estad - dergipark

76
ESTAD ESKİ TÜRK EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ [Journal Of Old Turkish Literature Researches] E-ISSN: 2651-3013 Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987 Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987 SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER Erdoğan ULUDAĞ 1 ÖZET Klasik Türk Edebiyatı’na, yaşanılan din ve kültür başta olmak üzere birçok muhtelif unsur kaynaklık eder. Tipler ve kişilikler, Klasik Türk Edebiyatı’nın önemli kaynakları arasında yer alır. Bu kaynakların müstakil eserler incelenerek ortaya çıkarılması gerekmektedir. Klasik Edebiyat’ta tipler ve kişilikler edebî bir metnin kurgulanmasındaki temel unsurlardır. Şair, eserinde yer verdiği tipler ve kişilikler sayesinde düşüncelerini ve hissiyatını somutlaştırma fırsatı bulur. Bu sebeple metni tam olarak anlayabilmek için tip ve kişiliklerin doğru tesbit edilmesi önemlidir. Tip, toplumun süregelen yaşantısı içinde kendini gösteren belirgin davranışları temsil eder. Divan Şiiri’nde belirgin davranışları temsil eden pek çok tip vardır. Bunlar, Âşık, Maşuk, Rakîb, Mecnun, Leylâ, Saki, Derviş gibi tahayyülî ve tasavvurî tipler ile ‘Andelîb, Bülbül, Gül, Şem’, Pervane, Zühre gibi temsilî tiplerdir. Kişilik, kişinin kendi görüş, düşünüş ve davranışlarıyla şekillenir. Kişilik, basmakalıp davranışlar yerine değişken davranışlar sergiler. Divan Şiiri’nde kişilikler, Dinî, Tarihî (Destani-Mitolojik), Edebî ve Sanatkâr, Mutasavvıf ve Bilgin şeklinde tasnif edilebilir. Ayrıca, bir milletin kendi değer yargılarını öğrenmesi kültürel ve sanatsal açıdan çok önemlidir. Toplumun davranış ve yapısını temsil eden tipler ve kişilikler de bu düşünceden hareketle ele alınmalıdır. Böylece hem edebi eserlerin anlaşılması kolaylaşmış olacak hem de toplumun değer yargıları daha iyi anlaşılacaktır. Tüfekçizade Sâlih Baba, 1 Dr. Öğr. Üyesi, Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe ve Sosyal Bilgiler Eğitimi Bölümü, Türkçe Eğitimi A.BÇD. [email protected] Orcid ID: 0000-0002- 4541-3787 Makalenin Geliş Tarihi 08/08/2019 Makalenin Kabul Tarihi 26/08/2019 Yayın Tarihi 30/08/2019

Upload: others

Post on 21-Dec-2021

46 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: ESTAD - DergiPark

ESTAD

ESKİ TÜRK EDEBİYATI ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

[Journal Of Old Turkish Literature Researches]

E-ISSN: 2651-3013

Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019

ss. 912-987

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Erdoğan ULUDAĞ1

ÖZET

Klasik Türk Edebiyatı’na, yaşanılan din ve kültür başta olmak üzere birçok muhtelif

unsur kaynaklık eder. Tipler ve kişilikler, Klasik Türk Edebiyatı’nın önemli kaynakları

arasında yer alır. Bu kaynakların müstakil eserler incelenerek ortaya çıkarılması

gerekmektedir. Klasik Edebiyat’ta tipler ve kişilikler edebî bir metnin

kurgulanmasındaki temel unsurlardır. Şair, eserinde yer verdiği tipler ve kişilikler

sayesinde düşüncelerini ve hissiyatını somutlaştırma fırsatı bulur. Bu sebeple metni

tam olarak anlayabilmek için tip ve kişiliklerin doğru tesbit edilmesi önemlidir. Tip,

toplumun süregelen yaşantısı içinde kendini gösteren belirgin davranışları temsil eder.

Divan Şiiri’nde belirgin davranışları temsil eden pek çok tip vardır. Bunlar, Âşık,

Maşuk, Rakîb, Mecnun, Leylâ, Saki, Derviş gibi tahayyülî ve tasavvurî tipler ile

‘Andelîb, Bülbül, Gül, Şem’, Pervane, Zühre gibi temsilî tiplerdir. Kişilik, kişinin kendi

görüş, düşünüş ve davranışlarıyla şekillenir. Kişilik, basmakalıp davranışlar yerine

değişken davranışlar sergiler. Divan Şiiri’nde kişilikler, Dinî, Tarihî (Destani-Mitolojik),

Edebî ve Sanatkâr, Mutasavvıf ve Bilgin şeklinde tasnif edilebilir. Ayrıca, bir milletin

kendi değer yargılarını öğrenmesi kültürel ve sanatsal açıdan çok önemlidir.

Toplumun davranış ve yapısını temsil eden tipler ve kişilikler de bu düşünceden

hareketle ele alınmalıdır. Böylece hem edebi eserlerin anlaşılması kolaylaşmış olacak

hem de toplumun değer yargıları daha iyi anlaşılacaktır. Tüfekçizade Sâlih Baba,

1 Dr. Öğr. Üyesi, Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe ve Sosyal

Bilgiler Eğitimi Bölümü, Türkçe Eğitimi A.BÇD. [email protected] Orcid ID: 0000-0002-

4541-3787

Makalenin Geliş Tarihi

08/08/2019

Makalenin

Kabul Tarihi 26/08/2019

Yayın Tarihi 30/08/2019

Page 2: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

913

1846-1906 yılları arasında Erzincan’da yaşamış, Nakşibendi Tarikatı’nın Halveti

kolunun isim yapmış müridlerinden biridir. Salih Baba'nın bir Divân'ı vardır. Sâlih

Baba Divanı’nın lakabı Rabıta-i Nakş-ı Hayâlî’dir. Bu divan, şeyhini çok seven ve ona

çok bağlı olan bir müridin hocasına duyduğu saygıyı, sevgiyi, bağlılığı; güzel, yalın bir

ifadeyle aktardığı, incelenmeye değer önemli bir eserdir. Salih Baba, şiirlerinde

tasavvufu kullanmıştır. Şiirlerinin birçoğunda tasavvufî tip ve kişiliklere yer vermiş ve

şiirlerini bu tip ve kişilikler üzerine kurmuştur. Bu çalışmada Sâlih Baba’nın,

şiirlerinde tip ve kişilikleri nasıl işlediği ve bunlara yüklediği roller incelenecektir.

Anahtar Kelimeler: Sâlih Baba, Rabıta-i Nakş-ı Hayâlî, Tip, Kişilik.

TYPES AND PERSONALITIES İN DİVÂN OF SÂLİH BABA

ABSTRACT

Classical Turkish literature has many sources mainly living religion and culture.

Types and personalities are among the important sources of Classical Turkish

Literature. It needs to be presented to scientists by studying individual works of these

sources. In classical literature, types and personalities are the main elements in the

fiction of a literary text. A poet finds the opportunity to embody his thoughts and

feelings thanks to the personalities of his work. In accordance with this point of wiev,

when reviewing an article one must decidedly analyse single persons and personalities

to understand the artwork. The type represents specific behaviors manifested in the

ongoing life of the community. There are many types that represent specific behaviors

in the Divan poetry. These are imaginary and depicted types such as ‘Âşık, Ma’şûk,

Rakîb, Majnun, Leyla, Sâkî, Derviş, and representatives such as ‘Andelîb, Bülbül, Gül,

Şem’, Pervane, Zühre. Personality is shaped by one's own views, thoughts and

behaviors. Personality exhibits variable behaviors instead of stereotyped behaviors.

Individuals in Divân poetry can be classified as Religious, Historical (Epic-

Mythological), Literary and Artist, Dervish and Scholar. Additionally, it is important for

each nation to study his own legacy from cultural and art view. On this standpoint it

is necessary also to investigate the structure and behavior of society. So it will be easy

to understand the literary works and correctly to assess true value of society.

Tüfekçizade Sâlih Baba, lived between 1846-1906 in Erzincan, was a famous member

of Nakşibendi Halveti subsection. Sâlih Baba has a Divân. The nickname of Salih

Baba Divan is Rabıta-i Nakşi Hayali. This creation, is an important piece which tells

the respect, affection and obedience of a disciple towards his hodja. Salih Baba used

Sufism in his poems. Many of his poems featured Sufi types and personalities, and he

established his poems on these types and personalities. In this study it will be

investigated that how Sâlih Baba examined individuals and roles put on them.

Keywords: Sâlih Baba, Rabıta-i Nakş-ı Hayâlî, Type, Personality.

Page 3: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

914

GİRİŞ

Klasik Türk Edebiyatı’nın malzemesini tespit ederken, ortaya konmuş olan

eserler daima bizleri aydınlatıp yol göstermiştir. Yaşanılan coğrafya, edebî

eserin içinde teşekkül ettiği toplumun sosyo-kültürel birikimi, dönemin önemli

tarihî hâdiseleri, toplumun genelinde kabul edilip yaygınlaşan dinî anlayış,

eseri kaleme alan şahsın dünya görüşü ve ideolojisi gibi birçok unsur,

manzum veya mensur olarak yazılmış, temel malzemesi insan olan edebî

eserlerin beslendiği muhtelif kaynaklar olarak zikredilebilir. Levend (1980)’e

göre Klasik Türk Edebiyatı’nda başta bütün dinî ve felsefî müdevvenat, Kur’an

ve hadis, kıssalar ve mucizeler, tarih ve esâtir, batıl ve hakikî ilimlere ilaveten

içtimâî hayatın ve çeşitli hâdiselerin akisleri ile o günkü zihniyetin sanat

telakkîsinin oldukça etkili birer kaynak olduğu görülür.

Bu unsurların yanı sıra tarihî, dinî, mitolojik veya efsanevî kimliğe sahip olan

şahıslar da Klasik Türk Edebiyatı’na kaynaklık eder. Edebî metinde verilmek

istenen mesaj veya muhataba aksettirilmek istenen duygunun

somutlaştırılmasında muhtelif hususiyetleriyle ön plâna çıkmış kişilikler

oldukça önemli semboller olmuşlardır. Hoşab (2017)’a göre bazı durumlarda

bu şahıslar edebiyatta temel kıstaslar olarak kendilerine yer bulmuşlardır.

Meselâ; güzelliğin kıstası Hz. Yusuf olarak görülürken, saltanatın, gücün

kıstası Hz. Süleyman, cömertliğin kıstası Hâtem-i Tâi kabul edilmiştir. Şair bu

şahıslara eserinde yer verirken kendisini geleneğin halkasına dâhil etmekle

birlikte okuyucusuna, adını zikrettiği bu şahıslarla alakalı bilgi birikimine de

sahip olduğunu ispat etmiş olur.

Edebî metinlerin temelini ve olayların esasını genelde insan faktörü

oluşturmaktadır. İnsan faktörüne dayalı metinler içerisinde yer alan kişiler,

gerçek hayattaki insanların bir yansımasıdır. Sanatkâr eserini oluştururken

yaşadığı olayları kendi dünyasında değerlendirir, kendi hayat anlayışı ile

yorumlar ve okuyucuya sunar. Edebî metin içerisinde kurgulanmış olarak

sunulan bu kişilere tip veya karakter, kişilik veya şahsiyet denilmektedir.

Bir toplumun değer yargıları, yaşantısı, iç ve dış âleme bakışı, davranış

şekilleri, inanışları tip ve kişilik etrafında şekillenir. “Kişilik ada bağlıdır,

basmakalıp davranışlar sergilemez. Davranışları değişkendir” (Akkuş; 1995).

Kişilik veya şahsiyet, gerçek hayatta var olmuş, tarihte belli bir zamanda ve

belli bir coğrafyada yaşamış insan tipidir ve kişinin kendi görüş, düşünüş ve

davranışlarıyla şekillenir. Gerçek varlıkları, mekân ve zaman kaydı ile sâbit

olan, tarih kaynaklarında geçmeleri yönü ile varlığı ispat edilebilen kişilerdir.

Page 4: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

915

Tip, belirgin davranışların temsilcisidir. Gerçekte var olan şahsiyetlerin birer

yansıması olup, gerçek hayatta yaşamış kişilerin ön plana çıkmış özelliklerinin

kendilerinde toplanmasıyla oluşmuş, kurgulanmış ve idealize edilmiş

sembollerdir. Bir tipin oluşabilmesi için uzun zaman gereklidir. Bu zaman

içerisinde tip, toplumun temel değerlerini üzerinde taşır ve ortaya çıktığı

toplumun kültür ve medeniyetini temsil edecek özellikler kazanır. Yüzyıllar

boyu oluşan kültür, olgunlaşma sürecinde tipini de yetiştirip, eksik-aksak

taraflarını tamamlayıp düzeltir ve olgun şeklini alan tip, toplumun temel

değerlerini temsil eder (Akkuş; 1995).

Tipler genellikle toplumun değer yargılarına göre olumlu veya olumsuz olmak

üzere iki şekilde oluşur. Bu tipler birbirlerine karşıttır ve bu karşıtlık

toplumdaki hâkim anlayışa göre şekillenir. Rind-zâhid, âşık-rakip vb. Bazen

de gerçek kişilikler, gösterdiği özellikler ve toplumun onları algılayış şeklinden

dolayı tipe yaklaşmış ve edebî eserlerin içerisinde tip olarak yer almışlardır. Bu

duruma Leylâ ile Mecnûn örnek gösterilebilir. Mecnûn, Benî Âmir

kabîlesinden bir şair olup asıl adı Kays b. Mülevvah iken eserlerde işlenerek

“âşık” tipinin özelliklerini kazanmış ve klasik şiirimizde zamanla âşık tipinin

karşılığı olmuştur. Aynı durum Mecnûn’un sevgilisi olan Leylâ için de

geçerlidir. O da zamanla “sevgili” tipinin özelliklerini kazanmış ve bu tipin

karşılığı olmuştur (Kaplan; 1985). Türk toplumu için önemli bir tasavvurî tip

olan “alp” tipine ise zamanla, birçok metinde, Hz. Ali karşılık gelmeye

başlamıştır (Çetin; 1997).

Tipler ve kişilikler bir eserin anlaşılmasında, yazarın eseri oluşturduğu dönemi

tesbit etmede, yazarın yaşadığı çevreyi, inanç özelliklerini ve karakterini

öğrenmede araştırmacıya ipucu olabilecek en önemli unsurlardır. Tipler ve

kişilikler sadece yazar ile ilgili değil, eserin içerisinde oluştuğu toplum ve

zaman dilimi hakkında da bilgi verir. Bu sebeple bir edebî eseri doğru

anlayabilmek için içerisinde barındırdığı tiplerin ve kişiliklerin doğru bir

şekilde tespit ve analiz edilmesi gerekmektedir. Klasik şiirin hemen bütün

şairleri, şiirlerini tipler ve kişilikler üzerinden kurgulamışlar, metnin asıl

mesajını bu unsurlar üzerinden vermişlerdir.

Klasik edebiyatımızda Akkuş (1995) tarafından yapılan ve bu çalışmada bizim

de esas aldığımız tip ve kişilik sınıflaması şu şekildedir:

“A) Tipler:

1-Tahayyülî/Tasavvurî Tipler (Hikâye-Destan-Masal Kahramanları,

Karakterler)

2- Temsîlî/Sembolik Tipler

Page 5: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

916

B) Kişilikler :

1) Dinî Kişilikler

2) Tarihî-Efsanevi Kişilikler

3) Edebî Kişilikler

4) Sanatkâr Kişilikler

5) Mutasavvıf Kişilikler

6) Bilgin Kişilikler.”

Bu çalışmada Tekke-Tasavvuf şairi Sâlih Baba’nın Dîvânında (Râbıta-i

Nakş-ı Hayâlî) yer alan tip ve kişilikler tespit edilmiş, tip ve kişilikler hakkında

kısaca bilgi verilip, değerlendirmeler yapılmıştır.

Sâlih Baba ve Dîvânı:

Salih Baba (1847-1907), 19. asrın ikinci yarısı ile 20. asrın başları arasında

yaşamış tekke-tasavvuf şairlerindendir. “Salih Usta” adıyla da anılan şair

Erzincan'da dünyaya geldi. “Tüfekçizâdeler” namıyla meşhur bir aileye

mensup imam Mustafa Efendi’nin oğludur. Annesi Atike Hanım’dır. Doğuştan

bir kolu çolak, bir ayağı kısa olan Salih ilk dini bilgileri imam olan babasından

aldı. Ailesi çilingirlikle uğraştığı ve çilingir dükkânında tüfek de tamir edildiği

için "Tüfekçizade" lakabıyla anıldı. İki defa evlendi ve üç oğlu oldu. İkisi sakat

olan çocukları gençlik yıllarında kendisinden önce öldü. Pîr-i Sâmî diye

tanınan Nakşibendî Halidî şeyhi Mehmed Sâmî Efendi'ye intisap eden Salih

Baba'nın, şeyhinin irşad faaliyetlerini sürdürdüğü Kırtıloğlu Tekkesi'ndeki bir

sohbet sırasında kendisinden bir şiir okumasını istemesi üzerine o güne kadar

şiirle bir ilgisi olmadığı halde hemen orada irticalen şiir söylemeye başladığı

rivayet edilmektedir. Şiirleri Mehmed Sami Efendi'nin müridlerinden Adnan

Efendi tarafından Râbıta-i Nakş-i Hayâlî adıyla yazıya geçirilmiştir (Erdoğan;

2013). Salih Baba Erzincan'da vefat etti.

Batı edebiyatlarının edebiyatımız üzerinde hâkimiyet kurmaya başladığı bir

dönemde yazılan Salih Baba Divanı kendisine has niteliklerinden dolayı Şark

İslâm kültür ve edebiyatında farklı bir yere sahiptir. Türk Edebiyatı'nda her

bakımdan kemâlât arz eden birçok divan sahibi içinde Salih Baba öz ve söz

sahibi olanlardan biridir. İlim ve tetkîkatı, tecrübe ve sanatı olmadığı halde

aniden ve irticalen bu derecede bir divânı vücûda getirmesi onun Türk

edebiyatında yükselmesinin haklı sebebidir (Deniz; 2002).

Page 6: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

917

Birçok şiirinde ayet ve hadislere yer veren Salih Baba'nın aruz vezniyle yazdığı

manzumelerinde dili ağır, hece ölçüsüyle yazdıklarında oldukça sadedir. Şairin

Râbıta-i Nakş-i Hayâlî adlıyla da bilinen Divân’ı dışında iki eserinin daha

olduğu, ancak bunların 1939 Erzincan depreminde kaybolduğu

söylenmektedir. Râbıta-i Nakş-i Hayâlî’de hem Divân Edebiyatı hem Halk

Edebiyatı nazım şekilleri yer almaktadır. "Fena fi'ş-şeyh" makamının

hallerinden ibaret olan Divân’ı tarikat adabını, müridlik hallerini ve

mürşidlerin örnek davranışlarını anlatır. Eserde 84 gazel, 15 kaside, 9

murabba, 16 muhammes, 2 müseddes, 1 müstezad, mesnevi kafiye düzeniyle

yazılmış 4 manzume, 26 koşma, beş dizeden oluşan bentler ve hece vezniyle

yazılmış 6 manzume bulunmaktadır. Salih Baba'nın şiirleri günümüzde

Erzincan, Gümüşhane, Bayburt ve Erzurum yörelerinde makam eşliğinde ilahî

şeklinde okunmaktadır (Doğan; 2009). Râbıta-i Nakş-i Hayâlî’nin Mehmed

Sami Efendi'nin oğlu Selahattin Kırtıloğlu'nun özel kitaplığında bulunan 1899

tarihli yazma nüshası Fehmi Kuyumcu tarafından yayınlanmıştır (1979).

Ayrıca eser üzerinde Ahmet Doğan (1988) tarafından “Sâlih Baba Hayatı,

Edebî Şahsiyeti ve Şiirlerinden Seçmeler” ismiyle bir kitap da yayınlanmıştır.

Sâlih Baba Divânı’nda Tipler ve Kişilikler:

Salih Baba Dîvânı, sahip olduğu tip ve kişilik kadrosunun zenginliği ile dikkat

çekmektedir. Divân’da 16’sı tahayyülî-tasavvurî ve 4’ü temsîlî-sembolik olmak

üzere 20 tipe yer verilmiştir. Tahayyülî-tasavvurî tip grubunda yer alan âşık

tipinde 8 değişik, sevgili tipinde ise 4 değişik adlandırmayı da bu gruplara

dahil ettiğimizde kullanılan tip sayısı 32’ye çıkmaktadır. Eserde yer alan kişilik

kadrosu 32 dinî, 7 tarihî-efsânevî, 2 edebî, 9 mutasavvıf olmak üzere toplam

50 kişilikle daha da zengindir. Akkuş (1995) tarafından yapılan tasnifte yer

alan sanatkar ve bilgin gruplarına dahil olabilecek kişiliğe ise eserde

rastlanamamıştır.

Çalışmamızda bu 32 tip ve 50 kişilik ayrı ayrı ele alınacaktır. Şiirlerde bazı tip

ve kişilikler birden fazla isim ve sıfatla geçmektedir. Bu isim ve sıfatlar kişiliği

ya da tipi karşılayan asıl ismin içerisinde zikredilmiş, ayrıca bir başlık

açılmamıştır. Tip ve kişilikler hakkında kısaca bilgi verilip, belirgin

özelliklerinin geçtiği beyitlerden örnekler2 seçilmiştir. Divanda bazı tip ve

2 Bu çalışmada örnek beyitler: Kuyumcu, Fehmi (1979), Erzincanlı Tüfekçizâde Sâlih Baba

Divanı, adlı eserden alınmıştır. Örneklerin yanında verilen ilk rakam şiirin Divan’daki sıra

numarasını, ikinci rakam ise örneklerin beyit ya da bend numaralarını göstermektedir.

Page 7: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

918

kişilikler için çok fazla örnek olması hasebiyle o grubu temsil eden

örneklerden bazıları seçilip verilmiştir.

I. TİPLER3

1.TAHAYYÜLÎ-TASAVVURÎ TİPLER: (Hikâye-destân-masal kahramanları,

karakterler)

1.1. Müsbet Tipler:

1.1.1. Ârif:

Kelime anlamı; bilen, bilgide ileri olan, vâkıf, âşinâ, külfetsiz olarak irfan ve

mârifet sahibi olan, tasavvuf ıstılahında mârifet sırrına ermiş, keşf ve

müşâhede yoluyla Allah’ı bilen kişidir. Uludağ (2012), ârifi şu şekilde

tanımlamaktadır: Tasavvufî anlamda, “Allah Teâlâ’nın kendi zâtını, sıfatlarını,

isimlerini ve fiillerini müşâhede ettirdiği kimse. Müşâhede ve temâşâdan hâsıl

olan bilgiye mârifet, bu bilgiye sahip olan şahsa da ârif denir”. Ârif, ibadetlerini

cennete kavuşmak için değil, Allah’ın emrini yerine getirmek için ve zâtının,

ibadete lâyık zât olduğunu bildiklerinden ibadet ederler. “Ârif-i billâh, kutb,

velî, ehl-i dîn, ehl-i yakîn, ehl-i hâl, ehl-i tahkîk, tabirleri de kullanılmıştır” (Pala;

1989).

Ârifin her bir kelâmı hüccet ü bürhân ile

Kuru da'vâ ile olmaz ehl-i irfân ile bahs (17/2)

Döner çarh-ı felek aslâ yorulmaz

Sâni'in sun'una akıllar ermez

Ârif olan bu dünyâya sarılmaz

Her kimi sevdiyse eyledi berbâd (26/2)

Bilinmez âlemin sırrı nihândır

Dört şâhın hükmüyle döner cihândır

Ârif olanlara özge seyrândır

Kâmile her eşyâ olmuş bir evrâd (26/4)

Ârifin her bir kelâmı bir mücevher kânıdır

Cânlara verir hayâtı âb-ı hayvândan lezîz (27/3)

3 Bu konunun ele alınışı ve işlenişinde (tasnifinde) şu eserlerden yararlanıldı. Akkuş, Metin

(1995) Nefi Divanı’nda Tipler ve Kişilikler. / Akkuş, Metin (2000) Divan Şiirinde İnsan I - Dini

Kişilikler.

