emekçi hareket 13. sayısı

8
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu 2010 Temmuz ayından bu yana her hafta ara- lıksız yaptığı eylemlerin, takip ettiği Münevver Ka- rabulut ve Ayşe Paşalı davalarının ardından kadın cinayetlerinin durdurulması için yeni adımlar attı. Kadın cinayetlerine indirim değil ağır ceza Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu hazırladığı yasa tasarısıyla kadın cinayetlerini engellemeye artık daha yakın > 3 > 2 Daima Hakan Öztürk Rejimin Skandalseverliği Propaganda birimi, gençlik kolları, kadın kolları, folklor ekibinden... Sayfa 3 Beyazıt ve Halepçe katliamlarının 33. Yıldönümü’nde yapılan anma eyleminde gençlik örgütleri, katillerden hesap sorula- cağını belirttiler. Geçtiğimiz günlerde, Anadolu Üniversitesi Rektörlüğü’yle gençlik örgütlerinin yaptığı toplantıların dördüncüsü gerçekleşti. 16 Mart’ın hesabı sorulacak Anadolu Üniversitesi ile dördüncü toplantı Yıldız Yumruk Devrek’te Yoksuluz ama işsiz değiliz Belde A.Ş. işçileri, 14 Mart günü saat 18.30’da Kur- tuluş Parkı’nda yaptıkları basın açıklamasının ardın- dan oturma eylemine baş- ladı ve belediyenin açtığı davanın yarınki duruşma saatine kadar da Kurtuluş Parkı’nda eylemlerine de- vam edeceklerini açıkladı. >>3 Belde A.Ş. işçileri direnişte İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin dış cephe bo- yasını yapan Nesih Taşkın ve Mehmet Toprak isimli iki işçi, iskelenin çelik halat- larının kopması sonucu 7. kattan düşerek hayatını kaybetti. >>2 İstanbul İl Örgütü gözaltında kayıpların hesabının sorulması, faillerinin yargılanması için Galatasaray Meydanı’nda Cumartesi An- neleri eylemini her hafta gerçekleştirmeye devam ediyor. >>8 Harçlar can almaya devam ediyor Galatasaray’da 311. hafta Üniversiteler geleceğini tayin ediyor Genç-Sen 4. Genel Kurulu toplanıyor Genç-Sen’liler geride bıraktıkları güçlü bir dönemin ardından ikinci dö- nem de çalışmalarına kampüslerde devam ediyor ve tüm öğrencileri Genç- Sen Kongresi’ne davet ediyor.>>2 Sistematik eylemler sonuç getirdi EHP’li Kadınlar’ın da bir bileşeni olduğu Ka- dın Cinayetlerini Durduracağız Platformu; gerek eylemleri, gerek yaptığı görüşmeleri ile so- nuca günden güne biraz daha yaklaşıyor ve bu gö- rüşmeler sokaklarda yaşama hakkı için haykıran kadınlara ışık tutuyor. Hazırlanan yasa tasarısının mecliste görüşülüyor olması sistematik mücadele- nin bir kazanımı haline geldi. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nda bir araya gelen kadınlar “Ka- dın Cinayetlerini Durdurun ya da Defolun!” şia- rıyla Kadıköy’de yürüdüler. EHP’li Kadınlar kor- teji Yıldızlı Feminalı bayraklarıyla ve cinayetlerde kaybettiklerimizin fotoğraflarıyla görkemli bir kortej oluşturdular. İran’lı kadınların da bulun- duğu yürüyüşte, hem Türkçe hem Farsça döviz- ler taşınarak birleşik kadın mücadelesinin önemi vurgulandı. >>4 Meclise yasa tasarısı sunuldu Bütün kadınlar tek yumruk oldu Bütün Alanlara ve Bütün Sorunlara Müdahale Viladimir Iliç Lenin >>2 >>6 >>4 >>8 >>7 Japonya’nın Değil Kapitalizmin Felaketi Dünyanın Sokak Sesleri Birleşiyor... Gülsüm Kav Veysel Aktas . . 15 Günlük Gazete 17 Mart 2011 50 Kr Sayı:13 Asrın felaketi:Tsunami, Japonya, tarihinin en büyük depremiyle sarsıldı. Deprem sonrasında ülkenin yarısı sular altında kaldı. Sağlık özelleştirilmesin, Günlerdir “Çok Ses Tek Yürek” mitingine hazırlanan sağlık emekçileri 13 Mart’ta Ankara’da Sıhhiye Meydanı’ndaydı. Biutiful’a Brechtyen bakış, Biutiful’un izleyenler tarafından hala konuşuluyor olması filmin üzerine birkaç sözün daha söylenmesine olanak tanıdı. 06 08 08 Emekçi Hareket Partili Kadınlar 5 Mart’ta Kadıköy’deydi, Yasa tasarısı mecliste görüşülürken, kadınlar alanlarda mücadelelerini yükseltti. Yaşam hakkını gasp eden sistemden hesap sordu.>>4

Upload: emekci-hareket-partisi-ehp

Post on 22-Feb-2016

265 views

Category:

Documents


2 download

DESCRIPTION

Emekçi Hareket Gazetesi

TRANSCRIPT

Page 1: Emekçi Hareket 13. Sayısı

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu 2010 Temmuz ayından bu yana her hafta ara-

lıksız yaptığı eylemlerin, takip ettiği Münevver Ka-rabulut ve Ayşe Paşalı davalarının ardından kadın cinayetlerinin durdurulması için yeni adımlar attı.

Kadın cinayetlerine indirim değil ağır ceza

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu hazırladığı yasa tasarısıyla kadın cinayetlerini engellemeye artık daha yakın

>3 >2

DaimaHakan Öztürk

RejiminSkandalseverliği

Propaganda birimi, gençlik kolları,kadın kolları, folklor ekibinden...

Sayfa 3

Beyazıt ve Halepçe katliamlarının 33. Yıldönümü’nde yapılan anma eyleminde gençlik örgütleri, katillerden hesap sorula-cağını belirttiler.

Geçtiğimiz günlerde, Anadolu Üniversitesi Rektörlüğü’yle gençlik örgütlerinin yaptığı toplantıların dördüncüsü gerçekleşti.

16 Mart’ın hesabı sorulacak Anadolu Üniversitesi ile dördüncü toplantı

Yıldız YumrukDevrek’te

Yoksuluz ama işsiz değiliz

Belde A.Ş. işçileri, 14 Mart günü saat 18.30’da Kur-tuluş Parkı’nda yaptıkları basın açıklamasının ardın-dan oturma eylemine baş-ladı ve belediyenin açtığı davanın yarınki duruşma saatine kadar da Kurtuluş Parkı’nda eylemlerine de-vam edeceklerini açıkladı. >>3

Belde A.Ş. işçileri direnişte

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin dış cephe bo-yasını yapan Nesih Taşkın ve Mehmet Toprak isimli iki işçi, iskelenin çelik halat-larının kopması sonucu 7. kattan düşerek hayatını kaybetti. >>2

İstanbul İl Örgütü gözaltında kayıpların hesabının sorulması, faillerinin yargılanması için Galatasaray Meydanı’nda Cumartesi An-neleri eylemini her hafta gerçekleştirmeye devam ediyor. >>8

Harçlar can almaya devam ediyor

Galatasaray’da 311. hafta Üniversiteler geleceğini tayin ediyorGenç-Sen 4. Genel Kurulu toplanıyorGenç-Sen’liler geride bıraktıkları güçlü bir dönemin ardından ikinci dö-nem de çalışmalarına kampüslerde devam ediyor ve tüm öğrencileri Genç-Sen Kongresi’ne davet ediyor.>>2

Sistematik eylemler sonuç getirdi

EHP’li Kadınlar’ın da bir bileşeni olduğu Ka-dın Cinayetlerini Durduracağız Platformu;

gerek eylemleri, gerek yaptığı görüşmeleri ile so-nuca günden güne biraz daha yaklaşıyor ve bu gö-rüşmeler sokaklarda yaşama hakkı için haykıran kadınlara ışık tutuyor. Hazırlanan yasa tasarısının mecliste görüşülüyor olması sistematik mücadele-nin bir kazanımı haline geldi.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nda bir araya gelen kadınlar “Ka-

dın Cinayetlerini Durdurun ya da Defolun!” şia-rıyla Kadıköy’de yürüdüler. EHP’li Kadınlar kor-teji Yıldızlı Feminalı bayraklarıyla ve cinayetlerde kaybettiklerimizin fotoğraflarıyla görkemli bir kortej oluşturdular. İran’lı kadınların da bulun-duğu yürüyüşte, hem Türkçe hem Farsça döviz-ler taşınarak birleşik kadın mücadelesinin önemi vurgulandı. >>4

Meclise yasa tasarısı sunuldu

Bütün kadınlar tek yumruk oldu

Bütün Alanlara veBütün Sorunlara

Müdahale

Viladimir Iliç Lenin

>>2 >>6 >>4 >>8>>7

Japonya’nın Değil

KapitalizminFelaketi

Dünyanın Sokak

Sesleri Birleşiyor...

Gülsüm Kav Veysel Aktas.

.

15 Günlük Gazete 17 Mart 2011 50 Kr Sayı:13

Asrın felaketi:Tsunami, Japonya, tarihinin en büyük depremiyle sarsıldı. Deprem sonrasında ülkenin yarısı sular altında kaldı.

Sağlık özelleştirilmesin, Günlerdir “Çok Ses Tek Yürek” mitingine hazırlanan sağlık emekçileri 13 Mart’ta Ankara’da Sıhhiye Meydanı’ndaydı.

Biutiful’a Brechtyen bakış, Biutiful’un izleyenler tarafından hala konuşuluyor olması filmin üzerine birkaç sözün daha söylenmesine olanak tanıdı.

06

08

08

Emekçi Hareket Partili Kadınlar 5 Mart’ta Kadıköy’deydi, Yasa tasarısı mecliste görüşülürken, kadınlar alanlarda mücadelelerini yükseltti. Yaşam hakkını gasp eden sistemden hesap sordu.>>4

Page 2: Emekçi Hareket 13. Sayısı

17 Mart 20112

Anadolu Üniversitesi’nde ifade özgürlüğü istiyoruz

- İki Eylül Yerleşke-si’nde ve şehir merkezinde yapılan eylem üzerine açılan son soruşturmalar üzerine; ifade özgürlüğü kapsamında Ana-dolu Üniversitesi’nde soruşturma ve cezalarla önümüzün kesilmemesini talep ediyoruz.

- Yabancı Diller Yüksekokulu’nda öğrenim gören öğrenciler için, öğ-rencilerin yoğunlukta kaldığı böl-gelerden ücretsiz otobüslerin sayısı artırılmalıdır.

- Yabancı Diller Yüksekokulu’nda öğrenim gören öğrenciler için, sınav-ların zor olması ve sınavlardan geçen öğrencilerin az olması konusuyla ilgili Anadolu Üniversitesi Rektörlüğü acil çözümler bulmalıdır.

- Öğrencilerin rahatsızlık, ölüm,

kalım gibi durularda kullanabilecek-leri raporlar olmalıdır

Eşit, parasız, bilimsel, anadil-de eğitim hakkı istiyoruz- Eğitimde bölgesel, ulusal,

sınıfsal, cinsiyete dayalı eşitsizlikle-ri yaratan tüm faktörlerin ortadan kaldırılması etkisinin zayıflatılması, herkese eşit eğitim koşulları yaratıl-masını istiyoruz.

- Beslenme, barınma, ulaşım ve kültür giderleri gibi eğitim gider-lerinin tümünün devlet tarafından karşılanması, eğitimin parasız hale getirilmesini istiyoruz.

-Sermaye için değil halk için bilim üretmek istiyoruz.

- Herkesin kendi anadilinde eği-tim görmelidir.

Rektörlükle yapılan toplan-tıda gençlik örgütleri Rek-

törlükten taleplerinin gerçekleş-tirildi. Öncelikle soruşturmaların geri alınması konusunda Rektör-lük geri adım atmakta direndi. Bu konuya dair yaptığı açıklamada soruşturmaların hiçbir şekilde geri çekilmeyeceğini belirtti. Di-ğer talepler konusunda da tavrını bu şekilde sürdürdü. Öğrencile-rin temel sorunlarına dair çözüm üretmekten kaçınan tavrı bu top-lantıda da sürdü.

İki Eylül Kampüsü’nün kendi-ne özgü ulaşım, devamsızlık so-runlarına dair de bu sorunların çözümünü öteleyerek kayıtsızlığı-nı gösterdi.

Toplantı tarihi netleşmediToplantıların devam etmesi

konusunda da Rektörlük bir son-raki toplantı tarihini, daha önceki toplantılarda kararlaştırıldığı gibi iki haftada bir yapılması kara-rından çıkıp, Nisan ayında yapıl-masını önerdi. Buna itiraz eden gençlik örgütleri Hasan Mandal’la yaptıkları toplantıda alınan ka-rarların uygulanmadığını belirtti.

Rektörlüğün toplantıları ötele-mesi üzerine, toplantıların sürüp sürmeyeceğinin kararını gençlik örgütleri kendi içinde bir top-lantıyla değerlendirip verecek. Eskişehir Rıfat Çapar

Raboçeye Dyelo ve İskra’nın 12. sayısında yayınlanan ekonomist mektubun yazarları, “ilkyazdaki olayların, sosyalistlerin otoritesini ve saygınlığını artıracağına, bu gibi sosyalist olmayan devrimci eğilimleri canlandırması-nın nedeni üzerinde düşünmelidirler”.

Bunun nedeni, bizim, görevimizi yapma-mış olmamızdı.

İşçi yığınları bizden daha etkindiler. Mu-halefet katları arasında hüküm süren hava hakkında tam bilgisi bulunan ve harekete önderlik edebilecek, kendiliğinden bir göste-riyi siyasal bir gösteri haline dönüştürecek, onun siyasal niteliğini genişletecek yetenek-te yeterince eğitilmiş liderlerden ve örgüt-çülerden yoksunduk.

Bu koşullar altında bizim geriliğimiz-den, kaçınılmaz olarak daha enerjik olan, sosyalistler dışındaki devrimciler yararla-nacaklardır. İşçiler, polise ve askeri birliklere karşı ne kadar enerjik ve özverili bir biçimde savaşırlarsa savaşsınlar, hareketleri ne ka-dar devrimci olursa olsun, sosyalist öncüyü değil, ancak o devrimcileri yani burjuva demokrasisinin artçısını destekleyen bir güç olmakla kalacaklardır.

