esir milletler haftasıulkunet.com/ucuncusayfa/bozkurt_10_yeni_6218.pdfyümüz, diye anlatıyorlar,...
TRANSCRIPT
Esir Milletler Haftası
Ağlayın, parmakları nur Sularından kınalı kızlarım Ağlasın Meraga göklerinden Meraga'ya bakıp yıldızlarım!
Yollara Kürşad'lar uzanmış, ölü... Ağlasın Akülke, ağlasın Sütgölü! Yiğitlerim uyur gurbet ellerde Kimi Semerkant'ta bekler beni, Kimi Caber'de...
Caber yok, Tiyanşan yok, Aral yok.. Ben nasıl varım? Ağla, ey Tanrı dağlarından İndirilmiş Tanrım!
Şu yakın suların Kolu neden bükülmez? Fırat niçin, Dicle niçin, Araş niçin Benden doğar bana dökülmez?
Ben ki ateşle konuşurdum, selle konuşurdum
İtil'le, Tuna'yla, NiI'Ie konuşurdum. «Sangaryos» u «Sakarya» yapan, «İkonyom»u «Konya» yapan Dille konuşurdum.
EMİNE IŞINSU Bozkurt'tan Bozkurtlara
SADİ SOMUNCUOĞLU Mîllî Bağımsızlık Mücadeleleri ve Esir Türkler
GALİP ERDEM Esir Milletler ve Türk Dünyası
DILAVER CEBECİ İki bin Yetmiş üç
* ŞEVKET B. YAHNİCİ Ülkücü Aydmlar Kadrosu
DİNÇ YAYLALIER Aşırı Milliyetçilik
OSMAN OKTAY Esir Milletler Haftasında Ne Yapıyoruz?
Arif Nihat isya TEMMUZ * n
19 7 3 1 0
Ülkücü Kardeşlerim,
Bir kaç gün önce, Zile'ye, ülkü şehidimiz Ertuğrul Dursun önkuzu'-nun ailesini ziyarete gittik.
Ankara'nın o bizi, bizden uzaklaştıran «Büyük Şehir» havasından bir iki gün için bile ayrılmak hoşumuza gitti. Yol boyu irili ufaklı şehirlerin, köylerin insanlarında «Bi zim tnsan»ı gördük, şükrettik. Bu, bizim insan, törelerimizden kopma-mış; gelen yabancıya, «yabancı» ol-
_ duğunu hissettirmek değil; O'na ailesine kavuşmuş olmanın sevincini yaşatıyor.
«Aleyküm selâm»ı, sıcak. «Buyurun bir çay için»i, samimi. Her türlü yardımınıza koşmaya hazır.
Ancak, şehirlerde zaman zaman bir Selçuklu'nun, zaman zaman bir Osmanlı'nın ince, zarif, çok güzel, terkedilmiş hallerinde bile azametli eserlerinin yanısıra yükselen, o özenti kibrit kutusu misâli apartmanlar, içimizi sızlattı. Ankara'da çirkini, bizden olmayanı göre göre alışmışız, yadırgamıyoruz. Fakat meselâ bir Amasya'da, bu tezat, insanı adamakıllı rahatsız ediyor.
Nasıl, bir zaman var ki büyük şehirli münevver geçinenimiz, batının kültürünü alıp, hazmedemediğini kusup, kustuğunu tekrar yemeye çalışıp acaip-ül garaip bir varlık o-lup çıkmışsa; bizim insanımız da, maalesef «Büyük şehir» özentisi i-çinde sahip olduğu değerleri terke-
dip, bu çirkin yapıları seçmeye heveslenmiş. Acı. Ve pek tabiî kabahat yine münevver geçinenimizde. Çünkü o, bizim insanı sahip olduğu değerlerden bilgisiz kıldı. Bilgisiz kılmakla kalmadı, o değerleri kötülemeye, karalamaya çalıştı. Oy sa, şu bizim insan, eğer büyük şehrin konforunu istiyorsa; elindeki eserin şeklini, sitilini, nisbetini boz madan yani güzelliğine ve bizim olma vasfına halel getirmeden, evinin içine istediği konforu yerleştirebilir.
Bunu; anlatmak, öğretmek gerek.
Ülkücü kardeşlerim, ben size asıi, Zile'li ülkücülerden bahis açmak istiyorum. Orada, Dursun'un ailesini ve arkadaşlarını tanıdım. Tanrı izin verirse; Dursun'u, mücadelesini, vahşice katledilişini, bir roman halinde okuyucularıma sunmak istediğim için; O'nun doğup, büyüdüğü yeri görmek, yakınları ile tanışmak istemiştim.
Aslında bu, tanışmaktan öte bir şey. Bir genç ülkücünün zihnî yapısını kavramak, olaylara onun gibi bakmak, onun gibi düşünüp, duymak. Ki roman, gerçeği aksettirebil-sin. Bir nevî kendi kişiliğimden sıyrılıp, Dursun'un ve arkadaşlarının kişiliğine bürünmek. 1969'lara, 70' lere dönüp, olayları tek tek yaşamak. Bu işte ne derece başarılı olduğumu, herhalde roman gösterecek. Şimdiden bir şey söylenemez. Ancak O'nun arkadaşlarıyla konuşurken, üzerinde dikkatle durduğum bir sualim vardı. «Niçin, neden ülkücü oldun?» Çeşitli cevaplar aldım. Sanırım beni en çok etkileyen bir genç iktisatçının, son derece tabiî ve rahat; «Çünkü başka türlü olmam mümkün değildi» deyişi oldu. Bu arkadaş ne kimsenin, ne bir milliyetçi yayının tesiri altında kalmış. O'nun, «Doğru»yu görmesine bir başkası yardımcı olmamış. Sadece düşünmüş. Sol yayınlarla kopartılan fırtınayı takip etmiş. «Köyümüz, diye anlatıyorlar, bizim köy değil.» diyor, «İnsanımız, diye anlatıyorlar, bizim insanımız değil! Dert
E. IŞINSU
lere çare sunuyorlar, bizim dertlere çare değil!»
Yüreği gerçekten memleket, millet sevgisi ile dopdolu; kendini, ken dimizi iyi tanıyan görmesini ve düşünmesini bilen bir kafanın sahibi bu arkadaş, elbet saplantısız, sağlıklı bir düşünce sisteminden geçecek ve sağlıklı, sağlam bir neticeye ulaşacaktı. Sonra, sualime; «Çünkü başka türlü olmam mümkün değildi.» diye cevap verecekti.
Asırların ardından Bilge Kağan; «Ey Türk titre ve kendine dön» diye sesleniyor. Bu cümlenin anlamı, iktisatçı arkadaşın berrak muhakemesinde yerini buluyor.
Evet Zileli ülkücü kardeşlerim, Dursun'un yakınları, teşkilât başkanı Hacı Mehmet Bey; Ankaralı misafirlerinize gösterdiğiniz yakın, sıcak ilgiden dolayı hepinize gönül do lusu teşekkür ediyorum. Davamız, sizlerle, sizin gibi olanlarla yaşıyor, güçleniyor ve zaferin müjdesini ısıtıyor.
Millî Bağımsızlık Mücadeleleri ve Esir Türkler
Sadi SOMUNCUOĞLU
kinci Dünya Harbi sonunda dünya siyasetinde önemli değişiklikler oldu. Komünist blokun dışındaki hür dünya memleketlerinin fiilen lide
ri bulunan İngiltere tahtından indirildi, yerine Amerika Birleşik Devletleri oturdu. Bu tarihe kadar Amerika kıtasının sınırları içinde kalma politikası takip eden Birleşik Devletler, artık bütün dünyaya kapılarını açıyor, bütün dünya ülkeleriyle ilgilenmeye başlıyordu. A.B.D. nin dış siyasetindeki bu değişiklik milletlerarasındaki münasebetleri de son derece etkiledi.
A.B.D. nin teşebbüsüyle, «İnsan Hakları Beyannamesi» yayınlandı ve pek çok ülke tarafından altı imzalandı. Beyannamenin dünya siyasetine getirdiği önemli değişikliklerden biri, «Milletlere istiklâl, insanlara hürriyet.» prensibinin kabul edilmesi, idi. Yine İkinci Dünya Harbi'nden sonra kurulan Birleşmiş Milletler teşkilâtının anayasasında, yeni dönemin dünya siyasetine yön veren hükümleri yer alıyordu. Birleşmiş Milletler Anayasası'na göre, her millete «Kendi kendini idare» (Şelf determinasyon) hakkı tanınıyordu.
A.B.D. nin birinci plânda rol oynaması, İnsan Hakları Beyannamesi'nin kabul edilmesi ve Birleşmiş Milletler Teşkilâtfnın konulması ile; batı dünyasının millî bağımsızlıkları yok etmek suretiyle yürüttüğü sömürgeciliğe süratle son verildi. 1940 lar-daki durumla bugünkü durumu kıyaslayacak olursak, şaşırtıcı değişikliklerin olduğunu görürüz. «Güneş Batmayan İmparatorluk» şöhretine (!) sahip İngiltere'nin artık; Asya, Avustralya, Afrika, Amerika ve Orta Doğu ülkelerinde, askerî ve idarî fonksiyonu sona ermiştir. Adına «İngilz Milletler Topluluğu» denilen ve iktisadi ilişkileri devam eden bir yeni düzen gelmiştir. Dört kıtadaki çeşitli topluluklar ayrı ayrı devlet kurmuş ve istiklâllerini elde etmişlerdir. Bu gelişme batının diğer sömürgeci devletleri için de aynen kendini göstermiştir. Sömürgecilik tasfiye edilmiş; millî bağımsızlıklarına kavuşan yeni devletler doğmuş; ileri ülkelerle bu yeni ülkeler arasındaki münasebetlerdeki menfaat yarışması, çağın anlayışına uygun yeni biçimlere bürünmüştür.
Kabul etmek gerekir ki, sömürgeciliğin hür dünya kesiminde tasfiye edilmesinde A.B.D.'nin rolü son derece büyüktür. Ancak, ne kadar iyi niyetli olursak olalım, ABD'nin millî bağımsızlık prensiplerine duyduğu aşktan değil, kendi millî çıkarları böyle davranmayı gerektirdiğinden, bu rolü oynadığını söylemek mecburiyetindeyiz. Çünkü, dünya kaynaklarının
büyük kısmını elinde tutan Avrupa'dan bu imkânları Amerika'ya çevirebilmek için, onları diğer ülkelerin tesirinden kurtarmak gerekiyordu. Böylece, Amerikan politikasının iki yanh sonucunun biri sömürgeciliğin tasfiyesine yaradı.