Page 8: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

919

Ârifler ayı görmeyicek savmını bozmaz

İftâra olar nimet-i uzmâya giderler (30/8)

Ârif isen olma ey dil zerre denli akla yâr

Şehveti dünyâ-peresttir taptığı dînâr olur (43/2)

Ârif ol gönlüne gir bir kâmilin

Gizli câna hükm eden sultâna bak (79/2)

Ârif ölmekten kaçar mı cânını cânân alır

Kurtarır ağyâr elinden anı şîrânî adem (103/29)

1.1.2. ‘Âşık:

Birine, bir şeye tutkun anlamlarına gelen kelime, Klasik Edebiyat’ta seven,

meftûn anlamlarında kullanılmıştır ve hemen hemen bütün şairler âşıktır.

Baktıkları her yerde sevgiliyi görürler, tek gâyeleri sevgiliye kavuşmaktır.

Tasavvufî ıstılahta ise âşık, “Allah Teâlâ’yı son derecede ve âzamî mertebede

seven”dir (Uludağ; 2012). Klasik Edebiyat’ta âşık için birçok sıfat

kullanılmıştır. Bunlardan bazıları şöyle sıralanabilir: Kararsız, sabırsız, şûrîde,

mest, çaresiz, gam yiyen, zayıf, hasta, esir, bende, dîvâne, ehl-i dil, erbâb-ı dil,

Mecnûn, Ferhâd… Klasik Şiir’de her zaman sevgili, âşık ve rakip üçgeni vardır

ve şair daima âşık konumundadır. Bazen şairin kendi ruhu, varlığı da

kendisine rakip olabilmektedir (İlhan; 2016).

Salih Baba, şiirlerinin hemen hepsinde mürşidi Pîr-i Sâmî Hazretlerinden

bahseder. O mürşidine büyük saygı ve hürmet besler. Şiirini doğrudan

mürşidinin medhine vakfetmiştir:

Cefâdan kaçmaz âşıklar senin hüsnün visâlinden

Firâk-ı infisâlindir ciğer-sûzânıma bâis (18/5)

Gelin ey yâr-ı sâdıklar

Bu meydân-ı muhabbettir

Bütün cem olsun âşıklar

Bu meydân-ı muhabbettir

Pîrimiz Sâmî Hazrettir (34/1)

Dîv sıfâtın zemmi vermez bize gam

Biz hafîd-i Pîr-i Tâgî olmuşuz

Eksik olmaz âşıka cevr ü sitem

Page 9: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

920

Biz hafîd-i Pîr-i Tâgî olmuşuz

Pîr-i Sâmî'nin çırâğı olmuşuz (56/1)

Âşıka aşkın şarâbı yüreğinin kanıdır

Gece gündüz biz anı içmekte mahmûr olmuşuz (58/6)

Tîr-i cellâd gamzesi âşıkların bağrın deler

Hâl-i Hindû leşkerin çekmiş gider gavgâya hat (67/5)

Her taraftan cem olup âşıkları

Döktüler meydâna çok türlü metâ (72/4)

Harâmî gözlerin âşıkların bağrın kebâb eyler

Atar gamzelerin tîri kabağından senin şâhım (94/2)

Sâlih Baba, Dîvânı’nda âşık kimliğini birden fazla sıfat ile ifade etmiştir.

Bunlar; bende, ehl-i aşk, ehl-i derd, ehl-i dil, gedâ, gulâm, muhîb ve ‘uşşâktır.

Divânda bu sıfatlarla aşığın anıldığı çok sayıda örnek bulunmaktadır. Çalışma

hacmini çok artıracağı için her bir başlıktan seçtiğimiz örnek/örnekler

vermekle yetineceğiz.

1.1.2.1. Bende:

Bağlı, kul, köle. Divan edebiyatında kul, çâker, gulâm, esir gibi kelimelerle

ifade edilen bende, çok zaman padişah ile birlikte kullanılır. Çünkü sevgili

sultan, âşık bir kuldur. Padişahın tam zıttı özelliklere sahiptir. Bendenin

herşeyi padişah ile vardır. Onun esirgemesine, onun mertliğine, affına

muhtaçtır. Âşık, bende olarak sadakatın yegâne temsilcisidir. Bu uğurda çok

eza ve cefalar görür. Kapı eşiğinde yatmaya râzıdır (Pala; 1989).

Bir bende-i nâçîze gedâyem bu arada

Hem lâl ü lebin teşnesiyiz sun bize câmı (131/3)

1.1.2.2. Ehl-i ‘aşk: Kalbi Allah sevgisiyle dolu olan, âşık:

Sâlihâ ahvâl-i aşkı gel yeter fâş eyledin

Ehl-i aşkın sözlerini çekemezler işbu nâs (61/6)

1.1.2.3. Ehl-i derd: Derd ehli, âşık:

Görse bir mahbûb-ı ra'nâ mevc urur deryâ gibi

Nice yüz bin ehl-i derdi düşürür sevdâya aşk (77/5)

Page 10: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

921

1.1.2.4. Ehl-i dil:

Neşeli, zevkli, hâl ehli, aşk ve şevk sahibi kimse (Gölpınarlı, 1977). Kemâl ehli,

kemâl sahibi, ârif, irfân sahibi (Onay; 1992). Uzun çalışma ve gayretlerden

sonra zahiri geçip her şeyin aslı ve hakikatine ermiş veya bunları görebilme

kudretine ulaşmış kimseler, yani, âşıklar zümresidir. Bunlar görünüşe göre

hareket etmezler, acı ve ıztırap namına hiç bir engel tanımazlar. Hatta bu

engellerle karşılaşmak, onlara tahammül etmek kendileri için normaldir. Hiç

şikâyet etmezler, yardım istemezler. Az konuşur çok yaş dökerler. Daima

niyazda bulunup herşeye tahammül ve kanaat ederler (Uludağ, 2013).

Ey nefha-i cân bülbülü gizleme cânân sendedir

Aratma gel ehl-i dili ol gül-i handân sendedir (31/1)

1.1.2.5. Gedâ:

Dilenci, kul, bende. Divan şiirinde hemen daima sultan ile birlikte tezat sanatı

içinde ele alınır. Sevgilinin mahallesinde kapı kapı dolaşan ‘âşık bir gedadır.

Sevgili karşısında giyim kuşamı, yaşadığı hayat vs. ile âşığın hali gedâya çok

benzer. ‘Âşık bu durumdan şikâyetçi değildir. Aksine gedâlıkta bir yücelik

bulur. Çünkü o, ‘âşıklık yönünden kendini aşk ülkesinin sultanı kabul eder

(Pala; 1989).

İçirip bir kadeh aşkın meyinden

Gedâ iken seni sultân eder şeyh (24/2)

1.1.2.6. Gulâm: Kul, köle, esîr, bende. (bkz. Bende)

Varıp dergâh-ı Sâmî’de gulâm ol

Kılan icrâ Odur şân-ı şerî'ât (15/30)

Menem Sâlih hulûs ile gulâm oldum kapısında

Memât iken hayât buldum olup dîvânıma bâis (18/8)

Gulâm olmak bunun gibi velîye

Bize Hak'tan büyük ihsân değil mi (142/18)

1.1.2.7. Muhîb:

Seven, sevgi besleyen dost (Pala; 1989), hayrı isteyen ve bir kimsenin tarafını

tutan mânâlarında kullanılır. Tasavvufta bir tarikata yeni girmiş kişiye denir.

Bu terim Mevlevî ve Bektaşîlere aittir. Muhîb ikrar verip tekkeye dâhil olunca

Page 11: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

922

eviyle ilgisini keser, çileye soyunur, hizmete başlar sonra derviş olur

(Gölpınarlı, 1977).

Derdime dermân seni buldum eyâ hâzık tabîb

Bu anâsır bendine mesdûd olup kaldım garîb

Bu cihânda senden özge bulmadım sâdık muhîb

Yek nazarda bendeyi kurtardığın bilmez miyem (96/4)

1.1.2.8. ‘Uşşâk: Âşıklar, sevenler (Devellioğlu, 1988).

Defter-i uşşâka kayd et adımı

Hürmetine Mefhar-i âlem Habîb (13/5)

Pîrimiz Hazret-i Rehber Muhammed Sâmî-yi Server

Kamu uşşâkı mest eyler yüzü şems ü duhâdır pîr (38/9)

1.1.3. Dervîş:

Kelime, Farsça “dilenmek” anlamına gelen “dervîz” kelimesinden bozmadır.

“Allah için alçakgönüllülüğü ve fukaralığı kabul eden veya bir tarîkata bağlı

bulunan kimse” (Pala; 1989), gayet mütevazı ve kanaatkâr olan, mâneviyatla

gönlü zengin olan fakir ve tam kelime karşılığı olarak fakir ve yoksula denir.

Sonraları bu tâbir, tarîkatlardan birine bağlı olan mânâsına kullanılmıştır.

Dervişler tarîkata yeni giren ve bir mürşidin kılavuzluğuna ihtiyaç duyan

kimselerdir. Bu bağlamda tarîkata yeni girmiş kişinin derviş olabilmesi için

Hakk’a yönelmek suretiyle, tarîkat kurallarınca eğitilip belirli bir aşamaya

gelmesi gerekir (Zavotçu; 2013). Derviş, şiirlerde dünyayı önemsemeyen,

şeyhinin söylediklerine uyan, cefâya katlanan ve kanâat eden bir tip olarak

tasvîr edilir:

Evvelâ bir pîre teslîm olmayan dervîş midir

Eşiğinde baş koyup cân vermeyen dervîş midir (39/1-12)

Doğru dervîş olmayan dil şehrine şâh olamaz

Yâre kesret perdedir geç "vahdet-i kübrâ"ya gel (91/2)

1.1.4. Ferhâd:

“Ferhâd ile Şîrîn” adlı hikâyede geçen kahramanlardan biri. Ferhâd, Hüsrev

adlı İran padişahının sevgilisi olan Şîrîn’e âşıktır. Şîrîn’in arzusu üzerine Bî-

sütûn adlı dağı delmesi istenir. Çünkü kendisi mimar-mühendistir. Divan

şiirinde, sevgilisine kavuşmak için zorlu, gerçekleşmesi güç işleri göze alan

Page 12: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

923

aşığı sembolize eder. Daha çok Şîrîn ve Hüsrev ile birlikte anılır. Bazan

Mecnûn ile karşılaştırılır (Pala, 1989).

1.1.5. Şîrîn:

“Hüsrev ile Şîrîn” yahut “Ferhâd ile Şîrîn” hikâyesinin kadın kahramanı.

Ermeni melikesi Mehin Banû’nun yeğeni olup yaşadıkları lirik ve dramatik

aşktan sonra Hüsrev’in mezarı başında canına kıymıştır. Divan edebiyatında

müstakil mesnevîlere konu olduğu gibi münferit beyitlerde de adından

bahsedilir. Kelimenin “tatlı, sevimli” anlamı ile de genellikle tevriyelere mesned

teşkil eder (Pala;1989).

Leylâ ile Mecnûn’dan sonra eski şiirimizde en çok zikredilen hikâye

kahramanları Ferhâd ile Şîrîn’dir. Mimâr olan Ferhâd, dağı delmesiyle sevgili

için olmazı olur kılan fedâkâr âşık tipini; Şîrîn ise tatlılık ifade eden adının

yardımıyla âşığı nâz u işveyle bela dağına salan sevgili tipidir. Bu hikâyede

aynı zamanda padişah anlamına gelen Husrev, Ferhâd’ın rakibi olmak gibi bir

rol üstlenir (Akkaya, 2018). Ferhâd ile Şîrîn şairler tarafından genellikle

birlikte kullanılır. Sâlih Baba Divanı’nında da çoğunlukla her ikisi bir arada

kullanılmıştır.

Ferhâd ile Şîrîn hikâyesine telmihte bulunan şâir, sâlikin benliğini yok ederek

kendisini Hakk’ın tecellisine hazırlamasını, Ferhâd’ın Şîrîn’e kavuşmak için

külünkle dağı delmesine teşbih etmiştir. Bu hikâye, vuslatı neredeyse

imkânsız olan aşka düşmüş istisnaî bir âşığın çaba ve mücadelesini anlatır:

Bağırtlak gibi illerde gezip âvâre mi kaldın

Olup Ferhad bu benlik dağını deldin mi sen Sâlih (21/5)

Sâlihem kalmışam nar-ı hicranda

Kaldım Ferhâd gibi kûh-i hüsranda

Tatlı cânım feryad eyler zindanda

Zindan ağlar yâran ağlar can ağlar

Eşim dostum yaş yerine kan ağlar (54/5)

Aşk ucundan gör ki Ferhâd neyledi

Vuslat-ı Şîrîn'e delmedi mi dağ (73/8)

Mecnûn'u görün n'etti Leylâ'daki âh ile

Ferhâd da Şîrîn için gör neyledi dağ ile

Her birisi bağlandı bir âhenîn bağ ile

Sen seni âşık sanma bir beyhûde âh ile

Var etti özün anlar ol nûr-ı İlâh ile (124/1)

Page 13: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

924

Ferhâd dahi Şîrîn için dağları deldi

Verdi serini O da o ikrâr ile gitti (132/6)

Nakşî cemâlinden kesmem gözümü

Sende buldum mâdenimi özümü

İster ver Şîrîn'im güldür yüzümü

İster kûhistânda Ferhâd et meni (140/3)

Şîrîn'in var iken köşkü konağı

Niçin Ferhâd'a deldirdi (o) dağı (161/16)

1.1.6. Kâmil (Ehl-i kemâl):

Kemale ermiş, olgun, bilgin kişi. Sûfîler insanları üçe ayırırlar: Son mertebeye

varan kâmil insanlar, tarikata giren sâlikler ve bunların dışında kalan,

dalâlette bulunan kişiler. Yaratılanların en yücesi olan insan, bulunduğu

derecede kalmayarak sahip olduğu ilahi nurun asıl kaynağına ulaşmaya

çalışmalıdır. "İnsan-ı kâmil" olup hasretini çektiği Hakk'ın visaline erişmek

için ruhunu dalaletten kurtarmaya çalışmalıdır ki, bu da masivâdan geçmek,

dünya ilişkilerini terk etmek, nefse hâkim olmak ve benliği yok etmekle

mümkün olur. İnsan ancak bu şekilde son mertebeye erişip Tanrı'da yok

olabilir. "Fenafîllah" mertebesi budur. Hakk'a kavuşmak, yani fenafîllah

mertebesine erişmek için bir de mürşid-i kâmile intisap etmek lazımdır. Kamil;

şeriat, tarikat ve hakikat mertebelerini bilen kişidir (Uludağ, 2013). Kâmil tipi

Divân’da çok fazla örnekte geçmektedir. Hemen hepsinde kâmilden kasıt Pîr-i

Sâmî’dir:

Hamdulillah bize irsâl etti Hak bir kâmili

Mürşidimiz Hazret-i Şeyhim Muhammed Sâmîyâ (4/18)

Özün bir pîre teslim et müdâvim ol kapısında

Meşâyihden murâd şâhım mürebbî kâmil olmaktır (50/4)

Biz misâfiriz velâkin biz de mihmân bekleriz

Kâmil insân bulmuşuz bâbında ihsân bekleriz (57/1)

Arayıp kâmil insânı bulunca

Ne derdler çektiler bu yolda esnâf (75/6)

Dünyadan el çek ol fânî ara bul kâmil insânı

Kılagör derde dermânı meded iste atâsından (114/6)

Page 14: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

925

1.1.7. Kutb:

Değirmen taşının etrafında döndüğü eksen. Gavs’ten sonra gelen tarîkat

ulusu. En büyük velî. “Her zaman, âlemde, Allah’ın nazar kıldığı yer olan tek

kişi”dir (Uludağ; 2012). Kâinât bu kişinin çevresinde döndüğü için ona Kutb

denmiştir. Ricalü’l-Gayb’ın başkanıdır. O, âlemin ruhu, âlem de onun bedeni

gibidir, bütün âlemi idare eder. “Bir çağda en mükemmel mütevekkil kim ise o

çağda tevekkül ehlinin kutbu odur. Buna göre kutub bir tür prototiptir, belli

bir zümrenin veya mesleğin ideal temsilcisi ve piridir” (Ateş; 2002).

Tarîkatlarda her mürid, kendi şeyhinin kutb olduğuna inanır. Şiirlerde dâimâ

idealize dilmiş bir tip olan Kutb’u, Sâlih Baba birçok şiirinde bağlılığını dile

getirdiği; saygı, sevgi ve hürmetle yâd ettiği Pîr-i Sâmî olarak görmekteyiz. O,

zamanın Kutb’udur. Kutb, yalnızca madde âleminin değil mâneviyât âleminin

de başıdır. Salih Baba, şiirlerinde mürşidi Pîr-i Sâmî’nin kutbü’l-aktab

olduğunu haber vermektedir. Pîr-i Sâmî için genellikle zamanın kutbu

ifadesini kullanmıştır:

Hakîkat mürşidimiz Pîr-i Sâmî

İhâta eylemiş nûrun tamâmı

Zamânın kutbudur vaktin imâmı

Bu yüzden ahd ü ikrârım sen oldun (83/7)

Bu mısralarda şairin, “zamanın kutbu” tamlamasını tesadüfen kullanmadığı

ortadadır. Dörtlüğün tamamı üçüncü mısradaki hükmü ortaya koymak için

söylenmiştir. İlk iki mısra mezkûr hükmü hazırlar, dördüncü mısra ise bu

hükme bağlanan bir neticedir. Yine bir başka şiirinde şair:

Kamu derdlilerin dermânı Ol'dur

Bu asrın hem O'dur kutb-ı zamânı (2/25)

derken tasavvuf felsefesindeki kutbü’l-aktab mefhumunu müktesebatıyla

bildiğini gösterir. Zira “Kutup zamanda tek kişidir, bütün yaratıkların

kalplerine uzayan bağları vardır. Âlemin ihtiyaçlarının kendisine bağlı olması

yönünden bu bağlar zaviyesinden Kutup yaratıkların gereksinimlerini karşılar”

(Can; 2016)). Salih Baba kamu dertlilerin dermanı oldur, derken kutbü’l-

aktabın bu tasarruf hakkını ima etmiş olmalıdır. Buna ilaveten şairin kutbü’l-

aktab yerine onunla aynı anlama gelen diğer tasavvufi ıstılahlara da yer

verdiği görülür:

Sana geldim pîrim Muhammed Sâmî

Sensin bu cihânın kutb u imâmı

Page 15: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

926

Def' eyle gönlümden işbu gamâmı

Aslımdan bir haber veren yok bana (5/12)

Vaktin imâmı Sâmî'dir

Kutb-ı zamânı Sâmî'dir

Sâlih gulâm-ı Sâmî'dir

Gör neyledi bu dert bana

Oldu bu dert devlet bana (7/14)

Bular bir özge cândırlar bular dârü'l-emândırlar

Bular kutb-ı zamândırlar kamu vahdet-nümâdır pîr (38/7)

Sâlihâ bir özge cândır Pîr-i Sâmî Hazreti

Server-i kutb-ı cihândır Pîr-i Sâmî Hazreti

Ser-tabîb-i âşikândır Pîr-i Sâmî Hazreti

Mazhar-ı vahdet-nümâdır beyt-i Rahmân bizdedir (49/8)

Sâlih tutagör sıdk ile sen dâmen-i Pîri

Bu asrın Odur kâmili hem kutbu emîri

Hem şehr-i hakîkat ilinin mâh-ı münîri

Görün nice mahbûb-ı Hudâ var bu beşerde

Sevdim seni seydâ-yı cihân hayır ve şerde (129/7)

Dergâh-ı Sâmî'de var kıl fizâhı

Odur âşıkların püştü penâhı

Zemînin kutbudur semânın mâhı

Sâmî gibi âlî-şâne var yüri (134/7)

Vilâyet şehrinin hem pâdişâhı

Hakîkat sûretâ insân değil mi

Bu asr üzre cihânın kutb u şâhı

Pîr-i Sâmî-yi Erzincân değil mi (142/29)

Zümre-i uşşâkın Şâh-ı merdânı

Âlem-i ekvânın kutb-ı zamânı

Buldum Pîr-i Sâmî gibi sultânı

Cümle derdlerime derman eyledi (143/5)

Cümle âyâtı ehâdis ile isbât eyleyip

İki yüzden şerh eder kutb-ı cihândır Mesnevî (148/2)

Page 16: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

927

Ne söylerse ledünnîdir kelâmı

Bu vaktin hem Odur kutb u imâmı (164/15)

1.1.8. Leylâ:

Leyla ile Mecnûn mesnevisinin kadın kahramanı. Leylî diye de bilinir. Benî

Amir kabilesinden olup Kays(Mecnûn)’ın akrabalarından biridir. Adı Leylâ

binti Mehdî b. Sa'dü'l-Âmiriyye'dir (Pala; 1989).

Âşıkların sevdâsıdır âriflerin me'vâsıdır

Sâlihlerin Leylâsıdır kâmillerin seyranıdır (33/4)

Budur recâsı âsînin göster yüzün Leylâsının

Sâlih dâim Mevlâ'sının hem kulu hem kurbânıdır (33/10)

Bil emânettir muhabbet sana Mevlâ'dan gelir

Doğru Mecnûn oldun ise bil ki Leylâ'dan gelir

"Küntü kenz"in mebdeidir arş-ı a'lâdan gelir

"Akl-ı küll"sensin gönül "levlâk" senin şânındadır

Her ne var a'lâ vü esfel cümle dîvânındadır (46/4)

Dervîş olan kaynar taşar

Dalgalar geldikçe coşar

Bilmem kangı dağdan aşar

O Leylânın yolu dervîş (62/5)

Hak gözüyle neye baksam kamu Leylâ görünür

Beni pîrim kılalı aşk ile sevdâya harîs (65/6)

Hızır bir gizli Leylâdır Hızır bir özge me'vâdır

Hızır tevfîk-ı Mevlâ'dır bilir her bir işâretten (119/7)

Bir zamân bekledim Leylâ dağını

Bir zâman bekledim gül budağını

Bir zamân bekledim yâr otağını

Vâsıl-ı yâr olamadım ne çâre (126/2)

Muhammed Sâmî-i server var iken sen gibi rehber

Düşer mi şânına dilber aratmak bana Leylâyı (141/15)

Page 17: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

928

Vahdetin sırrın duyup yağmaya verdim gönlümü

Dost göründü her taraftan aynıma Leylâ gibi (144/4)

1.1.9. Mecnûn:

Kelime anlamı "deli" demekse de daha çok Leylâ ile Mecnûn hikâyesinin erkek

kahramanı olarak bilinir. Benî Âmir kabilesinden şair Kays b. el-Mülevvahü'1-

Âmirî'nin lakabıdır. Bir başka rivayete göre Emevîler devrinde yaşamış Kays

adlı bir beyzâdenin lakabıdır (Pala; 1989).

Divan şiirinde Leylâ ve Mecnûn çoğunlukla şiirde birlikte kullanılır. Şiirimizde

seven ve sevilen için sembol olmuş iki tip Leylâ ve Mecnûn’dur. Dîvân şiirinde

yüzyıllar boyu aşklar, ayrılıklar, cefâlar hep bu isimlerle ifade edilmiştir. Leylâ,

vefâsız bir sevgili, aynı zamanda gece anlamına geldiği için de genellikle saç

için sıfat olmuş; Mecnûn (önce Kays) ise, hem sadık, cefâkâr, deliye dönmüş

âşık tipidir (Akkaya, 2018). Âşığın ve dolayısıyla şairin teşbih unsurudur.

Manzumelerde Mecnûn, aşkın büyüklüğünün ve engel tanımazlığının

ifadesidir. Bu anlamda aşk, deniz ve geniş bir vadi olarak hayal edilir (Aydın;

2010).

