gİrİŞ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari... · önerir, ancak...
TRANSCRIPT
1
GİRİŞ
Ülkemizde çok bilinen bir filozof olmamasından dolayı; sisteminin ve
görüşlerinin daha iyi anlaşılmasına bir zemin hazırlamak amacıyla Popper’ın hayatı,
eserleri ve içinde yetiştiği ortam hakkında bazı bilgilerin verilmesinde fayda vardır.
Avusturalya’lı doğa filozofu ve sosyal bilimci Karl Raımund Popper, 1902’de
Viyana’da doğdu.1 Babası, Dr. Simon Siegmund Carl Popper, Viyana
Üniversitesi’nde hukuk hocası, aynı zamanda hukuk müşaviri ve avukattır.2
Popper’ın, okuma ve araştırmaya bu denli ilgi duymasının nedeni de babasıdır. O,
babasının sahip olduğu kapsamlı kütüphaneden bahsederken, henüz okumaya
başlamadan, bu kitapların hayatını etkilemeye başladığını söyler.3 Popper’ın
entellektüel gelişiminde, önemli yere sahip bir çok düşünürün, Spinoza, Locke, Kant,
Darwin gibi, eseri Popper’ın hayatına, babası vasıtasıyla girmiştir.4 Bunun yanında,
Popper, iki ayrı yardım kurumunda birden görev yapan ve radikal bir liberal olan5
babasını, bu açıdan da takip edecektir. Bu açıdan bakıldığında, Popper’ın hayatındaki
en etkili isimlerden birisinin, babası olduğu kolayca fark edilir.
Annesi, Jenny (Schiff) Popper6 ise, yine onun entellektüel gelişiminde önemli
bir yere sahiptir. Popper, annesinin tipik bir “müziksever” olduğunu söyler.7 Onun,
hayatının ileriki yıllarında, epistemoloji ve müzik arasında kurduğu bağın temelinde
de, annesinin ona aşıladığı müzik sevgisi yatar. Popper, müziğe olan ilgisinin, önemli
epistemolojik problemlerin çözümünde, ona yok gösterici olduğunu söyler.8
Popper, otobiyografisinde, entellektüel gelişimine etki eden önemli isimler
arasında, anne ve babasının yanı sıra, ilk okul öğretmeninden ve yaşça kendisinden
büyük olmasına rağmen en iyi dostlarından biri olan Arthur Arndt’tan bahseder. Sıkı
1 Paul Edward (editor), Encyclopedia of Philosopy Volume 5 -6, Macmillan Publishing, Newyork, 1972, s. 398. 2 Popper, Bitmeyen Arayış: Bir Entellektüelin Yaşam Öyküsü, Plato Yayıncılık, İstanbul 2006, s. 6. 3 Popper, a.g.e., s. 7. 4 Popper, a.g.e., s. 6 – 7. 5 Popper, a.g.e., s. 4. 6 Popper, a.g.e., s. 6. 7 Popper, a.g.e., s. 69.. 8 Popper, a.g.e., s. 71.
2
bir Marksist olmamasına rağmen, sıkı bir sosyalist olan A.Arndt, ileriki yıllarda,
Popper’ı önemli ölçüde etkileyecektir.9
Çocukluğunun ilk yılları, bu şekilde, kitap ve müzik sevgisiyle geçen Popper’ın
entellektüel gelişimine damgasını vuran yıl 1914’tür. Popper, bu sırada on iki
yaşındadır ve Birinci Dünya Savaşı henüz patlak vermiştir. Savaş yılları ve
sonrasındaki gelişmeler, Popper’ı derinden etkileyecek ve özellikle siyaset
felsefesine ilişkin görüşlerine zemin hazırlayacaktır.
Popper, savaşın, üzerinde yıkıcı bir etki yaptığını ve bu dönemde, kafasının çok
fazla karıştığını söyler. Çevresinde, savaş öncesi barışçıl bir çizgide bulunan birçok
kişinin, savaşla birlikte, aşırı ırkçı ve savaş yanlısı bir kimliğe bürünmesi, onun
üzerinde şok etkisi yapar. Ancak, savaş ortamının etkisiyle o da, farkında olmadan bu
genel havanın içine girer. Popper, ileriki yıllarda, bu savaş yanlısı halini düşündükçe
utandığını söyler. Zaten bu hali de, çok uzun sürmez. 1915 – 1916 yılları arasında,
savaşa ilişkin düşüncelerini netleştirir ve Avusturya ve Almanya’nın savaşta haksız
olduğu sonucuna varır.10 Popper’ın, bu iki yıl içerisinde, savaşın doğruları ve
yanlışlarına ilişkin değerlendirmeleri, onun fikrî yapısının oluşmasında önemli bir
yere sahiptir.
Popper, otobiyografisinde, 1917 yılında, entellektüel gelişimi açısından, önemli
ilk felsefî meseleyi ele aldığını ve bununla ilgili olarak babasıyla yaptığı tartışmayı
anlatır. Konu, kelimelerin anlamlarına, doğruluk ve yanlışlıklarına ilişkindir ve
Popper, bu tartışma sonucunda konunun ne kadar anlamsız ve önemsiz olduğunu
kavrar.11 Bu, Popper açısından önemli bir tespittir, çünkü yöntem sorununu ele
alırken, Popper, buradan hareket edecektir.
Aynı yıl, Popper, babasının kütüphanesindeki felsefe kitaplarını, okumaya
başlar. Ancak sonuç hiç de iç açıcı değildir; Popper, kitapları anlamada yaşadığı
güçlüklerden dolayı, felsefeden soğur. Babası, bu durumda, Spinoza’yı okumasını
9 Popper, a.g.e., s. 8. 10 Popper, a.g.e., s. 11 – 12. 11 Popper, a.g.e., s. 15 – 16.
3
önerir, ancak Spinoza, Popper üzerinde olumlu bir etki bırakmaz. Hatta bu,
Popper’ın ömrü boyunca teolojiden hoşlanmamasına da yol açar. Bu sıralarda,
Popper’ın felsefî ilgisini geri getiren isim Kant olmuştur. Popper, Kant’ın “Kritik”ini
çok karışık bulsa da ondan çok etkilendiğini söyler.12
1917 yılı, Popper’ın eğitim hayatı açısından da, oldukça önemli bir yıl
olmuştur. Hastalığı nedeniyle, iki ay süreyle okuldan uzak kalan Popper,
döndüğünde, sınıfının hemen hemen hiç ilerleme kaydetmediğini görür. Gerçekten,
ilginç ve ilham verici bir öğretmene sahip, tek ders olan matematikte bile, durum
farklı değildir. Bu durum Popper’ın, ortaöğretim kurumlarının, her ne kadar iyi
yetişmiş ve gayretli öğretmenlere sahip olsalar da zaman kaybından başka bir işe
yaramadıkları, sonucuna ulaşmasını sağlar. I. Dünya Savaşı sırasında, baş gösteren
sosyal ve siyasal sıkıntıların da etkisiyle Popper, okulu bırakma kararı alır. Popper,
1918’de okulu terk eder. Ancak eğitimine ara vermez. 1918 – 1922 yılları arasında
Popper, Viyana Üniversitesi’ne kayıtsız olarak devam eder.13
Bu dönem, hem sosyal hem siyasal açıdan kargaşanın hakim olduğu, bir
dönemdir ve dönemin yükselen eğilimi Marksizm’dir. Popper da 1919 yılı baharında,
birkaç arkadaşıyla birlikte, komünist partiye üye olur.14 Bunu takip eden süreç ve
sonuçları, Popper’ın entellektüel gelişiminde bir dönüm noktasıdır. Ancak Popper’ın,
komünist parti içindeki macerası uzun sürmez. Birkaç ay sonra, çıkan bir çatışmada,
birkaç komünist genç öldürülür ve bu olay Popper’ın kendisini ve Marksizm’i, ciddi
anlamda sorgulamasına neden olur.15 Bu sorgulama sonucunda, Popper, Marksist
ideolojinin dogmatik karakterinin ve entellektüel kibrinin, farkına varır ve bir anti –
Marksist olur. Ona göre, eleştirilmeden kabul edilen bir ideoloji, gerçekleşmesi çok
da mümkün olmayan bir rüya için, insanların hayatlarını, düşünmeden riske
atabilecek bir öğretiyi benimsemek, korkunç bir şeydir.16
12 Popper, a.g.e., s. 17. 13 Popper, a.g.e., s. 37 – 38. 14 Popper, a.g.e., s. 39. 15 Popper, a.g.e., s.39. 16 Popper, a.g.e., 41.
4
Popper, Marksizm’i reddetmesine rağmen, Marx üzerine okumaları birkaç yıl
daha sürer. Bu durum, Popper’ın yöntem anlayışının bir sonucudur. Çünkü ona göre,
bir şeyi eleştirebilmek ve reddebilmek için, öncelikle o şey hakkında, bilgi edinmek
şarttır. Popper’ı bu anlayışa götüren ve onun bunu uyguladığı ilk kuram da Marx’ın
tarih kuramı olmuştur.
Popper, Marksizm’i terk ettikten sonra bile sosyalist olarak kaldığını söyler.
Marksizm eleştirileri, onda, önemli iki düşüncenin oluşmasına neden olur: Bunlar,
özgürlük ve eşitlik arasındaki fark ve “entellektüel alçak gönüllük”tür.17
Aynı yıl içinde, Popper’ın ele alıp incelediği, iki kuram daha olmuştur.
Bunların ilki, A. Adler’in (v. 1937) “bireysel psikoloji” ve S. Freud’un (v. 1939)
“psikanaliz”idir.18 Bu üç kuram, Popper’ın yöntem anlayışının oluşmasında, oldukça
etkili olur. Popper, bu kuramlardan yola çıkarak elde ettiği sonuçları, “sınır koyma
problemi ( problem of demarcation)” adıyla ele alır ve yaygın olarak kullanılan
sınırlandırma ölçütünün, yani “doğrulanabilirlik (corroboration)”in, geçerli
olamayacağına karar verir. Çünkü eğer istenirse, dünya, bu kuramların doğrulamaları
ile dolu olabilir. Popper’a göre, bu kuramlar, bilimden çok mitleri andırırlar.19
Yeni bir sınır koyma ölçütü ararken Popper, Einstein’ın kuramıyla karşılaşır ve
onun kuramının, diğerlerinden farklı olarak, yanlışlanabilir olduğunu fark eder.20
1919 yılı sonunda Popper, buradan hareketle, bilimsel tavrın eleştirel tavır olduğu;
doğrulamalara değil, kritik testlere dayandığı; bu testlerin, hiçbir zaman, bir teori
oluşturamasalar da, sınadıkları teoriyi çürüttükleri ve bilim için de önemli olanın, bu
olduğu sonucuna ulaşır.21 Bilimsel yöntem sorunu, Popper’ı ilerleyen yıllarda da
çokça meşgul eder. Onun, bu konuda düşüncelerini sistemleştirmesi, çok uzun bir
zaman ve çabanın ürünüdür.
17 Popper, a.g.e., s. 44. 18 Popper , Conjectures and Refutations, Routledge, New York, 2002, s. 45. 19 Popper , Conjectures and Refutations,. 45. 20 Popper , a.g.e, s. 47. 21 Popper, Bitmeyen Arayış, s. 47.
5
1920 yılı kışında evini terk eden Popper; A.Adler’in çocuk kliniklerinde
ücretsiz çalışmaya başlar. Bu dönem, Adler’in görüşlerini, eleştirel açıdan ele
almasını sağlayacak malzemeyi Popper’a sağlar. Bunun yanında, geçici, günlük işler
de yapan Popper, Viyana Üniversitesi’ndeki derslere de devam eder. Bu dönemde,
tarih, edebiyat, psikoloji, felsefe, hatta tıp fakültesinden dersler alan Popper,
matematik ve teorik fizik dışındaki dersleri bir süre sonra bırakır.22
Bu dersler, 1922’ye kadar devam eder ve bu yıl “Matura (yeterlilik)” sınavını
geçen Popper, ilkokul öğretmenliği yapabilecek konuma gelir. Ancak, öğretmenlik
kadroları dolu olduğundan, görev yapamaz. Popper, bu yıllarda, özellikle sınır
koyma problemi, eleştirel düşünce ile dogmatik düşünce arasındaki farklılıklar,
konuları üzerinde yoğunlaşır.23
1922- 24 yılları arasında, marangozluk yapan Popper, buradaki ustasının “her
şeyi bilen” tavrının, kendisine “entellektüel alçakgönüllülük”ün önemini, bir kez
daha hatırlattığını ve bu iki yılın, epistemolojik soruları formüle edişinde, önemli bir
dönem olduğunu söyler.24
Popper, 1925’te ihmal edilmiş çocuklar için, çalışmaya başlar. Bu sırada,
Viyana Kenti Pedagoji Enstitüsü adıyla yeni bir enstitü açılmıştır ve o da, burada,
derslere başlar. Popper, bunun kendisi açısından, bir dönüm noktası olduğunu söyler;
eşiyle de burada tanışır ve evlenir.25 Popper için enstitü yılları, ders çalışma, okuma
ve yazma yıllarıdır; ancak yazdıkları, henüz yayınlanacak olgunlukta değildir. Aynı
zamanda, seminerler de veren Popper, enstitü içindeki hocalardan da, pek çok şey
öğrenir.26 Bu dönemin, Popper’ın düşünce yapısındaki en bariz etkisi, dilin işleyişi
ile eleştirel düşünce arasındaki bağı keşfetmiş olması ve sanata ilişkin görüşlerini
şekillendirmesidir.27
22 Popper, a.g.e., 49. 23 Popper, a.g.e., s. 50 – 51. 24 Popper, a.g.e., s. 1 – 2. 25 Popper, a.g.e., s. 99. 26 Popper, a.g.e., s. 100. 27 Popper, a.g.e., s. 101.
6
1925 – 28 yılları arasında, psikoloji çalışan Popper, “Düşünme Psikolojisinde
Yöntem Sorunu” adlı teziyle, doktora derecesini bitirirken; aynı zamanda biri müzik
tarihi, diğeri felsefe olmak üzere iki uzmanlık sınavına daha girer.28 1928’te, doktora
derecesini alan Popper, 1929’da ortaokullarda matematik ve fizik öğretmenliği
yapmaya yetkili hale gelir. Doktoradan sonraki dönem, Popper’ın, tümevarım
sorununu derinlemesine ele alıp incelemeye başladığı dönemdir. Ayrıca, bilimsel
ilerleme sorununu da bu sırada netleştirir.29
Enstitü yılları, Popper’ın düşünce yapısı ve yazdıklarının olgunlaşması için,
gerekli ortamı sağlar. Bu yıllarda, Popper’ı etkileyen bir diğer gelişme, Viyana
Çevresi adı verilen felsefî düşünce topluluğu ile ilişki içerisine girmesidir. Popper,
Mantıkçı Pozitivizmi savunan, Viyana Çevresi’ne hiçbir zaman üye olmamasına ve
onların bir çok doktrinine karşı çıkmasına rağmen, grubun felsefî ilgilerini
paylaşmış ve üyelerinin bazılarıyla, yakın ilişkiler kurmuştur.30
Viyana Çevresi, S. Simon ve A. Comte’un geliştirdiği pozitivist felsefenin
Ernst Mach’la başlayan ikinci dönemini ifade eder. Her iki dönemde de, pozitivist
anlayış, olguları temele koyar ve bilimsel yöntemi esas kabul eder. Ancak, yeni
pozitivizmin, özellikle Mach’ın etkisiyle, olguları duyumlara özdeş kabul etmesi,
yani olguları, duyumlardan ibaret sayması ve sadece duyumları, bilebileceğimizi
iddia etmesi yönüyle, ilkinden ayrılır.31 Viyana Çevresi’ni oluşturan düşünürler,
bütün teorik önermelerin, ilke olarak, gözlem diline, indirgenebileceğine inanır. Bu
inançları, en büyük desteğini L. Wittgenstein’ın, Tractatus adlı kitabından alır.
Wittgenstein, mantıksal pozitivistlerin görüşlerini, kitabında, “dil gerçeğin resmidir”
şeklinde dile getirir. Onun bu görüşü, Viyana Çevresi üyeleri tarafından kabul görür
ve buradan hareketle, matematiksel önermeler dışındaki tüm önermelerin, deney
yoluyla doğrulanması gerektiği bir kez daha vurgulanır.32
28 Popper, a.g.e., s. 107. 29 Popper, a.g.e., s. 108. 30 Encyclopedia of Philosopy, s. 398. 31 Şafak Ural, Pozitivist Felsefe, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1986, s. 24. 32 İlkay Sunar, Düşün ve Toplum, Doruk Yayımcılık, Ankara, 1999, s. 105 -106.
7
Düşüncelerini, bu şekilde özetleyebileceğimiz Viyana Çevresinin adını, Popper,
ilk kez, 1926 ya da 1927’de Viyana Çevresi üyelerinden sosyolog ve iktisatçı Otto
Neurath’ın bir gazete makalesinde ve daha sonra da bir sosyal demokrat gençlik
grubuna yönelik konuşmada duyar.33 Daha önce, Ernst Mach, Hans Hahn gibi
pozitivistlerin kitaplarını okuyan; Carnap ve Wittgenstein üzerinde de çalışmış olan
Popper’ın, bu tarihten sonraki entellektüel gelişimi, bu grubun düşünceleri, üzerinden
gerçekleşecektir.
Popper, bu tarihten sonra yaptığı, ancak yayınlamadığı kapsamlı çalışmalar
sonucunda, pozitivistlerin yanıldıkları noktaları tespit eder. Görüşlerini, ilk olarak
profesör Heinrich Gomperz’le paylaşır ve onun aracılığıyla, Viyana Çevresi
üyelerinden, tarih profesörü Victor Kraft’la tanışır. Ardından, 1929 veya 1930’da,
grubun bir başka üyesi, Herbert Feigl ile tanışır. Feigl, onun entellektüel hayatında,
önemli yere sahiptir; özellikle, yazdıklarını yayınlama konusundaki cesaretlendirici
tavrı, Popper için çok önemlidir.34
Feigl’in de teşvikiyle Popper, pozitivizme ilişkin eleştirilerinin temelini
oluşturan, tümevarım ve sınır koyma problemlerini ele alan ilk eseri, “Bilgi
Kuramının İki Temel Sorusu (The Two Fundemantel Problem of The Theory of
Knowledge) ”nu yazmaya başlar. Daha sonra, arkadaşları aracılığıyla, Viyana
Çevresi üyelerinden F. Waismann’la tanışır. Bunu müteakip, Schlick’in özel
seminerlerine ve grubun özel toplantılarına da katılmaya başlayan Popper, böylece,
grubun hemen hemen tüm üyeleri ile yakından tanışma ve eleştirel düşüncelerini,
onlara aktarma imkanı bulur.35
1932’de Popper, Bilgi Kuramının İki Temel Problemi’ni bitirdiğinde, kitabı ilk
okuyanlar H. Feigl, R. Carnap, O. Neurath, M. Schlick, P. Frank, H.Hanh gibi
grubun ünlü üyeleri olur; kitap, 1934’te Schlick ve Frank editörlüğünde yayınlanır.36
Kitabın, pozitivist yayınlar arasından çıkması, belki de, Popper’ın adının grup
33 Popper, Bitmeyen Arayış, s. 110. 34 Popper, a.g.e., s. 112 -113. 35 Popper, a.g.e., s. 116 – 117. 36 Popper, a.g.e., s. 117 – 118.
8
üyeleriyle sıkça anılmasına, hatta bazı çevrelerce, Popper’ın Mantıkçı pozitivist
zannedilmesine neden olur.37
Popper, Yahudi asıllı bir ailenin çocuğudur; her ne kadar Katolik kilisesine
dahil olmuş olsalar da, 1927’de hız kazanan milliyetçi akımlar ve Yahudi karşıtı
hareketlerin etkisiyle, Popper, 1935 yılında İngiltere’ye gider. Burada, Bedford
College’de seminerler vermeye başlar. Scrödinger ve Russell’la tanışması da bu
yıllara rastlar.38 1936 yılında, “Yeni Zelanda Üniversitesi ( Cantenbury
University)”nden teklif alan Popper, 1937’de Yeni Zelanda’ya yerleşir. Burada, daha
çok “sosyal bilimlerde yöntem” konusuna yoğunlaşan Popper, siyasi ortamın da
etkisiyle “Açık Toplum ve Düşmanları I – II ( The Open Society and Enemies)”nı
yazmaya başlar.39 Kitap, 1943’te biter, ancak, bu sırada Popper, Yeni Zelanda’da
oldukça sıkıntılı bir dönem yaşamaktadır; ayrıca, kitabın müsveddesini gönderdiği
bazı kişilerin, kitapta Platon ve Aristoteles’e hakaret edildiği gerekçesiyle kitabı
yayınlanmaya değer bulmayışları, Popper için ağır bir darbe olur.40 Ancak, bir yıl
kadar sonra Popper, İngiltere’deki bir arkadaşı aracılığıyla, kitabı basacak bir yayıncı
bulur ve 1945’te “Açık Toplum ve Düşmanları” yayınlanır.
Aynı yıl, İngiltere Londra İktisat Okulundan bir teklif alan Popper, Yeni
Zelanda’yı terk eder ve 1946’da Londra’ya yerleşir. Bundan sonraki dönem,
ölümüne kadar ki dönem, Popper için, yöntem anlayışını kesin sonuca ulaştırdığı ve
ard arda eserlerini yayınladığı bir dönem olur. Popper, 1957’de “The Poverty of
Historicism”i; 1963’te “Conjectures and Refutations”ı; 1972’de “Objective
Knowledge”ı; 1976’da “Unended Quest: An Intellectuel Autobiography”i; 1977’de
“The Self and Its Brain”ı; 1979’da “Die beiden Grundprobleme der
Erkenntnistheorie; 1982’de “Realism and the Aim of Science”ı; 1983’te “The Open
Universe: Argument for Indeterminism”i; 1984’te “Quentım Theory and the Schism
inPhysics”i; 1990’da “A World Propenties”i; 1994’te “Alles Leben ist
Problemlösen”i yayınlar.
37 Popper, a.g.e., s. 121. 38 Popper, a.g.e., 151 – 155. 39 Popper, a.g.e., s. 159 – 160. 40 Popper, a.g.e., s. 168 – 169.
9
I. BÖLÜM
POPPER’IN BİLİM ANLAYIŞININ BİR TEMELİ OLARAK
BİLGİ ANLAYIŞI
Felsefenin özellikle de bilim felsefesinin en kuramsal sorunlarından biri olan
“bilgi problemi”, Popper’ın düşünce sisteminin de en merkezi konularındandır.
Bilginin mahiyeti, kaynakları, bilginin gelişimi (growth of knowledge) gibi konuları,
bu konulara ilişkin muhtemel soruları ve mevcut cevapları ayrıntılı bir şekilde ele
alıp tartışan Popper, konuya ilişkin görüşlerini bilim anlayışının temeline oturtur. Bu
nedenle onun bilim anlayışını doğru anlayabilmemiz ancak bilgiye yaklaşımını doğru
tahlil edebilmemizle mümkün olacaktır.
Ona göre, bilgi kuramı, zihni faaliyetler ve bilimsel gelişmelerle elde edilen
“bilgi gelişimi”nın kuramıdır ve ne yazık ki böyle bir düşünce yapısı Popper’a kadar
felsefe tarihinde hep gözden kaçırılmıştır.41 Bu tanımdan yola çıkacak olursak, bilgi
öğretisiyle ilgili asıl sorunun “bilginin nasıl arttığı ve geliştiği” sorusu olduğu
kolayca görülür. Bu nedenle bilgiye ilişkin tüm sorulara verilecek cevaplar bu
sorunun cevabıyla yakından ilişkili olacaktır. Popper’a göre, bu soruya cevap
verebilmek için izlenmesi gereken yol açıktır: “Bilgimizin nasıl geliştiğini
araştırmak için yapılacak en iyi şey bilimin gelişimini araştırmaktır.”42 Bu gelişim
sürecini açıklarken üzerinde duracağımız ilk nokta, Popper’ın bilginin mahiyetine
ilişkin görüşleri, başka bir deyişle “bilgi”nin ne olduğudur.
1.1 Bilginin Mahiyeti
Popper bilginin mahiyetine ilişkin düşüncelerini açıklamaya “doğru”
kavramının eleştirisiyle başlar. Popper’a göre, bilgiyi, “doğru”nun açıklanmaya bile
gerek duyulmayan bir hali olarak düşünmek, bilgiye ilişkin ciddi bir yanılgıdan
kaynaklanır. Onun bu konudaki eleştirisinin başlıca hedefi Rönesans felsefesinin
önemli temsilcisi F. Bacon ve yeni çağın sistemci filozofu R. Descartes’tir. Bu
filozoflar, bilgiye ulaşma yöntemleri farklı olsa da, “bilginin açıklığı” noktasında
41 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2005, s.108. 42 Popper , Bilimsel Araştırmanın Mantığı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2003, s. 28.
10
hemfikirdirler ve bilgiye ilişkin düşüncelerinin temelini de bu “açıklık” fikri
oluşturmaktadır. Hatırlanacağı gibi Descartes, ünlü “metodik şüphe”sinin bir sonucu
olarak, önce kendi varlığının kesinliğine, ardından Tanrı’nın varlığının kesinliğine,
son olarak da Tanrı’nın, insanı bu evren konusunda yanıltmayacağı, yani evrendeki
varlıkların gerçekliği sonucuna ulaşıyordu. Bacon da benzer bir şekilde, doğanın açık
bir kitap olduğu; duru bir zihinle ve doğru okunduğu takdirde kişiyi yanlışa
düşürmeyeceğine inanıyordu. Her ikisine göre, de bilgi konusunda hataya düşmenin
nedeni, yanlış eğitim ve geleneklerden kaynaklanan ve zihnimiz tarafından beslenen
önyargılarımızdır. Bu nedenle, aklî fonksiyonlarımız doğru işletildiği takdirde
doğruya ulaşmamız kaçınılmazdır.43
Popper, “doğru”nun açıklığı ve evrendeki varlıkların gerçekliğinden yola
çıkılarak, kesin/doğru bilgiye ulaşılabileceği fikrine şiddetle karşı çıkar. Doğadan
hareketle kesin bilgiye ulaşmamız mümkün değildir. Çünkü , Kant’ın ifadesiyle
söyleyecek olursak, “salt anlık (intelekt) fenomenlere yasalarını dikte eder”44 Yani
akıl, doğa yasalarını doğada bulmaz , ona dikte eder. Bu durumda Kant’a göre, bilgi,
realitenin değil tamamen zihni faaliyetlerimizin bir ürünüdür ve bilgi edinme
sürecinde, zihin, doğuştan getirdiği, a priori, bilgi kalıplarını kullanır. Popper, buraya
kadar bilgi konusunda Kant’la tam bir uyum içindedir, ancak a priori bilginin
geçerliliği noktasında ondan ayrılır. Ona göre, insanlar doğuştan bir takım tepkilerle
doğarlar. Bu tepkilerin Popper’ın terminolojisindeki karşılığı, “beklenti
(expectation)”lerdir. İnsanlar karşılaştıkları bir takım olaylarla ilgili doğuştan gelen
beklentilere sahiptir ve bu beklentiler bilginin oluşum sürecinde aktif rol oynar. Bu
açıdan bakıldığında, aklî manada “doğuştan gelen bilgi (beklenti)ler”den söz
edilebilse de bu, o bilginin, a priori olarak geçerli olacağı anlamına gelmez. Çünkü
beklentiler ne denli güçlü ve belirli olursa olsun her zaman yanlış çıkabilir.
Beklentilerimizin belki en belirgin olanı da doğada bir yasa (doğa yasası) bulma
beklentimizdir.45 Kısacası, Popper’a göre, Kantçı bilgi kuramı hareket noktası
43 Bkz. Popper, Conjectures and Refutations, s. 9 - 10. 44 Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, Remzi Kitapevi, İstanbul, 2000, s. 354. 45 Popper , Conjectures and Refutations, s. 62 - 63.
11
açısından büyük oranda doğru olmakla birlikte, Kant kesin bilgiye – kendi
kuramıyla- ulaşılabileceğini iddia ederek yanılgıya düşmüştür.46
Popper’a göre, bilgi, kesinliğin arayışı değil doğrunun arayışıdır, yani nesnel
açıdan doğru olan ve açıklanabilen kuramların arayışıdır. Bilgi, insan zihninin bir
ürünü olduğundan ve zihin, her an yanlışa düşme riskiyle karşı karşıya
bulunduğundan bilgide kesinlik söz konusu olamaz. Bu durumun en net örneğini
Einstein, çürütülmez sanılan Newton yasalarını çürüterek gözler önüne sermiştir.
Bilgiden bahsederken Popper, “doğruluk” ve “kesinlik” arasında kesin bir
ayrım yapar. Ona göre, doğruluk: “Bir önerme, gerçeklerle örtüştüğü ya da uyuştuğu
sürece; ya da olaylar, önermenin betimlediği biçimde geliştiği sürece doğrudur”.47
Bu açıdan bakıldığında, bir bilgi, o an için “doğru” olabilir ama bu, onun “kesin” bir
bilgi olduğunu göstermez. “… İnsan her an hata yapabilir, o halde bilgi edinme
sürecinde izlenmesi gereken yol, kişinin her an hata yapmış olabileceği kaygısını
taşıması ve hatalarını en asgari düzeye indirmeye çalışması olacaktır.”48 Bu manada,
“ doğa bilimlerindeki bilgi tahmini bilgidir, cesur bir tahmindir.”49 Yani bilgi, olmuş
bitmiş bir sürecin ürünü değildir. Popper’ın kendi ifadesiyle bilgi “entellektüel
faaliyetlerimizin bir ürünüdür; kuramlarımızdan, hipotezlerimizden ve
sorunlarımızdan oluşur.”50 Bu da süreklilik ifade eden bir süreçtir. Sorunlarımıza
çözümler ararken kuramlar ve hipotezler ortaya atarız, bu sırada, farkında olmadan
yeni sorunlar yaratırız ve süreç böylece devam eder gider.
Popper, bilgiye öznel bir “zihin durumu” olarak bakılmasını da reddeder. Ona
göre, bilgi, sübjektif bir zihin durumundan ziyade, bir önermeler sistemi, tartışmaya
sunulmuş kuramlar bütünüdür. Bu anlamda bilgi objektiftir, dahası hipotetik
(varsayımsal) ya da tahminidir.51 Bununla birlikte, bu bütünün oluşmasında bilgi
kadar bilgisizlik kavramı da önemli rol oynar. Popper’ın bilgi - bilgisizlik ilişkisini
46 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 51. 47 Popper, a.g.e., s. 91. 48 Popper, a.g.e., s. 14. 49 Popper, a.g.e., s. 54. 50 Popper, Bitmeyen Arayış, s.118. 51 Popper, a.g.e., s. 119.
12
nasıl ele aldığı ve bilgi hakkındaki düşünceleri, onun sistemini anlayabilmek
açısından büyük önem taşır. Bu nedenle, burada, bilgi ve bilgisizliğin kaynaklarını
kısaca açıklamaya çalışacağız
1.2. Bilgi ve Bilgisizliğin Kaynakları
Popper’ın bilginin kaynaklarına ilişkin görüşlerine geçmeden önce, öncelikle,
onun bilgi kuramının oluşmasına da neden olan temel sorunun, yani “bir şey bilebilir
miyim, ya da neyi bilebilirim?” sorusuna verdiği cevabın üzerinde durulacaktır.
Çünkü bu sorunun cevabı, bize bilgi - bilgisizlik ilişkisi ve bilginin kaynakları gibi
önemli epistemolojik sorunların çözümünde yol gösterici olacaktır.
Popper, “bir şey bilebilir miyim?” sorusunun cevabını ararken Sokrates’in bilgi
anlayışından yola çıkar. Felsefe tarihinden hatırlanacağı gibi, Sokrates’in bilgiye
ilişkin en temel tezi, “bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir” sözü ile
özetlenebilir. Bunun yanında, yine, “kendini bil” , “ne kadar az şey bildiğinin
bilincine var” gibi ilkelerle Sokrates insan bilgisinin sınırlarını göstermekteydi.
Savunması sırasında o, hiçbir şey bilmediğinin bilincinde olduğu için,
karşısındakilerden farklı olduğunu söylüyordu ve ona göre, kişinin bilmediği şeyi
bildiğini zannetmesi kör bir cehaletti.52 Buna bağlı olarak o, “bilge kişi, kendi
bilgeliğinin bir hiç olduğunu bilendir”53 diyordu.
Sokrates’in bilgiye ilişkin bu tutumu, Popper’ın bilgi anlayışını derinden
etkilemiş ve Popper, bu tipik (Sokratesçi) tavrı, kendi terminolojisinde “entellektüel
alçakgönüllülük” kavramıyla ifade etmeye çalışmıştır. “Entellektüel
alçakgönüllülük” prensibi, Popper’ın sistemi içinde, pek çok konunun da açıklayıcı
kavramıdır. Özellikle bilgi konusunda, Popper’ın temel vurgusu, Sokrates’te olduğu
gibi, hiçbir şey bilmeyişimiz üzerine kurudur.
Ona göre, “hiçbir şeyi, ya da bildiğimiz az şeyi, ‘hiçbir şey’ diye tanımlamakta
haklı olacak kadar, az şey bildiğimiz gerçeğinin bilincine vardıkça sorumluluğumuz 52 Platon, Sokrates’in Savunması, Şule Yayınları İstanbul 2000, s.74. 53Platon, a.g.e., s. 63.
13
da büyür. Çünkü doğru kararlar verebilmek için, bilmemiz gerekenlerle
karşılaştırdığımızda bildiklerimiz hiçbir şeydir.”54 Popper, bu bilinç durumunun
özellikle aydınlar açısından önemli olduğuna inanır ve onlara, özel bir sorumluluk
yükler. Çünkü öğrenim görme olanağı ve ayrıcalığına sahip her aydın, çevresine ya
da toplumuna öğrendiklerini en basit, en açık ve en alçakgönüllüce aktarmakla
yükümlüdür ki, bu sorumluluğun yerine getirilebilmesi, ancak entellektüel
alçakgönüllülük ile mümkündür. Bu, çok önemli olmakla birlikte, Popper’ın “bir şey
bilebilir miyim?” sorusunu bu kadar irdelemesinin asıl nedeni, aydınların
sorumluluğunu hatırlatmak değil, hatalarımızdan yola çıkarak yeni bir şeyler
öğrenebileceğimizi göstermektir. Çünkü kişinin, hiçbir şey bilmeyişinin bilincinde
olması, beraberinde, bildiği her şeyi sorgulamasını da getirir. Bu sorgulama
sürecinde, hatalarımızla yüz yüze geliriz. Her hata, aslında bilgi arayışımızda yeni bir
başlangıçtır. Sonunda kesin bilgiye ulaşılamayacak olsa da gerçeğe yaklaşmak
olasıdır. Bu bağlamda, Popper’a göre, bilgi, “eleştirel bir bulmaca, varsayımlardan
oluşmuş bir ağ, sanılardan dokunmuş bir kumaştır.”55 Bu durumda yapılacak şey,
bilgisizliğimizi kabul edip bu bulmacayı çözmeye çalışmak olmalıdır. Popper, bu
yaklaşımın 2500 yıl önceye, Xsenophanes’e dayandığını söyler ve ondan şu dizeleri
nakleder:
“Açmadılar başından tanrılar her şeyi ölümlülere;
Ama onlar zamanla bulacaklar arayarak daha iyiyi
Ulaşamadı hiç kimse, tanrılar ve sözünü ettiğim
Tüm şeyler hakkında kesin gerçeğe, ulaşamaz da
Açıklasa da biri kusursuz gerçeği, kendisi bilmeyecektir bunu;
Her şeyin sanılardan dokunmuş olduğunu.”56
Popper’a göre, “entellektüel alçakgönüllülük” ilkesi, tüm bunların yanında,
epistemoloji ve etik arasındaki geçişi de sağlayan temel ilkedir. O, ileriki bölümlerde
54 Popper , Hayat Problem Çözmektir, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2005, s. 231. 55 Popper, Bitmeyen Arayış: Bir Entellektüelin Yaşam Öyküsü, s. 40- 41. 56 Popper, a.g.e., s. 40.
14
daha ayrıntılı bir şekilde ele alacağımız, bilgi ile ahlak arasındaki ilişkiyi üç temel
ilkenin ortak kullanımına dayandırır. Bu ilkeler:
1) Hata yapabilirlik ilkesi
2) Akılcı tartışma ilkesi
3) Doğruya yaklaşma ilkesi 57’dir.
Bu üç ilkenin özetlenebileceği temel ilke, “hoşgörü” ilkesidir. Etik bir ilke olan
hoşgörüyü Popper, akılcı bir tartışma zemini oluşturulabilmesinin ana şartı yaparak
epistemoloji ve etik arasında önemli bir köprü kurar. Kısacası Popper’ın, bilginin
temeline, “doğruluk”, “entellektüel alçakgönüllülük”, “yanlış yapılabilirlik” gibi
temel ilkeleri koyduğunu söyleyebiliriz.
Entellektüel alçakgönüllülük ile bilginin sınırlarını çizen Popper, buradan
hareketle, bilginin kaynaklarını da tartışır. Felsefe tarihi boyunca, bilgiye ilişkin en
çok sorulan sorulardan biri “bilginin kaynağının ne olduğu?” sorusudur. Grek
filozoflarından günümüze kadar, bu soruya çok farklı yanıtlar verilmiştir. Popper’ın
“bilginin kaynağı”yla alakalı, felsefi ekollerin açıklamaları hakkında yapmış olduğu
tahliller, aynı zamanda bilginin kaynağı hususunda onun tutumunun açık bir şekilde
ortaya konulmasına yardımcı olacaktır.
Popper konuyu ele alırken, özellikle Viyana Çevresi düşünürlerini, oldukça sert
bir biçimde eleştirir. Hatırlanacağı gibi, bu düşünürler, bilginin geçerliliğinin ölçütü
olarak “doğrulama”yı kabul etmektedirler. Onlara göre, bilgiye ilişkin cevaplanması
gereken temel sorular: “Nereden biliyorsun? İddianda hangi kaynağa dayanıyorsun?
İddianın temelinde hangi duyumlar yatıyor?” gibi sorulardır58. Doğrulama teorisine
göre, bilgi edinme sürecinde, öncelikle, ortaya atılan iddia ya da ileri sürülen önerme,
olgusal gerçeklerle karşılaştırılır. Bu süreçte, algılar, etkin bir rol oynar. Yöntem
olarak da deney ve gözlem kullanılır. Sonuçta, iddia/önerme olgusal dünyayla
uygunluk içinde ise söz konusu iddia “doğru bilgi” olarak ve genelleştirilerek kabul
57 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s.215-216. 58 Popper, a.g.e, s. 58.
15
edilir, bu süreçte kullanılan yöntem tümevarımdır. Doğrulamacı yaklaşıma göre,
doğrulamayan bilgi reddedilir.59
Popper ise kaynak olarak duyuların kullanılmasını kabul etmediği gibi, kesin
bilginin varolduğunu da reddeder. Ona göre, hem Viyana Çevresi düşünürlerinin,
hem de genel manada felsefe tarihi içinde, hemen hemen tüm düşünürlerin düştüğü
temel hata, bilgi için bir otoriteyi şart koşuyor olmaları ve bilgi için kesin kaynaklar
arıyor olmalarıdır;60 ayrıca bir diğer hataları da konuya ilişkin temel sorunu ortaya
koyuş tarzlarıdır. Geleneksel bilgi anlayışının, bilginin kaynağına ilişkin sorusu:
“Bilgimizin en iyi ve en güvenilir kaynakları yani bizleri yanlış yola saptırmayan ve
kuşku duyduğumuzda en son mercii olarak başvurabileceğimiz kaynaklar nelerdir?”
idi. Oysa Popper böyle ideal ve hatasız bir kaynağın varlığının mümkün olmadığına
ve tüm kaynakların, bizi zaman zaman yanlışa düşürebileceğine inanır ve meselenin
şu şekilde temellendirilmesini önerir: “Yanılgılarımızı gösteren ve onları ortadan
kaldıran bir yol var mıdır?”.61 Bu soruyla Popper, Viyana Çevresi düşünürlerinin,
bilginin geçerliliğine ilişkin ölçütünü de tersine çevirmektedir. Böylece bilgi, artık
“doğrulama” ile değil “yanlışlama” ile ölçülebilecek bir hale gelmiştir.
