İngiliz propagandası, wellington evi ve...

12
1 İngiliz Propagandası, Wellington Evi ve Türkler / Prof. Dr. Justin McCarthy Birinci Dünya Savaşı sırasında propaganda için pek çok sebep vardı, fakat bunlardan en yaygını düşmanı kötü gösterme arzusuydu. Bütün propaganda organizasyonları düşmanlarının iyi taraflarını hasıraltı etmeyi ve kötü taraflarına vurgu yapmayı amaçlamaktadır. Bunun en iyi bilinen örneği, I. Dünya Savaşı sırasında Alman karşıtı propagandadır-süngünün ucundaki bebekler, açlıktan ölen Belçikalılar, tecavüz edilen rahibeler... Bu propagandanın birincil amacı, tarafsız kalanları İngiltere'nin tarafına çekmektir ve tarafsız olanların başında da Amerika Birleşik Devletleri gelmekteydi. Propaganda aynı zamanda propaganda yapanın kendi tarafının moralini yükseltmekte de faydalıdır. Propaganda insanların, şeytana/kötülüğe karşı düzenlenen kutsal bir haçlı seferinde savaşıyorlarmış gibi hissetmelerini sağlar. Bazı durumlarda, özellikle de ikinci dünya savaşında bu doğrudur. Çünkü, bu savaşta karşı konulması gereken ve şeytan olduğundan kuşku duyulmayan bir düşman vardı. Birinci Dünya Savaşı'nda ise bir tarafı diğer taraftan daha kötü olarak tanımlamak çok daha zordu ve bu yüzden propagandaya daha fazla ihtiyaç vardı. Düşmanları kötülemeye yönelik genel arzuya ilaveten, İngilizlerin Türklere karşı yürüttükleri propaganda kampanyasının altında çok daha spesifik bir gerekçe bulunmaktaydı. Bunlardan birisi geleneksel İngiliz kamuoyudur. İngilizler Türklere karşı oldukça karmaşık duygulara sahipti. Bu bir zamanlar için gerçekten doğruydu. Bunun belki de en güzel örneği, kamuoyunun zihninde münavebeli bir şekilde etkili olan Disraeli ve Gladstone'un Türklere yönelik bakışlarının belirginleştiği 1876'daki Bulgar Savaşı dönemidir. Her şeyden önce Türklerin kamuoyundaki imajı menfiydi; Türkler "Bulgarlara vahşet" uygulamakla suçlanmaktaydılar. Fakat çok kısa bir zaman içinde İngilizler fikir değiştirdiler ve kamuoyu bu sefer de Osmanlı İmparatorluğu'nu (ve tabii ki İngiliz çıkarlarını) savunmak üzere Ruslarla savaşmak için ağlamaktaydılar. Bu dönemden I. Dünya Savaşı'na kadar geçen dönemde pek çok seyyah, diplomat ve diğer İngilizler Türkler hakkında nazik yazılar yazdılar ve görüşleri pek beğenilmeyen diğerlerinin, özellikle de İngiliz misyonerlerin ve din adamlarının yazdıklarını dengelemeye çalıştılar. Bu karşıt çabalar neticesinde şöyle bir anlayış gelişti; Türkler bazı açılardan kötü olsalar da, hala pek çok iyi nitelikler taşımaktalar. Onlar Hıristiyan değillerdi, ama dürüst ve güvenilirlerdi. Yani Türk kelimesi iyiydi. Netice olarak, I. Dünya Savaşı'nın başında İngilizlerin Türkler hakkındaki duyguları menfi değildi. Bu, Türkler ve İngilizler savaşa giriştikleri zaman dahi böyleydi. İngiltere'ye Türkler lehine olan bazı haberler de gelmekte, hatta bu haberler hükümet ile işbirliği yapan gazetelerde bile görülmekteydi. Bu haberler, Türkleri onurlu insanlar ve "Temiz savaşan Türk" şeklinde tasvir etmekteydiler. İngiliz subayları ve Türk subaylarının pek çok ortak yönleri vardı; onur her ikisi için de çok önemliydi, her biri ötekinin sözlerine ve eylemlerine güvenebilirdi. Bu değerlendirme İngiliz halkına da taşınmaktaydı. Bu, İngiliz hükümetinin baş düşmanlarından biri hakkında İngiliz halkının inanmasını ya da düşünmesini istediği şey değildi. Tek suçu size sadece siyaseten muhalefet etmek olan namuslu insanlara karşı savaşmak çok zordur. Türklerin bu imajını değiştirmek için bir şeyler yapılması gerekmekteydi. İngiliz propagandasının diğer bir amacı da Birleşik Devletler'deki Rusya imajını tersine çevirmekti. İngiltere, ABD'nin savaşta kendi saflarında yer almasını ya da hiç olmazsa tarafsız ama dostane kalmasını istemekteydi. İngilizlerin müttefiki olan Rusya, Yahudilere yönelik zulümlerinden dolayı Amerika'da hak ettiği gibi kötü bir imaja sahipti. 1915 yılında, Almanlara karşı yapılan bir Rus

Upload: lamminh

Post on 09-Feb-2018

225 views

Category:

Documents


1 download

TRANSCRIPT

1

İngiliz Propagandası, Wellington Evi ve Türkler /

Prof. Dr. Justin McCarthy

Birinci Dünya Savaşı sırasında propaganda için pek

çok sebep vardı, fakat bunlardan en yaygını düşmanı kötü

gösterme arzusuydu. Bütün propaganda organizasyonları

düşmanlarının iyi taraflarını hasıraltı etmeyi ve kötü

taraflarına vurgu yapmayı amaçlamaktadır. Bunun en iyi

bilinen örneği, I. Dünya Savaşı sırasında Alman karşıtı

propagandadır-süngünün ucundaki bebekler, açlıktan ölen

Belçikalılar, tecavüz edilen rahibeler... Bu propagandanın

birincil amacı, tarafsız kalanları İngiltere'nin tarafına

çekmektir ve tarafsız olanların başında da Amerika Birleşik

Devletleri gelmekteydi. Propaganda aynı zamanda

propaganda yapanın kendi tarafının moralini yükseltmekte

de faydalıdır. Propaganda insanların, şeytana/kötülüğe karşı

düzenlenen kutsal bir haçlı seferinde savaşıyorlarmış gibi

hissetmelerini sağlar. Bazı durumlarda, özellikle de ikinci

dünya savaşında bu doğrudur. Çünkü, bu savaşta karşı

konulması gereken ve şeytan olduğundan kuşku

duyulmayan bir düşman vardı. Birinci Dünya Savaşı'nda ise

bir tarafı diğer taraftan daha kötü olarak tanımlamak çok

daha zordu ve bu yüzden propagandaya daha fazla ihtiyaç

vardı.

Düşmanları kötülemeye yönelik genel arzuya

ilaveten, İngilizlerin Türklere

karşı yürüttükleri propaganda kampanyasının altında çok

daha spesifik bir gerekçe bulunmaktaydı. Bunlardan birisi

geleneksel İngiliz kamuoyudur.

İngilizler Türklere karşı oldukça karmaşık duygulara

sahipti. Bu bir zamanlar için gerçekten doğruydu. Bunun

belki de en güzel örneği, kamuoyunun

zihninde münavebeli bir şekilde etkili

olan Disraeli ve Gladstone'un Türklere

yönelik bakışlarının belirginleştiği

1876'daki Bulgar Savaşı dönemidir. Her

şeyden önce Türklerin kamuoyundaki

imajı menfiydi; Türkler "Bulgarlara

vahşet" uygulamakla suçlanmaktaydılar.

Fakat çok kısa bir zaman içinde İngilizler

fikir değiştirdiler ve kamuoyu bu sefer de

Osmanlı İmparatorluğu'nu (ve tabii ki

İngiliz çıkarlarını) savunmak üzere Ruslarla savaşmak için

ağlamaktaydılar. Bu dönemden I. Dünya Savaşı'na kadar

geçen dönemde pek çok seyyah, diplomat ve diğer

İngilizler Türkler hakkında nazik yazılar yazdılar ve

görüşleri pek beğenilmeyen diğerlerinin, özellikle de İngiliz

misyonerlerin ve din adamlarının yazdıklarını dengelemeye

çalıştılar. Bu karşıt çabalar neticesinde şöyle bir anlayış

gelişti; Türkler bazı açılardan kötü olsalar da, hala pek çok

iyi nitelikler taşımaktalar. Onlar Hıristiyan değillerdi, ama

dürüst ve güvenilirlerdi. Yani Türk kelimesi iyiydi.

Netice olarak, I. Dünya Savaşı'nın başında

İngilizlerin Türkler hakkındaki duyguları menfi değildi. Bu,

Türkler ve İngilizler savaşa giriştikleri zaman dahi

böyleydi. İngiltere'ye Türkler lehine olan bazı haberler de

gelmekte, hatta bu haberler hükümet ile işbirliği yapan

gazetelerde bile görülmekteydi. Bu haberler, Türkleri

onurlu insanlar ve "Temiz savaşan Türk" şeklinde tasvir

etmekteydiler. İngiliz subayları ve Türk subaylarının pek

çok ortak yönleri vardı; onur her ikisi için de çok

önemliydi, her biri ötekinin sözlerine ve eylemlerine

güvenebilirdi. Bu değerlendirme İngiliz halkına da

taşınmaktaydı.

Bu, İngiliz hükümetinin baş düşmanlarından biri

hakkında İngiliz halkının inanmasını ya da düşünmesini

istediği şey değildi. Tek suçu size sadece siyaseten

muhalefet etmek olan namuslu insanlara karşı savaşmak

çok zordur. Türklerin bu imajını değiştirmek için bir şeyler

yapılması gerekmekteydi.

İngiliz propagandasının diğer bir

amacı da Birleşik Devletler'deki Rusya

imajını tersine çevirmekti. İngiltere,

ABD'nin savaşta kendi saflarında yer

almasını ya da hiç olmazsa tarafsız ama

dostane kalmasını istemekteydi.

İngilizlerin müttefiki olan Rusya,

Yahudilere yönelik zulümlerinden

dolayı Amerika'da hak ettiği gibi kötü

bir imaja sahipti. 1915 yılında,

Almanlara karşı yapılan bir Rus

2

saldırısı sırasında çok sayıda Yahudi, Rus askerleri

tarafından katledilmişti. Bu vahşetlere dair haberler ABD'ye

de ulaşmıştı ve Amerikalıların İttifak devletlerini

algılayışında Rusya menfi bir unsur olmuştu. İngilizler,

Yahudi nüfuzunun Amerika'da çok büyük olmasından

dolayı Rusların eylemlerinin İngilizlere zarar vermesinden

ve Amerika'yı savaşın dışında kalmaya iteceğinden

korkmaktaydı. Aslında, Amerika'daki Yahudilerin gerçek

gücü, o zamanlar, çok az olduğu için böyle bir korkunun

olması gülünçtü. "Yahudilerin Gücü"ne inanmak, siyasi

gerçeklerden ziyade İngiliz ön yargılarını göstermekteydi.

