genç Öncüler/İnsanlar var İçimizde bizden uzak/83

52
ISSN 1307-007X 9 7 7 1 3 0 7 0 0 7 0 0 9 8 3

Upload: furkan-gencoglu

Post on 07-Apr-2016

270 views

Category:

Documents


4 download

DESCRIPTION

Genç Öncüler Dergisi 83. Sayı

TRANSCRIPT

Page 1: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

ISSN 1307-007X

9771307007009

83

Page 2: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

“Ölümsüz ve daima diri olan Allah’a güvenip dayan. O’nu hamd ile tesbih et.

Kullarının günahlarını O’nun bilmesi yeter.”(25/58)

Page 3: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

SahibiPINAR YAYINLARITic. ve San. Ltd. Şti. Adınaİlhan Gündoğdu

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüFatih Razi

Yayın SorumlusuBetül Babacan

Yayın KuruluAli Tarık ParlakışıkBurak KalpaklıoğluFurkan GençoğluKübranur YakupoğluMehmet Salih BabacanMehmet Semih ÖzdemirNihal AçıkelOsman Zinnur AksuZehra Gündoğdu

Bu Sayıya Katkıda BulunanlarAbdullah YıldızAli Tarık ParlakışıkBetül BabacanBurak KalpaklıoğluErkam ŞahinEslem ÇanakFatih RaziFatih YavuzFurkan GençoğluMehmet Semih ÖzdemirMuhammed Fatih OsmanoğluMuhammet TutkunOsman Zinnur AksuSümeyye AkgülŞehadet GünhanZeynep KırbaşoğluZeynep Sude Özkan

AdresAlay Köşkü Cad. Küçük Sk. Civan Han No:6/3Cağaloğlu - Fatih / İ[email protected]

Görsel YönetmenTekin Öztürk

Grafik TasarımProjesanat Tan. Org.Tel: 0212 640 20 90www.projesanat.com.tr

BaskıŞekil Ofset Matb. San. ve Tic. Ltd. Şti.Gümüşsuyu Cad. Litros Yolu2. Matbaacılar Sit. 2BB 3 Topkapı/İST.Tel: (212) 565 77 01

“Şimdi külçeler yüklüyüz şaşılacak bir biçimde külçeler yüklüyüz ve çıkmak istiyoruz yokuşu”

İ. Özel

Merhaba değerli okurlar,

S öze Allah Rasulü Hz. Muhammed’in (sav), yolculuğa çıkacak olan Ebu Zer’e ettiği nasihatten bir paye ile başlayalım: “...

Sırtındaki yükünü hafif tut, çünkü tırmanacağın yokuş sarp mı sarp. Amelinde ihlaslı ol.”

Hz. Peygamber yükünüzü artırmayın dediği anda, talip olu-nan yokuşu düşünmeye koyuluyor insan. Neye benziyor, nasıl-dır ve nasıl aşılır soruları ardı ardına sıralanıyor. Allahu Teala, bu sarp yokuşun, nefse zor gelen “köle azat etmek veya açlık gününde yakını olan bir yetimi, yahut aç açık bir yoksulu do-yurmak”(90/13-16) gibi amellerden oluştuğunu söylüyor. Tam da burada son dönemde, özellikle İstanbul’da sıkça karşılaştı-ğımız mülteci “kardeşlerimiz” akla geliyor. Bu sayımızda önce-likle, Suriyeli mültecilerin Türkiye’deki yaşam koşulları üzerine Mazlumder’in hazırladığı raporun değerlendirmesini dinledik. Tabi raporun yayınlanmasından sonra mülteci sayısının arttığı-nı da göz önünde bulundurmak gerek. Sonrasında, Suriye’nin dünü ve bugününe ilişkin araştırma yazıları ve yapılan lokal yardımlara ilişkin bölümler yer alıyor. Bu sayımızda Kur’an Edebi’nde Tevhid akidesinden sonra, en mühim işlerden biri olarak, anne-babaya ve yoksula ihsan etmenin önemi anlatılı-yor. Bu noktada, hem Hz. Peygamber’in yükünüzü artırmayın sözünü yeniden hatırlamak gerek ve hem de yoksula, yetime, yolda kalmışa ihsanda bulunmanın Kur’an ahlakını kuşanmak noktasında bir temel taşı olduğunu hatırdan çıkarmamak gerek.

18 Nisan Salı günü, Muhammed Enes Uçar kardeşimiz, ar-kadaşımız, abimiz Hakk’ın rahmetine kavuştu. Yokuşu çıkma-ya talip olmak, yolda olmak, yolda sebat etmek ve yolda ölmek Muhammed Enes kardeşimizi düşününce akla ilk gelenler. Allah O’nu dünyadan genç yaşında kurtardı ve gerçek hayatına eriş-tirdi. Allah’tan ailesine ve tüm yakınlarına sabrı cemil ihsan et-mesini niyaz ediyoruz. Yaşamında güzel hasletleriyle hepimize örnek idi, vefatı ile de Allah’a dönüşün her an hepimize ne kadar yakın olduğunu gösterdi. Biz O’ndan razı idik, Allah da razı ol-sun, naim cennetleriyle müjdelediği kullarından eylesin.

PB • Nisan’14 Nisan’14 • 1

EDİTÖR'DEN

Page 4: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

38

25

08 ÜMMET BİZİ BEKLİYORFİRDEVS BÜŞRA KALUÇ

20

Nisan 2014 • Sayı 83 • Yıl 11

Fatih RAZİ

TEVHİD VE ŞİRKÖZE DÖNÜŞ

GEZİ PARKI VE MÜSLÜMANLARFurkan GENÇOĞLU

SURİYE’NİN VE İNSANLIĞIN KATİLİ:

BAASMuhammed Fatih OSMANOĞLU

İNSANLAR VAR İÇİMİZDE, BİZDEN UZAK

Şehadet GÜNHAN

2 • Nisan’14

Page 5: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

26

Muhammed Enes Uçar Anısına El Fatiha / Erkam Şahin ............................................. 4

Âyet Âyet Kur’ân Edebi / Abdullah Yıldız ................................................................. 6

Tevhid ve Şirk “Öze Dönüş” / Fatih Razi ................................................................... 8

Röportaj / Abdurrahman Babacan ile Söyleşi / A. T. Parlakışık - B. Kalpaklıoğlu ... 12

Suriye’nin ve İnsanlığın Katili: Baas / Muhammed Fatih Osmanoğlu ............ 20

İnsanlar Var İçimizde, Bizden Uzak / Şehadet Günhan .................................. 25

Dünü ve Bugünüyle Suriye/ Muhammet Tutkun...................................... 26

Röportaj / îsâr Topluluğu / Betül Babacan .............................................. 30

Bize Dokunmayan Yılan Bin Yaşamasın! / Eslam Çanak ........................... 33

FİKİR / Ali Tarık Parlakışık ............................................................... 34

Dostoyevski Üzerine / Osman Zinnur Aksu ....................................... 37

Gezi Parkı ve Müslümanlar / Furkan Gençoğlu ......................................... 38

Bu Hâl Neyin Nesi? / Fatih Yavuz ..................................................................... 40

Okullardan Haberler / Burak Kalpaklıoğlu .............................................................. 42

Etkinlik / Geç Olmadan Genci Anla / Sümeyye Akgül .............................................. 43

Kitap / Zindandan Çıkış / Zeynep Kırbaşoğlu ............................................... 44

Müzik / Mecra Müzik Hareketi ile Röportaj / B. Kalpaklıoğlu ................... 46

Karikatür / Zeynep Sude Özkan ............................................ 48

DÜNÜ VE BUGÜNÜYLE SURİYEMuhammet TUTKUN

Nisan’14 • 3

Page 6: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

Muhammed Enes Kimdi?“Onlar hayırda yarıştılar ve öncü oldular” sö-

zünün muhatabı, dava arkadaşımız… Mü’minlerin bir duvarın tuğlaları olduğunu

bilen buna göre de her daim mücadele eden canı acıyanla canı yanan, yüreğine Ümmeti sığdıran güzel kardeşimiz…

“Allahın ipine hep beraber sımsıkı sarılın, ayrılığa düşmeyin” vahyini her haliyle çevresine tebliğ eden dostumuz…

Ve Muhammed Enes’in en güzel iki hasleti; Mütebessim ve Mütevaziydi. Bilen ve akleden için bu iki haslet bir mümine fazla fazla yeterdi.

Nasıl Tanıştık?17 Cemazi-el Evvel 1435 de bir öğlen vak-

tinde bir güzel insanı uğurladık hakkın rahme-

tine. Ölümü her birimizi derinden üzdü ve ya-raladı; giden insanın nadide olması öncü olması hüznümüze hüzünler kattı. Bundan 4 yıl evvel Muhammed Enes’e bir haber geldi; “Trakya Üniversitesi’ne Rektör başörtülü kardeşlerimi-zi almıyor!”. Enes hemen etrafındaki bir avuç insanı organize edip anında bir otobüse atlayıp İstanbul’dan Edirne’ye gider. Orada rektörü pro-testo eder, biraz da hırpalanır hatta. Ve baskılar sonuç verir; kardeşlerimiz üniversitelerine rahat-ça girmeye başlar. Yolculuk boyunca marşlar ve ezgiler yükseldi güzel sesinden. Herkes ile hoş muhabbet etti. İcma dedi, ümmet dedi, hilafet dedi, ittihadı İslam dedi. Bir insanı tanımak için yetti bir yolculuk ve biz o zaman tanıdık Mu-hammed Enes’i.

Muhammed Enes Uçar AnısınaEl Fatiha

Erkam ŞAHİN Lezzetleri bıçak gibi kesen ölümü sıkça hatırlayın, nasihat isteyene Ölüm yeter!

4 • Nisan’14 Nisan’14 • 5

TAZİYE

Page 7: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

Neler yaptık?Sonrasında dostluğumuz devam etti, dostluk

mücadele birliğine dönüştü. Her türlü İslami ça-lışmalarda beraberdik artık. Her eylem yeniden diriltirdi Muhammed Enes’i. Birçok yönden örnekti Muhammed Enes, çağın dünyevileşme tehlikesine karşı dile getirdiği söylemleriyle, gençliğin boş meşguliyetlerine tepki olarak or-taya koyduğu mücadeleyle. Muhammed Enes’in Genç Öncüler olarak çalışmalarımızın büyük bir paydasında emeği vardı. Görevden kaçmaz, eli-ni taşın altına koyar, hizmeti büyük küçük diye ayırt etmez üstlendiği sorumluluğu hakkıyla yerine getirirdi. Şu çağda Muhammed Enesin yüklendiği Misyonu yüklenen bir avuç genç var-dı, yaşamında bu avucu taşırmaya azmetmişti. Ölümünde ise inşallah örnekliği ve anılarıyla bu gayretini devam ettirmekte.

Muhammed Enes ne söylerdi?Boğaziçi Üniversitesi kayıt döneminde

Anadolu’dan gelecek kardeşlerine sesini duyur-mak için şöyle söylüyordu:

“Din” sözlük anlamı itibariyle “bir insanın hayatını idame ettirirken dikkate aldığı norm-lar ve hayat tarzı” demektir. Bir insan hayatını hangi kurallara göre şekillendiriyorsa o insanın dini o kuralların bütünüdür. Günümüz üniversi-te camiasında ise öğrencilere empoze edilmeye çalışılan hayat nizamı maddeci bir anlayış olan “materyalizm”dir. Eğer Müslüman üniversite öğrencileri olarak bize empoze edilmeye ça-lışılan bu normlara göre yaşamaya başlarsak İslam’ın değil de “modern dünyanın dini” olan materyalizmin bir ferdi oluruz. İslami hayat tar-zına karşı saldırıda bulunan bu dünyevi anlayış-ları kırmanın en güzel yolu ise birlik olmaktır. Ümmet olmak... Biz de Boğaziçi Üniversitesi’nde Müslüman öğrenciler olarak bu saldırılara karşı hem kendimizi korumak hem de kendi argüman-larımızla bu anlayışları yok edebilmek için okul-daki öğretimin yanında İslami manada da çeşitli çalışmalar yapmaktayız. Ümmet olma şuuruyla, “kol kırılır, yen içinde kalır” düsturuyla hare-ket etmeye çalışarak birbirimizi eleştirerek iyiye yönlendirmeye, batıl dünya düzenlerine karşı ise

birlik olup, ümmet olup hareket etmeye çalışıyo-ruz. Boğaziçi Üniversitesi kampüsleri arasında bulunan Nafibaba Camii bizim karargâhımız, parolamız ise selamların en güzeli olan Allah’ın selamıdır.

Ne güzel de söyledi ve hep güzeli söylerdi…Muhammed Enes’e duamız…Ey Rabbimiz! Ona bir hikmet bahşet ve onu

Salih kimseler arasına kat. Sonra gelecekler ara-sında onu doğrulukla anılanlardan kıl ve Onu Naim cennetinin varislerinden eyle…

Muhammed Enes’den sonra edeceğimiz dua…

Ey Gökleri ve yeri yoktan var eden Rabbimiz! Bizim velimiz sensin bizim canımızı Müslüman olarak al ve bizi Salih kulların arasına kat!

Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve canı-mızı Müslüman olarak al.

Ey Rabbimiz! Bize kendi katından bir rahmet ver. İşlerimizde bize doğruluk ver, bizim için muvaffakiyet hazırla.

Ey Rabbimiz! Bizi namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumuzdan da böyle kimseler çı-kar.

Ey Rabbimiz! Duamızı kabul et!Bir ayet-i kerime:“Müminler arasında öyle yiğitler var ki

Allah’ın huzurunda verdiği sözü her zaman ye-rine getirir; kimi ölüme gitmek suretiyle ahdini yerine getirmiştir, kimi de kararlarından vazgeç-meden ahitlerini yerine getirmeyi beklemekte-dir.” (Ahzab/23)

Bir hadis-i şerif:“Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyur-

dular ki: “Ani ölüm, kâfir için gadab-ı ilahî’nin bir yakalamasıdır, mü’min için de bir rahmettir.” (Ebu Dâvud, Cenâiz 14)

Muhammed Enes’e olan ŞahitliğimizEy Rabbimiz! Onun namazı, ibadetleri, ya-

şamı ve ölümü Alemlerin Rabbi olan Allah için, Senin içindi!

Son sözMuhammed Enes, gördüğünde Allah’ı ha-

tırlatanlardandı. Ya biz? Bizi görenlere biz neyi hatırlatıyoruz?

4 • Nisan’14 Nisan’14 • 5

Page 8: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

“Allah ile birlikte başka bir ilah edinme ki, kı-nanmış ve yalnız başına bırakılmış kalmayasın! Rabbin kesin olarak şunları emretti: O’ndan başka-sına ibadet etmeyin; ana babaya ihsan edin…” (İsra 17/22-23)

“Allah’a kulluk ediniz. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayınız. Ana-babaya, akrabalara, yetimlere, yoksullara, yakın komşulara, uzak komşulara, yakın arkadaşlara, yarı yolda kalanlara, elinizin altında-kilere iyilik (ihsan) ediniz. Allah kendini beğenmiş kibirlileri kesinlikle sevmez.”(Nisa 4/36)

“Hani Lokman, oğluna öğüt vererek şöyle de-mişti: “Yavrum! Allah’a ortak koşma! Çünkü ortak koşmak (şirk) elbette büyük bir zulümdür.” “Ve insana ana ve babasını tavsiye ettik…”(Lokman 31/13-14)

İslâm’ın olmazsa olmazı Tevhid yani Allah’ı bir-leme ve O’ndan başka hiçbir ilah ve rab tanımama inancıdır. Gerçek manası ile Allah’ı birlemeden İslâm’a adım atılmış olmaz. Allah’ı birlemenin ol-mazsa olmaz göstergesi ise, şirkten uzak durmak yani O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak ve denk tut-mamaktır.

Yukarıdaki üç âyette görüldüğü gibi, ilahi me-saj, öncelikle Allah’ı birlemeyi ve O’na herhangi bir nesneyi ve gücü ortak koşmamayı, sonra da ana-babaya ihsanı emreder. Elbette Kur’ân-ı Kerîm’de ‘önce Allah’ın sonra ana-babanın hakkını gözetme-yi’ emreden başka âyetlerle de karşılaşırız. Mesela; Rasûlüllah’ın (s.) Mekke’de haram ayları fırsat bile-rek çeşitli kabile reisleri ile görüşmeler yaptığını ve bu çerçevede Beni Şeybân b. Sa’lebe ileri gelenleri-ne ilk olarak şu âyetleri tebliğ ettiğini öğreniyoruz:

“De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıl-dığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya iyilik (ihsan) edin, fakirlik korkusuyla

çocuklarınızı öldürmeyin -sizin de onların da rızkını biz veririz-; kötülüklerin açığına da gizlisine de yak-laşmayın ve Allah’ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allah’ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp anlarsınız. Yetimin malına, rüş-tüne erinceye kadar en güzel şekilden başka türlü yaklaşmayın; ölçeği ve tartıyı tam ve denk tutun. Biz, hiçbir kimseye gücünün yettiğinden başkasını teklif etmeyiz. Söz sahibi olduğunuz zaman yakın-larınıza ait de olsa adaleti gözetin. Allah’a verdiği-niz sözü yerine getirin. Duydunuz ya, O, düşünüp tutasınız diye bunları size emretti.” “İşte benim doğru yolum budur; ona uyun. Sizi O’nun yolun-dan ayıracak başka yollara uymayın. (Azabından) korunmanız için Allah size böyle tavsiye etmiştir.” (Enam 6/151-153)

Dikkat edilirse; kutlu Peygamberimizin daha ilk kez karşılaştığı insanlara tebliğ ettiği âyetler, bütün peygamberlerin tebliğinin ortak noktası olan Tev-hid ilkesi ile başlıyor: “O’na hiçbir şeyi ortak koşma-yın!” Yani ‘şirkin iptali’. Hemen ardından da “ana-babaya ihsan” ilkesi geliyor. Keza, Mekke dönemin-de nazil olan Lokman, Hicret’ten bir süre önce nazil olan İsra, Medine’de nazil olan Nisa surelerinde yer alan benzer ayetlerde de aynı denklemi görüyoruz: Önce Allah’a ortak koşmamak, sonra da ana-baba-ya ihsan.

Demek ki; İslam’ın öngördüğü insan ve toplum tipinin olmazsa olmaz ilkesi şirkten arınma ve Tev-hid, ikinci ilkesi ise ana-babaya ihsandır. Bu ise, İslam’ın “aile” kurumuna verdiği önemi ve öncelikli konumu ifade etmekle kalmaz, aynı zamanda ana-babaya ihsan merkezli İslam toplumunu bu çağda yeniden inşa etme görev ve sorumluluğumuzu da bizlere ihtar eder.

Abdullah YILDIZ

ÂYET ÂYET KUR’ÂN EDEBİ*ÖNCE ALLAH’I BİRLE; SONRA ANA-BABAYA, AKRABAYA,

YETİME, YOKSULA… İHSAN ET!

6 • Nisan’14 Nisan’14 • 7

KAPAK

Page 9: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

MÜSLÜMAN FERT VE TOPLUM ÖNCELİKLE ŞİRKTEN UZAK DURUR

İslâm’ın ilk esası/rüknü tevhîd yani Allah’ı birle-mek ve O’na asla şirk koşmamaktır.

Şirk; ‘ortaklık, pay’ demektir. Kur’ân’da türev-leriyle birlikte 186 âyette geçer. Ortak olmak anla-mındaki “Şe-ri-ke” fiil kökünden gelir. Aynı kökten gelen “şirket”, ortaklık anlamını içerir. İki veya daha çok kimsenin maddi veya manevi alandaki ortak-lıklarına şirket veya müşareket denir. Fiilin if’al ba-bındaki şekli olan “eşraka”: ortak tanımak ve ortak koşmak; bu babın ism-i faili olan “müşrik’’ de ortak koşan demek-tir. Şirk, İslâm ıstılahında Allah’a ortak koşmak demektir. Şirk, Lokman suresinin 13.âyetinde belirtildiği üzere en büyük zulüm ve haksızlıktır: Zulüm, bir şeyi ol-ması gereken yerin gerisine/aşa-ğısına koymaktır. Allah’ın hakkını Allah’tan başkasına vermektir. Aynı zamanda Allah’ın müker-rem/saygın kıldığı, şeref verdi-ği insan nefsini, bir yaratılmışa ibadet ettirerek onu aşağılamak, zelil etmektir. Şirk bir zulümdür; çünkü, ilahlığı, hiçbir zaman söz konusu olmayan, olma imkanı bulunmayan bir yere koymaktır. Şirk koşmak, ilahlığı, mabutluğu Allah’tan başkasına vermektir. Allah’tan başkasının ise hiçbir şartta ilah olması mümkün değildir.

“(Yahudiler) âlimlerini ve rahiblerini, (Hıristi-yanlar da) Meryem’in oğlu Mesîh’i, Allah’dan baş-ka rabler edindiler. Halbuki onlar da, ancak bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardı. Allah’dan başka hiç bir ilâh yok. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden tamamen münezzehtir.” (Tevbe 9/31)

Şirk ile küfür bir birine yakın iki kavramdır. Arala-rındaki fark, küfrün daha genel, şirkin ise daha hu-susi olmasıdır. Bu anlamda her şirk, küfürdür, fakat her küfür şirk değildir. Çünkü şirk, Allah’a, zat, isim ve sıfatlarında ortak tanıma sonucu meydana gelir. Küfür ise, insanı inkâra götüren bir takım inançların kabulü ile gerçekleşir. Küfür sayılan inançlardan biri de Allah’a ortak tanımak yani şirktir.

Allah Şirki AffetmezAllah Teâlâ (c.c.) şirki asla affetmez; bu yüzden

de müşriklere cennet kesinlikle haram kılınmıştır.“Doğrusu Allah, kendisine şirk koşulmasını

(denk ve eş tutulmasını) bağışlamaz.”(Nisâ 4/48)“Kim Allah’a şirk koşarsa, Allah ona (bu halde

öldüğü takdirde) cenneti haram kılar.”(Mâide 5/72)Şirk sadece inanç ve akide düzleminde kalmaz,

amele de yansır; aslolan da amel yani uygulamadır.“Kim Rabbine kavuşmayı ümit ediyorsa, sâlih

amel işlesin ve Rabbine ibâdetinde (yarattıkların-dan) bir kimseyi şirk koşmasın!”(Kehf 18/110)

Bu âyetin nüzul sebebine dair şöyle bir rivayet zikredilir: Adamın biri Peygamberimize (s.) dedi ki:

-”Ey Allah’ın Rasûlü, ben Allah rızası için bir iş yapıyorum (ve aynı zamanda da) yaptığım bu işin in-sanlar tarafından görülmesini (bi-linmesini) de seviyorum?”

Rasulüllah (s.) ona hiçbir ce-vapta bulunmadı. Bir müddet sonra bu ayeti kerime indi.

Riya da ŞirktirŞeddad b. Evs (r.a) ağlayarak

şunu anlatır: Rasulüllah’ın (s.) şöyle dediğini işittim:

“Ümmetim üzerine şirk ve giz-li şehvetten (dolayı) korkuyorum.” Ben:

-‘Ey Allah’ın Rasulü, ümmetin senden sonra şirke mi düşecek?’ dedim. Dedi ki:

-”Evet, ama onlar kesinlikle ne güneşe, ne aya, ne taşa ne de bir puta tapacaklardır. Fakat onlar amelleriyle insanlara riyakârlık yapacaklardır.”

-‘Ey Allah’ın Rasulü, riya şirktir, öyle mi?’ dedim. “Evet” dedi. ‘Gizli şehvet nedir?’ dedim. Dedi ki:

-”Sizden biriniz oruçlu olarak sabahlar, kendisi-ne dünya şehvetinden bir şehvet arız olur ve bunun üzerine orucunu bozar.”

Kısaca: müminler, akidevi ve ameli şirkten (bak: Yunus 10/104-106) ısrarla kaçınmalı, şirkin her tür-lüsüne karşı uyanık olmalı, onlardan Allah’a sığın-malı, bir tür şirk olan riya ve gösterişten de uzak durmalıdır.

*Mezkûr bölüm, Abdullah Yıldız Hocamızın “On İki Emir” İsra Suresi Işığında Kur’ân Edebi adlı kitabından derlenerek yayına hazır hale getirilmiştir.

Şirk ile küfür bir birine yakın iki kavramdır. Aralarındaki

fark, küfrün daha genel, şirkin ise daha hususi

olmasıdır. Bu anlamda her şirk, küfürdür, fakat her

küfür şirk değildir. Çünkü şirk, Allah’a, zat, isim ve sıfatlarında ortak tanıma

sonucu meydana gelir. Küfür ise, insanı inkâra götüren bir takım inançların kabulü ile gerçekleşir. Küfür sayılan inançlardan biri de Allah’a ortak tanımak yani şirktir.

6 • Nisan’14 Nisan’14 • 7

Page 10: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…Tevhid ve Şirk insanlık tarihi boyunca tüm

insanlığın bağlanageldiği iki dinin adıdır. Yeryü-zünde bu iki temel dinin dışında bir başka din varolmamıştır ve olmayacaktır da. Ayrıca bakınız “Din Nedir?”1

Hayat ve ölüm arasında mücadele etmek zo-runda kalan insanoğlunun en kritik problemini kavramlar oluşturur. Kavramlar o kadar önemli-dir ki eksik ve yanlış anla- şılan kavramlar yolunuzun ve mücade-lenizin de yanlış olacağı anlamını taşıyacaktır. Zira hiçbir insan yanlış yolda mü-cadele etmek istemez. Fakat yanlış yola yanlış kavram/a/larla sokulur ve o kavramın za-manla doğru olduğunu zanneder. On dokuzuncu asrın son yıllarında İngiliz Parlamentosu’nda kürsüye çıkan Sömürgeler Bakanı Gladstone elindeki Kur’an-ı Kerim’i gös-tererek şunu söyler: “Bu ki-tap Müslümanların elinde kaldıkça biz onlara gerçek anlamda egemen ola-mayız. Ne yapıp etmeli; ya Kur’an’ı ortadan kaldırmalıyız veya onları Kur’an’dan soğutmalıyız.”

