İçindekiler - feyyazdepo.feyyaz.org/mailguruplarideposu/mail/pdf/haftalik...4 celcelutiye...
TRANSCRIPT
2
İçindekiler
Hayırhahlık ne demektir? Nasıl kazanılır? ................................................................................. 3
Celcelutiye duasının manevi hayatımıza katkısı için ne yapmalıyız?......................................... 4
Gıyaben, aracı ile boşamanın (talak) geçerli oluşunun delili nedir? ......................................... 5
Amirlerimiz, müdürlerimiz caiz olmayan, kamu hakkı olan bir işi bize yaptırırlarsa ne
yapmamız gerekir? ....................................................................................................................... 5
Gayri müslim bir ülkede vergi kaçırmak caiz olur mu? ............................................................. 5
Hurufu mukatta/kesik harflerle nasıl dua edilir? ....................................................................... 6
Kıyâmet günü, insanlar arasında hükmedilecek ilk şey kandır, hadisini açıklar mısınız? ....... 7
İmam Ebu Yusuf’un “kabak sevmem” diyen birinin idamına fetva vermiş midir? ................ 12
Hz. Havva Hz. Âdem’in kaburgasından yaratıldıysa, sudan nasıl yaratılmış olunur? Diğer
canlılardaki dişilerde erkeklerin kaburgasından mı meydana geldi? ...................................... 13
“Allah’ın ilk yarattığı şey benim nurumdur.” rivayeti sahih midir? ....................................... 14
3
Hayırhahlık ne demektir? Nasıl kazanılır?
- “Hayırhah” kelimesi, farsça olup, “hayır isteyen, iyilik isteyen, hayırsever” manasına
gelir. Terim olarak da, “başkası için iyilik isteyen” kimse anlamına gelir.
Kelimenin bu anlamına bakıldığı zaman, “hayırhah” olmak, İslam’ın çok değer verdiği bir
haslet olduğu kendiliğinden anlaşılır.
- Bildiğimiz kadarıyla, İslam tarihinde “hayırhah” adıyla anılan resmi bir müessese yoktur.
Çünkü, bu iş zaten müslümanların her zaman yerine getirmeleri gereken imanî-İslamî bir
görevdir. Bu konuda bazı ayet ve hadisleri takdim etmekte fayda vardır:
“Allah yoluna çağıran, makbul ve güzel işler işleyen ve ‘Ben Müslümanlardanım’ diyen
kimseden daha güzel söz söyleyen kim olabilir? İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen
kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. Bir de bakarsın ki seninle kendisi arasında
düşmanlık olan kişi candan, sıcak bir dost oluvermiş! Ama kötülüğe karşı iyilik hasleti,
ancak sabredenlerin kârıdır, faziletten yana nasibi bol olanların kârıdır.” (Fussilet, 41/33-
35)
“Müminin mümine karşı durumu, birbirine destek çıkan, birbirine yardım edip kuvvet
veren bir binanın taşları gibidir.” (Buhari, Mezalim, 5)
Hz. Enes anlatıyor: Ressulullah(asm) şöyle buyurdu: “Birinize küsmeyin, birbirinize haset
etmeyin, birbirinize sırt dönmeyin, Allah’ın kardeş kulları olun. Ve bir müslümanın
kardeşine üç geceden fazla küs durması caiz değildir.” (Buhari, Edeb,62)
Bu konuda Bediüzzaman da şöyle der: “Evet mü'min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat
fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır. Onun için nass-ı
hadîs ile "Üç günden fazla mü'min mü'mine küsüp kat'-ı mükâleme
etmeyecek/konuşmamazlık yapmayacaktır." (Nursi, Mektubat, s. 263 )
Hz. Enes anlatıyor: Resulullah(s.a.m) şöyle buyurdu: “Sizden biriniz kendisi için istediğini
kardeşi için de istemedikçe -gerçekte tam olarak- iman etmiş olamaz.” (Buhari,İman,7;
Müslim, İman, 71,72)
Son olarak İmam Şafi’nin dostluğa verdiği ehemmiyeti anlattığı bir şiirinin tercümesini
yaklaşık bir manayla verelim:
“Dostum hastalandı da onu sormaya gittim
Ona olan sevgimden ben de hasta oluverdim.
Sonra ben hastalandım dostum beni sormaya geldi
Yüzüne baktım iyileşiverdim”
4
Celcelutiye duasının manevi hayatımıza katkısı için ne yapmalıyız?
- Bizim görebildiğimiz kadarıyla, Seyr-u sülukta istikameti muhafaza etmek ve yanlışa
girmemek için CELCELUTİYE’de herhangi özel bir kayıt yoktur. Bu kasidenin bazı
özellikleri, belli VEFKler şeklinde yazılarak istifade edileceğine dair bazı notlar vardır. Ancak
bunların vefk-muska halinde yazılması ön görülmektedir. Gazali’nin şerhinde daha çok bu
noktalar vardır.
İbn Arabî’nin şerhinde ise, değişik beyitlerin bazı hususiyetlerine işaret edilmiştir. (bk.
Gümüşhanevi, Mecmuatu’l-Ahzab/Şazeli cildi, şerhlerden biri.508’den; diğeri 527’den başlar)
- Ara-sıra bazı matbu Cevşenlerde yer alan Celecelutiyeyi tamamen okumakta fayda vardır.
- Bize göre, insi ve cinni şeytanların şerrinden kurtulmak için okunması gereken dua
SEKİNE’dir. 19 ayetten meydana gelen bu dua bir yerde 19 defa okunur. Bediüzzaman
hazretleri bu maksatla bu duayı hep okumuştur.