Ancak, büyük ve güçlü bir uluslararası Yahudi örgütüne

inanç, İngiliz hükümetinde bile vardı ve hükümet bu inanca

dayanmak suretiyle harekete geçti. Yahudilere karşı bir Rus

kıyımı olduğu gerçekti ve inkâr edilemezdi. Rusların

Amerikalıların zihnindeki kötü imajını tersine çevirmenin

tek yolunun, İtilaf Devletleri için çok daha kötü bir imaj

çizmek gerektiğini hissettiler, yani söz konusu olan,

Almanlar ve Türkler için mamul bir şeytan imajıydı.

İngilizler, Hint Müslümanlarının Osmanlı İmparatorluğu

ndaki Müslüman kardeşleri ile birlikte İttifak Devletlerine

karşı bir kutsal savaşa -cihada- girişmesinden de

korkmaktaydılar. Aslında bunun gerçekleşmesi için hiçbir

zaman bir fırsat olmadı. Perde arkasında görünen ise, bu

dönemde İngilizlerin bir Müslüman ihtilalinden

korkmalarıydı. Şayet Türkleri şeytan gibi gösterebilirlerse,

o zaman Hindistanlı Müslümanları Müslüman Türklerin

gerçekten kötü Müslümanlar olduklarına ve herhangi bir

savaşta peşlerine düşülebilecek cinsten Müslümanlar

olmadıklarına ikna edebileceklerdi.

İngilizler için, her şeyden daha önemli olan

Amerikalıları İtilaf Devletlerine (Merkezi Güçler) karşı

çevirebilmekti. Arşiv kayıtlarına bakanlar bilirler ki, savaşa

girmeden çok önceleri bile Wilson yönetimi İngilizler ve

İttifak devletlerinden yanaydı. Bunun

yanında, Avrupa'nın savaşına katılmak

istemeyenler de vardı, ne de olsa

izolasyonizm George Washington'un

zamanından beri bir Amerikan inancı

haline gelmişti. Amerikalılar savaşa

girmeleri için bir meşru gerekçeye

ihtiyaç duymaktaydılar. İtilaf

Devletlerinin gerçekten karşı olunması

gereken devletler olduğuna ikna

edilmeleri gerekmekteydi. Türkler açık bir hedefti, çünkü

Türklere karşı propaganda çoktan Amerika'nın her yerinde

başlatılmıştı. Bir nesildir, Amerikalı misyonerler ve onların

Birleşik Devletlerdeki destekçileri Türkleri Hıristiyanlığın

düşmanları ve Hıristiyanlara zulüm eden zalimler olarak

tanıtmaktaydılar. İngiliz propagandacılar, Osmanlı

İmparatorluğu'na gitmiş olan ve gazetelerde sık sık

Hıristiyan milletinin kahramanları olarak lanse edilen

misyonerlerin gördüğü büyük saygıyı kendi çıkarları için

kullandılar. Amerikalıların misyonerlere yönelik sevgi ve

saygı hisleri, pek çok Amerikalı arasında İtilaf devletleri

karşıtı doğal bir duygu haline getirmek üzere, dinamik bir

güç olarak harekete geçirilebilirdi. Bu duygu daha çok

Amerika'daki Almanlar ve İrlandalılar arasında öne

çıkmaktaydı. Şayet Türkler misyonerlere zulmeden zalimler

ve Hıristiyanların katilleri olarak tasvir ediliyorsa, bu leke

Almanlara da bulaşabilirdi. Almanları "şeytan Türklere"

destek veren ve onların dostu olan ve aslında bu şeytansı

Türkleri savaşa iten bir millet olarak tasvir ederek,

Almanların ne kadar kötü oldukları Amerikan kamuoyuna

gösterilebilecekti. Bu politika Amerikan kamuoyunu

etkilemede büyük başarı sağladı.

Kamuoyunun fikrini değiştirme konusunda

güvenilen ve Dışişleri Ofisi'ne bağlı bir departman olarak

çalışan İngiliz kurumu, ilk başlarda Savaş Propaganda

Bürosu olarak adlandırılmaktaydı. Bu büro 1914 yılında

Wellington Evi'nde bulunmaktaydı ve büronun direktörü

Şeref Payesine sahip olan C. F. Masterman idi. 1916 yılı

Aralık ayında bu büro, Albay John Buchan yönetiminde bir

Enformasyon Departmanına dönüştürüldü ve Masterman da

Buchan'ın yardımcılığına getirildi. Daha sonra, 1918 yılında

Lord Beaverbrook'un kontrolünde bir Enformasyon

Bakanlığı kuruldu. Fakat, İngiliz propaganda faaliyetlerine

katılan insanlar için propaganda ofisi her zaman aynıydı ve

basitçe Wellington Evi (House) olarak tanınmaktaydı.

Wellington Evi, İngiliz hükümetinin en iyi

beyinlerinden bazılarını kendine çekmeyi başardı. Tarihçi

Arnold Toynbee de 1914 yılından itibaren Wellington

Evi'ne danışmanlık yapmaktaydı ve 1917 yılına kadar da,

her gün toplanarak propaganda politikalarını belirleyen

komisyonda yer aldı. Bu siyaset belirleme komisyonunda

Toynbee'ye Lewis Namier, J. W. Headley Morley ve bir

Oxford Klasikçisi olan Edwyn Bevin ile pek çok tarihçi

daha eşlik etmekteydi. Görünüşte hükümet dışı vatansever

örgütlerin üyeleri ve başka özel ya da kamuya mal olmuş

isimler de bu görevli/resmi propagandacılarla işbirliği

yapmışlar ya da bunların talimatları doğrultusunda hareket

etmişlerdir. İngiliz Üniversiteleri de

propaganda el kitapçıkları ve uzmanlık

sağlamışlardır.

Dönemin standartlarına göre,

İngiliz propaganda faaliyetleri oldukça

gelişmişti. 1917 yılı civarında,

Wellington Evi'nin 54 personeli

bulunmaktaydı ve diğer departmanlar

ve bakanlıklardan da önemli ölçüde

yardımlar istemekteydi. Mevcut

kayıtlar, Wellington Evi'nin kitlesel bir girişim olduğunu

göstermektedir. Bu kayıtlar aynı zamanda dağıtılan

yayınların sayılarını da göstermektedir. (Ne yazık ki, bu

kayıtlar genellikle ferdi yayınların isimlerini

vermemektedir.) Wellington Evi'nin ilk raporu (1915

Haziranı) 17 ayrı dilde yazılarak yayınlanmış olan yaklaşık

2.5 milyon nüsha kitap, broşür ve diğer yazılı propaganda

malzemesini listelemektedir. İkinci rapor (1916 Şubatı) ise

dağıtılan 7 milyon nüshanın listesini göstermektedir. İngiliz

Propagandası 1914 yılında 45 değişik yayın dağıtmıştır; bu

rakam 1915 yılında 132'ye, 1916'da 202'ye ve 1917 yılında

ise 469'a çıkmıştır. Ne yazık ki 1917'den sonraki yıllara ait

dağıtım kayıtları bulunmamaktadır. Ancak sayının giderek

artmaya devam ettiği tahmin edilebilir. Bütün bunlar gizlice

ve yaratıcı bir şekilde yapılmaktaydı.

3

Wellington Evi'nin vazifesi, diğer bütün

propagandacılarınkine benzer olarak basitti. Bu vazifeler

düşmanları mümkün olduğunca kötü göstermek, dostları ve

özellikle de İngilizleri olabileceğince iyi göstermekti.

Bunların temel hedefini, doğal olarak, Almanya

oluşturmaktaydı, ancak Türklere yönelik de ciddi bir gayret

sarf edilmekteydi. Propaganda bir centilmen oyunu olarak

düşünülmemekteydi. Toynbee'nin kendisi

de böyle düşünmekte ve bu yüzdende bu

işi bırakmak istemekteydi. Yine de bu

yapılması gereken bir işti ve İngiliz

centilmenleri de yapmaktan geri

durmadılar. Ancak, muhtemelen

yaptıkları işten sürekli utanç

duymaktaydılar ve bu yüzden de savaş

biter bitmez, derhal Propaganda Ofisi'nin

bütün kayıtlarını imha ettiler. Tabi bu

propaganda ofisinin savaş sırasındaki faaliyetlerinin neler

olduğunu ortaya çıkarmamızı güçleştirmektedir. Şans eseri,

Wellington Evi'nin bazı kayıtları İngiliz Hükümetinin diğer

ofislerine gönderilmiştir. Orijinalleri imha edilmiş olmasına

rağmen, kopyalar Dışişleri Ofisi'nin ilgili departmanlarında,

özellikle de ABD ile alakalı kayıtlar Dışişleri Ofisi'nde

korunmuştur. Belgelerin sayısı oldukça mütevazidir, ancak

Wellington Evi'nin Türklere karşı operasyonlarının küçük

bir kısmını göstermektedir.

Tarihi kayıtları karartma gayretlerine rağmen,

Wellington Evi'nin aktüel yayınları hakkında iyi bir kaynak

bulunmaktadır: Wellington Evi tarafından dağıtılan

propaganda kitaplarının kayıtları sabit bir kitapta el

yazısıyla tutulmuş ve dikkatli bir şekilde korunmuştur. Bu

kitap, propaganda ofisi tarafından dağıtılan ya da hibe

edilen kitapların; kendileri için yazılan kitapların ve

başkaları tarafından yazılmakla birlikte bunlar tarafından

satın alınarak dağıtılmış olan kitapların bir listesini de

içermektedir. Diğer bütün her şeyi imha etmelerine rağmen,

Wellington Evi, imha etmek için bir sebep

bulamadıklarından olsa gerek, bu kayıt kitaplarının

kopyalarını bu imhanın dışında tutmuştur. Bu kitaplar,

Dışişleri Ofisi Kütüphanesi'ne gönderilmişler ve daha sonra

da bunlar araştırmacıların istifadesine sunulmuşlardır. Bu

konuda, bu yayın kayıtlarının sıradan bir kayıt olarak ele

alındığı ve bu yüzden imha edilmedikleri teorisi ileri

sürülebilir. Ancak, bu sabit kitabın yarım olduğuna

inanmak için bir sebebimiz var; çünkü Wellington Evi'nin

entelektüel damgasını taşıyan çok büyük sayıdaki savaş

dönemi kitapları bu kayıtlarda görülmemektedir. Hatta bu

kitaplardan bazıları bizzat Wellington Evi üyeleri

tarafından kaleme alınmıştır. Yine de, bu kayıtlar İngiliz

propaganda ofisinin faaliyetlerinin bir resmini çıkarmak

için yeterlidir.

Osmanlı İmparatorluğu'na Dair Wellington Evi

Kitapları

* E.F. Benson, Crescent and Iron Cross, London,

Hodder and Stoughton, 1918; New York, Doran, 1918.

