klasik makro İktisat okulu - sabİs - sakarya Üniversitesi bilgi...
TRANSCRIPT
1
-Klasik Makro İktisat Okulu
Ortaya Çıkışı;
Klasik okul, makro düşünce okullarının ilki olarak kabul edilir. Klasik iktisat, 1776–1929 döneminde
dünyada hakim iktisat öğretisi konumundadır. Okulun önde gelen isimleri ve özdeşleştikleri eserler ve
öğretiye yaptıkları önemli katkılar şu şekilde sıralanabilir;
Adam Smith, (1723-1790) ; Ulusların Zenginliğinin Sebep ve Sonuçları(1776), kısa adıyla Ulusların
Zenginliği, Katkıları; mutlak üstünlükler teorisi, emek-değer teorisi, işbölümü ve uzmanlaşma,
kullanım değeri-değişim değeri, doğal fiyat-piyasa fiyatı, doğal düzen.
David Ricardo, (1772-1823); Ekonomi Politikasının Prensipleri ve Vergilemenin İlkeleri (1871)
Katkıları; klasik rant teorisi, karşılaştırmalı üstünlükler teorisi, Ricardocu denklik (eşdeğerlik) hipotezi,
T. Robert Malthus, (1766-1834); Nüfus İlkesi Üzerine Bir Deneme (1798) Katkıları; Nüfus Kanunu,
Tasarruf-Yatırım Eşitsizliği, Say Kanununun Reddi, nüfus kontrolü
J .Babtiste Say, (1767-1832); Politik İktisat Üzerine İncelemeler (İki Cilt), (1803), Katkıları; Say
Kanunu, emek-değer teorisinin reddi; sermaye ve toprağın da ür2etime katılması, müteşebbisin üretim
fonksiyonuna eklenmesi
John Stuart Mill, (1806-1873); Ekonomi İlkeleri (Üniversitelerde Ders Kitabı)(1848) Katkıları; Dış
ticarette karşılıklı talep kanunu
Makro düşünce okullarının kendilerinden önceki düşüncelere tepkiden doğduğu bilinen bir gerçektir.
Klasik düşünce okulu da merkantilist görüşlere tepkiden doğmuştur. Merkantilist görüş, 16. ve 17.
y.yıllarda imparatorlukların dağılıp ulus devletlerin ortaya çıktığı dönemde Avrupa’da yaklaşık 300 yıl
hüküm sürmüştür. Bu düşünce, ulusların zenginliğini sahip olduğu değerli madenlerle (altın-gümüş)
ölçmüş, değerli maden stoklarının artırılabilmesi için devletin iktisadi hayata aktif müdahale etmesi
gerektiğini savunmuş, ülkenin gelişmesi için finansal faktörleri reel faktörlerin önünde tutmuş ve parayı
toplam talebi etkileyen bir unsur olarak görmüşlerdir.
Sanayi devrimi sonrası gelişen klasik düşünce bu görüşlere şiddetle karşı çıkmıştır. Ekonomik hayatın
düzenlenmesinde devlete ihtiyaç olmadığı, piyasa mekanizmasının fiyat mekanizması yardımıyla
kusursuz işleyerek bu düzeni sağlayabileceğini öne sürmüştür. J.B. Say tarafından ileri sürülen ve say
Yasası olarak bilinen “Her arz kendi talebini yaratır” sözüyle toplam arzın önemli olduğunu, paranın ve
dolayısıyla finansal faktörlerin iktisadi faaliyetlerde etkili olamayacağını savunmuşlardır.
Klasik iktisat aynı zamanda büyüme iktisadı olarak ta adlandırılır. Zira klasik iktisatçılar, günümüzün
gelişmiş ülkelerinin sanayi devrimi sonrası göstermiş olduğu büyüme-kalkınma sürecini bizzat yaşamış
ve büyüme-kalkınma ve makro konularda teoriler geliştirmişlerdir. 1870’li yıllara gelindiğinde makro
konular gözden düşmeye başlamıştır. Bu yıllarda W.S. Jevons, C. Menger, L. Walras, ve A. Marshall gibi
iktisatçılar makro konular yerine mikro konularda araştırma yapmaya ve eserler vermeye
başlamışlardır. İktisadın mikro alanıyla ilgilenen bu akım neo-klasik iktisatçılar olarak
adlandırılmışlardır. Ayrıca, A. Marshall’ın değer konusunda yapmış olduğu “marjinal analiz” yaklaşımı
döneme damgasını vurmuş ve bundan dolayı akım “marjinalist okul” olarak ta adlandırılmıştır. Yine bu
okulun; Cambridge, Lozan ve Avusturya okulları şeklinde üç ayrı koldan oluştuğu da bilinmektedir.
Klasik Okulun Varsayımları
Klasik okulun görüşlerinin şekillenmesinde önemli yer tutan varsayımlarını şu şekilde özetlemek
mümkündür;
2
a. Genel anlamdaki varsayımlar;
- İktisadi birimler homo-economicus bir yapıya sahiptirler. Yani rasyonel davranış biçimi
sergilerler. Bireyler “fayda maksimizasyonu”, firmalar ise “kar maksimizasyonu” ilkesine
göre hareket ederler.
- Ekonomik analizlerde uzun dönem dikkate alınır. Kısa dönemli istikrarsızlıklar yerine
uzun dönemli büyüme-kalkınma konuları ön planda tutulmuştur.
- Makro ekonomik istikrarın sağlanmasında arz yönlü politikalar talep yönlü politikalara
göre daha etkilidir. Yani arz yönlü bir okuldur.
- Bütün piyasalarda tam rekabet şartları geçerlidir. Görünmez el olarak adlandırılan fiyat
mekanizması piyasaların mükemmel işlemesini sağlar. Eksik rekabet piyasalarının
varlığı kabul edilmez.
- Ekonomik istikrarsızlıkların kaynağı devlet müdahaleleridir. Bu nedenle devletin
ekonomiye müdahalesine karşıdırlar.
b. İşgücü piyasasına ilişkin varsayımlar;
- İşgücü arzı, reel ücretin artan bir fonksiyonu iken, işgücü talebi reel ücretin azalan yönlü bir
fonksiyonudur.
- İşgücü ücretleri, işgücü arzı ve talebi tarafından belirlenir. Reel ücretler tam esnek bir yapıya
sahiptir. Bundan dolayı işgücü piyasası sürekli temizlenir. Yani, işgücü arzı işgücü talebini
aştığında reel ücretler düşer, işgücü talebi işgücü arzını aştığında ise yükselir ve piyasa dengesi
otomatik olarak sağlanır.
- Ekonomi daima tam istihdamdadır. Bunu sağlayan da reel ücretlerin esnek olmasıdır.
Ücretler, en son işsiz kişi istihdam edilinceye kadar düşer. Tam istihdamdan sapma
olması yani eksik istihdam durumu geçicidir. Otomatik işleyen piyasa mekanizması
tekrar tam istihdamı sağlar.
