T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI
(ESKİ TÜRK EDEBİYATI)
SA’İD PAŞA MÎZÂNÜ’L-EDEB İNCELEME- METİN-DİZİN
Yüksek Lisans Tezi
Saliha AYDOĞAN
Ankara-2007
II
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI
(ESKİ TÜRK EDEBİYATI)
SA’İD PAŞA MÎZÂNÜ’L-EDEB İNCELEME- METİN-DİZİN
Yüksek Lisans Tezi
Saliha AYDOĞAN
Tez Danışmanı
Doç.Dr.İsmail Hakkı AKSOYAK
Ankara-2007
III
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI
(ESKİ TÜRK EDEBİYATI)
SA’İD PAŞA MÎZÂNÜ’L-EDEB İNCELEME-METİN-DİZİN
Yüksek Lisans Tezi
Tez Danışmanı : Doç.Dr. İsmail Hakkı AKSOYAK
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı İmzası
.................................................................... ........................................
.................................................................... ........................................
.................................................................... ........................................
.................................................................... .........................................
.................................................................... .........................................
.................................................................... .........................................
Tez Sınavı Tarihi .................................
IV
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER………………………………………………………………….…III
KISALTMALAR…………………………………………………………………...V
ÖNSÖZ…………………………………………………………………………….VII
GİRİŞ
Belâgat ve Diğer ilimlerle ilişkisi……………………………………………..1
Belâgatin Ortaya Çıkışı ve Tarihî Gelişimi…………………………………..11
I.BÖLÜM
I.1. Sa’id Paşa’nın Hayatı ve Sanatı Hakkında………………………………..26
I.2. Sa’id Paşa’nın Eserleri…………………………………………………….34
II.BÖLÜM
II.1. Mîzânü’l-Edeb’in Bölümleri……………………………………………..37
II.2. Mîzânü’l-Edeb’in Yöntemi………………………………………………52
II.3. Mîzânü’l-Edeb’in Edebiyat Tarihimizdeki Yeri ve Önemi………………67
III.BÖLÜM
III.1. Mîzânü’l-Edeb’in Fihristi……………………………………………….72
V
III.2. Mîzânü’l-Edeb’in Çevriyazı Metni……………………………………….76
IV. BÖLÜM
IV.1. Terimler Dizini……………………………………………………………469
IV.2. Eser Adları ve Kişiler Dizini……………………………………………...484
SONUÇ………………………………………………………………………….491
BİBLİYOGRAFYA…………………………………………………………....494
TEZ ÖZETİ…………………………………………………………………….499
ABSTRACT…………………………………………………………………….5
VI
KISALTMALAR
a.g.e. : adı geçen eser
a.g.m. : adı geçen makale
a.g.md. : adı geçen madde
b. : baskı
bkz. : bakınız
C. : cilt
Çev. : çeviren
DİA : Türk Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
Doç. : Doçent
Dr. : Doktor
h. : hicrî
Haz. : hazırlayan
IA : İslam Ansiklopedisi (İstanbul)
İ.Ö. : İsa’dan önce
İ.Ü. : İstanbul Üniversitesi
M.Ö. : milattan önce
Nu. : numara
Ör. : Örneğin
VII
Prof. : Profesör
s. : sayfa
S. : sayı
S.P.D. : Sa’id Paşa Divanı
vb. : ve benzeri
vs. : vesaire
yy. : yayımcı yok
GİRİŞ
1
BELÂGAT VE DİĞER İLİMLERLE İLİŞKİSİ
Belâğ “vuslat (yani yetişmek) ve kifayet”, bulûğ “ulaşmak (vusul gibi) ve
yetişmek (idrak gibi)1” kelimeleriyle aynı kökten olan “belâgat” kelimesi, edebî
terminolojide mütekellime (konuşmacıya), kelâma (söze) ve bir ilme dair olmak
üzere üç ayrı şekilde tanımlanmaktadır.
Konuşmacının belâgati, kendisiyle belîğ söz söylemeye muktedir olduğu
melekedir. Bu melekeye sahip olan kişiye “belîğ” sıfatı verilir.
Sözün belâgati, “fasih sayılmak için belirlenen tüm şartları yerine getirmekle
beraber her sözün makamına göre farklılık gösteren “muktezâ-yı hâle” uygun
olmaktır. Makamların farklılığına göre haller de farklı farklı olur. Bu farklılık ortaya
a. Yüklem ve öznenin söylenip söylenmemesi, belirsiz yapılması
b. Sözün ıtlakı ve pekiştirilmesi
c. Sözcüklerin cümle içerisinde yer değiştirmesi
d. Cümlelerin bağlanıp bağlanmamaları
e. Cümlelerin uzatılması, kısaltılması veya denkliği
f. Zeki ile aptala karşı hitabın dereceleri
1 Afyonkarahisarlı Şemseddinoğlu Mustafa, Ahter-i Kebîr, Sahâfiyye-i Osmâniyye Matba’ası, Der-
Sa’âdet, 1310, s.144.
2
gibi birbirinden farklı durumlar çıkarır.
Bu anlamda belâgat, kelime ile alakalı bir sıfat ise de bunda kelimeye veya
sese değil, terkip yönüyle anlamın ifadesine önem verilir. “Ve buna belâgat denildiği
gibi ba’zan dahi fesâhat ıtlak idilür2 .”
“Standart dil ve konuşmacıya farklılık kazandıran3” belâgatin, usul ve
kaidelerini inceleyen ilme de (ilm-i) belâgat denilmektedir. İlm-i belâgatin Arap dili
ve edebiyatıyla ilgili ilimler içinde bağımsızlığına en geç kavuşanı olduğunu;
bağımsız hale gelinceye kadar tarihî gelişimine ve ihtiva ettiği konuların ağırlığına
göre değişik isimlerle anıldığını ifade eden Hulûsî Kılıç, bu kronolojik seyri şöyle
göstermektedir:
“Mecâzü’l-Kur’ân” adlı eserlerde mecaz ve fesahat, Câhiz’de beyân,
İbnü’l-Mu’tez’de (ö.296 / 908) bedî’, Kudâme b. Ca’fer’de nakdü’ş-şi’r, Ebû
Hilâl el-Askerî’de (ö.400 / 1009’dan sonra) es-sınâateyn, İbn Sinân el-
Hafâcî’de (ö.466 / 1073) fesâhat, Albdülkahir el-Cürcânî’de (ö.471 / 1078)
belâgat ve delâ’ilül-i’câz, Zemahşerî’de (ö. 538 / 1144) meânî ve beyân,
Bedreddin b. Mâlik’te meânî, beyân ve bedî’, nihâyet Hatîb el-Kazvînî’de
(ö.739 / 1338) ulûmü’l-belâga adlarıyla anılmıştır. Çağdaş [arap]
2 Diyarbekirli Sa’id Paşa, Mîzânü’l-Edeb, Şirket-i Mürettibiyye Matbaası, İstanbul, 1305, s. 41. 3 Yekta Saraç, Klâsik Edebiyat Bilgisi Belâgat, Gökkubbe Yay., 3. b., İstanbul, 2004, s. 17.
3
müellifler[in]den Tâhâ Hüseyin belâgat için beyân kelimesini, Emîn el-Hûlî
ise fennü’l-kavl terkibini kullanmıştır4.
Belâgat ilmi, ma’ânî, beyân, bedî’ olmak üzere üç kısımda incelenir.
Bunlardan ilm-i ma’ânî “muhtelif cümle şekillerinden ve bunların kullanılışından
bahseder5.” Burada amaç, sözün yerinde ve duruma uygun söylenmesini sağlayan
kuralların tespitidir.
İlm-i beyân, anlatım yollarını konu edinir. Amacı, bir sözün farklı yollardan,
en açık şekilde ifadesidir.