Örneğin bizim ekonomistlerimizin sadece zayıf yanlarını taklit ettikleri Alman sosya-listlerini ele alalım. Almanya’da niçin tek bir siyasal olay olmaz ki, sosyalistlerin otorite-sine ve saygınlığına bir şeyler eklemesin?

Çünkü sosyalistler, belirli bir olayın en devrimci değerlendirmesini yapmada ve zulme karşı her protestoyu savunmada her zaman ötekilerin önüne geçmeyi bilmiştir. Alman sosyalistleri, iktisadi mücadelenin, işçileri her türlü siyasal haklardan yoksun olduklarını düşünmeye yönelteceği ve somut koşulların işçi sınıfı hareketini kaçınılmaz olarak devrim yoluna sürükleyeceği savlarıy-la kendisini avutmaz.

Toplumsal ve siyasal yaşamın bütün alan-larına ve bütün sorunlarına müdahale eder.

Kayzer Wilhelm, belediye başkanı seçilen bir ilerici burjuvayı atamayı reddettiği za-man, duruma müdahale eder (bizim eko-nomistlerimiz bunun gerçekte liberalizmle bir uzlaşma olduğunu Almanlara öğretmeye henüz fırsat bulamadılar!).

“Müstehcen yayınlara ve resimlere karşı” yasa hazırlandığında; hükümet, pro-fesörlerin seçimini etkilemeye kalkıştığında müdahale eder.

Bütün sınıflar arasında siyasal hoş-nutsuzluk yaratarak, miskinleri harekete geçirerek, geride kalanları şevklendirerek, proletaryanın siyasal bilincini ve siyasal eylemini geliştirmek için zengin malze-me sağlayarak, sosyalistler her yerde ön saftadırlar ve bunun sonucu, bu savaşçı öncü örgüt, sosyalizmin düşmanlarının bile saygısını kazanmaktadır.

Raboçeye Dyelo’nun kavrayış düzeyini aşan ve ellerini havaya kaldırarak ‘Maskara-lık!’ diye haykırmasına neden olan görünür-deki ‘çelişkinin’ sırrı buradadır.

Şöyle yazıyor Raboçeyo Dyelo:***“Biz Raboçeye Dyelo, yığınsal işçi sınıfı

hareketini ön plana alıyoruz herkesi, ken-diliğinden unsurun önemini küçümsemeye karşı uyarıyoruz.

İktisadi mücadelenin kendisine bir siya-sal nitelik kazandırmak istiyoruz.

Proletaryanın mücadelesiyle sıkı ve orga-nik bağlar kurmak istiyoruz.

Ve gene de, bizim, işçi sınıfı hareketini burjuva demokrasisinin bir aleti haline getir-mek için ortam hazırladığımız söyleniyor!

Ve bunu söyleyen de kim? Her ‘liberal’ soruna müdahale ederek

(‘proletaryanın mücadelesiyle organik bağı’ anlayamamak bu kadar olur!) öğrenciler ve hatta (ne dehşet verici bir şey!) zemstvolar üzerinde bu kadar durarak liberalizm ile “uzlaşan” kimseler!

Çabalarının (ekonomistlere kıyasla) daha büyük bir kısmını nüfusun proleter olmayan sınıfları arasındaki eyleme harcamak isteyen kimseler! Bu ‘maskaralık’ değil de nedir?”

***Zavallı Raboçeye Dyelo! Acaba bir gün bu zor bilmecenin çözü-

münü bulabilecek mi?[Sayfa: 108, 109,]

Viladimir İliç Lenin, Ne Yapmalı, Ankara, Sol Yayınları, Temmuz 2008

Akıntıya KarsıBütün Alanlara ve

Bütün Sorunlara Müdahale

Viladimir Iliç Lenin..

Bulundukları her alan-da üniversitelere yöne-

lik yapılan değişikliklere karşı alanlarda olan Genç-Senliler, 4. Genel Kurul ile bir sonraki dönem öğrenci gençliğin rota-sını çizecek.

Genç-Sen şimdiye kadar üniversitelerde, geleceksizli-ğe, öğrencilere söz hakkı tanı-mayan YÖK düzenine, paralı eğitime, soruşturmalara karşı kazanım elde eden çalışmaları deneyimine katmış, gençlik ha-reketinde önder olmaya aday bir gençlik örgütü olma özel-liğini taşıyor. Bu sebeple yeni dönem çalışmalarını belirler-ken gençlik hareketine yön ta-yin edecek politikanın tartışıla-cağı bir kongre yapmayı önüne koyuyor.

İşsiz gençlik geleceğini alacakHükümet; her 4 gençten bi-

rinin işsiz olduğu, üniversite mezunlarının artık yaşamını idame ettirebilmek için her gün sayısı artan “işsizler orkestra-sı” kurmakta çareyi bulduğu günümüz koşullarında, tüm kanallarını işsizlik rakamların-da ufak bir azalmayı sağlamak amaçlı olarak üniversiteleri dönüştürmeye yönlendiriyor. YÖK ise iktidarın üniversite-lerdeki eli olarak kontenjanlar-dan disiplin yönetmeliğine ve harçlara kadar bir dizi olumsuz

değişikliği her açıklamasında fütursuzca dile getiriyor. Suçu yine öğrencilere atıyor; “Ken-dilerini işsiz bırakacak bölümü seçmesinler o zaman” diyor.

Tunus’ta işsiz gençliğin baş-lattığı hareketin, burada da üniversitelere sıçramasından korkularak yapılan bu açıkla-malar bir yana dursun, hükü-met gerçekleri gizleyemiyor. İzmir’de harç parasını birik-tirmek için çalıştığı inşaattan düşerek ölen Iğdır Üniversitesi öğrencisi Nesih Taşkın, gele-

ceksizliğin boyutlarını bir kez daha ortaya koyuyor.

Öğrenci gençlik gelecek-sizliğe ve YÖK’ün çürümüş açıklamalarına cevabı kongre kürsüsünden verecek. Geçtiği-miz dönem üniversiteleri ağız-larına aldıkları an karşılarında buldukları gençlik, ideolojik bir kongre ile gelecek talebini somutlaştıracak.

Genç-Sen’liler öğrencileri kongreye çağırıyor19 Mart’ta Ankara’da yapı-

lacak olan kongreye 40’ı aşkın üniversiteden katılım sağlan-ması bekleniyor. İllerinden bir gün önce otobüslerle yola çıka-cak olan Genç-Senliler, fakülte-lerde dağıttıkları Kampüs gaze-tesi aracılığıyla tüm öğrencileri Genel Kongre’ye katılmaya ça-ğırıyor. İllerden otobüs kalkış yer ve saatlerinin de önceden duyurulacağı kongreye katılım için [email protected] ad-resine mail yolu ile ulaşmak mümkün.

Üniversiteler geleceğini tayin ediyor

Genç-Sen 4. Genel Kurulu toplanıyorGenç-Sen’liler geride bıraktıkları güçlü bir dönemin ardından ikinci dönem de çalışma-larına kampüslerde devam ediyor ve tüm öğrencileri Genç-Sen Kongresi’ne davet ediyor.

Işıl Kurt

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin dış cephe boyasını yapan Nesih Taşkın ve Mehmet Toprak isimli iki işçi, iskelenin çelik halatlarının kopması sonucu 7.

kattan düşerek hayatını kay-betti. Ölen işçilerden Nesih Taşkın’ın, harç parasını biriktirmek için çalışan bir üniversite öğrencisi olduğu ortaya çıktı. Nesih Taşkın’ın ölümü, daha önce de harç parasını ödemek için çalıştığı inşaattan düşen ve hayatını kaybeden Muğla Üniversitesi öğrencisi 22 yaşın-daki Ömer Çetin’i hatırlattı.

Bir tarafta harç parasını ödeyeme-diği için hayatını kaybeden öğrenciler varken, diğer tarafta YÖK Başkanı’nın “Harç paralarının aslında arttırılması gerekir” demesi, YÖK’ün öğrenci so-runlarından ne kadar uzak olduğunu göstermektedir.

Anadolu Üniversitesi ile dördüncü toplantıHarçlar can almaya devam ediyor

İzmir Büyükşehir Belediye-si’nin dış cephe boyasını ya-

pan Nesih Taşkın ve Mehmet Toprak isimli iki işçi, iskelenin çelik halatla-rının kopması sonucu 7. kattan dü-şerek hayatını kaybetti. Ölen işçiler-den Nesih Taşkın’ın, harç parasını biriktirmek için çalışan bir üniversite öğrencisi olduğu ortaya çıktı. Nesih Taşkın’ın ölümü, daha önce de harç parasını ödemek için çalıştığı inşaat-tan düşen ve hayatını kaybeden Muğ-la Üniversitesi öğrencisi 22 yaşındaki Ömer Çetin’i hatırlattı.

Muğla Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Edebiyatı 2. sınıf öğrencisi Ömer Çetin (20), çalıştığı inşaatın dördüncü katın-dan düşerek hayatını kaybetmişti. Çetin’in okul masraflarını çıkarmak için günde 30 TL yevmiye ile çalışıp geceleri de inşaatta kalıyordu.

Öğrenciler çekmesin!Ömer’in çok gururlu bir çocuk

olduğunu belirten akrabaları, yar-dım almayı kabul etmediğini ve bu nedenle eğitimini sürdürebilmek için inşaatlarda çalışmaya gittiğini söylüyor. İlkokulu köyde okuduktan sonra liseyi Tutak’ta bitiren Ömer’e yakınları polis olabileceğini söyle-miş ancak o “Ben polis olmak istemi-yorum. Öğretmen olup köylerde hiz-met vereceğim. Benim çektiklerimi öğrencilerim çekmeyecek” demişti.

Bir tarafta harç parasını öde-yemediği için hayatını kaybeden öğrenciler varken, diğer tarafta YÖK Başkanı’nın “Harç paraları as-lında arttırılması gerekir” demesi, YÖK’ün öğrenci sorunlarından ne kadar uzak olduğunu göstermekte-dir. Ömer Çetin’in de Nesih Taşkın’ın da ölümünün sorumlusu halen sür-mekte olan paralı eğitim sistemidir. Kocaeli Cenk Şen

YÖK Başkanı Yusuf Ziya Öz-can, Başbakan’la yapacağı gö-

rüşmeden önce “Zaten harçlarımız o kadar yüksek değil. Biz devlete olan maliyetin çok altında bir pa-rayı öğrencilerimizden alıyoruz.” diyerek Türkiye gerçeklerinden ne kadar uzak olduğunu tekrar gös-terdi. Harç paralarını ödemek için

çalışırken iş cinayetlerine kurban giden Ömer Çetin ve Nesih Taşkın gibi insanları bir kenara atıp, öğ-rencilerden daha ne kadar para koparabilirim anlayışıyla ilerleyen bu zihniyet ve temsilcisi Özcan’ın bu sözlerinin kapitalizminin kar politikalarının eseri olduğu açıkça görülüyor. 10 kişiden 6’sının yok-

sulluk sınırında yaşadığı ülkemiz-de, insanlar evine ekmek götüre-cek para bulamazken, eğitimin de paralı olması bir de üzerine harçla-rın düşük olduğunu söylemek hal-kının durumunu görme-mezlikten başka birşey değil gibi gözüküyor.

Özcan, harçların düşüklüğünden yakındı

Levent Başol

Geçtiğimiz günlerde, Anadolu Üniversitesi Rektörlüğü’yle genç-lik örgütlerinin yaptığı toplantıların dördüncüsü gerçekleşti.

1

2

İşte Anadolu Üniversitesi öğrencilerinin talepleri

Page 3: Emekçi Hareket 13. Sayısı

16 Mart 2011 3

Propaganda birimi, gençlik kolları, kadın kolları, folklor ekibinden sonra düzen partilerinde yeni bir çalışma alanı daha ortaya çıktı: Bel altından vurma ekibi.

Kirli işleri konuşan kişiler arasında bayağı bir terminoloji oluşmuş.

Birisi kodlu olarak işin bir yönünden bahsederken, öbürü onun ne dediğini anlıyor.

Kemal Kılıçdaroğlu eğer bir çekim yapılacaksa bunu hazır istiyor. “Çek getir” diyor. O öyle bir müşteri.

Bu profilden İklim Bayraktar hoşlanmıyor. O, baştan bir “teknik destek” verilmesi gerektiğini şart koşuyor. Her politik çevrenin böyle bir “bel altı vurma ekibi” olması gerektiğini düşünüyor.

Ona göre bu ekibin alelacele oluşturulması sağlıksız. Bu tür bir ekip sürekli elde tutulmalı.

“Bel altı vurma ekibi” adaylarının hepsi çok önemli şahıs. İstediği anda bir partinin en üst düzey yöneticileriyle şakır şakır görüşebiliyor. Deniz Baykal, Gürsel Tekin, Kemal Kılıçdaroğlu ve Muharrem İnce.

Kim kaldı ki başka.Özel hayatı ifşa eden kasetler aracılığıyla

siyaset yapılması iyice benimsenmiş durumda.

Büyük sorun bu.Deniz Baykal’ın bu yolla başkanlıktan

düşürülmesi sakıncalı bulunmadı asla.Kılıçdaroğlu herhangi bir rahatsızlığı hiç

taşımadı üzerinde.Vicdanları rahattı. Kendileri rahattı

ama bu rahatlıkları ayaklarına dolandı en sonunda.

Öyle anlaşılıyor ki partinin ileri gelenlerinden hiçbirisi, “portakal orda kal” diyememiş kasethazırlama önerisi olan bir kişiye.

“Dövüşmek, muhalefet etmek böyle olmaz” diyememişler.

Artık Türkiye’de skandal seviliyor.Düşünmeye, fikir üretmeye, emek sarf

etmeye gerek yok. Siyasetle uğraşmak istiyorsan bir skandalyakala. Bir skandaldan faydalan. Bir skandalın seni önlere atmasını bekle. Siyaset bu.

Deniz Baykal’la ilgili kasetin ortaya atılması çok çirkindi, bunu kanıksamak da.

Ve fakat Müslüm Gündüz’ün evini kameralarla basmak ta iyi değildi.

Hatta Adnan Menderes’i bir kadın iç çamaşırı vesilesiyle utandırmaya çalışmak en baştan yanlıştı.

Bu metot reddedilmedikçe, inkişaf etti.Şimdi artık ekiplerin oluşturulduğu, ciddi

bir sektörle karşı karşıyayız.Skandal üretimi şişede durduğu gibi

durmuyor.İnsanların özel hayatıyla ilgili kaset

üretenler devrimcilerin tutuklanmalarını meşrulaştırmak için de yine kendi ürettikleri CD’leri televizyon kanallarına servis ediyorlar.

