klasik makro İktisat okulu - sabİs - sakarya Üniversitesi bilgi...

18
1 -Klasik Makro İktisat Okulu Ortaya Çıkışı; Klasik okul, makro düşünce okullarının ilki olarak kabul edilir. Klasik iktisat, 1776–1929 döneminde dünyada hakim iktisat öğretisi konumundadır. Okulun önde gelen isimleri ve özdeşleştikleri eserler ve öğretiye yaptıkları önemli katkılar şu şekilde sıralanabilir; Adam Smith, (1723-1790) ; Ulusların Zenginliğinin Sebep ve Sonuçları(1776), kısa adıyla Ulusların Zenginliği, Katkıları; mutlak üstünlükler teorisi, emek-değer teorisi, işbölümü ve uzmanlaşma, kullanım değeri-değişim değeri, doğal fiyat-piyasa fiyatı, doğal düzen. David Ricardo, (1772-1823); Ekonomi Politikasının Prensipleri ve Vergilemenin İlkeleri (1871) Katkıları; klasik rant teorisi, karşılaştırmalı üstünlükler teorisi, Ricardocu denklik (eşdeğerlik) hipotezi, T. Robert Malthus, (1766-1834); Nüfus İlkesi Üzerine Bir Deneme (1798) Katkıları; Nüfus Kanunu, Tasarruf-Yatırım Eşitsizliği, Say Kanununun Reddi, nüfus kontrolü J .Babtiste Say, (1767-1832); Politik İktisat Üzerine İncelemeler (İki Cilt), (1803), Katkıları; Say Kanunu, emek-değer teorisinin reddi; sermaye ve toprağın da ür2etime katılması, müteşebbisin üretim fonksiyonuna eklenmesi John Stuart Mill, (1806-1873); Ekonomi İlkeleri (Üniversitelerde Ders Kitabı)(1848) Katkıları; Dış ticarette karşılıklı talep kanunu Makro düşünce okullarının kendilerinden önceki düşüncelere tepkiden doğduğu bilinen bir gerçektir. Klasik düşünce okulu da merkantilist görüşlere tepkiden doğmuştur. Merkantilist görüş, 16. ve 17. y.yıllarda imparatorlukların dağılıp ulus devletlerin ortaya çıktığı dönemde Avrupa’da yaklaşık 300 yıl hüküm sürmüştür. Bu düşünce, ulusların zenginliğini sahip olduğu değerli madenlerle (altın-gümüş) ölçmüş, değerli maden stoklarının artırılabilmesi için devletin iktisadi hayata aktif müdahale etmesi gerektiğini savunmuş, ülkenin gelişmesi için finansal faktörleri reel faktörlerin önünde tutmuş ve parayı toplam talebi etkileyen bir unsur olarak görmüşlerdir. Sanayi devrimi sonrası gelişen klasik düşünce bu görüşlere şiddetle karşı çıkmıştır. Ekonomik hayatın düzenlenmesinde devlete ihtiyaç olmadığı, piyasa mekanizmasının fiyat mekanizması yardımıyla kusursuz işleyerek bu düzeni sağlayabileceğini öne sürmüştür. J.B. Say tarafından ileri sürülen ve say Yasası olarak bilinen “Her arz kendi talebini yaratır” sözüyle toplam arzın önemli olduğunu, paranın ve dolayısıyla finansal faktörlerin iktisadi faaliyetlerde etkili olamayacağını savunmuşlardır. Klasik iktisat aynı zamanda büyüme iktisadı olarak ta adlandırılır. Zira klasik iktisatçılar, günümüzün gelişmiş ülkelerinin sanayi devrimi sonrası göstermiş olduğu büyüme-kalkınma sürecini bizzat yaşamış ve büyüme-kalkınma ve makro konularda teoriler geliştirmişlerdir. 1870’li yıllara gelindiğinde makro konular gözden düşmeye başlamıştır. Bu yıllarda W.S. Jevons, C. Menger, L. Walras, ve A. Marshall gibi iktisatçılar makro konular yerine mikro konularda araştırma yapmaya ve eserler vermeye başlamışlardır. İktisadın mikro alanıyla ilgilenen bu akım neo-klasik iktisatçılar olarak adlandırılmışlardır. Ayrıca, A. Marshall’ın değer konusunda yapmış olduğu “marjinal analiz” yaklaşımı döneme damgasını vurmuş ve bundan dolayı akım “marjinalist okul” olarak ta adlandırılmıştır. Yine bu okulun; Cambridge, Lozan ve Avusturya okulları şeklinde üç ayrı koldan oluştuğu da bilinmektedir. Klasik Okulun Varsayımları Klasik okulun görüşlerinin şekillenmesinde önemli yer tutan varsayımlarını şu şekilde özetlemek mümkündür;

Upload: hadat

Post on 05-May-2019

229 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Klasik Makro İktisat Okulu - SABİS - Sakarya Üniversitesi Bilgi …content.lms.sabis.sakarya.edu.tr/.../klasik_okul_(1).pdf · 2016-04-07 · -Klasik Makro İktisat Okulu Ortaya

1

-Klasik Makro İktisat Okulu

Ortaya Çıkışı;

Klasik okul, makro düşünce okullarının ilki olarak kabul edilir. Klasik iktisat, 1776–1929 döneminde

dünyada hakim iktisat öğretisi konumundadır. Okulun önde gelen isimleri ve özdeşleştikleri eserler ve

öğretiye yaptıkları önemli katkılar şu şekilde sıralanabilir;

Adam Smith, (1723-1790) ; Ulusların Zenginliğinin Sebep ve Sonuçları(1776), kısa adıyla Ulusların

Zenginliği, Katkıları; mutlak üstünlükler teorisi, emek-değer teorisi, işbölümü ve uzmanlaşma,

kullanım değeri-değişim değeri, doğal fiyat-piyasa fiyatı, doğal düzen.

David Ricardo, (1772-1823); Ekonomi Politikasının Prensipleri ve Vergilemenin İlkeleri (1871)

Katkıları; klasik rant teorisi, karşılaştırmalı üstünlükler teorisi, Ricardocu denklik (eşdeğerlik) hipotezi,

T. Robert Malthus, (1766-1834); Nüfus İlkesi Üzerine Bir Deneme (1798) Katkıları; Nüfus Kanunu,

Tasarruf-Yatırım Eşitsizliği, Say Kanununun Reddi, nüfus kontrolü

J .Babtiste Say, (1767-1832); Politik İktisat Üzerine İncelemeler (İki Cilt), (1803), Katkıları; Say

Kanunu, emek-değer teorisinin reddi; sermaye ve toprağın da ür2etime katılması, müteşebbisin üretim

fonksiyonuna eklenmesi

John Stuart Mill, (1806-1873); Ekonomi İlkeleri (Üniversitelerde Ders Kitabı)(1848) Katkıları; Dış

ticarette karşılıklı talep kanunu

Makro düşünce okullarının kendilerinden önceki düşüncelere tepkiden doğduğu bilinen bir gerçektir.

Klasik düşünce okulu da merkantilist görüşlere tepkiden doğmuştur. Merkantilist görüş, 16. ve 17.

y.yıllarda imparatorlukların dağılıp ulus devletlerin ortaya çıktığı dönemde Avrupa’da yaklaşık 300 yıl

hüküm sürmüştür. Bu düşünce, ulusların zenginliğini sahip olduğu değerli madenlerle (altın-gümüş)

ölçmüş, değerli maden stoklarının artırılabilmesi için devletin iktisadi hayata aktif müdahale etmesi

gerektiğini savunmuş, ülkenin gelişmesi için finansal faktörleri reel faktörlerin önünde tutmuş ve parayı

toplam talebi etkileyen bir unsur olarak görmüşlerdir.

Sanayi devrimi sonrası gelişen klasik düşünce bu görüşlere şiddetle karşı çıkmıştır. Ekonomik hayatın

düzenlenmesinde devlete ihtiyaç olmadığı, piyasa mekanizmasının fiyat mekanizması yardımıyla

kusursuz işleyerek bu düzeni sağlayabileceğini öne sürmüştür. J.B. Say tarafından ileri sürülen ve say

Yasası olarak bilinen “Her arz kendi talebini yaratır” sözüyle toplam arzın önemli olduğunu, paranın ve

dolayısıyla finansal faktörlerin iktisadi faaliyetlerde etkili olamayacağını savunmuşlardır.