Benim asıl üzerinde durmak istediğim konu, hür dünya memleketlerinde tasfiye edilen askeri ve siyasî emperyalizmin, demirperde gerisine intikâl etti-rilememesidir. Bu durum Türk dünyası için büyük bir talihsizlik olmuştur. Afrika'nın medeniyetten uzak, devlet denen teşkilâtı ilk defa gören toplulukları dahil, bir yığın yeni bağımsız milletlerin doğması yanında; tarihin sayfalarını şan, şeref ve medeniyetle süsleyen Türk Milleti'nin büyük bir kısmı içine düştüğü tutsaklıktan kurtarılamamıştır.
Daha ziyade Çin ve Rus esaretinde bulunan Türklüğün, bu elim durumdan kurtulamayışmın sebebi, sadece komünist emperyalizmin henüz tasfiye edilememesinden doğmamaktadır. Türklüğün bu bağımsızlık dâvasında en büyük görev, Türkiye Devleti'ne düşmektedir. Ama, Türkiye Devleti'ni idare edenler, içine düştükleri yenilmişlik ve korkaklık psikolojisinden bir türlü kurtulamadıkları için, bu millî dâva ile ilgilenmek bir yana, Türkiye dışında Türk topluluklarının bulunduğunu söyleyen ilim ve siyaset fikir adamlarını ağır töhmet altına sokmaya ve onları haksız bir şekilde kanunlar önünde mahkûm etmeye kalkışmışlardır. 1940 lardan bugüne kadar Türk Milliyetçiliğine bağlı fikir ve siyaset adamlarıyla, iktidarlar arasında, bu konuda amansız bir mücadele sürüp gelmiştir. Ama bugünün gerçekleri, devlet adamlığı vasfından çok uzaklarda bulunanların suratında sert bir şamar halinde şakılamıştır. «Kimsenin bir karış toprağında gözümüz yoktur» politikasını dışa değil de, içe yöneltenler, hiç düşünmemişlerdir ki, milletlere topraklar Tanrı tarafından değişmez sınırlarla emanet edilmemiştir. Hiç düşünmemişlerdir ki, yerinde saymak, en geniş anlamıyla gerilemektir. Nitekim, bugün Türkiye, şu küçük Anadoluyu muhafaza etme gayretine düşmüştür. Bu durum 12 Mart olayıyla inkârı mümkün olmayacak şekilde, su yüzüne çıkmıştır.
Bizim devlet mefhumundan habersiz idarecilerimize ve beyni sulanmış bir kısım aydınlarımıza şimdilik hatırlatacağımız bir husus vardır. Bundan 35 yıl önceki dünya haritası ile, bugünkü dünya haritasını karşılaştırsınlar. Göreceklerdir ki, o günkü sınırlarla, bugünkü sınırlar aynı değildir. O halde sınırların değişmesi bir kanun olduğuna göre, bu değişikliği Türkiye'nin lehine çevirmek için alınan tedbirler nelerdir?
«Türk Milleti'nin bölünmezliği vatanın parçalan-mazlığı» temel ilkesini korumak için tedbir alamayanlardan, esir Türk illeri hakkında herhangi bir müsbet hareket beklemek mümkün müdür?
Türklüğün kurtuluşunun Türk Milliyetçiliğine bağlı kadroların işbaşına gelmesiyle mümkün olacağı bir kerre daha anlaşılmaktadır.
3
GÖKÇEADA DOSYASI :
DAVETSİZ MİSAFİR
BAY KEMAL Ö Z U N ' U SOHBET :
Hatırlayacaksınız : BOZKURT'-un Nisan sayısının 4. sayfasında GÖKÇE ADA'DA ÜLKÜCÜLERE BASKI başlığını taşıyan bir haber yazmıştık. Bu haberimizde Gökçeada (İmroz)'da bulunan Atatürk İlköğretmen Okulu'ndaki bazı sol baskılardan ve bilhassa bu okulun Edebiyat Öğretmeni Kemal Özkan'ın hünerlerinden «!..» bahsetmiştik...
Ve yine hatırlayacaksınız k i : BOZKURT'un 9. (Haziran) sayısında da Bay Kemal Özkan'ın mahkeme kanalıyla göndermek zahmetinde bulunduğu meşhur tekzibini yayınladık.
Bu tekzip hani bir bakıma da iyi oldu. Şöyleki: Biz haberimizde pek fazla tafsilât vermemiş ve kirli çamaşırları pek ortaya dökmemiş-tik. Tekzip göndermekle bizim a-çıklamalarımıza da fırsat vermiş olduğu için kendisine teşekkürler...
Haberimizde: «.... Gökçeada'da bulunan İlköğretmen Okulu'nda «Millî değil, ideolojiye göre eğitim yapılmaktadır. Her ne kadar adı Atatürk ise de, Atatürk ilkelerinden tamamen uzak öğretim yapılan bu okulda milliyetçilik suçtur. Bu okula milliyetçi dergi, gazete ve kitap giremez...» diyor ve devam edip gidiyorduk. Bay Kemal Özkan ise haberimizin «Tamamen asılsız iddialar» taşıdığını beyan ettikten sonra: «.... Yazınızda bahsedilen
kitap toplama, yakma diye birşey yoktur...» diyerek devam ediyor: «Türk Destan Dairelerini ayrıntılarıyla inceledim!..» diyor, «Okulumuzda her türlü yayın okunmakta ve öğrenciler istediklerini incelemektedirler...» diyor ve gururla «!.» Okulda düzenlemiş olduğu N. Kemal ve Malazgirt kutlamalarının M.E.B, nca teşekküre lâyık görüldüğünü söylüyor. Doğrusu bu başarılarından ve faaliyetlerinden «!» dolayı Kemal Özkan'ı kucaklayıp tebrik etmek gerekiyor...
Ancak aceleciliği bırakıp vesikalara baş vurarak Kemal Özkan'ın tarihe geçecek başarılarını «!» tasdik ettirecek kadar sabırlı olalım. Şimdi sıkı dur bakalım meşhur kahraman!.. Okulunuzdaki Kitaplık Kolu'nun ilk toplantısında sizin ağzınızdan çıktığını tespit ettiğimiz şu sözler size çok mu yabancı geliyor? Hele bir koklayın, belki dost çıkarsınız. Size o sözlerinizi hatırlatalım :
«Okula dışarıdan ve koli ile kitap getirtilmesini önleyeceğiz. O gelen kolilerin, dışarıdan sokulan kitapların içinde neler var neler... Okulda kafatasçı bir rüzgâr estiriliyor. Nereden estiriliyor bu rüzgâr? Yönü belirsiz, hedefi belirsiz... Birçoklarınız bilinçsizce kapılmış gidiyorsunuz bu kafatasçı rüzgâra. Ben Eğitim Şefiyken böyle tam bir çuval kitap YAKMIŞTIM...»
Kitap konusuna devam ediyoruz :
Ta r ih : 16-2-1973. Sınıf: 5-i Ders: Müzik. Öğretmen: Kemal Özkan. Sınıfta bir kitaplık ve bir sürü kitabın içinde Kemal Özkan'ın dikkatini çeken bir k i t a p : «ÜLKÜ KAVGASI.»
Kemal Özkan: «Karşıda bir kitap görüyorum. Kimin o kitap?...» Kitabın sahibi olan öğrenci kalkarak «Kitabın kendisne ait olduğunu, Türk Ocağı'ndan aldığım» söyleyince; «Sizin orası da amma gelişmiş ha! Bu kitapla kendini zehirlemişsin. Bari arkadaşlarını zehirleme. Bu kitabı buradan kaldır... demiştir. Ülkücü genç cevap
veriyor : «Fakir Bay kur t gibi Türkiye Cumhuriyeti Devletine ayaklandığı herkesçe bilinen birinin kitapları yasak olmuyor da, bu kitap mı yasak oluyor?» Ve Kemal Bey'in cevabı: «Yasak demedim, kaldır-san iyi olur dedim...» ÜLKÜ KAVGASI Kemal Özkan'ın emriyle kitaplıktan kaldırılmış ve zat-ı şahanelerinin 23-2-1973 günü yine aynı sınıfta buyurdukları gibi kitaplık «Ne kadar güzel» olmuştur. Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kemal Ta-hir. . . gibi sol yazarların kitapları ise bu «Ne kadar güzel» olan kitaplığın elmastan birer süsü «!..» gibi kalmışlardır.
Yine Kemal Özkan 4-E sınıfının kitaplığında bulunan ÜLKÜ-BİR Gazetesi'ni yırtmamış mıdır?
Aynı zamanda «Kitaplık Rehber Öğretmeni» de olan bay Kemal Özkan, adı ÜLKÜ olan herşeyi küfredip yırtarken çocuklara ÜLKÜ'-den önce Sex bilgilerinin verilmesinin şart olduğuna «!» inanmış olacak ki sınıf kitaplıklarında Sex kitapları da teşhir edilmektedir. Örnek mi istediniz? Hay hay efendim :
5-E sınıf kitaplığının 25 numaralı kitabının i smi : DİŞÎ FIRTINA «!..»
26 numaralı k i t ap : KAHREDEN ARZULAR «!.»
Ve Kemal Özkan'a bir bayan yoldaşı: Yine bir Edebiyat Öğretmeni olan Rukiye Karabulut 4-E sınıfında Sıkıyönetim Mahkemelerinde yargılanarak kodesi boylamış olan TÖS Genel Başkanı Fakir Baykurt 'u överek: «Ne diyor Fakir Bay kurt?» «Doğruyu söylediğimiz için dokuz köyden kovulursak o-nuncu köye gideceğiz...» «O'nun kitapları hepinize önder olacaktır..,»
Kitap mevzuunda şimdilik bunlarla yetiniyoruz ve Bay Özkan'a bir soru soruyoruz: Sayın Bay; hep ülkülü ve bozkurtlu kitapları, dergileri kaldırtıyorsunuz. Ama peki Mızrak Aşiloğlu isimli solcu âğren-cinin elinde idare tarafından bulunan lüks baskılı «Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliğinin Dü-
zeni» isimli broşüre ve belki de 0'-nun gibi daha nicelerine bir kerecik de olsa neden tesadüf etmediniz?
Bir başka husus : Kemal Özkan, Türk Destanları ve BOZKURT.
