hÜdİl - hacettepe Üniversitesi · diksiyon demek; güzel konuşmak demek, derdini iyi bir...

36
DİLİNE SAHİP ÇIK, YOKSA KONUŞAMAZSIN! HÜDİL Sonbahar 2010 4

Upload: others

Post on 29-Dec-2019

31 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • DİLİNE SAHİP ÇIK, YOKSA KONUŞAMAZSIN!

    HÜDİLSonbahar 20104

  • Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri MüdürüHacettepe Üniversitesi Dil Öğretimi

    Uygulama ve Araştırma Merkezi AdınaProf. Dr. Ülkü ÇELİK ŞAVK

    Yayın Kurulu Dr. Elif AYAN

    Asuman BAYRAM Dr. Hiclâl DEMİR

    Faik Utkan DENİZER Hafize ŞAHİN

    Canan ÖKTEMGİL TURGUT

    Dergi ve Kapak Tasarımı Emre ALKAÇ

    www.emrealkac.com

    HÜDİL üç ayda bir yayımlanan yerel süreli dergidir.

    Basım EviÖncü Basımevi

    Kazım Karabekir Cad.İskitler / Ankara

    Tel: 0312 384 31 20

    Basım Tarihi23.11.2010

    Yazışma AdresiHacettepe Üniversitesi Dil Öğretimi

    Uygulama ve Araştırma Merkezi (HÜDİL) 06800 Beytepe/ANKARA

    Genel Ağ Sayfasıwww.hudil.hacettepe.edu.tr

    [email protected]

    HÜDİLMerhaba,

    Dördüncü sayımızla yine sizlerle birlikte olmaktan çok mutluyuz. HÜDİL kısa yayın hayatına rağmen kayda değer bir okuyucu kitlesine ulaştı. Bunu yeni sayının yayımlanma tarihini merak edenlerin sayısından anlıyoruz.

    Merkezimiz yayınları, bildiğiniz gibi yalnız dergiden ibaret değil. Geçen sayıda tanıttığımız Türkçe Konuşalım kitabına şu an uygulama aşamasında olan Etkili ve Doğru Türkçe Kullanma Kılavuzu’nu da ekledik ve bir süre sonra geliştirerek kitap olarak yayımlayacağız.

    Dersler, kurslar, etkinlikler ve projelerle her geçen gün biraz daha gelişen Merkezimiz hizmetlerine, 2010 Aralık ayı başından itibaren Edebiyat Fakültesindeki yeni yerinde devam edecek. Şu an heyecanla yerleşme planları yaptığımız yeni mekanımızın modern ve sağlıklı koşulları bilimsel ve kültürel çalışmalarımıza da tabii ki olumlu biçimde yansıyacak.

    Bütün bu gelişmelerle, sizi yalnız dergimizde, etkinliklerimizde ve genel ağ sayfamızda değil, Merkezimizde de ağırlamak isteriz. Türkçe ile ilgili her türlü istek, öneri ve beklentilerinizi lütfen bize iletin ve gelin, bunları birlikte gerçekleştirelim.

    Saygılarımla,

    Ülkü Çelik Şavk

  • Önerdiklerimiz 25

    Dergide kullanılan görsellerin bir kısmı genel erişime açık web sitelerinden alınmıştır, yaratıcılarına teşekkür ederiz. Diğer gör-sel ve içeriklerin izinsiz kullanımı yasaktır.

    İçindekiler

    Türk Dili Dersi Çalıştayı

    1

    Şahap Sayılgan Röportajı

    2

    4

    “Sıkça Yapılan Yanlışlara Doğrular” 6

    8

    Türk Dili Dergisinin 700. Sayısı 10

    12

    18

    Atasözleri 19

    Etkinliklerimiz 20

    Erasmus Yoğun Dil Kursu

    26

    30 HÜDİL’de Anadolu’nun Renkleri

    31 Öğrencilerimizden

    Mernuş’un “Çatal Kara”sı

    Deyimler IV

    11Ehemmiyetli Bir Lâyiha Ahmet Mithat

    24Sözlü Ve Yazılı Kültürde Mevsimler

    Altun Yaruk (Altın Işık)

    14HÜDİL Kursları Osmanlıca - Türkçe Yoğun Dil - Yaratıcı Yazarlık - Japonca

  • Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumunun 78. kuruluş yıl dönümü, 12 Temmuz 2010 günü düzenlenen bir etkinlikle kutlandı. Kutlamalar, Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın başkanlığındaki heyetin Anıtkabir’i ziyareti ve Kurum Başkanının şeref defterine günün anlam ve önemine dair düşüncelerini yazmasıyla başladı.

    Kurum binasında devam eden ve YÖK Başkan Vekili Prof. Dr. Yekta Saraç’ın da katıldığı etkinliğin açış konuşmasını yapan Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın, Mustafa Kemal Atatürk’ün isteği ile kurulan Türk Dil Kurumunun Türk dili tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı olduğunu dile getirdi ve Kurumun başlangıcından bugüne kadarki aşamaları hakkında bilgi verdi.

    Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın, TDK’nin yaptığı çalışmalar hakkında bilgi verirken Kurumun “bazı harfler üzerindeki şapka işaretini (düzeltme işareti) hiçbir zaman kaldırmadığını” ifade etti. Halk arasında Türk Dil Kurumu tarafından türetildiği söylenegelen “çok oturgaçlı götürgeç”, “ulusal düttürü” gibi kelimelerin TDK tarafından türetilmediğini vurguladı.

    Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın’ın konuşmasının ardından, Kurum Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Recep Toparlı, Türk Dil Kurumunca hazırlanan Yabancı Sözlere Karşılıklar Kılavuzu ile Sıkça Yapılan Yanlışlara Doğrular Kılavuzu’nu tanıttı ve bu kılavuzları internet ortamında hizmete açtı. Basın konuya yoğun ilgi gösterdi.

    ÜNİVERSİTELERDE OKUTULAN TÜRK DİLİ DERSİ ÇALIŞTAYI

    2

    [email protected] - [email protected]

    Dr. Yasemin DİNÇ KURT - Reşide GÜRSU

  • Öğleden sonraki oturum, YÖK üyesi ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Prof. Dr. Mustafa İsen’in açış konuşmasıyla başladı. Profesör İsen, üniversitelerde okutulan Türk Dili derslerinin önemine ve bu derslerin güncelleştirilmesi gereğine işaret etti.

    Türk Dil Kurumunun kuruluş yıl dönümlerinde her yıl Türkçe ile ilgili bir konu ele alınmaktadır. Bu yıl da Hacettepe Üniversitesi Dil Öğretimi Uygulama ve Araştırma Merkezi (HÜDİL) Müdürü Prof. Dr. Ülkü Çelik Şavk’ın önerisi ve girişimleriyle konu olarak “Üniversitelerde Okutulan Türk Dili Dersleri” seçilmiştir. Çalıştay öncesinde, konuyla ilgili olarak HÜDİL ve Türk Dil Kurumu iş birliğiyle “Türk Dili

    Dersleri Sormacası” hazırlanarak üniversitelerin Türk Dili dersleri birimlerine gönderilmiş, sormacaya üniversitelerden 72 öğretim elemanı cevaplarıyla destek vermiştir. Çalıştayda, Prof. Dr. Ülkü Çelik Şavk’ın “Türk Dili Dersleri Sormacası”nı değerlendirdiği sunumunun ardından, Türk dili derslerinin mevcut durumu tartışılmış ve çeşitli üniversitelerimizin öğretim elemanları tarafından konuya ilişkin bildiriler sunulmuştur. Bildiri başlıkları şunlardır: “Türk Dili Dersinin Verilişinde Karşılaşılan Sorunlar”, “Türk Dili Dersi Muhtevasının İşlenme Sorunları”, “Türk Dili Dersi Tenkit ve Teklifler”, “Yükseköğretimde Türk Dili Eğitimi Sorunları ve Çözüm Önerileri”, “Türk Dili Dersinin İşlenişi”, “Türk Dili Dersinin İşlenişinde Karşılaşılan Güçlükler”, “Bilimsel Eğitim Anlayışı ve Türk Dili Eğitimi”, “Üniversitelerde Türk Dili Öğretimi Üzerine”, “Türk Dili Dersinin İçeriği ve İşleniş Tarzı”, “Üniversitelerimizde Ortak Zorunlu Ders Olarak Okutulan Türk Dili Dersinin İçeriği Üzerine”, “Üniversitelerde Türk Dili Dersi ve Algılanışı”, “Dil ve Algı Sorunu”, “Öğretim Görevlilerinin Eğitimi”.

    Çalıştayda, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 5/i maddesi gereğince okutulması zorunlu olan “Türk Dili Dersleri” her açıdan ele alınmış, Çalıştay tartışma ve genel değerlendirme ile sona ermiştir. Görüş birliğine varılan konular, Yükseköğretim Kurumuna sunulmak üzere rapor hâline getirilmiştir.

    3

  • İngilizce Mütercim Tercümanlık 2. Sınıf Öğrencileri

    4

    Tuğçe TEKHANLI - Derman SUSAM

    İngilizce Mütercim Tercümanlık Bölümü Öğrencilerimiz Şinasi Sahnesinde Şahap Sayılgan’ın Konuğu Oldular…

    Şahap Sayılgan’la röportajımızı Tunus Caddesi’ndeki Şinasi Tiyatrosunda gerçekleştirdik. Bizleri oldukça samimi bir şekilde karşılayıp ağırladı. Tiyatroculuk eğitiminin getirdiği asillik, davranışlarına yansımıştı. Sevecen, iyimser ve entelektüel kişiliğiyle Şahap Sayılgan karşımızdaydı… Röportajdan sonraki sohbetimizde aslında onun hem mesleki hayatta hem de sosyal hayatta zamanın getirdiği olumsuzluklara direnmeyi başardığının farkına vardık.

    1. Tiyatroya olan ilginiz ne zaman ve nasıl başladı?Dokuz yaşındaydım. İlk olarak ilkokulda Başkent Tiyatrosunda profesyonel olarak sahneye çıktım. O zamanlar çocuktum ve oynamak istemiyordum sahnede. Saklandığım olurdu. Hatta o anların birinde bir abi beni motorla götürmüştü oyun oynayayım diye. Daha sonraları lise sonda konservatuvarda tiyatro bölümüne girmem için babam ve arkadaşları aklıma girdi ve konservatuvar sınavlarına girdim. On üzerinden dokuz alarak sınavı geçtim ve Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Yüksek Bölümüne girdim. Eğitim hayatımın başında hocalardan babamın tiyatrocu olduğunu sakladım, sonradan kendileri bir şekilde öğrendiler. Aksi takdirde yeteneğim olup olmadığını anlayamayacaktım. Tiyatroculuğu zamanla sevmeye başladım. İnsan sevmediği işi yapamaz çünkü. Oysa içimde hep jet pilotu olmak vardı. İşte benim tiyatroculuk hayatım böyle başladı.

    2. Peki o zamanlar idol olarak gördüğünüz birileri var mıydı?Bize şunu öğrettiler: İnsanları incele gör ama bir tek kişiyi seçme, birkaç kişiyi kendi sentezinden geçir ve

    kendinden de bir şeyler kat. Her şeyden önce kendim gibi olmak istedim. Önemli kişilerden ders alıp kendimde olanları da birleştirip sentezleyip sahneye getirdim. O karakteri canlandırırken önemli olan onu olduğu gibi taklit etmek değil, kendi yorumunu ve yaratıcılığını da katmaktır.

    3. Sahnede en çok hangi tür rolleri yorumlamaktan zevk alıyorsunuz?Biz profesyonel olarak yetiştirildiğimizden komedi, dram, trajedi hepsini yorumluyoruz. Her türlü rolü oynamak üzere yetiştirildik, ama bana genelde sıcak, neşeli tipleri uygun görüyorlar. Aslında trajedi türü oyunlarda da oynarım. Shakespeare de Moliere de oynarım.

    4. Sizi en çok sahnede olmak mı yoksa televizyon ekranlarında olmak mı heyecanlandırıyor?Sahnede seyirci var, onunla ilişki içindesiniz. Ama sinemada kopukluklar var çekimler arasında. Onun da zorlukları farklı tabiî ama sahnede olmak hiçbir şeyin yerini tutmaz. Aslında idealist olarak baktığımız meslek, tiyatroculuktur. Diziler yan mesleğimizdir bizim. Profesyonel olduğumuz için dizilerde de oynuyoruz.

    “Tiyatroculuğun her yönü zordur, en kolay yönü ezber yapmaktır.”

    Şahap Sayilganröportajı

  • 5

    5. Özellikle günümüz çocukları üzerinde, “Sihirli Annem” dizisiyle bıraktığınız etki hakkında ne düşünüyorsunuz?Şimdi insan diğer insanlar üzerinde ne etki bırakırım, diye

    düşünmüyor. Bu etkiyi karşısındakinin bakışı, soruları ve

    söyledikleriyle anlarsınız. Şöyle etki yaratmak isterim, dersiniz

    ama o etkiyi yaratıp yaratmadığımız sonradan anlaşılır. Çocuklar

    beni görünce çekiniyorlar; çünkü beni dizide ideal bir baba olarak

    görüyorlar. Onların ve velilerin anlattıklarından sevilen bir insan

    olarak görüldüğümü düşünüyorum ve bu da çok gurur verici.

