kadro 1
DESCRIPTION
ÂTRANSCRIPT
Sayfa 2
Sayfa 2
KADRO dergisi, 1932-1934 arasında 3 yıl boyunca yayın yaptı.
Temel işlevi devam eden demokratik devrim sürecini anlamak, tar-tışmak ve izah etmekti.
Başta Şevket Süreyya Aydemir olmak üzere, Yakup Kadri Karaos-
manoğlu, Vedat Nedim Tör, Burhan Asaf Belge, İsmail Hüsrev Tökin ve Mehmet Şevki Yazman’dan oluşan “KADROcular” bu derginin
hem kurucuları hem de yazarlarıydılar.
Atatürkçülük ile Sosyalizmin arasındaki duvarları yıkan bir işlevi ol-duğu için bu hareket daha o günlerden hem bazı sosyalist kesimler-
den hem de sermaye çevrelerinden yoğun eleştiri aldılar.
Atatürk’ün desteklerine rağmen KADRO 36. sayısından sonra kapa-tıldı.
Devlet içerisindeki kireçlenme Atatürk’e rağmen Atatürk döneminde
başlamıştı.
Bu hareket sonrasında Doğan Avcıoğlu’nun YÖN ve DEVRİM dergi-leri ile devam etti dersek yanlış olmaz. Nitekim KADRO dergisinin
başındaki isim olan Şevket Süreyya Aydemir de YÖN dergisine des-tek vermiş, yazılar yazmıştır.
Sözün özü...
Bu geleneği, “Yeniden KADRO” diyerek devam ettirme kararlılığın-
dayız.
Herkese Merhaba!
Sayfa 3
Sayı 1, Ocak 2014
5 Uğur Mumcu neden öldürüldü?
6 Kara çarşafın kökeni
8 Ha gayret Kılıçdaroğlu! Başbakan birinci yardımcısı olacaksın
11 MHP'liler Öcalan'ın özgürlüğünü mü istiyor?
12 Tayyip gidici, peki sonrası?
14 Cemaat AKP’yi niye öptü?
16 Sattırmeycez!
18 Nazlı Ilıcak’ı ters köşe eden ‘tutanak’lar
20 Cumhuriyet Eylemlerinden Haziran Ayak-
lanması’na
23 Doğan Avcıoğlu ve kökleri tarihte devrimci
teori
34 Muz Cumhuriyetinin Muz Mahkemeleri
36 İsmet Paşa ve çok partili demokrasi
39 İyi ki bilimsel sosyalistim
42 Hatırla! Hatırla Mayıs’ın 27’sini
48 Kuantum ışınlanma rekoru kırıldı! Peki sı-
rada ne var?
50 Tarihte bu ay
54 Kültür Sanat
58 Bulmaca
Genel Yayın Yönetmeni Osman Budak Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Coşkun Turgut Editör Ersoy Münevis Yayın Kurulu Tekin Tek, Meftun Bulunmaz, Mehmet Esmer, Ayşe Meral, Kubilay Kızıldenizli, Av. Sedef
Ünal, Mustafa Solak, Murat Kula
İÇİNDEKİLER
Türkiye’nin karşıdevrim sürecini 10 yıllık periyotlarla incelediğimizde her
periyodun cumhuriyetin yıkılışında ayrı birer aşama olduğunu saptarız. 50’ler ilk yıkımı oluşturur. DP iktidarı ile geçen bu yıllarda komprador burjuva haline gelen feodal unsurlar, gericiliği hortlattıkları gibi Türkiye’yi NATO’ya dahil ederek em-
peryalist hegemonyaya kapıları açtılar. 60’lar, bu süreçte görece ileri bir atılım oldu. 27 Mayıs’la gelen özgürlükçü ortamda sol hareket gelişti ve 68 kuşağının
doğmasına olanak tanıdı. 70’ler, 12 Mart cuntası ile başladı. 27 Mayıs’ın intikamı alındı ve gladyo güdümündeki MC hükümetlerinin ül-
keyi iç savaşa sürmesi ile geçti. 80’ler ise 12 Eylül darbesi ile başladı. Tüm ilerici unsurlar biçildi ve Türkiye tam anlamı ile serbest piyasaya
açıldı. 90’lara gelindiğinde Mafya-Tarikat-Gladyo iktidarı açık bir şekilde kurul-muştu. Nitekim 1996 yılında yaşanan Susurluk kazasında bu kirli ittifak
gün yüzüne çıktı. Tüm bunlara rağmen cumhuriyetçi güçler, sistem için hala tehdit oluştu-ruyordu. Gladyo bu dönemde, suikastlarla iktidarını güçlendirmeye çalış-
tı. Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Turan
Dursun gibi aydınlar hep bu dönemde katledildi. Bunun sonraki 10 yıla hazırlık olduğu 1 Mart 2003 tezkeresi ile ortaya çık-
tı. Özellikle Uğur Mumcu’nun PKK üzerine yoğunlaştığı ve bir kitap hazırlı-
ğında olduğu dönemde şehit edilmesi anlamlıdır. Bugün, bu 60 yıllık plan can çekişiyor. Halk hareketi yükseliyor. Egemenler birbirine düştü ve en önemlisi gladyonun bizzat kendisi olan ABD tüm dünyada hem askeri hem ekonomik olarak yenilgi üstüne yenil-
gi alıyor. 2010’lar bu sarsıntı ile geçecek olsa da… 2020’ler bizimdir. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.
Osman BUDAK
Sayfa 6
Sayfa 6
Serdar Kaan KORKMAZGİL
Kara çarşafın kökeni
G ericilerin bir kesimi çarşafın Ahzap sure-
si 59. ayetinde geçen cilbab olduğunu öne sü-
rerler. Yalandır.
Ahzap 59. Ey peygamber! Hanımlarına, kızla-
rına ve müminlerin kadınlarına hep söyle
de cilbablarından (dış elbiselerinden) üzerle-
rini sımsıkı örtsünler. Bu onların tanınmaları-
na, tanınıp da eziyet edilmemelerine en elve-
rişli olandır. Bununla beraber Allah çok bağış-
layıcıdır, çok merhamet edicidir.
Cilbab, dış elbisedir ama çarşafla ilgisi yoktur.
2 parça değil, tek parça gömlektir ve kadınlar
kullanabildiği gibi erkekler de kullanır. Erkek-
lerin kullandığına dair hadisler de vardır. İşte
biri:
(Cilbabı [gömleği] haram olan erkeğin namazı
kabul olmaz.) [Bezzar]
Araplarda ne İslam öncesinde ne de İslam'ın
ilk dönemlerinde çarşaf giyildiğine dair hiçbir
bilgi-kayıt yoktur. Eski din kitaplarında da na-
faka olarak verilen giysi listelerinde çarşaf
geçmez. Dolayısıyla çarşafın İslam'a çok son-
ra girdiğinde bir şüphe yoktur.
Tefsirlerde Ayşe'nin ferace giydiği belirtilir. Ni-
tekim İfk hadisesini anlatan Ayşe'ye ait hadis-
te de ferace geçer:
"...Derken uyumuşum, Safvân b. Muattal or-
dunun arkasına kalır, insanların eşyalarını
araştırır, bir şey kalmış ise kaybolmaması için
diğer konak yerine götürürdü, beni görünce
tanımış "Allah'tan geldik ve yine O'na dönece-
ğiz" (Bakara, 2/156) demesiyle uyan-
dım, hemen feracemle yüzümü ört-
tüm, devesinden indi, ben bininceye kadar
çekildi, bindim. Sonra deveyi çekti, yürüdü,
öğle sıcağında orduya yetiştik; inmişler, bağrı-
şıyorlardı...."
Osmanlı'da da
kadınlar ferace
giyerlerdi. Fera-
ce, uzun, yakalı,
saçları örtecek
yaşmağı olan,
eteğe kadar uza-
nan manto ben-
zeri dış giysiydi.
Osmanlı'da çar-
şaf:
Çarşafa Osman-
Sayfa 7
Sayı 1, Ocak 2014
lı'da 19. Yüzyılın sonlarında rastlanmaya
başlanır. Yani Anadolu Müslümanlarında çar-
şafın tarihi 150 yılı bulmaz. İlk olarak Tanzi-
mat döneminde hacca gidenlerin İranlı hacı-
lardan görerek getirmeleriyle ülkeye girmiştir.
Ancak başlangıçta tutulmamış ve din çevre-
lerince bidat olarak nitelenmiştir. Zaman için-
de çarşaf kullananların sayısında artış ya-
şanmış, 1870'lerde yaygınlaşmıştır. Sultan 2.
Abdülhamit tarafından İslam'da yeri olmadığı
ve çarşaf giyenin erkek mi kadın mı olduğu-
nun anlaşılmadığı gerekçesiyle yasaklanmış-
tır. Ancak 1913'de Rumeli'deki Ortodoks ve
Yahudilerin giyimlerinden alışkanlık kazanan
muhacirlerin göçüyle yeniden yayılmaya baş-
lamıştır. (Diyanet Vakfı İslam ansiklopedisi)
Çarşafın kökeni paganlara dayanır
Müslümanlara Yahudi ve Hristiyanlardan ge-
çen çarşafın bu 3 dinle de ilgisi yoktur. Hristi-
yanlığa ve Museviliğe de paganlardan geç-
miştir. Tevrat'ta peçe fahişe giysisi olarak an-
latılır.
Tekvin/38/14. Tamar üzerindeki dul giysile-
rini çıkardı. Peçesini örttü, sarınıp Timna
yolu üzerindeki Enayim Kapısı'nda oturdu.
Çünkü Şela büyüdüğü halde onunla evlen-
mesine izin verilmediğini görmüştü.
15. Yahuda onu görünce fahişe sandı.
Çünkü yüzü örtülüydü.
Tabletlerden ortaya çıkarıldığına göre Sümer
-Akad döneminde tapınak fahişelerinin yani
kutsal rahibelerin örtüleri çarşaf şeklindeydi
ve yüzü, başı örterdi. O dönemde halk açık
giyerken, fahişeler kapanırdı, aynı Tevrat'ta
bahsedildiği gibi. Ta ki Asurlulara kadar. Asur
yasalarından anlaşıldığı üzere, Asurlular tam
tersini uygulamaya geçtiler. Fahişelerin açık
olmasını, fahişe olmayan kadınların ise ka-
panmasını şart koşar.
- İster evli kadınlar, ister dul kadınlar, veya
Assur'lu kadınlar olsun sokağa çıkarlarken
başlarını açmayacaklardır. Adamın kızları...
ya bir şal, ya bir ... veya bir Gulinu ile örtüne-
ceklerdir.
- Fahişe örtülü değildir, başı açıktır. Örtülü bir
fahişeyi gören olursa, onu tutuklayacak, şa-
hitler bulacak; onu saray mahkemesine götü-
recek, ziynetlerini almayacaklar, onu yakala-
yan (sadece) elbisesini alacaktır. (Örtülü fa-
hişeye) elli sopa vuracaklar, başına zift döke-
cekler.
Aynı Asurluların yaptığı değişiklik gibi zaman içinde Yahudiler ve ardından Hristiyanlar da giyim şeklini değiştirdiler ve örtündüler. İs-lam'da o yolu izledi. Suriye ve civarındaki gayrimüslim giysileri Müslümanlara da intikal etti ve günümüzde sanki hakiki Müslüman kadın giysisi çarşafmış gibi halka pompalan-dı. Öyle ki başörtülü, türbanlı hatta pardesülü kadının giyimini bile yetersiz görerek eleştire-cek ve çarşafı dayatacak derecede yaygın-laştı.
Sayfa 8
Sayfa 8
O rtalık toz duman rüşvet, irtikap, yolsuzluk
diz boyu.
Kısacası lağım patlamış vaziyette.
AKP iktidarı sallantıda, yıkıldı yıkılacak. Bir fis-
kelik canı var adeta. Hükümet kendisini tezgaha
getiren polisleri görevden almaya yetişemiyor.
Neden böyle oldu sorusuna cevabın hattı hesa-
bı yok. En belirgin olanlar ise "Fetullah Gülen-
Tayyip Erdoğan arasında iktidar savaşı, yiyici-
likte anlaşamadılar, Amerika İran-Türkiye ilişki-
lerine ayar veriyor" gelsin yorumlar ve analizler.
Yandaş ve yalaka basının estirdiği rüzgarın to-
zu dumanı altında "hizmet eri Fetullah, mağdur
Tayyip" eksenli imalat gündemle sistem halk
hareketinin gazabından kurtarılmaya çalışılıyor.
Ancak halk hareketini bastırmak isteyenlerinde
değerlendirmeleri var. 8 Eylül'de Antalya 5.
Uluslararası Terörizm Ve Sınır Aşan Suçlar
Sempozyumunda konuşan polis şeflerinin de-
ğerlendirmelerinden kısa bir özeti buraya alıyo-
rum.
En büyük top-
lumsal olaylar-
dan biri
Kahramanmaraş
Emniyet Müdürlü-
ğü'nden Dr. Murat
Gözübenli sem-
pozyumda Gezi
Parkı olaylarının
ülke tarihinde gö-
rülen en büyük ve
en geniş toplum-
sal olaylardan biri olduğunu, daha önce hiçbir
şekilde bir araya gelmeyen grupların birlikte ey-
lem yaptığını dile getirdi.
Gezi eylemlerine 3,5 milyon kişi katıldı
Gezi Parkı olaylarının bilançosu hakkında da
değerlendirmede bulunan Dr. Gözübenli, 2 aylık
sürede Bayburt hariç 80 ilde 4 bin 725 eylem
yapıldığını, eylemlere yaklaşık 3 milyon 545 bin
kişinin katıldığını aktardı. (Asıl katılımın 11 mil-
yon olarak tespit edildiğini biliyoruz.)
Gezi benzeri eylemlere hazırlıklı olalım
Emniyet teşkilatının hazırlıksız yakalandığı Gezi
Parkı benzeri olayların her zaman olabileceğini
dile getiren Dr. Gözübenli rakamları eksik söylü-
yor.
Polis şeflerinin rakamları söylediklerinin çok üs-
tünde elbette. Medya önünde her şey söylen-
meyeceğine göre durum anlaşılıyor tabii. Dikkat
Mehmet ESMER
Ha gayret Kılıçdaroğlu!
Başbakan birinci yardımcısı olacaksın
Sayfa 9
Sayı 1, Ocak 2014
çeken olgular ise eylemlerde "yan yana gele-
mez" denilenlerin büyük birlikteliği, yaygınlığıve
sürekliliğe yapılan vurgu.
Buraya kadar yazılanları Türkiye'nin ana muha-
lefetle "görevli partisi" CHP liderliği bilmiyor mu,
görmüyor mu? dersiniz.
Elbette biliyorlar ve görüyorlar.
Görevli parti deyimini özellikle yazıyorum, çün-
kü.
Amerikalılarla 3 ayda 4 görüşme
Tayyip Erdoğan bile Amerika'ya "savaş" açmış-
ken CHP liderliği kapıları aşındırıyor adeta. Ön-
cekileri saymıyoruz.
23 Eylülde bir heyet Amerika'ya giderek kapıyı
açıyor. Sonrasında sömürge valisi havasındaki
elçi Ricci ile gece yarısı otelde bir gizli görüş-
me, peşinden Kılıçdaroğlu'nun malum Amerika
ziyareti.
Bitmedi daha, elçi hazretleriyle gizlemeye ne
gerek var deyip açık açık tekrar görüşme, rezi-
dansta.
Ha babam yemek yiyorlar Amerikan elçisiyle.
Yemek müzikleri son günlerde çok revaçta olan
enstrümental parçalar olsa gerek.
Neredeyse iki yıldan bu yana Türkiye'nin dört
bir yanında Milli Anayasa Forumları yapılıyor on
binlere varan katılımlarda yurtsever CHP millet-
vekilleri dahil yüzlerce aydının çabası ile ihanet
anayasası çöpe atılıyor.
Bu mücadeleden ve 19 Mayıs, 29 Ekim, 10 Ka-
sım'larda alanlara inen milletten alınan destekle
Milli Merkez kuruluyor.
Bütün toplantılarda CHP liderliğine vatanımıza
karşı yürütülen emperyalist saldırganlığı göğüs-
lemek ve milli bir hükümet kurmak için formüller
öneriliyor, çağrılar yapılıyor.
Tık yok.
Amerikan karşıtlığının yüzde yüzlere vardığı,
seçenek yaratmakta en çok zorlandıkları bir dö-
nemde Kılıçdaroğlu hayasızca denecek bir aşk-
la emperyalist sofralarında arzı endam ediyor.
Vatanseverlere bin bir türlü tezgah kurarak esir
alan süper Nato görevlisi Fetullahçı çetenin ele-
manlarına avukatlık yapan Kılıçdaroğlu'na o ye-
meklerde havuç gösteriliyor belli ki.
1 Mart tezkeresinin reddinden sonra ABD'de
verdiği konferansta, "AKP liderleriyle anlaşarak
Türk Ordusu'nu kafeslediklerini" anlatan CIA
ajanı Barkey, Amerika'nın Sesi Radyosundan
havucu söylemiş.
Amerika'nın Sesi'nden Mehtap Çolak Yılmaz'ın
sorularını yanıtlayan Henri Barkey'e göre, Ada-
let ve Kalkınma Partisi yaklaşan yerel seçimler-
de İstanbul ve Ankara gibi şehirleri kaybedebi-
lir, ancak yine de bu durum Recep Tayyip Erdo-
ğan'ın cumhurbaşkanlığının yolunu tıkamaz ve
eğer isterse Abdullah Gül partinin başına geçe-
rek başbakan olabilir".
Bu yazının başlığını Kılıçdaroğlu'na başbakan
yardımcılığı önerilmiş olabileceğini düşünerek
yazmıştım.Bol keseden mi attım acaba.