İlm-i bedî’ ise, durumun iktizasına uygun ve açık olan sözü, “lâfız/ses ve
mana yönlerinden güzelleştiren usul ve maharetlerden (muhassinât) bahseden
ilimdir6.”
Kapsamı bu kadar geniş olan bir ilmin diğer alanlarla birçok açıdan ilişkisi
olacaktır.
Belâgat ilmi, sunduğu bilgiler çerçevesinde, edebî metindeki bildirileri yalnız
kelimelerin sözlükteki anlamlarında aramayan; kelime grupları, edat ve bağlaçların
kullanım yerlerine göre beliren anlam farklılıkları, sözdizimsel özellikleri ve anlamın
4 Hulûsi Kılıç, “Belâgat” DİA, C.5, İstanbul, 1992, s.381.
5 A. Schaade, “Belâgat”, IA, C.2, İstanbul, 1949, s.464.
6 Yekta Saraç, Klâsik Edebiyat Bilgisi Belâgat, Gökkubbe Yay., 3. b., İstanbul, 2004, s.141.
4
yapı ile olan ilişkisini, hatta kelimeyi oluşturan seslerin uyandırdığı psikolojik etkiyi
vs. göz önüne alan metin çözümlemelerine kaynak oluşturmaktadır.
Metin çözümlemesinin bir sonraki adımını, yorumlama ve bu doğrultuda
yapılan edebî eleştiriyle değerlendirmeler teşkil eder. Bu açıdan, belâgat ilmi edebî
eleştirinin bazı esaslarının tespitidir, diyebiliriz. Bu eleştiri ise, inceleme zemini her
yüzyılın temel yönelişine göre genişleyen; sesten kelimeye, kelimeden söze, sözün
oluşturduğu esere; eserden yazarın iç âlemine, geçmişine, sosyal statüsüne, içinde
yaşadığı çağın insanlarını kuşattığı fikir akımlarına kadar açılabilen; kısacası sürekli
gelişim halinde bulunan bir eleştiridir. İlk bakışta “değişim” gibi görünen bu
“gelişim”in herhangi bir safhasında takılmak ve edebî eleştiriyi bundan ibaret
sanmak doğru bir yaklaşım olmayacağı gibi, elde olan birikimi görmezden gelerek,
“yeni yöntemler” adına daha iç dinamiklerimizi kullanmadan metinler üzerinde
çözümleme, eleştiri ve değerlendirmeler yapmak; dahası, çağımızda dil ve edebiyat
bilimleri gövdesinden ayrılarak bağımsızlıklarını ilan etmekte olan yeni bilim
dallarını salt çevirilerle beslemek de doğru değildir.
Bir yorumlama yönteminin amacı ve doğrultusu diğer yorumlama
yönteminin amacına ve doğrultusuna benzemediği için bunları birbirine
karıştırmamak, tek bir yorumlama yöntemini doğru sayıp diğerlerini
5
dışlamamak gerekir. Günümüzdeki pragmatistler arasında bu yanlış yolu
tutanların sayısı az olmasına karşın bunlar çevrelerini etkilemektedirler7.
Bu açıdan belâgat, “çoğulcu edebiyat eleştirisi” havuzunda birleştirilip
sonuçlara varılacak bir eleştiri bütününün, araştırılması dilbilimcilere düşen kısmı
iken, bu birikimi dilbilimcilere tanıtmak da edebiyat alanıyla uğraşanlara
düşmektedir. Bu ortak çalışma sonucunda elde edilecek veriler, edebî eser ve
yaratıcısının gerçeğe en yakın değerinin belirlenmesinde kullanılacaktır.
Ünsal Özünlü, İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde verdiği Uygulamalı
Dilbilim ve Deyişbilim derslerini temel alarak yazdığı kitabında eskiden Arap, Fars
ve Divan edebiyatlarında sözbilimin bir bütün olarak hitabet içinde yer aldığını
söyler ve hitabeti oluşturan üç ayrı kol arasında [a. Açıklık, b.Sözbilim (Belagat-
Rhetoric), c. Kurallılık (Fasahat)] belâgati “sözbilim” kelimesiyle karşılayıp retorikle
eşleştirir8. Yazarın bu eşleştirmeyi yapmasının nedeni, belâgatin genel bir yanılgıyla
Eski Yunan kaynaklı retorik çalışmalarına dayandırılmasıdır.
…Eski Yunanlılar çağında genel eğitimin temel dallarından biri olan sözbilim
(rhetoric) daha sonraki devrelerde betikbilim alanında incelenmiş ve
7 Ünsal Özünlü, Edebiyatta Dil Kullanımları, Yay. Multilingual, İstanbul, 2001, s.18.
8 Ünsal Özünlü, a.g.e., s.39.
6
çağımızda ise tüm olarak dilbilim alanına katılarak daha bilimsel ve daha
geniş boyutlarıyla dil kullanımı açısından incelenmeye başlanmıştır9.
Bu eşleştirme, retorik ilminin hitabetin bir kolu olması hasebiyle, kapsam ve
kaynaklarının incelenmesine gerek kalmaksızın daha ilk aşamada engele takılır.
Çünkü doğu kaynaklı edebiyat ilimlerinin tasnifinde hitabet; ma’anî, beyân ve bedî’
ilimlerinin oluşturduğu belâgatten apayrı bir ilim olarak “inşâ’-i nesr” alanında
incelenegelmiştir. Amaçları, kapsamları çoğu yerde birbirine yaklaşsa da
tasniflerindeki bu ayrım, bu iki bilim dalının, isim olarak bile birbirlerini
karşılayamayacak farkları içerdiğini göstermektedir.
…Her iki kurallar bütünün belli konularının örtüşmesi, mahiyeti farklı bu iki
ilmin ayrılığını veya birisinin diğeri ile izahını gerektirmez. Belâgatin retorik
ile izahı ancak retoriğin belâgat ile izahı kadar tutarlı olabilir10.
Belâgati “retorik” ile eşleştirmenin doğru olmadığı yolunda Yekta Saraç’ın ve
Nasrullah Hacımüftüoğlu’nun tespitlerini yerinde buluyoruz:
Belâgati konu eden çoğu eserin onu kendi bütünlüğü içinde
vermemesi, dilbilimi ve üslûp ile ilgilenen araştırmacıların asırların
imbiğinden geçen bu muhteşem birikim karşısında yanlış değerlendirmelerde
9 Ünsal Özünlü, a.g.e., s.21.
10 Yekta Saraç, a.g.e., s.28.
7
bulunmalarına ve bazen Batılı kavramlarla belâgatin kavramlarını yanlış
olarak eşleştirmelerine yol açmıştır11.
Avrupa dillerinde temelini hitâbette bulan ‘Retorique’(Retorik) deyimi
ise; kana’atimize göre, kâmil manada ‘Belâğat’ deyiminin karşılığı değildir.
Çünkü batıda belâğat, sadece beşerî deyim ve ifâde tarzına ölçü olabilecek
bir ilim olarak düşünülmüştür. Başka bir deyişle retorik; hitâbet ve yazıda dil
kurallarına uygun, süslü bir üslûp yakalama sanatıdır. Yoksa Kutsal
Kitaplar’ın mu’cizevî gizliliklerini inceleme bilgisi değildir. Bu kapsamlı
anlam ‘Belâğat’ deyimine yükletilmiştir ki, bundan dolayı Müslüman
müellifler bu alandaki te’liflerine genelde bu ismi koymuşlardır12.
Sözcük ve tümcelerle anlatım arasındaki ilişkileri, sözün duruma ve olayın
geçtiği yere uyması yollarını öğreten ilm-i ma’anî, dil olanaklarıyla anlatım
olanaklarının incelenmesi bakımından doğrudan doğruya deyiş (style) ile ilgilidir13
ve bu yönüyle deyişbilimin (stilistik) alanına girmektedir.