    6. Seslendirme çalışmaları da yaptınız. 1980’lerde TRT’de yayımlanan “Marco Polo”yu seslendirdiniz. Bunun ve diğer seslendirme çalışmalarının mesleki hayatınıza kattığı şeyler nelerdir?Mesleki hayatıma bir şey katmıyor. Tam tersine bizler profesyonel

    oyuncu olduğumuz için seslendirdiğimiz karaktere bir şeyler

    katıyoruz. Şimdilerde ise profesyonel insanlar yapmıyor bu işleri.

    Türkiye’de çağdaş ülkelerin tersine, kalite düşüyor her sektörde.

    Örneğin A mankeni kendini oyuncu olarak tanıtıyor. Rahmetli

    hocamız Mahir Canova, bize bir araştırma getirmişti. Dünyanın

    en zor meslek sıralamasını kapsayan o listede maden işçiliğinden

    sonra oyunculuk geliyordu.

    7. Oyunculukta eğitimin ve yeteneğin yeri nedir? Tiyatroculukta yetenek mi yoksa alınan eğitim mi daha önemlidir?Her meslekte başarılı olmak ve tanınmak için mutlaka yetenek

    gerekiyor. Sanatta da bu böyle.

    Ancak yeteneği az olan daha fazla çalışırsa yeteneği olana

    göre daha çok ilerleme kaydeder. Eğitim bir yere kadar

    getirir insanı. Bu tür şeylerde yetenek çok önemlidir, sahne

    yumuşaklığına bakarlar. Sanatçıların duygusal zekâları daha

    yüksek olduğundan işitme ve görme duyuları çok gelişmiştir.

    Sanatçı taklit yapmaz, yaratıcılığını konuşturur. Birinin taklidini

    yapmak; sanatçılık, oyunculuk değildir. Tiyatronun kökeninde

    belki taklit var ama mesela Sezar’ı ben başka, arkadaşım başka

    türlü yorumlar, yaratıcılık şart. Yani yetenek ön koşul ama

    çalışmak çok önemlidir.

    8. Tiyatroculuğun zor yönleri nelerdir?Tiyatroculuğun her yönü zordur. En kolay yönü ezber yapmaktır.

    Sahnede mizansenler ve efektlerle ezberlerim rollerimi ve evde

    hiç ezber yapmam. Mesela provalarda takıldığım bazı kelimeler

    oluyor ama bunu oyun günü doğru söylerim. Bu tamamen seyirci

    ile alakalı.

    9. Çocukların tiyatroya yatkınlığı olup olmadığını nasıl anlarız?Tiyatroculuğa, şan ve operaya olan yetenek, diğer sanatların

    aksine daha çok 18 yaşından sonra kesinleşir. Müzik ve bale gibi

    sanatların sınavları küçük yaşta olmasına karşın tiyatroculuk

    sınavlarının çocukların tüm fiziksel, hormonal, ses ve kulak

    gelişimi tamamlandıktan sonra olmasının nedeni budur. Küçük

    yaşta çocuklar çok daha doğal olur ve çocukların taklide yeteneği

    olur, ama bu yeteneği o yaşta anlayamaz.

    10. Bir dönem Eskişehir Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümünde hocalık yaptığınızı biliyoruz. Bu dönem boyunca oyuncu potansiyeli hakkında ne gibi izlenimler edindiniz?Bundan önce, üç yıl Anadolu Üniversitesinde “Antik Çağda

    Sosyal Yaşam” dersi verdim. Şimdi Başkent Üniversitesinde

    “Yaratıcı Drama” dersleri veriyorum. Aslında yaptığımız şeylerde

    çekingen olduklarını ve sosyal çevrede bir şeyler yaparken sosyal

    olmadıklarını gördüm. Onları dışa dönük ve kendine güveni olan

    bireyler hâline getirmek amaçlanıyor bu derslerde.

    11. Sizce diksiyonun oyunculuktaki yeri nedir?Diksiyon demek; güzel konuşmak demek, derdini iyi bir şekilde

    karşındakine anlatabilmek demektir. Biz okulda diksiyon dersi

    içinde hitabet sanatı gördük. Günümüzde birçok lider derdini

    anlatamıyor. Yurtdışında özellikle liderler tiyatroculardan ders

    alıyorlar. Konuşurken vizyon sahibi olmak lazım. Vücut dili,

    diksiyon hepsi bir bütün aslında.

    12. Günümüzdeki dil kullanımı hakkında ne düşünüyorsunuz?Konfüçyüs der ki “Bir milleti bozmak istiyorsanız önce dilini

    bozun.” Diller; ulusların geleneğini, göreneğini, kültürünü her

    şeyini belirler. Yeni nesil, dili çok kötü kullanmaya başladı. Hatta

    sevimli olmak adına “ş” harfi yerine “s” harfini kullanıyorlar.

    Bu çok vahim bir durum. Sakın siz böyle bozuk dil kullanımları

    tuzağına düşmeyin. Bakınız, Türkçe anlam açısından çok zengin

    bir dildir; iki ayrı kelime farklı tonlamayla farklı anlamlara gelir.

    O yüzden dilimizin değerini bilelim. Emperyalist ülkelerin hedefi

    dilleri yok ederek toplumları da yok etmek. Siz gençler olarak

    çok dikkatli olun.

  • 6

    [email protected]

    Yasemin KOCABAŞ

    Türk Dil Kurumu İnternet sitesi kullanıcıları için yeni bir hizmet daha sunmaya başlamıştır. Kurumun sayfasında “Sıkça Yapılan Yanlışlara Doğrular” başlığı altında açılan sayfada Türkçede çoğunlukla yanlış yazılan, yanlış söylenen ve yanlış kullanılan sözcüklerin doğru kullanımları verilmiş ve sözcükler örneklerle açıklanmıştır. Gerek meslektaşlarımızın gerekse öğrencilerimizin çokça yararlanacağını düşündüğümüz sayfadan birkaç örnek vermeyi yararlı bulmaktayız.

    acenta x acente a. (ace’nte) 1. Bir kuruluşun yaptığı işi onun adına kazanç karşılığında yürüten daha küçük kuruluş: “İtalya’da büyük bir şirketin acentesiyim ben.” -R. Enis. 2. Bu kuruluşun veya şubelerinin başında bulunan kimse. 3. Banka şubesi. 4. Vapur ortaklığı. 5. tic. Bir kuruluşa bağlı olmaksızın sözleşmeye dayanarak belirli bir yer ve bölge içinde sürekli olarak ticarethane veya işletmeyi ilgilendiren işlerde aracılık eden, bunları o işletme adına yapan kimse.

    adele x adale a. anat. Kas: “Omuz adaleleri gelişmişti.” -Ç. Altan.

    afaroz x aforoz a. din b. 1. Hristiyanlıkta kilise tarafından verilen cemaatten kovma cezası: “Manastırdan kaçalı, papanın aforozuna uğrayalı on beş yıl oluyor.” -H. E. Adıvar. 2. mec. Darılıp biriyle konuşmama, ilgiyi kesip kendinden uzaklaştırma, toplum dışılama.

    ahçı x aşçı a. 1. Yemek pişirmeyi meslek edinen kimse: “Ben bu aşçı kadar çılgın ve aksi insan görmedim.” -R. N. Güntekin. 2. Yemek pişirip satan kimse. 3. hlk. Yemek yenilen dükkân, aşevi, lokanta.

    akibet x a:kıbet a. (a:kıbet) 1. Bir iş veya durumun sonu, sonuç: “Diğerlerinin akıbetlerini bilmiyorum.” -İ. O. Anar. 2. zf. Sonunda, önünde sonunda: Akıbet, iş düzelecek.

    aldırmamazlık x aldırmazlık a. İlgisizlik.

    banyo yapmak x yıkanmak (nsz) 1. Yıkama işi yapılmak veya yıkama işine konu olmak: “Yıkanan çamaşırları evin arkasında, uzak bir yere astırıyorum.” -A. Gündüz. 2. Kendi vücudunu yıkamak, banyo yapmak: “Bu suyla yıkanan insanlarda çok geçmeden garip değişmeler ortaya çıkmaya başladı.” -L. Tekin.

    barsak x bağırsak a. anat. Sindirim organının mideden anüse kadar olan, ince bağırsak ve kalın bağırsaktan oluşan bölümü.

    canbaz x cambaz a. 1. Yerde ve tel, at, bisiklet, ip vb. üzerinde dengeye dayanan, tehlikeli, heyecan verici gösteriler yapan kimse, akrobat: “Önüne getirilen ata bir cambaz çevikliğiyle atladı.” -Ö. Seyfettin. 2. At alıp satan veya yetiştiren kimse: “Bitişik komşumuz cambaz İbrahim -bizde at alıp satanlara cambaz derler- hacca gitti, geldi.” -M. Ş. Esendal. 3. Usta, becerikli kimse: Söz cambazı. 4. tar. Osmanlı Devleti’nde atlı olan ve savaşlarda padişahın önünde

    “Sıkça Yapılan Yanlışlara Doğrular”

  • 7

    ceryan x cereyan a. (cereya:nı) 1. Bir yöne doğru akma, akış, akıntı: “Köprünün parmaklığına dayandı, gözlerini Haliç’in kapkara sularına, bu suların cereyanına kaptırdı.” -E. E. Talu. 2. Bir şeyin gelişme, olma durumu: “En iyisi zorlamamak, işi tabii cereyanına bırakmak.” -R. H. Karay. 3. mec. Aynı eğilimde olan, aynı görüşü paylaşan kimselerin oluşturduğu hareket: “Aşırı ırkçılık cereyanlarının yalancı şahidi olarak sahneye çıkarıldı.” -C. Meriç. 4. fiz. Akım: Elektrik cereyanı.

    çiflik x çiftlik a. 1. Tarım yapılan, hayvan yetiştirilen, çalışanlarının da oturması için evler bulunan geniş toprak parçası: “Orada kızına bir çiftlik almış, işten el çekmişti.” -Ö. Seyfettin. 2. Çift olma durumu: “Neden çift tabanca? Çiftliği daha bir gösteriş.” -E. Işınsu. 3. mec. Kolaylıkla yarar sağlanabilen yer.

    çinakop x çinekop Lüferin küçüğü (Temnodon altator).

    çukulata, çukolata x çikolata a. Kakaonun içerisine şeker, süt, fıstık, fındık vb. katılarak yapılan bir tür tatlı yiyecek.

    dekarasyon x dekorasyon a. 1. Dekor yapma işi. 2. Bir yeri süsleme.

    demokra:si x demokrasi a. top. b. Halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimi, el erki, demokratlık: “Bu kitapta toplanan yazıların bir kısmı bizim için hayati bir mesele olan demokrasi ile ilgilidir.” -M. Kaplan.

    direk x direkt sf. 1. Dolaysız, aracısız: İki devlet arasında direkt ilişki yok. 2. zf. Doğru olarak, hiçbir yerde durmadan, duraksız, doğruca: Bu otobüs direkt İstanbul’a gider. 3. zf. Doğrudan, doğrudan doğruya: Sınıfını direkt geçen öğrenci.

    fasülye x fasulye a. (fasu’lye) bit. b. 1. Fasulyegillerden, barbunya, çalı, ayşekadın, horoz vb. türleri bulunan bitki (Phaseolus vulgaris). 2. Bu bitkinin sebze olarak yararlanılan yeşil ürünü ve kuru tohumları.

    fiat x fiyat a. 1. Alım veya satımda bir şeyin para karşılığındaki değeri, eder, paha: “Fiyatı her ne ise derhâl tediye ederim.” -N. Hikmet. 2. ekon. Bir mal veya iş gücü için uygun görülen para karşılığı. 3. ekon. Bir değer ile para birimi arasındaki ilişki: “Fiyat yükselişlerini de beş yüz mislinde durdurmayı bildi.” -N. F. Kısakürek.

    filim x film a. 1. Fotoğrafçılıkta, radyografide ve sinemacılıkta resim çekmek için kullanılan, selülozdan, saydam, bükülebilir şerit. 2. Camlara yapıştırılarak içerinin görünmesini engelleyen bir tür ince yaprak. 3. sin. Bir oyunun bütününü taşıyan şerit veya şeritlerin bütünü. 4. sin. Sinemalarda gösterilen eser.

  • 8

    Altun Yaruk (altın ışık)

    [email protected]

    Kemal GÜLER

    1 Bu eserler, XIX. yüzyılın sonlarında ve XX. yüzyılın başlarında Finli, İsveçli, Rus, Alman, Fransız, İngiliz, Çinli ve Japon araştırma ekiplerinin Doğu Türkistan’ın eski harabe şehirlerinde yaptıkları kazılarla gün yüzüne çıkartılmış ve bugün Berlin, Leningrad, Stokholm, Londra, Paris, Pekin, Kyoto müze ve kütüphanelerinde saklanmaktadır. Bk. Ercilasun, Ahmet B., 2009, s. 262-272.

    2 Sıngku Seli Tutung’un günümüze ulaşmış dört çevirisi daha vardır. Telif eserlerinin de olabileceği sanılmaktadır, bk. Kaya, Ceval 1994, 14.

    Altun Yaruk (Altın Işık), Eski Uygur edebiyatının yalnızca en hacimli eseri değil; içeriği, dili ve üslubu itibariyle de ta on bir asır öncesinden günümüze ulaşabilmiş altın bir ışığıdır. Bütün Türk dili için bir dil abidesi niteliği taşıyan bu eserin tanıtımından önce, tercüme edildiği dönemdeki Uygur toplumu hakkında bazı temel bilgileri aktarmak yararlı olacaktır.

