etbir kırmızı dergi sayı 35
DESCRIPTION
Faruk Çelik, Et Üreticileri Birliği, Ayla Torun, Kırmızı Et, Tarım Bakanlığı, Kevser Devecioğlu, Fevzi Kemal Torun, Tarım, Gıda, Sağlık, Hayvancılık, Etbir, Mustafa BılıkçıTRANSCRIPT
ETBİR Kırmızı Et Sanayicileri ve Üreticileri Birliği Sektör Yayını 2015 / 3
• 1 milyon koyun ve keçi yüksek verim için fişleniyor
• Yoksullara uzanan bir yardım köprüsü; “Gıda Bankacılığı”
• Hayvancılığın Üvey Evladı, KOYUNCULUK
• IPARD II’de “Kırmızı ete” destek devam edecek
• Kışın nasıl beslenmeliyiz?
• Endüstrisi ile zengin, gün batımıyla büyüleyici bir ülke: Finlandiya
GÜNDEMDünya Sağlık Örgütüdünyadaki et üreticilerini kızdırdı!
• Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nda Faruk Çelik dönemi
2
Türkiye’nin ilk ve tek FRC belgesine sahip Frigorifik Dondurulmuş Et Tır
Kutusu yine ECOFRİGO’dan...
3
Türkiye’nin ilk ve tek FRC belgesine sahip Frigorifik Dondurulmuş Et Tır
Kutusu yine ECOFRİGO’dan...
ETBİR I KIRMIZI4
BU SAYIDA NELER VAR?
ETBİR - Kırmızı Et Sanayicileri ve Üreticileri Birliği DerneğiKırmızı Et Sektör Yayını
Sayı: 35 - Ocak 2016Para ile satılmaz.
İmtiyaz SahibiKırmızı Et Sanayicileri ve Üreticileri Birliği Derneği adınaYönetim Kurulu BaşkanıMustafa BILIKÇI
Yayın KoordinatörüDr. Ayla TORUN
Yönetim YeriBarbaros Mah. Akzambak Sk.Uphill Towers B Blok K: 10 No: 57Ataşehir İSTANBULTel: 0216 478 62 79Fax: 0216 478 62 76e-mail: [email protected]
Yayına HazırlayanFevzi Kemal TORUN
EditörKevser DEVECİOĞLU
YapımAfiş İletişim I DBYRTel: 0535. 711 41 37 @: [email protected]
Sorumlu Yazi İşleri MüdürüErgün GÖÇER
Yayın KuruluProf. Dr. Mustafa TAYARVet. Dr. Ahmet YÜCESANVet. Dr. Can DEMİRMustafa ALBAYRAKProf. Dr. Ümit GÜRBÜZ
Reklam RezervasyonTel: (216) 478 62 79-324 62 64e-mail:[email protected]
BaskıArmoni Nuans Görsel Sanatlar, İletişim Hiz. San. ve Tic. A.Ş.Tel: (216) 540 36 11 pbx
06 BAŞKANDAN
08 ETBİR’DEN HABERLER• ETBİR, Türkiye
Gıda Dernekleri Federasyonu Yönetim Kurulu’nda
10 SEKTÖRDEN HABERLER• Gıda Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığı’nda yeni dönem Bakan Çelik görevi devraldı
• Bakan Çelik hayvancılık sektörü temsilcileriyle buluştu
• Türkiye’de Hayvancılığa Büyük Darbe: 20 Yıllık ot parasını veren, meraya binayı yapacak
• TPF: “Gıda fiyatlarında üretici market makasını daraltacak tedbirler için göreve hazırız”
20
ETBİR Kırmızı Dergi’de yayınlanan yazı ve fotoğraflar yazılı izin alınmadan kullanılamaz, alıntı yapılamaz.
GÜNDEM
Dünya Sağlık Örgütü dünyadaki et üreticilerini kızdırdı!
• Hayvancılık Destekleme Başvuruları Başladı
• 3. çeyrekte kırmızı et üretimi arttı
• Gıda Güvenliği için 129 Akademisyen bir araya gelerek, bilgi kirliliğine tepki verdi.
21 DÜNYADAN• Gıdanın
CEO’larından Liderlere Açık Çağrı
22 GÜNDEM• Dünya Sağlık
Örgütü dünyadaki et üreticilerini kızdırdı!
26 KIRSAL KALKINMA• IPARD II’de “Kırmızı
et”e destek devam edecek
28 GÖRÜŞ• Hayvancılığın
Üvey Evladı, KOYUNCULUK
ÜLKE RAPORUEndüstrisi ile zengin, gün batımıyla büyüleyici bir ülke: Finlandiya
56
Birlik, beraberlik ve güzellik
dolu yıllar geçirmeniz
dileğiyle. İyi yıllar
Sizin amacınıza uygun sistemimiz
CSB-System TürkiyeHasan Önel Cad. No:69 34325 Firuzköy - İstanbulTel.: 0212-6903676 Faks: [email protected] www.csb.com
CSB-Systemİşletmenizin tüm gereksinimleri
için BT-Çözümü
Başarınızın Kılavuzu
CSB_EtbirKirmizi_Winter_2015.indd 2 27.10.2015 08:37:14
33 KÜÇÜKBAŞ
• Dünya Keçicilik Kongresi Türkiye’de
• 1 milyon koyun ve keçi yüksek verim için fişleniyor
• Ankara Oğlağı dolmasıyla yılbaşı ziyafeti
36 HABER
• AB’den Türkiye’ye gıda güvenliği eleştirisi!
38 TEK SAĞLIK• Antimikrobiyal Direnci önlemek
için yapılacak çalışmalar “Tek Sağlık Yaklaşımı” içerisinde ele alınmalı…
42 GIDA BANKACILIĞI• Yoksullara uzanan bir yardım
köprüsü; “Gıda Bankacılığı”
46 KONUK YAZAR• Endüstri 4.0: İnsanlı Üretimde,
Tam Otomasyon…
49 TEKNOLOJİ• Apple “akıllı yüzük” ile geliyor… • Gruppo Fabbri’nin en yeni, en
hızlı makineleri: “AUTOMAC 75” ve “AUTOMAC 95”
50 AR-GE• “Sürdürülebilir Gıda Platformu”
Kuruldu
54 İŞ DÜNYASI• Çalışanların yüzde 76’sı ofis
dışında daha verimli
56 BESLENME• Kışın nasıl beslenmeliyiz?
58 ÜLKE RAPORU• Endüstrisi ile zengin, gün
batımıyla büyüleyici bir ülke: Finlandiya
62 SAĞLIK• Ofiste oturup kalmayın!
64OTOMOTİV• Citroën’den eğlenceli bir
tasarım: C4 Cactus
ETBİR I KIRMIZI6
BAŞKANDAN
Son yıllarda gün geçmiyor ki kırmızı et sektöründe hareketli günler, yeni bir tartışma yaşanmasın. Geçtiğimiz günlerde kırmızı et sektörü olarak yine
bir anda kendimizi bir tartışmanın ortasında bulduk. Bu kez tartışmayı başlayan Dünya Sağlık Örgütü (WHO) oldu. Sizin de bildiğiniz gibi WHO, Ekim ayında bir rapor yayınladı ve işlenmiş kırmızı etin tüketim miktarına bağlı olarak kanseri tetikleyebileceğini ilan etti. WHO açıkladığı bu rapor ile sadece Türkiye’deki değil tüm dünyadaki kırmızı et üreticilerini itham etti ve tüketicileri de endişelendirdi. Dünyanın dört bir yanından ve Türkiye’den WHO’ya tepkiler de doğal olarak gecikmedi. Türkiye Cumhuriyeti adına Sağlık Bakanlığı resmi bir açıklama da bulunarak böyle bir tespitte bulunmanın yanlış olduğunu açıkladı.
ETBİR olarak biz de yanlış bir genellemeyle insanları endişeye sevk eden rapora ilişkin görüşlerimizi ifade ettik. Ülkemizdeki tüketim alışkanlıkları raporda yer alan kanser riski oluşturabilecek beslenme şekilleriyle kesinlikle örtüşmüyor. Ayrıca ülkemizde işlenmiş et üretiminde kullanılan nitrat ve nitrit oranları insan sağlığını tehdit edecek düzeyin çok altında… Et üretimine ilişkin daha pek çok ayrıntıya ve bu rapor etrafında tüm dünyada yaşananlara dergimizde geniş yer ayırdık.
Dergimizin yeni sayısında bu tartışmaların yanı sıra ilginize çekecek, hayvancılık ve tarım sektörünü yakından ilgilendiren haberlere, yeni düzenlemelere yer verdik. TÜİK verilerine göre; toplam kırmızı et üretimi, Kurban Bayramı’nın gerçekleştiği üçüncü çeyrekte 380 bin 162 ton olarak gerçekleşti. Kırmızı et üretimi, bir önceki döneme göre yüzde 45,2, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 87,7 arttı. Bu gelişme yıl içinde zor zamanlar geçiren et üreticilerinin yüzünü güldürdü.
Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu (TKDK) Başkanı Ali Recep Nazlı, IPARD Uygulamaları Kırmızı Et Sektörü Değerlendirme Toplantısı’nda
bugüne kadar TKDK olarak kırmızı et sektörüne yönelik 393 projeye 330 milyon lira hibe desteği vermek üzere sözleşme imzaladıklarını ve IPARD II’de kırmızı eti desteklemeye devam edeceklerini açıkladı. Bu tür desteklerin sektörümüzde yaşanacak ilerlemelere önemli katkısı olacağını düşünüyorum. Aynı şekilde “Halk Elinde Islah” projesinde de olumlu gelişmeler yaşanıyor. Dergimizin sayfalarında bu gelişmelere yer verdik.
Bu güzel gelişmelerin yanı sıra sektörde çok mutlu olmadığımız kararlar da alındı. Bakanlar Kurulu Ekim ayında Mera Yönetmeliği’nde değişikliği gitti. Düzenlemeye göre mera sahipleri arazilerinin kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilanı için başvuruda bulunabilecek. Başvurusu olumlu sonuçlanan ve 20 yıllık ot parasını ödeyenler mera alanlarına bina yaptırabilecek. Bu kararın hayvancılık sektörüne büyük darbe indirdiği görüşündeyiz.
Ülkemizde bütün bunlar yaşanırken AB, 2015 Yılı Türkiye İlerleme Raporu’nu açıkladı. Raporda Türkiye’de gıda güvenliği, veterinerlik ve bitki sağlığı politikası alanlarında bazı hazırlıklar yapıldığı ancak geçen yıl söz konusu alanlarda ilerleme kaydedilmediği ifade edildi. Bu da gösteriyor ki daha yapacak çok iş var…
Kasım ayı içerisinde derneğimiz adına da güzel bir gelişme oldu. Türkiye Gıda ve İçecek Sanayi Dernekleri Federasyonu 5. Olağan Genel Kurulu’nda Başkan Şemsi Kopuz’un başkanlığa devam etmesine karar verilirken, ben de ETBİR Yönetim Kurulu Başkanı sıfatıyla artık TGDF Yönetim Kurulu üyeliğine kabul edildim. Hepimiz için hayırlı olmasını diliyorum.
Kasım ayı Ülkemiz için de tarihi öneme sahip bir ay oldu. 1 Kasım 2015’te yapılan seçimlerle sandıktan tek partili bir hükümet çıktı. Seçim sonuçlarının hem sektörümüz hem de Türkiye Cumhuriyeti için hayırlı olmasını temenni ediyorum. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na atanan Sayın Faruk Çelik’e görevinde başarılar dileyerek, tüm ilgili sektörler ve paydaşları için hayırlı olmasını diliyorum.
Son olarak gündemi yoğun bir şekilde meşgul eden Türkiye ve Rusya arasında yaşanan gerginliğin hiçbir sektör geri dönülemez zararlara uğramadan kısa zamanda son bulmasını tüm sektörler adına umut ediyorum. Yeni sayımızda yeni konularla, güzel gelişmelerle buluşmayı dilerken, 2015’in son günlerine geldiğimiz şu günlerde tüm yönetim kurulumuz adına yeni yılınızı kutlar, güzel günler getirmesini dilerim.
Saygılarımla…
Mustafa BILIKÇIETBİR Yönetim Kurulu Başkanı
Değerli üyelerimiz ve sektör mensuplarımız,
7
ETBİR I KIRMIZI8
ETBİR, Türkiye Gıda Dernekleri Federasyonu Yönetim Kurulu’nda
ETBİR’DEN HABERLER
Temeli 1999 yılında atılan ve günümüzde gıda ve içecek sanayinin önde gelen temsilcilerini çatısı altında toplayan Türkiye Gıda ve İçecek
Sanayi Dernekleri Federasyonu 5. Olağan Genel Kurulu’nda, ETBİR de görev aldı. Genel Kurulda 2012-2015 yılı faaliyet raporu tüm detaylarıyla ele alındı. Aynı zamanda Şekerli Mamul Sanayicileri Derneği Başkanı olan Şemsi Kopuz’un Başkanlığındaki Yönetim Kurulu şu üyelerden oluştu; Nişasta ve Glikoz Üreticileri Derneği (NÜD) Başkanı Rint Akyüz, Tüm Gıda İthalatçıları Derneği (TÜGİDER) Başkanı Mustafa Manav, Bakliyat İşleme ve Paketleme Sanayicileri Derneği (PAKDER) Başkanı Hakkı İsmet Aral, Susam Tahin, Helva ve Reçel İmalatçıları Derneği (SUTHER) Başkanı Necati Göksu, Organik Gıda Üreticileri Derneği
(ORGÜDER) Başkanı Ayhan Sümerli, Bal Paketleyicileri, İhracatçıları ve Sanayicileri Derneği (BALDER) Başkanı Özen Altıparmak, Coca Cola Teknik Hizmetler Direktörü Cumhur Karcı, Kırmızı Et Üreticileri ve Sanayicileri Derneği (ETBİR) Başkanı Mustafa Bılıkçı, Dimes Gıda Genel Müdürü Ozan Diren ve Ersin Taranoğlu.
Genel Kurulun açılış konuşmasını yapan TGDF Yönetim Kurulu Başkanı Kopuz, “Türkiye’nin 2. büyük endüstrisi olan gıda içecek sektörünün özellikle ham madde sorunlarının çözümüne ilişkin uygulanacak yeni politikalara ihtiyacı var, yapılacak reformlarla sektörün 2 yıllık dış ticaret fazlası ile Türkiye’nin cari açığını kapatabiliriz demek hayal değildir, gerçektir. Tarım ve gıda sektöründe 2023 hedefi miz; 150 milyar dolar tarımsal hasıla ile tarımda dünya beşincisi olmak. 40 milyar dolar gıda ve içecek ihracatı ile dünyanın ilk 10 ülkesi arasında yer almak. Ancak bu hedefl eri gerçekleştirmek istiyorsak, sanayimizin önünde duran sorunları da 2023 hedefl erimiz doğrultusunda ivedilikle çözmeye devam etmeliyiz” dedi.
ETBİR 2014 yılında Türkiye Gıda Dernekleri Federasyonu’na üye olmuştu. ETBİR Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Bılıkçı üç yıl süreyle Federasyon yönetiminde görev alacak. Türkiye Gıda ve İçecek Sanayii Dernekleri Federasyonu TGDF aynı zamanda “Avrupa Gıda ve İçecek Konfederasyonu” FoodDrinkEurope’un üyesi.
Türkiye Gıda ve İçecek Sanayi Dernekleri Federasyonu 5. Olağan Genel Kurulu geniş bir katılımla 14 Kasım 2015’de gerçekleştirildi. 16 yıldır TGDF Başkanı olarak görev yapan Şemsi Kopuz’un oy birliği ile Başkanlık görevine devam etmesine karar verilirken, ETBİR Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Bılıkçı da Federasyon Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi.
ETBİR I KIRMIZI 9
Alternatif MAP!3 in 1: Vakum-Gaz, Gazlı/Gazsız ve Skin Paketleme…
Standartlar ve Opsiyonların tamamı!En küçüğünden, en büyüğüne; manuelinden, tam otomatiğine…
ÜÇGE ELEKTRONİK A.Ş. Güvencesiyle… %100 Doğru Ürünler, %100 Doğru Çözümler…
TL 300
TOPLID
Yarı otomatik tabak kapama makinesi modeli olan TL 300, küçük ve orta ölçekli işletmelerin ihtiyacını karşılamaya en uygun, Vakumlu tabak kapamanın ergonomik ismidir… Tekli, ikili, üçlü ve Dörtlü kalıp seçeneği,7 cycle/dakika paketleme hızı, İhtiyaca göre vakumlama kapasitesi (63, 100 metreküp veya daha yüksek),Oksijen Gazlı çalışma, İç veya dış kesim ,Vakum-Gaz, Gazsız ve Skin Paketleme ,Baskılı film opsiyonları ile ihtiyaca göre terzi işi çözümler sunar…
Dünyanın en küçük tam otomatik, bantlı tabak kapama makinesidir. Dokunmatik ekranı sayesinde kolay kullanım sağlar, kullanıcı dostudur.40 tabak/dakika (maksimum) (13 cycle/dakika) kapasite, Patentli gaz değişim sistemi, Kolay ve otomatik kalıp değiştirme, Protruding (Bombeli tabak kapama) ve Baskılı film kullanım özelliği ile orta ölçekli firmalara efektif çözümler sunar…
ÜÇGE ELEKTRONİK A.Ş.Değirmen Yolu Sok. Kutay İş Merkezi A Blok No:9 34752 Ataşehir / İSTANBUL Tel: 0 216 575 42 00 • Fax: 0 216 575 60 08www.ucgeelektronik.com.tr | [email protected]
Rakipleri de dahil olmak üzere, mevcuttaki en uzun ve geniş kalıp ebatlarına sahip olan (1100x430mm), 10cycle/dak. Vakum-Gazlı çalışma; 12cycle/dak. gazsız Tabak kapama, (Maksimum) 160 tabak/dak.lık kapasiteyle sınıfının en hızlı makinesidir.
XPeed ailesinin en hızlı üyesidir. Dokunmatik ekranı sayesinde kolay kullanım sağlar, kullanıcı dostudur. IP 65 koruma sınıfı; hijyenik, emniyetli ve güçlü dizayn; tamamen paslanmaz çelik şaseye sahip makinedir.
1,8 metrekarelik footprint (ayak basma) alanı ile, çalışma ortamında operatör ve yardımcı ekipman (kasa, tabak, film rulosu vs) yerleşimi için yeni kullanım alanları sağlar.
X5
ETBİR I KIRMIZI10
SEKTÖRDEN HABERLER
64. Hükümetin Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na Faruk Çelik getirildi. Bakanlığı’nın Mehmet Akif Ersoy Konferans Salonu’nda
gerçekleştirilen devir-teslim töreninde Bakan Çelik, konuşmasına “Topraktan geldik, toprağa döneceğiz” sözleriyle başladı. Bakan Çelik, tarım ve hayvancılığın önemine dikkati çekerek, geçmişteki kadim medeniyetlerin, tarım üzerinden yükseldiğini ifade etti.
Cumhuriyet döneminde 45 bakanın bu bakanlık ile Türkiye’ye hizmet ettiğini öğrendiklerini aktaran Bakan Çelik, AK Parti döneminde Sami Güçlü ile yola çıktıklarını, daha sonra Mehmet Mehdi Eker’in devralmasıyla 10 yılı aşkın süre çok önemli reformlara ve düzenlemelere imza atıldığını kaydetti.
Kabinede birlikte çalışmaktan onur duyduğu Eker ile bu reformları gerçekleştirmeyi ve millete hizmet etmeyi bir görev bildiklerinin altını çizen Bakan Çelik, “İnsan hayatında tecrübe önemli. Ben uzun yıllar çalışma hayatında görev yaptım. Dolayısıyla orada oluşan tecrübelerimiz var ama bu farklı bir alan, bu alandaki tüm deneyimlerden tecrübelerden yararlanacağımızı bu devir teslim vesilesiyle ifade etmek istiyorum” diye konuştu.
Eski Bakan Mehdi Eker ve seçim hükümetinde bakanlık görevini üstlenen Kutbettin Arzu’ya hizmetlerinden ötürü teşekkür eden Bakan Çelik, en büyük teşekkürü ise “isimsiz kahramanlar” olarak tanımladığı bakanlık çalışanlarının hak ettiğini söyledi.
Bakan Çelik, çalışmayı seven bir insan olduğunu vurgulayarak, “Bayrağı devralarak taşınması gereken nokta neresi ise oraya bir takım ruhu içerisinde taşıyacağımız konusunda kimsenin de endişesi olmasın” dedi.
“Bayrağı daha ileri taşıyacağına inanıyorum”
Türkiye’de 59, 60, 61 ve 62. hükümetlerde Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı yapan Mehmet Mehdi Eker ise konuşmasında Faruk Çelik’e bakanlık görevinin devredilmesinden dolayı duyduğu memnuniyeti dile getirerek başladı. Eker, işçiler ile çiftçiler arasında çok yakın bir ilişki olduğuna dikkati çekerek, iki meslek grubunun da emekleri ve alın terleriyle geçindiklerini bildirdi.
Çelik’in Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olarak
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nda yeni dönemBakan Çelik görevi devraldı
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığında kurulan 64. Hükümet’te Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı görevine getirilen Faruk Çelik, görevi düzenlenen törenle devraldı.
ETBİR I KIRMIZI 11
zorlu, sıkıntılı bir sektörün sorunların çözümüne büyük fedakarlıklarla çok büyük katkılar sağladığını dile getiren Eker, bugün tarım sektörünü ve onun sorumluluğunu devraldığını ve bu bayrağı da çok ileri taşıyacağına inandığını söyledi.
Eker, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının bağlı kuruluşlarıyla 74 bin insanın istihdam edildiği bir kurum olduğuna dikkati çekerek, Bakanlığın, ürettiği hizmet standartları ve hizmet kalemleri bakımından Türkiye Cumhuriyeti kuruluşları içerisinde bir numara olduğunu savundu.
Eker, atılacak daha çok adımlar olduğunun altını çizerek, “Bunlar da Sayın Bakanımızın öncülüğünde, sektör paydaşları ve üreticiler ile çiftçiler ile birlikte inşallah daha iyi bir noktaya taşınacak” dedi.
“Görevi, sanat adamından, gönül adamına devrediyorum”
Kudbettin Arzu ise konuşmasında Türkiye’de tarımsal hasılanın 23 milyar dolardan 61 milyar dolara çıktığını kaydetti. Arzu, söz konusu dönemde 4 milyar dolarlık tarımsal ihracatın 18 milyar dolara yükseldiğini, süt üretiminin 8,5 milyon tondan 18,5 milyon tona çıktığını belirtti.
Arzu, 3 ay önce bakanlık görevini eski Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker’den devraldığını hatırlatarak, “Değerli bir siyaset adamından,
bir sanat ve edebiyat adamından, Sayın Mehmet Mehdi Eker’den aldığımız bu görevi yine değerli bir devlet adamı ve gönül adamı, ülkemizde Roman açılımının ve Alevi açılımının mimarlarından ve çok riskli bir sektör olan işçi ve işveren ilişkilerini çok iyi sürdüren bir devlet adamına teslim etmenin büyük mutluluğunu yaşıyorum” dedi.
Şanlıurfa, Bursa ve Karadeniz illerinden gelen vatandaşların yoğun ilgi gösterdiği törene sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, bakanlık yetkilileri ve çalışanlarının yanı sıra Bakan Çelik’in çocukları da katıldı. Törenin sonunda Bakan Çelik tebrikleri kabul etti.
Faruk ÇELİK Kimdir?Faruk Çelik, 17 Ocak 1956’da
Artvin Yusufeli’de doğdu. Eğitimci; Bursa Yüksek İslam
Enstitüsünü bitirdi.Adalet ve Kalkınma Partisi
Kurucular Kurulu Üyesi oldu.21, 22 ve 23. Dönemde
Bursa, 24. ve 26. Dönemlerde Şanlıurfa Milletvekili seçildi. 60. Hükümet’te Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Devlet Bakanlığı yaptı. 61. Hükümet’te yeniden Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olarak görev yapan Faruk Çelik, 64. Hükümet’te Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı olarak atandı.
Bakan Faruk Çelik, evli ve 4 çocuk babası.
ETBİR I KIRMIZI12
SEKTÖRDEN HABERLER
Bakan Çelikhayvancılık sektörü temsilcileriyle buluştu
Hayvancılık alanında faaliyet gösteren kırmızı et, süt, arıcılık ve kanatlı
sektörlerinin temsilcileriyle Bakanlıkta bir araya gelen Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik toplantıya “Gıdanın hayatımız için ne ifade ettiğini söylememize gerek. Hepinizin ellerine, yüreğine sağlık” diyerek sözlerine başladı. Türkiye’de hayat standardının yükselmesi, nüfus artışı, turizmin gelişmesinden dolayı hayvansal ürünlerin daha bir önem kazandığını vurgulayan Bakan Çelik, Bakanlığının ilk günlerinde, stratejik önemi sahip hayvancılık sektörü ile buluşmayı istediğini
belirterek; “Sizleri dinleyeceğiz ama dinlemekle de kalmayacağız. Bürokrat arkadaşlarımdan brifingleri aldık ama arazide ne var ne yok, esas mesele budur. Yapacağımız değerlendirmelerde müdahale edilecek alanlar neler, bunlar üzerinde duracağız” dedi.
“Kırmızı ette zaman zaman fiyat artışlarına da yol açan daralmalar söz konusu “
Türkiye’de 14 milyon 731 bin büyükbaş, 44 milyon 600 bin küçükbaş, 300 milyon kanatlı hayvan ve 7 milyon arı kovanı
bulunduğunu bildiren Çelik şöyle devam etti: “Kırmızı et üretimimiz 1 milyon ton, süt üretimimiz 18,5 milyon ton. Kanatlı sektörü ihracata dayalı bir büyüme gerçekleştiriyor. Süt ve süt ürünlerinde ihracat dönük yönümüz var. Ancak orada kat etmemiz gereken mesafe de var. Kırmızı ette ise mevsimsel daralmalar ve bu dönemlerde meydana gelen fiyat dalgalanmalarıyla karşı karşıya olduğumuzu tespit ettik. Tabii 1-9 baş arası hayvan bulunan işletmelerin, toplam işletmelerin % 77’si olmasına dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu noktanın üzerinde durmamız gerekiyor.
Sektör paydaşlarıyla görüşmeleri kapsamında hayvancılık sektör temsilcileriyle bir araya gelen Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik,Türkiye’nin hayvancılıkta geçmişe göre bugün daha iyi bir noktada olduğunu söyledi.
13
” Üretici ile tüketici arasında ürün bedellerindeki farklılıklar sorun olarak karşımıza çıkıyor. Hayvan kayıt sistemleri son derece önemli. İzlemenin daha sağlıklı yapılması için sistemlerin oturması gerekiyor. Hayvancılıkta yaygın destekler var. Bunların nerede, nasıl olacağı ele alınmalı. Hayvancılık işletmelerinin belli standartlara kavuşturulması, atıklar, atık yönetimi önümüzde duran konular.”
“Hayvancılık alanında çok yaygın destekler var”
Önlerine sorun olarak çıkan bazı başlıkların bulunduğuna işaret eden Çelik, ünürün maliyeti ve bunun piyasadaki yansıması, üretici ve tüketici arasındaki ürün bedellerinin farklılığının sorun oluşturduğunu belirterek şunları kaydetti:
“Hayvancılık alanında çok yaygın destekler var. Bu destekler nerede, nasıl, ne kadar konusunun bir kez daha kafamızda netleşmesi gerekiyor. Yetiştirici mi, kesici mi, destek oranları nasıl ele alınmalı. Verimlilik, hayvan hastalıkları ile mücadele konuları ele alınmalı. Mera ve yaylaların kullanımı konusu öteden beri TBMM’de de hep tartışma konusu olmuş ana konulardan bir tanesi. Atık yönetimi konusu da bir başlık. Bunun gibi birçok konu önümüzde sizlerin değerlendirmesini bekliyor.”
“Süt destekleme primini litre başına 9 kuruş olarak belirledik”
İki konuyu kamuoyuyla paylaşmak istediğini ifade eden Çelik, “Birincisi 17 aydan beri çiğ süt fiyatı sabit. Bu nedenle geçmiş 3 aylık süt destekleme primini litre başına 9 kuruş olarak belirledik. Önümüzdeki dönemde üreticilerin maliyeti ve çiğ süt fiyatına göre çiğ süt destekleme primlerini belirlemeye devam edeceğiz. İkinci olarak dana başına verilen besi desteği ödenmesi, sözleşme yaptıranlara 200 lira, sözleşmesiz
olanlara 150 lira olarak 27 Aralık’ta ödenecek” diye konuştu.