İşte temel

mesele bu Müslümanları Kur’an’dan soğutmak! Bunun en basit yolu ise kitabın içerisinde bulu-nan “Kur’an’ın hayat verici kavramlarını” yoz-laştırarak ve gerçek manasının dışında anlamlar yükleyerek Müslümanları Kur’an’dan onun hayat veren kavramlarından soğutmayı hedefleyenler bu hedef doğrultusunda maalesef aşama aşama başarıya ulaşmışlardır.

Şimdi Kur’an’ın en temel konusu olan “Tev-hid” ve onun zıttı olan “Şirk” kavramlarını aka-

demik çerçeveden zi-yade bu iki kavramın

ne denli önemli olduğundan biraz-da güncelleyerek

işlemeye çalışaca-ğım.

İslam dini fıtrat dinidir. Bundan dolayıdır ki tüm Peygamberle-

rin en temel çağrısı “La ilahe illallah”2 olmuştur. Bu çağrı tüm nesillere ve çağalara umut ışığı3 ol-

muşken aynı zamanda hitap ettiği toplum-ların zalim otoritelerine mey-

dan okumuştur. Zira Allah Rasûlü

şöyle buyurmak-tadır: “Cihadın en

üstünü zalim sultan (otorite) karşısında hak sözü söylemek-tir.” Çünkü “Tevhid be-

raberinde Değişimi”4 de

TEVHİD ve ŞİRK“Öze Dönüş”

Fatih RAZİ

KAPAK

8 • Nisan’14

Page 11: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

getirir/getirmelidir. Bu yüzden Tevhidsiz bir din düşünülemez. Bu tıpkı bir binanın temelsiz inşa edilmesine benzer ki böyle bir şey mümkün de-ğildir. Velev ki temelsiz bir binayı ayakta durdur-mayı başardınız. Tecrübeyle sabittir ki en ufak sallantı ya da darbede o bina çökmeye mahkûm olacaktır.

Müslümanların temeli son yıllarda maalesef çok zayıflamıştır. “Radikal İslam tehdidine çö-züm, ılımlı İslam’dır.”5 sözü Tevhidsiz bir İslam dini oluşturmayı hedefleyenlerin günümüzde sayılarının arttığını göstermek suretiyle, bu sözü ve Sömürgeler Bakanı Gladstone’un sözünü doğ-rular niteliktedir. İşleri güçleri maalesef İslam’ı değil de hoşgörü dinini insanlara anlatmak ol-muştur. Müslümanların oluk oluk akan kanlarına seyirci olan bu ümmetin sessizliği İslam’ın temeli olan Tevhid’in yok olduğu ya da yok olmaya de-vam ettiğinin ayrı bir göstergesidir.

İslam coğrafyası için, İslam’ın yeniden hâkim olabilmesi6 için Müslümanların tekrar imana7 yani Tevhide dönmesi, temellerini yeniden at-ması bir ihtiyaçtan çok bir zorunluluktur.

Aksi halde çürümüş bu temel ile kimliksiz bir nesil olarak devam edeceğimiz gibi gelecek neslimizi de büyük bir kimliksizlik tehlikesi bek-lemektedir.8

Tevhid Nedir?Türkçede ‘birlemek’ şeklinde ifade edilen

‘tevhid’, Arapça ‘vahd’ kökünden türemiş bir mastardır. ‘Tevhid’ sözlükte, bir şeyin ‘bir’ oldu-ğuna hükmetmek, onu ’bir’ olarak bilmek, bir şeyi diğerlerinden ayırarak onu tek kılmak, birle-mek gibi anlamlara gelmektedir. Kavram olarak ‘tevhid’, mutlak anlamda Allah’ın bir olduğunu bilmeyi, O’ndan başka ilâh bulunmadığına, orta-ğı ve benzeri olmaktan uzak bulunduğuna inan-mayı ifade eder.9

Müslümanların Allah’ın varlığına inandığı gibi birliğine de inanmaları farzdır.10 Zira birlemede sıkıntı varsa Tevhid yok olmuş demektir. Tevhid, hayatımızın her alanına her anına mutlak anlam-da karışır/karışmalıdır. Çünkü Tevhidin olmadığı alanda ve anda “Şirk” devreye girecektir.

Tevhidin Pratik Görüntüleri11

Kâinattaki TevhidGünümüzde insanlar özelde Müslümanalar

maalesef Allah’ın Kâinatta yarattığı nimetleri (ayetleri) göremiyor. Bakışlarına mesafe koyul-muş bu ümmetin, tek düze, paralel ve sadece önünü görür halde olmalarının yanında görmek istediklerini görüyorlar. Okumuyorlar Allah’ın kâinattaki ayetlerini, olaylara kuş bakışı bakmak gerekirken kuş gibi bakar hale gelmiş Müslüman-lar. Oysa Kâinattaki her varlık bu inancı bize ha-ber veriyor. Kur’an’da sık sık bu duruma dikkat çekilmekte, Allah’ın sonsuz kudretinin eserine bakmamız tavsiye edilmektedir. Kâinattaki her varlık kendine ait bir özelliğe sahiptir ve her biri kendi görevini yerine getirmektedir.

Ey Gençler! Bu durum, Tevhid’in göstergesi değil de nedir? Konuyla ilgili bazı Ayetler12

Siyasette TevhidSiyaset, idare etme, yönlendirmedir. Türkiye

Cumhuriyeti Devletinin kurulma serüveni Hilafe-tin kaldırışı13 ile başlar. Bu kuruluştan sonra Batı-dan gelen laiklik halklı Müslüman olan bu ülkeyi Devlet nezdinde (maalesef) kafir yapmıştır. Laik-lik ile Müslümanların tabiri caiz ise anaları ağla-tılmıştır. İlk nesil laikliğe karşı büyük mücadeleler vermişken, son yılların Müslümanları Demokrasi ile dezenformasyona uğramıştır. Laikliğe kar-şı verilen mücadele Demokrasiye karşı veril/e/memiştir. Hele 2000 yılından itibaren mevcut hükümetle Müslümanlar iyice Demokrasiyi be-nimsemişlerdir. Bu aşamada mevcut iktidarın büyük payı vardır.14 Yani bizden görme anlayışı. Bu anlayış Devlet nezdinde geçerli değildir. Zira hükümet olmak muktedir olmak değildir. Çünkü Allah’ı Yaratılışta Tevhid ettiğimiz gibi siyasette de Tevhid etmemiz farzdır.15

İnsan Hayatında ve Toplumda Tevhidİman edenler, İslâm’ın kendilerinden istediği

‘muvahhid’ tipli insan olmak, hayatlarının her anında Tevhid inancını göstermek, kulluğu tek bir Rabb’e yapmak durumundadırlar. Muvahhid,

Nisan’14 • 9

Page 12: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

bütün benliği ve duygularıyla Tevhid ilkelerine

inanır ve mücadelesini bu uğurda yapar. İslâm

ümmeti, Tevhid dinine inanmakla tek bir ümmet,

tek bir topluluk olmaktadır.16 Zira Tevhid par-

çalanma kabul etmez. Toplum üzerinde Tevhid

artık sadece sözden ibaret olmuştur. Zikirmatik

ile sadece çekilen bir şey haline gelmiştir. Sözüm

onlara Radikal İslamcılarda kafelerde sabahlara

kadar Tevhid aşağı Tevhid yukarı konuşurken bu

ümmet hale birleşememiş-

tir. Müslümanların en büyük

sıkıntılarından biride Tevhid

ile birleşememelidir. Mez-

hepsel ve kurumsal ayrılışlar

Müslümanları Tevhidsiz bir

toplum haline getirmiştir.

Oysa Kur’an, Allah’ın İpine

sımsıkı sarılmayı17 ve birbiri-

mize kenetlenerek mücade-

le etmemizi emreder.18

Yürekte ve Dilde Tevhid

Mü’minler, İslam dininin

özeti olan Tevhid kelimesini

yürekten kabul ederler, ina-

nırlar, dilleriyle de inandık-

larını ortaya koyarlar. Sonra

da bu inançlarını fikirde,

düşüncede, ahlâkta, iba-

dette, sosyal hayatta ve her konuda gösterirler.

Tevhid’in ilkelerini hayata hâkim kılarlar. Ama

günümüzde kalplere hapsedilmiş bir Tevhid

hâkimdir. Yaşantımıza karışmayan sadece sıkıntı-

ya düştüğümüzde hatırladığımız bir Tevhid anla-

yışı türemiştir. Oysa bunu cahiliye dönemi insanı

da yapıyordu.19

‘Lâ ilâhe illâllah’ yani Tevhid inancını kabul

ettikten sonra, başka ilâhların peşine gitmemiz,

Şirk olabilecek fikirleri, ilâh zannedilen otorite-

leri, Tağutların hükümlerine itibar etmememiz

Müslümanların üzerine farz kılınmıştır. 20

Dünya ve Ahiretimizi Mahveden Virüs: “ŞİRK”

İslam, sadece inanılıp kabul edilmesi gereken esaslara iman etmeyi değil; aynı zamanda red-dedilmesi gereken esasları da inkâr etmemizi ister. Hatta “Tevhid-Şirk” seçiminde kişiye özgür-lük hakkı bile vardır.21

21. yüzyılın Müslümanları “La” sı22 olmayan bir İslam’ı benimsedikleri için Şirk, üstü örtülen bir kavram olmuştur. Şirk konusu geçtiğinde ha-

len Cahiliye zamanında ya-pılan şirkler örnek verilmek-tedir. Güncel ve günümüze dokun/a/mayan bir şirk kav-ramı vardır. Oysa bu konuya dikkat etmediğimiz takdirde amellerimizin boşa çıkacağı-nı23 unutmamız gerekir.

Şirk inancı, insana huzu-ru değil; sıkıntıyı, emniyeti değil; korkuyu ve güven-sizliği, saâdeti değil; şeka-veti24, adâleti değil; zulmü, iyi ahlâkı değil; azgınlığı ve fesâdı kazandırır ki bu ka-zanç değil, kayıptır. Kur’an ise, şirk koşanların sürekli huzursuzluk içinde oldukla-rını çarpıcı bir şekilde anlat-maktadır.25

Şirk Nedir?“Şirk”, “şerike” fiilinin mastarıdır. “Şirk” ve

aynı kökten gelen şirket, müşâreket, sözlükte; mülk ve saltanatta ortak olmak demektir. Bir şe-yin birden fazla kişiye ait olduğunu ifade eder. Aynı kökten gelen ‘eşreke’ fiili, ortak koşmak, ortak olmak anlamına gelir. Istılahta şirk; Allah’a zatında, sıfatlarında ve fiillerinde ortak ve denk tanımaktır.26

Şirk kavramı, insanların uydurdukları dinleri tanımlama açısından son derece önemli kav-ramlardan biridir. İnsanlar tarih boyunca sınırlı sayıdaki inançsızlar/ateistler dışında ya “şirk’ dini üzerinde ya da ‘Tevhid’ dini üzerinde olmuş-

İslâm’a göre tek yaratıcı Allah’tır ve O bütün

kâinatın tek hâkimidir.29 Bu açıdan şirkin bir esası, bir temeli yoktur. Zaten

müşrikler bile sıkıştıkları zaman âlemlerin Rabbi

Allah’a sığınırlar.30 Görüldüğü gibi şirkin

temeli yoktur. Bu yüzden meselemiz insanları

şirkten kurtarıp Tevhide davet etmek olmalıdır.

10 • Nisan’14 Nisan’14 • 11

KAPAK

Page 13: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

lardır. İki veya daha çok ilâh tanımak, herhangi bir varlığı ma’bud (ibadet edilen) olarak bilmek, Allah’ın yaratıcı, kadim, bâkî... gibi sıfatlarını baş-ka varlıklara vermek şirktir. Kısaca şirk, Allah’ın ilâhlık vasıflarını Allah’tan başkasına vermektir. Allah, bu yüzden “şirk günahını affetmez.”27

Şirk En Büyük ZulümdürZulüm, hem nûrun zıddı olarak karanlık; yani

kötülük, mutsuzluk, kaos, huzursuzluktur; hem de hakkı asıl sahibine değil de bir başkasına ver-mektir. Bugün İslam coğrafyasında akan kanlar zulüm olduğu gibi zihniyetlerde kangren olmuş, Şirki düşünceler (kıyas anlamında değil) arasında pek fazla fark yoktur. Zira şirk bedene yapılan bir işkence değil, zihne yapılan bir işkencedir. Allah, bu yüzden “şirk en büyük zulümdür.” 28 der.

Şirk İnancının Bir Temeli Yoktur İslâm’a göre tek yaratıcı Allah’tır ve O bütün

kâinatın tek hâkimidir.29 Bu açıdan şirkin bir esa-sı, bir temeli yoktur. Zaten müşrikler bile sıkış-tıkları zaman âlemlerin Rabbi Allah’a sığınırlar.30 Görüldüğü gibi şirkin temeli yoktur. Bu yüzden meselemiz insanları şirkten kurtarıp Tevhide davet etmek olmalıdır. Zira şirk inancı, sahibini desteksiz ve yönsüz bırakır. Allah ile bağlarını ko-pardıkları için haktan uzak kalırlar, yanlış hüküm verirler, adâletten uzaklaşırlar, zulme bulaşırlar. Hatta bu şirk onlara çocuklarını öldürmeyi bile güzel gösterebilir.31Şirk inancı insanı tatmin et-mez. Daim bir arayış ve özlem içerisine sokar.

Şirk hakkında söylenecek yazılacak çok şey vardır. Ama keşfedilmiş şeyleri bir daha keşfet-menin anlamı yoktur. Şirk ile ilgili ayrıca bakınız32

SonuçTevhid ve Şirk basit iki kavram değildir. Biri

kişiyi Cennete diğeri Cehenneme götürür. Bu yüzden Tevhid birlemeyi, Şirk parçalamayı em-reder. 21. Yüzyılın Müslümanları bu iki kavramı çok iyi idrak etmeleri gerekir. Hayatlarını bu iki kavram doğrultusunda hareket ettirip bu şekilde hayatlarına yöne vermeleri ve yaratılışta olduğu gibi hükümlerde de Allah’ın ayetlerine uymamız

gerektiğini, uymadığımız takdirde helvadan puta

tapanlardan bir farkımızın olmadığını unutma-

mamız ve unutmamak için sürekli hatırlamamız

kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Rabbim, Tevhidi her daim hatırda tutan ve

onun birliği doğrultusunda hareket eden kullar-

dan eylesin.

Rabbim, bizi her türlü şirki amellerden muha-

faza eylesin.

Rabbim, hakkı hak bilip hakka yönelmeyi ba-

tılı batıl batıl bilip ondan uzaklaşmamızı her biri-

mize nasip etsin.

Nereden bakılması gerekiyorsa oradan bak-

mayı unutmayın…

Selametle…

Dipnotlar1 Din Nedir, Salih Gürdal, Beyan Yayınları2 3/ Âl-i İmrân, 623 5/ Maide, 164 Celaleddin Vatantaş, Tevhid ve Değişim, Pınar Yayınları5 Daniel Pipes, National Interest, Ekim-Kasım Sayısı 6 9/ Tevbe, 32-337 4/ Nisa, 136 8 Sosyal Ekonomik Ve Kültürel Araştırmalar Merkezi(SEKAM),

Türkiye Gençlik Raporu9 Ahmed Kalkan, Kavramlar Tefsiri, Tevhid Kavramı, Davut Emre

Yayınları 10 112/ İhlas Suresi, 1-411 Ahmed Kalkan, Kavramlar Tefsiri, Tevhid Kavramı, Davut Emre

Yayınları 12 51/ Zâriyât, 20-21; 3/ Âl-i İmrân, 190 13 3 Mart 1924 Hilafetin kaldırılışının 90.Yılı14 İyad Kunaybi, Türkiye Modeli ve Erdoğan Tecrübesi Yazısı15 43/ ZUHRUF, 84 16 21/ ENBİYÂ, 92 17 3/ ÂLİ İMRÂN, 103 18 61/ SAFF, 4 19 10/ YÛNUS, 12 20 33/ AHZÂB, 3-4 21 2/ BAKARA, 25622 Mustafa Çelik, Lâ Kitabı, Yenda Yayınları 23 18/ KEHF, 110 24 Sıkıntıda kalmak, Mutsuzluk…25 22/ Hacc, 3126 Ahmed Kalkan, Kavramlar Tefsiri, Şirk Kavramı, Davut Emre

Yayınları 27 4/ Nisâ, 48, 116 28 31/ Lokman, 1329 6/ En’âm, 101, 164; 10/ Yûnus, 68; 17/ İsrâ, 111; 22/Furkan, 2 30 6/ En’âm, 40, 63; 10/ Yûnus, 2231 6/ En’âm, 137 32 Ahmed Kalkan, Kavramlar Tefsiri, Şirk Kavramı, Davut Emre

Yayınları, Salih Gürdal, Tevhid ve Şirk, Beyan Yayınları

10 • Nisan’14 Nisan’14 • 11

Page 14: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

İ stanbul özelinde, Türkiye’deki Suriyeli mülteci-ler üzerine Mazlumder son dönemde bir rapor

hazırladı. Duruma dair bilgileri ilk ağızdan öğren-mek niyetiyle, Mazlumder Dış İlişkiler Koordinatö-rü Abdurrahman Babacan ile yaptığımız röportajı

istifadenize sunarız.

Genç Öncüler: Türkiye’de Suriyeli mülteciler meselesiyle alakalı genel bir çerçeve çizebilir misi-niz?

Abdurrahman Babacan: Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu tarihten itibaren ülkesinde bulunacak, sığınmacı olacak yabancılarla ilgili herhangi bir hu-kuksal ve işleyişsel düzenleyici bir akla ve pratiğine hiç sahip olmamış. Sorun biraz buralardan çıkıyor. Suriyeli mülteciler meselesinden önce farklı örnek-lerle de muhatap olundu, özellikle Körfez Savaşı sonrası dönemini kastediyorum. 1. Körfez Savaşı sırasında Kuzey Irak bölgesinden 460 bin civarında Kürt mülteci gelmeye çalıştı ancak o dönem 90’lı yılların başlarında Türkiye Cumhuriyeti’nin yöne-tim aklı ve yöneticilerinin bizatihi kendisi böyle bir şeye sıcak bakmadılar sadece o dönem on binlerce Iraklı Kürt dağlarda, dar geçitlerde karlı yollarda, çoğu soğuktan ve donarak hayatını kaybetti. 1. Kör-fez Savaşı sonrası mülteciler ve sığınmacılar mese-lesinde böyle bir karanlık maziye sahibiz maalesef. Beraberinde yine 90’larda Bosna Savaşı sonrasında buraya sığınmak zorunda olan Bosnalı göçmenler

meselesi 90’lı yılların sonrasında Çeçen mülteciler akımı olmuştu. Daha evveli var, 1989’da Türk kö-kenli Bulgaristan vatandaşlarının yoğun bir mülte-ci akınına uğradığını biliyoruz Türkiye’ye. Bir savaş coğrafyasında yaşıyoruz biz, her zaman da oldu za-ten son 20 yıllık mazimize baktığımızda bunun bir realite olduğunu görüyoruz, maalesef bu meseleye dair bir akıl geliştirilmemiş.

Evvela şunu söyleyelim hukuki olarak Türkiye 1951 yılında imzalanmış Cenevre Sözleşmesi’ne taraf bir ülke. O da şu: Cenevre Sözleşmesi mülte-cilerin hukuki statüsüne ilişkin imzalanmış bir an-laşmadır ve bu üye olan ülkelere bazı hukuki yü-kümlülükler getirir. Türkiye maalesef coğrafi sınır-lamayla imzalamış bu sözleşmeyi. O da şu demek: Avrupa ülkeleri dışından gelebilecek yabancı, mül-teci akınına Türkiye hukuken, statü olarak mülteci demek ve mülteciliğin gereklerini yapmak zorunda değil. Kaldı ki şu an aslında biz mülteci diyoruz ama Türkiye’de bulunan Suriyeliler de mülteci değil, le-gal ve hukuki statü olarak sığınmacıdırlar. İlk olarak misafirlik verildi, daha sonra o misafirlik kalıcı misa-firliğe döndü, şimdi de geçici sığınmacılar, statüleri bu. Mülteciliğin kendisine göre getirdiği temel insa-ni meselelerden tutun da o ülkenin ikamet, çalış-ma izni olmak üzere mültecilerin temel hukuki hak-ları var. Maalesef Suriyeli mülteciler meselesinde önceki yaşanan mülteciler sorununda olduğu gibi

‘TÜRKİYE’DE MÜLTECİLER’ ÜZERİNEABDURRAHMAN BABACAN İLE SÖYLEŞİ

Ali Tarık PARLAKIŞIK - Burak KALPAKLIOĞLU

KARANTİNA

12 • Nisan’14

Page 15: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

böyle sorunlar var ve konuşma zeminimizin bu sorun üzerinde olduğunu bilelim. Beraberinde 1994’te yürürlüğe girecek bir yönetmeliğe kadar mülteciler meselesinde Türkiye’de kendi iç mevzuatını bırakın anayasal düzenleme, yasal düzenleme genelge ya da yönetmelik dahi yok. Bu da tabi ülkenin aslında bu meseleye ne kadar insani bakıp bakmadığını düzgün bir devlet aklıyla bakıp bakmadığını bizlere gösteriyor ve maalesef hep idare, konjonktürel sübjektif tasarruflar üzerinden yürümüş ve bu da çoğu zaman kötüye kullanılmış. Bu yüz-den Türkiye’de devlet tecrübesi bu meselede kötü bir maziye sa-hip.

Türkiye’de devlet aklı hep bu oldu, pratikler hep bu oldu ve bu sübjektif alanları ne kadar açarsınız bunun keyfi-liğini o kadar artırırsınız ve bu keyfiliğin de çoğu zaman insanların aleyhine işlemesine sebep olur-sunuz. 1994’te sadece bir yönetmelik oluştu, o yönetmelik de Türkiye içerisine gelecek başvu-ruların şartlarını ortaya koyuyor. Çok ufak tefek

birtakım teknik düzenlemeler yapılıyor. Sonrasında 2003 ta-rihinde ve 2005 tarihinde iki tane önemli düzenleme yapılı-yor, bunlar yine yönetmelik ve genelge düzleminde yasal veya anayasal düzenleme değil. Bu düzenlemeleri AK Parti’nin ilk dönemlerindeki dış politikada-ki Avrupa birliği perspektifiyle paralel düşünmek gerekiyor, çünkü Avrupa Birliği’ne uyum ve entegrasyon süreci özellik-le bu konuları da ihtiva ediyor. 2003 tarihinde ulusal bir prog-ram yayınlanıyor ve 1951 yılın-daki Cenevre Sözleşmesi’ne ve 1967 protokolüne bağlılık bir kez daha net bir şekilde kalın çizgilerle vurgulanıyor ve gü-venlikten ziyade daha insani odaklı bir dış politikaya geçil-

meye başlandığının yavaş yavaş göstergesi olması anlamında ben 2003’ü ve 2005’i hem ulusal programı ve “İltica ve Göç” ulusal ey-lem planlarını önemsiyorum. Bu ikisi artık yavaş yavaş bu tarz konularda bir aklın oluşmaya başla-dığını gösteriyor. Özellikle 2005’teki geri gönder-meme ilkesi çok önemli. Geri göndermeme ise şu

İnsani yardım kuruluşları tarafından bakılınca, şöyle bir sıkıntı var, İstanbul’a el atmaya biraz çekiniyorlar. Çünkü İstanbul’a el attıkları anda bunun devamı gelecek ve bunun altından kalkamı-yacaklarından korkuyorlar. Dolayısıyla biz de bazıları-nı kamplara gitmeye teşvik ettik. Mesela AFAD başka-nı, yaptığı bir açıklamada kamplar yetersiz olduğu tak-tirde yenisinin açılabileceğini söylemişti. Ama insanlar ge-nellikle gitmek istemiyorlar, bunun en başta gelen sebebi,

güvenlik sorunları.

Nisan’14 • 13

Page 16: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

demek: size başvuruyor bir sığınmacı çeşitli sebep-lerden dolayı siyasi, hak ihlali nedenleri ile, siz size başvuru yapan bu insanı geri göndermemek ilkesi üzerinden muameleye tabi tutuyorsunuz. O kişi, o ülkeye eğer kaçtıysa size sığınma başvurusu yaptıy-sa (2005’te ulusal eylem planı altını kalın çizgilerle vurguluyor) “geri gönderilmeyecek” deniyor. Ama tabi sonuç itibariyle hala ciddi eksiklerin, 2005 açı-sından söylüyorum, bulunduğu bir durum. 2006 tarihinde yine bir uygulama genelgesi çıkıyor ve sonra 4 Nisan 2013’te çok önemli ve Türkiye Cum-huriyet tarihinde hiç olmayan bir şey yapılıyor. Ya-bancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu, yani bir yasa çıkartılıyor. Bu yasada net bir şekilde şu vur-gulanıyor, ben artık devlet aklı olarak ve dış politika aklı olarak, gündemime yabancılar ve sığınmacılar mevzusunu aldım ve bunu da temelde güvenlik yerine insani bir odakla değerlendiriyorum. Yani benim artık her tarafım düşmanla çevrili dolayı-sıyla o düşmanlar geliyorlar, benim iç huzurumu bozmaya çalışacaklar, kültürel, sosyolojik ve siyasal entegrasyon sorunum olacak demek yerine, ben artık insani bakıyorum gibi bir yaklaşıma giriliyor. Mesela en önemlisi yabancılara dair ve uluslarara-sı koruma polis ve emniyetten alınıp yerine uzman ve sivil bir birimin kurulması ve bu sivil birimin de-netimine, tabiiyetine girmesi, bu da önemli bir şey yani sivilleşme demek bir yönüyle. O devlet aklını ve devletin uygulayabileceği, her zaman uygulama ihtimalinde olan kuvvet içeren ve zorbalık içeren pratiğin bir yönüyle engellenmesine vesile olması açısından önemli. Çok net geri gönderme yasağı prensip olarak ilkeye yasa dahilinde konuyor, bu da çok önemli bir şey. Yasanın teminatı altına gi-riyor. Bir başka şey sınır dışı etme kararı kanunla şartları net düzenlenmiş bir şekilde değerlendirili-yor. O yasa dahilinde sadece belirli unsurlar sınır dışı edilebilir, o da temelde terörizm. Bu terörizm meselesinde biraz soru işaretlerimiz var, benim de hukukçuların da. Çünkü bu terörizmde biliyorsu-nuz özellikle 11 Eylül’den sonra dünya sathında son derece ideolojik manipülasyonlara ve sübjektif ini-siyatiflere çok açık ve tabiri caizse muhteviyatı da açık olabilecek bir tanım, bu doldurulmamış. Ama pozitif tarafı şu, deniliyor ki ben terörizm dışındaki diğer hatalı veya kendine göre daha evvel çok rahat bir şekilde hatalı gördüğü için geri gönderebiliyor-ken, artık bundan sonra o sübjektif inisiyatiflerin

alanını kapatıyorum, bu da ayrı önemli bir nokta. Beraberinde hukuki masraflarını karşılayamayacak sığınmacıların adli masraflarının hükümet tarafın-dan ödenmesi konusu da önemli.

