gÖkalp ve atatÜrkulkunet.com/ucuncusayfa/bozkurt_26_yeni_3363.pdf · ti de, millet de, makamı...
TRANSCRIPT
ŞEHADETİNİN
DÖRDÜNCÜ YILINDA
Dursun ÖNKUZU
GÖKALP ve ATATÜRK
Kalk yiğitim, yine dağbaşını duman aldı.. Parçalandı bir kıtanın toprakları, Aslan payını aslan olmayan aldı... Kclk yiğitim, yine dağbaşını duman aldı.
Tulgalı, tolgasız başlar alayı... Kanadlı, kanadsız kuşlar.. Aşılmamış dağlar, çıkılmamış yokuşlar...
Dağları, taşları, akar sulariyle Şu tanıdık toprakta Bir büyük dünya parçası Fatihini aramakta.
Dünyayı ahretten ayıran Duvarları yık da gel, Ay doğar gibi, gün doğar gibi Şu kıpkızıl ufuktan çık da gel!
Kalk yiğitim, yine dağbaşını duman aldı. Parçalandı bir kıtanın toprakları; Aslan payını aslan olmayan aldı... Kalk yiğitim, yine dağbaşını duman aldı.
Arif Nihat ASYA
OZKURT'TAN BOZKURTLABA
Okuyucularla Sohbet
Osman OKTAY
Kıymetli Ülküdaşlarım; Malûmunuz üzere BOZKURT ge
çen 25. (Ekim -1974) sayısı ile üçün cü yılına girmiş bulunuyor. Dergimizin yeni şeklini beğendiğinizi u-marız. Geçen yazımızda sizden bir isteğimiz vardı. Şimdi yine tekrar ediyoruz : Çevrenizde bulunan ve yazma kaabiliyeti olan ülküdaşları-mızı bizimle temasa geçiriniz, bize yazı göndermelerini sağlayınız. Dergimizin açtığı yarışmalara katılınız ve kaabiliyetli arkadaşlarınızın da katılmalarını tavsiye ediniz. Yapmış olduğumuz çalışmalardan, ülkümüz
yolundaki başarılardan ve dâvamıza karşı, size karşı olan saldırılardan, iftiralardan da bizleri haberdar edin.
Geçen sayımızla birlikte BOZKURT un fiyatını da 200 kuruşa çıkarmış bulunuyoruz. Bunun, hiçbir zaman kâr yapmak gayesiyle değil, öyle olması icap ettiği için yapıldığını bilmiş olduğunuza inancımız sonsuzdur. BOZKURT, bir ülkü dergisi olarak hiçbir zaman kâr peşinde koşamaz. Ancak yayın hayatını sürdü rebilmesi için fiyatını zamanın ağır şartlarına göre düzenlemek zorunda kalmıştır.
Okulların açılmasıyla birlikte BOZKURT'a gösterilen ilgi de artmıştır. Okullarda bulunan temsilcilerimizin mevcut abonelerini daha cfa çoğaltacakları inancındayız. Ayrıca yazı kadromuzun genişlemesi için okullarda bulunan temsilci ve abonelerimize büyük işler düştüğünü de hatırlatmak isteriz.
Bize gelen yazılar ve şiirler bilindiği üzere yazı kurulumuz tarafın
dan incelenmekte ve uygun görülenler de sıraya konulup yayınlanmakta dır. Ülküdaşlarımızm çoğu duygularını şiirle dile getirmek istiyorlar. Şiir genellikle doğuştan kaabiliyet isteyen bir sanattır. Belli bir tekniği ve özellikleri vardır. İyi şiir yazma.; için biraz da çok okumak ve kelime hazinesi geniş olmak icap eder. Şiire karşı hevesli ve kaabiliyetli olan ülküdaşlarımızm bol bol şiir ve yazı okumalarım, şiirle ilgili eserleri ve şiir tekniklerini, sanatlarını incelemelerini tavsiye ederiz.
Çekerek'ten mektup yazan Muhsin Değerli isimli ülküdaşımız; ilginize çok teşekkür ederiz. Şiirleriniz üzerinde biraz daha çalışırsanız iyi olur.
Feke'den Mehmet Karakoç isimli ülküdaşımız, bir kır gezintisi sırasında iki solcu gencin bir kaplumbağayı yakalayarak küfürlü sözler sarfedip ateşe attıklarına ve yediklerine şahid olduğunu, bundan nefret ettiğini yazıyor. Biz bu olay üzerine yorum yapmıyoruz. Ne diyelim ki, âdi insanların her şeyleri âdice olur.
Edremit'ten bize şiir gönderen ve şâir olmak için çalıştığını yazan Râ-bia Ay isimli ülküdaşımız; bol bol şiir okuyunuz ve inceleyiniz. Şâir olmak için şiirin her şeyini bilmek gerekir.
İzmir'den Gökçen Ayca isimli bacımız şiirinde şöyle sesleniyor : Kahpe Yunan Sana meydan okuyorum işte, Gelir misin döğüşe, Erkeksen tek teke!.. Gülme sakın küçük bir kız diye; Küçük görme...
Evet!.. İşte Türk Milleti'nin bütün fertleri Yunan'a karşı aynı kini ta şıyor.
Çiçekdağı 'ndan Hüseyin Erdem isimli ülküdaşımız; madem ki şiir
yazmaya yeni başladınız, o halde neden hemen uzun uzun şiirler yazıyorsunuz? Kısa kısa öz öz yazarak işe girişirseniz daha başarılı olursunuz.
Kastamonu, Şenpazar - Cide'den yazan Osman Uğur isimli ülküdaşımız yakasına taktığı BOZKURT rozeti yüzünden başından geçenleri anlatıyor. Üzülmeye deymez kardeşim. «İt ürür kervan yürür...»
Of'tan yazan, Memduh Şanlıer isimli ülküdaşımız yazısında cemiyetin bozukluğundan, ezan sesine koşmayanlardan ve babalarının cenaze namazı kılınırken karşıdan seyredenlerden bahsediyor. İşte bizm kadromuz yetiştiği zaman bunlar olmayacak. Biz boş duran camilere cemaat hazırlıyoruz. Şu anda «En mükemmel» değiliz. «Mükemmel» de değiliz ama olmaya çalışıyoruz.
«Bir hilâl uğruna Ya Rab ne güneşler batıyor!..»
Evet... 22 Kasım 1970 günü Dursun ÖNKUZU kendi okuduğu okulun içinde yerli komünistler tarafından şehit edilmiştir. Dursun, bizim dâvamızın ne ilk, ne de son şehidiydi. O'ndan önce de şehitler vermiştik, sonra yine verdik. Bundan böyle de şüphesiz ş e h i t l e r ve-rileecktir. O'nun sehadetinden bu vana dört yıl geçti. Şehadetinin dördüncü yılında Dursun'u rahmetle anıyoruz.
BOZKURT'un 22. Sayısında değerli ı om atıcımız Emine Işınsu ile yaptığımız bir konuşma yayınlanmıştı. Hatırlayacağınız üzere Emine IŞINSU Dursun Önkuzu'nun hayatını romanlaştırmaktadır. Evet... Emine Işınsu'nun kaleminden Dursun ÖN-KUZU'nun romanı «SANCI» yi bekleyiniz. SANCI yakında çıkıyor.
YENİ BİR YARIŞMA : Gelecek Sayımızı Bekleyiniz.
2
GÖKALP ve ATATÜRK
Sadi SOMUNCUOĞLU
Gökalp ve Mustafa Kemal muhteşem İmparatorluğumuzun sou demlerinde yetişmiş iki önemli kişi. İmparatorluk tarihin eşine az rastlanır ihanetlerin kurbanı olmuştur. Ayakta durmak için sarfettiği çabaların hiç biri fayda vermiyor. Türk aydını, gençliği, yöneticisi, bir büyük şaşkınlık ve uçsuz bucaksız bir karanlık içinde kıvranıyor. Devlet-i ebed müddet için her aklına gelen bir dala sarılmış. Uğrunda canını esirgeyen yok. Ama bu mukaddes gaye için verilen canların, devleti yaşatmaya mı, yoksa yıkmaya mı yaradığını bilen yok. Tam anlamıyla keşmekeş kol sürüyor.
Gökalp ve Mustafa Kemal bu büyük karışıklıklar içinde, ızdırapları çeke çeke, her türlü ihaneti göre göre mücadeleye atıldılar. Ne var ki, Gökalp'in mücadele şekli ve zamanı ile Mustafa Kemal'inki bazı farklılıklar taşıyordu. Gökalp bir fikir adamıydı. Yaşadığı devrin mânâsını çok iyi biliyordu. Hiçbir hissi tesire kapılmadan içinde bulunduğu şartları ve Türklüğün geleceğini düşünüyor, gerçek kudret kaynaklarına inmeye çalışıyordu. Nitekim yayınladığı makalelerle, verdiği konferanslarla koskaca imparatorluğu, hem de kimsenin kimseyi dinleyecek halde olmadığı bir ortamda tesiri altına aldı. Türk aydını Gökalp'in tuttuğu meşaleyi gördü ve onunla kararan ufkunu aydınlattı. Kan ağlayan yüreklerin ızdırabı, Gökalp'in ortaya koyduğu fikirlerle diniyor, daha büyük bir mücadele için her Türk kendinde yeni bir yolculuğun ümit, heyecan ve cesaretini buluyordu. Birinci Dünya Savaşı, paylaşılmak istenen Osmanlı İmparatorluğu'nun toprakları uğruna patlamıştı.