Sene başlarında 5-E sınıfında Oğuz Kağan Destanı işlenirken Kemal Özkan Bozkurt'a «Boz it» demiş ve «Boz İt Destanı» şeklinde bir tabir kullanarak öğrencilere : «Bir de Bozitçiler türemeye başladı çocuklar. Sizin bunlardan haberiniz var mı?.» demiştir. Sonra da O büyük Türk Destanı'nı alaylı bir şekilde anlatmıştır.
23-2-1973 günü 5-î sınıfında bir öğrencinin yakasındaki BOZKURT rozetini görünce eliyle acayip bir işaret yaparak «Çocuklar bir de böyleciler türedi. Siz bizi milâttan öncelere götürmek istiyorsunuz.» demiştir. Rozetli öğrenci ise kalka rak: «Bozkurt Türklüğün sembolüdür. Avrupalı yazarlar bile Atatürk'e «Türkiye'nin Bozkurt» u demişlerdir., diye cevap vermiş, Kemal Özkan susmuştur.
24-2-1973 günü yine aynı sınıfta fakat bir başka rozetli öğrenciye «Sende mi?» diye kafa sallamıştır. Öğrenciler sayın hocalarına «Neden Bozkurt düşmanı» olduğunu sordukları zaman «Düşmanım demiyorum ama Atatürk îlköğret-men Okulu'nda yakanızda Atatürk rozeti olmalıdır.,.» şeklinde cevap veren Kemal Özkan'a Atatürk'ün yakasında da BOZKURT rozeti bulunduğunu, Bozkurtlu paralar bas-tırtmış olduğunu hatırlatmak isteriz. Bir de sorumuz var: Acaba kendileri niçin Atatürk rozeti takmıyorlar? Atatürk'ü kendisine siper yaparak bir takım emeller peşinde koştuğunu ise söylemeye lüzum bile görmeyiz.
Sayın Kemal Özkan: İşittik ki derslerinizde «ÖTEN - KÎŞNEYEN YAYINLARI» diye bir yayınevinin reklâmını da yapıyormuşsunuz. Acaba o yayınevinin adresini bize lütfedip gönderir misiniz?
Yoksa ÖTÜKEN Yaymevi'ni siz öyle mi telâffuz ediyorsunuz? Malûm!.. Edebiyatçı olduğunuza göre
Ötüken Ormanlarında kişneyerek, haykırarak zaferlere koşan atlan hatırlamış ve oraya izafe etmiş olacaksınız. Zekânıza hayran olduk doğrusu!.. Ama o Ötüken Ormanlarından çıkan bir ses daha vardı. O'nu unutuyorsunuz galiba. Yok sa o sesin hitap ettiği millet'ten değilsiniz de O'nu anlamıyor musunuz? Hani şu söz canım: «EY TÜRK!.. TİTRE ve KENDİNE DÖN.»
Gökçeada Atatürk llköğretmen Okulu'nun 4-E sınıfında bay Özkan yine sahnede: İsmi Abdullah olan bir öğrenciye «Senin isminde iş yok ha...» diyor. Sebep malûm: Abdullah (Abd Allah = Allah'ın Kulu) demektir. Allah'a kul olmak ise Kemal Özkan'ın felsefesi dışındadır. Öyle değil mi sayın edebiyat hocası? Ve ilâve: «Senin soyadmda da iş yok ha, onu da söyleyeyim...»
Çünkü öğrencinin soyadı da BOZKURT!..
Öğrenci seçimlerinin başladığı ilk günlerde Kemal Özkan 5-1 sınıfına girerek seçimlere giren grupların adını sormuştur. TÖRE ve KÜRŞAD adını duyunca bozulmuş ve «Yahu çocuklar, bunların adlarında bile iş yok. Sakın onları se-çipte başımıza belâ getirmeyin...» demiştir. Hatırladınız değil mi Bay Kemal?
5-D sınıfı Tarık Buğra'nm komünistlerin Macar llgalini anlatan AYAKTA DURMAK İSTİYORUM adlı piyesini oynamak istemiş, ancak bu piyes Okul İdaresince — her nedense — «Mahzurlu» görülerek oynatılmamıştır. Bunda da parmağınız vardır diyoruz. Kemal Bey. İsterseniz iyice düşünün. Mutlaka bir ilginizin oduğunu hatırlarsınız. —>
?Z.$ifIuf gfŞSRSHMBp?
Şimdi de göndermekle çok iyi ettiğiniz, belki de farkında olmadan gerçeklerin anlaşılması hususunda büyük bir memleket hizmeti yapmış olduğunuz tekzibinizin son paragrafına gelelim :
Şahsınızın «Abdülhamit'i öven, modern okulları yeren, Turancılık fikrini hortlatarak Atatürk ilkele rine temelden ters düşen görüşleri reddeden gerçek bir Atatürkçü» olduğunuzu beyan etmişsiniz. Aferin. Bir edebiyat öğretmenine yakışır bir şekilde güzel bir edebiyat yapmışsınız. Cidden ahyran olduk. Ancak edebiyatın sadece şekil değil, muhteva da istediğini unutmuşsunuz. Gerçi bir muhteva vermişsiniz ama, yaşayışınıza ve uygulamalarınıza göre pek birşey çıkaramadık. Türk Ülkücüleri hiçbir zaman modern okulları yermedikleri gibi A-tatürk'e dil uzatmamışlar, O'nu tıpkı sizin olduğu gibi paravan olarak kullanmamışlar ve bilâkis çok yerde örnek almışlardır. O Atatürk k i : «Benim fikir babam Ziya Gö-kalp» tir. demiştir. O Gökalp ki: «Düşman ülkesi viran olacak Türkiye büyüyüp Turan olacak» demiş tir. Siz ise uygulamalarınız ve Atatürk'ün sevip değer verdiği semboller, isimlere karşı gelmekle, Atatürk'ü sevmediğinizi ve bir maske olarak kullandığınızı ispatlamış bulunmuyor musunuz? Türk sembollerine kesin olarak cephe aldığınıza göre siz kimsiniz, necisiniz ve Türkiye'de işiniz nedir? «Atatürk Devrimlerine dil uzatanların her zaman karşısında olacağınızı...» yazıyorsunuz. Acaba Atatürk; Bozkurt, Töre,
Kür şad vs. gibi isimlerin kullanıla-mıyacağına dair de bir devrim yapmış mıdır?
Gökçeada'da BOZKURT'un 7. sayısını toplattığınızı, sizi bir hayli düşündüren ve meşgul eden 5-î sınıfını mahkemeye verdiğinizi, öğren çilere gelen ve onlar tarafından atılan mektupların sıkı bir şekilde kontrol edildiğini biliyoruz. Hele işi daha da ileri götürerek mektupları postanede bile kontrol ettiğinizi de biliyoruz. Daha bu kadar da değil, çok şeyler biliyoruz Kemal Bey. Siz üç derseniz biz beş diyebilecek kadar güçlü ve bilgili yiz.
Evet Bay Kemal, görüyorsunuz ki. Birşeyler bilyoruz ve hepte gerçek olan şeyleri söylüyoruz. Tarihler, sınıflar, isimler, hepsi eksiksiz. Ülkücüler boş durmuyor artık. Çalışıyorlar, çalışıyoruz. Hedefe, en son ve en mükemmel hedefe varmak için koşuyoruz. En önemlisi inandığımız için koşuyoruz.
DÜNDAR TAŞER TÖRENLERLE ANILDI
Türk Ülkücüleri'nin büyük ve eşsiz ağabeyi Dündar Taşer ölümünün birinci yıldönümünde yapılan törenlerle anılmıştır.
Ankara'da ilk tören 13 Haziran 1973 günü yapılmıştır. Anma töreninde Alparslan Türkeş ve dergimiz sahibi Sadi Somuncuoğlu söz alarak merhumun kişiliğini ve hatıralarını anlatmışlardır. Taşer aile sinin de hazır bulunduğu anma töreni büyük ilgi görmüştür.
16 Haziran cumartesi günü de DEVLET, TÖRE ve BOZKURT Dergileri idarehanesinde bir tören düzenlenmiştir. Burada düzenlenen törende de Taşer hakkında çeşitli konuşmalar yapılmış ve cenaze törenine ait bir film gösterilmiştir. Bü-yük Türk_ Milliyetçisi Gal i r jErdem
bu törende yaptığı konuşmada:
«Türk Milleti'nin yükselme ve ge lişme devirlerinde, milletimize hizmet eden, ona hizmet yarışı duygusu içinde bulunan Türk büyüklerinin devirle mütenasip bir şekilde değerlerinin anlaşılıp; milletin tamamı tarafından sevgi, saygı ve taktirle anıldıklarını, aksi halin hüküm sürdüğü devirlerde ise bunun mümkün olmadığını» söylemiştir. Galip Erdem daha sonra: «İşte, mer hum Taşer ağabeyimiz de böylesine sevgi, saygı ve takdirle anılmaya lâyık ölçüde bir Türk büyüğüydü. Eğer bu devirde değilde, yükseliş devirlerimiz ve kudretli devlet olduğumuz çağlarda yaşasaydı, şüphesiz bütün milletin andığı bir kimse olurdu. Ama görüyorsunuz O'nun kıymetini, yüce değerini bugünkü Türkiye'de anlıyabilenler sadece bizleriz ve O'nu sadece biz Ülkücüler, Milliyetçi Hareketçiler, yani Milletimizin sadece bir bölümü anıyor» diyerek sözlerini bitirmiştir.
Dündar Taşer Türk Ülkücüleri'nin gönlünde ebediyyen yaşayacaktır. Allah'ın rahmeti üzerine olsun.
YÜKSEK ÖĞRENİMİN PARALI OLMASINI KABUL ETMİYORUZ
Millî Eğitim Temel Kanunu tasarısının meclislerden geçerek kanunlaşması ile Yüksek Öğrenim paralı hale getirilmiştir. Biz Türk Ülkücüleri olarak fakir Anadolu gençlerinin ne şartlar altında okuduklarını, pardesüsüz, ceketsiz okula gelip giden, peynir ekmekle idare ettirmeye çalışan üniversite gençliğinin durumunu gayet iyi biliyoruz.
Bilhassa üniversite ve Yüksek okullarda komünistlerin giriştikleri anarşik olaylardan sonra yavrularını okula gönderme şevki kırılan köylümüze bu hareket ikinci bir darbe olacak ve «Köylü Milletin Efendisidir» parolası yine afişlerde ve nutuklarda kalmış olacaktır. İlgililerin bu konuyu yeniden inceleyerek fakir halkımız lehinde ka^ rar almaları en büyük dileğimizdir.