Çok önemli bir kurum Göç İdaresi Genel Mü-dürlüğü kurulacak. Yani artık Dışişleri Bakanlığı ya da ilgili bakanlıklar bazen İçişleri Bakanlığı, bazen Adalet Bakanlığı olabiliyor, bazen Milli Eğitim, ba-zen Sağlık Bakanlığı olabiliyor. Çünkü sığınmacıların sorunları hep bu tarz bakanlıkları ilgilendiriyor. Ar-tık diyor ki yani her şeyi ben yapmam, alt bir birim kurarım, bu da bir merkeziyetçilik doğru ama eskisi gibi bir hengame değil. Sadece Göç İdaresi Genel Müdürlüğü üzerinden bu göçle alakalı sorunlara ve olası çözüm önerilerine ve pratiklere ve işleyişlere odaklanıyor, bakıyor. Bu yasayla alakalı hukukçula-rın en ciddi eleştirileri malum coğrafi sınırlamanın hala devam ettirilmesi. Yani biraz önce dediğim gibi sadece bir sığınmacının mülteci olarak kabul edile-bilmesi için o kişinin Avrupalı olması gerekiyor. Av-rupa haricinden bir başvurucunun mülteci olarak tanınması, Türkiye açısından şart değil ve bu hala korunuyor. En ciddi eleştiride, bu yasanın kendisine bu husustur. Çünkü zannediyorum bunu hala de-vam ettiren dünyada sadece Türkiye, Madagaskar ve Monaco kaldı. Bunların dışında coğrafi sınırlama kalktı. Bu sınırlamanın zaten kalkması gerekir. Yani sen bir Çeçen’e veya bir Güney Asya’dan gelene, Myanmarlıya, Arakanlıya ya da Filipinliye veya Pa-taniliye, Suriyeliye, Mısırlıya keyfin istemezse, kar-deşim ben seni mülteci olarak görmüyorum, dola-yısıyla mülteci haklarından seni istifade ettirmeme hakkım var diyebiliyorsun. Bu husus ve bunun de-vam ettirilmesi son derece sıkıntılı. Bu meselede en ciddi ve haklı eleştiride bu husus hakkında. 4 Ni-san 2013’te çıkan kanun, Nisan 2014 itibariyle yü-rürlüğe girecek. Şimdi gelelim Türkiye’de 2011’den bu yana var olan Suriyeli mülteciler sorununa.

Evvela şunu söyleyeyim şu an itibariyle (bu 2 ay evvelki rakamları söylüyorum ve tahminler üzerin-den konuşuyoruz çünkü bunun net tespiti müm-kün değil.) legal girişler, pasaportlu girişler olduğu kadar ciddi sayıda bir de pasaportsuz yani illegal girişler var. Tahmini olarak % 65’e % 35 gibi, yani % 30-35 civarı bir illegal, pasaportsuz girişler var. O da Türkiye’nin açık kapı politikası dolayısıyla. Yani ne demek açık kapı politikası, Suriye özelinde hükü-

KARANTİNA

14 • Nisan’14

Page 17: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

met bir karar aldı, dedi ki rakamına, kişisine, etnisi-tesine, dinine, diline bakmaksızın Suriye’den gelen, insani ihtiyaçlar yüzünden kaçmış olan herkese kapım açık. Bu insani olarak çok takdir edilmesi ge-reken bir politika. Ama beraberinde de hem güven-lik bakımından, hem insani durumlar bakımından, hem sosyolojik bakımdan, hem iktisadi bakımdan, hem de siyasal bakımdan ülke açısından büyük bir soru işareti ve belki risk anlamına geliyor. Hele hele dediğim gibi pasaportsuz girişlerin, oransal olarak yoğun olduğu bir durumda. Aşağı yukarı Türkiye’de realistik tahminlerimize göre 1 milyon 200 bin ile 1 buçuk milyon arasında Suriyeli mülteci var. Bunla-rın 220 bin civarı bölgedeki 11 tane şehrin kampla-rında, kimisi konteynır kentler kimisi çadır kentler-de olmak üzere kamplarda kalıyorlar. O zaman şu var aşağı yukarı 1 milyon insan kamp dışında yaşı-yor. Problemin büyük tarafı bu. Şu ana kadar bizim hem Mazlumder olarak hem de çeşitli başka kuru-luşlar olarak hükümetle görüşmelerimizde temel anlaşamadığımız nokta şurasıydı: hükümet resmi kanallarıyla (Başbakan, Dışişleri Bakanı vs.) açıkla-malarında mülteciler dendiği zaman bundan 6 ay öncesine dek hep kamplar üzerinden düşünüyor-du, kamplar üzerinden diskur geliştiriyordu. Şunun da hakkını teslim edelim; Lübnan, Ürdün ve Irak’ta da kamplar var ve Lübnan’da 1.5 milyondan fazla insan yaşıyor, Ürdün’de 1 milyon civarında mülte-ci var mesela, Ürdün’de Zaatari mülteci kampı şu an fiilen ülkenin en büyük ikinci şehri haline gel-di, popülasyon olarak. Fakat Türkiye’deki kamplar Lübnan, Ürdün ve Irak’la kıyaslandığı zaman, Türki-ye’deki kamp şartları inanılmaz insani ve inanılmaz ciddi masraflar dökülüyor ve gerçekten oradaki Suriyelilerin rahatı için oluşturulan şartlar mevcut olanların en iyisi. BMYK (Birleşmiş Milletler Yüksek Konseyi) Ban Ki Moon, ABD Başkanı, AB de resmi ağızlardan teşekkür ediyor Türkiye’ye. Ama bu pa-ranteze hazır gelmişken şunu söyleyeyim; BMYK dahil Batılı ülkelerden Türkiye’ye gelmiş doğru düz-gün elle tutulur bir yardım, bir destek yok. Türkiye bu konuda tam anlamıyla yalnız bırakılmış durum-da, uluslararası toplum ve devletler düzeni açısın-dan söylüyorum. Buna dair bir gelişme 3 yılı geçmiş olmasına rağmen alabilmiş değiliz, görmedik yani. Hep böyle söylemler üzerinden gidiliyor, Türkiye’ye şu konuda destek veriyoruz, Türkiye şöyle önemli iş yapıyor, tebrik ediyoruz diye ama bunlara destek

için fiiliyatta ve pratikte herhangi bir şey yaşanmı-yor.

Kamplar haricinde yaşayan 1 milyon ve 1 mil-yon 250 bin insanın meselesi; 1-barınma meselesi, 2- temel ihtiyaçlar meselesi, 3-sağlık, 4- eğitim, 5- kültürel ve sosyolojik entegrasyon. Şunu da söyle-mek gerek bu temel ihtiyaçlardan barınmayı, gü-venlikle eş tutuyorum, bunlar önümüzdeki temel meseleler. Şimdi gelelim bu kamp dışındaki 1 mil-yon insanın nerde ne şekilde yaşadıklarına. Bölge şehirlerinde yoğunlaşmışlar. Antep, Osmaniye, Ki-lis, Hatay, Diyarbakır, Mardin, Malatya, Adıyaman; bölgeye yakın şehirlerde yoğunlaşmışlar. Ama asıl yoğunluk büyük şehirlerde, bunun da başını İstan-bul çekiyor. İstanbul, İzmir, Bursa, Mersin, Adana. İstanbul özeline gelecek olursak İstanbul Valiliği ve AFAD yetkilileriyle karşılıklı teyitleşmemiz neti-cesinde İstanbul’da yaklaşık 200-250 bin civarında mültecinin yaşadığı öngörülüyor ve bunlar temel olarak Fatih, Küçükpazar, Eminönü, Balat civarla-rında, Bahçelievler’in daha çok Şirinevler kısmında, Başakşehir’in Altınşehir, Bayramtepe, Şahintepe kısımlarında, Esenler, Gaziosmanpaşa, Ümraniye, Sultançiftliği, Esenyurt, Sultangazi, Küçükçekmece, Güngören, Bağcılar, Sultanbeyli. Sosyolojik kom-pozisyona baktığımızda daha ziyade ortanın altı olarak adlandırabileceğimiz muhitler buralar. Bu-ralarda yaşıyorlar, hakikaten çok çok kötü şartlar altında yaşıyorlar. Hakikaten bir insanın barınama-yacağı kadar kötü şartlar, bizim görüşme yaptığımız yerlerde en ciddi şekilde bizi ruhen yoran, tabir-i caizse darmadağın eden Küçükpazar’daki yaşam şartları oldu. Orada koloniler oluşturmuş Suriyeli insanlar çok ufak tefek 7-8 metrekarelik odalarda, birçoğunda bir pencere dahi yok bodrum katların-da, eskiden otel olarak kullanılan hala tabelaları-na baktığımızda otel yazan ama aslında han olarak kullanılan yerlerde. O hanların her büyük odalarını 7-8’er metrekarelik bölmelerle küçük odalara ayır-mışlar ve her odada bir Suriyeli aile yaşıyor, 7/24 orada kalıyorlar. Her şeyleri orada geçiyor; mut-fakları, soyunma odaları, yatak odaları, her şeyleri orası. Suriyeliler zaten minimum 4 çocuktur, anne babayı da katın 6, bir de yanlarında evin büyüğü varsa 7-8 tane insan 7 metrekarede günlerini geçi-riyorlar. Mutfak tüplerinde yemeklerini yapıyorlar aynı oda içerisinde. Zaten Küçükpazar’daki o han-

Nisan’14 • 15

Page 18: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

lara bir giriyorsunuz sizi çok kötü bir rutubet ve la-ğım kokusu karşılıyor, bizim Küçükpazar’da gözlem yaptığımız günlerden biri yağmurluydu, o yağmur suları odalara kadar girmiş. Sizi aşağı indiğinizde yağmur sularının içerisinde -lağımla karışmış da olabilir- o ortamda yalın ayak dolaşan Suriyeli ço-cuklar karşılıyor. Hakikaten tarif edemeyeceğin kadar günlerce etkisi altında kaldığımı biliyorum o manzaranın. Ve görüşüyorsunuz insanlarla, de-diğim gibi çok temel sorunlar, çok temel problem-ler var. Güvenlik ve barınma işin bir boyutu, çünkü güvenemiyorlar. Maalesef bizim Türkiye toplumu-nun iyi olmayan bir yüzünü gördüm ben orada. Tahammülsüzlük ve yabancı düşmanlığı… Özellikle de işte bu klasik geyikler; “Araplar şöyledir, Araplar böyledir.”, onun üzerinden de yürüyen bir zihniyet var maalesef. Ve bu da ilk evvelemirde oradaki ufak çocuklara olan pratiklerde ve yaklaşımlarda yansı-yor. Yani çok rahat şekilde adam kendi çocuğuna yapamazken, oradaki Suriyeli çocuğa vurabiliyor, bunları gördüm ben çünkü. Oradaki genç kızlara çok iyi davranılmıyor, bunları gördük. Oradaki ka-dınlar bundan çok muzdaripler.

Genç Öncüler: Kadın ticareti olduğu hakkında şeyler söyleniyor.

Abdurrahman Babacan: Şöyle söyleyeyim, ilke-sel olarak biz bunları gündeme çok taşımadık, ra-porda da çok fazla değinmedik buna. Çünkü haki-katen böyle bir algı yaratılması o meselenin özünde

daha da yarayı derinleştirmeye yarayacak. Ama en azından şu söylenebilir; bir yerde bir savaş varsa, bundan en fazla –klasik lafız oluyor ama, çok net gördük bunu- kadınlar ve çocuklar etkileniyorlar. Kadınların birçok konuda istismarı çok açık hale gelebiliyor. Çocukların dilencilik üzerinden istisma-rı çok net. Hatta organ ticaretinden, organ mafya-sından ve çocuk mafyasından haberdarız maalesef, böyle duyumlar ve ihbarlar çok aldık, kadın ticare-tinden de maalesef… Nihai tahlilde şöyle bir şey söyleyeyim size, insanlar Suriye’deki bazı birikim-lerini –ufak tefek olsa da- toplayarak getiriyorlar Türkiye’ye. Türkiye’de kira var, yaşam var vs. 4-5 ay gidebiliyor, sonra insanlar nasıl yaşayacaklar? Soru bu. O kiralar nasıl ödenecek? Nasıl hayatta kalacak-lar? Ve maalesef hakikaten çok acı ama bazı şeyle-re mecbur kalıyorlar. Bu mecburiyeti de ben insani düzlemde değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyo-rum, bu mecburiyeti anlayabiliyorum, bu mecburi-yeti normatif ve ahlâki hesaba ve sorguya çekmenin de çok ahlâki olmadığını düşünüyorum. Çünkü onu yaşamadan bilemez kimse. Nasıl bir mahrumiyet ve nasıl bir mazlumiyet içerisinde o insanların hayatla-rını idame ettirdiklerini görünce ancak diyorsun ki; “Evet, burada ben olsaydım ne yapabilirdim?” diye otomatik olarak insan kendisine soruyor. Sormak da zorunda. Ve zaten o soruyla birlikte de ancak ve ancak orada bu kardeşlerimizin ruh dünyalarına ve pratik yaşam dünyalarına ancak o zaman girebiliyo-ruz, o zaman müdahil olabiliyoruz.

16 • Nisan’14 Nisan’14 • 17

KARANTİNA

Page 19: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

Bu meselede şöyle bir şey var, oturduğumuz yerden biz rahat konuşuyoruz. Her şeye nizamat verebiliyoruz oturduğumuz yerden. Ama ne zaman ki işin içerisine girdiğinde seni rahat uyutmamaya başlıyor ve ondan sonra da buna bigane kalamıyor-sun. Oraya gidiyorsun, buraya geliyorsun, valiliğe müracaat ediyorsun, belediyeye müracaat ediyor-sun, insani yardım kuruluşlarıyla birlikte çalışman gerektiğini düşünüyorsun. Ama nihai tahlilde so-runun ne kadar büyük olduğunu görüyorsun. Ve bu sorun senin, benim, sadece salt insani yardım faaliyetlerinin üzerinden olmuyor –ki bunlar çok önemli, yapılması gerekiyor, bundan vazgeçilme-mesi lazım-, fakat sorunun mahiyeti çok daha bü-yük, makro bir politikayı gerektiriyor. Yani, bilfiil Adalet Bakanlığı’nın, İçişleri Bakanlığı’nın, Sağlık Bakanlığı’nın, Milli Eğitim Bakanlığı’nın, Ekonomi Bakanlığı’nın eş güdümüyle ortaklaşa yapacakları bir makro politika gerekir. Türkiye Cumhuriyeti’nde maalesef bu akıl şu ana kadar çok gelişkin olmadığı için ve böylesi bir meselenin büyüklüğü ve hacmiy-le de nasıl baş edileceği çok pratik yaşanmadığı, bilinmediği için, bu konuda hükümet iyi niyetli olsa da pratikte zafiyetler ve geç kalınmışlıklar arz edi-yor. Bunları da gördük. Mesela, şu an sağlıkla ilgili geldiğimiz nokta çok iyi, ama 6-7 ay evveline kadar şöyle bir sorun vardı; Suriyeli insanlar sağlıkla ala-kalı meselede hastaneye gidip işlerini halledemi-yorlar çünkü paraları yok, dil bilmiyorlar, güvenmi-yorlar. En ufak sağlık sorunlarını dahi çözemeyecek bir noktada o sağlık sorunu büyüyor, büyüyor ve içinde çıkılamayacak büyük bir probleme yol açı-yor. AFAD sınıra yakın 11 tane vilayetle alakalı, dev-lete bağlı herhangi bir sağlık faaliyetinin -devlet ku-rumları açısından söylüyorum- Suriyelilere özelde ücretsiz oluşunu en baştan koymuştu. Umarım bi-zim de katkımız olmuştur, çünkü epey girişimlerde bulunmuştuk. Sağlık Bakanlığı bundan 6-7 ay evvel Eylül ayından itibaren, bu 11 vilayete has uygula-mayı Türkiye’nin bütün vilayetlerine ve bütün has-tanelerine uyguladı. Ve şu an herhangi bir Suriyeli, -pasaportlu ya da pasaportsuz önemli değil- bir sağlık kurumunda ücretsiz muayene olabilir, ameli-yat olabilir. Mesela hamile kadınların düzenli takibi açısından ciddi sorun görmüştük, orada bir prob-lem var. Şimdi bunların her biri çok şükür ücretsiz bir duruma oturtuldu ve sağlıkla alakalı en azından böyle bir pozitif noktadayız. Diğer bir sorunumuz

eğitimle alakalıydı, eğitimle alakalı durumumuz biraz daha sorunlu. Çünkü Türkiye’de biliyorsunuz Tevhid-i Tedrisat Kanunu var. Farklı dillerde devlet eliyle, bizatihi devletin onay verdiği eğitim verile-mez. Şimdi bunun evvelde bir anayasal düzenle-meyle Tevhid-i Tedrisat’ın kaldırılması, bu tabi sa-dece Suriyeli sığınmacılarla ilgili değil, Türkiye’nin genel bir sorunu ama nihayetinde Suriyelileri de çok etkiliyor. Çünkü kendi eğitmenleri var zaten, bir savaştan kaçmışlar, aralarında öğretmenler de var, öğrenciler de var. En azından şöyle bir sonuca varmak istiyoruz. Devlet bilfiil bütün eğitim kurum-larını kendisi organize edemeyebilir ama en azın-dan buradaki yasal engelleri ortadan kaldırırsa bu insanlar çeşitli ortamlarda kendi eğitim organizas-yonlarını yapabilirler. Ki halihazırda informel ola-rak Eyüp, Esenler, Fatih ve Güngören’de informel Suriye okulları var, ilk ve orta dereceli kurumları kastediyorum. Ama tabi bunun formalize edilme-si gerekir, hem de içeriğin iyileştirilmesi gerekiyor. Çok sayıda Suriyeli çocuk ve genç okuyamıyorlar, okulları eğitim hayatları inkıtaya uğramış durumda. Bir başka sorun Türkiye’nin kendi dinamikleri açı-sından güvenlik, sosyolojik ve kültürel entegrasyon sorunu, çünkü hakikaten ciddi bir problem. Bu gü-venlik meselesinin kayıt altına alınamaması. Allah korusun tenha yerlerde bir köprü altında bir gasp olayı bir cinayet yaşansa bunun kaydı yok, ne bir parmak izi var ne emniyette bir kayıt var. Kayıtlar da yavaş yavaş toparlanmaya çalışılıyor. Biraz ge-riden takip ediliyor aslında evvelden de böyle bir aklımız olabilseydi, Suriye sorunu ilk patlak verdiği zaman, bu kayıt işi de sağlık ve barınma sorunları da daha sağlıklı çözülebilirdi. Ama Türkiye’de bu meseleye dair şöyle bir algı var idi dış politikada; “Bu Suriye meselesi 5-6 ay içerisinde çözülür. Do-layısıyla biz Türkiye olarak ciddi anlamda bir yekun ile karşılaşmayız herhalde”, ama böyle olmadı. İşin bir de ekonomik boyutu var, bu insanlar yaşamak zorundalar ve Türkiye toplumunda belli alanlarda ekonomik olarak ciddi anlamda sömürülüyorlar. Bunu işverenler bilerek yapıyor. Basit bir örnek vereyim size, Esenyurt’ta Suriyeli, evlere gündelik temizliğe giden bir hanımla konuştuk. Hanım gün-de 10 saat çalışıyor ve aldığı ücret 20 lira. Öğren-dik ki normalde bu işin ücreti yüz ila yüz yirmi lira arasında oluyormuş. Ücretin çok düşük olduğunu hanıma ima edecek olduğumuzda kendisi durumu

16 • Nisan’14 Nisan’14 • 17

Page 20: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

bildiğini lakin “yaşamak zorunda” olduğunu söyle-di. Olayın şöyle tarafları var, birincisi bir fırsatlık ve bu yolla son derece gayri ahlaki bir sömürü. Bunu uygulayanlar için bir ayıp olarak bu bir kenara ya-zılacak. Madalyonun diğer yüzünde şöyle bir du-rum var, Esenyurt’ta normalde yüz liraya temizliğe giden bir hanım, sırf Suriyelilere yapılan bu mua-meleden dolayı aynı fiyata iş bulamayacak, bu da arada bir sosyolojik gerilim ve bu insanlara yönelik bir nefret doğuracak. Hele hele Hatay’da sınıra ya-kın yerlerde bu duyumları çok alıyoruz. Erkeklerin ikinci eş olarak Suriyeli hanımlarla evlenmesi ve dolayısıyla Suriyeli hanımlara yönelik büyük bir nefret dalgası doğuyor. Aynı zamanda kültürel ve sosyolojik entegrasyonun diğer kısmında, Suriye-lilerle Müslüman benzer bir kültürü paylaşıyoruz ama nihayetinde başka bir kültürel aurada, başka bir kültürel geri planda büyümüşler ve algıları da bizden farklı. Bize göre çok daha rahat davranıyor-lar sosyal alanlarda; metroda, otobüste vs. Farklı-laşmalara bizim toplumuzun tahammül sınırının düşük olduğunu da bilerek bazı şehirlerde bu du-rumlardan kaynaklana sıkıntılar olduğunu biliyo-ruz. Hatay’da zaten uzun zamandır var, Mardin’de var, ki normalde burada olmamasını bekleriz. Hem Türkler hem Kürtler hem Süryaniler beraber yaşı-yorlar ama burada da var. Kilis’te var, Osmaniye’de ve Malatya’da var. İstanbul’da durum belki çok sı-kıntılı değil, çünkü burası evvelden beri çok koz-mopolit, hep farklı grupları barındıran bir şehirdi ve bu farklı insanlar gündelik hayatı bir şekilde be-raberce götürebiliyorlardı. Ama örneğin Konya’da, Kayseri’de, Erzurum’da veya Diyarbakır’da böylesi farklı bir kültürel grubun bu toplumlarda barınma-sı çok daha zor, insanların bu farklılığa tahammül etmesi daha zor. Suriyeli kardeşlerimizin entegras-yonu açısından bu da ayrı bir problem. Dolayısıyla Türkiye’nin şu an yaşadığı bu meselenin hepimi-zin ortak meselesi ve derdi olduğunu bilerek öyle davranmak gerekir. Aksi halde bu sorunu dışsal-laştırırız, sorumluluğu hem başka yerlere, devle-te, belediyeye atarız. Biz de karşı argüman olarak duyuyoruz böyle sözler, yani devletle görüşmüyor musunuz, belediyeler ne iş yapıyor vs. gibi. Tabi ki devlet kurumlarıyla görüşüyoruz, gerekli baskıları onlara da yapıyoruz; Fatih Belediyesi’ne, Esenler Belediyesi’ne, Büyükşehir’e, AFAD’a. Fakat bir de olayın sosyal tabandaki sorumluluk kısmı var. Yani

sadece Esenyurt’taki, Bayramtepe’deki, Altınşe-hir’deki, Esenler’deki, Sultangazi’deki bir tekstil atölyesinde akşama kadar tabanları şişinceye dek çalıştırılıp bunun karşılığında son derece cüzi üc-retler alan Suriyeli genç kızların durumu, sadece hükümetin sorunu mu, devletin meselesi mi? Biz ne yapacağız, bizim o işverene karşı tutumumuz ne olacak? Bu totalde bir ahlaki problem, totalde bir vicdan ve insan meselesi.

Sosyolojik kompozisyon çok çeşitli, mesela Küçükpazar’da kalanların % 95’i Kürt, ama içeri-sinde Nusayri olanlar var, hatta Esed yanlısı olanlar var, Sünniler, Türkmenler, Araplar var. Türkiye’ye özellikle şu gruplar geliyor, diğerleri gelmiyor diye bir ayırım yapamıyoruz. Her tabandan, farklı grup-lardan insanlar var şu an Türkiye’de.

Genç Öncüler: IHH, Suriye Nur Derneği vs. va-kıfların mültecilere yardım ettiği, fakat diğer dı-şarıda kalanların Esed yanlısı oldukları sebebiyle yardım görmediği gibi bir söylenti var. Hakikatte bu durum nasıl?

Abdurrahman Babacan: Çok yanlış, böyle bir durum yok. Yani tabi ki Esad yanlısı olup da buraya gelmiş ve çok zor şartlar altında yaşayan insanlar var. Fakat çoğunlukla bu işin direkt kurbanı; halk. Sokaklarda kalanların çoğu ise Esad karşıtı, muha-liflerden oluşuyor. Esenyurt, Başakşehir vs. bölge-lerin nerdeyse tamamı muhalif. Şunu da söylemek gerek, Başakşehir’de çok lüks yerlerde oturan Suri-yeliler de var, bunlar genelde Esad zamanında bü-rokratik işlerle meşgul olmuş, iyi kazanmış ve savaş ortamında yaşamak istememiş insanlar.

