el sanatları

64

Upload: kultursanatpendik-pendik

Post on 28-Mar-2016

253 views

Category:

Documents


5 download

DESCRIPTION

Pendik El Sanatları Sergisi

TRANSCRIPT

Page 1: El sanatları
Page 2: El sanatları

Pendik BelediyesiBatı Mahallesi, 23 Nisan Caddesi, No: 11Pendik 34890 İstanbulT: 0216 585 11 00F: 0216 585 14 14

pendik.bel.tr

Bu sergi kitabı, 19-29 Ekim 2011 tarihleri arasında Pendik Marintürk İstanbul City Port’da düzenlenen “Pendik Uluslararası Geleneksel Sanatlar Buluşması” anısına Pendik Belediyesi tarafından hazırlanmış ve Türk kültürüne armağan edilmiştir.

Proje Yönetmeni: Kenan Şahin \ Pendik Belediye Başkanı

Proje Sorumlusu: Atilla İpek \ Pendik Belediye Başkan Yardımcısı

Proje Koordinatörü: Ali Şahin \ Pendik Belediyesi Genel Sanat Danışmanı

Sanat Yönetmeni: Muhammed Nur Anbarlı Yapım: MNA TasarımBaskı ve Cilt: Elma Basım

TCKÜLTÜR BAKANLIĞI

GELENEKSELEL SANATLARI

MARİN TÜRKÇARŞI

ç a r ş ı

Page 3: El sanatları

Pendik Belediyesi pendik.bel.tr

Sergi açılışı: 19 Ekim 2011 Çarşamba Saat: 12:00Marintürk İstanbul City Port, Pendik

UluslararasıGelenekselSanatlarBuluşması

Pendik19-29 Ekim 2011

Page 4: El sanatları

4

Sunuş

Page 5: El sanatları

5

Geleneksel Türk el sanatları konusunda, düzenlediğimiz nitelikli sergiler-le, eğitim alanında sağladığımız katkılarla ve herbiri birbirinden kıymet-li sanatçılarımızı halkımızla buluşturan çeşitli etkinliklerimizle, marka değeri taşıyan bir katma değer oluşturduğumuzu söyleyebiliriz. Yıllardır Pendik Belediyesi, geleneksel Türk el sanatları alanında yaptığı etkinlik-lerle, zarif bir gelenek oluşturdu. Medeniyetimizin en seçkin, en incel-miş, en olgun alanlarının başında gelen Türk El Sanatları dallarında ül-kemizin güzide sanatçılarını ve eserlerini halkımızla buluşturuyoruz ve bundan büyük lezzet alıyoruz. Kültürel bir farkındalık oluşturan, zevk ve beğeni eşiğini geliştiren, yaşama kalitesini arttıran bu tür kültürel faali-yetler sadece Pendiklilere değil, İstanbullulara da değer katıyor. Sadece bu kadar mı? En son gerçekleştirdiğimiz hilye-i şerîf ve tesbih sergisinden çok güzel geri dönüşler aldık. Bu nadide kolleksi-yon Pendik’te, tabir yerindeyse, görücüye çıktı ve hemen ardından Vatikan’da sergileniyor.

Geleneksel sanatlar alanındaki bu sergimiz, Anadolu’nun çeşitli illerinde varlığını sürdüren yerel sanatçılarımızı teşvik eden, icra ettikleri za-naat ve sanat dallarında yaşadıkları zorluklarda yanlız olmadıklarını gösteren bir gayret olarak da okunabilir. Pendik Belediyemiz bu konularda hem kaydadeğer bir sorumluluk üstleniyor, hem de halkımızın sanatsever yanını besleyecek etkin-likler geliştiriyor. Kendine özgü teknikleriyle tarih boyunca varolmayı sürdürmüş olan birçok el sa-natları, maalesef son yüzyılda endüstriyelleşme-nin etkisiyle hızla yok olmaya doğru gidiyor. Bu el sanatlarımızı ve geleneği sürdüren sanatçılarımızı gelecek yüzyıllara taşıyacak bir ilgi-alâkayı mut-laka göstermeliyiz: hem sahip olduğumuz mirası sahiplenmek, hem de gündelik hayatımıza istisnaî bir değer katabilmek açısından çok kıymetli.

Sergimizin, zamanlamasına da dikkat çekmek isterim: Uluslararası İstanbul Boat Show 19-24 Ekim 2011 tarihleri arasında Marintürk İstan-bul City Port’ta düzenleniyor. Birçok açıdan çekim merkezi haline gelen Pendik’e değer katan kıymetli etkinlikler ardı ardınca halkımızın beğeni-sine sunuluyor..

Sergimizin ve elinizde tuttuğunuz sergi kitabımızın Türk kültürüne

yapacağı katkıyı kıymetli buluyorum. Hayırlı seyirler diliyorum...

Kenan ŞahinBelediye Başkanı

Page 6: El sanatları
Page 7: El sanatları
Page 8: El sanatları

8

İki tekerlekli ilk arabaları MÖ 2000’li yıllarda savaş amacıyla Hititliler yapmıştır. Frigler, Yunanlılar ve Romalılar dağlık ve sarp bölgelerde arabaların devrilmemesi için teker açıklığı kadar mesafede birbirine paralel giden oyuk yollar yaptığı bilinmektedir. 9. yüzyıldan itibaren arabaların üstü kapanmaya başlamış. 1400’lü yıllardan sonra arabalarda yay makas kullanılarak sarsıntıların azaltılmasında önemli başarılar sağlanmıştır. Yine aynı dönemde Uzakdoğu’da çekçek, Anadolu’da kağnı, Almanya’da koçu arabaları yapılmıştır.Fayton ve kupa yapımına 1500’lü yıllarda İngiltere’de, 17. yüzyılda Berline’ler Fransa’da başlanmıştır. Demiryolu ulaşımının başlaması ve 20. yüzyılda otomobillerin geliştirilmesi ile atlı arabaların önemi oldukça azalmıştır. Osmanlılarda Tanzimat’a kadar yalnızca padişahlar, şeyhülislamlar ve kazaskerler arabaya binebilmekte idi. Tanzimat’tan sonra bu

araba ayrıcalığı kaldırılmış, İkinci Meşrutiyet’ten sonra ise kadınlarla erkekler aynı arabaya binmeye başlamışlardır. İstanbul’da ilk kullanılan araçlar öküzle çekilen koçu arabaları idi. Daha sonra talikalar kullanılmış, binek olarakta fayton, landon ve berline tipi arabalara binilmiştir. Türkiye’de 1950’li yıllara kadar İstanbul’da faytona binilirken, 1964 yılına kadar Ankara sokaklarında fayton dolaşmıştır. Günümüzde ise İstanbul Adalarda, İzmir de ve kıyı kentlerimizde turistik amaçlarla fayton taşımacılığı yapılmaktadır.

Talika, Fayton, Minyatür

Page 9: El sanatları

9

ÖZCAN ABACI Edirne’nin talika ve faytonları, ahşap maket ustası 1965 Edirne Geçkinli köyü doğumlu Özcan Abacı’nın ellerinde hayat buluyor. Kentin sanayi mahallesinde, bir atölyede üretilen aslının bire bir kopyası talika, fayton ve tınaz makineleri, Türkiye’nin dört bir yanında, Kültür Bakanlığı’nın hediyelik eşya mağazalarında satışa sunuluyor. Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Has-tanesinin sterilizasyon bölümünde çalışan sanatçı, bir yandan da teknolojik gelişmelere yenik düşerek, yapımlarına son verilen talika, fayton ve tınaz maki-neleri 1993 yılından bu yana yapmayı sürdürüyor. 1993 yılında maket yapmaya ilgi duyduğunu belirten Abacı, kendi kendine kazandığı deneyimler ve bilgiler sayesinde ilk olarak maket gemi yapımına başladığını kaydetti. Talika, fayton va tınaz makinesinin yapımının 1 ay sürdüğünü ve artık kendisi için gerekli bazı metal parçaları da üretebildiğini söyleyen Abacı, Kültür Bakanlığı Eğitim Araştırma Genel Müdürlüğü’nün Türkiye’de 86 el sanatçısına “Sanatkâr Kimlik Belgesi” verdiğini ve bu ünvana Trakya’da sadece kendisinin ulaştığını sözlerine ekledi.

ÖZCAN ABACI TALİKA – FAYTON – MİNYATÜR EDİRNE

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 10: El sanatları

10

Bu orjinal el işi sırmanın tarihi Selçuklulara kadar uzanır. Maraş şehri ve çevresinde hüküm süren Dulkadiroğlu Emine Hatun ve Sıtki Hatun Prenses Osmanlı sarayına gelin giderken çeyizlerinde Maraş’ın sırma işinden yapılan çeyizleri (yatak örtüsü, bohçalar, seccadeler, şaseler, sabahlıklar, Kur’ân kapları, bindalli model, düğün ve nişan kıyafetleri) kullanmışlardır.Maraş işi tek yüzlü bir işlemedir. Desenin altı özel olarak hazırlanan karton ile kabartılıp yedi kat sırma desen üzerinden atlatılarak kenarlarda içlik ile karşılıklı tutturulur. Aynı işlem yanyana uygulanarak işlenir. İşleme tekniği araç ve gereçleri diğer işlemelerden farklıdır.Bu işleme Maraş ilimizde yapıldığı için “Maraş işi” adını almış, Maraş’ta ise halk arasında “Sırma işi” olarak adlandırılmıştır. Araştırmalara ve Maraş’ta bu işi yapan ustaların verdikleri bilgiye göre Maraş işi XVI. yüzyılda ülkemize Arap yarımadasından geçmiştir.

O tarihten beri yerleşmiş, benimsenmiş ve geliştirilerek bünyemize uydurulmuş, millî işimiz haline getirilmiştir. Bugün Maraş’ta bu işlemeyi sanat haline getiren 4–5 usta vardır. Bu ustaların yaptığı işlemeler şaheserdir. Mesleklerini oğullarına öğreterek devam ettireceklerini söylemektedirler.Maraş işi ilk zamanlarda Çukurova beylerinin binici takım ve başlıklarına gümüş sırmalarla işlenirdi. Daha sonraları Maraş’ta, Antep ve Kilis’te erkeklerin kullandıkları fesleri süslemiştir. XVIII. yüzyılda silah kılıflarında, palaskalarda kemer ve erkek yeleklerinde görülür. Zamanla halk tarafından öğrenilmiş ve zengin ailelerin kızlarına çeyizler hazırlanmıştır. Örneğin yatak örtüsü, sedir örtüsü, seccade, bohça ve gelinlik. Folklor ekibi kıyafetlerinde kullanılarak zamanımıza kadar gelmiştir. Son yıllarda, milli işimiz olarak benimsediğimiz Maraş işini daha fazla geliştirip yaymak üzere Milli Eğitim Bakanlığı tarafından

seminerler düzenlenmektedir. Maraş Kız Enstitüsünde, Ankara ve İstanbul olgunlaşma enstitülerinde özel olarak kurulan atölyelerde çalışmalar sürdürülmektedir.

Sim Sırma

Page 11: El sanatları

11

NURSEL ATANIR 23 Temmuz 1966 Kahramanmaraş doğumlu. Anadolu Ünüversitesi İktisat Bölümü lisans programı mezunu. Maraş işi sim sırma sanatını babasından öğrendi. 1985 yılında mezun olduğu Kahramanmaraş Kız Meslek Lisesinde açılan sınavı kazanarak sim-sırma öğretmeni olarak atandı. 21 yıl Kız Meslek Lisesinde çalıştıktan sonra Kahramanmaraş İl Millî Eğitim Müdürlüğü’ne Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Şefi olarak atandı. 1,5 yıl bu görevde çalıştıktan sonra 2008 yılı Ağustos ayında emekli oldu. Yurtiçi ve yurtdışına sipariş çalışmaları yapıyor.

NURSEL ATATANIR SİM SIRMA KAHRAMANMARAŞ

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 12: El sanatları

12

Gümüş–bakır oksit ve boynuzdan takı yapılmaktadır. Sığır boynuzları suda kaynatılarak iç dokusundan ayrılır. Yapılacak dokuya göre dikey veya boydan boya iki parçaya ayrılarak sitrik asit, sülfürik asit karışımlı suyla kaynatılarak yumuşatılması sağlanıp, preslemeyle düzeltilir.Yapılacak takılara göre şekil çizili kıl testere ile kesilir. Bu işleme kaba işlem denir. Sonraki aşamada yapılacak şekillerin alt ve yanlarına gümüş uygulaması yapılarak kakma dediğimiz işlemlere geçilir. Kakma işlemi ile ürüne estetik güzellik verilir. Bütün kakmalara natürel mercan, firuze vb. taş 925 ayar sannel tabir edilen içi boş boru uygulanarak takı hazır hale getirilir. Polisaj ile son işlemi bitirilerek konuma hazır olur. Ürünlerde kullanılan teknik yaldız el işçiliğidir.

