fethi tevetoğlu - Ömer naci
TRANSCRIPT
l•I KOLTOR VE TURiZM BAKANUGI YAYINLARI: 817
.
ÖMER NACİ
Dr. Fethi TEVETOGLU
TORK BOYOKLERl DiZiSi: 45
Kapak Düzeni: Saim ONAN
ISBN 975-17-0008 -6
©Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1987
Onay: 25.6.1987 tarih ve 928.1-2910
ikinci baskı, 1987
Baskı sayısı: 15.000
Semih Ofset Matbaası -ANKARA
Bu kitabımı, benden Ömer NAci'nin hayatını yazmamı istemiş olan, büyük Türk şciiri Yahya Kemal Beyatlı'nm aziz hatırasına sunuyorum.
F.T.
3
4
"MUSTAFA KEMAL! ARKANDAYIZ, SENİ TAKİBEDEC��İZ! ÔLÜ�L�R, CELLAf?LAR, İŞKENCE;LER !JİL� BiZi BU AlMIMIZDEN ÇEVIREMEYECEJÇTIR. HljRIµ· YET VERiLMEZ, O ANCAK ALINIR. ZULUft1 VJ: ISTl!JDAD ALTINDA iNLEYEN BU MA'SUM VE BiÇARE MILLF;.Tİ KURTARACAÔIZ, YAŞ.\SIN HÜRRİYET VE İHTİLAL!"
ÖMER NACİ (Selinik, 1906, Vatan ve Hürriyet gizü cemiyeti top/antıSJnda yaptWı
konuımadan)
"ÖMER NACİ DİYEBİLİRiM Ki, MUSTAFA KEMAL' DEKİ GİZLİ KUDRET VE DEHAYI İLK KF.ŞFEDEN BİR YAR-1 VEFAKARI İDİ. YÜKSEK BİR HALK HATİBİ OLAN ÔMER NACİ, MUSTAF A KEMAL'DEN SONRA ORDU VE MEMLEKET İÇİNDE PEK ÇOK SEVİLEN BİR ZATTI." ·
HÜSREV SAMI KIZILDOGAN Kars Milletvekili
(Belleten, Temmuz-Ekim 1937, sayı: 3. 4, s. 619-625)
ESERİN İKİNCİ BASIMI HAKKINDA 80 yıl önce: "MUSTAFA KEMAL! ARKANDAYIZ, SENİ TA'KİB EDE
CEÖİZ! ÖLÜMLER, CELLADLAR. İŞKENCELER BİLE BİZİ BU AZMİMİZDEN ÇEVİREMİYECEKTİR." diye haykıran yüksek halk hatibi Ömer Naci, "Mustafa Kemal'deki gizli kudret ve dehayı ilk keşfeden en vetalı ve yakın arkadaş" idi.
Atatürk'e güzel yazmak ve konuşmak yolunda en çok te'sir eden bir yakını bulunan Hatib Ömer Naci'yi, Cumhuriyetimizin 50. yılında Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı 'nca yayımlanan bir kitapla, ölümünden 57 yıl sonra ilk kez günümüz gençlerine tanıtmıştık.
Büyük Türk düşünürü Ziya Gökalp'ın: "Milletin şahlanmış imanıydı O!" diye tanımladığı Ömer N.iclnin muh
terem oğlu Hikmet Naci, babası için yazdığımız kitap üzerine, 12 Temmuz 1973 tarihli şu lütufnameleriyle bizi mükafatlandırmışlardı:
Aziz Tevetoğlu,
"Ömer Naci" adını taııyan eserinizin rôhumda yaptJlı derin te'11lr içinde büyülenmlı gibi günlerden beri hay§J içindeyim.
Eserinizde Ipret buyurdulunuz gibi, Büyük Atatürk, Ziya G6-kalp ve Yahya Kem§I Bey'ln ruhlarının da pd olduğuna ıüphe edilemez.
Yıllarca 11üren çalıımalardan 11onra titiz bir arkeolog gibi, kül· lenmlı bir nl11yan hüyülünden yiJzeye çıkardJlınız babamı, gele· cek kupkların önüne bir abide gibi intikal ettirdiniz.
Duygularım odur ki, Cumhuriyet Hükiimetl'nde, Kültür Mü•· tefarlıkı'nda vatan yoluna kendini adayanlann kadrini bilir zat· ların bu eseri, Cumhuriyetin 50. Ydı armaAanlan aruında yayınlanııı bulunmaları da emAlalz bir deferlendlrmedlr. Bu, çocuk.larunız ve torunlanmız için de canh h§tıra olarak kaJacalctır.
Kalbimin en aıcak yerinden hayranlıklar, aaygılar ve aevgller arzederlm efendim.
Hikmet Nici HA TIBOÖLU
5
Sayıları epeyce kabarık olan Türk düşünür, yazar ve tarihçileri, Ömer Naci hakkındaki bu araştırmamız üzerine tahlil, tenkid, teşvik ve takdir yazıları yazdılar. Değerli eğitimci, şiir ve hatib Necmeddin Esin, Batılıların "Genre Oratoire" dedikleri hitabet hakkında kısa bir tahlilden sonra şunları belirtmektedir:°>
"İmparatorlukda Selanik'de, İstanbu/'da Meb'usan Meclisi'nde, Birinci Cihan Savaşı'nda bütün yurtta sesi top bataryaları gibi mübarek bir dava için gümbürdeyen büyük hatib Ömer Naci, şimdi sınırlarımız dışında kalan ve Irak Türklüğünün merkezi olan KERKÜK'de ebedi istirahatgahında uyuyor. Amma Doğu 'dan her sabah ışıkları yurda yayılan bir güneş gibi .. "
Necdet Kurdaku/, bir hayal adamı.ama yaratıcı bir hayal adamı diye başladığı yazısında: " ... Benim neslimin ismen az-çok tanımış olduğu Ömer Naciyi bu eserde bütün incelikleriyle, ayrıntılarıyla öğrenmek, tanımak imkanına sahip oluyoruz" demektedir.12!
'
Tarihçi Yılmaz Öztuna, İttihadcılar hakkında bir genel değerlendirme yapmasına da vesiyle olan (Ömer Naci) kitabımız için şunları vaz· mışdır:13!
"Ömer Naci adını duyanımız azdır. Tarihçiler ve edebiyatçılar bile onun yalnız İttihad ve Terakki Partisi'nin en meşhur hatibi olduğunu, "Hatib-i Şehir" diye takdim edildiğini bilirler. Hakkında fazla birşey bilinmez.
Böylesine adeta meçhul kalmış bir şahsiyet, bugün aydınlığa çıkarılmışdır. Tarihçinin müsbet ve menfi mütalaalarına daha açık haldedir."
Rahmetli tarihçi ve yazar Reşad Ekrem Koçu da, Atatürk ile Ömer Naci arasında Manastır'da sınıf arkadaşlığı ile başlayan dostluğa değindikten sonra yazısını şöyle bitirmekdedir:14!
"Ömer Naci, İslam fr_n.anı sağ{am bir ş_airdi. Bu yazıyı, kendi adını taşıyan kitabdan aldığım bir ilah] kıt'ası ile son veriyorum:
(1) Necmeddin Esin: Hatib Ömer Naci ve Dr. Fethi Teveto ğ/u, Ça ğrı, Temmuz 1973, Yı l: 1 7, Sayı : 186, s.3-5.
(2)Necdet Kurdaku/: Hayal Adam, Dünya, 21 Haziran 1973, Sayı: 5792, s.2.
(3) Yılmaz Öz tuna: Ömer Naci, Hayat Tarih Mecmua sı, A ğustos 1973, Sayı : 7.
(4) Reşad Ekrem Ko çu: Ömer Naci, Tercüman, 24 A ğu stos 1973
Cuma, Savı: 4287 , s.6
6
Bir nur düştü, gönlüme, bir nür-i münceli, Gördüm ki anda muhtefi kudsiyet-i ilahi; Bir aşk geldi ruhuma, bir aşk-ı sermedi, Ya Rab ... Senin kemaline ettikçe ben nigah ... "
Edebiyatçı ve yazar Ahmed Kabaklı da, İttihadcılığın çok göze çarpar adamı, Mustafa Kema/'in çok yakın arkadaşı, dilinden kan damlar
bir hatib ve Ziya Gökalp'ın bir ağılıyla övdüğü bu Ömer Naci'nin unutuluşuna, :-ıdının bile kalmayışına hayretini belirttikden sonra: "Bu eser aynı zamanda İttihad ve Terakki ile J. Cihan Harbi günlerinin ibretli iç tarihidir. Sırf heyecanları ile bir devrin her tarafına girmiş çıkmış bir adamın tarih huzurunda bir çeşit yargılanışıdır." demektedirJ5J
Tekin Erer de değerli yazısında şunları belirtmektedir: " ... Eserde Ömer Naci'nin hayatı anlatılırken, bütün bir İttihad ve Terakki Fırkası, 1908 Meşrutiyeti, 1895-1916 yılları arasındaki Türk siyasi hayatı, bir filim şeridi gibi gözler önünden geçmektedir. Bilhassa Mustafa Kemal ve Ömer Naci münasebetleri eserde önemli yer tutmaktadır. '16!
Rahmetli hukukçu, yazar ve düşünür Celal Yardımcı, "Gerçek Adaklar" başlıklı yazısını, Ömer Naci için: "İşte kendini millete gerçekten adayan ve bu uğurda can veren adam" dedikten sonra, şöyle bitirmektedir:fll
"İşte tarihin bağrına gömülmüş gerçek adaklar. Vatan böyleleri-nin omuzlarında yükselir ve böylelerinin kitabelerinde ebedileşir ancak. Başkalarının değil ... "
Ünlü edebiyat tarihçisi ve Türk dilcisi Nihad Sami Banarlı ise, Müftüoğlu Ahmed Hikmet monografimizi izlemiş bu kitap için de şunları yazmışdır:181
" Yine bir tetkik ve araştırma eseri olan Ömer Naci, bilhassa güzel Türkçesi ve çekici uslübuyla, Türkçemizin şu kasdf yıkılış devrinde tam bir milli hizmet çehresindedir."
(5) Ahmed Kabaklı: Ömer Naci, Tercüman , 15 Temmuz 1973 Pazar, Sayı : 4248, s. 2.
(6 ) Tekin Erer: Omer Naci, Son Havadis, 27 Haz iran 1973, Sayı : 5594, s. 2
(7) Celal Yardım cı: Gerçek Adakla r, Tercüman, 1 Temmuz 1973, Sayı : 4234, s. 2
(8) Nilıad Simi Banarlı: Yeni ve Kıymetli Bir Kitab, Meydan, 1 2 Haziran 1973, Sayı : 439, s. 16
7
(Ömer Naci) kitabım üzerine, Kerkük'/ü Türk öğretmen kardeşlerin yazdıkları mektubla gönderdikleri plaket ise, bir araştırıcı ve yazar olarak beni en çok duygulandıran ve yeni incelemelere yönelten en değerli bir teşvik armaganı olmuştur.
Ömer Naci, hakkında edebiyat tarihimize ve gençlerimize onbeş yıl kadar önce hazırlanmış ve sunulmuş bu kitabın, Türk Büyükleri Dizisi'nde basılması Bakanlık'ça uygun görülmüştür.
Atatürk'ün en sevdigi bu yakın arkadaşı hatib, şair, vatansever mücahidin macerası yanında, tarihimizin bir ateş, barut ve mefkure dönemini de sergileyen bu eserle gençlerimize, tarih ve edebiyat araştırıcılarına yararlı olabilirsek, büyük mutluluk duyacagız.
8
Çankaya:l2 Nisan 1987 Dr. Fethi TEVETOGLU
ÖN SÖZ Atatürk'ün tam ve mükemmel bir biyografisini yazacaklar, onun çev
resini incelemeğe; çocukluk, gençlik, askerlik ve politika arkadaşlarım bir bir tesbite; onlarla olan yakın ve te'sirli ilişkilerini bilmeğe ve belirtmeğe mecburdurlar.
Mustafa Kemal'in en yakın ve sevdiği gençlik, askerlik, ideal ve mücadele arkadaşlarından biri, onun büyüklüğünü ilk keşfeden sınıf arkadaşı: Şair ve hatib Ömer Naci'dir.
Çok kısa süren hayatı, çetin müc§.deleler/e dolu bulunan hürriyet mücahidi Ömer Naci, eğer henüz otuzsekiz yaşında iken Doğu Cephesi'nde tifüse yakalanıp 29 Temmuz 1916'da Kerkük'te ölmeseydi, muhakkak ki, sınıf ve gençlik arkadaşlarına büyük vefa göstermiş bulunan Atatürk'ün yanında, Milli Mücadele'mizde de Türklüğe büyük hizmetler edecek kahramanlardan biri olurdu.
Hayatı hakkında çok az bilgi bulunan Şair ve Hatib Ömer Naci için bir kitap yazmamı benden 1951 yılında, büyük Türk şfi.iri Yahya Kemal Beyatlı istemiş ve kendilerinde bulunan Ömer Naci ile ilgili değerli bazı bilgi ve belgeleri de bu maksatla bana lutfetmişlerdiJ9J
Bu belgelerin en önemlisi, Ömer Naci'nin hiç bir yerde bulunmayan h§.J tercemesiyle ilgili bir yazıdır. Çok güzel bir kaligrafi ile ve yeni harflerle kaleme alınmış, Ömer Naci'nin hayatından birçok noktaları aydınlatan bu yazının sonunda, "Eskişehir, İnönü Mektebi Başmua/limi N.Necati" imzası ve "Eskişehir, 23 Ocak, 1934" tarih. bulunmaktadır.
Ömer Naci Bey'in ilk evladı 1904 doğumlu sayın Hikmet Naci Hatiboğlu ile, 2 Eyliil, l 96B'de, Çankaya 'da Farabi Sokağı 'nda Farabi Apartımam 'ndaki dairemde şahsen tanıştım.
Hatiboğlu, topladığım bilgi ve belgeleri değerlendirmek için benimle dört saat kadar konuşmuş ve çalışmışlardır. Hikmet Naci Bey, babası-
(9) Dr. Fethi Tevetoğlu, Yahya Kemal ve Ömer Naci, Yahya Kemal Enstitüsü Mecmuası, sayı il, İstanbul, 1968, s.51-59, ayrı basım.
9
nm bu biyografisini yazan ve h.itırala11nı nakleden öğretmen Necib Necati Bey'in, Ali Ulvi Elöve'nin ağabeyisi olduğunu ve halen vefat etmiş bulunduğunu bildirmişlerdiJWJ
Necib Necati Bey, Selanik'te çıkmış olan, içinde Ômer Naci'nin yazıları da bulunan ÇOCUK BAHÇESİ ve BAHÇE haftalık dergilerinin imtiyaz sahibidir.
Başta Atatürk, Ziya Gökalp ve Yahya Kemal Beyatlı gibi Türk bü'yükleri olmak üzere, bizden önceki nesillerin gönülden sevdikleri şair ve hatlb Ömer Naci, esefle belirtelim ki, layık olduğu önem ve değerle ansiklopedilerimizde, edebiyat ve hürriyet mücadelesi tarihlerimizde yeterince yazılmamış, yer almamış ve yeni nesillere gereğince tanıtılmamıştır.
Ômer Naci'nin ölümü üzerine büyük Türk düşünürü Ziya Gökalp'in yazdığı, 24 Ağustos, 1916 tarihli Tanin'de çıkmıi1 ıı bir manzume. vatansever hatibfn, XX. yüzyılın ilk onbeş yılında ne büyük bir ün kazandığının ve o günkü nesiller tarafından ne derece sevildiğinin canlı bir ifadesidir:
ÔMER NACİ
O coşkun bir kalbdi, şen bir fikirdi; Sevdiği vatandı, sevgisi birdi, Ş.iirden ziyade o bir şiirdi, Yaşayan bir gaza destanıydı o!
Sözleri Kur'an'dı, gözleri mi'raç, Halk onun Tanrı'sı, o halka yalvaç, Doymadı ölmeğe, ah, gitti aç Aşkının bin kerre kurbanıydı o! ...
O, yalnız bir hatlb, bir merd değildi; O, yalnız millete hem-derd değildi; Ferd olsa yanmazdım, bir ferd değildi, Milletin şahlanmış imanıydı o!
(JO} Ayrı ca bk., Muharrem Mercanlıgil, Ali Ulvi Elöve , Yeni Yayınlar, Mayı sTemmuz, 1957, sayı : 5-7, s. 1 72, not 5 ve s. 1 74, not 10.
(il) A.g.g. nu. 2765; Ziya G ökalp, Yeni Hayat, İstanbul, 1918, s. 72; Fevziye Abdullah Tan sel, Ziya Gökalp Kü lliyatı J, Şiirler ve Halk Ma sa lları, Anka ra 1952, s. 146, 357.
10
Türk siyasi tarihinde büyük bir dönüm noktası olan İttihad ve Terakki'nin ve Osmanlı Mec/is-i Meb'usam'nın tarihini yazacaklar, eserlerinde Ömer Naci için geniş bölüm ayırmağa mecburdurlar. Bu siyasi kuruluşun bünyesindeki Teşkilat-ı Mahsüsa'yı inceleyip, komşu ve Müslüman ülkelerde ve bilhassa İran 'da meşrı1ti ihtilal ve inkılab teşebbüslerinin içyüzünü araştıracaklar, Ömer Naci'nin faaliyetleri üzerinde dikkatle duracaklardır.
Ayrıca Namık Kemal ve Tevfik Fikret'in Türk edib, Jiir ve hatibe/eri üzerindeki te'sirierini; Atatürk'ün yazı ve konuşma üslubunu ve dilini, ve "hitabet" konularını araştıracak ve işleyecek/erin de Ömer Naciyi ihmal etmeleri mümkün değildir.
Biz, Ömer Naci için yapılan bu ilk biyografi denemesiyle değindiğimiz bütün bu hususların gelecekte derinleştirilmesine bir yol açmış sayılırsak, yaptığımız hizmetin paha biçilmez manevi mükafatını kazanmış olacağız.
Atatürk ve çevresi hakkındaki araştırmalarımızın birincisi olan Atatürk'Je Samsun 'a Çıkanlar' dan sonra sunduğumuz bu kitapla vatan uğrunda, canını feda etmiş bir kahraman şair ve hatibin aziz hatırasını i(ıya etmek istiyoruz.
Böylece, örnek vatansever bir Türkçü 'nün yeniden hayata döneceğine ve onun en yakın arkadaşı büyük Atatürk'ün, onu çok sevmiş Ziya Göka/p'in ve büyük Türk şairi Yahya Kemal Beyatlı'nın ruhlarının da şad olacağına ve tarihimizin noksan bir bölümünün tamamlanacağına inanarak mutluluk duyuyoruz.
Çankaya - 25 Ekim, 1972 Dr. Fethi TEVETOGLU
Ömer Nad'nln Hayatı
Ömer Naci Bey'in askeri künyesinde doğum tarihi 1878, doğum yeri Beylerbeyi-İstanbul ve babası Defterdar Cemal Bey, annesi Hayriye Hanım olarak yazılı ise de, ünlü şfür ve hatibin anne ve babasının kimlikleri bilinmemektedir. Kafkasyalı Türk göçmenlerden bir kaza veya yangından ölmüş bir çiftin ortada kalmış yavruları olduğu söylenen Ömer Naci'yi, aslen Beylerbeyili olan Defterdar Cemal Bey'le eşi Hayriye Hanım'ın daha kundakta iken evlat edindikleri anlaşılmaktadır.
Hikmet Naci Hatiboğlu'nun babası hakkında verdiği bilgiye göre, Ömer Naci Bey'in kardeşleri olarak bilinen Şerif Cemal Kısakürek ile Nedime ve Halide Hanımlar, Defterdar Cemal Bey'in ikinci hanımından dünyaya gelmiş evlatlarıdır. Ömer Naci'yi "Ağabey" olarak çok sayan ve seven bu üç kardeşle, ünlü şair ve hatibin gerçek bir kardeşliği yoktur:
Cemal Bey'le Hayriye Hanım Ömer Naci'yi öz evlatları imiş gibi bağırlarına basmışlar, kütüklerine geçirmişler ve öksüz yavruya büyüyünceye kadar kendilerini öz anne ve baba olarak tanıtmışlardır.
Çok hisli, zeki, cesur ve atılgan bir çocuk olarak büyüyen ve küçükken hususi tahsil de gören Ömer Naci, daha çok küçük yaşta şiire, edebiyata, tarihe merak etmiş ve güzel konuşması ile ün kazanmıştır. O söylerken bütün çevresi sükut kesilir ve onun ateşli beyitlerle, ince sanat örnekleri ve nüktelerle süslediği coşkun, tatlı, sürükleyici ve sihirli hitabesini dinlermiş. Daha, ilkokul sıralarında iken öğretmenleri ve arkadaşları onun edebi kabiliyetini ve hitabetteki kudretini hayranlık ve takdirle karşılamışlardır.
12
Cemal Bey'in Bağdad Defterdarlığı sırasında hususi öğretmenlerden Arabca, Farsca ve Fransızca dersler alan Ömer Naci, küçük yaşta ışıldayan büyük kabiliyeti ile Doğu ve Batı edebiyatına ve düşüncelerine merak sardırmıştır.
Cemal Bey Bağdad'dan Bursa Defterdarlığı'na getirilince, Ömer Naci Bağdad'da başlayan i'dadl tahsiline Bursa' da Işıklar İ'dadisi'nde devam etmiştir. Babalığı Cemal Bey, Ömer Naci'nin sivil hayatta bir meslek sahibi olup ilerlemesini istediği halde, aslında tam bir sanatkar yaratılışlı bulunan, gönlü kahramanlıkla dolu ateşli genç, askerliği tercih etmiştir.
Ömer Naci, Bursa ve daha sonra sürüldüğü Manastır askeri i'dadilerinde ve Harbiye'de yatılı olarak öğrenimini tamamlarken, bayram ve yaz tatillerinde, eğer cezalı ve hapis değilse, Beylerbeyi'ndeki evlerine izinli çıkardı. En son me'muriyeti Maliye Meclisi üyeliği olan babalığı Cemal Bey ve onu öz evladı gibi seven analığı Hayriye Hanım, bu yıllarda hayatta idiler ve kendilerine son derece saygılı, şükran hisleriyle dolu Naci'nin sut.ay çıkışını görmüşlerdir.
Bursa Işı.dar Askeri İ'dadisi'nde epeyice mücadeleli geçen öğrenim hayatında Namık Kemal'in şiirlerini ve gizli-yasak Jöntürk yayınlarını okuyan ve okutan; daima kavgalara, döğüşlere katılan Ömer Naci, sık sık da okul hapishanesine girenlerdendi. (ı2ı
Işıklar Hapishanesi duvarlarına çakı ile kazılarak yazılmış bir beyti şudur:(13>
Derd-i millet ile harab oldu ten Neyleyim ikbali, istikbali ben
(12) 18 Alustos, 1916 tarihli Tanin gazetesinde çıkan (nu.2759, s.3) ve diler bazı edebiyat tarihçilerince tekrarlanan biyografilerde, Ömer Naci'nin Kuİeli'de okudu8u yazılmıpa da bu yanlıştır. 08/u Hikmet Naci Bey bu yanlışı düzelterek, babasının Bursa Işıklar ve Manastır /'dadilerinde okuyup oradan Harbokulu'na geldijJini ve Kuleli'de hiç okumamış bulundujJunu bildirmişlerdir.
(13) Hikmet Naci HatibojJlu'ndan alınmıştır.
13
Üstad Yahya Kemal'in Ömer Naci ile ilgili olarak verdiği belgeler arasında kendisine Atatürk tarafından nakledilmiş bilgi ve Ömer Naci'nin bir kıt'ası ise, aynen şöyleyazlılmıştır!14>
"Manastır Askeri Mektebi'nde söylemiş olduğu şu hususları merhum ve mağfur Atatürk nakletmişti:
Bursa Askeri Mektebi'nde hürriyetperver fikirleri üzerine hapse konulmuş ve orada intihara teşebbüs etmiş ve hücreye şu yazıyı yazmıştır:
Zj/Jet ile ben yaşamam(JS) Çünkü namus gerektir merde Uçacak ruh-i nizarım diyerek Gösterin mahşer-i kübra ner'de ...
Ömer Naci'yi Paris'te tanımış ve çok sevmiş olan büyük şair Yahya Kemal Beyatlı'nın 1 95l'de bana verdikleri belgelerden, Necib Necati'nin yazdığı hatıra ve biyografiyi burada aynen sunuyoruz.
1 "Ömer Naci merhumla 1906 tarihinde tanıştık ve az zaman
da çok seviştik. Öyle cazib bir hali, o kadar açık ve samimi bir ifadesi vardı ki, görüşüp de sevmemek ve tekrar sevişmeyi yürekten istememek mümkün değildi. O zaman Selinik'te Abdurrahman Medhi Bey isminde bir arkadaşımla ÇOCUK BAHÇESİ haftalık mecmuasını neşrediyorduk.
Mecmuanın mündericatı az zamanda çocukluktan cıktı. İstanbul' da eserlerini sansürden kurtaramayan bazı adlı, sanlı
(14) Bu bilgi ve kıt'alar Atatürk tarafından �ir Yahya Kemi/'e ısöylenmiş ve rahmetli Beyatlı ta rafından elvan kağıda daktilo edilmiı olarak, verilen be lgeler ara sında bize intikal etmi§tir. .. fT.
(15) Mısra a slında böyle eksiktir ve vezni bozuktu r.
14
muharrirlerin makaleleri de mecmuamızda yer bulabiliyordu. O zaman Rumeli, İstanbul'a nisbetle çok serbest bir muhitti.
Naci merhum, Bursalı Hakkı Baha Bey'le birlikte idarehaneyi ziyaret ederler; manzumeleriyle mecmuamızı kıymetlendirirlerdir. Gittikçe aramızdaki hususiyet arttı. Vatani fikirleriyle beni tamimiyle teshir etmişti.
Fransız Postahanesi'nden vasıta ile aldırdığımız yasak gazetelerin Muallim Salim Bey merhumla birlikte müvezzi'liğini çoktan beri yapmakta idik. Naci merhumla kolay anlaşmış ve birbirimize tamamiyle açılmıştık.
"Reva! Mülakatı" olmuş; "Hasta Adam" can çekişiyordu. Bu sırada bir akşam Naci merhum idarehaneye geldi. Cebinden bir tom_ar yazı çıkardı. "Bunu sansüre göstermeden neşretmeli"' dedi.
Türk Şairi Mehmed Emin Bey'in bazı Türkçe şiirleri mecmuamıza geçmişti. Bu münasebetle Doktor Rıza Tevfik Bey ile Naci merhum arasında bir dil münakaşası açılmıştı, Naci, Rıza Tevfik Bey'e şiddetli bir hücum yapıyordu: "Altıyüz senelik bir Devlet-i Muazzama'nın yıkılmakta bulunduğu bir zamanda, senle ben, karşı karşıya geçmiş, bak nelerden bahsediyoruz" yollu bir başlangıçla söze başlayarak Reval Mülakatı'nı işaret ediyordu. O zamanda böyle bir makale yazmak ve neşretmek çok büyük bir cür'et sayılırdı. Bu cür'et gösterildi, makale neşredildi. Mecmua kapatıldı. Naci merhum Avrupa'ya kaçtı.
Tevfik Fikret merhum da açık bir kartla: "Gösterdiğiniz cesaret-i medeniyeden dolayı sizi samim-i kalble tebrik ederiz" ibaresiyle bizi kutlayarak medeni cesaretini isbat etti. Bunun üzerine nelere maruz kaldığımızı, ne badireler atlattığımızı yazmak uzun ve burada lüzumsuzdur.
1 323 ( 1 907)'de<15> bir yolunu bularak Medhi Bey BAHÇE (16) Bahçe dergisi 1323'de delil, 21 Temmuz 1324'te yayımlanmaya baş ladı
lına göre burada yan ılma olmuştur ve tarihin dolrusu 1324 (1908) tür.
15
mecmuasının imtiyazını alabildi. Ben de başmuharrirlikle yazmaya başladım. Mecmuamız çocukluğunu bırakmış pervasız, acar bir delikanlı olmuştu. Bu sırada Naci merhum, İran'da Settar Han'la birleşmiş, mücadelesine devam ediyordu. Mektublaşıyor ve kendisinden ve İran' dan bol haberler alıyorduk. BAHÇE'de Settar Han'ın ve İran kıyafetiyle Naci merhumun fotoğrafları ve yazıları vardır. ÇOCUK BAHÇESİ ve BAHÇE mecmuaları bulundurulursa, merhum hakkında değerli malumat elde edilmiş olacaktır.
ÇOCUK BAHÇESİ VE BAHÇE koleksiyonlarının - bu mecmuaları birlikte neşrettiğimiz - Medhi Bey'in babası Tevfik Bey'de, yahut amucası Ziver Bey'de bulunması pek muhtemeldir. Tarafınızdan Ziver Bey'e bir mektub yazılırsa gönderileceğine şüphem yoktur. Adresi: (Osman Ziver Bey, Drama Tahrirat Müdürlüğü'nden müteakit - Mahmudpaşa'da Dilberzade Kardeşler mağzasında Hesab Me'muru); (Tevfik Bey -Yanya Mektupçuluğu'ndan mütekait - Fevziye Mektebi Encümen-i sabık Reisi - Tevfik Bey'e kardeşi Osman Ziver Bey vasıtasıyla gönderilmelidir.
il
Ömer Naci merhumla Meşriitiyet'in ilanından sonra Selanik'de birleşildi. .1327 (1911)'den sonra da Bursa'da çok sık görüşürdük. Orada İttihad ve Terakki mekteblerini idare ediyordum. Naci, Bursa'yı çok severdi. Fırsat buldukça buraya gelir ve en ziyade bana, mektebe inerdi. Gecelerimiz hep beraber geçerdi. Merhiimun Bursa'yı sevmesi gayet tabiidir. Ana ve babasını, nerede doğduğunu bilmiyordu. 93 Harbi' nde Bursa'ya tayin edilen bir Defterdar, Naci'yi bırakılmış yahut kaybolmuş pek küçük bir bebek olarak yolda buluyor ve beraberine alıp yetiştiriyor. Naci merhumun o zaman Rusya' dan Türkiye'ye akın akın �elen
.Türk muhacirlerinden biri ol-
16
duğuna kaniiz. (I 71 Hami;i kendisini Askeri Rüşdiyesi'ne yerleştirdikten sonra ne olduğu bilinmiyor. Naci merhumdan bu Defterdar ve ailesinin isimlerini ve ne oldukl.arını işitmedim. Galiba o da biİmiyordu.<13ı
Işıklar Mektebi'ndeki talebelik hayatını birlikte y8§amış olan pek samimi arkadaşı Hakkı Baha Bey'den bu hususta daha geniş malumat alınabilir.
Naci merhumun daha Işıklar'daki mekteb hayatında haksızlığa karşı ne kadar isyankar olduğunu, ne büyük bir inkılabcı ruhu taşıdığını gösteren menkıbelerinden birçoğunu kendi ağzından dinlemiş olmakla beraber, bunları birlikte yaşayan Hakkı Baha Bey'in yazması elbette daha iyi olacaktır.
1328 (1912)'de bir gün Işıklar Mektebi'ni birlikte ziyaret etmiştik. Mekteb binasını hariçten dolaşırken Naci merhum bir noktada durdu; yeri göstererek, "İşte buraya atlamış ve mektebden kaçmıştım" dedi. Sonra izah etti:
Mekteb bakkalının ihtikarından usanmışlar, şikayetlerini dinleyen olmamış. Bunun üzerine üzüm küfesini devirmişler, bakkalın üzümlerini çiğneyip ezmişler. Bu gibi işlerde önayak olan Naci'yi yukarı katın abdesthanelerinden birine hapsetmişler.
Mevsim kış imiş; çok kar yağmış ve birikmiş. Naci abdesthanenin penceresinden aşağıya atlamış; düştüğü yer toprağı kabartılmış kar yığını ile örtülmüş bir tümsek olduğu için kendisine zarar vermemiş ve buradan da bir yol bularak mektebden kaçmış ve civardaki Tatar evlerinden birinde saklanmak için kendisini kabo.t ettirmiş.
(1 7) ômer Naci Bey'in ojllu Hikmet Naci Hatiboğlu da bu kanaati beslemekte ve "Babamın Bursa 'da doğmuş oldujlunu duymuştum" demektedir.
(18) Bu noktada yanlış bilgiye sahip Necib Necati Bey'in bilmediklerini Ômer Naci'nin ojllundan ve diğer arkadaşlarının yazılarından aldığımız bilgi ile tamamlamış bulunuyoruz.
O kadar yüksekten atlamağa gösterdiği cesarete şaştık ve daha küçük yaşında hayatını iştihkar ettiğini anladık.
Naci merhum bu sığındığı evde ancak birkaç gün saklanabilmiş; serbest ruhu, ihtiyari bir hapse bile tahammül göstermemiş. Meydana çıkınca kendisini aramakta olanlar tarafından tutulmuş ve mektebe getirilmiş.
Bu vak' ayı anlattıktan sonra Naci, kendisine yaklaşan ihtiyar bir hademeye seyirterek onun ellerini öptü ve bize dönerek, "Beni şimdi hayatta görmeniz, bu adamın sayesindedir" dedi ve anlattı:
Kendini bir gün mektebin bodrum katında bir çıplak hücreye hapsetmişler. Haksızlığa karşı yaptığı isyanların daha büyük haksızlıkla; dayak, hakaret, işkence ve hapis ile neticelenmesini artık görmek ve işitmek istemiyordu. Birkaç mağlubiyetle mefkfiresine varmaktan bu anda ümidini kesmek zaafına düştüğü, kara hülyalara dalmış olduğu sırada tavandaki çengel gözüne ilişmiş; yerde kırık bir sandalye görünce hemen kararını vermiş, belinden uzun kuşağını çözmüş; bir ucunu çengele bağlamış, öteki ucunu bir ilmik yaparak başına geçirmiş ve sandalyeyi bir tekme ile fırlatarak asılı kalmış!. . .
Naci'yi bütün arkadaşları, bütün hademe, hatta ruhunu an, layamayan ve yaptıklarını yaramazlığa yoran zabitleri bile severlermiş. Bu elini öptüğü hademe, kendisini ziyaret edip biraz teselli etmek ve bir parça ekmek vermek azmiyle tam bu sırada kapıyı açmış. Bu sevgili çocuğu o halde görünce, belindeki bıçakla hemen kuşağı kesmiş; Naci, yarı boğulmuş olarak düşmüş ve kurtarılmış.
111
Naci merhum kendi hayatı ile pek az alakadardı. Refika ve evladını çok sevdiği halde haklarında çok az alaka gösterir-
18
di. Bütün varlığını yurdsevgisine vakfetmiş, yalnız mefkuresi için yaşardı.Evlenmesi de bir tesadüf neticesinde, arkadaşlarıyla tutuştuğu bir bahsi kazanmak yolunda vaki olmuştu {Bu vak' ayı bizzat izah etmen ve merhumu mazur gördüğünüzü, ihmalleri arasında nasıl yaşadığınızı kendi kaleminle yazmaklığın daha iyi olacak.)ıı9>
Yaşayışı Fuzfüi'nin Ne verseler ana şakir, ne kılsalar ana şad mısrfüyle çok iyi ifade olunabilir. Yemesine, içmesine, giyinmesine, yatağına hiç ehemmiyet verdiği yoktu. Ne bulsa onu yer, onu içer; nerede olsa yatardı.
Hele cebinde paranın ısındığı vaki olmazdı. Bunu bilen bazı arkadaşlarının bu huyunu su-i-isti'mal ettikleri bile olurdu.
Naci, Bursa'da dinlenmeğe gelmişti. Hükumet, muhaliflerin elindeydi. İttihad ve Terakki Umumi Merkezi, Bab-ı Ali Vak'asını tasarlamış, planlarını hazırlamış, bu işde en büyük muvaffakiyeti te'inin edecek olan Naci'yi acele gelmesi için çağırmış, yol parasını da havale etmişti. Naci sabahleyin yo-· la çıktı; fakat trenin hareketinden sonra mektebe geldi. "Bana bir otuzluk paket tütün aldır" dedi. Meğer yolda rastgeldiği bir arkadaşı ihtiyacından bahsetmiş; o da cebindeki parayı olduğu gibi buna vermiş. Bu sebeple gitmeyi te'hir etmiş, vak'a da bu yüzden bir gün sonraya kalmıştı.
Bab-ı Ali'ye giderken, buranın askerle sarılı olduğu, askeri ikna edemezse döğüşÔıek lazım geleceği, bunun için silahı olup olmadığı kendisine sorulmuş; Naci gülerek ve dilini çıkararak:
- İşte benim silahım! demiş ve dediği gibi bu kuvvetli silahıyle bütün askerleri
mağlup ve bir işaretle kendisi için canlarını feda edecek esir ve yardımcı haline getirmeğe muvaffak olmuştu.
(19) Buradaki not la r Necib Necati Bey'in bu hatıra sını Hikmet Naci Bey'e ya zdı ğı tahminimizi doğru lamaktadır.
19
Trablus Harbi'nde mücahidlere kaçak suretiyle para götürülmesi düşünülmüş; bu işe Naci merhum me'mur edilmişti. İşi muvaffakiyetle başardıktan sonra, Bursa'ya dinlenmeğe gelmişti. Mektebe indi, akşamdı; yemekten sonra,
1 - Biraz sıcak su buldur, yıkanmak isterim. Dedi ve dolabını açarak bir takım çamaşır ayırdı. Merhum,
sevdiği ve pek teklifsiz görüştüğü arkadaşların evlerinde ekseriya böyle yapar; kirlilerini ev sahibinin temizleriyle değişirdi. Bolluğa, darlığa, yakışığa hiç ehemmiyet vermezdi. Hatta pek dar olduğu için beli sökülmüş bir pantalonunu güç hal ile değiştirmeye razı edebilmiştik. Başını, vücudunu yıkadı. Çamaşırını değiştirdi. Ayaklarını yıkamak için dizlerini sıvayınca bir dizinin yara bere içinde olduğunu gördük.
"Naci bu hal·ne? Bu yaralara baktırmıyor musun?" diye sorduk. Gülerek anlattı:
"Budala İtalyanlar hazineyi yerine ulaştırıncaya kadar sezemediler. Dönüşte boş yere attıkları bir şarapnelin serpintisi dizime isabet etti. Birşey değil; yürümeğe mani olmuyor, geçer." dedi.
Lakin dediği gibi, bu yaraların ehemmiyetsiz olmadığını gôrüyorduk. Hemen o zaman Sıhhiye Müdürü bulunan Operatör Emin Bey'i celbederek tedavi ettirdik.
Bir gün İstanbul' da birlikte İttihad ve Terakki Umumi Merkezi'nden çıkmıştık. Naci'nin çenesi sarılmıştı. Diş ağrısından muzdarip olduğunu anladık. Dişçiye gösterip göstermediğini sorduk. "Ehemmiyetli bir şey değil, kendi kendine geçer" dedi. Kuvvetli silahının yalnız dili değil, dişleri de olduğunu söyleyerek güç hal ile dişçiye götürebildim.
Naci merhum: "Üç arzudan nefsimi tecrid ettiğim için dünyanın en bahtiyar insanıyım: Para, mevki ve şöhret, hayat sevgisi" derdi.
20
Bir gün Çekirge'ye gitmek üzere bir arabaya binmi§tik. Naci arabanın ufak sarsıntısından korkaklık gösteriyordu. Her korkuyu yüreğinden sildiğine kani bulunan arkada§larından Muhiddin Baha Bey, hayretle bu korkunun sebebini sordu. Bir gün evvel, Beyoğlu'nda bir gezintiden dönerken, yoku§ a§ağı arabalarının devrildiğini ve bu kazadan nasılsa kurtulduğunu söyledi ve ilave etti: "Böyle pis bir ölüme yanarım; ben ölümü mefkfiremin engelleriyle çarpı§ırken bulmak isterim."
Ne çare ki kader onu bu emeline erdiremedi; yabancı bir toprakta lekeli hümmaya kurban olup gitti! . ..
Bir yaz günü refikası ve iki küçüğüyle kimseye haber vermeden Bursa'ya gelmi§, Çekirge'de namuslu bir ailenin inemeyeceği uygunsuz bir otele indiğini haber almı§tık. Naci otelin mevkiini beğenmi§; ba§ka bir§ey sezmemi§ ve dü§ünmemi§ti. Hemen ko§tUk, Naci'yi ikaz ederek ailesini Mehmed Baha Bey'e misafir ettik. Naci zaten bu üstadın musikisinden pek ho§lanır ve onu dinlemeden Bursa'dan ayrılmazdı.
Naci'nin İran'daki mücahedeleri, onu bütün hüviyetiyle gösterecek büyüklüktedir. Ne çare ki mektupları elimde bulunmuyor. Bulunsa da Naci kendisinden pek az bahsederdi ve kendisine aid büyük vak'aları ehemmiyetsiz i§lermi§ gibi kısa keserdi.
Yalnız, yine kendisinden işittiğim iki vak'a. pek mühimdir. Naci, İran'da elli ki§ilik bir çete ile gezerken, çeteyi bırakarak Şah tarafından olan büyük bir köyün camiine arkada§I Hüsrev Bey'le inerler. Cuma namazını müteakip NŞci hitabete ba§lar. Fakat köylülerin hiddetlendiklerini ve aleyhinde galeyana geldiklerini hissedince, birdenbire, "Hüsrev, silahını çek, kapıyı tut, ben bombaları ate§leyeceğim!..." diye bağırır. Ellerini paltosunun kirli mendilleriyle §i§mi§ ceblerine sokar. Hüsrev de havaya bir-iki el silah bo§altır. Köylüler birbirini ite-kaka kaçmaktan ve arkalarına bakmadan uzakla§maktan ba§ka bir §ey yapamazlar. Mücahidlerin selametle çetelerine ula§malarına meydan verirler.
21
Naci, altı arkadaşı ile nasılsa ele geçer, Şah'ın zindanına atılır. Yedisini birden sıkı sıkıya bir direğe bağlarlar. Birinin ihtiyacını def' etmek için yürümesi iktiza ederse hepsinin birden hareket etmesi icabeder. Nihayet Şah, bunların i'damını ferman eder. Arkadaşlarından beşi birer birer çözülerek, bir topun ağzına götürülür; topa ateş verilmek sı1retiyle i'dam olunurlar. Bu sırada İngiliz Elçisi ve Şah'ın bir me'muru bir af fermanı ile i'dam mahalline yetişir; bu iki arkadaş ölümden kurtulur.
Bir akşam Naci coşmuş; bu son vak'ayı, arkadaşları i'dam olunurken neler düşündüğünü, şairane olduğu kadar, filosofane anlatmıştı. O sırada ölüm korkusunu asla duymadığından ve ruhunun çok yükseldiğinden bahsetmişti. Bu sözleri ayniyle belleyemediğim için müteessirim.
Öyle sanıyorum ki, Muhiddin ve Hakkı Baha Beyler de, Naci bu vak'ayı anlatırken beraberdiler. İşittiklerini belledikleri kadar söylemeleri rica edilse reddetmiyeceklerine eminim.
Yalnız Naci'yi coşturmaya sebebiyet veren, Mehmed Ali Şah'ın İran'da astığı bir meb'usun i'dam sehpasına çıkarken irticalen söylediği: "Ben milletimin ayaklarım altında kalacak kadar beni yükseltmelerini istemezdim" mealindeki beyti olduğunu hatırlıyorum! . . .
Naci merhumun gördüğüm ve işittiğim menkıbeleri pek çoktur. Hepsini yazmamın imkanı yoktur. Bunlardan hatırladığım ve seçtiğim, gelişi güzel yazdığım şimdilik bunlardan ibarettir."
22
Eskişehir 23.1.934 Eskişehir İnönü Mektebi Başmuallimi
N.NECATİ
Necib Necati Bey'in bu hatıralarından başka bizce, Ömer Naci'nin hayatı hakkında oldukça geniş bilgiler verip birçok noktaları aydınlatan ikinci değerli kaynak, Harbokulu'ndan arkadaşı Nazım Ören Bey'in Dünya gazetesinde çıkmış bulunan birkaç makalesidir.(20> Hikmet Naci Hatiboğlu'nun da, "Babaannemin Çerkes cariyesi olduğu gibi birşeyler duyduğu yollu asılsız bir rivayet noktası hariç, bu makalelerde babamın birçok hususiyetleri anlatılmıştır." diye değerlendirdiği bu yazı serisinde Nazım Ören, Ömer Naci ile tanışmasını şöyle anlatıyor:
" . ..İstanbul Harbiye Mektebi'ne gittiğimizin ilk aylarında idi. Talebeler akşam teneffüsüne çıkmıştı. Ben elime geçirdiğim bir kitabı okumağa dalmıştım. Kulağıma tatlı tatlı bir "Memiş, Memiş . . :· sesi çarptı. Etrafıma bakındım. Benden başka, kısımda iki kişi daha vardı. Ön taraftaki sıraların birinde başbaşa vermiş bir kağıt Ôkuyorlardı. Dayanamadım. Okunanları daha yakından işitmek için çekine çekine onlara yaklaştım. Ayağımdan çıkan küçük bir ses onları biraz ürküttü .. . Dönüp bana baktılar. Dudaklarımdaki munis gülümseme onlara cesaret vermiş olmalı ki, o ses ve o nağmeyi tekrarladılar:
Memiş, Memiş'i memleket vazifeye, sevgili aşka çağırıyordu . . . Biraz daha sokuldum ve nefes nefese Memiş bitinceye kadar dinledim. Okuyanı balık etinde, dinleyeni şişman idi. . . Okuyan nefer kıyafetinde ve yakışıklı, dinleyen temiz giyinmiş ve şişko idi. Münasebet peyda edeyim diye günahsız bir mürailikte bulundum. "Ne güzel, ne güzel'' dedim. Hemen orada ve derhal can-ciğer arkadaş olduk. Okuyanın adı "Ömer
(20) Naz ım Ören: Şair Ömer Naci, Dünya 27 Aralık 1952, nu. 297, s.2 ve 6; 3 Ocak 1953, nu.304, s.2; 3 Nisan 1953, nu. 395, s. 2 ve 7; Mevliid Aka 'n ın Deve si, Dünya, 14 Nisan 1953, nu. 4 06, s.2 ve 6 ; İki Hatibden Biri , Dünya, 5 Mayı s 1953, nu. 427, s.2 ve 6; İki Hatibden Öteki, Dünya. 1 1 Mayı s 1953, nu. 433, s.2 ve 6; İki Paşadan Biri: Vehib Paşa, Dünya, 29 Mayı s 1953, nu. 451, s.2 ve 5.
23
Nacı" ve dinleyenin adı "Gümülcineli Eyüb" idi. Senelerce bir kardeş gibi arkadaşlık ettiğim Ömer Naci'nin
babası, anası kimdir diye sorsalar bilmem. Harbiye' de ona bol bol harçlık gönderen, sık sık elbiseler ve çamaşırlar yaptıran bir zatın bulunduğunu bilirim. Bu zatın o zamanki Maliye Meclisi azAsından bulunduğunu ve adının Cemal Bey olduğunu işitmiştim. Anası var mıydı ve sağ mıydı? . .. Onu da bilmezdim .. "
Nazım Ören daha sonra, Ömer Naci'nin kendi üzerindeki büyüleyici büyük te'sirini belirterek hatıralarına devam ediyor:
" . . . Ömer Naci'yi öğrenemediğimin en büyük sebebi, onu tanıdıktan sonra onun dfüma bana bir güneş gibi yüksek ve kamaştırıcı bir mevcut olduğunu görüşümdür. Onun babasını, anasını tetkik etmek değil, yüzüne bile son günlerine kadar doya doya bakamaz bir hale girişimdir.
Cülı'.islar, viladetler, bayramlar hariç, Harbiye Mektebi'nde iken hemen hemen Ömer Naci hiç mektebden çıkamaz, Cuma tatillerini ya mahpus ve çok defalar izinsiz kalarak mektebde geçirmeğe mecbur olurdu. İzinli çıkıp Cemal Bey'in Beylerbeyi'ndeki konağına gittiği zaman çok eski elbiselerle gider ve yepyeni elbiselerle mektebe dönerdi. Fakat bu yeni elbiselerin ömrü hiç de uzun değildi. Aradan iki ay geçmeden mektebin en kirli fesi onun başına geçer, en saçaksız püskül ünün kozası onun başında sallanırdı. Sonra her şeyi kendi cinsleriyle değiştirmezdi. Yakalı resmi ceketini yırtık, yakasız bir talim ceketiyle mübadele eder; rugan yüzlü fotinlerini ökçeleri bozulmuş adi bir çift şıpıdıkla değişirdi. Sonra talime çıkarken bir çift eski fotin bulayım diye canı çıkardı.
Harbiye Mektebi'nin en çok sigara ve kahve tiryakisi Ömer Naci'ydi. Paydos borusu çalar çalmaz soluğu mektebin bodrum katındaki teneffüshanede alırdı. Ömrümde Naci ayarın-
24
da bir otlakçıya daha tesadüf etmediğimi söylersem doğruyu tekrar etmiş olurum. Ancak Ömer Naci hiç kimseden sigara istemez; herkes hazırladığı sigarayı ona tutuştururdu. Onun adında da böyle bir garabet mevcuttu. Bütün mektep hayatınca on parasız ya§ayan bu Diyojen adamın adı mektepte Ömer Naci Bey'di.
Herkes onu gıyabında da "Bey" diye çağırırdı. Fakat o kendi adının beyle beraber olduğunu bilmezdi... Adeta kulakları "Ömer Naci"yi işitir "Bey"i duymazdı. Kahvesi de sigarası gibiydi. Cezvesi daima ateşe sürülmüş bir halde bulunurdu. Kimse ısmarlamasa bile, kahveci iki söz arasında onun kahvesini eline tutuştururdu. Ömer Naci namına - ister az ister çok, hatta isterse o bir hafta içinde içtikleri kahvenin parasını ısmarlayanlar ödemiş olsun - yine kahveciye iki gümüş çeyrek verilirdi...
Her hafta Ömer Naci'ye adını yukarıda yazdığım Cemfil Bey iki gümüş mecidiye harçlık gönderirdi. Bu iki mecidiyeyi Ömer Naci'nin Manastır Askeri İ'dadisi'nden tanıdığı iki arkadaş her hafta Beylerbeyi'ndeki Cemfil Bey'in konağına giderek getirirlerdi. Bu iki mecidiyenin on kuruşunu teneffüstıanedeki kahveciye tutuşturur, geri kalan otuz kuruşu o iki arkadaş pay ederlerdi. Ömer Naci'nin eline izinli çıkmamış on para geçmezdi. O fakirin fak iri idi.
Ömer Naci Bey, bir ana dili gibi, Arapça'yı okur, yazar ve konuşurdu. Cemfil Bey uzunca bir müddet büyük bir me'muriyetle Bağdad'da bulunmuştu. Bağdad Askeri i'da.disi'nden gelenlerin birçokları onu Bağdad'dan tanır ve sayardı. O Bursa Askeri İ'dadisi'ne Bağdad İ'da.disi'nden gelmişti. Bursa'dan Manastır'a neden sürüldüğünü öğrenmiştim amma Bursa'ya ne sfüetle geldiğini ne sormuş, ne de öğrenmiştim:·
25
Ömer Nilci ve l\Iustafa Kemal (Atatürk) - Selanik, Nisan 1909 -
26
Nazım Ören daha sonra Naci'nin Bursa'ya gelir gelmez yeşil gözlü bir kıza aşık olduğunu, onun için şiirler yazdığını ve daha da ileri giderek inti hara kalkıştığını "rivayet" şeklinde naklediyor ki, yalan değil yanlıştır. Aşk yüzünden hapse gir · miş, intihar etmiş değildir ve kadına ömrünce kapılmadığı, değer vermediği kısa hayatının her safhasında sabit ve aşikardır.
Nazım Ören, Naci'nin hapishane penceresinden kendini atarak okuldan kaçtığını, Bursa köylerinden birinde güzel Arapça'sı sayesinde bir-iki hafta imamlık yaptığını ve mektep idaresi tarafından Cemal Bey'in hatırı için alaya nefer çıkarılmadan, M anastır Askeri İ 'dadlsi'ne sürgün gönderildiğini yazıyor ki, nakil ve sürgün sebebinin haksızlıklara tahammülsüzlük, istibdada karşı mücadele ve hürriyet mücadelesi yüzünden çı·· kan ve disipsinsizlik sayılan hadiseler olduğu bilinmektedir.
Ömer Naci'nin Mustafa Kemal ile tanışması
Ömer Naci i le Mustafa Kemal'in hayatlarında bir mü him dönüm noktası sayılacak tatlı tesadüf, birbirlerini çek sevecek ve yekdiğerine te'sir yapacak bu iki arkadaşın tanışmalarıdır. Yerli, yabancı birçok araştırıcılar(Z I J ve doğrudan doğruya Atatürk'ün hatıralarını nakledenler,l22l Ömer Naci'nin şiir, edebiyat, tarih ve hitabet konularında; Namık Kemal'i
(2 1) Tarık Mümtaz Göztepe, Milli Hatibimiz Ömer Naci, Ankara Bayram Gazetesi (Zafer), 31 Ağustos 1 952, s.4; Yusuf Hikmet Bayur, Atatürk, Hayatı ve Eseri. Ankara, 1 963, s.9; Lord Kinross, Atatürk, The Rebirth of a Na tion, /.ı •.•uınıı, 1 965. s. 1 1 ve 12; Ali Fuad Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, İstanbul, 1 !167. s.8, " 1 03 ve 1 04; S.Omurtak, H..i.. Yücel, İ.Sungu, EZ.Kara/, F.R. Unat, E.Sökmen, U.lğdemir, Atatürk, 1 000 Temel Eser 25, İstanlml, 1 9 70, s.3 ve 4; Uluğ İğdemir, Atatürk, Gazi Mustafa Kemal, Aylık Ansiklopedi, s.200
(22) Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul, 1969, s.20; Ahmed Emin Yalman, a} B.Millet Meclisi Reisi Müşir Gazi M.Kemiil Paşa Hazretleri'ııin Tarihçe-i Haya tı, Vakit, 10 Ocak 1 922; b) Gördüklerim ve Geçirdiklerjm, 2. c., İstanbul 1 9 70. s.254-255.
27
okumak, va1_<.ın ve millet sevgisini kuvvetlendirmek ve istibdadla mücad�le yolunda Mustafa Kemfil'e yaptığı te'sirlere dikkati çekerler. Bu iki arkadaşın yetişme, gelişme ve mücadelelerinde birbirlerine müsbet te'sirler icra ettikleri, çeşitli kaynakların incelenmesinden anlaşılmakta, meydana çıkmak tadır . Atatürk'ün yazı ve konuşmalarındaki, nutuklarındaki "Namık Kemal" üslubuna Ömer Naci'nin müessir olduğu muhakkaktır.
Atatürk, okul sıralarında başlayan 6kuma, güzel yazma ve güzel konuşma merakım ve Ömer Naci'nin bu konularda kendisine te'sirini, Ahmed Emin Yalman'a şöyle anlatmaktadır:(23ı
" . . . O zamana kadar edebiyatla çok temasım yoktu. Merhum Ömer Naci Bursa İ'dadisi'nden kovulmuş, bizim sınıfa gelmişdi. Daha o zaman şiirdi. Benden okuyacak kitap istedi. Bütün kitaplarımı gösterdim. Hiçbirini beğenmedi. Bir arkadaşın kitablarımdan hiçbirini beğenmemesi gücüme gitti. Şiir ve edebiyat diye bir şey olduğuna o zaman muttali oldum. Ona çalışmaya başladım. Şiir bana cazib göründü. Fakat kitabet hocası diye yeni gelen bir zat beni şiirle iştigalden men'etti. "Bu tarz-ı iştigal, seni asker olmaktan uzaklaştırır" dedi. Buna rağmen güzel yazmak hevesi bende baki kaldı. İ'dadi'de iken muannidane bir surette çalışıyorduk. Sınıfda birinci, ikinci olmak için hepimizde şiddetli bir gayret vardı. Nihayet İ'dadi'yi bitirdim. Harbiye'ye geçtim. Burada da riyaziye merakı devam ediyordu. Senenin nasıl geçtiğinin hiç farkında olmadım. Ancak dersler kesilince kitablara sarıldım. İkinci sınıfa geçtikden sonra askerlik derslerine merak sardırdım. Şiir yazmak hakkında İ'dadi hocasının vaz'ettiği memmliyeti (koyduğu yasağı) unutmuyordum. Fakat güzel söylemek ve yazmak hevesi baki idi. Teneffüs zamanlarında - Ömer Na-
(23) Ahmed Emin (Yalman): Büyük Millet Meclisi Reisi Müşir Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazret/eri'nin Tarihçe-i Hayatı, Vakit, 10 Ocak 1922, nu. 1468.
28
ci ile - hitabet ta'limleri yapıyorduk. Saatı ellerimize alıyor, bu kadar dakika sen, bu kadar dakika ben söyleyeceğim diye müsabaka ve münakaşalar tertip ediyorduk."
Hikmet Bayur bu konulara eserinde şöyle değinmektedir: "Manastır Askeri İ'dadisi'nde, ileride ünlü bir hatib olacak olan Ömer Naci ile sınıf arkadaşıdır ve O, kendisinde şiir, edebiyat ve hitabete ilgi uyandırmıştır; ancak kitabet öğretmeni ona, kendisini askerlikten uzaklaştıracağı için şiirle uğraşmayı yasak eder. Mustafa Kemal öğretmeninin bu öğüdüne uymakla birlikte güzel yazmak ve güzel söylemek merakı onda daima yaşamıştır."
