genç Öncüler/ kafe bahane/ 79
DESCRIPTION
Genç Öncüler/ Kafe Bahane/ 79TRANSCRIPT
SahibiPINAR YAYINLARITic. ve San. Ltd. Şti. Adınaİlhan Gündoğdu
Sorumlu Yazı İşleri Müdürüİsmail Memiş
Yayın SorumlusuNihal AÇIKEL
Yayın KuruluAyşe Nur AKSUBetül BABACANBurak KALPAKLIOĞLUFatma Büşra ÖZKANFatma Nihan DOĞANFurkan YAMANMahmut Erkam ŞAHİNMuhammed TUTKUNRumeysa Firdevs BULUTSabâhat BOYNUKALINTalha İNANÇUğur DEMİRELUsame SARIYAŞARZeynep TOPUZ
Bu Sayıya Katkıda BulunanlarAli Murtaza KAYAAli Tarık PARLAKIŞIKCenk BEYAZMelike YURTMuhammed SALİHMustafa TOLGANesibe Şüheda GÜZELŞehadet GÜNHANŞeyma Nur EKRENŞükrü KABAZeynep UÇAR
AdresAlay Köşkü Cad. Küçük Sk. Civan Han No:6/3Cağaloğlu - Fatih / İ[email protected]
Grafik TasarımTekin Öztürkwww.tekinozturk.com.tr
BaskıŞenyıldız MatbaacılıkGümüşsuyu Cad. No:3 Kat:1Topkapı-İstanbulTel: (212) 483 47 91
Selamun Aleyküm Arkadaşlar,
M üslüman gençler olarak her ne kadar ortak düşmanlara karşı
saflarımızı sıkı tutmaya çalışsak da, kendi aramızdaki nefsi en-
gelleri aşmakta güçlük çekiyoruz maalesef. Gündelik hayatlarımızdaki
her bir farklılık bizi birbirimize düşürmeye aday bir hal aldı. Ayrıştı-
ğımız alanların son yıllardaki örneklerinden biri de “İslami kafeler”.
Bu mekanlara giden-gitmeyen, hatta bu kafelerden A kafesine giden-B
kafesine gidene kadar birbirimizi gruplara indirgediğimiz bu konuyu
karantina bölümümüzde üç yazı ile inceliyoruz Mart sayımızda; “Yük-
selen Tehlike: Kafe Gençliği ve Kadın-Erkek İlişkileri”, “İslami Kafele-
rin Tarihsel Süreci” ve “Farklı Bakış Açılarıyla Kafe Kültürü”.
Dergimizin gündem konusu ise Suriye’de bitmek bilmeyen zu-
lüm. Suriyeli kardeşlerimizin kaldığı kampları ziyaret eden Ali Tarık
Parlakışık’ın hem buralardaki gözlemlerini aktaran hem de Suriye’deki
farklı direniş örgütleri hakkında bilgi veren yazısı gündem yazılarımız-
dan ilkini oluşturuyor. Bir diğeri ise yaklaşık 3 aydır yardım toplama
amacıyla devam eden “Elimden Gelen Elindedir” hareketi boyunca ya-
şanan süreci ve arkadaşlarımızın hatırlarında kalan anıları aktarıyor.
Geçtiğimiz ay içerisinde birbirinden faydalı programlar da gerçek-
leşti. Bu faaliyetlere katılamayan arkadaşlarımızın da konuşulanlardan
istifade etmesi ve haberdar olması amacıyla; “İDSB 9. Gençlik Buluş-
ması”, “Apaçi Gençlik: İstanbul’da Yoksul ve Genç Olmak” semineri,
“28 Şubat Bin Yılın Sonu” sempozyumuna katılan arkadaşlarımız özet
bilgi niteliğinde yazılar hazırladılar.
Her sayımızda olduğu gibi İslami kavramlar, Kitap Tahlili, Kültür-
Sanat, Etkinlik Haberleri ve Hayali Röportaj bölümleri, çeşitli konular
üzerine yazılmış denemeler ve şiirler de ilerleyen sayfalarda yer alıyor.
Hazırlanan yazıların faydalı olması duasıyla… Allah’a emanet olun.
Mart’13 • 1
1716
04 ÜMMET BİZİ BEKLİYORFİRDEVS BÜŞRA KALUÇ
12
Mart 2013 • Sayı 79 • Yıl 11
İslâmi Kafelerin Tarihsel Süreci
FURKAN YAMAN Gençlik veÖzgürlük
ŞÜKRÜ KABA
KALK VE UYARZEYNEP TOPUZ
Aşkın TarifiALİ MURTAZA KAYA
2 • Mart’13
18
İslâmi Kafelerin Tarihsel Süreci/ Furkan Yaman .......................................4
Yükselen Tehlike: Kafe gençliği ve Kadın-Erkek İlişkileri/ Uğur Demirel ....6
Farklı Bakış Açılarıyla Kafe Kültürü/ Mahmud Erkam Şahin .....................8
Zihnin Soylu Eylemleri: Muhakeme ve Zikir/ Muhammed Salih ........... 10
Gençlik ve Özgürlük/ Şükrü Kaba ..................................................... 12
Hayatımız Kur’ân mı, Yoksa?/ Mustafa Tolga .................................... 14
Kalk ve Uyar/ Zeynep Topuz ........................................................ 16
Şiir/ Aşkın Tarifi/ Ali Murtaza Kaya ....................................................... 17
Kur’ân Nasıl Okunmalı? /Mahmut Erkam Şahin ..................................... 18
Suriye Üzerine Anektodlar - 1 /Ali Tarık Parlakışık .................................. 20
Hayali Röportaj/ Aliya - islam Deklarasyonu/ Uğur Demirel ................... 26
İmam-Hatipli Sen!/ Nesibe Şüheda Güzel .............................................. 30
İDSB 9. Gençlik Buluşması/ Cenk Beyaz .................................................. 32
Allah’a Dayanıp Yola Çıkanın Önünde Kim Set Olabilir ki?/ Şehadet Günhan .. 36
Geride Bırakılan Suriye Yardım Kampanyası Anıları, Düşünceleri .............. 38
Sempozyum/ 28 Şubat Bin Yılın Sonu/ Betül Babacan ....................... 41
Tahlil / El Munkızu Min-Ad-Dalâl / Zeynep Uçar .................... 42
Şiir/ Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman/ Bahattin Koç ................ 44
Kültür Sanat / Melike Yurt ........................................... 46
Etkinlik/ “Apaçi Gençlik”/ Şeyma Nur Ekren ............... 48
Garip DüşüncelerKur’ân Nasıl Okunmalı?
MAHMUT ERKAM ŞAHİN
Mart’13 • 3
karantina
İSLÂMÎ KAFELERİN TARİHSEL SÜRECİ
FURKAN YAMAN
A rapça “kahve” kelimesinden gelen ve uzun bir tarihsel sürecin ardından artık bir mekânı
tabir eden “kafe” kelimesi, hayatımızın önemli bir parçası haline gelmiş bulunmakta ve uzun bir süre daha hayatımızda bulunacak gibi görünüyor.
Bu “kafe” kavramının çoğu topluluk içerisinde önemli bir yer tuttuğu su götürmez bir gerçektir. Genci yaşlısı, kadını erkeği ile her türden insanı barındıran bir mesken haline gelmiş bulunmakta kafeler. Buna ek olarak kafelerin özellikle genç popülasyon tarafından doldurulması ilgi çekecek bir gerçekliktir.
Yeni nesil gençlerin bu denli hayatlarına kazıdı-ğı bu kafe kavramının İslami gençlik açısın-
dan neler ifade ettiğini soracak olursak, cevabını vermenin ancak bu kavra-
mın ve İslam kültürünün toplum-sal sürecini ele almakla müm-
kün olacağını görmekteyiz.Öncelikle İslam’ı ve İslam kültürünü ele
alacak olursak, İslam kültü-
ründe “ce-maat”
kav-
ramının anlamı ve önemi tartışılmaz bir gerçektir. İslam dininin ibadethanesi olan “cami” sözcüğü dahi “cem”, yani birleştirme sözcüğünden türe-miştir. İslam’da birey kavramı asla ön plana çık-mamaktadır. Her türlü ilmi, ekonomik, siyasi olu-şumlar, muhabbet ortamları, vakıflar, dernekler hep bir çatı altında toplanmıştır. Uzun lafın kısası, cami ve külliyeleri, İslam kültürüyle yoğurulmuş toplumlarda, ki en çok ön plana çıkan Osmanlı Devleti’dir, hayatın merkezi olarak şekillenmiştir.
Ancak 18. yüzyıl sonlarından itibaren global-leşmeye ve ulus devletlerin şekillenmesine kapı aralayan dünya düzeni, 19. yüzyıldan itibaren se-külerizm akımlarıyla yoğrularak yavaş yavaş dini kökenli yönetim ve kültür anlayışının mezarını kazan en önemli unsur olmuştur. Milli mücade-le ve sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte, hayatın merkezi statüsünde bulunan yapı ve kompleksler, insanların namaz ibadetini karşıla-mak dışındaki her türlü misyonundan ayıklanmış-tır. Hal böyle iken insanların ortak buluşma nokta-ları değişmek durumunda kalacaktır.
İlk aşamada Osmanlı kültürünün büyük bir ob-jesi olan “kahveler”, toplanmak için ikincil bir mes-ken halinde iken artık toplum için vazgeçilmez bir parça haline gelecektir, zira işsizlik had safhadadır ve Anadolu coğrafyası mecburi bir toparlanma sü-recinde olduğu için topluluğun ve iletişimin önemi büyüktür. Bu kalkınma sürecinin yavaş yavaş mey-velerini vermesi sonucu kahveler bu önemini ya-vaş yavaş yitirirken elit kesim türemeye başlayacak ve Osmanlı’nın son dönemlerindeki “a la franga” diye tabir edilebilecek kültürden kendisine geçen kafeler tekrardan canlanma sürecine girecektir. Bu sürece kadar genç diye tabir edebileceğimiz
4 • Mart’13
25 yaşa kadar olan nüfus ise bu bakımdan bir buhran altın-dadır. Ancak uzun süreçlerin sonunda yıldırma politikala-rından ve darbelerden geçen gençlikten sonraki neslin bu hususta ayrılması doğaldır.
Globalleşmenin son ev-relerine yaklaşan dünya dü-zeninde artık bambaşka bir gençlik vardır. İletişimin önü alınamayan gelişmesi sonu-cu sosyal medya adı verilen bir kavram deyim yerindeyse hortlamış bulunmaktadır. Bu, insanları sanal dünyaya daha fazla adapte etmesine karşın, artık özgürlüklerinin ve alım güçlerinin ulaşabileceği son raddeye ulaştığı bir gençlik var-dır piyasada. Bu özgürlük ve alım gücünün artması, özellikle ortaöğrenim ve yükseköğrenim çağındaki gençleri kapsamak suretiyle insanları duygu ve düşüncelerini birbirlerine akta-racağı, daha donanımlı, daha gelişmiş; daha şatafatlı mesken-ler aramaya itmiştir ve piyasada bu tabirleri karşılayan mekânlar “kafeler” olmaktadır.
İslami Gençlik ve Kafeler
Son zamanlarda “dindar nesil” olarak nitelendirilen, be-lirli İslami hassasiyete sahip olan, muhafazakâr gençliğin de uğrak yeri halini almıştır “kafe”. Ancak bunun gerekliliği ve doğru-luğu ucu açık tartışmalara götürülebilecek kadar derin bir mevzu halini almıştır.
Öncelikle alım gücü bu denli yükselmiş bir ne-sil için yararlı veya zararlı her şey özendirici nitelik taşımakta olup, özellikle bilumum tütün ürünleri gençliğin vazgeçilmez objeleri haline gelmektedir.
Bununla birlikte çeşitli ve bağımlılık yapacak düzey-de çekici masa oyunları da genç nüfusun vaktini bir seri katil edasıyla öldüren nesneler halini almaktadır.
Olaya bir de iyi tarafın-dan bakılacak olunursa, amacından şaşmadığı sü-rece kafeler, bünyelerinde
muhabbet ortamı oluşturu-lan, çeşitli dersler ve okuma-lar yapılan, alevli sohbet ve tartışma ortamları kurulan mekânlar haline gelebilmek-tedir.
Ancak bunların hiçbirisi, kafe kavramını faydalı kılma-ya tek başına yetecek eylem-ler değildir. Özellikle İslami gençliğin mesken tutması ge-reken farklı mekânlar varken bu seçimin kafelerden yana yapılması hem kurumların, hem de toplumumuzun ayıp-larından bir tanesidir. Nihaye-tinde kafeler belirli amaçlar doğrultusunda kullanıldıkları takdirde kullanıcılarına çeşitli katkılar sağlarken, her daim bu amaçlardan sapmalara yol açabilecek mekânlardır. Hatta cüretkâr bir söylemde bulunacak olursak, yeni nesil gençliğin bu büyük ölçüde tütün ve bilumum keyif verici maddelere bağımlı olmasının faili, özendirici nitelik taşıyan
bu kafelerdir denilebilir. Bir sonuca bağlanacak olursak, amacından
şaşmayan eylemlerin sapmalar yaşamadığı sü-rece yararı büyüktür. Ancak kafeler her an içine düşülmesi muhtemel bataklıklar gibidir ve özelikle belirli hassasiyetlere sahip gençlerin kafelere olan yaklaşımı mesafeli olmalıdır ve cafelere alternatif bir mesken günümüzde en çok ihtiyaç duyulan
objelerden bir tanesidir.
Özellikle İslami gençliğin mesken tutması gereken farklı mekânlar varken bu seçimin kafelerden yana yapılması hem kurumla-rın, hem de toplumumuzun ayıplarından bir tanesidir. Nihayetinde kafeler belir-li amaçlar doğrultusun-da kullanıldıkları takdirde kullanıcılarına çeşitli kat-kılar sağlarken, her daim bu amaçlardan sapmalara yol açabilecek mekânlardır. Hatta cüretkâr bir söylem-de bulunacak olursak, yeni nesil gençliğin bu büyük öl-çüde tütün ve bilumum ke-yif verici maddelere bağımlı olmasının faili, özendirici nitelik taşıyan bu kafelerdir denilebilir.
Mart’13 • 5
Günümüz dünyasında Müs-lümanlar, kendilerinden
önce gelip iman etmiş mümin-lerden belki de hiçbirinin gör-mediği olaylara şahit olmaya devam etmektedirler. Önceki nesillerin iman ettiği unsurlar-la, hal-i hazırda Müslümanla-rın imanlarında şeklen hiç bir değişiklik yok. Ancak inandığı gibi yaşamayınca insan, yaşa-dığı gibi inanmaya başlıyor ki, netice itibariyle garip, ilginç, ama hepsinden fazla, acı veren olaylar tezahür ediyor.
Bunun en canlı örnekleri ka-felerde cereyan etmekte. Biz, Allah’a kul olmayı gaye edinen Müslümanlar olarak, kadın-erkek ilişkilerinin sınırlarını asırlardır okuduk, okuyoruz ve biliyoruz ki mahremi sayılma-yan kimseler, kadın ve erkek için yabancıdır, münasebetler ölçülüdür. Ancak, özellikle son yıllarda şahit olduğumuz olay-lar, iman etmiş olmanın neleri kabullenmek olduğunu bize tekrar hatırlatıyor.
Kafelerde, tesettürlü diye-bileceğimiz hanımlarla, yine Müslüman erkeklerin grup ha-linde oturup masumca(!) ve ar-kadaşça(!) hal hatır sormaları-na alıştığımızı itiraf etmeliyim. Aslen, kendini Müslüman bilen her bireyin bu durum karşısın-da celallenip kaşlarını çatması ve Ebu Dâvud’un naklettiği ha-disi hatırlatıp; ‘’Yabancı kadını gördüğünüzde yüzünüzü çe-virin!’’ ihtarını etmesi gerekir. Böyle bir uyarı karşısında mü-min ve müminatın da irkilmesi
karantina
Yükselen Tehlike: Kafe gençliği ve Kadın-Erkek İlişkileri
UĞUR DEMİREL
6 • Mart’13
ve ‘ben ne yaptım da bu uyarı-
ya maruz kaldım’ diye dehşe-
te kapılması elzemdir. Ancak
verilen cevaplara bir kez şahit
olsanız, tehlikenin azametinin,
iman nurundan nasibini almış
kalpleri nasıl sarstığını anlarsı-
nız. Özgürlük, günah işleme
tercihi, masumiyet, arkadaşlık,
kalp temizliği... Konuşmadan
edemiyor insan. Kalbin temiz,
sözlerin kirli; kalbin temiz, dav-
ranışların kirli; kalbin temiz,
bulunduğun ortam kirli. Kalp;
‘ben ülkesi’nin başkenti ise,
kalbin temizliğinin ‘taşra’ya da
sirayet etmesi gerekmez miy-
di?
Hem nasıl olur da insanı
azgın dalgaların arasına atıp,
sonra ondan kıyafetlerini ıslat-
mamasını isteyebiliriz ki? Nasıl
olur da bir insanı yanan ateşin
içine atıp, sonra vücudunu mu-
hafaza etmesini söyleyebiliriz?
Üstelik din, her fırsatta bu teh-
likeyi işaret ettiği halde.
İbnu’l Kayyım (rahimehul-
lah) şöyle der: ‘’Erkeklerin
kadınlarla karışık halde aynı
ortamı paylaşması, zinanın ve
fuhşun çoğalmasına sebeptir.’’
Bireylerin, kendini bilen aile-
lere mensup olması, iyi bir din
eğitimi almış olması, beş vakit
namaz kılması, hatta gece ya-
rısı teheccüde kalkıp gözyaşı
döküyor olması, onu bu uyarı-
dan muaf tutmaz. Bu konuda
uyarılması, onun şehvetperest,
ahlaksız olduğuna da işaret de-
ğildir. İnsan harama meyillidir
ve nefsi onu münkere çekmek
ister. Bu tehlike, sokağın köşe-sindeki kafede oturan falan kız ile filan erkek için de birdir, Ha-life Ömer (r.a) için de. Bunun bilincinde olan Hz. Ömer (r.a); ‘’Bir kadınla baş başa kalsam, vallahi nefsime güvenmem.’’ demiştir. Aslolan da zaten, erkeğin kadına olan zaafıyla, kadının da erkeğe olan zaa-fıyla mücadele etmesi değil, haramın önüne set çekmesi-dir. Aksi halde, uçurumun ke-narına gelip nefsi aşağı itmeye çalışmaya benzer ki, hangi ta-rafın aşağıya yuvarlanacağını kestirmek güçtür.
Amaç oturup bir köşede
muhabbet etmek olmasa da
durum böyledir. Hatalar böyle
başlar. İyi niyetli olmak, müs-
pet konular konuşmak, iyi
ortamlarda bulunmak kurtar-
maz, kurallar çiğnenmemeli-
dir. Bir kadının bedeni, onunla
evlenmesi caiz olacak bir er-
kek tarafından izlenebiliyor-
sa bu haramdır. Camide olsa
da hüküm değişmez. Mümin
her yerde mümindir. Rahmet
peygamberi Hz. Muhammed
(s.a.v); ‘’Şeytan ayrıntıda gizli-
dir.’’ buyurarak, her durumda
Müslümanları dikkatli olmaya
çağırmıştır.
İmam Nevevi (rahimehul-
lah) şöyle der: “Erkeklerle bir-
likte namaza gelen kadınların
saflarının sonuncusu, erkek-
lerle karşılaşma ihtimalinden
uzak olduğu için üstün kılın-
mıştır. İlk safları ise bunun tersi
nedeniyle kötülenmiştir.”
Meşru bir neticeye, gayri
resmi yol ile ulaşılmaz. Akif’in
şiirinde dediği gibi, “Din kürk
yapılıp giyildiği zaman, iyilik
emredilip kötülük men edilme-
diği zaman, başımıza gelecek-
leri kabullenmişiz demektir.”
Bir fakirin deyimiyle; Çölle-
rin (haramların) çoğaldığı gü-
nümüzde, gölünüzü(iman ha-
vuzları) oluşturmanız farzdır.
Onu korumak da boynunuzun
borcudur.
Vesselam...
Meşru bir neticeye, gay-ri resmi yol ile ulaşılmaz. Akif’in şiirinde dediği gibi, “Din kürk yapılıp giyildiği zaman, iyilik emredilip kötülük men edilmediği zaman, başı-mıza gelecekleri kabul-lenmişiz demektir.”
Mart’13 • 7
karantina
FARKLI BAKIŞ AÇILARIYLA KAFE KÜLTÜRÜMAHMUD ERKAM ŞAHİN
A ğırlığını gençlerin oluşturdu-ğu toplumun önemli bir kısmı
artık kafelerde çok fazla vakit geçir-meye başladı. Clup, disko, bar, mey-hane, nargile kafeler, oyun salonları, internet kafeler, playstation kafeler, kıraathaneler, iddia bayileri vb. aynı alışkanlığın tezahürleri olarak değer-lendirebiliriz. Buraları farklı inançla-ra, ihtiyaçlara ve beklentilere göre değişiklik gösterse de insanların vakitlerinin çoğunu geçirdiği yerler olarak görüyoruz.