Bilindi "küntü kenz" sırrı açıldı perde-i zulmet

Görürem bu cihan halkı kimi Mecnûn kimi Leylâ (3/6)

Sâlihem Leylâ-sıfat bir dilberin Mecnûn’uyum

Perdeyi yüzden götür ey mazhar-ı âlî-cenâb (14/8)

Bülbüle çekdirir âh ile zârı

Pervâneye dâim gösterir nârı

Mecnûn'un Leylâ'sı Mansûr'un dârı

Ezelden böyledir hûy-ı muhabbet (16/2)

Gönül fehm edeli "lâ"dan "illâ"yı

Mecnûn-veş biz de bulduk Leylâ'yı

Nûr-ı cemâlinde seyr et Mevlâ'yı

Bir rûh-ı musaffâ mir'âtımız var (29/12)

Bir Leylânın Mecnûn’uyam cânân ilinin cânıdır

Bir dilberin meftûnuyam bu cân anın kurbânıdır (33/1)

Umûrun Hakk'a tefvîz et n'ederse hoş eder Mevlâ

Seher bülbülleri ol güle karşı eyle vâveylâ

Page 18: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

929

Eğer Mecnûn isen bak gör cihân halkı kamu Leylâ

Geçip "lâ"perdesinden Sâlihâ ol "mazhar-ı illâ"

Vücûdun gülşanı ey dil senin hep vâridâtındır

Kamu gördüklerin cümle senin zâtı sıfatındır (45/5)

Söylenir dillerde bir Mecnûn u Leylâ her zamân

Günde yüz bin nice Mecnûn ile Leylâ'sı geçer (48/12)

Kâmil insân Pîr-i Sâmî Hazretini bulmuşam

Sâlihem Mecnûn-sıfat Leylâ'ya düştüm gel yetiş (63/9)

Kimin Mecnûn edip sahrâya salmış

Kimine arz eder Leylâ'yı elfâz (70/2)

Gör sefîl Mecnûn'u bir Leylâ için

Kurdu kuşlar başı üstünde otağ (73/9)

Tâ ezelden aklımı verdi benim yağmaya aşk

Bir nigâhla Mecnûn'u bend eyledi Leylâ'ya aşk (77/1)

Nûr-ı siyâh ile bürünmüş nikâb

Aceb bilmem kimden eyler ihticâb

Seher yeli vurur eyler feth-i bâb

Arz eyler Mecnûn'a Leylâ'yı zülfün (82/3)

Nemî dânem çünân Mecnûn menem ahrâr-ı dervîşân

Değil Mansûr yek-tâ şod hemân berdâr-ı dervîşân (112/1)

Mecnûn'u görün n'etti Leylâ'daki âh ile

Ferhâd da Şîrîn için gör neyledi dağ ile

Her birisi bağlandı bir âhenîn bağ ile

Sen seni âşık sanma bir beyhûde âh ile

Var etti özün anlar ol nûr-ı İlâh ile (124/1)

Mecnûn'u görün oldu kamu dillere destân

Leylâ diyerek âhiri ol zâr ile gitti (132/5)

Menem Mecnûn senin hüsnüne hayrân

Dilemem senden özge yârı Leylî (138/2)

Page 19: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

930

Eğer Mecnûn'da olmasaydı meyli

Anın çanağını kırmazdı Leyli (161/15)

1.1.10. Mürşid (Mürşid-i Rabbânî, Mürşid-i kâmil):

Mürîdlerine yol gösteren tarikat pîri, şeyh. Kelime, "Doğru yolu gösteren,

rehber, kılavuzluk eden anlamlarına gelir. Tasavvufî ıstılahta gafletten

uyandıran, sırât-ı müstakîmi gösteren şeyh olarak geçen mürşit, şu şekilde

tanımlanmaktadır; “Mürşit merdiven gibidir, başkaları ona basa basa yükselir,

mum gibidir, kendisi yanar, ama çevresindekileri aydınlatır” (Uludağ; 2012).

Mürşid, herkese nasibi ölçüsünde hak yolu gösterir. Bazan büyük bilginlere de

mürşid denildiği olur. Her bakımdan gerçek mürşid Hz. Muhammed'dir. Kutup

ve gavs ise zamanın mürşididir (Pala; 1989).

Şerî'at pâyine bend ol hakîkat râhına azm et

Bulup bir mürşid-i kâmil bu derdin çâresin ara (3/10)

Hem büyük put benliğindir kesemezsin başını

Pîre teslîm et özün bir mürşidi bürhân ara (10/6)

Sakın her mürşide varma hazer kıl

Görürsen anda noksân-ı şerî'ât (15/30)

Yalancı nefse kul olma düşün bir mebde-i aslın

Bulup bir mürşid-i kâmil bütün bey' ü şirâ'dan geç (20/4)

Mürşid-i kâmil güneş sâlikler anın zerresi

Râbıta oldukça pîre cümle a'zâ "Hû" çeker (42/13)

Bir hakîkat mürşidine eyledin mi bîati

Meclisinde sohbet-i cânâna oldun mu vukûf (76/3)

Şerîat ilmini icrâ kılan bir mürşidi ara

Eriştirsin seni yâra ebed kurtul nedametten (119/12)

Bulup bir mürşid-i kâmil özün ol şeyhe teslîm et

Gulâm olup kapısında bırak bu şöhreti şânı (151/6)

Söz ile mürşid-i kâmil bulunmaz

Şahan zan eyleme her bir gurâbı (156/10)

Page 20: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

931

1.1.11. Rind:

“Halkın, hakkında söylediklerine aldırmadan yaşayan, içi irfânla dolu olduğu

halde halktan biri gibi yaşayan bilge kişi, rızâ mertebesine erdiği için her şeyin

ilâhî takdire göre meydana geldiğini bilen, bunu şuur ve idrâkine eren kâmil

insan” (Uludağ; 2012). Dinin şekil yanıyla sınırlı kalmayıp zâhidlere karşı

çıkan, özüne ve mânâsına indiğini söyleyen mutasavvıf olarak tanınan rind,

görünürde sarhoş ve laubali görünen, ancak özünde dini yaşayan kimselerdir.

Klasik şiirde rind de, âşık gibi baskın olan bir tiptir. Mest kelimesi de bu

kişiler için kullanılmıştır (İlhan, 2016). Salih Baba Divânı’nda rind tipi bir kez

geçmektedir. Dünyanın gelip geçiciliğinden, alçaklığından, güvenilmezliğinden

bahsederek “Onun gibi rind-i kallâş yoktur” der.

Hayâtı memâttır memâtı hayât

Yüz bin renk gösterir aslı bir nevât

Aslâ sözlerinde bulunmaz sebât

Yoktur anın gibi bir rind-i kallâş (59/3)

1.1.12. Sâkî:

Kadeh sunan, içki veren. Divân şiirinde bezm âleminin en önemli

unsurlarından biri sâkîdir. Meclise neşe ve canlılık veren odur. Ortada

dolaşarak içki dağıtmak onun görevidir. Şâirin gözünde sevgili, bir sâkî sayılır;

yahut bizzat sâkî sevgili mesabesindedir. Bazan sakî mutrib olarak da görev

yapar. Bütün bu hallerde sâkî mutlaka güzelliğiyle dikkat çeker. Hatta âşık,

içkiden değil sâkînin güzelliğinden sarhoş olmalıdır. Sâkîden içki dışında

dilekte de bulunulabilir (Pala, 1989). Meselâ şair ondan vuslatı veya dudağını

sunmasını isteyebilir. O Hızır'a benzer ve bereket dağıtıp herkesin gönlünü

yapar, hazırlar, içki sunar, meclise neşe ve parlaklık sunar, şarkı söyler vs.:

Hasretinden yandı cismim ciğerim oldu kebâb

Sâkiyâ sun bâdeyi atşânım Allah aşkına (9/2)

Yekî efrûşu haz dem râ sun ey sâkî mey-i hamrâ

Ayân olsun şeb-i İsrâ seved izhâr-ı dervîşân (112/2)

Ey erenler arslanı

Geldin imdâda sâkî

Doldurdun Erzincân'ı

Nûr u ziyâda sâkî (135/1)

Dilberi ile gönül gel gir hüviyyet şehrine

Sâkî-i devrân elinden nûş idegör kevseri (155/6)

Page 21: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

932

Sun ey sâkî hayât bahrinden âbı

Dağılsın gönlümün zulmet sehâbı (156/1)

Bize vahdet meyinden sundu sâkî

Atâlar eyledi ol hubb-ı Bâkî (161/2)

1.1.13. Sevgili (Cânân, Dilber, Yâr, Ma’şûk):

Divân şiirinin baş kişisidir. Can, canan, cânâne, yâr, dost, mahbûb, habîb,

ma'şûk, güzel, hûb, hûbân, sanem, büt, nigâr, server, şâh, şeh, hüsrev, sultan,

mâh, âfıtab, şûh, tabîb, dilber, kâfir, nâzenin, hûnî, bî-vefâ, dil-dâr, dîl-rübâ, dil-

ârâ, dil-nüvâz, gül-izâr, gül-endâm, melek, mehlikâ, sâkî, peri, mutrib vs.

kelimeler, çok zaman istiare yoluyla sevgilinin ifâdesinde kullanılır.

Akkuş’a (2006) göre; “Edebiyatımızda aşk temasının temel kişiliği olan sevgili,

ilgi duyulan üç temel tipleme ile eserlere yerleştirilmiştir:

1) Yaşayan varlık olarak sevgili/maddî,

2) Hayâlî unsur olarak sevgili/sembolik,

3) Tasavvuf anlayışına göre sevgili/ilâhî.”

Sevgilinin özellikleri içinde acı ve ızdırap verici oluşu başta gelir. Gönlü taştır,

âşıka yâr olmaz, ele geçmez, vuslatı yoktur, söz verir ama sözünde durmaz,

ağlayıp inlemek ona tesîr etmez, merhametsizdir. Âşıkın ağlaması ona zevk

verir. Âşık ne kadar çok ağlarsa o kadar makbul olur. Bütün bu haller

sevgilinin kendine has sıfatlan olup yadırganmaz, ayıplanmaz. Çünkü o, gönül

mülkünün sultanıdır. Sevgilinin eziyetten vazgeçmesi âşıktan yüz çevirmesi

gibi telakki edilir. Gerçek âşık sevgiliden şikâyetçi olmaz, bu hâlden

memnundur. O, can bağışlayıcıdır. Hayat verir. Sevgilinin platonik bir aşk ile

seviliyor oluşu Divân Şiiri’nde onu tasavvuf çerçevesinde görmeye yol açmıştır.

Tasavvufta sevgili Allah'tır. Aşk ise İlahî aşktır (Pala, 1989).

Divân şiirinde sevgili daima yüceltilir. Adetâ ondan bahsetmenin gayesi de

budur. Sevgili olmayan yer cennet bile olsa değeri yoktur. İki cihan ona feda

edilir. Onun varlığı bütün acılan unutturur. Onun sözü âşık için kanun

gibidir. Sevgiliyle ilgili teşbih ve mecazlara nihayet yoktur. Bazan Yûsuf, İsâ,

Süleyman olur; bazan peri, melek, huri ve gılmân olur. Pervâne'nin mumu;

kulun sultânı odur. Candır, tabîbdir, servdir, güldür, gülistandır. Ay ve güneş,

tıfl ve cüvân, âhû ve gevher, kıble ve Kâbe odur. Onun güzellik unsurlarının

da sonu yoktur. Onda olan her şey güzeldir. Kısacası, gerek tasavvufî, gerekse

platonik anlamda; gerek gerçek, gerekse mecazî anlamda sevgili hakkında

Page 22: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

933

söylenilecek söz bitmez (Pala; 1989). Sâlih Baba Divanı’nda sevgili tipi; cânân,

dilber, ma’şûk ve yâr sıfatlarıyla birçok örnekte ele alınmıştır:

1.1.13.1. Cânân:

Ten senin bu can senin cânân senin

Benliğim kaldır aradan yâ Mucîb (13/2)

Ey nefha-i cân bülbülü gizleme cânân sendedir

Aratma gel ehl-i dili ol gül-i handân sendedir (31/1)

Dilerem senden ey zât-ı mutahhar

Bana cânânımı eyle müyesser (35/1)

Cân eğer cânâna vâsıl olmaz ise Sâlihâ

Çekdiği sevdâsı anın bir vefâsız kâr olur (43/7)

Gel ey cân eyle sen cânânı mahfuz

Sadef batnındaki mercânı mahfuz (69/1)

Geç bu şöhret âleminden câna bak

Cânın üzre seyr eden cânâna bak (79/1)

Nebîlerde bir esrâr var velîlerde bir esrâr var

Oların tenleri cândır olubdur cânları cânân (107/31)

Şikâr almaklığa cânân ilinden azm-ı râh ettim

Hemân kendim şikâr oldum kemend ü yâya düştüm ben (109/4)

Gel cânını terk eyle ki cânân doğa senden

Hem kalbini pâk eyle ki irfân doğa senden (121/1)

Bedensiz bir güzel gördüm efendim

İlikten damardan kandan içerü

Cânân illerinden sordum efendim

Bir cân vardır gizli cândan içerü (122/1)

Türâba ver tenini cânını cânâna teslîm et

Muhammed Pîr-i Sâmî'den dile derdine dermânı (149/6)

Sen dahi kalb-i selîme ermedin ey Sâlihâ

Arz edersin ol cânânın rü'yet-i dîdârını (153/12)

Page 23: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

934

Cânân çatmış kaşlarını gözünü

Bizden kesmiş selâmını sözünü

Bir gün olur ben de çekmem nâzını

Şitâ gitti yaz gelmeğe az kaldı (157/2)

1.1.13.2. Dilber:

Kaşınla kirpigin zülfün beni mest etti ey dilber

Değil mestâne gözler kâmet-i zîbâda yangın var (40/4)

Ben gibi dilber senin hâlin yaman olsun da gör

Bükülüp kaşın gibi kaddin kemân olsun da gör (51/1)

Dilersin dilberi dilber kılarsın dilberi dilber

Sana da keşf olur dilber mühim esrâr-ı dervîşân (112/5)

Bu şeb bana arz-ı cemâl eyledi dilber

Sevdâsı o yârin meni mest eyledi gitti

Hem dişleri dür ruhleri gül çeşmi mücevher

Sevdâsı o yârin meni mest eyledi gitti

Şol gamzeleri cânıma kasd eyledi gitti (150/1)

Mazhar-ı zât-ı Ahad'den vâhidiyyet noktası

Bülbül-i bâğ-ı hakîkat güllerinin dilberi (155/6)

1.1.13.3. Ma’şûk: Sevilen, sevilmiş, sevgili (Devellioğlu, 1988).

Gel ey derd ehli ma’şûkun sakın kaçma cefâsından

Bu bir gülzâr-ı fânîdir ne tutmuşsun yakasından (114/1)

Ma'şûkun cevri tükenmez hem belâsı âşıkın

Dûd-ı âhım erdi heft-âsumâne çâre ne (127/12)

Sevdim seni terk eylemenin çâresi yoktur

Hem fâili Hak'tır

Ma'şûk olanın âşıkına cilvesi çoktur

Gamzeleri oktur (162/1)

1.1.13.4. Yâr:

Page 24: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

935

Çık aradan sen seni terk eyle gör var olanı

Benliğin imiş göresin hep sana nâr olanı

Kim-durur gör ol zamân da yâr ü ağyâr olanı

Hem budur maksûdun ancak Hakkı dânâdan garaz (66/5)

Ezelden âşinâ-yı yâr iken vahdet sarâyında

Anâsır bendine mağlûb olundum pâye düştüm ben (109/5)

1.1.14. Sûfî:

Dinin emir ve yasaklarından asla ayrılmayan, tasavvuf ilmiyle uğraşan,

tasavvuf yolunda giden kimse. Tasavvufî anlamı: Tasavvuf ehli olan; geçici

dünya işlerinden uzaklaşıp gönlünü arıtarak Allah'ı zikreden, her an Allah'la

beraber olmaya çalışan, kendini Allah yoluna adayan, Allah ve Resulullah'ın

emirlerini sırf Allah sevgisi ve Allah rızası için yerine getiren Müslüman

(Uludağ, 2013). “Kelimeyi yün mânâsına gelen "sûf" ile ilgili görenler yanında

Peygamberimiz zamanında Mescid-i Nebevî'nin avlusunda yatıp kalkan,

yedirilip-içirilen ve Ehl-i Suffe denilen fakir sahabeyle ilgili olarak gösterenler

de vardır. Yine bazıları sûfî sözünün temiz, arınmış anlamlarına gelen "sâf”

kelimesinden türediğini ileri sürerken; bir kısım âlimler de Grekçe hikmet

manasına gelen “sophos" sözünden bozma olarak görürler. Sûfî adıyla ilk

anılan kişi Şam'da ilk zaviyeyi kuran Ebû Hâşimü's-Sûfî (öl. 767)’dir. İlk

sufîler Hint-İran dinleri ile Hıristiyanlık tesiri altında, aslında İslâmiyette

olmayan sıkı bir zahitliği ve riyâzeti kendilerine meslek edinmişlerdir. Ancak

sonradan Vahdet-i vücûd etrafında gelişen fikirler onları bir araya toplamıştır.

Hatta hükemâ felsefesi denilen eski Yunan felsefesinin İslâmîleşmiş, şekli ile

Vahdet-i vücûd'u birleştirenler de olmuştur. Daha sonraki zamanlarda "zâhid"

karşılığı olarak sofu kelimesi kullanılmıştır. Sûfîler ile âlimler arasında

asırlarca devam eden bir zıtlık vardır. Âlim akıl ile Allah'a ulaşmayı isterken,

sûfî aşkın gönül işi olduğunu ve Allah'a ancak aşkla ulaşılabileceğini söyler.

Bu nedenle tekke ile medrese birbirlerine düşmandır” (Pala,1989).

Tekke ile medresenin birbirine düşman olmasının sebeplerini de bu görüş

ayrılığında aramak gerekir. Aşk yolunu tutan rind tabiatli şairler aklı temsil

eden medreseden hoşlanmazlar. Onların şiirlerinde medreselerin ve akıl

yolunu tutan medrese ehlinin sık sık eleştirildiğini görürüz.

Gel ey sûfî kıl insâfı bırak gel Zeyd ile Amr'ı

Geçirme yok yere ömrü hased kibr ü riyâdan geç (20/3)

Gel ey sûfî bu meyden iç olup sâf

Döşür aklın Muhammed'le kıl insâf (75/1)

Page 25: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

936

Ne şâfîden nar isterem

Ne sûfîden âr isterem

Pîrim Muhammed Sâmî'den

Bir fânîsiz var isterem (93/4)

1.1.15. Yûsuf:

İsrailoğullan peygamberlerinden olup Yakûp peygamberin oğludur. Yûsuf

kıssası Kur'ân-ı Kerîm'in en güzel kıssası olup, "Ahsenü'l-Kassas" olarak

vasıflandırılır. Divân şiirinde adı en çok anılan peygamberlerden biri Yûsuf

tur. Harikulade güzelliği ile çok zaman sevgili ona benzetilir, hatta sevgili

Yûsuf-ı sânî olarak nitelenir. Ay ile güneşin ona secde etmeleri, kuyuya

atılması, terazi ile tartılıp ağırlığınca altın karşılığı satılması, Züleyhâ ile olan

maceraları, zindana atılması, güzel rüya tabir etmesi, Yakûb'dan ayrı oluşu,

köle iken Mısır'a Sultân oluşu vs. kıssalar nedeniyle birçok beytin konusunu

oluşturur. Bunun en büyük âmili hiç şüphesiz Yûsuf u Zelihâ mesnevileridir.

Mâh-ı Ken'ân diye nitelenen odur. Lakâbı ise Sinan'dır (Pala, 1989).

1.1.16. Zelihâ:

Kelime Züleyhâ şeklinde de okunabilir. Yûsuf peygamber ile aralarında çeşitli

olaylar geçen ve sonunda onun eşi olan kadın. Yûsuf u Zelihâ hikâyesinin

kadın kahramanı. Zelihâ, Mağrib melîkesi idi. Mısır azîzi ile evlenmiş ancak

Hz. Yûsuf ile evleninceye kadar eline erkek eli dokunmamıştır. Daha

evlenmeden Yûsuf’u rüyasında görüp âşık olmuştur. Yûsuf ile karşılaşınca

gömleğini yırtmış, sonra da onu zindana attırmıştır. Edebiyatta çok zaman

Yûsuf, Mısır vs. kelimelerle tenasüp içinde anılır (Pala, 1989).

Nice yıl hasret-i hicrân oduyla yaktı Kenân'ı

Yanan Yakûb değil gör Yûsuf u Zelhâ'da yangın var (40/8)

Hüsnünü bir kez cemâl-i Yûsuf-ı Ken'âni'den

Gösterip gör neyledi sultân(ı) Zelîhâ'ya aşk (77/7)

1.2. Menfi Tipler:

1.2.1. Adû:

“Seven ile sevgili arasına giren düşman” (İspir, 2017).

Bekleriz seddi adûlar yıkmasın

Nâr-ı Nemrûd ehl-i derdi yakmasın

Derk-i esfelden münâfık çıkmasın

Page 26: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

937

Biz hafîd-i Pîr-i Tâgî olmuşuz

Pîr-i Sâmî'nin çırâğı olmuşuz (56/4)

Nefsimizle eyleriz dâim gazâ-yı ekberi

Yıkmasın seddi adûlar diye her an bekleriz (57/3)

Hiç adûdan havfı yoktur Salih'in

Pîr-i Sâmî olmuş iken dâd-res (60/11)

Yüzüm yoktur huzûrunda varıp arz etmeğe hâlim

Adûlar aldı dil şehrin yaman gavgâya düştüm ben (109/20)

1.2.2. Ağyâr:

Yabancı mânâsına gelen gayr sözünün çoğuludur. Başkaları, yabancılar.

Seven ile sevgilinin dışında kalanlar. Seven ile sevgili arsındaki engeller,

düşmanlar. Divan edebiyatındaki aşk üçgenini oluşturur. Bunlar seven,

sevilen ve sevgilinin diğer ‘âşıklarıdır. Tasavvufta zâhir ehli, tarîkatı olmayan,

şerîatsiz ve muhalif mânâlarında söylenir (Pala, 1989).

Çık aradan sen seni terk eyle gör var olanı

Benliğin imiş göresin hep sana nâr olanı

Kim-durur gör ol zamân da yâr ü ağyâr olanı

Hem budur maksûdun ancak Hakkı dânâdan garaz (66/5)

Enîsim olmadın bir lahza her dem seng-i hâr oldun

Bana kılıp adâvetler varıp ağyâra yâr oldun

Vücûdum şehrini verdin harâba zehr-i mâr oldun

Düşürdün nâr-ı hicrâna belâ bahrinde yüzdürdün

Nihâyet bir kuru nâmım mezâr taşına kazdırdın (85/2)

Keşf edip ağyâra zülfün bana eylersin hicâb

Zülf-i berdârın gibi bir âlî-ihsân istemem (101/8)

Ârif ölmekten kaçar mı cânını cânân alır

Kurtarır ağyâr elinden anı şîrânî adem (103/29)

Kâl ehli dahi kâlini irgürmedi hâlâ

Kesrette kalıp âlem-i ağyâr ile gitti (132/4)

Ağyâra kılar lutfunu âşıklara kahrın

Hem girye-i eşkime tutar tîg-i celâli (154/4)

Page 27: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

938

Arada benliğin olmuştur ağyâr

Anı mahvet nikâbın açsın ol yâr (160/5)

1.2.3. Deccâl:

Kıyametin büyük alametlerindendir. Deccâl, son zamanda dünyaya gelecek

olan bir gözü kör yahudidir. En büyük fitne olarak zikredilir, zaman kavramını

alt üst edecektir (Tökel, 2000). Tanrılık davasında bulunacak ve Mehdî

tarafından öldürülecektir. Deccâl çıktığı zaman insanları kendine bağlayıp

birçok taraftar toplayacağına, Onun uydurduğu yalanlar ile ortalığı birbirine

katıp kıyamet fitnesini kolaylaştırılacağına inanılır. Peygamberimiz kıyamete

yakın birçok fitneler olacağını ve bunların en korkuncunun Deccâl olacağını

söylemiştir. Edebiyatta istenmeyen kişi olarak karşımıza çıkan Deccâl’dan

özellikle hicviyelerde çok söz edilir (Pala; 1989).