Ali Fuad Cebesoy ise eserinde şunları yazmıştır: "Mustafa Kemal, Hasan Bey'in tavsiyesini dinledi. Üç arkadaşı ile beraber Manastır'a geldi. Burada yatılı ve daha üstün dereceli bir okulun şartlarına çabuk intibak etti. Rumeli' deki diğer askeri Rüşdiyeler'den seçkin öğrencilerle tanıştı. Yeni arkadaşlar buldu. Bunların arasında Ömer Naci de vardı. Ömer Naci güzel konuşuyor, güzel yazıyordu. Mustafa Kemal der ki, "Eğer kitabet hocamız Alay Emini Mehmed Asım Efendi imdadıma yetişmeseydi, ben de şair olup çıkacaktım. Çünkü hevesim vardı. Asım Efendi birgün beni çağırdı. Bak oğlum Mustafa dedi, şiiri filan bırak. Bu iş senin iyi bir asker olmana mani olur. Diğer hocalarınla da konuştum, onlar da benim gibi düşünüyorlar. Sen Naci'ye bakma, o hayalperest bir çocuk. İleride belki iyi bir ş§.ir ve hatib olabilir, fakat askerlik mesleğinde kat'iyyen yükselemez. Hocamın ne kadar haklı olduğunu hadiseler ispat etti. Çok arzu ettiği halde Naci, erkanıharb zabiti olamadı.
Meşriitiyet'te İttihadcıların en seçkin ve heyecanlı hatiblerinden biri olan yakın arkadaşım Ömer Naci, hakikaten askerlik mesleğinde yükselemedi ve maceralı bir hayattan sonra genç yaşında vefat etti."
Atatürk'ün biyografisini yazan Uluğ İğdemir ise Mustafa
29
Kemal- Ömer Naci tanışmasını ve arkadaşlığını şöyle anlatıyor: " ... Bir gün Mustafa Kemal'in sınıfına Bursa İ'dadisi'nden naklen Ömer Naci adında bir genç geldi. Ömer Naci daha o zamanlar şiir yazmakta idi. Genç şair, Mustafa Kemal'den okunacak kitap istedi. Mustafa Kemal bütün kitaplarını Ömer Naci 'ye gösterdi. Fakat şfür bunların hiçbirini beğenmedi . Bir arkadaşının kendi kitaplarından hiçbirisini beğenmemesi Mustafa Kemal'in gücüne gitti. O zamana kadar edebiyata karşı ilgisi yoktu. O zaman şiir ve edebiyat diye birşey olduğunu anladı ve bununla meşgı11 olmaya başladı. Şiir kendisine pek çekici göründü. Fakat yeni gelen kitabet öğretmeni ona şiirle uğraşmayı yasak etti."
Bu husasu bizzat Atatürk'ün kendisine naklettiği Falih Rıfkı, Atatürk'ün dilinden bahsederken de: "Edebiyat ve şiirde ilk örneği Ömer Naci olduğu için dili Namık Kemal okulu idi. Koyu Osmanlıca idi" demektedir.(24)
Cumhuriyet'in ilk yıllarında Atatürk'ün hatıralarını kendisinden tespit etmek sı1retiyle gazetesinde tefrika halinde yayımlamış bulunan Ahmed Emin Yalman, Gördüklerim ve Geçirdiklerim adlı hatıralar kitabında, Atatürk'te edebiyat merakını uyandıran yakın arkadaşı Ömer Naci için Atatürk'ün bizzat söylediklerini tekrarlamaktadır.
Lord Kinross da eserinde Ömer Naci'nin te'siriyle Mustafa Kemal'in şiir denemelerine geçtiğini yazdıktan başka, iki arkadaşın yaz ta'tillerini birlikte Selanik'de geçirdiklerini ve burada birlikte müşahede ettikleri şeyh ve dervişler grubunun daha o andan i'tibaren kendisinde dinin fanatik taraflarına karşı uyandırdığı nefreti kaydetmektedir.
Mustafa Kemal'in Nı1ri (Conker), Salih (Bozok), Fuad (Bulca) ve İsmail Hakkı (Pars) gibi arkadaşları ile Selanik Askeri
(24) F.ii.Atay, a.g.e., s.31.
Rüşdiyesi'nde başlayan arkadaşlığı ömrü boyunca sürmüştür (1893-1938).Şu bir gerçektir ki, ne bu adı geçen, ne de daha sonraki yıllarda Harbokulu ve Akademi' de edindiği arkadaşlarının hiçbiri, ı 895' de Manastır Askeri İ' dacfisi'nde tanışıp ta 1 9 1 6'lara. kadar arkadaşlığını sürdürdüğü Ömer Naci kadar Mustafa Kemal üzerinde te'sirli olmamıştır.
Ömer Naci'nin yalnız Mustafa Kemal değil, o günün gençlerinden Ziya Gökalp, Yahya Kemal, Celal Bayar,ı25ı Hüseyin Cahid Yalçın,!26> Ali Canib Yöntem, Ali Ulvi Elöve, Nazım Ören, Cenab Muhiddin Kozanoğlu vb. gibi yüzlerce, binlercesini, bütün bir İkinci Meşrutiyet ve İttihad Terakki neslini teshir ettiği, büyülediği dikkate alınırsa, Mustafa Kemal'in arkadaşları arasında Ömer Naci'nin üstün ve seçkin bir yeri olduğu sonucuna varılır.
Çok sevdiği dul annesi Zübeyde Hanım'ın Ragıb Efendi adında küçük bir muhafaza me'muru ile evlenişi Mustafa Kemal'in çok gücüne gitmiş ve kendisinin yeni aile içinde kalmayı reddederek evinden soğuyup uzaklaşmasına sebep olmuştur.
Bu küskün ruh ve zedelenmiş duygularla Manastır Askeri İ 'dadisi'ne gelen Mustafa Kemal'e orada bulup tanıştığı Ömer Naci, şahsındaki edebiyat ve hitabet gücü ve san'at sihri kadar, arkasında gerçek bir ana-baba ocağı bulunmayan bir öksüz arkadaş durumuyla da daha uygun, daha çok yakın ve samimi gelmiştir.
O yaşlarda genç ruhların en ateşli bir aşkla kapıldıkları edebiyat, şiir ve güzel yazma ve konuşma heves ve meylini üstün yeteneği ile Mustafa Kemal'e aşılayan, diğer bir deyimle, onda mevcut aynı kabiliyetlerin Relişmesine ve alevlenmesi-
(25) Cela l Bayar, Ben de Yazdım, cilt 2. İstanbu l 1966, s.541, 542 ve c.4, İstanbu l 1967, s. 1094, 1095.
(26) Hü seyin Cahid Ya lçın, Büyük Bir Ziya, Tanin, 18 Akustos, 1916, nu. 2759, s.3; Mil let Yo lunda Tanin, 1 9 Aku stos, 1916, nu. 2760, s. 1; Ömer Naci, Yedi Gün, 1 Temmuz, 1936, nu.1 73, s.9.
ne yardımcı olan Ömer Naci, Mustafa Kemal'e Namık Kemal'i, Tevfik Fikret'i tanıtmış ve sevdirmiştir.
Kılıç Ali'nin, Atatürk'le ilgili batıralarmda rastlanan, konuya ilişkin şu sözler son derece ilginç ve aydmlatıcıdır:
"O gece Atatürk köşke dönerken, arabada kendisiyle beraber olanlara:
- ... Tanrı bütün yetenekleri bir arada vermiyor. Kimine yaz demiş, kimine konuş!... Yazmayla konuşmayı birleştiren insan olarak bir Ömer Naci'yi hatırlarım. O, konuşurken de ateşti, yazarken de .. " diyordu.'27l
O yıllard_a ve hatta günümüze kadar, Namık Kemal'i okumak, tanımak ve duymak adeta Türk vatanseveri yetişmenin, Türk milliyetçisi olmanın ilk ve başlıca şartlarından biridir. Namık Kemal'in o günlerde hepsi de yasak sayılan ve herbiri genç ruhlara vatanseverlik duygu ve düşüncesi, hürriyet aşkı aşılayan milli kahramanlık şiirlerini gizlice elden ele dolaştırıp okumak, aynı yoldaki tiyatro eserlerinin heyecanını tatmak, duymak· ve yaşamak, ileride hürriyet mücahidi, vatan ve millet savunucusu olacak her Türk öğrencisi, öncelik.: le her Türk askeri için şarttı, elzemdi. İşte Ömer Naci, Mustafa Kemal'e Namık Kemal'i tanımak ve sevmek yolunu açan, vasatını hazırlayan bir arkadaşı olmuştur.
Manastır Askeri İ'dadisi'nde Mustafa Kemal'in Ömer Naci'den aldığı Namık Kemal aşısıdır ki, Namık Kemal yolunda bir vatansever ve hürriyet mücadelecisinin yetişmesini sağlamış ve Türk milleti için:
Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini Yok imiş kurtaracak bahtı kara maderini
diye inleyen büyük vatan şairine, 24 Aralık 1 9 19'da Kırşehir Gençler Derneği'nden ve daha sonra 13 Ocak, 192l'de de Büyük Millet Meclisi kürsüsü'nden:
(27) ismet BozdaiJ: Atatürk'ün Sofrası, lstanbu/ 1975, s.187.
Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini
karşılığını veren bir kurtarıcı büyük kahramamn çıkışma yardımcı olmuştur.(2sı
Namık Kemal, Mustafa Kemal ve Ömer Naci ile ilgili olarak Ali Fuad Cebesoy, kitabında şu hatıralarım nakletmektedir:(29l
" . . . Büyük vatan şairi Namık Kemal'i, okul idaresinin aldığı bütün tedbirlere rağmen yatakhanede gizli gizli okuduğumuzu nasal unutabilirim? Mustafa Kemal'in bir gece vakti yamma gelerek, Kemal'in Vatan Kasidesi'nin teksir edilmiş bir nüsh�sını, "Fuad kardeşim, bunu ezberleyelim" diye bana verirken yavaş bir sesle, fakat büyük bir heyecanla okuduğu:
Felek her türlü esbab-1 cefasın toplasın, gelsin Dönersem kahbeyim millet yolunda bir azimetten
mısra'lanm nasıl unutabilirim?" " . . . Daha önce de bir münasebetle söylediğim gibi, fikirleri
mizi, toplamı binleri aşan Harbokulu öğrencilerine aşllamak için, daha kurmay sınıflarına geçm�den, gizli bir teşkilat kurmuş, Muhiddin Baha Pars'ın ağabeyi lsmail Hakkı ile Omer Naci ve birkaç arkadaşın da gayreti ile el yazısı iki nüsha dergi çıkarmıştık. Liderimiz Mustafa Kemal' di. Gelebilecek sorumluluğun en büyük yükü de onun omuzlarmda idi."
Görülüyor ki Ömer Naci, yalnız arkadaşı Mustafa Kemal'e değil, "toplamı binleri aşan" pekçok arkadaşlarına hürriyet mücadelesi fikrinin aşılanmasında çaba harcamış, öncü olmuştur.
Bu yüzdendir ki arkadaşları Hüsrev Sami Kızıldoğan: "Yüksek bir halk hatibi olan Ömer Naci, Mustafa Kemal' den sonra
(28) T.8.M.M. Zabıt Ceridesi, c. Vll, s.285, 13 Ocak 1921. (29) A.F.Cebesoy, a.g.e., s.30, 31 ve 45.
33
ordu ve memleket içinde pekçok sevilen bir zattı." demektedir.
şair Ömer NAci
Ömer Naci'nin çok genç yaşta şiir yazmağa başladığı ve kısa zamanda büyük ün kazanarak kendisini çevresine değerli bir his ve melal şairi olarak kabıil ettirdiği bilinmektedir. Nazım Ören, Ömer Naci için, "Bursa'ya gelir gelmez birinin yeşil gözlerine tutulmuş, şiir yazmağa Bursa'da başlamıştı." diyorsa da,(3oı bu bilgiyi te'yid edecek hiçbir kaynak ve veya belge göstermemektedir. Yahya Kemal Beyatb'nm kendisine Atatürk tarahndan yazdırılmış Ömer Naci'ye füd biri Bursa, diğeri Manastır' da kaleme alındığı belirtilen iki kıt'ası, bize şairin ·bu yıllarda şiir yazdığına bir delil teşkil ediyorsa da, Ömer Naci'nin bu ilk şiirlerini yayımlayıp yayımlamadığı; neşretmişse bunların Bursa, Selanik, Manastır veya İstanbul' un hangi gazete veya dergilerinde bulunduğu meçhulümüzdür. Daha önce sunduğumuz zikri geçen iki kıt'a da aşk şiiri olmaktan çok uzak, milli, hamasi mısra'lardan ibarettir.
Ömer Naci'nin Servet-i Füniin'da rastladığımız ilk şiiri Peri-i Seher başlığını taşımaktadır ve - Kardeşim 5ahir'e - di'yerek Celal Sahir Erozan'a ithaf edilmiş bulunmaktadır.!31> Altında - Beylerbeyi 6 Ocak 1 3 1 5 (1 900) - tarihi bulunan (Ö.Naci) imzalı bu şiirin şaire aid ilk deneme şiirlerinden olması imkansızdır.
* * *
(30) Nazım Ören, a.g.m., Dünya, 3 Nisan, 1953, nu. 359, s.2. {31)Servet-i Fünün, 6 Ocak, 1315 (1900), nu.462. s.308. (•) Ömer Naci'nin şiirleri içinde Atatürk'ün en sevdiği bir parçadır. Bu şiitin
ilk kıt'asmı Tuğrakeş Hakkı Altınbezer'e yazdırtaralc yaptırdığı levha, Atatürk'· ün sağlığında Çankaya Köşkü 'nün bir salonunda asılı dururdu.
34
Servet-i Fümin'un o yıllardaki yazı kadrosu içinde Edebiyat-ı Cedide'nin ünlü mensublarından Tevfik Fikret, 'A.Nadir (Ali Ekrem Bolayir), Sahir (Celal Sahir Erozan), Faik Ali ve H.Nazım (Ahmed Reşid Rey), Müftüoğlu Ahmed Hikmet, Hüseyin Cahid (Yalçın), Hüseyin Suad, Mehmed Rauf ve Mehmed Emin (Yurdakul) Beyler bulunmaktadır.Ömer Naci'nin bunlarla dostluk ettiği, tanıştığı, şiirlerinin bazılarını [Kardeşim Sahir'e; Mehmed Emin Bey'e, Faik Ali'ye ve Süleyman Nesib (Süleyman Paşazade Sami) Beyler'e) ithaf etmiş bulunmasından da anlaşılmaktadır.
Ömer Naci'nin Servet-i Fünıin'da bulduğumuz yazıları şunlardır:
Peri-i Seher (Şiir) - Kardeşim Sihir' e - 6 Ocak, 13 15 (1900), nu. 462, s.308.
Hüsn-i Medfün - Mehmed Emin Bey'e - 24 Şubat, 1 3 1 5 (1900), nu. 469, s.6.
Leyl-i İntizar - 9 Mart, 1 3 1 5 (1900), nu. 47 1 , s.34. Sensiz Güzelliklere (Şiir), 1 5 Haziran, 13 16 (1900), nu. 485,
s.2. Aşiyan-ı Hayal (Şiir), 6 Temmuz, 1 31 6 ( 1900), nu. 488, s.2. Onun Mezarı (Mensur şiir), 13 Temmuz, 1 3 1 6 (1900), nu.
489, s.322. Beyaz Gece (Şiir), 20 Temmuz, 1 3 1 6 (1 900), nu. 490, s.338. Mersiye-i Aşk (Şiir) - Mehmed Cavid Bey'e - 24 Ağustos,
1 3 1 6 (1900), nu. 495, s.2/3. Takazay-1 Sanihat (Şiir), 2 1 Eylı11, 1 3 1 6 (1900), nu. 499. s.66. Çünkü Aşkım (Şiir), 26 Ekim, 1 3 1 6 (1900), nu. 504, s. 146. Gözlerin (Şiir), 14 Aralık, 1 3 1 6 (1900), nu. 5 1 1 , s.258. Medfenim (Şiir), - Faik Ali'ye - 27 Aralık, 1 3 16 (1900), nu.
5 13, s.290.
35
Elh.in-ı Ru'ya - 1 - (Şiir), 26 Nisan, 1 3 1 7 (1901), nu. 530, s. 149.
Yelda-i Yad (Şiir), 24 Mayıs, 1 3 1 7 (1901 ), nu. 534, s.2 1 3. Gözlerinin Karşısında (Şiir), 14 Haziran, 13 17 (1901), nu. 541 .
s.268 .
. Elhan-ı Ru'ya - 2 - (Şiir), 12 Temmuz, 1317 (1901), nu. 541 , s.325.
Elhan-ı Ru'ya - 3 - (Şiir) - Süleyman Nesib'e - 26 Temmuz, 1 3 1 7 ( 190 1), nu. 543. s.354.
Elh.in-ı Ru'ya - 4 - (Şiir), 2 Ağustos, 1 3 1 7 ( 1901), nu. 544, s.370
Mehmed Tahir ve Memduh beylerin 20 Mart 1 899'dan 14 Mart l902'ye kadar her Cuma çıkardıkları (İRTİKA) "Yükseliş" adlı haftalık edebi resimli Osmanlı Gazetesi'nde Ömer Naci'nin §U §İİr ve yazıları bulunmaktadır:
Yalnız Ben (Şiir), 29 Eyh1J 1 899 ( 17 Eyliil 1 3 1 5/23 Ctmaziyel-evvel 1 3 1 7 Cuma), Birinci Cild, Aded: 27, s. 107.
Şarkı (Bir kabahat eyledim sevdim seni) nakaratlı (Naci imzasıyla), 20 Ekim 1 899 (8 Te§rin-i-evvel 1 3 1 5/ 15 Cemazi-yelahir 1 3 1 7 Cuma,) Aded: 30, s. 1 1 9.
Hazan (Nesir), 2 1 Aralık 1899 (10 Kam1n-ı-evvel 1 31 5/ 1 9 Şa'ban 1 3 1 7 Cuma), Aded: 39, s. 158.
Perf-i Seher (Şiir), 19 Ocak 1 900 (7 Kanfin-ı-sani 13 15/18 Ramazan 1317 Cuma), Aded: 43, s. 1 7 1 .
Hüsn-i Medtan - Mehmed Emin Bey'e - (Şiir), 9 Mart 1 900 (25 Şubat 13 15/9 Zil-ka'de 1 3 1 7 Cuma), İkinci Yıl, Aded: 50-2, s.5
Leyl-i İntizar (Şiir), 23 Mart 1 900 (10 Mart 13 16/22 Zi-1-ka'de 1 3 1 7 Cuma), Aded: 52-4, s .14.
Sensiz Güzellİklere (Şiir), 24 Haziran 1 900 (16 Haziran
36
1 3 1 6/2 Rebi-ül-evvel 1 3 1 8 Cuma), Aded: 6S.1 8, s.69-70. Aşiyan-ı Hayal (Şiir), 20 Temmuz 1900 (7 Temmuz 13 16/23
Rebi-ül-evvel 1 3 1 8 .Cuma), Aded: 69-2 1 , s.81 Onun Mezarı (Asar-ı Mensure), 27 Temmuz 1900 (14 Tem
muz 1 3 1 6/30 6 Rebi-ül-evvel 1 3 1 8 Cuma), Aded: 70-22, s.86. Beyaz Bir Gece (Asar+Manzume) (Şiir), 2 Ağustos 1900 (20
Temmuz 1 3 1 6/6 Rebi-ül-ahır 1 3 1 8 Cuma), Aded: 7 1 -23, s.89 Mersiye-i Aşk (Şiir) - Mehmed Cavid Bey'e, - (7 Eylfü
1900/25 Ağustos 1 316/12 Cemazi-ül-evvel 13 18), Aded: 76-28, s. l 1 1
Takazay-ı Sanihat (Şiirr. (4 Teşrin-i-evvel 1900/24 Eylfü 1 3 1 6/ 1 1 Cemazi-ül-ahır 1 3 1 8), Aded: 80-32, s. 1 25-126.
Terane-i Niyaz (Şiir), ( 12 Teşrin-i-evvel 1 900129 EylUI 1 3 1 6/ 1 7 Cemaziül-ahır 1 3 1 8), Aded: 8 1-33, s. 128.
Bükay-i Nihan (Şiir), (2 Teşrin-i-sani 1900120 Teşrin-i-evvel 1 3 1 6/Receb 1 3 1 8), Aded: 84-36, s. 1 4 1 .
Gözlerin (Şiir), (28 Kanun-ı-evvel 1900/ 15 Kamin-ı-evvel 1 3 1 6/6 Ramazan 1 3 1 8), Aded: 92-44, s. 1 73.
Medfenim (Şiir), (1 1 Kanun+sani 1 901129 Kanun-ı-evvel 1 3 1 6), Aded: 94-46, s. 181-182.
Elhan-ı Ru'ya, 1 , il, 111, iV (Şiir), (10 Mayıs 1 90 1 , 26 Temmuz 190 1 , 9 Ağustos 1901 ve 1 1 Ağustos 190 1 /27 Nisan 13 17, 1 3 Temmuz 1 3 1 7 , 27 Temmuz 13 17 , 3 Ağustos 1 3 1 712 1 Muharrem 1318 Cuma, 9 Rebi-ül-ahır 1 3 1 9 Cuma, 30 Rebi-ül-ahır 1 3 1 9), Aded: 1 10-10, 1 2 1 -2 1 , 123-23, 124-24; s. 1 73-174, 145, 1 53, 1 58.
• Ömer Naci'nin şiirleri içinde Atatürk'ün en sevdigi bir parçadır. Bu şiirin ilk kıt'asım Tugrakeş İsmail Hakkı Altmbezer'e yazdırtarak yaptırdıgı levha, Atatürk'ün SBglıgında Çankaya Köşkü'nün bir salonunda asılı dururdu.
37
Yelda-i Yad (Şiir), (7 Haziran 1 901 /25 Mayıs 1317/19 Sefer 1 3 1 9 Cuma), Aded: 1 14-14, s. 1 1 7.
Gözlerinin Karşısında (Şiir), (28 Haziran .1901/15 Haziran 1 3 1 7/10 Rebi-ül-evvel 13 19 Cuma), Aded: 1 17- 1 7, s. 1 29.
Aynı yıllarda Ömer Naci, "Yurdun ve Devletin menfaatlerine yarayan haftalık Osmanlı risalesi" olarak Ömer LUtfi Bey tarafından İstanbul'da çıkarılan Musavver Fen ve Edeb dergisinde de hemen her hafta şiirler ve yazılar yayımlamıştır.
Bu dergide çıkan Avrupalı ressamların ünlü tablol�!ına devrinin modasına uyarak birer şiir yazmış bulunması, Omer Naci'nin şiirlerine seçtiği konular ve ilham kaynağı bakımından dikkatle incelenmeğe değer bir özelliktir.
Derginin 1 8 Mart, 1 3 1 5 (1899) tarihli 2. numarasında bulunan - s.2 ( 18) - ilk şiiri Hasb-i hal'dir.
38
HASB - İ HAL Sükunu .. . Ah sükunu neden dekil kaabil? Bu iztirab-ı müebbedle çırpman ruhun; Zaman gelir de olur mu melal-i dil zail? Zaman gelir de biter mi figanı mecruhun? Melal geçmeyecek, iztirab bitmeyecek; Ne anlarım bu hayatın sabah-u şamından? Ne anlarım bu hayatın fer-u zalammdan ... Mehalik-i elem efzay-i ömrden geçerek, Fezay-i Haşr'de arz-ı lika edüb dursam; Leyal-i Mahşer-i tarike bir zaman oyle, Gırivler . . . Heyecanlarla darbeler vursam! ZılaJ-i tar-ı hayat-ı şikeste pişimde, Kefen-be-duş emeller peyimde girye-nisar, Makabir-i ezeliyyetle aşina çıksam!
O sermedi heyecanlar . . . O sermedi feryad, O zill-ı tar-ı hayat-ı azab-u dehşetbir O yerde sönse... O yerde türab olub kalsa O yerde olsa karanlık emellerim berbid!
Şiirin, bugünkü dilimizle nesre çevrilmişi:
Halleşmek Bu ebedi iztirabla çırpınıp duran ruhun durgunlaşması ne
den mümkün değil, ah, neden mümkün değil? Zaman gelir de, gönlün elemi biter gider mi? Zaman gelir
de, yaralının figanı biter mi? Elem geçmeyecek, çırpınmak geçmeyecek, bitmeyecek; pe
kiyi, bu yaşayışın sabahından, akşamından ne anlarım? Bu yaşayışın ışığından, karanlıklarından ne anlarım?
Ömrün, elemlere elem katan, elemleri arttırıp duran tehlikeli yerlerinden geçerek ne anlarım ki?
Mahşer alanında, kapkaranlık mahşer gecelerine, bir zaman, öylece yüzümü gösterip dursam;
Şiddetli bağırışlarla, heyecanlarla darbeler, yumruklar vursam.
Kırık-dökük yaşayışın karanlık telleri emrinde, Ardımda da sırtına kefen atmış ağlaya-ağlaya gelen emeller; Böylece ezeli oluş kabirlerine bildik çıksam O ebedi, sonsuz heyecanlar, o ebedi sonsuz feryad, O dehşetler, yağdıran azablı · hayatın tellerinin gölgeleri, O yerde sönse, o yerde toprak olup kalsa; O yerde, karanlık emellerim, yelle savrulup gitse.
Daha çok elem, keder terennüm eden bir ince aşk ve melal şairi olarak bulduğumuz Ömer Naci, altındaki tarihlerden
39
de anlaşıldığı gibi, kronolojik bir sıra ile hemen her hafta bu dergide şiirlerini yayımlamağa devam etmekte idi. Bu dergide çıkmış bulunan yazılardan son derece dikkate değer biri de Memiş'in Babası başlığım taşıyan milli bir hikayeciktir. ('A.Nadir Bey'e) ithafı ile Namık Kemal'in oğlu Ali Ekrem Bolayir'e armağan edilmiş bu parça, biricik oğulları Memiş'in şehid olmasından sonraki bir Bayram sabahında uyanan ihtiyar köylü babanın, karısına gördüğü ni'yayı anlattığı "küçük hikayemsi" milli, hamasi ve Türk köyünün gerçeğini aksettiren bir güzel nesir örneğidir. Çok dikkate değer dil ve üslubunda, hikayenin girişi ve bitişi bölümleri Ömer Naci'nin o yıllardaki ağır Servet-i Fünun dili ve üslubu ile; yetmişlik Hasan Dayı'nın Fatma'sına ru'yasını nakledişi ise, oyıllar için olağanüstü sayılacak tertemiz bir Türkçe, Türk köylüsünün katıksız Türkçe'si iledir:
"Fatma, O'nu ru'yada gördüm", dedi. Kadın sordu: "Oh, söyle Memiş'i mi gördün?" "Evet Memiş'i. . . O Allah'ına koynundaki vasiyetiyle giden
evladımı daha bir saat evvel kucağımda gülerken gördüm" dedi.
Şimdi kadın isti'cal ediyordu: "Söyle, Allahaşkına, söyle, çabuk söyle, nasıl gördün?"
diyordu. İhtiyar o zaman anlattı: "Yeşil bir ovada imişim. Bulunduğum yerin önünde elmas
gibi parlak, elmas gibi berrak bir su akıyor, hava o kadar güzel, sema o kadar saf ki gökte ufak bir bulut yok. Kuşlar ötüyor, g\Jya Bayram imiş. Bütün köy çocukları yeşil bir ağaçlığın serin gölgesi altında gülüşüyor, oynaşıyorlar. Ben bu berrak sudan bir abdest almak üzere ilerliyordum. O vakit arkamdan bir ses geldi. Döndüm, Memiş gülerek bana doAru
40
koşuyordu; "Baba, bayramlaşmayacak mıyız?" dedi. "Gel yavrum!" dedim, kucağıma atıldı. Gözlerinden, çenesinden, yüzünün rast gelen yerlerinden öptüm. O kadar güzelleşmişti ki... Üstünde sırmalı bir çepken, ipekli bir şalvar, başında ipekli bir yemeni vardı.
"Evladım, ananı, nişanlını gördün mü?" dedim, "Hayır!" dedi, "şimdi gidip onları da göreceğim!" İşte daha bir saat evvel şehid yavrumu, o sevdiğine hasret giden evladımı kucağımda gülerken gördüm. Aman ya Rabbi! Bu ne tatlı bir rfi'ya idi. Fatma, ben bu rfi'ya'yı ölmeden bir daha, ah bir daha görebilsem .. Biçare Emine, zavallı Memiş'ciğim!" Artık ihtiyar ağlıyordu.
Bu bir tek evladının ebedi ayrılığı üzerine üç senedenberidir kocasıyla beraber mahkfim-ı matem olan Fatma, o zavallı kadıncağız da ağladı . . . "
Ömer Naci'nin- Musavver Fen ve Edeb dergisinde çıkmış yazıları şunlardır:
Hasb-i Hal (Şiir), nu. 2, s.2 (1 8), 1 8 Mart, 1 3 1 5/ 1 899. Migsel (Şiir), nu. 3, s.6 (38), 25 Mart, 1 31 5/ 1 899. Hande-i Emel (fabloya; şiir), nu. 3, s.7 (39), 25 Mart,
1 3 1 5/ 1899.
(Aynı sayıda s.8 (40) çok güzel bir kız tablosu altında Leb-i handekar - Hande-i Emel - yazılıdır.)
Memiş'in Babası - 'A.Nadir Bey'e - (Küçük hikaye), nu. 5, s. 10-1 1 (74-75), 9 Nisan, 1 3 1 5/ 1 899.
Minimini Gülçin (fabloya, şiir), nu. 6, s.5 (85), 15 Nisan, 13 15/1899.
(Aynı sayının 8 (88)'inci sahifesinde bir küçük kız tablosu vardır.)
Hayalim (Şiir) nu. 7, s.6 ( 102), 22 Nisan, 1 3 1 5/ 1899.
41
Timsal-i Deha - Fikret - (Şiir), nu. 8, s. l O (122), 29 Nisan, 1 3 1 5/ 1 899.
Harbde Bir Asker - Ffilk Ali Bey'e - (Şiir), nu. 9, s.4 (1 32), 6 Mayıs, 1 3 1 5/1899.
(Şiir, aynı sayıda bulunan, altında: "Harbde Bir Asker" -Piyade Mülazimlerinden Mahmud Sadık Bey'in krokisinden
yaptırılmıştır - diye yazılı tablo için 1 5 Nisan, 1 3 1 5 tarihinde Beylerbeyi'nde kaleme alınmıştır.)
Dikiş Dikerken (Şiir), nu. 9.s.5 (1 33), 6 Mayıs, 1 3 15/1899. (7. sayının kapağındaki bir Alman ressam tarafından ya
pılmış - Tuvalet - tablosu için yazılmıştır.) Hacle-i Hilal (Şiir), nu. 10, s. 1 56, 20 Mayıs, 1 3 1 511899. Timsal-i Sefalet - Bir tablo için - (Şiir), nu. 10, s. 157, 20
Mayıs, 1 3 15/ 1 899. Temasil-i Hayattan - 1 - nu, l 1 , s. 1 66, 27 Mayıs,
1 3 1 5/ 1899. DaA Kenarında - Fikret Bey'e - (Şiir), nu. 12, s. 189, 3 Ha
ziran, 13 15/1899. Şebab (Şiir), nu. 1 3 , s. 195-196, 10 Haziran, 1 31 5/ 1 899.
(Aynı sütunda - Elif Celal - imzalı, Feryad-ı Bi Eser - J , Bir Öksüz Lisanından başlıklı - "Ö.Naci Bey'e - ithaf edilmiş bir şiir yer almıştır.)
Şafaktan Sonra (Şiir), nu. 14, s.2 13, 1 7 Haziran, 1 3 1 5/ 1899. Boşluklar İçinde - Abdülhalim Memduh Bey'e - (Şiir), nu.
1 5, s.226, 24 Haziran, 1 3 15/1899. Hüsn-i Bitab (Tabloya, şiir), nu. 1 5. s.232-233'deki Alf.
Schwarz'm tablosu için), 24 Haziran, 1 3 1 5/ 1 899. Sukat-ı Emel - Hüseyin Cahid Bey'e - (Şiir) nu. 1 6, s.244,
1 Temmuz, 1 3 1 5/ 1899.
42
Musahabe-i Edebfye - 1 , nu. 1 6, s.245 - 246, l Temmuz, 1 3 1 5 / 1899.
İlahi - Şeref-i viladet-i pür meymenet-i Risfiletpenahiye -(Şiir), nu. 17 , s.258, 8 Temmuz, 1 3 15/1899.
Kahkaha-i Hülya (Şiir), nu. 18, s.278, 1 5 Temmuz, 13 15/1899.
Mehmed Ekrem Bey'in imtiyaz sahibi bulunduğu Mecmua-i Edebiye dergisinde de Akşehirli Abdüsselam Efendizade Ahmed Avni Bey'in Ada'da yazdığı şiirleri (Aded 30, 45 ve 46) Ömer Naci Bey' e ithaf ettiği görülmektedir. Nazım Nazmi, Edebi Musahabe yazısında (Sayı 4 1 , s.322 ve 323), Ömer Naci'nin Servet-i Fünun'dan alınmış bir nesir yazısını örnek vermektedir. Ayrıca, Mecmua-i Edebiye'nin 40'ıncı sayısında, s. 3 1 6-31 7, 26 Temmuz, 1 3 1 7 (1901), Yalnızlığım başlıklı bir nesir yazısı yer almaktadır. Ömer Naci bu yazısını 29 Mayıs, 1 3 1 6 (1 900) tarihinde Büyükada'da yazmış bulunuyor.
Bunlardan başka, Servet-i Füm1n'un 22 Kam1n-ı sani 1324 (1909) tarihli 923'üncü sayısından başlayarak yazılmış Hatib takma adlı müsahabelerin (Başyazı), üslup ve konu bakımından o yıllarda artık "şair" den çok "hatib" diye ün kazanan Ömer Naci'ye füd olması ihtimal dahilindedir.
Nitekim Kazım Nami Duru, hatıralarında şöyle demektedir:l32l "Edebiyat-ı Cedide'ciler susturulduktan sonra, Fecr-i ati'ciler meydana çıktı. Bunlar, değerli gençlerdi. Edebiyat-ı Cedide'cilerin yolunda, yenileştirmek isteği ile, yürüyorlardı. İstanbul'da Celal Sahir, Köprülü Fuad, Emin Bülend, Ahmed H§.şim ... Rumeli' de Ömer Seyfeddin, Ali Canib, Ömer Naci gibi genç Fecr-i ati'ciler Meşrutiyetle beraber Servet-i Fünun'u ellerine aldılar."
(32) Kazım Nami Duru, İttihad ve Terakki Hatıralarım, İstanbul 1957, s.59.
43
Bu yılldra rastlayan Servet-i Fünun sayılarının baş yazılarında görülen (Hatib) takma adı, Ömer Naci'nin olabileceği gibi, daha kuvvetli bir ihtimalle başka bir yazarın da imzası bulunabilir. Ömer Naci'nin ölümünden iki yıl sonra (1 Kasım 1 91 8'den 22 Aralık 1 9 1 8'e kadar 51 sayı) yayımlanan - Ali Fethi (Okyar) ve Mustafa Kemal (Atatürk)'in de ortak bulundukları - Minber gazetesinin baş yazılarında rastlanılan (Hatib) imzası, şüphesiz Ömer Naci'nin değildir ve olamaz. Bu gazete imtiyaz sahibi Dr. Rasim Ferid Bey'dir. Kuvvetle muhtemeldir ki bu ikinci (Hatib) takma adı ve imzası Servet-i FünGn'da görülen birincisi aynı şahsa füddir.
Yukarıda adlarını zikrettiğimiz şiirlerinden İlahi başlığını taşıyan ve Peygamber Efendimiz'in doğumu şerefine yazıl· mış şiir, Ömer Naci'nin üstün şiir kabiliyeti kadar, dini inancındaki derinlik ve samimiliğini de ortaya koyan başarılı bir parçadır.
Tevfik Fikret için yazdığı değerli bir şiiri Timsal-i Deha ve yine Fikret'e ithaf edilmiş Dağ Kenarında şiirleri, Ömer Naci'nin Fikret'i çok sevdiğini, beğendiğini ve onun te'sirinde olduğunu belirtmektedir. <33>
Ömer Naci'nin Servet-i FünGn ve Musavver Fen ve Edeb dergilerinde yayınlanmış şiirleri hep Edebiyat-ı Cedide, Servet-i FünGn tarzında aşJC teraneleridir. Bunlarda daha çok Tevfik Fikret'in yolu ve söyleşiyi havası vardır. (Ö.Naci) imzası ile bu aşk şiirlerinin hemen hepsi Beylerbeyi'nde yazıl· mış görünüyor ve Ömer Naci'nin Harbokulu öğrenciliği yıllarına rastlıyor. "San' at san' at içindir" düşüncesindeki şair milli, hamasi, politik yazılar, şiirler de kaleme almış ve bunları takma adla başka gazete ve dergilerde yayımlamış mıdır bilmiyoruz. Bu nokta, incelenmeğe değer bir husustur.
(33) Dr. Fethi Tevetoğlu, Hatib Ömer Naci, Tevfik Fikret ve Atatürk, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Ocak, 1973, yıl 2, sayı 1, s.43 • 47.
44
Ömer Naci'nin daha sonraki yıllarda, subay olduktan sonra Selanik'te çıkan Çocuk Bahçesi ve Bahçe dergilerinde yayınlanmış bazı yazılarına da rastlamış bulunuyoruz.
Çocuk Bahçesi, 1 3 Ocak 1 320 {1905) tarihinde Selanik'de öğretmen Necib Necati ve Abdurrahman Medhi Beyler tarafından haftalık olarak çıkarılan edebi bir dergi idi. Erkek ve kız, yeni yetişen gençlerin ahlakını düzeltmeğe ve zihinlerini aydınlatmaya hizmet eden ahlaki, ilmi, siyasi risa!.e olarak çıkmaya başlayan bu derginin 43. sayısı 1 Aralık, 1 32 1 (1905) de yayımlanmış ve Ömer Naci'nin bir yazısı yüzünden "irade-i Seniyye" ile kapatılmıştır. Bu olayla ilgili bir hatırayı Ali Ulvi Elöve için yazdıiı değerli biyografide Elöve'den naklen veren Muharrem Mercanlıgil,<34ı Çocuk Bahçesi'ni çıkaranın Ali Ulvi Elöve olduğunu, ağabeyi öğretmen ve yazar Necib Necati'nin bu dergilerde yazı yazdığını söylemektedir ki, bu bir karıştırma değilse, Necib Necati Bey hesabına bir haksızlık ve yanlışlıktır.!35l Çünkü bu dergileri çıkaranın ve Padişah buyruğu ile kapatılışında başı sıkıntıya girenin Ali Ulvi Bey değil, Necib Necati Bey olduğu bizim yayımladığımız N.Necati imzalı el-yazması vesika ile ve dergilerin incelenmesi ile sabittir. Rahmetli Mercanhgil'in A.Ü.Elöve'den aynen naklettiğini bildirdiği şu değerli hatıranın<35ı Necib Necati Bey'e aid bulunduğunu düzeltmek gerekir:
"İstanbul' da Servet-i Füm1n kapanmıştı. Çocuk Bahçesi dergisi İstanbul' dan ve Anadolu' dan gelen edebi yazılara sayfalarını açmıştı. Mehmed Emin Bey (Yurdakul}, İstanbul'dan Türkçe şiirlerini ve Celal Sahir (Erozan) yazılar gönderiyordu. O sıralarda Selanik'de asker olarak bulunan Kazım Nami
(34) Bazı ansiklopedilerde bu dergiyi Ömer Naci'nin idare ettiki ileri sürülmüştür ki, bu da yanlııtır (Konur Ertop, Meydan Larousse, 4. c, s.566.) Ömer Naci, Bahçe'de başyazılar yazdıkı için bu dergiyi de onun çıkardığı sanılmıı ve yazılmıştır.
(35) Muharrem Mercanlıgil: Ali Ulvi Elöve, Yeni Yayınlar, c.11, Mayıs · Temmuz 1957, s. 1 72 ve dipnot 5.
(36) M.Mercanlıgil: a.g.lfl., s. 1 74-75 dipnot 11 .
45
(Duru), Hakkı Baha (Pars) ve (Hatib) Ömer Naci gazetemize yazılar veriyorlardı. Mehmed Emin Bey'i ve yazdığı Türkçe şiirlerini beğenen Filosof Rıza Tevfik (Bölükbaşı) de yazı yazıyordu. Her iki tarafın yazıları da hafta hafta, sıra ile neşredilmekte idi. Ömer Naci ile aralarında bir münakaşa çıktı. Gittikçe hararetlendi; kızıştı. Hüseyin Cahid (Yalçın) Bey de İstanbul'dan gönderdiği bir yazı ile münakaşaya katıldı. Bu sır�larda Reval Mülakatı ile sınırları çizilen Rumeli'nin talii mevzu-u bahis oluyordu. Ömer Naci Bey'in son yazısında {Rıza Tevfik Bey'e cevap olarak) "büyük bir tarih-i şan-ü şerefin kara topraklara serildiği bu hazin günlerde bunlarla mı uğraşacaktık?" mealinde bir ibaresi Saray'ı ayaklandırdı. Sansür, gazetemizin kapanmasını vilayete emretti. Evimi bastılar; kitablarımı çuvallarla hükumet konağına taşıdılar. Fakat aradıklarını bulamayınca iki-üç gün sonra yakamı bıraktılar. Ben orada mevkuf olduğum günlerde, Ömer Naci Avrupa'ya kaçtı. Çocuk Bahçesi'nin idari işlerinin müdürü olan Abdurrahman Medhi ile birlikte biz de bir müddet ortadan kaybolmayı uygun bularak, gizlice bir vapura binip Yunanistan yolunu tuttuk. Ortalık yatışıp bize de emniyet gelince Atina'dan tekrar Selaniğe döndük."
Ömer Naci'nin Çocuk Bahçesi'nde çıkan yazıları şunlardır:
:� ı· Evzan-ı Şi'riyemize dair, 15 EylUI, 32 1 ( 1905), nu. 33, s. 1 ve 2 .
Kari'lerime - 1 - 13 Ekim, 32 1 ( 1905), nu. 37, s.214 v.d. Mektep ve Çocuklar - 2 - 27 Ekim, 32 1 (1905), nu. 39,
s. 1 /3, s. 1 /3 v.d. Kari'lerime - 3 - 10 Kasım, 32 1 ( 1905), nu. 4 1 , s. 1 17 v.d.
Bacon'un Şakird-i Marifeti Rıza Tevfik Bey'e, 1 Aralık, 32 1 (1905), nu. 43, s. 1 /8.
Ömer Naci'nin bu yıllarda bu dergide hiçbir şiirinin çıkmayışı, yayımladığı beş yazının da mensur edebi ve fikri müsa-
46
habe oluşları dikkate değer bir husustur. Ö mer Naci'nin bu az sayıdaki yazıları incelenince edebiyat tar ih bilgisine ve Doğu-Batı kültürüne sahip bulunduğu ve bilhassa fikir yapı· sının sağlam ve şuurlu bir milliyetçilik, Türkçülük temeline dayandığı anlaşılmaktadır. Şecere·i Türki tercümesinden örnekler vererek okuyucuları ile "atalarımızdan işitmişizdir''. diye başlayan açık, samimi hasbihiillerinde, Ergenekondan ve eski anayurdumuzdan, Türk olmayan kavimlerin soyumuzu kırıp yurdumuzu aldıklarını anlatıyor "Tanrıya yüz şükür, bu zamanda halimiz öyle değildir" sözleriyle gönlündeki Türklük ve Türkçülük şuurunu çevresine saçan Ömer Naci'nin bu yazılarına bilhassa kronolojik öncelik bakımından Türkçülük, Türk milliyetçiliği tarihinde yer vermek hak bilirlik olur. Büyük Türkçü Ziya Gökalp'in Ömer Naci için yazdığı şiirdeki ma'nayı, bu şiiri ilham eden, yazdıran sebebleri iyi incelemek ve değerlendirmek lazımdır. Nitekim, daha sonraki yılların ünlü Türkçüler'inden biri olacak Ali Canib (Yöntem)'in 28 Şubat 1 908'de yazılmış bir keman sesini canlandırdığı Nağme-i Dilhasta başlıklı şiirini Ömer Nadyeithaf ederek Bahçe'nin 26 Ağustos, 1 324 (8 Eylül 1908) tarihli 6. sayısında yayımlayışı,<37> Ömer Naci'nin milliyetçi ruh ve düşüncelerde yarattığı sevgi ve saygının izleridir.
Ali Canib, kendisini Cavid Bey'e tanıtanın da Ömer Naci olduğunu şöyle anlatmaktadır:<3sı "Ömer Naci, Cavid'e benden bahsetmiş. O da, getir göreyim, demiş. Bir gün Fevziye Mektebi'ne gittik. Cavid Bey'le ahbab olduk."
Çocuk Bahçesi'nde çıkan yazı çekişmesinde Ömer Naci'nin çok sevdiği, saydığı ve Servet-i Füniin'da çıkan ikinci şiirini ta 1899'da kendisine ithaf ettiği ve daha sonraki yıllarda da çok yakın dostluk ve mücadele arkadaşlığı ettiği, Trabzon'-
(37) Fevziye Abdullah Tansel, Ali Canib Yöntem, Belleten, Ocak, 1968, nu. 125, s.58, not 6.
(38) Yakın Tarihimiz, c.I, s.3
47
da elele fotoğraf çektirdi�. Şfilr Mehmed Emin (Yurdakul) Bey'le bir mes'elesi yoktur. Ömer Naci bu vesiyle ile, sevmediği Rıza Tevfik'e çatmaktadır. Bu yazı çek�mesinde Hüseyin cahid (Yalçın)'ın Ömer Naci'nin tarafını tutarak Rıza Tevfik'e sualler açışı da dikkati çekmektedir.<39ı
Ömer Naci'nin - Bacon'ın Şakird-i Marifeti Rıza Tevfik Bey'e- yazdığı sansürü ve Saray'ı kızdırıp harekete geçiren satırları aynen şöyledir.(40>
" . . . Fakat bakınız bir kerre ve insaf ile bakınız azizim, ortada insaniyeti tahrib eden tırnaklar, vicdanları inleten fedalar, bütün bir tarih-i ş.ln-ü şerefin ebediyen topraklara karl§tığı saatler, evet, bütün bunlar sessiz ve sadasız bir sOrette ağlayarak, hiçbir imdad ve teselli bulamayarak takrir-i alam ederken sizinle ben, karşı karşıya neler düşitnüyor ve neler müdafaa ediyoruz."
Mercanlıgil makalesinde, bu yazı üzerine dergi kapatılınca Ömer Naci'nin de Paris'e kaçtığını Ali Ulvi Elöve (veya Necib Necati) Bey'e atfen yazmaktadır.(4 ıı Bizim yayımladığımız Necib Necati Bey tarafından kaleme alınmış Ömer Naci biyografisinde de: "Mecmua kapatıldı. Naci merhum Avrupa"ya kaçtı" denilmektedir. Naci'nin Paris'e kaçışı yalnız değil, Hüsrev Sami (Kızıldoğan) ile birliktedir ve 1907 yılı Mart'ındadır. Buna göre yazının yayımlanmasından bir yıl hatta ondört ay kadar sonradır ve bilhassa Vatan ve Hürriyet gizli cemiyeti ile ilgilidir.
Kenan Akyüz de derginin 1905'te kapatıldığını yazmaktadır<42ı ki, bu 1905'in son günleri olabilir. İlk sayısı 1 3 Kanunı-sani 1 320 ve Ömer Naci'nin bahis konusu yazısının çıktığı
{39) Rıza Tevfık Bey'e, Çocuk Bahçesi, 24 Kasım, 321 (1905). nu.42, s. 11 1 13 v.d.
(40) Çocuk Bahçesi, 1 Aralık 321 (1!J<?5). nu. 43. s. 7.
(41) M.Mercanlıgi/, a.g.m., s. 1 75.
(42) Kenan Akyüz, Türkoloji Dergisi, 2. Baskı, Ankara, 1969, c.11., sayı 1. , s.129.
48
43. sayı 1 Kanun-u-evvel 1 32 1 tarihini taşıdığına göre dergi 1905 'in sonunda veya 1 906 yılı başlarında kapatılmıştır.
Ömer Naci'nin şairliğinden ve yazarlığından bahsederken, bu bölümü, Naci'nin daha sonraki yıllarda çıkan yazılarını da burada kaydetmek silretiyle tamamlamak uygun olacaktır.
Kendisini yakından tanımış, saymış ve sevmiş Ali Canib Yöntem'in, Ömer Naci'nin edebi faaliyetleri hakkındaki hatıraları, birçok noktaları tam bir aydınlığa kavuşturmaktadır. Hatıraları arasında: "Annemin teyzesi Hamide Hanım 'ın evi Fatih'de Emir Bubari civarında idi. Oğlu Hasan Nevres Bey, Harbiye Mektebi'nde Fransızca hocası idi. Benim çocukluğumda, on-onbir yaşımda iken Ömer Naci'nin, Atatürk'ün o eve gelerek hocalarını ziyaret ettiğini hatırlarım" diyenC43ı Ali Canib Yöntem, görülüyor ki, çocukluğundan beri Ömer Naci'yi tanımakta ve takibetmektedir.
Çocuk Bahçesi'nin kapatılmasına sebep olan çekişme hakkında Ali Canib Yöntem'in yazdığı yazı şudur:C44l " 1905 yılın-· da Selanik'de Çocuk Bahçesi adlı bir dergicik çıkmaya başlamıştı. Sahibi Medhi Bey, Selanikli bir gençti. Bu, adından da anlaşılacağı gibi çocuklara mahsus bir şeydi. Selanik öğretmenlerinden Necib Necati Bey, bazı hece, bazı aruz vezni ile pedagojik hedefi gaye edinmiş bir takım manzumeler neşrediyordu. Böyle, bir sene kadar devam etti. Sonra İstanbul'dan, Türkçe Şiirler sahibi Mehmed Emin Bey Çocuk Bahçesi'ne manzumeler göndermeğe başladı."
" ... O zaman Selanik'de üsteğmen olarak bulunan Ömer Naci, Şiir Vezinlerimize dair başlığı ile bir makale kaleme almış ve Çocuk Bahçesi'nde yayımlamıştı.
(43) Ali Canib Yöntem, Yakın Tarihimiz, 6 Eylül, 1962, sayı 28, s.55.
(44) Ali Cinib Yöntem, Selanik'te Bir Edebiyat Çekişmesi, Yakın Tarihimiz, 31 Mayıs, 1962, sayı 14, s.3 • 4.
49
Ömer Naci ki esasen Servet-i FünGn edebiyatı ş.iirlerindendi ve Servet-i FünGn'da Ö.Naci diye imza atıyordu. Çocuk Bahçesi'ndeki yazısında hece vezninin kifayetsizliainden bahsediyor, Emin Bey'in lirizmden mahrumiyeti Naci'ye, Selanik gençleri arasında hak kazandırıyordu.
Ömer Naci'nin bu çıkışı karşısında Rıza Tevfik dayanamadı, Emin Bey'i müdafaa kastı ile Çocuk Bahçesi'ne mektup §eklinde bir yazı gönderdi. Çekişme kar§ılıklı devama başladı. Emin Bey'in Yavurumuzu Çoğaltalım tarzındaki manzumelerini ele alarak, şiirin içtimai bir amili olması lazım geldiaini ileri sürdü.
Rıza Tevfik yavaş yavaş işi azıttı ve şiirin ahlaki bir gaye gütmesi lazım geldiğini yazdı. Naci, Rıza Tevfik'in ikide bir bahsettiği Herbert Spencer'den şiir ve edebiyat hakkında, Rıza Tevfik'in iddialarını çürütecek parçalar aldı; san'atın, edebiyatın, şiirin, insanlık haz ve elemine tercüman olmaktan başka bir gaye güdemeyeceğini yazdı ve "San'at, san'at içindir . . . Şiir şairin, alfabe köylünün hakkıdır" dedi!
İş kızışmaya başladı, aynı günlerde Hüseyin Cahid Bey' den bir yazı geldi. Cahid, doarudan doğruya Rıza Tevfik'e hitabediyor ve onu epeyce uğraştıracak sorular sıralıyordu. Artık okuyucular için iş kıvamına gelmişti. Yine bu aralık Rıza Tevfik Çocuk Bahçesi'ne, Edib-i Sahih-Meslek Emin Bey'e başlıklı uzun bir şiir yolladı. Bu şiir şöyle başlıyordu.
Ey kahraman bir ümmetin südü temiz evlaqı, Hakikaten sen bir Türk'sün, dinin, cinsin uludur. Her bir Türk'ün öz dilidir vicdanmm feryadı, Sen şairsin, sfnen, özün ateş ile doludur .. .
Rıza Tevfik bunlarla yetinmedi, Ömer Naci'ye hamiyyet ve vatanseverlik dersi vermeğe kalkıştı. İşte bu, herşeyi alt üst etti. Naci onun sayıp döktüaü adamlara karşı, hasmına şöyle cevab verdi: "Ben Mirabeu'nun kalbini dinlemiş adamım, Rı-
50
za Tevfik Bey! şan-ü şerefle dolu bir tarihin ebediyyen kapanmak üzre olduğu bir günde, sizinle ben karşıhklı oturmuş nelerden bahsediyoruz."<45>
Mirabeau'nun kalbini dinlemek? . . . Ne müthiş bir cinayet! İstanbul, Selanik allak-bullak oldu. Çocuk Bahçesi hemen kapatıldı, sahibi olan Medhi Bey hapse atıldı. Başmuharrir Necib Necati Bey de kardeşi Ali Ulvi (Elöve) Bey'le Atina'ya kaçtılar. Naci aynı zamanda subaydı, zaten coşkun bir gençti, bu vak'a üzerine Paris'e firar etti. Meşrutiyet'i müteakip yurda döndü; artık şiirle, edebiyatla uğraşmıyordu. İttihad ve Terakkinin hatibi oldu. Birinci Cihan Harbi patlayınca Anadolu'ya, oradan İran'a geçti. Müslüman halkı bilhassa İngilizler aleyhine kışkırtmaya başladı. Ne çare ki tifüse yakalandı ve öldü.
Ömer Naci Harbiye'den me'zundu ve Atatürk'ün sınıf arkadaşı idi; derbeder Naci, şiirle meşgiil olduğu için kurmay olamamış, 1 3 1 7'de yani 1901 'de<45> piyade teğmenliği ile çıkmıştı.
Edebiyat-ı Cedide'nin en revnaklı devirlerinden 1898, i899 yıllannda çıkan dergiler karıştırılırsa bunlarda Ö.Naci imzalı hayli şiire rastlanır. Bunlardan biri:
Sevelim . . . Her muhabbetin mutlak Ölmeyen bir hayatı vardır ki Mevecat-ı mehasin-i alem Ona kehvare-i terennümdür.
diye başlar. Atatürk, eski ve sevgili arkadaşının hatırasına hürmetle - henüz yeni harfler meydana çıkmadan - bu dört mısraı meşhur hattat Tuğrakeş İsmail Hakkı Altmbezer'e RÜzel
(45) Abdülhamid istibdadının en son ve baskılı yılları ve Avrupa'nın "Hasta Adam" dedi#i Osmanlı İmparatorlu#u'nu parçalamak üzere verdi#i kararlan tatbike hazırlandı#ı günler ...
(46) Dogrusu 10 Şubat 1902'dir.
51
bir levha halinde yazdırmıştı. Atatürk'ün sağlığında sıkça gittiğim Çankaya Köşkü'nde bir salonda asılı görmüştüm.
Meşriitiyet'in i'lanının akabinde Naci Avrupa'dan döndü, Selanik'e geldi. Rıhtımdaki İttihad ve Terakki İkinci Kulübü'nde, hazan da bizim İttihad ve Terakki Mektebi'nde halka ve talebeye şiirler okur ve konferanslar verirdi. Büsbütün coşkun bir adam olmuştu. Bir akşam mektebde Namık Kemal'in Vaveyla'sını okurken önündeki masaya iradesi dışında yumruk vurmuş, üstündeki bardağı kırmıştı.
Rumeli Gazetesi Başmuharriri Yunus Nadi Bey İstanbul'a nakletmiş.yerine, Mestan Bey namında - hala kim olduğunu bilmediğim - bir zat gelmişti. Fazlaca içer olduğunu görüyorduk. Naci'ye bizim Yalılar'da bir ev tutmuştuk. Genç Kalemler'in mes'ul müdürlüğünü yapan Nesimi Sarım da civarımızda oturuyordu. Naci bir gece evine gelmemiş, refikası tabii merak etmiş, anacığıma bu merakını söylemiş. O da bana anlattı. Nesimi ile orada burada aradık, bulamadık. Hava sıcaktı. Bir gün sonra eve dönerken bir açık pencereden aşağı sark· mış bir el gördüm. Bu Naci'nin tombalak eli idi. Nesimi ve ben seslendik. Naci başını dışarı çıkardı. Mestan da kapıyı açtı. Yukarı çıktık ki buz dolu bir kovanın içinde koca bir şişe, masanın üstünde çilingir sofrası. İ'tirazına bakmadık, Naci'yi aramıza aldık, evine götürdük.
