İçindekiler - feyyazdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/pdf/... · lâzımdır. (nursi,...
TRANSCRIPT
2
İçindekiler
Kalp, nura inkılâp edinceye kadar ateşle yanması lâzımdır, cümlesini nasıl anlamalıyız? ...... 3
Amcam emekli ve hiç kızı yok. Beni evlatlık almak ve öldüğünde emekli maaşını bana
bırakmak istiyor. Bu maaşı almam caiz olur mu? ...................................................................... 5
Kendime ait olan, resmiyette ise abimin üzerine olan evi katılım bankasından kredi çekerek
almam caiz olur mu? .................................................................................................................... 5
Phenoxyethanol haram midir? .................................................................................................... 5
Petrol, altın, demir, çimento gibi malların parası, alındığı zamana göre mi, ödendiği zamana
göre mi ödenmelidir? .................................................................................................................... 5
Lohusalıktan sonra adetin başlamasına kadar on beş gün temizlik süresi gerekli midir? ....... 5
"İnsanlar mescitler hususunda övünmedikçe kıyamet kopmaz." Hadisini açıklar mısınız? ... 6
Kocası izin vermediği için babasını ziyaret etmeyen kadınla ilgili hadis sahih midir? ............. 7
Vefat eden kimseler, kabir aleminde karşılanır mı? ................................................................... 9
Günahkarların camilerde seslerini yükseltmeleri, kıyamet alameti midir? ............................. 11
Ruhlar için akrabalık var mıdır? ............................................................................................... 12
“Senin doğru söylediğine inanan bir adama yalan söylemen, en büyük hainliktir” anlamında
bir hadis var mı? ......................................................................................................................... 13
"Sığırların dilleriyle yalayarak yediği gibi, dilleriyle geçimlerini temin edenler çıkmadıkça
kıyamet kopmaz" hadisi kimler içindir?.................................................................................... 14
3
Kalp, nura inkılâp edinceye kadar ateşle yanması lâzımdır, cümlesini nasıl anlamalıyız?
İlgili yer şöyledir:
Kalbin öyle bir kabiliyeti vardır ki, bir harita veya bir fihriste gibi bütün âlemi temsil
eder. Ve Vahid-i Ehadden başka merkezinde birşeyi kabul etmiyor. Ebedî, sermedî bir
bekadan maada bir şeye razı olmuyor.
İnsanın çekirdeği olan kalb, ubudiyet ve ihlâs altında İslâmiyet ile iska edilmekle imanla
intibaha gelirse, nurânî, misâlî âlem-i emirden gelen emirle öyle bir şecere-i nurânî olarak
yeşillenir ki, onun cismânî âlemine ruh olur. Eğer o kalb çekirdeği böyle bir terbiye
görmezse, kuru bir çekirdek kalarak nura inkılâp edinceye kadar ateş ile yanması
lâzımdır. (Nursi, Mesnevi-i Nuriye, Habbe)
- Mümin, Allah için tasarlanmış kalbini başka şeylerle meşgul ederek heba ederse, bunun
cezası ateştir. Yani günahları bitinceye kadar cehennemde azap görür demektir. Yoksa imansız
olarak ölen bir kimsenin çürümüş ve kokuşmuş kalbi, ebedi ateş içinde yansa da nura inkılap
etmez. Burada söz konusu olan kalbi fasık olan müminlerdir.
Mümin ne kadar günaha da girse, mecazi aşklar ile kalbini yaralasa da, kalbindeki iman
daima büyümeye ve yeşermeye müsaittir. Yani mümin, bu dünyada gönüllü olarak çekirdek
hükmünde olan kalbini iman ve İslam ile terbiye edip inkişaf ettirmez ise, Allah ahirette azaplı
bir şekilde inkişaf ettirecektir, diye anlıyoruz.
Ateşin temizleme özelliği dünyada da geçerlidir. Fıkıh ilmine göre, temizleme şekillerinden biri
de, "Ateşe koyma yoluyla temizleme" dir. Örneğin;
Çelikleme yaparken necis su verilen bir bıçağın hem içi, hem de dışı pis olur. Bu durumda o
bışak yıkamakla temizlenmiş olmaz. Bu nedenle onunla bir şey kesilemez, onu üzerinde
bulunduranın namazı olmaz. Böyle bir bıçağın temizlemesi için ateşin içine konur ve üç kez
veya bir kez ona temiz su verilir. Böylece hem bıçak tamizlenmiş olur.
Necis çamurdan yapılan testi ve çanak gibi şeyler, ateşte pişip onlarda pislik eseri kalmayınca
temizlenmiş olur.