Popper’ın, geleneksel bilgi kuramı karşısındaki tutumunu ve yaklaşımını şu
şekilde özetleyebiliriz: “Ben, bir şey bildiğimi söylemiyorum ki: Ortaya attığım iddia
yalnızca bir tahmin ,bir varsayımdır. Kaldı ki, tahminimi dayandırmış olabileceğim
kaynak ya da kaynaklarla uğraşmaya da zaten değmez: Olası bir çok kaynak olabilir,
hangisinin doğru olabileceği konusunda da hiçbir fikrim yok. Başlangıç noktasının
ya da kökenin, bu doğruyla hiçbir ilgisi yok. Fakat tahmin yürüterek çözmeye
çalıştığım sorunla ilgileniyorsan, bana büyük bir katkıda bulunabilirsin: Tahminimi
elinden geldiğince, en katı biçimde eleştirmeye çalış! Eğer iddiamı çürütebileceğine
inandığın bir deney aklına gelirse, ben de, seninle birlikte,iddiamı çürütmeye hazır
olacağım.”62
59 Ömer Demir, Bilim Felsefesi, Vadi Yayınları, Ankara 2000, s.71- 72. 60 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı s. 58. 61 Popper, a.g.e., s. 60. 62 Popper, Conjectures and Refutations , s 35; Popper , Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 62.
16
Kısacası Popper, ne gözlemi , ne deneyi, ne de algıyı tek başına bilginin
kaynağı olarak kabul eder. Bu manada, bilginin kesin kaynakları olduğunu iddia
etmek yanlıştır. Popper, bu bağlamda, kendini Kant’a yakın hissettiğini söyler. Ona
göre, Kant’ın bilginin kaynakları yerine “ nasıl bilebilirim?” sorusu üzerinde
yoğunlaşması ve onun, bilme sürecinde aklı ön plana çıkarması, özellikle ahlak
alanında “otonomi” ilkesi ile her türlü otoriteye, düşünmeden boyun eğmeyi
reddetmesi, onu, diğer filozoflardan ayıran en önemli unsurlardır.
Popper konuyu bu şekilde ele aldıktan sonra ulaştığı sonuçları sekiz başlık
altında toplar:
“1) Bilginin “son” denebilecek kaynakları yoktur. Her türlü kaynak ve öneriye
kapımız açıktır; yeter ki kaynakların ve önerilerin her biri, eleştirel denemelerimizin
de malzemesi olsun. Konumuz, tarihsel sorular olmadığı sürece , yapmamız gereken,
bilgilerimizin kaynağını araştırmaktan çok, ileri sürülen olguları bizzat denemektir.
2) Bilim felsefesi sorularının, bilginin kaynaklarıyla hiçbir ilgisi yoktur.
Sorguladığımız şey, daha çok ,ileri sürülen iddianın doğru olup olmadığıdır; başka
bir deyişle, iddianın olgularla uyuşup uyuşmadığıdır. Bu süreçte, elimizden
geldiğince, iddialarımızı araştırarak ve sonuçlarını test ederek hatalarımızı bulmaya
çalışırız.
3) Bilgimizin en önemli kaynağını “gelenek” oluşturur - doğuştan getirilen bilgi
dışında.
4) Bilgimizin en temel kaynağının gelenek olması, gelenekçiliğe karşı çıkmanın ,
yani “karşıt- gelenekçilik”in ne kadar anlamsız olduğunu gösterir. Fakat bu gerçek,
gelenekçiliğin dayanağı olarak da düşünülmemelidir. Çünkü bizlere aktırılan hiçbir
bilgi (doğuştan getirilen bilgi bile), eleştirel incelemelerden ve gerektiğinde
çürütmelerden muaf tutulamaz. Her şeye rağmen, gelenek olmazsa bilgi de olamaz.
17
5) Bilgi, tabula rasa (boş bir levha) düşüncesiyle başlatılamayacağı gibi,
gözlemlerden hareketle de başlatılamaz. Bilgimizde gelişme, değişimle ve daha
önceki bilgilerde yapılan düzeltmelerle sağlanır. Tabii ki, gözlem ya da raslantısal
buluşlar, bizleri bazen bir adım daha öteye götürebilir; ama bunların önemli olup
olmayışı, genelde, var olan kuramları düzeltmek için girişimde bulunup
bulunmayışımıza bağlıdır.
6) Ne gözlemler, ne de akıl yetkindir; entellektüel sezgi ve entellektüel hayal gücü
gibi başka kaynaklar da büyük önem taşır, ama bunlar da güvenilir değildir: Bunlar
belki olayları daha net görmemizi sağlayabilir, ama bizleri yine de yanlış yola
sürükleyebilir. Onlar, kuramlarımızın temel kaynağını oluşturur ve bu bakımdan,
yerlerini tutan başka alternatifler yoktur; ama bunlara dayanarak ortaya attığımız
kuramların çoğu yanlıştır. Gözlem, mantık yürütme, entellektüel sezgi ve hayal
gücünün en önemli işlevi, bilinmezliği deşmek için gerek duyduğumuz ve büyük bir
cesaretle ileri sürdüğümüz kuramların, eleştirel denemesinde, bizlere yardımcı
olmasıdır.
7) “Açıklık”, kendine özgü entellektüel bir değerdir; ama “tamlık” ve “kesinlik”
bu özelliğe sahip değildir. Mutlak kesinliğe ulaşmak , asla mümkün değildir; zaten
problem durumunda, gerektiğinden fazla kesinlik aramak anlamsızdır.
“Kesinleştirmek” ve onlara birer “anlam” yüklemek için kavramların tanımlanması
gerektiği düşüncesi, tamamen aldatmacadır.Çünkü her tanım , tanımlayıcı kavramlar
gerektirir; ama eninde sonunda, tanımsız kavramlar karşımıza çıkacaktır ve
bunlardan kaçınmamız mümkün değildir. Sözcüklerin anlamlarına ya da
tanımlarına ilişkin problemler önemsizdir. Bu nedenle de salt yüklemsel
problemlerden her koşul altında kaçınmak gerekir.
8) Bir probleme bulunan her çözüm, başka çözümsüz problemler yaratır. Bu yeni
sorunlar, eskisinin zorluk derecesine ve çözümünün gerektirdiği yürekliliğe bağlı
olarak, daha ilgi çekici olur. Dünya hakkında ne kadar çok şey öğrenirsek, bilgimizi
ne kadar derinleştirirsek, neyi bilmediğimiz konusundaki bilgimiz, yani bilgisizliğe
18
ilişkin bilgimiz, daha bilinçli, daha açık ve daha sağlam olacaktır. Bilgimizin temel
kaynağı, bilgimizin sınırlı, bilgisizliğimizin ise sınırsız olabileceği bilincidir.”63
Bilgi için kesin kaynaklar aramayı bu şekilde reddeden ve kesin bilgiye ulaşmayı
imkansız gören Popper, buna bağlı olarak bilgisizlik kavramını de tekrar ele alır ve
tanımlar. Ona göre, “bilgisizlik” , bilgi eksikliğinden ziyade bilgiye ulaşma
sürecinde, zihnimizin yanlış çalışması ve zaman zaman bizim bilgiye direnme
alışkanlığımızdır. Bilgisizlik , bilgi edinme sürecince zihnimizde ortaya çıkan bir
işleyiş kusurudur.64 Yani bilgi ile bilgisizlik arasında sıkı bir bağ vardır ve
kanaatimizce bu bağ, bilginin ortaya çıkışı, başlangıcı, gelişimi gibi konuların
anlaşılmasında merkezî bir öneme sahiptir. Biz de, buradan hareketle bilginin
gelişimini açıklamaya çalışacağız.
1.3. Bilginin Gelişimi
Popper, bilgi öğretisinin temeline “bilginin evrimi (evolution of knowledge)”ni
yerleştirir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, ona göre, bilgi kuramı, “bilginin artışı”nın
kuramıdır; bu artışın ‘nasıl’ olduğunu araştırmak da aslında, bilimin gelişimini
araştırmak demektir. Bu gelişim, bilimin emprik ve rasyonel karakteriyle yakından
ilişkilidir. Bilimin rasyonel ve emprik karakteri ortadan kalkarsa, buna bağlı olarak,
bilimin gelişimi de duracaktır.65 Bir önceki bölümde de belirttiğimiz gibi, Popper’a
göre, bilgisizliğimizin bir sınırı yoktur. Buna bağlı olarak, bilginin gelişiminin de bir
sınırı yoktur ve bilginin oluşumundan gelişimine kadar geçirdiği tüm aşamalar bilgi-
bilgisizlik ilişkisiyle yakından alakalıdır. O, bu ilişkiyi, ilk olarak, bilginin başlangıç
sürecini açıklarken kullanır.
Popper’ın bilgiye ulaşma sürecinin başlangıcı ile ilgili görüşlerinin temelini,
Darwin’in “doğal ayıklama (seleksiyon)” görüşü belirler. Organizmaların yaşamsal
faaliyetlerinin devamına ilişkin bu görüşü, Popper, insansal dünyaya, özellikle de
bilgiye ulaşma sürecine uyarlar. Bu görüşe göre, bütün organizmalar iç yaşam
63 Popper, Conjectures and Refutations, s 36 - 38; Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 63- 64. 64 Popper, Conjectures and Refutations , s. 4. 65 Popper, a.g.e., s.281.
19
koşullarını ve kişiliklerini ayakta tutabilmek için çaba harcarlar ki, bu çabanın
biyologlarca kullanılan adı “psikolojik denge”dir. Bu denge, bir iç huzursuzlukla
başlayan bir iç aktivitedir. Organizma bu huzursuzluğu gidermek için karşıt bir çaba
içine girer; huzursuzluğu bastırmaya ve huzursuzluğa neden olan faktörü ortadan
kaldırmaya, huzursuzluğa neden olan hatayı gidermeye çalışır. Bu denge arayışı,
sürekli devam eder. Aksi halde, organizma ölür. Bu aktivite, huzursuzluk ve arayış,
organizmanın yeni buluşları, keşifleri, öğrenmeleri, değerlendirmeleri öğrenebilmesi
hatta yanılgıların oluşabilmesi için gereklidir. Darwin, bunu, organizmaların
çevrelerine uyumları ve çevrelerini değiştirebilmelerinin şartı olarak görür. Böylece
organizmalar, kendileri için “daha iyi bir dünya” yaratma eğilimi içine
girmektedirler. Organizmaların bu eğilimine karşılık, insanoğlu da insansal dili
bulmakla kendilerine yeni bir dünyanın kapılarını açmışlardır. Darwin’in de
söylediği gibi insan dilinin kullanılması ve geliştirilmesi aklı etkiler; önermeler
aracılığıyla bir durum betimlenebilir ve ancak önermenin nesnel açıdan doğruluğu ya
da yanlışlığından söz edilebilir. Böylece nesnel doğru arayışı ile insansal bilgiye
ulaşma süreci başlamış olur.66
Bu şekilde başlayan süreç içerisinde “öğrenme” merkezî bir öneme sahiptir.
Öğrenme, “bir kısım önsel bilgilerin, dolayısıyla, son tahlilde, doğuştan gelen bir
takım bilgilerin değiştirilmesi (çürütülmesi de olabilir)”dir.67 Kişiyi, bu değişime
sevk eden şey, temelde, organizmanın duyduğu bir rahatsızlık, yani organizmanın bir
problemle karşı karşıya kalmış olmasıdır. Bu açıdan öğrenme, “özünde, tâ ki
problemi çözen biri bulunana kadar, bir deneme hareketinin ardından diğerinin
yapılmasından oluşur.”68
Popper, öğrenmeyi üç temel sürece ayırır. Bunların ilki, keşif anlamında
öğrenmedir ki, bu süreç dogmatiktir ve “kuramlar veya beklentilerin formasyonun ya
da düzenli davranış, (eleştirel) hata ayıklaması tarafından kontrol edilen
öğrenme”dir.69 İkincisi, taklit yoluyla öğrenmedir ki, bunu keşif anlamında
66 Bkz Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 8 67 Popper , Bitmeyen Arayış, s.67 68 Popper, Hayat problem Çözmektir, s.15 69 Popper, Bitmeyen Arayış, s. 63
20
öğrenmenin özel bir hali olarak düşünebiliriz. Üçüncüsü tekrar ya da pratik yoluyla
öğrenmedir ki, aslında, Popper’a göre, gerçek anlamda tekrar diye bir şey yoktur,
daha çok hata ayıklaması yoluyla değişim, belirli eylem ve tepkileri otomatik hale
getirmeye yardım eden, böylece onların tamamen psikolojik bir düzeye inmesi ve
dikkat etmeden yerine getirilmesine imkan veren bir süreç vardır.70
O, bu sürece örnek olarak dilin kullanımını verir. Dil, genel olarak bir çevre
içinde, taklit yoluyla öğrenilse de onun temelinde, insanın doğuştan getirdiği bir
takım ihtiyaçlar vardır. Bu ihtiyaçların yönlendirmesiyle çocuk, içinde yaşadığı
çevrede, taklit yoluyla dili öğrenir. Daha sonra ise, doğuştan getirdiği mekanizmalar
vasıtasıyla zaman zaman yaptığı ifade yanlışlarını düzeltmeye başlar ve bir süre
sonra dilin kullanımı, otomatikleşen, dikkat etmeksizin de devam eden bir süreç
halini alır. İşte, Popper’a göre, dilin bu gelişimi, aslında bilginin gelişimi sırasında,
problemi çözmek için, sonuca ulaşana kadar takip edilen deneme- yanılma sürecini
anlatan özel bir örnektir.71
Popper bilgiye ulaşma sürecinde kullandığımız, deneme - yanılma sürecini üç
aşamalı bir şema ile açıklar. O, bu şemayı oluştururken her organizmanın, hatta bir
amipin bile hayatta kalmak için izlediği yoldan esinlenir. Bilgiye ulaşma süreçleri:
“Organizmanın karşılaştığı problemler, hayatta kalabilmek için ortaya çıkan
problemi çözme girişimleri ve problemi ortadan kaldırma gayreti”dir.
Şemanın ilk basamağı, aynı zamanda bilgiye ulaşma sürecinin de başlamasına
yol açan temel öğe, yani problemdir. Problem, “her hangi bir rahatsızlık ya da
doğuştan gelen beklentilerden, ya da deneme ve yanılma ile keşfedilmiş veya
öğrenilmiş olan beklentilerde bir rahatsızlık ortaya çıktığında meydana gelir.”72
Şemanın ikinci basamağında, çözüm denemeleri vardır ki, bu aşamada,
organizma, karşılaşılan problemi gidermek için çeşitli girişimlerde bulunulur.
70 Popper, a.g.e., s.63. 71 Popper, a.g.e., s. 63- 66. 72 Popper, Hayat Problem Çözmektir, s. 16.
21
Şemanın üçüncü basamağında, başarısız çözüm denemeleri ortadan kaldırılır ya
da yok edilir.
Bu şemanın en önemli özelliği, “çoğulcu” bir yapıya sahip olmasıdır. Problem,
tekil olarak karşımıza çıkabilse de çözüm denemeleri her zaman sayıca fazladır, yani
çoğuldur. Çünkü ortaya çıkan problemi çözmenin, çok fazla yolu olabilir ve bu
süreçte, tüm yollar tek tek denenir. Üçüncü aşama ikinci aşama ile yakından
ilişkilidir ve negatif bir süreçtir. Yani, “ortadan kaldırma aslında yanılgıların
ortadan kaldırılması demektir. Başarısız veya hatalı bir çözüm denemesi ortadan
kaldırıldığında, problem çözülmeden ortada kalır ve yeni çözüm denemelerine yol
açar.”73
Bir çözüm denemesinin başarılı olması halinde ise iki şey olur: Bunların ilki,
başarılı çözüm denemesinin öğrenilmesidir. İkincisi ise, organizmada yeni bir
beklentinin oluşmasıdır. Bu beklenti, benzer bir problemle karşılaşıldığında,
organizmanın aynı çözüm denemesini kullanarak sorunu ortadan kaldıracağı
beklentisidir. Bu beklentinin, bilim kuramındaki karşılığı hipotezler ve kuramlardır.74
Bu şemaya ilişkin yorumları sonucunda Popper, bilimin biyolojik bir olgu
olduğu ve bilim öncesi bilgiden ortaya çıktığı, sağduyunun bilgi kazanma şeklinin
son derece dikkate değer bir şekli olduğu, insanın bilgi kazanma şeklinin
hayvanlarınkinin geliştirilmiş şekli olarak algılanabileceği, sonuçlarına ulaşır.
Dolayısıyla, bu üç aşamalı şema bilime de uygulanabilir. Buradan yola çıkarak,
özetle, “her bilimsel gelişme, çıkış noktasının bir problem ya da problematik bir
durum olması, yani bilgi bütünümüzün belirli bir durumunda ortaya çıkan bir
problem olması açısından değerlendirilmelidir”75 denilebilir.
Problemin, bilginin ortaya çıkışı ve gelişimindeki rolünden, bu şekilde
bahsettikten sonra, bilginin gelişim süreci ile ilgili bir diğer önemli noktaya
geçilebilir. O da, bu sürecin olmuş - bitmiş bir süreç değil, aksine sürekli devam eden
73 Popper, a.g.e., s. 17 74 Popper, a.g.e., s.17 75 Popper, a.g.e., s. 18
22
bir süreç olduğudur. Çünkü bilgiye ulaşma sürecinde kullandığımız problem, çözüm
denemeleri ve ortadan kaldırma aşamaları sonucunda, bir problem çözülmüş olsa da,
bu çözüm geçici olabilir ya da bu çözüm yeni problemlerin doğmasına neden olmuş
olabilir. Popper bu süreci şu şekilde formüle eder:
P1 → TT → EE → P2 76
Yani ortaya çıkan bir problem karşısında ( ki biz bunu P1 ile ifade ediyoruz) ,
çeşitli/ kesin olmayan çözüm girişimlerinde bulunulur ( TT : Tentative Theory), bu
denemeler sırasında yanlışlar yapılır ve bunları düzeltilir ( EE : Error Elimination)
ve sonuçta, problem çözülürken farkında olmadan yeni problemler ( P2) de üretilmiş
olur. Bu süreç, böyle devam eder. Sürecin durması demek bilimsel gelişimin de
durması demektir. Tüm bu açıklamalara dayanarak Popper’ın bilgi kuramının en
belirgin özelliğinin, evrimci yapısı olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle, konuyu daha
ayrıntılı inceleyecek, evrimci bilgi kuramının epistemolojik konumu ve önemini
açıklamaya çalışacağız.
1.4. Evrimci Bilgi Kuramının Epistemolojik Konumu
Evrimci bilgi kuramını doğru değerlendirebilmemiz için, öncelikle, Popper’ın
bilgiyi nasıl sınıflandırdığını bilmemiz gerekir. Popper, bilgi konusunda Kant’ın
sınıflandırmasını esas alır. Kant a priori ve a posteriori olarak ikiye ayrılan bilgiyi,
analitik (kavramları açıklayan) ve sentetik ( bilgilerimizi çoğaltan, bilgimize yeni
şeyler katan) yargılar olarak ikiye ayırmaktaydı. Ona göre, üzerinde durulması
gereken asıl bilgi, sentetik a priori bilgi idi. Sentetik a priori, “eldeki kavramın dışına
çıkan (sentetik), ama buna rağmen deneye dayanmayıp a priori olan demektir. A
priori bilgi de zorunlu ve tümel-geçer bir bilgi olduğuna göre, sentetik a priori yargı
hem bilgimizi genişleten (sentetik) hem de zorunlu ve tümel-geçer olan (a priori
yönü) bir bilgi olacaktır.”77
76 Popper ,Objective Knowledge, Oxford,London, 1972 , s.121 ; Popper, Bitmeyen Arayış, s. 189 77 Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, s. 352
23
Kant’ın bu sınıflandırmasını kabul etmekle birlikte Popper, kavramları tekrar
tanımlar ve şöyle söyler: “Ben bildiğimiz her şeyin, genetik olarak a priori olduğunu
iddia ediyorum. Yalnızca, a priori olarak kendimizin icat ettiği şeylerin ayıklaması, a
posterioridir.”78 Ona göre, algılarımız vasıtasıyla bir şey öğrenebilmemiz için duyu
algılarımız – a priori olarak – doğuştan gelen bir düzenleme ve yorumlama
yeteneğine sahip olmalıdır ki, bu, Kant’çı a priori bilgiye denk gelir. Yani, a
posteriori bilgi için a priori bilgi şarttır ve bunu görmeyi başaran ilk düşünür de
Kant olmuştur. Buraya kadar Kant’la uzlaşım içinde olan Popper, a priori bilginin
tümel-zorunlu oluşu noktasında ondan ayrılır. Popper’a göre, algı bilgimiz hipotetik
olduğundan , a priori bilgimiz de hipotetik olabilir; a priori bilginin zorunluluğu
noktasında Kant’ın görüşü temelsiz hatta hatalıdır.79 “…a priori bilgimizin, örneğin
geometride, hipotetik bir karakteri olduğunu varsayıyorum. Bunun a priori olarak
geçerli; a priori olarak gerekli, zorunlu değil; sadece genetik olarak a priori olduğunu
varsayıyorum.”80
Popper, bütün bilgimizin genetik a priori ve dolayısıyla hipotetik karakterli
olduğunu söyledikten sonra, a posteriori olanınsa, yalnızca, hipotezlerin bertaraf
edilmesi , hipotezlerin gerçeklikle çarpışması olduğunun altını çizer.81 A priori ve a
posteriori bilgiye ilişkin bu tanımlamasıyla Popper, felsefe tarihindeki akılcı ve
deneyci tüm filozoflardan farklı bir bilgi anlayışı ortaya koymaktadır.
Popper, a priori bilgi tanımlamasını Darwin’in, yaşamın oluşumuna ilişkin
“doğal ayıklama (seleksiyon)” düşüncesine de uyarlar ve buradaki uyum kavramını,
bilginin temeline oturtur. Konuya ilişkin düşüncelerini de bir örnekle açıklar. Örnek
özetle şöyledir: Bir tüpün içinde yapay olarak yaşam üretilebilse, ki Popper bunun
oldukça olasılık dışı ve güç olduğunun farkındadır, üretilen şeyin yaşamını devam
ettirilebilmesi, içinde bulunduğu tüpün şartlarına uyum sağlayabilmesiyle mümkün
olabilir; ancak böyle bir uyumun gerçekleşebileceğini varsaymak için elimizde hiçbir
78 Popper, Hayat Problem Çözmektir, s.103 79 Popper, a.g.e., , 102-103 80 Popper, a.g.e., s.104 81Popper, a.g.e., s. 104
24
delil yoktur. Bu nedenle, üretilen yaşamın devamı için tüpe çeşitli mekanizmalar
yerleştirmek gerekecektir. Böylece, çevre yaşama uyumlu hale gelmiş olacaktır.82
İlk bakışta, çok da anlaşılır olmayan bu örneği Popper, iki şeye dikkat çekmek
için verdiğini söyler. Bunların ilki, yaşamın uyum sağlayabileceği bir çevre
bulmasının hiç de kolay olmadığını vurgulamaktır. Bu süreçte yaşam, belki de
binlerce kez oluşup yok olmak zorunda kalmıştır. İkincisi de, yaşam ile ona uyumlu
bir çevrenin, aynı anda ortaya çıkmış olma ihtimalinin hemen hemen olanaksız
oluşudur. Bu iki nokta Popper’ın bilgi problemine yaklaşımı açısından da oldukça
önemlidir. Çünkü, organizmanın çevresine uyum sağlaması aslında bir tür bilgidir.
Bu bilgi, genel yaşam koşullarının bilgisidir ve bu koşullar bilinmeden organizmanın
yaşamını devam ettirmesi olanaksızdır. Ya bu koşullar, yani çevre yaşama uyum
sağlamalıdır, ya da yaşam çevreye uyum sağlamalıdır ki, bu uyum süreci aslında
karşılıklıdır. Bu karşılıklı ilişkinin oluşabilmesi için, çevrenin belli bir dengeye ya da
sabitliğe sahip olması gerekir. Organizmanın da yaşamını devam ettirebilmesi için
daha en baştan, a priori olarak, bu sabitliğin bilgisine sahip olması gereklidir.83
Böylece, Popper, Darwin’in uyum kavramını, a priori bilginin özel bir şekli
olarak tanımlamış olur. Bu manada, “genel bilgi, özel bilgiden daha önce vardır ve
yaşamın daha en baştan genel bilgiyle, yani doğa yasalarının bilgisiyle donatılmış
olması gerekir.”84
Popper’ın bu tespiti, bilgi kuramı açısından büyük önem taşır. Çünkü bilginin
genelleyici yapısına yaptığı bu vurgu, beraberinde genel uyumların da anlık
uyumlardan önce – a priori olarak- gelmesini getirir ki, bu “genellik düşüncesi”,
onun kuramını, diğer kuramlardan ayıran en önemli farktır. Ayrıca, ileriki
bölümlerde tartışacağımız üzere, Popper, bu genelden özele inen bilgi yapısını
yöntem anlayışının da temeli yapacak ve bilimsel tek geçerli yöntem olarak
tümdengelimi kullanacaktır.
82 Popper, a.g.e., s. 105-106 83 Popper ,a.g.e., s. 106-107 84 Popper ,a.g.e., s. 107
25
II. BÖLÜM
BİLİM ANLAYIŞI
2.1 Ana Hatlarıyla Popper’ın Bilim Anlayışı
Popper’ın bilime bakışını anlayabilmek, öncelikle, onun düşünce yapısının
oluşumuna katkı eden ana unsurları anlamakla yakından ilişkilidir. Bu nedenle, bu
bölümde, Popper’ın düşüncesinin evriminde etkili olan akımlar, şahıslar ve kuramlar
üzerinde durulacaktır.
Popper’ın çocukluk yılları, I. Dünya Savaşı yıllarına denk gelen bir dönemde
geçer. Biyografisinden anladığımıza göre, onun düşünsel yapısının oluşumunda
savaşın etkisinin olduğu söylenebilir.85 Düşünce yapısının, ciddi manada
şekillenmeye başladığı asıl dönem ise Popper için bir dönüm noktası sayılabilecek
olan 1919 yılı ve sonrasıdır. Popper henüz 16 yaşındayken savaş sonrası durumun da
etkisiyle komünist partiye kaydolur. Marx, onun bilimsel sisteminin oluşumunda
önemli bir isim olacaktır. Ancak Popper’ın komünist parti içindeki serüveni, uzun
sürmez. Aynı yıl, Viyana’da bir grup komünist gencin, polisle çatışıp öldürülmesi
Popper üzerinde sarsıcı bir etki yapar. Çünkü Popper’a göre, o gençlerin
öldürülmesine sebep olan bizzat komünistlerin kendileridir. Kendisini, bu olaydan
dolayı ciddi manada sorumlu hisseden Popper, sonuçta kendini ve Marx’ın sistemini
tekrar sorgulamaya tabi tutar.86 Popper, bu durum karşısında içine girdiği durumu
biyografisinde şöyle anlatır: “… Tehlikeli bir ‘âmentü’yü eleştirmeden dogmatik bir
şekilde kabul etmiştim. Tepki beni önce şüpheci yapmış, ardından çok kısa bir süre
için de olsa, rasyonalizmin tüm formlarına karşı çıkmaya götürmüştü.( Sonradan
keşfettiğim üzere, hayal kırıklığına uğramış her Marksist’in verdiği tepkidir bu.)”87
Tüm bunların yanında, Popper’ın fark ettiği en önemli nokta, Marx’ı yeterince
tanımayışıdır. Bunun üzerine Popper, Marx’ın ünlü yapıtı Kapital üzerinde çalışmaya
başlar. Sonuçta, Kapital’de yer alan üç temel dayanağa ulaşır. Bunlardan ilki,
kapitalist sistemde ortaya çıkan sonuçların reformlarla düzeltilemeyeceği, bu nedenle
85 Bkz., Popper, Bitmeyen Arayış, s. 10 - 12. 86 Popper, Yüzyılın Dersi, Plato, İstanbul, 2006, s. 24 - 25.; Popper, Bitmeyen Arayış, s. 39 - 40. 87 Popper, Bitmeyen Arayış, s.41.
26
sistemin tamamen yıkılıp yeni bir sistem inşa edilmesinin gerekliliği; ikincisi, bunun
bir an önce yapılmasının gerektiği, aksi halde işçilerin durumunun her geçen gün
kötüleşeceği; üçüncüsü, bu durumun kapitalistlerin bireysel suçu olmadığı, onların da
sistemin kurbanı olduklarıydı- ki bu üçüncüsü, o dönem komünistleri tarafından asla
dile getirilmiyor, hatta mevcut durumdan tek tek tüm kapitalist sistem yanlılarının
sorumlu olduğu söyleniyor ve onlara karşı ciddi bir nefret empoze ediliyordu.88
Kapitaldeki dayanakları, tek tek ele alıp inceleyen Popper, Marx’ın,
düşüncelerinde büyük oranda yanılgı içine düştüğünü fark etmiştir. Popper’a göre, bu
yanılgılar, temelde, Marx’ın bilimin toplumun bütününe uygulanabileceğini ve bütün
bir sistemle ilgili yasalar bulunduğunu düşünmesinden kaynaklanır. Popper buna,
“holistik” görüş ya da “ütopik toplumsal planlama” adını verir. Ona göre, kaçınılmaz
ve zorunlu olup, toplumun bütününe uygulanan tarihsel yasaların varlığına duyulan
inanç, yeni bir toplumun inşasının gerekliliği sonucuna götürür. İnsan faktörünü göz
ardı eden bu görüş, toplumu önceden belirlenen bir tarzda kökten değiştirir.89
Marx’ın yaptığı tam da budur; ona göre, sosyalizmin veya komünizmin, bir işçi sınıfı
diktatörlüğü kurması kaçınılmazdır. Bu, Marx’a göre, tarihi bir zorunluluktu, bu
yolla mükemmel bir toplum yaratılmış olacaktı. Popper, Marx’ın bu düşüncesinin bir
kapan, bu uğurda çaba gösteren herkesin – kendisi de dahil – birer fare olduklarını
söyler.90 Popper’a göre, Marksist düşüncenin temelindeki tarihi kehanet “kaçınılmaz
olanı ortaya çıkarmaya yardım et!”91 ahlaki ilkesiyle birleşerek insanları yanlış
yönlendirmektedir. Popper’ın konuya ilişkin bir diğer önemli tespiti, aslında Marx’ın
tanımladığı manada bir kapitalizmin hiç olmadığıdır; Marx’ın teorisinin aksine,
mevcut sosyo-ekonomik durumun düzeltilmesi için devrime ihtiyaç yoktur, bu
durum reformlarla düzeltilebilir. Marx’ın tarîhî kehanetleri gerçekleşmemiştir; Marx
kapitalizmin bir diktatörlük olduğunu söylerken de yanılmıştır. Belki de Marx’ın en
büyük hatası, toplumsal yapıyı tek bir unsurla –ekonomi ile- açıklamaya
çalışmasıdır; oysa Popper’a göre, toplumsal yapı, pek çok sosyal kurumdan oluşan
bir bütündür, bu nedenle de sosyal hareketler tek bir unsura indirgenemez.92
88 Popper, Yüzyılın Dersi, s. 26. 89 Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yay., İstanbul, 2000, s.756 - 757. 90 Popper, Yüzyılın Dersi, s. 24. 91 Popper, Bitmeyen Arayış, s.42. 92 Popper, Yüzyılın Dersi, s. 27 - 29.
27
Sonuçta Popper, Marksist düşüncenin başlı başına yanlışlarla dolu bir sistem
olduğuna karar verir ve komünist oluşunun üzerinden henüz altı ay geçmişken bir
anti-Marksist olur. Ancak bu kısa süreli deneyim, Popper’a çok önemli iki şey
kazandırmıştır. Popper, bilim anlayışının temeli olan “eleştirel düşünme”nin
önemini, bu deneyim sonrasında öğrenmiş, dogmatik düşünce ile eleştirel düşünce
arasındaki köklü farklılıkların bilincine varmıştır. Ayrıca onun entellektüel
alçakgönüllülük olarak adlandırdığı bilimsel tavrın temellerinin de bu döneme
dayandığı söylenebilir. Bu deneyimin Popper’a bir diğer katkısı ise eşitlik ve
özgürlüğe bakışıyla ilgilidir. O, bu tecrübeden sonra, eşitliğin bir hayalden ibaret
olduğunu, özgürlüğün eşitlikten daha önemli olduğunu, eşitliği gerçekleştirme
girişiminin özgürlüğü tehlikeye atabileceğini ve özgürlük olmadan eşitliğin bir anlam
ifade etmediği görüşünü benimser.93
Bu önemli tecrübeyi takiben aynı yıl içinde Popper’ın etkilendiği ve yakından
inceleme fırsatı bulduğu iki kuram daha olmuştur ki, bunlar Sigmund Freud’un (v.
1939) “psikanaliz”i ve Alfred Adler’in (v.1937) “bireysel ruh çözümleme” kuramıdır.
Freud’un kuramında, Popper’ın dikkatini çeken en önemli unsur, kuramın tüm insan
davranışlarını açıklayabilecek güçte olduğunun iddia edilmesidir. Freud’a göre, tüm
insan davranışlarının temelinde, bilinç altına atılmış duygular vardır; bilinç altı
dikkate alındığında en anlaşılmaz görünen insan davranışları bile kolayca
açıklanabilecektir. Ancak Popper’a göre, burada ters giden bir şey vardır; çünkü
şayet bu kuram kabul edildiğinde psikanalizi çürütecek tek bir insan davranışına bile
rastlanması mümkün değildir. Bu durumda, bu kuram yanlışlanabilir değil, ancak
doğrulanabilirdir ki, bu durumda kuram, Popper’ın bilimsellik ölçütü olan
“yanlışlanabilirlik”i sağlayamadığı için bilimsel sayılamaz.94
Adler’e gelince, Popper, kişisel bir tecrübesinin Adler’in kuramına bakışını
derinden etkilediğini söyler ve olayı şöyle anlatır: “1919’da bir keresinde, Adler’e,
bana göre, kuramına uymayan bir durumla karşılaştığımı bildirdim. Ama kendisi, bu
durumu kuramına göre açıklamada hiçbir zorluk çekmedi, üstelik bahsettiğim çocuğu 93 Popper, Bitmeyen Arayış, s. 44. 94 Popper, Hayat Problem Çözmektir, s. 32.
28
bile görmemişken. Biraz şaşırarak ona nasıl böyle emin olabildiğini sordum. ‘Bin kez
edindiğim deneyimlerle’ cevabını verdi. Bunun üzerine şunu söylemekten kendimi
alamadım: Ve bu yeni örnekle bin bir oldu.”95
Bu olaydan sonra Popper, aslında Freud ve Adler’in kuramlarının her ikisinin
de bilimsel olmadığı sonucuna varır. Çünkü her ikisi de dayandıklarını iddia ettikleri
gözlemleri, bir önceki deneyimleri ışığında yorumluyorlardı ve bu durumda, bu
kuramlarla açıklanamayacak hiçbir insan davranışı yoktu. Popper, bu durumu, bir
örnekle açıklar: “Bir çocuğu boğma niyetiyle suya iten bir adam ve boğulan bir
çocuğun hayatını kurtarmak için özveride bulunan biri olsa, her iki durum da
Freudcu ve Adlerci terimlerle eşit kolaylıkta açıklanabilir. Freud’a göre, ilk adam
baskı ( ödipus karmaşasında bir bileşenin baskısı – ödipus karmaşası, Freud’a göre,
insanı iki iç güdü yönetir; bunlardan biri koruma diğeri cinsellik içgüdüsüdür. Bu
içgüdüler insanla birlikte doğarlar96 ve cinsellik içgüdüsü beş yedi yaş arasındaki
erkek çocukların babalarından nefret etmelerine, çevrelerine karşı ‘saldırganlık’
göstermelerine neden olur.97) altındayken, ikinci adam, bu karmaşayı aşmış ve
yüceltme durumunun etkisi altına girmiştir. Adler’e göre, ise birincisi ( belki de suç
işleme yoluyla kendini kanıtlama gereksinimi ile) aşağılık duygularının etkisi
altındayken, ikincisi ( kendini feda ederek kanıtlamaya çalışarak) de yine aynı
duyguyla hareket etmektedir.”98 Sonuçta her iki kurama göre, durum açık olsa da
gözden kaçırılan bir nokta vardır: O da, bu kuramların aslında ne doğrulanabilir, ne
de yanlışlanabilir olduklarıdır; bu kuramlar ancak denetlenebilir bir yapı
göstermektedirler ki, bu da, aynı zamanda, Popper’a göre, bu kuramların en zayıf
yanlarını teşkil eder.99
Aynı dönemlerde Popper’ın etkileyen bir diğer isim de Einstein’dır. Onun
kuramı, Popper’ın bilime bakışının ve bilimsel yöntem anlayışının temelini oluşturur.
Einstein teorisini açılarken diğerlerinden farklı olarak “hangi şartlar altında teorimi
savunamam ve hangi olguların teorimi yanlışlaması ya da çürütmesi söz konusu
95 Popper, Conjectures and Refutations, s. 46. 96 Orhan Hançerlioğlu, Ruh Bilim Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1998, s. 150. 97 Gülgün Yanbastı, Kişilik Kuramları, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay., İzmir, 1990, s. 25. 98 Popper, Conjectures and Refutations, s. 46. 99 Popper, Hayat Problem Çözmektir, s. 32.
29
olabilir?” sorusuna da cevap aramıştır. İşte, Popper’ı etkileyen de buydu; yani
Einstein’ın bizzat kendisinin, şayet belirli testleri geçemezse kendi teorisinin
savunulamaz görüleceği yolundaki açık ifadesiydi. Burada, Marx’ta, Freud’da ve
Adler’de, daha da fazlaca, bunların takipçilerinde görülen dogmatik tavırdan son
derece farklı bir tavır vardı. O da, Einstein’ın teorisini savunulamaz hale getirecek
can alıcı deneyler aramasıdır.100 Nitekim 1919’da güneş tutulması sırasında
Einstein’ın öngörüleri gerçekleşti. Eğer ışık, gök cisimlerinin çekim alanından
geçerken yolundan saparsa Einstein’ın teorisi yanlışlanacaktı; güneş tutulması
sırasında, güneşin yakınından geçen ışık ışınları, güneşin çekimi alanının etkisine
girerek eğilmeye uğradı ve teori böylece yanlışlanmış oldu.101 Bu durum, Popper’ı,
oldukça etkiledi ve bilimsel açıdan önemli sonuçlara götürdü. Bu olaydan sonra,
Popper’ın ulaştığı en önemli sonuç, bilimsel tavrın “eleştirel bir tavır” olduğu;
doğrulamalara değil kritik testlere dayandığı ve bu testlerin sınadıkları teoriyi
çürüttüğüdür.102 Bir diğer önemli nokta, bilimsel kuramların hipotetik karakterli
olduğu -Popper’a göre, bu da Einstein’ın kuramının, bir sonucu-dur ki, bu kuram
Newton’unki gibi başarılı bir şekilde test edilmiş teorilerin bile bir hipotez, gerçeğe
bir yaklaşmadan öte bir şey olarak görülmemesi gerektiğini göstermiştir.103
Einstein’ın devrim niteliğindeki kuramının bir diğer sonucu klasik anlamda güvenilir
bilginin ve kesinliğin olanaksızlığını göstermesi olmuştur.104 Tüm bunlar; eleştirel
bilimsel tavır, doğrulamanın yerine yanlışlamanın koyulması, bilimin hipotetik oluşu
ve kesin/güvenilir bilginin olmayışı, Popper’ın bilim anlayışının da ana hatlarını
oluşturmaktadır.
Aynı yıl içerisinde değerlendirdiği Marx’ın tarih kuramı, Freud’un psikanalizi,
Adler’in bireysel ruh bilimi ve Einstein’ın izafiyet teorisi, Popper’ın, mevcut
kuramları ikiye ayırmaya götürmüştür. Bir yanda Marksizm psikanaliz gibi “kapalı
dizgeler” vardır ki bunlar, dünyaya ilişkin kesin yorumlar yaparlar ve başkalarının
eleştirilerinden kaçmanın yollarını ararlar. Diğer tarafta Einstein’ınki gibi “açık
dizgeler” vardır, bunlar sınanmaktan çekinmemekte, diğer açıklayıcı kuramların
100 Popper, Bitmeyen Arayış, s. 47. 101 www.tr.wikipedia.org/ wiki/ Karl Popper 102 Popper, Bitmeyen Arayış, s. 47. 103 Popper, a.g.e., s.112 104 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 51.