- Ekonomide sadece iradi işsizlik (yani isteğe bağlı) söz konusudur.
c. Para piyasasına ilişkin varsayımlar;
- Para sadece günlük alışverişlerde kullanılmak üzere yani “işlem amaçlı” olarak talep edilir.
İhtiyat ve spakülatif güdülerle para talep edilmez. Bu nedenle de para talebinin faiz esnekliği
sıfır’dır.
- Para ve mal piyasaları birbirinden ayrılmıştır. Bu varsayım “klasik dikotomi” olarak
adlandırılır. Buna göre, para piyasasında meydana gelen bir değişim mal piyasasını
etkileyemez.
- Klasik dikotomi ilkesinin bir sonucu olarak, para yansızdır yani nötr özelliğe sahiptir.
Örneğin; para miktarının artırılması ile, istihdam ve gelir düzeyi (mal piyasası yada reel
sektör) artırılamaz.
- Reel faiz oranları, tasarruflar (fon arz edenler) ve yatırımlar (fon talep edenler) tarafından
belirlenir. Ayrıca reel faiz oranları, reel ücrette olduğu gibi tam esnek özellik gösterirler.
- Tasarruflar faizle doğru orantılı iken yatırımlarla ters orantılı ilişki içindedir.
- Aynı zamanda faiz tüketimden vazgeçmenin bedelidir. Yani faizler artarsa tüketim azalır,
tasarruf artar.
- Yatırımların faiz esnekliği yüksektir.
3
- Paranın dolanım hızı sabittir.
- Rasyonel davranma özelliğine sahip iktisadi birimler gerek fayda gerekse kar
maksimizasyonu güdülerine göre hareket ederken nominal değil reel değişkenleri
dikkate alırlar. Bundan dolayı üreticilerin ve tüketicilerin “para yanılgısı” ya da “para
aldanması” olgusu ile karşılaşması söz konusu değildir.
- Ekonomik istikrarın sağlanmasında para politikasının etkin, maliye politikasının ise etkisiz
olduğu kabul edilir.
d. Mal piyasasına ilişkin varsayımlar;
- Say kanunu geçerlidir. Yani “her arz kendi talebini yaratır”
- Mal piyasasında oluşan mal fiyatları, reel ücret ve reel faiz oranlarında olduğu gibi tam esnek
özelliğe sahiptir. Mal piyasalarında da sürekli temizlenme söz konusudur.
- İktisadi birimler piyasalar hakkında tam bilgiye sahiptirler.
- Ekonomik büyümenin belirleyicisi (motoru) tasarruflardır.
- Tasarruf ve yatırım aynı kişiler tarafından yapılır. Dolayısıyla planlanan yatırımların planlanan
tasarruflara eşit olduğu kabul edilir.
e. Diğer konulara ilişkin varsayımlar
- Denk ve küçük bütçe politikasını savunurlar
- Tarafsız maliye anlayışı hakimdir.
- Kamu harcamaları vergilerle finanse edilmelidir. Borçlanma ancak olağanüstü durumlarda
olmalıdır.
- Dış ticarette korumacılığa karşıdırlar. Serbest dış ticareti savunurlar. Bırakınız yapsınlar,
bırakınız geçsinler anlayışı hakimdir.
Klasik Okul ve İşgücü Piyasası
Klasik düşüncede ekonominin arz yönü daima ön planda tutulmuştur. Bu nedenle analizlere genelde
üretim-istihdam ve işgücü cephesinden başlanır. İşgücü piyasasının aktörleri (işçiler ve firmalar)
piyasalar hakkında tam bilgiye sahip olup rasyonel davranırlar. Yani, işçiler ne miktarda emek arz edip
faydalarını maksimize edeceklerine, firmalar da ne miktarda emek talep edip karlarını maksimize
edeceklerine özgürce karar verirler.
Analize öncelikle üretimin belirleyicilerini ortaya koyarak başlamak gerekir. Zira klasik düşüncede para
yansız olup, üretim ve istihdam üzerinde herhangi bir etkiye sahip değildir. Üretimin belirleyicileri,
üretim fonksiyonundan yararlanılmak suretiyle açıklanabilir.
Emek talebi üretim fonksiyonundan türetilir. Bu amaçla, öncelikle bir firmanın ne kadar işgücü istihdam
edebileceği sorusunu yanıtlamak gerekir. Bu soruyu yanıtlarken temel kural; ilave emek istihdamı ile
üretimin arttırılması firmanın karını arttırdığı sürece, yani ücret maliyetinden fazla getiri sağladığı sürece
istihdam ve üretim artırılır.
Üretim Fonksiyonu
Bir üretim fonksiyonu, kullanılan girdi miktarları ile bu girdilerle üretilebilecek maksimum ürün
miktarı arasında bir ilişkidir. Üretim fonksiyonunu
Y = f ( K, L ) şeklinde ifade edilebilir.
Burada; Y = reel üretimi, K = sermayeyi, L = emek miktarını ifade etmektedir.
4
Kısa dönemde sermaye sabit, emek değişken konumdadır. Yani üretim miktarını belirleyen unsur
istihdam edilen emek miktarıdır. İstihdam edilen emek miktarı arttıkça üretim de artar. Kısa dönem
üretim fonksiyonunu ifade eden Grafik 1’de, kullanılan emek miktarı arttıkça emeğin marjinal
ürününün azaldığını ifade eden azalan verimler varsayımına dayanmaktadır. Yani, istihdam edilen her
ilave emeğin üretime katkısı bir öncekinden daha az olmaktadır. Bunun nedeni, sermaye sabit düzeyde
olduğundan her ilave emek daha az sermaye ile (makine-ekipmanla) çalışmaktadır. Bu durumda emek
kullanımı eşit miktarlarda artırılmaya devam edildikçe üretimdeki artış giderek azalır.
İlave emeğin üretime (hasılaya) katkısına emeğin marjinal ürünü denir. Her ilave emeğin üretime
katkısı (yani marjinal ürün) üretim fonksiyonun eğimi (ΔY/ΔL) ile ifade edilmiştir. Her ilave işgücünün
üretime katkısı aynı zamanda emeğin marjinal ürünü yada marjinal verimi (MPL) olarak adlandırılır.
Bir başka ifadeyle, üretim miktarındaki değişmenin (ΔY), emek miktarındaki değişmeye oranı emeğin
marjinal ürünü denir.
Üre
tim
Mik
tarı
(Y
)
Emek Miktarı (L)0
Yo
Lo
Y= f ( K, L) A
ΔL
ΔY
Tgα = ΔY
ΔLEğim =
α
MPL=
Grafik 1; Kısa Dönem Üretim fonksiyonu ve Emeğin Marjinal Ürünü
Üretim fonksiyonun eğimi emeğin pozitif fakat azalan marjinal ürüne sahip olduğu (üretim sürecinde
kullanılan toplam emek miktarı artınca toplam üretiminde da artacağı ancak her ilave birim emeğin
toplam üretimde meydana getireceği artışın azalacağı) varsayılır.