Her cephede savaşmak mecburiyeti, imparatorluğu, en güçsüz ve en kararsız bir devresinde yakalamıştı. Ardı arkası bitmeyen savaşlarla halsiz düşmüş ve artık zafer haberlerini unutmuş bulunan Türkler; Gökalp'in verdiği şevk ve heyecanla adeta taze bir kan almıştı. Cepheye koşanlar yarış halindeydi. Çanakkale Savaşında Boğaz'ın sularına bir nesil gömüldü. İstanbul üniversitesi eridi. Dudaklarda bir türkü vardı : «Vatan ne Türkiye'dir Türklere, ne Türkistan -Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir Turan.» O gün bugün Anadolu bozkırlarında, heryerde Türkler bu türküyü söyler. Gökalp'ten ilhamını alarak, düşmana yurdunu teslim etmeyen bu gençlerin hatırasını şimdi anacak yeni bir gençlik, ülkücü gençlik yetiş-
BAŞYAZI ti de, millet de, makamı cennet o şehitler de sahipsiz kalmadı.
Gökalp İmparatorluğun yıkılışının önlenemeyeceğini anlamıştı. Üzüntüyle, ahla, vahla vakit geçirmek yerine; acı tecrübelerin ve dünyadaki milliyetçilik cereyanlarının ışığı altında millî devleti kurmanın çarelerini aramak gerektiğine inanıyordu. Bunun için her yerde Türk aydınlarını bu ruhla göreve davet ediyordu. Kurtuluş Savaşmdan sonra kurulan yeni Türk devletinin manevî temelini Gökalp atmıştı. Bu Gökalp'in Türkçülük fikirlerini devlet siyaseti haline getirmek isteyen ikinci aksiyondu. Birincisi İttihat ve Terakki hükümetleri zamanında denenmiş, fakat başarıya ulaşılamamıştı. O zamanın devlet adamları, şartları değerlendirecek ve Türklüğün kudret kaynaklarını harekete geçirerek kendi istikbaline hakim olacak şartları meydana getirmeden yola koyulmuşlardı. En tesirli ilâç tarifesine, gereklerine uyulmaymca, fayda sağlayamazdı. Öyle de oldu. İttihatçılar, kutsal bir dava için çırpındılar, ama netice istenilene dahi yaklaşamadı, zaman ve büyük dalgalar kendilerini alıp götürdü.
Türkçülük yeni Türk devletiyle beraber tekrar aksiyon planına geçti. Bu defa Türk filozofunun fikirlerini, Kurtuluş Savaşı'nın lideri Mustafa Kemal ele almıştı. O, «Benim ruh bedenimin babası, Ali Rıza bey. Heyecanımın babası Namık Kemal bey. Fikirlerimin babası ise Ziya Gökalp bey» diyordu. Cumhuriyet devleti bu inançtaki liderin elleriyle kurulmuştu. Ama, topraklarımızı götüren, vatan olarak bizi küçük Anadolu'ya sıkıştıran Birinci Dünya Savaşı sonunda, düşmanlar yakamızı bırakmamıştı. Bize bu topraklar da Türk çizgisi dahi bırakılmak istenmiyordu. Bugünlere kadar, şekil ve renk değiştiren düşman, Savaş sonrası ayrık otu gibi her tarafı sarmaya çalışıyordu, çok görülüyordu. Söküp atılmak, Anadolu'da tek bir Mustafa Kemal, savaşı kazanmış, yeni devleti kurmuş, Türkçülük fikirlerine sıkı sıkıya sarılmış ama, kadrosunu kuramamıştı. Kadro meselesi kolay iş değildi. Bir ömür vermek isterdi.
İttihatçılarla başlayan Türkçülük aksiyonu, Ata-türkle devam etti. Şimdi Milliyetçi, Türkçü bir neslin emanetinde mücadelesini sürdürüyor. Buna üçüncü safhası da diyebiliriz. Birinci, ikinci safhada, hedefe ulaşmak için çok bedel ödendi. Canla, kanla. Ama, bütün Türk dünyası tutuşturuldu. Bir iman dalgası halinde bütün Türk illerine yayılan Türkçülük, kadrosunu tamamlayarak, yeniden devlet siyaseti olmanın yoluna koyulmuştur. Dudaklardaki türkü yine aynıdır :
Vatan ne Türkiye'dir Türklere ne Türkistan Bu büyük ve mukaddes dâva için kendini feda eden
lerden Allah razı olsun. Tanrı Türk'ü Korusun!
3
HAJEUSRLER
?^r
% r \ \
\ 7 \ M
Atatürk ve Ziya Gökaip İçin Anma Toplantıları Yapılıyor
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasında emeği geçen iki büyük Türk milliyetçisi Ziya Gökaip ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk ölüm yıldönümlerinde yapılan törenlerle anılmaktadırlar. Atatürk için her yıl olduğu gibi bütün okullarda ve çeşitli kuruluşlarda anma toplantıları düzenlenirken Ziya Gökaip için de okullarda ve ülkücü teşekküllerde toplantılar düzenlenmiş, seminerler verilmiştir.
Ülkü Ocakları Genel Merkezi 25 Ekim -31 Ekim tarihleri arasını «Ziya Gökaip Haftası» ilan etmiştir. Bu hafta içerisinde Z. Gökalp'i anmak ve fikirlerini anlatmak için çeşitli toplantılar düzenlenmiştir. Ankara'da ilk toplantı 26 Ekim günü saat 14.00'te Yıba Düğün Salonunda yapılmıştır. Ülkü Ocakları Genel Başkanı Muharrem Şemsek Z. Gökalp'in 50. ölüm yıldönümü dolayısıy la bir beyanat vermiş ve özetle şöyle demiştir :
«Türk milliyetçiliği ülküsünün temel taşlarından biri olan Ziya Gökalp'in ölümünün 50. yılında Türk gençliği olarak onu anlamanın so-lumluluğu ve ona lâyık olmanın sevinci içerisindeyiz.
Yeryüzünden silinme tehlikesi ile karşı karşıya olan bir devlet ve Türk soyunun yok edilmesi gibi büyük bir tehlikeden kurtulmuş büyük Türk milleti bugün Ziya Gökalp'i daha iyi anlamak durumundadır.
4
Kurtuluş savaşımızda dünyada em şali görülmemiş bir başarı elde edilmiş ve herkesi hayretler içerisinde Türk mucizesi yaratılmış ise bu, büyük Türk düşünürü ve büyük Türk sosyologu Ziya Gökaip beyin Türkçülük Ülküsü sayesindedir. Yeni Türk devletinin kurucuları onun bu yüce ülküsünden ilham almış ve Türk'ün yenilmezliğini, Türk'ün büyüklüğünü bütün dünyaya isbat etmişlerdir.»
Şemsek daha sonra Atatürk'ün. Ziya Gökalp'i en iyi tanıyan ve fikirlerinden istifade eden kişi olduğunu söylemiş ve Atatürk'e en büyük desteğin Türkçülük olduğunu belirtmiştir. Gökalp'in fikirlerine bu gün her zamankinden daha fazla -ııuhtaç olduğumuzu söyleyen Şemsek daha sonra şöyle devam etmiştir :
«Türk Milleti Gökalp'in Türkçülük idealini anladığı müddetçe yükselecek medeni milletler seviyesinin üstüne çıkacak ve Türk'ün cihanşümul devlet olabileceğini dünyaya göste recektir. Yetişecek nesillerimizi Gök aip'in mefkuresinden uzak tuttuğumuz, ülküsüz ve inançsız yetiştirdiğimiz müddetçe de Türk devletinin ve Türk Milleti'nin düşmanı olan fikir lerin yabancı ideolojilerin zehirlerini saçmasına fırsat vermiş ve çöküşümüzü kendimiz hazırlamış oluruz.
Ziya Gökalp'in meşalesini yakmış olduğu Türkçülük ideali Türk devletine hakim olmalıdır. Devlet kademelerindeki Marksistler temizlenerek Gökalp'i anlayabilme uyanıklığını gösteren kişiler yerleştirilmelidir.
Türk gençliği olarak büyük Türk düşünürü Ziya Gökalp'i 50. ölüm yıl dönümünde rahmetle anıyor, bütün Türk gençliğini Türk milliyetçiliği bayrağı altında toplanmaya davet
ediyoruz.» Büyük Ülkü Derneği Ankara Şube
si de Ziya Gökalp'in ölümünün 50. yılı dolayısıyla basına bir bildiri vererek yetkilileri Ziya Gökaip hakkında çeşitli konularda uyarmıştır. Bildirinin bir bölümü şöyledir :
«Cumhuriyetimizin kuruluşuna vesile olan Millî Mücadele hareketinin manevî vasatını hazırlayan, büyük fikir ve ülkü adamı Ziya Gökalp'in ölümünün 50. yılındayız. Gökaip, hem Cumhuriyet öncesi ve hem de Cumhuriyet sonrası Türk milliyetçileri ve nesilleri üzerinde mües-siriyeti büyük olan bir mütefekkirdir. Özellikle, genç Türk devletinin kuruluşunda büyük rolü olmuştur. Bu yüzden, Türkiye Cumhuriyeti devleti bir Ziya Gökaip Enstitüsü kurmak sureti ile eserlerini ve ülküsünü yeni nesillere tanıtmak zorundadır. Bu, onun fikri ve manevî banisi Ziya Gökalp'e karşı bir şükrün ifadesi olacaktır.»
Ülkücü Teşkilâtların
Faaliyetleri
KONYA'DA
Ülkü Ocakları Konya Şubesi'nin normal kongresi 8 Ekim 1974 günü yapılmıştır. Ülkü Ocakları Konya Şubesi'nin yeni idare heyeti şu şekilde teşekkül etmiştir :
Başkan : Halil Kaya, Bask. Yardımcısı : Mehmet Sarıaslan, Sekreter : Ahmet Korucu, Muhasip : Bilâl Uysal, Üyeler : Necati Yavuz, Veysel Atalay, İbrahim Ünaldı.
