese karşılığını görür. Ameller arasında fark olmadığından sadakai cariye diye bir şey yoktur. Örneğin: Bin liralık sevap işleyen işleme zamanıyla ilgili olmadan ona göre sevap alır, oğlunu iyi olarak beş yüz sene önce yetiştirmiş olanla, aynı şekilde beş yüz sene sonra yetiştirmiş olan aynı sevabı alır. Bir parayı fakirlere vermeyle veya iddia ettikleri gibi, sadakai cariye dedikleri çeşme yapması v.s. arasında fark yoktur. Bu konuda Kur’an’dan örnek verecek olursak, mealen:

- O gün insanlar amellerini görmeleri (karşılığını almaları) için geri dönüp gelirler. 99/6

- Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. 99/7

- Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür. 99/8

- Kıyâmet günü için adalet terazileri kurarız. Hiç kimseye bir haksızlık edilmez. (İnsanın yaptığı iş), bir hardal tanesi

296

Page 297: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

ağırlığınca da olsa onu getiririz. Hesap görücü olarak biz yeteriz. 21/47

Bu itibarla uydurdukları rivayetin aslı yoktur.

352- ................ Bize Mâlik, Muhammed ibn Abdillah.......’tan haber verdi ki, o şöyle demiştir: Ben Ebû’l-Hubâb Said ibn Yesâr’dan işittim, o şöyle diyordu: Ben Ebû Hureyre (R)’den işittim, şöyle diyordu:Rasûlullah (S): “Allah kime hayır murâd ederse ona musibet verir" buyurdu. (Buhâri, Kitâbu’l-Merdâ ve’s-Tıbb H.5 C.12 S.5688 Bâb 1 Ötüken)

353-............... Bize şube, el-A’meş’ten; o da Ebû Vâil’den; o da Mesrûk’tan haber verdi ki, Âişe(R): Ben Rasûlullah (S)’tan ziyâde hastalığı şiddetli olan hiçbir kimse görmedim, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’l-Merdâ ve’s-Tıbb H.6 C.12 S.5689 Bâb 2 Ötüken.)

354-.............. Abdullah ibn Mesûd (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber (S)’in hastalığında vücûdu hummânın harâretinden şiddetle sarsıldığı sırada huzûruna vardım ve:

- Yâ Rasûlullah, şüphesiz ki, hummâ harâretinden çok ızdırab çekmektesin! dedim.

Ardından:

- Yâ Rasûlullah, bu şiddetli hummânın şüphesiz iki kat ızdırabı var, elbette buna karşılık size iki kat ecr ve mükâfat vardır: diye arz ettim.

Rasûlullah:

- “Evet, Herhangi Müslümân bir ezâ isâbet ederse, muhakkak ağacın yapraklarının düşmesi gibi, Allah o müslümândan günahlarını düşürür" buyurdu. (Buhâri, Kitâbu’l-Merdâ ve’s-Tıbb H.7 C.12 S.5689 Bâb 2 Ötüken)

297

Page 298: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bu gibi rivayetlerle, iddia ettiler ki, en çok musibet en iyi olanlara gelir, ondan sonra sırasıyla diğer faziletli kimselere gelirmiş. Hal bu ki, durum hiçte iddia ettikleri gibi değildir. En çok musibet takvada en ileri olanlara değil, en çok günah işleyenleredir ve hayatın çeşitli safhalarında çeşitli şekilde gelebilir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin yaptığı (işler) yüzündendir. (Allah, işlediklerinizin) birçoğunu da affeder. 42/30

Bu itibarla uydurdukları rivayetin aslı yoktur.

355- İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Maşrık cihetinden iki adam geldi ve hitabede bulundular. Onların beyanlarındaki güzellik herkesin hoşuna gitti. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm:

“Beyanda mutlaka bir sihir var!"buyurdular." (K.S. 5920 C.16 S.390 Akçağ 1993, alıntıları: Buhâri, Tıbb 51; Muvatta, Kelam 7, (2,986); Ebû Dâvûd, Edeb 94,(5007); Tirmizi, Birr 81,(2029))

Bu rivayette, güzel sözde mutlaka sihir olduğunu iddia etmişlerdir. Bu iddiaya göre üstün güzellikte beyana sahip olan Kur’an hâşâ ondan, sihir olmuş oluyor. Böyle bir iddia ise ancak müslüman olmayanların, Kur’an hakkında söylemiş oldukları bir iddiadır. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Onlara açık açık ayetlerimiz okunduğu zaman kendilerine gelen hakkı inkâr edenler: “Bu, apaçık bir sihirdir" dediler. 46/7

Görüldüğü gibi, uydurmuş oldukları rivayet, Kur’an’a dolaylıda olsa saldırı içermektedir ve peygambere bir iftiradır.

356- Ümmü Habibe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

298

Page 299: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Ademoğlu’nun, emr-i bi’l-ma’ruf veya neh-i ani’l-Münker veya Allah Teâla hazretlerine zikir hariç bütün sözleri lehine değil, aleyhinedir." (K.S. 5916 C.16 S.381 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Zühd 63, (2414))

Din konusu dışında konuşmanın yasak olmadığı bir çok konular vardır. Örneğin, Alışveriş etmek, Meslek öğrenip veya öğretmek veya herhangi meşru bir ihtiyacı söylemek veya güzel bir sohbet yapmak gibi. İddia ettiklerine göre, bir doktora hasta olduğunu söyleyen bir kimse dahi günaha girmiş olmaktadır. Zira bu söylediği, Emr- bi’l-maruf veya nehy-i ani’l-münker olmadığı gibi, Yüce Allah’ı zikirde değildir. Bir müslüman, hem dünyası için, hem de ahreti için birlikte çalışabilir, bundan dolayı bu tür boş iddialar, müslümanları günlük yaşantılarında zora koşmak için uydurulmuş aslı olmayan ve İslam toplumunu dünyevi işlerde geri bırakıp zayıf duruma düşürmeyi amaçlayan rivayetlerdir. Bir müslümanın dünya hayatında yapacağı şey, Allah’ın kendisine verdiği nimetlerle ahiret yurdunu isteyip, dünyadan da nasibini unutmaması ve iyilik yapıp, bozgunculuk yapmamasıdır.

Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- “Allah’ın sana verdiği ile ahireti iste. Ve dünyadan nasibini unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sende ihsanda bulun. Yeryüzünde fesâd arama Çünkü Allah müfsitleri sevmez." 28/77

357- Ebu Musa radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Bir kimse ölünce, arkada ağlayanları kalkıp: “Vay benim dağım, vay efendim..."gibi sözler sarf ederse, ona iki melek vekil kılınır, melekler ölen kimsenin göğsüne vura vura: “Sen öyle misin?" diye sorarlar." (K.S. 5434 C.15 S.257 Akçağ 1992, alıntısı: Tirmizi, Cenâiz 24,(1003))

299

Page 300: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Allah’a isyan etmemek ve dolayısıyla makul ölçülerde olmak şartıyla, üzücü bir olayın meydana gelmesi halinde bir kimsenin ah edip ağlaması meşrudur, hatta olayın şiddetine göre kişi çok üzülüp çokça ağlamışta olabilir, önemli olan günaha girecek davranışlarda bulunmamasıdır. Bir kimse öldüğünde yakınları üzüntülerini açığa verirken haddi aşarak günaha girmişlerse, bu ağlamalarından dolayı ölüye azab edilmez, zira herkes ancak kendi günahından sorumludur. Bu hususta, Kur’an’dan mealen:

- De ki: “Allah her şeyin Rabb’i iken ben O’ndan başka Rab mi arayayım? Herkesin kazandığı yalnız kendisine âittir. Kendi (günah) yükünü taşıyan hiç kimse, bir başkasının (günah) yükünü taşımaz. Sonra dönüşünüz Rabb’inizedir; (O) ayrılığa düştüğünüz gerçeği size haber verecektir. 6/164

Görüldüğü gibi rivayetleri, Kur’an’a uygun olmayıp aslı yoktur.

358- .......... Bize Mâlik, Yahyâ ibn Said’den; o da Muhammed ibn İbrâhim’den, o da Alkame ibn Vakkaas’tan; o da Umer (R)’den haber verdi ki, Umer şöyle demiştir: Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: “Ameller niyete göredir. Her bir kimse için ancak niyet ettiği şey vardır. Binâenaleyh her kimin hicreti Allah’a ve Resûl’üne yönelmişse, onun hicreti Allah’a ve Resûlünedir. Artık nâil olacağı bir dünyâ veyâ evleneceği bir kadından dolayı hicret etmiş kimse varsa, onun hicretine sebep olan şeydir. (Buhâri, Kitâbu’l-İmân H.47 C.1 S.209-210 Ötüken)

Bir kimse iyi ameller işlerken niyeti iyi ameller işlemek değil de başka şeylerse, örneğin: İnsanlara gösteriş için sadaka verirse veya insanlara gösteriş için namaz kılarsa veya para karşılığı Oruç tutar veya haccederse yene esas amacı iyi ameller işlemek değil de onun dışında başka şeylerse sevap alamaz. Bu gibi durumlara değinmekle beraber rivayette tüm niyetler için genelleme yapılması yanlıştır, zira niyetlerin aksi yönü de vardır, kişi kötü bir şey yaparken iyi bir şey yaptığını

300

Page 301: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

sanabilir, bundan dolayı iyiliğin ve kötülüğün ölçüsü şahısların niyeti olmayıp, Allah’ın kitabı Kur’an’dır. Bir kimsenin işlemiş olduğu kötülüğü iyi sanması, işlemiş olduğunu kötülüğü meşru kılmaz. Yapılan işin iyi bir iş olması esastır. Bu hususta Kur’an’dan örnek verecek olursak, mealen:

- De ki: “Size (yaptıkları) işler bakımından en çok ziyâna uğrayacak olanları söyleyeyim mi?" 18/103

- Dünyâ hayatında bütün çabaları boşa gitmiş ve kendileri de iyi iş yaptıklarını sanan kimseleri? 18/104

- İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr eden, bu yüzden amelleri boşa çıkan kimselerdir, kıyâmet günü onlar için terâzi kurmayız (veya onlara hiçbir değer vermeyiz). 18/105

- Onlar ki, inandılar ve iyi işer yaptılar, elbette biz işi güzel yapanın ecrini zâyi etmeyiz. 18/30

Dikkat edilirse, inanıp işi güzel yapanın, yani, inanıp ta güzel işler yapanın ecri zayi olmamaktadır. Yoksa ayetleri inkar ederek, yanlış inancıyla ve yanlış işleriyle sevinip iyi iş yaptığını sanan kimselerin bütün çabaları boşa gitmiştir. Bu itibarla, bu konuda uydurmuş oldukları rivayetin aslı yoktur.

359- İbnu Amr İbni’l-As anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Mekke’yi fethettiği zaman şu hitabede bulundu:

“Bilesiniz! Kocasının izni olmadan bir kadın (kocasının malından) bağışta bulunması caiz değildir."(K.S. 5792 C.16 S.254 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Büyû 86,(3546,3547))

360- Ebu Ümâme radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki................

“Kadın, kocasının evinden onun izni olmadan (başkasına) infak edemez!”

301

Page 302: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Kendisine: “Ey Allah’ın Resûlü! Yiyecek de mi? denildi.

“Bu, mallarınızın en kıymetlisidir!" buyurdular. ........ (K.S. 5937 C.16 S.407-408 Akçağ, alıntıları: Tirmizi, Vesâya 5,(2121); Ebû Dâvud, Büyû’90,(3565))

361- Ka’b İbnu Mâlik’in anlattığına göre: “Hanımı, kendine ait bir zinet eşyasını Resûlullah aleyhissalâtu vesselâma götürüp: “Ben bunu tasadduk ediyorum" demiştir. Aleyhissalâtu vesselâm kendisine: “Kadının kendi malından (da olsa) bağışı kocasının izni olmadan caiz değildir. Acaba sen Ka’b’den izin aldın mı?"demiştir. Hanım “Evet!"deyince, hanımın kocası Ka’b İbnu Mâlik’e (bir adam göndererek: “Sen Hayre’ye zinetini tasadduk etmesine izin verdin mi? diye sordurmuş, Ka’b: “Evet" deyince Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm kadının hibesini kabul buyurmuştur”. (K.S. 6730 C.17 S.284 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 2389)

362- Resûlullah’a atfen: “Kocasının nikahında olduğu müddetçe, bir kadına malından hibede bulunması câiz değildir." (Ebû Dâvûd, Büyû’ 86,(3546,3547.))

Yukarıda ki rivayetlerde görüldüğü gibi, bir kadının, kocasının izni olmadan, ne kocasının, nede kendisinin malından hibede bulunamayacağını tahdis etmişlerdir. Buna rağmen şu rivayetlerde bulundular:

363-............. Esmâ bin tu Ebi Bekr (R) şöyle demiştir: Ben

- Yâ Rasûlullah! Benim hiçbir malım yoktur, ancak bütün malım (kocam)ez-Zubeyr İbni’l-Avvâm’ın bana verdiği ve benim mülküm yaptığı mallar vardır. Ben bu mallardan sadaka vereyim mi? diye sordum.

Rasûlullah (S)

- “Sadaka ver, parayı kap içine koyup saklama, sonra sana karşı da saklanır" buyurdu. (Buhâri, Kitâbu’l-Hibe ve Fadlihâ ve’t-Tahrid aleyhâ H.24 C.5 S.2386 Ötüken)

302

Page 303: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

364- ............. Hemmâm ibn Münebbih şöyle demiştir: Ben Ebû Hureyre (R)’den işittim ki, Peygamber (S): “Kadın, kocasının kazancından, onun izni olmaksızın infâk ettiği zamân, o infâkın sevâbının yarısı kocaya âid olur" buyurmuştur. (Buhari, Kitâbu’n-Nafakaat H.10 C.12 S.5462 Bâb 4 Ötüken 1988.)

Bu iki rivayette de, kadının, kocasının izni olmadan hem kendi malından, hem de kocasının malından infakta yani hibede bulunabileceğini, hatta sevabın yarısının kocasına, dolayısıyla diğer yarısının da kadına ait olacağını rivayet etmişlerdir. Böylece bu konudaki rivayetlerinde çelişkiye düşmüşlerdir.

365- Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Bir adam ölmüştü, diğer biri, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâmın işiteceği şekilde onun için şöyle söyledi: “Cennet mübarek olsun!"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm sordu:

“Nereden biliyorsun? Belki de o mâlâyani konuştu veya kendisini zengin kılmayacak bir miktarda cimrilik etti!" (K.S. 5912 C.16 S.377 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Zühd 11,(2217))

Bu rivayetlere, daha önce yazmış olduğum, kim “Leilehe illallah" demişse kesinlikle cennete gideceği, cehenneme gitmeyeceği şeklindeki rivayetleriyle çelişkilidir.

366- ........... İbrahim en-Nahai’den; o da Alkame’den; o da Abdullah ibn Mesûd (R)’dan tahdis etti(ki o şöyle demiştir): Allah şu kadınlara la’net etmiştir: Döğün yapanlar, vücutlarına döğün yaptıranlar, yüzlerinin tüylerini yolduranlar, seyrek dişli güzel görünmek için ön dişlerinin aralarını yontan sırıtkanlar, Yüce Allah’ın yarattığını değiştirenler........... (Buhâri, Kitâbu’l-Libâs H.142 C.13 S.5945 Bâb 82 Ötüken)

367- ............. Ez-Zuhri şöyle dedi: Bize Sufyân ibn Uyeyne, Said İbu’l-Müseyyeb’den; o da Ebû Hureyre’den; o da

303

Page 304: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Peygamber (S)’den rivayet olarak şöyle tahdis etti: “Fıtrat beştir-yâhud: Beş şey fıtrattandır: Hıtan, yâni çocukları sünnet etmek, evrat yerindeki kılları gidermek için ustura tutunmak, koltuk altlarının kıllarını (yolarak) gidermek, tırnakları kesmek ve bıyığı kırkmak”. (Buhâri, Kitâbu’l-Libas H.105 C.13 S.5925 Bab 63 Ötüken 1989 .)

Dikkat edildiğinde yukarıdaki iki rivayette bir çok çelişki görmek mümkündür, şöyle ki: Koltuk altı tüylerinin yolunması teşvik edilmişken, kadınların yüzlerindeki tüyleri almaları lanetlenmeye sebep gösterilmiştir, halbuki her iki fiilin bir birinden farkı yoktur, tırnakları kesme gibi olup yaratılışı değiştirme manasında değildir, zira tırnak nasıl tekrar çıkıyorsa bunlarda tekrar çıkarlar, meğerki kalıcı şekilde yok edilmiş olmasınlar, kalıcı şekilde yok edilseler bu fiil yaratılışı değiştirme manasındadır. Ayrıca, dişleri törpülemek, döğün (kalıcı döğme) yapmak lanetlenmeye sebep gösterilmişken. Çocukları sünnet etmek fıtrattan sayılmıştır, halbuki bunların hepsi aynı şey olup yaratılışı değiştirme manasındadırlar.

368-. ... Abbâd b. Temim, amcası Abdullah b. Zeyd b. Âsım (r.a.)’dan rivâyet ettiğine göre; Resûlullah (s.a.) ashabı ile birlikte (musallâya) yağmur duasına çıkıp onlara iki rekat namaz kıldırdı. Bu iki rekat lerde kıbleye karşı durdu açıktan okudu, ridâsını ters çevirdi. Ellerini kaldırıp duâ etti ve yağmur istedi. (Ebû Dâvûd, K. Salât’ul-İstiskâ (3), Bâb 1 H.1161 C.4 S.303 Şamil 1988.)

369-. ... İshak b. Abdillah b. Kinâne’den; demiştir ki: -Velid b. Utbe- Osman’ın dediğine göre Velid b. Ukbe- Medine valisi iken, beni Resûlullah (s.a.)’in yağmur duâsında (kıldığı) namazını sormam için İbn Abbâs (r.anhumâ)’a gönderdi. (Gidip İbn Abbâs’a sordum) o da şöyle dedi:

- Resûlullah (s.a.) iş (eski) elbisesini giymiş, mütevâzı bir vâziyette tazarru içinde musallaya kadar geldi. - Osman, “Minberin üzerine çıktı" cümlesini ilâve etti- sizin şu

304

Page 305: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

hutbeniz gibi hutbe okumadı. Fakat dua, tazarru ve tekbire devam etti. Sonra bayramda kıldığı gibi iki rekat namaz kıldı. (Ebû Dâvûd, K.Salâtu’l-İstiskâ (3), Bâb 1 H.1165 C.4 S.311-312 Şamil.)

Birinci rivayette peygamberin ridasını ters çevirdiği rivayet edilmişken, ikinci rivayette ridâsını (elbise) ters çevirme olayı yoktur, bu itibarla iki rivayet çelişkilidir. Ayrıca, peygamber elbisesi ters çevirip giymek suretiyle kedini komik duruma düşürmez, bu ona yakışan bir hareket değildir, peygamberin namaz için eski elbisesin giydiği yolundaki iddia da Kur’an’a uymamaktadır. Bu konu da Kur’an’dan mealen:

- Ey Âdem oğulları, her mesci(de gidişiniz)de süs(lü, güzel elbiseler)inizi (üzerinize) alın; yiyin için, fakat isrâf etmeyin; Çünkü O, isrâf edenleri sevmez. 7/31

YİYECEKLER VE İÇECEKLER HAKKINDA UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

370- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a soruldu: “Halk bize et getiriyor, kesilirken besmele çekilip çekilmediğini bilmiyoruz, ne yapalım?”

“Siz besmele çekin, yiyin! Cevabını verdi." (K.S. 1962 C.7 S.225 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Sayd 21, Büyû 5, Tevhid 13; Ebû Dâvûd, Edâhi 19,(2829); Nesâi, Dahâyâ 39,(7,237))

İslam da eti yenen hayvanlar kesilirken, Allah’ın adını anmak farzdır. Eğer kesim anında, Allah’ın adı anılmamışsa o hayvanın eti zaruret dışında yenmez. Sonradan besmele çekmek, keserken çekilmemiş olan besmelenin yerine kabul olmaz. Bu konuda Kur’an’dan örnek verecek olursak, mealen:

305

Page 306: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Allah size ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkasının adı anılarak kesilen (hayvanlar)ı haram kıldı. Kim mecbur kalırsa (başkasının hakkına) saldırmadan, sınırı da aşmadan (bunlardan) yiyebilir. Şüphesiz Allah, bağışlayan, esirgeyendir. 16/115

- (Kesilirken) üzerine Allah’ın adı anılmayan (hayvan)lardan yemeyin! Çünkü o(nu yemek), yoldan çıkmadır. Şeytanlar, dostlarına, sizinle mücâdele etmeleri için fısıldar (telkinde bulunur)lar. Eğer onlara uyarsanız, şüphesiz siz de Allah’a ortak koşanlar olursunuz. 6/121

Görüldüğü gibi uydurdukları rivayet Kur’an’a ters olup, aslı yoktur.

371- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissâlatu vesselâm)’a zemzemden sundum ayakta olduğu halde içti." (K.S. 2241 C.8 S.104 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Eşribe 16, Hacc 76; Müslim, Eşribe 120,(2027); Tirmizi, Eşribe 12,(1883); Nesâi, Hacc 165, (5,237))

372- İbnu Ömer (radıyallahu anhumâ) anlatıyor: “Biz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devrinde yürürken yer, ayakta iken içerdik." (K.S. 2243 C.8 S.104 Akçağ, alıntıları: Tirmizi, Eşribe 11,(1881); İbnu Mâce, Et’ime 25,(3301))

373- Kebşetu’l-Ensâri (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanıma gelmişti. (Duvarda) asılı olan bir kırbanın ağzından ayakta su içti. Ben hemen kırbaya gidip ağzını kestim." (K.S. 2247 C.8 S.107 Akçağ, alıntıları: Tirmizi, Eşribe 18,(1893); İbnu Mâce, Eşribe 21,(3423))

Bu rivayetlerle, ayakta yemek yenebileceğini, su v.s. İçilebileceğini tahdis ettiler. Bu rivayetlerine rağmen, insanları bu konuda da şaşkın hale sokmak için şu rivayeti uydurdular.

306

Page 307: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

374- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular:

“Sizden kimse sakın ayakta içmesin. Kim unutarak içerse hemen kussun." (K.S. 2246 C.8 S.106 Akçağ, alıntısı: Müslim, Eşribe 116, (2026))

375-........... Peygamber’in zevcesi Ümmü Seleme’den (o şöyle demiştir): Rasûlullah (S) şöyle buyurdu: “Gümüş kaptan bir şey içen kişi var ya, muhakkak o kişi karnına ancak (curp curp diye) cehennem ateşini göndermektedir”. (Buhâri, Kitâbu’l-Eşribe H.57 C.12 S.5678 Bâb 27 Ötüken 1988.)

Bu rivayetlerinde gümüş kaptan bir şey içen kimsenin cehenneme gideceğini rivayet ettiler. Buna rağmen şu rivayeti de tahdis ettiler:

376-.............. Enes ibn Mâlik(R)’ten: Peygamber (S)’in su bardağı kırıldı, akabinde kırık yerine gümüşten bir bardak edindi dediğini tahdis etti.

Râvi Âsım el-Ahvel: Ben bu kadehi gördüm ve (teberruken içine su koyup) ondan su içtim, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’l-Humus H.18 C.6 S.2895 Bâb 5 Ötüken 1987.)

İki rivayet çelişkili olduğu gibi, gümüş bardaktan bir şey için cehenneme gider deyip, Peygamber gümüş bardaktan içerdi demekle peygambere saldırıda bulundukları açıktır.

377- Ebi Katâde oda babasından naklen: “Peygamber kabın içine solumaktan nehiy buyurmuştur." (Müslim C.9 121/ 329 Sönmez Neşriyat A.Ş.)

378- Enes’den naklen: “Rasûlullah, kabın içine üç defa solurmuş." (Müslim, C.9 122/330 Sönmez Neşriyat)

307

Page 308: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

379- Enes şöyle demiş: Resûlullah içtiği şeyin içine üç defa solar ve: “Bu daha kandırıcı, daha sâlim ve afiyetlidir." buyururdu.

Enes: “İşte bende içilen şeyin içine üç defa soluyorum." demiş. (Müslim, C.9 123/330 Sönmez Neşriyat )

Birinci rivayetle, diğer iki rivayetin çelişkili oldukları açıktır. Birincisinde kabın içine solunmaz derken, diğerlerinde solunabileceği rivayet edilmiştir.

380- Hz. Ebû Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Hamr şu iki ağaçtandır: Hurma ve asma." (K.S. 2275 C.8 S.137 Akçağ 1989, alıntıları: Müslim,Eşribe 13,(1985); Tirmizi, Eşribe 8,(1876); Ebû Dâvûd Eşribe 4,(3678); Nesâi, Eşribe 19,(8,294))

381- en-Nu’mân İbnu Beşir (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Üzümden hamr yapılır, hurmadan hamr yapılır, baldan hamr yapılır, buğdaydan hamr yapılır, arpadan hamr yapılır. Ben sizi bütün sarhoş edicilerden yasaklıyorum." (K.S. 2274 C.8 S.137 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvûd, Eşribe 4, (3676); Tirmizi, Eşribe 8,(1873))

Birinci rivayette hamr(şarap)ın, Hurma ve Asmadan olduğu belirtilmişken. İkinci rivayette baldan v.s. Gibi şeylerden de hamr yapılabileceğinin tahdis edilmesi bir çelişkidir.

382- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ): “Kim Allah’ın haram kıldığını haram kılmaktan hoşlanırsa nebiz’i haram kılsın" dedi.

Bir rivâyette, Kays İbnu Vehb ona:Benim bir küpçüğüm var içerisine şıra koyuyor, şıra kaynayıp durulunca içiyorum" dedi. (İbnu Abbâs) cevaben: “Bu söylediğin şey ne zamandan beri içeceğini teşkil etmekte?" diye sordu. Kays: “Yirmi yıldan beri" deyince, İbnu Abbâs:

308

Page 309: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Öyleyse uzun zamandır, damarların su ihtiyacını pislikten gördü" dedi. (K.S.2279 C.8 S.144 Akçağ, alıntısı: Nesâi, Eşribe 48,(8,322-323))

383- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Biz, Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) için kuru üzümden nebiz kurardık, içerisine hurma atardık."(K.S. 2288 C.8 S.149 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvûd, Eşribe 8,(3707)

Birinci rivayette, nebiz’in haram olduğu rivayet edilmişken, diğer rivayette içilebileceğinin, yani haram olmadığının belirtilmesi bir çelişkidir.

384- Ebû Dâvud’un rivayetinde şöyle gelmiştir: “Hz. Câbir radıyallahu anh der ki: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâma sırtlandan sordum. Bana:

“O, av(hayvanı)dır, ihramlı avlanacak olursa koç da aynı hükme dâhil edilir. (K.S. 3908 C.11 S.150 Akçağ, alıntıları: Tirmizi, Et’ime 4,(1792); Ebû Dâvud, Et’ime 32,(3801); Nesâi, Sayd 27,(7,200))

385- Abdurrahmân İbnu Ebi Ammâr rahimehullah anlatıyor: “Hz. Câbir radıyallahu anh’a: “Sırtlan avmıdır?" diye sordum. “Evet!"dedi. Ben tekrar: “Etini yiyeyim mi?"dedim. “Evet!"dedi.

“Bu cevap Resûlullah aleyhissalâtu vesselâmdan mıdır?"dedim."“Evet!"dedi." (K.S. 3907 C.11 S.150 Akçağ, alıntısı: Tirmizi.)

386- Huzeym İbn Cez’i radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâma sırtlan hakkında (eti helâl mi?)"diye sordum.

“Sırtlanı yiyen biri de var mı?"dedi. Bunun üzerine kurdun etinin yenmesini sordum.

309

Page 310: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Kendisinde hayır olup da kurdu yiyen biri var mı?"diye cevap verdi." (K.S. 3909 C.11 S.151 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Et’ime 4, (1739))

Birinci ve ikinci rivayetlerde, sırtlan etinin yenebileceği belirtilmişken. Üçüncü rivayette yenemeyeceğinin belirtilmesi bir çelişkidir.

387- İbnu Ebi Evfa radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile beraber (altı veya yedi sefer) gazveye çıkmıştık. Gazve esnasında Aleyhissalâtu vesselâmla birlikte çekirge yedik." (K.S. 3912 C.11 S.153 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Sayd 13; Müslim, Sayd 52,(1952); Tirmizi Et’ime 22,(1822,1823); Ebû Dâvud, Et’ime 35,(3812); Nesâi, Sayd 37,(7,210))

388- Selman radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâma çekirgeler sorulmuştu:

“Onlar, Allah’ın en kalabalık ordularıdır. Onu ne yerim ne de haram kılarım" buyurdular." (K.S. 3913 C.11 S.154 Akçağ, alıntıları Ebû Dâvud, Et’ime 35,(3813); İbnu Mace, Sayd 9,(3219))

Birinci rivayette, Resûlullah ın çekirge yediği rivayet edilmişken. İkinci rivayette yemediğinin belirtilmesi açık bir çelişkidir. Diğer bir hususta çekirgelerin, Allah’ın en kalabalık ordusu olduğunun iddia edilmesidir, daha öncede belirttiğim gibi, Kur’an’a göre, Allah’ın ordularını, Allah’tan başkası bilmez, hal böyle olunca, kullarca bilinemeyenin hangisinin en kalabalık olduğu yine hiçbir kul tarafından bilinemez. Bu hususta Kur’an’dan mealen:

- Biz cehennemin bekçilerini hep melekler yaptık. Onların sayısını da inkar edenler için bir imtihan kıldık ki kendilerine Kitâb verilmiş olanlar iyice inansın, inanananların imanını arttırsın. Kitâb verilmiş olanlar ve inananlar şüpheye düşmesinler. Kalplerinde hastalık bulunanlar ve kafirler de:

310

Page 311: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Allah bu misalle ne demek istedi?" desinler. Böylece Allah, dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini doğru yola iletir. Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez. Bu, insanlara bir tebliğdir. 74/31

Bu itibarla, uydurmuş oldukları rivayetlerin aslı yoktur.

389- Esmâ Bintû Ebi Bekr radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Biz, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm zamanında bir at kestik. O zaman Medine’de idik. Hepimiz onu yedik."(K.S. 3915 C.11 S.155 Akçağ, alıntıları: Buhari, Sayd 24,27; Müslim, Sayd 36,(1942); Nesâi, Dahâya 33,(7,231))

390- Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Heyber(in fethi) zamanında at ve vahşi eşek(eti) yedik. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ehli eşek(etin)i yasakladı ve ata müsaade etti." (K.S. 3916 C.11 S.156 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Et’ime 26,(3788); Nesâi, Sayd 32, (7,205); Tirmizi, Et’ime 5,(1794))

391- Hâlid İbnu’l-Velid radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, at ve eşek etini yemeyi yasakladı." (K.S. 3939 C.11 S.179 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud ve Nesai, ilgisi aşağıdaki rivayet.)

392- Ebû Dâvud’un bir diğer rivayetinde şöyle denir. “Heyber fethi sırasında gazvede, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ile birlikte bende (Hâlid İbnu’-Velid) vardım. Bir grup Yahudi, Aleyhissalâtu vesselâma gelerek, askerlerin ahırlarına hücum ederek (mallarını yağmaladıklarından) şikâyet ettiler. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, bunun üzerine (müslümanlara yönelerek): “(Olamaz!) anlaşma yapılan kimselerin malı onların izni olmadan helâl değildir. Ayrıca size ehli eşekler ve onların atları, katırları, vahşi hayvanlardan her bir kesici dişi olan, kuşlardan da her bir pençeleri olan haramdır!" buyurdular." (K.S. 3940 C.11 S.179 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Et’ime 26,3790), 33,(3806); Nesâi, Sayd 30,(7,202))

311

Page 312: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Birinci ve ikinci rivayetlerde at etlerinin yenebileceği ve Heyber(in fethi) zamanında at eti yenmesini peygamberin yasaklamadığı rivayet edilmişken. Yine, Heyber’in fethi konu edilerek, buna rağmen üçüncü ve dördüncü rivayetlerde, Heyber(in fethi) zamanında at etinin yenmesinin yasaklandığının belirtilmesi bir çelişkidir.

393-............ Peygamberin zevcesi Ümmü Seleme’nin oğlu olan Umer ibn Ebi Seleme (R) şöyle demiştir: Bir gün Rasûlullah (S)’in berâberinde bir yemek yedim ve yemek tabağının her tarafından yemeğe başladım. Bunun üzerine Rasûlullah (S) bana:

- “Sana yakın olan yerden ye!"buyurdu. (Buhâri, Kitâbu’l-Etime H.4 C.12 S.5479 Bâb 1 Ötüken 1988.)

394-............ Enes ibn Mâlik (R) şöyle diyordu: Bir terzi, hazırladığı bir yemeğe Rasûlullah’ı davet etti.

Enes dedi ki: Ben de Rasûlullah (S)’ın berâberinde gittim. (Terzi, ekmek ile kabak ve kuru et parçaları bulunan çorba takdim etti.) Yemek sırasında ben Rasûlullah’ın tabağın etrafında kabakları araştırırken gördüm.

Yine Enes: Artık o günden itibâren ben kabağı sevmekten ayrılmadım, dedi. (Buhâri, Kitâbu’l-Et’ime H.6 S.5484 C.12 Bâb.3 Ötüken)

Birinci rivayette yemek yerken kişinin önünden yemesi gerektiği rivayet edilmişken, ikinci rivayette bizzat Peygamberin yemek yerken, tabağın her tarafını araştırdığının rivayet edilmesi bir çelişkidir.

Rivayetin, birden çok kişinin aynı tabaktan yemek yemesi olayıyla ilgili olarak uydurulduğu düşünüldüğünde, peygamberi bir nevi açgözlülükle de suçladıklarını görmek mümkündür.

312

Page 313: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

395- İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Biriniz yemek yeyince, yalamadıkça veya yalatmadıkça elini (mendille) silmesin." (K.S. 3885 C.11 S.114 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Et’ime 52; Müslim, Eşribe 129,(2031); Ebû Dâvud, Et’ime 52,(3847))

396- Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, parmakların ve kapların yalanmasını emretti ve dedi ki: “Siz bereketin, yemeğinizin hangi (parça)sında olduğunu bilemezsiniz. Öyleyse, birinizin lokması düşecek olursa onu alıp, bulaşan ezâyı temizlesin, sakın şeytana terk etmesin. Parmaklarını yalamadıkça elini mendille de silmesin. Zira o, taâmınızın hangisinde bereket bulunduğunu bilemez." (K.S. 3886 C.11 S.114 Akçağ, alıntıları: Müslim, Eşribe 136,(2034); Tirmizi, Et’ime 11,(1803))

Yukarıdaki rivayetlerde görüldüğü gibi, yemek bitiminde kapların yalanması gibi ilginç adetler önermişlerdir. Eğer bu önerilerinde yemek artığının zayi olmaması kastediliyorsa, yemek artığı saklana bilir, kırıntılardan diğer canlılar istifade ettirilebilir. Kaldı ki amaçlarının bu olmadığı, yer düşen lokmanın temizlenerek yenmesi gerektiğini rivayet etmelerinden anlaşılmaktadır. Zira bu o kadar kolay bir iş olmadığı gibi, sağlık için tehlikede arz eder. Yağlı veya tatlı ihtiva eden bir lokmanın toza toprağa bulanması halinde temizlemek çok zor olduğu gibi bu adet edinilmesi halinde çocuklar da bunu alıştırılacak ve onların temizleme işine ne derece özen gösterecekleri şüphelidir, düşen lokma bir tarafa düşülen yerde önemlidir, lokmalar her zaman temiz mermer üzerine düşmez, bazen pis yerler üzerine de düşer o zaman önerdikleri temizlik işi nasıl yapılabilir.

Bu itibarla bu rivayetlerinin aslı yoktur.

397- Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Yaş hurmayı kuru

313

Page 314: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

hurmayla birlikte yiyin. Eski hurmayı yeni hurmayla beraber yiyin. Zira şeytan (böyle yapmanıza) kızar ve: “Ademoğlu, eskiyi yeni ile beraber yiyecek kadar (hayatta) kaldı" der."(K.S. 6981 C.17 S.421 Akçağ, alıntısı: İbni Mace 3330.)

Uydurmuş oldukları bu rivayetle, şeytanın neden hoşlandığını ve neden kızdığını konusunda insanları saptırmayı amaçlamışlardır. Zira, eğer insanlar şeytanla mücadelelerinde bu tür şeyleri ölçü kabul edecek olurlarsa, iyiyi ve kötüyü değerlendirmeleri de yanlış olacaktır. Böylece şeytanın esas amacı olan saptırma olayı meydana gelmiş olur. Yaş ve kuru hurmayı birlikte veya ayrı ayrı yemenin hiçbir dini yönü olmadığı gibi. Adem oğlunun uzun veya kısa yaşaması da şeytanın ilgilendiği bir konuda değildir, şeytanı ilgilendiren şey, kendisine taraf olunup olunmamasıdır, şeytanı kızdıran şey kendisine taraf olunmayıp, karşı olma olayıdır. Yoksa, şeytanı kızdıracağım diye, yaş hurma, kuru hurma davasına girişen kimse, şeytanı kızdırma yerine ancak aptal olarak telakki edilir.

Bu itibarla uydurdukları rivayetin aslı yoktur:

398- Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim sarımsak veya soğan yerse bizden uzak dursun -veya mescidimizden uzak dursun- evinde otursun.”

Bazen Resûlullah aleyhissalâtu vesselâma içerisinde yeşil sebzeler bulunan tencere getirilirdi de onda koku bulunur ve (ne olduğunu) sorardı. Kendisine sebze nev’inden ne olduğu haber verilince, tencereyi, beraberindeki arkadaşlarından birin göstererek ona vermelerini söylerdi. Aleyhissalâtu vesselâm, onun yemekten çekindiğini görünce:

“Sen bana bakma, ye! Zira ben senin gibi değilim, senin konuşmadığın (meleklerle) konuşuyorum" derdi."(K.S. 3926 C.11 S.166 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Et’ime 49, Salât 160, İ’tisâm 24; Müslim, Mesâcid 73,(564); Ebû Dâvud, Et’ime

314

Page 315: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

41,(3822); Tirmizi, Et’ime 13,(1807); Nesâi, Mesâcid 16(2,43))

399- Ebu Ziyâd Hıyâr İbnu Seleme anlatıyor: “Hz. Aişe radıyallahu Anhâ’ya soğan hususunda sordum. Şu cevabı verdi: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâmın en son yediği yemekte soğan vardı."(K.S. 3928 C.11 S.167 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Et’ime 41,(3829))

Birinci rivayette, peygamberin soğan ve sarımsak yemediği ve bu yiyeceklerden hoşlanmadığı, hatta meleklerle muhatap olduğundan bu yiyeceklerden yemesinin söz konusu olamayacağı tahdis edilmişken, ikinci rivayette, yediği son yemeğine kadar soğan yediğinin tahdis edilmesi bir çelişkidir.

400-........... Câbir ibn Abdillah (R): Rasûlullah (S) Heyber günü evcil eşeklerin etlerinden nehy ette, at etleri(ni yemek) hakkında ruhsat verdi, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’l Mağâzi H.240 C.8 S.3937 Ötüken 1987.)

Daha öncede belirttiğim gibi, çelişkili de olsa at etlerinin yenebileceğini, keza ehli eşek etlerinin yenemeyeceğini, başka bir ifadeyle, evcil olmayan eşek etlerinin yenebileceğini bir çok rivayette iddia ettiler. Hal bu ki, Kur’an’da belirtildiğine göre, atlar, katırlar ve eşekler binilmek (taşımacılık) ve süs içindirler. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Binmeniz ve süsü için atları ve merkepleri (yarattı) ve daha sizin bilmediğiniz nice şeyler yaratmaktadır. 15/8

Bu itibarla, uydurmuş oldukları rivayetlerin aslı yoktur. Zaten amaçları da yiyecekler konusunda yenmesi haram ve helal olanları belirtmek olmayıp, kargaşa çıkarmak suretiyle insanları bu konuda şaşkınlığa sürüklemektir. Onların rivayetleri esas alınırsa, insan rahat bir şekilde su bile içemez. Zira bir taraftan ayakta su içilebileceğini söylerken, bir

315

Page 316: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

taraftan da ayakta su içilmesi halinde hemen kusmanın gerekli olduğunu söylerler. Yalın bir konu olan su konusunda bu şekilde konuşabildikten sonra, bu gün bile insanlar tarafından çeşit olarak sayısı bilinemeyen hayvanlar konusunda neler iddia etmezler. Örneğin: Tavuk ve v.s. Hakkında bir taraftan yenebileceğini söylerlerken, diğer taraftan bu hayvanlar pislik yiyiyor, peygamber bunların yenmesini yasaklamıştır demekten çekinmezler. Fakat işin aslında, yiyecek olarak müslümanlara layık gördükleri ancak böceklerdir. Zira tahdis ettikleri bir rivayette bütün böceklerin yenebileceğini iddia etmişlerdir. Bu konuda yaptıkları tahdis örnekleri şöyledir:

401- İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm öldürülmek için hedef ittihaz edilmiş (ve mücesseme denilen) hayvanın yenilmesini, pislik yiyen (ve cellâle dene) hayvanın yenilmesini, sütünün içilmesini ve su tuluğunun ağzından su içilmesini yasakladı." (K.S. 3918 C.11 S.157 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Et’ime 25,(3786); Tirmizi, Et’ime 24,(1826); Nesâi, Dahâya 44,(7,240))

402- Zehdem İbnu Mudrib anlatıyor: “Ebu Mûsa radıyallahu anh’a bir tavuk getirilmişti. Cemaatten birisi ayrıldı. (Ebu Mûsa): “Neyin var? diye sordu. Adam:

“Ben onu (pis şeyler yerken gördüm ve tiksindim ve yememeye yemin ettim" cevabını verdi. Bunun üzerine Ebu Mûsa:

“Yanaş ve ye! Zira ben, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâmı (cellâleyi) yerken gördüm" dedi ve adama yemini için kefarette bulunmasını emretti."(K.s. 3919 C.11 S.157-158 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Zebâih 26, Humus 15, Meğazi 74, 78, Eymân 1, 4, 18, Kefâret 9,10,Tevhid 56, Müslim,Eymân 9,(1649); Nesâi, Sayd 33,(7,206))

403- Hilkâm İbnu Telib rahimehullah babasından naklediyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâmla arkadaşlık yaptım,

316

Page 317: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

yeryüzündeki haşerelerden herhangi birini haram ettiğini hiç işitmedim."(K.S.3920 C.11 S.159 Akçağ, alıntısı:Ebû Dâvud, Et’ime 30, (3798))

Görüldüğü gibi, bütün haşerelerin yenilebileceğini iddia etmektedirler.

SAÇ, SAKAL, ELBİSELER VE SÜSLENME KONULARINDA UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

404- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Yahudiler ve Hıristiyanlar (saçlarını) boyamazlar. Siz onlara muhâlefet edin."(K.S.2111 C.7 S.483 Akçağ 1988, alıntısı: Buhâri, Libâs 67, Enbiya 50; Müslim, Libâs 80, (2103); Ebû Dâvud, Tereccül 18,(4203); Nesâi, Zinet 14,(8,137); Tirmizi, Libâs 20,(1752))

Bu hadis Tirmizi’de “(Saçınızdaki) aklıkların rengini değiştirin, Yahudilere benzemeyin!" şeklinde gelmiştir.

405- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Ehl-i Kitap, saçlarını alınlarına döküyorlardı, müşrikler de ayırıyorlardı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (vahiyle) emir gelmeyen hususlarda Ehl-i Kitab’a muvafakatı severdi. Saçını alnı üzerine o da serbest bıraktı. Sonra (ortadan) ayırarak (sağ ve sola) tarardı." (K.S. 2131 C.7 S.507-508 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Libâs 70; Müslim, Fedâil 90, (2336); Ebû Dâvud, Tereccül 10,(4188); Nesâi, Zinet 62,(8,164))

Birinci rivayette Peygamberin, Yahudi ve Hıristiyanlara muhalefet edilmesi gerektiğini söylediğinin iddia edilmesi ile, ikinci rivayette vahiy gelmeyen hususlarda, Ehl-i Kitab’a muvafakati severdi demeleri bir çelişkidir.

317

Page 318: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

406- Yahya İbnu Said’in anlattığına göre, Said İbnu’l-Müseyyeb (rahimehullah)’ten şunu işitmiştir: “Hz. İbrahim (aleyhisselam), misafir ağırlayan ilk kimse idi. Keza o ilk sünnet olan kimseydi. Bıyığını kesenlerin ilki, saçında aklık görünenlerin ilki de o idi. Ak saçları görünce: “Ya Rabbi bu nedir?"diye sormuş; Rabbi de: “Bu vakardır ey İbrahim!"demiş. O da “Rabbim! Öyleyse vakarımı artır!" diyerek duada bulunmuştur." (K.S. 2151 C.7 S.533 Akçağ, alıntısı: Muvatta, Sifatu’n-Nebi 4,(2,922), ayrıca, Beyan Yayınları, Muvatta C.4 S.281 H.4, ek kaynak izahı:Sahihayn’da Zühri-Said b.el-Museyyeb- Ebû Hureyre yoluyla yer alır; Buhâri, Libas, 77/63; Müslim, Taharet 2/16, no:49.)

407- Hz. Enes radıyallahu anh’ın anlattığına göre, “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâmın saçında ki aklardan sorulunca (Enes) şöyle cevap vermiştir:

“Allah O’ nu beyazla çirkinleştirmemiştir.”

Bir rivayette de şöyle demiştir: “O, kişinin başında ve sakalında bulunan beyazları yolmasını mekruh addederdi. Beyaz kıl (onda nâdirdi ve sadece) alt dudağında, şakaklarında ve başında bir nebzecik vardı" derdi." (K.S. 5539 C.15 S.361 Akçağ, alıntısı: Müslim, Fezâil 104,105 (2341))

Birinci rivayette, saçların beyazlaşmasını vakar olarak tanımlamalarına rağmen, ikinci rivayette çirkinliktir demeleri bir çelişkidir.

408- Hz. İbnu Ömer (radıyallahu anh)’den rivâyete göre, sakalını sufre denen sarı boya ile boyar ve derdi ki: “Ben, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı gördüm, sakalını bununla boyamıştı, en çok sevdiği boya da bu idi. Bununla elbisesini boyadığı da olurdu." (K.S. 2113 C.7 S.487 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Libâs 18,(4064), Tereccül 19,(4210); Nesâi, Zinet 17,(8,140))

318

Page 319: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

409- İbnu Amr İbni’l-As radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm üzerimde sarıya boyanmış iki giysi görmüştü. Derhal:

“Bunu giymeni annen mi sana emretti?"diye sordu. Ben: Bunları yıkayayım mı, ey Allah’ın Resulü" dedim.

“Hatta yak onları!"buyurdular.”

Bir rivayette: “Bu, kâfirlerin kıyâfetidir, sakın bunları giyme!" buyurdular" denmiştir. (K.S. 5281 C.15 S.75 Akçağ, alıntıları: Müslim, Libas 27,(2077); Ebû Dâvud, Libâs 20,(4066,4067,4068); Nesâi, Zinet 96,(8,203,204))

Birinci rivayette, peygamberin elbisesini sarıya boyadığını rivayet etmelerine rağmen, ikinci rivayette sarı elbise giyilemeyeceğini ve bunu kafirlerin kıyafeti olduğunu rivayet etmeleri hem bir çelişki, hem de peygambere yöneltilmiş bir saygısızlıktır. Ayrıca birinci rivayette peygamberin sakalını sarıya boyadığını rivayet etmişken, ona çelişik olarak şu rivayeti de tahdis ettiler:

410- Hz. Enes radıyallahu anh’a: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm saç ve sakalını boyadı mı?"diye sorulmuştu, şu cevabı verdi: “Aleyhissalâtu vesselâm, sakalının ön kısmında, on yedi veya yirmi tel kadar bir aklık görmüştür (bunlar için boya olur mu!) diye cevap verdi."(K.S. 7080 C.17 S.468 Akçağ, alıntısı: İbn-i Maca 3655.)

Görüldüğü gibi bahsi geçen rivayetle bu rivayet çelişkilidir.

411- Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Ebu Kuhâfe, Fetih günü Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a getirilmişti. Saçları köpük gibi bembeyazdı. Aleyhissalâtu vesselâm: “Bunu hanımlarından birine götürün(de bunun saç ve sakalının rengini) değiştirsin. Fakat siyah(a boyamak)tan da kaçınınız" buyurdular." (K.S. 7078 C.17 S.17 S.467 Akçağ, alıntısı: İbn-n Mace 3624)

319

Page 320: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

412- Süheybü’l-Hayr radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “(Ağaran saç ve sakallarınızı boyamada) kullandığınız en iyi boya şüphesiz şu siyahtır. (Çünkü siyah boya kadınlarınızı size daha çok rağbet ettiricidir, düşmanınızın içinde de hakkınızda daha çok korku doğurucudur."(K.S. 7079 C.17 S.468 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 3625)

Birinci rivayette beyazlanmış olan saçların siyaha boyanmaması bunun dışında bir boyayla boyanması gerektiğini rivayet etmişken. Tahdis ettikleri diğer bir rivayetle, saçları boyamak için en iyi boyanın siyah boya olduğunu rivayet etmeleri bir çelişkidir.

413- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Saçlarına kına yakmış bir adam gelmişti. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Bu ne güzel!"buyurup takdir etti. (Az sonra) kına ve ketem ile boyamış biri geldi.

“Bu evvelkinden de güzel!" buyurdu. Sonra (saçlarını) sarıya boyamış biri daha gelmişti ki:

“Bu öbüründen de güzel!" buyurdu." (K.S. 2112 C.7 S.485 Akçağ, alıntıları:Ebû Dâvud,Tereccül 19,(4211); İbnu Mâce, Libâs 34,(3627))

414- Kerime Bintu Hümâm anlatıyor: “Bir kadın, Hz. Aişe’ye kına yakma hususunda sormuştu, şu cevabı aldı:

“Bunda bir beis yok (kına yakılabilir). Ancak ben bundan hoşlanmam. Çünkü sevdiğim (aleyhissalâtu vesselâm), onun kokusunu sevmezdi." (K.S. 3114 C.7 S.488 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Tereccül 4,(4164); Nesâi, Zinet 19,(3,142))

Birinci rivayette kına yakmak övülmüşken, ikinci rivayette koku yönünden kötülenmesi bir çelişkidir. Diğer bir hususta, Aişe’nin kına yakmamış olduğu, dolayısıyla kına yakmanın dini açıdan bir mecburiyet olmadığı hususudur. Buna rağmen

320

Page 321: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

tahdis ettikleri başka rivayetlerde, kadınlar için kına yakmanın mecburi olduğunu, hatta eline kına yakmayan kadından biat alınamayacağını iddia etmişlerdir, şöyle ki:

415- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Bir kadın, perde gerisinden Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a eliyle bir mektup uzattı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) elini derhal geri çekip:

“Ne bileyim, bu el kadın eli midir, erkek eli midir?" buyurdu. Kadıncağız:

“Kadın elidir! deyince Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm).

“Sen kadın olsaydın, tırnaklarının rengini değiştirirdin" bununla kına yakmayı kastetmişti." (K.S.2115 C.7 S.488 Akçağ,alıntıları: Ebû Dâvud, Tereccül 4,(4166); Nesâi, Zinet 18,(8,142))

416-Yine Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Hint Bintu Utbe, Hz. Peygamber’e:

“Ey Allah’ın Resûlü, bana biat ver!"diye talepte bulunmuştu. Kendisine:

“Hayır, şu ellerini değiştirmedikçe senden biat almayacağım.ellerin tıpkı vahşi hayvanların ayağı gibi!" cevabını verdi." (K.S. 2116 C.7 S.489 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Tereccül 4,(4165))

Görüldüğü gibi tahdis etmiş oldukları rivayetler birbirleriyle çelişkilidir.

417- Hilâl İbnu Âmir babasından naklediyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ı Mina’da halka hitap ederken gördüm. Sırtında kırmızı bir bürde vardı ve katırının üstünde idi. Hz. Ali radıyallahu anh da önüne durmuş, Aleyhissalâtu

321

Page 322: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

vesselâm’ın söylediklerini tekrarlıyordu."(K.S. 5276 C.15 S.71 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, libas 21,(4076))

418- Hz. Bera radıyallahu anh anlatıyor:“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm orta boylu idi. Ben onu kızıl bir hulle içerisinde gördüm. Ben aleyhissalâtu vesselâmdan daha güzel bir şeyi hiç görmedim." (K.S. 5277 C.15 S.73 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Libas 35, Menâkıp 23; Müslim, Fezâil 91,(2337); Ebû Dâvud, Libas 21,(4072); Tirmizi, Libas 4,(1724); Nesâi, Zinet 94,(8,203))

Bu iki rivayette, peygamberin kırmızı elbise giydiğini rivayet etmişlerdir. Dolayısıyla kırmızı elbise giymenin dinen bir mahzuru olmadığını vurgulamış olmaktadırlar. Buna rağmen şu hadisleri de karşıt olarak rivayet etmişlerdir:

419- İbnu Amr İbni’l-As radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Üzerinde kırmızı renkli iki giyecek bulunan bir adam geldi ve Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a selam verdi. Ama aleyhissalâtu vesselâm adamın selamını almadı."(K.S. 5278 C.15 S.72 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Libâs 20,(4069); Tirmizi, Edeb 45,(2808))

420- Beni Esed’den bir kadın anlatıyor: “Bir gün, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın zevcelerinden Zeyneb’in yanında idim ve kızıl toprakla onun elbiselerini boyuyorduk. Biz bu işle meşgulken Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm çıkageldi. Ancak kızıl toprağı görünce geri döndü. Zeynep bu hali görünce, Aleyhissalâtu vesselâm’ın bunu mekruh addettiğini anladı ve derhal elbiselerini yıkadı ve bütün kırmızılığı örttü. Aleyhissalâtu vesselâm geri döndü ve âniden geldi. (Boyadan) hiçbir şey görmeyince içeri girdi."(K.S. 5279 C.15 S.73 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Libâs 20,(4071))

Görüldüğü gibi son iki rivayetle, ilk iki rivayet birbirleriyle çelişkilidir. Zaten amaçları kırmızı veya başka rengi konu etmek olmayıp karışıklık çıkarmaktır. İslam dini evrensel bir din olup, bez parçalarının rengiyle uğraşılsın diye inmemiştir.

322

Page 323: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bilindiği gibi kına kırmızı renk veren bir süslenme boyasıdır. Peygamber, o kadar kırmızıdan nefret ediyor idi ise, o zaman bu rivayetin manası nedir? Şöyle ki:

421- Ebu Eyyub (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kına yakma, koku sürünme, misvak kullanma ve evlenme bütün peygamberlerin tâbi olageldikleri sünnetlerdendir. (K.S. 2161 C.7 S.544 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Nikâh 1, (1080))

Bu itibarla uydurdukları rivayetlerin aslı yoktur.

422- İbnu Abbâs radıyallahu anhüma diyor ki: “Kişi oturduğu zaman, ayakkabılarını çıkarıp (sol) yanına koyması sünnettir." (K.S. 5256 C.15 S.58 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Libas 44,(4138), Sâlat 89, (648))

Kişinin çıkardığı ayakkabılarını, mescide veya evinin içine götürüp yanına koymasının pratik yanı olmadığı gibi, bu şekilde bir davranış ayakkabılarının altı mikroplu olabileceğinden hastalık kapma riskini de beraberinde getirir. Öyle ki kişi, caminin tuvaletinden çıkıyor, aradan birkaç dakika geçmeden ab dest alıp camiye giriyor, altı ıslak olan ayakkabılarını nasıl olurda sünnet diye yanında götürür. Bu itibarla bu rivayetin aslı yoktur.

423- Bireyde (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın yanına, parmağında demir yüzük bulunan bir adam uğramıştı. (Yüzüğü görünce): “Niye bazılarının üzerinde ateş ehlinin süsünü görüyorum!"buyurdu. Adam derhal onu çıkarıp attı. Sonra parmağında sarı renkli (pirinç) yüzük taşıyor olduğu halde geldi. Bu seferde:

“Niye sende putların kokusunu hissediyorum?"dedi. Bilahare adam altın yüzük takmış olarak geldi. Bu sefer de:

323

Page 324: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Sende niye cennet ehlinin süsünü görüyorum?"dedi. Bunun üzerine adam:

“Öyleyse yüzüğüm neden olsun?" diye sordu.

“Gümüşten dedi. Ancak ağırlığı bir miskale ulaşmasın." (K.S. 2095 C.7 S.470 Akçağ, alıntıları: Tirmizi, Libâs 43, (1786); Ebû Dâvud, Hatem 4,(4223); Nesâi, Zinet 47,(8,172))

424- İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir adamın elinde altından bir yüzük gördü. Onu çıkarıp attı ve:

“Biriniz tutup ateşten bir parçayı alıp eline koyuyor!"buyurdu.: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gidince adama: “Yüzüğünü al (başka sûrette) ondan faydalan" dediler. O:

“Hayır! Vallâhi ebediyen almayacağım, onu: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) attı" dedi." (K.S. 2096 C.7 S.471 Akçağ, alıntısı: Müslim, Libâs 52,(2090))

425- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor:“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a Habeş kralı Necâşi’den hediyeler geldi. İçerisinde Habeşi kaşlı bir de altın yüzük vardı. Resûlullah onu bir çöple veya tiksinerek bir parmağıyla aldı. Kızı Zeyneb’in kızı Ümâme Bintu Ebi’l-Âs’ı çağırıp: “Yavrucağım al şunu, takın!" dedi." (K.S. 2097 C.7 S.472 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Hâtem 8,(4235))

Bu rivayetlerinde, erkeklerin altın yüzük takamayacağını fakat kadınların altın yüzük takmalarında, dolayısıyla altın zinet eşyası kullanmalarında bir mahzur olmadığını tahdis etmişlerdir. Dikkat edilirse, birinci rivayette erkeklerin altın yüzük takamayacaklarına gerekçe olarak, altının cennet ehlinin süs eşyası olduğunu göstermişlerdir. Fakat gümüş yüzük takmakta bir mahzur görmemişlerdir. Bu ise bir çelişkidir, zira gümüşte cennet ehlinin kullandığı bir ziynet

324

Page 325: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

eşyasıdır. O zaman, iddiaları doğrultusunda gümüşten yüzük v.s.ninde yasak olması gerekirdi. Diğer bir hususta cennet süsü kullanmak erkeklere yasaksa, kadınlara serbest olmasının

mantığı nedir? Bu hususta ki çelişkileri bundan ibarette değil, işlerine geldiği zaman, Peygamberin altın yüzük taktığını tahdis ettikleri gibi, işlerine geldiği zamanda, altının zinet olarak kadınlar tarafından kullanılmasının yasak olduğunu da tahdis etmişlerdir. Bu hususlarla ilgili olarak rivayetlerinden örneklerle, bir ayet mealini yazacak olursak, şöyle ki:

- (Cennet ehlinin) üstlerinde yeşil ipekten ince ve kalın giysiler var. Gümüşten bilezikler takınmışlardır. Rab’leri, onlara tertemiz bir içki içirmiştir. 76/21

Görüldüğü gibi gümüşte cennet ehlinin ziynet eşyalarındandır. Bu hususta yapmış oldukları iddiaları çelişkilidir.

426- Sa’id İbnu’l-Müseyyeb anlatıyor: “Hz. Ömer Süheyb (radıyallahu anhümâ)’e “Niye parmağında altın yüzük görüyorum ?" dedi. Beriki: “Onu senden daha hayırlı olan da gördü, ama ayıplamadı" deyince, Hz. Ömer:

“O da kimmiş?" dedi. Süheyb: “Resulullah!" cevabını verdi." (K.S. 2098 C.7 S.472 Akçağ, alıntısı: Nesâi, zinet 42, (8,164,165))

427-.......... Abdullah ibn Umer (R), Nâfi’e şöyle tahdis etmiştir: Peygamber (S) evvelâ altından bir mühür yaptırdı. Bunu takındığı zamân yazılı kaşını avucunun içine alırdı. Peygamber’in elinde altın yüzük gören insanlar da altından yüzükler yaptırdılar. Bunun üzerine Peygamber minbere çıktı da hamd ve senâ etti ve akabinde:

325

Page 326: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

-”Ben bu altından mühür yüzüğü yaptırmıştım. Fakat ben onu bundan sonra takmayacağım" buyurdu da, parmağından onu çıkarıp attı.

Bunun üzerine insanlar da altın yüzüklerini ellerinden çıkarıp kırdılar.

Râvi Cuveyriye: Ben Nâfi’nin “Yüzüğü sağ eline takardı" dediğini kuvvetle sanıyorum, demiştir. (Buhari, Kitâbu’l-Libâs H.93 C.13 S.5915 Bab 53 Ötüken.)

Demek ki, insanlar kendilerine altın yüzükler yaptırmasalardı, Peygamber altın yüzük takmaya devam edecekti. Peygamberin kullanmakta mahzur görmediği altın yüzüğü, insanlar da kullanıyorlar diyerek kullanmaktan vazgeçtiğini tahdis etmeleri bir çelişkidir.

428- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir kadın Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm’a gelerek sordu:

“İki altın bilezik hakkında ne dersiniz, (takayım mı?)”

“Ateşten iki bileziktir, (takmayın!)"diye cevap verdi. Kadın devamla:

“Pekalâ altın gerdanlığa (ne dersiniz?) diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâmdan yine:

“Ateşten bir gerdanlık!"cevabını aldı. O, yine sordu:

“Bir çift altın küpeye ne dersiniz?”

“Ateşten bir çift küpe!”

Kadında bir çift altın bilezik vardı. Onları çıkarıp attı ve:

“(Ey Allah’ın Resûlü), kadın kocası için süslenmezse onun yanında kıymeti düşer" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

326

Page 327: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Sizden birine, gümüş küpeler takınmasından, bunları za’feren veya abir ile sarartmasından kimse engel olmaz!" cevabını verdi. (K.S. 2104 C.7 S.475-476 Akçağ, alıntısı: Nesâi, Zinet 39,(8,159))

425.no.lu örnekte, Peygamberin Zeyneb’in kızı Ümame Bintu Ebi’l-Âs’a takması için altın yüzük verdiğini tahdis etmişlerdi. Ayrıca yine tahdis ettikleri başka rivayetlerde, ipek ve altının erkekler tarafından ziynet olarak kullanılmasının haram olduğunu, fakat kadınlara ise helal olduğunu iddia etmelerine rağmen. Dünya da ipeği, ahirette nasibi olmayanların giydiğini tahdis etmişlerdir. Şöyle ki:

429- Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir miktar ipek alıp sağ avucuna koydu, bir miktar da altın alıp sol avucuna koydu, sonra da:

“Şu iki şey ümmetimin erkek kısmına haramdır!" buyurdu.”

(K.S. 5286 C.15 S.80 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Libâs 14,(4057); Nesâi, Zinet 40,(8,160))

Tirmizi ve Nesâi’de Ebû Mûsa’dan gelen diğer bir rivayette: “Ümmetimin erkeklerine, ipek elbise ve altın haram kılındı, kadınlarına helal kılındı" buyrulmuştur.

430- İbnu Ömer radıyallahu anhümâ anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“Dünyada ipeği, ahrette nasibi olmayanlar giyer." (K.S. 5287 C.15 S.80 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Libâs 25; Müslim, Libâs 6,(2068); Nesâi, Zinet 91,(8,201))

Bu duruma göre, ipek kadınlar için helaldir diye tahdis etmelerine rağmen, giyen kimselerin cennete gitmeyeceğinin, dolayısıyla cehenneme gideceğinin tahdis edilmesi bir çelişkidir. Zira bir şey hem helal olacak hem de işlenmesinden dolayı, işleyen kimsenin cehenneme gideceğini iddia etmek mümkün değildir.

327

Page 328: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Diğer bir hususta, ziynet ve güzel rızkların müminlere haram kılınmamış olduğudur. Bu konuda, Kur’an’dan mealen:

- De ki: Allah’ın, kulları için çıkardığı (yarattığı) süsü ve güzel rızkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dünya hayatında (inanmayanlarla birlikte) müminlerindir. Kıyâmet günüde ise yalnız müminlerindir. İşte, bilen bir topluluk için ayetleri böyle açıklıyoruz. 7/32

Görüldüğü gibi, evvelce haram olmuş olup ta, sonradan helal edilmiş olsalardı, Allah, bunları haram eden kimdir diye sormazdı ve bu öyle bir sorudur ki, ziynetleri ve güzel rızkları müminlere haram etmeye kalkışacak olanlara bir tehditte oluşturmaktadır. Buna rağmen şu rivayeti uydurmuşlardır:

431- Resûlullah’a atfen: “Altın ve gümüş kaptan su içmeyin! Çünkü bu dünyada onların (kafir ve müşriklerin); âhirette, kıyamet gününde ise sizindir."buyurdu. (Müslim, C.9 H. 4/410 Sönmez Neşriyat.)

432-............ Abdurrahmân ibn Ebi Leylâ şöyle demiştir: Huzeyfe Medâin şehrinde idi, içmek için su istedi. Onu Dihkaan yâni oranın büyük bir adamı gümüşten bir kap içinde su getirdi. Huzeyfe bardağı alıp sâhibine fırlattı. Ve:

-Ben bunu ona ilk defa atmadım. Şu kadar ki, ben onu gümüş bardakla su vermekten nehyetmiştim, fakat o bundan vazgeçmedi. Rasûlullah (S): “Altın, gümüş, ipek, dibâc; bunlar dünyâda onlara âid zinet, âhirette ise sizindir" buyurdu, dedi. (Buhâri, Kitâbu’l-Libâs H.49 C.13 S.5882-5883 Bab 25 Ötüken.)

Bu rivayetlerle 7(Araf)32 ayetinin ne kadar ihtilaflı oldukları açıktır. Bu rivayetleri uyduranlar o kadar yüzsüz kimselerdir ki, işlerine geldiği zaman veya ortalığı karıştırmak için bütün bu iddialarına rağmen, şöyle de rivayette bulunmaktan çekinmezler; örneğin:

328

Page 329: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

433- ............ Enes ibn Mâlik(R)’ten: Peygamber(S)’in su bardağı kırıldı, akabinde kırık yerine gümüşten bir bardak edindi dediğini tahdis etti.

Râvi Âsım el-Ahvel: Ben bu kadehi gördüm ve (teberruken içine su koyup) ondan su içtim, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’l-Humus 18 C.6 S.2895 Bab 5 Ötüken.)

Veya şöyle derler:

434- Esma’dan naklen:...... “İşte Resûlullah’ın cübbesi!... Dedi."Ve bana bir teylesanlar, kisralar (krallar) cübbesi çıkardı. Cübbenin ipekten yaması (deseni) vardı, kenarları diba ile geçilmişti. (Müslim, C.9 H. 10/421 Sönmez Neşriyat.)

Bu rivayetlere göre, Peygamber kralların giydiği atlas ve ipekten cübbe giymiş, gümüş bardakla su içmiş. Bu da evvelki rivayetlerle çelişkili olduğu gibi, Peygamberin giyeceği hakkında bu rivayetlerle çelişkili olarak şu rivayetleri uydurmuşlardır:

435- Aişe’den naklen: Aişe bize Yemen’de yapılan kalın bir çarşafla mülebbede (keçe) dedikleri cinsten bir kilim çıkardı ve Resûlullah şu iki elbisenin içinde vefat etti, diye Allah’a yemin verdi. (Müslim, C.9 H. 34/438 Sönmez Neşriyat.)

436- Ebû Bürde İbnu Ebi Mûsa el-Eş’âri anlatıyor: “Hz. Aişe radıyallahu anhâ’nın yanına girdim. Bana yamalı bir giysi ve kaba bir izar çıkardı ve Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şu iki(parça)nın içinde vefat etti!: dedi." (K.S. 5297 C.15 S.87 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Humus 5, Libâs 19; Müslim, Libâs 35,(2080); Ebû Dâvud, Libâs 8,(4036); Tirmizi, Libas 10,(1733))

437- İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: “Harûriyye (denen Hâriciler) çıktığı zaman Hz. Ali radıyallahu anh’ın yanına geldim. Bana:

329

Page 330: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Şu adamlara bir uğra!"dedi. Ben de mevcut Yemen hullelerinin en güzelini giydim.”

Ebu Zümeyl der ki: “İbnu Abbâs radıyallahu anhüma yakışıklı ve gür sesli biriydi."İbnu Abbâs der ki:

“Harurilerin yanına vardım. Bana:

“Hoş geldin ey İbnu Abbâs! bu takımın da ne? dediler. Ben:

“Beni ayıplıyor musunuz? Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm üzerinde mümkün olan en güzel elbiseyi gördüm! dedim." (K.S. 5272 C.15 S.68-69 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, libâs 8,(4037))

Bütün bu rivayetlerin bir birleriyle çelişkili oldukları açıktır.

438- Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a siyah bir bürde (hırka) yaptım, bunu giydi içinde terlediği

zaman ondan yün kokusu hissetti. Bunun üzerine o hırkayı çıkarıp attı. aleyhissalâtu vesselâm güzel kokudan hoşlanırdı." (K.S. 5296 C.15 S.87 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Libâs 22,(4074))

439- İbni Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Hz. Musa aleyhisselâmın Rabbi Teâlâ hazretleriyle konuştuğu gün, üzerinde yünden bir şalvar, yünden bir cübbe, yünden bir kisâ, yünden küçük bir serpuş (takke) vardı. Ayağında da eşek derisinden mamul bir ayakkabı vardı." (K.S. 5299 C.15 S.89 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Libâs 10,(1734))

Birinci rivayette, yün elbise kötülenmişken, ikinci rivayette övülmesi bir çelişkidir. Diğer bir hususta, peygamberin yün elbise giymemesine neden olarak güzel kokudan hoşlandığını

330

Page 331: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

delil göstermeleridir. Bu duruma göre Musa peygamberin güzel kokudan hoşlanmadığı neticesi çıkmış olur ki; bu Musa Peygambere karşı bir saygısızlıktır.

440- Muhammed İbnu Rükâne, babası radıyallahu anhtan anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Bizimle müşrikler arasındaki fark, kalansuveler üzerindeki sarıklardır."(K.S. 5233 C.15 S.45 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Libas 24,(4078); Tirmizi, Libâs 47,(1785))

Bu rivayetle, müslümanların sarık sarmalarının mecburi olduğu vurgulanmak istenmiştir. İslam dini, Cihanşümul bir dindir, tüm insanlığa hitap eder, insanlarınsa kendi milli örflerine ait kıyafetleri olabilir ve bu kıyafetler İslami ahlaka aykırı olmamak şartıyla inançtan çok şahsi zevkler ve iklimle ilgili tercihlerdir. Zira çölde yaşayan bir müslümanla, Kutuplarda yaşayan bir müslümanın aynı kıyafeti giymesi gerektiğini rivayet etmek müslümanları zora sokmak içindir. Bir müslüman, Kur’an’da gösterilen ahlaka aykırı olmamak ve İslam dışılığı sembolize eden, örneğin İslam dışındaki inançların din önderlerinin kıyafeti gibi giymemek şartıyla istediği kıyafeti giyebilir. Bu itibarla uydurmuş oldukları rivayetin aslı yoktur.

441- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Bıyıkları kazıyın, sakalları serbest bırakın." (K.S. 2133 SC.7 S.511 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Libâs 64,65; Müslim, Tahâret 53,(259); Ebû Dâvud, Tereccül 16,(4199); Tirmizi, Edeb 18,(2764); Nesâi, Tahâret 15,(1,16))

442- Abdullah İbnu Amr İbni’l-As (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sakalından enine ve boyuna alırdı."(K.S. 2136 C.7 S.514 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Edeb 17,(2763))

331

Page 332: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Birinci rivayette, sakalların serbest bırakılması tahdis edilmişken, ikinci rivayette, peygamberin sakalından kısalttığını tahdis etmeleri bir çelişkidir. Diğer bir hususta sakal bırakmanın sünnet olduğunu ve müslümanların muhakkak sakal bırakmalarının gerektiğini iddia etmeleri gerçeklere uymamaktadır. Zira sakal bırakmak Müslümanlara has bir olay değildir. Müslüman olmayan kimselerde sakal bırakmaktadırlar. Bundan dolayı, sakalın müslümanları sembolize ettiği iddia edilemez. Kur’an’da sakal bırakmak mecburi edilmemiştir.

443- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: “İğreti saç takana da, taktırana da, bedene dövme yapana da, yaptırana da Allah lânet etsin! (K.S. 2154 C.7 S.535 Akçağ, alıntıları: Buhari, Libas 86, Tıbb 36; Müslim, Libas 119,(2124); Nesâi, Zinet 25,(8,148))

444- Hz. Esmâ (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Bir kadın “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a gelerek: “Kızım çiçek hastalığına yakalandı ve saçları döküldü. Ben onu evlendirdim, eğreti saç takayım mı? Diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:

“Allah takana da taktırana da lânet etmiştir?"diye cevap verdi."(K.S. 2129 C.7 S.505 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Libâs 83,85; Müslim, Libas 115,(2122); Nesâi, Zinet 71,(8,187,188))

445-Hz. Ebû Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular ki: “Fıtrat beştir: Sünnet olmak, etek tıraşı olmak, bıyığı kesmek, tırnakları kesmek, koltuk altını yolmak." (K.S. 2147 C.7 S.523 Akçağ, alıntıları: Buhari, Libâs 63,64, İstizân 51; Müslim, Tahâret 39,(257); Muvatta, Sıfatu’n Nebiyy 3,(2,921); Tirmizi, Edeb 14,(2757). Ebû Dâvud, Tereccül 16,(4198); Nesâi, Tahâret 10,11,(1,14,15))

332

Page 333: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

446- Ümmü Atiyye (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Bir kadın Medine’de kızları sünnet ederdi. “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (kadını çağırarak) Kendisine: “Derin kesme. Zira derin kesmemen kadın için daha çok haz vesilesidir, koca için de daha makbûldür" diye talimat verdi." (K.S. 2153 C.7 S.534 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Edeb 179,(5271))

Daha öncede belirttiğim gibi, Dövme ve Sünnet gibi ameliyelerle vücutta kalıcı ve aslını değiştirici değişiklik meydana getirmek İslam dinide şiddetle yasaktır. Böyle bir şey yapmış olanlar, Kur’an’a göre şeytana pay olmuş, yani şeytanın hizbi olmuş olurlar. Yukarıda vermiş olduğum rivayet örneklerinde görüldüğü gibi peruk takmayı şiddetle kötüleyip, sünnet olmayı övmeleri açık bir çelişkidir. Zira peruk takmak, insan yaratılışının aslında meydana gelmiş olan saç dökülmesi gibi bir olayla ilgili olunca yaratılışın aslına dönmek için bir çabadır. Takma kol bacak, dişte bunun gibidir. Meğer ki peruk başkasına ait bir saç ihtiva etmesin. Başkasına ait bir saç ihtiva ederse tesettüre aykırı olmuş olur. Bununla beraber, müstehcen olmayan hayati organların bir ölüden alınarak, başka bir canlıya nakledilmesi veya kan nakli gibi ameliyeler yapmak İslam’a aykırı değildir, hayat kurtarmak, Kur’an’da övülmüştür: Kur’an’dan mealen:

- Bundan dolayı İsrâil oğullarına şöyle yazdık: Kim, bir cana kıymamış ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir canı öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de onu(n hayatını kurtarmak suretiyle) yaşatırsa bütün insanları yaşatmış gibi olur. Andolsun elçilerimiz onlara açık delillerle geldiler, ama bundan sonra da onlardan çoğu, yine yeryüzünde isrâf etmekte (aşırı gitmekte)dirler. 5/32

Hayat kurtarmada yardımcı olunduğunda, yardımcı olanlar ne kendi sağlıklarına nede başkalarının sağlıklarına zarar verici olmamalıdırlar. İslam ahlakı yönünden, müstehcen olmamak ta dikkat edilmesi gereken bir olaydır. Örneğin, Kalp, ciğer

333

Page 334: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

böbrek gibi organlar veya kan müstehcen olmayan bedensel olgulardırlar.

447- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm kadın elbisesini giyen erkeğe ve erkek elbisesini giyen kadına lanet etti. (K.S. 5261 C.15 S.61 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Libas 31,(4098))

448-Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) demiştir ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir ucu beni örtmekte olan bir kumaşın diğer ucuyla örtünerek, içinde namaz kıldı. (K.S. 2692 C.8 S.532 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Salat 80,(631))

Birinci rivayette, Kadın ve erkeğin, bir birlerinin elbiselerini giyemeyecekleri, giymeleri halinde Lanetli olacakları rivayet edilmişken, ikinci rivayette, Peygamberin, Âişe’ye ait elbise giymiş olduğunun tahdis edilmesi, peygambere açık bir iftira ve saygısızlıktır. Yukarıda ki metinde her ne kadar müşterek bir kumaş olarak belirtilmişse de rivayetin aslı ‘sevb’ yani elbisedir. Bu itibarla uydurmuş oldukları rivayetin aslı yoktur.

İslam ahlakına göre bütün cinsel sapıklıklar red edilmiştir. Elbise ise, toplumdan topluma farklılık göstere bilir. Şöyle ki, bazı toplumlarda etek türü elbise giymesi o toplumunda, kadınları temsil eden bir kıyafet giyiyor manasında değildir. Arap erkekleri de, iklim nedeniyle entari türü kıyafet giyerler, bu da bir erkeğin kadın elbisesi giymesi manasında değildir. Zira oralarda erkeklerin giydiği normal bir kıyafettir. Bundan dolayı olayın değerlendirilmesinde o topluma göre verilen intiba önemlidir, yani giyilen kıyafetin, giyildiği toplum içerisinde, kadın veya erkeği temsil ettiği bir durum vardır. İşte böyle bir durumda, cinsel yönden kadın kendisini erkek gösterecek, erkekte kendisini kadın gösterecek bir kıyafet içerisine girerse, bu bir cinsel sapma olup, İslam ahlakına uymaz. Yoksa, bunun ötesinde, İslam ahlakındaki tesettüre uygun her güzel elbiseyi erkek ve kadın giyebilir. İslam dini

334

Page 335: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

bütün insanlığa hitap eden bir dindir, kendisine has özel bir üniforması yoktur.

Bu konuda, Kur’an’dan mealen:

- Ey Âdem oğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takvâ elbisesi... İşte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah’ın âyetleridir. Belki düşünüp öğüt alırlar. 7/26

Görüldüğü gibi, elbise belli bir renk ve şekle bağlanmamış, tesettür örtüsü ve süs olarak tanımlanmıştır.

KABİLE, ŞEHİR, ŞAHIS İLE MEMURLAR VE HİLAFET KONULARINDA UYDURDUKLARI HADİSLERDEN ÖRNEKLER

449-............. Bize Şu’be tahdis etti ki, Abdulmelik ibn Umeyr şöyle demiştir: ben Câbir ibn Semure (R)’den işittim, o şöyle dedi: Ben Peygamber (S)’den işittim, O: “On iki emir olacaktır" buyurdu.

Yine Câbir: Ben ancak Peygamberin söylediği bir kelimeyi işitmiştim. Onu da babam Semure:

- Resûlullah: “Bunların hepsi Kureyş’tendir" buyurdu, diye rivâyet etti. (Buhâri, Kitâbu’l-Ahkâm 79 Bab 52 C.15 S.7075 Ötüken.)

450- İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Bu iş (emirlik), insanlardan iki kişi bâki kaldıkça Kureyş’te olmaya devam edecektir." (K.S. 1707 C.6 S.406-407 Akçağ, alıntıları: Buhari, Menâkıb 2, Ahkâm 2; Enbiya 1; Müslim, İmâret 4,(1820))

Bu tür rivayetlerle, müslümanların yönetimi belirli bir kabileye bağlanmak istenmiştir. Böylece zaman içerisinde İslam toplumunun zayıflamasını ve dağılmasını

335

Page 336: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

amaçlamışlardır. Görünüşte, Peygamberin mensup olduğu Kureyş kabilesini güya övüyorlar. halbuki durum hiçte böyle değildir. Amaçları müslümanlara zarar vermek için ırki veya kabileci unsurları ortaya atmaktır. Kureyş kabilesine mensup olan şahıslardan iyi kimseler olabileceği gibi, iyi olmayan kimselerinde olması mümkündür. Yönetimi, Kureyş’e tahsis etmekle bazı kötü kimselere, ister istemez müslümanları yönetme fırsatı verilmek suretiyle diktatörlüğe yol açmış olurlar. Zira diktatör, bir fert olabileceği gibi, bir ırk veya kabile olabilir. Bu tür kimselerde şahıslar bakımından değerli olmanın ve insanları yönetmeye layık olmanın ölçüsü bir kimsenin iyi ve ehil olması olmayıp, kendilerine ırki veya kabilevi bağlarla bağlı olup olmamasıdır. Yani kabilelerinden veya ırklarından olan kimseler ne yaparlarsa yapsınlar diğer insanlardan üstün ve değerlidirler. Fakat diğer ırklardan olan kimseler ne kadar iyi olurlarsa olsunlar, onlarca kendilerinden daha aşağıda olan kimselerdirler. Halbuki, İslam dini cihan şümul bir dindir ve dünyanın bütün ırklarından müslümanlar olabilir. Eğer ki bu ırklardan herhangi birine üstünlük verilirse bu ırkın mensupları diğerlerini ezebileceği gibi, diğerlerinde bu eziklikten dolayı küskünlük gelebileceği açıktır. Bu da, İslam dininde ki, Mümin kardeşliğinin ortadan kalkmasına ve İslam toplumunun parçalanmasına yol açar. İslam dininde iyi olmanın ölçüsü ırk olmayıp takvadır ve bütün Müminler kardeştir. İmamlık yapma garantisi, İbrahim peygamberin soyuna dahi verilmemişken, bu garantiyi başka soylar için iddia ve tahsis etmek boş bir iddiadır. Bu konuda Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:

- Rabb’i, bir zaman İbrahim’i birtakım kelimelerle sınamış o da onları tamamlayınca: “Ben seni insanlara İmam yapacağım."demişti. “Soyumdan da (imamlar yap, yâ Rabbi!)" dedi. (Rabbi): “Zalimlere ahdim ermez (onlar için söz vermedim)." buyurdu. 2/124

336

Page 337: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Görüldüğü gibi, imamlık olayında belirli bir soy garantisi yoktur.

- Ve onlar ki: “Rabb’imiz bize gözler sevinci (gönüller açan) eşler ve çocuklar lütfeyle ve bizi (senin azabından) korunanlara imam yap." derler. 25/74

Mealini yazdığım ayetteki dua, Rahman’ın kullarının duasıdır. Eğer ki, imamlık olayı belirli kimselere verilmiş olsaydı, Rahman’a kul olanların tamamı ki, bunlar cennetlik olan müminlerin tamamıdır, böyle bir dua yapmalarının manası olmazdı. Başka bir ifadeyle, Rahman’a kul olan herkes müslümanlara imamlık yapabilir.

Kur’an’dan mealen:

- Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız, (Allah’ın buyrukları dışına çıkmaktan) en çok korunanınızdır. Allah bilendir, haber alandır. 49/13

Görüldüğü gibi, Allah yanında İnsanlar için üstünlük yalnız ve yalnız takvadadır. Takva ise şahsa bağlı bir şeydir. Aile, kabile ve ırkla ilgili değildir. Eğer, aileye bağlı olsaydı ne İbrahim peygamberin babası ne de Nuh peygamberin oğlu küfretmezdi. Bundan da anlaşılır ki, İmamlığın Kureyş’e ait olduğu veya belirli bir soya ait olduğu yolunda ki rivayetleri uydurma olup aslı yoktur.

451- Sefine (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Hilafet, ümmetim arasında otuz yıl sürecektir. Bundan sonra saltanat gelecektir."Sa’id İbnu Cumhân dedi ki: “Sonra ilâve etti: “Hz. Ebû Bekr (radıyallahu anh)’in hilafetine Hz. Ömer’in hilafetini, Hz. Osman’ın hilafetine Hz. Ali’nin hilafetini (radıyallahu anhüm ecmain) (parmaklarınla say) bak!"dedi. Bunları (sayınca hakikaten) otuz yıl bulduk.

337

Page 338: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Sefine’ye Emeviler, hilâfetin kendilerinde (devam ettiğini) zannederler" demişti. Şu cevabı verdi: “Beni’z-Zerkâ yalan söylüyor. Onlar krallardır, hem de en kötü krallar.”. (K.S. 1708 C.6 S.411 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Sünnet 9,(4648,4647); Tirmizi, Fiten 48,(2227))

452- İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“İslâm’ın değirmeni otuz beş veya otuz altı veya otuz yedi (yıl) döner. Eğer (dini terk ederek kendilerini) helak ederlerse, daha önce helak olanların yolunu tutmuş olurlar. Dinleri ayakta kalırsa, onlar için yetmiş yıl ayakta kalır!"Ben dedim ki: “(bu yetmiş yıllık müddet) zikri geçen (otuz beş yıllık müddet)ten sonra mı başlayacak, yoksa geçen kısım buna dahil mi?"

“Mezkûr müddet buna dahildir! Buyurdular.” (K.S. 5962 C.16 S.439-440 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Fiten 1,(4254))

Birinci rivayette, halifelerin dört olduğu ve hilafet müddetinin otuz yıl süreceği tahdis edilmiştir. İkinci rivayette ise İslam dininin en fazla yetmiş yıl süreceğini ve bundan sonra artık değirmeninin dönmeyeceğini yani ortadan kalkacağını, peygambere isnaden iddia etmişlerdir. Gerçekler bunu hilafına olduğu gibi, bu iddia sadece onların içindeki bir hasreti ortaya koymaktadır. Kaldı ki yine işlerine geldiği zaman bu rivayetlerine de çelişkili başka rivayetlerde ortaya koymuşlardır. Şöyle ki:

453- Hz. Câbir İbnu Semüre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“Bu din, hepsi Kureyş’ten gelecek olan on iki halifeye kadar aziz ve güçlü olacaktır.”

“Sonra ne olacak?”

338

Page 339: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Sonra herc (fitne ve kargaşa) gelecek! diye cevap verdi." (K.S. 1709 C.6 S.412-414 Akçağ, alıntıları:Buhari, Ahkâm 51;Müslim, İmâret 5-9 (1821); Tirmizi, Fiten 46,(2224). Bu üç kitap, hadisin “Kureyş’ten kelimesine kadar kısmını; Ebû Dâvud da (Mehdi 1,(4279,4280) tamamını tahriç etmiştir.)

454-Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Beni İsrail’i peygamberler (aleyhümüsselâm) idâre ediyorlardı. Bir peygamber ölünce yerine ikinci bir peygamber geçiyordu. Ancak, benden sonra peygamber yok. Ama ardımdan halifeler gelecek ve çok olacaklar."

Orada bulunanlar:

“(Onlar hakkında) bize ne emredersiniz?"diye sordular.

“Önceki biatınıza sadâkat gösterin. Onlara haklarını verin. Onlar üzerindeki haklarınızı (eda etmedikleri takdirde, kendilerinden değil) Allah’tan isteyin. Zirâ Allah’u Teâla idâreleri altındakilerin hukukunu onlardan soracaktır" buyurdu." (K.S. 1712 C.6 S.416-417 Akçağ, alıntıları:Buhâri, Enbiyâ 50;Müslim, İmâret 44 (1842))

Görüldüğü gibi, evvelki rivayetlerinde halifeler ancak dörttür demişken, bu rivayetlerde on ikiye ve bundan da çelişkili bir şekilde, sayı vermeden halifeler çok olacaklardır diye rivayette bulunmuşlardır.

Ayrıca, zalim yöneticilerin müslümanları ezmesini sağlamak için, yöneticilere haklarını verin fakat size haklarınızı vermezlerse onlardan hak talep etmeyin tavsiyesinde bulunmuşlardır. Bu konuda uydurdukları rivayetlerin asılsız ve çelişkili oldukları açıktır.

455-........... ez- Zuhri şöyle demiştir: Bana Ebû Seleme, Ebû Said el Hudri (R)’den tahdis etti ki, Peygamber (S): “Devlet başkanı yapılan bir halifenin muhakkak iki tâne sırdaş

339

Page 340: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

müşâviri vardır: Bunun birisi ona hayır yolu emredip gösterir ve hayra teşvik eder, diğeri de ona şerr yolu gösterip ve şerre teşvik eder. Masûm olan Allah’ın (fenalıktan koruyup) masûm kıldığı kimsedir" buyurmuştur. (Buhâri, Kitâbu’l-Kader 17 C.14 S.6500-6501 Bab 7 Ötüken.)

İslam halifeleri, kendilerine iyiliği veya kötülüğü emredenleri ayıramayacak kadar aptal değillerdir ki, kendilerine kötülüğü emreden kimseleri sırdaş edinip onları maaşa bağlasınlar. Bu rivayeti uydurmaktan amaçları, halkı yöneticilerden, yöneticileri de bir birlerinden şüphe eder hale getirip kargaşa çıkarmaktır. Bu rivayet İslam halifelerine ve yardımcılarına yöneltilmiş bir iftira ve asalsız bir iddiadır.

Bu tür rivayetlerinde özellikle halkın yöneticilere güvenini sarsmak için çeşitli rivayetler uydurmuşlardır, şöyle ki:

456-... Ebû Zer’den demiştir ki:

Rasûlullah (s.a.) (bana hitaben şöyle) buyurdu:

-”Ey Ebû Zer! Gerçekten ben seni zaif görüyorum ve kendim için arzu ettiğim şeyi senin için de arzu ediyorum. Binaenaleyh iki kişi üzerine (bile olsa) başkan olma ve yetim malına veli olma" buyurdu. (Ebû Dâvud K.el-Vesaye (17), Bab 4 H.2868 C.11 S.59-60 Şamil Yayınevi, ayrıca Müslim, imare (17); Nesâi, vesaya 10.)

457-..................... Uzunca bir rivayetin sonunda Resûlullah’a atfen:

“-İdarecilik görevi hakdır. Elbette halk için bu görevi üstlenen kimselere ihtiyaç vardır. Fakat bu görevi yüklenenler (mesuliyetli bir görev yüklendikleri için) cehennemlik (olma tehlikesiyle karşı karşıya)dırlar." buyurdu. (Ebû Dâvud K.el-Harac ve’l-fey’ Bab 5 H.2934 C.11 S.189 Şamil Yayınevi.)

340

Page 341: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Yukarıda ki rivayette, parantez içindeki ifadeler asıl metnin içinde yoktur. İfadenin aslı: “İdarecilik görevi hakdır. Elbette halk için bu görevi üstlenen kimselere ihtiyaç vardır. Fakat bu görevi yüklenenler cehennemliktir." şeklindedir.

458-... Peygamber (s.a.)’den, Ebû Hüreyre yoluyla Tahdis edilen rivayette:

“Kim (devamlı olarak zalim) idareci ile düşer-kalkarsa fitneye düşer”.

“Kul (zalim) sultana yaklaşmakla Allan’dan uzaklaşmaktan başka bir şey kazanamaz." (Ebû Dâvûd K.es-Sayd (16), Bab 24-25 H.2861 S.39-40 Şamil Yayınevi.)

Metindeki asıl ifade: “Kim idareci ile düşer-kalkarsa fitneye düşer."“ Kul sultana yaklaşmakla Allah’tan uzaklaşmaktan başka bir şey kazanamaz." şeklindedir.

459-... Ebû Musâ (el-Eş’ari)’den demiştir ki:

İki kişiyle birlikte Peygamber (s.a.)’e gitmiştim. Onlardan biri söz aldı ve

-(Ey Allah’ın Resulü) Senin işinde (görev alabilmemiz hususunda) bize yardımcı olmanız için (buraya) geldik" dedi. Diğeri arkadaşının (bu) sözünün aynısını söyledi. Rasûlullah (s.a.) de:

“-Sizin en haininiz (devlet dairesinden) iş isteyendir."buyurdu.

Bunun üzerine Ebû Musa Peygamber (s.a.)’den özür dileyerek:

- Ben onların niçin geldiklerini bilmiyordum, dedi ve döndü gitti de bir daha onlara hiçbir iş(lerin)de yardımcı olmadı. (Ebû Dâvûd, K. el-Harac ve’l-İmare ve’l-fey’ Bab 2 Şamil Yay. Ayrıca:Buhâri, icâre 1, mürteddin 2, ahkâm 7; Müslim,

341

Page 342: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

imare 15; Ebû Dâvud, Akdiye 3, hudud 1; Ahmed b. Hanbel IV-393-409,411.)

Görüldüğü gibi, gerek müslümanların devlet başkanlarını, gerekse memurlarının cehennemlik olduğunu rivayet ve iddia etmişlerdir. Bu ise İslam devleti yöneticilerine ve memurlarına yöneltilmiş bir iftira ve saygısızlıktır. Bir kimse sahip olduğu faydalı bir malı pazarlama hakkına nasıl sahipse, bir kimsede aynı şekilde emeğini pazarlama hakkına sahiptir, meşru olan bir şey suç olarak tanımlanamaz. Hal böyle olunca nasıl olurda devlet dairesinden iş isteyen kimseler hain olarak nitelenir. Peygamberlerde yöneticilik yapan kimselerdir. Buna rağmen yöneticiler cehennemliktir demek büyük bir saygısızlıktır. Bu itibarla, Müslümanlarla, İslam devleti idarecileri arasında fitne amaçlayan bu rivayetlerin aslı yoktur.

İslam devleti memurlarına karşı yapmış oldukları saldırılarına hedef olarak özellikle kadıları seçmişlerdir. Böyle yapmalarının nedeni. İslam adaletini icra edenlere karşı yine halkın güvenini sarsmak ve böylece bozgunculuk meydana getirmek içindir. Şöyle ki:

460- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Kim insanlar arasında kâdı tayin edilmiş ise, bıçaksız boğazlanmış demektir. (K.S. 4881 C.14 S.76 Akçağ, alıntıları:Ebû Dâvud, Akdiye 1,(3571,3572); Tirmizi, Ahkâm 1, (1325))

Bu rivayette, kadılara yaptıkları işin ehemmiyetini hatırlatmak ve adaletli karar vermeye teşvik etmek istedikleri akla gelebilir. Fakat diğer rivayetlerine baktığımızda amaçlarının hiçte bu olmadığı, kadıların muhakkak adaletsiz karar verdiklerini vurgulamak istedikleri açıkça anlaşılır. Şöyle ki:

342

Page 343: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

461- Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Kim Müslümanların kadılık hizmetini talep edip elde etse, sonra adaleti zulmüne galebe çalsa cennete girer. Zulmü adaletine galebe çalsa ateş onundur. (K.S. 4885 C.14 S.80 Akçağ, alıntıları:Ebû Dâvud, Akdiye 2,(3575))

Yani demek istiyorlar ki, kadıların zulmen haksız yere karar vermesi olağandır, yeter ki doğru kararları daha fazla olsun, hiçbir mahzuru olmaz. Hatta daha da cesaretlendirmek ve haksız kararlara mazeret olmak üzere, kadıların verecekleri haksız kararlara hata maskesi takarak, böylece haksız kararlarında, kadıların sevap kazanacaklarını iddia ettiler. Şöyle ki:

462- Amr İbnu’l-Âs radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Hâkim içtihad eder ve isabet ederse kendisine iki ücret (sevap) verilir. Eğer içtihad eder ve hata ederse ona bir ücret vardır." (K.S. 4885 C.14 S.82 Akçağ, alıntıları:Buhâri, İ’tisam 21; Müslim, Akdiyye 15,(1716); Ebû Dâvud, Akdiye 2,(3574); Tirmizi, Ahkâm 2,(1326); Nesâi, Kazâ 3,(8,224))

Zulüm işlemeyen ve hata yapmamaya özen gösteren takvalı kimseleri, kadılık mesleğinden uzaklaştırıp, haksızlık yapabilecek kimselerin kadılık yapmalarını sağlamak amacıyla 462. Örnekte tahdis etmiş oldukları rivayetlerine çelişkili olarak, kadıların hiç sevap kazanamayacaklarını, en iyi ihtimalle ancak, sevap ve günah yönünden başa baş gelebileceklerini rivayet ettiler. Şöyle ki:

463- Abdullah İbnu Mevhib anlatıyor: “Osman İbnu Affan, İbnu Ömer radıyallahu anhüm’e: “Git insanlar arasında hükmet!" dedi:

343

Page 344: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Eymü’minlerin emiri, beni bu vazifeden affetmez misiniz?" diye ricada bulundu. Hz. Osman radıyallahu anh:

“Bundan niye kaçıyorsun? Senin baban da kâdı idi" diye ısrar etmek istedi. Ancak Abdullah dedi ki: “Doğru da, ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın:

“Kim kadı olur ve âdaletle hükmederse, bu kimse başa baş (sevap ve günahı eşit) ayrılmaya liyakat kazanmıştır" dediğini işittim. Artık (Resûlullah’ın bu sözünden) sonra ne ümid edebilirim?" (Hz. Osman bunun üzerine Ömer’e teklifte bulunmadı.)" (K.S. 4883 C.14 S.78 Akçağ, alıntıları:Tirmizi, Ahkâm 1,(1322))

Bu rivayette, kadı ne kadar doğru bir kimse olsa ve doğru karar verse de sevap kazanamayacağını, ancak günah ve sevabının en iyi ihtimalle denk gelebileceğini rivayet ettiler. halbuki 462. Örnekte kadı isabetli karar verirse iki sevap, yanlış karar verirse bir sevap kazanacağını ve hep kârlı olacağını rivayet etmişlerdi. Bu açık bir çelişkidir.

464- Ebû Şüreyh el-Adavi radıyallahu anh anlatıyor: “Mekke’ye asker sevkeden Amr İbnu Sa’id’e dedim ki:

“Ey emir, bana müsaade et. Fethin ferdası gününde Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın söylemiş bulunduğu bir hadisini hatırlatayım: Allah’a hamd ve senadan sonra şöyle buyurmuştu: “Mekke’yi insanlar değil, Allah haram kılmıştır. Allah’a ve âhirete inanan hiçbir mü’mine orada kan dökmek helal olmaz. Ağaç sökmek de helal olmaz. Eğer biri çıkıp da Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın oradaki savaşını göstererek kan dökmeye ruhsat vermeye kalkarsa kendisine şunu söyleyin: “Allah, Resûlüne izin vermişti, ama size vermiyor!"Mekke’de bana bir gündüzün bir müddetinde (gün doğumundan ikindiye kadar) izin verildi. Sonra bugün tekrar eski hürmeti (haramlığı) ona geri döndü. Bu hususu, sizden burada hazır olanlar, hazır olmayanlara ulaştırsın.”

344

Page 345: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Ebû Şüreyh’e: “Amr sana ne dedi?"diye soruldu.

“Ey Ebû Şüreyh bunu ben, senden daha iyi biliyorum. “Harem”. âsi olana, kan döküp kaçana, cinayet işleyip kaçana sığınma tanımaz!"diye cevap verdi."dedi."(K.S. 4585 C.13 S.161 Akçağ, alıntıları:Buhâri, İlm 37, Cezâu’s-Sayd 8, Meğâzi 50; Müslim, Hacc 446,(1354); Tirmizi, Hacc 1,(809), Diyât 13,(1406); Nesâi, Menâsik 11,(5,205,206))

465- İbnu Abbâs radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Fetih günü buyurdular ki:

“Fetihten sonra artık hicret yoktur. Ancak cihad ve niyet vardır. Öyleyse askere çağrıldığınız zaman hemen asker olun!”

Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm sözlerine şöyle devam etti: “Allah, bu beldeyi semâvat ve arzı yarattığı zaman haram kıldı. Burası kıyamete kadar Allah’ın haramıyla haramdır (onu insanlar haram kılmamıştır). Benden önce kimseye orada kıtal helal olmadı. Bana da günün bir müddetinde helal kılındı. Burası Kıyamete kadar Allah’ın haramıyla haramdır. (Allah’a ve ahirete inanan hiç kimseye, orada kan dökmesi helal değildir. Ayrıca) onun dikeni koparılmaz, av(hayvan)ı ürkütülmez, buluntusu da alınmaz (yerinde bırakılır). Ancak ilan edip sahibini arayacak olanlar alabilir. Mekke’nin otu biçilmez!”

Abbas radıyallahu anh atılarak: “Ey Allah’ın Resûlü! İzhir otu hariç olsun" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: “İzhir hariç!"buyurdu. (K.S. 4586 C.13 S.164-165 Akçağ, alıntıları: Buhari, Cezâu’s-Sayd 9, Hacc 43, Cenâiz 77, Büyû’ 28, Meğâzi 52; Müslim, Hacc,(1353); Nesâi, Hacc 110,(5,203,204); Ebû Dâvud, Menâsik 90,(2017),(2018))

466- Sahiheyn’in bir rivayetinde anlatıldığına göre, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (Medine’nin dışına doğru) yürüdü. Önünde Uhud görünmüştü:

345

Page 346: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Bu dağ var ya, o bizi çok seviyor, biz de onu seviyoruz" buyurdular. Medine’ye yönelince de:

“Ey Allah’ım! Hz. İbrahim Mekke’yi haram kıldığı gibi, ben de (Medine’yi) iki dağ arasıyla haram kılıyorum. Allah’ım (Medine halkını) müdd ve sa’larınla mübarek kıl" buyurdular." (K.S. 4597 C.13 S.176-177 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Fezâilu’l-Medine 6; Müslim, Hacc 462,(1365))

464 ve 465. Rivayet örneklerinde, Allah’ın Mekke’yi haram kıldığını, dolayısıyla insanların haram kılmadığını rivayet etmelerine rağmen, 466. Örnekteki rivayette Mekke’yi İbrahim peygamberin haram kıldığını rivayet etmeleri bir çelişkidir. Diğer bir hususta, Mekke’de kan dökmeyle, Mekke’nin ağacını, dikenini ve otunu özdeşleştirmeleri, konuyu saptırmak amacıyla uydurdukları bir saçmalıktır. Dünyadaki bitkilerden insanlar nasıl istifade ediyorlarsa, Mekkelilerinde, Mekke’nin ağacından, otundan istifade etmeye hakları vardır. Kan dökme (savaş) hususunda uydurdukları rivayette Kur’an’a aykırıdır. Şöyle Ki:

- Sana haram ayından, onda savaştan soruyorlar. De ki, “Onda savaş, büyük bir günahtır. Fakat (insanları) Allah yolundan çevirmek, Allah’a ve Mescidi Harâm’a karşı nankörlük etmek halkını (Mekke’den) sürüp çıkarmak, Allah yanında daha büyük bir günahtır. Fitne çıkarmak (adam) öldürmekten daha büyük (bir günah)tır. “Onlar yapabilseler sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmağa devam ederler. Sizden kim dininden döner ve kafir olarak ölürse, işte onların bütün yaptıkları dünya da, ahirette de boşa çıkmıştır ve onlar ateş halkıdır, orada ebedi kalacaklardır. 2/217

- Haram ayı, haram aya karşılıktır. Hürmetler, karşılıklıdır. Kim size saldırırsa, onun saldırdığı kadar siz de ona saldırın; Allah’tan korkun, bilin ki Allah (günahlardan) korunanlarla beraberdir. 2/194

346

Page 347: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Görüldüğü gibi, kendilerine saldırılması halinde haram ay(lar)da dahi Müslümanlar kendilerini savunmak için silah kullanabilirler. Bunun, Mekke’nin dışında veya içinde olması arasında fark yoktur.

Mekke, Allah tarafından haram kılınmış bir şehirdir. Kur’an’dan mealen:

- (de ki) “Ben, bizzat kendisinin haram kıldığı bu şehrin Rabb’ına ibadet etmekle emr olundum. Her şey O’na âittir. Ve ben, Müslümanlardan olmakla emr olundum”. 27/91

Mekke’nin haram şehir olmasının manası, kendisine ait özel yasakların bulunmasından dolayıdır. Örneğin, Hac zamanı yasakları ve müşriklerin, Mescid-i Harâm’a yaklaştırılmaması ve Mekke’nin güven ve huzurunu bozacak olaylardan sakınılması hususlarına dikkat edilmesi ile Mekke’yi saygın bir yer olarak kabul etme olayıdır. Yoksa olay Mekke’nin otunu, dikenini koparmama veya Mekke’nin asayiş ve savunmasını boş bırakma olayı değildir. Bir şehrin güvenliğini sağlamaya çalışacak silahlı zabıta kuvvetleri yoksa, şehrin asayişini bozmaya kalkışacak silahlı kimseler cesaretlenip zarar vermeye kalkışırlar.

467- Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm" buyurdular ki: “Mekke’de silah taşımak hiç kimseye helal değildir. (K.S. 4587 C.13 S.167 Akçağ, alıntısı: Müslim, Hacc 449, (1356))

Bu rivayet dikkate alındığında, amaçlarının Mekke’ye saygı göstermek olmayıp, Mekke’yi hem iç asayiş bakımından, hem de dış güvenlik bakımından savunmasız bırakmak olduğu kolayca anlaşılır.

Mekke için uydurdukları rivayetler gibi, Medine içinde rivayetler uydurmuşlardır. Şöyle ki:

468- Asım-l Ahvel’den rivayet: “Enes b. Malik’e sorularak.

347

Page 348: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Resûlullah Medine’yi haram kıldı mı? diye sordum:

- Evet, o haramdır. Onun otu koparılmaz, bunu kim yaparsa Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerinedir, cevâbını verdi." (Müslim, 464/151 C.7 Sönmez Neşriyat.)

Bu tür rivayetlerle, Medine’ye saygı maskesi altında, Medine halkına saldırıda bulunmuşlardır. Kim bir beldede yıllarca yaşarda o beldeden hiç ot koparmamaya gücü yeter, bu mümkün müdür? Hem otların kutsallığı olayı diye bir şey İslam dininde yoktur. Bütün otlarda bir şehre süs veya fayda değildir, örneğin dikenlerde ottur ve çoğaldığında tarıma zarar verebilecek bir sürü bitkilerde ottur, bir kimse bir asma bahçesi kurar da onun bahçesini bellemez mi? Bunun gibi bahçelerden ayıklanması gereken bir çok ot vardır. Diğer bir hususta, Medinelilerin vermiş oldukları büyük cihat dır. Bu mücahit sahabeler ve Müslüman çocukları, Allah nezrinde, Medine nin bir parça otundan daha az değerli midirler ki, bir parça ot kopardıklarında lanete uğramış olsunlar. Hem de öyle bir lanet ki, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lanetiyle lanetlenmek suretiyle lanetlenmek. Bu da gösteriyor ki bu çeşit rivayetleri uydurmalarının amacı ot olmayıp, dolaylı yoldan Medinelileri lanetlemektir, anlaşılan odur ki, Medinelilerin, Peygambere verdikleri destek ve cihat gayretleri, rivayet uydurmacılarının pek hoşuna gitmemiş.

Medine konusunda uydurdukları örnekleri daha da çoğaltırsak:

469- .... Adiy b. Zeyd’den; demiştir ki: Resûlullah Sallallâhü aleyhi vesellem Medine’nin her tarafından birer berid (12 mil)lik (bir bölgeyi) koru tayin etti. (Oranın) ağaçları (yapraklarını düşürmek için) silkelenmez ve kesilmez. Ancak (zarûret miktarı yedirilmek üzere) deve (sırtında) götürülen (yapraklar) müstesnâ. (Ebû Dâvud, K.el-Menâsik (11), Bâb 95-96 S.31 C.8 H.2036 Şamil Yayınevi )

348

Page 349: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

470- ... Hz. Ali’den (rivayet olunduğuna göre) Peygamber (s.a.) şu (Medine’nin harem kılınması olayı hakkında (şöyle) buyurmuştur:

“-Yaş otu kesilmez, avı ürkütülmez, yitiği alınmaz. Ancak onu ilân edecek olan kimse müstesnâ orada herhangi bir kimsenin savaş için silâh taşıması ve oradan ağaç kesmesi uygun değildir. Ancak bir kimse (orada) devesini otlatabilir. (Ebû Dâvud, K.el-Menâsik (11), Bâb 95-96 S.30 C.8 H.2035 Şamil Yayınevi )

Medinelilere saldırı ve onlara hayatı zorlaştırmak amacıyla uydurulmuş bu rivayetlerin aslı yoktur.

471- İbnu Amr İbni’l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm" buyurdular ki: “Habeşliler sizi terkettikçe onları terkedin. Zira, Kâ’be’nin hazinesini sadece zü’s-süveykateyn (ince bacaklı olan kimse) çıkaracaktır."(K.S. 4595 C.13 S.174-175 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Melâhim 11,(4309))

472- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm" buyurdular ki:

“Kâbe’yi, Habeşlilerden bacakları ince bir adam tahrip edecektir."(K.S. 4593 C.13 S.173-174 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Hacc 49; Müslim, Fiten 57,(2909); Nesâi, Hacc 125,(5,216))

473- Buhari’nin İbnu Abbâs’tan kaydettiği diğer bir rivayete göre, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurmuştur: “Kâ’be’yi yıkacak olan o ayrık iri ayaklı, güdük kafalı (koyu siyah) Habeşli’yi Kâ’be’nin taşlarını birer birer söker halde görür gibiyim!"(K.S. 4594 C.13 S.174 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Hacc 49.)

Bu rivayetlerle, Kabe’nin altında hazine bulunduğunu ve bu hazine nedeniyle Kabe’yi ince bacaklı iri ayaklı bir

349

Page 350: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Habeşlinin yıkacağını rivayet etmişlerdir. Kabe’nin altında hazine olduğu iddiası, Kabe’yi hedef göstermek için uydurulmuş bir saçmalıktan başka bir şey değildir. Hem de öyle bir iddia ki, hazinenin, Kabe’nin içinde veya avlusunda olduğunu iddia etmeyip, temelleri altında olduğunu rivayet etmişlerdir. Zira hazineyi çıkarmak için, Habeşlinin Kabe’nin duvarlarını söktüğünü söylemeleri bunu göstermektedir. Hazine iddiaları, Kabe’nin içi veya avlusu hakkında olsaydı duvarları yıkmadan da çıkarmak mümkün olacaktı. Onlar ise, iddia ettikleri hazinenin çıkarılması için duvarları yıkmanın gerekli olduğunu söylemekle, Kabe’nin temellerini hedef göstermişlerdir. Zira, Kabe’nin mevcudiyeti onların hoşlanmadıkları bir olaydır.

Ayrıca, Kabe’nin asli yapısının değiştirilmesi yönünde de saldırıda bulunarak, şöylece rivayetler uydurmuşlardır:

474- .......... Muhammed ibn Ebi Bekr’in oğlu Abdullah, Abdullah ibn Umer’e, Âişe’den haber vermiştir: Peygamber’in zevcesi Âişe şöyle demiştir: Resûlullah (S), ben Âişe’ye hitâben:

-”Kavmin Kureyş’in Ka’be’yi binâ ederken, İbrâhim Peygamber’in koyduğu temellerden bir kısmını terk ederek kısalttıklarını bilmez misin?"dedi.

Ben

- Yâ Rasûlullah! Sen Ka’be’nin duvarlarını İbrâhim’in temelleri üzerine döndürmez misin? dedim.

-”Kavminin zamânı kâfirlik devrine yakın olmasaydı, muhakkak ben Ka’be’nin duvarlarını İbrâhim’in temelleri üzerine yapardım" buyurdu.

Abdullah İbnu Umer: Vallâhi Âişe bu sözü muhakkak Rasûlullah’tan işitmiştir. -Ben Rasûlullah’ın Hıcr’a yakın bulunan o iki Ka’be köşesini istilamı terk ettiğini sanmam;

350

Page 351: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

ancak şu var ki, herhâlde Beyt, İbrâhim’in temelleri üzere tamâm olmamıştır, demiş (böylece Âişe’yi te’yid etmiş)tir. (Buhâri, Kitâbu’l-Hacc Bab 42 H.66 C.3 S.1498-1499 Ötüken.)

475- ............. Bize Eş’es, el-Esved ibn Yezid’ten tahdis etti ki, Âişe (R) şöyle demiştir: Ben Peygamber’e İsmâil Hıcrı’nın duvarından sorup:

-Bu duvar Beyt’ten midir? dedim.

Rasûlullah:

- “Evet, duvar Beyt’tendir" buyurdu.

Ben yine:

- Kureyş için ne mâni’ vardı ki duvarı yâni Hıcr’ı Beyt’in içine katmadılar? dedim.

Rasûlullah (S):

- “Kavmin olan Kureyş’in bu Hıcr’ı, Ka’be’ye girdirmeye ve Ka’be içine katmaya bütçeleri kısa gelip yetmedi" buyurdu.

-Ka’be’nin kapısı neden bu kadar yüksektir? diye sordum.

Rasûlullah:

- “Senin kavmin, dilediklerini Ka’be’ye girdirmeleri, dilediklerini de girdirmekten men’ etmeleri için böyle yaptılar. Eğer kavmin Câhiliyet devrine yakın olmasaydı, Hıcr’ın duvârını Beyt’e katmak ve Beyt’in kapısını yer seviyesine indirmek isterdim. Fakat duvarı Beyt’e girdirmem ve Ka’be kapısını yer seviyesine indirmemden ötürü, onların günüllerinin kırılmasından endişe ederim" buyurdu. (Buhâri, Kitâbu’l-Hacc Bab 42 H.67 C.3 S.1499 Ötüken.)

Görüldüğü gibi, Kabe’nin asıl temelleri üzerinde olmadığını ısrarla iddia ederek, yıktırılıp asıl temelleri üzerine tekrar

351

Page 352: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

bina edilmesi gerektiğini tahdis etmişlerdir. Yıkım işine insanları cesaretlendirmek için de, İbn Zubeyr’in Kabe’nin duvarlarını yıkarak tadilat yaptığını da rivayet ettiler. Şöyle ki:

476- ........... Bize Cerir ibn Hâzım tahdis edip şöyle dedi: Bize Yezid ibnu Rûman, Urve’den; o da Âişe (R)’den tahdis etti ki, Peygamber (S), Âişe’ye hitâben şöyle buyurmuştur:

- “Yâ Âişe! senin kavmin câhili yet devrine zamânca yakın olmasaydı, ben Beyt’in yıkılmasını emrederdim; o da yıkılırdı. Sonra Beyt’ten dışarıda bırakılan Hıcr’ı, Beyt’e katar ve kapısını da yere yapışık yapardım. Bir de Beyt’e biri şark tarafında, öbürü de garp tarafında olmak üzere iki tâne kapı koydururdum. Bu sûretle de Beyt’i, İbrahim Peygamber’in temeline ulaştırmış olurdum”.

Urve: İşte Abdullah ibn Zubeyr’i Beyt’i yıkmaya ve yeniden inşâya sevk eden sebep, Âişe’nin haber verdiği Peygamber’in bu arzûsudur, demiştir.

Cerir ibn Hâzım dedi ki: Bana ibn Rûman:

- İbn Zubeyr, Beyt’i yıktığı ve yeniden binâ ettiği zamân, ben de hâzır bulundum. O, Hıcr’dan bir miktarını Beyt’e katmıştı. Bu sırada ben İbrâhim Peygamber’in deve hörgüçleri gibi olan temel taşlarını gördüm, dedi.

Cerir dedi ki: ben de Yezid’e:

- İbrâhim’in bu temellerinin yeri neresidir? diye sordum.

Yezid:

- (Gel!) Şimdi onu sana göstereyim, dedi.

Ben kendisiyle berâber Hıcr’e girdim. O bana:

352

Page 353: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- İşte şurasıdır, diye Hıcr’ın asli hudûdunun bulunduğu bir yer işâret edip gösterdi.

Cerir dedi ki: Ben Hıcr’den olan bu yerin altı zirâ, yâhud ona yakın miktar olduğunu takdir ettim. (Buhâri, Kitâbu’l-Hacc Bab 42 H.69 C.3 S.1500-1501 Ötüken.)

Bu rivayetlerinin uydurma olduğu şöyle de anlaşıla bilir. 471, 472, 473 no.lu örneklerde hazine için Kabe’yi bir Habeşlinin yıkacağını ifade etmişken, 476. Örnekte, Abdullah ibn Zubeyr’in Kabe’yi yıkarak asli temelleri üzerine oturttuğunu ve temellerinin deve hörgüçleri gibi taşlardan müteşekkil olduğunu iddia ettiler, hal böyle ise iddia ettikleri hazine nerede? Ayrıca, madem ki Abdullah ibn Zubeyr, Kabe’yi yıkıp tekrar inşa ettiyse, neden Kabe’yi rivayette bahsettikleri gibi Hıcr’ı tümüyle Kabe’ye katmadı ve biri garpta biri şarkta olmak üzere kapılar yaptırıp, bu kapıları yer seviyesine, eski kapıyla birlikte indirmedi?

Gerekli olması halinde Kabe’ye bakım ve imar işi yapılabilir, fakat Asli şeklini değiştirmek uygun değildir.

477- Hz. Muâz İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün)

“Beytu’l-Makdis’in imârı Yesrib’in harabıdır. Yesrib’in harâbı melhemenin (savaşın) çıkmasıdır. Melheme İstanbul’un fethidir, İstanbul’un fethi Deccâl’in çıkmasıdır!" buyurdular. Sonra elini (Resûlullah), konuşmakta olduğu kimsenin (yani, Hz. Muâz’ın) dizine vurdular ve:

“Bu söylediğim kesinlikle hakikattir. Tıpkı senin burada oturman hak olduğu gibi" buyurdular.”

Hz. Muâz burada kendisini kastetmektedir. (Yani aleyhissalâtu vesselâm’ın konuştuğu ve dizine elini vurduğu kimse Muâz İbnu Cebel radıyallahu anh’tır.)" (K.S. 5048 C.14 S.345 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Melâhim 3, (4294))

353

Page 354: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

478- Hz. Enes radıyallahu anh dedi ki:”İstanbul’un fethi Kıyamet anında olacaktır."(K.S. 5045 C.14 S.339 Akçağ, alıntısı:Tirmizi, Fiten 58,(2240))

479- Abdullah İbnu Büsr radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Melheme (İstanbul) ile Medine’nin fethi arasında altı yıl vardır. Yedinci yılda da Mesih Deccâl çıkar."(K.S. 5049 C.14 S.345 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Melâhim 4, (4296); İbnu Mâce, Fiten 35,(4093))

Bu rivayetlere göre İstanbul’un fethi kıyamet zamanı vuku bulacaktır. Başka bir ifadeyle, İstanbul kıyamete kadar fethedilmeyecektir. Asırlardan beri, İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmiş olduğu bir vakıa olup. Medine’nin ise hiç savaşsız, Müslümanlar tarafından Peygamber zamanında İslam devlet merkezi olarak kullanıldığı tarihi bir gerçektir. Aradan asırlar geçtiği halde Mesih Deccâl’in çıkmadığı da bir vakıadır. Bu itibarla uydurmuş oldukları hadislerin saçma ve gerçek dışı olduğu fazla izaha ihtiyaç göstermeyecek kadar açıktır.

RESİM VE SURET YAPMA KONUSUNDA UYDURDUKLARI HADİS ÖRNEKLERİ

480- İbnu Abbasi (radıyallahu anhümâ)’ın anlattığına göre: “Kendisine bir adam gelip: “Ben ressamım, şu resimleri yaptım. Bana bu hususta fetva ver!"dedi. İbnu Abbas adama: “Bana yaklaş!"emretti, adam yaklaşınca: “Bana daha da yaklaş!"dedi. Adam yaklaştı. İbnu Abbas elini başının üzerine koydu ve: “Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı dinledim. Şöyle diyordu: “Bütün tasvirciler ateştedir. Allah ressamın yaptığı her bir resim için bir nefis koyar ve bu ona cehennem de azap verir." İbnu Abbas devamla dedi ki: “İlla da resim yapacaksan ağaç yap, canı olmayan şeyin resmini

354

Page 355: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

yap." (K.S. 2167 C.7 S.549-550 Akçağ, alıntıları: Buhari, Büyû 104;Müslim,Libâs 99,(2110); Nesâi, Zinet 112,(8,212,214))

481- Ebû Ümame radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a bir kadın gelerek, kocasının gazvede olduğunu söyleyerek evine bir hurma ağacı resmini yapmak için izin istedi. Aleyhissalâtu vesselâm kadını men etti veya nefyetti."(K.S. 7081 C.17 S.469 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 3652.)

482- Hz. Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Ben bir sehve mi -yani odasının içindeki yüklüğümsü bir kısmını kastediyor- üzerinde resimler bulunan bir kumaşla örtmüştüm. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (eve) gelince onu söktü. Ben de ondan iki yastık yaptım. Ben Aleyhissalâtu vesselâm’ı bunlardan birine yaslanmış olarak gördüm."(K.S. 7082 C.17 S.469 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 3655.)

483-.......... Mü’minlerin anası Âişe (R) şöyle haber vermiştir: Kendisi, üstünde bir takım resimler bulunan küçük bir yastık, bir şilte satın almıştı. Resûlullah (S) bunu görünce kapının önünde dikildi de içeriye girmedi. (Âişe dedi ki:) Bu sırada ben O’nun yüzündeki istemezliği sezip tanıdım. Ve:

- Yâ Rasûlullah! Ben Allah’a ve Resûlü’ne tevbe ederim. Ben ne günâhı işledim ki? dedim.

- “Şu yastığın hâli nedir?"buyurdu.

Ben:

- Ben onu Sen üzerinde oturasın ve yaslanasın diye, Senin için satın aldım, dedim.

Rasûlullah:

- “Bu sûretlerin sâhipleri kıyâmet gününde muhakkak azâb edilirler. Ve bu kimselere: Sûret verdiğiniz bu mahlûkları

355

Page 356: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

diriltiniz, denilir”. Ve yine Rasûlullah: “İçinde sûret bulunan eve melekler girmez" buyurdu. (Buhâri, Kitâbu’l-Buyu Bab 40 H.67 C.4 S.1947 Ötüken.)

<482> no.lu örnekte, resimli yastık yapılabileceği tahdis edilmişken, <483> no.lu örnekte resimli yastık yapılamayacağının, böyle bir olayın günah olduğunun tahdis edilmesi bir çelişkidir. Ayrıca, İslam dininde günah hususunda ancak Allah’a tevbe edilir, Âişe’nin, Allah’a ve Resûlüne tevbe ederim dediğini rivayet etmeleri bir iftiradır.

Resim konusunda uydurmuş oldukları rivayetlerden topluca birkaç örnek verip, Kur’an ayetleriyle karşılaştırırsak, yalan rivayet uydurmakta ne kadar pervasızca davrandıkları açıkça anlaşılmış olur. Şöyle ki:

484- (Yine) İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm" buyurdular ki: “Kim resim yaparsa, Allah onu Kıyamet günü, yaptığı resim sebebiyle, onlara ruh üfleyinceye kadar azab eder. Hiçbir zaman da ruh üfleyici değildir."(K.S. 2168 C.7 S.550 Akçağ, alıntıları: Buhari, Ta’bir 45, Tirmizi, Libâs 19,(1751); Nesai, Zinet 114,(8,215))

485- Ebû Talha el-Ensâri (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Melekler içerisinde köpek ve timsaller bulunan eve girmezler."(K.S. 2169 C.7 S.551 Akçağ, alıntıları: Buhari, Libâs 92,88, Bed’ü’l-Halk 6,14, Meğazi 11; Müslim, Libâs 102,(2606); Ebû Dâvud, Libâs 48,(4155); Tirmizi, Edeb 44,(2805); Nesâi, Zinet 112,(8,212,213); İbnu Mâce, Libâs 44,(3649))

486-............. Bana Amr İbnu’l-Hâris, Sâlim’den; o da babası Abdullah ibn Umer’den tahdis etti; o şöyle demiştir: Cibril aleyhisselâm, Peygamber’in yanına inmeyi va’d etmişti (inmedi; Peygamber sebebini sordu.) Cibril: Biz melekler, içinde (canlı hayvana âid) sûret ve köpek bulunan eve

356

Page 357: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

girmeyiz, dedi. (Buhâri, Bed’i’l-Halk H.37 C.7 Bab.6 S.3040 Ötüken.)

487-.............. Bize Amr İbnu’l-Hâris haber verdi. Onu da Bukeyr ibnu’l-Eşecc tahdis etmiştir. Ona da Busr ibn Said tahdis etmiştir. Busr ibn Said’in beraberinde, Peygamber’in zevcesi Meymûne’nin himâyesinde bulunmuş olan Ubeydullah el-Havlâni bulunuyordu. Râvi dedi ki: İşte bu ikisine Zeyd ibn Hâlid tahdis etti. Ona da Ebû Talha şöyle tahdis etti: Peygamber (S): “Melekler, içinde sûret bulunan herhangi bir eve girmezler" buyurdu.

Sahâbi râvi Busr dedi ki: (Bu hadisi bana rivâyet ettikleri bir zamân sonra) Zeyd ibn Hâlid hastalandı. Biz de ona hasta ziyaretine gittik. Eve girdiğimizde içeride, üzerinde birtakım sûretler bulunan bir perde ile karşılaştık. Ben orada bulunan Ubeydullah el-Havlâni’ye:

- Bu Zeyd ibn Hâlid bize Peygamber’den tasvirler hakkındaki hadisi tahdis etmedi mi? (Şimdi bu resimli perde ne oluyor?) dedim.

Ubeydullah bana;

- Zeyd ibn Hâlid bu hadisi Ebû Talha’dan bize naklederken, sonunda “İllâ fi sevbin (= Elbisedeki nakış ve resim müstesnâdır)" demiştir; sen onu işitmedin mi? dedi.

Ben:

- Hayır işitmedim, dedim.

O da:

- Fakat sen o hadisi işittin, o bunu muhakkak zikretmiştir, dedi. (Buhâri, Kitâbu Bed’i’-Halk H.36 C.7 Bab.6 S.3039-3040 Ötüken.)

357

Page 358: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Görüldüğü gibi, canlı resmi yapmanın yaratılışı taklit olduğu, bu tür resim yapanların, yaptıkları resimlere ruh üflemeğe davet edilecekleri, dolayısıyla buna güç yetiremeyeceklerinden ebediyen cehennemde azab görecekleri, ayrıca içerisinde köpek ve resim bulunan eve meleklerin girmeyeceğini iddia etmelerine rağmen, canlı resminin elbise üzerinde olmasının günah olmadığını tahdis etmeleri açık bir çelişkidir. Zira konu eğer ki yaratılışı taklitse ve bu yasaksa, resim elbise üzerinde olmuş veya olmamış ne fark eder? İnsan ve Hayvan resmi yapmanın haram olduğunu tahdis etmenin yanında, bitki resimleri yapmanın serbest olduğunu tahdis etmeleri ilginç bir çelişkidir. Zira, yaratılış açısından türlerinin değişik olmasından başka bir fark yoktur.

İslam dininde canlı resmi yapmak yasak olmayıp, resmin müstehcen olması veya ona tapılması yasaktır. Bu konuda suçlu olan resim sanatı değil, insanların bozuk zihniyetidir, insanlar yalnız resimlere ve heykellere tapmıyorlar, örneğin: Yıldızlara ve Güneşe de tapıyorlar, o zaman tapmasınlar diye Yıldızları ve Güneşi yok etmek mi lazım bu mümkün değildir, aynaya veya ayna türü bazı şeylere bakmakta bir nevi resim yapmaktır, aynaya bakmayı sünnet kabul edenler aynada ki resimleri konusunda ne düşünüyorlar; Çağımızda, Televizyona çıkıp Kur’an okuyan kimse konusunda düşünceleri nedir.

Ayrıca, resimden daha ileri bir tasvir teması olan heykellerle ilgili olarak, Kur’an’dan örnek verecek olursam, resim konusundaki rivayetlerinin Kur’an’la uyuşmadığı açıkça anlaşılır. Daha öncede belirttiğim gibi, Süleyman peygambere, cinler heykeller yapıyorlardı ve bu şükredilmesi gereken güzel bir olay olarak Kur’an’da belirtilmiştir. Kur’an’dan mealen:

358

Page 359: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Ona dilediği gibi kaleler, heykeller, havuzlar kadar (geniş) leğenler, sâbit kazanlar yaparlardı. “Ey Dâvud âilesi, şükredin!"kullarımdan şükreden azdır. 34/13

ŞİİR KONUSUNDA UYDURDUKLARI HADİSLERDEN ÖRNEKLER:

488- Übey İbnu Ka’b (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Şiirde hikmet vardır"(K.S. 2303 C.8 S.551 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Edeb 90; Ebû Dâvud, Edeb 95,(5010); Tirmizi, Edeb 69,(2847); İbnu Mâce, Edeb 41,(3755))

489- Amr İbnu’ş-Şerrid, babasından (Şerrid’den naklen radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir gün ben Resûlullah’ın bineğinin arkasına binmiştim. Bir ara bana:

“Hafızanda Ümeyye İbnu Ebi’s-Salt’ın şiirinden bir şeyler var mı?"diye sordu. Ben: “Evet!"deyince:

“Söyle!"dedi, Ben kendisine bir beyt okudum. O yine:

“Devam et! dedi. Ben bir beyt daha okudum. O yine,

“Söyle!"emretti. Böylece kendisine yüz beyit okudum." (K.S. 2307 C.8 S.186 Akçağ, alıntısı: Müslim, Şiir 1,(2255))

490- Bize Mûsa ibn İsmâil tahdis edip şöyle dedi: Bize Ebû Avâne, el-Esved ibn Kays’tan; o da Cundub ibn Sufyân’dan tahdis etti ki, Resûlullah (S)’ın şehit olma yerlerinin birinde ayak parmağı (yaralanıp) kanamış idi. Bunun üzerine Resûlullah:

“Hel enti illâ ısbaun demiti

Ve fi sebilillahi mâ lakıyti”

(= Sen ancak bir parmaksın ki kanadın359

Page 360: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Allah yolundadır bütün de çattığın)

Recezini söyledi. (Buhâri, Kitâbu’l-Cihâd ve’s-Siyer H.18 C.6 S.2650 Bab 9 Ötüken.)

Yazmış olduğum üç rivayet örneğinde görüldüğü gibi, şiirde hikmet olduğunu, bizzat peygamberin kendisine şiir okunmasını istediğini ve kendisinin de şiir okuduğunu tahdis etmişlerdir. Bu iddialarına göre şiir okumak çok iyi bir şey olduğu gibi, şairlerde hikmetli kimseler olmuş olurlar. Bu iddialarına rağmen, çelişkili olarak şu rivayetleri tahdis etmekten çekinmemişlerdir:

491- Ebû Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)"buyurdular ki: “Sizden birinin içine onu bozacak irin dolması, şiir dolmasından hayırlıdır."(K.S. 2305 C.8 S.183 Akçağ, alıntıları:Buhâri, Edeb 92; Müslim, Şiir 7,(2257); Ebû Dâvud, Edeb 95,(5009); Tirmizi, Edeb 71,(2855))

El-Hudri’den Müslim’in kaydettiği bir diğer rivayette şöyle denmiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)"yürümekte iken karşısına şiir inşad eden bir şâir çıktı. Efendimiz: “Şeytanı tutun" veya “Şeytanı yakalayın" diye emretti. (K.S. 2305, yukarıdaki rivayetin ikinci paragrafı)

492-.......... Bize Hanzala Sâlim’den; o da İbn Umer (R)’den haber verdi ki, Peygamber (S): “Birinizin içinin irinle dolması, muhakkak ki şiirle dolmasından hayırlıdır" buyurmuştur. (Buhâri, Kitâbu’l-Edeb H.178 C.13 S.6118 Ötüken.)

Şiir ve şairleri hem öven, hem de kötüleyen rivayetler tahdis etmeleri bir çelişkidir. Peygamberin şiir söylediğini, dolayısıyla şair olduğunu söylemeleri, putperestlerin yaptığı bir iddiadır.

Şiir konusunda, Kur’an’dan örnek verecek olursak, mealen:

360

Page 361: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Biz ona (Muhammed’e) şiir öğretmedik, (şiir) ona yakışmaz da. O(nun getirdiği), sâdece bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır. 36/69

- Şairler(e gelince) onlara da azgınlar uyar. 26/224

- Görmüyor musun onları, (nasıl) her vâdide şaşkın şaşkın dolaşırlar? 26/225

- Ve onlar yapmadıkları şeyleri söylerler. 26/226

Bu itibarla uydurdukları rivayetlerin aslı yoktur.

AİLE VE TESETTÜR HAKKINDA UYDURDUKLARI RİVAYETLERDEN ÖRNEKLER:

493- Abdullah İbnu Amr İbni’l-As (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)" buyurdular ki: “Sizden biri cariyesini veya kölesini veya ücretlisini evlendirdi mi, artık onun avretine bakmasın." (K.S. 2680 C.8 S.522 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Libâs 37, (4113,4114))

Bu rivayetlerine göre, cariye, köle veya ücretle çalıştırılan kimseler evlendirilmişlerse avretlerine yani vücutlarının örtünmesi gereken gizli yerlerine bakılmaz, diğer bir ifadeyle evlendirilmemişlerse bakılabilir manası çıkar. Bu duruma göre, cariyeler bir tarafa, erkek köleler veya ücretle çalıştırılan erkeklerin durumunu ele alalım. Müslüman erkek ve bayanların bu gibi kimselerin avret yerine bakamayacağı gibi, bunlarda Müslüman erkek ve bayanların avret yerine bakamazlar. Zira başka bir rivayette Müslüman bayanların köleleri karşısında baş örtüsüz durabileceklerini iddia etmişlerdir, şöyle ki:

361

Page 362: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

494- Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Fâtıma radıyallahu anhâ’ya bir köle getirdi. Bunu ona hibe etmişti. Hz. Fâtıma’nın üzerinde (çok uzun olmayan bir elbise vardı, elbiseyi başına çekecek olsa öbür ucu ayaklarına ulaşmıyordu. Elbiseyle ayaklarını örtecek olsa üst ucu başına yetişmiyordu. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, örtünme hususunda mâruz kaldığı sıkıntıyı görünce:

“Bu kıyafette olmanın sana bir mahzuru yok, zira, karşındakiler baban ve kölendir" buyurdu. (K.S. 3437 C.10 S.230,231 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Libâs 35, (4106))

Görüldüğü gibi, İslam dininde bayanların erkek köleleri yanında örtünmeye bileceklerini iddia etmişlerdir. Böyle bir iddianın yalan ve iftira olduğuna dair Kur’an’dan örnek verecek olursak, mealen:

- Müminlere söyle: “Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu (hareket) onlar için daha temiz (ve yararlı)dır. Şüphesiz Allah, onların her yaptıklarını haber almaktadır. 24/30

Mümin kadınlara da söyle: “Gözlerini (haramdan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Süslerini göstermesinler. Ancak (elbise, yüzük gibi örtünmesinde güçlük bulunan) kendilerinden görünenler hâriç. Baş örtülerini yakalarının üzerine salsınlar. Süslerini kocaları veyâ erkek kardeşlerinin oğulları veyâ kız kardeşlerinin oğulları veyâ Müslüman kadınları veyâ cariyeleri veyâ erkekliği kalmamış (iktidarsız, şehvetsiz) erkeklerden tâbi’lerine (hizmetçi v.b.), ya da kadınların mahrem yerlerini anlamayan çocuklardan başkasını göstermesinler. Gizledikleri süslerinin bilinmesi için ayaklarını (yere) vurmasınlar. Ey müminler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz. 24/31

Görüldüğü gibi, mümin erkekler ve kadınlar harama bakamayacakları gibi, mümin kadınların süslerini, bilezik v.s.

362

Page 363: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Gibi. Erkeklikten düşmemiş kölelerine ve hizmetçilerine gösteremeyecekleri açıktır. Bu itibarla rivayetleri, Kur’an’la çelişkili olup uydurmadırlar.

495- Ümmü Seleme radıyallahu anhâ anlatıyor: “Ben Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın yanında idim. Yanında Meymune Bintu’l-Hâris radıyallahu anhâ da vardı. (Bu esnada) İbnu Ümmi Mektum bize doğru geliyordu. -Bu vak’a, tesettürle emredilmemizden sonra idi- ve yanımıza girdi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bize:

“Ona karşı örtünün!" Emretti. Biz:

“Ey Allah’ın resulü! O, âma ve bizi görmeyen (ve varlığımızı tanımayan) bir kimse değil mi?" dedik. Bunun üzerine:

“Siz de mi körlersiniz, siz onu görmüyor musunuz?"buyurdu." (K.S. 3440 C.10 S.233 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Libâs 37, (4112); Tirmizi, Edeb 29,(2779))

Gözleri görmeyen bir kimseye karşı örtünmenin mantığı yoktur. Bu rivayeti tesettürle alay etmek için uydurmuşlardır. Önceki rivayette Müslüman kadınlar kölesine karşı baş örtüsünü örtmeye bilir diye rivayette bulunmuşlardı, bu rivayette gözleri görmeyen bir Müslüman’a karşı örtünmeleri gerektiği yolunda rivayette bulunmaları açık bir çelişki olduğu gibi, asıl maksatları kendilerince, tesettürle alay etmektir.

496- İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ demiştir ki: “Bir erkek hanımına bir defada “Sen üç talakla boşsun! Dese, bu bir talâk sayılır? (K.S. 3045 C.11 S.409 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Talâk 10,(2197))

Bu rivayette, bir seferde kadını üç kere boşamanın bir boşama sayılacağını rivayet etmişlerdir.

363

Page 364: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

497-. ...a) Muhammed b. İyas’dan (rivayet olunduğuna göre); İbn Abbas İle Ebû Hüreyre ve Abdullah b. Amr b. El-As’a; kocasının (daha cinsi münâsebette bulunmadan bir defada) üç talakla boşadığı bir kız(ın durumun)dan sorulmuş da hepsi “O kız başkasıyla evleninceye kadar ona helal olmaz."diye cevap vermişler. .............. (Ebû Dâvud, K.et-Talâk (13), Bâb 9-10 C.8 S.384 Şamil Yayınları)

498-.............. Ubeydullah şöyle demiştir: Bana el-Kaasım İbnu Muhammed Âişe(R)’den şöyle tahdis etti: bir kimse karısını üç talak ile boşamış. Sonra kadın başka bir erkekle evlenmiş. İkinci koca da (kadınla cimâ yapmadan) kadını boşamış. Bu ikinci koca kadını boşadıktan sonra, kadını ilk kocasına varması helâl olur mu? Diye Peygamber’e soruldu.

Peygamber (S) de:

- “İkinci erkek kadının balcığından, birinci erkeğin tatması gibi tatmadıkça helâl olmaz" Buyurdu. (Buhâri, Kitâbu’l-Talâk H.9 C.11 S.5337 Ötüken.)

Bu rivayette, bir seferde üç talakla boşamanın üç boşama sayılacağını rivayet etmeleri. Önceki rivayette, bir seferde üç talakla boşamanın bir boşama sayılacağı yolunda yapmış oldukları tahdis çelişkilidir.

Bir kimse karısını bir seferde üç veya üç yüz kere boşasa bu ancak bir boşamadır. Zira birinci talakla boşanmış olan kadını, diğer talaklarla boşamanın bir manası yoktur. Çünkü birinci talakla boşanmış olan kadın artık kendisini boşamış olan kocasının nikahı altında değildir ve zaten boş olanı boşamanın bir manası yoktur.

499- Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana: “Ey Ali, dizini çıkarma, ne canlı, ne ölü, başkasının dizine de bakma" buyurdu. (K.S. 2681 C.8 S.523 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Cenâiz 32,(3140))

364

Page 365: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

500- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)"uyluğu avret addetti." (K.S. 2682 C.8 S.523 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Edep 40,(2798))

Bu iki rivayette, erkekler için de diz, (baldır), uyluk avret olarak sayılmıştır. Buna rağmen, Âişe ve Ümmü Süleym’e şu rivayeti yakıştırmışlardır:

501- Enes b. Mâlik’ten rivayet: “Uhud harbinde, Yemin olsun ki, Âişe binti Ebi Bekir ile Ümmü Süleym’i paçalarını sıvamış halde gördüm. Baldırlarının bileziklerini görüyordum. Su tulumlarını taşıyor, sonra gâzilerin ağızlarına boşaltıyorlardı. (Müslim, C.8 H.136/655 Sönmez Neşriyat.)

Bu rivayet, Âişe ve Ümmü Süleym’e yapılmış bir iftiradır.

502- Hz. Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Cariyenin talakı iki talaktır, iddeti de -bir nüshada “kurû’u da"- iki hayız müddetidir."(K.S. 4070 C.11 S.442 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Talâk 6,(2189); Tirmizi, Talâk 7,(1182); İbnu Mâce, Talâk 30,(2080))

503- İbnu Ömer radıyallahu anhümâ derdi ki: “Köle, hanımını iki talakla boşadı mı artık kadın, başka bir kocaya var(ıp ondan boşan)madıkça ona haram olur. Bu kölenin hanımı hür de olsa hüküm böyledir. Hür kadının iddeti üç hayız müddeti, köle kadının iddeti iki hayız müddetidir." (K.S. 4071 C.11 S.443 Akçağ, alıntısı: Muvattâ, Talâk 50,(2,574))

Bu konuda, Hür veya Cariye kadınlar arasında Kur’an’da bir ayırım yapılmamıştır. Kur’an’dan mealen:

- Boşanmış kadınlar, üç kur’(üç âdet veya üç temizlik süresi bekleyip) kendilerini gözetirler (hâmile olup olmadıklarına bakarlar). Eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıyorlarsa, Allah’ın kendi rahimlerinde yarattığını gizlemeleri

365

Page 366: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

(Karınlarında çocuk bulunduğunu saklamaları) kendilerine helâl olmaz. Kocaları da bu arada barışmak isterlerse, onları geri almağa daha çok hak sahibidirler. Erkeklerin kadınlar üzerinde bulunan hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. Erkeklerin, kadınlar üzerinde(ki hakları), bir derece daha fazladır. Allah azizdir, hakimdir. 2/228

Bu itibarla, uydurmuş oldukları rivayetler, Kur’an’a aykırı olup, asılsızdırlar. Üç temizlik müddeti beklenmesi hamilelikle ilgilidir, bu konuda cariye ile hür kadın arasında fark yoktur, zira yaratılış olarak aynıdırlar.

504- Hz. Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Hangi kadın velisinin izni olmaksızın nikahlanırsa onun nikâhı bâtıldır! buyurdular ve bunu üç kere tekrar ettiler............. (K.S. 5652 C.16 S.5 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Nikâh 20,(2083); Tirmizi, Nikâh 14,(1102))

505- Yine Ebû Dâvud ve Tirmizi’de Ebû Musa radıyallahu anh’tan gelen bir rivayette:: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Velisiz nikah yoktur!"demiştir." (K.S. 5653 C.16 S.5 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Nikâh 14,(1101), Ebû Dâvud, Nikâh 20,(2085))

Bu iki rivayette bir kadının evlene bilmesi için velisinden izin alması şart koşulmuştur. Buna rağmen şu rivayeti çelişkili olarak tahdis ettiler:

506- Hz. İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Dul nefsine velisinden haktır. Bakireden nefsi hususunda izin alınır, onun izni sükûtudur."."(K.S. 5656 C.16 S.8 Akçağ, alıntıları:Müslim, Nikâh 66,(1421); Tirmizi, Nikâh 12,(1108); Ebû Dâvud, Nikâh 26,(2098); Nesâi, Nikâh 31,32,(6,84))

366

Page 367: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bu rivayette dulun velisinden izin almasına gerek olmadığını rivayet etmeleri bir çelişkidir.

507- Hz. Semüre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)"buyurdular ki:

“Hangi kadını, (seviyesi eşit) iki veli (iki ayrı şahsa) nikâhlamışsa, o kadın o iki veliden önce davranana aittir. Kim iki kişiye bir şey satmışsa, o satılan şey birinci kimseye aittir." (K.S. 5654 C.16 S.7 Akçağ, alıntıları:Ebû Dâvud, Nikâh 22,(2088);Tirmizi, Nikâh 19,(1110); Nesâi, Büyu’ 96,(7,314))

Bu rivayete göre, evlendirilecek olan kadınlar tamamen velilerinin keyfi tercihlerine bırakılmış olup, kendilerine hiçbir söz veya tercih hakkı verilmemiştir. Öyle ki, iki ayrı veli tarafından iki ayrı şahsa kendilerinden habersiz nikahlarının yapılabileceği ve nikah üstüne nikah yapılmış olduğundan da, ilk davranan yani ilk evlendirmeyi yapan velinin tercihinin geçerli olacağını söylemişlerdir. Velilerin aynı zamanda ayrı ayrı nikah yaptırma olasılığı ise belirsiz bırakılmaktadır. Erkek olsun, bayan olsun evlenecek olanların tasvibinin olmadığı bir evlilik nasıl mümkün olabilir? Eğer bu şekilde bir zorlamayla evlilik kurulmuşsa ne derece sağlıklı yürüyebilir.

İslam dininde, evliliğe ve aile kurmaya çok önem verilmiştir. Kur’an’da bu konuyla ilgili çok ayet vardır. Tahdis etmiş oldukları rivayetin uydurma olduğuna delil olarak 4 Nisa 21 den örnek vermem yeterlidir. Kur’an’dan mealen:

- Bir eşin yerine başka bir eş almak isterseniz ve birincisine büyük mal vermişseniz, (onu boşadığınızda) ondan hiçbir şey almayın. İftira ederek, açık bir günaha girerek (o ilk hanımı kötüleyerek) o verdiğiniz mehri geri alır mısınız? 4/20

- Nasıl alırsınız? Halbuki siz birbirinizle kaynaşmıştınız ve onlar sizden ağır söz almışlardı. 4/21

367

Page 368: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Görüldüğü gibi, evlenecek olan bayanların evleneceği şahıstan, bizzat ağır (sağlam) söz almaya hakları vardır. Bu da evlenecek bayanların evliliği onaylamalarını içermektedir. Zira evlenmeyi kabul etmeye niyeti yoksa, damat adayını evlenme konusunda muhatap kabul etmemesi yeterlidir.

Görüldüğü gibi tahdis etmiş oldukları rivayet Kur’an’a uygun olmayıp aslı yoktur.

508- Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Bir veya iki emme ile (süt kardeşliği) haramlığı hâsıl olmaz." (K.S. 5673 C.16 S.30 Akçağ, alıntıları: Müslim, Radâ’ 17,(1450); Tirmizi, Radâ’ 3,(1150); Ebû Dâvud, Nikâh 19,(2063); Nesâi, Nikâh 51,(6,201))

509- Hz. Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Kur’an olarak inenler meyanında “Ma’lûm on emme ile haram sabit olur" âyeti de vardı. Sonra (Rab Teâla) onları, malum beş emme ile neshetti. Bu (beş emme) âyetleri, Kur’an’ın okunan ayetleri arasında iken Aleyhissalâtu vesselâm vefat etti."(K.S. 5675 C.16 S.29-30 Akçağ, alıntıları: Müslim, Radâ’ 24,(1452); Muvatta Radâ’ 17,(2,608); Ebû Dâvud, Nikâh 11,(2062); Tirmizi,Radâ’ 3,(1150); Nesâi, Nikâh 51,(6,100))

Tahdis etmiş oldukları bu rivayetlerde, bir iki kere süt emme ile süt kardeşliği haramlığının hasıl olmayacağını, hatta bu hususta iki Kur’an ayetinin inmiş olduğunu, beş emme şartı ihtiva eden Kur’an ayeti, Kur’an’ın okunan ayetleri arasında iken, Peygamberin vefat ettiğini, başka bir ifade ile, Peygamberin vefatından sonra da bu ayetin yürürlükte olduğunu tahdis ettiler. Böyle bir iddia bugün elde mevcut olan Kur’an’ın muharref ve noksan olduğu manasındadır. Bu da Kur’an’ı apaçık inkar ve küfürdür. İddialarının nesh veya unutturma olmadığına dair Kur’an’dan örnek verecek olursak, mealen:

368

Page 369: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Biz daha iyisini veya benzerini getirmedikçe bir âyeti(n hükmünü) yürürlükten kaldırmaz veyâ onu unutturmayız. Allah’ın her şeye gücü yeter olduğunu bilmedin mi? 2/206

Burada bildirilen nüshalardan, nesh veya unutturma olayında, nesh edilen veya unutturulan ayetin yerine muhakkak, ya daha hayırlısı veya benzerinin Allah tarafından indirileceği olayına dikkat ettiğimizde. İddialarının bu hususlara uymadığını görürüz, zira kendi iddialarına göre ayet ne nesh edilmiş nede unutturulmuştur ve Kur’an’ın içinde de yer almamasına rağmen de Kur’an’ın ayeti olarak geçerlidir demektedirler. İddia ettikleri bu ve bu gibi sözler Kur’an’ın noksan ve muharref olduğunu iddia etmek demektir. Bu ise İslam dinine göre apaçık küfürdür.

Diğer taraftan, uydurmuş oldukları başka hadis rivayetlerinde, bu iddialarıyla çelişkiye de düşmüşlerdir, şöyle ki:

510- Hz. İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ demiştir ki: “İki yıl içerisindeki emme tek bir emmeden ibaret de olsa bu, (evlenmeyi) haram kılar." (K.S. 5676 C.16 S.33 Akçağ, alıntısı: Muvatta Radâ’ 4,(2,602))

511- İbrahim b. Ukbe der ki: Said b. Müseyyeb’den emmenin hükmünü sorduğumda Said: “İki sene zarfında meydana gelen emme, bir damla da olsa nikâhı haram kılar. Ama iki seneden sonra emme çocuğun yediği yemek hükmündedir. (Nikâhı haram kılmaz)"dedi. Sonra Urve b. Zubeyr’e sordum o da Said b. Müseyyeb’in söylediğini tekrarladı. (İmam Mâlik, Muvatta C.3 S.153 H.10 Süt emme Kitabı, Beyan Yayınları Eylül 1994 )

Görüldüğü gibi, iki sene zarfında, yani çocuk iki yaşını bitirmeden önce, bir damla dahi süt emmişse, bu süt kardeşliği için yeterlidir diye rivayet ettiler. Hal böyle olunca, beş emmeyi şart koşan rivayetleriyle çelişkiye düşmüş olurlar. İki seneden sonra vuku bulacak emzirmeyle süt

369

Page 370: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

kardeşliği meydana gelmeyeceği iddialarına gelince daha önce vermiş olduğum (Salim’in emzirilmesi rivayeti) örneğinde, adamların emzirilmesini dahi, süt çocukluğu olur iddiasıyla helal gördüklerinden bahsetmiştim. (Bak, Müslim, Cilt 7 H.27/371 Sönmez Neşriyat; İbni Mace, Kitabü-n’Nikah H.1943 S.411-412 Kahraman Yayınları.)

512-. ............ İbn Abbas (r.a.)’dan; demiştir ki: Adamın biri Peygamber (s.a.)’e gelip;

Benim eşim (kendisine uzanan) zinâkar (adamlar)ın elini geri çevirmiyor? dedi. (Hz. Peygamber de):

“Onu boşa!"buyurdu.

Adam bu sefer;

- Nefsimin onun peşinden gitmesinden korkuyorum, dedi. (Resûl-i Ekrem Efendimiz de);

“Öyleyse ondan bir süre faydalan" buyurdu. (Ebû Dâvud, K.en-Nikâh (12).Bâb C.8 S.67 H.2049 Şamil Yayınevi, ayrıca: Nesâi, Nikâh 12, tâlâk 34.)

Bu rivayette, Peygambere karşı ağır bir iftirada bulunmuşlardır. Zira peygambere danıştığını iddia ettikleri şahıs, iddia ettikleri gibi davranacak olsa iki husustan biri meydana gelecektir. Birincisi eğer kadını boşayıp, ondan sonra da cinsel ilişkisini devam ettirecek olursa zina etmiş olacaktır. İkincisi, eğer boşamayıp evliliğini devam ettirecek olursa kadının zina etmesine mani olmadığından ve durumu da kabul etmiş olduğundan, kadının zina etmesine göz yummuş olmakla deyyus durumuna düşmüş olacaktır.

Bu itibarla, Peygamberin bu şahsa zina kar kadından istifadeye devam etmesini önermesi imkansız olduğu gibi, zina eden erkek veya kadın, Mümin erkek veya kadınla nikah akdi yapamazlar. Dolayısıyla eş olarak bir arada bulunamazlar. Kur’an’dan mealen:

370

Page 371: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Zina eden erkek zinâ eden veyâ puta tapan kadından başkasıyla evlenemez; zinâ eden kadın da zinâ eden veyâ puta tapan erkekten başkasıyla evlenemez. Bu (tür evlenmek), müminlere haram kılınmıştır. 24/3

Bu itibarla uydurmuş oldukları rivayetin aslı yoktur.

513- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Ey Allah’ın Resûlü dedim, ben genç bir insanım, günahtan korkuyorum, evlenecek maddi imkân da bulamıyorum, hadımlaşayım mı?"dedim: Aleyhissalâtu vesselâm bana cevap vermedi. Ben bir müddet sonra aynı şeyi tekrar söyledim. Yine cevap vermedi. Sonra:

“Ey Ebu Hüreyre! Buyurdu. Senin karşılaşacağın şey hususunda artık kalem kurumuştur. Bu durumda ister hadımlaş ister bırak." (K.S. 5725 C.16 S.85 Akçağ, alıntıları:Buhâri, Nikâh 8; Nesâi, Nikâh 4, (6,59))

Çocukların sünnet edilmesi konusunu işlerken, sağlıklı beden üzerinde, saç, sakal, tırnak v.s. Gibi hususlar dışında yapışacak kalıcı ve keyfi değişikliklerin yaratılışı değiştirme manasına geleceği hususunda izahatta bulunmuştum. Hadım olayı da yaratılışı değiştirme olayından başka bir şey değildir. Tarih boyunca, gerek insanlara gerekse hayvanlara uygulanmış olan hadımlaştırma ve benzeri olaylar ile kısırlaştırma olayları yaratılışı değiştirme işlemleri olduğu gibi aynı zamanda iğrenç olaylardır. Bu gibi olayları yapanlar ve yaptıranlar insaf denen olayın kokusunu dahi almamış kimselerdirler.

Rivayette her ne kadar bir azarlama havası verilmişse de, hadım olayı sıradan bir olaymış gibi gösterilmek istenmiştir. Rivayet uydurma olup, aslı yoktur.

514-. ......... Muhammed b. Ubeyd b. Ebi Salih, İlya’da ikamet ettiği sıralarda (şunları) söylemiştir: (Bir gün) Adiy b. Adiyyi’l-Kindi ile birlikte (yolculuğa) çıkmıştım. Nihâyet

371

Page 372: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Mekke’ye varınca (Adiyy) beni Safiyye bint Şeybe’ye gönderdi. (Safiyye) Âişe’den (pek çok hadis) öğretmişti. (Yanına vardığımız zaman Safiyye bana şunları) söyledi: “Ben Âişe’yi “Rasûlullah (s.a.)’in;

“Öfke (veya zorlama) hâlinde ne boşama olabilir ne de (köle veya câriyeyi) âzâd etmek."dediğini duydum."derken işittim.

Ebû Dâvud dedi ki: “Öyle zannediyorum ki el-ğılâk öfke demektir. (Ebû Dâvud, K.et-Talak (13).Bâb C.8 S.370 H.2193 Şamil Yayınevi. Ayrıca: İbn Mace, talak 16.)

515-. ......... Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre:Resûlullah Sallallâhü aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur; “üç şeyin ciddisi de, şakası da ciddidir. Nikâh, talak, rec’â. (Ebû Dâvud, K.et-Talak (13).Bâb 9 C.8 S.373 H.2194 Şamil Yayınevi. Ayrıca, Tirmizi talak 9; İbn Mâce,mukaddime 7, talak 13.)

Birinci rivayette öfke halinde boşama olamayacağını tahdis etmelerine rağmen, ikinci rivayette şakadan dahi olsa boşamanın yapılması halinde, gerçek manada gerçekleşmiş olacağının rivayet edilmesi bir çelişkidir. Şakayla yapılan boşama, ciddi boşama sayılır demeleri de bir uydurmadır. Zira İslam dininde değil şakadan boşamaların, kasıtsız yeminlerde dahi sorumluluk yoktur, şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

- Allah sizi, yaptığınız kasıtsız yeminlerinizden sorumlu tutmaz, fakat kalplerinizin kazandığı (bile bile yaptığınız) yeminlerden sorumlu tutar. Allah bağışlayan halimdir. 2/225

516- Hz. Âişe radıyallahu anhâ anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Şu nikâhı ilan edin ve davul (tef) da döğün."(K.S. 6586 C.17 S.202 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 1895.)

372

Page 373: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

517- Mücahid merhum anlatıyor: “Ben İbnu Ömer radıyallahu anhüma ile beraberdim. Derken bir davul (darbuka) sesi işitti. Derhal iki parmağını iki kulağına soktu ve oradan (hızla) uzaklaştı. Bunu üç kere yaptı. Sonra: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm da böyle yapmıştı" dedi."(K.S. 6589 C.17 S.203 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 1901.)

Bir rivayette, düğünlerde (davul) tef çalınması gerektiği rivayet edilmişken, diğer rivayette, davul veya darbuka sesinin nefret edilecek bir şey olarak tahdis edilmesi bir çelişki ve asılsız bir iddiadır, zira üçü de aynı menşeden çalgılardırlar.

518- A’rac Ebu Hüreyre radıyallahu anh’tan naklen anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm diyor ki: “En şerli yemek, sâdece zenginlerin çağrılıp fakirlerin çağrılmadığı yemektir. Kim de dâvete icabet etmez, yemeğe gelmezse, Allah ve Resûlüne âsi olmuştur. (K.S. 3967 C.11 S.207 Akçağ, alıntıları:Buhâri, Nikâh 72; Müslim, Nikah 107-110,(1432); Ebû Dâvud, Et’ime 1,(3742))

Bir kimsenin çağrıldığı yemek davetine gitmemek için bir çok geçerli mazereti olabilir, örneğin sağlık durumu uygun olmayabilir, bir yakını hasta olmuş olabilir, bir işi olmuş olabilir v.s. Buna rağmen yemek ziyafetine çağrılıp ta gitmeyen kimsenin Allah’a ve Resûlüne asi olarak sayılması ağır bir suçlama ve asılsız bir iddiadır.

519-. ... Câbir b. Abdullah (r.a.)’den; demiştir ki:Resûlullah (s.a.)

“- Biriniz bir kadına dünürlük yaptığı zaman kendisini o kadınla evlenmeye sevk eden organlara bakmaya imkân buluyorsa, bunu yapsın-”

(Câbir) dedi ki: “ben bir câriyeyle evlenmek istedim, bunun üzerine (onun haberi olmadan görebilmek için) onu gizli gizli

373

Page 374: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

gözetlemeye başladım. Nihayet beni kendisiyle evlenmeye sevk eden (organlar)ını gördüm de onunla evlendim. (Ebû Dâvud, K.en-Nikâh (12), Bâb 17-18 C.8 S.148 Şamil Yayınları.)

Görüldüğü gibi, evlenmek isteyen bir kimsenin evlenmeyi düşündüğü kadının, eğer imkan buluyorsa en gizli yerlerine bakabileceği, hatta böyle bir davranışın kadının haberi olmadan gizlice yapılabileceğini tahdis etmişlerdir. Röntgenciliği meşru kabul eden bu iddiaya göre bir kimse niyetim evlenmedir deyip bekar olan, nikahlanabileceği bütün kadın ve kızlara meşru olarak bakabilir. Bu iddia Peygamber üzerine uydurulmuş bir iftira olduğu gibi, çeşitli fitnelere sebep olabilecek ve Müslümanlara saldırı amacıyla uydurulmuş asılsız bir iddiadır.

520-. .......... Câbir (r.a.)’den rivâyet olunduğuna göre, Peygamber (s.a.) (ansızın) bir kadın görmüş, bunun üzerine Zeyneb bint Cahş’ınyanına girip onunla ihtiyacını gidermiş, sonra ashabının yanına çıkıp onlara; “Kadın, şeytan kılığında (bir erkeğin) karşısına çıkabilir kim böyle bir şeyle karşılaşırsa, hemen ailesine gelsin (ve onunla cinsi münâsebette bulunsun) çünkü bu (şekilde hareket, kadınlara yönelik) içindeki(his)leri zayıflatır."buyurmuş. . (Ebû Dâvud, K.en-Nikâh (12), Bâb 42-43 Şamil Yayınları, ayrıca: Müslim, nikâh 9; Tirmizi, redâ’ 9.)

Bu iddialar, Peygamberin aile hayatı konusunda saygısızca uydurulmuş ifadeler içerdiği gibi, bu iddialarına göre örneğin bir çarşıdan geçen tahrik edici bir kadın o çarşıyı tatil edebilir. Ayrıca bir çok dramatik sahnelerin çıkmasına da sebep olur. Şöyle ki, evli olup ta bir iş yerini çalıştıran baba ve oğulların, dükkanlarına alışveriş için gelen tahrik edici bir kadın nedeniyle, baba ve oğulların dükkanlarını kapatıp eşleriyle cinsi münasebet yapmak üzere birlikte güpegündüz evlerine gitmeleri gibi v.s. Bu rivayette, önceki rivayet gibi Müslümanlara saldırı amacıyla uydurulmuş aslı olmayan bir

374

Page 375: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

saçmalıktır. Dünya evlilerden müteşekkil değil, bekarlar da vardır. Yetişkin bekarların bu durum karşısında ne yapmaları gerektiği sorulmaya değer. Eğer bekar kimselerin sabretmeleri gerektiği iddia edilirse ki, bu yıllarca da sürebilir. Evli kimselerin geceyi beklemek üzere birkaç saat sabretmelerine mani olan şey nedir? Aynı şekilde, evli bir bayan, iddia ettikleri tahrik edici kadın konumunda bir erkek görecek olsa, kocasını gündüz vakti aramak üzere yollara düşmeli midir? Uydurdukları hakaret içerikli rivayetlerden dolayı, eleştirilerimde bu tür ifadeler kullanmak zorunda kaldığımdan dolayı okuyucudan özür dilerim.

521- Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor:Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), cünüp olmadıkça her halimizde bize Kur’an okutup talim ederdi. (K.S. 3771 C.10 S.548 Akçağ, alıntıları 3772 no.lu rivayetle bağlantılı, şöyle ki: )

522- Nesâi’nin bir başka rivayetinde şöyle gelmiştir: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) helâdan çıkınca Kur’an okur, bizimle et yerdi. Cenabet halinden başka hiçbir şey O’nunla Kur’an arasına perde olmazdı." (K.S. 3772 C.10 S.548 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Tâharet 91,(229); Tirmizi, Tahâret 111,(146); Nesâi, Tahâret 171,(1,144))

Bu iki rivayette cenabetli olan kimsenin Kur’an okuyamayacağını tahdis etmişlerdir. Buna rağmen şöylece rivayette bulundular:

523- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre, o cünüp kimsenin Kur’an okumasında bir beis görmezdi." (K.S. 3773 C.10 S.550 Akçağ, alıntısı: Buhâri, (Hayz 7))

524-............. Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Ben cünüp iken Rasûlullah (S) benimle karşılaştı ve elimi tuttu. Böylece kendisiyle birlikte yürüdüm. Nihâyet oturdu. Ben hemen savuştum da barındığım yere geldim, yıkandım. Sonra geldi. O hâlâ oturuyordu. “Sen nerede idin yâ Ebâ Hırr?"dedi. Ben

375

Page 376: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

de kendisine (yaptığım işleri) söyledim. Bunun üzerine: “Suphanallah! Yâ Ebâ Hırr, mü’min murdâr olmaz" buyurdu. (Buhâri Kitâbu’l-Gusl H.36 Bâb 24 S.390 C.1 Ötüken.)

Bu iki rivayette, cenabetlinin Kur’an okuyabileceğini ve Mümin cenabetli olsa dahi murdar olmadığını tahdis etmeleri evvelki iki rivayetle çelişkilidir.

525-.......... Bize Mâlik, Ebû’z-Zinâd’dan; o da el-A’rec’den; o da Ebû Hureyre (R)’den olmak üzere haber verdi ki, Rasûlullah (S): “Bir kadınla onun halası, yine böyle bir kadınla onun teyzesi birlikte nikâh olunmaz" buyurmuştur. (Buhari, Kitâbul’n-Nikâh Bâb 28 C.11 S.5205 H.46 Ötüken.)

Bir kadının, teyzesi veya halasıyla birlikte nikahlanamayacağını, keza (daha önce belirttiğim gibi) süt haramlığının nesep haramlığıyla aynı şey olduğunu tahdis ettiler. Böyle bir iddia ise Kur’an’a aykırıdır. Bu hususta örnek verecek olursak, Kur’an’dan mealen:

- Size (şunlarla evlenmeniz) haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt kardeşleriniz, karılarınızın anaları, birleştiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, eğer onlarla henüz birleşmemişseniz (kızlarını almaktan ötürü) üzerinize bir günah yoktur- kendi sulbünüzden gelen oğullarınızın karıları ve iki kız kardeşi bir arada almanız. Ancak geçmişte olanlar hâriç. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan çok merhamet edendir. 4/23

Görüldüğü gibi, iki kız kardeşle bir nikah altında evlenilmesi yasaklanmış olup, hala teyze konusunda herhangi bir yasak getirilmemiştir, bu itibarla rivayet uydurma olup, aslı yoktur.

526- Hz. Ebû Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor:Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

376

Page 377: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Kişi, önüne semer kaşı kadar bir şey bırakmadan namaz kılarsa; (önünden geçtiği takdirde) siyah köpek, kadın, eşek namazı bozar..."

Ebû Zerr’e dendi ki:

“Siyahın kırmızıdan, beyazdan farkı nedir?" Şu cevabı verdi:

“Ey kardeşimin oğlu! Sen bana, benim Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a sorduğum şeyi sordun. Efendimiz:

“Siyah köpek şeytandır" buyurmuştu."." (K.S. 2743 C.9 S.39 Akçağ, alıntıları: Müslim, Sâlat 265,(510); Ebû Dâvud, Salât 110,(702); Tirmizi, Salât 253,(338), Nesâi, Kıble 7,(2,63); İbnu Mâce, İkâmetu’s-Salât 38,(952))

Sütresiz namaz kılanın önünden, siyah köpek, kadın ve eşek geçmesi halinde, namaz kılanın namazının bozulacağını, siyah köpeğin şeytan olduğunu, dolayısıyla, kadınlarla eşeklerinde şeytan olduklarını iddia ettiler. Başka bir ifadeyle, sütresiz (maniasız, yani namaz kılınan yerin önüne tümsek gibi bir şey konmaması durumunda) namaz kılanın önünden Ebû Cehil veya Firavun geçse o şahsın namazının bozulmayacağını. Fakat, Mümin olan karısı geçse veya Mümin olan kızı geçse namazının bozulacağını, zira kadınların bizzat şeytan olduklarını iddia ve tahdis etmeleri, İslam dininde kabul edilir bir durum olmadığı gibi, kadınlara ağır bir hakaret teşkil etmektedir. İslam maskesi altında kadınlara bu şekilde saldırmalarının nedeni, onları İslam dininden soğutmak içindir. Bu rivayetten başka daha bir çok rivayette, bu tür iddialarda bulunmuşlardır, Örneğin:

527- Usâme İbnu Zeyd (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “(Mirâç sırasında) cennetin kapısında durup içeri baktım. Oraya girenlerin büyük çoğunluğunun miskinler olduğunu gördüm. Dünyadaki imkân sâhiplerinin cehennemlikleri ateşe girmeye emr olunmuşlardı, geri kalanlar da mahpus idiler.

377

Page 378: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Cehennemin kapısında da durdum. Oraya girenlerin büyük çoğunluğu da kadınlardı." (K.S. 2075 C.7 S.449 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Rikak 51, Müslim, Zühd 93,(2736))

528- Mutarrıf İbnu Abdillah’ın anlattığına göre, bu zatın iki hanımı vardı. Bunlardan birinin yanından çıkmıştı. Geri dönünce, hanımı: “Falan hanımın yanından geliyor olmalısın!"dedi. Mutarrıf: “Hayır, dedi İmrân İbnu Husayn’ın yanından geliyorum. O bana Rasûlullah’ın şu sözünü nakletti:

“Cennet sakinlerinin en azı kadınlardır." (K.S. 3309 C.10 S.98 Akçağ, alıntısı: Müslim, Zikir 95,(2738))

Kadınları esas itibariyle, Cennete değil de, Cehenneme layık görmelerinin yanında, ayrıca kadınların uğursuz olduğuna dair rivayet uydurdular, şöyle ki:

529- Salim’in babası (Abdullah İbnu Ömer) radıyallahu anhümâ anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Uğursuzluk üç şeydedir: At, kadın ve evdedir.”............ (K.S. 6617 C.17 S.218 Akçağ, alıntısı:İbnû Mâce 1995.)

At, kadın ve evi uğursuz saydıkları bu rivayetin, diğer rivayetleri gibi aslı yoktur. Allah, Kur’an’da eşler arasında uğursuzluk koyduğunu belirtmemiş. Sevgi ve merhamet koyduğunu belirtmiştir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- O’nun âyetlerinden biri de, kendileriyle kaynaşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda sevgi ve merhamet koymasıdır. Şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için ibretler vardır. 30/21

Mut’a nikahı konusunda da bir takım rivayetler uydurmuşlardır, bu rivayetlerinden örnekler verip aralarında ki çelişkiyi belirtmekle yetineceğim. Bu konuda ki geniş tenkidimi bu kitabın devamı olan ikinci kitabım da, bu günde

378

Page 379: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

mut’a nikahını geçerli kabul eden İmâmiyye Şiası konusunu işlerken belirttim.

Mut’a nikahı, belirlenen ücret karşılığında, belirlenen müddet için yapılan geçici nikahtır. İslam dininde bu çeşit nikah şekli yoktur.

530- Seleme İbnu’l-Ekvâ radıyallahu anh anlatıyor:“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Evtas gazvesi yılında Mut’a ya ruhsat verdi, sonra da onu yasakladı."(K.S. 5646 C.15 S.535 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Nikâh 31,(talik olarak); Müslim, Nikâh 18,(1405))

531- Muhammed İbnu’l_ Hanefiyye anlatıyor: “Hz. Ali, İbnu Abbâs radıyallahu anhüm’e dedi ki::“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, Hayber gazvesi günü kadınlarla Mut’a yı, ehli eşek etlerinin yenmesini haram kıldı." (K.S. 5648 C.15 S.536 Akçağ, alıntıları: Buhari, Meğazi 38, Nikâh 31, Zebâih 28, Hiyel 3; Müslim, Nikâh 29,(1407); Tirmizi, Nikâh 28,(1121); Nesâi, Nikâh 71,(6,125,126))

Her iki rivayette mut’a nikahının bizzat peygamber tarafından yasaklandığını rivayet etmişlerdir. Buna rağmen çelişkili olarak şöylece rivayette bulundular:

532- Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor::“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ve Hz. Ebû Bekr radıyallahu anh zamanında bir avuç hurma ve un mukabilinde birkaç gün boyu devam eden mut’a nikâhı yapardık. Bu hal, Hz. Ömer radıyallahu anh’ın Amr İbnu Hureys hâdisesi vesilesiyle Mut’a yı yasaklamasına kadar devam etti. (K.S. 5649 C.15 S.536 Akçağ, alıntısı: Müslim, Nikâh 16,(1405))

Bu rivayette, mut’a nikahının Ömer zamanında yasaklandığının tahdis edilmesi açık bir çelişkidir. Bu itibarla uydurdukları rivayetin aslı yoktur.

533... Yezid İbn Hürmüz’den demiştir ki:

379

Page 380: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Necdetü’l-Harûri, İbn Abbas’a (bir mektup) yazarak ona “Kadınlar Resûlullah (s.a)’le birlikte savaşa katılırlar mıydı? Resûlullah (s.a.) onlara (ganimetten) bir pay ayırır mıydı?"diye sordu. (Yezid b. Hürmüz rivayetine devam ederek şunları) söyledi: İbn Abbas’ın Necdet’e (gönderdiği) mektubunu ben (bizzat kendi ellerimle ve şu şekilde) yazdım:" Kadınlar da Resûlullah (s.a.)’la birlikte savaşa katılırlardı. (Ganimetlerden) pay (ayırmaç)a gelince (işte bu) yoktu, fakat anlara razh verilirdi. (Ebû Dâvûd K.el-Cihâd (15), Bâb (4) H.2728 C.10 S.339 Şamil)

Bu rivayette kadınlara ganimetten bir pay verilmediğini ancak harçlık şeklinde bir miktar mal verildiğini tahdis ettiler.

534-......... Haşrec b. Ziyad’ın baba annesi (Ümmü Ziyad el-Eşçiyye)nden demiştir ki; kendisi Resûlullah (s.a.) ile birlikte (Hayber savaşına katılan) altı kadının altıncısı olarak Hayber savaşına çıkmıştır. (Hz. Ümmü Ziyad sözlerine) şöyle devam etti: Bizim de erkeklerle birlikte savaşa çıktığımız haber olarak Resûlullah (s.a.)’e erişince bize (emir) gönderip (yanına çağırdı) Biz de (emre uyup huzuruna) vardık. Kendisinde öfke (alametleri) gördük. (Bu savaşa)

-”Kiminle ve kimin izniyle çıktınız?"dedi. Biz de “Ey Allah’ın Rasûlü), biz yün eğirerek (savaşa) çıktık. Bununla Allah yolunda hizmet edeceğiz. Ayrıca bizim yanımızda yaraları (tedavi) için (birtakım) ilaçlar da var. (ganimetlerden) hisse alırız (halka buğday ve arpadan yapılmış) sevk (denilen bir şurup) içiririz" dedik. (bu hadisi Hz. Ümmü Ziyad’dan naklen Haşrec, sözlerine devam ederek şunları) söyledi (Bu konuşmadan sonra) “Kadınlar kalktılar"(gittiler, Hz. Ümmü Ziyad sözlerine devam ederek bana) “Allah, peygamberine Hayber’i(n kapılarını) açınca bize de çekekler gibi (ganimetten) pay verdi."dedi. Ben de ona: “Ey nineciğim (Hz. Peygamberin size verdiği) bu şey ne idi?"dedim. “Hurma"(idi) diye cevap verdi. (Ebû Dâvud, K.el-Cihâd (15), Bâb 141 C.10 H.2729 S.340 Şamil)

380

Page 381: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bu rivayette ise, kadınların da erkekler gibi ganimetten pay aldıklarını tahdis etmeleri, evvel ki rivayetle çelişkilidir.

FAL VE GAYB İLE İLGİLİ UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

535- Mu’âviye İbnu’l-Hakem es-Sülemi (radıyallahu anh) anlatıyor:

“Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte namaz kılıyordum. Derken cemaatten bir şahıs hapşırdı. Ben:

“Yerhamükallah dedim. Cemaattekiler bana bed bed baktılar. Bunun üzerine (kızıp):

“Vay başıma gelen, niye bana böyle bakıyorsunuz?"dedim. Bu sefer ellerini dizlerine vurarak beni susturmak istediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namazı bitirince (bana iyi davrandı), annem babam O’na fedâ olsun, ben O’ndan, ne önce ne de sonra, ondan daha iyi öğreten bir muallim görmedim. Allah’a yemin olsun O beni ne azarladı, ne dövdü, ne de betimi yaktı; sadece:

“Namaz da insan kelamından (dünyevi) bir söz münasip değildir, ona uygun olan söz, tesbih, tekbir ve Kur’an kıraatidir!"dedi. Ben:

“Ey Allah’ın Resûlü, dedim, ben câhiliyeden daha yeni çıkmış birisiyim. Allah bize İslâm’ı lütfetti ama bizde öyleleri var ki, hâlâ kâhinlere geliyorlar, (bu hususta ne tavsiye edersiniz?)"dedim.

“Sen onlara gitme!"buyurdu. Ben tekrar:

“Bizde (kuşun uçuşuna vs.ye bakarak) uğursuzluk çıkaranlar da var?"dedim. Cevaben:

381

Page 382: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Bu (uğursuzluk zannı) kalplerinde mevcut olan bir (kuruntu)dur. Sakın onları (gayelerine gitmekten) alıkoymasın!"dedi. Ben:

“Bizde, kuma hatlar çizerek fala bakanlar da var?"dedim. Şu açıklamayı yaptı:

“Peygamberlerden biri de (kuma) çizgi çizerdi. Kim çizgisini onun çizgisine uygun düşürürse isabet eder!"buyurdu.............. (K.S. 2710 C.9 S.6 Akçağ, alıntıları: Müslim, Mesâcid 33,(537); Ebû Dâvud, Salât 171,(930,931); Nesâi Sev 20,(3,14,18))

Görüldüğü gibi, tahdis etmiş oldukları rivayette kuşların uçuşundan mana çıkarmak, kahine yani falcıya gitmek yasaklanmışken, kişinin kum falı açmak suretiyle, kendisi için veya başkaları için kahinlik yapmasına ruhsat vermişlerdir. Hem de bu öyle bir ruhsat veriş ki, güya bir peygamber de kum falı yapıyor muşta kimin çizgisi onun çizgisine uygun düşerse imiş o şahıs isabet edecekmiş. Bur da kuma çizgi çizip fal açıyor diye iddia ettikleri peygamber ise peygamberimiz Muhammed’dir, zira bulunduğu çağda onunla birlikte yaşayan başka peygamber yoktur. Bu ise peygambere büyük bir iftiradır. Ayrıca bu durum ise, İslam dininde yasak olan bir hususa tenkit yöneltip, aynı hususu başka bir yoldan yutturma çabasıdır. Böyle bir yutturmanın şeytani bir tuzak olduğu açıktır. Kahinlik veya falcılık gaybı görme veya bilme iddiasıdır. Bu ise Kur’an’a uymayan bir husustur. Bu konuda Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:

- De ki: “Size va’dedilen şey yakın mıdır, yoksa Rab’im onun için uzun bir süre mi koyacaktır bilmiyorum." 72/25

- O, gaybı bilendir. Kendi görünmez bilgisini kimseye göstermez. 72/26

382

Page 383: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Ancak (görmelerine) razı olduğu resûllere gösterir. Çünkü O, (gaybı görmelerine razı olduğu resûllerin) önüne ve arkasına gözetleyiciler koyar. 72/27

- (Böyle yapar) ki onların, Rab’lerinin kendilerine verdiği emirleri duyurduklarını bilsin. Ve (Allah), onların yanında bulunan her şeyi (bilgisiyle) kuşatmıştır, her şeyi bir bir saymıştır. 72/28

Bu ayet meallerinden anlaşılacağı gibi, Allah gaybına kimseyi muttali kılmaz, ancak görmelerine razı olduğu resûllere gösterir. Ve bu gösterme olayı da gaybın tamamıyla ilgili değildir. Örneğin: Gayb bilgilerinden olan kıyametin saatini resûllerde bilemezler. Kur’an’dan mealen:

- İnsanlar sana (kıyametin) zamanını soruyorlar. De ki: Onun bilgisi Allah’ın yanındadır. Ne bilirsin, belki de zamanı yakındır. 33/63

Gaybı görmenin manası kumda çizgiler çizmek olmadığı gibi, gaybı bildiğini iddia eden bir şahıs aynı zamanda resûllükte iddia etmiş olmaktadır. Bir insanın herhangi bir surette, kahinlik v.s. gibi hususlar dahil olmak üzere gaybı gördüğünü iddia etmesi, Resûllük iddia etmesi ile eş anlamlıdır.

Bu itibarla peygamberin şahıslara gidin kum falı açarak gaybten haber verin demesi imkansızdır. Böyle bir durum her kum falı açanı resûl kabul etmesi manasına gelir ki bu saçma ve İslam dininde yeri olmayan bir iddiadır.

Rivayetin uydurma olduğu şu şekilde de anlaşıla bilir. Güya cemaatle namaz kılınırken hapşıran kişiye, Yerhamükallah diyen şahsa cemaat bed bed bakmış ve onu susturmak için de ellerini dizlerine vurmaya başlamışlar. Bu durumun ola bilmesi için namaz kılan cemaatin namazdayken bir birlerinin yüzünü görmeleri gerekir. Cemaatle namaz kılan şahıslar ise namazdayken bir birlerinin yüzünü veya bakışlarını

383

Page 384: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

göremezler, bu iddiaları ve erkeklerin ellerini dizlerine vurarak el çırptıkları iddiası şu rivayetleriyle de çelişkilidir:

536- Ebû Hüreyre (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Tesbih erkeklere, el çırpma kadınlara mahsustur." (K.S. 2721 C.9 S.21 Akçağ, alıntıları: Buhari, Amel fi’s-Salât 5; Müslim, Salât 106,(422); Ebû Dâvud, Salât 173,(939); Nesâi, Sehv 16,(3,11-12))

537- İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm namazda (ihtiyaç halinde), kadınların ellerini çırpmasına, erkeklerin de “sübhanallah!" demesine ruhsat tanıdı." (K.S. 6298 C.17 S.45 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 1036.)

538- Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın zevce’i pâklerinden Ümmü Seleme Bintü Ebi Ümeyye radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm zamanında insanlar namaza durdukları vakit hiç kimsenin nazarı (bakışı) ayaklarını bastığı yerden ileri geçmezdi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm vefat edince insanlar namaza durunca hiçbirisinin nazarı (bakışı) alnını koyduğu yerden ileri geçmezdi. Sonra Hz. Ebû Bekr vefat etti, Hz. Ömer devri geldi. Bu devirde insanların nazarı kıbleden dışarı çıkmazdı. Hz. Osman halife olunca fitne başladı, insanlar sağa sola bakmaya başladı."(K.S. 6506 C.17 S.156 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 1034.)

Bu rivayete göre, peygamber zamanında namaz kılan bir kimse, başka bir kimsenin görmüyor ve evvelki rivayetlerde de erkeklerin namazda el çırpmadıklarını söylemeleri tahdis etmiş oldukları rivayetle çelişkilidir.

Amaçlarının falcılığı teşvik etmek olduğunu şu rivayetlerinden anlamak mümkündür:

539-......... Ebû Hureyre (R) şöyle demiştir: Peygamber (S):

384

Page 385: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

-”(İslâm’da) tıyere (yaramaz, uğursuz fal) yoktur. Tıyere nin hayırlısı faldır" buyurdu.

Bir sahâbi:

- Fal nedir yâ Rasûlullah? dedi.

Rasûlullah:

- “Herhangi birinizin işiteceği sâlih kelimedir (yâni iyi bir sözdür)"buyurdu. (Buhâri Kitâbu’t-Tıbb H.70 S.5777 C.12 44 Fal Bâbı Ötüken.)

540-........... Bize Hişâm ed-Destevâi, Katâde’den; o da Enes(R)’ten tahdis etti ki, Peygamber (S): “İslâm’da advâ ve tüyere inancı yoktur. İyi ve güzel kelime olan fal, benim hoşuma gider" buyurmuştur. (Buhâri Kitâbu’t-Tıbb H.71 S.5778 C.12 44 Fal Bâbı Ötüken.)

Peygamberin faldan hoşlandığını söylemeleri asıl niyetlerini ortaya koymaya yeterli bir husustur.

CENAZELER VE KABİRLER KONUSUNDA UYDURMUŞ OLDUKLARI RİVAYETLERİNDEN ÖRNEKLER

541-... Ebû Said el-Hudri’den (rivayet edildiğine göre kendisine ölüm yaklaşınca yani elbiseler isteyip onları giymiş, sonra (şöyle) demiştir: “Ben Rasûlullah (s.a.)’i, (kişi) ölürken üzerinde bulunan elbiseler içerisinde diriltilir- derken işittim." (Ebû Dâvud, K. El-Cenâiz (20), Bab 13-14 C.11 H.3114 S.484 Şamil.)

Bu rivayette kişinin ölürken üzerinde bulunan elbiselerle diriltileceğini rivayet ettiler. Böylece Firavun ve Karun gibi dünyada maddi varlık sahibi olmuş kimseler süslü elbiselerle, bir çok maddi yönden dünya da fakir yaşamış Müslümanlarda eski elbiselerle dirilecek demektir. Bu da, bu rivayeti uyduranların dünyadaki maddi varlıklarını ahrete taşıma

385

Page 386: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

hasretlerinin bir belirtisidir. Dünyada mal, mülk bir imtihan vasıtasıdır ve dünya malı dünyada kalır. Allah ahrette cennet ehlini süsler. Firavun, Karun ve Heman gibilerini değil.

542-.......... İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S) bir hutbe yaptı da:

- “Ey insanlar! Şüphesiz sizler (kıyâmet gününde) Allah’ın huzûruna yalınayaklılar, çıplaklar ve erlik yerleriniz sünnetsiz olarak toplanacaksınız" buyurdu.

Bundan sonra şu âyeti okudu: “(O günü biz göğü, kitâpların sahifelerini dürüp büker gibi düreceğiz.) İlk yaratışa nasıl başladıksa, üzerimize hakk bir va’d olarak, yine onu iâde edeceğiz. Biz, (va’dettiğimimizi) yaparız. (21/104)

Ve şöyle devam etti:

- “Kıyamet günü yarattıklarından ilk elbise giydirilecek olan kişi İbrâhim’dir. ....... (Buhâri Kitâbu’t-Tefsir H.147 S.4348 C.9 Ötüken.)

Bu rivayette, mahşerde çıplak v.s. olarak toplanacağımızı rivayet etmeleri, evvel ki rivayetle çelişkilidir.

543- Muğire radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Binekli, cenazenin ardından yürür, yaya ise dilediği yerden....... (K.S. 5452 C.15 S.270 Akçağ, alıntıları: Tirmizi, Cenâiz 42,(1031); Nesâi, Cenâiz 55,56, (4,55,56); Ebû Dâvud, Cenâiz 49,(4180))

544- Hz. Sevbân radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir cenazeye katılmıştı. Bir kısım binekliler gördü.

“(binerek cenazeye teşyi etmekten) utanmıyor musunuz? Allah’ın melekleri yaya olsunlar da siz hayvanların sırtında

386

Page 387: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

olun (olacak şey değil)!" buyurdular." (K.S. 5453 C.15 S.271 Akçağ, alıntıları: Tirmizi, Cenâiz 28,(1012); Ebû Dâvud, Cenâiz 48,(3177))

Bu rivayette binekli olarak cenaze teşyi edilemeyeceğini rivayet etmeleri, evvelki rivayette bineklinin cenaze teşyiine katılabileceği yolundaki rivayetleriyle çelişkilidir.

545- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Birinizin bir kor üzerine oturup oradan da bedenini yakması, kendisi için bir kabrin üzerine oturmaktan daha hayırlıdır."(K.S. 5483 C.15 S.296 Akçağ, alıntıları: Müslim, Cenâiz 96,(971); Ebû Dâvud, Cenâiz 77,(3228); Nesâi, Cenâiz 105,(4,95))

Bu rivayette kabirler üzerine oturulamayacağını tahdis ettiler.

546- Hz. Ali radıyallahu anh’tan anlatıldığına göre kabirlere dayanır, üzerlerine yatardı. (K.S. 5484 C.15 S.297 Akçağ, alıntısı: Muvatta, Cenâiz 34,(1,233))

Bu rivayette ise, değil mezarların üzerine oturmak, üzerlerine yatılabileceğini tahdis etmeleri evvelki rivayetleriyle çelişkilidir.

547- Hz. Osman İbnu Affân radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Osman İbnu Maz’ûn üzerine cenaze namazı kıldırdı. Namazda dört kere tekbir getirdi."(K.S. 6445C.17 S.122 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 1502.)

547/A- El-Heceri rahimehullah anlatıyor: “Resûlullah’ın sahabisi olan Abdullah İbnu Ebi Evfa ile birlikte, onun bir kızının cenaze namazını kıldım. Abdullah dört kere tekbir getirdi. Dördüncüden sonra (selam vermeyip) biraz durdu. Ben safların muhtelif yerlerinden cemaatin onu uyarmak üzere “sübhanallah" dediklerini işittim. Sonra selam verdi ve

387

Page 388: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

dedi ki: “Siz benim beş kere tekbir getireceğimi mi zannediyorsunuz?" Cemaat: “Evet bundan korktuk" dediler. Bunun üzerine: “Hayır bunu yapmayacağım. Ancak Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm dört kere tekbir getirir, sonra bir müddet durup Allah’ın söylemesini dilediği bir şeyler söyler, sonra da selam verirdi." dedi." (K.S. 6446 C.17 S.122 Akçağ, alıntısı İbn-i Mace 1503.)

Bu iki rivayette, cenaze namazında dört kereden fazla tekbir getirilemeyeceğini rivayet ettiler.

548- Kesir İbnu Abdillah’ın dedesi, “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın (cenaze namazında) 5 kere tekbir getirdiğini söylemiştir."(K.S. 6447 C.17 S.123 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 1506.)

Bu rivayette ise cenaze namazında beş kere tekbir getirilebileceğini söylemeleri evvelki rivayetle çelişkilidir.

549-.......... Katâde şöyle demiştir: Bize Enes ibn Mâlik (R), Ebû Talha’dan şöyle zikretti: Peygamber (S) Bedir günü harb sonunda Kureyş şeriflerinden yirmi dört kişinin cesetlerinin bir araya toplanmasını emretti de, bunlar Bedir kuyularından pis ve pis şeyleri içine alan bir kuyuya atıldılar. Peygamber düşman bir kavme gâlip olunca onun açık bir sâhasında üç gece kalmak âdetinde idi. Bedir harbinin üçüncü günü olunca da Peygamber, devesinin getirilmesini emretti. Yol ağırlığı deveye yüklenip bağlandı. Sonra Peygamber yürüdü, sahabeleri de kendisinin ardı sıra yürüdüler. Sahabeler birbirlerine:

-Herhalde Peygamber bâzı ihtiyâcı için gitmektedir sanıyoruz dediler.

Nihâyet peygamber, öldürülen Kureyş ileri gelenlerinin atıldıkları kuyunun bir tarafında durdu da onları kendi adlarıyla ve babalarının adlarıyla şöyle çağırmaya başladı:

388

Page 389: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- “Yâ Fulân oğlu Fulân, yâ Fulân oğlu Fulân! Siz Allah’a ve Resûlü’ne itâat etmiş olsaydınız, itâatiniz sizleri sevindirir miydi? (Ey öldürülenler!) Biz Rabb’imizin bize va’dettiğini nusret ve zaferi muhakkak sûrette gerçek bulduk. Siz de (bâtıl) rabbinizin va’dettiği nusret ve zaferi gerçek buldunuz mu?"buyurdu.

Râvi Ebû Talha dedi ki: Umer:

- Yâ Rasûlullah! Kendilerinde ruhları bulunmayan şu cesetlere ne söylüyorsun? dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah (S):

- “Muhammed’in nefsi elinde olan Allah’a yemin ederim ki, benim söylemekte olduğum sözleri sizler onlardan iyi işitir değilsiniz" buyurdu.

Katâde: Allah onları ayıplamak, küçültmek, azâb etmek ve kaçırdıkları fırsatlara yanmaları, yaptıkları zulümlere pişmânlık duymaları için, Bedir kuyusundaki cesetlere Peygamber’in hitâbesini işittirecek derecede hayât vermiştir, demiştir. (Buhâri, Kitâbu2l- Mağazi H. 27 C.8 Bâb 7 S.3727-3718. Ötüken)

550- Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Kul kabrine konulup, yakınları da ondan ayrılınca-ki o, geri dönenlerin ayak seslerini işitir- .................. (K.S. 5500 C.15 S.309-310 Akçağ, alıntıları: Buhari, Cenâiz 68, 87; Müslim, cennet 70,(2870); Ebû Dâvud, Cenâiz 78,(3231); Nesâi, Cenâiz 110,(4,97,98); Tirmizi, Cenâiz 70,(1071 -Ebu Hüreyre’den-.)

Bu rivayetlerde ölülerin duyduğunu iddia etmişlerdir. Ayrıca rivayetler kendi aralarında, Katade’nin tevilinden dolayı çelişkilidirler. Katade bu hususun Bedirde katledilen müşrik önderlerinin pişmanlık duymaları için, Allah’ın takdir ettiği

389

Page 390: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

özel bir durum olduğunu söylemiştir diye iddia etmelerine rağmen. Sonuncu rivayette duyma işinin tüm ölüler için genel bir durum olduğunu söylemeleri açık bir çelişkidir. Ayrıca her iki rivayet Kur’an ile çelişkilidir. Bu hususta Kur’an’dan mealen:

- Allah öldükleri sırada canları alır, ölmeyenleri de uykularında; sonra ölümüne hükmettiğini tutar, ötekilerini de belli bir süreye kadar (bedenlerine) gönderir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır. 39/42

- O’dur ki, geceleyin sizi öldürür, gündüzün ne işlediğinizi bilir; sonra belirlenmiş süre geçirilip tamamlansın diye gündüzün sizi diriltir. Sonra dönüşünüz O’nadır; (O, dünyada) yaptıklarınızı size haber verecektir. 6/60

Görüldüğü gibi, ölümle uyku aynı şeydir. Uyuyan her kişi uykuyu bilir. Uyanmadığı müddetçe dünyadan hiçbir ses duymaz, duyuyorsa uyanmış demektir. Bu ölü için diriliş demektir, dolayısıyla ölülerde uykudaki insan gibi dünyadan hiçbir ses duymazlar.

Ayrıca, Kur’an’dan başka örnek verecek olursak, mealen:

- Sen ölülere duyuramazsın, arkalarını dönmüş kaçarken sağırlara da çağrıyı işittiremezsin. 27/80

Bu itibarla tahdis etmiş oldukları rivayetler Kur’an’la çelişkili olup aslı yoktur.

551- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor:”Ashab’a Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’dan sevgili kimse yoktu. Buna rağmen Aleyhissalâtu vesselâm’ı gördükleri zaman ayağa kalkmazlardı. Çünkü O’nun bundan hoşlanmadığını biliyorlardı." (K.S. 3318 C.10 S.115 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Edeb 13,(2755))

390

Page 391: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

552- Ebû Ümame (radıyallahu anh) anlatıyor: Bir gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yanımıza geldi, elinde de bir âsa (değnek) vardı. Biz ayağa kalktık.

“Yabancıların birbirlerini büyüklemek için ayağa kalkmaları gibi ayağa kalkmayın!" buyurdu." (K.S. 3319 C.10 S.116 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Edeb 165,(5230))

553- Ebu Miczel rahimehullah anlatıyor: “Hz. Muâviye radıyallahu anh, İbnu’z-Zübeyr ve İbnu Âmir (radıyallahu anhüm)’in yanlarına geldi. İbnu’z-Zübeyr oturdu (kalkmadı). Hz. Muâviye Radıyallahu anh, İbnu Âmir’e:

“Otur, zira Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın: “İnsanların kendisi için ayağa kalkmalarından hoşlanan kimse ateşteki yerini hazırlasın" buyurduğunu işittim" dedi."(K.S. 3320 C.10 S.116 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Edeb 165,(5229); Tirmizi, Edeb 13,(2756))

Vermiş oldukları üç rivayette, bir kimsenin bir başka şahıs için ayağa kalkmasının peygamber tarafından yasaklanmış olduğunu, böyle bir hareketin iyi bir hareket olmadığını, hatta peygamber için dahi ayağa kalkılmaması gerektiği ve peygamberin kendisi için yapılacak böyle bir hareketten hoşlanmayacağını tahdis ettiler. Buna rağmen şu rivayetleri de tahdis ettiler:

554-.............. Bize Yahyâ ibn Ebi Kesir, Ebû Seleme ibn Abdirrahmân’dan; o da Ebû Said el-Hudri(R)’den tahdis etti. Peygamber (S): “Bir cenâze gördüğünüz zamân hemen ayağa kalkınız. Cenâzenin ardından giden kimse ise, cenâze konuluncaya kadar oturmasın" buyurmuştur. (Buhâri, Kitâbu’l-Cenâiz H.69 C.3 S.1236 Bâb 48 Ötüken.)

555-............. Câbir ibn Abdillah şöyle demiştir: bir kere yanımızdan bir cenâze geçmişti. Peygamber (S) hemen o cenâze için ayağa kalktı. Biz de ona uyarak ayağa kalktık ve:

391

Page 392: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Yâ Rasûlullah! Bu bir Yahûdi cenâzesidir, dedik.

- “Bir cenâze gördüğünüz zaman hemen ayağa kalkınız" buyurdu. (Buhâri, Kitâbu’l-Cenâiz H.70 C.3 S.1237 Bâb 49 Ötüken.)

556-.............. Bize Amr İbnu Murre tahdis edip şöyle dedi: Ben Abdurrahmân İbn Ebi Leylâ’dan işittim. Şöyle dedi: Sehl ibn Huneyf ile Kays ibn Sa’d, Kaadisiyye mevkiinde oturuyorlardı. Ora halkı bunların yanından bir cenâze geçirdiler. Sehl ile Kays hemen ayağa kalktılar. Kendilerine: Bu cenâze, bu ârazilerin halkından, yâni zimmet ehlindendir, denildi. Bunun üzerine Sehl ile Kays:

- Peygamberin (S)’in yanından bir Yahûdi cenâzesi geçmişti de Peygamber hemen ayağa kalkmıştı. Bunun üzerine Peygamber’e de: Bu bir Yahûdi cenâzesidir, denilmişti de Peygamber (S): “Bu da (yaşayıp ölen) bir insan değil mi?" diye cevap vermişti, demişlerdir. ... (Buhâri, Kitâbu’l-Cenâiz H.71 C.3 S.1238-1239 Bâb 49 Ötüken.)

Peygamberin önünde dahi ayağa kalkılmaz diye tahdiste bulunup, buna rağmen ölen kafirler de insandır onların cenazesi önünde ayağa kalkılması gerekir iddiasında bulunmaları ve bu yönde rivayet tahdis etmeleri açık bir çelişkidir. Bundan öte bu rivayeti uyduranların kimden yana sevgi beslediklerinin açık belirtisidir.

557 Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm kabrin kireçlenmesini, üzerine bina yapılmasını, üzerine oturulmasını, üzerine yazı yazılmasını ve ayakla basılmasını yasakladı." (K.S. 5470 C.15 S.285 Akçağ, alıntıları: Müslim, Cenâiz 94, (970); Ebû Dâvud, Cenâiz 76,(3225,3226); Tirmizi, Cenâiz 58,(1052); Nesâi, Cenâiz 96,(4,86,88))

558- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

392

Page 393: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Allah kabirleri çok ziyaret eden kadınlara ve kabirlerin üzerine mescitler yapanlara, kandiller takanlara da lanet etsin." (K.S. 5477 C.15 S.291 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Cenâiz 61.)

559- Hassân İbnu Sâbit radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm kabirleri ziyaret eden kadınlara lânet etti."(K.S. 6476 C.17 S.139 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 1574.)

560- Ebû Mâlik el-Eş’ari radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Yas tutmak cahiliye işlerinden biridir. Yas tutan kadın, tevbe etmeden ölürse, Allah Teâla hazretleri, ona katrandan bir elbise, cehennem alevinden de bir gömlek biçer." (K.S. 6481 C.17 S.141 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace, 1581 )

Kadınları İslamiyetken soğutmak gayretiyle çok miktarda yalan rivayetler uydurmuşlardır. Bunlardan bazısı da, çocuğu veya yakını ölen kadına, mezarlığa giderse veya üzülürse lanete uğrayacağı ve cehennemlik olacağı yolunda uydurmuş oldukları rivayetlerdir. Bu ise duygusal ve hassas olan kadınlar hakkında ileri sürülen ve aslı olmayan çok ağır bir yaptırımdır. Bazı durumlar var ki, değil kadınlar, erkekler dahi üzülürler ve bu gayet doğal bir durumdur.

Bu hususta, Kur’an’dan mealen:

- Ve yüzünü onlardan öteye çevirdi de: “Ey Yûsuf üzerindeki tasam (gel, gel, tam senin gelme zamanındır)!" dedi ve tasadan gözleri ağardı. (Acısını) yutkunuyordu. 12/84

Bu ayet meali, oğlu Yusuf Peygamberin kaybolması üzerine, üzüntüsünden gözlerine perde inen Yusuf Peygamberin babası hakkındadır. İslam dininde bazı durumlarda üzülmek yasak değildir, üzüntülü durumdan dolayı Allah’a isyan etmek yasaktır.

393

Page 394: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Kabirler üzerinde bina veya Mescid v.s. Yapılmaz diye iddiada bulunmalarına gelince, bu konuda örnek verecek olursak, Kur’an’dan mealen:

- (Nasıl onları uyutup sonra uyandırdıksa yine) böylece onları (bâzı insanlara) buldurduk ki, Allah’ın (öldükten sonra diriltme) va’dinin gerçek olduğunu ve kıyametin mutlaka geleceğini; onda asla şüphe olmadığını bilsinler. (Bunlar), o sırada kendi aralarında onların durumlarını tartışıyorlardı: “Onların üstüne bir bina yapın! dediler. Rab’leri onları daha iyi bilir. Onların işine galip gelenler (onların durumlarını iyi bilenler veya onların işini başarıya ulaştırıp tevhidi yerleştirenler) “Mutlaka onların üstüne bir mescid yapacağız,"dediler (ve bir mescid yaptılar). 18/21

Mealini yazmış olduğum bu ayet Eshabı Kehf hakkındadır. Onların durumunu tartışan bir grup onların üzerine bir bina yapılmasını istiyorlardı. Neticede mescid yapılmasını isteyenlerin galip gelmiştir. Eğer bina veya mescid yapılması hususu yasak veya mahzurlu olsaydı, Allah bunu belirtecekti, fakat bu hususta Kur’an’da herhangi bir yasaklama olmadığı gibi, Ayette tasvip olayı vardır. Diğer bir hususta, Peygamber aleyhissalâtu vesselâmın, Mezarının Medine’de Mescid de yapılmış olmasıdır. Mahzuru olması halinde ilk sahabelerin bu olayı yapmalarının mümkün görülmemesidir.

Bu itibarla uydurdukları rivayetlerin aslı yoktur.

561- ... Cahiliye devrinde ismi zalim b. Ma’bed iken Rasûlullah (s.a.) (in bulunduğu Medine’)ye hicret edince (Rasûlullah’ın kendisine “İsmin nedir?"diye sorması üzerine “Zalim" cevabını veren (Bunun üzerine Rasûl-ü Ekremden) “Hayır sen Beşir’sin" cevabını alan Rasûlullah (s.a.)’ın azatlı kölelerinden (rivâyet olunmuştur). Dedi ki:

Ben Rasûlullah (s.a) ile birlikte yürürken (bir ara Rasûl-ü Ekrem) müşriklerin kabirleri üzerine uğradı da üç defa “Bunlar daha önce çok hayır(lar)la karşılaştılar (da ondan yüz

394

Page 395: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

çevirdiler)"buyurdu. Sonra Müslümanların kabirlerine uğradı ve “Bunlar da çok hayırlara eriştiler" buyurdu. Sonra Rasûlullah (s.a.)’dan (bir) bakış (onlara doğru) bir süre devam etti. Bir de baktık ki ayağında ayakkabıları ile kabirler arasında gezinen bir adam karşımıza çıkıverdi. Bunun üzerine (Rasûlullah ona) “Ey, sibt (denilen tabaklanmış sığır köselesin)den yapılmış ayakkabı giyen kimse, yazık sana (çabuk) ayakkabılarını (ayağından çıkarıp) at."buyurdu. Adam Rasûlullah (s.a.) tanıyınca (hemen) onları çıkarıp attı. (Ebû Dâvûd, K. El-Cenkiz (20) Bab 72-74 H.3230 C.12 S.134 Şamil, diğer rivayet edenler: Nesâi, cenâiz 107; İbn Mâce, cenâiz 46.)

Bu rivayete göre kabirler arasında ayakkabıyla gezinilemeyeceğini rivayet ettiler. Buna rağmen şu rivayeti tahdis ettiler:

562-... Enes İbn Malik’den (rivayet edildiğine göre) Peygamber (s.a.) (şöyle) buyurmuştur:

“- Gerçekten kul kabre konulup da kendisinden uzaklaşıp gittikleri sırada onların ayakkabılarının seslerini işitir. (Ebû Dâvûd, K. El-Cenâiz 820) Bab 72-74 S.136 H.3231 Şamil, diğer rivayet edenler: Buhâri, cenâiz 68,87; Müslim, cenâiz 70; Ebû Dâvud, sünne 24; Nesâi, cenâiz 108.)

Madem ki, mezarlıkta ayakkabı giyilmiyorsa, “mezar ehli“, olmayan ayakkabıların sesini nasıl işittiler veya mahzurlu olmasına rağmen giyiliyorsa, mahzurlu olan şeyi tasvip manasında rivayetle örnek göstermek çelişkidir. Bu itibarla bu iki rivayet birbirleriyle çelişkili olup aslı yoktur.

563- Ebu Musa el-Eş’ari radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ölüye, dirinin ağlaması sebebiyle azap edilir. Diriler “Ey koruyucu! Ey giydirici! Ey yardımcı! Ey sığınak!"gibi (hitaplarla ölüye seslendikçe) ölü kıskıvrak tutulup çekilir ve: “Sen böyle misin? Sen böyle misin? denilir."

395

Page 396: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Râvi Esid der ki: “(Ben, bunu işitince) “Sübhanallah! Allah Teâla hazretleri “Birinin günahını bir başkasına yüklemez" buyurmadı mı!"dedim. Musa İbnu Ebi Musa: “Yazık sana! Ben sana, Ebu Musa radıyallahu anh’ın aleyhissalâtu vesselâm’dan anlattığını aktarıyorum. Yoksa sen Ebu Musa’nın Rasûlullah’a iftira ettiğini mi sanıyorsun? Veya benim Ebû Musa hakkında yalan söylediğimi mi zannediyorsun?" dedi." (K.S. 6488 C.17 S.145 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 1594 )

Uydurmuş oldukları bu rivayette, Kur’an’ın, rivayetlerinin doğruluğuna veya yanlışlığına ölçü olamayacağını vurgulamayı amaçlamışlardır.

Bir tarafta Kur’an ayeti, bir tarafta da sen bana yalancımı demek istiyorsun sözü. İşte din açısından, yolların ayrıldığı nokta, hadis konusunda burasıdır. Hiçbir şekilde rivayetlerinin Kur’an ölçüsüne vurulmasına tahammül edemezler. Zira böyle bir durumda bütün yalanları ortaya çıkmış olacaktır. Peygamber Kur’an’a aykırı sözler söylemiştir demeleri ise, Peygambere bir iftira ve büyük bir zülümdür:

Hiç kimsenin başkasının günahından sorumlu olamayacağı konusunda, Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:

- De ki: “Allah, her şeyin Rabb’i iken ben O’ndan başka Rab mi arayayım? Herkesin kazandığı yalnız kendisine aittir. Kendi (günah) yükünü taşıyan hiç kimse, bir başkasının (günah) yükünü taşımaz. Sonra dünüşünüz Rabb’inizedir; (O) ayrılığa düştüğünüz gerçeği size haber verecektir." 6/164

- Yoksa kendisine haber mi verilmedi: Mûsa’nın sahifesinde (yazılı) olan? 53/36

- Ve çok vefâlı İbrâhim’in (sahifesinde yazılı olan şu gerçekler): 53/37

396

Page 397: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Ki hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez. 53/38

- İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur. 53/39

Rivayetleri Kur’an’a aykırı olduğu gibi. Peygamberin Kur’an’a aykırı söz söylemeyeceği açıktır.

TEMİZLİK KONUSUNDA UYDURMUŞ OLDUKLARI BAZI RİVAYET ÖRNEKLERİ:

Elbise ve Beden temizliğinin, İslam dininde ki önemi büyüktür. Buna rağmen, bu konuda tiksindirici iftiralarda bulunmuşlardır.

Örneğin:

564- Ebu Sa’idi’l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a:

“Ey Allah’ın Resûlü! Biz senin için Budâ’a kuyusundan su alıyoruz. halbuki onun içerisine (ölmüş) köpeklerin leşleri, kadınların hayız bezleri, insan pislikleri atılıyor, (ne yapalım, su almaya devam edelim mi?)"diye sordular. Şu cevabı verdi:

“Su temizdir, onu hiçbir şey kirletmez." (K.S. 3494 C.10 S.317 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Tahâret 34,(66); Tirmizi, Tahâret 49,(66); Nesâi, Miyâh 2,(1,174))

“Bu, Ebû Dâvud’un metnidir. Ebû Dâvud der ki: “Kuteybe İbnu Said’i işittim. Suyun en çok olduğu durumda kasıklara kadâr çıkar" dedi. “Azaldığı zaman?"dedim. “Avret mahallinin (dizinin) altına düşer" dedi. Ebû Dâvud der ki: Budâ’a kuyusunu ridam ile bizzat takdir ettim. Üzerine ridâmı gerdim. Sonra ridâmı ölçtüm. Kuyunun genişliği altı zirâ idi. Bahçenin kapısını bana açan kimseye: “Kuyunun süre gelen yapısı hiç değiştirildi mi?"diye sordum. Bana “Hayır" dedi. Kuyunun içindeki suyun rengini değişmiş gördüm." (K.S. C.10 S.317 Akçağ.)

397

Page 398: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

565- İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ı dinledim. Kendisine çöl bir arazide bulunan bir sudan ve ona uğrayan hayvan ve vahşilerden soruluyordu. Şöyle cevap verdi:

“Eğer su iki kulle miktarında olursa pislik taşımaz!" (K.S. 3495 C.10 S.320 Akçağ; alıntıları: Ebû Dâvud, Tahâret 33,(63,64,65); Tirmizi Tahâret 50,(67); Nesâi, Miyah 3,(1,175); İbnu Mâce, Tahâret 75,(517,518))

Kulle veya Cerra testi demektir. Suyu hiçbir şeyin kirletemeyeceğini iddia etmeleri temizliğin inkarı demektir. Bu iddialarına rağmen sistemleri gereği bu rivayetlerine ters düşecek rivayetlerde uydurmuşlardır. Bundan amaçları öbür rivayetlerinde olduğu gibi, temizlik konusunda da Müslümanları kargaşaya sürüklemek istemeleridir, örneğin:

566- Abdurrahmân İbnu Hasane radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, elinde kalkan gibi bir şey olduğu halde bize doğru geldi ve onu yere bıraktı. Sonra onun gerisine çömelip ona doğru küçük abdest bozdu. Yanımızdakilerden biri: "(Resûlullah’a) bakın, tıpkı kadınlar gibi abdest bozuyor" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm bu sözü işitmişti.

“Beni İsrâil’in arkadaşının başına geleni işitmedin mi" dedi ve devam etti: “Onlara idrar bulaşınca, bıçakla idrarın değdiği yeri kazıyorlardı. Arkadaşları onları bu tatbikattan yasakladı. Bu adam, yasaklaması sebebiyle kabrinde azâba uğradı." (K.S. 3555 C.10 S.373-374 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Tahâret 11,(22); Nesâi, Tahâret 26, (1,26,28))

567- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Bir kaba, köpek banmışsa, onun temizlenmesi, yedi kere su ile yıkanmasına bağlıdır, hatta bunların ilki toprakla olmalıdır." (K.S. 3523 C.10 S.351 Akçağ, alıntıları: Buhari, Vudû 33; Müslim, Tahâret 97, (279); Muvatta Tahâret 35,(1,34); Ebu Dâvud,

398

Page 399: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Tahâret 37,(71,72,73); Tirmizi, Tahâret 68,(91); Nesâi, Miyâh 7,(1,176,177))

Bir taraftan iki testi miktarı suyu bile, köpek leşleri, insan pislikleri, kadınların hayız bezleri gibi şeylerin pisletmediklerini, suyun temiz olduğunu, onu hiçbir şeyin kirletemeyeceğini iddia ederken. Diğer taraftan idrarın değdiği yeri bıçakla kazımanın gerektiğini ve av hayvanı olarak tuttuğu av yenen köpeğin ağzını bandığı kabın, ilki toprakla olmak üzere yedi defa yıkanması gerektiğini iddia etmek açık bir çelişkidir.

468- Dâvud İbnu Sâlih İbni Dinâr et-Temmâr, annesinden anlatıyor: “Efendim beni, Hz. Aişe radıyallahu anhâ’ya bir miktar yemekle gönderdi. Gelince Hz. Aişe’yi namaz kılıyor buldum. Bana, elimdekini koymamı işâret etti. (Ben de bıraktım). Ancak bir kedi gelerek üzerinden yedi.

Hz. Aişe radıyallahu anhâ, namazdan çıkınca, kedinin yediği yerden yemeği (bir miktar) yedi. Sonra da şu açıklamayı yaptı: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselam: “Kedi necis değildir, o sizi çokça dolaşan birisidir" demişti. Ben ayrıca, “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın kedinin artığıyla abdest aldığını gördüm." (K.S.3526 C.10 S.353 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Tahâret 38,(76))

İddia ettiklerine göre, lağım faresi yakalayan kedinin ağzı temizdir. Fakat bıldırcın avlayan köpeğin ağzı necistir. Bu hususta yalan söylediklerine dair Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:

- Sana kendilerine neyin helal kılındığını soruyorlar. De ki: “Size iyi ve temiz şeyler helal kılındı. Allah’ın size öğrettiğinden öğreterek yetiştirdiğiniz avcı hayvanların, sizin için tuttuklarını yiyin ve üzerine Allah’ın adını anın. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir. 5/4

399

Page 400: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Yalnız şunu belirteyim ki: Bir pisliğe bulaşmadığı müddetçe, köpeğin ağzı temiz olduğu gibi, kedinin de ağzı temizdir.

569- Lübâde Bintu’l-Hâris anlatıyor: “Hz. Ali’nin oğlu Hasan radıyallahu anhümâ, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın kucağında idi, elbisesine akıttı. Ben atılıp:

“Ey Allah’ın Resûlü (yeni) bir elbise giy. İzârını da bana ver yıkayayım!"dedi. Cevaben:

“Kız çocuğunun idrarı olsa yıkanırdı; ancak erkek çocuğun idrarı su ile çilemek suretiyle temizlenir!" buyurdular." (K.S. 3507 C.10 S.336 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Tahâret 137,(375))

İdrar idrardır, ha erkek çocuğuna ait olmuş, yada kız çocuğuna ait olmuş fark eden nedir ki, temizlik yönünden fark iddia ediyorlar. Bu rivayet kız çocuğuna düşman olup, onları diri diri toprağa gömen zihniyetin eseri asılsız bir iddiadır.

570- Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm iki lanetten korkun buyurdular. Ashab:

“İki lânet de nedir? diye sorunca, açıkladılar:

“İnsanların yollarına abdest bozanla, gölgelerine abdest bozanlardır!" (K.S. 3538 C.10 S.363 Akçağ, alıntıları: Müslim, Tahâret 68,(269); Ebû Dâvud, Tahâret 14,(25))

İnsanların kullandıkları iki testi miktarı suya pisliğin zarar vermediğini tahdis etmeleriyle, yollara veya gölgeliklere abdest bozanların lanetleneceklerini iddia etmeleri çelişkidir.

571- Ebu Vâil’den gelen bir rivâyet şöyle: “Ebu Musa radıyallahu anh küçük abdest (bozma) hususunda çok titiz davranır (üzerine sıyrıntı değmemesi için âzami gayreti gösterirdi. O kadar ki,) küçük abdestini bir şişe içerisine

400

Page 401: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

bozar ve: “Beni İsrâil’den birinin bedenine sidik değecek olsa, adam kirlenen derisini bıçakla kazırdı" derdi.

(Bunu işiten) Huzeyfe radıyallahu anh dedi ki: “Arkadaşınızın titizliği bu kadar ileri götürmemesini tercih ederim. Ben, “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’la bir beraberliğimizi hatırlıyorum. Beraber yürüyorduk. Derken bir kavmin bir duvar gerisindeki küllüğüne rastladık. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, tıpkı sizden birinin ayakta bevletmesi gibi durup ayakta bevletti. .......... (K.S. 3549 C.10 S.369-370 Akçağ, alıntıları: Buhari, Vudû 62,60,61, Mezâlim 27; Müslim, Tahâret 9,(13); Nesâi, Tahâret 24,(3,25))

572- Hz. Aişe radıyallahu anhâ’dan rivâyete göre şöyle derdi: “Size kim, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın ayakta bevlettiğini söylerse, sakın onu tasdik etmeyin. O, daima çömelerek abdest bozardı." (K.S. 3553 C.10 S.373 Akçağ, alıntıları: Tirmizi, Tahâret 8,(12); Nesâi, Tahâret 25,(1,26))

Yukarıdaki iki rivayetin bir birleriyle çelişkili oldukları açıktır.

573- İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, ölmüş (ve terkedilmiş) bir koyuna rastlamıştı.

“Bunun derisinden faydalanmıyor musunuz?"buyurdular. Oradakiler:

“Ama bu meytedir (leştir, istifâdesi câiz değildir)"dediler. Aleyhissalâtu vesselâm:

“Meytenin yenmesi haramdır!" buyurdular.”

Bir başka rivâyette: “Bunun derisini alıp debbağlı yarak istifâde etmiyor musunuz?"demiştir. (K.S. 3531 C.10 S.357 Akçağ, alıntıları: Buhari, Büyû 101, Zekât 61, Zebâih 30; Müslim, Hayz 100,103,104, (363,364,365); Muvatta, Sayd

401

Page 402: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

16,(2,98); Ebû Dâvud, Libâs 41,(4120,4121); Tirmizi, Libâs 7,(1727); Nesâi, Fera’ ve’l-Atire 9,(7,171,172) .)

574- Abdullah İbnu Ukeym radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, ölümünden bir ay önce Cüheyne kabilesine şöyle yazdı:

“Meytenin ne deri ne de sinirinden istifade etmeyin." (K.S. 3534 C.10 S.359 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, libâs 42,(4127, 4128); Tirmizi, Libâs 7,(1729); Nesâi, Fera’ ve’l- Atire 10,(7,175))

Yukarıdaki iki rivayetin bir birleriyle çelişkili oldukları açıktır.

575- . ... Ali (r.a.)’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur.

“Kim kıl dibi kadar bir yeri yıkamayıp cünüp bırakırsa ona (terk edilen yere veya bu yeri yıkamayıp terk eden kişiye) şöyle böyle (veya şu kadar süre) azap edilir.”

Ali (r.a) “Bunun (bu şiddetli azabı duyduğum) için (üç defa) başıma (saçıma) düşman oldum" der ve saçını tıraş ederdi. (Ebû Dâvûd, K.Taharet (1), Bâb 98 H.249 C.1 S.448 Şamil, ayrıca: İbn Mâce, taharet 106, )

576-. ... Cübeyr b. Mut’im’den rivâyet edildi ki:

Sahabe-i Kirâm (r.a.) Rasûlullah (s.a.)’ın yanında cünüplükten dolayı yıkanmaktan bahsettiler. Rasûlullah (s.a.) her iki ile de göstererek “Bakın ben başıma üç defa (üç avuç) dökerim" buyurdu. (Ebû Dâvud, K.Taharet (1), Bâb 97 H.239 C.1 S.432 Şamil.)

Evvelki rivayette hiçbir kıl dibi yıkanmadan bırakılamaz diye tahdis etmişken, sonra ki rivayette cünüplükten yıkanmak için üç avuç suyun yeterli olacağını tahdis etmeleri çelişkidir. Üç avuç suyun değil insan vücudunu yıkamaya yeterli

402

Page 403: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

gelmesi, bir çok insanın yalnız saçını dahi ıslatmaya yeterli gelmez, İslam Dininde yıkanmanın manası bu değildir, çocukların bile anlayabileceği gerçek manada yıkanmadır.

EKONOMİ KONUSUNDA UYDURMUŞ OLDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

Bir toplumda, zenginler, fakirler ve orta halliler olabilir. Çeşitli gelir guruplarının olması, iş yaptıranla iş yapanların bulunması üretim için gereklidir. Eğer maddi varlık sahibi olan Müslümanlar helal yollardan kazanç sağlıyorlarsa, sadaka ve zekatlarını veriyor ve Allah’a şükrediyorlarsa, sevap kazanır ve mallarından dolayı kötülenmezler. Fakir olan Müslüman kimselerde sabreder ve Allah’a isyan etmeyip, Allah’ın kendilerine de vermiş olduğu nimetlere şükrederlerse onlarda sevap kazanırlar. Kimi zengin vardır, malından dolayı günah işler ve cehennemi hak eder. Kimi fakirde vardır, fakirliğinden dolayı Allah’a isyan eder o da cehennemi hak eder. Demek ki mal bir imtihan vasıtasıdır. Bu imtihanı zenginde, fakirde kazanabilir veya kaybedebilir.

Bir toplumda fakirliği övmek suretiyle o toplumun çalışmasına mani olmak ise o toplumun çökmesini arzulayan kimselerin işidir. Diğer taraftan, İslam dinine göre cennete gitmenin yolu ancak fakirlikle mümkündür denmesi halinde bunu diyenlerin amacı insanları fakirlikle korkutmak suretiyle İslam dininden uzaklaştırmaya çalışmaktır.

Şimdi bu konuda uydurmuş oldukları rivayetlerinden örnekler verecek olursam:

577-............ Bize Ebû Recâ’, İmran ibn Huseyn’dan tahdis etti ki, Peygamber (S): “Ben (mi’râc gecesi) cennete baktım da, cennet ahâlisinin çoğunun fakirler olduğunu gördüm. Cehenneme de baktım. Cehennemdekilerin çoğunu da kadınlar gördüm" buyurmuştur. (Buhâri, Kitâbu Bed’i’l-Halk H.51 S.3051 Bâb 67 Ötüken.)

403

Page 404: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

578- Hz. Ebû Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Fukaralar, cennete zenginlerden beş yüz yıl önce girerler. Bu (Allah’ın indinde) yarım gündür."(K.S. 2072 C.7 S.446 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Zühd 37, (2354))

579- Abdullah İbnu Muğattel radıyallahu anh anlatıyor: “Bir adam gelerek “Ey Allah’ın Resûlü! Ben seni seviyorum" dedi. Resûlullah:

“Ne söylediğine dikkat et!"diye cevap verdi. Adam:

“Vallahi ben seni seviyorum!"deyip, bunu üç kere tekrar etti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunun üzerine adama:

“Eğer beni seversen, fakirlik için bir zırh hazırla. Çünkü beni sevene fakirlik, hedeflerine koşan selden daha süratli gelir." (K.S. S.2078 C.7 S.453 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Zühd 36,(2351))

Peygamberi sevmekle fakirliğin hiçbir ilgisi olmadığı gibi. Bu iddia, Müslümanları peygamberi sevmekten engelleme çabasıdır. İslam dininde peygamberi sevmek zorunlu bir olaydır, Peygamberi sevmeyeni Allah’ta sevmediği gibi, böyle bir kimsenin Allah yanında bir değeri olamaz. Bundan dolayı, Müslümanların peygamberi sevme olayı istisnai bir olay değildir, bir kişinin çıkıp peygambere seni seviyorum demesini ve bunu istisnai bir olaymış gibi göstermeleri ile fakirlikle ilişkilendirmelerinin İslam dininde yeri yoktur.

Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Peygamber, müminlere nefislerinden daha yakındır. Onun zevceleri de (müminlerin) analarıdır. Allah’ın Kitabında, akraba da birbirine diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındır. Ancak, dostlarınıza iyilik etmeniz müstesnadır. Allah’ın kitabında böyle yazılıdır. 33/6

404

Page 405: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabânız, kazandığınız mallar, düşmesinden korktuğunuz ticâret(iniz), hoşlandığınız meskenler, size Allah’tan, Resûlünden ve O’nun yolunda cihâd etmekten sevimli ise o halde Allah emrini getirinceye kadar gözetleyin (başınıza gelecekleri göreceksiniz)! Allah, yoldan çıkmış topluluğu (doğru) yola iletmez. 9/24

Görüldüğü Müminler, Peygamberi kendi nefisleri dahil, bütün akrabalarından ve mallarından daha fazla sevmek zorundadırlar.

Peygamberi sevmekle fakirliğin hiçbir ilgisi olmadığı gibi. Peygamber kimseyi bu şekilde fakirlikle korkutmaz. Fakirlikle kimin korkuttuğuna dair Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:

- Şeytan sizi fakirlikle korkutur, ve size çirkin şeyleri yapmayı emreder. Allah ise size kendi tarafından bağışlama ve lütuf vadediyor. Şüphesiz (Allah(ın lûtfu) geniştir, (O) bilendir. 2/268

Dünyada Müslüman, fakir de olabilir zengin de, dünya imtihan yeridir. Fakat bunlara göre fakirlik Müslüman ın hayat boyu iddialı olmalıdır. Hatta bu konuda Peygamberin duada bulunmuş olduğunu tahdis etmektedirler, örneğin:

580- Amr İbnu es- Sakafi radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ey Allah’ım! Kim bana inanır, beni tasdik eder, ve her ne getirmiş isem onun senin yüce katından olduğunu ve hak olduğunu bilirse, ona az mal, az evlat ver, ona, sana kavuşmayı sevdir ve ölümünü çabuklaştır. Kim de bana inanmaz ve beni tasdik etmezse malını ve evladını çok kıl, ömrünü de uzat." (K.S. 7258 C.17 S.573 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 4133.)

405

Page 406: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Halbuki daha önce 220. Örnekte belirttiğim gibi, uzun yaşayan müminler daha iyidirler diye tahdiste bulunmuşlardır. Allah’a kavuşmayı sevme ile kamufle ederek, Müminlere felaket dilerken bu tahdislerini unutu verdiler, şöyle ki:

581- <<220>>- Talha İbnu Ubeydullah radıyallahu anh anlatıyor: “Beli (kabilesinden) iki kişi Aleyhissalâtu vesselâm’ın yanına geldiler. İkisi beraber Müslüman olmuştu. Biri gayret yönüyle diğerinden fazlaydı. Bu gayretli olanı, bir gazveye iştirak etti ve şehit oldu. Öbürü, ondan sonra bir yıl daha yaşadı. Sonra o da öldü.”

Talha (devamla) der ki: “Ben rüyamda gördüm ki: “Ben cennetin kapısının yanındaydım. Bir de baktım ki yanımda o iki zat vardır. Cennetten biri çıktı ve o iki kişiden sonradan ölene (cennete girmesi için) izin verdi. Aynı vazifeli zat, bir müddet sonra yine çıktı, şehit olana da (içeri girme) izni verdi. Sonra, adam benim için geri geldi ve:

“Sen dön, senin cennete girme vaktin henüz gelmedi!"dedi. Sabah olunca Talha bu rüyayı halka anlattı. Herkes bu rüya(da şehit olan zâtın sonradan cennete girmesine) şaştı. Bu, Resûlullah’a kadar ulaştı, rüyayı ona anlattılar. (Dinledikten sonra) Aleyhissalâtu vesselâm:"Burada şaşacak ne var?"buyurdular. Halk: “Ey Allah’ın Resûlü!" Bu zat (din için) çalışmada öbüründen daha gayretli idi ve şehit de oldu. Ama cennete öbürü ondan evvel girdi" dediler. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Berikisi ondan sonra bir yıl hayatta kalmadı mı?"dedi.

“Evet!"dediler. Aleyhissalâtu vesselâm: “Ve o ramazan idrak edip oruç tutmadı mı, bir yıl boyu şu şu kadar namaz kılmadı mı?"Halk yine: “Evet!"deyince, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Şu halde ikisinin arasında bulunan mesâfe gök ile yer arasındaki mesafeden fazladır!"buyurdular. (K.S. 7173 C.17 S.517 Akçağ 1993, alıntısı İbn-i Mace 3925.)

406

Page 407: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

İki rivayet arasındaki çelişki düşünüldüğünde asıl amaçlarının, Müslümanlara saldırı olduğu açıkça anlaşılır. Kısa ömür isterken Müminlerin yok olmasını arzulamaktadırlar, Uzun ömür isterken ise amaçları şehitliği hafife almak istediklerindendir.

İddia ettiklerine göre, güya Peygamber aleyhissalâtu vesselâm, Allah’tan Müminler için az mal az evlat ve çabuk ölüm istemiş. Kafirlere de çok mal, çok evlat ve uzun ömür istemiş. Mümin kimseler, Allah’ı severler, Allah’ın rızasını kazanarak, Allah’a kavuşmayı isterler. Fakat bunun manası dünya hayatında Allah’tan az mal az evlat ve çabuk ölüm istemek değildir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Onlar ki yalan şahitlik etmezler, boş laf (konuşanlar)a rastladıklarında vakar ile (oradan) geçip giderler. 25/72

- Ve onlar ki kendilerine Rab’lerinin âyetleri hatırlatıldığı zaman, onlara karşı sağır ve kör davranmazlar. 25/73

- Ve onlar ki: “Rabb’imiz, bize gözler sevinci (gönüller açan) eşler ve çocuklar lûtf eyle ve bizi (senin azâbından) korunanlara önder yap."derler. 25/74

- İşte onlar, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamlarıyla mükâfatlandırılacaklar, orada hürmet ve selâmla karşılanacaklardır. 25/75

- Orada ebedi kalacaklardır. Orası ne güzel bir konak ve ne güzel bir makamdır. 25/76

Demek ki Müminler dünya hayatında, Allah’tan gözler sevinci, gönüller açan eşler ve çocuklar isterler ve bu dua öyle bir duadır ki, Allah tarafından övülmüştür.

Tahdis etmiş oldukları rivayette aslında Mümin düşmanlığı yapmaktadırlar, öyle ki, bir kimse bir başka kimseye, Allah, sana az mal az evlat versin canını da çabuk alsın derse bu dostça bir davranış olarak yorumlanamaz. Muhakkak ki,

407

Page 408: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Allah’ın rızasını kazanıp cennete girmek dünya hayatından daha iyidir, fakat bunun yolu, Allah’ın dünya hayatında verdiği nimetleri red etmek değildir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Onlardan kimi de: “Rabbımız, bize dünyâda da güzellik ver, âhirette de güzellik ver, bizi ateş azabından koru!"der. 2/201

- İşte onların, kazandıklarından (alacakları) bir payları vardır. Allah, hesabı çabuk görendir. 2/202

- Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah bozguncuları sevmez. 28/77

Şimdi, Müslümanları fakirliğe teşvik etmek için uydurmuş oldukları rivayetlerinden örnekler vermeye devam edecek olursam:

582- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle dua etmişti: Allah’ım, beni miskin olarak yaşat, miskin olarak ruhumu kabzet, Kıyamet günü de miskinler zümresiyle birlikte haşret."

Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) atılarak sordu: “Niçin ey Allah’ın Resûlü?)"

“Çünkü, dedi, onlar cennete, zenginlerden kırk bahar önce girecekler. Ey Aişe! Fakiri, yarım hurma ile de olsa boş çevirme. Ey Aişe! Fakirleri sev ve onları (rivâyet meclisine) yaklaştır, tâ ki Kıyâmet günü Allah da sana yaklaşsın." (K.S. 2071 C.7 S.444 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Zühd 37,(2353))

583-. ... Cübeyr b. Nüfeyr el-Hadrami’den rivayet olunduğuna göre kendisi Ebu’d-Derdâ’yı şöyle derken işitmiştir: Ben Rasûlullah’ı (s.a.) şöyle buyururken dinledim:

408

Page 409: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Bana zayıfları çağırınız (da ben onların yüzü suyu hürmetine Allah’dan düşmanlara karşı zafer dileyeyim). Çünkü siz zayıflarınız(ın duası bereketi) ile rızıklandırılır ve yardım edilirsiniz..." (Ebû Dâvûd, K.el-Cihâd (15), Bâb 70 C.10 S.97 H.2594 Şamil, ayrıca: Nesâi, Cihâd 43; Tirmizi, cihâd 24.)

584- Katâde İbnu Nu’mân (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Allah bir kulu sevdimi, onu dünyâdan korur. Tıpkı sizden birinin hastasına suyu yasaklaması gibi." (K.S. 1972 C. S.246 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Tıp 1, (2037))

585- Hz. Osman radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Ademoğlunun şu üç şey dışında (temel) hakkı yoktur: İkamet edeceği bir ev, avretini örteceği bir elbise, katıksız ekmek ve su." (K.S. 4855 C.14 S.44 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Zühd 30,(2342))

586- Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a (evde bulunması gereken) yataklar zikredilmişti. Şöyle buyurdular:

“Kişinin kendisi için bir yatak, kadın için bir yatak, misafir için bir yatak lazımdır. Dördüncü yatak şeytanadır." (K.S. 5301 C.15 s.90 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Libas 45, (4142); Nesâi 82, (6,135): Müslim, Libas 41, (2084))

587- Ebû Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Bana zayıflarınızı arayın. Zira sizler, zayıflarınız sebebiyle yardıma ve rızka mahzar kılınıyorsunuz."(K.S. 2076 C.7 S.450 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Cihâd 77, (2594); Tirmizi, Cihâd 24,(1702); Nesâi, Cihâd 43,(6, 45-46))

588- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir yahudiden, veresiye yiyecek

409

Page 410: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

satın aldı. Rehin olarak zırhını verdi."(K.S. 2001 C.7 S.303 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Rehn 2,5, Büyû 14,33,88, Silm 5,6 İstikraz 1, Cihâd 89, Meğâzi 85, Müslim, Musâk3at 124,(1603); Nesâi, Büyû 58,87,(7,288,303))

589- Esma Bintu Yezid (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, zırhını bir yahudinin yanında, bir miktar zahire mukabili rehine bırakmış olarak vefat etti." (K.S.6747 C.17 S.294 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace, 24,38.)

590- İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın yanına girmiştim. Onu bir hasır örgünün üzerinde uyumuş buldum. Hasır, (vücudunun açık olan) yan taraflarında izler bırakmıştı.

“Ey Allah’ın Resûlü dedim, sana bir yaygı temin etsek de hasırın üstüne sersek, onun sertliğine karşı sizi korusa!”

“Ben kim, dünya kim. Dünya ile benim misâlim, bir ağacın altında gölgelenip sonra terk edip giden yolcunun misali gibidir." (K.S. 1970 C.7 S.244 Akçağ, alıntısı: Tirmizi,, Zühd 44,(2378))

591- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “(Ey Aişe! Cennette) benimle olman seni mesrur edecekse sana dünyadan bir yolcunun azığı kadarı kifâyet etmelidir. Sakın zenginlerle sohbet arkadaşlığı etme. Bir elbiseye yama vurmadan eskimiş addetme."(K.S. 2069 C.7 S.442 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Libâs 38, (1781).

592- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yarın için hiçbir şey biriktirmezdi."(K.S. 2176 C.8 S.8 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Zühd 38,(2363))

410

Page 411: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

593- Ebû Bürde İbnu Ebi Mûsa el-Eş’âri anlatıyor: “Hz. Aişe radıyallahu Anka’nın yanına girdim. Bana yamalı bir giysi ve kaba bir izar çıkardı ve “Resûlullah aleyhissalâtu vesselam şu iki (parça)nın içinde vefat etti!"dedi." (K.S. 5297, Libâs 35,(2080); Ebû Dâvud, Libâs 8, (4036); Tirmizi, Libas 10,(1733))

594- Ebu Hâzım anlatıyor: “Ben Sehl İbnu Sa’d radıyallahu anh’a: “Sen has undan yapılmış beyaz ekmek gördün mü? diye sormuştum.

Sehl: “Rasulûllah aleyhissalâtu vesselâm vefat edinceye kadar, beyaz ekmek görmedim" dedi. Ben tekrar: “Resûlullah zamanında ashabın eleği var mıydı? Dedim. “Aleyhissalâtu vesselâm vefat edinceye kadar elek görmedim" dedi. “Öyleyse elenmemiş arpa ekmeğini nasıl yiyiyordunuz?" dedim. “Biz onu üflerdik, içindeki kepekten uçan uçardı. Kalan (kepek)leri de su ile yumuşatıp yoğururduk" cevabını verdi." (K.S. 6983 C.17 S.422 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 3332.)

595- İbnu Abbâs radıyallahu anhıma anlatıyor: “Fâlûzeci ilk işitmem şöyle oldu: “Cebrail aleyhissalâm Rasûlullah’a gelip: “Ümmetine yeryüzü açılacak. O zaman onlara dünyalık bol bol akacak. Öylesine akacak ki fâlûzeç bile yiyecekler" dedi. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm: “Fâlûzeç nedir?"diye sormuş, Cebrail aleyhisselâm: “Yağ ve balı karıştırıp yapılan helva" diye açıklamıştır. Resûlullah bu haber karşısında hıçkıra hıçkıra ağlamıştır." (K.S. 6986 C.17 S.424 Akçağ, alıntısı İbn-i Mace 3340.)

596- Ebu Sa’idi’l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm hasta yatmakta iken yanına girdim. Elimi üzerine koydum, hararetini, yorganın üstünden elimin altında hissettim. “Ey Allah’ın Resûlü! Hararetiniz çok fazla!"dedim.

411

Page 412: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Biz (peygamberler) böyleyiz. Belalar bize katmerli gelir, buna mukabil ücretleri de katmerli verilir" buyurdular.

“Ey Allah’ın Resûlü! Hangi insanlar en çok bela çekerler?"dedim.

“Peygamberler!"buyurdular.

“Ey Allah’ın Resûlü! Sonra kimler?"dedim.

“Sonra sâlihler! Buyurdular ve açıkladılar: Onlardan biri fakirliğe öylesine müptelâ olur ki, kendisini örten abadan başka bir şey bulunamaz. Onlar, sizin bollukla sevindiğiniz gibi fakirlikle sevinirler." (K.S. 7211 C.17 S.542 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 4024.)

597- Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm hastalanmıştı. Sa’d İbnu Ebi Vakk’as geçmiş olsun ziyaretine gitti. Yanına varınca Selman’ı ağlıyor buldu. Sa’d: “Niye ağlıyorsun? Ey kardeşim, sen Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a arkadaşlık etmedin mi? Şöyle değil mi, böyle değil mi (diye ağlamasını abes kılan bir kısım faziletleri hatırlattı). Selman radıyallahu anh şu cevabı verdi:

“Ben şu iki şeyden biri için ağlamıyorum: “Ben ne bir dünya düşkünlüğü ne de ahiret gafleti sebebiyle ağlıyor değilim. Beni ağlatan Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın bir ahdidir. O bana bir husus ahdetmişti, şimdi kendimi o ahdi tecavüz etmiş görüyorum."

Sa’d: “Resûlullah size ne ahdetmişti?"diye sordu.

Selmân: “Aleyhissalâtu vesselâm bana: “Birinize dünyalık olarak bir yolcunun azığı kadarı yeterli" diye ahdetmişti. Ben kendimi bu haddi aşmış görüyorum. Sana gelince, ey Sa’d! Hüküm verdiğin zaman hükmünden, (hak) taksim ettiğin zaman taksiminden, bir şeye yöneldiğin zaman niyetinden Allah’tan kork."

412

Page 413: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Ravilerden Sâbit der ki: “Selman radıyallahu anh’ın vefat ettiğinde geriye nafaka olarak sadece yirmi küsur dirhemlik bir mal bıraktığı haberi bana geldi." (K.S. 7244 C.17 S.563-564 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 4104.)

Ve bunlar gibi, fakirliği övücü ve fakirliğe teşvik edici bir çok başka rivayetlerde mevcuttur. İddia ettiklerine göre bir Müslüman kuru ekmek ve suyla idare etmeli (Örnek 585). Evinde bulunduracağı yatak sayısı üçten fazla olmamalı (Ö.586). Peygamber dahi hasır üzerinde isteyerek yatıyormuş (Ö.590), ve yarın için hiçbir şey biriktirmezmiş (Ö.592), Vefat ettiği zaman zırhı yiyecek karşılığında bir yahudide rehinmiş (Ö.588-589). Kaba izar ve yamalı giysi giyermiş (Ö.593). Müslümanların yağ ve balı karıştırarak yemeleri ağlanacak bir durummuş (Ö.595). Fakirlik salih insanlara has bir şeymiş (Ö.596). Müslüman’a yolcunun azığı kadarı yeterliymiş (Ö.597). Ve daha bunlara benzer başka rivayetleri vardır. Bunlarla çelişkili olarak işlerine geldiği zaman kullanmak üzere metotları gereği başka rivayetleri de mevcuttur. Bu rivayetlerinden örnekler vermeden önce, mal edinmeyle ilgili olarak Kur’an’dan örnekler verecek olursam, bu konuda da yalan söyledikleri kolayca anlaşılır. Mealen:

- O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı; sonra göğe yöneldi, onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi bilir. 2/29

- Ey Adem oğulları, her mesci(de gidişiniz)de süs(lü, güzel elbiseler)inizi (üzerinize alın; yiyin için, fakat israf etmeyin; çünkü O, israf edenleri sevmez. 7/31

- De ki: “Allah’ın, kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti?"De ki: “O, dünya hayatında inananlarındır, kıyamet günü de yalnız onlarındır. “İşte biz, bilen bir topluluk için ayetleri böyle açıklıyoruz. 7/32

İnsanlar yeryüzünde ne varsa hepsinden meşru olarak istifade edebilir. Mescide gidildiğinde insanlar güzel süslü

413

Page 414: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

elbiselerini giymeye davet edilmişlerdir. Sadece israf men edilmiştir. Süsü ve Güzel rızıkları Müminlere haram edenler, onları bu güzel şeylerde, rivayetlerde olduğu gibi men etmeye çalışanlar, çirkin göstermek suretiyle haram olduğunu iddia edenler Kur’an’da tehdit edilmişlerdir. Ve onlara şöyle cevap verilmiştir. “Bu nimetler, dünya hayatında Müminlerindir, kıyamet günü de yalnız onlarındır.”