İnsani yardım kuruluşları tarafından bakılınca, şöyle bir sıkıntı var, İstanbul’a el atmaya biraz çe-kiniyorlar. Çünkü İstanbul’a el attıkları anda bunun devamı gelecek ve bunun altından kalkamaya-caklarından korkuyorlar. Dolayısıyla biz de bazıla-rını kamplara gitmeye teşvik ettik. Mesela AFAD Başkanı, yaptığı bir açıklamada kamplar yetersiz olduğu takdirde yenisinin açılabileceğini söyle-mişti. Ama insanlar genellikle gitmek istemiyorlar, bunun en başta gelen sebebi, güvenlik sorunları. Kamp ortamı daha kapalı bir ortam, ülkedeki her çeşit insan var ve sorunlar çıkıyor. Son dönemde hükümet farklı bir klasifikasyona gitmiş, mesela şu şehirdekiler Nusayri, şuradakiler Kürt vs. şeklinde.

18 • Nisan’14 Nisan’14 • 19

KARANTİNA

Page 21: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

Aksi halde ciddi iç güvenlik sorunları var. İkinci fak-tör, kamp ortamının hapishane gibi görülmesi. Bu anlaşılmalı, bize oturduğumuz yerden “kampa git-sinler” demek kolay olabilir, fakat bu hususta daha anlayışlı olmak gerek.

Genç Öncüler: Suriyeli mülteciler üzerine hem sorunları hem net sayıları hem de tüm durumu an-latan kamuoyunu bilgilendirecek doyurucu bir ra-por sunuldu mu? Ayrıca son olarak biz Müslüman gençler olarak ne yapabiliriz?

Abdurrahman Babacan: Mazlumder’in raporu bu anlamda biraz ilk olmak niteliğini taşıyor. Şu se-beple, biz net bir sorun gördük karşımızda ve bu pratikteki soruna anlık bir karşılık vermemiz lazım-dı. Bu bir ön rapor, ama bunun daha kapsamlısı muhakkak yapılmalı. Uluslararası Stratejik Araştır-malar Kurumu (USAK) bir rapor yayınladı. O da iyi bir rapor ama tam tabloyu vermiyor. Fakat nihai tahlilde, bu konuyla alakalı, gerek koordinatör va-liyle, gerek bölgedeki vakıf ve dernek ilgilileriyle, gerekse oradaki siyaset yapıcılarla irtibat halindeyiz ve onlar sorunun mahiyetine vakıflar. Fakat olayla-ra farklı açılardan bakan, konuyu farklı cihetleriyle ele alan incelemeler yapılmalı. Mesela Suriyeliler açısından güvenlik sorunu, sosyal entegrasyon, ik-tisadi açıdan gidişat vb. konuların incelendiği farklı raporlara ihtiyaç var.

Müslüman gençler olarak, benim naçizane gör-düğüm bir şey var: Suriye meselesi çok girift bir meseleye dönüştü. Buradaki kafa karışıklıklarını mümkün olduğunca siyaset ve ideoloji rezervas-yonlarından kurtarmamız ve olayı bir Müslüman vicdan, Müslüman adalet ve Müslüman insaf ölçü-leri içerisinde ortaya koymamız ve o şekilde insan odaklı bir bakış açısına sahip olmamız gerekiyor. Aksi halde şuraya doğru bile gidebiliyoruz: İHH’nın son dönemde Türkiye hükümetiyle kurduğu siyasal yakınlaşma ya da iç siyaset üzerinden kurulan bazı yakıştırmalara, İHH’ya, Mazlumder’e veya başka kurumlara aldanmamak lazım. Burada nihayetinde bizim derdimiz insan ise, ki öyle, Suriye’deki siya-sal denklemler, yabancı unsurlar vs. gibi konulara çok düşmemek gerek, bunların hiç biri kesin bilgiye dayanmıyor ve bizim sorunumuzu çözmüyor. Bu tartışmalardan Müslüman gençlerin uzak durması gerek, bunlar çok zait, çok gereksiz tartışmalar. Bu

konulara ilgi duyan Müslüman gençlerin kolayca çok mikro durumlara takılıp bu durumlar üzerin-den olayın hakiki fotoğrafı göremediklerini ve bu yüzden de doğru refleksleri, doğru tepkileri ortaya koyamadıklarını gözlemlemeye başladım. Siyaset, siyasi angajmanlar ve siyasi rezervasyonlar, bu ko-nunun maalesef özünü manipüle etmeye başladı. Zaten evvelden beri bu tartışmalar ülkeler arası siyasette yer ediyordu, fakat şimdi daha alt bir ba-samağa indik, Türkiye’deki Müslümanlar arasında böyle tartışmalar itibar görmeye başladı. Bu tartış-ma, çekişme ne bizi hakikatli bir sonuca götürür ne de doğru bir zeminde tartışılıyor.

Biz işin hakikatini görmezden gelip, olaya siyasi karşıtlıklar ya da angajmanlar üzerinden bakarsak bu en başta Allah’a karşı bir sorumluluk ve vebal-dir. Biz en başta şuna inanırız: Benim açımdan or-tada bir sorun vardır ve ben bir Müslüman olarak bu soruna bigane kalamam. Yalın düşünmek lazım, basit düşünmek lazım. Karmaşıklaştırdığınız anda olayın hakikatini kaybetmeye başlıyorsunuz. İlki bu. Bir diğeri, bu konuda gereksiz kişisel refleksler vermemek lazım. Mesela şu kurumla çalışmam vs. gibi. Bu son derece yanlış bir konumlandırmadır. Kaldı ki eğer o kuruma dair elinde sahih bir bilgi varsa, niye çalışmak istemediğini açıklayabilecek, bu tepki bir derece anlaşılır. Fakat bunlar da yok. Sahih bilgi, hakikat hiç kimse de yok iken, hele de bu Müslüman gencin sahih kanallarla o konu-yu çözme imkanı mümkün değil iken, zihinlerimiz birkaç taraflı köşe yazısı, haber sunumlarıyla ma-nipüle edilirse, orada olan hepimize olur. Birincisi, bu zait ve hakikaten boş işler yüzünden İslami ve insani sorumluluklarımızı yerine getirmemek su-retiyle Allah’a karşı bunun vebalini taşımak gibi bir riskle karşı karşıya kalırız. İki, sorunumuzu doğru ele alamayarak, mazlumlara yardım edememe ve kendi kendimizi kısıtlama, kendi kendimizi engelle-me gibi bir yanlışa düşeriz. Bunların ikisi de büyük yanlışlardır ve vebal gerektirir. Dolayısıyla herhangi bir angajman, herhangi bir sabit fikirlilik, önyargı veya kabuller üzerinden yola çıkmayalım. Daha ba-sit düşünelim, burada bir mazlumiyet vardır ve biz bunu çözmek için bazen hükümetle bazen devletle bazen bir yardım kuruluşu veya lokal kanallarla ça-lışırız. Bu konuda tüm kanalları zorlayalım ve tüm kanalları bunun bir aracı olarak kullanalım.

18 • Nisan’14 Nisan’14 • 19

Page 22: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

M odern dünyanın an itibariyle kanayan en

büyük yarası olan Suriye, modern insan

tarafından son derece umursanmayarak kendi

haline bırakılmış durumda. Her gün farklı katliam

çeşitleriyle yüzlerce, binlerce insanın öldüğü fakat

yıllardır çözüme ulaşılamayan bir coğrafyadan

bahsediyoruz. Katliamların artık normalleştiği,

tepki eşiğinin en az 1000-1500 insan seviyesine

yükselmiş olduğu bir bölgeden bahsediyoruz.

Bu satırlar yazılırken yüzlerce insanın son nefesi-

ni verdiği bir yerden bahsediyoruz. Ve bu kadar

katliam, kan ve gözyaşının en büyük faili “BAAS”

rejiminden (partisi) bahsediyoruz.

Baas partisinin tarihi, modern Suriye tarihi ile

birebir örtüşmektedir. Baas, ilk dönem Türkiye

ve Nasr liderliğindeki Mısır’daki lider partiler ör-

neğinde olduğu gibi güçlü bir

liderin öncülüğünde bir

devlet partisi olarak yönetimin her alanına hakim

olmuştur. Baas partisi tepeden inmeci bir yön-

temle kurduğu “Bonaparist bir rejimle” yeni bir

devlet anlayışı geliştirmiş ve toplumu feodal ve

geleneksel yapısından kopararak modernleştirme-

ye çalışmıştır. Baas partisinin hemen hemen tüm

faaliyetleri Esed rejiminin istikrara kavuşturulması

için yapıldığından Suriye bir Baas ülkesi konumu-

na indirgenmiştir.

1940 yılında Ortodoks Mişel Eflak ile Sünni Sa-

lah Bitar öncülüğündeki bir grup aydın tarafından

kurulan ve ilk kongresini 1947 yılında yapan Baas

Partisi birlik, özgürlük ve sosyalizm ilkelerini bay-

raklaştırmıştır. Bu ilkelere göre önce bölünmüş ve

dağılmış Arap halkının birliği sağlanmalıdır. Baas

partisi Suriyeli kimliğinden ziyade Arap kimliğini

vurgulamış ve İslam’ı Araplığın ayrılmaz

bir parçası olarak tanımlamıştır. İkin-

ci olarak

SURİYE’NİN VE İNSANLIĞIN KATİLİ: BAASMuhammed Fatih OSMANOĞLU

KARANTİNA

20 • Nisan’14

Page 23: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

Arap halkı yabancı işgalinden ve etkisinden kur-

tarılmalıdır. Baas’ın ortaya çıktığı yıllar Arap dev-

letlerinin büyük çoğunluğunun sömürge altında

olduğu bir dönem olduğu için Baas yabancı iş-

galinden kurtulmayı temel önceliği kabul etmişti.

Üçüncü olarak, zenginlik ve iktidar asillerin elin-

den alınarak devlete aktarılmalı ve sosyal adalet

ile toplumsal huzur sağlanmalıdır. Baas Partisi,

sosyalizm ilkesinden hareketle ülkedeki toplumsal

yapıyı mağdur kesimler lehine yeniden düzenle-

meyi amaçlamıştır. Baas rejimi, devletin belirlediği

ritüellere zorunlu katılımlarla ve söylemini kabul

ettirmekle insanlara baş eğdirmiş ve itaat üretmiş

bir rejimdir.

Baas bir kitle partisi olmak amacıyla yola çık-

mıştı. Fakat toplumsal eşitlik ve sekülerizm ilkeleri

dolayısıyla daha çok azınlıkların ilgisini çekmiş-

tir. Baas liderleri, daha önceleri şehirli ve Sünni

Arapların tekelinde bulunan Arap milliyetçiliğini

seküler bir temel üzerinde

yeniden tanımlayarak Batı

tarzı bir ideolojiye dönüştür-

müş ve böylece azınlıklara

dayanan bir rejim oluştur-

muşlardır. Baas partisi İslamı

ikinci plana itmiştir. Arap ta-

rihindeki merkezi rolü gereği

İslam dinini Arap milli kültürü-

nün ayrılmaz bir parçası olarak

görmeye devam etmiştir. Baas

partisinin kurucularının seküler

Arap milliyetçiliği temelinde bir

ideoloji geliştirmelerinin temel

amaçlarından biri sömürgecilik

sonrasında Arap halkının içine

düştüğü aşağılık kompleksin-

den kurtulması ve Arap halkının

tekrar tarihin bir öznesi haline

getirilmesiydi. Bu amaç ile sekü-

ler Arap milliyetçiliği Baas rejiminin temel devlet

ideolojisi, Araplık da halkın temel kimliği olarak

benimsenmiştir. Dini ve mezhebi ne olursa olsun

eğitim yoluyla insanlara Arap kimliği ve milliyetçili-

ği aşılanmaya çalışılmıştır.

Hafız Esed zamanla Baas’ın ideolojik sertliğini

gideren pragmatik bir söylem geliştirmiştir. Baas

partisi içerisindeki radikal sol kanatla karşılaştırıl-

dığında Esed’in, devleti sınıf devriminin bir aracı

olmaktan çıkararak rejimin güvenliğini önceleyen

bir iktidar mekanizması haline getirdiği görülür.

Bu anlayışa uygun olarak Esed ıslah

hareketini, bütün kaynakla-

rın ve insan gücünün işgal al-

tındaki toprakları kurtarmak

için harekete geçirilmesi ve

Baas partisinin ordu, med-

ya, ekonomi, eğitim ve din

gibi toplumun bütün alan-

larını kontrol altında tutul-

ması olarak görmüştür. Öyle

ki devletin bütün kurumları

Baas partisinin denetimine

girmiştir. Esed, toplumun her

kesiminden insanı parti çatısı

altında toplayarak Suriye’yi

bir Baas ülkesi haline getir-

miştir. Böylece darbe yapma

potansiyeline sahip askeriye,

rejimi eleştirerek meşruiyeti-

ni kaybetmesine sebep ola-

bilecek medya ve üniversi-

teler, ekonomik talepleri yükselten işadamları ve

sendikalar gibi otoriter bir rejim için tehlikeli olabi-

lecek bütün kurumları denetim altına alarak tüm

bu tehditleri ideoloji ve örgütlenme ile rejime razı

kurumlar haline getirmiştir.

Baas partisinin kurucularının seküler Arap milliyetçiliği te-

melinde bir ideoloji geliştirme-lerinin temel amaçlarından biri sömürgecilik sonrasında Arap halkının içine düştüğü aşağılık kompleksinden kurtulması ve

Arap halkının tekrar tarihin bir öznesi haline getirilmesiydi. Bu amaç ile seküler Arap milliyet-çiliği Baas rejiminin temel dev-let ideolojisi, Araplık da halkın temel kimliği olarak benimsen-miştir. Dini ve mezhebi ne olursa olsun eğitim yoluyla insanlara Arap kimliği ve milliyetçiliği

aşılanmaya çalışılmıştır.

Nisan’14 • 21

Page 24: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

BAAS İKTİDARI

1963’te iktdara gelen Baas partisinin siyasi is-

tikrarı sağlaması ancak Hafız Esed’in 1970 yılında

iktidarı ele geçirmesi ve 1971 yılında yapılan refe-

randumda oyların %99.2’sini alarak devlet başka-

nı seçilmesiyle mümkün olmuştur. Devleti istikrara

kavuşturması ve sistemin kurumsallaşması konu-

sundaki başarılarından ötürü Esed, yerli ve yaban-

cı gözlemciler tarafından Suriye’nin kurucu babası

olarak nitelendirilmektedir. Bugünkü siyasal ya-

pının her noktasında Hafız Esed’in izlerini bulma

mümkündür. 1972’de Baas partisi öncülüğündeki

altı siyasi partiden oluşan Ulusal İlerici Cephe’yi

kurduktan sonra 1973 yılında kalıcı bir anayasa

hazırlanmış ve yürürlüğe konmuştur. 30 yıllık ikti-

darı boyunca milliyetçi, realist ve pragmatist özel-

likleri ön plana çıkan bir liderlik sergileyen Esed,

ülkedeki siyasal, ekonomik ve toplumsal hayatı

kontrol altında tutan totaliter bir rejim kurmuştur.

Esed siyasi istikrarı sağladıktan sonra iktidarını

iç içe geçmiş halkalarla ifade edilebilecek çok yön-

lü bir tarzda oluşturmuş, farklı zamanlarda ortaya

çıkan ihtiyaçlara göre bu halkalardan birini ön pla-

na atmıştır. En dar halkaya bakıldığında Esed’in ki-

şiliği görülür ve siyasal sistem kişisel özellikler gös-

terir. Otorite ve güç Esed’in şahsında toplanmış,

Esed’in karakteri, tecrübesi, ideolojisi, siyasi an-

layışı ve kişiliği Baas rejiminin iktidarında devletin

genel siyasetini belirlemiştir. Esed iktidarın üç te-

mel kurumunu denetimi altında tutmak suretiyle

otoritesini sağlama almıştır. Genel sekreter olarak

partiyi, devlet başkanı olarak bütün idari yapıyı ve

silahlı kuvvetler başkomutanı olarak orduyu kont-

rolü altında tutmakla ülkenin siyasal sistemini kişi

merkezli bir iktidara dönüştürmüştür. Stratejik

önemi olan görevlere yapılan atamalardaki temel

ölçüt Esed’e mutlak sadakat ve bağımlılıktır.

Esed’in liderliğinin ikinci halkasını kabile ve aile

bağları oluşturmaktadır. Esed ve ailesinin bağlı

olduğu Kelbiye kabilesi, Suriye’deki Nusayrilerin

dört temel aşiretinden birisidir. Bu aşiretin özellik-

le Esed ve Mahluf aileleri devletin temel kurumları

ve bürokrasideki kilit görevlerin çoğunu ellerinde

bulundurmuşlardır. Esed ailesinin çok sayıda men-

subu Esed rejiminin başından itibaren parti bürok-

rasisi, ordu ve sivil bürokrasi içinde başka önemli

görevlerde bulunmuşlardır.

Esed’in liderliğinin cemaatçi, mezhebe ve et-

nisiteye dayalı olması üçüncü halka olarak ortaya

çıkmaktadır. Esed’le birlikte Suriye’de ilk kez bir

Nusayri devlet başkanı olmuştur. Nusayrilik dev-

letin temel bakış açısının şekillenmesinde başlıca

rol oynadığından dolayı Esed rejimi, aynı zamanda

Nusayri rejimi olarak da algılanmış ve nitelendiril-

miştir. Özellikle orduya ve istihbarat kurumlarına

hakim olan Nusayriler arasındaki cemaatçi-mez-

hepçi dayanışma Suriye siyasal sisteminin ve do-

layısıyla Esed iktidarının devamının temel belirle-

yicileri olmuştur. Bugün itibariyle yönetim karşıtı

protestolara karşı şiddet kullananların başında

gelen Nusayriler, Baas rejimini kendileriyle özdeş-

leştirmişlerdir. Bu hizipçi anlayışın temelinde Nu-

sayrilerin Sünniler tarafından ötekileştirilmeleri,

hatta bazen kafir olarak görülmeleri gibi tarihsel

algılar yatmaktadır. Bu dışlayan tutum Nusayrile-

ri dine karşı radikalleştirmiş, yabancılaştırmış, se-

külerleştirmiş ve sekteryen davranmaya itmiştir.

Esed de seküler Arap milliyetçiliğini dinsel kimliğin

önüne çıkararak bu sorunun üstesinden gelmeye

çalışmıştır.

Esed tarafından oluşturulan siyasal sistemin

dördüncü halkasında ideolojik bir grup olarak

Baasçılar bulunmaktadır. Milliyetçi ve sosyalist dü-

22 • Nisan’14 Nisan’14 • 23

KARANTİNA

Page 25: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

şünceden hareketle geliştirilen Baas Partisi ideolo-

jisi, 50 yıldan uzun bir zamandır Suriye devletinin

genel işleyiş kurallarını ve siyaset eğilimini belirle-

mektedir. Bir taraftan tepeden inmeci ve militarist

bir söylemle otoriter, baskıcı ve halktan kopuk bir

yönetimin kurulmasını sağlarken, diğer taraftan

yönetimin halkla iletişimini ve meşruluğunu sağ-

layan tek kurumsal yapı olmuştur. Esed’in kurdu-

ğu rejimin, Arap ve Müslüman olmayanlar dahil

Suriye halkının bütün kesimleri tarafından benim-

senmesinde partinin etkin bir şekilde kullanılması

önemli rol oynamıştır. Devlet partisi olan Baas, en

azından resmi söylemde, bütün ulusu kucaklamış

ve Esed rejimi ile halk arasında bir köprü işlevi gör-

müştür.

Baas rejimi, farklı amaç ve beklentilerle ve prag-

matik nedenlerle Nusayrilere ve Baasçılara destek

veren grupların biraraya gelmesinden müteşekkil

bir siyasal sistemdir. Nusayrilere destek verenlerin

başında Hristiyan ve Durzî gibi dinsel azınlıklar gel-

miştir. Bireysel ve ortak çıkarlar temelinde düşü-

nen bu gruplar, Baas rejimi altında sahip oldukları

görece rahatlık ve güvenliği kaybetme korkusuyla

Nusayrilere destek vermişlerdir. Bunların dışında

özellikle kırsal kesimlerde yaşayan dışlanmış Sün-

ni kabileler ile Şam merkezli zengin Sünniler de

Baas yönetimine destek olmuşlardır. Toplumun

her kesiminin sadece Nusayrilerle yönetilemeyece-

ğini bilen Esed kendi Sünni elitini oluşturmuştur.

Şam’ın önde gelen Sünni aileleriyle ilişkilerini iyi

tutmuş ve Sünnileri yatıştırmak için onlara hükü-

mette yer vermiştir. Özel sektör güçlü olmadığı

için devlete bağımlı burjuva sınıfı da Şam’ın yerel

burjuvasıyla birlikte Esed rejimine

destek vermiştir.

Esed rejimi ekonomik rantı ve toplumsal kimliği

kullanarak toplumsal destek tabanını genişletmiş

ve güçlendirmiştir.

BEŞAR ESED’İN İKTİDARA GELİŞİ

Hafız Esed’in 10 Haziran 2000 tarihinde ölümü

üzerine yerine oğlu Beşar Esed geçmiştir. Eğitimi-

nin iki yıllık bir kısmını Batıda tamamlayarak bir tıp

doktoru olarak yetişmiş Beşar’ın devlet başkanı ol-

ması bazı soru işaretlerini beraberinde getirse de,

Batı düşüncesine ve küreselleşmenin değerlerine

aşina olan genç bir liderin ülke yönetimine gelme-

si Suriye’nin geleceği konusunda hem içeride hem

dışarıda iyimser beklentilere yol açmıştır. Hafız’ın

yerine geçmesi beklenen büyük kardeş Basil’in

1994’te geçirdiği trafik kazası sonucu ölmesin-

den sonra veliaht tayin edilen Beşar, 94 yılından

2000’e kadar devlet başkanlığına hazırlanmıştır.

Gerekli halkla ilişkiler çalışmaları yapılmış ve Beşar

halka dürüst, reformcu, ılımlı ve açık

görüşlü bir kişi olarak tanıtılmış-

tır. Devletlerarası ilişkilerde de-

neyim kazanması için ülkeyi

temsilen yurt dışı ziyaretlere

gönderilen Beşar, geleceğin

Suriye’sinin mimarı intibaını

pekiştirmesi için Basil ta-

rafından kurulan Suriye

Bilgisayar Derneği’nin

başına getirilmiştir. Yö-

netimde Beşar’ın liderli-

ğine karşı çıkması muh-

temel olan kişiler devre

dışı bırakılmış, yönetimde

kapsamlı bir yeniden

22 • Nisan’14 Nisan’14 • 23

Page 26: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

yapılanma ger-

çekleştirilmiştir.

B a b a s ı n ı n

ölmesi üzerine

Suriye meclisi

ve Baas partisi

Beşar’ın devlet

başkanı olması

için gerekli yasal

düzenlemeleri

yapmış bu bağ-

lamda devlet başkanı olma yaşı 40’tan 34’e indiril-

miştir. Aynı gün Baas partisi Esed’i devlet başkan-

lığına aday göstermiş, akabinde albay olan rütbesi

korgeneralliğe yükseltilmiş ve Suriye Silahlı Kuv-

vetler Komutanlığına getirilmiştir. 17 Haziran’da

Baas partisi genel sekreterliğine de seçilen Beşar,

resmen aday gösterildikten sonra 10 Temmuz’da

yapılan referandum sonucu oyların %97’sini ala-

rak devlet başkanı olmuştur.

Beşar’ın devraldığı azınlık rejimi ve ülkedeki

hassas dengeler kişisel özelliklerini ikinci plana

atmasına sebep olmuş, Nusayri ve Baas seçkinle-

rinin ülkede kurduğu sistemin devam ettirilmesi

dışında başka bir söylem geliştirememesine ne-

den olmuştur. Mensubu olduğu azınlık iktidarına

uygun davranmak zorunda kalmıştır. Arap isyan-

ları dalgası ülkesine sıçrayınca yönetimi protesto

eden halk kitlelerine yönelik tutumunun çok sert

ve kaba şiddete dayanması da büyük ölçüde Baas

rejimi ve iktidar elitinin imtiyazlarını savunmasının

bir sonucu olmuştur. 2000’lerde siyasi, ekono-

mik ve kültürel alanlarda sorunlarla karşı karşıya

kalan Suriye’nin yeniden yapılandırma ihtiyacı ve

beklentisi yüksekti. Halk vaat edilen değişim prog-

ramlarının uygulanmasını beklerken, iktidara gel-

mesinden hemen sonra değişim vaat eden Beşar

Esed de yönetiminin deneyimsiz günlerinin sakin

geçmesini sağlamıştır. Örneğin, uzun süredir siya-

setten dışlanan Sünni ve Kürtleri yönetime dahil

etme sözü vermişti.

İktidara geldiğinde Beşar’ın vaatlerini gerçek-

leştirmede ve amaçlarına ulaşmada kendisine

yardımcı olacak

yakın bir çevresi

yoktu. Babası-

nın çevresini kul-

lanmasının yanı

sıra pek çok ar-

kadaşını önemli

mevkilere ge-

tirerek kendi

kadrosunu oluş-

turmuş ve yöne-

timini sağlamıştır. Yönetiminin ilk dönemlerinde

değişim beklentileri doğrultusunda muhaliflere

uygulanan zulmün merkezi haline gelen Mezze

Hapishane’sini kapatmış; ülkede siyasi mahkum

sayısını dört binden, binin altına düşürmüştür.