6
T Ü R K E L P N D E N Kıemlin'de Kan İçilir Güneş kaybolurken dağ do
ruklarında, Anadolu'dan selâm ge-tirirmiş dalgalar. Tütün sarısı akşamlar inerken sahillere, yeşilleri bile bir başka olurmuş Kırım'ın. Yine de mutlu yarınları beklermiş orda doğanlar. Çünkü: Bir Moskof gölgesi varmış üzerlerinde. Bir Moskof gölgesi ki, Kremlin'de neler tezgahlar, orası hiç bilinmezmiş.
Meğer beterin beteri de varmış, daha sonra görmüş bunu Kırım'da Türkler. Henüz bahar gelmeden, tütün tarlalarındaki tütünler boy vermeden, İvanlar sökün etmiş. Sürü sürü askerler girmiş Kırım'a. Kurşunlar sıkılmış, evler yakılmış insafsızca, kalleşçe şehit edilmiş Ahmetler, Mehmetler... Barış adına işlenmiş cinayetler, köyler, kentler kentler barış adına yakılmış ve de barış adına sürülmüş insanlar Sibirya'ya. Hayvan götüren vagonlar taşımış onları. Tetik çekip küfür etmiş îvanlar. Kan kusmuş evladı ananın kollarında. Bulutlar bile kahrından kurumuş o gün. Bir acı kasırga esmiş ki TURAN'larda, Türkü yerine ağıt söylemiş bu kez diller. «Sibirya treni vahşet, Sibirya ölüm. Kızıl eller kan içer Kremlin'de. Silah tutmaz, yumruk vurmaz gayri bu elim. Şu Moskof'un zulmü bizi öldürür.» Susmuş Anadolu, susmuş dünya ve de o kez anlamış Kırımlı yetim olduğunu.
Masmavi bir deniz bırakmışlar. Ekilen tarlalar bırakmışlar giderken. Evler, hayvanlar bırakmışlar tvanoflar'a, gözleri yaşlı yaşlı ayrılmışlar Kırım'dan ve anlamışlar bir daha dönmeyeceklerini...
Ekinler boy salarken Anadolu'da, Kırım'da tütünler yaprak açar. Mısır tarlalarında çapalar inip kalkarken, Kırımlı olmıyan çocuklar koşuşur tarlalarda. Ilık bir rüzgâr eser Karadeniz'den, koca dağları yutarcasma, dalgalar vurur sahillere. 0 da yol arar Sibirya'ya, ama yıllardır bir türlü bulamaz. Yine de yıllardır büyük bir hınçla habi-re vurur sahillere...
ESEN YELLE*
Esir Milletler Haftasfnda Ne Yapıyoruz?
Osman OKTAY
17 Temmuz 1959 tarihinde toplanan Amerika Büyük Kongresi hürriyet ve insanlık adına büyük bir karar alarak Temmuzun üçüncü haftasını «ESİR MÎLLETLER HAFTASI» olarak kabul etmiştir.
Atalarımız üç kıta üzerinde taht kurmuşlar ve bu kadar geniş bir bölgeye yayılmışlardır. Bugün bu bölgelerde esir olarak yaşayan milyonlarca Türk vardır ve onların haklarını arayan, hallerini hatırlarını soran bir makam, bir yetkili maalesef yoktur.
Onun için bu mevsim, hele Temmuz gelince TÜRKELÎ'nin yelleri bir başka eser. Temmuz sıcağından daha yakıcı, daha ateşlidir.
Yakar! . . . «Bana gölge olmadın, bana gölge bulmadın, beni yaktın, sen
de yanaşın...» diye. Yakar!... «Sevgimi bilmedin, ah ettim duymadın, inledim bakmadın,
sen bana yâr olmadın...» diye.
«ESİR MÎLLETLER HAFTASI» imiş! Hangi «Esir Milletler» ağam. Hey paşam hangi «Esir Millet
ler?» Benden başka «Esir Millet», benim kardeşlerimden başka esir yaşayan var mı? O'nlar esirken ben nasıl hür olabilirim?
Bu hafta benim için, bizim içinse, biz bu haftada ne yapıyoruz? Yapılan birşey varsa benim niçin haberim olmuyor?
Yeryüzünde vatanları olmayan «Bir karışcık topraksız» Ermeniler bile hak arıyorlar. Birisi çıkıp geçenlerde bir yabancı ülkede iki görevli memurumuzu öldürmüştü. O bunu «Esir Milletler Haftası'na hazırlık olsun, bana Türkiye'yi versinler...» diye mi yapmıştı? «İntikam için yaptım!..» demiş. Kimin, neyin intikamını alıyor, kime kafa tutuyor?
Biz Kerkük'te, Kafkaslar'da, Kırım'da, Bulgaristan'da velhasıl bütün TÜRKELLERİ'nde esir yaşayan milyonlarca kardeşimiz olduğu halde intikam için, namusumuzu, şerefimizi korumak için ne yaptık, kime baş vurduk?
Hani meclisler, radyolar, televizyonlar ve gazeteler bu konunun heyecanıyla neden çalkalanmadı, bu neden olmuyor?
Cevabı olmayan bir soruya cevap aramak boşunadır. Alınacak olan cevaplar da boştur, hükümsüzdür.
Bu ortamda daha kaç Temmuzlar ve bu Temmuzların üçüncü haftaları gelip geçecek fakat esir Türklerin kaderi değişmeyecektir. Ülkücüler olarak bu hususta tek tesellimiz arzuladığımız ve savaşını verdiğimiz mutlu günlerin mutlaka geleceği ve esir Türk illerinin huzura kavuşacağına olan inancımızdır.
İlgili mercilerin «Esir Türkler» meselesine bir an önce eğilmesi en büyük dileğimizdir.
TANRI TÜRKÜ KORUSUN.
7
ESİR MİLLETLER VE TÜRK p U N Y A S I Galip ERDEM
1973 Temmuzunun üçüncü haftası, geçen yularda olduğu gibi, Amerika Birleşik Devletleri ve gelişmiş Batı Dünyası'nda «Esir MiHetler»in hatırlanmasına, bağımsızlık istekle* tinin ifadesine ve milli özellikleri koruma çalışmalarının değerlendirilmesine ayrılacaktır. Toplantılar düzenlenecek, kitaplar yayınlanacak, makaleler ve şiirler yazılacak, radyo ve televizyon programlarında esir milletler konusuna yer verilecektir. Ancak, bu yılki törenlerin ön çeki yıllara kıyasla sönük geçmesi çok kuvvetli bir ihtimaldir. Çünkü, Amerika Birleşik Devletleri ve Batı Avrupa'nın gelişmiş ülkeleri
yönünden esir milletler dâvası, bloklar arasındaki ideolojik mücadelede taraftar kazanmağa yarayan bir vasıtadan ibarettir. Böyle oluşunun izahı da basittir: Bugün Cermen veya Lâtin ırklarından birine mensup olup da yabancı bir devletin hâkimiyeti altında yaşayan herhangi bir millet yoktur- Maddeci hayat felsefesine bağlı bulunan batı insanının, başka bir milletin esaret acısını yüreğinde duyması elbette mümkün değildir. Sovyetler Birliği dış siyasetinin, özellikle 1973 yılında, Amerika ve Batı dün-yası'na yaklaşmak isteyen bir döneme girmesi yüzünden esir milletler dâvası, en azından soğuk harbin yeniden hızlanacağı bir zamana kadar, unutulmağa terkedilecektir. Başkan Nbton'ın Çin'i ziyareti, Le-onid Brejnev'in «Holivut salası!» esir milletler dâvasma inanmışların endişelerini haklı kılacak uğursuz işaretlerdir. Ama, Amerika'nın ve Batı dünyasının şartlara ve menfaat hesaplarına göre değişen tutumu ne yönde gelişirse gelişsin; bizler, yaşamanın manasını Türk
Milliyetçiliği ülküsüne bağuflıktâ bulanlar, esir milletler dâvasını asla unutmayacağız, unutanları da biz den saymayacağız! Tutumumuzun/ gerekçesi bellidir, anlatmak içînJ lâf kalabalığına ihtiyaç yoktur. Esir >' milletlerin bağımsızlık dâvası, dün-j ya üzerinde diğer milletlerin hep--i sinden Önce ve hepsinden çok, Türk Milleti'ni ügilenclirir. Zira çağımızda, en azından yetmiş milyon Türk esirdir; insan olarak yaratılmama! en tabiî haklarından yoksundur.j Başta Sovyetler Birliği olmak üze-î re, bütün komşu ülkelerde, İran'da ' Trak'da, Suriye'de, Yunanistan'da,' Bulgaristan'da, ayrıca, Çin'de, Afga- -nistan'da, Romanya ve Yugoslavya' da tutsak kardeşlerimiz vardır. Esir Türkler konusu öyle bir gerçektir ki, tanınması Türkiye'nin, tutumuna] bağlı, değildir; inkâr etsek yine vardır! Acılarım paylaşmağa mecbu— ruz. Bağımsızlıklarını kazanmalarına yardım etmeğe, şartların uygunsuzluğu ve imkânlarımızın, yetersiz ligi yüzünden, elimizden başka biri şey gelmiyorsa, konuşmağa ve yazmağa mecburuz. Ancak budalalara
yakışacak çarpık yorumlara düşülmesini istemeyiz. Türk Dünyasının bağımsızlık dâvası ile Türkiye Cum-huriyeti'nin güvenliği arasında dengeyi bozmama şartım herkesten daha geç unuturuz. Sevmekten, ilgilen mekten, bir de yapılması mümkün olanların yapılması gerektiğinden söz ediyoruz. Sağır bir dünyada, sömürgelerin milletleştiği bir çağda, yüce bir millete mensup milyonluk zümrelerin sömürgeleşmesindeki utancı haykırmanın yalnız bir soydaşlık borcu değil, aynı zamanda insanlığın icabı olduğunu anlatmağa çalışalım, diyoruz. Birlenmiş Milletler Anayasası ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ilkel cemiyetlerin devlet kurmasına yardım ediyor da, cihan tarihine şeref damgasını vurmuş bir milletin çocukla-
i tim neden devletsiz bırakıyor?
«Yer yüzünün neresinde bir Türk varsa acısı acuruz, sevinci se-vincimizdir» Bir büyüğümüzün böylece özetlediği davranışımıza hor bakanlar, Türklük bir yana, insan bile sayılmazlar.