Zaten Celcelutiye’nin nazara verdiği önemli bir ders, İsma-i Azam ihtiva eden bu SEKİNE’dir.
Nitekim, Bediüzzamana hazretleri, Hz. Ali Celcelutiye’de “Feya hâmile’l-ismi’l-lezi celle
kadruhu/ Tevekka bihi küllü’l-umuri tesellemet”(Ey İsm-i Azamı taşıyan/onu her zaman
okuyan zat! Onunla kendini korumaya al, her işin selamette olur) beytiyle bu asrın
fitnesinden korumak için sürekli bu SEKİNE’yi okuyan kendisine hitap ettiğini belirtmiştir.
Bu sebeple, bize göre en güzel bir ders günde 19 defa bu duayı okumaktır.
İlave bilgi için tıklayınız:
Celcelutiye duasının aslını ve ...
Sekine Duası hakkında bilgi verir misiniz; 19 (on dokuz) defa ...
5
Gıyaben, aracı ile boşamanın (talak) geçerli oluşunun delili nedir?
oşama, erkeğin boşama için konulmuş olan sarih veya kinai sözlerden birini kullanarak evliliği
sona erdirmesidir. Boşamanın geçerli olması için karı-kocanın aynı mekanda bulunması (meclis
birliği) şart değildir. Erkeğin eşini gıyaben boşaması da mümkündür.
Nitekim Rasulüllah (s.a.s.), hanımını gıyaben boşayan bir kişinin boşamasını geçerli kabul
etmiştir (Müslim, Talak, 36; Ebu Davud, Talak, 39).
Buna göre; koca eşine kendisini gıyabında boşadığını bildirirse veya güvenilir bir kişi kadına,
kocasının gıyaben kendisini boşadığını haber verirse boşama gerçekleşmiş olur (İbn Nüceym,
el-Bahrü’r-Raik, IV, 62).
Amirlerimiz, müdürlerimiz caiz olmayan, kamu hakkı olan bir işi bize yaptırırlarsa ne yapmamız gerekir? Haksız, yolsuz, gayr-i meşru bir işi ve davranışı eliyle, diliyle, bunları yapamıyorsa kalben
buğzeder. Engellemeye çalışmak müminin vazifesidir. Bunlardan hangisine imkanın varsa onu
yaparsın. Gücün ve imkanın yetmiyorsa yapacağın bir şey yoktur.
Gayri müslim bir ülkede vergi kaçırmak caiz olur mu? Gayr-i müslimlerin ülkelerinde oturma hakkı alarak oturan müslümanlar oranın kanunlarına
itaat etmeye mecburdurlar; kanunların koyduğu vergileri de ödemek borçlarıdır.
6
Hurufu mukatta/kesik harflerle nasıl dua edilir?
- Hurf-u Mukattaanın manası açık olmadığı için değişik yorumlar yapılmıştır. Bazıları, bu
harfleri müteşabih saydığı için, ilmini Allah’a havale edip üzerinde yorum yapmamayı
tercih etmişlerdir.
- Genellikle, müfessirler bu konuda alimlerin değişik görüşlerini aktarmışlardır. Manaları açık
olmadığı için haklarında onlarca yorum yapılmıştır.
- Bunların hepsini aynı manada olmadığı kesindir. Bu sebeple, Hz. Ali’nin K-H-Y-Ayn-Sad
harfleriyle yaptığı dua diğerleri için de uygulanır anlamına gelmez.
- Sünni kaynaklarda Hz. Ali’nin bu duası -sorudaki sahabenin yalvarması şeklindeki hikâyeye
yer verilmeden- kısaca anlatılmıştır.
Bu konuda Elmalı Hamdi Yazır’ın şu ifadeleri, diğer tefsirlerdeki bilgilerin kısa bir özeti
gibidir:
“Hz. Ali'nin de "Ey kâf hâ yâ ayn sâd, beni bağışla" diye dua ettiği rivayet edilmiştir ki,
buna göre bu, Allah'ın bir ismidir. İbn Abbas'tan da her harfin, kebir, kerim gibi Allah'ın
isimlerinden birini gösteren bir işaret olduğuna dair bir kaç mânâ rivayet edilmiştir. Kısaca dil
bakımından sözlük anlamı itibariyle bir anlam çıkarmak mümkün değildir.
Fakat akıl yoluyla bu konuda sayısız ihtimaller düşünülebilir. Mesela bunlardan başka kâf,
Zekeriya'ya; ha, hanımına; ya, Yahya'ya; ayın İsa'ya; sad Mustafa'ya remz (bir işaret) olarak
sûrenin içeriğinin bir özeti olma ihtimali bulunduğu gibi; kâf, kelimelere; hâ lâhût'a; yâ, yakîne;
ayın ilme; sâd sıdka bir işaret olmak üzere, bir önceki sûrenin sonunun bir kısa özeti olmak gibi
ihtimaller de vardır. Ve dolayısıyla sayısız ihtimal yönleri içinde müteşabihtir.