Naci gayet cömert, kalender, para tutmaz bir tipti. Nihad Bey (Merkez-i Umumi Veznedarı} Naci'ye - aldığı parayı hemen harcayıverdiği için - gündelik verirdi. Peltek, çok ahenkli dili hfila kulağımdadır. Sadr-ı-azam Kamil Paşa'yı deviren Bab-ı Ali Baskını'ndaki heyecanlı hitabesi meşhurdur. Meşrı1riyet'i müteakib Çocuk Bahçesi'ni (Bahçe} olarak yayımlamağa başladı."
İbrahim Alaaddin Gövsa, Ömer Naci'nin edebi şahsiyeti hak-
52
kında şunları söylemektedir:<47ı "Ömer Naci'nin mahdud olan şiirleri, Tevfik Fikret çığırının üsh1pça, zayıf, fakat içli ve duygulu örenkleridir. Nesri daha kuvvetli fikir ve heyecan hamlelerini taşır. Edebiyatla, etrafı ile uğraşmaya zaman bulamamış, bir şair ve edib olmaktan ziyade, ülkü uğrunda ateşli bir vatan adamı sıfatı ile iz bırakmıştır."
Ömer Naci'nin, 2 1 Temmuz, 1324 (1908)'de yayın hayatı-na giren Bahçe dergisinde çıkan yazıları şunlardır:
Kari'Jerime (Başyazı), 25 Kasım, 1 324 (1908), nu. 19, s. 1 . Öleceğim Gün, 27 Ocak, 1 324 ( 1909), nu. 28, s.2012 1 . Bahçe'nin Muhterem Kari'lerine, 2 6 Mayıs, 1 325 (1909), nu.
s.2 10-2 1 1 . İran İnkılabı Hatıralarından- ( - 9 Haziran 1325 ( 1909),
nu. 42, s.244-245. İran İnkılabı Hatıralarından- il -, (İlk _ Tevkir) 30 Hazi
ran, 1 325 ( 1909), nu. 45, s.292-294.
Şiirle meşgul olduğu yıllarda yazılarına daha sık rastlanan Ömer Naci'nin Avrupa' da daha çok imzasız siyasi yazılar yazdığı anlaşılmaktadır.
Mecmua-i Edebiye'de rastladığımız Yalnızlığım başlıklı 'Ö.Naci imzalı mensur şiir, 20 Mayıs, 1 3 16 (1 900)'da Büyükada'da yazılmış ve derginin 26 Temmuz, 1 3 1 7 ( 1901) tarihli 40. sayısında yayımlanmıştır. s.3 16/3 17 .
Aynı derginin 6 Eyh11, 1 3 1 7 ( 1901) tarihli 46. numarasında Hakkı (Baha Pars) imzasıyla Gaye-i Hayat yazısı da Ömer Naci'ye ithaf edilmiş bulunmaktadır.
Genç Kalemler'in Temmuz, 1 326 ( 1910) tarihli 1 -9 numaralı sayısında (s.89) ise on yıl önce Servet-i Fünı1n'da çıkmış
(47) Türk Meşhurları, İstanbul, 1946, s.271.
53
Gözlerinin Karşısında şiiri tekrar yayımlanmıştır ki, bu, Naci'nin artık yeni şiirleri bulunmadığının bir delilidir. Genç Kalemler'in 1327 (19 1 1) yılındaki 4 numaralı sayısında (s.80) yayımlanmış, - Tevfik Rüşdü'ye - ithafını taşıyan Handekar Sahife' de "Kahkaha" imzalı bir yazı, Naci'nin edebi ve siyasi hayatını çizen bir tablodur:
O evvela dünkülerin edebiyatına dahildi ve "Şark'ın bütün menazır-ı şi'rinde titreyen en ince bir güzelliğe mir'atı ihtizaz olan" gözlere dair külliyetli miktarda şiirler yazdı.
Sonra zavallıyı yaramaz kafiyeler korkuttu: Sevelim . . . Her muhabbetin mutlak Ölmeyen bir hayatı vardır ki Mevecat-ı mehisin-i alem, Ona kehvare-i terennümdür.
tarzındaki nasihatlerine çar ve naçar nihayet verdi ve edebiyat sahasında birdenbire kayboldu; zaten arkadaşları da susmuşlardı; biraz sonra Selanik'de bir Çocuk Bahçesi'nde garib kaval sesleri işitilmeğe başladı. Bu sesler kocaman Filosoı Rıza Tevfik Bey'i gayrete getirmişti. Naci kılıcını çekti; "Bülbül öterken çatlak kaval dinlenmez" dedi ve hücum etti; halbuki o zamanlar her taraf bir beyabandı: Zavallı Naci bülbül sesini ancak muhayyelesinde dinliyordu. Netice i'tibariyle çocuk oyununa benzeyen bu mücadele yıldızlara kadar yükselen "bilseniz beşerin kan ağladığı, bir tarih-i şan-ü şerefin ebediyyen topraklara gömüldüğü dakikalarda . . . " gibi saikalı sözlerle birden sönüverdi.
Bir gün işittik ki Naci Paris'e çıkmış, Anadolu'ya girmiş, İran'a gitmiş . . . Dalgınlıktaki ifratını bilen arkadaşları da nasıl olup da kendisini hiçbir yerde unutmadığına şaşakaldılar. Halbuki, O, Settar Han'a ihtilal planları çizmiş, Mehmed Ali Şih'ın beynine patlayacak bombaların fitillerini hazırlamıştı.
Dünün şair Naci'si bugünün en ateşli hatibidir; kürsüye çıkar, maksadını yavaş yavaş anlatırken bir top gibi "Bav!. . ."
54
diye yıldırımlar, tufanlar yağdırır. Şaşırırsınız; hiddetinin teskin edilemeyeceğinden endişelere düşersiniz; halbuki o nutkunu bitirir ve sonra hiçbir zaman üstün.den ayırmadığı muşambasına sarılarak güler ve arkadaşlarını dinler; arasıra tekrarladığı "Ya! Acaib, öyle mi? .. " nakaratının mimini, altmış elif miktarı çeker, uzatır!. . ."
Rasim Haşmet'in, Bahçe'de Settar Han'a tahsis edilmiş 1 6 Aralık, 1324 tarihli 22. sayıda yer alan Settar Han başlıklı uzun şiiri - Kahraman Ömer Naci Bey'e - ithaf edilmiş bulunmaktadır. Yine bu derginin 30 Aralık, 1 324 tarihli 24. sayısının kapağı "Ömer Naci Beyefendi"nin resmine ayrılmıştır ve içinde {s.8/9), Ömer Naci başlıklı, Rasim Haşmet'in bir yazısı yer almıştır. Derginin ikinci yıl, 4 numaralı 22 Eylül, 1 325'de yayımlanmış nüshasındaki İlyas Macid'e aid Öleceğim Gün parçası da - Ömer Naci'ye - ithaftır.
Şairliği kısa bir süre devam etmiş, sonra hürriyet mücahidi, komitacı, hatib, politikacı ve ihtilalcı olmuş Ömer Naci'� nin her devrede çevresine, çevresinde yeni yetişen asker-sivil bütün arkadaşlarına, dostlarına ve gençlere büyük te'sirler yaptığı anlaşılmaktadır.
Nazım Ören şöyle diyor:148> "Ömer Naci, Manastır Mektebi'nden Harbiye'ye geldikten sonra değişmişti. Belirsiz ve ru'yasız bir uykuda imiş gibi sesi sadası çıkmıyor, ya yazı ile, yahut bıyıklarını ısırmak ve didiklemekle meşgı11 oluyordu. Bağdad'dan, Bursa'dan, Manastır'tlan onu tanıyanlar, onun bu sükun ve sükunetine, hatta mazlumiyet ve ma'sumiyetine şa��yorlardı. Eski ��ceraları biter tükenir gibi değildi. Onl�r bu Omer Naci'nin o Omer Naci olduğuna ve ben onların bu Omer Naci'den bahsettiklerine güç inanırdık. Bazan meleklerin bile gözlerinin karardığı ve sessiz sadasız olsa da yekdiğerlerine yan gözle baktıkları tasavvur edilebilir. Fakat Ömer Naci Bey'in yalnız ve ebedi olarak yaşattığı bir kin ve nefret hissi
(48) Nazım Ören, a.g.m.
55
müstesna olmak üzre, kalbinden hiç kimse için hiçbir gölgenin geçtiğine kat'iyyen kail değildim. Ömer Naci'nin hiç kimse için fena birşey düşündüğünü, fena birşey söylediğini, kimseye kızdığmı, kimseye incindiğini görmedim, duymadım, hissetmedim.
Ömer Naci yalnız Abdülhamid ile avanesine düşmandı. Şahıslarına değil, yaptıklarına düşmandı. Onlara zarar vermek değil, onları zararsız bir hate getirmek isterdi. Bütün siyasi ki�lerini ve duygularını şu cümlenin etrafında birleştirmeyi severdi: "Dünyada bir fenalık var, bu muhakkak. Fakat fena insan yoktur. Bu da muhakkak . . . "
Derse çalışmazdı. Fakat her hangi bir ders için münakaşa edebilecek liyakat ve malumata malik olduğu görülürdü. Bu kadar silik ve sönük olmasına rağmen sınıfımızın sekizyüze yakın talebesinden Ömer Naci'yi bilmeyen, hatta sevmeyen sekiz kişi bile kalmamıştı. Harbiye'nin ikinci sınıfında iken Ömer Naci'yi bütün Harbiye Mektebi talebesi, son üçüncü sınıfında ise - talebelerini en geç tanımak illetine mübtela olan - mektep hocaları ile beraber hemen hemen bütün mektep tanıyorlardı.
Zabit çıkılmasına altı ay kalmıştı. Ömer Naci'ye bir Fransızca öğrenmek sevdasıdır düştü. Artık her şeyi, hepimizi bırakıp kendini ona verdi. Her şeyden ayrılışının üçüncü aymda yine her şeye, fakat bu defa güzel bir lisanın güzel şiirleriyle beraber olarak döndü . . .
Musset'nin Geceler'ini tercüme edecek kadar Fransızca öğrenmişti. Bayıla bayıla bize Musset'nin Geceleri'nden tercümeler yapıyordu. Biz de bayıla bayıla onu dinliyorduk. Ömer Naci hayatının en velud ve olgun günlerini yaşıyordu. Ömer Naci' de de bu kabiliyeti sezen Musset'nin ilham perisi çok geçmeden ona da sataşmağa başladı. Ona da uzun bir Takazay-i İlham adlı bir şiir yazdırdı.
56
Yalnız benim için değil, hatta 1901 senesinde Harbiye Mektebi'nden zabit olarak çıkan bütün sınıf arkadaşlarım için de o bir "Mesih" olmuştu. Ondan bütün sınıf arkadaşları - herkes kabiliyetine göre - az çok birşeyler almışlardı. 1908 senesindeki Meşrı1tiyet ve daha sonraki Cumhuriyet inkılablarının meçhı11 kalan veya malum olan fedakarlarından veya kahra· mantarından birçoğu Ömer Naci'ye sınıf arkadaşlığı yapan· tar ar asından çıkmıştır.
Tanışmak isteyen iki zabit arasında çok defalar şöyle bir görüşmenin şahidi olduğumu şurada bir defa daha tekrar edeyim:
"Arkadaş hangi sınıftansın?" "3 l 7'li Ömer Naci'nin sınıfındanım!" "Ya . . . "
Sınıfta hemen hemen yüzde seksenimiz, şiir okumayı, ro· man okumayı, ufak-tefek şiir yazmayı - daha umumi bir ta· bir ile - okuyup yazmayı Servet-i Fünun ve Ömer Naci ile öğrenmiş oluyorduk. Sınıfı yasak milli, vatani eserler okumağa da o alıştırmıştı. O zamanlar Yeni Cami civarında İranlı seyyar kitap satıcıları bulunurdu. Namık Kemal'in,Abdülhak Hamid'in, Ziya Paşa'ların, Şinasi'lerin ve sairenin yasak olan eserlerini Acem kırması harflerle basıp, bastırıp oldukça ucuz fiyatlarla emin oldukları insanlara satarlardı. Bu satıcılara bi· zim birçoğumuzu -Omer Naci tanıttı. Hatta bir bayram tatili mektebe Victor Hugo'nun Sefiller'ini bile soktu. Hiç unutmam, kitap forma forma parçalandı ve bu formalar sıraların altında el· den ele dolaşarak hemen hemen sınıfın bütün talebeleri tarafından - formaları birbirine devretmek ve birbirini kollamak suretiyle - artık ele alınamayacak derecelere gelinceye ka· dar okundu. Koca sınıfta bir tek dahi hafiyelik yapan bulunmadığını şurada şükranla tekrar etmeyi bir borç bilirim.
Yine şurada i'tirafa mecburum ki, eğer Ömer Naci'ye tesa-
57
düf etmeseydim ben o mektepten eli bo§, kafası bo§ velhasıl bir davul gibi bomboş olarak çıkacaktım. İnsanlığa muhabbeti, insanlığa hürmeti ben ondan aldım. O olmasaydı acze, eleme, acıya karşı gözlerim bu kadar yaşarmak kabiliyetine malik olamayacaktı. o olmasaydı vatanımın akşamlarını ben bu kadar sakin, sabahlarını ben bu kadar serin, denizlerini ben bu kadar ışıklı, göklerini ben bu kadar yıldızlı bulamayacaktım. Esaret içinde hür yaşamayı, ruhumu güneşlerle beslemeyi, başımı dik tutup dimdik yürümeyi bilmeyecektim. O olmasaydı ben iyiliğin bu kadar iyi olduğunu, güzelliğin bu kadar güzel olduğunu, doğruluğun bu kadar doğru olduğunu anlayamayacaktım. Minarelere, çehrelere, heykellere, binalara velhasıl yere, göğe bomboş gözlerle bakarak nihayet geberip gidecektim."
Ne yazıktır ki Ömer Naci'nin şiir, yazı ve hitabeleri bir kitap halinde taplanmamıştır. Rastlayabildiğimiz iki küçük risalesi (Hayya Alel Felah) - Selanik 1 326 - ve (Heykel-i İstibdad Muvaffak olacak mı?) - İstanbul 1 326 - adlarını taşımaktadır.
Ömer Naci ile Mustafa Kemil'ln Gençlik Hitıralan
Ömer Naci ile Mustafa Kemal (Atatürk)'in Manastır Askeri İ'dadisi'nde ve Harbiye Mektebi'nde birlikte geçen beş-altı . gençlik yılına füd hatıraları tesbit edilip, toplanıp, incelenince bu iki yakın ve samimi arkadaşın birçok hususiyetleri, hayat felsefeleri, müşterek zevk ve alışkanlıkları, feragat ve cesaret hasletleri meydana çıkıyor ki, bu bağlar, bu iki arkadaşın daha sonraki müşterek mücadele yıllarında da birbirlerini anlamağa ve desteklemeğe yaramıştır.
Ömer Naci'nin oğlu Hikmet Naci Hatiboğlu bana şu hatırayı naklettiler: "Manastır' da Askeri İ'dadi talebesi bulunurlar-
58
ken Arnavutluk' da çıkan bir isyanın bastırılması için gönüllü toplanırken M1Jstafa Kemfil de birkaç arkadaşı ile bu harekete katılmak isteyenlerin ön safındadır. Ömer Naci buna mani olmuştur. Gerekçe olarak şunu ileri sürmüş: "Muayyen bir kemale erişmeden yapılacak ataklıklar fayda yerine zarar getirir. Sabırlı olmak lazımdır!" Çok sevdiği ve en az kendisi kadar cesur olduğuna emin bulunduğu arkadaşının tavsiyesine uyan Mustafa Kemal, temkinli ve sabırlı hareketin ilk tecrübesini bu olayda edinmiştir.
Atatürk'ün hususiyetleri hakkında·yazılmış bir kitapta da Ömer Naci ile ilgili şu hatıra yer almış bulunuyor: <49>
" . . . Bir ara Bursa Askeri İ 'dadisi'nde yaphkları haşarılık yüzünden Manastır İ'dadisi'ne sürgün edilen Ömer Naci ve Şakir adında iki talebe ile de tanışmış ve Ömer Naci ile olan dostluğunu samimiyetle devam ettirmiş. Ömer Naci edebiyata meraklı olduğu için Mustafa Kemal'i de bu merak sarmış ve o da edebiyatla meşgul olmağa başlamış.
Atatürk'ün merhum Ömer Naci hakkında bir çok hatıraları vardı. Bunları anlatmaktan zevk alırdı. Bu hikayelerinden en hoşuna gideni şuydu:
"Manastır'dan sıla için Selanik'e geldikleri zaman, bir gün Ömer Naci, Fuad Bulca ve Mustafa Kemal, Selanik'de Tahtakale gazinolarının birine rakı içmeğe gitmişler. Üçünde de para yokmuş. Mevcut paralarının toplamı ancak mezesiz bir şişecik rakıya yetecek kadarmış. İçmeğe başladıkları sırada içeriye bir seyyar meze satıcısı gelmiş. Taşıdığı işportanın bir tarafında yumurta, fındık, fıstık gibi nadir ve pahalı mezeler, diğer tarafında da kuru kestane gibi ucuz yemişler varmış. Mustafa Kemal satıcıyı çağırmış ve cebinde kalmış son iki kuruşla meze olarak kuru kestane almış. Diğer yumurta, fındık
(49) Kılıç Ali, Atatürk'ün Husüsiyetleri, lstanbul, 1955, s.20 • 21.
59
ve fıstık gibi mezelerden alamadıklarına üçünün de canları sıkılmış. Birbirlerini teselli etmişler. Bir aralık Ömer Naci dayanamamış, bir şiir okumak istemiş ve ayağa kalkarak:
"Hayat.. . Hayat.. ." sözlerine ekleyerek ve kuru kestaneyi göstererek gayet soğuk kanlılıkla:
" . . . bir kuru kestaneden ibarettir!" diye sözünü tamamlamış.
Bu söz Atatürk'ün o kadar hoşuna gitmiş ki, aradan bu kadar çok sene geçtiği h§.lde bunu unutmamış ve:
"Hayat bir kuru kestaneden ibarettir!" diye daima o hatırayı muhafaza eder, anlatırlardı."
* * *
Hikmet Naci Hatiboğlu, bana naklettikleri hatıraları arasında Selanik'te oturdukları yıllarda Ömer Naci ile Mustafa Kemal'lerin komşu olduklarını ve Balkan Savaşı'ndan sonra Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım'la hemşiresi Makbule Hanım İstanbul'a geldiklerinde Ömer Naci'lerde kaldıklarını anlatmıştır.
Yıldırım Orduları Grubu ile 7. Ordu Karargahı'nın lağvl üzerine 1 3 Kasım, 19 18 tarihinde İstanbul'a Harbiye Nezareti emrine gelen Mustafa Kem§.! Paşa'nın İstanbul' da ilk gördüğü iş, iki yıl kadar önce Kerkük'de tifüsten kurtulamayarak genç yaşta vatan yolunda canını feda etmiş aziz ve sevgili arkadaşı Ömer Naci'nin ailesini, çocuklarını bulup ziyaret etmek ve onlara el uzatarak himayesine almak olmuştur.
Bekir Sami (Kunduh) Bey'i işgal sırasında bir süre evlerinde sakladıkları için, ihbar üzerine Bayazıd Karakolu'na götürülen Hikmet Bey, yakasını kurtarınca, yedek subay olmak isteğiyle ve Sapancalı Baki Bey'in yardımı ile bir İtalyan va-
60
puruna binmiş ve İnebolu'ya gelmiştir ( 192 1 ). İnebolu Kaymakam Vekili Jandarma Komutanı Binbaşı Hamdi Bey, Milli Mücadele'ye katılmak isteyen genç Hikmet Naci'nin isteğini Dahiliye Vekaleti'ne bildirince, Mustafa Kemal Paşa bir emir yollayarak Hikmet'in Trabzon' dan gelecek olan Rıza Çavuş'la birlikte Ankara'ya gönderilmesini bildirmiş ve 300 lira da yolluk çıkarmıştır. Sevgili arkadaşı Ömer Naci'nin babası ruhundaki oğlunun Milli Mücadele'ye koşuşundan son derece duygulanan Mustafa Kemal Paşa, daha onyedi yaşında ve çok zayıf bulduğu Hikmet'in askere alınamayacağını görerek, onun Hariciye Vekaleti emrinde me'mur olarak çalıştırılmasını emretmiştir.
Ömer Naci'nln Subay Çıkması ve Evlenmesi
10 Şubat, 1 902'.�e Harbiye'den Mülazım (feğmen) olarak çıkan Omer Naci, Usküp civarında Preşova'da bulunan bir kıt'aya tayin edilmiş ve 1903'te kumandanı bulunan Edirne'Ii Binbaşı Mehmed Ali Bey'in onyedi yaşındaki kızı Emine Hanım'la, arkadaşları arasında "kumandanın kızını kim alır" diye tutuştukları bir iddia sonucu, evlenmiştir. Ertesi yıl ( 1904) orada ilk evladı Hikmet dünyaya gelmiştir.
1905 Haziran'ında, Jandarma teşkilatını düzenlemek üzere me'mur edilen İtalyan Generali Georgi Paşa'nın yaveri ve tercümanı tayin edilerek Selanik'e gelen ve yerleşen Ömer Naci, hemen buradaki edebi ve siyasi faaliyetlere katılmıştır.
Selanik o yıllarda Türk fikir ve politika hareketlerinin, Avrupa ile temas ve modernleşme faaliyetlerinin başlıca merkezi ve karargahı idi. Hürriyet mücadelesi buradan tezgahlandığı, Hareket Ordusu buradan yola çıktığı gibi, dilde ve düşüncede Türkçülük, Türk milliyetçiliği meş'alesi de burada alevlenecekti.
Bağdad, Bursa ve Manastır'daki okul arkadaşları ile Harbiye'den pek çok asker arkadaşlarını ve bazı öğretmenlerini bul-
61
duğu Selanik'te kısa zamanda ün salan ve geniş bir muhit sahibi olan Ömer Naci, bir yandan Çocuk Bahçesi'nde yazılar yayımlamağa; öte yandan siyasi çevrelerde te'sirli faaliyetlerde bulunmağa başlamıştır.
Ömer Naci ve Osmanlı Hürriyet Cemiyeti
Türk siyasi tarihinde çok mühim bir yer tutacak olan İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin kuruluşunda bir mühim dönüm noktası teşkil eden Osmanlı Hürriyet Cemiyeti, 1 906 Eyh11'ünde Selanik'te kurulmuştur.(soı Bu cemiyete dahil üyelerden biri olan Kazım Nami Duru şöyle anlatmaktadır:ısıı
" ... Ta Harbiye'nin ilk sınıfından beri, babalarımızın Üsküp'te bulunmaları yüzünden, tanıdığım, küçük kardeşim gibi sevdiğim İsmail Canbulat'la Yalılar'da, Baron Hirsch Hastahanesi yakınındaki evinde, toplanmak isteği uyandı. 1906 Temmuzu içinde bir Cuma günü on arkadaş bu evde toplandık. Bunlardan ikisi hocam, dördü asker, üçü de tanıdığım sivil arkadaşımdı. Bu on kişi şunlardı: Selanik Askeri Rüşdiyesi Müdürü Bursalı Mehmed Tahir Bey, aynı rüşdiyenin Fransızca öğretmeni Yüzbaşı Naki Bey, Selanik-Manastır-İşkodra vilayetleri Posta ve Telgraf Başmüdürlüğü Tahrirat Kalemi Başkatibi Tal'at Bey, Maarif Muhasebecisi Midhat Şükrü Bey, Yüzbaşı Ömer Naci Bey, Yüzbaşı İsmail Hakkı (Pars) Bey, Müşiriyet Yaveri Kazım Nami (Duru) Bey, Teğmen İsmail Canbulat Bey, Selanikli gençlerden Rahmi (eski İzmir valilerinden) Bey ve Edib Servet (bazı kaynaklarda Süleyman Fehmi)!52l Bey.
İsmail Canbulat'ın evindeki toplantı, babasının, kardeşlerinin, toplantılarımıza gelmeleri ihtimali üzerine bırakıldı; Midhat
(50) Dr. Fethi Tevetoillu, İttihad ve Terakki Cemiyeti, Türk Ansiklopedisi, An· kara. 1972, c. XX, s.446- 452.
62
(51) Kazım Nami Duru, İttihad ve Terakki Hatıralarım, istanbul 1957, s.13.
(52) Bezmi Nusret Kaygusuz, Bir Roman Gibi, İzmir, 1955, s.35.
Şükrü Bleda'nm Yalılar'da, Defterdar semtindeki selamlığında toplanmağa başladık. Hemen gün aşırı devam eden bu toplantılarda konuşa konuşa, Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'ni kurmayı başardık. (Eyh'.il, 1 906) Artık on kişinin her gece aynı evde toplanması dikkati çekebileceğinden, içimizden bugün Allah'ın rahmetine kavuşmuş olan Tal'at'ı, İsmail Canbulat'ı,Rahmi'yi Hey'et-i Aliye diye seçtik ki sonradan bu hey'et Merkez-i Umumi adını aldı."
Kazım Karabekir, 1945'de yazdığı, ölümünden sonra kızı ve damadı tarafından yayımlanan (İttihad ve Terakki) adlı eserinde bu konuya şöyle değinmektedir:l53ı
" . . . 29 Ağustos 1 906 ( 16 Ağustos 1 322)'da Mason Locası'na hürriyet aşkıyla giren Türklerin sayısı 70'i bulmuştur. Talat Bey şu teklif de bulunuyor:
- Artık Loca haricinde toplanalım ve bir cemiyet kuralım. Talat Bey'i bu karara sevkeden mes'ele: Sultan Hamid'in
1 8 Ağustos 1906'da ağır hastalandığı ve ölümünde dahi hürriyet ilan olunamazsa Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti'ni paylaşma tehlikesi karşısında kalacağımızı, bunun için yer yer, adı ne olursa olsun cemiyetler teşkil olunarak hazır bulunmaktan başka çaremiz kalmadığı hakkındaki Şı'.iray-ı Ümmet gazetesinin yazdığı makaleler oluyor.
Bu teklifi arkadaşları kabul ediyor ve hemen o gün toplanmaya karar veriyorlar. Fakat 70 kişiden yalnız I O'u bu toplantıya geliyor. Talat da gelmeyenler korkaklıklarını isbat ettiler diyerek cemiyeti bu 1 O kişi ile kurmayı teklif ediyor ve karar altına alınıyor. Toplantıya gelen 10 zat, yaş sırasıyla numaralanıyor. Sırasıyla şunlardır:
1- Tahir Bey (Selanik Askeri Rüşdiye Müdürü-Binbaşı) 2- Naki Bey (Selanik Askeri Rüşdiyesi Fransızca
Hocası-Binbaşı)
(53) Kazım Karabekir: lttihad ve Terakki, İstanbul, 1982, s.1 79, 257.
63
3- Talat Bey (Selanik Posta Seyyar Me'muru) 4- Midhat Şükrü Bey (Maarifte Me'mur) 5- Rahmi Bey (Selanik eşrafından, Hukuk me'zunu) 6- Kazım Nami Bey (3. Ordu Müşiri Yaveri-Yüzbaşı) 7- Ömer Naci Bey (Mülazım+evvel) 8- Hakkı Baha Bey (Mülazım+evvel) 9- İsmail Canbolat Bey (Merkez Komutanlığında
Mülazım+evvel) 1 0- Edib Servet Bey (Yüzbaşı) Vaziyeti münakaşa eden bu zatlar, (Serdengeçtiler) diye bir
cemiyet yapalım münakaşasına girişiyorlar. Fakat Rahmi Bey, böyle kalabalık ictimaın tehlikesini belirttiğinden, bir karara varamadan dağılıyorlar. Ortada dört zat kalıyor: Talat, Rahmi, Midhat Şükrü, Canbolat.
Rahmi Bey diyor ki: "Bu dört arkadaş başbaşa verip çalışalım. Diğerleriyle kalabalık halinde bir iş çıkaramayız. "Serdengeçtiler" diye bir cemiyet kurmak da Meşrutiyet davasına uygun bir şey olmaz."
Dört arkadaşın ittifakıyla bu teklif kabul olunuyor ve yeni cemiyetin adı ve nizamnamesinin tertibi Rahmi Bey'e bırakılıyor.
Rahmi Bey yalnız başına düşünerek cemiyete "Hiliil" adını ve işaretini uygun buluyor. Bir de nizamname hazırlıyor. Bu aralık Sultan Hamid'in hastalanması, cemiyetin hayat bulmasına yardım ediyor. 1 322 (1 906) EylGl'ünün birinci Cuma gecesi bu dört arkadaş ikinci toplantılarını yapıyorlar. Hiliil adını ve nizamnamesini ittifakla kabul ediyorlar. Bu suretle ilk Selanik Merkezi: Talat, Rahmi, Midhat Şükrü ve İsmail Canbolat'dan mürekkep olarak teşekkül ediyor. Bundan sonraki faaliyette artık Rahmi Bey de bulunmuyor. İşler üç arkadaşın elinde kalıyor.
64
1 322 (1 906) 5 Eylıil'de Alatini Köşkü karşısındaki Ömer Naci Bey'in evinde toplanıyorlar. • "Hilal" yerine "Osmanlı Hürriyet Cemiyeti" adını kabul ediyorlar. İ lk toplantıya gelen on zatın cemiyetin müessisi olarak kabulüne ve bunlara yaş sırası 1 - 10 numara vermeğe ve müessislerin lO'uncu numarasından sonra yüz atlayarak 1 1 l 'den i'tibaren numara vermeğe ve bu suretle cemiyetin kuvvetli gösterilmesine karar veriyorlar. Cemiyete alınacak zatların İslam olması - Dönmeler dahi alınmayacak -, kumar oynamaz, fazla içmez yani sarhoş olmaz, evhamsız, cesur ve seciyeli kimseler olması şartları nizamname icabındandır. (5 Eylıil cemiyetin kuruluş günü kabul olunduğundan İttihad ve Terakki Kongreleri de bu gün toplanmaktadır.)
İlk esaslı tahlif (yemin töreni) 1 322 (1 906) Teşrin-i-evvel'de başlıyor. İlk tahlif hey'eti (Talat, Midhat Şükrü ve İsmail Canbolat) oluyor ve Mustafa Necib (Mülazım) tahlif olunuyor ve 1 1 1 numarayı alıyor.
Manastır Merkezi teşkil olununcaya kadar Selanik'de 42 zat tahlif olunmuş bulunuyor. Bunlardan tanınmış kimselerden bazılarının numaraları şunlardır:
1 1 6 ManyıasizadeRefik Bey 1 36 Hüsrev Sami (Meb'us) 1 50 Cemal (Erkan-ı-harb Binbaşı, sonra Bahriye Nazırı
Cemal. Paşa) � 152 Enver (Erkan-ı-harb Bnb., Enver Paşa) 156 Fethi (Mümtaz Yzb.) 1 65 Hafız Hakkı ,(Erkan-ı-harb Bnb. - Hafız Hakkı Paşa) 1 7 1 Karasu (Bundan sonra Cemiyete bazı Dönme, Ulah,
Ermeni ve Yahudi de alınmıştır. Bir kısmı zabit veya doktordu.)
(") Bu ev Ömer Naci Bey'in dekildir. Toplantılar lsmail Canbolat'm evinde ballamış, Midhat Şükrü Bleda'nm evinde devam etmiştir. Ömer Naci Bey, iddia olunan dört kurucu arasında da gösterilmediği halde, toplantHarm onun evinde yapıldığım ileri sürmek mantık dışı geliyor. F. T.
65
1 9 1 Ali Fuad (Erkan-ı-harb Kolağası) (Cebesoy) 280 Vasıf (Mülazım) 295 Cavid (Sonra Maliye Nazırı) 322 Mustafa Kemal 331 Re'fet (Jandarma Yüzbaşı)
Burada, İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin tarihi için mühim bir hakikati de kaydediyorum . O da, M ustafa Kemal Bey'in (Erkan-ı-harb Kolağası. Atatürk) Cemiyetle münasebetidir. Terakki ve İttihad namını aldıktan hayli sonra ve 1 324 ( 1 908) Şubat'ında (* * ) Cemiyet'e Fethi Bey'in (merhum Okyar) delaleti ile girmiş ve 322 numarayı almışdır. Suriye' de 1 906 Teşrin-i-evvelinde "Vatan ve Hürriyet Cemiyeti"ni teşkil etmiş, Selanik'e gelerek orada da bir şube açmış, işbu şube de sonra kendisine Terakki ve İttihad ismini vermiş. . . Diye 1 93 1 'de basılmış olan Tarih'in l l l 'üncü cildinin 14 l ' inci sahifesindeki yazılar hakikata uygun değildir. Bu hususu, Merkez-i Umumi azalarından da ayrı ayrı tahkik ettim. Esasen böyle birşey olsa ne diye yıllarca sonra arkadaşı Fethi Bey'in delaletiyle giriyor; resmi tahlif olunuyor ve bir de sıra numarası alıyor? Fethi Bey'in Cemiyete giriş tarzı da Manastır teşkilatımızda yazılmıştır.
... Meşrı1tiyet'in ilan gününe kadar Selanik'de tahlif olunanlar üç bölük halinde tensik olunmuştur:
( .. ) Ayııı dipnotta, 14 satır yukarıda (Mustafa Kemal ·Atatürk· 1323 Şubat 'ta girmiştir),
-s.2.57'ı1eki dipnotta da- (Girdiği tarih 1908 Mart) gösterilmektedir ki, bu ı;elişmelerin her üçü de yanlıştır. Doğru ı,irih, Paris 'ıJeıı gizli olarak Seliinik'e geleıı Dr. Nazım'm 22 Eylül /907'ı1e
Osmanlı Hürriyet kurucularıyla yaptığı toplantıdan bir a_.,. kadar sonradır ve 29 Ekim 1907
(16 Teşrin-i-evvel /323)'ı1ir. Kazım Karabekir Paşa tarafmdan " Vatan ve Hürriyet " kuruluşu· nun hiçbir kaynak gösterilmeksizin gerçek dışı gösterilmesi ise hissi bir yargıdan ibıireııir.
Geçmişte "Vatan ve Hürriyet" Cemiyeti 'nin Şam'da kurııluşu ve Selanik 'ıJe şubesinin açılma
·•ma çalışıldığı hususları, 1330 (1914) yılmda 5elaııik 'ıJe Yeni A_,ır Matbaası 'nda basılan, Selii
ııik Terakki Okulu öğretmenlerinden Osman Şevki Bey 'in kaleme aldığı (Yeni Usul 1a'lim-i
Kıraat) ders kitabmın .104. sahifesinden açıkca anlaşılmaktadır ki. fotokopisini kitabımızda verdiğimiz bıı belge karşısında Karabekir Paş.l'nın iddiası gerçersiz, gerçek dışı kalmaktadır. FT.
Yeni Usi\l Ta'l im-i Kıraat kit:ıbının kapağı 67
A tatlirk'ürı kurduğu Hi.ir riyet c..;eıniyeti i le ilgili sahife
zabit
136 4
1 79
3 1 9
Sivil
24 103 59
186
İlmiye, Me'mur ve Serbest Meslekler
(Birinci Bölük) (İkinci Bölük) (Üçüncü Bölük) ve perakendeler.
Cem'an 505 zat Selanik'de tahlif olunmuştur.
Ahmed Bedevi Kuran da bu cemiyet üyelerinden şöyle bahsetmektedir:(54>
"Jöntürkler'in Selanik merkezi, Terakki ve İttihad Cemiyeti ile vuku bulan anlaşmadan sonra faaliyetini artırmıştır. Bu merkez on azadan müteşekkildi. Bunların aldıkları sıra numarası şöyle idi: 1 numaralı aza Bursalı Tahir Bey, 2 numaralı Naki Bey, 3 numarada Tal'at Bey ve 4 numara Midhat Şükrü Bey' di. Bu zat aynı zamanda cemiyetin veznedarlığını deruhte etmişti. Bundan sonra Bursalı H akkı Bey (Baha Pars), Edib Servet, Ömer Naci, Kazım Nami (Duru), Rahmi ve İsmail Canbulat Beyler geliyordu. Bu on inkılabcıdan sonra cemiyete dahil olanlara l I O'dan i'tibaren numara verilmiştir."
Mustafa Kemal'in Kurduğu Vatan ve Hürriyet Cemiyeti
Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti, Osmanlı Hürriyet Cemiyeti, Osmanlı Terakki ve İttihad Cemiyeti faaliyetleri Selanik ve Paris'te devam edip giderken Mustafa Kemal de Şam' da bunlardan habersiz olarak arkadaşları ile Hürriyet Cemiyeti adındaki gizli ihtilat kuruluşunu vücuda getirmiştir.
(54) Ahmed Bedevi Kuran, İnkılab Tarihimiz ve İttihad ve Terakki, İstanbul, 1948, s.243.
69
Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi eserinde "Bu yılın (J 906) yazında Mustafa Kemal' den almış oldukları iJham dairesinde Selanik Askeri Rüşdiyesi Müdürü Tahir, Fransızca Öğretmeni Naki, Posta Telgraf İdaresi Başkatibi Tal'at, Mülazım Ömer Naci ve Selanik eşrafından Midhat Şükrü Beyler Şam'daki Vatan ve Hürriyet Cemiyetfnin adına benzemek üzere Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'ni kurarlar. Tal'at baştadır." diyorsa<55ı da bu , iyice incelenmeden varılmış hatalı bir hükümdür. Ömer Naci'nin o tarihteki rütbesine, Midhat Şükrü'nün Maarif Muhasebecisi olduğuna da dikkat edilmeyen bu tahminin gerçek olamayacağı, Mustafa Kemal'in Hürriyet Cemiyeti Selanik Şubesi'ni kuruşu çabalarım tafsilatı ile aydınlatan ve bizzat kurucuların kaleme aldıkları hatıra ve yazılardan da anlaşılmaktadır.
Bizim mevcut kaynaklardan edindiğimiz sonuç şudur: Birbirinden habersiz olarak kurulmuş Selanik'teki Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile Şam'daki Hürriyet Cemiyeti, Mustafa Kemal kendi kuruluşuna Selanik Şilbesi'ni açarken, bazı üyelerin her iki cemiyette bulunmaları yüzünden karışmışlardır. Mustafa Kemal'in en yakın, en çok sevdiği ve güvendiği arkadaşı Ömer Naci, daha önce Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'ne girmiş, daha sonra da Mustafa Kemal'in çağr1Sına uyarak onun Şam' da Hürriyet Cemiyeti adı ile kurulmuş gizli ihtilal komitesinin Vatan ve Hürriyet Cemiyeti adını alan Selanik Şı1besi'ne de katılmıştır. Naci, üyesi bulunduğu Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile Vatan ve Hürriyet Cemiyeti adlı iki kuruluşun Paris'te Ahmed Rıza Bey'le yaptıkları müzakereler sonucu tek bir adla Terakki ve İttihad ve en son İttihad ve Terakki Cemiyeti halinde birleşmesinde mühim rol oynamıştır. Kendi kurduğu Vatan ve Hürriyet Cemiyeti adlı gizli ihtilal ve inkılab komitesinin Tal'at'm, Rahmi, Midhat Şükrü, İsmail Canbulat ve Ahmed Rıza'nın çabaları i le bertaraf edilerek, bütün bu
(55) Türk lnkJ/ibı Tarihi, /, Kısım /, ikinci Baskı, Ankara, 1 963, s.207.
70
gizli kuruluşların, Terakki ve İttihad, İttihad ve Terakki Cemiyeti adı ve çatısı altında birleştirilmesi, fikri sorulmadan ve re'yi alınmadan yapılmış bu haksız tasarruf karıısında Mustafa Kemal'i küstürmüş ve onu daha başlangıçta İttihad ve Terakki Cemiyeti'ne karşı olmaya sevketmiştir. . Mustafa Kemal (Atatürk), 19221 yılı başlarında Ankara'da kendisiyle otobiyografisi üzerinde bir röportaj yapan Ahmed Emin Yalman'a bilgi verirken, Hürriyet Cemiyeti hakkındaki hatıralarını şöyle anlatmaktadır:(56>
" . . . Beni Suriye'ye nefyettiler. Şam'da bir süvari kıt'asında staj yapmaya me'mur olmuştum. O sıralarda Dürziler'le birtakım meseleler vardı. Dürziler üzerine kıtaat sevkolunuyordu. Ben de bu meyanda gittim. Dört ay orada kaldım.1571 Kıtaata Lütfi Bey isminde bir zat kumanda ediyordu. Kendisiyle ahbab olduk. Şam'a avdette bu LGtfi Bey beni tüccardan Mustafa Bey namında bir zatla tanıştırdı.158> Bu zat hakikaten ufak bir dükkanda ticaret yapıyordu. Tüccar Mus; tafa (daha sonraki yıllarda Büyük Millet Meclisi'nde 1. Dönem Kozan Milletvekili olan ve 2 1 Ekim, l 955'te vefat etmiş bulunan Dr. Mustafa Cantekin) Mekteb-i Tıbbiye'nin son sınıflarında iken siyasetle iştigalinden dolayı üç sene kalebendliğe mahkum olmuş, sonra Şam'a gelmiş, ticarete başlamış, diğer
bazı arkadaşlarla beraber teşkilat yapmaya kalkışmışlar, o zamana kadar muvaffak olamamıılardı. Bu def'a aynı i§i beraber yapmayı teklif etti.
Hürriyet Cemiyeti namında bir cemiyet vücude getirdik. Bunu tevsi için aldığımız tedbirler meyanında benim muhte-
(56) Ahmed Emin (Yalman), Büyük Millet Meclisi Reisi Baıkumandan Mustafa Kemal Paşa ile bir mülakat, Vakit, 10 Ocak, 1922, n.1468.
(57) Genelkurmay Harb Tarihi D.iiresi'nce tesbit edilen Atatürk'ün Askerlik Blyografisi'nde, "l 1 Mart. 1905'de Havran ve Kuneytara bölgelerindeki Dürzi· /er'in hükumet kanunlarına karıı koymalarını tenkile me'mur birliklerle - staj gördüaü süvari alayı ile - bu harekata katlldı" denilmektedir.
(58) Afet {inan), Vatan ve Hürriyet, Belleten, 1 Nisan, 1937, nu.2, s.297.
71
lif sunuf-ı askeriyede staj yapmak bahAnesiyle Beyrut, Yafa . ve Kudüs'e gitmem vardı. Böylece hareket ettim. İsimlerini saydığım yerlerde teşkilat yapıldı. Yafa'da daha fazlaca kaldım. Oradaki teşkilat daha kuvvetli oldu. Fakat Suriye' de arzu ettiğimiz derecede işi taazzuv ettirmek gayr-ı mümkün görünüyordu. Bende işin Makedonya'da daha seri gideceği kanaati vardı. Oraya gitmek için çare düşünmekte idim. Nefye dair hakkımda çıkan iradede vesait-i sebile ile memleketine gidemeyecek bir yere gönderilmesi kaydı vardı. Bu i'tibarla Makedonya'ya gitmek müşküldü. O esnada bir yanlışlık mahsı11ü olduğuna şüphe olmayan bit mez'uniyet tezkiresi elime geçti. Buna yanlışlık denilebilir. Fakat yanlışlık, şurada burada çalışan komite erkanının netice-i mesaisi olarak icad edilmişti.
Bu tezkireye nazaran me'zunen İzmir'e gidebilecektim. İşin içinde bir yanlışlık olduğunun meydana çıkacağından emindim. Fakat o esnada Selanik'te Topçu Müfettişi bulunan Şükrü Paşa (Edirne Müdafii Şükrü Paşa, 1 857-1915)'nın gayet vatanperver bir zat olduğunu hikaye ediyorlardı . Kendisine bir mektup yazdım. Kendimi ve maksadımı az çok açıkça anlattım. Bu maksatların seri surette yapılması Makedonya;ya gitmeme mütevakkıftı. Kendi evsafı hakkında duyduğum şeyler doğru ise delalet etmesini rica ettim. Doğrudan doğruya cevap vermedi. Fakat ne şekilde olursa olsun Selanik'e gi�ersem işi te'min edece�ini bilvasıta bildirdi. Tezkireyi cebimize koyduk; Makedonya'ya gitmek üzere hareket ettim. Fakat hareketi müteakip mes'elenin meydana çıkması ihtimaline karşı izimi kaybettirmek için evvela Mısır'a, sonra Yunanistan'a gittim. Şayet bir malumat olursa oralardan geçerken Yafa'dan bildireceklerdi. Hiçbir şey yazmadılar. Mütenekkiren Selanik'e girdim. Bir gece Şükrü Paşa'yı gördüm, benimle temastan tevahhuş ediyordu. Ben ciddi bir nokta-i istinad bulamaksızın dört ay kadar Selanik'te kaldım. Bu esnada Mektep Müdürü Tahir Bey, Hoca İsmail Efendi, Ömer Naci, Hüsrev
72
Sami, Hakkı Baba gibi arkadaşlara maksadımı anlattım. Hürriyet Cerniyeti'nin bir şubesini te'sis ettim."
Şam'da kurulan Hürriyet Cemiyeti'nin daha geliştirilmiş bir şObesi olan Selanik'teki Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'nin<59ı Atatürk'ün hayatı, İttihad ve Terakki ile ilişkisi, istibdada karşı ve hürriyet yolunda yaptığı mücadeleler bakımından tarihi büyük bir değeri vardır.
"Herşeyin başı Atatürk", "herşeyi ilk Atatürk yaptı" gayretkeşliği ile bazı yorumlarda bulunan, gerçeklere, yabancıların deyimiyle "masal" katarak, kahramanımızı hiç de muhtaç olmadığı gayretkeşlikle destanlaştırmak isteyenler, tarihe hizmet ve Atatürk'ün hatırasına saygı değil, tersine, ilme zarar vermiş, hatıraya saygısızlık göstermişlerdir.
Önce Hürriyet, sonra Vatan ve Hürriyet adını alan gizli kuruluşun, Atatürk'ün mücadele hayatında büyük bir yeri bulunuyorsa da, bu kuruluşu İtti had ve Terakki Cemiyeti ve daha sonra Partisi'nin nüvesi, başlangıcı sayarak Atatürk'ün il. Meşrı1tiyet İnkılabının hazırlayıcısı olduğunu iddia ve isbat etmeğe kalkışmak yanlıştır. Hürriyet veya Vatan ve Hürriyet Cemiyeti kurulmadan, kurulurken ve kurulduktan sonra çeşitli yerlerde başka gizli ihtilalci grublar faaliyet gösteriyorlardı.
Hürriyet veya Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'nin kuruluş ve faaliyetleri ile son buluşu hakkında Türk hürriyet mücadelesi ve inkılab tarihlerinde gereken geniş bilgi verilmemiş ve bu konu yeteri kadar aydınlatılmamıştır.
(59) Kendi ölçüsü ile "agır başlı bir kitap" diye vasıflandırdıRı eserin önsözüne aldıRı Mao dze Tung'un lafından birçok asılsız hükümlere, Petro'yu (Büyük rus Hakanı) diye tavsife kadar hiç de ciddi sayılmayacak ıeyleri de toplamış kabarık kitabında Celal Erikan, bu kuruluşla ilgili bölümde kaynak göstermeden cemi· yetten, Vatan ve Hürriyet Partisi diye bahsetmektedir. Atatürk'ün kendisi başta, bu kuruluıu konu seçmiş yerli ve yabancı yazar/atın hiçbiri bu ihtilal ve hürriyet komitesi cemiyetten ''parti" olarak söz etmemişlerdir (Celil Erikan, Komutan Ata· türk, ikinci Baskı, Ankara 1972, s. 77.)
73
Bir ihtilal komitesi mahiyetinde olan bu cemiyetin adını ilk önce açıklayan ve fakat Mustafa Kemal'den: "Beşinci Ordu'dan Üçüncü Ordu'ya nakleden bir Erkan-ı-harb zAbiti" diye adını anmadan kapalı bir şekilde bahseden, Selanik Terakki Mektebi öğretmenlerinden Osman Şevki Bey'dir.
1 330 tarihinde, Selanik Kütüphanesi sahipleri Ahmet Cevdet ve Nafiz Beyler tarafından Selanik'te Yeni Asır Matbaası'nda basılmış Yeni Usı11 TA'LİM-İ KIRAAT adlı eserin altıncı kısmı içinde yer alan bu bilgiyi son yılların araştırıcı ve yazarlarından Faik Reşid Unat yeniden bulup yayınlamıştır.160>
Yeni Usfü Ta'lim-i Kıraat kitabının 302 - 308. sahifelerinde yer alan Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti başlıklı yazı şöyle başlamaktadır:
"Size bu derste gayet mühim bir vak'a-i tarihiyeden, milletimizin uluvv-i şanına füd bir meseleden bahs ile Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti muhteremesinin suret-i teşekkülüne füd mah1mat-ı müfide i'ta edeceğiz."
Daha sonra 2 1 -22 yıl önce İstanbul' da bazı hamiyetli gençler tarafından Osmanlı vatanını zulümden kurtarmak, hürriyet ve mutluluğa erdirmek yüksek emeliyle kurulan cemiyetin ve kurucularının fikir yapısı üzerinde de şöyle denilmektedir:
"Bu gençler kendilerinden evvel geİen büyük fikirlerin edebiyat-ı ahraranesi ile gözleri açılmış, Garb asar-ı inkılabiyesini okuyarak fikirleri parlamış olduğu için yaşadıkları şerait-i
istibdadiyeden hem kendilerini, hem milletlerini kurtarmak azminde bulundular. Vaktiyle teşekkül eden Yeni Osmanlılar Cemiyeti'nin Midhat Paşa, Kemal Bey (Namık Kemal) ve onlara peyrev olan eazım-ı erbab-ı hamiyetin menakıb-ı fedakaraneleri, bu gençlere kuvvet-i kalb vermiş idi."
(60) Faik Reşid Unat, Atatürk'ün il. Meşrutiyet inkılabının Hazırlanmasındaki Rolüne Aid Bir Belge, Belleten, Nisan 1962, sayı 102, s.345 - 349.
74
Bütün çabalarım yayın alanında harcayan ve sayıları gün geçtikçe artan bu hürriyet mücahidlerinin yurt dışında, İsviçre, Fransa, İngiltere ve Mısır'da pekçok gazete ve dergi yayım· ladıkları ve bunları bin türlü zorlukla yurd içine soktukları belirtilmiştir.
Yurd içinde ve yurd dışında birbirlerinden habersiz göste· rilen hürriyet mücadelesi faaliyetlerine şöyle değinilmekte· dir: "Vatanın her tarafında perverişyab olmaya başlayan bu efkar-ı ahrarane ashabı birbirinden bihaber bulunuyorlardı."
Daha sonra Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kurdukları Hürriyet Cemiyeti ile ilgili olarak aynen şunlar yazılıdır:
"Beşinci Ordu'dan Üçüncü Ordu'ya nakleden bir Erkan+ harb zabiti, Mekteb-i Tıbbiye' den tardedilmiş Şam'da ticaret· le iştigale başlamış bir zat ile buluşarak bir Hürriyet Cemiye· ti teşkiline karar verdiler. Bu cemiyete Selanik'te bir şube ihdasına çalıştılar. Hemen sınıf rüfekasından bazı gençlerle, şimdi birer mevki-i mübeccel ihraz eden zevat-ı aliyeden bazıları ile görüştü, nihayet bir cemiyetin esasını kurdular. Şu kadar ki o vakit ittihaz olunan tarikin neticepezir-i muvaffakiyet olması meşkuk idi. Binaenaleyh bu cemiyet ittisaa muvaffak olamaksızın hal-i rüşeymde kaldı."
Yazar bundan sonra Selanik ve Paris'teki kuruluşların bir· leşmelerini, Selanik Merkez Kumandanı Nazım Bey'e (İsmail Canbulad Bey'in yardımı ile Mustafa Necib Bey tarafından yapılan suikastı, Niyazi ve Eyüb Sabri'nin hareketlerini; Selanik'ten bir sır gibi birdenbire kaybolan Enver'in birkaç gün sonra Tikveş dağlarından tehditname gönderişini, Şemsi Paşa'nın Manastır'da kendisini bekleyen kaderine kavuşmasını belirterek şöyle demektedir:
"Artık her taraftan İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin vesait-i icraiyesi, depolardan aldıkları silahlarla dağlara çıkıyorlardı. Anadolu'dan Üzerlerine gönderilen gazanferler Abdülhamid'in son ümidlerini de bütün bütün münkesir ettiler.
75
. . . Nihayet bir gün - 23 Temmuz, 1908 - (Ey büyük gün! Seni unut!T'ak mümkün müdür acaba?) her taraftan Yıldız'a telgraflar, em�rler yağmaya başladı. Milletin Kam1n-ı Esasi'ye intizar ettigi bildirildi. İstanbul halkının hiçbir şeyden haberdar olmadığı o gün, Yıldız, Kanı1n-ı Esasi'nin ilanına bi'l-mecburiye karar verdi.
İşte İttihad ve Terakki Cemiyet-i mübeccelesinin ilk vazife-i ınuazzaması bu suretle münteci muvaffakiyet olmuştu .
. . . Şu okuduğumuz ders, Osmanh İttihad ve Terakki Cemiyeti hakkında bize bir fikr-i icmali vermiştir."
Bu ilk dikkate değer yazıdan sonra, kronolojik bir sıra ile Hürriyet Cemiyeti, Vatan ve Hürriyet Cemiyeti, bizzat Atatürk tarafından Ocak, 1922'de Ahmed Emin Yalman'a anlatılan hatıralarında bahis konusu edilmiştir.
Mustafa Kemiil Paşa (Atatürk)'nın bu beyanatının yayımından sonra basında bu konu ile ilgili olarak leh veya aleyhte herhangi bir yazı veya mütalea görülmemiş; ancak 1926'da, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Tevfik Bıyıklıoğlu (1888-1961) tarafından hazırlanmış Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesi'ndeki, "Reisicumhur Hazretlerinin Terceme-i Halleri" bölümünde (s.50-5 1) bu husus kaydolunmuştur.
193 1 'de Türk Tarih Kurumu'nca yayıılllanan dört ciltlik tarihte de Yusuf Akçura,(5ıı Reşid Galib ve Tevfik Bıyıklıoğlu(62l yine bu Hürriyet Cemiyeti veya Vatan ve Hürriyet Cemiyeti konusuna gerekli �ekilde yer vermişlerdir.
Bunlar dışında konu ile ilgili ilk hatıra, Cumhuriyet'in onuncu yıldönümünde İzmir' de, Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'ni_Selanik'te de kuranlar arasında bulunan Hakkı Baha Pars'ın (Kızım Vedide;ye, başlıklı mektubunda açıklanmıştır.(63l Yalnız bura� da bahsi geçen hatıra, Vatan ve Hürriyet Cemiyeti ile değil,
76
(61) Tarih, İstanbul 1931, ili. cilt, s.140 - 141 .
(62) Tarih, İstanbul 1931, iV. cilt, s. 18 - 19.
(63) Hakkı Bahıi (Pars), Genç Şiirleri ve Gençlik Şiirleri, İzmir 1931, s.56 - 60.
Terakki ve İttihad Cemiyeti ile ilgilidir. Hakkı Baha'nın zikrettiğine göre, Mustafa Kemal, 29 Ekim, 1 907'de Hakkı Baha'ların Selanik'teki evlerinde yapılmış bir toplantıya katılmış ve Terakki ve İttihad Cemiyeti'ne yeni girenler için gerekli törene uygun olarak rehberiyle birlikte gelmiş ve hakkında lüzumlu işlem ve tören yapılmıştır. Böylece Mustafa Kemal, Terakki ve İttihad Cemiyeti'ne, vazifesinin resmen Selanik'e naklolunduğu 13 Ekim, 1 907 tarihinden onattı gün sonra kaydedilmiş bulunmaktadır.
Bizzat Atatürk de Afet Hanım'a yazdırdığı Vatan ve Hürriyet164l ve Mukaddes Tabanca<65) başlıklı makalelerde yer bulan hatıralarında aynen şunları söylemektedir:
" . . . Selanik'te bulunduğumu İstanbul haber alarak ta'kibata başlamış, oradan tekrar mütenekkiren Yafa'ya geldim. O zaman bir Akabe meselesi vardı. Kendimi derhal hududa me'mur ettirdim. Arandığım zaman hudud üzerinde isbat-ı vücut ettim. Cem'an iki buçuk, üç sene Suriye' de kalmıştım. Bu müddet zarfında her şey unutulmuştu. Makedonya'ya nakl için resmen müracaat ettim. Maksadıma nihayet vasıl oldum. Selanik'e geldiğimde, bizim Hürriyet Cemiyeti'nin Terakki ve İttihad namını aldığını duydum. Doktor Nazım Bey, Paris'ten Selanik'e gelmiş: "Terakki ve İttihad Cemiyeti'nin tarihte yeri var. O nam altında çalışılırsa daha iyi te'sir eder" diye arkadaşları ikna etmiş, cemiyet o nam altında çalışmakta devam etti."
Açıkça anlaşılıyor ki, Mustafa Kemal'in Selanik'e gizlice gelerek Şam'daki Hürriyet Cemiyeti'nin burada açmağa çalıştığı Vatan ve Hürriyet Cemiyeti adlı şubesi, kurulması ile kalmış; Mustafa Kemal'in vazifesi başına geri dönmesi ve kuruculardan Ömer Naci ile Hüsrev Sami (Kızıldoğan )'nin bir de Ço-
(64) Belleten, cilt /, sayı 2, J Nisan, 1937, s.289 - 298. (65) Belleten. Temmuz-İlkteşrin, 1937, cilt /, sayı 3-4, s.605-61 6.
