P1
YAŞLI METASTATİK HORMON REFRAKTER PROSTAT KANSERLİ HASTALARDA BİRİNCİ SIRADA ABİRATERON ASETATIN GÜVENİLİRLİĞİ Hüseyin Engin1, Gökçen Tuğba Çevik1 1Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Tıbbi Onkoloji
Bilim Dalı, Zonguldak
Giriş: Metastatik prostat kanserinde (mPCA) hormon refrakter dönem sonrası
kemoterapi, abirateron asetat (AA), enzalutamid ve radyoaktif tedaviler seçenekleri oluşturmaktadır. Ancak yaşlı hastalarda bu seçenekler azalmaktadır
Metod: 70 yaş üzeri mPCA hastalarında hormon refrakter dönemde endikasyon dışı onam ile AA etkinliği ve güvenilirliğini araştırdık.
Sonuçlar: Çalışmaya toplam 11 hasta dahil edilmiş olup tüm hastalar (yaş
ortalaması 76) hormon refrakter olup 8 hastanın performans durumu ECOG 2
kalan 3 hastanın skoru ECOG-3 idi. Tanı anında PSA değerleri ortalama 292 ng/ml
iken AA tedavi öncesi 214 ng/ml olarak ölçüldü. Tüm hastalarda testesteron
düzeyleri kastre düzeydeydi (ort. 6.7 ng/ml). Çalışmaya katılan hastaların
hepsinde en az 1 komorbid durum mevcut olup %50 hastada hipertansiyon, %30
hastada Kalp yetmezliği, % 25 hastada Diabetes Mellitus ve %25 hastada KOAH
mevcuttu. Hastaların % 82'de kemik metastazı mevcut iken diğer 2 hastada
akciğer ve yumuşak doku metastazı da mevcuttu. Ortanca takip süresi 9 ay olup
hastaların hiçbirinde doz azaltımı gerektirecek toksisite görülmedi. En son kontrol
PSA değerleri ise 113 ng/ ml olarak bulundu.
Tartışma: mPCA tedavisinde ülkemiz şartlarında sosyal güvenlik kurumu
tarafından ödenen tedavi seçenekleri de göz önünde bulundurulduğunda
dosetaksel kemoterapisi, AA tedavisi güncel kılavuzlar dahilinde uyumlu
seçeneklerdir. Yaşlı ve komorbiditesi olan hastalarda dosetaksel ile kemoterapi
birçok hasta için uygun seçenek olarak durmamaktadır. AA tedavisi ise 1. sıra
tedavi olarak ancak endikasyon dışı onam ile kullanılabilmektedir. Çalışmamızda
1. sıra tedavi olarak yaşlı ve komorbiditesi yüksek olan hastalarda AA
güvenilirliliğini araştırdık. AA'ın hasta grubumuzda oldukça güvenilir ve yan etki
profilinin düşük olduğunu gördük. Ortanca takip süremiz 9 ay gibi kısa bir süre
olması sebebiyle genel sağkalım ve progresyonsuz sağkalım verisi verememekle
birlikte takip süresince PSA progresyonu olmadı ve PSAda anlamlı düşüş gözlendi.
Sonuç olarak abirateron asetat yaşlı ve komorbiditesi olan mPCA hastalarında
hormon refrakter dönem sonrası 1. basamak tedavide güvenle kullanılabilir.
Anahtar Kelimeler : Prostat Kanseri, Yaşlı, Abirateron Asetat
P2
PARSİYEL NEFREKTOMİ AMELİYATINDAN ÖNCE CERRAHİ SINIR POZİTİFLİĞİNİ ÖNGÖREBİLİRMİYİZ? Ercan Malkoç1, Önder Kara2, Matthew J. Maurice2, Daniel Ramirez2, Jihad H.
Kaouk1 1Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Haydarpaşa Sultan Abdülhamid Hastanesi, Üroloji
Servisi, İstanbul 2Department Of Urology, Glickman Urological And Kidney Institute, Cleveland
Clinic, Cleveland, Oh
Amaç: Yüksek hacimli bir merkezde renal hücreli kanser nedeniyle robotik ve açık
parsiyel nefrektomi yapılan hastalarda ameliyat öncesi verilere dayanarak cerrahi sınır pozitifliği için öngörü araştırılması.
Materyal-Metod: Merkezimizde aldığımız etik kurul onayına müteakiben 2011-
2015 yılları arasında robotik ve açık parsiyel nefrektomi yapılan ve cerrahi sınır
pozitifliği olan hastalar tarandı. Hasta ve tümöre ait ameliyat öncesi veriler
cerrahi sınır pozitifliği olan hastalarla olmayan hastalarda karşılaştırıldı. Cerrahi
tecrübenin cerrahi sınır pozitifliğine etkisini anlayabilmek için robotik ve açık
vakalar ayrı olarak değerlendirildi. Cerrahi deneyimi araştırabilmek için cerrahlar
yıllık yapmış oldukları vaka sayısına göre sınıflandırıldı. Multivariable lojistik
regresyon analizi yapılarak yaş, ameliyat öncesi eGFR, RENAL skor, daha önce
aynı tarafa geçirilmiş böbrek cerrahisinin olması, hilar yerleşimli tümör ve cerrahi
deneyim ile cerrahi sınır pozitifliği arasındaki ilişki araştırıldı.
Bulgular: Benign patolojisi olan hastalar çalışmadan çıkarıldıktan sonra toplam
1025 hasta (679 robotik, 346 açık) çalışmaya dahil edildi. Bu hastaların 65’inde
(%6.3) cerrahi sınır pozitif, 960’ında cerrahi sınır negatifti. Robotik parsiyel
nefrektomi yapılan hastaların %6.4’ü, açık parsiyel nefrektomi yapılan hastaların
%6’sı cerrahi sınır pozitifti. Univariable analize göre cerrahi sınır pozitifliği ile yaş
(64.3 vs 59.6, <0.01), daha önce geçirilmiş cerrahi işlem varlığı (13.8% vs 5.6%,
<0.01) ve ameliyat öncesi düşük eGFR (74.7 vs 81.2, p=0.01) arasında ilişki
vardı. Ayrıca kompleks tümör (31.7% vs 19%, p=0.03) ve hilar yerleşimli tümör
oranları (23.1% vs 12.5%, p=0.01) cerrahi sınır pozitifliği olan hastalarda
istatistiksel olarak anlamlı yüksekti. Cerrahi deneyim cerrahi sınır pozitifliğinde
istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.01). Multivariable analize göre ameliyat öncesi
eGFR (OR, 0.98; p=0.01), hilar lokalizasyon (OR, 2.22; p=0.01) ve cerrahi
deneyim (OR, 4.50; <0.01) cerrahi sınır pozitifliği için bağımsız prediktör olarak saptandı.