CİA şefinin konuşmasında herkesin yeri belir-
lenmiş.
CHP iki belediyelik kapabilir.
Amerika için sıkıntı yok. Kılıçdaroğlu değil mi
ikide bir Tayyip Erdoğan'ı Abdullah Gül'e şika-
yet eden.
İstanbul'da hiç yok. "Niçin Türkiye Birleşik Dev-
letleri" olmasın diyen bir başkan adayı Sarıgül
var.
Havuç var da sopa yok mu denecektir.
Sopaya sonra bakarız.
Seçenek yok mu?
Sayfa 10
Sayfa 10
Biliyorum bu yazıyı okuyanların bir kısmından
"ama başka seçenek yok ki, önce AKP yıkılsın
da" yollu sızlanmaları duyar gibiyim.
Emperyalistlere karşı neredeyse iki yüz yılı bu-
lan vatan ve hürriyet mücadelesinin süreçleri bu
yazının çapını aşar. Tek cümleyle ''Tam Bağım-
sız Türkiye'' bu mücadelenin program özetidir.
Uygulayacak kuvvette vardır.
Emperyalistler ve işbirlikçilerini bir kez daha
"mahv-ı nabut edecek olan bu milletin, son beş
yıldır bayramlarını savunarak meydanlarda olan
milyonları,özelleştirme yağmasına ve emeğine
yapılan saldırıya karşı grevde, direnişte
"Mustafa Kemal'in askerleriyiz" diyerek çarpışan
işçi sınıfı, ve kamu çalışanları, vatansever bir
gençlik ve onun örgütü, saldırı gördükçe büyü-
yen basın yayın organları, neredeyse altı yıldır
Fetullah'çı Süper Nato elemanlarının esir ettiği
zindanlarda kahramanca direnerek tertipleri açı-
ğa çıkaran, yargılayanları sanık sandalyesine
oturtan devrimci aydınlarımız, yurtsever subay-
larımız ve en önemlisi milletimizin önüne iktidar
seçeneğini yarım yüzyıla yakın tecrübesiyle ko-
yan, öncü parti vardır.
O parti henüz size gelmemişse yakındır, kulağı-nız kapıda olsun.
Sayfa 11
Sayı 1, Ocak 2014
Coşkun TURGUT
MHP'liler Öcalan'ın
özgürlüğünü mü istiyor?
B ildiğiniz üzere Aydınlık Gazetesi ulaştığı
yeni bilgilere dayanarak PKK terör örgütünün
lideri hakkında yeni bir yazı dizisine başladı. Bu
yazı dizisi, Abdullah Öcalan'ın yakalanıp Türki-
ye'ye getirildiğinde itiraf ettiklerinin ve devletin
karşısında nasıl diz çöktüğünün kısa bir öyküsü
gibi. Devletime hizmet etmeye hazırım, örgütü
ben hallederim, kürtçülüğü bitiririm, hizmet aşkı-
mı görün diyen Öcalan'ın, aciz portresini çizen
Aydınlık; Öcalan'ın özgürlüğünün yolunun yapıl-
maya çalışıldığı böyle bir dönemde, sistemin
itibarlılaştırma çabalarının da haksızlığını tekrar
ortaya koyuyor.
AKP'nin, tabiri caizse devletin uşağı olmaya ha-
zır adamı ''Kürt sorunu'nun'' çözümü için olmaz-
sa olmaz adam haline getirdiğini ve özgürlüğü-
nün olmazsa olmaz barış seçeneği olarak daya-
tılır hale getirdiğini anlatan bu yayınlara , MHP
çevresinden tepki gelmesi bir hayli şaşırttı.
MHP'ye yakınlığı ile bilinen Ortadoğu Gazetesi
Aydınlık'ın yazı dizisini ''Öcalan'ı aklama ve
AKP'yi haklı gösterme'' çabası olarak okuyucu-
larına sunarken haberde bir de Doğu Perinçek
ile Abdullah Öcalan'ın fotoğrafını paylaşıyor ol-
ması olaya ilgi çekmek ve karamalamaya çalış-
mak dışında, bu yersiz ve manasız tepki, akılla-
ra şu soruyu getiriyor: MHP'li Ortadoğu, Öca-
lan'ın özgürlüğünü mü istiyor?
Eğer istemiyorsa aklını mı şaşırmış?
Salt Kürt düşmanlığı yapan ve Kürd'ü kucakla-yamayan milliyetçiliğin en az Kürt milliyetçiliği kadar bölücü olduğunu bir kez daha hatırlatalım en iyisi.
Sayfa 12
Sayfa 12
Mustafa SOLAK
Tayyip gidici, peki sonrası?
H aziran'da ayaklanan halkımız ve Suriye
halkının gerici ÖSO, El Kaide gibi çetelere karşı
direnci sayesinde AKP'nin ülke içi ve dışı politi-
kalarına önemli bir set çekmiş, ABD gözünde
kullanılabilirliği sorgulanmaya başlamıştı. Hazi-
randa korku duvarını aşan halkımız Gülen-Gül-
Erdoğan cephesinde de gedik açarak birbirleri-
ne bakışlarını değiştirmeye başlattı. Deyim ye-
rindeyse halkımız birbirine düşürmüştür. Gülen
kendine bağlı emniyet müdürleri aracılığıyla
operasyona başlamıştır. 17 Aralık tarihi Gülen
ve Erdoğan cephelerinin geri dönülemez şekilde
kılıçları çektiği günün adıdır.
Erdoğan'ın dokunulamaz adam olmadığı Erdo-
ğan Bayraktar'ın "başbakanın talimatıyla imzala-
dım, kendisi de istifa etmeli" sözleriyle ortaya
konmuştur. Bundan sonra Erdoğan'a karşı ses-
ler yükselecektir. AKP'den istifalar başlamıştır.
Muhalefetin bu duruma nasıl bakmaktadır?
MHP lideri Bahçeli sessizliğe bürünmüş, belki
de kaset operasyonunun kendisine uzanabilece-
ğini düşünerek böyle davranmış olabilir. CHP
meseleye sadece yolsuzluk cephesinden baka-
rak yolsuzluk yapanların otaya çıkarılmasının
ötesinde "hükümet istifa" diyememektedir. Ayrı-
ca "Erdoğan'ın hedefindeki herkesle işbirliği ya-
pabiliriz" diyen Kılıçdaroğlu Cemaatin bu ope-
rasyonlardaki rolüne değinmemekte ve işbirliği-
nin kapısını açık bırakmaktadır. CHP'nin cema-
ate dokunmayacağı 25 Aralık tarihinde CNN-
Türk'te programa katılan CHP Genel Başkanı
Kemal Kılıçdaroğlu'nun sözleriyle netleşmiştir.
Gazetecilerin "hükümetin istifasını istiyor musu-
nuz?" sorusunu Kılıçdaroğlu "Hükümetin bilece-
ği iş" diye yanıtlamıştır. "Paralel devlet var mı?"
sorusuna karşı "paralel devlet yolsuzluk yapan-
lardır" diyerek Erdoğan'ın bile gerisine düşmüş,
"Cemaat,devlet içinde paralel devlet olmuştur"
diyememiştir. Kılıçdaroğlu "bakanlar kurulundaki
değişiklikten memnun musunuz" sorusuna
"hayır yetmez, hükümet istifa etmeli" diyemedi.
Halk "hükümet istifa" eylemlerine başlamışken
Kılıçdaroğlu kendisine yöneltilen "neden mey-
danlara çıkmıyorsunuz" sorusuna da "bu olay
CHP'ye mal edilir" demiştir. Halbuki muhalefetin
görevi halk hareketinin içinde yer alarak ve başı-
na geçerek halka iktidar alternatifi sunmak değil
midir? Kılıçdaroğlu halk hareketinden korkmak-
tadır. Ekonomik bozukluğun üzerine yıkılmasın-
dan ve bunun üstesinden gelecek bir programı-
nın olmamasından dolayı halk hareketinden kor-
kuyor olmasın? Çünkü duyarlı, ayağa kalkan
halk ekonomik sıkıntılara çare olamayan CHP'yi
de iktidardan indirebilir diye mi korkuyor?
CHP ve MHP Haziran ayaklanmasındaki gibi
halk hareketinin içinde yer almayacaklarını orta-
ya koymaktadır. Gülen ve Erdoğan kavgasında
bundan sonra hangi senaryolar olabilir ve muha-
lefet ve halk hangi konumlanmada olmalıdır?
1) Birinci senaryo: Abdullah Gül sessizliğe bü-
rünmüş, Erdoğan'ın karizma kaybıyla yerine
AKP'nin başına gelmeye hazırlanmaktadır. Hır-
sızlıkların sorumlusu Erdoğan görülerek
AKP'nin başından uzaklaştırılması ve yerine
Gül'ün gelmesi sağlanabilir. Güllü bir AKP'nin
Gülen'e bir itirazı olmayacağı ortadadır. Böyle
bir durumda Gül'e itirazı olmayan CHP, oy oranı
düşmüş AKP ile ittifak kurabilir veya sessiz kala-
rak örtülü destekte bulunabilir.
Sayfa 13
Sayı 1, Ocak 2014
2) İkinci senaryo: AKP parçalanır. Gül AKP için-
den bazı milletvekilleriyle yeni bir parti kurarak
başına geçebilir. Böyle bir durumda CHP ile itti-
fak daha olasıdır. Çünkü üzerinde "gerici",
"hırsız" yaftası olmayan yeni bir parti CHP taba-
nına daha kolay kabul ettirilebilir.
3) Üçüncü senaryo: AKP itibarsızlaşarak küçü-
lür, içinden milletvekilleriyle yeni bir parti kuru-
lur. CHP bu yeni parti ile olmasa da Gülen ve
Abdullah Gül'ün açık veya örtülü desteğiyle hü-
kümet kurar.
Görüldüğü gibi senaryoların hepsinde CHP, ikti-
darın dışında veya bir parçası olarak, sonuçta
yeni iktidara açık veya örtülü destek veren bir
konumda. Çünkü Gülen'in Erdoğan'la kavgasın-
da CHP oklarını sadece Tayyip'e çevirerek geri-
ciliği diğer kanatları Gül ve Gülen'e toz kondur-
madığı gibi "işbirliği yapabiliriz" de demektedir.
ABD büyükelçisi ile de sık biraraya gelerek em-
peryalizmle sıkıntısı olmadığını ortaya koymak-
tadır.
Bu senaryolara CHP tabanının itirazı olmaya-
cak mı? "Gericiler arasında tercih yapılamaz"
demeyecek mi? Ya da "CHP hele bir iktidara
gelsin de....." denilip sineye mi çekecektir. Eğer
böyle ise buradan CHP istikrarlı bir iktidar çık-
maz. Çünkü kamuculuktan, aydınlanmacılıktan,
bağımsızlıktan yana halk vardır. Halkı pasif, her
türlü iktidar alternatifine ikna edilecek bir varlık
gibi gören anlayış bir süre sonra halk kayasına
çarpacaktır. 2 yıldır milyonları bulan kitlesellikle
mücadele eden halk gericiliğe sessiz, piyasa-
dan yana bir CHP'ye de izin vermeyecektir. Hal-
kın karşısına özelleştirmelere tavır alan, kamu-
culuğa, devletçiliğe sahip çıkan bir anlayışla
çıkmayan CHP iktidar da olsa halkın huzursuz-
luğuna engel olamayarak itibar kaybedecektir.
CHP, arkasında ABD'nin olduğu Gül ve Gülen
birlikteliğinden uzak durmalıdır.
CHP'nin, MHP'nin kurtuluşu emperyalist senar-yolara hayır diyen, laikliğe sahip çıkan, kamucu partilerle ve halk hareketiyle birleşmektir. Gül, Gülen gibi gericilere karşı çıkmayan CHP ve MHP iktidarın bir parçası da olsa bir süre sonra hızla küçülecektir ama halk hareketi kendi ikti-darını ortaya çıkaracaktır.
Sayfa 14
Sayfa 14
Murat KULA
Cemaat AKP'yi niye öptü?
K avganın geçmişi eskiye dayanıyor ama
gürültüsü yeni çıkıyor.
Cemaat ile Erdoğan arasında ilk belirgin ters
düşme Mavi Marmara olayında yaşandı.
Erdoğan'ın Mavi Marmara'ya verdiği destek İs-
rail operasyonuyla hezimete dönüşünce Fethul-
lah Gülen tarafından açıktan eleştirildi.
Ardından 2 yıl önce KCK soruşturmasını yürü-
ten savcı Mit Müsteşarı Hakan Fidan'ı ifadeye
çağırdı. Ancak Tayyip Erdoğan gece yarısı çı-
kardığı yasayla müsteşarını ifade vermekten
kurtardı.
Geçen yıl "Türkçe Olimpiyatlarında" Başba-
kan'ın Fethullah Gülen'e yaptığı Türkiye'ye dön
çağrısı aslına bir meydan okumaydı. Gitgide
gerilen ilişkiler Tayyip Erdoğan'ın dershaneleri
kapatma açıklamasının ardından kavgaya dö-
nüştü.
Peki, neden şimdi?
Öncelikle şu tespiti aklımızın bir köşesine koya-
lım. Büyüyen hiçbir güç dağılmaz. AKP'nin da-
ğılma süreci geçen yıl 19 Mayıs'ta TGB'nin 19
Mayıs yürüyüşüyle başladı.
29 Ekim'de Ankara'da ilk kez halk, kitlesel ola-
rak biber gazı ve TOMA'lara direndi ve Anıtka-
bir'e yürüdü. Ardından Aralık ve Nisan aylarında
Silivri'de direniş iradesi çelikleşti ve GEZİ olay-
larında tüm ülkeye yayıldı.
AKP'deki düşüşü hızlandıran ve çözülmeyi baş-
latan ise hiç kuşkusuz Gezi eylemleridir.
Peki dershane konusunda ortalık durulmuşken
cemaat neden düğmeye bastı?
Adalet Bakanı Sadullah Ergin Hatay Belediye
Başkanlığına aday oldu. Dolayısıyla bakanlık
görevini bırakması gerekiyordu. Başbakan ise
bütçe görüşmelerinin bitmesinin ardından yerel
seçimlerde aday olan bakanların yerine yenileri-
ni atayacaktı. Anlaşılıyor ki kendini koalisyon
ortağı olarak gören cemaat Adalet Bakanlığını
istedi. Oysa Cemaat'in adliye ve emniyet içinde-
ki kadrolaşması uzun süredir Başbakan'ı huzur-
suz ediyordu.
İki yıl önce Hakan Fidan'ın ifadeye çağırılmasını
takip eden hafta İstanbul Emniyetinde üst düzey
bir tasfiye gerçekleşmiş ve ismi cemaatle birlik-
te anılan bazı emniyet müdürleri pasif göreve
atanmıştı. Bu şartlarda Adalet bakanlığını ver-
mek Erdoğan açısından kabul edilemezdi. Er-
doğan Adalet Bakanlığına çekirdek kadrosun-
dan Bekir Bozdağ'ı getirerek cemaate meydan
okudu.
Anlaşılıyor ki Erdoğan kimin bakan olacağına
ben karar veririm tavrını benimsedi ve cemaat
bu operasyonla kimin bakan kalacağına da biz
karar veririz mesajını verdi.
Yapılan operasyonda hedef alınan bakanların
Erdoğan'ın çekirdek kadrosu olması bir sonraki
aşamanın Erdoğan olduğu mesajını veriyor.
Ancak Erdoğan geri adım atmadı. Hatta karşı
hamle yaparak koalisyonu fiilen bozdu.
Adalet, Ulaştırma ve Aile Bakanları aday olduk-
ları için değişti bu beklenen hamleydi.
İçişleri, Avrupa Birliği, Çevre ve Şehircilik, Eko-
Sayfa 15
Sayı 1, Ocak 2014
nomi Bakanlığı Erdoğan'ın güvenilir isimleriydi
ve operasyon sonucu değişti; bu ise cemaatin
hamlesiydi.
Peki; Gençlik ve Spor ile Bilim, Sanayi ve Tek-
noloji bakanları neden değişti?
Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç hükümette
Cemaate en yakın isimdi. Koalisyonun bozul-
duğunun nişanesi olarak bakanlıktan alındı.
Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün
ise Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e yakın bir
isimdi. Son olarak Hacca beraber gitmişlerdi.
Onun durduk yere görevden alınması ise Cum-
hurbaşkanı'na verilen bir mesajdı.
Gelinen noktada Tayyip Erdoğan artık yalnızdır
ve bunun farkındadır. Dahası yeni kabineyi
açıklamak için gece yarısına kadar beklemesi
yapmayı düşündüğü bazı değişikliklerin Cum-
hurbaşkanından döndüğünü göstermektedir.
Peki, bundan sonra ne olur?
Erdoğan'ın bundan sonra Cemaat'le ittifakı söz
konusu olmaz çünkü ortada güven kalmamıştır.
Ancak bundan sonra iki taraf da yeni ittifak ara-
yışları içine girecektir.
Bu süreçte yeni saf değiştirmeler yeni konum-
lanmalar beklenmelidir.
İdris Naim Şahin ve Erdoğan Bayraktar'ın istifa-
ları bu yönde anlaşılmalıdır.
Ne yapmalı?
Hükümetin yarısı yıkılmıştır. Ancak Erdoğan
kendiliğinden veya seçim kaybederek iktidarı
bırakmaz. Erdoğan'ın kaderini belirleyecek güç
halk hareketidir. Ancak hiçbir iktidar alternatifi
oluşmadan yıkılmaz. Kitleleri harekete geçire-
cek kıvılcım iktidar alternatifinin oluşmasıdır.