* E.F. Benson, Deutschland über Allah, London

and New York, Hodder and Stoughton, 1917.

* British Palestine Committee, Palestine, reprint of

article from November 24, 1917, London, Hayman,

Christy, and Lilly, 1917; New York, Doran, 1918.

* The "Clean-Fighting Turk," a

Spurious Claim. reprinted from The Times of

February 20, 1917.

* Israel Cohen, The Turkish

Persecution of the Jews, Passmore and Sons,

1918.

* The Commercial Future of

Baghdad, Complete Press, London, 1917.

* Edward Cook, Britain and Turkey, London,

Macmillan, 1914.

* Delegates of the Red Cross, Turkish Prisoners in

Egypt, Red Cross, London, 1917.

* Leon Dominian, The Frontiers of Language and

Nationality in Europe, New York, Henry Holt,1917.

* Fa'iz El-Ghusein, "Bedouin Notable of

Damascus" [sic], Martyred Armenia, London, C. Arthur

Pearson, 1917; New York, Doran, 1918.

* General Sir Edmund Allenby's Despatch of 10th

December, 1917, on the Operations in Egypt and Palestine

from 28th June, 1917, till the Capture of Jerusalem (11th

December, 1917), reprint from The London Gazette of

January 22, 1918, London, H.M. Stationery Office, 1918.

* S. Georgevitch, Serbia and Kossovo [yayıncı

bilinmiyor].

* Germany, Turkey, and Armenia: Selections of

Documentary Evidence relating to Armenian Atrocities,

London, J.J. Keliher & Co., 1917.

* Great Britain, Palestine, and the Jews: Jewry's

Celebration of Its National Charter, London, The Zionist

Organization, 1918; New York, Doran, 1918.

* Great Britain, Palestine, and the Jews: A Survey

of Christian Opinion, London, The Zionist Organization,

1918.

* A.P. Hacobian, Armenia and the War, London,

Hodder and Stoughton, 1917; New York, Doran, 1917.

4

* E.W.G. Masterman, The Deliverance of

Jerusalem, London, Hodder and Stoughton, 1918; New

York, Doran, 1918.

* Basil Mathews, The Freedom of Jerusalem,

London and New York, Hodder and Stoughton,1918.

* Esther Mugerditchian, From Turkish Toils: an

Armenian Family's Escape, London, C. Arthur Pearson,

1918; New York, Doran, 1918.

* Martin Niepage, The Horrors of Aleppo, Seen by

a German Eyewitness, London, T. Fisher Unwin, 1917.

* The Ottoman Domination, London, Fisher

Unwin, 1917.

* Canon Parfit, Mesopotamia: the Key to the

Future, London, Hodder and Stoughton, 1917; New York,

Doran, 1918.

* Pavle Popovic, Serbian Macedonia, The Near

East, Devonshire Square [sic, no other information].

* Report on the Pan-Turanian Movement [bilgi

yok].

* R.W. Seton-Watson, Serbia, Yesterday, Today

and Tomorrow: a School Address, Vacher and Sons, 1916.

* George Adam Smith, Syria and the Holy Land,

London, Hodder and Stoughton, 1918.

* Harry Stuermer, Two War Years in

Constantinople, London, Hodder and Stoughton, 1917;

New York, Doran, 1917.

* Subject Nationalities of the German Alliance

(with a Map Drawn from German Sources), London and

New York, Cassell and Co, 1917.

* Syria During March 1916: Her Miseries and

Disasters, London, Sir Joseph Causton and Son 1916.

[listed separately]

* S. Tolkowsky, The Jewish Colonisation in

Palestine, London, The Zionist Organization, 1918.

* Arnold J. Toynbee, Armenian Atrocities: the

Murder of a Nation, London and New York, Hodder and

Stoughton, 1915.

* Arnold J. Toynbee, ed., The Treatment of

Armenians in the Ottoman Empire, 1915-1916, London:

H.M. Stationery Office, 1916;8 London and New York,

Hodder and Stoughton, 1916.

* Arnold J. Toynbee, Turkey: A Past and a Future,

London, Hodder and Stoughton, 1917; New York,

Doran,1917

* Arnold J. Toynbee, The Murderous Tyranny of

the Turks, London, Hodder and Stoughton, 1917; New

York, Doran,1917.

* Josiah Wedgwood, M.P., With Machine-Guns in

Gallipoli, London, Darling and Sons, 1915.

* Chaim Weizmann and Richard Gottheil, What is

Zionism?, two chapters from Zionism and the Jewish

Future, London, The Zionist Organization, 1918.

* J.S. Willmore, The Welfare of Egypt, London

and New York, Hodder and Stoughton, 1917.

Bu kayıtlarda listelenen yayınlar sadece kitaplar ve

büyük broşürlerden oluşmaktaydı. Bunlar basın

açıklamalarını, makaleleri ve diğer materyalleri

içermemekteydi. Propagandanın genel teması ise bütün

yayınlarda tutarlılık göstermekteydi:

Türkler, yönettikleri bütün ülkeleri harabeye çeviren

cahil yöneticilerdir. Ortadoğu'da Avrupalı bir yönetim çok

daha tercih sebebidir.

Türkler, özellikle Hıristiyanlıktan olmak üzere, diğer

bütün dinlerden nefret eden Müslümanlardır. Bunlar her

zaman Hıristiyanlara kötü davranmışlardır.

Türkler Hıristiyanlara karşı insanlık dışı zulümlerin

suçlularıdırlar, bu suçlar kitle katliamları ve korkunç cinsel

suçları da kapsamaktadır.

Ya bu eylemlerin yapılmasına talimat vermek

suretiyle, ya da Türkleri durdurmaya muktedir olmalarına

rağmen bunu yapmamalarından dolayı Türklerin bu şeytani

amellerinin arkasında Almanlar bulunmaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu'ndaki halk kitleleri kurtuluş

için İngilizleri beklemektedir. Bunlara, İngilizlerin Mısır ve

Hindistan'da sunduğu iyi yönetimi takdir eden Müslümanlar

da dahildir.

İngiliz propagandası, Almanları Türklerle

alakalandırmak için özel bir gayret sarf etmiştir. Bu,

özellikle Almanlardan yana oldukça yüksek bir hassasiyetin

olduğu ama Müslümanlara fazla itibar edilmeyen Birleşik

Devletler'de tam bir istihbarat işiydi. İngiliz propagandası,

şeytani Müslümanlarla ve Asyalı Türklerle birlikte hareket

eden Almanların gerçek Avrupalılar olamayacağını

"ispatlamaktaydı".

Wellington Evi yayınları, İngiltere'de genellikle

Hodder ve Stoughton tarafından basılmaktaydı. Amerika'da

ise seçilen yayıncı Doran idi. Bu, bir kısmı Hodder ve bir

5

kısmı ise Stoughton'un olan bir firmaydı, ayrıca Hodder ve

Stoughton bazı ciltleri de New York'taki kendi

matbaalarında basmaktaydı. Wellington Evi'ne göre,

yayıncı firmanın başındaki adam olan George H. Doran,

"New York'ta (Birleşmiş Devletler'deki İngiliz propaganda

faaliyetlerinin burada oturan başı olan) Geoffrey Butler ile

yakın bir işbirliği içindeydi ve Amerikan Misyonu'nun başı

olan Lord Northcliffe ile de temas halindeydi." Doran,

ABD'de Wellington Evi için büyük miktarlarda kitaplar ve

broşürler basarak dağıttı ve bunlara bakıldığında Bay

Doran'ın Wellington Evi'nin bir temsilcisi olduğu

söylenebilir..." Toynbee ve başkalarının Alman karşıtı

kitaplarında olduğu gibi, Toynbee'nin Türkler aleyhine

yazdığı The Murderous Tyranny of the Turks ve Turkey: a

Past and a Future gibi kısa kitaplar da Amerika'da Doran

tarafından yeniden yayınlandı. Doran ayrıca, Yakın

Doğu'nun Kurtuluşu için bir çalışma da dahil olmak üzere

Türkleri hedef alan çok sayıda misyoner

risalesini de yayınladı. Doran, Wellington Evi

listesinde yer almayan başka propaganda

yazınlarını da yayınladı, bunlar arasında İngiliz

Filistin Komitesi'nin hazırladığı başka kitaplar

da vardır. Wellington Evi kayıtlarının büyük

çoğunluğu imha edildiği için, bunların da

İngiliz Propagandası tarafından "desteklenip

desteklenmediğini" bilemiyoruz.

Arşiv kayıtlarının imha edilmiş

olmasından dolayı, Wellington Evi'nin ferdi

propaganda malzemelerinin üretimindeki

payının ne kadar olduğunu bilmemiz mümkün

değil. Toynbee'nin çalışmalarının propaganda bürosundaki

pozisyonu tarafından hızlandırıldığı bilinmektedir; bundan

ve Hodder ve Stoughton tarafından basılan diğer kitapların

etütlerinden görülmektedir ki bütün bu kitaplara Wellington

Evi ya da diğer hükümet kurumları tarafından ön ayak

olunmuştur. Hodder ve Stoughton'un kitaplarında birbirine

benzer şekilde, İngilizlerin savaş sonrasında ellerinde tutma

politikası izledikleri Filistin ve Irak'taki İngiliz yönetiminin

meşrulaştırılması bir tesadüf olamaz. Ya da propagandanın

başındaki adam olan Masterman'ın kendi kitaplarını bu

yayın evinde bastırması da bir tesadüf değildir şüphesiz.

İngilizler tarafından dağıtılan diğer kitaplar da önemli

ölçüde İngiliz propaganda amaçlarına uygun kitaplardı. Bir

Amerikalı Ermeni tarafından New York'taki Amerikan

Coğrafya Cemiyeti için yazılan The Frontiers of Language

and Nationality in Europe adlı kitap da bunlardan biridir.

Siyonist Örgüt'ün eserleri de Dışişleri Ofisi ile işbirliği

içinde olmalarına rağmen bu örgütün kendisi tarafından

üretilmekteydi. Öte yandan Toynbee'nin, Masterman'ın ve

listede yer almayan diğer yazarların çalışmaları propaganda

bürosunun birer ürünüdür, İngiliz siyasi gündeminin bir

kataloğu gibi okunan Benson'un eserleri de muhtemelen

aynı cinstendir. Basil Mathews de propaganda amaçlı diğer

bir kitap yazmıştır, Christ and the World at War (İsa ve

Savaşan Dünya) isimli bu kitap, isminden tahmin edileceği

gibi, bir vaazlar koleksiyonu idi. Hodder, Stoughton ve

Doran yayın evlerinin Wellington Evi ile yakın

bağlantılarından dolayı, söz konusu bu yayın evlerinin

listede yer alan bütün yayınları muhtemelen İngiliz

hükümetinin teşvikleriyle hazırlanan yayınlardır.