Müminlere örnek olsun diye özellikle peygamberler devamlı acı çeken, fakirlik içinde yaşayan ve bir lokma ekmeğe muhtaç kimseler olarak rivayetlerde belirtilmişlerdir. (Örnek 596 da olduğu gibi). hal bu ki, Allah, Süleyman peygambere büyük bir mülk vermişti, bu konuda Kur’an’dan mealen:

- “Rabb’im dedi, beni affet, bana benden sonra hiç kimseye nasip olmayan bir mülk (hükümdarlık ve mal) ver. Çünkü, sensin o çok lütfeden, sen!" 38/35

Ve Allah, duasını kabul ederek ona istediği mülkü verdi. İstediği mülkte kendisinden sonra hiç kimseye nasip olmayacak seviyede olmasıdır. Süleyman peygamber, peygamber olmakla, taktir edilir ki mahzuru olacak bir mülkü Allah’tan istemez. Hal böyle olunca, mal, mülk konusunda mülk edinmeyi kötüleyici ve fakirliği övücü olarak tahdis ettikleri rivayetler, Kur’an’la çelişkilidir.

Kendilerine nimet verilmişken, bunun zorlukla değiştirilmesini isteyen kimseler hakkında Kur’an’da şöyle denmiştir, mealen:

- Onlarla, içinde bereketler yarattığımız memleketler arasında (birinden diğeri) görünen şehirler var ettik ve bunlar arasında yürümeyi takdir ettik: “Oralarda geceleri, gündüzleri (ne zaman isterseniz) korkusuzca gezin, (dolaşın)"(dedik). 34/18

- “Rabb’imiz, seferimizin arasını uzaklaştır (şehirlerimiz birbirine çok yakın, bunların arasını uzat da daha uzun mesâfelere gidelim)." dediler ve kendilerine zulmettiler. Biz

414

Page 415: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

de onları, (insanlar arasında söylenen) efsanelere çevirdik. Ve onları darmadağın ettik. Şüphesiz bunda, sabreden, şükreden herkes için ibretler vardır. 34/19

Bu olay Seben’de oturanlar hakkında vuku bulmuştur. Allah onlara güvenlik içerisinde ve kolayca seyahat edebilecekleri, birbirlerine yakın güzel şehirler ihsan etmiş, onlar ise bu güvenlikli ve kolay seyahatlerinin zorlaştırılmasını Allah’tan istemişlerdir. Bu ise büyük bir yanlıştı, nimeti ret etmiş oluyorlardı, diğer bir ifadeyle nimete karşı nankörlük etmiş oluyorlardı. Zira insan Allah’a muhtaçtır, Allah’tan zorluk değil kolaylık istemelidir. Ve Allah onların bu yerinde olmayan isteklerinden dolayı onları darmadağın etti, öyle ki insanlar arasında ibretle söylenen efsaneler oldular. Hal böyle olunca Peygamberin Allah’tan fakirlik ve miskinlik istemiş olduğu yolunda iddiada bulunmak, İslam diniyle bağdaşmayan boş bir iddiadır. Bıldırcın eti varken, Allah’tan mercimek istemek Müslümanların yapacağı uygun bir hareket değildir.

598- Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın hanımları, Rasûlullah vefat ettiği zaman Hz. Osman’ı Hz. Ebu Bekr radıyallahu anhümâ’ya gönderip miras hisselerini talep ettirmek istediler. O zaman ben onlara: “Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Bize varis olunmaz, bıraktığımız sadakadır!" demedi mi (nasıl miras talep edebiliriz?) dedim (ve onları bu niyetten vazgeçirdim.)"(K.S. 4750 C.13 S.346 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Ferâiz 3; Müslim, Cihâd 51,(1758); Ebû Dâvud, Harâc 19,(2976,2977).

Bu rivayette, peygamberlerin miras bırakamayacaklarını iddia etmişlerdir. Bu iddia Kur’an’a aykırıdır. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

- Bu, Rabb’inin kulu Zekeriyâ’ya rahmetini anıştır. 19/2

- O, Rabb’ine gizli bir seslenişle yalvarmıştı: 19/3

415

Page 416: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Rabb’im, demişti, ben, bende kemik gevşedi; baş, ihtiyarlık aleviyle tutuştu, Rabb’im, sana duâ ile hiçbir zaman bahtsız olmadım (her dua ettikçe kabûl buyurdun, beni istediğimden mahrûm etmedin)." 19/4

- Doğrusu ben arkamdan yerime geçecek yakınlar(ımın iyi hareket etmeyeceklerin)den korktum; karım da kısır. (Ne olur) katından bana yerime geçecek bir veli lütfet." 19/5

- “Ki (o) bana ve Yakûb oğullarına mirasçı olsun. Rabb’im, onu beğendiğin bir insan yap." 19/6

- (Allah buyurdu): “Ey Zekeriyyâ, biz sana bir oğul müjdeleriz, adı Yahya’dır. Daha önce hiç kimseyi adaş yapmadık (ondan önce kimseye bu adı vermedik.)" 19/7

Görüldüğü gibi peygamberler miras bırakmaktadır, bu itibarla tahdis etmiş oldukları rivayet uydurmadır.

599-. ... Eslem (r.a.)’den; demiştir ki: Ömer b. Hattâb’ı şöyle söylerken işittim:

- Resûlullah (s.a.) bir gün bize sadaka vermemizi emretti. Bu (emir) bende mal bulunan bir zamana rastladı. (Kendi kendime) “bir gün Ebû Bekr’i geçersem işte bugün geçerim" dedim ve malımın yarısını getirdim. Resûlullah (s.a.):

“-Ailene ne bıraktın?"dedi. Ben de:

- Bu kadarını dedim. Ebû Bekir de malının hepsini getirdi, sonra Resûlullah (s.a.) O’na:

“-Ailene ne bıraktın?"dedi. O da:

- Onlara Allah ve Resûlünü bıraktım dedi. (O’na);

- Bundan sonra seninle hiçbir şeyde asla yarışmam, dedim.

(Ebû Dâvûd, K.ez-zekât (9),Bab 41 H.1678 S.310-311 Şamil, ayrıca: Tirmizi, men âkıp 16.)

416

Page 417: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

600- Ukbe İbnu’l-Hâris (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize ikindi namazı kıldırmış idi. (Selam verince) acele ile cemaati yarıp evine girdi. Halk onun bu telâş esinden hayrete düşmüştü. Ancak geri dönmesi gecikmedi. Gelince, (halkın merakını yüzlerinden anlayan Hz. Peygamber şu açıklamayı yaptı): “Yanımda kalan bir kısım altın vardı (namazda) onu hatırladım. Beni alıkoyacağından korktum ve hemen gidip dağıttım."(K.S. 2178 C.8 S.10 Akçağ, alıntıları: Buhari, Ezân 155, Amel fi’s-Salât 18, Zekât 20, İsti’zân 36; Nesâi, 104 (3,84))

Malların tamamının bağışlanması yolunda uydurmuş oldukları bu rivayetler, Kur’an’a aykırıdır. Şöyle ki, mealen:

- Dünya hayatı ancak bir oyun ve oyalanmadır. Eğer iman eder ve sakınırsanız, Allah size mükafatlarınızı verir. O, sizden mallarınızın tamamını istemez. 47/36

Servetlerle ilgili olarak kendi kendi aralarında çelişkili bazı hadis örnekleri:

601- İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir adamın elinde altından bir yüzük gördü. Onu çıkarıp attı ve:

“Biriniz tutup ateşten bir parçayı alıp eline koyuyor!"buyurdu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gidince adama: Yüzüğünü al (başka sûrette) ondan faydalan" dediler. O:

“Hayır! Vallahi ebediyen almayacağım, onu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) attı" dedi." (K.S. 2096 C.7 S.471 Akçağ, alıntısı: Müslim, Libâs 52,(2090))

602- Sa’id İbnu’l-Müseyyeb anlatıyor: “Hz. Ömer Süheyl (radıyallahu anhımâ)’e: “Niye parmağında altın yüzük

417

Page 418: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

görüyorum? Dedi. Beriki: “Onu senden daha hayırlı olan da gördü, ama ayıplamadı" deyince, Hz. Ömer:

“O da kimmiş?"dedi. Süheyb: “Resûlullah!" cevabını verdi." (K.S. 2098 C.7 S.472 Akçağ, alıntısı: Nesâi, Zinet 42,(8,164,165))

603- Üsâme İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Müslüman kimse kâfir kimseye varis olamaz: kâfir de Müslüman’a varis olamaz." (K.S. 4706 C.13 S.301 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Ferâiz 26; Müslim, Ferâiz 1,(1614); Ebû Dâvud, Ferâiz 10,(2909); Tirmizi, Ferâiz 15,(2108))

604- Ebu’l-Esved ed-Düeli anlatıyor: “Hz. Mu’az’a bir yahudinin miras meselesi getirildi. Onun Müslüman oğluna da mirastan pay verdi ve dedi ki: “İslâm (galebe çalar, ona galebe çalınmaz), artar eksilmez." (K.S. 4711 C.13 S.909-310 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Ferâiz 10,(2912,2913))

İki rivayet bir birleriyle çelişkilidir.

605- İbnu Ömer radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm yüzükoyun yatarak dudaklarımızla su içmemizi yasakladı. Keza, tek bir avuçla, avuçlayarak içmemizi de yasakladı ve buyurdu ki: “Sakın sizden kimse köpeklerin içtiği gibi suyu dudaklarıyla içmesin! Allah’ın gazabına uğrayan kavim gibi tek eliyle de içmesin. Suyu çalkalamadıkça geceleyin de içmesin, ağzı kapalı ise çalkalamaya gerek yok. Kim kapla içmeye muktedir olduğu halde, tevazu düşünerek eliyle içerse Allah parmakları adedince kendisine sevap yazar. Bu (avuç), Hz. İsa aleyhisselâmın kabı idi. Çünkü o, kadehi atmış ve: “Öf! Bu dünya ile beraberdir!" demiştir." (K.S.7015 C.17 S.436 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 3431.)

418

Page 419: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

606- İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın, cam bir bardağı vardı, (suyu) onunla içerdi." (K.S.7016 C.17 S.437 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 3435.)

İki rivayet bir biriyle çelişkilidir.

607- Bize Kuteybe ibnu Said tahdis edip şöyle dedi: Bize Ebû Avâne tahdis etti. H ve yine bize Abdurrahmân ibnu’l-Mübârek tahdis edip şöyle dedi. Bize Ebû Avâne, Enes’ten tahdis etti. Enes (R) dedi ki: Rasûlullah (S): şöyle buyurdu: “Hiçbir Müslüman yoktur ki, bir ağaç diker yâhud ekin eker de bunların hiçbirinden bir kuş yâhud bir insan yâhud bir hayvan yesin de, kendisi bundan faydalanmasın! Muhakkak buna mukabil o Müslüman için bir sadaka sevâbı olmuştur”. (Buhâri, Kitâbu’l-Muzara’a Bab 1 C.5 S.2151 H.1 Ötüken.)

608-............. Ebû Umâme el-Bâhili (R) bir keresinde bir demir saban ve zirâat âletinden bir şey gördü de hemen şöyle dedi: Ben Rasûlullah (S)’tan işittim, şöyle buyuruyordu: “Bu âlet bir âilenin evine girerse, o eve muhakkak bir zelillik (horluk, hakirlik) girdirilir”. (Buhâri, Kitâbu’l-Muzâra’a C.5 S.2152 H.2 Bab 1 Ötüken.)

Bir taraftan ziraatçılığı överken, diğer taraftan kötülemeleri bir çelişkidir.

609-. ... Sehl b. El-Hanzeliyye’den; demiştir ki:.......................

“-Kimin yanında kendisine yetecek malı olduğu halde dilenirse, kendisini ateşe götürecek şeyi çoğaltmış olur" buyurdu. Nüfeyli bir diğer rivayette (“ateş" sözü yerine) “cehennemin kor ateşi”, dedi, Oradakiler:

- Ya Rasûlullah! Kişiye yetecek malın miktarı nedir? Dediler. -Nufeyli bir diğer rivâyette bunun yerine “varlığıyla beraber dilenmek uygun olmayan zenginliğin miktarı nedir? dedi -.

419

Page 420: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Ona öğle ve akşam yemeğinde yetecek miktardır" buyurdu. -Nufeyli bir diğer rivayette bunun yerine, “Onu bir gün bir gece veya bir gece bir gün doyuracak yiyeceğinin olmasıdır" dedi ve bize bunu zikredilen bu sözlerle kısa olarak rivayet etti. (Ebû Dâvûd, K.ez-Zekât (9), Bâb 24 C.6 S.251-252 H.1629 Şamil.)

610-. ... Hüseyin b. Ali (r.a.)’den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.):

“-At üzerinde gelse bile, dilencinin hakkı vardır."buyurdu. (Ebû Dâvûd, K.ez-Zekât (9), Bâb 33 C.6 S.296 H.1665 Şamil.)

O zamanlar için at üzerinde gelse dahi demelerinin manası bu zaman için, özel arabasıyla gelse dahi manasındadır. Bu açıdan düşünüldüğünde iki rivayet arasındaki çelişki kolayca görülür.

611-................ Bize İbnu Ebi Zi’b, Said el- Makburi’den; o da Ebû Hureyre(R)’den tahdis etti ki, Ebû Hureyre bir kerre önlerinde kebap yapılmış bir koyun bulunan bir cemâate uğramıştı. Onlar Ebû Hureyre’yi kebap yemeğe davet etmişler, fakat o kebap yemeyi kabûl etmeyip:

- Rasûlullah (S) şu dünyâdan arpa ekmeği ile karnı doymadan çıkıp gitti, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’l-Et’ime Bâb 23 C.12 S.5507 H.40 Ötüken.)

611/A- Hz. Ebû Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a bir et parçası getirilmişti. Kendisine bunun bud kısmı sunuldu. Aleyhissalâtu vesselâm budu severdi. Bu bud gelince hemen ondan ısırarak yedi." (K.S.3953 C.11 S.191 Akçağ, alıntıları: Tirmizi, Et’ime 34,(1838); İbnu Mace, Et’ime 28,(3307); Buhari, Enbiya 3, Tefsir, İsra 5; Müslim, İman 327.)

420

Page 421: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Daha önce, 595. Örnekte yazmış olduğum rivayette. Peygamberin, ümmetinin “Fâlûzeç" denen tatlıdan yiyeceklerini duyunca, hıçkıra hıçkıra ağladığını rivayet ettiklerini yazmıştım. Fâluzec, yağ ve balın karıştırılmasıyla yapılan helvadır. Bu helvanın diğer bir çeşidi, süt un ve balın karıştırılmasıyla yapılan “Telbine" helvasıdır. Tahdis ettikleri diğer bir rivayette Peygamberin telbine helvasının yenmesini tavsiye ettiğini tahdis etmişlerdir. Bu da fâluzeç helvasının yenmesi aleyhinde tahdis etmiş oldukları rivayetle çelişki teşkil eder. Şöyle ki:

612-............... Bize el-Leys, Ukayl’den; o da İbn Şihâb’dan; o da Urve’den; o da Peygamber’in zevcesi Âişe (R)’den tahdis etti ki, o şöyle demiştir: Bir ev halkından birisinin vefâtı üzerine ta’ziye için kadınları topladıkları, sonra dağıldıkları, yalnız hâne halkı ve hısımları kaldıklarında Âişe emretti: Bir çömlek içinde telbine bulamacı pişirildi. Sonra tirit yapılıp, telbine onun üzerine döküldü. Sonra Âişe:

- Haydi bundan yiyiniz! Çünkü ben Rasûlullah (S)’tan “Telbine hastanın kalbine rahatlık verir, hüznün bir kısmını da giderir" buyururken işittim, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’l-Et’ime C.12 Bab 24 S.5508 H.43 Ötüken.)

613- Ümmü Seleme (radıyallahu anha) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Gümüş kaptan su içen, karnına cehennem ateşi dolduruyor demektir." (K.S.144 C.2 S.465 Akçağ, alıntıları: Buhari, Eşribe 28; Müslim Libas 1,(2065); İbnu Mace, Eşribe 17 (3413))

Müslim’in diğer bir rivayetinde şöyle denir: “Kim altın veya gümüş bir kaptan içerse..."(Karnına cehennem ateşi dolduruyor demektir.)

614- ............. Enes ibn Mâlik(R)’ten: Peygamber(S)’in su bardağı kırıldı akabinde kırık yerine gümüşten bir bardak edindi dediğini tahdis etti.

421

Page 422: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Râvi Âsım el-Ahvel: Ben bu kadehi gördüm ve (teberruken içine su koyup) ondan su içtim, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’l-Humus Bâb 5 C.6 S.2895 H.18 Ötüken.)

Peygamberin, zırhı bir Yahudi’nin yanında otuz sa’ ölçeği arpaya karşılık rehin edilmiş bulunduğu halde vefat ettiğini tahdis etmişlerdi. (Buhâri, Kitâbu’l- Cihad Hadis 127 C.6 S.2735 Ötüken.) Hal bu ki, tahdis etmiş oldukları bazı rivayetlerde Peygamberin külliyetli miktarda mal varlığına sahip olduğunu, sahabelerden de yüz binlik servete sahip olanların bulunduğunu rivayet ettiler, bu bir çelişki teşkil etmektedir. Fakirliği öven rivayetleriyle halka fakirliği tavsiye ederken, servetlerini meşrulaştırmak içinde servetleri öven rivayetler tahdis etmişlerdir. Ayrıca takip etmiş oldukları çelişkiler metoduna da uymaktadır. Örneğin:

615-............... Umer İbnu’l-Hattâb (R) şöyle demiştir: Benû’n-Nadir malları, Allah’ın kendi Resûlü’ne fey olarak tahdis ettiği şeylerdendir. Bunlar Müslümanların at sürerek, deveye binerek (harb ile) elde ettikleri ganimetlerden değildir. Bu sebeple Benû’n-Nadir malları hususi olarak Resûlullah’a ait olmuş idi. Rasûlullah âilesi halkının bir senelik nafakasını bundan harcar idi. Sonra bundan geri kalanı da Allah yolunda gazâ hazırlığı olarak silaha ve atlara harcar idi. (Buhâri. Kitâbu’l-Cihâd ve’s-Siyer Bab 79 S.2726 C.6 H.116 Ötüken.)

Beni Nadir, Medine’den sürgün edilen bir Yahudi kabilesi idi. Bu kabilenin tüm malları peygamberin emrine tahsis edilmişti diye rivayette bulunup, diğer taraftan, peygamber vefat ettiğinde zırhı otuz sa’ yani bir sa’nın 2120 gr. Olması hesabıyla 63600 gr. Arpa karşılığı bir Yahudi’nin yanında rehindi demeleri bir çelişkidir.

616-......... (Müminlerin anası Cuveyriye’nin kardeşi) Amr ibnu’l-Hâris (R): Peygamber (S) silâhından, beyaz katırından, bir de (sağlığında) sadaka yaptığı Fedek arâzisinden başka bir

422

Page 423: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

şey geriye bırakmadı, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’l-Cih3ad ve’s-Siyer C.6 S.2731 Bâb 85 H.123 Ötüken.)

Fedek arazisi de, hurmalığı olan ve gelir getiren meşhur bir arazi. Buna sahip olan bir kimse için arpa ekmeğine karnı doymamış muhtaç bir kimse olarak bahsedilmesi gülünçtür.

617- ............. Abdullah ibn Zeyd ibn Âsım şöyle demiştir:.........

Rasûlullah onlara (Ensâr’a) hitap edip şöyle buyurdu:

- “Ey Ensâr cemâati! Ben sizleri yolu şaşırmışlar bulup da Allah benim delâletimle sizlere hidâyet vermedi mi? Ben sizleri fırka fırka bölünmüş hâlde bulup da, Allah benim Medine’ye hicretimle sizleri birbirlerinizle birleştirmedi mi? Ben sizleri fakir hâlde bulup da Allah benim yüzümden sizleri zengin kılmadı mı?”

Rasûlullah bu soruların her birini sordukça, Ensâr Rasûlullah’a karşı:

- Allah ve Rasûlü en çok ihsân edicidir, dediler. ................. (Buhâri, Kitabu’l- Mağazi Bâb 58 C.9 S.4026 H.330 Ötüken.)

Peygamberin maddi zenginlik sahibi de olduğuna dair, Kur’an’dan delil gösterecek olursam, mealen:

- Rabb’in sana verecek ve sen râzı olacaksın. 93/5

- O seni yetim bulup barındırmadı mı? 93/6

- Seni şaşırmış bulup yola iletmedi mi? 93/7

- Seni fakir bulup zengin etmedi mi? 93/8

- Öyleyse sakın yetimi ezme, 93/9

- Dilenciyi azarlama, 93/10

423

Page 424: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Rabb’inin nimetini anlat. 93/11

Bu itibarla, peygamberin zırhını arpa karşılığı rehin verdiği ve vefat ettiğinde zırhının rehinde olduğu konusundaki rivayetleri uydurma olup aslı yoktur. Hem de rehin konusuna, korunmayı sembolize eden zırhı konu etmeleri manidardır.

ARAZI VE ARSALAR HAKKINDA UYDURMUŞ OLDUKLARI RIVAYETLERDEN ÖRNEKLER

618- İmam Mâlik anlatıyor: “Bana ulaştığına göre, Abdurrahmân İbnu Avf radıyallahu anh bir tarlayı kiraladı. Ölünceye kadar da arazi elinde kaldı. Oğlu dedi ki: “Ben, bu araziyi uzun müddet babamın elinde kaldığı için bizim malımız sanıyordum. Babam öleceği sırada tarlanın bize ait olmadığını söyledi ve tarlanın kirasından ödenmesi gereken bir miktar borcun altın veya gümüş olarak ödenmesini emretti." (K.S. 5383 C.15 S.195 Akçağ, alıntısı: Muvatta, Kirâu’l-Arz 4 (2,712))

619- Kays İbnu Müslim, Ebu Ca’fer’den naklen diyor ki: “Medine’de muhacir aileden hiçbiri yoktur ki, üçte veya dörtte bir pay ile ziraatçılık yapmasın. Hz. Ali, Sa’d İbnu Mes’ud radıyallahu anhüm de bu çeşitten muzâra’a akdi yapmışlardı. el-Kâsım (İbnu Muhammed) ve Urve’den de benzer rivayet mevcuttur. Rivayette şu ziyade de var: “Ebu Bekr ailesi, Hz. Ömer ailesi, Hz. Osman’ın ailesi, Ali ailesi ve İbnu Sirin ailesi de." (K.S. 5384 C.15 S.195 Akçağ, alıntısı: Buhari, Müzâra’a 8 (bab başlığı olarak kaydedilmiştir))

620- .............. Abdullah ibn Umer (R): Rasûlullah (S), Hayber arâzisini, orada çalışmaları ve ekincilik yapmaları ve arâziden çıkacak mahsûlün yarısı onların olması şartı üzere, Hayber Yahudileri’ne verdi, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’ş-Şurut Bab 5 C.6 S.2542 H.8 Ötüken.)

424

Page 425: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Görüldüğü gibi, arazilerin altın, gümüş ve ürün karşılığında kiraya verilebileceğini tahdis ettiler. Buna rağmen şu şekilde rivayetlerde bulundular:

621- Râfi’ İbnu Hadic radıyallahu anh anlatıyor: “Yanıma Züheyr geldi ve bana: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bize faydalı bir şeyi yasakladı" dedi. Ben:

“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm her ne söyledi ise, mutlaka haktır!" dedim.

“Muhâkala’yı (tarla kiralamasını) nasıl yaptığımızı sordu. Ben de:

“Biz onu, dörtte bir ve kuru hurma ve arpadan vasklarla ücretlendiriyoruz" dedim, bunun üzerine (Aleyhissalâtu vesselâm):

“Öyle yapmayın! Araziyi ya kendiniz ekin veya ektirin veya (kimseye vermeyip) sahip olun!"buyurdular.”

Rafi der ki: “Ben de: “(Baş üstüne!) dinlemek ve itaat etmek (borcumuzdur!)"dedim." (K.S. 5385 C.15 S.197 Akçağ, alıntıları: Buhari, Muzâra’a 18, 19: Müslim, Büyû’ 114,(1548); Ebû Dâvud, Büyû 32,(3394); Nesâi, Müzâra’a 45,(7,44,49))

Bu rivayette, arazilerin kiraya verilemeyeceğini, ancak boşta olsa elde tutulabileceğini rivayet ettiler. Böylece kiraya verilebileceği hususundaki rivayetleriyle çelişkiye düşmüş oldular.

622- Hz. Cabir radıyallahu anh anlatıyor: “Bizden bazı kimselerin ihtiyaçlarından fazla arazileri vardı. Onları: “Biz arazimizi üçte bir veya dörtte bir veya yarıya kiraya verelim dediler bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:

“Kimin arazisi varsa bizzat eksin veya kardeşine bağışlasın; ne ücret mukabili versin ne de kiraya versin!"buyurdular."

425

Page 426: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

(K.S. 5387 C.15 S.199 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Müzâra’a 18, Hibe 35; Müslim, Büyû’92,(1536); Nesâi, Müzâra’a 45,(7,36,38))

Bu rivayette ise, evvelki rivayetin aksine olarak fazla arazinin elde boş olarak tutulamayacağını, bu şekilde fazla arazisi olan kimse, araziyi bir ücret karşılığında ne satabilir, nede kiraya verebilir, ancak kullanmadığı fazla araziyi bir kardeşine ki burada herhangi bir mümin kastedilmektedir, bağışlamalıdır diye tahdiste bulundular.

Bu itibarla, tahdis etmiş oldukları rivayetlerden, çelişkiler nedeniyle kesin bir şekilde arazi hukukunun nasıl olması gerektiği anlaşılamaz. Zira, arazi altın gümüş ve ürün karşılığı kiraya verilebilir derken, bunun tam aksine hiçbir ücret alınamaz, hibe edilmelidir demeleri bir çelişkidir. Hele tahdis etmiş oldukları bazı rivayetlerde ürün karşılığında tarlanın kiralanmasını ribaya (faize) benzetmişlerdir. Şöyle ki:

623- Zeyd İbnu Sâbit radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm muhâbereyi yasakladı. Muhâbere, tarlayı yarı, üçte bir veya dörtte karşılığında almaktır.“ (kiralamak). (K.S. 5389 C.15 S.200 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Büyû’34,(3407))

624- Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Muhâbereyi terk etmeyen, Allah ve Resûlü ile savaş ilan etsin." (K.S. 5390 C.15 S.200 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Büyû’ 34, (3406))

625-... Râfi’ b. Hadic’ten rivayet edildiğine göre;

O bir araziyi ekmişti, tarlayı sularken kendisine Rasûlullah (s.a.) uğrayıp:

“-Ekin kimin, tarla kimin?"diye sordu.426

Page 427: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Râfi’:

- Tohumum ve emeğim karşılığında benim ekinim; yarısı benim, yarısı da filan oğullarının, karşılığını verdi.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.):

“-Ribâ muamelesi yaptınız, araziyi sahibine ver, sen de ücretini al" buyurdu. (Ebû Dâvûd, K.el-Büyû’ (22) Bab 31 C.12 S.463 H.3402 Şamil.)

Bu itibarla tahdis etmiş oldukları rivayetler bir birleriyle çelişkilidirler. Arazi üzerinde yarıcılığın Ribâ olduğunu tahdis etmelerine rağmen. Peygamberin, Hayber arazisini yahudilere, yarıcılığa verdiğini tahdis etmeleri peygambere saygısızlıktır.

626- İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: “Hz. Ömer radıyallahu anh Hayber’de (ganimetten) bir arazi sahibi oldu. (Bunu tasadduk etmesini emreden bir rüyayı üst üste üç gün görmesi üzerine) Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a gelerek:

“Ey Allah’ın Resûlü! Ben Hayber’de bir tarlaya sahip oldum. Şimdiye kadar yanımca böylesine değerli bir arazim hiç olmadı. Bu tarla için bana ne emir buyurursunuz?"diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm:

“Dilersen onun aslını (Allah için) hapset ve (gelirini) tasadduk et!"buyurdular. Bunun üzerine Hz. Ömer radıyallahu anh araziyi tasadduk etti ve aslının satılamayacağını ve satın alınamayacağını, vâris olunamayacağını söyledi.

Râvi der ki: “Ömer bu araziyi fakirlere, akrabalara, kölelere, Allah yolunda harcamalara ve yolculara bağışladı. -Bir rivayette misafirlere de denmiştir.- Onun işlerini üzerine alanın maruf üzere yemesinde veya bir dostuna yedirmesinde bir beis yoktur ki, malı kendisine sermaye yapmasın ." (K.S.

427

Page 428: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

5809 C.16 S.278-279 Akçağ, alıntıları: Buhari, Şurût 19, Vesâya 28, İmân 33; Müslim, Vasiyyet 15, (1632); Ebû Dâvud, Vesâya 13,(2878); Tirmizi, Ahkâm 36,(1375); Nesâi, Ahbâs 1, (6,230); İbnu Mâce, Sadakât 4,(2396))

Bu rivayette, arazinin vakf edilebileceğini ve bunun iyi bir şey olduğunu iddia etmişlerdir. Vakfı tanımlarken de, vakfedilen herhangi bir iktisadi kıymetin, özellikle gayri menkullerin, örneğin: Arazi, bahçe, dükkan ev v.s. Kıyamete kadar alınıp satılamayacağını, ancak gelirlerinden istifade edilebileceğini iddia etmişlerdir. Bu ise Kur’an’a uymamaktadır. Zira, Allah alım satımı helal etmiştir.

Bu hususta Kur’an’dan mealen:

- Faiz yiyenler, ancak şeytanın dokunup çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların: “Alışveriş de faiz gibidir."demelerinden ötürüdür. Oysa Allah, alışverişi helâl, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbi’nden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak faizden) vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve işi Allah’a kalmıştır (Allah’ın onu affetmesi umulur). Kim tekrar (faize) dönerse onlar ateş halkıdır, orada ebedi kalacaklardır. 2/275

Bu itibarla alışveriş durdurulamaz, hayır işlerine tahsis edilmiş olan herhangi bir mal veya önceden alım satıma konu olmuş bir gayrimenkul gerektiğinde hayır işlerine sarf edilmek üzere alınıp satılabilir. Nasıl ki, şahıslar aleyhlerine olmadan gerektiğinde fayda sağlamak için gayri menkullerini satabiliyorlarsa vakıf malları da bundan değişik değildir. Örneğin, farz edelim ki bir camiye ait kiraya verilen beş adet dükkan veya bir bahçe olmuş olsun. Herhangi bir nedenle cami yıkılacak olsa veya köklü bir şekilde tamir edilmesine ihtiyaç olduğunda biri çıkıp diyebilirmi ki, dükkanları veya bahçeyi satmayın, cami yıkık vaziyette kalsın desin de bu önerisi doğru ve faydalı kabul edilsin. Hangi birimiz, evimiz yıkıldığında, sahip olduğumuz bir bahçeyi satıp evimizi inşa etmeyiz. Cami içinde durum bundan farklı değildir.

428

Page 429: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Satılamayacak olan caminin kendisidir, zira cami satışında ibadete mani olma durumu vardır. Bundan dolayı, camilerin muhafaza edilmesi ve içinde ibadet edilmeye uygun şekilde muhafaza edilmesi esastır. Zira, Allah’ın mescitlerini yıkmak, yok etmek ve içinde ibadet edilmesini engellemek büyük bir zülümdür. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Allah’ın mescitlerinde, Allah’ın adının anılmasına engel olan ve onların harâb olmasına çalışandan daha zâlim kim vardır? Bunların oralara korka korka girmesi gerekir (başka türlü girmeğe hakları yoktur.) bunlar için dünyâda rezillik, âhirette de büyük azab vardır. 2/114

Diğer taraftan, fakirlere tahsis edilmiş bir gayrimenkul içinde, satış gerektiğinde satış yapılabilir. Örneğin: Herhangi bir kıtlık durumunda, insanların açlıktan çok zor duruma düşmelerini seyredip vakıf malı elde tutmak mı doğrudur? Yoksa satıp acilen ihtiyaçlarını karşılamak mı. Hangi birimiz sahip olduğumuz bir gayri menkulü veya bir menkulü, çoluk çocuğumuz açlıktan ölüm tehlikesiyle karşı karşıya iken satıp ihtiyaçlarını karşılamayız veya onlara gerekli ilaçları almayız?

Araziler konusunda, yukarıda vermiş olduğum örneklerde görüldüğü gibi özet olarak şu iddialarda bulunmuşlardır.

a) Araziler, altın ve gümüş karşılığında kiraya verilebilir. (Örnek 618)

b) Arazilerde yarıcılık yapılabilir. (Örnek 619-620)

c) Arazilerde yarıcılık yapılamaz, fakat arazi boş olarak elde tutulabilir. (Örnek 621)

ç) Ekilmeye araziler elde boş olarak tutulmayıp ücretsiz olarak bağışlanmalıdır. Bu şekildeki araziler, ne ücret karşılığı satılabilir, nede kiraya verile bilir. (Örnek 622)

d) Yarıcılık ribadır (faizdir). (Örnek 623-624-625)429

Page 430: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

e) Arazi vakf edilebilir. (Örnek 626)

Bu örneklerin kendi aralarında çelişki ihtiva ettikleri açıktır. Bir taraftan yarıcılık yapılabilir derken, diğer taraftan bunun riba (faiz) olduğunun tahdis edilmesi izah edilebilir bir durum değildir.

Arsa ve araziler mülkiyet bakımından değişik bir durum arz etmektedirler. Mülkiyet bakımından, Hava, Deniz, Göl, Akarsu, Orman ne ise Arsa, Arazi veya dağ olsun, toprağın durumu da odur. Bunların üzerinde mülkiyet olarak ancak kullanım hakkı vardır. Kullanım olayı bitmişse daha önce kullanmış olan şahıs bunları ne satabilir ne kiraya verebilir nede bağışlaya bilir. Ancak devlet denetiminde ihtiyacı olan başka kimselerin istifadesine terk etmesi gerekir. Arazi veya arsa üzerine bağ, bahçe veya konut yapılmışsa şahıs olarak kişi ancak bağ, bahçe, konut v.s. nın sahibidir. Şahsi emek verdiği bu şeylerin olayı devam ettiği müddetçe başkası bu şahsın yapmış olduğu, örneğin: konutu üzerine konut, bahçesi üzerine bahçe yapamaz, meğer ki kendisi izin vermiş olsun veya istifadesine verilmiş olmasının başlangıcında kendisine bu şartla verilmiş olsun, o zam yapılabilir. Toprak, dağ ve su kaynaklarının tamamı yer altı ve yerüstü tabii servetler enfaldir, bunların hepsi devlet mülkiyetinde olup ancak devlet denetiminde kullanılabilir. Enfâl den kendisine kullanım hakkı verilmiş olan kimseler, en fal üzerine bir emek veya masraf yaparak tesis icra ettiklerinde, en fal üstündeki tesislerini enfalden ayırmadan satma hakkına sahiptir, örneğin bağ yapmışsa bağ halinde, bina yapmışsa bina halinde v.s. satabilir. Zira bunlar enfâl den istifade de emek ve masrafın zayi olmaması için gerekli olan hususlardır. Satış durumunda aslında satılan arsa veya arazi v.s. İle ilgili enfâl olmayıp, emek ve masraf yapılmış olan bina veya bağ ve bahçenin ihtiva ettiği bitkiler ve araziyi ıslah eden şeylerdir. Miras bırakmada da durum aynıdır. Yani, enfâl devlete ait ve devletin tasarrufunda, emek ve sermaye şahsa ait ve şahsın tasarrufundadır. Şahıs enfali

430

Page 431: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

satamaz veya başkasına devir edemez, miras bırakamaz, ancak enfal üzerinde ürettiği şeyler üzerinde tasarruf yapabilir. Örneğin arsa her ne kadar enfal olup kendisinin mülkiyetinde değil, devletin mülkiyetinde ise de, üzerine inşa ettiği veya satın aldığı bir apartman dairesini enfalden koparmadan satabilir, bağışlaya bilir veya miras bırakabilir. Aksi takdirde zarara uğramış olacaktır. enfal üzerinde şahsın, tesisi şeklinde hiçbir eseri kalmamışsa, ve kendisine devlet tarafından verilmiş kullanım hakkını artık değerlendirmeyecekse yani enfal öz şekli halinde ise artık şahıs bunun üzerinde tasarruf yapamaz, tasarruf hakkı devlete aittir. Bu duruma havayı örnek gösterecek olursak, şahıs nefes aldığında ciğerlerine doldurmuş olduğu havayı kullanım mülkiyeti hakkına sahiptir, saldığında da bu kullanım hakkı ondan istifade eden başka kimseye ait olur. Örneğin: Bir kimse denizde gemi yüzdürdüğünde kullanım hakkı geminin işgal ettiği yerdir, gemisini çektiğinde diğer bir kimse aynı şekilde istifade edebilir. Toprak ve arazide bunun gibi düşünülmelidir. Toprak ve arazide bunun gibi düşünülmelidir. Bu istifade hakkı devlet denetiminde olup, devlet tarafından tüm vatanın istifadesine uygun şekilde kullanılır. farz edelim ki, bir kimse bütün havayı bir seferde çekip ciğerlerine doldurmuş olsun ve salmasın, bunun manası Allah’ın takdiri hariç tüm insanların ölümü demektir. Bu itibarla istifade hakkı kullanılırken diğer insanlarda düşünülmelidir. Bu da keyfi olmayıp, İslam devlet başkanının ve dolayısıyla şuranın da gözetimi altında olan bir husustur. Bir kimse tüplere doldurduğu havayı satabilir fakat açık havayı satamaz, inşa ettiği binayı veya bahçeyi bozmadan satabilir, fakat üzerinde eseri olmayan ve istifadeden vaz geçtiği tarla veya arsayı sahiplenip satamaz, karşılıksız terk etmek zorundadır. Zira, enfalin kullanımını belirttiğim gibi ancak devlet denetler.

Kendisinden istifade imkanı varken boş bırakılan her bir avuç toprak hem ülke için, hem de kendisinden gelir sağlayacak fertler için bir kayıptır. Ve toprak öyle bir olaydır ki, boş

431

Page 432: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

bırakılmak suretiyle terk edilirse veya hor kullanılırsa, kendisini hor kullananları veya boş bırakanları terk eder. Her yıl erozyon suretiyle ülkeleri terk eden muazzam miktarda güzel topraklar bunun örneğidir. Çoğu zaman toprağın erozyona gitmesine halkın tembel olması yol açmıyor. Halk çalışkan olmasına rağmen devletlerin bozuk ve yanlış toprak politikaları erozyon suretiyle toprak tahribatının ana nedenini teşkil eder. Örneğin: Halkın istifadesinden koparmak suretiyle, toprağı, devlet arazisi, tapulu şahıs arazisi ve vakıf arazisi şeklinde el konduğunda, toprağı işlemek bu üç grupla sınırlı olmuş olmaktadır. Toprağı denetlemek, hatta devlet başkanlığı makamına bağlı olarak asli şekilde sahiplenmek devletin ana görevidir, fakat toprağı insanlardan ayırıp, onu işlemelerine set çekmek devletin ana görevi değildir. Devlet, fertlere toprağı işleme hürriyeti vermek suretiyle topraktan elde edilebilecek azami faydanın elde edilmesine ortam sağlamalıdır. Fayda kaybını önlemek için adaletli bir şekilde denetim görevini yürütmelidir. Örneğin, tapulu şahıs arazilerinde veya vakıf arazilerinde şu hususlar ortaya çıkmaktadır. Toprak, tapuyu elinde bulunduranlar tarafından, kendisini işleyecek olanlara ya kiraya verilmekte, yada yarıcılık yapılmakta veya boş bırakılmaktadır. Kira veya yarıcılık veya durumunda toprağı işleyenlere yük getirilmek suretiyle ziraatta ilerlemeleri engellenmektedir. İnşaatlarda da durum bundan farklı değildir, bazen arsa fiyatı üzerinde yapılan inşaatın maliyetini aşmaktadır. Toprağın boş bırakılması durumunda ise sağlanacak bütün fayda kökten yok olduğu gibi, toprağın erozyona gitmesine sebep olmaktadır. Hele toprağa vakıf diye kutsiyet atfedilmesi çok ilginçtir. Çoğunlukla vakıf diye telakkileri uydurdukları rivayetleri de aşarak, Allah için hayra tahsis edilmiş bir toprak parçası olmayıp, direk şahsa, örneğin, bir şeyhe vakfetme şeklindedir. Hal bu ki, şahsa verilen herhangi bir şey kendi öğretilerinde dahi vakıf olmayıp hediyedir. Bu tür araziler dahi alınıp satılamaz mallar kapsamında değerlendirilmektedir. Ve bu araziler çoğunlukla el sürülemez kutsal araziler olarak asırlarca boş bırakılmaktadır.

432

Page 433: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Demin bahsettiğim gibi, enfal malları devlet dışında şahıslar aslen sahiplenemeyeceği için, enfal malları şahısların vakfetmesi de söz konusu değildir. Kişiler enfal malların değil, üzerinde gerek sermaye olarak, gerekse emek olarak çalışma yaptıkları şeylerin sahibidirler.

Özetleyecek olursam insan ancak çalışması üzerinde hak iddia edebilir. Emek vermediği su, hava, maden ve toprak üzerinde alıp satmak üzere ferdi hak iddia edemez. Bunların asılları Allah’a ait ve Devlet İdaresi dahilinde; İslam Devlet sisteminin bir parçası olarak mülkiyeti muhafaza etmek üzere devlet başkanına aittir. Eğer enfâl üzerinde müsaade almış şahısların çalışmaya dayalı eserleri varsa, bu eserlerden dolayı, eserin satılmasıyla kullanım hakkı başkasına devredilebilir, emek eseri bitmişse alınıp satılamazlar. İhtiyaç sahiplerine, devlet başkanlığınca ücretsiz olarak istifade edilmek üzere verilir.

Bu hususta Kur’an’dan örnek verecek olursak, mealen:

- Sana “Enfâl" hakkında sormaktadırlar. De ki: “Enfâl”, Allah’a ve Resûlüne âittir. Allah’tan sakının ve aranızı düzeltin. Eğer mümin kişiler iseniz, Allah’a ve Resûlüne itaat edin. 8/1

“Enfâl" hiçbir şekilde, insan emeğiyle birleşmemiş ve Allah’ın kullarına emekleri dışında açıktan vermiş olduğu mallardır. Bunlar, dağlar, ovalar, meralar, arsalar, araziler, hava su, madenler ve bunlar gibi olan şeylerin tümüdür. Resûlullah’ın bunları sahiplenmesi gibi, İslam devlet başkanları bunları sahiplenirler, fakat bu sahiplenme kullanımlarını halka yasaklayan bir sahiplenme değildir. Mülk olarak fertlerin sahiplenip, kendi aralarında alıp satmalarını engelleyen bir sahiplenmedir. Halk bunlar üzerindeki emeklerinin sahibidirler. Eğer kullanmayacaklarsa ve üzerinde emeğe dayalı eserleri de yoksa bunları alıp satamazlar, boş bırakamazlar, başkalarına ne vakıf nede hibe edemezler. Hatta üzerlerindeki emeklerine dayalı haklarını

433

Page 434: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

satmayıp terk etmişlerse, başkaları bunları sahiplenip kullanabilir. Kimi yazarlar Enfâl’i harp ganimeti olarak izah etmişlerdir. Halbuki harp ganimetlerinin hususiyeti ve bölüşümü ayrıdır. Harp ganimetleri savaş meydanında elde edilen, parasal şeyler, aletler v.s. gibi menfaatlerdir.

Kur’an’dan mealen:

- Şunu bilin ki, eğer Allah’a ve (hak ile bâtılın) ayrıldığı gün, iki topluluğun karşılaştığı (Bedir) günü kulumuza indirdiğimiz (âyetler)e iman etmişseniz, (savaşta) ganimet olarak aldığınız bir şeyin beşte biri, mutlaka Allah’a, Resûlüne, hısımlara, yetimlere, yoksullara ve yolculara âittir. Allah her şeye kadirdir. 8/41

Ganimetlerde, ganimetlerin beşte biri, Allah’a, Resûlüne, hısımlara, yetimlere, yoksullara ve yolculara âittir. Halbuki, “Enfâl" de, Enfâl’in tamamı, Allah’a ve Resûlüne aittir. İsim olarak ta, enfâl ve ganimet ayrı tanımlanmışlardır, ikisi aynı şey değildir.

Kullanım hakkı ve istifade ile ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı; sonra göğe yöneldi, onları yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi bilir. 2/29

- (Allah), yeri mahlûkat (yaratıklar) için koymuştur. 55/10

- Yeryüzünü size boyun eğdiren O’dur. Şu halde yerin omuzlarında (üzerinde) dolaşın ve Allah’ın rızkından yiyin. Dönüş ancak O’nadır. 67/15

- Andolsun Zikir’den sonra Zebur’da da: “Yeryüzünü iyi kullarım vâris olacaktır" diye yazmıştık. 21/105

- İşte bunda, (bize) kulluk eden bir kavim için bir mesâj vardır. 21/106

434

Page 435: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

İşte, yeryüzünün enfâl ile ilgili kısmının mirası tek tek şahıslara mal edilmek üzere bölüştürülmeyip, toplum mirası olarak tüm toplumda kullanmaları gerekli olanlara ücretsiz kullanılmak üzere, mülkiyeti Allah’a ve Peygambere aittir. Böylece mülkiyetin toplumdaki şahıslara geçmesi önlenmiş olmaktadır. Peygamber, Allah’ın razı olacağı şekilde, yani, Kur’an’a dayalı olarak, adaletle mülkü idare eder. Peygamber olmadığı çağlarda, İslam devlet başkanları bu görevi yüklenir. Fakat devlet başkanları kendi başlarına, müminlere danışmadan iş yapmazlar. Zira devlet işleri yürütülürken, İslam idare sisteminde, Peygamber zamanında olsun veya diğer zamanlarda olsun İslam devlet başkanının Şûrâ ile müşaverede yani danışmada bulunması esastır. Herhangi bir şeyde ihtilafa düşülmesi halinde hüküm vermek Allah’a mahsustur, dolayısıyla Allah’ın kitabı Kur’an esastır, Kur’an’a aykırı hiçbir işlem, İslami bir işlem olarak kabul edilemez. Peygamberler din tebliği hususunda masumdurlar yani Allah tarafından yanlış tebliğ yapmaktan korunmuşlardır. Tebliğ ettikleri vahyin kendisidir. onların dışında olan bizler ise bu vahye göre dinimizi öğrenir ve öğretiriz, bizler hatadan korunmuş olmadığımızdan öğrettiklerimizin Kur’an’a uygun olup olmadığı veya hata yapıp yapmadığımız Kur’an ölçüsüne göre dikkate alınmalıdır. Hem kendi söylediklerimizde, hem de başkalarının din olarak bize söylediklerinde Kur’an ölçüsü esastır. Kur’an ölçüsü, eksiklik ihtiva etmediği gibi, gizli öğreti yani batini manalara dayalı olmayıp, tam, açık ve kesin manalara dayalıdır, ayrıca bu öğreti hiçbir şahsın veya zümrenin tekelinde de değildir. Ve unutulmamalıdır ki dini ancak ve ancak Allah koyar ve din olarak Allah ne indirmişse Kur’an içerisinde noksansız mevcuttur.

Kur’an’dan mealen:

- Elif lâm râ. Bunlar apaçık Kitâb’ın âyetleridir. 12/1

435

Page 436: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik ki anlayasınız. 12/2

- Andolsun biz bu Kur’an’da insanlara her çeşit misâli türlü biçimlerde anlattık. Ama insan, tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür. 18/54

- Şüphesiz ki Kur’an en doğru yola iletir; iyi davranışlarda bulunan müminlere, kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler. 19/9

- Biz bu Kitâbı sana hak ile indirdik, öyleyse sen de dini yalnız kendisine hâlis kılarak Allah’a kulluk et. 39/2

- De ki: “Bana, dini yalnız Allah’a hâlis kılarak O’na ibadet etmem emredildi." 39/11

- “Ve bana müslümanların ilki olmam emredildi." 39/12

- “De ki: “Ben Rabb’ime isyan edersem büyük bir günün azâbından korkarım." 39/13

- De ki: “Ben dinimi yalnız Allah’a hâlis kılarak O’na ibadet ediyorum." 39/14

- Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi, ister istemez, O’na teslim olmuştur ve O’na döndürülüp götürüleceklerdir. 3/83

Şura konusunda Kur’an’dan mealen:

- Allah’ın rahmeti sebebiyledir ki: sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın,çevrenden dağılır, giderlerdi. Öyleyse onlar(ın kusurların) dan geç, onlar için mağfiret dile. (Umuma ait) işler hakkında onlara danış, bir kere de azmettin mi, artık Allah’a dayan; çünkü Allah kendisine dayanıp güvenenleri sever. 3/159

436

Page 437: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- (Cennetlikler) Rab’lerinin çağrısına gelirler, namazı kılarlar. İşleri aralarında danışma, (şûrâ) iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan (hayır için) harcarlar. 42/38

İhtilaf olması halinde ihtilafların hallinde, Allah’ın Kitabı esastır. Kur’an’dan mealen:

- Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah’a âittir. İşte Rabb’im Allah budur. O’na dayandım, O’na yöneldim. 42/10

İnsanın hak talebi konusunda ise, Kur’an’dan mealen:

İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur. 53/39

Ayetini göstere biliriz, yukarıda meali yazılı bu ayet, hem dünyada hem de ahirette insanın hak talebi konusunda esastır. İnsan çalışmak suretiyle ne üretmişse esas itibarıyla kendisinin olanda odur.

Bundan dolayı enfâl kullanım hakkı dışında sahiplenemez, dolayısıyla İslam dininde başkalarının çalışması üzerine kurulu olarak, ne toprak ağalığı, ne yarıcılık, ne arsa parsellemeciliğiyle satış yapıp menfaat sağlamak, ne bağış ve vakfetme, nede tabii servetleri malvarlığına katarak kökten sahiplenme vardır, ayrıca enfâl ne bağışlanabilir nede vakfedilebilir, bütün bu gibi işlemler İslam dinine göre geçersizdir. Zira enfâl devlet denetiminde, devlet başkanının tasarrufu altında bütün vatandaşların ortak kullanımı ve istifadesi içindir.

Ayrıca, müslüman kimseler, kendilerine ait olan mal varlıklarından hayır işlerine sarf edebilirler bunda ihtilaf yoktur, ancak satılamaz kaydıyla şartlı bağışta bulunamazlar, bağışladıkları andan itibaren, bağışlanan şey bağışı alanın mal varlığına geçer, bağışlayanın hiçbir ilgisi kalmaz, aksi takdirde bağışlanan değerlerin ekonomik kullanımına set çekilmiş olur. Bağışlayanın ne ticareti engellemeye hakkı

437

Page 438: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

vardır, nede koyduğu şartlarla, bağışladığı şeyde azami ekonomik fayda sağlanmasını engellemeye hakkı vardır. Bu itibarla şartlı bağış olarak telakki ettikleri vakıf olayı İslam dininde yoktur.

Ekonomik değerlerin zayi edilmesi ve onlardan gelecek faydanın engellenmesi, İslam dininde kabul edilemez. Örneğin terk edilmiş şahıs malları zayi edilmeyerek başkalarının istifade etmesine serbest bırakılmıştır. Kur’an’dan mealen:

- Oturulmayan, fakat onlarda sizin için fayda olan evlere girmenizde size bir günah yoktur. Allah sizin açıkladığınızı da gizlediğinizi de çok iyi bilir. 24/29

Kendisinden ihtiyaç olunan bir fayda sağlanabilecekken terk edilmesine rağmen istifade edilmesi engellenen bir imkan israf edilmiş demektir. Bundan dolayı da işlenebilecekken toprakta boş bırakılamayacağı gibi, sahiplerince terk edilmiş ekonomik değerlerden Müslümanlar serbestçe istifade edebilirler. Zira İslam dininde israfa yer yoktur. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Akraba hakkını, yoksul hakkını, yolcu hakkını ver. Sakın saçıp savurarak bozgunculuk etme. 17/26

- Çünkü israf edenler şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise, Rabbi ne karşı nankördür. 1/27

Rivayetlerden örnekler vermeye devam edecek olursam:

627- Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın muhacir ashabından bir adamın anlattığına göre, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle buyurdular:

“Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar: Su, ot ve ateş." (K.S. 5182 C.14 S.516 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Büyû’ 62, (3477))

438

Page 439: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bu rivayete göre, müslümanlar suları, meraları ve ateşi ortak olarak kullanırlar, diğer bir ifadeyle bunlar müslümanların ortak mallarıdırlar. Kişiler bunları şahsi mülkiyetlerine alamazlar.

628- Esmer İbnu Mudarris radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

“Bir müslümanın henüz ulaşamadığı (ot, odun, su (toprak) gibi bir şeye önce ulaşan kimse ona sahip olur."bunun üzerine halk çıkıp (mubah şeyleri sahiplenmek maksadıyla) birbirleriyle hızlıca (sınır) işaretleme yarışına girdiler." (K.S. 5183 C.14 S.517 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, İmâret 36, (3071))

Burada, su, mera, toprak, arazi v.s. üzerinde ferdi mülkiyeti kabul etmeleri evvelki rivayetleriyle çelişkilidir.

Daha öncede belirttiğim gibi, İslam toplumunu zayıf düşürmek için fakirliği övücü birçok hadis uydurmuşlardır. Bununla da yetinmeyerek İslam toplumunu iktisaden çökertmek için o günkü ekonominin temellerinden olan, ticareti, deve yetiştiriciliğini, ziraatı, inşaat işlerini ve hatta fertlerin hür olmalarını kötüleyici veya düşük gösterici rivayetler uydurmuşlardır. Şöyle ki:

629- Resûlullah’a atfen: “Samimi olan memlûk köle için iki ecir vardır."buyurdular. Ebû Hureyre’nin nefsi yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda cihâd, hac ve anneme iyi muamele (emri) olmasa memlûk (köle) olduğum halde ölmek isterdim.

Said b. El-Müseyyeb: “duyduğumuza göre Ebû Hureyre, annesinin sohbetinde bulunduğu için ölünceye kadar hacc etmemiştir."demiştir. (Müslim’in Rivayetleri, Sönmez Neşriyat Cilt 8 44/267 )

439

Page 440: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bu rivayette dediklerine göre köle olmak sevinilecek ve arzu edilecek bir şeydir. Ayrıca anneyle sohbet gibi, bir gerekçeyle Hacca karşı çıkmaları İslam dininde Kur’an’ı reddetme ve Allah’a şirk koşma demektir. Ebû Hureyre diye uydurdukları hayali kimse, Allah’ın hacc konusunda koyduğu farzı hiçe sayarak, annesini İlâh mı edinmişti. Dediklerinden, kelimenin tam manasıyla anlaşılan budur.

630- Ebu Hüreyre’den naklen:Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular: “Allah’ın en çok sevdiği yerler mescitlerdir. Allah’ın en ziyade nefret ettiği yerler de çarşı ve Pazarlardır." (K.S. 211 C.3 S.21 Akçağ, alıntısı: Müslim, Mesâcid 288, (671))

Bu rivayette Müslümanları çarşı Pazardan soğutup uzaklaştırmak amaçlanmıştır. Çarşı Pazarı güçlü olmayan bir toplum mahvolmaya aday bir toplumdur. Zira sanayi ile ve diğer üretim araçlarının gelişmesi için, üretilen malların iyi bir şekilde Pazarlanması şarttır, bütün üretim aşamaları Pazarlamadan gelen gelirle beslenirler, bu gelir kesildiği anda üreticilerin toplum için verimli üretim yapmaları imkansız hale gelir ve yok olurlar, üretim yapmayan ve bu üretimini Pazarlayamayan bir toplum ayakta kalamaz.

631- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Nafaka için harcananın hepsi Allah yolunda harcanmış gibidir, bina için harcanan müstesna, bunda hayır yoktur”. (K.S.404 C.3 S.176 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Kıyamet 41, (2484))

632- Kays İbnu Ebi Hâzm (radıyallahu anh) anlatıyor............. Habbâb’ı kendisine ait bir duvarı inşâ ederken görmüştük de şöyle buyurmuştu: “Müslüman harcadığı her şey için sevâba erer, ancak şu inşaat işi hâriç”. (K.S. 403 C.3 S.175 Akçağ, alıntıları: Buhari, Mardâ 19, Da’avât 30, Rikâk 7, Temenni 6; Müslim, Zikr 12,(2681); Nesâi, Cenâiz 2, (4,3-4))

440

Page 441: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bu rivayetlerde müslümanlar bina yapmaktan soğutulmak istenmiştir. İnsan başarısının en önemli temellerinde bir tanesi rahat yaşam ortamı ve yaşama kalitesidir. İyi bir barınak, iyi bir giyim ve kaliteli bir yiyecek insan çalışmasını destekleyen en önemli şeylerdendir. Buna sağlam bir akıl ve sağlam bir bünye ve doğru bir düzen eklendiğinde insan başarısı büyük bir desteğe sahip olmuş olur. Tıpkı iyi bir bitkinin kendisine uygun bir toprak ve iklimde gürleştiği gibi insan başarısı da gürleşir. Rivayet uydurmacıları insana fayda veren bütün bu olanakları İslam toplumundan yok etmek için çaba harcamışlardır. Arap coğrafyasında o tarihte ekonominin ve hayvansal gıdanın temelinde olan Deveye şeytan demek suretiyle kötülemeye giriştikleri gibi, ziraatı de kötülemekten çekinmemişlerdir, şöyle ki:

633- Ebu Ümame radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın saban ve diğer bir ziraat aleti görünce: “bunun girdiği bir eve, Allah mutlaka zillet (hor görülme, alçalma) de sokar!"dediğini işittim." (K.S. 5953 C.16 S.423 Akçağ, alıntısı: Buhari, Hars 2.)

Ziraatın yapılmadığı memleketlerde, toplum olarak beslenmek nasıl mümkün olur. Ziraat zillet değil, zenginlik ve refah sebebidir.

Bina yapmaya, hayvan beslemeye ve ziraata karşı çıktılar, bir toplum bunları yapmasa daha ne kalır ki? Aslında bunların bu gibi sözleri rivayet uydurmacılığının da ötesinde birer hezeyandır.

634- Berâ (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Koyun ağıllarında namaz kılın. Zira koyunlar mübarek (hayvanlar)dır. Deve damlarında namaz kılmayın, zira onlar şeytanlardır." (K.S. 2696 C.8 S.536 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Salât 25,(493))

Bu rivayetlerinde Deveye şeytan deyip, koyunu övmeleri koyun üreticiliğini teşvik için değildir, çöl ortamında

441

Page 442: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

yetiştirilmesi kolay olan deveden vaz geçirip, o ortamda zor yetiştirile bilen koyun yetiştiriciliğine teşvik içindir. Bu kutupta yaşayan bir eskimoya ren geyiği şeytandır, deve mübarek hayvandır onu yetiştir demeye benzer.

634/A-. ... Abdullah b. Amr (r.a.) Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu, demiştir:

“-Hacca gidecek veya umre yapacak olan kimse ile Allah yolunda savaşacak olan kimsenin dışında hiçbir kimse deniz nakliyat araçlarına binemez. Çünkü denizin altında ateş, ateşin altıda da deniz vardır. (Ebû Dâvûd, K.el-Cihâd (15), Bâb 9 C.9 S.458-459 H.2489 Şamil.)

Burada da, denizden gemicilik yoluyla sağlanabilecek bütün ekonomik faydalar engellenmek istenmiştir. Gerekçe de, denizin altında ateş varmışta, ateşin altın da deniz varmış gibi, ipe sapa gelmez sözlerle. Halbuki, Allah Kur’an’da denizden istifade etmemizin, O’na şükretmemiz gereken iyi bir şey olduğunu bildirmiştir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- O, denizi de (hizmetinize) râm etti ki ondan taptaze et yiyesiniz ve ondan giyeceğiniz süsler çıkarasınız. Görüyorsun ki gemiler, denizi yara yara akıp gitmektedir. (Bütün bunlar) Allah’ın lûtfunu aramanız ve O’na şükretmeniz içindir. 16/14

- Allah’tır denizi size boyun eğdirdi, tâ ki gemiler onun içinde emri ile akıp gitsin ki, siz O’nun kereminden (nasibinizi) arayasınız da şükredesiniz. 45/12

635-... İbn Abbas (r.anhüma)’dan şöyle rivayet edilmiştir: Bir adam on dinar alacaklı olduğu borçlusunun peşine takılıp:

- Vallahi borcunu ödeyinceye veya bir kefil getirinceye kadar senden ayrılmam dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.) o paraya kefil oldu.

Borçlu, Rasûlullah’ın va’d ettiği zamanda geldi.

442

Page 443: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Rasûlullah (s.a) adama:

“- Bu altını nereden buldun?"diye sordu. Adam:

- Madenden dedi.

Rasûlullah (s.a.):

“-Bizim ona ihtiyacımız yok, bunda hayır da yok."buyurup, borçlunu yerine borcunu ödedi. (Ebû Dâvud, H. 3328 C.12 S.319-320 K.el-büyû’(22) Bab 2 Şamil, ayrıca İbn Mâce, sadaka 9.)

Burada da, müslümanların maden işlemeleri engellenmek istenmiştir. Öyle ki, adam madenden çıkardığı altınla borcunu dahi ödeyemez diye rivayette bulunmuşlardır. Peygamberin ödediğini iddia ettikleri altınlar da madenden çıkarılmış altından değil de, ağaçta yetişmiş altın mıdır ki, peygamberin ödediği oluyor da, adamın ödediği maden gerekçesiyle olmuyor?

Görüldüğü gibi, o dönemde hatta bu dönemde akla gelebilecek en temel ekonomik uğraşlar kötülenerek müslümanların bunlardan uzaklaştırılmaları amaçlanmıştır.

FAİZ VE ALIM-SATIM KONUSUNDA UYDURMUŞ OLDUKLARI RIVAYETLERDEN ÖRNEKLER VERECEK OLURSAM, ŞÖYLE KI:

Faiz, insanlık tarihinde gerek fertleri ve gerekse toplumları sömürmenin en büyük araçlarından biri olmuştur. Bu öyle büyük bir felakettir ki, fertleri ekonomik olarak mahvettiği gibi, Ülke maliyeleri dahi faiz tuzağına yakalandıklarında büyük darbeler almakta ve çoğunlukla çökmektedirler. Çökmedikleri süre içerisinde de, ekonomik hürriyetlerini ve dolayısıyla refahlarını kaybettiklerinden görüntü itibariyle hür fakat aslında köleleşmiş olarak yaşamlarını sürdürürler. Bir kimse sahip olduğu kölesinden maddi fayda sağlayabilmek için bir çok masraf yapmak zorunda olduğu

443

Page 444: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

gibi, hastalıkta ve yaşlılıkta da kölesi için katlanması gereken giderleri vardır. Ekonomik köleler için ise böyle bir yük yoktur, onlar sıfır masrafla kendi elleriyle kendilerini sömürtürler, faiz nedeniyle maddi güçlerini tükettiklerinden, ekonomik efendilerine karşı koyacak direnme güçleri de tükenmektedir. Ekonomik efendileri onlardan haksız yere hedeflediği alacağını alabilmek için, en ufak itirazlarında dahi onları nankörlükle suçlar, bunalıma sokup güçlerini tüketmek için de yaptıkları en doğru davranışlarını kötüler.

Bu korkunç olay Kur’an’da şiddetle yasaklanmıştır. Bu hususta Kur’an’dan mealen:

- Ey iman edenler, Allah’tan korkun, eğer inanıyorsanız faizden (henüz almayıp) geri kalan kısmı bırakın (almayın). 2/278

- Eğer yapmassanız, Allah ve Resûlü ile savaşa girdiğinizi bilin. Eğer tevbe edip dönüş yaparsanız ana malınız sizindir. Böylece ne zulmedersiniz ne de zulmedilirsiniz. 2/279

- Allah, faizi mahveder, sadakaları artırır. Allah, hiçbir günahkar kafiri sevmez. 2/276

Görüldüğü gibi, faiz yiyenler, Allah ve Peygambere savaş ilan eden ve Mümin olmayan kafirler olarak tanımlanmışlardır. Eğer müminseniz faiz almayın denmesinin manası, faiz alıyorsanız Mümin değilsiniz manasındadır. Bu konuda imanlı olmanın şartı, tevbe edip faiz almamaktır. Bu şekilde tevbe edenler ana malları (faize verdikleri ana sermayeleri,) kendilerine aittir.

Faiz bir zulüm canavarı gibidir, onun ana gıdası fakirlerin, zavallıların, zayıfların sefalet ve gözyaşlarıdır. Hiçbir surette faizle mal almayan kimseler dahi, faizin fiyatlara yansıtılması suretiyle ödeyici duruma düşmektedirler. O öyle bir felakettir ki, fakirin almış olduğu kuru ekmeğin fiyatı içine dahi sinebilmektedir. Hal böyle olunca, peki faiz nedir? Hangi

444

Page 445: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

işlemler faiz olarak tanımlanır. İnsanlar genelde faizi başkalarına verilen bir paranın bir süre sonra daha fazla olarak geri alınması şeklinde tanımlamışlardır. halbuki durum hiçte öyle değildir, Kur’an’da tek başına para değil, Mallar konu edilmiştir. Bu da, parayla birlikte sahip olunan her çeşit iktisadi kıymeti, yani ana sermayeyi kapsamaktadır. Bu na göre birisine 100 lira verip belli bir süre sonra 150 lira almayla, bir çuval buğday verip aynı kalitede bir buçuk çuval alma arasında fark yoktur. Parasal değer olarak ifade edecek olursak, yüz lira değerinde buğday verip bir müddet sonra aynı kalite veya değişik kalitede yüz elli liralık buğday alma arsında fark yok manasındadır. Bunun malların kiralanmasından farkı, kiralanan mallar, örneğin: bir vasıtada yer kiraladığımızda hem vasıtada yolculuk hizmeti elde edilmekte hem de vasıta yıpranmaktadır. Bir ev kiraladığımızda hem evi yıpratmakta hem de ikamet hizmeti elde etmekteyiz bu gibi olaylarda kira kiralanan malı yıpratmanın ve hizmet elde etmenin karşılığıdır. halbuki faizle verilen paralar ve diğer maddi değerlerde yıpranma ve hizmet üretimi söz konusu değildir. Zira bu olay bir otobüste yolculuk için bilet alma olayından çok farklıdır. Faiz olayında ise, faize verilen şey üzerinden alınan faiz, sadece veriliş süresi dikkate alınarak hesaplanıp alınmaktadır. Böylece faiz faize verilen şey vasıtasıyla bir zaman satışı olayı olmuş olmaktadır. İslam dininde ise zaman alınıp satılan bir değer değildir. Ayrıca faiz ticari kâr’a da benzememektedir. Alış-Verişte insanların yararını bir hizmet söz konusu olduğu gibi, zarar edebilme riski de mevcuttur. zaman satışı da söz konusu değildir. Bundan dolayı bu olaylar faiz olayından çok farklıdır. Faiz: Bir iktisadi kıymetin el değiştirmesi nedeniyle aynı kıymette ve artık bir değerle birlikte geri alınması şartıyla bir zaman satışı olayıdır. Alış-Verişlerde satış fiyatı= maliyet art Kâr veya Zarar şeklinde teşekkül etmesine rağmen. Faiz işlemi olayında fiyat, Mâl artı zaman satışı şeklinde teşekkül etmektedir. Zira zaman süresi arttıkça faizde artmaktadır ve ana malın hiçbir surette evsaf değeri eksilmemektedir.

445

Page 446: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Rivayetleri ele alarak konuyu işlediğimde aynı manada olmak üzere faiz kelimesini kullanmayıp “Ribâ" kelimesini kullanacağım.

636-.............. Ebû Said el-Hudri (R) şöyle demiştir: (Bir kerresinde) Bilâl Peygamber’e berni denilen en iyi cins hurma getirdi. Peygamber, Bilâl’e:

- Bu hurma neredendir?"dedi.

Bilâl:

- Yanımızda ergin nevi’den hurma vardı. Ondan iki sâ’ ölçeğini bunun bir sâ’ ölçeği ile değiştirdim. Bunu Peygamber’e yedirmek için yaptım dedi, dedi.

Bunun üzerine Peygamber (S):

- “Eyvah, eyvah! Bu ribânın kendisidir; sakın böyle yapma!.. Fakat iyi hurma satın almak istediğinde âdi hurmayı ayrıca sat, sonra parası ile bu iyi hurmayı satın al" buyurdu. (Buhâri Kitâbu’l-Vekâle C.5 S.2143-2144 H.12 Ötüken.)

Bu rivayette trampa ribâ olarak tanımlanmıştır. halbuki peşin trampalarda zaman satışı unsuru olmadığından bu işlem kesinlikle ribâ olarak tanımlanamaz. Bu itibarla bu rivayetin aslı olmadığı gibi, bu rivayetle ters düşen şu rivayeti de tahdis etmişlerdir.

637-............ Amr ibnu Dinâr bu hadisi ez-Zuhri’den; o da Mâlik ibn Evs’ten tahdis ediyordu. Bu Mâlik ibn Evs bir sahâbi meclisine gelip:

- Yanında (dinârları dirhemle) bozabilecek kimse var mı? Diye sordu.

Cennetle müjdelenenlerden olan Talha (R):

446

Page 447: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Ben varım. Bizim hazinecimiz Gâbe ormanından gelince paranı bozayım, dedi.

Râvi Sufyân ibn Uyeyne: Bu hadis bizim ez-Zuhri’den ezberlediğimiz hadistir ki, içinde hiçbir kelime ziyâde yoktur, demiş (ve böylece hadisin kuvvet ve katiliğini temin etmiş)tir. Ez-Zuhri şöyle dedi: Bana Mâlik ibn Evs haber verdi ki, kendisi Umer ibnu’l-Hattâb’dan işitmiştir. Umer ibnu’l-Hattâb (R), Rasûlullah (S)’ın şöyle buyurduğunu haber veriyordu:

“Altını altın ile satma ve değiştirme ribâdır, Ancak iki tarafın bir birine ‘Ha al, ha ver’ diyerek, elden ele peşin verip almış olmaları hâli müstesnâdır. Buğdayı buğdayla tebdil (değiştirme)de ribâdır. Ancak iki tarafın birbirine ‘Ha al, ha ver’ diye peşin alıp vermeleri müstesnâdır. Hurmayı hurma ile satmak da ribâdır. Ancak ‘Ha al, ha ver’ denilmesi hâli müstesnâdır. Arpayı arpa ile satmak da ribâdır; ancak ‘Ha al, ha ver’ denilmesi müstesnâdır”. (Buhâri, Kitâb’l-Buyû C.4 S.1969 H.84 Ötüken.

Böylece iki rivayetin çelişkili oldukları açıktır.

638-..................... İbn Abbâs (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Medine’ye geldiğinde, Medineliler selem sûretiyle iki sene ve üç sene vadeli hurma alışverişi yapıyorlardı. Peygamber: “Kim herhangi bir şeyde selef sûretiyle alışveriş yaparsa bilinen ölçekte, bilinen tartıda olarak bilinen bir müddete değin akdetsin" buyurdu.

Bize Ali ibnu Abdillah tahdis edip şöyle dedi: Bize supyan ibn Uyeyne tahdis edip şöyle dedi: Bana İbnu Ebi Necih: “Bilinen bir ölçekte, bilinen bir müddete kadar olarak yapsın" buyurdu, diye tahdis etti. (Buhâri, Kitâbu’s-Selem C.5 S.2073 H.2 Bab 2 Ötüken )

Bu tür rivayetlerde selem yani para peşin, mal sonra teslim edilmek üzere yapılan alışverişin, miktar ve süre’nin belli

447

Page 448: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

olması halinde meşru olduğunu tahdis etmişlerdir. Bir kimse peşin para vererek ileride teslim almak üzere mal siparişi verebilir. Fakat bu alışverişin meşru olması için verilen peşin paranın verildiği günde talep edilen malın o günkü peşin piyasa fiyatı ayarında olması gerekir. Örneğin:Bir araba siparişi verildiğinde, sipariş verildiği gün araba fiyatı 100 liraysa ve geç teslime rağmen yine peşin olarak 100 lira verilmişse alım satım meşrudur. Fakat 100 lira yerine mal geç teslim alınacak diye daha düşük bir bedel, örneğin 75 lira verildiğinde, paranın peşin verilmesi dolayısıyla 25 lira karşılığı geç teslimi temsil eden zaman dilimi satılmış demektir. Zaman satışı söz konusu olduğundan yapılan işlem ribâ olayıdır.

639-... Ebû Hüreyre (r.a.)’den, Rasûlullah (s.a.)’ın (şöyle) buyurduğu rivayet edilmiştir:

“-Bir satış içinde iki satış yapan kişiye ya daha ucuz olanı veya ribâ vardır." (Ebû Dâvud, K.el-İcâra (22) C.12 S.549 H.3461 Şamil)

Bu rivayet vadeli mal satışıyla ilgilidir. Yani bu olayda malın teslimi peşin, bedeli sonra tahsil edilen satıştır. Bir kimse malını sattığında, peşin fiyatı 100 lira, vadeli fiyatını ise, örneğin 3 ay sonra parayı alacaksa 150 lira derse, bu kimse 3 aylık zaman süresini 50 lira mukabilinde satmış demektir. daha önce belirttiğim gibi, bir satışa ilişkin olarak zaman satışı yapılırsa yani zaman üzerinden farklı fiyat alınırsa bu işlem ribâ olayıdır. riba olayının meydana gelmemesi için satıcı şahsın vadeli satışta da peşin olan 100 lirayı kabul etmesi gerekir. İslam dininde vadeli satış yasak değildir, fakat vade süresine fiyat koyup zamanı satmak yasaktır.

Enflâsyonist düzenlerde paranın kıymeti sürekli düşüş göstermesi dolayısıyla satıcının da zarar görmemesi için bu ortamda işlem yapan satıcılar, vadeli sattıkları malın peşin fiyatını altın veya gümüş rayicine göre tespit edebilirler. Yani bir malın peşin fiyatı 100 liraysa ve bu beş gram altına denk

448

Page 449: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

geliyorsa o malın peşin fiyatı beş gram altın olmuş olur. Beş gram altını aşmamak şartıyla istediği kadar vade yapabilir, fakat vadeli satıyorum diye beş gram yerine altı gram altına denk gelecek tutarda para alırsa, bir gramlık altın farkı ribâdır. Zira bu fark malla ilişkili olarak zaman satışını temsil etmektedir. Malı peşin satsaydı bir kuyumcuya gidip beş gram altın alarak servetine ekliye bilirdi, vadeli satışta da yine ancak servetine beş gram altın alacak kadar tahsilatta buluna bilir.

Belirli bir vade ile verilen nakit karşılığında alınan farkın ribâ olduğu ise fazla izah yapmaya ihtiyaç göstermeyecek derecede açıktır.

640- İbnu’l-Müseyyeb’ten naklen: Ömer (radıyallahu anh). Pazara uğramıştı. Orada Hâtıb İbnu Ebi Belte’ya uğradı. Hatibin (ucuz fiyatla) kuru üzüm sattığını görünce: “Ya fiyatı diğerlerinin seviyesine yükseltirsin yahut Pazarımızdan gidersin" diye ihtar etti." (K.S. 375, Muvatta, Büyû 57,(2,65), Beyan Yayınları, Muvatta C.3 S.224 H.57)

Bu rivayetlerde fiyatlara narh konulabileceğini, hatta bu öyle bir narhtır ki fiyat indirimine dahi manidir. Buna rağmen fiyatlara narh konamayacağı hususunda şu rivayeti tahdis ettiler.

641- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir adam gelerek: “Ey Allah’ın Resûlü, bizler için eşyalara fiyat tespit ediver" diye müracaatta bulundu. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Hayır fiyat koymayayım (rızka bolluk vermesi için) Allah’a dua edeyim" cevabını verdi. Arkadan bir başkası gelerek: (Ortalık pahalandı eşyaların) fiyatını bize siz tespit ediverin" diye talepte bulununca bu sefer: “Hayır rızkı bollaştırıp, darlaştıran Allah’tır. Ben hiçbir kimseye zulmetmemiş olarak Allah’a kavuşmak istiyorum" cevabını verdi”. (K.S. 376 C.3 S.153 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Büyû 51,(3450))

449

Page 450: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

İki rivayetin çelişkili olduğu aşikardır. Hiçbir hileye sapmamak kaydıyla, İslam da mal alım satımı serbesttir. Haksızlık yapmadan serbest piyasa koşullarında alışveriş yapılır. Örneğin, kara borsacılık yapmak, fahiş karla satmak, fiyat tekelleri kurmak serbest piyasa şartlarını bozan hilelerdendir.

642- .............. Ebu Hüreyre (R) şöyle dedi: Rasûlullah (S), şehirliyi, (göçebenin malını) göçebe adına satmaktan nehyetti. Ve: “Müşteri kandırıp kızıştırmayınız!"buyurdu. Yine Rasûlullah: Hiçbir kimse (beşer) kardeşinin alışverişi aleyhine alışveriş etmez. Kardeşinin evlenme Pazarlığı aleyhine evlenme Pazarlığına girişmez. (İffetli) hiçbir kadın da (beşer) kardeşi bulunan bir kadının çanağındaki nimeti kendi kabına doldurmak için, onun talâkını istemez" buyurdu. (Buhâri, Kitâb’l-Buyû C.4 S.1974 H.90 Ötüken.)

Mal satış komisyonculuğunu mahzurlu bir işlem olarak göstermeleri uygun değildir ve piyasa şartlarını bilmeyen çiftçilerin veya göçebelerin mallarını değerinde satabilmeleri için faydalı bir uygulamadır. Nitekim köylü veya göçebelerin mallarını sattıklarında genel olarak tercihleri yaygın bir şekilde bu yöndedir. Hale indirdikleri mallarını komisyoncu vasıtasıyla satmayı tercih ederler.

Müşteriyi kandırmak için kızıştırmak, içinde hile olan bütün yanlış işlerde olduğu gibi tabi ki iyi bir olay değildir. Fakat bu rivayette açık arttırma yani müzayede müşteriyi kandırma sayılıp yasak bir işlem olarak tanımlanmıştır. Buna rağmen şu rivayeti tahdis ettiler:

643-............... Câbir ibn Abdillah (R)’ten (şöyle demiştir): (Azra oğulları’ndan Ebû Mezkûr adında sahâbi) bir kimse, kendisine âit olan bir köleyi müdebbir olarak (yâni ölümünden sonra sen hürsün diyerek) âzâd etmişti. Sonra Mezkûr (fakir düşüp, kölenin bedeline) muhtâç oldu. Peygamber (S) de köleyi aldı da:

450

Page 451: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- “Bunu benden kim satın almak ister?"dedi (yâni müzayedeye arz etti).

(Müzâyede neticesinde) Nuaym ibnu Abdillah o köleyi şöyle şöyle dirhemle satın aldı. Rasûlullah da kölenin bu bedelini Ebû Mezkûr’a verdi. (Buhâri, Kitâbu’l-Buyû C.4 S.1975 H. 91 Ötüken.)

Bu rivayette ise müzayedeli yani açık arttırmalı satışın meşru görülmesi evvelki rivayetle çelişki teşkil eder. Ayrıca, köleye azatlık tanınması bir sadaka olayıdır ve mahiyeti ne olursa olsun verilen bir sadaka mal varlığından çıkmış demektir tekrar geri alınamaz. Bu açıdan da rivayetin aslı yoktur.

ZEKÂT KONUSUNDA UYDURMUŞ OLDUKLARI RİVAYETLERDEN ÖRNEKLER

644- Câbir İbnu Atik (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Size bir grup sevimsiz atlılar gelecek. Geldikleri zaman, onları iyi karşılayın. Onlarla talep ettikleri şeylerin arasından çekilin. Adalet ederlerse bu kendi lehlerinedir. Zulmederlerse bu da onların aleyhlerinedir. Siz onları râzı edin. Zekâtınızın kemâli onların rızâsına bağlıdır. (Öyle ise onları râzı edin ki) sizlere dua etsinler." (K.S.2053 C.7 S.398 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, zekât 5,(1588))

Zekât memurlarını sevimsiz kimseler olarak tanımlamaları aslı olmayan uydurma bir rivayettir.

645- Hz. Mu’âz (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) beni Yemen’e gönderdi ve bana: “Her otuz sığırdan bir erkek veya dişi buzağı (tebi’a), her kırktan bir müsinne, her bir buluğa eren şahıstan bir dinar veya o değerde muâfiri (adındaki bir giyecek) almamı" emretti."(K.S. 2018 C.7 S.359 Akçağ, alıntıları: Tirmizi, Zekât 5,(623); Ebû Dâvud, Zekât 4,(1576,1578); Nesâi, Zekât 8,(5,25,26). Metnin lafzı Tirmizi’ye aittir.)

451

Page 452: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Her bulûğa ermiş kişiden bir dinar alınması şeklinde yapılmış olan rivayet zengin fakir ayırımı yapılmadığından uydurmadır. Zekâtın alınmasında yaş değil maddi zenginlik esastır. Bunlarsa İslam dininde kafa vergisi olduğunu iddia etmişlerdir. Bu iddiada bulunanlar Kur’an’ı hiç anlamamış olan kimselerdirler. Önerdikleri şey zülümdür ve Allah zülüm emretmez.