Klasik iktisat aynı zamanda büyüme iktisadı olarak ta adlandırılır. Zira klasik iktisatçılar, günümüzün

gelişmiş ülkelerinin sanayi devrimi sonrası göstermiş olduğu büyüme-kalkınma sürecini bizzat yaşamış

ve büyüme-kalkınma ve makro konularda teoriler geliştirmişlerdir. 1870’li yıllara gelindiğinde makro

konular gözden düşmeye başlamıştır. Bu yıllarda W.S. Jevons, C. Menger, L. Walras, ve A. Marshall gibi

iktisatçılar makro konular yerine mikro konularda araştırma yapmaya ve eserler vermeye

başlamışlardır. İktisadın mikro alanıyla ilgilenen bu akım neo-klasik iktisatçılar olarak

adlandırılmışlardır. Ayrıca, A. Marshall’ın değer konusunda yapmış olduğu “marjinal analiz” yaklaşımı

döneme damgasını vurmuş ve bundan dolayı akım “marjinalist okul” olarak ta adlandırılmıştır. Yine bu

okulun; Cambridge, Lozan ve Avusturya okulları şeklinde üç ayrı koldan oluştuğu da bilinmektedir.

Klasik Okulun Varsayımları

Klasik okulun görüşlerinin şekillenmesinde önemli yer tutan varsayımlarını şu şekilde özetlemek

mümkündür;

Page 2: Klasik Makro İktisat Okulu - SABİS - Sakarya Üniversitesi Bilgi …content.lms.sabis.sakarya.edu.tr/.../klasik_okul_(1).pdf · 2016-04-07 · -Klasik Makro İktisat Okulu Ortaya

2

a. Genel anlamdaki varsayımlar;

- İktisadi birimler homo-economicus bir yapıya sahiptirler. Yani rasyonel davranış biçimi

sergilerler. Bireyler “fayda maksimizasyonu”, firmalar ise “kar maksimizasyonu” ilkesine

göre hareket ederler.

- Ekonomik analizlerde uzun dönem dikkate alınır. Kısa dönemli istikrarsızlıklar yerine

uzun dönemli büyüme-kalkınma konuları ön planda tutulmuştur.

- Makro ekonomik istikrarın sağlanmasında arz yönlü politikalar talep yönlü politikalara

göre daha etkilidir. Yani arz yönlü bir okuldur.

- Bütün piyasalarda tam rekabet şartları geçerlidir. Görünmez el olarak adlandırılan fiyat

mekanizması piyasaların mükemmel işlemesini sağlar. Eksik rekabet piyasalarının

varlığı kabul edilmez.

- Ekonomik istikrarsızlıkların kaynağı devlet müdahaleleridir. Bu nedenle devletin

ekonomiye müdahalesine karşıdırlar.

b. İşgücü piyasasına ilişkin varsayımlar;

- İşgücü arzı, reel ücretin artan bir fonksiyonu iken, işgücü talebi reel ücretin azalan yönlü bir

fonksiyonudur.

- İşgücü ücretleri, işgücü arzı ve talebi tarafından belirlenir. Reel ücretler tam esnek bir yapıya

sahiptir. Bundan dolayı işgücü piyasası sürekli temizlenir. Yani, işgücü arzı işgücü talebini

aştığında reel ücretler düşer, işgücü talebi işgücü arzını aştığında ise yükselir ve piyasa dengesi

otomatik olarak sağlanır.

- Ekonomi daima tam istihdamdadır. Bunu sağlayan da reel ücretlerin esnek olmasıdır.

Ücretler, en son işsiz kişi istihdam edilinceye kadar düşer. Tam istihdamdan sapma

olması yani eksik istihdam durumu geçicidir. Otomatik işleyen piyasa mekanizması

tekrar tam istihdamı sağlar.

- Ekonomide sadece iradi işsizlik (yani isteğe bağlı) söz konusudur.

c. Para piyasasına ilişkin varsayımlar;

- Para sadece günlük alışverişlerde kullanılmak üzere yani “işlem amaçlı” olarak talep edilir.

İhtiyat ve spakülatif güdülerle para talep edilmez. Bu nedenle de para talebinin faiz esnekliği

sıfır’dır.

- Para ve mal piyasaları birbirinden ayrılmıştır. Bu varsayım “klasik dikotomi” olarak

adlandırılır. Buna göre, para piyasasında meydana gelen bir değişim mal piyasasını

etkileyemez.

- Klasik dikotomi ilkesinin bir sonucu olarak, para yansızdır yani nötr özelliğe sahiptir.

Örneğin; para miktarının artırılması ile, istihdam ve gelir düzeyi (mal piyasası yada reel

sektör) artırılamaz.

- Reel faiz oranları, tasarruflar (fon arz edenler) ve yatırımlar (fon talep edenler) tarafından

belirlenir. Ayrıca reel faiz oranları, reel ücrette olduğu gibi tam esnek özellik gösterirler.

- Tasarruflar faizle doğru orantılı iken yatırımlarla ters orantılı ilişki içindedir.

- Aynı zamanda faiz tüketimden vazgeçmenin bedelidir. Yani faizler artarsa tüketim azalır,

tasarruf artar.

- Yatırımların faiz esnekliği yüksektir.

Page 3: Klasik Makro İktisat Okulu - SABİS - Sakarya Üniversitesi Bilgi …content.lms.sabis.sakarya.edu.tr/.../klasik_okul_(1).pdf · 2016-04-07 · -Klasik Makro İktisat Okulu Ortaya

3

- Paranın dolanım hızı sabittir.

- Rasyonel davranma özelliğine sahip iktisadi birimler gerek fayda gerekse kar

maksimizasyonu güdülerine göre hareket ederken nominal değil reel değişkenleri

dikkate alırlar. Bundan dolayı üreticilerin ve tüketicilerin “para yanılgısı” ya da “para

aldanması” olgusu ile karşılaşması söz konusu değildir.

- Ekonomik istikrarın sağlanmasında para politikasının etkin, maliye politikasının ise etkisiz

olduğu kabul edilir.

d. Mal piyasasına ilişkin varsayımlar;

- Say kanunu geçerlidir. Yani “her arz kendi talebini yaratır”

- Mal piyasasında oluşan mal fiyatları, reel ücret ve reel faiz oranlarında olduğu gibi tam esnek

özelliğe sahiptir. Mal piyasalarında da sürekli temizlenme söz konusudur.

- İktisadi birimler piyasalar hakkında tam bilgiye sahiptirler.

- Ekonomik büyümenin belirleyicisi (motoru) tasarruflardır.

- Tasarruf ve yatırım aynı kişiler tarafından yapılır. Dolayısıyla planlanan yatırımların planlanan

tasarruflara eşit olduğu kabul edilir.

e. Diğer konulara ilişkin varsayımlar

- Denk ve küçük bütçe politikasını savunurlar

- Tarafsız maliye anlayışı hakimdir.

- Kamu harcamaları vergilerle finanse edilmelidir. Borçlanma ancak olağanüstü durumlarda

olmalıdır.

- Dış ticarette korumacılığa karşıdırlar. Serbest dış ticareti savunurlar. Bırakınız yapsınlar,

bırakınız geçsinler anlayışı hakimdir.

Klasik Okul ve İşgücü Piyasası

Klasik düşüncede ekonominin arz yönü daima ön planda tutulmuştur. Bu nedenle analizlere genelde

üretim-istihdam ve işgücü cephesinden başlanır. İşgücü piyasasının aktörleri (işçiler ve firmalar)

piyasalar hakkında tam bilgiye sahip olup rasyonel davranırlar. Yani, işçiler ne miktarda emek arz edip

faydalarını maksimize edeceklerine, firmalar da ne miktarda emek talep edip karlarını maksimize

edeceklerine özgürce karar verirler.