Aynı şekilde, Allah'ın Kuddûs ismi nezafet, temizlik ister. Bu nedenle çekirdeklik özelliğini
kaybetmediği halde, günahlarla kirlenen bir kalp, ateşle temizlenip nura dönüşür ve cennete
girer inşallah.
Evet ateş, Allah’ı inkar edenlerin inkar kirlerini de yakar. Ancak onların kalpleri tamamen
bozulduğundan o kalpler nura dönüşmez.
- Haritadaki bir nokta, bir şehri temsil eder, bir kitabın fihristinde yer alan bir konu başlığı,
kitaptaki o konunun tamamını temsil eder.
Uluslar arası bir toplantıya ülkesi adına katılan bir kişinin o ülkeyi temsil etmesi gibi, insanın
hafızası levh-i mahfuzu temsil eder, ruhu âlem-i ervâhı, hayali âlem-i misâli temsil eder.
İşte bütün âlemleri temsil eden o kalb, bu âlemlerden hiçbiriyle tatmin olmaz. O ancak bütün
âlemlerin sahibi ve Rabbi olan Vâhid-i Ehad'e iman ve teslim ile tatmin olur.
4
Onun gayesi bu fâni eşyayla bir süre birlikte olmak değil, ebedi ve sermedi bir bekadır,
cennetteki ebedi saâdettir.
- İkinci paragrafta, kalbin inkişaf yolu şöyle dikkate sunuluyor: Kalb kulluk toprağı altına
ihlasla girecek, yâni kulluk görevlerini Rabbinin rızasını gözeterek yerine getirecek, İslâmın
emirlerini tutacaktır ki intibaha gelsin, açılsın, büyüsün.
Ubûdiyet kulluk demektir. İnsan, sonsuz olan aczini, fakrını ve kusurunu ne kadar çok idrak
ederse ondaki kulluk şuuru da o nispette inkişaf eder. Aksi halde gafleti artar, gurur ve kibri
gelişir.
Aczinin, fakrının, kusurunun şuurunda olmaya ubûdiyet, bunun gereğini yapmaya da ibâdet
deniyor. Ubûdiyet devamlıdır, ibâdet ise süreli. İnsan daima kuldur, ama daima ibâdet etmez.
Meselâ, ikindi namazını kılan bir kişinin akşam namazının vakti girinceye kadar ibâdet
mükellefiyeti yoktur. Ama ubûdiyeti devam etmektedir. Harama bakamaz, yalan söyleyemez,
gıybet edemez, insanları aldatamaz, kul hakkını çiğneyemez. ...
İnsan, bütün bu ubûdiyet görevlerini ihlas ile yâni, sadece Allah rızası için yerine getirdiğinde
kalb çekirdeği inkişaf eder.
Böylece intibaha gelen bir kalb, “insanın cismanî âlemine ruh olur.” Yâni, nasıl bedendeki
organlar ruhun emriyle hareket ediyorlarsa, böyle bir kulun cismanî âlemi de o nurlanmış kalb
ile canlanır, hayatlanır. Bütün organları hayırlı işlerde kullanılmakla manen hayatlanırlar,
“cennete layık bir kıymet” alırlar.
Böyle bir kalbin sahibi bedenini rıza dairesinde kullandığı gibi, o bedene hizmet eden bütün bir
kâinatı da hayırlı işlerine ortak etmiş olur. Artık kâinat onun ikinci ve daha büyük bir bedeni
gibi olur.
Kalb çekirdeği günahlarla, isyanlarla kararır. Eğer insan samimi bir tövbe ile bu yanlış ve
karanlık yoldan dönerse ve salih amellerini artırmaya devam ederse kalbi yeniden nurlanır.
Aksi halde bu nurlanma işi ahirete kalır. Cehennem azabını tattıkça isyan lekeleri ve zulmetleri
ortadan kalkar ve sonunda nura inkılap etmekle cennete girmeye liyakat kazanmış olur.
Bu ise, ancak imanla göçen, fakat mîzanda günahları sevaplarından ağır gelen bir mümin için
söz konusudur. İşlediği günahlar onun iman nurunu söndürmediği ve kabre imanlı göçtüğü için
sonunda yine cennete varır.
Ancak, bozulmuş çekirdek gibi asliyetini kaybeden ve kabre imansız göçen kalbler için böyle
bir akıbet söz konusu değildir.
5
Amcam emekli ve hiç kızı yok. Beni evlatlık almak ve öldüğünde emekli maaşını bana bırakmak istiyor. Bu maaşı almam caiz olur mu? Devlet bu maaşı amcanıza ve mirasçılarına veriyor. Evlatlık şer'an mirasçı değildir, bu sebeple
o maaş sana helal olmaz.