11 Yekta Saraç, a.g.e., s.15.
12 Nasrullah Hacımüftoğlu, “Ahmet Cevdet Paşa’nın Belâgat-ı Osmaniye’si ve Yankıları”, Ahmet
Cevdet Paşa Vefatının 100. Yılına Armağan, Ankara, 1997, s.220.
13 Ünsal Özünlü, a.g.e., s.39.
8
İlm-i ma’anî, anlambilimin de çalışma sahasına girer. Diğer taraftan belâgat,
bu bilimin çalışmalarını beyan şubesiyle desteklemektedir. “İlm-i beyan”
çerçevesinde ele alınan hakikat, mecaz, kinaye, istiare, teşbih bahisleri, edebî
metinlerin anlaşılmasında gerekli olduğu kadar; anlam genişlemesi, daralması gibi
kelime bazında gerçekleşen anlam olaylarının yollarının tespiti yönündeki dilbilimsel
çalışmalar için de bilinmesi elzem konulardır. 1965’de yayınladığı makalesinde
dilimizin anlambilim yönünden incelenmesinin önemine dikkat çeken Doğan Aksan,
Türk anlambiliminin ortaya çıkabilmesi için her şeyden önce çeşitli anlam olaylarına
tanıklık eden kelimelerin incelenip bunların monoghraphielerinin hazırlanması
gerektiğini vurgulamıştır14.
Sa’id Paşa, münşî için gerekli olan ilimleri nedenleriyle belirtirken belâgatin
diğer ilimler arasındaki işlevine işaret etmektedir:
Ulemâ-yı belâgatin ba’zıları dir ki “Münşî sarf, nahv, ma’ânî
ilmlerini bilmelidir ki kelâmı terkîbde hatâ itmeye; ilm-i beyânı bilmelidir ki
elfâz ile ma’ânânın te’diyesinde fesâhat ve belâgate halel getirmeye, ilm-i
mantık bilmelidir ki irtibâtı latîf ve esâsı metîn ve intikâd-ı akliyece i’tirâzdan
sâlim ibâreler tertîbine muktedir ola, arûz bilmelidir ki nesr arasında bir nazm
14 Bkz. Doğan Aksan, “Türk anlambilimine giriş-anlam değişmeleri I”, TDAY-Belleten, 1965, s.167.
9
zikr olunur ise mevzûn olub olmadığını hakkıyla bile, ilm-i lugatte mahâreti
olmalıdır ki her kelimeyi mevzi’-i sahîh ve tabî’îsinde isti’mâl eyleye15.
Dilbilim ve onun alt kolu olarak gelişen diğer bilimlerle belâgat arasındaki
ilişkiyi, Rıza Filizok şöyle değerlendirir:
…Dil bilimi, gösterge bilimi, anlam bilimi, pragmatik sahalarında
Batı dünyasında halen geliştirilmekte olan birçok teori ve teknik ile Türk-
İslâm medeniyeti içinde gelişen mantık, fıkıh, belâgat gibi bilim dallarının
teori ve teknikleri arasında çok sıkı ilişkiler vardır. Bu ilişkiler yüzeysel
benzerlikler değildir, tarihî belâgat ve fıkıh bilimlerimiz, günümüz dil ve
bildirişim teorilerinin büyük bir kısmına temel hareket noktası oluşturmakta,
onların öncülüğünü yapmakta, onlara model olmaktadır 16.
Filizok, konuşan özne ile dil işaretleri arasındaki ilişkileri inceleyen
pragmatiğin yeni bir bilim dalı olduğuna karşı çıkar: “Türk-İslâm bilim geleneği
içindeki Belâgat, özellikle ‘ilm-i meâni’ gelişmiş bir pragmatik teorisidir ve yüz
yıllardan beri kullanılagelmiştir 17.”
15 Diyarbekirli Sa’id Paşa, a.g.e., s. 43.
16 Rıza Filizok, “Yüzyılımızı Aydınlatan Bir Bilim Dalımız: Belâgat”, 11.04.2007, <http://www.ege-
edebiyat.org/>.
17 Rıza Filizok, a.g.m.
10
Belâgat geleneğimizin bugünkü bildirişim teorisiyle, sözceleme teorisiyle ve
pragmatiğin birçok teorisiyle örtüştüğünü örneklerle gösterdiği makalesini Filizok şu
sözlerle bitirmektedir:
Elbette günümüzde bildirişim teorisi durmadan gelişmekte ve yeni
unsurlarla zenginleşmektedir. Bu gelişmelerin tamamı belâgat geleneğimizde
yoktur. Ama aynı şekilde günümüz bildirişim teorilerinin belâgat geleneğimizin
bütün teorilerini kapsamadığını da görüyoruz. Bundan dolayı Türk
araştırmacıları, bu iki kaynaktan beslenmek zorundadır. İnancımızı
tekrarlıyoruz: Bunu başardığımız zaman, söz konusu bilim dallarının
gelişmesine evrensel katkılar yapabiliriz.
Belâgatin ilişkili olduğu bilimler elbette ki bunlarla sınırlı değil; biz burada
dil ve edebiyatın araç değil amaç olarak ele alındığı bilimlerle ilişkisine değindik.
Hukuk, bürokrasi, reklamcılık, sinema, psikoloji gibi dilin en doğru ve etkili biçimde
kullanmasını gerektiren alanlarla belâgatin ilişkisi, dil ve edebiyat alanlarıyla olduğu
kadar sıkıdır.
11
BELÂGATİN ORTAYA ÇIKIŞI VE TARİHÎ GELİŞİMİ
Asırlar boyu farklı ilimlerden beslenerek büyük bir yapı oluşturan belâgatin
tarihî gelişimini tek bir kaynaktan izlemeye başlamanın doğru olmayacağı
düşüncesindeyiz. Kimi araştırmacılar bu başlangıcı edebî eleştiriye
dayandırmaktadır, kimi hitabete, kimi dil çalışmalarına. Farklı devir ve
coğrafyalarda, her milletin kendi öz varlığı, malzemesi, kabiliyeti ellerinde
şekillendirdiği ve ilk aşamada birbirleriyle temas halinde olmaksızın gelişen bu
ilimler bütünüdür belâgat. Biz bu bütünü oluşturan parçaların nerede, nasıl bir
gereksinim üzere doğup geliştirildiklerine göz atalım:
İnsanın olduğu yerde iletişim, iletişimin olduğu yerde lisan vardır. Kontrollü
olarak kendini ifade amacıyla yapılan ufak bir göz kırpıştan, sanatlarla süslenmiş
parlak nutuklara kadar her iletişim yolu dilin sahası içerisine girer. Beden dili,
konuşma dili, yazı dili, şiir ve hukuk dilleri vb. diye adlandırılan sistemler, dilin
farklı durum ve amaçlarda kullanılan, farklı insan grupları tarafından geliştirilen alt
kodlarıdır. Beden dilinin geliştirilmesiyle dans, tiyatro gibi görsel sanatlar; konuşma
dilinin geliştirilmesiyle hitabet; yazı dilinin geliştirilmesiyle yazılı edebiyat oluşmuş;
sonra bu gövdelerden hukuk dili, şiir dili gibi dallar uzanmıştır.