Analize öncelikle üretimin belirleyicilerini ortaya koyarak başlamak gerekir. Zira klasik düşüncede para

yansız olup, üretim ve istihdam üzerinde herhangi bir etkiye sahip değildir. Üretimin belirleyicileri,

üretim fonksiyonundan yararlanılmak suretiyle açıklanabilir.

Emek talebi üretim fonksiyonundan türetilir. Bu amaçla, öncelikle bir firmanın ne kadar işgücü istihdam

edebileceği sorusunu yanıtlamak gerekir. Bu soruyu yanıtlarken temel kural; ilave emek istihdamı ile

üretimin arttırılması firmanın karını arttırdığı sürece, yani ücret maliyetinden fazla getiri sağladığı sürece

istihdam ve üretim artırılır.

Üretim Fonksiyonu

Bir üretim fonksiyonu, kullanılan girdi miktarları ile bu girdilerle üretilebilecek maksimum ürün

miktarı arasında bir ilişkidir. Üretim fonksiyonunu

Y = f ( K, L ) şeklinde ifade edilebilir.

Burada; Y = reel üretimi, K = sermayeyi, L = emek miktarını ifade etmektedir.

Page 4: Klasik Makro İktisat Okulu - SABİS - Sakarya Üniversitesi Bilgi …content.lms.sabis.sakarya.edu.tr/.../klasik_okul_(1).pdf · 2016-04-07 · -Klasik Makro İktisat Okulu Ortaya

4

Kısa dönemde sermaye sabit, emek değişken konumdadır. Yani üretim miktarını belirleyen unsur

istihdam edilen emek miktarıdır. İstihdam edilen emek miktarı arttıkça üretim de artar. Kısa dönem

üretim fonksiyonunu ifade eden Grafik 1’de, kullanılan emek miktarı arttıkça emeğin marjinal

ürününün azaldığını ifade eden azalan verimler varsayımına dayanmaktadır. Yani, istihdam edilen her

ilave emeğin üretime katkısı bir öncekinden daha az olmaktadır. Bunun nedeni, sermaye sabit düzeyde

olduğundan her ilave emek daha az sermaye ile (makine-ekipmanla) çalışmaktadır. Bu durumda emek

kullanımı eşit miktarlarda artırılmaya devam edildikçe üretimdeki artış giderek azalır.

İlave emeğin üretime (hasılaya) katkısına emeğin marjinal ürünü denir. Her ilave emeğin üretime

katkısı (yani marjinal ürün) üretim fonksiyonun eğimi (ΔY/ΔL) ile ifade edilmiştir. Her ilave işgücünün

üretime katkısı aynı zamanda emeğin marjinal ürünü yada marjinal verimi (MPL) olarak adlandırılır.

Bir başka ifadeyle, üretim miktarındaki değişmenin (ΔY), emek miktarındaki değişmeye oranı emeğin

marjinal ürünü denir.

Üre

tim

Mik

tarı

(Y

)

Emek Miktarı (L)0

Yo

Lo

Y= f ( K, L) A

ΔL

ΔY

Tgα = ΔY

ΔLEğim =

α

MPL=

Grafik 1; Kısa Dönem Üretim fonksiyonu ve Emeğin Marjinal Ürünü

Üretim fonksiyonun eğimi emeğin pozitif fakat azalan marjinal ürüne sahip olduğu (üretim sürecinde

kullanılan toplam emek miktarı artınca toplam üretiminde da artacağı ancak her ilave birim emeğin

toplam üretimde meydana getireceği artışın azalacağı) varsayılır.

Page 5: Klasik Makro İktisat Okulu - SABİS - Sakarya Üniversitesi Bilgi …content.lms.sabis.sakarya.edu.tr/.../klasik_okul_(1).pdf · 2016-04-07 · -Klasik Makro İktisat Okulu Ortaya

5

Grafik 2; Kısa Dönem Üretim fonksiyonu ve Emeğin Marjinal Ürünü Arasındaki İlişki

Kısa dönem toplam üretim fonksiyonu eğrisinin yatay eksene doğru kıvrılması ise, istihdam düzeyi

arttıkça her ilave emeğin toplam üretimde meydana getireceği artışın (emeğin marjinal ürününün)

azalacağını (MPL1 = L1A > MPL2 = EB > MPL3 = FC > MPL4 = GD) ifade eder. Bu söylenenler dikey

eksende emeğin marjinal ürününün, yatay eksende istihdam düzeyinin yer aldığı Grafik 2’de, negatif

eğimli MPL emeğin marjinal ürünü eğrisi ile gösterilmiştir.

Emek Talebi

Klasik modelde emek talep eğrisi üretim fonksiyonundan elde edilir. Kar maksimizasyonu ilkesiyle

rasyonel davranış sergileyen firma ne kadar emek talep edecektir? Her ilave emeğin üretime katkısı

emeğin marjinal ürünü olarak adlandırılmıştı. İşgücüne ödenen reel ücret ise emeğin marjinal maliyeti

olarak adlandırılır.

Bir firma marjinal ürünü (MPL), ilave emeğin maliyetini aştığı müddetçe ek işgücü istihdam edecektir.

İlave emeğin maliyeti nominal ücretin fiyat düzeyine bölümü elde edilen reel ücrettir. Reel ücret

firmanın her bir işçiye ödediği ürünün miktarını ölçer. Her fazladan işçi firma açısından hem MPL

kadarlık bir üretim (hasıla) artışı sağlamakta hem de reel ücrete eşit bir maliyet artışına yol açmakta

olduğundan firma MPL reel ücreti aştığı sürece istihdamı arttırmaya devam edecektir. Buna göre,

işletmenin üretimini durduracağı nokta, emeğin marjinal verimliliğinin marjinal ücrete eşitlendiği

noktaya kadar sürecektir.

Marjinal emeğin sağladığı üretim, malın fiyatı ile çarpılırsa fiziki marjinal ürün parasal marjinal ürüne

çevrilebilir. Böylece marjinal emeğin işletmeye sağlayacağı gelir elde edilir. Emeğin marjinal verimliliği

(MPL) ile gösterilirken, (P) üretilen malın fiyatını, (W) ise nominal ücreti ifade ederse, iş gücü talebi

dengesi; MPL=W/P

Grafik 3’den de görüleceği aşağı eğimli eğri emeğin marjinal verimliliği (MPL) eğrisidir. Bu eğri aynı

zamanda emek talep (LD) eğrisidir. Firmalar MPL ile reel ücretin eşit olduğu noktaya kadar emek

istihdam etmektedir. MPL eğrisi ilave işgücünün hasılaya (üretim) katkısını gösterir. Bu katkının pozitif

olması, fakat ilave istihdam onu azaltması nedeniyle MPL eğrisi negatif eğimlidir.

Grafik 3; Emek Talebi Eğrisi

Grafik 3’de reel ücret t(W/P)0] iken L3 kadar işgücü istihdam edilirse ne olur?. Bu ücret düzeyinde firma

çok fazla emek istihdam etmektedir. Bu istihdam düzeyinde reel ücret (W/P)0 MPL1’i aşmaktadır. Firma

istihdamının bir birim azalması durumunda, hasıla MPL kadar azalırken, firmanın geliri de düşecektir.

Ancak diğer taraftan ücrette de bir azalma söz konusudur. Ücretteki düşmenin sağladığı bu maliyet

tasarrufu, gelirdeki azalmadan KR düşey uzaklığı kadar daha fazladır. Bu durumda firmanın istihdam

düzeyini azaltması mantıklı olacaktır.

Aynı mantık L1 istihdam düzeyi için de yürütülecek olursa, firmanın istihdamı birim arttığında

ödeyeceği ücretin MN kadar üzerinde bir hasıla elde edileceği görülmektedir. Bu durumda firmanın kar

Page 6: Klasik Makro İktisat Okulu - SABİS - Sakarya Üniversitesi Bilgi …content.lms.sabis.sakarya.edu.tr/.../klasik_okul_(1).pdf · 2016-04-07 · -Klasik Makro İktisat Okulu Ortaya

6

maksimizasyonu açısından istihdamı artırması uygun olacaktır. Şekilden firmanın karını maksimize

eden istihdam hacminin L2 olduğu görülmektedir.