ERZİNCAN'DA Büyük Ülkü Derneği Erzincan Şu-
besi'nin normal kongresi 6 Ekim 1974 günü yapılmıştır. BÜD Erzincan Şubesi'nin yeni idare heyeti şu şekilde teşekkül etmiştir :
Başkan : Avni Altmova, Başkan Yardımcısı : Hasan Özarslan, Sekreter : Baki Demirci, Muhasip ; Halit Toprak, Üye : İbadi Oktay.
TEFENNİ'DE Ülkü Ocakları Tefenni Şubesi Ra
mazan Bayramı'nın üçüncü günü
Ülküdaşlarınıza ve Yavrularınıza En Güzel Hediye
BOZKURT'ıın ESKİ SAYILARI
Elimizde BOZKURT'un çıkmış olan iki cildine ait (1-24, Sayılar) belli bir miktarda bulunmaktadır. Biz, bir hizmet olması için asıl fiatı 36.00 lira tutan bu sayıları 25.00 liradan göndereceğiz.
ÜLKÜCÜ TEŞKİLATLARA
Üyelerinize satmak ve der neğinizde saklamak için isteyebilirsiniz. Lütfen 10079758 Nu.lı posta çekine ücretini yatırarak not kısmına isteğinizi belirtiniz.
olan 19 Ağustos'ta Ü*JSÜ Ocakları Bucak Şubesi'nin sahneye koyduğu ÇİRKEF isimli piyesi getirterek Tefennililer'e göstermiştir. Piyes Tefenni halkının büyük ilgisini görmüş ve takdirle karşılanmıştır.
Ülkü Ocakları Tefenni Şubesi ay rica halktan 50 bin lira toplayarak Türk Silâhlı Kuvvetleri'ni güçlendirme kampanj'asına iştirak etmiştir.
GAZİANTEP'TE
Ülkü Ocakları Gaziantep Şubesi devamlı olarak bülten yayınlamak tadır. .Bültenlerde üyelere ve halka çeşitli konularda bilgiler verilmekte ve açıklamalarda bulunulmaktadır.
SEYDİŞEHİR'DE
Ülkü Ocakları Seydişehir Şubesi Türk Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı için açılan yardım kampanyasına katılmış ve üyelerinden toplanmış olduğu 2500 TL'nı açılan hesaba yatırmıştır. Seydişehir'li
ülkücüler ayrıca 26 Eylül 1974 günü Seydiharun Camii'nde şehitlerimiz için mevlit okutmuşlardır.
Ülkü Ocakları'nın çalışmalarını Seydişehirliler takdirle karşılamaktadırlar.
SİLİFKE'DE
Ülkü Ocakları Silifke Şubesi mensupları 29 Eylül 1974 günü öğle na mazını müteakip Kıbrıs'ta şehit olan Silifkeli Yarbay İlhan Akgün ve diğer şehitlerin ruhlarına bir mevlit okutmuşlardır. Silifkeli ülkücülerin bu hareketi takdirle karşılanmıştır,
REYHANLI'DA
Ülkü Ocakları Reyhanlı Şubesi «KIBRIS TÜRK'ÜNDÜR» ibaresi yazılı Ay - yıldızlı afişleri ilçenin önemli yerlerine asmıştır. Ancak
solcu militanlar bir gece «Kıbrıs'ın da, Türk'ün de...» diye küfrederek bu afişleri yırtarken emniyet kuvvetlen tarafından yakalanmışlardır. Ülkü Ocakları Reyhanlı Şubesi mensupları bir bildiri ile olayı kınamışlardır. Solcuların Türk bayrağına ve Türk'ün millî dâvası olan Kıbrıs 'a karşı gösterdikleri bu alçaklık örneği Reyhanlı halkının büyük tepkisiyle karşılanmıştır.
geza gardonyi
Bir Macar'ın kaleminden ATTİLÂ'nın Romanı.
Fiatı : 20 TL.
OKUDUNUZ MU? Dağıtım : ANDA Bab-ıâli Cad. Nu : 50/2 — CağaJoğlu/İSTANBUL
Bütün kitapçılardan isteyiniz
5
Osman ÇAKIR
"Tarihe Adını Yazdıranlar Ölmez,,
— Ayağa kalk — Niçin milliyetçilik yapıyorsun? Dursun Önkuzu'nun sorgusu böyle başla
mıştı «Halk Mahkemesinde. Milliyetçilik suçu işleyen ve milletini sevmekten, ona hizmet etmekten başka bir suçu olmayan Dursun böyle yargılanıyordu.
Kendi vatanında, kanunlara, anayasaya, hukuk devletine saygılı olduklarını günde on sefer iddia edenlerin gözleri önünde cereyan ediyordu mahkeme.
— Çevir bakalım sayfaları hangi işkence uygulanıyor muş?
Elinde «İşkence nasıl yapılır» isimli kitabı taşıyan genç sayfaları çeviriyor ve cevap veriyor.
— Ayaklarının altı jiletle kesilecek ve yaralara tuz ekilecek.
— Diğer sayfayı çevir diyor yine aynı ses Kitabın sayfaları çevriliyor ve işkencenin
yeni bir şekli — Komprasörle ciğerlerine hava doldu
rulacak!
1970 yılı Kasım ayının bir gününde Millî Eğitim Bakanlığına bağlı Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu'nda akıl almaz işkenceleri uygulayanlar Gazi Eğitim Enstitüsü ve yine aynı okulun öğrencileri, Dursun'u yargılıyorlar, milliyetçilik suçu işlediği için. Kendi vatanında
hür ve bağımsız yaşamak istediği için. Türk devletine ve milletinin istiklâline göz koyanlara boyun eğmediği için. Onlarla mücadele etmek için Ülkü Ocakları saflarında olduğundan
«İnsanlık dışı», «Çağ dışı» barbarlık uyguluyorlar. Hem de «Çin usulüne göre işkence»
1968 - 1971 yılları arasında cereyan eden ve öğrenci hadiseleri oİGrak kamu oyuna geçen Türk'ün varolma - yokolma mücadelesi incelendiğinde Dursun Önkuzu olayı hafızalardan hiç silinmeyecektir.
— MEB'na bağlı bir okulda polis koruyuculuğu ile işkence yapılmıştır.
— İngilizlerin işgalinden sonra tarihde ikinci defa «Türk'ün sönmez ocağı olan» Türk-ocağı o zaman işgal edilmiş ve 4 ay kanunsuz işgal altında tutulmuştur.
— İlk cenaze kaçırma hadisesi o zaman olmuştur.
— Bir kişinin cenazesinin 4 ayrı hastaha-nede olduğu o zaman söylenmiştir.
— Polis iktidarın emriyle o zaman «Yolların aşınmamasını» istemiş ve cenaze merasimine mani olmuştur
— Göz yaşartıcı uomba ilk defa o gün milliyetçi - ülkücü gençlerin üzerinde tatbik edilmiştir.
— Kanunların ve Anayasa'nın himayesinde kurulmuş olan dernek yöneticileri basın toplantısı düzenledikleri için o gün hapise atılmışlardır.
— Siyâsî iktidar da o gün meşruluğunu kaybetmiştir.
Evet Dursun Önkuzu'nun şehadeti Türkiye'de çok şeyleri değiştirmiştir. Ülkücüler bir kere daha kinlenmiş ve «Bir ölüp bin dirilmiş-lerdir.» Uyuyan gafillerin bir kısmının uyanması bu hadise üzerine olmuştur. Önkuzu'nun şehit olması ile şehitler zincirine bir halka daha eklenmiştir.
Dursun akıl almaz işkencelerle ölmemiştir. Zira kendi sözleriyle ifade edersek; «Adını tarihe yazdıranlar ölmez.»
6
Şehadetinin Dördüncü Yılında
DURSUN ÖNKUZU'YU
RAHMETLE ANIYORUZ
12 Mart 1971 öncesinin anarşik ortamı... Fakülte ve yüksek okullarda, hatta liselerde kan gövdeyi götürüyor. Bilhassa bu üniversite ve yüksek okulların bulunduğu büyük şehirlerin meydanları, yolları - so kakları, öğrenci yurtları bir avuç satılmış komünistin arenasına dönmüş. Anadolu'nun bağrından kopup gelen ve okuyup vatanlarına, milletlerine hizmet edebilmek aşkıyla yanıp tutuşan gençler bu anarşistlerin başlarına örülen kirli, pis ağlar. Ya fikirlerini kabul edip soygunlar, vurgunlar yapacaklar, adam kaçırıp fidyeler alacaklar, onların deyimiyle «Faşist, şoven...» olan bu milletin öz evlatları milliyetçi - ülkücü gençlerle mücadele edecekler, ya da kendileri ölecekler. Komünist ihtilaline hizmet etmeyen herkes «Faşist» tir ve «Faşistler'e ölüm» vardır.
İşte Dursun Önkuzu da böyle bir ortamda diğer ülküdaşları gibi şe-hadet mertebesine ulaştı. Tokat'ın Zile İlçesi'nde doğmuş olan Dursun'-un babası soba tamirciliği yaparak geçimini sürdürüyordu. Ankara Erkek Teknik Öğretmen Okulunun son sı nıfma kadar gelen Dursun'un bu başa rısının her zerresine O'nun alın teri karışmıştır. Tenekeler Dursun için dövülüyor, sobalarda yanan ateşler Dursun'un geleceğine ışık tutuyordu.
Ancak hiç beklenmeyen bir zaman da, okulun bitmek üzere ve Dursun'un vatan hizmetine koşmak üzere ol duğu bir sırada sobalarda yanan a-teşlere bir su dökülüyor ve kıpkırmızı, ciğer gibi korlar kapkara, simsiyah kömürlere dönüşüyordu.