Unutulmamalıdır ki devrim bir yıkma eylemi de-
ğil yeniden kurma eylemidir. Yeni hükümet se-
çeneği olgunlaştığında ve halk hareketini arka-
sına aldığında hiçbir iktidar buna direnemez.
Tencere tava çalanlarla değil halkın parasını çalanlarla mücadele edecek bir milli hükümet kurmak için çalışmak her yurtseverin görevidir.
Sayfa 16
Sayfa 16
Ayşe MERAL
Sattırmeycez!
A h yavrıım gözümün nuru yüremin ışığı bidenem torunum, hani sana geçenlede de yazmıştım mekdubumda, dağa çıktıydı işçi-miz, kövlümüz . Hökümat dağa çıkmeyene gulek vemeyo, ova da bizi dinlemeyo, bari dağa çıkam da, belkim depeleden sesimiz ta iyi duyulu didik. Yook yavrıım bu hökümat ne işçiyi dinneyo, ne kövlüyü. Eşgiyayı anlayıp dinneyo da, bizi dinnemeyo ! Didiğim didik, çaldığım düdük deyo ! Satçem diyo da başka bişey demeyo ! Sanki buba-sından gal-dı, miresye-di gibi satı savıveriyo milletin ma-lını ! Bubasından galsa buba-sı mezarın-dan çıkıp kovalaa böyle hayır-sızı ! Yavrıım sen de bilip du-run, farbikaları, limanları, madenleri, ocakları, ormanlamızı, suyumuzu, dağımızı milletin her bişeyini sattı üç otuz paraya yandeşlene, cavırın ecnebisine! Sata sata bitirdi gari yavrulamızın ekmek tek-nesini . Ah yavrım Millet ne iş yapcek, ne yiycek ne iççek ? Ne ekcen de, ne biççen ? Özelleştircem deyip, ganimet gibi savurup du-ru . Sankim işgal kuvvetleri gelmiş de talan eder melmeketi ! Milletin sabrı tükendi, sabır daşı çatledi yav-
rım. İşçilemiz 100 günü geçti ayakta, gari canlara yetti . Yavrıım bak sen şu işe, 3 çocuk yap, 3 öğün sade simit ye deyip mil-letin gırtlağına dokuz düğüm atanlaa, milletin hakkından kendilene dokuz garın açmışlaa ! Dokuzu da hep aç, yiyip yiyip heç doymemiş-lee ! Millet ayağına çetik bulamezken, bunna aya-kabı gutulana istiflemişle miliyon miliyon do-larları ! Yolsuzluk, ürüşüvet, yağma, talan, ortalık al-
mış başını gitmiş. Nerden bul-dun diye sor-durmeyo da, niye bulundu diye saydırıp duru hökü-matın başı ! Yaaa, milletin evlatlanı bü-be fişeği ile furduru, kızlı erkekli ayır-madan zopa-latıp gazlake-
ne, onnan evlatları panka gibi makinalada pa-ra sayıp durumuş ! Hanidir hep bunnarı anlatıp duru diye hapisle-ra attıla ulusalganalımızın gazatacılanı, bak şinci herşeyleri ortalık yere döküldü. Yavrrım, köyde artık herkeşle Ulusalganalı izleyo, kaavede başka ganal açılmeyo . *** Gari evde oturamaz olduk Efe Fatma ninenle, çadırı beklee dururuz evlaatlamızın yanında. 29 Aralıkda miting vaa burda, Sattırmeycez deye . Coni'nin başına çoval geçiren arkedeşlenle beraber geliverisin gari sen de.
Sayfa 17
Sayı 1, Ocak 2014
Melmekete sahip çıkmak hepimizin boynu borcu. Gari sattırmeycez, yedirmeycez milletin malı-nı, yetimin haggını. Farbikalara madenlere sahip çıkmak, vatana, bayrağa sahip çıkmaktır yavrıım.. Bunna barabar yiyip, sonna birbirlerini yirken, Efe Fatma ninen "yisinle birbirleeni, oh işlee ayna çal çal oyne" deyip, oynadı durdu. Göçmen Baryam da ona alkış dutup,"abe yi-yelim içelim çekinmeyelim, abe yiyelim içelim çekilmeyelim"deyip barmak şakletip göbek attı bi haftadır . Efe Fatma ninen, Gıl Emne'ye,"seninkilee malı götürmüş, gidiyolaaa"dedikçe, Gıl Emne hülüüüğ diye ağleyınce, Gıl Emneye gıcık olan Baaddin de:"sus gız, hüykürüp durma pıçakleycem şinci" deyip bıçaklaanı bileyip durdu. Yete gari oynayıp durman didim, köy yanıyo oynencek zaman değil. Yavrım ortalık pis gokudan geçilmeyo, bunna kendileeni gurtarma derdine düşüp, birbirle-nin suçlanı, ayıplanı açıp durular. Muhalefetin başı da biri gidekene, aynı yolun yolcusu öbürüne yaneşip duru. Yiyicileen efendisinin gapısına gidip, huzuru-na çıkıp duru !
Gel o yanna gitme, orda pislik vaa buleşme diyip duranları da dinnemeyo, burnunun diki-ne ! Yaa yavrım bunna gidici de yerine ne gelcek asıl mesele bu gari. *** Efe Fatma ninen geldi gine böğün, almış eli-ne süpürgeyi, gari bunnarı süpürme vakti gel-di de geçip duru dedi. Galktık gari ayağa, gine sen ben temizleycez bu pisliği deye. Milletcek topunu biz süpürüp atcez deliğe .. Temizlik imandan gelir yavrıım . İmansızla kirlettile koca melmeketi . Yıktılaa Cumhuriyetimizi Gari iş yine millete düştü yavrım. Bunna yıkılıyolaa. Yıkılceklee . Yıkceez. Hepiciğini süpürcez. Yeniden Atatürkümüzün Cumhuriyetini kur-cez . Milli hükümetimizi kurcez. Kurcez elbettene. Gözel günne görcez yavrıım . Gözel gözleenden öperim, senin de, Coni'nin başına çoval geçiren arkedeşlenin de Goca ninen Aaşe
Sayfa 18
Sayfa 18
Tekin TEK
Nazlı Ilıcak'ı ters köşe eden
'tutanak'lar
Y ıl 1972. 19 Ekim akşamıydı. Gazeteden
eve yeni dönmüştü. Dinlenmeye fırsat bulama-
mıştı ki kapı çaldı. Açtığında karşısında orta
yaşlı bir bayan vardı.
-"Bu daire kiralık mı" diye sordu.
-"Hayır" dedi ve kapıyı kapadı.
Beş dakika geçmeden yine kapı çalmıştı. Açtı-
ğında bu kez karşısında dört polis vardı. Gözal-
tına alındı ve meşhur Ziverbey Köşkü'ne (Zihni
Paşa) götürüldü.
Hani o kontrgerillanın işkence merkezi...
Peki gözaltına alınan kimdi, neyin nesiydi? Ya-
zının girişinde ifade edildiği gibi gazeteden eve
döner dönmez gözaltına alınmıştı. O bir gazete-
ciydi. Tek silahı kalemdi. Yazının sonuna doğru
kendisini de anımsayacaksınız....
Biz Ziverbey Köşkü'ne dönelim, kaldığımız yer-
den devam edelim...
Gözleri kapalı getirilmişti işkence üssüne. Kan
lekeli bir er pijaması verdiler. Üstüne giydi. Ar-
dından önüne düşen saçlarını kestiler, sıfıra tı-
raşladılar. Bir de el ve ayak bileklerine zincir
vurdular.
Falaka...
Sayfa 19
Sayı 1, Ocak 2014
Psikolojik baskı...
Dayak...
Belki de saklanan işkence yöntemleri...
Tam bir ay boyunca...
Çaresizdi. Ne yapmalıydı nasıl direnmeliydi?
Başucuna konan kağıt ve kalemden anlaşılıyor-
du ki, ifade almak istiyorlardı.
Ama istedikleri gibi bir ifade...
Nasıl mı?
Suçlamaları kabul eden bir ifade...
Darbe örgütleyen toplantılar ve komünizmi getir-
me amacı taşıyan...
Sonunda istediklerini vermişti ama...
Amasına gelmeden önce 15 yıl sonrasına gide-
lim.
Yıl 1986...
Tercüman gazetesinde bir yazı dizisi...
"12 Mart Cuntacıları" başlıklı...
Yazan Nazlı Ilıcak...
"Darbeci"lerin ifade "tutanaklarını yayımlamıştı.
İşte "darbe"nin belgeleri...
Fakat tam 9 gün sonra Tercüman'da yer alan
metnin aynısı Cumhuriyet gazetesinde yayım-
landı. Ama bir farkla...
İşkence altında bu ifadeleri vermek zorunda ka-
lan gazeteci, hem kontrgerillayı hem de Nazlı
Ilıcak'ı ters köşeye yatırmıştı. Cumhuriyet'te ya-
yımlanan haberde, metinler akrostiş yöntemiyle
verilmişti.
Her cümlenin sondan ikinci kelimesinin birinci
harfi alt alta yazılınca bir mesaj ortaya çıkıyordu:
"İşkence altındayım."
Gazeteci, işkence altında sorguya tutulduğunu
akrostiş yöntemini uygulayarak ifşa etmişti. Naz-
lı Ilıcak ise farkında olmadan Tercüman gazete-
sinde işkence belgelerini yayımlamış olmuştu.
O dönemde sorgulamadan, araştırmadan, kişi-
nin görüşüne başvurmaya gerek duymadan ga-
zetecilik yaptığını sanan Nazlı Ilıcak hiç değiş-
memişti. Ilıcak, bugün de savcılar tarafından
sızdırılan sahte belgeler ve "bilgi"lerle haber
yapmaya devam ediyor hala...
Peki bunca işkenceye maruz kalan ve zekice bir
taktikle kontrgerilla ve kalemşörlerini ters köşe-
ye yatıran bu gazeteci kimdi?
Beş yıl önce 21 Mart 2008 tarihinde Ergenekon
tertibi kapsamında gözaltına alınmıştı.
İki gün sorgulandıktan sonra tutuksuz yargılan-
mak üzere serbest bırakıldı.
21 Haziran 2010 tarihinde hayata gözlerini yu-man o gazeteci, "Ziverbey Köşkü" adlı kitabı ya-zan İlhan Selçuk'un ta kendisiydi...
Sayfa 20
Sayfa 20
Kubilay KIZILDENİZLİ
Cumhuriyet Eylemlerinden
Haziran Ayaklanması’na
B ir hata iki kez tekrar edilecek mi acaba?
Tarih söylendiği gibi tekerrürden mi ibaret?
Sanmıyoruz, tarihin tekerrürden ibaret olduğunu
sananlar “verili koşulların devamından yana
olanlardır”
Biz ise böyle düşünenlerden değiliz bir başka
ifadeyle “kaderci” değiliz, önüne çözüm diye ko-
nan paketi bilmeden anlamadan kabul etmeyiz.
Neydi o hata, anımsayalım.
Milyonlar 2007’de ayağa kalktı, Ankara, İstan-
bul, İzmir, Adana, Trabzon, Hatay… Görkemli
ve umur dolu bir eylemdi ve hafızlarda Cumhuri-
yet Eylemleri olarak kaldı.
Halk geleceğine el koyuyordu ve gidecek daha
çok mesafesi vardı.
Dedik ki “tamam gidiyor Türkiye halkının başına
musallat olan bu çete!”
Ardından sattılar o halkın enerjisini, “sağcılar
MHP’ye, solcular CHP’ye” diye.
Kimler sattı biliyor musunuz, askeriyle, demok-
ratik kitle yöneticisiyle, kürsüleri yönetenlerce…
Halkın güvendiği kim varsa, hangi aydın varsa
sattı halkın o enerjisini ve çağlayanlar boş yere
denizlere aktı, yok oldu:
Aradan sıyrılan yine AKP oldu.
Şimdi hepsinin boynunda o vebal sallanmakta-
dır, halkın o enerjisini satanlar, heba edenler
Türkiye’nin başına son 5 yıldır gelen ne varsa,
sorumludur!
Sağ-sol kavramı 2007’de nasıl “milli-gayri milli”
ayrımının önüne geçtiyse şimdi de aynı plan uy-
gulanmaya çalışılmaktadır.
Peki, nedir bu “Milli-Gayri Milli” saflaşması ve
gerekli midir?
Gereklidir.
Ve bu saflaşma emperyalizm çağının en can
alıcı saflaşmasıdır çünkü mill devletini savuna-
mayanlar üzerinde devrim yapacak bir ülkeye
de sahip olamazlar.
Devrimin sathı, milli devletlerdir.
Bugün emperyalizmin bu bölme tehdidine karşı
Sayfa 21
Sayı 1, Ocak 2014
Türkiye halkını sadece millicilik zemininde bir-
leştirebilirsiniz.
Emperyalizmi, tüm milli kuvvetlerle ancak bu
zeminde birleşerek kovabilirsiniz.
Deniz Gezmiş’in dediği gibi “Sağ-Sol Yok, Boy-
kot var” ve bu günümüzde daha da geçerlidir.
Halkın 2007’deki o olağanüstü enerjisini
“sağcılar MHP’ye Solcular CHP’ye” ikilemine
hapsedenler halk
hareketine ihanet
etmişlerdir.
Peki, bugün durum
farklı mı?
Bakınız toplumun
algısı dönüştürülü-
yor, Haziran Halk
Ayaklanması ABD
projelerinin daya-
nağına dönüştürü-
lüyor.
CHP, seçim döne-
mine girdiğimiz bu
18 aylık süreçte
belli ki yönünü Avrasya’dan Emperyalist Batı’ya
doğru dönmüş durumda.
Ulusal ve uluslararası ölçekte yaptıklarına baktı-
ğınızda bu fotoğrafı görebilirsiniz.
Kılıçdaroğlu’nun ABD ziyareti ve bu ziyarette
“Nato’ya ve ABD’ye bağlılık taahhüdü, Fettullah
Gülen Cemaati’nin resmi kurumlarıyla ABD’de
yapılan toplantılar ve daha bir ay önce ABD Bü-
yükelçisi Riccardione’yle Ankara bir otel odasın-
da gizlice yaptığı görüşme hep bu toplumu
“sol”dan ABD projeleri lehine dönüştürme çalış-
malarının planlarıdır.
İstanbul’da ise bu plan belediye başkanlığı se-
çimlerinde yürütülüyor, hayat buluyor.
Bir yandan Mustafa Sarıgül’ün şahsında yürütü-
len Fettullah Gülen cemaatiyle yapıldığı söyle-
nen oy karşılığı anlaşmalar, diğer yandan HDK
(PKK) ile Büyükşehir oyları karşılığında İstan-
bul’da dört belediyenin PKK’lı adaylara teslim
edilmesi planları tam da budur. Kılıçdaroğlu’nun
CHP’yi sürüklediği yer, ona biçilen rol emperya-
list merkezlerde yapılan planların sonucudur.
“Ne olursa olsun AKP’den kurtulalım” planları
bile değildir, bu plan ABD planlarının AKP’den
sonra kesintisiz
uygulanmasının
sağlamak amacıyla
yapılmış ve uygu-
lamaya konmuştur.
Ama bu planlar ba-
şarısızlığa
mahkûmdur.
Aynı 2007’deki gi-
bi.
Dün Ataşehir’de
yapılan bir forumda
Aydınlık Gazetesi
Genel Yayın Yö-
netmeni İlker Yü-
cel’in sorusu çok anlamlıdır. “Abdocanlar ve
Ali İsmail’ler bunun için mi öldüler?”
Bu büyük halk hareketini CHP üzerinden Ame-
rikan planlarına kanalize etmeye çalışanlar bil-
melidirler ki ne bu halk 2007’deki halktır ne de
bu ülkenin vicdanı olan örgütlü devrimcileri bu
plana izin vereceklerdir.
PKK-ABD-Fettullah üçlüsüne hizmet edecek
hiçbir plana teslim olmayacağımız gibi, bunu
halka anlatmaktan ve bu planı bozguna uğrat-
maktan vazgeçmeyeceğiz.
CHP’nin atanan yöneticileri şunu bilmelidirler,
bu planı durduracak örgütlü güç tam karşıların-
da durmaktadır ve bu nedenle kapılar ardında
Sayfa 22
Sayfa 22
yaptıkları anlaşmaları halka açıklayamamakta-
dırlar.
Şunu herkes bilmelidir, gizli yapılan her şey ayı-
bını da içinde taşır.
Ve biz bu ayıba halkımızı alet ettirmeyeceğiz,
Haziran Ayaklanması ile doruğa çıkan taleplerin
basit ikilemlere sıkıştırılmasına izin vermeyece-
ğiz.
Bu halk 2013 yılında Atatürk’te birleşerek çözü-
mü zaten önümüze koydu.
Çözümü ABD’de kapılarında, Fettullah icazetle-
rinde, PKK’nın kanlı oylarında arayanlar, bir
zahmet dönüp bu fotoğrafa bakınız.
Gördüğünüz şey ya sizi başı dik bir ülkenin
onurlu iktidar sahibi yapar yada sizi ezer geçer.
Bizim size sunduğumuz ikilem de budur.
Sayfa 23
Sayı 1, Ocak 2014
Mehmet ULUSOY
Doğan Avcıoğlu
ve kökleri tarihte devrimci teori
K üresel Karşıdevrimin yarattığı en büyük
tahribat, tarih bilincinin yok edilmesi-
dir. "Toplum bilimlerinin tacı", bütün bilimle-
rin gelişme yatağı tarih, bugünün ve geleceğin
aydınlatılması temel amacından kopartılıp ade-
ta bir fanteziye, bir şarlatanlık ve laf ebeliği mal-
zemesine dönüştürüldü. Küreselleşme ve Yeni
Ortaçağ teorisyenlerinin en yaman tezgahların-
dan, ideolojik operasyonlarından biridir bu.