Ülkede bir bahar havası esmeye, insanlar sokak-

larda siyasi ve entelektüel tartışmalar yapmaya

ve sivil toplum kuruluşları kurulmaya başlanmış-

tır. 2001’de yeni bir bankacılık yasası çıkarmış ve

özel bankaların açılmasına izin vermiştir. 2004’te

ilk özel banka açılmıştır. Lübnan, Suudi Arabistan

ve Ürdün sermayeli bankaların faaliyetlerde bulun-

masına izin verilmiştir.

Suriye ekonomisinin görece daha iyi durum-

da olması, Suriye’nin İsrail karşıtı ve Filistin yanlısı

politikası, Baas rejiminin ülke içinde herhangi bir

muhalefete şiddetle cevap vermesi üzerine örgüt-

lü bir muhalefetin olmaması dolayısıyla 2010 yılı

sonlarında Tunus’ta başlayıp önce Mısır’a daha

sonra ise diğer Arap ülkelerine sıçrayan isyan dal-

gasının Suriye’yi etkilemeyeceği düşünülmüştü.

Ancak beklentilerin aksine Mayıs ayı ortalarında

Suriye halkı önce reformların yapılmasını daha

sonraki günlerde ise rejimin değişmesi talepleriyle

sokaklara dökülmüş, Esed yönetiminin halka şid-

detle karşılık vermesi üzerine Arap isyanlarının en

kanlı olanı başlamıştır ve başlangıcından bu güne

her an artan şiddet ve zulümle kat be kat aratarak

devam etmektedir.

Kaynakça: Ataman, Muhittin; “Suriye’de İktidar Mücadelesi, Baas Rejimi, Toplumsal Talepler ve Uluslararası Toplum” SETA Ra-por, Nisan 2012.

24 • Nisan’14 Nisan’14 • 25

KARANTİNA

Page 27: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

K onuşamıyorum… Eksildi dağarcığımdaki ke-limeler. Delirmiş bu insanlar diyorum sonra.

Hepsi delirmiş... Ne olup bittiğinden haberleri yok. Nelerin eksildiğinin farkında bile değiller. Ne düşünmeliyim? Rabbim ne düşünmem ge-rektiğini bilmiyorum. Bana yardım et.

İkinci tekil şahıslara ihtiyacım yok artık. Gör-düm. Her şey gözlerimin önündeydi. Bir insan ne kadar utanabilirse ayakkabısından, içtiği sudan, sıcacık yatağından, diş fırçasından… Bende işte o kadar utandım, ezildim ve gözyaşı döktüm sahip olduğum her şeyden yana. Sonra sordum kendi-me; bu imtihan kimin?

Düğün salonunda 600 kişi kalıyorlarmış...Sanırım balyozla beynime indiriyorlar gerçek-

leri. Sanki havaalanından Reyhanlı’ya geçerken ülke değiştirdik. Sanki burası yaşadığım yerin sı-nırları içerisinde değil. Yoksa neden bu kadar aç insan olsun? Neden bu kadar üşüyen çocuk?

Bu kadar nüfusa rağmen ne banyo var-mış ne de yeterli sayıda tuvalet…

Bundan sonra ne olacağını bileme-menin verdiği çaresizlikle hayatını sürdürebilir mi insan? İş görüşmesi-ne giden bir adam bile kendini beş yıl sonra nerede göreceğinden eminken. Ya babasız çocuklar? Kim büyütecek onları? Arkadaş-ları utanacaklar mı onların ya-nında babalarından bahseder-ken? Ben olsam utanır mıydım?

İnşaat halindeki bu evlerde kaldıklarından ev sahiplerinin haberi yokmuş…

En çaresizidir dünyanın, evine ekmek götüre-meyen bir baba. Ve en çok ağlayanıdır dünyanın, akşam olduğunda çocuklarını aç uyutmak zorun-da olan bir anne. Daha kaç öğün yemekleri be-ğenmemezlik yapacağım acaba? Hiç mi akıllan-mayacağım? Hiç mi doymayacak aç gözlerimiz?

Evler kapısız ve penceresiz… Dört duvar be-ton ve buz gibi soğuk… İliklere kadar.

Macide yağmur suyuyla bulaşık yıkıyor. Allah’ım, yağmur suyuyla bulaşık yıkıyor Macide. İnanamıyorum. Sonra bakımlı ellerini musluk su-yunun kıyısından bile geçirmeyen kızlar geliyor aklıma. Bir kez daha inanamıyorum. Mahcuplu-ğun yüzüme örtü olsun Macide, ne güzel kızsın…

Savaşın kazananı, barışın kaybedeni olmaz demiş biri. Bu savaş hangi tarlanın mahsulü? Tohumları kimin elinde? Silahlar hürriyet mi getirir? Bebekler için de kurşun geçirmez yelek

var mı? Dünya yalın ayak da yürünür mü? Hiçbir şey yemeden kaç gün dayanır

insan? Daha kaç ölüm haberi duy-mayı bekliyoruz ayağa kalkmak

için? Biz ayağa kalktığımızda bir Suriye kalır mı? Dükkan, ev, okul, hastane, manav, dağ, taş, ova, insan… Allah’ım kafamdaki soru işaretleri boyumu aştı, çıkamıyorum işin içinden.

Hep tekrar etmeliyim; gördüklerimi unutmamalı-yım…

Unutmamalıyım.Unutmamalıyım!

İNSANLAR VAR İÇİMİZDE, BİZDEN UZAKHatay, Reyhanlı dönüşü – Nisan/2013

Şehadet Günhan

Sınanmadığınız bir acı üzerine konuşmak her zaman kolaydır. Tarık Tufan

24 • Nisan’14 Nisan’14 • 25

KARANTİNA

Page 28: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

S uriye,coğrafi konumu,farklı mezhep ve etnik unsurları barındıran nüfus yapısı ve karmaşık

dış politika bağlantıları nedeni ile bölgenin fay hattı olarak görülmektedir. Ülke bölgesel rekabe-tin geçiş noktası olarak görüldüğünden yaşanan gelişmeler ülkenin önemini hem komşuları hem de bölge için kritik hale getirmektedir.

Suriye tarih boyunca Akdeniz’in tüm doğu kı-yılarını içine alan coğrafyayı tanımlamak için kul-lanılmıştır. Suriye adını ilk defa eski Yunanlılar üç kıtanın birleştiği yeri anlatmak için kullanmışlardır.Bu isimle 20. yy.’ın başına kadar bugünkü Suriye, Lübnan, Ürdün, Filistin ve İsrail kastedilmektedir.

Bölgeye ilk dönemlerde pek çok devlet hakim olmuştur. Kenanlılar, İbraniler, Aramiler, Asurlu-lar, Babilliler, Persler bunların başında gelir. Büyük İskender’inin gelişiyle Helen kültürünü tanıyan bölge, M.S. 20 yılında Roma İmparatorluğu’nun sınırlarına katılır. Roma’nın parçalanmasından sonra bölgede bir buçuk asır sürecek Bizans haki-miyeti başlar. Bölge bu süreçte Sasani saldırılarına maruz kalır.

Suriye’de İslam HakimiyetiHalid b. Velid komutasındaki İslam ordularının

hakimiyeti sağlaması ile bölgede İslam hakimiyeti başlar. 660 yılında Emevi hakimiyetine giren Su-

riye toprakları 750 yılında Emevi Devleti’ni yıkan Abbasiler’in eline geçmiştir. Bu süreçte halifelik merkezinin Şam’dan Bağdat’a taşınması ile bölge eski önemini kaybetmiştir.

Abbasiler’den sonra bölgede Müslüman-Hristi-yan mücadelesi başlamıştır. Suriye’de Abbasiler’in zayıflaması ile merkezden kopmuş ve daha son-ra Mısır’daki Tolunoğulları Devleti’ne bağlanmış-tır. Tolunoğulları bölgede hakimiyet kuran ilk Müslüman-Türk devletidir. Tolunoğulları’nın yı-kılmasından sonra devletin kuzeyi Hamdeni’lerin güneyi ise Mısır merkezli Ihşidiler’in idaresine geç-miştir. Daha sonraki süreçte güçlenerek Mısır’ı ele geçiren Fatımiler, 969 yılında önce Filistin’i ardın-dan da Şam’ı ele geçirmiştir.

11. yy. da Suriye’de başlayan Büyük Selçuklu Devleti hakimiyeti Haçlı Seferleri sebebi ile kısa sürmüştür. 1128 yılında Selçuklu emirlerinden Musul atabeyi İmadeddin Zengi’nin Haçlı kuvvetle-rini ülkeden çıkarması üzerine oğlu Nureddin Zen-gi ülkeyi geri almıştır. 1171 yılında ise Zengiler’in komutanı olarak Mısır’a giren Selahaddin Eyyubi, Fatımi Devleti’ne son vererek, Suriye ve Mısır’ı içine alan güçlü bir devletin temellerini atmıştır. Eyyubi Devleti’nin yıkılmasından sonra, 1260 tarihinde Sultan Baybars ko-mutasındaki Memluk ordusu, Ayn Calut Savaşı’nda Moğol-ları yenmiş Suriye’de ha-kimiyeti sağlamıştır.

DÜNÜ VE BUGÜNÜYLE SURİYEMuhammet TUTKUN

KARANTİNA

26 • Nisan’14

Page 29: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

Yavuz Sultan Selim’in 1516 yılındaki Mısır seferi sırasında, 24 Ağustos 1516 tarihindeki Mercidabık Savaşı neticesinde Memluk ordusu bozguna uğra-tılarak Suriye Osmanlı toprakları-na katılmıştır. Yaklaşık dört asır sürecek Osmanlı hakimiyeti sü-resinde Suriye siyasal, ekonomik ve kültürel açıdan altın çağını ya-şamıştır. Osmanlı Devleti bölgeyi dört eyalete bölerek yönetmiştir. Osmanlı bölgede merkezi yöne-timi sağlamakla beraber yerel topluluklara belirli ölçüde özerk-lik tanıyan askeri nitelikte feodal bir yönetim kurmuştur. Aynı za-manda merkezden atanan yöneticiler dışında yö-netimde Arap din adamları da yer almıştır.

18. yy. ikinci yarısından itibaren meydana gelen isyanlar burayı Avrupalı devletlerin aske-ri müdahalesine zemin hazırlamıştır. 198 yılında Napoleon Bonaparte Fransız ordusu Mısır’a sefer düzenleyip ardında Suriye’yi ele geçirmeye çalış-mıştır. Ancak Akka’da Cezzar Ahmet Paşa komu-tasındaki Osmanlı ordusunu geçememiştir.

Fransa’nın çekilmesinin ardından Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa,Osmanlı’nın içinde bu-lunduğu kriz ortamını değerlendirmiş ve Mısır’da

kendi hanedanlığını tesis etmiştir. Daha son-ra oğlu İbrahim Paşa komutasındaki bir

orduyu Suriye’ye sevk etmiş 1832 yılında bu toprakları hakimiyeti

altına almıştır. Suriye toprakla-

rını geri almak isteyen Osman-

lı Devleti’nin Nizip Savaşı’nda

yenilgiye uğramasından sonra,

duruma müdahale eden Avrupa

devletleri, Mehmet Ali Paşa’yı

Suriye’den çekilmek zorunda bı-

rakmış, bölge yeniden Osmanlı

hakimiyetine girmiştir.

Birinci Dünya Savaşı sırasın-

da Osmanlı Devleti’nin aske-

ri yönden önemli bir harekat

merkezi olan Suriye Mısır’da

bulunan İngiliz askeri güçlerinin

başlıca hedefi olmuştur. Bölge-

ye Osmanlı 4. Ordu Komutanı olarak Cemal Paşa

atanmıştır. Cemal Paşa, bazı Arap liderlerinin İn-

gilizler ve Fransızlar ile işbirliği içerisinde olmasın-

dan dolayı sert politika izlemiştir. Bunu doğrular

nitelikte 27 Haziran 1916 tarihinde Şerif Hüseyin,

İngiltere ile varmış olduğu mutabakata uygun

olarak Türklere karşı ayaklanma başlattığını ilam

eder. 1918’de ise bölgede konuşlandırılan bir

Arap ordusunun desteği ile taarruz harekatında

bulunan İngiliz birlikleri bölgeyi işgal eder.

İngiltere’nin Suriye’yi işgalini müteakip, bağım-

sız devlet kurma vaadiyle isyan etmiş olan Şerif

Hüseyin’in oğlu Faysal, Şam’a girerek İngiltere’nin

desteği ile bir Arap hükümeti kurar. Savaş sırasın-

da İngilizlerden bağımsızlık sözü alan Arap liderle-

rinin topladığı kongrenin, Faysal’ı Suriye’nin kralı

ilan etmesine rağmen İtilaf Devletleri Sykes-Picot

anlaşması çerçevesinde Suriye’yi Fransız manda

yönetimine bırakır.

Cemal paşa Lut gölü kıyısında,

3 Mayıs 1915

Nisan’14 • 27

Page 30: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

Suriye’de Fransız Manda Yönetimi (1920-1946)

Fransa Suriye’de etnik ve dini azınlıkları des-teklemek suretiyle Arap milliyetçiliğini zayıflatarak konumunu güçlendirmek için çaba sarf etmiştir. Bunun için kuzeyde bir Alevi devleti, merkezde bir Sünni devleti ve güneyde de bir Dürzi devleti kurulması hedeflenmiştir. Sadece Lübnan’da bir Hristiyan devleti kurulmuş Suriye’nin geri kalanın-da etnik ve dini farklılıklar çerçevesinde beş ayrı otonom bölgeye ayrılmıştır.

Fransa sahip olduğu manda devletleri arasında en çok Suriye’de zorlanmıştır. Bu sebeple bu böl-gede baskı politikası izlemiştir. Bu baskı politikaları başta Dürziler olmak üzere Nusayriler ve Bedevi-lerin çıkardığı isyanlara dönüşmüştür. Bu isyanlar sırasında 6000’den fazla insan hayatını kaybetmiş-tir. Bu isyanlar neticesinde Halep ve Şam Suriye Devleti adı altında birleştirilmiştir. İkinci Dünya Savaşı arefesinde ekonomik anlamda sıkıntılı dö-nemler yaşayan Fransa kendi manda idaresindeki ülkelere karşı uyguladığı politikalarda önemli de-ğişikliklere gitmiştir. 1936 sonunda imzalanan an-laşma ile Haşim Attasi önderliğinde kurulan ulusal hükümet Fransa tarafından tanınmıştır. Bağımsız-lığın tanındığı bu anlaşma ile Alevi ve Dürzi

bölgeleri Suriye’ye dahil edilmiştir. Bu anlaşma-da İskenderun sancağı Türkiye’nin isteği ile ayrı bir yönetimi kavuşturulmuş daha sonra da Hatay Türkiye’ye bağlanmıştır.

Temmuz 1944 de SSCB, Eylül’de ABD, ertesi yılda İngiltere Suriye’nin bağımsızlığını tanımış ve Fransa’ya Suriye’yi boşaltması konusunda baskı

yapmaya başlamışlardır.BM Güvenlik Konseyi’nde-ki uzun görüşmelerin ardından İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin Suriye’den aynı anda çekilmeleri ko-nusunda anlaşmışlardır. Fransa 17 Nisan 1946’da Suriye’den bütün kuvvetlerini çektiğini uluslara-rası kamuoyuna ilan etmiştir. Böylece Suriye’de 25 yıl boyunca devam etmiş olan Fransız manda yönetimi sona ermiştir.

Suriye’de Askeri Darbeler DönemiBağımsızlığını kazandıktan kısa bir süre sonra

Suriye art arda gelen askeri darbeler sonucunda radikal değişikliklere maruz kalmıştır. Söz konusu askeri darbelerin ilki 30 Mart 1949’da Sünni bir general olan Hüsnü Zaim önderliğinde gerçekleş-miştir.

Ağustos 1949’da general Sami Hınnavi’nin ön-derliğinde gerçekleşen bir karşı darbe sonucunda yönetimden uzaklaştırılmış ve idam edilmiştir.19 Aralık 1949 da Albay Edip Çiçekli, Irak ile bir-leşme fikrinin işlerli kazandığı bir dönemde, Irak ile ülke çıkarları aleyhinde işbirliği yaptığını iddia ettiği Sami Hınnavi’ye karşı darbe düzenlemiştir. Edip Çiçekli ise Albay Faysal el-Attasi önderliğin-deki darbe ile 25 Şubat 1954 de görevden uzak-laştırılmıştır. Baas Partisi bu süreçte çok önemli rol oynamıştır. Bu dönemde Baasçılar ülkede iktidarı ele geçirmek için yoğun çaba harcamışlar, siyaset ve ordu içinde nüfuzlarını artırmak amacı ile yeni kurulan hükümetleri protesto ederek iktidardan çekilmelerini sağlamışlardır.

Birleşik Arap Cumhuriyeti1 Şubat 1958’de Mısır ve Suriye’nin birleşme-

si ile Birleşik Arap Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu birleşmede başı çeken Baas Partisi olmuştur. Kısa bir süre sonra birlik içerisinde huzursuzluklar baş göstermeye başlamıştır. Huzursuzluğun kaynağı bu birliktelikte

ağırlığı oluşturan Mısır’ın izlediği bazı politika-lardır. Mısır Suriye’nin içişlerine müdahale etmiş, Suriye’deki politikacıları görevden uzaklaştırmış-tır. Bunlar birliğe karşı milliyetçi bir muhalefetin güç kazanmasına neden olmuştur. Eylül 1961 de Albay Kerim el-Nahlavi liderliğindeki Şamlı Sünni subayların gerçekleştirdiği darbe ile Birleşik Arap Cumhuriyeti sona ermiştir.

Sultan Paşa el-Atraş, Fransız manda yönetimine karşı savaşan

kuvvetlerinin başında, 1926.

28 • Nisan’14 Nisan’14 • 29

KARANTİNA

Page 31: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

Darbeden sonra yönetime gelen Ayrılıkçı rejim Baas partisini 1940 ve 1950’lerde ortaya koyduğu politikaların tam zıttı politikalar izliyordu. 23 Şu-bat 1966’da Salih Cedid ve Hafız Esad’in liderliğini yaptığı Baas grubu askeri bir darbe ile iktidarı ele geçirdi.

Darbeden bir yıl sonra İsrail ile yapılan ve yenil-gi ile sonuçlanan Altı Gün Savaşları, Suriye’de ik-tidar alanında değişiklikler yaşanmasına neden olmuştur. Yenilgi ile beraber Suriye’deki radikal sosyalist rejim gözden düşmüştür. Salah Cedid ve onun sivil hükümetteki temsilcisi olan Attasi ye-nilgi sonucunda itibar kaybederken hükümette Savunma Bakanlığı ve Hava Kuvvetleri komutan-lığını yürüten Hafız Esad güçlenerek öne çıkmıştır.

Hafız Esad Yönetimi (1970-1991)Hafız Esad,Salah Cedid yönetimine karşı 13

Kasım 1970’de darbe yaparak yönetimi ele geçir-miştir. Hafız Esad devletin başına geldikten sonra devlet başkanlığı, parti genel sekreterliği ve silahlı kuvvetler başkomutanlığını kendi şahsında topla-dı. Hafız Esad yönetimi sırasında meydana gelen en önemli ve belki de en can yakıcı olay 2 Şubat 1982tarihinde gerçekleşen Hama Katliamı’dır. Hama Müslüman Kardeşler’in merkezidir. 1980 yılında Hafız Esad’ı hedef alan suikast girişiminin başarısız olması sonucunda Hafız Esad ilk tavrını hapishanelerdeki Sünni Müslümanları öldürmekle göstermiştir. Bunun üzerine çeşitli yerlerde ça-tışmalar çıkmıştır. Hafız Esad artan çatışmalara son noktayı 2 Şubat 1982’de Suriye ordusunun bir bütün olarak katıldığı ve çoğunluğu Müslü-man yaklaşık 38 bin işinin öldürüldüğü katliam ile koymuştur. Saldırılar sırasında kentteki camilerin büyük bir kısmıyerle bir edilmiştir. Saldırı sonu-cunda 800.000 kadar Suriyeli ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Bu katliam, Nusayri topluluğun kendi içindeki dayanışmasını güçlendirmiş ve Ha-fız Esad’ı ülke içinde rakipsiz bir konuma getirmiş-tir.

Beşşar Esad Suriye’siHafız Esad kendisinden sonra devlet başkanlı-

ğı için oğlunu düşünmektedir. Bunu için ülkedeki çoğu kesimin desteğini sağlar. Ordu, istihbarat, Nusayri ileri gelenleri vs. hepsi oğlunu destekle-mektedir. Böyle bir ortamda 10 Temmuz 2000 tarihinde yapılan referandumda Beşşar Esad oyla-rın % 97’sini alarak devlet başkanı olur. Başa gel-dikten sonra sürekli reformlar yapılacağı yönünde konuşmalar yapar. Hatta bu sebeple bu dönemi Şam Baharı adı bile verilir. Bu dönemde cezaev-lerindeki siyasi tutuklular serbest bırakılır, Ulusal İlerici Cephe içerisindeki partilere kendi gazeteleri-ni çıkarma izni verilir. 1996 yılından sonra sadece üst düzey yöneticilerin kullanmasına izin verilen in-ternet tüm ülkede serbest hale getirilir. Ancak ya-pılan bu değişiklikler aydınlarca yeterli bulunmaz. 2001 yılında hükümete Ulusal İerici Cephe dışında yeni partilerin kurulması ve özgürce seçimlerin ya-pılması konusunda bir

manifesto sunar. Bu manifesto rejimi ciddi anlamda tehdit eden ve Baas’ın egemenliği son verecek istekler içermektedir. Bu noktadan son-ra harekete geçen hükümet Baas’ a bağlı kitle örgütlerini devreye sokar. Rejim kendisine karşı manifesto yayınlayan aydınları hapse atmak su-retiyle sindirmeye başlar. Şam Baharı bu şekilde sona erer. 2001 yılında başlayan reform süreci bu şekilde tersine döner. Beşşar Esad, ise orta bir yol izleyerek ne reform yapar ne de kesin olarak reform karşıtı tutum izler.

Daha sonraki süreçte Mısır,Libya ve Tunus’da diktatörlerin devrilmesi ile sonuçlanan Arap Baha-rı süreci Suriye’yi etkiler. Mart 2011’de Der’a’da başlayan gösterilerin Şam, Halep, Hama, Humus, Lazkiye, Banyas gibi önemli şehirlere sıçraması ile Esad daha güçlü bir muhalefet dalgası içerisinde kalır. Ordu gösteriler sert müdahaleler yapması ve yüzlerce kişiyi öldürmesi ise hiçbir şeyin değişme-diğinin göstergesidir.

Suriye’de çatışmalar hala devam etmektedir.Savaşın şuan ki bilançosu yaklaşık 102 bin ölü,215 bin tutuklu ve hasar görmüş yaklaşık 3 milyon ev, bin 451 cami, 3 bin 700 okul, 270 özel hastane-dir. Tutuklu bulunan 215 bin kişiden 80 bini ka-yıptır. Her iki saatte bir çocuk,3 saatte de 1 kadın ölmektedir.

28 • Nisan’14 Nisan’14 • 29

Page 32: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

Î sâr Topluluğu, Suriyeli mül-tecilere yardımcı olmak için

Şehir Üniversitesi’nden bir grup

gencin bir araya gelip organize

ettiği bir oluşum. Îsâr’ın kelime

manasını ve bu topluluk bazın-

da işaret ettiği noktayı kendileri şu şekilde açıklı-

yorlar: “ “Îsâr” kelime manası olarak “ihtiyaç içinde

bulunsa bile sahip olunan imkânları başkalarının

ihtiyaçlarını karşılamak üzere kullanmak, başkala-

rının yararı için fedakârlıkta bulunmak” demektir.

Topluluk olarak bu anlayışı evrensellik ve halkların

dayanışması bağlamında bir kucaklaşma hareketi

olarak değerli görüyoruz. Her alanda, her toprakta

ve her dilde haksızlıklara karşı bir inisiya-

tif oluşturmak için yola çıktık. Her

koşulda zalimin faşizmine karşı

durarak, mazlumların ellerin-

den tutarak büyük bir “insanlık”

zinciri oluşturmanın ge-

rekliliğini savunuyoruz.

Ve bu amaçlar uğruna

öncelikle tüm üniver-

siteleri, öğrencileri ve

akademisyenleri

adımları beraber

atmaya davet

ediyoruz.”

Genç Öncüler olarak bu fa-aliyeti bizzat faillerinden din-lemek istedik. Ahsen Sayan ve Ahsen Büşra Dilipak ile yaptığı-mız röportajı istifadenize suna-rız.

Genç Öncüler: Îsâr Toplu-luğu nasıl oluştu ve bu kadar kısa süre içerisinde organize olup yardımlara başladı?

Îsâr Topluluğu: Böyle bir oluşumun olması ge-rekliliği fikri her birimizde vardı hamdolsun. Çünkü sürekli sokaklarda, etrafta insanları görüyoruz. Ve görmemiş gibi devam edemiyoruz. Îsâr Topluluğu, bir maille başladı. Düşündüğümüz bir takım şeyler vardı, ne yapabiliriz sorusuna ilişkin, yazıya döküp arkadaşlarımızla paylaşınca, otomatik olarak bir araya gelmiş olduk. Biz temelde dört arkadaş ola-rak birleştik ve çevremize haber verdik. Bunun ön-

cesinde başka bir kulüp çalışması için ta-nışmıştık sonra böyle bir amaç etrafında b i r araya gelip çalışmaya başladık.

Genç Öncüler: Bildi-ğimiz kadarıyla Şehir Üniversitesi bünyesin-

de çalışıyorsunuz. Diğer okullarla,

kurumlarla iliş-kiniz nasıl?