22 Kasım 1970 günü akla gelmedik işkenceler sonunda şehit olan Dursun ÖNKUZU'nun cenazesi Ankara'-ra 10 binin üzerinde bulunan bir ülkü daş grubunun omuzları üstünde yükseldi. Görülmemiş bir kalabalık, görülmemiş bir cenaze töreni yapılıyordu. Ancak buna da mani olunmak istendi ve zamanın âcik iktidarı komünist gençlere bile verilen izni 01 kücülere vermedi. Polise cenazeyi ka çırtarak bu îman selinin önüne geçileceğini sandı. Biz hükmü tarihe bırakıyoruz.
.... VE BİR BABA
Oğlunun hunharca katledilişi üzerine Zile'den kalkıp Ankara'ya gelen baba cenaze kaçırıldıktan sonra bir basın toplantısı yapıyor ve şöyle diyordu :
«Ben ufacık bir çekiçle soba yaparak oğulumu okuttum. Vatana faydalı bir evlat yetiştirmeye çalıştım. Acaba oğlum başka bir milletten mi geldi de hükümet yetkilileri ona bu olayı reva görüyor? Hükümet yetkililerinden böyle bir hareket görmek beni şaşırttı. Halbuki ölse de ben öyle bir evlatla iftihar ediyorum. Oğlum gibi milliyetçi gençlerin binlercesini birarada görmem acılarımı azalttı. Onlar oldukça komünistler bu memlekette istedikleri kızıl rejimi getiremeyeceklerdir.
Oğlum Türk Milleti uğruna 60 yaşında ölmektense 20 yaşmda ölmesi daha iyidir. Türk Milleti sağ olsun...»
Evet... Bir şehidin babası ancak bunları söyleyebilirdi ve Abdullah Önkuzu da öyle söylüyordu.
CİNAYET, KATİLLER ve SONRASI
Cinayet öncesi ve sonrası yapılan işkenceleri burada tekrar yazmak istemiyoruz. Etleri jiletle dilik dilik dilinen, ciğerleri komresörle şişirilip parçalanan Dursun'un ve aynı akıbete uğrayan diğer ülküdaşlarınm durumu karşısında vicdanları sızlamayan kızıllara ve onların bu hareketleri karşısında sorumsuzca hareket edip susmakla aynı cinayete iştirak etmiş olanlara daha ne diye bilir, olayların içinde bile sızlamayan vicdanlarına bizim bu acımızı nasıl hissettirebilir ve taş yüreklerini nasıl yumuşatabiliriz? Ancak olay dan birkaç yıl sonra ancak Sıkıyönetim Komutanlığı'nm gayreti ile yakalanan ve fakat son koalisyon hükümetinin çıkardığı aftan sonra serbest bırakılan anarşistlerin isimlerini ve Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından haklarında çıkarılan dokümanı «Töre - Devlet Yayınevi» tarafından hazırlanan «Dev - Genç Dosyası» isimli eserden alarak veriyoruz :
1. Adnan ALTIPARMAK : « 23 Kasım 1970 tarihinde diğer sanıkların bir kısmı ile birlikte Hasan Gürür, Selâhaddin Mazman ve Dursun ÖNKUZU'nun hürriyetlerini tahdit etmiştir. DURSUN ÖNKUZU'NUN PENCEREDEN ATILMAK SURETİYLE KASTEN ÖLÜMÜNE SEBEBİYET VERMİŞTİR »
2. Mehmet Ali KABAKOĞLU : « 23 - 11 - 1970 tarihinde Hasan Gürür, Selâhaddin Mazman ve Dursun ÖNKUZU'nun hürriyetini tahdit edenler ve DURSUN ÖNKUZU'YU ÖLDÜRENLER ARASINDADIR...»
3. Sabri UYAR : « Hasan Gü rür ve Selâhaddin Mazman'ın hürriyetlerini tahdit etmiş ve bu şahıslara müessir fiil ika etmiştir.
(Devamı 10. Sayfada)
7
MİLLÎ VARLIK MİLLÎ RUH
Mağara devrinden bugüne kadar insanları, semavi dinler dışında, çoğu yalan, bazı doğru dinler, hayaller ve ideolojiler idare etmişlerdir. Bu gün de insanlar inançlarına göre şu veya bu cephede savaşıyorlar. Bazı kimseler «Eski çağların harpleri din adına, din aşkına yapılıyordu. Bngün İse ideolojiler adına savaşı
lıyor» diyor. İster Öyle ister böyle olsun. Esas olan inançtır ve kavga
da bu yüzden çıkmaktadır. Çünkü her insan kendi İnançlarıyla vardır. İnanan insan güçlü insandır, inanan insanın meydana getirdiği devlet, güçlü devlet, güçlü iktidardır.
Onun için: inancını manevî değerlerini kaybeden milletler yıkılmaya mahkûmdur. Şu halde asü savaş kafalarda ve kalplerde husule gelir. Bizi yıkmak İsteyen düşmanlar artık sadece, tüfek ve kılıç kullanmıyorlar. Şiir, piyes, roman deneme veya fikri eserlerle kafalarımızı çelmeye, gönlümüzü fethetmeye çalışıyorlar. Aslında bu; asırlardan beri süregelen savaşın silah yerine başka medeni vasıtalar kullanılarak devam etmesidir. Çünkü güzel bir gür, hayat dolu bir roman, makûl bir tenkit veya teklife karşı kim ne diyebilir? Onun için içlerinde ruhî mukavemet olmayan, muhakeme etmesini bümeyen ve kültür eserleriy le beslenmeyen kimseleri böyle basit propogandalaria avlamak çok
kolaydır. Bu devirde ancak kültürlü bilgili şuurlu, imana sahip olanlar binbir kılığa ve renge giren yıkıcı fikirlere karşı mukavemet edebilirler.
Bugün Türkiye'de vitrinlere, kitap sergilerine sinema ve benzeri kültür mahallerine bir göz atarsak, Türk kültürünün tahrip ve oyunlarla nasü yok edildiğini kolayca tes-bit etmek mümkündür.
Türk töresi, Türk örfü, Türk inancı ve duygusu bir kenara itilmiş, sırıtkan, basit ve cüretkâr davranışlarla öz yurdumuzda körpe dimağları şartlandırmak için ne kadar açıkça saldırdıkları görülmektedir. Sonuç işte meydanda, bu süslü püslü kitapları okuyan ve aynı zamanda başka bir kitapla karşılaşmak istemediği İçin veya bulamadığı için o kitaplarda anlatılanları ve yazılardan yegane gerçekler olarak kabul ediyor. Bununla da kalmayarak savunma gayretine de gidiyor. Gençliği terbiye etmekle mükellef olan Millî Eğitim Bakanlığı bu duruma seyirci kalmaktan öte gidemiyor.
Memlekette milyonlarca okur - yazar yetiştiren Millî Eğitim kadrosu affedilmez bir gaflet uykusu İçinde bu kültür elemanlarım hangi eserlerle beslemeyi hiç düşünmemiştir.' Hatta dışardaki zararlı neşriyatlara
^ ^ ^ B Fehmi FİDAN (jgtçri hazırlamış, fikir hürriyeti
avazeleriyle batıdan gelen her şeyin - mubah addedilmesine göz yumulmuş
tur. Run v e k a ^ a s l rolNI eserle beslenmeyen bir gençlik ne yönde bir çalışma gösterebilir. Memleketi hangi İstikamete götüreceği bellidir. <?on yıllarda hasıl olan hâdiseler bun larm birer belirtisidir.
Büyük Türkiye için tehlikeli olan bu gidişten ayrılmanın çaresi, millî gerçekleri anlatan ve millî değerleri ortaya koyan eserler yayınlamaktır. Bugün bütün dünya milletlerinde olduğu gibi, Türkiye'de de bir kültür ve medeniyet mücadelesi devam ediyor. Gücü yeten ve aklı eren herkesin bu mücadeleye milli ' bil ruhla silahlı, milli bir kültürle fişekli girmesi şarttır. Zira unutulmamalıdır ki milli varlığı ayakta tutan milli ruhtur. Millî ruh ise millî eserlerle beslendiği takdirde kuvvetini .sürekliliğini muhafaza eder.
Yani tek cümle ile özetlersek -Türk Milleti'nin kalemi, defteri, kitabi;, kültürü yabancı elden okutulma-yıp veya verilmeyip miletin kendi öz ve öz evlatlarından, vatan per-verlerinden verilmesi şart olmalıdır.
"Dündar Taşer Armağanı,, Tiyatro Yarışmasını kazanan sanatçılara ödülleri verildi
Türe- Devlet Yayınevi'nin düzenlemiş olduğu cOündar Tajer Tiyatro Armağan» İsimli yarışma bilindiği üzere geçtiğimiz aylarda neticelenmiş ye derece alanlar açıklanmıştı. Derece alanlar Ankara'ya davet edilmişler ve Î9 Ekini 1974 günü Töre Dergisi yazıhanesinde yapılan bir toplantı sonucu kendilerine armağanları verilmiştir. Toplantıda jüri «yeleri Galip ERDEM, Sadık TURAL, Erdal SARGUTAN M. Nuri ÖZŞAHİN ye Emine Işınsu, Töre • Devlet Yayınevi yetkilileri Sadi SOMUNCUOĞLU, İbrahim METİN ve İskender ÖKSÜZ ile yarışmada derece alanlardan Remzi ÖZÇELİK, Alper AKSOY ve Reşat GÜREL hazır bulunmuşlardır. Dereceye girenlerden Fahri SAĞLAM ve Oğuz SOYLU ise toplantıda bulunamamışlardır.
Düzenlenen toplantı altı saat sürmüştür. Jüri üyeleri, T - Devlet Yayınevi yetkilileri ve yarışmada derece alanlar arasında dil, edebiyat ve bilhassa Türk tiyatrosunun durumu baklanda sohbetler yapılmıştır.