30
rekabetini peşinen kabul etmektedir.105 Popper’a göre, bilimsel olanlar ancak ikinci
grupta yer alan “açık dizgeler”dir.
Popper’ın düşüncesine etki eden temel kuramları ve onun bilimsel anlayışının
ana unsurlarını gördükten sonra, artık Popper’ın “bilim” kavramından ne anladığını
açıklamaya geçebiliriz.
2.1 Bilimin Tanımı ve Amacı
Bilim, sürekli gelişen, çok yönlü bir faaliyet olup kesin sınırlarının çizilmesinin
mümkün olmayışından dolayı106 tanımlanma noktasında oldukça zorlanılan bir
kavramdır. Çok çeşitli bakış açılarından çok çeşitli tanımlar yapılabilmekle birlikte,
genellikle, bilimin iki açıdan ele alındığını söylemek mümkündür. Bunlardan ilki,
‘dünyayı anlama ve doğru bilgiye erişmede bir yaklaşım biçimi, bir araştırma tarzı,
bir yöntem’ olarak bilim; diğeri ise ‘böyle bir yaklaşım biçimi, böyle bir araştırma
tarzı, böyle bir yöntem sonucunda ortaya çıkan bir sonuç, bir ürün, bilimsel bilgiler
bütünü olarak’ bilimdir.107 Bu iki noktadan yola çıkılarak bilim, “bilimsel sonuç
veya ürün olarak, herhangi bir şekilde düzenlenmiş doğru bilgiler bütünü”108 olarak
tanımlanabilir. Bunun yanında, yaygın olarak kabul göre,n bir diğer tanım da
şöyledir: “Bilim, denetimli gözlem ve gözlem sonuçlarına dayalı olarak mantıksal
düşünme yolundan giderek olguları açıklama gücü taşıyan hipotezler bulma ve
bunları doğrulama metodudur.”109 Popper’ın bilim tanımına gelince, onun tanımının
yaygın görüşlerden oldukça farklı olduğunu ve bilimin tanımlanmasındaki ana engel
olarak gösterilen iki zorluğun, yani bilimsel gelişmelerin oldukça hızlı oluşu ve
bilimin sınırlarının olmayışının Popper’ın bilim tanımının ana karakteri olduğunu
aklımızda tutmamız, onun bilime yaklaşımını anlamamızı oldukça kolaylaştıracaktır.
Popper’ın bilime ilişkin ilk tespitleri, bilimin başlangıcıyla alakalı bir soruya
dayanır: Bilimsel araştırmanın gerçek unsuru bilme arzusu, yani boş bir merak
105 Jean Baudouin, Karl Popper, İletişim, İstanbul, 2003, s. 12. 106 Cemal Yıldırım, Bilim Felsefesi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1979, s. 13. 107 Ahmet Aslan, Felsefeye Giriş, Vadi Yay. ,Ankara, 2002, s. 64. 108 Ahmet Aslan, a.g.e., s.64. 109 Cemal Yıldırım, Bilim Felsefesi, s. 16.
31
mıdır? Yoksa bilim, hayat mücadelesi içerisinde karşılaşılan problemleri çözmeye
yarayan bir araç mıdır?110 Popper’a göre, aslında bu soru çok da üzerinde durulmaya
değer bir soru olmamakla birlikte cevabı basittir: Bilimin başlangıcı, insanların
gündelik, sıradan şeylere duydukları merak olmakla birlikte, bu merak, boş bir merak
değil karşılaşılan problemlerden – problemin basit ya da karmaşık, önemli ya da
önemsiz oluşu bir şey değiştirmez- kaynaklanan ve problemi çözmeye yönelik bir
meraktır.111 Bu açıdan bakıldığında bilim, gelişiminin her alanında problemlerle
karşı karşıyadır ve onlardan hareket eder; gözlemlerle veya veri toplamakla işe
başlamaz. Veri toplayabilmek için, öncelikle “ilgi”nin belli bir noktaya yönelmiş
olması gerekir; bu da problemin sonucu olarak gerçekleşir. Problemin pratik
ihtiyaçlardan, ya da her hangi bir sebepten dolayı gözden geçirilme gereksinimi
duyulan bilimsel bir bilgi, yahut bilim öncesi bir inanç olması durumu değiştirmez.112
Popper’ın bu görüşü, aynı zamanda bilimsel faaliyetin başlangıcı olarak duyu
algılarını ve gözlemi gösteren mevcut bilim kuramına da bir cevap mahiyetindedir.
Bilimin başlangıcına ilişkin bu tespitten yola çıkılarak bilim, insanların karşılaştıkları
problemler karşısında ürettiği çözüm önerilerinin toplamı, ya da “insan fikirlerinin
üretim sistemi”113 dir denebilir ve bu durumda, bilim tarihi de “düşünceler tarihi”114
olur.
Popper’ın bilim kuramı bilgi kuramı, ile yakından ilişkilidir ve o, bilgi
kuramının iki farklı şekilde ele alınabileceğini söyler: Sağlıklı insan aklının günlük
yaşama ilişkin bilgisinin sorunu ve bilimsel bilgi sorunu. Popper, birinci yaklaşımı
benimseyen ve bilimsel bilginin, gündelik bilginin gelişmiş hali olduğunu
savunanlara katılmakla birlikte, bu sorunun yalnız “dilsel çözümleme”ye
indirgenmesine karşı çıkar115, ki bu nokta, Popper’ın Mantıkçı Pozitivistlere de karşı
çıktığı noktadır. Bilimsel gelişim, günlük bilginin gelişimiyle bire bir bağlantılı
olmakla birlikte, aslında, dikkatin yoğunlaştırılması gereken nokta, gündelik bilginin
değil bilimsel bilginin gelişimidir.
110 Popper, Tarihselciliğin Sefaleti, İnsan Yay., İstanbul, 2004, s. 73. 111 Popper, a.g.e., s. 73-74.; Popper, Hayat Problem Çözmektir, s. 118. 112 Popper, Tarihselciliğin Sefaleti, s. 132. 113 Popper, Hayat Problem Çözmektir, s. 18. 114 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 74 115 Popper , Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s.31
32
Bir önceki bölümde bahsedildiği üzere, Popper, bilginin gelişimiyle ilgili
görüşlerini, Darwin’in “doğal ayıklama (seleksiyon)” görüşü ile açıklamış ve bilginin
gelişimine ilişkin üç aşamalı bir şemadan bahsetmiştir. Problem, çözüm denmeleri ve
ortadan kaldırma süreçlerinden oluşan bu şema, özellikle, bilimsel bilginin
gelişiminin açıklanması açısından büyük önem taşır. Popper, bu şemadan hareketle,
bilime ilişkin önemli tespitlerde bulunur. Bunlardan ilki, bilimin biyolojik bir olgu
olduğudur. Bilim, bilim öncesi bilgiden ortaya çıkmıştır ve insanın bilgi kazanma
şekli, hayvanlarınkinin gelişmiş hali olarak algılanabilir. Ayrıca bilimin temelinde,
bu üç aşamalı şema yer almaktadır.116
Şemanın ilk aşaması problemdir. Popper’a göre problem, bilimsel bilginin çıkış
noktasıdır. Bunu çözüm denemeleri izler. Çözüm denemeleri, her zaman
kuramlardan oluşur ve bu kuramlar çoğunlukla hatalıdır. Bu nedenle de bu
aşamadaki kuramların kesinliğinden bahsedilemez. Buradan hareketle, elde ettiğimiz
bilgi, ancak tahmini bilgidir, kesin bilgi değildir. Üçüncü aşamada, ortadan kaldırma
süreci vardır. Bilimde, yanılgılarımızın ortadan kaldırılmasıyla, yanlış
kuramlarımızın çürütülmesiyle bir şeyler öğreniriz. Öğrenme süreci insanlar için de
hayvanlar için de böyle işler. O halde bir amiple Einstein arasındaki fark nedir?
Popper’a göre, bu fark şemanın üçüncü aşamasındaki ortadan kaldırma sürecinin
hayvanlarda içgüdüsel olmasına rağmen insanlarda bilinçli eleştiriye dayanmasıdır.
Bilimi bilim yapan yön de bu, bilinçli eleştirel tutumdur.117 Burada hatırlatılması
gereken bir diğer önemli husus da bilim ve bilimsel ilerlemenin eleştirel tutum kadar,
düşüncenin serbest rekabetine de dayalı olduğudur. Bilim, ancak çözüm denemeleri
sırasında ortaya atılan hipotezler arasındaki rekabet ve bu hipotezlerin güçlü testlerle
sınanması ile gelişebilir.118 Yani bilimsel ilerleme için düşüncelerin, yalnız serbestçe
yayılması ve tartışılması yeterli değil, aynı zamanda, düşüncelerin özgür ortamda
rekabeti de şarttır. Bu da toplumsal yapı ile yakından ilişkilidir. Popper’a göre, bilim
116 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 18. 117 Popper, Hayat Problem Çözmektir, s. 20. 118 Popper, Tarihselciliğin Sefaleti, s. 161.
33
ancak liberal toplumsal yapı içerisinde rahatlıkla gelişebilir. Her türlü görüş
alışverişine ve rekabete kapalı toplumlarda bilimin gelişmesi mümkün değildir. 119
Popper, bilginin gelişim şemasına bağlı olarak bilimin bir diğer önemli
özelliğine, yani “tamamlanmamışlık”ına da vurgu yapar. Onun bilim tanımının en
temel unsurunu, bu, tamamlanmamışlık teşkil eder. O, bu durumu daha iyi
anlatabilmek için “kroki öyküsü” adını verdiği bir örnek kullanır. Öyküye göre,
içinde çalıştığı odanın tam bir krokisini çizen bir adam düşünsek, adamın çizimine,
şimdi çizdiği krokiyi de dahil etmesini istesek, her kroki içinde, sonsuz sayıda daha
küçük krokiler çizmesi gerekir ki, bu durumda adamın görevini hiçbir zaman
tamamlayamayacağı açıktır. Krokiye eklediği her çizgiyle çizilmesi gereken ama
daha çizilmemiş yeni bir nesne daha yaratmaktadır. Bu şartlar altında kroki sonsuza
dek bitmez.120 Bu örnek, bilimin tamamlanmamışlığını anlayabilmemiz açısından
önemlidir. Popper’a göre, evrimle her an değişen ve gelişen bir dünyada yaşıyoruz ve
karşılaştığımız problemleri çözme girişimleri sırasında, farkında olmadan, yeni ve
daha derin problemler doğmasına neden oluyoruz. Bu problemler son bulmadan
bilimsel gelişme son bulmayacağı için bilim asla tamamlanamaz.121 “ İlke olarak
bilim oyununun sonu yoktur. Günün birinde artık önermelerini daha fazla test
etmeyip, onları bütünüyle doğru kabul edenler, oyundan atılır.”122
Bilimin tamamlanmamışlığı, bilginin kesin kaynakları bulunmayışıyla da
yakından alakalıdır. Hatırlanacağı üzere, Popper’ın bilgiden kastı, bilimsel bilgidir ve
bilginin dolayısıyla da bilimsel bilginin nihâî/kesin kaynakları yoktur. “Nesnel
bilimin emprik temeli, mutlak değildir. Bilim, kayaların üzerine hiçbir şey kurmaz.
Aslında üzerinde bilimin kuramlarının cüretkar yapısının yükseldiği yer adeta bir
bataklıktır; bilim, kazıklar üzerine dikilmiş bir yapıya benzer. Kazıklar, yukarıdan
aşağıya doğru bataklığa sarkar- ama ‘varolan’ doğal bir tabana dayanmaz. İşte, bu
nedenle de kazıklar sağlam bir katmana dayandığında, onları daha fazla derine
çakmaktan vazgeçemeyiz; ancak kazıkların, yapıyı taşıyabileceğini düşündüğümüzde
119 Baudouin, Karl Popper, s. 48. 120 Popper, Hayat Problem Çözmektir, s. 69 - 70. 121 Popper, a.g.e., s. 70 - 71. 122 Popper , Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 77.
34
sağlam bir yere dayandıklarını belki kabul edebiliriz, ama geçici bir süre için.”123 Bu
açıdan bakıldığında, genel geçer bilgi yoktur, mevcut bilgi ancak tahmini bilgidir. Bu
durumda, “bilim, doğruluk arayışıdır. Ama doğruluk, kesin doğruluk değildir.”124
Popper’a göre, bilimde kesin doğruya ulaştığımıza inanmamız için elimizde hiçbir
zaman yeterli neden olmayacaktır. Çoğu zaman, bilimsel bilgi denilen şey,
genellikle, kesinlik anlamında bir bilgi değil, birbiriyle rekabet halinde bulunan
kuramların geçirdikleri denemelere ilişkin bilgidir;125 yani tahminî bilgidir. Bu
durumda bilimin amacı, ancak, yanlışlanabilecek kuramlar ileri sürerek126 ve bunları
eleştirel testlere tabi tutarak doğru bilgiye mümkün olduğunca yaklaşmaktır.127 Bu
süreçte varsayımlar arasında gerçeğe en yakın olanlar, geçici olarak diğer kuramlara
tercih edilir. Bu terci gelişigüzel bir tercih değildir; bir kriteri vardır, o da “rasyonel
eleştiri”dir. Bir varsayımın diğerinin yerini alabilmesi için şu üç şartı taşıması
gerekir: Birincisi, yeni varsayım, eski varsayımın başarıyla açıkladığı tüm şeyleri
açıklamalıdır, bu en önemli koşuldur. İkincisi, eski varsayımda varolan bazı hataları
yok edebilmeli; yani eleştirel denemelerde eski varsayımın sağlayamadığı bazı
şeyleri sağlayabilmelidir. Üçüncüsü, eski varsayımın açıklayamadığı ya da önceden
tahmin edemediği bazı şeyleri açıklayabilmelidir.128 Bu, aynı zamanda, bilimsel
gelişmenin de ölçütüdür.
Kısacası Popper’a göre, bilim, sürekli olarak hataların bulunması ve
ayıklanmasından başka bir şey değildir. Bilimin amacı da bu eleme yoluyla, mümkün
olduğu ölçüde doğruya ulaşmaktır. Bilimsel süreç, sonu olmayan bir süreçtir. Bu
süreçte insanlar, doğruyu bulma merakı ile hareket ederler ve aklın ışığında
araştırmalarına devam ederler. Bu aşamada unutulmaması gereken bir diğer önemli
unsur da aslında hiçbir şey bilmediğimiz gerçeğidir. Popper’ın ifadesiyle söyleyecek
olursak, “hiçbir şey bilmiyoruz. Sadece bulmacayı çözüyoruz.”129 Doğruya yaklaşma
sürecinde bize yol gösteren unsurlardan biri de bilimsel kuramlardır. Popper’ın
123 Popper, a.g.e., s. 135-136. 124 Popper, Hayat Problem Çözmektir, s. 93. 125 Popper, Açık Toplum ve Düşmanları II, Türk Siyasi İlimler Derneği Yay., Ankara, 1967, s. 13. 126 Popper , Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 139. 127 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s.53. 128 Popper, a.g.e., s. 53. 129 Popper , Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s.314.
35
bilime bakışından sonra bilimsel kuramlar ve onların oluşumuna ilişkin görüşlerini
açıklamaya geçebiliriz.
2.3. Bilimsel Kuramların Oluşumu
Bilimsel kuramlar, genellikle olgu-kuram ilişkisi içerisinde ele alınıp
incelenmektedir. Olgu, doğrudan ya da dolaylı olarak, gözleme konu olan ve doğada
yer alan bir oluşken; kuramlar, olguları açıklamak için veya hiç değilse evreni bir
yönüyle anlayabilmek için , insan zihni tarafından yaratılan ürünlerdir ve bu yüzden
temel vurgu, insan, yani “süje” üzerindedir. Bu tanımlar dikkate alındığında, her
bilimsel kuramın olgulardan hareketle kurulduğu ve temelinde, bu olguların gözleme
dayalı sonuçlarının yattığı savunulmaktadır.130 Hemen belirtelim ki bu,
rasyonalistlerin bilgi kuramına ilişkin iddialarıdır ve Popper’ın bilimsel kuramlara
yaklaşımı rasyonalistlerden oldukça farklı bir karakter taşır.
Popper’ın bilim anlayışında kuramlar önemli bir role sahiptir. Ona göre, emprik
bilimler kuramlardan oluşmuş yapılardır. Bu açıdan bakıldığında da bilgi mantığı,
“kuramların kuramı” olarak adlandırılabilir. Bilimsel kuramlar evrensel önermelerdir
ve simgesel sistemlerle ifade edilirler, ancak sadece simgesel sistemler olarak
tanımlanamazlar. Popper’a göre, kuram, “dünyayı kuşatmak; ussallaştırmak,
açıklamak ve ona egemen olmak amacıyla attığımız bir ağdır. Durmaksızın bu ağın
gözlerini daraltmaya çalışırız.”131 Kuramlar, bilimi bütünleştirmemizi ve aynı
zamanda olayları açıklayıp onlardan hareketle öngörülerde bulunmamızı sağlar.132
Dahası kuramlar, her genelleyici bilim için problemleri, ilgi odaklarını, ayrıca
araştırma ve mantıksal yapılandırma için kilit noktalarını yaratırlar.133 Kuramlar, aynı
zamanda nedensel açıklamalarda da bulunurlar ve bunu iki farklı önermeden yola
çıkarak yaparlar: Biri evrensel önermelerdir ki, bunlar varsayımlar ve doğa
yasalarından türetilirler; ancak mantıksal olarak doğa yasalarından daha
güçlüdürler134 Diğeri özel önermelerdir, bunlar sadece söz konusu durum için geçerli
130 Cemal Yıldırım, Bilim Felsefesi, s. 145-146. 131 Popper , Bilimsel Araştırmanın Mantığı s. 83. 132 Popper, Hayat Problem Çözmektir, 142. 133 Popper, a.g.e., s. 145. 134 Popper , Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 509.
36
önermelerdir ve Popper, bu özel durumlara “sınır koşulları” adını verir. Özel
önermeler, evrensel önermelerden sınır koşularının yardımıyla, tümdengelimsel
olarak türetilirler.135 Kuramların temel özelliği de budur, yani eşyayı tümdengelimsel
bir yolla izah etmesidir.136
Popper’ın kuramlara yaklaşımı, bilimsel bilginin gelişimine ilişkin üç aşamalı
şemayla yakından ilişkilidir. Popper’ın; P1( Problem) → TT ( Tentative Theory)→
EE(Error Elimination) → P2 ( Problem) ile formüle ettiği bu süreç, diyalektikte
olduğu gibi tekrar eden bir süreçtir; kuramlar ve bunların eleştirel denemeleri yeni
sorunların, yani P2’inin de kaynağıdır.137 Popper’a göre, bilim, sorunla başlar,
sorunla biter. Ancak her bilimsel sorun, aynı zamanda kuramsal bir bağlam içinde
ortaya çıkar. Bundan dolayı şema her hangi bir unsurdan, mesela TT1’de başlatılıp
TT2 ile bitirilebilir yahut EE1 ile başlatılıp EE2 ile bitirilebilir. Ancak süreç,
genellikle, pratik bir sorundan hareketle başlar. Bu durumda, “sorun mu önce gelir,
yoksa kuram mı?”sorusunu cevaplamak oldukça zor olacaktır. Ancak göz önünde
bulundurulması gereken bir şey vardır; o da pratik sorunların, bir şeyler yanlış gittiği
için, organizma beklenmedik bir durumla karşılaştığı için doğduğudur. Oysa
organizma, daha önce içinde bulunduğu çevreyle uyum içindedir. Organizmanın bu
uyumu, kuramın bilinç öncesi haline tekabül eder. Sorun kabul edilen durum da bu
olaya nispetle ortaya çıktığı için, her sorun kuram yüklüdür. Bu durumda, ilk
kuramlar – yani sorunların ilk kesin olmayan sonuçları- ve de ilk sorunlar, birlikte
doğmuş olur.138 Kısacası kuramlar, problem çözerken oluşur ve bu yönleriyle insan
zihninin ürünüdür.139
Popper, kuramların, hayal gücümüzün ve zekamızın ürünü olan masalların
eleştirilerinden doğduklarını söyler. Bu masallar, bir başka ifadeyle mitler olmaksızın
kuramların varolması mümkün değildir; gerçekle uydurma, yahut doğrulukla
yanlışlık arasındaki fark olmasaydı – ki bu farklılığın farkına varmamız mitlerin
135 Popper, a.g.e., s. 84. 136 Popper, Bitmeyen Arayış, s. 106. 137 Popper, a.g.e., 188. 138 Popper, a.g.e., s. 189-190. 139 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 175.
37
getirdiği bir sonuçtur- eleştiri de olmazdı.140 Eleştiri olmasaydı, bilimsel kuramlar da
varolmazdı. Popper’a göre, bütün bilimsel kuramların altyapısını, mitler oluşturur ve
bilimsel araştırma için ilk malzeme bu kaynaktan sağlanır. Örneğin, Einstein’ın
evren anlayışının temelinde, Parmanides’in evren anlayışı, onun temelinde de
Empedokles’in deneme yanılma yoluyla gelişim kuramı vardır.141 Sonuçta mitler,
gelişerek zamanla bilimsel açıklamaların ilham kaynağı, ham maddesi halini almıştır.
Popper’ın, kuramların oluşumuna ilişkin üzerinde durduğu bir diğer husus, kuram-
gözlem ilişkisidir. Ona göre, kuramlar gözlem sonuçlarının bir toplamı değil, ancak
onlardan elde edilen sonuçlarla sınanan ve ayakta kalmaya çalışan tahminlerdir.
Kuramların saf gözlem sonuçlarına dayandığını düşünmek saçmadır.142
Popper, kuramların oluşumuna etki eden ilk unsurları bu şekilde açıkladıktan
sonra, kuramların içeriğiyle ilgili bilgi verir. O, her kuramın “mantıksal” ve
“bilgilendirici” olmak üzere iki çeşit içeriği olduğunu söyler. Bir kuramın ya da
ifadenin mantıksal içeriği, ondan türetilebilecek, totolojik olmayan, bütün sonuçlar
kümesi olarak tanımlanabilir. Bilgilendirici içerik ise, “bir kuram ne kadar çok şeyi
yasaklar veya dışlarsa o kadar şey anlatır” ifadesine bağlı olarak, teoriyle uyumlu
olmayan ifadeler kümesi olarak tanımlanabilir. Bir teorinin mantıksal sağlamlığı ve
gücü, teorinin mantıksal ve bilgilendirici içeriğiyle doğru orantılıdır. Ancak bu iki
içerik arasında farklılıklar da vardır: Örneğin mantıksal içerik için, a b’yi kapsıyor, b
de c’yi kapsıyorsa, a c’yi kapsar kuralı (geçişlilik kuralı) geçerliyken; bilgilendirici
içerik için de buna karşılık gelen bir kural olmakla birlikte, kural bu şekilde basit
ifade edilememektedir. Bilgilendirici içeriği aşabilecek her kuram , onun kapsamına
dahildir ve bu durumda bilgilendirici içeriğin kapsamı sınırsızdır. Bir kuramı
anlamaya çalışırken ondan türeyebilecek bütün önermeleri de anlamaya çalışırız.
Ancak içeriğin sınırsızlığı bunu imkansız kılar. O halde, buradan hareketle, kuramları
anlamanın sonu gelmeyen bir uğraş olduğu sonucuna ulaşırız. İlke olarak kuramlar,
hep daha iyi ve daha iyi anlaşılabilir yönde gelişmektedir.143 İlke olarak durum böyle
olsa da, daha iyi bir kurama ulaşmanın, ya da başka bir ifadeyle, ulaştığımız kuramın
140 Popper, Bitmeyen Arayış, s. 283. 141 Popper, Conjectures and Refutations s. 50. 142 Popper, a.g.e., s. 62.; Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 137. 143 Popper, Bitmeyen Arayış,s. 29-32.
38
daha iyi olacağının hiçbir zaman garantisi yoktur.144 Kuramların gelişmesi ya da
değişmesi sırasında, öngörülmemiş sonuçlarla karşılaşılması da muhtemeldir.145 Bu
gelişim sırasında dikkat edilmesi gereken önemli bir şey de kuramın mevcut sorunlar
ve mevcut kuramlarla ilişkisidir.146
Popper’a göre, kuramların bu gelişimsel özelliğini kabul etmek demek,
kesin/doğru kuramlara da ulaşılamayacağını kabul etmek demektir. Ona göre,
bilimsel varsayımların doğruluğu asla kanıtlanamaz. Ancak belli koşullar altında bir
A varsayımının bir B varsayımından üstün olduğu söylenebilir.147 Popper, bir takım
gözlem ve deney sonuçlarına dayanarak bir varsayımın doğruluğunun
kanıtlanabileceğini reddeder.148 Bununla birlikte, o, kuramlar doğrulanamasa da test
edilebileceklerini söyler. Ona göre, yapılması gereken iş, bir kuramın olasılığını
hesaplamak yerine , o kuramın o zamana kadar geçirdiği testler ve bunlara karşı nasıl
direndiğinin, kendini o âna kadar nasıl “sağladığı (comfirm)”nın araştırılmasıdır.149
Sağlama, bir varsayım değildir; tersine kabul edilmiş temel önermelerden
türetilebilen bir önermedir. Bu önerme, temel önermelerin kuramla çelişmediğini
ortaya koyar; bunu, kuramın denenebilirlik derecesi ışığında, aynı zamanda da
kuramın denemelerinin katı olup olmadığına bakarak saptar.150 Sağlanmışlık
derecesinin belirlenmesinde, önemli olan sağlanmış durumların sayısı değil, daha
çok, ilgili önermenin karşı karşıya kalabileceği ve kaldığı denemenin katılığıdır. Bu
da önermenin denenebilirlik derecesine yani yalınlığına bağlıdır. Bu durumda en üst
derecede yanlışlanabilen önerme, aynı zamanda en üst derecede sağlanabilen
önermedir.151 Yanlışlanamayan, katı olarak sınanamayan her bilimsel kuram, sonsuza
kadar hipotez veya tahmin olarak kalmaya mahkumdur.152
Kesin kuramlara ulaşmanın mümkün olmadığını, ancak bir kuramın diğerine
tercih edilebileceğini kabul ettiğimizde, bu kuramın diğerinden üstün olduğunu nasıl
belirleyebiliriz? Popper, bu soruya cevap verirken kuramlardan beklentisini de ortaya
144 Popper ,Objective Knowledge, s. 17. 145 Popper, Bitmeyen Arayış, s. 268. 146 Popper, a.g.e., s. 32. 147 Popper , Bilimsel Araştırmanın Mantığı s. 359. 148 Popper,Objective Knowledge , s. 7. 149 Popper,, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 285. 150 Popper, a.g.e., s. 300. 151 Popper, a.g.e., s. 302. 152 Popper, a.g.e., s. 109.
39
koyar. Ona göre, bir kuram, doğru olanla ilgilendiği kadar yanlış olanla da
ilgilenmek zorundadır. Çünkü bir önermenin yanlış olduğunu söylemek,
“değilleme”sinin doğru oluğunu söylemekle aynı şeydir.153
Popper, bir bilimsel ifadenin, diğerine tercih edilebilmesi için yeni varsayımın
eski varsayımın açıkladığı her şeyi başarıyla açıklayabilmesini, eski varsayımın bazı
hatalarını yok edebilmesini ve eski varsayımın açıklayamadığı bazı şeyleri
açıklayabilmesini şart koşar.154 Bu, yeni kuramın, eski kuramdan daha başarılı olması
demektir. Ancak unutulmaması gereken bir nokta, bu yeni kuramın da öncekiler gibi
yanlış olmasının mümkün olabileceğidir. Bunun için, araştırmacı, kuramı elinden
geldiğince katı denemelere tabi tutacak, çeşitli testlerden geçirecek ve belki de en
önemlisi, kuramı yanlışlayabilecek durumları araştıracaktır. Yeni kuramın bir diğer
özelliği, eski kuramı düzeltmesidir. Bunu yapabilmesi için eski kuramı yaklaşık
olarak içermesi gerekir. İki kuramın karşılaştıkları bu nokta, aynı zamanda
çeliştikleri noktadır. Örneğin Newton’un kuramı, hem Kepler’in hem de Galileo’nun
kuramlarını yaklaşık olarak içerir, hem de onlarla çelişir. Aynı biçimde Einstein’ın
kuramı da, hem Newton’un kuramını yaklaşık olarak içerir hem de onunla çelişir.155
Bir kuramı diğerlerinden üstün yapan, rakip kuramlar arsında yapılan ayıklamalarda
kendini öne çıkarabilmesi, en katı biçimlerde sınanmış olması ve bu denemelere
karşı dayanabilmesidir.156 Kuramlar arasında tercih yapılırken de kuramın kaderini
belirleyen şey, kuşkusuz, deneme sonuçlarıdır.157 Bu değerlendirmeler sonucunda
Popper özetle, bilimsel kuramlara ilişkin şu sonuçlara ulaşmıştır: Hemen hemen her
kuram için, eğer aranırsa, doğrulamalar bulmak mümkündür. Doğrulamalar, ancak
kuramı çürütmesi beklenen bir olay yoksa, geçici olarak, kabul edilebilir. Her “iyi”
bilimsel kuram bir yasaklamadır; belli şeylerin olmasını yasaklar. Tasarlanabilir
hiçbir olay tarafından çürütülemeyen kuram, bilimsel değildir. Çürütülemezlik
kuramlar için bir erdem değil, aksine, bir kusurdur. Bir kuramın gerçek denemesi
yanlışlama ya da çürütülme girişimleridir. 158 Kısacası, Popper’ın bilimsel kuramlara
153 Popper ,Objective Knowledge, s. 13. 154 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 53. 155 Popper ,Objective Knowledge, s. 13. 156Popper , Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 133. 157 Popper, a.g.e., 134. 158 Popper, Conjectures and Refutations, s. 47-48.
40
ilişkin iddiaları rasyonel ve emprik filozoflarla ortak bazı unsurlar taşısa da, mevcut
bilim anlayışından oldukça farklı bir yapıdadır ve bu düşünceleri, onun bilimsel
yöntem anlayışına temel teşkil edecek niteliktedir.
2.4. Üç Dünya Kuramı
Popper’ın bilim anlayışına ilişkin önemli bir kuram da “üç dünya kuramı”dır.
Onun bu kuramı bilgi, dolayısıyla bilim için önemli bir kavram olan “gerçeklik”
kavramıyla da yakından ilişkilidir. Popper, içinde yaşadığımız dünyayı üçe ayırarak
inceler. “Dünya 1”, canlı ve cansız tüm varlıkları içine alan dünya, yani, maddi
cisimler dünyasıdır.159 Bu dünya fiziksel anlamda cisimler dünyasıdır; yani fiziğin,
astronominin, kimyanın, biyolojinin betimlediği dünyadır.160 “Dünya 1”in nasıl
ortaya çıktığı tam olarak bilinememekle birlikte, yapılan araştırmalar sonucunda
ortaya atılan “büyük patlama” (bing bang) teorisine göre, önce ışık, sonra elektron ve
nötronlar, sonra da atomlar oluşmuştur. Bu durumda Popper’a göre, maddi cisimler
dünyasının öncesinde maddi olmayan bir “Dünya 1”’den bahsedilebilir. Sonuçta
bizim fiziksel nesneler dediğimiz “Dünya 1”, büyük patlamadan sonra çok çeşitli
evrelerden geçmiş, zaman içinde “maddeleşmiş” ve belli bir evreden sonra bizim
içinde yaşadığımız dünya oluşmuştur.161 “Dünya 2”ye gelince, bu dünya, kişisel,
öznel yaşantılarımızın ve umutlarımızın, hedeflerimizin, acılarımızın ve
sevinçlerimizin, öznel anlamdaki düşüncelerimizin dünyasıdır.162 Bu dünya, zihinsel
durumlarımızın, bilinçli hallerimizin ve psikolojik eğilimlerimizin yanında, bilinç
dışı bazı durumları da içerir.163 Popper’a göre, bu dünyanın temelinde, organizmanın
çevresiyle etkileşimi yatar. Organizma, çevresine uyum sağlamaya çalışırken, çeşitli
sorunlarla karşılaşır ve sorunu çözmeye çalışırken çeşitli denemelerde bulunur. Bu
süreçte bilinç, yani “Dünya 2” devreye girer. Çünkü “Dünya 2”,özünde, sorun çözen,
değerlendirme yapan ve her şeyin farkına varan bir “bilinç”tir. Ancak bu bilinç,
yalnızca sorun çözmekle görevli değildir; Popper’a göre, bu bilincin temel işlevi,
sorunun çözümünde, başarı ve başarısızlığı önceden tahmin etmek ve organizmayı
159 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 18. 160 Popper, a.g.e., s. 121. 161 Popper, a.g.e., s. 31. 162 Popper, a.g.e., s. 121. 163 Popper and J. C.Eccles ,The Self and Its Brain, Springer International, Germany, 1977, s. 38.
41
izlediği yolun doğru ya da yanlış oluşu noktasında uyarmaktır. Kısacası, bu bilincin
görevi, organizmaya keşif serüveni ve öğrenme sürecinde yol gösterici olmaktır.164
Bununla birlikte, “Dünya 2”nin tamamının bu bilinçten oluştuğunu söylemek yanlış
olur. Popper’a göre, bu dünyanın içinde, belleğimizle ilişkili, bilinç dışı bir alan da
vardır. Bu alanda yer alan beklentileri vs. ortaya çıkarmak için, “Dünya 2” “Dünya
1” ile etkileşim içine girer. Bilinç dışı alandan kaynaklanan sorunları gidermek için
organizma, yeni çözüm denemelerinde bulunur, yeni beklentileri karşılayacak yeni
teoriler ortaya atar. Bu süreçteki çıkış noktası “Dünya 1” olmakla birlikte, faaliyetin
gerçekleştiği asıl alan “Dünya 2”dir. Kısacası, bu iki dünya birbirinden bağımsız var
olmakla birlikte, birbirleriyle sürekli ilişki içindedirler.165 “Dünya 3”e gelince, o,
düşünce içeriklerimizin dünyasıdır166; bir başka ifadeyle, düşünce süreçlerimizin
sonuçlarıdır, yani özellikle sözel ya da yazıyla ifade edilmiş düşünceler dünyası, aynı
zamanda tekniğin ve sanatın dünyasıdır.167
Popper, kendisini üçüncü dünya kuramına götüren şeyin, düşünsel bir süreç
olduğundan bahseder. Üçüncü dünya kuramına Popper, tümevarım, sınır koyma,
eleştirel ve dogmatik tutum, bilimsel kuramların oluşumunda dilin fonksiyonu gibi
konuları değerlendirdikten sonra ulaştığını söyler. Ayrıca bilimde nesnellik,
eleştirellik gibi özelliklerin varolmasını da ancak üçüncü dünyanın olanaklı kıldığını
söyler.168 Bununla birlikte, Popper’ın üçüncü kuramıyla ilgili üzerinde durulması
gereken bir nokta, bu dünyanın, onun keşfi olmayışıdır. Popper, üçüncü dünyanın
kâşifinin Platon olduğunu söyler.169 Ayrıca, bu dünyanın felsefe tarihi boyunca
üzerinde çokça durulan bir konu olduğunu belirterek; filozofları, konuyla ilgili
açıklamaları açısından ikiye ayırarak inceler. İlk grupta, başta Platon olmak üzere,
özerk bir “Dünya 3”ü kabul edip, bu dünyayı insanüstü, tanrısal ve sonsuz göre,n
filozoflar; ikinci grupta ise, Locke, Mill, Dilthey gibi, dili ve dilsel olan her şeyi ilk
iki dünyaya ait görüp “Dünya 3”ü reddeden filozoflar vardır. İlk gruptakiler, sonsuz
doğruların var olduğuna inanırken, ikinci gruptakiler sonsuz doğruların insanlar
164 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 29. 165 Popper, a.g.e., s.30. 166 Popper and J. C.Eccles ,The Self and Its Brain, s. 38. 167 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 121. 168 Popper ,Objective Knowledge, s. 30-31. 169 Popper, a.g.e., s. 106.
42
tarafından bulunamayacağı ve dolayısıyla sonsuz doğruların olmadığı konusunda
hem fikirdirler.170
Popper’a gelince, o, Platon ve takipçileri gibi, “Dünya 3”ün özerkliğini kabul
etmekle birlikte, bu dünyanın tanrısal bir dünya değil, insanoğlunun yarattığı, ancak
bir yönüyle insanüstü bir dünya olduğunu iddia eder.171 Ona göre, “Dünya 3”, “esas
itibariyle, insan zihninin bir ürünüdür.”172 “Dünya 3”, hikâyeler, mitler, aletler,
bilimsel teoriler (doğru ya da yanlış olmaları fark etmez), bilimsel problemler, sosyal
konular ve sanat gibi insan zihninin bir ürünüdür. “Dünya 3” nesneleri , bizim
icadımız olmakla birlikte, planlı bir faaliyetin sonucu olarak ortaya çıkmış
değillerdir.173 “Nasıl ki bal, arının eseridir, “Dünya 3” de, insan dili gibi, insanların
eseridir. Dil (ve muhtemelen bal) gibi, “Dünya 3” de, insan davranışlarının,
önceden amaçlamayan ve planlamayan bir yan ürünüdür.”174 Bununla birlikte, bu
dünyanın ortaya çıkmasında, dil, önemli bir rol üstlenmektedir. İnsan ruhunun
ürünlerinin dünyası olan “Dünya 3”, insan dili sayesinde varolabilmiştir.175 Popper’a
göre, bunun sebebi, insan zihninin genellikle, kelimeler aracılığıyla düşünmesidir.
Düşünülen şeyin net bir değerlendirmesi, ancak dil ile ifadesi ya da yazıya
dökülmesiyle mümkündür. Düşünülen şeyle, ifade edilen, ya da yazılan şey arasında
çelişki olması sık karşılaşılan bir durumdur. Bu nedenle, düşüncenin eleştirel
değerlendirilebilmesi ancak dil ya da yazı ile somutlaştırılabilmesi ile mümkündür.
İşte somutlaştırılan bu şey, objektif anlamda düşünce, kavranılmaya çalışılan şey de
“Dünya 3”ün objesidir.176 “Dünya 3”ün içeriği, sadece düşüncenin somutlaşmış
halini ifade eden önermelerden oluşmaz. Bunların yanı sıra, kuramlar, kuramsal
sistemler, problemler ve bunların çözümlerine ilişkin denemeler ya da tahminler,
tartışma durumları ve eleştirel akıl yürütmeler de “Dünya 3” içinde yer alır. Kitaplar,
dergiler ve kütüphaneler de bu dünyanın önemli oluşturucularındandır.177 Popper’a
göre, bilim de “Dünya 3”e ait bir etkinliktir. Bilimle ilgilenen herkes “Dünya 3” ile
170 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 174. 171 Popper, a.g.e., s. 174. 172 Popper, Bitmeyen Arayış, 270. 173 Popper and J. C.Eccles ,The Self and Its Brain, s. 38. 174 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 175. 175 Popper, Hayat Problem Çözmektir, s. 61. 176 Popper, Bitmeyen Arayış s. 262-263. 177 Popper ,Objective Knowledge, s. 107.; Popper, Bitmeyen Arayış, s. 263-264.