5
Grafik 2; Kısa Dönem Üretim fonksiyonu ve Emeğin Marjinal Ürünü Arasındaki İlişki
Kısa dönem toplam üretim fonksiyonu eğrisinin yatay eksene doğru kıvrılması ise, istihdam düzeyi
arttıkça her ilave emeğin toplam üretimde meydana getireceği artışın (emeğin marjinal ürününün)
azalacağını (MPL1 = L1A > MPL2 = EB > MPL3 = FC > MPL4 = GD) ifade eder. Bu söylenenler dikey
eksende emeğin marjinal ürününün, yatay eksende istihdam düzeyinin yer aldığı Grafik 2’de, negatif
eğimli MPL emeğin marjinal ürünü eğrisi ile gösterilmiştir.
Emek Talebi
Klasik modelde emek talep eğrisi üretim fonksiyonundan elde edilir. Kar maksimizasyonu ilkesiyle
rasyonel davranış sergileyen firma ne kadar emek talep edecektir? Her ilave emeğin üretime katkısı
emeğin marjinal ürünü olarak adlandırılmıştı. İşgücüne ödenen reel ücret ise emeğin marjinal maliyeti
olarak adlandırılır.
Bir firma marjinal ürünü (MPL), ilave emeğin maliyetini aştığı müddetçe ek işgücü istihdam edecektir.
İlave emeğin maliyeti nominal ücretin fiyat düzeyine bölümü elde edilen reel ücrettir. Reel ücret
firmanın her bir işçiye ödediği ürünün miktarını ölçer. Her fazladan işçi firma açısından hem MPL
kadarlık bir üretim (hasıla) artışı sağlamakta hem de reel ücrete eşit bir maliyet artışına yol açmakta
olduğundan firma MPL reel ücreti aştığı sürece istihdamı arttırmaya devam edecektir. Buna göre,
işletmenin üretimini durduracağı nokta, emeğin marjinal verimliliğinin marjinal ücrete eşitlendiği
noktaya kadar sürecektir.
Marjinal emeğin sağladığı üretim, malın fiyatı ile çarpılırsa fiziki marjinal ürün parasal marjinal ürüne
çevrilebilir. Böylece marjinal emeğin işletmeye sağlayacağı gelir elde edilir. Emeğin marjinal verimliliği
(MPL) ile gösterilirken, (P) üretilen malın fiyatını, (W) ise nominal ücreti ifade ederse, iş gücü talebi
dengesi; MPL=W/P
Grafik 3’den de görüleceği aşağı eğimli eğri emeğin marjinal verimliliği (MPL) eğrisidir. Bu eğri aynı
zamanda emek talep (LD) eğrisidir. Firmalar MPL ile reel ücretin eşit olduğu noktaya kadar emek
istihdam etmektedir. MPL eğrisi ilave işgücünün hasılaya (üretim) katkısını gösterir. Bu katkının pozitif
olması, fakat ilave istihdam onu azaltması nedeniyle MPL eğrisi negatif eğimlidir.
Grafik 3; Emek Talebi Eğrisi
Grafik 3’de reel ücret t(W/P)0] iken L3 kadar işgücü istihdam edilirse ne olur?. Bu ücret düzeyinde firma
çok fazla emek istihdam etmektedir. Bu istihdam düzeyinde reel ücret (W/P)0 MPL1’i aşmaktadır. Firma
istihdamının bir birim azalması durumunda, hasıla MPL kadar azalırken, firmanın geliri de düşecektir.
Ancak diğer taraftan ücrette de bir azalma söz konusudur. Ücretteki düşmenin sağladığı bu maliyet
tasarrufu, gelirdeki azalmadan KR düşey uzaklığı kadar daha fazladır. Bu durumda firmanın istihdam
düzeyini azaltması mantıklı olacaktır.
Aynı mantık L1 istihdam düzeyi için de yürütülecek olursa, firmanın istihdamı birim arttığında
ödeyeceği ücretin MN kadar üzerinde bir hasıla elde edileceği görülmektedir. Bu durumda firmanın kar
6
maksimizasyonu açısından istihdamı artırması uygun olacaktır. Şekilden firmanın karını maksimize
eden istihdam hacminin L2 olduğu görülmektedir.
Grafikten de görüleceği üzere firmanın optimum istihdam düzeyi, emeğin marjinal veriminin, reel
ücrete eşit olduğu ( MPL= W/P), L2 istihdam düzeyidir. Emeğin marjinal veriminin, azalan verimler
kanunundan dolayı negatif eğimli olduğu dikkate alınırsa emek talebi reel ücretin azalan bir fonksiyonu
olarak yazılabilir. Bunun anlamı, emek talebi ile reel ücret arasında ters yönlü bir ilişki vardır. Reel
ücret düşerse emek talebi artar, yükselirse emek talebi azalır.
Reel Ücret (W/P) Emek Talebi (LD)
Emek Talebi; LD = f (W / P) Reel Ücret (W/P) Emek Talebi (LD)
Reel ücretin düşmesi ise iki biçimde olur. Ya parasal ücretler (W) düşer yada üretilen malın fiyatı (P)
yükselir. Klasik görüşe göre tam rekabet koşulları geçerlidir. Bu durumda firmanın üretim ve satış
hacmi ne olursa olsun malın fiyatı sabit kalmaktadır. Demek ki (P) değişmeyeceğine göre nominal
ücretlerde (W) her değişme reel ücretleri de (W/L ) değiştirecektir. Böylece nominal ücretlerdeki
azalma, kendiliğinden reel ücretleri de azaltacak, böylece firmanın emek talebi artacaktır. Kısacası
nominal ücret ile reel ücret aynı yönde hareket etmektedir. Bu yaklaşımın makro açıdan kabul
edilebilmesi için genel ücret düzeyindeki azalmanın reel ücret düzeyindeki azalma anlamına geldiğini
benimsemek gerekir. Klasiklere göre, bir ekonominin toplam emek talep eğrisi, tek bir firmanın emek
talep eğrisine benzerdir ve eğri reel ücretlerin azalan bir fonksiyonudur. Makro düzeyde, ekonomide
reel ücretler düştüğünde istihdam hacmi yükselir.
Emek Arzı
Birey, günlük sahip olduğu 24 saatlik zamanını çalışmak ve dinlenmek arasında bölüştürür. Fayda
maksimizasyonu ilkesiyle hareket eden işgücü bölüştürme kararını verirken reel ücretlerdeki değişimi
takip eder. Reel ücret arttığında, elde ettiği ücret ve satın alma gücü artacağından daha fazla çalışmak
ister, tersi söz konusu olduğunda da çalışma isteği azalır. Bu durumda emek arzının reel ücretin doğru
yönlü bir fonksiyonu olduğu söylenebilir. Yani reel ücret artarsa emek arzı artar, reel ücret azalırsa
emek arzı da düşer. Reel ücret (W/P)1 olduğunda emek arzı L1 iken, reel ücret (W/P)2’ye yükseldiğinde
emek arzı da L2’ye yükselir.