ı 2 3 4 5 1İ 7 8 9
10 İl 12
1 2 3 4 5 6 7 8 910 1112-
BULMAC» SOLDAN SAûA: 1 -1959 da Irak'
ta Türk katliamına sahne olan bir şehir, Millet. 2-Bir devletin diğerine verdiği ihtarname. 3-Tersi namus, Sancak türünden bir işaret, Bir hayvan. 4-Güney Arabistan'da bir devlet. 5-Bir ordu birliği. Bağ. 6-Deste, Asya'da bir göl. 7-Kaybetti, Avuç içi. 8-Bir uzvumuz. 9-Tersi bir hayvan, Doğuda bir kazamız. 10-Kapatılan komünist derneklerden birinin kısa adı, tsmi, Istfanbul'da bir semt. 11-Tecrübe et anlamına bir emir. 12 - Kıbrıs'ta bir şehir, Sert
YUKARIDAN AŞAĞI: 1-40 tt siyle Çin Sarayını basan Türk yiğfe di, Çocuk (Eski dilde Ç o S " 1 ) - . 2 ^ göz rengi, Bir çiçek. 3-Tersi Türkiye'nin uluslararası simgesi. Org ve Doğu Anadolu şivesinde amca, otomobilin gözü. 4-Yeterli. 5 - J | Ş mak, Boru sesi. 6-Eskiden şehirleri korumak için yapılan sağlam yapılar, Tersi esM dilde hakim. ' • Orta Asya'da kutlu bir dağ. 8-Top sesi. 9-Uzak için işaret edatı. T o s su, Tahriş edilmiş. 1<>-Te™jto hayvan, bir kadm ismi. M " * 5 5 ^ bir dağ, Donuk. 12-TeIS«. hrfc Tersi Batı Trakya'da bir Türk sena Desen : Coşkun Karakaya
BOZKURTLAR ÖLMEZ — Hikâye —
Sabahın ilk ışıkları yüksek çam ağaçlarının uçlarında yansıdı. Belli ki, güneş ufuktan yeni görünüyordu. Soğuk bir ayaz, çiğ düşmüş ağaç yapraklarını hışırdataüak geçti. Burası Trabzon'un Fatih Parkı idi...
Parktaki bankların üzerinde yüzden fazla genç uyuyordu. Bank bulamıyanların kimisi bir ağaca yaslanmış kimisi yere çömelmiş, uyumaya çalışıyorlardı. Parkın kıyısından geçenlerin dikkatini hemen onlar çekiyorlardı.
Bu kadar kalabalık genç neden açıkta sabahlıyorlardı? Banlar kimdi?
Yaşlı, hafif kambur bir adam parktan içeri girdi. Bir ağaca yaslanmış sigara içen gencin yanına doğru yaklaştı.
— Oğul, dedi. Ne bu haliniz? Niye burada sabahlıyorsun?
Genç, başını yavaşça adama doğru çevirdi içinin hıncı gözlerinden belli oluyordu.
— Biz üniversitede okuyoruz amca dedi, komünistler yurtlarımızı işgal ettiler. Daha önce derslere giremiyorduk. Şimdi de yatacağımız yeri aldılar.
— Otele gitseydiniz oğul! Baksana arkadaşlarınız buz gibi yerde uyuyorlar.
Gencin yarasına parmak dokunulmuştu. Sigarasını yere atıp ezdi. Başını aşağı eğdi. Sesi çok yavaş çıkıyordu.
— Biz köy çocuğuyuz amca! Anadolu'dan gelmişiz Cebimiz çok para görmez bizim. Sabah kahvaltımız bir çayla bir simittir. Otelde yatacak paramız yoktur bizim.
Yaşlı adamın gözleri doldu. Sustu, bir zaman konuşmadı. . .
Bir ezan sesi geliyordu uzaklardan.. . Sabah namazına giden insanlar vardı caddelerde.
Yaşlı adam yavaş adımlarla parktan dışarı çıktı. Caddelerde hızlı hızlı yürüyerek ilerliyordu. Geldiği ilk camiin avlusundan içeri girdi. Elindeki asasını yere bir kaç defa vurdu.
— Ey müslümanlar! Ey müslümanlar! Diye bağırdı. Sizin aldığınız abdest, kıldığınız namaz gabil olmaz. İbadet bu değildir müslümanlar!
Abdest alanlar birden abdestlerini bırakarak yaşlı adama dikkatle baktılar. Duydukları sözlerle adeta şoke olmuşlardı.
Yaşlı adam bastonunu yere birkaç defa daha vurdu.
— Gomonisler üniversite yurdunu eşgal eylemiş, bu milletin çocuklarını içeri almıyorlarmış hepsi Fatih Parkında sabahlıyorlar. Onlar orada uyurlarken sizin ibadetiniz gabil olmaz müslümanlar!
Olay kulaktan kulağa yayıldı. Bütün camilere haber gönderildi. Cuma namazı sonrası halk yığın yığın Fatih Parkına toplandı. Yaşlı, genç, çoluk çocuk herkes orada idi. İşçi-köylü, memur-esnaf, öğrenci galeyana gelmiş «Kahrolsun komünizm» diye bağırıyor-lardı. Trabzon ÜLKÜ OCAKLARI BİRLİĞİ bütün üyelerini toplayıp parka gelmişti. Herkesin ağzında aynı konu konuşuluyordu.
— Emniyete durum bildirilmemiş mi? — Bildirmişler ama cevap alamamışlar. — İşgalci komünistler yurdu cephane deposu
yapmışlar. — Jandarma bir bölüğünü oraya göndermiş. — Komandolar olmasa her yeri yakıp yıkacak-
larmış. Herkeste büyük bir heyecan ve hınç vardı. Bü
tün gönüller bu hınçla ve heyecanla doluyordu. İşte bu büyük kalabalık üniversiteye doğru ha
reket etti. Halkın galeyanını gören polis ve jandarma üniversite yurdunu çember içine almıştı. Çıkacak olayları önlemeye çalışıyordu.
Halk jandarma çemberi içine alınmış olan yurdun etrafına toplandı.
Üniversite yurdunun birinci katma ranzalarla barikat yapılmıştı. İkinci katı boştu. Üçüncü ve dördüncü katında işgalciler kalıyorlardı. Halkın galeyanını görünce beynelmilel komünizm marşları söylemeye başladılar. Bazan silâh sesleri duyuluyordu.
Jandarma albayı yarım saat içinde yurdun boşaltılacağını halka bildirerek kalabalığı yatıştırdı. Aradan bir değil bir kaç tane yarım saatler geçtiği halde yurt henüz boşaltılmamıştı. Halkın heyecanı son haddine varmıştı. İşte bu heyecan bir anda patlak verdi. Halk jandarma çemberini yararak üniversite yurdunun kapısına doğru aktı. Bunu gören işgalciler üstten halka ateş açtılar. Hava kurşun sesleriyle çınlıyordu.
Bir Bozkurt devrildi yere bu sıra. Diz çöktü, bir elini kalbine dayamıştı parmaklarının arasında sızan kanlar yere akıyordu. Havada kalan diğer eliyle ül-küdaşlarma adeta «İlerleyin» diye bağırır gibiydi. Bozkurtlar haykırmaya başladı Trabzon semalarında. Altın yeleli bir Bozkurt daha uçtu gitti, Tanrıdağma. Bu vatanı kanları ile canları ile korumaya andiçmiş ÜLKÜ Ordusu bir yiğitini daha işte böyle kaybetti. O, ÜLKÜ KAVGASI'nm ne ilk şehididir ne de sonu olacaktır.
ÜMİT BEYAZ ÇAVDAR derler O'na. Her seher vaktinde Trabzon semalarında O'nun gür sesi yükselir.
İşte biz o ümitlerin ışığıyle yürüyoruz ileri.
10
Şevket Bülent YAHNİCİ
Genç Cumhuriyetimizin 50. yılını kutlamaya hazırlanıyoruz. 50. yıl; dünya tarihi, millet ömrü açısından bakıldığında çok kısa bir zaman olarak görünüyor. Ama «50 yıl sonra nerede, hangi noktadayız?» sualinin cevabı da hiç gönül ferahlatıcı, iç açıcı değil. î f T TFff J1TT Türk Tarihi dikkate değer bir safhayı yaşamaktadır. Müthiş bir
I J J K I J İ J I J kemiriliş, olamaz oluş, fasit daire içerisinde çılgıncasına bir bocalama milletimizi canevinden incitmiş, kendi vatanımızda bizi bizden olmayan
H V n T M T H D larm dilencisi yapmıştır. Her şeyiyle; kültürüyle iktisadıyla, siyasî nü-2111/lilJjlllv fuzuvla, himmet ve sırt sıvazlamasıyla Batı'nm dilencisi... Bu durum,
şüphesiz halk dediğimiz, milletin aslî değer ve kıymet hükümlerini hâ-T(ünPfl\| lâ taşıyabilen kitle üzerinde değil ama aydınlarımızın pek çoğunda « • * * " * » V I J U hâkim vaziyettedir.
Aydınlar bir milleti peşinden sürükleyecek, iyiye veya kötüye götürebilecek zümredir. Bugün Türk Milletinin kurtuluşunun yegâne ümidi ve olamaz oluş zincirinin; fasit daireyi kırabilecek yegâne gücü olan aydınların, maalesef büyük çoğunluğu 150 yıllık çarpık, garp mantığının yaygarasını yapan mukallit eğitimin fabrikasında dokunan kumaş görünümündedir. Milleti için değil, şahsı için egoist (bencil) şahsı için menfaatçı ve nemelazımcı aydınlar, bunların hâkim olduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kadroları ve 50. yılda halimiz, bulunduğumuz yer...
Türk'ün beş bin yıllık devlet felsefesinden ve tarih şuurundan yoksun, beyinleri* deniz anasına dönmüş bu miyop aydınlar kadrosunun Türkiye'yi getirebildiği nokta ortada, apaçık duruyor.
Değer yargılarımız bile değişti. Aydınımızı, iyi ile kötü doğru ile yanlış, güzel ile çirkin arasında birinciler lehine doğması gerekli, akim ve mantığın icabı olan tercihi bile yapamaz hale getirdiler. Vatanseverle vatan haini, komünistle milliyetçi arasındaki tercihi sorulduğunda «Tercihsizlik ve tarafsızlığını» ilân eyliyecek aydın sayısı çoğunlukta...
Memleket ekonomisi? O, ayrı bir felâket. Ufak bir misâl, ithalâtçı - ihracatçı kelimeleri de yerlerini kısa zamanda işbirlikçi-komisyoncu kelimelerine bırakmaya hazırlanıyor.