43
de ilgilenmek zorundadır. Çünkü bilimin temelinde sorunlar ve bu sorunlara ilişkin
çözüm denemeleri yatar ki, bunlar da “Dünya 3”ün objeleridir. Ayrıca, bu sorunlara
bağlı olarak ortaya atılan kuramlar da “Dünya 3”ün içeriğine dâhildir. O halde,
bilimle ilgilenen herkes “Dünya 3”le de ilgilenmek zorundadır.178 Popper’a göre,
bilimin “Dünya 3”ün bir uzantısı olduğunu kabul etmeksizin, bilim adamlarının
faaliyetlerinin yeterli şekilde açıklanabileceğine inanmak hayati bir hatadır.179
Popper, bu haliyle “üçüncü dünya kuramı”nın, temelinde büyük farklılıklar
barındırmakla birlikte, Platon’un “idealar ya da formlar dünyası”, Hegel’in “nesnel
tin”i, Bolzano’nun “kendiliğinden doğrular ya da kendiliğinden önermeler evreni” ile
yakından ilişkili olduğunu, ancak en fazla Frege’nin “düşüncenin nesnel içerikleri”
dediği evrene benzediğini söyler.180 Platon’la Popper’ın “Dünya 3”e ilişkin en temel
ayrımları, bu dünyanın içeriğine ilişkindir: Platon’a göre, “Dünya 3” tanrısal,
değişmez “öz”lerden oluşurken, Popper’ın “Dünya 3”ü insan ürünü olan bilimsel
kuramlar, sorunlar ve akıl yürütmelerden oluşur.181 Hegel’e gelince, onun “nesnel
tin”inin değişen, gelişen yapısı, Popper’ın “Dünya 3”ü algılayışına uymakla birlikte,
bu değişimde, insanın belirleyici değil sadece aracı olduğunu iddia etmesi
noktasında, Popper, Hegel’e katılmaz.182 Popper’a göre, Frege’nin objektif ve
sübjektif düşünce arasında yaptığı ayrım şüphesiz önemlidir. Ayrıca dolaylı
önermelerde yan cümlenin konumuna ilişkin düşünceleri, onu, modern bilgi
mantığının babası durumuna getirmiştir. Ancak, onun, bilgi mantığına eleştirel bir
katkı yaptığını söylemek mümkün değildir.183 Bolzano’nun “kendinden doğrular
(truths in themselves)” ile sübjektif düşünce süreçleri arasındaki ayrımı Popper
açısından önemli olmuştur. Kendinden doğrular ya da genel anlamda “kendinden
önermeler” mantıksal ilişkiler aracılığıyla ayakta dururken, sübjektif düşünce
süreçleri psikolojik ilişkiler aracılığıyla ayakta dururlar. Bu iki farklı ilişki türünden
hareketle, Popper, bir insanın düşünce süreçlerinin, ne diğer insanların düşünce
süreçleriyle, ne de bir başka zaman içinde, kendisiyle çelişemeyeceği sonucuna varır.
178 Popper, Bitmeyen Arayış, s. 264. 179 Popper and J. C.Eccles ,The Self and Its Brain, s. 41. 180 Popper ,Objective Knowledge, s. 106. 181 Popper, a.g.e., s. 122. 182 Popper, a.g.e., s. 125-126. 183 Popper, a.g.e., 127.
44
Çelişki sürecin içinde değil, ancak içeriğinde olabilir. ‘İçerikler, ya da kendinden
önermeler anlamında düşünceler’ ile ‘düşünce süreçleri anlamında düşünceler’
tamamen ayrı dünyalara aittir.184 Bu durumda, Bolzano’nun kendinden önermeleri,
Popper’ın “Dünya 3”üne denk gelmektedir.
Popper’ın “Dünya 3”ünün bazı önemli özellikleri vardır. Bunların ilki, bu
dünyanın “gerçek” oluşudur.185 Popper, gerçekliğin tarifini “Dünya 1”den hareketle
yapar. Gerçek olan, özellikle bizlere karşı duran, ya da karşı koyan katı cisimler,
maddi şeylerdir. Ancak gerçek, maddi cisimlerle sınırlı değildir. Maddi şeylere etki
eden her şey gerçektir. Bu durumda, su ve hava, sıcaklık ve soğukluk, yerçekimi,
elektriksel çekim kuvveti vs. hepsi gerçektir.186 Popper’ın gerçeklik tanımı ve
“Dünya 3”ün gerçekliği, bizi “Dünya 1” ile “Dünya 3” arsındaki etkileşime götürür.
Popper, “Dünya 3”ün objelerinin maddi yapı içinde varolduklarını ve bu manada
“Dünya 1” ile “Dünya 3” arasında yer aldıklarını söyler. Bunun en bariz örneği
olarak da kitapları görür; kitaplar fiziksel olarak “Dünya 1”e ait olmalarına karşın
içerik olarak “Dünya 3”e aittirler.187 Kısacası, “Dünya 3” nesneleri “Dünya 1” ile
bağlantı içinde olduklarından ve onları etkilediklerinden, “Dünya 1” nesneleri gibi
“gerçek”tirler.188 Bu arada, üzerinde durulması gereken bir diğer nokta, bu ilişkinin
mahiyetidir. Popper’a göre, “Dünya 1” ve “Dünya 3” arasındaki ilişki “Dünya 2”
üzerinden gerçekleşmektedir. “Dünya 1”, “Dünya 3”ü doğrudan değil, ancak “Dünya
2” üzerinden geçerek etkiler.189 Popper, bu durumu “gökdelen inşası” örneği ile
açıklar: Gökdelen fiziksel bir şeydir ve “Dünya 1”e aittir. Ancak bir plana göre
yapılır, plan ise kuramların ve birçok problemin etkisi altındadır. Bir gökdelenin
inşasında rol oynayan plan, kuram ve problemler öncelikle çeşitli insanların, örneğin
mimarların bilincini, yani öncelikle “Dünya 2”yi, bundan sonra inşaat işçilerinin
fiziksel hareketlerinin dünyasını ve böylelikle taş, tuğla vs.yi etkiler: Yani “Dünya 3”
“Dünya 1”i genellikle, doğrudan değil ruhsal dünya olan “Dünya 2”den geçerek
184 Popper, Bitmeyen Arayış, s. 260-261. 185 Popper and J. C.Eccles ,The Self and Its Brain, s. 39. 186 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 20-21.; hpç, s. 79. 187 Popper and J. C.Eccles ,The Self and Its Brain, s. 38-39. 188 Popper, Hayat Problem Çözmektir, s. 79. 189 Popper, a.g.e., s. 80.
45
etkiler. Kısacası, “Dünya 1”, “Dünya 2”ve “Dünya 3”ün her biri gerçektir.190 Sonuç
olarak, bu üç dünya, karşılıklı bir etkileşim içindedir ve “gerçeklik” de bu
etkileşimden doğmaktadır.191 Böyle bir etkileşim olmakla birlikte, bu dünyalar
birbirlerinden ayrıdır192 ve birbirlerine indirgenmeleri söz konusu olamaz.193
İndirgemenin mümkün olmayışı, bizi, bu dünyaların kısmi de olsa “özerk” oldukları
sonucuna götürür.
Üçüncü dünyanın özerkliğini açıklamak için, Popper, matematik örneğinden
yola çıkar. Matematik, insan eseri olmakla birlikte, kökleri büyük oranda objektif ve
ve soyuttur; yani matematik, insanın icat ettiği değil, keşfettiği bir alandır.
Matematiğe ilişkin iki temel görüş vardır: Biri matematiğin insan ürünü olduğu,
diğeri ise kendi başına nesnel bir alan olduğudur ( bu ikinci görüş Platoncu görüştür).
Üç dünya kuramına göre, her iki görüş de doğrudur.194 Buna göre, örneğin, doğal
sayılar insan ürünü iken, asal sayılar amaçlanmadığı halde ulaşılmış bir keşiftir. Bu
açıdan bakıldığında, asal sayılar, keşfedilmeden önce, “Dünya 3”ün özerk bölgesinde
doğal sayılarla birlikte yer alıyordu. Keşfedilmeleriyle birlikte, “Dünya 2” içerisine
de girmiş oldular. Yani “Dünya 3”teki özerk alan, “Dünya 2”de nedensel bir etki
yapmış oldu. Ayrıca, bu sayıların matematiksel ifadeleri için dil kullanıldığından
“Dünya 1” de işin içine girmiş oldu. Durum böyle olmakla birlikte, bu sayılara ilişkin
hala çözülmemiş sorunların varlığı, “Dünya 3”ün özerkliğine zarar vermez.195
Özerklik sorununa bağlı olarak, Popper’ın üzerinde durduğu bir diğer sorun,
“üçüncü dünyanın zamansızlığı (timeless)” sorunudur. O, üçüncü dünyanın
zamansızlığı düşüncesini Platon’a, onun idealar dünyasındaki mutlak, değişmez
doğruluk kavramına dayandırır. Ancak Popper’a göre, Platon’un bu görüşü, “Dünya
3” nesnelerinin keşifle ortaya çıktıkları fikrini destekliyor gibi görünse de, bu keşif
sırasında, nesneler arası ve özne - nesne arası etkileşimi açıklayamadığı için
reddedilmelidir. Popper bunun yerine, “Dünya 3”ün tamamen “insan zihninin
190 Popper, a.g.e., s. 79 - 80. 191 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s.19. 192 Popper, a.g.e., s. 19 193 Popper, Hayat Problem Çözmektir, s.80. 194 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, 37 - 38. 195 Popper, Hayat Problem Çözmektir, s. 80 - 81.; bkz. Popper and J. C.Eccles ,The Self and Its Brain, s. 40 - 41.
46
ürünlerinin dünyası” olarak algılanması gerektiğini ve “Dünya 3”ün zamansız
olmadığının kabul edilmesi gerektiğini söyler.196 Onun üçüncü dünyası, beşeri
etkinliklerle yakından ilişkilidir ve “Dünya 3”ün tarihi, insan fikirlerinin tarihidir;
yalnızca, bunların keşfinin tarihi değil, bu keşif sırasında insanoğlunun yapıp
ettiklerin, tepkilerinin de tarihidir.197
Kısacası Popper’ın üçüncü dünyası, soyut, nesneleri tamamen gerçek ve
kısmen özerk bir dünyadır; bilimsel kuramlar, problemler ve çözümleri ile yakından
ilişkilidir. Bu dünyanın yakından alakalı olduğu bir diğer konu ise, bilimsel
nesnellik-öznellik konusudur. Şimdi üçüncü dünya kuramı ışığında bu konuyu
açıklamaya geçebiliriz.
2.5. Bilimsel Nesnellik- Öznellik
Bilimin nesnel mi, yoksa öznel mi bir karakter taşıdığı sorusunun cevabı,
Popper’ın hem bilgi, buna bağlı olarak bilim, hem de bilimsel yöntem açısından
düşünce sistemini anlamamızda oldukça önemli bir role sahiptir. Popper’ın konuya
ilişkin olarak üzerinde durduğu ilk ayrım, öznel ve nesnel bilgi ayrımıdır ki, bu
ayrım, onun bilimsel yöntemine de temel oluşturacak niteliktedir. O, öznel ve nesnel
bilgiyi şöyle tarif eder: “Öznel bilgi, bir takım doğuştan davranış eğilimleriyle,
bunların edinilmiş değişikliklerinden oluşur. Nesnel bilgi ise, varsayımsal kuramlar
gibi açık sorunlar, sorun durumları ile akıl yürütmelerden oluşan bilimsel bilgidir.
Bilimdeki tüm yapıtlar nesnel bilginin gelişimine doğru yöneltilmiş yapıtlardır.
Bizler bir kilisede çalışan duvarcılar gibi, nesnel bilginin gelişimine katkıda bulunan
işçileriz. Yapıtımız tüm insan yapıtları gibi yanılabilirdir. Durmadan yanlışlar
yaparız, ayrıca erişemeyebileceğimiz nesnel ölçütler- doğruluk, içerik, geçerlilik gibi
ölçütler- vardır.”198
196 Popper, Bitmeyen Arayış, s. 269-270. 197 Popper, a.g.e., 270. 198 Popper ,Objective Knowledge, s.120.
47
Popper için öznel- nesnel bilgi ayrımında dil, özel bir fonksiyona sahiptir.
Çünkü özel veya öznel bir düşüncenin nesnelleşmesi, ancak onun dil ile formüle
edilebilmesiyle mümkündür. Örneğin, “bugün yağmur yağacak” önermesi, benim
dışa vurulmamış düşüncem iken farklı; dil aracılığıyla ifade edildiğinde farklı bir
değer taşımaktadır. Dil aracılığıyla dışa vurulmuş bir önerme, öznellikten nesnelliğe
geçer. Nesnel olarak ortada bulunan bir önerme de artık hem önermeyi ortaya atan
kişi tarafından hem de başkaları tarafından, ele alınıp yorumlanabilir; geçici olarak
kabul edilebilir ya da reddedilebilir.199
İşte bu “nesnelleşme”, eski bilim kuramı ile yeni bilim kuramı arasındaki
ayrımı da gösterir. Eski bilim kuramında bilgi, öznel veya ruhsal bir durumdur, hatta
inancın yeter nedenlere dayanarak açıklanan belli bir şeklidir. Oysa, Popper’a göre,
bilim, öznel kanılardan değil, dil aracılığıyla nesnelleşmiş ifadelerden, kuramlardan,
hipotezlerden vs. oluştuğu için, eski bilim anlayışı geçersizdir.200 Dilin bu
nesnelleştirici fonksiyonundan bahsederken göz önünde bulundurulması gereken
önemli bir nokta, burada vurgulanan şeyin, düşünce süreçlerinin ya da düşüncenin
işleyiş yapısının nesnelliği değil, önermelerin mantıksal kapsamı yani içeriklerinin
nesnelliğidir.201
Popper’ın nesnellik algısı, büyük oranda Kant’a dayanmaktadır. O da Kant gibi
“nesnel” sözcüğünü, bilimsel bilgilerin, bireyin iradesinden bağımsız, olarak
denenebilirliğini (Kant’a göre, daha çok savunabilirliğini) vurgulamak için kullanır.
Ona göre, bilginin geçerliliğinin nedeni de bilginin nesnelliğidir.202 Popper’a göre,
bilimsel nesnellik, bilimsel yöntemin özneler arası (intersubjective) denenebilirliği
olarak tarif edilebilir.203 Onun bu denemeden kastı, ‘öznel’ nitelikli denemeler değil,
herkesçe kabul görüp tekrarlanabilecek (deney, gözlem vs.) nitelikteki
denemelerdir.204 Popper’ın öznellikten kastı ise, yine Kant gibi, kişisel yaşantılardır.
Bunların nasıl ortaya çıktığı da bilim açısından bir önem taşımamaktadır. Çünkü
199 Popper, Hayat Problem Çözmektir s.20- 21. 200 Popper, a.g.e., s. 21-22. 201 Popper, a.g.e., s. 22 202 Popper , Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 68. 203 Popper, Açık Toplum ve Düşmanları II, s. 226. 204 Popper, a.g.e., s. 226.
48
Popper’a göre, öznel kanı bilimin temeli olamaz.205 Buna bağlı olarak, “kişisel
bilgiler” ile “nesnel bilim” birbirinden çok iyi ayrılmalıdır; çünkü bilimsel bir kuram
kişisel tecrübelere, algılara, gözlemlere dayanarak asla açıklanamaz.206 Ancak doğa
yasalarına uygun olarak ortaya çıkan ve yeniden oluşturulabilen, tekrarlanabilen yani
ilke olarak özneler arası denenebilen ilişkiler bilimsel açıdan bir öneme sahiptir.207
Bununla birlikte, Popper, öznel deneyimlerin, zihinsel durumların vs. varlığını da,
önemini de yadsımaz. Ancak öznel durumlara ilişkin tüm açıklamaların da nesnel
karakterli olmaları gerektiğini söyler.208 Buna bağlı olarak, onun nesnel kuramdan
kastı, öznel deneyimlerimize uyan değil, tartışılabilen, rasyonel eleştiriye tabi
tutulabilen ve denenebilen bir kuramdır.209 Popper, öznel algıların nesnel olarak
tekrar inşa edilebileceklerini de savunur. Bunun için yapılması gereken, öznel algı
sonuçlarını bilginin kaynağı olarak değil, organizmanın karşılaştığı problemleri
çözmesinde yardımcı bir araç olarak görmektir.210 Böylece, öznel algılar, nesnel bilgi
haline gelebilir. Bunun gerçekleşmesi için de öznel algıların dil yoluyla ifade
edilmesi, söylenmesi ya da yazılarak somutlaştırılması gerekir.211
Popper’a göre, nesnel yaklaşımın dört önemli unsuru vardır. Bunların ilki
nesnel sorunlar, yani organizmayı rahatsız eden ve harekete geçiren sorunlardır.
İkincisi, sorunu çözme girişimleridir ki, bu süreçte genellikle izlenen yol deneme
yanılma yöntemidir. Üçüncü unsur, ikinci süreçte elde edilen geçici çözümlerin
kuramlar aracılığıyla ifade edildiği kısımdır. Sonuncusu ise eleştiridir ki, bilimsel
bilginin nesnelliği ve nesnelliğin devamı için eleştiri şarttır. Eleştiri de ancak dilin
kullanımı ile mümkündür.212
Popper’ın bilimsel nesnellik düşüncesi. “Dünya 3” ile de sıkı bir ilişki
içindedir. Ona göre, nesnel düşünceler “Dünya 3”ün ürünleridir.213 Buna bağlı
olarak, o, bilimsel bilgiyi ürünler, kuramlar ve akıl yürütmelerden oluşmuş bir yapı
205 Popper , Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 68. 206 Popper, a.g.e., 122. 207 Popper, a.g.e., 69. 208 Popper, Bitmeyen Arayış, s. 197. 209 Popper, a.g.e., s. 198. 210 Popper, a.g.e., s. 199. 211 Popper ,Objective Knowledge, s. 24. 212 Popper, Bitmeyen Arayış, s. 199-200. 213 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 121.
49
olarak değerlendiren yaklaşıma, “nesnel” ya da “üçüncü dünya” yaklaşımı adını
verirken; davranışçı, sosyolojik ve psikolojik yaklaşıma da “öznel”, ya da “ikinci
dünya” yaklaşımı der. Öznel yaklaşımın, nedenlerden yola çıkmasının, etkilerden
yola çıkan nesnel yaklaşımdan daha fazla rağbet görmesine neden olduğunu da
söyler. Ancak, ona göre, doğru olan, etkilerden nedenlere doğru ilerleyen bilimsel
anlayış yani nesnel yaklaşımdır.214 Ayrıca, Popper’a göre, bilgi kuramcılarının en
büyük hatası da nedenlerden, öznel yaşantılardan yola çıkarak bilimi açıklamaya
çalışmalarıdır.215 Öznelci bilgi kuramcılarının bir diğer hatasına da örnek olarak
Popper, kitapları ve kütüphaneleri gösterir.216 Bir kitabın ancak okuyucusu olması
durumunda “nesnel” sayılabileceğini iddia eden bu kuramcılara, şiddetle karşı çıkar.
Ona göre, bir kitabı nesnel kılan, herhangi bir zamanda, herhangi birileri tarafından
anlaşılma olasılığıdır ve bu süreçte anlaşılmanın doğru ya da yanlış olmasının da
hiçbir önemi yoktur.217
Popper’ın nesnellik konusuna bağlı olarak tartıştığı bir diğer husus, bilimin
nesnelliği ile, bilim adamının nesnelliği arasındaki ilişkidir. Öncelikle şunu söylemek
gerekir ki, Popper’a göre, bilimin nesnelliği, savunulanın aksine, bilim adamının
nesnelliğine dayanmaz.218 Onun bu görüşü, aynı zamanda, “bilgi sosyolojisi” ne
gösterdiği tepkiyi de dile getirir. “Bilgi sosyolojisi” denen disiplin, bilime veya
bilgiye, bilim adamının kafasında oluşan bir süreç ya da bu sürecin bir ürünü olarak
bakmaktadır.219 Bu durumda da bilimin nesnelliği, doğrudan bilim adamının
nesnelliğine indirgenmektedir. Ancak bu görüş, bilim adamının asla nesnel
olamayacağı karşıt görüşünü akla getirebilir ve böyle bir durumda ne doğa bilimleri
ne de sosyal bilimler varolabilirler.220 Popper’a göre, bu düşünceye yol açan bilgi
sosyolojisinin gözden kaçırdığı çok önemli bir nokta vardır, o da bilimin toplumsal
ve kurumsal yönüdür.221 O, bilimin toplumsal niteliğinin belirleyici yönü olarak
“özgür eleştiri”yi görür. Bir bilim adamı, öne sürdüğü kuramın mükemmelliğine
214 Popper ,Objective Knowledge, s. 114-115. 215 Popper, a.g.e., s. 112. 216 Popper, a.g.e., 115 217 Popper, a.g.e., s. 115-116. 218 Popper, Tarihselciliğin Sefaleti, s. 161.; Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 87. 219 Popper, Açık Toplum ve Düşmanları II, s. 225. 220 Popper, Tarihselciliğin Sefaleti, s. 161. 221 Popper, a.g.e., s. 161-162.
50
inanabilir, fakat başka bilim adamlarının buna inanmasını sağlayamayabilir ve
kuramına karşıt görüşlerin ileri sürülmesini engelleyemeyebilir. Böylece, ileri
sürülen kuram her kesimin eleştirisine açık bir kuram haline gelir. Bir diğer önemli
şey de, bilim adamlarının kullandıkları yöntemler, dil vs. farklı olsa da amaçlarının
aynı oluşudur. İşte, bu iki özellik, bilimin toplumsal karakterini gösterir ve aynı
zamanda bilimsel nesnelliğin de özünü oluşturur. Ayrıca toplum içinde bilimin
eleştirel yapısını korumak için oluşturulmuş laboratuarlar, süreli yayınlar gibi
toplumsal kurumlar da vardır. Bu kurumlar aracılığıyla bilimsel nesnellik garanti
altına alınmıştır.222 Bilimin nesnelliğini, bilim adamının nesnelliğine dayandıran
görüş, bilimin işte bu özelliklerini göz ardı etmektedir.
Özetle söyleyecek olursak, insanî değerlerini tamamen bir kenara bırakmış bir
bilim adamı topluluğu oluşturulamayacağından, değerlerden tamamen arınmış bir
bilim meydana getirmek mümkün değildir.223 Zaten Popper’a göre, bu, bilimsel
nesnelliğin ölçütü de değildir. Bilimsel nesnelliğin altında yatan tek şey, eleştiri
geleneğidir. Bilimdeki nesnellik, tek tek bilim adamlarının bireysel meselesi değil,
karşılıklı eleştiriye, işbölümüne, birlikte ve bireysel çalışmalara bağlı sosyal bir
meseledir.224 Bilimsel nesnellik dediğimiz şey, bireysel olarak bilim adamının
tarafsızlığının değil, bilimsel yöntemin toplumsal niteliğinin bir sonucudur: Bilim
adamının tarafsızlığı da, bilimin bu toplumsal olarak örgütlenmiş olan nesnelliğinin
nedeni değil, daha çok bir sonucudur.225
Son olarak, Popper’ın “nesnel bilgi kuramı”nın, “bilginin gelişimi kuramı”
olduğu söylenebilir. “Nesnel bilgi kuramı, sorun çözmenin bir başka ifadeyle
oluşturmanın, eleştirel tartışmanın, değerlendirmenin, eleştirel denemenin, yarışan
tahminlerin kuramıdır.”226 Kısacası, Popper’ın nesnel bilgi kuramı, onun bilim
anlayışına ve bilimsel yönteme bakışına bir giriş, düşünce sisteminin de özetleyicisi
konumundadır.
222 Popper, Açık Toplum ve Düşmanları II, s. 226-227. 223 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 89. 224 Popper, a.g.e., s. 87. 225 Popper, Açık Toplum ve Düşmanları II, s. 228. 226 Popper ,Objective Knowledge, s. 142.
51
III. BÖLÜM
BİLİMSEL YÖNTEM
Popper’ın, önceki iki bölümde üzerinde durulan bilgi teorisi ve bu teoriye bağlı
olarak geliştirilen bilim anlayışı aslında, Popper’ın yöntem anlayışına bir hazırlık
mahiyetindedir. Çünkü Popper’ın bilim anlayışı dediğimiz şeyin altında, onun
bilimsel yönteme ilişkin düşünceleri yatmaktadır. Bu nedenle, bu bölümde,
Popper’ın yaygın bilimsel yönteme yaklaşımı, eleştirileri ve çözüm önerisi olarak
ortaya koyduğu, kendine özgü bilimsel yöntemi üzerinde durulacaktır. Bilimsel
yönteme ilişkin Popper’ın üzerinde durduğu en önemli konu, onun yöntem
anlayışının özünü de oluşturan “eleştirel akılcılık” kavramıdır. Bu nedenle, bu
bölümde ilk olarak “eleştirel akılcılık”ın mahiyeti üzerinde durulacaktır.
3.1. Eleştirel Akılcılık
Popper’ın bilim anlayışının anahtar kavramlarından biri olan eleştirel akılcılık,
kökeni Eski Yunana kadar uzanan bir gelenektir. Bu geleneğin ortaya çıkışıyla ilgili
olarak Popper, iki farklı okul ve iki farklı tutumdan bahseder. Bunların ilki, Eski
Yunanda Pythagoras tarafından kurulmuş İtalya okuludur ki, bu okul, akılcı
tartışmalara kapalı ve geleneksel yapıyı temsil eden bir kurumdur. Diğeri ise, Elea
okuludur ve eleştirel geleneğin yolunu açan da bu okul olmuştur. Popper’a göre, bu
okula bağlı Anaximandros’un hocası Thales’i eleştirmesi ve Thales’in de bu
eleştiriler karşısında hoşgörülü davranıp karşı çıkmayışı özgürlüğün, eleştirel
geleneğin ve hoşgörünün yolunu açmıştır.227 Yine, Eski Yunan’ın, geleneğin hüküm
sürdüğü kapalı toplum yapısından, herkesin kendi seçimleriyle baş başa bırakıldığı,
bireyselliğin ön plana çıktığı açık toplum yapısına geçişi, akılcı düşünme ve
eleştirinin gelişiminde önemli bir rol oynamıştır.228 Kısacası, Popper’a göre, bugünkü
Batı Uygarlığının hem düşünsel hem de toplumsal temeli, büyük oranda Eski
227 Popper, Conjectures and Refutations,200-204. 228 Popper, Açık Toplum ve Düşmanları I, Türk Siyasi İlimler Derneği Yay., Ankara, 1967, s. 185 -188.
52
Yunanlılar’ın eseridir.229 Bunların yanında, eleştirel akılcılığın oluşmasında katkısı
göz ardı edilemeyecek en önemli isim hiç şüphesiz Sokrates’tir. Popper’a göre, insan
aklına inanmanın önemini, dogmatizmden uzak durulmasının gerektiğini, akla
güvensizlikten de bilgiyi putlaştıran tavırdan da kaçınılmasının önemini; kısacası
bilimin ruhunun eleştiri ruhu olduğunu öğreten asıl isim Sokrates’tir.230 Hatırlanacağı
üzere Sokrates’e göre, kesin bilgi ( ya da bilginin sınırı) yoktur. Buna bağlı olarak
kişi, her an yanlış yapabilir, ancak bilgisizliğinin farkına varırsa hatalarını
düzeltebilir. Bu durum, kişiye bazı ahlakî sorumluluklar da yükler. İşte Sokrates’in
bu düşünceleri, Popper’ın eleştirel akılcılık yönteminin özünü teşkil eder ve Popper,
bu tipik Sokratesçi bilimsel tavrı “entellektüel alçakgönüllülük” ilkesi ile ifade eder.
Eleştirel yöntem konusunda Popper’ı etkileyen diğer iki önemli isim Hume ve
Kant’tır. “Hume, sözde bilim yerine, sığ zihinleri karanlıklarıyla doldurarak önemli
ve felsefî bir tavır takınan, hurafe ve çetrefil dil karmaşası olan boş bilimin yerine,
“eleştiri”yi koymaktadır.”231 Hume, şüpheci görünse de asıl yöntemi eleştiridir ve
Hume’un düşünceleri Kant üzerinde önemli bir etki yapmıştır. Hem Hume, hem de
Kant’ın, her ikisinin de hedefi kesin bilgiye ulaşmaktır ve her ikisi de bu süreçte
eleştirel zihniyetten hareket eder.232
Popper’da eleştirel akılcılığın oluşmasına katkı sağlayan isimlerden
bahsettikten sonra artık, Popper’ın eleştirel akılcılık kavramıyla neyi kastettiğini
açıklamaya geçebiliriz. Öncelikle şunu söylemeliyiz ki, Popper, kendisini “akılcı” ve
“aydınlanmacı” bir düşünür olarak tanımlar.233 Popper’a göre, akılcılık,
Descartes’inki gibi felsefi bir kuram ya da insanın yalnızca aklî bir varlık haline
indirgenmesi değildir. O, aklın gücüne inanmakla birlikte, bu inanç, insan aklının her
şeye kadir olması anlamında bir inanç değildir. Aklın, insan yaşamında çok sade bir
işlevi vardır, o da eleştirel düşünme ve tartışmaya yön vermektir.234 Onun akılcılıktan
kastı, hatalarımız ve yanılgılarımıza ait özeleştiri, ya da dışardan gelen eleştiriler
229 Popper, a.g.e., s. 184. 230 Popper, a.g.e., 198. 231 Alfred Weber, Felsefe Tarihi, Sosyal Yayınlar, İstanbul , 1998, s. 292. 232 Weber, a.g.e., s. 293. 233 Popper, Hayat Problem Çözmektir,s. 127.; Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı,s. 222. 234 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı,s. 222.
53
yoluyla bir şeyler öğrenebileceğimizdir.235 Yani Popper için rasyonalite, tamamen
eleştiriye açık olmak demektir.236 Buradan hareketle de akılcı, haklı çıkmaktan çok,
öğrenmeye değer veren; başkalarının fikirlerini olduğu gibi kabullenmek yerine,
kendi fikirlerini başkalarının eleştirisine açarak ve başkalarının fikirlerini eleştirerek
öğrenmeye açık olan insandır. Akılcı, ne kendisinin, ne de başkasının bilgeliği
tekeline alabileceğine inanmaz. Sadece eleştirinin, kişiyi hemen yeni fikirlere
ulaştırmayacağını bilir. Ancak eleştirinin iyiyi kötüden ayırt etmede önemli bir araç
olduğunun farkındadır. Ama yalnızca eleştirel tartışmanın, kişiyi, bir fikri farklı
açılardan değerlendirmek ve adilce yargılamak için gerekli olgunluğu
kazandırabileceğine de inanır. Ayrıca akılcı, bu olgunluğa ulaşabilmek için
başkalarının eleştirisine ihtiyacı olduğunu da unutmaz ve önemli olanın kişisel
ihtiraslardan çok, doğruya yaklaşabilme fikri olduğunu bilir; buna uygun davranır.237
Popper’a göre, eleştirel akılcılık ilkesi pek çok konuda yol gösterici olmakla
birlikte, faaliyet gösterdiği en önemli alan bilimsel alandır. O, doğa biliminin
doğuşunu, doğa olgularının doğru açıklamasını bulma arayışına bağlar. Buna göre,
bu faaliyetin ilk geliştiği yer Eski Yunan’dır ve doğa bilimleri aslında, doğaya ilişkin
efsanevi açıklamaların akılcı ve eleştirel bir yolla gözden geçirilmesi sürecinde
doğar. Popper, buradaki akılcı eleştiriden kastının, doğru bakış açısı altında “bu
doğru mu?” ve “bu doğru olabilir mi?” sorularının ışığında geliştirilen bir eleştiri
olduğunu söyler.238 Popper, bunun için takip edilmesi gereken yolu da gösterir. Bu
yolda atılacak en önemli adım, mutlak bilgiye ulaşmanın mümkün olmadığını, ancak
doğruya ulaşma ihtimalinin olduğunu kabul etmektir. Doğruya yaklaşmanın tek yolu
da yanılgılarımızı keşfetmekten ve hatalarımızı kabul edip, onlardan bir şeyler
öğrenmekten geçer. Popper’ın ifadesiyle söyleyecek olursak, “doğruyu bulmak ve
hatalardan kurtulmak için yapmamız gereken tek şey, karşısında olduğumuz
görüşlerde olduğu gibi, kendi görüşlerimizi de aynı eleştirel yaklaşımla yargılamayı
öğrenmektir.”239 Popper’a göre, bu tavır, kişinin bağımlılıktan kurtulmasını da sağlar.
Ancak hemen belirtmek gerekir ki, onun bağımlılıktan kurtulma düşüncesi
235 Popper, Hayat Problem Çözmektir,s. 129. 236 Popper, Bitmeyen Arayış, 145. 237 Popper, Hayat Problem Çözmektir,s. 129. 238 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı,s. 132. 239 Popper, a.g.e., 158-159.
54
Aydınlanma’nın, özellikle Bacon’da ifadesini bulan, doğaya egemen olarak
bağımlılıktan kurtulma düşüncesi değildir. Popper için bağımlılıktan kurtulmak,
“daha çok düşünsel olarak, hatalardan, yanlış inançlardan kendini kurtarmaktır; kendi
düşüncelerimizi eleştirmek için aklı özgür kılmaktır.”240 Bu düşünceler ışığında
bakıldığında, Popper’ın düşüncesi üzerindeki Kant etkisi kolayca anlaşılır. O,
emprist geleneğin Bacon’dan beri doğaya egemen olma hedefinin yerine düşünsel
olarak, hatalardan ve yanlış inançlardan kurtulmak ve aklı özgürleştirmek
düşüncesini koyarak, tam bir aydınlanmacı tutum gösterir.241
Popper, eleştirinin en temel işlevinin bilimsel olanı bilimsel olmayandan ayırt
etme işi olduğunu söyler. 242 Bu açıdan bakıldığında, bilimi bilim öncesi
gelişmelerden ayıran şeyin eleştiri olduğu açıkça görülecektir.243 Bunun
oluşmasındaki en temel unsur “dil”dir. Çünkü kuramların eleştirilebilmesi için, her
şeyden önce, dil ile ifade edilerek nesnel ve topluma açık hale getirilmesi
gerekmektedir; eleştiri ve tartışma bundan sonra başlayabilir. Ancak burada göz ardı
edilmemesi gereken en önemli nokta, bu eleştirilerin ve tartışmaların çok uzun yıllar
devam edebileceği, her bilimsel tartışmanın bir sonuca ulaşacağının ve buna bağlı
olarak bilimsel ilerlemenin garantisinin olmayacağıdır.244 Eleştirinin bilime katkı
sağlamasının en önemli nedeni, içinde bulundurduğu “bilinç” unsurudur. Buna göre,
eleştiri, kuramların doğal ayıklaması yerine, bilinçli ayıklaması ve seçilmesidir.
Bilinçlilik hali, hem yanılgılarımızı keşfetmemizde hem de bir kurama ilişkin
değerlendirmelerimizde önemli bir role sahiptir. Bilinçli, rasyonel eleştiri olmaksızın
insanî bilgiye ulaşmak da mümkün değildir. Kısacası, rasyonel eleştiri, yani gerçeğin
eleştirel sorgulanması olmazsa bilgi var olamaz.245 Bilgide olduğu gibi, bilimde de
esas olan rasyonel eleştiridir. Eleştiri yoluyla bilimsel kuramların geçerliliğini
ölçebilir ve doğruya ulaşmaya gayret edebiliriz. Bu noktada eleştiri, “hayal gücünü
bağlamayan, ama onu dizginleyen” bir unsurdur.246 Eleştiri, bilimin nesnelliği için de
240 A.g.e Popper, a.g.e., s. 158. 241 Adnan Ömerustaoğlu, Bilgi Kuramı, Araştırma Yayınları, Ankara, 2004, s. 81. 242 Popper, Conjectures and Refutations,s.67. ; Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı,s. 90. 243 Popper, Hayat Problem Çözmektir,s. 24-25. 244 Popper, a.g.e., s. 24. 245 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı,s. 33. 246 Popper, a.g.e., s. 48.
55
vazgeçilmez ön koşuldur. Bilimin nesnelliği ancak bilim adamının kendisini
eleştirilere açık tutması ile mümkündür.247
Eleştirel yaklaşımın öneminden ve işlevinden bu şekilde bahsettikten sonra,
akıllara bu tartışmanın nasıl yapılacağı sorusu gelebilir. Popper, bu soruya, eleştirel
tartışmaya zemin hazırlayan iki soru ve bu soruların cevaplarından yola çıkarak
cevap verir. Bu soruların ilki, iddianın “doğru” olup olmadığı sorusu; yani iddianın
önemli olup olmadığı ve ele aldığımız problem karşısında, iddianın konuya yarar
sağlayıp sağlamayacağı sorusudur.248 Diğer soruya geçmeden önce Popper’ın
“doğruluk” kavramına yüklediği anlamın ne olduğunu bilmemiz gerekir. Öncelikle
şunu söyleyebiliriz ki, Popper için doğruluk kavramı, eleştirel tutum için
vazgeçilmez bir kavramdır. Çünkü eleştirilen şey, doğrudan, doğruluk iddiasıdır.
Popper’ın yöntem anlayışının temelini oluşturan, hatalar aracılığıyla öğrenme,
düzenleyici bir doğru düşüncesi olmaksızın anlaşılamaz; yanılgıya düşmemiz, bir
ölçek ya da norma dayanarak yaptığımız doğruluk ölçümleri sonucunda,
hedeflediğimiz standarda ulaşamadığımızın göstergesidir. Bir önerme, gerçeklerle
örtüştüğü ya da uyuştuğu sürece; ya da olaylar, önermenin betimlediği biçimde
geliştiği sürece doğrudur. İşte, sözü edilen mutlak ya da nesnel doğruluk kavramı
budur.249 Eleştirel tartışmanın ikinci sorusuna gelince, bu, bilimin doğrudan alanına
dahil olmayan çeşitli problemler (sosyal refah, milli savunma vs.) karşısında,
iddianın önemli, yararlı ve anlamlı olup olmayacağı sorusudur.250 Hiç kuşku yok ki,
eleştirel tartışma yapılırken bilimsel olanla olmayanın arasını tamamen ayırmak
mümkün olmayacaktır. Fakat bilimsel çalışmayı bilimdışı uygulamalardan ve
değerlendirmelerden uzak tutmak olanaksız olsa da, bilimsel eleştirilerde ve
tartışmalarda yapılması gereken işlerden biri, biriken değerlere engel olmak ve
özellikle de bilim dışı değerlendirmeleri, doğruluk sorgulamasının dışında tutmaktır.
Bunu sağlayacak tek şey de eleştiridir.251
247 Popper, a.g.e., s. 88. 248 Popper, a.g.e., s.88 249 Popper, a.g.e., s. 91. 250 Popper, a.g.e., s. 88. 251 Popper, a.g.e., s. 89.
56
Özetle söyleyecek olursak, eleştirellik, içinde üç önemli erdemi taşır.
Eleştirelliğin birinci erdemi, bilimin olgunlaşmasında yanlışlığa stratejik bir yer
vermesidir. Buna göre, en sağlam görünen iddialar bile, kuşkuya ve sorgulamaya
açık olmalıdır. Eleştirelliğin ikinci erdemi, ilgiyi kişisel kanıların değil,
toplumsallaşmış yöntemlerin, tartışmanın ve karşılıklı fikir alış verişinin
egemenliğine bırakmış olmasıdır. Eleştirelliğin üçüncü erdemi ise, belirsiz özlerin
araştırılması çabası yerine, bilişsel etkinliği, sorunların çözümüne yöneltmiş
olmasıdır. Yani bilim adamını nesneler üzerinde değil, sorunlar üzerinde çalışmaya
teşvik etmesidir.252
Popper için eleştirel akıl, yalnızca bilim açısından değil, etik açısından da
önemli bir ilkedir. Bu ilkeden hareketle Popper, yeni bir mesleki etik anlayışı inşa
eder. Bu yeni etiğin temelinde, epistemolojinin de temelinde bulunan üç önemli ilke;
“hata yapabilirlik ilkesi”, “akılcı tartışma ilkesi” ve “doğruya yaklaşma ilkesi” yer
alır.253 Popper’a göre, hem eski hem de yeni etik anlayışının altında doğruluk,
akılcılık ve entellektüel sorumluluk gibi ortak ilkeler yatar; ancak eski etik anlayışı
kişisel ve kesin bilgiye, dolayısıyla “otorite” anlayışına dayanırken; yeni anlayış,
nesnel ve hiçbir zaman kesin olmayan bilgi anlayışı üzerine kurulmuştur.254 O, yeni
mesleki etiği on iki ilkeyle özetler ki, bunlar, doğrudan eleştirel akılcılık için de
geçerlidir. Bunlar:
“1) Bilgimiz, tamamen tahmîndir, bu nedenle bilgi için otoritelerden söz
edilemez. Bu durum, özel alanlar için de geçerlidir.