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nda düzenlenen hayvancılık sektörü toplantısına Bakan Faruk Çelik’in yanı sıra GTHB Müsteşar Vekili Nihat Pakdil, Hayvancılık Genel Müdürü Mustafa Kayhan ve Genel Müdür Yardımcıları, Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürü (TAGEM) Masum Burak, Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu (TKDK) Başkanı Ali Recep Nazlı, Gıda ve Kontrol Genel Müdürü Prof. Dr. İrfan Erol’un yanı
sıra, Kırmızı Et Sanayicileri ve Üreticileri Birliği Derneği (ETBİR) Başkanı Mustafa Bılıkçı, Ulusal Süt Konseyi (USK) ve Ambalajlı Süt ve Süt Ürünleri Sanayicileri Derneği (ASÜD) Başkanı Harun Çallı, SETBİR Başkanı Zeki Ilgaz, BESD-BİR Başkanı Sait Koca, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Yönetim Kurulu Sayman Üyesi Faik Yavuz, Türkiye Damızlık Sığır Yetiştiricileri Merkez Birliği Başkanı Cemalettin Özden’in de aralarında bulunduğu çok sayıda sektör temsilcisi katıldı.
ETBİR I KIRMIZI14 ETBİR I KIRMIZI14
SEKTÖRDEN HABERLER
Bakanlar Kurulu geçtiğimiz aylarda Mera Yönetmeliği’nde hem mera
sahiplerini yakından ilgilendiren hem de Türkiye’de hayvancılığa önemli etkileri olacak bir düzenleme yaptı. Bakanlar Kurulu Kararı ile 31 Temmuz 1998 tarihli Mera Yönetmeliği’nin 8’inci maddesinin 5’inci fıkrasına yeni bir bent eklendi ve 30 Ekim 2015’te Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.
Meralar, binalara tahsis edilecek
Yönetmeliği yeni eklenen bent, mera yaylak ve kışlakların tahsis amacı değişikliğinin, kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilmesinin önünü açıyor.
Yönetmeliğin nasıl uygulanacağına gelince… Durumu ve sınıfı çok iyi veya iyi olan mera, yaylak ve kışlaklarda tahsis amacı değişikliği yapılamadığı için, bölge kentsel dönüşüm alanı olarak ilan edilmeden önce1/5000 ölçekli haritası ile Mera Komisyonu’na başvurularak uygun görüş alınacak.
Tahsis amacı değişikliği için yapılacak müracaatlarda, Bakanlar Kurulu kararı ve ilgili kentsel dönüşüm ve gelişim alanı krokisi, belediye meclis kararı, kentsel dönüşüm ve gelişim alanı içerisinde kalan Kanun kapsamındaki taşınmazların, çevre parsellerini de gösterir kadastro tekniğine uygun 1/5000 ölçekli haritası, komisyonca talep edilen diğer bilgi ve belgeler başvuru dosyasına eklenecek.
Tahsis amacının valilikçe değiştirilmesinin ardından 20 yıllık ot gelirinin yatırılması sağlanacak. Ot bedeli yatırıldıktan sonra iki yıllık süre zarfında kesinleşmiş uygulama İmar Planı Komisyonu’na sunulacak. Bu süre zarfında söz konusu planların sunulmaması durumunda tahsis amacı değişikliği iptal edilecek. İmar planlarının tahsis amacı değişikliğine uygun olarak kesinleşmesi durumunda ise söz konusu yerlerin tescilleri Hazine adına, vakıf meralarının tescilleri ise vakıf adına yaptırılacak.
Veteriner Hekimler Derneği yönetmeliğin iptali için yargıya başvuruyor
Mera Yönetmeliği’nde değişiklik yapılmasıyla ilgili bir açıklama yapan Veteriner Hekimler Derneği, yönetmeliğin iptali için yargıya başvuracaklarını duyurdu. Çayır ve meraların hayvancılığı ekonomik kılan yem kaynaklarının başında geldiğini belirten Veteriner Hekimler Derneği Genel Başkanı Prof.Dr. Şakir Doğan Tuncer, kalite ve miktar açısından mükemmel çayır ve meralara sahip ülkelerin hayvancılıkta rekabet avantajı sağladıklarına dikkat çekti.
Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkemiz yüz ölçümünün %56’sını (44 milyon hektar) oluşturan mera alanlarının, günümüzde %70 oranında gerileyerek (14 milyon hektar) büyük ölçüde kayba uğratıldığın vurgulayan Tuncer açıklamasında; “Ülkemizde meraların önemli bir bölümü 60
yılı aşkın bir süreçte uygulanan yanlış politikalar ile tarım arazisine dönüştürülmüş, kalan bölümü ise aşırı ve bilinçsiz kullanılarak kalite açısından hayvanlarımızın ihtiyacını karşılayamaz hale gelmiştir. Sonuçta meralarımızın bugünkü durumu ülkemiz hayvancılığının içinde bulunduğu tablonun en önemli nedenleri arasındadır” sözlerine yer verdi.
Anayasamızın 45. Maddesinin açık olarak mera ve otlakların korunması görevini devlete verdiğini belirten Tuncer açıklamasına şöyle devam etti: “Hal böyle iken, 30 Ekim 2015 tarih ve 29517 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan yönetmelik değişikliği ile birinci sınıf mera alanlarımız 20 yıllık ot parası karşılığında yapılanmaya açılmıştır. Başka bir ifade ile Ülkemiz hayvancılığının bir kez daha baltalanmasına hatta yok edilmesine yönelik önemli bir yönetmelik değişikliğine gidilmiştir. Korkarız bu gelişmeler önümüzdeki süreçte daha fazla saman ithalatını tekrar gündeme getirecektir. Bu uygulama ile halkımızın daha da yüksek fi yatlarla et tüketmek zorunda kalacaktır.”
Tuncer, miktarları son derece azalan mevcut meraların korunması ve kalite açısından iyileştirilmesi gerekirken yapılan yönetmelik değişikliğine karşı ilgilileri bu yanlıştan bir an önce dönmeye davet ederken, Anayasaya aykırılık taşıyan bu yönetmeliğin iptali için en kısa sürede yargı yoluna baş vuracaklarını sözlerine ekledi.
Bir taraftan tarım arazilerinin miras yoluyla bölünememesi için yasal düzenleme yapılırken, diğer taraftan meraların kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilmesinin önü açılıyor. Bakanlar Kurulu 1998 yılında yayınlanan Mera Yönetmeliği’nde değişiklik yaparak, birinci sınıf mera alanlarına 20 yıllık ot gelirini yatıranın bina yapmasının yolunu açtı.
Türkiye’de Hayvancılığa Büyük Darbe: 20 Yıllık ot parasını veren, meraya binayı yapacak
ETBİR I KIRMIZI 15
Tel: +90 332 345 08 43 Fax: +90 332 345 08 44 [email protected]üyük Aslım Sanayi Sitesi Hacı Yusuf Mescit Mh. Gürhanlar Sk. No: 7/B Karatay/Konya
www.devinoks.com
K U ŞB A Ş I D O Ğ R A M
A M
AKİ N
AS
IPatentli
Patented
Sadece kuuşşbaşı doğrama makinası üretiyyoruz!
İşte bu yüzden en iyisi biziz!
ETBİR I KIRMIZI16
Türkiye Perakendeciler Federasyonu (TPF), Ege PERDER ev sahipliğinde
İzmir’de gerçekleştirilen konferansın açılışında Ege PERDER Başkanı Vahdet Sarıkaya, Türkiye Perakendeciler Federasyonu Başkanı Mustafa Altunbilek, İzmir Ticaret Odası (İTO) Başkanı Ekrem Demirtaş ve Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Mehmet Hadi Tunç birer konuşma yaptılar.
“Yol haritasını belirleyeceğiz”Ege PERDER Başkanı Vahdet
Sarıkaya evsahibi olarak yaptığı açılış konuşmasında şunları söyledi: “EGE PERDER olarak, sektörümüze,
28 üye, 356 şube ve 6 bin 535 çalışanımız ile hizmet vermekteyiz. PERDER’ler olarak bağlı olduğumuz çatı örgütümüz, Türkiye Perakendeciler Federasyonu olarak ise, toplamda 72 bini aşkın çalışanımızla, ülkemizin dört bir yanında, müşterilerimize ulaşma imkanı buluyoruz. Böylesine büyük bir gücü temsil eden bizler, bugün bu konferansta, sektörümüz için artık can alıcı bir nokta haline gelmiş olan gıda fi yatlarını masaya yatıracağız. Tarladan rafa, gıdanın aldığı yolu ve fi yatta yaşanan artışın nedenlerini konuşacak, sektör içinden gelen aktörler olarak, tespitlerimizi yapacağız.”
“Gıda ürünlerinde yüzde 8 olan KDV oranlarında indirim yapılmalıdır”
Daha sonra söz alan TPF Başkanı Mustafa Altunbilek, “Perakendeciler olarak kamuoyu nezdinde gıda fi yatları artışında günah keçisi olarak gösterilmekten çok rahatsızız. Tüketicilerin alışverişlerinde sepetlerini daha
ucuza doldurabilmeleri için hükümetçe bize verilecek görev her ne ise hazırız” dedi. Altunbilek, gıda fi yatlarındaki artış ile ilgili çözüm önerilerini ise şöyle sıraladı: “Tarladan rafa ürünün fi yatı neredeyse 2 kat artıyor. Yapılması gereken fi yatlar arasındaki uçurumun giderilmesi, üreticinin de marketçinin de tüketicinin de makul fi yatlarla ürün alabilmesinin yolunun açılmasıdır. Federasyon olarak önerimiz gıda ürünlerinde yüzde 8 olan KDV oranlarında indirim yapılmasıdır. Yaşanan artışlarda bir başka temel neden ise tarımda ürün arzına ilişkin yaşananlardır. Ürün arzında istikrar sağlayıcı politikalar oluşturulmalıdır.”
SEKTÖRDEN HABERLER
TPF: “Gıda fiyatlarında üretici market makasını daraltacak tedbirler için göreve hazırız”
Perakende sektöründe son dönemin en önemli konularının başında yer alan “Gıda fiyat artışlarının” ele alındığı Ege Perakende Konferansı’nda organize perakendenin önemi, gıdada fiyat dengesi ve perakende sektörü, gıda fiyat artışlarının seyri ve gıda fiyat artışlarındaki gerçekler ele alındı.
ETBİR I KIRMIZI 17
“Perakendeciler kayıtlı ekonomi ve istihdama büyük katkı sağlıyor”
17 tasarının ardından kabul edilen Perakende Yasası’na perakende meslek grup üyeleriyle birlikte önemli katkılar sağladıklarını vurgulayan İzmir Ticaret Odası (İTO) Başkanı Ekrem Demirtaş ise konferanstaki konuşmasında Türkiye ekonomisinin son yıllarda önemli sınavlardan geçtiğine dikkat çekti. Demirtaş, “Perakende sektörü ekonomideki olumsuzluklara rağmen geçen yıl 9.8 büyüdü. Yerel perakende sektörü % 14 büyümeyi yakaladı. Yapılan araştırmalar sektör büyüklüğünün 300 milyar doları aştığına işaret ediyor. Ülkemizin en büyük sorunlarından biri kayıt dışılık; diğeri ise işsizlik. Perakendeciler hem kayıtlı ekonomiye geçiş konusunda hem de istihdam alanında büyük katkı sağlıyor.
“Tarımdaki üretimi uydudan güncel teknolojilerle izliyoruz”
Bakanlığı’nın çağdaş tarım anlayışına uygun olarak yeniden yapılandırıldığını hatırlatan Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Mehmet Hadi Tunç konuşmasında şunları
kaydetti; “Başbakanlık genelgesi ile Bakanlığımız koordinasyonunda Ekonomi, Gümrük ve Ticaret, Kalkınma ve Maliye Bakanlıklarının Müsteşarları, Hazine Müsteşarı, T.C. Merkez Bankası Başkanı ve Türkiye İstatistik Kurumu Başkanı’nın temsil edildiği ‘Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasaları İzleme ve Değerlendirme Komitesi’ kuruldu. Hayata geçen komiteyle birlikte şimdiye kadar 3 toplantı gerçekleştirdik. Bu toplantılar neticesinde ‘Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasaları İzleme ve Değerlendirme Komitesi Raporu’nun, Ekonomi Koordinasyon Kurulu’na sunulmak üzere kabulüne, enflasyona katkısı yüksek olan ürünlere dair politika, analiz ve projeksiyon modellerinin pilot uygulamalarının başlatılmasına, Türkiye Gıda Arz Zinciri Gözlemevi çalışmalarını yürütmek üzere bir çalışma grubu oluşturulmasına karar verildi. Kırmızı ette de fiyat artışının önüne geçilmesi için ithalatta uygulanan gümrük vergisi oranları düşürülmüş, bazı ürünlerde sıfırlanmıştır.”
Ege Perakende Konferansı kapsamında düzenlenen“Gıda Fiyat Artışındaki Gerçekler“ Paneline Kırmızı Et Sanayicileri ve Üreticileri Birliği Derneği (ETBİR) Başkan Yardımcısı Dr. Ahmet Yücesan, Tarım Ürünleri Hububat Bakliyat İş ve Paketleme Sanayicileri Derneği (PAKDER) Başkanı Hakkı İsmet Aral, Tüm Bostan Sebze Meyve Komisyoncu ve Tüccarlar Federasyonu (TÜMESKOM) Başkanı Burhan Er, Metro Toptancı Market Meyve Sebze Kategori Müdürü Birol Uluşan ve TPF Başkan Yardımcısı Reşat Narman konuşmacı olarak katıldı. Panelde, gıda fiyatlarındaki artışın önüne
geçilebilmesi için tarımsal üretimin teşvik edilmesi, ithalatın azaltılması konusu ele alındı. Ortak görüş ise, üreticiden rafa ulaşana dek geçen sürede gıdada maliyetlerin düşürülmesi gerektiği oldu.
“Kırmızı et fiyatında düşüş beklentisi zayıf”
Panelde kırmızı et fiyatlarını değerlendiren ETBİR Yönetim Kurulu Başkan Yardımcı Dr. Ahmet Yücesan,”Et fiyatlan önümüzdeki günlerde pahalanmayacak. Düşüş beklentisi de zayıf. Eski seviyelerine düşeceği kanaatinde değilim” dedi. Hayvancılıkta yemin, özellikle konsantre yemin çoğunu yurtdışından ithal edildiğine dikkat çeken Yücesan, “Yine besi materyali dediğimiz canlı hayvan girişlerini ithal ediyoruz. Dolayısıyla bunlara bağlı olarak fiyatlarda çok fazla bir düşüş söz konusu değil. İlave olarak Türkiye’de son 10 yılda tüketim her yıl, bir önceki yıla göre daha çok artıyor. Aynı zamanda kırmızı ete olan talep de artıyor. Dolayısıyla fiyat düşmez ama yerinde sayar” diye konuştu. OECD ve FAO raporuna göre Türkiye’de kırmızı et fiyatlarındaki artışın dünyaya göre daha hızlı olacağını kaydeden Yücesan, “Dünyada et fiyatlan hızla artarken Türkiye’de bu artış daha fazla hissedilecek” dedi.
ETBİR I KIRMIZI18
SEKTÖRDEN HABERLER
Bu kapsamda;
• 2015 yılı Anaç Koyun-Keçi Desteklemesinden yararlanmak isteyen yetiştiricilerden hayvanları Koyun Keçi Kayıt Sistemi (KKKS) ve Koyun-Keçi Bilgi Sistemine (KKBS) kayıtlı, damızlık koyun-keçi yetiştiricileri birliği üyesi olanlar, anaç hayvan başına yılda bir kez olmak üzere 2015 yılı için 22 TL desteklemeden yararlandırılacak. 2015 yılı anaç koyun keçi destekleme başvuruları, 1 Eylül - 27 Kasım 2015 tarihleri arasında yapılabilecek.
• 2015 yılı Anaç Sığır Desteklemesinden yararlanmak isteyen yetiştiriciler, 2015 yılı içinde üyesi bulunduğu örgüte (Yetiştirici Birliği ve Kooperatif) dilekçe ile başvurmaları gerekiyor. Destekleme tutarı Ön soy kütüğüne bağlı sığırlarda 225 TL, Soy kütüğüne bağlı sığırlarda 295 TL, Etçi sığırlarda 350 TL olarak ödenecek.
• 2015 yılı Besi Materyali Üretim (Anaç Sığır) Desteklemesinden yararlanmak isteyen yetiştiricilerin hayvanlarından kombine ve etçi ırklar kendi ırkıyla, melezler ile doğum tarihi 1/1/2010 ve öncesi olan saf sütçü ırklar ve yerli ırklar da kombine veya etçi ırklar ile tohumlama yapılmış olması gerekiyor. Yetiştirici/üretici örgütü üyesi yetiştiriciler üyesi olduğu örgütü aracılığıyla, üye olmayan yetiştiriciler ise ön soy kütüğü üzerinden İl/İlçe Müdürlüğüne müracaat edecekler. Destekleme tutarı, anaç sığır başına 350 TL.
• 2015 yılı Buzağı Desteklemesinden yararlanmak isteyen yetiştiriciler, soy kütüğüne kayıtlı hayvanlar için Damızlık Sığır Yetiştiricileri Birliği aracılığı ile ön soy kütüğüne kayıtlı hayvanlar için ise şahsen veya üyesi olduğu yetiştirici/üretici örgütleri aracılığıyla İl/İlçe Müdürlüklerine bir dilekçe ile başvuruda bulunabilecekler.
• 2015 yılı Anaç Manda ve Malak Desteklemesinden yararlanmak isteyen yetiştiricilerin Birlik üyesi olmayan manda/malak sahipleri, destekleme başvurularını İlçe müdürlüklerine yapacaklar. Birlik üyesi manda/malak sahipleri ise destekleme başvurularını Manda Yetiştiricileri Birliği aracılığıyla yapacaklar. Anaç mandaların TÜRKVET kayıt sisteminde desteklemeye müracaat eden işletmeye geliş tarihi 1/10/2015 tarihinden önce olması gerekiyor. Malaklar ise 2015 yılı doğumlu olmalı. Destekleme tutarı Anaç manda başına 400 TL, malak başına ise 150 TL.Anaç sığır, anaç manda, buzağı ve malak
destekleme başvuruları, 1 Ekim 2015 tarihi itibariyle başlayarak, 31 Aralık 2015 tarihinde sona erecek.
Hayvancılık desteklemelerinden faydalanmak isteyen üreticilerin; öncelikle “İşletmelerindeki hayvanların kulak küpesi numaralarının yazılı olduğu listeyle” bağlı bulundukları İl/İlçe Gıda Tarım Hayvancılık Müdürlüğüne başvurarak, TÜRKVET/KKKS sisteminde kayıtlarını mutlaka güncelleme yaptırmaları gerekiyor.
2015 yılında yapılacak “Tarımsal Desteklemelereİlişkin Hayvancılık Desteklemeleri HakkındaUygulama Esasları” gereği başvurular başladı.
Hayvancılık Destekleme Başvuruları Başladı
ETBİR I KIRMIZI 19
3. çeyrekte kırmızı et üretimi arttı
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2015’in üçüncü çeyreğine ilişkin kırmızı et üretimi istatistiklerini açıkladı. Açıklanan istatistiklere göre Türkiye’nin
toplam kırmızı et üretimi, bu yılın üçüncü çeyreğinde Kurban Bayramı’nın da 4. çeyrekten 3. çeyreğe kaymasıyla önceki döneme göre önemli oranda artış gösterdi. TÜİK verilerine göre; toplam kırmızı et üretimi, Kurban Bayramı’nın gerçekleştiği üçüncü çeyrekte 380 bin 162 ton oldu. Kırmızı et üretimi, bir önceki döneme göre yüzde 45,2, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 87,7 arttı. Bu yılın ilk 9 ayında kırmızı et üretimi 853 bin tona çıktı.
3. çeyrekteki kırmızı et üretiminin 342 bin 190 tonunu sığır eti, 27 bin 499 tonunu koyun eti, 10 bin 449 tonunu keçi eti, 24 tonunu manda eti oluşturdu. Sığır eti üretimi bir önceki döneme göre yüzde 49,1, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 95,1 artış kaydetti. Koyun eti üretimi de bir önceki döneme göre yüzde 11,5, geçen yılın aynı dönemine göre ise yüzde 27,1 artış gösterdi.
Türkiye’nin toplam kırmızı et üretimi, bu yılın üçüncü çeyreğinde bir önceki döneme göre yüzde 45,2 artarak 380 bin 162 ton oldu. Geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 87,7 artış kaydedildi.
TÜİK verilerine göre kırmızı et üretim miktarları (ton):
Yıl 1.Dönem 2.Dönem 3.Dönem 4.Dönem Toplam (Yıllık)
2011 157.932 171.595 173.177 274.210 776.915
2012 171.465 183.017 196.108 365.255 915.845
2013 208.597 212.885 206.466 368.177 996.125
2014 184.975 218.432 202.530 402.335 1.008.272
2015 210.475 261.871 380.162Kaynak: TUİK, Kırmızı Et Üretim İstatistikleri
Kırmızı et üretim miktarı ve değişim oranı, III.çeyrek: Temmuz-Eylül 2015
Miktar (Ton) Yıl I.Çeyrek II.Çeyrek III.Çeyrek IV.Çeyrek Toplam
Toplam 2013 996 155 208 597 212 885 206 466 368 207
2014 1 008 272 184 975 218 432 202 530 402 335
2015 852 508 210 475 261 871 380 162
Sığır 2013 869 292 180 764 187 587 177 757 323 184
2014 881 999 163 913 189 848 175 353 352 886
2015 756 251 184 511 229 549 342 190
Manda 2013 366 20 61 40 245
2014 526 26 274 141 84
2015 296 71 201 24
Koyun 2013 102 943 19 930 21 959 26 396 34 658
2014 98 978 17 370 23 451 21 631 36 525
2015 70 241 18 090 24 653 27 499
Keçi 2013 23 554 7 883 3 278 2 273 10 120
2014 26 770 3 666 4 859 5 405 12 840
2015 25 721 7 804 7 468 10 449
Bir önceki yılın aynı dönemine göre değişim ( % )
2013 21,7 16,3 5,3 0,8
2014 -11,3 2,6 -1,9 9,3
2015 13,8 19,9 87,7
TÜİK, Kırmızı Et Üretimi, III.Çeyrek: Temmuz-Eylül 2015
Kırmızı et üretim miktarı ve değişim oranı, III.çeyrek: Temmuz-Eylül 2015
2010 2011 2012 2013 2014
Sığır Hayvan varlığı
11.369.800 12.483.969 14.022.347 14.532.848 14.244.673
Kesilen hayvan sayısı
2.602.246 2.571.765 2.791.034 3.430.723 3.712.281
Et üretim miktarı (ton)
618.584 644.906 799.344 869.292 881.999
Koyun Hayvan varlığı
23.089.691 25.031.565 27.425.233 29.284.247 31.115.190
Kesilen hayvan sayısı
6.873.626 5.479.546 4.541.122 4.958.226 5.197.289
Et üretim miktarı (ton)
135.687 107.076 97.334 102.943 98.978
Keçi Hayvan varlığı
6.293.233 7.277.953 8.357.286 9.225.548 10.347.159
Kesilen hayvan sayısı
1.219.504 1.254.092 926.799 1.340.909 1.570.239
Et üretim miktarı (ton)
23.060 23.318 17.430 23.554 26.770
Manda Hayvan varlığı
84.726 97.632 107.435 117.591 121.826
Kesilen hayvan sayısı
15.720 7.255 7.426 2.403 2.176
Et üretim miktarı (ton)
3.387 1.615 1.736 336 526
Toplam Hayvan varlığı
41.254.569 45.195.600 50.186.583 53.410.555 56.054.516
Kesilen hayvan sayısı
10.711.096 9.312.658 8.266.381 9.732.261 10.481.985
Et üretim miktarı (ton)
780.718 776.915 915.844 996.125 1.008.272
ETBİR I KIRMIZI20
SEKTÖRDEN HABERLER
TGDF’nin uzun zamandır üzerinde çalıştığı “Gıda Güvenliği Uzman Portalı” projesi, gıda ve beslenmeye yönelik bilgi kirliliğini ortadan
kaldırmayı, doğru bilginin doğru uzman kaynağından elde edilmesini amaçlıyor. Projenin tanıtımı portalda yer alan akademisyenlerin de katıldığı bir basın toplantısı ile gerçekleştirildi.
Basın toplantısında konuşan TGDF Genel Sekreteri Ersin Taranoğlu; “Bildiğiniz üzere Türkiye Gıda ve İçecek Sanayi Dernekleri Federasyonu bugün, 26 üye derneği ve 2 bini aşkın üye fi rmasıyla sektörün en büyük temsiliyet kapasitesine sahip sivil toplum kuruluşu. Kurulduğumuz günden bu yana yapmış olduğumuz pek çok proje ve çalışma ile sektörün her geçen gün yeni bir ivme kazanmasını hedefl edik. Ancak, Gıda Güvenliği Uzman Portalı’nın, taşıdığı toplumsal sorumluluk niteliği ve hedefl ediği amaç doğrultusunda, önemli bir ihtiyaca cevap verecek olması nedeni ile bizleri şu ana kadar en çok heyecanlandıran proje olduğunu söyleyebilirim. Bu projeye TGDF olarak ön ayak olmak, farkındalık yaratmak memnuniyet verici” dedi.
Beslenme temel ihtiyaç olduğu için insanların ve medyanın gıdaya ilgisi oldukça fazla olduğunu belirten Ersin Taranoğlu sözlerine şöyle devam etti: “Biz gıda sektörü olarak bu ilgiden memnunuz. Bu ilgi bizim daha dikkatli ve daha açık olmamızı sağlıyor. Fakat, gıda konusunda tüketiciye ulaşan bilgilerin birbiri ile çelişkili olduğunu görüyoruz. Herhangi bir gıda için “onsuz olmaz” diyen de var,”sofradan kaldırın” diyen de. “Zararlı” diyoruz, bir gıdaya veya bir maddeye, ama “doz”dan hiç söz etmiyoruz. Zararlılığın dozla ilişkisini ya bilmiyoruz ya da gözden kaçırıyoruz. Konuşan veya yazan kişi, “gerçekten o konunun uzmanı mı” bilmiyoruz. Herkesin bir uzmanlık alanı var ve doğrusu bilimin konuşmasıdır. Bu etik kurala uyuluyor mu? Uyulmadığını görüyoruz! Uyulmayınca doğru yanlışa karışıyor, bilgi kirliliği yayılıyor ve kafalarımız karışıyor.
Gıdalarımızla kavgalı hale geliyoruz. Bu durum; tüketicilere de bilim dünyasına da, gıda sektörüne de hatta medyaya da zarar veriyor. Yılda 12 milyar lira ihracat, 6 milyar lira ithalat hacmi olan, ülkelerin birbirleriyle rekabet ettiği stratejik bir çağda, cari açık veren bir ülkenin dış ticaret fazlası veren bir sektörü olarak, haksız ithamlara, yönlendirmelere, yakıştırmalara, suçlamalara maruz bırakılmak bu çağda stratejik bir hatadır.”
Projenin içeriğine ilişkin bilgi veren TGDF Bilim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Aziz Ekşi ise; Projenin amacını medyanın doğru bilgi kaynaklarına ya da doğru uzmanlara ulaşması, tüketicilerin kanıta ve araştırmaya dayalı bilgi ile buluşması ve böylece gıda güvenliği alanındaki bilgi kirliliğinin azalmasına yardımcı olmasıdır diye tanımladı. Prof. Dr. Aziz Ekşi, portalda öğretim üyelerine başlıca uzmanlık alanlarını belirtmeleri ve uzmanlık konularında 5 bilimsel yayın bildirmeleri talep edildiğini, ilke olarak portalda yalnızca gönüllü bilim insanlarına yer verildiğini sözlerine ekledi.
Medyada yer alan gıda güvenliği ile ilgili haber başlıkları da dikkate alınarak 35 farklı uzmanlık alanı belirlendiğini ifade eden Ekşi; Bu alanların başlıcalarını; alerji, beslenme, diyabet, enfeksiyon ve intoksikasyon, fonksiyonel gıda, GDO, gıda ambalajlama, gıda güvenliği, gıda hileleri(taklit ve tağşiş), gıda mikrobiyolojisi, gıda prosesleri, gıda katkıları, gıda kontaminasyonları, pestisit kalıntıları, hormon kalıntıları, kanser ve beslenme, küf ve mikotoksin, obezite, patojen, metabolizma hastalıkları, nanoteknoloji ile et ve türevleri, süt ve türevleri, yemeklik yağ gibi gıda grupları olarak belirlediklerini söyledi.
İlk etapta; 42 farklı üniversiteden toplam 129 akademisyen üye formlarını doldurarak portalda gönüllü olarak yer aldı. Prof. Dr. Aziz Ekşi bu sayının her geçen gün artacağına işaret etti. Öğretim Üyelerinin uzmanlık alanlarının ve iletişim bilgilerinin ayrıntılarıyla yer aldığı portala http://tgdf.org.tr/gida-guvenligi-uzman-portali/ adresinden ulaşılabildiği gibi, tüm bu bilgilerin yer aldığı “Gıda Güvenliği Uzman Kitapçığı” basılı olarak TGDF’den de temin edilebiliyor.