Sonuç: Cerrahi öncesinde hastaların verilerine göre cerrahi sınır pozitifliğini
öngörmek mümkün. Primer olarak cerrahi deneyim cerrahi sınır pozitifliğinde etkili, ayrıca hilar lokalizasyon ve kötü böbrek işlevleride risk oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler : Cerrahi sınır pozitifliği, Parsiyel nefrektomi
P3
TESTİS KANSERİNİN ÖNGÖRÜSÜNDE HEMATOLOJİK PARAMETRELERİN ROLÜ Kaan Gökçen1, Gökçe Dündar1, Halil Gülbahar1, Gökhan Gökçe1, Emin Yener
Gültekin1 1Cumhuriyet Üniversite Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı
Giriş & Amaç:
Günümüzde pek çok sistemik inflamatuar yanıt parametreleri onkolojik sonuçlar
ile ilişkilendirilmiştir. Ameliyat öncesindeki değerlendirmeler kapsamında daha
yüksek nötrofil-lenfosit oranının, mesane kanseri dahil olmak üzere bazı
kanserlerde kötü prognoz ve patolojik evrelendirme ile ilişkili bir gösterge olarak
bildirilmiştir. Trombositler inflamatuar yanıtta görev alır ve anjiogenez ve tümör
progresyonuna neden olabilir. Ortalama trombosit hacminin de birçok malign
tümörde diagnostik rolünün olduğu rapor edilmiştir. Bu çalışmada hematolojik
parametrelerin testis tümörlerinin tanısı ve evrelemesindeki rolü araştırılmıştır.
Materyal & Metod:
Bu çalışmaya Ocak 2006 tarihinden Ocak 2016 tarihine kadar kliniğimizde testis
kanseri nedeniyle radikal orşiektomi yapılan 39 hasta ile aynı tarihler arasında
varikoselektomi yapılan 82 hasta dahil edilmiştir. Bu hastaların preoperatif hematolojik parametreleri retrospektif olarak analiz edilmiştir.
Bulgular:
Testis kanserli hastaların ortalama yaşı 30.1, varikoselektomi yapılan hastaların
ortalama yaşı ise 28.5 idi. Bu iki grubun hematolojik parametreleri
karşılaştırıldığında ortalama trombosit hacmi, trombosit-lenfosit oranı ve nötrofil-
lenfosit oranı açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark tespit edilmiştir.
Sonuç:
Trombosit-lenfosit oranı ve nötrofil-lenfosit oranı testis kanserli hastalarda anlamlı
olarak yüksek bulunmasına rağmen bu farklılıkların kanser evresini değerlendirme
açısından prediktif bir değeri yoktur. Bu bulgulara göre; bu hastaların preoperatif
değerlendirilmesinde hematolojik parametreler, gelecekte daha önemli hale gelecektir.
Anahtar Kelimeler : Trombosit-lenfosit oranı, Nötrofil-lenfosit oranı, Testis
kanseri
Tables :
Grupların hematolojik parametleri
Parametreler, birim Testis kanseri
(n=39)
Varikoselektomi
(n=82)
Rerefans
aralığı
p
değeri
WBC, 1000/µL 8.4 ± 2.2 7.1 ± 1.5 4-11 0.000
NEU, 1000/µL 5.7 ± 2.1 4.1 ± 1.3 2-7.5 0.000
LYM, 1000/µL 2.0 ± 0.6 4.6 ± 1.4 1-3.47 0.271
MON, 1000/µL 0.5 ± 0.2 0.5 ± 0.2 0.3-0.8 0.095
EOS, 1000/µL 0.1 ± 0.1 0.2 ± 0.1 0-0.40 0.128
RBC, 1000000/µL 5.4 ± 0.4 5.5 ± 0.4 4.6-6.2 0.096
HB, g/dL 16.1 ± 1.3 16.2 ± 0.9 14-18 0.841
HCT, % 46.5 ± 5.7 47.4 ± 2.9 42-52 0.241
MCV, fL 87.6 ± 4.7 86.1 ± 4.9 80-94 0.100
MCH, pg 29.8 ± 1.7 29.3 ± 1.8 27-34 0.173
MCHC, g/dL 34.1 ± 0.9 34.1 ± 0.9 30-35 0.916
RDW, % 13.2 ± 1.0 13.2 ± 0.8 11.7-14.3 0.983
PLT, 1000/µL 263.3 ± 66.7 243.2 ± 51.6 150-400 0.103
MPV, fL 8.9 ± 1.0 8.9 ± 1.0 6.1-11 0.047
PCT, % 0.2 ± 0.1 0.2 ± 0.1 0.12-0.36 0.369
lenfosit-monosit
oranı, % 4.3 ± 1.6 13.1 ± 54.0 bilinmiyor 0.143
trombosit-lenfosit
oranı, % 141.3 ± 53.2 115.7 ± 44.8 bilinmiyor 0.013
nötrofil-lenfosit oranı,
% 3.1 ± 1.4 2.0 ± 1.5 bilinmiyor 0.000
P4
YÜKSEK HASTA SAYISINA SAHİP BİR MERKEZDE ROBOTİK PARSİYEL NEFREKTOMİ VAKALARININ RADİKAL NEFREKTOMİYE DÖNME NEDENLERİ Önder Kara1, Ercan Malkoç1, Matthew J. Maurice1, Pascal Mouracade1, Julien
Dagenais1, Ryan J. Nelson1, Jihad H. Kaouk1 1Department Of Urology, Glickman Urological And Kidney Institute, Cleveland
Clinic, Cleveland, Oh
Amaç: Robotik Parsiyel Nefrektomi (RPN)’den Radikal Nefrektomi (RN)’ye dönme
nedenlerinin belirlenmesi ve hastalarda RN’ ye dönmeyi öngören ameliyat öncesi verilerin analizi.
Materyal-Metot: Kliniğimizde 2010-2015 yılları arasında yapılan toplam 1023
RPN hastası incelendi. Standart RPN ile sonuçlanan ve RN’ye dönen hastalar
gruplara ayrıldı. Gruplar hastaların ameliyat öncesi demografik verileri, tümör
özellikleri, ameliyat bulguları, ameliyat sonrası fonksiyonel ve onkolojik sonuçları
açısından karşılaştırıldı. RN’ye dönmeyi öngören faktörleri bulmak
amacıyla lojistik regresyon analizi yapıldı.
Bulgular: RN’ye dönme oranı %3.1 (32/1023) olarak bulundu. RN’ye dönmeyi
gerektiren en önemli nedenler hiler bölge tutulumu (n=8, %25), frozen
incelemede cerrahi sinir pozitifliği (n=7, %21.8) ve şüpheli lokal ileri evre tumor
(n=5, %15.5) izlenmesiydi. Standart RPN ile karşılaştırıldığında RN’ye dönmeyi
gerektiren hasta grubunda ortalama yaş daha fazla (p<0.01), Charlson
Komorbidite İndeksi daha yüksek (p<0.01), ayni zamanda ameliyat öncesi böbrek
yetmezliği oranları daha yüksek olarak bulundu (p=0.02). Artan tumor boyutu (5
vs. 3.1 cm, p<0.01) ve R.E.N.A.L skor (9 vs. 8, p<0.01) RN’ye dönüş riski ile
ilişkiliydi. Lojistik regresyon analizinde ameliyat öncesi azalmış böbrek
fonksiyonu, (OR 0.98; 95% CI 0.96-0.99 p=0.04), artan tumor boyutu (OR 1.44;
95% CI 1.22-1.7, p<0.01) ve artan R.E.N.A.L skor (p=0.02) RN’ye dönüsü
etkileyen bağımsız değişkenlerdi. Takiplerde gruplar arasında onkolojik olarak
farklılık izlenmemesine rağmen böbrek fonksiyonları standart RPN hastaları lehineydi (p<0.01)
Sonuç: Yüksek hasta sayısına sahip tecrübeli bir merkezde RPN’den RN’ye dönüş
oranı %3 civarındadır. Artan tumor boyutu ve R.E.N.A.L skor, azalmış böbrek fonksiyonu RN’ye dönmeyi öngören ameliyat öncesi değişkenlerdi.