Faydası ise kendi kendine bırakılacak olan aklın, ihtimaller içinde nasıl çırpındığını göstererek
yüce gayeleri idrak etmekte acizlik ve şaşkınlığının derecesini göstermektir ki, buna ibtila-i
râsihin (ilimde derinleşenlerin imtihanı) denir.” (Elmalı, İlgili ayetin tefsiri-ayrıca bk. Taberi,
Razî, Kurtubî, ilgili yer)
- Konuyla ilgili tefsirlerdeki bilgi şu merkezdedir:
“Hz. Ali, "Ey kâf hâ yâ ayn sâd”ın Allah’ın bir ismi olduğunu belirttiği ve "Ey kâf hâ yâ
ayn sâd, beni bağışla" diyerek dua ettiği rivayet edilmiştir. (bk. Taberi, Ebu’l-Ferec İbnu’l-
Cevzî/Zadu’l-Mesir, İbn Cüzay, Kurtubî, Alusi, ilgili ayetin tefsiri)
Taberi bu bilginin kaynağı olarak Hz. Fatıma’yı gösterir. (bk. Taberi, Alusi, ilgili yer)
İlave bilgi için tıklayınız:
Huruf-u mukattaa (elif-lam-mim...) hakkında açıklama yapar mısınız ...
7
Kıyâmet günü, insanlar arasında hükmedilecek ilk şey kandır, hadisini açıklar mısınız?
İnsan kâinatın özü ve mayasıdır. Varlık alanında görebildiğimiz her şey insan için yaratılmıştır.
Kâinat bütün sistem ve üniteleriyle insandan yana yönelmiştir. O bakımdan "İnsan" denilen
canlı varsa, kâinatın anlam ve hikmeti vardır. İnsanı çekip aldığımız takdirde varlık âlemi
anlamsız hikmetsiz kalır.
Bu nedenle, ruhlar aleminde insan ruhu kalmayınca dünya hayatı sona ermekte ve mevcut
sistemler yıkılıp alt-üst olmak suretiyle son bulmaktadır. Zira kurulu sistem insan hayatına
yönelik, onu devam ettirmeye ve onun ihtiyaçlarını karşılamayı hedef almış bulunuyor. İnsan
olmayınca sistem de anlamını yitiriyor. Sonuç olarak kıyamet kopuyor ve yine insandan yana
yepyeni bir sistem kuruluyor ve ölümsüzlük haşlıyor. Böylece yeni sistem de bir daha
bozulmamasıyla sonsuzluk hüviyetine bürünüyor.
İnsan bu kadar aziz ve kıymetli olunca, onun hayatı da o nisbette kıymetli ve azizdir. Bunun
içindir ki, “bir cana ve yeryüzünde bir fitne ve fesada yol açmaya karşılık olmaksızın bir
kişiyi öldürmek bütün insanları öldürmek” gibi sayılmıştır.
Nitekim bu konuda Cenâb-ı Hak hem Tevrat'ta, hem de Kur'an'da yer alan hüküm ve mesajını
şöyle açıklamaktadır:
"Kim bir kişiyi, bir kişi karşılığında veya yeryüzünde fesad (çıkarma suçundan dolayı)
olmaksızın öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir kişinin hayatını
kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış olur." (Mâide, 32)
Soruda geçen hadisle beraber konuyla ilgili rivayetlerden bazıları şöyledir:
"Kıyamet gününde insanlar arasında ilk hükmedilecek (hükme bağlanacak) şey (insan)
kanıdır." (Buhârî, Diyat 1, Rikak 48; Müslim, Kasâme 28/1678; Tirmizî, Diyât 8/1396; Nesâî,
Tahrim 23)
"Bir can zulmen öldürülmeye görsün mutlaka Adem'in ilk oğlu'nun üzerine o canın
kanından bir pay olur. Zira o ilk adam öldürme yolunu açan kimsedir," (Buharî, Cenaiz,
33; Müslim, Kasame, 27)
"Kim müminin öldürülmesinde yarım kelimeyle olsun (katile) yardım ederse, alnının
üzerine "Allah'ın rahmetinden ümitsiz" ibaresi yazılı olduğu halde Aziz ve Celîl olan
Allah'a kavuşur." (İbn Mâce, Diyat, 1)
"Her günahın Allah tarafından bağışlanması umulur; ancak kafir olarak ölen adamın ve
bir de kasden bilerek bir mümini öldüren kimsenin günahı affedilmez..." (Ebû Dâvud,
Fiten, 6; Nesâî, Tahrîm, 1)
Buna göre, kıyamet gününde ilk ele alınıp sonuca bağlanacak davalardan biri de haksız yere
adam öldürme davasıdır. Ancak bundan iki ayrı yorumla iki ayrı hüküm ortaya çıkmaktadır:
- Dünyada faili meçhul olan cinayetler kıyamet gününde ortaya çıkartılacak ve ilâhî adalet
yerini bulacak. Böylece katil hakettiği cezaya çarptırılacaktır.
- Yine dünyada adam öldürüp aftan ve çeşitli yollardan yararlanarak az bir ceza ile serbest
bırakılanlar ahiret gününde işledikleri bu büyük suçun cezasını ilk safhada görecek ve ilâhî
adalet gereği elim bir azaba tabi tutulacaktır.
8
Bunun gibi, dünyada kasden bilerek haksız yere adam öldürüp bulunduğu sistem ve rejim
gereği kısas uygulamasının dışında kalıp cezasını tutuklu olarak geçirenlere de suçlarının tam
karşılığı ceza görmedikleri için elim bir azaba uğratılacaklardır. Onları koruyup himaye edenler
de “ilâhî adaletten” nasiplerini alacaklardır.
Dünyada kasden adam öldürüp kısas edilerek öldürülen kimse âhiret gününde ayrı bir
azaba uğratılacak mıdır?