Boynuzdan takı

Page 13: El sanatları

13

MEHMET ATIŞAN 1953 Kırıkkale doğumlu. 1969 yılında Yalova’nın Güney Köyü’nde kuyumculuğa başladı ve askere gidene kadar çalıştı. 1975’te terhis olup Kocaeli ağır döküm fabrikasında 2 yıl post başı olarak çalıştı. Fabrikayı bırakarak İstanbul’da kendi kuyumcu atölyesini açarak 14 ayar altın üretimine başladı. ‘80 ihtilalinde atölyesini kapatarak promo-syon firmalarına fason olarak çalıştı. 1996 senesinde promosyon firmasının 4 yıl ustabaşılığını yaptı. 2002 yılından bu yana Yalova Güney Köyü’nde TC Kültür ve Turizm Bakanlığı DÖSİM üreticisi olarak üretim yapmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır.

MEHMET ATIŞAN BOYNUZDAN TAKI YALOVA

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 14: El sanatları

14

İpek gerilime dayanıklı olan kendiliğinden parlak bir ipliktir. Çok parlak olan bu iplik türü dizaynların farklı açılardan bakıldığında farklı tonlarda görünmesini sağlar. İpek ile olağanüstü halılar dokunabilir. Aynı zamanda ipek, yün halılardaki dizaynları belirginleştirmek için de kullanılmaktadır. Kıymetli ve pahalı olan ipek halılar genellikle pamuk çözgü temeli üzerine dokunmasına rağmen, bazı halılarda halının çözgüsü de ipekten yapılabilmektedir. İpliğin hassaslığı gözönüne alınarak ipek halıların düz ve kuru alanlarda kullanılması tercih edilir. Aynı zamanda ipek halılar yün halılarla karşılaştırıldığında daha fazla bakım gerektirir.

İpek el dokuma

Page 15: El sanatları

15

REFİK BÜYÜKAŞIK “İpekçiliğin pîri” olarak anılan ve Antakya’nın en büyük ipek iplik ve ipekli el dokuması üreticisi Refik Büyükaşık, 100 yılı aşkın bir süredir bu işle uğraşan bir ailenin mensubu. 1959 doğumlu olan Refik Büyükaşık, bu el sanatını babasından öğrenmiş ve evlerde dokunan bu ürünleri tanıtmak ve geliştirmek amacıyla 1976’da kendi işini kurmuş. Sadece 1–2 el tezgâhıyla bu işi tanınan bir marka haline getirmiş. Tükenme aşamasına gelen bu el sanatı Refik Büyükaşık’ın girişimleri, emeği ve ustalığı ile canlanmış Antakya’nın en çok ilgi gören değerlerinden biri haline gelmiş. Sanatçı, bu el sanatını yaşatmak ve geliştirmek için, her geçen gün yeni tasarımlar üzerine çalışmakta, birbirin-den kaliteli ve güzel ürünler dokumayı hedeflemektedir.

REFİK BÜYÜKAŞIK İPEK EL DOKUMA ANTAKYA

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 16: El sanatları

16

Gaziantep’te yemeniciliğe “köşkercilik”, yemenicilere “köşker”, yemeni ustalarına da “köşker ustası” denilmektedir. Köşker kelimesi Farsça “keşfger” kelimesinden gelmiş olup, ayakkabı yapan anlamına gelmektedir. Yemeni ilk defa Yemen’de Yemen–i Ekber isminde bir kimse tarafından icat edilmiş ve kendi ismini vermiştir. Daha sonraları yemeni Yemen’den Halep’e, Halep’ten de Güneydoğu Anadolu’ya intikal etmiştir. Gaziantep Şanlıurfa Kahramanmaraş, Diyarbakır, Antakya, Adana’ya kadar yayılmış olan yemeni yapımcılığı zaman içerisinde Gaziantep ve Kilis dışında diğer ilerde tamamen bitmiştir. Yemeni esas olarak gön ve yüz olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Gön, manda ve sığır derisinden yapılmış olup, yere gelen kısım ile bunun üzerine dana derisinden yapılmış taban kayışı ve bezlerden ibarettir. Yüz ise sırt ile birbirine birleştirilmiş ve çirişle yapıştırılmış sahtiyan

ve meşinden oluşur. Yemeni yapımında 5 hayvan derisi kullanılır. Alt taban manda veya sığır derisinden, yüzü keçi derisinden, iç astar koyun derisinden, iç taban sığır veya keçi derisinden, kenarı oğlak (sızı) derisinden yapılır.Yemeni imalatında kesinlikle plastik madde kullanılmaz. Tüm dikişler elle yapılır. Ökçesiz olup tersinden dikilir. Düz tarafı çevrilir ve asıl giyilecek durumunu alır. Düz tarafı çevrildikten sonra kalıplanır. Etrafı düzgünce kesilir, kalıptan çıkarılır, kenar dikişi yapılır, satışa ve giyime hazır hale getirilir. Diğer ayakkabılarda ise bu özelliklerin çoğu bulunmaz. Yemeni sağlık açısından çok sıhhatli bir ayakkabıdır. Ayaklardaki mantar ve nasır oluşumunu ayak parmakları arasındaki pişikleri önler.Yemeninin üst tabanı ile alt tabanı arasındaki kil, insan vücudundaki elektriği toprağa verir ve insan vücudunu rahatlatır. Ayakta koku yapmaz. Çünkü gözenekli deriden

yapıldığından teri dışarıya verir. Yemeniler renklerine, büyüklüklerine ve şekillerine göre adlar alır.Renklerine göre: Siyah yemeni: merkup, pantof, kulaklı. Mor yemeni: annubi. Kırmızı yemeni: gül şeftali ve nar çiçeği.Büyüklüğüne göre: Çocuk yemenisi: metelik, Küçük hasbe: 7 yaş için, Büyük hasbe: 9–10 yaş için, Vastani: 34–35 numara, Orta ayak: 36–37 numara, Zegender: 38–39 numara, Ges: 40–41 numara, Lorba: 42–43 numara, Uzger: 44 numara, Uluayak: 45 numara, Zelber: Daha büyük ve hiçbir numaraya uymayan yemeniye verilen isimdir.Şekillerine göre: Halebî: Daha ziyade köylüler tarafından kullanılır. Merkup: Daha çok durumu iyi olanlar tarafından kullanılır. Burnu sivri: Daha çok köylüler tarafından kullanılır.Kulağı uzun: Daha çok şehirde giyilir. Eğri simli: Gümüş telle işlemelidir.

Yemeni

Page 17: El sanatları

17

ORHAN ÇAKIROĞLU Bütün dünyada gişe yapan filmlerden iki tanesi, Truva ve Harry Potter filmlerinde kullanılan ayakkabılardan bazıları bir Türk ustasının elinden çıkmış ve Gaziantep’te imal edilmiş. 42 yaşınndaki Orhan Çakıroğlu, baba-ata mesleği olan yemeniciliğin dördüncü kuşak temsilcisi. Eskiden yüzlerce yemenicinin bulunduğu Anadolu’nun en renkli çarşılarından biri olan Gaziantep Çarşısında, dededen kalma yemeniciliği geleneksel siyah ve kırmızı renklerinde üreterek sürdürüyor. Hayri ustanın oğlu Orhan Çakıroğlu başlangıçta siyah ve kırmızı renklerin büyüsüne kapılmış. Bir daha bu meslekten ayrılamamış. Fakat, zamanla kırmızı ve siyah geleneğinin dışına çıkarak, yemeninin kapısını her renge açmış taleplere göre yeni modeller, motifler geliştirmiş.

ORHAN ÇAKIROĞLU YEMENİ GAZİANTEP

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 18: El sanatları

18

Devrek’te bastonculuk tarihine bakıldığında, bastonculuk ilkel bir yün ve pamuk eğirme aleti olan çıkrıkla başlamıştır. Manda boynuzundan yapılan iki tarafı siyah, ortası beyaz, çubuk şeklinde kemik ağızlık ve kızılcık ağacı özünden üç parçalı ve eklemeleri gümüş veya altın bilezikli olan ağızlıkları yapımı da bastonculuğu da geçiş ürünleri olmuştur. Hicrî 1310 (1892) tarihli Kastamonu Salnamesi’nde Hamidiye kazasında (Devrek) “ceviz ağacından sandık, masa, konsol, sigara ağızlığı ve baston gibi şeyler şayan–ı memnuniyet bir surette olup….” demesi Devrek’te 1892 yılında baston yapıldığını göstermektedir.Devrek Bastonu, dünyada benzeri olmayan nitelikte sanatsal ve yerel kültür birikimini üzerinde taşıyan zarif, şık bir destektir.Devrek’te baston yapımı gerçek değerini bulmuş, Devrekli ustaların yaptığı bastonlar Anadolu kültürünün estetik ve zerafetini de işçiliklerine katmış

ve böylece Devrek bastonlarının ünü Türkiye sınırlarını aşmıştır. Devrek’te baston yapımı büyük önem kazanmış babadan oğula ustadan çırağa bu sanat dalı geçmiş ve baston yapımı gözde bir meslek durumuna gelmiştir. Günümüzde Devrek’te yapım geleneği sürmekte ve birbirinden güzel örnekler ortaya konmaktadır.Devrek bastonlarında birbirine dolanmış yılan motiflerinin de sık sık uygulandığı görülmektedir. Bir yandan boyama işlemi yapılırken öte yandan da kusurlu yerler dolgu verniği ile düzeltilir. Bu arada boya verniği yüzeylerde hiçbir şekilde uygulanmaz. Bu işlemler yapıldıktan sonra sıra bastonun sapına gelir. Çoğunlukla ceviz ağacından yapılmış saplarda sedef, gümüş bağa, dağ keçisi ayağı, kemik ve değerli taşlar kullanılır. Ördek bacağı, yılan başı, atmaca, karaca ve at başının saplarda yer verildiği gibi içerisinden şiş çıkan silah olan, kargıya dönüşen, kurşun atan bastonlarla da

karşılaşılmaktadır. Ancak kamalı bastonlar günümüzde yasak olduğundan yapılmamaktadır.

Devrek Bastonu

Page 19: El sanatları

19

METİN DEDEMEN Kısa adı BASKOP olan Devrek Baston ve El Sanatları Küçük Kooperatifi yönetim kurulu başkanı Metin Dedeman, “baston ustaları arasında birlik ve beraberliği sağlayan bir dayanışma” için kooperatif

METİN DEDEMEN DEVREK BASTONU DEVRET, ZONGULDAK

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 20: El sanatları

20

Sedefçilik, her ne kadar bazı kaynaklar Sümer Sanatında sedefin traş edilerek ahşaba uygulandığını, Uzak Doğu ve Güney Asya’da Hint Sanatında sedef süslemelere rastlandığını bildirirlerse de, sedefin en yaygın ve en gelişmiş şekliyle Türk–Osmanlı Sanatında görüldüğü bilinir. İlk örneklerine 15. yüzyıl sonlarında rastlanmış, Edirne’deki tek kubbeli Beyazıt II. Camii’nin kapı kanatlarında görülen sedef işçiliğinin 16. yüzyılda olgunluk devresine girdiği, kapı, pencere, dolap kanatları, kürsü, çekmece, Kur’ân muhafazası, rahle, masa, koltuk, kanepe, sehpa gibi mobilyalar, silah kabzası, nalın, körük, tütün tabakası, kahve takımı vb. gibi tüm ahşap eşyada görülmüştür. Osmanlı İmparatorluğu döneminde geniş kullanım alanına sahip olan Sedef işçiliğinin, Enderunlu ustalarca yapılmış örneklerini günümüzde tarihî müzelerde görmek mümkün.Gaziantep’te halen ve kendini yenileyerek sürdürülen bu

sanatın, yaşayan kaynaklardan edinilen bilgiye göre, 1963 yılında başladığı bilinmektedir.. Gaziantep’te 54 sedef atölyesi olup, 55. atölye Gaziantep Üniversitesi’nde, Gaziantep El Sanatlarını Koruma ve Geliştirme Merkezi’nde, 1992 yılında kurulmuştur. Ceviz, maun, gül gibi sert ve dokusu sıkı ağaç tercih edilerek yapılan Sedef kakmada, kurşun, kalay, gümüş ve alpaka tel, motiflerin çevresini süslemede kullanılır. Sedef ise, tatlı sudan çıkarılan istiridye kabuğudur. Sedef yerine ya da sedef ile birlikte boynuz, bağa, fildişi ve kemik de kullanılmaktadır.Sedef işçiliği, ‘oyma’ ve ‘kakma’ usulü ile yapılır. Önce, ağaca, işlenecek motif çizilir. Keski adı verilen çelik uç ile, bu motifin çevresi keskilenerek açılan kanala tel yatırılır ve çekiç kullanılarak küçük darbelerle tel ağaca gömülür. Aynı keski ile, çizilen motifin içi oyulur ve bu içi oyulmuş motifin şekline uygun olarak, sedef, iki parmak arasında sıkıca kavranarak,

zımpara taşında şekillendirilir ve motifin içine, beyaz tutkal ve ağaç tozundan yapılmış macun ile yapıştırılır. Sedef yerleştirilmiş parça en az iki saat kurumaya bırakıldıktan sonra, ince eğe ve zımpara ile silinerek, pürüzsüz bır satıh elde edildikten sonra, ispirto içinde eritilmiş gomalak cila (bir çeşit reçine) ile parlatılır.Sedef kakmacılıkta, genellikle, Selçuklu ve Osmanlı döneminde işlenen motiflere rastlanmakta olup, motiflerde geometrik desenler, çiçek, yaprak gibi doğadan alınmış naturel desenler ile, rumî, barok ve arabesk hakimiyeti görülür. Sedef kakmacılık işine “Sedefkâri”, Sedef Kakma yapan ustaya “Sedefkâr” denilmektedir. Bugün dış turizmde de geniş pazar bulmuş Sedef işçiliği, Türk Kültürünün Osmanlılara dayanan tarihî kökenini hafızalarda diri tutmayı başarmış zarif ve duygusal bir el sanatımızdır.