12
Bu alt kodların kullanılıp geliştirilmesinin yanında zamanla, bunlar üzerinde
inceleme ve araştırmalar yapma ihtiyacı doğar. Bu noktada en eski dil çalışmalarına
itici güç olan etkenin “din” olduğu söylenebilir:
Bugünkü bilgilerimize göre en eski dil çalışmaları Eski Hint’te ve
daha sonra Eski Yunan’da gerçekleşmişti. Dinin bir itici güç olarak dil
üzerindeki inceleme ve araştırmalarda etken rolü oynaması, birçok ülkede
olduğu gibi, Eski Hint’te de kendisini göstermiş, kutsal bilgi derlemeleri
Veda’ların doğru okunması, değerlendirilmesi ve zamanın aşındırmasından
uzak kalabilmesi doğrultusundaki çabalar giderek dil denen olgunun
sırlarının çözülmesine yönelmiştir. Eski Hint’te İ.Ö.X. yüzyıldan önceye
uzanan Veda’ların üzerinde çalışan birçok dilcinin yetiştiğini, hatta İ.Ö.V.
yüzyıldan önce Hindistan’ın kuzeyinde ve doğusunda iki dilbilgisi ekolünün
varlığını biliyoruz18.
Alman filozof ve tarihçi Karl Jaspers’in birbirleriyle ilişkileri olmayan,
birbirlerinden uzak ülkelerde yaşayan halkların entelektüel ve manevî değişimleri
açısından “mihver dönemi” olarak nitelendirdiği M.Ö.600 ile 300 arasındaki yıllar,
İran’da Zerdüşt’ün ve önemli havarilerinin, İsrail’de peygamberlerinin, eski
Yunan’da filozofların, Hindistan’da Buda’nın, Çin’de Konfüçyüs’ün ve Lao-Tse’in
birbirlerini tanımadan yaşadıkları yıllardır19. Bu sebeptendir ki Hindistan’da dil
18 Doğan Aksan, Anlambilim Konuları ve Türkçenin Anlambilimi, Engin Yayınevi, Ankara, 1998,s.16.
19 Bernard Lewis, Ortadoğu, [Çev. Selen Y. Kölay], 2.b., Arkadaş Yayınevi, Ankara, 2005, s. 31.
13
çalışmaları din adamlarının çabalarıyla ilerliyorken bu haritanın batısında, Yunan
topraklarında, dil çalışmaları için itici güç “felsefe” olmuştur.
Yunanistan’da dilin doğuştan, doğal mı (physei), yoksa insanlar
tarafından konma, yapma mı (thesei) olduğu konusu, yüzyıllarca üzerinde
durulan, tartışılan bir sorun olmuştur. Eski Yunan’da Heraklitos,
Demokritos, Protagoras, Aristoteles gibi düşünürler dil felsefesi, dilbilgisi
konu ve kavramlarına eğilmişlerdir20.
Bir fennin ilim olma yolunda esaslarının tespiti, o fende üst seviyelere
çıkmanın doğal sonucudur. Diğer bir deyişle ilimler, gereksinim, eğilim ve
kabiliyetleri sonucu o fende zirve yapmış toplumların beşiğinde büyür. İşte “retorik
de böyle ilk çağ yunan demokrasilerinde ortaya çıktı21.”
Bu dönem Yunan toplumuna bakıldığında, elverişli siyasî şartların da
yardımıyla kendi propagandalarını yapmak için sözle inandırma hudutlarını zorlayan
politikacılara, kelime oyunlarıyla yargı makamını iknaya çalışan adlî konuşmacılara,
20 Doğan Aksan, Anlambilim Konuları ve Türkçenin Anlambilimi, Engin Yayınevi, Ankara, 1998,s.16.
21 “Retorik” Meydan Larousse Ansiklopedisi, C.X, Meydan Yayınevi, İstanbul, 1972, s.553.
14
sonraları başyapıt olarak okunan nutuk sahibi hatiplere22 rastlanır. Bu seviyeye gelen
bir fennin ilim olması artık kaçınılmazdır.
M.Ö.V. yüzyılda, Koraks ve Tisias adlarındaki iki Sicilyalının bulduğu
retorik (hitabet), bu sanatla ilgili eserlerin incelenmesi yoluyla meydana gelmiş;
sofistler, Protagoras ve Gorgias tarafından geliştirilmiş; Eflatun ve Aristoteles’le
felsefî bir temel kazanmış ve Logographos’ların (Antiphon, İsokrates, İsaios) bugün
kaybolmuş incelemelerinde kurallara bağlanmıştır23.
Bu sanatın kurallarını içeren, elimizde bulunan en eski eser Rhetorica’dır.
Aristoteles’in bu eserini kaleme aldığı zamana kadar “felsefe, retorikle herhangi bir
alışverişi kabul etmemişti. Platon, retoriği–bu inandırma ustasını–, onu uygulayanlar,
hakikat bilgisine ya da saygısına sahip olmaksızın inandırma yollarını aradıkları için
reddetmişti. Kendi üstünlüğünü kurmaya çalışan hatip, iktidar arzusunun kölesidir ve
tamamen sahte değerler düzeni içinde iş görür. Eğer şiir devletten kovulmuşsa,
retorik de bu sürgünden payını almalıdır; aslında onun durumu daha da kötüdür.
Bununla birlikte, ta başlangıçtan beri–retorikte bu daha az açıklıkla kavranabilir 22 Aristo’nun Retorik adlı eseri için yazdığı girişte Friedrich Solmsen, Yunan edebiyatında kendine
yer edinmiş bazı nutuk sahiplerini anar: “Lysias’ın, Demosthenes’in söylevleri, Homeros, Sophokles
ve Platon ile aynı düzeyde sayılmasa bile, Yunan yazınının herkesçe kabul edilen başyapıtları arasında
yer alır; Aristoteles’in zamanında bile bunlar “okunur”du.” Aristoteles, Retorik, [Çev. Mehmet H.
Doğan], 7.b., YKY, İstanbul, 2004, s.7.
23 “Retorik” Meydan Larousse Ansiklopedisi, s.553.
15
gibiyse de–her ikisinin de iyi davranış göstermeleri halinde eski durumlarını
kazanabileceklerinin belirtileri vardır24.” Ve Platon (Eflatun), ideal biçimine
döndürülmüş, felsefeye katkı sağlayacak bir retorik tasarlar.
… [Bu ] türden retorik, ancak kendi okulunun bir üyesi tarafından
ortaya çıkarılabilirdi. Bu görevi yüklenen, Aristoteles oldu25…
Rhetorica, böyle bir gereksinim üzere doğmuştur. Aristo, bu kitabında,
konuşma yaparken göz önünde tutulması gereken üç noktayı ele alır: “…birincisi
inandırma yolları; ikincisi, kullanılacak biçem ya da dil; üçüncüsü, konuşmanın
çeşitli bölümlerinin uygun düzenlenişi26.” Böylece eserinin “Üçüncü Kitap” adlı
bölümünü şiirle olduğu kadar retorikle de ilişkili olan dil kullanımlarını, ifadeyi ve
bunun yolları olan (belâgat ilminin “beyan” şubesini oluşturan) benzetme, istiare
gibi sanatları anlatmaya ayırmıştır. Bu eser asırlar sonra, edebî sanatlar hakkındaki
ilk Arapça eserlerin yazıl[mış bulundukları] zamanlarda [“el-Hitâbe” ismiyle]
Arapçaya çevrilecektir27.
24 Aristoteles, Retorik, [Çev. Mehmet H. Doğan], 7.b., YKY, İstanbul, 2004, s.9.
25 Aristoteles, a.g.e., s.10.
26 Aristoteles, a.g.e., s.165.
27 Muhammed b. Omar Ar-Râdûyânî, Kitâb Tarcumân al-Balâga, [Haz. Ahmed Ateş], İbrahim Horoz
Basımevi, İstanbul, 1949, s.9.