Kendime ait olan, resmiyette ise abimin üzerine olan evi katılım bankasından kredi çekerek almam caiz olur mu? Bu ev zaten size ait; bunu ağabeyinden gerçek manada satın alman mümkün ve sahih değil.
Tapudan kendi üzerine geçirmen gerekir, bu sebeple fiktif bir alım-satım yaparak sıcak para
elde etmek caiz olmaz.
Phenoxyethanol haram midir?
İçerisinde alkol bulunan kremler haram değildir. Alkol bulunan kremleri kullanabilirsiniz.
Başka haram bir madde varsa o zaman kullanmak caiz olmaz.
Petrol, altın, demir, çimento gibi malların parası, alındığı zamana göre mi, ödendiği zamana göre mi ödenmelidir? Mal satın alınırsa bedelinin ve ödeme vadesinin belli olması gerekir. Mal ödünç verilirse, iade
edileceği zamanın fiyatı ne ise ona göre borçluya satılabilir, bu takdirde borçlu malı değil de,
malı satın aldığı günün fiyatından bedelini öder.
Lohusalıktan sonra adetin başlamasına kadar on beş gün temizlik süresi gerekli midir?
- Bir kadın doğumdan sonra 35 gün lohusa olsa sonra 10 gün kan görmese sonra 7 gün daha
kan görse bunların hangisi lohusa, hangisi istihaze veya hangisi adet kanı sayılır?
- Temizlik süresinin en az 15 gün olması zorunluluğu iki adet hali arasındadır. Bu sebeple
bahsedilen 10 gün temizlik süresidir. Sonraki yedi günlük kan görme ise üç günden fazla
olduğu için adet hali olarak kabul edilir.
İlave bilgi için tıklayınız:
LOHUSALIK (NİFAS)
6
"İnsanlar mescitler hususunda övünmedikçe kıyamet kopmaz." Hadisini açıklar mısınız?
Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Mescidler hakkında övünme olmadan kıyamet kopmaz." [Ebu Davud, Salat 12, (449);
Nesai, Mesacid 2, (2, 32).]
Resulullah, kıyamete doğru insanların İlahî ölçülerden uzaklaşarak mescidlerle de övünmeye
başlayacaklarını belirtiyor. Mescidin boyu, genişliği, inşaatta kullanılan malzemenin çeşidi,
süsleme ve tezyini, sergisi ayrı ayrı övünme, gösteriş vesilesi kılınabilir. Halbuki dinî
hizmetlere kıymet kazandıran şey kemiyet değil, keyfiyettir, ihlastır, sırf Allah rızası için
yapılmış olmasıdır. İhlasta övünmenin yeri yoktur. Bu çeşit tefahur bir bakıma muhtevaya
gösterilmesi gereken alâkayı kıracağı için zemmedilmiştir. Kişi madde ile övünerek tatmin
bulur ve mana, muhteva eksikliğini görme veya araştırma tasasına düşmez.
İbnu Raslan der ki: "Bu hadiste, Aleyhissalâtu vesselâm'ın açık bir mucizesi var. Çünkü,
kendinden sonra vukua gelen şeyleri aynıyla haber vermiş olmaktadır. Zira bu zamanda
melikler ve emirler, Kahire'de, Şam'da, Kudüs'te mescidleri tezyine yöneldiler ve onların
süsüyle çokça övünmeye başladılar. Üstelik, halktan zulüm yoluyla mallarını alıp, onu
estetik yönüyle üstün medreseler inşa etmede harcıyorlar."
(Bk. Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-ü Sitte Tercüme ve Şerhi)
İlave bilgi için tıklayınız:
MESCİDLERİ, CAMİLERİ SÜSLEME
7
Kocası izin vermediği için babasını ziyaret etmeyen kadınla ilgili hadis sahih midir?
Bu hadisi Taberani el-Evsat’ında (7/302) -Hz. Enes’ten zayıf bir senetle- rivayet etmiştir.
Sonra İmam Gazali de buna ihya’da(2/57) yer vermiştir.
Zeynu’l-Iraki bu hadisin zayıf olduğunu belirtmiştir. (bk. Irakî, tahricu ahadis’l-
İhya/birliktedir, 2/57).
Hafız heysemi de bu hadisin senedinde zayıf bir ravinin olduğunu söyleyerek rivayetin zayıf
olduğuna işaret etmiştir. (bk. Mecmau’z-Zevaid, 4/313)
Kur'ân, anne-babaya itaati Allah'a kulluktan sonra sayar. Peygamberimiz de hadislerinde
Allah'ın rızasının anne-babasının rızasına bağlı olduğunu bildirerek onların haklarına riayet
etmeyi tavsiye eder.