Sedef kakma

Page 21: El sanatları

21

MUZAFFER DEMİR 1965 yılında Gaziantep’te doğdu. Sedefçilik sanatına, babası Remzi Demir’in yanında çırak olarak başladı. Öğrenimi boyunca mesleğine devam etti. Kültür ve Turizm Bakanlığı sanatkârı olarak Gaziantep’te sedef kakma sanatını halen sürdürüyor.

MUZAFFER DEMİR SEDEF KAKMA GAZİANTEP

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 22: El sanatları

22

Dokuma tekniğinin ilk olarak ne zaman ve nerede başladığı tam olarak bilinmese de hiç kuşku yok ki dokuma sanatı, genel bağlamda, Ortaasya’da başlamıştır. Yörük ya da göçebelerin büyük bir nüfus patlaması neticesinde Asya’nın batılarına göç edip kendilerine yaşamak için daha uygun alanlar aramaya başladıklarında göçebeler şiddetli bir çok hava koşullarına maruz kalmışladır. Bu nedenle çadırlarını kurmak için keçi yünü kullanmaya başlamışlardır. Keçi yünü koyun yününe nazaran çok daha uzun ve sıkıdır. Düz dokuma tekniği bu anlamda ilk defa göçebe tenteleri yapmak için kullanılmıştır. Küçük bir kızın saç örgüsü at kuyruğundaki kısa ve sıkı saçların dışarı çıkması gibi keçi yünü de dokuma kumaşın dışına çıkarak düz dokuma çadırındaki delikleri kapar ve çadırı adeta su geçirmez bir halde getirir. Daha sonraları, bu göçebe insanlar çadırlarının toprak zeminindeki rutubetten kendilerini

korumak ihtiyacı duymuşlardır. Bu yüzden düz dokuma tekniğinin aynısını kullanarak “Kilim” adını verdikleri zemin kaplamalarını üretmişlerdir. Dokuma motiflerinin çoğu bir takım sembol betimlemeleri yansıtır. Yörükler keçi yününden kilimler dokuyarak bunları sıcak battaniyeler olarak kullanıyorlardı. Kilimler ayrıca çadırların içinde bölmeler yaratmak için kullanıldığı gibi bebek beşiklerinde de kullanıldı. Daha sonraları hayvan postlarının kullanımını model alarak, göçebeler bu düz dokumalarına (pile) eklemeye başladılar. Bu ilk pile kilimleri oldukça esneklerdi. Göçebeler bu kilimleri kolaylıkla katlayıp atların sırtlarına atarak bunları uzun yolculukları esnasında uyku çantaları olarak kullanmaktaydılar. Türk halıları, ister düğümlü ister düz dokuma olsun, Türkler tarafından üretilmiş bilinen en mükemmel sanat şeklidir. Halılar her zaman pamuk ya da yün, nadiren de ipek

eklemeleri el yapımı olurdu. Bu halılar soğuğa karşı doğal duvar görevini görmekteydiler. Düz dokuma kilimler ise sıklıkla batteniye, perde ya da koltukların üzerine konulan kaplamalar olarak kullanılırdı. Türk halıları, tüm dünyadaki ev eşyaları arasında en çok satılanlarıdır. Zengin renkleri, sıcak tonları ve olağanüstü dokuları ile geleneksel motifleri Türk halılarının 13. yüzyıldan bu yana koruduğu mevkide büyük bir paya sahiptir. Türk Kilim ve Halı dokumacılığının Anadolu’daki yayılması ve gelişmesi Selçuklu İmparatorluğu dönemine rastlamaktadır. Dokuma sanatı Anadolu’ya 11. yüzyılın sonları ve 12. yüzyılın başlarına doğru en güçlü dönemini yaşamış olan Selçuklular tarafından tanıtılmıştır. Bir çoğu halen belgelenememiş sayısız halı parçasının yanı sıra, Selçuklu kökenli 18 adet halı ve parçası bulunmaktadır. Bilinen en eski Selçuklu halıları 13. ve 14. yüzyıllardan kalmadır.

Kilim dokuma

Page 23: El sanatları

23

HASAN FEHMİ DÖNMEZ Halen Sivas Halk Eğitim Merkezi’nde Halı Kilim öğretmeni olarak görev yapan Hasan Fehmi Dönmez, yüzyıllardır süren Türk kilim sanatının en güzel örneklerini vücuda getirmek için çalışıyor.

HASAN FEHMİ DÖNMEZ KİLİM DOKUMA SİVAS

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 24: El sanatları

24

Eskiçağdan kalma mağara resimlerinden an laşıldığına göre, nakış ilk olarak giysileri bezemekte kullanılmıştır. Pers, Asur ve Babil duvar resimlerinde el işiyle süslenmiş giysiler görülür. Eski Mısırlılar da nakışta çok ustay dı; doğu uygarlıklarında yüzyıllar boyunca çok ince el işleri yapıldı. Japonya’da ipek kumaş üzerine doğa görünümleri işlenirdi. Çin nakışlarında parlak renkli ipliklerle insan ve ejderha motifleri işlendikten sonra bu motiflerin dış çizgileri sırmayla yani altın iplikle belirginleştirilirdi. Bizans’ta sivil ve dinsel giysiler, hatta at koşumları bile nakışla süsleniyordu. 8. yüzyıldan sonra ikonalara tapanlara karşı başlatılan şiddet hareketlerin-den dolayı Bizanslı nakkaşlar İtalya’ya sığındı ve böylece bu sanat Avrupa’da yayıldı.Orta Asya Türkleri’nin kadın giysilerinin ince ve gösterişli nakışlarla bezendiği bilinmekte-dir. Önce göçebe yaşamı sürdüren Türkler’in çadırlarında,

örtülerinde, hatta atlarının ko lanlarında nakışlar vardı. Doğu sanatının, özellikle Çin işlemelerinin etkisini taşıyan Orta Asya Türk nakışlarından günümüze ulaşan örnek bulunmamakla birlikte, duvar resimleri ve gezginlerin notlan bu konuda bilgi sağlamaktadır.Türkler İslam’ı kabul etmeden önce işledik leri nakışlarda daha çok hayvan motifleri kullanıyordu. Oysa İslam dini canlı varlıkların betimlenmesini yasakladığı için daha sonra motifler doğadaki bitkilerden esinlenilerek yapıldı. Bu işlemelerin özel bir dili vardı. Bir kökten yukarı doğru uzanan dallar, yapraklar ve çiçeklerden oluşan hayat ağacı sağlıklı, mutlu ve kalabalık bir aileyi simgelerdi. Bol çekirdekli karpuz, üzüm, nar gibi meyvelerse bereket simgesiydi. 16. yüzyılda, Osmanlı Devleti’nin yükselme döneminde ipekçiliğin 19. yüzyılda sanayi üretiminin gelişmesi sonucu nakış sanatında gerileme gözlendi. Bugün Topkapı Sarayı

Müzesi’nde ve birçok Anadolu kentinin müzelerinde Türk nakış sanatının özgün örneklerine rastlanır. Bunlar dan bindallı üç eteklerde görülen, kadife ve ipekli kumaşlara işlenen Maraş işi sırmalı nakışlar hünerli ellerin ürünleridir. Ayrıca genç kız çeyizlerinde mendil, peşkir, yağlık, bohça, yorgan ve yastık yüzlerinde de zarif işlemelere rastlanır. Ülkemizde olgunlaşma enstitülerinde Türk nakış sanatının yaşatılma sı ve geliştirilmesi için çalışmalar sürdürül mektedir.

Geleneksel nakış

Page 25: El sanatları

25

HALİDE DUMAN 1975 yılında Kütahya’da doğdu. Lise tahsilini tamamladıktan sonra Meslek Eğitim kurslarında nakış dersleri aldı. Tuğra elsanatları alanında açtığı atölyesinde özel tasarımlar yaptı. Osmanlı döneminden günümüze olan giyim kuşam kültürünü modernize ederek çalışmalar yaptı. İşleme sanatının güzelliklerini ve ihtişamını yaşatmak amacıyla DÖSİM’in katkısıyla bir çok yurt içi ve yurt dışı sergilere katıldı. Kütahya’nın kaybolmaya yüz tutmuş eserlerini yaşatmak ve Kütahyalı kadınlara iş sahaları üretmek amacıyla kurulan “Tuğra El Sanatları Atölyesi”nde Kütahya ve Anadolu’ya ait nakış işleri, makine nakış tekniğiyle üretiliyor. Halide Duman, dünyanın Türkiye’nin geleneksel kültürüne olan ilgisini sadece giyim alanında değil aynı zamanda ev tekstili ve hediyelik eşya dalındaki özel tasarımlarla yaygınlaştırmayı hedefliyor. Atölyede Kütahya yöresine ait otantik kıyafetler, özel ve antika değerindeki desenlerden oluşan örtü ve oda takımları, eskiden günümüze modernize edilmiş kıyafet ve gelinlikler, oda takımları, nişan setleri, çanta ve lavanta kâseleri, bohçalar hazırlanıyor.

HALİDE DUMAN GELENEKSEL NAKIŞ KÜTAHYA

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 26: El sanatları

26

Çocuklarını eğlendirmek amacıyla çeşitli ürünlerden yapılan ve oyuncak bebek havası verilen ürünler, anneannelerin ve annelerin pratik olarak ürettiği kreatif bir uygulamadır. Dal parçalarından, kağıttan, kumaşlardan pratik bir şekilde oluşturulabilir. Fakat bu türden, oyuncak temelli sistematik bir gelenek yoktur. İlk defa 1997 yılından itibaren Besi Bebek adıyla üretime başlayan Zahide Durmaz tarafından konsept tasarımları üretilmiş ve giderek markalaşmış bu yöresel bebekler, sadece bir oyuncak olmanın ötesinde başka anlamlar yüklenmiştir. Çünkü, bu bebekler, sanatçının esinlendiği anneannesinin yöresel kıyafetleri ile üretilmeye başlandığı için, yöresel kıyafetler odaklı bir sosyo–kültürel bir tasarım haline gelmiştir. Ahşap tel, kökboyama ve el dokuma ipek kumaşlarla elde yapılan Besi Bebekler, el yapımı olduğu için her biri tek ve biricik... Ayrıca her bebek baş bağlaması ve giysisi ile kaç çocuğu

olduğunu, sosyo–ekonomik durumunu, hangi köyde yaşadığını anlatıyor.Bir girişimcilik öyküsü olarak ortaya çıkan bu bebekler, kısa zamanda orijinal özelliklerinden dolayı sadece yurtiçinde değil, yurtdışında da ilgi gördü. Amerika, İngiltere, Fransa, Rusya gibi ülkelere ihraç edilen, üniversitelerde tez konusu olan bir marka haline geldi. Ürünler, Adıyaman’a özgü kumaşlar, boncuklar ve desenler kullanılarak yöresel zenginliği gösteren ve başarıyla yansıtan kültürel ürünler olarak Adiyaman’ın tanıtımına da katkı sağladı.