Kayıt kitabındaki yayınlar listesi oldukça uzundur,

ancak Orta Doğu hakkında çok sınırlı sayıda kitap

mevcuttur. Tablo sadece bazı ciltleri vermektedir, ancak bu

kadarı bile Wellington Evi'nin ilgi sahasının ya da

kapsamının ne kadar geniş olduğu konusunda bir fikir

vermektedir. Bunlar, Filistin, Yahudiler ve Siyonizm ve

özellikle de Türkleri içermektedir. Tablo I. Kayıt kitabında

yer alan ve mesela Almanlar ve Türkler ya da Almanların

Orta Doğu'da ne yaptıkları gibi çeşitli konuları işleyen pek

çok diğer kitaba yer vermemiştir. Bu dışarıda bırakılan

yayınlar arasında bile çok büyük sayıda kitaplar

bulunmaktadır. Örnek teşkil etsinler için, bu kitaplardan

bazıları, aşağıda analiz edilmek üzere seçilmişlerdir.

Arnold Toynbee'nin Propagandası

Propaganda Bürosu'nun en güçlü

elemanlarından biri olmasına rağmen, Arnold

J. Toynbee'nin Wellington Evi için yazdığı

hiçbir kitabında kime çalıştığına dair bir işaret

yoktur. Toynbee, yazdıklarını kendi namına

yazan bir bilim adamı şeklindeki imajını

korumayı hep başarmıştır.

The Treatment of Armenians in the

Ottoman Empire, 1915-1916 (Osmanlı

İmparatorluğu'nda Ermenilere Karşı

Muamele, 1915-1916) adlı kitap Arnold Toynbee'nin İngiliz

Propaganda faaliyetlerine yaptığı en büyük katkıdır. Bu

kitap görünüşte Viscount Bryce'ın bir eseridir, fakat

gerçekte neredeyse tamamı Toynbee'nin kendi ürünüdür.

Kitabın girişinde yayınlanan resmi hikaye, Bryce'ın

Ermeniler tarafından kendisine gönderilen kayıtları

okuduğunda hayret ve korku içinde kaldığını anlatmaktadır.

Bu yüzden de o gerçekleri toplayarak bir kitap yazmaya

karar vermiştir. Böyle bir kitap telif edip edemeyeceğini

Toynbee'ye sormuştur. Daha sonra birlikte bu kitabı

Dışişleri Bakanı olan Lord Grey'e sunmuşlardır. Lord Grey

de bunu Parlamentoda prezente etmiştir. Parlamento bu

kitaptan çok etkilenmiş ve bir "talimatla" yayınlanmasını

istemiştir. Aslında bunların hiçbiri gerçek değildi. Gerçek

olan, Wellington Evi'nin bir propaganda cildi için

Bryce'den talepte bulunması ve Büro'nun elemanlarından

Toynbee'nin bu çalışmayı derleyebileceğini teklif

etmesinden ibarettir.

Bryce Raporu'nun objektif gözlemcilerin

raporlarının bir derlemesi olduğu sanılmaktadır. Oysa

gerçekte, yayınlanan raporların ana kaynağını Ermeni

bireyler ve Ermeni örgütlerin göndermiş olduğu mektuplar

oluşturmaktaydı. Ararat ve Gotçnak gibi Ermeni gazeteleri

de kaynaklar arasındaydı. Fakat, belgelerin ana kaynakları

Amerikan misyonerleri ve misyonerlik örgütleriydi.

Bunların sağladığı materyaller hakkında neden bu kadar

şüphe duyulduğunu anlayabilmek için, misyonerlerin

kendilerinin incelenmesi gerekmektedir.

6

Amerikan Protestan misyonerler 1915 ile 1923

yılları arasında tam sekiz yıl boyunca bir Türkleri kötülüme

politikasıyla meşgul olmuşlardır. Kendi misyoner

örgütlerini kurmak bunların amaçlarından sadece biri idi,

fakat asıl amaçları çok daha iyiydi. Bunların temel amacı,

aslında, açlık çeken Ermeni ve Süryani Hıristiyanlara

yiyecek temin edebilmek ve yetimlere koruma/barınma

sağlayabilmek için para toplamaktı. Bu gerçekten iyi bir

amaçtı. Bunlar oldukça sessiz araçlar kullanarak para

toplamaktaydılar. Ancak bunların propagandası her açıdan

Türkleri kötülemekteydi, çünkü hiçbir şey korkunç bir

düşmanın baskıları altında ezilen ve kurtuluşları için

katkıda bulunulmazsa ölecekleri şeklinde bir tablo çizilmesi

kadar yardım toplamayı kolaylaştıramazdı.

Misyonerlerin bütün yazılarında Türkler hiçbir

zaman kurbanlar olarak gösterilmemiştir, Ermeniler ise hep

kurbandır bu yazınlarda. Ermeniler asla öldürmemişlerdir,

Türkler ise sürekli katletmektedirler.

Türklerin yetimlere zulm ettikleri, Türklerin

her şeyi yakıp yıktığı, Türklerin Ermeni

kadınları açık artırmayla sattığı, Anadolu'nun

doğusunun tamamında Ermeniler'in

çoğunlukta olduğu, bütün genç Ermeni

erkeklerin Türkler tarafından öldürüldüğü,

bütün Hıristiyan kadınların tek tek Türklerin

tecavüzüne uğradığı düşünülmekteydi.

Türkler eğitimden nefret etmekte ve sürekli

olarak eğitimlilere zulüm etmekteydi. Hiçbir

Hıristiyan asla Osmanlı hükümetinin bir parçası

olamamıştı. Türkler Hıristiyanlara ihtiyaç duyuyorlardı,

çünkü kendileri ırk olarak "doktor, diş hekimi, terzi,

marangoz, ve azıcık yetenek isteyen bütün meslekler ve

ticaret" konusunda yeteneksizlerdi. Misyonerler ayrıca,

Türklerin şimdi Ermenileri katlettiğini yazmakta ve Türkler

beyni olan tek halk olan Ermenileri yok ettikleri için ve

akılsız Türkler ülkeyi kendi başlarına yönetemeyecekleri

için Batılaların Osmanlı İmparatorluğu'nu yönetmek

zorunda kalacağını yazmaktaydılar.

Misyonerlerin tasvirlerine göre Ermeniler, diğer

Yakın Doğu sakinlerinden çok daha mutluydular.

Müslümanlar ise "sıkıntılı yüzler, solgun yüzler, endişeli

yüzler, bakımsız yüzler, melül yüzler, aç yüzler, küçük

çocukların hasta yüzleri ve ekşi ve asık bir hal alan yaşlı

yüzlere" sahiptiler. Ama Ermeniler hep gülümserdi.

Protestan misyonerliğinin esas propagandası,

şüphesiz, dinseldi. Amerikan yardım örgütlerinin lideri olan

James L. Barton şöyle yazmaktaydı, "(Ermeniler) kendi

hatalarından dolayı acı çekmiyorlar, onlar Hiçbir Hıristiyan

gücünün kendilerini koruyamayacağı topraklar üzerinde

bulunduklarından dolayı ve gerçek anlamda İsa'yı

kalplerinden söküp atıp yerine Muhammed'i koymadıkları

için acı çekmekteydiler."

Misyonerlerle İngiliz Propaganda Bürosu arasında

tam bir işbirliği vardı. Toynbee'ye malzemeler göndermekte

ve karşılığında da Wellington Evi'nin propaganda

materyallerini dağıtmaktaydılar. Mesela, Toynbee'nin

Ermeni Vahşetleri adlı kitabı, Amerika'da, misyoner yardım

kuruluşları tarafından üç bin adet dağıtılmıştır. Amerika

Birleşik Devletleri Yönetimi de, devletin dağıtım

sistemlerini kullanmak suretiyle misyonerlik materyallerini

gidecekleri yerlere göndermiştir. Amerikan Yönetimi,

belirli bölümlerinden alıntılar yapmaları için misyonerlere

gizli belgeler de vermiştir. Bunu da Toynbee'nin izlediği

metotla ile kamufle etmişlerdir, "Her ne koşulda olunursa

olunsun kaynak açıklanmaz."

Misyoner kuruluşların liderleri arasında Toynbee'ye

en fazla propaganda malzemesi sağlayanlar James Barton

ve William Rockwell idi. James Barton misyonerlik

faaliyetlerini Anadolu'da sürdürmekteydi. O Kongre için

çalışan bir papazdı ve Dış Misyonlar için Amerikan

Komiserler Kurulu'nun başıydı, bu Amerikan misyonerlik

gruplarının en büyüğü idi. Barton ayrıca temel yardım

kuruluşu olan Ermeni ve Süryaniler İçin Amerikan Yardım

Komitesi'nin de başkanıydı.

William Rockwell de Columbia

İlahiyat Semineri'nde faaliyet gösteren bir

papazdı. O aynı zamanda Amerikan

Komitesi'nin Baş Propagandacısıydı.

Toynbee'ye kaynak sağlama konusunda bu

ikisine İsviçre'den de Leopold Favre

katılmaktaydı. Favre, Birinci Dünya

Savaşı'ndaki Ermeni vahşetleri

koleksiyonlarından ilkini, Quelques

Documents sur le sort des Armeniens en 1915, meydana

getirmiş olan kişidir. Mısır Başbakanlığı yapmış olan

Boghos Nubar Paşa da şimdi Ermeni Ulusal

Delegasyonu'nun başında bulunmaktaydı ve o da belge

sağlamada katkılarda bulunmaktaydı.

Barton, Rockwell, Favre ve Nubar... bütün bu

insanlar Toynbee'ye malzeme sağlamaktaydılar, el

yazmalarını okumaktalar, düzeltme önerilerinde

bulunmaktalar ve tashih yapmaktaydılar. Nubar bir belge

hakkında Toynbee'ye bir mektup yazarak, bu belgenin

Türklere çok sempatik davrandığını hissettiğini belirtmiş ve

Toynbee de Türkleri savunan bu bölümü iptal etmiştir.

Mavi Kitap-Blue Book olarak adlandırılan Bryce

cildi, Bryce tarafından yazılan bir giriş yazısıyla mektuplar,

broşürler ve makalelerin derlenmesinden oluşmaktadır. Bu

giriş ise, Türklerin şiddetle kınayan bir bakış açısıyla

Ermeni tarihinin bir özetinden ibarettir.

Mavi Kitap'taki belgelerde, kaynakların çoğu

belirtilmemektedir. Mantıklı bir şekilde bunun söz konusu

kaynakları korumak amacıyla yapıldığı iddia edilmektedir.

Bu kaynaklar, A, B, C, X, F gibi harflerle temsil edilmekte

ya da kaynaklar için "bir seyyah" veya "yabancı bir sakin"

gibi kelimeler kullanılmaktaydı. Yer isimleri de

gizlenmekteydi.