Anahtar Kelimeler : 1) Nefrektomi (2) Robotik Cerrahi Girişimler (3) Parsiyel
Nefrektomi (4) Radikal Nefrektomi Konversiyon
P5
RADİKAL SİSTEKTOMİ YAPILAN HASTALARDA VÜCUT KİTLE İNDEKSİNİN PEROPERATİF VE POSTOPERATİF SONUÇLARA ETKİSİ Volkan Izol1, İbrahim Atilla Arıdoğan1, Yıldırım Bayazıt1, Şaban Doran1, Mustafa
Zühtü Tansuğ1, Fesih Ok1, Nebil Akdoğan1, Çağrı Tekdöş1 1Çukurova Üniversitesi Üroloji Ana Bilim Dalı GİRİŞ :
Non-metastatik invaziv mesane kanserinde standart tedavi radikal sistektomiyle
birlikte üriner diversiyon yapılmasıdır. Bu cerrahi yöntemin sonuçlarını
etkileyebilecek faktörlerden biri de vücut kitle indeksidir (VKİ). Bu çalışmada,
radikal sistektomi yapılan hastalarda vücut kitle indeksinin perioperatif ve postoperatif sonuçlara etkisi değerlendirildi.
HASTALAR ve YÖNTEM:
Ekim 2011 – Haziran 2016 arasında 82 hastaya radikal sistektomi ve ieal loop
uygulandı. Hastalar, VKİ<25, 25≤VKİ<30 ve VKİ≥30 olarak üç gruba
ayrıldı. Gruplar operasyon süresi, bağırsak motilitesi, nazogastrik (NG) çekilme
süresi, kan transfüzyonu gereksinimi, yatış süresi ve maliyet açısından karşılaştırıldı.
BULGULAR:
Ortalama yaşı 62,2±7,9 (41-79) olan hastaların 72’si erkek 10’u kadındı. Otuz iki
hastada (%39) VKİ<25, 27 hastada (%32,9) VKİ 25-30 arası, 23 hastada (%28)
VKİ≥30 olarak saptandı. Ortalama operasyon süresi sırasıyla 371,6±77,4 dakika,
359,2±73,9 dakika, 395,6±56,4 dakika bulundu (p=0,02). Kanama miktarı
sırasıyla 620±302 ml, 501±289 ml, 745±693 ml olarak saptandı (p=0,2). Kan
transfüzyon oranları sırasıyla %15.6, %18.5 ve %34.4 idi (p=0,3). NG çekilme
süresi sırasıyla 84±46,6 saat, 90,1±45,9 saat ve 91,5±58,2 saatti (p=0,3).
Hastanede yatış süresi sırasıyla 249,7±233 saat, 273,5±146,9 saat ve
328,2±348,1 saatti (p=0,5). Maliyet karşılaştırmasına bakıldığında sırasıyla
7062(1612-13426)TL, 7974(2548-17238)TL ve 9115(3093-33619)TL olduğu
görüldü (p=0,2). Yukarıdaki bulgulara bakıldığında operasyon süresinin obez
hastalarda istatistiksel olarak anlamlı derecede daha uzun olduğu saptandı. Diğer
bulguların da obez hastalar aleyhine olduğu fakat bunlar arasındaki farkın anlamlı
düzeye ulaşmadığı görüldü. Postoperatif dönem komplikasyonlar, clavien sınıflamasına göre tabloda gösterilmiştir.
SONUÇ:
VKİ yüksek olan hastalarda postoperatif iyileşme döneminin olumsuz etkilendiği,
cerrahi riskin ve maliyetin arttığı fakat aradaki farkın istatistiksel olarak anlamlı
olmadığı görüldü. Bu çalışmada artan deneyimle birlikte radikal sistektominin
VKİ’si yüksek hastalarda da güvenle uygulanabileceği gösterilmiştir.
Anahtar Kelimeler : Vücut Kitle İndeksi, Mesane kanseri, sistektomi
Figürler :
P6
AÇIK VE LAPAROSKOPİK RADİKAL SİSTEKTOMİ YÖNTEMLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Volkan İzol1, Çağrı Tekdöş1, Fesih Ok1, Yıldırım Bayazıt1, Şaban Doran1, Nebil
Akdogan1, Mustafa Zühtü Tansuğ1 1Çukurova Üniversitesi Üroloji Ana Bilim Dalı
GİRİŞ :
Sistektomi endikasyonu olan mesane kanserli hastalarda radikal sistektomi açık
veya laparoskopik olarak uygulanabilmektedir. Bu çalışmada son bir yıl içinde
yaptığımız açık ve laparoskopik radikal sistektomi olgularının perioperatif verileri
karşılaştırılmıştır.
HASTALAR VE YÖNTEM :
Şubat 2015 - Mart 2016 tarihleri arasında on hastaya laparoskopik, on hastaya
açık radikal sistektomi uygulandı. Hastaların peroperatif ve postoperatif bulguları
karşılaştırıldı. Açık radikal sistektomide umblikus hizasından simfizis pubise doğru
9-12 cm longitudinal median insizyon uygulandı. Urakus umblikusa doğru diseke
edilerek urakusun her iki yanından periton mesaneye doğru diseke edildi. Radikal
sistektomi litaratürde tanımlanan şekilde uygulandı. Laparoskopik radikal
sistektomi de pnömoperitoneumun oluşturulmasını takiben göbek hizası ± 1
cm’lik bir seviyeden yerleştirilen 10 mm’lik kamera portunun kılavuzluğunda 2
adet 5 mm’lik ve 2 adet 10 mm’lik port kullanılarak ameliyat gerçekleştirilmiştir.
Erkek hastalarımızın tamamına standart yönteme sadık kalınarak radikal
sistoprostatektomi, kadın hastalarımıza ise klasik anterior ekzenterasyon uygulanmıştır.
BULGULAR:
Laparoskopi yapılan hastaların sekiz’i erkek iki’si kadındı. Açık radikal sistektomi
yapılan hastaların yedi’si erkek üç’ü kadındı (p=0,2). Hastaların bulguları tabloda gösterilmiştir
Taburcu olduktan sonraki bir ay içinde hastaneye başvurulara
bakıldığında, laparoskopi grubunda bir hastanın göğüs ve karın ağrısı ile tekrar
başvurduğu, açık grubundan bir hastanın da kemoterapi planlaması ve tetkik
amacıyla onkoloji servisinde yatırıldığı saptandı (p=0,7).
SONUÇ:
Az sayıda hastayı içeren bu çalışmada, açık ve laparoskopik radikal sistektomi
arasında operasyon verileri ve maliyet açısından istatistiksel anlamlı fark
saptanmamıştır. Cerrahın deneyimine göre radikal sistektomi açık veya laparoskopik yöntemlerle yapılabilir.