İSAR Topluluğu ileSöyleştik

KARANTİNA

30 • Nisan’14

Page 33: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

Îsâr Topluluğu: Biz en başta sabit bir isimle yola çıkmadık. Sadece okuldaki görevlilerle konuşup, Suriye için, Suriyeli mülteciler için bir şeyler yap-mak istediğimizi; örneğin okulda belli bölgelere kutular bırakıp bunlarla erzak vs. toplamak istedi-ğimizi söyledik. Onlar da bize, dilekçe yazmamızı ve bir isim altında bu işi yapabileceğimizi söylediler. Bu da açıkçası sonraki safhalarda işimizi çok kolay-laştırdı. Her taraftan insanlar Îsâr olarak bize ulaşa-biliyorlar ve yardımlarına vasıta kılabiliyorlar. Bizim derdimiz elimizden geleni yapmaya gayret göster-mekti ve bu anlamda okuldaki imkanları kullanmak istedik.

Genç Öncüler: Yardımların dağıtımı esnasında yaşadığınız sorunlar oldu mu? Özellikle anlaşabil-me ve bu surette uygun ihtiyacı ulaştırabilme hu-susunda.

Îsâr Topluluğu: Biz genellikle Arapça ve İngilizce bilen arkadaşlarla gitmeye çalıştık. Bu şekilde üç dil arasında anlaşmaya çalıştık.

Genç Öncüler: Size gelen bilgilere göre şu an en acil ihtiyaçlar neler?

Îsâr Topluluğu: Şu an en fazla gıda ihtiyacı var. Sürekli olarak var tabi, kıyafet gibi mevsimlik bir ih-tiyaç değil haliyle. En önemlisi ise, iş ihtiyacı. Male-sef bu konuda hiç yardımcı olamıyoruz. Para kazan-maları gerek fakat çalışma izni olmayanlar var veya taşeron işlerde çok çok düşük ücretlerle çalışmaya mecbur bırakılanlar var... Ayrıca küçük çocuklar var

ise, bebek bezi ihtiyacı ve hijyen malzemeleri de çok mühim. Tabi biz çok küçük miktarda yardımlar yapabiliyoruz. Fakat onların temel ihtiyaç dışında hiç bir şeyde gözleri yok.

Eğitim ve sağlık sorunları da var tabi. Çocukla-rın entegrasyonu sağlanamıyor. Çocuklar evde ya da sokakta büyüyor. Biz bu konuda Arap okullarıyla görüştük, dönemlik ücreti 150 dolar, bir çocuk için. Bunu karşılayabiliriz dedik fakat işin içine servis pa-rası da girince ki aylık ücret en az 150 lira kadar, sürdürülebilir bir destek sağlayamıyoruz biz. Hem çocuklar hem büyükler daha önce hiç bilmedikle-ri bir yerde yaşamaya çalışıyorlar. Bazen iyi bazen kötü muamele görüyorlar etraftan. Bu anlamda psikolojik desteğe de ihtiyaç var.

Genç Öncüler: Sizin görüştüğünüz ailelerin çevreden aldıkları tepkiler nasıl oluyor? Bundan bahsettiler mi? Çünkü farklı sebeplerle hor, hakir gören, aşağılayan, ötekileştiren insanlar mevcut.

Îsâr Topluluğu: Bazı aileler, doktora gittikle-ri zaman, doktorun onlarla ilgilenmediğini, kötü davrandığını ifade ettiler. Bu sebeple doktora git-mekten çok çekiniyorlar, aynı aşağılamayı bir daha

Nisan’14 • 31

Page 34: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

yaşamak istemiyorlar. Onun dışında, etrafta çok fazla sayıda mülteci var, bir şey yapmak isteyen çok ama ne yapıcağımızı çok bilemiyoruz. Halbuki küçük adımları önemsemek gerek, ufakta olsa kat-kıda bulunmak gerek. Tabi, Türkiye’deki mültecile-rin savaştan çıktığını, mecburen buraya geldiklerini umursamayanlar da var. Geçen gün bir arkadaş va-purda şöyle bir cümle duymuş “Bunları getirdiler buraya, vatandaşlığa sokup oy kullandır-mak istiyorlar”. Yani böyle karala-ma kampanyasına girişenler de var tabi.

Genç Öncüler: Ailele-re hangi kanallarla ulaş-tınız, en çok hangi bölge-lerde dağıtım yaptınız?

Îsâr Topluluğu: Başakşehir’de bir abla

vardı, Suriyeli mültecilerle igilenen. İlk ailelerimizi onun vasıtasıyla bulduk. İlk seferde altı ailemiz vardı. Sonra, Parklardaki Sure-yelilerle Dayanışma Platformu ile başka aileler bulduk zaten genelde yakın oturdukları için, bir bölgeye girinci bir anda çok insana ulaşabiliyorsu-nuz. Bayramtepe, Esenler, Şirinevler, Başakşehir gibi bölgelerde dağıtım yaptık. Bu dönem ise, 20 tane aile belirledik ve bu 20 ailenin maddi manevi her türlü ihtiyacını gidermek istedik. Örneğin Şi-rinevler civarında bir aileye gittik, bir evde 30 kişi yaşıyor, temizlik imkanı yok. Bu sebeple bir sürü hastalık oluşmuştu o evdekilerde, özellikle de ço-cuklarda; küçük bir bebeğin her tarafında yara-lar çıkmıştı, sulardan olduğunu söylediler fakat o

ortamda hastalık çıkması çok normal. Mesela o

aileyle daha özel ilgilenmek istiyorum. Ya da Bay-

ramtepe’deki ailelerde daha ciddi sağlık sorunla-

rı var. Mesela kronik hastalar var ama hastaneye

gidememişler. Biz onlara refakatçi olup hastaneye

götürmek istiyoruz. Sadece yardım yapmak değil

de neyi nasıl yapacaklarını, nasıl yeniden hayata

tutunacaklarını göstermek gerek.

Biz, inşallah kısa zamanda bu yar-

dımlara gerek kalmaz ama, mev-

cut durumda biz bu faaliyeti

Allah imkan verdikçe hep

sürdürmek istiyoruz. Ora-

daki kanı dindiremiyoruz

belki ama küçük bir des-

tek bizimki sadece.

Mesela çocuklar, çok

ufak şeylere o kadar çok

mutşu oluyorlar ki, sırf on-

ların yüzü gülsün diye her

şeyini vermek istiyorsun. Sava-

şın içinden gelmiş olmaları çocuk

oldukları gerçeğini değiştirmiyor. Ufacık

bir oyuncak, onlara sanki dünyaları veriyor. Biz de

kısmetse, bu konuya ilişkin bir oyuncak toplama

kampanyası düzenleyeceğiz.

Genç Öncüler: Zaman ayırdığınız için çok teşek-

kür ederiz, Allah gayretinizi artırsın.

Not: Îsâr Topluluğu’nu sosyal medya ağlarından

takip edebiliriz. İrtibata geçip, destek olabiliriz, ki bu

harika olur. Ayrıca yapılan faaliyetlerin kısa bir an-

latımı için, “insan” için başlıklı video tavsiye olunur.

32 • Nisan’14 Nisan’14 • 33

KARANTİNA

Page 35: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

Bırakın bini, bir bile yaşamasın.Çevremden pek çok yorum geliyor. “Neden

hep Suriye? Buradaki muhtaçları neden kimse görmüyor?” şeklinde çığırtkanlıklara şahit olu-yorum. Suriye’deki kıyımın farkında olmayan-ların sessizlikleri ise bu kuru gürültüden daha rahatsız edici aslında. Ensar-Muhacir kardeşli-ğinden bihaber olanlar toplanan yardımlara öf-keyle gözlerini belertirken, kimileri ise “Siz ancak bebek bezi toplayın.” diyerek küçümseyici bakış-larını yüzlerimize doğrultuyor. Anlayamadıkları şey; Mesele Suriye değil, insanlık meselesi. Nerde Ümmet kanıyorsa, orda yaraya pansuman olacak bir topluluk bulunmalıdır, bu vicdanı olan herke-sin görevidir. Topraklarımızda yaşama tutunma-ya çabalayan mülteci kardeşlerimiz ne ise, bankta yatan evsizler de odur. Herkesi kucaklayacak bir yüreği olmalı insanın, herkes için koşturabilmeli. Uğraşmalı, didinmeli! Yolda gördüğünüz bir ev-size, Suriye mültecilerine yandığı kadar yanmı-yorsa yüreğiniz, gidin kalbinizi arındırın.

“Neden Suriye?” mantığı ne kadar sakat bir mantıksa “Yalnız Suriye” mantığı da bir o kadar sakat bir anlayıştır. Kısır kalan zihniyetlerin pası silinmeli. Kula kulluk değil, yalnız Allah’a kulluk

etmek için direnen, işkence ve zulümler gören, yetim ve öksüz kalan, “Cennet’te ekmek var mı-dır?” diye soru soracak kadar açlık çeken masum yüreklerin heba olmasını istemeyen birileri var-sa, hala insanlık için umut var demektir. Eğer bi-rileri bu manzaralara kulaklarını tıkayıp, gözleri-ni kapatabiliyorsa o bütün insanlığın utancıdır!

Neden Suriye mi demiştiniz?Allah’ın rızasını umduğumuz için Suriye!Kadınların tecavüze uğradığı, işkencelerin

haddi hesabının olmadığı, yenilecek bir lokma ekmeğin bulunamadığı, her tarafta bombaların patladığı, insanların namusunun, canının, değer-lerinin ve onurunun hiçe sayıldığı bir zulümden güçlükle kurtulabilmiş kardeşlerimize gerecek kanatlarımız olduğu için Suriye!

Elimizden geleni yapmakla yükümlü olduğu-muz için Suriye!

Kimse aç uyumasın diye Suriye!Çocuklar üşümesin diye Suriye!İnsanlık ölmesin diye Suriye!Bunları haykırmalı kalabalıklara. Seslerimiz

cılız kalacak onların kulak tırmalayan sessizliğin-de belki, ama olsun. Sen hakikati söyle.

Hiç olmadı, bir damla gözyaşı akıt.

Bize Dokunmayan Yılan Bin Yaşamasın!Eslem ÇANAK

32 • Nisan’14 Nisan’14 • 33

KARANTİNA

Page 36: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

FİKİRAli Tarık PARLAKIŞIK

F ikir… Fikir nedir, ne değildir? Esasında, “fikir ne değildir” hitap ve idrak zevki bağlamında

kulağa pek hoş gelmeyen, seviyesiz duyumsamala-rı tedai ediyor. Fikrin hudutları dışında bir fiil ve fii-le dair herhangi bir şey var mı? Ahlak da böyle. Ah-laksızlık diye bir şey olabilir mi? Menfi ahlaki dav-ranışlar olabilir ve nihayetinde o da “ahlaki” bir fiil ve telakkileri ve benzerleri olabilir. Fikir esasında cevherdir. Arazlarda “fikir”den bir parça bulunur. Ve cevher -araz ilişkisi bağlamında “fikir”den insa-na her anlamıyla bir eylemlilik doğumu vuku bulur. Fikir esasında ahlak, ilke, akidedir. ‘Ne’yi, ‘nasıl’, ‘niçin’, ‘ne ile’, ‘nereden’ ve türevleri boylu boyun-ca fikir için ve fikre göredir. ‘Ne’yi, ‘niçin’ dediğin anda “ahlaki” bir durum mevcuttur. Yani “fikir”in “ahlak”ı ve “ahlak”ın “fikir”i gibi. Neden? İşte odak noktası ve kalkış noktası bu “neden”de saklıdır. Fikir dediğimiz, mücerret ve (durumuna göre) ulvi bir zemin-dir. “Taalluk” kavramı burada bir çok meramı içine alan, “nispet”ten daha yüksek bir kavramdır. Fikir ve in-san ilişkileri için, “taalluk” kavramı yerindedir. Çün-kü fikir dediğimizde, fizik, metafizik, makro, mikro tüm meseleleri içine alır. İşte bu yüzden fikir ve insan iliş-kileri tümüyle “taalluk”î bir ilişkidir.

“Fikir”in hususi-yetleri arasında; mü-cerretliği, işlerliği, yönlendiriciliği, yön-

lendirilmesi, fiillere taban oluşturması ve oluşan tabanlara yeniden bir taban oluşturması gibi mese-leleri katlaması ve çözümlemesi, hitabiliği, kitabili-ği ve bir çok hususiyeti mevcuttur. Fikir, sahibinin akli işlerliği ve mevcut meselelere karşı davranma-sı yönlendiriciliği durumunda ve her şekil ve şartta mücerret bir tekevvün de meydana getirebilir, mü-şahhas bir tekevvün de meydana getirebilir. Çünkü “fikir”in mevcut mesele karşısında ya meseleden ya “fikir”in sahibi akıldan ya da her ikisi birden bir fışkırışı söz konusudur. İşte bu fışkırıştan doğ-ru orantılı müspet ve menfi bir işlerlik vuku bulur. Yine aynı şekilde bu fışkırıştan doğru orantılı olarak müspet ve menfi bir kısaca yön bulma ve yön ver-me durumu vuku bulur.

34 • Nisan’14 Nisan’14 • 35

ATÖLYE

Page 37: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

Peki, fikir nasıl bir şeydir ki bir fışkırışın doğurucusu, diyebiliriz ona? Fikir bir fışkırışın doğurucusudur, ama fikir de bir aklın ve kalbin ya da topyekun insan ve insan “ben”inin doğurduğu “şey”dir. Yani insan ve insan “ben”i “fikir”i doğurur, “fikir” de bir işlerlik, yönlendiricilik ilh. doğurur. Bu yargıyla birlikte suali yineleyelim; fikir nasıl bir şeydir ki bir fışkırışın doğurucusu, diyebiliriz ona.

Peki, fikir nasıl bir şeydir ki bir fışkırı-şın doğurucusu, diyebiliriz ona? Fikir bir fışkırışın doğurucusudur, ama fikir de bir aklın ve kalbin ya da topyekun insan ve insan “ben”inin doğurdu-ğu “şey”dir. Yani insan ve insan “ben”i “fikir”i doğurur, “fikir” de bir işlerlik, yönlendiricilik ilh. doğurur. Bu yargıyla birlikte suali yineleyelim; fikir na-sıl bir şeydir ki bir fışkırışın doğurucusu, diyebiliriz ona. Fi-kir ve ilgili alanlar bir mesele ise, fikrin en mühim işlevlerinden ve en mühim noktalarından birinin de, çift kutuplu tefekkür edersek mücerretler müşahhasları birbir-lerine bağlama olduğunu da göz önüne alarak birkaç noktaya eğil-memiz gerekecek. Şey (cemi “eşya”) felsefi ve fikir ekollerinde mühim bir yeri vardır ki; bu fikir dediğimiz mücerret zeminle bir paralellik arz eder. Anlam alanlarında mezkur me-seleyle ilgili olarak olanları şunlardır; Belirsiz (kişi, madde, hadise ilh.). Yine aynı şekilde nesne ve en mühimi belki de düşünceye konu olan (gerçekte olmayan). Yani?... Bu şekilde, şey; müfekkiremizde el atılan el atılan birçok alanda mevzubahis olu-nan oluyor. Topyekun bir misal de şu şekilde; bir yemek yapıldığında ekşi tadı olması gerekenden fazla olursa bu nasıl giderilir? Ortalama bir küp şe-ker atılırsa yemeğe, tadı az çok makbul ölçüye gelir. Ama şeker ekşilik oranının fazlasını tasfiye etmez. Tabiri caizse sadece fazlasını örtbas eder. Çünkü şeker de, sadece ekşiliği muvazeneye getirecek ka-dar atılmıştır. Bilahare şeker ve ekşi birbirine zıttır.

Şekerin tadı ekşinin fazlasını hissettirmez. Ayrıca yemek-ten şekerin tadını da alma-

yız. Bu da zıtların varlığına ve senteze ulaşmanın yolunu gösterir.

Zaten bu da ilk ve son tahlilde düşünce ameliyesine yani müfekkireye tedai eder; bu da zaten fikrin ilk anından son anına kadar

ki tekevvün sürecinin peşinde olunan bir meseledir.

Her şeye fikire-düşünceye çıkar ve gider. Bir fik-rin de üretilmesi, doğum sancısına benzer. İnsana bazen öyle bir acı verir ki hissedilmez ama yakar. Dillendirilemez ama tüm benliği baştan sona sessiz çığlıklarla boğar. Bu ızdırabı çekenlerin, davası ve kimlikleriyle de doğru orantılıdır. Âşık olma hali gi-bidir. Tüm acılarına rağmen âlimler ve mütefekkir-ler bu acıdan mahrum kalmak istemez. Tuz gibidir. Bir açığı kapatır başka bir açık oluşturur. Çünkü bu şahsi bir dava değildir; olamaz da zaten. İnsandan -ulus devlet hapishanelerinden ötürü zikretmek durumundayız- topluma ve ümmete kadar kapsa-yan ve şümullü bir sorumluluktur bu. Küçücük bir bedenle dünyaya kafa tutmanın, dünyayı sallama-nın namusudur bu. İşte bu yüzden ilim ehlinin ve mütefekkirlerin şerefi çok büyüktür. Baş üzerinden yerleri vardır. Sabri Ertem’in, Mehmet Akif için dediği gibidir, bizim davamızın ilim, fikir ve kavga adamları; “Herkesin gecelerden, gölgelerden bah-settiği zaman bir idealin heyecanlı kahramanı ol-muştur.” Her şeyin değerinin maddeyle ölçüldüğü günümüz dünyasında, ilme ve fikre, alimlere ve mütefekkirlere verilen değer biz, Müslümanlar için bu durumu aşamadığımız sürece,“yer yarılsa yerin dibine girecek” kadar bir utanç vesilesi olsa gerek.

34 • Nisan’14 Nisan’14 • 35

Page 38: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

Fikir ehli olmayıp da mütefekkirler edasıyla çalım atanların durumu da aslında onların enaniyetlerin-den ziyade “meydanın boşluğundan” kaynaklanı-yor olsa gerek. Necip Fazıl’ın hararetle bu mese-lenin üzerinde duruşu manidardır. Fikir yoksunlu-ğundan, mütefekkir mahrumluğundan yakınırken bazen öyle bir halde üslubu vardır ki sanki mezkûr satırları yazarken, dillendirirken ağlıyor ya da etrafı kırıp dökecek kadar sinirli zan-neder okuyan. Neden? Necip Fazıl 1904 ile 1982 tarihleri arasında yaşamıştır. Mezkûr tarihler arasında Müslüman-ların fikri, siyasi-politik, ferdi, içtimai, iktisadi ilh. durum-larını bir fikir adamı gözüyle müşahede etmeye çalışmıştır. Gördüğü panaroma içler acısı-dır. Kendisi sonradan İslami te-lakkiyi seçmiş olmasına rağmen (menfi fikir, görüş, eylemlerini göz önüne almadan dillendire-lim) fikirsiz bir durum müşahe-de etmiştir. Ve kalkışın fikirle ve fikirden olacağını dillendirir.

Bu bahiste farklı bir açıdan Sadri Ertem şöyle der; “Devlet adamları her zaman idare ettiği kütlelere şamil sentezler yapmış-lardır. Kütlelerin başında kalma-larının sebebi de budur. Fakat bu sentezler Rönesans’tan beri dev-let adamları tarafından bir fikir adamı hüviyeti taşıyarak yapıl-maktadır. Devlet adamının sen-tez yapamadığı yerlerde onun kudretini kültür adamları ellerine almışlardır. Almanya’nın birliğini kuran şairleri, filozofları işaret etmek isteriz. Fakat bugün üniversiteler parçalanmış, ufalanmış, bir halde oldukları için kımıldanamıyor, susuyorlar! İlim devrinde cehil böylece yüküm sürüyor. Tuhafı şudur ki bu cehli bu dünya tuhaf bulmuyor, çünkü bu cehlin rolü vardır. İş görmeyen bir ilim yerine iş gören, faal olan cehil muvaffakıyet gösterir.”

“Fikir”in Hareket ‘Zemin’i Olması ve Yol Göstericiliği

Bir ideale malik olanların fikir dediğimiz, “şey” ile ilişkileri nasıl olmalıdır? Fikir, bir dava adamı-nın hayatında ne kadar yer işgal eder. Necip Fazıl, Fransızca “aksiyon” kelimesinin anlam alanını anla-

tırken, “fiilde erimiş fikir” diye bir kayıt düşer. Yani, “aksiyon”u “fikir” ile

takyit eder. İmdi bu bağlamda fikri, sadece mütefekkirin zihni ürünü olarak değil de, en bil-gisizinden en bilgilisine kadar, hayatta muhatap olunan mese-leler için, sıkıntılar ve refah için yönlendirici güç, kuvve olarak tefekkür edelim. İşte, “ilkelerin üstünlüğü” diye ifade edilen mesele de bu olsa gerek. İlke ve fikir… Yönlendirici, sınırlandırıcı, hayata dair yaptırım uygulayıcı; işte o fikirdir.

Devamla; insanı ilgilendiren her nevi mesele de, bir eylem ifadesi içerisinde olan insana, bir ‘zemin’e malik olmak olma-lıdır ve bu ‘zemin’in hudutları da, bağlanılan akidelerden ötü-rüdür. Bu ‘zemin’ ihtivasında (bu bağlam ve minvalde) ilim, fikir, sanat ilh. barındırır. Kısaca insanın herhangi bir durumda eylemliliğini veya eylemsizliğini ilh. sağlayan bu ‘fikri zemin’dir.

Bu ‘fikri zemin’, eylemleri-mizi, icraatlarımızı, pasifliğimi-zi, ‘hayat’ımızı, yorumlarımızı ilh. yönlendiren itici güç, kuv-vedir.

Fikirsel zemin, fikir ile bağ-lantılı olan bir zemindir ve mana buradadır. Bugün Müs-lümanların önde gelenleri, fi-

kirsel bir zemine muhtaçtır. Hele de, mütefekkir-lerin çoğunun, herhangi bir sebeple bu vasfı hak etmedikleri şu günümüzde.

Evet… Yeteri kadar donanımlı mütefekkirlerimiz yok bugün. Yeteri kadar sayıda mütefekkirlerimiz yok bugün. O halde? Bu noktadan da düşmüşüz bugün. Buradan da kalkışın bir yolu olmalı ve o yol-da, vardır ve her daim önümüzde durmaktadır!

Necip Fazıl, Fransızca “aksiyon” kelimesinin

anlam alanını anlatırken, “fiilde erimiş fikir” diye

bir kayıt düşer. Yani, “aksiyon”u “fikir” ile takyit eder. İmdi bu

bağlamda fikri, sadece mütefekkirin zihni ürünü

olarak değil de, en bilgisizinden en bilgilisine kadar, hayatta muhatap

olunan meseleler için, sıkıntılar ve refah için

yönlendirici güç, kuvve olarak tefekkür edelim.

İşte, “ilkelerin üstünlüğü” diye ifade edilen mesele de bu olsa gerek. İlke ve fikir… Yönlendirici, sınırlandırıcı,

hayata dair yaptırım uygulayıcı; işte o fikirdir.

ATÖLYE

36 • Nisan’14

Page 39: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

Dostoyevski ÜzerineOsman Zinnur AKSU

“Ben hasta bir adamım!” Dostoyevski’nin ölümsüz ese-ri Yeraltından Notlar işte bu cümleyle başlıyor. Dostoyevski 2. Yazarlık Dönemi diye adlan-dırılan bu dönemde, 4 yıl süren kürek cezası ve orduda aldığı mecburi vazifelerin ardından önce bu romanı, daha sonra da herkesçe tanınan ve klasik kabuk edilen Suç ve Ceza roma-nını yazdı. Politikayla ilgilendi, kumar oynadı, borçlar her daim yakasındaydı ve sara nöbetle-ri...

Mevzubahis Dostoyevski olunca sadece bir “yazar” de-yip edebî olarak incelemek yet-mez. O, felsefi olarak da irde-lenmeyi hak eden büyük bir da-hiydi ve her dahi gibi onun da bir yarası vardı. Alkolik babası mıydı canını sıkan, yoksa hasta-lık hastası annesi mi? Yıllar sü-ren Mühendislik Fakültesi mi, kürek cezaları mı? Bilmiyoruz. Hakkında herkesin bildiği tek bir şey var. Dram vardır onun cümlelerinde. Neşelenmek için Dostoyevski okuyamazsınız. O, size mutlu eden yalanlar değil rahatsız eden gerçekler sunar.

Sırasıyla Yeraltından Not-lar, Suç ve Ceza, Kumarbaz, Budala, Ecinniler, Delikanlı ve nihayet Karamazov Kardeşler... Yazdığım bu klasikler hakkında

onlarca edebî tahliller yapıldı ve yapılıyor. Niyetim bu yazıda onu edebî olarak incelemek değil. Ben onu farklı bir açıdan ele almak istedim.

Küçüklüğümden beri me-rak ederim, acaba bir Dosto-yevski karakteri olmak neye benzer diye. Her şeyi ama her şeyi enine boyuna düşünmek, toplumdan soyutlanmak. Bay X olmak mesela, yıllarca yeral-tında yaşayıp insanlardan nef-ret etmek. Raskolnikov olup vicdanıyla yüzleş(eme)mek! Beyaz Geceler’de Nastenka ile yaşamak!

Bir Dostoyevski karakteri olmak muhtemelen her za-man “ortalarda olmak”tır. Eminim mümkün olsa ger-çekten inanılmaz bir dene-yim olurdu. Bu noktada da usta yazar bana kendisi ce-vap veriyor: “Hiçbir şey ger-çekten daha inanılmaz de-ğildir!”

“Her şeyi bu kadar fazla an-lamak hastalıktır.” diyor Usta Rus Yeraltından Notlar’da. Onun yazdıklarına roman de-mek ona yapılmış büyük bir haksızlıktır bence. O, usta bir yazar değil, başyapıtını tamam-layamadan göçen büyük bir fi-lozoftur olsa olsa...

ATÖLYE

Nisan’14 • 37

Page 40: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

Gezi Parkı ve Müslümanlar FURKAN GENÇOĞLU

Mekanlar sadece taştan topraktan ağaçtan, çiçekten, böcekten ibaret değildir. Mekan-

lar bir ruh, bir inanç, bir ideoloji , bir kimlik taşır

aynı zamanda diyor bir düşünür. Yani örneğin Fatih

Camii beton bir avlu, kubbeli bir yapı, üç beş ağaç-

tan ibaret değildir. Bu mekanın dindar muhafaza-

kar, İslami bir ruhu vardır. Aynı şekilde Taksim’in,

Beyoğlu’nun, İstiklal Caddesinin, Gezi Parkınında

bir ruhu, bir kimliği, bir ideolojisi vardır. Bu mekan-

lar seküler yaşamın İstanbul’daki merkezleridir.