Böylece tarih, emperyalizm ve gericiliğin, bilim
düşmanlığının bilinç kirletme ve yalan üretmede
keyfince yağmaladığı rastgele bilgiler yığını bir
depo olarak görülmekte, gösterilmek istenmek-
tedir.
Tahsilli cehaletin ve laf cambazlığının/
şarlatanlığın yüceltildiği bu yeni ortaçağ kültürü;
bu küreselci hurafe, eğitilmiş yobazlık nasıl ya-
ratıldı ve egemen hale geldi? Kuşkusuz, neoli-
beral Küreselleşme programının ilk hedefini
oluşturan ulusal devletleri yok etme stratejisi
gereği ulusal tarihlerin "gayrimeşru", "ırkçı-
soykırımcı", "uydurma" ilan edilmesiyle başla-
dı süreç. Bu, aynı zamanda, aydınlanma akılcı-
lığının ve çağdaş evrensel tarihin ve tarih anla-
yışının da tersyüz edilmesi, hatta inkar edilme-
siydi. Küresel karşıdevrimin ideolojik ve kültürel
teorisi postmodernizmin, akılcılığı ve bilimselliği
reddederken, bilimsel düşüncenin temel mantığı
olan nesnellik ve nedensellik ilkesini, yani tarih-
selliği, tarihin ileri doğru akışını da reddeden
tezleri, bu küresel projenin ideolojik-felsefi te-
melini oluşturuyordu.
Türkiye'de ise, bilim ve tarih dışılık, bu neolibe-
ral-postmodern teorilerle tanışmadan önce nes-
nel olarak oluşmuştu. Özellikle 1970'lerden son-
ra Türk solunda maceracı-anarşizan eğilimlerle
birlikte gelişen ve genel olarak tarihe karşı ilgi-
sizlik, dolayısıyla kendi ulusal tarihimizden kop-
ma ve ona karşı önyargılı yaklaşımlar, bu tarih
dışılığın düşünsel ve kültürel zeminini oluşturu-
yordu. Ne var ki aynı anlayış, ulusal tarih ve kül-
türe sırt çevrilirken Avrupa, Rus tarihlerini öğ-
renmeye önem veriyordu. Tarihsel nedensellik-
Sayfa 24
Sayfa 24
Sayfa 25
Sayı 1, Ocak 2014
ten kopan bu anlayış, 1990'larda neoliberalizm
ve postmodernizmin sistemleşmiş teorilerinin
etkisiyle birleşince daha da pekişti.
Batı merkezci neoliberal tarihçiliğe Türk aydı-
nındaki bu özenti, genlerimizde güçlü bir şekil-
de var olan ve henüz temizlenmemiş Tanzimat-
çılığın yeniden canlanmasıydı. Solun bir kısmı-
nın neoliberalizm ve postmodernizmin etki ala-
nında liberal sol ve neosol olarak yakın tarihte
geçirdiği dönüşüm sonucu, artık, ne Türkiye
sosyalizm tarihinin, ne 200 yıllık çağdaşlaşma
ve Türk Devrimi tarihinin ve hele hele ulusal ta-
rihin, Türklerin tarihinin hiçbir önemi kalmadı!
Aydınlanma düşmanlığının temel düşünsel kay-
nağı Nietzsche'nin "Tarih ve gelecek yoktur, ya-
şanan an her şeydir" sözü ya da liberalizmin
büyük ideologlarından Karl Popper'in tarihselliği
ve nedenselliği otoriterlik ve totaliterlik olarak
gören ve reddeden yaklaşımı tarih yıkıcılığının
yol gösterici ilkeleri haline geldi. Liberal sol çev-
relerin bu yeni dönemde; teorilerinin temeline
tarih bilimini, Diyalektik ve Tarihsel Materyalizmi
koyan Marks, Engels ve Lenin'i, oturttukları baş
köşeden kovarak, yerine Nietzsche'yi, Popper'i,
Foucault'u yerleştirmeleri bu açıdan öğreticidir.
1960'ların devrimci yükselişindeki seçkin
yeri
Türk solu, 1970'ler ve 80'lerde, ulusal değerler-
den, ulusal kültür ve tarihten kopup uzaklaşır-
ken ve tarih konusunda derin bir cehalet içine
yuvarlanıp kırk dokuz parçaya bölünürken... Bir
aydın vardır, görünüşte köşesine çekilmiş, ses-
siz, ama gerçekte Türk Devriminin ve Türklerin
büyük tarihini yazmaya gömülmüş, derin, hum-
malı bir çalışma içindedir; ve zamanla dört nala
yarışmaktadır... Çünkü o, Türk Devriminin ve
Türk aydınının nerede tıkandığını, neyin araştı-
rılıp ortaya çıkarılması ve bilinçlere kazınması
gerektiğini çok iyi biliyordu. Evet, bu olağanüstü
birikimli, çok yönlü, çalışkan ve üretken büyük
devrimci, Doğan Avcıoğlu'ydu. Avcıoğlu, 12
Mart darbesinden 1983'te ölümüne kadarki 12
yıllık ömründe; 1974-75'te 3 ciltlik Milli Kurtuluş
Tarihi (1839-1995) ve 1978-1982'de 6 ciltlik
Türklerin Tarihi'ni yazarak Türkiye devrim tarihi-
ne yeri doldurulmaz eserlerle büyük katkılar
yaptı.* Sanki bugünleri görmüştü; bütün enerji-
sini, iradesini, yakalandığı kansere rağmen, bu
tarihsel görevini tamamlamaya yoğunlaştırmıştı.
*Türklerin Tarihi'ni bugüne kadar 5 cilt olarak
biliyorduk; 6. Cildinin de bulunduğunu sevinerek
öğrendik, yayımlanmasını dört gözle bekliyoruz.
27 Mayıs Kurucu Meclis'inde yer alan, 1962-
67'de Türkiye'nin en büyük aydınlanma atılımı
Yön dergisi ve Yön Hareketine önderlik eden,
yöneten Avcıoğlu, 1968'de yayımladığı Türki-
ye'nin Düzeni kitabıyla 68 Hareketinin ateşleyi-
cisidir. Sosyalist Kültür Derneği'nin kurucuların-
dandır. 1960'lara damgasını vuran teorik ve
pratik çalışmaları, Avcıoğlu'nun seçkin devrimci
kişiliğinin somut göstergesidir. Bu çalışmaların
tarihsel önemi, özellikle bugünden bakıldığında
çok daha iyi anlaşılmaktadır. Gerek Yön Hare-
ketindeki önder rolüyle, gerekse Türkiye'nin Dü-
zeni kitabı ve Devrim dergisindeki yazılarıyla
Sayfa 26
Sayfa 26
Kemalizm ve Sosyalizm arasında Milli Demok-
ratik Devrim temelinde kurduğu köprü, kopmaz
bütünlük, günümüzün devrimci strateji ve prog-
ramına da yol gösterir niteliktedir. Özellikle,
Yön Bildirisi ve Yön dergisi ile, sosyalist, halkçı
ve milliyetçi Türkiye'nin bütün ilerici potansiyeli-
ni temsil eden aydınları ortak bir dergi çevresin-
de ve düşünsel eksende birleştirmesi, bugünkü
ulusal devrimci birliğin Türkiye'ye özgülüğünün
modelini oluşturmuştur. Avcıoğlu'nun, Kema-
lizm ve Sosyalizm ilişkisini en iyi ve kapsamlı
ortaya koyan Milli Kurtuluş Tarihi kitabının,
özellikle Türkiye'nin ulusal yıkım ve sömürge-
leşme tehdidiyle yüzyüze geldiği son 15 yıldır,
yurtsever, ulusalcı aydınların temel başvuru
kaynaklarından biri haline gelmesi bir tesadüf
değildir.
Avcıoğlu'nun "Kemalist sosyalizm" projesi
ve MDD
Türk Devrimini, Kemalizmi sosyalizme bağla-
yan bu süreklilik ve bütünlük, 1960'lar Türkiye
devrimci hareketinin bütün öncü kadrolarının
büyük ölçüde benimsediği bir gerçeklikti. Bu,
aynı zamanda antiemperyalizm ve çağdaşlaş-
ma olarak algılanan Türk milliyetçiliği ile sosya-
lizm arasındaki kopmaz bağı da açıklıyordu.
Avcıoğlu'nun buradaki, onu herkesten bir adım
öne çıkaran seçkin yeri, sosyalizmi Türkiye'nin
özgünlüğüne dayandırmadaki bilinçli ve kararlı
tavrı, dahası Türkiye toplumunu ve tarihini biz-
zat araştırmaya yönelerek pratikte de kanıtla-
mış olmasıdır.
Avcıoğlu'nun devrim projesini "Kemalist sos-
yalizm" olarak tanımlaması; Türkiye'nin milli
Demokratik Devrimi olan Kemalist Devrimi ta-
mamlayarak"arasız" sosyalizme ilerlemenin en
özgün ifadesiydi. Bu tanımlamanın kökleri,
1910'lardaki Selanik İşçi Federasyonu'na bağlı
–İttihat ve Terakki'nin desteklediği- Rasim Haş-
met, Ali Canip (Yöntem), Kazım Nami (Duru),
Ömer Seyfettin, Aka Gündüz, Zekeriya Ser-
tel'lerin temsil ettiği Türkçü-halkçı sosyalistlere
kadar dayanır. Daha yakın tarihteki doğrudan
devamlılık ilişkisi ise, Yön Hareketi'nin, Şevket
Süreyya Aydemir'lerin 1930'larda çıkardığı sos-
yalist Kadro dergisi ve Kadro Hareketi ile olan
benzerliğidir. Özetle Avcıoğlu'nun düşünceleri
ve eserleri; Türkiye'nin, kendine has, ulusal ve
toplumsal dinamiklerine dayanarak ancak ba-
şarılabilecek bir sosyalizm modeli için temel bir
başvuru kaynağı olduğu kesindir.
12 Mart kırılması ve solun Kemalist Devrim
mirasından kopması
12 Mart'a giden süreçte; haklı olarak, 27 Ma-
yıs'ın devrimci enerjisinin "Filipin tipi demokra-
si"ye, yani göstermelik demokrasiye feda edildi-
ğine inanan Avcıoğlu, yarım kalan 27 Mayıs
Devrimi'nin "asker-sivil aydın zümre"ye dayana-
rak daha köklü bir atılımla tamamlanmasını he-
defliyordu. Ne var ki, Jön Türk geleneğinin, ay-
dına, gençliğe ve askere dayanan devrim mo-
Sayfa 27
Sayı 1, Ocak 2014
delinin 27 Mayıs'la birlikte sona erdiğini "Son
Jön Türk" Doğan Avcıoğlu göremedi. Çünkü ka-
pitalizm ve kapitalist piyasa ekonomisinin geliş-
mesiyle birlikte, işçi sınıfı ve diğer toplumsal sı-
nıflar eylemleriyle birlikte tarih sahnesine siyasi
bir özne olarak çıkmaya başlamıştı. 1968'lerde
yükselen köylü hareketleri, öğretmen ve me-
murların kitlesel eylemleri, 15-16 Haziran işçi
direnişi bunun somut ve en çarpıcı kanıtlarıydı.
12 Mart yenilgisi ile birlikte asker ve sivil aydın
kesime dayanan devrim modeli sona eriyordu.
12 Mart deneyimi, Doğan Avcıoğlu'nun da Ke-
malist ve sosyalist devrimci çevreler üzerindeki
siyasi etkisini bir dönem için bitirdi; ve bu dö-
nem 1971'lerden 2000'lere kadar sürdü.
Avcıoğlu'nun siyasi olarak gözden düştüğü 12
Mart süreci, ya da 12 Mart kırılması, aynı za-
manda Kemalizm ile sosyalizm arasında köprü-
lerin yıkılması süreciydi. Bu kırılmayla birlikte,
solun geniş bir kesimi Kemalist Devrim mirasın-
dan ve ulusal tarihten kopmaya başladı. 1970
ve 80'lerin tablosuna bakıldığında denebilir ki,
gerçekte "gözden düşen" Avcıoğlu değildir, Ke-
malizm-sosyalizm birlikteliği ve sürekliliğidir,
ulusal devrim mirasıdır; geçmiş devrimci mirasa
sahip çıkma temel devrimci ilkesinin terk edil-
mesidir. Yani sorun, solun savrulduğu; tarihine
sırt çeviren, Kemalist Devrim mirasını küçümse-
yen yanlış ideolojik ve siyasi hattır.
Derin tarih bilincinden çıkan dahice öngörü-
ler
30-40 yıl sonra bugün daha yüksek bir bilinçle
geçmişe baktığımızda ise, siyasi yenilginin Av-
cıoğlu olağanüstü entelektüel enerjisini hiç dü-
şürmediğini aksine daha da yükselttiğini görü-
yoruz. Çünkü, 30 yıl sonraki bugünü öngörebi-
len Avcıoğlu, strateji ve program olarak haklı
Sayfa 28
Sayı 1, Ocak 2014
Sayfa 29
Sayı 1, Ocak 2014
olduğuna kuşkusuz inanmaktadır; ancak sorun
dayandığı toplumsal sınıflar, yöntemler ve tak-
tiklerdedir. Bu taktik hatalarının da, öyle anlaşı-
lıyor ki daha sonra görmüştür. Bu ruh hali ile
1960'lardaki en temel tartışma konularını araştı-
rıp aydınlatmaya yoğunlaşır; ve büyük ölçüde
de başarılı olmuştur.
Sosyalist ve Kemalist sol ise, onu 30 yıl geriden
izlemektedir. Avcıoğlu Türkiye'nin tarihi ile önü-
müzdeki devrim süreci arasında öylesine güçlü
bir bağ kurar ki, Milli Kurtuluş Tarihi başlığının
altına "1838'den 1995'e" diye yazar. Kendisi
1983'te ölen bir insan bunu niye yapsın? Çün-
kü, Türkiye'nin yarı sömürgeleşme sürecini ve
hangi dinamiklerle bundan nasıl kurtulunabile-
ceğini çok iyi bilmektedir; öngörülerinde de o
kadar emindir. Kitabın önsözünde belirti-
yor: "[İnönü] 1963'te imzaladığı Ankara Antlaş-
ması'nda Lozan'da mücadeleyle elde edilen
haklardan vazgeçmiş, Avrupa ekonomik Toplu-
luğu içinde serbest ticareti kabul etmiştir.
1995'lerde Türkiye, Avrupa'nın Ortak Pazar'ı
olacaktır."(1)
I. Cildin önsözünde 1974'te yazdığı şu dahice
öngörüyü neye borçluyuz; elbette derin tarih
bilgisine ve tarih bilincine:
1 Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, İstanbul Matba-
ası, İstanbul 1974, s. XII.
"Türk işçileri Avrupa yolunu tutarken, yakın bir
gelecekte Avrupalı işadamları ve levantenler
yeniden kıyı şehirlerimizi dolduracaklar. Tanzi-
matçı Ali Paşa'nın projesi, günümüzün koşulla-
rında gerçekleşebilecektir. Avrupalının ikinci
sınıf saydığı sanayi ile Avrupa insanının dinlen-
dirme ve eğlendirme sanayi ülkemizde kurula-
caktır. Enternasyonalist sermayenin çok milletli
şirketlerinin planlarına göre ekonomi gelişecek-
tir. Türkiye Avrupa'nın parçası olacak, fakat Av-
rupa'yla eşit olmayacaktır. Bağımsızlığın yerini
uyduluk alacaktır."(2)
2 Avcıoğlu, age, s. 15.
Avcıoğlu'nun bu kahince öngörülerinin neredey-
se tamamının bugün bire bir gerçekleştiğini
söylemeye bile gerek yok.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Avcıoğlu'nun tarihçili-
ği, tarihe odaklanması, hayatın dışında, soyut
bir tarihçilik değildi; aksine hayatın ihtiyaçların-
dan kaynaklanıyordu. 1960 ve 70'lerin toplum-
sal, siyasi pratiğinin aynı zamanda bir sonucuy-
du diyebiliriz. Yani Avcıoğlu, araştırma konuları-
nın öncelik-sonralık sıralamasında da, araştır-
ma konusunu ele alırken de Marksist (Tarihsel
Materyalist) bir yöntem izlemiştir. Öncelikle so-
mut ve en yakıcı sorun ele alınmıştır. O yıllar-
daki önemli tartışmalardan biri, ATÜT'çü İdris
Küçükömer ve yandaşlarının, -bugün de Halil
Berktay, Taner Akçam vb'lerin savunduğu- Kur-
tuluş Savaşı'nın İngilizlere karşı antiemperyalist
bir savaş olmadığı, bir Türk-Yunan savaşı oldu-
ğu tezi üzerineydi. Yani sorun, Türkiye'nin son
iki yüzyıllık yarı sömürgeleşmesine karşı anti-
emperyalist ve ulusal bağımsızlık mücadelesi
tarihinin niteliklerinin bütün yönleriyle açıklığa
kavuşturulmasıydı.
Bu iki yüz yıllık tarihin emperyalizm
(karşıdevrim) ve devrim dinamiklerinin gelişim
tarihinin yazılması o kadar önemliydi ki, Türkiye
devriminin bütün stratejik, siyasi, programatik
temelleri, kökleri bu tarihin içinde gömülüydü.
Bu nedenle Avcıoğlu "Milli Kurtuluş Devrimi'nin
daha yazılmadığı inancındayız" derken çok
haklıydı.