Yöresel bebek

Page 27: El sanatları

27

ZAHİDE DURMAZ 1979 Adıyaman’da doğdu. İlk, orta ve liseyi Adıyaman’da tamamladı. Çocukluğu, torununa eğlencelik bezden bebekler yapan anneannesinin yanında geçti. Anneannesinin vefatından sonra, sanatçı anneannesinin ismini verdiği bez bebekler yapmaya başladı (Besi Bebek).Besi Bebekleri farklılaştıran en önemli husus, yerel kıyafetler giydirilmiş olmalarıdır. Besi Bebek yapımına 1997 yılında başlayan sanatçı, yerel kıyafetler araştırmalarını genişletti; el, ayak ve baş kısmı ahşap gövdesinde, tel ve sargı bezi sarılı kıyafetleri el dokuma kök boyama ve ipek kumaşlardan oluşturdu. Besi bebeklerin yöresel kıyafetleri, onların hangi köyden olduğunu, sosyo-ekonomik durumunu, kaç çocuğu olduğunu, evli mi bekâr mı dul mu olduğunu bilinir hale getiren zengin bir yöresel kıyafetler yorumu ile üretmeye başladı. Girişimcilik, iş geliştirme, finans, motivasyon, yöneticilik, tasarım, yönetim becerileri, pazarlama, halkla ilişkiler eğitimleri alarak bu işi bir sanat olarak ortaya koydu ve geliştirdi. Besi Bebekler bazı üniversitelerde tez konusu olarak işlendi. Besi Bebek, hâlihazırda Adıyaman’ın marka değerine katkıda bulunan, Oturakçılar Pazarında bünyesinde 50 kadının çalıştığı bir ürün olarak varlığını sürdürmektedir.

ZAHİDE DURMAZ YÖRESEL BEBEK ADIYAMAN

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 28: El sanatları

28

“Kaderimden kaderime kaçıyorum” dedi Çini, Ebrunun sinesini yakan aşkıyla yandığı zaman. Aşk, tarifi zor olan, lakin şöhretini duymayan kalmayan, Gül için Bülbülü can evinden vuran, Aslı için Kerem’i kül eden, Leyla için Mecnun’u del eden, Şirin için Ferhat’a dağlar deldiren ve barınağı gönül denen yer olan, Aşk...Çininin yirmi bir günlük çileli yaşam mücadelesi başladığında hamuruna yedi farklı malzeme girilip çamur kıvamına getirildi. Onu kirleten tüm yabancı malzemelerden arındırıldı. Parçalara ayrılıp hamur kıvamından deri kıvamına gelsin, kendi kaderini dinlesin dinlendirilsin diye beklemeye bırakıldı. Bu bekleyiş günlerce sürdü, hiç bitmeyecek sandı. Öyle uzun sürdü ki, sessizlik ona ölüm gibi geldi. Ta ki ustası gelip onu eline aldığı an bekleyişi bitti sandı, ama bitmemişti. Önce astarlayıp süt beyazı yaptı tenini, sonrada hamurunu hazırlayan eller ateşlere attı bedenini. Yeryüzü serüveninin bittiğini

sanan Çini yanılmıştı. Serüveni daha yeni başlıyordu.Ebru ise kökeninin nereden geldiğini bilmiyordu. Tek bildiği Farsça’da bulut anlamına gelen “ebr” kökünden geldiğiydi. Köklerini bilmesi çokta önemli değildi onun için. Sevilmek yetiyordu ona. Güzelliğini gören hayran kalıyor, renkleriyle büyüleniyordu. Ebrunun hayali ne desen tutan kağıtlar, ne de ipek kumaşlardı. Özel ve ender olmak istiyordu.Aşkla alevler içinde yanmak, çiçeklerini pürüzsüz tarlalarda açmak ve toprakla buluşmak istiyordu. Ve öyle oldu...Ataları Karahanlılara dayanan köklü ve tarihi bir soydan gelen, Osmanlı’da canlanıp Baba Nakkaş’ın ellerinde şekillenen, Mimar Sinan’ın gönlünde pişen ve günümüze gelen Çini; aşk denizinden gelincik tarlalarına uzanan Ebruyla, renk fırtınalarının içinde bir ateş semasının altında buluştu. Binlerce yıl öncesine dayanan aşklarının çiçekleri, sevdalarının yüzü suyu hürmetine geleneksel

sanatkarın ellerinde açtı.Manevî bir yangın olup, uhrevi bir güzellik sunan bu sevdanın tekrarı yoktu. Eserleri de aşkları gibi dünyada tekti. Her buluşmaları sadece bir esere vesile oldu. Gül oldu, Sümbül oldu, “Çinide Ebru” oldu.Bu buluşmayı önce kainatın sahibine, sonra da onlara renk veren sanatkarına borçlu olan “Çinide Ebru”, her serüven gibi nerede biteceği bilinemeyen, iç huzuru sabırla sınamanın ürünüdür. Bu eserler bizlerden sonra ki geleceğe kalacak değerlerdir. Çini ve Ebrunun buluşması bizlere hem kaderi hem de bu gök kubbenin altında yalnız olmadığımızı öğreten yeni bir ufkun seyir defteridir.

Çinide ebru

Page 29: El sanatları

29

ÖZKAN ELAGÖZ Öğrenim hayatını tamamladıktan sonra, el sanatlarına olan merakı nedeniyle 2001 yılında başlamış olduğu Ebru sanatı macerası 2004 yılına kadar hep hüsranla sonuçlandı. Gayesi çini ve seramik objelere bu sanatı uygulamak olan Özkan Elagöz 2004 yılının sonunda istediği renk ve kalitede Ebru Sanatını çini ve seramiklere uygulamayı başardı. Bu heyecan ile 2004 yılından 2006 yılına kadar hangi objeye ne yapabilirim çabaları ile uğraşan Özkan Elagöz, seramik fabrikalarından aldığı alt yapı (bisküvi karo) desteği ile eserlerini tek parça seramik objelere uygulama kararı aldı. Ebru sanatında en zor olarak kabul edilen “AKKASE” tekniğini, dünyada seramik objelere canlı renklerle sır altı tekniğini uygulayan ilk sanatçıdır. 2007 yılında başlayan sergileri, başta Amerika olmak üzre, Dubai, Güney Kore ve yurt içinde çeşitli sergilerle devam etti. Halen sergileri devam eden, Yurtiçi ve yurtdışındaki devlet büyüklerinde ve özel koleksiyonerlerde eserleri bulunan Elagöz, sanatına Kütahya’da devam etmektedir.

ÖZKAN ELAGÖZ ÇİNİDE EBRU KÜTAHYA

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 30: El sanatları

30

Hayvandan elde edilen, deri, kürk, boynuz, kemik gibi maddelerden yapılan el sanatlarını, kullanılan malzeme, birçok alanda kullanılmaktadır.Yemenicilik, çarık, cilt işleri, gölge oyunu tipleri, gölge oyunu tipleri ve mutfak araçları yapımında yoğun olarak kullanılan deri ürünleri, “hammaddesi hayvansal deri olan geleneksel sanatlar” kapsamında değerlendirilmektedir.Hayvan postunu yumuşak ve sağlam bir ürün olan deriye çevirmek için yapılan pek çok işlem vardır: kromla tabaklanma, bitkisel tabaklanma, aldehite tabaklanma, yapay tabaklanma, alumn tabaklama yöntemleri..Deri üretim işlemleri başlıca 3 alt işleme ayrılır, hazırlama aşaması, tabaklama ve kabuklama işlemi. Tüm gerçek deriler bu aşamalardan geçerler. Daha fazla işlem, yüzey kabuklama işlemi yukarıda bahsedilen işlemlere ek olara uygulanabilir fakat tüm deriler

aynı işlemi kabul etmeyebilir. Tüm derilere uygulanan işlemleri listelemek mümkün değildir çünkü her deri tipine aynı işlemler uygulanamaz. Hazırlama aşaması koruma, ıslatma, kreçleme, tüy dökme, deri sıyırma, yarma, kırpma, yağ giderme, ağartma, asitle temizleme aşamalarından oluşur. Tabaklama ise deri çubuklarının bakteri saldırılarından etkilenmesini engellemek ve derinin kararlı duruma geçmesini sağlamak için yapılır. Tabaklama işlemi içine işleme ve sabitleme işlemlerini içerir.

Deri süs eşya

Page 31: El sanatları

31

B. RIDVAN ERTAN 1961 Kahramanmaraş doğumlu. 1970 yılından beri Ankara’da ikamet eden sanatçı, evli ve 2 çocuk sahibi. TC Kültür Bakanlığı Geleneksel El Sanatları Deri Sanatkârı olan B. Rıdvan Ertan, 2004 yılında Ankara’da kurduğu Ardıç Deri firmasıyla yüksek kalite standartlarında ürünler üretmektedir. Hakikî deri üzerine, Osmanlı ve Selçuklu motifleri ve desenlerini kullanan sanatkâr, özgün model ve tasarımlar çalışmaktadır. Tamamen el yapımı olarak, makina kullanmadan çanta, kemer, cüzdan ve çeşitli aksesuar türleri otantik deri ürünler üretmektedir.

B. RIDVAN ERTAN DERİ SÜS EŞYA ANKARA

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 32: El sanatları

32

Oltu taşı, Türkiye’de Erzurum’un Oltu ilçesinin kuzeydoğu kesiminden çıkarılmakta olan yarı değerli bir taştır.Oltu taşının diğer bir adıda Karakehribardır. Oltu taşı siyah, koyu kahve, sarı, nadiren de gri-yeşilimsi olabir. Bu maden esasında bir karbon bileşenidir, siyah renkli, kolay işlenebilen, bu nedenle de takı ve ziynet eşyası yapımında kullanılır. Genelde bayan takıları ve [tesbih] üretiminde önemli bir yere sahiptir. Yüzyıllardan beri yörede genellikle tek kişilik ve babadan oğla geçen ev-atölyelerde fazla bir değişikliğe uğramadan üretilmektedir. 3213 sayılı Maden Kanunu’nda kıymetli taşlar arasında olduğunun tescili dahi yapılmıştır. Yakın tarihlerden itibaren Gürcistan üzerinden getirilen benzer özelliklerdeki taşlar Oltu taşı adı altında pazarlanmaktadır. Ancak bu taşlar kalitesiz, çabuk kırılganlık özelliğine sahip ve Oltu taşında bulunan siyah ve kahveregimsi özelliklerinin dışındadır. Kalitesinin düşüklüğü

sebebiyle piyasaya ucuz olarak sürülmekte bu da hakiki Oltu taşı üretici ve pazarlamacılarının işlerini zorlaştırmaktadır.Oltu taşı görünüm olarak kolayca taklit edilebilir olmasına rağmen şayet özellikleri iyi bilinirse taklitlerinden kolayca ayırt edilebilir. Oltu taşını taklitlerinden ayırt edebilmek için su özellikleri bilmek gerekir.Elimizdeki toplu iğnenin ucunu iyice ısıtıp tespih tanesine batırınız şayet elinizdeki tane Oltu tası ise iğne Oltu taşına işlemez yani batmaz, batarsa taklittir.Oltu taşını kazırsanız veya zımparaya sürerseniz kahverengi toz bırakır.Oltu taşı kehribar özelliği gösterdiğinden, sürtünme sonucu elektriklenir ve küçük toz parçacıklarını çeker.Oltu taşını avucunuzun içine alıp üflediğiniz zaman üzeri buharlaşıp nemlenir.Oltu taşının kendine has ve taklitlerinde olmayan tok bir sesi vardır.Oltu taşından yapılmış tespih

ağızlık ve diğer süs eşyaları kullanıldıkça parlayıp güzel bir görünüm alır.Oltu taşı mamullerinde azda olsa işçilik arızalarına rastlanır.Taneler birbirlerini tutmayan ebatlarda olabilir.

Oltu taşı takı

Page 33: El sanatları

33

NECDET GÜR 1967 yılında Erzurum’un ilçesi olan Oltu’da Güllüce köyünde doğdu. İlk ve orta okulu burada okudu. 1987 yılından bu yana birçok gümüş işi yapan ustaların yanında sanat öğrendi. Gür, Türkiye’de ve yurtdışında birçok sergi ve fuarlara katıldı. O bir sanatçı olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından verilmiş bir kimlik belgesine sahiptir. Bugün itibariyle, Gür, Oltu kendi atölyesinde çalışmalarına devam etmektedir.

NECDET GÜR OLTU TAŞI TAKI ERZURUM

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 34: El sanatları

34

Mimarî yapıların iç ve dış yüzeylerindeki sırlı ve sırsız kaplama elemanları, günlük yaşama ilişkin kullanım eşyaları ve fonksiyonel olmayan seramik objeler bu sanat dalı ürünlerinden bazılarıdır. Seramik; metal ve metal alaşımları dışında kalan tüm inorganik maddelerin oluşturduğu bileşimlerinin şekillendirilmesi, dayanıklılık kazanana kadar pişirilmesi bilim ve teknolojisidir. İlk seramik üretimlerden günümüze değin seramik terminolojisi; üretim amaçları ve üretim yöntemlerinin çeşitliliği nedeniyle geniş bir alana yayılmakta, el sanatları, sanat, bilim, teknoloji alanlarında yer almaktadır. Seramik sanatı, tarih öncesi çağlarda başlayan ilk üretimlerinden günümüze, üretim yöntemleri, üretim amaçları ve taşıdıkları kültür boyutu ile varlığını, gelişerek sürdürmektedir. Bu gelişim süreci içerisinde, evrensel ve lokal özellikleri de, yapısında taşımıştır.