İnsanın, bir yerlerde oturmak,
ahbaplarıyla güzel vakit geçirmek
gibi bir ihtiyacı tabi olarak vardır. Bu
doğal karşılanmalıdır. İnsanlar nar-
gile içmek, içki içmek, oyun oyna-
mak ya da sadece soğuk veya sıcak
bir şeyler içmek isterse ona göre
mekânlar buluyor. Bu yüzden kafe-
leri, insanları bazı alışkanlıklara sevk
eden bir yer olmaktan önce, insa-
nın temayüllerinin tezahürü olarak
görmeliyiz. Bu bakış açısı bize günü-
müzdeki bu kültürün problemlerini
çözmede yarar sağlayacaktır.
Müslümanların, özellikle de
gençlerin bu mekânlarda geçirdiği
vakitler, bizim sorgulamamız gere-
ken bir husustur. Bu kültür aslında
2000’li yıllardan sonra yaygınlık ka-
zandı. Hatta kafelerde geçirdiğimiz
vakit, Türkiye’de ortalama bir insa-
nın televizyon karşısında geçirdiği
vakti aştı. Daha çok kişinin arkadaş-
larıyla vakit geçirdiği kafeler o kişiyi
zaman zaman 4 namaz vakti ağırlar
oldu. İslamcılar önceden camilerde,
vakıflarda, derneklerde ve birbirle-
rinin evlerinde toplanırdı. Toplan-
tılarını sohbetlerini derslerini ya da
hoş muhabbetlerini bu mekânlarda
yapardı. Ancak son 10 yılda bura-
lar boşaldı ve Müslümanlar kafeleri
doldurmaya başladı. Fatih’te Saraç-
hane, Duvardibi ve Atpazarı’nda on-
larca kafe bu gençleri ağırlar oldu.
Yine Tophane’yi, Çemberlitaş’ı
örnek verebiliriz. Üsküdar’da bele-
diyenin arkası, Salacak, Çengelköy
yine Müslümanlar tarafından dolup
dolup boşalmakta. Biraz daha “yeşil
burjuva mekânı” olarak da anılsa
Çamlıca’daki kafeler de biraz daha
zengin Müslümanların uğrak yer-
leri haline gelmiş bulunmakta. Bu-
ralarda belediye başkanları, iktidar
partisinin il ve ilçe başkanları em-
niyet müdürleri milletvekilleri hatta
bakanlar bile gelip nargile içmekte
okey veyahut tavla oynamakta. Bu
son söylenenler kuru bir iddia değil-
dir, bizzat size aktaranın şahit oldu-
ğu hadiselerdir.
Peki, bu dönüşümün sebebi ne-
dir? Neden Müslümanlar kafelerde
saatlerce vakit geçirmeye başladı.
Kafeler nasıl oldu da; biraz soluk-
lanıp çay içme ya da bir dostuna
kahve ısmarlama fonksiyonuna sa-
hipken Müslümanların kızlı-erkekli,
nargile ve sigarayla saatlerce otur-
dukları yer haline geldi. Namazların
unutulduğu, çoğu zaman son on
dakikada içerdeki bir seccadeyle
apar topar kılındığı artık inkâr edile-
mez bir realite. Caminin yanı başın-
daki kafeler Müslümanlar tarafın-
dan dolup taşarken camiler “Sesin
Yankılandığı Yerler” haline geldi.
8 • Mart’13
Belki de kafelerin dönüşümünü
değil de insanların dönüşümünü
sorgulamalıyız. İlk olarak sorulma-
sı gereken soru da bizce budur.
Çünkü günümüzde kafelerin fonk-
siyonlarının dönüşümü, insanların
fıtratlarından dönüşüyle ilintili
bir husustur. İnsanlar, sigara
ve nargile alışkanlıklarından,
kızlı-erkekli oturmalarından,
yüksek sesle kahkahayla müs-
tehcen konuşmalarından dolayı
camilerde vakıflarda dernek-
lerde oturamazlardı doğal ola-
rak. Bundan sebep, birbirlerini
evlerine de davet edemez hale
geldiler. İnsanlar, günah işleme
alışkanlıkları arttıkça o günahları
işleyebilecekleri mekânlara ihtiyaç
duymaya başladılar.
İkinci olarak sorulması gere-
ken soru da İslami çalışmalar ya-
pan, gençlik faaliyetleri yürüten
kurumsal olsun olmasın bütün
oluşumlar akıp giden bu sürece
neden müdahil olamıyorlar ya da
nasıl müdahil olabilirler? Dışardan
bakıldığı zaman gençliği anlama-
yan onun değişimini göremeyen ve-
yahut diline inemeyen İslami grup-
ların gençliğe fayda sağlayamadığı
görünür. Gençliğin yönelimlerini
tespit edemeyen, bunlara gerekirse
radikal kararlar alarak sıra dışı çö-
zümler getirme cesareti göstereme-
yen hiçbir İslami hareket gençliğe
tutunamaz ve böylece gençliği de
tutamaz.
Sıradan bir derbi maçında ka-
feler sadece izleme parası olarak
10 TL alıyor. Bunun yanına çayını
çorbasını eklersen bir derbi maçı
20 TL’ye çıkıyor. Gençlikle ilgilenen
İslami çalışmalar bundan haber-
dar olsa mesela, o mekanizmayı
mekânlarına kursalar ve gençleri
maç izlemek için çağırsalar birçok
gence ulaşabilirler. Maçtan önce
veya sonra birkaç ayet birkaç ha-
disle kısa bir sohbet yapılsa arada
çaylar içilse kaç tane genç İddia ba-
yilerinden veya zararlı ortamlardan
korunmuş olur. Ve bu vesileyle bir-
çok genci de kazanmış oluruz.
Sonuç olarak meselenin farklı
farklı taraflardan ele alınması ge-
rekmektedir. Bireylerin ne yapabi-
lirliğini söylerken kurumların da ne
yapabilirliği tartışılmalıdır. Dışardan
kafede oturanları, kafe sahiplerini,
ya da meseleye el atmayan İslami
çalışmaları kuru bir şekilde eleştir-
mek çok kolaydır. Bu meselenin
üzerinde tekrar tekrar durmak, üze-
rinde daha fazla düşünmek, farklı
ortamlarda uzun uzun tartışmak,
faydalarının zararlarını net olarak
ortaya koyabilecek araştırmalar
yapmak çözüm odaklı atılabilecek
adımların başındadır. Baktığımız-
da Müslüman gençlerin uygun
mekân bulamamalarından se-
bep, kafelerde güzel çalışmalar
yaptığı da aşikârdır. Bir yandan
da birçok Müslümanın kafelerde
saatlerini hiç ettiği acı bir gerçek-
tir. Gri bir zemindir yani bu husus.
Son olarak değinilecek birkaç
husus vardır. Kafede saatlerce
oturmak bir bağımlılık olarak ele
alınabilir. Ve bunu bağımlılık ola-
rak değerlendirirsek alkol, tütün
ve sosyal medya bağımlılığı bu
bağımlılığı tetikleyen bir husustur.
Kafelerde artık wireless olması bir
reklam vesilesi haline gelmiştir.
Birçok gencin interneti olan kafe-
lerde oturup tablet ya da dizüstü
bilgisayarıyla saatlerce vakit geçir-
mesi buna verilebilecek bir örnek-
tir. Kafelerde oturma bağımlılığının
Balkanlar’da had safhaya ulaştığını
da hatırlatmak gerekir. Balkanlar’da
birçok genç Türkiye’den daha vahim
bir vaziyettedir. Yine Kosova’da,
Arnavutluk’ta kahve parası kazan-
mak için çalışan gençler vardır.
Türkiye’nin yanı başındaki bu Müs-
lüman beldelerin vaziyeti bize ya-
vaş yavaş yayılmaya başladı. Bir an
evvel bu tehlikenin farkına varmalı
ve acil olarak çözüm odaklı çalışma-
larımızı artırmalıyız. Aksi halde bu-
gün komşunun başına gelen yarın
kişinin başına gelir.
İnsanlar, sigara ve nargile alışkanlıklarından, kızlı-erkekli oturmalarından,
yüksek sesle kahkahayla müstehcen konuşmalarından dolayı camilerde vakıflarda derneklerde oturamazlardı
doğal olarak. Bundan sebep, birbirlerini evlerine de davet edemez hale geldiler. İnsan-lar, günah işleme alışkan-lıkları arttıkça o günahları işleyebilecekleri mekânlara ihtiyaç duymaya başladılar.
Mart’13 • 9
D oğru bir muhakeme (hikmet ve hukm) bir insanın sahip olabileceği en büyük nimet-
lerden biridir, hatta öyle ki böyle bir zamanda; yanlış ile doğrunun ayırt edilmesinin zorlaştığı, zihnimizin bulanmaya kolaylıkla yüz tutacağı ve seküler dünyanın fikirlerimizi ve ruhumuzu ko-layca kuşatmaya aldığı fakat bunu sinsice yaptı-ğı bir çağda ve zamanda doğru bir muhakeme bir insanın en soylu zihin(sel) eylemidir. Sağlam bir iman sağlam bir muhakemeyle (hikmet ve hukm) gelir. Hz İbrahim’i düşünelim. Rabbini bulma arayışındaki geçirdiği her evre ve her sor-gulama onu bir kaya gibi sağlam olan, o övül-meye değer imanına götürmüştü. Hz. İbrahim ayı, yıldızları ve güneşi sorgularken toplumunu da sorgulamıştı. Toplumun hastalıkları, yöneticilerin zaafları ve yine insan-ların ahlaki ve zihni çürümüşlükleri hak-kında tefekkür etmişti. Ya sonra, bu tefekkürün ve sor-gulamanın ardından hayata aktif olarak atılarak inandı-
ğı doğruyu ve hakikati haykırarak toplumuna kurtuluşun adresini gösterdi. Belki bu onun kavli duasında Rabbinden istediği salih kullarla beraber olmak isteyişinin (26/84) eylemsel du-asıydı. Peki, doğru bir muhakemeye (hikmete) nasıl sahip olabiliriz sorusuyla karşılaştığımızda vereceğimiz cevap ne olabilir? Bu sorunun ce-vabı teknik olarak verilse de aslında bu sorunun cevabı ruhumuzda, kalbimizde ve hayatın tam ortasındadır. Nasıl yani? Aslında sorun tanımla-ma (bilgi) sorunu değildir, aslında sorun bilgiyi hangi bakış açısıyla ve ne ile yorumladığımızdır. Doğru bir muhakeme (hikmet ve hukm) bu yüz-
den gereklidir.
Rabbimiz Kerim olan kita-bında eğer biz ona karşı
sorumluluk bilincimi-zi (takva) kuşanır-sak bize doğruyla yanlışı ayırt etme yeteneğini (furkan)
vereceğini söylemek-tedir. (8/29) Fakat
takva, takvayı nasıl kuşanaca-
ğız? Çünkü bilmek ve
Zihnin Soylu Eylemleri: Muhakeme ve Zikr
MUHAMMED SALİH
“Rabbim bana doğru bir muhakeme yeteneği (hukm) ver, beni salihlerle beraber kıl, beni dillerde doğruluk timsali olarak anılan biri yap ve beni sonsuz nimetlerle dolu cennetinin varislerinden, kıl.” (Hz İbrahim’in duası)
Şuara/83-84-85
DENEME
10 • Mart’13
sadece iman etmek bize onu kuşandırmaz. Yoksa sa-dece konuşuruz ve sürekli tekrarlarız, heyecanımız bi-zim gemimizin kaptanı olur ve coşan dalgalarla beraber biz de coşarız. Öyleyse ne yapmalıyız? İlk önce sahip olduğumuz davanın değeri-ni ve kıymetini en iyi şekilde anlamalıyız ve önemsiz gibi görünen şeyleri (gülümse-mek, teşekkür etmek, temiz olmak vs.) yapmayı asla küçük görmemeliyiz, bilakis onlar bir müslümanın kişiliğinin parça-larıdır. Belki farkında olmadan yaptığımız bu eylemler bizim büyük ideallerimizin önemli parçalarıdır da. Peygamberimi-zin de buyurduğu gibi gülüm-seme de bir sadakadır.
Muhakeme, hukm ve fur-kan bir müminin olması gere-ken zihinsel eylemlerin en önemli basamağıdır. Fakat yaşadığımız dünya bizden on-ları gizlice ve hiç çaktırmadan al-maya çalışmak-tadır. Özellikle bir genç ola-rak kendim-den yola çıka-rak konuşacak olursam zihnimi bu land ı rmaya, meşgul etmeye ve sağlıklı düşünmeme engel olmaya sebep olan o kadar çok şey var ki; bunlar ilk önce bana ahireti unutturuyor ve ahi-
reti unutan zihnin ilk kar-şılaştığı şey olarak karşıma yarınını önemsemediğim seküler bir hayat felsefesi çıkarıyor. Buna karşı koyma-mın tek yolu ise düşünmek, muhakeme etmek ve eyle-me dökmektir diye zihnimde formüle aktarıyorum. Belki seküler dünyanın bizim zih-nimiz üzerimizdeki çekiciliği ve etkileyiciliği Hz. Musa’nın (as) karşısına çıkan ve halkın gözünü bağlayan, aynı za-manda Hz Musa’yı korkutan sihirbazların yılanları gibidir. İşte tam burada zihnimiz ça-lıştırıp Allah’ı hatırlamalıyız (zikr) ve muhakememizi aktif hale getirmek için çabalamalı-yız ve sonra belki yüreğimizde o sesi tıpkı Hz. Musa (as) gibi işitiriz: “...korkma şüphesiz üstün gelecek olan sen ola-
caksın...” (20/66). Eğer sağlıklı bir zihin
ve doğruyla yanlışı ayırt edebilecek dinamik bir
akıl istiyorsak, elleri-mizi kaldırmalıyız ve bir zamanlar Hz.
İ b r a h i m ’ i n (as) ettiği o duayı ( 2 6 / 8 3 -
84-85) ya-şayarak ve haykırarak etmeliyiz. R a b b i m bizi muvaf-
fak etsin. Se-lam ve dua ile...
Rabbimiz Kerim olan kita-bında eğer biz ona karşı so-rumluluk bilincimizi (takva)
kuşanırsak bize doğruyla yanlışı ayırt etme yete-
neğini (furkan) vereceğini söylemektedir. (8/29) Fakat takva, takvayı nasıl kuşa-nacağız? Çünkü bilmek ve
sadece iman etmek bize onu kuşandırmaz. Yoksa sadece konuşuruz ve sürekli tek-rarlarız, heyecanımız bizim gemimizin kaptanı olur ve
coşan dalgalarla beraber biz de coşarız.
Mart’13 • 11
G üncel kültürümüzde ve toplumumuzda
özgürlük sıkça kullanılan, üzerine çeşitli
konularda gündem oluşturulan bir kavram ha-
lini almıştır. Özgürlük gençliğin her yaş aralığın-
da onların sınırsızlıklarını ifade eden bir kavram
haline gelmiştir. İnsanın hem bireysel anlamda
hem de toplumsal anlamda kazanmak istediği
en önemli değer olduğunu gözden kaçırmama-
lıyız.
Günümüzde gençlerin özgürlüğe yükledik-
leri anlamın bir takım etkiler vasıtasıyla oluştu-
ğunun farkına varmak mümkündür. Gençlerin
zihinlerinde oluşturulmaya çalışılan özgürlük
tasavvurunun şekillendiricileri ise medya olmuş-
tur.
Geçmişimize dönüp baktığımız zaman
2000’li yılların bugüne kadar gelen en önemli
medya darbesi liseli gençleri konu alan dizi ve
filmler olmuştur. Aralıklı olarak farklı kanallar-
da farklı isimlerle bu diziler gençlerimizin önüne
sunuldu ve karşılaşılan nihai sonuç ise bu dizi ve
filmler gençlerimizin önüne model hayatlar su-
narak onların hayali hayatlar peşinde koşmala-
rını sağlamıştır. Gençlerimiz bu model hayatları
elde etmeyi hep istediler çünkü medya onlara
bu hayatı özendirdi.
Bu sene eylül ayında liseli öğrenciler arasında
yapılan bir anketten çıkan sonuç gerçekten dü-
şündürücü… Gençlerimizin yaklaşık yarısından
fazlası şöhret olmak ve zengin olmak istiyorlar.
Peki, özgürlüğü bunun neresine koyacağız? Öz-
gürlük, hayali kurulan bu hayata giden yolda
aileyi aşıp ilk adımı atmak olarak tanımlanabilir.
Çünkü onlara sorduğumuz zaman aile onların
GÜNDEM
Gençlik ve ÖzgürlükŞÜKRÜ KABA
12 • Mart’13
özgürlüklerini engelleyen en önemli faktördür.
Bu engel aşıldığı zaman onlar bu hayatı istedik-
leri gibi yaşayacaklar. Burada da genç beyinlerin
özgürlük anlayışını “kendi kurallarımı kendi
koyduğum bir hayatı yaşamalıyım” olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Gençlerimizin özgürlük tanımlamalarından
biri de hayata atılmak kılıfı ile ortaya çıkmakta-
dır. Yine medyanın etkisi ile gençlerimizde bir
18 yaş algısı oluşmuştur. Devletin vatandaşlık
haklarının bazılarından faydalanma ve sorum-
luluk ehliyeti olarak bilinen 18 yaşa gir-
mek gençlerimiz tarafından “Ailenin
genç üzerinde oluşturduğu baskının
ortadan kalkması ve zincirlerin kırıl-
ması” olarak değerlendirilmiştir. Çünkü bu
zincirlerin kırılması onlar açısından bir yerler-
de sabahlamak, eve istediği zaman gitmek
veya eve hiç gitmemek, gündüzünü uykuda
gecesi kafelerde eğlenerek geçirmek, aileye
asi olmak, istediğini söyleyebilme hakkını ka-
zanmak vs. bunları çeşitlendirmek mümkün.
Bu özgürlük ise toplumsal ahlakı ve manevi
değerleri alt üst eden bir hayatı yaşama hakkını
elde etme isteği olarak karşımıza çıkmıştır. Bu
ise ne değerler sistemimizle ne de dinimizle ala-
kalı bir durum değildir.
Özgürlük gençlerimizde sınırsızlığı getirdiği
gibi beraberinde sorumsuzluğu da getirmiştir.
İnsanın doğduğu andan itibaren bir takım so-
rumlulukları yerine getirmesi gerekmektedir.
“Sorumluluk yapmak istemesem bile yap-
mam gereken işlerin tamamına denir.” Ai-
leler çocuklarına bunu kazandırdıkları zaman
çocuklarımızın özgürlük alanları daha doğru ve
sahih bir zemine oturacağına inanıyoruz.
İnandığımız değerler bize özgürlüğün
Allah’a kul olmaktan geçtiğini söylemektedir.
Allah’a kul olmak insanın dünyada elde edebile-
ceği en önemli değerdir. Bunu elde etmek veya
gençlerimizin elde etmesini sağlamak öncelikle
bizim özgürlük anlayışımız ile alakalıdır. Biz her
konuda olduğu gibi bu konuda da gençlerimizin
önünde örnek alabilecekleri kişiler olmayı başar-
malıyız. Çünkü bugün gençlerimizin edindiği
bütün kötü alışkanlık ve düşüncelerin temelinde
kendilerine yanlış örnekler seçmeleri yatmak-
tadır. Bugün problemlerimiz medya vasıtasıyla
körüklendi ise gençlerimize nüfuz alanı olarak
medyayı kullanmamız gerekmektedir. Yaklaşık
15 yıldır çekilen lise dizileri gençlerimiz üzerinde
olumsuz bir hava estirdi ise bizim sorumluluğu-
muz gençlerimizi doğru ve sahih bir anlayışa gö-
türecek programlar üretmek ve bunun medya
aracılığıyla yaygınlaşmasını sağlamak olmadır.
Rabbim inşallah onların yolunu aydınlatacak
gücü ve imkânı bizlere nasip eylesin…
Özgürlük gençlerimizde sınırsızlığı getirdiği gibi be-raberinde sorumsuzluğu da getirmiştir. İnsanın doğ-duğu andan itibaren bir takım sorumlulukları yerine getirmesi gerekmektedir. “Sorumluluk yapmak iste-mesem bile yapmam gereken işlerin tamamına de-
nir.” Aileler çocuklarına bunu kazandırdıkları zaman çocuklarımızın özgürlük alanları daha doğru ve sahih
bir zemine oturacağına inanıyoruz.