Batı merkezci ATÜT'cü tarihçilik ve bilimsel
tarihçilik
Avcıoğlu'nun buraya kadar anlatmayı denediği-
miz çalışmalarının esasını, devrimci siyasi faali-
yetlerini saymazsak, Türklerin tarihinin son iki
yüz yıllık yakın tarih kesiti oluşturuyordu. Oysa,
gerek Türkiye'nin ve onun içinden doğduğu, bin
yıllık tarihe damgasını vuran Selçuklu ve Os-
manlının toplumsal-ekonomik, kültürel yapısı,
gerekse Selçuklu ve Osmanlı toplumlarının
Sayfa 30
Sayfa 30
oluşmasında belirleyici rol oynayan Türk kavim-
lerinin İslam ve İslam öncesi gelişim dinamikleri
incelenmeden yakın tarih de sağlam temeller
üzerine kurulamazdı. Daha da önemlisi, bugü-
ne kadar Türklerin tarihi üzerine bir çok araştır-
ma, inceleme yapmış ve Batılı tarihçilerin Batı
merkezci ırkçı yaklaşımları bütün bu tarih ya-
zımlarına derinlemesine
sinmiştir. Örneğin,
1960'ların Osmanlı ve
Asya toplumları üzerine
tartışmalarda, Batı mer-
kezci tarihçiliğin tipik
ifadesi olan Asya Tipi
Üretim Tarzı'nı (ATÜT)
savunan İdris Küçükö-
mer ve Sencer Divitçi-
oğlu'ların ileri sürdüğü
tezlere göre, Doğu top-
lumları merkezi despo-
tiktir, durağandır. Ba-
tı'daki gibi feodalizm
yoktur, kapitalizm ve
özgür bireyin gelişmesi-
ne elverişli değildir. Te-
mel çelişme, merkezi
devlet bürokrasisi
(kapıkulu) ile çevre
(halk) arasındadır. Bu-
gün Kemal Karpat, Şerif
Mardin gibi liberal ve
gerici tarihçiler, bu tez-
lerle, AKP iktidara geli-
şini, çevrenin merkeze (bürokratik seçkinci, ve-
sayetçi sınıfa) karşı "devrimi" olarak selamlıyor-
lar.
Arnold Toynbee gibi Batı merkezci tarihçiliğin
temsilcileri, Avrupa ile Doğu toplumları arasın-
daki iddia ettikleri "değişmez" farklılığa dayana-
rak, Doğu toplumlarında, akılcılığın, kapitaliz-
min ve demokratik devrimlerin imkânsız oldu-
ğunu savundular. Bu teze göre Doğu toplumla-
rının kendi geleneksel kültürleri içinde kalıp,
Batının bilim, sanayi ve teknolojisine karşı Do-
ğu'nun, "manevi değerlere dayanan" gelenek-
sel kültür ve tarımı esas alan bir işbölümüne
razı olması, "bu kendine özgü kültürüyle övün-
me" ama zinhar bilimi öğrenmeye kalkmaması
gerektiği teorisini işlediler. Günümüzdeki post-
modernizmin teorileştirdiği "kültürelcilik", Hun-
tington'ın Medeniyetler Çatışması olarak kitabı-
nı yazdığı "kültürler ça-
tışması" tam da bu de-
ğil mi? Oysa, Marks'ın
Avrupa'da kapitalizmin
ve feodalizmin gelişme-
sinden bazı biçimsel
farklılıkları vurgulamak
için kullandığı ve ayrıca
incelenmesi gerektiğini
belirttiği Asya Tipi Üre-
tim Tarzı diye bir şey
yoktu. Bütün farklılık,
feodal üretim ilişkilerin-
de, merkezi feodal dev-
let otoritesi ile yerel fe-
odal otoriteler
(derebeylikler) arasın-
daki ilişkinin farklılığın-
dan kaynaklanıyordu.
Bütün bu nedenlerle,
Batı merkezci tarihçilik,
Avcıoğlu'nun altını çize-
rek belirttiği gibi
"antiemperyalist bir bi-
linç ve bilimsel yöntem-
le" mahkum edilmeden
Türklerin ve Asya uluslarının gerçek tarihinin
yazılması mümkün değildi. Ve bu tarih, Avcıoğ-
lu'nun vurguladığı ve Atatürk'ün öncülük ettiği
gibi antiemperyalist devrimci bir bilinçle yazıla-
bilirdi.
Atatürk'ün tarihçiliği, Osmanlıcı tarihçilik ve
Türklerin Tarihi
İşte Avcıoğlu, Batı merkezci tarihçiliğe karşı,
aynı zamanda Atatürk'ün de vasiyeti olan bu
devrimci görevi üstlenir. Bilindiği gibi Atatürk'ün
Sayfa 31
Sayı 1, Ocak 2014
1930'larda önderlik ettiği, Türk Tarih Kurumu'un
1932 ve 1937'de iki büyük uluslar arası kongre
ile belgelenen Türk Tarih Tezi çalışmalarının
amacı da aynıydı: Batılı tarihçilerin Türkleri ikin-
ci sınıf gören ve aşağılayan tezlerinin çürütül-
mesi.
Bilindiği gibi, Kemalist Devrim, Kurtuluş Savaşı
ve Cumhuriyet'in ilanından sonra ikinci büyük
atılımını 1930'larda gerçekleştirdi. Tarih (Türk
Tarih Kurumu), Dil (Türk Dil Kurumu), Bilim
(universite reformu), Kültür (Halkevleri) çalış-
maları ve Planlı Devletçilik bu atılımın ana mo-
mentleridir. Hepsi de birbirini tamamlayan, zo-
runlu kılan; aydınlanmacı (laik), bilimsel, halkçı
ve kamucu nitelikteki bu devrimci paket, özellik-
le Türk ulusal tarihinin emperyalist yalan ve
çarpıtmalardan, Eski Ahit (Tevrat) tarihçiliğinin
devamı Osmanlıcı hurafe ve uydurmalardan
arındırılarak bilimsel bir temele oturmasının gü-
vencesini oluşturuyordu. Nitekim 1930'larda
yayımlanan Türk Tarihinin Anahatları ve ilköğ-
retim ve liselerde okutulan 4 ciltlik Tarih kitabı
bu bilimsel-laik ulusal tarih anlayışının ürünü
idi.
Ancak 1940'lardan sonra, bir yanıyla Turancılı-
ğa, diğer yanıyla Türk-İslam Sentezi'ne daya-
nan ırkçı ve gerici tarih anlayışlarının egemen
hale gelmesiyle 1930'lardaki antiemperyalist
bilimsel tarihçilik adım adım tasfiye edilerek ye-
niden Batı merkezci bir eksene kayıldı. 1970'le-
re gelindiğinde İbrahim Kafesoğlu'ların temsil
ettiği tarihçilik, artık Amerikan güdümlü milliyet-
çiliğin savunduğu Türk-İslam Sentezci bir çizgi-
ye girmişti. Avcıoğlu Türklerin Tarihi'nin I. Cil-
dinde bu bilim dışı tarihçiliği çok öğretici bir bi-
çimde şöyle özetler:
"1976'da Lise I'de okutulan Kafesoğlu-
Deliorman tarihinde Orta Asya'ya verilen pay
büyük ölçüde genişletilir. Sümer ve Hititlerin
Türk kökenli olmasından vazgeçilir. Tarih,
'İslamcı', 'Türkçü' görüşle işlenir. 'Yalnız İslam
dini Türklerin çok eski inançlarıyla uygunluk
gösterdiği için Türklüğü güçlendiren bir din ol-
muştur' denilerek İslam öncesi ve İslam sonrası
birbirine bağlanır. (...) Atatürk döneminden fark-
lı olarak kültür ve uygarlık birbirinden ayrılır.
(...) Türk düşüncesinin temellerinde 'beylik gu-
ruru' bulunduğu anlatılır. Eski Türk topluluğun-
da toprak ve öteki alanlarda özel mülkiyetin var
olduğu açıklanır ve özel mülkiyetin kişi hak ve
özgürlüklerinin garantisi olduğu özenle vurgula-
nır. Eski Türklerde güneşin doğduğu yer, 'sol'
ve kutsal sayıldığı halde, bu 'sağ kutsaldır' diye
çevrilir."(3)
3 Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, s. 23-24 (dipnot).
1960 ve 70'lerdeki fikri tartışmaları yaşayanlar,
Osmanlı ve Türk tarihi üzerine tezlerin ideolojik
ve siyasi oluşumlar üzerinde ne kadar etkili ol-
duğun bilirler. İşte Avcıoğlu'nun yaptığı, tarih
üzerindeki gerici gölgeleri, hurafeyi, çarpıtmala-
rı ve cehaleti temizleme girişimiydi.
"Tarihsiz ulus" Türklerin büyük tarihi
Avcıoğlu Türklerin Tarihi'ne girerken Birinci Cil-
din girişinde, Emperyalist, gerici, Osmanlıcı vb
bilimsel olmayan tarih anlayışlarının eleştirel
toplu bir bilançosunu çıkarır. Şöyle der ora-
da: "Atatürk'ün uygarlık içinde bir yer arama
çabası, Osmanlı ve Batı düşüncesine karşı bir
tepkiden kaynaklanır. 18. yüzyıldan sonra dün-
ya egemenliğine yönelen Avrupa için, 'Dünya
Tarihi', Batı Avrupa tarihi diye anılır. Avrupa
ulusları tarihsel uluslardır; ötekiler 'tarihsiz ulus-
lar'dır. Engels bile bazı yazılarında, Hegel'in
etkisiyle, 'tarihsel uluslar'ın yanı sıra, gerici ve
yok olmaya mahkum 'tarihsiz uluslar' ile barbar
uluslardan söz eder."(4)
4 Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, Birinci Ki-
tap, Tekin Yayınevi, İstanbul 1999, s. 7-8.
Atatürk'ün Misakı Millici / "Türkiyeci" milli-
yetçiliği ve Türk kimliğinin siyasi niteliği
Türklerin Tarihi, bugünkü; a) Türk siyasi kimliği-
Sayfa 32
Sayfa 32
ni, bu siyasi kimliğin tarihte oynadığı önemli ro-
lü küçümseyen neoliberal tarihçiliğe; b) Milletle-
rin ve Türk milletinin tarihsel, çağdaş bir olgu
olduğunu reddedip, Türklerin tarihin başından
beri millet kimliğine sahip olduğunu iddia eden
ırkçı-Turancı milliyetçiliğe; ve c) Uluslaşmayı
reddeden, İslam ümmetini böldüğünü iddia
eden, birliğin ancak İslam kimliği ile mümkün
olduğunu savunan şeriatçılara karşı 30 yıl ön-
ceden verilmiş en kapsamlı bilimsel cevaptır
dersek pek yanılmış olmayız.
Özellikle, Orta Asya'yı anayurt olarak gören Tu-
rancı tarih anlayışına karşı, Kemalizmin Anado-
lu (Türkiye) merkezli milliyetçiliğini özenle vur-
gular. Türklerin Tarihi, bir bakıma baştan sona,
neden 20. yüzyılın başına kadar millet olmadı-
ğını, olamadığını kanıtlamaya dayanır. Aynı
şey Sovyet coğrafyasındaki, Orta Asya'daki
Türk toplulukları için de geçerlidir."Atatürk'ün
tarih savı, Milli Misak sınırları içindeki 'Türkiye
halkı'nın tarihini kurmayı amaçlar. CHP progra-
mı vatan kavramını, 'topraklarının derinliklerin-
de yapıtlarıyla, bugün üstünde yaşanan siyasal
sınırlarla çevrilmiş kutsal yurt' diye tanımlar. Tu-
rancı anlayışta ise vatan, 'tutsak Türklerin' ya-
şadıkları alanları da kapsar. (...) Türk tarih sa-
vında, Orta Asya, Türklerin geçmişte yaşadıkla-
rı yurttur. (...) Turancı tarih 'tutsak Türklere'
ağırlık verir. Atatürkçü tarih, bugünkü Türkiye
toprakları üzerindeki bütün geçmiş tarihe sahip
çıkar; Hitit, İyonya vb uygarlıklarını benimser;
Turancı tarih ise, yadsır."(5)
5 Avcıoğlu, age, s. 29.
Son olarak, Avcıoğlu'nun, Türkiye solu ve
milliyetçilik konusunda son derece yetkin,
kavratıcı, ikna edici şu değerlendirmesiyle
makalemizi noktalayalım:
"Milliyetçiliğe, bugün ona en az layık olanlar sa-
hip çıkmaya çalışıyorlar. İlerici çevrelerde ise
milliyetçilik genellikle kuşkuyla karşılanıyor ve
biraz 'demode' sayılıyor. Oysa toplumsal müca-
dele ulusal bir çerçeve içinde veriliyor ve belki
daha uzun bir süre verilecek. (...) Dünya kapita-
list sisteminin zincirlerini kırarak iç pazarı ba-
ğımsızlaştırmak ulusal bir görev. Fakat günü-
müzde bağımsız ve bütünleşmiş bir pazarın ka-
pitalist pazar olma olanağı yok. Bu görev sos-
yalizmi kuracak toplumsal güçlere düşüyor.
Proletarya iç içe geçmiş, daha doğrusu bütün-
leşmiş ulusal ve toplumsal devrimi, iç ve dış
bütün antiemperyalist güçlerle elele, kendi ön-
cülüğünde gerçekleştirme durumunda. İşte öz-
de sosyalist böyle bir milliyetçilik söz konusu.
Günümüzde başarılı devrimleri ve en köklü dö-
nüşümleri böyle bir milliyetçilikle sosyalizmi bü-
tünleştiren uluslar gerçekleştirdi. ..."(6)
6 Avcıoğlu, age, s. 86-87 (dipnot).
Sayfa 33
Sayı 1, Ocak 2014
Sayfa 34
Sayfa 34
Av. Sedef ÜNAL
Muz Cumhuriyetinin
Muz Mahkemeleri
A nayasa Mahkemesi'nin, Mustafa Balbay'ın
tutukluluğuna ilişkin vermiş olduğu ihlal kararı
gündeme "bomba" gibi düştü. Ardından Bal-
bay'ın tahliye edilmesi ile, yıllardır süren esareti,
"Özel Yetkili Mahkeme"nin Balbay hakkında ver-
diği 34 yıllık mahkumiyet kararı kesinleşinceye
kadar, son bulmuş oldu.
Hatırlatmak isterim ki, Anayasa Mahkemesi,
Temmuz ayında vermiş olduğu kararda, Terörle
Mücadele Yasası kapsamındaki suçlar isnat edi-
len sanıkların tutukluluk süresinin iki kat olarak
uygulanmasına ilişkin düzenlemeyi iptal etmişti.
Böylece, Ceza Muhakemesi Kanunu'nda yer
alan maksimum tutukluluk süresinin beş yıl ola-
bileceğine ilişkin düzenleme, herkes için geçerli
olacaktı. Fakat "Yüksek" Mahkeme, dünya hu-
kuk tarihinde bir ilke imza atarak, temel hak ve
özgürlüklerle ilgili vermiş olduğu iptal kararının,
bir yıl sonra yürürlüğe gireceğine hükmetmiş, bu
bir yılda yasama organına düzenleme yapmak
için süre tanımıştı. Anayasa Mahkemesi'nin,
kendisini adil bir mahkeme olarak lanse etmeye
çalışırken aslında iktidara süre vererek hukuk-
suzluğun devamına yol açtığını, bununla bera-
ber tahliye kararının önünde engel olmadığını
ve mutlaka verilmesi gerektiğini, fakat yerel
mahkemenin bu bir yıla sığınarak tahliyeleri red-
dettiği için, hukuki bir skandalın söz konusu ol-
duğunu ifade etmiştik.
Anayasa Mahkemesi'nin tutukluluk süresini on
yıla çıkartan yasa maddesini iptal kararından
Sayfa 35
Sayı 1, Ocak 2014
sonra, CMK'daki beş yıllık sürenin uygulana-
rak, bu süreyi aşan tutukluluğu bulunan sanık-
ların derhal tahliye edilmesi gerekirken, hukuk
yine uygulanmamış ve tahliye talepleri redde-
dilmiştir. Hukuk davası değil intikam ve muha-
lifleri etkisizleştirme operasyonu olan Ergene-
kon (ve türevi) davalardaki "mahkemelerin",
siyasi hesaplara ters düştüğünde emredici hü-
kümleri uygulamayacak kadar adları gibi "özel"
oldukları bir kez daha gözler önüne serilmiştir.
5 Ağustos 2013 günü özel yetkili mahkemenin
kararını açıkladığı gün, henüz karar verilme-
den önce, Anayasa Mahkemesi ve AİHM ka-
rarları doğrultusunda müvekkillerimizin tahliyesi
için tahliye dilekçelerimizi sunmuştuk.
"Mahkeme" heyeti, dilekçelerimizle ilgili herhan-
gi bir ara karar tesis etmeden telaşla nihai kara-
rı açıklamaya başlamıştır. O gün Ulusal Kanal
ekranlarında da ifade ettiğim gibi, hukuken ken-
dilerine dayanak yapacakları kavram "hükmen
tutuklu" kavramı olacaktır. Ceza Hukuku doktri-
ninde mevcut olmayan bu kavram, Yargıtay'ın
son yıllardaki kararlarında dillendirilmekte, yerel
mahkeme tarafından karar verilen dosyalarda
tutuklu bulunanların artık "tutuklu" statüsünde
değil "hükmen tutuklu" statüsünde oldukları, do-
layısıyla maksimum tutukluluk sürelerinin he-
saplarında bu periyodun göz önüne alınmaya-
cağı ifade edilmektedir. Bunun anlamı, dosya
Yargıtay aşamasında iken yıllarca bekletilerek
sanıkların tutukluluk hallerinin devam ettirilebile-
ceğidir! Anayasa Mahkemesi kararının uygulan-
maması da hukuken kılıf bulmuş olacaktır. Ger-
çi yerel "Mahkeme" tahliye taleplerinin reddi ge-
rekçesinde henüz bu kılıfı kullanmamış, iptal
kararının yürürlüğünün ertelenmiş olması nokta-
sına bel bağlamıştır.