Dindar muhafazakar bir iktidarın sekülerizmin

başkenti olan bir meydan ve çevresine yapacağı

bir hamle, gayri İslami bir anlayışla hayatını devam

ettiren insanların seküler muhafazakar refleksler

sergilemesine sebep olmuştur. Çünkü bu insanlara

göre topçu kışlası bu meydanın ruhuna aykırıdır. Bu

meydan seküler yaşamın merkezi haline gelmiş ve

İstanbul’un farklı noktalarında yaşayan insanlar bu

meydan çevresinde kendilerine seküler bir özgür-

lük alanı oluşturmuşlardır.

Başakşehir’den gelen bir gayri İslami yaşantısı olan insanla Zeytinburnu’ndan gelen bir gayri İsla-mi yaşantısı olan insanın buluşma noktası Taksim ve çevresidir. Buraya yapılacak dindar muhafazakar geleneği yaşatan bir yapı bu ruha bir saldırı olarak anlamlandırılmıştır. Veya Emek sineması sol sine-ma geleneğinin sahiplendiği bir yapıdır. Liberal bir yaklaşımla emek sinemasının dönüştürülmesi o bölgenin dokusunu bilen insanları rahatsız etmiştir. Çünkü emek sinemasınında bir kimliği vardır. Fatih Camii bahçesine meyhane açılması gibi düşünün. Tepkiniz nasıl olurdu? Hele hele reflekslerini kor-kuları belirleyen Türkiye toplumunda böyle bir tep-kinin ortaya çıkması şaşırtıcı değildir. Gezi olayları başlangıç itibariyle adeta bir alan savunmasıdır. İn-sanlar kimlik, ideoloji ve değer algılarını yaşattıkları alanlarını savunmuşlardır.

Olağan dışı polis şiddeti ise iktidardan ve uy-gulamalarından rahatsız olan kitlelerin bir araya gelmesine ve bu meydanda toplanmasına sebep olmuştur. Meydana ilk girdiğimizde göze çarpan

ATÖLYE

38 • Nisan’14

Page 41: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

çeşitli fraksiyonlar halinde olan sol örgütlerin PR tanıtım çalışmalarının yoğunluğuydu. Fakat kit-lenin büyük kısmı bu örgütlerin gönüllülerinden değil normal vatandaşlardan oluşuyordu. İnsanlar devlet eliyle, hükümetin toplumu muhafazakarlaş-tırmasından ve kendilerinin toplumda öteki konu-muna düşürülmelerinden korkuyorlardı. Dindar olmak istemiyorlardı, inandıkları gibi yaşamak isti-yorlardı.

Yine hükümetin işlevsel liberal politikalarının ortaya çıkarttığı bir takım sıkıntıları gördük. Tü-ketim toplumunun inşası nok-tasında yetkililerin insanların hiçbir kutsalına saygı göster-meyerek, orantısız tüketimin artmasına aracılık eden yapı-lanmaları teşvik etmesinden, kent kültürünün yok edilmesin-den, tarihi mekanların dokula-rına verilen tahribattan, kamu-ya açık olan sınırlı sayıda yeşil alanın tahribinden rahatsız olan kesimlerin de gezi parkında top-landığını gördük.

Peki bazı İslamcı gençler ne-den gezi parkındaydı? Bu so-runun cevabını kendimce biraz irdelemeye çalışacağım. Bu ma-hallenin gençleri bana göre bu-nalımda. Büyüklerinden sürekli mağduriyet hikayeleri dinleyen fakat ak parti iktidarında yetişen bir nesil ile karşı karşıyayız. Bu yüzden ne büyükler gençleri anla-yabiliyor. Ne gençler büyükleri anlayabiliyor. Refleksleri korkuları üzerine bina edilmiş bir top-lumda yaşıyoruz. Fakat gençler kötü zamanlarda yaşamadıkları için öyle büyükler gibi olağanüstü korkuları yok. Videolardan fotoğraflardan gördük-leriyle, seminerlerde sempozyumlarda anlatılan kötü zamanlar anılarından oluşan bir korku var. Fakat bu hiçbir zaman yaşanmış olan kadar sahici olmuyor.

Büyükler korkularından dolayı siyasal iktidara hak ettiği noktalarda sağlam eleştiriler getiremiyor olabilir. Zamanında onlara zulmeden mekanizma-

nın değirmenine su taşıyacaklarını hissediyor ola-

bilirler. Bu durum gayet normal. Fakat dertli olan

müslüman gençler taşerona, kent mimarisinin

katline, asgari ücrete, yeşil alanların tahribine,

sokakta yaşayan insanlara, evsizlere, mültecilere,

dilencilere kayıtsız kalamıyor çünkü kendini so-

rumlu hissediyor. İktidara İslamcı diyorlar geziye

giden gençler de biz islamcıyız diyorlar. İslamcı

bir iktidarda bu sorunlar meydana gelince gençler

kendilerini zan altında hissediyorlar.

Ses vermek, tepki göstermek

istiyorlar. Ama büyüklerden bir

karşılık, bir hareket göremiyor-

lar. Tepki gösteren gençler ken-

di mahallelerinde marjinal ola-

rak görülüyorlar. Ötekileştirici

nefret dilinin ve birbirimizi çok

kolay harcamamızın etkisiyle

kolayca dışlanabiliyorlar.

İnsan dışlanınca kendine

tepkisini göstermek için çeşit-

li mecralar arar. Gezi parkı da

dertli olan, sıkıntılı olan, ikti-

darın fiillerinden rahatsız olan,

islamcı iktidar söylemi sebebiy-

le zan altında olan müslüman

gençler için tepkilerini tüm

Türkiye’ye göstermeleri için bir

mecra haline geldi. İlk gün yo-

ğun olarak gözlenen orantısız

polis şiddeti ve zulüm boyutu-

na ulaşan otoriter devlet tavrı

o parka gitmemelerine dair iç-

lerinde bulunan kuşkuyu ilk anda bitirdi.

Orada aradıklarını bulabildiler mi? Orada ya-

şanan gayri İslami yaşantıdan rahatsızlık duydular

mı? Vicdanları rahat etti mi? Veya bir eksen kay-

ması oldu mu? Bu gibi soruların araştırılması lazım.

Dışlayıcı, ötekileştirici, ayrıştırıcı bir dilin kimseye

faydası yoktur. Bu gençler bu mahallenin gençle-

ridir, bu ümmetin gençleridir. Mazlumun derdiyle

dertlenen arkadaşlardır. Birbirimize hakkı ve sabrı

tavsiye etme ilkesine riayet eden kardeşler olabil-

memiz duasıyla.

Orada aradıklarını bula-bildiler mi? Orada yaşanan gayri İslami yaşantıdan ra-hatsızlık duydular mı? Vic-danları rahat etti mi? Veya bir eksen kayması oldu mu? Bu gibi soruların araştırıl-ması lazım. Dışlayıcı, öteki-leştirici, ayrıştırıcı bir dilin kimseye faydası yoktur. Bu gençler bu mahallenin gençleridir, bu ümmetin gençleridir. Mazlumun der-diyle dertlenen arkadaş-lardır. Birbirimize hakkı ve sabrı tavsiye etme ilkesine riayet eden kardeşler ola-bilmemiz duasıyla.

Nisan’14 • 39

Page 42: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

BU HÂL NEYİN NESİ?Fatih YAVUZ

Soruverse: Ben neyim ve bu hal neyin nesi? Yetiş, yetiş, hey sonsuz varlık muhasebesi? Dışımda bir dünya var, zıpzıp gibi küçülen, İçimde homurtular, inanma diye gülen…

Fransız devriminden günümüze revize edilmiş halleri ile çeşitli Fransız Devrimcikleri yaşıyo-

ruz. Devrimlerin yapılış zamanlarında ve anlarında asıl devrimler oluşur. Yani asıl devrim, devrimin yapıldığı andır. Devrimi gerçekleştirmek isteyen-ler, sokaklarda, ayaklandıkları sırada asıl devrimin sahibidirler. Sonrası ise, onlar (yani sözüm ona sokaktaki devrimciler) için amaçlananın oluşması için bir evredir. Ancak, bu her daim doğru olmaz ve gerçekleşmez.

Devrim sonrası dönemler beklentileri karşıla-mış mıdır? Sanırım çoğu hayır! Fransızlar, monar-şiyi devirdiler. Ama Napolyon, on-ların sonraki kralı oldu. Bolşevik devriminde Çar devrildi ancak Stalin’in kızıl ordusu Staliniz-mi yayan silahtı. Özgürlük esası ile oluşan devrimler tarihi şartlarda gere-kenleri –kendi paradig-maları çerçevesinde- gerçekleştirseler dahi kısa dönemde tarih tekerrür etmiştir. Yine ilk söylediğimize geri dönersek devrimlerin en “samimi’’ anları, devrimlerin yapıldığı sı-rada oluşmuştur. Bu da bize şu soruyu sorduru-yor; Devrimlerin yapıldığı sırada orada bulunan kitle asıl devrimciler mi? Ce-vap: EVET. Bu da tarihi

okuyan, anlayan, algılayan şeytani akla sahip bir sonraki jenerasyon için, kitle yönetimi adına bir araştırma alanı sunuyor.

Günümüz olaylarını bu açıdan değerlendirdiği-mizde, Arap Ayaklanmaları, Mısır’da devrim sonra-sı ihtilal, Gezi Parkı meselesi, Brezilya’da olan olay-lar, Venezüella ve Ukrayna’da gerçekleşen ayaklan-malar, kitle kontrol teknolojisinin ve yönetiminin çok başarılı olduğunu gösterir nitelikte. Ancak, bu ayaklanmalar “gerçekten’’ neden oluşuyor? Asıl sorunun cevabı görünenin çok ötesinde…

Mevcut sistem ve sistemin sahipleri tarafından yine sistemin salahiyeti için üretilmiş uluslararası hukuk, farkındalık seviyesinin yükselişi ile paralel olarak meşruiyetini yitirme safhasında. Bu açıdan bakılırsa, bütün ayaklanmalar mevcut sisteme kar-şı… Ancak düşünülmesi gereken, ayaklanmaların

zamanlaması.Ayaklanmalar, sistemin açmaz-

ları hesaba katılarak, beklenen olaylar

olabilirler. Ancak, sistemin sahiple-

rinin öngörülerine dayanarak öne çe-

kilmiş sistemin lehine sistem adına, sistemin savunma mekanizması

olarak görülmesi doğru olacaktır.

Sistem, 1945-1960 yılları arasında sömürge

Afrika ülkelerinde, kolon-yal dönemden neo-kolonyal

döneme geçişte aynı metodu uyguladı. Değişimi kendilerinden yana, ama kendilerinden değil-miş gibi bir şekilde uyguladılar.

BM “Vesayet Konseyi

ATÖLYE

40 • Nisan’14

Page 43: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

(Trusteeship Council) bu geçişi sağlayan kurumla-rın başında gelir. Vesayet Konseyi aracılığı ve tabii ki Amerika’nın onayı ve sömürgecilerin burun kı-vırmasına rağmen vesayet altında bulunan ülkeler “sisteme’’ neo-kolonyal coğrafyanın üyeleri olarak dahil oldular.

Tartışılması gereken, bir diğer husus geçişlerin hızı. Tekrar 1945-1960 dönemini örnekle, kolon-yalizmden neo-kolonyalizme geçiş sadece kavram-sallaştırma süreci itibarı ile hesaplanabilir. Ancak, amaç, kolonyal düzenden, neo-kolonyal düzene geçiş kararının alınmasından hemen sonra gerçek-leşmiştir.

2014 dünyasına gelince, aynı metodun uygu-lanmakta olduğu gayet net. Mısır protitipi ile an-latmak istenirse, halkın kendi kaderini tayini işi için önü açılan gençler, Müslüman Kardeşler’in tasfiye kararı ile, hayal kırıklığına uğradılar. Vahşetle so-nuçlanan olaylar sonucunda da yerleşik sistemin potansiyel tehlikesi olan Müslüman Kardeşler ikti-dardan uzaklaştırıldı. Peki başlığımızda da belirtti-ğimiz gibi “bu hal neyin nesi?’’

Bütün bu olayları farklı farklı mı düşünmeliyiz? Venezüella’da sol bir lidere karşı demokratik ayak-lanmalar, Ukrayna’da Rus yanlısı başkana karşı pro-Avrupa ayaklanmalar, Gezi Parkı’nda muhafazakar lidere karşı çoğunluğunu ulusalcı gençlerin oluştur-duğu ayaklanmalar… Kesin bildiğimiz bir gerçek var ki o da bu olayların birbirinden ayrı düşünülemez olduğudur. Büyük satranç tahtasında, ABD-Çin hegemonya değişimi sistemin düğmelerinin ABD tarafından açılması, Çin tarafından kapatılması ve ya Çin tarafından açılıp ABD tarafından kapatılma-ya çalışılması ile eşdeğer. Çin, iktisadi dengelerini liberal politikaya geçişle dünyaya, kendini merakla takip ettiren ve hegemonyayı devralmaya yönelik adımlarını liberal ekonomiye geçiş ile yapacağı-nın mesajını çoktan vermiş bir ülke pozisyonunda. Bu açıdan Ukrayna meselesi sadece Ukrayna’nın meselesi değil. Rusya’nın meseleye dahil olması, “ABD yıldızlarını görmektense Çin yıldızlarını göre-yim’’ demesi bir yerde. Yeni hegemonun partne-ri olmak üzere Ukrayna’da en net mesajlarından birini verdi Putin. Türkiye ise Avrasya dengeleri için Ukrayna’nın bütünlüğünden yana. Yeni bir Doğu-Batı kırılmasının canlı şahitleri olduğumuz çok net bir şekilde varsayılabilir. Türkiye’nin aldığı pozisyon ise Gezi Parkında aldığı pozisyon ile eş

değer. Gezi Parkı’nda iradesi sağlam bir hükümet mesajını veren Türkiye, Doğu-Batı dengesinde, ba-ğımsız pozisyon aldığının ve alacağının mesajını da Ukrayna’dan verdi.

Yeni hegemon güç Çin’in, yine kapitalist ekono-minin bir mirasçısı olarak günümüz dünyasına giriş yapacağı açık ve net belli oldu. Bu tarihi açıdan, İngiltere’nin sanayi devriminden sonra hegemon-yasını Almanya’ya kaptırmasıyla karşılaştırılabilir nitelikte. Yani sistemin içinde daha iyi ve güçlü bir aktör konumu. Bu olayların özünde ise ABD-Çin çe-kişmesinin “benden misin?, ondan mı?’’ ya da “sis-teme dahil olacak mısın yoksa potansiyel oluşturma gibi bir delilik peşinde misin?’’ soruları mı yatıyor. Akla gelen açıklamalardan biri, potansiyel üretme-den ve bağımsız politikalara sahip olmadan, siste-min açmazlarının farkındalığına referansla,sisteme oluşacak isyanların bizzat sistem sahipleri tara-fından, asıl ayaklanmalar oluşmadan önce, kendi lehlerine olan ama aleyhlerineymiş gibi görünen ayaklanmaları çıkarmasıyla sistemin savunma ref-lekslerini oluşturmaları.

Son olarak, 17 Aralık süreci de Gezi Parkı’nın bir devamı niteliğindedir. Gezi Parkı’na katılan gençler, tarihin birer edilgeni haline geldiler. Bu gerçekler ışığında ise paralel yapı destekçileri de aynı edil-gen halin birer parçaları. Paralel yapı, Türkiye’yi sistem içerisinde tutmak niteliğinde işler yapıyor mu demek oluyor? Görünen bu yönde işler yaptık-ları. Ancak, ne olursa olsun, tarihin edilgeni olmak Müslüman’a hakarettir. Müslüman ise süreçlerin büyük resimleri önlerinde olan insanlardır. Partiler üstü, sistemler üstüdür. Anlayabilmişsek ne mutlu!

Nisan’14 • 41

Page 44: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

okullardan haberler

Daha önce Uludağ ve İstanbul üniver-sitelerinde Suriye’ye yardım kermesle-rine yaptıkları tacizlerle isimlerini sıkça duyduğumuz Öğrenci Kollektifleri ve TKP bu kez Boğaziçi’nde gerginlik oluşturdu. Okul içerisinde Uganda’da yetimhaneye yardım toplamak için İHH gönüllüsü öğrencilerin kurduğu standın hemen yanı başına “İHH Ci-

hatçı Katilleri Besliyor”, “İHH’nın Yardım Ettiği El-Nusra Üniversiteleri Tehdit Ediyor”, “Paralar Yetimhane-lere Değil Cihatçılara Gidiyor” yazılı afişler asarak tacizde bulundular. Müslüman öğrencilerin müdahale edip söz konusu çirkin afişleri indir-mek istemeleri sonucu tansiyon yük-seldi. Olay süresince “Şeriata geçit

yok”, “üniversiteler karanlığa teslim olmayacak” gibi islamofobik slogan-lar atan saldırgan öğrencilerin okul dışından kişiler getirdiler ve akşam sa-atlerine doğru gerilim kavgaya dönüş-tü. Olayın ardından farklı çevrelerden toplanan kalabalık bir grup Boğaziçili Müslüman öğrenciler bir komisyon kurarak hazırladıkları bildiride özetle şunları söylediler: “Kendi siyasal po-zisyonunu, sloganlaştırdıkları yüzeysel ifadelerle okulumuz öğrencilerine ve kamusuna dayatmak isteyen bu zih-niyete karşı, Allah’ın izniyle 27 Şubat Perşembe günü olduğu gibi Müslü-man öğrenciler olarak dik durmaya ve kampüs içerisinde kendi değerlerimizi korumaya devam edeceğiz. “Üniversi-teler bizimdir” söylemiyle tahakküm kurmaya çalışan gruplara karşın biz-ler, üniversitemizde İslami değerlere saldırılmasına bundan sonra da kesin-likle müsaade etmeyeceğiz. Haktan ve adaletten yana olmayı her daim sürdüreceğiz!”

Eğitim İlke Sen MEB yasa değişikliğini protesto etti.EĞİTİM İLKE-SEN (İlkeli Eğitim ve Bilim Çalışanları Daya-nışma Sendikası), Eminönü’nde gerçekleştirdiği bir basın açıklamasıyla TBMM’de kabul edilen MEB yasasını protes-to etti.Basın açıklamasını okuyan Eğitim İlke Sen üyesi Ya-vuz Soysal özet olarak şunları söyledi: “MEB tasarısındaki yeni düzenlemede aday öğretmenlere yazılı ve sözlü sınav getirilmiş, bu da şarta bağlanmıştır. Şurası çok ilginçtir ki bu şart “disiplin ve performans” olarak ifade edilmiş, ek-meğinin peşindeki eğitim emekçilerinden iradelerini teslim etmeleri talep edilmiştir. Bu, insan onur ve haysiyetine yapılmış büyük bir saldırıdır. Aday öğretmenlere getirilen mülakat şartı açık ve aleni bir şekilde itaati dayatmaktadır. Lafı eveleyip gevelemeye gerek yok: Bunun halk dilindeki karşılığı torpil ve yan-daşlıktır. Böyle bir düzenleme adalete, Allah’ın ve insanla-rın rızasına muvafık mıdır, soruyoruz siz-lere?”

Farklı üniversite ve kurumlardan öğrenci gruplarının bir araya gelerek düzenlediği “Gündönümü: Suriye ve Mısır’da Özgürlük Mücadelesi” sempozyumu İstanbul Üniver-sitesi Kongre Merkezi’nde gerçekleştirildi. Halk ayaklanmalarının yerel dinamiklerinin, hak ihlalleri boyutunun ve küresel sisteme et-kilerinin konuşulduğu iki oturumlu programda öğrenci gruplarını temsilen Ceyda Atala giriş konuşmasını yaptı. Ceyda Atala, konuşmasında İslam coğrafyasındaki ayaklanmaları tarihin bir dönüm noktası olarak okuduklarını bundan do-layı sempozyumun ismini “Gündönümü” koy-duklarını söyledi. Sempozyumda Ahmet Emin Dağ, Yasin Şamlı, Ramazan Yıldırım, Gülden Sönmez, Serdar Ataş, Berdar Aral ve Rıdvan Kaya birer konuşma yaptılar.

Boğaziçi Üniversitesi’nde İHH standına çirkin saldırı

İstanbul Üniversitesi’nde Suriye ve Mısır’da konuşuldu.

OKULLARDAN HABERLER

42 • Nisan’14

Page 45: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

15 Şubat Cumartesi akşamı Renk Düğün Salonu’nda dü-zenlenen “Geç Olmadan Gen-ci Anla!” sempozyumunda, SEKAM’ın yapmış olduğu genç-lik araştırmasına dair analizler yapıldı.

Program Ahmet Yunus’un Kur’an-ı Kerim tilaveti ile başla-dı. Sonrasında Umran Kültür ve Medeniyet Hareketi’nin İstan-bul temsilcisi Zeki Kırbaşoğlu gencin kavramsal olarak çeşitli tanımları, risalet döneminde gençlere verilen önem, Genç Öncüler’in misyonu ve SEKAM araştırması sonrası yapılması gerekenler üzerine bir konuş-ma yaptı.

Ardından sözü Prof. Dr. İb-rahim Mete Doğruer aldı. Eği-tim sistemi ile gençlerin sağlıklı yetişmesi arasındaki bağlantıyı vurgulayan Doğruer, sistem-deki istikrarsızlıklar giderilerek eğitim sistemi sağlamlaştırılır-sa üzerine bir bina inşa edile-bileceğini belirtti. Bunun yanı sıra 60’lardan bu yana farklı dönemlerde ortaya çıkan genç-lik hareketlerinden de söz etti. Doğruer sözlerini, ebeveynlerin çocukları anlamasının gerekli-liğine vurgu yaparak ve aileleri iyi dinleyiciler olmaya davet ederek sonlandırdı.

Son konuşmacı Prof. Dr. Bur-hanettin Can gençlikte yaşa-nılan kimlik bunalımına dikkat çekerek melez kimlik kavramı üzerinde durdu. Araştırma so-nuçlarının “kararsızlar” hane-sinde yer alanların gerekli ted-birlerle “olumlu”lar hanesine kazandırılabileceğini belirten Can, neme lazımcılığın sonuç-larının tüm toplumu bitirebile-ceğini belirtti. Gençlere ve top-luma uygulanan olumsuz yönlü dönüştürme projesini “henüz vakit varken” engellemek için görev ve sorumluluk yükümlü-lüğü olan paydaşların; aileler, STKlar, millet, devlet, medya organları vb. olduğunu belirtti.

2.Dönem Üniversite Hanım Seminerlerimiz Başladı8 Şubat Cumartesi günü üniversiteli hanım kardeşlerimizle bir araya gelerek samimi bir kahvaltıyla yeni döneme vira bismillah dedik. Derslerimize Prof. Dr. Yaşar Düzenli hocamızın “ Doğru bir başlangıç ama nasıl? “ başlıklı semine-ri ile başladık. Hocamız seminerde doğru bir başlangıç için en önemli ifadenin “Lailaheillallah” olduğunu bizlere tekrar hatırlatmış oldu.Seminerlerimiz Mart başı itibariyle de Yard. Doç.Dr. Ömer Miraç Yaman ile “Hayatı Anlamlandırma Okumaları” ile devam etti. Seminer sonunda katı-lımcılar çarpıcı başlıkları ve hocamızın üslubunu fazlasıyla beğendiklerini dile getirdiler. Üniversite hanım seminerlerimiz Mayıs sonuna kadar devam ede-cektir. 6 farklı hocanın katılımı ile gerçekleşecek olan seminerlerimiz her Cu-martesi saat 11.30 ile 13.00 arasında olacaktır. Vakti müsait olan tüm hanım kardeşlerimizi aramızda görmek isteriz.

GEÇ OLMADAN GENCİ ANLA!

ETKİNLİK

Nisan’14 • 43

Page 46: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

“Hoca teorik kısımlar-dan çok sormaz zaten, sen

diğerlerine çalış.”Immanuel Kant

Eleştiri veya kritik denince eski-den salt yerin dibine sokmak

anlaşılırdı. Bugünse ya yere göğe sığdıramamak ya da eskisi gibi yer-mek anlaşılıyor. Hâlbuki eleştiri de-nen şey, bu şeyin ne olduğu mühim değil, enine boyuna, iyisini kötüsü-nü, zaman ve mekân faktörleri göz önünde bulundurarak incelemek demektir. Bir yazı, yazar, kişi veya ku-rumu eleştiri esnasında övmek o şeye taraftar olunduğu anlamına gelmeyeceği gibi eksik, yanlış vs. söylemekte eleştiren kişinin kendisini üs-tün görmesi, eleştirilen kişini de aşağılanması demek değildir. Bu cümleleri tamamıyla beni kurtarsın diye yazdığımı da belirtmeliyim.

Ali Şeriati hakkında kısaca birkaç cümle söyleye-rek kitabın kritiğine başlamak kanaatindeyim. Bildiği-miz üzere Dr. Şeriati İran asıllı bir sosyologdur. İran İslam devriminin fikir babalığını yapan Şeriati asıl eğitimini Fransa’da tamamlamıştır ve İngiltere’de bulunduğu sıralarda Savak ajanları tarafından şehit edilmiştir. Bir şehit olmasına rağmen hak ettiği değe-ri tam manasıyla bulamamasının sebebi, bu şekilde tasniften haz etmesem de, Sünni Müslümanların onu “Ehli sünnetten” olmadığı için kabul etmemesi ve Şii Müslümanlarında onun Sünni propagandası yaptığı ve Şiiliği savunmadığını söylemesidir. Her iki kesim-den de ciddi bir kitlenin sırtını dönmesi ve Şeriati’nin erken vefatı onun gereği kadar “popüler” olamama-sına neden olmuştur. Fakat unutulmaması gerekir ki, Dr.Şeriati’nin her ne kadar baskın bir Şia taassubu olmasa da, yetiştiği ortam, kullandığı kaynaklar (ki kendileri eserlerinde Sünni kaynaklara daha çok yer vermiştir.) ve inanç esasları bakımından Şii olması ki-tapları değerlendirirken mutlaka göz önünde bulun-

durulması gereken bir faktördür. Bu bir dışlama veya kötüleme değildir sadece oluşabilecek fikir farklılıkla-rının daha rahat anlaşılması için dik-kate alınması gereken bir durumdur.