Sonuç? Sonuç şu ki, Türkiye dünya milletleri sıralamasında fert basma millî geliri en düşük ülkelerden biri. Yeri 72. sıra...
Peki, sebep? Sebep şu ki, yüz elli yıldır münakaşası yapılan, çare olarak getirilen her mesele şekil ve meodla ilgili. Muhteva itilivermiş bir kenara. İnanılan yapılan, yapılması düşünülen hep yanlış hep taklit de olsa (öyle olduğu gerçek) mesele nasıl uygulanacağında, hangi kalıplara oturtulacağında ve millete nasıl sunulacağında. Aynı hamuru değişik kalıplara dökseniz, değişik lezzetde farklı yapıda pasta olur mu ki sanki? Bizim işler de hep böyle olmuş. Hep gayrımilliyi, hep taklidi, hep batı'yı değişik şekil ve metodlarla götürmüşüz millete «al» demişiz. Millet almış almamış, ama aydın çoğunlukla kabül-lenivermiş. En basit, Millî Eğitim Meselemiz... MillîEğitim bir ülke aydınlarını devlet kadrolarınma yetiştiren, hazırlayan en mühim köprü başıdır. Aydının «Aydın» niteliğini kazanma yolu «Eğitim»den geçer. Senelerdir sık sık «eğitim reformu» yaparız, ne hikmetse. Gene yaptık ve bir kanun çıkardık. Her yaptığımız kanun gibi sonuncusu da Millî Eğitim siyasetimizdeki şekil ve metod meseleleriyle ilgili. Ortada yanlış ve bozuk olan bir öğretilecekler listesi. Bunların nasıl öğretileceğinin münakaşası yapılmış galip fikir kanun olmuş. Kanunu yapanların hiç düşünmediği, girmediği bir mesele öğretilenlerin ne olduğu, yani Millî Eğitimin muhtevası, Millilik derecesi, vasfı. Buna yaklaşan yok. Bugüne kadarki öğretilenlerle ortaya çıkan aydın tipi ortada. Bu aydın tipinin Türkive'ye verebildiği ortada. Öyleyse bu aydın tipini değiştirmek lâzım. Öyleyse bu değişikliği sağlıyacak eğitimi yaptırmak lâzım. Yani öğretilenleri değiştirmek, yani eğitimi özüyle, muhtevasıyla, ders programlarıyla millîleştirmek lâzım.
Peki ya çare. Çare şu ki, Türkiye meselelerine arlık şekil ve metod münakaşalarını bir kenara itip. öz ve muhteva itibarıyla milliyetçi açıdan bakan; nemelazımcı, menfaatçı, bencil aydın tipinin yerine menfaat ve egoizm duygularını millet seviyesinde duvan Ülkücü Aydınlar Kadrosunun hakimiyetinin sağlanması... Biricik kurtuluş yolu ve ümidi.
Maddî ve manevî kurtuluşa susamış «Aydın adayı» ülkücü gençlik, Türk'ün sabırsızlığı, kin ve kurtuluş aşkı içinde geliyor. Onlar fabrikaların dokuduğu yanlış imalât. Onlar kendilerine öğretilmek istenileni değil, kendi öğrenmek istediklerini öğrenecek yetişenler. Zor oldu bu ortamda bu gerçeğe ulaşmaları, kinleri ondan.
Haykırıyorlar. «Yüz elli yıldır bu milleti aldattığınız gibi aldanacaksınız bundan sonraki hesaplarınızda..»
Çare : Ülkücü Aydınlar Kadrosu. Sonuç: Büyük ve Kudretli Türkiye. TANRI TÜRKÜ KORUSUN!.
11
AŞIRI MİLLİYETÇİLİK Az, orta, aşırı kıyaslamaları, genellikle bütün ko
nulara teşmil edilerek, «Herşeyin aşırısı ifrattır» neticesi beyinlere işlenmek istenir. Klâsik eğitim sisteminin çarkları arasında ezilerek, düşünme kaabiliye-tini kaybeden ve robotlaşan beyinlerde bu görüşün savunuculuğunu yaparlar.
Bu yanlış zihniyet taraftarları yukarıdaki üçlü kıyaslamayı milliyetçiliğe de tatbik ediyorlar. Dolayısıyla az, orta ve aşırı milliyetçiler grublarmm ortaya çıktığın görüyoruz. «Aşırı Milliyetçi» olarak ülkücü camia suçlandığına göre, diğer zümreler az veya orta milliyetçi grublarma dahildir.
Yıllardır kalkınma gayretleri içerisinde olan Türkiye'de az veya orta milliyetçi grublarma mensup olan kimseler iktidara gelmişlerdir. Devlet gemisini yürütme görevini onlar üzerlerine almış, ülkemizin kalkınma plânlarını, dış politikasını, eğitim sistemini onlar hazırlamışlardır. Geri kalmışlığımızın sebeblerinin tartışıldığı günümüz ortamında, meseleye daima bu açıdan bakmak, doğru neticeleri elde etmeye yardımcı olacaktır.
Demokratik ülkelerde millî iradeyi sağ kanat temsil eder. Ancak dünyanın hiçbir medenî ülkesinde, bizde olduğu gibi sağ blok param parça değildir. Yani; «Az, orta, aşırı» kıyaslamaları yoktur. Milletini aşırı derecede seven hükümetler iktidar olmuştur ve izledikleri millî politika ile ülkelerini muasır milletler seviyesine çıkarmışlardır. Dögol aşırı bir Fransız milliyetçisi idi. Milletini aşırı derecede sevmesi O'nun ölümsüzleşmesinin temel sebebidir. Alman Biıiiği'nin kurucusu Bismark, I. Dünya Harbinde İngiltereyi dar boğazlardan geçiren Çörçil, İsrail Devleti'nin yaratıcısı Teodor Herz, milletlerini aşırı derecede seven liderlerdi. Peron'u hatırlayın. Bundan 17 sene evvel bir darbe neticesinde Arjantin'den sürülmüştü. Ancak, 17 senelik ayrılık, Arjantin'de Peron sevgisini öldürmedi. Arjantinliler, aş ın milliyetçi liderlerini unutmadılar.
Atatürk de aşırı bir Türk Milliyetçisi idi. İktidarı zamanındaki icraatları bunun en açık delilidir. Atatürkçü geçinip ülkücülüğe karşı olanlar, siyasî yatırımlar uğruna şahsiyetlerinden taviz verenlerdir.
Ülkemizin meseleleri kısa vadeli reform tasarılarıyla çözümlenemez. Uzun vadeli köklü reformlar yapmak, millîlik vasfını kaybetmiş müesseseleri de yeniden kurmak gerekir. Meselelerin temeline inmeden yazılan reçeteler, onların ileride daha da büyümesine yardımcı olur. îşte az veya orta milliyetçi grupların teşkil ettiği hükümetler, Türkiye'nin meselelerine hep bu açıdan bakmışlar, temele inmeden, kısa vadeli göz boyayıcı yatırımlarla meseleleri çözüm yoluna gitmişlerdir. Ülkemizin bugünkü az gelişmiş ortamına bir günde gelinmedi. Atatürk'ün ölümünden sonra iktidar olan istisnasız bütün hükümetler günümüzün az gelişmiş ortamından tek tek sorumludurlar.
Türkiye'de bütün hesaplar iktidar olmak için yapılır. İktidar olduktan sonra, tatbik edecekleri sıhhatli teorileri olmadığı olsa dahi bunu tatbikata koyacak kadroları bulunmadığı için, yıllardır temel meselelerimiz çözümlenememiştir.
Aşırı milliyetçi olarak suçlanan ülkücü camia ise, ülkemizin geleceği konusunda en sıhhatli reçeteyi yazmıştır. İktidar olduğu zaman, teorisini tatbikata koyacak kadroları gün geçtikçe kuvvetlenmektedir. Türk Millet'ini aşırı derecede seven ülkücüler, bütün kesimlerdeki idealist kadrolarıyla yarının güçlü Türkiye'sini kuracaklardır. Gençliği kendilerine itici güç olarak alamayan, menfaat saikinin bir araya getirdiği tesadüfi gruplar zaman içerisinde erimeye mahkûm oleacaklardır. Başka bir ifade ile, büyük bir potansiyel olan gençlik kesiminden gelen güçleri olmadığı için, zamanla nesilleri tükenecektir.
Türkiye'de bazı hakikatler maalesef geç anlaşılıyor. 12 Mart öncesini hatırlıyahm. Ülkücü camia, bütün yayın organları ile ülkemizde bir Komünist ihtilâlinin hazırlandığını ifade ediyordu. Sorumlular ise, «Herkesde mi komünist? Her taşın altında komünist arıyorsunuz» şeklinde solu sempatik gösteren demeçlerle, böyle bir tehlikenin mevcut olmadığını ifade ediyorlardı. 12 Mart ile uçurumun kenarından dönen Türkiye'de, ülkücü camianın teşhislerinin doğ ruluğu bir defa daha ortaya çıktı.
Ülkücü hareketin ilmî esaslara dayanan sağlam teorisi, Türkiye'nin tek kurtuluş yoludur. Hissî konuları istismar ederek, sermaye yardımıyla seçim kazanma dönemi devam ettiği sürece, Türkiye «Az gelişmişlik» çukurundan kurtulamayacaktır. Ülkücü hareketin idealizmi materyalist çemberleri mutlaka kıracaktır. Zafer, idealizmin insan ruhunda yarattığı hazzı duyan«Aşırı Milliyetçi» ülkücülerin olacaktır.
12
bozkurtiarın kal&ninden « T U T S A K »
Hüseyin Yeniçeri
«Tutsak» (1) Işmsu'nun Otüken Yayınları arasında çıkan yeni romanı. «Küçük Dünya» (2) adlı romanı ile bu türde ilk eserini veren yazar, Turizm ve Tanıtma Bakanlığı'nm «Sanat Armağanı»nı kazanmıştı. İkinci romanı üç yılda, üç baskı yapan «Azap Toprakları» (3) adlı, dış Türkleri konu edinmiş güçlü bir eser. Bu romanda Işmsu kendine özgü üslûbu ve başarılı bir anlatımla, Batı Trakya Türklerinin, kendi kaderlerine terkedilmişliklerini; acı, ıstırap, ölüm dolu hayatlarını hikâye etmiştir.