Dönelim Balbay kararına...Anayasa Mahkemesi
gerekçesinde, Anayasa'nın seçme ve seçilme,
siyasi faaliyette bulunma hakkını düzenleyen
67. Maddesine, tutukluluk süresiyle ilgili de 19.
Maddesine aykırılık olduğuna karar verdi. Ön-
celikle belirtmek gerekir ki, hukuken hiç kimse-
nin özgürlüğü diğerininkinden daha değerli gö-
rülemez. Bir milletvekilinin siyasi faaliyette bu-
lunma hakkı olduğu kadar, diğer insanların da
aynı hakkı bulunmaktadır; siyasi faaliyette bu-
lunmak milletvekillerine özgü bir hak değildir.
Siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlali belirle-
mesinin milletvekillerine özgü imiş gibi yorum-
lanması, aynı davada iki siyasi parti genel baş-
kanının (Doğu Perinçek ve Tuncay Özkan) da
bulunduğunu hatırlarsak, açıkça hatalı olması-
nın yanı sıra ayıptır. Bundan başka, Anayasa
Mahkemesi'nin Balbay kararında tutukluluğun
makul süreyi aşması sebebiyle de ihlal kararı
vermiş olması, Temmuz ayındaki kararını des-
tekleyen mahiyettedir. O karardan itibaren beş
yılını dolduran tüm tutukluların tahliyesi gerekir-
ken, Anayasa Mahkemesi'nin yürürlüğü bir yıl
erteleyen skandal kararına sığınan tahliye ta-
leplerinin reddi kararları ile, Ergenekon tutsakla-
rı hala esaret hayatlarına devam etmektedirler.
Cumhuriyet yıkıcısı olduğunu tespit ettiği iktidar
partisinin kapatılması yerine Hazine yardımının
budanması şeklinde yaptırımı uygun gören
"Yüksek Mahkeme"nin kararları ve yorumları,
bizi artık şaşırtmamaktadır.
Hukuken, Temmuz 2013'teki Anayasa Mahke-mesi kararı ile tutukluluk süreleri beş yıldan uzun süren herkesin derhal tahliyesi gerekirken halen esaret altında bulunan Ergenekon tutsak-larının, Balbay'ın tahliyesinden sonra tutsaklık-larının devam etmesi skandal üstüne skandal olacaktır.
Sayfa 36
Sayfa 36
Dr. M. Galip BAYSAN
İsmet Paşa
ve çok partili demokrasi
S on günlerde Siyasi partilerimizin Orduya
karşı yaptıkları, daha çok planlı ve şov amaçlı
çıkışlarında bol bol demokrasi kavramını kullan-
maları bizi hem memnun ediyor, hem de üzü-
yor. Mutluluğumuzun nedeni, artık siyasilerimiz
ve ulusumuzun hiçbir engel tanımadan yıllarca
büyük özlem duyduğumuz çoğunlukçu demok-
ratik sisteme olan bağlılıklarını vurgulamaları-
dır. Üzüntümüzün nedeni ise; bütün pozitif iddi-
alara rağmen, lider kadroların bırakın Türk Ulu-
sunu, kendi partilerinde bile demokratik açılım
yapmayı başaramamaları ve lider saltanatının
alabildiğine genişletmeleri ve partilerini diktatör-
ce yönetmeleri olmuştur.
Bilindiği gibi çağdaş bir demokrasi ülkemizde
büyük tereddütlerden sonra ve çok zor şartlar
altında ve Türk Ordusu tarafından kurulmuştur.
Atatürk'ün çok istediği çok partili demokratik dü-
zen; 1924 yılı Kasım ayında kurulan ve 1925
Haziran ayında kapatılan"Terakkiperver Cum-
huriyet Fırkası" ve Temmuz 1930'da kurulup
aynı yılın Aralık ayında kendini fesheden
"Serbest Cumhuriyet Fırkası" denemelerinden
sonra bir daha gündeme getirilmedi. Her iki de-
nemenin başarısız olmasının en önemli nedeni,
İrtica tehdidi ve yapılan İnkılâpların "Şeyh Sait"
ve "Menemen" isyanları gibi gerici ayaklandır-
malara karşı korunma mecburiyetiydi.
Atatürk'ün ölümünden hemen sonra başlayan
2.nci Dünya Savaşı ve ülkenin içinde bulundu-
ğu zor şartlar, Türkiye'de çoğunlukçu demokra-
tik düzene geçiş çalışmalarının ertelenmesinin
nedeni oldu. Savaşın son yıllarında bütün dün-
yada yeniden alevlenen özgürlükler ve çoğun-
lukçu demokrasi anlayışı Türkiye ve Türk lider-
lerini de etkiledi. Bu konuda özellikle Devlet
Başkanı İsmet İnönü'nün tutum ve davranışları
sonucu etkileyen en önemli faktör olmuştur.
Çok partili siyasi düzene geçişin hikâyesi olduk-
ça ilginçtir. Biz bu yazı dizisi içinde sizlere bu
ilginç hikâyeyi belgelere dayanarak anlatmaya
çalışacağız.
Savaşın sonuna doğru Türkiye'nin politikası iyi-
ce belirginleşmiş ve Türkiye Batılılar tarafına
kaymıştı. 1944'te Mihver devletleriyle ilişkiler
kesildi ve yeniden düzenlenecek Birleşmiş Mil-
letlere üye olabilmek için 23 Şubat 1945'de Al-
manya'ya savaş ilan edilerek bir gün sonra (25
Şubat 1945'de) Birleşmiş Milletler Beyannamesi
imzalandı. Savaş sonunda Türkiye, askeri, sos-
yal, siyasi ve en önemlisi de ekonomik menfaat-
lerinin Batı Dünyasında olduğunu anlamıştı. Bu
nedenle milli menfaatlerini geliştirmenin en iyi
yolu, Batı Dünyasına daha fazla yaklaşmaktı.
İtalya ve Almanya gibi ülkelerdeki tek parti ida-
relerinin ortadan kalkması, Birleşmiş Milletlere
giriş ve batıya daha fazla yaklaşma Türkiye'de
tek parti rejiminin temellerini sarstı.(1)
Birleşmiş Milletler Anayasasını kabul etmekle
Türkiye bu anayasasının demokratik prensiple-
rine uygun, daha hür bir rejime geçmeyi taahhüt
Sayfa 37
Sayı 1, Ocak 2014
etmiş oluyordu. San Francisco'da, 25 Nisan–25
Haziran 1945 tarihleri arasında, daha önce Yal-
ta Konferansında kararlaştırılan esaslar dahilin-
de Birleşmiş Milletler Anayasasının hazırlanma-
sı için yapılan konferansa katılan Türk delegesi,
Reuters Ajansı muhabirine Türkiye'de Cumhuri-
yet rejiminin siyasi bakımdan kesinlikle modern
demokrasi yolunda ilerlediğini, Türk Anayasası-
nın en ileri ülkelerin anayasaları ile kıyaslanabi-
leceğini, hatta bazılarından üstün bile olduğunu
belirtiyor ve harpten sonra Türkiye'de her türlü
demokratik cereyanların gelişmesine müsaade
edileceğini söylüyordu.(2)
Bu mesajdan anlaşılacağı gibi, Türkiye batı-
ya, "biz batılılaşma yolundayız ve demokratik
yaşama geçişte ileri hamleler yapmak istiyo-
ruz" derken, hür-liberal batılı ülkelerin merkez
olarak oluşturulacak yenidünyada kenarda kal-
mak istemediğini de ortaya koyuyordu. Bunun
en büyük nedeni CHP liderlerinin Demokrasi
arzusundan çok ülkenin karşı karşıya olduğu
siyasi gelişmeler ve yeni Süper Güç Sovyetler
Birliğinden gelen tehdit'ti.
1945 yılı 23 Şubatta Türkiye'nin Almanya'ya sa-
vaş ilan ettiğini ve bunun Birleşmiş Milletlere
katılma şartlarından biri olduğunu biliyoruz. Bu
olaydan iki hafta kadar önce 4–11 Şubat 1945
tarihleri arasında Kırım'ın Yalta şehrinde Mütte-
fikler arasında bir toplantı yapılmıştı. Bu ünlü
toplantıda Boğazlar konusunda "statünün Sov-
yet Rusya lehine değiştirilmesine, bu meselenin
Dışişleri Bakanları tarafından ele alınmasına,
bu durumdan Türkiye'nin de haberdar edilmesi-
ne" karar verildi.(3) Bu konferansın hemen ar-
dından Sovyetler 19 Mart 1945'te, 1925 tarihli
Türk-Sovyet tarafsızlık ve saldırmazlık pakt'ını
feshettiler ve Türkiye'ye bir nota verdiler. Bu no-
tada; "özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında
ortaya çıkan esaslı değişmeler sebebiyle, bu
antlaşma artık yeni şartlara uymamakta ve ciddi
değişikliklere ihtiyaç göstermekte-
dir" deniliyordu.(4) Unutmamak gerekir ki feshe-
dilen antlaşma
bir "ittifak" veya "işbirliği" antlaşmasını de-
ğil,"saldırmazlık" antlaşması idi ve Sovyetler
gelecek amaçları için, uluslararası yasal bir
sorumluluktan kendilerini sıyırmak istiyor-
lardı.
Sayfa 38
Sayfa 38
Savaşın sonlarına doğru Türkiye'nin sivil-asker
yöneticileri bütün dikkatlerini Sovyetler-Alman
muharebeleri üzerinde yoğunlaştırmışlardı.
1944 yazında Almanya'nın askeri durumu iyice
kötüye gitmeye başlayınca, Türkiye müttefikler
ile ilişkilerini düzeltmek için 2 Ağustos 1944'te
Almanya ile diplomatik münasebetlerini kesti.
Ancak Sovyetlerin Türkiye'yi savaşa sokma ar-
zusu gerçekleşmemiş ve bu ülke ile ilişkiler so-
ğumaya başlamıştı. Sovyetlerin Doğu Avru-
pa'da gittikçe tek hâkim güç haline gelmeleri,
Türkiye'yi fazlasıyla ürkütüyordu. Bu nedenle
1944 sonbaharında İngilizler Yunanistan'a as-
ker çıkarmaya başladıkları vakit, Türkiye bun-
dan memnunluk duymuş ve Balkanlarda Yuna-
nistan'la yeniden işbirliği sağlamak için, 12 ada
üzerinde hiçbir talep ve iddiası olmadığını Yu-
nan Hükümetine bildirmişti.(5)
1945 yılı 7 Haziranında Sovyetler Türk Hükü-
metine bir nota vererek korkulan talihsiz hamle-
yi yaptı. Türk Hükümetinin 4 Nisan'da antlaşma-
nın yenilenmesi için yapılacak teklifleri hüsnüni-
yetle tetkike hazır olduğunu belirten yumuşak
notasına verilen bu cevapta Sovyetler bu ittifa-
kın şartı olarak Kars ve Ardahan bölgelerinin
Rusya'ya terki ile Boğazlarda Sovyetlere üs
verilmesini ileri sürdüler. Molotov notayı ve-
ren Türk Büyükelçisine, "Bu toprakları size
1921'de terk ettiğimiz zaman Sovyetler Birliği
zayıftı" demiştir.(6)
Boğazlar meselesi aynı yıl 17 Temmuz–2 Ağus-
tos tarihleri arasında Berlin yakınlarında Pots-
dam'da yapılan Konferansta da ortaya atıldı.
Konferansın ilk günlerinden itibaren Sovyetler
İtalyan sömürgelerinden biri vasıtasıyla Akde-
niz'e yerleşmek ve boğazları kontrol etmek iste-
diklerini belli ettiler. Bunun üzerine Churchill,
Sovyet isteklerinin, Bulgaristan'a Sovyet kıtala-
rının yığılmasının ve Sovyet basınının Türki-
ye'ye karşı hücumlarının bu ülkede büyük bir
korku ve endişeye sebebiyet verdiğini, Rus-
ya'nın boğazlar meselesini Türkiye ile baş başa
kalarak çözümlemeye çalışmasını tasvip etme-
diğini belirtti. Molotov cevabında, Türkiye'nin
kendisinin Rusya ile ittifak için teşebbüse
geçtiğini, Rusya'nın da şart olarak sınırların
tashihini yani Kars ve Ardahan'ın Ruslara
verilmesini ileri sürdüğünü, çünkü bu iki böl-
genin 1921 Moskova Antlaşmasıyla Rusya'dan
koparılıp alınmış olduğunu söyledi. Boğazlarda
üs meselesine gelince, Molotov, bunda bir ga-
riplik olmadığını, zira Türkiye ile Çarlık Rusyası
ile 1805 ve 1833'de aynı nitelikte antlaşmalar
imzalandığını ifade etti. Churchill de buna ce-
vap olarak "İngiltere'nin Türkiye'yi bu Sovyet
isteklerini kabule zorlamayacağını" belirtti.(7)
Konferansta Rusların isteği kabul edilmedi. Amerika ve İngiltere, Ruslar için ancak Boğaz-lardan tam geçiş serbestîsine sahip olmasına taraftardılar. Mesele hakkında karar alınmayıp, her devletin kendi görüşünü Türkiye'ye bildirme-sine karar verildi.(8)
Sayfa 39
Sayı 1, Ocak 2014
Meftun BULUNMAZ
İyi ki Bilimsel sosyalistim
K afasında ilk düşüncelerin nasıl oluşmaya
başladığını hatırlamaya çalıştı. Zengin ve yok-
sul çelişkisi ile başlayan, sistemi sorgulamaya
kadar giden düşünceler.
Panait İstrati, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kaf-
ka, Turgenyev, Dostoyevski gibi yazarları oku-
dukça; bugüne kadar doğru bildiklerini sorgula-
maya başladığını farketti.
En sarsıcısı; Marksist felsefe ile, giderek yeni
bir dünyanın mümkün olduğunu gösteren sos-
yalizm ile tanışması oldu.
İyi de; sosyalizmin ustaları ve uygulayıcılarını
farklı farklı yorumlayan siyasi hareketlerin-
partilerin hangisi veya hangi ülkenin sosyalizm
uygulaması daha doğruydu. Sovyet Devrimi mi,
Arnavutluk, Küba, Vietnam örneği mi, Çin'in
köylü ayaklanması olarak yorumlanan eşsiz de-
neyimi mi, hangisi?
Sosyalistler
Rusya'da; Çar-
lık yönetimine,
Arnavutluk'ta
İtalyan faşiz-
mine, Küba'da
Amerikancı
Batista hükü-
metine, Viet-
nam'da önce
Fransız, son-
rada Amerikan
emperyalistle-
rine, Çin'de hem İngiliz, Japon, Amerikan Em-
peryalistlerine, hem de Guomindang hükümeti-
ne karşı savaşarak sosyalizmi uygulamaya geç-
mişlerdi.
Hepsinin ortak yanı, bir yandan Milli Bağımsızlık
ve Kurtuluş Savaşı verirken, ülke içindeki gerici
ve işbirlikçilere karşı savaşarak yeni bir dünya
inşa etmeleriydi. Hepsi de emperyalist kuşatma
altındaydı. Ama, tek bir sosyalizm tanımı ve uy-
gulaması yoktu. Üstelik, bazılarında burjuvalaş-
ma ve kapitalist sisteme geri dönüş başlamıştı.
Bu sırada Aydınlık Hareketi ile tanıştı. Diğer
sosyalist hareketlerden farklı olarak; hem sos-
yalizmi savunuyor, hem Milli Demokratik Devrim
diyerek sosyalizme geçişi sanki öteliyordu. Hep,
hemen sosyalist devrime geçmek savunulur-
ken. Kurtuluş Savaşı ile ülkemizin İngiliz Em-
peryalizmi'ne karşı verdiği destansı mücadele
ve Kemalist Devrim'in 6 Ok ilkesi parti progra-
mının en başına yazılmıştı. "Bağımsızlık, Dev-
rim, Sosyalizm" temel slogan ve ilkeydi.
Önce; yurdu-
muz Amerikan
boyunduru-
ğundan kurta-
rılacak, sonra
1938'lerden
başlayarak
karşı devrimin
saldırıları ile
geriletilen ve
yıkılan Kema-
list Devrim ta-
Sayfa 40
Sayfa 40
mamlanacak, böylece açılan demokratik ve öz-
gürlük kanalları ile sosyalizme doğru yol alına-
caktı. Kısaca, hoppala sosyalizm yoktu.
Bu kadar mı? Hayır; sosyalizme yapılan teorik
katkılarla, Marks'ın 19 yy. için geçerli olan ama
emperyalizm çağına uymayan görüşleri yerine,
ayağı ülkesine basan, kendi milli mücadelesin-
den dersler çıkaran, emperyalizmin tek kutuplu
dünyasına karşı, ezilen dünya gerçeği ile politi-
ka üreten, yeniden milli kurtuluş savaşları dö-
neminin başlayacağını
öngören politikaları
hem savunuyor, hem
ülkenin gündemine so-
kuyordu.
Peki, Enternasyonalizm
neresindeydi bunun?
Yani, sosyalizmin temel
ilkelerini mi inkar etme-
liydik? O zaman sosya-
list olunabilir miydi?
Yoksa, parti sağa kayıp
sosyalizmden vaz mı
geçiyordu? Bayrak, or-
du, andımız, Türklük,
ulusallık savunularak
solcu, sosyalist olunabi-
lir miydi?