Mart’13 • 13
HAYATIMIZ KUR’AN MI, YOKSA?MUSTAFA TOLGA
İSLAMİ KAVRAMLAR
M odern çağın popüler sorularından birisi-dir hayatımıza neyin şekil verdiği… Ve
birçokları için bu sorunun içinde dizilerin yeri bir hayli fazla olacaktır. Nasıl mı diye soranlara birkaç soru yöneltmekle devam edebiliriz yazı-mıza.
Dizilere vaktinizin ne kadarını ayırıyorsunuz?Dizi izlerken olayları sanki yaşıyormuş gibi
oluyor musunuz?Dizinin iyi kahramanına sempati duyarken
kötü kahramanını bir kaşık suda boğmak geçmi-yor mu içinizden?
Dizilerin klişeleşmiş sözleri günlük hayatı-nızda kullandığınız sözler arasında yerini çoktan almadı mı?
Ve buna benzer sorular çoğaltılabilir. Çoğal-ması kimsenin işine gelmeyecektir aslında. Çün-kü sorular çoğaldıkça onlara verilecek kaçamak cevaplar daha da azalacaktır. Ve sonunda iste-mesek de dizilerin hayatımıza nasıl yön verdiği sorusunun yanıtı karşımıza çıkacaktır.
K i m i n işine ge-
lir dizilere endekslen-
miş bir hayat biraz düşünmek
lazım. Milyon dolarlık hasılatlar,
korkunç bir rant ka-pısı, yönlendirilmiş ve
uyuşturulmuş beyinler, her türlü ahlaksızlığın alt-
tan alta meşrulaştırıldığı bir ortam vs. kimin işine gelirin cevabı sizi düşündüre dursun kimin işine gelmeyeceğini ben söyleyeyim sizlere.
Müslümanın...Neden mi?“VE (O GÜN) Rasûl: “Ey Rabbim!” diyecek,
“Kavmimden (bazıları) bu Kur’an’ı gözden çıka-rılacak bir şey olarak gördü!” (Furkan Suresi, 30)
Sözün en güzelinin Rabbinin sözü olduğunu, örnek alması gereken şahsiyetleri Kur’an’da değil de dizilerde aradığını, Kur’an’ı anlamaya ayıraca-ğı zamanını dizlerde heba ettiğini ve en önemlisi hayatına yön vermesi gereken Kur’an iken dizi-lere yöneldiğini Müslümanım diyen bizler Rab-bimize nasıl hesap vereceğiz hiç düşündük mü?
Hatırlamamız gerekmez mi tüm dizi kahra-manlarını ad- soyadlarıyla tanırken Kur’an’da adı geçen peygamberlerin kimler olduğunu bir türlü sayamadığımızı?
Hatırlamamız gerekmez mi dizilerde aşılanan ahlaksızlığı meşru görüp Kur’an’ın onlar hakkın-daki hükmünü görmezden geldiğimizi?
Hatırlamamız gerekmez mi sözlerin en güzeli Kur’an iken ne idüğü belirsiz laf kalabalıklarını dilimize doladığımızı?
Hatırlamamız gerekmez mi dizilerdeki haya-tı en ince ayrıntısına kadar içimize sindirirken Kur’an’i hayatı bir türlü kapımızdan içeri sokma-dığımızı?
Hatırlamamız gerekmez mi bunları ve daha nicelerini?
Hatırlamamız gereken o kadar çok şey varken dizilerden kafamızı bir türlü kaldıramaz olmu-
14 • Mart’13
şuz. İbadetlerimizi reklam arasına sığdırırken; birbirimizle muhabbet etmeyi unutur hale gel-mişiz.
Daha acısı nedir biliyor musunuz? Müslüman olduğunu söyleyen bizlerin bu
durumdan rahatsız olmaması... Yani, hem Müs-lüman olup hem dizilerdeki insanların hayat tarzlarını kabullenebilmemiz. Yani, hem namaz kılıp hem de gayri meşruluğun, çıplaklığın, hayâsızlığın bir sakıncasını görmememiz. Yani, çocuklarımızın adının illaki Kur’an’da geçmesi-ni isterken dizilerdeki karakterlere benzemesini istememizde bir sakınca görmememiz. Yani, kal-ben diri gözüken ama içi çoktan ölmüş Müslü-manlar olarak yaşamayı çoktan benimsememiz.
Kurumuş kalpler, görmeyen gözler, duyma-yan kulaklar, kısacası nefse hoş gelen her şeyi meşru sayan bir hayat…
Oysaki Allah kitabında kalpleri dirilten şeyin ne olduğunu açıkça belirtmektedir tüm insanlara;
“VE (işte böyle:) Biz bu (Peygamber’e) şiir (yeteneği) bahşetmedik, zaten (şiir) bu (mesaj)a uygun düşmezdi: o yalnızca bir uyarı ve öğüt-tür; ve o özünde apaçık olan ve gerçeği dosdoğ-ru gösteren bir (ilahî) hitabedir, ki (kalben) diri olanları uyarabilsin ve (Allah’ın) sözü hakikati inkâra şartlanmış olanlara karşı tanıklık yapabil-sin diye.” (Yasin suresi 69, 70)
Kalpleri dirilten dosdoğru söz Kur’an’ı ha-yatımızın pek de önemsemediğimiz, olmasa da olur sayfasına sıkıştırdığımız bir hale getirmek bugün işimize gelse de, dünyevi çıkarlar uğru-
na onu yok saymak işimize gelse de; yarın için işimize gelmeyecektir, ahiret kazancı için işimize gelmeyecektir, bunu tekrar tekrar hatırlamamız gerekir.
Diziler dediğimiz çılgınlığın hiç mi güzel yanı yoktur diye soranlara ben değil Kur’an cevap ver-sin istiyorum;
“SANA, sarhoşluk veren şeyler ve şans oyun-ları hakkında sorarlar. De ki: “Onların her ikisin-de de hem büyük bir kötülük hem de insanlar için bazı yararlar vardır; ancak yol açtıkları kö-tülük, sağladıkları yararlardan daha büyüktür.” (Allah yolunda) neyi harcayacaklarını sana sorar-lar. De ki: “O’nun için ayırabileceğiniz her şeyi.” Böylece Allah mesajlarını size açıklıyor ki tefek-kür edesiniz.” (Bakara Suresi 219)
Ve evet O’na diziler hakkında soru sorsaydık muhakkak ki yine aynı cevabı alacaktık. Hayatı-mız için gerekli olabilecek hangi konuda olursa olsun sorduğumuz soruların cevabının Kur’an’da açıkça anlatıldığına inanan birisi olarak yapma-mız gereken tek şeyin Kur’an’a bakmak oldu-ğunu, göremiyorsak açımızı değiştirip tekrar bakmak olduğunu hiç tereddüt etmeden söyle-yebilirim.
Böyle mükemmel bir dayanağa, böyle mü-kemmel bir yol göstericiye, böyle bir mükemmel bir hayat rehberine sahipken saçma sapan şeyleri hayat rehberi yapıyorsak bize yalnız Allah’ın he-sap gününü beklemek düşecektir.
Allah o günde bizi veremeyeceğimiz hayat tarzlarıyla sınamaz inşaAllah.
Kalpleri dirilten dosdoğru söz Kur’an’ı hayatımızın pek de önemsemediğimiz, olmasa da olur sayfasına sıkıştırdığımız bir hale getirmek bugün işimize gel-se de, dünyevi çıkarlar uğruna onu yok saymak işimize gelse de; yarın için işimize gelmeyecektir, ahiret kazancı için işimize gelmeyecektir, bunu tekrar tekrar hatırlamamız gerekir.
Mart’13 • 15
DENEME
N e kadar fazla ne kadar eksik bilmiyorum ta-banımın aldığı kuvvetince yürüyorum, rota-
mı da muhakeme etmiş değilim. Velhasıl gökyüzü de aynen benim gibi belli-belirsiz yağdı yağacak, içimdeki sıkıntılar gibi.
Anlamlaştıramadığım birçok kavramcık bey-nimde paradoks yaratıyor, kaşlarımı çatarak, sağ ayağımı titreterek, olaya vaki olmaya çalışıyorum, bir parmağımla loblarımı dürterek alıcılarımı eşya-lara kapatıyorum. Kardeşliğin özünü araştırmaya koyuluyorum, ta ki dün akşam televizyonda izledi-ğim “Suriye’de Kan Göv-deyi Götürüyor” yorum-larıyla sarsıldım. Hop diye zulüm, zalim, mazlum, kavramları yerleşti en can alıcı hislerime. Daha birçok zulüm karşısında insanlığın kaybolması ve kardeşliğin yozlaşması, iman düsturu-nun dibe çökmesi, zalimlerin katil vasfına bürünmesi, öz-gürlüklerin tutsaklaşması, AL-LAHU EKBER. Loblarım zonk-luyor, cenin vasfındaki bir canlının hayatının azar azar son bulması, akla-mantığa sığmayacak yollar, yordam-lar. Körpecik masum bir kızın ırzı üzerinden planlar, inancımızın inisiyati-fini indirmeye çalışan imansızlar. Daha neler kim bilir, gözüm gördükçe, kulağım işittikçe, kalbim sıkışıyor, bir kuş olup yanlarına gitmek ve onlara yardım etmek istiyorum. Biz iman edenler kalkıp uyaracağız, elimizden geleni değil, elimizden ge-leni ardına koymamak gayretiyle, maddi, manevi destekte bulunmalıyız. Kelimelerim, kavramlarım, sözcüklerim sınırsızlaşıyor, bu dile kolay gelmeyen katliamı anlatmak zor değil, ama yüreğim param-parça oluyor. Oradaki kardeşlerimin halini anla-
tırken dillerim flulaşıyor. Ve bir çocuğun düşleri silahlar altında, hangi masal dünyasından bahse-debilir anne yavrusuna. Çınar ağacı timsali olan baba karın kışın altında, içine sığınmış til til bir ça-dırın, iki çocuğunu kucağına alarak sırayla ısıtma-ya çalışıyor. Ve yine bir genç boynunda özgürlük atkısıyla, son vermek istiyor bu tutsaklığa. Dilime bir tebbet ilişiyor, sessizce, vakarlı bir üslupla dua ediyorum Yaradana. Paha biçilmez bir kardeşlik duygusu doğuyor hislerime, yalnız olmadığımı an-lıyorum, hepimizin anne ve babası bir. Ve soru-
yorum şimdi? Dünyayı tanımaya çalışan elinde arabasıyla, ağzında zar-zor bul-
duğu bir pırtık mamasıyla, anasının koynunda barınan bebekten ne
istiyorsunuz! Ne cüretle yaşama hüviyetini bir saniye içinde
elinden alıyorsunuz? Ce-vapsız sorular işte biçare bekliyoruz. Sükûnetin,
huzurun, imanın ve teslimiyetin dolu dolu ya-
şandığı şehirlere zalimlerin zulmü yağıyor. Aç kaldık ada-
lete, kardeşliğe, imanın özgür-lüğüne. Gözlerde yaş durmuyor,
dillerde dualar, yüreklerde can korkuları, bir ananın yanmış bebe-
ğini bağrına bastırıp tekrar hayata kavuşturma azmi, zira hiçbir şey elinden gelmiyor. Sana beyan ediyorum RABBİM bu zulmü, halimiz sana ayandır, dört bir yanda kol geziyor zalimler, ebabil kuşları gönder en kısa zamanda Ya Rah-man.
Ey Müslüman! Pinekleme oturduğun yerde, köşe bucak haber sal, yoksa kardeşin sancı çektiri-lerek öldürülüyor...
Müslüman...Bir seher vakti uyan, kollarını sıva, başla kar-
deşin için, müminlerin imanı, adaleti için, cihada başla!
KALK VE UYARZEYNEP TOPUZ
16 • Mart’13
Aşkın TarifiALİ MURTAZA KAYA
Aşkın tarifini sordular bana,
Yakın olup uzakta kalmaktır aşk,
Candan geçip her gün canan uğruna,
Kefen giyip gezmenin adıdır aşk.
Korkak ürkek kaçamak bakışların,
Çıkışı zor inişi güç yokuşların,
Ve ince ince narin nakışların,
Edeb tezgâhında dokunmaktır aşk.
İlim meclisinde kendin bilmenin,
Harama Yusuf’ça sınır çizmenin,
Sırat-ı mustakim üzre gitmenin,
İman ile ölmenin adıdır aşk.
Ferhat’ın azmiyle dağlar yarmanın,
Mecnun’un derdiyle çöller aşmanın,
Kerem’in gözüyle şirin kalmanın,
Gönüller dergâhında yanmaktır aşk.
Hayaller kalesinde esir olup,
Umudun yitirmeyip saçın yolup,
Kur’an nuruyla her dem huzur bulup,
Zincirleri kırmanın adıdır aşk.
Mest eden Davud nebi sadasıyla,
Mümin kalıp Mücahit duasıyla,
Kıtalar aşıp Allah nidasıyla,
Hakkı hakikati çağırmaktır aşk.
Ebubekir gözünde merhameti,
Ömer’in ikrarında adaleti,
Osman misali harcayıp serveti,
Ali cesaretinin adıdır aşk.
İbrahim gibi nemrutlar putunu,
Gönüller fethedip zulmün surunu,
Vuslat getirip hasretin buzunu,
Göz kırpmadan yıkmaktır kırmaktır aşk.
Kur’an’a sünnete uyan yaşamın,
Oku lafzıyla muhabbet kelamın,
Sevginin saygının ve de selamın,
Muhammedi duruşun adıdır aşk.
Kanatsız sonsuzluğa uçmaktır aşk,
Yağmur gibi gözlerden akmaktır aşk,
Hayallerde gerçeğe varmaktır aşk,
Hezari acılarda kalmaktır aşk.
Mart’13 • 17
Kur’ân Nasıl Okunmalı?MAHMUT ERKAM ŞAHİN
GARİP DÜŞÜNCELER
Hiçbir gizliliği, karanlığı olmayan, hiçbir sını-
fa ya da gruba has kılınamayan bir kitap.
Onun hiçbir yerinde eğrilik ve tezat yoktur.
Açık, net, sağlam ve dosdoğrudur. Ne bir harfi
eksik kalmıştır, ne bir harfi fazla gelmiştir. Hiçbir
yerinde tekrara düşmemiş, hiçbir yerinde basit-
leşmemiş ve yine hiçbir yerinde zorlamamıştır.
Şiir, hikâye yahut tarih kitabı da değildir.
Ne yazık ki 200 yılı aşkın bir süredir Kitabı
anlatmak için ne olduğundan çok ne olmadığını
anlatmak mecburiyetinde kaldık. Merhum Akif
de Süleymaniye Kürsüsü’ndeki şu dizelerinde
bu çabaya girişmiştir:
İbret olmaz bize, her gün okuruz ezbere de!
Yoksa bir maksat aranmaz mı bu ayetlerde?
Lafzı muhkem yalnız, anlaşılan Kur’an’ın,
Çünkü kaydında değil, hiç birimiz mananın:
Ya açar nazm-ı celilin, bakarız yaprağına;
Yahud üfler, geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin,
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak
için!
Yine de ne olduğunu söyleyecek olur-sak eğer; “O sadece bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır. Diri olanları uyarmak ve kâfirlere de azap sözünün hak olması içindir.” (36/69-70) diyerek kendi dilinden cevaplayabiliriz.
Okuyup, anlamak ve öylece yaşamak en güzel metot ve slogandır. Sadece perşembe günleri duvardan indirip Yasin okumak, sonra ramazan gelince mukabelelerde hatim indirmek Kur’an okumak değildir elbette. Böyle bir oku-maya karşı tepkisel olarak bazı akımlar çıkmıştır. “Mealcilik” olarak adlandırılan bu akımın tarih-sel serüvenini ve ontolojik yapısını ele alacak olursak; problemin doğal olarak Arap ülkeleri dışında zuhur ettiğini söyleyebiliriz. Türkiye ola-rak bakarsak meseleye, harf inkılabı bir kırılma noktasıdır.
Nice coğrafyadaki birçok üstad bu konu üze-rine durmuş ve Kur’an’ı, anlamak için okumak gerektiğini vurgulamışlardır. Bu üstadların bu çağrıları ve öğretileri yayılıp akımlar doğurma-ya başlamıştır. Kur’an’ı, Arapçasıyla anlamadan okumak, tabi olarak eleştirilmeye başlanmıştır.
18 • Mart’13
Arapçasıyla beraber mealinin de okunması ge-rekliliği vurgulanmış ve yine bazılarına göreyse “Asıl olan meal okumaktır, Arapçası önemli de-ğildir.” düşüncesi kabul görmüştür.
Tekrar meseleyi ele alacak olursak “Mealci-lik” insanların Kur’an’ı anlayamama problemi-nin doğurduğu bir akımdır. Kriz ortamında su-nulan her bir kurtarma planı aciliyet sebebiyle başlarda incelenmeden uygulanır. Bu normal ve yadırganmayacak bir süreçtir. Lakin devam eden bu süreçte daha iyi planlar düşünülmeli, uygulamada olan planlarında muhtevası tartışılmalıdır. Ne yazık ki halis bir düşünce olan anlayarak okuma fikrini bazı-ları yeterli anlayamamıştır. Bu “anlayamama problemi” ise büyük bir vaktin boşa gitme-sine, zaman zaman da yeni problemler doğurmasına se-bep olmuştur.
Düz bir meal okuması ya-pan kişi, O’nu onlarca kez hatmetse de verilmek isteneni tam manasıyla alamaz. Böyle bir okumanın da faydası olur. Konu bütünlüğünü yakalama-sı, ezbere bildiği yerlerin ma-nalarını hatırına getirebilmesi bu faydalardan sayılabilir. Fa-kat böyle bir okuma perşem-bede Yasin, Ramazan’da ha-tim okumaktan öte bir okuma değildir. Fayda olarak da birbirlerinden artıları da yoktur. “Düz Meal Okuması”, “Düz Arapça Okumasıyla” ay-nıdır sonuç itibariyle.
Bunun sebeplerini sıralarken usül ve tarih bil-gisinin gerekliliğine ve tefsirle beraber okuma mecburiyetine değinmeyeceğiz. Bunların gerek-liliği zaten tartışılmaz. Amacımız; bilinçli Müslü-man bireylerin, ilim talebelerinin, İslam davet-çilerinin Kur’an’ı anlamıyla okurken, izlemeleri gereken yolları aktarmaktır.
Şuurlu bir genç/birey bu Kitabı okurken rast-gele ve sıradan okuyamaz. Müslüman, referans-ları gereği, gayesiz hiçbir fiilin faili olamaz. Bu sebeple Arapçasını okuduğu yerlerin bir de me-alini okumak, namazı aradan çıksın diye apar
topar huşusuz olarak kılmaya benzer. Bundan sebep her bir meal okuması “Amaca Yönelik Bir Okuma” olmalıdır. Kur’an’ı anlamak ancak bu şekilde mümkün olacaktır. Bu kitap kendisinden bir şey istendiğinde, istenileni verir. Bu yüzden “Amaca Yönelik Okumaları” ondan bir şey iste-mek olarak ele almalıyız.
Mesela “Tarihsel Okumalar”, “Metotsal Oku-malar” yapılmalıdır. Bir konuyu değerlendirmek için bile baştan sona Kur’an okunmalıdır. Notlar alarak altı çizilerek gerektiği yerde açıklamalara
bakılarak üzerinde düşünüle-rek tartışılarak yapılan okuma-lar bir amacı yansıtır. Bu tarz bir okuma, Müslüman davet-çilere nerde nasıl davranacak-larını, problemleri nasıl aşa-caklarını öğretecektir. Aldığı notlarla kişi, alanında etkin ve yetkin olacak, insanlara daha doğru bir şekilde hakikati an-latacaktır.
Kur’an insana metot öğre-tir, üslup öğretir, ahlakı öğre-tir, insanın kendini özünü öğ-retir. Düşmanlarını ve onların taktiklerini öğretir. Yeri gelir yaptığımız veya yapmadığımız fiiller sebebiyle sonumuzun ne olacağını öğretir. Nerde kimi tehdit edeceğimizi, nerde kime nasıl yumuşak kalpli ve
tatlı dilli olacağımızı öğretir. Kur’an kendisinden neyi istersek onu öğretir, ama önemli olan bir şeyleri istemektir. Davetçi olmayı istemelidir me-sela, yahut mücadeleci olmayı istemelidir. Sonra bu isteğiyle Kitaba yönelmeli ve işin nasıllığını öğrenmelidir ve ardından insanlığa da kendisine de yaşayarak öğretmelidir. Yani hayatı da oku-malarına katmalıdır insan.