Anahtar Kelimeler : mesane kanseri, laparaskopi, açık cerrahi, sistektomi
Figürler :
P7
PROSTAT KANSERİNDE İĞNE BİYOPSİSİ VE RADİKAL PROSTATEKTOMİ GLEASON SKORLARI ARASINDAKİ UYUMUN DEĞERLENDİRİLMESİ Mutlu Değer1, Volkan İzol1, Nebil Akdoğan1, İsmail Önder Yılmaz1, Fesih Ok1,
Yıldırım Bayazıt1, İbrahim Atilla Arıdoğan1, Mustafa Zühtü Tansuğ1 1Çukurova Üniversitesi Üroloji Ana Bilim Dalı
Amaç: Bu çalışmada, kliniğimizde prostat iğne biyopsisi ile prostat kanseri tanısı
alıp radikal prostatektomi yapılan hastaların, prostat iğne biyopsi spesimenlerinin
Gleason skoru ile radikal prostatektomi spesimenlerinin Gleason skoru arasındaki uyumluluğu araştırdık.
Materyal ve Metod: Kasım 2011 ile Aralık 2014 tarihleri arasında organa sınırlı
prostat kanseri nedeniyle radikal prostatektomi uygulanan 115 ardışık hasta
çalışmamıza dahil edildi. Bu 115 hastanın bilgileri retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşları 61,8±6,8 yıldı. Bu hastaların ortalama
vücut kitle indeksi (VKİ) 26,7±3,3 kg/m² idi. Ortalama PSA değeri 10.6±10,1
ng/ml idi. 115 hastanın 74’ünde (%64,3) transrektal prostat iğne biyopsisinin
Gleason skoru ile radikal prostatektomi spesimeninin Gleason skorunun uyumlu,
41’inde (%35,6) ise bu skorların uyumsuz olduğu bulundu. Radikal prostatektomi
sipesimenlerinde hastaların %8,6’sının (10 hasta) Gleason skorunun 1 derece
düştüğü, %26’sının (30 hasta) Gleason skorunun 1 derece arttığı ve %0,8’inin (1 hasta) Gleason skorunun 3 derece arttığı görüldü.
Tartışma: Bu bulgular, prostat iğne biyopsisi ile Gleason skorunun olduğundan düşük saptanma olasılığının daha yüksek olduğunu göstermektedir.
Anahtar Kelimeler : Gleason skoru, prostat iğne biyopsisi, prostat kanseri, PSA,
radikal prostatektomi
P8
FONKSİYONEL OLAN VE OLMAYAN ADRENAL KİTLELERE MULTİDİSİPLİNER YAKLAŞIM : RETROSPEKTİF GÖZLEMSEL ÇALIŞMA Gamze Akkuş2, Volkan İzol1, Fesih Ok1, Nebil Akdoğan1, Yıldırım Bayazıt1, Mustafa
Zühtü Tansuğ1 1Çukurova Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı 2Çukurova Üniversitesi Endokrinoloji Bilim Dalı
Amaç: Bu çalışmada 2009-2014 yılları arasında kliniğimizde gözlenen adrenal
insidentalomalı hastaların özelliklerini sunmayı amaçladık.
Materyal Metot: Hastaların demografik verileri, kitlelerin fonksiyonel durumları,
radyolojik bulgular ve tedavi yöntemleri kaydedildi. Cerrahi endikasyonları
fonksiyonel veya 4 cm’den büyük kitle ya da malignite şüpheli radyolojik görünüm olarak belirlendi. İstatistiksel analiz için SPSS-19 programı kullanıldı.
Bulgular: Adrenal kitlesi olan 229 hasta (145 erkek, 84 kadın) vardı. Ortalama
yaş 53.3±12.2 yıldı. Kitlelerin 195'i (%85.2) nonfonksiyone, 34'ü fonksiyoneydi.
Fonksiyone kitleler Cushing sendromu (n=6, %2.6), primer hiperaldosteronizm
(n=11, %4.8), feokromositoma (n=15, %6.6) ve subklinik Cushig sendromu
(n=2, %0.9) idi. Seksen dört (%36.8) hastaya adrenalektomi
uygulandı, bunların 50'si nonfonksiyoneydi. En sık histopatolojik tanı adrenal
kortikal neoplazi (n=38 ) olup, bunların 32'si adenom (Weiss kriteri <4), 6'sı
karsinomdu (Weiss kriteri >4). Diğer histopatolojik tanılar benign feokromositoma
(n=13), psödokist (n=12), metastaz (n=10), hemoraji (n=3), nekroz (n=1), hiperplazi (n=2) ve diğerleri (n=5) şeklindeydi.
Sonuç: Adrenal insidentalomalarda detaylı endokrinolojik ve radyolojik
değerlendirmede kitlenin yapısal özellikleri ve hormonal aktivitesi çok önemlidir.
Cerrahi tedavi veya periyodik takibe bu değerlendirmelere göre karar verilmelidir.
Anahtar Kelimeler : adrenal, insidentaloma, fonksiyonel kitle
P9
OBEZİTENİN LAPAROSKOPİK RADİKAL RENAL CERRAHİ ÜZERİNE ETKİSİ Volkan İzol1, Nebil Akdoğan1, Fesih Ok1, İbrahim Atilla Arıdoğan1, Nihat Satar1,
Yıldırım Bayazıt1, Şaban Doran1, Mustafa Zühtü Tansuğ1 1Çukurova Üniversitesi Üroloji Ana Bilim Dalı
Amaç
Gelişmiş ülkelerde obezitenin artmasıyla birlikte obez hastalara uygulanan
laparoskopik cerrahi girişimlerin sıklığı giderek artmaktadır. Kliniğimizde renal kite
tanısı konulan obez ve normal kilolu hastalara uyguladığımız laparoskopik radikal
nefrektomi (LRN) ve nefroüreterektomi (LRNÜ) deneyimlerimiz değerlendirilmiştir.
Hastalar ve yöntem
2011-2016 yılları arasında kliniğimizde böbrek veya üst üriner sistem (ÜÜS)
tümörü nedeniyle LRN veya LRNÜ yapılan 86 hasta çalışmaya dahil edildi. Bu
hastaların 30’unun vücut kitle indeksi (VKİ) 30kilogram/metrekarenin üzerinde,
56’sının ise 30’un altındaydı. İki grubun operasyon süresi, operasyon sırasındaki
kanama miktarı, bağırsak motilitesi başlama süresi (BMBS), hastanede yatış süresi, komplikasyonlar ve maliyetleri karşılaştırıldı.
Bulgular
Çalışmaya 60’ı erkek, 26’sı kadın 86 hasta dahil edildi. Hastaların bulguları tablo
1’de gösterilmiştir.
İki grup arasında yalnızca peroperatif kanama miktarı obez hastalar aleyhine
yüksek bulunmuş olup, bu farkın nedeninin, eğitim sürecini tamamlamamış cerrahların yaptığı, az sayıdaki kanamalı operasyon olduğu görülmüştür.