77
cuk Bahçesi dergisindeki yazı meselesi eklenerek Paris'e kaçmaları ve Ahmed Rıza ile uyuşmaları, bu Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'nin hiç faaliyet göstermeden tarihe karışmasına sebep olmuştur. Atatürk'ün de belirttiği gibi, Terakki ve İttihad Cemiyeti yayılmış ve kuvvetlenmiş; Dr. Nazım'la yapılan anlaşma sonucu İttihad ve Terakki Cemiyeti adı altında son şeklini bulmuştur.
Atatürk'ün Milli Mücadele sonrası Kars Milletvekili yaptığı yakın arkadaşı ve Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'nin de kurucularından olan Hüsrev Sami Kızıldoğan, konu ile ilgili hatıralarında tam objektif değildir, hissidir. Buna rağmen Atatürk'ün sağlığında, bazı yazarların çeşitli te'sir ve hesaplar içinde kaleme aldığı kuşkusunu uyandıran(GGJ bu yazı, konuyu en çok aydınlatan ve asıl Ömer Naci'nin şahsiyetini, durum ve tutumunu canlandıran değerli bir kaynaktır.
Vatan ve Hürriyet = İttihad ve Terakki gibi ileri derecede iddialı bir ön hükmü b�lık yapan Hüsrev Sami Kızıldoğan'ın yazısı aynen şöyledir:( 1
"Mustafa Kemal'in Yunanistan'da yazdığı bir telgraf arkadaşları arasında hemen şayi olmuştu. "Partir bateau Grec = Bir Yunanlı vapurla gitti" diye çekilmiş bu telgraf, kendi sınıf arkadaşlarından Erkan-ı Harb Yüzbaşısı Selanikli Ahmed Tevfik'e(68l hitaben yazılmıştı.
Bir gün Mustafa Kemal Selanik rıhtımına yanaşan bir vapurdan çıktı. Derin mavi gözlerinin içinde ihtilalin şimşekleri çakıyordu. Rıhtımda kendisini bekleyen Tevfik'in ellerini hararetle sıktı.
(66) Ernest Edmondson Ramsaur, Jr., Jöntürkler ve 1908 İhtilali, İstanbul 1972, s. 1 18 • 1 19. not 1 1 .
(67) Hüsrev Sami Kızı/doğan. Vatan ve Hürriyet = İttihad ve Terakki, Belle· ten, Temmuz-İlkteşrin, 1937, cilt /, sayı 3 • 4, s.619 - 525.
(68) Ahmed Tevfik, Hürriyet'in ilanından evvel ölmüştür. Cemiyetin eski ve kıymetli azasından idi.
78
Rıhtıma çıkar çıkmaz Ahmet Tevfik' den eski arkadaşların� dan şair ve hatib Ömer Naci'yi sordu. Akşam kendisini görmesini söyledi. Ömer Naci diyebilirim ki, Mustafa Kemal' deki gizli kudret ve dehayı ilk keşfeden bir yar-ı-vefakarı idi . Yüksek bir halk hatibi olan Ömer Naci, Mustafa Kemal' den sonra ordu ve memleket isinde pek çok sevilen bir zattı. O gece Naci ile buluştular. Uçüncü Ordu mıntıkasında da Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'nin teşkiline karar verdiler.
Ertesi gün Naci, Lembet'teki Topçu Kışlası'na geldi. Bana Mustafa Kemal'in geldiğini söyleyerek bu akşam Selanik Askeri Rüşdiyesi muallimlerinden Bursalı Hakkı Baha'nın evine mühim bir meselenin müzakeresi için gideceğiz dedi. Hiç unutmam o taşkın ve ateşin ruhlu Naci fevkalade bir heyecan içinde sarsılıyor, hiçbir yerde oturamıyor, gecenin hulG.lünü sabırsızlıkla bekliyordu. Naci'ye bu mühim içtimaın mevzuunu sordukça açık söylemiyor, yalnız ümidlerimizin tahakkuk etmek üzre olduğunu söylemekle iktifa ediyordu. Akşam olmuştu. Muayyen saatte Hakkı Baha'nın Kule kahvelerine giden yol üzerindeki evine karanlıkta girdik. �akkı Baha yeni evlenmiş bulunuyordu. Güzel döşenmiş bir gelin odasında toplanmıştık: Mustafa Kemfil, Ömer Naci, Hakkı Baha, Mustafa Necipıı;Yrve ben (Hüsrev Simi Kızıldoğan). Kahveler içildikten, Hakkı Baha ile latifeler yapıldıktan sonra Mustafa Kemal oturduğu koltuktan doğrularak ağır' ve vakur bir eda ile "Arkadaşlar" dedi; "bu gece burada sizleri toplamaktan maksadım şudur. Memleketin yaşadığı vahim anları size söylemeğe lüzum görmüyorum. Bunu cümleniz müdriksiniz. Bu bedbaht memlekete karşı mühim vazifelerimiz vardır. Onu kurtarmak yegane hedefimizdir. Bugün Makedonya'yı ve tekmil Rumeli kıt'asını vatan camiasından ayırmak istiyorlar. Memlekete ecnebi nüfuz ve hakimiyeti kısmen ve fi'len girmiştir. Padişah zevk ve saltanatına düşkün, her zille-
(69) Mustafa Necib piyade mülazimi idi. Bab-ı Ali Baskını 'nda şehid düşmüştü r.
79
ti irtikab edecek menfur bir şahsiyettir. Millet zulm ve istibdad altında mahvoluyor. Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve izmihal vardır. Her terakkinin ve kurtuluşun\anası hürriyettir. Tarih bugün biz evladlarına bazı büyük vazifeler tahmil ediyor. Ben Suriye' de bir cemiyet kurdum. İstibdad ile mücadeleye başladık. Buraya da bu cemiyetin esasını kurmaya geldim. Şimdilik gizli çalışmak ve teşkilatı taazzuv ettirmek zaruridir. Sizden fedakarlıklar bekliyorum. Kahhar bir istibdada karşı ancak ihtilal ile cevap vermek ve köhneleşmiş olan çürük idareyi yıkmak, milleti hakim kılmak hulasa vatanı kurtarmak için sizi vazifeye davet ediyorum."
Oda içinde derin bir sükunet hasıl olmuştu. Lambanın solgun ziyaları içinde Mustafa Kemal'in mehip sesinin akisleri hala dalgalanıyordu. Ömer Naci ayağa kalkarak, Mustafa Kemal'in hitabesine karşı o tatlı şivesiyle, "MUSTAFA KEMAL, ARKANDAYIZ, SENİ TAKİBEDECEGİZ, ÖLÜMLER, CELLADLAR, İŞKENCELER BİLE BİZİ BU AZMİMİZDEN ÇEVİREMEYECEKTİR. HÜRRİYET VERİLMEZ, O ANCAK ALINIR, ZULÜM VE İSTİBDAD AL TINDA İNLEYEN BU MA'SUM VE BIÇARE MİLLETİ KURTARACAGIZ, YAŞASIN HÜRRİYET VE İHTİLAL!" sözleriyle derin sükı1tu ihlal etmişti. Mustafa Necib, inkılabın o fedakar evladı, gizli hıçkırıklarla yanımda gözyaşlarını zabtetmeğe çalışıyordu. Mustafa Kemal tekrar söze başladı: "Arkadaşlar!" dedi; "gerçi bizden evvel birçok teşebbüsler yapılmıştır. Fakat onlar muvaffak olamadılar. Çünkü teşkilatsız işe başladılar. Biz kuracağımız teşkilat ile bir gün mutlaka ve behemehal muvvaffak olacağız. Vatanı, milleti kurtaracağız."
Bu hitabelerden sonra teşkilat işi görüşüldü. Nihayette Atatürk bana bakarak, "Hüsrev tabancanı çıkar, bu masanın üzerine koy, kararımızı yemin ile de te'yid edelim" dedi. Taşıdığım brovnik tabancasını masan'ın üzerine koydum. Hepimizin ellerimizi bu tabancanın üzerine koyarak ölünceye kadar bu mukaddes dava uğrunda çalışacağımıza and içtik.
80
Bu tarihi manzara cidden muhteşem ve ulvi idi. Atatürk'ün yüksek huzurunda o gece Türkün kurtuluş tarihi doğmuştu. Bu suretle 1 908 İnkılabı'nı yapan Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'nin o gece Selanik'te de temel taşları konulmuştu."
"Mustafa Kemal'i zalim idare tekrar Şam'a iade etti. Selanik'te kalan arkadaşları Mustafa Kemal'in kendilerine tevdi ve emanet ettiği büyük eseri genişlettiler . Vatan ve Hürriyet Cemiyeti vatanın her köşesine dalbudak saldı . Memleketin en kıymetli, en fedakar evladlarını sinesine aldı, bazı küçük grublar da buna iltihak etti, nihayet bu teşekkül az zamanda taazzu ederek kahramanları ile 1 908 Temmuzunda zalim Sultan'ın karşısına dikildi.
1 907 Martı'nda bir hadise cereyan etti. Sultan'ın hafiyeleri bu gizli teşekkülü sezdiler. Cemiyetin faal azasından iki kişi pek şüpheli göründüğünden hükumetçe takiblerine başlanıldı.<701 Bunlardan birisi Ömer Naci, diğeri de bendim.
Naci o sıralarda Selanik'te intişar eden Çocuk Bahçesi gazetesinde Filozof Rıza Tevfik ile çetin bir kalem münakaşasına girmişti. Bu edebi münakaşa nihayet mevzuundan çıktı ve siyasi bir şekil aldı. Naci bir makalesinde(7ıı Rıza Tevfik'e karşı "beş asırlık bir tarih-i şan ve şeref ebediyyen topraklara gömülürken" gibi o devirde söylenmesine cevaz verilmeyen taşkın sözlerle vatanın içinde bulunduğu felaketi haykırarak ilan etmişti. Bu yazılar o zaman Selanik muhitinde büyük bir heyecan uyandırmıştı. Bu lisan münakaşasına ben de ufaktan karışmıştım. Bir gün cemiyet arkadaşlarından Tal'at (Paşa), Naci ile beni hususi davet ederek şöyle bir teklifte bulundu:
(70) Ömer Naci'nin takibine Kanun Zabitlerinden Yüzbaşı İbrahim, benim takibime de Süvari Mülazimi Ali me'mur edilmişlerdi. Her ikisi de 1908 İhtilali'nde telef olmuşlardır.
(71) O sıralarda Midi/Ji Adası'nın Fransız Donanması tarafından işgalini telmih ederek.
81
·'Bugün Umumi Müfettişlikten bir arkadaş bana sizin tevki niz için Müfettişlik'le Mabeyn arasında şifreli telgraflar tei olunduğunu söyledi. Ben de bu şifreleri telgrafhanede gö düm."
"Cemiyet'in henüz harekete geçecek kadar kuvvetli olm< dığını takdir edersiniz. Tevkifinizi daha bazı tevkifler de U kib edebilir. Biz Cemiyet'in selameti namına ikinizin d memleketten ayrılmasının muvafık olacağı fikrindeyiz. Her de ayrılmanıza başka sebepler de vardır. Geçende Başçınar da müzakere ettiğimiz veçhile Cemiyet'in hariçte bir neşri yat vasıtası da bulunmak lazımdır. Paris'te çalışan Pren Sabahaddin ve Ahmed Rıza partileriyle teması ancak siz ya pabilirsiniz. Hangisi bizim programa uyarsa onunla birleşiriz Şayet bunları muvaffak bulmazsanız evvelce konuştuğumm gibi Cemiyet nam ve hesabına, Avrupa'nın başka bir yerindE biz de ayrıca bir gazete çıkaralım. Burada kalmakta israr eder· seniz Cemiyet'in mevcudiyeti tehlikeye düşecektir. Arkadaş· lar hep bu fikirde, siz ne düşünüyorsunuz? Bu mesele hakkında ayrıca bir içtima yapalım mı?"
"Biz bu garip teklife karşı evvela red cevabını verdik. Bu gece düşünerek kat'i cevabımızı yarın verebileceğimizi söyleyerek ayrıldık. O gece Naci ile birlikte bu teklifi uzun uzadıya tedkik ve münakaşa ettik. Bizim tevkifimiz belki arkadaşlar arasında vakitsiz bir panik çıkarabilirdi. En metin sandığımız arkadaşlarda bile o günlerde saklanamayan bir endişe seziyorduk. Bizi son taşkınlıklardan dolayı muahaze ediyorlardı. Hakikaten Cemiyet'in neşir vasıtası bir gazeteye de fevkalade ihtiyacı vardı. Bunu ancak ateşin kalemiyle Naci idare edebilirdi. Bu sebeble Paris'e gitmeğe karar verdik. Bunu ertesi gün yalnız Tal'at'a söyledik, başka hiçbir arkadaş hareketimizi bilmiyordu.
İki arkadaş 1907 Mart'ı sonunda Paris'te bulunuyorduk. Orada çalışan iki grubla da temasa gelmiştik. Ahmed Rıza'nın partisi ve programı bize daha uygun görünmüştü. Esasen ayrı
82
gazete çıkarmak için mali kudretimiz de yoktu. Uzun müzakere ve münakaşalardan sonra Ahmed Rıza ile bazı şartlar dahilinde birleşmeği muvafık gördüğümüzü dahildeki arkadaşlara bildirmiştik.
Aramızda Selanik'le uzun muhabereler cereyan etti. Bunların mevzuunu iki cemiyetin birleşmesinde alacağı isim teşkil ediyordu. Ahmed Rıza, Terakki ve İttihad isminin alınmasında anudane israr ediyordu. Sebeb olarak da bu ismin uzun zamandan beri birçok yerlerde tanındığını, yeni bir ismi tanıtmak zamana mütevakkıf olduğunu ileri sürüyordu.
Biz de mazide bu isim altında birçok şantajlar yapıldığını, bazı erkanının Saray'a satıldığını ve ileride muvaffakiyet halinde intisab davalarının başlayacağını söyleyerek Vatan ve Hürriyet isminin kabulünde aynı şiddetle israr ediyorduk. Müzakere bir aralık vahim bir şekil almıştı, iftirak derecesini bulmuştu.
Ekseriya vaki olduğu gibi, insanliır büyük ülküler karşısında bazan feragatlar yapmağa mecbur kalırlar.
İnkılabın menfaatine uygun olan bu ittihadı bir isim yüzünden kırıp atmamak ciheti iltizam olundu. Vatan ve Hürriyet Cemiyeti, Terakki ve İttihad adını aldı.
Bu isim değişmesi 10 Temmuz, 1 908 tarihine yakın bir zamanda vaki olmuştu. 1908 İnkılabı'nda hakiki rolü yapan kuvvet, sonradan aldıkları Terakki ve İttihad namı altında çalışan Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'nin öz evladları idi."
* * *
Buraya kadar sunduğumuz belge, hatıra, makale ve araştırmaların ışığında eriştiğimiz sonuç, sayın Hikmet Naci Hatiboğlu'nun da duyduklarına ve bildiklerine göre yaptığı değerlendirmeğe denk düşmektedir: Tal'at Paşa'nın dahil bu-
83
lunduğu, Kazım Nami Duru'nun anlattığı Osmanlı Hürriyet Cemiyeti, Paris'teki Terakki ve İttihad Cemiyeti ile Mustafa Kemal'in kurduğu Vatan ve Hürriyet cemiyetleri birbirlerinden başlangıçta habersizdiler ve Ömer Naci, Mustafa Kemal'i sevdiği için onun kuruluşuna da katılmış, Mustafa Kemal'in Selanik'ten uzaklaşması ve daha sonraki hadiseler bütün faaliyetlerin önce Terakki ve İttihad en sonra da İttihad ve Terakki adı ve çatısı altında toplanmalarını zan1rl kılmıştır. Hikmet Naci Hatiboğlu , kız kardeşi 1 323 ( 1907) doğumlu Müzeyyen HanımF2ı Selanik'te dünyaya geldikten hemen sonra babası Ömer Naci'nin Paris'e gitmiş olduğunu annesi Emine Hanım (Edirne 1 896-Ankara 1 942)'dan duyduklarım nakletmişlerdir.
Ömer Naci Bey'in Paris'e kaçmasından sonra hanımı ve iki çocuğu, Kayınpeder'i Binbaşı Mehmed Ali Bey'in Redif Tabur Kumandanı olarak tayin edilmesi üzerine İzmir'e yerleşmişlerdir.
Gerek yerli kaynaklar, gerekse Dagobert von Mikusch,<73ı Hugh Evelyn Wortham,(74ı İkbal Ali Şah Serdar,<75l Hans Froembgen,l76l Harold Courtenay Armstrong177l ve Gerard Tongas178l gibi Atatürk'ün biyografisini yazmış yabancı araştırıcılar, Mustafa Kemal'in gizli hürriyet mücadelesi teşebbüs ve faaliyetlerini ya çok kısa, karmakarışık, kapalı ve an-
(72) Profesör NecAti Akder, Müzeyyen Hanım 'ın, bir zaman Matbuat Umum Müdrir MuAvini bulunan İzzeddin Nişbay ile evlenmiş ve sonra boşanmış oldu· ğunu söylemişlerdir.
(73) Dagobert von Mikusch, a) Gasi Mustafa Kemal Zwischen Europa und Asi· en, Leipzig 1929; b) Gazi Mustafa Kemal, 1880-1938, Bucureşti (t.s.).
(74) Hugh Evelyn Wortham, Mustafa Kemal of Turkey, London 1930. (75) İkbal Ali Shah Sirdar, Kemal, Maker of M,odern Turkey, London 1 934. (76) Hans Froembgen, a) Kemal Atatürk, Solda{ und Fıihrer, Stuttgart 1935;
b) Kemal Atatürk, London 1937. (77) Harold Courtenay Armstrong, Grey Wo/f. Mustafa Kemal. An intimate study
of a dictator, Ed. 9, London 1935. (78) Gerard Tongas, Atatürk et le vrai visage de la Turquie moderne, Paris, 1937
84
laşılmaz bir şekilde yazmışlar, 1 922-1926 yıllarında Türk basınında çıkan birkaç hatıra ve anektodu aktarmakla, özetlemekle yetinmişler, yahut da bu konuya hiç değinmemişlerdir.
Son yıllarda yeni Türkiye'nin doğuş ve kuruluşunu en ciddi ve objektif surette incelemiş dostum iki profesör, Geoffrey L.Lewisc79ı ve Bernard Lewis, (soı dahil birçok Avrupalı ve Amerikalı(sı ı araştırıcılar da konuya fazla eğilmemişlerdir. Son yıllarda ise Mustafa Kemal (Atatürk)'in Şam'da kurduğu ve Beyrut, Yafa ve Kudüs'te yayılıp genişlemesine ve kuvvetlenmesine çalıştığı, nihayet Selanik'te şubesini açtığı (Hürriyet), (Vatan) veya (Vatan ve Hürriyet Cemiyeti) adları ile anılan hürriyetçi gizli ihtila.I komitesinin tarihçesi ve akibeti, Mustafa Kemal'in İttihad ve Terakki Cemiyeti'ne girmesi, Ordu'nun bu siyasi cemiyetle ilişkisini kesmesi yolundaki mücadeleleri ile de İttihad ve Terakki yöneticilerinin husumetini çekişi hususları yerli ve yabancı bazı değerli incelemelerle gün ışığına çıkmıştır.
Bunların başında, Princeton Üniversitesi'nde Ramsaur, Jr. tarafından yapılmış bir doktora tezi!82l ile, Cela.I Bayar'ın(83l ve bilhassa Ali Fuad Cebesoy'unC84l Atatürk hakkında yazdıkları ve yayımladıkları hatıra ve belgeler gelmektedir.
Ramsaur Jr., Ömer Naci ve Hüsrev Sami'nin Paris'e kaçışlarını, bunun tarihini ve bilhassa Ömer Naci'nin Paris'teki faaliyet ve te'sirini de belirtmektedir ki, bu bilgiler birtakım
(79) Geoffrey l.lewis, Turkey, New York 1955.
(80) Bernard L.ewis, The Emergence of Modern Turkey, second edition, landon 1968.
(81) Frederick P.latimer. Jr., The Po/iticai Philosophy of Mustafa Kemal Ata-türk, (doktora tezinin mikrofilminden teksiri) Ann Arbor, Michigan 1970.
(82) Ernest Edmondson Ramsaur, Jr. , a.g.e. (Dipnot 49) (83) Celal Bayar, a.g.e (Dipnot 15) (84) Ali Fuad Cebesoy, a.g.e. (Dipnot 12)
85
karışık ve karanlık noktaların açıklık ve aydınlık kazanmasına yaramaktadır:
" . . . 1 907 Mart'ında Tal'at (Paşa) kendisi gibi Selanik komitesi üyelerinden olan Ömer Naci ve Hüsrev Sami Kızıldoğan'a kendi tevkiflerini emreden gizli bildiriyi gördüğünü söylemişti. Ömer Naci, Çocuk Bahçesi adlı derginin sütunlarında Rıza Tevfik'le giriştiği söz düellosundan ötürü Yıldız'ın dikkatini üzerine çekmişti. Bu dergi, kısa bir süre sonra, Osmanlı İmparatorluğu'nun Abdülhamid idaresi altında nasıl batmakta olduğunu kapalı bir şekilde anlatan Mehmed Emin'in ünlü Kayıkçı şiirini basması üzerine kapatılacaktı.ıssı
Ömer Naci ve Hüsrev Sami, sadece Tal'at'a haber verip derhal Paris'e kaçtılar. En önemli kaygı şüphesiz tevkif edilmemekti. Amma mümkün olursa Ahmed Rıza ve Sabahaddin'in programlarını incelemek ve en çok ortak yönleri olanı ile güçlerini birleştirmek niyetinde idiler.
Mart ayının (1907) ikinci yarısında Paris'e varan iki kaçak, incelemelerine başladılar. Kısa zamanda Ahmed Rıza hizibinin Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'nin amaçlarına çok daha yakın olduğunu görüp Şı1ray-ı Ümmet dergisinde imzasız yazılar yazmaya başladılar. Edebi yetenekleri sayesinde Padi_şahın dikkatini üzerine çekecek kadar isim yapmış olan Ömer Naci'nin bu çalışmaları Paris'li Jöntürk çevrelerinde sevinçle kcırşılandı."
Ömer Naci'yi çok seven şair Yahya Kemal beyatlı da Doktor Nazım'la ilgili bir yazısında bu hususta şunları yazmaktadır:186ı
(85) Derginin kapatılması, Ömer Naci'nin, yazarın da bahsettiği konudaki, yazısı yüzündendir ve bunun gerçek sebebi daha önce, geniş bir sürette belgeleriyle birlikte anlatılmış bulunmaktadır.
(86) Yahya Kemal (Beyatlı), Siyasi ve Edebi Portreler, Yahya Kemal Külliyatı 8, İstanbul 1968, s. 1 18 - 1 1 9.
86
" . . . Nazım, Genç Türklüğe mühim bir arkadaş kazandırmıştı. SelAnik'ten gelen Ömer Naci, arkadaşları Hüsrev S�mi, Receb, Sicilya'da felaketli bir firari hayatı sürerken getirilen Mülazım Kenan Bey'ler Bonaparte Sokağı'ndaki lojmanda bir hayat uyandırdılar . . . "
Bundan sonradır ki, yurd içinde faaliyetlere katılması için Rahmi Bey tarafından davet olunan Selanik'li Doktor Nazım (l 973-1 926), 1 907 Eylul'ünde gizlice Selanik'e gelmiştir. Dr. Nazım'ın 27 Eylı11, 1 907 tarihinde Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kurucuları ile yaptığı anlaşma üzerine,1871 yurd içi faaliyetler ve yurd içindeki mücadeleye öncülük eden unsurların bir araya getirilip teşkilatlandırılması işi, Paris'teki Osmanlı Terakki ve İttihad Cemiyeti'nce Merkez-i Umumi olarak kabul edilen Selanik'teki Rahmi, Tal'at, Şükrü Beylerle arkadaşlarına, yani Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kurucusu on kişiye bırakılmıştır.
Mustafa Kemal'in Suriye ve Makedonya'daki siyasi faaliyetlerini bütün ayrıntıları ile en mükemmel şekilde belirten Ali Fuad Cebesoy, kendisinin İtti had ve Terakki Cemiyeti'ne nasıl girdiğini anlatırken, Ömer Naci ve Mustafa Kemal ile ilgili olarak da şunları söylemektedir:ıssı
" . . . Mustafa Kemal'in, daha okul sıralarında iken telkinlerde bulunduğu arkadaşların ve bilahare Suriye' den kaçarak Selanik'e bir şubesini kurduğu Vatan ve Hürriyet Cemiyeti üyelerinin, İttihad ve Terakkiye geçtiklerini anladım. Ömer Naci, bir gün bana bunu kapalı bir şekilde açıkladı. Mustafa Kemal'in de İttihadcılara katılacağına inanıyor, bu suretle kuvvetli bir teşkilat kurulabileceği kanısını taşıyordu."
(87) Ahmed Bedevi Kuran, Osmanlı İmparatorlukunda İnkılap Hareketleri ve Milli Mücadele, İstanbul 1956, s.418 - 419.
(88) Ali Fuad Cebesoy, a.g.e., s. 103-104.
87
Ali Fuad Cebesoy, son derece dikkate değer bir görüşünü aksettirdiği kitabının (Liderden Yoksun Bir İhtilal Fırkası ve Mustafa Kemal) başlıklı bölümünde de şunları kaydetmektedir:(s9ı
" . . . O gece sabaha karşı, Rahmi Bey'le birlikte eve döndük. Yolda, "Lider kim?" diye sordum. Rahmi Bey biraz duraklar gibi oldu. "Lider yok" dedi; "fakat sen de anlıyorsun ki, Tal'at insiyatifi kendi elinde tutmak istiyor." Cevabını verdi.
Rahmi Bey toplantıda adı açıklanmamakla beraber Paris'ten gizlice gelecek yetkili temsilcinin adını ve hüviyetini de biliyordu. Bu doktor Nazım'dı (İttihadcı liderlerden, İzmir Suikastı olayında i'dam edilmiştir.) Ben Nazım'ın adını Ömer Naci'den duymuştum ama, kendisini tanımıyordum."
Ömer Naci Paris'den İran'a Geçiyor
1 3 Ekim, 1907'de resmen Selanik'e nakil ve ta'yin olunan Mustafa Kemal, 29 Ekim, 1 907'de rehberiyle birlikte katıldığı, Hakkı Baha (Pars)'ların evindeki toplantıda yapılan mu'tad törenle Terakki ve İttihad Cemiyeti'ne - az sonraki adı ile İttihad ve Terakki Cemiyeti'ne - girmiştir.
Bu tarihlerde Ömer Naci Paris'tedir. Ömer Naci MeşrGtiyet'in ilanından önce Paris'ten Rusya yolu ile Doğu bölgemize ve İran'a gelmiştir ki, bu bölümün tam tafsilatını, Mustafa Ragıb ve Hikmet Bayur'un eserleri ile Ömer Naci'nin yakın arkadaşı Nazım Ören'in yazılarından öğreniyoruz.
Mustafa Ragıb şöyle yazmaktadır:(9oı
"Ömer Naci Bey, İttihad ve Terakkinin en cerbezeli ve halk hatiblerindendi. Fırka, Meşrı1tiyet'in ilk günlerden beri İslam-
(89) A.F.Cebesoy, a.g.e., s. 197. (90) Mustafa Ragıb (Esadlı), İttihad ve Terakki Tarihinde Esrar Perdesi, İstan·
bul 1934, s.235.
88
cılık politikasını, daha çok, bu zatın diliyle müdafaa ediyordu. Kafkas mıntıkası, Hükumet ve Cemiyet için birinci derecede ehemmiyet taşıyan bir yerdi. Osmanlı Ordusu'nun Kafkas cephesinde Rus Ordusu'na yapacağı tecavüz hareketinin muvaffakiyeti için Kafkasya'da, Çarlığın mağduru olan muhtelif unsurları ayaklandırmak lazımdı. Ömer Naci Bey bu düşünce ile Kafkas cephesine gönderildi. Aynı maksadla bu cephe için, birkaç gün sonra, Bahaeddin Şakir ve Ruşeni Beyler de Erzurum' a hareket ettiler."
İttihad ve Terakki ile ilgili dosyaları incelemiş bulunan Bayur, eserinde şunu bildirmektedir:(9 ı ı
" . . .İttihad ve Terakkl'nin Rusya'da çıkan ve az sonra İran'da çıkacak olan ayaklanmalara ve onlar sayesinde oralarda kurulan nisbeten daha serbest yönetime önem vermesindeki ikinci sebeb, bu yollardan Doğu Anadolu'ya sokulmak ve propagandayı oralara kadar götürmek için yeni bir takım kolaylıkların elde edilmiş olmasıdır.
Bu olaylardan önce Paris ve Mısır'dan gönderilecek propagandacıları ve propaganda evrakını İstanbul'dan ve sonra da karadan veya Trabzon' dan kısmen deniz ve kısmen de kara yolundan geçirerek Erzurum'a ulaştırmak gerekirdi. Osmanlı ülkesi içinde bu kadar uzun mesafeler boyunca gidecek kimselerle onların taşıyacakları evrakın hafiyelerce yakalanması ihtimali çoktu. Bunun yerine Kafkasya ve İran sınırlarından ve boş dağ yollarından Erzurum'a varmaya çalışmak daha az tehlikeli idi.
Bu yön, kime gönderildiği açıklanılmayan bir mektubun dokuzuncu maddesinde görülmektedir:ı92ı
(91) Yusuf Hikmet Bayur, Türk inkılabı Tarihi, Ankara 1963, s.340, 357, ve 360.
(92) Dosya il, sayı 433. Tarihsiz bir önce ve sonraki mektuplar 16 ve 23 Kasım, 1907 tarihli. Dr. Baha Şikir imzalı. Maddenin ilk satırlarında adlar bulunup şiire ile kapatılmıştır. Gönderilen kimselerin ünlü hatip ve eski subay Ömer Naci olması çok muhtemeldir. Çünkü az sonra Se/mas'da olan bu kimse ile mektup/aşıldığı görülecektir. (Y.H.Bayur, a.g.e. s.340.)
89
" . . . Merkez-i harekat icra etmek .üzre Kafkasya ve Azerbaycan'daki Rusya ve İran Türkleri'yle rabıta kurmak ve o vasıta ile Erzurum ve havalisine icray-ı nüfOz ve te'sis-i rabıta için gönderildi. Bu gibi teşebbüsat-ı azime için bütçemiz her ne kadar müsait değilse de, yine fedakarlık edilmesi icabetti. Çünkü memleketin en faal ahalisi ile meskun bir kıt'asını kendi kendine terk, tabii büyük kusur idi. Trabzon, Erzurum, Erzincan, Kafkasya ve İran'da bildiğiniz ve emniyet ettiğiniz zevat var ise tavsiye etmenizi rica ederiz."
" .. .İttihad ve Terakki Paris Merkezi, İran inkılabcıları ile temasa çok önem verir ve ünlü hatib Ömer Naci'yi İran Azerbaycanı'na yollar. Cemiyet'in biteviye ileri sürdüğü düşünce, aradaki geçimsizlik ve çatışmaların tek sebebinin Abdülhamid olduğu ve Osmanlı ülkesinde de meşrı1riyet kurulunca iki ülke arasında sarsılmaz bir dostluğun yerleşeceğidir."
"Bu konu ile ilgili İttihad ve Terakki Dosyaları'nda mevcut mektupların incelenmesinde dikkate değer başlıca noktalar şunlardır:
a) İran Azerbaycanı'nda ve Doğu Anadolu' da İttihad ve Terakki ile İranlı inkılabcılar arasında işbirliği yapılmaktadır.
b) Cemiyet'te İngiliz düşmanlığı, Rus düşmanlığı kadar kuvvetlidir.
c) Cemiyet, İslamcılık siyasetine koyulmuştur. ç) İran Azerbaycanı Meclisi'ne gönderilen mektupta Türk
çülük'ten hiç eser yoktur ve muhatapların Türk oluşu hiç anılmamaktadır. Bunun sebebi aralarında Farslar'ın da bulunması ve resmi bir kurula yazılan yazının Farslardan gizli kalamayacağından arada kuşku doğurmak düşüncesi olmalıdır."
" . . . Adı ve bulunduğu yer gösterilmemiş olan, ancak o sırada Selmas'da bulunan Hatib Ömer Naci Bey'in anılması dolayısı ile Azerbeycan'ın bu kentinden gelmesi muhtemel olan bir
90
mektuba verilen karşılıktar93ı ise Türkçülük duyguları görülür ve orada İran Azerbaycanı halkı hep Türk olarak anılır. Mektup şöyle başlar:
" . . . Uzun mektubunuz vasıl oldu. Verilen havadisler bizi memnun etti. Naci Bey'in Medrese'ye müdür olması, münasebatımızın tevessüüne, oradaki Türk kardeşlerimizle aramızdaki rabıtanın takviyesine hizmet edeceğini ümid ederiz . . . "
Daha aşağılarda şunlar denir: "Şah'a atılan bombaların Türk kardeşlerimiz tarafından ic
ra edildiğini ecnebi matbuat ilan ediyor. Her halde Türk kardeşlerimizin bu fedakarlıkları, bu vatanperverlikleri şayan-ı sitayiştir."
"Meclis-i Meb'usan'ınşimdiye kadar dahil-i memlekette ciddi ıslahata muvaffak olmaması esbabı, Şah'ın muhalefetinden neş'et ettiğini zannediyoruz. Biz İran Oı) kardeşlerimizin beyhGde münakaşaları ile değil, genç, kavi bir ordu teşkil etmeleri ile iftihar ederiz . . . "
" . . . Ermeniler hakkında işi dilecek haberlerin lütfen işarına himmet buyurunuz . . "
Ermeniler'le Sabahaddin Bey'in İran' da nasıl çalışıp davrandıkları hakkında bilgi edinmeğe Paris Merkezi çok önem vermektedir. 1 6 Mart, 1 908 tarihiyle Selmas'dan Ömer Naci Bey'e gönderilen bir mektupta şöyle denilir:C94ı
" . . . Sabahaddin Bey' in adamı hakkında birçok söz yazıyorsunuz. Gerek mGmaileyh ve gerek Ermeni vatandaşlarımızın . ve sairlerinin vakıf olabildiğimiz teşebbüsat ve ef'aJ ve tedarikat ve teşkilatları hakkında birşeye dest-res olursanız ma'tafsil bize bildiriniz. Bunun derece-i ehemmiyetini takdir
(93) Dosya il, sayı 553, s. 126 - 127, Dr. Baha Şikir ve Hüsrev Sami imzalı, 10 Mart, 1908 Mrihli.
(94) Dosya //, sayı 558, s.230-233, Dr. Baha Şakir imzalı.
91
buyurursunuz. Siz orada Cemiyet'in eli, gözü, hem kolu olmalısın ız . . . "
Nazım Ören ise seri makalelerinde bu nokta ile ilgili şu bilgileri vermektedir:(95l
"Meşrı1tiyet ilanının haftasında idi. Selanik'te bulunan İttihad ve Terakki Cemiyeti Merkez-i Umumisi'nden şöyle bir telgraf alındı:
Muş İttihad ve Terakki Cemiyeti Hey'et-i Merkeziyesi'ne
Meşrutiyet'in ilanından evvel teşkilat yapmak üzere Kafkas ve İran yolu ile o taraflara gelen ve fakat hayat ve icraatı hakkında daha hiçbir malumat alınamayan Cemiyet'imiz müessislerinden ve Merkez-i Umumi azasından hatib-i şehir Ömer Naci Bey'in hayatı hakkında her ne şekil ve çeşitte olursa olsun oralarda bir malumat ve hatta rivayet varsa iş'arı.
İttihad ve Terakki Cemiyeti Merkez-i Umumisi
Muş'ta bulunan ve onu tanıyan zabitlerden hiç kimsenin onun sağ olduğuna dfür hiçbir malumatı yoktu. Bu telgraftan on gün sonra Van'dan Ö.Naci'nin kara yolu ile Muş'a geçtiği
. ni belirten bir cevap geldi.
Ömer Naci Bey, Van'a İran'dan gelmişti. İran'a da Paris'ten gelmişti. Onu Paris'e gönderen Selanik Osmanlı Hürriyet
(95) Nazım Ören, İki Hatibden Biri, Dünya, 5 Mayıs 1953, nu. 427, s.2 ve 6. Ayrıca bk. dipnot 1 1 .
92
Cemiyeti idi ki daha sonra İttihad ve Terakki Cemiyeti Merkez-i UmGmlsi 'ni teşkil etmiştir. İstibdad idaresi Naci'yi takip ediyordu. Cemiyet onu hem bu takipten kurtarmak, hem de Paris'teki Jöntürkler'le bir irtibat te'sis etmek üzere Paris'e göndermişti. Ömer Naci, Ahmed Rıza Bey ile anlaşmış, fakat Prens Sabahaddin Bey'le anlaşamamıştı. O sıralarda Erzurum'da isyan çıktı. Sabahaddin Bey, Hüseyin Tosun Bey'i Erzurum'a gönderdi. Ömer Naci Bey de duramadı. Hüseyin Tosun Bey'i takibetti. Ömer Naci Bey parasının azlığına ve imkansızlığın çokluğuna karşı bata-çıka kendisini Erzurum-Rus sınırına ancak atabildi. Hatta biraz geç kalmıştı . İstibdad kuvvetleri isyanı bastırmış ve vaziyete hakim olmuşlardı. Eğer biraz evvel gelebilseydi, teşkilatçı olduğu için belki de bu isyanı bir ihtilat ve inkılab hedefine doğru götürebilecekti. Fakat şimdi Erzurum'a girmek, bile bile kendisini ateşe atmak demekti. Mecburi olarak yolunu değiştirdi, İran'a girdi. Oradan Van'a geçecekti. Van'da da bir kıpırdanma işitiliyordu. Erzurum' dan Van'a sıçrayan şerareleri Taşnaklar körüklemeğe başlamışlardı. Ömer Naci Van'a yetişip onu bir yangın haline sokamadan istibdad idaresi bu kıvılcımları da söndürmüş bulunuyordu. Ömer Naci İran'ın Hoy şehrinden ileri gidemedi. İran o sıralarda Meşn1tiyet'le idare ediliyordu. Rusya'dan daha hür ve daha serbestti. Hoy, İran Azerbaycanı'nın güzel bir Türk şehriydi. Orada beklemeğe karar verdi. Bu şehirde Sırat-ı Müstakim adında bir mecmua çıkıyordu. Bunu Azerbaycan münevverlerinden Mirza Said adında bir genç çıkarıyordu. Mirza Said zengin bir gençti. Onun bir de Sırat-ı Müstakim adında hususi bir mektebi vardı. Ömer Naci onu buldu. Mirza Said'i babası Paris'te okutmuştu. Mirza Said Paris'te okurken Jöntürkler'le de münasebet peyda etmişti . Ömer Naci'yi yadırgamadı. Onu hem mektebine, hem de mecmuasına müdür yaptı. Bu müdürlük Ömer Naci için çok zevkli bir iş oldu. Bir taraftan Farsça lisanını ilerletti. Bir taraftan Azerbaycan
93
şivesi ile nutuklar verdi.<96>
İran'ın Türk olan Azerbaycan'ında meşhurlar arasına gir-di. Fakat kör talih bu muvakkat huzuru bile çok gördü. Daha bir sene geçmeden İran Şahı Mehmed Ali, İran Meclis-i Meb'usanı'nı topa tuttu. Bu irtica ne mektep bıraktı, ne de mecmua . . . Ömer Naci, Mirza Said'le beraber bir çete teşkil ederek dağlara çıktılar.
Bir zaman da çetecilikle dağlarda yaşadılar. Birgün İran Şahı'nın kuvvetli bir takip kolu ile çarpışmağa mecbur oldular. Ömer Naci, birkaç arkadaşı ile yakalandı. Mirza Said, birkaç arkadaşı ile kurtuldu.
Şimdi Ömer Naci'yi İran hapishanelerinde görüyoruz. Bunlar bana bizzat Ömer Naci ve arkadaşı Mirza Said tarafından anlatılırken Tahran' dan hiç bahsedilmediği ve Tahran Hapishanesi'nden bahsedenler için ben "İran Hapishanelelerinde" tabirini kullanmayı münasip gördüm. Mes'elenin ehemmiyeti Ömer Naci'nin İran'da zindanlara atılmış olmasındadır. Bu ister Hoy'un, isterse Tahran'm hapishanesi olsun, bence müsavidir.
1 908 senesi Temmuz'u içindeyiz. Türkiye'de Meşrı1riyet ilan edilmişti. Türkiye baştan başa coşan ve taşan bir bayram içindedir. Dağlardan eşkiyalar silahları ile beraber şehirlere in-
(96) Ömer Naci'nin oğlu Hikmet Naci Hatiboğlu, babasının İran 'a aid hatırala· rını bana anlatırken (2 Eylül, 1968), İran Azerbaycanı'nda adeta mi/li marş olarak Türkler arasında Ömer Naci'nin yıllarca söylenmiş şu mısra '/arını da yazdırmışlardır:
94
İster isek biz de yahşi gün görek Lazımdır kim yürek yüreğe verek Gel kardaşım dost o/ak Kasiivetden kurtulak! İster isek halas olmak beladan Senlik benlik çıksın artık aradan.
Kullanılan sade Türkçe ve Azeri şivesi ile ifiide tarzı dikkate değer.
miştir. Şekavetten eser kalmamıştır. Herkes birbiri ile kardeş olmuştur. Dünya hayret içindedir.
İran'ın Batı ve bizim Doğu hudutlarımız da diş ve buruşa iştirak etmiştir ... İran'da da sarsıntı başlamıştır. Dağlardaki İran çeteleri kuvvetlenmekte ve Hükumet kuvvetleri bir şaşkınlık devresi geçirmektedir. Biraz bizim Sefir ve Şehbenderler'imizin ve biraz da ahvalin ve yerli çetelerinin te'siri ile Ömer Naci artık serbest bırakılmıştır. Mirza Said yine Ömer Naci ile beraberdir ve şimdi de İran'ın bu değerli inkılabcısı Osmanlı Meşrfüiyeti'ne misafir olarak Van'da bulunmaktadır.
Onların Muş'a girdikleri gün bütün bir şehir halkı - kadın, erkek, Hıristiyan, Müslüman, yediden yetmişe kadar bütün bir şehir halkı - yollara dökülmüştü. Misafirler Ömer Naci Bey'le beraber dört kişi idiler. İkisi Van Ermeni Taşnak çete reislerinden Aşhan ve Murad'dı. Biri de İran mücahidi Mirza Said'di. Naci'den başka diğer arkadaşları bombalı ve silahlı idiler. Başlarında bir bando olmak üzre, bir de bir tabur piyade askeri, istikbale çıkmıştı.
Bandonun hizasına gelindiği zaman, gelenler ve karşılayanlar hepsi atlarından indiler. Taburun sonuna ve Muş şehrinin başına gelindiği vakit Ömer Naci durdu. İstikbal edenlere kısa bir hitabede bulunacağı anlaşılıyordu Ben o ana kadar bu sınıf arkadaşımın bir hatib olduğunu bilmezdim. Ömer Naci Bey gerçi çok güzel söz söylerdi, şairdi. Yazdıklarını - hele kendi okursa - mest olurdum. Fakat kitleye irticali olarak hitabettiğini ve edebileceğini bilmezdim. O zamana kadar onun adını "Şair Ömer Naci" bilirdim.
Bana mı öyle geldi? Yoksa, Ömer Naci Bey'in bu ilk hitabesi emsalsiz bir te'sir ve kudrete mi malikti? Ne idi? . . . Sanki gırtlağına kadar ateşle dolmuştu. İçindeki lavları boşaltmak, kafasındaki Rodüberk'i etrafına saçmak ihtiyacında idi. Gurbetlerde, Fransa' da, Rusya' da, İran' da parasız kalarak, aç kalarak, sürünerek, hatta o zamanki İran'ın i'dam şekli olan "tomru-
95
ğa çekilmek" cezasını zindanının karanlıkları içinde günlerce tahayyül ederek dolmuş, dolmuş ve şimdi hürriyetine kavuşan ilk vatan toprağında bunları boşaltıyordu. Ben bir mucize karşısında kalmış gibi kamaşmış ve şaşırmıştım. Bir saat kadar sürdüğü anlaşılan bu nutuk sanki bir saniye içinde çakıp sönen bir şimşek gibi idi, geçti. Bunlar söz bile değildi. Söz olsaydı eski hatıralar serisi arasında bunlardan birkaç cümle olsun bulunabilecekti. Bunlar bir benim değil, benim gibi onu bayıla bayıla dinleyenlerin dimağlarında hiçbir kelime, hiçbir gölge bırakmayarak ruhların içinde çaktı ve ruhların içinde söndü ... Ömer Naci bu nutkunu yalnız o gür sesiyle vermiyordu. Elleri, kolları, kaşı, gözleri ve bütün vücudiyle veriyordu. Vücudun bütün parçaları sesiyle beraber titriyor. Geriliyor, atılıyor, boğuluyor ve gürlüyordu. Nutuk verirken gittikçe yükselen, gittikçe korkunç bir hal alan bu adamın nutkunu bitirdikten sonra rengi solmuş, kolu kanadı kırılmış, acınacak bir hale girmiş olduğu görülüyordu.
Birkaç defa Meşrı1tiyet Maliye Nazırı Cavid Bey'i, bir iki defa da Hamdullah Subhi' Bey'i dinlemişimdir. Gerçi bu zatların hitabet kudretleri de yüksekti. Gerçi onların nutuklarıyla da tüylerim ürpermiş ve sarsılmıştım. Fakat onları dinlerken hiçbir vakit kendimi unutacak, kaybedecek kadar heyecanlanmamıştım.
Ömer Naci'nin verdiği nutuklar hakkında hatıra defterimden şu notları ahyonım:
Bir Erzurum nutkundan: "Bir arslan birdenbire nasıl melekleşir, yahut bir melek bir
denbire nasıl arslanlaşır ve yahut herhangi bir mahluk bir anda nasıl hem arslan, hem de bir melek ruhunu taşıyabilir? Bunu hissetmek için mutlaka Ömer Naci'yi bugün nutuk verirken dinlemek ve görmek lazımdı. Söze başlarken gözleri dönmüş, rengi sararmıştı. Zavallıya hasta diye acıdım. Fakat söze başladıktan sonra rengi kızardı, saçları diken diken oldu. Can-
96
landı, kükredi, d inleyenlerin ruhlarını kendi ruhiyle beraber meçhı11 ufuklar üzerinde dolaştırmaya muvaffak oldu . . . "
Diğer bir not daha: Bir Trabzon nutkundan: "Ömer Naci bu defa nutkunu başlarkan deli bir fişek gibi
etrafma mavi, mor, kırmızı kandiller serperek birden patladı. Ne oluyor? Ne oluyor? Derneğe vakit kalmadı. .. Ne olacak deli bir fişek atılmış, deli bir fişek: (Ölümlü bir lerze He titremiş, sonra uzamış ve sonra sönüp gitmişti.)197ı
Üçüncü bir not: "Sultan Reşad'ın Selanik'te bulunduğu günlerde bir sı1-ikast
söylentisi üzerine Selanik İttihad ve Terakki Mektebi'nin üç tarafı kapalı geniş meydanında Ömer Naci Bey meşhur nutuklarından birisini irad etmişti. Bu nutku büyük bir dikkatle dinleyen sabık Maliye Nazırı Cavid Bey etrafındaki arkadaşlarına, "Ömer Naci'yi yeni dinliyorum. Dehşet!. .. Dehşet! . .. " ve parmağını ağzına götürerek "hayret!. .. " demiş ve bu hayretini gizlememişti. "
Muş, Merkez-i Umuminin her gün çektiği telgraflara ve kendisinin israrlarına rağmen, Ömer Naci'yi bir hafta bırakmadı. Bu bir hafta içinde Ömer Naci biri camide, birisi kilisede, biri İslam diğeri Ermeni mezarlığında olmak üzere dört nutuk iradetti. Müslüman, Hıristiyan bütün şehri avucunun içine aldı. Ömer Naci natıkasiyle büyük kitleleri harekete getirebilecek bir kudretti.
Van-Muş yol arkadaşlarından birinin Ömer Naci hakkındaki şu sözlerini unutamam: "Paris'te iken Jean Jaures (1859-1914)'i dinlemek fırsatını hiç kaçırmazdım. Onun meftunu idim. Onu dinledikten sonra adeta başım dönerdi. Ömer Naci'yi dinler-
(97) Bu kelimeleri Ömer Naci"nin 1 899 ve 1 900 yıllarında Mecmua-i Edebiye'· de intişar eden bir yazısından aldım. Nazım ÖREN
97
ken ise büsbütün kendimi kaybediyorum. Bu da Fransa' da doğsa ve yetişseydi, mutlaka Fransa'mn birinciJaures'i Ömer Naci olurdu."
O yol arkadaşları Muş'da kaldılar. Ömer Naci, İran mücahidi Mirza Said'le beni de yanlarına alıp Erzurum'a hareket ettiler. Ben onlarla beraber Erzurum'a gidecek ve Doğu'da İttihad ve Terakki Cemiyeti teşkilatını yaymağa me'mur edilen Erkan-ı-harb Binbaşısı Vehib Bey (Birinci Cihan Harbi'nde Şark Cephesi Kumandanı Vehib Paşa (KAÇI) (Yanya 1877-İstanbul, 1 3 Haziran 1 940) ve arkadaşı Topçu Yüzbaşısı Erzurum'lu Salim'le beraber tekrar Muş'a dönecektim.
Erzurum, Ömer Naci'ye Erzurum'a yakışır bir istikbal töreni yaptı. Ömer Naci de Erzurum'a yakışır, ateşli bir hitabe ile bu töreni karşıladı. Ömer Naci ile Erzurum daha ilk görüşte birbirleriyle kaynaştılar. Ömer Naci ölünceye kadar adeta her sene bir defa Erzurum'u ziyaret etti ve onun dertlerine derman bulmağa çalıştı. Sağ iken Erzurum Ömer Naci için bir Kabe idi. Öldükten sonra ise Erzurumlular için Ömer Naci bir Aziziye şehidi oldu. Fakat kemikleri Kerkük'te kalan talihsiz ve nasibsiz bir vatan ve hürriyet şehidi. .. "
Diğer mir makalesinde<98> Ömer Naci'nin mefkure ve mücadele arkadaşı Mirza Said'i anlatan Nazım Ören, bu yazısında da Ömer Naci ile ilgili birçok değerli bilgi ve hatıraları tamamlamaktadır:
"İran mücahidi Mirza Said'in iki çeşit hayatını gördüm: Çocukluk ve olgunluk hayatlarını. .. Muş-Erzurum yolunda ele avuca sığmayan ve eline geçen her oyuncağı kırıp atan bir çocuk olmuştu. Erzurum'a gelindikten sonra Ömer Naci gibi olgun ve dolgun bir hatlb oldu . . . Onun çocukluk tarafı -zannederim - daha baskındı. Çünkü yollarda ve köylerde
yalnız kaldığımız zaman Ömer Naci'yi de o ayartır, o yoldan
(98) Nazım Ören, İki Hatibden Öteki. Dünya, 1 1 Mayıs 1953, nu. 433, s.2 ve 6.
98
çıkarır, o çocuk ederdi. Onların köy odalarında - kendi kendimize kaldığımız zaman - geç vakitlere kadar devam eden yastık kavgalarını daima hatırlarım. Bunlar ölecek adamlar mıydı? Ya Rabbi! . . .
Erzurum'a geldiğimizin üçüncü günü idi. Erzurum İttihad ve Terakki Cemiyeti, Pastırmacı Kıraathanesi'nin salonlarında o gece için bir müsamere tertip etmişti. Müsamerede Cemiyet'in Doğu'daki teşkilatına me'mur olan ve Seianik'ten gelen Erkan-ı-harb Binbaşısı Vehib Bey (Paşa), Ömer Naci Bey, İran mücahidi Mirza Said birer konferans vereceklerdi. Vehib Bey, ittihad ve Terakki Cemiyeti'nin te�kilatından, gayelerinden; Ömer Naci Bey, Namık Kemal Bey' den, hürriyetten. adaletten, müsavattan; Mirza Said de İran Meşrutiyeti'nden ve bu meşrı1tiyetin İran Şahı Mehmed Ali tarafından nasıl tecavüze uğradığından bahsedeceklerdi.
Beni üzen antikahuylarımdanbirisi de, sevdiğim, hatta hazan kayıtsız kaldığım herhangi bir şahıs tarafından bir konferans verilirken veya bir şarkı okunurken, yahut bir piyesteki rolü oynarken muvaffak olamayacağı ihtimali ile kendimi bir baskı altında görerek üzülmekliğimdir. Vehib Bey'i düşünmüyordum. Onun yaşı başı ve tecrübesi, konferans vermeğe müsaitti. Ömer Naci Bey'in muvaffakiyyetsizlik ihtimali aklıma bile gelemezc:. O bu gece de kimbilir yine neler söyleyecek ve dinleyicilerini nasıl teshir edecekti? Ben, Mirza aid'i düşünüyordum. O dana çok genç ve tecrübesiz görünüyordu. Onu yol arkadaşlığımızda çok sevmiştim. Lisanı çetrefildi. Müsamereye davetli bulunan İranlılar bu Azerbaycan şivesinden hoşlansalar bile dinleyicilerin bir kısmı için bu şiveyi biraz yabancı ve karışık buluyordum. Bu hassas ve sevimli gencin en ufak bir istihfafla karşılanmasına tahammül edemeyecektim. En fenası Ömer Naci'nin ondan önce söz söylemesi idi. Ömer Naci'nin arkasından bu adam nasıl gidebilecek ve ona nasıl yetişecekti? . . .
99
Nihayet sıra ona geldi: Mirza Said, tatlı bir Azerbaycan şivesi ile söze başladı. En evvel Ömer Naci'den söz açtı. Onun kahraman ruhundan, onun kudretinden, fedakarlığından, onun yalnız Türkler ve İranlılar için değil, bütün dünya mazlumları için çarpan yüce bir kalb ve duyguya sahip olduğundan tatlı tatlı bahsetti . Ömer Naci'nin yalnız Türkiye'nin değil, İran'ın da, bütün mazlum milletlerin de Ömer Naci'si olduğunu izah etti. Sonra esas ödevine geçti:
En önce, İran'ın içtimai, siyasi, iktisadi hayatını anlattı. Daha fazla fikirlere hitabediyordu. Tatlı, sürükleyici, yumuşak bir üslubu vardı. Sözlerinin te'sirini dinleyenlerin gözlerinden, bakışlarından anlıyor; yakaladığını bir daha bırakmıyor, basitten mürekkebe doğru gidiyordu. Mantıkın sert, kuru vadilerine doğru gitmeğe mecbur kaldıkça güldürücü ve eğlendirici fıkralar bulmakta güçlük çekmiyor; dinleyicilerini daima çiçekli yollardan ve daima yükseğe doğru götürüyordu. İran Meşrı'.ltiyeti'ni Muzafferüddin Şah lutfif ve ihsan buyurmuştu. Maksadı İran'ı hürriyete, adalete götürmek değildi; her biri bir Şah olan eyalet derebeylerini de nüfuz ve esareti altına alıp baştan başa İran'a hakim olmaktı. Bu ilham ona kısmen Rusya' da ve kısmen Avrupa' da tahsillerini tamamlayan ve Avrupa Meşrfitiyeti'ne hayran kalan İran Demokratları'ndan gelmişti. Bunların gizli bir komitesi vardı. Gizli ve korkunç ... Şah, bir taraftan bunları memnun etmek yolunu tuttu. Diğer taraftan İran'ın geniş eyaletlerindeki her biri bir Şah olan Hanlar'ın, hakimlerin, müctehidlerin kudretlerini Tahran'ın etrafında toplayarak onları bir nevi kafese sokmak ve tuzağa düşürmek cihetini tasarladı. İran derebeyi, Türkiye ağasına, Türkiye derebeyine benzemez. Hatta, İran derebeyi, tarihin bir şaheser derebeyidir. Onda Allah ile kul bir araya gelmiştir. İsterse dini, isterse insani kuvvetini kullanır. Türkiye' de içtihad serbest değildir. İran'da bir derebeyi hem müctehid ve hem de Han'dır. Yahut her Han'ın elinde onun emrinden dışarıya çıkamayan bir baş müctehid vardır. Müc-
100
tefiid demek, Halife üstünde dini bir kudrete sahip, hudutsuz dini bir salahiyeti olmak demektir. Şer'! hükümleri ve ilahi hükümleri kendi karar ve arzusuna göre düzenleyebilmekte, uygulamakta ve yorumlamakta serbest demektir. Onun kafir dediği mutlak kafirdir ve Cehennem'e gidecektir . .
Şah, bütün bunları düşünerek şeytani bir Anayasa hazırlatmış, ortaya bir maskara Anayasa, bir Asya Anayasası çıkarmıştı.
Şah bu Anayasa'da layüs'eldir. Millet Meclisi azalarının üçte birini bizzat Şah nasbeder. Eyalet Hanları'na da - yem kabilinden - buna yakın birer salahiyet verilmiştir. Millete intihab etmenin ve edilmenin yalnız kokusu kalmıştır. Yine bu Anayasa ile Başvekil'i Şah tayin eder. Başvekil de Vekiller'i bularak hükumeti kurar. Millet Meclisi isterse i'timad reyi verir, isterse vermez. İ'timad oyu vermezse yine aynı us(i) ve kaideye göre ikinci bir kabine teşkil edilir ve artık Millet Meclisi'nin salahiyeti de burada biter.