Konuyla ilgili ayet ve hadisleri değerlendiren İslam alimlerinin bu mesele hakkındaki görüş,
ictihad ve yorumları farklıdır:
Kimine göre tövbe ve istiğfarı fayda sağlar ve öylece âhiret azabından kurtulur.
Kimine göre ise tövbe ve istiğfarı birtakım fayda sağlasa bile onu âhiret azabından
kurtarmaya yetmez. Nitekim İbn Abbas ve Zeyd b. Sabit bu ikinci yorum ve görüşte olanların
başında yer almaktadırlar. Bunlar Nisa Suresindeki şu âyeti delil göstermektedirler: "Kim de bir
mümini kasden öldürürse, onun cezası, içinde devamlı kalacağı cehennemdir. Allah ona gazab
etmiş, onu lanetlemiştir ve ona büyük bir azâb hazırlamıştır." (Nisa, 93)
Böylece gerek İbn Abbas, gerekse Zeyd b. sabit (Allah ikisinden de razı olsun) yukarıdaki
mealini verdiğimiz ayetle istidlal ederek katilin hiçbir suretle âhiret azabından
kurtulamayacağını belirtmişlerdir. (Muhammed Abdülaziz, el Edebü'n-Nebevi, 195, 196, Mısır,
1385-1965)
Tövbe, pişmanlık ve istiğfarla katil affedilip cezadan kurtulur diyenler ise şu iki âyet ve bir
hadisle istidlâl etmişlerdir:
Ayetler:
"Onlar ki Allah'la beraber başka bir ilâha tapmazlar; haklı bir sebeb dışında Allah'ın
haram kıldığı canı öldürmezler; zina ötmezler... Kim bunları işlerse cezaya çarpılır.
Kıyamet günü azabı kat kat olur ve aşağılanmış azâb içinde devamlı kalır."
Ancak tövbe edenler, dosdoğru imân edip iyi-yararlı amelde bulunanlar müstesna. İşte
Allah bunların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet
edendir... Artık kim tövbe edip iyi-yararlı amelde bulunursa şüphesiz ki o, Allah'a tövbesi
kabul edilmiş ve sevabına erişmiş olarak döner." (Furkân, 68-71)
"Hem kısasta, ey akıl sahipleri sizin için hayat vardır. Ola ki Allah'tan korkup
sakınırsınız." (Bakara, 179)
Hadîs: Ubade b. Sâmit hadîsinde öldürme olayı ve diğer suçlar konu edildikten sonra Resûlüllah (asm)
devamla şöyle buyurmuştur: "Kim bu suçlardan birini işler de dünyada cezalandırılırsa bu
onun için keffaret olur (günahının bağışlanıp temizlenmesine sebep olur.)" (Buharî, İmân,
11; Nesâî, Biât, 9)
Ayrıca, İbn Huzayme b. Sâbit'in babasından yaptığı sahih rivayette Resûlüllah Efendimiz
(asm) şöyle buyurmuştur: "Kimin (hangi
suçlunun) hakkında had (cezası) uygulanırsa, bu onun günahının bağışlanıp
temizlenmesine sebep olur." (Tirmizî, Hudud, 12; İbn Mâce, Hudud, 33)
İki hadîs de sahîhtir.
9
Müminlerden iki taife savaşacak olurlarsa..
Müminlerin birbiriyle savaşması hem yasak, hem de büyük günahlardan biridir. İslâm buna asla
cevaz vermemiş ve sebep olanları maddî ve manevî müeyyidelerle cezalandırmayı belirlemiştir.
Ancak müminler bir takım siyasî ve benzeri sebeplerle iki gruba ayrılır da savaşacak olurlarsa,
diğer tarafsız müminlerin devreye girip onlar arasında süratle sulh sağlamaları gerekir.
Müminler, şartlar ve ortam buna elverdiği halde onları ıslâh cihetine gitmezlerse topyekün
günahkar olurlar. Tarafsız müminlerin araya girmesiyle gruplardan biri sulha, barışa yanaşır da
diğer taraf saldırı ve tecavüzünü sürdürürse, tarafsız müminler barışı kabul eden gruptan yana
olup Allah'ın emrine dönünceye kadar âsi grubu tenkile (sindirmeye) çalışırlar. Tabii bu arada
öldürülenler, yaralananlar olabilir. Asi grup Allah'ın sulh emrine boyun eğip yola gelince artık
aralarında adaletle barış sağlanır.
Böylece sulhu sağlamak üzere devreye girenlerin vuruşma esnasında öldürdüklerinden ve
kendilerinden öldürülenlerden dolayı dünyevî ve uhrevî bir ceza gerekmez. Nitekim Hucurat
sûresi'nde Cenâb-ı Hak bu konuyu şöyle açıklamaktadır.
"Eğer müminlerden iki zümre vuruşacak olurlarsa aralarını düzeltin, barışı sağlayın.
Buna rağmen onlardan biri diğerine tecavüz ederse, mütecaviz tarafla Allah'ın emrine
dönünceye kadar savaşın. Dönerlerse o takdirde aralarını adaletle düzeltin ve hep âdil
davranın. Şüphesiz ki Allah âdil davrananları sever." (Hucurat, 9)
Canı, malı, namusu için adam öldürmek
Can, mal ve ırza tecavüz vaki olur da mütecavizi durdurabilmek için mal sahibi kendini, malım
ve ırzını koruyabilmek için savunmaya geçer ve bu arada mütecaviz ölüm tehdidiyle üzerine
yürürse, o takdirde tecavüze uğrayanın silâh kullanıp mütecavizi öldürmesinde bir sakınca
yoktur. Aynı zamanda bu hareketi günah da sayılmaz ve ne kısas, ne de diyet gerekmez.