    Merkezi bugünkü Moğolistan’ın kuzeyinde, Türklerce kutsal kabul edilen Ötüken bölgesinde bulunan Uygur devleti 840’ta Kırgızlar tarafından yıkıldıktan sonra, Uygurların büyük bir kısmı bugünkü Doğu Türkistan’a göç etmişlerdir. Bu olay Uygur tarihinde bir dönüm noktası olmuş, göçebe hayat tarzı tamamen bırakılarak yerleşik şehir hayatı bütün kurumlarıyla benimsenmiştir. Artık ziraat, ticaret ve zanaatla uğraşan Uygurlar arasında Budizm, Maniheizm ve kısmen de Hristiyanlık toplumsal hayatı şekillendirmeye başlamıştır. Her alanda önemli gelişmelerin yaşandığı bu dönemde, yazı malzemesi olarak kağıdı kullanmaya başlayan, kitap çoğaltmada zamanın baskı tekniklerinden de yararlanan Uygurlar bilimde ve sanatta bütün Türk dünyasının öncülüğünü üstlenmişlerdir. Uygurlar bu devirde Göktürk, Süryani, Mani, Soğd, Brahmi, Çin ve Tibet alfabelerini de kullanmışlarsa da en yaygın olarak Soğdlardan alıp Türkçeye kısmen de olsa uyarladıkları Uygur alfabesini kullanmışlardır. Çince, Hintçe, Sanskritçe, Tibetçe ve Toharcadan çoğu dinî içerikli pek çok eser tercüme etmişler ve çok sayıda telif eser de meydana getirmişlerdir. Maniheist Uygurlara ait Irk Bitig, Huastuanift ve İki Yıltız Nom ile Budist Uygurlara ait

    Maytrisimit, Sekiz Yükmek, Edgi Ögli Tigin İle Ayıg Ögli Tigin, Hüen-Tsang’ın Biyografisi ve yazımızın konusu olan Altun Yaruk bunların en meşhurlarındandır.1

    Altun Yaruk Budizm’in Mahayana (büyük taşıt) mezhebine ait bir sutra, yani vaaz kitabıdır. Buda’nın Budizm’in esaslarına, felsefesine, ahlak anlayışına ve pratiğine dair vaazlarını içerir. X. yüzyılda yaşadığı sanılan Bişbalık

    şehrinden Sıngku Seli Tutung2 adlı bir Uygur bilgini tarafından Çinceden tercüme edilmiştir. Çevirmenin yaptığı eklemelerle tercümeden çok bir uyarlama niteliğindedir. Eserin bugüne ulaşan en büyük nüshası (tamamının yaklaşık % 85’i, yani 355 yaprak) 1687’de istinsah edilmiş olup Petersburg Asya Müzesi’nde bulunmaktadır. Berlin’deki Turfan Koleksiyonu’nda da eserin farklı nüshalarından yüzlerce parça mevcuttur. Eser 10 fasıldan (tegzinç) oluşmuştur. Bu 10 fasıl da kendi içinde toplam 31 bölüme (bölük) ayrılmıştır. Her bölümde Buda’ya müritlerinden biri tarafından yöneltilen bir soruyla konuya girilir. Sorulan soru, araya Buda’nın “çeşitli yaşamlarında” başından geçen olağanüstü olayları anlatan menkıbeler ve hikâyeler (çatikler) de katılarak Buda’nın ağzından cevaplandırılır. Bu hikâyelerden en meşhuru, Budizm’de fedakârlık düşüncesini çok çarpıcı bir örnekle anlatan açlıktan ölmek üzere olan dişi bir parsla yavrularını kurtarmak için kendini feda eden şehzadenin hikâyesidir. Aşağıda bu hikâyeden şehzadenin kendisini aç parsa yedirmesinin ve ölümü üzerine annesi kraliçenin yas tutmasının anlatıldığı pasajlardan kesitler ve çevirilerini sunuyoruz.

    Altun Yaruk’tan Bir Sayfa

    Budist Uygur Rahipleri Uygur Kadınları

  • 9

    KaynakçaAhmet Caferoğlu (1984), Türk Dili Tarihi I-II, 3. Baskı, İstanbul: Enderun Kitabevi. Ahmet B. Ercilasun (2009), Başlangıçtan Yirminci Yüzyıla Türk Dili Tarihi, Ankara: Akçağ Yayınları.Annemaria von Gabain (1959), “Das Alttürkische”, Philologiae Turcicae Fundamenta, Wiesbaden , C.1, s. 21-45. Ceval Kaya (1994), Uygurca Altun Yaruk. Giriş, Metin ve Dizin, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yay. Jean Paul Roux (2006), Orta Asya. Tarih ve Uygarlık. (çev. Lale Arslan). İstanbul: Kabalcı Yayınları. Mehmet Ölmez (1997), “Kurzer Überblick über die Buddhistische-Übersetzungsliteratur im Alttürkischen, (Eski Türkçe Budist Çeviri Edebiyatına

    Kısa Bir Bakış)”, Çağdaş Türk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış: Nevin Önberk Armağanı, yay. M. Ölmez, Ankara: 225-256.

    “… bodısatav anı körüp ötrü idiz tagka agtınıp et’özin kodı kemişdi. kaçan yirke tegdükde bodısatav yene inçe tip sakıntı: ‘inçip bo bars torukı küçsüzi ugrınta anın mini yigeli umaz’ tip ötrü bodısatav örü turup ınaru berü körüp bı bıçgu tilep bulmadı. ötrü kurımış katıg kamış alıp anı üze ömgen tamırın sançıp kan üntürüp akuru akuru barska yakın bartı. … ol ödün aç bars kaçan bodısatavnıng ömgenintin kan akmışın körti, ötrü ol kanıg yalgayu etin barça yip kodtı. yalanguz kurug süngükleri ök turu kaltı.”

    “… anta ötrü ilig beg katunı ançak(a)ya ögsiremeki serilip saçı başı yadılıp iki iligi üze kögüzin tokıyu, kaltı balık suvıntın adırılıp isig kumda agınamış teg yirte agınayu inçe tip yıgladı:

    … Bodisatva1 bunu gördü. Sonra yüksek bir dağa çıkıp kendisini aşağıya bıraktı. Yere düşünce yine şöyle düşündü: Fakat bu pars zayıflığı, güçsüzlüğü sebebiyle beni yiyemez. Sonra bodisatva ileri geri bakınıp kesici bir şey aradı, bulamadı. Sonra kuru sert bir kamış alıp onunla boyun damarını kesip kan akıtıp yavaş yavaş parsa yaklaştı. … o zaman aç pars bodisatvanın boynundan kan aktığını görünce o kanı yalayıp etini tamamen yedi. Geriye yalnız kuru kemikleri kaldı.

    … ondan sonra hükümdarın eşi, biraz kendine gelip, saçı başı dağılmış vaziyette, iki eliyle göğsüne vurarak sudan çıkmış sıcak kumun üzerinde çırpınan bir balık gibi yerde yatıp çırpınarak şöyle ağladı:

    ‘kim erti erki bıçdaçıöngi saçılıp yatur ayıçgınmış men kençimin,busuşka emgekke basıtıp, kim erti erki ölürteçitegürteçi monı tegkatıg vajır ermez mu,yarılıp bükşilip barmadıntülümde men belgülügiki imigim birkerüazıg tişim kongrulupkörür ermiş men odgurakyene tüşedim montadalaçın tokup üçegüni,amtı yitürtüm eng kiçigiyavlak belgü utlısı

    tip monçulayu yıgladı.”

    ögükkeyem et’özin?kalmış süngük yir sayu.sever amrak atayımın. teprençsiz boltum ermez mu?ögükkeyem çak sini,busuş kadgu emgekke?kim mening bo yürekimneçökin turur monı teg?körtüm erti bo belgüg:töpüre bıçılur tüşedim,tüşüp kelir boltı erdi.bo emgekke tuşguka.adın üç kögürçgen atayın, birisin kapıp iltür bolur.sever amrak ögükümin,idi ezüg bolmadı’

    ‘Kim idi acaba biçecek yavrucuğumun vücudunu?Artık saçılmış yatıyor eyvah, geride kalan kemikler her yerde.Yitirmişim çocuğumu, sevgili yavrucuğumu.Keder ve ıstırap altında ezilip kımıldayamaz oldum değil mi?Kim idi acaba öldürecek yavrucuğum gerçekten seni,Bunun gibi keder, kaygı ve ıstıraba düşürecek?Sert bir elmas değil mi, ki benim bu yüreğimYarılıp, parçalanıp gitmeden nasıl durur böylece?Düşümde ben açıkça gördümdü şu işareti:İki memem birlikte tamamen kesilir gördüm,Azı dişim sökülüp düşüp gelir gördüm.Görürmüşüm açıkça bu ıstıraba uğrayacağımı.Yine gördüm aynı düşte ayrıca üç güvercin yavrusunu,Şahin saldırıp üçüne birisini kapıp götürür olur.Şimdi yitirdim en küçükleri sevgili yavrucuğumu,Kötü işaretin sonucu hiç yanlış çıkmadı.’

    diyerek böyle ağladı.

    Altun Yaruk üzerine şimdiye kadar çoğunluğu Rus, Alman ve Türk bilim adamları tarafından olmak üzere pek çok çalışma yapılmıştır. Metnin tamamının çeviri yazısı ilk olarak Ceval Kaya tarafından gerçekleştirilmiştir. Ancak eserin tümünün Türkçeye veya bir Avrupa diline çevirisi halen ortaya konamamıştır. Özellikle Türkiye Türkçesine çevirisi önemli bir görev olarak hikâyedeki şehzade kadar olmasa da fedakâr araştırmacıları beklemektedir.

    1 Budizm’de en yüksek dereceye, Nirvana’ya, Budalık mertebesine ulaşabilen fakat canlılara duyduğu merhamet ile bu mertebeden vazgeçip kendisini başkalarının ıstıraplarını dindirmeye, başkalarına rehberliğe ve iyiliğe adamış olan kimse, ermiş.

    Karahoço Uygur Prensleri

    Altun Yaruk’tan Bir Başka Sayfa

  • 10

    TÜRK DİLİ DERGİSİNİN 700. SAYISI

    [email protected]

    Dr. Hüseyin YENİÇERİ

    TDK, Söyleşi Özel Sayısı’ndan sonra Türk Dili dergisinin 700. sayısını da özel sayı olarak çıkardı. 700. sayı konu olarak kendisini ele almış. Yedi yüz sayı çıkmış bir derginin elbette bir hikâyesi olmalıydı. Bu nedenle bu özel sayıda konu seçimi çok isabetli olmuştur. Okuyucu, derginin yayın hayatına çıkışından bu yana, hiçbir yerde görmediği birçok bilgiye bu sayı ile ulaşıyor. Derginin bu özel sayısı iki bölümden oluşuyor: Biri şimdiye kadar dergide yer alan yazıların tanıtılması, diğeri dergiye emek verenlerin tanıtılması.

    Özel sayının okuyucu açısından yeni bilgiler içeren bölümünü Prof. Dr. Şükrü H. Akalın yazmış. “Bir Tarih: Birinci Sayısından Yedi Yüzüncü Sayısına Türk Dili” başlığını taşıyan yazı, bir bakıma bir giriş niteliğinde. Tamamı 756 sayfa olan özel sayının 26 sayfasını bu giriş yazısı tutmuş. Akalın, Türk Dili dergisinin doğuşunu ayrıntılı bir biçimde açıklıyor. Bu açıklamalardan TDK’nin dergi çıkarmaya I. Kurultay’da karar verdiği, dergiye ad olarak “Kurultay” sözcüğünün önerildiği, ancak bir yıl sonra, 1933 Nisanı’nda Türk Dili adıyla çıktığı anlaşılıyor. Beş yılda 33 sayı çıkarılmış ve 1938’de yayımına iki yıl ara verilmiş, 1940’tan sonra ikinci seri çıkarılmaya başlanmış. 1943’te 20 sayı çıkarıldıktan sonra ikinci seri de yayımına ara vermiştir. 1945’ten kesintisiz yayınlanmaya başladığı 1951 Ekimi’ne kadar toplam 68 sayı çıkan Türk Dili, bundan sonra sürekli yayımlanacaktır. Derginin bu yeni yayın dönemi İstanbul’da, Peyami Safa’nın yönetiminde başlamıştır. Birinci sayı beş bin adet basılmış, 50 kuruştan satılmış ve birkaç günde tükendiği için ikinci baskısı yapılmıştır.

    Derginin ilk sayısında “Başlarken” başlığını taşıyan bir yazıya yer verilmiş. 700. sayıya kapak olan bu yazı şöyle başlıyor: “Dilimiz yıldan yıla, günden güne değişiyor. Biz şimdi, bundan yüz yıl önceki Türkçeyi değil, otuz yıl önceki Türkçeyi de konuşmuyor, yazmıyoruz. Dilimize birtakım yeni kelimeler giriyor: Kimi Türkçe köklerden kuruluyor, kimi de başka dillerden, Avrupa dillerinden alınıyor. Dilimizin yapısında, söz diziminde de bir genişleme görülüyor. Bunlarda özentinin payı olsa bile ihtiyacın da payı olduğu inkâr edilemez.” Yazının devamında, dilimizi yaşanan dil tartışmalarının değil, yazarlarımızın kurup geliştireceği belirtiliyor. Derginin yayımlanma nedeni de şöyle vurgulanıyor: “Bir çığırın, bir görüşün dergisi değil; Türkçeyi sevenlerin, Türkçe için çalışmak isteyenlerin dergisidir. Bu dergiyi Türk Dil Kurumu çıkarıyor, ama yalnız kendi görüşünü yaymak, kendi yaptıklarını bildirmek, kendi fikirlerini savunmak için değil, yarının Türkçesini kurmaya çalışanları bir araya toplamak, hepsine de kendi düşüncelerini, dileklerini bildirmek imkânı sağlamak için çıkıyor (s. 309)”. Yazının sonunda yer alan şu cümle “Bu dergi Türkçeyi seven, Türkçeye inanan, Türkçe için çalışmak isteyen bütün yazarlarımıza açıktır.” derginin yayın çizgisini ve ilkesini belirliyor.