SDP’li ve TÖP’lü arkadaşlarımız, “Devrimci Karargah” örgütüyle böyle ilişkilendirildiler.

Efendim bu arkadaşlarımız mitinge, basın açıklamasına katılmışlar.

Arkada dang-dung diye bir müzik ve şok görüntüler.

Neymiş şok görüntüler? E bunlar yürüyüş yapıyorlar işte.

Şok mu şok, görüntü mü görüntü.Ne oldu? Skandal hasıl oldu.Ergenekon’un hışmına uğrayanlar,

Ergenekon’la ilişkilendiriliyor.Kasetlerden, CD’lerden, skandallardan

gidersek bu da olabiliyor.Sıra en sonunda kitaplara geldi.İnsanlar kitaplarından ötürü mahcup

duruma düşürülecek neredeyse?Kitap yazmış olmak dahi skandal sebebi

olabiliyor.“Bu kitabı neden bir an evvel çıkarmak

istedin?” diye soru sorulabiliyor gazetecilere.

Kitap yazmak, örgütlü olmak, politikayla uğraşmak kötü; kitapsızlık, örgütsüzlük, apolitik olmak iyi.

Mevcut rejimin yarattığı denklem bu.Teşvik edilen faaliyetler: Bel altı vurma,

komploculuk, şantajcılık, özel hayat kaseti üretimi, gizli çekim ve hülasa skandalcılık.

DaimaRejimin

Skandalseverliği

Hakan Öztürk

Kapitalizm, küresel-leşme adı altında milis

güçlerin de yardımıyla bazı ekonomik politikalara başvur-muşken, kapitalizmin atağına karşı daha büyük ve güçlü bir dayanışma gerekmektedir ve bu dayanışma ülkelerin sınır-larını aşmalıdır. İşçiler ve öz-gürlük için mücadele verenler adaletsizliğe karşı ve onun yok olması için cografi sınır-lara aldırmadan mücadele verecekler. Halen nasyonalist ideolojiler, topluma özellikle işçilere ve emekçilere hükme-diyor. Hükümetler bu dönem-de kendi siyasi ve ekonomik çıkarları için halkın duygula-rını istismar ediyorlar. Burju-va diktatörlüğüyle mücadele yollarından biri hükümetin

nasyonalist hedeflerini açığa çıkarmaktır ve diğer ülkelerin özgürlük mücadelesi veren in-sanlarıyla dayanışmaktır.

Emekçi Hareket Partisi ve İran ve Türkiye İsçileri Daya-nışma Komitesi, enternasyo-nal hedefleri doğrultusunda birleşmiştir. Diğer ülkelerin, özelikle komşu ülkelerin, si-yasi ve sosyal faaliyetleri

birleşmesi, Enternasyonal Hareket Komitesi’ni teşkil et-mektedir ve bu bildiri saye-sinde bu komitenin kuruluşu-nu bildirmektedir.

Yaşasın Enternasyonal Dayanışma

Yaşasın Dünya İşçilerinin Daya-nışması

Enternasyonal Hareket Komitesi kuruldu Tutsaklar ‘özgür’leşecekSosyalist düşüncesi olan bir grup ya da şahsın, haklarından mahrum iş-çileri siyasi açıdan örgütlemesi ve işçilere yardım etmesi kaçınılmazdır.

Metalde ilk grev 22 Mart’ta Metal sektöründe 20 yıl sonra ilk grev

22 Mart’ta Eskişehir’deki İtalyan sermayeli Candy grubuna bağlı Doruk Ev Gereçleri işyerinde başla-yacak. İlk olarak 650 işçi greve çıkaca ve Mart ayı sonuna kadar da diğer 28 işyerinde grev yapılacak.

Metal Sanayicileri Sen-dikası (MESS) ile yürü-tülen toplu sözleşmede anlaşmazlığa düşen Bir-leşik Metal-İş sendikası metal sektöründe 20 yılın ardından ilk kez grev ka-rarı aldı. Bu karar 10-15 Şubat tarihlerinde 28 iş-yerinde asıldı. Şimdi ise sıra grevi uygulamaya geldi. İlk grev 22 Mart’ta Eskişehir’deki Doruk

fabrikasında başlayacak. DİSK Genel Başka-

nı Süleyman Çelebi ise “Sözün bittiği yerdeyiz. MESS, Birleşik Metal-İş sendikamızı, işçilerini geri atmaktadır” dedi.

Genel grev kararı alan metal işçilerinin karar-lılığı karşısında gurur duyduğunu ifade eden Çelebi, metal işçilerinin direnişinin tarih yazaca-ğını söyledi. Çelebi, tüm demokrasi güçlerini me-tal işçileri ile omuz omu-za mücadeleye çağırdı.

DİSK Genel Başkanı, metal işçilerinin müca-delesinde yanlarında ol-duklarını belirtti. Eskişehir Savaş Kocakaya

SDP ve TÖP yöne-ticilerinin tutuklu-

luklarının hala sürmesi ve devrimcilere yönelik ya-pılan baskılar tutuklama-lar karşısında oluşturulan Sıra Kimde İnsiyatifi ise, tutuklanan gazeteciler için yapılan Taksim yürü-yüşünde Ahmet Şık için yürüdü. 21 Eylül günü tutuklanan ve yargılan-maları için 13 Nisan tarihi

belirlenen tutuklu yöne-ticiler gibi, bugün Ahmet Şık’da benzer bir komp-lo ile tutuklanmıştır. Sıra Kimde İnsiyatifi hukuksuz tutuklamalar ve devrimci-lere yönelik baskı politika-larına karşı, AKP demok-rasisine karşı eylemlerini sıklaştıracak, devrimci tutsakların serbest bıra-kılmasını sağlayacaktır. İstanbul Özge Akman

16 Mart katli-amının 33. yıl

dönümünü Beyazıt’da İstanbul Üniversite-si Eczacılık Fakültesi önünde 1978 gerçekleş-tirilen katliamın Öğren-ci Gençlik Sendikası’nın da katılımı ile anması gerçekleşti.

16 Mart 1978’de Beyazıt’da Eczacılık fa-kültesi önünde bomba atılarak 7 devrimci öğ-renci katledilmiş, üni-versiteden toplu çıkış yapan öğrencileri koru-makla görevlendiri lmiş olan, 2004’de Hrant Dİnk katliamında Trabzon Emniyet Müdürü olarak yeniden gündeme gelen Reşit Altay ve bu katlia-mın gerçekleşmesini sağ-layanların yargılanması hala gerçekleştirilmemiş, katliamın üzeri bu güne kadar kapatılmaya çalı-şılmıştır.

Yine 16 Mart’da 10 yılın ardından 1988’de ise Halepçe’de Irak- İran savaşı sırasında Irak As-keri kuvvetleri tarafın-dan, Kürt halkına kim-yasal silah kullanarak katliam gerçekleştirilmiş ve Halepçe’de yaklaşık 5000 sivil katledilmişti.

Gençlik örgütleri Beyazıt’taLaleli’den katlia-

mın yapıldığı Eczacılık Fakültesi’nin önüne Be-yazıt Marşı söylenerek yürüyen gençlik örgüt-leri, Merkez kampüs-ten sloganlarla çıkan öğrencilerle buluştu ve ‘’16 Mart’ı Unutma, U n u t t u r m a ’ ’,’ ’ K a t i l Devlet Hesap Verecek’’,’’Faşizme Karşı Omuz Omuza’’ sloganla-rıyla, 7 devrimcinin kat-ledildiği Eczalık Fakül-tesi önüne karanfiller bırakıldı.

İçinde Genç-Sen’in de bulunduğu 12 ayrı gençlik örgütü “Devrim-

ci Demokrat Öğrenciler” adı ile ortak bir basın açıklaması yaptı. Katle-dilen öğrencileri Beya-zıt Meydanı’nda saygı duruşu ile anan gençlik örgütleri, “Mücadele ka-rarlılığımız sömürü dü-zeninin bekçilerine kor-ku salıyor” dedi.

Gençlik katliamla-ra sessiz kalmadıDevrimci Demokrat

Öğrenciler adına yapı-lan açıklamada, “Üniver-sitelerimizde özgürlük, gelecek ve kardeşliği istiyoruz. Biliyoruz ki bunları elimizde alan sömürü düzeninin ken-disidir. Bundan dola-yı da mücadelemiz bu

köhne düzeni ortadan kaldırana kadar süre-cektir. Kar hırsı ile bu hayatı yaşanmaz hale getiren patronların ik-tidarı son bulmadıkça, emperyalistlerin tüm imtiyazları ortadan kal-dırılmadıkça ne kam-püslerimizde biz öğren-ciler, ne atölyelerinde ve fabrikalarında işçiler ne de sokakları dolduran milyonlar insanca bir yaşama ulaşamayacak-lardır” denildi.

Eylemde yapılan ba-sın açıklamasında ise gerçekleştirilen katli-amların faillerinin hala yargılanmadığının, bu-gün ise üniversite-

lerde soruşturmalarla, polis, ÖGB ve sivil faşist saldırılarla mücadele eden öğrenci gençliğe yönelik baskıların de-vam ettiği vurgulandı.

Halepçe katliamı unutulmadıDevrimci Demok-

rat Öğrenciler, Halepçe Katliamı’nda yaşamını yitiren Kürtleri de andı. Açıklamada, “Yaşadık-ları coğrafyada sürekli inkar edilen ve asimile edilmek istenen Kürt halkı için devlet terörü siyasal coğrafyalar de-ğişse de aynı kalmakta-dır. Hak ve özgürlükleri için mücadele eden Kürt halkından on binlerce insan burjuva devletin kirli savaş yöntemleriyle zindanlarda, köylerinde, evlerinde, sokak orta-sında ve işkencelerde katledilmiştir. Kürtlere sıkılacak her mermide, atılacak her gaz bomba-sında, gerçekleşecek her bombardımanda akacak kanda da payı olacaktır. Bu emperyalist işbirliği derhal parçalanmalı, em-peryalistler ve işbirlik-çilerinin iktidarları par-çalanmalıdır” denildi.

16 Mart’ın hesabı sorulacakBeyazıt ve Halepçe katliamlarının 33. Yıldönümü’nde yapılan anma eyleminde gençlik örgütleri, katillerden hesap sorulacağını belirttiler.

Belde A.Ş. işçileri, 14 Mart günü saat

18.30’da Kurtuluş Parkı’nda yaptıkları basın açıklaması-nın ardından oturma eyle-mine başladı ve belediyenin açtığı davanın yarınki duruş-ma saatine kadar da Kurtu-luş Parkı’nda eylemlerine devam edeceklerini açıkla-dı. Emekçi Hareket Partisi Yönetim Kurulu ve Ankara İl Başkanı da Belde A.Ş. işçi-lerinin direnişine destek ve dayanışma ziyareti yaptı.

18 yıl boyunca toplu söz-leşmeli olarak çalışan işçi-ler 2010 yılında da toplu sözleşme yapabilmek için Çalışma ve Sosyal Güven-lik Bakanlığı’na yetki baş-vurusunda bulundu. Toplu sözleşme yapma hakkı ve-rilmesine rağmen Çankaya Belde A.Ş. toplu sözleşme yetkisine itiraz etti ve dava açtı. 1,5 yıl boyunca söz-leşmesiz çalıştırılan işçiler,

Toplu Sözleşme hakkından doğan yasal ve kazanılmış haklarından da bu yolla fay-dalandırılmıyor. İşçiler bun-

dan sonraki süreçte hakla-rını alana kadar mücadele edeceklerini ifade ettiler. Ankara Suzan Sarıgöz

Belde A.Ş. işçileri direnişte

Rıfat Çapar

Peyman Bashiri

Konak’ta taşerona karşı direnişİşçiler, kadroya gi-rene kadar da bu

direnişlerinin devam edeceğini ayrıca; “Bizler zincirlerimizi kırdık, du-varları yıktık. Artık geri dönüş yok bu iş açlık gre-vine kadar gider” diyen işçiler, Hakan Tartan tara-fından sözü verilen sendi-ka hakkı ve sosyal güven-ce istiyorlar.

Emekçilerin haklarını alamadığı bir ülkede ya-şıyoruz. Peki, Meclis’ten geçen torba yasa taşeron şirketlerini de kapsamı-

yor mu? Bu sömürü düze-nini yaratan işsizlik değil mi? Şirketler “sen gider-sen kapıda bekleyen yüz-lerce hata binlercesi var” demiyorlar mı?

Konak Belediyesi’nde başlayan bu direniş akıl-lara bir ay önce İzmir Bü-yükşehir Belediyesi’nin astığı “Taşerona savaş açan, emek dostu bele-diye” afişlerini getirdi. Bu direniş, belediyenin bu tutarsızlığını göz-ler önüne sermeye yetti. İzmir Aykut Kuzucular

Page 4: Emekçi Hareket 13. Sayısı

17 Mart 20114

Emperyalist kapitalist sistemin küresel çap-

taki yapısal krizinin etkileri her ulkede derinden

hissediliyor durumda.

Bu etkiyi derinden hisseden ülkelerin başinda

da Yunanistan gelmekte.

Yunanistan 2010 yılını büyük işçi emekçi

öğrenci eylem ve genel grevleriyle geçiren bir ül-

keydi.Bu yılınn genel grevini de 23 Şubat’ta yaptı.

George Papandreou hükümetine IMF ve AB

ülkelerinin baskısıyla işçi ve emekçilere yönelik

daha fazla kölelik yasaları çikarmasını istem-

esinin sonucu baslayan grevler artarak devam

ediyor.

Yunan halkının genel grev eyleminde

`”Ödemiyoruz”, “Zengin erki için fedaya hayir”,

“Krizi biz ödemeyeceğiz” sloganlariyla Mısır’ın

“Tahrir” Meydani’ndaki halka göndermeler

yaparak başlattıkları genel grev eylemi büyük

çatışmalarla sonlanmış oldu.

Arap yarımadasında başlayıp Kuzey Afrika

ülkesi olan Libya’da devam eden direniş ve ayak-

lanmalar Yunanistan işçi ve emekçilerinin genel

grevleriyle Atina sokaklarında selamlandı.

Dünyanın sokaklarındakı işçi, emekçi,öğrenci

ve kadınların sesleri birleşerek güçlenmeye

devam edecektir.