2) Tüm hataların önüne geçmek mümkün değildir. Bu nedenle, bunun
yapılabileceğini iddia eden eski anlayış değiştirilmelidir, çünkü hatalıdır.
3) Kuşkusuz göre,vimiz, olabildiğince hatalardan sakınmak olacaktır. Ancak,
bunun zorluğu ve bugüne kadar tam anlamıyla başarılamadığı, göz önünde
bulundurulmalıdır.
252 Boudoin, Karl Popper,s. 57. 253 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı,s. 215. 254 Popper, a.g.e., 216.
57
4) Her kuramda gözden kaçan hatalar olabilir. Bilim adamının görevi, bu
hataları araştırmak olmalıdır.
5) Bu nedenle, hatalara karşı tutumumuzu değiştirmek zorundayız. Eski etik
anlayışının, hataları örtbas eden, saklayan ve unutturmaya çalışan tutumu
değiştirilmelidir.
6) Hatalarımızdan kaçınabilmek için, onlardan bir şeyler öğrenmek zorunda
olduğumuzun bilincine varmamız şarttır. Bu nedenle, yanlışları örtbas etmek,
entellektüel açıdan işlenen en büyük günahtır.
7) Bu bakımdan, hatalarımıza karşı sürekli tetikte bulunmalıyız.
8) Bu, zorunlu olarak öz eleştiri ve dürüstlüğü beraberinde getirir.
9) Hatalarımızdan bir şeyler öğrenmek zorunda olduğumuz için, hatalarımız
konusunda bizi uyaranlara minnet duymayı ve hatalarımızı kabul etmeyi
öğrenmeliyiz. Ayrıca, biz başkalarını hataları konusunda uyarırken, kendimizin de
benzer hatalara düşebileceğimizi göz önünde bulundurmalıyız.
10) Hataların bulunması ve düzetilmesi konusunda, diğer insanlara, özellikle
de farklı ortamlarda yetişmiş ve farklı düşüncelere sahip insanlara gereksinim
duyduğumuzu hiç unutmamalıyız.
11) Özeleştirinin en iyi eleştiri, başkaları tarafından eleştirilmenin de bir
gereklilik olduğunu öğrenmeliyiz.
12) Akılcı eleştiri, kişisel değil, özgül olmalıdır.”255
Yöntem açısından önemli bir yere sahip olan eleştirel akılcılıktan sonra artık,
Popper’ın bilimsel ölçüt anlayışını açıklamaya geçebiliriz.
255 Popper, a.g.e., s. 217 - 219.
58
3.2 Bilimsel Ölçüt
Popper’ın bilim anlayışı dikkatlice incelendiğinde, onun temel amacının,
bilimsellik için bir ölçüt bulmak olduğu kolayca anlaşılır. O, “Bir kuram ne zaman
bilimsel sayılmalıdır?” ve “Bir kuramın bilimsel sayılması için, bir ölçüt var mıdır?”
sorularına cevap aramaya ilk kez 1919 sonbaharında başladığını söyler. Ayrıca, o
sıralarda, ilgilendiği soruların ne “Bir kuram ne zaman doğrudur?”, ne de “Bir kuram
ne zaman kabul edilebilir?” soruları olmadığını da vurgular.256 Biraz önce de
belirttiğimiz gibi, onun asıl sorunu, bilim için geçerli bir ölçütün olup olmadığı
sorunudur. Popper’ı böyle bir ölçüt aramaya götüren ne olabilir? Bu sorunun cevabı,
Mantıkçı Pozitivizm olarak da adlandırılan Viyana Çevresi düşünürlerinin bilime
yaklaşımında ve bilimsel yöntem anlayışları altında yatmaktadır.
Mantıkçı Pozitivizm, kökleri 18. yüzyıla Aydınlanma’ya ve A. Comte’un
adıyla birleşen 19. yy hareketine geri gitmekle birlikte, mantık ve dile verdiği özel
önemle farklılaşan, 20. yy düşünce hareketinin adıdır.257 19. yüzyılda pozitivizmi
sistemli hale getiren Comte, entellektüel gelişimin üç haline dair kanunu, kendi
sistemine işlemiştir. İnsan zihninin teolojik merhaleden başlayarak, metafizik
merhale üzerinden geçerek, pozitif düşünüş çağına ulaşması sosyal dinamiğin ana
kanununu teşkil eder.258 Comte’un aklı öne çıkaran bu düşüncesini temel alan 20. yy
pozitivistlerinin başlıca temsilciliğini, özelde Herbert Feigl, Philipp Frank, Moritz
Sclick ve Rudolf Carnap; genelde ise Arne Naess, A.J. Ayer ve Ernst Nagel gibi
filozoflar yapar. Mantıkçı Pozitivizm akımı felsefi spekülasyona, özellikle Hegel’ci
metafiziğe bir tepkidir. Onlar, felsefi spekülasyonun bir bilimsel işlevi olmadığına
inanıyor ve bunun karşısına bilimsel deneyi çıkarıyorlardı. Onlara göre, Galileo ve
Newton’dan bu yana doğa bilimlerindeki sürekli gelişmeye karşılık, metafizikte
böyle bir gelişen görülmemiştir. Gelişen ve deneylerden yaralanan bilim olduğuna
göre, bilim ve metafizik arasında önemli bir fark olmalıdır. Bilimselliğin ölçütü
256 Popper, Conjectures and Refutations, s. 43 - 44. 257 Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s. 618. 258 Hans Freyer, İçtimai Nazariyeler Tarihi, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yay., Ankara, 1997, s. 52.
59
bulunarak bu fark ortaya çıkarılabilir ve gereksiz metafizik bilimden
uzaklaştırılabilir.259 Kısacası, Viyana Çevresi düşünürleri, bir sınır koyma ölçütü
arıyorlardı ve bu ölçütün de “doğrulanabilirlik” olduğunu düşünüyorlardı.
Doğrulanabilirlik ölçütüne göre, bir tümce ya da önerme, en azından ilke olarak
emprik yoldan doğrulanabilirse, anlamlı; aksi takdirde anlamsızdır.260
Doğrulanabilirliğe bağlı olarak Mantıkçı pozitivistler’in kullandığı bir diğer bilimsel
ölçüt “anlam analizi”dir. Onlara göre, dil, bir hesaplama sanatı ve anlam analizi
yöntemiyle, felsefi problemlerin, gerçekte, sözde problemler olduğu gösterilebilir;
bilimin temelleri ortaya çıkarılabilir.261 Temelini Wittgenstein’ın Tractatus’undan
alan bu görüşe göre, “düşüncenin sınırı dildir, bunun dışında kalan her şey
saçmadır”262, “dünya olguların toplamıdır”263, “doğruluk ya da yanlışlık, anlamın
gerçeklikle uyuşmasına bağlıdır”264 ve belki de en önemlisi “doğa bilimi tümcelerin
toplamından ibarettir.”265 Bunlara bağlı olarak, metafizik önermelerin gerçekte
karşılıkları olmadığı için, doğruluk ya da yanlışlıklarına deneyimden yararlanarak
karar verme imkânı bulunmadığı için metafiziksel önermeler boş ve anlamsızdır.266
Popper’ı yeni bir ölçüt aramaya götüren Mantıkçı pozitivistler’in bu
görüşleridir. O, Viyana Çevresi’nin görüşlerini eleştirirken, onların en önemli
hatalarının metafiziği anlamsız, saçma ve bütünüyle işe yaramaz kılacak bir ölçüt
aramaları olduğunu söyler. Çünkü Popper’a göre, böyle bir ölçüt yoktur, zira
metafizik önermeler tamamen anlamsız değil, tersine çoğunlukla bilimsel fikirlerin
öncüleridir. Popper’ın ikinci eleştirisi, anlamlılık-anlamsızlık ayrımına ilişkindir.
Ona göre, böyle bir ayrım sorunu saptırmaktan başka bir işe yaramaz. Çünkü Viyana
Çevresi’nin de teslim ettiği gibi, bu tür bir ayırt etme başka bir ölçütü gerekli
kılıyordu. Mantıkçı pozitivistler, bunun için, doğrulanabilirlik kriterini
benimsemişlerdi ki, bunun “gözlem önermeleri yoluyla doğrulanabirlik”le aynı şey
olduğunu varsayıyorlardı. Oysa Popper’a göre, bu, tümevarımı farklı bir şekilde dile
259 Hüseyin Bal, Bilginin Felsefesi ve Sosyolojik Boyutları, Fakülte Kitabevi Yay., Isparta, 2004, s.13. 260 Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s. 619. 261 Cevizci, a.g.e., s. 619. 262 Ludwig Wittgenstein, Tractatus, Yapı Kredi Yay., İstanbul, 2002, s. 9. 263 Wittgenstein, a.g.e., 13. 264 Wittgenstein, a.g.e., 25. 265 Wittgenstein, a.g.e., s. 58. 266 Cevizci, Felsefe Sözlüğü, s. 619.
60
getirmekten başka bir şey değildir. Ona göre, bilimsel araştırmanın yöntemi
tümevarım değil tümdengelimdir.267
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Popper’ın bilimsel ölçüt arayışı Mantıkçı
Pozitivistler’e karşı bir itirazdır. Viyana Çevresi’nin ölçüt konusundaki açmazını o,
“sınır koyma” sorunu olarak adlandırır ve bu sorunu çözmek için yeni bir ölçüt
geliştirir. Bu ölçütün temeli, eleştirel akılcılığa dayanmaktadır. Buna göre, Popper,
Viyana Çevresi’ne yönelttiği ilk itirazın kaynağı olan doğrulanabilirlik yerine
yanlışlanabilirliği; tümevarım yerine de tümdengelimi koyar. Bilimsel ölçüt
konusundaki bu ön bilgiden sonra, Popper’ın “sınır koyma sorunu”na nasıl
yaklaştığını daha ayrıntılı bir şekilde incelemeye geçebiliriz.
3.2.1 Sınır Koyma Sorunu
Popper, Bacon’dan beri tartışılan ve açıklığa kavuşturulamayan268, bilimsel
olanla- bilimsel olmayan (yalancı bilim, ya da fizikötesi) arasına bir sınır çizme
problemiyle ilk kez 1919’da uğraşmaya başladığını söyler. Şunu hemen belirtelim ki,
Popper’ın o sıralardaki sorunu, ne bir kuramın, doğruluğu ne de
kanıtlanabilirliğidir.269 Ona göre, bu sorun kısaca, emprik bilimi, hem matematik ve
mantık hem de fizikötesi dizgelerden ayıran ölçütlerin bulunması sorunudur.270
Popper, bu sorunun, Kant’ın “bilimsel bilginin sınırının ne olduğu” sorusuyla özdeş
olduğunu söyler271 ve bu sorunun, ilk olarak, Hume tarafından çözülmeye
çalışıldığını; ancak Kant tarafından epistemolojinin temeline oturtulduğunu da ekler.
Bu açıdan bakıldığında “tümevarım sorunu” “Hume sorunu” olarak algılanırsa, “sınır
koyma / ayırma” sorunu da “Kant sorunu” olarak adlandırılabilir.272 Popper’ı böyle
bir sınırlandırma ölçütü arayışına götüren, 1919’da ilgilendiği üç kuramdır. Bunlar
Marx’ın “tarih kuramı”, Adler’in “bireysel ruh bilimi” ve Freud’un “ruh çözümleme”
kuramlarıdır. Aynı dönemde, Popper’ın dikkatini çeken bir diğer kuram da
267 Popper, Bitmeyen Arayış, s. 110-111. 268 Popper, Conjectures and Refutations, s.344. 269 Popper, a.g.e., 44. 270 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 58. 271 Popper, a.g.e., s. 356. 272 Popper, a.g.e., s. 58.
61
Einstein’ın “görelilik kuramı”dır.273 Bu kuramlar üzerindeki çalışmaları sonucunda
Popper, ilk üçünün bilimden çok mitleri andırdığını274 ve bunların her şekilde
doğrulanabildiği sonucuna ulaşır.275 Einstein’ın kuramı ise, bunlardan farklıdır.
Çünkü Einstein’ın kuramı, diğer kuramların aksine doğrulanabilir değil,
yanlışlanabilir niteliktedir ve kuramı bu şekilde kuran bizzat Einstein’ın
kendisidir.276 Popper, buradan hareketle bilimsel olanla - olmayan arasındaki ayrımı
sağlayan doğrulanabilirlik kriterinin geçersizliği sonucuna ulaşır ve bunun yerine
yeni bir kriter koyma arayışı içine girer.
Bu süreçte Popper, Mantıkçı pozitivistler’in soruna yaklaşımlarını da şiddetle
eleştirir. Ona göre pozitivistler, sınır koyma sorununu “doğalcı” bir yaklaşımla
yorumlarlar: Sorunu, amaçlı bir saptama için değil, emprik bilim ve fizikötesi
arasında varolan farkı “doğal” kabul ederek ele alırlar. Onlar fizikötesinin, anlamsız
sözler, (Hume’un da söylediği gibi) “ateşe atılması gereken göz boyamalar, ya da
sihirler” olduğunu anlatmaya çalışırlar.277 Oysa Popper’a göre, bu, büyük bir
yanılgıdır. Çünkü sorun, esasında bir anlamlılık sorunu değil, bir sınır koyma
sorunudur.278 Anlamlılık konusunda Popper’ın eleştirdiği ilk isim Wittgenstein’dır.
Ona göre, Wittgenstein, Tractatus’unda tüm sözde felsefi, ya da metafiziksel
önermelerin, gerçekte önerme olmadıklarını ve dolayısıyla anlamsız olduklarını
göstermeye çalışmıştır. Wittgenstein için anlamlı önermeler temel önermelere
indirgenebilen ve doğrulanabilen önermelerdir.279 Popper, Wittgenstein’ın her
“anlamlı önerme”yi mantıksal olarak “temel tümceler”e indirgeme çabasının,
tümevarım ile aynı şey olduğunu ve bu yolla sınır koyma çabasının tümevarım
sorununu da başarısızlığa uğratacağını söyler. Ona göre, bu yaklaşım, fizikötesiyle
birlikte doğa bilimlerini de yok eder. Çünkü doğa yasaları da fizikötesi önermeler
gibi “temel tümceler”e indirgenemez. Wittgenstein’ın anlamlılık ölçütü tutarlı bir
şekilde uygulanırsa doğa yasaları da anlamsız olacaktır.280 Aslında Popper’ın
273 Popper, Conjectures and Refutations, s. 44. 274 Popper, a.g.e., s. 45. 275 Popper, a.g.e., 46. 276 Popper, a.g.e., 47. 277 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 59. 278 Popper, a.g.e., s. 355. 279 Popper, Conjectures and Refutations,s. 52. 280 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 60.
62
Wittgenstein’ı eleştirmesinin asıl nedeni, onun yönteminin fizikötesini tamamen
önemsiz ve boş bir alana çevirmesidir. Oysa, Popper’a göre, hemen hemen tüm
bilimsel kuramlar fizikötesinden, mitlerden doğar ve mitler bilimsel kuramlar için
önemli ön bilgiler sağlar.281 Bu nedenle, fizikötesi, hepten değersiz sayılamaz.
Bilimin ilerlemesini engelleyen bazı fizikötesi düşünce süreçlerinin yanı sıra, bilimin
gelişmesini sağlayan başka fizikötesi düşünce süreçlerinin de olduğu yadsınamaz ve
ruh bilimsel açıdan ele alındığında, bilimsel yönü olmayan, bir takım düşüncelere
olan inanç olmaksızın, bilimsel bir araştırma mümkün olamaz.282
Sınır koyma sorunuyla ilgili olarak, Popper’ın eleştirilerine maruz kalan bir
diğer isim Carnap’tır. Popper, bu sorunun üzerinde bu kadar durmasının nedeninin
Carnap’ın bilim ve metafizik (aynı zamanda anlamlılık ve anlamsızlık) arasındaki
sınırlandırma ölçütünün hatalı olduğunu göstermek olduğunu söyler.283 Onun,
Carnap’a yaptığı eleştirilerin çıkış noktası, Wittgenstein’a yaptığı eleştirilerle
aynıdır; yani dilin bilim üzerindeki fonksiyonu ve metafiziğin konumu. Carnap’a
göre, bilim mantığının amacı “bilimsel dilin biçimini” araştırmaktır. Bu mantık
“nesneleri” değil sözcükleri; “durumları” değil önermeleri konu edinir. Carnap, kesin
doğru olan biçimsel anlatımı, alışılagelmiş içeriksel anlatım biçimiyle karşılaştırır.
Belirsizliklerden kaçınmak istendiğinde, içeriksel anlatım yerine biçimsel anlatım
kullanılmalıdır. Bu yaklaşım, Carnap’ı bilim mantığında, önermelerin “durumlar” ya
da “yaşantılar”la değil, diğer önermelerle karşılaştırılarak denendikleri sonucuna
götürür.284 Bu görüşe göre, bilimde yaşantılar ya da olgular değil, yaşantıyı
betimleyen tümceler -ki bunlara “tutanaklar” adı verilir- vardır.285 Tutanaklar
“gerçek durumlar”a dayanır ve dolaysız yaşantı içeriklerini yani algılanabilen en
basit durumları betimler.286 Carnap’a göre, emprik bilim bu tutanaklara dayanır ve
bunlar tek başlarına başka önermeleri geçersiz kılabilecek “çürütülemez”
önermelerdir.287 Oysa, Popper’a göre, daha önce de belirttiğimiz üzere, bu tür
çürütülemez önermelerin varlığı mümkün değildir; bu tür önermeler var olsa bile,
281 Popper, Conjectures and Refutations, s. 51. 282 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 62. 283 Popper, Conjectures and Refutations, s. 341. 284 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 119-120. 285 Popper, a.g.e., s. 119. 286 Popper, a.g.e., s. 120. 287 Popper, a.g.e., s. 121.
63
bunlar bilimselliğin ölçütü olamaz. Popper’a göre, bilimselliğin ölçütü şudur: “Bir
kuram, ancak ve ancak eğer olası deneyimlerle çelişiyorsa, yanlışlanabiliyorsa
deneysel bilim kapsamındadır.”288 Kısacası, Popper’ın ölçütü Carnap’ınkinin tam
tersi yönde işlemektedir. Popper’ın sınır koyma sorununa yaklaşımını bu şekilde
özetledikten sonra, artık sorunun çözümüne ilişkin ölçüt önerisine, yani
yanlışlanabilirliğe geçebiliriz.
A) Yanlışlanabilirlik
Popper’ın bilimsel ölçütü olan yanlışlanabilirlik, temelini Popper’ın bilim
anlayışı ve eleştirel akılcılık yönteminden alan bir kavramdır. Daha önce de
belirttiğimiz gibi, Popper için bilim, “yanlışların elenmesi”nden başka bir şey
değildir. Bunun gerçekleşebilmesi de ancak eleştirel tutumun bilime hâkim olması ile
mümkün olabilecektir. Popper, yanlışlama yönteminin, bilimin tanımı ve eleştirel
tutumdan zorunlu olarak çıktığını söylerken, bunun karşısında da “doğrulama”
yöntemi olduğunu söyler. Doğrulamanın temeli de, dogmatik tutuma dayanır.
Dogmatik tutum, doğrulama işlemini gerçekleştirmek için çürütme ve yanlışlamaları
sürekli göz ardı eder. Böylece, doğrulamacı yaklaşım ve dogmatik tutum yalancı-
bilimin (fizikötesinin) yöntemi ile özdeşleşirken; eleştirel tutum ve yanlışlanabilirlik,
bilimsel tutumla özdeşleşir.289 Buradan hareketle, Popper’ın bilimsel ölçütünün,
doğrulamacı yaklaşımı benimseyen uzlaşımcılara bir karşı koyuş olduğu söylenebilir.
Popper’ın yönteme ilişkin açıklamaları incelendiğinde, onun yöntem anlayışını
uzlaşımcılara ve pozitivistlere yönelttiği eleştiriler üzerine inşa ettiği kolayca fark
edilecektir.
Popper, eleştirilerine, uzlaşımcıların doğa yasaları, yalınlık ve bilim gibi
kavramlara yüklediği anlamlar üzerinde durarak başlar. Ona göre, uzlaşımcı
felsefenin çıkışını sağlayan şey, dünyanın doğa yasalarında kendini gösteren
inanılmaz yalınlığına duyulan meraktır. Onlara göre, yalınlık, doğayı etkileyen (ve
böylece doğayı yalınlaştıran) akılcı yasaların bir ifadesi değildir. Çünkü yalın olan
doğa değil, sadece doğa yasalarıdır; bunlar ise insanoğlunun özgür yaratıcılığı,
288 Popper, Hayat Problem Çözmektir, s. 31. 289 Popper, Conjectures and Refutations, s. 66.
64
buluşları ve kararlarıdır. Uzlaşımcılara göre, doğa yasaları salt kavramsal bir
yapıdadır. Bu yapıyı belirleyen dünyanın yasaları değil, yapay, insanlar tarafından
oluşturulmuş kavramlar dünyasının özellikleridir; örtük tanımlandığında, bizim
doğaya yüklediğimiz yasalardır. Bilim de, yalnızca bu dünyadan söz eder. Bu bakış
açısıyla ele alındığında, doğa yasaları yanlışlanamaz. Bir dizgeyi sarstığı sanılan her
yanlışlama ve çelişki uzlaşımcıya göre, dizgeyi açıklamaya çalışanların yaptıkları
hatalardan kaynaklanır. Bu yüzden her çelişki, yardımcı varsayımlara (Popper bu
varsayımlara “ad hoc” varsayımlar adını verir) 290 başvurarak ya da ölçme aracında
düzeltmeler yaparak giderilebilir.291 Popper, uzlaşımcıların bu tutumundan uzak
durmanın şart olduğunu söyler ve kesin olarak onların yöntemlerine başvurulmaması
gerektiğini de ekler. Bunun için karşıt bir ölçüt geliştirilmesini ve dizgede uzlaşımcı
bir eğilim görülmesi durumunda, söz konusu dizgenin yeniden denenmesini ve
gerektiğinde dizgenin kesinlikle reddedilmesi gerektiğini söyler. Yardımcı
varsayımlar ile ilgili olarak da “yanlışlanabilirlik” ihtimalini azaltan değil, tersine,
yalnızca artıran yardımcı varsayımların kabul edilebilir olduğunu belirtir.292
Popper’ın uzlaşımcılara ilişkin görüşlerini ve eleştirilerini bu şekilde dile
getirdikten sonra, onun “yanlışlanabilirlik”ten ne anladığını tartışmaya ve bu
yöntemin nasıl işlediğini açıklamaya geçebiliriz. Bunu yaparken, öncelikle,
Popper’ın konuya ilişkin kavramlara yüklediği anlamlar ve bu kavramlar arasındaki
farklara dikkat çekmek yerinde olacaktır. Konuya ilişkin olarak, üzerinde durulması
gereken iki önemli kavram “yanlışlama” ve “yanlışlanabilirlik”tir. Popper, bu iki
kavram arasında ayrım yapmanın zorunluluğuna dikkat çeker. O, yanlışlanabilirliği,
salt önerme dizgelerinin emprik özelliklerinin ölçütü olarak ele alır ve dizgenin ne
zaman yanlışlanabilir kabul edilebileceği, konulan kurallarla belirlenmelidir, der.
Temel önermelerle çelişen bir kuramı ise, “yanlışlanmış” olarak nitelendirir. Ancak
yanlışlanmanın bir kez olmasını bilim açısından yeterli görmez. Ona göre, birkaç
temel önermenin kuramla çelişmesi, kuramın yanlışlanmış olduğu anlamına gelmez.
Ancak kuramı çürüten bir etki bulunduğunda, başka bir deyişle, kuramla çelişme
halinde olan, evrensellik düzeyi düşük emprik bir varsayım öne sürüldüğünde,
290 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s.66. 291 Popper, a.g.e., s. 102 - 103. 292 Popper, a.g.e., s. 105.
65
kuramın yanlışlandığı söylenebilir. Popper, buna “yanlışlayan varsayım” adını
verir.293 Biraz daha açık ifade edecek olursak, Popper’a göre, bir kuram, akla
gelebilecek bütün temel önermelerin kümesini açık bir şekilde, boş olmayan iki alt
kümeye ayırdığında, o kuram “emprik” ya da “yanlışlanabilir” demektir.
Altkümelerin birinde kuram, temel önermelerle çelişme durumunda olup, onları
“yasaklar” –bu tür önermelerden oluşmuş kümeyi Popper, kuramın yanlışlanabilme
olanağını sağlayan küme olarak adlandırır- diğer alt kümede ise kuram, temel
önermelerle çelişme durumunda olmayıp, onlara “izin verir”. Özetle, kuramın
yanlışlanabilme olanağını veren küme boş değilse o kuram yanlışlanabilir.294
Popper’ın yanlışlanabilirliği açıklarken üzerinde durduğu diğer iki kavram
“olay” ve “olgu” kavramlarıdır. O, olay kavramını, eşdeğer iki (özel) önermenin
birlikte ve aynı anda ortaya çıkması olarak anlar. Olgu ise, tipik ve evrensel olanın ne
olduğunu, evrensel kavramlarla neyin betimlenebileceğini ortaya koymak için
kullanılır. Buna göre, olgu şu şekilde tanımlanabilir: Bir P olgusu bütün Pk, Pl, …
olaylarının kümesidir, aralarındaki ayrım yalnızca bireysel kavramların
farklılıklarından kaynaklanmaktadır. Buna göre, örneğin, “buraya az önce bir bardak
su döküldü” önermesinin “bir bardak suyun dökülmesi” olgusunun bir elemanı
olduğu söylenebilir.295 Buradan hareketle, yanlışlanabilen bir kuramın, yalnızca tek
bir olayı değil, aynı zamanda, en azından tek bir olguyu da yasaklaması gerekir.
Yasaklanmış temel önermeler kümesi, yani kuramın yanlışlanma olanağını sağlayan
küme, sınırsız birçok temel önermeyi kapsar. Çünkü kuram, küme boş olmadığı
durumda hiçbir bireysel kavrama dayanmaz. Tek tip bir olguya ait özel (temel)
önermeler, “tek tip” önermeler olarak nitelendirilebilir. Böylece, bir kuramın
yanlışlanabilme olanağını sağlayan, boş olmayan her küme, tek tip temel
önermelerden oluşan (boş olmayan) bir kümeyi kapsar.296
Yanlışlanabilirliğin açıklanmasında üzerinde durulması gereken bir diğer
önemli konu, yanlışlanabilirlik ve olasılık arasındaki ilişkidir. Bu ilişki
293 Popper, a.g.e., s. 109 - 110. 294 Popper, a.g.e., s. 109. 295 Popper, a.g.e., s. 112-113. 296 Popper, a.g.e., s. 113.
66
yanlışlanabilirlik dereceleriyle yakından ilişkilidir. Popper’a göre, kuramlar “daha
katı”, ya da “daha az katı” bir şekilde denenebilir; “daha kolay”, ya da “daha az
kolay” yanlışlanabilir. Yanlışlanabilirlik derecelerinin karşılaştırılması, yanlışlama
olanağı sağlayan önerme kümelerinin karşılaştırılmasına dayanır. Buna göre, bir
kuram, ancak kendisine ait yasaklanmış temel önermelerden oluşan, en az bir tek tip
küme, yani yanlışlama olanağı sağlayan boş küme, olduğunda yanlışlanabilir.
Popper, bu durumun daha iyi anlaşılması için, olası tüm önermeler kümesinin bir
daire, olguların ise dairenin yarıçapı boyunca sıralanmış olarak düşünülmesini önerir.
Buna göre, en az bir yarıçap, daha doğrusu en az tek bir dar kesit –kesitin sonlu eni,
olgunun “gözlemlenebilirliğini” göstermektedir- kuram yardımıyla yasaklanmış
olmalıdır. Bu şekilde, farklı kuramların yanlışlanma olanaklarını, farklı enlerdeki
kesitlerle gösterebiliriz; yani kesitin enine göre, bir kuramın daha fazla, başka bir
kuramın daha az yanlışlanma olanağı olur. Yanlışlama olanağı kümesi “daha büyük”
olan kuramın, diğer kuramlara oranla, olası deneyimlerle daha fazla çürütülebilir
olduğunu söyleyebiliriz. Bu kuram, artık “en yüksek derecede yanlışlanabilir” bir
kuramdır. Bu da kuramın deneyim dünyası hakkında diğer kurama göre, daha fazla
şey söylediği anlamına gelir, çünkü kuram, temel önermelerden oluşan daha büyük
bir kümeyi yasaklamış olmaktadır. Buna dayanarak, bir kuramın emprik içeriğinin,
kuramın yanlışlanabilirlik derecesiyle arttığını söyleyebiliriz.297
Bu durumun, “olasılık”la ilişkisine gelince, bu ilişki şu şekilde ifade edilebilir:
“Yanlışlanabilirlik açısından iki önerme karşılaştırılabilseydi, yanlışlanabilirlik
derecesi daha az olan önermenin, mantıksal biçimi nedeniyle “daha fazla olasılık”
taşıdığı sonucuna ulaşılırdı ki, bu olasılık mantıksal olasılıktır. Mantıksal olasılık, bir
önermenin yanlışlanabilirlik derecesiyle ters orantılıdır. Başka bir deyişle, önermenin
yanlışlanabilirlik derecesi azaldıkça, olasılık artar: “0” değerindeki yanlışlanabilirlik
derecesinin karşılığı “1” değerindeki mantıksal olasılığa denktir, ya da tam tersi.
Daha iyi denenebilen önerme, “mantıksal açıdan olasılığı fazla olmayan” önermedir.
Buna karşın, iyi bir biçimde denenemeyen bir önerme “mantıksal açıdan olasılığı
daha fazla olan” bir önermedir.298
297 Popper, a.g.e., s. 138-139. 298 Popper, a.g.e., s. 145.
67
Popper’ın yanlışlanabilirlik derecelerini tespit ederken kullandığı yöntem,
deneme-yanılma yöntemidir. Ona göre, deneme yanılma yöntemi, organizmaların
kullandığı üç aşamalı biyolojik evrim şemasıyla; yani problem, çözüm denemeleri ve
ortadan kaldırma süreçlerinin bilime uygulanışıyla yakından ilişkilidir. Buna göre,
şema bilimde şu şekilde işler: Öncelikle, ilk aşamada, çözüm bekleyen bir problem
vardır. Bu problemin çözümü için, deneme amaçlı, çeşitli kuramlar oluşturulur.
Çeşitli denemeler ve eleştirel tartışma yöntemiyle, ortaya atılan kuram ışığında,
problem, çözüme ulaştırılmaya çalışılır. Çözüm denemeleri sırasında ortaya atılan
kuramlar, farkında olmadan, yeni problemlerin doğmasına da neden olur. Süreç, bu
şekilde devam eder.299 Buradan hareketle, bilimin, özünde dinamik bir yapıya sahip
ve sonu olmayan bir faaliyet olduğu söylenebilir. Bilime bu özelliğini kazandıran,
eleştirel tartışmadır.
Çözüm denemelerini eleştiriye açarak, problemi ortadan kaldırmak için,
elimizden geleni yapar ve kuramların yanlış taraflarını bulmaya çalışırız. Popper’a
göre, bilimsel kuram için belirleyici olan bu “yanlışları arama” faaliyetidir ve bu
yöntemin oluşmasında en önemli isim Einstein’dır. Popper, aynı evrimsel şemayı
kullanan bir organizma ile Einstein arasındaki farkı da bu “yanlışlama” tavrıyla
açıklar. Ona göre, organizma problemin çözümünde yanlışlamalardan kaçınırken;
Einstein, kuramını yanlışlayacak şartları bizzat kendisi araştırmıştır. İşte onun bu
tavrı, yani kuramını yanlışlamaya çalışması, bilimsel yaklaşımı bilim öncesi
yaklaşımdan ayıran en önemli ölçütü ortaya çıkarmıştır.300 Bu tavrın kabul
edilmesinin temelindeki düşünce de, tüm kuramların “geçici” oluşudur. Popper’a
göre, tüm kuramlar geçicidir301, varsayımlıdır ve tümü reddedilebilir.302 Başka bir
deyişle, tüm kuramlar tahmin ve çürütmelerden ibarettir.303 Bu nedenle, bilimde
kesinlik yoktur. Doğruya ulaşmaktan ziyade, doğruluğa yaklaşma fikri vardır. Bu
fikir, doğrudan rekabet halindeki kuramların, eleştirel tartışmaya tâbi tutulmasıyla
alâkalıdır.
299 Popper, Hayat Problem Çözmektir, s. 28. 300 Popper, a.g.e., s. 24-25. 301 Popper, Conjectures and Refutations, s.72. 302 Popper, Objective Knowledge, s. 29. 303 Popper, Conjectures and Refutations, s.60.
68
Eleştirel tartışmayı düzenleyen üç önemli fikir vardır. Bunlardan ilki, doğruluk
fikridir. Bilimin amacı, doğruya mümkün olabildiğince çok yaklaşmaktır. İkincisi,
kuramın kapsamıdır.304 Buna göre, bir kuram ne kadar çok şeyi yasaklarsa,
“deneyim” dünyası hakkında o kadar çok şey bildirir.305 Üçüncüsü, kuramın
cesaretidir ve kuramın kapsamının büyüklüğünü ifade eder. Buna göre, bir kuramla
ne kadar çok şey iddia ediyorsak, kuramın yanlış çıkma riski de o kadar büyüktür.306
Kuramın cesareti hem emprik içeriği hem de mantıksal içeriği ile yakından
ilişkilidir. Kısaca tanımlayacak olursak bir önermenin emprik içeriği, ona,
yanlışlanma olanağı sağlayan kümedir.307 Bir önermenin ya da kuramın emprik
içeriği, o kuram tarafından yasaklanan deneysel önermeler kümesi, yani kuramla
çelişki içinde bulunan deneysel önermeler kümesidir. Basit bir örnekle
somutlaştıracak olursak, “ak karga yoktur” kuramı, “bu ak bir kargadır” önermesiyle
çelişki içindedir. Yani ak kargaların varlığını yasaklamaktadır. “Bütün kargalar
karadır” kuramı, çok daha geniş bir deneysel kapsama sahiptir. Sadece ak kargaları
değil, mavi, yeşil, kırmızı kargaları da yasaklar ve bu durumda yasaklanmış
önermeler sınıfı çok daha büyüktür. Bir kuramla çelişki içinde bulunan deneysel bir
önerme, ya da bir gözlem önermesi, ilgili kuramın bir yanlışlama olasılığı, ya da
kuramın potansiyel yanlışlayıcısı olarak tanımlanabilir: Bir yanlışlama olasılığı,
gerçekten gözlendiği zaman, kuram deneysel olarak yanlışlanmış demektir.308
Mantıksal içeriğe gelince, onu, ileri sürülen önermeden türetilen ve birbirinden farklı
olan tüm önermeler kümesi,309 ya da ilgili önermeden mantıksal olarak
çıkarılabilecek çözümler kümesi olarak tanımlayabiliriz.310 Bir kurama “cesur”
diyebilmemiz için, hem emprik hem de mantıksal içeriğinin büyük olması şarttır.
Böyle cesur kuramlara örnek olarak, Newton veya Einstein’ın çekim kuramları,
kuantum kuramı ve genetik bilimi gösterilebilir.311
304 Popper, Hayat Problem Çözmektir, s. 34. 305 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 146. 306 Popper, Hayat Problem Çözmektir, s. 34. 307 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 146. 308 Popper, Hayat Problem Çözmektir, s. 35. 309 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 146. 310 Popper, Hayat Problem Çözmektir, s. 35. 311 Popper, a.g.e., s.34 - 35.
69
Buraya kadar yanlışlanabilirlik hakkında anlatılanlardan ve eleştirel akılcılık
yönteminden yola çıkılarak Popper, bilimsel yönteminin işleyişini şu şekilde özetler:
“a) Hareket noktası olarak belirlenen problemlerin çözümü için girişimlerde
bulunulur. Çözümler önerilir ve eleştirilir. Önerilen çözüm, nesnel eleştiriye açık
değilse, bilimsel değil diye, bir süre için dışarıda bırakılır.
b) Getirilen çözüm, nesnel eleştiriye açıksa, çürütülmeye çalışılır; çünkü
bilimsel eleştiri denilen şey, kuramı çürütme girişimidir.
c) Eğer öneri, getirdiğimiz eleştiriyle çürütüldüyse, başka bir çözüm getirilir.
d) Eğer getirilen çözüm önerisi eleştiri karşısında sağlam kaldıysa, geçici bir
süre için kabul edilir. Daha doğrusu o, daha fazla tartışılmaya ve eleştirilmeye değer
görülür.
e) Bu durumda, bilimsel yöntem, en katı eleştirilerle sınanan, geçici çözüm
önerileri bulma girişimidir. Eleştirilerle yönetilen deneme-yanılma yöntemidir.”312
Bu şekilde özetlenebilecek Popper’ın bilimsel yönteminin, yaygın bilimsel
yöntemle arasındaki fark barizdir. Bu farkın ve Popper’ın mevcut yöntemi tersine
çeviren tavrının kabul edilmesi, hiç de kolay olmamış ve yanlışlanabilirlik yöntemi
yoğun eleştirilere maruz kalmıştır. Biz burada çok sık dile getirilen iki itiraz ve
Popper’ın bu itirazlara verdiği cevaplar üzerinde durarak konunun daha anlaşılır hale
gelmesini sağlamaya çalışacağız. Yanlışlanabilirliğe yöneltilen itirazların ilki,
“yanlışlama” kavramının fazla basit bulunmasıdır: Popper’a göre, bilim adamları
tahminlerde bulunurlar; daha sonra da bunları, gerçeklerle karşılaştırmak için
deneyler yaparlar ve bu şekilde varsayımı test edetler. Eğer tahmin yanlışsa,
varsayım yanlışlanmış olur. Fakat bir varsayımın yanlışlığı, ancak onun yerine başka
312 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 81-82.
70
varsayımlar ileri sürülerek kanıtlanabilir. Örneğin, bir demir çubuk üzerine sarılmış
tel içinden geçirilen elektrik akımını, bu çubuğu bir mıknatısa dönüştüreceği
varsayımını test ettiğimizi varsayalım; bu varsayımın öngörülen sonucu, akım
geçtiğinde çubuğun talaşları kendine çekeceğidir. Ancak bu deneyi yaptığımızda,
öngörülen sonucun ortaya çıkmadığını varsayalım. Bundan, derhal varsayımın yanlış
olduğu sonucuna mı ulaşılmalıdır? Şüphesiz, bu sorunun cevabı “hayır”dır. Olumsuz
sonuç, birçok biçimde açıklanabilir: Telin içinden akım geçmemiş olabilir, ya da
geçen akım yeterince güçlü olmayabilir, devrede bir kopukluk oluşmuş olabilir vs.
Burada ana konu şudur: Kesin konuşmak gerekirse, tek tek varsayımları bağımsız
olarak ne doğrulamak, ne da yanlışlamak mümkündür. Bilim adamları, deneysel bir
buluşu, belli bir varsayımın yanlış olması gerektiği yönünde yorumladıklarında,
bunu, bu tür imkanları yanlış teknikler, bozuk veriler, hatalı örnekler olarak dışarı
atabilecek veya tahminlerinin dayandığı, diğer kuramsal görüşlerin yanlışlığını
ortaya koyacak karmaşık bir varsayımlar bütününü ileri sürmüş oldukları için
yaparlar.313
Aslında, bu eleştiri Popper’ın yanlışlanabilirlik ölçütü açısından geçerli bir
eleştiri sayılamaz. Çünkü biz yanlışlanabilirliği açıklarken, onun tek bir gözlemden
yola çıkmadığını, yanlışlanabilirliğin, çeşitli kriterlere göre işleyen bir yöntem
olduğunu söyledik ve bu işleyişin kurallarını ayrıntılı bir şekilde ele aldık. Ayrıca, bu
eleştiriye cevaben Popper, istenirse tüm yanlışlamaların çeşitli bahaneler, ya da
hipotezler öne sürülerek reddedilebileceğini, yok sayılabileceğini, ya da kuramlara
tüm olası yanlışlamalara karşı “bağışıklık” kazandırılabileceğini söyler.314 Bu tür
kurtarıcı hipotezlere “ad hoc” hipotezler adını verir.315 Bu durumun en önemli
örneğini, Marx’ın tarih kuramının yorumlarında gördüğünü de söyler ve bunu
“geleneksel büküm (conventionalist twist)” veya “ geleneksel manevra
(conventionalist stratagem)” olarak isimlendirir.316 Popper’a göre, bu açıklamalar
kabul edilemez niteliktedir. Çünkü, bir kuramın temel niteliği yanlışlanabilirliğidir ve
313 Chris Horner – Emrys Westacott, Felsefe Aracılığıyla Düşünme, Phoenix Yay., Ankara, 2001, s. 125-126. 314 Popper, Objective Knowledge, s.30 .; Popper, Hayat Problem Çözmektir, s. 32. 315 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, 66. 316 Popper, Conjectures and Refutations, s. 49.