“İndirilen ayetleri Yaratılan ayetlerle beraber okunmak” yani Kur’an’ı Âlemle beraber oku-mak, aslında apayrı ele alınması gereken bir hu-sustur. Ancak her şeyden önce amaca yönelik bir okuma refleksi kazanmamız gerekmektedir. Rabbim Kur’an’ı bir amaç doğrultusunda oku-yup anlayan ve böylece hayata geçirenlerden eylesin bizleri.
Kur’an insana metot öğ-retir, üslup öğretir, ahlakı öğretir, insanın kendini özünü öğretir. Düşmanla-rını ve onların taktiklerini öğretir. Yeri gelir yaptı-ğımız veya yapmadığımız fiiller sebebiyle sonumu-zun ne olacağını öğretir. Nerde kimi tehdit edece-ğimizi, nerde kime nasıl yumuşak kalpli ve tatlı dilli olacağımızı öğretir. Kur’an kendisinden neyi istersek onu öğretir, ama önemli olan bir şeyleri is-temektir.
Mart’13 • 19
BEŞAR ESAD İKTİDARININ İLK YILLARINDA HALKTAN GELEN REFORM İSTEKLERİ/ÇALIŞMALARI
Beşar Esad, Haziran 2000’de iktidarı baba-sından devralmasıyla beraber, Suriye muhalefeti reform ve değişimler ilgili bir dizi adım atmış ve barışçıl bir şekilde değişimin nasıl olacağına dair forum düzenlemiştir. İş adamlarının, doktor-ların, milletvekillerinin, üniversite hocalarının, yazarların içinde bulunduğu birçok sivil toplum kuruluşu ve öncüsü, düzenin barışçıl bir şekilde değişimini gündeme taşımıştır. Beşar Esad 2001 Şubat’ına kadar alttan gelen bu isteklere olum-lu cevap vererek reformcu ve değişime açık bir lider imajı vermiştir. Riad Seyf, 2001 yılında liberal ve milliyetçi çizgideki Toplumsal Barış Hareketi adlı bir partinin kurulması için girişim-de bulundu ve aynı tarihlerde Lübnan’da 1000 kişinin imzaladığı bir bildiri yayınladı. Bu bildiri siyasi özgürlükler ve çok partili hayata geçiş gibi talepleri içeriyordu. 2001 Mayıs’ında muhalif-lerin önemli bir kısmının tutuklanmasıyla sivil muhalefet kontrol altına alındı.
İkinci reform çalışması ise 2003 yılında ger-çekleşti (liberallerin ağırlıkta olduğu, içinde İhvan-ı Müslimin ve Hristiyan aktivist Michel Kilo’nun da bulunduğu bir çalışmadır bu). Te-mel Özgürlükler ve İnsan Haklarını Savunmak İçin Ulusal Koordinasyon Komitesi’ni kurdular. Farklı dünya görüşüne sahip birçok muhalif bu
çalışmada yeniden değişim çağrılarını gündem-leştirdiler.
Bütün bu çalışmalar, 2005 yılının Ekim ayında “Şam Deklarasyonu” adındaki bildirinin doğmasına sebep oldu. Şam Deklarasyonu hem rejimi açık bir şekilde sorgulamış hem de tüm muhalefet kesimlerine ortak zeminde buluşma davetinde bulunmuştur.
2006’da tekrardan geniş çaplı tutuklamalar başladı.
2008’de muhalif liderlerin önemli bir kısmı tutuklandı.
BAAS REJİMİNE KARŞITÜM KESİMLER AYAKTA
Gelinen noktada Dürzilerin de ayaklanması göstermiştir ki, rejimin halk kesimlerinin üzerin-deki desteği zayıflamaya başlamıştır.
Dürzi muhalif lider Muanned Atraş’ın yanı sıra Katana bölgesindeki mücadeleyi örgütleyen Hristiyan önder George Sabra, Suriye halk hare-ketinin ana gövdesini oluşturan İslami Hareket’le birlikte hareket ediyor.
Baas Rejimi’nin Nusayri azınlığın iktidarı olması, tüm Alevilerin rejim yanlısı olduğu dü-şüncesine götürmemelidir. Antalya’da buluşan Suriyeli muhalifler toplantısında Hama’dan ge-len Arap Alevi (Nusayri) temsilciler de bulun-muşlardı. Muhalif Arap Aleviler, topluluklarına en fazla zarar verenin Esad’ın başında bulun-
SURİYE ÜZERİNE ANEKTODLAR -1 ALİ TARIK PARLAKIŞIK
20 • Mart’13
duğu rejimin kendisinin olduğunu belirtiyorlar. Arap Alevilerini temsil için kurulan, Suriye İçin Çağdaşlık ve Demokrasi Partisi üyesi Sunda Sü-leyman, Suriye Devrimi’nin tüm kesimleriyle birlikte ezen devlete karşı olduğunu belirtiyor. Ayrıca Sunda Süleyman, Şam’da gerçekleşen ilk gösterinin Nusayri bir genç tarafından kaydedi-lip internete koyulduğunu belirtiyor.
PKK’nın tabiri caizse Suriye kolu sayılabile-cek PYD’nin hakim olduğu Kürt bölgesinin hal-kının çoğunluğunun da (PYD’ye rağmen/karşı) Özgür Suriye Ordusu’nu desteklemesi, Suriye Kürdistanı’nın genelinin rejimin karşısında ol-duğunu ve desteklerinin İslami muhalefetin ya-nında olduğunu gösterir.
SURİYE’DEKİ BELİRGİN HAYATLAR; REJİM KARŞITI MUHALİFLER,
REJİM YANLILARI VE MÜLTECİLER
Suriye’de şu anda mevcut üç gruptan söz et-mek gerekir. Bu grupları savaşı dikkate alarak ideolojik, fikri ve siyasi açıdan önce ilk ikisini zikretmemiz gerekir; muhalifler ve rejim yanlıla-rı. (muhalif dediğimiz topluluk, birçok muhalif yapılanma işaret edilerek kullanılan bir terimdir) Bu iki tarafa zahiren baktığımızda, birbirine kar-şı savaşan ve net bir şekilde karşıt görünen iki hi-ziptir. Üçüncü grup ise mültecilerdir. Bu üçüncü grubu diğer iki gruptan ayrıca sayma nedenimiz de şu ki; şu anda fiili olarak savaşım vermiyor-lar. Mültecilerin gönüllerinin kıtal halinde olan taraflardan herhangi birinde olsa bile şu anda bir savaşımın içerisinde değiller. İleriki zamanlarda değişse bile, mülteci dediğimiz kategoriye gi-renlerin her zaman durumu budur. Değiştiği tak-dirde, diğer iki gruba gireceklerdir ki, böyle bir durumun olması olmama ihtimali çok çok yük-sek bir durum (ki olursa bile muhaliflerin safsına geçecekleri aşikardır.)
SOKAK GÖSTERİLERİNİN ÖRGÜTLÜLÜĞÜ
Der’a’da, halk hareketi Ömeriye Camii’nde başladı. Diğer mescidlerle koordineli bir daya-nışma halini aldı. Şam’da ise Şeyh Usame Rıfai öncülüğünde, Rıfai Mescidi’nde örgütleniyor. Bedreddin el-Haseni imamı ve Emeviye Mescidi eski hatibi Muaz el-Hatib de Şam’daki muhalefe-tin öncüleri arasında. Şeyh Naim, Şeyh Ahmed, Şeyh Yakubi, Şeyh Kureym Racih gibi isimler de başkentte Cuma hutbelerinde halkı sokağa davet eden isimler arasında ve rejim halk arasında çok sevilen bu isimlere, tepkileri çoğaltmamak için doğrudan dokunmuyor. Diğer şehirlerde de mu-halefet mescid merkezli oluşuyor.
Halkın itibar ettiği isimler arasında Suriye Alimler Birliği başkanı, Muhammed Ali es-Sabuni geliyor.
Bu alimlerin ortak özellikleri devrim söyle-mini mümkün olduğunca mutedil ve barışçı bir çizgide tutmaları.
Suriye’de bulunan diğer dini ve etnik kesim-leri de kuşatan üslubun inşasında mutedil alimle-rin rolü büyük.
Mart’13 • 21
REJİM KARŞITI MUHALİFLER
Suriye genelinde birçok muhalif grup vardır. Muhaliflerle halkın arasındaki ilişkiye deği-
necek olursak, rahatlıkla söyleyebiliriz ki, halkın çoğunluğunun maddi ve manevi desteği başta Özgür Suriye Ordusu olmak üzere muhaliflerin arkasında. Ve halk muhalif gruplardan Özgür Suriye Ordusu’na kendini daha yakın hissediyor. (İlerleyen maddelerde bunların örneklerini göre-ceğiz.) Bu noktada Alev Erkilet’in, “Ortadoğu’da Modernleşme ve İslami Hareketler” isimli ese-rinde, siyasal ve sosyolojik temelli yaptığı tespit-lerde ulaştığı, “arkasında halk desteği bulunan devrimci (inkılapçı) hareketlerin başarı güçleri-nin pozitif yönde olması” sonucunu göz önüne aldığımızda, muhaliflerin geldikleri nokta şaşır-tıcı olmasa gerek.
Muhalifleri anlatmadan önce belirtmemiz gereken bir kaç husus bulunmaktadır. Suriye halkının Esad’ın devrileceğine dair şüphesi bu-lunmamakla birlikte, halkta hakim olan korku, Esad’dan sonra Suriye’deki direniş gruplarının birbirlerine düşecekleri korkusu. Ama direniş cephelerinin arasında belirgin bir çekişmenin ol-maması ise şu anda yüzleri güldürecek bir vakıa olarak karşımızda.
Esad’ın ordusundan ayrılan Albay Riyad Esad Özgür Suriye Ordusu’nu kurdu. Öz-gür Suriye Ordusu’nun arkasında ciddi bir halk desteği olduğu duygusal bir düşünce değildir. Halkla adeta içli dışlı olan Özgür Suriye Ordusu, Halep’te ekmek kalmadığında, ekmek yapıp hal-ka dağıtmıştır. Kurban Bayramı’nı Halep, Şam, İdlib, Hama, Der’a gibi şehirlerde çocuklarla birlikte Özgür Suriye bayrağı etrafında, hoplayıp zıplayarak kutlayan Özgür Suriye Ordusu’nun askerlerinin görüntüleri de, tabiri caizse halkçı bir yapıya sahip oluşunun bir örneğidir. Ve ha-kim olduğu sınır kapılarından yardım kuruluş-larının rahat bir şekilde geçişlerini sağlamaları, araba ihtiyaçlarını karşılamaları ve daha bir çok örnek Özgür Suriye Ordusu’nun halka yakınlı-ğını ve sosyal anlayışını gösterir. PKK’nın Su-riye kanadı olarak görülebilecek olan, PYD’nin güçlü olduğu Afril bölgesinde tamamı Kürt olan halkın PYD’yi değil de, Özgür Suriye Ordusu’nu desteklemesi de, halk tabanında ne kadar geniş bir desteğe sahip olduğunu gösterir. Suriye gene-lindeki lideri Kürt kökenli bir asker olan, Özgür Suriye Ordusu’nun, halkın rahatsız olduğu ırkçı-lık daha genel bir tabirle ise her türlü ayrımcılığı kaldıracakları taahhütü, Esad’dan sonraki sistem için halka verdikleri taahhütlerin başında geliyor.
Bütün bunların yanında müsamahakar tutum-ları da göz önüne alınması gereken, çok önemli bir nokta. Özgür Suriye Ordusu’nun hakim ol-duğu Bab’us Selam sınır kapısına en yakın olan camideki imamın, Kurban Bayramı’nda ki ko-nuşmasında şu sözleri serbestçe zikretmesi de bu tespitimizi destekleyen bir örnektir; “Biz ne Esad’dan yanayız ne Özgür Suriye’den yanayız. Biz sadece Allah’ın ilkelerine bağlıyız.”
Hakim oldukları sınır kapılarındaki kontrol konusundaki sıkı tutumları, mevcut durum ve or-tam hususunda ne kadar hassas olduklarını gös-teriyor.
Suriye genelindeki en geniş muhalif grup olan Özgür Suriye Ordusu’na dair malumattan
Siz hiç çocuklarınız için kendinizi mermilere siper ettiniz mi? SURİYE
HAFTASIDESTEKHALKINA
15-22MART
BugÜn kardeŞlerİmİze destek olmanin, BugÜn İnsan olmanin tam zamani.
EsEd REJİMİNİN 2 yillik bİlaNÇosu :70 bİNdEN fazla ölü, 250 bİNdEN fazla kayip vE tutukluİşkENcEylE hayatiNi kaybEtMİş bİNlERcE İNsaN1 MİlyoNdaN fazla Evsİz vE MültEcİ
s u r İ Y e H a l k i Y l a d a Y a n i Ş m a P l a t F o r m u
twittER.coM/suRiyEhalkiyla facEbook.coM/suRiyEhalkiyla youtubE.coM/suRiyEhalkiyla
22 • Mart’13
sonra diğer muhalif gruplardan bir kaçını anlat-maya geçebiliriz. Adlarını zikredip tanıtmaya çalışacağımız muhalif gruplar haricinde de çok güçlü yapılar vardır. Biz sadece aşağıda bir kaçı-nı tanıttık. Allah hepsinden razı olsun.
Binbaşı Hüseyin Harmuş da, Suriye ordusun-dan ayrılarak Hür Subaylar grubunu kurdu.
Özgün adı, Cephetun Nusra olan Nusret Cep-hesi, daha çok Şam’da faaliyet gösteren bir cep-he. Selefi bir anlayışa sahip Nusret Cephesi’nin mücahidleri savaşa hazırlıklı savaşçılardır. Söy-lenenlere göre ayaklanmalar başlamadan daha öncesinde, ileride Baas rejimine karşı bir müca-dele başlatmak için çalışma yapan Nusret Cephe-si, olaylar başladıktan sonra da fiili bir savaşım içine geçmişler. Lideri El-Fatih Ebu Muhammed el-Golani olan Nusret Cephesi’nde biat esastır. Şam ve Halep’te hükümet ve muhaberat binaları gibi hedeflere canlı bomba eylemleri düzenle-mektedir. Ayrıca askeri konvoylara saldırı dü-zenlemektedir.
ABD’den gelen son açıklamalardan birinde belirtildiği üzere, ABD, Nusret Cephesi’ni terö-rist listesine eklemiştir. Bu durumda, muhalefe-tin arkasında Batı’nın olduğuna dair, komplocu zihnin üretimi söylentilerin ne kadar tutarsız ol-
duğunu göstermektedir.Nusret Cephesi’nden son zamanlarda ele ge-
çirdiği hava alanında elde edilen silahlarla ilgili olarak “savaşın seyrini değiştireceği” yönünde açıklamalar gelmiştir.
Özgün adı Ahrar’uş Şam olan, Şam’ın Öz-gürleri grubunun halkla ilişkileri uyumlu bir çizgide seyir ediyor. Özellikle İdlib kırsalında et-kin olmakla birlikte Suriye’nin birçok bölgesin-de birlikleri bulunmaktadır. İdlib şehrinde rejim güçlerini hedef alan etkili saldırılar düzenliyor.
Özgün adı Sukuru’ş-Şam Tugayı olan, Şam Kartalları’nın lideri Ahmed İsa eş-Şeyh’dir. İdlib kırsalında etkin olmakla birlikte Ahrar’uş Şam gibi Suriye’nin birçok bölgesinde etkindir-ler. Halep’te “Şuheda Birliği”, Şam’da “Ammar bin Yasir Birliği” adı altında faaliyet gösteriyor. Şam Kartalları da Esed ordusuna yönelik operas-yonel eylemler düzenliyorlar.
Dünya’nın bir çok ülkesinde örgütlenmiş bir şekilde çalışan ve amacını Hilafet’i yeniden tesis etmek olarak belirleyen Hizb’ut Tahrir, Özgür Suriye Ordusu çatısı altında savaşmayı önemsi-yor. Ama daha çok Hizb’ut Tahrir’i, kendi bay-rakları ve sloganlarıyla halk gösterilerinde görü-yoruz.
Suriye’yi görmezden gelen dünyaya ders vermeye var mısınız?
BugÜn kardeŞlerİmİze destek olmanin, BugÜn İnsan olmanin tam zamani.
SURİYE
HAFTASIDESTEKHALKINA
15-22MART
EsEd REJİMİNİN 2 yillik bİlaNÇosu :70 bİNdEN fazla ölü, 250 bİNdEN fazla kayip vE tutukluİşkENcEylE hayatiNi kaybEtMİş bİNlERcE İNsaN1 MİlyoNdaN fazla Evsİz vE MültEcİ
s u r İ Y e H a l k i Y l a d a Y a n i Ş m a P l a t F o r m u
twittER.coM/suRiyEhalkiyla facEbook.coM/suRiyEhalkiyla youtubE.coM/suRiyEhalkiyla
Hepsinin içinde durulmaz bir dalga! Hepsinin içinde Esad’a karşı okunan kin ve öfke! O küçük çocuklar ki parmaklarıyla zafer işareti yaparken ki halle-ri… Belki de mücahid muhalifleri en çok destekle-yen ‘şey’ o işte; küçücük çocukların sevinçle zafer işareti yapmaları… Sokakta kaldık, aç kaldık, zor durumlarda yaşıyoruz, yaşamaya çalışıyoruz ama hala onurluyuz, Hala Esad’ı sevmiyoruz, Batı’nın uşağı olan Esad’sız ve özgür bir Suriye istiyoruz, der gibi bakışları… “Niye Allah yolunda ve ‘Ey rabbi-miz, bizi şu zalimlerin yaşadığı beldeden çıkar, bize katından bir kurtarıcı, kendi katından bir destekçi gönder’ diye yalvaran ezilmiş erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz.” (Nisa, 75)
Mart’13 • 23
Aliya IzzetbegoviçMÜLTECİLER
Yazımızın mülteciler ile ilgili bu bölümünü, Suriye’de Azez bölgesinde ki müllteci kampını merkeze alarak hazırladık.
Mülteciler ise, yazının başında değindiğimiz gibi, savaşmaktan ziyade yardıma muhtaç bir şe-kilde daha çok barınmak, aç kalmamak gibi dert-leri/meseleleri var.
‘Çadırlarda kalan/barınmaya çalışan mülte-cilerin yaşam şartları kelimelerle anlatılabilecek şekilde değil’ desek yanılmış olmayız. Çadırla-rın hepsinin dip dibe oluşundan, çamaşırlarını astıkları çamaşır iplerinin nasıl ortamlarda ol-duğundan, mültecilerin kullandıkları tuvaletler-den, banyo yaptıkları yerlerden, yemekleri nasıl yaptıklarından ve daha say(a)madığımız diğer şartlar göz önüne alındığında mültecilerin na-sıl yaşadıkları yorum gerektirmeden bir insanın vicdanını sızlatacak durumda. Ve o zor şartlar altında kendilerine yardım etmek üzere oralara gelen yardım gönüllülerine nasıl baktıkları nasıl davrandıkları da yardıma ne kadar ihtiyaçlarının olduğunu gösterir. Dillerini bilmeyen yardım gö-nüllülerine her gördüklerinde selam vermeleri, yüzlerine tatlı bir tebessüm hakim olması... Belki
de Esad’ı ve yardım kuruluşlarının adını karala-maya çalışanlara karşı en net cevap olsa gerek. Yardım gönüllülerine yaklaşıp bizi de bir şekilde Türkiye tarafına geçirseniz, akrabalarımızın ya-nına gitsek diyen eşi ölmüş dört çocuklu babalar, annesi ölmüş küçük çocuklar…
Hepsinin içinde durulmaz bir dalga! Hepsinin içinde Esad’a karşı okunan kin ve öfke! O küçük çocuklar ki parmaklarıyla zafer işareti yaparken ki halleri… Belki de mücahid muhalifleri en çok destekleyen ‘şey’ o işte; küçücük çocukların se-vinçle zafer işareti yapmaları… Sokakta kaldık, aç kaldık, zor durumlarda yaşıyoruz, yaşamaya çalışıyoruz ama hala onurluyuz, Hala Esad’ı sev-miyoruz, Batı’nın uşağı olan Esad’sız ve özgür bir Suriye istiyoruz, der gibi bakışları… “Niye Allah yolunda ve ‘Ey rabbimiz, bizi şu zalim-lerin yaşadığı beldeden çıkar, bize katından bir kurtarıcı, kendi katından bir destekçi gönder’ diye yalvaran ezilmiş erkekler, kadınlar ve ço-cuklar uğrunda savaşmıyorsunuz.” (Nisa, 75)
Yağışlı havalarda, soğuk havalarda dahi çıp-lak ayaklı çocukların beton üzerinde yürüdüğü-ne şahit olabilirsiniz. Hatta öyle bir ortamda, ne bulurlarsa kullanmak zorunda olduklarından kısa şortlardan tutun da kısa kollu elbiselere yazlık terliklere kadar, bizlerin paltosuz dışarıya çıka-mayacağımız havalarda giydiklerine şahit olabi-liriz.