Grafikten de görüleceği üzere firmanın optimum istihdam düzeyi, emeğin marjinal veriminin, reel

ücrete eşit olduğu ( MPL= W/P), L2 istihdam düzeyidir. Emeğin marjinal veriminin, azalan verimler

kanunundan dolayı negatif eğimli olduğu dikkate alınırsa emek talebi reel ücretin azalan bir fonksiyonu

olarak yazılabilir. Bunun anlamı, emek talebi ile reel ücret arasında ters yönlü bir ilişki vardır. Reel

ücret düşerse emek talebi artar, yükselirse emek talebi azalır.

Reel Ücret (W/P) Emek Talebi (LD)

Emek Talebi; LD = f (W / P) Reel Ücret (W/P) Emek Talebi (LD)

Reel ücretin düşmesi ise iki biçimde olur. Ya parasal ücretler (W) düşer yada üretilen malın fiyatı (P)

yükselir. Klasik görüşe göre tam rekabet koşulları geçerlidir. Bu durumda firmanın üretim ve satış

hacmi ne olursa olsun malın fiyatı sabit kalmaktadır. Demek ki (P) değişmeyeceğine göre nominal

ücretlerde (W) her değişme reel ücretleri de (W/L ) değiştirecektir. Böylece nominal ücretlerdeki

azalma, kendiliğinden reel ücretleri de azaltacak, böylece firmanın emek talebi artacaktır. Kısacası

nominal ücret ile reel ücret aynı yönde hareket etmektedir. Bu yaklaşımın makro açıdan kabul

edilebilmesi için genel ücret düzeyindeki azalmanın reel ücret düzeyindeki azalma anlamına geldiğini

benimsemek gerekir. Klasiklere göre, bir ekonominin toplam emek talep eğrisi, tek bir firmanın emek

talep eğrisine benzerdir ve eğri reel ücretlerin azalan bir fonksiyonudur. Makro düzeyde, ekonomide

reel ücretler düştüğünde istihdam hacmi yükselir.

Emek Arzı

Birey, günlük sahip olduğu 24 saatlik zamanını çalışmak ve dinlenmek arasında bölüştürür. Fayda

maksimizasyonu ilkesiyle hareket eden işgücü bölüştürme kararını verirken reel ücretlerdeki değişimi

takip eder. Reel ücret arttığında, elde ettiği ücret ve satın alma gücü artacağından daha fazla çalışmak

ister, tersi söz konusu olduğunda da çalışma isteği azalır. Bu durumda emek arzının reel ücretin doğru

yönlü bir fonksiyonu olduğu söylenebilir. Yani reel ücret artarsa emek arzı artar, reel ücret azalırsa

emek arzı da düşer. Reel ücret (W/P)1 olduğunda emek arzı L1 iken, reel ücret (W/P)2’ye yükseldiğinde

emek arzı da L2’ye yükselir.

Reel Ücret (W/P) ↑ → Emek Arzı (LS) ↑

Emek Arzı; LS = f (W / P) Reel Ücret (W/P) ↓ → Emek Arzı (LS) ↓

Page 7: Klasik Makro İktisat Okulu - SABİS - Sakarya Üniversitesi Bilgi …content.lms.sabis.sakarya.edu.tr/.../klasik_okul_(1).pdf · 2016-04-07 · -Klasik Makro İktisat Okulu Ortaya

7

Ree

l Ü

cret

(W/P)

İşgücü Arzı (Ls)0 L

1L

2

(W/P)2

(W/P)1

Ls = f (W/P)

Grafik 4; Emek Arzı

Burada açıklanması gereken bir husus daha vardır. Reel ücret arttığında emek arzı üzerinde iki türlü

etki meydana getirir. Bunlar; “ikame etkisi” ve “gelir etkisi” dir.

İkame etkisi; reel ücretler arttığında, bireyin dinlenme amaçlı olarak ayıracağı boş zamanın da maliyeti

artar. Zamanı boş geçirmekle uğranılacak gelir kaybı artacağından birey, boş zaman yerine çalışmayı

tercih eder. Bireyin reel ücret artışı karşısında daha fazla çalışmak istemesi, yani emek arzının artması

“ikame etkisi” olarak adlandırılır.

Gelir etkisi; reel ücretler arttığında, bireyin geliri ve satın alma gücü artar. Eskisine oranla kendini gelir

anlamında daha iyi durumda hisseden birey çalışma zamanını azaltıp boş zamanını ise artırabilir. Emek

arzının azalmasına sebep olan bu olgu ise “gelir etkisi” olarak adlandırılır.

Reel ücret artışları sonucunda emek arzının artıp artmayacağı ikame ve gelir etkilerinin birbiriyle

karşılaştırılmaları sonucunda ortaya çıkacak “net etki” ye bağlıdır. Eğer, emek arzının artmasına sebep

olan ikame etkisi, emek arzının azalmasına neden olan gelir etkisinden büyükse, sonuç olarak emek arzı

artar, emek arz eğrisi pozitif eğimli bir doğru olur. Tersi durum olursa yani, gelir etkisi ikame etkisinden

büyükse emek arzı azalır. Bu durumda oluşacak işgücü arz eğrisi ise “ tersine dönen emek arz eğrisi”

olarak adlandırılır. Klasik makro düşüncede, ikame etkisinin gelir etkisinden büyük olduğu kabul

edilir ve emek arzı pozitif eğimli bir doğru olarak alınır.

İkame Etkisi > Gelir Etkisi → Emek Arzı Artar → Pozitif Eğimli Emek Arz Eğrisi

Gelir Etkisi > İkame Etkisi → Emek Arzı Azalır → Tersine Dönen Emek Arz Eğrisi

Emek Piyasasında Denge ve Tam İstihdam Üretim Düzeyi

Emek arz eğrisi, reel ücretin artan bir fonksiyonu olup pozitif eğime sahiptir. Emek talep eğrisi ise, reel

ücretin alan bir fonksiyonu olup negatif eğime sahiptir.

Page 8: Klasik Makro İktisat Okulu - SABİS - Sakarya Üniversitesi Bilgi …content.lms.sabis.sakarya.edu.tr/.../klasik_okul_(1).pdf · 2016-04-07 · -Klasik Makro İktisat Okulu Ortaya

8

Ree

l Ü

cret

(W/P)

İşgücü Arzı (Ls)0 L

FE

(W/P)FE

Ls = f (W/P)

İstihdam (L)0

Üre

tim

(Y

)

Ld = MPL= f (W/P)

Y= f (K, L) A

LFE

YFE

D

D

L1

L2

(W/P)1

(W/P)2

L1 L

2

Y1

Y2

A B

X Y

A

Y

Grafik 5; Emek Piyasasında Denge ve Tam İstihdam Üretim Düzeyi

Emek piyasasında denge, işgücü arz ve talep eğrilerinin kesiştiği noktada (D noktası) sağlanır. D noktası

aynı zamanda tam istihdam üretim düzeyinin de (YFE) belirleyicisidir.

Piyasada D noktasının dışında bir noktada denge sağlanması söz konusu değildir. Zira, reel ücret

(W/P)1 düzeyinde iken emek talebi L1 seviyesindedir ve AB kadar emek arzı fazlası vardır. Arz fazlası

işgücü arasında rekabete neden olacak ve ücretleri düşmeye zorlayacaktır. Diğer taraftan, reel ücret

(W/P)2 düzeyinde iken emek talebi L2 seviyesindedir ve XY kadar emek talebi fazlası vardır. Talep

fazlası işveren arasında rekabete neden olacak ve ücretleri artış yönünde baskı altına alacaktır.

Neticede D noktasında denge sağlanacaktır. Bu denge noktasında, çalışmak isteyen herkes iş

bulabilecek, iradi işsizlik dışında işsizlik olmayacaktır. Benzer şekilde işverenler de bu reel ücret

düzeyinde talep ettikleri miktarda işgücünü hazır halde bulabileceklerdir.