Anne-baba hakları, kişiler bekârken devam ettiği gibi, erkek veya kız evlendikten sonra da
kopmadan sürüp gider.
Erkek, ev bark sahibi olduğu için anne-babasını ihmal edemediği gibi, kadın da kocasının izin
vermediğini ileri sürerek anne-babasını ziyaretten uzak kalamaz.
"Sılâ-i rahim" adı verilen akraba hakları farz bir ibadettir. Yani namaz kılmak, oruç tutmak,
haram işlememek nasıl farzsa, akraba haklarını gözetmek de öyle bir farzdır.
Erkek olsun, kadın olsun, bu farzı ihmal ettikleri zaman önemli bir hukuku çiğnemiş, kulluk
vazifesini hakkıyla yapmamış olur.
Böyle bir konuda erkek hanımının engellemelerine sığınamayacağı gibi, kadın da beyinin izin
vermemesini bahane olarak gösteremez.
Fıkıh kitaplarında kocanın, hanımının anne-baba ve akrabalarını ziyaretini yasaklayamayacağı
kaydedilir. Çünkü sıla-i rahim farz olduğundan, erkek, hanımının bu farzı işlemesine engel
olamaz.
Bu nedenle İslamın genel hükmüne göre, kadının anne babasını hastalığında ve özellikle ölüm
hastalığında, kocası izin vermese bile, evinden ayrılabilir ve onları ziyaret edip bakımlarını
yapabilir. Hatta anne babası gayri müslim de olsa, böyle bir durumda ziyaret edebilir. (bk.
Ömer Nasuhi, Hukuk-u İslamiye, 2/174)
Anne babası bakıma muhtaç olan bir kadının, eşinin rızasını alarak bu hizmeti yapması en
güzelidir. Anne babası hasta olup, bakacak kimse bulunamazsa, kocası izin vermese de gidip
hizmetleri yapar. (Bezzâziyye; Feteva-ı Hindiyye-Beyrut: 1400 1/341)
Ayrıca bir erkek, eşinin anne-babasını haftadan haftaya gelmelerine ve gelemedikleri taktirde
eşini her hafta anne-babasını veya varsa eğer önceki kocasından olan çocuklarını gidip ziyaret
etmeye engel olamaz. Çünkü ziyaret etmemek, akrabalık bağlarının kopmasına neden
olacağından caiz değildir. (bk. Ömer Nasuhi, Hukuk-u İslamiye, 2/165)
Bu haftalık ziyaret, anne-babanın oturdukları yerin yakın bir mesafede olduğu sürecedir. Aynı
köy, kasaba ve şehir gibi...
8
Böyle bir ziyaret anne-babanın bakıma muhtaç olmayacak bir durumda olmaları halindedir.
Anne-baba bakıma muhtaçsalar, hasta veya düşkün bir durumda iseler, bakacak başka birisi de
yoksa, kadın, kocası izin versin vermesin gidebilir. Ve ihtiyaç olduğu kadar kalabilir.
Bu durumda zor kullanarak engel olan erkek büyük bir günah işlemiş olacağından ağır bir
sorumluluk altına girmiş olur.
Kocası izin vermese de bir kadın, kardeşi, amcası, teyzesi, halası gibi yakın akrabalarını yılda
bir, başka bir görüşe göre ayda bir gidip ziyaret edebilir.
Çünkü âyetlerde haklarını gözetme sırası, anne-babadan sonra yakın akrabaya gelir. Onlara
gidip gelmek, bağları devam ettirmek farz bir ibadettir. İhmal edildiği takdirde büyük bir vebal
altına girilmiş olur.
Eğer soruda geçen hadisin sahih bir yönü varsa, bu durum Peygamber Efendimizin o kadına
özel bir emri şeklinde anlaşılabilir.
9
Vefat eden kimseler, kabir aleminde karşılanır mı?
Evet, ölüm ile bedenlerinden çıkıp berzah alemine giden ruhlar; melekler ve daha önce oraya
giden kabir ehli tarafından karşılanırlar.
Nitekim vefatından sonra göklere yükseltilen mümin ruhunun rahmet ehli tarafından karşılanıp,
dünyadan ve dünyadakilerden haber soracaklarını bildiren hadisler vardır:
“Müminin ölüm anı geldiğinde, rahmet melekleri beyaz ipek elbiselerle gelirler ve Müminin
ruhuna hitaben: “Sen Rabbinden razı, O da senden razı olarak, sana karşı gazaplı olmayan
Rabbinin rahmetine ve katına çık” derler. Ve o Müminin ruhu en güzel misk kokusu gibi
vücudundan çıkar.