Mamafih Suriye’nin içindeki ve dışındaki mültecilerin, ait oldukları İslam Ümmeti’ne şu aralar çok ihtiyaçları var. Yani bize. Aynı Allah’a iman ettiğini söyleyen bizlere… Ve hatta bir çok şeye ihtiyaçları olduğu gibi psikolojik ve manevi desteğe de ihtiyaçları var.
Ve mültecilerle ilgili bir önemli mesele de, mülteci kamplarında çok sayıda çocuk var. O kü-çük kardeşlerimize o ortamda, olabildiği kadar eğitim çalışmaları yapılabilmeli. Bunu da yetki-lilerin duyması dileği ile…
Siz hiçgözlerinde ölümün dehşetini taşıyan çocuklargördünüz mü?
SURİYE
HAFTASIDESTEKHALKINA
15-22MART
s u r İ Y e H a l k i Y l a d a Y a n i Ş m a P l a t F o r m u
twittER.coM/suRiyEhalkiyla facEbook.coM/suRiyEhalkiyla youtubE.coM/suRiyEhalkiyla
BugÜn surİYelİ kardeŞlerİmİze destek olmanin, BugÜn İnsan olmanin tam zamani.
24 • Mart’13
A liya İzzetbegoviç 1925’de Bosna-Hersek’in Bosanski Samac ilinde doğdu. Saraybosna’da hukuk eğitimi gördü ve avukat olarak çalıştı.
1946 yılında Genç Müslümanlar Örgütü’ne üye olmaktan üç yıl hapse mahkûm edil-di. ‘’İslam Deklarasyonu’’nu yayımladı.1983 yılında düşüncelerinden dolayı 14 yıl hapse mahkûm oldu. Cezasının beş yılını hapiste geçirdi. Yugoslavya’nın dağılma sürecine girdi-ği dönemde Demokratik Eylem Partisi’ni kurdu ve genel başkan seçildi.
Sovyetler Birliği ve Doğu Blokunda meydana gelen ani ve sarsıcı siyasi gelişmelerin akabinde Komünist yönetimin çökmesiyle birlikte yapılan ilk serbest seçimde Bosna-Hersek Cumhuriyeti Devlet Başkanı seçildi.
Sırpların Bosna-Hersek’e karşı başlattığı ve Hırvatistan’ın da bazen müttefik bazen düşman olduğu savaş boyunca Aliya, Sırp ve Hırvat güçlere karşı yürütülen bağımsızlık savaşına liderlik yaptı.1995 yılında savaşa son veren Dayton Anlaşması’nın imzalanma-sından sonra 1996’da yapılan seçimlerde üçlü başkanlık konseyine seçildi. Devlet Baş-kanlığı dönemi boyunca Uluslararası gücün baskılarına karşı çıkan İzzetbegoviç, 2000 yılında sağlık nedenlerini gerekçe göstererek başkanlık görevinden istifa etti.
Cesur, inançlı ve azimli mücadelesiyle tüm hayatı boyunca halkına önderlik yapan, bilge-zahid kişiliğiyle haklılığını her zeminde haykırarak, güçlü ve şahsiyetli bir örneklik ortaya koyan Aliya İzzetbegoviç, bu özellikleriyle İslam dünyasında yeni bir lider tipinin de öncüsü oldu. Son derece güçlü, entelektüel birikiminin yanında, eylem adamı kişiliği-ni de gösterebilen İzzetbegoviç, 2003 yılında vefat etti.
Aliya Izzetbegoviç1925-2003
Mart’13 • 25
Aliyaİslam Deklarasyonu
UĞUR DEMİREL
HAYALİ RÖPORTAJ
Son yıllarda İslam dünyası, dünya savaşla-rından sonra en büyük hareketliliği yaşıyor. Biz de sorularımıza Müslümanların içinde bulunduğu durumla başlamak istiyoruz. Hal-i hazırda İslam ülkelerinin hareketliliğini nasıl değerlendiriyor-sunuz?
Bütün Müslüman âlemi bir değişim ve kayna-
ma durumunda bulunmaktadır. Bu değişimlerin
yapacakları ilk yuka-
rıya doğru çıkıştan
sonra, bu dünya-
nın görünümü nasıl
olursa olsun bir şey
kesindir: Bu âlem ar-
tık XX. asrın ilk yarı-
sındaki dünya olma-
yacaktır. Sükûnet ve
pasiflik devresi ebedi
olarak geçmiştir. Bu
hareket ve değişim
anından, özellik-
le Batılı ve Doğulu
yabancılar, herkes
istifade etmeye çalış-
maktadır. Orduları
yerine onlar şimdi
düşünce ve sermaye-
lerini benimsetmek-
tedirler ve bu yeni tesir biçimi ile yine aynı he-
defe varmak istemektedirler. Müslümanlar ara-
sındaki varlıklarını teminat altına almak, Müslü-
manların siyasi ve maddi bağımlılığını ve manevi
güçsüzlüğünü devam ettirmek. Çin, Rusya ve
Batılı ülkeler Müslüman âlemin neresinde hâkim
olacakları hususunda mücadele etmektedirler.
Onların kavgası boşunadır, İslam dünyası on-
lara değil, Müslüman
halklara aittir. Çünkü
coğrafi olarak birinci
mevkide, muazzam
doğal kaynaklara ve
700 milyonluk nüfusa
sahip, çok büyük siya-
si ve kültürel gelenek-
lerin mirasçısı ve canlı
İslam düşüncesinin ta-
şıyıcısı olan bir dünya,
uzun zaman boyunca
kiracı olarak kalamaz.
Bu anormal duruma
son verecek yeni Müs-
lüman neslin önüne
engel olabilecek bir
güç yoktur.
Bu inançla biz,
Müslümanların İslam
26 • Mart’13
dünyasının kaderini ele almaya karar verdikleri-
ni ve o dünyayı kendi düşüncelerine göre tanzim
edeceklerini, dost ve düşmanlarımıza ilan ediyo-
ruz.
Peki, bu hareketin kalıcı ve tesirli olması için, Müslümanların eğilimini ve amacı ne yönde ol-malıdır?
İslam’ın bireysel, ailevi ve toplumsal ha-
yatımızın tüm alanlarında İslam düşüncesi-
nin yenilenmesi ve Endonezya’dan Fas’a ka-
dar tek bir İslam birliğini gerçekleştirmek.
Bu hedef uzak bir ihtimal dâhilinde görüle-
bilir, ancak imkân dairesinde bulunduğu için
gerçekçidir. Aksine her gayr-i resmi program
çok yakın ve hedefin yanında görülebilir; an-
cak o, İslam âlemi için tam bir ütopyadır,
çünkü imkânsız dairesinde bulunmaktadır.
Tarih apaçık bir tespiti göstermektedir: Müslü-
man halkların hülyasını heyecanlandıracak ve
onlar arasında gerekli olan disiplin, ilham ve
enerjiyi gerçekleştirecek tek düşünce İslam’dır.
1950’li yıllarda sadece bir kaç bin hakiki Müs-
lüman mücahidi İngiltere’yi Süveyş Kanalı’ndan
çekilmeye zorladı, Arap ırkçı rejimlerinin müt-
tefik orduları ise İsrail’e karşı üçüncü defa savaşı
kaybetmektedirler. İslam ülkesi olarak Türkiye
dünyaya hâkim idi. İslam’ı kabul eden halk ve
birey, kabulden sonra başka herhangi bir idea-
li için yaşaması ve ölmesi mümkün değildir. Bir
Müslümanın adı ne olursa olsun herhangi bir
kral ve hükümdar, bir milliyeti, partiyi yücelt-
mek ve ona benzer bir şey uğruna kendini feda
etmesi düşünülemez. Zira en güçlü İslami bilin-
çaltı düşüncesine göre o burada, bir çeşit putpe-
restlik ve Allahsızlık fark eder. Müslüman ancak
Allah adıyla ve İslam’ın yücelmesi adına ölebilir
yahut savaş alanından kaçabilir. Onun için, geri-
leme ve pasif devreleri, aslında İslami alternatifin
yokluğu veya bu yokuşa tırmanmak için Müs-
lüman âlemin hazır olmayışıdır. Onlar, İslam’ın
Müslümanlar üzerindeki manevi tekelinin olum-
suz tezahürüdür.
Bu uyanış ve hararetli düşüncelerden sonra İslam dünyasında muhakkak yenilikler olacaktır. Reformlarda dikkat edilmesi gereken hususlar nelerdir?
Öyle reformlar vardır ki içinden bir milletin
bilgeliği ortaya çıkarken, diğer taraftan ihanetle-
rin büyüğünü barındıranda vardır. Yakın tarihi-
mizde Japonya ve Türkiye örnekleri bu hususta
klasik durum arz eder. XIX. asrın sonu ve XX.
asrın başında bu iki ülke benzer ve kıyaslanabilir
durum arz ediyorlardı. İkisi de eski imparatorluk,
kendilerine ait yapı ve tarih içinde kendi yerleri
“Öyle reformlar vardır ki içinden bir milletin bilgeliği ortaya çıkarken, diğer ta-raftan ihanetlerin büyüğünü barındıran da vardır. Yakın tarihimizde Japonya ve Türkiye örnekleri bu hususta klasik durum arz eder. XIX. asrın sonu ve XX. asrın başında bu iki ülke benzer ve kıyaslanabilir durum arz ediyorlardı. İkisi de eski imparatorluk, kendilerine ait yapı ve tarih içinde kendi yerleri belli olan ülkelerdi. İkisi de gelişmişlik bakımından birbirine yakın ve hem imtiyaz hem de yük olabi-lecek muhteşem tarihe sahiptiler. Tek kelimeyle bu ikili gelecek için hemen hemen aynı şartlara sahipti.”
Mart’13 • 27
HAYALİ RÖPORTAJ
belli olan ülkelerdi. İkisi de gelişmişlik bakımın-
dan birbirine yakın ve hem imtiyaz hem de yük
olabilecek muhteşem tarihe sahiptiler. Tek keli-
meyle bu ikili gelecek için hemen hemen aynı
şartlara sahipti. Ondan sonra iki ülkede bilindik
reformlar gerçekleşti. Başkasının değil, kendi ha-
yatını yaşamak için Japonya ilerlemeyi ve gelene-
ği birleştirmeye çalıştı. Türkiye ile alakalı olarak,
onun modernistleri tam tersi bir yol seçmişler-
di. Bugün Türkiye üçüncü sınıf bir ülke, Japon-
ya ise dünya milletlerinin zirvesine çıkmıştır...
Ne olduğunu ve köklerinin nereden geldiğini
bilmeyen bir ülke, nereye gideceğini ve yüzünü
nereye çevirmesi gerektiğini bilebilir mi?
Batıl düzene başkaldırmak yanlışı kabul et-memek ve İslam’ı topluma hâkim kılmak diğer adıyla İslam düzeni kurmak günümüz Müslü-manlarının yegâne hedefi, ancak İslami düzeni nasıl açıklarız ve Müslüman bir toplum nasıldır?
İslami düzen, en kısa biçimde şu şekilde ta-
nımlanabilir: Din ve kanun, terbiye ve güç, ülkü
ve çıkarlar, manevi toplum ve devlet, gönüllülük
ve zorlamanın birliğidir.
Bu unsurların sentezi olarak İslami düzenin
iki temel öngörüsü vardır: İslami toplum ve İs-
lami iktidar. İlki İslami düzenin içeriği, ikincisi
de formudur. İslami iktidar olmadan İslami top-
lum tamamlanmamış ve güçsüzdür; İslami ikti-
dar ise İslami toplum olmaksızın ya ütopya veya
zulümdür.
Genel olarak Müslüman, birey olarak var de-
ğildir. Müslüman olarak yaşamak ve ayakta kal-
mak istiyorsa eğer o, ortam, topluluk ve düzen
yaratmak mecburiyetindedir. O dünyayı değiş-
tirmek zorundadır, aksi takdirde o değişecek-
tir. Tarihte var olan hiçbir hakiki İslami hareket
yoktur ki aynı zamanda siyasi hareket olmasın.
Bunun sebebi İslam’ın bir din olmakla beraber
aynı zamanda da onun bir felsefe, ahlak, düzen,
tarz, atmosfer, tek kelimeyle hayatın tamamını
kuşatan bir şey olmasındandır. İslami inanç ile
gayr-ı İslami yaşamak, üretmek, eğlenmek ve
hüküm sürmek mümkün değildir. Bu durum ya
münafıklar ya da mutsuz ve birbiriyle çatışan in-
sanlar için geçerlidir. (Ne Kur’an-ı Kerim’i terk
edebiliyorlar ne de bulundukları şartları değiş-
tirmek için kendilerinde güç bulabiliyorlar). Ya
bir çeşit keşiş ve yalnızlığı seçen kimseler (onlar
dünyadan elini çekiyorlar çünkü o dünya İslami
değildir) veya nihayetinde İslam ile ilgili ikilem-
de olan insanlar ki bunlar İslam’ı terk edip var
olan hayatı ve dünyayı olduğu gibi daha doğrusu
başkalarının o dünyayı biçimlendirdikleri gibi
benimserler.
İslami düzen toplumun bu gibi çatışmalarının
olmadığı bir durumdur ve Müslümanın bulun-
duğu ortamla tam uyum içinde olduğu bir sis-
temdir.
Müslüman toplumu nedir sorusuna biz:
“Müslümanlardan oluşan birliktir.” diye cevap
28 • Mart’13
veririz ve bununla her şeyin
ifade edildiğini düşünürüz
ve iş bitmiştir.
İslam’ı tesadüfi bir hadi-se olarak değil, aksine O’nu görev programı biçiminde kabul eden her Müslüman bu vizyonu reddedemez; fakat birçok insan ikilem içinde şu soruyu soracaktır: Bu vizyonu gerçekleştirecek güç nerededir?
Bu kaçınılmaz soruya ce-
vap verirken biz, bu yıllarda
yetişen yeni İslam nesline
işaret ediyoruz. İslam’da do-
ğan ve yenilgi ve aşağılanma
içinde büyüyen, yeni İslamî
vatanperverliği içinde birleş-
miş, eski ihtişam ile başkası-
nın yardımına dayalı hayatı
red edecek ve hakikat hayat ve şerefi temsil eden
hedefler etrafında toplanacak 100 milyonluk bu
nesil, imkânsız görüneni gerçekleştirecek ve her
türlü zorlukla başa çıkacak gücü kendisinde ta-
şımaktadır.
Söz konusu duygular Müslüman dünyasının
canlı olduğunu gösterir, çünkü sevgi ve dayanış-
manın, paylaşmanın olduğu yerde ölüm değil
hayat vardır. İslam dünyası çöl değil, o sürücü-
lerini bekleyen sürülmemiş bir tarladır. Bu tes-
pitler sayesinde görevimiz gerçekçi ve mümkün
olmaktadır. Görevimizin terkibi, potansiyel güç
olan bu duyguları aktif güç haline getirmekten
ibarettir. Kur’an-ı Kerim’e karşı var olan teslimi-
yetin uygulanması için kararlılığa, duygusal İs-
lam toplumundan teşkilatlanmış şuurlu birliğe,
gelecek kanunlar ve ku-
rumların ahlakî ve sosyal
içeriği oluşturacak halk
hümanizmi de açık fikir-
lere dönüşmelidir.
Bu hareket yetişmiş
insanları toplayacak, ye-
tişmiş olmayanları yetişti-
recek, yüceltecek ve davet
edecek, hedefleri tamam-
layacak ve o hedeflere gi-
den yolları bulacaktır. Bu
hareket her yerde hayat,
fikir ve eylem yaratacak-
tır. O, uzun ve derin uy-
kudan sonra bu dünyanın
vicdanı ve iradesi ola-
caktır.
“Söz konusu duygular Müs-lüman dünyasının canlı oldu-ğunu gösterir, çünkü sevgi ve dayanışmanın, paylaşmanın olduğu yerde ölüm değil hayat vardır. İslam dünyası çöl değil, o sürücülerini bekleyen sürül-memiş bir tarladır. Bu tespitler sayesinde görevimiz gerçekçi ve mümkün olmaktadır. Gö-revimizin terkibi, potansiyel güç olan bu duyguları aktif güç haline getirmekten ibaret-tir. Kur’an-ı Kerim’e karşı var olan teslimiyetin uygulanması için kararlılığa, duygusal İslam toplumundan teşkilatlanmış şuurlu birliğe, gelecek kanunlar ve kurumların ahlakî ve sosyal içeriği oluşturacak halk hüma-nizmi de açık fikirlere dönüş-melidir.”
Mart’13 • 29
D ünün ve bugünün çilekeş genci. Doğum
sancıları ile kıvranan kadın misali ilahi bir
fikrin sancısını çekmektesin. Omuzlarındaki yü-
kün şeref ve ağırlığı nispetinde değer kazanabilen
sen; dağların ve taşların yüklenmeye tahammül
edemediği, takat getiremediği ilahi bir yükün
hamalısın. Temsil ettiğin fikrin küçük bir sana-
tı hem de sanatkârı olan sen! Asırlardan beri taş
taş koparılan ulu bir anıtın tamiriyle meşgulsün.
Öyle bir tamir işine girişmişsin ki taşları dağlar
büyüklüğünde olan İslam fikir sarayının tamiri.
Peygamberler zincirinin mana âleminde ilk,
madde âleminde son halkası ve mührü olan
efendinden, sana kalan aksiyon çekicini öyle ma-
hir kullan ki pul pul yonttuğun küfre, tam bir
sanatkâr titizliği içerisinde imanı nakşedebile-
sin. Nasıl mı? İslam mualliminin hayatına kast
için sıyrılan Hattaboğlu’nun küfür kılıcını iman
suyuyla çelikleyip O’nu İslam’ın hamisi yapabi-
len sanatkâr edasıyla. Çiçek çiçek
uçup topladığı özü kovanında
hendeseleştirdiği peteğine itina
ile dolduran arı edasıyla. Çe-
yizlik eşyalarına duygularını göz ve gönül bera-
berliği ile iğne iğne, iplik iplik işleyen gelinlik bir
kız edasıyla. Bağrına şefkatle bastığı yavrusuna
sütünü yudum yudum veren bir anne edasıyla…
İşte çilemiz, yolumuz, metodumuz ve davamız…
Sen kimsin? Sen ilahi nurun bütün karasev-
dalıları. Sen; ölümü, ölümsüzlük dürbünüyle
görebilen sonsuz hayatın, sonlu ölümle başlaya-
cağını idrak edenler. Sen; hürriyeti “hakka esa-
ret” anlayışı içerisinde düşünebilen bütün hür
köleler. İşte Sen busun. Bu anlayış içerisinde Sen;
yıllarca okulun merdivenlerini aşındırarak temin
ettiğin İmam-Hatip neslinin asil ve yüce ferdi.
Maddi ve manevi ilim ve tecrübenle insanlığa
örnek ol. Dini İslam’ı Mübin’e hizmeti kendine
şiar edin. Öncelikli görevin; tüm İslam aleminin,
hatta top yekûn bir insanlığın derdiyle hemdert
olmaktır. Hedefin büyük. Güzel, hoş ve latif…
Hedefin güzellikleri bütün bir insanlığa, seven
bir kalp, gülen bir yüzle sunmak… Bu sunuş
kalp tepsisinde hoşgörü eliyle olmalı. Kelebek
gibi olmalısın. Konduğun zambak, öptüğün gül,
kokladığın menekşe senden incinmemeli. Kanat-
larında güzellik tohumları gö-
türmelisin. Senden beklenen ter
ve gözyaşı. Ter; Gönül verdiğin
sevdanın uğrunda zihni ve be-
İMAM-HATİPLİ SEN!(“Sınıftan Sokağa İmam-Hatip Sevdam” Makale Yarışması 7.)
NESİBE ŞÜHEDA GÜZELKonya Dr. Ali Rıza Bahadır Anadolu İmam Hatip Lisesi
DENEME
30 • Mart’13
deni her türlü gayret, fedakârlık ve samimiyet…
Gözyaşı ise sevginden, hoşgöründen, merhamet
ve şefkatinden, yanaklarından süzülen, bir dam-
lası güneşi söndürecek kadar tesirli hazine.
Hal böyle olunca; Filistin’de gözünün önün
de çocuğu kurşunlanan babanın, teröre kurban
verdiğimiz on binlerce şehit
ve gazi yakınlarının, uyuş-
turucu müptelası gencin,
çöp tenekesine atılan adı
konmamış bebeğin, ev-
latlarının kapı dışarı ettiği
yaşlının, ellerinin kınası ku-
rumadan boşanan çiftlerin,
geçim yükü altında ezilmiş
aile reisinin, kapkaç kur-
banı zavallının, faili meçhul
cinayete kurban gidenlerin,
meşhur edilme hayali ile na-
musu ayaklar altına alınmış
gencecik kızların… Her biri-
nin derdini kendi derdin bile-
ceksin.