Kaynakların gizlenmesi, Mavi Kitap'ta bulunan

belgeleri aslında Ermeni Meselesi'nin aşırı derecede tek

7

taraflı görüldüğünü göstermektedir. Ancak, kaynakların

kimlikleri bilinse belki bu görüntü değişecektir. Gizli

kaynakların kimliklerinin, İngiliz Kamu Kayıt Ofisi'nde

bulunan bir küçük kitapçık içinde olduğu ortaya

çıkarılmıştır. Kitapçık Toynbee'nin kaynaklarını

tanımlamaktadır. Son zamanlarda, Mavi Kitab'ın oluşumu

hakkında Arnold Toynbee'nin yazıları da Kamu Kayıt

Ofisi'nde bulunmuştur.

Söz konusu kitapçık ve Toynbee'nin kayıtları ilginç

bir hikayeyi de ortaya çıkarmıştır, bir aldatma hikayesini.

Toynbee ve Wellington Evi gerçekten kaynaklarını

korumaya gayret etmiş olabilirler. Ancak, öte yandan,

kaynaklarını açıkladıklarında yaptıkları aldatmacalar ve

saptırmalar ortaya çıkacağı için de bunları gizlemeyi

yeğlemişlerdir. Bunun yerine, Bryce bahse konu olan

Giriş'inde şunları yazmaktadır, "Muhtemel bütün kaynaklar

görüldü" ve "Cevap verenler birbirlerini

tanımamaktadırlar." Bu açıkça bir yalandır. Söz konusu

yazarların bir kısmı yazmadan önce notlarını

birbirlerinkiyle karşılaştıran misyonerlerdi. Mektuplarında,

Toynbee raporların nasıl da bir birine benzediğinden

bahsetmektedir. O, yazarların yazılarını yazmadan önce

diğerlerinin yazdıklarını okuduğunu ya da yazmadan önce

yazarların kendi aralarında konuştuklarını anlamıştı. Ancak,

Mavi Kitap, raporlar tamamen bağımsız

olduklarından dolayı hikayelerdeki

benzerliklerin sadece onların doğruluğunu

ispatlayacağını söylemekteydi. Benzerlikler

açıkça bunların güvenilirliğini

ispatlamaktaydı.

Yazarların birbirlerini tanımadıkları

lafı ise iki yüzlülükten, öte bir yalandı, çünkü

bazı durumlarda aynı kişiler başka başka

isimler altında tekrar tekrar kullanılmaktaydı. Bunlara bir

örnek, Mersovan'daki Amerikan misyonerlik kolejinde bir

profesör olan Profesör Xenides'dir. Bu kişiden üç adet alıntı

yapılmıştır. İlk iki alıntıda "X Kolejinden bir profesör"

olarak tanıtılmaktadır. O gerçekten bir kolejde profesördü,

ama öğrencilerinin tamamının Ermeni olduğu bir kolejde ve

kendisi de bir Yunan'dı. Eğer gerçek kimliği verilmiş olsa,

bu bilgi okuyucuların onun yazdıklarını daha doğru

değerlendirmesini sağlayacaktı, ama gerçek kimliğinin

neden gizlendiğini anlamak da zor değil. Xenides tamamen

farklı bir başka ifadede de kaynak olarak kullanılmış ancak

bu sefer "Ermeni milliyetinden olmayan bir seyyah"

şeklinde tanıtılmıştır. Bu objektif olarak doğru ama yine de

aldatmacadır. O bir Yunan'dı ve zaman zaman evinin birkaç

mil ötesine gidip geldiğinden dolayı da bir seyyah idi (!).

Mamafih, Mavi Kitap'a göre o tamamiyle farklı iki kişiyi.

Ancak hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde bir

numaralı Profesör Xenides, iki numaralı Profesör Xenides

ile tamamen aynı görüşleri paylaşmaktaydı.

Olayları duyan - aslında rapor ettikleri şeylerin

neredeyse hiç birini asla kendi gözleriyle görmemişlerdir-

misyonerler bazı zamanlar sadece "Amerikan seyyahlar"

olarak tanıtılmışlardır. Eğer bu kitaba inanılacak olursa,

Birinci Dünya Savaşı dönemi sırasında inanılmaz sayıda

çok Amerikalı seyyahın bütün Anadolu'yu dolaştığı

düşünülebilir. Aslında, bunların hepsi misyonerler, ya da

onların karıları veya kız kardeşleridir. Bütün hepsi

seyyahlar olarak tanıtılmaktadır. Bunu okuyan okuyucular

bunların Amerika'dan gelmiş seyyahlar olduklarını

düşüneceklerdir, ancak gerçek böyle değildir.

Önemli sayıda yazar, sadece "Yetkili Bir Kaynak"

şeklinde listelenmiştir. Buna sadece "Yetkili Bir Kaynak"

olarak tanımlanan Ermeni patriği de dahildir.

Yazarların en geniş grubunu, yüz elli belgeden elli

dokuzunu yazan Amerikan misyonerler oluşturmaktadır.

İkinci sırada bireysel olarak, elli iki belge ile Ermeniler

gelmektedir. Çoğu kere bunların sadece isimleri bilinmekte,

sadece isimlerinden ise bunların kim oldukları

anlaşılamamaktadır. Çoğu durumda ise bunların isimleri

bile bilinmemekte ve sadece "Bir Ermeni" olarak

tanıtılmaktadırlar. Pek çoğu ne duyduğunu rapor ederken,

sadece çok azı gördüklerini aktarmaktadır. Şaşırtıcı bir

şekilde "Objektivite" iddiasıyla altı belge Osmanlıların

yeminli düşmanları olan Daşnak partisi tarafından

gönderilmiştir. Bu, Van'daki isyandan en fazla sorumlu olan

devrimcilerin partisidir ve bu bölge ile daha pek çok

bölgeyi Türkler ve Müslümanlardan almaya

teşebbüs etmişlerdir ve Doğu'nun

Müslümanlarına zulm etmişlerdir. Diğer

makaleler de, Daşnak ve Ermeni Davasına

sempatiyle bakan diğer gazeteler de dahil

olmak üzere gazeteler tarafından temin

edilmiştir. Diğer Ermeni siyasi temsilcilikler

tarafından da belgeler gönderilmiştir.

Bu kaynakları X, Y ve Z şeklinde

tanımlamak bu kaynakları daha fazla

saklamak içindir. Bu yüzden yazarların pek çoğu

bilinmemektedir. Pek çok belgede ise, sadece alıntıları alıp

göndermiş olan kişinin ismi, bir Amerikan Konsolosu gibi,

bilinmekteydi. Ne Toynbee, ne de bir başkası bu ifadelerin

gerçekten kimler tarafından yazıldığını bilmemekteydi.

Toynbee'nin bildiği tek kaynak, sadece bir Amerikan

Misyonerinin karısıydı ve bu kargaşanın hakim olduğu

dönemde misyon merkezinden asla ayrılmamış olan bir

kadındı. Bu kadın da sadece "mülteci" olarak

tanımlanmaktadır.

Toynbee, Bryce'a "Belgelerin yüzde otuz üç-otuz

dördünün gerçek yazarlarını bilmiyorum" diye

yazmaktaydı. Ancak, bu bilinmeyen/tanınmayan yazarlar

aynen tanınan-bilinen yazarlar gibi kitapta yer

almaktaydılar. Şunu da söylemek gerekir belki, Toynbee

gerçekten de bu insanların kim olduğunu öğrenmeye

çalışmaktaydı. Mesela, gönderdiği bir belgelerin

kaynaklarının kimler olduğunu öğrenmek üzere Barton'a bir

mektup yazmıştır. Barton ise bilmediğini söylemiştir.

Toynbee'nin bilmediği sadece isimler değildi, o aynı

zamanda mektupların orijinallerini de asla görmemişti ve

bunların kendisine nasıl ulaştığından da habersizdi.

Barton'un bazı bilgiler verdiği zamanlar ise verilen bilgiler

adeta dalga niteliğindeydi: "Dost bir gücün bir vatandaşı

8

tarafından yazılmıştır," "Birleşik Devletler konsolosu

tarafından gönderilen bir ifadedir," ya da "İsmi verilmeyen

bir Amerikalı yetkilinin ifadesidir."

Amerikan misyoner kuruluşunun baş propagandacısı

Rockwell, Toynbee'ye pek çok hikayeyi kendisinin şahsen

bastığını ama bu hikayelerin yazarlarının kimler olduğunu

bilmediğini yazmaktaydı. Favre de benzer şeyler yazmıştı.

Bazılarını tanıyordu ama çoğunu değil. Gönderdikleri

ifadelerin ait olduğu kişilerin kimlikleri sorulduğunda

Daşnak Partisi de, hikayeleri yazan ya da anlatanların

hiçbirinin kimliklerini bilmediklerini söylemekteydi.

Hiçbirinin kimliği bilinmiyordu ve yine de Toynbee

bunların hepsini kullandı. O, kimliklerini bilmediği için bu

bilinmeyen kaynakları A, B, C ya da "Bir Seyyah" şeklinde

isimlendirdi ve hepsini kitaplarında kullandı.

Mavi Kitap ile olan ana problem yazdıklarının

tamamının gerçek dışı olması değildir. Belgelerin bazıları

kesin bir şekilde doğrudur. Esas problem, diğer tarafa hiçbir

şekilde söz hakkı verilmemesidir. Sanki hiçbir Türk

ölmemiş, hiçbir Ermeni öldürmemiştir. Ermeni çetelerden,

Osmanlı Parlamentosu'ndaki Ermeni temsilcilerin Ruslarla

işbirliği yaparak Türklere karşı savaşan silahlı çetelere

liderlik ettiklerinden, Osmanlı memurlarının/subaylarının

katledilmesinden, Osmanlıların iletişim hatlarının

Ermeniler tarafından kesilmesinden, Osmanlı şehirlerini ele

geçirmeye teşebbüs etmelerinden, Van'da giriştikleri kitle

katliamlarından, bir milyondan fazla Müslümanın Ruslar ve

Ermeniler tarafından göçe zorlanmasından hiç söz

edilmemektedir. Buna rağmen Bryce, "Mümkün olan bütün

kaynaklarla görüşülmüştür" diyebilmektedir.

Toynbee'nin The Armenian Atrocities -Ermeni

Vahşeti, the Murder of a Nation- Bir Milletin Katli adlı

eserlerine kısaca bakmakta yarar vardır. Toynbee Ermeni

Vahşeti'nde, Bryce Raporu'ndaki suçlamalar ve delilleri

özetlemekte, fakat bütün suçu Almanlara yıkmak için

büyük çaba harcamaktadır, bunu için de "Kahire'den

telgrafları" ve New York'taki Ermeni yayınlarında çıkan

mektupları delil olarak kullanmak suretiyle iddialarını

kanıtlamaktadır. Bu küçük kitap, tipik bir propaganda kitabı

olarak Türklerin "şeytanlıklarının" bir kataloğu

niteliğindedir. Ancak, Toynbee'nin yazılarındaki bir

olaydan bahsetmeye değer: Toynbee kitabında,

İskenderiye'ye gelen Ermeni mülteciler korkunç acılar

çekmekteydi, "hastalık, kötü hava koşulları ve açlıktan

ölmekteydiler" diye yazmaktaydı. Bu ifadeler, bu insanların

bakımını üstlenen İskenderiye'deki İngilizleri biraz üzdü.