Sonuç
LRN ve LRNÜ, eğitim aşamasını tamamlamış cerrahlar tarafından obez hastalarda
da güvenle uygulanabilir. Eğitim sürecini tamamlamamış ürologların hasta seçiminde VKİ’yi göz önünde bulundurmaları gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler : obezite, laparoskopi, nefrektomi
Figürler :
P10
LAPAROSKOPİK ADRENALEKTOMİDE 15 YILLIK DENEYİMLERİMİZ Yıldırım Bayazıt1, Volkan İzol1, Gamze Akkuş2, İsmail Önder Yılmaz1, Fesih Ok1,
Nebil Akdoğan1, Şaban Doran1, Mustafa Zühtü Tansuğ1 1Çukurova Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı 2Çukurova Üniversitesi Endokrinoloji Bilim Dalı
Amaç:
Ürolojide laparoskopinin yerleşmeye başlamasıyla, bu yöntemin en çok avantaj
sağladığı operasyonlardan birinin adrenalektomi olduğu görülmüştür. Bu
posterde, kliniğimizin on beş yıllık laparoskopik adrenalektomi (LA) deneyimi
sunulmaktadır.
Hastalar ve yöntem:
Kliniğimizde laparoskopik adrenalektomi uygulanan hastaların verileri, 2001
yılından başlamak üzere prospektif olarak Microsoft Excel® programı ile
kaydedildi. Mart 2001 – Haziran 2016 tarihleri arasındaki olgular demografik
özellikleri, klinik tabloları, adrenal kitle ve/veya adrenal bez anatomisi, operasyon
endikasyonları, intraoperatif ve postoperatif parametreler açısından
değerlendirildi.
Bulgular:
LA uygulanan 62 hasta vardı. Hastaların 41’i kadın 21’i erkek, ortalama yaşı
45.4±13.5 yıl ve ortalama vücut kitle indeksi (VKİ) 27.86±5.4 idi. Olguların
beşinde (%8.06) hipertansiyon, onunda (%16.12) yan ağrısı, birinde (%1.61)
ektopik adrenokortikotropik hormon salınımı varken, kırkaltısında (%74.19)
insidental kitle saptanmıştı. Kırkbir (%66.12) hastada sağ, ondokuz (%30.64)
hastada sol, iki (%3.22) hastada ise bilateral adrenal patolojisi vardı. Tüm
olgulara, transperitoneal yaklaşımla LA uygulandı. Bilateral adrenal patolojisi olan
hastalardan birine bilateral laparoskopik adrenalektomi yapılırken diğerine
laparoskopik sol adrenalektomi ve sağ açık adrenalektomi yapıldı. Operasyonlarda
genellikle sol taraf için üç, sağ taraf için ise dört port kullanıldı. Olguların altısı
(%9.8) sekonderdi. altı (%9.8) hastaya, adrenal fonksiyonlarını korumak
amacıyla laparoskopik parsiyel adrenalektomi yapıldı. Ortalama operasyon süresi
123±68 dakikaydı ve bir hasta dışında intraoperatif kan transfüzyonu gerekmedi.
Spesimen boyutu ortalama 68±51 mm idi. Clavien-Dindo skorlama sistemine
göre iki hastada grade 1, iki hastada grade 2, iki hastada grade 4, bir hastada
grade 5 postoperatif komplikasyon gelişti. Analjezi parenteral 75 mg diklofenak
sodyum ve/veya 1000 mg parasetamol ile sağlandı ve ortalama 1.19±0.43 adet
kullanıldı. Ortalama yatış süresi 40±33 saatti. Patolojik incelemede iki (%3.2)
hastada adrenal kortikal karsinom, iki (%3.2) hastada renal hücreli karsinom
metastazı ve ellisekiz (%93.5) hastada çeşitli benign patolojiler
olarak raporlandı.
Sonuç:
LA, her iki tarafta adrenal bezlere yapılacak girişimler için mükemmel bir
görüntüleme sağlayabilen, göreceli kısa bir öğrenme dönemi sonrası güvenle
uygulanabilen bir yöntemdir. Laparoskopik yaklaşımın bilinen avantajları
adrenalektomi için de geçerlidir. Bu nedenlerle LA, kliniğimizde küçük adrenal kitleler için standart yöntem haline gelmiştir.
Anahtar Kelimeler : adrenalektomi, laparoskopi, komplikasyon
P11
RENAL GLOMUS TÜMÖRÜ; NADİR GÖRÜLEN BİR BÖBREK TÜMÖRÜ OLGUSU Fesih Ok1, Nebil Akdoğan1, Yıldırım Bayazıt1, Şeyda Erdoğan2, Şaban Doran1 1Çukurova Üniversitesi Üroloji Anabilim Dalı 2Çukurova Üniversitesi Patoloji Anabilim Dalı
GİRİŞ:
Glomus tümörleri tüm yumuşak doku tümörlerinin % 2 den azını oluşturmaktadır.
En sık yerleşim yerleri ekstremiteler, özellikle de parmakların subungual bölgesidir. Genitoüriner bölgede oldukça nadir görülürler.
MATERYAL-METOD:
Fareler kontrol, gentamisin ve gentamisin ile birlikte keten yağı uygulanan olmak
üzere üç gruba ayrıldı. Farelere 9 gün 100 mg/kg gentamisin ve gentamisinle
birlikte 300 mg/kg keten yağı ve kontrol grubuna da serum fizyolojik
intraperitoneal olarak verildi. Böbreklerdeki siklooksijenaz-2, fosfolipaz A2 ve indüklenebilir nitrik oksit sentaz (iNOS) enzimleri ELISA yöntemiyle analiz edildi.
OLGU:
51 yaşında kadın hastanın 1 yıldır süren sol yan ağrısı şikayeti olması üzerine
yapılan abdominal USG’de sol böbrek alt polde mediale doğru egzofitik büyüyen
46 mm çapta kistik lezyon ve lezyon duvarından içeriye doğru büyüyen 16*10
mm ve 30*15 mm solid alanlar izlenmiştir. Yapılan abdominal MR görüntülemede
sol böbrek orta polde 50*44 mm çapında parapelvik lokalizasyonda önde
muhtemel kistik yer kaplayan lezyon saptanmıştır. Intravenöz kontrast madde enjeksiyonu sonrası lezyonda belirgin solid kontrast tutulumu görülmemiştir.
Hastaya laparoskopik sol parsiyel nefrektomi uygulanmıştır.
Makroskopik incelemede kalın fibröz kapsülle böbrek dokusundan ayrılan, kistik,
70*50*40 mm boyutunda kitle izlenmiştir. Mikroskopik incelemede kist cidarında
yer yer nodüler gelişen solid, hiyalinize stromaya sahip tümör görülmüştür.
Tümör hücreleri oval yuvarlak nükleuslu olup mitoz, nekroz izlenmemiştir.
İmmunohistokimyasal uygulanan vimentin, CD34, SMA, kalponin, laminin,
kollajen4 pozitif CD10, keratin, desmin, S-100, EMA, HMB-45, kromogranin,
CD117, CD31, negatif bulunmuştur. Morfolojik ve immunohistokimyasal bulgular
eşliğinde olgu, böbreğin glomus tümörü olarak değerlendirilmiştir. Postoperatif
takiplerinde problem olmayan hastanın rutin takibi devam etmektedir.