Fiyat Düzeyinin Değişmesi ve Emek Piyasasında Denge

Emek piyasasında dengeyi belirleyen iki eğrinin, emek talebi ve emek arzı eğrilerinin değişmesi halinde

piyasada oluşan denge de değişecektir. Klasik yaklaşımın taraftarları değişme nereden kaynaklanırsa

kaynaklansın ekonominin yeniden işgücünün tam istihdamını sağlayacak bir dengeye ulaşacağını öne

sürmektedirler. Emek arzı eğrisi fiyat düzeyinin değişmesi gibi bir nedenle kayabilir. Fiyat düzeyinin

değişmesi benzer biçimde emek talebini de etkileyecektir. Ancak bu etki emek arzının tersi yönde

olacaktır.

Page 9: Klasik Makro İktisat Okulu - SABİS - Sakarya Üniversitesi Bilgi …content.lms.sabis.sakarya.edu.tr/.../klasik_okul_(1).pdf · 2016-04-07 · -Klasik Makro İktisat Okulu Ortaya

9

Fiyat düzeyindeki bir değişmenin emek piyasasına etkilerini analiz edebilmek için daha önceki

şekillerden yararlanılacak ve bu şekiller üzerinde küçük değişiklikler yapılacaktır. Grafik 6’da, ise düşey

eksene nominal ücret haddi yerleştirilmektedir, yani emek arz ve talebi nominal ücretin bir fonksiyonu

olarak ele alınmaktadır. Emek talebi nominal ücretin bir fonksiyonu olarak yazılmak istenirse, firma-

ların işçilere marjinal verimliliklerinin parasal tutarı kadar ücret ödeyecekleri düşünülerek emek talebi

MPL x P biçiminde yazılabilir. Hatırlanacağı gibi, (MPL x P)’ye emeğin marjinal ürünün değeri

denmektedir. Başlangıçta iş gücü piyasası, P1 fiyat düzeyi geçerliyken E1 noktasında dengede olup, W1

ücret haddinde tam istihdam sağlanmaktadır. Fiyat düzeyinin P1’den P2’ye yükselmesi firmaların emek

talebini arttıracaktır. Çünkü firmalar ürünlerini daha yüksek fiyattan satabilmektedirler. Ancak işçiler

reel ücretlerinin düştüğünü görerek, arz ettikleri emek miktarını azaltacaklardır.

Grafik 6; Fiyat Düzeyinde Bir Yükselmenin Emek Piyasasına Etkisi

Sonuçta yeni denge E2 noktasında oluşmakta ve daha yüksek olan W2 nominal ücret düzeyinde tam

istihdam sağlanmaktadır. Grafikte bu işgücü piyasasında denge durumu nominal ücrete göre çizilmiştir.

Eğer bu analiz doğrudan reel ücret esas alınarak yapılsaydı emek arz ve talebinde hiçbir değişme

olmadığı görülecekti. Bunun anlamı nominal ücretin de fiyat düzeyindeki artış oranında yükselmesidir.

Yani W1/P1= W2/P2 eşitliği de geçerlidir

Klasik Okul ve Mal Piyasası

Klasik teoride mal piyasasının analizini yaparken, Say Yasası’nı ve Klasik Faiz Teorisi’ni birlikte

düşünmek gerekir. Mal piyasasında denge, toplam gelirle toplam harcamaların eşitliğini ifade eder. Bu

eşitliği sağlayan mekanizma ise J.B. Say tarafından ileri sürülen ve Say Yasası olarak bilinen “her arz

kendi talebini yaratır” şeklindeki yaklaşımdır. Bu yaklaşım ekonomideki toplam üretim, toplam gelir ve

toplam harcama eşitliğine dayanır. Bu süreçte emek üretime katılma karşılığında üretime eşit

büyüklükte bir gelir elde eder ve bu gelirini söz konusu üretimi satın almak amacıyla harcar. Dolayısıyla

ekonomide toplam arza eşit büyüklükte talep yaratılmış ve denge sağlanmış olur.

J.B. Say’in bu düşüncesi ilk olarak klasik iktisatçılardan D. Ricardo ve J.S. Mill tarafından desteklenmiştir.

Bu iktisatçılar, Say tarafından takas ekonomileri dikkate alınarak geliştirilen teorinin para

ekonomilerine de kolaylıkla uygulanabileceğini öne sürmüşlerdir.

Say yasası, elde edilen gelirin tamamının hemen harcamaya dönüştüğü varsayımına dayanmaktadır.

Gelirin tamamı harcanmayıp bir kısmı tasarruf edilirse bu durumda ne olur? Yani ekonomide bir sızıntı

olursa talep yetersizliği ortaya çıkmaz mı? (harcanmaya dönüşmeyen tasarrufların sızıntı olarak

adlandırıldığını ve değerlendirildiğine dikkat ediniz) Klasikler bu durumda klasik faiz teorisini devreye

sokarlar. Zira klasiklere göre faiz, tasarrufları firmalara aktaran ve tekrar harcamaya dönüştüren bir

fonksiyon icra eder. Klasik iktisatçılar Say Yasası’nın açıklayamadığı bu sorunlara yanıt olarak faiz

teorisini kullanmışlardır. Böylece faiz oranındaki değişmeler ekonomideki tasarrufun yatırımları

eşitleyecektir. Bu durumda hanehalkı gelirlerinin harcama akiminın sızan kısmı, ekonominin firmalar

sektörünce harcamalara dönüştürülecektir, sonuçta ekonomide mal arz ve talebi dengelenmektedir.

Page 10: Klasik Makro İktisat Okulu - SABİS - Sakarya Üniversitesi Bilgi …content.lms.sabis.sakarya.edu.tr/.../klasik_okul_(1).pdf · 2016-04-07 · -Klasik Makro İktisat Okulu Ortaya

10

Klasik Faiz Teorisi; Tasarruf - Yatırım Eşitliği

Eğer hane halkları kazançlarının belirli bir oranını tasarrufa ayırmaya karar verirse, firmalar tarafından

yaratılan gelirin tümü harcama biçiminde geri dönmeyecektir. Böylece mal ve hizmetler için talep

arzdan daha düşük olacaktır, yani bazı ürünler satılmayacaktır. Böyle bir durumda firmalar üretimlerini

kısarak ve çalışanlarını işten çıkararak tepki gösterecek, böylece işsizlik ortaya çıkacaktır.

Ancak Klasik iktisatçılar tasarrufu bir sorun olarak görmediler. Tasarruf harcamalarda azalmaya yol

açmaz. Çünkü firmalar tasarruf edilen tüm parayı yatırım için ödünç alırlar. Klasik iktisatçılar,

hanehalklarının istedikleri tasarruf miktarının, firmaların istedikleri yatırım miktarına eşit olacağından

neden bu kadar emindirler? Klasik modelde faiz oranları ödünç verilebilir fonların arzı (kısaca

tasarruflar) ve talebi (yani yatırımlar) tarafından belirlenir.

Klasik teoride faiz, birey için bugünkü tüketimden vazgeçmenin bedeli olarak kabul edilir. Kişi elde

ettiği faiz geliriyle gelecekte daha fazla tüketim imkanına kavuşur. Bu nedenle faiz oranı arttığında kişi

daha fazla tasarrufta bulunur. Yani klasik teoride tasarruf, faizin artan oranlı bir fonksiyonudur.

Firmaların amacı karlarını maksimize etmek olduğundan, bunu yatırımlar içinde uygularlar. Firmalar,

bir yatırımdan bekledikleri getiri, bu yatırımın maliyetini aştığı müddetçe yatırım yaparlar. Yatırımın

maliyeti ise faiz oranına bağlıdır. Ancak yatırımın faiz oranı ile ilişkisi ters yönlüdür, yani faiz oranı

yükseldikçe firmalar daha az yatırım yapmayı tercih etmektedirler. Bunun nedenini şöyle açıklayabilir:

Firmaların programladığı belli yatırımlar vardır ve her bir yatırımdan beklenen bir getiri oranı vardır.

Firmalar yatırımlarını getiri oranlarına göre sıralarlar ve bunları gerçekleştirmeye en yüksek getiri

oranına sahip olandan başlarlar. Faiz oranı yükseldikçe, bir yatırım için kullanılabilecek fonların

maliyeti de yükselecektir. Bu durumda, faiz oranının üzerinde bir getiri sağlayabilen yatırım

projelerinin sayısı azalacaktır. Bu da firmaların daha az yatırım yapması anlamına gelir.