71
yanlışlanamayan kuramlar sonsuza kadar hipotezler, ya da tahminler olarak
kalırlar.317
Popper’a yöneltilen bir diğer eleştiri de, yanlışlanabilmeyi bilimsel olanı
olmayandan ayırma ölçütü olarak kullanmasıyla alakalıdır: Bazı kuramcılara göre,
eğer bu ölçüt ciddiye alınırsa en ünlü, yararlı ve herkes tarafından kabul edilen
ilkelerden bazıları bilimin tapınağından dışarı atılmak zorundadır. Örneğin,
Darwin’in ilkesini göz önüne alalım. Evrim süresince hayatta kalan türler çevrelerine
en iyi uyum göstermiş olanlarıdır. Popper’ın görüşüne göre, eğer bu varsayım
bilimsel güvenilirliğe sahip olacaksa, yanlışlanabilir olmalıdır. Ancak, onu
yanlışlamak için ne yapılabilir? Bunu yapmak için, çevresel bakımdan dezavantajlı
olmakla birlikte, hayatta kalan bir türe ilişkin deliller bulmak gerekir. Ancak onun
hayatta kalması, ilk bakışta, türün çevreye iyi uyum göstermiş olmasının bir delili
olarak alınabilir.- Darwin’in ilkesine bağlı birinin yapacağı yorum bu olacaktır-.
Burada mesele, söz konusu ilkenin, yani Darwin’in ilkesinin, tümüyle problemsiz
olması değildir. Konu, basit olarak Popper’ın ilkesinin çok katı ve kaba
olabilmesidir. Bu ilkenin, bilim dışı olarak nitelendireceği, ama bilimsel bilgi
sistemimizin tamamlayıcı bir parçası olan varsayımlar vardır.318
Bu itiraza gelince, buraya kadar anlattıklarımızdan, Popper’ın amacının tam da
bunu yapmak, yani bilimsel gibi görünen, ama özünde bilimsel olmayan kuramları
ayıklamaktır. Bu yüzden, bu itiraz daha başından geçersizdir. Ayrıca burada
hatırlatılması gereken bir diğer nokta, Popper’a göre, bir kuramın bilimsel
olmayışının onun anlamlılığını ve yararlılığını yok etmeyeceğidir. Nitekim Popper’a
göre, bilimin temeli, bu tür yararlı ama bilimsel olmayan tezlere dayanmaktadır.
Popper, genel olarak, yanlışlanabilirlik ilkesine gelen eleştirilerin tutarsız
olduğunu düşünür. Ona göre, yanlışlanabilirlik ilkesi, bilimin tarihçesini araştıranlar
için oldukça önemlidir; yanlışlamalar başta tartışmalı durumlar yaratmış olsalar da,
bilim açısından önemli bir işlev üstlenmişlerdir. Popper, bu işlevin yanlışlama
ilkesinin devrimci yapısına bağlı olduğunu söyler. Yanlışlama ilkesinin en temel 317 Popper, Bitmeyen Arayış, s. 109. 318 Chris Horner – Emrys Westacott, Felsefe Aracılığıyla Düşünme, s. 126.
72
özelliği, bu devrimci yapısıdır. O, bu durumu bilim tarihinden verdiği örneklerle
destekler. Bu örneklerin ilki, J.J. Thomson’un, (kendisi ve başkaları tarafından) yeni
bulunan elektronun atomun bir parçası olduğu görüşüdür; bu yaklaşım, bir zamanlar
atomun bölünmez olduğu şeklinde ileri sürülen kuramı yanlışlamış ve elektron çağını
başlatan bilimsel bir devrime yol açmıştır. İkinci örnek, Planck’ın kuantum
kuramıdır. Bu kuram, Wilhelm Wien’in enerji dağılımı yasasına değişiklik getirmek
amacıyla ortaya atılmıştır; çünkü bu yasa, Lummer ve Pringheim, Kurlbaum ve
Rubens tarafından artık çürütülmüştü. Üçüncü örnek, Rutherford’un, yine bilimsel
bir devrim niteliğindeki çekirdek atomu varsayımıdır. Bu varsayım, J.J.Thomsun’un
ortaya attığı atom modelinin Geiger ve Marsden’in yaptıkları bir deneyde
yanlışlanmış olduğu görüşünün bir sonucudur. Dördüncü örnek, Anderson’un
1935’te bulduğu “mezon”dur. Bu buluş, maddenin elektro manyetik kuramını
yanlışlamıştır. Bu kuram, neredeyse unutulmuştur ama Weyl, Eddington ve
Einstein’ın araştırmalarında önemli bir katkısı vardır. Son örnek ise, 1957 yılında
çürütülen “eşdeğerlilik kuramı”dır. Üçüncü ve beşinci örnek, yanlışlamanın önemi
açısından önemli yankılar uyandırmış ve bu yöntemin önemini göstermiştir.319
Böylece, Popper’ın bilimsel ölçütünün ve sınır koyma ölçütünün en önemli
unsuru olan yanlışlanabilirlik hakkında bu şekilde bilgi verdikten sonra, sınır koyma
ölçütünün ikinci unsuru olan ve yanlışlanabilirlik ölçütüyle birlikte işleyen
“denenebilirlik” i ele alabiliriz.
B) Denenebilirlik
Popper’ın sınır koyma sorunu ve bunun bir unsuru olan yanlışlanabilirlik
ölçütüne bağlı olarak, ele aldığı bir diğer ölçüt, “denenebilirlik”tir. Denenebilirlik,
bilimsel nesnellik, kuram oluşturma, varsayım vs. konularla da yakından ilişkilidir.
Denenebilirliğe ilişkin söylenebilecek ilk şey, bunun Popper için bilimselliğin
ölçütü olduğudur. O, bilimsel kuramları savunulabilir (doğrulanabilir) olarak değil
319 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 563-564.
73
denenebilir olarak kabul eder.320 Ona göre, yalnızca, olguların yasalara bağlı olarak
tekrarlandığı ya da yeniden oluşturulduğu yerde yapılan gözlemler herkes tarafından
denenebilir. Kendi gözlemlerimizi bile, yinelenen deneyler ya da gözlemlerle tekrar
denemeden ve gözlemlerimizin bir kerelik “rastlantısal bir ilişkilendirme”
olmadığına ikna olmadan, bilimsel olarak, ciddiye alamayız. Yalnızca yasalara
uygun olarak ortaya çıkması ve yeniden oluşturulabilmesi nedeniyle, ilke olarak,
“özneler arası denenebilir” ilişkilendirmeler, bilimsel bir önem taşımaktadır.321
Burada dikkat çekilmesi gereken önemli bir husus, Popper için, her önermenin
gerçekten denenmesi değil “denenebilir”lik özelliğine sahip olmasının, bilimselliğin
şartı olduğudur. Yani üzerinde yeterince düşünülmeden kabul edilen önermeler,
bilimde yer almamalıdır; çünkü bunların mantıksal nedenlerden dolayı denenmeleri
olanaksızdır.322 Popper, bilimselliğin ölçütü olarak sunduğu “özneler arası
denenebilirlik”le, denenecek önermelerden denenebilecek başka önermelerin
tümdengelimsel olarak türetilmesini anlar. Temel önermelerin de, özneler arası
denenebilir olmaları beklendiğinde, bilimde “mutlak en son önermeler”; yani
kendileri tarafından artık denenemeyen ve kendilerinden türetilmiş önermelerin
yanlışlamasıyla yanlışlanamayan önermeler olmayacaktır. O halde, buradan şöyle bir
sonuca ulaşılabilir: Kuramlardan evrenselliği az olan önermeler türetilerek, kuramlar
dizgesi denenir. Bu önermelerin de özneler arası denenebilir olmaları gerektiğinden,
kendi aralarında benzer şekilde denenebilmelidirler- bu deneme, sonsuza değin
sürer.323
Denenebilirliğin bir diğer belirgin özelliği, dereceleri oluşudur. Popper’a göre,
kuramlar daha katı, ya da daha az katı bir biçimde denenebilirler. Denenebilirliğin
nasıl olacağına dair verilecek karar kuramların seçiminde büyük önem taşır.324
Kuramın kaderini belirleyen ve onu diğer kuramlardan “daha iyi” ve “üstün” kılan
şey, kuramın denenebilirliğidir. Yani, rakip kuramlar arasında yapılan ayıklamalarda,
kendini daha iyi öne çıkaran, en katı biçimde sınanabilen ve o ana kadarki tüm katı
denemelere karşın hâlâ ayakta duran kuram, “iyi” kuramdır. Kuram, âdeta,
320 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 68. 321 Popper, a.g.e., s. 69. 322 Popper, a.g.e., s. 72. 323 Popper, a.g.e., s. 71. 324 Popper, a.g.e., s. 138.
74
uygulamalarla denenen ve uygulamasına bakarak yararlılığına karar verilen bir
araçtır.325 Buna bağlı olarak, bir kuramcının yapması gereken de, denemelerden
kendini korumuş olan kuramlardan en az olası olanı, yani en katı biçimde
denebilecek olan seçmektir. Ancak unutulmaması gereken, bu kuramın yalnızca
geçici bir süre için kabul edileceğidir. Bu da, yalnızca onun ileriki eleştiriler ve akla
gelebilecek en katı denemelere dayanabileceği düşünüldüğündendir. Böyle bir
tutumun en önemli sonucu, denemelerde kendini koruyan kuramın, bilinen en iyi ve
en katı sınanmış kuram olduğunu söyleyebilmektir.326
Popper için gerçek deneme, aslında çürütme girişimidir ve çürütmelere en fazla
dayanan kuram en güçlü kuramdır.327 Tasarlanabilir hiç bir olay tarafından
çürütülemeyen kuram, bilimsel değildir. Bir kuram için çürütülemezlik, zannedilenin
aksine, bir erdem değil, ama bir kusurdur. Bir kuramın her gerçek denemesi onun
yanlışlamasıdır. Denenebilirlik yanlışlanabilirliktir ve dereceleri vardır. Bazı
kuramlar, diğerlerine oranla, daha fazla denenebilir niteliktedir, yani çürütülmeye
daha açıktır ve daha fazla risk alırlar. Doğrulayıcı kanıtlar, kuramın gerçek bir
denemesinin sonucu olması dışında geçerli olamaz.328 Bu durumda, varsayımlar
doğru önermeler olarak değil, geçici tahminler olarak ele alınmalıdır.
Varsayımların bu karakteri bizi “sağlama” (confirm) ve “deneme” kavramları
arasındaki ilişkiye götürür. “Sağlama” bir varsayım değil, tersine kuramdan ya da
temel önermeden türetilebilen bir önermedir. Bu önerme, temel önermelerin kuramla
çelişmediğini ortaya koyar. Bunu da, kuramın denenebilirlik derecesi ışığında aynı
zamanda da, kuramın denemelerinin (belirli bir ânâ kadar), katı olup olmadığına
bakarak saptar. Bir kuram, denemelerden kendini koruduğu sürece, “sağlanmış”
olarak adlandırılır. Sağlamanın takdirini ( sağlanmışlık yargısını) belirleyecek olan
temel ilişkiler, bağdaştırılabilirlik ve bağdaştırılamazlıktır. Bağdaştırılamazlığı, bir
kuramın yanlışlanması olarak değerlendirirken; bağdaştırılabilirliği, kuramın olumlu
bir sağlanmışlık değeri şeklinde yorumlayamayız.
325 Popper, a.g.e., s. 133. 326 Popper, a.g.e, s. 500. 327 Popper, Conjectures and Refutations, s. 345. 328 Popper, a.g.e., s. 48.
75
Bir kuramın yanlışlanmadığı gerçeği, hemen olumlu anlamda sağlanmışlık
olarak düşünülemez; çünkü kabul edilen temel önermelerin oluşturduğu dizgeyle
bağdaşık olan sayısız kuram geliştirmek her zaman mümkündür. Bunun için kuram,
kabul edilmiş temel önermelerle bağdaşık olup, temel önermelerin bir alt kümesi,
kuramdan ve diğer temel önermelerden türetilebildiğinde, kurama sağlanmışlık
değeri yüklenmelidir. Ancak, bu da yeterli değildir. Popper, kuramların daha iyi, ya
da daha az iyi sağlanmış biçiminde nitelendirilmesini önerir; bu nedenle de, bir
kuramın sağlamışlık derecesini, sağlanmış durumların, türetilebilir ve kabul edilmiş
temel önermelerin sayısına bakarak belirleyemeyeceğimizi söyler. Çünkü, kuram
yardımıyla birçok temel önerme türetilmiş olabilir ve yine de bu kuram, daha az
temel önerme türetilen başka bir kuram kadar sağlanmış olmayabilir. Popper, buna
örnek olarak, iki varsayımı karşılaştırır: “Bütün kargalar siyahtır” ve “elektronun
yükü Millikan’ın saptadığı değerdedir”: Her ne kadar birinci önermeye benzer
varsayımlarda, onu destekleyen daha çok temel önerme kabul edilmiş olsa da,
Millikan’ın varsayımı daha iyi sağlanmış bir varsayımdır. O halde, sağlanmışlık
derecesinin belirlenmesinde önemli olan, sağlanmış durumların sayısı değil, daha çok
ilgili önermenin, karşı karşıya kalabileceği ve kaldığı denemenin katılığıdır. Bu da,
önermenin denenebilirlik derecesine bağlıdır. Buna göre, en üst derecede
yanlışlanabilen, daha yalın önerme, aynı zamanda en üst derecede sağlanabilen
önermedir.329
Popper, sınırlama sorunu içinde yanlışlanabilirliği ve denenebilirliği bu şekilde
izah ettikten sonra, bilimsel ölçüt açısından ikinci önemli soruna yani “tümevarım
sorunu”na çözüm aramaya geçer.
3.2.2 Tümevarım Sorunu
Genel olarak, zihnin “tikel”den “tümel”e gidiş yolu; bir bütünün parçalarına
dayanarak o bütün hakkında hüküm vermek330 olarak tanımlayabileceğimiz
tümevarım, deney ve gözleme dayanarak işleyen ve sıkça başvurulan bilimsel bir
yöntemdir. Ancak, geçmiş durumlara ilişkin sınırlı deneyimizden, her ikisi de, açıkça 329 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 301-302. 330 Necati Öner, Klasik Mantık, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yay.,Ankara, 1974, s. 163.
76
deneyimizin konusu olan şey hakkındaki tespitlerimizi aşan, geleceğe ilişkin kesin
genellemeler yapmamızı ve tahminlerde bulunmamızı haklı kılan nedir? İşte bu soru,
tümevarım sorununun kaynağıdır.331 Tümevarım sorunu, Popper’ın bilimsel bir ölçüt
bulabilmek için, sınır koyma sorunundan sonra ele alıp incelediği ve çözmeye
çalıştığı ikinci önemli sorundur.
O, bu soruna 1923 yılında ilgi duymaya başladığını söyler, aynı sorunun içinde
yer almalarına rağmen, sınır koyma sorunu ile tümevarım sorunu arasındaki ilişkiyi
beş yıl boyunca fark edemediğini de ekler.332 Bu soruna ağırlık vermesinin ise, sınır
koyma problemini çözdükten sonra olduğunu söyler.333 Popper, kendince sorunu
1927 yılında çözmüş, ancak görüşleri bu yıllarda ilgi çekmemiştir.334 Popper, bunu
müteakip, 1933 ve 1934’te de sorunun çözümüne ilişkin önerilerini yayınlamıştır.335
Popper’ın tümevarım sorununa yaklaşımı, kendisinin “zihnin kova kuramı”
adını verdiği ve “zihnimizde duyumlarımızdan geçmemiş hiçbir şey yoktur” cümlesi
ile ifade edilebilecek kurama yaptığı eleştirilere dayanır.336 Biraz daha açık
tanımlayacak olursak, bu kurama göre, bilgi, duyumlarımız aracılığıyla oluşur;
yanılgıların temelinde ise, duyu verilerinin karıştırılması, ya da bunlar arasındaki
çağrışımlar yatar. Bu nedenle, bilgi edinme sürecindeki yanılgıları ortadan
kaldırmanın yolu, bu süreçte tamamen alıcı ve edilgen olmak ve sürece müdahale
etmemektir.337 Popper, bu kuramın yerine, Kant’ın bilgi kuramını benimser. Ona
göre, bilgi, duyumlar tarafından toplanıp zihinde biriktirilen bir veri yığınından ibaret
değil, aksine zihnimizin çok geniş çaptaki etkinliğinin bir sonucudur.338
Popper’a göre, tümevarım sorununun temeli, Aristoteles’in bilgi anlayışına
dayanır. Aristo, kesin bilgiye ulaşılabileceğini savunan bir filozoftur. Bilginin
kesinliğini kanıtlamak için de tümevarımı yani örneklerden öze ulaşma yöntemini
331 Chris Horner – Emrys Westacott, Felsefe Aracılığıyla Düşünme, s. 109. 332 Popper, Conjectures and Refutations, s. 64. 333 Popper, Objective Knowledge, s. 29. 334 Popper, a.g.e., s.1. 335 Popper, a.g.e., s. 3. 336 Popper, a.g.e., s. 3. 337 Popper, Açık Toplum ve Düşmanları II, s. 222. 338 Popper, a.g.e., s. 222.
77
kullanmıştır.339 Popper’a göre, Aristoteles’i bu kurama götüren, Platon’dan
devraldığı “özcülük”tür; yani her nesnenin bir özü, bir iç görünümü, ya da doğası
olduğu ve bunların nesne içindeki en önemli, bilinmeye değer, nesneyi nesne yapan
ve bilgiye ulaştırabilen tüm özellikleri taşıdığı düşüncesidir. Bu yaklaşımı
benimseyen Aristo, Platon’un idea öğretisinden etkilenmiş, ama kendisi aslında
Sokrates’ten etkilendiğini yazmıştır.340 Popper’a göre, Aristoteles’in bu tavrı, hiçbir
şey bilmediğini bilen ve bunu itiraf eden Sokrates’e atılmış bir iftiradır.341
Popper, tümevarımsal çıkarım ya da tümevarım çıkarımından, örneğin
gözlemler, deneyler vb.ni tanımlayan özel önermelerden evrensel önermelere, yani
varsayımlara ve kuramlara varılmasını anlar. Ancak ona göre, ne kadar çok olursa
olsun, varılan evrensel önermelerin doğruluğunu kanıtlamak mümkün değildir. Böyle
bir çıkarım her zaman yanlış olabilecektir.342 Tümevarımı bu şekilde özetleyen
Popper, tümevarım sorununu da, tümevarımsal çıkarımların yerinde olup olmadığı ve
ne zaman yerinde olacağı sorusu ile özetler.343 Bilimin başarısı bu yönteme
bağlıymış gibi düşünülse de, Popper için, hiçbir kural, hiçbir zaman bir genellemenin
doğru olduğunun güvencesini vermez -bu gözlemler sıklıkla yinelenseler bile- ve
bilimin başarısı, tümevarım kuralları üzerine dayanmaz. Bilimsel başarı, daha çok,
şansa, dehaya ve eleştirel akıl yürütme kurallarına dayanır.344
Popper, geleneksel tümevarım sorununun üç temel sorusu olduğunu söyler.
Bunlardan ilki, “tümevarım (Hume’a rağmen) nasıl temellendirilir?”; ikincisi, “bir
tümevarım ilkesi nasıl temellendirilebilir?”; üçüncüsü ise, “insan, ‘gelecek geçmiş
gibi olacaktır’, ya da ‘doğanın tekdüzeliği ilkesi’ gibi bir tümevarım ilkesini nasıl
temellendirebilir?”dir.345
Daha önce de belirttiğimiz gibi Popper’a göre, tümevarım sorunu “Hume
sorunu”dur. Bu nedenle Popper, tümevarım sorununu ele alırken, Hume’un konuya
339 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 594. 340 Popper, a.g.e., s. 595. 341 Popper, a.g.e., s.595. 342 Popper, a.g.e., s. 51. 343 Popper, a.g.e., s.52. 344 Popper, Conjectures and Refutations, s. 70. 345 Popper, Objective Knowledge, s. 27.
78
ilişkin görüşlerini ayrıntılı bir şekilde ele alır ve eleştirir. Popper, tümevarım
sorununa Hume yoluyla yaklaştığını ve tümevarımın mantıksal olarak geçerli
olamayacağını söyleyen Hume’un çok isabetli bir tespit yaptığını söyler.346 Hume’a
göre, nesnelerin sık, ya da değişmez birlikteliğinin gözleminden sonra bile, herhangi
bir nesne üzerine deneyimlerini edinmiş olduklarımızın ötesinde herhangi bir
çıkarsamada bulunmak için, herhangi bir nedenimiz yoktur. Deneyime başvurarak
tümevarımı geçerli kılma çabası, sonsuz geri gitmelere yol açar. Sonuç olarak
denilebilir ki, kuramlar hiçbir zaman gözlem bildirimlerinden çıkarsanamaz ya da
onlar tarafından akli olarak geçerli kılınamaz.347 Popper, Hume’un bu görüşünü
“Hume’un mantıkla ilgili sorunu” olarak adlandırır. Buna göre, “tecrübe ettiğimiz
durumların sonuçlarını tecrübe etmediğimiz durumlara aktarmakta haklı mıyız?”
sorusuna Hume’un verdiği cevap, ne kadar çok tekrar edilmiş olursa olsun,
“hayır”dır.348 Popper, bunun dışında Hume’un tümevarıma ilişkin bir sorun daha
ortaya koyduğunu söyler. Hume’un psikoloji ile ilgili olan bu sorunu, aklı başında
insanların deneyimini edinmiş oldukları durumların, deneyimini edinmediğimiz
durumlara da uyacağını beklemeleri, buna inanmalarıdır.349 Popper, Hume’un bu
sorunlara yaklaşım şekliyle, gelmiş geçmiş en akıllı zihinlerden biri, bir kuşkucu,
ama aynı zamanda inanan, irrasyonel bilgi kuramına inanan biri haline geldiğini
söyler.350 Russell’ın ifadesiyle “Hume’un felsefesi, XVII. yüzyıl akılcılığının iflasını
gösterir.351
Hume’un tümevarımla ilgili mantık sorununa yaklaşımını sonuna kadar
destekleyen Popper, onun psikoloji ile ilgili sorunun çözümüne ilişkin düşüncelerinin
kendisini tatmin etmediğini söyler. Ona göre, Hume’un kuramı felsefi olmaktan çok,
psikolojik bir kuramdır. Çünkü Hume, psikolojik bir olgunun –kurallılıkları
beklememizin, ya da sürekli olarak birlikte bulunan bazı olaylar bulunduğunu
söyleyen ifadeleri kabul etmemizin, bir başka deyişle, yasalara inanma olgusunun –
“alışkanlık”a bağlı olduğunu söyleyerek, sorunun nedensel bir açıklamasını vermeye
346 Popper, Conjectures and Refutations, 55. 347 Popper, a.g.e., s.55. 348 Popper, Objective Knowledge, s. 4. 349 Popper, a.g.e, s. 4. 350 Popper, a.g.e., s.4. 351 Popper, a.g.e., s. 5.
79
çalışmıştır. Fakat bu açıklama, doyurucu değildir; çünkü “psikolojik olgu denen
şeyin kendisi de bir alışkanlık, yani yasalara, ya da kurallılıklara inanma alışkanlığı,
olarak betimlenebilir. Popper’a göre, böyle bir alışkanlığın alışkanlığa bağlı olarak
açıklanması ne şaşırtıcı, ne de aydınlatıcıdır. Kısacası, başka alışkanlıklar gibi,
yasalara inanma alışkanlığı da sık yinelemenin, belli bir türden şeylerin sürekli
olarak başka türden şeyler ile birlikte oldukları üzerine yinelenen gözlemin,
ürünüdür.352 Popper’a göre, Hume’un bu kuramı popüler olmasına rağmen,
zannedilenin aksine, devrimci bir yapıda değildir ve mantıksal zeminde
çürütülebilir.353
Popper, Hume’un psikolojik kuramının en az üç ayrı şeyde yanıldığını söyler.
Bu yanılgıların ilki, piyanoda güç bir pasajı tekrarlamak gibi, yinelemenin tipik
sonucu olarak, ilkin dikkat gerektiren işlerin bir süre sonra dikkat olmaksızın yerine
getirilmesidir. Bu durum, öğrenme sürecini kısaltır; bilinçliliğe son verdiği için
süreç, bir süre sonra psikolojik bir süreç haline gelir. Bisiklete binme örneğinde
olduğu gibi; eğer direksiyonu düşme tehlikesi yaşadığımız tarafa kırarsak devrilmeyi
engelleriz. Bir süre sonra, bu kuralı unutsak bile, böyle bir durumla karşılaştığımızda,
aynı işlemi farkında olmadan tekrarlayabiliriz. İkincisi, Hume’un alışkanlıkların
tekrarlamalar yoluyla öğrenildiği düşüncesidir ki, Popper, bunu reddeder. Konuşma,
belli saatlerde beslenme, yürüme gibi alışkanlıklar yinelemelerden önce başlar.
Bunların tekrarlamalardan sonra, “alışkanlık” olarak adlandırıldığını söylesek de
bunların kökeni, yinelemelerin öncesine dayanır. Üçüncüsü, tek bir çarpıcı gözlemin
bile bir inanç ya da beklenti yaratmak için yeterli oluşudur. Hume bunun, yaşamın ilk
yıllarında yapılan uzun tekrarlar sonucunda oluşmuş bir tümevarım alışkanlığı
olduğuna inanır. Popper, Hume’u bu konuda çürütmek için, küçük köpek yavrularına
koklatılan sigara dumanından sonra köpek yavrularının beyaz kâğıt ruloya bile sigara
tepkisi vermelerini örnek verir. Bu örnek beklentilerin, ya da belli davranış
kalıplarının uzun tekrarlar sonucunda değil, daha çok genellemeler sonucunda
gerçekleştiği göstergesidir.354
352 Popper, Conjectures and Refutations, s. 56. 353 Popper, a.g.e., s. 56. 354 Popper, a.g.e., s. 57-58.
80
Popper’a göre, Hume’un kuramının ana düşüncesi benzerlik üzerine dayalı
“tekrarlama” düşüncesidir.355 Ancak, bu tür tekrarlamalar, öncelikle bir bakış açısını
gerektirir. Bu demektir ki, mantıksal nedenlerle herhangi bir tekrarlama olmadan
önce her zaman bir bakış açısı; yani beklentiler, ilgiler olmalıdır.356 Biraz daha net
ifade edecek olursak, bizim için benzerlik, yorumlar ya da beklentiler içeren bir
tepkinin ürünüdür. O halde, öncelemeleri ya da beklentileri, Hume tarafından ileri
sürüldüğü gibi, birçok tekrar sonucu olarak açıklamak imkânsızdır. Çünkü bizim için
ilk tekrar bile benzerlik üzerine ve dolayısıyla beklentiler üzerine dayalı olmalıdır.
Bu da, Hume’un “psikolojik kuramı”nda sonsuz geri gitmelere neden olan bir unsur
olduğunu gösterir.357
Hume’un tümevarım sorununu, alışkanlık ilkesiyle çözme çabası, onu, bilginin
oluşumuyla ilgili bir çıkmaza sokmuştur. Eğer tümevarım geçersizse, “psikolojik bir
olgu olarak bilgimizi nasıl elde ederiz?” sorusu ile Hume karşı karşıya kalmıştır. Bu
sorunun iki cevabı olabilir. 1) Bilgimizi, tümevarımcı olmayan bir yoldan elde
ederiz. Bu yanıt Hume’un akılcılığı bir şekilde sürdürmesine izin verirdi. 2)
Bilgimizi tekrar ve tümevarımla, yani mantıken ve aklî olarak geçersiz bir yolla elde
ederiz ki, böyle bilgi, alışkanlıklar üzerine dayalı bir tür inançtır. Ancak bu cevap,
giderek, bilimsel bilginin bile akıldışı olmasına neden olacaktır.358 Böylece Hume,
farkında olmadan, eleştirdiği tümevarım ilkesinin “psikolojik kuram” kılığında geri
gelmesine izin vermiştir.
Popper, Hume’u bu şekilde eleştirirken kendi düşüncelerini de, Hume’unki ile
karşılaştırmalı olarak, maddeler halinde açıklar. Buna göre, Popper ilk olarak,
Hume’un mantıksal, sorunla ruhbilimsel sorun arasında yaptığı ayrımı son derece
önemli bulduğunu belirtir. Ancak, Hume’un geçerli çıkarım süreçlerini yeterince açık
olarak betimlemesine rağmen, bunları “ussal” düşünce süreçleri olarak gördüğünü,
kendisinin ise başlıca yöntemlerinden birisinin, özellikle inanç gibi tüm öznel ya da
psikolojik terimleri nesnel terimlere çevirmek olduğunu söyler. Bununla da, bir
355 Popper, a.g.e., s. 58. 356 Popper, a.g.e., s. 58. 357 Popper, a.g.e., s. 59. 358 Popper, a.g.e., s. 60.
81
inançtan söz etmek yerine, bir önerme ya da açıklayıcı kuramdan; bir “izlenim”
yerine bir “gözlem önermesinden”, ya da bir test önermesinden; “bir inancı
temellendirme” yerine, “bir kuramın doğruluk iddiasını temellendirmekten”
bahsettiğini söyler. İkinci olarak, bir kez mantıksal sorun çözüldü mü, mantıkta
doğru olan çözüm psikolojide de doğrudur ve aktarım ilkesi yoluyla, çözüm
psikolojik soruna da uygulanır. Üçüncü olarak, eğer Hume aktarım ilkesini
kullanabilirse kuramındaki sıkıntıların son bulabileceğini söyler. O, tümevarımı,
aktarım ilkesini çiğnemeden yanıtlayabilirse, o zaman mantıkla psikoloji arasında
hiçbir uyuşmazlığın kalmayacağını belirtir. Dördüncü olarak, Hume’un mantıksal
soruna ilişkin çözümü, bilimsel kuramlarla gözlemler arasındaki mantıksal ilişkiler
hakkında, mantıksal sorunda söylenenden çok daha fazlasının söylenebileceği
anlamına gelir. Son olarak, ulaştığı temel yargılardan birinin, Hume’un, mantıkta
tekrarlamaya dayalı tümevarım diye bir şeyin olmadığı konusundaki görüşünde,
haklı olduğudur.359
Popper, tümevarımın geçerliliğinin korunması için, tümevarım mantığının
olasılık mantığı olarak geliştirildiğini söyler: Tümevarımla önermelerin olasılık
derecelerinin belirlenmesi ve bir tümevarım ilkesiyle çıkarsanan önermelerin “olası
geçerliliklerinin” korunması, ya da yeniden olası kılınması amaçlanmıştır. Çünkü
tümevarım ilkesi, belki de yalnızca olasılıkla geçerli olabilecekti. Popper, bu
düşüncenin tümevarımla ilgili problemi ortadan kaldırmadığını söyler ve bir
varsayımın olasılığını tartışmak yerine, varsayımın o ânâ kadar hangi denemelere
dayandığının araştırılmasını ister.360
Popper, Bacon’dan beri bilime egemen olan, tekrarlanan gözlemler, ya da
deneyler vasıtasıyla kuramların doğrulanması yönteminin, yani tümevarımsal
yöntemin bu kadar yerleşik oluşunun nedenini de şu şekilde açıklar: Bilim adamları,
faaliyetlerini sahte bilimden olduğu kadar, teoloji ve metafizikten de ayırt etmek
zorundaydılar ve bunun için de “sınır koyma ölçütü” olarak Bacon’dan tümevarımı
devraldılar.361 Popper, yöntem olarak tümevarımın kabul edilmesinin ardında,
359 Popper, Objective Knowledge, s. 6 - 7. 360 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 285. 361 Popper, Bitmeyen Arayış, s. 108.
82
doğada kurallılıklar bulma beklentisi olduğunu söyler. Bu görüşün altında, doğa
yasalarının değişmezliği ve zorunluluğu düşüncesi yatar.362 Popper, bu görüşe
şiddetle karşı çıkar. O, bu konuda Kant’ın “anlığımız yasaları doğadan türetmez, ama
onları doğaya dayatır” sözünü hatırlatır. Kant’ın tespiti haklı olmakla birlikte, o, bu
yasaların, zorunlu olarak doğru olduklarını söylerken yanılmıştır.363 Popper için doğa
yasaları, zorunlu olarak doğru ve değişmez değildir; o, doğayı bu sıfatlarla
tanımlayanın bizler olduğunu söyler.364
Popper, bilim adamlarının bu yöntemin doğruluğunu haklı çıkarmak için de bir
takım örnekler kullandıklarını söyler ve bu örnekleri tek tek çürütür. Popper’ın
“kabul edilmiş yasalar” adını verdiği bu örneklerden üçü şunlardır: 1) Güneşin yirmi
dört saatte bir doğup batması; 2) Tüm insanların ölümlü oluşu ; 3) Ekmek
besleyicidir, önermesidir. O, bu üç önermeden ilkinin, Marsilyalı Pytheas’ın “buz
denizi “ ve “gece yarısı güneşi”ni keşfetmesi ile çürütüldüğünü söyler. İkinci
önermenin, çok açık bir şekilde olmasa da çürütüldüğünü söyler. Bu ikinci önerme,
Aristoteles’in “her doğan varlığın çürümeye ve zamanı gelince ölüme mahkûm
olduğu” şeklindeki görüşüne dayanır; ancak bölünerek çoğalma ölüm
sayılamadığından, bakterilerin ölüme mahkûm olmadıklarının anlaşılmasıyla, bu
önerme çürütülmüştür. Üçüncü önerme de, bir Fransız köyünde, insanların ekmekten
zehirlenmeleriyle çürütülmüştür.365 Böylece, en genel geçer görünen önermelerin
bile, kesin kabul edilemeyeceğini Popper, net bir şekilde göstermiş olmaktadır.
Kısacası, Popper için kesin bilgi yoktur; bu nedenle de tümevarımın bilimsel
işlevi yoktur. Bilimsel varsayımların doğrulukları, asla kanıtlanamaz ve bilimsel
varsayımlar doğrulanamaz. Yöntem konusunda düşülen hatanın nedeni şudur:
“Bilim, önceleri olabildiğince güvenilir ve sağlam bilgilerden oluşmuş bir sistem
olarak algılanmıştı; “tümevarım” da bilgilerin doğruluğunu kesin olarak ortaya
koyacaktı. Daha sonra mutlak güvenilir doğruların olmadığı anlaşılmış, ancak bunun
üzerine, artık bir tür ‘kesinliği gevşek tutulmuş doğruyla’ yani olasılıkla, bilimsel
362 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 286. 363 Popper, Conjectures and Refutations, s. 63. 364 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 287. 365 Popper, Objective Knowledge, s. 10 - 11.
83
çalışmaların yürütülmesine devam edilmiştir.” Ancak unutulmamalıdır ki, olasılık
kavramı, bilimsel çalışmalar için kurtarıcıdan çok, yanıltıcı olmuştur.366
Sonuç olarak Popper’ın tümevarıma ilişkin görüşlerini özetleyecek olursak:
“1) Tümevarım, gözleme dayalı bir çıkarsama, bir mittir; ruhbilimsel bir olgu,
bilimsel bir yöntem, ya da günlük yaşama ilişkin bir olgu değildir.
2) Bilimsel yöntem, tahminlerle çalışır. Bazen, tek bir gözlem bile sonuca
ulaşmak için yeterlidir.
3) Tekrarlanan gözlem ve deneyler, bilimsel tahminler ya da varsayımlar için
birer deneme aracı, çürütme girişimidir.
4) Tümevarımın bu kadar yaygın kabul görmesinin nedeni, bir sınır koyma
ölçütüne duyulan ihtiyaçtır. Bu ihtiyacı, geleneksel ve yanlış olarak, sadece
tümevarımın karşılayabileceği düşünülmektedir.
5) Böyle bir tümevarım anlayışı, doğrulanabilirlik ölçütü gibi hatalı bir
yaklaşımın da benimsenmesine neden olur.
6) Tümevarımın, kuramları kesin değil, olası kıldığını söylemek, yöntemin
yanlışlığını gidermez.”367
Popper için bu sorunun çözümü ancak, yanlışlanabilirlik, denenebilirlik ve
eleştirel akılcığın doğru bir şekilde kullanılmasıyla mümkün olacaktır. Bunların
yanında, Popper’ın yöntem açısından bir diğer çözüm önerisi, tümevarım yerine
tümdengelimsel mantığı kullanmaktır.
3.3. “Çözüm Önerisi” Olarak Tümdengelim
Popper, yöntem anlayışına “bilimin ışıldak kuramı” adını verir. Bu kurama
göre, bilimsel bir araştırma, her zaman belli bir alana odaklanmış; zihinde belli
beklenti ve hedeflerle gerçekleştirilmiştir.368 Popper’ın bahsettiği bu yöntem, genel
olarak koşullu, tümdengelimsel mantıktır ve şu şekilde işler:
366 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 359. 367 Popper, Conjectures and Refutations, s. 70-71. 368 Popper, Hayat Problem Çözmektir, s.140.
84
“1) Belli bir varsayım ortaya atılır.
2) Bu varsayımdan bazı sonuçlar çıkarılır.
3) Deneyim ve gözlemle öngörülen sonuçların, ortaya çıkıp çıkmadığı
araştırılır.
4) Eğer beklenen sonuç, ortaya çıkmazsa varsayım yanlışlanmış olur. O
zaman, yeni bir varsayıma ihtiyaç vardır.
5) Eğer beklenen sonuca ulaşılmışsa, varsayım belli ölçüde desteklenmiş
demektir. Onu, daha fazla desteklemek ve yeni sonuçlara ulaşmak için üçüncü aşama
tekrarlanır.”369
Bu süreçte zihin, “tümel” ve “genel” bir önermeden, “tekil” veya “tikel” bir
önermeye geçer. Bu, kaplamı geniş olandan, kaplamı dar olana bir geçiştir.
Sebeplerden sonuçlara, müessirden esere, kanunlardan olaylara, prensiplerden
sonuçlara geçiş yoluyla da yapılır.370
Popper, neden bu yöntemi tercih etmiştir? Bu sorunun cevabı aslında açıktır.
Ona göre, tümdengelimsel çıkarsamalar geçersiz olabileceği gibi geçerli de olabilir,
oysa tümevarımsal çıkarsamalar asla geçerli değildir.371 Ayrıca, Popper’ın bilimsel
yöntemi eleştiriye, bir takım varsayımlar öne sürüp, onları çürütme yöntemine
dayanmaktadır. Tümdengelimin formülasyonu incelendiğinde, bu yöntemin,
Popper’ın eleştirel akılcılık ve yanlışlanabilirlik ilkeleriyle yakından ilişkili olduğu
fark edilecektir.
Popper, tümdengelimsel yaklaşımı tartışmaya başlamadan önce, “bilgi
psikolojisi”yle “bilgi mantığı” arasındaki farka dikkat çeker. Bu fark, tümdengelim
açısından önemlidir. Popper, bilgi mantığının, olguların sorgulanmasıyla değil,
geçerliliğin sorgulanmasıyla ilgilendiğini söyler. Bilgi mantığı, bir önermenin
savunulup savunulamayacağı, önermenin denenebilir olup olmadığı, bilinen diğer
önermelerle mantıksal olarak bağlı olup olmadığı, ya da onların karşıtı olup olmadığı
369 Chris Horner – Emrys Westacott, Felsefe Aracılığıyla Düşünme, s. 120. 370 İbrahim Emiroğlu, Ana Hatlarıyla Klasik Mantık, Asa Yay., İstanbul, 1999, s. 154. 371 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 596.
85
gibi sorularla ilgilenir. Olguların sorgulanması ise, “bilgi psikolojisi”nin görevidir.