Nitekim Ebû Hüreyre (r.a.) den yapılan rivayete göre, bir adam Peygamber'e (asm) geldi ve
şöyle dedi: "Ya Resûlallah! Ne dersiniz, bir adam gelip malımı (zorla) almak istiyor?...
Efendimiz ona: "Hayır, malını ona verme" buyurdu. Adam: “Ya Resûlallah! Malımı almak
isteyen adam benimle dövüşüp savaşırsa?..." diye sorunca Peygamber (asm) ona: "Mütecavizi
öldür" buyurdu. Adam: "Ya o beni öldürürse?..." diye sorunca, Efendimiz: "Sen o zaman
şehîdsin" buyurdu. Adam bu defa: "Ya ben onu öldürsem ne dersiniz?..." diye sorunca,
Efendimiz ona: "O ateştedir" buyurdu. (Müslim, İmân, 225)
Tirmizî'nin sahîh olduğunu söylediği Abdullah b. Amr ve Ebû Derdâ hadîsinde ise şöyle
buyurulmaktadır: "Kim dininden dolayı öldürülürse o şehîddir. Kim kanından dolayı
öldürülürse o da şehîddir. Kim de malından dolayı öldürülürse o da şehîddir. Kim de
çoluk çocuğunun ırz ve namusunu korumaktan dolaja öldürülürse o da şehîddir."
(Tirmizî, Diyat, 21; Ebû Dâvud, Sünnet, 29)
Buna göre, adam öldüren bir kimsenin, tövbe ve istiğfar edip dünyada da cezasını çektiği
takdirde bağışlanmayacağını söyleyemeyiz. Zira Kur'ân'da şöyle buyurulmaktadır: "Şüphesiz
ki Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bundan başka (günahları) dilediği
kimseler için bağışlar..." (Nisa, 48)
Ancak bazı ilim adamları âyette bir istisna ile diğer bütün günahların bağışlanmasının
umulabileceği ifade edilirken, bu bağışlamanın hiçbir azaba tabi tutmadan cennete girme
imkânını mı sağlamaya mı, yoksa bir süre cezasını çektikten sonra affedilip cehennemden
çıkarılacağına mı yöneliktir?
10
Şüphesiz bu iki yorum da doğru olabilir..
Ne var ki Furkan sûresi 61. âyet tövbe ve istiğfarda bulunup işlediği cinayetten dolayı derin
pişmanlık duyanların da affedileceklerini müjdelemektedir. O halde katil kısas edilerek
öldürülmeden önce ciddi bir tövbe ve istiğfarda bulunursa, şüphesiz ki Cenab-ı Hak çok
bağışlayan, çok affedendir.
Sonuç
1. Zülmen öldürülen kişinin katili ya işgal ettiği makam ve mevkiinden dolayı veyahut izini
kaydedip meçhul kaldığı için dünyevî bir cezaya çarptırılmıyorsa, âhirette mutlaka elim bir
azaba tabi tutulacaktır.
2. Hakkında had ve kısas uygulanan kimsenin âhiret azabından kurtulacağı, yani işlediği o
cinayetten dolayı âhirette ayrı bir azaba tabi tutulmayacağı umulabilir.
3. Ahiret gününde insanlar arasında ilk hükme bağlanan konulardan biri de kandır. Yani adam
öldürmeden dolayı dökülen kan davası ilâhî adaletin tecellisiyle neticelendirilir.
4. Dünyada kötü çığır, fena bir yol açanlara kendi günahlarıyla birlikte o çığırda yürüyenlerin
de günahının bir misli yüklenir.
5. Dünyada iyi, hayırlı ve yararlı çığır açanlara kendi sevaplarıyla birlikte, o çığırda
yürüyenlerin sevabının bir misli verilir.
6. Yeryüzünde ilk adam öldürüp kan döken Adem'in oğlu Kabil olmuştur. Bu bakımdan Kabil
çok çirkin ve fena bir çığır açmış bulunuyor. Kıyamete kadar adam öldürenlerin günahlarından
bir pay da Kabil'e yükletilir.
7. Küfür/inkar üzerine ölen bir kişinin affedilip bağışlanması söz konusu olamaz.
8. Bir mümini kasden bilerek öldüren kimse tövbe ve istiğfar etmeden; işlediği cinayetten derin
pişmanlık duyup Cenâb-ı Hak'tan af ve mağfiret dilemeden ölür veya kısas edilerek katledilirse
çok uzun süre-cehennemde kalabilir.
9. Mala, cana, ırz ve namusa tecavüz vuku bulduğunda kişi canını veya malını veyahut ırz ve
namusunu koruyup kurtarmak için nefsî müdafaaya geçer ve mütecavizle dövüşüp boğuşurken
mecbur kalıp onu öldürürse, bundan dolayı kısas ve diyet gerekmeyeceği gibi, âhirette bir azâb
da söz konusu değildir.
10. Canını, malını veya namusunu korumaya çalışırken mütecaviz tarafından öldürülen mümin
şehîd sayılır.
11. Dininden dolayı da öldürülen şehîddir.
12. Bir kişiyi haksız yere öldürmek bütün insanları öldürmek gibidir. Çünkü insan denilen canlı
kâinatın var olmasının hikmeti ve sebebidir.