Alper AKSOY'un «Dil konusunda Türk milliyetçilerinin pasif kaldıklarını , ve bn konuda daha atak bir politika İzlenmesi gerektiğini» söylemesi üzerine söz alan Galip ERDEM : «Dil dâvası Türk milliyetçilerinin hedef ve ölçüleriyle sınırlıdır. Bu şuur bütün Türk dünyasını içine alır. Dıs Türklerle bn konuda ramın açmaya değil, kapamaya çalışmalıyız. Anadolu Türklüğü dünya Türk-
lüğü'nün bir parçasını teşkil eder. Arapça ve Farsça kelimeler din tesiriyle
bn İki Türk dünyasını birbirine yaklaştırır!: Bu konu üzerinde ciddiyetle durmamız lâzımdın demiştir.
Töre-Devlet Yayınevi yetkilileri yarışmada derece alan eserlerin kitap halinde bastırüacağm. açıklamışlardır. Töre.Devlet Yayınevi'nin bu karar, memnuniyet yaratmıştır. Böylece milliyetçi cephede büyük bir boslnk doldurulmuş olacak, ülkücü tesMatlann oynayacak oym, sıkıntıs. büyük ölçüde gideril-mış olacaktır.
Büyük Türk milliyetçisi merhum Dündar TAŞER'in hatu-asına düzenlenen t £ S ^ £ Z l £ ° * * * Alper AKSOY'un . C A G R „ b i m l i ş i i r> R e m r i
lan^r" K/HH"^?* Ü C ° K ' ^ S * * • «tabı daha önce yayın-lanmıştır. Kendilerini tebrik eder, basardarnun devamın, dileriz.
Dündar TAŞER Ağabeyimize de bu vesile Ue Allah'tan rahmet niyaz ederiz.
Töre - Devlet Yaymevi'nln düzenlemiş olduğu «Dündar Ta9er Armağanı» Tiyatro yarışmasında derece ««ftar için yapılan «dül dağıtma toplantısmdan bir görünüş. Soldan sağa ; R e ş a t G ü r e I S a ( U S o m ı m c u o ğ .
• I u-°aUP Erdem, iskender öksüz, ibrahim Metin ve Alper Aksoy.
Ö N K U Z U
Önkuzu hey! Önkuzu!.. Önde gider Önkuzu.. Anası «Dursun» demiş. Durmaz.. Gider Önkuzu.
Kuzu yürür.. Kuzu yürür., önde, Önkuzu yürür! Kuzular meledfkçe Gönlüme sızı yürür!
Önkuzu!. Hey!.. Önkuzu!. Önde gider, Önkuzu.. Bu bayrak düşmez yere, Ölmedikçe son kuzu!..
Dursun adı; Dursun adı.. O gitti, dursun adı. Dillerde türkü olsun. Yürekte vursun adı!.
Kuzular koç olacak, Toy, düğün, göç., olacak! Bu yılki kuzuların, Adlan ÖÇ olacak!..
N. Yıldırım GENÇOSMANOĞLU
DEĞİLDİR
Ülkü yolunda çileli Olmayan, Bozkurt değildir Baştan başa yurt derdiyle Dolmayan, Bozkurt değildir.
Bu vatanın kıymetini. Atasının heybetini; Komünizmin zulmetini : Bilmiyen, Bozkurt değildir.
Dertli başı yarılıpta, Clğerclği burulupta; Kemikleri kırılıpta : Ölmeyen, Bozkurt değildir.
Mahmut TURAN
DURSUN ÖNKUZU'NUN PENÇE REDEN ATILARAK KASTEN ÖLDÜRÜLMESİ OLAYI FAİLİDİR...»
4. Akif ATASAYAN : «Selâhattin Mazman'la Hasan Gürür'ün hürriyetlerini tahdit eden ve müessir fiillerde bulunanlar arasındadır. DURSUN ÖNKUZU'NUN ÖLDÜRÜLME Sİ OLAYINA FİİLEN KARIŞTIĞINA DAİR KUVVETLİ BELİRTİLER BULUNMAKTADIR...»
5. Fikri AYTAN : « Hasan Gürür ve Selahaddin Mazman'ın hüriyetini tahdit etmiş, DURSUN ÖNKUZU'NUN ÖLDÜRÜLMESİ OLA YINA FAİL OLARAK TESBİT EDİLMİŞTİR...»
6. Hüseyin AKVAN : « Mehmet Ziya Gökçe, Selâhattin Mazmar ve Hasan Gürür'ün hürriyetlerini tahdit etmiş, Halit Özçelik'i kaçırmak istemiştir. Okulda nöbet tutan öğrenciler arasındadır.
DURSUN ÖNKUZU'NUN ÖLDÜ RÜLMESİ OLAYINA KARIŞMIŞTIR.
BU SUÇU İŞLEDİĞİNE DAİR HAKKINDA KUVVETLİ BELİRTİLER BULUNMAKTADIR...»
7. Cem UYAR : « DURSUN ÖNKUZU'NUN ÖLDÜRÜLMESİ OLA YINA KATILMIŞ, MAKTULÜ, PENCEREDEN ATILARAK ÖLDÜRÜLDÜĞÜ ODAYA GÖTÜRMÜŞ TÜR...»
8. Ferudun TAMİRER : « Ha san Gürür ve Selahaddin Mazman'ın hürriyetlerini tahdit eden gruba dahildir. DURSUN ÖNKUZU'NUN ÖLDÜRÜLMESİ OLAYININ FAİL-LERİNDENDİR...»
11. Cemil KAYA : « Türkiye'de Marksist - Leninist bir düzen kurulmasını sağlamak amacıyla olaylara katılmıştır. D. ÖNKUZU'nun öldürülmesi olayına katıldığına dair hakkında yeterli delil elde edilememiştir...»
Evet... Burada zikredilen kızılların hepsi DEV - GENÇ'in ele basılarından ve okullardaki temsilcilerinden. Yukarıda yazılanları biz değil, Sıkıyönetim mahkemesi yazıyor. Daha buraya alamadığımız binbjr türlü sçları olan bu vatan hainleri şimdi maalesef affedildiler ve yeni tertipler peşinde koşuyorlar. Sayın yetkililerimiz bu hainleri atfetmişlerdir ama Allah indinde ve tarih önünde asla affedilmeyeceklerdir.
Aziz şehidimiz, sen müsterih uyu. Üiküdaşların şimdi salonlara, meydanlara sığmayacak kadar çoğaldı. Senin bıraktığın bayrak yere düşmeyecek.
9. Şefik ŞENEL : «.... Marksist-Leninist bir düzen yerleştirmek gayesiyle olaylara katıldığı anlaşılmıştır. DURSUN ÖNKUZU'NUN ÖLDÜRÜLMESİ OLAYI FAİLLERİN-DENDİR...»
10. Mehmet ÖZDEMİR : «... DURSUN ÖNKUZU'NUN ÖLDÜRÜLMESİ OLAYININ FAİLLERİNDEN-
(Baştarafı 7. Sayfada) DİR-»
Silâhlar birden patladı. Sesleri katı ve soğuktu; Taş binalara çarpa çarpa büyüdüler... Yüz... bin., milyon! Milyon kerre milyon patlama, doğuya batıya ve kuzeye ve güneye doğru aynı anda... İleriye... binaları aşıp başka binalara, ağaçları aşıp başka ağaçlara ve kara toprağa., çarpıp, dondular.
Töre - Devlet Yayınevi sunar.
12 Mart öncesinin sancılı, kanlı günleri; akan kanlar, gözü yaşlı analar, ülkü savaşçıları.
S A N C I
Ülkücü şehit DURSUN ÖNKUZU'nun hayatının romanı.
Emine Işınsu'nun kaleminden. Yakında çıkıyor. Dağıtım : ANDA
10
Dinç YAYLAL1ER
18. asrın ilk yarısındayız. Avrupa, sanayi inkılâbına geçiş sancıları içinde. 16. asır'dan beri ırkları imha ederek sermaye gasbeden Avrupalı, bol üretim hayali ile yaşamakta. Hudutsuz sermaye, bol ham madde var, fakat bunları işleyecek fabrika henüz mevcut değil. 1731'de Watt'ın buhar makinesini icadı ile, Avrupa sanayiindeki kıpırdanmalar birden dinamizme dönüşür. Ulaşım imkânları kolaylaşır, dev presler doğar. Fabrika hayatına geçiş için ön şartlar artık hazırdır.
Yüzyılın ikinci yarısında Fransa'dan Ruso Volter, Monteskiyö'nün sesleri yükselir. «Hürriyet, eşitlik, adalet» gibi o zamana kadar Avrupa'ya hayli yabancı kavramlardan kopya vermeye başlarlar. Ferdi, toprağa bağlı bir meta kabul eden derebeylik devri kapanmalı, feodalite dönemi tarihe karışmalıdır. 1789 Fransız ihtilâli, bu kavramların gölgesi altında başlar. Kısa zamanda Avrupa'nın muhtelif yerlerinde, Ruso, Volter, Didero patentli şubeler açılır. Avrupa feodal kabuğundan soyulmağa başlar. Derebeyler katledilir. Yüzbinlerce kişi toprak kapabilmek için büyük bir maratona başlar. Toprak bu. Mevcudiyeti ile sınırlı. Yüzbinlerin büyük çoğunluğu açıkta kalır. Ancak şehirlerde sür'atle gelişen fabrikalarda emek talebi vardır. Hürriyetlerine sahip yüzbinlerce kişi bu defa şehirlere akın eder. Bol emek arzı ile karşılaşan patronlar, işçinin alın teri üzerinde kumar oynamaya başlarlar. Avrupa'nın sosyal bünyesinde sem-tom tedavi ile giderilmesi imkânsız derin yaralar açılır. Ve karın doyurmayan hürriyetin yanında eşitlik, adalet hiçbir zaman ve hiçbir batı toplumunda gerçekleşmez. Batı'daki «Jandarma Devlet» in «Sosyal Devlet» anlayışına bürünmeye başlaması ise yüzyılımızın eseridir. Oysa Bilge Kağan'ın «Aç olanları doyurdum, çıplak olanları giydirdim» diye haykıran sesi asırlar öncesinden geliyor.