Çok kulak verme bu kavmin ekseri deccâlîdir

Hak Teâlâ'nın kelâmı Hazret-i Kur'ân'a bak (78/8)

Deccâl nefsini zem etti Kur'ânda Allah

Zem olmuş iken sen kimi zem edebilirsin

Kibr ile hasedle geçirip ömrünü eyvâh

Zem olmuş iken sen kimi zem edebilirsin

Sanma ki hakîkat iline gidebilirsin (118/1)

1.2.4. Rakîb:

Herhangi bir işte, bir konuda birbirinden üstün olmaya çalışan kişilerden her

biri. Klasik şiirde âşık ile mâşûk arasına girip aralarını bozmaya, mâşûku

kandırmaya çalışan kişidir. Âşığı en az sevgili kadar üzer, kahreder. Âşık için

çirkin, kötü ve zâlimdir. Dâimâ sevgilinin yanında veya yakınında bulunur ve

âşıkı sevgiliye yaklaştırmaz. Bu sebeple âşık onu, sevgilinin mahallesini

bekleyen bekçi ya da köpek olarak niteler. Sevgili ise dâimâ rakibe meyleder,

âşıkı en çok üzen şey de budur. Klasik şiirin ana şahıs kadrolarından olan

âşık-mâşûk-rakip üçlüsünden biridir ve kavuşmayı engellediği için “aşkı

arttırıcı unsur” olarak değerlendirilir (Akkuş; 1995). Aslında rakibin olmadığı

yerde tam mânâsıyla aşkın var olmasından da söz edilemez. Mecâzî aşkta

rakip, sevgili ile kavuşmaya engel olan herkes ve her şeydir. Bu durum, hakîkî

aşkta ise insan nefsine hoş gelen, kulu Allah’tan uzaklaştıran her şey ve

şeytandır (Şentürk; 1990).

Page 28: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

939

Âşık, rakibin, hem yârin kapısında âşık gibi bekleyişinden hem de gözlerini

ona dikmesinden rahatsızdır. Rakîb yüzünden ne yârin yanına gidebilmekte ne

de bu yolda başka bir şey yapabilmektedir. Burada rakibin tavrı, nefsin sâlike

seyr ü sülûk sırasında yaptığıyla aynıdır. Rakîbin âşıka engel teşkil ettiği gibi

sâlike de nefsi engel olmakta, Hakk’a ulaşmasını güçleştirmektedir (İlhan,

2016). Râkîb tipinin en karakteristik özelliği olan âşıka engel olma şiirlerde

dile getirilir.

Kaşların mihrâbdır gözlerin hatîb

Demlerin hayâttır leblerin tabîb

Yanağında feryâd eyler andelîb

Rakîbler dermesin güllerimizi (146/3)

Bed-çehre rakîb ile eder zevk u muhabbet

Âşıklarına kılmadadır cevr ile mihnet

Ağyara eder arz-ı cemâl bizlere nisbet

Sevdâsı o yârin meni mest eyledi gitti

Şol gamzeleri cânıma kasd eyledi gitti (150/4)

Rakîblerin sözün tutma

Sakın ahdini unutma

Şâhım kapından redd etme

Kem-ter kulunu kulunu (152/4)

1.2.5. Zâhid:

Kelime anlamı olumlu olup, “dünyadan el çeken, kendisini Allah’a adamış

kimse” olsa da klasik şiirde genellikle; çok aşırı sofu, kaba sofu olarak rind

tipinin karşısında bulunan ve şiirde aksiyonu sağlayan tiplerden biridir.

Allah'ın buyruklarını yerine getirmekle birlikte, boş şeylerden de kaçınan kişi

(İlhan; 2016). Bunlar dini konularda anlayışı kıt, her işin ancak dış

kabuğunda kalabilen, derinlere inmesini beceremeyen, ilim ve imanı dış

görünüşüyle anlayan, bunu da ısrarla başkalarına anlatan ve durmadan

öğütler verip topluma düzen verdiklerini sanan kişiler olarak ele alınır.

Daracık dünya görüşü içine sıkışıp kalmışlardır. Kara kaplı kitaba bağlıdırlar,

hayatın acemisidirler. Bu bakımdan çok zaman gülünç duruma düşerler.

İmandan hiçbir zaman hakîkata ulaşamamışlardır ve samimiyetleri yoktur.

Şâirler daima zahidin karşısında ‘âşıkı görürler. Zâhidde olanlar ‘âşıkta

yoktur. Bu bakımdan geçimsizdirler. Zâhid aşkı inkâr ettiği için bu duruma

Page 29: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

940

düşmüştür. Tek emelleri cennete kavuşmaktır, güzellikleri göremezler.

Başkalarını sıkar, ızdırap verirler. Bu bakımdan alaya alınırlar. Riyakârdırlar

(Pala; 1989). Zâhid tipinin bu özellikleri sebebiyle rind, her zaman zâhide karşı

saldırganca davranır ve onu sürekli olarak tenkid eder:

Hâki bâdı âbı âteş sen ne sandın zâhidâ

İsm-i a'zamdır bular nakş-ı dilârâ "Hû" çeker (42/5)

"Ahsen-i takvîm" rumûzun anladınsa zâhidâ

"Küntü kenz" in mebde'i bu aşka olmuştur esâs (61/4)

Her beşer sûretli cinni cân mı sandın zâhidâ

Cânın üzre tahtı kurup oturan cânâna bak (78/3)

Gir velîler gönlüne oku ledünnî ilmini

Zâhidin yoktur murâdı zühdü tedrîsâ gibi (144/12)

2. TEMSİLÎ TİPLER (Sembolik Tipler)

2.1. Bülbül (Andelîb):

Divan edebiyatı bülbülden ayrı düşünülemez. O, şakıyışlarıyla ağlayıp inleyen,

durmadan sevgilisinin güzelliklerini anlatan ve ona aşk sözleri arz eden bir

aşığın timsalidir. Bazan aşığın kendisi, bazan canı bazan da gönlü olur.

Bülbül güle aşık kabul edilir. Bu durumuyla aşığa çok benzer. Üstelik güzel

sesi de aşığın güzel sözleri, şiirleridir. Nasıl bülbül gülsüz olmazsa, âşık da

ma’şûksuz olmaz (Pala; 1990).

Açıldı bağ-ı vahdet gülleri mest oldu bülbüller

Zemîn ü âsumân dünyâ ve mâfîhâda yangın var (40/2)

Erişti nev-bahâr vakti figâna başladı bülbül

Değil bülbül yalınız ol gül-i ranâda yangın var (40/3)

Bu cihân bülbüllerinin gülleri tez hâr olur

Balına aldanma kim arısı anın mâr olur (43/1)

Bu cihân bülbüllerinin gülüne etme heves

Bozulur revnakı ol gonca-i hamrâsı geçer (48/4)

Page 30: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

941

Bozuldu bâğımız el çekti bâğbân

Bülbül ağlar bâğbân ağlar gül ağlar

Dağıldı keştimiz gark etti tûfân

Bülbül ağlar bâğbân ağlar gül ağlar

Begler ağlar sultân ağlar kul ağlar (53/1-6)

Gül olmayan bâğa bülbül gelir mi

Edersin ol güzel gülşânı zâyi' (71/2)

Kuruldu halkalar açıldı güller

Geldi cân kuşları Pîr-i Tagî'nin

Görünce gülleri öttü bülbüller

Mest-i medhûşları Pîr-i Tagî'nin (81/1)

Sâlih gibi vardır çok ehl-i diller

Pîr-i Sâmî bahçesinde bülbüller

Solmaz şükûfeler dikensiz güller

Hîç bir goncasında hâr bulamadım

Sâmî gibi sâdık yâr bulamadım (102/3)

Goncadan yüz gösterir bülbülleri feryâd eder

Doldurup bûy-ı Muhammed'le gülistânı adem (103/56)

Cân bülbülü ne ağlarsın kafeste

Azm-ı râh et bir gülşane var yüri

Yandırdın derûnum her bir nefeste

Ben bir yane sen bir yane var yüri (134/1)

Muhabbet bâğına girdim

Hakîkat bülbülü oldum

Al yanak üstünde derdim

Gonca gülünü gülünü (152/3)

Bekâ gülzârının solmaz gülüdür

Hakîkat cân ilinin bülbülüdür (164/9)

Yûsuf-ı cânânıma irgür meni

Hüsn-i ruhsârına eyle ‘andelîb (13/3)

Kangı güle andelîb oldumsa gördüm hâr olur

Bir vefâsız sözleri hercâya düştüm gel yetiş (63/6)

Page 31: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

942

Sâlihem gâh yanar gâhî tüterem

Gâhî âteşlere cânım ataram

Gâhî de andelîb olup öterem

Girip ravzasında Pîr-i Sâmî'nin

Âşık Sâmî'nin sâdık Sâmî'nin cânân Sâmî'nin (86/6)

Senin hasret firâkından bu gönlüm andelîb-âsâ

Ebed ayrılmazam verdin budağından senin şâhım (94/5)

Andelîbin işi âh u zâr olur

O nasıl güldür ki tezce hâr olur

Bir gönül kul olur gâh hünkâr olur

Ben bu sırra eremedim ne çâre (126/3)

Sâlihem sıdk ile girmişem yola

Andelîb olmuşam bir gonca güle

Hâlim arz edemem Allah'a bile

Belki kılmış derde sermâye bizi (139/14)

Bâğ-ı vahdet güllerine andelîb ol Salihâ

Bundan artık devlet olmaz aşk ile sevdâ gibi (144/15)

Andelîb ol güle karşı rûz u şeb feryâdı kıl

Görmek istersen hakîkat gülünü gülzârını (153/11)

2.2. Gül:

Divan şiirinde en çok sözü edilen çiçek güldür. Sevgilinin yüzü ve yanağı

ile sıkı bir münasebeti vardır. Bazan gül bunlara, bazan da bunlar güle

benzer. Gerek koku, gerekse renk bakımından çok güzel olan gül, daima

tazedir. Bu yönüyle bağın, çemenin ve baharın vazgeçilmez ögesidir.

Bazan ona sultan olarak da rastlarız. Baharın diğer adının gül mevsimi

oluşu güle verilen önemden gelir (Pala; 1990). Salih Baba Divanı’nda

gülün sembolik bir tip olarak kullanımı oldukça fazladır. Gül ile

genellikle meşâyih ve özellikle de Pîr-i Sâmi kasdedilmiştir.

Hakîkat güllerin görmek dilersen

Arayıp sen de bul bir bağçevânı (2/22)

Hem nûrı hem nâr olmuşam hem güli hem hâr olmuşam

Yağmur olup kar olmuşam hem âb-ı bârân bendedir (41/4)

Page 32: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

943

Gâh yanaram gâh tüterem gâh güle karşı öterem

Gâh âteşe cân ataram hem şem-i pervâne bendedir (41/12)

Kangı güle ‘andelîb oldumsa gördüm hâr olur

Bir vefâsız sözleri hercâya düştüm gel yetiş (63/6)

Yeter ey murg-ı cân gülşane gel gel

Gül açıldı bahâristâna gel gel (92/1)

Dervîşler bülbül olur

Mürşidler hem gül olur

Sözleri makbûl olur

Ben dervîş olamadım

Hakkı da bulamadım (105/13)

Suhan-dânî safâ-gûyed şebî hâme sîm-i zerîd

Murâdın gül ise şâyed biyâ gülzâr-ı dervîşân (112/3)

Gülistânı gülü hârdır dolu akreb ile mârdır

Yediğin giydiğin nârdır usanmazsın belâsından (114/2)

Bize deryâ-yı vahdetten haberler söyleyen gelsin

Hakîkat güllerin görüp bizi mest eyleyen gelsin (117/1)

Gül bülbülü gördü çıktı kabından

Bülbüller uyandı kalktı hâbından

Pervâneler geçti âteş bâbından

Azm eyledi gülistândan içeru (122/5)

Gâh firâk-ı hasret-i yâr ile mahzûn oluram

Gâh açılıp gül gibi handân oluram kime ne (128/4)

Açmak dilersen yolu sen

Ol vahdetin bülbülü sen

Bul bir dikensiz gülü sen

Hiç görmeyesin hârını (147/8)

Andelîb ol güle karşı rûz u şeb feryâdı kıl

Görmek istersen hakîkat gülünü gülzârını (153/11)

Page 33: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

944

Öttü cân bülbülü açıldı güller

Hicrân gitti şâd gelmeğe az kaldı (157/1)

2.3. Şem’:

Mum. Divân şiirinde mum, çok zaman yanması ve ışık kaynağı olması ile

işlenir, sık sık pervane ile birlikte anılır. Âşık pervane olunca sevgilinin yüzü

ve yanağı mum olur ve âşık mum gibi yanıp erir. Mumun yanışı, baştan ayağa

doğru olur. Mumun bazan başı kesilir. Bundan başka yer yer lâle, ay, güneş,

âşık, gam, sîne, göz, can, boyun, sevgili, sevgililin yanağı ve yüzü, vuslatı ve

güzelliği de muma benzetilir. Aydınlatma araçları içinde önemli bir yer tutuyor

oluşu da mumun önemini artırır. Divân şiirinde Şem ü Pervane mesnevileri de

ayrı bir yere sahiptir (Pala,1989).

Gör neyledi pervâne bir şem'-i çerâğ ile

Bülbül düşüp efgâna bir gonca-i zâğ ile

Her birisi bend oldu bir türlü duzâğ ile

Sen seni âşık sanma bir beyhûde âh ile

Var etdi özün anlar ol nûr-ı İlâh ile (124/3)

Pervâneyi gör şem'i görüp cânını attı

Mahvetti özün ol dahi ol nâr ile gitti (132/8)

Cemâlin şem'ine müştâk olanlar

N'eder cennetteki ebrârı leylî (138/5)

Nakşını Nakkâş'ta görüp zevk ederler subh u şâm

Nâr-ı Nemrûd'dan yakarlar şem'a-i envârını (153/7)

2.4. Pervâne:

Geceleyin ışığın çevresinde dönen kelebek. Pervane muma âşık olarak kabul

edilir. Mum ışığının etrafında döner, döner ve öyle bir an gelir ki kendini

mumun alevine bırakırmış (Pala, 1989). Bundan dolayı pervane kendini

sevdiğine feda eden âşık yerine kullanılır.

Her bir âşık vâsıl olmaz yârına

Berdâr olmayınca vuslat dârına

Pervâne-veş düşüp aşkın nârına

Mansûr gibi yanıp kül olmayınca (12/3)

Bülbüle çekdirir âh ile zârı

Page 34: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

945

Pervâneye dâim gösterir nârı

Mecnûn'un Leylâ'sı Mansûr'un dârı

Ezelden böyledir hûy-ı muhabbet (16/2)

Bahrü'l-hayât peymânesi hem gevher-i dürdânesi

Şems-i Hudâ pervânesi cümle maâdin kânıdır (33/5)

Mestânesiyem

Pîr-i Sâmî'nin

Pervânesiyem

Pîr-i Sâmî'nin (87/1)

Pervâneden nâr isterem

Hem goncadan hâr isterem

Pîrim Muhammed Sâmî'den

Bir hârı yok yâr isterem (93/1)

Niçin nerm olmadın ey dil ki kalbin katıdır taştan

Özün fehm et ferâgat eyle gel bu ceng ü savaştan

Otur meydân-ı vahdette geçip bu cân ile baştan

Halîlullah gibi pervâne ol dönme bu âteşten

Haber almak dilersen hâl-i aşkı sor belâ-keşten (110/1-5)

Gül bülbülü gördü çıktı kabından

Bülbüller uyandı kalktı hâbından

Pervâneler geçti âteş bâbından

Azm eyledi gülistândan içeru (122/5)

Gör neyledi pervâne bir şem'-i çerâğ ile

Bülbül düşüp efgâna bir gonca-i zâğ ile

Her birisi bend oldu bir türlü duzâğ ile

Sen seni âşık sanma bir beyhûde âh ile

Var etti özün anlar ol nûr-ı İlâh ile (124/3)

Bir yerde ki gül yoktur o gülşâneye varmam

Hem sohbet-i pîr olmadığı hâneye varmam

Aşk ehlinin ahvâlini pervâneye sormam

Âşık olanın ciğeri yanar da pişer de

Sevdim seni seydâ-yı cihân hayır ve şerde (129/2)

Page 35: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

946

Pervâneyi gör şem'i görüp cânını attı

Mahvetti özün ol dahi ol nâr ile gitti (132/8)

II. KİŞİLİKLER

1. DİNÎ KİŞİLİKLER (Peygamberler ve İlgili Kişilikler –Yardımcılar,

Din Karşıtları- Dört Halife-Ashâb)

1.1. Hz. Âdem

İlk insan ve ilk peygamberdir. Ebülbeşer (insanlığın babası) ve Safiyyullah

(seçkin kul) ismiyle anılır (Akkuş, 2000). Beşeriyetin babası kabul edilen Hz.

Âdem, hem ilk insan hem de ilk nebî olması hasebiyle bütün semavî dinlerde

oldukça önemli bir yere sahiptir. Kur’an-ı Kerim’de ilk yaratılışı, şeytanın eşini

ve kendisini aldatması, cennetten kovuluşları, oğulları arasında yaşanan ilk

cinayet vakası (Bakara, 2/31-34-35-37; Mâide, 5/27; Tâhâ 20/117-120-121)

ile isminden söz edilir.

Hz. Adem'den değişik vesilelerle söz eden Salih Baba bazan doğrudan doğruya

Adem'in kendisini, bazan da onunla ilgili kıssalardan çağrışımları bahis

konusu eder. Aşağıdaki beyit ve dörtlükte Âdem'in vücudunun anasır-ı erbaa

üzerine yaratıldığını ve ona ruh üflendiğini (Hicr; 15/29) belirtir:

Nefhamız Âdem demidir sun-ı Mevlâ bizdedir

Dest-i kudret dört anâsır ile tahmîr olmuşuz (58/2)

Okuruz ders-i 'areften Hızr'ın olduk mahremi

Bülbülüz bağ-ı hakikat güllerinin şebnemi

Nurumuz Nûr-ı Muhammed nefhamız Âdem demi

Hem-demiyiz Sûr'a hacet kalmadı İsrafil'e (130/4)

Dil şehrine bir sâye salıp şems-i hakîkat

Âdem'de olan rûh-ı musaffâyı da bildim (97/9)

Ki "Beyne'l-mai ve't-tiyn" iken Âdem

Saâdet kişveri hâkân değil mi (141/8)

Salih Baba, Âdem ve Havva'nm cennette rahat bir hayat sürerken şeytanın

onları aldatmasıyla cennetten atılmalarına (Bakara, 2/36) telmihte bulunur:

Cennetü'l-Huld içre zevk eder iken Âdem ata

İftirâk iline saldı anı şeytân-ı adem (103/59)

Page 36: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

947

1.2. Hz. Eyyûb:

İsrailoğullarından İshak peygamberin torunu, sabır timsali olan peygamber.

Çok zengin olduğu ve dünya saadetine malik olduğu için Allah onu imtihan

etmek istedi. Malı mülkü elden gitti, o şükretti. Evlatları birer birer öldü, o

sabretti. Hastalandı, vücudunda yaralar açıldı, hatta yaralarına kurt düştü, o

yine sabretti. Allah’ın emriyle ayağını yere vurdu ve yerden fışkıran suyla

yıkanarak bütün dertlerinden, hastalıklarından kurtuldu. Sabır imtihanını

kazandı. Edebiyatta sabır ve sabırlık dolayısıyla çok anılır (Pala, 1989).

Salih Baba, Divanında Hz. Eyyûb'a en çok bilinen özelliği ile işaret etmiştir.

Malı mülkü, sıhhati yerinde iken çeşitli hastalıklara maruz kalarak insanların

nazarındaki itibarının hastalığından dolayı zedelenmesi ve buna rağmen Hz.

Eyyûb'un, bu sıkıntılara azimli bir şekilde sabretmesi anlatılmıştır.

Derd ile Eyyûb'u geçtim hasret-i Yakûb'u da

Kande göster Yûsuf-ı Kenân'ım Allah aşkına (9/4)

Ben de Eyyûb'un belâsın sevdiğimden çekmişem

Bir canım var al sana kurbânım Allah aşkına (9/9)

Derd evinde nice yıllar bekleyip Eyyûb-sıfat

Ma'nâ-i Lokmân'daki dermâna oldun mu vukûf (76/5)

Derdine sabr eyle dehrin Hazret-i Eyyûb gibi

Bir zamân Yûsuf oluben bekle zindân-ı adem (103/54)

Cân vermede Cercis gibi ol derd ile Eyyûb

Katl eylegör nefsini kurbân doğa senden (121/8)

Gâh oturup derd evinde beklerem Eyyûb gibi

Dost yolunda cân verip kurbân oluram kime ne (128/2)

Derd ile belâ çekmede Eyyûb'u da geçtim

Dermân idegör derdime ey Hazret-i Sâmî (131/12)

1.3. Hz. İbrâhîm (Halîl, Halilullah):

Page 37: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

948

Arapların ve İsrailoğullarının kendinden sonraki nebilerin ve İslam

Peygamberinin atası kabul edilen büyük peygamberlerdendir. Halil, Halilullah

ve Halilü’r-rahman olarak da anılır (Akkuş, 2000).

Eserde, kendisine vahiy gönderilmesi, Allah’a dost olması, atıldığı ateşin gül

bahçesine dönüştürülmesi özellikleriyle yer alır. Salih Baba, Divanında Hz.

İbrahim'i "Halilullah" lakabıyla anar. Hz. İbrahim, halkın başındaki zalim

hükümdar Nemrûd'a Allah’a iman etmesi için davette bulunur ancak Nemrûd

kabul etmez. Sahip olduğu servet ve saltanatıyla ilâhlık iddiasında bulunan

Nemrûd'un bu yönü Divanda yerini bulur. Salih Baba, İbrahim'in ateşe

atılmak pahasına da olsa davasından dönmediğini belirtir. Hz. İbrahim'in

davasından dönmemesininin mükafatı, onun desteklendiğinin bir göstergesi

olarak ateşin gül bahçesine dönmesine ve onun Ka'be'yi inşa etmesine de

telmihte bulunmuştur:

Yandırdı Nemrûd nârını

İbrâhim'in gülzârını

Ol dosta verdi vârını

Gör neyledi bu derd bana

Oldu bu derd devlet bana (7/9)

Kâbe inşâ-yı Halîl'dir sendedir beyt-i Celîl

Sensin Allah'ın delîli rûh-ı sultân el-meded (25/5)

Nâr-ı Nemrûd âteşine ol Halîlullah gibi

Atıluben andaki gülşane oldun mu vukûf (76/6)

Niçin nerm olmadın ey dil ki kalbin katıdır taştan

Özün fehm et ferâgat eyle gel bu ceng ü savaştan

Otur meydân-ı vahdette geçip bu cân ile baştan

Halîlullah gibi pervâne ol dönme bu âteşten

Haber almak dilersen hâl-i aşkı sor belâ-keşten (110/1)

1.4. Hz. İsâ (Mesih, Mesihâ):

İsrâiloğullarının son peygamberidir. Dört büyük ilahi kitaptan İncil, Hz. İsa’ya

gönderilmiştir. Doğum tarihi miladi takvimin başlangıcıdır. Hz. İsa, Filistin’de

Nasır’da doğdu. Cebrail’in Meryem’e ruh üflemesiyle babasız olarak dünyaya

gelmiştir (Akkuş, 2000). Edebiyatta çok yönlü ele alınan Hz. İsa, annesinin

kendisine gebe kalışı, doğumu esnasında ve bebekken gerçekleşen olağanüstü

Page 38: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

949

haller, peygamberlik mucizeleri, özellikle elle dokunarak (mesh) hastaları

iyileştirmesi ve nefesi ile körlerin gözlerinin açılmasına vesile olması, ölüleri

diriltmesi, dünyaya değer vermemesi, bir merkep sırtında gezmesi, kendi

söküğünü kendi dikmesi, ölmeyip göğe çekilmesi, dördüncü kat göğe

çekilmesi, maddeden arınmış olması ve hiç evlenmemesi vs. birçok yönüyle

eski şiirimize konu olmuştur. Hz. İsa daha çok “Mesîh” lâkabıyla bilinir (Pala,

1989). Şiirlerde çok defa bir hayat emaresiyle birlikte anılır.