Kapitalizmin ektiği rüzgarlar işçi ve

emekçilerin direnişleriyle büyük anaforlara

dönüşerek emperyalizmin kalelerini bir bir sarsıp

yerle bir edecektir

Yunanistan işçi ve emekçileri genel grev ve

direnişlerle kapitalizmin krizinin faturasını bun-

dan boyle ödemeyeceklerini göstermiştir.

Tum bu emareler bize daha önce de

söylediğimiz bir şeyi veri olarak sunuyor.

21. yüzyılın isyan ayaklanmalar ve devrimlere

gebe bir yüzyıl olacağıdır.

Bu doğumun sancıları dünyanın sokaklarında

görülmeye başlandı.

Piyasacı ekonomistler ve liberaller bu du-

ruma oldukça bozulacaktir.

Zira yok dedikleri işçi sınıfı yine grev ve

direnişlerle karşılarında durmaktadır.

Modasının geçmiş olduğunu düşündükleri

sendikacılık işçi hakları ve direnişlerle daha

militan bir şekilde işçi, emekçi ve öğrenci gençlik

tarafindan örgütleniyor.

Yunanistan işçi ve emekçilerinin grev ve

direniş sesleri Türkiye’de metal işçilerinin

aldığı grev kararıyla birleşerek kapitalizmin

kuralsızlığına karşı itirazi büyütmektedir.

Metal işçilerinin 21 yıl aradan sonra 15 bin

işçiyle aldiği grev kararının unutulmuş grev ve

toplu iş sözleşmelerinin işçi ve insan hakları

hakkı olduğunu bazı kimselere hatırlatıyor

olmaları oldukça önemli.

AKP hükümeti döneminde “Milli güvenlik”

gerekçesiyle ertelettirilerek sönümlendirilmiş

grev kararlarının yarattığı bellek yitimi metal

işçilerinin grev kararı almalarıyla yeniden

hafızalarımızda yer edecektir.

AKP yandaşi ekonomistler ve liberal

köşecilerin buna ne diyeceklerini tahmin etmek

zor olmayacaktır.

Bundan böyle kapitalizmin kriz ve

sömürü çarkının garantörü işçi ve emekçiler

olmayacaktır.

Metal işçilerinin grev karari kapitalizmin

sermaye “barisina” itirazi olacaktır.

Bu grev karari AKP hükümetinin düşük

zamlarına itirazın adı olacaktır.

Metal işçisinin grev kararı AKP hükümetinin

torbasına karşı itiraz olacaktır.

Metal işçisinin grevi krizin teğet

geçmediğinin göstergesi olacaktır.

Dünya sokaklarında yükselen “Artık kemer

sıkan biz olmayacagiz” seslerinin Türkiye’de

metal işçilerinin grev kararıyla sokaklara

cıkmasının nedeni krizin güncel ve sıcaklığını

koruduğu gerçeğinden kaynaklanıyor

Dünyanın sokaklarından yükselen seslerin

çoğalacağı günler bekliyor bizleri.

YönDünyanın Sokak

Sesleri Birleşiyor...

Veysel Aktas

Kadın Cinayetlerini Durdurun Ya Da DefolunKadınlar 5 Mart’ta sokaklardaydı. Yasa tasarısı mecliste görüşülürken, kadınlar alanlarda müca-delelerini yükseltti. Yaşam hakkını gasp eden sistemden hesap sordu.

Kadın cinayetlerine indirim değil ağır cezaKadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu 2010 Temmuz ayından bu yana her hafta aralıksız yaptığı eylemlerin, takip ettiği Münevver Karabulut ve Ayşe Paşalı davalarının ardından kadın cinayetlerinin durdurulması için yeni adımlar attı.

Emekçi Hareket Partili Kadınlar 5 Mart’ta Kadıköy’deydi

8 Mart 1857 tarihinde New York’ta 40.000 do-

kuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir teks-til fabrikasında greve baş-lamıştı. Ancak polis işçilere saldırdı ve işçiler fabrikaya kilitlendi ve ateşe verilen binlerce kadından 129 u ha-yatıı kaybetti.

26-27 Ağustos tarihlerin-de Danimarka’nın Kopenhag kentinde, 2. Enternasyonele bağlı kadınlar toplantısında Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857’de çıkan yangında hayatını kaybe-den kadınları anmak için 8 Mart’ın Dünya Kadınlar günü olması önerisini getirdi ve öneri kabul edildi.

Bütün kadınlar tek yumruk olduTürkiye’de de kadınlar

1921’den bu yana 8 Mart’ı kutluyor. Bu yıl yine sokak-larda bir araya gelerek; on-ları yok sayan zihniyete, ka-tillerini koruyan devlete, her alanda kadınları ezen erkek egemen kapitalist sisteme karşı seslerini yükselttiler. Kadın Cinayetlerini Durdu-

racağız Platformu’nda bir araya gelen kadınlar “Kadın Cinayetlerini Durdurun ya da Defolun!” şiarıyla Kadıköy’de yürüdüler. İran’lı kadınla-rın da bulunduğu yürüyüş-te, hem Türkçe hem Farsça dövizler taşınarak birleşik kadın mücadelesinin önemi vurgulandı. Afganistan’lı ka-dınlardan Türkiye’li kadın-lara gelen mesaj kürsüden okundu. Kadınlar halayla çekip, türküler söyleyerek miting alanını doldurdu. Er-kek egemen kapitalist siste-me karşı öfkelerini haykıran kadınlar, onun yarattığı cina-yetlere dur demek için ora-daydılar.

Meclise yasa tasarısı sunulduKadın cinayetlerini dur-

durmak için var olan somut taleplerini meclise sunan Kadın Cinayetlerini Durdu-racağız Platformu, meclisteki görüşmelerine devam edi-yor. Kadınların kazanmaya her gün biraz daha yaklaş-tığı şu günlerde 8 Mart çok daha anlamlı, kadınların sesi şimdi daha yüksek. EHP’li Kadınlar’ın da bir bileşeni olduğu Kadın Cinayetlerini

Durduracağız Platformu; ge-rek eylemleri, gerek yaptığı görüşmeleri ile sonuca gün-den güne biraz daha yakla-şıyor. Hazırlanan yasa tasa-rısının mecliste görüşülüyor olması politik hattın doğru-luğunu gösteriyor ve bu gö-rüşmeler sokaklarda yaşama

hakkı için haykıran kadınlara ışık tutuyor.

5 Mart’ta Kadın Cinayetle-rini Durdurun Ya Da Defolun diye haykıran EHP’li Kadın-lar, 8 Mart’ta da mücadele-lerini yükseltiyor. Dünya Ka-dınlar Günü’nde de alanlarda

olacak kadınlar bir kez daha taleplerini dile getirecek. Bir kez daha kurtuluşun bu dü-zende değil sosyalist femi-nizmde olduğunu vurgulayacak.

Çiler Kayabaşı

Ayşe Paşalıİki ay boyunca yediği dayaklar ne-

deni ile hastanede yatan daha sonra boşandığı adam tarafından ölümle teh-dit edilen Ayşe Paşalı mahkemeden ta-lep ettiği koruma boşandığı gerekçesi ile reddedilmiştir. 24 Aralık tarihinde kocası tarafından sokak ortasında bo-ğazı kesilerek öldürülmüştür.

MADDE 4 - 4320 Sayılı Ailenin Ko-runması Kanunu’nun 1. maddesi aşağı-daki şekilde değiştirilmiştir.

MADDE 1- Türk Medenî Kanunun-da öngörülen tedbirlerden ayrıolarak, şiddete maruz kalan ya da şiddete ma-ruz kalma ihtimali bulunan aşağıda sa-yılan bireylerle ilgili koruma tedbirleri alınır.

…c) Evlilik birliği sona ermiş olan eski

eşlerden birinin veya bunların çocukla-rının veya diğer aile bireyleri;

…Şiddete maruz kaldıklarında veya

şiddete uğrama tehlikesi altında ol-duklarında koruma tedbiri sağlanır. Şiddeti veya şiddet ihtimalini kendile-rinin, başka bir şahsın veya Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bildirmesi üzerine Aile Mahkemesi Hakimi meselenin mahiye-tini göz önünde bulundurarak duruşma yapmaksızın ve şiddetin belgelenmesini aramaksızın, aynı gün re’sen aşağıda sayılan tedbirlerden bir ya da bir kaçı-na birlikte veya uygun göreceği benzeri başka tedbirlere de hükmedebilir:

Sakine Akkuş7 Şubat 2011 günü İstan-

bul Bahçelievler’de Sakine Akkuş ayrı yaşadığı kocası Erdal Akkuş tarafından sokak ortasında öldürüldü. Şiddete uğradığı için kocasından ka-çarak bir sığınma evine yer-leştirilen Sakine Akkuş, bura-dan çıkarılıp ailesinin yanına gönderilmesinin ardından ko-cası tarafından katledildi. İfa-desi alınan Erdal Akkuş “İffet-sizdi, öldürdüm” diyerek ceza indirimi almaya çalıştı.

Haksız tahrikMADDE 29. - (1) Haksız bir

fiilin meydana getirdiği hid-det veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet ha-pis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis ceza-sı verilir. Diğer hâllerde veri-lecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir. Bu kanunun 82. Maddesi ile düzenlenen namus saikiyle işlenen kasten öldürme suçla-rı, Kadınlara yönelik cinsiyet ayrımcılığı nedeniyle işlenen kasten öldürme suçları, Cin-sel yönelim ve cinsiyet kimliği ayrımcılığı nedeniyle işlenen kasten öldürme suçlarında bu madde uygulanmaz.,

Hatice FıratMersin’de 3 Şubat günü

sevdiği gençle kaçan Hatice Fırat, aile meclisinin aldığı kararla 20 yaşındaki ağabe-yi tarafından 40 yerinden bı-çaklanarak öldürüldü. Ailesi tarafından sahip çıkılmayan 19 yaşındaki Hatice’nin ce-sedine mahalleli kadınlar sahip çıkarak defnettiler.

Arzu OdabaşArzu Yıldırım, 7 Şubat

2011’de Ümraniye Cum-huriyet Savcılığı’na ‘Metin Çilingir tarafından tehdit ediliyorum, benim ve çocuk-larımın can güvenliği tehli-kede’ diye dilekçe vermişti. Birlikte yaşadığı adam ta-rafından sokak ortasında 8 kurşunla vurularak öldü-rülen Arzu Yıldırım’ın çan-tasından polise ulaştırmak üzere yazdığı dilekçe çıktı.

Saliha Erdemİstanbul Ataşehir’de Salih Er-

dem, beş yıldır ayrı yaşadığı eşi Saliha’yı kendisini aldattığı iddia-sıyla öldürdü.

İnşaat işçisi Salih Erdem 5 yıldır ayrı yaşadığı 3 çocuk annesi eşi Sa-liha Erdem’i takip ederek apartma-nın girişinde durdurdu. Kendisini aldattığını düşündüğü eşine taban-casını doğrultan Salih Erdem, 5 el kasıklarına 1 el da başına ateş etti. Görgü tanıklarının ihbarı üzerine olay yerine polis ve sağlık ekipleri yönlendirildi.

Sağlık ekiplerinin yaptığı mu-ayenede Saliha Erdem’i öldüğü belirlendi. Polisin yaptığı incele-menin ardından Saliha Erdem’in ce-sedi Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı

Polis merkezine teslim olan Salih Erdem’in ilk ifadesinde, “Bu namus davasıdır. Yalvardım, yakardım, olma-dı. Beynim döndü, vurdum. Namusu-mu temizledim” dediği söylendi.

MADDE 1 – 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 81. maddesinin k fıkrasından sonra gelmek üzere aşa-ğıdaki fıkra eklenmiştir.

k) Namus saikiyle,l) Kadınlara yönelik cinsiyet ay-

rımcılığı nedeniyle,m) Cinsel yönelim ve cinsiyet

kimliği ayrımcılığı nedeniyle,

Page 5: Emekçi Hareket 13. Sayısı

16 Mart 2011 5

Yasalar katilleri koruyamayacak

Son yıllarda artan kadın cinayetleri nedeniyle ha-zırlanan yasa tasarıları ve hali hazırdaki yasal düzen-lemelerle ilgili Ankara Ba-rosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı Elif Uysal Erkol’un yasaların rolü hakkında gö-rüşlerini sorduk:

Suzan Sarıgöz

Kadın cinayetlerinin son dönem-de bu kadar artmasını neye bağlı-yorsunuz?

Adalet Bakanı’nın meclise son 7 yıl-da kadın cinayetlerinin % 1400 arttığı yönünde verdiği bilgi ve yine bunun üzerine yapılan açıklamalarla günde 4 ya da 5 kadının öldürüldüğünü anlıyo-ruz. Hakikaten daha önce ne kadardı da şimdi ne kadar olduğu konusunda elimizde bilimsel olarak değerlendire-ceğimiz veri var mı bilmiyorum. Şunu söyleyebiliriz: Günde 4 ya da 5 kadın öldürülüyor. Gün geçmiyor ki yeni bir kadın öldürülmemiş olsun. Basına yan-sıyandan söz ediyorum. Herhalde ba-sına yansımayan, en az bu kadar daha öldürülen kadın vardır. Dolayısıyla artış hakikaten var mı kesin bir şey söyleye-miyorum ama; bu verilerle her gün 4 ya da 5 kadın öldürülüyor. Beni daha çok şu ilgilendiriyor: Bu kadar kadın öldürülüyor, peki ne yapılıyor? Sorum-lular ne yapıyor? Devlet, hükümet ne yapıyor? Yeni yasal düzenlemeler yapı-lıyor mu? Boşluklar dolduruluyor mu? Sorumlular sorumluluklarını yerine getirirken; hakimler, savcılar, emniyet görevlileri, avukatlar, ne kadar titiz ve sorumlu davranıyorlar onu bilmiyoruz. Ben bu konuda karamsarım. Bundan sonra neler yapılabilir çok ciddi bir du-yarlılık ya da farkındalık grupları oluş-turmak gerekiyor. Savcılığın daha hızlı harekete geçirilmesi daha titizlilikle davranılması konusunda tam duyarlı olarak hareket etmesi gerekiyor. Yani bu bir karşılıksız çek davası değil; basit bir alacak verecek davası değil. Sonuç-ları bütün insanları ve toplumu ilgilen-diren ve her birimizin aslında yaralan-dığı davalar aynı zamanda.