Reel Ücret (W/P) ↑ → Emek Arzı (LS) ↑
Emek Arzı; LS = f (W / P) Reel Ücret (W/P) ↓ → Emek Arzı (LS) ↓
7
Ree
l Ü
cret
(W/P)
İşgücü Arzı (Ls)0 L
1L
2
(W/P)2
(W/P)1
Ls = f (W/P)
Grafik 4; Emek Arzı
Burada açıklanması gereken bir husus daha vardır. Reel ücret arttığında emek arzı üzerinde iki türlü
etki meydana getirir. Bunlar; “ikame etkisi” ve “gelir etkisi” dir.
İkame etkisi; reel ücretler arttığında, bireyin dinlenme amaçlı olarak ayıracağı boş zamanın da maliyeti
artar. Zamanı boş geçirmekle uğranılacak gelir kaybı artacağından birey, boş zaman yerine çalışmayı
tercih eder. Bireyin reel ücret artışı karşısında daha fazla çalışmak istemesi, yani emek arzının artması
“ikame etkisi” olarak adlandırılır.
Gelir etkisi; reel ücretler arttığında, bireyin geliri ve satın alma gücü artar. Eskisine oranla kendini gelir
anlamında daha iyi durumda hisseden birey çalışma zamanını azaltıp boş zamanını ise artırabilir. Emek
arzının azalmasına sebep olan bu olgu ise “gelir etkisi” olarak adlandırılır.
Reel ücret artışları sonucunda emek arzının artıp artmayacağı ikame ve gelir etkilerinin birbiriyle
karşılaştırılmaları sonucunda ortaya çıkacak “net etki” ye bağlıdır. Eğer, emek arzının artmasına sebep
olan ikame etkisi, emek arzının azalmasına neden olan gelir etkisinden büyükse, sonuç olarak emek arzı
artar, emek arz eğrisi pozitif eğimli bir doğru olur. Tersi durum olursa yani, gelir etkisi ikame etkisinden
büyükse emek arzı azalır. Bu durumda oluşacak işgücü arz eğrisi ise “ tersine dönen emek arz eğrisi”
olarak adlandırılır. Klasik makro düşüncede, ikame etkisinin gelir etkisinden büyük olduğu kabul
edilir ve emek arzı pozitif eğimli bir doğru olarak alınır.
İkame Etkisi > Gelir Etkisi → Emek Arzı Artar → Pozitif Eğimli Emek Arz Eğrisi
Gelir Etkisi > İkame Etkisi → Emek Arzı Azalır → Tersine Dönen Emek Arz Eğrisi
Emek Piyasasında Denge ve Tam İstihdam Üretim Düzeyi
Emek arz eğrisi, reel ücretin artan bir fonksiyonu olup pozitif eğime sahiptir. Emek talep eğrisi ise, reel
ücretin alan bir fonksiyonu olup negatif eğime sahiptir.
8
Ree
l Ü
cret
(W/P)
İşgücü Arzı (Ls)0 L
FE
(W/P)FE
Ls = f (W/P)
İstihdam (L)0
Üre
tim
(Y
)
Ld = MPL= f (W/P)
Y= f (K, L) A
LFE
YFE
D
D
L1
L2
(W/P)1
(W/P)2
L1 L
2
Y1
Y2
A B
X Y
A
Y
Grafik 5; Emek Piyasasında Denge ve Tam İstihdam Üretim Düzeyi
Emek piyasasında denge, işgücü arz ve talep eğrilerinin kesiştiği noktada (D noktası) sağlanır. D noktası
aynı zamanda tam istihdam üretim düzeyinin de (YFE) belirleyicisidir.
Piyasada D noktasının dışında bir noktada denge sağlanması söz konusu değildir. Zira, reel ücret
(W/P)1 düzeyinde iken emek talebi L1 seviyesindedir ve AB kadar emek arzı fazlası vardır. Arz fazlası
işgücü arasında rekabete neden olacak ve ücretleri düşmeye zorlayacaktır. Diğer taraftan, reel ücret
(W/P)2 düzeyinde iken emek talebi L2 seviyesindedir ve XY kadar emek talebi fazlası vardır. Talep
fazlası işveren arasında rekabete neden olacak ve ücretleri artış yönünde baskı altına alacaktır.
Neticede D noktasında denge sağlanacaktır. Bu denge noktasında, çalışmak isteyen herkes iş
bulabilecek, iradi işsizlik dışında işsizlik olmayacaktır. Benzer şekilde işverenler de bu reel ücret
düzeyinde talep ettikleri miktarda işgücünü hazır halde bulabileceklerdir.
Fiyat Düzeyinin Değişmesi ve Emek Piyasasında Denge
Emek piyasasında dengeyi belirleyen iki eğrinin, emek talebi ve emek arzı eğrilerinin değişmesi halinde
piyasada oluşan denge de değişecektir. Klasik yaklaşımın taraftarları değişme nereden kaynaklanırsa
kaynaklansın ekonominin yeniden işgücünün tam istihdamını sağlayacak bir dengeye ulaşacağını öne
sürmektedirler. Emek arzı eğrisi fiyat düzeyinin değişmesi gibi bir nedenle kayabilir. Fiyat düzeyinin
değişmesi benzer biçimde emek talebini de etkileyecektir. Ancak bu etki emek arzının tersi yönde
olacaktır.
9
Fiyat düzeyindeki bir değişmenin emek piyasasına etkilerini analiz edebilmek için daha önceki
şekillerden yararlanılacak ve bu şekiller üzerinde küçük değişiklikler yapılacaktır. Grafik 6’da, ise düşey
eksene nominal ücret haddi yerleştirilmektedir, yani emek arz ve talebi nominal ücretin bir fonksiyonu
olarak ele alınmaktadır. Emek talebi nominal ücretin bir fonksiyonu olarak yazılmak istenirse, firma-
ların işçilere marjinal verimliliklerinin parasal tutarı kadar ücret ödeyecekleri düşünülerek emek talebi
MPL x P biçiminde yazılabilir. Hatırlanacağı gibi, (MPL x P)’ye emeğin marjinal ürünün değeri
denmektedir. Başlangıçta iş gücü piyasası, P1 fiyat düzeyi geçerliyken E1 noktasında dengede olup, W1
ücret haddinde tam istihdam sağlanmaktadır. Fiyat düzeyinin P1’den P2’ye yükselmesi firmaların emek
talebini arttıracaktır. Çünkü firmalar ürünlerini daha yüksek fiyattan satabilmektedirler. Ancak işçiler
reel ücretlerinin düştüğünü görerek, arz ettikleri emek miktarını azaltacaklardır.
Grafik 6; Fiyat Düzeyinde Bir Yükselmenin Emek Piyasasına Etkisi
Sonuçta yeni denge E2 noktasında oluşmakta ve daha yüksek olan W2 nominal ücret düzeyinde tam
istihdam sağlanmaktadır. Grafikte bu işgücü piyasasında denge durumu nominal ücrete göre çizilmiştir.