SONUÇ:
Günlük pratiğimizde nadir gözlenen bu tümörler, immünohistokimyasal
yöntemlerle diğer tümörlerden ayırt edilmelidir. Cerrahi yöntemlerle etkin bir
şekilde tedavi edilebilmektedir.
Anahtar Kelimeler : Böbrek, tümör, patoloji
P12
PROSTAT KANSERLİ HASTALARDA RADYOTERAPİ SONRASI EREKTİL FONKSİYONLAR VE ETKİ EDEN FAKTÖRLER: Halil Cumhur Yıldırım1, Emine Sedef1, Merve Şahin1, Arzu Ergen1, Mustafa
Şenocak2, Fazilet Öner Dinçbaş1 1İ.ü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı 2İ.ü Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Biyoistatistik Anabilim Dalı
AMAÇ: Prostat kanseri nedeniyle eksternal radyoterapi uygulanan hastalarda
erektil disfonksiyon sık gözlenen yan etkilerdendir. Erektil disfonksiyonda pekçok
faktör rol oynadığından radyoterapi etkilerini değerlendirebilmek zordur.
Çalışmamızda radyoterapi öncesi ve sonrası erektil fonksiyonlar (EF)
karşılaştırılmış ve bunu etkileyebilecek dozimetrik ve diğer faktörlerin
araştırılması amaçlanmıştır.
MATERYEL METOD: Kliniğimizde 2010-2012 yılları arasında prostat kanseri
nedeniyle radyoterapi uygulanan 42 hasta retrospektif olarak irdelendi. Hastaların
cinsel isteği ve EF’ı EORTC QoL PR-25 anket formu ve hekimlerin raporladığı 4
dereceli Mount Sinai EF Skorları kullanılarak tedavi öncesinde ve iki yıl sonrasında
değerlendirildi. Hormonoterapi de uygulanan olgularda ise son kullanımın
üzerinden 1 yıl geçmesi kriterine uyuldu. Hasta yaşı, sigara kullanımı, komorbid
hastalık, hormonoterapi, prostat hacmi, testesteron seviyeleri ve dozimetrik
olarak penil bulb(PB) V30, V50, V60, V70 , D25, D50, D75, D90 ve nörovasküler
bundle(NVB) V60,V70, D50, D75, D90 değerlerinin cinsel istek ve EF’a etkisi
araştırıldı. EF’ın incelenmesinde McNemar-Bowker Testi , etki eden faktörlerde
G2(Likelihood Ratio) testi, varsa bir kesim noktasını (cut off) saptamak için ise ROC (Receiver operating characteristic) yöntemi kullanıldı.
BULGULAR: Hastaların tedavi öncesi EF skor toplamı 76 iken, tedavi sonrasında
35 olup %53.9 oranında azalmıştır (p<0.001). Öncesinde %78.6 olan cinsel istek
sonrasında %59.5’ e gerilemiş olup %24.3 oranında azalmıştır (p:0.008).
Testesteron seviyesinin EF’ı (p: 0.018), komorbiditenin cinsel isteği (p: 0.046)
etkilediği görüldü. Testesteron seviyesi 290 ng/dl’ nin üzerinde olanların erektil fonksiyon skorları yüksek olma eğiliminde idi.
SONUÇ: Hasta grubumuzda tedavi sonrası EF’da %53.9, cinsel istekte %24.3
oranında azalma görüldü. EF’ı etkileyen en önemli parametre testesteron
seviyesi, cinsel istekte ise komorbidite faktörü anlamlı olarak bulundu.
Çalışmamızda PB ve NVB dozlarının erektil disfonksiyona istatistiksel olarak bir
etkisi gösterilememiştir. Literatürde prostat çevresindeki nörovasküler yapıların
ve penil dokuların aldığı dozların erektil disfonksiyona etkisi ile ilgili çelişkili
sonuçlar olup kanıt düzeyi yeterli değildir.
Anahtar Kelimeler : Prostat Kanseri, Radyoterapi, Erektil Fonksiyon
Tables :
Hasta Özellikleri
Medyan (Aralık)
Yaş 68 (54-80)
Son testesteron düzeyi 168 ng/dl (2-975)
RT doz 78Gy (74-78)
PB mean doz 48 Gy (11-76)
NVB mean doz 76 Gy (65-81)
Son PSA 0.2 (0.001-2.4)
Tedavi Özellikleri
Hasta (Yüzde)
Hormonterapi
yok 16 (%38)
kısa dönem 4 (%10)
uzun dönem 22 (%52)
RT alanı
prostat 36 (%86)
pelvik 6 (%14)
RT tekniği
VMAT 31 (%74)
IMRT 11 (%26)
P13
PROSTAT KANSERİNDE BRAKİTERAPİ SONRASI LOKAL NÜKSÜN GA-68 PSMA PET İLE TESPİTİ VE TERANOSTİK UYGULAMA İLE LOKAL KONTROLÜ Mehmet Onur Demirkol1, Murat Can Kiremit2, Ömer Acar2, Okan Falay3, Burcu
Uçar4, Tarık Esen5 1Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Ve Moleküler Görüntüleme Anabilim
Dalı 2Koç Üniversitesi Hastanesi Üroloji Bölümü 3Koç Üniversitesi Hastanesi Nükleer Tıp Ve Moleküler Görüntüleme Bölümü 4Vkv Amerikan Hastanesi Nükleer Tıp Ve Moleküler Görüntüleme Bölümü 5Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı
Amaç: Hastanemizde 2014 Şubat ayından itibaren gerçekleştirilmeye başlanan
Ga-68 PSMA PET/BT ile, konvansiyonel görüntüleme metodlarının saptamakta
yetersiz kalabildiği nüks ve/veya metastatik odaklar tespit edilebilmektedir.
Hedefe yönelik teranostik uygulamalar sayesinde ise PSMA pozitif odakların tedavi
edilebilmesi mümkün olmaktadır. Bu çalışmada; ülkemizde Lutesyum ile işaretli
PSMA kullanılarak teranostik uygulama yapılan ilk hastanın klinik özellikleri ve tedavi kararının verilme süreci özetlenecektir.
Materyal ve Metod: Şu anda 56 yaşında ve beden kitle endeksi 47.6 olan
hastamız, 2007 Eylül ayında rektum tümörü nedeniyle opere edildi ve evresi
pT3N0M0 olarak raporlandı. Adjuvant kemoterapi yan etkiler nedeniyle
tamamlanamadı. Üç ay sonraki PSA değeri 11 ng/ml ölçüldüğü için yapılan TRUS-
biyopside alınan parçaların tamamında gleason 3+4=7 adenokarsinom tespit
edildi. 2008 Mart ayında prostat kanserini tedavi etmek amacıyla brakiterapi
uygulandı. Bir sene sonra karaciğerde kolon kanserine bağlı gelişen metastatik
lezyonlar için radyofrekans ablasyon uygulandı ve sonrasında 3 kür kemoterapi
verildi. 2009 Eylül ayında PSA 1.4 ng/ml değerini gördü. 2009 Aralık ayında sol
akciğere metastazektomi (kolon ca.'ya bağlı) uygulandı. 2012 Mayıs’ta PSA 3.6
ng/ml’ye yükseldi. Multiparametrik prostat MR’ında (Mp-MR) sağ baziste şüpheli
bir alan tespit edildi. 2013 Şubat ayında PSA 4.4 ng/ml’ye yükselince Mp-MR
tekrarlandı ve sağ bazisteki lezyonun sebat ettiği görüldü. TRUS-biyopside alınan
14 parçanın tamamı benign raporlandı. 2014 Şubat ayındaki Ga-68 PSMA PET/BT
incelemesinde sağ bazalde nüks hastalık tespit edilirken metastatik PSMA
tutulumu izlenmedi. Bilişsel füzyon (PSMA PET / MR görüntülerinin sentezi)
tekniğine uygun olarak tekrarlanan TRUS biyopside alınan 7 parçanın 3’ünde
gleason 4+3=7 adenokarsinom tanısına varıldı. Olgu bu süre zarfında rektum
kanseri açısından stabil durumda kaldı. Lokal olarak nük etmiş olan prostat kanseri için teranostik uygulama kararı verildi.