    Özel sayıda yer alan yazıların büyük bir bölümü şimdiye kadar dergide yayımlanan yazıları ayrı ayrı başlıklar altında inceleyen bölümlerden oluşuyor. 700 sayıda bugüne kadar toplam 7288 yazı, 6018 şiir yer almış. Yazıların 1789’u değerlendirme, 804’ü öykü, 735’i haber içerikli, 619’u Atatürk’ü konu alan yazı, 587’si çeviri, 300’ü yitirdiklerimizi tanıtma amaçlı, 205’i tiyatro, 145’i sinema,

    143’ü deneme, 130’u sorulara verilen cevaplardan oluşuyor. Konular ve türler göz önüne alınarak yazıları, ayrı ayrı uzmanlar incelemiş. Söz gelişi “Türk Dili Dergisinde Atatürk” konusunu Melek Özyetgin, “Denemeler” konusunu Yasemin Dinç Kurt, “Türk Dili Dergisinin Türk Öykücülüğündeki Yeri” konusunu Âbide Doğan, “ Türk Dili’nin Sayfalarında Anılar” konusunu Serdar Odacı, “Terim Konulu Yazılarıyla Türk Dili Dergisi” konusunu Hamza Zülfikar işlemiş.

    Türk Dili dergisine emek verenlerin tanıtıldığı yazıları da dil ve edebiyat uzmanları yazmış. Bu tanıtım yazılarının en dikkat çekici özelliği yazarlar seçilirken siyasal görüş açısından ayrım yapılmaması. Bu açıdan TDK’yi kutlamak gerekir. Yine bu yazılar, son 50-60 yılın bütün dilcilerini ve edebiyatçılarını bilimsel ölçütlerle ilk kez bir araya getirmek bakımından da dikkat çekicidir. Peyami Safa’yı Ali Cin, Fakir Baykurt’u Macit Balık, Mehmet Çınarlı’yı Mahmut Hasgül, Talat Sait Halman’ı Fahri Temizyürek, Ceyhun Atuf Kansu’yu Erol Barın, Ahmet Bican Ercilasun’u Ali Ilgın, Mehmet Kaplan’ı Ülkü Çetinkaya tanıtmış.

    Türk Dili dergisi yeni çizgisiyle emin adımlarla ilerliyor. Bu çizgi bilimin yol göstericiliğinin benimsenmesidir. Bir zamanların yüzde yüz Türkçe yazmak uğruna okuyucuyu dikkate almayan tutumundan uzaklaşılmıştır. Dergide konuşma dilinin en güzel biçimi yazı dili olarak kullanılmaktadır. Bu nedenle Türkçeye gönül verenlerin rahatlıkla okuyacağı, yararlanacağı bir dil ve edebiyat dergisi olmuştur. Yalnız, derginin daha güzel, daha çağdaş bir baskıya ve görüntüye kavuşturulmasının zamanı da gelmiştir. Derginin en iyi kâğıda basılması gerekir. Unutulmamalıdır ki en iyi yatırım insana yapılandır. İnsanı özgür ve bağımsız yapan, ayakta tutan da kültürdür. Kültürün taşıyıcısı da dildir.

    Türk Dili dergisine nice 700 sayılar, nice 59. yıllar diliyorum.

  • Ahmet Mithat

    11

    Basiret’in [Basiret gazetesinin] geçen cuma günü çıkan nüshasında, “Bir Varakacık” diye ismi küçük, hükmü büyük bir şey okudum. Hem de hükmü sahîhen [gerçekten] büyük olduğu için dikkat ederek birkaç defa okudum. Bu varaka [açık mektup] sahibinin demek istediği iki şey vardır ki birisi kadınlara ve çocuklara ve halkın terbiyesine mahsus gazete yapılması ve ikincisi dahi yazılan gazetelerin nasıl lakırdı söylüyorsak öylece yazılıp gazetelerde ne denmek istenildiğinin herkese anlatılmasıdır. (…) O varakada en ziyade ehemmiyetli şey, yazılan sözü okuyana anlatmak meselesi olduğundan bunun üzerine birkaç söz söylemek arzusundayım.

    En evvel kalem sahiplerine şunu sormak isterim ki bizim kendimize mahsus bir lisanımız yok mudur? Türkistan’da söylenmekte bulunan Türkçeyi gösterecekler, öyle değil mi? Hayır, o lisan bizim lisanımız değildir. Bundan altı yedi asır mukaddem [önce] bizim lisanımız idi, fakat şimdi değil; o lisan bizim lisanımız olmadığı gibi Arabî ve Farisî dahi lisanımız değildir.

    Ama denilecek ki bizim lisanımız herhâlde bunlardan hariç [bunların dışında] olamıyor. Anladık, hariç olamadığı gibi dâhilinde de [içinde de] sayılamıyor. Türkistan’dan bir Türk ve Necit’ten bir Arap ve Şiraz’dan bir Acem getirsek, edebiyatımızdan en güzel bir parçayı bunlara karşı okusak hangisi anlar? Şüphe yok ki hiçbirisi anlayamaz.

    Tamam! İşte bunlardan hiçbirisinin anlayamadığı lisan bizim lisanımızdır

    diyelim. Hayır, onu da diyemeyiz; çünkü o parçayı bize okudukları zaman biz de anlayamıyoruz. Vakıa [gerçi] anlayabilenlerimiz de var. Mesela yedi yüz binden ziyade İslam bulunan İstanbul şehrinde onu anlayacak yedi kişi elbette bulunur. Fakat yüz binde bir kişinin anlayabildiği lisana biz “millet lisanı” diyebilecek miyiz? Eğer kendimizi sıkıp da arayacak olsak, İstanbul’da yedi tane Çince bilen dahi bulunabilir. Hatta yedi değil, belki yedi binden ziyade Fransızca bilen dahi vardır. Ancak, yedi bin kişinin Fransızca bilmesinden ötürü Fransız lisanı bizim için “millet lisanı” olamıyor. Bu hâlde, İstanbul’da yedi kişinin o mahut lisanı bilmesinden dolayı bize “millet lisanı” olabileceğini iddia eden bulunabilir mi?

    Pekâlâ, ne yapalım? Bu hâlde bir gayret daha etmeli, yazılan şeyleri yedi bin kişiye ve eğer benim istediğim kadar gayret edilirse yedi yüz bin kişiye kadar anlatmalı. İstediğim gayret ise küçük bir şeydir: Arapça ve Farsçanın ne kadar izafetleri [tamlamaları] ve ne kadar sıfatları varsa kaldırıversek, yazdığımız şeyleri bugün yedi yüz kişi anlayabilmekte ise yarın mutlaka yedi bin kişi anlar. Şimdiki hâlde en açık söylediğimiz söz “devletimizin himemât-ı mahsûsa-i terakkî-perverânesi” değil mi? Bunu İstanbul’da sekiz senecik olsun Bâbıâli’ye devam etmemiş olan bir Osmanlı anlayabilir mi? Fakat “daima ilerlemeye çalışan devletimizin himmet ve gayreti” denilse elbette daha çok anlayan bulunur.

    Vakıa [gerçi] dimağlarına eski lisanın lezzeti [tadı] bulaşmış ve bu lezzet neden ibaret bulunduğunu kendileri dahi anlayamamış olan birkaç kimse benim tavsiye eylediğim kitabete [yazıya, yazışa] “artık bu da pek kaba Türkçe!” diye kusur bulacakları şüphesizdir, lakin bunda hak kazanamazlar. “Kaba Osmanlıca” derlerse doğru söylemiş ve fakat bu söz ile bizi yine ayıplayamamış olurlar.

    Çünkü bizim ihtiyacımız ne kaba Arapçaya ve ne de kaba Farsçayadır. Kaba Osmanlıcaya muhtacız. Bir adamın muhtaç olduğu şeyi ele getirmesi dahi hiçbir vakitte ayıp sayılamaz.

    İşte gazetelerin yazdıklarını herkese anlatabilecek gibi yazmaları hakkında zikrolunan [adı geçen] “Varakacık”ın gösterdiği fikrin ehemmiyetini ben bu suretle muvazene eyledim [ölçtüm]. Zannederim ki bu muvazene [ölçme] sizin dahi işinize gelir. Çünkü Arabî ve Farisînin yalnız sıfatlariyle izafetlerini [tamlamalarını] terk etmekle okuduğunu anlayabilecek kimselerin kat kat çoğalması elbette işinize gelir.

    (Basiret, 1871, Sayı 639)

    EHEMMİYETLİ BİR LÂYİHA

    KaynakCevdet Kudret (1962), Ahmet Mithat, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, s. 22-24.

  • [email protected]

    Hafize ŞAHİN

    12

    MERNUŞ’UN “ÇATAL KARA”SI

    Batı, divan ve halk şiirinden beslenen Modern Türk şiirinde şairler, gelenekten de yararlanarak kendi şiir anlayışlarını oluştururlar. Halk şiiri ise temel söyleyiş zenginliğini; halkın söylemlerinden, hikâyelerinden ve inanışlarından alır. Halk şiirinden beslenen şairlerimizden biri olan Bedri Rahmi Eyüboğlu, Türk resim sanatının gelişmesini etkileyen ressam kimliğinin yanı sıra güçlü şair kimliğiyle de edebiyatımızda adından sıkça söz ettirmiştir. Bedri Rahmi’nin halk kültüründen yararlandığını gösteren en güzel örneklerden biri “Karadut” adlı şiiridir. Bedri Rahmi-Mari Gerekmezyan aşkının sembolü olan bu şiirin de yer aldığı Karadut kitabı için Bedri Rahmi’nin oğlu Mehmet Eyüboğlu şunları söylüyor:

    “Bu kitap bir bakıma Karadut Hanıma adanmış bir kitabedir. Karadut Hanım 1940’lı yılların başında Bedri Rahmi’nin bir bronz büstünü yapmış, onu en ‘Delifişek’ çağında ölümsüzleştirmiştir. Bedri Rahmi de Karadut kitabıyla Güzel Sanatlar Akademisi’nde 1940’lı yılların başlarında tanıştığı heykel öğrencisi Mari Gerekmezyan’ı ölümsüzleştirmiştir.” (Eyüboğlu 2009: 61)

    Peki bu şiirde adı geçen ‘‘çatal kara’’ sözcüğü nereden geliyor, hiç düşündünüz mü? Turan Erol, Bedri Rahmi’nin “Karadut” şiirindeki ‘‘çatal kara’’ sözcüğünü Çorum’da öğrendiğini söyler.1 Bedri Rahmi, bir gün Çorum’da İskilip yoluna doğru resim tezgâhını kurar. Etrafındaki çocuklarsa çığlık çığlığa oyun oynuyorlardır. Bedri Rahmi’nin başına toplanan çocukların her birinden bir başka eleştiri, bir başka yorum gelir. O da bir an olsun onları uzaklaştırabilmek için ellerine birer kâğıt kalem verip İskilip’te ne kadar meyve adı varsa onları yazmalarını ister:

    “Çocuklar yazıyorlardı, ama bazı meyve adlarını utana sıkıla yazıyorlardı: Kızmemesi üzümü, Karabaldır elması… Meyve listelerinin en uzunu üzümler hanesi idi. En baştaki üzümü, Çatal kara salkımı tarif ettiler. Öyle güzel anlattılar ki, elimle koymuş gibi buldum onu pazarda. Yer yer mora kaçan kuzguni kara bir salkım. İki avuç doldurur taşar bile. İki üç katlı bir salkım. Bir tane daha var, o da simsiyah. Tam beş yıl dilinden düşmedi, Mernuş’un: Çatal kara,2 kat kat kara, özlü, tatlı, uçsuz bucaksız kara, bilâl kara, bir dilimi zehir zıkkım, bir dilimi candan tatlı kara. Sevda karası.” (Erol 1984: 81-82)

    Turan Erol’un kitabını okuyana kadar “Karadut” şiirindeki “çatal kara” sözcüğünün bir üzüm adından gelebileceğini hiç düşünmemiştim; yadırgamadığımız, bildiğimiz bir şeydi sanki. Hem her şeyi anlatıyor hem de süsten uzak, zengin çağrışımlara açık bir tanımlamaydı benim

    için: “Karadutum, çatal karam, çingenem”. Tam da Bedri Rahmi’nin istediği gibi herkes çok kolay söylenmiş zannetsin! Oysa yıllarca didinip dursa insan, herhâlde böyle bir dizeyi kolaylıkla söyleyemez. Bu da gösteriyor ki ne saklı hazineler var Anadolu’da da farkında değiliz! Şairin işi ise tam da bu: Böyle gizli hazineleri ortaya çıkarmak ve edebî bir dille yeniden yorumlamak…

    KARADUTKaradutum, çatal karam, çingenemNar tanem, nur tanem, bir tanemAğaç isem dalımsın salkım saçakPetek isem balımsın ağulumGünahımsın, vebâlimsin.Dili mercan, dizi mercan, dişi mercanYoluna bir can koyduğumGökte ararken yerde bulduğumKaradutum, çatal karam, çingenemDaha nem olacaktın bir tanemGülen ayvam, ağlayan narımsınKadınım, kısrağım, karımsın.