Adalet ve eşitliğin, kapitalist toplumların temel espirisi olduğunu söyleyen Marksistler de bu kavramlara ters düşerler. Sovyet pamuk istihsalinin % 90'nını yüklenen Özbekistan'da tekstil sanayiinin ancak % 5'inin kurulmasına izin verilmesi gerçeği, «Barış içinde bir arada yaşama» sloganı ile örtülemez.
I. ve II. Dünya harplerinin, asrımızın ilk yarısını kana bulamasından sonra küçük ülkelerin, büyüklerin kanatları altına girdikleri görülür. Büyükler üyelerine barış, kardeşlik vaat ederler. Ancak vaad-ler zamanla bir kıskaç haline dönüşür. Varşova Paktı'nın reisi Sovyet Rusya, teneffüse çıkmak isteyen üyelerini zorla çemberinde tutmaya başlayınca, Tito'd'an Yugoslavya adına sert tepkiler gelir. Coğrafî durumunun, şanssız yoldaşlarına nazaran daha elverişli olmasından da cesaret alan Tito Rusya'yı, Yugoslavya'yı zorla boyunduruk altına almak isteyen emperyalist bir devlet olarak suçlar. Batı blokunda da kıpırdanmalar doğar. De Gol demokratik yoldan NATO'ya restini çeker. Tepkiler artınca, Amerika demokrasiye saygılı bir tavır takınmaya çalışır.
Büyüklere göre silâhsızlanma, barış ve kardeşliğin tesisi için şarttır. Oysa onlar bu şarta hiç uymamışlardır. John Strachey'in yazdığına göre, İngiltere millî gelirinin % 7'sini, Amerika % 10'unu Rusya % 15'ini askeri harcamalara ayırmaktadır. Raymond Aron'un «Günümüzün sanayi toplumları hukukta sulh-çu, fiiliyatta savaşçıdır» sözü, milletler mücadelesi çağına uygun bir tarif oluyor.
19. Yüzyıl Avrupası'nın popüler kavramları yüzyılımızda, Hümanizm'in çekirdeğini oluşturan barış ve kardeşliğe nöbet teslim ettiler. İktidar kılıcını eline geçirenler bu kavramların hamisi oldular. 1915'de bir demecinde Kapitalist sistemin savaşçılığına hücum ederek, «Vatanı düşman saldırısından korumak için bir halk milisi yeter» diyen Lenin, ihtilâlden sonra Troçki'nin kızıl orduyu kurmasına destek oluyordu. Türk Hava Kuvvetleri'ni güçlendirmek için Fantom alınmasına karşı çıkan Karaoğlan'ın sureti de ateşden gömleği giyince fikrini değiştirmişti. Gerçek bizim sureti, komünistlere basamak olan Sosyal Demokrat Kerenski ile kıyaslamak gerekir ama o artık teoride kaldı.
Son senelerde Hümanizm rüzgârları bizim ülkemizde de kuvvetli esmeye başladı. Barış ve kardeşliği her konuya teşmil etmek için malûm siyasiler depara kalktılar. Ama haklı olan Kıbrıs harekâtına «Barış harekâtı» demekle de dünya politik göstergesinde ki ibreyi lehimize döndüremediler. Her an Kanunî'-nin kişneyen atının sesi ile irkilen Avrupalı'ya, bu sempatik kelime tarihî kinini unutturamadı.
Kıbrıs'ta Rumlar tarafından hunharca katledildikten sonra gömülen sivil halkın katliamı karşısında parçalanan, fakat bilenen yüreklere, barış, kardeşlikmanist Derneği Başkanı Profesör A. J. Ayer, «Bir kendi teorisine uygun hareket ediyor. Zira İngiliz Hü çok «Çağ dışı» gelir. Aslında Karaoğlan'ın sureti Hümanist'in solcu olması gerektiğini» söyler.
Barış ve Kardeşlik Üzerine
11
İŞKENCE ÖNSÖZ : O işkence günlerini nasıl unutabilirim...
Dursun'un başına gelenleri ben de yaşadım. Kendimi, O'nun yerine koydum. Dehşet günlerinde neler hissettim; hangi duygularla davrandımsa öylece aksettiriyorum. Gerçeğe mutlaka böyle yaklaşılır belki... Ama gerçek denilen şeye de itimadım yok. Çünkü gerçek diye inanılan şeyler, tekrar edilen yalanlardan ibaret.
Uzun koridorlarda, yalnız sert adımların çıkardığı yankılardan başka çıt çıkmıyor. Çevremde yürüyen dört kişiyle birlikte dershanenin önünde duruyoruz. Sakin olmaya çalışıyorum. Ensemdeki tabanca namlusu kımıldıyor. «Gir içeri!..» birlikte giriyoruz. İçerde dört - beş kişi daha var. Birleştirilmiş iki sıranın çevresinde oturuyorlar. Arka duvarda, dazlak yumru kafalı, bir tutam sivri sakallı adamın resmi asılı. Tanıyorum bu resimdeki adamı... Kollarımdan iyice sıkıyorlar, ensemdeki soğuk demirin etkisi hâlâ devam ediyor.
Karşımdaki masada oturanlardan biri ayağa kalkıyor. Ellerini kavuşturup yüksek sesle konuşmağa başlıyor : «Halk Mahkemesi başkanı olarak seni yargılayacağım.» «Halk Mahkemesi» nin ne olduğunu daha önceden duymuştum. Çünkü bir çok kişi yargılanmıştı. «Ben böyle bir mahkeme tanımıyorum!» bu sözüm üzerine mahkeme başkanı ağzını yayarak gülüyor. Beni kollarımdan tutanlar da gülüyor. «Burası devrimciler için kurtarılmış topraktır. Devrimlerin sürekliliği açısından Halk Mahkemesi istediğini yargılayabilir. Şimdi soracaklarıma doğru cevap ver. Adın
Ahmet FİKRİ
nedir?» Susuyorum, cevap vermiyorum. Ensemde tabancayı tutan örgütün adamı benim yerime konuşuyor : «Adı Dursun... Soyadı da Önkuzıı.» Yeniden gülüşüyorlar. Sınıfın içi çın çın ötüyor; keçi sakallı resim gülüyor... Yalnız hepsinin yüzünde vahşi duygular seziyorum. Boş bir kâğıt uzatıyorlar : «Okuldaki faşistlerin isimlerini yaz, altını da imzalayacaksın.» Kâğıdı boş geri veriyorum : «Okulda faşist yok» diyorum. Bir anda yumruklar iniyor : «Nasıl yok? Okulun içi faşist dolu... Hepsini yazacaksın. Yoksa sen bilirsin.» Sinirlerimi zaptedebildiğime kendim de şaşıyorum. Sakince : «Okulda milliyetçiler var ama, hiçbirisi faşist değil. Hepsi Türk milliyetçisi.» Başkan ellerini masaya vuruyor : «İster faşist olsun, ister milliyetçi, tanıdıklarının adlarını yazacaksın. Yoksa hakkında sert yöntemler uygulanacak anladın mı?»
Kurulan tuzağı da kavrıyorum. Listeyi yazdıktan sonra teker teker yakalayıp «Bak seni Dursun ele verdi» diye gösterecekler. Tabi yazılan her ismin okula alınmayacağı sorusu ortaya çıkıyor. Kâğıdı yeniden uzatıyorlar : «Yaz! Eğer bir yanlış isim yazarsan...» Birkaçı bellerinden tabancalarını çıkartıyor, mermileri ileri sürüyorlar, «Çat, çat...» «Senin o faşist mideni kurşunla doldurum» Tabancalar yaklaşıyor burnumun dibine... «Eğer faşist mide taşıyorsam, bunu önce ben kesip atarım.» dediğim zaman yine yumruklar iniyor. Yumruklar, yumruklar...
Başkan bağırarak hükmü veriyor : «Yargıya varılmıştır. Sanığın, devrim uğraşımıza... gerekli bilgileri vermesi zorunludur. Bu nedenle Çin Halk Dev-limi'nde uygulanmış yöntemler uygulanacak.» Sonra keçi sakallı, bacaksız adamın resmi önünde saygıyla eğiliyor. Resimdeki adam gülüyor, gülüyor...
Bir kitap uzatılıyor. Kitabı bana da gösteriyorlar; bakmıyorum. Ama içinde ne yazdığını söylüyorlar : İşkence metodları...
Birisi hırsla kitabın üstüne eğiliyor, karıştırıyor. Yanındakine gösteriyor : «Nasıl.» «İyi, iyi... Deniye-Hm.» Hepsi birden bakıyorlar; okuyorlar. Sonra ellerimden, ayaklarımdan tutup sıraya sırtüstü uzatıyorlar. Her tarafım cereyana tutulmuşcasına titriyor. «Korku başladı.» sözünü işitiyorum. «Korkmuyorum, korkmuyorum. Sizin gibi kızıl kö...» Tabanımda bir acı hissediyorum. Kaslarım katılaşıyor, donuklaşıyor. «Devam et, hadi devam et!» Ellerinde jilet parıltısını görüyorum bir ara. Gözlerimi kapatıyorum. Vücudumu dilik dilik diliyorlar.
«Okulu polisler sardı!» Bırakıyorlar. Bir zamanlar ders çalıştığım sıraların üstünde doğrulmak istiyorum : Heyhaat!.. «Kompresörü getirin. Çabuk.» Kapı açılıyor, kapanıyor. Makine çalışmağa başladı. Ağzımdan hortumla hava veriyorlar. Görüyorum. Ciğerler im yanıyor, beynim uğulduyor.
Duvardaki dazlak, yumru kafalı, bücür adamın resmi iyiden iyiye gülüyor.