Olayı üç boyutu ile ele almak lazım. Birincisi; hakikaten yasal düzenleme yapılmalıdır. Çünkü biz böyle yaşamıyo-ruz. Toplum olarak da boşlukları pozitif şeyler için değerlendirmiyoruz. Böyle haksızlığa uğramışlar için ya da daha az eşitsizler için değerlendirmiyoruz boş-lukları. Moda mod okumalıyız. Ne yapa-cağımızı görmeliyiz, ne yapacağımız bize söylenmeli, yasal düzenlemede o boşluk doldurulmuyor ve boş olarak kalıyor. Her boşluktan mutlaka negatif sonuçlar çıkıyor. Bu negatif sonuçlarda ya kadın-lar daha fazla öldürülüyor ya da cinsel suçlara maruz kalıyorlar ve kadınların mücadele etme arzusu yok ediliyor. Çün-kü “iyi hal” indirimleri, “tahrik indirim-leri”, en son N.Ç. davasında olduğu gibi, alt sınırdan ceza verilmesi kadınların şevkini ciddi olarak kırıyor, umutsuzlu-ğa sürüklüyor. Neden? Kadınlar şikayet ettiklerinde adeta sonuç alamayacakla-rını bir de üstüne üstlük rezil olacakla-rını, herkesin bu durumu öğreneceğini ve kendilerini zor durumda bırakacağı-nı düşünüyorlar. Sonuç alamayacakları için haklarını aramaktan vazgeçer hale geliyorlar. Bu çok önemli bir şey. Kadın-lar, insanlar adalete güvense daha fazla şikayet olacağı konusunda ben eminim. Hem ölümle tehdit konularında hem de cinsel suçlara ilişkin başvuruların daha çok olacağından eminim. 4320 sayılı yasa ile ilgili çeşitli çalışmalar var. Özel-likle evlilik birliği ilişkisinde olmayan partner, yakın arkadaş, sevgili, evlenip boşanmış, bu tür ilişkilerde kadını ko-

rumaya yönelik çalışmalar bir süredir yapılıyor ama hala bir netice yok. Bir yerlerde çeşitli resmi kurumlarda bekli-yor bu. Biz hızla sonuç almak istiyoruz. Yani kadın hakları alanında cinsiyet ay-rımcılığına karşı mücadele eden, Anka-ra Barosu Kadın Hakları Merkezi olarak eksiklikler tamamlansın istiyoruz.

İkinci olarak uygulamadan kaynak-lanan problemler var ve bunların çe-şitli nedenleri var. Bir kere hakimlerin, savcıların, başsavcıların bu alanda bir duyarlılıklarının oluşturulması gereki-

yor. Örneğin toplumsal cinsiyet duyar-lılığının oluşturulması ve ders olarak belki akademide verilmesi gerekiyor. Aynı zamanda avukatlık staj eğitiminde de. Bunlarla ilgili baromuzda bir çalış-ma var. Stajyerlerin toplumsal cinsiyet eğitimi konusunda böyle bir çalışmayı önümüze koyduk.

Yasalar var ama elimizdeki yasalar bile uygulanmıyor. Bu eksik tartıştı-ğımız haliyle bile büyük şehirlerde ve kırsalda, ilçelerde bu yasayı uygulat-makta ciddi sıkıntılar yaşıyoruz. Polis hala barıştırmaya devam ediyor. Böyle bir görevi olduğunu düşünüyor. “Affet! Affedersen evine geri dönersin” diyor. Anlaştırma, uzlaştırma, kadını; şiddet uygulayan erkeğin evine geri gönderme görevini 4320 sayılı yasayı uygulamak-tan daha çok önemsiyor. Dolayısıyla bu, uygulama aşamasında çok önemli.

Üçüncü yönü ise bu tartıştığımız er-kek egemen anlayış, hakimiyet, iktidar dediğimiz cinsiyet ayrımcılığına ve eşit-sizliğine dayanan içselleştirilen ve gün-delik hayatta yeniden yeniden üretilen, üretildikçe de her alana sirayet eden bu bakış açıcının değiştirilmesi lazım.

Bu bakış açısı N.Ç. davasının kararına yansıyor. Bu bakış açısı bir profesörün dekolte açıklamasına yansıyor. Bu bakış açsı bir dernek başkanının açıklaması-na yansıyor. Ve orada kadın adeta bir eşyaya benzetiliyor. İşte bütün bu haya-tımızdaki erkek egemen ve hiyerarşik, tabi olmayı öngören birincil asıl ve ikin-cil yedek anlayışın bir sonucu, başka bir anlayış kuşkusuz bu sonuca neden oluyor.

Bir defa siz “kadın erkek eşittir” mi diyorsunuz? “Kadın haklarını kullana-mıyor” mu diyorsunuz? Yoksa “Kadına haklarını vermek ve bu hakları yeniden sağlamak” mı lazım diyorsunuz? Yok-sa “Kadın aslında bir çiçektir, narindir, incedir, annedir, şefkatlidir, cefakardır, vefakardır; doğası gereği kadın zayıf-tır, bizim onun haklarını korumamız lazım” mı diyorsunuz? Eğer korumacı zihniyetle hareket ediyorsanız; ne ka-dar severseniz, saygı duyarsanız duyun kadın ikincil olmaya, ikinci sınıf olma-ya, daha az eşit olmaya devam edecek.

Birincisini diyorsanız “Evet, kadınla erkek eşittir ama; biz kadınlara bugüne kadar fiilen haklarını kullandırtmadık; kullanamıyor; o kadar çok yük var ki omzunda, o kadar ayrımcılığa uğramış ki hem yasalarda hem uygulamada hem anlayışta. Bütün bunları toparlayalım, düzeltelim ve kadın haklarını kullanır hale gelsin” mi diyorsunuz? Aslında ka-dın ve erkek eşittir ama bu hale mi geti-rilsin diyorsunuz şimdi ikisini demeniz arasında büyük farklar ve sonuçlar var. Birincisi derseniz kadına, erkekle eşit bir birey gibi davranırsınız o sonuçlar çıkar. İkincisi derseniz, o zaman “kadın ve erkek eşit değil” dersiniz. Oradan da korumacı sonuç çıkar. Kadını korumacı sonuç da kadını yine eşitsiz pozisyo-

nunda sabitlemeye devam eder. Bunu söylerken şunu kastetmiyorum: Pozitif ayrımcılığı tabii ki savunuyoruz. Pozi-tif anlayış birinci anlayışa girer bence. Pozitif ayrımcılık başka bir şey; kadına korumacı bir şekilde yaklaşmak başka bir şey.

Kadın örgütleri de artan kadın ci-nayetlerine karşı mücadeleleri yük-selttiler. Kadın cinayetlerine karşı birçok eylem yapıyorlar. Kadın Ci-nayetlerini Durduracağız Platformu olarak bir yasa tasarısı hazırladık ve

milletvekilleri aracılığıyla meclise de sunduk bunu. Sizin de bahsetti-ğiniz gibi tahrik indirimlerinin kal-dırılmasına yönelik aynı zamanda Ailenin Korunması Yasası’nın değiş-tirilmesine yönelik bir yasa tasarısı bu. Siz bu çalışmaları nasıl değerlen-diriyorsunuz?

Bu alanda her kadın grubunun ya-pacağı çalışmanın son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü ben anlayış olarak şuna çok inanıyorum. Kadın grupları hakikaten çok emek harcıyorlar yaptıkları şeylere, karşılık-sız yapıyorlar ve inanılmaz bir mesai yapıyorlar. Bunun da pozitif bir dönü-şünün olduğuna ben yürekten inanıyo-rum. Dolayısıyla meclise yapılacak her türlü iyi hazırlanmış, planlanmış, doğru hazırlanmış çalışmanın mecliste ciddi bir baskı yaratacağını, seçenek oluş-turacağını düşünüyorum. Kadınların öldürülmesine karşılık yapılan çalış-maların son derece kıymetli olduğunu biliyorum. Ceza yasası, iş kanunu, me-deni kanun kadınların çok ciddi emek-leri, mücadeleleri sonucunda bu hale geldi. Eksiklikler olabilir ama o katkıla-

rın önemli bir kısmını kadınlar sağladı. Onun için kadınların çabasını ve müca-delesini çok önemsiyorum.

AKP’li vekil Fatma Şahin de buna yönelik bir yasa tasarısı sundu. Bi-zim yasa tasarımızdan da esinlendi ve bundan da eklemeler yapacağını söylemişti. Kadın cinayetleri konusu milletvekillerinin de gündeminde artık. Bunun nasıl bir etki yapacağı-nı düşünüyorsunuz?

Bunlar önemli gelişmeler tabii. Keşke daha fazla kadın milletvekili sa-hip çıksa da yasa teklifleri yasalaşsa. Bir defa dışarıdaki kadın hareketinin Meclis’i etkilemesi, meclisteki milletve-killerini, komisyonlarını etkilemesi son derece önemli, son derece pozitif geliş-meler bence.

Bu sürece hukukçuların nasıl bir katkısı olacak?

Biz de buna ilişkin görüşleri-mizi KSGM (Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü)’ye Fatma Şahin’in sunduğu yasa tasarısı teklifinde bizim de görüş-lerimize başvurdular. Tam olarak bizim görüşlerimizi yansıtmasalar da biz de önemsediğimiz kısımları kendilerine ilettik.

Kadın örgütlerinin kadın cinayet-lerine karşı mücadelesini bir kadın olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben kadın hareketinin gücünü gö-rüyorum, emeğini çok önemsiyorum. Çünkü karşılıksız, inanılmaz zaman ve emek harcayarak bu işe gönül veriyor-lar. Hiçbir karşılık beklemeden bunu yapıyorlar. Hakikaten pek çok kadın inanmış. Ve sağlıklı çalışmalar yaptıkla-rını düşünüyorum. Ve zaten Türkiye’de bence en ciddi hareketlerden bir tane-sinin kadın hareketi olduğunu düşünü-yorum. Küçük küçük ama güçlü bir kol olarak yoluna devam ediyor. Mesela si-yasette de başka alanlarda da bu kadar güçlü bir muhalif hareket ya da eşitlikçi bir hareket kadın erkek eşitliğini savu-nan başka bir mücadele alanı yok. Şu alanda şöyle bir çalışma yapılıyor, böy-le bir ses getiren küçük küçük de olsa organize olan, kol olarak bakıldığında böyle bir büyüklük gösteren aynı za-manda etkili olan başka bir hareket yok Türkiye’de. Bizim Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi olarak çalışmalarımız var. Özellikle kadına yönelik şiddet ko-nusunda büyük bir projeye hazırlanıyo-ruz. Sürece çok ciddi katkı sağlayacak bir çalışma bu. Kadına yönelik şiddet ve çocuk istismarına karşı hukuki bir des-tek ve aynı zamanda başka sosyal des-tekleri de kapsayacak. İlk defa böyle bir büyük çalışmaya, çok yönlü bir ça-lışmaya hazırlanıyoruz. Çok kısa sürede başkanımız bununla ilgili bir açıklama yapacak. Özellikle kadına yönelik şid-deti engelleme konusunda önemli bir katkı sağlayacağını düşünüyoruz. İlk defa burada söylemek istedim. Hukuk-sal düzenlemenin dışında bu bir proje, aktif bir destek, yardım ve hizmet pro-jesi. Bu çok büyük bir proje olacak ve bu, şiddete uğrayan kadınlara ve istis-mara uğrayan çocuklara ilişkin bir pro-je. Yakında ayrıntılar tüm kamuoyu ile paylaşılacak.

Pozitif ayrımcılığı tabii ki savunuyo-

ruz. Pozitif ayrımcılık başka bir şey; kadına ko-rumacı bir şekilde yak-laşmak başka bir şey.

Ben kadın hareke-tinin gücünü gö-

rüyorum, emeğini çok önemsiyorum. Çünkü karşılıksız, inanılmaz za-man ve emek harcayarak bu işe gönül veriyorlar.

Adalet Bakanı’nın meclise son 7 yılda

kadın cinayetlerinin % 1400 arttığı yönünde ver-diği bilgi ve açıklamalarla günde 4 ya da 5 kadının öldürüldüğünü anlıyoruz.

Page 6: Emekçi Hareket 13. Sayısı

17 Mart 20116

İran halkı, hiçbir zaman hükümetin karşısında

durmak ve direnmek için eline geçen fırsatları kaçırmadı. Hü-kümet ise halkın bu direncini bastırmak için çeşitli yöntemle-re başvurdu. Bu yöntemlerin bi-risi de idam cezası vermek. Bir gerçek var ki, İran hükümeti son 30 yılda idam cezasını uygular-ken nihai hedeflerinin peşinde olduğudur. 30 yıl süren bu dö-nemi dörde ayırabiliriz:

İslami hükümetin iktidara geçmesi ve sonrasıBu dönemde iktadarda olan

İslami hükümet, muhalif siya-si güçlerle karşı karşıya kaldı. Önce iktidara geçmek ve iktida-rını daha da güçlendirmek için muhalifleri idamlardan geçire-rek bastırdı. İdamların birçoğu hukuka aykırı bir şekiilde ger-çekleşti. Komünistler, ulusalcı-lar ve islamcı aydınlardan olu-şan muhalif kesimden yaklaşık 100 bin kişi idam edildi.

İran-Irak Savaşı’nın başlamasıBu dönemde İran’da tam

anlamıyla despotizm hakimdi. İran hükümetinin ekonomik açıdan gerilediği bu dönemde Birleşmiş Milletler’in önerisini dikkate almak zorunda kaldı ve savaşı bitirdi. Siyasi tutukluların birçoğu hapisteydi ve tamamına idam hükmü daha verilmemişti. Bunların birçoğunun cezası bit-tikten sonra serbest bırakılma-

sı gerekiyordu. Ama hükümet siyasi tutsakların özgür olma-sından yana değildi. Bu sebeple tutuklular hakkında idam kararı verdi. Siyasi tutuklulardan yak-laşık 5 bin kişi Humeyni’nin em-riyle gizlice idam edildi.

Savaşın sona ermesi ve Humeyni’nin ölümüHükümet bu dönemde de mu-

halifleri ortadan kaldırmaya de-vam etti. İran istihbarat örgütü, muhalif siyasetçileri önem sıra-sına göre derecelendirip onları takip etmeye başladı. Muhalifleri terörize etmeye çalışıyordu. Mu-haliflerin içerisindeki yazarlar, sanatçılar, aydınlar da hüküme-tin terörüne kurban gittiler.