16
Eski Yunan’da dil çalışmaları, güzel konuşma yollarının aranması haricinde
şiir (bu tanım içerisine dili şiir olan epos, komedya, tragedya da girmektedir) ve onun
eleştirisi hakkında da eserler yazılır. Aristo’nun diğer eseri olan Poetika, edebî
eleştirinin bir tezahürü olarak “üstün yazınsal örnekler için standartlar oluşturmak28”
amacıyla kaleme alınmıştır ve Aristo, mecaz, teşbih ve istiare konularının yanı sıra
harf, hece, kelime, kelime çeşitleri, cümle kavramlarını açıklamış; fesahat
kavramlarından olan “garabet” konusuna da değinmiştir. Rhetorika gibi, içinde çok
sayıda belâgat konusunu barındıran bu eser de Arapçaya çevrilecek; “Fennü’ş-Şi’r”
adıyla anılacaktır.
Güneyde ise, şecaat ve cömertlikte yarıştıkları gibi belâgatleriyle de
birbirlerini geçmeye çalışan Arap kabileleri bulunuyordu. İnsanı hayrette bırakacak
hafızaları, dil konusundaki hassasiyetleri, olgunlaşmış edebî zevkleri ve
kabiliyetleriyle “nazmen ve nesren sihir gibi sözler söylerlerdi29.”
Şairlik için gereken şartların, Arapların ırkî özellikleri ve iç içe yaşadıkları
tabiatla sağlanması üstüne bir de Arap dilinin şiir söylemeyi kolaylaştırır yapısı
eklenince ortaya şiirle düşünen, şiirle övünen, savaş meydanında kılıcından önce
şiirini çeken bir kavim çıkmıştır:
28 Aristoteles, a.g.e., s. 7. 29 Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya ve Tevârih-i Hulefâ, C.I, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1972, s. 76.
17
Arabların hassâs, serî’ü’l-infi’âl bir kavm olmalarıi dâ’ima sâf,
parlak bir semânın temâşâsına ma’rûz kalmaları, tabî’ati tedkîke zamân ve
mekânları müsâ’id bulunması gibi şâ’irliğe muktezâ esbâbın kâffesi mevcûd
olmakla berâber lisânlarında kâfiyeyi teshîl iden müterâdiflerin kesreti,
işârât ve kinâyâtın mebzûliyeti hasebiyle Arablar için, bir hiss-i tabî’î add
olunabilir30…
İslâm’dan önce, yılın belli zamanlarında kurulan panayırlarda, en ünlüsü
Mekke yakınlarındaki Ukaz panayırıdır, bir araya gelen Arap şairlerinin, hakemlerin
huzurunda şiirlerini okuyarak yarıştıkları, bu yarışmalarda birinci olan şairlere ait
şiirlerin Kâbe duvarına asılarak tüm sene orada sergilendikleri bilinmektedir. Bu
panayırlarda ünlü hatipler de bulunur, yüksek bir yere çıkarak hutbelerini okurlar ve
Araplar da beğendikleri bu hutbeleri daha sonra ezberden okuyabilecek kadar
dikkatle dinlerlerdi.
“Bu dönemden bahseden kaynaklar o devir şairlerinin lafız ve anlam ile
bunların birbirleriyle olan ilişkileri üzerinde titizlikle durulduğunu kaydederler. Daha
sonraki yüzyıllarda müstakil bir ilim dalı olacak belâgatin birçok konusu kavram
olarak o dönemden gelmektedir31.”
30 Mehmed Fehmî, Târîh-i Edebiyât-ı Arabiyye, Matba’a-i Âmire, İstanbul, 1332, s.261.
31 Yekta Saraç, Klâsik Edebiyat Bilgisi Belâgat, Gökkubbe Yay., 3. b., İstanbul, 2004, s.18.
18
“Muhadram” yani “hem devr-i Cahiliyeyi idrak etmiş, hem de Asr-ı Saadete
yetişmiş” bir kadın şair olan el-Hansa’nın, Hassan bin Sabit’in
32دما يقطرن نجدة من اسيافنا و بالضحى يلمعن الغر الجفنات لنا
matla’lı kasidesi için yaptığı eleştiri, Araplarda şiir eleştirisinin ne derece titizlikle
yapıldığının, yalnız zevk-i selimine dayanıp temelsiz varsayımlardan hareket eden
hakemlerin insafına bırakılmış bir takım yorumlar olmadığının en açık göstergesidir:
Hansa şiiri baştan aşağı dinledi. Evvelâ şu matla’ beytini alarak dedi
ki: “Kuzum, kabîleni methetmek istemişsin fakat bir beytinde yedi yerde
düşmüşsün! Bizim beyaz tencerelerimiz var demek için الغر جفنات diyorsun.
Bilmiyor musun جفنات kelimesi kıllet gösterir. Demek sizin nihayet üç
tencereniz varmış. Sen bunu diyecektin. Çünki bu جفان .demeyecektin جفنات
şekil kesret gösterir. Sonra beyazlığı da vâzıh bir sûrette gösteremiyorsun:
Evet غر kelimesi غرة’den gelir ki nihayet beyaz bir leke demektir. Sen burada
ye. Leme’an’ يلمعن kelimesini kullanacaktın. Gelelim بيض lafzı yerine غر
nisbetiyle o kadar şiddetli olmayan ziyânın zaman zaman zuhûru demektir.
Demek sizin tencereleriniz zaman zaman parlıyor; hem sönük bir nur ile
parlıyor. Evet, burada işrak maddesini kullanarak يشرقن diyecektin. O zaman
tencereleriniz alabildiğine parlayacak, hem mütemadiyen parlayacaktı.
Gelelim باالضحى ’ya. Bir kere gündüzün tencerenin parlaklığı göze çarpmaz;
saniyen mihmanperverlik, semahat nokta-i nazarından gece parlayan tencere
32 (Matla “Bizim sabahleyin parıl parıl parlayan beyaz tencerelerimiz var, kılıçlarımız kemal-i necdetimizden kan damlalarına mîzâb oluyor.” meâlindedir.): Mehmed Âkif Ersoy’un Makaleleri (Sırat-ı Müstakim ve Sebilü’r-Reşad Mecmualarında Çıkan ), [Haz. Abdulkerim Abdulkadiroğlu-Nuran Abdulkadiroğlu], Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 1987, s.123.
19
gündüz kaynayan tencereden daha hoş olur. Onun için sen de tencereleri
gece kaynatacak yani بالضحى yerine بالدجى diyecek idin.
اسيافنا و da tıpkı جفنات[ ] gibi kıllet gösteriyor. Sizin koca kabilenizde
topu topu üç kılıç mı var! Tabiî değil. O halde اسياف yerine سيوف diyecektin.
.kelimesi de zaif: kılıçların ucundan kan damlaması bir şey değil يقطرن
Burada kan damlamayacak belki seyelan edecekti. O halde يقطرن yerine يسلن
diyecektin. دما kelimesinde de birçok kanlar göstermek lâzım geleceği için
…şeklinde olacaktı دماء 33 ”
Araplarda doğal olarak gelişen bu “edebî tenkit mülâhazaları, Kur’ân-ı Kerîm
ve hadis-i şeriflerin ortaya koyduğu örneklerle daha da gelişmiş34”; nihayet Emevîler
döneminin sonlarında ve I. Abbâsi asrının başlarında dil, nahiv ve aruz açısından
yapılır hale gelmiştir35.
Ahmet Cevdet Paşa, bir asırda itibar ve şöhrette olan ne ise, o asırda
gönderilen peygamberin mucizelerinin ona göre olacağını söyler:
Meselâ Hz. Musa aleyhisselâmın asrında sihirbazlık pek ziyade şöhret
bulmakla Cenab-ı Hak, O’na asâsı ejder olmak gibi sâhirlere galebe edecek
mû’cizeler verdi.