    KaynakçaTuran Erol (1984), Günümüz Türk Resminin Oluşum Sürecinde Bedri Rahmi Eyüboğlu Yetişme Koşulları, Sanatçı Kişiliği, İstanbul: Cem Yayınevi.Bedri Rahmi Eyüboğlu (2009), Dol Karabakır Dol, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları (Kitapta ayrıca Karadut Sergi Resimlerine yer verilmiştir. Yukarıdaki resim kitaptan alınmıştır). www.bedrirahmi.com

    1 Günümüz Türk Resminin Oluşum Sürecinde Bedri Rahmi Eyüboğlu Yetişme Koşulları, Sanatçı Kişiliği 2 Bedri Rahmi’nin “Çatal Kara” yazısı 27 Temmuz 1959’da Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmıştır, Bedri Rahmi yazılarında kendisine “Mernuş” diye seslenir (Erol 1984: 82).

  • 13

    Türkçe {“Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı diller

    boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

  • HÜDİL

    TANIŞMAK İÇİNBİRİKİMİMİZLE

    ADRES: Hacettepe Üniversitesi Dil Öğretimi Uygulama ve Araştırma Merkezi (HÜDİL)

    TEL: (0312) 297 83 50-51E-posta: [email protected]

    KÖKLÜ KÜLTÜREL

    OSMANLICA KURSLARI

    14

    Osmanlıca I: Türk dilinin tarihî dönemlerinden biri olan Osmanlı Türkçesi, 6 yüzyıldan fazla bir zamanda çok geniş bir coğrafyada kullanılmış, yüksek bir medeniyetin yazı dili olmuştur. Osmanlı Türkçesi ile yalnızca edebî ürünler değil bilimin ve sanatın hemen her alanında pek çok eser yazılmıştır. Osmanlıca da denen klasik edebî dilde Arap alfabesi kullanılmıştır. Bugün artık tarihe karışmış bu yazı dilini eski kültür, bilim ve edebiyat eserlerimizi okuyup anlayabilmek için öğrenmek gerekir. Geçmişimizi bugüne taşıyan, Türk kültür dünyasını yansıtan eserleri okumak ve böylece köklü kültürel birikimimizle tanışmak amacıyla açtığımız bu kurs, başlangıç düzeyindedir. Alfabe, imla, Arapça kelime ve şekiller, Farsça kelime ve şekiller üzerinde durulacak olan kursun bitiminde kursiyerlerin matbu metinleri okuyabilmesi amaçlanmaktadır.

    Osmanlıca II: Katılımcıların Osmanlıca bilgilerini geliştirmeyi amaçlayan bu kursta, alanla ilgili kuramsal bilgiler metin örnekleri ile detaylandırılacaktır. Metin çözümlemeleri yaparken sözcükleri yanlışsız okumak, basit ve birleşik sözcüklerin anlamlarını bilmek, çok anlamlı ya da eş anlamlı sözcükleri doğru öğrenmek gerekir. Bu yüzden önce derste kullanılacak temel kaynaklar tanıtılacak, daha sonra eski ve yeni metinlerde Arap harfli Türk imlasının kullanımı ve kurallarına geçilerek Türkçe sözcüklerle Arapça ve Farsça sözcükler arasındaki yazım farkları ile Arapça-Farsça gramer kuralları üzerinde durulacaktır. Klasik Edebiyat, Klasik Müzik, Sanat Tarihi, Tıp Tarihi gibi Osmanlıca yazma ve basma metinleri okuma merakı/ihtiyacı duyan herkesi kurslarımıza bekliyoruz.

    Dr. Hiclâl DEMİR Dr. Özge ÖZTEKİN

    Osmanlıca I

    Osmanlıca II

  • TÜRKÇE YOĞUN DĠL KURSU

    TURKISH INTENSIVE COURSE

    HÜDĠL Hacettepe Üniversitesi Dil Öğretimi Uygulama ve Araştırma Merkezi

    TEL: (0312) 297 83 51 Web: www.hudil.hacettepe.edu.tr E-posta: [email protected]

    Ülkemizde kısa ya da uzun süre yaşamayı seçtiyseniz, Türk diline ilgi duyuyorsanız, Tek başınıza alışveriş yapabilmek, gezebilmek, ev kiralayabilmek, kısacası günlük yaşamınızı yardım almadan devam ettirebilmek istiyorsa-nız, Sizi Türkçe Yoğun Dil Kursumuza bekliyoruz.

    AYDAN ERYĠĞĠT UMUNÇ

    15

    Türkçe Yoğun Dil Kursu, ülkemizde kısa ya da uzun süre yaşamayı seçen yabancılar ile üniversiteler arası anlaşmalar çerçevesinde, ülkemize sınırlı süre için gelen üniversite öğrencilerine 1 ayda (80 saat), günlük hayatlarını devam ettirecek düzeyde Türkçe öğretmek amacıyla düzenlenmiştir. Kursumuzda, anlama ve konuşma becerilerinin en kısa süre içinde geliştirilmesi hedeflenmektedir. Bu hedefi gerçekleştirmek için kullanılacak ders ve alıştırma kitabı, Merkezimiz öğretim elemanları tarafından özel olarak hazırlanmıştır. Kitabımızın yanı sıra derslerimizde ve ev ödevi olarak kullanılacak olan ek materyalimiz de kursiyerlerimize ücretsiz olarak verilecektir. Derslerimiz, en az 5 en fazla 15 öğrenciyle sürdürülecektir. Kursumuza devam eden ve başarılı olan kursiyerlerimize “Başarı Belgesi”, devam edip başarısız olanlara ise “Katılım Belgesi” verilecektir.

  • HÜDİL

    Hacettepe Üniversitesi Dil Öğretimi Uygulama ve Araştırma Merkezi

    TEL: (0312) 297 83 51 Web: www.hudil.hacettepe.edu.tr E-posta: [email protected]

    DOÇ. DR. G. GONCA GÖKALP ALPASLAN

    YARATICI YAZARLIK KURSU

    YAZARAK KENDİNİZİ ve HAYATI KEŞFEDİN

    16

    Duygu ve düşüncelerimizi yazarak anlatmak, genellikle yalnızca eğitim sürecinde aldığımız kompozisyon derslerine ait bir etkinlikmiş gibi düşünülür. Oysa yaşamın içinde çoğu kez kendimizi yazarak ifade etmek ihtiyacı duyarız da bunu nasıl yapacağımızı bilemeyiz. İşte bu noktada Yaratıcı Yazarlık dersleri, her yaştan ve her meslekten insana rehberlik etmeyi amaçlayan keyifli bir etkinliktir. Bu kursta okuduklarımızı yorumlamak, yazarak hayatın içinde olmak ve yazılarınızın eleştirel ortamda değerlendirilmesi yazma becerimizi güçlendirecektir. Yazmaktan zevk alıyorsanız, yazdıklarınızı paylaşmak ve bu konuda kendinizi geliştirmek istiyorsanız Yaratıcı Yazarlık derslerinden yararlanabilirsiniz.

  • JAPONCA KURSU

    RYOKO ASANO

    HÜDİL フディル ハジェッテペ大学言語教育実践研究センター

    Hacettepe Üniversitesi Dil Öğretimi

    Uygulama ve Araştırma Merkezi

    TEL: (0312) 297 83 51

    Web: www.hudil.hacettepe.edu.tr

    E-posta: [email protected]

    フディル

    17

    Özellikle farklı bir yazı sistemine sahip olması dolayısıyla Japonca öğrenilmesi çok zor, hatta imkânsız bir dilmiş gibi gelir çoğumuza. Oysa bilhassa Türkler için, Türkçeyle benzer bir yapıya sahip olan Japoncayı öğrenmek son derece kolay, eğlenceli ve zevkli bir iştir. Bu kursta, hiçbir zorluk ve stres yaşamadan eğlene oynaya Japon dilinin yanı sıra televizyonda, internette bir resimmiş gibi seyrettiğiniz Japon yazısını okumayı da öğrenecek, Japon kültürünü yakından tanıma imkânı bulacaksınız. Okuma ve yazmayla birlikte konuşmaya da büyük önem verilen öğretim programımızla daha ilk günden Japonca konuşmaya başlayacaksınız. Başlangıç seviyesinde olsa da kursu tamamladığınızda, edinmiş olduğunuz Japonca dil bilgisi ve kelime hazinesiyle kendinizi oldukça iyi ifade edebildiğinizi göreceksiniz. Yeni başlayanlar için tasarlanmış olan bu kurs, orta ve ileri seviye kurları ile sürecektir.

  • [email protected]

    Asuman BAYRAMDE

    YİML

    ER ve

    ÖYKÜ

    LERİ

    IV

    18

    Deyimlerimizin pek azının öyküsünü biliyoruz. Bir kısmını neredeyse unutmuşuz, kullanım yerlerini de bilmiyoruz. Bazı deyimlerimizin ise ne varlığından ne de kullanım yerinden haberdarız. Durum bu ise buyrun köşemize. Yine üç deyim ve sıradışı üç öykü köşemizde sizlerin ilgisini beklemekte.

    1.Münasebetsiz Mehmet Efendi

    Sultan II. Mahmut, halka yakınlığı ile tanınan bir Osmanlı padişahıdır. Sık sık saray dışına çıkar, halkın içine karışır, halkın gündemini meşgul eden kişileri ve olayları takip eder. Rivayete göre bu Sultan zamanında Mehmet Efendi isminde bir kişi münasebetsizliği ile İstanbul halkı içinde epey şöhret bulur; hatta sarayda bile Mehmet Efendi ile ilgili latifeler anlatılır. Şöhreti saraya kadar ulaşan bu kişiyi Sultan da merak eder ve onun anlatıldığı kadar münasebetsiz olup olmadığını ölçmeye niyetlenen Sultan, Mehmet Efendi’yi saraya davet eder. Münasebetsizliği ile meşhur Mehmet Efendi ile

    iki saat kadar sohbet eder, değişik konular hakkında adama sorular sorar; ama sohbetleri sırasında adamcağızın hiçbir münasebetsizliğine rastlamaz. Mehmet Efendi, Sultan üzerinde son derece olgun ve aklı başında bir beyefendi izlenimi bırakır. Gördüklerinden hoşnut olan Sultan, adama haksızlık edildiğine karar verip iki kese altınla Mehmet Efendi’yi ödüllendirir. Aradan aylar geçer. Mehmet Efendi’nin münasebetsizliği ile ilgili fıkralar hem saraydaki hem de sokaktaki halkın dilinde dolaşmaya devam etmektedir; artık Sultan bunları pek de umursamaz; adamı bir imtihandan geçirmiştir.

    Bir gün Babıâli yolundaki kalemleri teftişten dönen Sultan, bir adamın feryat edip koşarak faytona doğru yaklaşmakta olduğunu görür. Yaklaşanın Mehmet Efendi olduğunu anlayan Sultan, arabacıya faytonu durdurmasını emreder. Tam da yokuşun başında duran fayton geri geri kaymakta atlar da ayakta durmakta zorlanmaktadır. Soluk soluğa kalmış adam Sultan’a “ Hünkarımız Efendimiz zurna çalmayı bilirler mi acaba?” diye sorar. Bu garip soruya Sultan “Hayır, bilmem Mehmet Efendi.” diye sakin şekilde bir karşılık verir. Sultan, arabacıya tam da devam emrini vereceği sırada adam tekrar söze girer ve “Efendimiz, bendeniz de bu zurna denen çalgıyı hiç çalamam. Mamafih uzaktan akrabam Mısırlı Molla Kasım evvelce bu çalgıyı pek iyi çalarmış. Sizin hanedan sülalesinde zurna ile ilgili tecrübesi biri olan yok herhalde.” diye konuşmayı anlamsız bir akış içinde sürdürmeye devam ettiği sırada atların ayaklarının yavaş yavaş geriye doğru kaydığını ve arabanın devrilme riskini hisseden Sultan’ın “Vallahi bu münasebetsizliğe ne benim kalbim ne de atların ayakları dayanacak. Arabacı, hemen buradan uzaklaşalım.” demesiyle münasebetsiz Mehmet Efendi uzaklaşmakta olan faytonun ardından bakar kalır. İşte o günden beri “Münasebetsiz Mehmet Efendi” sözü hangi ortamda nasıl hareket edeceğini bilemeyen, olmadık yerde olmadık söz söyleyen insanlar için kullanılan bir deyim halini almıştır.