12
Yusuf Rahmi KARA
Kıbrıs Zaferinin
Düşündürdükleri İnsanlar maddi ve manevî kısım
lardan meydana gelmişlerdir. Ya-ratılışdaki bu bütünlük, insanın bütün hayatı boyunca devam eder. Maddi kısımdaki bazı eksiklikler, aksaklıklar insanın hayat mücadelesini pek aksatmaz. Aksine körükler. Manevî eksiklikler ise hayatın tamamen çöküşüne sebeb olur. Kişi ya yaşama gücünü kaybeder ya da anlamsızla-şır.
Türk Milleti tarihin her safhasında insanlığa çok şeyler öğretmiştir. Malazgirt savaşında Türklerin yenilmezliğini, İstiklâl harbinde yaşamak için bazan ölmek gerektiğini, Kür-şad ihtilali ile hürriyetin ölümle yan yana durduğunu ona sahip olmak için yürek gerektiğini, Plevne'de cesare tin - azmin yapamayacağı iş olmadığını... Ve daha binlerce ders.
Bütün bunlardan çıkan sonuç : Türk Milletin'deki mücadele ruhu ve azmi, hürriyet aşkı, cesaret başka hiç bir milletle yoktur. Geri kalış nedenlerimizi ararken bu hasletlerimizi kaybetmeden endiselenmisdik. Fakat Kıbrıs olayları ve zaferi bu hasletlerimizin taptaze ve dimdik durduğunu görme mutluluğunu tattırdı bize. Evet Kıbrıs zaferi bu büyük müjdeyi de beraberinde getirdi. Kıbrıs'a gönüllü gitmek için milletimizin şube önlerinde âdeta kuyruğa girmesi, savaş anında bile gülümseyen mehmetciklerimizin o gü
zel manzarası... Ya yıllardır en köyü şartlar altında bile hürriyet savaşı veren Kıbrıslı mücahitlerimizin durumu. Mehmetçikle kucaklanırken göz yaşlarını tutamayan ve «Bu günleri de gördük ya ölsek de gam yemeyiz» diyen mücahitlerimizin anlatmak istedikleri, haykırdıkları gerçek nedir? Milletimizin hürriyet için, bağımsızlık için yeni Pi-levneler, yüzlerce Malazgirt zaferi, daha nice Kürşad ihtilâlleri yaratma gücü ve azminde olduğunun en açık ifadesi değil midir? Asker kaçaklarının bile Kıbrıs'a gitmek için gönüllü olması.. Ve daha binlerce örnek. Bunlar yukarıda bahsedilen millî hasletlerimiz dışında başka ne ile izah edilebilir? Nasıl anlatılır? Ya ordumuza yardım için milletimizin gösterdiği büyük ilgi. Millî bütünlüğümüz tarihin her devrinde olduğu gibi yine mevcut. Yine dünyanın en büyük ordu milleti olma şerefi Türk Milletinin. Ve her zaman öyle kalacaktır.
Demek ki milletimizin kendisindeki hasletler maddedeki potansiyel enerji gibidir. Şimdi tek ihtiyacımız; bu potansiyel enerjiyi kalkınmada ve her sahada kullanacak bir liderdir, potansiyel enerjiyi kalkınmada ve çevirecek bir lider. Kıbrıs olayları sırasında Genelkurmayımızın ve or dumuzun gösterdiği cesur ve tedbirli davranışdan da anlaşılıyor ki bazı çevreler gibi ordumuz da gaflete düş memiştir. Her zamanki gibi uyanık ve milletimizin tarihi akışına yaraşır biçimde cesurca beklemiştir. Bu da Kıbrıs zaferinin bize ikinci büyük müjdesidir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki : Milletimiz ecdadı gibi mücadele ruhunu, hürriyet aşkını, cesaretini; kısaca
sı millî hasletlerini taptaze tutmak ta, onları yaşatmaktadır. Düşmanlarımıza karşı her zaman tek vücût gibiyiz. Kendimize güvenimiz tamdır. Bunlar Büyük Türkiye'yi kurmak için yeterli potansiyel enerjidir. Bu enerjiyi harekete geçirecek, kinetik enerjiye çevirecek söz sahibi bir lider gerek şimdi. Böyle liderler Türk Milleti için her zaman gereklidir. Çünkü tarihin de bize öğrettiği gibi bizim kalkınmamız da, gerilememiz de bizi idare eden liderlerin yetenekleri ile orantılı olmuştur.
Ülkümüze sarılıp bu liderleri hazırlamalıyız. Varlığımızın ve yaşamamızın sebebi olan millî değerlerimizi, millî hasletlerimizi canımızdan da ha çok korumalıyız. Milli dâvalarımız için, Büyük Türkiye için çok çalışıp cesurca savaşalım.
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN
Bahaddin KARAGÖZ «Millet Bütünlüğünde Soyun
Önemi» konulu «En Güzel Yazı» yarışmamızda birinci olan ülküdaşımız 1955'te Rize'nin İkizdere ilçesinde doğmuştur. İlk ve Ortaokulu İkizdere'de okuduktan sonra Rize İlköğ-retmen Okulu 'na yatılı olarak girmiş ve oradan Ankara Yük sek Öğretmen Okulu hazırlık sınıfına geçmiştir. 1973'te bu okulun fen bölümünü bitiren ülküdaşımız İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesi'ne girmiş olup hâlen bu okulun ikinci sınıfında okumaktadır. Kendisine sonsuz basarılar dileriz.
13
AHMET ÖZÜN
EĞİTİM MESELESİ
Türkiye'nin en önemli dertlerinden biri hiç şüpnesiz eğitim meselesidir. Bu konu binlerce kere yazıldı, üzerinde konuşuldu, tartışıldı. Fakat ilgili lerin bütün gayreti üzü'lerek
belirtelim ki faydalı olmaktan uzaktır. Bizce alınan tedbirlerin amaçlara ters düşmesi millî olmaktan uzak olduğundandır. İstanbul İlköğretmen Okulu'nda Millî Eğitim hakkında hazırlamış olduğu tartışma konumu aynen aktarmak istiyorum.
«Bizler Mahaç; yiğitleri kadar cesur, Çaldıran askerlerinden mert olabiliriz. Daha beşikte iken annemiz bize ALPER -TUNGA, DEDE KORKUT şiirlerini söylerdi. Okul çağına girmeden Oğuz Destanı'nı ezberle mistim. Büyüklerimize saygıyı o yaşlarda edindiğimiz alışkanlıklarla okul çağına erdik. Fakat okula gelince birçok arkadaşım, hattâ öğretmenlerimin aksi davranışı ile karşılaştım. Birçok konularda bilgi
sahibi oldum, yeterli alışkanlık
lan kazandım. Fakat birçok veya pekçok bilginin bir eksikliği vardı, bunca fazlalığın yanında. Hatta gereksizliğinin yanında. Evet Millî değildi benim eğitim ve öğretimim. Benim öğretmen lerimin de aynı. Benim öğreteceğim konuların da eksikliği bu.»
Evet şüphesiz yurdumuzun en bozuk işleyen kurumu Millî Eğitimdir diyoruz. Çünkü hiçbir zaman millî olamayan bu kurum amaçlı olarak ehlinden başkalarına terk edilmiştir. Bir türküde geçtiği gibi (Mızrap dertli, perde dertli, saz dertli) dir. Yani: veli dertli, öğrenci dertli, öğretmen daha da dertlidir.
Her gelen Bakan bir öncesini aratır bu kurumda. Bir takım değişiklikler yapar kadrolarda bütün suç onlarda imiş gibi. Aslında bu yolla bir çok kalifiye eleman harcanır. Ders yılı ortasında tayin çıkar. Giden pişman, kalan şaşkındır.
Bakanların öğretmen olmasına özen gösterilir. Oysa her
öğretmen iyi bir idareci değildir, kaldı ki bakan olsun. Bir okulda olay mı çıkmış, çıkaran milliyetçi öğrenci ve öğretmen lerdir. Böyle karar verilir. Okul müdürü, müfettiş, kendileri gibi olsun ister herkesi. Buna hakları yok ama ne denir. Bir edebiyat öğretmeni Yaşar Kemal'i, bir müzik öğretmeni Ruhi Suyu, bir başkası Yılmaz Güney'i tavsiye edebiliyor.
Fikirse hepsi fikir, serbestse her.türlü fikir serbest, değilse suç kimindir? Siz ey tarafsız olduğunu iddia edip taraf tutanlar... Titreyin ve kendinize dönün. Zararın neresinden dönerseniz kâr sizin olacaktır.
Gelin hep beraber olalım, Türk'ün tarihini, dilini, ülküsünü öğrenelim. Bunu yavrularımıza öğretelim. Birlik ve beraberlik buna bağlı olarak da başarı ancak miliyetçilikle olur. Tanrı hepinize, hepimize en doğru yolu göstersin. Ne mutlu ülkü bayrağına sarılana.
Tanrı Türk'ü Korusun.
Töre - Devlet Yayınevi Galip ERDEM'in Beklenen Eserini Sunar
SUÇLAMALAR (Sağcılık, Faşizm, Irkçılık, Turancılık, Aşırı milliyetçilik,
Gericilik, İslamcılık, Ümmetçilik, Hilafetçilik, Devrim Düşmanlığı, Kapitalizm, Emperyalizm ve Amerikan uşaklığı)
I. Cilt çıktı. 288 Sayfa, 20.00 TL.
Dağıtım : ANDA. Babıali Cad. 50/2
Cağaloğlu - İSTANBUL Kitapçınızdan isteyiniz.