“Yeni bir şeyin akla nasıl geldiği” sorusuna bilgi mantığı değil bilgi psikolojisi cevap
verir. Bu nedenle, Popper, bir fikrin ortaya nasıl çıktığının araştırılmasıyla, onun
mantıksal irdelemelerdeki yöntem ve sonuçlarının araştırılması arasında kesin bir
ayrım yapılmasını ister.372 Bu durumda, tümdengelim, bilgi mantığının alanında
görev yapacaktır.
Popper için tümdengelimsel mantığın en önemli işlevi, eleştiriye zemin
hazırlamasıdır. Tümdengelimsel mantık, mantıksal çıkarımların, ya da mantıksal
neden-sonuç ilişkisinin geçerliliği kuramıdır. Mantıksal bir neden-sonuç ilişkisinin
geçerliliği için gerekli ve önemli koşul şudur: Geçerli bir çıkarımın öncülleri eğer
doğruysa, ulaşılan sonuç da doğru olmak zorundadır. Yani, tümdengelimsel mantık,
doğrunun öncüllerden sonuca aktarılması kuramıdır. Eğer öncüller doğru, çıkarım da
geçerli ise, sonucun da doğru olması gerekir. Bu nedenle, geçerli bir çıkarımda sonuç
yanlışsa, tüm öncüllerin doğru olması mümkün değildir. Bu basit ama önemli fark, şu
şekilde ifade edilebilir: Tümdengelimsel mantık, yalnızca öncüllerden sonuca,
doğrunun aktarılması değil, aynı zamanda da sonuçtan, en azından öncüllerden
birine, yanlışlığın geri aktarılması kuramıdır. Bu özelliğiyle tümdengelimsel mantık,
rasyonel eleştiri kuramına dönüşür.373
Tümdengelimin bilimsel işlevine gelince, Popper, bilimin kuramlarla yani
tümdengelimsel sistemlerle çalıştığını söyler. Bunun iki nedeni vardır. Birincisi, bir,
kuram ya da tümdengelimsel sistem, açıklama girişimi ve bu nedenle, bilimsel bir
problemi çözme girişimidir. İkincisi, kuram yani tümdengelimsel sistem,
çıkarımlarıyla rasyonel açıdan eleştirilebilir bir önermedir; yani rasyonel eleştiriden
geçen bir çözüm önerisidir.374
Bir başka ifadeyle, tümdengelimin görevi, kuramları denemektir. Bu deneme,
dört boyutta yapılır. Varsayım ya da kuramsal dizge içinde çelişmezliğin varolup
olmadığını ortaya koymak için sonuçların kendi aralarında mantıksal açıdan
372 Popper, a.g.e., s. 54 -55. 373 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 90. 374 Popper, a.g.e., s. 91.
86
karşılaştırılması; kuramın emprik-bilimsel nitelikte olup olmadığını görmek için
yapılan, kuramın mantıksal biçimine ilişkin inceleme; test edilecek kuramın ( eğer bu
kuramın uygunluğu, diğer denemelerde kanıtlandıysa), bilimsel ilerlemeler için
önemli olup olmadığını belirlemek amacıyla, diğer kuramlarla karşılaştırılması; son
olarak türetilmiş sonuçların “emprik” uygulamalarla test edilmesi.375 İşte
tümdengelimin devreye girdiği boyut, bu son boyuttur. Popper, bu evrede
tümdengelimin işleyişini şöyle izah eder: Öncelikle, dizgeden emprik açıdan basit,
denenebilir ya da uygulanabilir tekil sonuçlar (tahminler ya da kestirimler),
tümdengelimsel olarak türetilir ve bunlardan, özellikle bilinen dizgelerden
türetilemeyen, ya da onlarla çelişik olanlar seçilir. Bu sonuçların geçerliliğine, pratik
uygulamalar, deneyler, gözlemler vs. ile karar verilir. Sonuç olumlu ise, tekil
sonuçlar benimsenir ve doğrulanır; olumsuzsa sonuçlar yanlışlanır; böylece
sonuçların tümdengelimsel olarak türetildiği dizge de yanlışlanmış olur. Burada
gözden kaçırılmaması gereken önemli bir nokta, olumlu kararın dizgeyi, yalnızca
geçici bir süre için, geçerli kıldığıdır. Sonraki aşamalarda, olumsuz bir kararla dizge
yanlışlanabilir.376 Bu şekilde, bilimsel kuramlar tümdengelimsel yöntemle sınanmış
olur.
Tümdengelimsel bir çıkarsama ne zaman doğrudur? Aslında bu sorunun cevabı
kuramların tümdengelimsel deneme süreciyle alakalı açıklamalara bağlıdır. Ancak,
biraz daha net bir şekilde soruyu cevaplamaya çalışırsak; tümdengelimsel bir
çıkarsama, ancak ve ancak doğruluğu, öncüllerden sonuca değişmeden aynen
aktarması halinde geçerlidir. Yani, ancak aynı mantıksal formun bütün çıkarımları,
doğruluğu aktardığı takdirde geçerlidir. Kısacası, bir tümdengelimsel çıkarsama,
ancak bir karşıt örnek bulunmadığı takdirde geçerlidir.377
Popper, tümdengelimi ve işleyişini bu şekilde izah ettikten sonra, tümdengelim
ve tümevarım arasındaki farka da değinir. Ona göre, tümdengelimcilik ve
tümevarımcılık arasındaki karşıtlık bazı bakımlardan akılcılık ve deneycilik
arasındaki klasik ayrıma tekabül eder. Bacon’dan itibaren bütün İngiliz deneycileri,
375 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 56 - 57. 376 Popper, a.g.e., s. 57. 377 Popper, Bitmeyen Arayış, s. 205.
87
bilimleri, kendilerinden tümevarım yoluyla genellemelerin elde edildiği gözlemlerin
toplanması olarak düşünürken; Descartes, bütün bilimleri tümdengelimsel sistemler
şeklinde düşünmüştür. Fakat Descartes, ilkelerin, tümdengelimsel sistemlerin
öncüllerinin, emin ve apaçık, “açık ve seçik” olması gerektiğine inanır. Descartes
için bu ilkeler, aklın basiretine dayanır. Kant’ın ifadesiyle söylenecek olursa bu
ilkeler, sentetiktirler (ve apriori olarak geçerlidirler). Oysa Popper’a göre, bu ilkeler,
deneme niteliğindeki tahminler veya hipotezlerdir. Bu hipotezler de, ilke olarak
çürütülebilir niteliktedir.378
Popper, bu iki yöntem arasında ortak yönler bulunduğunu söyleyenleri de
eleştirir. Bu iddianın sahiplerine göre, “tümdengelimin geçerliliği, geçerli bir yolla
kanıtlanamaz. Zira bu, mantığın mantıkla kanıtlanması anlamına gelir ki, bu durum
döngüseldir. Buna rağmen, bu tür döngüsel argümanlar görüşlerimizi netleştirip
güvenimizi kazanabilir. Aynı şey, tümevarım için de doğrudur. Tümevarımsal
muhakeme vazgeçilmez bir şey olmasa bile, yararlı ve yardım edici bir şeydir.”379
Popper, tümevarımı kurtarmaya yönelik, bu benzerlik iddiasını, şu şekilde eleştirir:
“Bir tümdengelimsel çıkarsama, şayet bir karşıt örnek yoksa geçerlidir. Dolayısıyla
elimizde, objektif bir eleştirel deneme yöntemi vardır. Herhangi tümdengelimsel bir
kurala, bir karşıt-örnek inşa etmeyi deneyebiliriz. Eğer başarılı olursak, o zaman
çıkarsama ya da çıkarsama kuralı geçersizdir; isterse bu, bir kısım insanlarca, hatta
herkes tarafından, sezgisel olarak geçerli kabul edilsin.”380
Kısacası Popper’a göre, tümdengelimsel çıkarsamanın geçersiz olduğu
durumlar olsa da, geçerli olduğu durumlar da vardır; ancak tümevarımsal bir
çıkarsama hiçbir zaman doğrulanamaz. Popper’a göre, bilim, tümevarımsal ve
doğrulanabilir bir yapıya değil; eleştirel akılcılıktan temel alan, tümdengelimsel
yöntemle işleyen, yanlışlanabilir ve sınanabilir bir yapıya sahiptir.
378 Popper, Tarihselciliğin Sefaleti, s. 141. 379 Popper, Bitmeyen Arayış, s. 209. 380 Popper, a.g.e., s. 209.
88
IV. BÖLÜM SOSYAL BİLİMLER
4.1. Bilim-Sosyal Bilim İlişkisi
Popper, doğa bilimleri ve sosyal bilimler arasındaki ilişkiyi anlatırken,
“yöntem” öğretisinden yola çıkar. O, konuya ilişkin görüşlerini, “Tarihselciliğin
Sefaleti” ve Açık Toplum ve Düşmanları I-II ” adlı eserlerinde ayrıntılı bir biçimde
ortaya koyar. Onun konuyla ilgili en temel tezi, sosyal bilimlere olan ilginin, doğa
bilimlerine olan ilgi kadar eski olduğu ve doğa bilimlerinde (özellikle fizikte)
kullanılan yöntemin sosyal bilimlere de aktarılabileceğidir.381 Popper, yöntem
açısından sosyal bilimlere yaklaşımı, iki başlık altında toplar. Buna göre, fiziğin
metotları sosyal bilimlere de uygulanır, fikrini savunan görüşü “tabiatçılık taraftarı”
veya “pozitif”; fiziğin metotları sosyal bilimlere uygulanamaz diyenleri ise,
“tabiatçılık aleyhtarı” veya “negatif” olarak adlandırır. Popper’a göre, metotla
ilgilenen birinin, tabiat taraftarı, ya da tabiat aleyhtarı bir öğretiyi mi; yoksa her
ikisini birleştiren bir yaklaşımımı benimseyeceği, bu kişinin bilimsel anlayışıyla
yakından alakalıdır.382
Popper, sosyal bilimlerde metot konusunu tartışırken, büyük oranda tarih bilimi
ve bu bilimin kullandığı yöntemden yola çıkar. Sosyal bilimlere ilişkin görüşlerini,
“tarihselcilik”e yaptığı eleştiriler üzerinden açıklar. Popper’a göre, tarihselci
düşüncenin temelinde, “tarihî zorunluluk” fikri yatar.383 Tarihselcilik, tarihsel ön-
görünün sosyal bilimlerin asıl hedefi olduğunu ve bu hedefe, tarihsel evrimin
temelinde yatan “ritimler” ve “örüntüler”, “kanunlar” ve “yönelimler”in açığa
çıkarılmasıyla ulaşılabileceğini kabul eden bir yaklaşım tarzıdır.384 Bunlar, tarihî
olayların gelişimi üzerine kehanette bulunmalarını mümkün kılan, tarihsel yasaları
381 Popper, Tarihselciliğin Sefaleti, s.27. 382 Popper, a.g.e., s. 28. 383 Popper, Açık Toplum ve Düşmanları-I, s. 3. 384 Popper, Tarihselciliğin Sefaleti, s. 29.
89
keşfetmiş olduklarına inanırlar.385 Kısacası, tarihselciliğin merkezi öğretisi, toplumun
evrim kanununu açığa çıkararak, geleceği önceden haber vermektir, denebilir.386
Popper’a göre, tarihselci düşüncenin temeli Platon’a kadar uzanır. Platon’a
göre, bütün toplumsal değişim, bozulma, çürüme ya da soysuzlaşmadır ki, bu da
tarihi bir gelişim yasasıdır. Ona göre, yaşadığı çağ, belki de ulaşılabilecek en aşağı
düzeyde düşkünlük çağıdır ve bu çağdan önceki tüm dönemler de, içlerinde bir çeşit
çürüme eğilimi barındırmaktadır. Ancak Platon, bu tarihi çürüme yasasının, insan
tarafından akıl yoluyla çiğnenebileceğine ve tarihin kontrol altına alınabileceğine;
böylelikle yeryüzünde mükemmel bir siyasi yapı oluşturulabileceğine inanır.387
Tarihselciliği savunan pek çok düşünür olmakla birlikte, Popper’ın bu konuda
düşüncelerini ele alıp eleştirdiği bir diğer isim K. Marx olmuştur. Marx’ın görüşleri
Platon’unkinden biraz daha farklı olmakla birlikte, temelde tarihselci bir karakter
göstermektedir. Marx’a göre, tarihin akışı önceden ana hatlarıyla belirlenmiştir. Bu
akışı tamamen değiştirmek mümkün olamasa da, yapılması gereken, tarihin akışını
önceden tahmin etmek ve bu akışı sekteye uğratabilecek engelleri ortadan kaldırmak;
bir başka ifade ile, “ortaya çıkması zorunlu olan şey”in gerçekleşmesine yardımcı
olmaktır.388
Popper, doğa bilimlerinin yöntemlerinin, sosyal bilimlere uygulanamayacağını
söyleyen tarihselcilerin temel tezinin, sosyal hayattaki düzenlilikle fizik dünyadaki
düzenliliklerin birbirinden farklı oluşu, olduğunu söyler. Bu farklılık iddiasına göre,
fizik kanunları değişmez nitelikte iken, sosyal kanunlar önceden yapılan tahminlere
dayalı olarak değiştirilebilir.389 Popper, bunlarla birlikte en sık kullanılan tarihselci
tezlerin, “genelleme”, “deney”, “yenilik”, “karmaşıklık” gibi tezler olduğunu
söyler.390
385Popper, Açık Toplum ve Düşmanları-I, s. 3. 386 Popper, Tarihselciliğin Sefaleti, s. 115. 387 Popper, Açık Toplum ve Düşmanları-I, s. 21-23. 388 Popper, Açık Toplum ve Düşmanları- II, s. 88. 389 Popper, Tarihselciliğin Sefaleti, s. 31. 390 Popper, a.g.e., s. 32.
90
Bu tezlere genel hatlarıyla bakacak olursak, tarihselcilerin kullandığı ilk tezin
“genelleme” olduğu görülür. Onlara göre, fiziğin metodu, sosyal bilimlere
uygulanamaz; çünkü fiziğin ilgi alanı olan tabiattaki düzenlilikler, değişmez
niteliktedir. Bu nedenle, tabiat bilimlerinde genellemelere daha kolay gidilebilir ve
bu genellemeler, her zaman, her yerde geçerli olabilir. Oysa, sosyal bilimlerdeki
kanunlar, değişmez nitelikte değildir. Bu nedenle, genelleme yapmak, tabiat
bilimlerinde olduğu kadar kolay olmaz. Ayrıca, ulaşılan genellemeler, tabiat
bilimlerindeki kadar kesin de değildir. Onlara göre, böyle kesin genellemeler
olduğunu varsaymak, toplumun değişen ve gelişen yönünü göz ardı etmek
demektir.391
Tarihselcinin bir diğer itirazı, fiziğin kullandığı deney metoduna ilişkindir.
Fizik, deney metodunu kullanır; yani yapay kontrol ve yapay soyutlamaya
başvurarak, benzer şartların yeniden meydana getirilmesini ve bunun sonucu olarak
da belli etkilerin meydana gelmesini sağlar. Bu metot, açıkça, şartların benzer olduğu
yerde, benzer şeylerin meydana geleceği düşüncesine dayanır. Tarihselci, bu
metodun sosyolojide uygulanma kabiliyeti olmadığını iddia eder. Çünkü benzer
şartlar yalnızca bir tek dönemin sınırları içinde gerçekleştiğinden, herhangi bir
deneyden elde edilen sonuç, çok sınırlı bir geçerliliğe sahip olacaktır. Örneğin,
Robinson Cruose ve soyutlanmış bireysel ekonomisi, problemleri tamamen fertlerin
ve grupların karşılıklı hareketlerinden kaynaklanan bir ekonomi için, hiçbir zaman
önemli bir model olamaz.392
Tarihselcilerin bir diğer tezi “yenilik”tir. Tarihselci, büyük ölçekli sosyal
deneylerin tıpatıp benzer şartlarda tekrarlanabilme imkânını reddeder; çünkü önceki
deney, bir sonraki olayın şartlarını etkileyecektir. Bu tez toplumun, tıpkı bir
organizma gibi, çoğunlukla onun tarihi diye isimlendirilen, bir çeşit hafızaya sahip
olduğu düşüncesine dayanır. Buna göre, toplum da organizma gibi, deneyim yoluyla
öğrenir. Gelenekler bu durumun en net göstergesidir. Ancak bu düşünce, tarihin
kendini tekrar ettiği anlamına gelmez; çünkü sosyal hayattaki en temel özellik
değişim ve yeniliktir. Bu nedenle, tarih tekrar etmiş gibi görünse de, asla aynı 391 Popper, a.g.e., s. 32-33. 392 Popper, a.g.e., s. 34.
91
seviyede bir tekrar söz konusu olamaz. Tarihselciler, fizik içinse durumun tam tersi
olduğunu iddia ederler. Çünkü fiziğin tasvir ettiği dünyada, gerçek yenilik
denebilecek hiçbir şey yoktur. Fizikteki yenilik düzenleme ve terkiplerin
yeniliğinden ibarettir.393
Tarihselcilerin sosyolojiyi fizikten ayırdıkları bir başka nokta da,
“karmaşıklık”tır. Onlara göre, sosyal yapı, fiziksel dünyadan en az iki kat daha
karmaşıktır.394
Tarihselciler bu gibi tezlerle, fiziğin metotlarının sosyal bilimlere
uygulanamayacağını iddia ederler. Bundan dolayı, sosyal bilimler için tarihsel
yaklaşım metodunu kullanmayı önerirler. Onlara göre, sosyal bilimlerde kullanılması
gereken metot, doğa bilimlerinin tersine, sosyal olgunun derinlemesine ele alınıp
incelenmesine dayanır. Buradan hareketle, fizik ile tarihin kullandığı yöntemin
farkları şunlardır: Fizik nedensel açıklamayı amaçlar, sosyoloji ise anlam ve amacı
açıklamaya çalışır; fizikte olaylar, kesin ve nicel bir şekilde, matematiksel formüller
yardımıyla açıklanır; sosyoloji ise, tarihi gelişmeleri daha nitel bir tarzda; mesela
çatışan eğilimler ve amaçlar şeklinde, ya da “mili karakter” veya “çağın ruhu” gibi
terimlerle anlamaya çalışır. Bundan dolayı, fizik, tümevarımsal genellemelerle
çalıştığı halde, sosyoloji, duygudaş hayal gücü (sympathetic imagination) yardımıyla
çalışır. Fizik evrensel tek biçimliliklere ulaşabilir ve tek tek olayları bu tür tek
biçimliliklerin örnekleri olarak açıklayabilirken, sosyolojide nev’i şahsına münhasır
olayların ve onların çıkarlar, eğilimler ve kaderlerin belirli mücadelesi içinde oluşan
belirli durumlarda oynadıkları rolün, sezgisel yoldan anlaşılmasıyla yetinmek
zorundadır.395
Popper, tarihselcilerin fiziksel metoda gösterdikleri karşıt tavrın yanında, fizik
ve sosyal bilimler arasında ortak bir öğe bulunduğu fikrine de karşı çıkmadıklarını
söyler. Bu ortak öğe, her iki alanın da teorik ve emprik olmayı amaçlıyor olmasıdır.
Sosyolojinin teorik bir disiplin olduğunu söylemek, onun tümel kanunlar ve teoriler
393 Popper, a.g.e, s.34-36. 394 Popper, a.g.e., s. 36- 37. 395 Popper, a.g.e., s.43.
92
yardımıyla olayları açıkladığını söylemek demektir. Sosyolojinin emprik olması ise,
onun deneyimle desteklendiğini; açıkladığı ve tahminlerde bulunduğu olayların,
gözlemlenebilir olgular olduğunu ve gözlemin ileri sürülen herhangi bir teorinin
kabul veya reddedilmesinde temel unsuru teşkil ettiğini söylemektir. Buradan
hareketle, fiziğin başarısı gibi, sosyolojinin de başarısının tahminlerinin teyit
edilmesine bağlı olduğu söylenebilir.396
Sonuçta, tarihselcilerin de kabul ettiği bu ortak noktadan hareketle Popper,
onların tam tersi bir sonuca, yani iki alanın metotlarının ortak olması gerektiği
sonucuna ulaşır. Ona göre, ister tabiat bilimleri ister sosyal bilimler, bütün teorik ya
da genelleyici bilimler, aynı yöntemi kullanır.397 Popper’a göre, diğer bilimlerde
olduğu gibi, sosyal bilimlerde de yöntemin belirlenmesine yardımcı olan temel
unsur, pratik problemlerdir; doğa bilimlerinde olduğu gibi sosyal bilimlerde de
problemlerden yola çıkılır.398 Popper, iki alan arasındaki ortak yöntemin gözlem ve
deneye dayalı, bir çeşit “genelleme” ve “tümevarım” süreci değil;399 daima
tümdengelimci, nedensel açıklamalar yapan ve onları test eden bir metot olduğunu
söyler.400 Popper, metodun işleyişini şöyle özetler: Test edilecek hipotezden, bu
amaç için problematik kabul ettiğimiz başka önermeler ile birlikte tümdengelim
yoluyla bir teşhiste bulunulur. Daha sonra bu teşhis, mümkün olan her yerde,
deneysel ve diğer gözlemlerin sonuçlarıyla karşılaştırılır. Bu sonuçlarla uyuşması,
kesin olarak olmasa da, hipotezin doğrulanması demektir; sonuçlarla uyuşmaması
halinde ise, hipotez çürütülmüş ya da yanlışlanmış kabul edilir. Yapılan testler
sonucu, testlere dayanabilen hipotezler kabul edilirken; dayanamayanlar ise
reddedilir. Bütün testler, aslında, yanlış teorileri ayıklamaya, yani test tarafından
yanlışlandığı takdirde reddetmek üzere bir teorinin zayıf taraflarını bulma girişimleri
olarak yorumlanabilir. Popper’a göre, bu yanlışlama çabasının temelinde eleştirel
tutum vardır. Eleştirel tutuma sahip olunmadığı takdirde, araştırmalarda her zaman
bulmayı istediğimiz şeyleri buluruz.401 Kısacası, bu metot, eleştiriye dayalı bir çeşit
396 Popper, a.g.e. s.55. 397 Popper, a.g.e., s.140. 398 Popper, a.g.e., s. 74. 399 Popper, a.g.e., s. 111. 400 Popper, a.g.e., s. 140. 401 Popper, a.g.e., s. 141 - 143.
93
deneme-yanılma metodudur402 ve hem sosyal bilimler, hem de tabiat bilimlerinde
kullanılan metottur.403
Özetle söyleyecek olursak, tarihselcilerin iddia ettiğinin aksine, aslında tüm
bilimler aynı yöntemi kullanır. Buradan hareketle, doğa bilimlerinde kesin bilgiye ve
kanunlara ulaşmamızı engelleyen tüm sebepler, doğa bilimleri içinde geçerlidir.
Tarihselcilerin iddia ettikleri gibi, mutlak tarihsel kanunlar yoktur. Popper, bu
düşüncesini temellendirmek için şu gerekçeleri öne sürer:
“1) Beşeri tarihin akışı, beşeri bilginin artışından şiddetli bir şekilde etkilenir.
2) Aklî veya bilimsel metotlarla, bilimsel bilgimizin gelecekteki artışını
önceden haber veremeyiz.
3) Bu sebeple, beşeri tarihin gelecekteki akış yönünü önceden haber
veremeyiz.
4) Bu demektir ki, teorik bir tarihin yani teorik fiziğe tekabül eden bir tarîhî
sosyal bilimin imkânını reddetmemiz gerekir. Tarihsel tahmin için, temel görevi
yapacak, herhangi bir bilimsel tarihsel gelişme teorisi olamaz.
5) Bundan dolayı, tarihselci metotların ana hedefi yanlış kavranmıştır ve
böylece tarihselcilik çökmektedir.”404
Buradan hareketle, denebilir ki, sosyal bilimlere ait açıklamalar fizik
bilimlerinde de olduğu gibi, bir kesinlik arz etmez. Sosyal bilimlerin açıklamaları,
eğilimleri ve tahminleri yanlışlanmaya açık birer hipotezden ibarettir ve bu nedenle
kanunmuş gibi algılanamaz; dolayısıyla bu açıklamalardan hareketle toplumsal
yapının kontrol altına alınması, ya da Platon’un yapmak istediği gibi
şekillendirilmesi söz konusu olamaz. Doğa bilimleri ve sosyal bilimler arasında
varolan bu ilişkiye ilişkin açıklamalardan sonra bilimin iç içe olduğu bir başka alan
olan felsefeyi açıklamaya geçebiliriz.
402 Popper, a.g.e, s. 111. 403 Popper, a.g.e., s. 145. 404 Popper, a.g.e, s. 24.
94
4.2.Bilim – Felsefe İlişkisi Felsefeyi, “dünyayı, kendimizi ve bilgiyi anlama sorunu”405 olarak gören
Popper’ın, felsefeye yaklaşımı, bilim ve bilimsel yönteme yaklaşımıyla iç içedir. Ona
göre, felsefenin ödevi, evren ve evren içindeki yerimizi, bilgimizin tehlikeli gücünü
ve bizi iyiye ve kötüye iten güçler hakkındaki düşünceleri ortaya koymaktır.406
Popper’ın bilime ve felsefeye ilişkin tanımları dikkate alındığında, onun, felsefeyi
bilimden ayrı bir alan olarak görmediği açıkça görülür. Ona göre, felsefenin çıkış
noktası, bilimin çıkış noktasıyla aynıdır. Her iki alan da, Eski Yunanlıların evren ve
dünya düzeni hakkında ortaya attıkları felsefi spekülasyonlardan doğmuştur. Her iki
alanın da ortak ataları, Homeros, Hesiodes ve Sokrates öncesi filozoflardır; hepsinin
araştırmalarının konusu, evrenin yapısı ve bizlerin evrendeki yeri, yani kısaca
“evrenin bilgisi (kozmoloji)” problemidir. Bu problem, o zamandan bu zamana dek
süregelen en önemli bilimsel ve felsefî problemdir.407
Popper, felsefenin çıkış noktasını bu şekilde belirttikten sonra; bilim ve
felsefeye ilgi duyuşunu, bu iki alan arasındaki çıkış noktası ve dolayısıyla konuları
arasındaki ortaklığa bağlar. O, bu ilgiyi “Bilimsel Araştırmanın Mantığı” adlı
eserinin ilk İngilizce baskısına yazdığı önsözde şu şekilde ifade eder: “Bilim ve
felsefeye bu denli ilgi duymamın tek nedeni, yaşadığımız dünyanın ve insanoğlunun,
bu dünya hakkındaki bilgilerinin gizini öğrenme isteğimdendir. Bilimde ve felsefede,
uzmanlıkların yaratılmasını ve uzmanların yetkinliğine olan sakıncalı boş inançların
doğmasını, ancak, bu gize duyulan merakın yeniden uyandırılması engelleyebilir;
akılcı ve eleştirel dönemden sonraki çağa uyan ve akılcı geleneğiyle birlikte, akıl
yürütme geleneğini de büyük bir zevkle yıkmayı amaç edinmiş boş inançları yok
edebiliriz.”408
Popper, bu amaca hizmet etmek için kullandığı felsefeyi açıklarken, bilimi
açıklarken yaptığı gibi Viyana Çevresi düşünürlerinin görüşlerinden yola çıkar ve
onların felsefeye yaklaşımını eleştirir. Ona göre, Viyana Çevresi’nin felsefeye
405 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 27. 406 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 201. 407 Popper, a.g.e., s. 199. 408 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı , s.36.
95
yaklaşımında Wittengestein’ın Tractatus’undaki görüşler büyük oranda etkili
olmuştur.409 Wittengestein Tractatus’unda, “felsefe konusunda yazılan çoğu cümle ve
soru yanlış değil saçmadır. Filozofların çoğunluk soru ve cümleleri, dil mantığını
anlamamamıza dayanır; bütün felsefe, ‘dil eleştirisi’dir” der.410 Wittengestein’ın
felsefî problemleri anlam problemine indirgeyen bu tavrı, Viyana Çevre’si
düşünürlerinin felsefeyi “boş sözler” bütünü olarak görmelerine ve ileride felsefenin
tam olarak yok olacağına inanmalarına neden olur.411 Felsefî sorunların var
olmadığına, olsa bile bunların sözcüklerin anlamlarına ilişkin sorunlar olduğuna
inanan dil çözümleyicilerine karşın Popper, en azından bir felsefî sorun olduğuna
inanır: Bu “kozmoloji sorunu”, yani dünyayı ve kendimizi anlayabilme sorunudur.
Popper için, buradan hareketle, tüm bilimler ve felsefe, evrenbilimin unsurlarıdır;
hem felsefe, hem de doğa bilimleri evrenbilime yaptıkları katkıdan dolayı
önemlidir.412 Popper’a göre, bu manada, aslında tüm insanlar farkında olmasalar da
birer filozoftur. Her insanın en azından, felsefî önyargıları vardır. Bu önyargılardan
çoğu, doğal olarak kabul edilen kuramlardır: Bunlar, bunlar düşünsel çevrelerden ya
da geleneklerden gelen kuramlardır. Bu kuramlar, çoğunlukla bilinç dışı kabullerdir
ve düşünülmeden eleştirilmeden kabul edilmişlerdir. Bu kuramları eleştiri ve
denemelere açmanın gerekliliği felsefeyi de gerekli kılar.413
Popper’ın bilim ve felsefe arasında ilişki kurduğu bir diğer nokta, bu iki alanın
kullandığı yöntemlerdir. O, yöntem ortaklığını da dil çözümleyicilerinin yanılgıları
üzerinden açıklar. Onlar, felsefenin yegâne yöntemi olarak “dil çözümlemesi”ni
görürler. Oysa Popper’a göre, felsefeciler, gerçeği ararken kendilerini başarıya
ulaştıracağını düşündükleri her yöntemi kullanabilirler; “yalnızca felsefeye özgü ve
felsefe için önemli bir yöntem olamaz”.414 Felsefe, kavramları, sözcükleri ve dilleri
çözümlemeye, ya da açıklamaya çalışmak değildir. Kavramlar ya da sözcükler,
yalnızca önermeleri, varsayımları veya kuramları ifade edebilmek için kullanılan
araçlardır. Bu anlamda kavramların ya da sözcüklerin, doğru veya yanlış oluşları söz
409 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 190. 410Wittengestein, Tractatus, s. 45. 411 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 190. 412 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı , s. 27. 413 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 193. 414 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı , s.28.
96
konusu olamaz. Onların tek işlevi, insan dilinin betimlenişi ve temellendirilişine araç
oluşlarıdır. Bu nedenle, felsefenin amacı, anlamları çözümlemek değil, ilginç ve
anlamlı kuramların peşine düşmektir.415 Bununla birlikte, felsefenin yegâne yöntemi
denebilecek bir yöntem olmamakla birlikte, felsefe açısından oldukça önemli olan ve
felsefî olarak adlandırılabilecek bir yöntem vardır, o da “akılcı tartışma” yöntemidir
ki, bu yöntem, yalnızca felsefenin değil tüm doğa bilimlerinin de yöntemidir.416 Her
ne kadar diğer bilimler felsefeden ayrılmış olsa bile, felsefî araştırmalarda, en önemli
özellik olarak kalacak olan, bilimde, buluşlarında ve yöntemlerindeki “eleştirel”
yaklaşımdır.417 Popper, “akılcı tartışma” ve “eleştirel yaklaşım” adını verdiği
yöntemin işleyişini şöyle anlatır: “Ne zaman bir sorunun çözümünü bulduğumuza
inansak, amacımız çözümü savunmak değil, tersine tüm olanaklarımızla onu
çürütmeye çalışmak olmalıdır. Ne yazık ki, aramızda bu kurala uyan yalnızca birkaç
kişi vardır. Gerçi biz getirmesek de, başkaları eleştiriye her zaman hazırdır. Ama
getirilen eleştiri, ancak sorunumuzu açıkça formüle etmiş ve çözümümüzü belirgin,
yani eleştirel olarak tartışılabilecek, biçimde ortaya koymuşsak yararlı olacaktır.”418
Şunu hemen belirtmeliyiz ki, Popper, dil çözümleyicilerini eleştirmekle birlikte,
eleştirel yöntemin uygulanışı sırasında, dil çözümleme yönteminin katkıları olduğunu
da yadsımaz. Popper’ın ifade etmeye çalıştığı şey, dil çözümlemesinin felsefe için
tek ve vazgeçilmez yöntem olmadığı, felsefenin pek çok yöntemi bir arada
kullanabileceğidir.419
Popper, konu ve yöntem açısından ilişkilendirdiği felsefe ve bilimin konularını
“fikirler tablosu” olarak adlandırdığı bir tabloyla özetler420:
415 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 192. 416 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, s. 28. 417 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 199. 418 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığ , s. 28. 419 Popper, a.g.e., s. 28-29. 420Popper, Conjectures and Refutation, s.25.
97
FİKİRLER
yani İSİMLER veya TERİMLER ÖNERMELER veyaÖNERİLER ya da ya da KAVRAMLAR KURAMLAR ki KELİMELER ÇIKARSAMALAR ile formüle edilebilirler; bunlar ANLAMLI DOĞRU olabilirler ve bunların ANLAMI DOĞRULUĞU TANIMLAR TÜRETMELER yoluyla TANIMLAN(A)MAYAN İLKEL KAVRAMLAR’a ÖNERMELER’e indirgenebilirler Bu araçlarla (indirgemeden ziyade) bunların
ANLAMI’nı DOĞRULUĞU’nu Tespit etme girişimi sonsuz bir geriye gidişe kapı aralar
Popper’a göre, bu tablonun sağ ve sol tarafları arasındaki mantıksal analoji
mükemmel olmasına rağmen, sol tarafı felsefî açıdan önemsizdir. Buna karşılık,
tablonun sağ tarafı felsefî açıdan büyük önem taşır. Bu, şu demektir: Bir teoriyi
önemli kılan onun anlamı değil, hakikate yaklaşabilme gücüdür.421 Yani felsefe
açısından önemli olan, isimler, terimler, ya da kavramlar değil, önermeler ve
kuramlardır; bunlar her ne kadar kelimelerle ifade ediliyor olsa da, kelimeler tek
başına bir öneme sahip değildir. Felsefenin amacı, kelimelerin anlamlarına ulaşmak
değil, doğruluğa mümkün olduğunca çok yaklaşmak olmalıdır.
Popper felsefenin ne olduğunu bu şekil açıkladıktan sonra, felsefenin ne
olmadığı üzerinde de durur:
“1)Felsefenin görevi, yanılgıları ortadan kaldırmak değildir.
421 Popper, Bitmeyen Arayış, s. 22 - 23.
98
2) Felsefe, içinde insanı şaşkına çeviren sembollerin olduğu bir sanat galerisi
değildir. Felsefeyi bu biçimde algılamak, büyük filozoflara haksızlık etmektir. Onlar,
salt estetik hedefleri amaçlamamışlardır; dâhiyane öğretilerin yaratıcıları olmak gibi
bir amaçları da yoktur. Onlar, diğer bilim adamları gibi yalnızca doğruya
ulaşabilmeyi hedeflerler.
3) Felsefi öğretiler tarihi, olası tüm düşüncelerin denendiği ve doğrunun bir yan
ürünü olarak ortaya çıkmış bir entellektüel yapıtlar tarihi değildir.
4) Felsefe, kavramları, sözcükleri ve dilleri çözümlemeye, ya da açıklamaya
çalışmak değildir.
5) Felsefe, insanın kendini zeki göstermesine yarayan bir araç değildir.
6) Felsefe, insanların felsefi karmaşadan sıyrılmasını sağlayan
(Wittengestein’ın deyimiyle) entellektüel bir terapi değildir. Buna göre,
Wittengestein, şişedeki sineğe yolunu göstermemiş, tersine, şişede yolunu bulamayan
sinekle kendini betimlemiştir.
7) Felsefe, kendini daha kesin ve daha açık biçimde ifade etme yolu değildir.
8) Bu nedenle felsefe, yakın, ya da uzak gelecekte ortaya çıkabilecek sorunların
çözümüne temel veya kavramsal çerçeve hazırlamak değildir.
9) Felsefe, çağdaş ruhun bir ifadesi de değildir. Bilimde olduğu gibi, felsefede
de bazı modalar vardır. Ancak, ciddi anlamda doğruyu arayan, zaten modayı takip
etmeyecek, ona karşı savaşacaktır.”422
Sonuç olarak, Popper’a göre, felsefe, bilim gibi, “doğruya yaklaşma” düşüncesi
üzerine kurulu olan, bu yönüyle ve yöntem anlayışıyla bilimle yakın ilişki içinde
422 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 191-193.
99
bulunan, hatta bilimi tamamlayan bir unsurdur. Hem bilimin, hem felsefenin amacı
evrenin sonu gelmez gizini çözmeye çalışmaktır. Her iki alanın da en önemli özelliği,
sonu gelmez bir faaliyet oluşlarıdır. Bilim ve felsefe arasındaki ilişkiden bu şekilde
bahsettikten sonra, Popper göre, bilimle yakından alakalı olan bir başka alana,
sanata geçebiliriz.
4.3. Bilim-Sanat İlişkisi
Popper’ın eserlerinde vurgu yaptığı konulardan biri de sanattır. O, genellikle
müzik ve şiir gibi sanat dalları aracılığıyla genel olarak sanatla ilgili düşüncelerini
açıklar. Popper, sanatı iki açıdan ele alır. Birincisi, sanatın Popper’ın düşünsel
gelişimine yaptığı katkı; ikincisi ise bilim-sanat ilişkisidir.
Sanatın Popper’ın entellektüel gelişimine etkisi müzik aracılığıyla olmuştur.
Popper, çocuk yaşlarda aile içinde başlayan müzik tutkusunun, entellektüel
gelişiminde en az üç fikrin oluşmasına zemin hazırladığını söyler. Bunlardan ilki,
dogmatik düşünce ile eleştirel düşünce arasındaki farkın önemi; ikincisi “objektif” ve
“sübjektif” terimleri arasındaki farklılık; üçüncüsü ise, tarihselci düşüncelerin,
müzikte ve genel olarak sanat alanında yol açtığı tahribattır.423
Bilim - sanat ilişkisine gelince, Popper, 1979’da yaptığı “Bilim ve Sanatta
Özeleştiri” adlı konuşmasında bilim ve sanat arasındaki ortak noktaları ve
farklılıkları ayrıntılı bir şekilde açıklar. Onun iki alan arasında ilişki kurduğu ilk
nokta, bu iki alanın tutumlarıdır. Popper, sanatçıların “sanat, sanat içindir”
yaklaşımının altında yatan anlayışın, doğa bilimleri için de geçerli olduğunu söyler.
Sanatçı, nasıl ki, sadece sanatı için faaliyette bulunuyorsa, doğa bilimci de sadece
öğrenme amacıyla araştırma yapar. Buna bağlı olarak, Popper, “doğa bilimleri,
uygulamalarıyla değer kazanır” görüşünü reddeder. Ona göre, araştırmacı kuramının
pratik uygulamalarını düşünmez. Örneğin, ne Planck, ne de Einstein, ne Rutherford
ne de Bohr, atom kuramının pratikteki uygulamalarını düşünmüşlerdir. Tersine, belli
bir zamana kadar bunların kuramları, uygulamaları olanaksız kuramlar olarak
423 Popper, Bitmeyen Arayış, s. 70 - 72.
100
görülmüştür. Zaten onların amacı da, pratik olarak uygulanabilir kuramlar ileri
sürmek değil, dünyanın gizemini çözebilmektir.424
Popper’a göre, hem bilimin, hem de sanatın kökeni Eski Yunan’a, Homeros ve
Hesiodes’in destanlarına kadar uzanır ve buradan önemli oranda beslenir.425 Her iki
alanın da temelinde, hayatı başka gözlüklerle görmemizi sağlayan ve gündelik
olayları, hayal gücüyle açıklamaya çalışan bir çeşit yaratıcılık vardır. Bilim de, sanat
da hayal gücümüzün ve sezgilerimizin eseridir.426 Bilim ve sanattaki ortak
yaratıcılık, dogmayı ve miti bizi bilinmeyene götüren araçlar olarak kullanarak,
dünyayı keşfetmeye, düzenlilikleri bulmaya, kuralları incelemeye, kaybolan
düzenliliklerin ve kuralların yerine yenilerini oluşturmaya çalışırız. Bu yolla
yaptığımız keşifler vasıtasıyla, antik çağlarda hayal bile edilmeyecek yeni dünyalar
inşa etmeyi deneriz.427 Popper’a göre, bilim ve sanatın ortak çıkış noktası olan hayal
gücü ve yaratıcılık, etkisini tüm zamanlarda sürdürür. Hem bilim, hem sanat,
kendimizi ve dünyayı anlamlandırmada kullandığımız mitlerin saf yorumlarından
ibarettir.428
Popper’a göre, bilim adamı ve sanatçıyı birleştiren bir diğer nokta, kullandıkları
yöntemdir. Önceki bölümlerde, bilimin deneme - yanılma süreciyle ilerlediğini öne
sürülen kuramların rasyonel eleştiri yoluyla çürütülerek test edildiğini söylemiştik.