646- Amr İbnu Şu’ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, (yerden çıkan mahsullerden) şu beş şeyden zekat verilmesini teşri buyurdu: “Buğday, arpa, hurma, üzüm ve darı." (K.S.6558 C.17 S.184 Akçağ, alıntısı: İbni Mace 1815)

647-.. .... Ali (r.a.)den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:

“- At ve köle zekâtından (sizi) affettim. Binaenaleyh gümüşün zekâtını veriniz. Her kırk dirhemden bir dirhem, yüz doksan dirhemde (zekât olarak) bir şey yoktur. İki yüze ulaşınca onda beş dirhem (zekât) vardır. (Ebû Dâvûd, K.ez_Zekât (9), Bâb 5 C.6 H.1574 Şamil, diğer rivayet edenler: Tirmizi, zekat 3; Nesâi, zekât 18; İbn Mâce, zekât 4,15.)

648- Hz. Mu’az (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Yemen’e gönderirken kendisine demiştir ki: (Zekât olarak) hububattan hububât al, davardan koyun al, deveden erkek veya dişi bir deve (ba’ir) al, sığırdan da bir sığır al." (K.S.2040 C.7 S.387 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Zekât 11,(1599); İbnu Mâce, Zekât 15,(1814))

649- Sâlim, babası Abdullah İbnu Ömer’den naklen anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (mallardan alınması gereken) zekâtların miktarını belirten bir kitap yazmıştı. Âmillerine göndermeden vefat etti. Resûlullah onu kılıncına yakın olarak asmıştı. Hz. Ebu Bekr (radıyallahu anh), ölünceye kadar onunla amel etti. Sonra Hz. Ömer

452

Page 453: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

(radıyallahu anh)de ölünceye kadar onunla amel etti. Bu kitapta şunlar yazılı idi:

DEVELER

5 devenin zekâtı 1 koyundur.

10 devenin zekâtı 2 koyundur.

15 devenin zekâtı 3 koyundur.

20 devenin zekâtı 4 koyundur.

25’e ulaştı mı 35’e kadar, zekât bir bintu mehâz’dır.

36’ya ulaştı mı 45’e kadar, zekât bir ibnu lebûn’dur.

46’ya ulaştı mı 60’a kadar, zekât bir hıkka’dır.

61’e ulaştı mı 75’e kadar, zekât bir ceza’a’dır.

76’ya ulaştı mı 90’a kadar, zekât 2 ibnetu lebûn’dur.

91’e ulaştı mı 120’e kadar, zekât 2 hıkka’dır.

Deve 120’den fazla ise zekât her elliye bir hıkka; her kırka bir ibnetu lebûn gerekir.

KOYUNA GELİNCE

12. 40’a ulaşınca 120 koyuna kadar zekâtı 1 koyundur.

13. 121’e ulaşınca 200 koyuna kadar zekâtı 2 koyundur.

14. 201’e ulaşınca 300 koyuna kadar zekâtı 3 koyundur.

15. 300’ü aştı mı her 100 koyuna bir koyun zekât düşer, yüzden aşağıda kalan küsûrata zekat düşmez.

16. Zekât korkusuyla müctemi (birleşik) olanlar ayrılmaz, müteferrik (ayrı) olanlar da birleştirilmez.

453

Page 454: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

17. İki ortağın malından alınan zekâtta, her ikisi de adalet üzere birbirlerine müracaat ederler.

18. Zekât olarak, çok yaşlı ve ayıplı olan hayvan alınmaz.

19. Zühri der ki: “Zekâtı almak üzere memur geldiği vakit, koyunlar üç sınıfa ayrılır: Üçte biri kötü, üçte biri iyi, üçte biri de vasat. Zekât memuru zekât payını vesat kısmından alır. "Zühri, sığırdan bahsetmez." (K.S.2016 C.17 S.357-358 Akçağ, alıntıları: Tirmizi, Zekât 4,(621); Ebû Dâvud, Zekât 4,(1568,1569,1570); İbnu Mâce, Zekât 9, (1798))

650- İbnu Mes’ûd (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Her otuz sığır için erkek veya dişi bir tebi’ zekât verilir. Her kırk sığır için de bir müsinne zekat verilir."(K.S. 2017 C.7 S.358 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Zekat 5,(622))

651- Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın: “Üzerinden bir yıl geçmedikçe, bir malda zekât yoktur" dediğini işittim."(K.S.6552 C.17 S.180 Akçağ, alıntısı: İbnu Mace (1792))

652- İbnu Ömer ve Hz. Aişe radıyallahu anhumâ’nın anlattığına göre: “Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm, her yirmi dinar ve daha fazlası için yarım dinar (zekât) alırdı,"(K.s. 6551 C.17 S.180 Akçağ, alıntısı: İbnu Mace 1791)

653- Amr İbnu Şu’ayb, an ebihi an ceddihi tarikinden anlatıyor:“Rasûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a bir kadın, beraberinde bir kızı olduğu halde geldi. Kızın elinde, altından kalın iki bilezik vardı.

“Bunların zekâtını verdin mi?"diye:(Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm) kadına sordu. Kadın:

“Hayır!"diye cevap verdi. Resûlullah:

454

Page 455: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Kıyamet günü Allah’ın, onları sana ateşten iki bilezik yapması seni memnûn eder mi?"dedi. Bunun üzerine kadın, bilezikleri derhal çıkarıp Resûlullah’ın önüne bıraktı ve:

“Bunlar Allah ve Resûlüne aittir! Dedi."(K.S. 2022 C.7 S.363 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvut, zekât 3,(1563); Nesâi, Zekât 19,(5,38); Tirmizi, Zekât 12,(637))

654- Nâfi, İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)’den anlatıyor: “İbnu Ömer, kızlarını ve câriyelerini altınla tezyin eder, fakat bu ziynetler için zekât vermezdi."(K.S. 2025 C.7 S.365 Akçağ, alıntısı: Muvatta, Zekât 11,(1,250))

Zekâtla ilgili olmak üzere yazdım on bir rivayet örneği, zekâtla ilgili olarak tahdis etmiş oldukları rivayetlerin ana esaslarını ihtiva etmektedirler. Bu rivayetlerde zekâta esas olmak üzere fertlerin mali varlıklarını esas almayıp bazı mal çeşitlerini esas almışlardır. Öyle ki bir kimse çok büyük bir mali varlığa sahip olsa dahi, zekâta esas olarak konu ettikleri mallara sahip değil de, servetini bunların dışındaki mallara yatırsa hiç zekât vermeye bilir. Şöyle ki, bir kimsenin altın ve gümüş dışında çuvallarla elması, zümrütleri, incileri ve diğer kıymetli taşları olması halinde bunlardan hiç zekât vermeye bilir. Diğer taraftan, gemiler, apartman daireleri, fabrikalar, otobüs, kamyon ve diğer nakil vasıtaları, buğday, arpa, üzüm, hurma ve darı (mısır) dışında ki tüm zirai ürünler, örneğin, elma, portakal, Antep fıstığı ve tüm sebzeler ve akla gelebilecek binlerce ürün zekâta tabi değildir. Bir kimsenin at sürüleri, yüzlerce katırı v.s. olsa bunlarda zekâta tabi değil, hele pamuk, keten, gibi sınai ürünlerden bahsetmemeleri çok ilginçtir. Kadınların ziynet olarak taktıkları altınlarında zekâta tabi olup olmadıkları konusunda ihtilaflıdırlar.

Sığır, deve, koyun ve altın gümüş cinsinden paralar ve külçe oranları için bir zekât oranı belirlemiş olmalarına rağmen. Hurma, arpa, buğday üzüm ve darı ile, alım satıma konu mallardan ne oranda zekât verileceği konusu meçhuldür. Fakir zengin ayırımı yapmaksızın zekâtı her buluğa eren

455

Page 456: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

şahıstan bir dinar alınır şeklinde tanımlayıp kelle vergisi haline sokmaları İslam dininde kabul edilebilecek bir şey değildir. Zekâta tabi olmak üzere üç-beş mal çeşidini sayarak diğer tüm servet ve malları zekât dışı bırakmaları, zekât kavramına karşı yapmış oldukları bir saldırıdır. Zira böylece çok yüklü servet ve mal varlığına sahip olan kimseler bu yoldan zekât vermeyip, zekâttan kaçmış olacaklardır. Kullandıkları diğer bir metotta zekâtla sadakaları aynı şeymiş gibi özdeşleştirerek, sadakaları zekâtın yerine koymak suretiyle zekat verilmesini engelleme çabasına girmeleridir. Hal bu ki, zekât ve sadakalar, ikisi de farz olmalarına rağmen aynı şey değildirler. Zira veriliş yerleri değişiklik ihtiva ettiği gibi veriliş amaçları da aynı değildir. Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:

- Sadakalar, Allah’tan bir farz olarak ancak fakirlere, düşkünlere, onlar üzerinde çalışan memurlara, kalpleri (İslam’a) ısındırılacak olanlara, kölelik altında bulunanlara, borçlulara, Allah yoluna ve yolcuya mahsustur. Allah bilendir, hikmet sahibidir. 9/60

Görüldüğü gibi, sadakalar farz olup ne için ve nerelere verileceği belirtilmiştir. Peki, zekât bundan ayrı farklılık göstermekte midir? Kur’an’dan mealen:

- Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir. Asıl iyilik, o (kimsenin iyiliği)dir ki, Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitâba ve peygamberlere inandı; mala olan sevgisine rağmen, yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunan (köle ve esir)lere mal verdi; namazı kıldı, zekâtı verdi. Andlaşma yaptıkları zaman andlaşmaları yerine getirenler; sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler, işte doğru olanlar onlardır, (Allah’ın azabından) korunanlarda onlardır. 2/177

Dikkat edilirse, burada da yakınlara, yetimlere, düşkünlere v.s. Mal verileceği belirtilmiş, buna rağmen zekât ayrı olarak şart koşulmuştur. Zekât ve belirtilen kimselere mal verilmesi

456

Page 457: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

aynı şey olmadığından, Zekât ayrı bir kavram olarak belirtilmiştir, bundan da sadaka ve zekâtın farklı şeyler olduğu kolayca anlaşılır. Şöyle ki, sadakalar belirtilmiş olan ihtiyaç sahiplerine ve Allah yolunda, örneğin mescit yapımı ve imarı gibi veya İslam dininin tebliği gibi konularda yapılan harcamalardır. Zekât ise, İslam devletinin toplamış olduğu vergilerdir. İslam devletinin ihtiyaç duyduğu birçok harcamalar zekât vergisiyle karşılanır.

Sadakalar bizzat çıkaran şahıslar tarafından gizli ve açık verilebileceği gibi, memurlar tarafından toplanıp ihtiyaç sahiplerine ve gereken yerlere dağıtıla bilir. Kur’an’dan mealen:

- Sadakaları açıktan verseniz ne güzel! Eğer onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha iyidir ve sizin günahlarınızdan bir kısmını kapatır. Allah yaptıklarınızı duyar. 2/271

Ayrıca sadakalar bazen mal verme şeklinde değil de, herhangi bir suçu bağışlama şeklinde de maddi durum dışında yapılabilir, halbuki zekât malla yerine getirilen bir durumdur.

Kur’an’dan mealen:

- Onda (Tevrat’ta) onlara: cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılık kısas (ödeşme) yazdık. Kim bunu (kısası) tasadduk (sadaka ederek-bağışlarsa) kendisi için o kefâret olur. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir. 5/45

Maddi sadakalarda, infak miktarının ölçüsü, Kur’an’dan mealen:

- Sana içkiyi ve kumarı soruyorlar, (onlara)de ki: İkisinde de insanlar için hem büyük günâh, hem de faydalar vardır; fakat günahları faydalarından daha büyüktür. Yine sana (sadaka olarak)ne vereceklerini soruyorlar. De ki: İhtiyaçtan fazlasını

457

Page 458: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

(veya cimrilik yapmadan ve kendinizi unutmadan kolayınıza geleni). İşte Allah, dünya ve ahiret işlerini iyice düşünesiniz diye ayetleri böyle açıklar. 2/219

Sadakalar da, zekâtta para olarak verilebileceği gibi, ürün veya mal olarak ta verilebilir. Ve iddia ettikleri gibi, yalnız buğday, arpa, hurma, üzüm ve darıdan verilmez, tüm zirai ürünlerden ve mallardan verilir. Her ikisinde de ana hareket noktası, servet türünden maddi güçtür, servetin kendisidir, çeşidi değildir. Veriliş miktarı, cimrilik yapmadan ve kendimizi unutmadan kolayımıza gelen miktardır.

Bu hususta Kur’an’dan mealen:

- Çardaklı ve çardaksız bahçeleri, tadı birbirinden farklı hurma ve ekinleri, birbirine benzeyen ve benzemeyen zeytin ve narı yaratan O’dur. Her biri meyve verdiği zaman, meyvesinden yiyin. Hasad günü (zekât ve sadaka) hakkını verin; israf da etmeyin; zira Allah, müsrifleri sevmez. 6/141

- Ey müminler! Kazandıklarınızın ve sizin için yerden bitirdiğimiz şeylerin iyilerinden infak (hayra harcayınız)ediniz. Kendinizin göz yummadan alamayacağınız bayağı şeyleri infak için seçmeyiniz. Biliniz ki Allah zengindir, övülmüştür. 2/267

Görüldüğü gibi, sadakalar bir farz olarak, tüm mallardan, kimler tarafından kimlere ve nasıl ve ne miktarda verileceği Kur’an’da açıktır. Zekâtta yine farz olarak müminler tarafında, İslam devleti için ödenen vergidir. İslam devleti bu vergiyle memurlarına maaş öder ve gerekli harcamaları yapar. Zekâtın sadakalardan ayrı bir farz olduğuna dair. Kur’an’dan iki örnek daha verecek olursam, mealen:

- Ey iman edenler, siz Peygamber ile gizli konuşacağınız zaman bu gizli konuşmanızdan önce bir sadaka verin. Bu sizin için daha temizdir. Allah bağışlayan, esirgeyendir. 58/12

458

Page 459: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Gizli konuşmanızdan önce sadaka vermenizden korktunuz mu? Çünkü yapmadınız. Allah da sizi (bundan) affetti (sadaka vermeden konuşabilirsiniz). Artık namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a Resûlüne itaat edin. Allah yaptıklarınızı haber alandır. 58/13

Belirli bir konuda sadakaya Allah tarafından muafiyet verilmesine rağmen, zekât ayrı bir kavram olarak belirtilmiştir. Bu da konum olarak ikisinin ayrı olduğunu gösterir.

Müminlerin tüm mal varlıkları zekat ve sadakaya konu teşkil eder. Fakat bu mallardan özellikle zekât için yüzde kaç verilmesi gerektiği rivayetçiler tarafından konu edilmiştir. Sadaka için, cimrilik yapmadan, kendimizi de ihmal etmeden kolayımıza geldiği şekilde sadaka verilmesi gerektiğini Kur’an’a dayalı olarak belirtmiştim. Fakat, zekât için farz olmasına rağmen ne kadar, başka bir ifadeyle hangi oranda verilmesi gerektiğini, örneğin: şu maldan yüzde şu kadar verilir diye Kur’an’da oran belirtilmemiştir. Bu hususu öne süren rivayetçiler, deve, sığır, koyun ve nakit para için yüzde şu kadar verilir diyerek, Kur’an’a noksanlık atfetmek suretiyle, bu rivayetlerimiz olmasa zekât konusu meçhul kalacaktı demektedirler. Ve binlerce çeşit malı zekattan muaf tuttukları gibi, saydıkları birkaç çeşit tarım ürününden ne kadar zekât verilmesi konusunda da çeşit sayarak değinememektedirler. Kur‘an’da zekât için sabit bir yüzdelik oranın belirtilmemiş olması, olması gereken normal bir durumdur. Zira ihtiyaçlar değişken olduğu gibi, servetleri teşkil eden unsurlarda değişkendir. Değişken ihtiyaçlara ve değişken servet çeşitlerine sabit oranlı zekât uygun olmaz. Bolluk zamanında alınan zekâtla, savaş zamanında, kıtlıkta ve tabii afet zamanlarında alınacak zekât aynı olmaz. Çağlar içerisinde de zekât ihtiyacı farklılık gösterir, bundan asırlarca önce ordu teşkili için bir at, bir kılıç v.s. gibi şeyler yeterli vasıta teşkil ederdi, bu gün için bunların yerini doldurmak için, tank ve uçak gibi daha pahalı şeyler gereklidir. Bundan

459

Page 460: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

dolayıdır ki günün şartlarına göre ne kadar ve ne sürede zekât verilmesi gerektiği günün şartları dikkate alınarak, müminlere mümkün mertebe yumuşak şartlar da ne az ne de çok olmamak üzere İslam Devlet başkanı ve İslam şurası tayin eder. Bu da gösteriyor ki, Kur’an’da zekât için sabit bir oran verilmemiş olması bir noksanlık değil. İslam devletinin ihtiyaçlarının karşılanması ve sürdürülmesi için bir gerekliliktir.

Görüldüğü gibi zekât olayı, rivayetçilerin zannettiği gibi, bir buğday, darı, koyun, keçi olayı ötesinde, bir devlet olayıdır. Zekât İslam devletinin idamesi için gerekli olan masrafların kaynağıdır.

ABDEST VE GUSÜL KONUSUNDA UYDURMUŞ OLDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

655- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah’ın ashabı uyurlar, sonra ab dest almadan namaz kılarlardı:

(Enes’ten bunu rivayet eden) Kat’ade’ye:

“Bu sözü Enes’ten bizzat işittin mi? diye sormuştu:

“Vallahi evet!"diye te’yid etti." (K.S.3675 C.10 S.466 Akçağ, alıntıları: Müslim, Hayz 125,(376); Ebû Dâvud, Tahâret 80,(200); Tirmizi, Tahâret 58,(78))

656-. ... Hz. Ali (r.a.) den, Rasûlullah’ın (s.a.) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: “Dübürün bağı gözlerdir. Kim uyursa ab dest alsın." (Ebû Dâvûd, K.Tahâre (1), Bab 80 C.1 S.366 H.203 Şamil, ayrıca İbni Mace tahâre 62.)

Bu iki rivayetin çelişkili oldukları aşikardır. Başka rivayetlerde oturarak uyuyanın ab destinin bozulmadığı tahdis edilmişse de bu dahi çelişkiyi ortadan kaldırmaz, zira uyku şekli esas teşkil ediyorsa, o zaman uyuyan kimsenin genç mi, ihtiyar mı, gastriti var mı yok mu hatta yediği yemek söz Konusu olur. Tahdis ettikleri rivayet şudur:

460

Page 461: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

657- Abdullah İbni Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün) horlayıncaya kadar uyudu. Sonra kalkıp namaz kıldı." (K.S.6142 C.16 S.595 Akçağ, alıntısı: İbni Mace, Taharet bölümü 475.)

658- İbnu Abbâs Mes’ud radıyallahu anhümâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın o uykusu, kendisi yani Hz. Peygamber oturur iken olmuştur. (K.S.6143 C.16 S.595 Akçağ, alıntısı: İbni Mace, Taharet bölümü 476.)

659 Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Ses ve koku olmadıkça ab dest alınmaz.”

Bir rivâyette şöyle gelmiştir: “Biriniz mescitte iken, kabaları arasında bir yel hissetse ses işitmedikçe veya koku duymadıkça dışarı çıkmasın." (K.S. 3652 C.10 S.447 Akçağ, rivayet edenler: Buhari, vudû 4,34; buyû, 5; Müslim, hayz 98,99; Ebû Dâvud tahâre 67; salat 192; Tirmizi, tahâre 56; Nesâi, tah3are 114; İbn Mâce, tahâre 74.)

660- ............ Bize Ma’mer, Hemmâm ibn Münebbihten haber verdi ki, Ebû Hureyre (R)’den şöyle derken işitmiştir: Resûlullah (S): “Kendisinde hades meydana gelen kimsenin namâzı, o kimse ab dest almadıkça kabûl olunmaz" buyurdu. Hadramevt ahâlisinden bir kimse: “Ya Ebâ Hureyre, hades nedir?" diye sordu. Ebû Hureyre: “Sessiz veyâ sesli yel" cevabını verdi. (Buhari, Kitâbu’l-Vudû Bab 2 C.1 S.288 H.1 Ötüken.)

Evvelki rivayette ses ve koku olmadıkça abdestin bozulmayacağı rivayet edilmesine rağmen, bu rivayette ses olmasa da abdestin bozulacağının rivayet edilmesi bir çelişkidir.

661- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kadınlarından birini öptü, sonra dönüp namaza gitti, abdest tazelemedi.”

461

Page 462: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Urve rahimehullah der ki: “Kendisine: “Bu sizden başka hanımı olmamalı!"dedim, Hz. Aişe gülmekle cevap verdi." (K.S.3668 C.10 S.461 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Tahâret 121,(1,104); İbnu Mâce, Tahâret 69,(502))

662- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Erkeğin hanımını öpmesi ve ona eliyle dokunması hep mülamese (değme) sayılır. Öyleyse kim hanımını öperse veya eliyle dokunursa ab dest alması gerekir."Bu rivayetin bir benzeri İbnu Me’sud’dan gelmiştir. (K.S.3669 C.10 S.461 Akçağ, alıntıları: Muvatta, Tahâret 64,(1,43))

Görüldüğü gibi bu iki rivayet çelişkilidir. Birinde kişi hanımını öperse abdest bozulmaz denmişken, diğerinde öpmek veya elle dokunmanın abdesti bozduğu rivayet edilmiştir. Ayrıca Aişe’nin, Urve’ye peygamberin kendisini öptüğünü ve abdest almadığını tahdis etmeleri, Peygamberin hane halkına saygısızlık içermektedir. Bu gibi hususları peygamber neden erkek sahabelere şahsiyet ortaya koymadan, örneğin: kişi eşini öperse abdest alması gerekmez şeklinde söylemesinde. Bu gibi rivayetleri, daha önce örneklerini verdiğim gibi çoğunlukla peygamberin eşlerinden erkeklere söylendiği şeklinde rivayet etmişlerdir. Bununda kasıtlı olduğu aşikardır.

663- Talk İbnu Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın yanına geldik. (Biz huzurlarında iken) bir adam geldi. Sanki o bir bedevi idi.

“Ey Allah’ın Resûlü! dedi, kişi abdest aldıktan sonra zekerine değerse ne gerekir (abdesti bozulur mu, bozulmaz mı?)"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu cevabı verdi:

“O, kendisinden bir parça değilmidir?"(K.S. 3671 C.10 S.463 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Tahâret 71,(182,183); Tirmizi, Tahâret 120,(1,101). Bu metin tirmizinindir.

462

Page 463: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

664- Büsre Bintu Saffan (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Zekerine değen abdest almadıkça namaz kılmasın." (K.S.3672 C.10 S.464 Akçağ, alıntıları: Tirmizi Tah3aret 61,(82,83,84); Muvatta, Tahâret 58,(1,42); Ebû Dâvud, Tahâret 70,(181); Nesâi, Taharet 118,(1,100))

Önceki rivayette, erkek zekerine dokunursa abdest alması gerekmez derken, bu rivayette gerekir demeleri bir çelişkidir.

665- Hz. Bilal (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) mestleri ve örtüsü üzerine meshetti." (K.S. 3696)

666- Ebû Dâvut’un rivayetinde şöyle gelmiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ihtiyacı için (araziye) çıkardı. Ben de O’na su taşırdım. (Kazayı hâcet yapınca) abdest alırdı. Bu sırada sarığı ve “bot”ları üzerine meshederdi." (K.S.3697 C.10 S.487-488 Akçağ, alıntıları: Müslim, Tahâret 84,(275); Ebû Dâvud, Tahâret 59,(153); Tirmizi, Tahâret 75,(101); Nesâi, Tahâret 86,96 (1,75,81))

Bu rivayetlerde abdest alırken sarık, örtü ve botlar üzerine mesh (eli ıslatıp silme) yapılabileceğini tahdis ettiler.

667- Ebu Ubeyde İbnu Muhammed İbni Ammâr İbni Yâsir anlatıyor: “Câbir İbnu Abdillah (radıyallahu anh)’a mest üzerine meshetme hususunda sordum.

“Ey kardeşimin oğlu, bu sünnettir" buyurdu. Bunun üzerine sarık üzerine meshetme hakkında sordum:

“Saça meshet!"diye cevap verdi." (K.S.3698 C.10 S.488 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Tahâret 75,(102))

668- Hz. Câbir radıyallahu anh’ten anlatıldığına göre, kendisine sarık üzerine meshetmekten sorulmuştu. Şu cevabı verdi:

463

Page 464: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Hayır, olmaz, su ile saça değilmelidir!" (K.S.3609 C.10 S.419 Akçağ, alıntısı: Muvatta, Tahâret 38,(1,35))

Bu rivayetlerde ise, sarık üzerine mesh yapılamayacağını söylemeleri, evvelki rivayetleriyle çelişkilidir.

669- Muğire (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) mestin üst ve aşağı kısımlarını meshederdi. (K.S.3704 C.10 S.494 Akçağ, alıntısı: Tirmizi )

670- Ebû Dâvud’un rivayetinde şöyle gelmiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) mestlerin sırtlarına meshederdi.”

Tirmizi’nin bir başka rivayetinde de böyle denmiştir. (K.S.3705 C.10 S.494 Akçağ, alıntıları: Tirmizi 72,73,(97,98); Ebû Dâvud, Tahâret 63,(161,165); Nesâi, Tahâret 63,(1,62))

Yukarıda ki rivayetlerde, mestin alt kısmının silinip silinmeyeceği hususu çelişkilidir.

671- Şüreyh İbnu Hâni anlatıyor: “Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)’ye mest üzerine meshetmekten sormaya geldim. Bana:

“Sana Ebu Talib’in oğlu (Hz. Ali) (radıyallahu anh)’yi tavsiye ederim, git ona sor. Zira o, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte seyahatlerde bulunmuştur!"dedi. Bunun üzerine gidip ona sordum. Şu cevabı verdi:

“Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), (mesh müddetini) yolcu için üç gün üç gece tuttu, mukim için de bir gün bir gece tuttu."(K.S.3709 C.10 S.496 Akçağ, alıntıları: Müslim, Tahâret 85,(276); Nesâi, Tahâret 99,(1,84); İbnu Mâce, Tahâret 86,(552))

Bu rivayette, mesh müddetinin yolcu için üç gün üç gece, mukim için de bir gün bir gece olarak rivayet ettiler. Buna rağmen bu rivayetle çelişkili olarak, mesh müddetinin süresiz olduğunu aşağıdaki rivayetlerde tahdis ettiler.

464

Page 465: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

672- Ubey İbnu İmâre (Radıyallahu anh)-ki bu Sahâbi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte her iki kıbleye namaz kılan ilklerdendir- anlatıyor: “Bir gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a gelerek sordum:

“Ey Allah’ın Resulü! Mestlerin üzerine meshedeyim mi?”

“Evet!"buyurdular. Ben tekrar:

“Bir gün mü? Dedim.

“Bir gün!"buyurdular. Ben tekrar:

“İki gün (olsa)?"dedim.”İki gün!"buyurdular. Ben tekrar:

“Üç gün (olsa)?"dedim.

“Evet! Dilediğin kadar!"buyurdular."(K.S. 3711 C.10 S.497 Akçağ, alıntısı, Ebû Dâvud Bab 61 K.Tahâre (158))

673- Ebu Hüreyre (Radıyallahu anh)’den nakledildiğine göre, Ebu Hüreyre mescit de abdest alırken yanına Abdullah İbnu Kârız gelir. Ona, Ebu Hüreyre şu açıklamayı yapar: “Bir keş (kurumuş çökelek) parçası yedim, bu sebeple abdest alıyorum. Çünkü ben Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın “Ateşte pişen şeyler yiyince abdest alın" dediğini işittim."(K.S.3681 C.10 S.472 Akçağ, alıntıları: Müslim, Hayz 90, (532); Nesâi, Tahâret 122,(1,105,106); Tirmizi, Tahâret 58,(79); Ebû Dâvud, Tahâret 76,(194). Bu, Müslim’in lafzıdır. Müslim’de Hz. Aişe’den buna benzer rivâyet mevcuttur.)

Bu rivayette ateşte pişen şeyler yiyince abdest alınması gerektiğini rivayet ettiler. Buna çelişkili olarak şu tür rivayetlerde bulundular:

674- İbnu Abbâs (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) koyun budu yedi ve namaz kıldı, abdest almadı."

465

Page 466: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Buhari’nin bir başka rivayetinde: Tencereden eliyle etli kemik aldı" denmiştir.

Müslim’in bir rivayetinde: “Budu kemirdi, sonra namaz kıldı, abdest tazelemedi" denmiştir. (K.S. 3686 C.10 S.474 Akçağ, alıntıları: Buhari, Vudû 50, Et’ime 18, Müslim, Hayz 91,(354); Muvatta, Tahâret 91, (1,25); Ebû Dâvud, Tahâret 75,(187); Nesâi, Tahâret 123,(1,108))

675- Ebu Sa’id (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ensâr’dan birine adam göndererek, yanına çağırttı..

Aleyhissalâtu vesselâm:

“Herhalde sana acele ettirdik?"buyurdu. Ensâri:

“Evet ey Allah’ın resulü! deyince:

“Acele ettirilir veya inzal olmasan gusletmen gerekmez. Sadece abdest gerekir" buyurdular."(K.S. 3735 C.10 S.525 Akçağ, alıntıları: Buhari, Müslim ve Ebû Dâvud.)

676- Müslim’in bir diğer rivayetinde: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Suyu (yıkanmayı), su (meninin gelmesi) gerekir" buyurdu" denmiştir. (K.S. 3736 C.10 S.525 )

677- Nesai’nin Ebu Eyyub (radıyallahu anh)’den kaydettiği bir de Resulullah: Resûlullah: “Su, sudan dolayıdır" buyurmuştur. (K.S.3737 C.10 S.525 Akçağ, alıntıları: Buhari, Vudû 34; Müslim, Hayz 81-83, (343-345); Ebû Dâvud, Tahâret 84, (217); Nesâi, Tahâret 132,(1,115))

Bu tür rivayetlerle meni gelmeden gusül gerekmez diye tahdiste bulundular, buna rağmen kargaşa çıkarmak için çelişkili olarak şu rivayetlerde bulundular. Bu rivayetleri yazmadan önce şunu belirteyim ki, tahdis etmiş oldukları bu rivayet hem peygambere karşı hem sahabeye karşı, hemde

466

Page 467: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

sahabelere karşı bir saygısızlıktır. Peygamberin bu şekilde müstehcen senaryolarla dini anlatmayacağı gibi, hiç bir sahabenin şahsına karşı seni acele mi ettirdik gibisinden ifadelerde bulunmaz, zira peygamber büyük bir ahlaka sahipti. Bu rivayet sahabelere karşıda saygısızlıktır, sahabeler müşahhas örnekler olmadan sözle anlatılan öğretileri anlamayacak kimseler değildirler. Aksi takdirde söz anlatımı olan Kur’an’ı nasıl anladılar?

678- Ebu Hüreyre (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Erkek kadının dört uzvu arasana çöker ve kadına mübâşeret ederse gusül vacib olur.”

Bir rivâyette de şu ziyade var:... İnzal olmasa bile.”

Ebu Dâvud’un rivayetinde dört uzvu kelimesinden sonra"... hitana (sünnet mahalli) hitanı kavuşursa, gusül vacip olur" denmiştir. (K.S.3733 C.10 S.523 Akçağ, alıntıları Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebû

Dâvud, (Kaynak tafsilatları K.S.3734 ci rivayetten: Buhari, Gusl 28; Müslim Hayz 87,(348); Muvatta, Tahâret 71, (1, 45,46); Ebû Dâvud Tahâret 84, (216); Nesâi, Tahâret 129,(1,110,111); İbnu Mâce, Tahâret 111,(610))

Görüldüğü gibi, bu rivayetle evvelki rivayet çelişkilidir.

Bu çelişki konusunda çok sıkıştırılmış olacaklardır ki, şu şekilde bir ara rivayet uydurmuşlardır:

679- Übey İbnu Ka’b (radıyallahu anh) anlatıyor: “Su, sudan gerekir" hükmü İslam’ın bidayetinde bir ruhsattı. Sonra bundan nehyedildi. "Übey ilave tender ki: “Su, sudan gerekir" hükmü ihtilam hakkında muteberdir." (K.S.3738 C.10 S.526 Akçağ, alıntıları: Ebû Davud, Tahâret 84,(214,215); Tirmizi, Tahâret 81,(110,111))

467

Page 468: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Güya bu rivayetle durumu idare etmeye çalışmışlardır. Kadının dört uzvundan bahsetmeleri nerde, işi rüyayla izah etmeleri nerde?

680- Hz. Ali (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), cünüp olmadıkça her halimizde bize Kur’an okutup talim ederdi."(K.S.3771 C.10 S.548 Akçağ, alıntıları: aşağıdaki rivayette.)

681- Nesâi’nin bir başka rivayetinde şöyle gelmiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) helâdan çıkınca Kur’an okur, bizimle et yerdi. Cenabet halinden başka hiçbir şey O’nunla Kur’an arasına perde olmazdı." (K.S.3772 C.10 S.548 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvut, Tahâret 91, (229); Tirmizi, Tahâret 111,(146); Nesâi, Tahâret 171,(1,144.)

Bu rivayetlerine göre kişi cenabetli olmamak şartıyla abdest siz Kur’an okuyabilir ve okutabilir.

682- İbnu Abbâs (radıyallahu anhumâ)’dan rivayet edildiğine göre, O cünüp kimsenin Kur’an okumasında bir beis görmezdi." (K.S. 3773 C.10 S.550 Akçağ, alıntısı: Buhâri, Hayz 7 )

Bu rivayette, evvelki rivayetin aksine olarak, cenabetli kimsenin Kur’an okuyabileceğini söylemeleri bir çelişkidir.

683-. ... Âişe (r.anhâ)’nın şöyle dediği rivayet edilmiştir; Ashâbı Kirâmın evlerinin kapıları Mescide açılmış bir halde ikin, Resûlullah (s.a.) (Mescide) gelip;

“Şu evlerin yönlerini (kapılarını) mescidden çeviriniz" buyurdu ve (hucre-i saadetine) girdi.

Ashab, kendileri hakkında bir ruhsat inmesini umarak bir şey yapmadılar (evlerinin kapılarını çevirmediler.) Bir müddet sonra Resûlullah aleyhisselâm onlar(ın yanına) tekrar çıktı ve;

468

Page 469: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Şu evlerin (kapılarını) çeviriniz. Çünkü ben, mescidi hayız ve cünüp (olan)lara helâl görmüyorum" buyurdu. (Ebû Dâvûd, K.Tahâre (1).Bâb 92 C.1 S.411-412 H.232 Şamil, ayrıca: İbni Mâce, Tahâre 126.)

Bu rivayette hayız ve cünüp olanların mescide giremeyeceğini, hatta evlerinin kapılı yönlerinin mescit yönünde açılamayacağını tahdis ettiler. Bu ise evvelki rivayetlerde bu konuda tahdis edilen ruhsatlarla çelişkilidir. Ayrıca rivayet mantıksızlıklarla doludur, bir insanın cünüp olmasıyla evinin kapı yönünün hiçbir ilgisi olamaz, pencereleri mescit yönündeyse ve pencereden cünüp halde bakıyorsa, veya sokaktan geçiyorsa durum ne olacak, bu tür şeyler saçma olduğundan uzatmak istemiyorum.

684-.. ... (r. anhâ)!dan demiştir ki:

“Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) bana, “Mescitten seccâdeyi alıver."dedi.

“Ben hayızlıyım" dedim. Bunun üzerine:

- “Senin hayızın elinde değildir" buyurdu. (Ebû Dâvud, K.Tahâre (1), Bâb 103 C.1 S.465 H.261 Şamil, ayrıca: Müslim, hayz 11-13; Tirmizi, tahâre 101; Nesâi, tahâre 176; hayz 18 )

Bu rivayette ise evvelki rivayetle hayz konusunda çelişkiye düştüklerini görmüş oluruz. Zira hayızlının mescide girebileceğini tahdis etmişlerdir.

685- Câbir İbnu Semure (radıyallahu anh) anlatıyor: Bir adam “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a gelerek:

“Koyun eti sebebiyle abdest alayım mı?"diye sordu.

“Dilersen abdest al, dilemezsen alma!"diye cevap verdi. Adam bunun üzerine:

469

Page 470: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Deve eti sebebiyle abdest alayım mı?"diye sordu. “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu sefer:

“Evet, deve eti sebebiyle abdest al!"cevabını verdi. Adam tekrar:

“Koyun ağıllarında namaz kılayım mı?"diye bir başka sual sordu:

“Evet!"cevabını aldı. Tekrar sordu:

“Pekala, deve ağıllarında namaz kılayım mı?”

“Hayır!"buyurdu Aleyhissalâtu vesselâm."(K.S.3688 C.10 S.477 Akçağ, alıntısı: Müslim, Hayz 97,(360))

686- Üsayd İbnu Hudayr (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“Koyun sütünü içince abdest almayın, deve sütünü içince abdest alın." (K.S. 650 C.16 S.599 Akçağ, alıntısı: İbni Mace 496.)

Abdest almanın hiçbir yemek yeme veya içmeyle ilgisi yoktur. Aksine tuvaletten gelmiş olmayla ilgisi vardır. Bu itibarla uydurma olup aslı yoktur. Deve hakkında bu şekilde rivayette bulunmalarının nedeni, hatırlanacağı üzere daha önce vermiş olduğum rivayet örneğinde, deve için şeytan demişlerdi, bunlar şeytanı pişirip yediklerini mi zannediyorlar ne kolay iş ve ne saçma iddialar.

687-. ... Ebû İshâk’ın rivayetine göre: Ebû Hayye, Ben Ali’yi (r.a) abdest alırken gördüm, demiş ve her abdest organını üçer kere yıkadığını nakletmiş ve demiştir ki: “Sonra başına mesh etti, sonra ayaklarını topuklarına kadar yıkadı" daha sonra da Hz. Ali (r.a):

470

Page 471: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Resûlü Ekrem (s.a.)’in abdest alışını size göstermek istedim de... (Ebû Dâvud, K.Tahâre (1). Bab 51 H.116 Şamil, ayrıca: Nesâi, tahâre 93,94,95; Tirmizi, tahâre 44,48.)

Bu rivayette de ayakların mesh (ıslak elle silme) edilmeyip yıkanması gerektiği şeklinde tahdiste bulunmuşlardır. Bu ise Kur’an’a aykırıdır, zira Kur’an’a göre abdest alırken ayaklar yıkanmaz mesh edilir.

688- İbnu Abbâs (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Namaza kalktığın vakit abdesti mükemmel yap. (Bu cümleden olarak) suyu ayak ve el parmaklarının arasına iyice ulaştır." (K.S. 6131 C.16 S.589 Akçağ, alıntısı: İbni Mace 447.)

689- Mikdâm İbnu Ma’dikerp radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), abdest aldı ve ayaklarını üçer sefer yıkadı." (K.S. 6135 C.16 S.591 Akçağ, alıntısı: İbni Mace 457.)

Bu iki rivayette de, abdest alırken ayakların muhakkak yıkanması gerektiğini tahdis ettiler.

690-............ Bize Ebû Avâne, Ebû Bişr’den; o da Yûsuf ibn Mâhek’den; o da Abdullah ibn Amr(R)’den tahdis etti. O şöyle demiştir: Gittiğimiz yolculukların birinde Peygamber (S) geride kalmıştı da sonra bize yetişmiş idi. O sırada namâz vakti gelmişti. Biz de abdest alıyorduk. Ayaklarımızı mesh eder gibi, az su ile yıkamağa başladık. Peygamber bu hâli görünce en yüksek sesiyle iki yâhud üç kere: “Cehennem’de yanacak ökçelere yazık!"diye nidâ etti. (Buhâri, Kitâbu’l-İlm Bab 3 C.1 S.215 H.2 Ötüken )

Bu rivayetlerde ise, abdest alırken ayakların mesh edilmesi bir tarafa, ayaklarını tam değil de az suyla mesh eder gibi yıkayanların ökçeleri cehennemde yanmak suretiyle azab göreceklerini tahdis ettiler. Bu ise, Kur’an’a aykırıdır, zira Kur’an’da abdest alırken ayakların mesh edilmesi gerektiği

471

Page 472: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

bildirilmiştir. Ayaklarını mesh etmeyip, Allah’ın Kur’an’daki emrine aykırı olarak yıkayanların kesinlikle abdesti yoktur. Allah’ın emrine karşı çıkılarak farzlar ifa edilemez.

Abdest ve Gusülle ilgili olarak uydurmuş oldukları rivayetlerden bazı örnekler verdim. Görüldüğü gibi rivayetler kendi aralarında çelişkili olduğu gibi, Kur’an’la bağdaşmayan bir çok hususlar ihtiva etmektedirler. Ve vermiş olduğum bu örneklerden başka, bu konuda epeyce tutarsız ve çelişkili rivayetleri vardır. Örnek olsun diye sadece otuz civarında rivayeti konu ettim. Ve iddia ediyorlar ki bu rivayetleri olmasa ne abdest ne de gusül konusu Kur'an'dan anlaşılamazmış. Hal bu ki, Kur'an o kadar net ve açık bir kitaptır ki, dinle ilgili bütün konular andan kolayca anlaşılabilir. Abdest ve Gusül konusunda Kur'an'dan örnek verecek olursam, durumun hiçte iddia ettikleri gibi olmadığı kolayca anlaşılabilir. Şöyle ki, mealen:

- Ey iman edenler! Namaza dur(mak iste)diğiniz zaman yüzlerinizi yıkayın ve ellerinizi dirseklere kadar, ve başlarınızı meshedin (ıslak elle silin), ve ayaklarınızı da topuklara kadar. Eğer cünüp iseniz temizlenin (yıkanın). Ve eğer hasta iseniz veya yolcu iseniz veya biriniz tuvaletten gelmişse, yada kadınlara dokunmuş ve su bulamamışsanız, temiz toprağa teyemmüm edin; Yüzlerinizi ve ellerinizi onunla meshedin, Allah size güçlük çıkarmak istemiyor, fakat sizi temizlemek ve size olan nimetini tamamlamak istiyor ki, şükredesiniz. 5/6

- Ey iman edenler! Siz sarhoş iken -ne söylediğinizi bilinceye- cünüp iken de -yolcu olan müstesna- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veyâ bir yolculuk üzerinde bulunursanız, yahut sizden biriniz ayak yolundan gelirse, yahut kadınlara dokunup da (bu durumlarda) su bulamamışsanız o zaman temiz bir toprakla teyemmüm edin: Yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz Allah çok affedici ve bağışlayıcıdır. 4/43

472

Page 473: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Kur'an'a göre, Abdest ve Gusül ile ilgili durum bu şekildedir. Bundan da kolayca anlaşıldığı gibi, abdestle ilgili organlarımız dört tanedir, bunlarda iki gruba ayrılmaktadır. Birinci grup yüz ve dirseklere kadar eller, ikinci grup baş ve topuklara kadar ayaklar. Birinci grupta olan yüz ve ellerin yıkanması gerekir. Zira, Kur'an'da yüzlerinizi yıkayın, ellerinizi de dirseklere kadar denmesi bunu ifade eder. Örneğin: Ahmet'e selam söyle, Ali'ye de dediğimizde nasıl ki Ali'ye de selam ettiğimiz hemen anlaşılabiliyorsa. Yüzlerinizi yıkayın, ellerinizi de dirseklere kadar ifadesi, ellerinde dirseklere kadar yıkanacağı manasındadır. İkinci grupta olan baş ve ayaklarda mesh edilecektir. Zira aynı şekilde başınızı mesh edin, ayaklarınızı da topuklara kadar denmesi, ayaklarında aynen baş gibi meshedileceği manasındadır.

Abdestin geçerli olması için Kur'an'a uygunluk şarttır. Sakın bu daha iyidir deyip, mesh edeceğin yerde ayaklarını yıkamaya kalkışma, bu durumda sözünü Allah'ın sözü önüne geçirmiş olursun. Her şeyin en iyisini ve en doğrusunu Allah bilir. Ve unutma ki dini ancak ve ancak Allah koyar ve Allah'ın koyduğu din Kur'an'da mevcuttur. Eğer ki ayaklarını yıkamaya bir ihtiyacın varsa veya yıkayıp serinlemek istiyorsan abdest almadan önce veya sonra istersen sabunla yıka ve bunu abdest alıyorum diye yapma, abdestin geçerli olması için muhakkak ayaklarını Kur'an'da emredildiği gibi mesh etmelisin ve mesh ettiğin de başın ve ayakların olmalı, sarık veya ayakkabı üzerine mesh etmek ayakları veya başı meshetmek manasında değildir. Meğer ki kişinin suyun Mesih ile ıslaklığını değdirmeye zorunlu bir manisi olmuş olsun, örneğin: başın da veya ayaklarına da bir yaradan dolayı sargı bezi olabilir, bu durumda sargı bezinin üstünden silebilir, zira Allah hiçbir nefse yüklenemeyeceği yükü yüklemez. Nasıl ki suyu hastalıktan dolayı kullanamadığımız da teyemmüm etmemize müsaade edilmişse, mecburiyet karşısında ona göre kıyas yapılabilir. Bazı mesleklerde cildin üzeri mesleki bir maddeyle örtülebilir. Örneğin yağlı boyacılar gibi, bu durumda imkan ölçüsünde cilt yıkanır

473

Page 474: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

dolayısıyla boya deyen yerin üstü çıkarılamayan boya ile birlikte yıkanır veya meshedilen organsa meshedilir.

Cenabetli olma durumunda yıkanılmak suretiyle temizlenme emredilmiştir. Bu durumda istenen yıkanma ise kolayca bilinebilen, vücudun yıkanması olayıdır. Eğer bu konuda tereddüdü olan varsa, küçük bir çocuğa sorarak öğrenebilir. Zira biz onlara yıkanın dediğimizde ne dediğimizi gayet iyi anlıyorlar. Bunun için iftira yollu, hareket ederek rivayetlerde iddia ettikleri gibi yıkanmayı tatbiki olarak erkekler tarafından Aişe’ye yaptırma rivayetleri tahdis etmek gerekmiyor.

Teyemmüm ise, hem yıkanma ve hem de abdest yerine geçerli olup. Kur’an’da belirtildiği gibi, bazı zorluklarla karşılaştığımızda kolaylık olmak üzere Allah tarafından verilmiş bir ruhsat (müsaade)dir.

Bahsedilen zorluklar ve Gusül veya abdest gerektiren Şartlar şunlardır.

Teyemmüm şartları:

Hastalık durumu (su kullanmaya mani bir hastalık).

Yolculuk durumu (su kullanmaya mani bir yolculuk).

Abdest gerektiren şartlar:

Tuvaletten gelinmişse (ihtiyaç için gidilmesi halinde.)

Kadınlara dokunulmuşsa.

Gusül gerektiren şart.

Cünüp olunmuşsa.

Bu hususların meydana gelmesi halinde eğer su bulamamışsa ki, bu su bulunmama durumu kullanamamayı da içeren bir ruhsattır, yoksa su kullanmaya mani bir durum yoksa, durum

474

Page 475: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

gereği olarak yıkanma veya abdest alma gereklidir. Şartlar arasında hastalığın bulunması zorluk olması durumu ile ilgilidir, diğer hususlar da bundan dolayı imkansızlık durumu olarak anlaşılmalıdır. Örneğin hastalık nedeniyle su kullanamıyorsak veya bizi hasta edebilecek soğuk su veya haşlayabilecek kaynar su, su bulunduğu manasında değildir. Veya yıkanmaya mani teşkil etmeyen bir hastalık durumunda örneğin: Bazı hastalıklarda kaplıcalarda yıkanmak, tedavinin esasını teşkil eder. Veya yolcu olmasına rağmen yıkanma imkanı sağlayabileceği bir otelde ikamet eden kimse su bulamama durumunda olan kimse değildir.

Peki, su bulunmuşsa yani suyu hem elde etmiş, hem de kulana biliyorsak durum ne olacaktır? Bu durumda teyemmümle birleşmiş olan iki husus birbirinden ayrılmaktadır, yani cenabetli olan kimse yıkanacak, cenabetli olmayan kimse, gerekli olduğunda abdest alacaktır. Ancak, önceden teyemmüm almış olan kimsenin teyemmümü, şartların normale dönmesi halinde geçerliliğini yitirmez, yeniden yıkanmak veya abdest için yeniden yıkanmayı veya abdest almayı gerektirecek durumların olması lazımdır. Zira, Kur'an'da suyun bulunması veya hastalıkla yolculuğun bitmesi halinde teyemmümün iptal ve iadesi bize emredilmemiştir. Cenabetlik durumu inzal olsun veya olmasın cinsel birleşmeyle veya cinsel birleşme olmamasına rağmen ihtilam ile meydana gelen bir olaydır. Tuvaletten gelinmesi halinde abdest alınması hususu, tuvalet ihtiyacının giderilmesiyle ilgili bir olaydır. Sesli veya sessiz yellenmek abdesti bozmaz, zira bu hususlar tuvalet ihtiyacı kapsamında değildir, zira bunlar için tuvalete gitmek bir ihtiyaç değildir, Kadınlara dokunma olayına gelince, bu husus ehli sünnetin kendi aralarında da değişik anlaşılmaktadır, kendi aralarında ki bir çok ihtilaf konusundan biride budur. Bir kısmı bunu cinsel birleşme olarak kabul ederken, bir kısmı nikah düşen erkek veya kadın cildinin bir birine dokunması olarak anlamaktadır. Bundan dolayıdır ki, kadınlara dokunmayı cinsel birleşme olarak kabul edenler, el teması veya öpme

475

Page 476: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

durumunda abdestin bozulmadığını iddia ederler. Diğerleri ise, yani "dokunmayı" tokalaşma veya öpme şeklinde anlayanlar bu durumların olması halinde abdestin bozulacağını iddia ederler. Örneğin: Şafii mezhebine bağlı olan kimseler, elleri bir kadın eline değdiğinde abdest almayı gerekli görürler, fakat Hanefi mezhebi bağlıları ise bu gibi durumlar da abdest almaya gerek görmezler. Bu şekilde ihtilafa düşmelerinin nedeni ise, kadınlara dokunmayı sadece bir hususu anlatan bir ifade olarak anlamalarından dolayıdır. halbuki bu kelime her iki hususu da kapsamaktadır. El ele dokunmak veya öpmek dokunma olduğu gibi, cinsel temasta dokunmadır. Hal böyle olunca durum kolayca anlaşıla bilir. Dokunma olayı cinsel birleşmeyi ihtiva ediyorsa bu duruma göre yıkanmak gereklidir. Cinsel birleşmeyi ihtiva etmiyorsa, sadece el ele değme veya öpme veya elbise üzerinden olsa dahi oynaşma ve vücudun hissedilmesi durumunda meni veya orgazm olayı meydana gelmemişse bu lemse yani dokunma olayı sadece abdest almayı gerektiren bir olaydır.

Dokunma "Lems" kelimesinin kapsadığı manalarla ilgili olarak Kur'an'dan örnek verecek olursam, şöyle ki, Mealen:

- (Ey Muhammed!) Sana, kağıda yazılı bir kitap indirmiş olsaydık ve onlar da o kitaba elleriyle dokunsalardı, yine de küfredenler, bunun apaçık sihir olduğunu söylerlerdi. 6/7

Mealini vermiş olduğum ayette dokunma "Lems" kelimesiyle ifade edilmiş olup, bur da kitaba elle dokunma durumunu ifade etmektedir. Dolayısıyla, masaya, kaleme, veya herhangi bir şeye elimiz değdiğinde bu "Lems" yani dokunma olduğu gibi, kadın ve erkeğin el ele bir birbirlerine dokunma veya elbise üzerinden dahi olsa birbirlerinin vücudunu hissederek cinsel ilgi gösterip dokunmaları durumu da "Lems" olayıdır. Ve kadınla erkek arasındaki dokunma olayı bu safhada kaldığında, yani meni veya orgazm olayı da olmamışsa sadece abdest gerekir.

476

Page 477: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Ey iman edenler! mü'min kadınları nikâhlayıp da, henüz onlara dokunmadan boşarsanız, onların üzerinde sayacağınız bir iddet hakkınız yoktur. Hemen müt'alarını verin (Mehir kesilmişse, zengin kendi gücüne göre, eli dar olanda kendi gücüne göre vermeli) ve onları güzellikle serbest bırakın. 33/49

Mealini yazmış olduğum ayette, "Lems" kelimesi ile ifade edilen dokunma olayı cinsel birleşmeyi ifade etmektedir. Zira böyle olmasaydı, iddet bekleme durumundan bahsedilmeyecekti. Böylece iddet beklemek, erkekle kadının cinsel birleşme yapmaları halinde, kadının hamile kalmış olup, olmadığını anlamak içindir. Böyle bir olayın ise, bir erkeğin elini kadın eline değdirmesinden daha değişik bir durum olduğu açıktır.

Böylece anlaşılmış olur ki, "Lems" kelimesiyle ifade edilen "dokunma" hem cinsel birleşmeyi hem cilt dokunmasını ifade eder. Olayın meydana geliş kapsamına göre abdest alınır, yada yıkanılır. Demek ki abdest ve gusül Kur'an'da açıkça belirtilmiştir. Kişi cinsel birleşme yapmışsa, inzal olmasa dahi cünüp olmuştur. Veya rüyasını nedeniyle inzal olmuşsa veya cinsel birleşme yapmadan inzal olmuşsa bu hususlar cünüplük kapsamı içinde olup, Mü'min kişi yıkanmalıdır. Abdest için iki husus vardır, Mü'min kişi eğer tuvaletten gelmişse veya cinsel birleşme yapmadan kadınlara dokunmuşsa ve inzal olmamışsa sadece abdest alması gerekir. Abdestin nasıl alınması gerektiğinden ise daha önce bahsetmiştim. Diğer taraftan, abdest alırken çizme veya ayakkabı üzerine mesh edilebileceği, veya ayakların meshe dilmeyip yıkanması gerektiği, uyku ve (sesli veya sessiz) yellenme gibi durumların abdest bozduğu, veya ateşte pişmiş olan şeylerin yenmesi durumunda abdest almak gerektiği veya kişi zekerine dokunmuş olsa abdest alması gerektiği veya deve eti ve deve sütü konusunda yapmış oldukları iddia ve rivayetler, aslı olmayan ve Kur'an'a uymayan boş iddialardır. Zaten kendileri de bu gibi rivayetlerin tersini de

477

Page 478: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

rivayet ederek kendi iddiaların da çelişkiye düşmüşlerdir. Hiç kimse bunların bu öğretilerine uyarak ne abdest alabilir nede ne zaman cünüplükten yıkanması gerektiğini bilebilir. Zira zıtları iddia etmişlerdir. Ve bu zıtlar ancak insanları şaşkınlığa ve ne yapacaklarını bilmezliğe sürüklemeye sebep olmaktan başka bir işe yaramaz. Zaten istedikleri de budur. Bunların bu çelişkili iddiaları nerede. Kur'an'ın abdest ve gusül öğretisi nerede.

NAMAZ KONUSUNDA UYDURMUŞ OLDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

İddialarının en başta geleni, eğer ki rivayetler olmamış olsaydı, Müslümanların yalnızca Kur'an'ı esas alarak nasıl namaz kılacaklarını bilemeyecekleri iddiasıdır. Zira onlar, Kur'an'dan namaz kılmanın anlaşılamayacağını iddia ile, dolayısıyla da rivayetlerin bilinmesinin şart olduğunu söylemektedirler. Bu iddialarıyla, kendilerince, Kur’an’nın yetersiz olduğunu açıkça ifade etmiş olurlar. Zira rivayetler olmazsa biz şu hususu bu hususu Kur’an’dan bilemezdik demeleri Kur’an yetersizdir manasına gelmektedir. Bu iddia ise Kur’an ayetlerini red ile, Kur’an’ı inkar etmek demektir, başka bir ifadeyle küfrün ta kendisidir. Hal bu ki, tahdis etmiş oldukları rivayetleri incelediğimizde çelişkilerle dolu olduklarını, hatta bugün fiili olarak tatbik edilmekte olan namaz olayıyla uyuşmadığını görmüş oluruz. Onların bu rivayetlerini ciddiye alıp namaz kılmaya kalkışan bir kimse büyük bir şaşkınlık içinde ne yapacağını bilemez hale gelir. Zira bir rivayeti uygulayayım derken, o rivayete aykırı başka rivayetlerle engellenmiş duruma döşer.

RAKAT SAYILARIYLA İLGİLİ RİVAYETLERİNDEN ÖRNEKLER:

691- İbnu Abbâs (radıyallahu anhüm) anlatıyor: “Allah, namazı peygamberin diliyle hazarda dört, seferde iki, korku halinde bir rekat olarak farz kılmıştır."(K.S.2332 C.8 S.229

478

Page 479: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Akçağ, alıntıları: Müslim, Salât 5,(687); Ebû Dâvud, Salât 287,(1247); Nesâi, Taksir 1,(3,118,119)) .

692- Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Allah namazı (ilk defa) farz ettiği zaman iki rekat olarak farz etmişti. Sonra onu hazar için (dörde) tamamladı. Yolcu namazı ilk farz edildiği şekilde sabit tutuldu."(K.S.2333 C.8 S.230 Akçağ, alıntıları: Buhari, Sâlat 1, Taksiru’s-salât 5, Menâkıbu’l-Ensâr 47; Müslim, Salâtu’l-Müsafirin 2, (685); Muvatta, Kasru’s-Salât 8, (1,146); Ebû Dâvud, Salât 270,(1198); Nesâi, Salât 3,(1,225))

Görüldüğü gibi, hazerde yani yolculukta olmayıp ikamet yerinde bulunan kimse için namazın dört rekat farz olduğunu tahdis ettiler. Eğer ki iddia ettikleri gibi ise, o zaman akşam namazının farzını üç rekat ve sabah namazının farzını iki rekat olarak kılmalarını nasıl izah ediyorlar. Rivayetleri ve fiili uygulamaları bir birleriyle çelişmektedir.

693- Bize Müslim ibn İbrahim tahdis edip, şöyle dedi. Bize Şu’be Amr’dan; o da Câbir ibn Abdillah’tan tahdis etti (O, şöyle demiştir): Muâz ibn Cebel Peygamber’le berâber namâzı kılar, ondan sonra döner, kendi kavmine imâmlık ederdi.

Buhâri şöyle dedi: Ve bana Muhammed ibn Beşşâr tahdis edip şöyle dedi: Bize Gunder tahdis edip şöyle dedi: Bize Şu’be, Amr’dan tahdis etti. O şöyle demiştir: Ben Câbir ibn Abdillah’tan işittim, şöyle dedi: Muâz ibn Cebel Peygamber’in maiyetinde namâz kılar, ondan sonra döner de kendi kavmine imamlık ederdi. Bir defasında yatsıyı kıldırdı da el-Bakara Sûresi’nden başlayarak okumağa kalktı. Cemâatten biri ayrıldı. Muâz onun hakkında fenâ söyler gibi oldu. Bu i ş Peygamber’e ulaşınca üç defa: “Fettânsın, fettânsın, fettânsın" yâhud “Fâtin oldun, fâtin oldun" buyurdu, ve Mufassal bölümün ortasından iki sûre ile (kıldırmasını) emretti. Amr ibn Dinâr: Ben o iki sûrenin

479

Page 480: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

hangi sûreler olduğunu hâtırımda tutamadım, demiştir. (Buhâri, Kitâbu’l-Ezân C.2 S.727 H.92 Ötüken.)

Görüldüğü gibi, farz namazın aynı günde birden fazla, imam olmak suretiyle kılınabileceğini tahdis ettiler. Böylece bir farz namaz dört rekatsa, sekiz rekat kılına bilir demekle her vaktin farzının dört rekat olduğu yolunda yapmış oldukları evvelki rivayetlerle çelişkiye düşmüş oldular. Durumu idare etmek için, bir tanesinin nafile sayılacağını iddia ettilerse de bu sefer kendi aralarında ihtilaf ve büyük görüş ayrılıkları meydana geldi. Şöyle ki: Bu meselede Hanefiler ve Malikiler ile diğerleri arasında büyük görüş ayrılıkları vardır. Onlar, farz kılan kimsenin nâfile kılana iktidası sahih (geçerli) değildir derler. Şâfiiler ile Hambeliler ise buna tecviz yani sahih (geçerli) görürüler. Delillerinden biri bu konuda Muâz ibni Cebel hakkında tahdis ettikleri rivayettir.

Yukarda ki rivayette imam olan namazı mükerrer kılabilir diye rivayet ettiler. Başka bir rivayetlerinde, bu rivayetlerine çelişkili olarak, aynı günde cemaat fertlerinin de bir vaktin namazını mükerrer kılabileceğine dair rivayetleri vardı. Şöyle ki:

694-. ... Ubâde b. Es-Sâmit (r.a.)den, demiştir ki;

- Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:

“Benden sonra size, meşgûliyetleri kendilerini (Efdal) vakti geçinceye kadar namazlarını vakitlerin(de edâ)dan alıkoyan emirler âmir olacak. İşte o zaman siz, namazları vaktinde kılınız!"

Bir adam:

- Ya Resûlullah, onlarla da kılayım mı? dedi.

Nebi (s.a.);

“İstersen evet" buyurdu.

480

Page 481: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Süfyân (rivayetinde) dedi ki (adam);

- Namaza onlarla birlikte yetişirsem, onlarla beraber kılayım mı? Dedi. Resûlullah da;

"İstersen, evet" buyurdu. (Ebû Dâvûd, K.Salât (2), Bâb 10 C.2 S.179 H.433 Şamil.)

695-. ... Yezid b. El-Esved'den; rivayet edilmiştir ki; o gençken Resûlullah (s.a.)'le beraber namaz kıldı. Resûlullah (s.a) namazını bitirince bir de ne görsün, iki kişi mescidin bir köşesinde namaz kılmayıp oturuyorlar. Bunun üzerine onları çağırt(t)dı, onlar titreyerek. Resûlullah’a getirildiler. Hz. Peygamber (s.a.): “Sizi bizimle namaz kalmaktan men eden şey nedir?"buyurdu. Adamlar, “Biz evimizde kıldık dediler. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.) “Böyle yapmayınız. Sizden biri evinde namazı kılıp sonra da imamı namaz kılmamış bir halde bulursa onunla birlikte namaz kılsın. Çünkü o (imamla beraber kılacağı namaz) kendisi için kefaret olur" buyurdu. (Ebû Dâvûd, K. Sâlat (2), Bâb 56 C.2 S.411 H.575 Şamil, ayrıca: Tirmizi, sâlat 49; Nesâi, imâme 54.)

696- Bişr İbnu Mahcen babasınadan anlattığına göre, babası (Mahcen) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın meclisinde idi. O sırada namaz için ezan okundu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kalktı, namaz kıldı ve döndü. Mahcen hâla yerindeydi.

“Herkesle beraber namaz kılmana mâni olan şey nedir, sen Müslüman değil misin? Diye sordu. Mahcen:

“Elbette müslümanım, ancak ben âilemle namazımı kılmıştım!"dedi. Efendimiz:

“Mescide geldiğin zaman namaza kalkılırsa kılmış bile olsan cemaatle birlikte sen de kıl!" (K.S. 2840 C.9 S.168 Akçağ, alıntıları: Muvatta, Salâtu’l-Cemâ’a 8,(1,132); Nesâi, İmâmet 53, (2,112))

481

Page 482: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Böylece, ısrarla bir vaktin farz namazının mükerrer kılınabileceğini rivayet ettiler. Buna rağmen bu rivayetleriyle çelişkili olarak şu rivayetleri tahdis ettiler:

697-. ... Meymûne’nin mevlâsı Süleyman b. Yesâr’dan; demiştir ki;

- Belât’a İbn Ömer’in yanına geldim. Onlar (Belatlılar) namaz kılıyorlardı. İbn Ömer’e:

- Onlarla birlikte namaz kılmıyor musun?"dedim.

- Ben namazımı kıldım. Resûlullah (s.a.)’ı;

"Bir namazı bir günde iki defa kılmayınız" buyururken işittim, dedi. (Ebû Dâvûd, K.Salât (2), Bâb 57 C.2 S.145 H.579 Şamil.)

698- Süleyman Mevlâ Meymûne’nin İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)’den naklettiğine göre, İbnu Ömer şunu anlatmıştır:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Bir günde aynı namazı iki sefer kılmayın." (K.S. 2842 C.9 S.169-170 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Salât 58,(579); Nesâi, İmâmet 56, (2,114))

İbnu Ömer adına naklettikleri bu iki rivayetle bu konuda evvelce örneğini yazmış olduğum rivayetlerini inkar ettiler. Böyle yapmaları metotları icabıdır. Zira böyle yapmakla gerçeğin ne olduğunu insanların öğrenmesine mani olmayı, onları şaşkın hale getirmeyi amaçlamaktadırlar. Yoksa yazdıklarının tamamıyla farkında olmadıklarından değil. Bakınız İbnu Ömer adına, yukarıda yazmış olduğum iki rivayeti tahdis ettiler, fakat yine de bu iki rivayetin tam tersi olan bir rivayeti aynı şahıs adına, yani İbnu Ömer adına tahdis etmekten çekinmediler, şöyle ki:

699- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)’nın anlattığına göre, bir adam kendisine sordu:

482

Page 483: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Ben evde namazımı kılıp sonra da imamla namaza yetişiyorum; onunla da namaz kılayım mı?”

“Evet!"deyince adam tekrar sordu:

“Peki, bunlardan hangisini (farz olan) namazım yapayım?”

"Bu senin elinde mi? dedi, bu Allah’a kalmıştır, dilediğini (asıl farz olan) namazın yerine sayar! (K.S. 2841 C.9 S.169 Akçağ, alıntısı: Muvatta, Salâtu’l_Cemâ’a 9,(1,133))

Görüldüğü gibi, İbnu Ömer’den aynı konuda bir birlerine ters rivayetler uydurmak onlar için gayet sıradan bir şeydir. Daha önce belirttiğim gibi, onları asıl ilgilendiren, hedefledikleri konularda insanları şaşkınlığa sürükleyip ne yapacaklarını bilmez hale getirip, İslam dini konularında kargaşa meydana getirmektir. Ve İslam dini adı altında meydana gelmiş bütün rivayetçi gruplara bakıldığında, bunların ayrılığa düşmelerine asıl sebebin bu çelişkili uydurma rivayetler olduğu görülür. Şimdi namazla ilgili olarak uydurmuş oldukları rivayetlerden örnekler vermeğe devem edecek olursam:

700- Habbâb (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a (secde edilen) yerin sıcaklığından şikayet ettik, ancak şikayetimizi dinlemedi:

Züheyr, Ebu İshâk’a: “şikayetiniz öğle vaktinde miydi?"diye sordu. Öbürü:

“Evet!"dedi. Ben:

“Vakit girer girmez, (yani ortalık çok sıcakken) kılınmasından mı?" diye sordum. O yine:

“Evet!"dedi." (K.S.2380 S.271-272 Akçağ, alıntıları: Müslim Mesâcid 189,(619); Nesâi, Mevâkit 2, (1,247))

483

Page 484: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

701- Hz. Enes (radıyallahu anh): “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (yolculuk sırasında) bir yere inecek olsa, öğleyi kılmadan orayı terk etmezdi" demişti. Bir adam sordu:

“Yani gün ortasında olsa da mı?”

“Evet, dedi Enes, gün ortasında olsa da!" (K.S. 2381 C.8 S.272 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Sâlat 273, (1205); Nesâi, Mevâkit 3, (1,248))

Bu iki rivayette, öğle sıcağının, seferi dahi olsa namaz kılmaya mani olmadığını, muhakkak serinliği beklemeden namazı kılmak gerektiğini rivayet ettiler. Buna rağmen bu rivayetlerine çelişkili olarak şu rivayeti tahdis ettiler:

702- Ebû Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Hararet şiddetlenince namazı (vakit) biraz serinleyince kılın. Çünkü, şiddetli hararet cehennemden bir kabarmadır." (K.S. 2393 C.8 S.282 Akçağ, alıntıları: Buhari, Mevâkit 9, Bed’ü’l-Halk 10; Müslim, Mesâcid 180, (615); Muvatta, Vükût 28, (1,16); Ebû Dâvud, Salât 4, (402); Tirmizi, Salât 7, (157); İbnu Mace, Salât 4, (677); Nesâi, Mevâkit 5, (1,248-249))

Bu rivayet evvelki rivayetlerle çelişkilidir.

703- Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Akşam yemeği hazırlanmış ise, yemeğe namazdan önce başlayın. Yemeğinizi aceleye de getirmeyin." (K.S. 2399 C.8 S.287 Akçağ, alıntıları: Buhari, Et’ime 58, Ezân 42; Müslim, Mesâcid 64, (557); Tirmizi, Sâlat 262, (353); Nesâi, İmâmet 57, (2,111))

Yukarıdaki rivayette yemek için namaz tehir (geciktirile) bilir diye rivayet ettiler. Hemde yemeği aceleye getirmemek gerektiğini söylediler.

484

Page 485: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

704- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Yemek veya bir başka şey için namazınızı tehir etmeyin." (K.S. 2403 C.8 S.289 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Et’ime, 10, (3758))

Burada ise öbür rivayetlerinin aksine, çelişkili olarak, yemek için namazın tehir edilemeyeceğini tahdis ettiler.

705- Nesâi’nin rivayetinde şöyle gelmiştir: anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namaza girdiği zaman ellerini kaldırırdı ve iki rekat arasında kalktığı zaman aynı şekilde ellerini iki omuzunun hizasına kaldırırdı." (K.S. 2489 C.8 S.372 Akçağ, alıntıları: Buhari, Ezân 83,84,85,86; Müslim, Salât 22, (390); Muvatta, Salât 16, (1,75,76,77); Ebû Dâvud, Sal3at 117,(721,722,741,743); Tirmizi, Salât 190,(255); Nesâi, İftitah 1,2,3,(2,121,122); İbnu Mâce, İkâmet 15,(858-868))

Rivayet ettiler ki, namaza başlarken ve iki rekat arasında elleri iki omuz hizasına kaldırmak gereklidir.

706- Allame (rahimehullah) anlatıyor: “Size Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın namazıyla namaz kıldırayım mı?"dedi ve namaz kıldırdı. Bu namazda ellerini bir kere iftitah tekbiri sırasında kaldırdı, başka kaldırmadı." (K.S. 2490 C.8 S.375 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Salât 119,(748); Tirmizi, Salât 191, (257), 188,(253); Nesâi, İftitah 110, (2,195), 124, (1,204), Sehv 70, (3,62))

707- Berâ (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı iftitah tekbiri alırken gördüm. Ellerini kulaklarına yakın kaldırmıştı. Sonra (namazdan çıkıncaya kadar) başka kaldırmadı. (K.S. 2492 C.8 S.376 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Sâlat 119, (752))

Bu iki rivayette ise evvelki rivayetin aksine iftitah tekbiri hariç, ellerin kaldırılmayacağını tahdis etmeleri bir çelişkidir.

485

Page 486: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

İftitah tekbirinde, Allah’u ekber deyip ellerimizi kaldırmamızın manası, işaret diliyle, Allah’ın, bizden ve kainattaki her şeyden daha büyük Olduğunu ifade etmek içindir. Yani el kaldırmakla Kainatı işaret etmiş oluyoruz. Onun için kimilerinin elleri omuzlara kadar kaldırmak lazım yok omuzlara kadar kaldırmak lazım veya bir sefer kaldırmak lazım veya birden fazla kaldırmak lazım demelerinin konuyla pek bir ilgisi yoktur.

708- İbnu Abbâs (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kıraat ını bismillehirrahmanirrahim ile başlatıyordu. (K.S. 2527 C.8 S.400 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Salât 181, (247)).

709- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz.Ebû Bekr, Hz. Ömer, Hz. Osman (radıyallahu anhüm) ile birlikte namaz kıldım. Onlardan hiçbirinin bismillahirrahmanirrahim’i okuduklarını işitmedim." (K.S. 2528 C.8 S.400 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Ezân 89; Müslim, Salât 50, (399); Muvatta, Salât 30, (1,81); Ebû Dâvud, Salât 124, (781); Tirmizi, Salât 182, (246); Nesâi, İftitah 21,22, (2,133-135); İbnu Mâce, İkâmet 4, (813,815))

710- İbnu Abdillah İbni Muzaffer (rahimehullah) anlatıyor: “Ben (namazda) bismillahirrahmanirrahim’i okumuştum. Babam işitti. Bana:

“Oğulcuğum, (bu yaptığın) bir bid’attir. Bid’atten sakın!"dedi. Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın ashabından her kimle karşılaştı isem, hepsinin de bid’atten nefret ettiği kadar bir başka şeyden nefret etmediğini gördüm. Babam sözlerine şöyle devam etmişti:

“Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’la, Hz. Ebû Bekir’le, Hz. Ömer’le, Hz. Osman’la (radıyallahu anhüm) namaz kıldım. Onlardan hiç birinin bunu (besmelenin okunacağını) okuduklarını işitmedim. Onu sen de okuma.

486

Page 487: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Sadece “Elhamdülillahi rabbi’l-âlemin"de." (K.S.2529 C.8 S.401 Akçağ, alıntıları: Tirmizi, Salât 180, (244); Nesâi, İftitâh 22, (2,135))

< 708.> örnekte görüldüğü gibi, Peygamberin namazda Kur’an okumaya bismillahirrahmanirrahim ile başladığını rivayet ettiler. Buna rağmen bu rivayetin aksine olarak, <709.> ve < 710.> örneklerde görüldüğü gibi namazda bismillahirrahmanirrahim okunamayacağını tahdis etmelerinin çelişki olması hususu bir yana. Namaz’da besmelenin okunamayacağını, okunmasının bid’ad olduğunu iddia etmeleri çok ibret vericidir. Allah’ın adını anmanın da bit’adı mı olurmuş? Nasıl olur da bir Mümin namaz kılarken Allah’a sığınmak İçin bismillahirrahmanirrahim okumasın veya okuduğunda namazı geçersiz olsun veya bid’ad işlediği, dolayısıyla günah kazandığı iddia edilebilsin. Böyle bir iddiayı ancak Allah’ın adını duymaya tahammül edemeyen kimseler iddia ederler.

Bu iddiaları Kur’an’a uymamaktadır, şöyle ki Kur’an okumaya başladığımızda, Kur’an okumaya başlamanın iki şartı vardır. Bunlardan bir tanesi, şeytanın şerrinden Allah’a sığınmak, diğeri de Allah’ın adıyla okumaya başlamaktır. Kur’an okumaya başlamanın namazda veya namaz’ın dışında olması bu durumu değiştirmez, ayrıca bir sûrenin başından değil de ortalarından veya sonlarından başlamakta aynı şekilde durumu değiştirmez. Zira, Kur’an okumaya nereden başlanırsa başlanılsın durum aynıdır, ayrıca, Allah bize Kur’an’dan kolayımıza geleni okuyabileceğimizi bildirmiştir. Bu duruma göre, örneğin: Namazda Bakara Sûresinin son iki ayetini okuyarak başlamamız halinde veya Haşr Sûresi 21. Ayetten başlayarak okuduğumuzda şeytanın şerrinden Allah’a sığınıp, Allah’ın adıyla başlamamız şarttır. Besmelede, Allah’ın adını anmaktan başka bir şey değildir.

Bu konuda Kur’an’dan mealen:

487

Page 488: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Rabb’in, senin gecenin üçte ikisinden daha azında, yarısında ve üçte birinde kalk(ıp namaz kıl)dığını biliyor. Seninle berâber bulunanlardan bir topluluk da (böyle yapıyor). Geceyi ve gündüzü Allah takdir etmektedir. O sizin (gece ve gündüz saatlerinizi) hesâbedemiyeceğinizi (gece satlerinde kalkamayacağınızı) bildiği için sizi affetti. O halde Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun. Allah, içinizden hastalar, yeryüzünde gezip Allah’ın lutrunu arayan başka kimseler ve Allah yolunda savaşan daha başka kimseler bulunacağını bilmektedir. Onun için Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun. Namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a güzel bir borç verin. Kendiniz için verdiğiniz hayırları, Allah katında verdiğinizden daha hayırlı ve mükâfatça daha büyük bulacaksınız. Allah’tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. 73/23

- Kur’an oku(mak iste)diğin zaman kovulmuş şeytandan Allah’a sığın (Eûzu Billâhi Mineşşeytâni’r-racim, de). 16/98

- Yaratan Rabb’in adıyla oku. 96/1

711- Rifâ’a İbnu Râfi (radıyallahu anh) anlatıyor: “Biz mescid de iken bedevi kılıklı bir adam çıkageldi. Namaza durup, hafif bir şekilde (yani rükünleri, tesbihleri kısa tutarak) namaz kıldı. Sonra namazı tamamlayıp Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a selem verdi: Efendimiz:

“Üzerine olsun. Ancak git namaz kıl, sen namaz kılmadın!"buyurdu. Adam döndü (tekrar) namaz kılıp geldi, Resûlullah’a selam verdi. Aleyhissâlatu vesselâm selamına mukabele etti ve:

“Dön namaz kıl, zira sen namaz kılmadın!"dedi adam bu şekilde iki veya üç sefer aynı şeyi taptı, her seferinde aleyhissalâtu vesselâm:

488

Page 489: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Dön namaz kıl, zira sen namaz kılmadın!"dedi. Halk korktu ve namazı hafif kılan kimsenin namaz kılmamış sayılması herkese pek ağır geldi.

Adam sonuncu sefer:

“Ben bir insanım isabet de ederim, hata da yaparım. Bana (hatamı) göster, doğruyu öğret!"dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:

“Tamam. Namaza kalkınca önce Allah’ın sana emrettiği şekilde ab dest al. Sonra (ezan okuyarak) şahâdet getir, ikâmet getir (namaza dur). Ezberinde Kur’an varsa oku, yoksa Allah’a hamlet, tekbir getir, tehlil getir, sonra rükûya git. Rükû halinde itminâna er (azaların rükûda mûtedil halde bir müddet dursun). Sonra kalk ve kıyam halinde itidâle er, sonra secdeye git ve secde hâlinde itidâle er, sonra otur ve bir müddet oturuş vaziyetinde dur, sonra kalk.

İşte bu (söylen)enleri yaparsan namazını mükemmel (kılmış olursun. Bundan bir şey) eksik bırakırsan namazını eksilttin demektir.”

Râvi der ki: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın bu sonuncu sözü Ashab’a önceki: (Dön, namaz kıl, zira sen namaz kılmadın!) sözünden daha kolay (ve rahatlatıcı) oldu. Zira (bu söze göre), sayılanlardan bir eksiklik yapan kimsenin namazında eksiklik oluyor ve fakat tamamı heba olmuyordu." (K.S.2658 C.8 S.504-505 Akçağ, alıntıları: Tirmizi, Salât 226, (302); Ebû Dâvud, Salât 148, (857-861); Nesâi, İftitah 105,(2,193),167,(2,225))

Bu rivayette bariz (açık, belirgin) olarak dikkati çeken husus, Namazda Kur’an okunmaya bileceğini iddia etmeleri. Nasıl ki daha önceki örneklerde görüldüğü gibi, namazda, besmele okunmasına karşı çıkmış idilerse, burada da müslümanları namazda Kur’an okumaktan uzaklaştırmayı amaçlamaktadırlar. Ezberinde Kur’an varsa oku, yoksa bir

489

Page 490: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

şey olmaz demeye getirmeleri bundandır. Yoksa kişiye Ezan ve Kamet okuması gerektiği bildirilir de, buna rağmen ezberinde Kur’an varsa oku denir mi? Ezan ve kameti ezberleye bilen, Kur’an’dan bir kısa süre ezberleyebilir. Bu da dikkat çekici ayrı bir çelişkidir.

Şimdi bu rivayetlerinden birkaç örnek daha verirsem:

712-. ... Abdullah b. Übeydillah dedi ki: Beni Haşim gençlerinden oluşan bir toplulukla beraber İbn Abbâs’ın yanına vardım. İçimizden bir genç dedi ki:

Sor (bakalım) İbn Abbâs’a Peygamber (s.a.) öğle ve ikindi namazlarında (Kur’an) okuyor muydu? (O genç bu soruyu sorunca İbn Abbâs; “hayır, asla!"diye cevap verdi. Bunun üzerine İbn Abbâs’a; “Belki de içinden okuyordu" denildi. O da “Tuh sana bu birincisi (olan hiç okumamak)dan daha fena! (Çünkü) O (s.a.) kendisine gönderileni tebliğle memur idi. Üç özelliğin dışında bizi diğer insanlardan ayırmadı:

1. Bize abdesti güzelce almamızı; 2. Sadaka yemememizi; 3. Eşeği ata çekmememizi emretti" dedi. (Ebû Dâvûd, K.salât (2), Bâb 126,127 C.3 S.258 H.808 Şamil, ayrıca: Tirmizi, cihâd 23; Nesâi, tahâre 105, hayl 10.)