Mirza Said bu tafsilatı biraz fazla bulmuş olmalı ki, gülerek başka bir eda ile nutkuna devam etti:
Bir gün, dedi, ehli ve vahşi hayvanlar yırtıcı bir arslanın riyasetinde olarak bir ormanda toplanmışlar. "Biz de insanlar gibi neden bir bando kurup niçin musikiden nasibimizi almıyoruz" demişler. Arslan ayıyı bandoya şef yaptırmış. Kurta davulu, tilkiye gırnatayı, köpeğe saksafonu, çakala şunu, kediye bunu vermiş. Haydi başlayın demiş. Başlamışlar, fakat karmakarışık sesler çıkmış; hayvanların yerlerini değiştirmiş. Yine aynı gürültü, yine aynı falsolu sesler . . . Aletleri değiştirmiş.Hayır yine aynı neticeler çıkmış.
Dinleyenler de kendisiyle beraber gülmeğe başladılar. Biraz durdu, irticalen irad ettiği nutkun en mühim kısımlarına gelmiş olduğu anlaşılıyordu.
Gevezeliğimin bu kadar uzamasını ben de istemezdim, dedi. Fakat elimde değil. Türkiye de benim için ikinci bir va-
101
tandır. Şu vaziyette ve şurada bulunuşum bunu pek güzel isbat etmez mi? Bütün bu gevezelikleri içimin yandığı için Türkiye'nin de İran gibi bir felakete düşmemesi, sözlerimin yabana atılmaması için yapıyorum.
Herhangi bir memlekette, herhangi bir rejim - isterse yapma ve sun'i olsun - hürriyet ve adalet lehine değiştiği zaman mutlaka - hele o memleket uzun bir müddet esaret altında inlemiş bir memleket ise - birtakım fevkaladelikler içinde kalıyor. Eski ve yeni bütün müesseseler yerinden oynuyor; ma'sum görünenler kaçıyor, mücrimler geliyor, mahiyeti meçhfil olan bir cereyan, bir tı1fan memleketi meçhiile doğru sürükleyip götürüyor. Şimdi Türkiye, şimdi siz tam bu hayatın içinde bu cereyanın önündesiniz. İran Meşriitiyeti'nin, ilk gün- . leri de böyle geçiyordu. Taraf taraf mektepler, matbaalar, kulüpler açıldı. Kitaplar, gazeteler, mecmualar çıktı. Millet Şah'ı ile, zenginiyle, müctehidiyle, derebeği ile bir bayram içine gömüldü. Fakat çok sürmedi. Eski Şah öldürüldükten ve yeni Şah geldikten sonra işler sür'atle değişmeğe başladı. İran ikiye ayrıldı: Dindarlar ve dinsizler.
Dindarlar, başta Şah olmak üzere müctehidler, mütegallibeler ve taraftarları . . . Dinsizler ve Avrupa' dan her ne suretle olursa olsun İran'a dönenler; matbaaların, mekteplerin başına geçenler ve onların taraftarları.
Meşrı1tiyet'in sevinç ve bayram günleri pek kısa zamanda pekçok gerilerde kaldı. Dinsizleri ortadan kaldırmak için menfi kuvvetlerin el ele vermeleri pek çabuk te'min edildi. Zaten bu zavallı dinsizler ötekilerinin onda biri bile değildi. Milletin çoğunluğu ile onların arasına derin bir uçurum açtılar.
Burada Mirza Said'in sesi yükseldi. Adeta Ömer Naci'leşti. O da artık kendini unuttu. Sesinin tonunu değiştirdi. Sesi bir feryad haline geldi. Doğrudan doğruya hislere, ruhlara hitabetmeye başladı:
102
"Fakat onlar, diye gürledi, onlar bu uçurumu dolduracaklardır; ne ile: Cehennem'in ateşi kadar sıcak olan genç kanlarının kaynayan köpükleriyle . . . O uçurumu dolduracaklardır, ne ile: Bağırsakları köpeklere atılmış ma'sum çocuklarının kül kokan ma'sum cesetleriyle .. O uçurumu dolduracaklardır, ne ile? Namusları payimal olmuş karılarının kesilmiş saçları ve annelerinin artık görmez olan gözlerinin kanlı yaşları ile ... Onlar o uçurumu dolduracaklardır ne ile? . . . "
Ve böylece gürleyip gidiyordu. Ötekilerini el defterime yazamadım. Ben de ağlıyordum. Ancak bu kadarını yazdım.
Salondakilerden en evvel İranlılar, sonra Türkler, sonra Ermeniler başlarını çevirerek gizli gizli gözlerini silmeğe başladılar. Artık şimdi ne kendisinde, ne de kendini dinleyenlerde takat kalmamıştı. Dermansız bir halde Naci'nin yanına yığıldı. Bir Naci'nin bir de onun yüzüne baktım. Bana bu çehreler karanlık gecelerde doğan bir güneş gibi göründüler."
Nazım Ören'in, Ömer Naci'nin bu günlerine aid tarihi değer taşıyan hatıraları, Vehib Bey (Paşa) için yazdığı ve kendisinin İttihad ve Terakki Cemiyeti'ne giriş törenini de anlattığı diğer mühim bir yazısında da devam etmektedir:<99>
"Hatib Ömer Naci ve İran mücahidi Said'le beraber Erzurum' a girişimizin ikinci günü, 1 908 senesi Temmuzu'nun son günlerinde - usı11ü dairesinde yemin ettirilerek - İttihad ve Terakki Cemiyeti'ne kabı11 edildim."
"Yemin töreni, Erzurum Askeri Rüşdiyesi'nin karanlık ve korkunç bir bodrumunda yapıldı. Klavuzum, tesadüfi olarak çocukluk arkadaşım olan Topçu Yüzbaşı Salim'di. Sonra bu Salim, kahraman tayyareci Salim oldu . . .
(9�) Nazım Ören, İki Paşadan Biri: Vehib Paşa, Dünya, 29 Mayıs 1953, nu. 451, s.2 ve 5.
103
Bodrumun karanlık bir köşesine - üzerine yeşil çuha örtülü - bir masa konmuştu. Üstünde Kelam-ı Kadim ve onun yanıbaşında üst üste konulmuş bir tabanca ve kınından çıkarılmış bir kılıç vardı. Duvardaki bir çiviye ışığı az ve kifayetsiz bir el lambası asılmıştı. Masanın uç tarafına ince ve belirsiz
-gölgeleri bodrumun siyah toprakları üzerinde titremeye ça-lışan adi üç hasır sandalye konmuştu. Salim beni bodruma - bilmem ne sebeple - gözlerimi bir mendil ile bağlayarak indirmişti. Gözlerimi açtığım zaman kendimi küf kokan karanlık, geniş bir zindanda zannetmiştim . . . Daha etrafımı bir az süzüp ne var ne yok olduğunu anlamadan bu mahzenin karanlık bir köşesinde karanlık bir kapı açılmış, içeriye resmi elbisesiyle bir Osmanlı Erkan-ı-harb Binbaşısı girmişti. İşte sonradan Vehib Paşa olan Vehib Bey bu idi. Hiçbir şey konuşmadan hasır sandalyelerden birisini altına çekip oturdu. Siilim'le bana eliyle yer gösterip bizi de diğer iki sandalye üzerine oturttu. Biz oturur oturmaz otomatik bir tarzda yine o siyah ağızlı kapı açıldı. Bu def'a iki siyah ve canlı cismin kalın fakat belirsiz gölgelerini yerlerde ve duvarlarda gezdirerek masaya doğru muntazam, kısa ve askeri adımlarla ilerlediklerini gördüm. Üçümüz de ayağa kalktık. Onların adımlarının çıkardıkları hafif "rap, rap" sesleri her nedense büyüyerek mahzende korkunç akisler yaratıyordu. Bu gelenler geniş ve boydan boya vücutlarını saklayan siyah kefenlere bürünmüşlerdi. Kefenlerin üst taraflarında ikişer delik bulunuyordu. Bu deliklerin arkasında birer karanlık gözün, lambanın kuvvetsiz ışıkları ile acılıp kapandıkları, parlayıp söndükleri hayiil-meyiil fark olunuyordu. Vehib Bev sa� elimi alarak Kelam-ı Kadim'in üzerine, sol elimi de birbirınin üstünde bulunan kılıç ve tabancanın üzerine koydu. . . Benim ellerim yanıyordu, onun elleri soğuktu. Bu soğukluktan vücudum diken diken oldu, ürperdim. Vehib Bey, siyah kefenlere bürünmüş bu iki şahidin huzuru ile: "Vatana, millete ve İttihad ve Terakki Cemiyeti'ne sadık kalacağıma ve bunlara ihanet edersem kanımın heliil olduğuna dair" yüksek sesle
104
yemin ettirdi. Sonra tebrik etti. Yemin ederken - i'tiraf edeyim ki - sükunetimi muhafaza edemeyerek titremiştim. Kendi yemin sesimin mahzenin karanlıklarında akisler yarattığını unutamam. Zannederim ölünceye kadar da unutamayacağım.
Bu yeminin ne için böyle törenle yapıldı�ını birkaç gün sonra çocukluk arkadaşım ve Cemiyet rehberim olan Yüzbaşı Salim'den sordum.
- Evet, dedi, belki MeşrGtiyet'in ilanı ile bu şekil ve merasim dahilinde yemin ettirilmenin bir ma'nası artık kalmamıştır. Belki de pek yakında Cemiyet'in hiçbir gizli ve kapaklı işi kalmayacaktır. Fakat Meşrı'.itiyet'den evvel bu usUI ve merasime pek kat'i bir lüzum ve ihtiyaç vardı. Hatta diyebilirim ki, İttihad ve Terakki Cemiyeti, kuvvetini herşeyden ziyade bu usı'.il ve merasime borçludur. Bu merasimle Cemiyet'e alınan herhangi bir şahıs, ancak Cemiyet'e mensub birkaç arkadaşını tanıyabilirdi. Hiyanet edebildiği zaman ancak o tanıdıklarını ele verebilecekti. Bu, Cemiyet'e büyük bir kazanç te'min etmek demekti. Sonra o siyah kefenli şahidler, o karanlık mahzenler, o Kelam-ı Kadim'ler, kılıçlar ve tabancalar mes'eleye bir ciddiyet ve azamet getiriyor, Cemiyet'e bu sGretle girenlerin bir an için gözlerinin önünden ayrılmıyorlardı.
Cemiyet'e mensub olup ona herhangi bir sebeple ihanet etmek isteyen bir insan mutlaka ihanet etmezden evvel üzerine ellerini koyarak yemin ettiği o tabancanın ve o kılıcın soğuk namlusunu ve sivri ucunu mutlaka ya şakağında yahut kalbinin önünde görebilecekti, bu da Cemiyet'e, Cemiyet'in teşkilatına pek büyük bir yardım demekti.
"Bu uslı'.ilü kim buldu ve ne zaman buldu?" dedim. "Ömer Naci bundan sana hiç bahsetmedi mi?" dedi. "Hayır, ne ben böyle birşey sordum. Ne o böyle birşey söy-
ledi."
105
"Ona sor ... Herkes - şüpheli görünmekle beraber - onun icad ve eseridir diyorlar. Hatta bunun için mektepten çıkıp Selanik'e geldiği zaman onun iki sene bu mesele ile uğraştığını ve bütün Avrupa ihtilal cemiyetlerinin ve Balkan komitecilerinin programlarını, usullerini adamakıllı tedkik ederek nihayet bu neticeye vardığını söylüyorlar."
Ömer Naci'nin sihirli şahsiyeti ile okul sıralarından i'tibaren arkadaşları arasında, çevresinde, yurd içinde ve yurd dışında, İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin her türlü faaliyetlerinde ne te'sirli bir rol oynadığının batıra ve belgeleri pek çoktur. Kendi nesli içinde onun sihri ile büyülenmiş her sınıf ve rütbeden insanlara rastlandığı gibi, daha sonraki nesillerde de onun derin izlerine şahid olunmaktadır.
Samet Ağaoğlu, Ağaoğlu Külliyatı adı altında babası Ahmed Ağaoğlu'nun kitaplarını yayımlarken, İran ve İnkılabı eserine şu ithafı koymuştur:<100ı
"Babam sağ olsaydı bu eserini başta Ömer Naci olmak üzere İran İnkılabı uğrunda çalışmış ve can vermiş olan Türkler'e ithaf ederdi diye düşündüm ve buna, onun namına, ben cesaret ettim:·
Ahmed Ağaoğlu'nun bu kitabında Ömer Naci'nin İran'da bir milli destan haline gelmiş mücadele hayatı ile ilgili şu satırlar yer almış bulunuyor: " . . . Kafkasya'da kurulan bu ilk İranlı Azeri encümenler, İran'ın her tarafına propaganda risaleleri ve evrakı sevkediyor, hükumetten islahat taleb olunmasına, İran'ın kendisinde de encümenler kurulmasına teşvik ediyor ve fi'len de az müddet sonra İran Azerbaycanı'nın muhtelif yerlerinde bu gibi encümenlerin kurulmuş ve faaliyete geçmiş olduğunu görüyoruz. Aynı zamanda birkaç Kafkasya Azeri gençleri, İran
(100) Ahmed Ajjaoğ/u, Iran ve İnkılabı, Ankara 1941, s.3, 99 ve 100.
106
Azerbaycanı'na giderek fi'len inkılab hareketlerine karışıyorlar.
Bütün bunlara bir de Osmanlı Türk inkılabçılarının İran Azerbaycanı'ndaki faaliyetleri ilave olunmalıdır. Merhum Ömer Naci birkaç arkadaşı ile ve dostu Selmaslı Salman ile Azerbaycan'ın içlerine kadar girmeğe ve oralarda malum olan ateşli hitabeti ile ahaliyi tahrike muvaffak olmuştu. Bu unutulmaz yüksek idealist insan sonraları bu Azerbaycan sergüzeştini hatırlamaktan pek haz alırdı. Osmanlı inkılabının arefesinde İran'da bir aralık kuvvet bulmuş olan irtica, merhumu (Ömer Naci'yi) tevkife muvaffak oluyor ve boynuna zincir ve ayaklarına kelepçe vurarak zindana atıyor. Merhum zindanda geçirdiği günleri ve maruz kaldığı hakaretleri Azeri lehçesi ile hikaye ederek kahkaha ile gülerdi. Mesela hapishane gardiyanı kendisine ekmekle su getirirken daima:
"Ey köpekoğlu Encümen!"; "Sen diyen oldu yohsa men?" (Ey köpekoğlu komiteci! Senin dediğin mi oldu, yoksa benim dediğim mi?) diyerek istihza ve tahkir edermiş!
Bu suretle etraftaki Türk memleketlerinden gelen fikirler ve telkinler sayesinde Azerbaycan, İran İnkılabı'nın en hararetli ve sönmez bir ocağı oldu . . . .inkılab hareketleri buradan patlak verdiği gibi, inkılabın maruz kaldığı müşküller esnasında da imdada sür'at ve kuvvetle koşan yine burası oldu."
1 908'de ve daha sonraki yıllarda, ölümüne kadar Azerbaycan, Kafkasya ve İran' da ölümle alay ederek mücadeleler vermiş Ömer Naci Bey, İran'a aid hatıralarından pek azını, daha önce kaydettiğimiz gibi, Bahçe dergisinde yayımlamışsa da bu yalnız ilk seferin başlangıç safhasıdır ve tamamlanamamıştır. Cavid Bey'in, Tanin'de Hüseyin Cahid Yalçın tarafından yayımlanmış son derece değerli hatıralarında, Ömer Naci ve İran seyyahatları ile ilgili bölümü kaybolmuştur. Bir İran seferinde Ömer Naci ile beraber bulunmuş hocam Kozanoğlu Cenab Muhiddin hayli ihtiyar ve rahatsız bulundukları, son-
107
ra da vefat ettikleri için hatıralarını tesbit edemedik. Böylece anc<Lk çeşitli dergi, gazete ve hatıralardan çıkarıp derlediğimiz bilgiler ve anektodlar ve elimizdeki belgelerle yetinmek zorunda kaldık. Bir gün bu konuyu araştıracak, inceleyecek ve tamamlayabilecek bir kimse çıkarsa, gelecek Türk nesilleri, yeryüzünde hürriyet mücadelesi yapacak bütün ülkücüler, bütün milli inkılabçılar belk tarihin en ilgi çeken değerli ve örnek bir kahramanlık destanına; yazarlar ve filimciler en heyecanlı ve yaşanmış bir roman, bir senaryo konusuna sahip olacaklardır.
Ölümü üzerine Tanin' de yayımlanmış Büyük Bir Ziya başlıklı, bir değerli yazıda, Ömer Naci'nin hayat hikayesi verilirken, İran'daki maceraları ve sonrası hakkında şu aydınlatıcı ve tamamlayıcı bilgiler sunulmuş bulunuyor:(ıuı ı
"Tanin, bugün bütün kari'lerinin kemat-i iztirabla öğrenecekleri bir haber vermek bahtsızlığında bulunuyor: Uzun bir zamandan beri memlekette his ve fikir cereyanları ile alakadar olan herkesin kalbinde pek aziz bir yer tutmuş olan Ömer Naci, o kadar sevdiği vatanı için nihayet şehid oldu! Şüphesiz bu haber, uzaktan veya yakından Naci'yi tanıyan herkes üzerinde pek derin bir te'sir husı11e getirecektir; çünkü Naci, ayrı ayrı muhtelif insanlarda pek güç rastlanır birçok meziyetleri hep birden kendi nefsinde toplamaya muvaffak olmuş büyük insanlardan biri idi. O kadar ki onu tanıdıktan sonra sevmemek, hem de kalblerimizin bütün aşk ve takdisi ile sevmemek kabil olamazdı."
" . . . Kendisi İttihad ve Terakkinin ilk müessislerinden idi ve bu ilk müessisler arasında ilk kayıp da kendisiyle vuku buluyor."
" . . . Naci, hayatını bir makale içinde teşrih ve tahlil etmek kabil olamayan büyük meziyetlere sahih bir insandı. Bunun-
(101) Tanin, 18 Ağustos, 1916, 8. sene, nu.2759, s.3.
108
la beraber bugün, hiç de hatırımıza gelmediği bir sırada onu kaybetmi§ olunca bütün faaliyet ve fedakarlıktan ibaret olan bu şanlı hayata kısa bir nazar atfetmek istiyoruz.
Onyedi, onsekiz yaşında iken şairlikle başlayan Naci'nin his ve idrak hayatı anlatıldıktan sonra şöyle denilmektedir:
"O zaman Naci ince ve hassas bir şairdi; aşk ve tazelik, şiir ve hayal terennüm eden genç bir şair; belki de Naci'nin sade o zamanki seneleri tedkik edilse, kendisinde yakın bir gelecek için büyük bir inkılabcılıkla açılacak derin ve çok coşkun bir ruh yaşadığı farkedilemez; fakat daha sonra anlaşıldı ki 1 899'da ince ve hayali şiirleriyle kendisini gösteren bu hassasiyet, aşk ve hararet fırtınaları içinde çalkanıp duran engin bir ruhun küçük bir dalgasından başka birşey değildir. Doğrusu Naci'yi o vakit hayal ve hicran şairi yapan kuvvet, zamanın tazyiki idi. Sanki istibdadın demir eli, inkılabcı Naci'nin boğazına sarılmış, onu bütün kuvvetiyle boğmaya çalışıyor, Naci de bu tazyik altında istediği gibi haykıramayarak, kalbinin bütün aşkı ve ciğerlerinin bütün kuvvetiyle feryad edemeyerek, sadece, için için inliyordu. Çevresinin bezmiş ve kadere boyun eğmiş, üşengen ve hareketsiz çehresine karşı "İnkılab! İnkılab!" diye haykıramayan Naci, bütün zehirlerini içinde kurutmuş ve genç ruhunun uğradığı bu hastalıkla hayal ve hicran terennüm etmişti.
Sonra Naci, diğer bütün Edebiyat-• Cedide erkaniyle beraber birdenbire sahneden kayboldu; artık bu inkılabcı ruhu için inlemek bile yasaklanmıştı."
Daha sonra Naci'nin 1 902'de Harbiye'yi bitirip Rumeli'ye tayini ve Selanik'te yayımlanan Çocuk Bahçesi dergisindeki kalem çekişmesine değinilen yazıda, Naci'nin edebiyat bahsi arkasında o zamanki duruma temas eden ve Rıza Tevfik'e "Biz seninle neler söyleşip duruyoruz, halbuki vatan ecnebi müdahaleleri altında her gün biraz daha zelil oluyor!" tarzında bir feryadla hitabetmesinin, derginin kapatılmasına ve ken-
109
disinin yurd dışına kaçmasına sebeb olduğu anlatılarak §Öyle . denilmektedir:
" ... O zaman Naci, İttihad ve Terakki müessisleri arasına girmiş ve artık çalışmak lazım geldiğini anlayarak Fransa'ya kaçmıştı.
Naci aynı zamanda filosof ve mütefekkirdi. Ateşli bir zeka sahibi olan Naci, şüphesiz zamanının en çok okumuş olanlarından değildi; fakat az okuduğu halde en iyi temsil eden dimağı, zekasının kudret ve nüfuzu ve bilhassa tabiatının daima düşünmeğe meyleden isti' dadı neticesi olarak asrın bütün felsefesi hakkında kendisine mahsus fikirler edinmişti; fakat Niici'nin ruhundaki vasf-ı mümeyyiz aşk ve heyecan olduğuna göre, onun fikirleri ve felsefeleri de daima bir heyecan ile zarflanmış, kılıflanmış durur ve o söylerken veya düşünürken sade dimağiyle değil, biraz da ruhu ve sinirleri ile söyler ve düşünürdü.
Asıl Naci'yi. Avrupa'ya firardan sonra görürüz. O artık serbest zemini bulmuş, ruhunun bütün heyecanları hiç tazyik tanımaksızın serbest kalmıştır. Naci bundan sonra söyleyecek, bağıracak, vuracak, vurulacak, kıracak, kırılacak; hülasa sadece bir inkılab yapmak için inkılab yapacaktır. Onda bu hassaları gören arkadaşları kendisini, Kafkasya ve İnuı'dan dolaşmak suretiyle Osmanlı hudutlarını geçerek Anaduıu'da herkesi uyandırmaya çalışmak vazifesi ile me'mur etmişlerdi. O zaman maddi imkanları pek de bol olmayan Cemiyet'in hulus ve hamiyyetine güvenen Naci, inkılabcı ruhunda kaynaşan aşk ile yola çıktı ve İran'a dahil oldu. Kafkasya ve İran' da bu sıralarda hayat tehlikeli ve hararetliydi. Çok geçmeden Naci tüfeği omuzunda, kalpağı başında, çizmesi ayaklarında bir ihtilalci olmuş, Azeri Türkü Settar Hanlar, Bakır Hanlar'la birlikte mücadeleye başlamıştı. Farisiyi çok güzel söyleyen Naci, lisanının o fevkalade yüksekliği sayesinde iran'da herkese kendisini sevdirmişti. Bu sıralarda geçirdiği maceraları kendisinden dinlemeyenler, Naci'yi pek iyi anlayamazlar. Naci iki defa
110
yakalanmış, i'dama mahkum edilmiş; bir defasında kaçmış ve ikinci defasında ise artık bizde Meşrutiyet ilan edildiği için hükumetin teşebbüsatı ile kurtarılmıştır. Bu kurtuluş gerçekten büyük bir kurtuluş olmuştu. Naci, kurtulduğu günden birkaç gün sonra, başları top ağzına bağlanmak sfiretiyle berhava edilecek birkaç İran inkılabcısı ile beraber Selmas Hapishanesi'nde iken Türk Konsolosu'nun teşebbüsleri ile evvela kendini kurtarmış ve sonra da kendini mutlak öldürmek için Konsoloshane'ye hücuma kadar teşebbüs eden mürtecilerin elinden kurtularak bin türlü güçlük ve sıkıntıdan sonra sınırı geçmiştir. Zavallı Naci! Bize bu menkıbeleri naklederken, huduttan içeri girer girmez topraklara nasıl kapanıp yerleri nasıl öptüğünü anlatır ve sonra insanın hayata karşı gösterdiği bu kadarcık bağlılığı bile garip bularak, dalgın ve filosoflaşan bir eda ile gülerdi.
Naci 1908'den beri artık memleketin ateşli bir hatibi olmuştu. Şark'ın ruhunu pek iyi tanıyan ve aynı zamanda Şark'ın en hararetli bir ruhunu taşıyan bu inkılab insanı, hassas ve şair bir ruhun, ateşli bir düzgün sözlülük kabiliyeti ile birleşmesinden husı1Ie gelen bir ünlü hatib olmuştu. Naci'yi söylerken işitmemiş, konuşurken dinlememiş olmak, bu zamanda yaşayanlar için kaybedilmiş en büyük fırsatlardan biridir. O, o kadar aşk ve heyecan dalgaları yapardı ki, dinleyenler için bu dalgalar içinde boğulup kalmamak, söylerken ruhunun ve vücudunun bütün zerreleri titreyen Naci ile birlikte zelzele geçirmemek kabil değildi. "Diyebiliriz ki, Naci başlı başına bir ordu, başlı başına bir silah, başlı başına bir kuvvetti: Onun tatlı bir pelteklik içinde titreyen sesini işitip de etrafında toplanmamak ve sonra bu sesin dağıttığı musikisi ile mest olup, gür ve sarhoş, Naci'yi ölüme kadar ta'kip etmemek, en az hassas insanlar için bile olmayacak şeydi. Çünkü Naci dudaklarıyle değil, bütün vücudu, bütün ruhu, bütün zerreleriyle söylerdi."
ııı
Ömer Naci'nin Hatibliği
1 908 İkinci Meşrutiyet İnkılabı'ndan sonra, gizli bir yeraltı ihtilal kuruluşu olmaktan çıkıp açık bir dernek ve 1 9 1 3 . Kongresi'ndensonra da büyük bir siyasi parti haline gelen İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin kurucu ve yönetici kadrosunda Naci, daima en ön safta bulunmuş ve birinci derecede vazife görenlerden biri olmuştur. İttihad ve Terakkinin bir cemiyet mi, bir siyasi parti mi olduğu hususundaki anlaşmazlık sebebiyle bünyesinde görülen bölünme ve dengesizliğin bertaraf edilmesinde konferansları ile(102> önemli hizmetler görmüş bulunan Ömer Naci, kurulduğu günden ölümüne kadar Cemiyet ve Fırka'nın belli başlı Şahsiyetlerinden biri olmuştur. İttihad ve Terakkl'nin 19 10 Kongresi'nce seçilen yedi üyeden kurulu Merkez-i Umumi içinde, "Mes'ul Murahhas" sıfatı ile Dr. Nazım, Eyüb Sabri , Midhat Şükrü (Bleda), Edirne Valisi Hacı Adil, Ziya ve Hayri Beylerle birlikte Ömer Naci Bey de bulunmaktadır. 1 9 1 1 Kongresi'nde Merkez-i Umumi üyelerinin sayısı, yapılan tüzük değişikliğine göre 7'den 1 2'ye 'iıkarıhnca da, Dr. Nazım, Eyüb Sabri, Midhat Şükrü, Hacı Adil, Ziya, Hayri ve Ömer Naci Beyler ikinci def'a ve Tal'at, Ahmed Nesimi, Hüseyinzade Ali (Turan), Ali Fethi (Okyar) ve Halil Beyler yeni seçilmek suretiyle kurulan yönetim kadrosunda yine Ömer Naci bulunmaktadır.
Meşrfitiyet İnkılabı'nın millete duyurulması, anlatılması ve mal edilmesi yolunda halk kitleleri, gençler, askerler arasında Anadolu ve Rumeli'de, yurdun dört bir bucağında nutuklar, konferanslar veren, müsamereler, mitingler düzenleyen İttihad ve Terakki hatiblerinin başında, en ateşli ve te'sirli konuşmaları ile kendisini her dinleyeni tesir eden Ömer Naci vardır. ( 103ı
(102) Ömer Naci'nin Se/inik'te verdiği konferans, Tanin, 5 Mayıs 1327, s. 2-3.
(103) Altan Deliorman Türkler'e Karşı Ermeni Komitacıları, İstanbul 1973, s.92.
1 12
İsmail Hami Danışmend, 3 1 Mart Vak'ası adlı eserinde Ömer Naci için şunları yazmaktadır: "Hatib-i şehir demek, Cem'iyyet hesabına heyecanlı nutuklar ircid eden Mülazfm Ömer Naci Efendi/Meb'us Ömer Naci Bey demektir!"
Kuruluşunu Türkiye'nin her köşesine yaymak isteyen İttihad ve Terakki Cemiyeti içinde ve bütün yurtta Ömer Naci, partinin yegane ünlü hatibi olarak tanınmakta ve anılmaktadır.
İttihad ve Terakki'nin çeşitli alanlardaki faaliyetleri, Maliye Vekili Cavid bey'in gerçek kişiliği ve Türk politika tarihi bakımından çok büyük değer taşıyan CAvid Bey'in günlük hatıraları, Hüseyin Cahid Yalçın tarafından - Ömer Naci ile ilgili Doğu seyahatına aid kısmı maalesef kaybedildiğinden hariç olmak üzere - aynen yayımlanmıştır. Kitap haline getirilmesi, Türk politika tarihi araştırıcıları için bir sağlam kaynak ve hazine teşkil edecek bu çok uzun günlük hatıralardan, Ömer Naci'nin adı geçen ve Ömer Naci ile ilgili olan bazılarını, daha sonraki yılların hadiselerine de değinmiş bulunmalarına rağmen, burada sun'mayı uygun görüyoruz.<104ı
"Tefrika, 33; 1 1 Nisan, Pazartesi: . . . Abide-i Hürriyet merasiminden avdetimde Rasim, Naci ve Muhiddin Eşrefi gördüm. Onlar Sadık'ın ve diğerlerinin behemehal cezalandırılmasını istiyorlar. Bu def'a da ulüvvücenab göstereceksen hükumet adamı olmadığımızı ishal etmiş olacağız diyorlar ki pek doğru bir söz."
" 1 2 Nisan, Salı: Naci, Rasim, Nbım ve Eyüb Sabri yemeğe geldiler. Uzun uzun görüştük. Kulüblerde, kıtaat-ı askeriyede, halk arasında çalışıyorlarmı�. Meselenin bütün teferruatını tahkik ve tecessüsle utrapyorlarmış. Naci, kuvve-i �aneviyelerinin kırıldığını söytöyor. Eyüb Sabri, Sadık'ın ve
(104) Tanin, 1 Ekim HU3, sayı 4454-33'd61 - 1' Aralık 1943, sayı 4454-107'ye kadar 33. ve 107. telrilca/ardan alınmı� P'rçalardır.
1 13
bilhassa Ziya'nın behemehal gitmesi lüzumunda israr ediyor. Sadık Bey'in maiyetindeki zabitlerden bazıları da bizim tarafa celbedilmiş.
Meclis-i Vükela'ya gittim. Mahmud Şevket Paşa, Sadık Bey'i istintak ettiğinden ve bugün yahut yarınki trenle Selanik' e gideceğinden bahsetti. Pişman olmuşlar, gevşemişler, hatta gözününaltında siyah çizgi peyda olmuş. Bunlar ala. Fakat Hükumete tereddüb eden icraat nerede kaldı? Bir Miralaya karşı bu derece zaaf gösterilir mi?"
"Tefrika 36; 22 Nisan Cuma: Bugün kimseyi görmedim. Gazeteler buhrandan enine boyuna bahsediyorlar. Murahhas Nazım gelmişti. Kendisiyle uzun uzadıya görüştüm. Bu çocuk hakikaten iyi bir kuvvet. Faal, cesur, metin, malumatlı. Esnay-ı ta'tilde Trabzon, Erzurum, Van, Bitlis, Harput, Sivas cihetlerini dolaşmak istediğimi, Cemiyet arzu edecek olursa bir propaganda seyahatini maalmemnuniye yapacağımı söyledim."
"Tefrika 37; 23 Nisan, Cuma: Gece Adil, Talat, Naci ve Hakkı bizdeydiler. Bu akşamki mülakatımızı kendilerine anlattık. Bir Said Paşa Kabinesi'nin bu sırada memleket için Hakkı Paşa Kabinesi'nden daha iyi olacağına kendilerini ikna ettim."
"24 Nisan, Cumartesi: . . . Gece Halil, Talat, Hakkı, Rasim, Eyüb Sabri, Adil, Naci bizde idiler. Geç vakte kadar müzakerat, münakaşat, devam ettİ."
"Tefrika 42 ; 22 Mayıs Pazar - 1 7 Haziran Perşembe: Pazartesi günü (23 Mayıs) Zat-ı Şahane'nin refakatinde olarak İstanbul'dan hareket ettik. Ben Mes'Odiye'de idim. Şehzadelerle Dahiliye ve Maarif Nazırları vardı. Çanakkale'ye uğrayarak Selanik'e geldik. Çanakkale'de Padişahı pek fakirane ve fakat gayet samimi olarak istikbal ettiler. Padişah da kendilerine karşı pek mültefit bulunuyordu.
Selanik'in tezyinatı, istihzaratı, ümid ettiğimiz ve zan ve tasavvur edebildiğimiz derecenin pek fevkinde idi. Halkın meserreti, teheyyücatı, ihtisasatı bununla mütenasibdi. Huzura
1 14
kabul edildiğim bir gün, Padişah: "Bu memleketin sıcak ve soğuğundan başka hiçbir kusuru yok. O kusurlar da tabiata Aid. Hakikaten şehriniz son derecede bir medeniyet-i terakki ve tekemmüle varmış. Maarif fevkalade ileri gitmiş. Halkın edeb ve terbiyesi, intizam, ma'muriyet; maşallah hepsi mevcut" dedi.
"Tefrika 43; . . . Mayıs'ın 27'nci Cuma günü Mahfil-i Hukuk menfaatine olarak Millet Bahçesi'nde bir konferans verdim .
. . . Zat-ı Şahane'nin Üsküb seyahatinde beraber bulunmak istemedim. Müsaade taleb edip İstanbul'a avdet ettim. Dört beş gün kalarak yine Selanik'e gittim. Dört-beş gün kalarak Merkez-i UmGmt ile seyahat kararını verdik."
" 17 Haziran-25 Haziran: İstanbul'a avdet ettim. Beş altı gün yol tedarikakatı ile geçirdim. Huzı1r-ı Hümayun'a kabı1l edildim. Seyahat-ı Hümayun ihtisasatından, Cemiyet'in kuvvetinden, icraatından bahsedildi. 25 Haziran Cumartesi günü İstanbul'dan hareket ettim. (Seyahat tafsilatı defter-i mahsusundadır.)" •
"25 Ağustos Perşembe: Bugün seyahattan avdet ettim. Bu avdet-i müsta'cel ne kadar tefsirlere meydan vermiş, SamsunSivas ve Harput'a gideceğimizden haberdar olmadıkları için - sonra bu fikrimizi de kolera tebdil ettirdi - Hükumet'in, Cemiyet'in davet ettiğini; şu, bu nezarete hatta Sadarete geçeceğimi yazmışlar."
"27 Ağustos, Cumartesi: HuzGr-ı Şahane'ye kabul edildim. Seyahatim hakkındaki ihtisassatımdan bahsettim. Bilhac;.c;a K:ıfkasya ahvalini, Rusların efkarını; Ermeniler'in, Müslümanların ihtisasa tını pek dikkatle dinlediler. Hatta Rus Ermenilerin bize olan merbutiyetlerinden bahsettiğim vakit, "Garip!" dediler.
İran ahvalini pek merak ediyorlar. Bir nebze de ondan bahsettik. Mehmed Ali Şah'ın Viyana'da bizim arkadaşlardan bi-
r•J Maalesef bu defter bulunamamıştır. Hüseyin Cahid Yalçın.
ı ı s
rine söylediği bir söz: "Abdülhamid'in kadrini bilmediniz, nankör bir milletsiniz" kendisini kahkahalarla güldürdü."
"Tefrika 44: Osmanlı Donanması'nın Karadeniz'e çıkmasından, hatta oralarda bir seyahat-ı Hümayun'un icrasının tevlid eyleyeceği te'sirattan bahsettim. Pek münasip gördüler ve "Ne kadar cesursunuz, teşekkür ederim; fikirlerimiz tevafuk etti. Ben şimdiye kadar kaç kere Hariciye Nazırı'na Donanrria'nın Karadeniz'e çıkmasını söyledim. Daima "olmaz, olmaz; Rusya kuşkulanır" cevabını aldım. "Çok korkaktı giden Hariciye Nazırı" dedi. Padişah vükelasından cesur. Rusya bizim burnumuzun dibine kadar donanmasını getiriyor da biz kendi sularımıza donanma göndermekten korkuyoruz. Garib halet-i ruhiye."
"28 Ağustos Pazar: Hacı Adil Bey, Naci, Nazım, Talat bize geldiler. Ahval hakkında görüştük. Netice-i karar kabine meselesinin kongreden sonraya, yani Meclis'in ictimaına te'hiri.
Tefrika 107; 9 Mayıs, Çarşamba: Gece, İttihad ve Terakkinin himayesi altında olarak bir genç yurdu teşkil etmek için bizim evde toplanıldı. Büyük ve Küçük Talat'lar, Ziya, Midhat, Sahir, Naci (Ömer}, Hüseyinzade Ali Bey. Kira ile bir yer tutulmak konuşulduğu gibi, iane toplayarak bir bina yapmak ciheti de görüşüldü. Prensip gayet iyi. Gençler için mecmua-i ilim ve irfan vücude getirmek. Fakat bunu bütüm levazımiyle yapabilmeli ki istenilen te'siri husate getirsin. Para tedarikini düşünmek üzere benim riyasetim altında bir komisyon teşkil edildi."
Bütün bu günlük hatıralar, bahsedilen Doğu illeri, İran, Kafkasya, Rusya gezileri hep Ömer Naci ile ilgilidir ve diAer kaydedilen faaliyetlerde de "hatib" olarak Ömer Naci'nin hizmetleri ve rolü vardır.
Selanik'te Örtülü Çarşı' da Silah idareshanesinde Enis Avni Bey'le görüşen bir gazete yazarı, vaktin d�rhğına rağmen, kalkmak üzere bulunan Yunan vapurunda lttihad ve Terak-
1 16
ki Merkez-i Umumi azasına sorduğu sorulara aldığı karşılıkları şöyle yazmaktadır:oosı
Yazarımız - Anadolu'ya yaptığınız son seyahatiniz ne kadar sürdü ve oralarda umumi efkar ne merkezdedir?
Naci Bey - Anadolu'daki son seyahatim üç buçuk ay kadar devam etti. Anadolu'da hürriyet ve meşrı1tiyet fikri günden güne daha sağlam ve sürekli esaslara dayanmaktadır.
- İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin Anadolu'daki icraat ve başarısı ne merkezdedir?
- İttihad ve Terakki Cemiyeti propagandasını 3 1 Mart' dan sonra şehirlerden köylere doğru uzatmakta ve yaymaktadır. İstanbul'da geçmiş olan irtica vak'asının bertaraf edilmesi hizmetine coğrafi durumların elverişsizliği yüzünden Ruıneli'li kardeşleri gibi katılamamış bulunmaları umumi bir üzüntü ve eseflenmeyi mucip olmaktadır. Meşrı1tiyet'in bir siyaset-i şer'iyye olduğuna inanmayanların sayısı pek az bir miktardadır. Bilhassa Erzurum ve Trabzon vilayetleri hemen çoğunlukla meşruti idarenin en kahraman fedakarlarını teşkil eder.
- Kongre'nin aldığı kararlar ve bu yılki icraat programı ne vakit neşrolunacaktır?
- Kongre'nin, Cemiyet'i daha kavi ve ebedi fikirlere bağlayan kararları birkaç güne kadar neşredilecektir.
- Kabine'de Cemiyet'e mensub kaç zat var ve kimlerdir? - Kabinede, şahıslarının ötedenberi Cemiyet'in maksadı-
na sadakatla bağlılıklarını bildiğim Dahiliye ve Maliye Nazırları ise de diğer arkadaşlarının da bunlarla hemfikir olduklarına, Kabine azası arasındaki birlik ve ahenk şahid olarak gösterilebilir. Sunanla beraber şurasını da dikkat nazarınıza vaz'etmek isterim ki Cemiyet, Hükumet üzerinde i'mal-i nüfı1za çalışmaktan cidden sakınmıııtır. O, yalnız millet ara-
(105) Ömer Naci Bey'le Mıilikat, Hak, 4 Kasım 1325 (1909) Çarşamba, nu. I, s.2.
117
sında çalışmak asli vazifesine riayeti elden bırakmayacaktır. - Fakat Hüseyin Hilmi Paşa, Cemiyet efradından bulun
duğu halde geçenlerde Cemiyet'i tanımadığını, yalnız ismini işittiğini Tan gazetesi muhabirine söylemişti. Acaba sebebi nelerdir?
- Mahmud Şevket Paşa, Ordu'nun siyasetle uğraşmaması hakkındaki ifadeleri ve nutukları arasında sık-sık İttihad ve Terakki Cemiyeti'nden bahsetmesine ne mana verirsiniz?
- Bu suallerinize şimdilik cevap veremeyeceğim.
Gerçekte Ömer Naci, İttihad ve Terakki Cemiyeti ve Fırkası saflarında, yalnız Cemiyet'in ilk günlerdeki asil , vatansever duygu ve düşüncelerin halk kitlelerine yayılması ve benimsetilmesi işini, kendisine başlıca vazife edinmiş; hiçbir şahsi hırs ve çıkar peşinde koşmamıştır. Uzun yıllar en yetkili üç murahhas azadan biri olarak vazifeler gördüğü halde, gurur, kibir nedir bilmemiş, daima sevilen, sayılan alçakgönüllü kişiliğini muhafaza etmiştir.
İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin, sonraki adı ile Fırkası'nın 1 908'den 1 918'e kadarki on yıllık iktidarı üç devreye ayrılır.<106>
1 . İkinci MeşrUtiyet'in ilanına rastlayan 23 Temmuz 1 908'den başlayarak, 3 1 Mart Vak'ası üzerine İstanbul'a gelen Hareket Ordusu'nun 27 Nisan 1 909 Salı günü, Sultan il. Abdülhamid'i hal' ettirip devlet mukadderatına el koyduğu tarihe kadar 9 ay 5 gün süren birinci devrede İttihad ve Terakki Cemiyeti erkanı hükumete katılmamışlardır. Fakat Merkez-i Umumi Komitesi'nden Tal'at, Cavid, Cemal (Paşa) ve Rahmi Beyler'le diğer bazı arkadaşları, Said Paşa Hükumeti erkanı ile sık-sık görüşerek, her mesele üzerinde partinin görüş ve is-
(106) Dr. Fethi Tevetoğlu, İtti had ve Terakki Cemiyeti, Türk Ansiklopedisi, c.XX, s.446 - 452.
1 18
teklerini dikte ettirmişlerdir. Kabinelerin kuruluş ve çalışmalarında İttahad ve Terakki Cemiyeti'nin irade ve telkinleri başlıca amil olmuş, vali, mutasarrıf ve kaymakamlar hep Cemiyet şubelerinin istek ve talimatına göre hareket etmek zorunda bırakılmışlardır. Türlü cin!yetlere de sahne olan bu devirde Saray, Bab-ı Ali ve Cemiyet üçlüsü arasında iktidar yüzünden sık-sık çatışmalar görülmüştür. Bu ilk devre, İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin sorumsuz durumdaki "iktidarda bulunmadan iktidar olma devri"dir.
2. 27 Nisan 1 909'dan dokuzuncu ve sonuncu Said Paşa Kabinesi'nin düşmesine rastlayan 16 Temmuz, 1912 tarihine kadar Partinin resmi sorumluluğa katıldığı "ilk hakimiyet devri"dir.
3. İttihadçıların 23 Ocak, 19 13 günü yaptıkları Bab-ı Ali Baskını'ndan 14 Ekim, 19 18 tarihinde İzzet Paşa Kabinesi'nin kuruluşuna kadar 5 yıl, 8 ay, 22 gün sürmüş bulunan İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin Osmanlı İmparatorluğu'na "son hakimiyet devri"dir.
Başlangıçtan 29 Temmuz, 1 916'da Kerkük'de ölmesine kadar Ömer Naci'nin bu üç devredeki te'sirli çaba ve çalışmaları, daima vatansever, fedakar, cesur ve namuslu bir idealistin adsız ve menfaatsız mücadelesine tipik bir örnek teşkil etmiştir.
Cemiyet'in hükumette bulunmadığı devrede iktidarı baskı altında bulundurmak isteyenlerin davranışlarım Ömer Naci asla tasvip etmemiş; bu çeşit haberlerin çıktığı zamanlarda da, Umumi Merkez'in Sorumlu Murahhas'ı sıfatıyla yetkisini kullanarak, dedikoduları iml"ası ile tekzib etmiştir.<107>
Nitekim, hemen ertesi günkü gazetelerde Hüseyin Hilmi Paşa'mn şu açıklaması yer almış bulunmaktadır:<ıosı
(107) Yeni Tanin, 6 Ocak 1910, nu. 13, s. 1 .
(108) Yeni Tanin, 7 Ocak 1910,nu. 14 , s. J . Ayrıca bk., İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Osmanlı Devrinde Son Sadrıazamlar, 4. Basılı�. İstanbul 1969, s.1 673.
119
"Sadaret hizmetinden isti'famm gGya İttihad ve Terakki Cemiyeti tarafından vuku bulmuş bir baskı sonucu olduğuna dair Avrupa gazetelerinde yer alan neşriyata karşı Cemiyet-i muhtereme'nin Umômi Merkezi murahhası Ömer Naci Bey'in Derseidet gazetelerine gönderdiği tekzibnameyi okudum. İttihad ve Terakki Cemiyeti tarafından hiçbir suretle baskı ve te'sire uğratılmadığımı ve aramızda anlaşmazlık çıkmadığım ve vaki. isti'fa, kendimce gördüğüm lüzuma dayanmakta olup kararımdan Cemiyet'in malı1matı bile olmadığını ve Ömer Naci Bey'in beyanatının tamamen sihhate uygun ve gerçek bulunduğunu ilan ederim."
Şüphesiz bu tekzib ve açıklamalara rağmen, üstad İbnülemin'in de belirttiği gibi,0°9l " . . . sırf Cemiyet'in sevkiyle o makama gelen bir zatın bu makamdan gitmeğe karar vermesi, Cemiyetçe bilinmesin mümkün müdür?" istifhamı zihinlerde yer almıştır.
1 934- 1936 yıllarında Midhat Cemal Kuntay, Şükufe Nihal Başar, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç, Celaleddin Ezine v .b. gibi edip ve şairlerin evlerinde yapılan edebi toplantılara bir genç şair olarak çağrıldığım ve katıldığım sıralarda, kendisi de değerli bir hatib olan edebiyat tarihçisi ve edip İsmail Habib Sevük, bana bir konuşmamızda, "Kitleleri, dinamoyu elektrikle doldurur gibi bir anda şimşek yığını bulutlar haline getirip gürleten ve rahmet boşalttıran Ömer Naci kudretinde bir hatib daha gelmemiştir" demişti.
Nitekim büyük şair Yahya Kemal Beyatlı da bana Hatib Ömer Naci için şöyle demişti:(l ıoı
(109) İbnülemin M.K.İnal, a.g.e., s. 1673.
(1 1 O) Dr. Fethi Tevetogıu, Ocagımızın Büyük Evladı Hamdullah Suphi Tanrıöver, Türk Yurdu, Şubat 1967, cilt VI, sayı 2, s.49 - 51; Yahya Kemal ve Ômer Naci, Yahya Kemal Enstitüsü Mecmuası, sayı il, İstanbul, 1968, s.52.
Ayrıca bak. Hamdullah Suphi Tanrıöver, Kültür ve Turizm Bakanlıgı Yayınları:
658, Ank. 1986, s.123.
120
"Meşrutiyet ve Cumhuriyet çağlarında üç büyük hatlb tanıdım. Bunlar Ömer Naci, Hamdullah Subhi Beyler'le Mustafa Kemal Paşa (Atatürk)'dır. Benim için en ateşli, en duygulusu Ömer Naci'nin; biranın köpüğü gibi en zevk vereni, en tatlısı Hamdullah'ın ve en doyuranı, te'sir edeni de Mustafa Kemal Paşa'nın hitabeleriydi."
İsmail Habib Sevük, İkinci MeşrGtiyet'le söz söyleme hürriyetinin de kazanılması üzerine, hürriyetle gelişen bu edebi san'at çeşidi ve bu münasebetle de Ömer Naci hakkında şöyle yazmaktadır:! 1 1 ıı
"Uzun saltanat devirlerinde hitabet, yalnız kürsüdeki vaize kaldı. Bu da ayetli bir sohbetten başka birşey değildi. Hitabet hürriyetle inkişaf eder, nitekim hatiblerimiz de Hürriyet'ten sonra meydana çıktı. "On Temmuz" yalnız Meşriltiyet'i değil "söz"ü de getirmişti. Mahbeste kalan söz mahbesten kurtulan mahbus gibi günlerce, haftalarca hoplayıp durdu. Her sokak başında, bir hatib, her kümenin önünde bağıran bir hançere, her yüksekçe taşın üstüne "otuzüç senedir . . . " nakaratiyle yumruklarını sallayan bir feveran . . . Gürültü kesilince ortada hatib denecek tek bir ses kalmıştı: Rahmetli Ömer Naci!
Evvelce ince bir şiirdi, Servet-i Fünun Edebiyatı'na oldukça hassas şiirler vermiştir.
Meğer bu şiir coşkun bir ihtilalci ve heyecanlı bir hatibmiş. Hitabetinin üslubu Servet-i Fünun lisanıydı. "Jest"Ieri fazla yapıyordu. Kelimelerin tonu bozuluyor ve kelime çok def'a aslını kaybediyor. Lakin büyük bir kudreti var. Ruhunun heyecanı, heyecanlı ruhundaki samimi iman, samimi hararet, Bab-ı Ali 8askını'nda bu ruhun imanı bir bataryadan daha kuv-
(1 1 1) İsmail Habib (Sevük), Türk Teceddüd Edebiyatı Tarihi, İstanbul, 1340 (1924), s.679 - 680.
121
vetli oldu. Zavallı Ömer Naci, ne temiz bir vicdan, ne berrak bir ruhtu."
* * *
Türk hatibleri konusunda bir inceleme yapmış bulunan Taha Toros, eserinde Ömer Naci'nin hatibligine ayrı bir bölüm ayırmış, Meclis-i Meb'usan'a canlı konuşmaları ile heyecan getiren hatiblerin başında, "Türk hitabetinin üstadı" olarak Ömer Naci'yi zikretmiştir. ( 1 12ı
"Meşrutiyet devrinin en hararetli hatiblerindendir. İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin komiteci hatibi olan Ömer Naci, vatanseverliğin örneğini taşıyan bir simadır."
" . . . Hürriyet'in ilanından sonra anavatana dönerek İttihad ve Terakki Cemiyeti'nde faal vazifeler aldı. Heyecanlı hitabesini dinleyenler ona meclfib oluyorlard�. Ateşli sözlerinin esiri olmayan kimse yoktu .. İttihad ve Terakki Cemiyeti, bu halk politika hatibinden hakkiyle faydalanmak için O'nu Anadolu'ya gönderdi. Ömer Naci, partisi adına konferanslar ·vererek birçok şehirleri dolaştı.
O, milletin felaketten felakete sürüklendiği İtalya, Balkan ve Birinci Dünya Harbleri'nde cephede ve cephe gerisinde silahiyle, teşkilatcı kafasıyla ve ateşin hitabeleriyle candan çalıştı.
Ömer Naci, salon hatibliğinden ziyade, açık hava hatibliğinde muvaffak oluyordu. Bilhassa milli hisleri uyandırmakta, şahlandırmakta üstad bir hatibdi."
Ömer Naci'nin biyografisi hakkında da bilgiler veren ve onun Bab-ı Ali Baskını'ndaki rolünü belirten Toros, diğer ha-
(112) Taha Toros, Türk Hatibleri, Ankara 1950, s. 33- 36.
122
tiblerden bahsettiği bölümlerde de sık sık Ömer Naci'yi zikretmektedir:
" . . . Babanzade İsmail Hakkı, Filozof Rıza Tevfik, daha sonra Meclis'e giren ate§li Türk hatibi Ömer Naci ve Hamdullah Subhi de hitabetleri ile Meclis'i heyecana getiren şöhretlerdendi. Bilhassa Ömer Naci'ye Türk hitabetinin üstadı denilebilir." (s.2 7).
"İtalya ve Balkan Harbi sıralarında, İstanbul'da yapılan mitingler parlak geçmiştir. Eski Maliye Nazırı Cavid ve Ömer Naci, bu mitinglerin baş hatibi idiler." (s.53).
"23 Ocak 1 9 12'de yapılan Bab-ı Ali Baskını, İttihadcıların Kamil Paşa Hükfimeti'ni devirmeleri ve iktidarı ellerine almalarıyla neticelendi. Bu baskının muvaffak olmasına te'sirli ve heyecanlı sözlerle yardım eden, halkı sürükleyen yegane hatlb Ömer Naci idi." (s.54)
"Akagündüz, Hürriyet i'lanı sıralarında pek gençti. Mitinglerin - Ömer Naci' den sonra - belli başlı söz kahramanı idi.'_'
" . . . 23 Ocak 19 12'de yapılan Bab-ı Ali Baskını'nda rahmetli hatib Ömer Naci ile, sesleri kısılıncaya kadar milleti sürüklemek için haykırmışlar ve muvaffak olmuşlardı." (s.56)
Bezmi Nusret Kaygusuz, gördüğü ve yaşadığı 24 Temmuz 1 908 sabahını ve sonrasını şöyle tasvir etmektedir:<1 1 3ı
" . . . Sadrıazam Avlonyalı Ferid Paşa, Sultan Hamid'e Meşrfitiyet'i iadeden başka çare kalmadığını bildirmiştir. Fakat teklifi kabul edilmeyerek, yerine şiddetli taraftarı bulunan Küçük Said Pa§a getirilmişse de, bu umumi ayaklanmanın bastırılamayacağı, direnmenin çok fena neticeler vereceği anlaşılınca, 24 Temmuz 1 908 (324) tarihinde gazetelere verilen resmi bir tebliğ ile Kanfin-ı Esasi'ye göre Umumi Meclis'in daveti için irade çıktığı yayımlandı.
(113) Bezmi Nusret Kaygusuz, a.g.e., s.36.
123
Sabahleyin gazete okuyanların kasvetli gönülleri ne§'e ve ferah ile doldu. Kısa bir zaman içinde İstanbul'un her tarafı ahenk ve sinı1ra gark oldu. Selamet-i Umumiye Kulübü, Hürriyet Bayrağı'nı Bab-ı Ali'nin önüne dikti. Fuad Şükrü kendisine has ve ahrarane bir ifade ile Saray ve hafiyeler için ateşler püskürüyor; siyasi mücrimlerin derhal salıverilmesini istiyor, herkese Hürriyet, Adalet ve Müsavat dağıtıyordu. İttihad ve Terakki namına Filosof Rıza Tevfik, Sporcu Selim Sırrı, Şair Öıner Naci Beyler atlar üstünde mahalle mahalle gezip nutuklar söylüyor ve asayişi gözetliyordu. Tahsin Nahid de vaziyeti istismara çalışan Cemiyetin beyannamelerini dağıtıyordu."
Sultan Mehmed Reşad'ın Kosova Ziyareti Sırasında Ömer Naci ve Mustafa Kemal Selanik'te
Ömer Naci hakkında en değerli ve dikkate değer hatıralarını yazmış sınıf arkadaşı Nazım Ören'in, Sultan Reşad'ıp Kosova ziyareti için Selanik'ten geçtiği günlere füd satırları çok ilgi çekicidir. ( 1 1 4ı
Bilindiği gibi, Sultan Mehmed Reşad, beraberinde büyük ve üçüncü oğulları Mehmed Ziyaeddin ve Ömer Hilmi Efendiler, Sadrıazam ve birkaç Nazır da bulunduğu halde 5 Haziran 1 9 1 l 'de, Barbaros Zırhlısı ve bir filo ile İstanbul' dan hareket etmiş ve iki gün sonra, 7 Haziran 1 9 1 l 'de S '.inik'e çıkmıştır. Padişah 1 1 Haziran' da trenle Kosova vilayetinin merkezi olan Üsküb'e varmıştır. 1 6 Haziran'da Priştine'den Kosova sahrasına inen V. Sultan Mehmed, onsekizinci göbekden atası olan Sultan Murad Hüdavendigar'ın meşhedi önünde, 100.000 kişi ile Cuma namazı kılmıştır.
(114) Nazım Ören, Kürdi veya Nurs/ hep O . .. . , Dünya, 27 Aralık 1952, sayı 297, s.2, 6.
124
Padişah ve maiyeti, Selanik'e döndükten sonra, diğer bir Makedonya vilayetinin merkezi olan Manastır'a gitmiştir. Selanik'ten yine Barbaros'la hareket eden Sultan Reşad, Çanakkale' de toplarla selamlanmış ve 26 Haziran'da İstanbul'a dönerek, mahşeri bir kalabalık tarafından karşılanmıştır. Bu ziyaret 5-26 Haziran 1 9 1 1 'de tam üç hafta sürmüştür .O ısı
Padişah şerefine ziyafet verilen gece geçen hadise, Nazım Ören'in naklettiği hatıraya göre 7 veya 8 Haziran 1 9 1 1 tarihinde olmuş bulunuyor.
Nazım Ören şunları anlatmaktadır: "Bir gün arkadaşım Hasan Fehmi Bey (Gümüşhane Meb'u
su Hasan Fehmi Ataç), Daltaban karakolundan telefon etti: "Acele Daltaban'a in. Bizde misafir bulunan Erzurumlu arkadaşlar seninle görüşmek istiyorlar . . . "
Onbeş kişi idiler. Bazılarını tanımıyordum. Onüçü Erzurum dadaşı kıyafetinde idiler.