Enternasyonalizm, yani
evrenselliği savunabil-
mek için önce bir ulusal
devletinin olması gerek-
tiğini öğrendi. Evrensel-
liğe ne/kim olarak katılabilecektik yoksa? Bu-
nun için önce milli kimliğine, kültürüne, değerle-
rine, en önemlisi tarihine sahip çıkmak gereki-
yordu. Küresel denen, emperyalizmin tek ku-
tuplu dünyasında milli kimliğini inkar etmek, yok
olmak, hiç olmak demekti.5
Sosyalizme gelince; durağan, değişmez, bir
dogma, tanrı buyruğu olmayan, güne, ülkeye,
şartlara göre gelişen, değişen, kendi diyalektiği
içinde tarihsel materyalist düşünceyi savunan
bir ideoloji değil miydi?
Demek ki, önce ulusalcı, sonra evrenselci olu-
nacaktı. İlk iş; emperyalizmin ülkemize saldırır-
ken hedef aldığı, Mustafa Kemal ve devrimleri-
ne, ulusal bayrağa, ulusal kimliğe, vd. sahip çı-
kılacaktı.
Önce; Mustafa Kemal'in yaptığı gibi işbirlikçi
saltanat yıkılacak, bağımsızlık kazanılacaktı.
Sonra da; yarım kal-
mış, sekteye uğratılmış
6 Ok olarak tanımlanan
devrim ilkeleri uygula-
nacak, yıkılan Cumhuri-
yet yeniden kurulacak,
liberalizmin bütün uy-
gulamaları yürürlükten
ve hafızalardan kazına-
cak, insanca ve daya-
nışmacı bir kültür oluş-
turulacak, eşit ve payla-
şımcı ilişkiler yeniden
canlandırılacak, insana,
doğaya, çevreye aykırı
gelişme modellerine
son verilerek, tarımsal,
köysel, kentsel yapılaş-
ma yeniden ve uygar
bir düzenlemeye gidile-
cekti. Bunlar yapılırken,
emperyalizmin tüm ah-
lakı, kültürü, kurumları,
ilişki biçimi devletin alt
ve üst kurumlarından
temizlenecek, geri dönüş yolları tıkanacaktı.
Sonrasında, bu uygun koşullarda sosyalizme
geçiş için toplum hazırlanacak, adım adım sos-
yalizm inşa edilecekti.
Durdu, düşündü ve kendi kendisine gülümse-di: "İyi ki Aydınlıkçı olmuşum, iyi ki Bilimsel
sosyalistim" dedi.
Mayıs ayında, belki de pek çoğumuz tarafından bilinmeyen adıyla, İnönü Gezi Par-kı’nda başlayan
sonrasında yurdun dört bir
yanına yayılan eylemler, acı sonuçları kadar
renkli görüntüleriyle de dikkat çekti.
E ylemcilerin, polis’ in orantısız güç kullanımından zarar gör-
memek için yararlandığı gaz maskeleri, baret-ler ve deniz gözlükleri kadar göze çarpan di-ğer bir malzeme ise aslında bir çizgi roman eseri olan V for Vendetta’nın kahramanı “V”’nin kullandığı “Guy Fawkes” maskeleri
idi. Hikâyesini Alan Moore’un yazdığı, Da-
vid Lloyd'un ise çizgileştirdiği, kahramanıyla aynı ismi taşıyan çizgi roman, 2005 yılında ABD – Almanya ortak yapımı olarak sinemaya uyarlandı. Film 2006 yılında gösterime girdik-ten sonra V’nin dünya kamuoyunun daha ge-niş bir kesimi tarafından tanınır hale gelmesi-
ni sağladı. Uluslararası hasılatı 130 milyon doları
aşan filmin bu başarısının ve V’nin dünyanın büyük bir kesimi tarafından tanınır hale gel-mesinin belki de en önemli sebeplerinden bi-ri, özgürlük peşinde olan kitlelere ilham kay-nağı olmasıydı. Filmin Türkiye afişinde kulla-nılan “Sonsuza dek! Özgürlük!” sloganı, Larry ve Andy Wachowski biraderlerin senar-yolaştırdığı filmin verdiği ilhamın kısa bir öze-
ti niteliğindeydi.
“HATIRLA, HATIRLA MAYIS’IN 27’SİNİ”
Ersoy MÜ NEVİ S
Geleceğin İngiltere’sinde (2020) geçen filmde, diktatör bir rejime karşı tek başına baş-kaldıran V’nin, bu başkaldırısının toplumsal bir hale gelişi konu edilir. Film; Hugo Weaving’in canlandırdığı V’nin, yine Natalie Portman’ın canlandırdığı Evey Hammond’u kurtarmasıyla başlasa da asıl hikâye, derin bir yapı tarafından teröre maruz bırakılan İngiltere’de, baskıcı bir yönetimin; medyanın da büyük katkılarıyla, hal-ka kurtarıcı gibi sunularak, iktidara gelmesinin sağlanmasıyla başlar. V hem bu derin yapının yarattığı terörün mağdurlarından hem de dikta-tör rejimin yarattığı baskı ortamının tüm İngilte-re halkı gibi muhataplarından biridir. Oynanan
oyunu ilk o fark eder ve ilk o başkaldırır. Remember, remember, the fifth of no-
vember! (Hatırla, 5 Kasımı hatırla!) sloganıyla diktatör yönetime karşı bir takım eylemler ger-çekleştirirken, halkın da harekete geçmesini sağlar. Hem bu slogan hem de yüzünde bulu-nan maske ile 5 Kasım 1965 tarihinde, Muhafa-zakâr Kral I. James ve tüm aristokratlara karşı yapılan ve İngiliz tarihinde “Barut Komplosu” olarak bilinen Parlamento binasının bombalan-ması girişiminin kahramanı Guy Fawkes’i diğer
bilinen adıyla Guido Fawkes’i işaret eder. Guy Fawkes; 13 Nisan 1570 tarihinde İn-
giltere’nin York şehrinde doğmuş Katolik bir İngiliz askeriydi. 1593’te Katolik olmuş ve İs-panyol ordusunun Hollanda da bulunan birliği-ne katılmıştı. 1604’te yurduna döndüğünde Ro-bert Catesby ile tanıştı ve birlikte “Barut Komp-losu” olarak bilinen planı hazırladılar ve planın
gerçekleşmesinde aktif olarak rol aldı.
Sayfa 44
Sayfa 44
tarda dolu barut fıçısı ile yakalandığı iddia edilmektedir. Yakalanan Guy Fawkes, ağır işkencelere maruz kaldıktan sonra mahke-mece vatan hainliğinden idam edilmesine karar verilmiş ve 31 Ocak 1606’da Westmi-nister Sarayının hemen karşısında asılarak
idam edilmiştir. Guy Fawkes’in İngiliz tarihinin en
büyük “vatan haini” olduğu söylense de kimi çevreler tarafından da, onun bu ey-lemlerinin baskıcı bir yönetime karşı re-form hareketi girişimi olduğu da iddia edi-
lir. Günümüzde, her yıl 5 Kasım gece-
sinde Birleşik Krallık ve krallığa bağlı diğer eyaletlerde eylemin başarısızlığa uğratıl-ması, belki de politik özelliği unutulmuş olacak ki eğlence amacıyla şenliklerle kut-lanır. Guy Fawkes Gecesi, Kutlama Ateşi Gecesi, Havai Fişek Gecesi, Barut Gecesi ve Komplo Gecesi isimleriyle de anılan şenliklerde havai fişekler patlatılır, büyük fıçılar ateşe verilerek caddelerde yuvarla-nır ve Guy Fawkes maskesi takılmış saman dolu kuklalar yakılır, Fawkes maskeli ço-cuklar sokaklarda dolaşarak “Penny fort the Guy?” (Guy için bir kuruş lütfen?) di-
yerek para toplarlar.
Barut komplosu; İngiltere devlet yö-netiminde ve Katolik monarşik rejimde devrim yapmak amacındaki on iki devrim-cinin her sene Ekim veya Kasım ayında Westminister Sarayı’ndaki İngiliz Parla-mento binasında düzenlenen aristokrasi zirvesinde, kimi iddialara göre binanın ha-vaya uçurulmasını, kimi iddialara göre ise Kraliyet ailesini ve Protestan devlet adam-larını etkisiz hale getirmeyi ve halkı ayak-
landırmayı hedef alan bir girişimdi. Eylemcilerden birinin saray çevre-
sinden tanıdığı bir yakınına 5 Kasım 1605 günü saray çevresinde olmaması yönünde ki uyarısının kraliyet çevrelerine sızması sonucu Guy Fawkes 5 Kasım gece yarısı parlamento binasının mahseninde bol mik-
Sayfa 45
Sayı 1, Ocak 2014
Elbette ki filmin kahramanı V, İngiliz-
lerle aynı fikirde değildir. O, Fawkes’in dik-tatör bir yönetime karşı reform ve özgürlük mücadelesi veren bir kahraman olduğunu düşünmektedir. Filmin unutulmaz sahnele-rinden birinde kullandığı sözleriyle özgür-lük hareketinin gerekliliğini, özgürlüğün hayati öneme sahip olduğunu ve özgürlüğü kısıtlayan kişi ve etkenlere karşı dikkatli
olunması gerektiğini vurgular. O; özgürlüklerin korkulara kurban
edilmemesi gerektiğini, insanların hükü-metlerinden değil, hükümetlerin insanlar-
dan korkması gerektiğini öğütler.
Bu yönüyle V dolayısıyla Guy Fawkes;, toplumsal otoritenin, zorbalığın, erkin ve hiyerarşinin tüm biçimlerini redde-den ancak ülkemizde yaygın görüşle terö-rizmle eş değer görülen anarşizminde sem-bolü haline gelmiştir. Öyle ki otoriter rejim-lere karşı yapılan eylemlerin birçoğunda bu maskeyi kullanan eylemcilere rastlamak
mümkündür. Neredeyse her bir sahnesi şiirsel bir
anlatımla sarmalanmış filmin sonunda V, halkın korkularından sıyrılmasını, derin uy-kulardan uyanmasını sağlamış, özgürlük için gereken temelleri atmıştır. Bir sene ön-ce sadece kapalı devre TV yayını yapan ya-yıncı kuruluşu basarak duyurduğu, 5 Ka-sım’da Parlamento Binası önünde toplanıl-ması isteği, halk tarafından, gereken deste-ği görmüş ve binlerce kişi diktatörü devir-mek üzere ve yüzlerinde Guy Fawkes mas-kesiyle asker barikatını da aşarak parla-mento önünde toplanmıştır. V diktatörden intikamını aldığı halde, yaşamını yitirmiştir. O maskenin altında etten daha fazlası var-dır, bir fikir vardır ve vücuduna onlarca
kurşun girmiştir ama fikirlerine kurşun işle-
memiştir. Filmin en önemli repliklerinden birin-
de söylediği “Bize insanları değil fikirleri hatırlamamız söylendi. Çünkü bir adam ye-nilebilir, yakalanabilir, öldürülebilir, unutu-labilir. Fakat bir fikir 400 yıl sonra bile hala dünyayı değiştirebilir.” şeklinde ki sözlerle anlattığı gibi, kendisi ölmüştür ama o öz-
gürlük fikrini bir kere yeşertmiştir.
“Hatırla, 5 kasım gecesini hatırla Barutu, ihaneti ve komployu Hiç bir neden bilmiyorum ki gerektirsin
Barut komplosunun unutulmasını”
Sayfa 46
Sayfa 46
Artık korkun kalmadı, özgürsün...
Aynaya baktığınızda suçluluk duyuyorsanız gerçekleri öğrenmişsinizdir...
Binalar semboldür, yok etmenin bir sembolü. Sembollere insanlar güç verir, tek başına sembol-
ler anlamsızdır, ama yeterli sayıda insanla binaları (sembolleri) havaya uçurmak, dünyayı de-
ğiştirir.
Bu maskenin altında bir yüz var. Ancak benim değil. Ne altındaki kaslardan daha benimdir o
yüz, ne de altındaki kemiklerden. Bu maskenin altında etten daha fazlası var. Bu maskenin al-
tında bir fikir var, Bay Creedy! Ve fikirlere kurşun işlemez!
Hep daha fazlasını istediğimiz için elimizdekileri kaybettik. Bay Creedy!
Cahilliklerini örtmek için fazla konuşmak ve bilgili gibi gözükmek isteyenlerin yaptığı tek şey
saçmalıktır.
Çalmak malın sahibinden olur. eleştirenden çalamazsın, benim yaptığım sadece temizlemekti..
Çünkü sözler yerine kaba kuvvet kullanılabilse de kelimeler kudretini hep koruyacaktır ! Keli-
meler anlama ulaşmanın yollarını ve dinleyenlere hakikatin telaffuzu gösterir.
Dans edilemeden yapılan devrim yapılmaya değer değildir.
Dünyadaki herkesin isteyeceği bir şey biliyorum: Özgürlük!
Eğer bir konu hakkında bilgin yoksa ve bunu söyleyemiyorsan yapacağın en doğru şey sus-
maktır.
Fazla konuşmak insanın ne kadar fazla bilgisi olduğunu değil sadece ne kadar geveze olduğu-
nu gösterir.
Gerçeğin gücü ile yaşadığım sürece kainatı bile fethedebilirim...
Hareketinizden suçlanacak biz değiliz... Bunu kanıtladınız... Bu yüzden kötülüğün üstüne şeker
serpeceğiz...
Hatırla, hatırla, 5 Kasım gününü hatırla, patlamayı, ihaneti ve komployu, bu ihaneti unutmak
için hiçbir neden bulamıyorum.
Sayfa 47
Sayı 1, Ocak 2014
İnsanlar hükümetlerinden değil, hükümetler insanlardan korkmalıdır...
Kimliğimi ve ne olduğumu başarıyla gizlemem sadece amacıma hizmet etmek içindir...
Konuşmaya çalışılan her yerde coplar söz alıncaya kadar sözler her zaman gücünü koruma-
ya devam eder...
Korku, bu hükümetin esas aracı haline geldi.
Özgür olmak herkesin hakkıdır ama özgürlükleri kısıtlamak sadece tanrının elinden gelir.
Rastlantı diye bir şey yoktur. Rastlantı aldatmacası vardır.
Şiddet iyi yönde kullanılabilir.
Tanrı gibi ben de işimi şansa bırakmam ve rastlantıya inanmam...
Ve sen bütün alçaklığını ortaya çıkardın ve yine sen kutsallığı kullanarak eziyet ettin. Aziz
kılığına girerek şeytanın rolünü üstlendin.
Verilecek tek karar intikamdır. Bir kan davası, ve bir amacı var boşuna değil. Değerler ve
dürüstlük vakti geldiğinde kazanacak, ve zulüm son bulacak biliyorum.
Yeryüzündeki tek gerçek mutluluk, kendi sahte kimliğimizin zindanından kaçabilmektir.
Bize insanları değil fikirleri hatırlamamız söylendi. Çünkü bir adam yenilebilir, yakalanabilir,
öldürülebilir, unutulabilir. Fakat bir fikir 400 yıl sonra bile hala dünyayı değiştirebilir. Fikirlerin
gücüne ilk elden tanık oldum. Fikirler uğruna ölen ve öldüren insanlar gördüm. Ama bir fikre
dokunamaz, tutamaz hatta öpemezsiniz. Fikirler kanamaz, acı çekmez ve sevmezler. Ve öz-
lediğim şey bir fikir değil, bir adam. 5 Kasım’ı bana hatırlatan adam... Asla unutmayacağım
adam...
Bir insanı öldürebilirsiniz, işkence yapabilirsiniz ama fikirlerini asla değiştiremezsiniz.
Affetmek iyi insanların, intikamıdır...
Çünkü o haklıydı. Bu ülkenin şu anda bir binadan fazlasına ihtiyacı var. Bu ülkenin umuda
ihtiyacı var.
Dizlerimin üzerinde yaşamaktansa, ölmeyi tercih ederim.
Dünyanın iyi yönde değiştiğini hiç görmedim...
Siyasiler gerçeği saklamak için, sanatçılar gerçeği ortaya çıkarmak için yalan söylerler...
Sayfa 48
Sayfa 48
U luslararası araştırmacılardan oluşan bir ekip, Kanarya Adaları'ndan La Palma ve Teneri-fe arasında bir kuantum bitini (qubit) tam 143 km'lik uzaklığa ışınlamayı başardı. Dikkate de-ğer olan bu uzaklık aynı zamanda alçak yörünge uydularının dünyaya olan uzaklığına eşit. Yani başka bir deyişle artık teorik olarak uydu tabanlı bir kuantum iletişim ağının kurulmaması için hiç bir sebep kalmadı. Işınlanma denildiğinde aklını
za hemen Star Trek ve Chocolate Factory'deki ışınlanma sahneleri gelmesin. Fakat konsept hemen hemen aynı. Temel olarak bilim adamları La Palma'da bazı fotonları yoğunlaştırarak çok güçlü bir lazer yardımıyla bu fotonlardan birini Tenerife'deki alı cıya gönderiyor. Daha sonra bu ilk fotonun ku-antum seviyesi değiştiğinde, ikinci fotonun kuan-tum seviyesi de 143 km uzakta olmasına rağ-
BİLİM TEKNOLOJİ
Kuantum ışınlanma rekoru kırıldı! Peki
sırada ne var?
Sayfa 49
Sayı 1, Ocak 2014
men herhangi bir gecikme olmaksızın ışıktan daha hızlı bir şekilde değişiyor. Yani burada fiziksel bir maddenin ışınlanmasından değil, maddelerin kuantum seviyelerinin transferinden bahsediyoruz.
Peki bu rekorun bize ne faydası olacak?
Bununla ilgili en basit uygulama kuantum krip-tografi. Kuantum mekaniği kanunlarına göre kriptografik bir anahtarı güvenli bir şekilde transfer etmenin en iyi yolu bir çift yoğunlaştırıl-mış foton kanalı olarak kabul ediliyor. Bu şekil-de yapılan bir transferin herhangi birisi tarafın-dan izlenmesi fiziksel olarak imkansız oluyor. Bu özellikleriyle uydu tabanlı kuantum iletişim ağı, devletlerin yüksek güvenlikli iletişim sıra-sında kullanmak isteyecekleri bir teknoloji gibi görünüyor. Ayrıca bu kuantum iletişim ağı uzun vadede kuantum bilgisayarlar tarafından oluşturulacak ana internet omurgasının altyapı-sını sağlayabilir.