    2. Turnayı Gözünden Vurmak

    Uzun süren bir bekleyiş ya da sessizliğin ardından elde edilen bir kazancı ifade için kullandığımız bu deyimin öyküsü, bir avcı hikâyesine dayanmaktadır. Bugün Avcılar Kulübü adını taşıyan ve avcıların toplanıp ahbaplık ettikleri yerler olarak bilinen mekanların varlığı farklı adlarla da olsa çok eski zamanlardan beri bilinmektedir. Osmanlı zamanında avcılık mesleğinin günümüzdekinden çok daha revaçta olduğu düşünülürse bu tarz avcı birliklerinin müdavimlerinin bu işe verdikleri önem de daha iyi anlaşılabilir. Her biri diğerinden merdane avcıların devam ettikleri böyle bir mekanda anlatılan avcılık öyküleri de pek tabii birbirinden ilginç ve ateşli olmalıdır ki bu gereği yerine getirmek amacıyla anlatılan öykülere dozunu kaçırmadan mübalağa karıştırmak da mesleğin icracılarının sıkça başvurduğu yollardan en mübah olanı sayılır. Şimdi gözümüzü böyle bir avcı kulübüne çevirelim ve avcı meclisinde anlatılanlara bir kulak kabartalım. Kulübün en saygın ve yaşça diğerlerinden ileride olan kişisi Şikarizade Sayyat Ağa adında bir zattır. Herkes durmadan konuşur, birbirinden ilginç öyküler anlatır ama mecliste bir kişinin ağzını bıçak açmaz. Bu durum meclistekilerin dikkatini çeker ve Sayyat Ağa’ya suskunluğunun sebebi sorulur. “Aman Sayyat Ağam, yok mudur şöyle akıllara durgunluk verecek bir avcı hikayesi?” diye ısrarlar başlar. Sayyat Ağa, vakur tavrını bozmadan “Aman evladım! Açmayın gençlik yaralarımı, sızlatmayın şu yaşlı bağrımı!” dediği anda mecliste oturanların merakı iyice körüklenir. Israrlar yalvarışa dönüşür. Artık ortamdaki gürültü önü alınamaz bir hale gelince Sayyat Ağa başlar usul usul anlatmaya: “Çok gençtim, ilk av tecrübemdi. Gökte uçan bir turna gördüm. Niyetim öldürmek değildi; bacağına nişan aldım. Hayvancağız haykırarak yere düştü. Tazı turnayı kaptı getirdi. Bir de ne göreyim! Benim öylesine attığım kurşun kuşun sağ gözünden girip sol gözünden çıkmış. Ben kanlar içindeki turnaya eyvah ederken gökte bir bölük turna kanlar içindeki kuşu alıp havalandılar ve kayboldular.

    Yıllardır ne zaman ava çıksam o uğursuz günü hatırlatmak amaçlı olsa gerek turnalar bölük bölük tepemden geçer durur. Meğerse bu olay dünyadaki bütün turnalara duyurulmuş ve o günden sonra içlerindeki kör turnaya yol göstermek için bölük bölük turnalar katar katar uçmaya başlamış.Aradan yıllar geçti. Geçenlerde o kör turna rüyama girdi. O da benim gibi epey yaşlanmış.” -Ey üstat avcı, avcıların piri! Sen nasıl merhametli, mübarek bir adammışsın. İki gözüm sana feda olsun, dedi. Mecliste bulunan ve anlatılanları hayretle dinleyen bir adam dayanamayıp Sayyat Ağa’ya şöyle bağırır:-Hey Sayyat Ağa! Durdun durdun en sonunda turnayı da gözünden vurdun. Helal olsun sana be! Helal olsun! 3. Çadırını Başına Yıkmak

    Eskiden vezirlerin görevlerinden azlini göstermek üzere kaldıkları çadırlar padişahların emriyle yerinden söktürülür ve yıktırılırdı. Özellikle Osmanlı Devleti zamanında uygulandığını gördüğümüz çadırını başına yıkma geleneği günümüzde geçerliğini yitirmiş olsa da bugün birinin işine son vermek anlamında “damını başına yıkmak” deyimini daha çok kullanmaktayız.

    Kaynak İskender Pala (2008), İki Dirhem Bir Çekirdek, İstanbul: Kapı Yayınları.

  • ATASÖZLERİ[email protected]

    Emine UĞURLU

    Atasözleri, milletlerin karakterlerini, hayat karşısında tavır ve zihniyetlerini ifade eden özlü sözlerdir. Atasözleri çeşitli merasimler sırasında, sözlü ve yazılı edebiyat kaynaklarında yer almak suretiyle ortaya çıkar ve yayılırlar. İlk yaratılış bağlamlarında bir yaratıcıya bağlıdırlar,ancak kısa sürede hatta bazen yaratıcılarıyla olan bağlarını kaybederler ve anonimleşirler.

    Atasözleri, sözlü kültür ortamında yaratılmaları nedeniyle kolayca ezberlenip hatırlanabilmek ve zamana karşı durabilmek maksadıyla şiir sanatıyla bağdaştırılan bütün vasıtaları (ölçü, ikili yapıyla dengeli ve ayarlı ifade, kafiye, uyum ve aliterasyon, kısalık, benzetme, devrik cümle gibi) kullanırlar. Atasözlerinin yaygın olarak kullanılanları; kısa, geleneksel ve bir konuşmayı bitirmeye yönelik olanıdır. Diğer bir kullanım alanı ise herhangi bir konuşmada, yeni bir konu açabilecek nitelikte olanıdır. Onlar günlük hayatta yaşananları, deneyimleri seslendirir ve sosyal grup ögesinin ortak özelliği olarak formüle edilir.

    Türk dünyasında “atasözü” karşılığı olarak Azerbaycan, Afganistan, İran, Suriye ve Irak’ta yaşayan Türkmenler; Kıbrıs, Balkan ve Gagavuz Türkleri “atalar sözü” veya “eskiler sözü”nü; Yakutlar “hohoono”yu; Tuvalar “üleger domaktar”ı veya “çeçen söster”i; Hakaslar “söspek”i; Kırgız, Kazak, Uygur, Özbek, Karakalpaklar, Kazan Tatarları, Başkurtlar ve Kırım Tatarları Arapça kökenli “makal”ı; Çuvaşlarsa “samah”ı kullanmaktadırlar. Aşağıda Türk dünyası atasözlerinden paralel metin örnekleri verilmiştir:

    Ağlarsa anam ağlar, kalanı yalan ağlar. (Türkiye Türkçesi)Aglarse annem ağlar, başkasi yalan ağlar. (Makedonya- Kosova Türkçesi)Ağlarsa anam ağlar, kalanı yalan ağlar. (Güney Azerbaycan Türkçesi)Şın cılasa ana cılar, baskası ötirik cılar. (Kazak Türkçesi)Yığlasa anam yığlar, kalanı yolğan yığlar. (Özbek Türkçesi)

    Altının kıymetini sarraf bilir.(Türkiye Türkçesi)Er kadırın er biler, zer kadırın zerger biler. (Kazak Türkçesi)Altunu sarraf tanıyar. (Kuzey Azerbaycan Türkçesi)Zer kadrini zerger biler. (Özbek Türkçesi)Cevherniñ kadrin tik cevherçi bilir. (Kazan Türkçesi)Atadan gören ok yontar, anadan gören don biçer. (Türkiye Türkçesi)Ata körgen ok jonar, ana körgen ton pişer. (Kazak Türkçesi)Ata körgen ok yonuydu, ana körgen ton piçidu. (Uygur Türkçesi)Ata körgön ok conot, ene körgön ton bıçat. (Kırgız Türkçesi)Anadan korügen –ton biçer, babadan korügen– ok atar. (Kırım Türkçesi)

    Başkasının atına binen çabuk iner. (Türkiye Türkçesi)Ödünç bigire binen tez ener. (Makedonya- Kosova Türkçesi)Özgenin atına minen tez düşer. (Kuzey Azerbaycan Türkçesi)Amanat ata münen tiz düşer. (Türkmen Türkçesi)Gişini atına mingen tez tüşer. (Kumuk Türkçesi)

    Dost başa bakar, düşman ayağa. (Türkiye Türkçesi)Dost başka karar, duşman ayakka. (Dobruca Türkçesi)

    Dost başga bokar, duşman ayakka. (Özbek Türkçesi)Dost başıña garar, duşman ayagıña. (Türkmen Türkçesi)Dost başka karaydu, düşmen ayakka. (Uygur Türkçesi)

    Duvarı nem, insanı gam yıkar. (Türkiye Türkçesi)Duvari nem yer, insanı dert yer. (Makedonya- Kosova Türkçesi)Divarı nem iyer, insanı gam. (Türkmen Türkçesi)Divarı nem yıhar, insanı gem. (Kuzey Azerbaycan Türkçesi)Dat temirdi ceyt, dart ömürdü ceyt. (Kırgız Türkçesi)

    Eğri otur doğru konuş. (Türkiye Türkçesi)Kıyış oturayık, tüz konuşayık. (Dobruca Türkleri)İyri otursañ da tüz süylö. (Kırgız Türkçesi)Kiñgir oltarsañmu, togra sözle. (Uygur Türkçesi)Kıñgır utır, turı söyle. (Kazan Türkçesi)

    Hatasız kul olmaz. (Türkiye Türkçesi)Ut tötönhöz bulmay, yigit yazıkhız bulmay. (Başkurt Türkçesi)Gul hatasız bolmaz, aga keremsiz. (Türkmen Türkçesi)Ayıpsız dos bolmas. (Kumuk Türkçesi)Heş cazıksız er bolmas. (Karakalpak Türkçesi)

    Kara haber tez yayılır. (Türkiye Türkçesi)Gara heber tez yetişer. (Kuzey Azerbaycan Türkçesi)Caman kabar tez cayılat. (Kırgız Türkçesi)Yaman habar atdan yüvrük. (Türkmen Türkçesi)Naçar heber tiz tarala. (Kazan Türkçesi)

    Kız beşikte, çeyiz sandıkta. (Türkiye Türkçesi)Kıs kundakta, çis sandıkta. (Makedonya- Kosova Türkçesi)Kız beşikte, çeyiz sandıkta. (Kazan Türkçesi)Ogul dogsa sagdak al, gız dogsa sandık. (Türkmen Türkçesi)Kizi saldun beşige, cehazun yığ eşige. (Güney Azerbaycan Türkçesi)

    Nerde birlik, orda dirlik. (Türkiye Türkçesi)Birlik bolmay, tirlik bolmas. (Kazak Türkçesi)Birlik bar cerde tirilik bar. (Karakalpak Türkçesi)Nerde birlik orda dirlik. (Gagauz Türkçesi)Nerde birlig, orda dirlig. (Kıbrıs Türkçesi)

    Oynamasını bilmeyen gelin “yerim dar” der. (Türkiye Türkçesi)Celine “oyna” demişlar, “yerim dar” demiş. (Makedonya-Kosova Türkçesi)Kelin oynamaga bilmese “cerim tar” der. (Kırım Tatar Türkçesi)Oyin bilmagan “cay tar” deb bahana kılar. (Özbek Türkçesi)Toyda oynamagı bilmeyen gap-gajı daşar. (Türkmen Türkçesi)

    “Dilini koruyan başını korur.”

    *Yazıdaki bilgiler Özkul Çobanoğlu’nun Türk Dünyası Ortak Atasözleri Sözlüğü (Ankara, 2004) adlı eserinden alınmıştır. 19

  • [email protected]

    Dr. Yasemin DİNÇ KURTET

    KİNL

    İKLE

    RİMİ

    Z

    Fen Bilgisi Öğretmenliği/ 1. Sınıf

    Demet PAMUK

    YUKARI PEÇENEK İLKÖĞRETİM OKULU GEZİSİ

    Yazılı ve Sözlü Anlatım dersi kapsamındaki etkinliklerimizin bir bölümü üretmek ve ürettiklerimizi paylaşmak esasına dayalıdır. Bu amaçla gerçekleştirdiğimiz etkinliklerden biri de Yukarı Peçenek İlköğretim Okulu ziyaretimizdi. Üzerinde Hacettepe Üniversitesi yazılı otobüse binerken heyecan ve coşkularını içlerine sığdıramayan Eğitim Fakültesi öğrencilerimiz, duygularını yazıyla da paylaşmayı arzu ettiler.

    KIR ÇİÇEKLERİM

    Bizi bekleyen yeni yeşermeye başlamış onca masum, şirin tomurcuklar… Her biri umut dolu gözlerle bakıyordu. Öyle içime işledi ki o

    bakışlar, öğretmenliği çok sevdiğimi ve öğretmenlikten başka bir meslek yapamayacağımı bir kez daha anladım.

    Onlarla vakit geçirmek çok keyifliydi. Hepsi merakla açtı hediyelerini. Hepsinin gözünde ayrı bir ışıltı, ayrı bir umut… O kadar zor şartlarda okumalarına rağmen öyle içten gülüyorlardı ki küçücük şeylere üzüldüğüm için kendimden utandım bir an. O küçük sınıfa koskocaman mutluluklarını ve beklentilerini sığdırıyorlardı. Hepsinin ayrı bir hedefi vardı muhakkak. Kimi doktor olmak istiyor ileride, kimi öğretmen, kimi avukat. Ama hepsinin ortak paydası gözlerindeki o hiç bitmeyen umut parıltıları… Hepsi birer pırlanta gibi ışıl ışıl…

    İçlerinden birinin, Ayşenur’un “Öğretmenim fotoğraf çektirebilir miyiz?” sesi hâlâ kulaklarımda. Hediyelerini verdikten sonra onlarla birlikte yürüdük. “Öğretmenim en sevdiğiniz ders hangisi?” diye sordu yine Ayşenur. “Türkçe, ya senin?” dedim. Gülümseyerek “benim de” dedi. “Peki, sen günlük tutuyor musun?” diye sordum, “Hayır” dedi. “Peki, benim için tutar mısın?” dedim, heyecanlanarak şunları söyledi: “Hı hı tutarım. Hatta öğretmenim, ilk kısımda kendimle başlarım ikinci kısmı da size ayırırım.” Öyle mutlu oldum ki duyunca, o anki sevincim yere göğe sığmazdı. Küçücük bir yürekte yer edinebilmek tarif edilmez bir duyguymuş gerçekten. Daha sonra elindeki hikâye kitabını

    göstererek “Mutlaka oku onu Ayşenur, olur mu?” deyince “Olur okurum, siz geldiğinizde de size anlatırım özetini.” dedi. Tekrar geleceğimden emin olarak söyledi bunu. Umarım gidip dinleme şansım olur okuduğu hikâyeyi.