Gıda Güvenliği için 129 akademisyen bir araya gelerek,bilgi kirliliğine tepki verdi.
Türkiye Gıda ve İçecek Sanayi Dernekleri Federasyonu (TGDF) projesi “Gıda Güvenliği Uzman Portalı” projesi, portala üye akademisyenlerin ve yönetim kurulu üyelerinin katılımıyla tanıtıldı. Akademisyenler “Bilimsel bulgulara dayanmayan, kanıtı olmayan iddialar toplum sağlığını fiziki ve psikolojik olarak etkiliyor” dedi.
ETBİR I KIRMIZI 21
DÜNYADAN
Gıdanın CEO’larından LİDERLERE AÇIK ÇAĞRI
Türkiye’nin de katılacağı İklim Zirvesi öncesinde aralarında Mars, General Mills ve Kellogg’un da yer aldığı Amerika’nın en büyük gıda firmalarının CEO’ları, dünya liderlerine iklim değişikliği hakkında sağlam uluslararası anlaşmalar yapmaları için çağrıda bulundular.
Dünya, 30 Kasım – 11 Aralık 2015 tarihleri arasında Paris’te gerçekleştirilecek İklim Zirvesi (COP21 Zirvesi)’ne hazırlanıyor. Aralarında
Türkiye’nin de bulunduğu 190’dan fazla devletin hükümeti, küresel sera gazı emisyonlarının azaltılması ve böylece iklim değişikliği tehdidini önleme amacıyla olası bir yeni küresel anlaşmayı görüşmek üzere Paris’te biraraya gelecek.
İklim Zirvesi öncesi Amerika’nın en büyük gıda fi rmalarının CEO’ları Zirve’ye katılacak devletlerin hükümetlerine açık bir mektup yayınladı. Mektupta liderlere, Aralık ayında Paris’te iklim değişikliğine karşı harekete geçerek dünyayı daha iyiye yöneltme fırsatlarının önlerinde olduğu belirtildi. Konuya ilişkin olarak kendi faaliyetlerini de hızlandıracakları sözünü veren CEO’lar, fi rmalarının sürdürülebilirlik faaliyetlerini güçlendireceklerini ve bilime dayalı gerçekçi karbon azaltma hedefl erini uygulayacaklarını bildirdiler. Mektupta, iklim değişikliği konusunda ortaklaşa harekete geçmek gerektiğinin altı çizilirken, Mars CEO’su Grant Reid, toplumlar olarak iklim değişikliği, su kıtlığı ve ormanların azalması gibi birçok problemle karşı karşıya olunduğunu ve tüm dünya olarak bu olaylar gerçekleşirken artık arka planda kalınamayacağını dile getirdi.
BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (Intergovernmental Panel on Climate Change – IPCC) son çalışmaları, iklim değişikliğinin, özellikle buğday için hasat verimlerinde artışın yavaşlamasına neden olduğunu, 2030 yılına kadar kötü etkilerin birçok ürüne yansıyacağını ve 2050’ye kadar gıda fi yatlarının %3 ila %84 arasında yükseleceğini gösteriyor.
Türkiye’nin iklim planı ‘yetersiz’ bulundu
Paris İklim Zirvesi öncesi Türkiye de iklim planlarını BM’ye sundu. Zirve için hazırlıklarını sürdüren Türkiye’nin iklim planları uluslararası kuruluşlar tarafından ‘yetersiz’ bulundu. Eylül ayının sonunda BM’ye teslim edilen iklim taahhüdü, ülkenin kömürlü termik santral planlarının emisyon azaltımı niyetlerini sekteye uğratacağını gösteriyor.
İklim Eylem Takibi, Türkiye’nin sera gazı emisyonlarını, 2030’a kadar yalnızca yüzde 21 azaltma hedefi ni ve küresel sıcaklık artışını 2°C’nin altında tutma hedefi ni yeterli düzeyde bulmadı. Raporda, “Eğer tüm ülkeler bu zayıfl ıkta ve yeterli olmayan hedefl er belirleseydi, 21. yüzyılda küresel sıcaklık değerlerinin 3-4°C’lik bir artışla geri dönülmez felaketleri getirmesi kaçınılmaz olurdu’’ denildi. Yayınlanan raporda ise esas endişe duyulması gereken konunun Türkiye’nin 2020’ye kadar mevcut santrallerinin dört katı kadar yeni kömürlü termik santrali inşa etmeyi planmış olması olduğunu dile getiriliyor. Termik santrallerin inşa edilmesi durumunda Türkiye’nin belirlediği hedefe ulaşmasının mümkün olmayacağını bildirildiği rapora göre; Türkiye’nin rüzgâr ve güneş enerjisini artırma çabalarının 2023’ten sonra azalıyor olması da kuruluşun araştırmacıları tarafından tepkiyle karşılanıyor.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) küresel sıcaklık artışlarının 3°-4°C’ye ulaştığı takdirde gerçekleşmesi mümkün olan deniz seviyesindeki bir metrelik artışın Türkiye’de yaklaşık 3 milyon kişinin doğrudan etkilenmesine neden olacağını da belirtiyor.
GÜNDEM
ETBİR I KIRMIZI22
Geçtiğimiz günlerde Dünya Sağlık Örgütü (WHO) işlenmiş kırmızı eti kanserojen olarak tanımladığı bir rapor yayınlayarak bu alanda uluslararası boyutta yaşanmış en büyük tartışmalardan birini
başlattı. Dünya Sağlık Örgütü Ekim ayı sonunda yayınladığı raporunda işlenmiş etleri kanserojen olarak tanımladı. Sucuk, jambon, pastırma gibi işlenmiş etler, sigara ve asbest kadar tehlikeli dedi. İşte bu iddia Dünya Sağlık Örgütü’nün hem Türkiye’den hem de dünyanın pek çok ülkesinden sert tepkiler almasına yol açan sürecin de başlangıcı oldu.
Dünya Sağlık Örgütü yayınladığı raporunda işlenmiş et tüketimiyle ilgili sağlık riski uyarısı yaptı. Örgüt, işlenmiş et yemenin insanlarda bağırsak kanserine yakalanma ihtimalini arttırdığını açıkladı. Salam, sosis, sucuk, jambon, pastırma gibi yiyecekleri “1. sınıf kanser riski oluşturan ürünler” listesine taşıdı. Raporda “Sucuk, salam ve sosis gibi işlenmiş et ürünleri bağırsak ve pankreas kanseri riskini arttırıyor. Nedeni içeriğindeki koruyucu maddeler. Sodyum nitrit ve sodyum nitrat işlenmiş etlere renk veriyor, raf ömrünü uzatıyor. Sadece işlenmiş etlerde değil hazır ve paketlenmiş gıdaların çoğunda kullanılıyor” ifadelerine yer verildi.
10 ülkeden 22 uzman tarafından 800’den fazla akademik çalışma incelenerek hazırlanan raporda, Dünya Kanser Araştırmaları Fonu’nun, sadece işlenmiş etlerin değil kırmızı et tüketiminin de kişi başına haftada 500 gramı aşılmaması gerektiği tavsiyesine yer verildi. Raporda “Farklı ülkelerdeki et tüketiminin karşılaştırıldığı araştırmalar, her gün 50 gram işlenmiş et yiyen kişilerde kalın bağırsak kanseri riskinin yüzde 18 oranında arttığını ortaya koydu” denildi. Raporla ilgili açıklama yapan, IARC’den Uzman Doktor Kurt Straif, kırmızı et tüketiminin kalın bağırsak kanserini doğrudan
tetiklemesi riskinin az olduğunu ancak tüketilen et miktarı arttıkça kansere yakalanma riskinin yükseldiğine dikkati çekti.
Tüm dünyadan tepkiler yağdıDünya Sağlık Örgütü (WHO)’nün salam, sosis, sucuk gibi
işlenmiş etlerin sigara ve asbest gibi kansere yol açma ihtimali olduğunu bildirmesi ve kırmızı eti de kanserojenler arasında listelemesine dünyanın birçok yerinde et üreticileri ve birliklerinin tepkisi sert oldu. Birlikler ve bazı bilim adamları kırmızı etin kansere neden olmadığı ve bu tip gıdaların sigara ile aynı risk grubunda gösterilmesinin hata olduğunu savundu.
Dünya Sağlık Örgütü,
Dünyadaki et üreticilerini kızdırdı!
Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nün geçtiğimiz günlerde yayınladığı raporda işlenmiş kırmızı etin kanser riski taşıyabileceğini açıklaması, tüm dünyadaki
et üreticilerince tepkiyle karşılandı. Türkiye’de Sağlık Bakanlığı, sektör temsilcisi ETBİR ve et üreticileri açıklamanın detaylarına dikkat çekerek
ülkemiz şartlarındaki tüketim miktarının böyle bir riski barındırmadığını vurguladılar.
ETBİR I KIRMIZI 23
İngiltere’de Ulusal Çiftçiler Birliği, WHO’nun raporu sonrasında yaptığı açıklamada, bilim ve tıp çevrelerinin belli oranda tüketildiği takdirde kırmızı etin insan sağlığına yararlı olduğunu savunduğunu hatırlattı. Birliğin başkanı Meurig Raymond, kırmızı et yemenin sağlıklı bir beslenme programında önemli bir rolü olduğunu desteklediklerini, bunun geleneksel beslenme tarzlarının bir parçası olduğunu belirtti.
İngiltere Et Danışma Paneli (MAP) yetkilileri ise kırmızı etten uzak durmanın bireyleri kansere karşı koruyamayacağını kaydettiler. MAP yetkilisi Robert Pickard, insanların beslenmelerinde et olup olmamasının tamamen kişisel tercihleri olabileceğini ifade etti. MAP beslenme uzmanı Carrie Ruxton, WHO’nun bulgularının aksine kadınların, genç kızların ve okul öncesi çağlardaki çocukların daha iyi beslenebilmek amacıyla daha fazla et tüketmeleri gerektiğini savundu.
‘Dramatik ve panik yaratıcı’ bir açıklama WHO’nun açıkladığı rapora tepkiler yurt dışında İngiltere
ile sınırlı kalmadı. Kuzey Amerika Et Enstitüsü (NAMI) uluslararası kuruluşun raporunu ‘dramatik’ ve ‘panik yaratıcı’ olarak niteledi. NAMI’nin başkanı Barry Carpenter kırmızı et ve işlenmiş etin sadece teorik seviyede bir tehlike yarattığını düşündüklerini söyledi. NAMI’nın verilerine göre ABD halkı ve Kanadalılar 2013 yılında et ve tavuk ürünleri için yılda kişi başına ortalama 654 dolar harcama yaptı. Bu da toplam gıda faturalarının yüzde 14.5’ini oluşturuyor.
Ulusal Büyükbaş Hayvan Birliği de bazı bilimsel araştırmalardan WHO ile ayrı düşen görüşlere yer verilen bir açıklama yayınladı. Açıklamada kanserin, sebep olarak etin suçlanamayacağı kadar komplike bir hastalık olduğuna dikkat çekildi. Sektörün önde gelen işletmelerinden Hormel, WHO raporunda etin faydalarının göz ardı edildiğine vurgu yaptı ve ‘etin içerdiği birçok besin, yarattığı tehlikeden çok daha önemli boyutta’ ifadelerini kullandı. Gıda araştırmaları profesörü Ian Johnson da, yüksek derecede kanserojen olduğu bilinen sigara ve tütün ürünleriyle etin kıyaslanıyor olmasını talihsizlik olarak nitelendirdi.
Sağlık Bakanlığı: “Ülkemizde kişi başı günlük kırmızı et tüketim miktarı 35 gr”
Dünyada önemli et üreticileri ve birliklerinin tepkilerinin devam ettiği günlerde Türkiye’den de WHO’ya sert açıklamalarda bulunuldu. Resmi açıklama Sağlık Bakanlığı’ndan yapıldı. Bakanlık tarafından yapılan açıklamada “Kırmızı et ve işlenmiş etler ile ilgili yapılan güncel açıklamalar ülkemizde toplum bazında müdahale gerektiren öncelikli bir sağlık sorununu gündeme getirmekten çok, sözü geçen ürünleri aşırı tüketen bireylerin dikkatini çekmek için yapılan bir uyarı olarak değerlendirilmelidir” denildi.
Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması sonuçlarına göre; Türkiye’deki et tüketiminin belirlenen limitlerin altında bulunduğuna, temel besinin ekmek ve diğer tahıl ürünleri olduğuna dikkat çekilen açıklamada şu ifadelere yer verildi: “TÜİK verilerine göre; ülkemizde kişi başı günlük kırmızı et tüketim miktarı 35 gr olarak saptanmıştır. Bununla birlikte güncel kanser istatistiklerimize göre 15 yaş üzeri bireylerin ülkemizde ortalama kolorektal kanser (Kolon Kanseri) insidansı yani 1 yıl içerisinde bu kanseri geliştirme bazal riski yüz binde 20’dir. Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) bağlı Uluslararası Kanser Kontrol Ajansı (IARC),Türkiye’nin de dahil olduğu 24 ülke tarafınca yönetilmektedir. Kanser alanında pek çok ortak çalışma yürüten Ajans, üye ülkelerin talepleri ile kırmızı et ve işlenmiş kırmızı et tüketiminin kanser gelişimindeki rolünü araştırmıştır.”
Kırmızı et ve işlenmiş kırmızı et tüketimi konusunda yapılan araştırmalara dikkat çekilen Sağlık Bakanlığı’nın açıklamasında şöyle denildi: ‘Yaklaşık 20 bilim insanının 800’den fazla yayımlanmış makaleyi incelemeleri sonucu; kırmızı et tüketiminin kolorektal kanser ile ilişkisi Grup 2A (muhtemel karsinojen) olarak sınıflandırılmıştır. Grup 2A’da yer alan ajanların kanser yapabileceğine dair insanlar üzerinde yapılan kısıtlı çalışmalarda belirli miktarda delil bulunmakla birlikte, kesinlikle kanser yapıcı olduklarını gösterecek kadar yeterli bilgi birikimine ulaşılamamıştır. İşlenmiş kırmızı et tüketimini ise Grup 1 (kesin karsinojen) olarak sınıflandırmıştır. Grup 1 kanserojenite, insanlar üzerinde yeterince epidemiyolojik veriye dayandırılarak yapılan bir sınıflamadır. Raporun sonucuna göre, günlük 50 gr işlenmiş et tüketimi kolorektal kanser riskini yüzde 18 artırmaktadır. Kanserden korunma bakımından öncelik belirlerken çok önemli bir nokta, ajanların kanser yapıcı olup olmamalarının yanında kanser yapıcı iseler kanser riskini ne oranda arttırdıklarının değerlendirilmesidir.”
ETBİR “Etten Vazgeçmeyin” çağrısı yaptıDünya Sağlık Örgütü (WHO) Uluslararası Kanser
Araştırma Ajansı (IARC) tarafından açıklanan raporun ardından en önemli açıklama sektörün temsilcisi ETBİR tarafından yapıldı. ETBİR Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Bılıkçı yaptığı açıklamada “Et’e haksızlık yapılıyor” denilerek “Yeterli ve Dengeli Beslenmek İçin Etten Vazgeçmeyin” çağrısı yapıldı.
GÜNDEM
ETBİR I KIRMIZI24
Açıklamada, “Kırmızı etin kansere neden olduğuna dair kesin bir bulgu yok. Raporda da belirtilen “etki edebileceği” gözlemidir ve kırmızı etin besin değerine vurgu yapılarak, ülkelere göre yeme alışkanlığının diyetlerde dikkate alınarak dengelenmesi gerektiği belirtiliyor” denilerek şu konulara dikkat çekildi: “Kompleks bir hastalık olan kanserin oluşumunda yaş, genetik, beslenme, çevre ve yaşam koşulları gibi faktörlerin etkili olduğu pek çok çalışmada ortaya konulmuştur. Tek bir ürün grubunu riskli göstermek hatalı ve eksik bir açıklamadır. Burada en önemli faktör etin pişirme şeklidir. İşlenmiş et ürünlerinde ise pişirmenin yanı sıra kullanılan katkı maddeleridir. Ülkemizde son yıllarda yapılan düzenlemelerle et ürünlerinde kullanılan nitrat ve nitrit gibi katkı maddelerinin düzeyinde ciddi azaltmalara gidilmiştir. Yapılan açıklamada etin veya et ürünlerinin fazla tüketilmesinin riski arttırma ihtimalinin olduğu belirtilmektedir. Et ve et ürünlerinin tüketimi ülkemizde sanıldığı kadar yüksek değildir.”
Ülkemizde kişi başına düşen toplam kırmızı et tüketiminin yaklaşık 35 gr olduğuna dikkat çekilen açıklamada “İşlenmiş et tüketim miktarı olan günlük 10 gram / yıllık 3,7 kg da bu rakamın içindedir. Bu miktar, raporda belirtilen miktarın çok altında ve gelişmiş ülkelerin oldukça gerisindedir. ABD ve Avrupa ülkelerinde günlük et tüketimi ülkemize göre 3-4 kat daha fazladır. Ülkemizde et tüketiminin az olmasına karşın gıda liflerinin kaynağı olan sebze ve meyvelerin tüketimi daha yüksek seviyelerdedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün ortaya koyduğu çekince ülkemiz tüketim alışkanlıklarıyla doğrudan örtüşmemektedir” denildi.
Yeterli ve dengeli beslenme için et ve et ürünlerinin diyette bulunması gereken “önemli bir ürün grubu” olduğu da vurgulanan açıklamada, “Et, protein miktarı ve kalitesi, B grubu özellikle de B12 gibi vitaminleri, demir ve çinko gibi mineral maddeleri ile insan beslenmesinde önemli rol oynamaktadır. B12 çocukların beyin gelişimi için elzemdir. Ayrıca yaşam süresince beyin fonksiyonları için de gereklidir.
Et, L- karnitin, koenzim Q10, karnosin ve konjuge linoleik asit gibi önemli biyoaktif bileşikleri de içermektedir. Buna göre Et, diyette yer alması gereken önemli bir gıda maddesidir. Diyetten kırmızı etin çıkarılması kanser dahil pek çok hastalık açısından risk oluşturabilir” denildi ve şöyle devam edildi: “Hijyenik ve teknolojik kurallara uygun olarak üretilmiş kırmızı et ve et ürünleri yeterli ve dengeli beslenme için büyük önem arz etmektedir. Unutulmamalıdır ki sadece et değil her bir gıda grubunun aşırı tüketimi sağlık açısından risklidir. Ancak etten ve et ürünlerinden kaynaklanabilecek olumsuzlukların en aza indirilmesi için yüksek sıcaklıklarda uzun süreli pişirmeden kaçınılması da oldukça önemlidir.”
TGDF Başkanı Şemsi Kopuz da açıklamaya tepki gösterdi
WHO’ya tepki gösteren bir diğer sivil toplum kuruluşu da Türkiye Gıda ve İçecek Sanayii Dernekleri Federasyonu (TGDF) oldu. TGDF Başkanı Şemsi Kopuz, DSÖ’nün raporundaki bulgulara tepki gösterirken, “Federasyon Başkanı olarak söylüyorum, evde çoluk çocuğumuzla pastırma da sucuk da yiyoruz. Haberden sonra iştah kaçmadı, yemeyesim gelmedi. Yani DSÖ bunlarla uğraşacağına insan sağlığına gerçekten zararlı şeylerle uğraşsın. Vatandaşın pastırmasıyla uğraşmasın” ifadesini kullandı. Kopuz, katkı maddelerine ilişkin tüketicilerde olumsuz bir algı olduğuna dikkat çekerken, bu raporun ise tüketime kısıtlı bir süre yansıyacağına inandığını anlattı.
KTB Başkanı Ünlü: “Pastırma ve sucuktan öleni duymadık”
Örgütün işlenmiş etlerin kanser riskini artırdığına yönelik raporu yıllık 1 milyon tona yakın üretime sahip kırmızı et sektörü ile 2.2 milyar dolarlık şarküteri sektörünü endişelendirdi. Açıklanan rapor en çok pastırma ve sucuk diyarı Kayseri’de tepkilere neden oldu. Pastırma üretiminde tuz ve çemen dışında hiçbir katkı maddesi kullanılmadığını ifade eden Kayseri Ticaret Borsası (KTB) Başkanı Şaban Ünlü, “100 bin kişi buradan ekmek yiyor. Bu tür açıklamalar satışlara maalesef olumsuz yansıyor” dedi. En ilginç tepkilerden biri de yine Ünlü’den geldi. Ünlü “Biz atadan, babadan sucuk ve pastırma üreticisiyiz. Ne ailemizden ne de çevremizden pastırma ve sucuktan dolayı kanser olanı ne duyduk ne gördük’’ dedi. KTB Başkanı Şaban Ünlü de, Türkiye’de yıllık kırmızı et tüketiminin oldukça az olduğunu belirterek, ‘’Tarım Bakanlığı’nın 2013 yılında yayınladığı Gıda Kodeksi’ne göre 1 ton ete 150 gram nitrit konulması kurallara uygundur. 1 ton ete ayrıca aynı miktarda asorbik yani C maddesi de konulmaktadır. Bazıları nitrat ile nitrit maddesini karıştırıyor. Nitrit hem suda hem maden suyunda hem de sodada var. Zaten sucuk ve pastırmada hangi maddeleri kullanıyorsak, etiketimize yazıyoruz. Bakanlıkça sürekli denetleniyoruz. Sadece Türkiye değil, Hollanda, Almanya ve Macaristan gibi Avrupa ülkeleri de et ürünleri konusunda bizden çok üretim yapıyor” diye konuştu.
ETBİR I KIRMIZI 25
Nobel ödüllü Prof. Hausen: Kaliteli sucuk kanser yapmaz
Dünya Sağlık Örgütü’nün açıklamasına Nobel ödüllü bilim adamı Harald zur Hausen’dan da itiraz geldi. Alman Kanser Araştırmalar Merkezi’nden (DKFZ) Prof. Dr. Harald zur Hausen “iyi işlenmiş kırmızı etin kanser yaptığı doğru değil” dedi. Tümör virüs bilimi alanındaki çalışmalarıyla 2008 yılında Nobel Tıp Ödülü’nü alan Alman bilim adamı Harald zur Hausen, Dünya Sağlık Örgütü’nün salam, sucuk, pastırma ve sosis gibi işlenmiş etlerin sadece 50 gramının bile yenmesinin kanser yaptığı yönündeki açıklamasına itiraz etti. Tüm kırmızı et türlerini ‘hepsi kanser yapıyor’ diye nitelemenin doğru olmadığını söyledi. Böyle bir genellemenin kalın bağırsak kanserinin dünyadaki seyrine ters düştüğünü kaydeden Harald zur Hausen, kırmızı et tüketimi oldukça yüksek olan, ancak kalın bağırsak kanserinin az görüldüğü Moğolistan ve Bolivya’yı örnek gösterdi. Hausen, WHO’nun gerçekten kanser riski taşıyan et türlerini ayrıntılı olarak incelenmesi gerektiğini dile getirdi.
Kendisinin de geçmişte bu konuda araştırma yaptığını kaydeden Hausen’e göre iyi işlenmiş etin kanser yaptığına dair bir bulgu yok. Etlerin pişirilmesinde yapılan yanlışlıkların, işlenmemiş etlerin pişirilmesinde de ortaya çıkabileceğine dikkat çeken Hausen, böyle bir riskin önüne geçmek için çiğ et ve yüksek miktarda sığır eti tüketiminden kaçınılmasını önerebileceğini söyledi.
Kırmızı et yemeyi bırakalım mı?Tüm bu açıklamalar birbiri ardına gelirken, bakanlıklar
çalışmalarına başlamışken tüketici tarafında durum çok da net görünmüyor. Tartışmaların olduğu dönemde satışlarda belirgin bir azalma görülmezken asıl etkinin birkaç ay sonra izlenebileceği görüşü hakim. Tüketicilerin cevabını netleştirmek istedikleri en önemli soru: “Kırmızı et yemeyi bırakalım mı?”
Prof. Dr. Murat Tuzcu Milliyet Gazetesi’nde “Kırmızı et yemeyi bırakalım mı?” başlığıyla kaleme aldığı yazısında örgütün raporunu her açıdan değerlendirdi ve bu soruya cevap aradı. Tuzcu makalesinin bir bölümünde şu ifadelere yer verdi: “Bu haft a medyada çıkan kırmızı et ve işlenmiş etle ilgili bazı haberler “Acaba vejeteryan mı olsak?” dedirtecek cinstendi. Dünya Sağlık Örgütü’nden (DSÖ) yapılan açıklamada uzmanlar işlenmiş kırmızı etlerin kanser yaptığını, kasaptan aldığımız işlenmemiş kırmızı etin ise muhtemelen kanser yapıcı olduğunu söylüyor. Kırmızı et ve özellikle işlenmiş et denilen sosis, salam, sucuk gibi işlenerek değiştirilmiş etlerin bazı kanserlerin riskini artırdığı düşüncesi yeni değil. Ama, bilimsel olarak herhangi bir besin maddesinin kansere yol açtığını söylemek kolay değil. İnsanların ne tür besinleri tükettiği ve beslenme tarzlarının yıllar içinde değişip değişmediğini kesin olarak saptamak zor. Geniş boyutlu araştırmalarda kullanılan beslenme verileri kişilerin verdiği bilgilere dayanıyor. Doğruluğunu denetlemek güç olduğu için yanılma payı var. Bir besin maddesiyle kanser arasında bir ilişki olduğu saptansa bile bunun bir sebep sonuç ilişkisi olduğunu söylemek için güçlü kanıtlar gerekiyor. Kanser gibi birçok faktörün sürekli etkileşimiyle uzun sürede ortaya çıkan karmaşık bir hastalığı tek bir etkene bağlamak kolay değil.”
Makalesinde et tüketim oranlarını da yorumlayan Tuzcu, ülkemizde 2013 ve 2014 yılları TÜİK verilerine göre kişi başına yaklaşık 13 kilo kırmızı et tüketildiğine dikkat çekiyor. Endüstrileşmiş ülkelere göre bu rakamın oldukça düşük olduğunu belirten Tuzcu, değerlendirmesine şöyle devam ediyor: “ Bu istatistiki bilgi herkesin yılda 13 kilo et yediği anlamına gelmiyor. Gerçekte yılda 100 kilodan fazla tüketenler olduğu gibi, birkaç kiloyla yetinmek zorunda olanlar ve hiç et yemeyenler de var. 2012’de yapılan bir ankete
göre Türkiye’de her 5 kişiden 4’ü haft ada 1 kg veya daha az et tüketiyor. Haft ada 2-3 kere 1 bift ek
ya da 4-5 köft e yiyen veya yılda bir kaç kez işlenmiş kırmızı et yiyen bir kişinin kanser
olacağım diye dertlenmesine gerek yok.”
ETBİR I KIRMIZI26
KIRSAL KALKINMA
IPARD II’de “Kırmızı ete” destek devam edecek
Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu (TKDK) Başkanı Ali Recep Nazlı, IPARD Uygulamaları Kırmızı Et Sektörü Değerlendirme Toplantısı’nda bugüne kadar TKDK olarak kırmızı et sektörüne yönelik 393 projeye 330 milyon lira hibe desteği vermek üzere sözleşme imzaladıklarını söyledi.
Avrupa Birliği’nin aday ve potansiyel aday ülkeler için oluşturduğu Katılım Öncesi
Yardım Aracı Kırsal Kalkınma Programı’nın (IPARD) Uygulamaları Değerlendirme Toplantısı’nın 4.sü olan “Kırmızı Et Sektörü” çalıştayı 19 Kasım’da Ankara’da düzenlendi. Kırmızı et değerlendirme toplantısına kırmızı et ile ilgili STK temsilcileri, üniversitelerin ilgili bölümlerinden akademisyenler, IPARD Programının uygulandığı illerden faydalanıcılar ve tedarikçi temsilcileri, Bakanlık ve Kurum personeli katıldı..
IPARD Programı’nın Türkiye’deki uygulayıcısı olan Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu (TKDK) tarafından düzenlenen toplantının açılış konuşmasını yapan TKDK Başkanı Ali Recep Nazlı, 2011 yılından itibaren uygulanmaya başlanan IPARD I Programı ve 2016 yılından itibaren başlayacak olan IPARD II Programı hakkında bilgi verdi.
Konuşmasına toplantının amacını anlatarak başlayan
Nazlı “Biz kırmızı et sektörünün bütün sorunlarını çözmeyi ve tartışmayı düşünüyoruz. Bu sektördeki paydaşları, sorunları destekleme anlamında, Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu anlamında nasıl çözülebilir, bizden beklentileriniz nelerdir, neleri yapmalıyız ki sizin mevcut durumunuz daha iyiye gitsin” dedi.