İdamlarda son 3 yılBu yıllarda gerçekleşen

idamlar farklı amaçlar doğrul-tusunda gerçekleşti. Hem ra-dikal siyasetçiler hem de farklı suçlardan yargılananlar idam edildiler. Örneğin, uyuşturucu

kaçakçılarının birçoğu idam edi-lirken siyasi tutuklular da idam edildi. Siyasi örgütlerin üyeleri aynı zamanda devlete karşı si-lahlı mücadeleyi de başlatmıştı. Silahlı mücadelenin içerisinde Kürtlerin kurduğu örgütler ile Halkın Mücehitleri’nin üyeleri de vardı.

İran’ın başında olan İslami hükümet hiçbir siyasi oluşuma tahammül edemiyordu. Karşı-sına çıkan muhalif örgütlerin üyelerini idamdan geçiriyordu. Hükümet bir yandan siyasi ve sosyo-ekeonomik krizle boğu-şuyordu. Bir yandan son yıllarda artan halkın isyanı hükümeti kö-şeye sıkıştırdı. Sokaklarda isyan eden halkı korkutmak için deği-şik suçlardan tutukluları da idam etmeye başladı. Hükümet idam etmeden önce halka duyurusunu yapıyor ve idamlar halka açık bir şekilde gerçekleşti. Şu sıralar-da hala hükümet korkusundan, halkı katletmeye devam ediyor. Bahram

Tunus halkı diktatörlü-ğü temizlemekte kararlı

Halk iki geçici hükümeti de devirdi. Her ikisinde de Bin Ali döneminde bakanlık yapmış kişiler,halkın net tavrına rağmen görevlerine devam etmişlerdi. Bu hareket ilk iki geçici hükü-metle birlikte Türkiye’deki yöne-time övgüler düzen Gannuşi’nin de sonu oldu.

Mısır ise referanduma gidiyorİşçi sınıfının oldukça güç-

lü olduğu Mısır’da Mübarek’in çekilmesindeki önemli neden-lerden biri de tüm yurtta baş-latılan genel grevdi. Grevler, Yüksek Askeri Konsey yöneti-mi devr aldığında da işçilerin ekonomik talepleri etrafın-da devam etti. Artık direnişin simgesi Tahrir Meydanı’nda Mısır halkı 19 Mart’taki refe-randuma dair taleplerini dile getiriyor. Oylanacak anayasada Cumhurbaşkanı’nın yetkileri ve görev süresi sınırlandırılıyor.

Libya’da halk kendi kaderini tayin ediyorDirenişlerin ve buna kar-

şılık diktatörlüklerin saldı-rılarının belki de en ağır bi-çimde yaşandığı ülke Libya. Şimdiden yüzlerce ölü veren di-reniş orduyla her an çatışma ha-linde kalabiliyor. Silahlı birlik-ler halinde şehirleri ele geçirip savunan halk 42 yıllık diktatör Kaddafi’yi devirmekte kararlı. Eskişehir Can Çoksöyler

Japonya’da sahillere vuran binlerce ceset var.

“Biutiful” filminde bir sahnede sahillere vuran göçmen işçilerin cesetleri gibi.

Sahillere vuranlar, bir süre önce yaşayan insanlardı. Arı gibi çalışan, disiplinli, ömürleri çalışmakla geçen insanlar.

Peki niye öldüler? Çalışmaksa çalışmak, sömürülmekse sömürülmek, iliğine kadar sömürülerek yaşamaya razı olmak, hepsi vardı. Her şey tamamdı. Niye öldüler?

Filmde kaldıkları mezbele gibi şantiyede, ısınmaları için olabilecek en ucuz araç kullanıldığı için. Sobadan sızan gaz ile bir gecede zehirlendiler.

Japonya’da deprem, tsunami ile ölenlerden sonra şimdi asıl felaket başlıyor; nükleer sızıntı.

Filmde ısınmanın en ucuzunu seçiyor patron çünkü daha fazla kar istiyor.

Japonya’da enerji elde etmenin pahalı bir yolu olmasına rağmen nükleer santralleri seçiyor egemenler, çünkü çok fazla enerji istiyorlar.

Şimdi bütün dünya, Japonya’da yaşanan büyük dramdan sonra nükleer santralleri tartışıyor. Devletlerin çeşitli önlemleri tartışmaya başlaması iyi güzel de, esas soru ortada duruyor; niye istiyorsunuz bu kadar fazla enerjiyi?

Bu enerjiyi elde etmek için niye bu kadar pahalı yatırımlar yapıyorsunuz?

Rüzgar, güneş ve diğer yenilenebilir enerji kaynakları niye yetmiyor size? Niye?

Bu hem çok pahalıya mal olan, hem de bu kadar pahalıya mal olduğu halde içerdiği riskler nedeniyle sigorta şirketlerinin bile sigortalamadığı santraller niye var?

Halkları elektrikle aydınlatmak için değil elbette. Sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda daha fazla üretim, daha fazla rekabet, daha fazla kar, gerekirse daha fazla savaş için istiyorlar nükleeri.

Rant avcısı sigorta şirketlerinin bile sigortalamadığı; bu alandaki ranttan vazgeçtiği nükleer santrallerin içerdiği riskin ne kadar büyük olabileceğini buradan düşünün.

Sigortasız santrallerden doğan bütün zararlar ise olduğu gibi halka yükleniyor .

Bu zararın manevi boyutunu ise hesaplayacak bir ölçek bulunamaz. Gazetelerde fotoğrafı; bir annenin köpeğiyle beraber, radyasyona maruz kaldığı şüphesi ile karantinaya alınan kızıyla aradaki camdan bakışmasının anlamını hangi ölçek ölçecek?

Nükleer santralleri halk değil, anneler değil,çocuklar değil, doğadaki canlılar değil, kapitalizm istiyor.

Dünyayı böyle bir cehenneme çevirenler, kapitalist patronların ve onları temsil eden devletlerin kar hırsıdır.

Şimdi devletler önlemler almaya başlasa da, kar hırsı ve rekabet yani kapitalizm ortadan kalkmadığı sürece nükleer tehlike var olacaktır. Çernobil kazasından sonra da önlemler alınmıştı ama işte bunun yetmediğini büyük bir dramla yaşayarak görüyoruz. Ayrıca belirtmek gerekir ki, Çernobil’den sonra en büyük nükleer kaza Japonya’da olmasına rağmen,nükleer tarihi boyunca rapor edilen irili ufaklı en az 400 kaza var.

Türkiye’de ise durum daha da vahim. Bizim Başbakanımız ve Enerji Bakanımız önlem tartışmaya bile gerek duymuyor.

Başbakan tuttu, nükleer kazaları evlerdeki tüp gaz patlamaları ile bir tutma feraseti gösterdi. Bu ayıptır. Ayrıca bir devletin başbakanı şüphesiz onu seçenlerin nasıl yaşadıklarından dolayısıyla evlerinden, evlerindeki patlamalardan da sorumludur.

Enerji Bakanımız ise “biz Japonya’dan iyisini yapacağız, tamamen güvenli 3. nesil santral kullanacağız” diye tutturuyor. Bu santraller bu kadar güvenli de, niye sigorta şirketleri sigortalamıyor o zaman?

Kendi ağızlarıyla söylüyorlar; onların güvenli 3.nesil dedikleri, kor tabakasını 120 metre betonla demirle kapatmak demek. Bu kadar betonla demirle kapatılan bir koru; bir cehennemi niye kendi elerlimizle yaratıyoruz peki?

Bu konuda 1986 Çernobil kazasından beri, Türkiye’de bilimsel araştırma bile yokmuş biliyor musunuz?

Ve 1986’dan beri hiçbir hükümet döneminde durum değişmedi.

Ve başka her konuda itilaflı partiler bu konuda sonuna kadar anlaşıyorlar.

Tek başına bu veri bile, nükleeri sadece patronların istediğini kanıtlamaya yeter.

Bütün nesilleri ölüme gönderebilecek nükleerde 3. nesil yapacaklarmış. Size kim inanır?

Japonya’nın Değil

Kapitalizmin Felaketi

KızıldenizGülsüm Kav

Japonya son 300 yıldır yaşanan en

büyük depremle sarsıldı. Yerel saatle 14:46’da (TSİ 07:46) meydana gelen 8,9 büyüklüğündeki deprem merkez üssünün Honşu adasının Sendai bölgesi-nin 130 kilometre doğu-su, başkent Tokyo’nun ise 380 kilometre kuzeydo-ğusunda oldu. Amerikan Jeolojik Araştırma Merke-zi, Japonya’nın kuzeydoğu kıyısı açıklarında meyda-na gelen depremin yerin 24 kilometre altında oluş-tuğunu duyurdu. Depre-min büyüklüğü nedeniy-le, Pasifik Tsunami Uyarı Merkezi, başlangıçta sı-nırlı tuttuğu tsunami alar-mını daha sonra neredey-se Pasifik Okyanusu’na kıyısı olan bütün ülkeler için genişletti.

Dünyanın en iyi erken uyarı sistemi sayesinde Japonlar, dünkü deprem-den bir dakika önce ha-berdar oldu. Deprem ve ardından gelen tsunami nedeniyle binlerce kişinin

öldüğü, yüzlerce kişinin de kaybolduğu açıklan-dı.. Japonya’da 1923’te Canto’da meydana gelen depremde 143 bin kişi hayatını kaybetmişti.

Nükleer kapıdaDepremden son-

ra meydana gelen Japonya’da nükleer fela-ket her geçen dakika et-kisini artırıyor. Fukuşima nükleer santralinde mey-dana gelen patlamadan sonra ortaya çıkan rad-yasyon seviyesinin 6’ya çıktığı açıklandı. Çernobil Felaketi ise 7 seviyesinde değerlendiriliyordu. An-cak uzmanlar felaketin boyutlarının açıklanan-dan çok daha büyük ol-duğu görüşünde.

Nükleer enerji uzma-nı Prof. Hayrettin Kılıç, dünyanın Çernobil’den çok daha büyük bir fela-ketle karşı karşıya oldu-ğunu söyledi.

Nükleer karşıtı ça-lışmaları ile bilinen Prof. Dr. Hayrettin Kılıç,

Japonya’dan gelen son bilgilere göre, nükleer fe-laketin derecesinin 6’nın üzerinde olması gerekti-ğini söyledi.

Prof. Dr. Hayrettin Kı-lıç, “Bu felaketin etkileri binlerce yıl o coğrafyada hissedilecek. 1 ay sonra radyasyon Asya, Ameri-ka ve Avrupa’ya ulaşmış olacak, deniz hayvanları başta olmak üzere bütün canlılar etkilenecek” diye kaydetti.

Çernobil kapıdaFukuşima’da dördün-

cü patlama ve yangının ardından ortaya çıkan tablonun Çernobil’e yak-laştığı ileri sürülüyor.

Japonya’da Fukuşima nükleer santralında dün sabaha karşı meydana gelen dördüncü patlama-nın ardından tüketilmiş yakıt depolama havuzun-da çıkan yangın ile radyo-aktif maddeler doğrudan atmosfere karıştı. Baş-kent Tokyo’dan Rusya’ya kadar havadaki radyas-

yon seviyesinde artış tes-pit edildi. Japon hüküme-ti, radyasyon seviyesinin insan sağlığını etkileye-bilecek düzeye ulaştığını açıkladı ve santralın civa-rı uçuşa yasak bölge ilan edildi.

Fukuşima’daki santralda aşırı ısı-

nan reaktörlere müda-hale eden 50 işçi ve mü-hendis ise kahraman ilan edildi. Bu işçi ve mühen-disler yoğun radyasyona maruz kaldıkları için ya-şama şansları yok.

Asrın felaketi:TsunamiJaponya, tarihinin en büyük depremiyle sarsıldı. Deprem sonrasında ülkenin yarısı-nı sular altında bırakan tsunami Pasifik’e kıyısı olan ülkeleri de vurdu.

Rıfat Çapar

İran Hükümeti’nde idam yöntemi

Ortadoğu direnişi zafere kadar

İran hükümeti sürekli siyasi krizlerle boğuşuyor. Gerici hükümetin ik-tidarı zorbalık ve baskılarla halen sürüyor.

16 Mart 1978 Beyazıt Katliamı İstanbul Ünv. Eczacılık Fakültesi çıkışında toplu çıkış yapan devrimci öğrencilerin üstüne faşistler bomba attılar. Saldırı da 7 devrimci öğrenci hayatını kay-betti. 16 Mart 1988 Halepçe Katliamı İran-Irak savaşı esnasında Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’in emriyle Kuzey Irak’ın Halepçe kentine kimyasal silahlarla saldırıldı. Kürt’lerin yoğun olarak yaşadığı kentte yaklaşık 5000 kişi yaşamını yitirdi, 7000 den fazla insan yaralandı.

21 Mart (M.Ö. 500) Newroz Bayramı Demirci Kawa’nın zalim kral Dehak’a karşı başlattığı savaş sonunda Kürt halkının zulümden kurtulduğu ve baharın gelişini haber veren gün.

21 Mart 1937 Dersim İsyanı Dersim’de Seyit Rıza önderliğindeki Kürtler haklarının tanınmaması nedeniyle isyan başlattılar. Sonraki günlerde isyan T.C ordusu tarafından binlerce kişinin katledilmesi ile kanlı bir biçimde bastırıldı.

22 Mart 1968 68 Kuşağı Emperyalizme Karşı Mücadelede Paris Nanterre Ünv’de , ABD ‘nin Vietnam’daki emperyalist işgaline karşı çıkan ve eğitimde re-form yapılmasını isteyen öğrenciler, Daniel John Bendit ‘in liderliğinde üniversitenin birinci am-fisini işgal ederek, 68 deki bağımsızlık mücadele-lerinin fitilini ateşlemiş oldu.

30 Mart 1972 Kızıldere Katliamı THKP-C önderi Mahir Çayan ve yoldaşları THKO önderleri Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını engelelmek için kaçırdıkları 3 İngizliz subayla birilikte Tokat’ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyünde pusuya düşürüldüler. Saldırıda Mahir Çayan ve 9 yoldaşı katledildiler. Olaydan sadece Ertuğrul Kürkçü sağ olarak kurtulabildi.

Hazırlayan: Halil Altunpolat

Günlerin Getirdiği

Page 7: Emekçi Hareket 13. Sayısı

16 Mart 2011 7

Açıklanan rapor; ev kadınlarını, son 3 ay-

dır iş bulma kanallarını kullanmayanları, iş bulma umudunu kaybedenleri, ka-yıt dışı çalışanları, günde 1 saat bile çalışsa işsiz sayıl-mayanları, yetersiz ve eksik zamanlı istihdam edilen gizli işsizleri kapsamıyor. Bütün bunlar da eklendi-ğinde gerçek işsizlik oranı %20’lerin üstüne çıkıyor.