Popper’a göre, sanatçı da bilim adamı gibi, deneme yanılma süreciyle öğrenir.429 Bu
süreçte, eleştiri, sanatçı için önemli rol oynar: İki tür eleştiri vardır. İlki edebî, estetik
eleştiridir ki, bizi mitlerden sanata; ikincisi rasyonel eleştiridir ki bizi mitlerden
bilime götürür.430 Sanat eserinin çıkış noktası, bir problem, yahut –opera ya da ayin
yazmak gibi- tek bir amaç olabilir. Sanatçı, eserini oluştururken ana hatlarıyla
yapmak istediğini tasarlar. Ancak, uygulamaya geçildiğinde, yani tasarı
somutlaştırılmaya başladığında, bir takım eksiklikler veya hatalarla karşılaşılabilir.
Bu hatalar ve eksikler giderildikten sonra, tasarlanan ideal şekliyle, mevcut eser
424 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 246. 425 Popper, a.g.e., s.246. 426 Popper, a.g.e., s. 68. 427 Popper, Bitmeyen Arayış, s. 246-247. 428 Popper, a.g.e, s. 247. 429 Popper, Bitmeyen Arayış, s. 85. 430 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 247.
101
arasında değerlendirmelerde bulunulur ve eserin ideale ne kadar yaklaştığı test edilir.
Bu süreçte sanatçının kullandığı yöntem “eleştiri”dir. Ancak sanattaki eleştiri, bir “öz
eleştiri”dir.431 Bilime gelince, bilim kuramlarla ve varsayımlarla ilerler. Bilimsel
çalışmada amaç, doğruya, olabildiğince fazla yaklaşmaktır ve bu süreçte, bilim de
sanat gibi deneme yanılma ve “eleştiri” yöntemlerini kullanır. Ancak, bilim ve
sanattaki eleştiri birbirinden farklıdır. Sanat yalnızca “öz eleştiri” yi kullanırken,
bilim, öz eleştirinin yanında karşılıklı eleştiri de kullanır. Çünkü bir doğa bilimci,
hatasını fark edemese de, bir başkası hatayı mutlaka görüp eleştirecektir.432 Kısacası,
bilimin yöntemi rasyonel eleştiridir ve rasyonel eleştiri, içinde hem öz eleştiriyi hem
de dışardan gelen eleştirileri barındırır. Belki de bilim ve sanat arasındaki en bariz
fark da budur. Bilimi bilim yapan da, kendini dışarıdan gelen eleştirilere açık tutması
ve katı testler açık olmasıdır.
Bilim ve sanat ilişkisine dair üzerinde durulabilecek bir diğer nokta, hem bilim
adamı, hem de sanatçı için hayal gücünün yanında, sezgi ve biçim duygusunun
taşıdığı önemdir. Ancak, arada önemli bir fark vardır. Sanatçı, bu özelliklerini
eserine tamamen yansıtabilmesine rağmen; bilim adamı bu özelliklerinin kendisini
zaman zaman yanlışa düşürebileceğinin bilincindedir. Bu nedenle de, kuramını
denemelere açık tutar. Sonuçta, bir sanat eseri, son şeklini aldıktan sonra
düzeltilemezken; bilimsel kuramlar, sanat eserinden farklı olarak, düzeltmelere her
zaman açıktır.433
Popper, bilim ve sanatın ortak yönlerini ve farklılıklarını ana hatlarıyla böyle
anlattıktan sonra, iki alan arasındaki bağı belirtmek için, Kepler’den şu alıntıyı yapar:
“Evet, gök cisimlerinin hareketi sonsuz bir konserdir: duyarak ya da seslenerek
değil, akıl yoluyla algılanabilen bir konserdir. Çünkü bu gök cisimleri, gerilimler ve
uyumsuzluklar içinde hareket eder, müzisyen de, doğadaki bu uyumsuzluğu zaten
senkoplarla ve susmalarla anlatmaya çalışır. Dolayısıyla eski zamanlarda
bilinmeyen, ama sonunda Yaratıcının taklitçisi olan insan tarafından keşfedilmiştir -
431 Popper, a.g.e, s. 250-251. 432 Popper, a.g.e., s. 251. 433 Popper, a.g.e, s. 251.
102
bir çok parçanın uyum içinde şarkı söylemesini sağlayan kurallardan daha harika
veya daha yüce bir şey yoktur- ; böylelikle, bir çok sesin uyumlu senfonisi yoluyla,
insan bir saat gibi kısa bir zaman diliminde gerçekten de alemin zaman içindeki
ebediyetini aklına getirebilir ve müzikle zevkine varılan büyük mutlulukla, Tanrı’nın
yankısını duyabilir, Tanrı’nın kendi eserlerinde duyduğu gönül hoşluğuna
erişebilir.”434
Bu alıntıdan hareketle, doğa bilimleri ve sanatın birbirinden ayrılması mümkün
olmayan iki alan olduğunu söyleyebiliriz. Her ikisi de insanın dünyayı, kendini vs.
anlama sorununa (Popper buna kozmoloji sorunu der) verilen farklı cevapları içerir.
Cevaplar farklı olsa da çıkış noktası ve kullanılan yöntem aynıdır. Bilim ve sanat
ilişkisinden sonra, bu bölümde ele alınan son konu bilim-din ilişkisi olacaktır.
4.4. Bilim- Din İlişkisi
Bilim ve din arasında doğrudan bir ilişki var mıdır; varsa bu ilişkinin mahiyeti
nedir? Yoksa, bu alanlar birbirlerinden tamamen bağımsız mıdır? Bilim felsefesi
bünyesinde çokça ele alınıp tartışılan bu sorulara, net bir cevap bulunduğu
söylenemez. Bu iki alan arasında, bir çeşit ilişkinin olduğunu söyleyenler olduğu
gibi; bu iki alanın, birbirinden tamamen bağımsız olduğunu söyleyenler, hatta, dinin
anlamsızlığını öne sürenler de olmuştur. Popper’ın bu konuya yaklaşımına gelince,
öncelikle şunu söylemeliyiz ki, Popper, konuya ilişkin sorularla doğrudan
ilgilenmemiştir. Din olgusu, Popper’ın çok da üzerinde durduğu bir kavram değildir.
O, teolojiye olan ilgisinin, henüz on beş yaşlarında iken, Spinoza’nın “ Etika” ve “
Descartes’e İlişkin İlkeler (Kartezyen Felsefesinin İlkeleri)” adlı eserlerini
inceledikten sonra kaybettiğini söyler. Popper’a göre, her iki kitap da keyfî, anlamsız
ve soru işaretleri ile yüklü tanımlarla doludur; bu kitaplar değerlendirdikten sonra
Popper, Tanrı ile ilgili olarak öne sürülen teorilerle ilgilenmez.435 Ancak şunu hemen
belirtmeliyiz ki, Popper, doğrudan dinle ilgili açıklamalar yapmayı hedeflememiş
olsa da, özellikle onun yöntem anlayışı konuya ilişkin tartışmaların yönünü
değiştirecek ve soruların cevaplanmasını kolaylaştıracak niteliktedir. Bunun yanında, 434 Popper, Bitmeyen Arayış, s. 77. 435 Popper, a.g.e., s. 17.
103
onun din ve toplumsal yapı arasında kurduğu bağ, pratik açıdan büyük önem
taşımaktadır.
Yöntem anlayışında yola çıkılarak, Popper’ın din-bilim ilişkisine yaklaşımı iki
temel tezle özetlenebilir. Bunlardan ilki, iddia edilenin tersine, metafiziksel
önermelerin anlamsız olmayışı; ikincisi ise, metafizik önermeleri, dolayısıyla dînî
önermeleri de, “anlamsız” kılan doğrulanabilirlik ölçütünün geçersizliğidir.
Popper’ın bu iki temel tezi, Mantıkçı pozitivistlerin görüşlerinin eleştirisi üzerine
bina edilmiştir. Bu nedenle, konunun anlaşılabilmesi, Mantıkçı pozitivistlerin
görüşlerinin tam olarak anlaşılmasıyla mümkün olacaktır.
Mantıkçı Pozitivizm akımı, Hegelci metafiziğe bir tepkidir. Onlar için felsefi
spekülasyonun hiçbir değeri yoktur; bilimsel açıdan geçerli yöntem, “deney”
yöntemidir. Onlara göre, Galileo ve Newton’dan bu yana doğa bilimlerindeki sürekli
gelişmeye karşılık, metafizikte böyle bir gelişme görülmemiştir. Gelişen ve
deneylerden yararlanan, metafizik değil de bilim olduğuna göre, bunlar arasında
önemli bir fark olmalıdır. Bilimselliğin bir ölçütü bulunarak, gereksiz olan metafizik
düşünce, bilimden tamamen tasfiye edilmelidir.436 Zaten 1929’da yayınladıkları
programlarında, Mantıkçı pozitivistler, amaçlarını şu şekilde ifade ederler:
“Amacımız, tek bir bilimin, yani insanların edinebileceği tüm bilgiler, fizik ve
psikoloji, doğa bilimleri ve edebiyat, felsefe ve özel bilimler gibi birbirinden
tamamen ayrı disiplinlere ayırmaksızın içinde toplayan bir bilimin yaratılmasıdır. Bu
amaca ulaşmanın yolu, Peano, Frege, Whitehead ve Russell’in geliştirmiş oldukları,
mantıksal çözümleme yönteminin kullanılmasıdır. Bu yöntem, bilimi metafizik
sorunlardan ve anlamsız önermelerden arındırmaktadır.437 Pozitivistlere göre, anlamlı
önermeler, bir yanda analitik olarak doğru, ya da yanlış önermeler; diğer yanda ise,
maddi olgularla ilgili konuları ifade eden veya dile getirmeyi amaçlayan önermeler
olarak ikiye ayrılabilir. Mantık ve matematiğin önermeleri birinci sınıfa; buna karşın
tarihin, doğa bilimleri ve sosyal bilimlerin önermeleri ikinci sınıfa girer. Bir olguyu
ifade eden bir önermenin, anlamlı olup olmadığına karar vermek için, pozitivistlere
göre, önce neyin onun doğruluğunun lehinde veya aleyhinde olacağı sorulmalıdır. 436 Bal, Bilginin Sosyolojik ve Felsefi Boyutları, s.13. 437 Demir, Bilim Felsefesi, s.32.
104
Onun doğruluğunu veya yanlışlığını gösterecek “hiçbir şey” bulunmuyorsa, bu
önermenin bir anlamı yoktur. Yani pozitivistlere göre, bir önermenin anlamı onun
doğrulanabilmesine bağlıdır. Onların metafiziği reddetmesinin temelinde de bu
“doğrulanabilirlik” fikri bulunmaktadır. Onlara göre, metafiziğin kapsamına giren,
“Mutlak’ın tarihi yoktur”, “Tanrı vardır” gibi bir takım önermeler doğrulanamaz; bu
nedenle de anlamsızdır.438 Pozitivistlerin bu görüşlerinin oluşmasında,
Wittengestein’ın Tractatus’unda vurguladığı “dünyanın olguların toplamından ibaret
oluşu”439, “dilin sınırlarının dünyanın sınırları oluşu”440 ve anlamlılığı “dil
çözümlemesi”ne dayandıran441 görüşleri etkili olmuştur. Buna göre, metafiziksel
önermeler, olgulara karşılık gelmediği için anlamsızdır. Özetle, Mantıkçı
pozitivistlerin ana hedefi, bilimsel olanla olmayan arasına sınır koyacak bir ölçüt
bulmaktır. Bunu yapabilmek için de “anlamlılık” ve “anlamsızlık” terimlerinden yola
çıkmışlar ve doğrulama yöntemini kullanmışlardır.
Popper, Mantıkçı pozitivistlerin sınır koyma ölçütünün, beraberinde tümevarım
problemini de getirdiğini söyler442 ve özellikle Wittengestein’ın görüşlerini şiddetle
eleştirir. Wittengestein’a göre, her anlamlı önerme, mantıksal olarak tekil gözlem
önermelerine dayandırılabilmelidir; aksi halde, önerme “anlamsız”dır, fizik ötesidir.
Popper, onun bu görüşünün fizikötesiyle birlikte doğa bilimlerini de yok edeceğinin
iddia eder. Çünkü doğa yasaları da, gözlem önermelerinden mantıksal olarak
türetilemez. Wittengestein’ın anlamlılık ölçütü, doğa yasalarına tutarlı bir şekilde
uygulandığında, onlar da “anlamsız-sözde önermeler”den, “fizikötesi önermeler”den
başka bir şey olmayacaktır. Bu nedenle de, anlamlılık ve doğrulanabilirliğe dayalı
sınır koyma çabası başarısız olmaya mahkûmdur.443 Buna karşın, Popper, sorunun
çözümü için yanlışlanabilirlik ölçütünü teklif eder. Buna göre, ancak deneyim
ışığında başarısızlığa uğrayan önermeler; daha doğrusu yöntemsel denemelerle karşı
karşıya kalan ve bu denemelerin sonuçlarına göre, çürütülebilen önermeler deneyim
dünyasını dile getirirler. Böylece bilimsel olanla fizikötesi arasındaki sınır net bir
438 Ahmet Cevizci, Metafiziğe Giriş, Paradigma Yay., İstanbul, 2001, s. 99. 439 Wittengestein, Tractatus, s.13. 440 Popper, a.g.e., s.131. 441 Popper, a.g.e., s.27. 442 Popper, Bitmeyen Arayış, s. 111. 443 Popper, Bilimsel Araştırmanın Mantığı , s.357.
105
şekilde belirlenmiş olur.444 Popper’ın pozitivistlere yönelttiği eleştiri, yalnızca
fizikötesinin belirlenmesinde kullanılan yönteme ilişkin değildir. O, aynı zamanda
fizikötesi önermelerin “anlamsız” olduğu tezi ne de karşı çıkar. Ona göre,
pozitivistler, metafiziği anlamsız, saçma ve bütünüyle işe yaramaz kılacak bir ölçüt
ararlar; oysa, bu tür bir kriterin sıkıntı yaratması kaçınılmazdır; çünkü metafiziksel
fikirler, bilimsel fikirlerin öncüleridir.445 Bilimsel kuramlar genellikle fizikötesi
unsurlar olan mitlerden doğarlar; onlar olmaksızın ne bilimsel kuramlar, ne
doğruluk-yanlışlık fikri, ne de eleştiri mümkün olabilir.446 Bu mitler, geliştirilebilir,
denenebilir ve eleştirilebilir. Böylece, bilimsel faaliyet için önemli bir malzeme
haline gelir. Bu aslında şu demektir: Bir kuramın bilimsel olmayışı onun anlamsız,
saçma ya da işe yaramaz olması demek değildir.447 Bu nedenle pozitivistlerin,
metafiziği ortadan kaldırma talebi tamamen yersizdir.448 Kısacası, Popper’a göre,
metafizik;
“a) “Yönlendirici bir bilim”dir; ilke olarak bilgi edinme sürecinin temelinde
yatan yaratıcı merakı, hayret duygusunu teşvik eder. Mitler ve masallarla,
varsayımlar ve kuramlar arasında doğal bir süreklilik vardır; her ikisi de insan
zihninin doğa yasalarını anlama çabasının ürünüdür.
b) Mutlak anlamda metafizik bir öğreti, daha sonraki bilimsel çalışmalar için
yararlı olabilir.
c) Doğrudan test edilemeyen ve bu yüzden bilimsel bir statüye sahip olmayan
bazı metafizik öğretiler, Darwin’in kuramında olduğu gibi, gerçek bilimsel kuramlara
çerçeve sağlayabilir.”449
Buraya kadar yöntem ve metafiziğe ilişkin olarak söylenen her şey, aslında,
dolaylı olarak din için söylenmiştir. Çünkü pozitivistlerin yok etmek istedikleri
444Popper, a.g.e., s.357. 445Popper, Bitmeyen Arayış, s. 110. 446Popper, a.g.e., s. 283. 447Popper, Conjectures and Refutation, s. 50 - 51. 448 Popper, Bitmeyen Arayış, s. 123. 449 Baudouin, Karl Popper, s. 36 - 37.
106
metafizik önermelerin başında dînî önermeler gelmektedir. Onlar, doğrulanamayan
her önermenin anlamsız olduğunu söylerken, dini önermeleri de reddetmiş olurlar.
Çünkü dini önermeler de, bu dünyadaki olgulara karşılık gelmez, denemelere konu
olamaz, gözlem ve deney yoluyla doğrulanamaz. Popper’ın doğrulanabilirlik
ölçütünü tersine çeviren yaklaşımı, tüm metafizik önermelerin olduğu gibi, dini
önermelerin de temellendirilmesi ve savunulmasında kullanılabilir.
Popper’ın yöntem anlayışının din üzerindeki etkisini kısaca açıkladıktan sonra,
onun toplumsal yaşam-din ilişkisini nasıl değerlendirdiğinden bahsedebiliriz.
Popper’a göre, din, sosyal bir kurumdur.450 Diğer sosyal kurumlar gibi, işleyişi insan
tarafından belirlenmektedir. Popper’a göre, Tanrı’yı algılama şeklimizde bile
düşüncelerimiz belirleyici rol oynamaktadır. O, bu durumu açıklamak için, Karl
Barth’dan bir alıntı yapar: “Tanrı dediğimizde, bildiğimizi sandığımız hiç bir şeyin,
ona ulaşamadığı veya onu kavrayamadığı,… ama bildiklerimizin hep kendi icat
ettiğimiz ve kendi hazırladığımız idollerimizden biri olduğu itirafıyla yola
çıkmalıyız. Bu, ister “tin” olsun, ister “doğa”, ister “kader”, ister “fikir”…451 Popper
yine Kant’tan yaptığı alıntıyla aynı durumu vurgular: “Gerçi sakıncalı olabilir, ama
kötü olduğunu söyleyemeyiz: Her insan, kendine göre, bir Tanrı yaratır…hatta,
ahlaki kavramların ışığında, bunu yaratmalıdır ki, Tanrıya kendini yaratan olarak
saygı gösterebilsin. Çünkü bir varlık, her hangi bir tanrı olarak da tanınmak ve tasvir
edilmek, hatta… onun gibi görünmek istiyorsa, ilkin kendisi, … onu ilahi bir varlık
olarak kabul edip saymaya, (vicdanen) hazır olup olmadığına karar vermek
zorundadır.”452 Bu alıntılardan hareketle, şu söylenebilir: Toplumsal ve bireysel her
konuda olduğu gibi, din konusunda da karar vermek tamamen özgür irademize
bağlıdır. Diğer alanlarda olduğu gibi, din alanında da düşüncelerimiz, ya da
inançlarımız eleştiriye tabi tutulabilir; bu bize düşen bir sorumluluktur.453 Din, ancak,
isteyerek kabul edildiğinde anlamlı olur. Bu durum, karşılıklı dînî hoşgörünün
oluşmasına da zemin hazırlar. Dînî hoşgörü, bireyin kişiliğine duyulan saygının bir
ifadesidir.454 Bu hoşgörü özgürlüğü de beraberinde getirir. Bu özgürlüğün
450Popper, Yüzyılın Dersi, s.29. 451 Popper, Hayat Problem Çözmektir, s. 153 - 154. 452 Popper, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, s. 144. 453 Popper, a.g.e., s. 62. 454 Popper, a.g.e. s. 225.
107
oluşabilmesi için, fikirlerimizin başkalarının eleştirilerine açık tutulması ve her an
yanılabileceğimizin farkında olmamız da şarttır. Kısacası, vicdan özgürlüğü, politik
özgürlük, düşünce özgürlüğü, başkalarının görüşlerine ve inançlarına saygı duymak
gibi pek çok erdemin temelinde dinsel yaklaşımlar bulunmaktadır.455 Bu yönüyle
şiddete karşı olan bir din anlayışıyla, liberalizm sıkı bir ilişki içerisindedir ve
Popper’a göre, liberalizm dinle işbirliği yapmadan da varlığını sürdürebilecek olsa da
iki alan arasında iş birliği şarttır.456
Sonuç olarak denilebilir ki, Popper’ın yöntem öğretisi ve metafizikle ilgili
görüşleri, bilim ve din arasında inkâr edilmesi çok da mümkün olmayan bir bağ
kurar. Özellikle, metafiziksel önermelerin bilime ilham kaynağı olduğu ve eleştirel
akılcılığın toplumsal yansımasının sonuçları olan özgürlük, hoşgörü gibi kavramların
dînî yaklaşımlarla bağlantısı göz önünde bulundurulduğunda, bu iki alan arasındaki
ilişki daha da belirgin ve önemli bir hal almaktadır.
455 Popper, Hayat Problem Çözmektir, s. 132. 456 Popper, Yüzyılın Dersi, s. 54-55.
108
SONUÇ
XX. yüzyılın, önemli sistemci filozoflarından biri sayılan Popper, çeşitli
alanlarda çalışmalar yapmış olmakla birlikte, onun entellektüel ilgisinin odak
noktası, bilim felsefesi olmuştur. Bilim felsefesinden sonra, en fazla ilgi duyduğu
alanın, siyaset felsefesi olduğunu söyleyebiliriz. Onu, bu alana yönelten şey, I. ve II.
Dünya savaşları sırasında yaşadığı, çocukluk ve ilk gençlik tecrübeleri olmuştur.
Popper, bilimi, genellikle, “yöntem” açısından ele alır. Bilimsel yöntemi
açıklarken, Popper, Mantıkçı pozitivistlerin yöntem anlayışlarından ve bunların,
eleştirisinden yola çıkar. Buradan yola çıkarak, Popper’ın bilimsel yaklaşımının
temel özelliğinin, “eleştiri” olduğunu söyleyebiliriz.
Genel olarak, Popper’ın bilim anlayışı ve bu anlayışın özel alanlara nasıl
aktarıldığını, açıklamaya çalıştığımız çalışmamız dört ana bölümden oluşmaktadır.
Birinci bölüm, doğrudan tezimizin başlığıyla alakalı olmamakla birlikte,
konunun anlaşılması için, önemli anahtar bir kavram olan, “bilgi” den
bahsetmektedir. Popper’ın bilgiye, bilginin kaynaklarına, bilginin gelişimine ilişkin
görüşlerini aktarmaya çalıştığımız bu bölüm, çalışmamıza bir giriş mahiyetindedir.
Popper’ın bilimsel yaklaşımını, doğru tahlil edebilmemiz için, bilmemiz
gereken en temel kavram, bilim anlayışına temel oluşturması nedeniyle, “bilgi”
kavramıdır. Onun bu konudaki en temel vurgusu, “değişmez” bilgi ve “kesin” bilgi
kaynaklarının olmayışıdır. Popper, bilginin “eleştirel bir bulmaca” olduğunu ve bilgi
edinme çabamızın da, bu bulmacayı çözme girişiminden başka bir şey olmadığını
söyler. Onun, bilgi konusundaki görüşlerinin oluşmasına neden olan, en önemli isim
tartışmasız Sokrates’tir. Sokrates’in, “bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir”
ilkesi, Popper’da “entellektüel alçak gönüllülük” adını alır ve onun, bilgi anlayışının
da, özünü temsil eder. Bu ilkeden hareketle, Popper, bilgiye ulaşma çabasının, sonu
gelmez bir uğraş olduğu sonucuna ulaşır. Ona göre, bilgiyi arama faaliyetinin bir
sonu yoksa, her an yeni bir şeyler öğrenebiliyorsak; bu durumda yapmamız gereken,
109
Sokrates’in yaptığı gibi, bilgimizin sınırlarının farkında olmak ve “entellektüel alçak
gönüllülük”ü elden bırakmamaktır.
İkinci bölüm, çalışmamızın ana konusu olan “bilim”e, Popper’ın yüklediği
anlamı, tartıştığımız kısımdır. Bu bölümde, öncelikle, Popper’ın bilim anlayışına etki
eden önemli isimler ve kuramlar üzerinde durularak, Popper’ın bilim anlayışının,
bilim felsefesi içindeki yerinin kavranması amaçlanmıştır. Bunun için öncelikle,
bilimin tanımı ve hedefi üzerinde durulmuştur. Daha sonra, bilimsel kuramların
oluşumu, bilimsel öznellik – nesnellik sorununa Popper’ın getirdiği “üç dünya”lı
çözüm anlatılmıştır.
Popper’ın bilgi kuramı, “bilginin büyümesi/ gelişimi”nin kuramıdır.Bilginin,
sürekli değişen ve gelişen yapısı, Popper’ın bilim tanımının da, iki ana karakterini
oluşturur. Popper, bilimsel bilginin oluşumunda, Darwin’in kuramından yola çıkarak,
insanların, diğer organizmalarla ortak bir yöntem kullandıklarını söyler ve bu
yöntemi, üç aşamalı bir şema ile ifade eder. Şemanın ilk unsuru, Popper’a göre, aynı
zamanda bilimsel bilginin başlangıcı da olan, “problem”dir. Popper, her bilimsel
araştırmanın, söylenenin aksine, deney ve gözlemle değil, “problem”le başladığını
iddia eder. Şemanın ikinci aşamasında, problemin çözümüne yönelik girişimler; son
aşamada ise çözüm sırasında yapılan yanlışların ayıklanması vardır. O, bilginin, bu
üç aşamalı şema ile, kesinliğe ulaşamadığını da belirtir; her geçici çözüm önerisi,
beraberinde, başka sorunları da getirir. O, bu gelişimi şu şekilde formüle eder:
P1 ( Problem) → TT (Tentative Theory) → EE (Error Elimination) → P2
(Problem)
Popper, bilimin değişen ve gelişen yapısı yanında, “nesnellik”i üzerinde de
durur. Bilimin nesnelliğini açıklamak için, kendine özgü, “üç dünya” adını verdiği
bir kuram da ileri sürer. Bu kurama göre, “Dünya 1” fiziksel nesnelerin dünyası iken;
“Dünya 2” zihinsel içerikler dünyası; ““Dünya 3” ise, bilimsel teorilerin, sanatın,
sosyal kurumların oluşmasına zemin hazırlayan, insan zihninin ürünlerini içeren
dünyadır. “Dünya 3”ün objeleri, “gerçek” ve “nesnel”dir; ayrıca “Dünya 3”, kendi
110
içinde, “özerk” bir yapıya sahiptir. “Dünya 3”ün varlığını kabul etmeksizin, bilimin
işleyişini, bilim adamlarının faaliyetlerini ve bilimin nesnelliğini açıklayabilmek
imkansızdır. Popper için, bilimin nesnelliği, onun, en önemli özelliğidir. Ancak, bu
nesnellik, yaygın olarak kabul gören, bilim adamının, ön yargılardan tamamen
bağımsız olması, demek değildir; Popper, böyle bir şeyin mümkün olamayacağını
söyler. Ona göre, nesnellik, bilginin tahminî karakterinin farkında olmak, her an hata
yapabileceğimizi kabul etmek ve bu nedenle de gelebilecek eleştirilere açık olmaktır.
Popper, bilimdeki eleştiri geleneğinin kökenini, Eski Yunan’a dayandırır.
Thales’in, hocası Anaximandros’u eleştirmesi ve Anaximandros’un bu eleştirileri
hoşgörü ile karşılaması, “eleştirel akılcılık”ın oluşmasına neden olur. Ortaçağ’da,
önemini kaybeden “eleştirel akılcılık”, Rönesans’la birlikte, tekrar yükselişe geçer ve
bu ilke, Popper için, XX. yüzyıl düşüncesinin en önemli ilkesidir.
Çalışmamızın üçüncü bölümü, Popper’ın bilimsel yöntem anlayışını, konu
almaktadır. Yöntem konusunda tartışılan sorunlar ve bu sorunlara çözüm olarak,
Popper’ın önerdiği, yanlışlanabilirlik, denenebilirlik, eleştirel akılcılık gibi yöntemler
bu bölümde tartışılmıştır.
Popper’ın, bilime ilgili olarak, üzerinde durduğu asıl nokta ise, yöntem anlayışı
olmuştur. Onun yöntem anlayışı, her şeyden önce, XX. yüzyılın, önemli düşünce
tarzı olan, pozitivizme bir tepkidir. Popper’ın, yöntem konusundaki ilk hedefi,
bilimsel olanla - olmayan arasına, sınır koyacak bir ölçüt bulmak olmuştur. O,
kendisini, bu probleme götüren süreçte yer alan, önemli bir takım kuramlardan
bahseder. Bunlar, K.Marx’ın “tarih kuramı”, A.Adler’in “bireysel psikoloji”si ve
S.Freud’un “psikanaliz”idir. Popper, bu kuramlar üzerinde yaptığı incelemeler
sonucunda, Pozitivistlerin sınır koyma ölçütü olan, “doğrulanabilirlik”in geçersiz
olduğu sonucuna ulaşır. Çünkü, bu üç kuramın her biri, istendiği takdirde binlerce
kez doğrulanabilir. Ancak, Popper’a göre, bu, o kuramların, bilimsel olması için
geçerli bir nitelik değildir. Ona göre, bu kuramlar, bilimsel teorilerden ziyade,
mitleri andırırlar. O halde, bu kuramların bilimsel olup olmadığını belirlemeyen,
doğrulanabilirlik ölçütü, geçerli olamaz. Bu tespitinden sonra, Popper,
111
doğrulanabilirliğin yerini alacak, yeni bir ölçüt arayışına girer. Bu sırada incelediği,
Einstein’ın “izafiyet teorisi”, onun için çok önemlidir. Çünkü Einstein’ı, Marx, Adler
ve Freud’dan ayıran, önemli bir unsur vardır. O da, Einstein’ın, kuramını doğrulamak
yerine, onu yanlışlamaya, çürütmeye çalışmasıdır. Popper, buradan hareketle,
bilimsel olanı bilimsel olmayandan ayıran temel ölçütün, doğrulanabilirlik değil
“yanlışlanabilirlik” olduğu sonucunu çıkarır. Popper’a göre, bilimsel açıdan
izlenmesi gereken yol, deneme – yanılma metodu vasıtasıyla, kuramları yanlışlamaya
çalışmak olmalıdır. Yanlışlamanın, bilimsel ölçüt olarak kabulü, beraberinde,
bilimsel kuramların, kesin doğru olamayacağı sonucunu da getirir. Popper’a göre,
bilimsel açıdan kesin olarak geçerli kuramlar yoktur. Ancak, katı denemelere
dayanan kuramlar, “geçici” olarak kabul edilebilir ve kabul edilen kuram,
yanlışlandığı takdirde reddedilir. Bu açıdan bakıldığında, Popper için, bilimsel
kuramlar tahminlerden ve bu tahminleri çürütme girişimlerinden ibarettir.
Popper, doğrulanabilirlik kriteri yerine, yanlışlanabilirliği ve denenebilirliği
koyarak, çözüm koyma problemine bir çözüm bulduğuna ve bilimsel olanla –
olmayanı sağlıklı bir şekilde ayırdığına inanır. Ancak, şunu belirtmekte yarar var ki,
Popper, bu ayrımı yaparken, bilimsel olmayanı, yani bir başka ifadeyle metafiziği,
Pozitivistlerin yaptığı gibi, yok saymaya kalkışmaz. Popper, her ne kadar, metafizik
önermelerin, bilimsel yönteme tam anlamıyla tâbi tutulamayacağını söylese de, ona
göre, metafizik önermeler geliştirilebilir, denenebilir hatta eleştirilebilir niteliktedir.
Kısacası metafizik, tamamen “anlamsız” değildir. Hatta Popper’a göre, bilimsel
kuramların ilham kaynağı, metafiziksel unsurlar olan mitler, efsaneler vs.dir. Bu
nedenle, bilimin varolabilmesi için, metafiziğin varlığını sürdürmesi şarttır.
Popper’ın, yöntem açısından ele aldığı, bir diğer sorun “tümevarım sorunu”dur.
Popper, pozitivistler tarafından, yegane bilimsel yöntem olarak görülen, deney ve
gözleme dayalı, tümevarımsal genelleme yöntemini reddeder. Popper, tümevarım
sorununu ele alırken, düşüncelerinden yararlandığı en önemli isim, Hume olmuştur.
Ancak, Popper’a göre, Hume, tümevarımı eleştirirken haklı olsa da; tümevarımı
açıklamaya çalıştığı “alışkanlık” ilkesi yetersizdir ve Hume’un psikolojik kuramı,
112
farkında olmadan eleştirdiği yönteme, yani tümevarıma dayanmaktadır. Bu nedenle,
Hume, tümevarıma ilişkin değerlendirmelerinin bir kısmında, yanılgıya düşmüştür.
Popper, tümevarımı eleştirirken, öne sürdüğü en önemli gerekçe, tümevarımsal
önermelerin, deneyim dünyamızı aşmasıdır; “tüm kuğular beyazdır” önermesi,
bugüne kadar, tümevarımsal açıdan geçerli olmuş olsa da, bundan sonra, herhangi bir
zamanda, her hangi bir yerde, bu önermeyi yanlışlayacak bir örneğin çıkabilecek
olma ihtimali, bu önermenin kesinliğine engeldir. Popper’ın, tümevarım
eleştirilerinin bir diğer nedeni ,tümevarımın temelinin teşkil eden “yineleme”
düşüncesidir. “Yineleme” düşüncesi, bazı olayların bazılarıyla birlikte ortaya
çıkması, düşüncesine dayanır, Popper’a göre, bu durum kesin bir kural olmaktan
ziyade, olasılık ifade eden bir durumdur.
Tümevarımı, bu şekilde eleştiren Popper, çözüm önerisi olarak
“tümdengelim”in kullanılmasını önerir. Ona göre, bilim, tümdengelimsel akıl
yürütmelerle ilerler.
Son bölüm, Popper’ın, bilimsel yöntemi sosyal bilimlere nasıl aktardığını ve
bunun yanında bilim felsefesinin önemli konuları olan, bilim – felsefe, bilim – din,
bilim – sanat gibi alanlar arasındaki ilişkileri, Popper’ın bakış açısıyla vermeye
çalıştığımız bölümdür.)
Bilime ilişkin yöntemini, eleştirel akıl, yanlışlanabilirlik, denenebilirlik ve
tümdengelim ile özetleyebileceğimiz Popper, bu yöntemi doğa bilimlerinde olduğu
gibi, sosyal bilimlerde de kullanılabileceğini söyler. Sosyal bilimlerdeki “zorunlu
yasaların arayışı” ve “tarihin kontrol altına alınması” için çalışan tarihselcileri,
Popper, kıyasıya eleştirir. Popper’a göre, sosyal bilimlerde zorunlu yasalar yoktur, bu
nedenle, tarih kontrol altına alınamaz. Sosyal bilimler de doğa bilimleri gibi,
“gerçeğe yaklaşma” amacıyla hareket eden ve deneme-yanılma süreciyle işleyen bir
yapıya sahiptir.
113
Popper’ın, bilimsel yöntemini aktardığı, en önemli alanlardan biri de, siyaset
felsefesidir. O, bilimsel kuramla siyaset kuramını birleştirir. Ona göre, bilimin
gelişimi, toplumsal yapıyla sıkı bir ilişki içindedir. Ona göre, bilim ancak eleştiriye
açık olan toplumlarda, “açık toplum”larda gelişebilir. Açık toplumun temelinde de,
liberalizm, buna bağlı olarak, özgürlük düşüncesi yatmaktadır. Popper’a göre,
özgürlük, kişinin insanca yaşabilmesi için, gerekli ortamın teminatıdır. Popper, her
konuda olduğu gibi, toplumsal değişim konusunda da – kendi ifadesiyle söyleyecek
olursak- iflah olmaz bir iyimserdir. Ona göre, özgürlük tesis edilebilirse, ki bu
karşılıklı hoşgörü, entellektüel alçakgönüllülük vs. ile mümkündür, insanlar, insanlık
onuruna yaraşır bir şekilde, kendi inanç ve düşüncelerine uygun bir şekilde
yaşayabilirler.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Popper, yöntem anlayışıyla, bilime yaptığı katkının
yanı sıra; “entellektüel alçak gönülülük”ü ön plana çıkaran tavrı, “özgürlük” anlayışı,
iyimser ve rasyonalist yaklaşımıyla, içinde bulunduğumuz çağın insanına oldukça
önemli mesajlar vermektedir.
.
114
BİBLİYOGRAFYA Aslan, Ahmet , Felsefeye Giriş, Vadi Yay. ,Ankara, 2002. Bal, Hüseyin,Bilginin Felsefesi ve Sosyolojik Boyutları, Fakülte Kitabevi Yay., Isparta, 2004. Baudouin, Jean , Karl Popper, Çev: Bülent Gözkan, İletişim, İstanbul, 2003. Cevizci, Ahmet ,Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yay., İstanbul, 2000 Demir, Ömer ,Bilim Felsefesi, Vadi Yayınları, Ankara 2000.
Edward, Paul (editor), Encyclopedia of Philosopy Volume 5 -6, Macmillan
Publishing,Newyork, 1972
Emiroğlu, İbrahim, Ana Hatlarıyla Klasik Mantık, Asa Yay., İstanbul, 1999. Freyer, Hans ,İçtimai Nazariyeler Tarihi, Çev: Tahir Çağatay, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yay., Ankara, 1997. Gökberk, Macit , Felsefe Tarihi, Remzi Kitapevi, İstanbul, 2000. Hançerlioğlu, Orhan , Ruh Bilim Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1998. Horner, Chris and Westacott, Emrys , Çev: Ahmet Aslan, Felsefe Aracılığıyla Düşünme, Phoenix Yay., Ankara, 2001 Ömerustaoğlu, Adnan ,Bilgi Kuramı: Karl Popper’ın Eleştirel Akılcılığı Üzerine, Araştırma Yayınları, Ankara, 2004 Öner, Necati, Klasik Mantık, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yay.,Ankara, 1974. Platon, Sokrates’in Savunması, Şule Yayınları İstanbul 2000. Popper, Karl, Açık Toplum ve Düşmanları I, Çev: HarunRızatepe, Türk Siyasi İlimler Derneği Yay., Ankara, 1967. Popper, Karl, Açık Toplum ve Düşmanları II, Çev: Mete Tunçay, Türk Siyasi İlimler Derneği Yay., Ankara, 1967. Popper, Karl, Bilimsel Araştırmanın Mantığı, Çev: İlknur Aka – İbrahimTuran, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul. Popper, Karl, Bitmeyen Arayış: Bir Entellektüelin Yaşam Öyküsü, Çev: Mustafa Acar, Plato Yayıncılık, İstanbul 2006.
115
Popper, Karl, Conjectures and Refutations, Routledge, New York, 2002. Popper, Karl, Daha İyi Bir Dünya Arayışı, Çev: İlknur Aka, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2005. Popper, Karl, Hayat Problem Çözmektir, Çev: Ali Nalbant, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2005. Popper , Karl, Objective Knowledge, Oxford,London, 1972. Popper, Karl, Tarihselciliğin Sefaleti, Çev: Sabri Orman, İnsan Yay., İstanbul, 2004. Popper, Karl and J. C.Eccles ,The Self and Its Brain,Springer International, Germany, 1977. Popper, Karl, Yüzyılın Dersi, Çev: Ceyhan Aksoy, Plato Yayıncılık, İstanbul, 2006. Sunar, İlkay, Düşün ve Toplum, Doruk Yayımcılık, Ankara, 1999. Ural, Şafak, Pozitivist Felsefe, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1986. Weber, Alfred , Felsefe Tarihi, Sosyal Yayınlar, İstanbul , 1998. Wittgenstein, Ludwig , Tractatus, Çev: Oruç Auroba, Yapı Kredi Yay., İstanbul, 2002. www.tr.wikipedia.org/ wiki/ Karl Popper. Yanbastı, Gülgün, Kişilik Kuramları, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay., İzmir, 1990. Yıldırım, Cemal , Bilim Felsefesi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1979.