Bugüne kadar 11 bine yakın sözleşme imzalandı
Nazlı, Avrupa Birliği (AB) Katılım Öncesi Yardım Aracı (IPARD) programının birincisinin tamamlanmak üzere olduğunu IPARD II programının uygulamalarına başlayacaklarını ifade etti. Nazlı, “2011 yılının Ağustos ayından bugüne kadar proje çağrı ilanlarına çıkıyoruz. Bugüne kadar 15 çağrı ilanına çıktık. Yaklaşık 16 bin proje aldık. Bunun 11 bine yakınıyla sözleşme imzaladık. Çok büyük çoğunluğu tamamlandı. Kalanlarında Temmuz’a kadar
bitmesini bekliyoruz” diye konuştu. Bu projelerin sonucunda 45 bin istihdam sağlandığına dikkati çeken Nazlı, proje tesislerinin yeni olması nedeniyle yüzde 40-50 kapasite ile çalıştığını, bu oranın yüzde 80’e ulaşması halinde istihdamın 100 bine çıkmasını beklediklerini ifade etti. Nazlı, bugüne kadar 6 milyar liranın üzerinde bir yatırımın gerçekleştirildiğini belirterek, tamamlanan projelerle 84 milyon lira ihracat yapıldığını, bu rakamı 100 milyon dolara çıkarmayı hedeflediklerini kaydetti.
Kırmızı et sektörüne 163 milyon lira hibe
Türkiye’de, basında tartışmanın kırmızı et sektörü üzerinden yürüdüğünü, bu sektörle ilgili daha çok proje almak istediklerini dile getiren Nazlı, şöyle konuştu:
“Bugüne kadar TKDK, kırmızı et sektörüne yönelik, toplam yatırım tutarı 540 milyon lira olan 393 projeye 330 milyon lira hibe desteği vermek üzere sözleşme
ETBİR I KIRMIZI 27
imzaladı. Bu hibe miktarının şu ana kadar 271,5 milyon lirası ödendi. Bu alanda yatırımcıların 22’si kadın. Kırmızı etin işlenmesi ve pazarlanmasına yönelik ise toplam yatırım tutarı 326 milyon lira olan 100 projeye 163 milyon lira hibe desteği vermek üzere sözleşme imzalandı ve bu hibe miktarının şu ana kadar 54 milyon lirası ödendi. Kırmızı et üretimine verilen hibe miktarı tüm tedbirlerde şu ana kadar verilen toplam hibe miktarının yüzde 10’u, işlenmesi ve pazarlanmasına verilen hibe miktarı ise % 5’i civarındadır. ”
1 milyarı hibe, 2 milyar yatırım yapılacak
Bu sene 1 milyar liralık hibe vereceklerinin altını çizen Nazlı, yaklaşık 2 milyar liralık yatırım yapılacağını belirtti. Kırmızı et besiciliğinde küçük ve büyükbaş hayvan için destek verdiklerini kaydeden Nazlı, “Kırmızı besiciliğinde küçük ve büyükbaş hayvanlar olmak
üzere destekler veriyoruz. Artık yumurta tavukçuluğuna da destek vermeye başlayacağız. Et işleme, kesimhane, kombine, parçalama tesisleri, işleme tesislerine destekler veriyoruz. 11 bin TKDK projesinin özellikle kendi enerji ihtiyacını karşılamak için bu projeleri destekliyoruz. IPARD II döneminde gelecek yeni projelerde de bunu bekliyoruz” şeklinde konuştu.
IPARD II Programı başlıyor2016 – 2020 yıllarını kapsayan
IPARD II Programı’ndan da bahseden Nazlı, yatırım tesislerinin çok yüksek enerji giderleri olduğunu ve bunun için yenilenebilir enerji yatırımlarına ağırlık verdiklerine dikkat çekti. Nazlı sözlerine şöyle devam etti: “IPARD II’de en önemli destek kalemi yenilenebilir enerji olacak. Bu sektörde yatırımcılarımıza üç şekilde hibe vereceğiz. Bunlardan ilki IPARD I Programı kapsamında kendilerine hibe verdiğimiz 11 bin yatırımcımıza hem kendilerinin enerji ihtiyacını karşılamak hem de
artan kısmı satmaları için destek sağlayacağız. 2’nci olarak müstakil bir destek kalemi olarak gerçek ve tüzel kişilere de yenilenebilir enerji desteği sağlayacağız. Son olarak yerel idarelere ve bazı birliklere nüfusu 10 binin altında olan yerlerde yapacakları yenilenebilir enerji yatırımları için de yüzde 100 oranında hibe vereceğiz. Bu çalışmamızda Enerji Bakanlığımızdan ve EPDK’dan da destek aldık. Normalde bu projelerin izinlerini TEDAŞ verir. Projelerin daha hızlı hayata geçirilebilmesi için Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından proje onay yetkisini aldık.”
Yenilenebilir enerji haricinde mevcut desteklere ek olarak makine parkları, yumurta tavukçuluğu, kaz yetiştiriciliği gibi yeni alanlarda eklendi.
ETBİR I KIRMIZI28
GÖRÜŞ
Koyunculuk tarih boyunca Türklerin vazgeçemedikleri bir hayvan türü olmuştur.
Hatta kimi tarihçiler, Türklerin Orta Asya’dan göç etmelerine koyun otlattıkları geniş steplerin kurumasının neden olduğunu ileri sürmektedirler. Nitekim göç sırasında Anadolu’ya koyun sürülerini de beraberlerinde getirmişlerdir. Savaşlara bile orduyu doyurmak amacıyla koyun sürüleri ile birlikte gittikleri söylenmektedir. Koyun ve kuzu temalı öykülere, türkülere, manilere, oyunlara halk edebiyatımızda sıkça rastlanmaktadır. Türkler, askerlerine “kınalı kuzu” adını veren, kız çocuklarını “kuzum”, erkek çocuklarını “koçum” diye seven tek millettir. Dilimizde kuzu saflığın, temizliğin, koç ise gücün, mertliğin sembolü olarak yer almaktadır. “Buğday ile koyun, gerisi oyun” deyimi yüz yıllardır söylenen bir atasözümüzdür. İlk kurban edilen
hayvan olması da koyuna ayrı bir kutsiyet kazandırmaktadır. Anadolu çok sayıda koyun ırkının ortaya çıktığı bir coğrafyadır. Yerli ırklarımız dışında bugün dünyaca tanınan Merinos koyun ırkının anavatanı da Anadolu’dur. Merinos koyunu Osmanlılar döneminde hediye olarak İspanya’ya gönderilmiş oradan da başta Güney Afrika, Avustralya ve Yeni Zelanda olmak üzere tüm dünyaya yayılmıştır. Elimizden böyle kaçırdığımız Merinos ırkını Cumhuriyet Dönemi’nde yerli koyunlarımızı ıslah etmek amacıyla Almanya ve Macaristan’dan ithal etmemiz, üstünde düşünülmesi gereken hazin bir hikayedir. Güney Doğu Anadolu’da yaşayan yerli İvesi koyununu ülkelerine götüren İsrailliler genetik ıslah yoluyla dünyanın en verimli sütçü koyun ırklarından biri olan Awassi koyun ırkını elde etmişlerdir. Koyun geçmişte Türk toplumunda
Hayvancılığın Üvey Evladı, KOYUNCULUK
Türkiye’deki yerli koyun ırklarımızın ıslahına, Cumhuriyet’in, sonra yünlü dokuma sanayinin kurulması ile eş zamanlı olarak başlanılmıştır. Öncelikle Macaristan’dan yünlü dokuma sanayinin kullanımına elverişli tarak yapağısı üreten Merinos ırkının koçları ithal edilmiş ancak bunda başarılı olunamayınca bu kez Almanya’dan dokuma sanayine uygun ince yapağı üreten Alman Merinosu ırkının koçları getirilmiştir.
Prof. Dr. Hazım GÖKÇEN
ETBİR I KIRMIZI 29
bir zenginlik timsali olarak da görülmüştür. Eskiden belli sayıda koyunu olan insanlara “ağa” diye hitap edilirdi. Köylerde babalar koyunu olmayan aileye kız vermezlerdi. Son 20-30 yıl öncesine kadar koyun ve kuzu eti insanlar tarafından en çok tüketilen hayvan eti idi. Koyunun yapağısı yünlü dokuma sanayinde, halı sanayinde çokça kullanıldığı için para eder hatta ihraç ürünleri arasında bile yer alırdı. Yıllar önce koyunlar Suriye’ye kaçırılır, karşılığında Türkiye’de bulunmayan mallar getirilirdi. Koyunlarda suni tohumlama dünyada Rusya’dan sonra ikinci olarak Türkiye’de uygulanmıştır. Yetmişli yıllarda Türkiye’de koyun sayısı ile insan sayısı başa baş giderdi. Yani o yıllarda her insana bir koyun düşerdi. Sivas’ta 1970 yılında Merkez Veteriner Hekimi olarak görev yaparken Yıldızeli’nin bir köyünde on bin baş koyun bulunduğunu hatırlıyorum. Koruyucu aşılama için gittiğimizde üç kişi bir köyün koyununu bir günde zor aşılardık. Koyun sayısı bakımından enteresan bir gelişme 1984 yılında olmuştur. O yıla kadar 50 milyon diye bilinen koyun sayısının ilk kez yapılan gerçek hayvan sayımı ile 40 milyona düştüğü anlaşılmıştır. Aradaki 10 milyon koyun ise o yıllarda Rusya’yı saymazsak Avrupa’nın sahip olduğu koyun sayısına eşitti.
Türkiye’deki yerli koyun ırklarımızın ıslahına, Cumhuriyet’in, sonra yünlü dokuma sanayinin kurulması ile eş zamanlı olarak başlanılmıştır. Öncelikle Macaristan’dan yünlü dokuma sanayinin kullanımına elverişli tarak yapağısı üreten Merinos ırkının koçları ithal edilmiş ancak bunda başarılı olunamayınca bu kez Almanya’dan dokuma sanayine uygun ince yapağı üreten Alman Merinosu ırkının koçları getirilmiştir. Karacabey Harası’na getirilen bu koçların sperması suni tohumlama yoluyla bölgedeki Kıvırcık Koyunları’na verilerek kısa zamanda Karacabey Merinosu adı verilen yeni bir varyete elde edilmiştir. Bir yandan da tabii tohumlamada
kullanılmak üzere halka Merinos koçları dağıtılmıştır. Bu arada bizzat dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün emri ile Bandırma’da Merinos Çiftliği kurulmuş ve Karacabey Harası’ndan belli sayıda koç ve koyun nakledilerek bir nüve oluşturulmuştur. O dönemde Merinos koçlarının çok kıymetli olmaları nedeniyle jandarma nezaretinde dağıtıldığını Karacabey Harası’nda çalışan meslek büyüklerinden duymuştum. Bursa-Balıkesir Bölgesi’nde ilk kez uygulanan koyun ıslahı çalışmaları, 1948 yılından itibaren diğer bölgelerdeki halk elindeki koyunlarda suni tohumlama çalışmalarının başlaması ile birlikte daha da yaygınlaşmıştır. Özellikle Ankara, Eskişehir, Konya gibi illere yayılan koyun suni tohumlama çalışmaları sonucunda Merinos – Akkaraman melezlemesine dayalı Konya Merinosu varyetesi elde edilmiştir. Böylece halk elindeki koyunlarda yaygınlaşan Merinos melezlemelerine dayalı suni tohumlama çalışmaları sonucunda
1970 yılında tohumlanan koyun sayısı yaklaşık 300.000’e ulaşmıştır. Bu yıldan sonra çeşitli idari ve ekonomik nedenlerden dolayı tohumlanan koyun sayıları sürekli gerilemiş ve 1980’li yılların ortasında Bakanlık bünyesinde gerçekleştirilen reorganizasyondan sonra ise Devlet sığırda olduğu gibi koyunda da suni tohumlamayı bırakmıştır.
Türkiye’de 1980 yılından sonra uygulamaya konulan neo liberal politikalar hayvancılığın her alanında olduğu gibi koyunculukta da bir gerileme sürecinin başlamasına neden olmuştur. İthalatın serbest hale gelmesi ülkeye bol miktarda suni elyafın girmesine yol açmış, ucuz suni elyaf fiyatı ile rekabet edemeyen yapağı fiyatları koyun yetiştiricisini tatmin etmekten, çok uzak seviyelere düşmüştür. Bu ve ileride sayacağım buna benzer birçok nedenden dolayı koyunculuk yıllar itibariyle bir hayli gerilemiş ve bugünkü can çekişme noktasına gelmiştir.
ETBİR I KIRMIZI30
GÖRÜŞ
1) Devletin Koyunculuğa Bakış Açısının Yetersizliği: Son 30 yıldır Devlet koyunculuğa gerekli önemi
vermemekte deyim yerindeyse üvey evlat muamelesi yapmaktadır. Oysa koyunculuk, asırlardır Anadolu’da halkın geçimini sağlayan geleneksel ve yaygın bir hayvancılık koludur. Ama ne yazık ki Devlet gelecek maddelerde ayrıntılarını vereceğim koyunculuğun sorunlarına duyarsız kalmakta, bir türlü kalıcı çözümler getirememektedir. Türkiye’de şu anda 30 milyon civarında koyun bulunmakta ancak bunların %99’u düşük verimli yerli ırklardan oluşmaktadır. Devletin 1930-1985 yılları arasında sürdürdüğü suni tohumlamaya dayalı “Merinoslaştırma Projesi” de 1985 yılından sonra neo liberal politikalara kurban edilmiştir. Bir zamanlar köylerdeki yetiştiricilere koyunculuğu geliştirmek amacıyla on koyun bir koç dağıtılmış, ancak bizzat Tokat’ta gözlemlediğime göre çoğu hastalıklı olan bu koyunlar meraya götürülemedikleri ve meşe yaprağı gibi yem niteliği taşımayan maddelerle beslendikleri için kısa sürede ölüp gitmişlerdir. Son zamanlarda “Yetiştirici Elinde Islah Projesi” adıyla yürütülen çalışmalar yerli genotiplerin korunmasını amaçlamakta ise de sadece destek alma koşuluna dayandırıldığı için gelişme gösterememekte, suni tohumlama ve melezleme yapılmadığı, sadece seleksiyon uygulandığı için de ıslahta önemli bir ilerleme sağlanamamaktadır. Avrupa Birliği normlarına uymak adına koyunların küpelenerek kayıt altına alınması olumlu bir hizmet olmakla birlikte, numaralamanın yararı sadece destekleri dağıtmakla sınırlı kaldığı için kayıt konusunda başarıya ulaşılamamıştır. Küpeli ve kayıtlı koyunlara verilen 22 liralık devlet desteği ise ne yazık ki çok düşük düzeyde kalmıştır. Örneğin; yüz koyunu olan bir yetiştirici devletten yılda yaklaşık iki bin lira destek almakta bu ise bir aylık çoban maaşını bile karşılamamaktadır. Devletin son yıllarda çıkarmış olduğu Bütünşehir Yasası diğer hayvancılık dallarına olduğu kadar koyunculuğa da büyük darbe vurmuştur. Artık mahalle olan ve büyükşehir kapsamına giren köylerde koyunculuk yapmak bir hayli zorlaşmıştır.
2) Mera Sorunu: Günümüzde koyunculuğun en önemli sorunu mera
sorunudur. Koyunculuk tümüyle meraya dayalı bir hayvancılık dalıdır. Aksi halde koyunculuktan kar etmek mümkün değildir. Koyun, ülkemizin iklimi müsait olan bölgelerinde neredeyse on ayını merada iki ayını ağılda geçirir. Koyun ağız yapısının anatomik özelliği nedeniyle kısa otları bile koparabildiğinden her merada rahatlıkla otlayabilir. Türkiye’deki meralar son 50 yıl içinde
alan olarak yarı yarıya azalmış, aşırı otlatma ve bakımsızlık yüzünden ise kaliteleri bozulmuştur. Devletin mera ıslahı konusunda yaptığı çalışmalar çok sınırlı düzeydedir. Yıllardan beri koyunculuk konusunda yapılan her toplantıda, hazırlanan her raporda meralar “ıslah edilsin” denilmiştir. Ancak bugüne kadar bir arpa boyu bile yol alınamamıştır. Benim düşünceme göre de kalitesi iyice kötüleşmiş meraların ıslah edilmesi mümkün değildir. Son zamanlarda yürürlüğe giren “Mera Yasası” meraların kiralanmasını ve başka amaçlarla kullanılmasını olanaklı hale getirmiştir. Bir de üstüne üstlük çıkarılan “Bütünşehir Yasası” köyleri mahalle yaparak mera alanlarını Büyükşehir Belediyesi’nin arazileri haline getirmiş ve istediği amaçla kullanmasına zemin hazırlamıştır. İleri de mera alanlarına TOKİ evleri yapılırsa şaşırmayalım. Öte yandan Orman Bakanlığı koyunların otladığı mera alanlarını ormanlaştırma çalışmalarına hız vermiş, ormanlaştırdığı alanlara yanlışlıkla giren koyun sürülerine ağır cezalar uygulamaya başlamıştır. Meraların en büyük sorunları su ve yol sorunlarıdır. Özellikle köylerden uzak yaylalarda koyunlar içecek su bulamamakta, su getirmek isteyenlere izin verilmemekte, tankerlerle yaylaya su taşınarak taşıma su ile değirmen döndürülmeye çalışılmaktadır. Öte yandan. Yüksek yaylaların yolları yeterli olmadığından, ulaşım daha çok yayan ya da at ve katırlarla yapılmakta, sağılan sütün satış yerlerine indirilmesi ve erzak temini gibi konularda büyük güçlükler yaşanmaktadır.
Koyunculuğun Sorunları
ETBİR I KIRMIZI 31
3) Çoban Sorunu: Çobanlık Türk milletinin ulusal değerlerinden ve
mesleklerinden biridir. Tarihin her döneminde Türkler koyun yetiştirmişler ve çobanlık yapmışlardır. “Biz çoban milletiz” lafı boşuna söylenmemiştir. Geçmişte çok değerli olan bu meslek günümüzde maalesef kimsenin yapmak istemediği bir iş haline gelmiştir. Eskiden koyunu olmayana kız verilmezken günümüzde çobanlar evlenecek kız bulamamaktadır. Aslında çobanların aldıkları ücretler bugünün koşullarında düşük değildir, hatta neredeyse iki asgari ücrete denk gelmektedir ama aylarca yağmur kar demeden dağlarda sürünün başında yaşama zorunluluğu nedeniyle kimse çobanlık yapmak istememektedir. Çobanlığı genelde iş yapamaz durumda olanlarla, çeşitli nedenlerle yöresini terk etmek zorunda kalanlar yapmaktadır. Çobanlar yaşam koşullarının zorluğu yanında hırsızlık, cinayet, ayı ya da kurt saldırısı gibi olaylarla da karşılaşmakta ve hayati tehlike altında yaşamaktadırlar. Buna karşın silah taşıyamamakta, kendilerini koruyamamaktadırlar. Çobanların en önemli sorunu sosyal güvenliklerinin olmamasıdır. Sosyal güvenliği, sağlık güvencesi ve emeklilik hakları olmayan çobanlar, gelecek görmedikleri için mesleklerini terk edip büyük şehirlerde asgari ücretle çalışmayı yeğlemektedirler. Son zamanlarda adlarının “Sürü Yöneticisi” olması da çobanların makus talihini yenememiştir.
4) Tüketici Talebi ve Fiyat Dengesizliği: Bundan 20-30 yıl öncesine kadar koyun ve kuzu eti
büyük rağbet görmekte, pikniklerde ve sofralarda başköşeyi işgal etmekte idi. Kasap reyonlarında koyun karkasları dizili halde bulunur, mezbahalarda en çok koyun kesimi yapılırdı. Ama koyun ve kuzu etinin yağlı olduğu, kötü koktuğu, kolesterolü yükseltip kalp sağlığını olumsuz olarak etkilediği gibi menfi propagandalar sonucu, koyun eti tüketiciler tarafından rağbet görmemeye başladı. Kuşkusuz bu arz talep dengesizliği fiyatlara da yansıdı. Bir zamanlar kuzu eti dana etinden daha pahalı iken günümüzde dana eti fiyat bakımından kuzu etinin önüne geçti. Dolayısıyla koyun ürünleri para etmeyince koyunculuk da karlı bir faaliyet alanı olmaktan çıktı. Koyun sütüne talebin olmaması yüzünden süt satışından para kazanmak hayal oldu. Kuzu etine rağbetin olmaması ise kuzu fiyatlarının son beş yıldır aynı düzeyde kalmasına yol açtı. Bugün bir çift kuzu en fazla 900 liraya satılabilmektedir. Bu fiyatlar tek kârı kuzu olan yetiştiriciyi zor durumda bırakmaktadır. Öte yandan eskilerde bir ihraç ürünümüz olan koyun yapağısı suni elyafın ortaya çıkması ve endüstriyel tekniklerin değişmesi sonucu değerini kaybetti, günümüzde artık para etmeyen bir meta haline geldi.
5) Terör ve Göç Sorunu: Son 30 yıldır Doğu ve Güney Doğu Anadolu
bölgelerimizde yaşanan terör sorunu nedeniyle meralar kullanılamaz hale gelmiş, köyler boşaltılmış, insanlar zorunlu olarak büyük şehirlere göç etmişlerdir. Bu gelişmelerden en büyük zararı ise hiç kuşkusuz koyunculuk görmüştür. Özellikle genç kuşakların göç etmesi, köylerde sadece yaşlıların kalması sonucunu doğurmuş, bu da emek yoğun bir iş olan koyunculuğu yapılamaz hale getirmiştir. Günümüzde yapanlar da bıraktıkları taktirde arkadan genç kuşaklar gelmediği için 10-15 yıl sonra koyunculuk belki de tarihe karışacaktır.
6) Sosyo-Ekonomik Yapı Değişikliği: Yaygınlaşan eğitim olanaklarının ve çoğalan TV
kanallarının Türkiye’de ve dünyadaki yaşamları tüm çıplaklığı ile göz önüne sermesi köylü kesimde sosyolojik bir değişime yol açmıştır. Öte yandan ziraatte verimliliğin artması sonucu oluşan sermaye birikimi, köylü kesimin refahını göreceli olarak arttırmıştır. Bu nedenlerden dolayı günümüzde genç nüfus, özellikle de kızlar daha rahat yaşam koşullarına kavuşmak istediklerinden hayvan bakmaya ya da koyun sağmaya pek olumlu bakmamaktadırlar. Eskiden koyunu olmayan eve kız verilmezken günümüzde kız babaları ya koyunu olana kızını vermemekte ya da verse bile hayvana bakmayacağı koşulunu öne sürmektedirler. Genç erkekler ise meşakkatli bir işi olan koyunculuğu yapmak yerine ya okumayı ya da büyük kentlere gidip asgari ücretle ama sosyal güvenlik şemsiyesi altında boğaz tokluğuna çalışmayı tercih etmektedirler. Yardımcı iş gücü olmayınca da koyun sahipleri belli bir yaşa kadar çalışabilmekte, güçleri yetmez hale gelince de koyunculuğu terk etmektedirler. Otuz yıl önce on sürünün bulunduğu kimi köylerde bugün ancak bir tek sürü kalmıştır.
7) Örgütlenme Sorunu: Geçmişte hiç bir örgütü bulunmayan koyun
yetiştiricileri son beş yıldır Damızlık Koyun Keçi Yetiştiricileri Birliği adında bir örgüte kavuşmuşlardır. Ankara’da Merkez Birliği, diğer illerde de İl Birlikleri bulunan bu örgüt, özellikle küpeleme ve devlet desteği konularında yetiştiriciye hizmet vermektedir. Ne var ki, Birlik koyun yetiştiricilerinin temel sorunlarını çözmek konusunda yetersiz kalmaktadır. Bunda biraz yetiştiricilerin ilgisinin azlığının da payı vardır. Yetiştiricilerin Birliği harekete geçirip özellikle hükümet nezdinde baskı unsuru olmasını sağlamaları gerekmektedir. Birliğin koyun yetiştiricilerinin teknik ve sağlık hizmetlerini yürütecek önlemler alması ve yetiştirici eğitimi konusunda aktif olması beklenir. Şu anda sadece Bursa Birliği üyelerine ait koyunların sağlık hizmetlerini yürütmek amacıyla bir hastane açmıştır.
ETBİR I KIRMIZI32
GÖRÜŞ
Türkiye’de koyunculuğun sorunlarının çözümü konusunda en büyük görev devlete düşmektedir. Devletin, koyunculuğun sorunlarının çözümü konusunda alması gereken önlemleri şöylece sıralayabiliriz:1) Devlet, koyunculuğu teşvik amacıyla koyun başına
verdiği yirmi iki liralık desteği en az elli liraya çıkarmalıdır. Bu sayede örneğin; iki yüz koyunu olan bir yetiştirici yılda devletten yaklaşık yirmi bin lira destek parası alacaktır ki bu da en azından bir yıllık çoban parasına denk gelmektedir. Devlet destek ödemelerini haziran ayı yerine ocak ayında yapmalıdır.
2) Devletin meraları kısa ve orta vadede ıslah etmesi olanaksızdır. Türkiye’de meraların kalitesi her ne kadar eskiye nazaran bir hayli kötüleşmişse de yine koyunculuğa elverişlidir. Devlet mera ıslahı yerine mevcut meralara ve yaylalara yol yapmalı ve su getirmelidir. Ayrıca mera alanlarının başka amaçlarla kullanılması, özellikle de kiraya verilmesi, ormanlaştırılması ve konutlaştırılması önlenmelidir.
3) Devlet hiçbir sosyal güvenliğe sahip olmayan çobanların ismini değiştirmek yerine onların sağlık ve emeklilik güvencesi sağlayacak bir sosyal güvenlik şemsiyesi altına girmelerini temin etmeli, sigorta primlerinin en azından yarısını da ödemelidir. Koyun yayarken hırsızlık, cinayet, ayı ve kurt saldırısı gibi olaylarla çok sık karşılaşan çobanlara kendilerini korumak amacıyla mutlaka silah taşıma ruhsatı verilmelidir.
4) Medyada sürdürülen her türlü menfi propagandaya karşı devlet, koyun-kuzu etinin sağlığa zararlı olmadığını, kolesterolü arttırmadığını ve kötü kokmadığını TV kanallarında sıkça yayınlatacağı kamu spotları aracılığı ile duyurmalı ve bu konularda halkta oluşan menfi düşünceleri ortadan kaldırmaya çalışmalıdır.
5) Devlet kırmızı et ve çiğ sütte olduğu gibi koyunculukta da çözümler üretip devlete önerilerde bulunacak Ulusal Koyunculuk Konseyi’ni kurmalıdır. Bu konseyin paydaşları arasında koyun yetiştiricileri mutlaka ağırlıklı olarak yer almalıdır.
6) Devlet, askeriye, hastane, yatılı okullar, öğrenci yurtları gibi kamu kuruluşlarında koyun eti yenmesini sağlamalı ve bunun için de Et ve Süt Kurumu aracılığı ile satın alma, kesim ve dağıtım hizmetlerini yürütmelidir.
7) Devlet, milyonlarca dönüm araziye ve mera alanına sahip olan Kamu Tarım İşletmeleri’nde yoğun olarak yetiştireceği koyun ve koçları halka damızlık olarak çok düşük faizli kredilerle dağıtmalıdır.
8) Koyun yetiştiricilerinin bankalardan alacakları
kredilerde ya da devletten alacakları hibelerde istediği memur kefil ya da ev ipoteği koşulu kaldırılmalı, eğer ille de isteniyorsa yetiştiricinin koyunları ipotek edilmelidir.
9) Devletçe yürütülen “Halk Elinde Islah Projesi” yaygınlaştırılarak sürdürülmeli ve ıslahta etkinliği artırmak amacıyla mutlaka suni tohumlamadan yararlanılmalıdır.
10) Koyun-Keçi Yetiştiricileri Birliği Yasası’nda değişiklik yapılarak birliğin şirket kurma, mezbaha işletme, süt ürünleri üretim tesisi kurma ve ürün pazarlaması yapma gibi konulardaki yetkileri artırılmalıdır.Görüleceği üzere koyunculuğun sorunlarını çözmek
konusunda en büyük görev devlete düşmektedir. Yukarıda saydığım çözüm önerileri aslında yerine getirilmesi zor hususlar değildir. Yeter ki devlet koyunculuğa gerekli önemi verip ona üvey evlat muamelesi yapmasın. Bence devletin yapacağı en önemli hizmet, koyunculukta mevcut durumu korumak ve yeni başlayacakları özendirmek amacıyla koyun başına vermiş olduğu parasal desteği en az elli liraya çıkarmaktır. Kârlılık olunca bu işi eskiden beri yapanlar koyunculuğu bırakmaz, yeni başlayacaklar da cesaretlendirilmiş olur. Tabii burada koyun yetiştiricilerinin de her şeyi devletten beklemeyip taşın altına ellerini koymaları ve en başta tek örgütleri olan Koyun-Keçi Yetiştiricileri Birliği’ne sahip çıkıp haklarını elde etmek konusunda uyarmaları gerekir.
Son söz olarak koyunculuğun Türk Milleti’nin genlerinde bulunan bir husus olduğunu ve milyonlarca insanımızın geçimini sağladığını, bu nedenle de mutlaka geliştirilmesi ve korunması gerektiğini belirtmek istiyorum.