10 kişiden 6’sı yoksulTÜİK, başka bir rapo-

runda Türkiye’de 10 kişi-den 6’sının yoksul olduğu-nu açıklamıştı. Bir yandan işsizliği düşük göstermeye çalışma çabalarıyla ken-disiyle de çelişen TÜİK’in raporu, günden güne artan ve bu sistemde artmaya de-vam edecek olan işsizliği gizlemekten, halkı kandır-ma politikalarından başka bir şey değildir.

Ancak artık sistemin açıkları bu tip oyunlarla gizlenemeyecek kadar çok-tur. Özellikle genç işsizlik oranları bunu gözler önü-ne sermektedir ki, artık devlet genç işsizlik oranla-rını azaltmaya yönelik po-

litikalar izlemek zorunda kalmıştır. Torba Yasa’da da genç işsizlik oranını azalt-mak için 29 yaşından bü-yükleri istihdam alanları dışında bırakmaya yönelik girişimler bu yüzden mev-cuttur, ama bu var olan iş-sizliği kesinlikle azaltma-

maktadır.İşsizlik her gün daha çok

can yakarken, gençleri artık geleceğe umutsuz bakmaya yöneltip, üniversiteleri de vasıfsız bir konuma getiri-yor. TÜİK işsizlik oranları-nı düşük gösterip, halktan

yana değil, yeni üniversi-teler açarak işsizliği azal-mış olarak gösterenlerden, kapitalistlerden, egemen-lerden yana ol-duğunu açıkça göstermektedir.

Yoksuluz ama işsiz değiliz!TÜİK, son raporunda işsizlik oranını %11 olarak açıklamıştı. Yani geçen sene hazırlanan rapora göre işsizlik %1 azalmış durumda. Gerçek işsizlik rakam-larıyla ilgisi olmayan bu oranlarla, işsizliğin üstü kapatılmaya çalışılıyor.

Yağmur Kazıl

Roma İmparatoru II. Fre-derick korkunç bir bilimsel

deney yapar. Henüz yeni doğmuş birçok bebeği annelerinden ayı-rarak bir kurumda tecrit eder. “Yeni doğan bebeklerle sosyal ilişki kurulmazsa bebekler ana dillerini değil; her insanın do-ğuştan bildiği insanların ortak dilini konuşurlar” (1) hipote-zinden yola çıkarak bakıcıların yalnızca beslemek, giydirmek ve yıkamak için bebeklerle temas kurulmasına cevaz verilir.

Sonuçta bebeklerin tama-mı “Tanrısal dili” konuşamadan ölürler!

Bir canlının hayatta kalabil-mesi için bir başka canlıya ihti-yaç duyduğu gibi, bir insanın ha-yatta kalmasının yolu başka bir insana ihtiyaç duyması insanlaş-manın tek yoludur. Yani insanlar sosyalleşerek insanlaşırlar.

Bir gözlemcinin yukarıdaki deneye ilişkin yorumu şöyledir: “Öldüler; çünkü bebekler. Onlara bakanların coşkulu yüzleri, seve-cen dokunuş ve sözleri olmadan yaşayamadılar.”

Bebeğe dokunmak, okşamak, öpmek, gözlerinin içine bakmak, çıkardığı sesleri taklit ederken çocuğun da sevinçle çıkardığı başka seslerle karşılık vermesi; en az yemek, içmek, yıkanmak kadar hayatidir.

Kişi kendi “ben”ini oluştur-mak için ötekine ihtiyaç duyar. “Ben” kendini ötekiyle tanımlar. “Öteki”, “ben” için bir ayna vazi-fesi görür. Keyif, üzüntü, sevinç, tasa, kızgınlık gibi halleri yansı-tan bir “öteki” yoksa her türlü ruh hali yani “ben”in boşluğuna akar.

Bir mahkûm, “... İnsanlar, ruh hallerini ve duygularını başka in-sanlarla birlikte yaşarlar; kendi-ni insan olarak ifade edebilmen için yanında bir insana ihtiyacın vardır. Tecritte insanın her ruh hali boşluğa akmaktadır: “Key-fin yerinde mi, üzüntülü müsün, kızgın mısın” bunlarla hiçbir yere varamazsın. Yani bunlarla yaşayamazsın. Bu yaşanan her şeyin içinde kalması anlamını taşımaktadır. “Sen senin içine hapsedilmişsin ve öyle kalacak-

sın. “ diyor.Ünlü psikoterapist Irvin Ya-

lom “Grup Psikoterapisi” adlı ki-tabında, kişiler arası etkileşimin doyurucu olması için en az 7-8 kişilik grupların oluşması gerek-tiğini söyler. 3-4 kişilik hücreler-de grup etkileşimini sağlamanın ise boşuna bir çaba olduğunu belirtir. Sosyal etkileşime do-yumun sağlanabilmesi olarak da alt grupların oluşabilmesine vurgu yapar ve 3-4 kişilik grup-larda sağlıklı alt grupların oluşa-mayacağını belirtir.

Üye sayısı 3-5 kişi olan grup-lardaki alt grupların oluşumu bazı grup üyelerinin grup içi tecritine yol açabilir. Bu neden-le sağlıklı bir alt gruplaşmaların oluşabilmesi için grubun en az 10-15 kişiden oluşması gerekir.

II. Frederick XIII. yy’den günü-müzün “imparatorlarına” sesleni-yor: “Ben denedim, hepsi öldüler! “

Bir “Alman modeli” olan F tipi hücre sistemiyle amaçla-nan tam da yukarıda belirtilen grup içi tecrit sistemidir. 3 kişi-lik hücrede 2 kişi grup kurar, 3. kişi tecrit edilir. Bir süre sonra 2 kişi arasında sorun çıkacaktır ve ilkin hangisi 3. kişiyle ilişki kurarsa yeni bir grup kurulur. Eski grubun diğer üyesi tecrit edilir. Almanların terk ettiği bu model Türkiye’de pervasızca AB destekli olarak uygulama alanı buldu.

“ Tecritin ruhsal, bedensel etikleri göz önüne alındığında 1 veya 3 kişilik hücrelerde tu-tulmanın herhangi bir ceza de-ğil, işkence olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ayrıca yapılan çalışmalar hapishanelerdeki in-tiharların büyük kısmının özel hapishanelerde, özellikle de hücrelerde gerçekleştiğini orta-ya koymuştur!”

Ağırlaştırılmış müebbet hü-kümlüleri (AMH) için durum daha da ağırdır. Daha baştan öz-gür olabilme umudunu elinden alırlar AMH’nin. Bir gün özgür olabilme düşü dahi elinden alın-mıştır. Sonra diğer mahkumlara uygulanan tecrit ve tretman uy-gulamalarından çok daha ağır

bir tecrite tabii tutarlar. Sürekli tek kişilik hücrelerde

tutularak diğer mahkumlarla te-ması engellenir.

Kendi ziyaretçileriyle teker teker görüşürler! Yani hiçbir şe-kilde anne ve babaları ile aynı anda görüşemezler ve onları aynı karede göremezler örneğin!

AMH statüsünde olmayan mahpuslarla aynı etkinliklere çıkarılmazlar. Spor salonu, kurs-lar v.b. Meşhur sohbet genelgesi 10 kişi-10 saat formülü bile uy-gulamada imkansızlaşır. Normal mahpuslarla bile uygulama-da sorun çıkarılan genelgenin, AMH’ye uygulanması ciddi bir problem.

Yukarıdaki örneklere daha pek çok sorun eklenebilir. Fakat çok küçük bir sorun gibi görülen bu problemler tam bir psikolojik harp uygulaması olarak kullanılır.

Kısacası hapishanelerde haya-tının yarısını senden alırlar, geriye kalan yarısı ile de seni robotlaş-tırmaya, yozlaştırmaya, itaatkar olmaya zorlamak için psikolojik harp uygularlar; tam bir idare sa-vaşına çevirirler. Hapishaneyi asıl olarak bilinçlere yerleştirmeye ça-lışırlar. Dışarıdaki dört duvarı bin şekilde yıkabilirsin. Ama eğer bi-lincinde 5. duvarı inşa edebilmiş-lerse o duvarı yıkmak artık daha bir zor olacaktır. Çünkü 5. duvarın örülmesine mahpus izin vermedi-ği müddetçe inşa edilemez; eğer inşa edilmişse onu yıkmak, diğer tüm duvarları yıkmaktan zor ola-caktır.

AMH ‘nin en önemli şeyleri-nin özgürlük ve umudun “elle-rinden alındığını” belirtmiştik.

Denilebilir ki ölünecekse eğer “umut”tan önce ölmek ge-rek. Zira umutsuz yaşamak ka-dar soysuzca bir yaşam olamaz. Umudunu canlı tutmak ise dev-rimcinin en önemli vasfıdır. Hem kendisi hem halkı için.

Umudunu düşlerinde çoğaltır devrimci...

Avşar Timuçin’in de (2) be-lirttiği gibi “ (gerçekliğin ağır-lığı düşle dengelenir. Her düşte gerçekler billurlaşır. Düş gerçek olmazsa da düşü gördüren ger-

çektir. Düş yaratıcıdır. Geleceği olası kılan tek kaynaktır. İnsa-noğlu yarınını önce düşlerde kurar. Düş kurmak bir bakıma deney yapmaktır. Truva atı koca-man bir düşün ürünüdür...”

“Düş bir gerçeklik taşıyıcısı, bir gerçeklik tasarısı olduğu za-man önemlidir... “

O gerçeklik kendini Avrupa öğrenci ve işçi hareketlerinde, Kuzey Afrika ve Ortadoğu halk-larının isyanında, Güney Ameri-ka halkçı iktidarlarını oluşturan devrimci gelenekte ve “Subcom-mandante Marcos”un “böceği” ile yaptığı felsefede filizleniyor.

O gerçek Türkiye Emek-çi Hareketi”nin bağrında işçisi, gençliği, kadını, erkeği, LGBTT ‘si , ekolojisi ile tutsağının hücreler-deki direnişleriyle her yeri kapsa-yan bir sarmaşık gibi filizleniyor.

Neresidir sınırNerede başlar Nerede biter çemberUfuk çizgisiHaddimiz olabilir mi? Ya ötesi

Neresidir sınırNerede başlar Nerede biter duvarTel örgüler Bizi tutabilir mi?Ya ötesi Neresidir sınırNerede başlarNerede biter insanEt yığını Varlık olabilir mi?Ya ötesiÖtesi mi? Ötesi bilinçtirYıkılırsa beşinci duvarÇıkar karanlıktanAydınlığaÖzgür insan!

30.01.2011 Kocaeli F 1 Önder ÇARKÇI

Umudunu düşlerinde çoğaltır devrimci

Göçükte kalan işçi hayatını kaybettiZonguldak’ın Kilimli ilçesine bağlı Dağbaca mevkiin-de özel bir maden ocağında meydana gelen göçük-te kalan Serkan Malkoç adlı işçi hayatını kaybetti.

Yıllarca taşeron firma-larca güvencesi olma-

dan ve can sağlığı tehdidi altında çalıştırılan işçi cina-yetlerine bir yenisi daha ek-lenmiş oldu.

Hatırlanacağı gibi geç-tiğimiz yıl Karadon Maden İşletmesi’nde meydana ge-len göçük sonucu 30 maden işçisi göçük altında kalarak can vermişti. Madencilerin cesetleri bir yıla yakın süre-de ailelerine teslim edilirken göçüğün meydana geldiği gün Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer; “Elimiz-den gelen her şeyi yapıyoruz. Aşağıdaki işçiler bizim çocuk-larımızdır. Aşağıda herhangi bir şey varsa bizim ciğerimiz

yanıyor ve acıyor. Herkes emin olmalı ki yapılması ge-reken ne ise o yapılıyor.” di-yordu. Fakat Hükümet işçile-rin ölümüne engel olamadı.

Zonguldak’ta her yıl on-larca emekçi uygunsuz ve güvencesiz çalışma şartları altında ekmek parası için can-larını toprağın altına gömer-ken, devlet taşeron firmalarla yola devam etmekten vazgeç-meyip daha ucuza işçi çalış-tırmak adına özelleştirilen bu ocaklarla yola devam edi-yor. Her yıl yüzlerce işçi yok pahasına canından olurken devlet her zamanki gibi taşe-ron firmaların üstünü örtüp cinayetleri failsiz bırakıyor. Zonguldak Emre Turan

Torba Yasa sözleşmeliyi mağdur ettiTorba Yasa’da yer alan, sözleşmeli memurlardan alınan damga vergisinin alınmaması yönündeki madde, tarih değişikliğiyle zaten güvencesiz çalı-şan memurların maaşlarında kesintilere yol açtı.

Kamu alanında 4/B sta-tüsünde çalıştırılan söz-

leşmeli kamu emekçilerinin her yılın Ocak ayında maaşla-rından kesildiği, Damga Ver-gisi adı altındaki 160 TL’lik vergi, Torba Yasa’da geçen bir maddeyle kaldırılmıştı. Fakat yasanın yürürlüğe gir-diği tarih 1 Ocak 2011 değil de Cumhurbaşkanı’nın onay verdiği ve Resmi Gazete’de yayımlandığı 25 Şubat 2011 olarak değiştirmesi zaten güvencesiz koşullarda ve daha az ücretle çalışan kamu emekçilerinin maaşlarında kesinti yapılmasına neden oldu. Patronların yasası olan Torba Yasa’da ki emekçiler le-hine nadir maddelerden biri olan bu madde de bir tarih değiştirme oyunuyla bertaraf edildi ve 250 bin kamu emek-çisinin, zaten düşük olan ma-aşlarında haksız bir kesintiye gidildi.

Memur-Sen Genel Mevzu-

at ve Toplu Görüşme Sekre-teri Hacı Bayram Tombul ise bu konuyla ilgili, ”Sözleşmeli memurların sözleşmelerin-den alınan damga vergisi her yılın Ocak ayında kesiliyor. Biz de Torba Yasa’nın ge-cikmesinden dolayı sıkıntı yaşanmaması için AK Parti yöneticileriyle de görüşe-rek girişimlerde bulunduk. Nitekim bu konuda AK Par-ti kurmayları tarafından da TBMM Genel Kurulu’nda ilgili madde görüşülürken önerge sunuldu ve kabul edildi. Oysa düzenlemenin yürürlük tari-hinin ‘yayım tarihi’ olarak ya-salaşması karşısında şaşkınlı-ğa uğradık. Çünkü düzenleme yayım tarihi olan 25 Şubat’ta dikkate alındığında bu yıl ki damga vergisinin sözleşmeli personelin cebinden çıkması anlamına geliyor” açıklamasını yaptı.