Eğer bu analiz doğrudan reel ücret esas alınarak yapılsaydı emek arz ve talebinde hiçbir değişme
olmadığı görülecekti. Bunun anlamı nominal ücretin de fiyat düzeyindeki artış oranında yükselmesidir.
Yani W1/P1= W2/P2 eşitliği de geçerlidir
Klasik Okul ve Mal Piyasası
Klasik teoride mal piyasasının analizini yaparken, Say Yasası’nı ve Klasik Faiz Teorisi’ni birlikte
düşünmek gerekir. Mal piyasasında denge, toplam gelirle toplam harcamaların eşitliğini ifade eder. Bu
eşitliği sağlayan mekanizma ise J.B. Say tarafından ileri sürülen ve Say Yasası olarak bilinen “her arz
kendi talebini yaratır” şeklindeki yaklaşımdır. Bu yaklaşım ekonomideki toplam üretim, toplam gelir ve
toplam harcama eşitliğine dayanır. Bu süreçte emek üretime katılma karşılığında üretime eşit
büyüklükte bir gelir elde eder ve bu gelirini söz konusu üretimi satın almak amacıyla harcar. Dolayısıyla
ekonomide toplam arza eşit büyüklükte talep yaratılmış ve denge sağlanmış olur.
J.B. Say’in bu düşüncesi ilk olarak klasik iktisatçılardan D. Ricardo ve J.S. Mill tarafından desteklenmiştir.
Bu iktisatçılar, Say tarafından takas ekonomileri dikkate alınarak geliştirilen teorinin para
ekonomilerine de kolaylıkla uygulanabileceğini öne sürmüşlerdir.
Say yasası, elde edilen gelirin tamamının hemen harcamaya dönüştüğü varsayımına dayanmaktadır.
Gelirin tamamı harcanmayıp bir kısmı tasarruf edilirse bu durumda ne olur? Yani ekonomide bir sızıntı
olursa talep yetersizliği ortaya çıkmaz mı? (harcanmaya dönüşmeyen tasarrufların sızıntı olarak
adlandırıldığını ve değerlendirildiğine dikkat ediniz) Klasikler bu durumda klasik faiz teorisini devreye
sokarlar. Zira klasiklere göre faiz, tasarrufları firmalara aktaran ve tekrar harcamaya dönüştüren bir
fonksiyon icra eder. Klasik iktisatçılar Say Yasası’nın açıklayamadığı bu sorunlara yanıt olarak faiz
teorisini kullanmışlardır. Böylece faiz oranındaki değişmeler ekonomideki tasarrufun yatırımları
eşitleyecektir. Bu durumda hanehalkı gelirlerinin harcama akiminın sızan kısmı, ekonominin firmalar
sektörünce harcamalara dönüştürülecektir, sonuçta ekonomide mal arz ve talebi dengelenmektedir.
10
Klasik Faiz Teorisi; Tasarruf - Yatırım Eşitliği
Eğer hane halkları kazançlarının belirli bir oranını tasarrufa ayırmaya karar verirse, firmalar tarafından
yaratılan gelirin tümü harcama biçiminde geri dönmeyecektir. Böylece mal ve hizmetler için talep
arzdan daha düşük olacaktır, yani bazı ürünler satılmayacaktır. Böyle bir durumda firmalar üretimlerini
kısarak ve çalışanlarını işten çıkararak tepki gösterecek, böylece işsizlik ortaya çıkacaktır.
Ancak Klasik iktisatçılar tasarrufu bir sorun olarak görmediler. Tasarruf harcamalarda azalmaya yol
açmaz. Çünkü firmalar tasarruf edilen tüm parayı yatırım için ödünç alırlar. Klasik iktisatçılar,
hanehalklarının istedikleri tasarruf miktarının, firmaların istedikleri yatırım miktarına eşit olacağından
neden bu kadar emindirler? Klasik modelde faiz oranları ödünç verilebilir fonların arzı (kısaca
tasarruflar) ve talebi (yani yatırımlar) tarafından belirlenir.
Klasik teoride faiz, birey için bugünkü tüketimden vazgeçmenin bedeli olarak kabul edilir. Kişi elde
ettiği faiz geliriyle gelecekte daha fazla tüketim imkanına kavuşur. Bu nedenle faiz oranı arttığında kişi
daha fazla tasarrufta bulunur. Yani klasik teoride tasarruf, faizin artan oranlı bir fonksiyonudur.
Firmaların amacı karlarını maksimize etmek olduğundan, bunu yatırımlar içinde uygularlar. Firmalar,
bir yatırımdan bekledikleri getiri, bu yatırımın maliyetini aştığı müddetçe yatırım yaparlar. Yatırımın
maliyeti ise faiz oranına bağlıdır. Ancak yatırımın faiz oranı ile ilişkisi ters yönlüdür, yani faiz oranı
yükseldikçe firmalar daha az yatırım yapmayı tercih etmektedirler. Bunun nedenini şöyle açıklayabilir:
Firmaların programladığı belli yatırımlar vardır ve her bir yatırımdan beklenen bir getiri oranı vardır.
Firmalar yatırımlarını getiri oranlarına göre sıralarlar ve bunları gerçekleştirmeye en yüksek getiri
oranına sahip olandan başlarlar. Faiz oranı yükseldikçe, bir yatırım için kullanılabilecek fonların
maliyeti de yükselecektir. Bu durumda, faiz oranının üzerinde bir getiri sağlayabilen yatırım
projelerinin sayısı azalacaktır. Bu da firmaların daha az yatırım yapması anlamına gelir.
Ödünç verilebilir fonlar teorisi olarak da adlandırılan Klasik faiz teorisinde, ödünç verilebilir fonların
arzı, yani tasarruflarla, ödünç verilebilir fonların talebi, yani yatırımlar, arasındaki ilişki grafik 7’de
gösterilmiştir. Tasarrufların yatırımlara eşit olduğu noktada ödünç verilebilir fon piyasası dengededir.
Bu denge E1 noktasının gösterdiği i1 faiz oranı ve I1 yatırım ile ona eşit S1 tasarruf hacminde
sağlanmaktadır.
Eğer hane halkları yatırımcıların ödünç olarak kullanacağından fazla tasarruf etmek isterlerse, i2 gibi bir
faiz oranında, fonlardaki fazlalık faiz oranını aşağı çekecektir. Faiz oranı hem hane halkının tasarruf için
elde ettiği bir ödül (ya da fayda) hem de firmaların yatırımlarını finanse etmek için ödedikleri bir fiyat
olduğundan,, faiz oranındaki düşüş yatırımı teşvik ederken, tasarrufların azalmasına neden olur.
Faizlerdeki bu düşüş, firmaların arzu ettikleri yatırım miktarının hanehalklarının tasarruf isteklerinin
miktarına eşit oluncaya kadar devam eder. Denge faiz oranında yatırıma yönelmemiş tasarruf kalmaz.