Salih Baba, Hz. İsa'nın bebekken beşikte konuşmasına (Meryem, 19/27-33)

işarette bulunarak, bebek İsa'nın konuşmasının annesi Hz. Meryem’i

şüpheden kurtarmak için olduğunu söylemiştir.

Şübheden kurtarmak için ol zamanın halkını

Batn-ı Meryem' den kılıp nutk-ı Mesîhâ 'nı adem (103/61)

Görün Mesîhâ neyledi

Doğmazdan evvel söyledi

Çok mürde ihyâ eyledi

Gör neyledi bu derd bana

Oldu bu derd devlet bana ( 7/10)

Nutkun enfâs-ı Mesîhâ nûr-ı Ahmed'dir özün

Gizleme hep sendedir dermânım Allah aşkına (9/6)

Berzahda kalır ermez ise bu garîb insân

Envâr-ı Muhammed ile enfâs-ı Mesîhâ

Âh eyle gönül belki Hudâ eyleye ihsân

Envâr-ı Muhammed ile enfâs-ı Mesîhâ (11/1)

Nûr-ı Ahmed'le boyandın hem dem-i Îsâ ile

Vuslatınla bizleri kıl cümle şâdân el-meded (25/7)

"Sebu'l-Mesânî"dir yüzü nutk-ı Mesîhâ'dır sözü

Nûr-ı Muhammed'dir özü ol nefha-i Rahmânî'dir (33/2)

Gönülden bî-haberdir ekser-i halk-ı cihân gördüm

Özün bilmez sözü sûret-perest olmuş ayân gördüm

Eriştim âhiri bir mürşide Hızr-ı zamân gördüm

Demi enfas-ı Îsâ'dır Muhammed'den nişân gördüm

Vücûdun gülşanı ey dil senin hep vâridâtındır

Kamu gördüklerin cümle senin zâtı sıfatındır (45/1)

Page 39: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

950

Hırs-ı dünyâyı bırak ol dür-i ulyâya harîs

Kuru davâyı bırak ol dem-i Îsâ'ya harîs (65/1)

Gelir bûy-ı Muhammed gül yanağından senin şâhım

Dem-i İsâ zuhûr eyler dudağından senin şâhım (94/1)

Rahm eyledi bu abd-i zelîline Muhammed

Sâmî'deki enfâs-ı Mesîhâ'yı da bildim (97/11)

Şeb-i isrâ'ya mahrem râ dem-i İsâ'ya hem-dem râ

Cemî'-i derde merhem râ Pîr-i Sâmî'yi dervîşân (112/11)

"Lî meallah" dersini aşkın kitabından oku

Gir tecerrüd âlemine Hazret-i Îsâ gibi (144/8)

1.5. Hz. İsmâ’il (Zebîhullah):

İbrahim peygamberin ve Hacer’in oğludur. Kurban edilme olayı ile birlikte

anılır. Annesi Hacer ile birlikte Arabistan’a yerleşmiştir (İspir, 2017).

Edebiyatta daha çok Ka’be, kurban ve Zemzem dolayısıyla telmih yapılarak

anılır (Pala, 1989).

Sâlih Baba Divanı'ında Hz. İsma'il'in, Hz. İbrahim'in oğlu olduğuna ve Allah

yolunda boğazının kesilmesine razı olarak bıçağın altına yatmışken Allah

tarafindan bir koç ihsan edilmesi olayına telmih vardır. Şair, Hz. İsmail'i

"Zebihullah" lakabı ile anarak, kurban edilmesi hadisesine işaret eder. Aynca

kendi nefsini Hz. İsma'il'e, pîrini de Hz. İbrahim'e benzetir:

Ol Zebîhullah gibi verip bıçağa inkıyâd

Hazret-i Haktan gelen kurbâna oldun mu vukûf (76/7)

Bir zaman İsma'il-asa bir halile ol püser

İnkıyad et nefs-i kebşi eyle kurban-ı adem (103/49)

Hazret-i Pir'im delilimdir halilimdir benim

Dil sarayı ravza-i beyt-i celilimdir benim

Ana teslim ettiğim nefs-i zelilimdir benim

İnkıyad ettim bıçağa uymuşam İsmail'e (130/3)

Page 40: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

951

İsmâil'em bağlı elim

Kemendlidir pâyım belim

Ben iverim kurban olim

Gör neyledi bu derd bana

Oldu bu derd devlet bana (7/8)

Ki İsmâil kıluben inkıyâdı

Erişti kebşi kurbân-ı şerî'ât (15/8)

Tarîk-i Nakşî'den açmış meydânı

Beline bağlamış seyf-i Rahmân'ı

İsmâîl mânendi çoktur kurbânı

Gezer ser-keşleri Pîr-i Tagî'nin (81/2)

Lokmânım ol gel derdime dermân et

Cellâdım ol ya katlime fermân et

İsmâîl'in olam götür kurbân et

Şeyhim şeyhim sultân şeyhim

Sensin derdlerime dermân şeyhim (95/4)

Bir zamân İsmâîl-âsâ bir Halîl'e ol püser

İnkıyâd et nefs-i kebşi eyle kurbân-ı adem (103/49)

1.6. Hz. Mûsâ (Kelîm):

İsrailoğullarına gönderilmiş olan Musa büyük peygamberlerdendir. Kelim,

Kelimullah onun ünvanlarındandır. Kendisine dört ilahî kitaptan biri olan

Tevrat gönderilmiştir. Onun Allah ile konuşması, asâsı, yed-i beyzâsı,

Firavunla mücadelesi, Kızıldeniz’i yarması, Hızır ile arkadaşlığı şiirlerde en çok

ele alınan konulardır (İspir, 2017).

Salih Baba Divanı’nda Hz. Musa, saadet burcundan doğan bir güneşe

benzetilir. Onun Tur dağında Allah ile konuşmasına ve orada vukûa gelen

tecelliye (Kasas; 30/ Tâhâ; 11-14) telmihte bulunulur. Hz. Mûsâ'ya Tûr'da

verilen mucizelerden onun asasının bir yılan olmasına ( Tâhâ, 20/17-21)da

değinen Salih Baba, bir başka yerde onun Firavun ile mücadelesine ve

İsrailoğulları'nı Firavun ve adamlarından kurtarması esnasında Firavun ve

tuğyan ehlinin, yani azıp da sapıtanların yok edilişlerine de telmihte bulunur.

Hakikat Hızr u Mûsâ'yı efendimden sual ettim

Dedi Mûsâ hidayettir doğar burc-ı saadetten (119/3)

Page 41: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

952

Dahi Mûsâ'ya nutk etti şecerden

Asâdan yardı ummânı şerî'ât (15/7)

Şârihin şerh ettiği gör bir tecellî Tûrudur

Kim bilir kim nice bin Tûr ile Mûsâ'sı geçer (48/15)

Mürdeler ihyâ eden âlemde bir Îsâ mıdır

Devr eder âlemde çok nutk-ı Mesîhâ'sı geçer (48/16)

Hazret-i Mûsâ elinde bir dıraht iken asâ

Sâhirin sihrine karşı kıldı su'bân-ı adem (103/61)

Bunca davâ-yı enâniyet edenler n'oldular

N'etti Firavn ile bunca ehl-i tuğyânı adem (103/43)

Âdemin ilmin dilersen mekteb-i irfâna gel

Hızr ile hem-dem olagör Hazret-i Mûsâ gibi (144/9)

Erişsin okuyan kalb-i selîme

Ki komşu olalar Mûsâ Kelîm'e (165/1)

1.7. Hz. Süleymân:

İsrâiloğulları peygamberlerinden Davut Peygamberin oğludur. Hükümdar

peygamberlerden olan Hz. Süleyman, yeryüzünde pek az insana; hatta

peygambere nasip olan olağanüstü bir güce ve saltanata sahip olmuş,

hayvanların dilini bilme, rüzgârın gücünden yararlanarak çok uzun mesafeleri

az bir zamanda alma, insanlara olduğu kadar cinlere de hükmetme gibi

mucizeleriyle mümtaz ve kendine has özellikleriyle dikkat çeken bir

peygamberdir (Tökel; 2000).

Divan edebiyatında Hz. Süleyman, taht, yüzük, karınca, Hüdhüd ve Belkıs ile

birlikte çokça anılır. Sevgilinin dudakları mühüre benzetildiği zaman Hz.

Süleyman’dan bahsedilir. Şair sevgilisine Süleymanlık yakıştırdığı zaman ise

onun ihtişamını kastetmektedir. Karınca aczin; Süleyman ise iktidar ve gücün

timsâli olarak tezat içinde verilir. Şair övdüğü kişiye Süleyman dediği zaman

kendisini karınca kadar aciz görür (Pala; 1989).

Page 42: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

953

Salih Baba divanında Hz. Süleyman'dan yalnızca şeyhini övmek maksadıyla

bahsetmekte ve dolayısıyla Hz. Süleyman'ın hakikat sırlarına vakıf olduğuna,

hükümranlığının göstergesi ve temel aracı olan mührüne dair söz

söylemektedir. Ayrıca onun bu yüzükle cinlere ve vahşi hayvanlara

hükmettiğine, kuş dilini bildiğine işaret edilir. Hz Süleyman'ın yüzüğünün bir

cin tarafından çalınmasına ve Belkıs ile olan ilişkisine; her şeyden elini çekip

dünyayı terkederek vefat etmesine de telmihte bulunmuştur.

Kenzü'l-hakâyık mahremi cemü'l-meşâyih ekremi

Bu kâinâtın efhamı mühr-i Süleymân sendedir (31/7)

Kişi kendi Süleymân olmayınca

Süleymân kimseye verir mi mührin (84/6)

Öyle bir cân isterem Mansûr gibi berdâr ola

Verseler sensiz bana mühr-i Süleymân istemem (101/8)

İns ü cin vahşî tuyûra hükm eden bir serveri

Âhiri gör n'etti tahtıyla Süleymân'ı adem (103/41)

El çekip ağ u karadan farîg u âsûde ol

Nefsi katl et terk-i terk et eyle Süleyman-ı adem (103/50)

Dil şehrine gir mekteb-i irfâna kadem bas

Bul hâtemini hükm-i Süleymân doğa senden (121/7)

1.8. Hz. Yahyâ:

Zekeriyya peygamberin oğludur. İsa peygamberden 6 ay veya 3 sene önce

doğmuştur. Çok genç yaşta iken kendisine peygamberlik verilen Hz. Yahya

Filistin hükümdarı Herot tarafından şehid edilmiştir (Pala, 1989).

"Sin" i sevdâdır

"Mîm"i me'vâdır

"Yâ"sı Yahyâ'dır

Pîr-i Sâmî'nin (87/18)

Mukayyed anladım "lâ"yı çü bildim mutlak "illâ"yı

Bıraktım kuru da'vâyı dem-i Yahyâ'ya düştüm ben (109/14)

Page 43: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

954

1.9. Hz. Ya’kûb:

İsrailoğullarının büyük peygamberlerinden biridir. Hz. Ya’kûb, Hz. Yûsuf’un

babası, Hz. Eyyûb’un yeğeni, Hz. İshâk ile Rafeka’nın oğlu ve Hz. İbrahim’in

torunudur. Bir adı da İsrâil olduğu için İbrânîlere kendisinden sonra

İsrâiloğulları denilmiştir. Hz. Yûsuf kıssasıyla hayatına dair rivayetler

zenginleştirilmiştir. Hz. Yusuf’a olan sevgisinden dolayı onun ayrılığına çok

ağlamış ve bu nedenle gözlerini kaybetmiştir. Hz. Yûsuf’un gömleği kendisine

ulaştığında ise gömleğin kokusuyla gözleri yeniden açılmıştır.

Edebiyatta daima Hz. Yûsuf ile anılan Hz. Ya’kûb, gözlerinin görmez oluşu,

yıllarca ağlaması, kulbe-i ahzânı, gözlerinin açılışı v.s. ile birçok şiire konu

olmuştur. Âşık bu çileleri yüzünden kendini veya gönlünü Hz. Ya’kûb’a

benzetir. (Pala, 1989). Salih Baba Divanı'nda Hz. Ya’kûb, oğlu Hz. Yûsuf’a olan

hasreti ile anılmıştır. Birçok yerde bu hasretin şiddeti ile kendisini bile

unutarak Hz. Yûsuf'u istemesine telmih vardır. Hz. Ya’kûb için en büyük

bayram Hz. Yûsuf'a kavuşmak olacaktır. Salih Baba kendisini Hz. Ya’kûb'a,

sevgilisini yahut pîrini de Hz. Yûsuf'a benzetir:

Hasret-i hicran odunda yanuben Ya'kûb gibi

Hüsn ilinde Yûsuf-ı Ken'an'a oldun mu vukuf (76/4)

Bu ten-i Ya'kûb'un ref' et hicâbın

Görünsün Yûsuf'un vuslat nişânı (6/29)

Derd ile Eyyûb'u geçtim hasret-i Yakûb'u da

Kande göster Yûsuf-ı Kenân'ım Allah aşkına (9/4)

Hasret-i hicrân oduna yanuben Yakûb gibi

Hüsn ilinde Yûsuf-ı Ken'ân'a oldun mu vukûf (76

Ya'kûb oluben kûşe-i ihsânda karâr et

Bir gün ola ki Yûsuf-ı Ken'ân doğa senden (121/9)

Ol Yûsuf-ı cânânımı zindânda bırakma

Ten Ya'kûb'unun ref' et gözünden bu gamâmı (131/8)

Ya'kûb'u geçti hasretim

Eyyûb'u geçti mihnetim

Page 44: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

955

Mahv oldu şân u şöhretim

Görün beni aşk n'eyledi

Âhiri dervîş eyledi (145/3)

1.10. Hz. Yûsuf (Yûsuf-ı Ken’ân):

Hz. Ya’kûb’un on iki oğlundan biri olan Hz. Yûsuf, Hz. Ya’kûb’dan sonraki

peygamberdir. Yûsuf’un hikâyesi Kur’ân-ı Kerim başta olmak üzere birçok dinî

ve edebî metinde yer alır. Gördüğü rüya, kardeşleri tarafından kuyuya

atılması, Mısır’a götürülüşü, köle olarak satılışı, zindana düşüşü, Mısır’a aziz

oluşu, babasına kavuşması vs. ayrıntılarıyla bu metinlerde mevcuttur (Hoşab,

217). Hz. Yûsuf’un kıssası Kur’an-ı Kerim’de Ahsenü’l kasas (Yûsuf; 12/3)

olarak anılır. Hz. Yûsuf, Divan Şiiri’nde adı en çok zikredilen

peygamberlerdendir. Eşsiz güzelliğinden dolayı sevgili Hz. Yûsuf’a benzetilir.

Hatta sevgili Yûsuf-ı Sânî’dir. Hz. Yûsuf’un adı bazı eserlerde Mâh-ı Kenân diye

de zikredilir. Babası Hz. Ya’kûb ise Hz. Yûsuf’un hasretiyle bir kulübeye

çekilerek ağladığından bu kulübenin adı Kulbe-yi Ahzân veya Beytü’l-Ahzân

(Hüzünler evi) olarak geçer (Tökel, 2000).

Divan'da Hz. Yûsuf kıssasına yapılan göndermeler geniş bir yer tutar. Hz.

Yûsuf’la ilgili bölümler, onun şahsî hususiyetleri ve başından geçen olaylar

dâhil pek çok konuyu kapsayacak boyuttadır. Güzelliği çok methedilmiş ve

birçok yerde de telmih yapılarak hatırlatılmıştır. Sevgilinin yahut Pîrin

güzelliği Yûsuf un güzelliğine benzetilir:

Aşk u muhabbet hânesi âlem anın dîvânesi

Hep cümle hüsnün ânesi bir Yûsuf-ı Ken’ân'ıdır (33/6)

Bu ten-i Ya'kûb'un ref' et hicâbın

Görünsün Yûsuf'un vuslat nişânı (6/29)

Derd ile Eyyûb'u geçtim hasret-i Yakûb'u da

Kande göster Yûsuf-ı Ken’ân'ım Allah aşkına (9/4)

Hep ledünnîdir kelâmı vâris-i Ahmed'dir Ol

Cephesinde gör cemâli Yûsuf-ı Ken’ân ara (10/9)

Yûsuf-ı cânânıma irgür meni

Hüsn-i ruhsârına eyle ‘andelîb (13/3)

Page 45: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

956

Yûsuf-ı Kenân-ı hüsnün aklımı yağma eder

Dişlerin dürr ü mücevher sohbetin cândan lezîz (27/2)

Bu cân Yûsuf'unun hüsnün görenler

Serin sevdâya salmaz mı telezzüz (28/7)

Aşk u muhabbet hânesi âlem anın dîvânesi

Hep cümle hüsnün anesi bir Yûsuf-ı Kenân'ıdır (33/6)

Hüsn iline şâh olan bir Yûsuf-ı Ken'ân mıdır

Âlem-i hûbânda çok mahbûb-ı zîbâsı geçer (48/13)

Bu sende olan cân kamu hayvânda da vardır

Terk itmeyicek Yûsuf-ı Ken'ân ele girmez (55/5)

Olam dersen eğer dil şehrine şâh

Beğim Yûsuf gibi zindâna gel gel (92/7)

Parmağın Şakku'l-kamer'dir çeşme-i bahrü'l-hayât

Hüsn-i Yûsuf'tur cemâlin özge seyrân istemem (101/5)

Cümle âlem hüsnünün meftûnu olmuşken anın

Kul olup sattırmadı mı Şâh-ı Ken'ân'ı adem (103/

Derdine sabr eyle dehrin Hazret-i Eyyûb gibi

Bir zamân Yûsuf oluben bekle zindân-ı adem (103/54)

Sâye-i Sâmî'de şâhım ıyd-ı ekber edelim

Bahş edersen Yûsuf-ı şehzâdemi Allah için (113/7)

Gâh girip zindân içinde beklerem Yûsuf gibi

Mısr-ı dilde gâhi de sultân oluram kime ne (128/12)

Ararım Yûsuf'um kande bulamam

Ki Yûsuf'suz bu ten zindân değil mi (142/36)

1.11. Hz. Yûnus:

İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerdendir. Gemiyle yapılan bir yolculukta

Page 46: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

957

hareketsiz kalan gemide kendini suçlu gösterip denize atmış, bir balık onu

yutmuş ve daha sonra onu sahile bırakmıştır (Akkuş; 2000). Hz. Yûnus balık

karnında kalışıyla ele alınıp işlenir. Salih Baba Divanı'nda Hz. Yûnus'un ismi

doğrudan zikredilmemiştir. Sadece kıssasına telmihte bulunulan iki beyit

vardır. Şair bu beyitlerde ledün ilmini denize, nefsini de balığa benzetmiştir.

Mekanım batn-ı hut oldu, mematım la-yemût oldu

Muhafız ankebût oldu, men oldum gâr-ı dervişân (112/6)

Ledünni ilmidir derya balık nefsindir ey gardaş

Bekabillah bu menzildir hayat buldu nihayetten (119/11)

1.12. Hz. Muhammed (Ahmed, Mustafa, Mahmûd, Resûl, Resulullah):

İslam peygamberi. Nübüvvet zincirinin son halkası, Allah’ın son elçisi olan Hz.

Muhammed, M. 571 yılında Hicaz’da dünyaya gelmiştir. Kırk yaşında

peygamberlikle görevlendirilmiş 622’de Mekke’den Medine’ye hicret etmiş ve 23

yıllık tebliğ sürecinde nübüvvet vazifesini sürdürmüştür. M. 632 senesinde 63

yaşındayken Medine’de vefat eden Hz. Peygamber geride İslâm gibi her yönüyle

kâmil, köklü medeniyetlerin temelini inşa edecek, dünya üzerinde insanca

yaşamayı sağlayacak bir din bırakmıştır. Hz. Peygamber; Muhammed, Ahmed,

Mustafâ, Mahmûd, Resûl isimleriyle Divân’ın birçok yerinde anılmıştır:

1.12.1. Muhammed:

Tuttu dünyâyı Muhammed ümmeti şark ile garb

Geldi bunca âlim (ü) zâhid meşâyih asfiyâ (4/16)

Bular râh-ı Muhammed'le giderler

Kelâmı cümle bürhândır meşâyih (23/6)

Muhabbetten murâd ancak Muhammed hâsıl olmaktır

Muhammed'den murâd şâhım visâle vâsıl olmaktır (50/1)

Hem ismi Muhammed dahi hem nûru Muhammed

Hem zât-ı Ahad işbu muammâyı da bildim (97/12)

Muhammed nûrudur nûrun demin rûh-ı Mesîhâ'dır

Döner çarh-ı felek durmaz senin aşk-ı hayâlinden (116/3)

Ol serverimiz Ahmed ü Mahmûd u Muhammed

Ol "sûre-i İsrâ"daki esrâr ile gitti (132/10)

Page 47: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

958

1.12.2. Ahmed:

Çok salât ile selam olsun Resûlü Ahmed'e

Bu kadar isyan ile bizlere demiş ümmetî (1/2)

Sıdk ile bîat kılıp oldun mu ümmet Ahmed'e

Kuru lâf ile geçirip ömrü kaldın sufliyâ (4/2)

Kîl ü kâl ile geçirme ömrüne ey müddeî

Nutk-ı Ahmed'den zuhûr-ı Hazret-i Kur'ân ara (10/4)

Semâda ismi Ahmed'dir bu âlemde Muhammed'dir

Ahad'den vahidiyyettir bu sözde olmagıl şekkâk (80/5)

Saâdet burcunun sultânı Ahmed

Kamu derdlilerin dermânı Ahmed

Hakîkat ilminin ummânı Ahmed

Gönül şehrinde envârım sen oldun (83/4)

1.12.3. Mustafa:

Olar kâim-makâm-ı Mustafâ'dır

Olardır şehr-i ilmin pâsubânı (6/4)

Dahi esrârı nûr-ı Mustafâ'dır

Kılan izhâr-ı Kur'ân'ı şerî'ât (15/9)

Hem müfessirden muhaddisden sahîh ahbâr ile

Mustafâ'nın söylediği dürr ile mercâna bak (78/9)

1.12.4. Mahmûd

Ol serverimiz Ahmed ü Mahmûd u Muhammed

Ol "sûre-i İsrâ"daki esrâr ile gitti (132/10)

1.12.5. Resûl:

Page 48: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

959

"Evvelü mâ halakallâhu rûhî"dedi Resûl

Hem sahîh ahbarla buyurdu hadîs-i kudsiyâ (4/3)

Hz. Muhammed'in çokça methedildiği Salih Baba Divanı’nda gazel formunda

bir na’t-ı şerîf bulunmaktadır. Bu gazelin özelliği Fuzûlî'nin Su Kasidesi'nde

yaptığının tersine Hz. Muhammed'i çok sayıda mecaz ve istiarelere

başvurmadan doğrudan kendisine ait özelliklerini sıralayarak övmesidir. Gazel

na’t olma niteliği taşıdığından "sensin yâ Resûlallah" redifi ile tezyîn edilmiştir:

Saâdet burcunun sultânı sensin yâ Resûlallah

Kamu derdlilerin dermânı sensin yâ Resûlallah

Dahi hem âlem-i a'mâda iken cümle esmâlar

Zuhûrı âlem-i a'yânı sensin yâ Resûlallah

Dahi hem "küntü kenz" esrârının bil mahremi sensin

Makâmındır senin hem "Kâbe kavseyn" yâ Resûlallah

Çü doğdun Mekke'de kıldın Medîne şehrine hicret

Kamu ebrârın îmânı çü sensin yâ Resûlallah

Zuhûrâtın mukaddemdir melâik ins ü cinden hem

Dü âlemde Ebü'l-Ervâh ki sensin yâ Resûlallah

Murâdın teşrîf-i mi'râcdan vücûd-u âlemin gezdin

Zemîn ü âsumânın nûru sensin yâ Resûlallah

Cemî-i enbiyâ cümle sana hep ümmet oldular

Hüviyyet bâbının miftâhı sensin yâ Resûlallah

Pirîmiz Hazret-i Sâmî senin vârislerindendir

Ulüvv-i himmeti hem şânı sensin yâ Resûlallah

Bu Sâlih himmet-i pîri ile bildi seni şâhım

Kelâmın hücceti bürhânı sensin yâ Resûlallah (125/1-9)

1.13. Cercis:

Rivayetlere göre Hz. İsâ’dan yaklaşık 300 yıl sonra yaşamış, ticaretle uğraşan,

yardımsever, Roma imparatorluğunun puta tapılması yolundaki tekliflerine

Page 49: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

960

aldırmayarak hak dinde sebat eden, bu sebeple pek çok işkencelere maruz

kalan, bazı rivayetlere göre 3 bazılarına göre de 70 defa öldürüldüğü halde

tekrar diriltilen tarihî bir şahsiyettir (Tökel, 2000).