İngiliz misyonunun İskenderiye'deki başkanları, Dış

İlişkiler Ofisi'ne zehir zemberek mektuplarla Ermeni

mültecileri beslediklerini ve Ermenilerin açlık ya da

hastalıktan ölmediğini yazarak şikayetlerini dile getirdiler.

Hem ölümler, hem de doğumlar tamamiyle normal seyrinde

gitmekteydi. Toynbee özür dilemek zorunda kaldı.

Toynbee'nin bir başka kitabı olan The Murderous

Tyranny of the Turks-Türklerin Katil Tiranlığı, bazı

alıntıları açısından ve Wellington Evi'nin ürettiği kitap

türüne bir örnek olması açısından ilginçtir. Temsilen birkaç

seçme yapacak olursak: Toynbee, Türkler "kendilerinden

daha üstün olan halkları sakatlamak ve çarpıtmak"la

uğraşmaktadırlar, demektedir. Toynbee'nin iddiasına göre,

başlangıcından itibaren bütün Türk tarihi boyunca bu böyle

olmuştur, Türkler "daha üstün" olan halkları sakatlamış ve

ezmişlerdir. Böylesine ırkçı bir ifadenin ele alınmasına

gerek bile bulunmamaktadır. Toynbee'ye göre, 1913 yılında

Türkler Arnavutları yok etmeye çalışmışlardır, bu kesin ve

açık bir yalandır. Yine Toynbee'ye göre, Balkan

savaşlarından sonra Türkler "kendi toprakları üzerinde

kalan bütün Yunanlar ve Slavları yok etmişlerdir". Bu,

Toynbee'ye göre ölmüş olmaları gereken ama gerçekte

yaşamakta olan ve Türklerin Kurtuluş Savaşı sırasında

Türklere karşı savaşan tüm Yunanları oldukça şaşırtmış

olmalı. Toynbee ayrıca, Türklerin Araplara saldırdığını, ve

aslında bu saldırı ile birlikte bütün Arapları yok etmeyi

planladıklarını iddia etmektedir. Toynbee'ye göre, Türkler

hiçbir medeniyete sahip değildir: "Onlar, askeri şiddet ve

hile geleneğinden başka bir şeye sahip olmamışlardır."

Aslında bu, bir kitabın ve bir tarihçinin değersizliğinin

inanılmaz bir hicvidir.

Turkey: a Past and a Future-Türkiye: Geçmiş ve

Gelecek adlı kitabında, Toynbee suçlamalarda bulunurken

çok daha mutedil davranmakta ve Almanları, Ermenilerin

öldürülmesi için emir vermekle değil, sadece suç ortaklığı

ile itham etmektedir. Almanlarla mukayese edildiğinde

Türkler bundan da faydalanmaktadır. Kitabın bilimselliği

en iyi şekilde, ilave edilen bir haritada görülmektedir. Bu

harita, gerçekte bölge nüfusunun üçte ikisinden fazlası

Müslüman olmasına rağmen Doğu Anadolu nüfusunu

"Ermeni" olarak göstermektedir.

Wellıngton Evi'nin Diğer Yayınları

Wellington Evi'nin diğer bir kitabı da, yine Bryce

Raporu'na dayanan ve A. P. Hacobyan tarafından yazılan,

Bryce tarafından ise bir önsöz yazılan Armenia and the

War-Ermenistan ve Savaş adlı kitaptır. Kitabın yüzde 12'si

Bryce Raporu'ndan alıntılardan ibarettir. Kalan kısmı için

ise "Aslen İran'ın İsfahan şehrinden bir aileye mensup olan,

ama şimdi İngiltere'de ikamet etmekte olan bir Ermeni

beyefendisinin ürünüdür. Onun, söylediklerini samimi

bilgiler ve yurtsever duygularla anlattığı görülmektedir..."

denilmektedir. Bir kez daha anonim bir itirafçı ve bu sefer

İran'ın İsfahan kentinden bir Ermeni ailesinin üyesi (yani

herhangi bir Türk-Ermeni çatışmasından uzak biri).

Ermenistan ve Savaş adlı kitap, İngiliz

propagandasının temel temasını tekrarlamaktadır: Almanya

Türklerle aynı safta yer almakla ve katliamları onaylamakla

büyük bir hata içerisinedir. Dünya Müslümanları, her biri

yönettikleri Müslüman toplumların takdirlerini kazanmış

olan İngiltere, Fransa ve Rusya'nın siyasi yönetiminden

memnun olacaklardır. Bir bölümün tamamı Mark Sykes'tan

yapılan alıntılarla "temiz bir savaş veren Türk" görüşünün

reddine ayrılmıştır. Amerika'nın savaşa girmesini sağlamak

için bir tez geliştirilmiştir. Wellington Evi'nin kartları/eli

açıktı. Kitapların diğer bölümleri Ermenileri ve Türkleri

ırkçı bir bakış açısından tasvir etmektedir, ve genellikle

9

Ermenilerin erdemlerinden bahsedilirken, Türkler için ise

tam tersi niteliklere sahip oldukları ve milli karakterleri

haline gelen bu özelliklerini de hiçbir şeyin

değiştiremeyeceği anlatılmaktadır:

Bir ırk olarak Türkler, kanla lekelenmiş tarihlerinin

sayfalarını dolduran uzun anıtlar dizesine benzer diğer ve

daha büyük bir anıtı daha eklemiştir, bu da onların vahşi

tabiatlarının değiştirilemez olduğunun bir kanıtıdır. Onlarla

konuşurken akıl yürütemez ya da onlarla tartışamazsınız.

Böyle bir tabiattan/fıtrattan adalet ya da sıradan insan

hissiyatı da beklenemez.

Hacobiyan, Moğolları Türklermiş gibi gösteren ve

bunun "Türk"ün sabit tabiatı olduğunu gösterdiğini iddia

eden taktikler de dahil olmak üzere, seçici ve doğru

olmayan bir tarihi kanıt olarak sunmaktaydı. Bu yaklaşım,

ona, Bryce Raporu'ndaki hikayeleri temel Türk karakterinin

yeni bir delili olarak göstermesine imkan vermekteydi.

E. F. Benson'ın Deutschland über Allah isimli kitabı

sahte de olsa Türklere karşı bir kanıt bile sunmamıştır.

Kitap basit bir şekilde, Türkleri Ermenileri katletmekle

suçlamış, ve Yunanlara, Kürtlere ve Osmanlı toprakları

üzerinde yaşamakta olan Türk olmayan diğer halklara karşı

harekete geçildiği suçlamalarında bulunulmuştur. Ayrıca,

Türkler İslam'ı ifsat eden kötü Müslümanlardır, aynen

Hıristiyanlığı ifsat eden Almanlar gibi. Almanların,

Türklerin bütün caniliğini bildiklerini ve durdurabilme

imkanlarına sahip oldukları halde hiçbir şey yapmadıklarını

iler süren Benson Almanları da kötülemektedir.

Benson şöyle devam etmektedir, şayet Almanlar

şikayette bulunmuş olsalardı, Türklerin sadece Almanlara

Belçikalılara neler yaptıklarını hatırlatmaya ihtiyaçları

olacaktı. Benson, Osmanlıları desteklemekteki amaçlarının

savaştan sonra Orta Doğu'yu ele geçirmek olduğunu

söyleyerek Almanlara yüklenen Benson, aslında

İngiltere'nin kendi niyetlerinin ışığı altında komik bir

eleştiride bulunmaktaydı.

Hedeflenen dinleyicilerin gerçek durum hakkında

hiçbir şey bilmedikleri durumlarda, Almanya, Türkiye ve

Ermenistan propagandanın özellikle etkisiz parçaları haline

gelmiş olacaktı. Bunun nasıl ciddiye alınabilmiş olduğunu

görmek çok zordur. Kitap, yazarı, editörü ya da sponsor

listesi olmadan yayınlanmıştır. Kitapta kullanılan

materyalin bir kısmı Bryce Raporu'ndan alınmıştır, diğer

materyallerin çoğu ise anonim kaynaklardan ("Fraulein O.",

"Bir Alman şahit", "İki İsveç bayan") alınmıştır ve hiçbir

materyalin kaynağı belirtilmemiştir. Raporların büyük

çoğunluğu, Alman misyonerlere dayandığı şeklinde

etiketlenmiştir. Tıpkı Amerikalı meslektaşları gibi, onlar da

sadece ölü Ermeniler görmüşler, hiç Müslüman cesedine

rastlamamışlardır.

Kitabın en inanılmaz kısmı "Muhammedi Subayların

Raporu" ("A.B." ve "C.D.") başlığı altında iki kısa

bölümdür. Burada, Ermenilerin katledilmesi için verildiği

iddia edilen tamamen uydurma emirler rapor edilmektedir.

Bunlardan biri, Osmanlı İmparatorluğu'nun dini lideri olan

Şeyhülislam'ın emridir, Osmanlı sisteminde Şeyhülislam'ın

hiçbir zaman bu tür bir emir verecek ne konumu ne de gücü

olduğunu söyledikten sonra bunun gerçek dışı bir iddiadan

öte bir şey olduğunu söylemek gerekir. Şüphesiz, bu tür

raporların İngiltere'ye nasıl ulaştığına dair herhangi bir

işaret de yoktur. Söz konusu raporların ne dili, ne de şekli

Türk belgelerine, hatta Türk mektuplarına benzemektedir.

Subayların gizli belgelere ulaşabilmesi için yüksek rütbeli

olmaları gerekir, fakat bunlar Osmanlı Genel Kurmayı'nın

bir subayı küçük bir şehrin yönetimine atadığını söylemek

gibi bariz hatalar yapmışlardır. Şayet ikisi de yüksek rütbeli

subay idilerse, 1915 yılındaki kamuoyu bunların Ermeniler

hakkındaki raporları İngilizlere gönderdiğine

inanabilmişlerdir? Cevap muhtemelen evettir. Bu

propagandayı okuyanlardan hiçbir bunun doğru olup

olmadığını kontrol edecek durumda değildi.

E. W. G. Masterman'a ait olan The Deliverance of

Jerusalem-Kudüs'ün Teslimi başlıklı cilt, nispeten zararsız

bir propaganda örneğidir. Bu kitap bazı kişilere çok az

zararı olmuştur. Çünkü bu Kudüs'ün şimdi, Haçlı

Seferleri'nin başaramadığını başaran İngilizler sayesinde,

bir kez daha Hıristiyanların eline geçmesinin bir

kutlamasıdır. Bu temel olarak İngilizler hakkında müspet

bir ifadedir. Kudüs'ün İngilizler tarafından işgal edilmesinin

iyi mi yoksa kötü mü olduğu tamamen o kişinin hangi

tarafta olduğuna bağlıdır, fakat bu kitap Türklere ya da

başkalarına çok fazla zarar vermemektedir. Buna benzer

daha pek çok yayın bulunmaktadır. Bunların temel amacı

ise, İngilizleri övmektir.