Bulgular: Hasta 20 Ağustos 2014 tarihinde servise kabul edildi. Fizik muayenesi
tekrarlandıktan ve tetkik sonuçları (tedavi öncesi PSA: 7.4 ng/ml) kontrol
edildikten sonra intravenöz yol ile Lutesyum-177 PSMA (158 mCi)
uygulandı. Tedaviye bağlı komplikasyon gelişmedi. Tedaviden 1 ay sonra ölçülen
PSA değeri 5ng/ml idi ve Mayıs 2015’e kadar tedavi öncesi değerlere yükselme
kaydedilmedi.
Sonuç: Küratif amaçlı tedavi girişiminden (brakiterapi) sonra gelişen ve
konvansiyonel görüntüleme yöntemlerinin tespit etmekte yetersiz kaldığı lokal
nüks şüphesinde, Ga-68 PSMA PET/BT ile Mp-MR görüntülerinin beraber
değerlendirilmesi ve bilişsel füzyon prostat biyopsisi yapılarak tanıya varılması
mümkündür. Hastaya ait özelliklerden dolayı lokal nüksün genel kabul görmüş
tedavi yaklaşımlarının uygulanamayacağı seçilmiş olgularda, Lutesyum-177 PSMA
ile teranostik uygulama denenebilir. Bu uygulama genel olarak iyi tolere edilmektedir ve erken dönemde stabil PSA yanıtı sağlamaktadır.
Anahtar Kelimeler : Prostat kanseri, brakiterapi, lokal nüks, PSMA PET/BT, MR
füzyon, teranostik
P14
İNSİDENTAL PROSTAT KANSERİ TANISINDA POZİTİF PREDİKTİR DEĞERLER Caner Ediz1, Ayşe Nur İhvan2 1Üsküdar Devlet Hastanesi, Üroloji 2Ümraniye Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Patoloji
AMAÇ: Mesane çıkım obstürksiyonu ve/veya prostatizm semptomları nedeni ile
transüretral prostat rezeksiyonu (TURP) uygulanan hastalarda insidental prostat
kanseri (IPCa) yakalanma oranı son yıllarda giderek azalmakla birlikte devam
etmektedir. Çalışmamızda iki soruya cevap vermeyi amaçladık: a) ürolog
açısından hangi klinik parametrelerin pozitif prediktif değeri vardır aa) patolog açısından IPCa riskini azaltmak için hangi materyalin tamamı örneklenmelidir ?
GEREÇ VE YÖNTEM: Üsküdar Devlet Hastanesinde 2006-2015 yılları arasında
BPH nedeniyle TURP uygulanmış 1315 vaka değerlendirildi. IPCa saptanan
hastaların yaşları, sigara kullanımı, vücut kitle indeksi (VKİ), digital rektal
muayene (DRM) bulguları, preoperatif total prostat spesifik antijen (PSA)
değerleri, üroflow değerleri, suprapubik USG ile saptanan total prostat volümleri,
gleason skorları kaydedildi. Bu parametrelerle IPCa ilişkisi analiz edildi ve benign prostat dokusu materyalleri ile karşılaştırıldı.
BULGULAR: 31 adet olguda (%2,35) IPCa saptandı. Olguların 24 adeti pT1a
iken, 7 adeti pT1b idi. Yaş, vücut kitle indeksi, PSA, tepe akım hızı ve ortalama
akım hızı parametrelerinin sırasıyla 8,887, 5,668, 9,660, 4,814 ve 3,716 kat insidental prostat kanseri saptanmasında etkisi olduğu sonucuna varılmıştır.
SONUÇ: : 65 yaş üstü olmak, VKİ ‘nin 25 kg/m2 üstünde olması, serum PSA
değerinin 4 ng/dl ‘nin üzerinde olması, tepe akım hızının 10, orta akım hızının 5’in
altında olması IPCa ile ilişkilidir. Sonuçlarımızın doğruluğu açısından daha çok veriye ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler : Rastlantısal prostat kanseri, klinik parametreler, tanı
Tables :
Hastalara ilişkin genel özellikler (N=180)
Hastalar
Min-Maks Ort±SS
Yaş (yıl)
47-87 63,53±7,31
VKİ (kg/m2)
20-34,3 24,12±2,39
PSA değeri (ng/ml)
0,5-18 2,44±2,01
Total prostat volümü (cc)
23-96 50,46±17,48
Tepe akım hızı (ml/sn)
4-14 10,42±2,59
Ortalama akım hızı (ml/sn)
2-9 5,29±1,55
Hastalık (n) Hastalık (%)
Grup BPH 149 82,8
CA 31 17,2
Sigara Var 100 55,6
Yok 80 44,4
Rektal Muayene Normal 161 89,4
Anormal 19 10,6
Klinik Evre (n=31) T1a 24 77,4
T1b 7 22,6
Takip (n=31) Aktif İzlem 15 48,4
MAB 10 32,3
RRP 6 19,3
Benign prostat hiperplazisi ve insidental prostat kanseri tanısı alan
hastalara ilişkin parametrelerin değerlendirilmesi (N=180)
BPH (n) (%) Kanser (n) (%) p
Yaş Grup <65 yaş 94 (%63,1) 5 (%16,1) 0,001**
≥65 yaş 55 (%36,9) 26 (%83,9)
VKİ <25 116 (%77,9) 11 (%35,5) 0,001**
≥25 33 (%22,1) 20 (%64,5)
Sigara Yok 84 (%56,4) 16 (%51,6) 0,774
Var 65 (%43,6) 15 (%48,4)
Rektal Muayene Normal 137 (%91,9) 24 (%77,4) 0,025*
Anormal 12 (%8,1) 7 (%22,6)
PSA <4 142 (%95,3) 21 (%67,7) 0,001**
≥4 7 (%4,7) 10 (%32,3)
Prostat Volüm <50 cc 79 (%53) 19 (%61,3) 0,520
≥50 cc 70 (%47) 12 (%38,7)
Tepe Akım Hızı ≤10 62 (%44) 18 (%78,3) 0,005**
>10 79 (%56) 5 (%21,7)
Ortalama Akım Hızı ≤5 32 (%22,7) 12 (%52,2) 0,007**
>5 109 (%77,3) 11 (%47,8)
P15
İNSİDENTAL PROSTAT KANSERİNE EŞLİK EDEN HİSTOPATOLOJİK PARAMETRELER Caner Ediz1, Ayşe Nur İhvan2 1Üsküdar Devlet Hastanesi, Üroloji 2Ümraniye Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Patoloji
Amaç: Mesane çıkım obstrüksiyonu ve/veya prostatizm semptomları nedeniyle
transüretral prostat rezeksiyonu (TUR-P) uygulanan prostat dokusu
materyallerinde az da olsa insidental prostat kanseri (İPK) bulunma olasılığı
bilinmektedir. Bu materyaller patoloji laboratuvarına genellikle benign prostat