Gönlün geniş, ufkun açık,
gayen güzel ve hedefin doğru
olacak. Sevdiğin, sevildiğin
ve inandığın ölçüde mutlu ve
güçlü olacaksın. Senin gibi inan-
mayanı, senin gibi düşünmeyeni hoş görecek,
gönül gülünü Ona verecek, hoşgörü pınarının
suyunu her gönle akıtacaksın.
Gerçek dindarlığın; din kitaplarında yazı-
lı olanı bilmek ve ezberlemek olmadığını, esas
dindarlığın yüreklerden taşan ilahi sevginin in-
sanlara muhabbet ve hizmet şeklinde tezahürü
olduğunu bileceksin.
Geçici zevklerin bunalıma düşürdüğü kimse-
leri, ruhani zevk ve nimetlerle tanıştıracaksın.
Teknolojinin vahşi dişlileri arasına sıkışıp kal-
mış çaresiz gönülleri, kendi iç dinamik ve dona-
nımlarıyla yeniden tanıştıracaksın. Kalabalıklar
içerisinde yalnız kalanlara dost elini uzatacak,
bolluklar içerisinde yoksun ve yoksul kalmışlara
şükür ve kanaat zenginliğini
tarif edeceksin.
Kendi öz benliğine bile
yabancı kalmışları gönül
dünyalarıyla yeniden ta-
nıştıracak, oradaki zengin
cevher yataklarını işletmeye
açacaksın. Müzminleşmiş
hasta ruhlara; Muhammed
tababetinden reçete ettirdi-
ğin ilaçları, gönül eczanesin-
den tedarik edip şifa niyetiy-
le sunacaksın. Muhammed
gülistanında açmış en güzel,
en zarif, en bayıltıcı gülün
kokusunu dağıtacaksın çev-
rene.
Bir garibin sesinde, bir
mazlumun inlemesinde, bir
yetimin yüreğinde tebessüm
olmak için, ellerini uzatacak-
sın, seni umutla bekleyenlere. Gönüllere düşmüş
karanlıkları aydınlatacaksın. Ellerini bir yetimin
başına götürecek ve müsaade edeceksin gözyaş-
larına. Gönüllerin alnına koyacağın bu buse, in-
sanlığa hayatın şifresini verecek. Sevgiyle gülüm-
senecek güzel günlerin kapısını aralamak üzere.
Haydi, uzat ellerini sevgiye, sevgisizliğin bir
kader olmadığını haykır tüm sevgiye susamış id-
raklere… Hayatın şifresini birlikte çözmek üze-
re…
Bir garibin sesinde, bir mazlumun inlemesinde, bir
yetimin yüreğinde tebessüm olmak için, ellerini uzata-caksın, seni umutla bekle-yenlere. Gönüllere düşmüş karanlıkları aydınlatacak-sın. Ellerini bir yetimin ba-şına götürecek ve müsaade
edeceksin gözyaşlarına. Gönüllerin alnına koyacağın bu buse, insanlığa hayatın şifresini verecek. Sevgiyle
gülümsenecek güzel günle-rin kapısını aralamak üzere.
Mart’13 • 31
G enç İDSB (İslam Dünyası Si-vil Toplum Kuruluşları
Birliği)’nin dünyanın genç Müslümanlarını bir araya getirdiği 9. Uluslararası Gençlik Buluşması, bu yıl Lefkoşa ve İstanbul’da düzenlendi. Genç Öncüler’i temsilen ka-tıldığım organizasyon, 29 Ocak-4 Şubat tarih-leri arasında, 40’ı aşkın ülkeden 200’e yakın 18-30 yaş arası genç ve seçkin katılımcıyla gerçekleştirildi. Buluşmanın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki kısmında Lefkoşa ve Girne gezilerinin yanı sıra, üç gün boyunca devam eden “İslam Dünyasının Sorunları ve Çözüm Yolları” başlıklı forum ve tartışmalarla, Türkiye aya-ğında ise, başta Mavi Marmara gemisi olmak üzere, tarihi mekânların ziyareti ve çeşitli temaslarla geçti.
Lefkoşa’daki Yakın Doğu Üniversitesi kampü-sünde gerçekleştirilen forumlar, Müslümanların sık-lıkla yaşadığı bölgelerdeki sorunlarının neler olduğu ve katılımcıların faaliyetlerini yürüttükleri sivil top-lum kuruluşlarıyla bu sorunların çözümüne ilişkin neler yaptıklarını ve genel olarak ne gibi çözümler üretileceği üzerine tüm katılımcıların soru, dilek ve temennilerini içeren bir havada geçti.
Forumların ilk gününde Malezya, Kıbrıs, Bal-kanlar, Avrupa ve Amerika; ikinci gününde Asya ve Afrika; üçüncü ve son gününde ise, Orta Doğu bölgeleri, gelen öğrenciler, STK mensupları ve uz-manları tarafından sunumlar eşliğinde ele alındı, yanı sıra soru-cevap yöntemiyle birlikte akılda kalan
sorular büyük ölçüde giderildi, çö-züm önerileri ortaya çıktı.
Forumların açılış sunu-munu gerçekleştiren Ma-
lezyalı katılımcı özellikle ülkesinde var olan sö-mürgeci İngiliz yasala-rının değiştirilmesi ve Batı modernizasyonu-na dayanan modelin yerine, İslami bir eği-
tim tarzının tüm hayata yansıtılması gerektiğini
belirterek, II. Abdülhamid ve Fatih Sultan Mehmet gibi
İslam ahlakıyla yetişmiş liderler sayesinde yolsuzluk ve yoksulluğun
üstesinden gelinebileceğini söyledi.Balkanlar’dan gelen katılımcılar, Osmanlı
İmparatorluğu’nun, Hanefi mezhebinin ve Bektaşi-liğin etkilerinin hala varlığını koruduğunu, ancak malum komünist dönemin etkilerinin de hissedil-diğini aktardılar. Diğer yandan dünyanın birçok yerinde olduğu üzere, Müslümanların ortaklaşa ve birlik içerisinde iş yapmalarının çok vaki olmadığını belirten katılımcılar, çözüm üretecek olan siyaset-çilerin ise özellikle Müslümanların problemleriyle pek ilgilenmediklerini vurguladılar. Bunun sonucu olarak Balkanlar’da gençliğin giderek kaybedildiğini aktaran katılımcılar, bunun sebeplerini etkili eğiti-min yetersiz olması ve komünist/materyalist ruhun etkilerinin hala devam ediyor olmasıyla açıklamak-tadırlar. Maddi imkânsızlıklar, yeteri kadar ibadet yerinin olmaması, kaliteli eğitim kurumlarının bu-lunmaması ve İslam’ın bilhassa gençler tarafından doğru biçimde anlaşılmıyor oluşu da diğer temel so-
İSLAM DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI BİRLİĞİ (İDSB)
9. GENÇLİK BULUŞMASI (29 Ocak-4 Şubat 2013)
Lefkoşa-İstanbul
CENK BEYAZ
32 • Mart’13
runları oluşturmaktadır. Bu tip sorunların çözümü için ise Balkanlar’daki STK’larla ortak çalışmaların yürütülmesi, etkili ve yeterli eğitimin sağlanması, en azından İslami bir televizyon kanalı ve gazetenin açılması, Balkanlar’da yaşayan Müslümanların birlik ve beraberlik şuuruyla hareket ederek, Müslüman bir kimliğin inşa edilmesi gerekmektedir.
Balkanlar’dan sonraki oturumda, Avrupa’daki Müslümanların temel sorunlarından birinin yeterli uyumun sağlanamadığına ilişkindi. Fransa, Belçika, İngiltere ve Almanya’dan gelen Türk kökenli katılım-cıların Türkiye ve Batı arasında gidip gelmenin getir-diği bir kimlik problemiyle karşı karşıya kaldıklarını söylemek mümkün gözükmektedir. Zira çok temel tartışma kavramları olan İslamophobia ve cihad kav-ramları etrafında akidevi bir duruş/tavır alınmadığı gözlerden kaçmadı. Nitekim bu ve benzeri husus-lar etrafında öncelikli olarak Batı tarafından onayın alınması yönünde bir algının hâkimiyeti sebebiyle, son zamanlarda çok fazla teveccüh gösterilen “Me-deniyetler İttifakı” söylemi doğrultusunda Batı’nın tüm yaptıklarını bir kenara koyup, Doğu’nun da bu suçlara/günahlara ortak olması beklenerek, özellikle Müslümanların da medeniyetler serüveninde suçla-rının olduğu, katılımcılar tarafından savunulmaya çalışıldı.
ABD’den gelen katılımcı ise, en azından yaşadı-ğı bölge itibariyle Müslümanların kendi aralarında farklı kamplar altında hareket ettiklerini, hatta farklı mescitlere gittiklerini belirtti ve birlikte hareket edil-mesi gerekliliğine vurgu yaptı.
Forumların ikinci gününe, Asya ve Afrika üze-rine yapılan sunumlarla devam edildi. Rusya’dan gelen katılımcı başta olmak üzere, Türki devletlerin katılımcıları o bölge Müslümanlarının düşük stan-dartlardaki yaşam seviyelerine dikkat çektiler. Özel-likle Kafkasya’da Müslümanlara şiddetin giderek art-tığını aktaran katılımcılar, Rus yönetiminin bilhassa başörtüsünü engellemek maksadıyla okullarda tek tip üniformaya geçilmesini istediklerini söylediler.
Orta Asya’nın yanı sıra Bangladeş’ten gelen ka-tılımcının aktardıklarına göre, tarihsel süreç içe-risinde İngilizlerin ve akabinde Hintlilerin etkile-rinin varlığını sürdürdüğünü, yanı sıra yüzde 90’a varan Müslüman çoğunluğa rağmen Hinduizm ve Budizm’in topluma yönelik ciddi etkilerinin oldu-ğunu söylemek mümkündür.
Doğu Türkistan adına konuşan katılımcı, 35
milyon Müslümanın namaz, oruç gibi çok temel
ibadetlerin dahi Çin yönetimi tarafından yasaklan-
dığını, kamusal alanda hiçbir şekilde tesettüre izin
verilmediğini söyledi. En temel insan hakkı olan se-
yahatin dahi Çin yönetiminin iznine tabi olduğunu
belirten katılımcı, Hac ve umreye gidilmeyeceğinin
taahhüdü neticesinde çıkış vizesinin verilebileceğini
aktardı.
Afrika üzerine gerçekleştirdiği çalışmalarıyla ta-
nınan Çad Büyükelçisi Prof. Dr. Ahmet Kavas ise ge-
nel olarak Afrika’yı ele alan tebliği sundu. Sunumun
dikkat çeken hususları arasında Müslüman coğraf-
yaya ilişkin olarak edinilen verilerin/bilgilerin Batılı
kuruluşlardan değil, direkt olarak Müslümanların
bölgeden bizzat elde etmesiyle gerçekleştirilmesi
gerekliliğine vurgu yapan Kavas, Müslümanları ön-
celeyen ve onların yararına faaliyet gösteren şirketle-
rin kurulması zaruretinden bahsetti. Aynı zamanda
Afrika’da Batılıların yüzyıllardır sürdürdükleri sö-
mürgeci faaliyetlerine meşruiyet kazandırmak için
özellikle İslami sözde radikal grupların türetildiğini
ve hâkim Batı medyası tarafından da kendi istekleri
doğrultusunda tüm dünya kamuoyuna yansıtıldı-
ğını aktaran Kavas, Müslümanların kendi arasında
kopmaz ve sarsılmaz bir şekilde inşa ettikleri ileti-
şim ağları oluşturmaları gerekliliğine vurgu yaptı.
Afrika kıtasından Somali, Güney Afrika, Lübnan
ve Libya’yı temsilen katılan temsilciler genel olarak
gençliğin gidişatından dolayı endişelerini dile getir-
diler. Katılımcılar, Batılı devletlerin tarih boyunca
yaptığı üzere, şu an dahi ülke içerisindeki zıt unsur-
ları birbirleriyle çatıştırıp bu durumdan faydalanma
yaklaşımı içerisinde oldukları üzerinde durdular.
Mart’13 • 33
Forumların üçüncü ve son gününde ise, Orta-doğu bölgeleri, gelen katılımcıların aktardıkları çerçevede ele alındı. Yemen, Irak, Bahreyn, Suudi Arabistan, Filistin ve Suriye’den gelen katılımcılar ülkelerindeki özellikle Müslümanların karşılaştığı sorunları dile getirdiler. Katılımcıların aktardıkları üzere; Yemen’deki en büyük sorunun aile hüküme-tinin devam etmesi ve eğitim düzeyinin düşük ol-ması, Irak’taki ABD işgali ve neticesinde hala devam eden istikrarsız havanın en büyük sebebinin dış/Batı mihraklı oluşu, yine Irak ve Bahreyn’de İran’ın ger-çekleştirdiği politik faaliyetler, Suudi Arabistan’da gençlerin oran olarak bir hayli fazla olmasına rağ-men eğitimin nitelikli olmamasından kaynaklı ola-rak gençliğin giderek yitirilmesi, bilindiği üzere, Gazze’de devam eden ambargonun hala sürüyor olması ve son olarak ise Suriye’de gelinen noktanın mezheplerin savaşına dönüştüğüdür.
Forum programı süresinde 5 uzman konuşmacı, 30 ülkeden 35 genç konuşmacı ve 3 yardım kuru-luşu başkan ve başkan vekili sunumlarını gerçek-leştirdiler. Akademik forumlardaki temel gaye İs-lam Dünyası gençleri arasında devamlılığı olan bir iletişim ağı kurmak, karşılıklı tecrübe alışverişinde bulunmak ve farklı coğrafyalardaki Müslüman genç-lerin sorunlarını çözüme kavuşturmak adına tertip edilen bu organizasyonda, farklı coğrafyalardan ge-len gençler, farklı ülkelerdeki Müslüman kardeşle-rinin problemlerinden haberdar olmanın yanı sıra, onlarla tanışma ve dostluk kurma fırsatını da elde etmiş oldu.
Sınırları aşan bu birlik ve beraberliğin perçinlen-mesi ve daimi kılınması için onuncusunun Balkan-lar, on birincisinin Türkiye, on ikincisinin Lübnan
ve on üçüncüsünün ise Malezya’da gerçekleştiril-mesi düşünülen gençlik buluşmalarına, Müslüman katılımcıların her birinin en azından gittiği ülkede Müslümanlığına vesile olduğu şahsı getirmesi ve do-layısıyla tebliğin hızla yayılması temennisiyle.
Organizasyon komitesi tarafından önceden ha-zırlandığını düşündüğümüz, programın hemen biti-minde yayınlanan sonuç bildirgesi aşağıdaki gibidir:
9. ULUSLARARASI GENÇLİK BULUŞMASI BİLDİRGESİ
40’ı aşkın ülkenin 200’e yakın genç temsilcileri olarak inanmaktayız ki;
1) Sorunlarımızın çözümünde ilk adımımız, it-tihadı tam manasıyla gerçekleştirmek ve güçlendir-mek olmalıdır. Bundan dolayıdır ki yeni bir dil inşa etmek elzemdir. Bu dil, bir “biz dili” olmalıdır. Öte-kileştirmeyen, insanı, özelde gençliği hiçbir kimseye kurban etmeyen bir dil.
2) Uluslararası Gençlik Buluşmalarımızın sloga-nı “Biz Bir Milletiz!” olmuştur. Bu söylem bize şunu hatırlatır ki, bizler eşitler düzleminde bir ilişki tarzı-nı referans almalıyız. Akıl veren ve alan konumları oluşturmadan, birbirimizden öğrenecek birçok tec-rübemiz olduğunu hatırlayarak, yeni ve doğru bir ilişki tarzı oluşturmalıyız.
3) Dünyanın değişiminin öncelikli şartının ken-dimizi değiştirmemizle gerçekleşeceği unutulmama-lıdır.
4) Bizlerin özgürlük tahayyülü, var olan bu dün-yayı reddetmeyi ve daha iyi bir dünyanın inşa edile-bileceğini içerir. İnsanın zora, güce, otoriteye ve di-ğer hiçbir kimseye kurban edilmeyeceği bu dünyayı inşa edecek biz gençler olarak, değişimin öncelikle kendi nefislerimizde gerçekleşmesi gerektiğinin altı-nı çiziyoruz.
5) Değişimin insanın kendinden sonraki adı-mı ise aile, çevre, toplum ve tüm insanlık şeklinde olması gerektiğine inanıyoruz. Bu bağlamda tüm dünyanın değişiminde İslami şartlara uygun bir aile yapılanmasının gerekli olduğu aşikâr bir gerçektir ve insanlığın temel toplumsal sorunlarına en büyük çözüm önerimizdir.
6) Müslüman toplumların arasındaki fiziksel sı-nırların ittihat ve tesanütümüze engel teşkil etme-mesi için öncelikle zihinlerimizdeki sınırları kal-dırmamız gerekmektedir. Belki aramızda fiziksel
34 • Mart’13
sınırlar vardır ve olacaktır ama bizim sınırlarımız,
gönüllerimizin çizdiği sınırlarla şekillenmelidir ve
gerçek sınırlarımız kardeşliğimizin sürdüğü yere ka-
dar devam etmelidir.
7) Gayrimüslim dünyada söz dilden çıkar ve akla
varır. Sözün davasına inanan, güçlünün sözünün
değil sözün, adaletin ve hikmetin gücünün hâkim
olması için uğraşan bizler de söz gönülden çıkar ve
gönle varır.
8) Müslüman halklar arasında tefrika tohumları
ekmek ve birbirlerine karşı nefret oluşturmak ama-
cıyla kasıtlı olarak söylenen her türlü söz, davranış
ve hileler karşısında uyanık olmalı, oyuna gelinme-
melidir. Bu noktada Hucurât suresi, tüm ümmete
rehber olmalıdır.
9) İslam’ı karalamaya yönelik tüm kampanyalara
duyarsız kalmayarak ölçülü tepkimizi ortaya koy-
malı, ancak, onları haklı çıkartacak, İslam’ın tasvip
etmeyeceği tüm yersiz söylem ve şiddet eylemlerin-
den kaçınmalıyız.
10) İslamofobia, dünya genelinde bir nefret suçu
sayılmalıdır.
11) Ancak Müslüman ümmeti şunu bilmelidir ki,
İslamofobia’nın gerçek çözümü Müslüman ümmetin
ve devletlerinin güçlü ve bir olmasıyla olacaktır.
12) İslam Dünyası’nın genel sorunlarının çözüm-
lerine yönelik İslam İşbirliği Teşkilatı ve İslam Dün-
yası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği’nin ortaklığında
bir komisyon oluşturulmalı ve bu komisyon ciddi
anlamda inisiyatif alarak somut adımlar atılmalıdır.
13) Sivil toplum kuruluşları, faaliyet program-
larında gençlerin İslami bilinçlerinin arttırılmasına
yönelik çalışmalarını öncelemelidir.
14) Sorunlarımızın tespiti noktasında gayrimüs-
lim menşeli medya organlarının bize sunduğu ve-
riler sahadan sağlıklı kaynakların elde edilmesiyle
süzgeçten geçirilmelidir.
15) Sorunlarımızın çözümleri için ilk olarak
kendi kaynaklarımızla bir farkındalık ve algı yöneti-
mi oluşturulmalıdır.
16) Forum süresince masaya yatırılan sorun-
larımız bizleri umutsuzluğa düşürmemeli, bilakis
sorunların çözümü için ilk adım olarak telakki edil-
melidir. Sorunların ifade edilişinde karamsar bir
dil kullanılmamalı, umut verici ve teşvik edici bir
söylem geliştirilmelidir. Unutulmamalıdır ki, bizim
canlarımızdan dahi sonra kaybedeceğimiz en son
şey umutlarımızdır.
17) İslam dünyası olarak sessiz kaldığımız süre-
ce, gayrimüslim dünya sessizliğimizi fırsat bilerek
bizi istedikleri şekilde tanımlayabilecek ve konum-
landırabilecektir. Bu nedenledir ki Müslümanlar
kendilerini doğru tanıtma ve konumlandırma nok-
tasında yazılı ve görsel medyayı da aktif olarak kul-
lanmalıdır.
18) İdeolojiler ve gayrimüslim aklın ortaya koy-
duğu sosyal bilimler toplumsal gelişmenin önün-
deki en büyük engellerdir. Bu aklın ürünü olarak
kapitalizm ve sekülarizm gibi her türlü ideolojik da-
yatmaya karşı uyanık olmalı ve bu akımları bertaraf
edebilmek için Kur’an ve sünnete dayanarak yeni ve
yeniden bir söz ve hayat tasavvuru üretmeliyiz.