En dikkate değer kitaplardan birisi, Fa'iz El-Ghusein

tarafından kaleme alınmış olan Martyred Armenia-Şehit

Edilen Ermenistan'dır. Kitap, El'Ghusein'in "Şam'ın ileri

gelen Bedevilerinden biri" olduğunu ve "Havran" da

yaşamakta olan bir Bedevi kabilesinin "başlarından" -ne

anlama geliyorsa-birinin oğlu olduğunu ifade etmektedir.

Bu kişi, eğitimini İstanbul'da almış ve Osmanlı

hükümetinde bir bürokrat olarak çalışmıştır. Şam Valisi'nin

personeli olarak atanmış ve daha sonra da Kaymakam,

bölge yöneticisi ya da Mamuretülaziz'in (Elazığ) başı

olmuştur. Daha sonra da Şam Meclisi'nin Hawran Üyesi

olmuştur. Fa'iz, Suriye Valisi Cemal Paşa tarafından

tutuklandığını söylemektedir. Diyarbakır'da hapsedilmiştir

ancak daha sonra serbest bırakılmıştır. El-Ghusein'in

hikayesine göre, Diyarbakır'da Ermenilerin katledildiklerine

dair çok şey duymuştur ve bunların kaydedilmesi gereken

şeyler olduğunu düşünmüştür. Bu yüzden önce Basra'ya,

oradan da Hindistan'a kaçarak, raporunu burada yazmıştır.

Raporunu yazdıktan sonra İngiliz Dış İlişkiler Ofisi'ne

ulaştırmıştır. Kitap bu el yazmasının İngiliz Dış İlişkiler

Ofisi'ne nasıl geldiği konusunda hiçbir şey söylememekte;

sadece basılmak üzere İngiltere'ye ulaştırıldığından

bahsetmektedir. Bu raporun, Londra'da Wellington Evi'ne

teslim edildiğine dair de bir gösterge bulunmamaktadır.

Bu hikaye de çok sayıda iç tutarsızlık ve şehirleri

yanlış bölgelerde konumlandırmak gibi bir Osmanlı

10

memurunun yapmaması gerektiği düşünülen çok sayıda

hata bulunmaktadır. Bu hataları ve tutarsızlıkları bir kenara

koysak bile, kitap okunduğunda, üst düzey Osmanlı

yetkililer arasındaki konuşmalar gibi, Faiz'in asla bilmesine

imkan olmayan şeyler yazdığı fark edilecektir. (Aslında,

Talat Paşa'dan alıntılar üreten ve savaşının sonuna kadar da

faaliyetlerini sürdüren küçük bir alıntı üretim odası

mevcuttu." Diyarbakır'da cezaevinde iken, Faiz'in,

İstanbul'daki kabinede Talat Paşa'nın Enver Paşa'ya ne

söylediğini işitmiş olduğu görülmektedir ve bunları da daha

sonra yayınlanan raporuna yazmıştır. O aynı zamanda,

Ermeni devrimci liderlerin gizli faaliyetlerini de

bilmektedir, bu konudaki haberler de ona yani Diyarbakır

hapishanesine ulaşmış olmalıdır. Açıkcası bunlar ihtimal

dışından daha da öte bir şeydir.

Fa'iz büyük ayrıntılar da vermektedir. Ermenilere

neler yapıldığıyla, onların eşyalarının kimler tarafından

çalındığını ve bunların hangi Osmanlı yetkililerine hediye

olarak sunulduğunu ilişkilendirmektedir. "Ahmet Bey

Ermeni mallarını aldı" diye suçlamalarda bulunduğunda,

doğal olarak bahse mevzu olan kişinin yüzlerce Ahmet

Bey'den hangisi olduğunu ve yazarın böyle bir Ahmet Bey'i

tanıyıp tanımadığını da söylemek imkansızdır. Aldatmaca

için yapılan saptırmaları/yanlışları tespit etmek daha

kolaydır: Balkan Savaşı'ndan sonra çok büyük sayılarda

Türkler Zeytun'a yerleşmiştir demektedir. Ama gerçekte

oraya hiç kimse yerleşmemiştir, ama okuyucular arasında

bunu kim bilebilirdi ki? Savaş hikayeleri adı altında,

Türklerin Ermenilere ne yaptıkları hakkında anlattıkları

hikayeler de kesinlikle korkunçtur. Bu hikayeler arasında

Türk askerlerin Ermeni cesetlere tecavüz ettiği bile

söylenmektedir.

Sadece kitap okunduğunda bunun bir düzmece

olduğu, "Faiz al-Ghusein" hakkında anlatılanların çoğunun

da Osmanlı raporlarının bir araştırmasında ulaşılmış olduğu

gibi görülecektir: Oysa, gerçekte böyle bir şahıs yoktur. O

gerçekten, Suriye ya da Mamuretülaziz'de bulunan hükümet

görevlisi olarak çalışmış olsaydı, hükümet memurları

listesinde isminin bulunması gerekirdi. Bu listelerde Fa'iz

Ghusein bulunmadığı gibi, sadece Faysal bile yoktur. En

basit ifadelerle söyleyecek olursak böyle bir kişi yoktur.

Wellington Evi kayıtlarını yaktığı için, hiç kimse bu kitabın

gerçekten kim tarafından yazıldığını bilemeyecektir, ancak

şundan emin olunabilir ki, bu kitabın yazarı mitolojik Fa'iz

değildir.

Diğer bir örnek de, kim olduğu belirtilmeyen Mark

Sykes tarafından yazılmış olan The Clean-fighting Turk, a

Spurious Claim -Temiz-Savaşan Türk- bir Uydurma

İddia'dır. Mark Sykes büyük bir seyyah ve çok zeki bir

adamdı. Savaştan sonra, Orta Doğu'nun İngiliz ve

Fransızlar tarafından bölüşülmesine yol açan Sykes-Picot

Anlaşması'nın müzakerecileri olan iki kişiden biriydi.

Sykes'ın gayretlerinin değeri, Türkleri çok sevmeyen İngiliz

Başbakanı Lloyd George tarafından da doğrulanmaktadır.

Lloyd George, Türklerin karalanmasıyla çok yakından

ilgilenmekte ve Propaganda Bürosu ile de şahsen

ilgilenmekteydi. Propaganda Ofisi'ne belirli konuların

geliştirilmesi talimatını vermişti: "Türklerin iyi yönetim

konusundaki yetersizlikleri, onların kötü yönetimi ve

bunların ötesinde Türklerin sanayileşmiş bütün halkları

katlettikleri." O ayrıca propagandanın el altından, gizlice

yapılması gerektiğini eklemiştir: "Bütün bu faaliyetlerin

arkasında bizim olduğumuzun ortaya çıkmaması için, bu

faaliyetlerin tedricen/aşama aşama yapılması gerektiğini ve

makalelerin zamana yayarak dağıtılması / yayılması

gerektiğinin önemini belirmeme gerek yok sanırım. Sir

Mark Sykes'ın "Times"da yayınlanan "Temiz-Savaşan

Türk" makalesi tam bizim istediğimiz gibidir."

Sykes'ın makalesi basın için üretilen makaleler için

bir şablon/ölçü olarak düşünülebilir. Ne yazık ki, diğer

makalelerin hangileri olduğunu asla bilemeyeceğiz. Birileri,

Amerikan ve İngiliz basınını okuduktan sonra, "Bu

Wellington Evi'nin işi" diyebilir, ancak bu ispatlanamaz.

Kitap kayıtlarında gazete ve dergi makalelerine dair hiçbir

kayıt ortaya çıkarılamamıştır. Sykes'ın makalesi bir

istisnadır, çünkü bunun menşeinin kaydı başka bir yerde

yani Dış İlişkiler Ofisi'nin kayıtlarında muhafaza edilmiştir.

Dış İlişkiler Ofisi bir sorun görmekteydi, yukarıda

bahsedildiği gibi bu problem, Türklerin İngiltere'de pek çok

insan nezdinde hala iyi bir imaja sahip olmasıydı. Bunlar

özellikle Türklerin "Temiz Savaşçı Türk" olarak

adlandırılan imajından rahatsız olmaktaydılar, bu imaj

gerçekten de Türklerin asker olarak iyi işler çıkarmasından

ve güvenilir şerefli insanlar olmasından

kaynaklanmaktaydı. Bu konuda bir şeyler yapılmalıydı.

Birileri bu imajı tersine çevirmek için aleyhine bir şeyler

yazmalıydı. Ve bundan dolayı Dış İlişkiler Ofisi'ndeki

patronları Wellington Evi'ni Temiz Savaşan Türk imajına

karşı bir şeyler yapmaya yönlendirildi. Orijinal mesajın

yazılması bir şekilde yanıltıcı olmaktaydı. Wellington Evi,

Temiz Savaşan Türk imajına karşı propaganda yapılarak

bunun yok edilmesini isteyen bir talimat aldı. Wellington

Evi'de bu talimata cevaben şunları yazmaktaydı, "Bütün

dünyada Türklerin temiz savaşının ispatlanmasını neden

bizden istiyorsunuz?". Mesele daha sonra vuzuha

kavuşacaktı.

Wellington Evi, Mark Sykes'a giderek ondan

Türklerin iyi olan imajına saldıran bir makale yazmasını

istedi. O da bu konuda aynı fikirdeydi ve bir makale yazdı.

Yazdığı makalenin Wellington Evi tarafından çok

değiştirilip değiştirilmediğini bilinmiyor, bilinen ise temel

makaleyi onun yazdığıdır. Ayrıca bildiğimiz bir başka şey

de, Mark Sykes'ın makalesi yazıldıktan sonra London

Times ile sadece yayınlanması için bir anlaşma

yapılmadığı, bu makalenin yayınladığı nüshadan yüz bin

adet satın alınması konusunda da anlaşıldığıdır. The Times

bir vatanseverlik örneği göstererek oldukça iyi bir fiyat

önerdi ve Dış İlişkiler Ofisi de onlarla çekişe çekişe

pazarlık ederek fiyatı daha aşağı çekti. Yüz bin nüsha için

kırk paund ödendi.