33 Aynı eser, s.123-24.
34 Yekta Saraç, a.g.e., s. 18.
35 Kenan Demirayak, Abbâsi Edebiyatı Tarihi, Şafak Yayınevi, Erzurum, 1988, s.31.
20
Hz. İsa aleyhisselâmın asrında dahi hikmet, pek ziyade i’tibarda
olmakla Cenab-ı Hak, O’nu a’mâların gözlerini açmak ve ölüleri diriltmek
gibi etibbânın yapamayacağı mu’cizelerle meb’us buyurdu36.
Böyle şair bir toplum içinse gerçek mucize Kur’ân olmuştur. Kur’ân’ın
inmesi, İslâmiyet’i kabul eden Arapları onu en doğru şekilde anlamaya, i’câzını
göstermeye yönelik çalışmalar yapmaya itmiştir:
…Kur’an nâzil olup, müminlerin ona ve Peygamberin sözlerine
uyarak amel etmeleri lâzım gelince, bu mukaddes kitapla hadîslerin
mânalarının ne olduğu üzerinde düşünülmeğe başlandı. Bizzat Kur’an’da,
bazı âyetlerin “muhkam” (mânası vâzıh) , “muteşâbih” (mânası müphem)
olduğu tespit edilmişti: âyetlerin sonunda “fâsıla”lar (cem’i fawasıl, bir nevi
seci’ler) bulunduğu da hemen göze çarpıyordu. Diğer taraftan Müslümanlar
hareketlerini tanzim ederken, Kur’an’daki kelimeler ve delâlet ettikleri eşya,
vasıf veya hareketler üzerinde düşündüler ve hemen bazı kelimelerin hakikî
mânasından gayri mânalarda kullanılmış olduklarını gördüler; aynı zamanda
onun ifade tarzının hususiyetlerini ve başka söz ve yazılardan farklarını
araştırdılar. Böylece Müslümanlığın ilk asırlardan itibaren Bayân al-Qur’ân,
Ma’ânî’l-Qur’ân, Îcâz al-Qur’ân, Macâz al-Qur’ân gibi eserler yazıldı.
Edebî san’atlar tetkikinin hakikî başlangıcı olan bu eserlerde, isimlerinden de
36 Ahmet Cevdet Paşa, a.g.e., s. 75-76.
21
anlaşılacağı gibi, daha ziyade kelime ile mâna arasındaki münâsebetlere
temas ediliyordu Diğer taraftan, halîfe ve emîrlerin cuma namazlarında
okudukları hutbeler, nutuklar câmilerde, ekseriya bir dinleyici kütlesi önünde,
muhtelif mevzularda yapılan münakaşalar hitabet san’atının daha başka
yollardan ilerlemesine ve bu yolda muvaffak olabilmek için bazı sade ve
amelî kaidelerin aranıp bulunmasına yol açtı. Bu suretle de yeni bir Arap
belâgat ilminin temelleri atılmış oluyordu37.
Dinî temele dayanan bu sebeplerin içinde “fetihlerle genişleyen toprakların
halklarına İslâm’ın etkileyici tarzda anlatılma ihtiyacı38” ve onların Kur’an’ı yanlış
okumalarını engelleme çabaları da bulunmaktadır:
İslâm dünyasının sınırları genişleyip Arap olmayan Müslüman
toplulukların Kur’ân-ı Kerîm’i yanlış anlama endişesi ortaya çıkınca Arap
dili ve gramerinin kurallar halinde tesbitine ihtiyaç duyuldu. İlk asırlarda bu
kurallar tespit edilirken dil ve edebiyat bir bütün olarak ele alındığından
belâgat kaideleri de bu ilimler içinde incelenmekteydi39.
Eklenen sosyal ve siyâsî sebeplerle belâgat çalışmaları hızlanmıştır:
37 Muhammed b. Omar Ar-Râdûyânî, a.g.e., s. 5-6. (Ahmet Ateş’in önsözü)
38 Yekta Saraç, a.g.e., s.18.
39 Hulûsi Kılıç, “Belâgat” DİA, C.5, İstanbul, 1992, s.381.
22
…İslâma giren Arap olmayan unsurların aydın tabakası hakim
milletin dilini Kitab’ın dili olduğu için mükemmel bir şekilde öğrenmişlerdi.
Fakat zamanla ve özellikle Şuubiye adı verilen ve Arap olmayan unsurların
Arapların her sahadaki üstünlüklerine ve bir nevi başkaldırı olan cereyanın
tesiri ile Arapçaya belli yönlerden hücum edilmeye başlandı. Bu harekete
cevap verilmesi bu dilin ve edebiyatının üstün özelliklerinin araştırılıp ortaya
konmasını gerektiriyordu40.
…Araplarda beyan ilminin müessisi sayılan el-Câhiz (ölm. 869=255)’in,
Kitâb al-bayan wa’t-tabyîn’i yazarken, bilhassa “şu’ûbiye” hareketine karşı
koymayı düşündüğünü göz önünde bulundurmak bu cereyanın Arap
belâgatine ait kaidelerinin tespit edilmesinde ne kadar müessir olduğunu
anlatmağa kâfi gelebilir41.
Özellikle Abbasiler döneminde halifelerle emirlerin yanında kâtipler zümresi
yetişmiş, bunlar da Arap dilinin beyanı üzerine düşünmüşler ve bu konuda ilk
eserlerini oluşturmuşlardır:
…Halifelerle büyük emîrlerin yanlarında, muharebelerini idare eden ve ilk
gayeleri, her fikri güzel ve parlak bir şekilde ifade etmek olan bir “kâtipler”
zümresi yetişmişti. Ancak, ifade edilecek fikirler, görüşler, bedevî Arabın sâde
40 Yekta Saraç, a.g.e., s. 18-19. 41 Muhammed b. Omar Ar-Râdûyânî, a.g.e., s. 5-6. (Ahmet Ateş’in önsözü)
23
ve basit fikir ve görüşleri değildi; cemiyet fertleri arasındaki münasebet de,
birbirini daimâ müsâvi gören ve yalnız cömertlik ve kabilesine yaptığı
iyilikler ile öğünen bedevîlerin münâsebeti değildi; cemiyette, mütekabil
dereceleri ve münasebetleri mâlûm sınıflar vardı ve yazı yazılırken, ifâde
tarzını onlara göre ayarlamak lâzımdı. Bunun için Arapçanın bünyesi
zorlandı ve Arapça yeni hayat şartlarına intibak ettirilmeğe çalışıldı. Bu
hareket de, kâtipleri Arap dilinin “beyan”ı üzerine düşünmeye sevketmişti42.
Beyan konusuyla daha önce gramerciler de ilgilenmişlerdir:
…Gramercilerin daha erken dönemden itibaren dil kurallarını ve eski
döneme ait şiirleri öğretirken üslûp ve beyan ile ilgili hususları ele aldıklarını
görüyoruz. Kelâm ilmiyle de ilgilenen dilci ve gramercilerin önemli bir kısmı
öğrencilerine kendi görüşlerini tekli ederken nasıl hasımlarını alt ederler,
kendi görüşlerini nasıl güzel bir şekilde açıklarlar, dinleyenlerin gönüllerine
ve zihinlerine söz ile nasıl tesir ederler; bütün bunları gerçekleştirmek için
kendi asırlarına kadar belâgatle ilgili Arapların ortaya koyduğu düşünceleri
incelemekle kalmamışlar, aynı zamanda Hind, Fars, ve Yunan düşüncelerini
ele almışlardır. Aslında gayeleri bunların arasından Arap beyanı için
temeller ve kurallar çıkarmaktı43.