Bu rivayette, peygamberin öğle ve ikindi namazlarında asla Kur’an okumadığını tahdis ettiler. Bunun manası hiç kimsenin öğle ve ikindi namazlarında Kur’an okumaması gerektiği demektir. Böylece imam olsun cemaat olsun bu farz namazlarında Kur’an okumak iddialarına göre yasak olmuş olur. Böylece beş vakit farz namazın iki vaktinde Kur’an ile Namazın arasını ayırmış oldular. Hele söz arasında konuyla hiç ilgisi olmayan “Eşeği ata çekmemek gerekir sözü" gerçeği ifade etmediği gibi, abestir de.

713- Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Kim imama uymuş ise, imamın

490

Page 491: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

kıraatı onun da kıraatidir" buyurdular." (K.S. 6244 C.17 S.21 Akçağ, alıntısı: İbni Mace 850.)

Bu rivayette de, İmam hariç cemaatten hiç kimsenin namazda Kur’an okumamsı gerektiğini iddia ettiler. Böylece farz namazın kılındığı beş vakitte de, cemaat açısından namazla Kur’an’ın arasını ayırdılar.

714-. ... Câbir b. Abdillah’dan demiştir ki: Biz (Peygamber (s.a.)’in sağlığında) ayakta ve otururken dua ederek rükû ve secdede iken de, tesbih ederek nâfile namaz kılardık. (Ebû Dâvûd, K.Salât (2), Bâb 134,135 C.3 S.302 H.833 Şamil.)

Böylece bu iki rivayette de, namazda Kur’an okunmasına mani olmak için, imama uyarak namaz kılan kimsenin hiç Kur’an okumaması gerektiğini zira imamın, onun yerine Kur’an okuduğunu, ayrıca nafile namazlarda namazı yalnız kılan kimsenin de hiç Kur’an okumadan tesbih ederek namaz kılması gerektiği tahdis ve iddia ettiler. Bu konudaki iddialarını özetlersek, yalnız başına nafile namaz kılan kimsenin Kur’an okumadan namaz kılması gerektiği. İmama uyarak namaz kılan kimse hiç Kur’an okumaz. Öğle ve ikindi namazlarında İmam ve Cemaat ve gerekse kişi tek başına namaz kıldığında hiç Kur’an okumaması gerektiğini rivayet ettiklerini görürüz. Fakat zannedilmesin ki bu rivayetlerinde sabittirler, böyle bir şey onların yöntemlerine aykırıdır, bundan dolayı kargaşa çıkarmak amaçlı aykırı rivayetleri de vardır, şöyle ki:

715- Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh’ın anlattığına göre: “Bir adam kendisine: “Namazda imam okurken ona uyan kimse de Kur’an’dan okur mu?"diye sormuş, o da şu cevabı vermiştir: “Bir adam, Aleyhissalâtu vesselâm’a her namazda kıraat var mı?"diye sormuştu da Aleyhissalâtu vesselâmdan “Evet!"cevabını almıştı. Bunun üzerine cemaatten biri de: “Bu vacip oldu" demişti."(K.S. 6243 C.17 S.21 Akçağ, alıntısı: İbni Mace 842.)

491

Page 492: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

716-. ... Atâ b. Ebi Rebâh’dan rivâte göre Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle demiştir: Her namazda Kur’an okunur. Peygamber (s.a.)’in bize duyurduğunu biz de sizlere duyuruyoruz. Bizden gizlediğini biz de sizden gizliyoruz. (Ebû Dâvud, K.Salât (2), Bâb 124,125 C.3 S.797 Şamil, ayrıca: Buhâri, ezân 104; Müslim salât 44-46; Nesâi, iftitâh 31,54; İbn Mâce, İkâme 11.)

Böylece her namazda Kur’an okunur demekle evvelki rivayetleriyle çelişkiye düşmüş olmaktadırlar. Namazda Fatiha Sûresinin okunup, okunmaması konusunda da uydurmuş oldukları rivayetler, maksatları konusunda çok ibret vericidir, şöyle ki:

717- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) uyurdular ki: “Kim Fâtiha-i şerife sûresini okumadan namaz kılarsa bilsin ki bu namaz nâkıstır- bu sözü üç kere tekrarladı- eksiktir."

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)’ye:

“Biz imamın arkasında bulunuyorsak (ne yapalım)? Diye sorulmuştu. Şu cevabı verdi:

“Yine de içinden oku.............. (K.S. 2531 C.8 S.404 Akçağ, ayrıca: Müslim, Salât 4/38; Muvatta Namaz 39; Ebû Dâvud, K. Salât (2), Bâb 131,132 H.821.)

718-. ... Ebû Said (el-Hudri) (r.a.)’den; demiştir ki: Biz (namazda) Fatiha ile (beraber Kur’an’dan) kolay(kımıza) geleni okumakla emr olunduk. (Ebû Dâvûd, K.Salât (2), Bâb 131,132, C.3 S.271 H.818 Şamil.)

719- Hz. Câbir (radıyallahu anh) demiştir ki: “Kim Fâtiha’yı okumadan bir rekat namaz kılarsa, imamın arkasında bulunmadığı takdirde namaz kılmış sayılmaz." (K.S. 2535 C.8 S.407 Akçağ, alıntıları: Muvatta, Salât 38,(1,84); Tirmizi, Salât 233,(313))

492

Page 493: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bu rivayetlere göre, Fatiha sûresi okunmayan namaz noksan veya geçersizdir. Hal bu ki, diğer bazı rivayetlerinde, Peygamberin namazda Fatiha sûresini okumayıp, başka sûreler okuduğunu tahdis ettiler, şöyle ki:

720- İbnu Abbas (radıyallahu anhüma) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) cum’a günü, sabah namazında Elif-lâm-mim Tenzil, es-Secde, ve Hel etâ alâ’l-insâni hinun mine’d-dehr surelerini okurdu. Yine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) cum’a namazında Cum’a ve Münâfikûn surelerini okurdu." (K.S. 2544 C.8 S.416 Akçağ, alıntıları: Müslim, Cum’a 64,(879); Ebû Dâvud, Salât 218,(1074); Tirmizi, Salât 375,(520); Nesâi, Cum’a 38,(3,111), İftitah 47, (2,159))

721- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), A’raf suresiyle akşamı kılardı. Sureyi ikiye bölerek her iki rek’atte bir parçasını okurdu." (K.S. 2557 C.8 S.424 Akçağ, alıntısı: Nesâi, İftitâh 67,(2,170))

Böylece namazda kıraat konusunda iç içe çelişkili rivayetler zinciri meydana getirmişlerdir. Bu rivayetlerini dikkate alan bir şahıs Kıraat konusunda namaz da ne yapacağını bilemez. Bir taraftan, namazda Kur’an okunmayabilir, öğle ve ikindi namazlarında hiç okunmaz, nafile namazlarda hiç okunmaz, İmam okur cemaat okumaz. Diğer taraftan, İmam okur cemaatte okur, her namazda Kur’an okumak mecburidir, Fatiha sûresinin her namazda okunması mecburidir derken başka rivayetlerde Fatiha suresinin okunması mecburi değildir diye bilmektedirler. Şimdi bütün bu çelişkili rivayetler karşısında kişi namazda Kur’an kıraatıyla ilgili nasıl karar verebilir?

Şimdi namaz konusunda ki rivayetlerini örneklendirmeye devam edecek olursam.

722- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), içerisinde secde âyeti olan sûreyi

493

Page 494: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

okur. (ayetler geldikçe) secde ederdi, biz de secde ederdik. Öyle ki (izdiham sebebiyle) namaz dışı vakitlerde alnımızı koyacak secde yeri bulamadığımız olurdu." (K.S. 2763 C.9 S.66 Akçağ, alıntıları, Buhari, Sücûdu’l-Kur’ân 9,8,12; Müslim, Mesacid 103,(575); Ebû Dâvud, Salât 333, (1411,1412,1413))

Bu rivayette secde ayeti okunduğunda secde yapılması gerektiği rivayet ettiler.

723- Ebu Temimeti’l-Hüceymi anlatıyor: “Ben sabah namazından sonra vaaz’u nasihat ediyordum, bu esnada secde (ayeti okuyor ve secde) ediyordum. İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) beni yasakladı. Ama ben O’nu dinlemedim. O üç sefer yasaklamayı tekrarladı. Sonra dönüp:

“Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın arkasında namaz kıldım. Hz. Ebu Bekr, Hz. Ömer ve Hz. Osman (radıyallahu anhüm) ile de namaz kıldım. Onların hiçbiri güneş doğuncaya kadar secde yapmazlardı" dedi." (K.S. 2766 C.9 S.68 Akçağ, alıntısı: Ebu Dâvud, Salât 335, (1415))

Bu rivayette ise sabah namazından sabah güneş doğuncaya kadar secde ayeti okunduğunda secde yapılamayacağını rivayet ettiler. Böylece bir evvel ki rivayette yapmış oldukları genellemeden istisna yaparak bazı vakitlerde secde ayeti okunduğunda secde yapılmaz dediler.

724- Zeyd b. Sabit’ten naklen: “Hiçbir namazda imam ile kırâat yoktur" demiş. Ve kendisinin Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’e Necm sûresini okuduğunu fakat (peygamberin) secde etmediğini söylemiş.. (Müslim, 106/1688 C.3 Sönmez Neşriyat.)

725- Zeyd İbnu Sâbit (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a Vennecmi sûresini okudum, bunda secde etmedi. (K.S.2770 C.9 S.89 Akçağ, alıntıları: Buhari, Sücudu’l-Kur’ân 6; Müslim, Mesâcid 106,(577); Ebû Dâvud,

494

Page 495: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Salât 329, (1404); Tirmizi, Salât 404, (576); Nesâi, İftitâh 50,(2,160))

Bu rivayetlerde ise, vakit söz konusu olmadan genelleme yaparak, içinde secde ayeti bulunan Necm Sûresi okunduğunda Peygamberin secde etmediğini rivayet etmekle, secde ayeti okunduğunda secde etmenin gerekli olmadığını iddia ettiler. Bu ise çelişki ve tutarsızlıktır.

726- İbnu Amr İbnu’l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Üç kişi vardır, Allah onların namazını kabul etmez:

Kendisini sevmeyen kimselere imam olan;

Namaza arkadan gelen, yani vakti çıktıktan sonra gelen;

Köleyi azad ettikten sonra tekrar köle kılan." (K.S.2800 C.9 S.129-130 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Sâlat 63,(593))

727-. ... Abdullah b. Ömer (r.a.)’in rivâyet ettiğine göre Resûlullah (s.a.) (şöyle) buyurmuştur: “Üç kişi vardır ki, Allah(ü Teâla) onların namazlarını kabul etmez: Kendisini istemeyen bir topluluğa imamlık eden kimse, namazı sonra (yani vakti geçtikten sonra) kılan kimse, hürriyetine kavuşturduğu köleyi (tekrar) köle edinen kimse." (Ebû Dâvûd, K.Salât (2), Bâb 62 C.2 S.438-439 H.593 Şamil, ayrıca: Tirmizi, mevâkit 149; İbn Mâce, İkâme 431.)

Yukarıda ki rivayetlerine göre, vakti çıktıktan sonra kılınan namazın makbul olmadığını, diğer bir ifadeyle kaza namazı diye bir şey olmadığını ve namazların birleştirilemeyeceğini tahdis ettiler. Zira her iki hususta namazın vaktinden çıkmasıyla yani kılınması gereken vakti dışında kılınmasıyla ilgilidir. Bu ise gerek kaza namazıyla ve gerekse namazların birleştirilmesiyle ilgili olarak bu günkü uygulamalarına aykırı olduğu gibi, namazların birleştirilebileceği konusunda ki rivayetleriyle de çelişkilidir. Şöyle ki:

495

Page 496: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

728- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yolcu halinde iken öğle ve ikindiyi birleştirirdi, akşam ile yatsıyı da birleştirirdi." (K.S. 2912 C.9 S.238 Akçağ, alıntısı: Buhari, Taksiru’s-Salât 13.)

Bu rivayette namazların seferi halde iken birleştirileceğini rivayet etmeleri, önceki rivayetle çelişkilidir. Bu çelişkiden bahsedildiğinde seferi olma durumu bir istisnadır deyip bahane uydura bilirler. Fakat bu bile mevcut çelişkiyi ortadan kaldırmaz. Zira başka rivayetlerde, sefer, korku veya başka bir zorluk olmadan namazların cem edilebileceğini yani birleştirilebileceğini tahdis ettiler. Şöyle ki:

729-. ... Ya’lâ b. Ümeyye’den; demiştir ki:

- Ömer b. Hattâb’a. “Aziz ve celil olan Allah sadece “Eğer kâfirlerin size fenalık yapacağından korkarsanız" dediği ve (bugün) bu (korku) da kalmadığı halde insanların (yolculukta) namazı kısaltmalarını nasıl buluyorsunuz?"dedim. Ömer (r.a.) dedi ki:

- Senin hayret ettiğin şeye ben de hayret ettim de bunu Resûlullah (s.a.)’den sordum.

“-Bu, aziz ve celil olan Allah’ın size verdiği bir sadakadır. O’nın sadakasını alınız" buyurdu. (Ebû Dâvûd, K.Salâtu’s-Sefer (4), Bâb 1 C.4 S.374 H.1199 Şamil, ayrıca: Müslim, müsâfirun 4; Tirmizi, tefsiru sûre (4); Nesâi, Taksiru’s-Salât 1;İbn Mâce,ikâme 73.)

730-. ... Abdullah b. Abbâs’tan; demiştir ki:

-Resûlullah (s.a.) korku ve sefer olmaksızın öğle ile ikindiyi ve akşamla yatsıyı bir arada kıldı.

Mâlik dedi ki: “Ben bunun yağmur hakkında olduğunu zannediyorum.”

496

Page 497: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Ebû Dâvud dedi ki: Bu hadisin benzerini Ebû’z-Zübeyr b. Seleme ile Kürretü’bnü Halid de rivâyet etmiştir. (Ebû’z-Zübeyr) dedi ki:

- (Bu hâdise) Tebûk seferine çıktığımızda oldu. (Ebû Dâvûd, K.Salâtu’s-Sefer (4), Bâb 5 C.4 S.393 H.1210 Şamil, ayrıca: Müslim, müsafirin 54, Tirmizi mevakit 24; Nesâi, mevakit 47.)

Her ne kadar bu rivayette, yağmur tahmini ve veya sefere çıkma gibi sözlerle istisnalar getirmeye çalışmışlarsa da, bu şekilde evvel ki rivayetle çelişkiye düştükleri gibi, hiçbir şarta bağlı olmayan aşağıda ki rivayetle de çelişkiye düşmüşlerdir. Şöyle ki:

731-. ... İbn Abbas (r.a.)’den; demiştir ki:

- Resûlullah (s.a.) korku ve yağmur olmaksızın Medine’de öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı cem etti (ikisini bir arada kıldı).

İbn Abbâs’a Resûlullah (s.a.’ın bununla neyi kastettiği sorulunca:

- Ümmetine kolaylık getirmeyi murad etti, diye cevap verdi. (Ebû Dâvûd, K.Salâtu’s-Sefer (4), Bâb 5 C 4 S.397 H.1211 Şamil, ayrıca: Müslim, müsâfirin 54; Tirmizi, mevâkit 24; Nesâi,mevâkit 47.)

Görüldüğü gibi, bir taraftan namazı geciktirenin namazını Allah kabul etmez derken. Namazı geciktirmekten başka bir şey olmayan, namazların birleştirilmesi suretiyle geciktirilmesinin uygun olduğunu tahdis ve iddia etmektedirler. Bu açık bir çelişki ve tutarsızlıktır.

732- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Medine’den Mekke’ye gitmek üzere yola çıktı. Rabbülâlemin’den başka hiçbir şeyden korkmuyordu. Yolda namazı ikişer ikişer (yani kasrederek)

497

Page 498: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

kıldı." (K.S.2899 C.9 S.228 Akçağ, alıntıları: Tirmizi, Salât 391,(547); Nesâi, Taksiru’s-Salât 1,(3,117))

733- Enes (radıyallahu anh)’in anlattığına göre kendisinden kasru’s-salât yani namazın kısaltılması hakkında sorulmuştu. Şöyle cevap verdi:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) üç millik mesafeyi veya -Şu’be’nin şekkine (zannına) göre - üç fersah mesafeyi dışarı çıktı mı iki rekat kılar." (K.S. 2897 C.9 S.227 Akçağ, alıntıları: Müslim, Salâtu’l-Müsâfirin 12,(691); Ebû Dâvud, Salât 271,(1201))

734- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte Mekke’ye gitmek üzere Medine’den çıktık. Efendimiz yolda namazları ikişer ikişer kılıyordu. Medine’ye dönünceye kadar hep böyle yaptı.”

Enes’e:

“Mekke’de ne kadar kaldınız?"diye sorulmuştu:

“Orada on gün kaldık" dedi."(K.S.2900 C.9 S.229 Akçağ alıntıları: Buhari, Taksir 1, Meğâzi 52; Müslim, Salatu’l-Müsâfirin 15,(693); Ebû Dâvud, Salât 279,(1233); Tirmizi, Salât 392,(548); Nesâi, Taksiru’s-Salât 4,(3,121))

Bu üç rivayette, tehlike olmaması halinde bile, seferi durumda ve ikamet edilen memleket haricinde uzun bir süre kalınsa dahi namazın kısaltıla bileceğini rivayet ettiler.bu ise Kur’an’a aykırıdır. Zira namaz ancak bir tehlike mevcutken kısaltıla bilir. Bu hususta Kur’an’dan mealen:

- Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman inkâr edenlerin size bir kötülük yapmalarından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir günah yoktur. Muhakkak ki kâfirler, sizin açık düşmanınızdır. 4/101

498

Page 499: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Görüldüğü gibi, namazın kısaltıla bilmesi için kâfirlerden gelebilecek bir tehlikenin mevcut olması şarttır. Bu itibarla uydurmuş oldukları rivayetler Kur’an’a uymamaktadır.

Namaz konusuyla ilgili olarak <691.> örnekte bahsettiğim gibi seferi durumda mamazı kısaltmanın ruhsat değil farz olduğunu iddia etmişlerdi, iddiaları şu idi: “Allah namazı peygamberimizin diliyle hazerde dört, seferde, korku halinde de bir rekat olarak farz kılmıştır."Bunun ifade ettiği mana her ne şekilde olursa olsun seferi (yolculuk) durumdayken namazı kısaltmak mecburi olur demektir. Bununla ilgili olarak bir örnek daha verip, bu rivayetleriyle çelişkili olan bir diğer rivayetleriyle karşılaştırırsak:

735- Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: “Kurban bayramında kılınan namaz iki rek’attir, Fıtır (Ramazan) bayramında kılınan namaz iki rek’attir, sefer namazı iki rek’attir, cum’a namazı da iki rek’attir. Bunlar Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın lisanı üzere tamamdır, kısaltma yoktur." (K.S. 2334 C.8 S.231 Akçağ, alıntısı: Nesâi, Cum’a 37,(3,111), Taksir 1,(3,118), İdeyn 11,(3,183))

736- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte umre yapmak üzere Medine’den Mekke’ye doğru yola çıktık. Medine’ye gelince:

“Ey Allah’ın Resûlü, annem babam sana feda olsun. Sen kısa kıldın, ben tam kıldım, sen yedin ben oruç tuttum, (ne dersiniz?)" dedim. Şu cevabı verdi:

“Ey Aişe güzel yaptın!"buyurdu ve işimde beni kınamadı" dedi." (K.S.29922 C.9 S.246 Akçağ, alıntısı:Nesâi,Taksiru’s-Salât4,(3,122))

Böylece seferi (yolcu) namazlarının iki rekat olarak kılınmasının farz olduğunu inkar ettiler.

499

Page 500: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

737-........... Âmir İbnu Raba (R) haber verip şöyle demiştir: Ben Resûlullah (S)’ı binek deve üzerinde, bineği hangi cihete yönelirse o cihete doğru, nâfile namâzı kılar gördüm. Ve Rasûlullah bunu farz olan namâzda yapmaz idi.

Ve leys şöyle dedi: Bana Yûnus (ibn Yezid), İbnu Şihâb’dan tahdis etti. O şöyle demiştir: Sâlim: Abdullah ibn Umer yolcu iken geceleyin binek hayvanı üzerinde nâfile namâzı kılardı; bunda yüzü hangi cihete olursa olsun, aldırmazdı, dedi.

Abdullah ibnu Umer şöyle demiştir: Resûlullah (S) de binit devesi üzerinde, yüzü hangi cihete yönelik olursa olsun, nâfile namâzı kılardı. Ve yine deve üzerinde vitir namâzını da edâ ederdi. Şu kadar var ki Rasûlullah, binek üzerinde farz namâzı kılmazdı. (Buhâri, Eb-vâbu Taksiri’s-Salât Bab 9 C.3 S.1063-1064 H.17 Ötüken.)

738-............. Hafs ibnu âsım tahdis edip şöyle demiştir: İbnu Umer (R) sefere çıktı da, şöyle dedi: Ben Peygamber (S) ile birlikte yolculuk ettim; O’nun seferde nâfile kılar olduğunu görmedim, Zikri yüce olan Allah da: (mealen) (= Muhakkak Allah Elçisi’nde size güzel bir örnek vardır)"(el-Ahzâb: 21) buyurdu. (Buhari, Ebvâbu Taksiri’s-Salât Bab 11 C.3 S.1066 H.20 Ötüken.)

Bu iki rivayetin bir birleriyle çelişkili olduğu açıktır, birincisinde yolculukta nafile namaz kılınır denmesine rağmen, ikincisinde kılınmaz demeleri bir çelişkidir.

739- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) demiştir ki: “(Kur’an) her bir namazda okunur. (Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize hangilerini işittirmişse biz de size işittiriyoruz. Hangilerini de gizlemişse biz de size gizliyoruz." (K.S.2570 C.8 S.433 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Salât 129,(737); Nesâi, İftitâh 58,(2,163); Buhari, Ezân 104; Müslim, Salât 43,(396))

500

Page 501: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bu rivayetlerinde namaz kılınırken gizli okuma olduğunu iddia ettiler. Bu ise Kur’an’a aykırıdır, zira namazda ses yükseltilmez gizlenmezde, ikisi arasında bir yol tutulur. Bu hususta Kur’an’dan mealen:

- De ki: “İster Allah diye çağırın, ister Rahmân diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız, nihâyet en güzel isimler O’nundur. Namazında pek bağırma, pek de (sesini) gizleme, bu ikisinin arasında bir yol tut. 17/110

Tahdis etmiş oldukları rivayetin Kur’an’a aykırı olduğu açıktır.

740- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kişinin cemaatle kıldığı namazın sevabı evinde ve çarşıda (iş yerinde) kıldığı namazından yirmi beş kat fazladır. Şöyle ki, âb dest alınca güzel bir ab dest alır, sonra mescide gider, evinden çıkarken sadece mescid gayesiyle çıkmıştır. Bu sırada attığı her adım sebebiyle bir derece yükseltilir, bir günahı affedilir. Namazı kıldı mı, namaz gahında olduğu müddetçe melekler ona rahmet okumaya devem ederler ve şöyle derler:

“Ey Rabbimiz buna rahmet et, merhamet buyur.”

Sizden herkes, namaz beklediği müddetçe namaz kılıyor gibidir." (K.S.2778 C.9 S.101 Akçağ, alıntıları: Buhari, Ezan 30, Cum’a 2; Müslim, Salât 272 (649); Ebû Dâvud, Salât 49,(559); Tirmizi, Salât 245,(330); İbnu Mâce, Mesacid 16,(788))

741- Sahiheyn’in İbnu Ömer (radıyallahu anh)’den kaydettiği bir diğer rivayette şöyle denmiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Cemâatle kılınan namaz, ayrı kılınan namazdan yirmi yedi derece üstündür." (K.S.2779 C.9 S.101 Akçağ, alıntıları: Buhari, Ezân 30, Müslim, Salât 272.)

501

Page 502: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Aynı husus hakkında birinci rivayette yirmi beş kat sevap tahdis etmelerine rağmen, ikinci rivayette yirmi yedi kat olarak bildirmeleri bil çelişkidir.

742- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Erkeklerin teşkil ettiği safların en hayırlısı birinci saftır. En kötüsü en son saftır. Kadınların teşkil ettikleri safların en hayırlısı en son saftır, en kötüsü en öndekidir." (K.S. C.9 S.145 Akçağ, alıntıları: Müslim, Salât 132,(440); Ebû Dâvud, Salât 98,(678); Tirmizi, Salât 166,(224); Nesâi, İmâmet 32, (2,93))

Önceki iki rivayette çelişkili de olsa cemaatle kılınan namazın faziletlerinden bahsederlerken, bu rivayette namazın cemaatle kılınması için teşkil edilen saflar hakkında, erkeklerin teşkil ettiği son saf ile, kadınların teşkil ettiği ilk saf konusunda “şerli" ifadesini kullanmaları çok ağır bir ifade ve ithamdır, asıl metinde kullanılan sözcük “şerli" sözcüğüdür ve bu ağır bir ifadedir, zira namaz için teşkil edilmiş bir saf hakkında, sevap kazanma bir tarafa şerli demekle günahkarlar safı tanımını getirmişlerdir. Ayrıca ithamdır, zira bu iki safta ki erkek ve bayanların saf olarak aynı hizada arka arkaya bulunmaları hususunda “şerli" ifadesiyle uygunsuz hareketler yapıldığını iddia etmek istemektedirler. Bu ise İslam cemaatine itham ve aynı zamanda iftiradır.

Daha öncede belirttiğim gibi, tahdis etmiş oldukları bir rivayette, bu saf konusuyla ilgili olarak, güya secde eden Müslüman erkeklerin secdede iken avretleri görünüyormuş da, namaz kılan kadınlar secdeden daha evvel başlarını kaldırdıklarında onların avretlerini görüyorlarmış. Nasihat maskesi altında tahdis etmiş oldukları hakaret içerikli rivayet şudur:

743- Esmâ Bintu Ebi Bekr (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı işittim, kadınlara diyordu ki:

502

Page 503: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Sizden kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa, erkekler başlarını kaldırıncaya kadar başını yerinden kaldırmasın, böylece erkeklerin avretlerini görmekten korunmuş olur. (K.S.2835 C.9 S.164 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Salât 146,(851))

Yaptıkları saldırı gayet açıktır. Şimdi diğer çelişkili rivayetlerine bakalım:

744- Aişe’den naklen: “Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) duhâ namazını dört rekat kılar. Allah’ın dilediği kadar da ziyade ederdi." (Müslim, C.4 H.78-79/2052 Sönmez Neşriyat.)

745- Aişe’den naklen: “Ben Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) in duhâ nafilelerini kıldığını hiç görmedim. Onu ben kılıyorum............ (Müslim C.4 H.77/2052 Sönmez Neşriyat.)

746- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kuşluk (duhâ) namazını her kılışında mutlaka ben de kıldım." (K.S. 3016 C.9 S.326 Akçağ, alıntıları: Buhari, Teheccüd 5,32; Müslim, Müsafirun 75,77,(717,718); Muvatta, Kasru’s-Salât 29,(152-153); Ebu Dâvud, Salât 301,(1292,1293); Nesâi, Savm 35,(4,152))

Bu üç rivayetin üçü de Aişe’den tahdis edilmiş ve çelişkili oldukları açıktır.

747- Müsevver İbnu Yezid el-Mâliki (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namazda (cehri olarak) kıraatte bulunuyordu. bir kısım okumayı terk etti. (Namazdan sonra, cemaatten) bir adam.

“Ey Allah’ın Resûlü, şu şu âyetleri okumayı terk ettiniz!" dedi. Resûlullah:

“Niye bana hatırlatmadın? Buyurdular.”

503

Page 504: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bir rivayette şu ziyade gelmiştir: “(Adam)... Ben onların nesh edildiğini zannetmiştim."(Ebû Dâvud, Salât 163,(907). K.S.2838 C.9 S.167 Akçağ.)

748- Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ey Ali namazda (takılırsa) imamı açmâ! (hatırlatma). (K.S. 2839 C.9 S.167 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Salât 164,(903))

İki çelişkili rivayet, ikisi de Ebû Dâvud’tan, birincisinde imama namazda Kur’an okurken yanılırsa veya takılır ise okuyamazsa cemaat ona hatırlatmalıdır derken. İkinci rivayette aynı durumun olması halinde hatırlatmamak gerekir demeleri, çelişkili olmasının yanında ilginçtir.

Diğer bir hususta, Peygamberin Kur’an’ı unutarak hatalı okuduğunu iddia etmeleridir. Bu ise Kur’an’a uymayan bir iddiadır. Allah’ın desteklemesi ile Peygamberin Kur’an’ı unutarak yanış okuması mümkün değildir.

Kur’an’dan mealen:

- (Resûlüm!) onu (vahyi) çarçabuk almak içn dilini kımıldatma. 75/16

- Şüphesiz onu, toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir. 75/17

- O halde, biz onu okuduğumuz zaman, onun okunuşunu takip et. 75/18

- Sonra şüphen olasın ki, onu açıklamak da bize aittir. 75/19

Görüldüğü gibi tahdis etmiş oldukları rivayet Kur’an’a uymamaktadır.

749- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “İki namaz var ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunları ne gizli ne de aleni olarak seferde ve hazerde hiç terk etmedi: Sabahtan

504

Page 505: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

önce iki rekat. İkindiden sonra iki rekat." (K.S.2932 C.9 S.260 Akçağ, alıntıları: Buhari, Mevâkitu’s-Salât 33,73; Müslim, Salâtu’l-Müsâfirin 300,(835); Ebû Dâvud, Salât 290,(1253); Nesâi, Mevâkitu’s-Salât 36,(1,281), Kıyâmu’l-Leyl 56,(3,251,252))

Bu rivayette ikindiden sonra iki rekat nafile kılınacağını tahdis ettiler.

750- Muhtar İbnu Fulful anlatıyor: “Hz. Enes’ten ikindiden sonra kılınacak nafile namaz hakkında sordum" dedi ki:

“Hz. Ömer, ikindiden sonra nafile kılanların ellerine (sopayla) vururdu. Biz iki rek’ati, Resûlullah devrinde güneş battıktan sonra akşam namazından önce kılardık. Bizi bunu kılarken efendimiz görürdü de ne emrederdi ne de nehye derdi." (K.S.2966 C.9 S.280 Akçağ, alıntısı: Müslim, Müsafirin 302,(836))

Bu rivayette ise ikindiden sonra nafile namaz kılınamayacağını söylemeleri bir çelişkidir.

751- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Sizden biri Cumayı kıldı mı, ondan sora dört rek’at kılsın." (K.S.2976 C.9 S.286 Akçağ, alıntıları: Müslim, Cum’a 67,(881); Ebu Dâvud, Salât 244,(1131; Tirmizi, Salât 376.)

Bu rivayette Cuma namazından sonra dört rekat kılınması gerektiğini rivayet ettiler.

752- Nâfi merhum anlatıyor: “İbnu Ömer (Radıyallahu anhümâ), Cuma günü bir adamın Cumayı kılarken durduğu yerden hiç kımıldamaksızın iki rek’at daha kılmaya devam ettiğini görmüştü, adamı bundan men etti ve:

“Cum’a’yı dört mü kılıyorsun?"dedi. İbnu Ömer, cum’a günü evinde iki rekat kılar ve etrafındakilere:

505

Page 506: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Resûlullah böyle kılardı!"derdi." (K.S.2978 C.9 S.287 Akçağ, alıntıları: Buhari, Cuma 39, Teheccüd 25,29; Müslim, Cum’a 70,(882); Ebu Dâvud, Salât 244,(1127,1128); Tirmizi, Salât 376,(521,522); Cum’a 42,44,(3,113))

Bu rivayette ise Cuma’dan sonra evde kılınacak iki rekat hariç, başka namaz kılınmaması gerektiğini tahdis etmeleri bir çelişkidir.

753- Atâ anlatıyor: “İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) Mekke’de Cumayı kıldı mı ilerler iki rek’at daha kılardı; sonra biraz daha ilerler dört rek’at daha kılardı. Medine’de olunca da Cumâ’yı kılar sonra evine döner, iki rek’at daha kılardı, bunu mescide kılmazdı. Bu durumun sebebi nedir? Diye kendisinden sorulmuştu:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) böyle yapardı" dedi." (K.S.2979 S.287 Akçağ, alıntıları: Ebu Dâvud, Salât 244,(1130,1131); Tirmizi, Salât 376,(523))

Bu rivayette, seferi durumdayken Cuma namazından sonra altı rekat namaz kılınacağını tahdis etmeleri ise, seferdeyken namazın kısaltılması gerektiği yolunda ki rivayetleriyle çelişkilidir. Ayrıca Cuma namazından sonra dört rekattan fazla namaz kılınamayacağı yolunda ki rivayetleriyle de çelişkilidir.

754- Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Vitr namazı haktır. Kim bunu kılmazsa bizden değildir."Bunu Efendimiz üç kere tekrar etti." (K.S.2980 C.9 S.289 Akçağ, alıntısı: Ebu Dâvud, Salât 337,(1419))

755- Hârice İbnu Huzafe (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah size (öyle) bir namazla imdât etti ki, O sizin için kızıl deve sürülerinden daha hayırlıdır. İşte bu namaz vitirdir. Allah onu sizin için yatsı namazı ile şafağın sökmesi arasına koydu."

506

Page 507: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

(K.S.2990 C.9 S.295 Akçağ, alıntıları: Ebu Dâvud, Salât 336,(1418); Tirmizi, Salât 332,(452))

Yatsı namazı ile şafağın sökmesi arasında Vitir namazının farz olduğunu rivayet ettiler. Bu hem de öyle bir mecburiyettir ki, bunu kılmayan Peygamberden değildir, diğer bir ifadeyle Müslüman değildir iddiasında bulundular. Bu iddia namazın beş vakit olarak farz olduğu yolunda tahdis etmiş oldukları bütün rivayetlere çelişkili olduğu gibi, bu gün beş vakit olarak yapılan uygulamaya da uymamaktadır. Zira vitir namazıyla birlikte farz namaz vakitleri altıya çıkmaktadır. Namazın beş vakit olarak farz olduğuna dair tahdis etmiş oldukları bir rivayet örneği verecek olursam:

756- Ebu Katâde İbnu Rıb’i anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah-u Zülcelal hazretleri buyurdu ki: “Senin ümmetine beş vakit namazı farz kıldım ve kim bunu vaktinde kılmaya devam ederse onu cennete koyacağım diye katımda ahidde bulundum. Kim de bunu vaktinde kılmaya etmezse katımda onun için hiçbir ahid yoktur." (K.S.6407 C.17 S.101 Akçağ, alıntısı: İbni Mace 1403.)

Bu itibarla namazın kaç vakit farz olduğu konusunda çelişkili oldukları açıktır.

757- Abdülaziz İbnu Cüreye anlatıyor: “Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) Resûlullah ne ile vitir namazı kılardı? diye sorduk. Dedi ki: “Birinci rek’atte Sebbih isme Rabbeke’l-a’layı ikinci rek’atte Kulyâeyyühâ’l-kâfirun suresini, üçüncü rek’atte de Kulhüvallahü ahad ve Muavvizateyn’i okurdu." (K.S.2989 C.9 S.295 Akçağ, alıntıları: Ebu Dâvud, Salât 339,(1424); Tirmizi, Salât 340,(463), Nesâi, Kıyamu’l-Leyl 47,48,(3,244,245))

Bu rivayette vitir namazının üç rekat olduğunu tahdis ettiler.

507

Page 508: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

758- Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) on üç rekat kılarak vitir yapardı. İhtiyarlayıp zayıflayınca yedi rekat vitir yaptı." (K.S. 2986 C.9 S.293 Akçağ, alıntıları: Tirmizi, Salât 336,(458); Nesâi, Kıyamu’l-Leyl 30,40,45, (3,237,243))

Bu rivayette vitir namazının üç rekatten fazla olduğunu söylemeleri evvelki rivayetle çelişkilidir. Ayrıca her iki rivayette vitir namazının tek rekatlı kılınması lazım geldiğini iddia etmeleri, gece ve gündüz kılınacak bütün namazların ikişer ikişer kılınması yolunda tahdis etmiş oldukları rivayetlerle de çelişkilidir. Şöyle ki:

759- Fadl İbnu’l-Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Namaz ikişer ikişer kılınır. Her iki rek’atte bir teşehhüd vardır. Namazda huşu duyulur (tazarruda bulunulur), temeskün (tezelzül) izhar edilir. Ellerini kaldırırsın." şöyle de dedi: “Ellerini, içleri kendi yüzüne dönük olarak Rabbine kaldırır. İstediklerini (ısrarla tekrarla söyleyerek) istersin:

“Ya Rabbi! Ya Rabbi! Ya Rabbi!............." Kim bunu yapmazsa namazı eksiktir." (K.S. 2663 C.8 S.509 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Salât 283, (385))

760- Hz Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) vitrin ilk iki rek’atinde selam vermezdi." (K.S.2998 C.9 S.300 Akçağ, alıntısı: Nesâi, Kıyamu’l-leyl 36,(3,235))

761- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) vitrin iki rek’atinde selam verirdi. Öyle ki (o sırada) bazı ihtiyaçları için emirde bulunurdu." (K.S. H.2999 C.9 S.300 Akçağ, alıntıları: Buhari, Vitr 1, Muvatta, Salâtu’l-Leyl 20,(1,125))

İki rekat arasında selam konusunda iki rivayet çelişkilidir.

508

Page 509: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

762- . ... İbn Abbâs (r.a.)dan; demiştir ki:

- Allah Teâlâ Peygamberimizin diliyle namazı size hazerde dört, seferde iki ve korku halinde de bir rekat olarak farz kıldı. (Ebu Dâvud, K.Salâtu’s-Sefer (4), Bâb 18 C.4 S.477 H.1247 Şamil, ayrıca: Müslim, müsâfirin 5.)

Bu rivayette korku namazının bir rekat olduğunu tahdis ettiler.

763-. ... Ebu Bekr (r.a.)’den; demiştir ki:

- Peygamber (s.a.) korkulu bir anda öğle namazı kıldırdı. (Cemaatin) bir kısmı arkasında, bir kısmı da düşman karşısında saf tutturdu. (Önce arkasındakilere) iki rekat kıldırdıktan sonra selâm verdi. Kendisiyle birlikte namaz kılanlar gidip (düşman karşısında duran) arkadaşlarının yerine durdular. Sonra onlar gelip (Resûlullah’ın) arkasında namaza durdular, onlara da iki rekat namaz kıldırdı. Sonra selam verdi. Böylece Resûlullah (s.a) dört, ashabı ise iki rekat (namaz kılmış) oldu.

el-Hasen (el-Basri) de böyle fetvâ verdi.

Ebû Dâvud dedi ki: Akşam namazı da yine böyledir. İmam için altı, cemaat için üçer rekat (kılınır).)

Ebû Davud dedi ki: Bu hadisi aynı şekilde Yahyâ b. Ebi Kesir de Ebû Seleme ve Câbir vasıtasıyla Peygamber (s.a.)’den rivâyet etti. Süleyman el-Yeşkuri de aynı şekilde; “Câbir’den o da Peygamber (s.a.)’den" diye rivâyet etti. (Ebu Dâvud, K.Salâtu’s-Sefer (4), Bâb 19 C.4 H.1248 S.478-479 Şamil, ayrıca; Nesâi, havf 23-27.)

Bu rivayette korku namazının akşam namazı için üç ve diğer vakitler için iki rekat olduğunu söylemeleri evvelki rivayetle çelişkilidir. Zira korku namazını bir rekat olduğunu söylemişlerdi.

509

Page 510: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

764- ... Ebû Hüreyre’den (rivayet olunduğuna göre);

Resûlullah (s.a.) Necaşi(nin ölümü)nü o gün halka haber verdi. Sonra cemaati musallaya çıkarıp onları saf düzenine soktu. Dört tekbir al(arak cenaze namazını kıldır)dı. (Ebu Dâvud, K.el-Cengiz (20) Bab 56-58 H.3204 Şamil, ayrıca: Buhari, cenâiz 4,5,61,65; menakıb’ül-ensar 38; Müslim, cenâiz 27,72,76,103; İbn Mace, cenâiz 33.

Bu rivayette gıyaben Necaşi için cenaze namazı kılındığını tahdis ettiler. Dolayısıyla ölen Müslümanlar için gıyaben cenaze namazı kılınabileceğini iddia ettiler.

765- Sahiheyn ve Nesâi’de gelen bir diğer rivayette şöyle denir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Necâşi’nin ölüm haberini öldüğü günde haber verdi ve:

“Kardeşiniz için (Allah’tan) mağfiret talep edin!"dedi ve başka bir şey söylemedi." (K.S. 3059 C.9 S.369 Akçağ, alıntıları: Cenâiz 4,55,61,65; Menakibu’l-Ensar 38; Müslim, Cenâiz 62,63,(951); Ebu Dâvud, Cenâiz 62(3204); Tirmizi, Cenâiz 37,(1022); Nesâi, Cenâiz 76,(4,72))

Bu rivayette Necaşi’nin cenaze namazını gıyabında kılınmadığını, dolayısıyla Müslümanların gıyaben cenaze namazının kılınmayacağını tahdis etmeleri evvelki rivayetle çelişkilidir.

766- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)’ın anlattığına göre, bir cenaze üzerine namaz kılmış ve namazda Fâtiha’yı okumuştur. Bu hususta kendisine (niye onu okuduğu) sorulunca: “Bu, sünnettendir!"diye cevap vermiştir."(K.S. 3062 C.9 S.372 Akçağ, alıntıları: Buhari, Cenâiz 66; Ebu Dâvud, Cenâiz 59,(3198); Tirmizi, Cenâiz 39,(1026); Nesâi, cenâiz 77,(4,74,75))

Bu rivayette cenaze namazı kılındığında, Kur’an okunabileceğini tahdis ettiler.

510

Page 511: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

767- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ölü üzerine namaz kıldınız mı ona ihlasla dua edin." (K.S.3064 C.9 S.373 Akçağ, alıntıları: Ebu Dâvud, Cenâiz 60,(3199); İbnu Mâce, Cenâiz 23,(1497))

768- Nâfi rahimehullah anlatıyor: “İbnu Ömer, cenâze için kılınan namazda kıraate yer vermezdi." (K.S. 3063 C.9 S.373 Akçağ, alıntısı: Muvatta, Cenâiz 19,(1,225))

Bu iki rivayette, cenaze üzerine kılınan namazda kıraat (Kur’an okuma) olmadığını sadece ölü için Allah’a dua edileceğini tahdis etmeleri evvelki rivayetle çelişkilidir.

769- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim cenaze namazını mescidin içinde kılarsa kendisine (bir sevap) yoktur." -bir nüshada- “aleyhinde bir şey yoktur." (K.S.3077 C.9 S.382 Akçağ, alıntısı: Ebu Dâvud, Cenâiz 54,(3191))

Bu rivayette kendi içinde çelişkilidir. Aleyhine bir şey yoktur deme ile, kendisine sevap yoktur denmesi çelişkilidir. Aleyhine bir şey yoktur sevap kazanmayı, kendisine bir şey yoktur sevap kazanmamayı ifade etmektedir, bu iki ifade bir birlerine terstir.

770-............... Câbir ibn Abdillah (R) şöyle demiştir: Peygamber (S) Uhud şehidlerinden ikişe kişiyi bir örtü (yâni bir kabir) içinde birleştiriyordu. Sonra: “Hangisi Kur’ân’ı daha çok öğrenmiştir?"diye soruyordu. Bu çift şehitlerden biri kendisine işâret edilince, onu kabirdeki lahdin içine önce koyuyordu. Ve sonra: “Ben bu mucâhidler üzerine (yâni hayâtlarını Allah yolunda fedâ ettiklerine) kıyâmet günü bir şâhidim" buyurdu ve şehitlerin kendi kanları içinde, yıkanmadıkları ve üzerlerine namâz da kılınmadığı hâlde gömülmelerini emretti. (Buhari, Kitâbu’l-Cenâiz C.3 S.1266 H.99 Ötüken.)

511

Page 512: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bu rivayette Uhud şehitleri örnek gösterilerek, şehitler üzerine cenaze namazı kılınamayacağını tahdis ettiler.

771-............ Ukbe ibn Âmir(R)’den (o şöyle demiştir): Peygamber (S) bir gün çıkıp Uhud şehitlerine cenâze üzerine kıldığı namâzı gibi namâz kıldı.............. (Buhâri, Kitâbu’l-Cenâiz C.3 S.1266 H.100 Ötüken.)

772- Ukbe İbnu âmir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Uhud şehitleri için sekiz yıl sonra, sanki dirilerle(de) ölülerle(de) vedalaşıyormuşçasına cenaze namazı kıldı." (K.S. 3081 C.9 S.385 Akçağ, alıntıları: Ebu Dâvud, Cenâiz 75, (3223,3224); Nesâi, Cenâiz 61,(3,61,62))

Bu rivayetlerde ise, Uhud şehitleri için daha sonra hatta aradan sekiz sene geçtikten sonra cenaze namazı kılındığını tahdis etmeleri bir çelişkidir. Cenaze namazı Müslüman ölüye ve katledilenlere rahmet etmesi için Allah’a yapılan bir duadır, bunu sekiz sene geciktirmenin bir mantığı yoktur.

773- Ebu Berze el-Eslemi (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yatsıdan önce uyumayı, sonra da konuşmayı mekruh addederdi." (K.S.3102 C.9 S.413 Akçağ, alıntıları: Buhari, Mevâkit 23; Müslim, Mesâcid 237,(647); Ebu Dâvud, Salât 3,(398); Tirmizi, Salât 125.)

774- Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) ve yanlarında ben de bulunduğum halde müslümanların meselelerini (konuşmak için) gece geç vakte kadar uyanık kalırdı." (K.S. 3103 C.9 S.414 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Salât 126.)

İki rivayet çelişkilidir, birincisinde yatsı namazından sonra konuşmak mekruhtur demelerine rağmen, ikincisinde Peygamberin gece geç vakitlere kadar konuştuğunu tahdis etmişlerdir.

512

Page 513: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

775- Osman İbnu Ebi’l-As (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ey Allah’ın Resûlü dedim, şeytan benimle namazımın ve kıraatimin arasına girip kıraatimi iltibas etmeme sebep oluyor, (ne yapayım?)

Aleyhissalâtu vesselâm bana şu cevabı verdi: “Bu Hınzıp denen bir şeytandır. Bunun geldiğini hissettin mi ondan Allah’a sığın. Sol tarafına üç kere tükür!”

(Osman İbnu Ebi’l-As) der ki: “Ben bunu yaptım, Allah Teâla Hazretleri onu benden giderdi." (K.S. 3106 C.9 S.415 Akçağ, alıntısı: Müslim, Selâm 68,(2203))

Şeytanın vesvesesinden korunmak için, Allah’a sığınmak hem doğru hem de iyi bir şeydir. Fakat bu iyi vasiyetle beraber, sol tarafa üç kere tükürülmesinin fayda getireceğini iddia etmeleri, namaz kılanların arasına fitne ve fesad sokmak içindir. Cami’de, cemaat saf bağlayarak namaz kılmaktadır. Cemaatten birinin sol tarafına dönüp, o tarafta kendisine bitişik şahsa doğru tükürmesi hiçte hoş bir hareket olmadığı gibi, kavga etmelerine ve tartışmalarına neden olur.

776- Hz. Câbir anlatıyor “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Benim mescidimde kılınacak bir namaz, onun dışındaki mescitlerde kılınan bin namazdan efdaldir. Ancak Mescid-i Haram hariç. Zira Mescid-i Haram’da kılınan bir namaz, diğer mescitlerde kılınan yüz bin namazdan efdaldir." (K.S. 6408 C.17 S.101 Akçağ, alıntısı: İbni Mace 1397.)

Bu rivayete göre, Peygamberin mescidinde kılınan bir namazın, Mescidi Haram hariç, diğer bütün mescitlerde kılınacak bin namazdan daha hayırlı olduğunu, dolayısıyla Mescidi Aksa’da kılınacak bir namazdan da bin defa hayırlı olduğunu tahdis ettiler. Buna rağmen şu rivayeti de çelişkili olarak tahdis ettiler:

777- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın azadlısı Meymune radıyallahu anhâ anlatıyor: “Ey Allah’ın Resulü

513

Page 514: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bize Beytü’l-Makdis hakkında fetva ver!"demiştim. Şöyle buyurdular: “Orası mahşer (yani kıyamet günü insanların toplanacağı) ve menşer (herkesin defterlerinin neşredileceği) yeridir. Oraya gidin ve içinde namaz kılın. Çünkü orada kılınacak tek namaz kendi dışındaki yerlerde kılınacak bin namaz gibidir. (K.S. 6409 C.17 S.102 Akçağ, alıntısı: İbnu Mace 1407.)

Böylece Mescidi Aksa’da kılınacak bir namazın, Peygamber mescidinde ve hatta Kabe’de kılınacak bin namaz gibi olduğunu iddia ettiler. Bu ise açık bir çelişkidir.

778-................ Seyf şöyle demiştir: Ben Mücâhid’den işittim, o şöyle dedi. İbn Umer’in yanına gelindi de, ona: İşte şu Rasûlullah, o Ka’be’ye girdi, denildi. Bunun üzerine İbn Umer şöyle dedi: Peygamber (S) dışarıya çıkmış olduğu hâlde, ben hemen oraya girdim ve Bilâl’i Ka’be kapısının iki sövesi arasında ayakta buldum. Ve hemen Bilâl’e sorup: Peygamber Ka’be içinde namâz kıldı mı? Dedim, Bilâl: Evet, kapıdan giren kimsenin sol tarafına düşen iki direk arasında iki rek’at namâz kıldı, sonra dışarıya ve Ka’be’nin yüzü -kapısı- karşısında (yâni İbrâhim makaamında) iki rek’at kıldı, dedi. (Buhari, Kitâbu’s-Salât C.1 S.485 H.47 Ötüken.)

Bu rivayette Ka’be’nin içinde Peygamberin namaz kıldığını, dolayısıyla Ka’be’nin içinde namaz kılınabileceğini tahdis ettiler.

779-............... Bize İbnu Curayc, Atâ’dan haber verdi: O şöyle demiştir: Ben İbn Abbâs’tan işittim, o şöyle dedi: Peygamber (S) Ka’be’ye girdiği zamân, onun bütün nâhiyelerinde (yâni cihetlerinde) duâ etti ve oradan çıkıncaya kadar namâz kılmadı. Dışarıya çıkınca Ka’be’nin önünde iki rek’at kıldı. Ve: “Kıble işte budur" dedi.(Buhâri, Kitâbu’s-Salât C.1 S.486 H.48 Ötüken.)

Bu rivayette ise, evvelki rivayetin aksine, Peygamberin Kabe’nin içinde namaz kılmadığını, kıblenin Kabe’nın

514

Page 515: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

dışında olduğu belirttiğini, dolayısıyla Kab’nin içinde namaz kılınamayacağını tahdis etmeleri bir çelişkidir.

780-.............. İbn Şihâb şöyle demiştir: Bana Atâ ibnu Yezid el-Cunde’i haber verdi. O Ebû Said el-Hudri (R)’den şöyle derken işitmiştir: Ben Resûlullah (S)’tan işittim: “Sabâh namâzından sonra güneş yükselinceye kadar hiçbir namâz olmaz; ikindi namâzından sonra da güneş kayboluncaya kadar namâz olmaz" buyuruyordu. (Buhâri, Kitâbu Mevâkiti’s-Salât C.2 S.641 H.62 Ötüken.)

Bu rivayette ikindi namazından sonra güneş batıncaya kadar namaz kılınamayacağını tahdis ettiler.

781-............. Bize Ubeyde ibnu Humeyd tahdis edip şöyle dedi: Bana Abdulaziz ibnu’ Rufey’ tahdis edip, şöyle dedi: Ben Abdullah ibnu’z-Zubeyr (R)’i gördüm. O fecr namâzından sonra tavâf eder, sonra da iki rek’at namâz kılardı. Râvi Abdulaziz dedi ki: Ben Abdullah ibn’z-Zubeyr’i gördüm, ikindiden sonra iki rek’at namâz kılardı ve Âişe’nin kendisine Peygamber’in bu iki rek’atı kılmadan evine girmediğini tahdis ettiğini haber verdi. (Buhari, Kitâbu’l-Hacc C.4 S.1559 H.110 Ötüken.)

Bu rivayette ise ikindi namazından sonra namaz kılınabileceğini rivayet etmeleri bir çelişkidir.

782-. ... Ebû Seleme b. Abdirrahman’ın Ebû Hureyre (r.a)’den rivayet ettiğine göre; Peygamber (s.a.) öğle namazını kıldırıp iki rekatte selâm vermiş. Kendisine:

- Namaz kısaltıldı mı? denilince, iki rekat daha namaz kılmış, sonra da iki defa secde etmiştir. (Ebu Dâvud, K.Salât (2), Bâb 188,189 C.4 S.74 H.1014 Şamil, ayrıca: Buhari, sehv 3; Nesâi, sehv 23.)

Bu rivayette Peygamberin namaz kılarken raketlerde yanıldığını ve bundan dolayı sehv secdesi yaptığını iddia

515

Page 516: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

etmişlerdir. Anlatmak istedikleri şey, bir kimse namaz kılarken yanılırsa muhakkak sehv secdesi etmesinin gerekli olduğudur. Buna rağmen bu rivayetin zıttı olan şu rivayeti tahdis ettiler.

783-. ... Sa’id el-Makburi’nin Ebû Hureyre (r.a)’den rivâyet ettiğine göre:

Peygamber (s.a.) (dört rekatlı) bir farz namazın ikinci rekatından (sonra namazdan) ayrıldı. Bir adam kendisine:

- Ya Resûlullah, namaz kısaldı mı, yoksa unuttun mu? dedi. Efendimiz:

“-Bunların hiç biri olmadı" buyurdu. Bunun üzerine cemaat:

- Bunu yaptın (namazı eksik kıldın) ya Resûlullah! dediler.

Bu sefer Peygamber diğer iki rekâti de kılıp (namazdan) ayrıldı ve sehv secdelerini yapmadı................ (Ebû Dâvud, K.Salât (2), Bâb 188, 189 C.4 S.75 H.1015 Şamil.)

Görüldüğü gibi bu rivayet evvelki rivayetle çelişkilidir.

784-. ... Ebû Said el-Hudri (r.a.)den; demiştir ki:

- Bir bayram günü Mervân minberi (musallaya) çıkarıp (üzerinde) namazdan önce hutbe okumaya başladı. Bir adam kalktı ve;

- Ey Mervan, sünnete muhâlefet ettin. Bayram günü minberi çıkardın, halbuki o çıkarmazdı. Hutbeye de namazdan önce başladın, dedi.

Ebû Said el-Hudri;

- Bu kim? diye sordu.

- Falan oğlu falan, dediler.

516

Page 517: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Bu adam üzerine düşeni yaptı. Ben Resûlullah (s.a.)’in, “Bir kötülük gören kimse, eğer onu eli ile değiştirebilirse eli ile değiştirsin. Buna gücü yetmezse, dili ile değiştirsin. Onu da yapamazsa, kalbi ile (buğz etsin). Ancak bu, imanın en zayıfıdır" buyurduğunu işittim dedi. (Ebû Dâvud, K.Salât (2), Bâb 239,242 H.1140 Şamil, ayrıca: İbn Mâce, ikâme 155, fiten 20.)

Bu rivayette bayram namazı için okunacak hutbenin namazdan sonra olduğunu, ayrıca bayram namazı hutbesinin minber üzerinde okunamayacağını, böyle yapılması halinde bunun bir kötülük olduğunu tahdis ettiler. Bilindiği gibi, minber hutbelerde cemaatin hutbeyi iyi işitmesi için üzerine çıkılan yüksekçe yerdir. Amaç cemaate iyice duyurmak olup, bundan ayrı olarak mimberin tahdis edildiği gibi özel bir durumu yoktur. Hal böyle olunca minbere çıkılması Müslümanların faydasına olduktan sonra güzel bir hareket olup, hiçbir surette kötülük olarak tanımlanamaz.

İfadelerine dikkat edildiğinde esas amaçlarının hutbe okuyan kimsenin minbere çıkması veya çıkmaması değildir. Asıl amaçları konu olmaması lazım gelen şeyleri konu edip, esas konu olması gereken şeylerden insanların dikkatlerini uzaklaştırmaktır, çelişkili hadis uydurmaları yanında kullandıkları bir metotta budur, kitabın başında da belirttiğim gibi bu amaçlarını gerçekleştirmek için rast gele sözler üreterek değil bir ekip çalışması yapmışlardır. Böylece insanları uğraşmamaları gereken boş konularla veya tartışmamaları gereken konularda tartışır vaziyete getirip zamanlarını boşa harcamayı ve asıl ilgilenmeleri gereken konulardan uzaklaştırmayı hedefledikleri gibi, İslam diniyle ilgili ana konularda kavramlarla ilgili bir çok çelişkili rivayet uydurmak suretiyle şaşkın hale getirmek istemişlerdir. Bütün bunları yaparken de Kitabın başında örneklerini verdiğim gibi, bol bol hakaret içerikli rivayetlerde uydurmuşlardır.

517

Page 518: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Zamanı boşa harcatma rivayetleri açısından bakıldığında, hadis külliyatında birçok hadis bulmak mümkündür. Bu açıdan değerlendirerek konu başlığı açmak istemedim, zira böyle bir durumda çalışma konusu çok uzayacaktı. Bu tür rivayetlerden tanıtma amaçlı birkaç örnek verirsem; şöyle ki:

“Biriniz uykudan uyandığı zaman üç kere sümkürsün, zira şeytan, burnun içinde geceler." (K.S.3628)

“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm zamanında mescidte ekmek ve et yerdik." (K.S.6968)

“Kim keleri (kertenkele) ilk darbede öldürürse yüz sevap kazanır. İkinci vuruşta öldürürse daha az kazanır. Üçüncü vuruşta ise bundan az sevep kazanır." (K.S. 4948)

“Biriniz ayakkabı giyince sağdan başlasın, çıkarırken de soldan başlasın (ya ikisini birlikte giysin, ya ikisini birlikte çıkarsın." (K.S.5252)

“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm kişinin ayakta giyinmesini yasakladı." (5255)

“Kişinin oturduğu zaman, ayakkabılarını çıkarıp (sol) yanına koyması sünnettir." (K.S.5256)

(hacamat konusunda) “Salı günü kan günüdür, o günde bir saat vardır kan durmaz." (K.S.4017)

“İhramlı reyhan koklayabilir, aynaya bakabilir. Yediği zeytinyağı ve tereyağı ile tedâvi olabilir." (K.S. 1222)

“Hz Aişe (radıyallahu anhâ)’yi ihramlı iken bedenini kaşıyan kimse hakkında soru sorulunca dinlemiştir. Hz. Aişe şu cevabı verir: “Evet, kaşınsın ve şiddetle kaşınsın..." (K.S.1257)

Kur’an’ı anlayanlar bilirler ki, Kur’an bu konulardan çok daha başka konularla ilgilidir.

518

Page 519: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Kaldığım yerden devam edecek olursam, minber hadisiyle ilgili olarak şu şekilde çelişkili rivayet uydurmuşlardır:

785-. ... Câbir b. Abdillah (r.a)’den; demiştir ki:

- Peygamber (s.a.) ramazan bayramı günü kalkıp önce namaz kıldırdı, sonra da cemaate hitâbede bulundu. Hutbeyi bitirince inip kadınların yanına geldi............... (Ebû Dâvud, K. Salât (2), B3ab 239, 241 C.4 S.270 H.1141 Şamil.)

Bu rivayette, Peygamberin hutbe için minbere çıktığı açıktır. Zira inmek için bir yere çıkmış olmak lazımdır, bu rivayette de hutbeden sonra indi ifadesini kullandıklarına göre, minbere çıkmış olduğunu tahdis etmiş olmaktadırlar, bu ise evvelki rivayetleriyle çelişkilidir.

786-. ... Âişe (r.anhâ)dan rivayet edildiğine göre:

Resûlullah (s.a.) Ramazan ve Kurban bayramlarında birinci rekâtte yedi, ikinci rekâtte de beş defa tekbir alırdı. (Ebû Dâvud, K.Salât (2), Bâb 242, 245 C.4 S.281 H.1149 Şamil, ayrıca: İbn Mâce, ikame 156.)

Bu rivayette, bayram namazlarında, birinci rekatte yedi, ikinci rekatte de beş defa tekbir alınması gerektiğini tahdis ettiler.

787-. ... Ubû Hüreyre’nin meclis arkadaşı Ebû Aişe’nin dediğine göre; Said b. El-âs, Ebû Mûsa el-Eş’ari ve Huzeyfe b. El- Yemân’a, Resûlullah (s.a.)’in kurban ve ramazan bayramlarında nasıl tekbir aldığını sordu. Ebû Mûsa şu cevabı verdi:

- Cenâze namazındaki tekbir gibi dört defa tekbir alırdı.

Bunun üzerine Huzeyfe:

- (Ebû Mûsâ) doğru söyledi, dedi.

519

Page 520: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bunun üzerine Ebû Mûsâ şöyle dedi: “Ben Basra’da (vali) iken aynen bu şekilde tekbir alırdım.”

Ebû Âişe, “Bu (bu konuşma olurken) ben de Said b. El-âs’ın yanında idim" der. (Ebû Dâvûd, K.Salât (2), Bâb 242, 245 C.4 S.285 H.1153 Şamil.)

Bu rivayette ise, bayram namazlarında dört defa tekbir alınması gerektiği yolundaki iddiaları, evvelki rivayetleriyle çelişkilidir.

788-. ... İbn Ömer (r.a)’den rivâyet edildiğine göre; Resûlullah (s.a.) bayram günü (namaza) bir yoldan gider, başka bir yoldan dönerdi. (Ebû Dâvûd, K.Salât (2), Bâb 246, 249 C.4 S.293 H.1156 Şamil, ayrıca:Tirmizi, Cuma 37; İbn Mâce, ikâme 162.)

789-. ... Bekr b. Mübaşir el-Ensâri’den şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

- Ramazan ve kurban bayramı günleri Resûlullah’ın ashabı ile birlikte Bethân vadisi yoluyla musallâya gider. Peygamber (s.a.) ile birlikte namaz kılar yine Bethân vadisinden evlerimize dönerdik. (Ebû Dâvûd, K.Salât (2), Bâb 247, 250 C.4 S.295 H.1158 Şamil.)

Görüldüğü gibi, namaza gidiş geliş yolunun nasıl olması gerektiği konusunda dahi ihtilaf meydana getirmeye çalışmışlardır. Birinci rivayette, gidiş geliş yolunun ayrı ayrı olması gerektiği tahdis edilmişken, ikinci rivayette aynı olması gerektiği yolunda tahdiste bulunmuşlardır. İki rivayet bir birleriyle çelişkili olduğu gibi, bu tür boş ve İslamın ilgili olmayan konularla insanları oyalamaya çalıştıklarına dikkat edilmesi gerekir.

790-. ... Âişe (r.anhâ)’dan; demiştir ki:

- Peygamber (s.a.) sabah namazından önceki iki rekatı (o kadar) kısa bir zamanda kılardı (ki) ben (kendi kendime)

520

Page 521: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“acaba bu iki rekatte Ummül’-Kur’an’ı (Fâtiha Sûresi kasd edilmektedir) okudun mu ki?"derdim. (Ebû Dâvûd, K.Salâtu’t-Tatavvu’ (5), Bâb 3 C.4 S.502 Şamil, ayrıca: Buhari, teheccüd 28; Müslim, müsâfirin 92; Nesai, iftitâh, 40; Muvatta’, salâtu’l-leyl 30.)

Bu rivayette peygamberin, sabah namazının sünnetini çok çabuk kıldığı rivayet edilmiştir, öyle ki, Aişe peygamberin bu namazda Fatiha sûresini okuyup okumadığı konusunda tereddüde düşmüştür.

791-. ... Bilâl (r.a.)’den rivayet edildiğine göre; Bilâl (r.a.) bir gün Resûlullah (s.a.)’e sabah namazı (vaktinin girdiği)ni haber vermek için gelince Hz. Âişe Bilâl’e bir şeyler sorarak aydınlık iyice belirinceye kadar oyalamış, artık iyiden iyiye sabaha girmiş, bunun üzerine Bilâl kalkıp Peygamber (s.a.)’e sabah(ın girdiğini) haber vermiş ve hemen arkasından haberini yine tekrarlamışsa da Resûlullah (s.a.) dışarı çıkmamış, (bir süre sonra) dışarı çıkıp da halka namazı kıldırınca Bilâl, Âişe’nin bir şeyler sorarak kendisini tamamen sabah girinceye kadar oyaladığını ve (Resûl-i Ekrem’in de) dışarı çıkmakta yavaş davrandığını kendisine haber vermiş. Bunun üzerine (Resûlullah Sallallahu aleyhi ve Sellem de):

“-Ben sabah namazının iki rekat sünnetini kılmıştım (da o yüzden geciktim)"cevabını vermiş. Bunun üzerine Bilâl (r.a.):

- (Ama) Ey Allah’ın Resûlü, sen iyice sabaha girmiştin? deyince,

"-Eğer ben sabaha bundan daha da çok girmiş olsaydım, yine de bu iki rekatı en güzel ve en kısa şekilde kılardım" diye cevap verdi. (Ebû Dâvud, K.Salâtu’t-Tatavvu’ (5), Bâb 3 C.4 S.505 H.1257 Şamil.)

Bu rivayette ise, farz namaz için vaktin daralmasına rağmen Peygamberin sabah namazının sünnetini acele etmeden uzun

521

Page 522: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

uzadıya kıldığını tahdis ettiler, öyle ki sabah namazının sünnetinin en kısa şekli neredeyse sabahı bulduracak kadar uzun kılınmalıymış, bu ise evvelki rivayetle çelişkilidir.

792-... Aişe (r.a.)den (demiştir) ki:

“Peygamber (s.a.)’in oğlu İbrahim on sekiz aylıkken öldü de Resûlullah (s.a.) onun cenaze namazını kılmadı." (Ebû Dâvud, K.el-Cenaiz (20) Bab 48-49 C.12 S.58 H.3187 Şamil)

Bu rivayette, Peygamberin on sekiz aylıkken ölen oğlu İbrahim’in cenaze namazını kılmadığını, dolayısıyla çocukların cenaze namazının kılınmayacağını tahdis ettiler.

793-.... El-Behiyy (Abdullah b. Beşşar) dedi ki:

Peygamber (s.a.)’in oğlu İbrahim vefat edince, Resûlullah (s.a.) oturmak için ayrılan bir yerde onun cenaze namazını kıldı.

(Ebû Dâvud der ki: Ben (bu hadisi) Ya’kub b. el-Ka’ka’a okudum. O sırada kendisine): “İbnü’l Mübarek size Ata’dan (naklen) Peygamber (s.a.)’in yetmiş günlük iken (ölen) oğlu İbrahim’in cenaze namazını kıldığını haber verdi mi?"diye soruldu (da-evet- cevabını verdi). (Ebû Dâvûd, K.el-Cenaiz (20) Bab 49-50 C.12 S.59-60 H.3188 Şamil,)

Bu rivayette ise, evvelki rivayetle çelişkili olarak, İbrahim’in vefat ettiği yaşı on sekiz aylıktan, yetmiş güne indirilip. Peygamberin cenaze namazını kıldığını, dolayısıyla bebek ve çocukların cenaze namazının kılınmasının gerekli olduğunu tahdis etmişlerdir. Hatta tahdis etmiş oldukları bir rivayette, düşük üzerine dahi cenaze namazı kılınması gerektiğini söylemişlerdir. Şöyle ki:

794-... Ziyad (ın) Peygamber (s.a.)’e kadar ulaştırdı(ğı merfu bir hadiste Hz. Peygamber Efendimiz şöyle) buyurur:

522

Page 523: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Binitli, cenazenin arkasında yürür, yaya ise (cenazenin) önünden ve arkasından ona yakın olarak sağından ve (ya) solundan yürüyebilir. Düşük üzerine namaz kılınır anne ve babası için de (Allah’dan) mağfiret ve rahmet istenir. (Ebû Dâvud, K.el-Cenaiz (207) Bab 44-45 C.12 S.47 H.3180 Şamil, ayrıca: Tirmizi, cenâiz 42; Nesai, cenâiz 55, 56, 59; İbn Mace, cenâiz 15.)

Ayrıca bu rivayette, yaya olan kimsenin cenazenin önünde yürüyebileceğini tahdis ettiler, gerçi şu anda işlemekte olduğum namaz konusuyla ilgili değildir, fakat çelişkili olarak tahdis etmiş oldukları rivayeti yazmakta ibret olması bakımından fayda vardır.

795-... İbn Mes’ud demiştir ki:

Peygamber (s.a.)’e cenazeyle yürümeyi sorduk, şöyle buyurdu:

“-Koşmanın altında (mutedil bir surette yürür. Böyle yürümekle) eğer (ölen kimse) hayırlı (birisiyse) onu hayra (eriştirmekte) acele etmiş olunur. Eğer böyle değilse (varsın) cehennem halkı (bizden biran önce) uzak(laşıp, gitsin). Cenaze arkasından gidilendir, (kendisi) arkadan giden değildir. (Cenazenin) önünden giden onunla beraber bulunmuş olmaz." (Ebû Dâvûd, K.el-Cenaiz (20) Bab 46-47 C.12 S.52 H.3184 Şamil, ayrıca: Tirmizi, cenâiz 27.)

Görüldüğü gibi, evvelki rivayetin aksine, cenazenin önünde yürünemeyeceğini tahdis etmişlerdir.

796-. ... Ebû Seleme b. Abdirrhmân’dan rivayet edildiğine göre kendisine, Peygamber (s.a.)’in eşi Âişe (r.anhâ)’ya;

- Ramazanda Resûlullah (s.a.)’in namazı nasıldı? diye sormuş. O da şu cevabı vermiş:

- Resûlullah (s.a.) ne Ramazanda ne de Ramazanın dışında (geceleri) on bir rekatten fazla (nâfile) kılmazdı. (Önce) dört

523

Page 524: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

rekat namaz kılardı. Artık onların güzelliğinden uzunluğundan hiç sorma, sonra dört rekat (daha) kılardı. Onların da güzelliğinden ve uzunluğundan hiç sorma, sunra üç rekat (daha) kılardı. Ben:

- Ey Allah’ın Resûlü, vitri kılmadan önce uyuyor musun? dedim, (o da):

“-Ey Âişe benim gözlerim uyur, fakat kalbim uyumaz."buyurdu. (Ebû Dâvud, K.Salâtu’t-Tatavvu’ (5), Bâb 26 H.1341 Şamil, ayrıca: Buhari, terâvih 1; Müslim, müsâfirin 125; Tirmizi, salât 208; Nesâi, kıyâmü’l-leyl 38; Muvatta, salatu’l-leyl 3.)

Bu rivayet bu günkü uygulamaya uymamaktadır, örneğin: Hanefi mezhebi bağlıları teravih namazını yirmi rekat olarak kılmaktadırlar. Bu uygulamalarını da, Yezid b. Rûman’dan naklettikleri: “Ömer zamanında müslümanlar vitirle beraber yirmi üç rekât namaz kılarlardı (Ramazanda)."(Malik-Beyhaki) rivayetine bağlamaktadırlar.

797-. ... Ebû Hüreyre (r.a.)’den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:

“-Biriniz sabah (namazın)dan önce iki rekat (sünnet)i kılınca sağ tarafına yatıp uzansın.”...................... (Ebû Dâvûd, K. Salâtu’t-Tatavvu’ (5), Bâb 4 C.5 S.7 H.1261 Şamil, ayrıca: Tirmizi, mevâkit 194.)

798-... Âişe (r.anhâ.)den; (demiştir) ki:

-Resûlullah (s.a.) gece namazını kıldıktan sonra, eğer ben uyanık olursam benimle konuşurdu; uyur olursam, beni uyandırır, iki rekat namaz kıldıktan sonra müezzin gelip sabah namazı vaktinin girdiğini kendisine haber verinceye kadar yatardı. Buna müteâkib iki rekatlık kısa bir namaz kıldıktan sonra namaza çıkardı. (Ebû Dâvud, K.Salâtu’t-

524

Page 525: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Tatavvu’ (5), Bâb 4 C.5 S.12 H.1262 Şamil, ayrıca: Buhari, teheccüd 26; Müslim, müsâfirin 133.)

Birinci rivayette, sabah namazından önce iki rekat sünnet kıldıktan sonra sağ tarafa yatıp uzanmanın gerekli olduğunu söylemişlerdir. halbuki ikinci rivayette tahdis ettiklerine göre, Peygamber iki rekatlık sünnet kıldıktan sonra sağ tarafına yatıp uzanmadan hemen namaza çıkmıştır. Bu itibarla iki rivayet bir birleriyle çelişkilidir. Diğer bir hususta, sabah namazına kalkan bir kimsenin uzanıp yatması halinde büyük olasılıkla uyuyup namazı kaçıracağı olayıdır, bundan da niçin böyle bir rivayet uydurdukları kolayca anlaşılır.

799-. ... Semure b. Cünüp (r.a.)’den; demiştir ki:

- Ben ve Ensârdan bir çocuk hedeflerimize ok atarken güneş bakanın gözünde iki veya üç mızrak kadar olunca, Tennûme bitkisi gibi oluncaya kadar karardı. Birimiz arkadaşına; “Haydi mescide gidelim. Vallahi güneşin şu hali, Resûlullah (s.a.) da ümmeti hakkında yeni bir şey meydana getirecek" dedi ve koşarak gittik. Bir de gördük ki Resûlullah (s.a.) mescide çıkmış. Efendimiz öne geçip namaz kıldırdı. Bizi daha önceki namazlarındaki en uzun kıyâmı gibi kıyâmda tuttu. Sesini işitmiyorduk. Sonra bize önceki namazlarındaki en uzun secdesi gibi secde ettirdi. (Burada da) sesini işitmedik. Diğer rekatte de aynen bunun gibi yaptı. Güneşin açılması ikinci rekatteki oturuşuna denk geldi. Sonra selam verdi. Daha sonra kalkıp Allah’a hamd ve senâ etti. Allah’tan başka ilâh olmadığına ve kendisinin O’nun kulu ve Resûlü olduğuna şahâdet etti. (Ebû Dâvûd, K.Salâtu’l-İstiskâ (3), Bâb 4 C.4 S.343-344 H.1184 Şamil.)

Bu rivayette, Resûlullah zamanında güneş tutulması olduğunu ve Resûlullah’ın güneş tutulması namazını gizli okuyuşla kıldırdığını tahdis ettiler.

800-. ...Âişe (r.anhâ)’den rivâyet edildiğine göre; Resûlullah (s.a.) (Küsûf namazında) kıraati uzun tutmuş ve açıktan

525

Page 526: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

(sesli) okumuştur. (Ebû Dâvud, K.Salâtu’l-İstiskâ (3), Bâb 5 C.4 S.351 H.1188 Şamil, ayrıca: Buhâri, kusuf 4,5,19; Müslim, kusuf 3.)

Bu rivayette evvelki rivayetin aksine, küsûf namazı sesli okunarak kılınmıştır demeleri bir çelişkidir.

801-. ... Âişe (r.anhâ.)den; (demiştir) ki:

-Resûlullah (s.a.) zamanında güneş tutuldu. Bunun üzerine Peygamber (mescide) çıkıp cemaate namaz kıldırdı. (Bu namazda) kıyâma durdu. (Kıyamdaki) kıraatini tahmin ettim. Bakara sûresi (kadarı)nı okuduğunu zannettim.

Râvi hadisi sevk edip şöyle devem etti:

- Sonra iki defa secde yaptı, sonra kalkıp kıraati yine uzattı. Onun buradaki okuyuşunu da tahmin ettim. Âl-i İmran Sûresi (kadarı)nı okuduğunu zannettim. (Ebû Dâvûd, K.Salâtu’l-İstiskâ (3), Bâb 5 C.4 S.350 H.1187 Şamil.)

Bu rivayette iddia ettiklerine göre, Rasûlullah, güneş tutulması namazını yaklaşık dört saat süreyle kılmıştır. Zira Bakara ve Âl-i İmran sureleri yaklaşık dört cüzdür ve ikisinin okunuşu dört saat kadar bir süreyi kapsar. Rivayeti Aişe’den nakletmektedirler ve Aişe namazın çok uzun sürmesinden bu iki sûreyi Peygamberin okuduğunu tahmin ettim demiş, demektedirler, bundan anlaşılan güya kıraat gizli yapılmıştır. Hal bu ki, bir evvelki rivayette güneş tutulması namazında kıraatin sesli olduğunu yine Aişe’den nakletmişlerdi. Böylece aynı kişiden iki çelişik rivayet tahdis etmiş oldular. Gerçi bunu sık sık yapmışlardır. Kaldı ki, Aişe Peygamberden hangi sûreleri okuduğunu kolayca sorabilecekken niçin tahminde bulunsun.

Güneş tutulması olayında, Dünyayla Güneş arasına Ay girdiğinden, Ay’ın gölgesi Dünya üzerine düşerek, gölge olan yerde Güneş görünmeyeceğinden o mıntıkada Güneş

526

Page 527: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

tutulması meydana gelmiş olur. Bu tehlikesiz bir olay olduğu gibi dört saatlik Güneş tutulması olayı iddiası ilgisi olmayan abartılı bir iddiadır. Peygamberin zararsız bir olayı, müthiş bir felaketmiş gibi halkın gözünde büyüttüğü iddiası da Peygambere yapılmış bir iftiradır.

802-. ... Abdullah b. Abbâs (r.anhumâ), Resûlullah (s.a.) in güneş tutulduğunda namaz kıldığını haber verirdi. (Abdullah) Urve’nin, Hz. Âişe’den onun da Peygamber (s.a.)’den rivâyet ettiği hadis gibi Resûlullah (s.a.)’in her rekatta iki rükû’ olmak üzere, iki rekat namaz kıldığını bildirdi. (Ebû Dâvud, K.Salâtu’l-İstiskâ (3), Bâb 4 C.4 S.340 H.1181 Şamil.)

Bu rivayette, güneş tutulması namazında, her rekatte iki rükû yapılır dediler.

803-. ... İbn Abbâs (r.anhumâ);

- Resûlullah (s.a.) güneş tutulduğunda namazı kıldı. Bu namazda(Kur’an’dan) okudu. Sonra rükû’ yaptı sonra yine okudu ve yine rükû’ yaptı, sonra tekrar okuyup rükû’ yaptı, sonra yine okudu ve rükû’a vardı. Daha sonra da secdeye kapandı. İkinci rekati de aynen böyle kıldı, demiştir. (Ebû Dâvud, K.Salâtu’l-İstiskâ (3), Bâb 4 C.4 S.341 H.1183 Şamil, ayrıca: Müslim, istiskâ 19.)

Bu rivayette ise her rekatte dört rükû yapılır dediler.

804-. ... Ubeyy b. Ka’b (r.a.)’den demiştir ki:

- Resûlullah (s.a.) zamanında güneş tutuldu. Efendimiz cemaate namaz kıldırarak uzun sûrelerden birini okudu ve beş defa rükû yaptı. İki kere secde etti ve ikinci kalkıp yine uzunlardan bir sûre okudu ve yine beş defa rükû yaptı, iki kere secde etti, sonra güneşin tutulması açılıncaya kadar duâ ederek olduğu halde kıbleye karşı oturdu. (Ebû Dâvud, K.Salâtu’l-İstiskâ (3), Bâb 4 C.4 S.342 H.1182 Şamil.)

527

Page 528: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bu rivayette ise her rekatte beş defa rükû etti demeleri ile üç rivayet birbirleriyle çelişkili olmuş olur.

805-. ... Ubeydullah b. Nadr, babası (Nadr)’ın şöyle dediğini rivâyet etmiştir:

- Enes b. Mâlik zamanında (şiddetli) bir karanlık oldu. Bunun üzerine Enes’e gelip:

- Ya Ebâ Hamze Resûlullah (s.a.) zamanında böyle bir şey başınıza gelir miydi?, dedim.

- Allah korusun. (Bazan) rüzgar şiddetlenirdi de kıyâmetin (kopacağı) korkusuyla mescide koşardık, karşılığını verdi. (Ebû Dâvûd, K.Salâtu’l-İstiskâ (3), Bâb 11 C.4 S.360 H.1196 Şamil.)