Seramik sanatı, çömlekçilik, çinicilik, tuğla ve kiremit üretimi olarak gruplandırılabilir. Çömlekçilik; çömlekçi çarkı, basit tezgah veya elle şekillendirilen kapların üretimini, çinicilik; geleneksel motiflerin dekoratif eşya ve duvar karolarında gösterilen, seramik sır altı, sır üstü dekor uygulamalarını, tuğla ve kiremit; elle, kalıplarla şekillendirilen yapı malzemelerini ifade etmektedir. Çömlekçilik ve çinicilik el sanatı ülkemizde bugünde varlığını korumakta, belirli merkezlerde üretimlerini sürdürmektedirler. Tuğla ve kiremit üretimi günümüzde endüstriyel şekillendirme yöntemleri ve araçları ile üretilmektedir.Osmanlı Seramik sanatının bilinen üç üretim merkezi, İznik, Kütahya ve Çanakkale’dir. İznik ve Kütahya’da geleneksel seramik üretimi sürdürülmekte, Çanakkale’de geleneksel üretim yöntemleri ile üretilen seramikler ise görsel olarak geleneksel

Çanakkale seramiklerini yansıtmamaktadır. Çömlekçilik sanatına, Türkiye’nin seramik malzemenin uygun olduğu hemen her ilinde rastlanmaktadır. Avanos, Kınık, Menemen, Karacasu Çömlekçilik sanatında sürekli ve yoğun üretim yapan merkezlerdir.Seramik, Anadolu toprağından doğmuş 8000 yıllık bir gelenek.Seramik, tarihi insanoğlunun tarihi kadar eski, tarih boyunca farklı formlarda, farklı medeniyetlerin içinde ortaya çıktı. Bazen çanak olarak, bazen kap olarak, bazen de süs eşyası olarak yada oyuncak olarak ortaya çıktı. Seramik farklı kültürlerin izlerini taşıyarak tarihe ışık tutan önemli bir araç oldu.

Seramik

Page 35: El sanatları

35

YILDIZ İBRAM Cernavoda-Romanya doğumlu sanatçı ilk ve orta okulu aynı ülkede tamamladı. Çocukluk yıllarında Bacau-Romanya bölgesindeki tatil kamplarına katıldığında ‘terracota’ (kırmızı çamur) ile çalıştı. Lise yıllarında ise tornaya (çark) olan ilgisi nedeniyle Horezu-Romanya’da geleneksel Romen çömlek yapımını öğrendi. Üniversite eğitimini Bükreş-Romanya Hukuk Fakültesi’nde tamamladı. 1995 yılında İstanbul’a taşındı. 1996 yılında Beyoğlu İstanbul’da Yıldız Seramik işletmesini kurdu. 1996-2008 yılları arasında İznik ve Kütahya çiniciliği hakkında araştırmalar yaptı, Kütahya’nın değerli çini ustalarından ‘dekor’, ‘desen tasarım’ ve devlet sanatkârı Mehmet Yıldırım’dan ‘torna’ eğitimi aldı. Bu süre boyunca Yıldız Seramik’e ait Nicaea Stone markasını geliştirdi. 2008-2010 yıllarında, Anadolu çinicilik sanatını topluma yaygınlaştırmak amacıyla, kendi eğitimine de katkıları bulunan Çini Sanatçısı Saim Kolhan ile birlikte Beyoğlu Belediyesi Semt Konakları’nda çinicilik dersleri verdi. 2008’de minyatür konusunda önemli bir isim olan merhum Ressam Nusret Çolpan’ın yanında Chicago-Sofa Sanat Sergisi’ne katılmak amacıyla üç ay süreyle çalıştı. Yıldız İbram’ın çini ve seramikte gelenekselden hareketle doğal olanı arama ve araştırmaya yöneldi. Sanatçı, Türkçe, Romence, Fransızca, İngilizce ve İtalyanca dillerini biliyor.

YILDIZ İBRAM SERAMİK İSTANBUL

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 36: El sanatları

36

İnce dokunmuş basmanın üzeri işlemeli ve desenlilerine verilen isim. Yazma kadınların ve genç bekar kızların kullandığı günlük ve özel günlerde giyilen başörtüsüdür. Giyilen biçimlerine göre ikiye ayrılır. Yazma pamuktan elde edilen kumaşlara basılan Anadolu motifleri ile süslenen bir kadın örtüsüdür. Eski tarihlerde ıhlamur ağaçından yapılan kalıplar ve kök boya ile 6 renk olarak imal edilirdi. Yeni teknoloji gelişimi ile Bilgisayar destekli desen tasarımı yapılan Yazma 12 renge kadar basılır. Kadınlar ve genç kızlar kenarlarına oya işleyerek çeyizlerine koyarlar.

Yazma

Page 37: El sanatları

37

TAHSİN İSTENGEL 1957 yılında İstanbul’da doğdu. 1989 yılından bu yana, yazma üzerine çalışmaktadır. Çanta, yelek, ceket, kartlar, koşucular, şal, masa örtüsü ve kendi atölyelerinde perde gibi ürünler tasarlamakta ve yapmaktadır.

TAHSİN İSTENGEL YAZMA İSTANBUL

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 38: El sanatları

38

Tesbih, Allah’ın güzel isimlerini belirli bir sayıda zikretmek için kullanılan ve hemen hemen her müslümanın cebinde taşıdığı pratik bir araçtır. Aynı boyutları ve aynı şekli haiz 33, 99, 500 ya da 1000 adet dânenin (tânenin), en basit hâliyle, iki ucu biribirine düğümlü bir ipe dizilmesinden oluşur. 500’lük ve 1000’lik tesbihler, eskiden tekkelerde ve daha çok toplu zikirlerde kullanılırdı.Tesbihin tâneleri genellikle kürevî (küresel, yuvarlak), beyzî (elipsoidal), şalgamî, üstüvânevî (silindirik) ve armudî olur. Çokyüzlü kristal gibi fasetalı ya da farklı estetik biçimlerde oymalı, daha fantezi biçimlerde olanları da vardır.Tesbihin, tesbihçinin san’atını sergileyen en önemli parçası tânelerin dizili olduğu ipin iki ucunun buluştuğu yerdeki “imâme”dir. Bu, tesbihin zarîf görünmesini sağlamak üzere genellikle tânelerin uzunluğundan 4 ilâ 7 misli daha uzun tutulan ve dönel simetriyi haiz olan bir parçadır.

Boğumlarından birinde hareket edebilen bir, iki ya da üç adet halka da bulunabilir. İmâmenin altındaki iki delikten girip de üstündeki tek delikten çıkan tesbih ipinin iki ucu helezonî biçimde burulur. Bu ipe birkaç adet (genellikle üç adet) küçük ve ip üzerinde kayamayacak kadar ip deliği dar tutulmuş olan tâne daha eklenir. İki ucu burulmuş olan ipin bittiği yere hâtime (ya da tepelik) denilen, şekli tânelerinkinden farklı bir parça ilâve edilir. Hâtimenin üstündeki konik deliğe tıpatıp oturan, çivi denilen ve alt tarafı aynı konik şekli haiz olan kısım ise tesbih ipinin iki ucunun rabtedildiği kilit noktasıdır. Zamanımızın büyük tesbihçilerinden Neyzen Niyâzi Sayın “çektiği” bâzı tesbihlerde imâmeden sonra ve hâtimeden önce birer de Mevlevî Sikkesi şeklinde iki parça ilâve etmektedir. Bâzı tesbihlerin ucuna ibrişimden, ipekten, gümüş ya da altın tellerden yapılmış bir püskül takılır ki buna da kamçı denilmektedir.

Tesbihin diğer parçaları ise durak (ya da nişâne) ve pul’dur. Durak ya da nişâne 99’luk tesbihlerde 33. ve 66. tânelerden sonra konulan ve tesbihin dışına doğru sarkan özel şekilli parçalardır. Bunlar 99’luk bir tesbihi 3 adet 33’lük kısma ayırırlar. Bâzen üzerilerinde hareketli halkalar da bulunur. Tesbih dizimi dahî ince bir iştir. Tesbih ipinin iki ucunun helezonî buruluşu, uçlarının balmumulanışı, imâmenin altındaki ve üstündeki düğümlerin atılışı herkesin kolay ko lay taklîd edemeyeceği bir mahâret ister.Tesbihçilik tıpkı hat san’atı, ebrû san’atı gibi Türklerin elinde ve ustalığında XIX. yüzyılda şâhikasına erişmiş bir san’attır. Bu san’atın elimizdeki en eski örnekleri maalesef XVII. yüzyıldan önceye ulaşmamaktadır.

Tesbih

Page 39: El sanatları

39

İMDAT KALAYCI 1970 Trabzon doğumlu olan sanatçı yoğun el emeği gerektiren tesbih yapımı ustasıdır. Tane, durak, pul, düğüm yuvası, imame, ara tane ve tepelikten oluşan ayrıntılarıyla atölyesinde su aygırı dişleri, bağa, organik kehribar, gergedan boynuzu gibi malzemelerle, el işi tesbih yapımını sürdürüyor. Sanatçı, uluslararası alanda “İstanbul işi” denilen Türk tesbih ustalığının temsilcilerinden birisidir.

İMDAT KALAYCI TESBİH İSTANBUL

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 40: El sanatları

40

Ege bölgesinde Muğla iline bağlı Yeşilyurt kasabasında üretilmekte olan Yeşilyurt dokumasının geçmişinin yaklaşık 350 yıl öncesine dayandığı söylenir. Ancak dokumacılık bölgede yerini bağ ve bahçeciliğe bırakmış, varlığını koruyamamıştır. 1960’lı yıllarda devlet 30 adet kamçılı tezgâhı halka dağıtmış ve bir süre dokumacılık yoğun şekilde yörede yapılmıştır. Devlet tütüncülüğü teşvik ettiği dönemde de yöre halkı tütüncülüğe yönelmiş ve dokumacılığın yerini tütüncülük almıştır. 1990’lı yıllarda ekonomik yaşamı yeniden canlandırmak, özellikle kadınlara gelir getirici bir uğraş olması amacıyla yeniden dokumacılığa başlanmış ve atölyeler kurulmuştur.Yeşilyurt dokumalarında, ham ipek iplik ve daha çok pamuk iplik kullanılır.Dokumada iki tip tezgâh kullanılır; biri tamamen ahşaptan kalın ipliklerle 60cm eninde dokunan kumaşların

üretildiği yüksek tezgâhtır. Bir diğeri ahşap ancak tarağı demir ve gücüleri tel olan 90cm eninde dokuma yapılan kamçılı tezgâhtır. Yeşilyurt’ta daha çok çizgili (yollu) ya da kareli dokumalar üretilir. Bezayağı tekniğinde, geleneksel renk ve desen örnekleriyle altı çeşit dokuma yapılır. Bunlar ‘helali’, ‘alyanak’, ‘peştamal’, ‘bürümcük’, çarşaf’ ve ’yatak örtüsü’dür. Helali Dokuması, çözgüsünde ham ipek iplik, dokuma çizgilerinde de atkısında tamamen pamuk ipliği ile üretilir. Daha çok erkek iç giyiminde kullanılır. Alyanak dokuması, eskiden kırmızı–beyaz kareli olarak, erkek gömlek ve kuşaklarında kullanılmak amacıyla üretilmiştir. Peştamal dokuması, 60cm eninde dokunmakta ve baş örtüsü olarak kullanılmaktadır.Bürümcük dokuması, atkı ve çözgüsünde çok bükümlü ham ipek kullanılan dokumadır. İplikleri boyanmadan dokunan bu kumaşlarda bükümlü iplik kullanıldığı için kıvrımlı

bir görünümü vardır. Çarşaf dokuması, pamuklu iplikle boyuna çizgili olarak dokunur. Günümüzde baş örtüsü ve gömlek olarak kullanılır. Yatak örtüsü dokuması, 60cm enindeki kumaşlar yan yana getirilerek dikilir ve yatak örtüsü haline getirilir çözgüsünde pamuk, atkısında ise pamuk ve bazen yün ipliği kullanılmıştır.