Millî Türk romanının ustalarından olan yazarın «Ak Topraklar» (4) adlı tarihî romanında, Dede Korkut üslûbuna yakın bir anlatımla Türklerin Anadolu'yu yurt edinişleri anlatılmıştır. Sanatçının dördüncü romanı Tutsak ise Irak Türklerini ele almış. Birçok millî meselemize de parmak basılan eserde, içimizdeki tutsaklar da anlatılmış, hangi hasletlerini kayıp ettiklerinden bu durumlara düştükleri verilmeğe çalışılmıştır.
Bizce Tutsak önemini, ele aldığı konudan almaktadır. Konunun derinliğine ve gerçekçi bir tutumla işlenişini de eserin önemini art t ıran diğer unsurlar olarak kabul edebiliriz. Romanda Türk Milliyetçiliği ülküsü ile dopdolu bir idealist olarak tanıtılan Târik, tüm Kerküklü soydaşlarımızı temsil eden bir semboldür. Târik, yüzyıllarca hür ve bağımsız yaşamış milletine, büyük bir imanla bağlıdır. Milletinin tutsaklığı, sömürülüşü, horlanması O'nu yeyip bitirmektedir. Milletinin yüceliğine olan inancı, O'nu, yarına umutla bağlamağa yöneltiyor. Bu kurtuluş umudunun «Anavatan»dan uzatılacak kardeş ellerle gerçekleşeceğini sanarak, Türkiye'ye gelmiştir. «27 Mayıs »tan 1 yıl öncesine tesadüf eden o günlerde Türkiye için için kaynamaktadır. Derdini çoklarına söylemiş, sâdece ülkücüler dinlemişler O'nu. Târik bu guruba ve liderlerine içtenlikle inanıyor. Fakat onların da yapacak bir şeyleri yoktur. Sonunda Kerkük'e dönüyor Târik. 14 Temmuzda bütün Türkleri yok etmeği amaçlayan komünistlerin tertipledikleri k t̂tj-liâmda O da, diğer soydaşlarının içinde şehâdet şerbetini içiyor.
Tutsak gerek Türkiye sınırları içindeki Türkleri, gerekse dış Türkleri; her çeşit tutsaklıktan kurtaracak ülkücü lideri de müjdeliye r.
Dil bakımından başarılı bir Türkçe'nin uygulandığı eser, tahlil etmeğe çalıştığı devrin panoraması durumundadır. Eserin birçok yerine serpiştirilen Kerkük Horyatlarmm, onu, birçok yönden millî çizgilerin yoğun olduğu bir tablo durumuna ulaştırmada büyük katkıları olduğunu., görüyoruz. Bu horyat lan ile
kendi acılarını dile getiren söyleyişlerinden başka, bu vefalı sve mustarip soydaşlarımız, bizim dertlerimizle de yakından ilgililer.
Emine Işmsu'nun dış Türkler meselesine Azap Topraklarından sonra eğilen bu yeni romanının ülkümüze büyük katkıları olacağını sanıyoruz. Sanatçı bu fikrî eserinde, gerçekçi bir yol izleyerek meselelerimizi tahlile çalışmıştır. Türk Milliyetçiliği ülküsüne gönül verenlere, bu eserin birçok yararlar sağ-lıyacağma inanıyoruz. (1) TUTSAK, Emine Işmsu. Otüken Yaymevi, 1973
İst. (2) KÜÇÜK DÜNYA, Emine Işmsu, Yağmur Yayın
ları, 1966-İst. (3) AZAP TOPRAKLARI, Emine Işmsu, Otüken Ya
ymevi, 1969-İst. (4) AK TOPRAKLAR, Emine Işmsu, Otüken Yaym
evi, 1971-İst.
ÇAfilRIYA GELİŞ — Ülküdaşım Dilâver CEBECİ'ye —
Bu bayrağı öz bilen, Ölmez inan Bozkurtum. Bine karşı tek giren Yılmaz inan, Bozkurtum.
Pusatlanmak er şanı Cenk Oğuz'un nisam, Hele bulsun meydanı Durmaz inan Bozkurtum.
Çağrın gönülde ülkü, Yüceleştirir Türk'ü TURAN'ın kutlu yükü, Yormaz inan Bozkurtum.
Başbuğ, emri salanda Mehter cengi çalanda Bir tek çaşıt vatanda Kalmaz inan Bozkurtum.
Mevlüt Yılmaz ULUĞTEKİN
13
Osman Nuri KURT
Karadeniz'de Ermeni Vahşeti
Birinci Dünya Savaşının başla-masiyle içimizdeki imtiyazlı Er-meni-Rum azınlıklarının Türk'ü çoluk çocuğu ile katletmesi hızlanmışt ı . . . Urus askerleri ile Trabzon'a giren Ermeni çeteleri yerli Rum ve Ermenilerin yardımıyle öyle katliamlar yapmışlardı ki; Dünya tarihinde eşine ancak Stalin devrinde raslanabilmiştir.. .
Bu Ermeni sürüleri gebe kadınların karnındaki çocuk için «Erkek mi, kız mı?» diye birbiriyle bahse gi rerek kasatura ile karınlarını yarıyor, köşede korku içinde gözleri dehşetle büyüyen küçük yavruları süngü uçlarında sallıyor, ırz, namus demeden saldırıyor; evleri yakıyor, ekinleri imha ediyorlardı... Türbelerimiz, mabetlerimiz, mezarlarımız üstüne sürükledikleri Müslüman delikanlılarını İsa ve papazlarının aşkına boğazlıyorlardı... «İşte seni İsa için kurban ediyoruz. Gelsin Muhammediniz seni kurtarsın» diyorlardı.. .
Ya camilere doldurdukları kitle halindeki Türk'ün durumu. . . O günleri yaşamış köylü bir halk ozanının yazdığı destandan aşağıdaki sekiz mısraın Trabzon'da ve civar köylerde söylendiğini hâlâ duyabilirsiniz...
Ermeniler geliyor Hem yaka, hem de yıka Kesiyorlar sübyanları Süngüyü soka, soka...
Altıyüz kişi birden Dolduruyor bir eve Döküyor gaz yağını Hep veriyor aleve...
Bugün için medeniyetten bahsedilen Amerika, İngiltere, Fransa'daki tahrikler ve kendi derdiyle başa çıkamayan Lübnan'ın hali, bir yüzkarası değil de nedir? Rus'ların Ermeni 'leri tahriki altında hangi düşünceler yatmaktadır?. . . Fransa'nın diktirdiği anıt ile Amerika'da kapatılan Türkoloji bölümü açık niyetlerini ortaya koymaktadır. . .
Medeniyetten, hümanizm'den bahseden bugünkü çivisi kopmuş dünya da, Ermeni-Rum ve Bulgar canavarları Müslüman Türk'ü kesmeğe, ezmeğe, Türk'ü esir etmeğe, Türk ve Türkiye alehinde abideler dikmeye, yürüyüşler yapmaya, vasiyet yazmaya devam edecekler midir?.. . Güya dostumuz olan bu batılı Devletler ne zamana kadar bu duruma göz yumacaklardır?.. .
Hani nerede Evrensel insan haklarına imza koyanlar?...
Hani Demokrasi'ye inanıp iman edenler?... Hani Nato Mütefikleri-miz?. Türk devamlı katlediliyor; Türk'ün yavruları kurşuna diziliyor, Türk'ün camii'leri yıkılıyor, Türk'ün okulları kapatılıyor, Türk'ün ana dili Türkçe yasak ediliyor, Türk gazetecisi mahkûm ediliyor...
Bütün dünya ayaklanmış Türk'ün son bağımsız kalasını imha etmeğe çalışıyor... Ve maalesef ki bu hareketi yakın komşularımız da destekliyor... Ne yazık ki biz hâlâ bizi katledenlere en yüksek iş sahalarında imkânlar tanıyor, papaz okullarına, patrikhanelerine, kiliselerine hürmet ediyor, okullarında dillerine, eğitimlerine karışmıyoruz; onlar ırkdaşlarımızı köylerinden dahi dışarıya çıkarmazken biz onlara en geniş seyahat hakkı tanıyor ve mukaddes ordumuzda subay dahi olmalarına imkân veriyoruz.. .
Bizi dünya tarihinden silmek isteyenler bizim Türk oluşumuzdan; insancıl oluşumuzdan, bizim kutsal dinimizden, örf ve adetlerimizden istifade ederek bizi bir iç savaşa götürmek istiyorlar...
Bu hainlerin iplerini idare edenler bilmiyorlar ki, Türk'e karşı saldırmakla kendilerini Tanrı'nın büyük gazabından kurtaramıyacaklar-dır... Alev alev yaktıkları dünyada kendileri de bir gün yanıp biteceklerdir... Karadeniz'de boydan boya Türk'ü çoluk çocuğu ile katleden Ermeni sürülerine karşı her an uyanık bulunmalıyız... Ermeniler içimizdeki yerli Rus uşaklarıyla birlikte dünyanın her köşesinde Türk düşmanlığına devam etmekledir ler . ..
Türkiye'de bir kızıl ihtilâl sonucu Ermenilere Doğu Anadolu'nun verileceği vaad edilmektedir... Bu hayâl ile bütün dünyadaki Ermeniler Türk'ü yeniden katledecekleri günü sabırsızlıkla beklemekte ve eğitilmektedirler...
Yazımı burada bitirirken Ermenilerin şehit ettiği milyonlarca Türk'ün aziz hatıraları önünde eğilir ruhlarına Tanrı'dan rahmet dilerim...
Tanrı Türkiye'yi ve aziz Türk Milleti'ni korusun.. .
GEÇEN BULMACANIN ÇÖZÜMÜ ;
Soldan Sağa : 1 — Dokuz Işık, Sa. 2 — Alın, Kan. 3 — Hazar, Raman. 4 — Abaza, Araz. 5 — Lâhid. 6 — Nalan, Eğil. 7 — Irakeyn, Ne. 8 — Kut, Ye, Ke. 9 — Al, Zafer, fiğe. 10 Nar, Çeri, Mög. 11 — La, Kale. 12 — Seyyare, Al.
Yukarıdan Aşağı : 1 — Dandenakan, 2 — Ola, Lâle. 3 — Kızanlık, Ray. 4 — Unab, Aruz. 5 — Ralnataç. 6 — Za, Fe. 7 — Rah, Eyerle. 8 — Ira, Yeri. 9 — Maden, Ka. 10 — Kar, Kemal. 11 —- Sana, İnegöl, 12 — An, Zile. Ege.