Bu durumda firmalar tüm üretimlerini ya tüketicilere ya da yatırımcılara satmış olur ve böylelikle de
tam istihdam sağlanmış olur.
11
Faiz
Ora
nı
S, I0
S (Fon Arzı)
I (Fon Talebi)
i
i1
D1
I1S
1 S = I
M N
Grafik 6; Klasik Teoride Mal Piyasasında Denge ; Tasarruf-Yatırım Eşitliği
Klasik Modelde Toplam Arz
Klasik yaklaşımın temel varsayımlarından biri, ekonominin her zaman tam istihdamda olmasıdır. Bu
nedenle toplam arz eğrisi (AS), tam istihdam hasıla düzeyini belirler. AS eğrisi de bu hasıla düzeyi
(doğal hasıla Düzeyi) üzerinden dikey bir eğri olur. Toplam arz eğrisi emek piyasası dengesi ve üretim
fonksiyonu kullanılarak elde edilir. Grafik 7’de AS eğrinin elde edilişi dört panel yardımıyla
gösterilmekte sol alt panelinde işgücü piyasası, sol üst panelde üretim fonksiyonu, sağ üst panelde
yansıtma doğrusu ve sağ alt panelde ise düşey toplam arz (AS| almaktadır.
Grafik 7; Klasik Teoride Toplam Arz
Emek piyasasında emek arzı ve talebi nominal ücretin fonksiyonu olarak yer almaktadır. Fiyat
düzeyindeki değişmeler sadece nominal ücret düzeyini etkilemekte, ancak reel ücretleri ve istihdamı
12
etkilememektedir. İşgücü piyasasında belirlenen istihdam düzeyinde gerçekleştirilen üretim düzeyi,
üretim fonksiyonuna göre Y* ile gösterilmiştir. Sağ üst paneldeki yansıtma doğrusu bu üretim ya da
çıktı düzeyini sağ alt panele aktarmak için kullanılmaktadır. Sağ alt panelde ise her bir fiyat düzeyi için
tam istihdam hasılasını gösteren toplam arz eğrisi elde edilmiştir.
Tam istihdam hasıla düzeyinde düşey bir doğru olarak elde edilen toplam arz bazı durumlarda sağa ve
sola doğru kayabilir. Örneğin ekonomide sermaye stokunun artması ve teknolojik gelişme
durumlarında AS eğrisi sağa kayar. Çünkü üretim fonksiyonu bunlara bağlı olarak yukarıya kayarken,
öte yandan emek piyasa emek verimliliğindeki artışa bağlı olarak emek talebi sağa kayacaktır. Daha bir
istihdam düzeyinde daha yukarıdaki bir üretim fonksiyonuna göre elde edilecek AS ise eskisine göre sağ
tarafta elde edilecektir. Yine nüfus artışı emek arz eğrisi sağa kaydırdığı için AS eğrisi de sağa
kayacaktır. Çünkü emek piyasanda istihdam düzeyi yükselmiştir. Tersi durumlarda ise AS sola
kayacaktır.
Klasik Okul ve Para Piyasası
Klasik iktisatçılara göre para, alışverişlerde kullanılan bir ödeme ya da değişim aracıdır. Bireylerin gelir
elde etme ve harcama zamanları farklılık arz ettiğinden klasiklere göre para sadece “işlem” güdüsüyle
talep edilir. Diğer güdülerle (ihtiyat ve özellikle spekülatif amaçlı) talep edilmediğinden dolayı para
talebinin faiz esnekliği sıfırdır. Yani para, faiz oranlarına karşı duyarlı olmadığından, üretim ve istihdam
üzerinde etkili olamaz. Klasikler bu durumu, para ve mal piyasalarının birbirinden ayrı olduğunu ifade
eden “klasik dikotomi” kavramıyla açıklamışlardır. Ayrıca klasiklere göre bu durum, paranın yansız
yada nötr olması anlamına da gelmektedir. Yani para arzında meydana gelen değişmeler üretim ve
istihdam gibi reel değişkenleri etkilemez, sadece parasal değişken konumunda olan fiyatlar genel
seviyesini etkiler.
Klasik teoride para arzı ile fiyatlar genel seviyesini ilişkilendiren görüş “paranın miktar teorisi” olarak
bilinmektedir. Literatürde teorinin iki farklı versiyonu yer almaktadır;
1. Mübadele Yaklaşımı; Irwing Fisher
2. Nakit Dengesi yada Cambridge Yaklaşımı; Alfred Marshall ve Cecil Pigou
1.Mübadele Yaklaşımı
Amerikalı iktisatçı I. Fisher (1867-1947) tarafından ortaya konulan bu yaklaşımda kullanılan özdeşlik
mübadele yada değişim denklemi olarak bilinir. Bu özdeşliğe göre, bir ekonomide belli bir dönemde
yapılan mübadelelerin parasal değeri, para arzı ile paranın dolanım hızının çarpımına eşittir.
M= para arzı V= paranın dolanım hızı
P= fiyatlar genel seviyesi T= ekonomide yapılan mübadele sayısı
olmak üzere özdeşlik şu şekilde ifade edilmektedir.
M.V = P.T (1)
Paranın dolanım hızı (V), paranın mübadele işlemlerinde ortalama kaç kez kullanıldığını gösterir.
Örneğin; bir yılda 1000 işlem gerçekleştirilmiş ve para arzı da 250 ise V= T/M gereği paranın dolanım
hızı 4 olur. Yani para 1 yılda ortalama olarak 4 kez mübadele işleminde kullanılmış demektir. Bu şekilde
hesaplanan dolanım hızı “paranın işlem dolanım hızı” olarak adlandırılır.
Eşitlikte toplam mübadele sayısı (T) yerine, sadece reel milli gelir (Y) hesabına giren işlemler dikkate
alınırsa eşitlik şu şekilde yazılır.
M.V = P.Y (2)
13
Bu durumda hesaplanan paranın dolanım hızı (V), sadece milli gelir hesabına giren değişimleri ihtiva
ettiği için “paranın gelir dolanım hızı” olarak adlandırılır. Klasik teoride paranın dolanım hızının ( işlem
yada gelir fark etmez) sabit olduğu varsayılmıştır.
Burada ele aldığımız basit mübadele denklemi bir teori değildir. Bunu teoriye dönüştürmek için bazı
varsayımlar yapılması gerekir. Mübadele denkleminden miktar teorisine geçmek için Fisher aşağıdaki
varsayımları yapmıştır
• Para, sadece işlem amaçlı olarak talep edilir.
• Paranın dolaşım hızı (V ) kısa dönemde sabittir. Bunun sebebi, paranın dolaşım hızının nüfus
yoğunluğu, ticari gelenekler ve iktisadi birimlerin işlemlerini gerçekleştirmelerini sağlayan
kurumsal faktörler tarafından belirlenmesidir. Teknolojik değişiklikler ve kurumsal faktörler
kısa dönemde değişmeyeceği için, paranın dolasım hızı da değişmez.