Müftü İsmail Efendi hoca esvabı, Hamidiye Alay Kumandanı Kör Hüseyin Paşa'nın oğlu Abdullah Bey, Kürd esvabı giymişti. Gazeteler o sıralarda Sultan Mehmed Reşat'ın Kosova ovasındaki Meşhed-i Mübarek'i ziyarete gideceğini yazıyorlardı. Bazı vilayetler gibi Erzurum da kendi adına Meşhed'e bu hey'eti gönderiyordu. Benim de hey'ete katılmaklığımı uygun görmüşlerdi. O zaman Gümüşhane Jandarma Tabur Kumandanı Vekili idim.
" ... Diğer vilayet merkezlerinden gelen hey'etler gibi bizi de Sultan Reşad'a Selanik Lisesi'nin bir salonunda takdim ettiler."
" . . . O gece Padişah'ın şerefine Selanik'in büyük parkında sabahlara kadar devam eden bir eğlence hazırlanmıştı. Cavid Bey'i işte o gece gördüm."
(1 15) T. Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi, Xll, İstanbul 1967, s.214.
125
O zamanlar böyle umumi eğlencelere kadınların katılmaları görülmüş, işidilmiş değildi. Halbuki o gece bahçenin bir köşesinin de kadınların eğlenmelerine ayrılmış olduğu görülüyordu. İşret etmeyenlerle kadınlar tarafının eğlencesi Padişah'ın bahçeden ayrılmasıyla sona ermişti. Bahçe, geç vakitlere kadar içki içenlere kalmı.ş tı.
Erzurumlulardan işret kullananlar, memleketlerini yakından tanıyan şair ve hatib Ömer Naci'nin sofrasında toplanmışlardı. Padişah gidip işret faslı bir az kızıştıktan sonra Ömer Naci'nin ısrarlarına dayanamadık. Ben o yaşta iken civa gibi bir şeydim. En küçük vesilelerden istifade ederek oynar, sıçrar, eğlenirdim. Neş'em pek çabuk arkadaşlarıma da sirayet etti.
Kendimiz çağırıp yine kendimiz Erzurum Barı oynamağa başladık. Hatta seyircilerden bazıları da dayanamadılar, bar halkasına girdiler. Halka genişledikçe neş'e arttı. Neş'e arttıkça yorgunluk unutuldu. Delicesine, çılgıncasına, hoplamağa, zıplamağa başladık. Bar başını ben çekiyordum. Bir aralık bizi alkışlayanlar arasında sınıf arkadaşımız Selanikli Mustafa Kemal'i gördüm. Bar başı mendilini yanımdakine bıraktım. O'na gittim. 3 1 7'lilerin birçoğu gibi ben de onu mektepde iken çok severdim. Çünkü O da daha talebe iken, Hatib Ömer Naci gibi, ad sahibi olmuştu. Selanikli Mustafa Kemal denildiği zaman bizden yukarı ve aşağı sınıflarda herkes tanır ve hürmet ederlerdi. O zamanki Harbiye Mektebi'nde ad sahibi olmak büyük bir şerefti. Mustafa Kemal ile, Selanikli Mustafa Kemal arasında dağlar kadar fark vardı. Bu ad ona çalışkanlığından, zekasından gelmemişti. Bu ad ona kendi kendine gelmişti. Biraz da kabadayı bir adamdı. Ona dikilen gözler, bir ışığa dokunmuş gibi hemen başka tarafa kayardı. Fakat onun mavimsi, yeşilimsi, ne olduğu pek belli olmayan gözleri bir yere dikildi mi, eğilip bükülmeyen bir çelik çivi gibi, mutlaka delerdi. Burnunun doğrusuna giden, aynı zamanda çok uysal olan bir karakteri vardı. Söylemeden anlatır, söylemeden bilirdi. Şıkdı, temizdi. Çocuk denecek kadar genç iken bile
126
vakarlı idi. Büyümüş de tekrar küçülmüş gibiydi. Biz o zaman dansın adını bile yeni yeni duyarken ona frenk kadar dans da biliyor! derlerdi.
Ömer Naci'nin sınıf arkadaşı Nazım Ören, Selanik'te karşılaşmalarından sonra arkadaşının kendisini bırakmadığını ve Doğu Anadolu gezisine götürdüğünü anlatıyor ve şöyle devam ediyor:(1 16l
Doğu Anadolu Gezisi
"Şair ve Hatib Ömer Naci'nin elinden yakamı kurtaramadım. İstanbul'a döndükten sonra kendisinin de Şark'a geleceğini söyleyerek beni Erzurumlu arkadaşlarımdan ayırdı. Sonra bu yolculuğa Maliye Nazırlığından çekilen Cavid Bey'in "Anadolu' da Tanin" yazarı Ahmed Şerif Bey'in, ve o zamana kadar yalnız adını işittiğim Mustafa Necib Bey'in de iştirak edecekleri anlaşıldı. Seyahata "Cavid Bey'in Şarki Anadolu Seyahatı" adı verildi.
Samsum'da, Trabzon'da, Erzurum'da misafirliğimiz o zamana kadar işidilmemiş parlak gösteriler ve heyecanlı nutuklarla geçti. Bugün bunlardan hiçbirisinin hatıramda bir iz bırakmadığını görerek, oyuncağım kaybeden bir çocuk gibi ancak kısa bir an için müteessir olduğumu hissediyordum. Yalnız "hayali cihan değer bir hatıra" beni teselli etmektedir.
Zigana ve Kop dağlarının virajlarından üç açık fayton tepeye doğru tırmanıyorlar. En önde iki süvari jandarması var, bunlar arasıra dönüp dönüp arkalarına bakıyorlar, bizden ayrılmak istemiyorlar. Öndeki araba arasıra duruyor; herşey bu arabanın kumandasına bağlı . . . Bu, Cavid Bey'in arabasıdır. Bu araba Erzurum tarafından gelmekte olan katırcılardan, devecilerden birşeyler soruyor ve sonra yine yolumuza devam ediyoruz.
(1 16) Nazım Ören, Selanik'den Tiflis'e, Dünya, 3 Ocak 1953, sayı 304, s.2.
127
Bir defasında yine Cavid Bey'in arabasının durduğı :nu görerek yanımdaki Ömer Naci Bey'e sordum:
"Bak bak, dedim, bu sefer de bir eşek kervanı yakaladı. Yahu bu adam, katırcılarla, arabacılarla, deveciler ve merkebcilerle böyle neler konu§uyor?" Güldü:
- Onun çizgisiz esericedid kağıdından yapılma kalın bir defteri vardır. Her ak§am uyumadan evvel mutlaka bu defteri açar ve gündüz öğrendiklerinden lüzumlu gördüklerinin hülasalarını o deftere geçirir. Şimdi de Trabzon-İran transit caddesi hakkında tam bir fikir edinmek için bu incelemeleri yapıyor ve hülasalar çıkarıyor."
O zamanlar muhalif gazeteler benim de kanaatlerimi allak bullak etmiştiler. Şimdi en salahiyetli, en doğru söyleyecek adamdan - Omer Naci Bey'den - Cavid Bey'in nasıl bir insan olduğunu anlamak fırsatını bulmuştum. Ecnebi bankalardaki paralarından, ecnebi ülkelerindeki çiftliklerinden açtım. Ömer Naci sinirlendi: "Yalan, yalan! Bunların hepsi iftira! diye bağırdı. Zavallı Maliye Nazırlığı'ndan hatta beşyüz lira borçlu olarak ayrılabildi!"
Demek bu çeşit iftiralar yeni değildir. Erzurum'a varışımızın ikinci günü CAvid ve Ömer Naci Beyler kafilesinden kısa bir zaman için ayrıldım."
Ömer Naci Trablusgarb Mücahidleri içinde
İkinci Meşrutiyet'in getirdiği hürriyet rejiminin büyük ümidlerle yerleşmesine, gelişmesine çaba harcanıldığı bir sırada kaJyanlar'ın 4 Ekim, 191 l 'de Trablus'a saldırışları, bütün yurtta derin bir üzüntü ve heyecan yaratmıştır. Hürriyet gençliği diye adlandırabileceğimiz il. Meşrtltiyet'in gerçekleşmesinde mücadele vermişlerin hemen hep!\i, gönüllü olarak Trablusgarb'a,
(1 1 7) Celal Bay.ar, Ben de Yazdım, 2. cilt, İstanbul 1966, s.458, dipnot 1 d.
128
koşmuşlardı. O gün Trablusgarb'ın savunulması için doğan havanın girişilen mücadelenin, adeta Kuvay-i Milliye'nin başlangıcı hissini verdiğini Celal Bayar şöyle yazmaktadır: o ı7)
"Okurlarıma bir eseri Trablusgarb'da Bir Avuç Kahraman önemle tavsiye edeceğim. Bu değerli eseri bana 1 963 yılında "Vatan kaygusu, izzet duygusu ile Afrika'da didinmelerimizden bir hatıra" yazısı ile mücfıidlerden rahmetli Eşref Bey göndermişti.
Burada, Trablus müdafaası fikri nasıl uyandı, Hükumete ne suretle kabul ettirildi; teşkilat, başta Enver, Mustafa Kemal Paşalar olmak üzere kimler tarafından ne suretle yapıldı ve idare edildi, insana heyecan ve gurur veren bütün yönleri ile anlatılmakta; olaylar Kuvay-ı Milliye'nin başlangıcı hissini vermektedir."
Trablusgarb'a gizli olarak gitmek, kaçak suretiyle askeri malzeme göndermek gerekiyordu. Bu işleri idade edecek tecrübeli, güvenilir, fedakar ve kahraman kimselere ihtiyaç vardı. Buralarda bulunan Türk er ve subaylarından ve yerli halktan sağlanabilecek gönüllülerle bir mukavemet cephesi kurmak; çevrede nüfuz sahibi olan Müslüman liderlerin de - mesela Libya'da Cihad-ı Mukaddes ilan ederek mücadeleye katılan Ahmed ibn-i Seyyid Muhammed eş-Şerif es-Sunusi Hazretleri gibi - yardım iştiraklerini gerçekleştirmek lazımdı.
i
1 5 Ekim, 1 9 1 l 'de, İttihad ve Terakkinin kurduğu Teşkilatı Mahsusa'da vazifeli Ömer Naci, Sapancalı Hakkı, Silahcı Tahsin ve Yakub Cemil Beyler gibi arkadaşlarını da yanına alan ve kıyafet değiştirerek gizlice Mısır'a, oradan da Derne'ye geçen ve Edhem Paşa kuvvetlerinin Kurmay Başkanı olarak Trablusgarp savaşına katılan Mustafa Kemal, Salih Bozok'a
(1 1 7) Celal Bayar, Ben de Yazdım, 2. cilt, İstanbul 1966, s.458. dipııot 1 d.
129
o � ., z �·
t::
F ., r: :r. r;
c � ı:: "' c
'./, ... p
130
yazılmış bir mektubunda, konu ile ilgili bazı hususuları da açıklamaktadır: ( 1 ısı
Urla tahaffuzhanesinde Rus varupundan, 4 Teşrinievvel, 1 327 ( 1 7 Ekim, 1 9 1 1 )
"Bilirsin k i Trablusgarp meselesinin ortaya çıkmasından beri oraya gitmek teşebbüsünden geri durulmadı. Bir defa Şam vapurunda üç gece kalındıktan sonra döndürüldük. Ondan sonra Tunus veya Mısır yolu ile gitmeğe teşebbüs ettik. Harbiye Nazırı ümid kestiği için vazgeçirtildi. Bu defa Ömer Naci ve daha iki kişi ile Mısır üzerinden hedefe yürümek, üzere (2 Teşrinievvel 1 327- 1 5 Ekim 1 9 1 1 ) İstanbul'dan hareket olundu. Harbiye Nazırı da ister istemez muvafakat etti. Lüzum ve fayda görürsem bazı arkadaşları isteyeceğim. Şimdilik te'min edilecek noktalar var. Benim nerede olduğumu duyurmayın. Daha bir müddet için Validemi dahi haberdar etmeyin. Arasıra benim tarafımdan İstanbul'dan mektub gösterin.
Eyüb Sabri sizi görecek. Ona ilmühaberlerim ve borçlarım hakında malı1mat verdim."
Mustafa Kemal (Atatürk)'in ta 1 909'da, 31 Mart Vak'ası üzerinden yirmidört saat geçmeden verdiği: "İstanbul üzerine yürünecek, İstanbul'daki irtica kuvvetleri dağıtılacak, irtica'nın başı ezilecektir" kararını( ı ı 9ı gerçekleştirmek yolunda kurulan, adını bizzat koyduğu Hareket Ordusu faaliyetinde yine yanında Ömer Naci bulunmaktadır.
Rauf Orbay'ın hatıralarında ve bizzat Atatürk'ün Fali h Rıfkı'ya anlattıklarında Trablus'da da Mustafa Kemal'in yanından ayırmadığı Ömer Naci'den şöyle bahsedilmektedir: ! 1 20ı
" . . . H atıralarını anlattığı sırada ben Atatürk'e sormuştum:
(1 18) Sadi Bor ak, Atatürk'ün Özel Mektubları, 2. Baskı, İstanbul 1 9 70, s.26 - 27. (1 1 9) Mustafa Ragıb (Esadlı), a.g.e., s. 1 8 - 25. (120) F. R.Atay, a.g.e., s.66 - 67.
1 3 1
"Afrika'ya gidip İtalyanlar'la dövüşmek faydasızdı. Bir başarı umuyor mu idiniz?"
"Hayır . . . Fakat Enver ve arkadaşları gideceklerdi. Halk gitmeyenleri vatanseverlik görevini yapmamış sayacaktı. Sizin kahramanlığınız lafta, diyecek olanlar da çoktu."
Selanik'te sefere hazırlandığı sırada arkadaşlarına: "Trablus dönüşünde gene buralara gelebilecek miyim? Selanik'i Türk elinde görebilecek miyim?" diye hayıflanıyordu.
Arnavutluk hareketleri sırasında Kurmaybaşkanlığı ettiği Harbiye Nazırı Mahmud Şevket Paşa'ya da Ordu üzerine fikirlerini söylemiş, sonra, "Paşa'nın da Cemiyet'e söz geçirebildiği yok . . . " demişti.
İtalya'ya geçmek üzere Mısır'a gitti. Yanında İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin miting hatibliğini yapan Ömer Naci ile fedai subaylarından Sapancalı Hakkı ve Yakub Cemil birlikte idi. Bunlar hem Ordu'da, hem politikada idiler. Mustafa Kemal için hiçbir zaman anlaşamadığı Enver'le işbirliği yapmak da bir fedakarlıktı. Rauf Bey bu subayları yanında görmesine şaştığını söylemesi üzerine Mustafa Kemal "Ömer Naci ile eski dostluğum var. Sohbetinden hoşlanırım. Ama hiçbiri ile fikir birliğim yok. Ne yaparsınız, zorlayıcı haller beni yol arkadaşlığına mecbur etti" cevabını verdi.
Trablusgarb Harbi, İttihadcılar'ın memleketteki i'tibarına ciddi bir darbe indirmiştir.
Muhalefet de hayli gelişmeğe ve kuvvetlenmeğe başlamıştır. Kısı Mısır' da geçirmekte olan ve İttihadcılar'a karşı Hürriyet ve İ'tilafcılar'ın kuvvetli destekleyicisi bulunan Kamil Paşa 20 aralık, 1 9 1 l 'de Sultan'a, lttihadcılar'ı kınayan ve kötüleyen, Sıkıyönetim'in kaldırılması ile İttihad ve Terakki Fırka· sı'nın dağılmasını isteyen ve İngiltere ile ittifak teklif eden bir layiha göndermiştir.
1 32
İ ttihadcılar Ocak 19 12' de Meclis 'in dağılmasını sağlamışlar ve Nisan'da çok tedbirli hazırlanmış ve idare edilmiş -muhaliflerce "Sopalı Seçim" diye de adlandırılmış - bir ge
nel seçime giderek, Meclis'deki 275 sandalyeden 269'u ele geçirmişler ve Muhalefete ancak 6 meb'usluk bırakmışlardır.
Bu seçimlerde, Mart sonunda Selanik'ten gelen(1 2 1 ı ve İstanbul Merkez Murahhası olan Ömer Naci, parti tarafından Kırkkilise meb'usluğuna aday gösterilmiş ve istemiye istemi-ye meb'us seçilmiştir.
·
Oğlu Hikmet Naci Hatiboğlu bana şunları söylemiştir: "İkinci Meclis-i Meb'usan'da Kırklareli Meb'usu olarak dört aylık bir hizmeti vardır. Babam, hep İstanbul'da kalmaktan sıkılırdı. Esasen Meclis feshedildiğinden bir daha meb'us olmamıştır.
Ömer Nicl'nin Mebusluğu ve Halaskar Zibitan Grubiı
Eski Tanin Başyazarı Muhiddin Birgen (İttihad Terakki'de On Sene) başlıklı tefrikasında Ömer Naci ile ilgili olarak şunları yazmaktadır:< ı22ı
" 1 0 Temmuz, 1 908 ve 31 Mart, 1909 tarihleri arasındaki anarşi devrinde İttihad ve Terakki, ne yaptığını bilmiş, ne de yapacağını tayin etmiştir. Bu devirdeki İttihad ve Terakkfyi, vatan, hürriyet ve Meşrutiyet gibi üç mefhumun idealist bir müdafii olarak yayılmak ve her tarafa kök salmak üzere teşekkül etmiş bir komite halinde tasavvur etmek kabildir. Bu bakımdan, Ziya Gökalp'le birlikte, onu, böyle bir ideal namına o zamanki Türk cemiyetinin bir zümresi içinden çıkmış
(121) "Trab/usgarb'a giden ve sonra dönüp gelen Hürriyet mücahidi ve hatib-i , belik Ômer Naci Bey, Selinik yolu ile şehrimize gelmiştir." Hak. 24 Mart 1912, nu. 1 1, s.2.
(122) Muhiddin Birgen, İttihad ve Terakkiden On Sene, Son Posta, 18 Ekim 1936, Tefrika nu. 3, s.9.
133
bir mefkiire hamlesi diye ifade eylemek mümkündür. Ziya Gökalp'in ruhu her şeye mistik bir renk vermeğe mütemayil olduğu için ona "Türk milletinin sinesinden çıkmış" diye mecazi ve hayali bir şekil verirdi."
"Bu zümre, aydınlar ve memurlarla Ordu muhitleri içinde büyümüş unsurlardan mürekkepti. Mensub oldukları içtimai muhit, hep aynı şeydi: Eski zamanlarda bunlara "erbab-ı seyf-ü kalem" derlerdi. Yirminci asrın ilk senelerindeki isimleri ise yine aynı şeyi ifade etmek üzere biraz değişmişti: Ordu ve me'murin, diyorduk. Eskiden de Osmanlı İmparatorluğu'ndaki tagallübleri bunlar yaparlardı. Bu defa da hareketi yine onlar yapıyorlardı. Eskiye göre ayrıldıkları yegane nokta şu idi: Eskiler bu hareketi hemen daima menfaat kasdi ile yaparlarken, bu defakiler "vatan, hürriyet ve Meşrutiyet" idealiyle hareket ediyorlardı. Bu idealde de, hiç olmazsa ilk ayaklananların büyük bir ekseriyeti gayet samimi idi.
Ben bu tarzdaki fikirleri, ilk defa olarak Ömer Naci'nin ağzından işittim. Dünyanın hiçbir zevkine, hiçbir alayişine hususi bir kıymet vermeyen bu şair ruhlu filozof yaradılışlı, ateş sözlü inkılab adamını, ben o zamanlar tandığım inkılabcılar arasında en halis bir inkılab idealcisi ve bir halk filosofu olarak bulurum. Harbin ilk senelerinde idi ve kendisi ile son konuşuşum olmuştu. Bir gün matbaaya gelmiş, uzun uzun hasbihal etmiştik. İttihad ve Terakkfden bahsederken şu sözleri söylemişti:
- Bence İttihad ve Terakki ancak bugüne kadar yaptığı şeyleri yapabilen ve bundan daha iyisini yapması imkanı bulunmayan tarihi manasıyla henüz "olmamış" - yani kemale ermemiş - bir kuvvettir. Eskiden kaldırılan kazanlarla bu defa kaldırılan kazan arasındaki yegane fark, evvelkilerin kaldırdıkları kazandan yalnız kendileri çorba içmeleri, bu def'akilerin de kaldırılan kazan içinden halka aş dağıtmaya
134
çalışmalarıdır. Bu maksatlarında ne kadar muvaffak olurlarsa inkıl§.bı halka doğru o kadar yaklaştırmış, içinde bütün halkın aş yemesi lazım gelen kazanı da o derece millete maletmiş olacaklardır. Ben bizden bundan fazlasını beklemiyorum, sen de bekleme. Eğer bu kadarını yapabilirsek mes'ud olarak geberebiliriz!
Hakikaten, İttihad ve Terakki denilen teşekkülün harekete geçtiği sırada elinde vatan, hürriyet, meşrfüiyet sözlerinden başka program namına hiçbir şey bulunmuyordu. o programını sonradan, parça parça yaptı. Hareket, asrın inkılab kültüründen, inkılab usullerine vukufdan tamamen mahrumdu. Elebaşılar, kültürün ve şuurun verdiği vazıh görünen kanaatlerden ziyade bir takım insiyaklar, sevk-i tabiilerle yürüyorlar ve ellerinde miyar olarak yalnız kendi akl-ı selimlerini kullanıyorlardı. Ömer Naci bunu çok iyi görmüş, anlamış ve ifade ediyordu: "İttihad ve Terakki, yani onu vücuda getiren b'2:ler, tarihin bizim omuzlarımıza yüklemit olduğu vazifeyi üa edecek bilgi ve becerme kuvvetine malik değiliz. Bunun birincisini kültür, ikincisini tecrübe verir. Bizde bunlardan ne birincisi ne de ikincisi var· dır. İçimizden bunları, bugünkü bizlerden daha iyi temsil eden bir zftmre ve bunun batında herkesi arkasından seve seve kofturacak bir mönör (meneur), bir hareketci çıkıncaya kadar tarih bizden daha iyisini beklememelidir. zaten ne hakkı var?"
Ömer Naci'nin Meclis-i Meb'usan'daki faaliyetleri çok kısa bir süre devam etmişse de heyecanlı ve ateşli geçmiştir.
12 Mayıs, 1 328 ( 19 12) Çarşamba günkü oturumda, Trablusgarb meb'usları Naci (Mahmud Naci) ve Sadık Beyler'in, harb ilan edilir edilmez isti'f asını vermiş Sadrıazam Hakkı Paşa Kabinesi hakkındaki önergeleri görüşülmektedir:( ıı3ı
(123) Mec/is-i Meb'usan Zabıt Ceridesi, İkinci Devre Birinci Sene, Sekizinci ictima, s.95 • 96.
135
Müfid Bey (İzmit) - Buna dair Kırkkilise Meb'usu Naci (Ömer) Bey'in ve rüfekasının bir takriri var onu da okuyorum (Okur):
Meclis-i Meb'usan Riyaset-i Celilesine
Trablusgarb'ın İtalyanlar tarafından na-gehinl (ansızın) bir suretde taarruza duçar olmasına karşı gerek siyasi ve gerek askeri tedbirlerin alınması ve uygulanmasında o zaman iktidar mevkiinde bulunan Hakkı Paşa Kabinesi tarafından mühmelane (baştan savarcasına) hareket olunduğuna dair Meclis-i Meb'usan'a bir şikayetname takdim edilmiş ve meselenin tahlil ve ta'kibi umumi karara bağlanarak usı1lü dairesinde İkinci Şube'ye havale edilmişti. Bu kadar mühim bir vatani meselenin millet ve tarih önünde tam bir adaletle aydınlanma ve açıklanması milli vicdanın cümlemize emrettiği ve yüklediği "milli onur ve haysiyet vazifeleri" cümlesinden bulunmakla zikredilen meseleye iid evrak ve vesikaların tedkikine devam hususunun karar altına alınmasını kemal-i ehemmiyetle arz ve teklif ederiz.
Kırkkilise (Kırklareli) Meb'usu Ömer NACİ
(Kısmen tarafımızdan sadeleştirilmiş bu önergede bulunan diğer imzalar ise şunlardır: Karasi Meb'usu Ali Galib, Dedeağaç Meb'usu Süleyman, Siroz Meb'usu Derviş, Bingazi Meb'usu Yusuf Şetvan, Yozgad Meb'usu Ahmed Münir ve Trablus Meb'usu Mahmud Naci.)
Ömer Naci (Kırkkilise) - Efendim, bendeniz bu takriri verdiğim vakit Hakkı Paşa bu meseleyi takibetmek için arz-ı halini vermiş bulunuyordu. Bunu ben bugün öğrendim. Maksadım da meselenin böyle naim (uykuda) ve sakıt (düşmüş) bir hilde kalmasına binaen mühim bir mesele-i vataniye olmak i'tibariyle Meclisinizin de kemal-i ehemmiyetle tedkikine ma'tuf idi. Hakkı Paşa aynı ehemmiyetle şahsa ra-
136
ci olmak i'tibiiriyle meselenin tedkikine istida ediyor. Eğer Hakkı Paşa'nın- istidiisından miih1matım olsaydı aynı meseleyi takib etmekliğime zaten lüzum kalmayacaktı. Kendileri takibettiği halde tarafımdım bir takririn verilmesi suret-i zahirede bir hükmü tazammun etmez gibi görüneceği için bu izahatı veriyorum. Takrirde zikrolunduğu üzere bunun İkinci Şubeye yahud diğer bir şubeye havale olunmasını ve böylelikle bu gibi mühim bir mes'ele-i vataniyenin burada arzettiğim gibi tenevvür etmesini ve eğer töhmet varsa müttehemlerin meydana çıkarılmasını ve eğer beraat varsa beraatın taayyün etmesini tabiidir ki Meclis-i Alilerinin vicdanı hükmedecektir efendim.
Ömer Naci'nin kısa sürmüş parlamento hayatında Meclis' de yaptığı en mühim ateşli ve cesur konuşma, Halaskar Zabitan Grubu'nun bir tehdid mektubu üzerinedir.
Halaskar Zabitan Grubu veya Halaskaran Zabit Grubu,<124ı 1912 Haziran'ında İstanbul'da kurulmuştur. Arnavutluk isyanı ve dağa çıkan zabitler vak'asından sonra, İttihad ve Terakki iktidarının meşru olmadığını iddia ederek milletce seçilmiş Meb'usan Meclisi'ni feshettirmek ve hükumeti düşürmek için, yeraltı faaliyetinde bulunan birkaç subay, bir tehdid ve baskı kuruluşu olarak bu grubu vücuda getirmişlerdir. Halaskaran Grubu arkasında bazı mühim sivil, siyasi şahıslar da yer almış bulunuyordu. Bir askeri cunta taslağı olan ve Halaskaran Cemiyeti diye de anılan bu ihtilalci gruba ecnebiler, Hey'et-i Zabitan diyorlardı. Grubun ilk kurucuları şunlardı: Kurmay Binbaşı Gelibolulu Kemal (Milli Mücadele yıllarında İstanbul Hükumeti'nin Jandarma Genel Komutanı Kemal Paşa); Kurmay Önyüzbaşı Kastamonulu Hilmi; Süvari Yarbayı Receb; Deniz Binbaşısı İbrahim Aşki; Yüzbaşı Kudret; Merkez
(124) Fethi Tevetoğlu, Halaskar Zabitan Grubu veya Halaskaran Zabit Grubu, Türk Ansiklopedisi, c.XV111, s.340 - 341.
137
Taburu Kumandanı Rosinyol Hüsnü ; Teğmen Hasan Ali ve Tevfik beyler.
Vazife ile Makedonya' da bulunan Kemal Bey, böyle bir faaliyet ve hareket için ortamı elverişli bulmuş; bir beyanname kaleme almış; Skalyeri (Scalieri) adlı bir Rum aracılığı ile Prens Sabahaddin Bey'le temasa geçerek kendisinden destek ve para yardımı sağlamıştır. Görünüşte ileri sürülen gaye: "İttihad ve Terakki istibdadının yıkılması ve Ordunun siyasete karışmaması" idi. Fakat İttihad ve Terakki, MeşrGtiyet'in ilanı, 3 1 Mart Vak'ası'nın bastırılması gibi birçok kuruluş ve olayları Ordu yaptığına veya desteklediğine göre, aynı Ordu sebeb olduğu kötülükleri de temizleyecek, Hükumet ve Meclis'i bertaraf ettikten ve guya müesseseleri meşru yollarla kurduktan sonra, siyasete başka bir suretle karışmayarak kışlasına dönecek ve kendisini yurt savunmasına hasredecektir. Grub bu prensiplerledir ki kadrosuna sivil eleman almamış ve mensublarının da me'muriyet kabul etmelerini yasaklamıştır. Prens Sabahaddin Bey'in desteğinden başka, eski askerlerden emekli Yüzbaşı Tefik Hamdi (Burunsuz), Halaskar Zabitan Grubu'na kurucular derecesinde yardım etmiştir. Ayrıca Dr. Rıza Nur, Satvet LGtfi (Tozan), Mahir Said, Kemal Midhat, Melami Şeyhi Terlikçi Salih, Kurmay Yarbay Yusuf Rasih ve Teğmen Boşnak Salih Beyler'in de grubla sıkı işbirliğinde bulundukları anlaşılmıştır. Nitekim, cemiyetin mühürü Halaskaran Zabitan Grubu diye Tevfik Hamdi Bey tarafından kazdırılmıştır.<'25l Dr. Rıza Nur Bey, Halaskar Zabitan Grubu faaliyetlerinde Prens Sabahaddin, Nazım ve Kamil Paşalar'la olan münasebetleri belirttikten ve evini grup toplantılarına tahsis ettiğini açıkladıktan başka, " . . . biz kendimizi ve bütün sivilleri gizleyerek bu harekete, sırf bir askeri hareket süsü veriyorduk" demektedir. <126ı
(125) Doktor Rıza Nur, Hürriyet ve İ'tiliil Nasıl Dokdu. Nasıl Öldü? İstanbul, 1335 (1919), s.37.
(126) Dr. Rıza Nur, a.g.e., s.39.
1 38
Halaskar Zabitan Grubu toplantılarının en mühimleri, 19 12 Haziran sonuna doğru Üsküdar (Bağlarbaşı)'da yapılanlarla; Bostancı, Heybeliada ve Beyoğlu toplantılarıdır. Halaskar Zabitan Grubu, İstanbul'da için için bir Ordu kaynaşması olduğu kuşkusunu başarı ile uyandırmış; broşür halinde ve gazetelerde yayımlanan Grub Beyannamesi, Şı'.iray-ı Askeri Reisliği'ne ve bu kanalla da Padişah V. Sultan Mehmed'e sunulan diğer bir beyannamesi, Meb'usan Meclisi Reisi Halil (Menteşe) ve Mabeyn Başkatibi Halid Ziya (Uşaklıgil) Beyler'e yazılan ve evlerine Teğmen Salih Efendi tarafından bırakılan 2 1 Temmuz, 1 9 1 2 tarihli tehdid mektupları ve Meclis'de, Ordu çevresinde ve basında sert tepkiler ve protestolarla karşılanmıştır.
Meclis'in 12 (25) Temmuz, 1 328 ( 19 12) Perşembe günü kırkıncı toplantısı, bu konu ile ilgili olarak çok ateşli geçmiştir:(127l
Reis (Halil Bey) - . . . Hey'et-i Aliyeye birşey arzedeceğim. Dikkatle dinlenmesini rica ederim (sükı1t, dinleyelim sadaları). Dün akşam Meclis-i Meb'usan'dan avdetimde evime açık bir mektup bırakılmış buldum. Bir zabit tarafından getirildiğini söylediler. Fakat zabit kimdir? Tabii evde bulunan eşhas kim olduğunu tayin edemiyor. Mektup da şu kırmızı mühürle Halaskar Zabitan Grubu mühüriyle geliyor. Binaenaleyh bu mektubu Meclis-i Meb'usan Reisi'ne geldiği için umumi hey'ete arzetmeği evvela bir vatani vazife sonra da kanuni bir vazife addettim. Binaenaleyh bu mektubun okunmasını teklif ediyorum. (Feyzi Bey mektubu okur);
Meclis-i Meb'usan Reisi Halil Bey'e:
(127) Meclis-i Meb'usan Zabıt Ceridesi, 2. Dönem, /. Sene, 40. Toplantı, s. 767 769.
1 39
Gerek İttıhad ve Terakki muhitinde ve gerek Meclis-i Meb'usan sahasında vatan için hiç de hayırlı olmaksızın vukua gelen bunca sakim hareketlerinize ilave olarak bu defa da nezd-i Şahane' de (Padişah katında) vaki olan teşebbüsleriniz ve entrikalarınız Grubumuzca bilinmekle ve bu da büyük cezayı gerekli görülmekle beraber pis kanlarla lekelenmek arzu etmediğimiz için ihtara lüzum görüyoruz ki milletle beraber Ordunun haklı isteklerinin en mühimmini teşkil eden Meclisi hazır-ı Meb'usan'ın feshi hususunda bir engel olmadığınızı ve hatta isteklerimizi destekleme yolunda bilfiil çalıştığınızı kırksekiz saatta izhar ve isbat etmezseniz üzerimize düşen vatani vazifeyi tam olarak icra edeceğimizi ihbar ediyoruz.
1 1 Temmuz, 1 328 Halaskar Zabitan Grubu
Şu da malum ola ki kendilerinde hiçbir kıymet ve meziyet görmediğimiz şahıslara hitab etmekten kendimizi müstağni addediyoruz. (Söz isteriz sadaları, gürültüler)
Reis - Şimdiden söz vermiyeceğim. Söz söyleyeceğim lütfen dinleyin. (Ayağa kalkarak) Efendiler, Meclis-i Meb'usan, Reisi, evvela vatani vazifesini sonra da nizami ve kanuni vazifesini eskisi gibi son derece serbest ve metin olarak ifa eyleyeceğini millet önünde ilan eyler. (Gayet şiddetli ve sürekli alkışlar.)
Daha sonra İzmir Meb'usu Said Bey bir konuşma yapar. Ondan sonra da Ömer Naci Bey, sık sık alkışlanan şu son derece cesur, ateşli, tarihi konuşmasını yapır:
Ömer Naci Bey (Kırkkilise) - Kardeşlerim, bütün kuvvetler dünyada hak ve hakikat adına savaş olduğu gündenberi tehdidden, tahvifden korkmadılar. Bugün büyük bir milleti temsil eden bu Meclis-i Meb'usan da tehdidden, tahvifden, ölümden korkmaz. (Alkışlar). Söz söylemek ve çok söz söylemek isterdim. Fakat tali ne acı oldu ki beni bugün bu memleketin fena
140
bir hakikatine temas etmiş olmak için buraya kadar sevkediyor . Efendiler! Bu kağıdı yazanlar Büyük Osmanlı Ordusu'na mensup büyük Osmanlı zabitleri değildir (alkışlar). Çünkü yediyüz senedenberi Osmanlı Ordusu , Osmanlı Ordusu olalı, bu koca imparatorluk tesis edileli, bu büyük ocak Şark'da ve Garb'da fütuhatlar yapalı bir Osmanlı zabiti çıkmamıştır ki tehdidini imzasız yapmak alçaklığını kabul etsin (alkışlar). Hiçbir vakit olmamıştır ki Millet-i Orduy-i Osmanlden hiçbir zabit Padişah'a ve büyük Padişah'a entrika yapılıyor demek zilletini izhar etsin (alkış). Hiçbir vakitte Osmanlı Ordusu mevcut olmamıştır ki kendi eliyle kendi koluyla, müdihedesiyle getirdiği büyük bir Meclis'in üzerine tehdid ile gelsin. Bu, kimsenin tasavvur edemeyeceği bir fedadır . . .
Bütün Osmanlı milletini temsil eden bu Meclis her hakikati söyleyecek, ölecek ve hakikati i'lan etmekten bir dakika geri durmayacaktır (alkışlar). Sözlerim buradaki beyannameye aiddir. İddia ediyorum ve isbat etmeğe her zaman hazır bulunuyorum ki, Osmanlı Ordusu bugün Sabah ve İkdam Gazetelerinde olan beyannamede dendiği gibi hiçbir Osmanlı Ordusu'na mensubolan bir ferd ve zabit dememiştir ve demeyecektir. "Bu vatan batarsa biz aç kalacağız" (alkışlar). Bunu yazanlara söylüyorum, işte benim sinem açık, işte! Eğer onlarda merdlik, namus varsa, hak varsa, hakikat varsa bizde de ölmeğe hazır bir sine, bir sine-i hamiyyet vardır (alkışlar). Ve sonra size hakiki ordudan. bugün kan ağlayan vatanın şarkı, garbı tehlikede iken hakikaten bu vatanı tutmak için azmetmiş olan Osmanlı Ordusu'ndan bahsedeceğim. O da bizimle beraberdir. Ölünceye kadar ve öldürünceye kadar. (Alkışlar) (Müzakere kafi sada.Iarı) . . .
Meclis'teki bu sert ve çetin tartışma, basında da geniş yer bulmuş,t128ı Babanzade İsmail Hakkı(l29ı ve Sülevman Na-
(128) Tanin 26 Temmuz 1912.
(129) Meclis-i Meb 'usan'da Tarihi Bir Gün, Tanin, 26 Temmı..z 1912.
141
zif(l :ıuı gibi birçok yazarlar, konu üzerindeki görüşlerini sert protestolarla açıklamışlardır:
"Bu sözlerin hakikaten vazifeperver ve asker olan Osmanlı Ordusu'nun mecmuuna değil, mukaddes vazifelerine başka bir mecr§. ve_başka bir mahiyet ta'yin etmiş olan az miktar bir kısım zabitanına iiiddir. Cüzü külle hakim olamaz!"
Hindli Doçent Dr. Feroz Ahmed bu konu ile ilgili olarak şöyle yazmaktadır. ( 13 1 ı
" . . . Halil Bey'in ültimatomu okuması üzerine Mecliste büyük bir kargaşalık başgösterdi ve İttihadçılar hükumetten askerin böylesine açıktan açığa siyasete karışmasına nasıl izin verildiğinin hesabını sordular. Eski bir asker olan Ömer Naci, ültimatomun Ordudan geldiğine inanmadığım söylüyordu. Bu, Cemiyet aleyhtarları tarafından düzenlenmiş, bir siyaset oyunundan başka birşey değildir, derneğe geliyordu."
Ömer Naci, kısa süren meb'usluğu sırasında da partisini, en yakın arkadaşlarını bizzat kendisini en açık, en ağır ve gerçekçi bir ifade ile tenkid etmek ve yermekten geri durmamıştır.
Ölümünden beş yıl kadar sonra Dergah adlı edebi dergide yer almış Ömer Naci ve İttihad Terakki başlıklı bir küçük yazı da, onun şaka ile karışık ciddi tenkid ve değerlendirmesin in ne merkezde ve ne kadar yerinde olduğunu isbatlamaktadırY32l Bu yazı, her ne kadar imzasız ise de, içinde geçen ve Ömer Naci için kullanılmış "bedrnets-i ihtilal, yırtık bir bayrak gibi koştu"n33l gibi tabirlerin Kıbrıslı . zade Tevfik yazısında da aynen, Yahya Kemal tarafından,
(130) Kılıçlı Siyaset, Hak. 2S Temmuz 191, nu. 133. (131) Feroz Ahmed, İttihad ve Terakki, İstanbul 1971, s. 1 65. (132) Dergah, 5 kasım 1337 (1921), nu. 14, s.32. (133) Yahya Kemal (Beyatlı), Siyasi ve Edebi Portreler, Yahya Kemal Enstitü
sü yayımlarından, İstanbul 1968, s. 105.
1 42
Ömer Naci için sarfedildiğini tesbit etmekle, Yahya Kemal Beyatlı'ya füd olduğunu söylemek doğru bir teşhistir. Yahya Kemal Beyatlı tarafından kaleme alındığı muhakkak olan bu yazı şöyledir:
"Ömer Naci, Temmuz İnkılabı'nın en ziyade dikkate şayan olan şahsiyetlerinden biriydi. Yedi-sekiz sene Vardar boylarından İran içlerine kadar, bedmest-i ihtilal, yırtık bir bayrak gibi koştu. Zavallı zevcesini, çocuklarını unutarak, para ve dünyevi saadet k�ygılarından azade taraf taraf gezdi. Herkes İnkılab sarhoşluğundan uyanmış mahmur mahmur gezindiği senelerde o muttasıl mestti.
Ömer Naci'nin ne Servet-i Fünı1n'da "Ö.Naci" imzalı şiirlerinden, ne de Şehzadebaşı'nın sahnelerinde, Rumeli şehirlerinin millet bahçelerinde, Anadolu şehirlerinin meydanlarında söylediği nutuklardan birşey kaldı. Lakin bu söz kalacaktır.
Ömer Naci bir gün Meclis'te demiş ki: "İttihad ve Terakki kırk mecnundan mürekkeb bir hey'ettir; Tal'at aklü'l-mecanindir, Hüseyin Cahid kalemü'l-mecanin, Kemal hesabü'l-mecanin, Ziya Gökalp kitabü'lmecanin, Enver seyfü'l-mecanin, ben lisanü'I-mecanin, Yakub Cemil de mecnı1nu'I-mecanin!"
Zavallı Naci, kendi çok sevimli bir manada lisanü'lmecanindi denilebilir. Enver'in seyfü'l-mecanin olduğunu anlamak için doktor olmağa ihtiyaç yok, Sarıkamış'dan belagenma-belag belli. Lakin Yakub Cemil'in mecnı1nü'Imecanin olduğu çok tefekküre şayan. Tam mecnun olan bu adam, Türk milletini, Çarlık'ın sukı1tundan sonra harbden çıkarmağa azmetmişti; şimdi anlıyoruz ki o zaman muvaffak olsaymış son beş senelik felaketlerimiz, hiç olmazsa, tahaffüf edermiş (hafiflermiş). Anlaşılıyor ki inkılablarda yarım mecnun olmaktansa, Yakub Cemil gibi tam mecnun olmak daha hayırlıdır."
143
Ömer Naci ve Bib-ı Ali Baskını
23 Ocak, 1913 İtti had ve Terakki Fırkası adına yapılmış bu baskın ve hükumet darbesinde, kitleleri sürükleyen sihirli bir hitAbet gücüne sahip Ömer Naci'nin çok mühim bir rolü olmuştur. Bu olayla ilgili birçok eser ve belgeler, Ömer Naci'· nin bu baskın olayındaki yerini belirtmektedirler. Ömer Naci, ilk defa Bab-ı Ali Baskını'nı yapma kararının alındığı Meserret Oteli toplantısında Yakub Cemil, Hakkı ve Mustafa Necib Beylerle bulunduğu gibi,<ı34> sonraki Vefada Emin Beşe Bey'in evinde İttihad ve Terakki erkanının toplantısına da katılmıştır. Baskın sırasında ise baskıncıların en önünde ve başındadır. Ünlü hatlb, buradaki te'sirli konuşma ve davranışı ile, o zaman yazılmış romanlara dahi konu olmuştur.
Osmanlı Devleti, Balkan Harbi'nde yenilmiş ve bütün Rumeli kıt' asını kısa zamanda kaybetmişti. l 878 Berlin Andlaşması'nm 23. Maddesi gereğince büyük devletler, bir Osmanlı eyaleti olan Bulgaristan'ın işlerine müdahaleye başlamışlardı. Hükı1met'in başı Sadrıazam Kamil Paşa, Hürriyet ve İ'tilaf Fırkası taraftarı idi. Kamil Paşa Hükumeti, Londra Konferansı'nda teklif olunan Midye-Enez sınırını kabı11 ederek barışa yanaşmak istiyordu. Bu arada Osmanlı Ordusu, Kırklareli ve Lüleburgaz' da Bulgarlara yenilmiş, kabinenin durumu büsbütün zorlaşmıştı. Hürriyet ve İ'tilat Fırkası taraftarları Harbiye Nazırı Nazım Paşa'yı Sadarete geçirip yeni bir kabine kurdurmak kararında idiler. Bu durumlardan şikayetçi İttihadcılar sür'atle harekete geçerek, başta Enver ve Tal'at Beyler le Hatib Ömer Naci olmak üzere otuz-kırk kişilik bir grub, Kabine'nin toplantı halinde bulunduğu Bab-ı Ali'ye bir baskın düzenlemişlerdir. Bu sırada toplantıdan çıkarak Enver Bey'in bulunduğu yere gelen Nazım Paşa ve yaveri Kıbrıslı Tevfik vurularak öldürülmüşler; Kamil Paşa hükumetten çekilmeye zorlanarak
(134) Mustafa Ragıb (Esadlı), a.g.e., s.523.
144
diğer Nazırlarla birlikte gözaltına alınmış ve Kamil Pa�a'nın istifasını Sar�y·a �ötüren Enver Bey (Pa�a). bir-iki saat içinde Mahmud Şevket Paşa'nın sadaret fermanını getirmiş ve iktidarın tekrar İttihad ve Terakki Fırkası'na geçmesini sağlamıştır.
Hakkında " ileri-geri" pekçok şeyler söylenmiş ve yazılmış bulunan "Bab-ı-all Baskım" hakkında rahmetli tarihçi Prof. Nimet Kurat şunları yazmaktadırY:ı.s)
"Hürriyet'in ilanından beri Ordu'nun ve halkın gözbebeği sayılan, fakat mütemadiyen perde arkasında kalmayı tercih eden Enver Bey, bu defa sahneye çıkmış ve 23 Ocak 1 9 1 3'de, Kamil Paşa'nın düşmesiyle sonuçlanan meşhur Bab-ı-atl Baskını (Coup d'etat)'nı yapmıştı."
"Bab-ı-aıJ Baskını'nın hakiki mahiyeti pek vazıh değildir. Yusuf Hikmet Bayur, bu hususda İttihadcıları kötülemektedir. (Bkz. İnkılab Tarihi, C. il, k. il, s.254-27 l ); Belleten, Cild XXX, No. 1 1 7: Yeni bulunan bir belge dolayısıyla (s. 1 03- 1 1 4). Ahmed Bedevi Kuran, İnkılab Hareketleri (İstanbul 1 956) s.520 v.d. Ortada bir hakikat varsa, o da bu sıradaki Büyük Kabine ve bilhassa 85'1ik Kamil Paşa Kabinesi'nin tam bir aciz içinde bulunması idi. Yusuf H ikmet Bayur, Kamil Paşa'nın torunu ve İttihadcılara karşı beslediği düşmanlık hisleriyle bu "Baskın" dolayısıyla İttihadcıları mümkün mertebe haksız çıkarmaya gayret etmiştir. O satırlarda Türk umumi efkarının bu Baskın'ı memnunlukla karşıladığı görülüyor."
Hikmet Naci Hatiboğlu'nun Bab-ı Ali Baskını ile ilgili olarak naklettikleri babasına füd bir hatıra şöyledir:
Baskın'ın yapılmasından bir gece önce babası ile Mustafa Necip Bey birlikte gelirler ve geceyi Ömer Naciler'de geçirirler. Ömer Naci'nin Kayınpederi Emekli Binbaşı Mehmed Ali
(135) Dr. Akdes Nimet Kurat; Türkiye ve Rusya, Ankara 1970, s. 184 - 185.
145
Bey elinde siyah kehruba bir tesbih ile oynuyormuş. Mustafa Necip Bey bir ara bu tesbihi almış ve sonra da kendinde, cebinde unutmuş. Ömer Naci de Kaympederi'nin tabancasını ıstemişken unutarak almadan evden ayrılmıştır. Hikmet Naci, Büyükbabası'nın beze sararak kendisine verdiği tabancayı, peşlerinden koşmuş ve Yusuf Paşa (Haseki}' da onlara yetişerek tabancayı babasına vermiştir. Mustafa Necip Bey ise, öğleden sonra rastladığı Mehmed Ali Bey'e: "Beybaba! Ne olur ne olmaz, al şu tesbihini, bende kalmasın !" diyerek iade etmiş; Mehmed Ali Bey "Kalsın" diyerek israr etmişse de "hayır bende kalmasın" demiş ve kendisi o akşam vurulmuştur.
Bab-ı Ali Baskını ile ilgili en değerli bilgi ve hatırayı Kıbrıslızade Tevfik için yazdığı yazıda şair Yahya Kemal vermektedir:035J
" . . . Tevfik Paris sefaretinde, Ateşemiliter Fethi bey'in muavini ve dostu idi. Sonra İstanbul'a döndü. Balkan Harbi'nden biraz önce Harbiye Nazırı olan Nazım Paşa'nın, eski bir aile dostluğu yüzünden, yaverliğine katlandı. İttihad ve Terakki, Bab-ı Ali'yi bastığı gün Tevfik orada, Meclis-i Hass-ı Vükela kapısının önünde tabancayla öldürüldü, düştü, naaşı ve mezarı uzun bir müddet bir sır kaldı.
O günün sabahı son defa Tevfik'i gördümdü. O yağmurlu gün ne kadar kasvetliydi. Akşam üstü İkdam'dan çıkıyordum. Daha matbaanın kapısından çıkarken gözlerim Bab-ı Ali Yokuşu'nun müntehasında bir hareketin cazibesine tutuldu. Oradaki El-Adi gazetesinin demir parmaklıklı sofasından sokağa atlayanlar Bab-ı Ali'ye doğru koşuyorlardı. Bir ihtilalin darbesi inerken bir sokak, tıpkı ortasından bir sadmeyle zedelenmiş bir camın huzme huzme olan kırıklarına benziyor. O anda o yokuş ve etrafı böyleydi. Geçenler, dafia ve cazibe kanunlarının bir cilvesine tutulmuş gibi ya Bab-ı Ali'ye ko-
(136) Yahya Kemal (Beyatlı), a.g.e., s. 100 . 1 1 1 .
146
şuyor, yahut da yan sokaklara çekiliyorlardı. Yukarıya doğru yürüdüm. Sağa baktım. Meclis-i Hass'ın altındaki tulumba koğuşundan, fevkalade birtelaşla derlenip toplanan, silahını kapan neferler dışarıya uğruyorlardı. Bu şaşkın ve yüzü sararmış asker Bab-ı Ali Camii'nden yukarıya doğru, parmaklık hizasında iki saf oldu. Bab-ı Ali cephesinin göründüğü direğe gelince gördüm ki dairenin önünde çoğu sivil, birkaçı sarıklı, fakad adedce az bir nümayiş kalabalığı bağırışıyordu. Telaşlı bir Tekbir gulgulesi, "Asker! Edirne! Allah aşkına!" sözleri işitiliyordu. Gerek içeriden gerek dışarıdan bu nümayişi seyredenler nümayişçilerden çoktular ve nümayişe yabancı gözleriyle bakıyorlardı. O seyrek nümayişçi kalabalığının çehreleri sapsarı, sesleri ve ayakları titrek görünüyordu. Ortada şayak cübbeli, hilali sakallı bir hoca gayet ca'li bir hareketle kollarını kaldırıyor. Etrafına Tekbir çektirmeğe çalışıyordu. Yalnız genç ve siyah cübbeli bir softa ki samimi olduğu atılganlığından belliydi, kalabalıktan ayrılmış, Meclis Dfüresi'nin duvarı hizasınca, şaşkın şaşkın bakan askere doğru yürüyor, kolunun şedid hareketleriyle, "Asker, Allah, Muhammed, İslam, Edirne" sözleriyle karışık cümleler söylüyordu. O aralık askerlerle nümayişçiler ortasında kalan boşluğa Ömer Naci, sendeler gibi coşkun, atıldı, yakalığı boynundan fırlamış, boyun bağı bir yana gitmiş, ağzı köpüklü, yanından iki kişi men'eder gibi tutuyorlar, Ömer Naci yırtık bir sesle bağırıyordu: "Askerrr! Askerrr! Siz! Siz! Askerrr!" ne söylediği anlaşılamıyordu. Bir ihtilal anında insanlar bambaşka birer mahh1k oluyorlar. Ömrümün bir zamanını beraber geçirdiğim Ömer Niici'yi o anda tanıyamıyordum. Muhafız askerin safları arkasından çavuşlar geziniyor, intizamı kaybetmemeğe çalışıyorlardı. Lakin asker gözlerini Ömer Naci'ye dikmiş hayran hayran ve takdirkar bir heyecanla bakıyordu. Aşikar ki bu neferler kalbleriyle ondan tarafa idiler. Bu sırada birdenbire, Meclis-i Has kapıları açıldı, içeriden siyah bir bulut gibi bir insan kalabalığı koptu, sahanlığı doldurdu. Ortalarında, elinde bir kağıt tutan, Enver göründü; etrafındakiler, kanatlarını açmış kuşlar
1 47
gibi, Enver'i muhafaza ediyorlar ve aynı zamanda kalabalığa ve askere karşı: "Edirne! Edirne!" sayhalarıyla bağırıyorlardı. Sahanlık üzerinde en ziyade Silahçı Tahsin ve fedfü Gümülcineli Eyüb göze çarpıyorlardı; bunlar boyunlarındaki şallarını sallıyorlardı. Enver'in sahneye çıkışı nümayişJe bir vakfe oldu . Enver elinde o kağıdı tutarak gayet munis ve iltifatkar bir işaretle muhafaza bölüğünün zabitini: "Cemil Efendi lütfen gelir misiniz?" diye çağırdı. O zavallı genç zabit Enver'in bu işaretindeki efsuna tutuldu. Birkaç adım yürüdü, sonra bir asiye itaat etmenin tereddüdüyle duraladı, yanaşamadı. Güya bu ihtilalin sırrı o aralık askerin bir hareketine bağlı gibiydi. Bu manzaranın son safhası olarak, Ömer Naci'nin o perişan ve coşkun kıyafetiyle bir daha ortaya atıldığını gördüm ve gittikçe çoğalan seyirciler arasından çıktım, çekildim . . .
Bab-ı Ali Yokuşu'ndan Sirkeci'ye doğru inerken dikkat ettim ki dünya bu ihtilalden bihaber, dükkanlarda kayıtsız kuyutsuz gülüşüyorlar, alış veriş oluyor. Köprüden akan halk dalgın ve kayıtsızdı. Başım, gördüğüm manzaranın te'siriyle doluydu. Muhayyileme en ziyade Ömer Naci'nin o yırtık bayrak gibi bedmest hali çarpmış, en ziyade onu düşünüyordum. Ömer Naciy'le inkılabdan bir sene önce Paris'te görüşmüş, dost olmuş, vakit geçirmiştik. Çok cazibeli bir insandı. Sıcak bir dost, rind bir arkadaştı. Kafasında şiir, felsefe, tarih, fen karmakarışık, çok hoş ve biraz gülünç bir natıkaperdazdı. Natıkayı bir mucize telakki ederdi. Benden en ziyade istediği şey Hatib Jaures'in söz söylediği mitinglerde refakatli. Jaues'i dinlerken kendinden geçer, bir efsuna uğramış gibi olurdu. Çok merakla sevdiği Fransız İhtilali'ni hep o natıka-perest görüşüyle görür, o görüşle okur ve bir tiyatro sahnesi zannederdi. Danton'un heykeli önünden geçerken hemen durur bir daha hayretle bakar, "işte ben medeniyet aleminde yalnız buna hayranım!" derdi. İstanbul'a döndüğüm zaman Naci'yi ar-
148
zusuna göre bir şahsiyet olmuş gördüm. Bab-ı Ali önünde o günkü hali zevk ve şevkine göre idi.
Dışından kansız görünen bu ihtilalde Tevfik'i kaybettiğimizi ertesi gün gazeted·e gördüğüm dakika kederimden hareketsiz kaldım. Birkaç satırlık "Maattessüflü," "Atılan kurşunlardan eser-i kaza olaraklı . . " bir tebliği bu kara haberi soğukkanlılıkla haber veriyordu. Gözümde Türk gençliğinin asalet timsali olan arkadaşın naaşını aramak için şehre indim. Hükumet değişmiş, sokaklarda çehreler de değişmişti. Na'şı kimden arayacağımı düşünürken hatırıma Ömer Naci geldi. Aramak için yola düzülmüştüm. Köprü üzerinde Ömer Naci göründü. Sağında Silahcı Tahsin, solunda fedai Eyüb'le, bir ihtilal devriyesi gibi geziniyordu. Beni görünce mahzun bir çehre takındı. Tevfik'le rabıtamı bildiği için yanıma mükedder geldi, kendine has olan laübaliliğiyle koluma girdi, hemen ondan bahsetmeğe başlayarak: "İhtilalin cilveleri bu! Daima en iyileri yere serer, Tevfik'i namusu öldürdü, ben de senin kadar yandım, emin ol! Ah neye o saat orada bulundu? Fransız İhtilali'nin tarihini beraber okuduk . . . İhtilalin cilveleri böyledir. Sen benden iyi bilirsin . . . " yollu bir nutka girişti. Uzun uzun dinledik, nutku bitince bir zamanki arkadaşlığımız namına Tevfik'in naaşını Hükfimet'ten istemek için yardımını istedim: "Bu aralık doğru değildir, Hükumet bu kaza yüzünden fazla sızıltı vermek istemiyor" dedi. Bu sözü üzerine hassasiyetini tahrik edici acı bir cevap verdim, zayıf tarafı olan Fransız İhtilali tarihinden birkaç misalle serzeniş ettim. Sözlerim pek ziyade dokundu, teessürle elimi sıktı. Naaşı almağı vaadetti. Biz onunla kolkola, arkamızdan da iki maruf fedai heybetli bir mevkib halinde Köprü'den Bahçekapı'ya kadar gelmişiz. Vak'adan gözleri faltaşı gibi geçen halk bize bakıyordu. Naci orada sebil önünde vaadini tekrar ederken, arkamızdan münakaşamıza kulak kabartmış olan Silahcı Tahsin yaklaştı, dedi ki: "Nafile yoruluyorsunuz Beyefendi! Bu sabah Süleymaniye Mezarlığı'na gömdüler!" Herifin bu sözüne inan-
dım. Naci de vaadinden kurtuldu. Doğru Süleymaniye Mezarlığı'na koştum. Ne aslı var ne faslı. O sabah gömülmemiş. Aldatıldığımı anladım."