Kadir Can Alkır

Bursa Organize Sana-yi Bölgesi’nde Işıksoy

Tekstil Fabrikası’nda çalışan işçiler sendikaya üye olduk-ları için işten atıldılar. 320 işçinin çalıştığı fabrikadan 145 işçi DİSK-Teksil işçileri sendikasına üye oldu. Fabri-kanın sahibi hiçbir gerekçe göstermeden 50 işçiyi işten attı. İçerde kalan işçilere ise sendikadan istifa etmeleri yönünde baskı yapılıyor.

Torba yasa ile birlikte ana işte taşeron çalıştırma ya-sağı kaldırılıyor. Ana işlerde taşerona izin verilmesinin anlamı işe geçici işçiliğin 3 yıla kadar uzaması anlamı-na geliyor. Torba yasadaki bu gibi maddelerle hükümet işçileri korkutmaya çalışı-yor. Torba yasayı arkalarına alan patronlar ise sendi-kalaşan işçileri kolayca iş-ten çıkartmaya başladılar. Eskişehir Süleyman Semiz

Sendikalı işçiler işten atıldılar

Page 8: Emekçi Hareket 13. Sayısı

Türkiye’nin dört bir yanın-dan Ankara’ya gelen binlerce

sağlık emekçisi saat 11.00’de Ulus Tren Garı önünde buluştu. Türk Tabipler Birliği, Türk Dişhekimleri Birliği, Tıp Öğrencileri Kolu gibi bir-çok sağlık örgütünün yanı sıra de-mokratik kitle örgütlerinin ve siyasi partilerin de katılımıyla Ulus Tren Garı önünde buluşularak başlayan yürüyüş Sıhhiye’ye kadar slogan-larla devam etti.

Sağlıkta özelleştirmeleri durduracağızPerformans yasasına, özeleştir-

melere, taşeronlaştırmaya, sağlığın parayla satılır hale getirilmesine

karşı alanlara çıkan sağlık emekçile-rinin “Çok Ses Tek Yürek” pankartıy-la yürüdüğü mitingde, özelleştirme-lere ve işsizliğe karşı mücadele eden Emekçi Hareket Partisi de “Sağlıkta Özelleştirmeleri Durduracağız” şiarıyla alandaydı. “Sağlık Haktır Satılamaz”, “Parasız Eğitim Para-sız Sağlık” sloganlarıyla yürüyen binlerce kişi Sıhhiye Meydanı’nda toplandı. Yaklaşık 30 bin emekçinin katıldığı mitinge çevredeki vatan-daşlar da alkışlarıyla destek verdi-ler. Sendika yöneticilerinin yaptığı konuşmaların ardından yapılan konserden sonra miting sona erdi. Ankara Sultan Canan

Neden bir kısım insan bu filmi bu kadar çok

sevmişken diğerlerinin ise hiç dikkatini çekmedi? Bu tür filmleri değerlendirirken ne-leri ölçü alacağız? Bu anlam-da sinemada da suyu kayna-ğından içmek gerekir.

Bertolt Brecht , epik tiyatro kavramı ile sadece tiyatronun değil aynı zamanda sinema-nın da kaderini değiştirmiş-tir. Geleneksel sinema olarak adlandıracağımız sinemaya karşıt olan tüm akımlara yol gösterici olmuştur.

Geleneksel sinema, izleyi-cileri sunduğu büyülü dünya ile dünyevi dertlerinden arın-dırarak “hoş vakit” geçirme-lerini sağlar. Ağlayanın haline ağlar, gülenin haline güleriz. İzleyenler olarak beynimizin

kontağını kapayarak kendi-mizi akışa bırakırız. Filmle kurduğumuz ilişki tamamen duygusaldır. Brecht ise bu ge-leneksel yapıyı kırarak seyir-cinin aktif olarak izlediği şeyi değerlendirmeye zorlar. Se-yirci bir an olsun bir sinema filmi izlediğini unutmaz. Se-yirci izlediği şeyleri yadırgar. Artık ağlayanın haline güler-ken, gülenin haline de ağlarız. Karakterler ne sadece iyi, ne sadece kötüdür.

Brechtyen sinemada önemli olan hayattaki temel çelişkileri oyuncular, müzik, çekim teknikleri, senaryo vb. ile seyirciye göstermektir.

Bizimde amacımız film-lerdeki bu estetik anlayışın ilkelerine uyan sahneleri cımbızla çekip alarak ne ka-

dar Brechtyen bir film olmuş demek olma-yacaktır. Te-mel kıstasımız bir filmi izle-dikten sonra insanoğlunun temel çelişki-lerine parmak basan akılda kalıcı sahne-leri birbirimi-ze anlatmak olacaktır. Bir

sohbet ortamında payla-şılmasını sağlayarak temel kaygısı aynı olan insanlar olmaya çalışacağız. Filmler üzerinde bir fikir birliğine varacağız. Bu filmleri izle-meye sevk edeceğiz. Günü-müzde Brechtyen bir sinema iddiası ile filmler yapılana kadar Brecht’in günümüzde-ki okuması ancak bu şekilde yapılabilir.

Bu şekilde baktığımızda Ucuz Roman filmi siyasi bir mevzuyu konuşurken araya girebilir, Bruce Willis öyleydi böyleydi ama son kertede iyi adamdı o bile sizin yaptığını-zı yapmazdı denilebilir.

Tekrar başa dönecek olur-sak Biutiful filmi bize geçir-diği hissiyat açısından böyle

bir filmdi. Uxbal karakteri onca yasadışı işe bulaşma-sına rağmen ahlaklı olanın peşinden gitti. Beceremedi. Ancak onun bu ahlaklı duru-şu Ige karakterinin de ahlaklı davranmasına neden oldu. Neleri değiştirebileceğimiz açısından önemliydi. Çinli ve Afrikalı mültecileri bu halde çalışmaya sevk eden sistemi değiştirecek olan, onların bu trajik sonlarını ahlaki seçim-leriyle mutlu son ile bitirecek olanın kim olduğunu açığa çıkardı. Tarihin bu zamanın-da benzer koşullarda nasıl davranılması gerektiğini dü-şündüysek bu bize brechtyen sinema için şimdilik yeter.

Emekçi Hareket 15 Günlük Gazete İmtiyaz Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Fadik Temizyürek - Bozkurt Mah. Türkbeyi Sk. No:79-81 Şişli/İstanbul Basıldığı Yer: Ezgi Matbaası - Sanayi Cad. Altay Sk. No:10 Yenibosna/İstan-bul Türü: Yaygın Süreli Yayın Genel Yayın Yönetmeni: Emre Öztürk, Görsel Tasarım: Gürkan Köse, Pınar Atalar, Nacican Altın Haber Koordinatörü: Rıfat Çapar, Melike Çınar İstanbul:Barış Şahin Eskişehir: Merve Demir Ankara: Yaşar Türk Dağıtım: Sanem Deniz Kural [email protected]

Başbakan Yardımcısı Ali Babacan

..

‘‘

Babacan: Kriz henüz bitmedi Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, 2011’in başından itibaren gıda ve petrol fiyatlarının artmasıyla krizin başka bir safhasının ortaya çıktığına dikkat çekti. Babacan, 2011 yılında, “Artan enerji ve gıda fiyatları karşısında ülkelerin ödemeler dengesi nereye doğru gidecek?’’ sorusunun önemli olduğunu belirtti.

‘‘

ı lISTE KRIZ

Binlerce yıldan bu güne geldiğimizde

Anadolu’nun dereleri, nehir-leri kapitalizmin gözünü dik-tiği bir rant kapısı haline dö-

nüştürülmeye çalışılmaktadır.Bu tarihin güzel özle-

ri “enerji üretme” adı altın-da öldürülüyor. Devlet 1.5 yıldır HES(Hidroelektrik

Santralleri)’in yapımını ta-mamen özel sektöre bırakmış durumdadır. Özel Sektörün ortasında sahipsiz gibi atılan nehirlerimize HES’ler kurula-rak, nehirlerimiz sömürülmek isteniyor. HES’ler, Anadolu’nun tarihsel yapısını mahvediyor. V adileri kurutuyor.

Doğu Anadolu’da Hasan-keyf, Ege’de Bergama-Alli-noi, Akdeniz’de Likya’nın en önemli yerleşim yeri olan Demre bunun somut ör-nekleridir. Şu anda bilinen Karadeniz’de 750, Akdeniz’de 225 proje vardır. Ege’de sayısı artmaktadır. Ülkenin sadece kıyı şeridinde değil, her yerin-de sayısı artmaktadır.

Bu projeler sadece tarihe ve doğaya değil, işçilerimize de zarar vermektedir. Baraj inşalarında iş güvenliği ol-madan çalıştırılan işçilerimiz

projelerin bitirilmesi uğruna ölmekte ya da sakat kalmak-tadır. Bilecik’ten Artvin’e, Aydın’dan Maraş’a hatta Siirt’e kadar ülkemizin birçok yerinde korkunç iş kazaları yaşanmaktadır.

Burjuva bu durumun ortaya çıkmaması için elinden gelen baskıyı medyaya yapmaktadır. Devlet ise HES’lerin buluna-cağı vadilerin harika turizm mekânları haline geleceği yala-nını vatandaşa söylemektedir.

Anadolu’nun su kaynakları giderse vadileri de gider. Vadi-ler giderse doğamız, tarihimiz ve kültürümüz de gider.

Halkımız bütün bunların farkındadır. Bu sömürüye karşı yumruğunu en sert şe-kilde sorumluların yüzüne savuracaktır.

HES’ler Anadolu’nun kanını emiyorAnadolu’nun suyu hayattır, tarihtir, aşktır, felsefedir. Binlerce yıl,yüzlerce topluluk Anadolu’nun can damarları olan nehirlerin, derelerin getirdiği topraklara uygarlıklarını kurmuştur.

Şeref Umut

Sağlık özelleştirilmesinBiutiful’a Brechtyen bakışGünlerdir “Çok Ses Tek Yürek” mitingine hazırlanan sağlık emekçileri 13 Mart’ta Ankara’da Sıhhiye Meydanı’ndaydı. Biutiful’un izleyenler tarafından hala konuşuluyor olması fil-

min üzerine bir kaç sözün daha söylenmesine imkan tanıdı.

Serkan Atak

1) En sevdiğiniz erdem - Dürüstlük2) Başlıca özelliğiniz - Sabırlı olmak3) Mutluluk nedir - Paylaşımcı yaşam4) Mutsuzluk nedir - Umutsuz gelecek5) En kolay hoşgördüğünüz kötü huy - Soğuk espri yapılması6) En nefret ettiğiniz kötü huy - Riyakarlık7) En sevmediğiniz şey - İnsanların kendi-ni kandırması8) En sevmediğiniz kişiler - Sahte dostlarım9) En sevdiğiniz iş - Bahçe işleri10) En sevdiğiniz şair - Orhan Veli Kanık11) En sevdiğiniz yazar - Yaşar Kemal12) Kahramanınız - Mahir Çayan13) Kadın kahramanınız - Annem14) En sevdiğiniz çiçek - Gül15) En sevdiğiniz renk - Kırmızı 16) En sevdiğiniz yemek - Patates kızart-ması 17) En sevdiğiniz düstur - Ağacın kurdu ağaçtan olmazsa ağaç çürümez. 18) En sevdiğiniz söz - Hayat inanmak ve mücadele etmektir.

18 So

ru

Bu anket K. Marks’ın kızları Jenny ve Laura ile oyna-dığı bir oyundan alınmıştır.

ç

Sefa Yılmaz / EHP Seyitgazi İlçe Örgütü Üyesi

Partimizin 41 ilde örgütlenme perspek-tifiyle kapsamında Zonguldak’ın Devrek il-çesinde parti büromuz açıldı.

Her geçen gün Devrek’te örgütlenme ça-lışmalarımız daha siste-matik bir şekilde devam etmekte. İlçede bulunan yoldaşlarımızla faaliyet-lerimizi hızla sürdürür-ken yoğun bir şekilde Emekçi Hareket gazete-mizin dağıtımı yapılmak-tadır. Düzenli olarak yap-tığımız sunum ve siyasal gündem toplantılarıyla ilçe halkına partimizin politik hattını anlatıyor ve bu kolektif çalışmanın içine halkımızın da dahil olmasını sağlıyoruz.

Yıldız Yumruk Devrek’teGalatasaray’da 311. haftaİstanbul İl Ör-gütü gözal-

tında kayıpların he-sabının sorulması, faillerinin yargılan-ması için Galatasaray Meydanı’nda Cumar-tesi Anneleri eylemini her hafta gerçekleş-tirmeye devam edi-yor. 311. haftaya ula-şan sessiz direnişte, aydınlatılması günde-me getirilen Ergene-kon çetesi ve devlet eliyle kaybedenlerin yargılanması müca-delesinde, çetelerin karşısında mücadele veren gazetecilerden Ahmet Şık’ın, gözal-tında kaybedenlerle aynı davada yargı-lanması gündeme alınırken, Ergenekon

Savcıları’na, Ahmet Şık için seslenildi.İstanbul Özge Akman

ADIYAMANAFYONANKARA

MAMAKÇANKAYA

ANTALYA

AYDINBARTINBOLUBURSAÇANAKKALEÇORUM

ODUNPAZARI

GÜNGÖREN

KÜÇÜKÇEKMECEKADIKÖY

MALATYA

SAMSUN

TRABZONZONGULDAK

HATAY

TELEFON

0506 828 78 66�

0555 552 78 65

0543 958 58 530539 986 84 51

0536 882 31 040312 418 94 46

0222 221 20 780222 229 36 030507 995 81 26

0506 976 61 440232 484 80 59

0507 707 20 03

0555 839 86 52

0553 740 67 190212 249 81 19

0507 959 34 590216 330 84 56

ADRES

Yükseltepe Mah. 1666. Cad. 1945. Sk. No: 1 Keçiören

Yasa Cad. Yasa Han No: 24 Kat: 3 D:31

Tepecik Mah. Çeltik Geçidi Sk. Seymen Apt. No: 2 D: 5

MAIL

[email protected]

[email protected]

[email protected]

[email protected]

w w w. e h p. o r g. t r a d re s i n d e n g a ze te m i ze a b o n e o l a b i l i r s i n i z

[email protected] 0531 687 10 71 Çay Mah. Çay 2 Sok. NO:27/A