• Kısa dönemde ekonomi tam istihdam düzeyinde olacağına göre toplam hasıla (Y ) sabittir
(2) numaralı denklemde eşitliğin sağ tarafı (PY); fiyatlar genel seviyesi ile üretim miktarının
çarpımından oluşmakta yani toplam arzı ifade etmektedir. Sol tarafı ise (MV); para arzı ile paranın gelir
dolanım hızının çarpımından oluşmakta yani toplam talebi ifade etmektedir. Bu durumda Fisher’in
mübadele denkleminin aynı zamanda toplam arz-toplam talep eşitliğini de ortaya koyduğu söylenebilir.
Eşitliğin sağ tarafında yer alan üretim miktarı(Y), klasik iktisatçılarca tam istihdam düzeyinde sabit
kabul edilmektedir. V ve Y sabit kabul edildiğine göre mübadele denklemi P’ye göre yeniden yazılırsa
miktar teorisinin özüne inilmiş olunur;
M.VP =
Y Sabit
Sabit
Fisher’in miktar teorisiyle ortaya konulan tespit şudur; Para arzında meydana gelen değişimler
doğrudan doğruya ve sadece fiyatlar genel düzeyini etkiler. Örneğin; para arzı %10 artarsa fiyatlar
genel düzeyi de %10 artar.
2.Cambridge Yaklaşımı
Amerika’da Fisher’in mübadele denklemini ortaya koyduğu dönemde İngiltere’de Cambridge
Üniversitesi’nde başta Alfred Marshall olmak üzere bir grup iktisatçı da aynı konudaki görüşlerini farklı
bir yorumla ortaya koymuşlardır.
Fisher ve Cambridge iktisatçıları arasındaki temel görüş ayrılığı para talebinin gerekçesi üzerinde
olmuştur. Fisher’e göre para talebi sadece işlem amaçlı olarak yapılmaktadır. Cambridge iktisatçıları ise,
paranın sadece işlem amaçlı olarak değil aynı zamanda değer saklama (servet biriktirme) aracı olarak
ta talep edilebileceğine dikkat çekmişlerdir. Bu anlamda Cambridge denklemi bir para talebi
denklemidir ve şu şekilde ifade edilmiştir.
Md= bireylerin ellerinde nakit olarak tutmak istediği toplam para miktarı
k= bireylerin ellerinde nakit olarak tutmak istedikleri paranın % ile ifadesi
(nakit talebi / nominal gelir) (Diğer bir ifadeyle para talebinin gelire duyarlılığı)
PY= nominal gelir yada hasılat olmak üzere
Md = k. PY
14
Burada bireylerin nakit talebinin % ile ifadesi olan k katsayısı, Fisher denklemi ile Cambridge
denklemini örtüştürme fonksiyonunu da icra etmektedir. Fisher denkleminde paranın dolaşım hızını
temsil eden V katsayısı ile k katsayısı arasında şu ters ilişki bulunmaktadır;
k= 1/V yada V = 1/k
Fisher denkleminde V sabit olduğundan Cambridge denkleminde de k katsayısının sabit ve istikrarlı
olduğu kabul edilmektedir.
Cambridge denklemi C. Pigou tarafından farklı bir yorumla ortaya konulmuştur. Pigou, reel gelir (Y)
yerine servet (w) kavramını kullanmış ve formülü şu şekle dönüştürmüştür.
Md = k. Pw
Burada w; ekonomideki reel serveti, Pw ise servetin parasal değerini ifade etmektedir.
Toplam Talep Eğrisi
Paranın miktar teorisi Klasik yaklaşımda toplam talep (AD) eğrisinin elde edilmesine olanak sağlar.
Şöyle ki; klasiklere göre paranın dolanım hızı (V) sabittir. Veri bir para miktarı için (yani para arzı sabit
tutulduğunda) özdeşliğin geçerli olması demek, (P) ile (Y) arasında ters yönlü bir ilişkinin olması
demektir. Yani M.V bir sabite eşit olduğunda, fiyatlar (P) artarsa reel hasıla (Y) azalmalı ya da fiyatlar
(P)azalırsa (Y) artmalıdır. Aslında değişim denklemini (P)’ye göre yeniden yazarsak; i
P = M.V/Y
Burada (P) ile (Y) arasında negatif ilişki gözlenebilir. Çünkü (M.V) sabit olduğunda, (Y)’nin değeri
artarsa, (P) düşer. Bu ilişki negatif eğimli toplam talep (AD) eğrisinin varlığını açıklar. Aşağıdaki şekilde
(AD) eğrisi hiperbol biçiminde çizilmiştir. Klasik iktisatçılarca (V) sabit varsayıldığında (M)’deki
değişmeler (AD) eğrisinin kaymasına neden olur. Örneğin para arzındaki (M) artışlar (AD) eğrisini sağa
kaydırırken, (M)’deki azalma (AD) eğrisini sola kaydırır.
Miktar teorisinin, para arzındaki ve paranın dolaşım hızındaki değişmelerin neticesinde fiyatlar genel
seviyesinin değişeceğini ifade eden bir para teorisi olduğunu yukarıda belirttik. Bir başka ifadeyle,
15
miktar teorisi, para miktarındaki değişmelerin doğrudan doğruya fiyatlar genel seviyesindeki
değişikliklere yansıyacağını ifade eder. Konuyu çok basit olarak bir şekille göstermemiz mümkündür.
Şekil III.3’de yatay eksende para arzı, dikey eksende ise fiyatlar genel seviyesi gösterilmiştir. Para talebi
ise orijinden yukarı doğru çizilen 45 derecelik bir doğru şeklinde gösterilmiştir. Şekilden anlaşıldığı
üzere para arzının M düzeyinde olduğu noktada fiyatlar genel seviyesinin P1 düzeyindedir. Para arzının
M(s) noktasına artırılması ile birlikte fiyatlar genel seviyesi de P1’den P2’ye yükselmektedir (bkz. Şekil-
2 ).
Klasik Modelde Tam İstihdam Dengesi ve İşsizlik
Say Yasası’na olan inancın ücret ve fiyatların esnekliğinin bir sonucu olarak Klasik iktisatçılar tam
istihdamı normal bir durum olarak görürler. Ekonominin dengesi toplam arz eğrisi ile toplam talep
eğrisinin kesişimi ile elde edilmektedir. Aşağıda grafikte gösterilen bu analiz, ekonomide fiyat düzeyinin
yalnızca toplam talebe bağlı olarak oluştuğunu söylemektedir. Yukarıdaki açıklamalar göz önüne
alındığında Klasik sistemde üretim hacminin emek piyasasına ve teknolojiye, fiyat düzeyinin ise para
piyasasına bağlı olarak oluştuğu biçiminde: bir sonuca varılabilir.