Sonra melekler bu ruhu elden ele aktararak semanın kapısına kadar getirirler ve Müminlerin
ruhlarının yanına getirirler. Müminlerin ruhları, gelen müminin ruhuna birinizin
uzaktaki sevdiği birine kavuşmasından daha çok sevinirler ve o şekilde karşılarlar ve
falan filan nasıldır?” diye sorarlar. Bir kısmı da: “Bırakın onu, dünya zevkine dalmıştı o
derler. O yeni gelen ruh: “O kimse ölüp size kavuşmadı mı?” der. Onlar da anası (sığınağı) olan
Cehenneme götürülmüştür, derler.
Kafir kimse de ölüm anı yaklaştığında ise azâb melekleri ona gelir ve kıldan yapılmış kalın bir
elbise getirirler ve şöyle derler: “Haydi sen Rabbinin azabına, O sana gazaplanmış olduğu halde
çık.” Kafirin ruhu da en kötü pislik kokusu gibi çıkar. Melekler onu gideceği yerin kapısına
getirirler ve: “Bu ne kötü kokudur diyerek kafirlerin ruhlarının yanına götürürler.” (Nesai,
Cenaiz, 9)
"Müminin ruhu çıktığı zaman, onu İki melek karşılayıp alırlar ve yükseklere götürürler. Ve
sema halkı: Yeryüzü tarafından hoş ve güzel bir ruh geldi. Allah sana ve dünyadayken
imar ettiğin cesedine rahmet eylesin, derler. Arkasından Aziz ve Celil olan Rabbine
götürülür. Sonra, bunu ecelin sonuna (yani Sidretü'l-Münteha'ya) götürün, buyurulur.
Kafire gelince, onun ruhu çıktığı za¬man sema ehli, yeryüzü tarafından pis kokulu habise bir
ruh geldi, derler. Onu ecelin sonuna (yani Siccîn'e götürün, denilir.” Rasûlullah Efendimiz bu
açıklamasından sonra, hemen üzerinde bulunan ince örtüyü burnuna götürdü ve kapattı.
(Müslim, Cennet, 75)
Tabiinden Sa'id b. el-Müseyyeb, "Bir adam öldüğü zaman (daha önce ölmüş olan) çocuğu
onu, yolculuktan dönen kimsenin karşılandığı gibi karşılar" demiştir. (Îbnu'l-Kayyim el-
Cevziyye, er-Rûh, Beyrut, 1975, s. 19)
Konuyla ilgili başka hadisler ve açıklamalar da vardır. (bk. Suyûtî, Kabir Alemi, Kahraman
Yayınları, 165-170)
Diğer taraftan, “Onların üzerine sema ve arz ağlamadı." (Duhan, 44/29) mealindeki ayete
göre, insan ile alâkadar olan gökler ve yeryüzü, ehli dalâletin ölmesiyle onlar üzerine
ağlamıyorlar, yani onların ölmeleriyle memnun oluyorlar.
Ayetin işarî manasına göre ise, hidâyet ehlinin ölmesiyle gökler ve yeryüzü, onların
cenazeleri üzerine ağlıyorlar, ayrılıklarını istemiyorlar.
Buna göre, insan Kur'an'a ve Allah’ın Sevgilisi Hz. Muhammed Mustafa'ya uyarsa, vefat ettiği
zaman gökler, yeryüzü ve bütün varlıklar -herkesin derecesine göre- onun ayrılığından üzüntü
duyup manen ağlarlar.
10
Madem ki, ölüm ile dünyadan ayrılanlara, bu alemden bir uğurlama söz konusudur.
Öyleyse, bu ayet, ulvî bir matem ile ve haşmetli bir teşyi ile kabir kapısıyla girdiği ebediyet
alemlerinde her müminin derecesine göre güzel bir karşılama olacağına işaret
etmektedir. (bk. Nursi, 13. Lem’a, 12. İşaret)
Ölüm yokluk değildir. Daha güzel bir alemin kapısıdır. Nasıl ki, toprak altına giren bir
çekirdek, görünüşte ölüyor, çürüyor ve yok oluyor. Fakat gerçekte daha güzel bir hayata geçiş
yapıyor. Çekirdek hayatından ağaçlık hayatına geçiyor.
Aynen bunun gibi, ölen bir insan da görünüşte toprağa giriyor, çürüyor ama geçekte berzah ve
kabir aleminde daha mükemmel bir hayata kavuşuyor.