Ödünç verilebilir fonlar teorisi olarak da adlandırılan Klasik faiz teorisinde, ödünç verilebilir fonların

arzı, yani tasarruflarla, ödünç verilebilir fonların talebi, yani yatırımlar, arasındaki ilişki grafik 7’de

gösterilmiştir. Tasarrufların yatırımlara eşit olduğu noktada ödünç verilebilir fon piyasası dengededir.

Bu denge E1 noktasının gösterdiği i1 faiz oranı ve I1 yatırım ile ona eşit S1 tasarruf hacminde

sağlanmaktadır.

Eğer hane halkları yatırımcıların ödünç olarak kullanacağından fazla tasarruf etmek isterlerse, i2 gibi bir

faiz oranında, fonlardaki fazlalık faiz oranını aşağı çekecektir. Faiz oranı hem hane halkının tasarruf için

elde ettiği bir ödül (ya da fayda) hem de firmaların yatırımlarını finanse etmek için ödedikleri bir fiyat

olduğundan,, faiz oranındaki düşüş yatırımı teşvik ederken, tasarrufların azalmasına neden olur.

Faizlerdeki bu düşüş, firmaların arzu ettikleri yatırım miktarının hanehalklarının tasarruf isteklerinin

miktarına eşit oluncaya kadar devam eder. Denge faiz oranında yatırıma yönelmemiş tasarruf kalmaz.

Bu durumda firmalar tüm üretimlerini ya tüketicilere ya da yatırımcılara satmış olur ve böylelikle de

tam istihdam sağlanmış olur.

Page 11: Klasik Makro İktisat Okulu - SABİS - Sakarya Üniversitesi Bilgi …content.lms.sabis.sakarya.edu.tr/.../klasik_okul_(1).pdf · 2016-04-07 · -Klasik Makro İktisat Okulu Ortaya

11

Faiz

Ora

S, I0

S (Fon Arzı)

I (Fon Talebi)

i

i1

D1

I1S

1 S = I

M N

Grafik 6; Klasik Teoride Mal Piyasasında Denge ; Tasarruf-Yatırım Eşitliği

Klasik Modelde Toplam Arz

Klasik yaklaşımın temel varsayımlarından biri, ekonominin her zaman tam istihdamda olmasıdır. Bu

nedenle toplam arz eğrisi (AS), tam istihdam hasıla düzeyini belirler. AS eğrisi de bu hasıla düzeyi

(doğal hasıla Düzeyi) üzerinden dikey bir eğri olur. Toplam arz eğrisi emek piyasası dengesi ve üretim

fonksiyonu kullanılarak elde edilir. Grafik 7’de AS eğrinin elde edilişi dört panel yardımıyla

gösterilmekte sol alt panelinde işgücü piyasası, sol üst panelde üretim fonksiyonu, sağ üst panelde

yansıtma doğrusu ve sağ alt panelde ise düşey toplam arz (AS| almaktadır.

Grafik 7; Klasik Teoride Toplam Arz

Emek piyasasında emek arzı ve talebi nominal ücretin fonksiyonu olarak yer almaktadır. Fiyat

düzeyindeki değişmeler sadece nominal ücret düzeyini etkilemekte, ancak reel ücretleri ve istihdamı

Page 12: Klasik Makro İktisat Okulu - SABİS - Sakarya Üniversitesi Bilgi …content.lms.sabis.sakarya.edu.tr/.../klasik_okul_(1).pdf · 2016-04-07 · -Klasik Makro İktisat Okulu Ortaya

12

etkilememektedir. İşgücü piyasasında belirlenen istihdam düzeyinde gerçekleştirilen üretim düzeyi,

üretim fonksiyonuna göre Y* ile gösterilmiştir. Sağ üst paneldeki yansıtma doğrusu bu üretim ya da

çıktı düzeyini sağ alt panele aktarmak için kullanılmaktadır. Sağ alt panelde ise her bir fiyat düzeyi için

tam istihdam hasılasını gösteren toplam arz eğrisi elde edilmiştir.

Tam istihdam hasıla düzeyinde düşey bir doğru olarak elde edilen toplam arz bazı durumlarda sağa ve

sola doğru kayabilir. Örneğin ekonomide sermaye stokunun artması ve teknolojik gelişme

durumlarında AS eğrisi sağa kayar. Çünkü üretim fonksiyonu bunlara bağlı olarak yukarıya kayarken,

öte yandan emek piyasa emek verimliliğindeki artışa bağlı olarak emek talebi sağa kayacaktır. Daha bir

istihdam düzeyinde daha yukarıdaki bir üretim fonksiyonuna göre elde edilecek AS ise eskisine göre sağ

tarafta elde edilecektir. Yine nüfus artışı emek arz eğrisi sağa kaydırdığı için AS eğrisi de sağa

kayacaktır. Çünkü emek piyasanda istihdam düzeyi yükselmiştir. Tersi durumlarda ise AS sola

kayacaktır.

Klasik Okul ve Para Piyasası

Klasik iktisatçılara göre para, alışverişlerde kullanılan bir ödeme ya da değişim aracıdır. Bireylerin gelir

elde etme ve harcama zamanları farklılık arz ettiğinden klasiklere göre para sadece “işlem” güdüsüyle

talep edilir. Diğer güdülerle (ihtiyat ve özellikle spekülatif amaçlı) talep edilmediğinden dolayı para

talebinin faiz esnekliği sıfırdır. Yani para, faiz oranlarına karşı duyarlı olmadığından, üretim ve istihdam

üzerinde etkili olamaz. Klasikler bu durumu, para ve mal piyasalarının birbirinden ayrı olduğunu ifade

eden “klasik dikotomi” kavramıyla açıklamışlardır. Ayrıca klasiklere göre bu durum, paranın yansız

yada nötr olması anlamına da gelmektedir. Yani para arzında meydana gelen değişmeler üretim ve

istihdam gibi reel değişkenleri etkilemez, sadece parasal değişken konumunda olan fiyatlar genel

seviyesini etkiler.

Klasik teoride para arzı ile fiyatlar genel seviyesini ilişkilendiren görüş “paranın miktar teorisi” olarak

bilinmektedir. Literatürde teorinin iki farklı versiyonu yer almaktadır;

1. Mübadele Yaklaşımı; Irwing Fisher

2. Nakit Dengesi yada Cambridge Yaklaşımı; Alfred Marshall ve Cecil Pigou

1.Mübadele Yaklaşımı

Amerikalı iktisatçı I. Fisher (1867-1947) tarafından ortaya konulan bu yaklaşımda kullanılan özdeşlik

mübadele yada değişim denklemi olarak bilinir. Bu özdeşliğe göre, bir ekonomide belli bir dönemde

yapılan mübadelelerin parasal değeri, para arzı ile paranın dolanım hızının çarpımına eşittir.

M= para arzı V= paranın dolanım hızı

P= fiyatlar genel seviyesi T= ekonomide yapılan mübadele sayısı

olmak üzere özdeşlik şu şekilde ifade edilmektedir.

M.V = P.T (1)

Paranın dolanım hızı (V), paranın mübadele işlemlerinde ortalama kaç kez kullanıldığını gösterir.

Örneğin; bir yılda 1000 işlem gerçekleştirilmiş ve para arzı da 250 ise V= T/M gereği paranın dolanım

hızı 4 olur. Yani para 1 yılda ortalama olarak 4 kez mübadele işleminde kullanılmış demektir. Bu şekilde

hesaplanan dolanım hızı “paranın işlem dolanım hızı” olarak adlandırılır.

Eşitlikte toplam mübadele sayısı (T) yerine, sadece reel milli gelir (Y) hesabına giren işlemler dikkate

alınırsa eşitlik şu şekilde yazılır.

M.V = P.Y (2)

Page 13: Klasik Makro İktisat Okulu - SABİS - Sakarya Üniversitesi Bilgi …content.lms.sabis.sakarya.edu.tr/.../klasik_okul_(1).pdf · 2016-04-07 · -Klasik Makro İktisat Okulu Ortaya

13

Bu durumda hesaplanan paranın dolanım hızı (V), sadece milli gelir hesabına giren değişimleri ihtiva

ettiği için “paranın gelir dolanım hızı” olarak adlandırılır. Klasik teoride paranın dolanım hızının ( işlem

yada gelir fark etmez) sabit olduğu varsayılmıştır.