Cân vermede Cercis gibi ol derd ile Eyyûb

Katl eylegör nefsini kurbân doğa senden (121/8)

1.14. Hızır:

Hz. Mûsâ döneminde yaşadığı söylenen, Peygamber veya veli olduğu konusu

ihtilaflı olan bu zat, Allah tarafından kendisine ilahi bilgi ve hikmet öğretildiği

belirtilen bir kişidir. Mutasavvıflar onu gizli ilimleri bilen bir veli kişi olarak ön

plana çıkarırlar. Burada, Hz. Mûsâ ile birlikte anılır ve Hz. Mûsâ’nın

bilmediklerini bilir. Ab-ı hayatı içip ölümsüzleşen bir kişi olarak gösterilir

(İspir, 2017).

Divan'da, Hızır'ın her bir işaretten bilen gizli bir sevgili olduğu ve aynı

zamanda Allah'ın yardımı gibi idrak edildiğine değinilir. Onun Ledün ilmi

mektebinin kurucusu olduğu; zulmet diyarından geçerek ab-ı hayata ulaştığı

söylenir. Ona verilen ilmi öğrenmek isteyenlerin Hz. Mûsâ'nın Hızır'la birlikte

olduğu gibi bu ilme vakıf olan birisiyle dost olması gerektiği belirtilir. Ayrıca

Hz. Adem'e verilen ilmin Hızır'a verilen ilimle benzerlik gösterdiğine de işaret

edilir:

Hızır bir gizli Leylâdır Hızır bir özge me'vâdır

Hızır tevfîk-ı Mevlâ'dır bilir her bir işâretten (119/7)

Evvelâ kıl hâne-i dilde gazâ-yı ekberi

Pâk edip beyti sanemden Hızrı-veş mihmân ara (10/5)

Mekteb-i irfâna girip almayan ders-i sabak

Hızr ile âb-ı hayâta varmayan dervîş midir (39/2)

Hızır âb-ı hayât için nice zulmetleri geçti

İçer sâliklerin âb-ı zülâlinden senin şâhım (94/3)

Ledünnî mektebin açtı Hızır gör zulmeti geçti

Hayât-ı câvidân içti senin âb-ı zülâlinden (116/4)

Varıp Hızr ile zulmete o cevher taşları kimdir

Hayât-ı câvidân içmek nedir söyle bu hâletten (119/8)

Page 50: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

961

Hızır mürşid-i kâmildir o zulmet kalb-i câhildir

Cevâhirler şerîattır özün kurtar cehâletten (119/9)

Zamânın Hızrını iste semânın bedrini iste

Gecenin Kadrini iste özün kurtar dalâletten (119/13)

Tahtındaki gencîne-i dîvârımı doğrult

Ey Hızr-ı zamânım bu işe eyle devâmı (131/10)

1.15. Lokmân:

Halk geleneğinde değişik kişiliklerle karşımıza çıkan tarihî bir şahsiyettir.

Kur’an-ı Kerim’de adına bir sûre mevcuttur. Eski Araplar arasında da ünlü

olan Lokmân’ın bir peygamber veya nebî olduğu hakkında tefsirlerde rivayetler

vardır. Ancak çoğunluk, onun “Salih bir kul” olduğunu kabul eder. Genel

anlatıya göre Lokmân, hikmet ve hekimliğin sembolü ve temsilcisidir.

Kur’an’da oğluna öğütler verişi, onu tevhîd ve ahiret konusunda uyarması,

ilâhî emirlere vasıta olması yönleriyle konu edinilmiştir. Lokmân ile ilgili Hris-

tiyanlar ve Musevîler arasında da yaygın inanışlar mevcuttur (Pala; 1989).

Divan şiirinde hikmetin sembolü olarak kullanılan Lokmân’a, tıp sahasındaki

üstadlığı sebebiyle de çokça yer verilmiştir. Ancak onun bedenî arızalara şifa

bulabileceği, aşktan mütevellit belalara hiçbir şey yapamayacağı söylenmiştir

(Tökel, 2000). Salih Baba Lokman'ın dertlere derman olmasına ve hikmet

sahibi olmasına işaret eder. Şair, Allah'ın veli kullarını genelleştirilmiş bir

ifâde ile Lokman'a benzetir. Birçok sahte şeyhin bulunduğunu fakat gönül

ehlinin dertlerine derman olacak olan gerçek velileri bulmanın zorluğuna

dikkat çeker. Salih Baba Lokmân'ın ecel derdine derman bu1amadığını da

söyler:

Gezdi Sâlih senden özge bulmadı hâzık-tabib

Pîr-i Sâmî ol benim Lokmânım Allah aşkına (9/10)

Derdi olmayan tabîb dükkânına basmaz kadem

Hasret-i hicrâna yanıp Hazret-i Lokmân ara (10/7)

Bir tabîb-i hâzık Lokmâna yürü

Cân u ten derdine dermâna yürü

Pîr-i Sâmî gibi sultâna yürü

O'dur kalbimizi eyleyen ıslâh (22/3)

Page 51: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

962

Kapısına gelenler olur irşâd

Tabîb-i aynı Lokmândır meşâyih (23/9)

Tarîkat rütbesin giydir hevâmız Hû'ya tahvîl et

Kılalım seyr-i lillah sen gibi Lokmân'ımız vardır (37/9)

Cerrâh geldi yaralarım sarmadı

Lokmân geldi çaresini bulmadı

Dahi sağlığıma ümmîd kalmadı

Derman ağlar Lokman ağlar han ağlar

Eşim dostum yaş yerine kan ağlar (54/3)

Çok derdli arar derdine dermân ele girmez

Çok sahte hekîm var velî Lokmân ele girmez (55/1)

Derd evinde nice yıllar bekleyip Eyyûb-sıfat

Ma'nâ-i Lokmân'daki dermâna oldun mu vukûf (76/5)

Sen bu nefsin pençesinden kurtaramazsın özün

Arayıp bul bir hekîm-i hâzık-ı Lokmâna bak (78/11)

Marîz isen belâ bahrinde kalma

Tabîb-i hâzık-ı Lokmâna gel gel (92/2)

Hem ecel derdine dermân bulmadı Lokman Hekîm

Zâhir ü bâtın kamunun oldu dermânı adem (103/14)

Her belâ-yı renci mihnetten anı eyler halâs

Ehl-i derdin derdlerinin oldu Lokmânı adem (103/32)

Tarîki Nakşibendîdir gürûhu dil-pesendîdir

Tabîb-i ser-bülendîdir O'dur hem Hazret-i Lokmân (107/44)

1.16. Çehâr-ı Yâr-ı Güzîn:

Hz. Peygamber sonrasında Medine İslam Devleti’nin yöneticisi olarak görev

almış dört büyük sahabîyi ifade eder. Bunlar hilâfet sırasına göre; Hz. Ebû

Bekr, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’dir. Salih Baba Divanı'nda dört halifenin

isimleri müşterek ve müşahhas olmak üzere iki şekilde zikredilmiştir. Hz. Ebu

Page 52: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

963

Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali zamanında İslam'ın kuvvet bulduğu;

onların hilafet tahtının sultanları olduğu belirtilir. Hz. Ebu Bekir "Sıddık", Hz.

Ömer "Adil-i Farukî", Hz. Osman da "Zi Haya Zinnureyn" sıfatları ile anılır.

Şair dört halifeyi can u gönülden sevdiğini belirterek Kerbela vakasına

telmihte bulunur:

Çâr-ı Yârı ol Ebû-Bekr ü Ömer Osman Ali

Sâyesinde anların buldu bu İslam kuvveti (1/4)

Ebû Bekr ü Ömer Osmân Aliyy-i zî-sehâ merdân

Hilâfet tahtına sultân olan hünkâr-ı dervîşân (112/7)

Sıdkımız Sıddîk'tan alıp 'adili Farukî'den

Zi-haya Zinnüreyn'den hulku tenvir olmuşuz. (58/4)

Yâr-ı gâr-ı Mustafâ'dır Çâr-ı Yârın ekremi

Muktedâ-yı evliyâdır enbiyânın mahremi

Mazhar-ı Nûr-ı hidâyet ehl-i derdin merhemi

Biz muhibb-i hânedânız Şâh-ı merdân bizdedir (49/3)

Sevmişiz can ı gönülden Çâr-ı yârı serveri

Ol Ebû Bekir Ömer Osman Aliyy-i Hayderi

Fâtıma bint-i Resûlün dîde-i enverleri

Biz Şehîd-i Kerbelâ'yız cümle atşân bizdedir (49/4)

Nûr-ı Ahmed'den açılmış zerre-i hâlisleriz

Hem sıfât-ı Çâr-yârân ile tâmîr olmuşuz (58/3)

Sıfât-ı Çâr-yârı kıldı mahrem

Birinci Hazret-i Sıddîk-ı A'zam

İkinci Âdil-i Fârûk-ı Ekrem

Üçüncü Zî-hayâ Zin-nûreyn efham

Zuhûrâtı pîrimden söylerem ben

Bu yolda cânı kurbân eylerem ben (120/4)

Dahi dördüncüsü sâhib-sehâdır

Velâyet Haydarı Şîr-i Hudâ'dır

Ki dâmâd-ı Muhammed Mustafâ'dır

Dahi Âl-i şehîd-i Kerbelâ'dır

Zuhûratı pîrimden söylerem ben

Bu yolda cânı kurbân eylerem ben (120/5)

Page 53: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

964

Sıfât-ı Çâr-yârla bürünenler

Bularla muttasıl el-ân değil mi (142/19)

Hilâfet tahtına sultân olanlar

Ebû Bekr ü Ömer Osmân değil mi (142/20)

Birisi mazhar-ı Haydar-sıfât hem

Aliyyü'l-Murtazâ arslan değil mi (142/21)

1.16.1. Hz. Ebûbekir (Sıddîk):

Künyesi, Abdullah b. Ebi Kuhafe b. Amir. Muhammed’in ölümünden sonra ilk

halife odur ve cennetle müjdelenen on kişiden biridir. İslam peygamberini ilk

tasdik eden kişi olarak Sıddık sıfatıyla tanınmış ve adı bu sıfatla anılmıştır.

Hz. Peygamber’in hem en yakın arkadaşı hem de kayınpederi olan Hz. Ebû

Bekr ilk halifedir. İki yıl hilâfette kalan Hz. Ebû Bekr M.634 yılında vefat

etmiştir (Akkuş, 2000).

Salih Baba Hz Ebûbekir'in, Hz. Muhammed'in mağara arkadaşı olmasıyla

birlikte, dört halifenin en büyüğü ve en üstünü olduğundan evliyaların

kendisine uyduğunu, Hz. Muhammed ile içli dışlı olduğunu belirtir. Onun

yolundan açılan büyük bir meydana yürüdüklerini söyler:

Bizim bu âlem-i mülk içre bir devrânımız vardır

Açılmış râh-ı Sıddık'dan büyük meydânımız vardır (37/1)

Nebî Sıddîkı Selmânî Bahâeddîn ü Geylânî

Şarâb-ı aşk-ı Sübhânî içer huşyâr-ı dervîşân (112/8)

1.16.2. Hz. Ömer (Âdil-i Farukî):

Ebû Bekir’in ardından hilâfete gelen Hz. Ömer de tıpkı selefi gibi Hz.

Peygamber’in kayınpederidir. İkinci halife olup cennetle müjdelenen büyük

sahabelerdendir. İslam’ın kırkıncı veya kırk beşinci müslümanıdır. Onun

Müslüman olmasıyla birlikte İslamiyet güç bulmuş, Mekke’de açıkça kabul

edilir olmuştur. Hz. Ömer adaletiyle tanınır. Dünyaya adalet sofrasını

döşemiştir. Dirayetli ve cesaretli olduğu için Şeytan’ın gölgesinden korktuğu

söylenir (İspir, 2017). Feraseti ve cesareti ile ön plana çıkan Hz. Ömer on sene

kadar İslâm Devleti’ne liderlik yapmış ve birçok fetih gerçekleştirmiştir. Basra

Page 54: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

965

valisi Muğîre b. Şu‘be’nin Hıristiyan kölesi Ebu Lü’lü tarafından hançerlenen

Hz. Ömer, aldığı yara sonrasında M. 644 senesinde şehit olmuştur:

Ebû Bekr ü Ömer Osmân Aliyy-i zî-sehâ merdân

Hilâfet tahtına sultân olan hünkâr-ı dervîşân (112/7)

Sıdkımız Sıddîk'tan alıp 'adili Farukî'den

Zi-haya Zinnüreyn'den hulku tenvir olmuşuz. (58/4)

1.16.3. Hz. Osmân (Zi Haya Zinnureyn):

Üçüncü halife olup cennetle müjdelenen büyük sahabelerdendir. Büyük hayâ

sahibidir. Hayâlı oluşuyla övülür. Kuran’ı toplattığı için Osmân-ı Câmi

unvanıyla anılır. Hz. Ömer sonrası hilâfete gelen Hz. Osmân da diğer iki halife

gibi Hz. Peygamber ile akrabalık kurmuş, iki kızıyla evlenmiştir, bu evlilikler

dolayısıyla Zinnûreyn olarak vasıflandırılmıştır. On iki sene hilâfet makamında

kalan Hz. Osman’ın ilk altı yıllık hilâfet dönemi fetihlerin yoğun, refah

seviyesinin yüksek olduğu bir dönem olmakla birlikte, ikinci altı yıllık dönemi

iç karışıklıkların baş gösterdiği, idarenin oldukça zorlaştığı bir dönem olarak

kaydedilir (Hoşab, 2017). Nitekim yaşanan toplumsal huzursuzluğun

neticesinde Hz. Osman da selefi Hz. Ömer gibi şehit edilmiştir:

Ebû Bekr ü Ömer Osmân Aliyy-i zî-sehâ merdân

Hilâfet tahtına sultân olan hünkâr-ı dervîşân (112/7)

Sıdkımız Sıddîk'tan alıp 'adili Farukî'den

Zi-haya Zinnüreyn'den hulku tenvir olmuşuz. (58/4)

1.16.4. Hz. Ali (Şâh-ı Merdân, Haydar, Murtaza):

Dördüncü halife olarak göreve gelen Hz. Ali ise hem Hz. Peygamber’in

amcazâdesi hem de damadıdır. İlk Müslümanlardandır. İlmî birikimi açısından

sahabenin önde gelenlerindendir. Asr-ı saadetin en çalkantılı döne-minde

İslâm ümmetine liderlik yapan Hz. Ali, döneminin bütün sıkıntılı şartlarına

rağmen ümmeti birlikte tutma, İslâm bayraktarlığını sürdürme konusunda

olanca kuvvetini harcamıştır. Ancak o da kendisinden önceki diğer iki halife

gibi şehit edilmiştir. M.661 senesinde vefat eden Hz. Ali’nin hilâfeti beş yıl

sürmüştür (Pala; 1990). Bilgili, yiğit ve cesur bir kişiliğe sahiptir. Kendisinden

Murtaza, Şîr-i Hüdâ, Aliy-yi Murtaza ünvanlarıyla söz edilmiştir (Akkuş, 2000).

Page 55: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

966

Salih Baba, Hz. Ali'nin sehavet, hilm ve fevkalade bir cesaret sahibi olduğunu

söyler. Bir rivayete göre sırat köprüsünü geçenler Hz. Ali'nin elinden Kevser

suyu içeceklerdir. Dolayısıyla herkesin Hz. Ali'nin sunacağı Kevser suyunu

içmesi gerektiğini belirtir. Şair, Hz. Ali'nin yiğitliğini "Şâh-ı merdân" tabiri ile

belirtir ve kılıcına (Zülfikar) ve onu kullanışına telmihte bulunur. Muhyiddin-i

Arabî'nin başına gelenleri Hz. Ali'nin fethinin sırlarına benzetir ve bu fethin

birçok eser bıraktığını zikreder:

Kabre girip haşre varıp hem sıratı geçmeden

Kevser-i Haydar'dan içip kanmayan derviş midir (39/7)

Teşneyiz seddeylemiş derban hayatın yollarını

Zülfikârı çek eriş imdade Allah aşkına (8/6)

Himmet-i pîrimle çeksin Zülfikâr-ı Haydar'ı

Açılıp meydan-ı vahdet imtihân olsun da gör (51/6)

Geçti ömrün nefsin ile etmedin bir gün cihâd

Rûz u şeb etmek dilersin Şâh-ı merdân ile bahs (17/5)

Zi-sehâ hilmi Aliyy-i Haydar-ı arslan-sıfat

Nefs-i mârın bağrını yarmakta Mansûr olmuşuz (58/5)

Zülfikâr-ı Haydar'ı çek nefsine verme amân

Yok-durur âlemde anın gibi bir ehl-i kısâs (64/4)

Tevhîd topunu destine al "Hû"ya devâm et

Bir gün ola Haydar-sıfât arslân doğa senden (121/3)

Kevser-i Haydar'dan içip aşka eyle iktidâ

Kalbin olsun beyt-i Rahmân zât-ı ilmin masdarı (155/7)

Hz. Ali'nin lakaplarından birisi de Murtaza'dır. Bir beyitte de Kerbela'da

savaşan Hz. Hüseyin Murtaza'nın gözünün nuru olarak nitelenir.

Biz dahi ol nûr-ı çeşm-i Murtazâ'nın aşkına

Şîr-vârî Kerbelâ cenginde atşân bekleriz (57/2)

Birisi mazhar-ı Haydar-sıfât hem

Aliyyü'l-Murtazâ arslan değil mi (142/22)

Page 56: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

967

1.17. Selmân-ı Fârisî:

Ashabın ulularından olup Isfahan’da doğmuştur. Önceleri mecûsî iken sonra

Hıristiyan olmuştur. Yeni gelecek peygambere hizmet için Medine’ye gitmiş ve

orada Peygamberimizi görüp Müslüman olmuştur. Hz. Ali ile uzun müddet

birlikte bulunmuştur. Rivayete göre Selmân başkanlığını Hz. Ali’nin yaptığı

“Kırklar”dandır (Pala, 1989). Selman-ı Farisi'den Divan’da silsile ile ilgili bir

bölümde yalnız isim olarak bahsedilir ve Hz. Ebubekir'den sonra Şah-ı

Nakşibend'den önce bir halka olarak görülür:

Nebî Sıddîkı Selmânî Bahâeddîn ü Geylânî

Şarâb-ı aşk-ı Sübhânî içer huşyâr-ı dervîşân (112/8)

1.18. Hz. Fâtıma:

Hz. Muhammed ile Hz. Hatice’nin kızıdır. Hz. Muhammed’in neslini devam

ettiren yegâne çocuğudur. Hz. Ali ile evlenen Hz. Fatıma Alî’nin çok hürmet

duyduğu bir hatundur. Vefatına kadar Hz. Ali başkasıyla evlenmemiştir. Hz.

Muhammed’in vefâtını müteakip Hz. Fâtıma da vefat etmiştir (Çetin; 1997).

Resûl'ün kızı ve Kerbela şehidi Hz. Hüseyin'in annesi olarak anılır:

Sevmişiz can ı gönülden Çâr-ı yârı serveri

Ol Ebû Bekir Ömer Osman Aliyy-i Hayderi

Fâtıma bint-i Resûlün dîde-i enverleri

Biz Şehîd-i Kerbelâ'yız cümle atşân bizdedir (49/4)

1.19. Havvâ:

Hz. Âdem’in zevcesi olup, Hz. Âdem cennetde uykuda iken sol kaburgasındaki

bir eğe kemiğinden yaratılmıştır. “Ümmü’l-beşer” (insanlığın annesi) lakabıyla

tanınır. Kız ve erkek 48 çocuğu olmuştur. Hz.Âdem’den bir yıl sonra vefât

etmiştir. Havvâ ana diye anılır (Pala; 1989). Salih Baba, Hz. Adem'in

Cennet’den atılıp dünyaya indikten sonra yıllarca ağlayarak Allah'a affedilmesi

için yalvarmasına telmihte bulunduğu beyitte Havvâ’yı da anmıştır:

Zemine indi mevâdan nice yıllar döküp kan yaş

Yalınız ağlayan Âdem değil Havvâ'da yangın var (40/7)

1.20. Hz. Hüseyin:

Page 57: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

968

Hz. Ali’nin oğlu ve peygamberimizin torunudur. 12 imâmın üçüncüsü olarak

bilinir. Ehl-i beyt’in beşincisidir. 628 yılında doğdu. Babası şehit olunca

Medine’ye geldi. Muaviye’nin vefâtında Yezîd’e biat etmedi. Kûfeliler kendisini

çağırıp halife yapmak istediler. Yanındaki 72 kişiyle Irak’a doğru yola çıktı.

Yezîd bunu haber alınca Şam’dan Irak valisi Ubeydullah b. Ziyâd’a onu

Kûfe’ye sokmamasını emretti. O da Sa’d b. Vakkas’ın oğlu Ömer ile bir ordu

gönderdi. Ömer, geri dönmesini söylediyse de Hz.Hüseyin yola devam etmek

isteyince Kerbelâ’da 72 kişi ile birlikte elîm bir şekilde susuz bırakıldı ve

sonunda zalimce şehîd edildi (Pala; 1989).

Divan'da Hz. Hüseyin’in adı doğrudan zikredilmez, ancak birçok yerde Kerbela

olayına telmihte bulunulur. Salih Baba nefs ile mücadelenin Kerbela cengi

kadar çetin ve zor bir iş olduğunu belirterek bu yola girenlerin, Kerbela'da

şehid olan Hz. Fatıma'nın evlatlarından Hz. Hüseyin ve taraftarları gibi, susuz

bırakıldıktan sonra başlarının kesilip top yapılarak yuvarlanmasına ve bu

yolda çekecekleri ızdıraplara razı olmaları gerektiğine işaret etmiştir. Şair

kendi nefsi ile olan mücadelesini de Kerbela cengine benzetir:

Başını top eyleyip gir vahdetin meydanına

Kıl gazâ-yı Kerbela gir kendi nefsin kanına

Seyri kıl uşşak-ı Mevla nice kıyar canına

Terk-i can etmektir ancak aşk u sevdadan garaz (66/3)

Ne bilsin hal-i aşk-ı mekteb-i irfâna girmezse

Bu meydan-ı muhabbettir başın top eyleyen gelsin (117/2)

Sevmişiz can ı gönülden Çâr-ı yârı serveri

Ol Ebû Bekir Ömer Osman Aliyy-i Hayderi

Fâtıma bint-i Resûlün dîde-i enverleri

Biz Şehîd-i Kerbelâ'yız cümle atşân bizdedir (49/4)

Bu adem oğlanları bağrım kebab etti benim

Kerbela cengi gibi gavgaya düştüm gel yetiş (63/2)

Biz dahi ol nûr-ı çeşm-i Murtaza'nın aşkına

Şîr-vâri Kerbela cenginde atşan bekleriz (57/2)

Boyandı kana dil şehri kuruldu Kerbela cengi

Oyare karşı canın teşne-kurban eyleyen gelsin (117/4)

Page 58: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

969

Bilinmez Salih'in rengi çalınır tablı gülbangi

Kurulmuş Kerbela cengi yaman gavgada yangın var (40/11)

1.21. Hz. Meryem:

Hz. İsa'nın annesi. Hz. Davûd Peygamber'in soyundan İmran adlı bir zatın

kızıdır. Anne-babasının çocuğu olmamış. Onlar da çocukları olursa kiliseye

bağışlamayı adamışlar. Hz. Meryem doğunca oranın imamı Hz. Zekeriyya

peygambere teslim etmişler. 15 yaşındayken, adı Kur'ân'da geçen (Yasin/20)

Yusuf Neccâr'a nişanlanmış ise de ona varmadan Cebrail vasıtasıyla üflenip

gebe kalmıştır. Yahudiler ona çok eziyetler etmişlerdir. Nişanlısı onu alıp

Nâsıra'ya götürmüştür. Filistin kralı Herod, doğacak çocuğun öldürülmesini

emredince de Mısır'a veya Anadolu'ya gitmişler. Hz. İsa'nın hayatı boyunca

annesi Meryem de hayatta imiş. Hz. İsa'nın göğe çekilmesinden bir müddet

sonra vefat etmiştir. Divan şiirinde Hz. İsa'yı doğurması, Cebrail tarafından

üfürülme yoluyla gebe bırakılması gibi husûsiyetleriyle ele alınır (Pala; 1989).