Ruhlar aleminden anne karnına gelen insanlar, oradan dünyaya doğarlar. Burada buluşup
görüşürler. Aynen bunun gibi bu dünyadaki insanlar da, ölüm ile öbür tarafa doğarlar ve
orada dolaşırlar. Nasıl ki buradan öbür tarafa gideni uğurluyoruz. Kabir tarafında da buradan
gidenleri karşılayanlar var.
İnşallah bizleri de başta Peygamberimiz olmak üzere, bütün sevdiklerimiz orada karşılarlar.
Bunun şartı Allah’a iman, O’na ve Peygamberine uymak ve iman ile ölmektir.
11
Günahkarların camilerde seslerini yükseltmeleri, kıyamet alameti midir?
Sorudaki şekliyle, yani: “Günahkarların dinin emrettiklerini yerine getiren samimi
müminler üzerine galip gelip onlara tahakküm etmeleridir” ifadesinin yer aldığı bir bilgiye
rastlayamadık.
Bu konuda Tirmizi’nin yaptığı iki rivayet söz konusudur:
Hz. Ali’den gelen rivâyete göre, Rasûlullah (asm) şöyle buyurdu: “Ümmetim on beş
hasleti/kötülüğü işlediği zaman başlarına belalar iner.” “Ey Allah’ın Rasûlü onlar
nelerdir?” diye sorulması üzerine, buyurdular ki:
1- Ganimet, (mal, kredi, sermaye) belli kişiler arasında dönüp dolaştığı zaman,
2- Emanet, ganimet sayıldığı (emanete riayet kalmadığı) zaman,
3- Zekat angarya ve cereme sayıldığı zaman,
4- Erkekler hanımlarına itaat edip,
5- Annelerine saygısız davrandığı zaman,
6- Kişi arkadaşına karşı iyi olup,
7- Babasına sıkıntı çektirdiği zaman,
8- Mescidlerde (Allah ve Rasûlünün istemediği) sesler yükseldiği zaman,
9- Aşağılık kimseler topluma reis olduğu zaman,
10- Bir kimseye şerrinden korkulduğu için ikram edildiği zaman,
11- Her türlü içkiler bol bol tüketildiği zaman,
12- İpekli elbiseler giyildiği zaman,
13- Şarkı söyleyen sanatçıların çoğalıp her iş için çağrıldıkları zaman,
14- Her türlü çalgı aletleri kullanıldığı zaman,
15- Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri önceki atalarını lanetlediği zaman.. İşte o zaman
(insanlar) bir kızıl rüzgar veya topluca yere batmak, veya şekil ve kılık değişmesi gibi
belaları beklesinler.” (Tirmizî, fiten, 38)
Tirmizi bu hadisin garip olduğunu söyleyerek zayıf olduğuna işaret etmiştir.
Tirmizi benzer bir rivayeti de Hz. Ebu Hureyre’den aktarmış ve onu da “garip/zayıf” olarak
nitelemiştir. (bk. a.g.y)
Öyle görünüyor ki, sorudaki rivayet şekli, bu rivayette yer alan 8. ve 9. maddelerin bir arada
yapılmış bir nevi yorumu gibidir.
Aliyyu’l-Kari’ye göre, “Camilerde seslerin yükselmesinden maksat, tartışmalar, alış-verişler,
oyun-eğlenceler gibi bidatlardır ve bunların zamanımızda çok örnekleri vardır. Bu sebeple
Hanefi alimlerine göre camilerde zikir de olsa yüksek sesle bağırıp çağırmak uygun
görülmemiştir.” (bk. Tufetu’l-ahvezi, ilgili hadisin şerhi).
Öyle zannediyoruz ki, camilerde özellikle bundan 60-70 yıl önce bu tür gayr-ı meşru eylemler
memleketimizde de gerçekleştirilmiş, hatta askeri katırların cirit attığı ahırlar haline
getirilmiştir.
12
Ruhlar için akrabalık var mıdır?
- Ruhlar arasında -İslam hukuku açısından- bir akrabalığın olduğunu söylemek mümkün
değildir. Nesilden nesile geçen kişilik özelliklerinin genetik yoluyla tevarüs ettiği bilimsel
olarak kanıtlanmıştır. Genetik kodlar ise ruhani değil, cismanidir, bir anlamda biyolojiktir.
Bununla beraber, insan denilen varlık, sadece ne ruhtur, ne de bedendir. Bilakis, beden ile
ruhun birleştiği bir ortak bünyenin ürünüdür. Bir madenin unsurlarını orya çıkarıp analiz etmek
için ateş baskısı altına girmesi gerektiği gibi, cismaniyeti temsil eden bedenin içindeki değişik
duyguların, latifelerin, hislerin ve diğer özelliklerin ortaya çıkması için de cismani bünyenin,
ruhanî mekanizmanın baskısı altına girmesi gerekir.