Yöresel el dokuma

Page 41: El sanatları

41

ZEYNEP KARACAN Yeşilyurt’ta 200-250 yıldır ipek böcekçiliği ve ipek el dokumacılığı yapılmaktadır. Bölgede tütüncülüğün cazip bir gelir kaynağı olmaktan çıkmasıyla, unutulmaya yüz tutan dokuma sanatı Türkiye’nin ilk kadın valisi Lale Aytaman’ın Muğla valiliği döneminde ve eski belediye başkanı Mehmet Güner’in öncülüğünde canlandırılmış ve Pisi, Türkiye’de Vakko ve Beymen gibi isimlere dokuma satar ve yurtdışına da ihracat gerçekleştirir hale gelmiştir. Ancak bu canlılık sonradan göreve gelen valilerce pek desteklenmemiş olup, beldede geleneksel dokuma sanatı halen İsmail Karacan ve kızı Zeynep Karacan tarafından yaşatılmaktadır.

ZEYNEP KARACAN YÖRESEL EL DOKUMA MUĞLA

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 42: El sanatları

42

Keçe sözünü Türkçe etimolojik olarak inceleyen araştırmacılar bu kelimenin Batı Türkleri ile Oğuzlar arasında gelişmiş ve yayılmış olduğuna inanmaktadırlar. Türkçe’de keçe sözüne ilk kez XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud’un Divân–ı Lügati’t–Türk adlı eserinde rastlanmıştır. Keçe kelimesinin geçme–geçmek (kaynaşıp birleşmek anlamında) kelimeleri arasındaki bir ilişkiden dolayı kullanılmaya başlanıldığı düşünülmektedir.Keçenin ana malzemesi yündür. Genelde koyun yünü kullanılır, ama deve tüy ve alpaka yünleri de kullanılır. Koyunların yünlerinin çeşitleri de çok fazladır. Bölgeye ve yedikleri otlara göre kalitesi değişir. Yün doğal bir malzeme olduğu için, çok faydalıdır. Evde kullanıldığında odadaki nem oranını düzenler. Çok nemliyken nemi alır, çok kuru bir hava varken de ortama nem ekler. Çalışma sırasında da yünlere dokunmak, okşamak insanı çok sakinleştirir. Özellikle

çok hareketli çocuklar yün ile çalışırken sakinleşirler.Keçe yapımı çok eski bir uğraştır. İlk keçelerle ilgili değişik hikayeler var. Nuh’un gemisinde postu olan hayvanlar küçük bir yerde oldukları için ve denizde sallandıkları için, stresten postlaları atarlarmış. Yerler de ıslak olduğundan sürekli yünlerin üstüne bastıkları için keçeleşmeye başladılar. İçine de yedikleri ot parçalarından desen yapmışlar. Hayvanlar gemiden çıkarken, dünyanın en güzel keçe halısını bırakmışlar….Aynı şekilde at binerken, eskiden, yumuşak oturabilmek için atın sırtına yün serpilirdi. Ter ile hareket bu yünleri keçeleştirirdi. Kuzey ülkelerinde ise, tahta ayakkabılar içine koyarlarmış daha rahat olsun diye, yine ter ve hareketle beraber keçeleşirdi.Yazın serin kışın sıcak tutar. Kuzey ülkelerinde botlar bile keçeden yapılırdı. Su geçirmez. Ortaasya’da çadırlar ve halılar için de kullanılır.Günümüzde hâlâ geleneksel

keçe yapan atölyeler vardır. Son yıllarda keçe hobi olarak da keşfedildi. Artık yünleri temiz ve taranmış olarak bulunabiliyor. Böylede evde de keçe yapılabilir.İki çeşit keçe yapımı vardır. Biri ıslak keçe yöntemi ve diğeri iğne ile yapılan keçelerdir. Islak keçe daha sağlam olur. Keçe iğnesi ile yapılan eserler daha çok süs amaçlı yapılır. İkisi bir arada da kullanılabilir. Daha detaylı süsleme yapabilmek için ıslak keçenin yanına kuru keçe de kullanılabilir.Keçe yapımı sabır ister, ama çok keyifli bir uğraştır.

Keçe

Page 43: El sanatları

43

AHMET YAŞAR KOCATAŞ 1950 yılında Afyonkarahisar’da doğdu. Afyonkarahisar’da ilköğretim okulu bitirdikten sonra, bir aile işi olan keçe işini yapmaya başladı.Pek çok sergi ve fuara katılan sanatçı, kendi atölyesinde çalışmalarına devam etmektedir.Keçecilik mesleğinin bir sanat olduğunu söyleyen Keçe Ustası Ahmet Yaşar Kocataş “Yalnızca ayağı sıcak tutmak için ayakkabının tabanına koyulan bir dolgu malzemesi olarak bilinen keçe Anadolu da halkın geleneksel kültürünün oluşturduğu zengin çeşitlilikteki el sanatı ürünlerinden birisi konumunda bulunuyor. Keçe bazen müzelerde sergilenen bir sanat eseri bazen de evin duvarlarını süsleyen bir dekorasyon malzemesi olarak karşımıza çıkıyor. Koyun ve deve gibi hayvanların yünlerinin sabunlu su ile sıkıştırılarak ve dövülerek dokunmamış bir çeşit kumaş haline getirilmesi sanatı olan keçecilik sanayileşmenin getirdiği yeni ürünlerin keçenin kullanım alanını daraltmasından dolayı zaman içerisinde neredeyse yok denecek kadar azaldı” dedi.

AHMET YAŞAR KOCATAŞ KEÇE AFYON

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 44: El sanatları

44

Teber (dervişlerin yolculukları sırasında taşıdıkları 70–100 cm uzunluğundaki hafif balta), nefir (dervişlerin yolculukları sırasında yanlarında bulundurdukları öküz boynuzundan yapılmış ses çıkaran bir tür boru), keşkül ü fukara (metalden ya da hindistan cevizi kabuğundan yapılmış yemek kabı) tarikatler tarihi açısından ve dervişlerin gündelik hayat eşyaları açısından ilginç detaylar.Geçmişte dervişlerin kulandığı tefekkür bastonu olan mütteka, özellikle binbir gün süren ve en basit işleri icra ettikleri öğrenim süreci içinde, kırk gün ve gece neredeyse fazla yemek yemeden ve uyumadan kendilerini duraklamaksızın ibadete verdikleri imtihan esnasında kullandıkları bir tür baston.Yorgun düştüğü vakit derviş başını, alnını veya yüzünün başka bir bölümünü ya dinlenmek ya da kısa bir süre için meditasyona girmek için bu âsâ üzerine yaslıyordu.1700’lü yıllarda çok kullanılan

mütteka, 1925 yılında Türkiye’de derviş dergâhlarının yasa gereği kapanmasıyla tarihe karıştı.Anlamı Arapçada dayanak olan ve kestane ağacından yapılan bu desteğin bazı modellerinde alt destek kısmî keçi kemiğiyle de kullanılabiliyor. Mütteka, özel gümüş işlemeleriyle ve gubarî hat yazım sanatıyla gâyet ince bir şekilde süslenebiliyor.Mikroskop altında, tilki bıyığının tek bir kılından yapılmış fırçasıyla, mercimek ya da beyaz fasulye taneleri ya da seramik üzerinde icra edilen gubarî hat yazımı sanatını 1985 yılından beri sürdürüyor. Çizgi ya da hâttın karmaşıklığına göre, bir örneği gerçekleştirebilmek için bir ilâ üç gün’e kadar bir işçilik gerekebilir. Unutulmuş geneleksel sanatlara yeniden hayat veren bu çok özel ustanın, derviş —özelikle Konya’dan— veya kolleksyoncu olan ve arzuya göre mütteka, teber, keşkül ü fukara ve hatt–ı gubarî gibi ürünler, gündelik hayatımız içine yeniden girmiş olmaktadır.

Mütteka ve gübârî hat

Page 45: El sanatları

45

NECATİ KORKMAZ 1963 Ankara doğumlu Necati Korkmaz, geleneksel ve unutulmuş Türk sanatlarına otuz seneden beri süregelen bu yakın ilgiyi duymadan evvel antropoloji eğitimi görmüş. Arşivlerde ve eski minyatürler üzerinde uzun araştırmalar yaparak tekke sanatları dalinda uzmanlaşmıs daha sonra.Sanatçı, 1985 yılından beri gubarî hat yazımı (gözle seçilemeyecek küçüklükteki hat yazılarının mercimek gibi minik objelerin üzerine mikroskop altında, tilki bıyığının tek bir kılından yapılmış fırçayla yazılması) ve mütteka yapımı (tefekkür bastonu, dervişlerin 40 günlük çile dönemlerinde yatıp uyumadan birkaç saniyelik uyuklamalarla uyku halini geçiştirmek için çene altına destek yaptıkları bir tür bastondur. Bir diğer kullanım amacı da derin düşünceye dalındığında başa destek yapmaktır) ile uğraşmaktadır. Kişisel çabaları ile öğrendiği bu sanatların Türkiye’deki tek temsilcisidir.

NECATİ KORKMAZ MUTTEKA VE GÜBÂRÎ HAT ANKARA

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 46: El sanatları

46

Bakır işlemeciliği çok eski tarihlere dayanan bir sanattır.Bakır, yüzyıllar boyunca çekiçlerle dövülerek şekillendirilmiş; kazan, bakraç, tas, kâse vb. biçimine getirilerek kullanılmıştır.Geleneksel bakır el sanatlarımıza son yüzyılda “bakır el işlemeciliği” diye adlandırılan yeni bir el sanatı daha eklenmiştir. Özellikle Erzincan’da gelişerek yaygınlaşan bakır el işlemeciliği, bakır eşya üzerine, “kalem” adı verilen tornavidaya benzer çeliklerle gerçekleştirilir.Bakır üzerine yapılması düşünülen desen, ya sanatçı tarafından kopya kullanılmadan işlenir ya da özellikle klasik hat ve süsleme örnekleri bakır üzerine karbon kâğıt ile kopyalanır. İnce kalemle hatlar işlenir. Kalın kalemlerle desenlerin içleri doldurulur. Kimi desenlerde bazı bölümlere işlendikten hemen sonra gümüş suyu sürülür. Bu bölümler, beyaz bir görünüme kavuşturulur, diğer bölümler sonra işlendiği

için kırmızı kalır. Hava ile temas edilerek bozulmaması için eser verniklenir.Bakır el işlemeciliği, son yıllarda özellikle hızlı üretim amacıyla makine el işçiliğine dönüşmüş, ne yazık ki orijinalliğini kaybedecek noktaya gelmiştir.

Bakır işleme

Page 47: El sanatları

47

SEDAT PARLAK 1972 yılında Gaziantep’te dogdu. Bakırcılık sanatına, ilkokula giderken, çırak olarak başladı. Bakır parlatma daha sonra çeşitli kademelerde meslegini sürdürdü. Gaziantep’te bakır işleme sanatını halen sürdürüyor.

SEDAT PARLAK BAKIR İŞLEME GAZİANTEP

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 48: El sanatları

48

İğne Oyası, Dantel Oyası, Mekik Oyası, Boncuk Oyası, Kanaviçe ve Tel işleridir. Yünden yapılan dokumalar ise Heybe, Çul, Kolan, Namazla, Çuval ve Sofra Mendilidir. İpekli Dokumalar İpek Mendil, Peştemal ve Pembezar bunlardan başlıcalarıdır. Yöre halkının yaptığı el işleri ise her cumartesi Kadın El Sanatları Pazarı’nda sergilenir.

Ödemiş el sanatları

Page 49: El sanatları

49

ZERRİN SAV 1970 yılında İzmir’e bağlı Ödemiş ilçesinde doğdu. İlkokulu Ödemiş Cumhuriyet Okulu’nda, orta okulu Ödemiş Ortaokulunda okudu. 2009 yılında Truzim ve Kültür Bakanlığı’nın açmış olduğu Geneksel El Sanatları Sanatkârı sınavını kazandı. Çocukluğu şu an 87 yaşında ve hayatta olan anneannesinden dut yaprağı ile ipek böceği bakımı ve ipek yapımını öğrenerek geçti. Ödemiş yöresine has ipek iğne oyaları alanında bu geleneksel çalışmaları geliştirerek sürdürdü. Kök boyaları ile ham ipekleri pişirip boyayarak çeşitli çalışmalar yapan sanatçı, aynı zamanda bu çalışmaları ev hanımlarına da öğreterek aileleri için ekonomik katkı sağlamalarına yardımcı oluyor. Kurucu üyesi olduğu Ev Eksenli Çalışan Kadınlar Kooperatifi kanalıyla çeşitli çalışmalar sürdürüyor. Ödemiş yöresine özgü tüm el işi oyaların, isimleri, anlamları ve yapılışları hakkında derleme çalışmaları bulunan sanatçı, bir kitap çalışması planlamaktadır.