19) Bizler buradan şunu tekrar ilan ediyoruz:
Dillerimiz farklı, renklerimiz farklı ancak inancı-
mız, imanımız, derdimiz, davamız ve tüm insanlığa
söyleyecek sözümüz bir. Bu birliğimiz bizi İttihad-ı
İslam’a en kısa sürede götürecektir inşallah.
20) Müslüman dünyanın gelişmesi ve ıslahatı
hep kendisiyle beraber karşısındakini de imar ede-
rek olmuştur. Ancak gayrimüslim aklın gelişmesi
ve ıslahatı hep karşısındakini yok ederek olmuştur.
Gayrimüslim aklın getirdiği acı, ıstırap ve zulüm ye-
rine tevhit, adalet ve hürriyet sedamızı tekrarlıyoruz.
21) Ümmetin sorunlarına karşı hep beraber çö-
zümler üretmeliyiz. Buradaki paylaşımları öncelikle
ülkelerimizde anlatmalı ve tespitlerin çözümleri için
kurumsal ve gönüllü bir şekilde sorunların üzerine
gitmeliyiz. Ortak bir gelecek tahayyülü Müslüman-
ların kendi ülkeleri için uğraş vermesiyle mümkün-
dür. En temel sorunumuz, birlik olamamaktır. Bu-
nun adına bizler birlik için çalışmalı ve çalışanlara
destek olmalıyız.
22) Unutulmamalıdır ki bizler hürriyete ve
adalete, ekmeğe ve suya muhtaç olduğumuz kadar
muhtacızdır. Bu nedenle Müslüman ümmetin hür-
riyet istekleri her alanda talep bulmalıdır. İnsanlık
şunu unutmamalıdır ki, bizler yani Müslümanlar,
kim olursa olsun her daim mazlumun yanında ve
kim olursa olsun her daim zalimin karşısında ola-
cağız.
Mart’13 • 35
H er bir a r a y a
geldiğimizde “Suriye için bir şeyler yap-malıyız.” di-yerek başladı bu kampan-ya aslında. Önce Fatiha-lar okuduk, O’na sığındık, güvendik ve ardından dur-madan kafa yorduk. Gördük ki yapılacak çok şey var ve za-man kaybedilmemeli. Toplantılar ve istişareler neticesinde “ben ne yapabilirim ki?” demeden, elimizden gelenle yola çıkmaya karar verdik.
19 Ocakta Fatih’te Suriye için yardım kahval-tısı ve proje sunumu yapılacaktı ve o zamana kadar her şey hazır olmalıydı. Toplanan para-larla alınacak ürünlerin Suriye’ye ulaştırılması konusunda İHH’yla görüşüldü. Aynı zamanda sms ile yardımda bulunmak isteyenler için proje kapsamında 3072’den “ELİMDEN GELEN ELİN-DEDİR” fonu açılarak 5 liralık yardımda buluna-bilecekleri bir kampanya da başlatıldı. Banka he-sap numaraları açıldı. Bildiriler bastırıldı, afiş ve broşürler hazırlandı. Konuşmacı, sunucu, slayt, Kur’an, kahvaltılıklar… Her şey ayarlandı.
Kahvaltı başladı ve nihayet proje sunumuna geçildi.
Projemiz beş ayaktan meydana gelmektedir. Kahvaltılar, metro ve cami avlularında fotoğraf
sergileri, üni-versitelerde ve liselerde Suriye hafta-ları dâhilinde k e r m e s , k o n f e r a n s ve fotoğraf sergisi, sekiz kalem ürü-nün parasını t o p l a m a k . Proje sonun-da “Kardeş-lik Gecesi”
organizasyonu yaparak ürünleri tırlara yükle-yip Suriye’ye ulaştırmak. Ürünler komisyonla-ra ayrılacak ve her komisyon on gün boyunca bulunduğu komisyondaki ürünün parasını top-layacak. On günün ardından komisyonlar dev-redecek ve böylelikle komisyonlar bütün ürün-lerin paralarını toplamış olacak. Bu sekiz ürün; makarna (1lira), süt (2 lira), un (3 lira), pirinç (3 lira), yağ (5 lira), çocuk bezi (20 lira), hijyen paketi (20 lira).
Sunum sona erdi ve önce elhamdulillah son-ra bismillah dedik. Proje anlatıldı fakat asıl işimiz şimdi başlıyordu. Tekrar Allah’a sığındık ve yeni adımlar için yollar tayin ettik. Güzel haberler gelmeye başlamıştı… Fatih’in ardından Başakşe-hir ve Kâğıthane’de de Suriye için yardım kah-valtımızı gerçekleştirmiştik bile.
Kahvaltılarla eş zamanlı olarak ürünlerin pa-raları da toplanıyordu. Her gelen para şükür se-bebi, her çalan telefon umuttu Suriye için. Proje
Allah’a Dayanıp Yola Çıkanın Önünde Kim Set Olabilir Ki?
ŞEHADET GÜNHAN
36 • Mart’13
tahmin ettiğimizden daha hızlı ilerliyor ve kitle-
lere yayılıyordu. Sosyal medya aracılığıyla proje-
den haberdar olanlar samimiyet ve heyecanla
sürece dâhil olmak istediklerini söylüyorlardı.
İkinci dönemin başlamasıyla üniversitelerden
haberler gelmeye başlamıştı. Şehir Üniversitesi
20-21 Şubat tarihlerinde kermes ve Av. Gülden
Sönmez’in katılımıyla konferans düzenledi. Sıra-
da Boğaziçi Üniversitesi, 29 Mayıs Üniversitesi,
Marmara Üniversitesi ve daha birçok üniversite
vardı. Onlar da kermes ve konferans hazırlıkları-
na başlamışlardı. Mazlumun yanında olanın en
büyük destekçisi Allah’tır deyip besmeleyle yola
koyuldular.
25 Şubat tarihinde Derya Öncü Koleji’nin
ortaokullu öğrencileri vakfımızı ziyaret ederek
okullarında kermes ve konferans yapma talep-
lerini dile getirdiler. Projenin detaylarını merak
eden kardeşlerimize projenin sunumunu yaptık.
Hoş sohbetler neticesinde kardeşlerimiz vakfı-
mızdan memnun ve mutlu ayrıldılar. Bu da pro-
jenin lise ayağına başlamamıza vesile olmuştu.
Daha çok işimiz var. “Rabbim ayaklarımızı yo-
lunda sabit kıl. Şeytanı bizden uzak tut. Mazlum
coğrafya Suriye’ye yardım et. Ve diğer bütün
mazlum coğrafyalara…” diyerek yeni âminler
üflüyorduk avuçlarımıza. “Suriye’nin bana ihti-
yacı yok. Benim Suriye’ye ihtiyacım var”* ve di-
ğer tüm mazlum coğrafyalara… Doğudaki kar-
deşimizin ayağına batan tüm dikenlerin acısını
kalbimizde hakkıyla hissedebilmekti esas mese-
lemiz. Vesselam.
Mart’13 • 37
Suriye yardımı topladığımla alakalı okuldaki
panolara bir not yazmıştım. Para topladığımı
eğer ulaştırmak isteyenler olursa beni sını-
fımdan bulacaklarını yazan renkli bir kâğıttı.
Arkadaşlarımdan çok öğretmenlerimin ilgisini
çekmiş ki birçok öğretmenim bana bu konu
ile alakalı sorular sordular. Hatta öğretmen-
lerimden bir tanesi elinde topladığı paralarla
geldi. Bu durum beni tabi çok sevindirmişti.
Anlamıştım ki ufak adımlar çok hayırlı kapılar
açabiliyor. (Ensar Koleji’nden)
Bir gün elimde kampanya ile alakalı bildiri ve magnetlerin olduğu bir poşetle beraber apart-mandan para toplamaya koyuldum. Şeker pa-rası topluyordum. Bir kapıyı çaldım. Teyzeye Suriye için şeker topladığımızı söyledim. Teyze de “tamam kızım” deyip içeri gitti. Ben de poşetten magnet vermek için hazırlanıyorum. Teyzeciğim dediğimi yanlış anlamış olacak ki elinde bir bardak şeker ile geldi. Ve “kızım aç poşetini ben de bir bardak şeker döke-yim” dedi. Böylelikle herhalde uzun süre unu-tamayacağım bir anım oldu. (Alaşehir’den)
GERİDE BIRAKILAN SURİYE YARDIM KAMPANYASI
ANILARI, DÜŞÜNCELERİ…
38 • Mart’13
Bu kermesle beraber okuldaki kardeşlik bağla-rının kuvvetlendiğini hissettim. Yurtta kalan kız arkadaşlarımız toplanıp el birliğiyle sarma yaptı-lar. Bunun yanı sıra stant başında durmak sıkıntı olmadı, herkes ciddi manada gönüllüydü. Bu da daha şevkli olmamıza vesile oldu. Bilhassa Suri-yeli arkadaşlarla daha yakın ilişkiler kurma im-kanımız oldu. (İstanbul Şehir Üniversitesi’nden)
Bu yardım kampanyasına nasıl başladığımızı hayal meyal hatırlıyorum. Arkadaşlarla istişare-ler sonucunda kampanyayı başlatmaya karar verdik. Daha sonra ise zaman su gibi aktı. Hiç külfet olmadan, hiç yorulmadan 1 ayı geride bıraktık. Yapmış olduğum işler içerisinde en az zorlandığım ve çokça da keyif aldığım bir gü-zellik oldu. “Elimden Gelen Elindedir” diyerek herkesin eline uzanmak istedik ve bu istekle de çıktığımız yolda emin adımlarla ilerliyoruz biizni-lah... Hedefimize az kaldı inşallah... Şafak say-maya başladık bile...
Okulda yaptığımız kermese erkek arkadaşlar-dan da yoğun ilgi geldi. Fakat sadece yemek için değil, yemek getirmek için de. Bir arkada-şın koca bir leğen Urfa kısırı getirdiği ve sıkça standın önünden geçerek durumu kontrol et-mesi epeyce eğlenceliydi. Okuldaki Suriyeli arka-daşlarla bağımız güçlendi, ayrıca yemekhanenin önünden öğrencileri çevirip kermese yönlendir-mek de önemli katkılardandı. (İstanbul Şehir Üniversitesi’nden)
Makarna parası topladığım zamanlarda sınıf sı-nıf dolaşıyordum. Bir gün bir sınıfa girdim. Tam makarna parası topladığımı ilan edecektim ki o sınıfta süt parası toplayanların olduğunu gör-düm. Ve duyuru yapamadan “Biz çoktan sı-nıftan süt parası topladık.” nidasını duyunca kendime yeni bir sınıf bulmak üzere kendimi ko-ridorlara verdim. Böylelikle de damlaya damla-ya göl nasıl olunur onu öğreniyoruz. (Kayaşehir İHL’den)
Öncelikle on sene önce eğitim için 1 sene Suriye’de bulunmuştum. Daha o zamanlar Suriye’de bir iç savaş yaşanıyordu. Şimdilerde ise büyük bir savaş yaşanıyor. Birçok ölü ve yaralılar var. Birçok kişinin ocağı yandı. Ve biz GENÇ ÖN-CÜLER olarak Suriyeli kardeşlerimizin yaralarını sarmak için bir araya geldik. Rabbimizin rızasıyla duyarlı halkımızın desteğiyle “ELİMDEN GELEN ELİNDENDİR” yardım kampanyasını devam et-tiriyoruz. Kurslarda yardım toplarken insanların hayırda yarıştıklarına ve magnetleri alırken yüz-lerindeki sıcak tebessüme şahit oldum. İnşaAl-lah Suriyeli kardeşlerimize dua ve yardımlarımız-la destek olacağız. Allah hepimizden razı olsun.
Aslında herkesin yaşamış olabileceği bir şey ama benim asla unutamayacağım bir şey oldu. Okul müdürümüzün yakalaması ve kızması ihtimalini göz ardı edip sınıfları tek tek dolaşıp yardım top-lamaya koyulduk arkadaşlarla. Fakat insanlar o kadar değişmişler ki kendilerine dünyevi olarak katacak bir şey olmayınca yüzümüze dahi bak-mıyorlar. Baktıklarında da yüzlerinde de genel-likle şaşkın ve boş bir ifade oluyor. Ama her şeye rağmen durmak yok, yola devam! (Bir İHL’den)
Mart’13 • 39
Küçük yardımlar için bile büyük yürekler gerek, diyerek başlamak istiyorum. Müslümanlığın bir parçası ve peygamber efendimiz (sav)’in çok fazla önemsediği, onun hayatının bir parçası olan yardımlaşmanın zevkini yaşıyoruz ve ya-şatmak istiyoruz esasında. Tabi ki bu yolda bize canla başla yardım eden, bir istediğimizde beş veren kardeşlerimiz var, olması gerektiği gibi. Ama maalesef beyni yıkanmış, yanlış düşünce-de olan Müslümanlarla da karşılaşmıyoruz de-ğil. Kimi zaman “Allah razı olsun” diyoruz, Kimi zaman ise mecbur kalıp başlıyoruz, doğruyu anlatabilme çabasına. Bazen, bazı insanlardan yardım parası istemek zor geliyordu, elimde magnetlerle bekliyordum ama bir şeytan birde melekler dürtüp duruyordu o kişilerin karşısın-da :) Bir yanım, “Baksana tipine, bundan birşey çıkmaz boşver hiç boşuna isteme “ diyorken, diğer yanım da “Önyargıyı yık ve uzat magneti-ni, senin görevin sadece yardım istemek üzeri-ne düşeni yapmalısın. Suriyeli kardeşlerimizi dü-şün, bak onlar aç, susuz. Çocuklar seni bekliyor hadi!” diyerek, gözümün önünden Suriye şeri-dini geçiriyor ve kazanıyordu. Çok şükür diğer yanım hiç kazanamadı. Topladığımız yardımlar-la Suriye’yi mutlu edebileceğimiz düşüncesiyle mutlu oluyorduk tabiki ama bizi üzecek konuş-malar yapanlara ve onların bu yoldan mahrum kalmalarına üzüldüğümüzde oluyordu. Yardım toplamak için Müslümanlığın içinde müslüman aramaktı bizi asıl üzen.”Allah her kuluna ver-meyi nasip etmezmiş” diyerek Allah hepimizi veren ellerden olmayı nasip etsin diye dua edi-yoruz. Ve yüce Rabbimize bize bu merhameti verdiği için teşekkür ve şükür ediyoruz... - “Kar-deşinin uğradığı felâketi sevinçle karşılama! Al-lah onu rahmetiyle o felâketten kurtarır da seni derde uğratır” (Tirmizî, Kıyâmet, 54)
Suriyeli kardeşlerimizin yanında yer almak, onların özgürlük ve adalet haykırışlarına ses olmak, bu vahşete tepki vermek Müslüman ol-mamızın, insan olmamızın gereğidir. Allah’tan zalimlere verdiği mühleti sona erdirmesini, Su-riye halkının direnişinin zaferle taçlanmasını di-liyorum.
Hijyen komisyonunda iken bir hijyen paketi pa-rası istedim. Parayı teslim aldıktan sonra bayan bana, “ee peki hijyen paketimi bana ne zaman vereceksiniz” demişti. Ben de bunun üzerine “yanlış anladınız bu paket size değil mağdur Suriyelilere gidecek inşallah.” dedim. Bu olay üzerine sonrasında epey tebessüm et-miştik... (Ayşe Kurt)
Yardım toplarken bir arkadaşıma da broşür verdim ve kendi çevresine söylemesini istedim. Çok geçmeden sınıfta Pazar sesine benzer ses-ler duydum. “ Arkadaş un 3 lira, şeker 3 lira, süt 2 lira, bez 20 lira. Gel arkadaş geeeel, yar-dımın hasına gell” Bu vesile ile yardımlarda bü-yük bir artış oldu. (Kültür Dershaneleri’nden)
Sınıf arkadaşlarımdan hiç kimse para verme-yince “Allah rızası için “5 kuruş” verseniz de olur” dedim. Herkes 5 kuruş verince koca sınıftan yağ parası çıkabildi. Yine de çok şükür. (Eyüp İl’den)
40 • Mart’13
U mran Okulu düzenlediği toplan-tılara 28 Şubat darbesini farklı
yönlerden ele almak suretiyle düzen-lediği panelle devam ediyor. 23 Şu-bat Cumartesi günü İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde gerçekleştirilen panel “28 Şubat Bin Yılın Sonu” başlığıyla sunuldu.
Katılımcıların kendi alanları ve 28 Şubat döneminde sürdürdükleri vazi-feler ekseninde yaptıkları sunumlar, darbenin tarihini, İslami cemaatlerin ve Türkiye’deki dindarların din algı-sına ve yaşayışına etkisini, ekonomiyi nasıl etkilediğini ve darbenin tarihsel seyrindeki hu-kuki işlemleri açıklar nitelikteydi. Açılış konuşmasını Araştırma Kültür Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Burhanettin Can’ın yaptığı panel iki oturumdan oluşmaktaydı. Oturum başkanlığını Mazlumder Dış İlişkiler Koordinatörü Abdurrahman Babacan’ın yap-tığı ilk oturumda, Abdurrahman Dilipak “Bir tecrübe bir olgunluk ve yaşanmışlıklar olarak 28 Şubat”; Mus-tafa İslamoğlu “28 Şubat ve Türkiye’de dindarlığın sey-ri”; Dr. Ömer Bolat “Ekonomik, politik sosyal temelli bir operasyonun ekonomik maliyeti”; Yaşar Karayel “Darbeleri araştırma komisyonu bağlamında 28 Şubat postmodern darbesi” başlıklarından hareketle konu-yu açıkladılar. İkinci oturumda ise Doç. Dr. Mustafa Tekin’in moderatörlüğünde, Doç. Dr. Alev Erkilet “28 Şubat sonrasından İslamcılığın seyri”; Cevat Özkaya ”Türkiye’nin darbe geleneği içinde 28 Şubat postmo-dern darbesi”; Prof. Dr. Mustafa Erdoğan “Darbeler döneminde hukukun araçsallaştırılması sorun ve 28 Şubat”; Sibel Eraslan “28 Şubat başörtüsü ve hayata dair sorunları olan kadınların ortak serüveni” bağlam-larında bizleri bilgilendirdiler.
Açılış konuşmasında Burhanettin Can, Lozan’da kurulan sistemin Türkiye’de yetişen insanların kendi kültür ve medeniyetine yabancılaşması üzerine kurulduğunu söyledi ve Türkiye’deki darbelerin arkasında uluslararası güç-lerin büyük bir payı olduğunu vur-guladı. Mustafa İslamoğlu ise, küre-sel güçlerin İslam’ı yok etmek değil, kullanılabilirliğini test etmeyi amaç-ladıklarını ve 28 Şubat’ın aslında bir küresel değersizleştirme projesi oldu-ğunu ifade etti. 28 Şubat’ı yapanların
dindarlardan dini görünürlükten rahatsız olduğunu dile getiren Mustafa İslamoğlu, “28 Şubat’ı yapanlar İslami camiaların vitrinine bir taş attılar ve vitrini kır-dılar. İslami çalışmalarını vitrin olsun diye yapanlarda hiçbir şey olmadığı anlaşıldı” şeklinde konuştu. Ab-durrahman Dilipak’ın ağırlıklı olarak kendi anıların-dan referans alarak konuştu ve o dönemde büyük bir korku psikolojisinin topluma hakim olduğunu anlattı. AK Parti Milletvekili Yaşar Karayel ise “Darbe ve Muh-tıraları Araştırma Komisyonu Raporu” ekseninde bir değerlendirmede bulundu ve ilginç anekdotlar verdi. Bütün darbelerin anasının İttihat ve Terakki zihni-yeti olduğunu ifade eden Yaşar Karayel, demokratik ülkelerde darbe olamayacağını ifade etti. Panelin ilk bölümünün son konuşmacısı ise 28 Şubat döneminde MÜSİAD’ın Genel Başkanlığını üstlenen Dr. Ömer Bo-lat oldu. Dr. Ömer Bolat, 28 Şubat’ın ekonomi-politik zemini ve getirdiği iktisadi yıkım hakkında bilgi verdi. İkinci oturumda ise Doç. Dr. Mustafa Tekin’in başkan-lığı ile, Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, 28 Şubat süreci ve daha genelde Türkiye’de hukukun işlevselleştirilme meselesini; Sibel Eraslan, başörtüsü süreci üzerinden Türkiye’deki kadınların 28 Şubat’a dair yaşadıklarını; Doç. Dr. Alev Erkilet, 28 Şubat sonrasında İslamcılığın seyrini; Cevat Özkaya ise Türkiye’de darbe geleneği içerisinde 28 Şubat postmodern darbesini anlattı.
Kapanışı programın belki de mottosu sayılabilecek bir cümle ile yapmak isabetli olacak: “28 Şubat affedi-lir ama unutmak asla.”