Çözüm Önerileri:
ETBİR I KIRMIZI 33
KÜÇÜKBAŞ
Uluslararası Keçi Birliği tarafından dört yılda bir düzenlenen Uluslararası Keçicilik Kongresi’ne 2016 yılında Türkiye ev sahipliği yapacak.
İlki 1976 yılında İngiltere’nin başkenti Londra’da gerçekleştirilen Dünya Keçicilik Kongresinin 12’incisi 25 – 30 Eylül 2016 tarihlerinde Antalya’da yapılacak. Sektörün önde gelen temsilcileri, 6 gün sürecek kongre boyunca keçi yetiştiriciliğinin gelişimi için fi kirlerini ve tecrübelerini paylaşacak.
12. Uluslararası Keçicilik Kongresi Başkanı Doç. Dr. İrfan Daşkıran, sektörün en büyük buluşması olan Kongrenin 2016 yılında Antalya’da gerçekleştirilecek olmasından büyük memnuniyet duyduklarını ifade etti. Konuyla ilgili açıklama yapan Doç. Dr. İrfan Daşkıran, söz konusu kongreye 30 ülkeden 600’ün üzerinde yabancı katılımcı beklediklerini söyledi.
Aynı zaman Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına bağlı Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü’nde Küçükbaş Hayvancılık Araştırmalar Grubu Koordinatörü olan Doç. Dr. İrfan Daşkıran kongrenin Antalya’da “Çevre ve Topluma Agrosilovopastoral Keçi Yetiştirme Sistemlerinin Katkıları: Küresel Değişime Uyum İçin Keçi Değer Zincirini Geliştirecek Farklı Stratejiler” temasıyla yapılacağını söyledi.
Doç. Dr. Daşkıran: “Büyük emeklerle ülkemize kazandırılan bu önemli konferans; doğal, kültürel ve tarihi güzellikleriyle ünlü Antalya şehrinde düzenlenecek. Bu konferans ile tüm dünyada keçi yetiştiriciliği ve keçi ürünleri işleme teknolojileri alanında çalışan önemli kamu ve özel sektör kuruluşları, sivil toplum örgütleri, araştırmacılar ve akademisyenler bir araya gelecek” dedi.
Bu etkinliğin Türkiye keçicilik sektörü ve endüstrisi
adına uluslararası alanda önemli bir işbirliği fırsatı yaratacağına inandıklarını belirten Daşkıran: “Türkiye’de keçicilik alanda çalışan akademisyenlerin kendilerini uluslararası platformda kanıtlamaları, yaptıkları işleri anlatmaları ve başarılarını biraz daha ön plana sunmaları açısından önemli bir etkinlik olacaktır” diye konuştu.
Dört yılda bir düzenlenen keçicilik kongreleri sektörün en büyük buluşması olma özelliği taşıyor.
Dünya Keçicilik KongresiTürkiye’de yapılacak
Avrupa Birliği ülkeleri içinde en fazla keçi varlığına sahip ülke olan Türkiye 2016 yılında Dünya Keçicilik Kongresi’ne ev sahipliği yapacak.25 – 30 Eylül 2016 tarihlerinde Antalya’da düzenlenecek kongreye keçicilik alanında dünyanın önde gelen uzmanları katılacak.
ETBİR I KIRMIZI 33KIRMIZI 33ET
ETBİR I KIRMIZI34 ETBİR I KIRMIZI34
KÜÇÜKBAŞ
Halk Elinde Islah Projesi ile 5 yılda kazancını üçe katlayan Polatlılı yetiştirici Turgut Olgaç, işletmesinde “Koç Katım Şenliği” düzenledi,
projede yer alan kurum temsilcilerine teşekkür yemeği verdi. Etkinliğe katılan TAGEM Hayvancılık ve Su Ürünleri Araştırmaları Daire Başkanı Ali Ayar, Halk Elinde Islah Projesi’nin ülke açısından önemine dikkat çekti.
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı olarak Halk Elinde Islah Projesi ile birlikte projedeki yetiştiricilere şu ana kadar 145 milyon TL destek verdiklerini belirten TAGEM Hayvancılık ve Su Ürünleri Araştırmaları Daire Başkanı Ali Ayar: “Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na bağlı Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü koordinatörlüğünde ülke çapında yürütülen Halk Elinde Koyun Keçi Islahı Projesi’yle et, süt, döl verimi ile ikizlik doğum oranında artış sağlanmıştır. Proje ile birlikte ülkemizin ihtiyaç duyduğu nitelikli damızlıkların ülke içinden karşılanması, yetiştiricinin örgütlü bir yapıya kavuşturulması ve bilinçli hayvancılık yapmaları da amaçlanmış olup bu yönde önemli gelişmeler sağlanmıştır” şeklinde konuştu.
Dünyanın en büyük uygulamalı ıslah projesi
63 ilde 29 ırk ile yaklaşık 183 alt proje uygulandığını bu uygulamalar neticesinde 7400 yetiştiricinin işletmesinde bulunan yaklaşık 1 milyon hayvanın ıslah takibi yapıldığını belirten Ayar, sözlerini şöyle sürdürdü: “Proje dünyanın en büyük uygulamalı ıslah projesi olduğu gibi Cumhuriyet tarihinin de sadece hayvancılık
alanında değil tüm alanlarda en fazla paydaşa ve yaygın etkiye sahip projesidir. Proje, 24 üniversiteden 45 öğretim üyesi, 8 araştırma enstitüsü 46 araştırmacı ve 63 il damızlık koyun keçi yetiştiricileri ile işbirliği içinde yürütülmektedir. 183 teknik personel yetiştiricilerin hizmetinde olup maaşları proje kapsamında karşılanmaktadır. İşletmeleri düzenli olarak ziyaret eden teknik personeller, projedeki hayvanların takibini gerçekleştirmektedirler.”
Ayar, Türkiye’nin Avrupa’da en fazla küçükbaş hayvana sahip ülke olduğunu, Macaristan’daki toplam hayvan sayısı kadar hayvanın ise Halk Elinde Islah Projesi kapsamında verim takibinin yapılarak büyük bir başarıya imza atıldığını söyledi. Etkinliğe ev sahipliği yapan Turgut Olgaç, 5 yıldır projede yer aldığını ve proje liderinin yönlendirmeleri ve teknik personelin katkılarıyla gelirinin üç kat arttığını söyledi. Taban sürü olarak başladığı sırada 300 hayvanı olduğunu bugün elit sürüye sahip olduğunu belirten Olgaç: “Kontrollü aşım yapıyorum, artık hayvanlarımın anne baba kayıtlarını ve verimlerini biliyorum. Merinos özelliği taşımayan hayvanlarımı hemen sürüden çıkardım. Besleme programını proje lideri ile birlikte yapıyoruz, teknik eleman ile takip ediyoruz. Tüm bunlar sonucu kendi damızlığımı kendi sürümden karşılar oldum. Doğumlar toplu olduğu için süt sağıp satabiliyorum. İkizlik oranım ve kesimlik kuzuda verim artışı sağladık. En büyük kazancımız kuzu ölümlerinin önüne geçmek oldu. Projeye başladığımda 300 hayvanım vardı bugün 1700 hayvanım var. Proje ile parasal destek de alıyoruz. Ama bugün devlet parasal destek vermese de Halk Elinde Islah Projesi’nde yer almaya devam ederim” dedi.
1 milyon koyun ve keçiyüksek verim için fişleniyorAnkara’nın Polatlı İlçesi İğciler Köyü’nde düzenlenen Koç Katım Şenliği’ne katılan TAGEM Hayvancılık ve Su Ürünleri Araştırmaları Daire Başkanı Ali Ayar, “Halk Elinde Islah” Projesi kapsamında 183 personel ile 1 milyon hayvanın verim kaydının tutularak ıslah yapıldığını açıkladı. Projede bugüne kadar Macaristan’daki toplam hayvan sayısı kadar hayvan ıslah takibine alındı.
ETBİR I KIRMIZI 35
Geçtiğimiz yılbaşında düzenledikleri “dolsa da yesek” adlı kampanya ile oğlak eti tüketimi konusunda farkındalık yaratmayı başaran
küçükbaş hayvan yetiştiricileri bu yıl da çağrılarını tekrarladı. Ankara İli Damızlık Koyun Keçi Yetiştiricileri Birliği Başkanı Hasan Kılınç, yılbaşı akşamı için hindi dolmasına alternatif olarak Ankara Oğlağı dolması önerisini yineledi.
Artık Ankara Oğlağı’nın Türkiye’nin yedi bölgesinde zincir market mağazalarından satın alma olanağı bulunduğuna dikkat çeken Başkan Kılınç: “Oğlak eti ile ilgili en büyük sıkıntı insanların ulaşamamasıydı. Ankara Üniversitesi’nin yaptığı araştırmaya göre oğlak etinin tüketilmemesinin en büyük sebeplerinden biri insanların ulaşamamaları. Biz de oğlak etinin ulaşılabilir olması ve tüketiminin artması için stratejik bir pazarlama faaliyeti yürüttük. Gelinen noktadan çok memnunuz. Bundan sonra hedefimiz sürdürülebilir tüketim. Artık zincir marketlerin şarküterilerinde oğlak eti satılıyor. Uzmanlar sağlıklı bir beslenme için oğlak etini buzdolabınızdan eksik etmeyin diye önerirken bizler de özel günlerde oğlak dolması yemeğini öneriyoruz” dedi.
Oğlak eti artık zincir marketlerde
Ankara Keçisi yetiştiricilerine ek gelir sağlamak ve Türkiye’ye ucuz ve sağlıklı kırmızı et arz etmek için Ankara Büyükşehir Belediyesi ve Ankara İli Damızlık Koyun Keçi Yetiştiricileri Birliği tarafından yürütülen “Ankara Oğlağı Projesi”
ile Ankara Keçisi Oğlak eti Türkiye’nin tamamında anlaşmalı zincir marketlerde satışa sunulacak. Yılbaşında hindi dolması yerinde oğlak dolması yapmak isteyenlerin herhangi bir zincir markete gitmeleri yeterli.
Ankara’nın simgelerinden olan ve dünyaya Ankara’dan yayılan Ankara Keçisi sadece tiftik üretimi ile değil sağlıklı ve ucuz kırmızı et kaynağı ile de gündemde. Dünya’ya Ankara’dan yayılan lezzet sloganıyla yürütülen “Ankara Oğlağı Projesi” kapsamında Ankara Oğlağı’nın kesim dönemi olan sonbahar aylarında zincir market aracılığıyla Türkiye’nin 7 bölgesinde satışa sunulacak. Yurtdışında en sağlıklı ve lezzetli kırmızı et diye bilinen Ankara Oğlağı aynı zamanda markette uygun fiyatıyla da öne çıkacak.
Yaz kış doğal besleniyorAnkara Keçisi’nin en büyük özelliği doğal ve
doğadan besleniyor olması. Tiftik kalitesini olumsuz yönde etkilediği için meraların karla kapladığı kış aylarında dahi hazır yem verilmeyen ve tamamen doğal beslenen Ankara Keçisi gevrek tadıyla da literatürde yerini almış durumda. Ankara’nın sembollerinden biri de olan Ankara Keçisi Türkiye’nin de ihracat potansiyeli taşıyan önemli bir zenginliği.
Oğlak eti üretimi bölgesel farklılıklar gösteriyor. Yılbaşında Ankara Oğlağı biterken, Akdeniz’de sürüm başlıyor ve bu periyotlarla keçi eti kırmızı etde önemli bir alternatif teşkil ediyor. Önemli bir küçükbaş hayvancılık merkezi olan Ankara’da, keçi grubu kırmızı etin mutfaklara kazandırılması için “Ankara Oğlağı Projesi” öncülük yapıyor.
Ankara Oğlağı dolmasıyla yılbaşı ziyafeti
Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından Ankara İli Damızlık Koyun Keçi Yetiştiricileri Birliği ile yürütülecek olan “Ankara Oğlağı Projesi” kapsamında Ankara Oğlağı eti, Türkiye’nin 7 bölgesinde zincir marketlerde uygun fiyata satılacak. Yılbaşı öncesinde başlatılan kampanya ile Ankara Oğlağı yılbaşı sofralarında Hindi’nin karşısında güçlü bir rakip olacak.
ETBİR I KIRMIZI36
HABER
Avrupa Birliği, geçtiğimiz günlerde 2015 Yılı Türkiye İlerleme Raporu’nu yayınladı.
Raporun “Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı Politikası” başlıklı 12. Fasıla ilişkin bölümünde, AB gıda üretiminde hijyen kurallarının yüksek düzeyde gıda güvenliği sağladığı, hayvan sağlığı ve refahı ile hayvansal gıdaların güvenliğinin; tohum kalitesi, bitki koruma ürünleri, zararlı organizmalar ve hayvan beslenmesi ile güvence altına alındığı vurgulandı.
Söz konusu bölümde “Gıda güvenliği, veterinerlik ve bitki sağlığı politikası alanlarında bazı hazırlıklar yapılmaktadır. Geçtiğimiz yıl bu alanlarda herhangi bir ilerleme kaydedilmemiştir. Bu alandaki müktesebatın tam olarak uygulanması için özellikle hayvansal yan ürünler, hayvan refahı, hayvanların kimliklendirilmesi ile kayıt altına alınması ve hareketlerinin kontrolü gibi alanlarda daha fazla çaba gösterilmelidir” denildi.
Türkiye daha fazla adım atmalı!
“Önümüzdeki yıl Türkiye; diğer şeylerin yanı sıra ulusal bir program ve bir izleme planı sunarak AB standartlarını karşılamak için gıda işletmelerini iyileştirmeli; hayvansal yan ürünlere ilişkin mevzuatları benimsemek ve uygulamak için daha fazla adım atmalıdır” vurgusu yapılan raporda çeşitli tespitlere de yer verildi. Raporda tespitler “Genel gıda güvenliği konularında müktesebatın düzenlenmesi ve uygulanması yönündeki ilerlemeler sınırlı kalmıştır. Bitki sağlığı
AB’den Türkiye’ye gıda güvenliği eleştirisi!
AB’nin 2015 Yılı Türkiye İlerleme Raporu’nda, Türkiye’de gıda güvenliği, veterinerlik ve bitki sağlığı politikası alanlarında bazı hazırlıklar yapıldığı, ancak geçen yıl söz konusu alanlarda ilerleme kaydedilmediği eleştirisine yer verildi. Raporda, “Genel gıda güvenliği konularında müktesebatın düzenlenmesi ve uygulanması yönündeki ilerlemeler sınırlı kalmıştır. Önümüzdeki yıl Türkiye, ulusal bir program ve izleme planı sunarak AB standartlarını karşılamak için gıda işletmelerini iyileştirmelidir” değerlendirmesi yapıldı.
ETBİR I KIRMIZI 37
AB’den Türkiye’ye gıda güvenliği eleştirisi!
politikasını bu müktesebata tam olarak uyarlamak için çalışmalar hızlandırılmalıdır. Büyükbaş ve küçükbaş hayvanları kimliklendirme ve kayıt altına alma çalışmaları devam etmektedir. İstanbul’da kara ve deniz sınırlarında ve Sabiha Gökçen Havalimanı’nda sınır kontrol noktaları hala tam olarak çalışmamaktadır” şeklinde ifade edildi.
Türkiye’nin hayvan hastalıklarıyla mücadelesinin devam ettiğinin belirtildiği raporda, şu ifadeler yer aldı: “Şap hastalığı vakalarının sayısı Trakya Bölgesi’nin aşılama
suretiyle şap hastalığından ari bölge olmasını sağlamak için aşılama ve hayvan hareketlerinin sıkı bir şekilde denetlenmesiyle düşmüştür. Müktesebatı 1/98 sayılı kararla uyum da dahil olmak üzere bulaşıcı süngerimsi ensefalopati ve gözetim sistemleriyle uyumlu hale getirmek ve uygulamak için hala önemli çalışmalar gereklidir (Fasıl 11-Canlı hayvan, sığır eti ve türev ürünler üzerindeki fiili ithalat yasağı için Tarım ve Kırsal Kalkınma). Çiftlik hayvanlarının refahı ve yumurtlayan tavukların korunması ile ilgili yönetmelikler yürürlüğe girmiştir. Ancak müktesebatı hayvan refahında tam olarak uygulayabilmek için daha fazla yapısal ve idari çaba gereklidir. Hayvanlardan insanlara bulaşabilen hastalıklarda herhangi bir ilerleme kaydedilmemiştir.”
Tarım-gıda sektöründe iyileştirmeler sınırlı kalmıştır
Türkiye’de gıda, yem ve hayvansal yan ürünleri piyasaya sürmek için eğitim, denetim ve izleme programlarının uygulamaya devam edildiğine dikkat çekilen raporda “Tarım-gıda işletmelerini ulusal düzeyde iyileştirmeye yönelik ilerlemeler sınırlı kalmıştır”
denildi. Gıda işletmelerini kaydetme ve onaylamada yeni kuralların uygulanması için hala daha fazla çaba gerektiğinin vurgulandığı raporda şu ifadelere yer verildi: “Hayvansal yan ürünler üzerinde ilk çalışmalar yapılmaya başlanmıştır, ancak bu sektörün yeni kuralları benimsemesi için hala daha fazla çaba gereklidir. Denetimlerin fonlanması henüz AB sistemleriyle uyumlu hale getirilememiştir. Etiketleme, katkı maddeleri ve saflık kriterleri, tatlandırıcılar ve gıda takviyeleri gibi konularda gıda güvenliği yönetmeliğini uygulamaya yönelik ilerleme kaydedilmiştir. Gıda enzimleri ve yeni gıdalar için düzenlemeler henüz tamamlanmamıştır. Genetiği değiştirilmiş organizmalardan (GDO) üretilen gıda enzimlerini etkileyen ticaret hayatının düzensizliklerinin Biyogüvenlik Kurulu’nun tavsiyesiyle çözülmesine rağmen, bunun Biyogüvenlik Kanunu’nda yapılan değişiklik olarak adlandırılması gerekmektedir. Yemlere özel kanunlarda gıdada maksimum koksidiyostat veya histomonostat seviyelerine ilişkin yönetmelik kabul edilmiştir. Bitki sağlığı politikası ile ilgili olarak bitki koruma ürünleri için öneri, uygulama ve kayıt işlemleri ile ilgili bir yönetmelik kabul edilmiştir.”
TEK SAĞLIK
ETBİR I KIRMIZI38
Antimikrobiyal Direnci önlemek için yapılacak çalışmalar
“Tek Sağlık Yaklaşımı” içerisinde ele alınmalı…
Antibiyotiklerin akılcı kullanılmaları konusunda toplumda duyarlılık
oluşturmak üzere 18 Kasım 2012’de “Antibiyotik Farkındalık Günü” olarak başlayan duyarlılık çalışması bu yıl “Antibiyotik Farkındalık Haftası”na dönüştü. 16-22 Kasım haftasının OIE (Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü) tarafından “Antibiyotik Farkındalık Haftası” olarak ilan edilmesiyle birlikte çeşitli meslek örgütleri farkındalığı arttırmak üzere açıklamalarda
bulunurken, antibiyotik kullanımının “Tek Sağlık Konsepti” altında değerlendirilmesi gerekliliğine dikkat çektiler.
Veterinerlikte antibiyotiklerin kullanımı ve etkilerine ilişkin uzun yıllardır çalışmalar yapan, Türk Veteriner Hekimleri Birliği Merkez Konseyi II. Başkanı ve aynı zamanda Veteriner Farmakoloji ve Toksikoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Ender Yarsan da “Antibiyotik Farkındalık Haftası” kapsamında
konunun önemini ortaya koyan açıklamalarda bulundu. “Antimikrobiyal Direnç”in bugün için tüm dünyada ve ülkemizde önemi giderek artan bir kavram olduğunu ve bu konunun uluslararası ölçekte en üst kurumlar ve yetkililer tarafından sahiplenilerek direncin önlenmesi konusunda ulusal/uluslararası strateji planları hazırlandığına dikkat çeken Prof. Dr. Yarsan, ilk olarak “Etkin Tedavi ve Gıda Güvenliği” konusunda görüşlerini paylaştı.
Prof. Dr Ender Yarsan: “Antimikrobiyal Direnci önleme için yapılacak çalışmalar kısa vadeli bir yaklaşımla çözülebilecek nitelikte değildir. Dolayısıyla uzun süreli mücadeleyi hedef alacak bir kararlılıkla ve koordinasyonla, tek sağlık yaklaşımı içerisinde çalışmalar gerçekleştirilmelidir.”
ETBİR I KIRMIZI 39
Etkin Tedavi ve Gıda Güvenliği
“Hayvan sağlığı hizmetlerinde veteriner hekimler tarafından kullanılan ilaçlar; “Hastalıkların Sağaltımı ve Önlenmesi, Davranışların Değiştirilmesi, Gelişmenin Hızlandırılması, Verimin Artırılması ve Gıda Kalitesinin İyileştirilmesi” gibi farklı amaçlarla uygulama alanı bulurlar” diyen Prof. Dr. Yarsan, açıklamasına şöyle devam etti:
“İlaçlar, hedef niteliğindeki canlılarda yararlı ya da zararlı nitelikte iki yönlü etki oluştururlar. Yararlı etkiler olarak, hastalıklar iyileşebilir, hafifleyebilir; hastalıklarda koruyucu/önleyici etki oluşabilir ya da gelişmenin hızlanması, verimin artması, gıda kalitesinin iyileşmesi sağlanabilir. Zararlı etkiler ise “Doku ve organlarda hasar, bağışıklık sisteminin baskılanması/uyarılması, dirençli suşlar (bakteri, parazit gibi), gıdalarda kalıntı riski” olarak ifade edilebilir. Ülkemizde Gıda ve Kontrol Genel Müdürlüğü verilerine göre, 2015 yılı Mart ayı itibariyle ruhsatlı toplam 1992 veteriner ilacının 905 adedi, antibakteriyel ilaç niteliğindedir.”
Veteriner hekimlikte kullanılan ilaçların, özellikle de antibiyotiklerin bilinçli kullanımının, son derece önemli olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Yarsan, açıklamasında “Klinikte ilaç kullanan veya reçeteyi düzenleyen veteriner hekimlerin ‘Etkin Tedavi ve Gıda Güvenliği’ olmak üzere iki önemli sorumluluğu vardır. Bu durum, ‘veteriner ilaçlarının bilinçli ve güvenli kullanımı’ diye nitelenir” sözlerine yer verdi. Prof. Dr. Yarsan, antibiyotik kullanımı konusunda önemli noktalara dikkat çektiği açıklamasını aşağıdaki başlıklarda sürdürdü:
“Antibiyotik Kullanımında Bilinçli Olunmalıdır”
Hayvanlarda bakteriyel hastalıkların tedavisinde antibiyotik kullanımı çeşitli nedenlerle gereklidir. Öncelikle hasta hayvanların tedavi edilmeleri gerektiği için kullanılan antibiyotikler, enfeksiyöz hastalıklarla mücadele ve bulaşıcı hastalıklarda bakteriyel etkenin yayılmasını önlemektedir. Zoonotik hastalıkların insanlara bulaşma tehlikesini en aza indirmek için de antibiyotikler kullanılmaktadır. Ayrıca yüksek kaliteli, sağlıklı gıda için sağlıklı hayvan popülasyonu oluşturulmasının kaçınılmaz olduğu da bir gerçektir.
Veteriner hekimlikte antibiyotik kullanımı geniş bir çerçevede ele alınmalı ve hayvan ıslahı, refahı, hijyen, besleme ve aşılama sistemlerinden ayrı olarak düşünülmemelidir. Antibiyotik gereksinimini azaltmak için hastalıklar sürekli kontrol edilmeli ve antibiyotik kullanımının yanı sıra bütüncül (holistik) yaklaşımlarda bulunulmalıdır. Bu doğrultuda hedef; antibiyotiklerin sağaltıcı etkisini yükseltmek ve dirençli mikroorganizmaların oluşumunu en aza indirmek olmalıdır. Çalışmalara bu yönde ağırlık verilmelidir.
ETBİR I KIRMIZI40
TEK SAĞLIK
“Kullanılan Antibiyotik Miktarı Mutlaka Bilinmelidir”
Antibiyotiklerin üretim ve kullanım miktarları hakkındaki en güvenilir bilgiler ABD ve AB üyesi ülkelere aittir. ABD’de üretilen antibiyotiklerin %70’i (15-25 bin ton) hayvan yetiştiriciliğinde tedavi dışı amaçlarla kullanılmaktadır. ABD’de hayvancılık alanında antibiyotik kullanımı, tıp alanındaki tüketimin 8 katıdır.
AB’ye üye 26 ülke, antibiyotik kullanımı potansiyelini değerlendirmek için kısa adı ESVAC (The European Surveillance of Veterinary Antimicrobial Consumption) olan bir oluşum meydana getirmişlerdir. ESVAC, AB geneli ve ülkeler düzeyinde hayvan sağlığı alanında antibiyotik kullanımına ilişkin kapsamlı değerlendirmeler yapmaktadır.
2014 yılında Nature Dergisi’nde yayınlanan bir makalede 2010 ve 2011 yıllarında AB ülkelerinde çiftlik hayvanlarında antibiyotik kullanımı
değerlendirilmiştir. Buna göre özellikle İspanya’da 2011 yılı için bir artış görülmüş, diğer ülkelerde ise azalma tespit edilmiştir. Danimarka İlaç İzleme Ajansı verilerine göre, Danimarka’da antibiyotiklerin insanlarda kullanılan miktarı, hayvancılıkta kullanılan miktarın sadece %25’ine eşittir.
Antibiyotik Öncesi Çağa Dönüş Mü?
Patojen mikroorganizma veya suşun, antibakteriyel ilacın kullanıldığı doz aralığında serumda meydana getirdiği yoğunluk düzeyinde, ilaç tarafından etkilenmemesi, “direnç” olarak tanımlanır. Antibiyotiklere dirençli bakterilerden kaynaklanacak şekilde AB ülkelerinde her yıl 25.000 insanda ölüm şekillenmektedir. ABD’de CDC (The Centers for Disease Control and Prevention) kayıtlarına göre, bu sayının 23.000 olduğu ifade edilmektedir.
Antibiyotiklere dirençli bakteriler
bir yandan kendisine önceden etkili ilaçların etkinliğini ve sağaltımın yararlılığını azaltırken, bir yandan da hayvandan hayvana veya hayvandan insana geçen hastalıkların yaygınlaşmasına yol açarlar. Bu yönden konu, halk sağlığı bakımından da çok önemlidir.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Eski Başkanı Dr. Gro Harlem Brundtland, 2000 yılı raporunda, insanlığın “Antibiyotiklerin Öncesi Çağa Dönüş” riski altında olduğunu ve tüm mevcut mali ve bilimsel kaynakların bu tehlikenin önlenmesine harcanması gerektiğini ifade etmiştir. WHO, 2001 yılında direnç sorununun kontrol altına alınabilmesi için “Antimikrobiyal Direncin Kontrol Altına Alınması” konulu raporunu yayınlamıştır. Raporda sorunun bireysel değil toplumsal, ülkesel değil küresel olduğu ve ancak ülkelerin ortak çalışmalarıyla kontrol altına alınabileceği belirtilerek, kontrol stratejilerinin esasları belirlenmiştir.
ETBİR I KIRMIZI 41
OIE tarafından daha önceden 18 Kasım olarak ifade edilen “Antibiyotik Farkındalık Günü” 16-22 Kasım tarihlerini içine alacak şekilde bir haft aya yayılmıştır. 16 Kasım 2015 tarihinde yayımlanan bir deklarasyon ile de doktorlar ve veteriner hekimler arasında “Antimikrobiyal Direncin” önlenmesi noktasında sıkı bir diyaloğun ve yakın bir işbirliğinin olması gerektiği vurgulanmıştır. Bu noktada da özellikle Tek Sağlık yaklaşımına atıft a bulunulmuştur. Antimikrobiyal Direnci önleme noktasında yapılacak çalışmalar “Tek Sağlık Yaklaşımı” içerisinde ele alınmalı, yürütülecek çalışmalar bir merkezde toplanarak “Koordinasyon” sağlanmalıdır. Sorun, kısa vadeli bir yaklaşımla çözülebilecek nitelikte değildir. Dolayısıyla uzun süreli mücadeleyi hedef alacak bir “Kararlılıkla” çalışmalar gerçekleştirilmelidir.
Antibiyotik Farkındalık Ha� ası - 16-22 Kasım
Gizli Tehdit – Antimikrobiyal Direnç
Günümüzde tüm dünyada gizli bir salgın olarak yayılan antimikrobiyal direncin küresel bir halk sağlığı sorunu olduğu Tıp ve Veteriner otoriteleri tarafından kabul edilmekte; tüm dünya devletleri, uluslararası insan, hayvan sağlığı ve gıda-tarım kuruluşları, üniversiteler ve toplum yararına çalışan organizasyonlar, sorunun yayılmasını önlemek ve oluşumunu yavaşlatmak için çalışmalar yapmaktadırlar.