13. Bir kişinin hayatını koruyup kurtarmak bütün insanların hayatını kurtarmak gibidir.
11
14. İslâm barışta da, savaşta da insan kanının dökülmesini nihaî çare olarak kabul eder. On
yıllık Medine döneminde yapılan bütün savaşlarda şehîd olan ve karşı taraftan öldürülenlerin
sayısı da çok sınırlıdır. Ciddi tesbitlere göre, on yıl süren savaş boyunca Müslümanlar 96 şehîd
vermiş ve müşriklerden de 160'a yakın adam öldürülmüştür.
15. İslâm insanları kahredip yok etmek için değil, hayat vermek, ahlâk ve medeniyet düzeyine
çıkarmak ve insanları kardeş yapmak için son din olma vasfım taşımaktadır.
16. Barış sağlama imkânları mevcut olduğu sürece savaşı uygun karşılamaz. Ancak inkarcı
taraf durmadan yeryüzünde fitne ve fesad çıkartıyor, insanları, ülkeleri tedirgin ediyorlarsa, o
takdirde fitne fesadı durdurmak için başka bir çare kalmadıysa savaşmak vacip olur. (bk. Celal
Yıldırım, Kaynaklarıyla Ahkâm Hadisleri, Kasden Adam Öldürme ve Kısas bölümü)
İlave bilgi için tıklayınız:
Dünyada had cezasını çeken kişi, ahirette de o günahın cezasını ...
İslam'ın verdiği cezayı çeken bir kimse, ahirette o suçundan dolayı ...
Allah dilerse kul haklarını da affeder mi?
12
İmam Ebu Yusuf’un “kabak sevmem” diyen birinin idamına fetva vermiş midir? Evet böyle bir olay vardır. Ancak olayın gerçek yönü verilmeden aktarılırsa yanlış anlaşılabilir.
Ebu Yusuf bu sözü, Peygamber Efendimize “bir hakaret, onun bu tavrını alaya alma ve
küçümseme” şeklinde değerlendirmiş ve bundan dolayı da bu sözü söyleyen kişinin küfre
girdiğine fetva vermiştir. Ancak konunun böyle olmadığı anlaşılınca hükümden de
vazgeçilmiştir.
Olayın farklı anlatımlardan biri şöyledir:
İmam Ebu Yusuf, bir gün halifenin yanında iken, bir adam Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
sellem) kabağı severdi, dedi. Bir başkası da, ben sevmem dedi. Bunun uzerine Ebu Yusuf,
idam edilenlerin kanının etrafa saçılmamasını önleyen muşambanın ve kılıcının getirilmesini
emretti. Adam bu sefer "Estağfirullah, ben böyle bir şey hatırlamıyorum" diyerek kelime-i
şehadet getirdi. Bundan sonradır ki İmam Ebu Yusuf onun katlini emretmekten vazgeçti. (bk.
Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, Ehl-i Sünnet İtikadı, Bedir Yayınevi, s. 126-127)
Demek ki, Peygamberimizin sevdiği bir şeyi küçümsemek, alaya almak gibi bir durum olursa
Allah korusun bu durum kişiyi küfre götürebilir. Ancak yaradılışı gereği onu gerçekten
sevmiyorsa, bunun bir sakıncası yoktur.
Buna benzer bir durum da sahabe döneminde yaşanmıştır:
Abdullah b. Ömer (ra) dedi ki; "Resûlüllah (asm), "Kadınlara geceleyin mescidlere gitmek
için izin veriniz" buyurdular. Bu rivayeti duyan İbn Ömer'in oğlu (Bilâl veya Vâkid), "Vallahi
onlara izin vermeyiz. Çünkü onlar bunu bir fitne ve fesad vesilesi yaparlar. Vallahi
onlara izin vermeyiz" dedi. (Mücâhid) dedi ki; (İbn Ömer) oğluna kızıp azarladı ve "Ben
Resûlüllah, "onlara izin veriniz" buyurdu, diyorum, sen "Onlara izin vermeyiz" deyip
duruyorsun" dedi. (Müslim, Salât 138, 139; Tirmizî, Cum'a 48)
Görüldüğü üzere Abdullah b. Ömer, oğlu kadınların fitneye düşeceğinden korktuğu için, kendi
içtihadı ile yemin ederek "biz onlara izin vermeyiz" dediği için onu azarlamış ve "ben kesin
hadisi haber veriyorum, sen kendi görüşünü söylüyorsun" demiştir.
Şüphesiz İbn Ömer'in oğlu Bilâl'in bu sözü, hadise karşı çıkmak maksadıyla değil, fitne
kapısını kapamak gayesiyle söylenmiştir.
Yalnız sözü söyleme şekli hoş olmamış, bu yüzden babası onu azarlamıştır. Böyle değil de
"Zaman değişti, insanlar arasında fâsıklar çoğaldı, onun için bu devirde kadınları
mescide göndermeyiz. Yoksa maksadım -haşa- Peygamberimize karşı çıkmak bir niyetin
asla olamaz." gibi ifâdeler kullansaydı herhalde babasının gazabına maruz kalmazdı. (Sünen-i
Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınları, 2/401-402)
Nitekim Nitekim Hz. Ayşe annemiz de benzer ifâdeler kullanarak kadınların mescide çıkmasını
uygun görmemiş ev şöyle demiştir: “Eğer Resulullah (asm), kadınların sonradan ortaya
çıkardıkları (moda türü) şeyleri görseydi, onları İsrail oğullarının kadınlarının
alıkonulduğu gibi mescide gitmelerine izin vermezdi.” (Buhâri, Ezan 163; Ebu Dâvud, Salat,
53, 569)
İşte soruda geçen konuda da, kabağı sevmediğini söyleyen kişi, bundan maksadın “yaratılış
gereği kabak sevmekten hoşlanmadığını, bunun Peygamber efendimize karşı olmak gibi
bir niyetinin bulunmadığını” söyleseydi, elbette Ebu Yusuf böyle bir hüküm vermeyecekti.