Burada ele aldığımız basit mübadele denklemi bir teori değildir. Bunu teoriye dönüştürmek için bazı

varsayımlar yapılması gerekir. Mübadele denkleminden miktar teorisine geçmek için Fisher aşağıdaki

varsayımları yapmıştır

• Para, sadece işlem amaçlı olarak talep edilir.

• Paranın dolaşım hızı (V ) kısa dönemde sabittir. Bunun sebebi, paranın dolaşım hızının nüfus

yoğunluğu, ticari gelenekler ve iktisadi birimlerin işlemlerini gerçekleştirmelerini sağlayan

kurumsal faktörler tarafından belirlenmesidir. Teknolojik değişiklikler ve kurumsal faktörler

kısa dönemde değişmeyeceği için, paranın dolasım hızı da değişmez.

• Kısa dönemde ekonomi tam istihdam düzeyinde olacağına göre toplam hasıla (Y ) sabittir

(2) numaralı denklemde eşitliğin sağ tarafı (PY); fiyatlar genel seviyesi ile üretim miktarının

çarpımından oluşmakta yani toplam arzı ifade etmektedir. Sol tarafı ise (MV); para arzı ile paranın gelir

dolanım hızının çarpımından oluşmakta yani toplam talebi ifade etmektedir. Bu durumda Fisher’in

mübadele denkleminin aynı zamanda toplam arz-toplam talep eşitliğini de ortaya koyduğu söylenebilir.

Eşitliğin sağ tarafında yer alan üretim miktarı(Y), klasik iktisatçılarca tam istihdam düzeyinde sabit

kabul edilmektedir. V ve Y sabit kabul edildiğine göre mübadele denklemi P’ye göre yeniden yazılırsa

miktar teorisinin özüne inilmiş olunur;

M.VP =

Y Sabit

Sabit

Fisher’in miktar teorisiyle ortaya konulan tespit şudur; Para arzında meydana gelen değişimler

doğrudan doğruya ve sadece fiyatlar genel düzeyini etkiler. Örneğin; para arzı %10 artarsa fiyatlar

genel düzeyi de %10 artar.

2.Cambridge Yaklaşımı

Amerika’da Fisher’in mübadele denklemini ortaya koyduğu dönemde İngiltere’de Cambridge

Üniversitesi’nde başta Alfred Marshall olmak üzere bir grup iktisatçı da aynı konudaki görüşlerini farklı

bir yorumla ortaya koymuşlardır.

Fisher ve Cambridge iktisatçıları arasındaki temel görüş ayrılığı para talebinin gerekçesi üzerinde

olmuştur. Fisher’e göre para talebi sadece işlem amaçlı olarak yapılmaktadır. Cambridge iktisatçıları ise,

paranın sadece işlem amaçlı olarak değil aynı zamanda değer saklama (servet biriktirme) aracı olarak

ta talep edilebileceğine dikkat çekmişlerdir. Bu anlamda Cambridge denklemi bir para talebi

denklemidir ve şu şekilde ifade edilmiştir.

Md= bireylerin ellerinde nakit olarak tutmak istediği toplam para miktarı

k= bireylerin ellerinde nakit olarak tutmak istedikleri paranın % ile ifadesi

(nakit talebi / nominal gelir) (Diğer bir ifadeyle para talebinin gelire duyarlılığı)

PY= nominal gelir yada hasılat olmak üzere

Md = k. PY

Page 14: Klasik Makro İktisat Okulu - SABİS - Sakarya Üniversitesi Bilgi …content.lms.sabis.sakarya.edu.tr/.../klasik_okul_(1).pdf · 2016-04-07 · -Klasik Makro İktisat Okulu Ortaya

14

Burada bireylerin nakit talebinin % ile ifadesi olan k katsayısı, Fisher denklemi ile Cambridge

denklemini örtüştürme fonksiyonunu da icra etmektedir. Fisher denkleminde paranın dolaşım hızını

temsil eden V katsayısı ile k katsayısı arasında şu ters ilişki bulunmaktadır;

k= 1/V yada V = 1/k

Fisher denkleminde V sabit olduğundan Cambridge denkleminde de k katsayısının sabit ve istikrarlı

olduğu kabul edilmektedir.

Cambridge denklemi C. Pigou tarafından farklı bir yorumla ortaya konulmuştur. Pigou, reel gelir (Y)

yerine servet (w) kavramını kullanmış ve formülü şu şekle dönüştürmüştür.

Md = k. Pw

Burada w; ekonomideki reel serveti, Pw ise servetin parasal değerini ifade etmektedir.

Toplam Talep Eğrisi

Paranın miktar teorisi Klasik yaklaşımda toplam talep (AD) eğrisinin elde edilmesine olanak sağlar.

Şöyle ki; klasiklere göre paranın dolanım hızı (V) sabittir. Veri bir para miktarı için (yani para arzı sabit

tutulduğunda) özdeşliğin geçerli olması demek, (P) ile (Y) arasında ters yönlü bir ilişkinin olması

demektir. Yani M.V bir sabite eşit olduğunda, fiyatlar (P) artarsa reel hasıla (Y) azalmalı ya da fiyatlar

(P)azalırsa (Y) artmalıdır. Aslında değişim denklemini (P)’ye göre yeniden yazarsak; i

P = M.V/Y

Burada (P) ile (Y) arasında negatif ilişki gözlenebilir. Çünkü (M.V) sabit olduğunda, (Y)’nin değeri

artarsa, (P) düşer. Bu ilişki negatif eğimli toplam talep (AD) eğrisinin varlığını açıklar. Aşağıdaki şekilde

(AD) eğrisi hiperbol biçiminde çizilmiştir. Klasik iktisatçılarca (V) sabit varsayıldığında (M)’deki

değişmeler (AD) eğrisinin kaymasına neden olur. Örneğin para arzındaki (M) artışlar (AD) eğrisini sağa

kaydırırken, (M)’deki azalma (AD) eğrisini sola kaydırır.

Miktar teorisinin, para arzındaki ve paranın dolaşım hızındaki değişmelerin neticesinde fiyatlar genel

seviyesinin değişeceğini ifade eden bir para teorisi olduğunu yukarıda belirttik. Bir başka ifadeyle,

Page 15: Klasik Makro İktisat Okulu - SABİS - Sakarya Üniversitesi Bilgi …content.lms.sabis.sakarya.edu.tr/.../klasik_okul_(1).pdf · 2016-04-07 · -Klasik Makro İktisat Okulu Ortaya

15

miktar teorisi, para miktarındaki değişmelerin doğrudan doğruya fiyatlar genel seviyesindeki

değişikliklere yansıyacağını ifade eder. Konuyu çok basit olarak bir şekille göstermemiz mümkündür.

Şekil III.3’de yatay eksende para arzı, dikey eksende ise fiyatlar genel seviyesi gösterilmiştir. Para talebi

ise orijinden yukarı doğru çizilen 45 derecelik bir doğru şeklinde gösterilmiştir. Şekilden anlaşıldığı

üzere para arzının M düzeyinde olduğu noktada fiyatlar genel seviyesinin P1 düzeyindedir. Para arzının

M(s) noktasına artırılması ile birlikte fiyatlar genel seviyesi de P1’den P2’ye yükselmektedir (bkz. Şekil-

2 ).

Klasik Modelde Tam İstihdam Dengesi ve İşsizlik

Say Yasası’na olan inancın ücret ve fiyatların esnekliğinin bir sonucu olarak Klasik iktisatçılar tam

istihdamı normal bir durum olarak görürler. Ekonominin dengesi toplam arz eğrisi ile toplam talep

eğrisinin kesişimi ile elde edilmektedir. Aşağıda grafikte gösterilen bu analiz, ekonomide fiyat düzeyinin

yalnızca toplam talebe bağlı olarak oluştuğunu söylemektedir. Yukarıdaki açıklamalar göz önüne

alındığında Klasik sistemde üretim hacminin emek piyasasına ve teknolojiye, fiyat düzeyinin ise para

piyasasına bağlı olarak oluştuğu biçiminde: bir sonuca varılabilir.