Klasik ekonomi kuramının öngördüğü işsizlik geçici işsizliktir. Yani oldukça kısa dönemli bir işsizliğin
talep şoklarından doğabileceği kabul edilmektedir. Örneğin, ekonomide para stokundaki bir azalma
ortaya çıktığında AD1 eğrisi AD2’ye kayacaktır.. Her ne kadar ücretlerin esnek olduğu kabul edilmekte
ise de ücretlerin ve fiyatların değişimi anında olmayacaktır. Şekilde görüldüğü gibi, ekonomi önce A
noktasına gelecektir. Ancak bu noktada oluşan işsizlik kısa sürede fiyatların ve nominal ücretlerin
düşmesine ve ekonominin tekrar tam istihdam dengesine ulaşmasına neden olacaktır. Ekonomi yeniden
tam istihdam dengesine ulaşmasına neden olacaktır. Ekonomi tam istihdam dengesine ayarlanırken,
izlediği yol E1-A-B-E2 olmaktadır. Burada işsizlik geçici işsizliktir. Ekonomi fiyat ve ücret esnekliği
sayesinde kendi kendine bu sorunu kısa sürede çözmektedir.
16
Klasikler her arzın kendi talebini yarattığına inandıkları için, ekonominin genelinde mal veya hizmet
arzında bir fazlalık olacağına inanmazlar. Ancak bireysel üretimlerde aşırı üretim durumuyla
karşılaşılabilir. Örneğin otobüs üreticileri varolan piyasa için yanlış hesaplama yüzünden çok fazla
otobüs üretebilirler. Kısa dönemde otobüs stoklan artar, satılmayan stoklar işsizliğe yol açar. Otobüs
endüstrisinde mevcut işçilerin sayısı fazla olduğundan bunların istihdamı karlı olmaz. Uzun dönemde
sorunlar çözümlenir. Şöyleki, otobüs arz fazlası fiyatların düşmesine yol açar, sonuçta otobüs
endüstrisinden emek ve diğer kaynakların bir kısmı fiyatların yüksek olduğu ya da talep fazlalığının
bulunduğu endüstrilere kayar.
Ekonomide bu tür ayarlamalar zaman gerektirir, işte bu zaman içinde işsizlikle karşılaşılır. Fakat bu
işsizlik çok kısa zaman içindir ve devam etmez. Ancak piyasalara dışarıdan bir müdahale olursa, uzun
süreli işsizlikle karşılaşılır. Örneğin güçlü sendikalar denge ücret düzeyi üzerinde bir ücret
uygulatırlarsa ya da devlet asgari ücret uygulaması gibi nedenler kalıcı işsizliğe yol açar. Bunun dışında
uzun süreli işsizlik imkansız görülmektedir. Bu çerçevede kısa süreli işsizlik önemli bir sosyal sorun
sayılmadığından, Klasik iktisatçılar enerjilerini başka alanlara yönelmişlerdir. Bunlar daha çok
mikroekonomik konulara odaklaşmışlar ve ekonomi uzun dönemde büyüme oranının altındaki güçlerin
neler olduğunu açıklamaya ağırlık vermişlerdir.
Ekonominin kendi iç mekanizmaları yoluyla tam istihdamı sağlama yeteneği Klasik iktisatçıların
“bırakınız yapsınlar” ya da “müdahale etmeyen hükümet politikalarını” onaylamalarının altında yatan
neden olmuştur. Topluma ise ekonomiyi koruyacak, piyasa mekanizmasına bağlı kalmaları ve
hükümetlerin rolünü belirli alanlarla sınırlandırılması (güvenlik, yasa yapmak ve adalet gibi pozitif
katkılar yapabileceği alanlarla sınırlamak gibi) salık verilmiştir.
Klasik Modelde Para Politikasının Etkinliği
Klasik modelin varsayımları gereği ekonomi daima tam istihdamdadır. Para yansızdır ve klasik
dikotomi gereği piyasalar birbirinden ayrılmıştır. Fiyat ve ücretlerin esnek olmasından dolayı da
piyasalar sürekli temizdir. Yani piyasa dengesinin bozulması durumunda dıştan müdahale olmaksızın
denge, esnekliklerden dolayı yeniden kendiliğinden dengeye gelir.
Bu varsayımların genel bir sonucu olarak klasiklere göre; ekonomik istikrarın sağlanması için herhangi
bir ekonomi politikasının uygulanmasına ihtiyaç yoktur. Diğer bir ifadeyle para ve maliye politikaları
gereksizdir.
17
P1 başlangıç fiyat düzeyinde, parasal genişleme sonrası E1E2 kadar bir mal talep fazlası
Firmalar, talep fazlasını karşılamak için, daha yüksek bir nominal ücret karşılığında daha fazla işçi
çalıştırmak isterler.
Ancak, emek piyasası tam istihdam düzeyinde dengede olduğundan, firmalar işçilere daha fazla ücret
ödeyince, istihdam ve dolayısıyla da hasıla düzeyi başlangıç düzeyinde kalırken, firmaların maliyetleri
ve dolayısıyla da fiyat düzeyi yükselir
Fiyat düzeyinin yükselerek P2 düzeyine gelmesi sonucunda, talep fazlası azalır
Yeni denge noktası, E3.Bu noktada, AS ve AD(M2) eğrileri kesişmiştir ve ekonomi, E1 noktasında olduğu
gibi, doğal (tam istihdam) hasıla düzeyinde faaliyettedir
Bu analizden çıkan sonuç, nominal para arzı artınca, fiyatlar genel düzeyinin de aynı yönde
artmasıdır.Klasik modelde, fiyat artışlarının (enflasyonun) tek nedeni, para arzındaki sürekli artışlardır
Klasik Modelde Genişletici Maliye Politikası
18
Başlangıç noktası: YFE doğal hasıla düzeyinde, P1 fiyat düzeyinde denge (E1). Genişletici maliye
politikası sonucu, toplam talep eğrisi sağa kayar:
(AD(G1) →AD(G2))
P1 başlangıç fiyat düzeyinde, parasal genişleme sonrası E1E2 kadar bir mal talep fazlası
Firmalar, talep fazlasını karşılamak için, daha yüksek bir nominal ücret karşılığında daha fazla işçi
çalıştırmak isterler
Ancak, emek piyasası tam istihdam düzeyinde dengede olduğundan, firmalar işçilere daha fazla ücret
ödeyince, istihdam ve dolayısıyla da hasıla düzeyi başlangıç düzeyinde kalırken, firmaların maliyetleri
ve dolayısıyla da fiyat düzeyi yükselir
Fiyat düzeyinin yükselerek, P2 düzeyine çıkması, reel para arzının (M/P) azalmasına, faiz oranının
yükselmesine ve buna bağlı olarak özel sektör yatırım harcamasının ve böylece toplam talebin
azalmasına neden olur.
Yeni denge noktası, E3.Bu noktada, AS ve AD(G2) eğrileri kesişmiştir ve ekonomi, E1 noktasında olduğu
gibi, doğal (tam istihdam) hasıla düzeyinde faaliyettedir
Sonuçta,Klasik modelin ikinci temel önermesi gereğince, genişletici maliye politikası, özel sektör yatırım
harcamasını azaltmaktadır.
Bu süreç, tam dışlama (crowding-out) olarak adlandırılır.