Kazım Nami Duru da bu baskınla ilgili olarak hatıralarında şunları söylemektedir:(137l
" . . . Tal'at'a rastladığımdan onbeş-yirmi gün geçti geçmedi, başta kendisi, yanında beyaz bir at üstünde olmak üzer.� Enver, Mustafa Necip gibi gözünü budaktan sakınmayan, Om er Naci gibi cesaretine hatibliği de ekleyen arkadaşları, daha da yirmi-yirmibeş kadar İttihadcı ile Bab-ı Ali'ye yürüdüler. Biz, bu yürüyüşü biraz evvel haber almış, Bab-ı Ali Caddesi'ne çıkan yolların başını tutmuştuk. Ben, Derleme Müdürlüğü'nün bulunduğu İshak Efendi Mektebi'nin köşesinde duruyordum.
Bu otuz kişilik hey'et Bab-ı Ali'ye doğru haşmetle, hırsla yürüyordu. Bu gelişten haberi olan Hükumet, galiba Memduh Paşa kumandasında yüz kadar silahlı askeri parmaklığın içine dizmiş, silaha davran vaziyetinde gelenleri karşılamağa hazırlanmıştı.
İttihadcılar kapıdan içeri girdiler. Ömer Naci doğru askerin karşısına dikildi. Onlara anlayacakları dil ile, geçirmekte olduğumuz felaketleri anlatmaya koyuldu. Naci, "düşmanı Çatalca'ya kadar getiren silahlarınızla, işte karşınızdayım, beni vurun!" deyince neferler silahlarını indirdiler.
İçeride bir şeyler oluyordu; biz neler olduğunu bilmiyorduk. Bab-ı Ali içinde patlayan silahların seslerini işittik. Biraz sonra Kamil Paşa'nın Sadaret'ten istifa ettiğini, Harbiye Nazırı Nazım Paşa ile yaveri Kıbrıslı Tevf�k'in, bu arada Mustafa Necib'in öldürülmüş olduklarını öğrendik."
(137) K.N.Duru; a.g.e., s.54.
150
Mabeyn Başkatibi Ali Fuad Türkgeldi (8 Temmuz, 1 867-3 Şubat, 1935) Görüp İşittiklerim adlı kitabmda bu baskınla ilgili olarak Ömer Naci hakkında şunları yazmaktadır:'138>
"Tal'at Paşa istifanamesini yazıp vermesini Kamil Paşa'ya sert bir sesle teklif etmiş olduğunu söylerdi.
O gün İttihad hatiblerinden Ömer Naci dahi ayrıca Kamil Paşa'nın yanına giderek, "Kamil Paşa, sen bize karşı muhalif bulunmayıp da bizimle ittihad etmiş olaydın sonuna kadar Sadr-ı A.zam·dın; niçin bunu yaptın?" demesi üzerine Kamil Paşa'nın: "Haydi, haydi" diye eli ile işaret ederek kendisini kovmuş olduğunu da rivayet eylediler."
Ömer Naci'nin Bab-ı Ali Baskmı'ndaki heyecan dolu hareket ve davranışları, romanlara, hikayelere geçecek kadar dillere destan olmuştur. Yakub Kadri Karaosmanoğlu, o yıllarda çıkan ünlü romanı Hüküm Gecesi'nde Ömer Naci'den sık sık bahseder:!139>
" . . . Ömer Naci, cezbesi tutmuş bir Rufai dervişi gibi göğsünü bağrını parçalayarak, "Vatan, vatan . . . Ah, vatan!" diye avazı çıktığı kadar haykırıyordu."
" ... Hoca iniyor, yerine bir başkası çıkıyor: İhtilat, ah, ihtilal! Yaşasın ihtilal!" diye bağırıyor. Bu, Ömer Naci'dir.
Coşkun hatibin sesi bir patiska çarşafın havada yırtılışını andırıyor. Sanki her bağırışında ciğerleri parça parça oluyor: "İhtilal, ah, ihtilal!"
" ... Lakin, bütün bu kalabalığın içinde Hatib Ömer Naci'den başka hiç kimsede ihtilal işareti görülmüyor.
(138) Ali Fuad Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, JJ. Bası(ış, Ankara, 1 951, s. 79.
(139) Yakub Kadri Karaosmano�lu, Hüküm Gecesi, Ankara, 1966, s.21 7, 260, 263 - 64.
151
Tam bu sırada yeniden Ömer Naci'nin sesi!. . . "Ah vatan, ah vatan!" O kadar bağırıyor ki, Enver Bey eliyle "Kaldırın, götürün şunu!" der gibi bir işAret yapıyor. Dört beş kişi cezbesi tutmuş ihtilalcinin koltuklarına giriyor: "- Etme paşam, etme beyim."
O, ağzından köpükler saçıyor, göğsünü bağrını parçalıyor, zikreder gibi: "Millet, vatan, vatan, millet!" diye gürlüyor. Sonunda zavallı bir kupa arabaya sokuldu. Fakat, bu araba, coşkun ihtilalci içine gi,rer girmez öyle bir sarsılmağa başladı ki , atların ön ayakları birkaç def'a havaya kalkıp-indi. Sonra sağa sola çarpılarak yokuştan aşağıya yuvarlandı. Bir şangırtı, bir patırtı, yeniden Ömer Naci'nin sesi. . . İhtilalci, arabasının camlarını kırmış ve kırık camların arasından haykırıyordu: "İntikam, intikam, intikam!"
Samet Ağaoğlu, Milli Hatib başlıklı yazısı ile Babası'nın sayılı yakın ve sevgili arkadaşlarından biri olan Ömer Naci' den bahsettiği hatıralarında şunları yazmaktadır:( ı4oı
"İttihad ve Terakki devrinin en dikkate şayan hususiyetlerinden birisi de, Fırka'yı idare edenlerin siyaset, askerlik, fikir, san'at hulasa her sahada birer adamı dahi, kahraman, milli sıfatlarıyla teçhiz ederek ileri sürmüş olmalarıdır."
" . . . İşte yüzünü ilk çocukluk senelerinde babamla beraber hatırladığım bu siyah yuvarlak sakallı, beyaz yüzlü, parlak gözlü sevimli insan da yine aynı yoldan "Milli Hatib" olmuştu. Genç yaşta şiirler neşretti, Selanik'te çıkan Genç Kalemler mecmuasında hece vezninin aleyhinde yazılar yazdı. *
" . . . Şimdi bundan kırk sene evveline dönerek İstanbul' un fakir bir mahallesinde Molla Gı1rani'deki evimizi, Babam'ın ça-
(140) Samet Ağaoğlu, Babamın Arkadaşları, 2. Baskı, İstanbul, 1960, s.20 - 23.
(•) Ömer Naci, heceyi savunan Genç Kalemler dergisinde hiç yazı yazmamıştır. Hece vezni ve Mehmed Emin Bey'in şiirleri ile ilgili, Rıza Tevfik aleyhinde yazdığı yazı ise Çocuk Bahçesi dergisindedir. F. T.
152
lışma odasını hatırlıyorum. Hatib, hararetli, hararetli bir şeyler anlatıyor. Babamın yüzü ciddidir. Arada sırada haklısın, yapmak lazım diyor. Sonra hahzamda bir gece yarısı canlanıyor. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağmakta. Birden kapı çalındı. Babam sanki bunu bekliyormuş gibi yataktan fırladı. Gelenler birkaç polis ve inzibattı. Babamı alıp götürdüler. Hafızamın derinliklerindeki hayaller birbirini kovalıyor. Yine bir fecir vakti hatırlıyorum ki Babam ve Hatib arkadaşı ceblerine büyük tabancalar koyarak sokağa çıktılar. O akşam evde telaş vardı. Babam ve arkadaşı bir taraftan kahkahalarla gülüyorlar, Kamil Paşa Hükumeti'nin iki saatta nasıl devrildiğini birbirlerine durmadan söylüyorlar, diğer taraftan o gün şehid düşmüş Mustafa Necib için döğünüyorlar�ı."
Baskını, görgü tanığı olarak en tam ve canlı bir şekilde anlatan ve yazan, Vahdeddin'in yaveri değerli yazar Tarık Mümtaz Göztepe'dir:<141>
" ... Çoktan iktidardan çekilmiş bulunan İttihad ve Terakki Cemiyeti, komitacı ve cür'etli insanların mecmuası idi. Başta Ömer Naci ve Tal' at Beyler bulunduğu halde Çatalca'da tutunabilen ve kahramanca bir müdafaa harbi verip İstanbul'u kurtaran Ordumuz'un son bir hamle ile Edirne'yi kurtarabileceğine inanıyorlardı. Fakat bu işi yapabilmek için herşeyden evvel İstanbul'da Hükumeti çok cüretli bir hamle ile düşürüp iktidarı ele almak lazım geliyordu.
Yazık ki bu sefer de İttihad ve Terakki Cemiyeti içinde hiç beklenilmeyen bir anlaşmazlık başgöstermiş ve bu Cemiyet'in hareket mihrakı olan Tal' at Bey'in Fırka Reisliği'nden uzaklaştırılmasını isteyen sesler yükselmeye başlamıştı.
Balkan Harbi patlayınca, iktidarda muhaliflerinin bulunduğuna bakmayarak, Tal'at Bey basit bir nefer olarak Ordu'ya
(141) Tarık Mümtaz Göztepe, Milli Hatibimiz Ömer Naci İçin, Ankara Bayram Gazetesi (Zafer), 31 A;tustos 1952 ve 1-2 Eylül 1952.
153
iltihak etmiş ve vatan hizmetine koşmuştu. İttihad ve Terakki Cemiyeti, o zamanki Umumi Merkezi olan Nı1r-ı Osmaniye' deki binada kongre halinde toplanmış (5 EylUI 1 329- 1 9 1 3) ve Tal'at Bey'e karşı umumi bir hücum başlamıştı. Tal'at Bey şöhret hırsı için çalışıyor, ikbal ve iktidardan başka gözünde birşey yoktur deniliyordu. Bütün hatibler aynı şekilde konuşuyordu. Vaziyet son derece nazikti. Tal'at Bey'i müdafaa etmek hemen hemen imkansız görünüyordu. Tam bu sırada Ömer Naci, bu fırtınalı havanın içinde yerinden kalktı ve kalabalığın arasından bir nur büzmesi gibi süzülerek ayaklarına kapanan hitabet kürsüsünün üzerine çıktı. Herkes kulak kesilmişti. Bizzat Tal' at Bey bile vefakar ve yakın dost olarak dört elle sarıldığı Ömer Naci'nin sözlerinden şaşalamıştı. Ömer Naci, birkaç kelimeden ibaret olan o meşhur hitabesinde şöyle konuşmuştu: "Kardeşler, bu kürsüye Tal'at'ın müdafaasını yapmağa gelmedim. Bütün ittihamlarınıza hak veriyorum. Tal'at o kadar şöhret düşkünü idi ve o mertebe ikbal düşkünü ki bunu bizzat kendisi bile inkar edemez. Nasıl inkar edebilir ki, Tal'at Bey ikbal mevkiinin en yüksek mertebesine çıkmış olarak bulunmaktadır. Çünkü Tal'at Bey, bugün, Osmanlı Ordusu'nda bir neferdir."
Ömer Naci'nin bu kısa hitabesi çılgın bir alkış tı1fanı ile boğazlardan boşanan sürekli hıçkırık sesleri He halelenmişti. İttihad ve Terakki Cemiyeti bir an içinde silkinip içinde çalkandığı dalalet ve tereddütten kurtulmuş ve Tal'at Bey'e mukadderatını seve seve bir kere daha teslim etmişti.
Şimdi sıra kat kat demir setlerle, çelik bedenlerle muhafaza altına alınan Bab-ı Ali'ye bir avuç fedai ile saldırıp, iktidar kal'esini fethetmek mucizesine gelmişti.
Bir avuç serdengeçti, eski Türk akıncılarına parmak ısırtacak bir cür'etle inkılab tarihimize bir Bab-ı Ali Baskını armağan edeceklerdi.
154
Evlerinden helallaşarak çıktılar. Parola, bütün bir milletin amentüsü haline gelen dilber ve kahraman Edirne idi.
Ömer Naci'nin hem sınıf, hem de Paris'te mefkure ve menfa arkadaşı olan Hüsrev Sami (Kızıldoğan) Bey, hoca kılığına girmiş ve medreselere sokularak talebe-i ulum dedikleri tehlikeli ve mütaassıb kalabalığın başına geçmişti. Bir anda Süleymaniye ve Fatih medreselerinden tekbir getirerek yüzlerce genç sarıklı caddelere boşandı. Bu esnada Onuncu Kolordu Kurmaybaşkanlığı'na tayin edilmiş olan hürriyet kahramanı ve Berlin Ateşemiliteri Kaymakam Enver Bey, yanında Yüzbaşı Mustafa Necip ve Yakub Cemil ve Mülazım Nail ve Hilmi Beyler gibi birkaç emsalsiz cür'et ve kahramanlık timsali, iş silaha intikal ettiği takdirde, tek bir silahın, tek bir pençede neler yapabileceğini göstereceklerdi.
Enver Bey, kır bir atın üstünde bu fedailerle Cağaloğlu yokuşunda bir infilak hamı1lesi halinde görününce, yollardan ge· çen kendi halindeki insanlar tecessüse kapılıp, durup durup yığın olmağa başlamışlardı. O zaman Nafıa Nezareti olan şimdiki İstanbul Maarif Müdürlüğü binasının merdivenlerinden yukarı sakin ve mütevazi bir adam çıktı: Sahanlığın üzerinde görünmesiyle, musiki ve mersiye olan gürül gürül bir hitabenin başlaması bir olmuştur.
Namık Kemal'in şahlanan ruhu, bu nur yüzlü adamda cisimlenmişti. Vatan derken ağzından kor halinde bir ateş dökülüyor, gür bir hançereden bütün milletin boğazında düğümlenen ah ve hicran boşanıyordu. Caddeye yığılan meraklı ve mütereddid kalabalık, bir anda bu sihirli hitabetin cazibesine kapılmış ve nur yüzlü hatibin emir ve iradesine ram olmuştu.
Yüzünden nur ve gözlerinden alev fışkıran bu gür sakallı, kor gözlü genç adam, bütün bir milletin en mu�addes hislerine en tatlı bir sesle tercüman olan Milli Hatib Omer Naci idi.
1 55
Cağaloğlu yokuşu bir lahza içinde şiddetle ürperdi ve sırtındaki binlerce insan cezbeye tutulmuş hak aşıkları gibi Bab·ı A1rye yürüdü.
Kırşehir'in adını taşıyan tam mevcutlu Bab-ı Ali Muhafız Taburu, derhal süngü takarak kabinenin toplantı halinde bulunduğu Sadr-ı Azam Dfüresi'ni çevirmiş ve üzerinden aşılmaz bir set olmuştu. Cümle kapısının büyük demir kapıları dışarıya yığılan heyecan dalgalarının üzerine kapanırken, birkaç fedai harikulade bir çeviklikle içeri sızdılar.
Ömer Naci'nin içeri sızmasıyla binek taşının üstünde görünmesi bir olmuştu. Başını Allahına ve iman dolu göğsünü Kırşehir Muhafız Taburu'nun süngülerine çeviren hatib, bir yanardağ gibi ateş püskürmeğe başladı. Enver Bey (Paşa)'le, fedai arkadaşları bu hitabet şahikasının yanı başında el bağlayıp durmuşlardı. Madenleri eriten, ruhları büyüleyen bir ses yükseldi:
- Askerleeerrr! . .. Edirne'yi düşmanlara çiğnetenler içerdedir. Silahlarınızı olara çevirirseniz gazi olursunuz. Memleketi kurtarmak için ayaklanan şu bir avuç vatanpervere çevi�irseniz katil ve kafir olursunuz!" diye haykırdı. Mehmedciğin engin ve asil ruhuna, Ömer Naci'nin umman olan ruhundan ilk mübarek net es bir alev dalgası halinde dökülmüştü. Kırşehir Taburu'nun yağız çehreli tunç muhafızları, ipek gibi yumuşamış, yeleleri kabaran müthiş arslan sürüsü, kuzu gibi ehlileşmişti.
Ömer Naci, belli ki arslanların dilinden anlıyordu. Onlara kendi dillerinden bir daha seslendi:
"Askerler! Gazetelerde resimlerini gördüğünüz destanlarını dinlediğiniz hürriyet kahramanı, Trablusgrab mücahidi meşhur Enver Bey'i tanıyor musunuz? İşte o kahraman burada, karşınızdadır!" diye bağırdı.
Çelik saflar dalgalanıyor, müdhiş hitabetin sarhoşluğu gözlerde okunuyordu. Caddelere sığmayan ve demir parmaklık-
156
ların önünde mahşer olmaya başlayan kalabalığın dehşetten nefesi tutulmuştu. Ortalığa çöken korkunç ölüm sessizliği içinde gittikçe kendinden geçen Ömer Naci, artık engel tanımayan bir fırtına olmuşfu İki eliyle yakasını parçalıyor; kıravatını koparıyor ve kanayan göğSünü açarak:
"Burada mutlaka bir kurban vermek lazımsa, işte! diye yırtınıyor, beni vurun! Ne duruyorsunuz, beni vurun!" diye inliyordu.
Süngü tak vaziyetinde bekleyen Kırşehir Muhafız Taburu, birdenbire şiddetli ürperdi ve dimdik kesildi.
Mehmedcik, vicdanından gelen bir kumanda ile elini kabzalara attı ve süngüler kınlara çekilip, milletle beraber asker de Milli Hatib'in emrine girdi.
Tam bu sırada Enver Bey, içeride toplantı halinde bulunan Kamil Paşa Kabinesi'ne haber göndererek görüşmek istediğini bildirdi.
Bu kabinede Harbiye Nazırı bulunan Nazım Paşa, Enver Bey'in yalnız olarak içeri alınmasına müsaade etmişti. Aralık edilen kapıdan Enver Bey içeri alınırken Yüzbaşı Mustafa Necib ve Yakup Cemil Beyler'in de sokulmak istediğini gören Sadaret Yaveri Kolağası Nafiz Bey, bunlara mani olmak için silahına sarılmış ise de Mustafa Necip tarafından atılan bir kurşunla cansız yere yurvarlanmış ve fedailer Meclis-i Vükela salonuna doğru ilerlemişlerdi.
Bu sefer, Harbiye Nazırı Nazım Paşa'nın Yaveri Yüzbaşı Kıbrıslı Tevfik Bey ileri atılarak silahını çekip Enver Bey'e doğrultmuş ve tam ateş edeceği anda Yüzbaşı Necib namlusunun önüne atılarak, "Dur, onu vurma beni vur!" diye Enver Bey'e siper olmuş ve çıkan kurşun isabet ederek yere yığılmışsa da son nefesinde bile iradesine hakim olarak, Enver Bey'in üzerine yürümekte olan Tevfik Bey'i beynine raslattığı bir kurşunla öldürmüştür.
1 57
Bu silah sesleri üzerine dışarı çıkan Harbiye Nazırı Nazım Paşa, yerde yatan üç genç zabitin cansız cesedlerini görünce ve ağzından ağır bir küfür kaçırınca, çok asabi ve yırtıcı ir adam olan Yakub Cemil derhal ateş etmiş ve Nazım Paşa da o levend endamı ile yere yıkılıp kurbanlar arasına karışmıştır.
Enver Bey, Nazım Paşa'yı çok sever ve sayardı. Hatta bu hükumet darbesi muvaffak olduğu takdirde İttihad ve Terakki Cemiyeti onu Sadr-ı-azam yapmayı kararlaştırmış bulunuyordu. Bu zatın Yakub Cemil'in kurşunu ile öldürüldüğünü gören Enver Bey, "Ne yaptınız?" diye telaş ve hiddet göstermişse de, bu sırada oraya yetişen İttihad ve Terakki Fırkası Reisi Tal'at Bey müdahale ederek; "Olan oldu, tereddüdün sırası değil, çabuk içeri girelim ve Kamil Paşa istifasını alalım!" diye hepsini Meclis-i Vükela Salonu'na sokmuş ve Kamil Paşa' dan çok sert ve kat'i bir lisanla derhal isti'fasını yazıp vermesini istemiştir.
"Cihet-i askeriyyenin teklif ve tazyiki neticesinde isti'faya mecbur kaldığı" hususunu işaret eden Kamil Paşa'nın isti'fanamesindeki bu kısım çıkarılarak Padişaha arzedilmiştir.
Bu isti'ta üzerine Mahmud Şevket Başa'ya Müşirlik (Mareşallik) ve Vezirlik rütbesi verilerek kendisi Sadaret' e getirilmiş ve ahalinin "Edirne'yi kurtar!''. sesleri arasında iş başına gelmiştir.
Hükumeti bu suretle fi'len ele alan İttihad ve Terakki Cemiyeti, ilk iş olarak millete vadettiği Edirne'yi kurtarmaya teşebbüs etmiş ve Hurşid Paşa'nın kumandasında bulunan 1 O. Kolordu'dan ayrılan bir müfreze Enver Bey'in kumandasında Şarköy'e çıkarmak yapılmak suretiyle en kıs� yoldan Edirne'ye çullanmış ve Bulgarları kovarak, Bab-ı Ali'de akıtılan kanları helal ettirmiştir.
Bu hadiseden sonra İttihad ve Terakki Cemiyeti uzun seneler sürecek bir iktidara bütün kadrosu ile tekrar gelmiş ve
158
herkes gördüğü hizmet derecelerine göre ikbal mevkilerine yükselmişti.
1 908 Hürriyet İnkılabı'n, '3 olduğu gibi, büyük emeği ve payı bulunan ve hatta doğrudan Joğruya kendi eseri sayılan bu çok cür'etli hükumet değişik:i{.Jini izleyen mükafat ve makam dağıtımı günlerinde de Ömer Nad'yi sahneden silinmiş ve gizlenmiş görüyoruz.
O işini bitirir bitirmez, Haseki'deki mütevazi ahşab evine çekilmiş, Türkçülük mefkuresinin iki büyük babası ile başbaşa vererek üçüzlü bir fikir ve iman bezmine dalmıştır. Ziya Gökalp ile Ağaoğlu Ahmed, Haseki'de oturan Ömer Naci'nin yakın komşuları idi. Ruhları temasa gelir gelmez birbirine kaynaşmışlardı."
* * *
Feragat faslının meşhur, menfaat faslının meçhul siması Ömer Naci, yalnız kendini değil, ailesini, çoluk çocuğunu da yoksulluk içinde kıvrandırmaktan adeta haz duyar; mücadele için harcanmak üzere kendisine sayılmadan teslim edilmiş ve hesabı sorulmadan harcamaya. yetkili bulunduğu sandıkla altunların bir tekini kendisi veya çocukları için harcamaya yanaşmaz rıza göstermezdi.
Kayınpederi Binbaşı Mehmed Ali Bey, hayatı boyunca biriktirdiği 250-300 altunla Bursa'da Çekirge ile Acemler İstasyonu arasında güzel bir değerli arazi satın almak ister. Ömer Naci derhal müdahale eder ve mani olur: "Hayır! . . . Ömer Naci kendisi aldı, Kayınpederinin üzerine tapu etti diye dedikodu edebilirler, istemem!" Şüphesiz biriktirilmiş bu para da çarçur edilmiştir.
Kamil Paşa Hükumeti zamanında Ömer Naci ve ailesi, Haseki' de 8 odalı ve bahçeli Sami Paşa Konağı'nda beş Meddi-
159
ye kira ile oturuyordu. Yıldız Sarayı'nda yapılan yağmada bir büyük altun mangal aşırıldığı ve bunun Ömer Naci'nin evinde olduğu ihbar edilir. Bir sabah Naci'nin evine baskın yapılır. Misafir odasında bir büyük mangal bulunur; fakat gelenler görürler ki bu bir pirinç mangaldır; özür dileyip ayrılırlar.
Birinci Dünya Harbi'nde Ömer Naci Müfrezesi diye anılan bir müfreze teşkil ederek VI. Ordu'ya yardımcı olması kendisine emredilen Ömer Naci'ye Harbiye Nezareti beş-altı sandık dolusu altun lira verir. Ömer Naci, örtülü ödenekten verilmiş, hesabı-kitabı sorulmaz bu paradan bir tek altun lirayı evine bırakmadan gitmiştir.
Ömer Naci'nin büyük bir vatanseverlik ve idealizmle katıldığı mücadelelerde ölümü hiçe sayarak kendisini tehlikelere atışı, elbette bir şahsi çıkar için değildi ve olamazdı. Onun bütün hayatı ve sonu bunun en açık isbatıdır. İkinci MeşrUtiyet ve Birinci Dünya Harbi nesillerinde onun için duyulan geniş ve derin sevgi ve hayranlık, bu destan kahramanının örnek ve lekesiz kişiliği sebebiyledir. İçinde bulunduğu hürriyet ve rejim mücadelelerinde kan dökenler, mal ve koltuk yağmalayıp çıkar sağlayanlar varsa da, Ömer Naci ne kendisi, ne ailesi; yalnız ve yalnız milleti ve vatanı için, hürriyet aşkına kendisini adamış ve kurban vermiştir.
... Ömer Naci'nin Bab-ı Ali Baskını'ndaki rolü, pek çok eserlerde yer almış,042) daha önce de belirttiğimiz gibi ünlü romanlara konu olmuştur.<ı43l
23 Ocak, 1 9 1 3 Perşembe günü saat 1 5'te yapılmış Bab-ı Ali Baskını'nın en tam ve gerçek tarihçesini yazan ve Ömer Na-
(142) Ziya Şakir (Soko), Yakın Tarihin Üç Büyük Adamı, İstanbul 1943, s. 106; Muhiddin Birgen, İttihad ve Terakkide On Sene, Son Posta, 22 Ekim 1 936, Tefrika nu. 7, s.9; C.Bayar, a.g.e., c. iV., İstanbul 1967, s. 1094 - 1095.
(143) Yakub Kadri Karaosmanoğlu. Hüküm Gecesi, İstanbul, 1927.
160
ci'nin bu olaydaki hizmetini belirten Celal Bayar, İttihad ve Terakki'nin Genelsekreteri Midhat Şükrü Bleda'nın eşine bıraktığı değerli hatı�alar gibi sağlam kaynaklardan faydalandıktan başka, bizzat Ömer Naci'den de baskının tafsilatını dinlemiştir: "Ömer Naci bu baskından iki gün sonra istirahat için Bursa'ya geldiği zaman, yukarıdaki yazdıklarımı bana bizzat anlatmıştır. Konuştuğumuz sırada sesi hala kısıktı, normal hale gelmemişti.0441 ·
Öte yandan İttihad ve Terakki düşmanları partiye saldırırken, Ömer Naci'yi de kötülemeğe yeltenmişlerdir.<145ı Fakat ona büyük abideleri kirleten kuşların kakasını isabet ettirmek de mümkün olmamış; çünkü O ilahi bir kanat çırpışla inkılab ve hürriyet yolunda son uçuşunu İran'a, Azerbaycan'a yapmış ve tifüse yakalanarak, Türk'ün kanayan bir beldesinde, Kerkük'de can vermiştir.
Tetkilat-ı Mahsusa ve Kuvve-i Seferiye
Enver Paşa'nm emriyle kurulmuş Teşkilat-ı Mahsusa kad· rosunda kendisine mühim yer ve vazifeler verilen Ömer Naci'nin mücadele hayatında en çetirı ve tehlikeli geçmiş safha, İran'da idare ettigi gizli ihtilal hareketleri sırasındadır. Ölümle alay edercesine cesur ve korkusuz bu kahraman insanın bilhassa iran'daki maceraları, gerçekten bir hamaset des-
ı tanıdır. Naşid Hakkı Uluğ, Kutsal Cihad adlı tefrikasında şunları yaz
maktadır:1146J "İslam Birliği adlı İran Derneği, İttihad ve Terakki mensublarından teşvik görüyordu, daha olgunlaşmamış olan Türk ileri gelenleri Sünnilik ve Şiilik gibi mezheb farkla-
(144} C.Bayar, a.g.e., c. ıv .. s.1095, dipnot 2.
(145} Mehmed Selahaddin, Bildiklerim, Mısır 1334 (1918}, s.66, 69.
(146} Yeni Gazete, 5 Mayıs 1969-28 Mayıs 1969, sayı 1576-1599. (8 Mayıs 1969, sayı 1579, s.4, tefrika, 4.)
161
rına önem vermeyerek, Türkiye, İran ve Afganistan gibi İslam aleminin son üç devresinin, büyük bir maksat uğrunda birleşmelerini mümkün görüyorlardı. Bu sebeble, bizde Meorı'.itiyet'in ilanından sonra idealist bir subay ve �ir olan Ömer Naci, yanına verilen birkaç komitacı ile birlikte İran'a dalmıştı. İttihadcılar için İran'daki ırkdaş ve dindaşlara yaklaşmak dayanılmaz bir arzu olmuştur. Göçebe oymaklar, Irak sahrası ile İran ya�lası arasında gidip geliyorlardı."
Üstad İbnü'l-Emin Mahmud Kemal, hocam �ir Kozanoğlu Cenab Muhiddin Bey hakkındaki yazısında şu bilgiyi de vermektedir:<147l
" . . . Umumi Harb'in ilanında milis Yüzbaşı sıfatıyla gönüllü olarak habre iştirak etti. Kafkasya'ya gitti. Beş altı ay sonra Erzurum'a gelerek Ömer Naci Bey idaresinde teşekkül eden Kuvay-ı Seferiye ile İran'a geçti. Tifüse yakalanarak me'zuniyet aldı, İstanbuJ'a geldi."
16 Kasım 1972 tarihinde hayata gözlerini yuman değerli hocam Kozanoğlu'ndan bu İran seferi ve bilhassa Ömer Naci hakkındaki çok değerli bilgi ve hatıralarını tesbit etmek, maalesef, mümkün olamadı.
Samet �ao"lu, daha önce andı�mız hatıralarında, bu nokta ile ilgili olarak da şunları yazmaktadır:
"Nihayet Birinci Dünya Harbi'nin galibi ilk aylarında güneşli bir gün gözümün önüne geliyor. Ben koltuğumda bir yığın gazete, bahçede bağıra bağıra "gazete satma oyunu" oynuyordum. Babamın çalışma odasının penceresi açılıyor, Hatib başını uzatarak gel bakalım, bana bir Tercüman-ı Hakikat ver diyor. Biraz sonra Babamla beraber bahçeye çıktılar, sarılarak uzun uzun öpüştüler ve ayrıldılar. Hatib İran'a ihtilal yapmak ve Meşrutiyet'i ilan etniek için gidiyordu.
(147) lbnü'J-limin Mahmud Kemal inal, Son Asır Türk Şiirleri, lstanbul 1 930, s.234.
162
Babamın bu arkadaşına aid çocukluk hatıralarım o kadar eski, o kadar birbirine karışık ki şimdi zamanını pek tesbit edemediğim bir başka sahnenin karşısındayım. O ve Babam yine beraberler. İran'da başına gelenleri anlatıyor. Yakalamışlar, korkutmak, suçunu i'tiraf ettirmek için bir topun ağzına bağlayarak, ateşleyeceğiz diye tehdid etmişler. Sonra hapishanede. gardiyan yanına geliyormuş, senin ismin ne diye soruyormuş. Bu isimden (Ömer) Şiiler nefret ederler. Bunu düşünerek, "Vallahi de Ali, Billahi de Ali" diye cevabmı veriyormuş. Yine hapishanede onun Meşrütiyetçiliğine "Encümen" kelimesiyle telmih yaparak şiirler yazmışlar:
Ey köpekoğlu encümen Sen diyen oldu yohsa men
İslam İttihadı fikri yerini Turan-Kızılelma hulyasına bıraktığı zaman, bu hayalin ateşli bir idealisti oldu. Bu hasretini daha sonraları İttihadcı'ları tenkid ve istihza vesilesi olarak sık sık söylenen Ziya Gökalp'in iki mısramı her yerde, her nutkunda tekrarlayarak anlattı:
Vatan ve Türkiye 'dir Türkler'e ne Türkistan Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir Turan!
19 16 senesine doğru İttihad ve Terakki mensubları arasında başta bulunanlara karşı başlayan hareketin içinde o da vardı. Fakat çok seviliyordu. Bunun içindir ki su veya bu şekilde fena bir muamele yapmaktan çekindiler. Yalnız İstanbul'dan idealine uygun bir vazife ile uzaklaştırmayı düşündüler, kendisine Irak yolu ile tekrar İran içine giderek oradaki Türkler'i ayaklandırma vazifesi verdiler. Bu şekilde bir çeşit sürgüne gittiğini biliyordu. Ancak ondan istenilen o kadar mukaddes bir işdi ki tereddüd etmeden kabul etti. Aradan beş altı ay ya geçmiş ya geçmemişti. Bir gün O'nun ailesi ve bizimkiler çoluk çocuk hep Büyükada'daki Ziya Gökalp'in evine misafirliğe gittik. Gece orada kalınacaktı. Akşam ben ve ağabe-
163
-.
yim, Babam'la Ziya Bey'i iskelede karşıladık. İkisi de düşünceli ve me'yustular. Bir aralık Babam sordu: "Nasıl haber vereceğiz?" Ziya Bey: "Her halde gizlemek güç olacak" diye mukabele etti. O gün Milli Hatib'in Musul veya Kerkük'de tifüsten ölmüş olduğu bildirilmişti. Haberi Ziya Bey hanımına, babam da anneme söylediler. Tabii Hatib'in karısı bu sessizliğin farkına vardı. Durmadan "içim sıkılıyor" diyordu. Bir aralık kocasının adını söyleyerek, "sabahtan beri kafamın içinde, sesini işitir gibi oluyorum, ne var Yarabbi" diye ağlamaya başladı. Babamın, Annemin, Ziya Bey ve hanımının tesellileri, sözleri te'sirsiz kalıyor, "çocuklar bir an önce eve gitmeliyim, ondan muhakkak haber var" diyordu. Ertesi sabah ilk vapurla İstanbul'a, kendilerini bekleyen bu haberi öğrenmeğe indiler."
Ömer Naci'nln Ooğu'ya Son Seferi
Enver Paşa'nın Genelkurmay Başkanı bulunduğu sırada Başkomutanlığın izleyeceği "Türkçü" ve "Turancı", diğer bir yönden de "İslamcı" politika, herşeyden önce Rusya ve İran'daki Türk ve Müslüman kardeşlerle işbirliği sağlamayı hedef edinmişti. Bunların başında ise Azeriler gelmekteydi. Azerbaycan Türklerine karşı yakınlık • . Türkiye'de 1. Dünya Harbi'nin başlamasından çok daha önce belirmişti.
Akdes Nimet Kurat, şöyle yazmaktadır:u4sı "Aynı zamanda İran Azerbaycanı ile de ilgi başlamıştı;
1 906'da İran İhtilali sırasında Tebriz'de bulunan Ömer Naci Bey, bu hareketi yakından takip etmek fırsatını da bulmuştu. Bu defa Miralay Ömer Naci Bey,• Enver Paşa tarafından Azeri Türkleri ile münasebet kurmak ve onları teşkilatlandırmak
(148) Akdes Nimet Kural: a,g.e., s.499 • 500. (0) Prof. Kural, Ömer Naci Bey'in rütbesini "Miralay" gösteriyorsa da, bu "Mi
lis PallJlığı" gibi bir Albaylık rütbesi olsa gerektir. Çünkü Ömer Naci, Yüzbaıı iken Ordudan isti'fa suretiyle ayrılmııtır.
164
işine me'mur edildi. 14 Ocak 1 9 1 5 tarihinde Ömer Naci Bey'· in komutasındaki birlikler Tebriz'i işgal ettiler ve orada bir müddet kaldılar. Bu sıralarda İran Azerbaycanı ve Doğu Kafkaslar'da, Ruslara karşı ayaklanmalar başladı; hareketin mer· kezi Gence idi."
Birinci Dünya Harbi'nde Doğu Cephesi'nde Ömer Naci'nin destanlaşan menkıbelerini, deniz subayı bulundukları halde bu bölgede beş yıl hizmet vermiş rahmetli babam Tevetoğlu Ali Dursun Kaptan'dan ben de dinlemiştim. Ömer Naci bu böl· gede bir avuç fedai müfrezesi ile öyle korkunç baskınlar, öyle te'sirli hücumlar yapmış ve başarmıştır ki, adının duyulması darda olan Türkler'e ferahlık, düşmana ise büyük korku getirirmiş. Türk İnkılabı tarihleri, Ömer Naci'nin son doğu sefe· ri hakkında şu dikkate değer bilgileri vermektedirler:( 149ı
" . . . Sarıkamış Seferi sırasında İran topraklarında bir takım Türk-Rus vuruşmaları olur. Ruslar veya onlara tabi çoğu Hıristiyan olan (Ermeni, Nesturi v.b.) çeteler Kasım ayı sonla· rında Rumye, Selmas ve Kotur'dan Şemdinan, Başkal'e ve Van'a doğru saldırmış ancak başarı elde edememişlerdi. Bi· zim karşı saldırılarımız da sonuçsuz kalmıştı. Sarıkamış vuruşmaları başlayınca Ruslar, İran Azerbaycanı'ndaki kuvvetlerinin çoğunu çekerler. Bunun üzerine Ömer Naci Bey'· in komutasındaki gönüllüler 4 Ocak 1 9 1 5'de Rumye'yi alır. Van Jandarma Tümeni de 14 Ocak'da Dilman'ı alır, ancak Hoy'u alamaz."
" ... Şubat 1916'da Rusların İran'da 27.000 kişileri ve 42 topları vardır. Yavaş yavaş bu kuvvet 41 .000 kişi ve 102 topa çıkarılacaktır.
Bunların karşısında yine Şubat 1 9 1 6'da sekiz Türk bölüğü, Ömer Naci Bey'in birkaç fedaisi ve Alman komutası altında
(149) Yusuf Hikmet Bayur, Türk inkılabı Tarihi, Ankara, 1953, c.111, /.Kısım, s.386; c.111, 3.Kısım, Ankara 1q.ı;7 r 14�
165
bir takım yerli kuvvetler vardır ki, bunların sayısı 8.000 kişiyi ve birkaç topu geçmemektedir."
Ölüm haberi İstanbul'a çok geç ulaşan Ömer Naci'nin ve-fatı hakkında Milli Ajans, 18 Ağustos 1 9 1 6 tarihinde, Kerkük mahreçli ve 29 Temmuz 1 9 1 6 tarihli şu gecikmiş telgrafı yayımhyordu:( ısoı
"Kerkük, 29 Temmuz - (Gecikmiştir) Hürriyet ve Meşrıitiyet'irı teessüsü gayesine hayatını, ruhunu feda ile bu yoldaki mücadeleleriyle inkılab tarihimizde pek yüce bir ad ve yer kazanmış olan Türk vatanseveri Hatib-i şehir Ömer Naci Bey, İran'daki Ruslar'a galebe çalan Türk bayrağı altında mücadelesine devam ettiği bir sırada tifüs hastalığına yakalanarak tedavi edilmek için naklolunduğu Kerkük şehrinde şehidler katına uçmuştur.
Memleketin en uzak köşesinde bile şahsı ve adı etrafında büyük bir sevgi ve saygı beslenilen Ömer Naci Bey'in ölümü, Kerkük'ü acılara boğmuştur.
Musul Valisi Haydar Bey'in teşebbüsüyle merhum adına Kerkük' de bir abide yaptırılması kararlaştırılmış ve Kerkük Meb'uslarından Abdullah ve Nazım ve Kerkük Belediye Reisi Mecid Beyler bu anıtın yaptırılması için lüzumlu masrafı Üzerlerine almışlardır. Bundan başka Kerkük'ün en ünlü yeri olan Köprü Başı, (Ömer Naci Bey Meydanı) diye adlandırılmıştır."
Ünlü Kerkük şiirlerinden Rasih'in (Ömer Öztürkmen'in babası) Ömer Naci hakkındaki Mersiye'sinden ancak şu mısra'lar üstad Yahya Kemal Beyatlı'dan aldığımız belgeler arasında bulunmaktadır:
Hele o tatlı tebessümler o şirin harekat Yada geldikçe gider sabr-ı karanın, Naci! Dolu dizgin gidilir mi akabat-i ecele
Nıir-i nisanın, Naci!
(150) 8üyük Nki'nin Vefatı Münasebetiyle Tanin, 19 AAustos 1916, nu.2760. s.1.
166
Ömer Naci'nin Ölümü Üzerine Yazılanlar
Kendisini vatan ve millet yoluna adamış idealistlerin en güzel bir örneği olan Ömer Naci'nin çok genç ve en yararlı bir çağında şehid gidişi, yalnız kadrosunda büyük hürriyet mücadelesi verdiği İttihad ve Terakkrnin mensupları arasında değil, bütün yurtta çok büyük bir acı yaratmıştır.
Tanin, Millet Yolunda başlıklı bir başmakale ile milletin, duygularına şöylece tercüman oluyordu:(tsı ı
"Dün, Ömer Naci'nin, üfıilü hakkında yazdığımız satırların bütün kari'lerimizce ağır bir elem ve ızdırap ile okunduğundan eminiz. Fakat, Naci gibi insanları, Naci'ninki gibi akibetler içinde kaybettiğimiz zaman ne kadar çok ve büyük olursa olsun yalnız bir teessür ve elem duymakla kalırsak vazifemizi yapmış sayılamayız; çünkü bu akibet karşısında en mühim vazifemiz ağlamaktan çok düşünmektir.
Naci'nin hayat ve akibeti karşısında düşündüğümüz zaman görüyoruz ki O, hemen hemen her gün hiçten bir sebeple ölüp giden binlerce insan arasında en rahat ölecek olanlardan biri idi. Çünkü, O aynı zamanda hem aşık, hem de filosof olan ruhunda varlığın bütün sınırını ta'yin etmiş, mevcudiyetin bütün kıymeti bırakacağı eser ve icra edeceği te'sir ile ölçülmek lazım geldiğini anladıktan sonra hayvani hayatın hiçbir manası olmadığına karar vermiştir.
Onu dinlediğiniz zaman görürdünüz ki yaşayan ferde füd her türlü ihtiraslar Naci'nin ruhundan kovulmuştur. Naci bilirdi ki insan, bencil ve kendini beğenmiş, ihtiraslarını takib için ne kadar çok uğraşırsa o nisbette çok hüsranlara ma'ruz kalır ve her istediğine eriştiği halde bile yine hayatından memnunluk his edemez. Bunun için Naci, ferde füd ne kadar ihti-
(151) Tanin, 19 Ağustos 1916, nu.2760.
167
ras varsa hepsini kalbinden kovmaya karar vermiş ve bunda muvaffak olmuştu. O da düşünmüştü ki ne kadar çok haris olsak, hırslarımızı tatmin hususunda tali've hayat bize ne kadar çok yardım etse nihayet hepimizin nasibi bir avuç topraktır; şu halde ferdi bir ihtiras hayatı yerine neden dolayı necib ve yüksek bir mefkllre hayatı ikame etmemeli? Naci bu soruya cevab verdiği günden beri her dakika ölmeğe hazır ve bunu beklerken pek rahattı. Doğrusu, hayatın bütün adi ihtiraslarına karşı böyle mağrur bir tiksinme gösterebildikten sonra alakasızlığın son derecesi ile ölümü beklemek kadar güzei rıe olabi l i r'.'
Naci söylemezdi: fakat biz bilirdik. Onun nazarında paranın, mevkiin, ikbalin, refah ve saade.tin hiçbir manası yoktu; O'nun bir gün de kendisi için çalıştığını görenler yoktur demek mübalegasızdır. Ya çocukları ve ailesi, yahut milleti için çalışmayı daima birinciye tercih ederdi. Ve O bu düstura o kadar kalbinden bağlı idi ki Naci'nin milli bir "cezbe ve istiğrak'' içinde yaşadığını iddia etmekte tereddüde lüzum yoktur. Bu rr:ııı tarikat ehlinin kendinden geçmişliği ona öyle geniş bir vüs'at ve inkişaf vermişti ki Naci'nin ruhunu milletin ruhu içinde kaybolmuş saymak, yahut bu ruhu bütün milletin ruhunu kuşatmış diye düşünmek hiç yanlış değildir. O bu milli· cezbe ve istiğrak içinde yaşayıp giderken kendisi için hasretle beklediği tatlı bir ölümü hayalinde canlandırırdı: Hayata millet yolunda fenalıklarla çarpışırken son vermek . . .
İşte sonunda ona nail oldu ve ölürken şu fani hayatın en temiz mutlulukları ile beraber gitti.
Mes'ud insan! Milletine sade hayatı ile değil ölümü ile de hizmet etti; çünkü onun kolay kolay yetişilmek kabil olmayan .bu yüksek akibeti karşısında şimdi hepimiz hürmet ve heyecan ile düşünürken görüyoruz ki Naci millet yolunda nasıl çalışılabileceğini gösteren en büyük örneklerden biri olmuştur. Denebilir ki aşk ve heyecan, cezbe ve istiğrak ile dolu
168
olan felsefesi kendisine en mutlu hayat yolunu göstermiş ve ona mes'ud bir ölüm getirmiştir: Kendi varlığım, ancak milletin varlığı ile kaim sayan insan, milletin hayatı kadar ebedi bir varlıkla yaşayacağından emin olarak ölür. Halbuki bizler, kendimiz gittiğimiz gün herşeyin biteceğini düşüne düşüne, tatsızlık ve yokluk acısı, elem ve ızdırap içinde öleceğiz. Ara yerde bulabileceğimiz fark belki de sırf bir avunma farkı ola.bilir; fakat bütün hayatın en büyük tadı ve mutluluğu da teselli ve avunmak değil midir?
Naci, şüphesiz ki bizler için şanlı bir örnek olmuştur. Bütün fedakarlıktan, bütün temizlikten, bütün iyilikten meydana gelmiş yüksek bir örnek! O milletini pek çok sever, yahut daha doğrusu yalnız milletini severdi; işte bunun için belge, tanık aramaya lüzum yoktur. Çünkü aşağı-yukarı onbeş yıldan beri bütün ömrü yalnız millet yolunda çalışmak ile geçmiştir. Onun millete karşı gösterdiği bu sevgi ve bağlılığa karşılık hepimizin kendisine karşı yerine getirilecek bir borcumuz vardır: Onun gibi olmaya çalışmak, milleti Onun gibi sevmek, Onun gittiği yoldan gitmege gayret etmektir. Ne yazık, hepimizde bir Naci ruhu bulunmadığı için elbet içimizde Onun gibi olacaklar pek azdır; lakin hiç olmazsa geride kalanlarımızda Naci gibi olmaya çalışmak tesellisini de mi hissedemeyiz?"
Bu imzasız başyazı, kuvvetle sanıyoruz ki, yıllarca sonra da Ömer Naci'yi unutamayan ve Onun için en güzel yazıları yazan ve tahlilleri yapan Tanin Başyazarı, o yılların Düyun-i Umumiye Türk Dainler Vekili, Meclis-i Meb'usan İkinci Reisi Hüseyin Cahid (Yalçın) Bey'indir.
İttihad ve Terakki Cemiyeti, aldığı binlerce başsağlığı telgarflarını şu teşekkür i'lanı ile karşıhyordu:(ıs2ı
(152) Tanin, 20 A8ustos 1916, nu.2761, s. 1.
169
T e � e k k ü r
Kurucularından Ömer Naci Bey'in ebedi ziyfü üzerine İttihad ve Terakki Cemiyet'ine gelen başsağlığı telgraf ve mektuplarına ayrı ayrı cevap vermek kabil olmadığı için teşekkür vazifesinin yerine getirilmesi hususunda gazetemizin aracılığı rica edildiğinden başsağlığı dileyen muhterem zevat ve cemiyetlere İttihad ve Terakki Cemiyeti adına teşekkürlerimizi takdim ederiz.
Yine Tanin'de Ömer Naci'nin ölümü üzerine düzenlenen törenlerin i'lanı ve bazı telgrafların yer aldığı görülmektedir.<153l
Ömer Naci'nin ailesi adına da Tanin, Ömer Naci'nin Babalığı Cemal Bey'in oğlu Şerif Bey'in şu teşekkürünü yayımlamıştır:U54>
Pek çok sevdiği vatanı uğrunda hayatını feda ederek şehidlik mertebesine ulaşan rahmetli ağabeyim Ömer Naci Bey' -in ebediyyen aramızdan ayrılışı ile husule gelen derin üzüntü ve acılarımıza katılmak Iütfunda bulunan Türk Basını'na ve kadir bilirlere borçlu olduğumuz sonsuz teşekkürlerimizin arzına eşsiz gazetenizin aracılığını rica ederim.
Merhumun elemli ailesi adına kardeşi İhtiyat Zabit Vekili ŞERİP
Birçok gazete ve dergiler Ömer Naci'nin ölümü üzerine sahifelerinde onun destanlaşmış hayatı hakkında yazılar yayımlamışlar; resimlerini basmışlardır. O yılların en çok okunan ve en güzel baskılı dergilerinden biri olan Harb Mecmuası, (Kalemiyle, nutkuyla, sonra İran yolunda kılıncı ile sevgili mil-
(153) Tanin, 21 Alustos 1916, nu.2762, s.3.
(154) 23 Alustos 1916, nu.2764, s.2
(•) Şerif Yahya, daha onüç-ondört yaşlarında, Sellnik İttihad ve Terakki Mektebi altıncı sınıf t)lrencisi iken, Genç Kalemler'in 1 Şubat 1327 (1911) tlrihli 15. sayısında - s.66 - yayımlanan Papatyalar yazısı ile dikkati çekmişti.
1 70
!etinin ikbaline can veren kıymetli şehid Ömer Naci) için geniş neşriyatta bulunmuşlardır.055l
Ömer Naci'nin en yakın ideal arkadaşlarından Ziya Gökalp Tanin'de Ömer Naci başlıklı en içten şiirini yazmış, bu şiir hakkında şair Enis Behiç Koryürek, Ankara'da Ziya Gökalp için yaptığı bir konuşmada şunları söylemiştir�156l
" ... Gökalp'in sevdiği zaman tam içten, bütün varlığı ile sevdiğini görüyorum. Bakınız bir arkadaş sevgisi, aynı zamanda yurt sevgisi ve ülkü sevgisi Gökalp' de nasıl alev alev yanıyor ki Ömer Naci'nin kendisine cemiyet ve siyasi yol arkadaşlığı eden Ömer Naci'nin ölümüne tutuşan acısını şöyle inliyor:
O coşkun bir kalbdi, şen bir fikirdi; Sevdiği vatandı sevgisi birdi, Şairden ziyade O, bir şiirdi, Yaşayan bir gaza destanıydı O ! . . .
Yurt sevgisi ile parlayıp kükreyen arkadaşım karakterize etmek için onu "yaşayan bir gaza destanı" diye anlatmak bir buluştur ki, ancak iyi ve öz şair olana doğar."
Ağaoğlu Ahmed Bey'in başyazar bulunduğu Tercüman-ı Hakikat'ta da yayımlanan çeşitli haber ve yazılardan başka Nüzhet imzalı ve Ömer Naci Merhum başlıklı şu uzun şiir yer almıştır:(ı57l
(155) Ağustos 1332 (1916), sayı 12, s. 183, 186, 187; Kasım 1332 (1916), sayı 14, s.216 (Muhtelif resimleri ve bu arada Musul Vllisi Haydar bey ile harb kıya· !etinde fotoRrafları.)
(156) Dr. Fethi Tevetoğ/u: Enis Behiç Koryürek, Hayatı ve Eserleri, Kültür ve Turizm BakanlıAı Yayınları, Ankara 1985, s.42 • 43.
(157) Tercüman-ı Hakikat, 5 Eylıll 1916 (23 Ağustos 1332), nu. 12712, s. I.
171
1 72
ÖMER NACİ MERHUM
Hunabe-i teessürümü döktüm ağladım Naci gibi vücıid-ı latifin ufıilüne Fikr eyledim ziya1m lakin inanmadım Nageh-zuhür afet-i mevtin hu/Ulüne
Efsr1s, sad hezar diriğ, etti irtihal Naci hatib-i nadire-gıJ, ateşin-mekal
Naci, o bir cihan-ı be/§gat ki hutbesi Canlar verir uyuştuğu dem rıih-ı millete Naci, o bir cihan-ı hamiyyet ki gayreti Makrıin olur inayet ü lutf-ı meşiyyete
Naci beşuş çehre ve cevval gözlerin MatbU'dur dimağımıza tatlı sözlerin
Aşk-i vatan geçirdi hayat-ı azizini Gurbet ilinde azm-i celi1-i dhid ile Bir başka rıih u fıtrat ile halk olunmuşun Feyyaz bir hamiyyet ü ulvi-nihid ile
Naci vatan yolunda feda etti canmı İran-ili'nde döktü o kıymetli kanım
Yok sende hiç zerre kadar fikr-i ihtiras Ruhun büyük, hamiyyet ü zihniyyetin büyük Merküz fıtratmda /edakari-i vatan Esnay-i İnkılab'daki gayretin büyük
Matem tutar ziyama evlad-ı İnkılib Eşhis-ı İnkılab, sana, ahi ad-ı İnkılab
Bil/ah senin misalini asla doğurmamış Milyonlarm velıidu olan mader-i vatan Fahr etse çok mudur bütün ecdad-ı ümmete Mahsıid olur eazımma milletin, ata 'n
Efsüs, sad hezar dirig, etti irtihal Naci hatib-i nadire-gı1. ateşin-mekal
Kafkas yolunda ister idin sen feday-i can Allah verdi matlabma hayyız-i husUI Ruhunla va r eğerçi bizim ittisalimiz Şahsiyyetin fakat bize na-kabil-i vusul
Ey hak-i meşhedinden esen sarsar-i hazin Rahat mı söyle Mb-geh-i Naci-i güzin
Memzüctür hamaset ü hubb-i vatan ile Naci şehid-i muhteremin cevher-i teni Hün-i hamiyyet eyleyerek iktisab-ı ruh Gelmiş vücı1de kalb-i safa-darı-ı rıJşeni
Aşk-i vatanla ömrünü sen eyledin feda Naci senin de ruhunu şen eylesin Hüda
Naci firak u hicrin ile daim ağlasın Yad eyleyüb de namını evlad-ı İnkıJab Tarih-i menkıbenle senin kesb-i zeyn edüb Duysun da ağlasm sana ahtad-ı İnkılab
Naci vatan yolunda feda etti canını İran-ili'nde döktü o kıymetli kanım
N ü z h e t
Türkocağı'nın yayın organı Türk Yurdu dergisinin 1 5 Eylul 1'332 ( 19 1 6) tarihli sayısında ise Antalya J\ıı.eb'usu Fuad Hulusi, (Naci!) başlıklı şu şiiri ile kahraman arkadaşının aziz hatırasını anmışdır:
173
ı-74
N i c i l Nezahet çiçeği firakınla soldu, Fazilet meleğinin gözleri doldu, Hürriyet melikesi karalar giyip Hasretinle, Naci, saçlarını yoldu.
Tabatuna karşı her Türk el bağladı, İranlı göğsünü döğerek dağladı; Vatan için çarpan her yürek kanıyor Mateminle, Naci, vatan kan ağladı.
Nutkuna hasretiz, bizleri terk ettin: Çünkü cenk olunca durmayan yiğittin. Ya halas ordusunu Tahran yolunda Ne sebeb burakıp uzaklara gittin?
O silah ki sana layik arkadaşdı İstediğin gibi uğraşdı savaşdı. Hilal seni bekler alnından öpmeğe, Hemadan 'a girdi, Hemadan'ı aşdı.
Uyan uyudunsa, ey asil kahraman, Tahammül olunmaz uzadı bu hicran. Yoksa Muhammed mi yanına istedi, Ona mı kavuşmak nasib etti Mevlam?
Öyle ise, kardaş, sen murada erdin, Vatanın uğruna canını da verdin. Bizlere gelince hep ağlar ve deriz: Elveda ey Naci, sen er oğlu erdin.
Muazzez vücudun toprakda kaldıysa, O büyük ruhunu Yaradan aldıysa, Bize yadigarın dahi pek büyüktür: Adın, sanın kaldı tekrim ve takdise.
Gönlümüzde daim muazzez, mübeccel Bir nümunesin sen Türklüte, mükemmel. Hayatında pekçok tevazu gösterdin; Şimdi tacım giy ol kemale heykel!
Sinesinde böyle yüksek bir kahraman Yetişip kendini vatanına kurban Eyleyen bir millet, dünya düşman olsa, Bir zaman mahvolmaz, evet hiçbir zaman ...
Sen tek başına bir orduya bede/din, Erler meydanında yükseldin, yüceldin. Türk, Arab, İranlı nasıl atlamazlar? Özünle büyükdün, sözünle güzeldin.
Böyle kurbanlarla zafer hak edilir: Şan asil kanların içinden yükselir. Fedakarlık boşa gitmemişdir asla: Can ekilen yerde elbet şan biçilir.