,14
vizim Zürfoti î +
* * Dergimizin yazarı, kıymetli * $ ülkudaşımız Günerkan AY- * $ DOĞMUŞ 20 Ekim 1974 günü * İ Elâzığ'da Nuran hanımla ev- * * lennıiştir. Ulküdaşımızı teb- + * rik eder, ülkü ve hayat yo- + * lunda başarılar dileriz. J * *
Antalya'lı ülküdaşlarımızdan öğretmen Ekrem ÇAĞLAYAN ile ülkücü öğretmen Hatice hanım 12 Eylül Î974 günü Antalya'da evlenmişlerdir. Ülkücü gençler genç evlilere Kur'an, kılıç ve bayrak vermişlerdir.
Ülküdaşlarımızdan Bünyamin AKMAN ile Nevriye hanım 19 Ekim 1974 günü İzmit'te yapılan bir tören sonunda evlenmişlerdir. Tebrik eder, hayırlı olmasını dileriz.
Ülküdaşlarımızman Yaşar KO-\ U N ile Sevim hanım 19 Ekim 1974 günü Gümüşhane'de yapılan bir törenle evlenmişlerdir. Tebrik eder, hayırlı olmasını dileriz.
Ülküdaşlarımızdan Salih MURAD-OĞLU ile Halice hanım 20 Ekim 1974 günü İzmit'te yapılan bir tören sonunda evlenmişlerdir. Tebrik eder, hayırlı olmasını dileriz.
Ülküdaşlarımızdan Osman Zeki To-renoz 20 Ekim 1974 günü Demirci'de evlenmiştir. Tebrik eder, hayırlı olmasını dileriz.
DOĞUM Çorlu'da Ziraat Teknisyenliği ya
pan ülküdaşımız Dursun AYDIN ve evdeşinin 22 Ağustos 1974 günü OGUZHAN adi verilen bir oğulları
Erzincan'Iı ülküdaşlarımızdan Dur sun ERDEM ve evdeşi Hatice hanı
mın 12 Eylül 1974 günü KÜRŞ<\D adı verilen bir oğulları,
Erzincanlı ülküdaşlarımızdan Hasan ERDEM ve evdeşi Döndü hanımın 12 Ekim 1974 günü ALPARSLAN adı verilen bir oğulları,
Kırıkkale'li ülküdaşlarımızdan Fevzi URAZ ve evdeşi Âtifet hanımın 12 Ekim 1974 günü TURAN adı verilen bir oğulları,
Nazilli'li ülkücü işçilerden İbrahim ÇEKİM ve evdeşinin SELCEN isimli bir kızları,
Yalnızçam'lı ülküdaşlarımızdan Lâçin BAYDAR ve evdeşinin BOZ-KURT ismi verilen bir oğulları,
Kırşehir Eski Doğan'lı ülküdaşlarımızdan Mustafa ATEŞ ile evdeşi Nuriye hanımın 14 Ağustos 1974 günü Faruk ERSAGUN ismi verilen bir oğulları,
Bucak Çamlık KöyU'nde bulunan ülküdaşlarımızdan İsmail KÖKLÜ ve evdeşinin 26 Ağustos 1974 günü KÜRŞAD ismi verilen bir oğulları,
Yine Çamlık Köyü'nde bulunan ülküdaşlarımızdan İsmail ŞEN ve evdeşinin 20 Ağustos 1974 günü Mehmet ZAFER ismi verilen bir oğulları dünyaya gelmiştir.
Yavru ülküdaşlara hayırlı bir gelecek dileriz.
' vv»vwwwvvww»wwv»v»wv\vvv i
TEŞEKKÜR Mübarek Ramazan Bayramı
münasebetiyle bize kart göndererek bayramımızı kutlayan ülkiidaşlarımıza sonsuz teşekkürlerimizi bildirir, bilmukabele bütün ülküdaşlarımızın ve bütün İslâm âleminin geçmiş bayramlarını kutlar, bizi daha nice bayramlara kavuşturmasını yüce Allah'tan dileriz.
-•*»+»»»»»»»v»%»»»»»»»»»»»»»++»»»+
Bozmr Sahibi: SADİ SOMUNCU-OĞLU * Yazı İşleri Müdürü : Osman OKTAY * Umumî Neşriyat Md. : Mahir DURAKOĞLU * İdare Yeri : Necatibey Cad. 33/10 Yenişehir - ANKARA * Haberleşme Adresi : P.K. 151 Bakanlıklar - ANKARA * Posta Çeki Nu. : 10079758 * Yıl : 2 - Sayı : 26 * Yıllık Abone: 24.00 TL. * Fiatı: 200 Kr. * Yurt Dışı : İki misli * Reklâm tarifesi : Tam sayfa 1.000 T. L. Renkli sayfa 1.500 TL. * Kitap ilânları : Santimi 30 TL. * Dizgi ve Baskı : Yeni Işık Matbaası Te l : 12 5810 - ANKARA * Dağıtım : GAM EDA.
15
g «* I>-05 " E «0 cö
CD CN >, 03
CO
V O o CN -£*
Fia
#aoo
GOÇ
Dilâver CEBECİ c... Bir kılıç ne olur? İki tarafı da keskin, üç oluklu, sapı şu büyük
ellerime lâyık, gümüş kakmalı, gün ışığında göz alıcı, ıpıl ıpıl, güzelb'ği doyumsuz bir kılıç verseler elime, cümle günâhlarımdan arınırım.»
Sesi derin bir kuyudan gelir gibiydi. Mecalsiz, ümitsiz, yorgun. Yüksek yastıkta yatmayı severdi. Şimdi de yastığı oldukça yüksekti. Biraz daha yanına sokuldum. Uzun, iri, fakat bir deri bir kemik kalmış ellerini tuttum. Öyle sıcak ki... Derler ki; «Kişinin her şeyi değişir ama gözleri değişmez.» Çok inanmıştım bu sözlere. Şimdi böyle olmadığını anlıyordum. Neden söylemişler acep? O, benim bildiğim gözler böyle değildi.
İri, siyah, derindi onlar. Fakat ben bu kızıl yalımlarını görürdüm. O gözlere çok özenmiştim. Aynalara çok yalvarmıştım. Birgüıı aynaya bakarken kendi gözlerimde o yalımları görebilseydim, bilmem kaç savaşa girip çıkmış bir gazinin mutluluğuna erecektim. Olmadı, olmadı...
Şimdi bakamıyordum gözlerine. Nasıl bakayım? Kop dağlanılın soğuğunda donmaktan kurtulmuş bir adamın gözlerini andırıyordu. Gözlerinden gözlerime Gâvur Dağı'nın kan yağıyordu. Ben bu denlû yıkılmış ı.'ir yiğit görmemiştim ömrümde.
«Beni böylesine özlemezdin» dedim. «Ellerini öpmeye bile fırsat vermedin. Başımı avuçlarına alıp öptün, öptün, öptün...» Duymamış gibiydi. Başını anama doğru çevirip : «Hiç büyümemiş bu.» dedi. Ezildim, küçüldüm, tasdik edercesine boynumu büktüm. Oysa kendimi, Çağrı Bey'in bir çerisi kadar zorlu sanıyordum. Şimdi yüreğimin ateşi üe avunmak zorundaydım. Aklım ikide bir şu günâhları silen, yok eden kılıca takılıp duruyordu. Ama bu konu geceli epey olmuştu. Şimdi bu fakir köy evinin «Oda» suıda kara sineklerin seslerinden başka ses yoktu. Bu sesler de oldum olası bana yalnızlığı hatırlatır. Bir konu açmam gerekiyordu. Anama baktım, sessiz bir ağıt içindeydi. «Pencereyi açayım mı?» diye sordum. Sâdece «İyi olur» dedi. Bir sıçrayışta varıp açtım. İçeriye serin bir hava doldu. Hangi yönden estiğini hemen tes-bit edemedim. Burada güneş nerden doğar, nerden batardı? Unutmuşum. Otlukbeü yönünden estiğini anlıya-bilmek için bir hayli düşündüm. Eh, bu iş de bitmişti. Konu açmağa yardım edeceğini sandığım pencere hiçbir şeyi değiştirmemişti.
Bu ne müvekkil bir adamdı Allah'ım! «Bak» dedim. «Şöyle namlı bir utacı bulaum. Bir de ona görün. Sonra, otlardan ilâç yapan öyle yörük kadınları varmış ki, bir ölüme çâre bulamazlarmış. Onlardan arayalım.» Gözlerindeki ümit ışıklarını görebilmek için, nazarlarımı onlara çevirdim. Hiç kâr etmemişti. Umursamaz bir edâ ile dudaklarından güldü. Anam gözlerini silerken beni tasdik etti. «He ya, Allah'tan ümit kesilmez.» Onun aldırdığı yoktu. Sâdece pencereden içeriye giren Otlukbeli'nin yelinden memnundu.
Sonra, demindenberi aklımın cidarlarını zorlayan o kılıç, tâ dilimin ncuna kadar geldi. Gümüş kakmalı pırıl pırıl, iki ağızlı, üç oluklu kılıca yenildim. Çaresiz ondan konuşacaktım. Çünkü bu konudan hoşlanıyordu. Biraz daha gerilere gittim. Kılıç konusunda söylediği sözlerin noktalandığı yerde kalmışız gibi devam ettim :
— Kılıç günâhları temizler mi?
— Elbet temizler. Gel gör ki biz kılıçsız bir çağın çocuklarıyız. Ümitsizlikten söylüyorum bunları. Dediğim gibi bir kılıç bulmak. Lokman Hekim'den bile ümidini kesmiş bir hastanın ilâç bulmasına benzer. Sustuğum zaman hep onu düşünürüm. Uyuduğumda düşüme girer...
Burada tekrar sustu. Düşünmeğe ihtiyacım olduğunu hissettim. Dışarı çıkıp, «Harmanlar» a yöneldim. Buradan ufnklar daha uzak, gök kııbhe daha geniş görünürdü. Gün batmak üzereydi. «Koşmaşat» vadisi üstünde kartallar uçuşuyordu.