Bu açıdan bakıldığında, genetik kodlar cismani; biyolojik, biyogenetik olmakla beraber,
şifrelerinin ortaya çıkması, bir vizyon ortaya koymaları, bir misyon üstlenmeleri ve
özelliklerinin şekillenmesi için ruh unsurunun varlığına da ihtiyaç vardır.
Buna göre, genetik kodları, beden ve ruh unsurunun bir bileşkesi olarak değerlendirmek
mümkündür.
- Buhari ve Müslim’in aktardığına göre Peygamberimiz şöyle buyurdu:
“Ruhlar, sınıf sınıf farklı gruplardan oluşan bir topluluktur. Onlardan birbirleriyle
tanışanlar kaynaşmışlardır. Onlardan tanışıp kaynaşmayanlar ise ihtilafa
düşmüşlerdir.” (bk. Buhari, Enbiya,3; Müslim, Bir, 159-160)
Bu hadis değişik şekilde yorumlanmıştır. En önemli iki yorum şöyledir:
a. Ruhlar aynı türden yaratıklar olmalarına rağmen, bunların değişik kabiliyetleri,
temayülleri sebebiyle farklılık arz ederler. Bu sebepledir ki, iyi kimseler iyilerle, kötü kimseler
de kötülerle arkadaş olur. (bk. İbn Hacer, Fethu’l-Bari, ilgili hadisin şerhi)
b. Ruhlar, yaratılışları itibariyle sınıf sınıf farklı gruplardan oluşan bir topluluktur. Onlardan
ruhlar aleminde birbirleriyle tanışıp kaynaşanlar, dünyaya geldikten sonra da o yakınlıklarını,
kaynaşmalarını devam ettirirler. Onlardan ruhlar aleminde tanışıp kaynaşmayanlar/birbirinden
hoşlanmayanlar ise dünyaya geldikten sonra da bu hoşnutsuzlukları devam eder.
Bu hadisin ışığında denilebilir ki, sağlam bir baba-evlat ilişkisine sahip olanların ruhları ta
ruhlar aleminden beri birbiriyle kaynaşmış, yakın bağlar kurmuştur. Ancak şu da bir gerçektir
ki, bazılarının hayatı, baba-evlat ilişkisinden fersah fersah uzak bir çizgide devam eder..
İlave bilgi için tıklayınız:
Ruh nedir, ruhun mahiyeti anlaşılabilir mi?
13
“Senin doğru söylediğine inanan bir adama yalan söylemen, en büyük hainliktir” anlamında bir hadis var mı?
Hadisin tercümesi şöyle de olabilir:
“Senin doğru söylediğine inanan bir (adama değil) kardeşine yalan söylemen, en büyük
hainliktir.”
Bu hadisi Ahmed b. Hanbel(Müsned, 4/183); Ebu Davud(Edeb,71); Taberani (el-Kebir, 7/71);
Beyhaki(Şuabu’l-İman,6/460); Ebu Naym, (el-Hilye,6/99); İbn Adi, (el-Kâmil 1/501), rivayet
etmiştir.
Ancak hadisin senedinde bir ravi tedlis ile meşhur, bir ravi de zayıf olarak bilinmektedir. Bu
sebeple hadis genel olarak zayıf kabul edilmiştir. (bk. Avn u’l-Mabud,13/213; Macmau’z-
Zevaid, 8/98)
Bununla beraber, el-Münavi gibi bazı alimlere göre, Ebu Davud’un bu hadisi zikretmesi, onun
yanında senedinin hasen/kabul edilebilir olduğunu göstermektedir. (bk. Avnu’l-Mabud, a.g.y)
Hadisin manasıyla ilgili şunları söyleyebiliriz:
Yalan her zaman herkese karşı kötü bir şeydir. Ancak bu hadis rivayetinde şu noktalara dikkat
çekilmiştir:
a. Karşıdaki insan kâfir de olsa yalan söylemek günahtır ve kötüdür. Ancak o kişi senin mümin
kardeşin ise, ona karşı yalan söylemek daha büyük günahtır ve daha çok kötüdür.
b. Bu mümin kardeşin, senin bir mümin olarak yalan söyleyeceğine ihtimal vermiyorsa, ona
karşı yalan söylemek bundan çok daha çirkindir.
c. İman kavram olarak emniyeti, güvenirliği temin eden bir unsurdur. Bu sebeple, imanlı
olduğunu söyleyen bir kimsenin karşısındaki mümin bir kimseye yalan söylemesi, her şeyden
önce iman kavramının temin ettiği emniyet ortamını bozduğundan çok daha çirkin bir hainlik
şeklini alır.
d. Bediüzzaman hazretlerinin ifade ettiği gibi, yalan bir küfür sıfatıdır. Çünkü küfür yalan
üzerine kurulmuştur. Çünkü küfrün her şeyi yalandır. İman ise, tamamen doğruluğun özüdür.