11

The Times tarafından yayınlanan bu makale bütün

Amerika'da ve başka yerlerde yeniden basıldı ve yeni

basımları yapılırken "acımasız müstebitler," "vicdansız

zorba," "katıksız barbarlar," "soysuz" ve "yer yüzünü

harabeye çeviren" ibareleri kullanılmaktaydı. Sykes

Osmanlı hükümeti bakanlarının ağzından uydurma

alıntılarda yapmıştı, tabi Talat Paşa'nın planlarını kibarca

Sykes'a anlattığına inanırsanız. Makalede insanı gerçekten

şaşırtan unsurlar arasında kolayca düzeltilebilecek tarihi

yanlışlıklarını olmasıdır, mesela Türklerin (doğrusu

Moğollardır) Bagdad'ı işgal ve yerle bir etmeleri "gerçeği"

gibi. Sykes bunu bizden çok daha iyi bilmekteydi. Türklerle

Moğolların tarihlerini birbirine karıştır. Moğolların sebep

olduğu bütün yıkımları Türklerin omuzuna yükle Bu tür

şeyleri ancak bu makaleyi okuyacak olanların gerçek

hikaye hakkında hiçbir fikre sahip olmadığını bilenler

yazabilirdi. Ama Sykes gerçeği bilmekteydi.

Hem Lloyd George hem de Dış İlişkiler Ofisi çok

memnundu. Bu yayının kopyalarından sadece Amerika'ya

otuz iki bin nüsha gönderilmiştir.

Hoddard ve Stoughton/Doran, 1904 yılında

Diyarbakır'a İngiliz Konsolos yardımcılığı göreviyle

atanan, kitapta belirtilmemesine rağmen İngiliz orduları

Mısır'da iken orduda hizmet gören bir Ermeni Protestan

Rahibin eşi olan Bayan Esther Mugerditchian tarafından

yazılan bir mektubun genişletilmiş versiyonu olduğu

belirtilen From Turkish Toils, Türk Zahmetinden, adlı bir

kitap yayınlamıştır. Kitapta, "Ermeniceden çevrildiğine"

dair bir ifade yeralamasına rağmen, kim tarafından

çevrildiğine dair bir bilgi bulunmamaktadır. Önsözünde ise,

yine bilinmeyen bir kişi tarafından, Ermenilerin çektikleri

sıkıntılardan dolayı Almanlar suçlanmaktadır, oysa esas

metinde Almanlara dair hiçbir atıf bulunmamaktadır ve bu

da bu kitabın tipik bir İngiliz propaganda işi olduğunun

delilidir. İnanılabilir unsurlarla (Osmanlı askerleri erzak ve

silahları sakladıkları yerleri göstermeleri için Ermenilere

işkence yapmaktadır), analizleri yapıldığında sorunlu

oldukları belirlenen diğer unsurların (işkence hikayelerinin

aksine, Türk askerleri tarafından Ermenilere hitaben yapılan

söylevlerde, bunların Ermenileri ortadan kaldırmak için ne

kadar uzun zamandan beri planlar yaptıklarını açıkladıkları

belirtilmektedir-sıradan askerler gizli hükümet planlarını

ele geçirmiş ve bu planlar her nasılsa Bayan

Mugerditchian'a ulaşmıştır) karışımından oluşan metnin

kendisi de mükemmel bir propaganda parçasıdır.

Okuyucuların bu tür analizler yaptığı ise şüphelidir.

The Ottoman Domination-Osmanlı Hakimiyeti,

anonim yazılmış ve Raound Table Magazine'de yeniden

yayınlanmış kısa bir çalışmadır. Bu çalışma sadece bir grup

slogandan oluşmaktadır: "Türkiye'nin parçalanması

yaşamakta olan bir topluluğun yok edilmesi değildir, esir

milletlerin hapishaneden kurtarılarak özgürlüklerine

kavuşturulmasıdır." "Türkler herkese karşıdır, ve

fethettikleri hiçbir halk yönetimleri konusunda onlarla

uzlaşmaya varmamıştır." "Osmanlıların tebalarına yönelik

politikalarının ilk aşaması ihmaldir, Hamidyen (II.

Abdulhamid'in yönetimi) dönemi zulüm dönemidir; Jön

Türkler aşamasi ise imha dönemidir." Bu yayın, Türklerin

öncelikle 2.000.000 Ermeni'yi (ki bu rakam imparatorluk

toprakları üzerinde bulunan Ermenilerin sayısından oldukça

fazladır) öldürdüğünü ve şimdi Arapların kökünü kazımaya

başladığını iddia etmektedir.

Ortadoğu'daki İngiliz propagandasının amacı

düşman Türkleri karalamaktan öteydi. Bu propaganda aynı

zamanda İngilizlerin mümkün olan en iyi yönetimi

sunduklarının propagandasını yapmaktaydı. Britain and

Turkey-İngiltere ve Türkiye, İngilizlerin Osmanlı

İmparatorluğuna ilan ettikleri savaşı meşrulaştırmaya

çalışmaktaydı. The Welfare of Egypt-Mısır'ın Refahı, bu

koloni üzerindeki İngiliz idaresini övmekte ve Müslümanlar

üzerinde İngiliz hakimiyetini meşrulaştırmayı

amaçlamaktaydı. Wellington Evi'ne göre, bu kitap

"Müslümanların İngiliz yönetimini tercih ettiklerini

göstermekteydi." Turkish Prisoners in Egypt-Mısır'daki

Türk Esirler tam olarak İngilizler'in savaş esirlerine ne

kadar insancıl davrandıklarının resmini çizmektedir. The

Freedom of Jerusalem-Kudüs'ün Özgürlüğü ve The

Deliverance of Jerusalem-Kudüs'ün Teslimi, İngilizler'in

Osmanlıları mağlup ederek Kutsal Şehri ele geçirmesine

yönelik kısa methiyelerdir. Bu kitaplar, Avrupa ve

Amerika'daki Hıristiyanların desteğini sağlamayı

amaçlamaktaydı. Kudüs üzerine yapılan yayınlar ve

Siyonist Örgüt'ün yayınları hem, özellikle Amerika'da

olmak üzere, Yahudi desteğini sağlamayı ve hem de

İngilizlerin Filistin'i işgaline meşruiyet sağlamayı

amaçlamaktaydı. Bunlar, Siyonizme destek verem İngiliz

politikacıların ve önder kişilerin ifadelerini ve İngiltere'ye

destek veren Balfour Deklerasyonu'ndan dolayı ona

teşekkür eden Siyonistlerin ifadelerini de içermektedir. Bu

yayınların dağıtıldığı dönemde, İngiltere'nin halihazırda

kendisini diplomatik olarak Arap dünyasının uzun dönemli

bir işgaline hazırlamış olduğunu önemle kaydetmemiz

gerekmektedir.

Syria During March 1916: Her Miseries and

Disasters-1916 Mart'ında Suriye: Sefaleti ve Felaketleri, ilk

olarak İngiliz yönetimi altında olan ve basına sansürün

uygulandığı Kahire'de yayınlanmış olan bir grup makaleden

oluşmaktaydı. Bu kitap, Osmanlı Suriyesi'nde varsayılan

dehşet dolu yaşamla ilgilidir. Temel olarak Arap

sempatizanları hedeflemekte (bu yüzden de Amerika'da

yayınlanmamıştır) olan kitap, İngilizlerin Araplara karşı

olan gerçek sevgisi tezini geliştirmekte ve Türklere ise tam

tersi bir konum atfetmektedir ("Jön Türkler, Türkiye'deki

herhangi bir ırktan daha fazla ve daha derin şekilde

Araplara karşı garaz beslemektedir." Bu tür bir tanımlama

Türklere ya da isimlendirildikleri haliyle "İstanbul'un kara

muhafızlarına" yönelik mahir bir saldırı bile değildir.

Sonsöz

Günümüz Bibliyografyalarında Önerilen

Kitapların Bir Örneği

* E.F. Benson, Crescent and Iron Cross

12

* E.F. Benson, Deutschland über Allah

* Fa'iz El-Ghusein, "Bedouin Notable of

Damascus", Martyred Armenia

* (J. Lepsius), Germany, Turkey, and Armenia:

Selections of Documentary Evidence

* A.P. Hacobian, Armenia and the War

* Esther Mugerditchian, From Turkish Toils

* Martin Niepage, The Horrors of Aleppo

* Harry Stuermer, Two War Years in

Constantinople

* Arnold J. Toynbee, Armenian Atrocities: the

Murder of a Nation

* Arnold J. Toynbee, ed., The Treatment of

Armenians in the Ottoman Empire, 1915-1916

* Arnold J. Toynbee, Turkey: A Past and a Future

* Arnold J. Toynbee, The Murderous Tyranny of

the Turks Kaynak: Richard G. Hovannisian, The Armenian

Holocaust

Wellington Evi'nin propagandacıları işlerini son

derece iyi yapmaktaydılar. Onlar sadece savaş sırasında

etkin olmamışlar, propagandalarının tesiri o zamandan beri

süregelmiştir. Bugün hala, Wellington Evi'nin kitapları

Amerikalı okul çocuklarına ve üniversite öğrencilerine

önerilmektedir. Bu kitaplar okullar için temel tarih

kaynakları ve Ermeni bilim adamlarının temel

dayanaklarını teşkil etmektedir. Wellington Evi'nin

konularından birini, muhtemel en etkili olanını, seçen tablo

II Wellington Evi'nin özellikle önem verdiği Ermeniler

konusuna dair yayınlarını içermektedir. Richard

Hovannisian'ın standart bir bibliyografya niteliğindeki

Ermeni Tarihi haricinde, bu kitapların her biri tavsiye

edilen kitaplar listesindedir. Bibliyografyada Benson

tarafından kaleme alınan sadece bir kitap, belki ismi

Deutschland über Allah olduğu için rağbet görmemektedir.

Toynbee'nin kitapları ve hayali Ghusein'in kitabı da dahil

olmak üzere diğer bütün kitaplar tavsiye edilmektedir.

Birinci Dünya Savaşı sırasındaki İngiliz

propagandasından hiçbir şey kaybolmamıştır. Wellington

Evi'nin Birinci Dünya Savaşı boyunca yaptığı propaganda

rutin bir şekilde yeniden ve yeniden basılmış, alıntılar

yapılmış ve bunlara inanılmıştır. Bu kitapların çoğu internet

üzerinden dünyaya yayılmış, bazan kitapların tamamı

sitelerde kopyalanmıştır. Fransa ve Birleşik Devletler'de I.

Dünya Savaşı propagandaları önce ifadelerde görülmüş,

daha sonra da yasama organlarının üyelerinin yorumlarında.

Bu kitaplar, Avrupa ve Amerika'daki okul çocuklarına

öğretilen tarih için bir temel oluşturmaktadır.

Savaş zamanında söylenen yalanlar yarım yüzyıl ya

da daha fazla bir süre için kuluçkaya yatmıştır. Şimdi

bunlar kabul gören yaklaşımdır. Pek çok kişi Türklerin I.

Dünya Savaşı'nda neler yaptıklarını bildiklerine

inanmaktadırlar. Aslında, onların bildikleri İngiliz

Propaganda Bakanlığı'nın onların inanmasını

istediklerinden ibarettir.