İnsanın Dört Zindanı kitabının aslında Dr.Şeriati tarafından bizatihi yazılmamıştır. Kitapta da bahsi geçti-ği gibi bir konferansın metne çevril-miş halidir. Bu durumun konuya şu şekilde bir açıklamayı bizde Dr. Şeria-ti gibi söyleyebiliriz; konu tam mana-sıyla açıklanamamış hatta yer yer Dr. Şeriati’nin sanki zihnindeki örnekleri tam manasıyla aktaramamış olma-

sından kaynaklanan kopukluklar var-dır. Başka bir kanaatte şu yöndedir, şayet Şeriati şehit edilmemiş olsaydı ve uzun yıllar yaşasaydı bu bilgi birikimi üzerine nicelerini katabilir ve İslam düşünce-sinde herkesin adını zikrettiği biri olarak yepyeni bir çağ açabilirdi. Bunun bir desteğini kitabın çevirisini yapan Hatemi’den anlayabiliriz. Hüseyin Hatemi kita-bı çevirdiğinde sene 1984 idi ve kendisi bir profesör olmasına rağmen ciddi bir sorgulama ve duraksama yaşadığını biliyoruz. Peki, neydi bu kadar olay yaratan bu kitap?

***

“Bu kısımdan çıkarmış asıl, Immanuel öyle dedi.”

David HumeDr.Şeriati o güne kadar pek az insanın ilgilendiği

şeyle ilgilenerek başlamıştır konuşmaya, Şeriati diğer herkesin aksine meselenin özüyle ilgilenmiştir; in-sanla ilgilenmiştir yani. Konuyu kavramak için özüne inmek gerektiğini söylemiş ve insanın ne olduğu soru-sunu sormuştur. Fakat bu soruyu soruşu ve kitabın is-keletini oluşturan diğer “insani” mevzuların neredey-se tamamını batı düşüncesi üzerinden açıklamıştır. Yani kitap aslen batının bu zindanlardan nasıl çıkacağı ile ilgilidir.

ZİNDANDAN ÇIKIŞZeynep KIRBAŞOĞLU

44 • Nisan’14 Nisan’14 • 45

KİTAP

Page 47: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

“Bulunmak” ve” var olmak” arasında ayrımla in-celemeye başlayan Dr.Şeriati insanın oluşum sürecin-den bahseder. Evvelinde aslında “beşer” olan bir ve bir hayvandan farksız beşerin irade ve yaratma yete-nekleriyle insan oluşunun serüvenini anlatır. Descar-tes, André Gide ve Camus’un “… öyle ise varım!” tez-lerinden insan olma vasfına en uygun ve yakın olanı seçer; Camus, “Başkaldırıyorum, öyleyse varım.” der. Dr. Şeriati’nin bu önemeyi seçmesi ise oldukça yerin-dedir. İnsanın irade ve seçme yeteneklerinden dolayı başkaldırmasının ontolojik bir ispat olduğunu söyler. Bahis geçtiği gibi insan düşünen bir hayvan olmaktan çok seçme ve yeni bir şey oluşturma gibi mucizelere sahiptir. Bu ispat sürecinde, yani varoluşçu ve insanın hiç durmadan akan, ilerleyen gelişen ontolojik ispat sürecinde onun üzerindeki en büyük kaynağı, hocası olan Sartre’dır. Ne yazık ki Sartre’ının bir ate olması ilerleyen süreçte Dr. Şeriati için bir çeşit ikileme sebe-biyet verecektir. Yukarıda da bahsi geçtiği gibi şayet daha uzun yaşasaydı, soru olarak bıraktığı birçok konu tarafınca açıklanabilecekti.

Zindanlara geldiğimiz de ise Dr. Şeriati Batı dü-şünce tarihinde 19.YY da başlayan Marksist, mater-yalist düşüncelerin üstüne artık değişen fakat gene de kümülatif olarak devam eden 20.YY akımlarının 3 zindan olarak değerlendirdiğini görüyoruz. Şeriati’nin aldığı bu 3 akım Naturalist/biyoloji zindanı, tarihselci-lik/historisizm zindanı ve Sosyolojizm/Toplumsalcılık zindandır. Dr. Şeriati batının zamanla bu 3 zindandan kurtulduğunu fakat halen ciddi bir çıkmazın içinde bu-lunduğunu söyler bunun nedeni de 4. zindandan çı-kamamış olmalarıdır. Biraz daha açmak gerekirse Batı natüralizm zindanından ilkel insanın doğayı yenip asıl efendinin kendisi olduğu fikrinin yayılması ve tekno-loji ile artık doğanın caydırıcı, korkutucu(depremler, fırtınalar, kuraklık vs.) ve ilahi(güneşe, aya, yıldıza, ineğe tapma vs.) bir yaptırımı olmaktan çıkması ile aş-mıştır. Kısaca, doğayı kendi lehine çevirmiştir. Histori-sizm zindanından çıkışı da benzer bir şekilde kendi ta-rihi prangalarından kurtulmalarıyla olmuştur. Batı’nın kiliseden ve onun skolastik düşüncesinden kurtulup sekülerleşmesi Tarih zindanından çıkışıdır. Son olarak Batı Toplum zindanından şu şekilde kurtulmuştur: Bi-reysellik. Toplum X yönüne hareket ettiğinde, bireyin buna karşı çıkıp Y yönüne hareket edebilmeyi seçme-si Toplum zindanından çıkışı temsil eder. Bu noktada, tam manasıyla zindanlar arası bir geçiş yoktur. Yani biri bitirilip bir diğerine cümleten geçilmemiştir. Ta-rihsel bir sürecin doğallığı ile ve fakat sürece girilme-siyle doğal olmayan şekilde gerçekleşen bir ilerleme vardır bu 3 zindanın çıkışında.

Son ve 4. zindana gel-diğimizde ise Dr. Şeri-ati batı toplumunun sahip olmadığı bir özelliğinden dolayı bu zindanda hap-solduğunu söyler. 4. Zindan insanın kendisi olan “ken-dim/ben” zinda-nıdır. Buna muka-bil Şeriati ben zin-danından çıkış için önce “aşkı” önerir. Birkaç satır sonra bu aşkın “din” olduğunu söyler ve tekrardan bir-kaç satır sonra “İsar” ola-rak bu zindandan çıkılacağı-nı söyler. Nitekim son zinda-nın çıkışında ironik bir çıkmaz vardır. Kur’an’ı Kerim’de aşk söz-cüğüne yer verilmemesine karşın aşkı dinle eşleştirmesi bir soru işare-tidir. Öte yandan tasavvufi bir aşkı kas-tetmediğini söyleyip dine bağlaması nasıl bir aşk sorusunu gündeme getirir ki söz konusu aşk olduğunda, aşık hiçbir zaman veren taraf olmaz, aşık mütemadiyen ister. Fakat bir zaman sonra Şeriati’nin aşkı İsar olmaya bağlaması yani sorgusuz sualsiz ve karşılıksız olarak vermeye bağlaması bir di-ğer soru işaretini oluşturmaktadır. Elbette bu kitabın aslında bir konferans olduğunu ve ga-yet basit bir zamanın yetmemesi durumunda son ve en önemli kısmı hızlıca geçilmiş olması ihtimali (veya böyle bir ihtimal hiç olmayabilir.) Dr. Şeriati’nin asıl zindandan çıkışı açık bir şekilde anlatamamasına neden olmuş olabilir. Mamafih, Dr. Şeriati’nin bugüne değin çok az mütefekkirin değindi bir konuda bu denli başarılı, ezber bozan ve kafa karıştıran, düşünmeye sevk eden bu tezi hazırlayıp sunması onun ne derece zeki ve toplum sorunlarına aktif çözümler üreten bir yapıda olduğunu ispat eder niteliktedir. Tüm bunlarla birlikte Dr. Ali Şeriati’nin İran İslam Devrimi’ne fikir babalığı yapmış olması onun başka bir ayırt edici ve etkin özelliğidir. Defaten söylediğimiz gibi şayet yaşa-saydı durum çok daha farklı ve fevkalade bir seviye-de olacaktı. Fakat 1977’de bildiğimiz gibi bir suikaste kurban gitti. Allah şehadetini kabul etsin, bizlerden de sözün hayırlısını alıp boşunu bırakan Dr. Şeriati gibi mütefekkir nesiller olmayı nasip etsin.

44 • Nisan’14 Nisan’14 • 45

Page 48: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

Genç Öncüler: Biraz doğuş hikaye-nizi anlatabilir misiniz müzik hareketi kurmaya nasıl karar verdiniz ?

Mecra: Öncelikle Araştırma ve Kül-tür Vakfı’nda Mustafa abiyle birlikte bir müzik icra edebilir miyiz ortaya bir şey çıkabilir miyiz diye düşünmüştük. Gençlerin sanat alanında, müzik ala-nında birşeyler icra edebileceğini dü-şünerek yola çıkmıştık. Olayın başında arkadaşlar arasında enstrüman çalan arkadaşlar arasından birşeyler çıkara-bilir miyiz düşünmeye başladık. Genel-likle camianın içindeki en büyük sıkın-tıdır bu, müzik yapan enstrüman çalan (bizim arkadaşlarımız arasından) hiç kimseyle karşılaşmadık maalesef. Dı-şardan bazı arkadaşlarla tanıştık eyledik öyle başladık müzik serüvenimize. Daha çok sanat müziği tasavvuf müziği falan yapıyorduk ilk başlarda. Kolay değildi Fatih Üniversitesi’nde okuyan arkadaş vardı bu arkadaşın buraya gelmesi gitme-si prova yapması zaman ayırması falan çok zor işlerdi. Bir iki program yapma fırsatı oldu yaptık onları Allah’ın izniyle. Arkadaşlar için de katılmak zordu, kendi hayat şartları içeri-sinde boş vakit bulmak zordu hepsinin farklı koşuşturması vardı. O zamanlar biz de yaklaşık 1 yıl baya sıkıntı çektik. Bu şekilde gitmeyeceğini düşündük ve arkadaşlarla konuşarak grubu sonlandırmaya karar verdik. Sonrasında Mustafa abi-mizin Allah vergisi bir yeteneği var. Söz yazma, beste yapma yeteneği var. Mısır olaylarından önce birkaç parça yazmıştı. Üstüne İslam coğrafyasındaki zulümler devam edince insan-lar duygusal bir yoğunluk ile karşı karşıya kalmıştı. Saraç-hane gecelerindeki duygusal yoğunlukta Mustafa abi yeni eserler yazdı. Ben de ‘’ey şehidim’’ şiirini saraçhanedeki bu duygusal yoğunluğu fazla bir ortamda yazdım. Spontane ge-lişen bir durumdu. Kendi parçalarımızı ortaya çıkarsakta on-ları dinlesek gibi bir düşüncemiz vardı. Fakat öyle bir albüm yapma gibi bir düşüncemiz yoktu. İslami camiada öz eleşti-riler yapılır. Sanat noktasında eksikliklerimiz var. Sinemada, çizgi film sektöründe yokuz. Ezgi marş noktasında yirmi sene önce çıkan albümler hala dinleniyor. Ömer Karaoğlu, Eşref Ziya, Grup Genç gibi isimler yirmi sene önce çıkarttıkları par-çalarla hala meydanlarda varolabiliyorlar. Üstüne yeni bir gi-rişim çok fazla yapılmadı. Bu anlamda maalesef camiamızda bir kısırlık var.

Örneğin biz Araştırma ve Kültür Vakfı derken o ismin içinde bulunan kültür kısmı değil midir? Sen o kültür sözünün içine müziği de sokarsın sanatı da filmi de her şeyi sokabilirsin. Biz de dedik inşallah yaparız. Müzisyen arka-daşlarla bir araya geldik bu da onun bir yansımasıydı. Yine tabii soruyorduk et-rafımıza bir albüm çıkarsak maliyeti ne olur. Arkadaş çevresine sorduruyorduk bu işler ne kadara yapılıyor acaba ne-dir merak ediyorduk. Hayal de olsa da niyetlenemiyorsun netice de sermaye-ye ihtiyacın var. Bir an vazgeçtik artık düşünmüyorduk. Tabii insan yazınca yazıyor bu ayrı bir durum. Yazmaya en-gel olamıyorsun duygularına ket vura-

mazsın. Ancak bunu somutlaştırmak oldukça güç. Bir parça oluşturmak stüdyoya girmek kayıt yapmak; bunlar aklımı-zın ucundan pek geçen şeyler değildi. Ardından vâkıfımızın bünyesinde bulunan Rehber Gençlik Platformu bu işe “sahip çıktı”. Destek sağladılar bize. Biz de Mecra Müzik Hareke-ti olarak Rehber Gençlik Platformu bünyesinde bu albümü gerçekleştirme fırsatı bulduk. Allah bize bunu nasip etti. Şu an mecra müzik hareketi olarak Rehber Gençlik Platformu ile “uyan ey kardeşim” adlı albümü icra ettik. Bir müzik gru-bu olduğumuzda çok söylenemez. Örneğin Ömer Karaoğlu benzeri Mustafa abi marş ve ezgiler yazıp seslendirdi ben de kendimce yazdığım şiirleri ve bir başka şiiri seslendirdim. Benim de icraatım bu idi.

Genç öncüler: Yaptığınız müziği nasıl tanımlıyorsunuz peki? Daha çok mesaj içerikli mi yoksa sanat içerikli olma-sına önem verdiniz?

Mecra: Öncelikle sözler tamamıyla duygusal yoğunluk-la ortaya çıkan sözler. Sadece bir mesaj vermek istendiğin-de basitleşiyor zaten. Örneğin düzyazı da yazıyorsan sanat ağırlıklı olmasını hedeflersen metin süslü bir yapı halini alır. Aynı şekilde doğrudan mesaj vermek istersen bu da basit bir metin halini alır. Bu eserlerin tamamı duygusal yoğunlukla ortaya çıktı. Sonuçta hem duygu yüklü bir sanatı ve içerdiği mesajı da veren eserler ortaya çıktı. Mesela her parçanın bir hikâyesi var bizde. “uçan kuşlar“ parçası örneğin, mısır olay-larında Esma’nın şehadeti üzerine Mustafa abinin yaşadığı duygusal yoğunluk üzerine yazmış olduğu bir eser. Albümün ismini taşıyan “uyan kardeşim” adlı parça Mısır ve Suriye

Mecra Müzik Hareketi 2014 yılında “Uyan Kardeşim” adlı albümleriyle ilk adımı atan Mecra Müzik Hareketi kurucu üyesi

Mehmet Semih Özdemir ile söyleştik.

46 • Nisan’14 Nisan’14 • 47

MÜZİK

Page 49: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

başta olmak üzere İslam coğrafyalarındaki zulümleri dile ge-tiren içinde sisi ve Esad isminin geçtiği hatta içinde “Allah’ın belası Beşar Esad” sözlerinin geçtiği parçadır. Tamamı sa-natı, duygusallığı olan ve mesaj içeriğini de barındıran par-çalardı. Besteleri Mustafa abi yapıyordu. Bununla beraber sürekli istişare halinde bulunuyorduk. Farklı beğenilerimiz olsa da ortak bir ürün çıkarabildik. Nihayette İslami camia-nın beğendiği marş ezgi dediğimiz bu tür duyguları barından bir müzik yaptık. İmkânlarımız dâhilince bunu becermeye çalıştık. Müzikal anlamda bazı farklılıklar yaratmaya çalıştık. Klasik çizginin dışında canlı enstrümanlar kullanarak müziğe farklı havalar kattık. Örneğin bağlama çokça kullandık. Baktı-ğınızda bağlama Türk insanının yani bu coğrafyanın insanını ifade eden bir enstrüman. Aynı şekilde kemanın duygusallı-ğından faydalandık. Ayrıca farklı enstrümanlardan da yarar-landık. Hem sanatsallık hem de mesajını iletmesi bakımın-dan orantılı ve tutarlı bir müzik olduğunu düşünüyoruz.

Genç öncüler: İslami camianın özelde müzik genelde sa-nata bakışını nasıl buluyorsunuz?

Mecra: Aslında bu konuya değindik. Mustafa abi bu ko-nuda daha yetkin. Benim gördüğüm 15 yıl öncesine kadar müzik yapanları kâfir ilan eden İslami camiadan şimdi bahsi geçen müzikleri dinleyen bir topluluk haline geldikleridir. Bir değişim söz konusu. Bence en büyük hatamız şunu görme-mek: bu dünyayı, hayatı ve düzeni yaratan Allah’ın olduğu-nu ve tüm düzene hakim olanın da O olduğunu. Ardından hayatı parçalayarak müziği ve sanatı Allah’ın düzeninin dı-şında algılıyoruz. Kesip atıyoruz. Öyle bir algı ki haram ola-rak nitelendiriyor. Bazıları bunla uğraşılmaz derken bazıları bunla uğraşılmalı diyor. Genel olarak menfi yaklaşılıyor. Geç-mişten günümüze gelen Müslüman camianın yaklaşımına baktığımızda veya gereksiz görüp bir sürü sıkıntı var canım bununla mı uğraşacaksın deyip bu gibi alanları boş bıraktı-ğımızı gördük sonucunda ne olduğunu gördük Müslümanla-rın maalesef en büyük serzenişi nedir? Çocuklarımız diziler, filmler izliyor televizyonda saçma sapan örneklikler görüyor içkisidir,fuhuşudur,zinasıdır, kız erkek ilişkileridir veya hep yapılan bir eleştiri vardır ya rock müzikler dinliyorlar Met-talica dinliyorlar vs.. Müslümanlar olarak biz bu alanlara yö-neldik de buraların bereketini kullanmaya çalıştık da bizim çocuklarımız beğenmedi mi diye sormamız lazım kendimize ? Örneğin çizgi filmler biz küçükken saçma sapan çizgi film-ler izlerdik o zaman fark edemiyorsun ama şimdi dönüp baktığında cinsiyet ve kız-erkek ilişkileri konusunda çocuk-ların bilinçaltına neler yerleştirildiğini görüyorsun. Bu bağ-lamda Müslümanların hem özel hem de genel olarak müzik ve sanat alanında büyük bir boşluk bıraktığı aşikâr. Şunu da unutuyoruz cihad dediğimiz şey sadece savaş alanında sa-vaşmak değil cihad bugün öğretmenin okulda öğrencisine hayırlı bir Allah kelamı öğretmesi ya da senin arkadaşına bir muhabbet esnasında bak kardeşim yanlış yapıyorsun doğru-su şudur deyip iyiliği emredip kötülükten sakındırmandır. Ci-

had dediğin başka bir yerde örneğin müzik alanında Allahın emir ve yasaklarına uygun olarak o müziğini icra etmektir ya da Allahın çizdiği sınırlar içerisinde filmini, dizini yapmak-tır biz bu alanlarda cihadımızı yapmadıkça Allah düşmanları bu alanlara hakim oluyor ondan sonra maalesef Müslüman gençlerin zihinleri bunlarla kirlenmek zorunda kalıyor.

Genç Öncüler: Albüm çıktığından bugüne kadar nasıl tepkiler aldınız ?

Mecra: Allah’a şükür beklediğimizden daha iyi tepkiler aldık. Çünkü ben de Mustafa abi de profesyonel anlamda ilk defa stüdyoya girip böyle bir çalışma yapıyoruz. Daha 4-5 ay öncesine kadar bizim aklımızın ucunda böyle bir şey yoktu. Rabbim bunu nasip etti bize “yürü ya kulum, ben size bir yol açtım bakalım bunun hakkını verebilecek misiniz” dedi-ğini yani tabiri caizse bir imtihanla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum bakalım bu imtihandan başarıyla çıkabilecek miyiz? Elhamdülillah şu güne kadar albümüzü alanlar din-leyenler çok güzel dönüşler yaptılar bizde mutlu oluyoruz bunun karşılığında ve hakikaten demek ki farklı insanların beğenebileceği bir çalışma ortaya koymuşuz diyebiliyoruz bu bizi sevindiren bir durumdur.

Genç Öncüler: Son olarak ileriye dönük planlarınız ne-lerdir ?

Mecra: Başta da söyledik devamında da söyledik tabir-i caizse değil direk tabirin gerçeği olarak biz şu an müzik ala-nında cihadımızı yapmaya çalışıyoruz. Biz istiyoruz ki genç arkadaşlar bizim yaptığımız müziği beğensinler, farklı müzik tarzlarına yönelmek zorunda kalmasınlar. Sonuçta siz niyet-le yola çıkarsınız ve o yolda elinizden geleni yaptıktan sonra bereketini, mükafatını Allah’tan beklersiniz. Mesela farklı bir örnektir albümü alan 4-5 yaşında çocukları olan abilerimiz ablalarımız bize diyorlar ki “bizim çocuk sabah kalkıyor sizin albümü dinlemek istiyor” başka biri de “evde dinliyor kreşe giderken de arabada dinlemek istiyor” diyor. Bu çok güzel bir şey çünkü Müslüman bir ailenin ufak ferdi şu an bizim Allahın sınırları içerisinde yapmaya çalıştığımız müziği din-liyor beğenebiliyor küçücük bir zihin de olsa sonuçta onun kafasına bir şekilde Allah’ın kelamı giriyor. Gönül ister ki bu camia içerisinde eleştirisini yaptğımız meseleler hakkında önümüzdeki süreçte eleştirilecek durumda kalmayalım her-halde en önemli hedef bizim için bu olsa gerek yani eleştiri-sini yaptığımız meselelerde çözüm bulabilecek noktaya ge-lelim. Bu da tabi belki çok uzun süreçlerin getirebileceği bir şey belki çok kısa sürecin getirebileceği bir şey. Bunu Allah biliyor sonuçta bizim buradaki en büyük inancımız tamamen niyetimizle alakalı. Ne zaman niyetimizde ufak bir sapma olursa size bu bereketi, bu imkanı veren Allah bunu da eli-nizden alır, bir terslik olur bir şey olur o beğenilen parçanız daha sonra beğenilmez olur o yüzden önemli olan niyeti ha-lis tutmak ve o niyet yolunda devam etmek ondan sonrası zaten tevekkül etmek.

Genç Öncüler: Çok teşekkür ederiz, başarılar dileriz.

Röportajı yapan: Burak Kalpaklıoğlu46 • Nisan’14 Nisan’14 • 47

Page 50: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

KARİKATÜR | ZEYNEP SUDE ÖZKAN

48 • Nisan’14

Page 51: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

“Eğer siz (Uhud’da) bir acıya uğradınızsa, (Bedir’de de düşmanınız olan) o kavim de benzer bir acıya uğramıştır.

O günleri biz insanlar arasında döndürür dururuz (zaferi bazen bir topluma bazen öteki topluma nasip ederiz.)

Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve aranızdan şahitler edinsin. Allah zalimleri sevmez.”

(3/140)

Page 52: Genç Öncüler/İnsanlar Var İçimizde Bizden Uzak/83

Affet Bizi Ya RabbGörmüyor musun? Yanıyor bu dünya

Her adımında battıkça batıyorDaha ne kadar kör olabileceksin,

Yüreklere inen hançerlereNasıl tıkayabileceksin kulağını?

Ana kucağındaki bebeklerin çığlıklarınaSen Ey Yusuf yüzlü! Sen Ey Meryem yürekli genç!

Çıtın çıkmayacak mı? Dolup taşmasına kuyuların Yusuflarla!Dur demeyecek misin? Oluk oluk kanın taşkın yaptığı derelerde İsaların boğuluşuna!

Sen elinden asasını eksik etmeyen genç!Doymadın mı, kanamadın mı? Kardeşinin kanını içmeye!

Ya sen Havva? Sen engel olmayacak mısın evlatlarına?Yetmiyor mu artık, yetmiyor mu?

Bu yanan, bu kor halindeki yürekler, çekilen tüm bu çileler!Bu kadar mı çok sardı gecenin karanlığı kalpleri?

Yok mu ufukta ağaracak bir tan yeri?Vakti gelmedi mi bu sancılı doğumun?

Bu çöllere, bu kapkaranlık bataklıklara güneşin doğmasının vakti gelmedi mi?Bu kan ve gözyaşı tufanından kurtulmak için gemiye binme vakti gelmedi mi ey genç?

Ya Bilal! Neredesin? Dardayız, zordayız, çıkmazdayız gel, gel artık çıkar bizleri aydınlığa!Ve yürüyelim hep birlikte Hakk’a

Seslen nefislerimize, insin o tokat yüzümüze yüzümüze.Silkele ve titret, kavuşsun yüreklerimiz.

Çıkalım yollara Muhammedler, Ayşeler, İbrahimler, Musalar ve MeryemlerDenizleri aşalım Yunuslarla!

Kurban olalım İsmaillerle!Ve Adem olalım, Havva olalım, yalvaralım hep birlikte alemlerin Rabb’ine!

“Ey Rabbimiz biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen

mutlaka ziyana uğrayanlardan olacağız!”Sen bizleri affet Ya Rabb!

Feth edelim tekrardan Mekke’yi!Feth edelim tekrardan Kudüs’ü!

Ve feth edelim tekrardan tüm gönülleri!Yağalım, akalım, düşelim gözlerden sinelere, gönüllereFiliz olalım, açalım, güller olalım cennet bahçelerinde

Affet bizi Ya Rabb, Affet Affet ki gül olalım, güller olalım.

Mehmet Semih ÖZDEMİR