Naci, budur Tanrımızdan hep dilekler: Zaferle tetevvüc eylesin emekler! Yaşasın bu vatan, yücelsin bu devlet! Kabrini ziyaret eyleyip melekler,
Toprağında açsm gufrandan çiçekler!
Antalya Meb'usu: Fuad Hulusi
175
176
Kerkük 'te Türk
Şehidliği 'nde Ömer
Naci 'nin mezarı
-Prof.Kenan
'Jcyüz'den alınmıştır---
ömer Naci'nin mezarındaki kitabe
Ömer Naci'nin Yazılarından Bir Örnek:
J U R N A L L E R
Jurnaller hakkında Tanin 'de münderic makale üzerine bervech-i ati ma 'rıizatta bulunmağa müsaadenizi temenni ederim:
Jurnallerin karni/en neşredilmesinde israr etmek iyi bir netice hasıl etmez. Çünkü idare-i menhıise-i Hamidi zamanında her jurnal vermiş olan, hain-i vatan, hain-i mutlak değildir. Bunların içinde yaptığım bilmeyen adeta modaya tebaiyyet eden; mevki 'leri me'muriyetleri dolayısıyla jurnal vermeğe mecbur tutulan küçük rütbeliler pek çoktur. Eğer o vechile hareket etmese idiler bu adamların mevki ve me'muriyetlerini muhafaza imkan dahilinde olmadığı gibi nefy ve tagrib ihtimali yüzde doksandı. Aksi hareketleriyle ma 'ruz kalacak/an tehlike ve muhatara nazar-ı i 'tibara alınırsa bun/an bir derece ma 'zur görmek icabeder. Bunlara karşı, "Tehlikeden korkmayaydınız!" demek ve ona göre hüküm vermek doğru olamaz.
Jurnallerin tedkikinde öyle imzalar görülecektir ki bu imzaların esbabı harekat-ı sabıkasına bir nedamet-i hakikiye ile nadim olmuş ve Meşrıitiyet'in devam ve bekası için feday-ı cam bugün kendisine bir vazife bilmiştir. Kezalik bu meyanda - ba 'zı matrıidin gibi hiçbir menfaat ve emel ta 'kib etmeksizin - hakiki fedakarlık izhar etmişleri zuhur edecek ve hadise-i irticaiye isnasında idare-i Hamidi'nin a vdeti ihtimaliyle ağlayarak istibdad aleyhine silah isti'maliyle haz1rlanmışlara tesadüf o/unacakt1r. Bunlarm tehzib-i ahlak eyledikleri, hal-i haz1rda vatanm sadık ev/adlan meyanına geçtikleri nazarı i'tibara almmayarak ahval-i sabiklara i'tibariyle terzil ve teşhir edilmeleri acebfi muvafik-ı nasfet ve adalet olur mu? İ'tidal ve bitarafi ile düşünmenizi rica ederiz.
1 77
Gelelim jurnaller arasında imzaları görülmeyecek hallere: Mesela, adem-i merkeziyyet tara/daran ve icabatı MeşrıJtiyet'i havsalalarına sağdıramayan güruh; iktidarıyla gayr-i mütenasip olduğu halde mühim me'muriyetler istihsali için entrikalar çeviren ve bu suretle menafi-i şahsiye/erini enlaat-i vatana tercih eylediklerini zimnen ilham eden hars-ı cah esbabı; taşraların ahali, köylü fukara kanlarını emen gaddar mütenffizJeri ve emsali ki bunlardan bazıları MeşrıJtiyet 'in teessüsünden sonra meydana çıkan ve belki de idare-i Hamidi ile hiç münasebeti olmayan kesandan mürekkebtir; bunları ne yapalım? Bu gürıJh diğerlerinden elbet ve elbet vatan için daha muzir ve daha tehlikelidir. Bunlardan başka erkan-ı istibdadın avane-i hanesi, vasıta-i icraiyesi bir takım daha vardır ki şifahi telkfnat vi ihbaratla erkan-ı istibdada hadim ve diğerlerinden pek şedid idiler ki bu kase-lfsler irticaiyyQnu teşkil ediyor. Bunlar serbestce icray-ı ma-fi'z-zamfre çalışmakta serbest olduk/an halde berikilerin ortaya atılarak teşhir ve terzfl edilmeleri müsavat-ı muameleyi te'min edemeyecektir. Şu hale nazaran hükumet-i h§zıramazın aleyhine siyasf entrikalar çevirmeğe çalışan eski hafiye ve jurnalcı hainler her kim olursa olsun Divan-ı Harb-i Örff ye sevk ve teslim edilmeli. Ma 'haza vezaif-i mevdualarında su-i isti'malata cür'et eden heriflerin ahvalleri tedkik edilip eğer jurnalcı güruhundan iseler bunların ahval-i sabıka/an esbab-ı müşeddide addiyle haklarında en şedfd ceza tertib olunmalıdır. Fakat aslu oturan, hükumet-i hazıraya vezaif-ı mevduasına sadakat gösteren ufak me'murlara sadakattan inhiraf etmedikçe haklarında meşhur Beranger Kanunu tatbik edilmelidir fikrindeyiz.
Binaenaleyh mukadderat-ı milleti ellerinden tutan büyük me'murlar böyle olamaz. Bunların içinde hüsn-i niyetlerinden şüphe edilenlerin kaffesini sukut ettirmek menfaat-ı vatan icabındandır.
Hüsn-i niyet ve namusundan emin olmanızı te 'mine cesa-
1 78
ret eden ve varakpare muharririnin ihtiramatmı lutfen buyurmaları temenni olunur. *
Tanin. llJ Aralık. 1909. n.4.5i. s.2.
Sadeleştirilmiş şekli:
J U RN A L L E R Jurnaller hakkında Tanin' de yer alan makale üzerine aşa
ğıdaki ma'ruzatta bulunmağa müsaadenizi temenni ederim. Jurnallerin noksansız olarak yayımlanmasında israr etmek
iyi bir sonuç doğurmaz. Çünkü Hamid'in uğursuz zamanında her jurnal vermiş olan vatan haini, mutlak hain değildir. Bunların içinde yaptığını bilmeyen, adeta modaya uyan; mevki'leri, me'muriyetleri icabı jurnal vermeğe mecbur tutulan küçük rütbeliler pek çoktur. Eğer o şekilde hareket etmese idiler bu adamların mevki ve me'muriyetlerini korumaları imkan dahilinde olmadığı gibi, sürülme ve uzaklaştırılma ihtimalleri yüzde doksandı. Aksi hareketleriyle karşılaşacakları tehlike ve zarar dikkat nazarına alınırsa bunları bir derece ma'zur görmek gerekir. Bunlara karşı: "Tehlikeden korkmayaydınız!" demek ve ona göre hüküm vermek doğru olamaz.
Jurnallerin incelenmesinde öyle imzalar görülecektir ki, bu imzaların sahibleri, geçmiş davranışlarına bir gerçek pişmanlık ile nadim olmuş ve Meşriitiyet'in kalması ve devamı için canını feda etmeyi bugün kendisine bir vazife bilmiştir.
Yine bunlar arasında - bazı kovulmuşlar gibi hiçbir çıkar ve emel takib etmeksizin - gerçek fedakarlık ortaya koymuşlar çıkacak ve irtica hadisesi sırasında Hamid idaresinin geri
• Rene Beranger ( 1 830- 1 9 1 5), 187l 'de imparatorluğun kaldırılmasında mühim rolü olan, Fransız Curiıhuriyeti'nin kurucularından ünlü bir hukukçudur. 1875'de Meclis tarafından ömürboyu Senatör seçilmiştir. 26 Mart, 1 89 1 'de çıkan ve de loi Beranger adını taşıyan kanun, savcılara hapis ve para cezalarını uygulamakta geriye bırakma hakkı tanıyan bir kanundur.(F.T.)
179
gelmesi ihtimaliyle ağlayarak istibdad aleyhine silah kullanmaya hazırlanmışlara rastlanacaktır. Bunların ahlaklarını düzelttikleri, şu anda vatanın sadık evladları arasına geçtikleri dikkat nazarına alınmayarak geçmişteki davranışları yüzünden rezil ve teşhir edilmeleri aceba insaf ve adalete uygun olur mu? Soğukkanlılık ve tarafsızlık ile düşünmenizi rica ederiz.
Gelelim jurnaller arasında imzaları görülmeyeceklerin hallerine: Mesela, bir merkezden idareye karşı olanlar ve Meşrutiyetin icablarını havsalalarına sıAdıramayan takım; yapabilme güçlerine denk, uygun olmadığı halde mühim me'muriyetler elde etmek için dolaplar çeviren ve böylece şahsi çıkarlarını vatanın menfaatına tercih eylediklerini dolayısıyla bildiren, mevki düşkünü kimseler; Anadolu'nun ahali, köylü ve fukara kanlarını emen soyucu nüfuzluları ve benzerleri ki, bunlardan bazıları Meşrutiyet kurulduktan sonra meydana çıkan ve belki de Hamid idaresi ile hiç ilişiği olmayan kimselerden ibarettir; bunları ne yapalım? Bu kimseler diğerlerinden elbet ve elbet vatan için daha zararlı ve tehlikelidirler.
Bunlardan başka, istibdad erkanının öc ve intikam avanesi, icra vasıtası bir takım daha vardır ki şifahi telkinler ve ihbarlarla istibdad ileri gelenlerine hizmet eden ve diğerlerinden çok daha şiddetli olan bu çanak yalayıcılar, irtica taraflısı bulunanlardır. Bunlar açıkca gönüllerinde taşıdıkları şey'e çalışmakta serbest oldukları halde, berikilerin ortaya atılarak teşhir ve rezil edilmeleri, muamelede eşitliği sağlayamayacaktır. Şu hale �öre bu�ünkü hükumetin aleyhine siyasi dolaplar çevirmeğe çalışan eski hafiye ve jurnalci hainler her kim olursa olsun, Örfi İdare Mahkemesi'ne sevk ve teslim edilmeli. Ve yine kendilerine verilmiş vazifeleri kötüye kullanmak cür'etini gösteren heriflerin durumları incelenip eğer jurnalci takımından iseler, bunların geçmişteki tutumları şiddet sebebi sayılarak haklarında en ağır ceza tertip olunmalıdır. Fakat uslu oturan, bugünkü hükumete, kendisine verilen vazifeye bağ-
180
!ılık gösteren ufak me'murlara, sadık olmaktan sapmadıkları sürece haklarında meşhur (B�ranger Kanunu) uygulanmalıdır fikrindeyiz.
Bundan ötürü milletin mukadderatını ellerinde tutan büyük me'murlar böyle olamaz. Bunların içinde iyi niyetlerinden şüphe edilenlerin hepsini düşürmek vatan mefaatı icabındandır.
İyi niyet ve namusundan emin bulunmanızı te'mine cesaret eden bu gazete yazarının saygılarını lütfen kabul buyurmanız temenni olunur.
181
K A Y N A K Ç A Kitaplar: AGAOGLU, Ahmed, İran ve İnkılabı, Ank., 194 1 . AGAOGLU , Samet, Babanım Arkadaşlan, 2 . Baskı, İst., 1960 . AKYÜZ, Kenan , Türkoloji Dergisi, 2. Baskı, Ank., 1 969. ARMSTRONG, Harold Courtenay, Grey Wolf, Mustafa Kemal, An intimate study of a dictator, Ed. 9, London, 1 935. ATAY, Falih Rıfkı, Çankaya, İst. , 1 969. AYDEMİR, Şevket Süreyya, Enver Paşa, 2 cild, İst . , 1 970. AYDEMİR, Şevket Süreyya, Tek Adam, 3 cild, İst., 1 966. BANARLI, Nihad Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, İst., 1 948. BAYAR, Celal, Ben de Yazdım, 2. ve 4. ciltler, İst., 1 966 - 1967. BAYUR, Y.Hikmet, Atatürk Hayatı ve Eseri, Ank., 1 963. BAYUR, Y.Hikmet, Türk İnkılabı Tarihi, c. 1 , kısım 1, 2 . Baskı, Ank., 1 963; c. 111 , kısım 1, Ank. 1953; kısım ili, Ank., 1 957; C.11, Kısım iV, Ank. 1983. BEY ATLI, Yahya Kemaı. Siyasi ve Edebi Portreler, İst., 1 968. BEYATLI, Yahya Kemaı, Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebi Hatıralanm, İst . , 1 973. BORAK, Sadi, Atatürk'ün Özel Mektublan, İst. , 1 970. BORAK, Sadi, Atatürk ve Edebiyat, İst . , 1 972. BOZDAG, İsmet, Atatürk'ün Sofrası, İst. , 1 975. DANİŞMEND, İsmail Hami, 31 Mart Vak'ası, İst., 1961 .
183
DANİŞMEND, İsmail Hami, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, iV. cild, İst. , 1 955.
DELİORMAN, Altan, Türklere Karşı Ermeni Komitecileri, İst., 1 973. DEMİRKAN, Selahaddin, Bir Milletin Yarattığı Lider Mustafa Kemal Atatürk, İst . , 1 972. DURU, Kazım Nami, İttihad ve Terakki Hatıralarım, İst., 1 957. ERİKAN, Celal, Komutan Atatürk, Ank., 1972. FEROZ, Ahmed, İttihad ve Terakki 1 908 - 1 914 (JÖNTÜRKLER), İst. , 1 97 1 . FROEMBGEN, Hanns, Kemal Atatürk, London, 1937. GEOFFREY, L.Lewis Turkey, New York, 1 955. GÖKALP, Ziya, Yeni Hayat, İst., 19 18. GÖVSA, İbrahim Alaaddin, Türk Meşhurları, İst., 1 946. HALİL PAŞA (Hazırlayan: M.Taylan SORGUN), İttihad ve Terakki'den Cumhuriyet'e Bitmeyen Savaş - Halil Paşa 'nın Anıları, İst., 1 972. İNAL, İbnülemin Mahmud Kemal, Son Asır Türk Şairleri, İst., 1 930. İNAL, İbnülemin Mahmud Kemal, Osmanlı Devrinde Son Sadrıazamlar, 4. Basılı�. İst. , 1969. KARABEKİR, Kazım, İttihad ve Terakki, İst., 1982. KARAOSMANOGLU, Yakub Kadri, Hüküm Gecesi, Ank., 1966. KA YGUSUZ, Bezmi Nusret, Bir Roman Gibi, İzmir, 1 955. KILIÇ, Ali, Atatürk'ün Husasiyetleri, İst., 1 955. KİNROSS, Lord, Atatürk, The Rebirth ol a Nation, London, 1 965. KURAN, Ahmed Bedevi, İnkılab Tarihimiz ve İttihad ve Terakki, İst., 1 948.
184
KURAN, Ahmed Bedevi, İnkılap Hareketleri, İst., 1 956, s.520 ve devamı. KURAT, Dr. Akdes Nimet, Türkiye ve Rusya, Ankara 1 970, s.499-500. LATİMER, Jr., Frederick P., The Political Philosophy of Mustafa Kemal Atatürk (doktora tezi), Ann Arbor, Michigan, 1970. LEWİS, Bernard, The Emergence of Modern Turkey, second ed., London, 1 968. MEHMED SELAHADDİN, Bildiklerim, Mısır, 1 9 18. MİKUSCH, Dagobert von, Gazi Mustafa Kemal Zwischen Europa und Asien, Leipzig, 1 929. MİKUSCH, Dagobert von, Gazi Mustafa Kemal 1880 - 1938, Bucureşti (T.S.). MUSTAFA RAGIB (Esadlı), İttihad ve Terakki Tarihinde Esrar Perdesi, İst., 1934. NUR, Doktor Rıza, Hürriyet ve İ'tilaf Nasıl Doğdu, Nasıl Öldü? ist. , 1 9 19. OMURTAK, SAiih v.b. (Müşterek eser), Atatürk, 1 000 Temel Eser, nu. 25. İst., 1970.
ÖMER NACİ: Hayya Alel Felah, Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin Kardeşlerine Hediyesi, Rumeli Matbaası, Selanik 1 326 ( 1918).
ÖMER NACİ: Heykel-i İstibdad Muvaffak Olacak mı?, (Ferah Tiyatrosu'nda verdiği İran İhtilaline aid konferans), Değirmenciyan "Edeb" Matbaası, İst., 1 326 ( 1910).
ÖZTUNA, Yılmaz,T. Türkiye Tarihi,Xll. cilt. İst. , 1 967. PARS, Hakkı Baha, Genç Şiirleri ve Gençlik Şiirleri, İzmir, 193 1 . RAMSAUR, Jr., Ernest Edmondson, Jöntürkler ve 1908 İhtilali, ist. , 1972.
- 185
SERTEL, M.Zekeriya, Hatırladıklarım, 1 905 - 1950, İst., 1 968. SEVUK, l ,;mail Habib, Türk Teceddüd Edebiyatı Tarihi, İst. , 1 924. SİRDAR, İkbal Ali Shah, Kemal, Maker of Modern Turkey, London, 1 934. TANSEL, Fevziye Abdullah, Ziya Gökalp Külliyatı - 1, Şiirler ve Halk Masalları, Ank. , 1 952. TANSU, Samih Nafiz (Galib Vardar'dan naklen), İttihad ve Terakki içinde Dönenler, lst . , 1960.
TEVETOGLU, Dr. Fethi: Enis Behiç Koryürek, Hayatı ve Eserleri, Ank. , 195 1 ; genişletilmiş 2 . Baskı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ank. , 1 985. TEVETOGLU, Dr. Fethi, Atatürk 'Je Samsun 'a Çıan/ar, Ank., 1 971; Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınlan, Ank., 1987. TEVETOGLV, Dr. Fethi, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ank., 1 986.
TONGAS, Gerard, Atatürk et le vrai visage de la Turquie moderne, Paris, 1 937. TOROS, Taha, Türk Hatib/eri, Ank., 1 950. TÜRKGELDİ , Ali Fuad, Görüp İşittiklerim, 1 1 . Basılış, Ank., 1 95 1 . TÜRK TARİH KURUMU, Tarih, c . 1 - iV, İst., 1 93 1 . WORTHAM, Hugh Evelyn , Mustafa Kemal of Turkey, London, 1 930. YALMAN, Ahmed Emin, Gördüklerim ve Geçirdiklerim, 2. c., İstanbul, 1 970. ZİYA ŞAKİR (SOKO), Yakın Tarihin Üç Büyük Adamı, İstanbul, 1 943.
186
ZÜRCHER, Erik Jan, The Umionist Factor, The Röle of the committee of Union + Progress in the Turkish National Movement 1 905 - 1926, Leüden, E.J .Brill, 1 984. BABANZADE, İsmail Hakkı, Meclis-i Meb'usan 'da Tarihi Bir, Gün, Tanin, 26 Temmuz, 19 12 . BİRGEN, Muhiddin, İttihad ve Terakki'de On Sene, Son Pos�a, 18 Ekim 1 936, Tefrika nu. 3, s.9. COŞAR, Ömer Sami, Mustafa Kemal Harbiye 'de, Milliyet Gazetesi, 1 O Kasım ilavesi. ERTOP, Konur, Fecr-i-atf Edebiyatı, Meydan Larousse, c.IV, s.556. GÖZTEPE, Tarık Mümtaz, Milli Hatibimiz Ömer Naci, Ankara, Bayram Gazetesi (Zafer), 31 Ağustos, 1952, s.4 İNAN, Afet, Vatan ve Hürriyet, Belleten, 1 Nisan, 1 937, nu. 2, s.297. İGDEMİR, Uluğ, Atatürk, Gazi Mustafa Kemal, Aylık Ansiklopedi, İstanbul, s.200. KIZILDOGAN, Hüsrev Sami, Vatan ve Hürriyet = İttihad ve Terakki, Belleten, Temmuz-İlkteşrin, 1 937, sayı 3 - 4, s.6 19 - 625. KUTAY, Cemal, Sohbetler, Temmuz - Ağustos - Eylı11, 1 97 1 , s. 1 4 1 , 1 58. MERCANLIGİL, Muharrem, Ali Ulvi Elöve, Yeni Yayınlar, Mayıs - Temmuz, 1 957, c. il, s. 1 72 ve dipnot 5; s. 1 74 - 1 75, dipnot 1 1 . ÖREN, Nazım, Şair Ömer Naci, Dünya, 27 Aralık, 1 952, sayı 297, s.2 ve 6; 3 Ocak, 1 953, sayı 304, s.2; 3 Nisan, 1 953, sayı 395, s.2 ve 7; Mevlüd Ağa 'nın Devesi, Dünya, 14 Nisan, 1 953, sayı 406, s.2 ve 6 iki Hatibden Biri, Dünya, 5 Mayıs, 1 953, sayı 247, s.2 ve 6. İki Paşadan Biri, Vehib Paşa (1), Dünya, 29 Mayıs, 1 953, sayı 45 1 , s.2 ve 5.
187
SÜLEYMAN NAZİF, Kılıçlı Siyaset, Hak, 25 Temmuz, 19 12 , nu. 1 33. ŞAPOL YO, Enver Behman, Hatip Ömer Naci, Türk Kültürü, Şubat 197 1 , Yıl: 9, Sayı 100, s.372-376. TEVETO<'.iLU, Dr. Fethi, Ocakımızın Büyük Evladı Hamdullah Subhi Tanrıöver, Türk Yurdu, Şubat, 1 967, sayı 2, s. 49 - 5 1 ; Yahya Kemal ve Ömer Naci, Yahya Kemal Enstitüsü Mecmuası, sayı il, İstanbul, 1968, s. 5 1 - 59; Sosyalizm Karşısında Namık Kemal ve Komünizm Karşısında Mustafa Kemal, Hayat Tarih Mecmuası, Ocak, 197 1 , sayı 12, s.4 - 7; Türk Kültürü, Şubat, 197 1 , sayı 100, s.274 - 282; İttihad ve Terakki Cemiyeti, Türk Ansiklopedisi, Ankara, 1972; c. XX, s.446 - 452; Halaskar Zabitan Grubu, Türk Ansiklopedisi, c. XVlll, s. 340 - 341 ; Hatib Ömer Naci, Tevfik Fikret ve Atatürk, Akademi Mecmuası (Kubbealtı), Ocak 1973, yıl 2, sayı 1 , s. 43 - 47. Ömer Naci'nin İran Hakkındaki Konferansı Türk Kültürü, Ekim 1985, yal: XXIV, sayı: 270, s. 344 - 350. ULU<'.i, Nişid Hakkı, Kutsal Cihad, Yeni Gazete, 5 - 28 Mayıs, 1969, sayı 1576 - 1599. UNAT, Faik Reşid, Atatürk'ün il. Meşrutiyet İnkılabı 'nın Hazırlanmasındaki Rolüne aid Bir Belge, Belleten, Nisan, 1962, sayı 102, s.345 - 349. YALÇIN, Hüseyin C.ihid, Büyük Bir Ziya, Tanin, 18 Ağustos, 1916, nu. 2759; Millet Yolunda, Tanin, 19 Ağustos, 1916, nu. 2760, s. 1; Ömer Naci, Yedigün, 1 Temmuz, 1936, nu. 1 73, s.9. YÖNTEM, Ali Canib, Selanik'te Bir Edebiyat Çekişmesi, Yakın Tarihimiz, 3 1 Mayıs 1962, sayı 14, s.3 - 4.
Gazete, Dergi, Ansiklopedi ve Tutanaklar:
Akademi Mecmuası (Kubbealtı}; Anadolu'da Tanin Gazetesi; Ankara Bayram Gazetesi (Zafer}; Ayın Tarihi c.2, Sayı 14, 3 1 Mayıs 1 962, s.3 - 4 ; Aylık Ansiklopedi; Bahçe Mecmuası; Bel-
188
!eten Dergisi; Çocuk Bahçesi Mecmuası; Dergah Mecmuası; Dünya Gazetesi; El-Adi Gazetesi; Ertuğrul Gazetesi (Bursa); Genç Kalemler Mecmuası; Hak Gazetesi; Harb Mecmuası; Hayat Tarih Mecmuası; İlkdam Gazetesi; İrtikar Gazetesi; Meclis-i Meb'usan Zabıt Ceridesi; Mecmua-i Edebiye; Meydan Larousse; Milliyet Gazetesi; Minber Gazetesi; Musavver Emel Mecmuası; Musavver Fen ve Edeb Mecmuası; Sabah Gazetesi; Servet-i Fümln Mecmuası; Son Posta Gazetesi; Şılray-i Ümmet Gazetesi; Tan Gazetesi; Tanin Gazetesi; Tercüman-ı Hakikat Gazetesi; Türk Ansiklopedisi; Türk Kültürü Dergisi; T.B.M.M. Zabıt Ceridesi; Türk Yurdu Dergisi; Vakit Gazetesi; Yahya Kemal Enstitüsü Mecmuası; Yakı:rı Tarihimiz; Yedigün Mecmuası; Yeni Gazete; Yeni Tanin Gazetesi; Yeni Yayınlar dergisi; Zafer Gazetesi
189
İ N D E K S
A Abdullah Bey (Kerkük Meb'-
usu . 1 96. Abdulhalim Memduh, 36, 42 . Abdurrahman Medhi,
14- 1 6, 45, 5 1 . Abdülhamid Sultan il . , 56, 62,
79, 80, 93, 1 32 , 135, 1 42, 1 77 , 180.
Abidei Hürriyet, 1 29. Adil Bey, Hacı (Edirne Valisi),
1 28, 1 30, 1 32. Ağaoğlu, Ahmed, 1 20, 188,
193, 1 94 . 204 . Ağaoğlu Samet, 120, 180,
1 92 . Ahmed Avni, Akşehirli Ab
düsselam Efendizade. 43. Ahmed Cevdet (Selanik Kü
tüphanesi sahibi), 78. Ahmed Haşim, 43. Ahmed ibn-i Seyyid Muham
med eş-Şerif es-Sunı1si Hazretleri, 1 52 .
Ahmed Münir (Yozgad Meb'usu), 1 62.
Ahmed Nesimi (İttihad ve Terakki Merkez-i Umumi üyesi), 1 28.
Ahmed Rıza Bey, 72, 83, 88, 89, 93j 1 0 1 .
' 1 Ahmed Şe.rif Be�. 1 50 . ; Ahmed Tevfik, 1 (Selanikli,
Kurmay yzb.) 84. Akagündüz (Asıl adı: Enis Av-
ni), 1 42 . · Akder, Necati, 9 1 n. Akyüz, Kenan, 48, 1 76. Ali Galib (Karasi Meb'usu),
1 62 . Al i (Süvari Teğmeni), 87. (Ali) Kemal, 1 70. Altınbezer, İsmail Hakkı,
34 n, 37 n. A.Nadir (Bk. '3olayir), 35, 41 . Anadolu'da Tanin gazetesi
1 50. Ankara Bayram Gazetesi (Za
fer), 23 n, 181 n. Armstrong, Hamid Courte
nay, 9 1 .
1 91
Aşhan (Ermeni Taşnak Komitesi'nden), 1 0 1 , 1 04.
Ataç, Hasan Fehmi (Gümüşhane Meb'usu), 144.
Atatürk, Mustafa Kemal, 4, 5, 7 , 8, 9 , 10, 22, 26, 40, 44 n., 56, 57, 65, 68, 7 1 , 72, 75, 77, 78, 81 -87, 90-94, 96, 1 38, 1 39, 1 43, 145, 1 52 - 1 56, 1 58.
Atay Falih Rıfkı, 27 . 30.
B Babanzade ısmail Hakkı, 14 1 , Bab-ı Ali Bask ı nı , (Vak'ası),
79, 85 n. 1 36, 140, 1 4 1 1 70 - 1 78, 1 78, 1 8 1 - 1 84, 1 87 , 1 90 .
Bab-ı Ali Camii, 1 73. 13acon, François, 50, 5 1 . Bahaeddin Şakir (Dr. Baha
(Şakir), 96, 99. Bahçe mecmuası, 1 O, 45,
5 1 , 58, 6 1 , 1 2 1 . Baki Bey, Sapancalı, 67. Bakır Han, 125. Balkan Harbi, 1 4 1 , 1 7 1 , 1 72
1 8 1 . Banarlı, Nihad Sami, 7 Barbaros Zırhlısı, 1 43. Baron Hirsch Hastahanesi
(Yalılar, Selanik), 69.
1 92
Başar. Şükı1fe Nihal, 1 38. Bayar, Celal, 31 . 92, 152 Bayazıd Karakolu, 67. Bayur, Yusuf Hikmet, 27 n,
29 Belleten Dergisi, 4 , 73 n, 82
n, 84 n. Beranger, Rene, 1 78, 1 79 n. Berlin Andlaşmas (1878), 1 7 1 . Beyath, Yahya Kemal, 3 , 5 , 7 ,
9, 1 0, 1 1 , 31 , 34 , 94, 138.
Bıyıklıoğlu, Tevfik, 8 1 . Birgen, Muhiddin, 1 57. Bleda, Midhat Şükrü Bey, 94 ,
1 127, 1 28, 1 90. Bolayir, Ali Ekrem (A.Nadir
takma adı), 35, 4 1 Bonaparte Napoleon, 2 l 9,
225. Borak, Sadi, 1 53 n. Boşnak Salih (Teğmen). 1 64,
1 65. Bozok, Salih, 30, 1 53. Bölükbaşı Dr. Rıza Tevfik, 1 5,
49, 50, 5 1 , 55, 56, 60, 87 88, 93, 1 24, 1 4 1 , 142
Bulca, Fuad, 30, 66
c Canbulat, İsmail, 69, 70, 72,
80.
Cantekin, Dr. Mustafa, 73. Cavid Bey (Bk. Mehmed Ca
vid) 1 28, 135, 1 4 1 , 144, 1 50, 1 5 1 .
Cebesoy, Ali Fuad, 2 7 n , 24, 28, 29, 33
Cemal Bey. Defterdar (Ömer zat) 12 . 13 , 24, 25. 27
Cemal Paşa, 1 35. Cemil Efendi (Muhafız Bölü
ğü subayı), 75. Conker Nuri 30.
ç
Çocuk Bahçesi, mecmuası, 6, 1 4, 45-5 1 , 53 n, 54-56 58, 60, 69, 83, 87, 93, 1 24, 1 80 n.
D
Danişmend, İsmail Hami, 128. Danton, Georges Jacques,
1 73. Deliorman, Altan, 128 n. Dergah Mecmuası, 1 69. Derleme Müdürlüğü, 1 77 . Derviş Bey (Siroz Meb'usu),
1 62. Dilberzade Kardeşler, 10. Diyojen, 20.
Dokıor Nazım (Bk. Nazım Bey, Doktor).
Duru, Kazım Nami, 43, 45, 69 70, 1 77 .
Dünya Gazetesi, 1 8, 29 n . Dürziler, 73.
E
Edebiyat-ı CPdide, 30, 32, 43, 47, 57,
Edhem Paşa, 1 53. Edib Servet Bey, 70. El - Adi Gazetesi, 1 73. Elif Celal, 42 Elöve, Ali T Jlvi, 1 O, 27, 45
53, 56 Emin Beşe Bey, 1 7 1 . Emin Bülend, 43. Emine Hanım (Ömer Nad'nin
eşi), 68, 9 1 , 1 94. Enis Avni (Akagündüz), 1 33. Enver Bey (Paşa), 80, 1 52,
1 55, 1 56, 1 70, 1 7 1 , 1 74, 1 75, 1 77, 1 79, 183 - 187, l 9 1 .
Erer, Tekin 7. Erkilet, Hüseyin Hüsnü Emir,
1 58. Erkin, Celal, 7 5 n. Erozan, Celal Sahir, 34, 35,
43, 45. 1 32, Ertop, Konur, 48 n.
193
Erzurum Askeri Rüşdiyesi , 1 1 6.
Erzurum Barı, 45. Erzurum İttihad ve Terakki
Cemiyeti, 1 1 1 . Esadlı, Mustafa Ragıb, 96, 1 55
n, 1 7 1 n. Esin, Necmeddin, 6 . t:şref Bey, 1 29. Eşref Bey (Kuşçubaşı), 1 52 . Eyüb Sabri, Gümülcineli, 24 , 1
80, 127 - 1 29, 1 46, 1 5� . Ezine, Celaleddin, 1 38.
F
Ffük Ali, 35 , 42 Fecr-i-ati, 43 Ferid Paşa, Sadrıazam Avlon-
yalı, 1 42 . Feroz Ahmed. 1 68. Fevziye Mektebi, 1 0, 5 1 . Feyzi Bey (Meb'us), 1 65. Firdevs!, 21 1 . Froembgen, Hans, 9 1 . Fuad Şükrü, 1 42 . Fuzuli, 1 9.
G
Genç Kalemler dergisi, 57, 59, 1 80, 202 n.
1 94
Genelkurmay Harb Tarihi Dairesi, 73 n.
Georgi Paşa (İtalyan Generali) 68.
Gökalp Ziya, 5, 10, ı ı , 26, 3 1 . Gövsa, İbrahim Alaaddin, 58. Göztepe, Tarık Mümtaz, 27 n.
Gülşen-i Maarif Mektebi, 201 .
H
Hak Gazetesi, 1 33, 1 56 n, 1 68 n .
Hakkı Bey, 1 30. Hakkı Bey (Sapancalı), 1 53,
1 56. Hakkı Bey, (İsmail Hakkı),
(Hakkı Baha) (Bk. Pars), 1 5, 22, 46, 62 , 64
Hakkı Paşu., 1 62 . Hakkı Paşa Kabinesi, 1 30,
1 6 1 . Halaskar Zabitan Grubu, (Ha
laskar an Grubu), 1 57 , 1 62 - 1 66.
Halide Hanım, 3. Halil Bey, 52. Halil Bey (İttihad ve Terakki
Merkez-i Umumi üyesi), 1 28.
Hamdi Bey, Binbaşı (İ nebolu Kaymakam Vekili Jandarma Komutanı), 67.
Hamide Hanım, 54. Harb Mecmuası , 203. Harbakademisi, 26. Harbiye Mektebi (Harbokulu),
4, 5 n, 18, 1 9, 20, 26, 47 , 54 , 61 -63, 65 , 68, 69 , 1 24, 2 1 1 .
Harbiye Nezareti, 67. Hareket Ordusu, 68, 135, 1 54,
1 55. Hariciye Vekaleti, 68. Hasan Ali, Teğmen, 1 63. Hasan Bey, 2 9 Hasan Fehmi' Bey (Bk. Ataç). Hasan Nevres Bey, 54. Hatiboğlu, Hikmet Naci 5 . 9
12. 1 3 n, 1 1. 65, 67, 68
Haydar Bey (Musul Valisi), 1 96, 1 98, 204 n.
Hayri Bey (İttihad ve Terakki' Merkez-i Umumi üyesi), 1 28.
Hayriye Hanım, 1 2 , 1 3. Hazret-i Peygamber Efendi
miz, 4 1 , 42. Hilmi Bey, 52, 1 83. Hil�i' (Kastamonulu Kurmay
On yüzbaşı), 1 63.
1 Hizb-i Atik, 240, 246. Hizb-i Cedld, 240, 246.
1 Hoca İsmail Efendi, 74. 1 l H.Nazım (Bk. Rey), 32 . 1 Hugo Victor, 64 , 22 1 , 227, i 229. j H�rş�d Paşa,
.1 87 .
j Hurrıyet.�e�ıyeti (Bk. Vatan 1 ve Hurrıyet Cemiyeti). 1 Hürriyet ve İ'tilaf Fırkası, 1 56,
1 7 1 . Hüseyin Hilmi Paşa, 1 34, 1 37. Hüseyin Hilmi Paşa Kabinesi,
1 37 . Hüseyin Suad, 35. Hüseyin Tosun Bey, 1 0 1 . Hüsnü, Rosinyol (Merkez Ta-
buru Kumandanı), 1 63. Hüsrev (Sami) Bey (Bk. Kızıl
doğan), 4, 2 1 .
1
Işıklar Askeri' İ'dadisi, (Bursa), 1 3, 25, 61 , 65.
i
İbrahim Aşk!, Deniz Binbaşısı, 1 63.
İbrahim, Yüzbaşı, 87. İğdemir, Uluğ, 27 n., 29.
195
ikdam gazetesi, 1 67 , 1 73. İ lyas Macid, 6 1 . İnal, İbnülemin Mahmud Ke
mal, 1 37 n, 1 38 n, 1 9 1 . İnan, Afet, 7 3 n , 82 . İran Azerbaycanı, 98, 1 02 ,
103, 1 20. İran Meclis-i Meb'usanı, 103,
1 1 3, 1 1 4 . İran Meşrutiyeti, 1 1 1 , 1 1 2,
1 1 5. İrtika Gazetesi, 27 n. İshak Efendi Mektebi, 1 77. İslam Birliği {İran Derneği),
1 9 1 . İslamcılık politikası, 86. İsmail Efendi, Erzurum Müf
tüsü, 1 44, 1 47 . İsmail Hakkı (Bk. Pars), 26,
29. İstanbul Maarif Müdürlüğü,
183. ltalyan Savaşı, 1 4 1 . İttihad ve Terakki Cemiyeti
(Fırkası), Osmanlı,6, 7 ,56, 69-72, 78-8 1 , 84, 9 1 , 92 , 94, 96-98, 100, 109, 1 1 6, 1 1 8, 1 19, 1 22 , 124, 127 , 128, 1 3 1 , 1 32, 1 34- 1 38, 1 40, 1 42 , 1 43, 1 52 , 1 55 -1 57, 1 59, 1 60, 1 63, 1 65, 1 70, 1 73, 1 77, 1 80, 18 1 , 1 87, 1 90, 19 1 , 1 93, 1 96,
201 , 2 12 , 2 1 3, 238-240, 245-247.
İttihad ve Terakki Cemiyeti Merkez-i Umumisi, 14 , 1 5,
1 00, 1 o ı . 109, 1 27' 128, 1 3 1 , 1 33, 1 35-1 37 , 182 .
İttihad ve Terakki Mektebi, 1 0, 57.
İzmir Sfükasti, 95. İzzet Paşa Kabinesi, 1 36.
J Jaures, Jean, 109, 1 75 . Jöntürkler, 70 , 94 , 1 0 1 , 102 .
K Kabaklı, Ahmed, 7 . Kaçı, Vehib Paşa, 1 8 n, 109 -
1 1 1 , 1 1 6 - 1 18 Kamil Paşa, Sadr-ı-azam, 58,
1 56, 1 64 , 1 7 1 , 1 78, 187. Kamil Paşa Hükumeti, 1 4 1 ,
1 7 1 , 1 8 1 , 186, 1 89 . Kara!, Enver Ziya, 27 n. Karaosmanoğlu Yakub Kadri,
1 78, 1 79, 1 90 n. Kaygusuz, Bezmi Nusret, 70
n, 1 42 . Kemal Bey (Paşa), Gelibolu,
1 63. Kemal Midhat, ı 64. Kenan Bey, Teğmen, 94. Kıbrızlızade Tevfik, 1 69, 1 7 1 ,
1 72 , 1 76, 1 78, 1 86.
Kılıç Ali, 32 1 Kırşehir Gençler Derneği, 32. Kırşehir Muhafız Taburu, 1 S4,
185 . Kısakürek, Şerif Cemiil, 3,
202. Kızıldo�an, Hüsrev Sami
(Kars Milletvekil i ), 4, 33, 53, 75, 83, 84 , 87, 93, 94, 99 n, 183.
Kinross, Lord, 27 n, Koçu, Ekrem, 6. Kozanoğlu Cenab Muhiddin,
3 1 , 1 2 1 Köprülü Fuad, 4 3 Kör Hüseyin Paşa (l:f amidiye
Alay Kumandanı), 1 44 . Kubbealtı Akademi Mecmua-
sı, 44. Kudret, Yüzbaşı, 1 63 . Kudsal Cihad, 19 l . Kuleli, (Askeri Lisesi), 5 n. Kunduk, Bekir Sami, 67. Km�tay, Midhat Cemiil, 1 38. Kuran, Ahmed Bedevi, 70,
94, n. Kurdakul, Necdet, 6. Kuvay-ı Milliye, 1 52. Kuvve-i Seferiye, 1 9 1 , 1 92.
L Latimer Jr. Frederick P., 92 n. Le Bon, Gustave, 2 18, 223.
Lewis, Bernard, 92. Lewis Geoffrey L., 92 . Londra Konferansı , 1 7 1 . Lutfi Bey, 73.
M
Mahir Said, 1 64 . Mahmud Naci (Trablusgarb
Meb'usu), 1 60, 1 62 . Mahmud Sadık Bey, 42. Mahmud Şevket Paşa, 1 29,
1 34, 1 55 , 1 7 1 , 1 87 . Makbule (Atadan) Hanım
(Atatürk'ün hemşiresi), 67. Manastır Askeri i'dadisi, 1 4,
2 1 , 23, 24, 25-29, 3 1 -32 Mao dze Tung, 75 n. Mecid Bey (Kerkük Belediye
Reisi), 1 96. Meclis-i Hass, ı 73, 1 74. Meclis-i Meb'usan, 1 40, 1 56,
57, 160- 1 63, 1 65-1 68, 1 70, 238, 245.
Meclis-i Meb'usan Riyaseti, 1 6 1 , 1 65, 166.
Meclis-i Meb'usan Zabıt Ceridesi, 1 6 1 n, 1 65 n.
Mecmua-i Edebiye dergisi, 39, 59, 108 n.
Medhi Bey (Bk. Abdurrahman).
197
Meh�ed Ali Bey, Binbaşı ı (Omer Naci'nin Kayınpederi), 68, 9 1 , 1 72 , 188.
Mehmed Ali Şah 22, 60, 103, 1 1 1 , 1 32 .
Mehmed Asım Efendi, Alay Emiri, 29.
Mehmed Baha Bey (Pars), 1 6. Mehmed Cavid (Maliye Nazı-
rı), 36, 5 1 , 1 07, 109, 1 2 1 . Mehmed Ekrem, 43. Mehmed Rauf, 35. Mehmed Selahaddin, l 90 n. Mehmed Tahir Bey (Bursalı), 36, 69-7 1 , 74. Mehmed Ziyaeddin Efendi
(Sultan Reşad'ın büyük oğlu), 1 43.
Memduh Paşa, l 77. Menteş, Halil Bey (Meclis-i
Meb'usan Reisi), 1 65 , l 68. Mercangil, Muharrem, 1 O n,
45 n, 48, 53 n. Meserret Oteli, 1 70. Mestan Bey, 57, 58. Meşhed-i Mübarek, 1 44. Meşrfitiyet İ htilali (1 908), 87 n Meşrfitiyet (Hürriyet) İnkılabı,
İkinci, 96, 1 03, 127 , 128, 1 35, 1 52 , 188, 189.
Mevlud Ağa, 18 n.
1 98
Meydan Larousse Ansiklopedisi, 48.
Midhat Paşa, 79. Midhat Şükre Bey (Bleda), 69
- 72, 1 32 . Mikusch, Dagobert von, 9 1 . Milli Ajans, 1 95. Minber gazetesi, 44. Mirabeau, Victor R., 56. Muhiddin Bey, 1 29. Muhiddin Bey, (Muhiddin Ba-
ha, (Bk. Pars), 2 1 , 22, 33 . Muhtar Paşa Kabinesi, 2 1 3. Murad (Ermeni Taşnak Komi
tesi'nden), 10 1 , 104. Murad Hüdavendigar, Sultan,
143. Musavver Fen ve Edeb. der-
gisi, 38, 4 1 , 49. Musset, Alfred, 63. Mustafa Necib, 52, 80, 85,
86, 1 50, 1 70, 1 72 , 1 77 , 18 1 , 183 , 186.
Mustafa Ragıb (Bk. Esadlı). Muş İttihad ve Terakki Cemi
yeti Hey'et-i Merkeziyesi, 100, 1 0 1 .
Muzafferüddin Şah, 1 1 2 . Müfid Bey (İzmit Meb'usu),
1 6 1 . Müftüoğlu Ahmed Hikmet,
7, 32 .
Müzeyyen Hanım (Ömer Naci'nin kızı), 9 1 .
N
Nafiz Bey (Seliinik Kütüphanesi sahibi), 78. Nafiz Bey, (Sadaret yaveri),
1 86. Nail, Teğmen, 1 83. Naki Bey, Yüzbaşı, 69-7 1 . Namık Kemaı, 1 1 , 13 , 27, 28
32, 33, 64, 79, 1 1 1 , 1 84 . Nazım Bey, Doktor, Seliinik
li, 83, 94-96, 127 , 1 28, 1 30, 1 32 .
Nazım Bey (Kerkük Meb'usu), 1 96.
Nazım Bey, Seliinik Merkez Kumandanı, 80.
Nazım, Nazmi, 39. Nazım Paşa, (Harbiye Nazırı),
1 64, 1 7 1 , 1 72 , 1 78, 1 86, 1 87.
Necib Necati, 9, 10, 1 4, 22, 48, 53, 54, 56.
Nesim! Sarım, 57, 58. Nihad Bey, 58. Nişbay, İzzeddin (Matbuat
Umum Müdür Muavini), 91 n.
Niyazi Bey, 80.
Niyazi Bey (Hürriyet kahramanı), 1 46.
Nur, Dr. Rıza, 164. Nüzhet, 204, 206.
o
Okyar, Ali Fethi, 44, 128, Omurtak, Salih, 27 n. Operatr Emin Bey, 1 5. Orbay, Rauf, 1 55, 1 56. Orhon, Orhan Seyfi, 1 38. Ortaç, Yusuf Ziya, 1 38. Osman Şevki Bey, 78. Osman Ziver Bey, 1 6. Osmanlı Hürriyet Cemiyeti,
69-72, 90, 93, 94, 1 0 1 . Osmanlı İttihad v e Terakki
Cemiyeti (Bk. İttihad ve Terakki Cemiyeti).
Osmanlı Meşrı1tiyeti, 104. Osmanlı Ordusu, 1 67, 1 68,
1 7 1 . Osmanlı Terakki ve İttihad
Cemiyeti, 7 1 , 72, 82 , 83, 89, 90 9 1 , 94, 96.
31 Mart Vak' ası, 128, 1 35, 1 55 1 57, 1 63 , 24 1 , 242, 248, 249.
ö
Ömer Hilmi Efendi (Sultan Reşad'ın üçüncü oğlu), 1 43
1 99
Ömer Naci (Hatip), 3-5, 7, 9, 24 -28, 30, 32-34, 36, 39, 40, 44 47-72, 75, 83-86, 88, 89, 9 1 , 93-99, 10 1-105, 107 -1 12 , 1 1 5, 1 1 6, 1 19- 1 30 1 32 , 1 33, 1 35- 147, 1 49- 1 15 1 , 153-158, 160-1 62, 166 1 68-1 70, 1 72 , 1 74-1 86, 1 88- 192 , 194-207, 209, 2 1 1 -2 15 , 237, 244.
Ömer Naci Bey Meydanı (Kerkük), 1 96.
Ömer Naci Müfrezesi, 189. Ömer Lı1tfi, 37. Ömer Seyfeddin, 43. Ören, Nazım, 18, 2 1 , 23, 24,
27, 3 1 , 34. Öztuna, T.Yılmaz, 6,
125 n.
p Pars, İsm�il Hakkı Baha, 30,
33, 69, 70, 82, 85, 96. Petro, Deli (Rus Çarı), 75 n. Princeton Üniversitesi, 92.
R
Ragıb Efendi, 3 1 . Rahmi Bey (eski İzmir Valile
rinden), 69, 70, 72, 94, 95, 135.
200
Ramsaur, Ernest Edmondson, Jr., 83 n, 92, 93.
Rasih (Öztürkmen), Kerkük'lü şair, 1 96.
Rasim Ferid, Dr. (takma adı: Hatib), 44, 1 29.
Rasim Haşmet, 6 1 . Receb, 94. Receb, Süvari Yarbayı, 1 63. Reşad, Padişah, V. Sultan
Mehmed, 109, 143 , 1 44, 1 65, 243 n.
Rey, Ahmed Reşid (takma adı: H.Nazım), 35.
Rıza Çavuş, 67. Rumeli Gazetesi, 57. Ruşeni Bey, 96.
s
Sabah Gazetesi, 1 67 . Sabahaddin Prens, 88, 93,
99- 10 1 , 1 63, 164. Sadık Bey, 1 29. Sadık Bey (frablusgarb Meb'
usu), 1 60. Said Bey Özmir Meb'usu), 166. Said, Mirza (İran mücahidle
rinden), 94, 101 - 104, 109 - 1 12 , 1 14-1 16.
Said Paşa Kabinesi (Hükume-ti), 1 30, 1 35 , 1 36.
Said Paşa, Küçük, 1 42 . Salim Bey, Muallim, 15 . Salim, Topçu Yüzbaşısı, 1 1 0,
1 1 7 , 1 18. Salman, Selmash (İran Azer
baycanından Türk mücahid), 120.
Sami Paşa Konağı, 189. Selamet-i Umumiye Kulübü,
1 42 . Schwarz, Alf., 39. Selanik Askeri Rüşdiyesi, 26,
69, 7 1 , 85. Selanik İttihad ve Terakki
Mektebi, 109, 202 n. Selmas Hapishanesi, 1 26. Serdar, İkbal Ali Şah, 9 1 . Servet-i Fünı1n Edebiyatı,
1 39, 140.
Silah gazetesi idarehanesi (Selanik), 133 .
Silah'cı Tahsin: bk. Tahsin, Si-lahcı.
Sinan Paşa, 4 1 , 42. Skalyeri (Scalieri), Rum, 1 63. Soka, Ziya Şakir, 1 90 n. Son Posta Gazetesi, 1 57 n,
190 n. Sökmen, E. , 27 n. Spencer, Heıbert, 55,
Sultan Ahmed Meydanı, 2 1 3. Sungu İhsan, 27 n. Süleyman Bey (Dedeağaç
Meb'usu), 1 62. Süleyman Fehmi Bey, 70. Süleyman Nazif, 1 68. Süleyman Nesib (Süleyman
Paşazade Sami), 35, 36.
Servet-i Fünı1n mecmuası, 30, Ş 32, 36, 39-4 1 , 47 , 48, 5 1 ,
55, 59, 63, 1 69. Şakir, 65. Settar Han, 1 6, 60, 6 1 , 1 25. Sevük, İsmail Habib, 1 38,
1 39. Sırat-ı Mustakim (hususi mek
teb, Hoy-İran). 1 02 . Sırat-ı Mustakim Mecmuası
(Hoy, İran) 1 02 .
Şefik bey (Donanma Cemiyeti Reisi), 1 4 7 . Şemsi Paşa, 80. Şerif Yahya: Bk. Kısakürek,
Şerif Cemal. Şinasi. 64 . Şı1ray-ı Askeri ı�eisliği, ı 65.
'Hll
ŞGray-ı Ümmet gazetesi, 94, 122 .
Şükrü Bey (Bk. Bleda). Şükrü Paşa, Edirne Müdafii,
74.
T
Tahsin Nahid, 1 42 . Tahsin, Silah'cı, 153, 158, 1 74,
1 76, 1 77 . Tahtakale Gazinoları (Sela
nik), 66. Tal'at Bey (Paşa), 69-72.
88-90, 93-95, 1 30, 1 32 , 1 35, 1 70, 1 7 1 , 1 77, 1 78, 1 8 1 , 1 82 .
Talat, Küçük, 1 32 . Tan gazetesi, 1 34. Tanin, gazetesi, 5 n, 26 n,
1 2 1 , 122 , 127 n, 129 n, 1 57, 1 68 n, 1 95 n, 1 97, 200-202, 204, 2 14, 232, 234.
Tanrıöver, Hamdullah Subhi, 107 , 1 38, 1 39, 1 4 1 .
Tansel, Fevziye Abdullah, 10 n . , 47 n. , 5 1 .
Tarcan Selim sırrı, 1 42 . Tarhan, Abdülhak Hamid, 64. Terakki ve İttihad Cemiyeti
202
(Bk. Osmanlı Terakki ve İttihad Cemiyeti).
Tercüman-ı Hakikat Gazetesi, 1 92 , 204.
Terlikçi Salih (Melami Şeyhi), 1 64.
Teşkilat-ı Mahsusa, 1 1 , 1 53, 1 9 1 .
Tevetoğlu, Ali Dursun Kaptan, 1 94.
Tevetoğlu, Dr. Fethi, 1 , 3, 5, 8, 9 n, 1 1 , 14 n, 62 , 1 37, 1 52 , 1 7 1 .
Tevfik Bey, 10. Tevfik Bey, 1 63. Tevfik Fikret l l , 27, 32, 35,
42, 44, 46, 47, 58. Tevfik Hamdi, Yüzbaşı, (Bu-
runsuz), 1 64. Tevfik Rüşdü (Aras), 59. Tongas, Gerard, 9 1 . Toros, Taha, 1 40, 1 4 1 . Tozan, Satvet Lütfi, 1 64 . Trablusgarb Harbi, 1 56. Trabzon Heyeti, 1 46. Turan, Dr. Hüseyinzade Ali
(İttihad ve Terakki Merkez-i Umumi üyesi), 1 28, 1 12 .
Türk Ansiklopedisi, 69 n, 1 35 n, 162 n .
Türk Tarih Kurumu, 8 1 . Türkçülük, Türk Milliyetçili
ği, 68, 98, 99, 1 58, 2 12 .
Türkgeldi, Ali Fuad (Mabeyn Başkatibi), 1 78.
Türkiye Cumhuriyeti, Devlet Salnamesi, 8 1 .
Türkoloji Dergisi, 5 3 n.
u Uluğ, Naşid Hakkı, 1 9 1 . Unat, Faik Reşid, 2 7 n , 78 n. Uşaklıgil, Halid Ziya, 1 65.
v
Vahdeddin, Sultan, 1 8 1 . Vatan ve Hürriyet Cemiyeti,
4, 53, 7 1 -73, 75, 77, 78, 80-84, 87 . 90, 92, 94.
Vehib Bey (Paşa, Bk. KAÇI), 23 n. ,
w
Wortham, Hugh Evelyn, 9 1 .
y Yahya Kemal Enstitüsü Mec
muası, 1 38 n. Yakın Tarihimiz, 5 1 n, 54 n. Yakub Cemil, 52, 1 53, 1 56,
1 70, 1 83, 1 86, 1 87. Yalçın. Hüseyin Cahid, 26, 3 1 ,
35, 42, 49, 5 1 , 55, 127 , 128.
Yalman, Ahmed Emin , 28 30.
Yardımcı, Celal, 7 . Yedi Gün Mecmuası, 2 6, 2 1 4. Yedinci (7.) Ordu Karargahı,
67. Yeni Asır Matbaası (Sel.inik),
78. Yeni Cami, 63. Yeni Gazete, 1 9 1 n. Yeni Osmanlılar Cemiyeti, 79. Yeni Tanin gazetesi, 1 36 n,
1 37 n. Yıldırım Orduları Grubu, 67. Yöntem, Ali Canib, 3 ı , 43, 5 1 .
54 . Yunus Nadi (Abalıoğlu), 57. Yurdakul, Halil Nuri, 52. Yurdakul, Mehmed Emin,
1 5, 35, 36, 45.
Yusuf Rasih, Kurmay Yarbay, 1 64 .
Yusuf Şetvar (Bingazi Meb'usu), 1 62.
Yücel, Hasan Ali, 27 n.
z Ziver Bey, Osman, 1 0. Ziya Paşa, 64. Zübeyde Hanım, (Atatürk'ün
annesi), 3 1 , 67.
203
IÇ1NDEK1LER
Eserin İkinci Basınu Hakkında . . . . . • • . . . . . . . . . . . . . 5
önsöz . . . . . . . . . . . . . . . . • . . . . . • • . . . . • . . . • . . • 9 Ömer Nici'nin Hayltı . . . . . . . . . . . • • . • . . . . . . . . . . 12
Ömer Nici'nin Mustafa Kemal ile Tanışması . . . . . . . . . . . 27
Şiir Ömer Naci • . . • . . • . . . • . . . . . • . . . . . • • . . . . . 34
örner Nici ile Mustafa Kemal'in Gençlik Hibralan . . . • . . 58
Ömer Nici'nin Subay Çıkması ve Evlenmesi . . . . . . . . . . . 61
Ömer Nici ve Osmanh Hüniyet Cemiyeti . • . . . . . . • . . . . 62
Mustafa Kemil'in Kurduğu Vatan ve Hürriyet Cemiyeti . . . 69
Ömer Nici Paris'den tran'a Geçiyor . • • . • . . . • • . • • . . . 88
Ömer Nici'nin Hatibliği . • . . • • . . . . • • • . • . . • . . • • . . 112
Sultan Reşad'ın Kosova Ziyaretinde Ömer Nici ve Mustafa Kemal Selanik'te . . . . . . . . . . . . . . • . . . . . . 124
Doğu Anadolu Gezisi . . . • . . • • . . • • • • • • . . • • • . . . . . 1 27
Ömer Naci Trablusgarb Mücahidleri İç inde. . . . . • • . . . . . 128
Ömer Naci'nin Mebusluğu ve Haliskir Zabitan Grubu . . . • 133
ömer Naci ve Bib-ı An Baskını . . . . . • . • . . . • . . . . . . • 144
Teşkilat·ı Mahsusa ve Kuvve - i Seferiye . . • . . . • • • . . . . . 161
Ömer Nici'nin Doğu'ya Son Seferi . • . . • . . . . . . . . . . . • 164
Ömer Nici'nin ölümü üzerine Yazılanlar . . . . . . . . . • . . . 167
Ömer Naci'nin Yazılarından Bir örnek: Jurnaller. . . . . . . . 177
Kaynakça . . . . • . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 183
İndeks. . . . . . . . . . . . . . • . . . . . . . . . • . . . . . . . . . . . 191