    Otobüse bineceğimiz sırada sımsıkı sarıldım ona, o da beni kocaman öptü. Öyle güzel bir sıcaklık, öyle masum bir samimiyetle sarıldı ki bırakıp gitmek istemedim. Keşke o da gelseydi benimle. Onu götüremedim belki ama ondan günlük tutma sözü almıştım. Kendini geliştirmesinde küçük de olsa katkım olduğunu hissetmek bile çok güzeldi. Belki ileride o da öğretmen olur ve öğrencilerine günlük tutmalarını tavsiye eder de aklına ben düşerim…

    Her şeyiyle çok güzel bir ziyaretti. Bu ziyaretin bana çok şey kattığına inanıyorum. Bir köy okulunda öğretmen olmak, onca zorluklarla öğrencilere bir şeyler öğretebilmek çok emek isteyen bir iş.

    Böyle bir mutluluğu tatmaktan daha güzel ne olabilir ki bir öğretmen için?

  • 21

    Fen Bilgisi Öğretmenliği/ 1. Sınıf

    Nazlı BARIŞ

    Nereden başlasam… Yasemin hocamızla yaptığımız her etkinlikten sonra duygu ve düşüncelerimi yazmak artık bir gelenek oldu benim için. Önce, oturup uzun uzun plan yapayım öyle yazayım bu yazıyı dedim, sonra vazgeçtim içimden geldiği gibi yazmaya karar verdim. Çünkü yaşananların çoğu da böyle doğal gerçekleşti.

    Yazılı ve Sözlü Anlatım dersi kapsamında gerçekleştirdiğimiz etkinliklerden biri de köy okulları ve onkoloji çocukları için kendi emeğimizle hazırladığımız hediye-lerdi. Onkolojiye gitmek daha kolaydı galiba ve onkoloji için hazırlanan hediyeler yerine ulaştı. Köy okulları için ise 21 Mayıs Cuma günü Beytepe’den Yukarı Peçenek İlköğretim Okuluna doğru yola çıktık. Köye, okulun ders çıkışı saatinde ulaşmıştık. Öğrenciler okulun bahçesinde oyun oynuyorlardı. Bahçede ip atlayan kız öğrencilere biz de katıldık. Hepimiz aslında içimizdeki çocuğu yaşatıyorduk, böyle günlerde ruhumuz o çocuğun bedenine bürünüyor, en büyük yaramazlıkları bizler yapıyorduk. Uslanmaz çocuklar olan bizler,

    daha büyük bir mutluluğu yaşadık okulda. İstiklal Marşı okuyacaklardı

    öğrencilerimiz, eşlik etmek üzere yanlarında biz de sıraya girdik. Hep birlikte okuduk dillere destan

    kurtuluş maceramızı

    anlatan İstiklal Marşımızı. Resmî merasim bittikten sonra içimizdeki öğretmenler, öğrencileriyle küçük hediyeler aracılığıyla bu-luştu. Öğrencilerimizden kimi hediyesinden çok hoşnuttu, kimi de hüzünlüydü arkadaşının daha ihtişamlı hediyesinden dolayı. Aslında çoğu hediyesinden memnun kalmıştı. Bizim aldığımız hediyeninse sözcüklerle tarifi mümkün değildi. Bir öğretmen adayıydık bizler, bir gün gelecek bu ışıl ışıl gözler, büyük bir dikkatle onlara vereceğimiz dersleri dinleyecekti. İşte öğrencilerimiz… Onlar hemen yanımızdaydı, çoğu şimdiden bize “öğretmenim” diyordu. Bazen cevabının verilmesi zor sorularla karşılaşıyorduk, bazen kurduğumuz cümleler onlara karmaşık geliyordu. Ama tüm gözler ışıl ışıl mutluluk saçıyordu. Dönüş zamanı geldiğinde ise hüzünlü

    bir ayrılıktı karşılaştığımız, hep birlikte durdular otobüsün

    ardından el salladılar bize, bir daha geleceğimizi hayal ederek belki de…Bu yolun sonunda mutluluk vardı,

    öğretmenin öğrencisiyle

    buluşması… Yeri gelmişken bu işte emeği olan ve beni yalnız bırakmayanlardan da bahsetmek isterim. Öncelikle Yasemin hocama, beni bu işte cesaretlendirdiği ve böyle güzel bir sorumluluğu güvenip bana verdiği için; Sultan ablama, beni yönlendirdiği ve Ayşegül hocamız ile irtibata geçmemi sağladığı için; Ayşegül hocamıza, okulla bağlantıyı sağlamamızda bize yardımcı olduğu için; HÜDİL’e ve çalışanlarına, bu yolda bizi hiçbir zaman yalnız bırakmadıkları için; kitap toplamamızda bize yardım eden herkese, özellikle Muhsin Şeker’e, Nehir Kitabevi ve Gül Kırtasiyeye çok teşekkür ederim. Ve son olarak bu geziye katılan arkadaşlarıma her şey için özellikle beni yalnız bırakmadıkları için teşekkür ederim…

    İŞTE ÖĞRENCİLERİMİZ…

  • 22

    Fen Bilgisi Öğretmenliği/ 1. Sınıf

    Merve UĞUR

    Fen Bilgisi Öğretmenliği/ 1. Sınıf

    Tuğçe ELİKURU

    AZICIK SEVGİ

    Çocukların gözlerindeki ışığı, heyecanı, mutluluğu o okula girer girmez gördüm. Nasıl da sevindiler geldiğimize, nasıl da özlemişlerdi sanki azıcık sevgiyi, ilgiyi… Bizler de kimseye göstermediğimiz kadar sevgi götürmüştük onlara.

    İsimlerimizi sordular, heyecanla hediyelerini açtılar. Sımsıcak davrandı kimi. Kimileri ise sessizdi biraz. Ama hepsi de çok güzeldi. “Yine gelecek misiniz? Dua edeceğim bunun için.” dedi birisi. Neler neler düşündüm o an. Tabiî ki gidecektim…

    EĞİTİM FAKÜLTESİ ÖĞRENCİLERİHACETTEPE SENFONİ ORKESTRASINI DİNLEDİ…

    Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğrencileri, Hacettepe Senfoni Orkestrasının Kültür Merkezi M Salonunda 27 Ekim 2010 tarihindeki konserini zevkle dinledi… Dvorak’ın 8. Senfonisi ve Mozart’ın Piyano Konçertosunun yer aldığı programın solisti piyanist Gülsin Onay ve şefi Profesör Erol Erdinç’ti.

    SENFONİ ŞÖLENİ

    Hayatımda ilk defa bir senfoni orkestrası dinledim. Profesör Erol Erdinç’e teşekkürlerimi sunarım, çünkü çok güzel bir gece yaşattı bize. Senfonide piyano nağmeleriyle bizi büyüleyen Gülsin Onay hanımefendiyi de tabiî ki unutmadım. Mozart’a ait Türk Marşı’nı çok güzel çaldı. Eseri çalarkenki davranışları beni etkiledi. İlk başta anlam verememiş olsam da müziği yaşadığını anladım. Kendisini sanata adamış olduğu her hâlinden belliydi.

    Program çok güzeldi. Kulağım, o ses cümbüşünde müzik aletlerinin seslerini tanımaya çalıştı. Müziği içimde yaşadım. Hatta bir ara gözüm daldı ve küçük bir sıçrama ile kendime geldim. Ruhumun dinlendiğini hissettim.

    Çok güzel bir gece geçirdim. Emeği geçen herkese teşekkür ederim.

  • 23

    “Anadolu’nun Renkleri Doğum, Düğün, Ölüm” 21 Nisan 2010 tarihinde Edebiyat Fakültesi Tiyatro ve Konferans Salonunda gösterilen “Anadolu’nun Renkleri Doğum, Düğün, Ölüm” belgeselinin tanıtım filmi 25 Kasım 2010 tarihinde Mehmet Akif Ersoy ve K salonlarında ikinci kez gösterilecektir. Maltepe Üniversitesinden Osman Ürper ve İnci Türel’in belgesel film çekimi sırasında objektiflerine yansıyan görüntülerden oluşan fotoğraf sergisi, 13.30’da Mehmet Akif Ersoy Sanat Galerisinde açılacaktır. Sergi, 26 Kasım 2010 akşamına kadar açık kalacaktır. Saat 14.00’te gösterilecek olan belgeselin tanıtım filminin ardından “Kültürel Değerlerimiz ve Belgesel Sinema” başlıklı bir panel gerçekleştirilecektir. Panele konuşmacı olarak Maltepe Üniversitesinden Prof. Dr. Peyami Çelikcan “Türkiye’de Belgesel Film ve Halk Kültürü”, Prof. Dr. Şahin Karasar “Belgesel Film Yapımcılığı’nın Geleceği ve Sorunları”, Kültür Bakanlığından Hüseyin Ülger “Belgesel Sinemada Kültür Bakanlığının Yeri” ve TÜBİKAM’dan Yrd. Doç. Dr. Gülnaz Gülten “Sivil Toplum Örgütleri’nin, Kültür ve Belgesel Film Çalışmaları’ndaki Yeri” başlıklı konuşmalarıyla katılacaklardır. Program ile ilgili ayrıntılara www.hudil.hacettepe.edu.tr web adresimizden ulaşabilirsiniz.

    3 Kasım 2010 Çarşamba günü saat 14.00'te Beytepe Yerleşkesi Mehmet Akif Ersoy Salonunda sunucu ve yazar Rüştü Erata ile “Türkçe Konuşmanın Püf Noktaları” konulu bir söyleşi gerçekleştirildi.

    Dr. Yasemin DİNÇ KURT

  • [email protected]

    Gülnaz ÇETİNKAYA

    SÖZLÜ VE YAZILI KÜLTÜRDE MEVSİMLER

    Türk toplumu; sezgisi, yaşam tarzı, hayata bakış açısı ve inancı ile mekânsal bir sembol olarak doğayı sadece “yaşanılan yer” olmaktan çıkarmış ve ona çok farklı işlevler yükleyerek yaşamının ayrılmaz bir parçası haline getirmiştir. Doğa; kişinin inancını gerçekleştirdiği, kültürünü oluşturduğu, aktardığı, öğrettiği, yaşadığı, statü kazandığı, yeteneğini, hünerini, gücünü ortaya koyduğu alan olarak görülmektedir. Toprağa bağlı olarak yaşayan geçimini ondan sağlayan topluluklar, mevsime ve doğaya da bağlı olmuşlardır. Doğa ve mevsimler, zaman gösterici, yön tayin edici özellikleriyle sosyal yaşamın ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmiştir. Onların bu özelliği, ortak kültürel belleği yansıtan sözel yaratılara da yansımıştır.

    Mitlerden, destanlara, atasözlerine, halk hikâyelerine uzanan çizgide topluma mal olmuş her biri bir dünya görüşünü, bilinmeyeni açıklayan ve yaşamla mücadelenin belgeleri olarak varlığını sürdüren sözel yaratılar içerisinde mevsimler, sembolik anlamlar kazanmışlardır. Bu yaratılarda mevsimler, ilk başlarda doğanın zor şartlarında kişilerin yaşamlarını devam ettirebilecekleri işaretler olarak bilinmeyeni anlaşılır kılmak işlevleriyle kullanılmışlardır. Bu öğeler daha sonra ise yaşamı anlamlandıracak, renklendirecek, anlatılan olaya güç katacak, akılda kalıcılığı sağlayacak biçimsel ve estetik unsurlar olarak pek çok edebî yaratının en önemli unsuru olmuşlardır.