WHO tarafından 2001 yılında antimikrobiyal direncin önlenmesi için “Küresel Antimikrobiyal Direnç Önleme Stratejisi” çalışmaları başlatılmış, son olarak 2014 yılında kapsamlı bir değerlendirme yapılmıştır. OIE de, 2006 yılında Veteriner Hekimlik alanında kullanılan antimikrobiyallerin sorumlu ve bilinçli kullanımı konusunda bir kılavuz geliştirmiştir.
ABD’de Eylül 2014 tarihinde doğrudan Beyaz Saray’dan yayınlanan “National Strategy For Combating Antibiotic Resistant Bacteria” başlıklı raporda, mevcut durum ve yapılması gerekenler ayrıntılı şekilde değerlendirilmiştir.
Antimikrobiyal Direnç konusu, multidisipliner bir yaklaşımla ele alınmalıdır. 14 Kasım 2014 tarihinde FVE, tıp hekimleri ve diş hekimleri, ortak bir deklarasyon ile antibiyotik direnci konusuna dikkat çekmişlerdir.
ETBİR I KIRMIZI42
Yoksullara uzanan bir yardım köprüsü; “Gıda Bankacılığı”
GIDA BANKACILIĞI
Yoksulluğu yenmek ve yoksulların refah düzeylerini arttırmak tarih boyunca sosyal
bilimcilerin kafasını en çok meşgul eden konuların başında geliyor. Bu konuda hem dünyada hem de Türkiye’de bugüne kadar pek çok sistem geliştirilmiş ve hayata geçirilmiş. Yoksullara daha iyi bir hayat sunabilmek ve ihtiyaçlarını karşılayabilmek adına geliştirilen en etkin uygulamalardan biri de Gıda Bankacılığı.
Gıda Bankacılığı Nedir?Gıda Bankacılığı; yoksul ve
ihtiyaç sahibi insanlarla, ellerinde çeşitli nedenlerle piyasaya sürülemeyen veya ekonomik olarak yeterli derecede etkin olarak kullanılmayacak ihtiyaç fazlası gıdayı elinde bulunduran gerçek ve tüzel kişi işletmeleri arasında
köprü oluşturmayı amaçlayan ve israfı önleme yanında sosyal adaleti sağlamayı amaç edinen bir sistem.
5179 Sayılı Gıdaların Üretimi, Tüketimi ve Denetlenmesine Dair Kanun Hükmünde Kararname’nin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un 3. maddesinde Gıda Bankacılığı (Food Banking), şöyle tanımlanıyor:
“Bağışlanan veya üretim fazlası sağlığa uygun her türlü gıdayı tedarik eden, uygun şartlarda depolayan ve bu ürünleri doğrudan veya değişik yardım kuruluşları vasıtasıyla fakirlere ve doğal afetlerden etkilenenlere ulaştıran ve kâr amacı gütmeyen dernek ve vakıfların oluşturduğu organizasyonlar.”
Günümüzde, Gıda Bankacılığı ihtiyaç sahipleri ile onlara yardım etmek isteyen gerçek ve tüzel kişi işletmelerini biraraya getiren ve
sosyal devlet ilkesi gereğince devlet tarafından sağlanan teşvik sistemleri ile de hukuki temel altyapıya kavuşturulmuş durumda.
Yoksulluk Nedir?Gıda Bankacılığı sisteminin
kurulmasının temelini oluşturan “Yoksulluk”un ne olduğuna gelince… Türkiye İstatistik Kurumu yoksulluğu insanların temel ihtiyaçlarını karşılayamaması durumu olarak tanımlıyor. Yoksulluğu dar ve geniş anlamda olmak üzere iki türlü tanımlayan kurum, dar anlamda yoksulluğu (açlık), açlıktan ölme ve barınacak yeri olmama durumu olarak ifade ediyor. Geniş anlamda yoksulluğu da gıda, giyim ve barınma gibi olanakları yaşamlarını devam ettirmeye yettiği halde toplumun genel düzeyinin gerisinde kalmak
Açlık ve yoksullukla mücadele etmek için ilk olarak 1967 yılında ABD’de başlayan ve bugün tüm dünyada birçok ülkede başarıyla uygulanan Gıda Bankacılığı, Türkiye’de de yaygınlaşmaya devam ediyor. Bağışlanan veya üretim fazlası gıda maddelerinin ihtiyacı olan kişilere ulaştırılmasını sağlayan Gıda Bankacılığı, bu alanda faaliyet gösteren dernek ve vakıflar aracılığıyla uygulanıyor.
şeklinde tanımlıyor.Uluslararası tanımlamaları
esas alan kurum ayrıca “Mutlak Yoksulluk” ve “Göreli Yoksulluk”u da tanımlıyor ve bu tanımlamalara göre ayrıntılı analizlerde bulunuyor. Hane halkı veya bireyin yaşamını sürdürebilecek asgari refah düzeyini yakalayamaması “Mutlak Yoksulluk” olarak tanımlanıyor. Bu nedenle, mutlak yoksulluğun ortaya çıkarılması, bireylerin yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli olan minimum tüketim ihtiyaçlarının belirlenmesini gerektiriyor. Asgari refah düzeyini yakalayamayanların sayısının toplam nüfusa oranı da “Mutlak Yoksul Oranı”nı veriyor. Göreli yoksulluk ise bireylerin, toplumun ortalama refah düzeyinin belli bir ora-nının altında olması olarak tanımlanıyor. Buna göre toplumun genel düzeyine göre belli bir sınırın altında gelir ve harcamaya sahip olan birey veya hane halkı, göreli anlamda yoksul olarak tanımlanıyor ve refah ölçüsü olarak amaca göre tüketim veya gelir düzeyi seçilebiliyor.
Türkiye’deki Gıda Bankacılığı
TÜİK’in yaptığı çalışmalara göre; 2006 yılı itibariyle ülkemizdeki insanların önemli bir kısmı açlık sınırının altında yaşıyor. TÜİK tarafından “Yoksulluk Çalışması” olarak yapılan çalışmanın detaylarına bakıldığında ise şöyle bir tablo ortaya çıkıyor;
“Hane halkı büyüklüğü arttıkça yoksulluk artıyor. Tarım sektöründe çalışanlar, sanayi sektöründe çalışanlara göre daha yoksul. Yoksulluğun eğitimli nüfustaki oranı daha az. Kırsal kesimde yoksulluk, kentlerdekine oranla daha yüksek ve ülkemizde coğrafi gelir dağılımı adil değil. Fırsatların önemli kısmı belirli bölgelerde toplanarak bölgeler arasındaki dengesizliği beraberinde getiriyor.”
TÜİK tarafından yayınlanan ve ülkemiz gerçeğini ortaya koyan bu tablo ışığında, ülkemizdeki yoksullukla mücadele kapsamında gıda bankacılığının hayata
* Çorum Gıda Bankası Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği * Umut Eli Samsun Gıda Bankacılığı Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği * Şevkat Eli Konya Gıda Bankası Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği * Uşak Gıda Bankacılığı Yardım Eli Dayanışma Derneği * Rahmeteli Gıda Bankası Derneği * Çiğli Gıda Bankası (Yoksullukla ve İşsizlikle Mücadele) Derneği * Fakir ve Muhtaçlara Yardım Derneği Gıda Bankacılığı Şubesi * Gün Işığı Karaman Gıda Bankası Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği * Hasret Sosyal Dayanışma, Yardımlaşma, Eğitim, Kültür ve Gıda Bankacılığı
Derneği * İnsan Eğitim Kültür Yardımlaşma ve İzmir Gıda Bankası Derneği * İpekyolu Karapınar Gıda Bankası Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği * Karakeçili Güller Sosyal Dayanışma, Yardımlaşma, Eğitim, Kültür ve Gıda
Bankacılığı Derneği * Kardeşeli Ordu Gıda Bankası Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği * Karşıyaka Gıda Bankası Derneği * Kastamonu Gıda Bankası Yoksullara Hizmet Derneği * Kırıkkale Seher Sosyal Dayanışma Yardımlaşma Eğitim Kültür ve Gıda
Bankacılığı Derneği * Reyyan Kapısı Gıda Bankası Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği * Sila Sosyal Dayanışma Yardımlaşma Eğitim Kültür ve Gıda Bankacılığı
Derneği* Sorgun Çağrı Sosyal Dayanışma Yardımlaşma Eğitim Kültür ve Gıda
Bankacılığı Derneği * Yenişehir Gıda Bankası Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
Gıda Bankacılığı yapmak üzere kurulan dernekler:
ETBİR I KIRMIZI44
GIDA BANKACILIĞI
geçirilmesine yönelik uygulamalar başlatıldı. Türkiye’de üretilen ve ihtiyaç fazlası gıdaların israf edilmeden ihtiyaç sahiplerine ulaş-tırılmasını hedefl eyen gıda bankacılığı ilk kez, “Türkiye İsrafı Önleme Vakfı”nın girişimleriyle Diyarbakır’da başlatıldı. İlk gıda bankasının çalışmaları ile Diyarbakır ilinde 1300 aileye gıda yardımı ulaştırıldı. İkinci gıda bankası 08.05.2004 tarihinde Konya’da açıldı ve 800 aileye yardımda bulunuldu. Bu organizasyonları ise Gaziantep’teki 500 aileye yardım eden bir başka organizasyon takip etti.
Bu tarihten sonra da ülke genelinde gıda bankacılığı uygulamasını yaygınlaştırmak amacıyla vergi teşviki getirilmesinin ardından Türkiye’de 20 adet gıda bankacılığı derneği kurulurken vakıfl arında yüzde 42’si sosyal yardım alanında faaliyet göstermeye başladı.
5179 sayılı Kanun ile gıda bankacılığı alanında çalışan kuruluşların üye olduğu, gıda bankaları arasında işbirliği, koordinasyon ve denetim fonksiyonlarını da yapmak amacıyla Gıda Bankaları Birliği kuruldu. Bu şekilde Türkiye’de faaliyette bulunacak tüm gıda bankaları tek çatı altında toplanarak, yardımların daha etkin bir şekilde dağıtımının mümkün olması sağlandı. Ayrıca, 2004 yılında yapılan tüm bu yasal düzenlemelerle birlikte gıda bankacılığına olan ilginin daha çok arttığı görülüyor.
* İstanbul Vefa Vakfı (İstanbul) * Sümbül Efendi Eğitim Vakfı (İstanbul) * Koza Eğitim ve Kültür Vakfı (İstanbul) * Pınarca Sosyal Hizmetler Vakfı (İstanbul) * İhsan Zini Sosyal Eğitim ve Kültür Vakfı (İstanbul) * Biota Eğitim Çevre ve Sosyal Yardım Vakfı (İstanbul) * Albayrak Vakfı (İstanbul) * Sani Konukoğlu Vakfı (Gaziantep) * Darendeliler Kültür Sağlık ve Eğitim Vakfı (Adana) * Türkiye İsrafı Önleme Vakfı (Ankara)
Gıda Bankacılığı Yapan Vakı� ar
Gıda Bankacılığı nasıl çalışıyor?
Gıda Bankacılığı kapsamında yapılacak bağışların gıda, temizlik, giyecek, yakacak maddesi niteliğinde olması, dernek ve vakfa yapılmış olması gerekiyor. Bağışı kabul edecek dernek veya vakfın tüzüğünde veya senedinde ihtiyacı bulunanlara gıda yardımı yapabilmesine ilişkin
hükümlerin bulunması gerekiyor. Bununla beraber, dernek veya vakfın başka alanlarda da faaliyet gösteriyor olmasının, kamuya yararlı dernek veya vergiden muaf vakıf olmamasının uygulama açısından herhangi bir önemi bulunmuyor.
İhtiyacı olanlara doğrudan veya başka organizasyonlar aracılığıyla yapılacak gıda yardımları gıda bankacılığı kapsamında değerlendirilmiyor Bağışlar bedelsiz olarak ihtiyaç sahiplerine dağıtılmak şartıyla yapılıyor. Gıda, temizlik, giyecek ve yakacak maddesi niteliğini taşımayan veya şartlı olarak yapılmayan bağışlar da, gıda bankacılığı kapsamında yapılacak bağış olarak değerlendirilmiyor.
Bağış yapacak işletmelerin, bağışlanacak maddelerinin alım-satımı veya üretimi ile ilgili bir faaliyette bulunmaları şartı aranmıyor. Zira işletmeler herhangi bir sektörde faaliyet gösterebiliyorler. Örneğin, nakliye işi yapan bir işletme bu maddeleri alıp bağışlama yoluna gidebiliyor.
ETBİR I KIRMIZI 45
• Üretim fazlası her türlü gıda ürünleri • Paketleme veya kodlama hataları sebebiyle piyasaya sürülemeyen ürünler • Raf ömrünün bitimine az zaman kalan sağlık şartlarına uygun ürünler • Sağlık şartlarına uygun ancak hasarlı paketli ürünler • Sağlığa uygun, piyasaya sunulamayan ancak yeniden paketlemeye ihtiyaç
duyulan ürünler • Hayırseverlerin hibeleri
Gıda bankalarına verilecek gıdaların özellikleri:
Tüm dünyanın sorunu; Açlık
Yetersiz beslenme ve açlık sorunu dünyada genelde az gelişmiş ülkelerin sorunu gibi gözükse de sanılanın aksine gelişmekte olan ülkeler hatta gelişmiş ülkelerde de yaşanıyor. Dünyanın iki süper gücü olarak anılan ABD ve Japonya gibi ülkelerde açlık ile karşı karşıya olanlar bulunuyor. Ülkemizde ve diğer tüm dünya ülkelerinde yaşanan açlık ve yetersiz beslenme sorunu ortak bir sorun haline gelmişken, her ülke bu sorunla kendi yöntemleri ile çözüm
bulmak için çalışmalar yürütüyor. Ülkemizde çok yeni olan gıda bankacılığı (Food Banking) sistemi, bu çözüm arayışlarına alternatif yöntem olarak ilk kez ABD’de 1967 yılında kurulması sonucunda ortaya çıktı. Daha sonra da dünyanın birçok ülkesinde açlık ve yetersiz beslenme sorununa çözüm bulabilmek için model alınan bir sistem haline geldi.
Ülkemiz açısından konuya yaklaşıldığında, TÜİK tarafından 2008 yılında ülkemizde yapılan bir istatistiki çalışma verilerine bakıldığında; ülkemizde 400.000 civarında açlık sınırının ve 12 milyon kişinin ise yoksulluk sınırının altında
yaşıyor. Bu rakamlar, ülke nüfusuna oranlandığında bu oranın hiç de az olmadığı görülüyor. Bu nedenle ilk örneğine ABD’de rastlanılan ve ülkemizde ise 2004 yılında Diyarbakır ilinde ilk gıda bankası kuruldu ve ülkemizde, 2004 yılından sonra gıda bankalarının sayısı giderek arttı. Bugün ülkemizde faaliyet gösteren gıda bankaları, kişi ve kurumları ihtiyaç sahipleri ile buluşturan bir köprü vazifesi yaparak, bir yandan oluşabilecek israfın önüne geçilmesine bir yandan da ülkedeki toplumsal dayanışma, yardımlaşma ile birlikte sosyal adaletin sağlanması yolunda büyük katkıda bulunuyor.
ETBİR I KIRMIZI46
Tarım ülkesi olan ya da olamayan ülkemizde, belki bu süreçler bize biraz uzak ve
hayal gibi gelecek ama geleceğin çok hızlı bir şekilde geldiğini ve ayakta durabilmek için, değişmeyen tek şeyin değişim olduğu gibi bir klişeyle, işin elzemiyet ve ehemmiyetini belirtmeden geçemiyorum. Endüstride, yerimizi ‘uygulayıcı olarak’ mı yoksa ‘üretici olarak’ mı almalıyız? diye sorduğumuzda, modern çağın gereği; bir şeyin ‘üreticisi olmak’ hepimizin hoşuna gidecek cevap olacaktır şüphesiz. Ama işin acı yanı, izleyen ve taklit edip uygulayan olma alışkanlıklarımız, henüz uygulamadığımız, resmi zihniyet olarak oturtamadığımız şeyleri gerçekleştirmeye çalışırken karşılaşacağımız teorik ve pratik sorunları da düşündüğümüzde ürkmemek elde değil…
Gelin, endüstrinin gelişim evrelerine kısaca göz atarak, yaşadığımız ve yaşamaya hazırlanacağımız süreçleri gözden geçirelim…
Sürecin başında, emek yoğun çalışmadan, el yordamıyla atölye işi üretimden bahsedebiliriz. Önce kendi ihtiyacını karşılama ile başlayıp daha sonra da ticaretin belki takas usulüyle yapıldığı ilk yıllarına kadar gidebileceğimiz
ve adına üretim diyebileceğimiz her nokta, bugünkü endüstrinin kilometre taşlarındandır şüphesiz. Günün koşul ve ihtiyaçlarına göre şekillenen üretim modelleri, belki ülkemizde bugün dahi devam eden birçok tesis gibi, o günün ihtiyaçlarını karşılıyor olsa da, insandaki keşfetme dürtüsü, konfor olgusuyla da birleşince birtakım arayışlara girmesi ve keşifl erin gelmesiyle şekil değiştirmeye başlıyor. Bazı kaynaklara göre; 1800’lü yıllarda buhar motoru ile, bazılarına göre de mekanik halı tezgahı ile başlayan Endüstri Devrimi’nin birinci evresine, 1900’lü yıllarda elektrik enerjili,
ilk konveyör bantlı kesimhane ile gelinirken ikinci evresine, 2000’li yılların başında programlanabilir kontrolörler (PLC) ile gelinmiş olan üçüncü evresine ve 2010’lu yıllar itibariyle de siber fi ziki sistemler olarak endüstrinin dördüncü evresi olan “Endüstri 4.0”ın temellerine erişilmiştir. Bu evreler, zamana göre gelişim diyagramı üzerinde konumlandırılırken, evrelerin kompleksliği ve üretim kabiliyeti de eğrisel olarak artmaktadır. Prodüktivite arttıkça, yapılar daha kompleks hale gelir. Teknoloji, teknolojiyi doğurur, geliştirir ve kendini yeniler hale gelir…
KONUK YAZAR
Geçen sayımızdaki konumuz olan verimliliği, biraz daha geliştirerek, endüstriye çağ atlatan, sadece üretirken kazanmayı amaçlayan olmaktan öte, geleceği planlayan sistemlere geçişin gerekliliklerine değinmeye çalışalım bu yazımızda… “İnsanlı Üretimde Tam Otomasyon” başlığını bilerek ve isteyerek attım… Ki, izahatları yazının devamında bulabileceksiniz.
Endüstri 4.0: İnsanlı Üretimde, Tam Otomasyon…
Ali Emin EskiçırakÜçle Elektronik A.Ş.Endüstriyel İş Geliştirme Direktörü
ETBİR I KIRMIZI 47
Yukarıdaki zaman akış diyagramı, Endüstri 4.0’a kadar olan serüveni özetleyen bir şerit olarak değerlendirildiğinde, bazı şeyler daha net ortaya konulabilecektir. Bunun analizini yazımızın sonuna doğru bırakıp, Endüstri 4.0’ın ne olduğuna değinelim…
Endüstri 4.0, Alman devletinin, Kasım 2011’de, High Tech Strategy 2020 resmi aksiyon planı olarak belirlediği, üstün Alman üretim endüstrisinin, üretim kabiliyeti ve kalitesini koruyup, geliştirecek ve böylece, ürünlerinin pazardaki rekabetini arttıracak, akıllı fabrikalar yaratma düşüncesinden ortaya çıkmış bir stratejidir. Bu strateji, Badenwürttemberg eyaletinde kurulu bulunan çok uluslu Robert Bosch fi rmasının üst düzey yöneticisi olan Dr. Siegfried Dais başkanlığındaki bir çalışma
grubu tarafından hazırlanmıştır. İlk kez 2013 Hannover Fuarı’nda duyurulan bu strateji (http://www.plattform-i40.de), aynı zamanda “Almanların yeni yüksek teknolojisi” stratejisinin merkezini oluşturmaktadır. Alman Bilişim Sektörü (BITKOM), Alman Makine Üreticileri Birliği (VDMA) ve Alman Elektrik ve Elektronik Komponent Üreticileri Derneği (ZVEI), sektörel yaklaşımları koordine etmek üzere bir araya gelerek Endüstri 4.0 Platformu’nu kurdular. Plan, bu platform üzerinden desteklenerek yürütülmeye çalışılıyor.
Kuşkusuz, Almanya, endüstriyel proseslerini geliştirmek, akıllılaştırmak ve otomatikleştirmek amacıyla ICT (Information and Communication Technologies) kullanımını arttırarak sürdürecektir. Bunun için bilgisayar ve yapay
zekâ konusunda uzman Prof. Dr. Wahlster ile ortak çalışmalar yapılmaktadır. Bu Alman stratejisi, Euro Bölgesi’nin yani Avrupa Birliği’nin tamamında gelişiyor/geliştirilmeye gayret gösteriliyor. Alman Devleti, 2020 hedefl eri çerçevesinde, akıllı fabrikaların temelleri ve siber fi ziki sistem planlarını birleştirdi. Bu aynı zamanda “Avrupa’nın, 4. endüstri devrimini gerçekleştiren kıta olmasını istemek” demektir. Bu nedenle Almanya, yaptığı tüm üretimlerini bu zemine ve yarınlar için planladıkları platformlara uygun olarak yapmaktadır. Sadece çevresindeki diğer birimlerle konuşabilen donanımlar üretmeyip, bu donanımları CPS (Cyber-Physical Systems) ile uyumlu kılabilen yazılımlar da geliştirerek, tam otomasyon kontrolü sağlanmaktadır.
Temeli Almanya’ya dayanan bu devrim planı, üretimde doğru planlamayı, kayıpların azaltılmasını, üretimin her aşamasıyla tam olarak izlenebilmesini ve kaliteyi doğuracaktır şüphesiz. Sadece ürünlerin ve fi rmaların kalitesini değil, ülke adına, toplumları adına; kopyalanıp taklit edilemez toplam bir kalite anlayışını ortaya koymak ve bu toplam kaliteyi üretmeye dönük olan bu plan, insanlı üretimde tam otomasyon kontrolü sağlayan bir sistemin adımlarıdır. Donanım ve yazılımın, yoğun bir şekilde birarada olduğu bir sistemdir…
Günümüzdeki, kestirilemeyen tedarikçi hataları, önemli ilave maliyetler ve gecikmeler, lojistik aksaklıklar, mevcut stok durumu ve devir hızları gibi konular birbiriyle entegre ve alternatifl i olarak değerlendirilememekte; olası sorunlara erkenden tedbirler alınamamaktadır. Yarın, Endüstri 4.0 ile üretimle ilgili süreçler tüm adımlarıyla simüle edilerek, üretimdeki etkileri tasvirlenebilecektir. Envanter, nakliye ve lojistik seviyelerinde alternatif tedarikçi süreçleri, kapasiteleri anlık (real time) olarak
ETBİR I KIRMIZI48
KONUK YAZAR
analiz edilebilecek, tedarikçi bulutundan uygun tedarikçi seçilerek, üretim simülasyonunu da içerecek olup, ürün çeşitliliğine ve ürüne özel parametrelere bağlı olarak, takip ve planlama imkânları sunulabilecektir. İnsanla çalışılan ve yürüyen sistemlerde, otomasyon sayesinde tam kontrol, optimizasyon, revizyon ve öngörü gibi otomatize edilmiş çözümler söz konusu olabilmektedir. Bunlar, insanların çalıştığı, ancak insanlar yerine otomasyonun karar verip denetlediği sistemler olacaktır.
Mevcut entegre üretim sistemleri, fabrikalardaki bölümler ve iş süreçleri ile firmalar arasında dikey, dağınık birimler arasında ise yatay olarak bağlıdır. Bundan sonrasında ise “end to end enginering” modeli ile uçtan uca yatay toplam kalite zincirinin kurulması söz konusudur.
CPS (Cyber-Physical Systems olarak adlandırılan) sistemlerinin başarısı için Endüstri 4.0’ın aşağıdaki adımlar ile uygulanmalıdır:• Ağ üzerindeki bileşenler (üretici,
tedarikçi, lojistikçi, müşteri vb) arasında yatay entegrasyon,
• Tüm bileşen zinciri üzerinde, uçtan uca dijital entegrasyon,
• Bir tesis içerisindeki dikey entegrasyon ve bağlı üretim sistemlerinin tesisi.
Uçtan uca dijital entegrasyon, üretim prosesleri boyunca şeffaflık ve optimize edilmiş, karar verme kolaylığı sağlar. İlave olarak dünyanın bugün karşı karşıya olduğu, kaynak, enerji verimliliği, kentsel üretim, demografik yapı değişimleri gibi konulara da çözüm getirir. Genç ve yaşlı çalışanlar arasındaki değerlendirme kriterlerinden tutun, esnek çalışma koşullarının tesisi ve insanları yaş itibariyle daha uzun süre, verimli bir şekilde üretimde tutmak ve hem özel hayatları, hem de iş hayatları arasında dengeyi sağlıklı şekilde kuracakları gibi bir çalışma ortamı da sunar.
Üretim planlama, satın alma, proses kontrol, sevkiyat gibi süreçlerin tamamının, donanım/yazılım entegrasyonları ile çözümlendiği, kurgulandığı ve uygulandığı (CPS) siber fiziki çağdan bahsederken; akıllı makineler, depolama sistemleri ve otomatik üretim prosesleri arasında anlık bilgi değişimleri ile tetikleyebilen, bağımsız birimlerin bulunduğu, üretiminizi müşteri odaklı ve müşteriye özel, her anı açık ve izlenebilir yapmaya kadar gidiyor bu süreç.
Endüstri 4.0’ın, önümüzdeki 15 yıl için, dünya ekonomisine 14,2 trilyon dolarlık değer katabileceğinden bahsediliyor (Accenture-Ocak 2015). Buna karşılık, Amerika’nın akıllı üretimle
ilgili kendi stratejilerinin olduğu da bilinmekte… Böylesi bir pazarı kaçırmayı kimse istemeyeceği gibi, rakibine kaptırmayı da tercih etmeyecektir. Firma ve marka değerleri, sahip oldukları fonksiyonellikleriyle doğru orantılı olacaktır.
Hep Amerika’yı yeniden keşfetmeme mantığıyla giderek, kopyalamak ya da mevcudu uygulamak eğilimindeyiz ne yazık ki. Mevcudu ve keşfedilmişi de yerinde ve zamanında, doğru olarak uygulayabiliyor muyuz acaba? İşimize modernlik ve kalite katmak, işimize, milletimize ve ülkemize karşı boynumuzun borcu değil midir? Bir adım önden gitmeye, biraz uçuk, biraz kaçık olmaya ne çok ihtiyacımız var oysa… Hayatı ticari kaygılardan arınarak yaşayabilecek, kendini işine, şirketine, ülkesine adamışlara ihtiyacımız ne çok…
Belki de, endüstride, “İnsanlı üretimin son evresinde” olabiliriz… Ve bakıldığında, evreler arası geçişler başlangıçta 100 yıl gibi sürerken, 3. Evre ile 4. Evre arasındaki sürenin kısalığı, ülke ve millet olarak, 5. Evre için hazırlıklara şimdiden başlanması gerektiği sinyalini verebilir bizlere… Endüstri 4.0 yerine, neden Endüstri 4.5 ‘i veya 5.0’ı hayata geçirmeyelim…
Bu, dert mi, deva mı demeye dahi fırsat bulamadan yüz yüze kalabileceğimiz bir viraj belki de… Alanın Üsküdar’ı geçeceği, geriye yayaların kalacağı bir süreç belki de…
Yaya kalmama dileklerimle…Kalın sağlıcakla…
Kaynak: Platform Industrie 4.0
ETBİR I KIRMIZI 49
Akıllı saatlerden sonra yeni bir giyebilir teknoloji projesi üzerinde çalışan Apple, son
olarak akıllı yüzük için Amerikan Patent Dairesi’ne başvurdu. Başvuruda yer alan temel bilgilere göre parmağa takılabilir halka formundaki ‘akıllı’ cihazlarda dokunmatik ekran, komut verebilmek için mikrofon, işlemci ve tekrar şarj edilebilir güç kaynağı bulunması öngörülüyor. Yüzüğün kullanıcıların el hareketlerini izleyerek yazı yazma sürecine de yardımcı olabileceği belirtiliyor.
Mevcut akıllı cihazların bazı uygulamalar için yetersiz ya da hantal kalabildiğini belirten Apple’a göre, akıllı yüzük kullanıcıları, bu cihazla teknolojiden daha rahat yararlanabilecek. Giyilebilir teknoloji sayesinde, uzun süre
bir cihazı elde tutup yorulmaya gerek kalmayacak. Öte yandan Apple, akıllı yüzüğün üzerinde dokunmatik ekran mı yoksa dokunmatik yüzey mi bulunacağı konusunda bazı çekincelere sahip. Şirket, her zaman ışık yayan ve saat ile telefonların aksine kapalı bir alanda gizlenmesi zor olan bir cihazın kullanıcıları bazı durumlarda tehlikeye sokabileceğini belirtiyor. Toplam 22 sayfalık dokümanda yuvarlak ve dikdörtgen şeklindeki taslak çizimleri yer alan cihazın Apple Watch yeteneklerine sahip olabileceği dile getiriliyor.