Zaten konunun gerçek yönü anlaşılmış ve verilen fetvadan da dönülmüştür.
Demek ki, yanlış anlama müsait söz, tavır ve hareketlerden sakınmaya özen göstermeliyiz.
13
Hz. Havva Hz. Âdem’in kaburgasından yaratıldıysa, sudan nasıl yaratılmış olunur? Diğer canlılardaki dişilerde erkeklerin kaburgasından mı meydana geldi? Yaratma hadisesi Allah’a ait bir meseledir. O, istediğini istediği tarzda yaratır. Nitekim canlılar
âleminde çok çeşitli yaratılış şekilleri vardır. İlk insan Hz. Âdem’i topraktan nasıl yarattıysa, ilk
kadın Hz. Havva’yı da onun kaburga kemiğinden öyle yaratmıştır. Hz. Âdem’in neslini şimdi
kadın ve erkeğin gametleri olan sperm ve yumurtadan nasıl yaratıyorsa, bütün bitki ve
hayvanları da öyle sperm ve yumurtalardan yaratmıştır ve yaratmaktadır.
İnsanın bu yaratılışları anlamakta zorlanması, bu yaratılışları kendi nefsine kıyas etmesinden
kaynaklanıyor. Bakıyor ki, kendisi bir su damlası hükmünde olan spermden ve küçücük bir
yumurtadan canlıları meydana getiremiyor. O zaman Allah’ın yarattığı şeylerin yaratılışlarına
itiraza başlıyor.
Günümüzdeki canlıların yaratılışları ile, bu canlıların nesillerinin ilk yaratılışları arasında bazı
farklılıklar olabilir. Günümüzde her bir varlığın yaratılışı, bir takım sebeplere bağlıdır. Yani
elmanın yaratılışı elma ağacına, onun yaratılışı elma çekirdeğine bağlanmış, kuzunun
yaratılışına da koyun sebep olmuştur. Ama ilk yaratılışta, elma çekirdeği de yoktur, elma ağacı
da yoktur. Kuzunun yaratılışı için ortada ne koyun vardır, ne de koç. Dolayısıyla varlıkların ilk
yaratılışları, günümüzdeki yaratılışlardan farklılık gösterebilir. Bu farklılıkların neler olduğu
bilimsel çalışmalarla ortaya konur.
İlk kadın Hz. Havva’nın eğe kemiğinden yaratılmış olmasını aklına sığıştıramayanlar, canlılar
âleminde bütün dişilerin böyle mi yaratıldığını alaycı bir tavırla soruyorlar. Şimdiki canlı
çeşitlerini yaratan ve onlara hayat, hissiyat ve duygular veren, o canlıların ilk yaratılışlarında da
istediğini istediği tarzda yaratmıştır. Hz. Âdem’i topraktan yarattığı gibi, Hz. Havva’yı da
topraktan yaratabilirdi. Hz. Âdem’in neslini sperm ve yumurtadan yarattığı gibi, Hz. Âdem ve
Hz. Havva’yı da sperm ve yumurtadan yaratabilirdi.
Çift üreyen mikro canlıların kaburgası yoktur, bunlar nasıl çoğalıyor? Sorusu aptalca bir soru.
Bu soru sahibi canlılar âlemindeki üreme tiplerini ve kanunlarını bilmediği gibi, kendini her
şeyi bilir zannediyor. Eşeysiz üreme denen ve tek canlının varlığı, o canlının çoğalması için
kâfi olan pek çok çeşitleri vardır. Onları bilen birisi böyle cahilce soru sormaz.
Eşeysiz üreme şekillerinden birisi sporla çoğalmadır. Sadece sporla çoğalmanın 14-15 çeşidi
vardır. Bazı mantarların ve bakterilerin üremesini Allah bu tarzda takdir etmiştir. Diğer taraftan
amitoz bölünmeler, vejetatif üreme, tomurcuklanma ile üreme, yumru ve soğanla üremeler de
yine bu eşeysiz üreme tarzlarındandır. Bu konuda geniş bilgi sahibi olmak isteyen, her hangi bir
biyoloji kitabını üreme çeşitleri ile ilgili bölümüne bakmalıdır.
İlave bilgi için tıklayınız:
İnsanın sudan ve topraktan yaratılması konusunda bilgi verir misiniz?