Şübheden kurtarmak için ol zamânın halkını

Batn-ı Meryem'den kılıp nutk-ı Mesîhânı adem (103

1.22. Belkîs:

Yemen'de Sebâ denilen mülkün melikesi idi. Bir gün Peygamber Süleyman'ın

yolu bu havaliye uğradı. Hüdhüd'ü su bulmak için dönüşünde Belkıs'a ve

memleketine dair haber de getirdi. Belkıs çok güzeldi. Fakat puta tapardı.

Süleyman onu imana davet için bir nâme gönderdi. Belkıs memleketin

büyükleriyle görüştü. Bir elçi, nâme ve hediyeler gönderdi. Fakat Süleyman

kabul etmeyerek Belkıs'ın behemahal gelmesini istedi. Nihayet Süleyman'ın

veziri Asaf ism-i a’zam kuvvetiyle tahtıyla beraber Belkıs'ı Süleyman'ın yanına

getirdi. Görüştüler, neticede Süleyman'ın zevceliğini kabul etti. Peygamber

Süleyman ile aralarında geçen kıssa, tarih ve tefsirlerde geçer (Uludağ, 2013).

Hâtemin dîv-i recîmden almak istersen eğer

Kıl celîsin şehr-i dilde sadra Belkîsâ gibi (144/11)

1.23. Firavn:

Eski Mısır kavimlerinden Amalika hükümdarlarının lakabı. En meşhuru Hz.

Musâ zamanında yaşamış olanıdır. Kur’an-ı Kerîm’de Hz. Musâ ve kavmine

zulmeden bu Mısır kralı Yûsuf suresinde anlatılır. Buna göre Hz. Musâ’nın

Page 59: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

970

îmana davetini reddeden Firavn, tanrılık iddiasında bulunur ve kavmini de

buna inandırır. Hz. Musâ’nın gösterdiği mucizelere de inanmaz. Kendisine

inananları onun zulmünden kurtarmak için Mısır’dan ayrılan Musâ’yı takip

ederken Kızıldeniz’de boğularak ölür. Edebiyatta daha çok Hz. Musâ ile olan

ilişkisi yüzünden yer edinmiştir. Zalimliği, kahrolması, boğulması yönleriyle

rakîbe benzetilip bedduada bulunulur (Pala; 1989).

Bunca davâ-yı enâniyet edenler n'oldular

N'etti Firavn ile bunca ehl-i tuğyânı adem (103/43)

1.24. Nemrûd:

İbrahim peygamberin dinine karşı koyan, onunla mücadele eden, onu ateşe

attıran ve sonunda Allah’ın kendisine musallat ettiği bir sinekle baş edemeyip

ölen büyük inkârcılardan biridir. İbrahim kıssalarıyla anılır. Sineğe yenik

düşmesi çeşitli şekillerde dile getirilir (İspir, 2017). Salih Baba Divanı’nda

Nemrûd’un İbrahim peygamberi ateşe attırması, ancak ateşin gülbahçesine

dönmesi, Allah’ın Nemrûd’a bir sineği musallat etmesi ve onun malını,

mülkünü elinden alması dile getirilmiştir:

Yandırdı Nemrûd nârını

İbrâhim'in gülzârını

Ol dosta verdi vârını

Gör neyledi bu derd bana

Oldu bu derd devlet bana (7/9)

Bekleriz seddi adûlar yıkmasın

Nâr-ı Nemrûd ehl-i derdi yakmasın

Derk-i esfelden münâfık çıkmasın

Biz hafîd-i Pîr-i Tâgî olmuşuz (56/4)

Kuvvetine mâlına güvenme hîç

Gör ki Nemrûd'a ne yaptı bir meges (60/7)

Nâr-ı Nemrûd âteşine ol Halîlullah gibi

Atıluben andaki gülşane oldun mu vukûf (76/6)

Ârifin Hak iledir Hak'tır özü

Anların kıblesidir şeyhin yüzü

Page 60: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

971

Kavm-i Nemrûdîler istemez bizi

Ben hafîd-i Pîr-i Tagî olmuşam

Pîr-i Sâmî'nin çırâğı olmuşam (100/2)

Kimini eyledi mesûd kimini eyledi mesdûd

"Ene'l-Hak" söyledi Nemrûd olub merdûd hatâsından (114/11)

Yandırdın derûnum nâr-ı Nemrûd'a

Gülşanımın vakti yetişmedi mi

Bütün cism ü cânım eyledin hurda

Azâlarım yanıp tutuşmadı mı (133/1)

Nakşını Nakkâş'ta görüp zevk ederler subh u şâm

Nâr-ı Nemrûd'dan yakarlar şem'a-i envârını (153/7)

1.25. Ye’cüc:

Nuh Peygamberin evlatlarından Yâfes soyundan oldukları rivayet edilen iki

kabileden ilkinin adı. Divan şiirinde bir kötülük ve şer sembolü olarak

kullanılmıştır (Tökel, 2000).

Pîrim İskender olup Yecûc seddin bağladı

Görmedim böyle cihân-gîr Sâmî-i Mevlâ gibi (144/15)

2. TARİHÎ-EFSANEVÎ (Destânî-Mitolojik) KİŞİLİKLER

2.1. Cem:

Dîvân şiirinde şarabın mûcidi olduğuna inanılan Cem, aynı zamanda ışık

saçan tâcıyla, sonradan ışık anlamına gelen “Şîd”i alarak “Cem-Şîd” denilen

İranlı efsânevî hükümdar, değişik düşüncelerle adı sık geçen kişilerin başında

gelmektedir (Akkaya, 2018).

Nutkun Mesîhâ'nın demi âşıkların olmaz gamı

Sun bizlere câm-ı Cem'i bu denlü atşân sendedir (31/9)

2.2. İskender:

Büyük İskender. Asıl adı İskender-i Zülkarneyn’dir. Hem Peygamber hem

padişah olmuştur. Kuran’da hayatı hakkında (Kehf /83-89) bilgi verilir. Ab-ı

Page 61: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

972

hayat araması, Hızır ile olan yakınlığı, yolculukları, ordusunun çokluğu,

cihangirliği v.s. yönlerden ele alınır (Pala;1989).

Pîrim İskender olup Yecûc seddin bağladı

Görmedim böyle cihân-gîr Sâmî-i Mevlâ gibi (144/15)

2.3. Keykûbad (Dârâ):

Şehnâme’de adı geçen hükümdarlardan biri. İran’ın Pişdadiyan sülalesinden

sonra gelen şah sülalesi. Keyaniyan’ın ilk hükümdarıdır. Key lakabını ilk defa

kullanan odur. Adaletiyle ün salmış ve bu yönüyle sözü edilmiştir (Pala, 1989).

Efsanevî Acem hükümdarlarından biri olan Keykubad Divân Şiiri’nde aynı

zamanda ululuk, azamet ve şaşaa sembolü şahsiyetlerdendir (Tökel, 2000).

Gâh dil hazînem gâhi şâd gâhî uyûnam gâh Fırad

Gâhî oluram Keykûbad âlem-i devrân bendedir (41/12)

Kirpiğin ok eylemiştir kaşları çifte keman

"Kâbe kavseyn"den gider İskender-i Dârâ'ya hat (67/2)

Dil levhine seyr eyler iken ebcedi buldum

Ebcedde olan devlet-i Dârâ'yı da bildim (97/2)

Hemân bir lahza sağ olmak bana sensiz harâm olsun

Dilemem ser-te-ser versen kamu hep mülk-i Dârâ'yı (141/11)

2.4. Nerîmân:

Şehnâme’deki büyük kahramanlardan Sâm’ın babası, Zâl’in dedesidir. Divan

şiirinde kahramanlık sembolü olarak kullanılmıştır. İran mitolojisinde adı oğlu

Sam'ın yiğitliği ile anılır. Özellikle kasidelerde memdûhlar Neriman'a benzetilir

(Pala, 1989).

Kuvvetine mâlına mağrûr olanlar n'oldular

Koydu yerler altına birçok Nerimân'ı adem (103/41)

2.5. Rüstem:

Zâl’ın oğlu diye bilinen, pehlivanlığıyla kaba gücün sembolü olmuştur. Yayı ile

Page 62: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

973

Sevgilinin kaşına müşebbeh olan İran’ın milli kahramanı Zaloğlu Rüstem,

Keykubad zamanında Keyhusrev’in ölümüne kadar cihan pehlivanı yani

Emirü’l Ümera’dır. İran mitolojisine bir kahraman olarak girmiştir. Divan

şiirinde kahramanlıklarıyla ele alınır. Genellikle babası Zâl ve dedesi Sam ile

birlikte zikredilir (Tökel, 2000).

Çok Rüstem'ler çok sultânlar yer yedi

Çok hânları harâb etti yürüdi

Tamu yedi semâ yedi yer yedi

Bu merâtib üzre olunmuş îcâd (26/3)

Nedir bu çektiğim cevr ile sitem

Eyledin kaddimi dâl kara bahtım

Hiçbir gün şâd edip kılmadın Rüstem

Âhiri eyledin Zâl kara bahtım (104/1)

Hubb-ı Rüstem'imi bend et pâyine

Fırsat verme bu emmâre hâine

Bu günkü ihsânı koyma yarıne

Düşürme sultânım ferdâya bizi (139/2)

2.6. Şeddâd:

Hûd peygamber zamanında yaşamış olup Yemen'deki Âd kavminin hükümdarı

idi. Zamanında birçok yapılar ve bentler inşa ettirmiş ve kendisine kibir gelip

tanrılık iddiasında bulunmuştur. Bunu ispat için de Bâğ-ı İrem denilen bir

bahçe ve içine saray yaptırmıştır. Bu bahçe ve saray o derece güzel ve kıymetli

taşlarla yapılmış ki Şeddâd halkına, buranın Cennet'ten daha güzel bir yer

olduğunu söylemiş. Meğer Şeddâd Cennet'in vasıflarını Hûd peygamberden

dinlemişmiş. İrem bağı Suriye'de yapılmıştır. Bahçenin yapımı bitince Şeddâd

ordusuyla birlikte oraya giderken yolda helâk olmuşlar. Rivayete göre önce

Şeddâd ölmüş, sonra ordusu ve yaptırdığı Bâğ-ı İrem yok olmuştur. Bugün

büyük yapılara Şeddadî bina denilir (Pala, 1989).

Öyle bir Şeddâd-i zâlim pençesine düşmüşem

Eyle mesrûr bu dil-i nâ-şâdımı Allah için (113/3)

2.7. Zâl:

Şehname kahramanlarından Rüstem’in babası, Sam’ın oğlu, Neriman’ın

torunu. Divan şiirinde Zâl, genellikle kelime anlamları itibariyle kullanılır ve

Page 63: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

974

çeşitli mazmunlara kaynaklık eder. Zâl kelime olarak “koca, ihtiyar ve ak

sakallı manasınadır. Anadan doğdukta kirpiği ve kaşı ve başı beyaz olmakla

Zâl ile tesmiye olundu.” Divan şairleri de Zâl kelimesiyle daha çok ihtiyar, yaşlı

geçgin anlamlarını kasdetmişlerdir (Tökel; 2000).

Nedir bu çektiğim cevr ile sitem

Eyledin kaddimi dâl kara bahtım

Hiçbir gün şâd edip kılmadın Rüstem

Âhiri eyledin Zâl kara bahtım (104/1)

3. EDEBÎ KİŞİLİKLER

3.1. Feridüddin Attâr:

1120’de Nişaburda doğmuştur. Asıl adı Muhammed’dir. Doktor ya da eczacı

olduğu için Attar mahlasını almıştır. Tasavvufi değerlere bağlı bir kişidir.

Tahmini olarak 1235 yılında ölmüştür (Gölpınarlı; 1990).

Anın ile muhabbet eyleyenler

Olur irşâd misâl-i "Pend-i Attâr" (35/8)

3.2. Seyyid İmadeddin Nesimî:

XIV. Asrın büyük şairlerinden olup Hurûfî akidesindendir. Şeriata aykırı söz

ve hareketlerinden dolayı Halep’te derisi yüzülerek idam edilmiştir (Doğan,

1988). Salih Baba, Divanında Nesimî'yi de Mansur gibi en çok bilinen

menkıbesi ile işlemiştir. Nesimî'nin derisinin yüzülmesine telmih vardır.

Nesimi'nin aşk ve muhabbet ateşiyle yanıp Hz. Peygamberin nurunu

gördüğünü; birçok belaya maruz kaldığını ve nihayet öldürüldüğünü söyler.

Şair kendisinin de Nesimî gibi can ve tenini fedaya hazır bulunduğunu,

derisini yüzdürmek kasdında olduğunu ve çevgâna benzeyen belalara kalkan

gibi karşı geldiğini ifade eder.

Görün Nesimî Hazreti'n nurunu gördü Ahmed'in

Yüzünde şab-ı emredin yaktı muhabbet narını (147/3)

Soyup akıttılar demi vuslat bulup gitti gamı

Ne sin'i kaldı ne mim'i gör ‘âşıkın bâzârını (147/4)

Page 64: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

975

Gâh Nesîmî-veş bu cismim cildini üzdürürem

Her belâ çevgânına kalkan oluram kime ne (128/7)

4. MUTASAVVIF KİŞİLİKLER

4.1. Abdulkâdir-i Geylânî:

Abdulkâdir Geylânî, tasavvufî oluşumlar içinde en çok müntesibi bulunan

tarikatlardan biri olarak bilinen Kâdirîlîğin kurucusudur. Hazar denizinin

güney batısında yer alan Nefy köyündendir. Soyunun Hazreti Ali’ye dayandığı

rivayet edilen Abdulkâdir Geylânî, tahsilini devrin ilim ve irfan merkezi olan

Bağdat’ta tamamlamıştır. Hadis, fıkıh ve edebiyat gibi ilimlerin ardından

Ebu’l-Hayr Muhammed b. ed-Debbâs (ö.552/1131) vasıtasıyla tasavvuf yoluna

girmiş ve ardından onun damadı olmuştur. Bir süre tefsir, hadis, fıkıh ve

kıraat gibi ilimler okutmuş, sonrasında ise medresedeki tedris görevini

bırakarak inzivaya çekilmiştir. Bağdat ve Kerh harabelerinde yirmi beş yıl

riyâzat ve inziva hayatının ardından Ebû Saîd Mubarek el-Muharrimî

tarafından kendisine şeyhlik hırkası giydirilmiştir.

Gerek hayatta olduğu dönemde gerekse vefatının ardından fikirleriyle yüzlerce

insanı etkileyen Abdulkâdir Geylânî, H.562 (M.1166) yılında vefat etmiştir.

Kurduğu tarikat Endonezya’dan Kuzey Afrika’ya, Sibirya’ya kadar uzanmıştır

(Yılmaz; 2012).

Nebî Sıddîkı Selmânî Bahâeddîn ü Geylânî

Şarâb-ı aşk-ı Sübhânî içer huşyâr-ı dervîşân (112/8)

4.2. Abdurrahman-ı Tâgî (Pîr-i Tâgî):

19. Yüzyılda Anadolu'da yetişen evliyanın büyüklerinden. İsmi Abdurrahman

olup Tâgî, Tahî ve Nurşinî nisbeleriyle bilinir. Üstad-ı azam ve Seyda isimleriyle

meşhur olmuştur. 1831 (H. 1247) senesinde Bitlis vilayetine bağlı Nurşin

(Çukur) nahiyesinde doğdu. 1886 (H. 1304) senesinde vefat etti. Küçük yaştan

itibaren ilim tahsiline başlayan Abdurrahman-ı Tâgî, fıkıh, tefsir, hadis vb.

ilimlerde yetiştikten sonra evliyanın büyüklerinden Seyyid Sıbgatullah

Arvasi'ye talebe oldu. Onun sohbetlerinde ve hizmetinde bulundu. Tasavvuf

yolunda yüksek derecelere ulaştı. Seyyid Sıbgatullah hazretlerinin yüksek

talebeleri arasında yer aldı. Hocası tarafından ona, talebe yetiştirmek üzere

icazet verildi. Hocasının vefatından sonra insanlara Allah’ın emir ve

Page 65: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

976

yasaklarını anlattı. Pekçok talebe yetiştirdi. Abdurrahman-ı Tâgî hazretlerinin

aralarında Muhammed Sâmî Erzincanî’nin de olduğu 19 halifesi vardır.

(Kuyumcu, 1979; Çakır, 2017).

Salih Baba, Divanında tarikatının büyük velilerine de yer vermiş ve onları

övmüştür. Bir beyitinde Abdurrahman-ı Tâgî 'nin Muhammed Sâmî'nin şeyhi

olduğunu belirtir. Muhammed Sami ise Salih Baba'nın şeyhidir. Salih Baba

çeşitli tasavvufi ifadelerle Abdurrahman-ı Tagî’yi övmüştür:

Pîr-i Tâgî şeyhimizin şeyhidir hem Salihâ

Rûz u şeb gözler bizi me'vâda Allah aşkına (8/9)

Pîr-i Tâgî hürmetiyçün kıl terahhum bizleri

Gel bırakma bizleri ilhâda Allah aşkına (8/2)

Ki Hâlidi Seyyid Tâhâ fedâ cân Sıbgatullâh'a

Pîr-i Tâgî gibi şâha kemer-bes vârî dervîşân (112/9)

İmtihân-ı yârdır cevr ile sitem

Müsâvîdir bizde hem medh ile zem

Şiddet-i berzahdan bizlere ne gam

Pîr-i Tâgî gibi sultânımız var (29/4)

Gönderdi Sâmî'sin ol Pîr-i Tâgî

Erzincân şehrinde kurdu otagı

Sâmî'dir cihânın hem şeb-çerâgı

Bizim de ahd ile peymânımız var (29/10)

Be-hakk-ı Pîr-i Tâgî Seyyid-i şâh-ı velâyet hem

Eriştir vuslat-ı yâra meded ey seyyidü'l-ebrâr (32/8)

Divanda Abdurrahman-ı Tâgî'nin dışında Salih Baba'nın tarikatına atfedilen

silsilede geçen isimlerden bazıları övgüyle anılır. Bu isimler Hz. Peygamberden

başlayarak belirli bir tarihi sıra içinde verilir. Şöyleki; Hz. Ebubekir, Selman-ı

Farisi, Bahaeddîn Nakşibend, Abdulkadir Geylani, Şeyh-i Memdûhi, Mevlana

Halid, Seyyid Taha, Seyyid Sıbgatullâh'dır:

Nebi Sıddîk u Selmânî Behae'd-din ü Geylani

Şarab-ı aşk-ı Sübhani içer huşyar-ı dervişan (112/8)

Page 66: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

977

Himmet-i evliyâ bize yâr iken

Şâh-ı Nakşibendî ser-hünkâr iken

Seyyid Tâhâ Sıbgatullah var iken

"Kâbe kavseyn"e dek seyrânımız var (29/9)

4.3. Hâlid:

Mevlâna Hâlid. Nakşibendî Tarikatı’na mensûb olup bu tarikatın Hâlidî

kolunun kurucusudur (Doğan; 1988).

Ki Hâlidi Seyyid Tâhâ fedâ cân Sıbgatullâh'a

Pîri Tâgî gibi şâha kemer-bes vârî dervîşân (112/8)

4.4. Hallâc-ı Mansûr:

Adı Ebû’l-Mugısü’l-Hüseyn b. Mansûru’l-Beyzâvî olan Mansur (857-922),

edebiyatta çokça anılan ünlü bir sûfîdir. İran’ın Tûr kasabasında doğmuştur.

Basra’ya yerleşmiş ve orada evlenmiştir. Tasavvuf yoluna genç yaşta giren

Mansur, zühd ve itikâf ile kısa sürede ilerleme kaydetmiştir. Hind ve Türk

memleketlerini gezerek İslam’ı yaymaya çalışır. Hallâc 24 Zilkade 309 (26 Mart

922) tarihinde Bağdat’ın Bâbüttâk semtinde önce kırbaçlanır, burnu, kolları ve

ayakları kesildikten sonra idam edilir. Başı kesilerek Dicle üzerindeki köprüye

dikilen Mansur’un gövdesi yakılarak külleri nehrin sularına savrulmuştur.

Tasavvuf tarihi bakımından birinci derecede önemli olan Hallâc’ın sözleri ve

menkıbeleri çağlar boyunca Müslümanlar arasında yankılanmış ve İslam

toplumu üzerinde derin izler bırakmıştır (Zavotçu; 2013).

Türk Edebiyatı’nda sıkça ismi geçen meşhur sûfilerden Mansur, Salih Baba

Dîvanı'nda da en çok bilinen menkıbesiyle anılır. Aşk ve muhabbetin ızdırap

verici özellikleri sıralandıktan sonra sevgilinin zülfü darağacına benzetilir.

Şair, kendisinin ve âşıkların o darağacında can vermeye gönüllü birer Mansur

olduğunu belirtir. Aynı zamanda yılan olmuş nefsin bağrını yarmakta

Mansur'a benzediklerine işaret etmiştir. Salih Baba’ya göre can eğer sevgilinin

uğruna Mansur gibi feda edilecekse kıymeti vardır; sevgilinin hasretinde canın

bir önemi yoktur. Şair, aşk ateşi ile yanıp kül olan ve sonunda sevgilisine

kavuşan bir ‘âşıktır.

Salih Baba, Mansur'un Allah'tan gelen bir hediye ile bütün varını aşka verip

hakikat kapısını görerek " Ene'l-Hak" dediğini, "Ene'l-Hak" sözünü Mansur'un

Page 67: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

978

değil can içindeki cananın ve hatta ruhunun sultanı olan sevgilinin, sırları

keşfederek söylediğini ve "Ene'l-Hak" davası güden Mansur'un darağacına

çekilerek arzu edilen sevgiliye gittiğini belirtir. Mansur'un asılması ile sırrının

ortaya çıktığı ve veliliğinin anlaşıldığı dile getiren şair; Mansûr gibi “Ene'I-Hak”

davası güden fakat samimi olmayanları eleştirir:

Bülbüle çekdirir âh ile zârı

Pervâneye dâim gösterir nârı

Mecnûn'un Leylâ'sı Mansûr'un dârı

Ezelden böyledir hûy-ı muhabbet (16/2)

Zi-sehâ hilmi Aliyy-i Haydar-ı arslan-sıfat

Nefs-i mârın bağrını yarmakta Mansûr olmuşuz (58/5)

Dil şehrine kayd olalı sevdâ-yı dilârâ

Yaktı beni nâra

Bend eyledi zülfün beni Mansûr gibi dâra

Düşürdü bu zâra (162/3)

Öyle bir cân isterem Mansûr gibi berdâr ola

Verseler sensiz bana mühr-i Süleymân istemem (101/8)

Nemî dânem çünân Mecnûn menem ahrâr-ı dervîşân

Değil Mansûr yek-tâ şod hemân berdâr-ı dervîşân (112/1)

Her bir âşık vâsıl olmaz yârına

Berdâr olmayınca vuslat dârına

Pervâne-veş düşüp aşkın nârına

Mansûr gibi yanıp kül olmayınca (12/3)

Kimini eyledi makhûr kimini eyledi ma'mûr

"Ene'l-Hak" söyledi Mansûr olup mesrûr atâsından (114/12)

Mansûr değil can söyledi cân içre cânân söyledi

Ol rûh-ı sultan söyledi keşfeyleyip esrarını (147/1-2)

İzhâr idüben eyledi dâ'vâ-yı "Ene'l-Hakk"

Mansûr'u görün ol dahi ber-dâr ile gitti (132/9)

Page 68: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

979

Gör nice Mansûr'u zülfün dârına bend eyledin

Sen de bir kez dâra çık sırrın ayân olsun da gör (51/3)

Eyleyen da'vâ-yı Mansûr kande göster dârını

Sen seni yok eyledin yâ kimden aldın varını (153/1)

Sen sana gel işbu cânın hâb-ı gafletten uyar

Nice bin Mansûr'u gör kim zülfüne berdâr olur (43/5)

Nice Mansûr'a söylettin "ene'l-Hakk"

Kuruben karşısına dârı leylî (138/6)

Mansur "Ene'I-Hak" söyledi, gördü hakikat darını

Çıktı aradan kend'özü hep aşka verdi varını (147/1)

4.5. İbrahim Bin Edhem:

Tanınmış evliyadan ve ilk mutasavvıflardandır. Söylentilere göre Belh sultanı

iken tacını tahtını bırakıp bir mağarada inzivaya çekilmiştir. Geçimini

çalışarak sağlamış, şeriata bağlı bir sufidir. Aşk şarabı içmesi, zenginliği, malı

mülkü bırakıp fakirliği seçmesi, şahlığı bırakıp on iki yıl yalnızlığa çekilmesi

gibi özellikleri şiirlerde vurgulanmıştır. Müridlere örnek almaları gereken bir

kişi olarak sunulmuştur. İbrahim Edhem Divân Şiiri’nde dünyaya meyl

etmemenin timsâli olarak zikredilir ve onunla dünyanın hiçliğine mal-mülk ve

debdebenin boşluğuna atıflarda bulunulur (Tökel; 2000).