Klasik ekonomi kuramının öngördüğü işsizlik geçici işsizliktir. Yani oldukça kısa dönemli bir işsizliğin

talep şoklarından doğabileceği kabul edilmektedir. Örneğin, ekonomide para stokundaki bir azalma

ortaya çıktığında AD1 eğrisi AD2’ye kayacaktır.. Her ne kadar ücretlerin esnek olduğu kabul edilmekte

ise de ücretlerin ve fiyatların değişimi anında olmayacaktır. Şekilde görüldüğü gibi, ekonomi önce A

noktasına gelecektir. Ancak bu noktada oluşan işsizlik kısa sürede fiyatların ve nominal ücretlerin

düşmesine ve ekonominin tekrar tam istihdam dengesine ulaşmasına neden olacaktır. Ekonomi yeniden

tam istihdam dengesine ulaşmasına neden olacaktır. Ekonomi tam istihdam dengesine ayarlanırken,

izlediği yol E1-A-B-E2 olmaktadır. Burada işsizlik geçici işsizliktir. Ekonomi fiyat ve ücret esnekliği

sayesinde kendi kendine bu sorunu kısa sürede çözmektedir.

Page 16: Klasik Makro İktisat Okulu - SABİS - Sakarya Üniversitesi Bilgi …content.lms.sabis.sakarya.edu.tr/.../klasik_okul_(1).pdf · 2016-04-07 · -Klasik Makro İktisat Okulu Ortaya

16

Klasikler her arzın kendi talebini yarattığına inandıkları için, ekonominin genelinde mal veya hizmet

arzında bir fazlalık olacağına inanmazlar. Ancak bireysel üretimlerde aşırı üretim durumuyla

karşılaşılabilir. Örneğin otobüs üreticileri varolan piyasa için yanlış hesaplama yüzünden çok fazla

otobüs üretebilirler. Kısa dönemde otobüs stoklan artar, satılmayan stoklar işsizliğe yol açar. Otobüs

endüstrisinde mevcut işçilerin sayısı fazla olduğundan bunların istihdamı karlı olmaz. Uzun dönemde

sorunlar çözümlenir. Şöyleki, otobüs arz fazlası fiyatların düşmesine yol açar, sonuçta otobüs

endüstrisinden emek ve diğer kaynakların bir kısmı fiyatların yüksek olduğu ya da talep fazlalığının

bulunduğu endüstrilere kayar.

Ekonomide bu tür ayarlamalar zaman gerektirir, işte bu zaman içinde işsizlikle karşılaşılır. Fakat bu

işsizlik çok kısa zaman içindir ve devam etmez. Ancak piyasalara dışarıdan bir müdahale olursa, uzun

süreli işsizlikle karşılaşılır. Örneğin güçlü sendikalar denge ücret düzeyi üzerinde bir ücret

uygulatırlarsa ya da devlet asgari ücret uygulaması gibi nedenler kalıcı işsizliğe yol açar. Bunun dışında

uzun süreli işsizlik imkansız görülmektedir. Bu çerçevede kısa süreli işsizlik önemli bir sosyal sorun

sayılmadığından, Klasik iktisatçılar enerjilerini başka alanlara yönelmişlerdir. Bunlar daha çok

mikroekonomik konulara odaklaşmışlar ve ekonomi uzun dönemde büyüme oranının altındaki güçlerin

neler olduğunu açıklamaya ağırlık vermişlerdir.

Ekonominin kendi iç mekanizmaları yoluyla tam istihdamı sağlama yeteneği Klasik iktisatçıların

“bırakınız yapsınlar” ya da “müdahale etmeyen hükümet politikalarını” onaylamalarının altında yatan

neden olmuştur. Topluma ise ekonomiyi koruyacak, piyasa mekanizmasına bağlı kalmaları ve

hükümetlerin rolünü belirli alanlarla sınırlandırılması (güvenlik, yasa yapmak ve adalet gibi pozitif

katkılar yapabileceği alanlarla sınırlamak gibi) salık verilmiştir.

Klasik Modelde Para Politikasının Etkinliği

Klasik modelin varsayımları gereği ekonomi daima tam istihdamdadır. Para yansızdır ve klasik

dikotomi gereği piyasalar birbirinden ayrılmıştır. Fiyat ve ücretlerin esnek olmasından dolayı da

piyasalar sürekli temizdir. Yani piyasa dengesinin bozulması durumunda dıştan müdahale olmaksızın

denge, esnekliklerden dolayı yeniden kendiliğinden dengeye gelir.

Bu varsayımların genel bir sonucu olarak klasiklere göre; ekonomik istikrarın sağlanması için herhangi

bir ekonomi politikasının uygulanmasına ihtiyaç yoktur. Diğer bir ifadeyle para ve maliye politikaları

gereksizdir.

Page 17: Klasik Makro İktisat Okulu - SABİS - Sakarya Üniversitesi Bilgi …content.lms.sabis.sakarya.edu.tr/.../klasik_okul_(1).pdf · 2016-04-07 · -Klasik Makro İktisat Okulu Ortaya

17

P1 başlangıç fiyat düzeyinde, parasal genişleme sonrası E1E2 kadar bir mal talep fazlası

Firmalar, talep fazlasını karşılamak için, daha yüksek bir nominal ücret karşılığında daha fazla işçi

çalıştırmak isterler.

Ancak, emek piyasası tam istihdam düzeyinde dengede olduğundan, firmalar işçilere daha fazla ücret

ödeyince, istihdam ve dolayısıyla da hasıla düzeyi başlangıç düzeyinde kalırken, firmaların maliyetleri

ve dolayısıyla da fiyat düzeyi yükselir

Fiyat düzeyinin yükselerek P2 düzeyine gelmesi sonucunda, talep fazlası azalır

Yeni denge noktası, E3.Bu noktada, AS ve AD(M2) eğrileri kesişmiştir ve ekonomi, E1 noktasında olduğu

gibi, doğal (tam istihdam) hasıla düzeyinde faaliyettedir

Bu analizden çıkan sonuç, nominal para arzı artınca, fiyatlar genel düzeyinin de aynı yönde

artmasıdır.Klasik modelde, fiyat artışlarının (enflasyonun) tek nedeni, para arzındaki sürekli artışlardır

Klasik Modelde Genişletici Maliye Politikası

Page 18: Klasik Makro İktisat Okulu - SABİS - Sakarya Üniversitesi Bilgi …content.lms.sabis.sakarya.edu.tr/.../klasik_okul_(1).pdf · 2016-04-07 · -Klasik Makro İktisat Okulu Ortaya

18

Başlangıç noktası: YFE doğal hasıla düzeyinde, P1 fiyat düzeyinde denge (E1). Genişletici maliye

politikası sonucu, toplam talep eğrisi sağa kayar:

(AD(G1) →AD(G2))

P1 başlangıç fiyat düzeyinde, parasal genişleme sonrası E1E2 kadar bir mal talep fazlası

Firmalar, talep fazlasını karşılamak için, daha yüksek bir nominal ücret karşılığında daha fazla işçi

çalıştırmak isterler

Ancak, emek piyasası tam istihdam düzeyinde dengede olduğundan, firmalar işçilere daha fazla ücret

ödeyince, istihdam ve dolayısıyla da hasıla düzeyi başlangıç düzeyinde kalırken, firmaların maliyetleri

ve dolayısıyla da fiyat düzeyi yükselir

Fiyat düzeyinin yükselerek, P2 düzeyine çıkması, reel para arzının (M/P) azalmasına, faiz oranının

yükselmesine ve buna bağlı olarak özel sektör yatırım harcamasının ve böylece toplam talebin

azalmasına neden olur.

Yeni denge noktası, E3.Bu noktada, AS ve AD(G2) eğrileri kesişmiştir ve ekonomi, E1 noktasında olduğu

gibi, doğal (tam istihdam) hasıla düzeyinde faaliyettedir

Sonuçta,Klasik modelin ikinci temel önermesi gereğince, genişletici maliye politikası, özel sektör yatırım

harcamasını azaltmaktadır.

Bu süreç, tam dışlama (crowding-out) olarak adlandırılır.