    Sözün yol gösterici olduğu ortamda atasözleri; anlatana destek verir, dinleyene ise yol gösterir. Yaşam tarzının, hayat felsefesinin somutlaştığı sözel semboller olan atasözlerinde yaşamdaki her bir deneyimin ifadesi olur mevsimler. Her bir mevsim, atasözlerinde bireylerin yaşamlarının, duygu ve düşüncelerinin sözlü aktarıcısı olarak algılanır ve yorumlanır. Nisan ayına “bolluk ve bereket”; zemheriye “sıkıntı ve çaresizlik”; mart ayına ise “beklenmezlik” sıfatını veren de yaşanmışlıklardır. Epik destanlarda mevsimler; bazen kişinin gücünün, cesaretinin, güzelliğinin sembolü bazen de felaketin, sıkıntının, mutluluğun habercisi olur. Oçı Bala adlı Altay Destanında Kan Tacı Bey’in atının esintisi rüzgâra, Kan

    Tacı Bey’in nefesi sise, tükürüğü yağan kara, gözyaşı ise yağmura benzetilir (Dilek 2007: 91). Mevsimler, kişilerin ve olayların özelliklerini belirten semboller olduğu gibi alkış ve kargışlarda farklı duyguların sembolü olur. İlkbahar ve yaz, hayır dualarının en önemli unsuruyken güz mevsimi ise tam tersine bereketsizliği, kuraklığı vurgulayacak bir sembol olarak kullanılır. Kırgızların Kocacaş Destanı’nda yer alan aşağıdaki dörtlükte güz mevsimi, kişiye duyulan öfkeyi dile getirmek için kullanılır:

    “Geber avcı canın çıksın,Kayalıktan inemeyesin!Ot sararıp güz olsun,Tabanın önü düz olsun” (Kırbaşev 2007:187). Sosyal yaşamın ve kültürün gizli unsurlarını aktaran ve yaşatan, tecrübelere tercüman olan mevsimler, farklı eserlerde farklı duyguları anlatan semboller olur. Kaşgarlı Mahmud, Divan ü Lügat it Türk adlı eserinde, kış ve yaz mevsimlerini birbirini çekemeyen iki insan, düşman, savaşçı olarak karşı karşıya getirir. Değişim ve hareket unsuruna dayalı döngü içinde gelen mevsim galip; giden ise mağlup olarak düşünülür. Kimi şair için yalnızlığa ortak bir dost; sevgilinin haberini getiren bir elçi, haberci; kiminin dizelerinde ise gençliğin coşku ve sevincinin, geçen yılların hüznünün temsilî bir ifadesi olur mevsimler. Bazen Yunus Emre’nin “Harami gibi yoluma arkıru inen karlı dağ/ Ben yârimden ayrı düştüm/ Sen yolumu bağlar mısın?” dizelerinde belirttiği gibi özlenilene ulaşmak için bir engel, bazen de Âşık Veysel’in “Esti bahar yeli karlar eridi/ Kubarmış dağlarda kar çiçekleri/ Kavlettim yar ile ahdim var idi/ Birlikte dermeye mor çiçekleri” dizelerinde belirttiği gibi sevilene kavuşmak için bir neden olur.

    Doğada her bitiş aslında yeni bir başlangıçtır. Bu nedenle insan yaşamında mevsimler; umudun, sabrın, üretimin, paylaşımın birer sembolü olur. Tarihi, mitolojik, geleneksel bilgileri aktaran semboller olarak mevsimler; yaşanılan coğrafyanın özelliklerinin kültürü ve dolayısıyla ortaya çıkan edebî yaratıları ne şekilde biçimlendirdiğini ortaya koymaktadır.

    KaynakçaAkmataliyev Abdıldacan (2007), Kırbaşev Keneş Kırgız Destanları, Ankara.İbrahim Dilek (2007), Altay Destanları, Ankara: TDK Yay.Kaşgarlı Mahmud (2006), Divan u Lügat-it Türk, Ankara: TDK Yay.

    24

  • [email protected]

    Canan ÖKTEMGİL TURGUT KİTAP TANITIMLARI

    Türk dilinin tarihindeki önemli eserlerin adlarını birçok öğrenci orta öğrenim sıralarında ezberlemek zorunda kalır, ama bu eserlerin içeriğini pek de merak etmez. Merak eden öğrenciler ise daha çok akademisyenlere, araştırmacılara hitap eden eserlerler ile karşılaşır. Türk Dil Kurumu, günümüzün görsel kuşağına pek de hitap edemeyen bu kitaplara artık nitelikli alternatifler sunuyor.

    TDK’nin, geçmişten bugüne Türkçenin gelişiminde payı bulunan edebiyatçılarımızı, dil bilginlerimizi ve devlet adamlarımızı halkımıza ve özellikle gençlere tanıtmak amacıyla başlattığı Türkçeye Emek Verenler Dizisi’nin ilk ürünü olan Kâşgarlı Mahmud ve Divanü Lugati’t-Türk, hem görsel yönüyle hem de içeriğiyle özenle hazırlanmış bir kitap. Beş bölümden oluşan bu eserde Kâşgarlı Mahmud’un yaşamı, Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün tarihçesi, eserin bulunuş ve yayımlanış öyküsü ve bu eserden seçmeler yer alıyor. Örneğin, “Bin Yıl Önce Türkler Kadın Güzelliğini Nasıl Anlatıyordu?”, “Türklerde Tanışma Kuralları”, “Tepük Futbolun Atası mı?” “Gök Cisimleri ve Gök Olayları” gibi Dîvânu Lugâti’t-Türk’ten seçilmiş ilginç konular, görsel malzemelerin eşliğinde zevkle okunuyor. Bin Yıl Önce Bin Yıl Sonra:Kâşgarlı Mahmud ve Divanü Lugati’t-Türk, hem zevkle okuyacağınız hem de sevdiklerinize özel günlerinde armağan edebileceğiniz özenli bir çalışma.

    BİN YIL ÖNCE BİN YIL SONRAKÂŞGARLI MAHMUD VE DİVANÜ LUGATİ’T-TÜRK

    DİL HURAFELERİTÜRKÇENİN GÜNCEL SORUNLARI

    Kemal Ateş Dil Hurafeleri’nde, Türkçenin güncel sorunlarına edebiyatçı duyarlılığıyla yaklaşıyor. Yazarın Türkçe sevgisinin hemen her satırında hissedildiği bu kitap, dil sorunlarına eğilen benzer kitaplardan oldukça farklı. Ateş, gençlerin Türkçe hatalarıyla uğraşmaktan özellikle kaçındığını söylüyor. Bu sorunun suçlusunun gençler olmadığını belirten yazar, dil sorunlarına farklı bakış açılarıyla yaklaşıyor.

    Dil Hurafeleri, “Türkçenin Güncel Sorunları” ve “Türk Edebiyatında Yerel Dil” adlı iki ana bölümden oluşuyor. Birinci bölümde, imla tartışmaları, dil hurafeleri, yazı devrimi, TRT ve Türkçe, Dil Bayramı, Osmanlıca, Kürtçe sözlük gibi konular etrafında dil sorunlarını irdeleyen yazar, ikinci bölümde Fakir Baykurt, Oğuz Tansel ve Rıfat Ilgaz gibi yazarlardan yola çıkarak Türk romanında yerel dil konusuna eğiliyor.

    Okurlarına “dil zevki” yaşatan ve karşısında dil yanlışı yapma korkusu duyduğumuz Kemal Ateş, Türkçe hakkında şöyle diyor:

    Dil toplumun bize sunduğu, ucu bucağı görünmeyen dev bir kumaş gibidir. Herkes bir ucundan keser, biçer, gereksinimlerine göre kendine giysiler diker. O kumaşı kullanırken ellerimizin, parmaklarımızın, beynimizin gösterdiği beceriyi, yaratıcılığı başka dillerde gösteremeyiz. Bize kendi dil kumaşımızdan diktiğimiz giysiler daha çok yakışır, daha çok içimize siner. Üstelik biz kesip biçtikçe, o kumaş büyür, genişler, uzayıp çoğalır (s.14).

    Dil HurafeleriTürkçenin Güncel Sorunları,Kemal Ateş,İmge Kitabevi 2010, 147 sayfa.

    Bin Yıl Önce Bin Yıl SonraKâşgarlı Mahmud ve Divanü Lugati’t-Türk,Şükrü Halûk Akalın,Türk Dil Kurumu Yayınları 2008, 160 sayfa.

    25

  • ERASMUS YOĞUN DİL KURSU

    [email protected]

    Aydan ERYİĞİT UMUNÇ

    Erasmus programı, Avrupa’daki yükseköğretim kurumlarının birbirleri ile çok yönlü iş birliği yapmalarını teşvik etmeye yönelik bir Avrupa Birliği programıdır. İsmini, değişik Avrupa ülkelerinde hem öğrenci hem de akademisyen olarak bulunmuş olmasından dolayı Rönesans Hümanizminin önemli temsilcilerinden biri olan Hollandalı bilim adamı Erasmus’tan almıştır.

    Programın amacı, Avrupa Birliği ülkeleriyle aday ülkelerin yükseköğretim kurumları arasındaki iş birliğini teşvik edip geliştirerek yükseköğretimde Avrupa boyutunu ön plana çıkarmaktır. Bu amaçla Erasmus programı kapsamında, her yıl binlerce öğrenciye ve öğretim görevlisine eğitim ve öğretim faaliyetlerinin bir kısmını ülkelerinin dışında geçirme imkânı tanınmaktadır. Erasmus programının hedefleri arasında, Avrupa’da yükseköğretimin kalitesini arttırmak, farklı kültürler ve yaşam biçimlerine karşı toleranslı yaklaşabilme becerisini geliştirmek ve dünyanın rekabetçi ekonomileri arasında bütün olarak var olabilmek için küreselleşme sürecinde istihdam piyasasının niteliklerine uygun eleman yetiştirebilmek yer almaktadır.

    İngilizce, Fransızca, Almanca ve İspanyolca dışındaki dillerin konuşulduğu ülkelerde, bu programdan yararlanmak isteyen öğrencileri Erasmus dönemine hazırlamak için kısa süreli yoğun dil kursları düzenlenmektedir. Bu kurslar sayesinde

    öğrenciler, akademik çalışmalarına veya stajlarına başlamadan önce, gittikleri ülkenin dilini ve kültürünü öğrenmektedirler. Kurs süresi 3 - 6 hafta aralığında olup en az 60 ders saatini içermektedir. 2010-2011 eğitim-öğretim yılında, eğitimlerinin bir kısmını ülkemizde gerçekleştirecek olan Erasmus öğrencilerine, temel veya orta düzeyde Türkçe öğreterek daha kolay bir Erasmus değişim dönemi yaşatmak amacıyla Merkezimizce de 09.08.2010- 03.09.2010 tarihleri arasında Erasmus Yoğun Türkçe Dil Kursu düzenlendi.

    Dört hafta süren bu kursa Almanya, Fransa, Polonya, Macaristan, Danimarka, Hollanda, Çek Cumhuriyeti gibi Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden Türkçeyi temel ve orta düzeyde öğrenmek isteyen 45 öğrenci katıldı.

    Derslerimizde, bu öğrencilere, ülkemizde kalacakları süre içinde günlük hayatlarını devam ettirecek

    düzeyde Türkçe öğretebilmek amacıyla hazırladığımız kitabımızı kullandık.

    Kitabımızda günlük hayatta karşılaşabilecek durumlar (hastanede, otobüste, alışverişte…) ve kalıp ifadeler, İngilizce karşılıklarıyla da verildiği için öğrenciler bir ay gibi kısa bir süre içinde Türkçeyi A1 seviyesinde kolaylıkla öğrendiler. Haftada 15 saat olarak planladığımız derslerin dışında öğrencilerimize, günlük konuşmaların bolca yer aldığı filmler izlettik.

    Her haftanın son günü kültürel geziler düzenledik. Bu gezilerde öğrencilerimiz hem tarihimizi ve kültürümüzü tanıdılar hem de geleneksel yemeklerimizi tattılar.

    26

  • Anıtkabir’de

    Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ndeAnkara Kalesi’nde

    Beypazarı’nda

    Amasra’da

    Amasra’da

    27

  • Öğrencilerimizin birbirlerini daha iyi tanımalarını sağlamak amacıyla kura çekerek birbirlerine hediye almalarını teşvik ettik. Öğrenciler, kime hediye vereceklerini birbirlerine söylemediler. Herkes, tatlı bir heyecan içinde kursun sonunu bekledi. Bazı öğrencilerimizin doğum günüydü. Bu öğrencilerimiz, yeni yaşlarını yeni arkadaşlarıyla neşe içinde kutladılar.

    Fırsat buldukları her anı değerlendirdiler, yüzdüler, eğlendiler. Tabiî, bunun sonucunda çok yoruldular ve buldukları her yerde uykuya daldılar.

    28

  • Kursun sonunda öğrencilerimizin hepsi başarılı oldular ve sertifika almaya hak kazandılar. Düzenlediğimiz törende, öğrenciler sertifikalarını Üniversitemiz Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Hasan Kazdağlı, Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Musa Yaşar Sağlam, Dil Öğretimi Uygulama ve Araştırma Merkezi (HÜDİL) Müdürü Prof. Dr. Ülkü Çelik Şavk, Yabancı Diller Yüksekokulu Müdürü Prof. Dr. Nalân Büyükkantarcıoğlu, Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Prof. Dr. Âbide Doğan ve AB Ofisi Koordinatörü Prof. Dr. Selda Önderoğlu’nun elinden aldılar.

    Buna rağmen, sorumluluklarını unutmadılar, hazırladıkları projelerle ülkelerini Türkçe olarak tanıttılar.

    29

  • [email protected]

    Dr. Serdar ODACI

    İnsanın yaşamında pek çok değişim, dönüm noktası ya da eşik vardır. İnsanın ömrü boyunca geçtiği üç önemli eşikte coşku, mutluluk ve acı belirir. Bu dönüm noktalarında insanoğlu yalnız değildir. Mutluluk, coşku ve keder paylaşılır. Paylaşılanlar, kültürümüzün özünü kuşatan bir sır gibidir. Bu eşiklerin kuşattığı birliktelikte toplumsal varlığımız anlam kazanır. Yaşananlar ve yapılanlar beyaz ışığın renkleri olur. Yapılanlar geleneklere dönüşür, kuşaktan kuşağa anlatılır. Zamanın çarkında bu eşikleri geçenler, geleceğine bu eşiklerin nasıl geçileceğini öğretir. Anadolu’nun kültürel dokusunun önemli çizgileri, bu dönüm noktalarının, eşiklerinin belirginleştiği ritüellerle şekillenir.

    Geçmişin bugünde harmanlandığı ve geleceğe taşındığı, yeni kültürel unsurların oluştuğu, eskilerin hatırlatıldığı ve

    paylaşıldığı alanlar olarak geçmişle bugünü karşılaştı