Kablosuz bağlantı, mobil şebeke, bluetooth veya NFC gibi farklı bağlantı özelliklerini taşıması muhtemel olan yüzüğün mesaj ve hatta para transferi için kullanılabileceği de ortaya
atılan görüşler arasında. Bir diğer senaryoda ise yüzükte yer alacak biyometrik sensörlerin sağlık verilerini toplayacağı tahmin ediliyor.
Ancak patent hakkı, Apple şirketinin ‘akıllı yüzük’ üretimine başladığı ya da ileride mutlaka üreteceği anlamına gelmiyor, sadece şirketin bu projeyle ilgilendiğini gösteriyor. Ancak eğer Apple sadece savunma amaçlı bir patent başvurusunda bulunmadıysa yakında İOS tabanlı bir akıllı yüzükle tanışabiliriz.
Apple, dokunmatik ekranlı ve mikrofon donanımlı “akıllı yüzük” için Amerikan Patent Dairesi’ne yaptığı başvuruya olumlu yanıt aldı.
Apple “akıllı yüzük” ile geliyor…
TEKNOLOJİ
ETBİR I KIRMIZI50
Yüksek paketleme hızı ve esnekliğiyle dikkat çeken, yeni otomatik streç
paketleme makineleri Automac 75 ve Automac 95, Gruppo Fabbri tarafından İtalya’nın Milano kentinde düzenlenen Meat-Tech Fuarı’nda görücüye çıkarıldı. Gruppo Fabbri’nin Türkiye’deki bölge distribütörü Üçge Elektronik’in Endüstriyel Pazar Geliştirme Direktörü Ali Emin Eskiçırak ve Ürün Müdürü Recep Siriş, pazara yeni sundukları makinelerin öne çıkan teknik özelliklerini, sunduğu avantajları ve hedef pazarlarını anlattı.
Gruppo Fabbri yeni paketleme makinelerine neden yatırım yaptı?Ali Emin Eskiçırak: Gruppo Fabbri, yeni AUTOMAC makineleriyle pazarın artan
ihtiyaçlarını ve endüstriyel üretim hatlarında daha yüksek performans gereksinimini karşılamayı hedefl iyor. Hedef pazarlarımızdaki paketleme çözümü arayan fi rmalara, iki anahtar özellik sunmaktayız; mevcut üretimi arttırmak ve mükemmel esneklik. Automac 75 ve Automac 95 bu ihtiyaçlar doğrultusunda geliştirildi ve başarılı olundu.
Recep Siriş: Automac 75 ve Automac 95 teknik, işlevsel ve estetik açıdan en popüler streçleme makinesi olarak, orta-büyük ölçekli paketleme merkezlerine satılan “Automac 55 Piu” cihazının geliştirilmiş modelleri. Bu iki makinenin isimleri daha şimdiden, önceki versiyonlarına göre daha yüksek performanslı ve streçleme teknolojisinde önemli bir adım olduklarının sinyalini veriyor.
Automac makinelerinin sunduğu yenilikler neler?
Siriş: Bu makinelerin en belirgin özelliği paketleme hızı. Ancak, Automac 75 ve Automac 95’in önem taşıyan, yenilikçi başka özellikleri de var. Önemli inovasyonlardan biri olarak, daha yüksek hassasiyetli baskı ortalama için fi lm sarma/açma mekanizması ve daha yüksek paketleme performansı için fi lm germe mekanizmaları dizayn edildi. Nem ve çevresel faktörlere karşı direnci arttırmak ve bakım rahatlığı için elektronik dizaynı ve makinenin genel hatları da mükemmelleştirildi.
Eskiçırak: Kısaca bu makineler hızı, esnekliği, güvenliği ve emniyeti garanti ediyor. Kullanıcı dostu ve basitleştirilmiş süreçler sunuyor.
Gruppo Fabbri’nin yeni otomatik streçleme makineleri Automac 75 ve Automac 95 mükemmel üretim hızı, esneklik ve güvenlik sunuyor. Yenilenen özellikleriyle kullanıcı dostu olan makineler Üçge Elektronik ile Türkiye pazarında yerini aldı.
TEKNOLOJİ
Gruppo Fabbri’nin en yeni, en hızlı makineleri: “AUTOMAC 75” ve “AUTOMAC 95”
ETBİR I KIRMIZI 51
Bu iki makineyi diğerlerinden ayıran özellikleri neler?
Siriş: Automac 75, tabak sayısı açısından yüksek performansı garanti ediyor. Dakikada maksimum 75 adetlik paketlemeye ulaşıyor. Dakikada 90 adet paketleme yapabilen Automac 95, yüksek randıman için mükemmel. Her iki makine de güvenlik standartları ve rahat bir çalışma alanı sağlıyor.
Eskiçırak: Her iki makine de mükemmel üretim hızı ve esnekliği sunuyor. Bugün, tabak şeklinin ve ölçüsünün kolayca ve hızlı bir şekilde değiştirilebildiği bir makinenin, pazarda rakibi bulunmuyor. Bunlara ek olarak, 10 farklı renkte baskılı filmle, böyle yüksek hızlarda çalışabilmesi markalaşma ve verimlilik isteyen herkes için gözle görülür bir avantaj. İyi planlanmış bir üretim için, mevcut teknolojilerle, dakikada 50 pakete çıkabilen üretimler yerine, daha yüksek hızda, uygun bir makine yatırımı.
Makineleri kısaca anlatır mısınız?
Siriş: Çelik alaşımla kaplanması sayesinde daha dayanıklı olan Automac makineleri gıda sektörüne yönelik olarak dizayn edildi. Pratik dokunmatik ekranı bu makinelerinin kullanımını operatör açısından daha kullanışlı ve basit bir hale getiriyor.
Eskiçırak: Estetik açıdan bakarsak Automac 75 ve Automac 95, ergonomik bir şekilde dizayn edilmiş. Kullanıcı dostu olması sektör açısından da önem taşıyor. Streç paketlemenin olduğu her yerde kullanılabilecek en efektif ve en hızlı makineler. Bu makinelerin kullanımını öğrenmek de gayet kolay. Kullanıcılar deneyimli ve eğitimli teknik destek ekibimiz tarafından iyi bir operatör eğitiminden geçirilerek, makineyi kullanmaya hazır hale geliyorlar.
Hedef pazarlarınız nereler?
Eskiçırak: Öncelikle, kırmızı ve beyaz et, meyve&sebze ve mantarla ilgili paketleme endüstrileri bizim hedef pazarımızı oluşturuyor.
Dünyada bu sektörlerle ilgili tüm tesislerde Automac 75 ve Automac 95’i görüyoruz. Özellikle İtalya, Fransa, Rusya ve ABD’de… Gruppo Fabbri dünya çapında yaygın ağıyla direkt veya distribütörler aracılığıyla ürün ve teknik desteklerini sorunsuzca sunuyor. Biz de Üçge Elektronik olarak 5 yıldır Gruppo Fabbri’nin bölge distribütörlüğünü yürütüyoruz. Bizim faaliyetlerimiz de benzer paralellikte olup, geçmiş 5 yılın güven ve tecrübesiyle, Türkiye ve başta Türki Cumhuriyetler olmak üzere çevredeki ülkelerde devam ediyor. Mutlu müşteri, yeni pazar anlayışı ile ürünlerimizin sorunsuz kullanım ve verimliliği bizler için önemli.
Siriş: Automac 75 ve Automac 95 makinelerimizle gurur duyuyoruz. Çünkü şu anda streçleme makinelerimizle aynı performans özelliklerini gösterecek alternatif bir makine bulunmuyor. Meyve&sebze, beyaz et, mantar ve kırmızı et sektörleri makinelerimiz için hedef kitleyi oluşturuyor. Pazarımız, Türkiye sınırları ve buna ilave olarak ticarette komşu ülkeler. Özellikle Türki Cumhuriyetler olmak üzere geniş bir yelpazede olduğumuzu söyleyebiliriz.
ETBİR I KIRMIZI52
Gıda sektörünün profesyonellerini sürdürülebilirlik ekseninde
buluşturan Sürdürülebilir Gıda Konferansı 2015’te; sürdürülebilir gıda tedarik ve tüketimi için
tüketici davranışlarından şeffaf tedarik zincirine, ambalajlamadan gıda atığına, çevresel etkilerden sürdürülebilir tarıma, sürdürülebilir perakende zincirlerinden ekosistemin korunmasına kadar birçok önemli konu masaya yatırıldı.
Konferans kapsamında açıklanan Sürdürülebilir Gıda Bildirgesi ile gıdada sürdürülebilirlik
için çalışmalar yapılmasını hedefleyen “Sürdürülebilir Gıda Platformu” bir sivil inisiyatif olarak kuruldu. Ekim ayından itibaren gıda sektörü için önemli çalışmalar gerçekleştiren platform, belirlenen hedeflerin gerçekleştirilmesi için tüm paydaşları; kamu ve özel sektör temsilcilerini, akademisyen ve STK’ları bir araya getirecek.
“Sürdürülebilir Gıda Platformu” Kuruldu“Yeşil İş: Sürdürülebilir İş Zirvesi” kapsamında bu yıl ilk kez gerçekleşen Sürdürülebilir Gıda Konferansı’nda açıklanan Türkiye’nin ilk “Sürdürülebilir Gıda Bildirgesi” ile Sürdürülebilir Gıda Platformu kuruldu. Zirvede, ETÜDER üyeleri Unilever Türkiye ile Sunar Grup, Sürdürülebilir İş Ödülleri’ni de aldı.
AR-GE
ETBİR I KIRMIZI 53
“Birlikten kuvvet doğacak”latformun kurulmasına önderlik
eden Türkiye Gıda Sanayi İşverenleri Sendikası (TÜGİS) Yönetim Kurulu Başkanı Necdet Buzbaş’ın moderatörlüğünde yapılan “2023’e Doğru Sürdürülebilirlik ve Gıda” konulu oturuma gıda sektörünün öncü şirketlerinden önemli isimler katıldı. Oturuma katılan Unilever Türkiye Gıda Pazarlamadan Sorumlu Başkan Yardımcısı Mustafa Seçkin, Sütaş Grup Yönetim Kurulu Üyesi Saffet Karpat, Ülker Unlu Mamuller Başkanı Şener Astan, Sunar Grup İş Geliştirmeden Sorumlu Başkan Yardımcısı Şahin Ali Gökçelik gıdada sürdürebilirlik konusunda yaptıkları çalışmaları anlattı.
Platformun çok önemli bir adım olduğunu dile getiren Seçkin, birlikten doğacak kuvvetin en önemlisi olduğunu ifade etti. Sürdürülebilirlik politikalarına BM hedeflerinin ilham verdiğini belirterek, “Bundan 5 yıl önce iş planımızı ve büyüme hedeflerimizi sürdürülebilir bir çerçevede yeniden tasarladık. Sürdürülebilirlik konusunu iş yapış felsefesi olarak benimsedik ve faaliyetlerimizin her aşamasına bu anlayışı entegre ettik” diyen Seçkin, 5 yıl önce başladıkları çalışmalarla sürdürülebilir çay tarımını desteklediklerini, son olarak Lipton’un katkılarıyla ‘Eksik Olma’ isimli platformu hayata geçirdiklerini kaydetti.
Dünyanın sınırlı kaynaklarının en verimli şekilde kullanılmasının gerektiğini bildiklerinin altını çizen Ülker Unlu Mamuller Başkanı Şener Astan ise bu sebeple 2024 yılı için önemli hedefleri ve taahhütleri bulunduğunu kaydetti. Astan, “2024 yılına kadar sıfır karbon salınımı ile büyümeyi hedefliyoruz. Ülker bisküvi fabrikalarından birinin çatısını güneş panelleri ile kaplayacağız. Atıkların ise yüzde 100’ünün geri dönüşümünü sağlayacağız” dedi.
Sağlıklı beslenmenin gelecek nesiller için önemli olduğunu belirten Sütaş Grup Yönetim Kurulu Üyesi Saffet Karpat da, “Biz
kendi varlığımızın da devamı için sürdürülebilir gıdayı destekliyoruz. Doğadan gelen ürünü doğal olarak sürdürülebilir olarak doğaya sunuyoruz. Hayvan yemi üretimi yapıyoruz, ayrıca yaklaşık 28 bin sütçü ile çalışıyoruz. Hayvan atıklarının yüzde 100’ünü işliyor, kendi atıklarımızdan yılda 30 bin kw elektrik üretiyoruz. 3 yıl içinde hedefimiz, tüm enerji ihtiyacımızı kendi atıklarımızdan karşılamak” diye konuştu.
Sunar Grup İş Geliştirme Başkan Yardımcısı Şahin Ali Gökçelik ise toprağa sahip çıkmak gerektiğini belirterek, “Küresel sera salınımından toprakların yüzde 25’i etkileniyor. Şehirleşme giderek artıyor. Tarım sahiplenilmiyor. Doğu’da verimli olan topraklar kullanılmıyor. Biz Muş’ta ayçiçeği ekimini teşvik ettik. 3 yılda toprak daha verimli hale geldi” bilgisini verdi.
Konferansta TGDF Başkanvekili ve NÜD Başkanı Rint Akyüz’ün moderatörlüğünde yapılan “2023 Hedeflerimiz ve Sürdürülebilir Gıda” adlı oturumda konuşan Kalkınma Bakanlığı Tarım Daire Başkanı Taylan Kıymaz, sürdürülebilir gıda konusunda gereken desteği vermeye hazır olduklarının altını çizdi. Sürdürülebilir Gıda Konferansı’nın stratejik çözüm ortaklığını BASF üstlenirken, diğer çözüm ortakları Sunar Grup, Sütaş, Unilever ve Ülker oldu.
“Duyarlı Ol - DO! Projesi”İş Dünyası ve Sürdürülebilir
Kalkınma Derneği’nin (SKD) iş dünyasında sürdürülebilir tüketim konusunda farkındalık oluşturmak ve duyarlı insanlar yaratmak amacıyla hayata geçirdiği “Duyarlı Ol - DO! Projesi”nin ayrıntıları da, Yeşil İş 2015, Sürdürülebilir İş Zirvesi’nde paylaşıldı. Projenin tanıtıldığı panele, Sürdürülebilir Tüketim Çalışma Grubu eşbaşkanları olan P&G ve Unilever adına P&G Türkiye, Kafkasya Yönetim Kurulu Başkanı Tankut Turnaoğlu ve Unilever Orta Asya, Rusya ve Orta Doğu Dış İlişkiler
Direktörü Ebru Şenel Erim ile SKD Genel Sekreteri Konca Çalkıvik konuşmacı olarak katıldı.
ETÜDER üyeleri ödüllerini aldı
Aralarında ETÜDER üyesi Unilever Türkiye ile Sunar Grup’un da yer aldığı Sürdürülebilir İş Ödülleri’ni kazananlara, Yeşil İş Zirvesi’nde düzenlenen törenle ödülleri verildi. Yılın Sürdürülebilir İş Lideri Ödülü’nün Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı’ya verildiği zirvede ödül verilen kategoriler ve projeler şöyle sıralandı:• Tedarik Zinciri Yönetimi
Kategorisi’nde ‘Tüm Değer Zincirinde Sürdürülebilirlik’ projesi ile Unilever Türkiye,
• Karbon ve Enerji Yönetimi Kategorisi’nde ‘7 Adımda Proaktif Enerji ve Karbon Yönetim Sistemi’ projesi ile TOFAŞ,
• Su Yönetimi Kategorisi’nde ‘Geleceğe Yatırım:Su’ projesi ile Besler Gıda,
• Atık Yönetimi Kategorisi’nde ‘AEEE Yönetimi’ projesi ile Arçelik,
• Çeşitlilik ve Dahil Etme Kategorisi’nde ‘Doğu’ya ayçiçeği doğuyor!’ projesiyle Sunar Grup,
• İşbirliği Kategorisi’nde ‘Gelecek Turizmde’ projesiyle Anadolu Efes,
• Sosyal Etki Kategorisi’nde ‘GAP-Cheetos Çocuk Gelişim Merkezleri’ projesiyle Pepsico Türkiye,
• Sürdürülebilirlik İletişimi Kategorisinde ‘Aile Çiftçiliği Bankacılığı: Tweet Köy’ projesiyle Şekerbank ödüle layık görüldü.
“Sürdürülebilir Gıda Platformu” Kuruldu
ETBİR I KIRMIZI54
İŞ DÜNYASI
Çalışanların yüzde 76’sı ofis dışında daha verimli
Son yıllarda gelişen teknoloji ile birlikte pek çok sektörde çalışanların büyük bölümü
işlerini evden takip edebiliyorlar. Çalışanların genellikle evden çalışmaktan yana olsa da işverenler elemanlarının ofi ste olmalarını tercih ediyor? Peki çalışanlar evde mi daha verimli yoksa iş yerinde mi? Hangi ortamda daha yaratıcı, daha güzel fi kirler geliştiriyor? Son dönemde sıkça tartışılan bu konuyu “Flex Jobs” araştırdı. 2600 kişinin katılımıyla gerçekleştirilen araştırmanın sonuçlarına göre katılımcıların sadece yüzde 24’ü en iyi işlerini çalışma saatleri içinde yaptıklarını belirtiyor. Geriye kalan büyük oran ise farklı yerlerde daha etkili çalıştıklarını belirtiyor. Yüzde 50, evde çok iyi çalıştıklarını yüzde 12 cafe, kütüphane ve halka açık
olan yerlerde, yüzde 14 ise ofi ste verimli olabildiklerini ama iş saatleri dışında kimsenin ofi ste olmadığı saatlerde olduğunu söylüyorlar. Yani ofi ste en iyi işlerinin çıkardıklarını söyleyen yüzde 24’ün dışında kalan yüzde 76 ofi s dışında daha verimli olduğunu düşünüyor.
Ankete katılanlara ofi sin çalışmak için neden kötü bir yer olduğu sorulduğunda ise farklı cevaplar veriyorlar. Kimileri çalışma arkadaşlarını gerekçe gösterirken bazısı ise dikkat dağıtıcı bir atmosferin olduğunu dile getiriyor. İşini ofi s dışında yapabilme ihtimali olursa gelirinden yüzde10 ile 20 arasında kısıntıya razı olduğunu söyleyenlerin oranı ise yüzde 50.
Peki iş yerinde yeterince verimli olmadıklarını düşünen ve bunu
ifade eden çalışanların daha rahat ve daha verimli çalışabilmesi için neler yapılmalı? Gerekli çözümlerin bulunması hem daha verimli çalışanlara sahip olacak patronlar, hem de daha huzurlu çalışarak daha yaratıcı olacak çalışanlar açısından da kârlı görünüyor.
Evden çalışabilme olanağı sağlayın
Çalışanlara işyeri dışından çalışabilme olanağı sunmak yapılan anketin sonucunda da çıktığı gibi çalışanın verimliliğine olumlu yönde etkiliyor. Patronların artık işçiyi gözlemleme, kontrol etme çabalarından ve mantığından vazgeçip verimliliğine ve kendini nerede rahat hissettiğine bakması gerekiyor.
Çalışanlar iş yerinde mi yoksa evden çalıştıklarında mı daha verimli? Patronlar çalışanlarının elinin altında gözünün önünde yani ofiste olmaların isteseler de araştırmalar gösteriyor ki; çalışanların yüzde 76’sı ofis dışında daha verimli olduğunu düşünüyor. Ofis dışında çalışmak için gelirinden yüzde10 ile 20 arasında kısıntıya razı olanların oranı yüzde 50.
ETBİR I KIRMIZI 55
Çalışanların konsantre olabileceği alanlar oluşturun
Ankete katılanların yüzde 76’sı meslektaşları tarafından yüzde 74’ü ise başka dikkat dağıtıcı şeylerden ötürü konsantre olamadığını ve bunun verimliliği öldürdüğünü belirtiyor. Bu yüzden çalışanların kafasını toparlayabileceği ve rahatsız edilmeyeceği bir alanın iş yerinde oluşturulması gerekiyor.
Açık ofi s hakkında bir kez daha düşünün
Açık ofi sler dekorasyonuyla oldukça göz alıcı duruyorlar ancak gürültü oluşması engellenemiyor. Gürültünün ve dikkat dağıtan pek çok etkinin bir arada olduğu açık ofi sler, yeterliliğin ve verimliliğin istenilen düzeyde olmasını engelliyor. Bu sebeble açık ofi slerde çalışanaların verimsizliği ve dikkat eksiklikleri göze çarpıyor.
İş-ev arasında harcanan mesaiyi azaltacak bir yol bulun
İşe gidiş saati ve işten çıkış saati ile ilgili olarak söylenebilecek gerçekçi şey, zaman kaybı ve çalışanlar tarafından nefret edilen bir durum olduğu. Çalışanlar için günün en kötü zaman aralığı evden işe gitmek için harcanan dakikalar hatta saatler. Hem stresi arttırıyor hem de verimliliği düşürüyor. Çalışma günlerini 4 güne düşürüp 1 günü de evden çalışma günü olarak ayarlamak, çalışanların motivasyonunu arttırabilir.
Ofi si daha sağlıklı bir alan haline getirin
Ankete katılanların yüzde 80’i evden çalışmanın ofi ste çalışmaya göre daha sağlıklı olduğunu dile getiriyor. Yüzde 29’u ise ofi ste çalışırken egzersiz yapma şanslarının olmadığını ve bunun da sağlıklarını olumsuz yönde etkilediğini belirtiyor. Çalışanların evden çalışmalarına imkân sağlanamıyorsa onların daha mutlu ve sağlıklı çalışabileceği bir alan yaratılması gerekiyor. Sağlıklı şekerlemelerden tutun, meyve barına, spor salonuna, yoga fırsatına kadar çoğu hizmet seçenekler arasında yer alıyor.
1 günü de evden çalışma günü olarak ayarlamak, çalışanların motivasyonunu arttırabilir.
Ofi si daha sağlıklı bir alan haline getirin
Ankete katılanların yüzde 80’i evden çalışmanın ofi ste çalışmaya göre daha sağlıklı olduğunu dile getiriyor. Yüzde 29’u ise ofi ste çalışırken egzersiz yapma şanslarının olmadığını ve bunun da sağlıklarını olumsuz yönde etkilediğini belirtiyor. Çalışanların evden çalışmalarına imkân sağlanamıyorsa onların daha mutlu ve sağlıklı çalışabileceği bir alan yaratılması gerekiyor. Sağlıklı şekerlemelerden tutun, meyve barına, spor salonuna, yoga fırsatına kadar çoğu hizmet seçenekler arasında yer alıyor.
ETBİR I KIRMIZI56
BESLENME
Kışın nasıl beslenmeliyiz?Kışın nasıl beslenmeliyiz?Kışın nasıl beslenmeliyiz?
Kış mevsiminde beslenmenize daha fazla özen göstermelisiniz. Çünkü
bu mevsimde havaların hızla soğumasıyla daha çok hastalık riski taşırsınız. Güçlü bir savunma mekanizmasının temelinde ise yeterli ve dengeli beslenme yer alır. Vücudun dışarıdan çeşitli toksinlere, virüslere karşı kendini koruyabilmesi için bağışıklık sistemine özellikle dikkat etmesi gerekiyor. Kış mevsimi kilo almaya da oldukça elverişli dönemlerden biridir. Üzerinizdeki üşüme, halsizlik ve isteksizlik aşırı yeme atakları ile son bulabilir. Çoğu zaman hareket etmek bile istemezsiniz. Bu durum kilolarınızı kıyafetlerinizin içine saklamaya çalıştığınız bir kış yaşamanıza neden olabilir. Bunun için tüm kış ayları boyunca öğün atlamadan az ve sık beslenmeye, yağlı, şekerli besinler yerine, uzun süre tok tutma özelliğine
sahip posalı besinler olan tam tahıl ürünleri, taze mevsim sebze ve meyvelerini tüketmeye özen göstermelisiniz.
Meyve sebzeyi ihmal etmeyin!
Gün içerisinde gerek öğünlere acıkmayı engellemek gerekse meyve tüketimini desteklemek için meyve saatleri koymalısınız. Bu meyve saatlerini mevsim meyvelerinden elma, armut, nar, muz, C vitamin içerikleri yüksek olan kivi, portakal, mandalina, greyfurt ile çeşitlendirebilirsiniz. Meyve yemeyi sevmiyorsanız taze sıkılmak ve bekletmemek kaydı ile sularını da tercih edebilirsiniz. Ancak meyveler bütün olarak yenildiğinde alınan posanın da vücuttaki atıkları temizlemede süpürge görevi vardır ve daha yararlıdır.
Her öğünde mutlaka çiğ mevsim sebzelerinden bulundurmalısınız. Kahvaltıda mevsimine göre söğüş domates, salatalık dilimleri, kırmızıbiber, maydanoz, dereotu; öğle ve akşam yemeklerinde ise bol yeşillikli salataları sofralarınızdan eksik etmemeli ve salata soslarında özellikle C vitaminini desteklemek için limonu tercih etmelisiniz. Bunun yanı sıra pişirerek yiyebileceğiniz ıspanak, karnabahar, lahana, brokoli, Brüksel lahanası da C vitamini içerir. Bağışıklık sistemini güçlendirmede vitamin ve minerallerden çinko da çok önemlidir. Çinko için kırmızı et, badem, ceviz, kabak çekirdeği, zencefi l kökü, yumurta, tam tahıllar, bulgur gibi besinlerde bulunur. Her gün 10-15 adet badem, 2-3 bütün ceviz içi veya 1 çay bardağı kadar kabak çekirdeğini beslenmenize ekleyip ekmeklerinizi de tam buğday ekmeği şeklinde tercih edebilirsiniz.
Kış aylarının gelmesiyle birlikte soğuk havalara karşı harekete geçen bağışıklık sistemi, hastalıklara karşı kendini korumak için yağ yakımını engeller. Bu durumda kış mevsimini sağlıklı geçirmek için bağışıklık sistemini biraz daha güçlendirmelisiniz. Ancak vücudunuzu güçlendirmeye çalışırken kolaylıkla alınan kilolardan da kaçınmalısınız.
ETBİR I KIRMIZI 57
Kışın nasıl beslenmeliyiz?Doğal antibiyotik sarımsak
Kışın sizleri hastalıklardan koruyacak bir diğer önemli bir besin de doğal antibiyotik sarımsaktır. Sarımsak içeriğindeki aktif maddelerden dolayı oldukça güçlü bir antioksidan ve anti-infl amatuar bir besindir. Özellikle gribal enfeksiyon ve soğuk algınlarına karşı korunmak istediğimiz bugünlerde günde 1 diş sarımsak yemek alışkanlık haline getirmeli. Dikkat edilmesi gereken sarımsağın pişirilmesi yerine çiğ olarak tüketilmesidir. Salatalara, yoğurt veya cacığa yahut pişmiş yemek ve çorbalara ateşten aldıktan sonra eklenebilir.
Soğuk demeyin bol bol su için!
Soğuk havanın etkisi ile azalan su tüketimi, terlemenin olmadığı kış aylarında vücuttan toksinin atılması için çok daha önem kazanıyor. Gün içerisinde bol su içmeyi alışkanlık haline getirilmelisiniz. Su içmenin yanı sıra bitki çayları da sıvı alımına katkıda bulunabilir. Ihlamur, adaçayı, zencefi l gibi bitki çayları, elma-tarçın, böğürtlen şeklinde karışık meyve çayları da toksinlerin vücuttan uzaklaştırılmasında etkilidir. Özellikle zencefi l çayı soğuk algınlıklarında üşüme,
titreme gibi hastalık belirtilerine karşı direnç göstermenizi sağlar. Ekinezya bitkisinin çayı ise gribal enfeksiyonlarda çabuk toparlanmanıza yardımcı olur. Bitki çaylarını hazırlarken içerisine bir dal tarçın ve bir iki diş karanfi l ekleyerek tadını ve içeriğini zenginleştirebilirsiniz.
Et ve süt ürünlerine ağırlık verin!
Kış aylarında vücudunuzun yararlı bakteriler açısından desteklemek de bağışıklık sisteminizi güçlendirir. Örneğin; probiyotiklerden zengin yoğurt, kefi r, fermente süt ürünleri düzenli olarak tüketildiğinde bağırsak sağlığını olumlu etkileyerek genel sağlığı iyileştirici görev üstlenirler. Böylece dışarıdan antibiyotik ve ilaç takviyeleri yerine, doğal antibiyotik etkisinde probiyotiklerden destek alarak daha rahat bir kış dönemi geçirebilirsiniz.