hiperplazisi (BPH) ön tanısı ile gönderilmektedir. Bu çalışmada TUR-P sonucu elde
edilen BPH ön tanılı materyallerde İPK’ye eşlik eden histopatolojik parametreleri
saptanması amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Üsküdar Devlet Hastanesi’ne 2006-2015 tarihleri arasında
obstrüktif ya da irritatif semptomlar nedeniyle başvuran ve TUR-P uygulanan
1,315 adet olguya ait prostat dokusu değerlendirildi. Otuz bir adet insidental
prostat kanseri tanılı olgu çalışmaya alınırken, 149 adet BPH tanılı olgu sistematik
örneklem ile kontrol grubu olarak çalışmaya dahil edildi. İnflamasyon varlığı
derecesi, inflamasyonun akut/kronik olması, atrofi, adenozis, prostatik intraepitelyal neoplazi (PİN) varlığı, bazal hücre hiperplazisi, stromal nodül,
Bulgular: İPK tanısı alan hastalarda inflamasyon görülme oranı %41,9 iken, BPH
tanısı alan hastalarda %73,2’dir. BPH’de inflamasyon oranı İPK’den anlamlı
düzeyde yüksek iken (p<0,01), hafif, orta ve ağır inflamasyon dereceleri arasında
fark saptanmamıştır. İnsidental prostat kanseri tanısı alan hastaların 9’unda
(%29) düşük dereceli PİN, 9’unda (%29) yüksek
dereceli PİN görülmektedir. BPH’de görülen 13 adet PİN’in tamamı düşük
derecelidir. İPK tanısı alan hastalarda stromal nodül görülme oranı %48,4, BPH
tanısı alan hastalardan %12,8 anlamlı düzeyde yüksektir (p<0,01).
Sonuç: PİN ve stromal nodül varlığı insidental prostatik adenokarsinoma sıklıkla
eşlik etmektedir. BPH ön tanılı TUR-P materyallerinde PİN ve stromal nodül varlığı
saptanması kalan materyalin histopatolojik olarak değerlendirilmesi yönünde yol gösterici olmalıdır.
Anahtar Kelimeler : İnsidental prostat kanseri, histopatolojik
parametreler,stromal nodül
Tables :
İnsidental prostat kanseri ve benign prostat hiperplazisi tanısı alan
hastalara göre prostatik intraepitelyal neoplazi durumlarının
değerlendirilmesi (n=180)
CA n (%) BPH n (%) Toplam n (%) p
PIN Var 18 (%58,1) 13 (%8,7) 31 (%17,2) 0,001**
Yok 13 (%41,9) 136 (%91,3) 149 (%82,8)
İnsidental prostat kanseri ve benign prostat hiperplazisi tanısı alan
hastalara göre diğer parametrelerin değerlendirilmesi (n=180)
CA n (%) BPH n (%) Toplam n (%) p
Atrofi 10 (%32,3) 61 (%40,9) 71 (%39,4) 0,485
Adenosis 12 (%38,7) 37 (%24,8) 49 (%27,2) 0,175
Bazal hücre hiperplazisi 3 (%9,67) 28 (%18,8) 31(%28,4) 0,314
Stromal nodül 15 (%48,4) 19 (%12,8) 34 (%18,9) 0,001**
Granülom 5 (%16,1) 12 (%8,1) 17 (%9,4) 0,178
Müsinöz metaplazi 5 (%16,1) 12 (%8,1) 17 (%9,4) 0,178
P16
PARSİYEL NEFREKTOMİDE RENAL KLEMPLEME TİPİNİN CERRAHİ, İŞLEVSEL VE ONKOLOJİK SONUÇLAR ÜZERİNE ETKİLERİ Uğur Boylu1, Ümit Yıldırım1, Ahmet Tahra1, Eyüp Veli Küçük1 1Sağlık Bilimleri Üniversitesi Ümraniye Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Üroloji
Kliniği
AMAÇ: Parsiyel nefrektomi esnasında uygulanan renal hiler kontrolün sadece
arterin klemplenmesi ile arterle birlikte venin klemplenmesinin cerrahi, işlevsel ve
onkolojik sonuçlarını karşılaştırdık.
HASTALAR VE YÖNTEM: 2008 ile 2016 yılları arasında uygulanan 132 parsiyel
nefrektomi olgusundan diğer böbreği normal olan ve soğutma yapılmadan renal
klempleme uygulanan 69’u robotik, 10’u laparoskopik ve 37’si açık olmak üzere
toplam 116 parsiyel nefrektomi olgusu çalışmaya dahil edildi. Sadece arterin
klemplendiği (AO grubu, n=44) olgular ile arter ve venin separe veya en bloc
klemplendiği (AV grubu, n=72) olgular tümör boyutu, operasyon süresi, sıcak
iskemi süresi, kanama miktarı, glomerüler filtrasyon hızında (GFR) azalma,
cerrahi sınır pozitifliği ve rekürrens gelişimi açısından karşılaştırıldı. Renal
fonksiyonlardaki kaybın değerlendirilmesi için preoperatif ve 6. ay kreatinin
düzeyinden hesaplanan GFR değeri kullanıldı.
BULGULAR: Tümör boyutu AO grubunda 4,1 cm iken AV grubunda 3,8 cm idi
(p=0,3). Operasyon süresi açısında iki grup arasında anlamlı fark bulunamadı (AO
için 184 dak, AV için 201 dak, p=0,24). Sıcak iskemi süresi AO grubunda 20,5
dak iken AV grubunda 22,7 dak olarak bulundu (p=0,15). Kanama, AO grubunda
(181 ml) AV grubuna göre (331 ml) istatistiksel anlamlı düzeyde daha azdı
(p=0,003). GFR’deki azalma iki grup arasında istatistiksel anlamlı fark
oluşturmadı (AO için 15,1 ml/min/1.73m2, AV için 9,5 ml/min/1.73m2, p=0,11).
Cerrahi sınır pozitifliği AO grubunda 4 olguda ve AV grubunda 1 olguda (p=0,06)
görüldü. Ortalama 41 aylık takipte rekürrens AO grubunda 1 olguda ve AV
grubunda 4 olguda (p=0,64) belirlendi.
SONUÇ: Parsiyel nefrektomi yapılırken sıcak iskemi altında sadece arterin
klemplenmesi, arter ile venin klemplenmesine göre daha az kan kaybına neden
olur. Klempleme yönteminin renal fonksiyon kaybına veya onkolojik sonuçlara etkisi bulunamamıştır.
Anahtar Kelimeler : böbrek kanseri, parsiyel nefrektomi, robot, laparoskopi