SEMPOZYUM
Mart’13 • 41
TAHLİL ZEYNEP UÇAR
EL MUNKIZU MİN-AD-DALÂL
“Bir bâtınînin içindekini öğrenmek dilerim. Bir zahirinin gittiği yolun neden ibaret olduğunu öğrenirim.
Bir felsefecinin felsefesinin mahiyetini anlamayı arzu ederim.” (İmam Gazali)
İ mam Gazali çeşitli fikirlerin ve yaşam tarzlarının iç içe bulunduğu bir zaman olan 11. yy.da Horasan’ın Tus eyaletinde doğmuş, birçok ilim dalını tahsil etmiş ve Nizamiye
Medrese’sinin müderrisliğini yapmış bir ilim adamıdır. Gazali birçok ilmi tahsil ettikten sonra isabetli yolun tasavvufta olduğuna kanaat getirmiş ve bu fikir doğrultusunda haya-tının on senesini inzivada geçirmiştir. İnzivadan çıktıktan sonra tekrar Tus şehrine dönen ve burada yaptırdığı bir medresede tedris ve irşat çalışmaları yürüten Gazali 55 yaşında vefat etmiştir. Fazlaca eser bırakmasıyla da konuşulan Gazali’nin bazı eserleri şunlardır; İhya-u Ulumiddin, Tehafüt-ül Felasife, Minhac-ül âbidîn ve El Munkızu Min-ad-Dalâl.
“El Munkızu Min-ad-Dalâl” aslında Gazali’nin tabiri caiz ise düşünce serüvenini su-nan bir eserdir. Bu eser, Gazali’ye sorulan “Mezheplerin (düşünce ve yaşayış biçimleri-nin) mahiyetleri nelerdir ve hangisi isabetlidir?” sorusuna verdiği bir cevap niteliğinde-dir. Gazali eserde temele; felsefe, talim mezhebi ve tasavvuf incelemelerini oturtmakla birlikte birçok konuya değinmiş ve bunlar arasındaki bağlantıyı kurmuştur.
Eserin ana tezi: Salt ilmin değil, hayata aktarılan ilmin aranması, bu yolda her türlü ilim dalının araştırılması, öğrenilmesi ve ayrıştırılması, her ilmin alınacak yönlerinin bu-lunabileceği ve bu nedenle ilimleri toptan reddetmemek gerektiğidir. Bu esastan yola çıkarak eser bizlere ilimlerin hangi yönlerini kabul edebileceğimizi neleri reddetmemiz gerektiğini sunar. Kur’an ve Sünnet ekseninden taşmayan her bilginin hangi ilim dalı altında olursa olsun alınabileceğini vurgular.
Eserden Tespitler: Eserin üzerinde çokça durduğu bir konu “taklit olanın tahkik ola-na dönüştürülmesi” meselesidir. Gazali bir kişinin taklitte olduğunu anladığı anda artık onun için taklide dönüş yolunun kapandığını ve tahkik için yaşaması gerektiğini vurgular. Daha açık bir ifadeyle bilmesi gerektiğini bilen bir kişi bilgiyi aramaya mecburdur. Bilgi-nin ne kadarına ulaşır ne kadarına ulaşamaz, bu kısım imkânları dâhilinde kişileri ayrı ayrı, farklı derecelerde sorumlu kılar.
Bir diğer mesele ise mezheplerin, ilimlerin tümünün birden reddedilebilip reddedi-lemeyeceği meselesidir. Bu meseleyle ilgili de Gazali şöyle der: “Anladım ki bir mezhebi iyice anlamadan, özüne vakıf olmadan reddetmek karanlığa kubur sıkmak demektir.” Bu bağlamda felsefeyi incelemeye tâbî tutan Gazali, felsefeyi tümüyle reddetmenin kabul edilemeyeceğini zira felsefenin içinde hakikatleri de barındırması hasebiyle tümüyle red olayının bu hakikatlere de bir reddiye mahiyetinde olacağını belirterek, böyle bir şeyin ise İslam’ı parçalamak anlamına geldiğini çarpıcı bir şekilde vurgular. Yine fikirlerin esas alınmasıyla konuya devam eden Gazali, insanların fikirleri esas almak yerine kişileri esas
42 • Mart’13
aldığını ve bunun bir dalalet olduğunu şöyle ifade eder: “Hakkı adamla bilemezsin. Önce hakkı tanı, o münasebetle ehlini de ta-nırsın. Daima hakkı adamla ölçerler. Adamı haktan tanımazlar. Bu çok büyük bir dalalettir.” Zamanımızın da çok büyük bir prob-lemi olan “fikirleri toptan reddetme” ve “kişiler yoluyla fikirleri benimseme yahut benimsememe” dalaleti insanların zihinleri-ni sarmış durumdadır. Lakin Gazali’nin de çok güzel bir şekilde ifade ettiği gibi bu durumların her ikisinde de İslam’ı parçalama tehlikesiyle karşılaşmaktayız. Zira tek delili kişiler olan fikirleri esas alıp kabul etmek, İmam Şafii’nin örneğinde olduğu gibi; ka-ranlıkta odun toplamaya benzer ki odunların arasında bir yılanın saklandığını göremez insan.
Eserde çok geniş bir şekilde incelenen bir diğer mezhep de “Talimiye Mezhebi”dir. Bizler için önemli olan noktalar ehl-i talim’in çarpık inançlarıdır. Bunlardan birkaçını zikretmek kâfi olacaktır zannımca. İmam Gazali’nin ehl-i talimi en çok eleştirdiği nokta imamlarına “masum” sıfatını vermeleridir. Gazali de ilim yolunda mutlaka bir muallime ihtiyaç ol-duğunu kabul etse de bu muallimlerin “masum” olamayacaklarını, içtihâdî meseleler-de peygamberlerin bile yanılabileceği ihtimali varken, nasıl olur da ‘diğer insanlardan bir takım kimselerin yanılamayacağının’ düşünülmesini eleştirir. Bu konu dâhilinde içtihat konusuna da değinilir eserde. Her kişinin kendi zannına uymakla memur oldu-ğu ve buna kim muhalefet ederse etsin fark etmeyeceği belirtilir.
Eserde son olarak “Tasavvuf” konusu inceleniyor. Yine diğer mevzularda takip edi-len yöntemi bu konuda da uyguluyor İmam Gazali. Ayrıştırma, tenkit etme ve doğru olana uyma… Bu konu başlığında İmam Gazali tasavvufu nasıl benimsediğini, neleri kabul etmediğini ve neleri kabul ettiğini, inzivaya nasıl çekildiğini ve neden tekrardan irşat faaliyetlerine geri döndüğünü anlatıyor. İmam Gazali’ye göre tasavvuf bir nefis terbiyesi, ahlak iyileştirmesi ve ibadetlere şuur takviyesidir. Dikkatle okuyan her oku-yucu genel kabul görmüş tasavvuf ile “İmam Gazali’nin Tasavvufu” arasındaki farkları ortaya koyabilecektir.
İmam Gazali on sene boyunca inzivada kaldıktan sonra irşada geri dönme fikri-ni şu şekilde ifade ediyor: “Düşündüm ki köşede oturmak ruhsatı, artık zâfa uğradı. Tembellik, istirahat, nefsimi aziz tutmak, onu halkın ezasından muhafaza etmek gibi şeyleri halktan ayrı yaşamakta devam etmeğe sebep göstermek layık değildir. Halkın cefasına katlanmanın güçlüğü, nefse ruhsat vesilesi olamaz.” Bu cümlelerden son-ra bizim kelamımıza hacet kalmadı zannımca. İnzivanın nefis terbiyesinden öteye bir tembelliğe dönüştüğü ve toplum için çalışmak vazifesini sekteye uğrattığı an, maksa-dın araç olana feda edildiği andır.
Bu değerli eserin dikkatli bir şekilde okunduğunda hem Gazali hakkında kulaktan dolma bilgilerin ötesinde bir bilgi hem de bahsi geçen konularda derin bir eleştiri gücü kazandıracaktır düşüncesindeyim. Velhasıl kelam samîmâne tavsiyelerimi sunar, sancılı düşünceler dilerim, vesselam veddua…
Mart’13 • 43
Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman
Dilimde sabah keyfiyle yeni bir umut türküsüKar yağmış dağlara, bozulmamış ütüsüRahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzüGözlerimi kamaştırsa da geleceğim sanaŞimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Ay, şafağa yakın bir mum gibi erimedenDağlar çivilendikleri yerde çürümedenBebekler hayta hayta yürümedenGeleceğim diyorum, geleceğim sanaNe olur kesin bir takvim sorma bana-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Beklesen de olur, beklemesen deBen bir gök kuruşum sırmalı kesendeGecesi uzun süren karlar-buzlar ülkesindeHangi ses yürekten çağırır beni sanaGeleceğim diyorum, takvim sorma bana-Ihlamur çiçek açtığı zaman.
ŞİİR
44 • Mart’13
Bu şiir böyle doğarken dost elin elimdeydiSen bir zümrüd-ü ankaydın, elim tüylerine deydi
Sevda duvarını aştım, sendeki bu tılsım neydi?Başka bir gezegende de olsan dönüşüm hep sana
Kesin bir gün belirtemem, n`olur takvim sorma bana-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yenidenYaralarıma en acı tütünleri basacağım ben
Yeter ki bir çağır beni çiçeklendiğin yerdenGemileri yaksalar da geleceğim sana
On iki ayın birisinde, kesin takvim sorma bana-Ihlamur çiçek açtığı zaman.
Bak işte, notalar karıştı, ezgiler muhalifHava kurşun gibi ağır, yağmursa arsız
Ey benim alfabemdeki kadîm ElifNe güzellik, ne de tat var baharsız
Güzellikleri yaşamak için geleceğim sanaGeleceğim diyorum, biraz mühlet tanı bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Ihlamurlar çiçek açtığı zamanBen güneş gibi gireceğim her dar kapıdan
Kimseye uğramam ben sana uğramadanKavlime sâdıkım, sâdıkım sana
Takvim sorup hudut çizdirme banaBen sana çiçeklerle geleceğim
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.
Bahattin KARAKOÇ
Mart’13 • 45
KültürSanat
Melike YURT
Sibel Erarslan’dan 28 Şubat Romanı
28 Şubat üzerinden 15 yıl geç-
ti ama etkileri bir nesli çok de-
rin etkiledi. Kimse, bu kurgu-
yu hazırlayanlar bile bu kadar
derin izleri, büyük etkisi olaca-
ğını hesaplayamadı. 28 Şubat
nesli hem öldü, hem de dirildi.
Ölüm sebepleri diriliş vesilesi
oldu bu nesle. Bitmediler, tü-
kenmediler, sabırlarını azimle-
rine katık ettiler. Kolay değildi
tabi. Büyük bedeller ödendi.
Kimi okulundan vazgeçti, kimi
bite tükene devam etti. Kimi
hastalık sahibi oldu. Kiminin
hayatı devam etti belki ama
yaşadığı hayat değildi… İşte
Sibel Erarslan dönemin, ya-
şananların şahidi olarak Saklı
Kitap’ı yazdı. Üzerlerinde ku-
rulan baskıları, ikna odalarını,
sınav kağıtlarına bir damga
gibi vurulan ‘Türbanlı’ mana-
sındaki ‘T’ harflerini, otobüs-
lerden bile indirilişlerini uzun
uzun en gerçek hali ile anlattı.
Sadece kendi hikayesini değil
yakın arkadaşlarının hikayele-
rini de paylaştığı kitabı Timaş
Yayınları’ndan çıktı.
Ayşegül Genç’ten Yeni KitapGenç Dergi’de uzun süredir gençlerin dün-
yasına seslenen, dikkatleri üzerine ‘Şeytan
Oturum Açtı’ yazısı ile çeken ‘Metropol Be-
devisi’ kitabı ile beğeni toplayan Ayşegül
Genç’in yeni kitabı ‘Ölü Serçe Dönemeci’
Okur Kitaplığı’ndan çıktı. Aykırı karakterlerin
gençlerin dikkatlerini çektiğini söyleyen yazar
kitabında gençlerin ilgisini çekmek adına tersinden bir kurgu
ile yanlış davranışlar üzerinden doğruyu buldurmayı hedefliyor.
Yazarın akıcı, modern ve doğal üslubu günümüz gençlerinin
ihtiyaçlarını yakalayıp temin ediyor.
Muhammed Mustafa (S.A.S) Kültür ve Sanat Etkinliği
Düzenlendi.
Bir yılı aşkın sürede büyük emekler-
le organize edilen çok geniş çaplı
olan etkinlik 15 Rebiyyul-Evvel, 27 Ocak tarihinde, 2010 Avrupa
Kültür Başkenti Kongre Merkezi’nde birçok ülkelerden Müslü-
manın katılımı ile gerçekleştirildi. Etkinlik genel kültür, sesli ve
görüntülü eserler, yazılı eserler, medya eserleri ve üç boyutlu
eser ana başlıkları ile birçok alt kategoride gerçekleşti. Etkinlik
Hz. Peygamberi hayatın içine çekmek, insanların dünyalarındaki
yansımalarını görmek, O’nu daha iyi anlamak ve anlatabilmek
gibi amaçlarla yola çıktı ve amacına ulaştı, birçok katılımcının
çok farklı alanlar ile dikkatini topladı ve zengin içeriği ile sa-
londan ayrılanları tatmin etti. Program kapsamında akademik
oturumlar gerçekleştirildi. Program içeriği ise Kur’an-ı Kerim
ziyafeti, farklı gruplar ve TRT Tasavvuf Müziği Sanatçıları Hz.
Peygamber ile alakalı ilahiler ve ezgiler okudular, bunun yanı
sıra genç bir piyanist Hz. Muhammed adına yazılmış naatları pi-
yanosu ile icra etti. Hz. Peygamber’e dair yazılan şiirlerin okun-
masının ardından yerli ve yabancı konuşmacıların konuşmaları
dinlendi ve son olarak ödül ve plaket töreni düzenlendi.
46 • Mart’13
KültürSanat
Şair Sezai Karakoç
80 yaşında
Sadık Akbayır
“Yoktur Gölgesi
Türkiye’de-Sezai Ka-
rakoç” adlı kitabında
Türk edebiyatının
önemli şairi Sezai
Karakoç’u anlattı.
Şairin hayatı, yaşadı-
ğı dönem, eserleri,
poetikası çok ciddi
bir çalışma sonucu
akademik olması-
na rağmen akıcı
bir üslupla okura
sunulmuş. Üzerine
kalem oynatmanın
zor olduğu şairi bir-
de Sadık Akbayır’ın
kaleminden okumak
isteyenler için, kitap
Turkuvaz Kitap’tan
yayınlandı.
2. Abdülhamit Han TYB’de Anıldı.Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) İstan-
bul Şubesi ve Tarihine Sahip Çıkanlar
Topluluğu’nun ortak düzenledikleri Ab-
dülhamit Han’ı anma etkinliği 10 Şubat
Pazar günü gerçekleşti. Etkinliğin ilk bö-
lümünde Abdülhamit Han’ın türbesinde
Kur’an-ı Kerim tilaveti ve hatim duası yapıl-
dı. Daha sonra Kızlarağası Medresesi’nde
“Sultan 2. Abdülhamit Han ve Dış Politika-
sı” ve Abdülhamit dönemi azınlık okulları ve misyonerlik faaliyetleri
gibi konular üzerine akademisyenlerin gerçekleştirildiği ezber bozan
paneller ile etkinlik sona erdi.
Sessiz HarflerToplumun değerlerinin dilidir yazı… Bir
ifade yöntemidir... Var oluş biçimidir…
Harfler olmazsa ne cümle vardır ne de
sözcükler… Öyle bir gün düşünün ki
harfleriniz alınsa elinizden tanımadığınız
bilmediğiniz şekiller harf diye tutuştu-
rulsa ellerinize ve silinse tüm geçmişiniz
sırf kendi harflerinizde yazdınız diye... Bu
bahsettiğim kurgu ya da öykü değil ger-
çekliğin ta kendisi. 1928 Harf İnkılabı ile insanımızın yaşadıklarını
sadece bir kısmı.
Cemal Şakar daha önce farklı türlerde üzerine eser verilen harf in-
kılabı hakkında 24 yazarımızın katılımı ile oluşan bu konu üzerine
yazılan ilk öykü kitabı hazırladı. Kitapta Necati Mert, Hasan Aycın,
Yıldız Ramazanoğlu, Cihan Aktaş, Recep Şükrü Güngör, Mihriban
İnan Karatepe, Akif Hasan Kaya, Aykut Ertuğrul, Sibel Eraslan, Ha-
sibe Çerko, Güray Süngü, Mukadder Gemici, Aliye Akan gibi yazar-
larımızın öyküleri yer almakta. Kitabı Okur Kitaplığı Yayınları’ndan
temin edip harfsiz kalmanın nasıllığını yeni nesiller bu öyküler saye-
sinde anlayabilir.
Mart’13 • 47
ETKİNLİK
9 Mart Cumartesi günü AKV’de hanımlara yönelik üniversite seminerlerinden birindey-
dik. Konu şimdiye kadarki seminerlerimizden bi-raz daha farklıydı. Ömer Yaman abimiz Yalova Üniversitesi’nde apaçiler üzerine tamamladığı doktora tezini “İstanbul’da Yoksul ve Genç Ol-mak” başlığıyla bizlerle paylaşacaktı.
Ömer abi seminere, apaçi algımızı anlamak amacıyla bizlere yönelttiği sorularla başladı. Anlaşılan oydu ki, birçoğumuz için apaçi, çevre-lerine isyan etmiş ve bu isyanlarını değişik kılık kıyafet, saç şekilleriyle, ilginç dans ve müzikleriy-le ifade eden bir grup duygusal ergen demekti. Seminerin devamıysa bu algımızın nasıl hatalar barındırdığını ve ne kadar yüzeysel olduğunu anlamamızla geçti.
Öncelikle apaçi kelimesi, Amerika’nın kuzey-batısında yaşayan ve beyazlara karşı topraklarını savundukları için sert, acımasız ve vahşi tabiatlı olarak tanınan bir kızılderili kabilesinin isminden gelmeymiş. 1900’lü yılların başında Fransa’da tekrar kullanılan apaçi kavramı 2000’li yılların başında da Türkiye’de farklı bir biçimde ön pla-na çıkmış.
Ömer abinin tezi ise 2000’li yıllarda, özellikle Esenler, Bağcılar bölgesine doğudan göçle gel-miş ailelerin çocukları olan, bizim de daha çok aşina olduğumuz apaçiler üzerine. Haklarında neredeyse tamamı internet kaynaklı 3000 say-falık bir tarama yapmış Ömer abi. 3 ayını yoğun bir biçimde onlarla birlikte geçirmiş, girdikleri kafelere, barlara kadar girmiş, faça attıkları, kova çektikleri yerlerde yanlarında bulunmuş. Gittikleri okulların hocalarıyla, takıldıkları kafe-lerin sahipleriyle, gece bir şey olsa sığındıkları cami imamıyla iletişime geçmiş. Bu seminer dizi-si boyunca da onlarla yaptığı röportajları bizimle paylaşacak Allah’ın izniyle.
Bir sayfalık bir haber metninde anlatılamaya-cak kadar ilginçti ilk seminerde duyduklarımız. Yaptığımız her şeyin ne kadar az olduğunu ha-tırlattı bizlere, utandırdı tüm şikâyetlerimizden ötürü. İçinde yaşadıkları koşullar, tacize uğra-mış kızlar/erkekler, parçalanmış aileler, çoğu hasta ebeveynler, kiminin babası cezaevinde kalmış (siyasi suçlar da dâhil, mesela Diyarbakır Cezaevi’nde kalıp işkence çekmişleri var), kimisi çocuk yaşta sokaklara düşmüş, çoğu aile göç sonucu İstanbul’a gelmiş, bir türlü tutunama-mış, hırsızlık ve bir sürü şeye bir nevi mecbur bı-rakılmış, birçoğu doğu kökenli ve şimdiye kadar sessiz kaldığımız (devlet veya bizim ellerimizle işlenmiş) bir sürü günahın bedelini ödüyorlar, ödüyoruz.
İşte böyle başladı “İstanbul’da Yoksul ve Genç Olmak” başlıklı seminer dizimiz. Ayrılır-ken aklımızda kalansa, Ömer abinin seminerin sonunda söylediği, “Dine doymuş insanlara din anlatmakla uğraşıyorsunuz. Anlatmayın demi-yorum ama orada dine aç insanlar var ve unut-mayın, İslam’ın ilk şehit ailesi, onlar gibi bir göç ailesi olan Yasir ailesiydi” sözleri oluyor.
Diyeceğimiz o ki bu seminerler 3 hafta daha devam edecek. Fırsatınız olursa bekleriz.
“Apaçi Gençlik”İstanbul’da Yoksul ve Genç Olmak
Şeyma Nur EKREN
48 • Mart’13