Salih Baba, Belh sultanın oğlu ve onun tahtının varisi olan İbrahim bin

Edhem'i tacını tahtını bırakarak Hak yoluna gitmesi ile anarken, dervişliğin

ancak dünya kıymetlerinden geçerek zamanın Hızır'ı olan bir zata ulaşmakla

mümkün olabileceğini söyler:

Varını yağmaya verip İbrahim Edhem gibi

Arayıp Hızr-ı zamânı bulmayan dervîş midir (39/9)

4.6. Muhammed Sâmî:

Muhammmed Sâmî neseben Erzincanî ve Kırtılzade denmekle maruf İbrahim

Efendinin oğlu olup (H. 1264) yılında doğmuştur. Asıl adı Muhammed,

mahlası ise Sâmî'dir. Erzincan ulemasından Hacı Sıddık Efendi'nin ders

halkasından ilim tahsil ederek icazet almıştır. Daha sonra ilmini

Page 69: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

980

derinleştirmek için İstanbul'a gitmiş, orada bir müddet ders okuduktan sonra

"Mülkiye muallimliği" yapmıştır. Muhammed Sâmî, ilim hayatının yanında

tasavvuf hayatına da önem vermiştir. Önceleri Kadirî şeyhlerinden

Süleymaniyeli Şeyh Abdurrahman Efendiden Kadirî, sonra da Hoca Mustafa

Fehmi Efendiden Nakşî tarikatını ahz u telakki etmiş ve burada çeşitli vazifeler

yapmıştır. Takriben (H. 1300) senesinde Abdurrahman-ı Tâgî'nin hizmetine

girmiş ve bir yıl içinde onun ekmel halifesi olarak Erzincan'a dönmüştür.

Erzincan'a döndükten sonra Erzincan'ın dışında bir tekke ve külliye kurarak

irşad vazifesine devam eder. Daha sonra hacca gitmek üzere İstanbul'a gider.

Sarayda bulunan Hah'lı Mustafa Paşa'nm tavassutuyla, Sultan Abdıılhamid ile

Yıldız Sarayı'nda görüşür. Zahir ve batın ilimlerine sahip olan Muhammed

Sâmî Efendi'nin kütüphanesinde üç bin kitap olduğu da kaynaklarda

belirtilmiştir (Deniz, 2002).

Salih Baba, şeyhi Muhammed Sâmî'ye divanının hemen tamamında yer

vermiştir. Onu kimi zaman tasavvufi söylemlerle, kimi zaman mecaz ve

istiarelerle, kimi zaman da zatına özgü nitelikleriyle övmüştür.

Salih Baba, şeyhini Hz. Muhammed'in varisi, onu ebedi hayatın mimarı olarak

görür, Pir-i Sâmî'nin kemalini ve büyüklüğünü görmeyenin hakikatte kör

olduğunu ifade eder. Salih Baba şeyhinin ilminden ve kemalinden doğan

büyüklüğünü belirttikten sonra sahte şeyhlere itibar edilmemesini söyleyerek,

onun gibi ilim ve kemal sahibi bir zata bağlanılmasını temenni eder.

Salih Baba şeyhi Pîr-i Sâmî’yi bazı özellikleriyle bu çalışmada bahsettiğimiz

önemli kişiliklere benzeterek onların şahsını ve şeyhini överek yüceltir. Pir-i

Sami'yi bir tabîbe benzetir. O, âşıklar tabîbinin kapısına gitmiştir. Salih Baba

mürşidini Hz. İbrahim'e, kendisini de nefsini mürşidine teslim ettiğinden

dolayı Hz İsma'il'e, şeyhini sahip olduğu güzellik unsurları itibarıyla Hz

Yûsuf’a, manevi tasarrufu olan, ledün ilmine sahip olması sebebiyle de

hakikatin rehberi olması bakımından Hızır'a, gönlünün dertlerine derman

olması ve kendisini gerçek sevgilisine ulaştırmasını ümid etmesi yönüyle Hz.

Lokman'a benzetir. Şair, Muhammed Sami'yi, kendisinin kötülükleri emreden

nefsi ile ruhu arasında bir set kurmasından dolayı, iki kavim arasına set

yaptığı rivayet edilen İskender-i Zülkarneyn'e benzetir. Şeyhinin her derde

derman olduğunu, özellikle Hz. Muhammed'in ve Hz. İsa'nın kendilerine has

hususiyetlerinden nişaneler taşıdığını her fırsatta dile getirir. O, İsra gecesinde

yaşanan olaylara vakıftır ve Hz. İsa'nın nefesinin niteliklerini bilir.

Salih Baba, şeyhini Hz. Ali'ye benzeterek onun gibi hem ilim de hem de

Page 70: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

981

yiğitlikte bir sultan olduğunu söyler. Şeyhinin devrin en büyük zatı olduğunu,

kutupluk mevkinde bulunduğunu dile getirir. Şeyhinin konuşması, İsa

Peygamberin nefesi gibi hayat bağışlayıcıdır. Şeyhini, Şeyhü'l-Ekber namı ile

anılan Muhyiddin Arabi'ye de benzetir.

Salih Baba hemen hemen her fırsatta şeyhini çok seven ve ona çok bağlı olan

bir müridin hocasına duyduğu saygıyı, sevgiyi, bağlılığı dile getirir ve şeyhinin

büyüklüğü ile övünür ve birçok beyitinde ona sadakatle tabi olanların

nihayetsiz nimetlere gark olduklarını belirtir:

Vâris-i hatmü'n-nübüvvet Pir-i Sâmî Hazreti

Sayesinde Sâlih’em nâdâne sanma bizleri (159/6)

Pîrimiz Hazret-i Sâmî senin vârislerindendir

‘Ulüvv-i himmeti hem şânı sensin yâ Resûlallah (125/8)

O kim a'mâdurur çeşm-i basîri

Göremez Pîr-i Sâmî gibi cânı (2/23)

Sâmî gibi cânı görün, ol dürr ü mercânı görün

Vechinde îmânı görün mülk-i bekâ mi’mârını (147/13)

Sakın ümmî olan şeyhin sözüne aldanıp kanma

Pîr-i Sâmî gibi her bir ulûma şâmil olmaktır (50/7)

Dertliyem derdinden Hazret-i Sâmî

Sen tabîb-i âşıkâne gelmişem

Kabûl-i Hazret kıl işbu gulâmı

Zâtın gibi âlî-şâne gelmişem (98/1)

Hazret-i Pîrim delilimdir, Halîlimdir benim

Dil sarâyı ravza-i beyt-i celilimdir benim

Ana teslim ettiğim nefs-i zelilimdir benim

İnkıyâd ettim bıçağa uymuşam İsma'il'e (130/3)

Yûsuf-ı Ken'ânî hüsnün aklımı yağma eder

Dişlerin dürr ü mücevher sohbetin cândan leziz (27/2)

Bu asrın Hızr'ıdır hem serveridir

Hakîkat şehrinin hem rehberidir (164/24)

Page 71: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

982

Ol arada bir Hızr-ı zamân tuttu elimdem

Aldı beni bir menzîl-i sahrâya düşürdü (137/6)

Cânım demem ben bu tendeki câna

Eğer vâsıl eylemezsen cânâna

Âhir bu derd beni eyler dîvâne

Dermân için sen Lokman'a gelmişem (98/5)

Pîrim İskender olup Ye’cûc-i seddim bağladı

Görmedim böyle cihângîr Sâmî-yi Mevlâ gibi (144/15)

Gelir bûy-ı Muhammed gül yanağından senin şâhım

Dem-i ‘İsa zuhûr eyler dudağından senin şâhım (94/1)

Muhammed nûrudur nûrun demin rûh-ı Mesîhâ'dır

Döner çarh-ı felek durmaz senin aşk-ı hayâlinden ( 99/3)

Nûr-ı Ahmed'le boyandın hem dem-i 'İsâ ile

Vuslatınla bizleri kıl cümle şâdân el-meded (25/7)

Dahi sen ibn-i Âdem'sin dem-i 'İsâ'ya hem-demsin

Cemî’-i derde merhemsin bilirsin her mu'ammâyı (141/6)

Nutkun Mesîhâ'nın demi âşıkların olmaz gamı

Sun bizlere câm-ı Cem'i bu denli atşân sendedir (31/9)

Şeb-i İsrâ'ya mahrem râ dem-i ‘İsâ’ya hem-dem râ

Cemî'-i derde merhem râ Pîr-i Sâmî-yi dervişân (112/11)

Zümre-i ‘uşşâkın Şâh-ı merdân'ı

Âlem-i ekvânın kutb-ı zamânı

Buldum Pîr-i Sâmî gibi sultânı

Cümle dertlerime dermân eyledi (143/5)

Hakîkat erleri çoktur bu gülzâr-ı cihân içre

Muhammed Pir-i Sâmî'dir kamunun Şâh-ı merdânı (151/7)

Şeyhü'l-ekberdir efendim bu asırda şübhesiz

Böyle bir âlî-makâma gelmeyen dervîş midir (39/11)

Page 72: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

983

Kuvve-i kudsiyyesiyle cümle irşâd eyledi

Kim ki destinden tutup sıdk ile kıldı bi’ati (1/16)

Sâmî gibi sultâna sıdk ile bi'at eden

Ol rûy-ı Muhammed'deki envâr ile gitti (132/13)

Pîr-i Sâmî Hazretine sıdk ile bi'at eden

Keşf olur sırr-ı hakîkat mazhar-ı esrâr olur (43/ 6)

4.7. Muhyiddin Arabi (Şeyhü'l-Ekber):

1165-1240 Tarihleri arasında yaşamış âlim, mutasavvuf ve şair. Vahdet-i

vücûd felsefesi birçok tenkide maruz kalmış, bir taraf ona şeyhü’l-ekber (en

büyük şeyh) derken, diğer taraf en koyu kâfir şeyh olarak vasıflandırır (Doğan,

1988). Salih Baba Muhyiddin Arabî'nin de Mansûr ve Nesimî gibi

öldürüldüğünü belirtmektedir:

Gör n'eyledi Muhyiddin'i boğazlanıp aktı kanı

Dosta feda kıldı canı hiç bozmadı ikrârını

Erdi ana hükm-i kaza dedi "budur bab-ı rıza"

Esrâr-ı feth-i Murtaza bıraktı çok asarını (147/5)

4.8. Seyyid Tâhâ:

Nakşî Tarikatı şeyhlerinden biri (Doğan, 1988). Seyyid Tâhâ-yı Hakkâri.

Anadolu'da yaşayan büyük velilerdendir. Silsile-i aliyyenin otuz birincisidir.

Peygamber efendimizin neslinden olup Seyyid Abdülkadir-i Geylanî

hazretlerinin on birinci torunudur. Mevlâna Hâlid-i Bağdadî hazretlerinin

halifelerindendir. 1853 yılında Şemdinli yakınındaki Nehri'de vefat etti

(Kuyumcu, 1979).

Ki Hâlidi Seyyid Tâhâ fedâ cân Sıbgatullâh'a

Pîri Tâgî gibi şâha kemer-bes vârî dervîşân (112/9)

Erişti Şeyh-i Abdullâh'a nûru

Seyid Tâhâ'da ol kıldı zuhûru

Ana bîat eden buldu huzûru

Terakkî eyleyip buldu sürûru

Zuhûrâtı pîrimden söylerem ben

Bu yolda cânı kurbân eylerem ben (120/7)

Page 73: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

984

Pîr-i Tagî ile hem Seyyid Tâhâ

Kabûle sebebdir anlar bu râha

İlticâ edelim Sıbgatullâh'a

Kendi boyasıyla boyaya bizi (139/12)

4.9. Şeyh Abdürrezzak (Şeyh San'an):

Yemenli ve adının da Abdürrezzak olduğu rivayet edilen bu şahıs hakkında

kesin bir bilgi yoktur. Şeyh San’an, Divan Şiiri’nde aşkı uğruna bütün çile ve

ıztırapları göze alarak bu yolda kendini feda etmekten çekinmeyen bir şahsiyet

olarak zikredilir (Tökel; 2000).

Salih Baba Yemen'de yaşamış olan şeyh Abdürrezzak'ın Anadolu'daki bir Rum

kızına âşık olması ve kızın, onu kabul etmesi için ileri sürdüğü şartlardan

domuz çobanlığı yapması ve birçok sıkıntıya katlandığına telmihte

bulunmuştur:

Duhter-i tersâ yüzünden ta Yemen'de berk urup

Âhiri güttürdü hınzîr Mürşid-i San'â'ya aşk (77/8)

Erişti Sâmî-yi sultan beraber dilber-i rûhân

Değil yalınız Erzincan, Yemen San'a'da yangın var (40/10)

Çekdiğim derdi belâyı Şeyh-i San'â çekmedi

Söyle açsın bâbımı derbânım Allah aşkına (9/8)

SONUÇ

Bir mazmun edebiyatı olarak da tanımlayabileceğimiz Klasik Türk Edebiyatı

işlediği konular ve beslendiği kaynaklar açısından oldukça zengindir. Arap,

Fars ve Türk medeniyetlerinin dil ve kültür birikimini ve zevkini kendi

potasında eritebilmiştir. Klasik Türk Şiiri’nde meramın anlatılması ve

hissiyatın muhataba aksettirilmesi konusunda mefhumların somutlaştırılmış

en belirgin örnekleri farklı hususiyetleriyle kendilerine edebi eserlerde yer

bulmuş tip ve kişiliklerdir. Tarihî, mitolojik, dinî, efsanevî vb. edebî hüviyeti

olan bu kişilikler edebiyat geleneği içinde çokça zikredilmiştir. Tipler ve

kişilikler konusunun, toplumun genel yapısı içerisinde ele alınıp incelenmesi

Page 74: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

985

sonucunda, özellikle edebi eserlere yansımış biçimiyle edebiyatta yeni

açılımlara kaynaklık ettiğini görmekteyiz.

Tip belirgin davranışları temsil eder. Eserde ele alınan tipler, edebi eserlerin

oluşumunda dönemin edebi anlayışına ışık tutmaktadır. Kişilik, basmakalıp

davranışları değil değişen davranışları sergiler. Eserde ele alınan kişilikler

dönemin sosyal yaşantısı içerisinde özellikle dini yaşamın şekillenmesinde

önemli bir yere sahiptir. Toplum hayatında ve insanlarda değişen

davranışların denetimi işlenen kişilikler etrafında gösterilmeye çalışılmıştır.

Hedeflenen insan yapısı bu kişiliklerle paralel olmalı, kişi kendini bu amaca

göre yönlendirmelidir. Konunun anlatımı ve içeriğine uygun olarak

örneklemelerle ele alınan kişiliklerin özellikle anlatımı kuvvetlendirme,

anlatıma güç katma, inandırıcılığı artırma gibi nedenlerle edebi eserlere pozitif

katkı sağladığını söylemek mümkündür. Tasavvufi, dini, tarihi bir konu

işlenirken o konunun önemini etkili bir şekilde okuyucuya aktarmada tanık

gösterilen kişi ile bağlantılı olarak anlatılması şiire yardımcı olarak anlatımın

gücünü ve inandırıcılığını artırmıştır. Her tip ve kişilik konunun akışı

içerisinde ele alınmış ve şiirin anlamına güç katmıştır.

Edebiyat sahasındaki bu yaygın kullanımın içeriğinde çokça yer verildiği

örneklerden olan Salih Baba Divanı hacmiyle kıyaslandığında tip ve kişilik

açısından şaşırtıcı oranda zengin bir eserdir. Erzincanlı mutasavvıf bir şair

olan Salih Baba’nın özellikle din, tasavvuf ve edebî konulardaki ilmî birikimi

eserine belirgin şekilde yansımıştır.

Çalışmamız edebiyat dünyasında önemli yeri olan bir şairin eserinin

tanıtılmasına vesile olması, sayıları kısıtlı olan tip ve kişilik endeksli yeni

araştırmalara katkı sağlaması maksadıyla kaleme alınmıştır. Edebiyat

camiasında etraflıca tanıtılması hâlinde Salih Baba’nın kaleme aldığı eserin

birçok kıymetli çalışmaya ufuk açacağı kanaatindeyiz.

KAYNAKÇA

AKKAYA, Mehmet (2018). “Divân ve Halk Şiirinin Şahıs Dünyası”, Dokuz Eylül

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi C: 20, S: 3, ss. 363-380

AKKUŞ, Metin (1995). Nefi Divanı’nda Tipler ve Kişilikler, Erzurum: FEF

Yayınları.

AKKUŞ, Metin (2000). Divan Şiirinde İnsan I-Dini Kişilikler, Erzurum: FEF

Yayınları.

Page 75: ESTAD - DergiPark

Erdoğan ULUDAĞ

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

986

AKKUŞ, Metin (2006). “Klasik Edebiyatta Tipler”, Türk Edebiyatı Tarihi, Talat

Sait Halman vd. C: 2, İstanbul, ss. 393-402

AKTEPE, Orhan (1977). “Erzincanlı Tekke Şairi Sâlih Baba”, Muştu Dergisi.

ALBAYRAK, Nurettin (1986). "Bir Tasavvuf Şairi Tüfekçizade Salih Baba",

Mavera Dergisi, S.109, ss. 8-10.

AYDIN, Haluk (2010), Cevrî Divanı’nın Tahlili, Doktora Tezi, Balıkesir

Üniversitesi.

BANARLI, N. Sami (1998). Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, C: 2, İstanbul: M.E.B.

Yayınları.

CAN, Adem (2016). “Salih Baba’nın Şiirinde İnsân-ı Kâmil”, Uluslararası

Erzincan Sempozyumu Bildiri Kitabı C: 1, ss. 879-890

ÇAKIR, Mehmet Saki (2017). " Şeyh Abdurrahman-ı Tâğî ve Norşin

Tekkesi’nden Yayılan Kollar", İHYA Uluslararası İslâm Araştırmaları Dergisi, C:

3, S: 2, ss. 26-53

ÇETİN, İsmet (1997). Türk Edebiyatında Hz. Ali Cenknâmeleri, Ankara: Kültür

Bakanlığı Yayınları.

DENİZ, Mustafa (2002), Salih Baba Divanı'nda Dinî-Tasavvufî Şahsiyetler, Ayet

ve Hadisler, Bitirme Tezi, Lefkoşa: Yakın Doğu Üniversitesi.

DOĞAN, Ahmet (1988). Sâlih Baba Hayatı ve Eserleri, Ankara: Kültür ve

Turizm Bakanlığı Yayınları.

DOĞAN, Ahmet (2009). “Salih Baba”, TDV İslam Ansiklopedisi, C: 36, ss. 37-

38

DEVELLİOĞLU, Ferit (1988), Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lugat, Aydın

Kitabevi, Ankara.

ERDOĞAN, Abdülkerim (2014). “Erzincanlı Salih Baba”. Türk Dünyası Bilgeler

Zirvesi: Gönül Sultanları Buluşması, Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı

(TDKB). Eskişehir, ss. 441-459

GÖLPINARLI, Abdülbaki (1977). Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve

Atasözleri, İstanbul: İnkılâp ve Aka Yayınları

GÖLPINARLI, Abdülbaki (1990). Mantık Al-Tayr (Feridüddin-i Attar), İstanbul:

M.E.B. Yayınları

HOŞAB, Ayşe Merve (2017). “Sırrî Rahile Hanım Divanı’nda Dinî Kişilikler”,

KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, S: 29, ss. 227-263

İLHAN, Bilge (2016). “Sehî Bey Dîvânında Dinî Tipler”, Pamukkale Üniversitesi,

İlahiyat Fakültesi Dergisi, S: 6, ss. 82-105

İSPİR, Meheddin (2017). “Münîrî’nin Gülşen-i Ebrâr ve Maden-i Esrâr

Mesnevisi’ndeki Tipler ve Kişilikler”, Erzurum Teknik Üniversitesi Sosyal

Bilimler Enstitüsü Dergisi (ETÜSBED) II/3, ss. 13-44

Page 76: ESTAD - DergiPark

SÂLİH BABA DİVÂNI’NDA TİPLER VE KİŞİLİKLER

Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [ESTAD] Cilt: 2 Sayı: 2 Ağustos 2019 ss. 912-987

987

KAPLAN, Mehmet (1985). Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar 3 Tip Tahlilleri,

İstanbul: Dergâh Yayınları.

KURNAZ, Cemal (1987). Hayâlî Bey Divânı Tahlîli, Ankara: Kültür ve Turizm

Bakanlığı Yayınları

KUYUMCU, Fehmi (1979), Erzincanlı Tüfekçizâde Sâlih Baba Divanı, Ankara.

LEVENT, Agâh Sırrı (1980). Divan Edebiyatı Kelimeler ve Remizler Mazmunlar

ve Mefhumlar, İstanbul: Enderun Kitabevi

ONAY, Ahmet Talat (1992). Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı,

Ankara: TDV. Yayınları

PALA, İskender (1989). Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Ankara: Akçağ

Yayınları

SAĞIR, Mukim (2016). “Salih Baba Divânı’nında Türkçe’nin Söz Varlığı”,

Uluslararası Erzincan Sempozyumu Bildiri Kitabı, C: 1, ss. 627-636

SEFERCİOĞLU, M. Nejat (2001). Nev’î Divânı’nın Tahlîli, Ankara: Akçağ

Yayınları

ŞENTÜRK, Ahmet Atilla (1995). Klasik Osmanlı Edebiyatı Tiplerinden Rakib’e

Dair, İstanbul: Enderun Kitabevi

ŞENTÜRK, Ahmet Atilla (1996). Klasik Osmanlı Edebiyatı Tiplerinden Sûfî

yahut Zâhid Hakkında, İstanbul: Enderun Kitabevi

TOLASA, Harun (1973). Ahmet Paşa’nın Şiir Dünyası, Ankara: Sevinç Matbaası

TÖKEL, Dursun Ali (2000). Divan Şiirinde Mitolojik Unsurlar, Şahıslar Mitolojisi,

Ankara: Akçağ Yayınları

TUYGUN, Ünal (2003). Pîri Sami Hazretleri Hayatı ve Sohbetleri, İstanbul:

Kervan Yayınları.

ULUDAĞ, Erdoğan (2013). Salâmân ve Absâl, İstanbul: Büyüyen Ay Yayınları

ULUDAĞ, Süleyman (2012). Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Kabalcı

Yayınları

YALÇINKAYA, Şeyhettin (2015). Sâlih Baba Divanı, Semerkand Edebiyat Dizisi.

YILMAZ, Hasan Kâmil (2012). Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarîkatlar, İstanbul:

Ensar Neşriyat

ZAVOTÇU, Gencay (2006). Divan Edebiyatı Kişiler-Kişilikler Sözlüğü, Ankara:

Aydın Kitabevi

ZAVOTÇU, Gencay (2013). Klasik Türk Edebiyatı Sözlüğü, İstanbul: Kesit

Yayınları