ZERRİN SAV ÖDEMİŞ EL SANATLARI ÖDEMİŞ

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 50: El sanatları

50

Telkâri Kısaca gümüş tel işleme sanatı anlamına gelen “telkâri”, ince tel haline dökülen gümüşün bükülmesiyle oluşturulan küçük motiflerin bir araya getirilmesi olarak tanınır. Tümüyle el işçiliğine dayalı bir sanattır. Telkâri ürünlerimizde kesinlikle gümüş dışında herhangi bir maden kullanılmamaktadır. Telkâri sanatı ile yaygın olarak tütün kutusu, takunyalar, aynalar, tepsiler, kemerler, küpeler, kolyeler, düğmeler ve yüzükler yapılabiliyor.

Kazaziye İncecik, dantelvari işlemecilik sanatı olan telkârinin tarihi geçmişi de oldukça eskiye dayanıyor. Bilimsel araştırmalarının bulguları referans alınarak geliştirilen tezlere göre, maden sanatının ilk adresi Anadolu’dur. 8000 yıldan uzun bir tarihe sahip olan Çatalhöyük’te yapılan arkeolojik kazılarda çıkarılan bakır ve kurşundan yapılmış süs eşyaları da bu tezi kuvvetlendirmektedir. Arkeolojik kazılardan elde

edilen bulgulara göre, telkâri tekniğinin MÖ 3000 yılından beri Mezopotamya’da MÖ 2500’den bu yana da Anadolu’da kullanıldığı anlaşılmaktadır.Göz zevkini el emeği ile buluşturan bir sanat olan telkaride, Anadolu kadınında gönülden geçenin oyada buluşması neyse, ustanın aklından geçenin gümüş ile buluşmasının tılsımı da odur. Tıpkı hayat gibi incecik damarların her birinde emeğin bereketi vardır ve hayat telkarinin her kıvrımında bir hikmet saklar.Kazazlık zanaatı Osmanlı aracılığı ile Anadolu’nun belli yerlerinde yapılmış günümüze ulaştırılmıştır. Kazazlık işleri ibrişim üzerine burularak sarılmış 008 ve 009 mikron saç teli inceliğinde 1000 ayar gümüş 24 ayar altın tellerle yapılan ve Trabzon’a mahsus bir sanattır.I. Dünya Savaşından önce Trabzon’da 60 tane kazaz dükkânı olduğu söylenir. Trabzon’da Rumlar da kazazlık yaparlardı. Kazazlık Zanaatına

“zıtka mintan” ile köylülerin giydiği giysiler de girerdi. Osmanlı döneminde ise “kaftanları” süslerdi.Yine o dönem de kadınların şallarının kenarlarına şerit olarak dikilir; bu şeritlere püsküller takılırdı. Kazazlık el emeği göz nuru bir zanaattır.Kazaz işi sekiz,on motiften oluşur, bu motifler işlenir sonra montaj yapılır.Gümüş teller “çıkrık” adı verilen bir makine ile sarım yapılır. Bitmiş sarımın kalınlığı 0.3–0.5 milimetredir. Kazaz işlerinde kullanılan temel örgü ipi budur.Örgü sırasında sarım işleri tığ, şiş ve minik top altlıkları üzerine uygulanır. Daha sonra şiş ve tığlardan çıkarılır. İlk zamanlar toplar; kurşun toplarının üzerine sonra çirişli üçgen bezlerden yapılan minik toplara şimdi ise ahşaptan yapılan topların üzerine örülmektedir. Kazazlık işlerinde halen uygulanmakta olan temel örgü formları dört türlüdür; bunlar balıksırtı,sürgü, top ve ajürdür.

Telkâri-kazaziye

Page 51: El sanatları

51

HASAN TABAKOĞLU Trabzonlu telkâri ustası aynı zamanda Kültür ve Turizm bakanlığı sanatçısı olan Hasan Tabakoğlu uluslararası fuarlarda Trabzon’a özgü telkârinin tanıtımına katık sağlıyor.Cumhuriyet döneminin başlangıç dönemlerinde kazazlık işini yapan üç aile olduğu biliniyor. Abdullah Eltan, Orhan Karaçil’in amcası Celal ve 3. kuşak olan Hasan Tabakoğlu. Tabakoğlu ailesi 30’u aşkın çalışanı ile beraber kazazlık sanatını sürdürmektedir. Tabakoğulları örgü formları tekniğini geliştirerek ürünlere ayakkabı; çanta; kemer; muskalık; ekledi, hatta “hasır ve kazazı” birleştirerek yeni tasarımlar yaptılar. Çok geniş bir ürün yelpazeleri bulunuyor ve genişlemeye devam ediyor.Hasan Tabakoğlu, 2004 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından eğitimci hocalık belgesiyle ödüllendirildi. 43 yıldır zanaatına büyük titizlikle devam edenTabakoğlu, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın düzenlemiş olduğu yurt içi ve yurt dışı fuarlarına katılıyor. Kazazlık zanaatını kendi ülkelerinde yapması karşılığında çeşitli ülkelerden vatandaşlık daveti alan Hasan Tabakoğlu, ülkesine ve şehri Trabzon’a ait bu sanatı başka ülkelere mal etmek istemediği için teklifleri reddetti.Hasan Tabakoğlu, “Kazazlık Türkiye’ye ve Trabzon’a özgü bir sanattır ve öyle de kalacaktır” diyor.

HASAN TABAKOĞLU TELKÂRİ–KAZAZİYE TRABZON

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 52: El sanatları

52

“Beyaz altın” olarak anılan lüle taşının, beyaz, sarımtrak, gri ya da kırmızımsı ve mat renklileri vardır. Toprağın 20– 60–130 metre derinliklerinde, irili ufaklı yumrular halinde bulunur. Küçük yumrular, derinlere açılan kuyular ve kuyulara bağlı tüneller kazılarak toplanır. Bu kuyuların bir kısmı kuru, bir kısmı suludur. Sulu olan kuyuların taşları daha makbuldür. Pensilvanya, Güney Karolina, Utah, Meksika, Madrid, Nayirobi gibi değişik yerlerde de lületaşı üretilmektedir; Ancak bunlar önemsiz ve düşük kalitededir. En kaliteli lületaşı Eskişehir’de bulunmaktadır. Kururken nem ve gazın içindeki artıkları bünyesinde tutma özelliği ile, çok uygun bir pipo malzemesi olduğu gibi, pek çok sanayi dalında kullanılan iyi bir absorban, filtre, yalıtım ve dolgu malzemesidir. Başlangıçta tamamı ihraç edilerek Avrupa’da işlenen ham lületaşları, günümüzde, Cumhuriyet döneminde yetişmiş Eskişehir’li ustalar tarafından işlenmesi

sağlanmıştır ve tamamı yurtiçinde yapılır hale gelmiştir. Zarif narin yapısıyla tamamen özgün bir malzeme olan lületaşının artık sadece tütün için araçları değil, kullanım ve estetik değeri yüksek yepyeni eserler de üretilmektedir. Yer altından çıkarılan lületaşı bünyesindeki nemi kaybetmediği sürece kolay olarak işlenebilir. Lületaşı işlemeciliği, yetenek, tecrübe ve sabırlı bir çalışma gerektiren zor fakat zevkli bir el işçiliğidir. Özel olarak biçimlendirilmiş bıçaklarla lületaşı üzerinde her türlü işleme yapılabilir.Genellikle ustaların kendilerince hazırlanan bu bıçakların ve benzeri araçların sayısı bazen elliye yaklaşır. Uzun süreli çalışmalarda nemini kaybederek sertleşen taş suya batırılarak yeniden yumuşatılabilir. Taşın doğal biçimine en uygun modelinin seçilmesi işletmede esastır. Böylece, taşın mümkün olan en az fireyle değerlendirilmesi sağlanır.Model konusunda en önemli

kaynak gözlem ve ustaların hayal gücüdür. Tasarlanan biçimde işlenen lületaşı endirekt ısıyla uzun sürede kurutulur ve çok ince zımparalanır. Tamamlanan lületaşı eserler beyazlatılmış ve yeteri kadar ısıtılmış balmumuna batırılarak cilalanır. Yüzeyden itibaren sıcak balmumu emdirilmiş lületaşı eserler ovularak parlatılır. Bu esnada şeffaf krem / sarı renk alan lületaşı, fildişine benzer bir görüntü kazanır. Bu yüzyılın başlarında, özellikle, hanımların parça taşlardan el tornalarında boncuk çekmesiyle başlayan lületaşı işlemeciliği, Cumhuriyet yıllarından itibaren çok yönlü olarak gelişmiştir.Çinlilerin taklit edemeyeceği tek ürün olarak adlandırılan lületaşının çıkarılması ve işlenmesi konusunda yatırımcı bulunmasında zorlanılmaktadır.

Lületaşı

Page 53: El sanatları

53

FEHMİ YAVUZ Eskişehir Lületaşı Sanatkârları Eğitim, Kültür, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Fehmi Yavuz, 1990’lı yıllara gelince eski cazibesini kaybettiğini söyleyerek, lületaşı pazarı ile ilgili şu bilgileri veriyor: “Ülkemizde 1960’lı yıllarda 10 binin üzerinde lületaşı çıkartan işçi vardı. Şimdi 20-25 kişi arasında kaldı. Lületaşı işleyen de 30-40 kişi kaldı. İşlemek için lületaşını bulmakta zorlanıyoruz. Lületaşı madencisi azaldı. Vergi de yüksek. Dünyanın hiçbir yerinde el sanatlarından vergi alınmıyor. Hükûmet bu konuda bir çalışma yapmalıdır.’’

FEHMİ YAVUZ LÜLETAŞI ESKİŞEHİR

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 54: El sanatları

54

Oymacılık, ağaç, tahta, taş, maden üzerine olmak üzere başka başkadır. Ağaç ve tahta üzerine yapılan oymacılığa kaatıccılık ve taş üzerine yapılan oymaya senktraşî veya naht, madenî eşya üzerindeki kabartmalara da nakr denilirdi.Ağaç üzerine yapılan oymalar minber, kapı, pencere kapağı, rahle gibi büyük ve enfiye kutusu, arka kaşağısı, müttekâ, küçük çerçeve ve el aynaları çerçeveleri gibi küçük kıtalarda olarak iki kısımdı.Naht denilen taş oyması aaayinatı bazı cami minareleri şerefeleriyle çeşme taş çerçeveleri, hamam kurnaları, ayna taşları, mezar taşlarıve buna mümasil yerlerde kullanılan bir sanat olup bugün bunun yüzlerce numunesi görülmektedir; nakr san’atına ait işler de bugün müzelerimizi süsleyen şamdan, buhurdan, kandil, ibrik, silah, sahan ve hamam tası mangal ve benzeri üzerlerindeki ince ve zarif aaayinattır; kuyumculukta bu sanat erbabına kalemkâr

denilirdi.Anadolu Selçukluları devrinde pek ilerlemiş olan oymacılık Eşref, Karaman, Aydın ve Candar beyliklerinde de kuvvetini muhafaza etmiş ve Osmanlılarda ise en orijinal şekillerini göstermiştir; Bursa’da Ulucami’nin abonoz üzerine oyulmuş fevkalâde sanatkârane olan minberi ve Yeşiltürbe kapılarını 824 H. 1421 M. de Hacı Ali bin Ahmed isminde bir sanatkâr yapmıştır. Yeşil Cami’in muhtelif şekildeki pencere kanatları da fevkalâdedir.Türk ince sanatlarından biri de kakmacılıktır ki bu da oyulan mâden veya ağacın içine fildişi, tel, sadef, kemik vesaire ile vücuda getirilen aaayinattır; bunlardan bir haylisi müze, cami ve türbelerde görülmektedir. Süleymaniye’deki İslâm Eserleri Müzesi ile Topkapı sarayı ve Askerî Müzede bu sanat eserlerinden çok vardır. Kakmacılığın sedef işleriyle meşgul olan sanatkârına sedefkâr ismi verilmektedir

Ahşap oyma ve sedef kakma

Page 55: El sanatları

55

HÜSAMETTİN YİVLİK İstanbul’da 1947 yılında Beyazıt’ta doğdu. İlkokulda; patates baskısı, ortaokulda; karakalem, suluboya, lisede; yağlıboya, karikatür yaptı. Daha sonra mülaj, alçı kalıp, maran gözlük, şablon çıkarma, pistole şablon yazma, ahşap oyma ve ajur (testere) san’atında tecrübe sahibi oldu. 1982 yılında Selçuklu Atölyesini kurdu. 1985-1995 yılları arasınsa teimer (zamanlı swich) tamiri ve imalatı yaptı. 1995 yılında profesyonel olarak ahşap oyma, ajur, kakma ile sanat hayatını sürdürdü. Sanatçı, ahşap oyma, ajur ve kakma sanatlarında eserler verdi.