Teorik olarak kuantum ağına bağlı olan her iş-lemci ya da bilgisayar yoğunlaştırılmış fotonlar aracılığıyla bu ağdaki diğer tüm bilgisayarlara anında bağlanabilir. Bir sonraki aşama ise ışın-lanan qubitleri alabilen ve iletebilen bir uydu fırlatmak olabilir. Bu tabi ki kolay bir işlem değil ve büyük ihtimalle önümüzdeki bir kaç yılda olamayacak, fakat buna rağmen teknolojilerimiz hızla ilerliyor. Sadece iki yıl önce Çinli araştır-ma ekibinin kuantum ışınlanmasında kırdığı re-kor 16 km iken, bu yılın ilk çeyreğinde kendi rekorlarını kırarak fotonları 97 km uzağa ışınla-mışlardı. Ve şimdi bir kaç ay sonra bu rekor 143 km'ye taşındı. Gelişmeler bu hızda devam ederse belkide yazıda bahsettiğimiz şeylere çok da uzak değiliz, ne dersiniz?
Ömer Gençay Bilim.org
Sayfa 50
Sayfa 50
1 OCAK 1985
KDV'li ( Katma De-
ğer Vergili ) yaşam
başladı.
2 OCAK 1936
Soyadı Kanunu yü-rürlüğe girdi.
3 OCAK 1925
İtalya'da Benitto
Musolini bütün yet-
kileri elinde topladı.
4 OCAK 1960
Amerikan Ajansı'nın
yıllık raporunda
Türk basını için,
"Doğrudan doğruya
sansür mevcut ol-
mamakla beraber,
sıkı kanunlar basın
üzerinde kontrole
yol açmaktadır"
dendi.
5 OCAK 1929
Anadolu-Bağdat ve
Mersin-Tarsus de-
miryolları ile Hay-
darpaşa Garı dev-
letleştirildi.
6 OCAK 1969
Ortadoğu Teknik
Üniversitesi'ni
(ODTÜ) ziyaret
eden Amerikan Bü-
yükelçisi Robert Ko-
mer'in makam oto-
mobili öğrenciler
tarafından yakıldı.
7 OCAK 1924
Milli Eğitim Bakanlı-ğı yabancı okulların binaları içindeki dini alamet ve işaretlerin kaldırılması için ge-nelge yayımladı.
8 OCAK 1784
Osmanlı Devleti'nin
Rusya'nın Kırım'ı
ilhakını bir "sened"
ile resmen tanıması
9 OCAK 1964
Yazar Halide Edip
Adıvar öldü.
10 OCAK 1921
1. İnönü Zaferi; Al-
bay İsmet Bey ko-
mutasında Türk or-
dusu, Yunan ordusu
ile, İnönü'de karşı
karşıya geldiler. Yu-
nan ordusu yenildi.
11 OCAK 1929
Türkiye'de eski ya-
zılı kitapları yeni
harflere çevirmek
için Dil Encümeni
bünyesinde bir ko-
misyon kuruldu.
12 OCAK 1934
Osmanlı Devleti ile
Sevr Antlaşması'nı
imzalayan Yunanis-
tan'ın eski başbaka-
nı Elefterios Venize-
los, Atatürk'ü Nobel
Barış Ödülü'ne
aday gösterdi
13 OCAK 1993
Irak'a karşı başlatı-lan ikinci harekâta İncirlik Üssü'nden kalkan "Çekiç Güç" uçakları da katıldı.
.
14 OCAK 1923
Atatürk'ün annesi
Zübeyde Hanım,
İzmir'de öldü.
15 OCAK 1952
Amerika Birleşik
Devletleri Türki-
ye'nin Kuzey Atlan-
tik Antlaşması Teş-
kilatı'na (NATO) giri-
şini onayladı.
16 OCAK 1956
Uluslararası Basın
Enstitüsü Türkiye'de
basına baskı yapıl-
dığını açıkladı.
17 OCAK 1875
Karaköy-Beyoğlu
arasında Tünel hiz-
mete girdi. Tünel
dünyanın en eski
üçüncü ve en küçük
metrosuydu.
18 OCAK 1954
Yabancı Sermaye
Yasası Meclis'te ka-
bul edildi.
19 OCAK 1970
Beyaz Kelebekler
müzik grubu yılında
bugün Adapazarı
yakınlarında kaza
geçirdi ve sanatçı-
lardan üçü yanarak
öldü.
20 OCAK 1921
İlk Teşkilat-ı Esasi-
ye (Anayasa) kabul
edildi.
Sayfa 51
Sayı 1, Ocak 2014
.
21 OCAK 1952
Milli Savunma Ba-
kanlığı, Kore'de 34
subay, 46 astsubay
ve 1252 erin şehit
olduğunu açıkladı.
22 OCAK 1580
İstanbul Rasadha-
nesi III. Murat tara-
fından yıktırıldı.
23 OCAK 1896
Fizikçi Wilhelm
Conrad Röntgen,
kendi adı verilen
cihazı buldu.
24 OCAK 1993
Gazeteci ve yazar
Uğur Mumcu oto-
mobiline yerleştiri-
len bombanın patla-
ması sonucu yaşa-
mını yitirdi.
24 OCAK 2001
Diyarbakır Emniyet
Müdürü Gaffar Ok-
kan, 4 koruması ve
şoförü, silahlı saldı-
rıda şehit edildi.
25 OCAK 1938
İzmir Telefon İşlet-
mesinin hükümetçe
satın alınmasına
dair sözleşme An-
kara'da imzalandı.
26 OCAK 1948
Kurtuluş Savaşı ko-
mutanlarından Or-
general Kazım Ka-
rabekir öldü.
27 OCAK 1954
Köy Enstitüleri ka-
patıldı.
28 OCAK 1971
İzmir'de gençler
Amerikan 6. Filo'su-
nu protesto ettiler;
20 genç gözaltına
alındı.
29 OCAK 1923
Mustafa Kemal Pa-
şa İzmir'de Latife
Hanım'la evlendi.
30 OCAK 2004
Kapatılan RP'ye
yönelik ''Kayıp Tril-
yon Davası''nda
mahkum olan Saa-
det Partisi Genel
Başkanı Necmettin
Erbakan, Saadet
Partisi üyeliği ve
genel başkanlık gö-
revinden ayrıldı.
31 OCAK 1990
Atatürkçü Düşünce
Derneği ve Türk
Hukuk Kurumu
Başkanı Prof. Mu-
ammer Aksoy, evi-
nin önünde kurşun-
lanarak öldürüldü.
Sayfa 52
Sayfa 52
Sayfa 54
Sayfa 54
YAŞAMAYA DAİR Genco Erkal'ın Nazım Hikmet tutkusunun yeni ürünü olan "Yaşamaya Dair - Bursa Cezae-vi'nden Mektuplar" adlı müzikli gösterisi, tiyatroseverler ile buluşuyor. Nazım Hikmet'in ölümünün 50. yıldönümü için Genco Erkal'ın uyarlayıp yönettiği oyunda, Tülay Günal da oynuyor. Piyano ve viyolonsel eşliğinde oynanacak oyunda, başta Fazıl Say ve Zülfü Livaneli olmak üzere değişik bestecilerin Nazım şarkıları da seslendirilecek. Ağırlıklı olarak oza-nın Bursa Cezaevi'ndeki yaşamını, eşi Piraye Hanım'a olan tutkusunu anlatan oyun, daha sonra sürgün yılları ve vatan hasretine odaklanarak, destansı yaşamından izlenimlerle noktalanıyor.
04 Ocak 2014 20:30
Caddebostan Kültür Merkezi, İstanbul
14 Ocak 2014 20:30
Trump Kültür ve Gösteri Merkezi, İstanbul
23 Ocak 2014 20:30 KKM Gönül Ülkü ve Gazanfer Özcan Sahne-
si, İstanbul
26 Ocak 2014 18:30
Kadıköy Halk Eğitim Merkezi, İstanbul
İÇERDEKİLER Levent Kırca'nın yönettiği, 4 hikayeden olu şan "İçerdekiler" oyunu sizlerle buluşmaya
Tİ YATRO
Sayfa 55
Sayfa 55
devam ediyor. Oyunlaştıran ve Yöneten: Levent Kırca Kaynak Kitaplar: Semih Çetin’in Bir İhanetin Öyküsü, Tuncay Özkan’ın Hapiste Yatacak Olanlara Öğütler, Güldal Mumcu’nun İçimden Geçen Zaman, Nilgül Doğan’ın Adını Siz Ko-yun, Gülşah Balbay’ın bir röportajından ve Er-genekon davasının tutuklu sanığı Yarbay Mus-tafa Dönmez’in bir röportajından esinlenilmiştir. Müzik: Fazıl Say Adı geçen oyun Kültür Bakanlığı’nca desteklen-mektedir. 1. Hikâye: Gülşah Balbay Mustafa Balbay'ın eşidir. Balbay Ergenekon kapsamında tutukla-nınca... Karısı ve çocukları açısından, bir de hapisteki Balbay açısından anlatılan bir hasret hikâyesi. "Bir Tek Hasretin İlacı Yok" başlığı altında anlatılıyor. 2. Hikâye: Amiral Semih Çetin, "Balyoz" başlıklı tutukluluk öyküsünde hapiste olduğu için kızının düğününe katılamayacaktır. Bakan-lıktan kızının nikahını Hasdal Cezaevi’nde yapı-labilmesi için müsaade alır. Tutuklular tarafın-dan cezaevi süslenir. Ve Amiral Semih Çetin kızının ve damadının düğününü cezaevinde gerçekleştirir. Düğün alayı evine dönerken so-nunda amiral de hücresine döner. 3. Hikâye: Bu öykümüz de Tuncay Özkan'ın kaleme aldığı "Hapiste Yatacak Olana Öğütler" kitabından oluşmaktadır. Tuncay pratik bilgiler aktarmaktadır seyircilere. Örneğin, çamaşırları çamaşır suyuyla elde yıkamaları halinde elleri zarar görmektedir. Önce ayaklarıyla yıkamayı keşfederler. Bunun adını da "Topukmatik" ko-yuyorlar. Ne var ki deterjan ve çamaşır suyu ayaklarını da yıpratmaktadır... Tuncay bir keşif yapar, çamaşırlar su bidonuna konulur. Ve or-tada çalkalanarak yıkanır. Böylece hapishane-de çamaşır makinesi icat edilmiştir. Çamaşırı yıkayan kişi bidonu sağa sola sallayarak hem spor yapmakta hem de kendisine zarar verme-den çamaşırlarını temizlemektedir. 4. Hikâye: Dördüncü hikâyemiz de Gürdal Mumcu'nun anılarından oluşmaktadır. Eşi Uğur Mumcu ile birlikte bir gün evden çıkarken, ön-den giden Uğur Mumcu’nun arabasının patlatı-
larak nasıl suikasta uğradığı anlatılmaktadır. Gürdal Mumcu ve çocuklarının cenazeye kadar yaşadıkları, Gürdal Mumcu’nun gözüyle anlatıl-maktadır.
24 Ocak 2014 20:30
Kadıköy Halk Eğitim Merkezi, İstanbul
KALPAK İkinci Dünya Savaşı’nın son günleri, Alman-ya’nın mağlubiyetinin belirginleşmeye başladığı zamanlarda, Elsbeth, evine sığınan bir Rus askeri olan Kalpak’ı saklamaktadır. Birlikte geçirilen vakitler, savaşın acı yüzüyle birleşti-ğinde, Elsbeth ve Kalpak’ın birbirleriyle ilişkileri enteresan bir evrim geçirecektir. Savaş yalnız-ca düşman iki taraf arasında verilmez şüphesiz. Asıl savaş insanın, özellikle de bir kadının ken-disiyle verdiği savaştır.
17-18-24-25 Ocak 2014 20:00 18-19-25-26 Ocak 2014 15:00 BEYKOZ AHMET MİTHAT EFENDİ SAHNESİ 28-29-30 Ocak 2014 20:00 KÜÇÜK SAHNE 10-11 Ocak 2014 20:00 12 Ocak 2014 15:00 ZEYTİNBURNU SAHNESİ
Sayfa 56
Sayfa 56
MOĞOLLAR Türk rock müziğinin efsane grubu Moğollar, 4 Ocak'ta KadıköySahne'de sevenleriyle bulu-şuyor. DJ Set: Ozzy (Rock FM) Türkiye'de rock müzik tarihinin en önemli grubu olan Moğollar, 1967 yılının sonunda başladığı yolculuğuna hala devam ediyor. Anadolu pop
müziğinin en önemli temsilcilerinden biri olan grup aynı zamanda bu kavramın da isim babasıdır. 1971 yılında Fransa'da yayımladıkları albüm ile Charles Cros Academy Ödülü'nü (aynı ödülü bir yıl önce Jimi Hendrix, bir yıl sonra ise Pink Floyd almıştır) alan grup, müzik kariyerinin bir bölü-münü de yurt dışında geçirdi. Tarihi boyunca Cem Karaca, Barış Manço, Selda gibi dönemin önemli vokalistiyle çalışan Mo-ğollar; 1970'lerin sonlarına doğru ülke koşulları müzik yapmanın mümkün olmadığı hale geldiği için dağılmak durumunda kaldı. 1993 yılında başlatılan bir imza kampanyası sonucu yeniden bir araya gelen gruba klavyede Serhat Ersöz katıldı ve 2008 yılında gruba vokalist olarak Cem Ka-raca'nın oğlu Emrah Karaca eklendi. 2010 yılında grubun davulcusu Engin Yörükoğlu'nun kansere yenik düşmesinin ardından gruba Kemal Küçükbakkal katıldı. Türk müziğinin 45 yıllık çınarı, bu yıllara 23 adet 45'lik ve 11 adet stüdyo albümü sığdırdı. Grubun hala üretiyor ve hala sahne alıyor olmasının sırrı samimiyetlerin-de gizli...
04 Ocak 2014 22:30
KadıköySahne, İstanbul
FAZIL SAY’LA CAZ Fazıl Say'ın klasik piyano yapıtları, Serenad Bağcan'ın sesinde caz versiyonu ile yine Fa-zıl Say'ın tuşlarında hayata geçecek. Bu sene "Fazıl Say'la Caz" başlığı altında Kültür Üniversitesi'nde dinleyicilerle buluşacak olan Say, solo piyanosuyla caz çeşitlemelerinin yanı sıra Serenad Bağcan'ın eşliğiyle İlk Şarkılar pro-jesini seslendirecektir. Yirmi yıl önce Metin Al-tıok'tan Nazım Hikmet'e, Can Yücel'den Ömer
Hayyam'a ünlü şairlerin şiirlerini besteleyen Fazıl Say'ın İlk Şarkılar projesinde Serenad Bağcan solist olarak yer almaktadır."
07 Ocak 2014 19:30
İKÜ Akıngüç Oditoryumu ve Sanat Merkezi, İstanbul
KONSER
Sayfa 57
Sayfa 57
47 Ronin 3D
Yapımı: 2013 ABD
Tür:Aksiyon , Dram , Fantastik
Süre:119 Dak.
Yönetmen:Carl Rinsch
Oyuncular:Keanu Reeves , Rinko Kikuchi , Cary-Hiroyuki Tagawa , Hiroyuki Sanada , Yorick van Wageningen
Senaryo:Chris Morgan , Walter Hamada , Hossein Amini
Yapımcı:Erwin Stoff , Scott Stuber 47 Ronin adlı samuray çetesinin ustası öldürülünce ekip
dağılır ve ekipte yer alan herkes işsiz kalır. Rakip çetenin lideri Kira tarafından gerçekleştirilen bu suç elbette ki karşılıksız kalmayacaktır. 47 Ronin in sadık elemanları Oishi ve Kai bir araya gelerek kanunsuz ve acımasız bir intikam planının peşine düşerler. Bu yolculukta yalnız olmayan ikilinin yanında, korkunç hesaplar peşinde olan Kira nın yok olmasını isteyenler kalabalık bir grup yer alacaktır. 47 samuray savaşçısı, hayatlarını arkalarında bırakarak dünyanın en tehlikeli insanı Lord Kira nın kalesine doğru ilerlemeye başlar.
Düğün Dernek
Yapımı:2013 TÜRKİYE
Tür:Aile , Komedi
Süre:106 Dak.
Yönetmen:Selçuk Aydemir
Oyuncular:Ahmet Kural , Murat Cemcir , Rasim Özte-kin , Devrim Yakut , Barış Yıldız
Senaryo:Selçuk Aydemir
Yapımcı:Necati Akpınar Sivas ın Esenyurt köyünde yaşayan İsmail in oğlu Tarık bir gün yurt dışından çıkagelir. Önce her zamanki gibi bir memleket hasreti gibi görünse de bu ziyaretin altındaki esas neden çabuk orta-ya çıkar. Tarık görevli olarak çalıştığı Letonya da Monica adlı bir kızla beraberdir ve aynı ülkede çalışmak için tek yol evlenmeleridir! Kendisinin olurunu almaya gelen oğlunu düğünsüz evlendir-memeye kararlı olan İsmail, Tüpçü Fikreti, Çetin i ve köyün öğretmeni Saffet i seferber ederek elde avuçta para yokken 10 gün içerisinde sazlı-sözlü bir düğün hazırlığı içerisine girer.
Sİ NEMA
Sayfa 58
Sayfa 58
SUDOKU
KARE KARALAMACA