Bu açıdan bakıldığı zaman, bir müminin herkese ama özellikle bir mümin kardeşine karşı yalan
söyleyip onu aldatması, Müslümanların fert ve toplum hayatında var olan güven ortamını
zedeler. Bu takdirde imanın bir meziyet olarak görülmemeye başlar. Bu ise, hem müminlere
hem iman hakikatine karşı en büyük hıyanettir. Kaldı ki, yalan Allah’ın ilim ve kudretine de
bir bühtandır, bir iftiradır.
14
"Sığırların dilleriyle yalayarak yediği gibi, dilleriyle geçimlerini temin edenler çıkmadıkça kıyamet kopmaz" hadisi kimler içindir?
Konuyla ilgili hadis şöyledir:
“Sığırların dilleriyle yalayarak yediği gibi, dilleriyle geçimlerini temin eden birtakım
insanlar ortaya çıkmadıkça kıyamet kopmaz.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/153)
Diğer bir rivayette yer alan bazı detaylar, bu hadislerin manasının anlaşılmasına katkı sağlar.
İlgili rivayet e göre, Sad b. Ebi Vakkas’ın oğlu Ömer şöyle demiştir:
“Benim babama bir konuda ihtiyacım olmuştu. Yanına varıp, ihtiyacımı söylemeden önce bir
giriş yaparak-insanların belli arzularına kavuşmak için yaptıkları konuşmalar türünden- bazı
sözler söyledim. Sözlerimi bitirdiğimde babam: “Evladım! Sözlerini bitirdim mi?” diye sordu.
Ben de “evet” dedim. Bunun üzerine: “Sen şu anda (ulaşmak istediğin) ihtiyacından en çok
uzaklaşmış bulunuyorsun. Ben de -bu sözlerini dinledikten sonra-senin bu ihtiyacını giderme
konusunda en fazla isteksiz olduğum bir konumda bulunuyorum” dedi ve ekledi: (çünkü). Ben
resulullah’tan şunu dinledim: “İleride sığırların dilleriyle yalayarak yediği gibi, dilleriyle
geçimlerini temin eden bir birtakım insanlar ortaya çıkacaktır.” (bk. Müsned, 3/103)
Bu açıklamalı hadis rivayetinden anlaşıldığı üzere, “sığırların dilleriyle yalayarak yediği
gibi, dilleriyle geçimlerini temin ermek”den maksat, bazı özel veya tüzel kişilerden bir şeyler
koparmak, makam-mevki, para gibi maddi-manevi bir takım arzularına kavuşmak için,
muhataplarına karşı, dalkavukluk etmek, yağcılık yapmak, methiyeler dizmek, veya kendi
ihtiyacının boyutunu aşırı bir şeklide tasvir etmek gibi bir konuşmayla isteklerine kavuşmayı
hedeflemektir. Yani bir sığır yiyecek ihtiyacını gidermek için dilini -sağa-sola-öne-yayarak,
dışarıya salarak meradan ot alıp yediği gibi, bu tür insanlar da gözlerini kestirdikleri kadar,
güçleri yettiği nispette, her türlü sözleri söyleyerek muhatabının sağından-solundan, önünden-
arkasından sokulurlar. Yani bir kuruş için bin derecelik onurlarını ayaklar altına alırlar.
Bu açıdan hadiste kötülenen durum, güzel ve etkili konuşmanın şu veya bu tarzda insanları
aldatma vasıtası yapılmasıdır. Siyasî, iktisadî, ideolojik, askerî her çeşit propaganda, belagata
dayanır ve bunlar maalesef aldatma ve istismar konusu olabilmektedir. Peygamberimiz, buna
dikkat çekmekte ve belagatını kullanarak insanları aldatanları bir benzetme ile kötülemektedir.
Soruda yer alan hususlar hadiste kastedilmemiştir. Çünkü helal dairede çalışmak, fiil ile olduğu
gibi, konuşma ile de olabilir. Önemli olan yalan, aldatma, hile gibi İslamın yasakladığı şeylerin
olup olmadığıdır.. Karar da buna göre verilecektir..