42 Muhammed b. Omar Ar-Râdûyânî, a.g.e., s.7. (Ahmet Ateş’in önsözü)
43 Yekta Saraç, a.g.e., s.19.
24
Böylece belâgat, “birisi edebî diğeri kelâmî44” olmak üzere iki temel karakter
arz etmiştir.
Arap âlimleri tarafından zaman içerisinde geliştirilerek son haline
kavuşturulan belâgat ilmi, Müslüman oldukları sebeple Arapçayı din lisanı addedip
öğrenen milletler için de geçerli olmuştur.
“İran şairleri özellikle yeni edebiyatın doğduğu sıralarda Arap edebiyatındaki
belâgat kaidelerini taklit etmekle yetindiler. İran edebiyatına geçen birçok Arapça
kelime de bu taklidi kolaylaştırdı45.”
Türk edebiyatı için de durum aynıdır. Müslüman Türkler, Kur’an’ın dili
olduğu için “din lisanı” saydıkları Arapçayı ilim dili olarak da kabul edip çok iyi
öğrendiler ve belâgati Arapça olarak yazıya geçirdiler. “Bu sebeple Büyük
Selçuklular ve Anadolu Selçukluları devrinde bu konuda Türkçe yazılmış bir
kitaptan söz etmek mümkün olmamaktadır46.”
Türkler, belâgat eserlerine, edebî açıdan kendilerine örnek aldıkları,
lisanlarını “edebiyat lisanı” olarak kabul ettikleri İranlılar yoluyla da ulaşmışlardır:
…Türkler Arapçadan direkt istifade ettikleri gibi, kendilerinden önce
Müslüman olan Farslardan da istifa ettikleri inkâr edilemez. Medreselerin,
44 Nasrullah Hacımüftüoğlu, “Belâgat Ekolleri ve Anadolu Belâgat Çalışmaları”, Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, S.8, Erzurum, 1988, s.116. 45 Tahsin Yazıcı, “Belâgat/Fars Edebiyatı” DİA, C.5, İstanbul, 1992, s. 383. 46 Kâzım Yetiş, “Belâgat/Türk Edebiyatı” DİA, C.5, İstanbul, 1992, 384.
25
İslâm milletlerine ait ortak kültür kuruluşları olduğu göz önüne alınırsa,
Anadolu Belâgat Çalışmalarının da bu ortaklık içinde şekil aldığı görülür47.
Özellikle medreselerde okutulan bu Arapça kaynaklara yine Arapça olarak
şerhler, haşiyeler yazılmış; sonraları Türkçeye tercüme edilmişler “ancak bu
tercümelere rağmen Türkler asırlarca belâgat konusundaki kitapları Arapça
asıllarından okumuşlardır48.”
Derken sosyal ve siyâsî hayatta olduğu gibi ilmî ve edebî açıdan da bir
kırılma yaşanır. Sürekli eleştiriler, ani ve heyecanlı değişimleriyle yeniye duyulan
özlemin verdiği coşkunun eskiye ağır suçlamaları, tahripleri doğurduğu bir döneme
girilir. On dokuzuncu yüzyıl, tıpkı bir önceki ve bir sonraki yüzyıllar gibi “eleştiri
çağı”dır49.
Tanzimat’tan sonra Batılı anlamda yeni mekteplerin açılması ve bunların ders
progamlarına belâgatın da alınması bu konuda yeni arayışları doğurmuştur. Artık bu
okullardaki öğrenciler belâgatı aslından okuyacak kadar Arapça bilmiyorlardı. Bunun
için Türkçe belâgat kitabı telifinde bir artış görülmüştür50.
47 Nasrullah Hacımüftoğlu, a.g.m., s. 121. 48 Kâzım Yetiş, “Belâgat/Türk Edebiyatı” DİA, C.5, İstanbul, 1992,s. 384. 49 René Wellek, “Yirminci Yüzyıl Eleştirisinin Temel Yönelişleri”, [Çev. Şevket Toker], Ege Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, S.VI, 1991, s.47. 50 Kâzım Yetiş, a.g.m., s.385.
I. BÖLÜM
26
I.1. SA’İD PAŞA’NIN HAYATI VE SANATI HAKKINDA
Divan Efendisi-zâde Diyarbakırlı Süleyman Nazif Efendi’nin oğlu Mehmed
Sa’id Paşa, 1832’de (h. 1248) Diyarbakır’da doğmuş, henüz bir yaşındayken babasını
kaybetmiş ve yetim olarak büyümüştür1.
“Seyyid Nesîmî, İsmail Fâmî, Mehmed Emîrî, Hâmî, İbrahim Cehdî,
Süleyman Nazif Efendi gibi birkaç nesil şair ve sanatkâr yetiştirmiş bir aileye
mensup olan2” Sa’id Paşa, Servet-i Fünûn dönemi ünlü şair ve yazarlarından
Süleyman Nazif ve şair Faik Ali Ozansoy’un da babasıdır3.
“Diyarbakır’da medrese öğrenimini tamamladıktan sonra vilâyet tahrirat
kalemine gir[en Sa’id Paşa] 1857’de hâcegânlık rütbesini al[mıştır]. 1861’de vilâyet
tahrirat kalemi başkâtibi, 1962’de mektupçu muavini, 1868’de vilâyet mektupçusu
ol[muştur]4.” “1871’de mîrimirânlık rütbesiyle Elazığ, 1874’de Maraş
1 İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri, C. 3, yy, 1507, s.1608.
2 Kenan Erdoğan, Diyarbakırlı Sa’id Paşa Dîvânı, Manisa, 2003, s.16.
3 Bkz. Kenan Akyüz, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi, 2.b., Doğuş Matbaası, Ankara, 1958, s. 361,
385.
4 İsmet Parmaksızoğlu, “SA’İD PAŞA, Diyarbekirli Mehmed” Türk Ansiklopedisi, C. XXXVIII, Milli
Eğitim Basımevi, Ankara, 1980, s. 50.
27
mutasarrıflığına5” getirilmiştir. Fakat bu görevi uzun sürmemiş, Mahmud Nedim
Paşa’nın dâhiliye nazırlığında işten uzaklaştırılmıştır.
“Mahmud Nedim Paşa Diyarbakır Valisi Müşir İsmail Paşa’ya karşı
düşmanlık beslediğinden onun yetiştirmesi olan [Sa’id Paşa]’ya da hayatı boyunca
düşmanlıktan geri kalmamıştır. [...] [Sa’id Paşa], Mahmud Nedim Paşa’nın kendi
hakkında beslediği duyguları bilmekte ve bu yüzden de onu hicvetmekten
sakınmamaktaydı6.” Süleyman Nazif’in, babası Sa’id Paşa hakkında İbnülemin
Mahmud Kemal İnal’a sunduğu muhtırada, bu durum açıkça ifade edilmektedir:
“Midhat Paşa’nın sadaret-i ulâsını tebrik eden mektubuna babam şu
kıt’a ile ibtidar eder:
“Barekâllah ey şehinşahın vezir-i âzamı
Sanekâllah ey cihanın mukteda-yı ekremi
Zat-i pakindir Süleyman-ı zemanın Asaf’ı
Şükrü lillâh Ehremen destinden aldın hatemi”
O zeman Mahmud Nedim Paşa’nın şiddetle aleyhinde bulunan efkâr-ı
umumiye, şu iki beyti hüsn-i telâkki ve Babıâlide bazı zevat istinsah ederek
suretini tamim eder.
Namık Paşa zade Cemil Paşa, bu iki beyti derhal Mahmud Nedim
Paşa’ya yetişdirir. Paşa’nın okudukdan sonra “Benden alacağı olsun”
5 “Said Mehmed Paşa (Diyarbakırlı)” Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergâh Yayınları, C.7, s. 430. 6 Parmaksızoğlu, a.g.md., s. 51.