Yeterli miktarda protein almak da vücut direncini sağlamada önemlidir. Et, tavuk, balık çeşitleri, yumurtanın yanı sıra süt ve süt ürünleri, kuru fasulye, nohut, mercimek gibi kuru baklagiller de protein kaynaklarıdır. Mutlaka bir öğünde et grubu, yumurta
veya kuru baklagillerden bir çeşit bulundurulmalısınız. Hastalık yapıcı yabancı etmenlere karşı güç kazanmak için, öğünlerinizde dört ana besin grubu olan etlere, süt ürünlerine, tahıl ürünlerine ve sebze-meyvelere mutlaka yer vermelisiniz.
Tavuk suyuna çorba ile iyileşin!
Diyelim ki bütün bunlara rağmen yine de hastalılardan kaçamadınız, çareyi tavuk suyuna çorbada arayabilirsiniz! Yüzyıllardır soğuk algınlığına iyi geldiği söylenen tavuk çorbasının, soğuk algınlıklarında semptomların kötüye gitmesini önlediği söyleniyor. Tavuk suyu ile yapılan çalışmalarda bu çorbanın üst solunum yolu enfeksiyonlarını hafi fl eten anti-infl amatuar (iltihap önleyici) özelliklerinin olabileceği ifade ediliyor. Aynı zamanda biriken mukusun atımını kolaylaştırabileceğine dair görüşler bulunuyor. Yararı kesin ispat edilmemiş olsa da, tavuk suyu çorba gribal enfeksiyonlarda ihtiyaç duyulan sıvı desteğini sağlayabiliyor. Tavuk sulu çorbayı, zencefi l, sarımsak ve kekik ile zenginleştirerek faydalı etkilerini arttırabilirsiniz.
ETBİR I KIRMIZI58
Endüstrisi ile zengin, gün batımıyla büyüleyici bir ülke: Finlandiya
ÜLKE RAPORU
Kuzey Avrupa’da Baltık Denizi kıyısında yer alan Finlandiya, uzun yaz geceleriyle ülkeye gelenleri adeta büyülüyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası nüfusunun büyük bölümü tarım ve ormancılık ile uğraşan ülke, endüstrileşmeyi başarmış, dünyanın en zengin ülkeleri arasında yer alıyor.
Coğrafi konumFinlandiya, Batıda İsveç,
kuzeyde Norveç, doğuda Rusya ve güneyde Baltık Denizi ile sınırı bulunan bir kuzey Avrupa ülkesidir. Finlandiya’da irili ufaklı 188.000 göl bulunmaktadır. Ülkenin topraklarının %69’u orman, %10’u göller ile kaplı olup tarıma elverişli arazi toplamı, topraklarının ancak %18’i civarındadır.
Topraklarının 1/3’ü kutup çizgisinin üstünde “kutup bölgesi”nde yer alan Finlandiya’da yaz aylarında, hava sıcaklığı +30°C’a kadar yükselebilmekte, günler uzun ve aydınlık geçmektedir. Buna karşılık, kış mevsimi oldukça soğuk (-30°C) ve karanlık geçer.
Siyasi ve İdari DurumFinlandiya 1155 yılında
İsveç Krallığı’na dahil edilmiştir. Finlandiya’nın İsveç hakimiyeti
altında olduğu 1809 tarihine kadar süren dönemde, batı tarzında yargı, kamu idaresi, siyasi sistem ve sosyal hizmetler alanlarındaki kuruluşların temelleri atılmıştır. 18. yüzyılın sonunda, İsveç gücü azaldıkça, bağımsız Finlandiya fikri ortaya çıkmıştır. 1809 tarihinde Finlandiya Rus Çarı’na bağlı Özerk Çar Dukalığı olmuştur. Finlandiya kendi hukuk sistemini, gelişen ulusal ekonomisini ve ordu birimlerini korumuştur. 1865 tarihinde Finlandiya kendi para birimi olarak Markka’yı çıkarmış, parlamenter bir hükümet sistemi ile hukukun üstünlüğüne dayalı bir hükümet geliştirmiştir. Fransız sistemine benzeyen Finlandiya Anayasası 17 Temmuz 1919 tarihinde kabul edilmiştir.
1947 Paris Antlaşması çerçevesinde, Finlandiya Sovyetler Birliği’ne savaş tazminatı ödemek ve belli bir toprak parçasını bırakmak zorunda kalmıştır.
Finlandiya’nın iyi bir ekonomik yönetime sahip olmasından gelen ünü, I. ve II. Dünya Savaşları arasındaki dönemde yabancı borçlarını ödemesine ve II. Dünya Savaşı’nın ardından Marshall yardımı almadan yeniden yapılanmasına dayanmaktadır. Finlandiya, 1948 Paris Anlaşması’nı takiben Sovyetler Birliği’ne komşu coğrafi konumunu dikkate alarak batı tipi demokrasi modeli ile birlikte askeri tarafsızlık politikası izlemektedir.
Nüfus ve İşgücüFinlandiya’nın nüfusu, 2014 yılı
sonu itibariyle 5,4 milyon kişidir. Kadın nüfusu 2,8 milyon, erkek nüfusu ise 2,7 milyondur. Ülkede en çok yaşayan yabancı kökenli grup Rus vatandaşları olmakla beraber, Türk vatandaşları ülkede en çok yaşayan yabancı uyruklular sıralamasında sekizinci sırada yer almaktadır.
ETBİR I KIRMIZI 59
Finlandiya, AB ülkeleri arasında oransal olarak en yüksek 65 yaş üstü nüfusa sahip ülkedir. 2014 yılında toplam nüfusun % 18,8’si 65 yaş üstü olup, OECD ülkeleri arasında en yüksek orandır. Helsinki’nin nüfusu yaklaşık 600,000 kişidir. Bunun yanı sıra Espoo ve Tampere nüfusu en fazla olan diğer şehirlerdir.
Ekonomik YapıFinlandiya sanayi altyapısının
oluşmasında Dünya Savaşı ertesinde Rusya ile yapılan Barış Anlaşması çerçevesinde savaş tazminatının gemi ile makine ve ekipman olarak ödenme mecburiyeti önemli bir katkı sağlamıştır. Metal ve mühendislik sanayinin hammaddesi demirin ve sanayi için gerekli enerji kaynağı petrolün Rusya’dan temini, buna karşılık söz konusu ülke ile yapılan uzun vadeli ticari ve ekonomik işbirliği anlaşmaları ile sanayi üretiminin bu ülkeye satışı ve üretim fazlasının da diğer batı ülkelerine pazarlanması sanayi altyapısının etkin kullanımını sağlamıştır.
Finlandiya bugün büyük ölçüde endüstrileşmiş bir serbest piyasa ekonomisine sahiptir. 2014 yılında 221,3 milyar dolara ulaşan Gayrisafi Milli hasılası ile Avusturya, Belçika, Hollanda ve İsveç ile benzer bir büyüklüğe sahiptir. Ekonomide özellikle imalat sanayinde (ormancılık, metal işleme, tasarım/dizayn, telekomünikasyon ve elektronik) son derece rekabetçi sektörlere sahiptir. İklim koşullarından ötürü, tarımda sadece kendine yeterliliği hedeflemektedir. Ormancılık ile ilgili sektörler, özellikle kırsal kesimde en büyük 2. uğraş dalını oluşturmaktadır.
Son yıllarda dünyayı etkisi altına alan ekonomik ve mali krizden etkilenmiş olsa da, Avrupa ekonomik alanında krizin etkisini en çabuk atlatan ülkelerin başında gelmektedir. Uzun dönemde Finlandiya ekonomisi için en önemli tehditler hızla yaşlanan nüfus yapısı ile rekabetçi piyasa koşullarına uyum sağlama hususlarında ortaya çıkmaktadır. Mobil telefon şirketi
Nokia’nın 2013 yılında Microsoft’a satılması ve geleneksel ihracat dalı olan kağıt sektörü talebindeki zayıflama; 20 yıl boyunca bütçe fazlası veren Fin ekonomisini etkilemiştir. Finlandiya, Dünya İnnovasyon Endeksi’nde İsviçre, İsveç, Singapur ve Hong Kong’dan sonra 5. sırada bulunmaktadır. Finlandiya ekonomisi, ülke nüfusunun düşük olmasından kaynaklanan kısıtlı pazar potansiyeli dolayısıyla dış pazara yönelik oluşmuştur.
Tarım ve Hayvancılık Küçük aile çiftliklerinin, tarımın
temelini teşkil ettiği Finlandiya’da, buğday ve çavdar, ülkenin üretim sezonunun 200 günün üzerinde olduğu güneybatı kesiminin ana ürünleridir. Bunları yine büyük miktarlarda yetişen yulaf, arpa, patates ve çavdar takib eder. Üretim sezonunun 150 günün altına düştüğü kuzey bölgelerindeki tarım arazisi ise, geniş otlaklardan meydana gelir. Bu otlaklarda özellikle süt üretimi için iki milyon civarında küçük ve yine iki milyon civarında da büyükbaş hayvan beslenmektedir. Finlandiya’da tarım, geleneksel olarak tarım ve ormancılığın bir karışımıdır; yaz aylarında tarla çalışmaları, kış aylarında odunculuk yapılmaktadır. Finlandiya’nın yaklaşık % 75’i ormanlarla kaplıdır. Ortalama ekilebilir alanın büyüklüğü 29.97
hektardır. Ülkenin her yerinde görülen ve toplam yüzölçüm içerisinde önemli bir yer kaplayan göllerde de geniş ölçüde balıkçılık yapılmaktadır. 2006-2011 yılları arasında ormanlık alan (korunan alanlar dahil) 26.263.000 hektar olup, bunun %52,1’i özel kişilere, %7,7’si şirketlere, %35,1 ‘i devlete aittir.
SanayiFinlandiya’nin başlıca sanayi
kolları Madencilik Ürünleri, Ormancılık, Kimyasal Ürünler, Gıda, İmalat Sanayi Ürünleri, Tekstil ve Giyim, Elektrik, Gaz, Buhar, Sicak Su, Metal Ürünleri’nden oluşmaktadır. Finlandiya İstatistik Kurumu’nun verilerine göre, 2012 yılının ilk çeyreğinde Finlandiya imalat sanayii gelirleri, bir önceki yılın ilk çeyreğine göre %1,2 oranında artış göstermiştir. Buna paralel bir şekilde, 2012 yılının ilk çeyreğinde iç satışlar % 4,8, ihracat gelirleri ise bir önceki yılının ilk çeyreğine göre %1,4 nisbetinde azalmıştır.
TurizmFinlandiya’da uzun süren kış
mevsimi nedeniyle kış turizmini tercih eden turistler için çeşitli imkanlar bulunmaktadır. 2012 yılında 7.3 milyon yabanci turist Finlandiya’ya turizm amacıyla gelmiştir. Bunun yanısıra Finlandiya’dan turizm amaçlı
ETBİR I KIRMIZI60
ÜLKE RAPORU
olarak giden Finli turist sayısı ise 4,3 milyon. 2012 yılında Türkiye’yi ziyaret eden Finli turist sayısı 1095,083 olmuş ve bu rakam ve 2011 yılına göre % 4,57 artış göstermiştir. Finlandiya’da bulunan binlerce göl ve ada, takım adalar, Lapon şelale ve nehirleri, güneşli gecesiz yazlar turistlerin ilgisini çekmektedir.
Enerji188.000 göle rağmen,
Finlandiya deniz seviyesine yakın bir ülkedir ve hidroelektrik güç üretmek için yeterli potansiyele
sahip değildir. Nükleer güç toplam enerji gereksinimin %17.5’ini karşılamaktadır. İklim koşulları ve enerji yoğun endüstri nedeniyle enerji tüketimi hayli yüksek olan Finlandiya’da üretilen elektriğin yaklaşık %30’u mevcut 4 nükleer reaktör ile karşılanmaktadır. Artan enerji ihtiyacı ve dışa bağımlığının azaltılabilmesi amacıyla nükleer enerjiden vazgeçilmemekte ve diğer AB ülkelerinin aksine yeni projeler üretilmektedir.
2012 yılında ülkedeki elektrik tüketiminde bir önceki yıla kıyasla %1’i aşan oranda düşüş gözlenmiştir. Bunun da temel
sebebi, üretimdeki elektrik tüketiminin %6 oranında düşmesi olmuştur. Kondens güç üretimi % 54 oranında azalmıştır bu durumun başlıca sebebi ise; yerli elektrik üretiminin özellikle İskandinav ülkelerinden yapılan ithalat ile yer değiştirmesi olmuştur. Elektriği yoğun tüketen sektörler arasında ise özellikle orman ve çelik endüstrileri yer almaktadır.
Finlandiya Avrupa’da maden kömürü kullanımını 2025 yılına kadar adım adım kaldırma hedefi koyan ilk ülke konumundadır. Hükümetin koyduğu hedef ile planlanan bütün ithal enerji kaynaklarıyla yerli enerji kaynaklarının değiştirilerek yeni iş olanakları yaratılması ve aynı zamanda karbon salınımını azaltıp cari dengenin düzelmesine katkı sağlanmasıdır. Ülkedeki hükümet ulusal iklim ve enerji stratejisine uygun olarak, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılmasını ve fosil yakıtların kullanımının azaltılmasını desteklemek için yeni teşvikler ve vergiler getirmektedir.
Dış Ticaret Finlandiya ithalatının büyük
kısmı miktar kısıtlamalarına tabi değildir. Ancak, AB Üyesi olmayan ülkelerden yapılacak balık ve su ürünleri ithalatında miktar kısıtlaması ve AB’nin ortak tarım politikası çerçevesinde, et, süt ve ürünleri ile sebze v.b. ürünlerin ithalatında lisans uygulaması bulunmaktadır. Diğer taraftan, bazı tarım ürünleri ithalatında tarife kotaları uygulanmaktadır. Finlandiya’nın ithalatında uyguladığı sağlık ve hijyenle ilgili düzenlemeleri AB’nin teknik düzenlemelerine ve Kuzey Avrupa Ülkeleri mevzuatına paralellik göstermektedir.
Gıda ile temas eden ambalaj materyalleri, gıdalarla aynı mevzuat ve kriterlere tabi bulunmaktadır. İthalat işlemleri sırasında,”Gıda ile Temas Eden Paketleme Materyalinin Uygunluğu” formunun doldurulması gerekmektedir. Şüphe edilecek bir durum olmadığı
ETBİR I KIRMIZI 61
sürece, AB üyesi bir ülkede serbestçe pazarlanan bir ambalaj malzemesi, Finlandiya’da da serbest dolaşım hakkına sahip bulunmaktadır. AB dışından gelen gıda ürünleri veya gıda ile temas edecek ambalaj materyalleri her durumda kontrole tabi bulunmaktadır. İthalatta, gıdanın ve ambalaj malzemesinin türüne göre laboratuvar testleri, serbest dolaşıma giriş öncesinde, Ulusal Gümrük Kurulu laboratuvarları tarafından yapılmaktadır.
Hayvansal ürünler dışındaki gıda ürünleri ile ilgili sağlık kontrolleri Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’na
bağlı Gümrük Laboratuvarları tarafından tüketicinin korunması amacıyla gerçekleştirilmektedir. Türkiye “Ürün Güvenliği ve Gıda Kontrol Sistemleri” itibariyle üçüncü ülkeler grubunda yer almaktadır. Türkiye’den ithal edilecek ürünler, bu sistem çerçevesinde “örnekleme esasına” göre kontrole tabi tutulmaktadır. İthalata konu olan ürün AB Teknik Mevzuatı’na göre “uyumlaştırılmış” ürün ise, üye ülkelerden birinde yapılan kontrol, topluluk içinde serbest dolaşımla girmesi için yeterli olmaktadır.
Üçüncü ülkelerden ithal edilen ürünler gümrük vergileri
ve Katma Değer Vergisi’ne tabidir ve gümrüğe beyan edilmeleri gerekmektedir. Söz konusu ürünlerin herhangi bir yasaklama, kısıtlamaya tabi olup olmadığı ve hangi vergilere tabi olduğu gümrük idarelerince denetlenmektedir. İthalatçı veya temsilcisi tarafından Tek İdari Belge (SAD) düzenlenmekte ve ekine satış faturası, gümrük değerine ilişkin beyan, menşe belgesi, yükleme belgesi ve ürün listesi iliştirilmektedir. İthal ürünler AB ile Serbest Ticaret Anlaşması yapılan bir ülkeden geliyor ise bazı ürünlerde gümrük vergisi indirimi bulunmaktadır.
Türkiye ve Finlandiya Dış Ticareti YIL İHRACAT
(milyon ABD Doları)
İTHALAT(milyon ABD
Doları)
2007 412.4 1,208
2008 367.1 1,180
2009 196.6 795.9
2010 296.0 1,115
2011 352.8 1,296
2012 301.5 1,114
2013 298.0 1,245
2014 329.6 1.138Kaynak: Trademap, TUİK
ETBİR I KIRMIZI62
SAĞLIK
Ofiste oturup kalmayın!
Uzun saatler ofiste oturarak çalışmak zorunda kalanlar bir süre sonra çeşitli ağrılara ve ofis hastalıklarına yakalanıyorlar. Özellikle sırt,
boyun ve bilek ağrıları, dizlerde yaşanan yıpranmalar ofiste uzun süre oturarak çalışmanın getirdiği sağlık sorunlarının başında geliyor. Ancak ofis içinde yapılabilecek küçük egzersizler ile ofiste zinde kalmak mümkün. Bu egzersizler için daha aktif bir ofis yaşamını alışkanlık haline getirmek yeterli. İşte bu egzersizlerden bir kaçı…
1. işyerinize yürüme mesafesini arttırın!İşle eviniz arasındaki mesafe yakınsa
otomobile binmek yerine yürümeyi tercih edin. Toplu taşıma araçlarını kullanıyorsanız bir durak önce ya da sonrasını kullanın. Sabahları işe geç kalma telsşı yaşıyorsunuz akşamları iş dönüşü uygulamaya özen gösterin. Böylece her gün düzenli yürüyüş yapmış olursunuz. Otomobille gidiyorsanız park yerinin en uzak köşesine bırakın.
2. Ofiste ayakta durma fırsatı yakalayın!Ayakta iken yakılan kaloriler otururken
yakılanlardan daha fazladır. Ofiste ayakta durma fırsatları yaratın. Telefonla konuşurken ayakta durun. Diğer masalarda veya ofislerde çalışan iş arkadaşlarınızla iletişiminizi mail göndermek veya telefonla haberleşmek yerine onların yanına giderek sağlayın.
3. Öğle aralarını hareketli geçirin!Öğle tatilinde fırsat yaratıp tempolu bir yürüyüş
veya kasları germe egzersizleri yapmaya çalışın. Öğle molalarını değerlendireceğiniz bir yürüyüş grubu organize edin. Etrafınızda, size eşlik edecek çok sayıda arkadaş bulabilirsiniz. Yanınızdakileri öğle yürüyüşleri yapmak için teşvik edin.
“Ofiste bütün gün oturuyorum, her yerim ağrıyor” diyenlerseniz çaresi var… İşinizi aksatmadan gün içinde yaratacağınız küçük egzersiz dakikaları hem ofiste zinde kalmanızı sağlayacak hem de gününüzü renklendirecek.
ETBİR I KIRMIZI 63
4. Stres topu ile kaslarınızı çalıştırın!Masanızda otururken stres topunuz elinizin
altında olsun. Kaslarınızı korumak için bu topla egzersiz yapabilirsiniz.
5. Vücudunuzu hareketsiz bırakmayın!Gün içerisindeki çay molalarınızda ise
çenenizi göğsünüze değdirme ve omuzlarınızı yavaşça kulaklarınıza doğru kaldırma, bacaklarınızı germe gibi sürekli oturma pozisyondaki vücudu hareketlendirecek bazı hareketler yapın.
6. Gevşeme veya meditasyon yapın!Gün içinde arada bir, kendinize birkaç
dakika ayırın, rahat bir yere oturun ve ayaklarınızdan başlayarak sırayla yukarı doğru yüz ve ağız kaslarınıza kadar bütün kaslarınızı tek tek gözünüzün önüne getirin ve onları tamamıyla gevşetin, rahatlatın. Gözleriniz kapalı, rahat nefes alarak birkaç dakika hiçbir şey düşünmemeden bu gevşemiş pozisyonda kalın.
7. Ofis dışında hareketli olun!Bir yere gitmeniz gerekiyorsa zamanınızı
ayarlayıp yürüyerek gidin ve biraz tempolu yürüyün; sağlığınız yerindeyse merdiven kullanın.
8. İş seyahatlerinizde spor salonu olan otelleri seçin!
İş seyahatlerini de ‘ofis’ olarak kabul edersek, bu tip organizasyonlarda fitnes salonu, koşu bantları, ağırlık çalışma aletleri veya havuzu olan bir otel seçin. Böyle bir otel yoksa yay ve atlama ipi gibi taşınması kolay spor aletlerinizi bavulunuza koyun. Tabii ki mekik, şınav ve benzeri basit egzersizler için alete gerek yok. Bunları her yerde yapabilirsiniz. Havaalanında ise bekleme salonunda oturmak yerine tempolu bir yürüyüş yapın.
ETBİR I KIRMIZI64
OTOMOTİVOTOMOTİV
Citroën’den eğlenceli bir tasarım:
C4 Cactus
Citroën hızla değişen dünyamızda değişen tüketici tercihlerine en iyi şekilde cevap verebilmek için müşterilerinin karşısına yeni bir tasarım ile çıktı. Dışında küçük darbelere karşı koruma sağlayan hava kapsülleri olan rengarenk Citroën C4 Cactus, otomobil tutkunlarıyla buluştu.
Citroën C4 Cactus’ü tasarım ve işlevselliğin birleşimi olarak tanımlamak mümkün.
Citroën’in tasarımcısı Mark Lloyd’un “Telefonların koruyucu kapları var, neden otomobillerin olmasın?” düşüncesiyle dizayn ettiği Citroën C4 Cactus’ün yan tarafl arından Airbump®’lar yer alıyor. Airbump®’larda bulunan hava kapsülleri amortisör görevi görerek oluşabilecek küçük darbelere karşı koruma sağlıyor (4 km/s kadar). Yumuşak bir malzeme olan Poliüretan Termoplastik’ten üretilen hava kapsülleri oluşan darbeleri emmeye yardımcı oluyor. Ayrıca araç bakım ve tamir maliyetlerinin düşmesini de sağlıyor.
Citroën C4 Cactus, 4 farklı Airbump® rengi (siyah, kum gri, koyu gri, çikolata rengi) ve 9 farklı gövde rengi ile kişiselleştirme adına zengin bir yelpaze sunuyor. Citroën C4 Cactus’e sahip olmak isteyenlerin tek yapmaları gereken
tek şey, renkleri seçmek. Kompakt ölçüleri (uzunluk 4,16
m.) ve şehir içi kolay manevra kabiliyetiyle Citroën C4 Cactus, 2,60 m. dingil mesafesi ile kullanıcılarına cömert bir yaşam
alanı sunuyor. Geniş ve ferah yolcu kabini, 358 litrelik geniş bagaj hacmi, aeordinamizmi düşünülerek tasarlanmış 1,48m optimize edilmiş yükseklik ile kullanıcılarına konforlu yolculuklar vaad ediyor.
ETBİR I KIRMIZI 65
Dışı renkli içi konforluFCitroën C4 Cactus’ün ön
bölümünde bulunan geniş oturma alanı yolcuların konforunu arttırmak için kanepe tarzında tasarlanmış. Öndeki iç mekan da şık bir görünüm sunuyor. Ön konsolun üzerinde kolay erişilebilir torpido gözü “Top Box” yer alıyor. 8,5 litre kapasiteli geniş torpido gözü tüm eşyaları saklamaya yardımcı oluyor. Citroën C4 Cactus’ün torpido ve ön panel dekoru el yapımı adeta valizleri andırıyor. Farklı koltuk döşeme ve kabin tasarımıyla, farklı seçenekler sunan Citroën C4 Cactus’ün teknolojik aydınlatma sistemi Airbump®’lara entegre edilmiş far ve onları vurgulayan LED gündüz farlarından oluşuyor.
Citroën’e özel, yüksek ısı izolasyonlu panoramik cam tavan, aracın içine devamlı filtrelenmiş bir ışığın girmesini sağlıyor. C4 Cactus’ün panoramik cam tavanı adeta “Bırakın içeri ışık girsin” diyor. Filtrelenmiş koruması sayesinde panoramik cam tavan yazın UV ışınlarından koruyor ve sıcaklığı minimalize ediyor. Kışın ise mükemmel termik izolasyonu sayesinde otomobilin içindeki sıcaklığın korunmasını sağlıyor. Citroën C4 Cactus, yoldaki tümsekleri hissettirmeyen esnek süspansiyonu sayesinde konforlu bir yolculuğu garanti ediyor.
Teknolojiyi yeniden keşfedin!
Günümüzün gerçek ihtiyaçlarına yönelik yeni teknolojiler sunan Citroën C4 Cactus’ün tüm sürüş ve konfor fonksiyonları, 7”dokunmatik tablet ekran üzerinden yönetiliyor. Yolcuların zevkine göre beğendikleri müzikleri dinleyebilmeleri için taşınabilir cihaz bağlantısına sahip Citroën C4 Cactus gidilecek yere en kısa, en ekonomik ya da en hızlı şekilde ulaşma seçeneği sunan navigasyonu ile seyahatleri keyfe dönüştürüyor. Otomatik klimaya sahip Citroën C4 Cactus, sürüş
yardım ekipmanları olan Park Yardım Sistemi, Geri Görüş Kamerası ve Yokuş Kalkış Desteği ile yolculukları kolaylaştırıyor. Park yardım sistemi, boş park alanının aracın boyutlarına uygunluğunu ölçüyor ve hesaplanan alana park etmek için otomatik manevra yapıyor. Sürücüye sadece gaz ya da frene basmak kalıyor. İlk defa Citroën tarafından geliştirilen “Airbag in roof teknolojisi” ile hava yastıkları tavan bölümünde yer alıyor. Bu sayede yolcu tarafında geniş bir alan elde edilirken torpido gözünün de kapasitesi de artırılmış bulunuyor.
Kendi hafif bütçesi de hafif…
Citroën C4 Cactus sürüş keyfini akılcı bütçelerle birleştiriyor. C4 Cactus’ün optimize edilmiş ağırlığı; Magic Washsilelcek sistemi ve Yüksek Termal Koruması olan panoramik cam tavan gibi yeniliklerle sağlanmış. Bu fonksiyonlar CO2 emisyonlarını azaltmaya da yardımcı oluyor. Rakiplerine göre yaklaşık 200 kg daha hafif olması kullanıcıların bütçesini de hafifletiyor. Sürüş keyfi ve konforu her zamanki gibi ön planda tutulurken araçtan sağlanan hafiflik ve yeni nesil motorların kullanılması yakıt tüketiminde büyük avantaj sağlıyor.
ETBİR I KIRMIZI66
SEKTÖRÜN ETKİNLİK TAKVİMİ
GIDA FUAR ve ETKİNLİKLERİARALIK 2015
01 – 03 AralıkGıda Bileşenleri Avrupa ve Doğal Bileşenler 2015 Fuarı
Fi Europe & Ni 2015, Food ingredients Europe & Natural ingredients 2015
Yer: Paris, Fransa.
Bilgi için: Matthias Baur. UBM Live
Tel: + 31 (0) 20-40 95 530
E. Mail: [email protected]
www.foodingredientsglobal.com,
www.ingredientsnetwork.com
07 – 09 AralıkGıda Ürünleri ve Teknolojileri Fuarı
SIAL Middle East 2015
Yer: Abu Dhabi National Exhibition Centre.
Abu Dhabi, BAE.
Bilgi için: İstanbul Ticaret Odası
Tel: (212) 455 6111-455 6107
E. Mail: [email protected],
www.sialme.com
OCAK 2016
22 – 24 Ocak“Avrasya Hayvancılık 2016”
8. Hayvancılık, Ekipmanları, Tavukçuluk ve Süt Endüstrisi Fuarı
Yer: Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi. İstanbul
Tel: (212) 886 6843, Faks: (212) 886 6896
E.mail:[email protected]
www.tuyap.com.tr
28-31 Ocak 2016“MERSİN AGRODAYS”
Mersin 11. Tarım Gıda ve Hayvancılık Fuarı
Yer: CNR EXPO Mersin – Yenişehir
Tel: (212) 465 7474, Faks: (212) 465 6450
E.mail: [email protected],
www.mersintarimfuari.com
www.facebook.com//ETBİR
Web sayfamızdan ve Facebooktan bizi takip edin!
29 Ocak - 01 Şubat“AVRASYA TARIM 2016”
9. Uluslararası Tarım ve Tarımsal Mekanizasyon Fuarı
Yer: Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi, İstanbul
Tel: (212) 886 6843, Faks: (212) 886 6896
E.mail:[email protected]
www.tuyap.com.tr
ŞUBAT 2016
04-07 Şubat“GAPTARIM”
7. Tarım Teknolojileri ve Hayvancılık Fuarı
Yer: Ortadoğu Fuar Merkezi. Gaziantep
Tel: (342) 220 0877, Faks: (342) 220 3212
E.mail:[email protected]
www.akort.com
6767
6868