HÜSAMETTİN YİVLİK AHŞAP OYMA VE SEDEF KAKMA İSTANBUL

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 56: El sanatları

56

19. yüzyılda İstanbul’da çok orijinal ve yerel özellikte cam eşya yapan atölyelerin varlığını görmekteyiz. İlki Boğaziçi’nin Anadolu kıyısındaki Beykoz cıvarında, bir Mevlevi dervişi olan Mehmet Dede tarafından kurulmuştur. Bu imalathanede fincan, sürahi, vazo, reçellik, gülabdan ve üzeri yaldızlı nakışlarla süslenmiş beyaz süt rengi veya saydam olmayan mavi renkte bir cam hamurundan yapılmış eşyalar üretilmiştir. Adını ilk yapıldıkları yerden alan bu ürünler Beykoz camları olarak anılmaktadır.Beykoz işlerini Avrupa ürünlerinden ayıran özellikler vardır. Beykozların arkasından ışık tutulunca kırmızı renkte yansıma olmaktadır. Bunun Beykoz camları içerisinde bulunan kumun özelliğinden kaynaklandığı düşünülmektedir. Diğer özellikler ise kesme öbeği veya çukuru denen izlerin olması, kulp ve ayakların yapıştırılma şekillerinin farklı olmasıdır.Beykoz’da kristal cam ve

opal camdan çeşitli eşyalar yapılmıştır. Beykozların renksiz saydam camdan ve renksiz kristalden yapılmış olanlarının, renkli opal camlardan daha eski oldukları söylenir. Bezeme olarak hakim olan şekiller yaldızlarla yapılmış bitkisel motifler, gül ve özellikle maydanozdur.Bu sebepten Beykozların bir türüne “Maydanozlu” denmektedir. Osmanlı Padişahı Sultan Abdülmecit, İstanbul Beykoz semtinde cam fabrikası kurdurmuş, Beykoz ya da İstanbul işi diye adlandırılan can eşyalar yapılmıştır. Burada yapılan üzeri damarlı bardak, sürahi, gülabdan, vazo, şişe gibi cam eserler “Çeşm–i Bülbül” olarak tanınmıştır.

Beykoz cam

Page 57: El sanatları

57

CEZAYİR YURDAKUL Sanatçı ünlü Beykoz camlarını üretmeye devam eden sayılı elsanatçıları arasındadır. Beykoz camları Sultan III. Selim döneminde (1789-1807) Beykoz’da kurulan fabrikada üretilmekteydi. Beykoz camlarının en önemliözellikleri renksiz ya da renkli kristal kesme ve opal camlar üzerinde 24 ayar altın bezemelerin kullanılmasıdır.

CEZAYİR YURDAKUL BEYKOZ CAM İSTANBUL

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 58: El sanatları

58

İlkel el tezgahlarında binbir zahmetle yapılan geleneksel el sanatlarından ehram dokuma ürünlere sahip olmak için, bir servet ödemek gerekiyor. Günde 6 saat çalışılarak yaklaşık 6 ayda bitirilebilen 2 metreye 1,2 metre boyutundaki bir masa örtüsünün fiyatı, 25 bin lirayı buluyor.Ehram dokuma için öncelikle yün yıkandıktan sonra, kirman adlı aletle 8 mikron inceliğinde ip haline getiriliyor.Sağlam ve uzun ömürlü olması için kiraz ağacı reçinesiyle suyun karışımından oluşan aprenin içine atılan ip, daha sonra ilkel el tezgahındaki tarağa alınarak geriliyor.Tezgaha alınan ip, sabırla dokunarak, son halini alıyor. Örneğin, 2 metreye 1,2 metre boyutundaki bir masa örtüsü, günde 6 saat çalışarak yaklaşık 6 ayda bitirilebiliyor.Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından verilen “Geleneksel Türk El Sanatları Sanatkarı” belgesine sahip olan Hatice Yüksel, anneannesinden

öğrendiği ehram dokumayı, 18 yıldan bu yana yaptığını söyledi.Yüksel, ehram dokumanın, küçükbaş hayvancılığın yoğun olduğu zamanlarda daha çok Türkiye’nin Doğu bölgelerinde yapıldığını belirterek, şöyle devam etti: “Ehram dokuma, çok eski dönemlerde kadınların giyim ve kuşamında kullanılmış. Ehram dokumada, hanımeli ve kenarı kırmızı olmak üzere iki geleneksel desen bulunuyor. Cemiyetlerde kenarı kırmızılıyı gelinler, hanımeli desenini ise kızlar kullanmış. Ben de bunları kullanıyorum. Günümüzde ehram dokuma ürünler giyimde kullanılmadığı için ben de modernize ederek günlük hayata taşımaya çalıştım. Perde, masa örtüsü, koltuk şalı, bayanlar için omuz şalı yaptım.”Ehram dokumanın çok uzun aşamalardan sonra ortaya çıktığını ifade eden Yüksel, “Bu nedenle ortaya çıkan ürünlerin ucuz olduğunu söyleyemeyiz. Mesela 2 metreye 1,2 metre boyutundaki bir masa örtüsünü, 25 bin liraya satabiliyoruz.

Boyutu büyüdükçe bu fiyat daha da artıyor” dedi.Yüksel, yaptığı ehram dokuma ürünlerin “eser” niteliği taşıdığını, ortaya çıkan ürünlerin, daha çok yurt dışında ilgi gördüğünü belirtti.Geleneksel ehram dokumanın bugün fazla üretilmediğine dikkati çeken Yüksel, “Ne yazık ki ehram, son 50 yıldır kaderine terk edilmiş bir dokuma türü. Son nefesime kadar yapacağım bu sanatın yaşaması için de öğretebildiğim kadar çok kişiye öğretmeye çalışıyorum” diye konuştu.

Dokuma ihram

Page 59: El sanatları

59

HATİCE YÜKSEL Son 50 yıldır kaderine terk edilen ehram dokuma ürünlere, ülkemizde ilgi gösterilmese de yurt dışında paha biçilemiyor. Örneğin, günde 6 saat çalışılarak yaklaşık 6 ayda bitirilebilen 2 metreye 1,2 metre boyutundaki bir masa örtüsünün fiyatı, 25 bin lirayı buluyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından verilen “Geleneksel Türk El Sanatları Sanatkarı” belgesine sahip olan Hatice Yüksel, anneannesinden öğrendiği ehram dokumayı yaşatmaya çalışıyor.

HATİCE YÜKSEL DOKUMA İHRAM BURSA

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 60: El sanatları

BEDİR HASSUN Osmanlı Devleti’nde en kaliteli ve en çok aranan sabunlar Girit Adası, özellikle de Kandiye’de yapılanlardı. Kandiye sabunları temizlik ve iyi pişmiş olmaları ile nam salmıştı. Lübnan’daki Trablusşam kenti ve çevresi de zeytinyağının bolca bulunduğu ve sabun üretiminin de o nispette fazla olduğu bir bölgeydi.Özellikle Nablus, Kudüs, Rakka ve Şam sabunculuğunun çok geliştiği ve sabun ihraç eden şehirlerdi. Buralarda sabunun geçmişi 14. yüzyılın ortalarına kadar gidiyordu. Anadolu’nun ve Mısır’ın sabun ihtiyacı da büyük ölçüde bu bölgelerden karşılanmaktaydı. Sabunu çok meşhur olan ve sabun ihraç eden Halep’te 19. yüzyıl sonlarında 12 sabunhane mevcuttu. Halep ve civarında imal edilen sabunlar yerel ihtiyacı karşılamaları dışında, Avrupalı ticaret şirketleri ve büyük tüccarlar tarafından Suriye dışına ihraç ediliyordu. Edirne ve Kudüs’te imal edilen ‘misk sabunu’ ise Osmanlı sarayına, sultanlara ve devlet ricaline sunulan değerli hediyeler arasındaydı.

BEDİR HASSUN GELENEKSEL LÜBNAN SABUNU LÜBNAN

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 61: El sanatları

61

NATALIA VE VIACHESLAV

SHAKOVA 1973 doğumlu Natalia Shakhova ile 1969 doğumlu Viacheslav Shakhov “Rus Kazakları” adıyla anılan yerel folklor sanatçıları el yapımı matruşka yapıyorlar.

Matruşka, (Rusça: Матрёшка, telaffuz: [matröşka]) Rus yapımı bir oyuncak bebek türüdür. Ahşap el yapımı olan bebekler ortasından açıldığında başka bir bebek çıkar, onu açtığınızda yine başka bir bebek çıkar. Tek anne figürünün içerisinde iç içe yerleştirilmiş beş veya yedi bebekten oluşur.Matruşka bebeklerin 1890 yılında Moskova yakınlarında bulunan Abrentsevo Malikanesi’ne ait Çocuk Eğitim Atelyesinde doğduğu iddia edilmektedir. Birçok meşhur ve yetenekli Rus sanatçı, yerel oymacılar ile birlikte Abrentsevo Malikanesi’nin sahibi Mamontov’un atölyesinde çalışmaya başlarlar. İsmini çok beğenilen bir bayan olan Matrioska’dan aldığı söylenir.Matruşka hem oymacılık hem de resim açısından Rusya’nın imajı ve ruhudur.Matruşkalar genelde geleneksel Rus kıyafeti olan sarafan giymiş bebekler şeklinde boyanır. Ancak bazen Sovyetler Birliği liderleri olarak çizilmiş olanları da vardır.

NATALIA SHAKHOV VE VIACHESLAV SHAKHOVA MATRUŞKA BEBEK RUSYA

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 62: El sanatları

62

AHMET SKAF Osmanlı Devleti’nde en kaliteli ve en çok aranan sabunlar Girit Adası, özellikle de Kandiye’de yapılanlardı. Kandiye sabunları temizlik ve iyi pişmiş olmaları ile nam salmıştı. Lübnan’daki Trablusşam kenti ve çevresi de zeytinyağının bolca bulunduğu ve sabun üretiminin de o nispette fazla olduğu bir bölgeydi.Özellikle Nablus, Kudüs, Rakka ve Şam sabunculuğunun çok geliştiği ve sabun ihraç eden şehirlerdi. Buralarda sabunun geçmişi 14. yüzyılın ortalarına kadar gidiyordu. Anadolu’nun ve Mısır’ın sabun ihtiyacı da büyük ölçüde bu bölgelerden karşılanmaktaydı. Sabunu çok meşhur olan ve sabun ihraç eden Halep’te 19. yüzyıl sonlarında 12 sabunhane mevcuttu. Halep ve civarında imal edilen sabunlar yerel ihtiyacı karşılamaları dışında, Avrupalı ticaret şirketleri ve büyük tüccarlar tarafından Suriye dışına ihraç ediliyordu. Edirne ve Kudüs’te imal edilen ‘misk sabunu’ ise Osmanlı sarayına, sultanlara ve devlet ricaline sunulan değerli hediyeler arasındaydı.

AHMET SKAF AHŞAP OYMA LÜBNAN

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 63: El sanatları

63

VAİD TURUSKOVİĆ Geleneksel Karadağ folklorü ve işleme kıyafetleri30 yılı aşkın bir süredir geleneksel Balkan kıyafetleri ve takı üzerine el emeği göz nuru dediğimiz ürünler üreten Vaid Turusković, Karadağ’ın başkenti Podgorisa’da yaşayan bir sanatçıdır.Eşi Nevina ile birlikte bu sanat dalının tanıtımı için birçok ülkede festivallere katıldı.

VAİD TURUSKOVİC GELENEKSEL İŞLEME KIYAFET KARADAĞ

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI

Page 64: El sanatları

64

REINDER VE VEENSTRA

REINDERS Hollandalı Klompen ustası (tahta ayakkabı) 1949 doğumlu Reinder Reinders ve 1949 doğumlu eşi Veenstra Reinders Hollanda’nın Hoogeveen şehrinde yaşıyorlar. Klompen Hollandalılara özgü geleneksel bir tahta ayakkabı çeşidi. Günümüzde sadece hediyelik ve turistik amaçlarla kullanılıyor.Klompen adı verilen tahta ayakkabılar, Hollanda’nın birkaç simgesinden birisi. Geçmişte el aletleri kullanılarak yapılıyorlarmış ve uzun sürüyormuş. Şimdi tahta takozlar ıslak durumda makineye konuyor. Tıpkı anahtar yapma makinesi gibi çalışan makineler, 3-5 dakikada bir ayakkabı üretebiliyorlar. Daha sonra 2 haftada kurutulan ayakkabılar (yaşken için üflendiğinde su fışkırıyor) boyanıyor. Bazı ayakkabılara işlemeler de yapılarak süsleniyor.

REINDER VE NYNKE REINDERS TAHTA AYAKKABI HOLLANDA

PENDİK GELENEKSEL SANATLAR BULUŞMASI