Bu rivayette uzun uzadıya tahdis ettikleri Güneş tutulması ve Güneş tutulması namazı rivayetlerini söyleyen kendileri değilmiş gibi. Peygamber zamanında ne Güneş tutulması nede benzeri bir tabiat hadisesi olmamıştır demeleri ibret verici bir durum olduğu gibi, ne derece ciddiyetten uzak olduklarının da bir göstergesidir.

806-. ... Âişe (r.anhâ.)den; (demiştir) ki:

-Resûlullah (s.a.) geceleyin on üç rekat namaz kılardı. Bunlardan beş rekat ile vitr yapardı. En son rekatta oturup selâm verinceye kadar bu beş (rekat)’in hiçbirinde oturmazdı. (Ebû Dâvûd, K. Salâtu’t-Tatavvu’ (5), Bâb 26 C.5 S.167 H.1338 Şamil, ayrıca: Müslim, müsafirin 123, 126; Tirmizi, vitr 2.)

807-. ... İbn Ömer (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur:

“Gece ve gündüz namazı ikişer ikişerdir." (Ebû Dâvûd, K. Salâtu’t-Tatavvu’ (5), Bâb 13 C.5 S.81 H.1295 Şamil.

528

Page 529: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Ayrıca: Tirmizi, salât 166, 206; Nesai, kıyâmü’l-leyl 26, 35; İbn Mâce, ikâme, 116, Muvattâ, salatu’l-leyl 7.)

Birinci rivayette hiç oturmadan ve ara vermeden. Resûlullahın peş peşe beş rekat vitir namazı kıldığını tahdis ettiler. İkinci rivayette gece ve gündüz namazlarının ikişer ikişer rekatle kılınması gerektiğini rivayet etmeleri bir çelişkidir.

808- İbni Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Allah, namazı peygamberimizin diliyle hazerde dört, seferde iki, korku halinde de bir rek’at olarak farz kılmıştır." (K.S. 2332 C.8 S.299 Şamil, alıntıları: Müslim, Salât 5, (687); Ebû Dâvûd, Salât 287, (1247); Nesâi, Taksir 1, (3,118,119)) .

809- Cabir’den naklen: Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) ile birlikte korku namazı kılmış (şöyle ki) Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) iki taifeden (birine) iki rekat namaz kıldırmış. Sonra öteki taifeye de iki rekat kıldırmış. Bu suretle, Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) dört rekât namaz kılmış, fakat her iki taifeye ikişer rekât kıldırmış. (Müslim, C.4 Hadis 312 (2339) Sönmez Neşriyat.)

Birinci rivayette korku namazı bir rekattir demelerine rağmen, ikinci rivayette iki rekattir demeleri bir çelişkidir.

810-. ... Ebû Ma’mer’den; demiştir ki: Biz Habbab’a;

- Hz. Peygamber (s.a.) öğle ve ikindi namazlarında Kur’an okur muydu, diye sorduk. O da:

- Evet, dedi. Biz;

- Bunu nasıl anlıyordunuz? dedik;

- Peygamber (s.a.)’in sakalının hareket etmesinden, diye cevab verdi. (Ebû Dâvud, K.Salât (2), Bâb 124, 125 C.3 S.247 H.811 Şamil, ayrıca: Buhâri, ezân 91,96,97,108; İbn Mâce, ikâme 7.)

529

Page 530: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bu rivayete göre, güya, Peygamberin öğle ve ikindi namazlarında Kur’an okuduğunun delili bu namazları kılarken sakalının hareket etmesiymiş. Sakal yalnız Kur’an okurken hareket etmez, bir kimse dua etse sakalı olması halinde sakalı hareket eder, bundan dolayı söyledikleri bu iddia Peygamberin öğle ve ikindi namazlarında Kur’an okumuş olduğunun delili olamaz. Diğer bir hususta, Peygamberden sorup öğrenmek varken neden böyle bir yönteme baş vurulmuş olsun. Kaldı ki namaz her Müslüman üzerine farzdır, hal böyleyken cemaat bilmeden nasıl namaz kılıyordu da bir şahıstan sormak ihtiyacını duydular. Bu rivayeti okuyan kişi zanneder ki, Peygamber Ay’da namaz kılıyordu da dünyadan ona teleskop ile bakıyorlardı, böylece ancak Peygamberin Kur’an okuduğunu, doğru bir tahmin olmasa da, zira dua ediyor da olabilir, sakalının hareket etmesinden anladılar. Bu rivayetten asıl amaçları hem kendilerini ciddiye alan kimselerle alay etmek, hem de Peygamberin dinle ilgili olsa dahi kendisine soru sorulamayacak geçimsiz bir kimse olduğunu iddia etmektir. Peygamber onların bu iddialarından münezzeh olduğu gibi, dini tebliği hakkıyla yerine getirmiştir. Bu itibarla Peygambere ve Müminlere saldırı amacıyla uydurulmuş bu rivayetin aslı yoktur.

811-. ... Ebû Hüreyre (r.a.)’den; demiştir ki; Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdular ki:

“Sâlih olsun, fâcir olsun hatta büyük günah işlemiş de olsa her müslümanın arkasında farz namazı (cemaatle kılmak) vâciptir." (Ebû Dâvûd, K.Salât (2), Bâb 63,64 C.2 S.440 H.594 Şamil.)

Bu rivayeti uydurmaktan amaçları, Krallık yapan diktatörleri ve yöneticilerini müslümanlara önder yapmaktır. Zira bu gibi kimseler tarih içerisinde büyük günahlar işleyen Fâcir kimseler olmalarına, zulümler yapmalarına, Müslüman inancı taşımamalarına rağmen kendilerini Müslüman tanıtarak,

530

Page 531: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

özellikle Cuma günleri, Cuma namazında imamlık yapmayı, halkı aldatmak ve tahtlarını sağlamlaştırmak için gerekli görüp istemekteydiler. Halbu ki Kur’an’da bu gibi kimselerin cehennemlik oldukları bildirilmiştir. Şöyle ki:

- Yoksa biz, inanıp iyi işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız? Yoksa (Allah’ın azâbından) korunanları fâcirler (yolda olmayanlar) gibi mi tutacağız. 38/28

- İyiler mutlaka nimet içindedirler. 82/13

- Fâcirler de yakıcı ateş içindedirler. 82/14

- Cezâ günü oraya girerler. 82/15

Uydurmuş oldukları rivayetlerinin, fâcir günahkar yöneticilerin imamlığını sağlamak için olduğunu, halktan kimseler için olmadığını çelişkili olarak tahdis ettikleri şu rivayetten anlamak mümkündür:

812- Câbir’ den rivayet etmiş oldukları hadiste: “Sakın bir kadın bir erkeğe ve bir a’rabi (bedevi) bir muhâcire (şehire yerleşen kimseye) bir fâcir bir Mü’mine imam olmasın." (Ebû Dâvud şerhinde C.2 S. 441 Şamil, ayrıca İbn Mâce, ikâme 78.)

İslam dininde derece üstünlüğü yönünden, Allah nezrinde erkeğin kadına, kadının erkeğe bir üstünlüğü yoktur, üstünlük konusunda ölçü takvadır, bir kadın bir erkekten çok daha takvalı olabilir ve böylece Allah nezrinde derecesi daha üstün olur. Hayat mücadelesi yönünden erkekler kadınlardan fiziksel olarak daha güçlü oldukları için ailenin geçim yükü erkeğe yüklenmiştir ve aile reisliği ona verilmiştir. İmam aynı zamanda, dini çalışmalarda önder olduğundan, imamlık yükü İslam dininde erkeğe verilmiştir. İslam dininde herkesin kendi gücüne göre yük yüklenmesi önemlidir.

531

Page 532: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

İmamlık yönünden, şehirlinin köylüye, köylünün şehirliye, Arabın, arab olmayana, Arab olmayanın araba bir üstünlüğü yoktur. Bu açıdan rivayetleri uydurmadır. “Fâcir bir Mümine imam olmasın" sözleriyle de, öbür rivayetleriyle çelişkiye düşmüşlerdir.

Takva ile ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız (Allah’ın buyrukları dışına çıkmaktan) en çok korunanınızdır. Allah bilendir haber alandır. 49/13

813- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte iki rek’at öğleden evvel, iki rek’at sonra, keza iki rek’at cum’adan sonra, iki rek’at akşamdan sonra, iki rek’at yatsıdan sonra namaz kıldım. Akşam ve yatsı(dan sonrakiler evinde idi." (K.S. 2930 C.9 S.259 Akçağ, alıntıları: Buhari, Teheccüd 29,25, 34; Cum’a 39; Müslim, Müsafirin 291 (729), Cum’a 71,(882); Muvatta, 69,(1,166); Ebû Dâvud, Salât 290,(1552); Nesâi, İkâmet 64,(2,119), Cum’a 43,(3,113); Tirmizi, Salât 220,(433,434))

814- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Sünnette gelen on iki Rek’ate kim devam ederse Allah ona cennette bir ev bina eder. Bu on iki rek’atin:

Dördü öğleden önce,

İkisi öğleden sonra,

İkisi akşamdan sonra,

İkisi yatsıdan sonra,

532

Page 533: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

İkisi de sabahtan önce." (K.S. 2931 C.9 S.260 Akçağ, alıntıları: Tirmizi, S3alât 206,(414); Nesâi, Kıyamu’l-Leyl 66,(3,260); İbnu Mâce, İkâmet 100, (1142).)

815- Hz Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “İki namaz var ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunları ne gizli ne de aleni olarak seferde ve hazerde hiç terk etmedi: Sabahtan önce iki rek’at, ikindiden sonra iki rek’at." (K.S. 2939 C.9 S.260 Akçağ, alıntıları: Buhari, Mevâkitu’s-Salât 33, 73; Müslim, Salâtu’l-Müsâfirin 300,(835); Ebû Dâvud, Salât 290,(1253); Nesâi, Mevâkitu’s-Salât 36,(1,281), Kıyâmu’l-Leyl 56,(3,251,252))

816- Hz. Ali (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sabah ve ikindi hariç her namazın arkasından iki rek’at (nafile) namaz kılardı." (K.s. 2933 C.9 S.262 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Salât 299,(1275))

817- Ümmü Habibe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: Kim öğleden önce dört, öğleden sonra da dört (rek’at nafile) kılarsa, Allah onu ateşe haram eder. (K.S. 2955, 2956 C.9 S.274-275 Akçağ, alıntıları: Ebû Dâvud, Salât 296(1269); Tirrmizi, Salât 317,(427,428); Nesâi, Kıyâmu’l-Leyl 67,(3,265))

818-. ... Abdullah b. Ömer (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre; Resûlullah (s.a.) öğle namazından önce iki rekat, öğle namazından sonra dört rekat, akşamdan sonra evinde iki rekat ve yatsıdan sonra iki rekat kılardı. Cumadan sonra (evine) dönünceye kadar namaz kılmazdı (evine dönünce) iki rekat kılardı. (Ebû Dâvûd, K.Salâtu’t-Tatavvu’ (5), Bâb 1 C.4 S.498 H.1252 Şamil, ayrıca: Buhari, teheccüd 29; Müslim, müsâfirin 104; Nesâi, ikâme 64.)

819-. ... Âişe (r.anhâ’dan; demiştir ki:

- Peygamber (s.a.) öğle namazından önceki dört (rekat)’la sabah namazında önceki iki rekati terk etmezdi. (Ebû Dâvud,

533

Page 534: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

K.Salâtu’t-Tatavvu’ (5), Bâb 2 C.4 S.500 Şamil, ayrıca: Buhari, teheccüd 34; Nesâi, kıyâmu’l-leyl 56.)

820-. ... İbn Ömer (r.a.)’den; demiştir ki: Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:

“-İkindinin farzından önce dört rekat (namaz) kılan kimseye Allah rahmet etsin. (Ebû Dâvûd, K.Salâtu’t-Tatavvu’ (5), Bâb 8 C.5 S.29 Şamil, ayrıca: Tirmizi, mevâkit’us-salât, 201; İbn Mâce, ikame 109.)

821-. ... Ali (r.a)’den rivayet edildiğine göre; Peygamber (s.a.) ikindi namazından önce iki rekat(lık bir namaz) kılardı. (Ebû Dâvûd, K.Salâtu’t-Tatavvu’ (5), Bâb 9 C.5 S.30 Şamil.)

822- İbnu Abbâs radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm hazer namazını ve sefer namazını farz kılmıştır. Biz hazarda farzdan önce ve sonra sünnet kılardık. Seferde de farzdan önce ve sonra sünnet kılardık. (K.S. 6306 C.17 S.48 Akçağ, alıntısı: İbni Mace 1072.)

823-. ... Ebû Hüreyre (r.a.)’den; demiştir ki: Resûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:

İbnu’s-Sabbâh’ın rivayetine göre, “Cumadan sonra namaz kılacak olan kimse dört rekat kılsın.”

İbn Yûnus’un rivayetine göre ise Efendimizin beyânı şu şekildedir:

“- Cumayı kıldığınızda arkasından dört rekat de (nâfile) kılınız.”

Süheyl şöyle dedi: Babam bana; “yavrum, eğer câmide iki rekat kılar sonra da eve gidersen, iki rekat (de orada) kıl" dedi. (Ebû Dâvud, K.Salât (2), Bâb 236,238 C.4 S.253 H.1131 Şamil, ayrıca: Müslim, Cuma 69; Tirmizi Cuma 24; İbni Mâce, ikâme 95.)

534

Page 535: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Farz namazların sünnetleriyle ilgili olmak üzere on bir rivayet yazdım, bunlar incelendiğinde aralarında bir çok çelişki görmek mümkündür, şöyle ki:

Öğle namazı için, 813. Rivayette önce iki, sonra iki rakat, 814. Rivayette önce dört sonra iki rekat, 816. Rivayette sonra iki rekat, 817. Rivayette önce dört, sonra dört rekat, 818. Rivayette önce iki, sonra dört rekat, 819. Rivayette önce dört rekat olarak tahdis etmişlerdir. Böylece iç içe çelişkiler meydana gelmiştir. Diğer vakitler arasıdaki çelişkiler de bu şekilde sıralanarak görülebilir.

Böylece hangi farz namazın kaç rekat sünneti olduğunu ve ne zaman kılınacağını kesin olarak bilmek imkansız hale gelmiş olur. 822 nci örnekte, Peygamberin namazı farz kıldığını söylemeleri ise İslam dinine ters düşen bir durumdur. Zira namazı Allah farz kılar, Peygamber ise farzı koyan değil, farzı yerine getirmekle mükellef kimsedir. İslam dininde Allah’tan başka hiç kimse din koyamaz, dini ancak ve ancak Allah koyar.

Rivayetlerden yüz otuz üç örnek seçerek namaz konusunda neler tahdis ettiklerini aralarındaki çelişkileri, Kur’an’a ve bugün kılınmakta olan namaza aykırı yönlerini yeri geldikçe göstermeye çalıştım. Tenkide konu olabilecek rivayetleri yalnız bunlardan ibaret değildir, konuyu uzatmamak için yüz otuz üç örnekle yetindim. Bu örnekler bile rivayetleri dikkate alacak bir kimsenin çelişki ve tutarsızlıklarından dolayı namaz kılmayı öğrenemeyeceği açıktır. Örneğin: Farz namazlar için hazerde (ikamet edilen yerde) dört rekattir diye tahdis ediyorlar, hal böyle olunca akşam farzını üç ve sabah namazı farzını iki rekat olarak kılmayı neyle izah ediyorlar? Zira uygulama ile rivayetler çelişmektedir. Diğer taraftan namaz kılarken Kur’an okunup okunmayacağı, tekbir getirip getirilmeyeceği, ses tonunun nasıl olması gerektiği, hatta Bismillehirrahmanirrahim dahi denip denemeyeceği çelişkili rivayetlerden dolayı meçhuldür, ve bunun gibi birçok çelişkili

535

Page 536: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

rivayetleri mevcuttur. Görüldüğü gibi verdiğim rivayet örnekleri, çelişkili durumu göstermek açısından, anlamak isteyen bir kimse için ibret vericidirler.

Hal böyle olmasına rağmen iddia ediyorlar ki, rivayetler olmamış olsaydı biz namazın nasıl kılınacağını bilemezdik. Zira onlara göre, namaz kılma şekli Kur’an’da belirsizmiş, namaz ancak rivayetlerle öğrenilirmiş. Aslında namazı Kur’an’dan anlamamalarına neden olan husus Kur’an’ı anlayamamalarıdır. Yoksa, namaz Kur’an’da bütün hususiyetleriyle açıktır. Şöyle ki:

KUR’AN’A GÖRE NAMAZ

Kur’an’ı esas alarak namazın ne olduğunu anlatırsak konu kolayca anlaşılır, bunun için öncelikle "Salat" kelimesinin ne anlama geldiğinin bilinmesine ihtiyaç vardır. Bu husus ta Kur’an’dan mealen:

- Ey iman edenler! Cuma günü salat (namaz) için çağrıldığı(nız) zaman Allah’ı anmağa (zikretmeğe) koşun, alışverişi (işi gücü) bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. 62/9

Bu ifadelerden anlaşılacağı gibi, Cuma günü salat (namaz) için ezan okunduğunda ezanı duyan Mümin kimselerin salat davetinden anlayacağı şey, Allah’ı zikretmeğe yani anmaya davet edildiğidir. Peki bir Mümin Allah’ı nasıl anar; bir Mümin, Allah’ı anarken neler söyler diye düşündüğümüzde, bunun Kur’an’da ki Allah’ı övgü ifadelerini esas alan bir övgü anışı olduğunu görürüz. Böylece salat kelimesinin kapsadığı mana, bu yönüyle, kabul edilin yani sevap kazandıran bir salat olması için, İsteyerek ve severek Allah’ı övmek gereklidir. Ayrıca bu övgü, Allah için söz konusu olunca keyfi olmayıp Kur’an öğretisini esas alarak yapılan bir övgü olmalıdır. Bu da, tesbih, tahmid, tekbir gibi güzel sözlerdir.

536

Page 537: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Allah için salat ederken, Allah adının anılmasının gerekli olduğuyla ilgili olarak Kur’an’dan mealen:

- Doğrusu mutluluğa ermiştir arınan; 87/14

- Rabb’inin adını zikredip salat kılan. 87/15

Kur’an öğretisi esas alınmadan yapılacak zikirler, salatlar, Allah yanında kabul görmeyen sapmalardır. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Onların Beyt(ullah) yanındaki salatları da, ıslık çalmadan ve el çırpmadan başka bir şey değildi. “O halde küfrünüzden dolayı azabı tadın. 8/35

Kafirler, kendi icat ettikleri bir usülle, Kabe’nin yanında el çırparak ve ıslık çalarak Allah’ı övdüklerini, O’na salat ettiklerini zannediyorlardı, nasıl ki bugün bile bazı kimseler, dümbelek, tef, kudüm v.s. Çalıp raks ederek Allah’ı zikrettiklerini, övdüklerini zan ediyorlarsa, bunlarda ıslık çalıp el çırpmayı Allah’a salat etme zannediyorlardı. Bütün bu hareketler Allah tarafından kabul görmeyen reddedilmiş ve yapanlarını azaba götüren hareketlerdir. Zira, Allah öğretmezse Peygamberler dahi, Allah’a nasıl ibadet edeceklerini ve O’nu nasıl övüp salat edeceklerini bilemezler. Bu hususta Kur’an’dan mealen:

- İbrâhim, İsmâil’le berâber Ev’in (Kabe’nin) temellerini yükseltiyor: “Rabb’imiz, bizden kâbul buyur, şüphesiz sen işitensin, bilensin." 2/127

- “Rabb’imiz, bizi sana teslim olanlar yap, neslimizden de teslim olan bir ümmet çıkar; bize ibadet yollarımızı göster, tövbemizi kabûl et; zirâ, tövbeleri kabûl eden, çok merhametli olan ancak sensin, sen!" 2/128

Görüldüğü gibi, ibadet yollarını, usullerini göstermek Allah’a aittir. Ve Kur’an öğretisine göre “Salat" kelimesi “Övgü" manasına gelmiş olur. Allah bir kimseye salat ederse o

537

Page 538: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

kimseyi övmüş, dolayısıyla sevmiş ve ona merhamet etmiş demektir. Kul, Allah’a hakkıyla salat edince, Allah’ı sevmiş, övmüş ve yüceltmiş olur. Allah’ı sevmiş olması ve sevep kazanması için salatında gaflet içinde olmaması gerekir. Kul, kul için Allah’ın razı olduğu şekilde salat edince onu övmüş, sevmiş ve Allah’tan affını istemiş olur. Salat kelimesi öyle bir kavramdır ki, Allah’tan kullara, kullardan Allah’a ve kullardan, kullar üzerine olabilir. Bu hususta Kur’an’dan mealen:

- (Şüphesiz) Allah ve Melekleri Peygambere salât ederler; ey iman edenler siz de Ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selam edin. 33/56

- O (Allah)dır ki, Zatı ve Melekleri size salât ederler; (Allah) böylece sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak istemektedir. O müminlere karşı çok merhametlidir. 33/43

- Onların mallarından bir miktar sadaka al ki onunla onları arındırıp temizleyesin ve onlar üzerine salât (duâ) et; çünkü senin salavatların (duâların) onlar için bir sükûnettir. Allah işitendir bilendir. 9/103

- Bedevi Araplardan kimi de vardır ki Allah’a ve âhiret gününe inanır, verdiğini Allah’a yakın dereceler kazanmağa ve Resûlün salavatını (duâlarını) almaya vesile sayar. Gerçekten o (verdikleri), kendileri için yakın dereceler(e vesile)dir. Allah onları rahmetinin içine sokacaktır. Muhakkak ki Allah bağışlayan, esirgeyendir. 9/99

- Doğrusu mutluluğa ermiştir arınan. 87/14

- Rabb’inin adını anıp salât kılan. 87/15

- Gerçek şudur ki ben Allah’ım. Benden başka İlâh yoktur. Bana ibadet et ve beni anmak için salât (namaz) kıl. 20/14

- Kitab’dan sana vahye dileni oku ve salât (namaz) kıl, çünkü salât (zikir ve namaz), kötü ve iğrenç şeylerden vaz geçirir.

538

Page 539: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Allah’ı anmak, elbette daha büyüktür, Allah, ne yaptığınızı bilir. 29/45

Demek oluyor ki, salât kavramı bir anma; bir dua; övgü kavramıdır. Yoksa salt olarak beş vakit kılınan “Namaz" şeklinde anlaşılıp özdeşleştirilirse ters neticelere varılır. Zira, ayet meallerinde görüldüğü gibi, Allah, Peygambere ve Müminlere salât etmektedir. Haşa bu Allah’ın onlara ibadet ettiği manasında değildir. Ancak onlara övgü ve rahmet ettiği manasındadır. Bu itibarla, salât Allah’ın layık olduğu şekilde Allah’a ve Kulların layık olduğu şekilde kullara yapılır. Örneğin: Kullar övülürken hiçbir zaman kainat üstü manasında olmak üzere “Ekber" yani en büyük kelimesi; tüm noksanlıklardan münezzehi yet (kusursuzluk) manasına gelen “Sûbhan" kelimesi veya her şeyden müstağni, her şeyin O’na muhtaç olduğu manasına gelen “Samed" gibi kelimeler kullara salât edilirken kullanılmaz. Bu gibi ifadeler Allah’a salat edilirken söylenir, kullar için, çok iyi, takvalı, abit, Allah’ın rızasına layık, Allah ondan razı olsun, cennete koysun, azaplandırmasın veya hastaysa Allah şifa versin, Allah ona iyilik versin gibi dualı sözler söylenir. Kişi bunlara layıksa meşrudur. Bu itibarla da anlaşılmış olur ki, liyakatı dikkate alıp, haddi aşmamak şartıyla “salât" kullardan kullara, kullardan Allah’a olabildiği gibi, Allah’tan kullara ki; bunlar “Mümin" olan kullardır. Edile bilir. Ve bunda tevhide aykırı bir husus yoktur. Bu konuda Kur’an’dan bir örnek verecek olursam, mealen:

- O halde, beni zikredin (anın)ki, ben de sizi zikredeyim; bana şükredin; (fakat) nankörlük etmeyin. 2/152

Demek oluyor ki, kullar Allah’ı, Allah’ta kulları zikreder, kullardan Allah’a yapılan zikir, Allah’a layık olacak şekilde, Allah’tan kullara yapılan zikirde, kullara layık olacak şekildedir. Örneğin, cenaze üzerine salât edilirken hiçbir zaman Kur’an okunmaz, zira bir kimsenin söylemiş olduğu güzel sözler onun adına anılıp tekrarlandığında, nasıl ki o

539

Page 540: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

şahıs anılıp övülüyorsa, Kur’an’da, Allah’ın sözü olduğundan, Kur’an okumak, Allah’ı övme, zikretme ve Allah’a salat etme manasındadır. Ölüye salât ediyoruz diye hiçbir zaman ne cenazenin başında, nede mezarının başında ve nede gıyabında Kur’an okunmaz, ancak ölü için övücü sözler söylenir ve onun için Allah’tan rahmet istenir. Ve tabiidir ki ölünün bu sözlere layık olması diğer bir husustur. Ve ölü üzerine yapılan salât’a hiçbir zaman “Cenaze namazı" denmez, zira “Namaz" kelimesinin Türkçedeki karşılığı “ibadet”tir. Bu kullar için kullanılamaz.

Böylece anlaşılmış olur ki, salât kelimesi kullanıldığı her hususta ibadet veya Namaz manasında değildir. Ancak Allah için yapılan salatlar ibadet kavramına girmektedir, zira Allah’a yapılan salatlar, Allah’a has olan zikirlerdir.

Diğer önemli bir hususta secde olayıdır. Kimileri secdeyi ibadetle özdeş (aynı) sayıp o şekilde anlamaktadırlar, bu şekildeki bir anlayış, secdeyi doğru anlamış olmak manasında değildir. Zira, nasıl ki cins belirlemek suretiyle, örneğin: “En büyük kelimesini" kullandığımızda, ağaçların en büyüğü falan ağaç, dağların en büyüğü falan dağ diyebiliyorsak ve bu şirk olmuyorsa. Ancak, salt olarak, Allah’tan başkası için en büyük sözcüğünü kullandığımızda bu şirk oluyorsa. Secde de kullar arasındaki üstünlüğü belirtmek bakımından, kullardan kullara yapıldığında şirk olmaz. Fakat, Allah’tan başkasını İlâh kabul ederek, o kabul edilen şeye secde yapılırsa şirk olayı işlenmiş olur, isterse, Allah’tan başka, bu ilâh kabul edilmiş olan şey, canlı veya ölü bir insan, bir taş v.s. olsun fark etmez.

Bu hususta Kur’an’dan mealen:

- Sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere: “Adem’e secde edin!"dedik; hepsi secde ettiler, yalnız İblis etmedi, o secde edenlerden olmadı. 7/11

540

Page 541: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- (Allah) buyurdu: “Sana emrettiğim zaman seni secde etmekten alıkoyan nedir?" (İblis): “Ben, dedi, ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın." 7/12

- (Allah) buyurdu: “Öyle ise oradan in, orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık, çünkü sen aşağılıklardansın!" 7/13

Görüldüğü gibi, Kur’an öğretisine göre, kullar arasında secde, karşısındakini İlâh görmemek şartıyla ibadet manasında olmayıp, bir birlerinden üstünlük manasındadır. Yine bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Hani bir zaman Yûsuf babasına: “Babacığım demişti, ben (rüyâda) on bir gezegen, güneşi ve ayı gördüm, bunların bana secde ettiklerini gördüm." (demişti). 12/4

- (Babası Yakub): “Yavrum, dedi, rüyanı kardeşlerine anlatma sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insana apaçık bir düşmandır! 12/5

- Ana-babasını tahtın üstüne çıkardı ve hepsi onun için secdeye kapandılar (Yusuf): “Babacığım, dedi, işte bu, önceden (gördüğüm) rüyânın yorumudur, Rabb’im onu gerçek yaptı, bana iyilik etti; zirâ şeytan, benimle kardeşlerimin arasına fitne soktuktan sonra O, beni zindandan çıkardı, sizi de çölden getirdi. Gerçekten Rabb’im, dilediği şeyi çok ince düzenler. O, (her tedbiri) bilen, her şeyi yerli yerince yapandır." 12/100

Görüldüğü gibi, secde olayı Allahtan başka herhangi bir şeyi İlâh kabul etmemek şartıyla kullardan, kullara yapıldığında şirk olmayıp, bir üstünlük kabulü olayıdır. Kulların bir birlerine secde etmeleri hiçbir zaman Allah’ın en üstün olduğu gerçeğini değiştirmez, zira kullar arasında, secde edende, kendisine secde edilende ister istemez Allah’a secde ettiğinden Allah’ın en üstün olduğu gerçeği değiştirilemez.

541

Page 542: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Ancak, Allah’tan başka herhangi bir şeye İlâh’lık atfedip ona secde eden, bu düşüncesinden veya kabulünden dolayı şirke girmiş olur. Yoksa yapmış olduğu hareketin kendisinden değil, zira kendisi de, kendisine secde ettiği şeyde, gölgelerine kadar ister istemez Allah’a secde etmektedir.

Bu hususta Kur’an’dan mealen:

- Göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez Allah’a secde ederler. Gölgeleri de sabah akşam (uzayıp) kısalarak O’na secde etmektedirler. 13/15

Bu günkü toplumlarda, kullar arasında yaygın olarak yapılan secde olayına örnek verecek olursak, el öpme olayında, öptüğü ele alnını değdiren kimseleri göstere biliriz. Öyle ki, karşısındakini kendisinden üstün tanıyarak elini öpen kimseler bu el öpme işiyle kalmayıp çoğunlukla alınlarını öptükleri elin üstüne değdirirler, bu hareketleri bir çeşit secdeden başka bir şey değildir.

Salât, zikir ve secde olayını böylece izah ettikten sonra, “Namaz" konusuna gelecek olursak, şöylece izah edebiliriz: Allah, kendisinin zikredilmesini yani anılmasını durum olarak, beli kurallı ve kuralsız olmak üzere iki şekilde emretmektedir. Kuralsız olanına örnek verecek olursak; Kur’an’dan mealen:

- Onlar ayakta ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler: “Rabb’imiz (derler), bunu boş yere yaratmadın, sen yücesin, bizi ateş azabından koru!" 3/191

Görüldüğü gibi, ayakta ve oturarak ve yan üzerine yatılmış iken serbest olarak Allah’ı zikreder edebiliriz. Zikirde ses tonu ile ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- Rabb’ini içinden yalvararak ve korkarak yüksek olmayan bir sesle sabah akşam an, gafillerden olma! 7/205

542

Page 543: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Demek oluyor ki, İslam’da, Allah adı ile zikir yapıldığında, işi yaygaraya verip, bağıra, çağıra zikir yapmak yoktur. Ses tonu orta olmalıdır, Allah’ı kuvvetli anmanın manası bağırmak çağırmak değildir, içtenlikle ve çok anıştır. Ve zikrin, Allah’ın herhangi bir adıyla yapılması arasında da fark yoktur, zira bazıları iddia ediyorlar ki, Allah’ın ismi azam diye, diğer isimlerinden daha büyük bir ismi vardır; bir kimse Allah’a bu isimle dua ettiğinde güya, Allah dua eden o kimseye her istediğini verecekmiş, halbuki böyle bir durum olmayıp, Allah’ın bütün isimleri büyüktür ve kişi layıksa Allah o kişinin duasını kabul eder. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- De ki: “İster Allah diye çağırın ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız, nihayet en güzel isimler O’nundur, Sâlatında pek bağırma, pek de (sesini) gizleme, bu ikisi arasında bir yol tut. 17/110

Zaman ve Miktar olarak da zikir, Kur’an’dan mealen:

- Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin. 33/41

- Sabah ve Akşam O’nu tesbih edin. 33/42

- Sabah akşam Rabb’inin adını an. 76/25

- Gecenin bir kısmında ve yıldızların dönüp gittiği sırada (yâni sabah vaktinde) de O’nu tesbih et. 52/49

(Ey Muhammed) onların dediklerine sabret ve Rabbini övgü ile an: güneş doğmadan, batmadan önce. 50/39

- Gecenin bir kısmında ve secdelerin arkasından O’nu tesbih et. 50/40

Görüldüğü gibi, Allah’ı zikretmek İslam dininde çok önemli bir yer tutar. Allah kendisini çok zikretmemizi emretmiş olup, zikretmede sayısal bir sınır koymamıştır. Zira her ortam ve her şahsın durumu aynı değildir, fakat bu zikir olayı

543

Page 544: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

kafadan savma; öylesine bir şekilde de yapılmamalıdır. Mümin kişi, Allah’ı çok zikretmeye gayret göstermelidir. Zikrin önemi konusunda, Kur’an’dan mealen:

- Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, tâate devam eden erkekler ve tâate devâm eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar; sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, (gönülden Allah’a) saygılı erkekler ve (gönülden Allah’a) saygılı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar; (İşte) Allah bunlar için mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır. 33/35

- Onlar ki, iman etmişlerdir ve kalpleri, Allah’ı anmakla yatışır. 13/28

Bu şekilde, serbest ve saygılı bir şekilde yapılan zikir, salât kavramı içinde olup; kişi bu zikri yaparken, ab destsiz olabildiği gibi, ayakta, yan üstü uzanmış, oturarak v.s. Pozisyonlarda olabilir, ayrca kıbleye yönelmiş olması da gerekmez.

Kurallı olup, Türkçede “Namaz" olarak tarif edilen salât şeklinde ise kişi bir takım hususları yerine getirmek zorundadır ve bunlar Kur’an’da belirtilmişlerdir; Ayetlerin meallerini yazmak suretiyle bunları şu şekilde sıralayabiliriz:

1- Kıyafet ile ilgili olarak Kur’an’dan mealen:

- Ey Âdem oğulları, her mesci(de gidişiniz)de süs(lü, güzel elbiseler)inizi (üzerinize) alın; yiyin için, fakat isrâf etmeyin; çünkü O, isrâf edenleri sevmez. 7/31

- Elbiseni temizle, 74/4

- Pislikten kaçın. 74/5

544

Page 545: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Buna göre, imkan ölçüsünde güzel ve temiz elbiseler giyilecek, pislikten kaçınılacak.

2- Abdest ve Gusül ile ilgili olarak: Bu “Abdest" bölümünde anlattım.

3- Kıble ile ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- (Ey Muhammed), biz senin yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (gökten haber beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, razı olacağın bir kıbleye döndüreceğiz. (Bundan böyle) yüzünü Mescid-i Harâm tarafına çevir. Nerede olursanız yüzlerinizi o yöne çevirin. Kitâb verilenler, bunun Rabb’leri tarafından bir gerçek olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından habersiz değildir. 2/144

Namazda, Kabe’ye yönelmek Allah’a yönelmiş olmanın bir sembolü olarak, Allah tarafından farz kılınmıştır. Yoksa, Allah Kabe’nin içinde olmaktan münezzehtir. İslam dini bir bütündür, Peygamberimiz gelmeden önce Mescidi Aksa kıble olduğundan Peygamberimiz zamanında ilk sıralarda Peygamberimiz ve Sahabeler haliyle kıble olarak Mescidi Aksa’ya yöneliyorlardı, Peygamberimiz kıblenin değiştirilmesini arzu ediyordu, Allah Peygamberimizin beklentisini gerçekleştirerek, Kabe’nin, kıble olmasını farz kıldı. Müminlerin tek bir kıbleye yönelmesini isteyen Allah, istediği yerleri kıble olarak tain ederek Müminlere bildirir, yoksa, Allah’ın zatı için, bir yönün herhangi başka bir yönden farkı yoktur. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Doğu da, batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü (zatı) oradadır. Şüphesiz Allah’(ın rahmeti ve nimeti) geniştir. O (her şeyi) bilendir. 2/115

- İnsanlardan bazı beyinsizler: “Onları üzerinde bulundukları kıbleden çeviren nedir?"diyecekler. De ki: “Doğu da batı da Allah’ındır. O, dilediğini doğru yola iletir." 2/142

545

Page 546: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- De ki: “Rabbim bana adâleti emretti. Her mescid de yüzlerinizi O’na doğrultun ve dini yalnız kendisine has kılarak O’na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi (yine O’na) döneceksiniz." 7/29

4- Namazda nasıl durulacağı konusunda, Kur’an’dan mealen:

- Namazları ve orta namazı koruyun, gönülden bağlılık ve saygı ile Allah’ın huzûruna ayakta (divan) durun. 2/238

- Sabredenleri, doğru olanları, huzûrunda gönülden boyun büküp divan duranları, Allah için (mallarını) harcayanları ve seherlerde istiğfar edenleri (Allah’tan bağışlanmalarını dileyenleri Allah, görmektedir). 3/17

- “Ey Meryem, Rabb’ine divan dur, secde et ve rükû edenlerle birlikte rükû et. 3/43

Görüldüğü gibi, Namaz da duruş şekli, Allah’ın huzurunda olmanın gereği olarak, yüksek bir saygı içeren divan durma başka bir ifadeyle ihtirâm duruşu olayıdır.

5- Kıyam ile ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- Melekler ona (Zekeriya’ya) nida ettiler ve o ayakta (kaim) olup mihrapta salât (namaz) kılıyordu, dediler ki: “Allah sana, Allah’tan bir kelimeyi doğrulayıcı, efendi, nefsine hâkim ve iyilerden bir peygamber olacak Yahyâ’ı müjdeler." 3/39

- Bir zamanlar İbrâhim’e Beyt (Ka’be’n)in yerini açıklamış (ve ona emretmiş)tik: “Bana hiçbir şeyi ortak koşma ve tavaf edenler, ayakta (kaimin) duranlar, rükû’ ve secde edenler için evimi temizle." 22/26

- Onlar ki, gecelerini Rablerine secde ederek ve kıyâm ederek (kıyâmen) geçirirler." 25/64

546

Page 547: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Namazları ve orta namazı koruyun, gönülden bağlılık ve saygı ile Allah’ın huzûruna ayakta (divan) durun (kûmu) 2/238

Kıyâm kavramı, kelime olarak “ayaklar üzerinde durmak, dikilmek, doğrulmak" gibi manalara gelir. Bu kavram, namazla ilgili olunca, Allah’a saygı da ve tazimde bulunmak amacıyla namazda ayakta durmak; namaz için ayağa kalkmak demektir.

6- Rükû ile ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- Ey iman edenler rükû’ edin secde edin, Rabb’inize ibadet edin, hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz. 22/77

- “Ey Meryem, Rabb’ine divan dur, secde et ve rükû edenlerle beraber rükû et ." 3/43

Rükû, başı ve beli eğerek bükülmek demektir. Namazda, Allah’ın azameti ve büyüklüğü karşısında, kulun kendi küçüklüğünü ve güçsüzlüğünü itiraf için, namazda sırtı yere paralel oluncaya kadar boynunu öne doğru eğmesidir.

7- Secde ile ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- Hay de Allah’a secde edin ve O’na ibadet edin. 53/62

- Biz Beyt’i (Kâbe’yi) insanlara toplantı ve güven yeri yaptık. Siz de İbrahim’in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrâhim ve İsmâil’e: “Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Ev’imi temizleyin!"diye emretmiştik. 2/125

8- Ku’ûd (oturma) ile ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- (Savaş Halindeyken, korku namazından sonra) Namazı bitirdiğiniz zaman ayakta, oturarak ve yanlarınız üzerine (uzanarak) Allah’ı anın; güvene kavuştunuzmu namazı (tam)

547

Page 548: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

kılın. Çünkü namaz, müminlere vakti belli olarak farz kılınmıştır. 4/103

- Onlar ayakta, oturarak ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler: “Rabb’imiz (derler), bunu boş yere yaratmadın. Sen yücesin, bizi ateş azabından koru!" 3/191

Görüldüğü gibi, Namazla ilgili olarak Ku’ûd yani oturma, namaz bittikten sonra yapılan bir harekettir. Namaz kılarken, namaz kılmanın içeriğinde oturma yoktur, oturulması halinde namaz bitmiş veya ara verilmiş demektir. Her oturuştan sonra tekrar namaza başlandığında bu yeniden başlama demektir, oturmadan önce kılınan namazdan ayrı bir başlamadır. Oturmayla namazdan çıkılmış demektir, fakat istenirse ayrı ayrı bölümler halinde tekrar namaz kılınabilir.

Bu hususların yanında ayrıca, namazda sözle ifade olayı vardır. Yani namaz kılınırken neler söylemeli, ne okumalı ve ses tonuyla, kişisel nefsi durum nasıl olmalıdır.

Bu hususta, Kur’an’dan mealen:

- “Gerçek şudur ki ben Allah’ım. Benden başka İlâh yoktur. Bana ibadet et ve bani anmak için namaz kıl." 20/14

- Ey iman edenler! Cuma günü namaz için seslenildiğinde, alışverişi bırakarak Allah’ın zikrine koşun. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. 62/9

- Doğrusu felâh’a ermiştir arınan: 87/14

- Rabb’inin adını zikredip (anıp) namaz (salat) kılan. 87/15

Görüldüğü gibi, namazda Allah’ın adı anılacaktır. Bu anma olayında Allah’ın hangi adı anılırsa anılsın arada fark yoktur. Yani bazılarının iddia ettiği ve rivayetlerde ifadesini bulan, Allah’ın gizli olup, diğer isimlerinden daha yüce olan özel bir

548

Page 549: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

ismi azamı yoktur. Allah’ın bütün isimleri ismi azamdır. Bu hususta, Kur’an’dan mealen:

- De ki: “İster Allah diye çağırın, ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırısanız, nihayet en güzel isimler O’nundur. Salatında pek bağırma, pek de (sesini) gizleme, bu ikisi arasında bir yol tut. 17/110

Mealini yazmış olduğum ayette belirtilmiş olan diğer bir hususta, salattaki ses tonuyla ilgilidir. Zikr konusuna devam edecek olursak:

- Rabb’ini tekbir et. 74/3

- O, öyle Allah’tır ki O’ndan başka İlâh yoktur. Melik, Kuddûs, Selâm, Mümin, Müheymin, Aziz, Cebbâr, Mütekebbirdir. Allah, onların (müşriklerin) ortak koştukları şeylerden münezzehtir. 59/23

- De ki: “Hamd, çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, âcizlik sebebiyle bir yardımcıya da ihtiyacı bulunmayan Allah’a mahsustur. O’nu şânına lâyık bir şekilde tekbir et."(Allah’u ekber de. 17/111

Allah’u Ekber: Allah en büyüktür

- Sen Rabb’ini hamd ile tesbih et (O’nu övecek sözlerle an, subhânallahi velhamdulillâh de) ve secde edenlerden ol. 15/98

- O halde yüce Rabbının adıyla tesbih et. 56/74

- Rabb’inin yüce adını tesbih et (O’nun eksikliklerden uzak olduğunu an). 87/1

- Rabb’ini hamd ile tesbih et. Ve O’ndan mağfiret dile. Muhakkak ki, O, tövbeleri kabul edendir. 110/3

549

Page 550: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Güneşin (ufukta aşağı) kaymasından gecenin kararmasına (yatsı vaktine) kadar namaz kıl ve fecrin Kur’an’ın(ı, fecir namazını) da (unutma). Çünkü fecir Kur’an’ı, şahidli (müşahedeli) dir. 17/78

Fecir: Tan yerinin ağarması.

Arap dilinde bir şeyin parçasının ismi, tüme verilir. Onun için Kur’an’da namaza; Namazla ilgili olduğu belli olacak şekilde, secde, rükû, tesbih, kıraat, dua ve zikir denilmiştir.

Kur’an’dan mealen:

- Rabb’in, senin gecenin üçte ikisinden daha azında, yarısında ve üçte birinde kalk(ıp namaz kıl)dığını biliyor. Senin le berâber bulunanlardan bir topluluk da (böyle yapıyor).geceyi ve gündüzü, Allah takdir etmektedir. O sizin (gece ve gündüz saatlerinizi) hesap edemeyeceğinizi (gece saatlerinde kalkamayacağınızı) bildiği için sizi affetti. O halde Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun (ne miktar kolayınıza gelirse o kadar gece namazı kılın, kendinizi zorlamayın, (Namazda Kur’an okunduğundan gece namazı, mecâzen Kur’an okuma ile ifade edildiği burada da görülmektedir). Allah, içinizden hastalar, yeryüzünde gezip Allah’ın lûtfunu arayan başka kimseler ve Allah yolunda savaşan başka insanlar bulunacağını bilmektedir. Onun için Kur’an’dan kolayınıza geldiği kadar okuyun. Namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a güzel bir borç verin. Kendiniz için verdiğiniz hayırları, Allah katında verdiğinizden daha hayırlı ve mükâfatça daha büyük bulacaksınız. Allah’tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. 73/20

- Kitab’dan sana vahye dileni oku ve namaz kıl, çünkü namaz, kötü ve iğrenç şeylerden vaz geçirir. Allah’ı anmak, elbette en büyük (ibadet)tir. Allah, ne yaptığınızı bilir. 29/45

550

Page 551: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bu ayet meallerinde de namazda Kur’an okunması gerektiği görülür.

Namazda dua edilmesi gerektiği konusunda, Kur’an’dan mealen:

- Ey iman edenler! Sabrederek ve Salât ile (Allah’tan) yardım dileyin; şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir. 2/153

- De ki: “Rabbim bana adaleti emretti; her secde yerinde yüzünüzü (kıbleye) çevirin ve dini kendisine hâs kılarak yalnız O’na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi (yine O’na) döneceksiniz. 7/29

- Sabrederek ve salât ile (Allah’tan) yardım dileyin; Ne var ki bu, huşû duyanların dışındakilere şüphesiz çok zordur. 2/45

Yazmış olduğum ayet meallerinde de görüldüğü gibi, Namazda ki sözlü ifadelerin, Allah’ı zikretme (anma), Kur’an okuma ve dua etme olduğu anlaşılır.

Hatırlanacağı üzere, Allah için yapılacak salâtın kurallı ve kuralsız olmak üzere iki şekilde olduğunu ve kurallı olanına Türkçe de “Namaz" dendiğini ifade etmiştim. Bu hususu dikkate alarak, salâtın hangi vakitlerde ve ne kadar yapılması gerektiği konusunda Kur’an’dan örnekler verecek olursak, mealen:

- (Savaş halindeyken) Namazı kıldıktan sonra ayakta iken, otururken ve yanlarının üzerine yatarken Allah’ı anın; korkudan kurtulup emniyete kavuşunca Namazı (tam) kılın, zira salât (namaz), müminlere vakitli olarak farz kılınmıştır. 4/103

Salat vakitleri belirtilmiş olarak Müminlere farz kılınmıştır. Bundan anlaşılır ki, Allah için saâlat etmek Müminler için keyfi bir olay olmayıp, belirli vakitlerde yapılması zorunludur. Vaktin çıkması halinde kaza etme olayı da yoktur. Salâttan Kur’an’da bahsedilirken “kada”, “salli”,

551

Page 552: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“kıyam”, “ruku”, sucud" edin, kıbleye yönelin, beraber kılın ifadeleriyle Kurallı olan salât yani “Namaz" olduğu açıkça anlaşılır. Bu şekilde ifade edilmeyişte yalnızca zikir emredilmişse bu da serbest olarak, ayakta, otururken, yanlar üzerine yatılmışken, yürken yapılan salât anlaşılmış olur.

Serbestçe yapılan salâtla ilgili olarak Kur’an’dan mealen:

- Onların dediklerine sabret, güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabb’ini hamd ile tesbih et; gece saatlerinden bir kısmında ve gündüzün taraflarında (iki ucun)da O’nu tesbih et ki memnûn olasın. 20/130

- Akşama girerken ve sabah ererken Allah’ı tesbih (etmeniz gerekir). 30/17

- Göklerde ve yerde, günün sonunda da, öğleye erdiğiniz zaman da hamd, O’na mahsustur. 30/18

- Gecenin bir kısmında ve yıldızların dönüp gittiği sırada (yani batış vaktinde)de O’nu tesbih et. 52/49

- Onların dediklerine sabret ve Rabbini övgü ile an: güneş doğmadan, batmadan önce. 50/39

- Gecenin bir kısmında ve secdelerin arkasında O’nu tesbih et. 50/40

- Rabb’ini içinden yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam an, gafillerden olma! 7/205

- Sabah akşam Rabb’inin adını an. 76/25

- Gecenin bir bölümünde O’na secde et ve gecenin uzun bir bölümünde O’nu tesbih et. 76/26

- Namaz (Cuma namazı) kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lutfundan (nasibinizi) arayın. Allah’ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz. 62/10

552

Page 553: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

76 (İnsan) 26 ve 62 (Cuma) 10 Ayetleri meallerinde dikkat edilirse kurallı salât yani Namazın bir miktar, diğer bir ifadeyle orta sürede. Diğer serbest salâtın ise uzunca bir süre yapılması emredilmiştir.

Bununla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- Salavatları koruyun ve orta salâtı ve huşu içinde Allah’a kıyama durun. 2/238

Yukarıda mealini yazmış olduğum Bakara Sûresi 238 ci Ayetinin mealini, halen piyasada mevcut, baktığım meallerde benim yazdığım şekilde değil de şu şekilde yazmaktadırlar. Mealen:

- Namazları ve orta namazı koruyun, gönülden bağlılık ve saygı ile Allah’ın huzûruna durun. 2/238

Ayet mealinin bu şekilde yazılması ise çok hatalıdır. Zira ayette bahsedilen salâvatların tamamı, kurallı olarak kılınan ve Türkçede “Namaz" diye ifadesini bulan salâta hasredilmiştir. halbuki durum hiçte öyle değildir. Bunu anlatmadan önce, bu yanlış anlamadan dolayı işledikleri bir ikinci hataya değinmem gerekir, bu da orta namazın hangisi olduğu konusunda öne sürmüş oldukları iddialardır. Şöyle ki, kimisi “Sabah" namazıdır derken, diğer bir kısmı da günün ortasında kılınan “Öğle" namazıdır iddiasında bulunmuşlardır, fakat büyük çoğunluk “İkindi" namazı olduğunu iddia etmişlerdir. İddialarına kanıt olarak İbni Abbas’tan rivayet öne sürmektedirler. Öğle namazı olduğunu iddia edenlerde karşıt olarak İbni Ömer’den rivayet öne sürerek, iddialarının doğruluğunu ispatlamaya çalışmışlardır. Basit gibi görünen bu hataları, ayette kastedilen esas manaya çok önemli bir şekilde ters düşmektedir. Şöyle ki:

Daha önce, Allah için yapılan salâvatların serbest ve kurallı olmak üzere ikiye ayrıldığını, kıyam, ruku, sucud, gibi hususlarla birlikte salât emredildiğinde kurallı olan veya

553

Page 554: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

başka bir ifadeyle “Namaz" anlaşılması gerektiğini, salât bunlardan bağımsız emredildiğinde ise Kur’an’da örneği olduğu şekilde pozisyon ve konum olarak uygun bir şekilde serbestçe Allah’ı zikretmenin anlaşılması gerektiğini Kur’an’a dayalı olarak belirtmiştim. İşte, Bakara sûresi 238 de tek husustan bahsedilmeyip her iki husustan bahsedilmektedir. “Salâvatları koruyun" diye emredildiğinde genel olarak salâvatların korunması. Orta salât ve huşulu kıyamın emredildiği kısım ise yalnız “Namazla" ilgili olan kısımdır. İş böyle olunca, Orta Namazın Manası tüm farz namazlar olmaktadır. “Orta" ifadesiyle vurgulanan, Namazın hangi vakitteki konumuyla yani Akşam mı, İkindimi V.s. Değil, ne kadar süreyle kılınacağı yani “Namaz kılma süresiyle ilgilidir." yani farz namaz kılındığında normal şartlarda az bir vakitte değil de orta bir vakit kapsayacak kadar namaz kılmanın farz olduğunu, diğer taraftan Namazın dışında yapılan salâvatların çokça yapılması gerektiğini Cuma sûresi 10 ve İnsan sûresi 76 da görmüştük, dolayısıyla “Orta" namazdan kasıt, herhangi bir farz namazın gün içindeki konumu olmayıp farz namazların gün içerisinde her birinin vakti içerisinde Orta bir zaman süresi kapsayacak şekilde kılınması gerektiği hususudur. Nasıl ki, Allah için çok salavat emredildiğinde çokluğu belirtecek herhangi bir sayı verilmemişse ve bu husus Müminlerin zihinlerinde ki ortak kanaatine bırakılmışsa, aynı şekilde vakit olarak orta derecede namaz kılınması Müminlerin ortak kanaatine bırakılmıştır. Örneğin Kur’an’da, tehlike anında namazın kısaltıla bileceğine değinilmiş olup ne kadar süre kısaltma yapılacağı belirtilmemiştir, böyle olması da normaldir, zira bütün tehlikeler doz olarak aynı değildir ve kısaltma tehlikenin dozuyla ilgilidir. Bunun gibi zaman çağları ve ortamlar içerisinde tehlikesizce kılınabilir zaman dilimi içerisinde her gün belli vakitlerde olmak üzere “Ortalama makul bir zaman süresinin Namaz ibadeti için ayrılması Müminler üzerine farzdır.

554

Page 555: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Böylece Namaz kılma süresinin, Kur’an’da “Vusta" kelimesinden anlaşılması gereken “Orta zaman süresi" olarak verilmiş olmasına rağmen, Ehli sünnet mezhepleri ki, bunlar rivayetlere dayalı tüm mezheplerdir, her ne zaman Kur’an İslam dini için yeterlidir dendiğinde, en evvel söyledikleri şeylerin başında, Kur’an’da Sabah namazı iki rekattır, Öğle Namazı dört rekattır v.s. Şeklinde bir bilgi yoktur, bundan dolayı Kur’an, rivayetler olmadan İslam dini için yeterli değildir, rivayetlere uymak zorunludur iddiasında bulunmaktadırlar. Hal bu ki, rekat sayısı iddiasında bulunmalarının zaman olarak namaz kılma süresi ile ilgili pek bir önemi yoktur. Şöyle ki, İkindi namazını dört rekat kılan iki kişiyi ele alalım. Bir tanesi her rekatta Fatiha sûresi ile kısa bir sûre okuyup, Allah’ı tesbih edip zikrettiğinde üçer defa tesbih ederse namazını on dakikada tamamlayabilir. Öbür şahıs ise her rekatta bir cüz okuyup, Allah’ı tesbih edip zikrettiğinde ellişer defa zikrederse namazını ancak dört saatte tamamlaya bilir; hatta aynı şahıs tek bir rekat kılsa dahi, kıldığı bu bir rekat bir saat süreceğinden öbürünün kıldığı dört rekatten zaman süresi olarak kat kat fazla kılmış olur. O zaman, namazlara rekat sayısı belirtmek suretiyle sınır koymalarının ve rivayetler iddia etmelerinin ne manası vardır. Kaldı ki, örneklerini verdiğim rivayetlerde görüldüğü gibi bu konuda da uydurdukları rivayetler bir birleriyle çelişkili oldukları gibi, bu günkü fiili uygulamalarla da çelişmektedirler. Kur’an’a dolaylı veya dolaysız olarak noksanlık atfetmeleri Kur’an’ı inkar etmekten başka bir şet değildir. Zira Kur’an’da noksanlık olmadığı gibi, bütün misaller mevcuttur. Bu konu da Kur’an’dan mealen:

- Andolsun ki biz, öğüt alsınlar diye, bu Kur’an’da insanlara her türlü misali verdik. 39/27

- Hiçbir eğri tarafı olmayan (apaçık) Arapça bir Kur’an indirdik ki sakınsınlar. 39/28

555

Page 556: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Andolsun biz bu Kur’an’da insanlara her çeşit misâli getirip anlattık. Onlara bir ayet getirdiğin zaman inkar edenler: “Siz iptalcilerden (gittiğimiz yolu değiştirenlerden) başka bir şey değilsiniz."derler. 30/58

- İşte Allah, bilmeyenlerin kalblerini böyle mühürler. 30/59

Evet, onların kaygıları Ayetleri öğrenip Kur’an’a tabi olmak değil, din olarak kabul ettikleri hurafelerle dolu bozuk yolarının değiştirilmesidir. Kitabın başlarında belirttiğim gibi, önde gelen önderlerinin tamamı, rivayetlerin Kur’an ayetlerini nesh yani iptal edebileceğini iddia ettiklerini belirtmiştim. Bu konuda o kadar hassastırlar ki, kim kendilerine, Kur’an dışında söylenen sözlerin İslam Dinine uygun olması için, Kur’an’a uygun olması gerekir derse, o şahsı zındıklıkla yani, Ahirete ve kitaba inanmamakla birlikte, küfrünü gizleyip iman izhar etmekle yani münafıklıkla suçlarlar. Kurân’a uymak gerekli değildir sözü inançlarının en önde gelen köklerinden biridir. Ve bu söz etrafında ittifak etmişlerdir. Zira kendi ağızlarıyla derler ki eğer Kur’an’a uygunluk aransa, rivayetlerin tamamına yakını ortadan kalkacaktır. Şöyle ki:

"İbni Kayyım, Ahmet’in (Ahmed İbn-i Hanbel) ve Şafii’nin görüşlerini destekleyerek şöyle der: Eğer bir kimsenin kitabın zahirinden anlayışına göre Hz. Peygamber Aleyhisselamın sünnetleri reddolunacak olursa, o zaman sünnetlerin çoğu reddolunur ve sünnet batıl olur." (Ahmed İbn-i Hanbel, Yazan Prof. Muhammed Ebu Zehra, sayfa 247 Hilal Yayınları 1984 Ankara.)

“Usulcülerden Âmidi, El-İhkam fi Usûli’l-Ahkâm adlı eserinde, bu konuda şöyle diyor: “Şâfii’den naklolunan iki kavilden birine göre Sünnetin Kur’an’la neshi câiz değildir. Eş’arilere, Mü’tezileye ve fukaranın çoğuna göre bu, aklen câizdir, şer’an vâki olmuştur."(İmam Şafii, Yazan Osman Keskioğlu, sayfa 238 Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları 1987 Ankara.)

556

Page 557: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Kur’an karşısında batıl duruma düşecek uydurma sünnetlerini Kur’an’ın iptal edemeyeceğini, aksine bu sünnetlerinin Kur’an’ı iptal edebileceğini söylerler, şöyle ki:

“Ahmet’e (Ahmed İbn-i Hanbel) göre sünnet beyan bakımından Kur’an’a hâkim sayılır, onun ahkamını takrir eder, Şatıbi sünnetin Kur’an’a hakim olmasını şöyle açıklar: Ulemaya göre sünnet, kitaba hakimdir.kitab (Kur’an) hakim değil..." dir. (Ahmed İbn-i Hanbel, Yazan Prof. Muhammed Ebu Zehra, sayfa 242 Hilal Yayınları 1984 Ankara.)

“Malik’e (İmam Malik) göre mütevatir, Kur’an’ı nesheden bir mertebede olduğundan, evveliyetle umumunu tahsis, mutlakını takyid ve zahirdeki ihtimali tercih mertebesine yükselir." (İmam Malik, Prof. Muhammed Ebu Zehra, sayfa 284 Hilâl Yayınları 1984 Ankara.)

“Hanefilere göre, Kitabın (Kur’an’ın) neshi (iptal edilmesi) şu kayıtlara bağlıdır:

a- Mütevatir ve meşhur haberle Kur’an ayetlerinin neshi (iptali) caizdir (uygundur)." (İmam Ebu Hanifenin Hadis anlayışı ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Yazan Dr. İsmail Hakkı Ünal, sayfa 213, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları Ankara 1994.)

Sünnet diye tahdis ettikleri rivayetlerin Kur’an ayetlerini iptal edebileceği konusunda tüm rivayet mezhepleri ittifak halindedirler. Örneğin: Kur’an’da olmamasına rağmen zina eden evli kadın ve erkeğin recm edileceği, Vehhabilerde, Şiilerde, Şafiilerde v.s. Kabul edilmekle, Kur’an’ın bu konudaki hükmünü rivayetlerle nesh yani iptal ederler. abdest alırken ayaklarını mesh yani silmeyip yıkayanlar, Namaz için rekat sayısı koyanlarda da durum aynı olduğu gibi. Örneğini vermiş olduğum ve Kur’an’a aykırı olan rivayetlerinde de durum yine aynı olduğu gibi, örneğini vermediğim ve Kur’an’a aykırı pek çok diğer rivayetlerinde de durum aynıdır. Kur’an’a aykırı bütün rivayetlerinde Kur’an

557

Page 558: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

ayetlerini iptal etme gayreti yürüttükleri gibi, dinlerini de bu bozuk ve Kur’an’a uymayan rivayetlere uydurmuşlardır. Bu ise Kur’an’da öğretilen İslam Dini açısından kabul edilebilir bir durum değildir.

Rivayetler Kur’an’a uygun olmalıdır diyenleri şiddetle reddederek “zındık" olmakla suçlarlar. Böylece onlara göre Kur’an’a uyanlar “zındık" uymayanlar ise “Mümin ve Müslümandırlar." Bu değerlendirme gerçekten ilginç olduğu kadar ibret verici bir durum teşkil etmektedir.

Yapmış oldukları iddiaları şudur:

“Sünnetin teşride müstakil olamayacağını söyleyenlerin rivayet ettiği hadise gelince, o da şudur: “Benden size bir hadis ulaşınca onu Allah’ın kitabına arz ediniz. Ona uygun olanı alınız, aykırı olanı da terkediniz" Hadis eleştiricileri ve alimleri, bu hadisin mevzu (uydurma) ve Nebiye (s.a.v.) iftira olduğunu zındıkların amaç ve arzuları gereğince şeriatı saptırmaktan ibaret olan kötü niyetlerine varmak için uydurduklarını açığa çıkarmışlardır." (Sünnetin Etrafınfaki Şüpheler, Yazan, Muhammed Tahir Hekim, sayfa 23 Pınar Yayınları, Mayıs 1985.)

Görüldüğü gibi, rivayetler ehline göre, Kur’an İslam dininin rehber ve ölçüsüdür diyenler zındık, Kur’an’a uymak ve O’nu ölçü kabul etmek olmaz, rivayetler Kur’an ayetlerini iptal ederler, Kur’an ayetleri rivayetleri iptal edemezler ve rivayetlere ölçü olamazlar diyenler, iddialarına göre Mümin olmuş olmaktadır. Kur’an’a karşı bu ve bu gibi iddialarda bulunanlar, Mümin kimseler değildirler ve Kur’an’ın apaçık düşmanıdırlar.

Salât konusuna dönecek olursam. Bir iddiaları da, Kur’an’da Namaz vakitlerinin verilmemiş olduğu iddiasıdır. Bu iddiaları ise batıl bir iddiadır, zira Kur’an’da Namaz Vakitleri mevcuttur. bu konuda Kur’an’dan mealen:

558

Page 559: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Gündüzün iki tarafında ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde salâta (namaza) kıyam kıl; çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu ibret alanlara bir öğüttür. 11/114

Mealini yazmış olduğum 11 Hûd Sûresi 114 te, dört namaz vaktinin zamanı belirtilmiştir. Bu vakitlerin ikisi gündüzün iki tarafında ve ikisi de gecenin gündüze yakın saatlerindedir. Gündüze ait olan vakitler için taraf kelimesi kullanılmıştır. Taraf ise herhangi bir şeyin ortası dışında ki yanlarıdır. Bura da ki çok önemli olan husus gün ortasının bu iki namazı ayıran bir sınır olmasıdır. Böylece gündüzün her iki tarafında namaz kılınması farz olmuş olur. Bu iki namaz geniş bir vakitte kılınmakla beraber, gün ortasının bir tarafında ne kadar çok namaz kılınmış olursa olsun, ortanın diğer tarafında kılınması gereken namazın yerine geçmez. Örneğin, bugün için mevsime göre saat dörtte ikindi namazı kılınmakta, bu vakitte ikindi namazı için ezan okunmasına birkaç dakika kala kişi öğle namazını kılabilmekte ve birkaç dakika sonra ikindi için ezan okunduğunda da ikindi namazını kılabilmektedir, böylece iki namaz kısa bir arayla gün ortasının bir tarafında birleşe bilmektedir, böyle değil de araya saatler girse dahi iki namaz günün bir tarafında kılındığında, iki ayrı namaz değil tek namazdırlar, bu duruma göre kaç kere ve kaç rekat kılınmış olursa olsun kılınan yalnız ikindi namazı olmuş olur. Ve böylece gün ortasının diğer tarafındaki namaz kılınmamış olur. Gün ortası iki namazı bir birinden ayırmada kesin sınırdır, bu sınır ince bir hat olarak değil de biraz mesafeli düşünülmelidir, zira 17 İsrâ 78 de İkindi namazı için güneşin batıya yönelmesi gerektiği bildirilmiştir. Böylece günün iki tarafındaki bu iki namaz için belirgin bir zaman mesafesi olmuş olur. İkindi namazı gündüzün bir tarafında, gündüzün diğer tarafında farz olan namaz Kuşluk namazıdır. Buna göre, bugün gün ortasında kılmış oldukları ve Öğle namazı olarak isimlendirilen namaz, kılma zamanı olarak Kur’an’a uymamaktadır. Kısacası, farz olan Öğle namazı değil, “Duha-Kuşluk namazıdır.

559

Page 560: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Diğer iki namaz ise, gecenin gündüze yakın vakitlerinde kılınmaları emredilmiştir. Gecenin gündüze biri “Akşam" diğeri de “Fecir"(tan vakti) zamanı olmak üzere iki yakın vakti vardır. Böylece bu iki Namazın vakti bugün kılınan Akşam ve Sabah vakti namazlarının kılınma zamanına denk düşmektedir.

Böylece 11 Hûd 114 te dört farz namaz vaktinin zamanı kesin olarak belirtilmiştir. Yatsı namazının vakti ile ilgili olarak Kur’an’dan mealen:

- Güneşin batıya yönelmesinden, gecenin kararmasına (yatsı vaktine) kadar salâta (namaza) kıyam et, ve fecrin (sabah namazı) Kur’an’ını da(kıl). Çünkü fecrin Kur’an’ı (namazı) şahidlidir. 17/78

Mealini yazmış olduğum, 17 İsrâ 78 ayetinde de dört namazın vakti verilmiştir. Bunlar Güneşin batıya kaymasından gecenin kararmasına kadar olan İkindi, Akşam ve Yatsı namazı ile Fecir (sabah) namazlarıdır.

Ayette Yatsı namazının vakti olarak gecenin ilk karanlığının çökmesi verilmiştir. Kılınma zamanının devam süresi Fecir namazına kadar olmayıp, yatma vaktine kadardır, normalde en geç, nafile olarak kılınan teheccüd namazı vakti girmeden önceki vakittir. Teheccüd namazı yatıp uyuduktan sonra kalkıp kılınan bir namaz olduğundan, hem kendisiyle Yatsı namazı arasında bu uyku ile bir zaman mesafesi var olduğu gibi, teheccüd namazı vakti teheccüd namazına aittir. Yatsı namazıyla teheccüd namazı vakti birleşmez. Her namazın vakti kendisine aittir.

Yatsı namazı vaktinin yatma saatine kadar olduğuyla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- Ey müminler, ellerinizin altında bulunan (köleler, cariye)ler, ve sizden henüz erginliğe ermemiş (çocuk)lar. Üç vakitte (odalarınıza girebilmek için) izin istesinler: Sabah

560

Page 561: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

namazından önce, öğleden sonra elbiselerinizi çıkar(ıp yat)acağınız vakit ve yatsı namazından sonra. Bunlar sizin üstünüzü açabileceğiniz üç vakittir. Bunların dışında (köle, cariye ve çocukların, izin almadan içeri girmelerinden dolayı) ne size, ne de onlara bir günah yoktur. (Onlar sizin) yanınızda dolaşırlar, birbirinizin yanına girip çıkarsınız. Allah ayetlerini size böyle açıklar, Allah bilendir, hikmet sahibidir. 24/58

Görüldüğü gibi, yatsı namazından sonra ki vakit, üstün açılabileceği yatma vaktidir. Bu da makul vakit olmalıdır. Örneğin: Sabah namazına kalkıp, gün ortasında yatılan kısa uyku hariç, ondan sonra gündüz uyumayan şahısların, genelde gece uyku basma vakti olarak kolayca anlaşılır.

Böylece, Kur’an’a göre farz namazlar beş vakit olup, kılınma zamanları kesin olarak bellidir.

Her namazın vakti yalnız kendisine aittir. Namazlarda söz ile niyet etme diye bir şey yoktur ve tüm kılınan namazlar iftitah tekbiri ile başladığından hangi namazın kılındığını belirleyen ölçü o namazın kılınma vaktinin kapsadığı zaman dilimidir. Yani bir kimse çıkıp ta ikindi namazının kapsadığı vakitte başka bir namazı kılmaya niyet edemez. Zira o vakit içinde kılınacak tüm namazlar, o namaza ait vaktin varlığından dolayı yalnız o vaktin namazına aittir. Kur’an’da, namaz için sözlü olarak niyet emredilmediği gibi, kalben niyet ise sadece bir yönelişten ibarettir ve insanın namaz kıldığında ister istemez içinden geçen bir düşünce olayıdır. Ehli sünnetinde hiçbir hadis rivayetinde de namaza kalkıldığında sözlü niyet edilecek diye bir rivayet mevcut değildir. Bu konuda ehli sünnet ileri gelenlerinden örnek verecek olursam:

İbn Kayyim El-Cevziyye şöyle demektedir: “(Peygamber) Namaza kalkıldığında “Allah’u ekber" derdi. Bundan önce hiçbir şey söylemez, niyeti asla diliyle telaffuz etmezdi. “Allah rızası için falan vaktin dört rekât farzını kıbleye yönelik olarak bana uyan cemaate kıldırmaya yahut uydum hazır olan imama" demediği gibi"“edâ olarak, “kaza olarak"

561

Page 562: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

ve “vaktin farzını kılıyorum" sözlerini de söylemezdi. Bu on bid’atın hiçbir kelimesini, ister sahih, ister zayıf, ister Müsned, ister mürsel bir senedle olsun Peygamberden (s.a.) hiç kimse nakletmemiştir. Hatta O’nun ashabından herhangi birinin bunlardan birini söylediği bile nakledilmemiştir. (Zâdu’l-Meâd Cilt 1 Sayfa 187 İklim Yayınları 1988, Yazan: İbn Kayyim El-Cevziyye.)

İmam Rabbani niyet hakkında şöyle demektedir: “Rasûlullah’tan sahih, zayıf, Müsned veya mürsel olarak kesinlikle bir kelime bile rivayet edilmeyen bidat tır." (İmam Rabbani C.1 186. Mektup, Alıntı, Abdullah Yıldız “Namaz Bir Tevhid Eylemi" sayfa 72 Pınar Yayınları 1991.)

Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür, fakat konu ehli sünnet tarafından kabul edildiğinden bu kadarla yetiniyorum. O zaman da, Namazla ilgili olarak yapılan rekat sayısı iddialarının uydurma olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. İftitah tekbirinden önce niyet etmek yok ise, kişi o zaman falanca namazı kaç rekat kılacağını ne zaman söyleyecektir? Onun için ifade ettiğim gibi hangi vaktin içinde namaz kılınıyorsa, vakitten dolayı namaz o vaktin namazı olmuş olur. Örneğin: İkindi namazı kılındığında kişi isterse dört rekat farz ve dört rekat sünnet kılıyorum diyerek namaz kılmış olsun vakit ikindi namazı vakti olduğundan sünnet diye kıldığı namazda o vaktin farz namazından başka bir şey değildir. Zira nafile namazların da kendilerine ait vakitleri olup, bunlar farz namazlara ait vakitlerin dışındaki vakitlerdir. Akla şöyle bir düşünce de gelmezsin, nasılsa her vaktin rekat sayısı belli ve sınırlı olduğundan niyet ederken rekat sayısını söylemeye gerek olmamıştır. Bu düşünce şundan yanlıştır. Bir vakit rekat sayısıyla sınırlanırsa, vakit çıkmadan tekrar namaz kılındığında rekat sayısı artacağından ilk kılınan namaz niyetiyle tekrar kılınan namazın rekat sayısından dolayı çelişki meydana gelecektir. Anlaşılacağı üzere farz namazlarda olsun nafile namazlarda olsun rekat belirtip sınırlama yapma olayı yoktur. Orta bir zaman dilimi

562

Page 563: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

içinde farz namazların kılınması mecburiyeti vardır. Aksi takdirde, Kur’an’nın İslam dini öğretisiyle bağdaşmayan şöyle bir durum meydana gelir. Rekat sayısı iddiasına göre, ikindi namazı farzını dört rekat kılanlar sevap kazanmış, fakat sekiz dokuz rekat kılanlar ise dört rekat sayısını ihlal ettiklerinden günaha girmiş olmaktadırlar. Böylece diğerlerine göre çok namaz kılanlar cehennemlik olmuş olur, zira fazla namaz kıldığından dolayı hiçbir namazı kabul olmuş olmamaktadır. Fakat dört rekat olayına uyup ondan daha az namaz kılanlar cennetlik olmuş olurlar. Bu ise çarpık ve boş bir iddiadır. Allah, iki, üç, dart diye bir rekat sınırı koymamıştır, bundan dolayı dörtten fazla namaz kılmak Allah’ın emrini ihlal değildir, bu sınırı koyan rivayetçilerdir, uygulanmadığında onların dini ihlal olmuş olur. Netice itibariyle, dini kim koyuyorsa ki, Allah’tır, bu konudaki değerlendirmeyi de O’ yapacak tır. Allah’tan başka hiç kimsenin din koyma yetkisi yoktur. Orta bir zaman süresi içerisinde namaz kılınması farz olan süredir, yoksa ne kadar çok namaz kılınıp secde edilirse bu Allah’a yaklaşmak için çok iyi olan bir şeydir. Rivayet tabileri rekat sayısına sınırlama getirmekle, secde sayısını da sınırlamış olmaktadırlar. Bu husus üstü kapalı olarak namaza ve dolayısıyla Allah’a secde etmeye mani olmaktan başka bir şey değildir. Bunun ise günahı çok büyüktür.

Kur’an’dan mealen:

- Gördün mü şu men edeni: 96/9

- Namaz kılarken bir kulu (namazdan)? 96/10

- Gördün mü, ya o(kul) doğru yolda olur, 96/11

- Yâhut kötülüklerden sakınmayı emrederse? 96/12

- Gördün mü, ya bu(adam, hakkı) yalanlar, yüz çevirirse? (O zaman bu yaptığı kendisi için iyi mi olur?) 96/13

563

Page 564: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Allah’ın, (dâima kendisini) gördüğünü bilmiyor mu (o)? 96/14

- Hayır, (olmaz böyle şey), eğer bundan vazgeçmezse (onu) perçem(in)den yakalar(ateşe sürükler)iz, 96/15

- O yalancı, günahkâr perçem(den)! 96/16

- O zaman (o gitsin) de meclisini (adamlarını) çağırsın. 96/17

- Biz de zebânileri çağırırız. 96/18

- Hayır, ona boyun eğme; (Allah’a) secde et ve yakınlaş! 96/19

Nafile namaz vakitleriyle ilgili olarak Kur’an’dan mealen:

- Gecenin bir kısmında, sana mahsus bir nâfile namaz kılmak üzere uyan; belki böylece Rabb’in seni, övülmüş bir makama ulaştırır. 17/79

- Onlar ki, gecelerini Rab’lerine secde ederek (O’nun huzûrunda) ayakta geçirirler. 25/64

- Bizim ayetlerimize o kimseler inanırlar ki onlar, kendilerine hatırlatıldığı zaman derhal secdeye kapanırlar; Rab’lerini överek tesbih ederler, büyüklük taslamazlar. 32/15

- Yanları yataklarından uzaklaşır, (Namaza kalkarlar), korkarak ve umarak Rab’lerine duâ ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (hayır için) harcarlar. 32/16

Günün her saatinde, kendilerine ait zaman dilimi içerisinde istendiği kadar namaz kılınabilir. Bir kimse yatsı namazını orta bir zaman süresi içerisinde kıla bileceği gibi, çok daha uzun bir sürede yüz rekatta kılabilir. Zira ortalama bir vakit süresi içinde Yatsı namazı veya başka bir farz namazı kılmak, kılınan farzın edası için yeterlidir. İbadetlerde yeterli süreden bahsedilebilir fakat şahsın daha fazla ibadet etmesi

564

Page 565: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

yasaklanamaz. Farz vakitleri içerisinde Orta süreyi aşıp, vakit çıkmadıkça istendiği kadar farz namaz, diğer vakitlerde de vakit çıkmadıkça istendiği kadar nafile namaz kılmak mümkündür. Zira insanın Allah’a yaptığı secde, onu Allah’a yaklaştıran bir olaydır, kişi gerçekten Müslüman bir kimse ise, Allah’a yaptığı secde onu Allah’a yaklaştırır; yani derecesini yükseltir. Tekrar hatırlatmak için, Kur’an’dan mealen:

- Hayır, ona (namaza mani olana) boyun eğme; (Allah’a) secde et ve yaklaş. 96/19

Cuma namazı vakti ile ilgili olarak Kur’an’dan mealen:

- Ey iman edenler! Cuma günü salât (namaz) için çağrıldığı(nız) zaman, Allah’ı anmağa koşun, alış verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. 62/9

- Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lutrundan (nasibinizi) arayın. Allah’ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz. 62/10

Cuma namazı, Müminlerin cemaat yani topluluk teşkil ederek kıldıkları bir namazdır. 62 Cuma 10 da Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lutrundan nasibinizi arayın dendiğine göre kılınma vakti gündüz olup, kılındıktan sonra çalışmaya vakit kalacak şekilde bir vakitte kılınması gerekir. Gündüzün iki tarafında kılınabileceği gibi, gün batıya meyletmeden yani ikindi namazı vakti girmeden de gün ortasında kılınabilir. Bu durumda vakti günün iki tarafındaki namazlardan ayrılmış olur. Günün iki tarafından birinde kılındığında onunla birlikte o vaktin namazı da eda edilmiş olur. Gün ortasında kılınması halinde, günün iki tarafında ki namazların da ayrıca kendi vakitlerinde kılınması gerekir. Kılınma süresi de ortalama bir zaman suresi içinde olmalıdır, bu namazın kılınmasıyla ilgili şart olan zaman süresidir, daha fazla sevap kazanmak için daha uzun bir sürede kılmak isteyenler cemaat olarak kılabilir.

565

Page 566: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Müminlerden müteşekkil bir cemaat bulunması ve uygun şartların olması halinde Cuma namazı kılmak Müminler üzerine farzdır. Eğer serbestçe ezan okunabiliyorsa ve Müminler serbestçe Cuma cemaati teşkil edebiliyorlarsa, imam serbestçe namazı kıldırabiliyorsa Cuma namazının kılınması için şartlar müsait olmuş olur. Mevki olarak ta, Şehirde, köyde veya arazide olma arasında fark yoktur. Cemaat en az iki bireyden müteşekkil bir topluluktur. Fakat bunun manası her iki bireyin bir cemaat teşkil ederek kendi başlarına namaz kılmaları demek değildir. Zira, Cuma namazı ilân edilerek kılınan bir namazdır, bundan dolayı normal insan sesiyle ezan okunduğunda ezanı duyan müminlerin bir tek cemaat teşkil etmeleri zorunludur. Yerleşim bakımından büyük şehirlerde her ezan sesi mesafesinde bir Cuma cemaati teşkil edilebilir. Her teşkil edilen Cuma cemaatinde dini mevki olarak en ileri gelen imamlık yapar.

Cuma namazının ilk şartı cemaat halinde müminlerin Allah’ı zikretmeleri olayıdır. Peygamberin bu olay da kıyamından bahsedilmiş olması ve kılma olarak belirtilmesi namaz olayı olduğunu belirtir. Hutbe okumak Cuma namazının şartlarından olmamakla beraber, müminler bir topluluk teşkil etmişken, imamın hutbe okuması ve müminlerin dini konularda kendi aralarında görüşmeleri, dini açıdan faydalıdır.

Bu konularda Kur’an’dan mealen:

- Ey iman edenler! Cuma günü salât (namaz) için çağrıldığı(nız) zaman, Allah’ı anmağa koşun, alış verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. 62/9

Görüldüğü gibi çağırma şekli ezan iledir, zira çağırmayı belirtmek için “nida" kelimesi kullanılmış olup, bunun manası serbest seslenişle ilânen ve uzak mesafeden çağırma demektir.

566

Page 567: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lutfundan (nasibinizi) arayın. Allah’ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz. 62/10

Cuma namazının kılınmasından sonra, gündüz içerisinde çalışma için bir zaman payı kalmalıdır, zira İslam’da esas itibariyle gece dinlenme ve gündüz çalışmak içindir.