14
“Allah’ın ilk yarattığı şey benim nurumdur.” rivayeti sahih midir?
a) “Allah’ın ilk yarattığı şey benim nurumdur” hadis rivayeti, bir çok hadis kaynaklarında
yer almıştır:
Hz. Cabir anlatıyor: “Ey Allah’ın Resulü! Anam-babam sana feda olsun, Allah’ın her şeyden
önce ilk yarattığı şeyi bana söyler misiniz?” diye sordum. Şöyle buyurdu:
“Ey Cabir! Her şeyden önce Allah’ın ilk yarattığı şey senin peygamberinin nurudur. O
nur, Allah’ın kudretiyle onun dilediği yerlerde dolaşıp duruyordu. O vakit daha hiçbir
şey yoktu. Ne Levh, ne kalem, ne cennet, ne ateş / cehennem vardı. Ne melek, ne gök, ne
yer, ne güneş, ne ay, ne cin ve ne de insan vardı." (bk. el-Mevahibul-Ledünniye, Aclunî,
1/265-266)
- Cenâb-ı Hak, insanlığın babası Hz. Âdem'i yaratmıştı. Allah kendisine “Ebu Muhammed”
künyesini ilham etmişti. Adem bunun hikmetini sorunca da Allah: “başını kaldır Arşa bak”
dedi. O da başını kaldırıp bakınca Arşın sütunlarında “Muhammed”’in nurunu gördü. "Ya
Rabbi, bu nur nedir" diye sordu. Allah cevap olarak şöyle buyurdu: "Bu senin zürriyetinden
bir peygamberin nûrudur ki, onun ismi göklerde Ahmed ve yerlerde Muhammed'dir.
Eğer, o olmasaydı, seni yaratmazdım!" (Kastalanî, el-Mevahibü'l-Ledünniye, Kahire,
ts.1/47)
-Benzer bir rivayeti nakleden Hâkim bunun sahih olduğunu belirtmiştir. (Hâkim, 2/672). Ancak
Zehebi bu rivayetin mavzu olduğunu belirtmiştir. (Telhis-Hâkim ile birlikte- a.y)
b) “Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir” hadisi de sahih kabul edilmiştir. (bk. Tirmizi, tefsiru
sureti 68; Hâkim, 2/492)
Hâkim’in sahih olarak yaptığı değerlendirmeye Zehebi de katılmıştır. (Telhis-Hâkim ile
birlikte- a.y)
c) Allah’ın ilk yarattığı şey sudur. “Hem O’dur ki gökleri ve yeri altı günde yarattı.
Bundan önce ise Arş’ı su üstünde idi” (Hud, 11/7) mealindeki ayeti ile, “Allah vardı ve
onunla birlikte başka hiçbir şey yoktu. Arşı da su üzerindeydi” (Buharî, Bedul-ahlak,1)
hadisinden anlaşıldığına göre, önce su yaratılmış, sonra da arş yaratılmıştır. Ahmed b. Hanbel
(4/11,12) ve Tirmîzî’de (Tefsiru Sureti Hud/12) “Allah yer ve gökleri yaratmadan önce arşı su
üzerindeydi” şeklinde rivayet edilen hadiste bu husus açıkça belirtilmiştir. Tirmizi, bu hadis
rivayetinin “HASEN” olduğunu belirtmiştir. (a.g.y)
Pek iyi; bu hadisler arasını nasıl telif edebiliriz?
İslam alimleri bu hususu şöyle değerlendirmişler:
- İlk yaratılan varlığın Kalem, Arş veya Su olduğuna dair farklı görüşler beyan etmişlerdir.
Ancak alimlerin büyük çoğunluğuna göre, ilk yaratılan varlık su, sonra arş, sonra da kalemdir.
Çünkü, “Hem O’dur ki gökleri ve yeri altı günde yarattı. Bundan önce ise Arş’ı su
üstünde idi” (Hud, 11/7) mealindeki ayetin ifadesi, Suyun Arş’tan önce yaratıldığını
göstermektedir. (bk. İbn Hacer, 6/289)
- "Allah, göklerle yeri yaratmadan elli bin sene önce, mahlûkatın kaderini (Kalemle)
yazdı. Arşı da, su üzerindeydi.” (Müslim, Kader, 2/16) hadis-i şerifinde de bu sıralamayı
görmek mümkündür. (bk. İbn Hacere, a.g.y)
15
Bu hadis rivayetinde “Arşı da, su üzerindeydi” manasındaki ifadeden Suyun Arş’tan önce
yaratıldığını anlamak mümkün olduğu gibi, “Allah, göklerle yeri yaratmadan elli bin sene önce,
mahlûkatın kaderini (Kalemle)yazdı” ifadesinden de Kalemin Arş ve Su’dan sonra yaratıldığını
anlamak mümkündür. Çünkü kaderin yazılması, gök ve yerlerin yaratılmasından önceyle
kıyaslanırken, Arşın Su üzerinde olduğu gerçeği mutlak bir şekilde seslendirilmiştir.
- Bununla beraber, farklı hadis rivayetlerinde farklı sırlamalarla ilgili bilgilerden hareketle,
şöyle bir değerlendirme yapmak da mümkündür:
Bu rivayetlerde yer alan ilk yaratılış kavramı nispidir / görecelidir. Alimlerin büyük çoğunluğu,
bu göreceliliği nazara alarak konuyu değerlendirmiş ve Su ve onun üstündeki Arş’tan sonra,
diğer yaratıklara nispeten ilk yaratılan nesnenin Kalem olduğunu söylemişledir. (İbn Hacer,
a.g.e)
- Bir kısım alimler, ilk yaratılan varlığın Hz. Muhammed (a.s.m) in nuru olduğu hususunu aynı
göreceliliği esas alarak değerlendirmiş ve önce Hz. Muhammed (a.s.m) in nuru, sonra su,
sonra arş, sonra da kalemin yaratıldığını söylemişlerdir. (bk. Keşfu’l-hafa, 1/265-266)
İlave bilgi için tıklayınız:
"Nur-u Muhammedî" ne demektir?
Levlake hadisi olarak bilinen "Sen olmasaydın, ey Habîbim, felekleri yaratmazdım..