14
Yüz Milyonluk Milliyetçi Türkiye'ye
Doğru Ulküdaşlarımızdan Süleyman
Kürkçü ve evdeşi Hatice hanımın geçtiğimiz hafta içerisinde bir oğul ve bir kızları dünyaya gelmiştir. Murat Sancar ve Selcen adları ve rilen ikizlere Milliyetçi Türkiye yolunda uzun ömürler dileriz.
Ankara Ziraat Öakültesi'nin ülkücü Dr. Asistanlarından Celâl Er ve evdeşi Şehrî hanımın Afşin adı verilen bir oğullan dünyaya gelmiştir. Afşin Beğ'e fetih dolu zaferler dileriz.
Ülkücü Avukatlardan Şerafed-din Yılmaz ve evdeşi. Zuhal hanım'-m geçtiğimiz günlerde Sinan adı verilen bir yavruları dünyaya gelmiştir. Sinan'a uzun ömürler dileriz.
Eskişehirli Ulküdaşlarımızdan Yakup Ünver ile evdeşi Münevver hanım'm 5 Haziran günü ÜLKÜ adı verilen bir kızları doğmuştur. Ülkü'ye Ülkü yolunda başarılar dileriz.
Ülküdaşımız Mustafa Gözübü-yük ile Yüksel Eskiyapan nişanlanmışlardır. Tebrik eder, hayırlı olmasını dileriz.
Atatürk Üniversitesi asistanlarından Mehmet Şahin ile Töre dergisi İstanbul Temsilcisi Deniz Şahin (Dağoğlu) nikâhlanmışlardır. Tebrik eder, hayırlı olmasını dileriz.
Urfalı Ulküdaşlarımızdan Nuri Alıcı 13 Nisan'da Hayriye Alıcı ile nişanlanmıştır. Ülküdas nişanlıları tebrik ederiz.
Konya Gazi Lisesi öğretmeni, ülküdaşımız Osman Gültekin'in 9 aylık BOZKURT oğlu Bilgehan GÜL TEKÎN ülküdas ağabeylerine 9 Işık çı Milliyetçi Türkiye'nin kurulması yolunda başarılar diler. Resimde Bilgehan görülüyor.
Gelibolulu Ulküdaşlarımızdan Kenan Gazel ile Ayfer Sungurtekin 25 Mayısla evlenmişlerdir. Ülkü-daşlarımızı tebrik ederiz.
Kayserili ulküdaşlarımızdan î. H. Okulu Öğretmeni Hüseyin Cömert, ülkücü bayan öğretmenlerden Pembe Oruçhanla evlenmiştir. Ülküdas öğretmenleri tebrik ederiz.
Menemenli ulküdaşlarımızdan Ferruh Zincirci ile evdeşi Nebahat hanımın 29 Mayıs günü bir kızları dünyaya gelmiş ve yavruya ÜLKÜ adı verilmiştir. Ülkü'ye Fatihler doğuracak yaşlar dileriz.
Pertekli Ulküdaşlarımızdan Kaya Taşkın Yılmaz ile Firdevs hanım 10 Haziranda evlenmişlerdir. Genç evli ülküdaşımızı ve evdeşini tebrik ederiz.
— Erbaa Lisesi'nin Ülkücü öğretmenlerinden Bilâl Öztürk, Osmaniye'nin Cevdetiye kasabasında 1 Haziran günü yapılan düğünle Fadime Poyrazla evlenmiştir. Ülküdaşımızı- ve evdeşini tebrik ederiz. — Ülküdaşımız Musa Gürgün ve evdeşi Fatma hanım'm 10 Mayıs 1973 günü bir oğulları olmuş ve yavruya Süleyman KÜRŞAD adı verilmiştir. Kürşad'a hayırlı bir gelecek dileriz. — Ülkücü İşçiler Derneği Eğitim Sekreteri Kürşad Vaiz Özer Tuğlu Ailesi'nden Rallime hatunla 11 Ha-£.' rân'da Erzincan'da nişanlanmıştır. Ülküdaşımız ve nişanlısını tebrik ederiz. — Ulküdaşlarımızdan Cemal Kıcır ile Şenay Yılmaz 17 Haziran günü yapılan düğünle Yeşilova'da evlenmişlerdir. Genç evlileri tebrik eder başarılar dileriz. — Hatay'ın Şenköy nahiyesinde ülküdaşımız Ali Neşeli ve evdeşi E-mel hanımın 29 Mayıs günü Kürşad adı verilen bir oğuları dünyaya gelmiştir. Kürşad'a Çin Sedlerini yıkacak bir kuvvet ve azim dileriz. — Edremit ' te Ziraat Teknisyeni o-lan ülküdaşımız Mehmet Gündüz, 20 Mayıs'da Eşme'de Safiye Kaplan ile nişanlanmıştır. Ülküdas nişanlıları tebrik ederiz. — Develi Ülkücüler Teşk. İkinci Başkanı ülküdaşımız Yaşar Kmdı-ra PTT Müdürü'nün kızı Ayla Yörük hanımla evlenmiştir. Genç evlileri tebrik eder başarılar dileriz.
V E F A T Turhal Lisesi'nin ülkücü Din
Dersi öğretmeni Fikri Güngör ehliyetsiz bir taksi sürücüsünün çarpması sonucu ölmüştür. Merhumun yakınlarına ve ülküdaşlanmıza başsağlığı dileriz.
Izrarı Sahibi : Sadi SOMUNCUOĞLU • Yazı İşleri Müdürü : Nedim ÜNAL
• Umumi Neşriyat Md : Mahir DURAKOĞLU ^ İdarî İşler Md : Osman
OKTAY # İdare Yeri: Bedesten içi Bedesten Han nu 6 — KONYA
• Haberleşme adresi: P.K. 151 Bakanlıklar ANKARA • Posta çeki nu: 10079758 C Y ı l : 1 Sayı: 10 • Yıllık abone : 17,50 TL. • Fîatı: 150 kr. • Yurt dışı : İkimisli • Reklâm tarifesi : Tam sayfa : 1000 TL.
Renkli sayfa: 1500TL.*Kitap İlânları: Santimi : 30 TL. Emel Matbaası — ANKARA •DAĞITIM - GAMEDA
15
İ K İ B İN Y E T M İ Ş ÜÇ DİLÂVER C E B E C İ
T Ö R E Aylık Fikir ve Sanat
Dergisi
P.K. 211 Kızılay Ankara
*
D E V L E T I Milliyetçi Hareketin
Haftalık Siyasî Gazetesi
P,K. 284 Bakanlıklar ANK.
TÖRE - DEVLET YAYINLARI
Uçurumun Kenarındaki Türkiye Serisi : (İddianameler ve Mahkeme Belgeleri)
• 1. T Ö S DOSYASİ
276 s. 10 TL. 2. T İ P DOSYASI
240 s. 10 TL. 3. TÜRKİYE İHTİLÂLCİ
İŞÇİ KÖYLÜ PARTİSİ DOSYASI 435 s. 15 TL.
4. MADANOĞLU DOSYASI 215 s. 10 TL.
* HUN AŞKI Dilâver Cebeci 5 TL. TÜRK - ERMENİ MÜNASEBETLERİ Necla Basgün 10 TL.
Fİ ATI: 150 Kr.
Ben iki bin yetmiş üç'e erişemiyecegim. Ellerim, kollarım, gözlerim bu ka-darcık zamana tahammül edemeyecek. Ama düşüncelerim kaç iki bin yetmiş üçlere uzanır bilemezsiniz.
IŞIĞIM VAR; KARANLIĞA DİŞ BİLER
LİMANIM VAR; SIĞINACAK GEMİLER.
DÜŞÜNCEM VAR; BİR BAŞAKTAN BİN DİLER,
DÜŞÜNCEMİ BİLSE İDİN ÖLÜRDÜN.
Ne olur beni yalanlamayın! Ey zaman beni sen de yalanlama! Ben iyi biliyorum ki iki bin yetmiş üçte yurdumun gökleri böyle olmayacak. Şu her gün önünden geçtiğim körpe çınar büyüyecek, kocaman olacak. Bir yorgun nine oturupta gölgesinde biraz dinlenecek olsa hemen kara düşüncelere dalıp gitmeyecek. Bu çarşılarda, sokaklarda başlarını omuzları üstünde zor - belâ taşıyan bedenler dolaşmayacak. Geceleri çocuklar, «Aydede» ye yabancı yabancı bakmayacaklar. Soylu gönüllerindeki enginlik arzusunu, böyle benim gibi bir damlacık suda dindirmeğe çalışmayacaklar.
İki bin yetmiş üç'ü nasıl anlatsam? «Kaf Dağları»'nda gaddar devler olmayacak, Tanrı Dağlarına hüzünlü ve bereketsiz yağmurlar yağmayacak, Ötüken Or-mam'mn iri-kıyım ağaçları yağı baltaları önünde boyunlarım böyle eğmeyecekler.
Şimdi iki bin yetmiş üç'ün temellerini kazdık, kurbanlarımızın kanlarım oraya akıttık. Akça alnımdan ol temellere bir katre terim düşse fânilikten sıyrılacağım.
O güne hazırlanan yüzbinler, bir dervişin emsalsiz sabrı içinde, güzel işler işliyor ve birbirlerine doğruluğu, mertliği, yiğitliği öğütlüyorlar. Tanrı dahi öyle bu-yurmuyor mu?
«Asra (ikindiye veya yüz yıl'a) yemin olsun ki, insanoğlu zarardadır. Ancak inananlar, güzel işler işleyenler, birbirlerine sabrı ve hakkı tavsiye edenler hâriç.»
Ey iki bin yetmiş üç'ün bayrakları! Yıldızlara benden selâm iletin. O gün gür-leyecek olan hak pusatları, bir nâra da benim için vurun. Işıltılarında zaferler saklayan süngüler, benim de toprağımı aydınlatın.
Ben iki bin yetmiş üç'e erişemiyecegim. Ellerim, kollarım, gözlerim bu ka-darcık zamana tahammül edemeyecek. Ama düşüncelerim kaç iki bin yetmiş üçlere uzanır bilemezsiniz.
Bu kör, kaddar, kaygusuz, ülküsüz ortamda, sarıp sarmalayıp büyütüp er yapıp, azıklandırıp yolladığım katı bilekli düşüncelerim, uğurlar olsun... Ve daha doğmamış, alınlarına hilâllerin şavkı, damaklarına denizlerimin tuzlu suyu, ellerine tüfek kabzası, kulaklarına ezan sesi değmemiş, iki bin yetmiş üç'ün boğatır-ları, pırıl pırıl gözlerinizden öperim...