Ayrıca, ezan ve namaz serbest ve hür olarak eda edilebiliyorsa, belde de gayri Müslimlerin bulunması Cuma namazının kılınmasına mani değildir. Fakat ortam savaş ortamı ise ve Müslümanların Cemaat halinde toplanmaları açık hedef teşkil ediyorsa, Cuma için cemaat teşkil edilemez, bilindiği gibi tehlike durumunda Cuma namazı haricinde ki namazların kısaltılması olayı vardır. Durum bu şekilde değil de güvenlik tam ise ve durum savaş ortamı dışında ise gayri Müslimlerin varlığı Cuma namazına mani değildir.

Kur’an’dan mealen:

- Ey iman edenler, sizden önce Kitâb verilmiş olanlardan ve kafirlerden dininizi eğlence ve oyun yerine koyanları dost tutmayın; inanıyorsanız Allah’tan korkun. 5/57

- Namaza (nida ile) çağrıldığınız zaman onu eğlence ve oyun yerine koydular. Düşünmez bir topluluk oldukları için böyle yaptılar. 5/58

Görüldüğü gibi, İslam dışı kimselerin varlığına rağmen, ezan okunup, namaz için cemaat davet edilmektedir. Sonuç olarak, Cuma namazı için gereken şey namaz için tam olarak hür ortamdır. Diyelim ki, Almanya da çalışan Müslüman işçiler vardır ve namazlarını serbestçe ilan edip kılabiliyorlar bu durumda Almanya’da Cuma namazı kılabilirler.

Cemaatin en az iki kişiyle olabileceği konusunda ise, Kur’an’dan mealen:

567

Page 568: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Güneş ve ay bir araya toplandığı zaman (cem edildiği) zaman. 75/9

Burada, Güneş ve Ay’ın bir araya gelmesi (kıyamet olayıyla ilgili olarak) Cem edildikleri kelimesiyle anlatılmıştır, bu da Cemiyet kelimesiyle aynı türden olduğundan iki kişinin bir araya gelmesiyle bir Cemiyet oluştuğu anlaşılır. Ayrıca 4 Nisa 23 te, nikahla ilgili olarak iki kız kardeşin bir araya getirilmek suretiyle, Cem edilip nikahlanmaması emredilmiştir. Bu kelimeden de iki kız kardeşin bir araya getirilmesi bir cemiyet olarak anlaşılır. Zira Cemiyet teşkil etme bir toplanma işidir, fakat daha öncede belirttiğim gibi, bunun manası her isteyen iki kişinin bir kenara çekilip Cuma namazı kılabileceği manasında değildir. Ezan mesafesinde olanların bir araya toplanması gereklidir.

Görüldüğü gibi, namaz kılınması için gereken bütün hususlar Kur’an’da mevcut olup, rivayetçilerin rivayetler olmasaydı nasıl namaz kılınacağı bilinemezdi yolunda yapmış oldukları tüm iddialar yersiz ve boş iddialar olduğu gibi, tahdis etmiş oldukları rivayetler çelişkilerle dolu olup namazı izah etmekten uzaktır.

ORUÇ KONUSUNDA UYDURMUŞ OLDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

824- Ebu Sa’id (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Üç şey vardır orucu bozmaz: Hacamat olmak (kan aldırmak), kusmak, ihtilam olmak." (K.S. 3133 C.9 S.448 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Savm 24,(719))

825- Râfi’ İbnu Hadic (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: “Hacamat ettiren de, hacamat eden de orucunu açmıştır."(K.S. 3138 C.9 S.451 Akçağ, alıntıları: Tirmizi, Savm 60,(774); Ebû Dâvud, Savm 28,(2367); İbnu Mâce, Savm 18, (1679,1680,1681))

568

Page 569: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bu rivayette diğer rivayetin aksine, değil hacamat ettiren, hacamat edenin dahi orucunun bozulacağını tahdis etmeleri bir çelişkidir.

826- Hz Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) oruçlu olduğu halde hanımlarından birini öperdi." (Hz. Aişe bunu söyleyip sonra güldü.) (K.S.3141 C.9 S.451 Akçağ, alıntıları bir sonraki rivayetle birlikte.)

827- Bir başka rivayette şöyle der: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) oruçlu iken mübaşerette bulunurdu, O, nefsine hepinizden çok hakim idi." (K.S. 3142 S.453 Akçağ, alıntıları: Buhari, Savm 24,23; Müslim, Sıyâm 62-65,(1106); Muvatta, Sıyâm 14,(1,292); Ebû Dâvud, Savm 33,(2382-2386); Tirmizi, Savm 31,(727-729))

Bu iki rivayette eşlerle öpüşme ve öpüşmenin ötesinde de sevişmenin orucu bozmadığını iddia ettiler.

828- “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın azadlılarınadan Meymune radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a oruçlu iken, oruçlu hanımını öpen adam hakkında sorulmuştu: “İki sininin orucu da bozulur!" buyurdular." (K.S. 6522 C.17 S.165 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 1686.)

Bu rivayette orucun öpmeyle bozulacağını iddia etmeleri açık bir çelişkidir.

829- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir seferdeydi. Etrafına insanların toplandığı bir adam gördü, ona gölge yapıyorlardı.

“Nesi var?"diye sordu.

“Oruçlu biri!"dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

569

Page 570: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Seferde oruç birr (Allah’ı memnun edecek dindarlık) değildir!"buyurdular.”

Bir rivayette: “Seferde oruç birr’den değildir" demiştir." (K.S. 3206 C.9 S.511 Akçağ, alıntıları: Buhari, Savm 36, Müslim, Sıyam 92,(1115); Ebu Dâvud, Savm 43,(2407); Nesâi, Savm 48,(4,176))

830- Ebu’d-Derdâ (radıyallahu anh) anlatıyor: “Biz çok şiddetli sıcak bir mevsimde, Ramazan ayında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte sefere çıktık. Hararetin şiddetinden herkes elini başına koyuyordu. Aramızda oruçlu olarak sadece Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile İbnu Ravâha vardı. (K.S. 3209 C.9 S.513 Akçağ, alıntıları: Buhari, Savm 35; Müslim, Savm 108,(1122); Ebu Dâvud, Savm 44,(2409.)

Bu iki rivayetin ilkinde, seferde oruç tutmak Allah’ı memnun edecek dindarlık değildir derlerken, ikincisinde, Resûlullah’ın şiddetli sıcağa rağmen seferde oruç tuttuğunu rivayet etmeleri bir çelişkidir.

831- Amr İbnu Ümeyye ed-Damri (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir sefer dönüşü Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a uğradım. Bana: “Ey Ebu Ümeyye, sabah yemeğini bekle (beraber yiyelim)"buyurdular. Ben:”Oruçluyum" dedim.

“Öyleyse gel yaklaş, sana yolcudan haber vereyim (de dinle!" dedi ve devamla:) “Allah Teâla Hazretleri yolcudan orucu ve namazın yarısını kaldırdı" buyurdu." (K.S. 3210 C.9 S.513 Akçağ, alıntısı: Nesâi, Savm 50,(4,178))

Bu rivayette yolcunun Oruçtan muaf olduğunu tahdis etmeleri ile Namazın yarısının yolcu için kaldırıldığını iddia etmeleri, Kur’an’a uygun değildir. Namazın kısaltıla bilmesi için tehlikenin var olması şarttır. Ayrıca Oruç için muafiyet

570

Page 571: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

değil, Allah tarafından kolaylık olmak üzere ruhsat verilmiştir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı; ta ki korunasınız. 2/183

- Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). İçinizden kim hasta, yahut seyahatte olursa, (tutamadığı günleri) başka günlerde tutsun. Gücü yetmeyenlere de, bir yoksulu doyuracak fidye gerekir. Fakat kim gönül rızasıyla hayır işlerse, bu kendisi için daha iyidir. Ve oruç tutmanız, eğer bilirseniz, sizin için daha hayırlıdır. 2/184

Görüldüğü gibi muafiyet değil, ruhsat tanınmış olup, seferde veya hastalık durumunda gücü yetenin oruç tutması tutmamasından kendisi için daha hayırlıdır. Uçakta seyahat edende yolcudur, hafifçe bir tarafı ağrıyanda hastadır. Sağlığın bozulması tehlikesi yoksa, oruç tutmak, tutmamaktan daha hayırlıdır.

832- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim üzerinde oruç borcu olduğu halde ölürse, velisi ona bedel tutar." (K.S. 3220 C.9 S.521 Akçağ, alıntıları: Buhari, Savm 42; Müslim, Sıyâm 153,(1174); Ebu Dâvud, Savm 41,(2400))

Bu rivayette, bir kimsenin veli sıfatıyla başka bir kimse yerine oruç tutabileceğini tahdis ettiler.

833- İmam Mâlik’e ulaştığına göre İbnu Ömer (radıyallahu anh), bir kimsenin diğer bir kimse yerine oruç tutmasını veya bir kimsenin başka bir kimse yerine namaz kılmasını münker addederdi." (K.S. 3222 C.9 S.523 Akçağ, alıntısı: Muvatta, Sıyâm 43,(1,303))

Bu rivayette, bir kimsenin başkası yerine oruç tutamayacağını rivayet etmekle evvelki rivayetle çelişkiye düşmüşlerdir. Ayrıca evvelki rivayet Kur’an’la da çelişmektedir. Zira İslam

571

Page 572: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Dininde âmeller şahsi olup; kimse kimsenin yerine oruç tutamaz, namaz kılamaz, hacca gidemez. Eğer bir kimse, başka bir kimse yerine âmel işleyebilseydi, yani işlediği bu âmel o kimse için geçerli olmuş olsaydı, insanın hayattayken yerine getirmesi gereken en öncelikli farz iman etmesidir. O zaman, Müminler, kafir olarak ölen akrabaları yerine iman eder ve onların Mümin olmalarını sağlıya bilirlerdi, halbuki böyle bir olay İslam Dininde mümkün değildir. Zira insana çalıştığından başka bir şey yoktur. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Yoksa kendisine haber mi verilmedi: Mûsâ’nın sahibelerinde (yazılı) olan, 53/36

- Ve çok vefâlı İbrahim’in (sahibelerinde yazılı olan şu gerçekler): 53/37

- Ki hiçbir yük sahibi, (âmel yönünden) başkasının yükünü yüklenemez. 53/38

- İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur. 53/39

- De ki: “Allah her şeyin Rabb’i iken ben O’ndan başka Rab mi arayayım? Herkesin kazandığı yalnız kendisine âittir. Kendi yükünü taşıyan hiç kimse, bir başkasının yükünü taşımaz. Sonra dönüşünüz Rabb’inizedir; (O) ayrılığa düştüğünüz gerçeği size haber verecektir." 6/164

- Ve öyle bir günden korkun ki, o gün hiç kimseden şefâat (aracılık, iltimas) da kabûl edilmez, kimseden fidye de alınmaz ve onlara hiçbir yardım yapılmaz. 2/48

834- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ramazan ayında, hasta veya ruhsat sahibi olmaksızın kim bir günlük orucunu yerse, bütün zaman boyu oruç tutsa bu orucu kaza edemez." (K.S. 3226 C.9 S.526 Akçağ, alıntıları:

572

Page 573: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Buhari, Savm 29; Tirmizi, Savm 27,(723); Ebû Dâvud, Savm 38,(2396))

835- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a bir adam geldi ve: “Ey Allah’ı Resûlü, helak oldum" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:

“Seni helak eden şey nedir? diye sorunca:

“Oruçlu iken hanımıma temas ettim" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah’la aralarında şu konuşma geçti:

“Azad edecek bir köle bulabilir misin?”

“Hayır!”

“Üst üste iki ay oruç tutabilir misin?”

“Altmış fakiri doyurabilir misin?”

“Hayır!”

“Öyleyse otur!"Biz bu minval üzere beklerken, Aleyhissalâtu vesselâm’a içerisinde hurma bulunan bir büyük sepet getirildi.

“Soru sahibi nerede?"diyerek adamı aradı. Adam:

“Benim! Buradayım! deyince, Aleyhissalâtu vesselâm:

“Şu sepeti al, tasadduk et!"dedi. Adam:

“Benden fakirine mi? Allah’a yemin ediyorum, Medine’nin şu iki kayalığı arasında benden fakiri yok! Cevabını verdi. Bunun üzerine Resûlullah güldüler ve:

“Öyleyse bunu ehline yedir!"buyurdular." (K.S. 3227 C.9 S.527-528 Akçağ, alıntıları: Buhari, Savm 29,31, Hibe 20, Nafakât 13, Edeb 68,95, Kefaretu’l-Eymân 3,4 Hudud 26;

573

Page 574: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Müslim, Sıyâm 28,(1,296,297); Ebu Dâvud, Savm 37,(2390,2391,2392,2393); Tirmizi, Savm 28,(724))

Bu rivayette, evvelki rivayetin aksine, mazeretsiz yenilen orucun iki ay üst üste oruç tutmakla kaza edilebileceğini rivayet etmeleri bir çelişkidir. Evvelki rivayette bütün zaman boyunca Oruç tutsa kaza edemez demişlerdi.

836-. ... Peygamber (s.a)’in ashâbından birisi, “Rasûlullah şöyle buyurdu’ demiştir:

“(Kasıtlı olmadan) kusanın, ihtilâm olanın ve kan aldıranın orucu bozulmaz." (Ebû Dâvud, K.es-Sıyâm (14), Bâb 30,31, C.9 S.232 H.2376 Şamil, ayrıca: Tirmizi, savm 24.)

837-. ... Ma’dân b. Talha’dan rivâyet edildiğine göre, Ebû-d-Derdâ ona Resûlullah (s.a.)’ın (kendi isteği olmadan) istifrâ edip, orucunu açtığını haber vermiştir.

Ma’dan şöyle der:

Dimeşk mescidinde Peygamber (s.a.’ın âzatlısı Savbân (r.a)’la karşılaşıp kendisine;

Ebû-d-Derdâ bana, Resûlullah (s.a.)’ın, istifra edip, orucunu açtığını haber verdi dedim.

- Doğru söylemiş, ona ab dest suyunu da ben döktüm, dedi. (Ebû Dâvûd, K.es-Sıyâm (14), Bâb 33 C.9 S.240 H.2381 Şamil,)

Bu rivayette kasıtlı olmadan kusanın orucu bozulur demelerine rağmen, evvelki rivayette bozulmaz demeleri bir çelişkidir.

838-. ... Rasûlullah (s.a.)’ın hanımlarından birisinin şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

574

Page 575: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Peygamber (s.a.) Zilhiccenin dokuz günü, aşure günü ve her ay ayın ilk Pazartesi ve Perşembe günleri (olmak üzere) üç gün oruç tutardı. (Ebû Dâvûd, K.es-Sıyâm (14), Bâb 61 C.9 S.355 H.2437 Şamil, ayrıca: Nesâi, sıyâm 83.)

839-. ... İbni Abbas (r.a.)’dan, demiştir ki:Rasûlullah (s.a.);

“Kendisinde amel-i sâlih işlenen günlerin Allah katında en sevimlisi şu günlerdir-yani zilhiccenin (ilk) on günü-”

- Ya Rasûlullah! Allah yolunda cihad da mı (O günler kadar sevimli değildir.)?! dediler.

Efendimiz (s.a.);

“-Allah yolunda cihad da! Ancak canı ve malı ile cihada gidip de bunlardan bir şey döndürmeyen müstesna" diye cevap verdi. (Ebû Dâvûd, K.es-Sıyâm (14), Bâb 61 C.9 S.357 H.2438 Şamil, ayrıca: Buhari, İdeyn 11; Tirmizi, savm 51; İbn Mâce, sıyam 39.)

Tahdis etmiş oldukları rivayette, Zilhiccenin ilk on gününde oruç tutmanın, bir kimsenin şehit olup, ayrıca şehitlikle birlikte tüm malının gitmesi hariç, tüm iyi âmellerden (tüm sevep işleme hususlarından) daha üstün olduğunu rivayet ettiler.

840-. ... Aişe (r.anha)’dan; demiştir ki:

“Rasûlullah (s.a.)’ı Zilhiccenin on gününde oruç tutarken hiç görmedim." (Ebû Dâvûd, K.es-Sıyâm (14), Bâb 62 C.9 S.359 H.2439 Şamil, ayrıca: Müslim, itikaf 9; Tirmizi, savm 50.)

Evvelki rivayetlerde, Peygamberin zilhiccenin ilk dokuz gününde oruç tutuğunu ve zilhiccenin ilk on günü orucunu, Şehitlik ve tüm malın birlikte gitmesi istisnası dışında tüm iyi amellerden, örneğin, Kadir gecesinde yapılan amellerden üstün tutup, buna rağmen bütün bu iddialarını görmezlikten

575

Page 576: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

gelerek, bu rivayette ise Peygamber hiçbir zaman böyle bir oruç tutmamıştır demeleri bir çelişkidir.

841- Hz. Ebû Hüreyre radıyallahu anh demiştir ki: “Hayır Kâbe’nin Rabbine yemin olsun! “Cünüp olarak sabahlayan kimse orucunu bozsun!"sözünü ben söylemedim. Bunu söyleyen, Muhammed aleyhissalâtu vesselâm’dır." K.S.6527 C.17 S.167 Akçağ, alıntısı: İbni Mace 1702.)

842-...... Bize Ebû’l-Yemân tahdis edip şöyle dedi: Bize Şuayb ibnu Ebi Hamza, ez-Zuhri’den haber verdi. O şöyle demiştir: Bana Ebû Bekr ibnu Abdirrahmân ibn Hâris haber verdi ki, babası Abdurrahmân, Mervân ibnu’l-Hakem’e şunu haber vermiştir; Âişe ve Ümmü Seleme bu Abdurrahmân’a Resûlullah (S) ehliyle cinsi münâsebetten dolayı cünüp olduğu hâlde fecr ona erişirdi.Fecrden sonra Rasûlullah yıkanır ve orucunu tutardı, diye haber verdiler. ....... (Buhari, Kitâbu’s-Savm C.4 S.1792 H.34 Ötüken.)

Bu iki rivayet çelişkili olduğu gibi, son rivayet, Peygamberin ailesine saygısızlık içermektedir. Daha önce de örneklerini yazdığım gibi, evlilikteki cinsel hayatla ilgili konuları, Peygamberin eşleri ağzından hep erkeklerin duyup tahdis ettiklerini rivayet etmişlerdir. Peygambere bu gibi konuları, herhangi bir aileyi söz konusu etmeden soracak erkek sahabe veya Peygamberin eşlerinden soracak bayan sahabe yok muydu? Kasıtlı yazdıkları fazla izaha ihtiyaç göstermeyecek kadar açıktır. Ayrıca bu rivayetlerinde, Peygamberin fecir namazını kılmadığını da iddia etmişlerdir. Fecirden sonra yıkandığını söylemekle bunu iddia etmişlerdir, zira cenabetli olarak namaz kılınmaz, fecirden sonra da, fecir namazının vakti çıkmış demektir.

843- İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor:”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Receb ayı orucunu yasaklamıştır."(K.S. 6536 C.17 S.171 Akçağ, alıntısı: İbni Mace 1743.)

576

Page 577: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

844- Abdullah İbnu Büsr es-Sülemi, kız kardeşi es-Sammâ (radıyallahu anhâ)’dan naklediyor: ”Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Cumartesi günü oruç tutmayın, ancak Allah’ın size farz ettiği şeyde o gün oruç tutarsınız. Biriniz yiyecek nev’inden bir şey bulamaz da sadece üzüm (asması) kabuğu veya bir ağaç çöpü bulacak olsa onu ağzında çiğnesin (ve yinede Cumartesi günü oruçlu olmasın)." (K.S. 3179 S.489, alıntıları:Ebu Dâvud, Savm 51,(2421); Tirmizi, Savm 43,(744); İbnu Mâce, Sıyâm 38,(1726))

845- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Şaban ayı yarılandı mı artık oruç tutmayın."(K.S. 3174 C.9 S.486 Akçağ, alıntıları: Ebu Dâvud, Savm 12,(2337); Tirmizi, Savm 38,(738))

846- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Sizden hiç kimse, cuma günü oruç tutmasın. Ancak bir gün önceden veya sonradan oruç tutuyorsa bu takdirde cuma günü de oruç tutabilir." (K.S. 3177 C.9 S.488 Akçağ, alıntıları: Buhari, Savm 63; Müslim, Sıyâm 147,148; Ebu Dâvud, Savm 50,(2420); Tirmizi, Savm 42,(743))

Orucun tutulamayacağı günler adı altında bir takım rivayetler uydurdular. Buna rağmen şu rivayetleri çelişkili olarak rivayet ettiler.

847-. ... Resûlullah (s.a.)’ın hanımlarından birisinin şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

“Peygamber (s.a.) Zilhiccenin dokuz günü, aşure günü ve her ay ayın ilk Pazartesi ve Perşembe günleri (olmak üzere) üç gün oruç tutardı. (Ebû Dâvûd, K.es-Sıyâm (14), Bâb 61 C.9 S.355 H.2437 Şamil, ayrıca: Nesâi, sıyâm 83.)

848- Abdullah İbnu Amr radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın: “Nuh aleyhisselâm

577

Page 578: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Ramazan ve Kurban bayramları hariç, yıl orucu tutmuştur" dediğini işittim." K.S.6528 C.17 S.167 Akçağ, alıntısı: İbni Mace 1714.)

Bu rivayetlerle, evvelki rivayetlerin çelişkili oldukları açıktır. Zira her bir tam yıl içinde Recep ayı ve Cumartesi günleri mevcut olup, Nuh peygamberin bu günlerde oruç tuttuğunu tahdis ettiler. Peygamberin Zilhiccenin dokuz günü oruç tuttuğunu söylemekle farz olmamasına rağmen, cumartesi günü oruç tuttuğunu rivayet etmeleri diğer bir çelişkidir.

849- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur." (K.S. 3113 C.9 S.426 Akçağ, alıntıları: Buhari, Savm 5, Bed’ü-Halk 11, Müslim, Sıyâm 2,(1079); Nesâi, Sıyâm 5,(4,129))

İddia ettiklerine göre Ramazan ayı girdiği zaman Cennetin kapıları açılıp, cehennemin kapıları kapanıp şeytanlarda zincire vuruluyormuş. Yalan rivayet uydurdukları, Ramazan ayında günah ve azgınlık içinde hayat sürdüren bir çok kimsenin varlığından da bellidir. Zira şeytanlar yalnız cinlerden değildir, insanlardan da şeytanlar vardır. Eğer Ramazanda şeytanlar zincirli iseler, Ramazana rağmen bir birlerini saptırmakla meşgul çok sayıda insanın varlığını neyle izah ediyorlar?

İnsanlardan da şeytanların olduğuyla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabb’in dileseydi onu yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle baş başa bırak. 6/112

578

Page 579: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Ayrıca, Oruç tutmak yalnız yemek yememek su içmemek olayı da değildir. Oruçluyken kadınlara cinsel yaklaşımla dokunmakta yasaktır.

Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Oruç gecesi, kadınlarınıza yaklaşmak, size helâl kılındı. Onlar sizin elbiselerinizdir, siz de onların elbisesisiniz. Allah, sizin kendinize yazık etmekte olduğunuzu bildi de tövbenizi kabûl edip sizi affetti. Artık şimdi onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin için yaz(ıp takdir etmiş ol)duğunu talep edin, şafağın beyaz ipliği siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin, için; sonra tâ gece oluncaya dek orucu tamamlayın; mescitlerde ibâdete çekilmiş iken kadınlara yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın (yasak) sınırlarıdır, bunlara yaklaşmayın. Allah, insanlara ayetlerini böyle açıklar ki korunup sakınsınlar. 2/187

Demek ki, kadınları öpmek orucu bozar, ayet mealinde görüldüğü gibi, önceden ramazan ayında geceleyin dahi kadınlara yaklaşmak yasaktı. Allah rahmetiyle gece yasağını, mescidte ihtikafta olanlar haricindekiler için kaldırdı. Gündüz yasağını oruç müddetince geçerli kaldı. Bu itibarla bu hususlara uymayan bütün rivayetleri asılsızdır.

HACC KONUSUNDA UYDURMUŞ OLDUKLARI

RİVAYETLERDEN ÖRNEKLER

850- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ muhrimin giyeceği şeylerden sorulmuştu şu cevabı verdi: “Muhrim ne kamis (gömlek). Ne sarık, ne bürnus, ne şalvar ne de vers veya zaferân bulaşmış bir giysi taşımaz. Ayağında da mest (ve benzeri ayakkabı) yoktur. Ancak nalın bulamazsa, mestlerin topuktan aşağı kısmını kesmelidir.”

579

Page 580: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Buhari’de şu ziyade var: “İhramlı kadın yüzünü örtmez, eldiven de giymez”. (K.S. 1199 C.5 S.321 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Hacc 21, Cezâu’s-Sayd 13,15, İlm 53, Salât 9; Müslim, Hacc 1,(1177); Tirmizi, Hacc 18,(833); Ebû Dâvud, Menâsik 32,(1824,1825,1826); Nesâi, Hacc 28,(5,129))

İhram kelime olarak yasaklamak manasına geldiği halde, ihramlının giydiği elbiseye de atfetmişlerdir. halbuki konu elbiseyle ilgili olmayıp, hacıların daha önce yaptıkları bazı fiillerin, Hac esnasında kendilerine yasak olması hususudur. Bu hususta, Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:

- Ey İnananlar, ihramda iken av öldürmeyin. Sizden kim kasden onu öldürürse, öldürdüğünün dengi olan bir hayvan cezası vardır ki(bu öldürülene denk olduğuna) içinizden iki âdil kişinin karar vereceği, Kabe’ye varacak bir kurban; yâhud yoksullara yedirme şeklinde kefaret; ya da buna denk oruçtur. Ta ki böylece (o insan), yaptığı işin vebâlini tadsın. Allah, geçmişi affetmiştir. Kim bu suçu tekrar ederse, Allah ondan intikam alacaktır. Şüphesiz Allah izzet, kudret ve intikam sahibidir. 5/95

- Hem kendinize, hem de yolculara bir geçimlik olmak üzere deniz avı ve onu yemek, size helâl kılındı. İhramda olduğunuz sürece size kara avı yasaklandı. Huzûruna toplanacağınız Allah’tan korkun! 5/96

- Hacc, bilinen aylardadır. Kim o aylarda (ihrama girerek) haccı (kendisine) farz ederse bilsin ki, Hacda kadına yaklaşmak, günâha sapmak, kavga etmek yoktur. Siz ne iyilik ederseniz Allah onu bilir. (Yol için) kendinize azık alın(da bir günaha düşmekten korunun), çünkü azığın en iyisi (Allah’ın azabından) korunmadır. Ey akıl sahipleri benden korkun! 2/197

Ayrıca uydurmuş oldukları rivayette “İhramlı kadın yüzünü örtmez, eldiven de giymez" demektedirler. Buna rağmen, Halife Osman’ın ihramlı iken yüzünü örttüğünü iddia ile,

580

Page 581: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

erkeklerin ihramlıyken yüzlerini örtmeleri gerektiğini dolaylı olarak tahdis etmişlerdir. Şöyle ki:

851- Kasım İbnu Muhammed anlatıyor: “Bana, el-Ferâfisa İbnu Umeyr el-Hanefi haber verdi ki, O, Hz. Osman (radıyallahu anh)’ı, ihramlı iken yüzünü örter görmüş”. (K.S. 1207 C.5 S.330 Akçağ, alıntısı: Muvatta, Hacc 13,(1,327))

Bununla da yetinmeyerek, İhramlı kadınların yüzlerini ve ellerini örtmemeleri gerektiği yolundaki rivayetlerini yalanlayan şu rivayeti uydurdular.

852- Hz. Aişe (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Biz (kadınlar) ihramlı olarak Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’la beraber iken, binekliler bize uğrardı. Onlar tam hizamıza gelince, her birimiz cilbabını başından yüzünün üzerine sarkıtıverirdi. Bizi geçtiler mi tekrar kaldırırdık”. (K.S. 1209 C.5 S.331 Akçağ, alıntısı: Ebu Dâvud Menâsik 34,(1833))

853- Hz. Osman (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “İhramlı ne evlenir, ne evlendirir ne de dünür gönderir”. (K.S. 1237 C.5 S.356 Akçağ, alıntıları: Müslim, Nikâh 41,(1409); Muvatta, Hacc 70,(1,348,349); Ebu Dâvud, Menâsik 37,(1841); Tirmizi, Hacc 23,(840); Nesâi, Hacc 91,(5,192))

854- İbni Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Meymune validemizle (radıyallahu anhâ) ihramlı iken evlendiler. (K.S. 1233 C.5 S.353 Akçağ, alıntıları: Buhari, Cezâu’s-Sayd 12, Meğazi 43, Nikâh 30; Müslim, Nikâh 46,(1410); Ebu Dâvud, Menâsik 39,(1844,1845): Tirmizi, Hacc 24,(842); Nesâi, Hacc 90,(1,191,192))

Yukarıdaki iki rivayetin çelişkili oldukları açıktır.

855- Hz. Muâviye (radıyallahu anh)’den yapılan rivayete göre şöyle buyurmuştur. “Ey Resûlullah’ın ashabı! biliyor

581

Page 582: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

musunuz, “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şunu yapmayı yasakladı, kaplan derilerine oturmayı yasakladı?"dinleyenler: “Evet (biliyoruz!)"dediler. Hz. Muâviye (radıyallahu anh) tekrar sordu: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın hacc ile umrenin arasını birleştirmenizi (hacc-ı kıran yapmanızı) da yasakladığını biliyor musunuz!"Yanındakiler “Hayır, bunu bilmiyoruz!"dediler. Hz. Muâviye (radıyallahu anh):

“Öyleyse bilin bu da öbürleriyle birlikte (yasaklar arasında). Ne var ki, sizler unutmuşsunuz!"dedi”. (K.S. 1280 C.5 S.396 Akçağ, alıntısı: Ebu Dâvud, Men3asik 23,(1794))

856- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)’den rivâyete göre, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hacc-ı ifrad (umresiz hac) yapmıştır”. (K.S.1278 C.5 S.394 Akçağ, alıntıları: Müslim, Hacc 122,(1211); Tirmizi, Hacc 10,(820); Ebû Dâvud, Menâsik 23,(1777); Nesâi, Hacc 48,(5,145))

Yukarıdaki iki rivayette, Hacc ve Umrenin birleştirilemeyeceğini tahdis ettiler. Buna rağmen şu rivayeti tahdis ettiler:

857- Hz Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı hacc ve umre her ikisi için de (ihrama girip) telbiye çekerken işittim."

Bekr İbnu Abdillah el-Müzeni demiş ki: “Ben bunu Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)’e söyledim. Bana:“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sadece hacc için telbiye getirdi" diye cevap verdi.

Sonra tekrar Enes (radıyallahu anh)’le karşılaştım ve İbnu Ömer’in sözünü kendisine aktardım. Bana (kızarak):

“Galiba bizi çocuk yerine koyuyorsunuz. Ben “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı: “Umre ve hacc için Lebbeyk!" derken işittim" dedi”. (K.S. 1282 C.5 S.398 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Taksiru’s-Salât 5, Hacc 24,25,27,117,119, Cihâd

582

Page 583: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

104,126; Müslim, Hacc 185,(1232); Ebu Dâvud, Hacc 24,(1795); Tirmizi, Hacc 11,(821); Nesâi, Hacc 49,(5,150); İbnu Mâce, Hacc 38,(2968,2969))

Bu rivayette, Hacc-ı Kıran yapılabilir demekle, evvelki rivayetleriyle çelişkiye düşmüşlerdir.

858- Ebu Cübeyr anlatıyor: İbni Abbâs (radıyallahu anhümâ)’a dedim ki:“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın, vâcip kıldığı zaman, getirdiği telbiye hususunda Ashab’ın ihtilafına doğrusu hayret ediyorum!"Bana şu cevabı verdi:

“Bu meseleyi ben herkesten iyi biliyorum. Aslında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tek bir hacc yaptı. Bütün ihtilaflar bununla ilgili..................... (K.S. 1263 C.5 S.378 Akçağ, alıntısı: Ebu Dâvud, Menâsik 21,(1770))

Bu rivayette, Resûlullah’ın tek bir sefer hacc ettiğini tahdis ettiler.

859-. ... Âişe bint Sa’id b. Ebi Vakkâs’dan; Sa’d b. Vakkâs şöyle) demiştir:

- Peygamber (s.a.) (hacca gitmek için) el-für’ yolunu seçecek olursa, bineği kendisini kaldırdığı zaman yüksek sesle telbiye getirerek ihrama girerdi, Eğer Uhud yolunu seçecek olursa, Beydâ dağı üzerine çıktığı zaman yüksek sesle telbiye getirerek ihrama girerdi. (Ebu Dâvûd, K.el-Menâsik (11), Bâb 21 H.1775 C.7 S.23 Şamil.)

Bu rivayette Peygamberin birden fazla hacc ettiğini tahdis etmişlerdir, zira rivayette Peygamberin hacca gidiş yolları birden fazladır. Bu ise evvelki rivayetle bir çelişki teşkil eder.

860- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) taşları atacağı zaman yaya gider, yaya dönerdi."(K.S. 1450 C.6 S.19 Akçağ, alıntıları: Ebu Dâvud, Menâsik 78,(1969); Tirmizi, Hacc 63,(900))

583

Page 584: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bu rivayette taşlamanın yaya yapılması gerektiğini rivayet ettiler.

861- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Yevm-i Nahr’de (kurban gününde) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı, taşlamayı binerek yaparken gördüm. Taşlarını devesinin üzerinde iken atmış ve şöyle demişti:

“Menâsikinizi benden alın. Bilmiyorum, belki de bu haccdan sonra hacc yapamam" (K.S.1452 C.6 S.19 Akçağ, alıntıları: Müslim, Hacc 310,(2197); Ebu Dâvud, 78,(1970); Nesâi, Hacc 220,(5,270))

Bu rivayette ise taşlamanın, binekli olarak yapılacağını tahdis etmeleri bir çelişkidir.

862-. ... Abdullah b. Ömer’den rivâyet olunduğuna göre, Peygamber (s.a)’e ihramlının öldürmesi câiz olan kara hayvanları sorulmuş da Peygamber (s.a.):

“Beş (çeşit) hayvan vardır ki onları harem dışında da haremde de öldürmekte herhangi bir günah yoktur: Akrep, fare, çaylak, karga ve saldırgan köpektir" buyurmuş. (Ebu Dâvûd, K.el-Menâsik (11). Bâb 39 H.1846 C.7 S.169 Şamil, ayrıca: Buhari, Cezau’s-sayd 7; bedu’l-halk 16; Müslim, hac 66,69,71,79; Tirmizi, hac 21; Nesâi, hac 82,84,86,88,113,114,116,119; İbni Mâce, menâsik 91.)

863-. ... Ebu Said-el-Hudri (r.a)’den rivâyet edildiğine göre, Peygamber (s.a.)’e ihramlının neleri öldürebileceği sorulmuş da;

“Yılan, akrep, fare (öldürülebilir), kargaya atış yapılabilir fakat öldürülemez. Yırtıcı köpek, çaylak ve saldırgan hayvan da (ihramlı tarafından öldürülebilir.) buyurmuştur. (Ebu Dâvûd, K.el-Menâsik (11), Bâb 39 H.1848 C.7 S.177 Şamil, ayrıca: Tirmizi Hac 21; İbn Mâce, menâsik 91.)

584

Page 585: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Bu rivayette, evvelki rivayetin aksine, Yılan öldürülmeli, Karga öldürülmemeli demeleri bir çelişkidir.

864-. ... El-Muhâcir el-Mekki’den; demiştir ki: Câbir b. Abdillah’a;

Beyt-i (şerifi) gören adam ellerini kaldırır mı? diye soruldu da;

- Ben Yahudilerden başka bunu yapan kimse görmedim. Ve Resûlullah (s.a.)’la birlikte hac ettik bunu o da yapmadı, diye cevap verdi. (Ebu Dâvud, K.el-Menâsik (11), Bâb 45 H.1870 C.7 S.222 Şamil, ayrıca: Tirmizi, hac 32; Nesâi hac 122.)

865-. ... Ebu Hüreyre (r.a.)’dan; demiştir ki: Resûlullah (s.a.) (Medine’den Mekke’ye gitmek üzere) yöneldi, Mekke’ye girince Hacer’i Esved’e varıp onu selâmladı sonra Beyt-i tavaf etti. Sonra Safa’ya varıp Beyt’i görebilecek şekilde üzerine çıktı, ellerini kaldırıp Allah’ı zikretmeye ve dilediği duayı okumaya başladı..... (Ebu Dâvud,K.el-Menâsik (11), Bâb 45 H.1872 C.7 S.225 Şamil, ayrıca: Müslim, cihad ve siyer 84.)

Kâbe karşısında ellerin kaldırılıp kaldırılamayacağı konusunda rivayetlerin çelişkili oldukları açıktır.

866- Abdullah ibn Abbâs (R) şöyle demiştir: el-Fadl İbnu Abbâs Rasûlullah’ın redifi (yâni hayvan üstünde Peygamber’in arka tarafına binmiş kimse) idi. Hasam kabilesinden genç bir kadın Rasûlullah’a geldi. Bu sırada Fadl kadına, kadına, kadın da Fadl’a bakmaya başladı. Peygamber de Fadl’ın yüzünü (eliyle kadından) başka tarafa çevirmeye koyuldu.

Kadın:

- Yâ Rasûlullah! Allah’ın kulları üzerinde hacc husûsundaki farizası babama çok yaşlı ihtiyarlığında erişti. O deve

585

Page 586: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

üzerinde sâbit duramaz hâldedir. Binâenaleyh kendisine (vekâleten) ben hacc edebilir miyim? diye sordu.

- “Evet, vekâleten hacc edebilirsin!"diye cevâb verdi.

Bu suâl ve cevâb, Vedâ Haccı sırasında vâki’ oldu. (Buhari, Kitâbu’l-Hacc H.1 C.3 S.1443 Ötüken, ayrıca: (K.S. 1553) ten, Buhari, Hacc 1,Cezâu’s-Sayd 23,24, İsti’zan 2; Müslim, Hacc 407,408,(1334,1335); Muvatta, Hacc 97,(1,359); Tirmizi, Hacc 85,(928); Ebu Dâvud, Menâsik 26,(1809); Nesâi, Hacc 9,11,12,(5,117,118))

Daha önce, kimsenin, kimse yerine âmel işleyemeyeceğini Oruç kısmında izah ettiğim gibi, hiç kimse başkası yerine Hacc edemez ve Haccın bir kimse için farz olabilmesi için o kimsenin sağlığı dahil imkanlarının müsait olması gerekir. Bu itibarla yolculuk yapma imkanı olmayan bir Yaşlı ihtiyara hacc farz olamayacağından, bu yönden rivayetin uydurma olduğu bellidir. Bu hususta örnek verecek olursam, Kur’an’dan mealen:

- Doğrusu insanlara (ma’bed olarak) ilk kurulan ev, Mekke’de olandır. Alemlere, bereket ve hidayet olarak kurulmuştur. 3/96

- Onda apaçık nişâneler, İbrahim’in makamı vardır. Ve ona giren, güvene erer. Oraya gücü yetip yol bulabilenlerin Beyti haccetmeleri, insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır. Kim inkâr ederse şüphesiz Allah, bütün alemlerden müstağnidir. 3/97

Görüldüğü gibi, Haccın farz olması için, oraya gidecek kimsenin, bedenen ve maddeten güç bulabilmesine bağlıdır. Rivayette ise, sağlığı Hacca gitmeye müsait olmayan bir kimseye Hacc farizasının eriştiğini iddia etmeleri, Kur’an’a uymayan boş bir iddiadır.

586

Page 587: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Anlaşılan odur ki, Haccın vekaleten yapılabileceği yolundaki iddialarından asıl amaçları, Hacca gitmek istemeyen ve aynı zamanda İslam halifesi olduğunu iddia eden bir takım kimselerle, bunların devlet kademelerinde ileri gelen yöneticilerine ve bir takım imkan sahibi zenginlere vekil göndermeleri suretiyle halkın gözünde onları Hacca gitmiyorlar durumundan kurtarmak içindir.

Diğer bir hususta, yukarıda mealini yazmış olduğum 3 Âl-i İmran 97 sûresinde belirtildiği gibi, Hacc ederken Beyti (Kabe’yi) Haccetmek kesinlikle farz olmasına rağmen, yazmış oldukları rivayetlerde bunu inkar ederek, haccdan maksadın, diğer bir ifadeyle Hacı olabilmenin tek şartının Arafat dağına çıkmak olduğunu, Kabe’yi haccetmenin farz olmadığını rivayet etmişlerdir. Şöyle ki:

867- Urve İbnu Muderrıs et-Tâi (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a Müzdelife’de namazı kıldığı zaman geldim.

“Ey Allah’ın Resûlü dedim, ben Tayy dağlarından geliyorum. Hayvanım da kendim de yorgunum ve bitkin düştük. Allah’a kasem olsun, ey Allah’ın Resûlü, gelirken geçtiğim her dağın başında mutlaka durdum. Benim için hacc imkânı var mı?”

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu cevabı verdi:

“Bizimle birlikte şu namazı burada kılıp, bizimle kalan, bundan önce de Arafat’da geceleyin ve gündüzleyin kalmış olan, artık haccını tamamlamış, haramlardan kurtulmuş olur”. (K.S.1426 C.5 S.541-542 Akçağ, alıntıları: Tirmizi, Hacc 57,(891); Ebu Dâvud, Menâsik 69,(1950); Nesâi, Hacc 211, (5,263); İbnu Mâce, Menâsik 57,(3016))

868- Abdurrahman İbnu Ya’mur ed-Dili (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Arafat’da iken, münâdisine (tellâlına) şöyle nidâ edip duyurmasını emretti: “Hacc Arafat’tır, kim Cem (Müzdelife) gecesi fecrin

587

Page 588: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

doğmasından önce (vakfeye) yetişirse, haccı idrak etmiş demektir. Eyyâm-ı Minâ üç gündür. Kim ilk günde acele davranırsa, herhangi bir günah terettüp etmediği gibi, te’hir edene de bir günah terettüp etmez”. (K.S. 1427 C.5 S.544 Akçağ, alıntıları: Tirmizi, Hacc 57,(889); Ebu Davud, Menâsik 69,(1949); Nesâi, Hacc 211,(5,264); İbnu Mâce, Menâsik 37,(3015))

Her iki rivayette Hacc etmenin Kabe’yi haccetmeyle bir ilgisi olmadığını ısrarla iddia etmişlerdir. Öyle ki 868 ci örnekte Haccın Arafat’tan ibaret olduğunu tellâla söyletmişlerdir. Bundan da anlaşılır ki ne Kabe’den, nede Kabe’nin tavaf edilmesinden hoşlanmadıkları gibi, rahatsız olmaktadırlar. Hoşlanmadıklarına dair başka örnekler verecek olursam şu rivayetler çok ibret vericidir:

869- Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz buyurdular ki: “Tahâret maksadıyla taş kullanmak tektir. Şeytana atılan taş tektir. Safa ile Merve arasında say tektir, (Kabe’yi) tavaf da tektir. Öyle ise sizden biri (tahâret için) taş kullanacaksa bunu da tek kılsın."(K.S. 1453 C.6 S.23 Akçağ, alıntısı: Müslim, Hacc 315,(1300))

Ard niyet yok ise, kendilerinin tuvalette temizlenmek için kullandığı taş sayısı ile, Kabe’yi tavaf veya Safa ile Merve arasında say etme arasında “Haşa" ne gibi bir ilgi var ki? Utanmadan bir birlerine emsal gösteriyorlar.

870- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“Ka’be’yi, Habeşlilerden bacakları ince bir adam tahrip edecektir. (K.S. 4593 C.12 S.532 Akçağ, alıntıları:Buhari, Hacc 49; Müslim, Fiten 57, (2909; Nesai, Hacc 125, (5,216))

871- Buhâri’nin İbnu Abbas’tan kaydettiği diğer bir rivayete göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur:

588

Page 589: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

“Kâ’be’yi yıkacak olan o ayrık iri ayaklı, güdük kafalı (koyu siyah) Habeşli’yi Kâ’be’nin taşlarını birer birer söker halde görür gibiyim!" (K.S. 4594 C.12 S.532 Akçağ, alıntısı: Buhari, Hacc 49.)

872- İbnu Amr İbni’l-As (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Habeşliler sizi terk ettikçe onları terkedin. Zira, Kâ’be’nin hazinesini sadece zü’s-süvaykateyn (ince bacaklı olan kimse) çıkaracaktır." (K.S. 4595 C.12 S.533 Akçağ, alıntısı: Ebû Dâvud, Melâhim 11,(4309))

İnsanları Kabe’ye saldırtmak için, Kabe’nin altında hazine olduğunu uydurdukları gibi, zayıf bacaklı bir Habeşlinin Kabe’yi yıkabileceğini uydurmakla da, Kabe’yi herkesin yıkmaya güç yetirebileceğini rivayet etmişlerdir. Bu da Kabe’ye karşı göstermiş oldukları düşmanlıklarının bir göstergesidir. Kabe’nin yıkılması için gösterdikleri hasretlerine karşılık, onlara fil ashabının başlarına geleni hatırlatırız. Hayali bir kişiyi konu edip, bütün Habeşlileri mûzur kimseler olarak göstermeleri, Habeşistan’a hicret eden sahabelere, Habeşlilerin vermiş oldukları destekten dolayıdır.

873- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) dedi ki: “Hacc ayları Şevvâl, Zülkade ve Zilhicce’den de on gündür. (K.S. 1182 C.5 S.305 Akçağ alıntısı: Buhari, Hacc 33, bab başlığı olarak.)

Tahdis etmiş oldukları rivayette, Hac edebilme süresini iki ay on gün olarak ifade etmelerine rağmen, bu süreyi hükümsüz bırakacak şekilde, Haccın Arafat vakfesinden ibaret olduğunu ve bu vakfe zamanının da iki ay on günlük sürenin son gün ve gecesinden ibaret olduğunu, bu gün ve gecede vakfe yapmayan kimsenin haccının geçersiz olacağını tahdis ve iddia etmişlerdir. Böylece iki ay on günlük sürenin ilk gününde hacca gelmiş olan kimseler dahil olmak üzere her yıl hacca gelmiş olan bütün hacı adaylarının yurtlarına geri dönmeyip iki ay on gün bekleseler dahi illâki son gün veya

589

Page 590: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

gecede Arafat’ta vakfe yapmaları gerekir demeleri ile, iki ay on günlük süreyi bir güne indirmiş olmaktadır. Bu duruma göre, hacca gitmeye niyetli olan kimselerin tamamına yakın kısmı, iki ay on gün beklememek için, bu sürenin on veya on beş günlük son kısmında hacca gitmektedirler, böylece hacc yerinde milyonlarca insanın birikmesi suretiyle izdihamların meydana gelmesine böylece Mal ve Can kaybına sebep olmaktadırlar. Ayrıca bu izdiham içerisinde, erkek ve kadınların beraber hacc etmeleri İslam dininin haya ve tesettürüne aykırıdır. Hele ihram dedikleri o elbiseleri İslam ahlakı açısından çok berbat ve uygunsuz durumların meydana gelmesine sebep olmaktadır. Şöyle ki, yorgun düşüp yere serpilen haccıların tesettürlerini koruması çok zordur.

Bu hususta tahdis etmiş oldukları rivayetlerine örnek olarak:

874-. ... Abdurrahman b. Ya’mur ed-Deyl(em)i’den; demiştir ki: Peygamber (s.a.) Arafat’ta iken yanına varmıştım. Necid halkından da bazı kimseler -Yahut bir grup- geldiler. (İçlerinden) birine (Hz. Peygamber’e hacla ilgili sorular sormasını) emrettiler. (O da) Resûlullah (s.a.)’e (Arafat’ta vakfeye yetişemeyen kimsenin) hacc(ı) nasıldır? diye sordu. Resûlullah (s.a.) de birisine emretti. (O adam) da aldığı emre uyarak)

“-Hac, hac Arafe günü (vakfe yapmak) demektir, kim Müzdelife gecesi sabah olmadan (Arafat’a) gelirse haccı tamdır. Minâ günleri üçtür, kim acele eder de iki gün de (Mekke’ye dönerse) ona bir günah yoktur. (Minâ’da) geciken günahkâr olmaz" diye yüksek sesle bağırdı. Sonra (o bağıran adamın) arkasından bir başka adam gönderdi. O da aynı şeyleri yüksek sesle ilân etmeye başladı. (Ebû Dâvûd, K.el-Menâsik (11), Bâb 68 H.1949 C.7 S.368 Şamil, ayrıca: Tirmizi, hac 57, tefsir sûre (2),22; İbnu Mâce, menâsik 57; Nesâi, menâsik 211.)

Minâ günlerinden maksat, kurban bayramının 2,3,4 üncü günleridir. Bir başka ifadeyle, Zilhiccenin 11,12,13 üncü

590

Page 591: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

günleridir. Bu ise tahdis etmiş oldukları iki ay on günlük sürenin dışında ki bir olaydır.esas dikkat edilmesi gereken Hac ayları olarak göstermiş oldukları sürede Arafe vakfesini hac süresinin son gününe bağlamış oldukları rivayet iddialarıdır.

Arafe vakfesiyle ve hac aylarıyla ilgili olarak tahdis etmiş oldukları bu rivayetler asılsız olup, Kur’an’la çelişmektedirler. Bu hususta Kur’an’dan mealen:

- Hacc, bilinen aylardadır. Kim o aylarda (ihrama girerek) haccı (kendisine) farz ederse bilsin ki, Hacda kadına yaklaşmak, günâha sapmak, kavga etmek yoktur. Siz ne iyilik ederseniz Allah onu bilir. (Yol için) kendinize azık alın(da bir günaha düşmekten korunun), çünkü azığın en iyisi (Allah’ın azabından) korunmadır. Ey akıl sahipleri benden korkun! 2/197

Kur’an’a göre hac edebilme süresi aylardan müteşekkildir ve bu aylar öyle aylardır ki, meşhur olup kesinlikle bilinmesi mümkün olan, bilinen aylardır. Şimdi bu ayların kaç tane ve hangi aylar olduğuna Kur’an’dan bakalım. Bu hususta Kur’an’dan mealen:

- Allah ve Resûlünden, andlaşma yaptığınız müşriklere ihtardır. 9/1

- Dört ay daha yeryüzünde dolaşın, bilin ki siz Allah’ı âciz bırakamazsınız ve Allah, kafirleri rezil (perişan) edecektir! 9/2

- Allah ve Resûlünden, hacc-ı ekber günü, insanlara bir ilândır ki, Allah da Resûlü de müşriklerden uzaktır. Eğer tevbe ederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır; yok eğer yüz çevirirseniz, bilin ki siz, Allah’ı aslâ âciz bırakacak değilsiniz (Ey Muhammed!) küfredenlere elim azâbı müjdele. 9/3

591

Page 592: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

- Ancak andlaşma yaptığınız müşriklerden, (şartlara tam riâyet eden ve andlaşma şartlarından) hiçbir şeyi eksik bırakmayan ve size karşı hiç kimseye arka çıkmayanların andlaşmalarını, kendilerine tanıdığınız süreye kadar tamamlayın. Çünkü Allah (azabından) korunanları sever. 9/4

- Haram ayları çıkınca (Allah’a) ortak koşanları nerede bulursanız öldürün; onları yakalayın hapsedin, ve her gözetleme yerinde otur(up) onları bekleyin. Eğer tevbe ederler, namazı kılarlar, zekâtı verirlerse yollarını serbest bırakın. Çünkü Allah bağışlayan, esirgeyendir. 9/5

Mealini yazmış olduğum bu dört ayette, Haram ayların dört olduğu ve bu ayların peş peşe geldiği ile başlangıcının “Hacc-ı Ekber Günü" olduğu açıktır. Haram aylarla, hac aylarının aynı aylar olup olmadığını ve “Hacc-ı Ekber Gününün" başlangıç olarak, haram, haram aylarında başlangıcı olup olmadığını tetkik edecek olursak, aynı olduğunu görürüz. Zira haram Hac aylarından başkası değildir, bu aylarda getirilen yasaklar, hacıların kolay hac etmelerine büyük faydalar sağlamaktadır. Müşriklere dört aylık bir süre ihtar edilmiş, haram aylarda Kur’an’da sarih olarak dörttür ve haram ayların bitişi bu ihtar edilen sürenin bitişi olarak belirtilmiştir. Zira “Haram ayları çıkınca" ifadesi bunu göstermektedir. Haccın haram aylar içerisinde olduğu başlangıcının “Hacc-ı Ekber Günü" ifadesinden anlaşılır. Tüm haram ayların Hac etme süresini kapsayıp kapsamadığı konusunda, Kur’an’dan mealen:

- Ey iman edenler, ne Allah’ın işaretlerine, ne harâm aya, ne kurbana, ne gerdanlık(lı kurban)lara ve ne de Rab’lerinin lütuf ve rızâsını arzu ederek, Beyt-i Harâm’a doğru gelenlere saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Haram’dan çevirdiklerinden dolayı bir topluma karşı beslediğiniz kin, sizi saldırıya sevk etmesin, iyilik ve takvâ üzerine yardımlaşın, günah ve

592

Page 593: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir. 5/2

- Allah, Kâbe’yi, o Beyt-i Haram’ı insanlar için kıyam (hayat ve güven) durağı yaptı, ve Haram ayı, kurbanı, boynu bağlı kurbanlıkları da (böyle yaptı) ki Allah’ın göklerde ve yerde olanları bildiğini ve Allah’ın her şeyi bilici olduğunu anlayasınız. 5/97

Bu iki örnekte, Kâbe Beyt-i Haram olarak isimlendirilmiş. Haram ayında ona ilgisinden dolayı haram ay adını aldığı anlaşılmaktadır. İhramda yine bu şekilde isim almış olmaktadır. Zira haram kelimesi hacla ilgili olarak, hacca gelen kimselerin yapmaması gereken bazı fiillerle ilgilidir, bunlar öyle fiillerdir ki, hacca gelen kimselerin bunları yapması hac etme süreleriyle ilgili olarak yasaktır. Örneğin: Kara avı yasağı, saldırı olmaması halinde savaşmama gibi. Örneklerde Haram aylar dört tane olmasına rağmen bir ay olarak söylenmesi ve hacla ilişkilendirilmesi ve bu haram aydan maksat, hangi ay olduğu belirtilmemesi, tek olarak ifade edilen haram ayın, ayrı ayrı dört haram ayıda temsil ettiği manasındadır. Böylece, “Hac bilinen aylardadır" ifadesiyle, hac aylarının haram aylar olduğu anlaşılmış olur. Bu itibarla, hac ayları rivayet ettikleri ve uygulamaya da koymadıkları, iki ay on gün değil, “dört haram aydır”.

Haram ayların hangileri olduğu konusunda da, Kur’an’la çelişen rivayetlerde bulunmuşlardır. Şöyle ki:

875-............ Ebû Bekre Nufey’ ibnu’l-Hâris es-Sakafi(R)’den tahdis etti ki, Peygamber (S) şöyle buyurmuştur: “Zaman (mikyas olan yıl hesâbı) Allah’ın gökleri ve Yer’i yarattığı gündeki (ilk) hey’etine dönmüştür. (Artık) sene on iki aydır. Bunlardan dördü harâm aylardır. Üçü arka arkayadır ki, Zu’l-kaide, Zu’l-hicce ve Muharrem’dir. Dördüncüsü de Cumâda’l-âhiri ile Şa’bân arasında olarak Mudar kabilesinin ayı olan Receb’dir”. (Buhâri, Kitâbu Bed’i’l-Halk C.6 S.2988 H.7 Ötüken.)

593

Page 594: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Kameri ayların adları Arapça da sırasıyla şöyledir:

1- Muharrem, 2- Safer, 3- Rebiulevvel, 4- Rebiussani, 5-Cemâdilûla, 6- Cemadilahire, 7- Receb, 8- Şaban, 9- Ramazan, 10- Şevvel, 11- Zulkade, 12- Zülhicce.

Rivayette, haram ayların peş peşe gelen 11, 12, 1 nci aylar ile bunlardan ayrı olarak 7 nci ay olan Receb ayını saymışlardır. Böylece, Muharrem ile Receb ayı arasında beş ay ve Receb ile Zulkade arasında üç ay bulunduğunu iddia etmişlerdir. Bu ise Kur’an’a uymamaktadır, zira, Haram aylar hiç birisi istisna olmamak üzere peş peşe gelen aylardır. Buna örnek olarak Kur’an’dan mealen:

- Allah ve Resûlünden, andlaşma yaptığınız müşriklere ihtardır. 9/1

- Dört ay daha yeryüzünde dolaşın, bilin ki siz Allah’ı âciz bırakamazsınız ve Allah, kafirleri rezil (perişan) edecektir! 9/2

- Haram ayları çıkınca (Allah’a) ortak koşanları nerede bulursanız öldürün; onları yakalayın hapsedin, ve her gözetleme yerinde otur(up) onları bekleyin. Eğer tevbe ederler, namazı kılarlar, zekâtı verirlerse yollarını serbest bırakın. Çünkü Allah bağışlayan, esirgeyendir. 9/5

Bu ayet meallerinde belirtildiği gibi, haram ayların peş peşe olması kesin olup, bunun aksi mümkün değildir. Zira, bu aylarla ilgili olarak, müşriklere dört aylık bir ihtar verilmiş ve bu ayların bitişi ile de Müslümanlardan, onların hakkında yaptırım uygulamaları istenmiştir. İddia ettikleri gibi haram aylar bitişik olmamış olsa idi o zaman bu dört aylık sürenin dört ay olarak bir manası kalmazdı, zira Receb ayının gelmesi için aradan aylar geçmesi gerekiyor. Böyle bir iddianın ise ne mantığı vardır, nede Kur’an’a uygunluğu. Böylece anlaşılır ki, haram aylar, hac aylarının başlangıcı olduğunda ihtilaf olmayan, Şevval ayından başlamak üzere, ondan sonra gelen

594

Page 595: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Zulkade, Zülhicce ve Muharrem oyları olmak üzere bitişik dört aydır. Receb ayı haram aylara dahil değildir. Bu dört ayda Hac edecek kimselerin Hac etmesi mümkündür. Hac etme süresinin farzı, Hac eden kimselerin her biri için iki gündür. yani hac eden bir kimse bu dört ay içerisindeki her hangi bitişik iki günde haccını tamamlayıp ihramdan çıkmak suretiyle evine veya eski yaşantısına dönebilir, ihramdan çıkmak ihram dedikleri elbiseyi çıkarmak manasında olmayıp, hac etme sırasında kendisine yasak olan şeyleri hac mıntıkasından da çıkmak suretiyle yapa bilmesidir. Hacda bulunduğu müddetçe ihramdan çıkmış sayılmaz, oradan geri dönüş yapması şarttır. Arafe günü gibi herhangi bir özel gün beklemesi gerekmez. Hac için Arafat dağına çıkan herkes için, Arafata çıktığı gün Arafe günüdür. Böylece geniş bir zaman diliminde pek çok kimsenin Hac etmesi mümkün olacağından, çoğu kere tehlikeli bir şekilde meydana gelen izdiham olayları ile, Bayanlı, Erkekli sıkışık bir vaziyette Hac etme olayı meydana gelmesinin engellenmesi mümkündür. İslam dininde, Can güvenliğini ve İslami tesettürü dışlayan Haccetme olayı yoktur.

Bu konularla ilgili olmak üzere, Kur’an’dan mealen:

- Ey Âdem oğulları, her mesci(de gidişiniz)de süs(lü, güzel elbiseler)inizi (üzerinize) alın; yiyin için, fakat isrâf etmeyin; çünkü O, isrâf edenleri sevmez. 7/31

Her mescide gidildiğinde, gidenlerin süslü güzel elbiselerini giymeleri mecburidir. İhram diye giydikleri bez iki parçasından süslü ve güzel elbise diye bahsetmek mümkün değildir. Yoksa o bez parçasına sarınanlar, Mescid-i Haram’da olduklarının ve Mescid- Haram’ında bir Mescid olduğunun farkında değiller mi?

İhrâm dedikleri şey: Peştamal gibi, iki beyaz bez olup, biri belden aşağı sarılır, öteki omuzlara sarılır, iple bağlanmaz, düğümlenmez. Allah süslü güzel elbiselerinizi giyin diye emrediyor, bunlarsa elbiselerin çıkarıp en zevksiz

595

Page 596: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

denebilecek iki bez parçasına sarınıyorlar, ona da sarınma dense!

- Hacc, bilinen aylardadır. Kim o aylarda (ihrama girerek) haccı (kendisine) farz ederse bilsin ki, Hacda kadına yaklaşmak, günâha sapmak, kavga etmek yoktur. Siz ne iyilik ederseniz Allah onu bilir. (Yol için) kendinize azık alın(da bir günaha düşmekten korunun), çünkü azığın en iyisi (Allah’ın azabından) korunmadır. Ey akıl sahipleri benden korkun! 2/197

Hac ayları, haram aylar olan, Şevval, Zulkade, Zülhicce ve Muharrem aylarıdır.

- Hac’ta iken Allah’ın fazlından istemeniz günah değildir. Arafat’tan döndüğünüzde Meş’ar’i haram’da Allah’ı zikredin. O’nu, sizi hidayet eylediği gibi anın. Çünkü bundan önce siz, delâlette idiniz. 2/198

Burada da, Hac’ta rızık edinmek için ticaret veya iş yapılabileceğinin; başka bir ifadeyle Hacc esnasında parasal kâr amacıyla çalışılabileceği. Ayrıca, “”Arafattan dündüğünüzde Meş’ar-i haram da, Allah’ı zikredin" denildiğine göre, aynı zamanda Arafat’a da çıkılacağı belirtilmiş olmaktadır.

- Sonra herkesin döndüğü yerden siz de dönün ve Allah’tan af dileyin. Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir. 2/199

- Hac ibadetlerinizi bitirince atalarınızı andığınız gibi hattâ daha kuvvetli bir anışla Allah’ı anın. İnsanlardan öyleleri var ki: Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver, derler. Böyle kimselerin ahiretten hiç nasibi yoktur. 2/200

- Sayılı günlerde Allah’ı anın. Kim acele edip iki gün içinde (hacdan) dönerse ona günâh yoktur. Kim geri kalırsa korunduğu takdirde ona da günâh yoktur. Allah’tan korkun ve O’nun huzûruna toplanacağınızı bilin. 2/203

596

Page 597: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Böylece iki günde Hac edilebileceği anlaşılmış olur, Korunduğu, yani Hac’ta yapmamsı gerekenleri yapmadığı takdirde isteyen iki günden fazlada kalabilir. İki günlük Hac süresi acelesi olan kimseler içindir. Bu duruma göre Hac ayları olan dört haram ayın iki gününde Hac farizasını tamamlamak mümkündür, bu iki gün acelesi olan vurgulamasından dolayı bitişik iki gün olması gerektiği de açıktır. İki günden daha fazla kalmak isteyenlerin de bulunabilmesi bütün hacıların birlikte toplanacakları özel bir Arafe gününün olmadığını da göstermektedir.

- Haccı insanlar arasında ilân et. Yaya olarak ve binekler üstünde, her uzak yollardan sana gelsinler. 22/27

- (Gelsinler)ki kendileri için birtakım faydalara tanık olsunlar ve (Allah’ın) kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde (onları kurban ederken) Allah’ın adını ansınlar. Onlardan yiyin, sıkıntı içinde bulunan fakire de yedirin. 22/28

- Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i atik (Kabe’y)’i tavaf etsinler. 22/29

Yukarıda yazılı üç ayet mealinde görüldüğü gibi, hac etme sıralaması belirtilmiştir. Şöyle ki, hacca gelen kimseler önce kurban keserler, sonra temizlenirler (Saçları tıraş etmek, kısaltmak, tırnakları kesmek, yıkanmak ve sair temizlik gereklerini yapmak sûretiyle) bundan sonra adaklarını yerine getirirler, bu hususları yaptıktan sonradır ki Kabe’yi tavaf edebilirler. Rivayetlerde ise durum tam bunun tersinedir. Yani önce hac edilir, ondan sonra en son olarak kurban kesilir ve tıraş olunur. Bu arada isteyen kurban kesmeden önce ve sonra saçını tıraş edebilir veya kısaltabilir iddiasındadırlar. Şöyle ki:

876- Abdullah İbnu Amr İbni-l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Veda

597

Page 598: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Haccı’nda Mina’da, halkın meselelerini sorması için durmuştu. Bir adam gelip:

“(Ben kurbanın tıraştan önce olacağını) bilemedim ve kurbandan önce tıraş oldum?"dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

“(Şimdi de kurbanını)kes, burada bir beis yok" cevabını verdi. Bir başkası daha gelip:

“(Taşı kurbandan önce atmak gerektiğini) bilemedim ve taşlamayı yapmadan kurban kestim" dedi. Buna da:

"Şimdi taşını at, bunda bir mahzur yok!"diye cevap verdi. O gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a “Şunu önce yaptık”; Bunu sonra yaptık" şeklinde takdim te’hirle ilgili ne soruldu ise hepsine: “Yap bunda bir mahzur yoktur!"diye cevap verdi”. (K.S. 1461 C.6 S.31-32 Akçağ, alıntıları: Buhari, Hacc 131, İlm 23,46, Eymân 15; Müslim, Hacc 327,(1306); Muvatta, Hacc 242,(1,421); Tirmizi, Hacc 76,(916); Ebu Dâvud, Menâsik 80, (2014); İbnu Mâce, Menâsik 74,(3051))

877- Hz. Hafsa (radıyallahu anhâ) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zevcelerine, veda Haccı senesinde ihramdan çıkmalarını emretti. Ben:

“Siz niye ihramdan çıkmıyorsunuz? diye sordum.

“Ben başımı telbit ettim, kurbanlığımı hazırladım, kurbanlığımı kesmeden ihramdan çıkmam" diye cevap verdi”. (K.S. 1468 C.6 S.40 Akçağ, alıntıları: Buhari, Hacc 34,107,126, Meğazi 77, Libâs 89; Müslim, Hacc 186,(1229); Muvatta, Hacc 180,(1,394); Ebu Dâvud, Menâsik 24, (1806);Nesâi, Hacc 40,(5,136) 67,(5,172); İbnu Mâce, Menâsik 72,(3046))

Böylece hiçbir sıralama kabul etmedikleri gibi, en önce olması gereken kurban kesme ve temizlenme (tıraş v.s.) işini

598

Page 599: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

esas kural olarak en sona almaları Kur’an’a uymamaktadır. Diğer bir hususta en önce kurban kesilmesi lazım geldiğinden, kurban bayramı diye bir şeyin İslam Dininde olmadığı da kolayca anlaşılır.

Ömre ve Hacla ilgili olarak da şu iki örneği verebiliriz, Kur’an’dan mealen:

- Allah için haccı ve ömre yi tamamlayın. Eğer (herhangi bir sebeple bundan) alıkonulsanız kolayınıza gelen kurbanı (gönderin); kurban, mahalline varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. İçinizden hasta olan, ya da başından bir rahatsızlığı bulunan (bundan ötürü tıraş olmak zorunda kalan) kimse, oruçtan, sadakadan veyâ kurbandan (biriyle) fidye (verir). Güvene kavuştuğunuz zaman, hac (zamânın)a kadar ömre ile faydalanmak isteyen kimse, kolayına gelen kurbanı keser. Kurbanı bulamayan kimse üç gün hac da, yedi gün de döndüğünüz vakit olmak üzere tam on gün oruç tutar. Bu âilesi Mescid’i Haram (civarın)da oturmayanlar içindir. Allah’tan korkun ve Allah’ın cezâsının çetin olduğunu bilin. 2/196

Yukarıdaki örnekte görüldüğü gibi, Ömre zamanı hac ayları başlamadan önceki yani hac ayları dışındaki aylar da söz konusudur. Zira “Hac (zamanın)a kadar Ömre ile faydalanmak isteyen" ifadesi bununla ilgilidir, ve dikkat edilirse, Hac etme sıralaması yine önce kurban, sonra tıraş (ile temizlik) ve ondan sonra Kabe’yi tavaftır. Dikkat edilirse, Namazda da abdest namazdan öncedir, yani önce temizlik sonra ibadet olayı vardır. Hac ederken de, Kabe tavafını temizlenmiş olarak yapmak lazımdır, yoksa kirli, pasaklı bir şekilde Kabe’yi tavaf edip, Hac bittikten sonra tıraş olup temizlenmenin Hac ile bir ilgisi yoktur.

- Andolsun, Allah, Elçisinin rüyâsını doğru çıkardı. (Allah’ın Elçisi, rüyâda ashâbiyle birlikte Mekke’ye girdiklerini, bazılarının saçlarını tamâmen tıraş ettiklerini, bazılarının da kısalttığını görmüştü.) Allah dilerse güven içinde (kiminiz)

599

Page 600: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

başlarınızı tıraş ederek ve (kiminiz saçlarınızı) kısaltarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bildi, bundan önce, size yakın bir fetih verdi. 48/27

Bu örnekte de, tıraş veya saçları kısaltmanın Mescid-i Harâm’a girmeden önce olduğu açıktır.

Hacca gidenlerin, Şeytanı taşlıyoruz diye günahsız bazı taşları; bu taşlarla örülmüş yapıları taşlamaları ve dolayısıyla onları lanetlemelerinin İslam Diniyle hiçbir ilgisi olmadığı gibi, aynı zamanda bu vebal olan büyük bir günahtır.

Kur’an’dan mealen:

- Sonra bunun ardından yine kalbleriniz katılaştı: şimdi onlar taş gibi. Hattâ daha katıdır. Çünkü öylesi taş var ki. İçinden ırmaklar fışkırır; öylesi var ki, Allah korkusundan yukarıdan (yere) düşer. Allah, yaptıklarınızı bilmez değildir. 2/74

Şeytanı taşlayıp onu lanetlemenin yolu masum taşları taşlamak değildir. Şeytanla nasıl mücadele edileceği Kur’an’da açıktır. Ancak Kur’an esas alınarak şeytanla mücadele edilebilir.

Bütün bu örneklerde görüldüğü gibi, Hac etmenin Kur’an’dan anlaşılamayacağı; bunun için rivayetlere ihtiyaç olduğu yolundaki iddialar aslı olmayan boş iddialardır. Zira, Hacla ilgili her husus Kur’an’da açıkça belirtilmiştir. Hacla ilgili rivayetleri ise, kendi aralarında çelişkili olduğu gibi, bir çok hususta da Kur’an’a uymamaktadırlar.

Buraya kadar yazmış olduğum birçok hadis örneğiyle, Kütüb-i Sitte’deki rivayetlere bağlı, Ehli Sünnet inancında olan mezheplerin fıkıhlarına esas olarak aldıkları rivayetlerin durumunu gözler önüne sermeyi amaçladım. Bazen rivayetleri bir birleriyle karşılaştırarak aralarında ki çelişkilere dikkat çektim. Bazen de Kur’an ayetleriyle

600

Page 601: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

(Türkçe meallerini yazmak suretiyle) rivayetleri karşılaştırarak Kur’an’a uymayan rivayetlerden örnekler verdim. Bazen de Kur’an’da yeterli bilgi olmadığını, mücmel olduklarını iddia ettikleri, Hac, Zekat, Namaz konularında, Kur’an ayetlerinden delil göstermek suretiyle iddialarında haksız olduklarını kanıtlamaya çalıştım. Şu var ki, tenkit edilebilecek daha birçok rivayetleri olmasına rağmen verdiğim misallerin anlamak isteyen kimseler için yeterli olduğu kanaatindeyim.

Bilindiği gibi, bu çağda dahi dünya üzerinde Müslüman olduğunu söyleyen yüz milyonlarca insan bulunmaktadır ve bu insanların inanç farklılıkları göstermelerinin, bir birleriyle kardeş müminler olmaları gerekirken tam aksine, inanç mücadeleleri içinde olmalarının yegane sebebi, ellerinde mevcut olan tahrif edilmemiş Kur’an’ı rehber edinecekleri yerde. Kur’an’ın yanına bunlar da Kur’an gibidir, hatta Kur’an’ı nesh edebilecek güçtedir diye iddia ettikleri rivayetlerdir. Zira, Şii’si, Vehhabi’si dahil olmak üzere her grup kendi keyfine göre bir din anlayışı sergilemekte ve kendine gerekçe olarak elindeki rivayetleri delil göstermektedir. Halbuki rivayetleri bir tarafa bırakıp, yalnız Kur’an’ı rehber edinselerdi, kolayca bir inanç birliği meydana getirebilirlerdi. Zira Kur’an’da ne çelişki nede eğrilik vardır. O öyle bir kitaptır ki, içinde bütün misaller mevcut olduğu gibi, kolay anlaşılır, batini öğreti ihtiva etmeyen açık bir kitaptır. Ona yapışan yoluna asla şaşırmaz, “O Ürvetül Vuskadır“, onun kopması olayı yoktur.

Sonuç olarak şunu belirteyim ki, bir kimsenin Müslüman olabilmesinin şartlarından olarak. “Kur’an’ı başka hiçbir kaynağa ihtiyaç göstermeden, İslam Dini için yeterli ve Normal İnsan duyularıyla anlaşıla bilir, hiçbir Batini mana içermeyen açık bir kitap olarak kabul etmesi gerekir”. Kur’an Peygamberden sonra, İnsanların ve Cinlerin İslam Dinini öğrenmek için tek bilgi kaynağıdır, O’nun bilgisi hiç

601

Page 602: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

kimsenin tekelinde olmadığı için, hidayet yolunu seçen herkese bilgisi açıktır.

Buraya kadar yazdıklarımla birinci kitabı tamamlamış bulunuyorum. İkinci kitapta, rivayetlerin inanç gruplarına nasıl etki ettiğini yine örnekli ve Kur’an’dan karşılaştırmalı olmak üzere göstermeye çalıştım, bu bağlamda olmak üzere, İslam adı altında teşekkül etmiş diğer inanç gruplarının inanç esaslarını konu ettim. Özellikle bugün taraftarları bulunan Vehhabilik Mezhebi ve Kütüb-i Erbaa diye ellerindeki dört hadis kitaplarına göre mezhep ortaya koyan İmamiyye mezhebi ile tasavvufçuları, ayrıca İslam dini adına ortaya çıkarılan, İbni Sina ve İbni rüşt gibisinin görüşlerini konu ederek, Kur’an’a uymayan taraflarını göstermeye çalıştım. (Bu kitap dizgi aşamasında olup Allah kısmet ederse en kısa zamanda yayınlanacaktır).

NOT. AŞAĞIDAKİ FİHRİSTE BASIMA GÖRE SAYFA NO.LARI EKLENMELİDİR.

İ Ç İ N D E K İ L E R

ÖNSÖZ

HADİS FAALİYETİ

A- EHL-İ SÜNNET VE KÜTÜB-İ SİTTESİ

BUHÂRİ

MÜSLİM  

NESÂİ

EBU DÂVUD  

TİRMİZİ

İBNU MÂCE

602

Page 603: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

EBÛ HANİFE

İMAM MÂLİK

İMAM ŞÂFİİ

AHMED İBN HANBEL

ALLAH’A, KUR’AN’A, PEYGAMBERLERE VE MÜSLÜMANLARA SALDIRI VE İFTİRA İÇEREN KÜTÜB-İ SİTTE’DEKİ HADİSLERDEN ÖRNEKLER VE ELEŞTİRİLMELERİ

KUR’AN HAKKINDA UYDURDUKLARI HADİS ÖRNEKLERİ

I- KUR’AN TAHRİF EDİLMİŞTİR İDDİALARI

II-KUR’AN’IN PEYGAMBERDEN SONRA TOPLANMIŞ OLDUĞUNU İDDİA ETMELERİ

III- KUR’AN’IN OKUNUŞUNU TAHRİF ETMEK İÇİN UYDURDUKLARI HADİS ÖRNEKLERİ

IV- VAHYİN İNİŞ SIRASIYLA İLGİLİ OLARAK UYDURDUKLARI ÇELİŞKİLİ HADİSLER

V- RESÛLULLAH’IN NEYİ VASİYET ETTİĞİ HUSUSUNDA UYDURDUKLARI ÇELİŞKİLİ HADİSLER

VI- KUR’AN’IN ÜCRETLE OKUNUP-OKUNAMIYACAĞI KONUSUNDA VE RÜKYE İLE İLGİLİ UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

VII- CİN’LERİN KUR’AN DİNLEMELERİYLE İLGİLİ OLARAK UYDURDUKLARI HADİS ÖRNEKLERİ

VII- KUR’AN’I ANLAMA ANLAYIŞLARI VE KUR’AN’IN NASIL OKUNMASI GEREKTİĞİ KUNUSUNDAKİ RİVAYET ÖRNEKLERİ

603

Page 604: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

İSLAM’İ DEĞERLERE, PEYGAMBERLERE ŞAHISLARA, KAVİMLERE V.S. ye HAKARET İÇERİKLİ SALDIRI ve İFTİRALARINA AİT RİVAYET ÖRNEKLERİ

ŞEHİT VE ŞEHİTLİK KONUSUNDA UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

TEDAVİLER KONUSUNDA UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

GÖZ YANİ NAZAR DEĞMESİ HAKKINDA DA BİR TAKIM ASILSIZ RİVAYETLER UYDURMALARI

PEYGAMBERLER VE YAKINLARI HAKKINDA UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

PEYGAMBERİN EHLİ BEYTİ YANE HANE HALKININ KİMLER OLDUĞU KONUSUNDA UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

ŞEHİT VE GAZİLER İLE HİCRET VE SAVAŞ KONULARINDA UYDURDUKLARI HADİSLERDEN ÖRNEKLER

CENNETLİKLER VE CEHENNEMLİKLER HAKKINDA UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

KEVNİ KONULAR HAKKINDA UYDURDUKLARI HADİS ÖRNEKLERİ

HADLER VE KISAS HAKKINDA UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

KÖLELERİN DURUMU KONUSU

HAYVANLARLA İLGİLİ OLARAK UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

604

Page 605: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

İMAN VE AMELLER HAKKINDA UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

YİYECEKLER VE İÇECEKLER HAKKINDA UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

SAÇ, SAKAL ELBİSELER VE SÜSLENME KONULARINDA UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

 KABİLE, ŞEHİR, ŞAHIS İLE MEMURLAR VE HİLAFET. 278 KONULARINDA UYDURDUKLARI HADİSLERDEN ÖRNEKLER RESİMLER VE SURET YAPMA KONUSUNDA UYDURDUKLARI HADİS ÖRNEKLERİ

 ŞİİR KONUSUNDA UYDURDUKLARI HADİSLERDEN ÖRNEKLER

AİLE VE TESETTÜR HAKKINDA UYDURDUKLARI RİVAYETLERDEN ÖRNEKLER

FAL VE GAYB İLE İLGİLİ UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

CENAZELER VE KABİRLER KONUSUNDA UYDURMUŞ OLDUKLARI RİVAYETLERDEN ÖRNEKLER

TEMİZLİK KONUSUNDA UYDURMUŞ OLDUKLARI RİVAYETLERDEN ÖRNEKLER

EKONOMİ KONUSUNDA UYDURMUŞ OLDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

 Arazi ve Arsalar hakkında uydurmuş oldukları rivayetlerden örnekler................................................................................ Faiz ve Alım-Satım Konusunda uydurmuş oldukları rivayetlerden örnekler

605

Page 606: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

ZEKÂT KONUSUNDA UYDURMUŞ OLDUKLARI RİVAYETLERDEN ÖRNEKLER

 ABDEST VE GUSÜL KONUSUNDA UYDURMUŞ OLDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

NAMAZ KONUSUNDA UYDURMUŞ OLDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

REKAT SAYILARIYLA İLGİLİ RİVAYETLERİNDEN ÖRNEKLER

KUR’AN’A GÖRE NAMAZ ORUÇ KONUSUNDA UYDURMUŞ OLDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

HACC KONUSUNDA UYDURMUŞ OLDUKLARI RİVAYETLERDEN ÖRNEKLER

KİTAPTAKİ KISALTMALAR ŞUNLARI GÖSTERİR:_

K.S. : Kütüb-i Sitte Prof. Dr. İbrahim CANAN

Akçağ Yayınları.

ÖTÜKEN : Ötüken Neşriyat A.Ş:

BUHARİ : Sahih-i Buhâri ve Tercemesi, mütercim

Mehmet SOFUOĞLU

Ötüken Neşriyat A.Ş:

EBÛ DÂVÛD : Sünen-i Ebû Dâvûd Terceme ve Şerhi,

Hazırlayanlar; Necati YENİEL, Hüseyin

KAYAPINAR. Şamil Yayınevi.

MÜSLİM : Sahih-i Müslim terceme, Ahmed

DAVUDOĞLU

606

Page 607: Kütüb-i Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı - Fereç Hüdür

Sönmez Neşriyat A.Ş.

SÖNMEZ

NEŞRİYAT : Sönmez Neşriyat A.Ş.

H. : Hadis

C. : Cilt

R. : Rivayet

S. : Sayfa

607