28
sözünden başka birşey dememiş olduğu yine Cemil Paşa’dan mervidir. Cemil
Paş’ayı kaymakamlığından beri babam tanır ve severdi. Hatta müteakiden
hizmet-i devletden çekildikden sonra Haleb Merkez Mutasarrıflığına inha
etmişken Mahmud Nedim Paşa’nın Dahiliye Nezaretine ve Said Paşa’nın
Sadaretine müsadif bir zemanda olduğu içün tervic edilmemişdi.
Babam, Meraş mutasarrıflığında bulunuyordu. Meraş’ın ab ü hevası
ve lâsiyyema şiddeti-i bürudeti ile imtizac edemediğinden bir tabib raporu
ahz ü takdim etmiş ve terfi-i rütbe ve sınıf ile Musul mutasarrıflığına tayini
Babıâlice takarrür eylemişdi. Arza gideceği sırada Mahmud Nedim Paşa
sadrıazam olur ve derhal Haleb valisine “Maraş mutasarrıfı Said Paşa’nın
arıza-i vücudiyesi hasebiyle vuku bulan istifası bilkabul yerine Münib Paşa
tayin edilmişdir” mealinde bir telgrafname çeker. Netice, pederimin “11180”
kuruşluk maaşdan mahrumiyetle bimaaş ve nevmid Diyarıbekir’e avdeti
oldu7”
Bu olaydan üç ay sonra “6500” kuruş maaşla Mardin mutasarrıflığına tayin
edilmiş, daha sonra Muş mutasarrıflığına getirilmiştir8.
1878’de istifa edip Diyarbakır’a dönen Said Paşa, önce Dersim ıstılahat
komisyonunun başkanı Ali Şefik Bey’in, onun ardından Cizre civarının ıslahıyla
görevlendirilen Müşir İzzet Paşa’nın yardımcılığında bulunmuştur. Dört ay içerisinde
7 İnal, a.g.e., s. 1609.
8 İnal, a.g.e., s. 1609.
29
etrafındakilerin takdirini toplayarak tamamladığı bu görev sonrasında Said Paşa
1879’da Siirt ve ardından ikinci defa Mardin mutasarrıfı olmuştur9.
“Diyarbekir valisi Müşir İzzet Paşa, takdirlerini kazanan [Sa’id Paşa]’ya
Rumeli beylerbeyliği pâyesi verilmesini sağla[mıştır]. Bu defa Mahmud Nedim Paşa
onu[n] Diyarbakır’ın nüfuzlu bir âilesinden olmasını ileri sürerek Rumeli’ye sürgün
edilmesini [teklif etmiş], hamisi Müşir İsmail Paşa [bunu] güçlükle önle[miştir]10.”
Süleyman Nazif bu durumu şöyle anlatır:
“İzzet Paşa, pederimin Rumeli Beylerbeğliği payesiyle taltifini inha
etmiş. Bu inha-name, Midhat Paşa’nın esna-yı muhakemesinde Mahmud
Nedim Paşa’nın yedine vâsıl olmağla saraya müracaat ederek “Mardin
mutasarrıfı Said Paşa, Diyarbekirli ve nüfuzlu olub öteden beri Midhat
Paşa’ya mensub ve yetiştirmelerinden bulunmağla muhakemeye icra-yı tesir
edebilecek suretde o havalideki aşairi ifsad etmesi melhuz idüğünden
Rumeli’de ikamete memur edilerek oralardan uzaklaştırılmasını” arzetmiş.
Müşir İsmail Paşa şefaat ve kefalet ile irade-i seniyyeyi tehir etdirmişdir11.”
1891 yılında ikinci kez Muş mutasarrıflığıyla görevlendirilmiştir. İkinci rütbe
Mecidî nişanı alan Sa’id Paşa, Muş’da on dokuz ay kaldıktan sonra hastalanmış;
9 İnal, a.g.e., s. 1609.
10 Parmaksızoğlu, a.g.md., s. 51. 11 İnal, a.g.e., s. 1610.
30
kendi isteği üzerine üçüncü kez Mardin mutasarrıflığına geçmiş; üç ay hizmet
verdikten sonra 1891 (h. 1309) yılında Mardin’de vefat etmiştir12.
Üst düzey görevlerde bulunan Sa’id Paşa’nın vefatından sonra ailesinin
durumu hakkındaki Süleyman Nazif’in şu sözleri dikkat çekicidir:
... Yalnız on dört lirası vardı. Rükûbuna mahsus ester ile bazı eşyasını
satarak cenazesini bunların esmaniyle kaldırdık ve aileye maaş-ı kanunî
tahsis edilinceye kadar borc harc geçindik 13.
“Her türlü ilimde ve kitabette söz sahibi olan14” Sa’id Paşa, memuriyet
vazifesinden geriye kalan zamanlarını en çok tarih ve edebiyatla ilgili yazılmış
eserleri okuyup inceleyerek; çeviri ve telif eserler yazarak geçirmiştir. Öğrenmenin
zamanı ve mekânı olmadığına kani’ olduğundan, kendisi “meslek-i kudemâda
perverde bir zât15” olmakla beraber “fünûn-ı cedîde”den de ilim tahsil etmeye
çalışmış; Faik Reşad’ın ifadesine göre “devrin İbn-i Sînâ’sı” değerlendirmesini
hakkeder bir dereceye gelmiştir.
12 İnal, a.g.e., s. 1611.
13 İnal, a.g.e., s. 1611.
14 Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmanî, [Haz.Nuri Akbayar-Seyyit Ali Karaman], Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, C. 5, İstanbul, 1996, s. 1458.
15 Faik Reşad, Eslâf, Âlem Matbaası, C. II, İstanbul, 1312, s. 19.
31
“İdareci olarak, dürüstlüğü ile şöhret yapmış; idarî görevlerdeki başarısı onun
40 yıl Diyarbekir eyâletinin vazgeçilmez bir yöneticisi olmasını sağlamıştır16.”
Ayrıca zamanlarında “az çok matbû’at ile uğraşanlarca17” Sa’id Paşa ismini
bilmeyen kimsenin yok denecek kadar az olması onun, yaşadığı dönemde
idareciliğinin yanı sıra kendisini ilmi ve sanatıyla da kabul ettirdiğini göstermektedir.
Nitekim Ali Emirî Efendi “Osmanlı Vilâyât-ı Şarkıyyesi”nde, Diyarbakır şehrine
gelen başkomiser Abidin Bey’in, ilk iş olarak bu şehrin İslâm ve Hıristiyan
“hamiyyetmendân” ve “mu’teberân”ından müteşekkil olmak üzere oluşturduğu
komisyonda, “Mir’âtü’l-İber ve sâir mu’teber târîh ve âsâr mü’ellifi Diyarbekirli
meşhûr Sa’id Paşa18”nın da bulunduğundan bahseder.
Bir son dönem Dîvân şairi olmakla beraber eski edebiyat anlayışına göre
yetiştirilip eserlerini bu yolda kaleme alan Sa’id Paşa, yaşadığı dönemin edebî
eğilimlerine de kayıtsız kalmamış; edebiyat estetiğine dair yazmış olduğu Mîzânü’l-
Edeb’de eski şiirin aksak gördüğü yönlerini yeri gelince eleştirmiş; hatta bu
eleştirilerine delil olarak usta şairlerin (Fuzûlî, Nâbî, Nef’î, Nedîm) beyitlerinden
örnekler göstermiştir. İfadesine göre Paşa, yeni edebiyatçıların şiirlerinden seçerek
16 Parmaksızoğlu, a.g.md., s. 51.
17 Faik Reşad, a.g.e., s. 19.
18 Ali Emîrî, Osmanlı Vilâyât-ı Şarkıyyesi , Evkaf-ı İslamiyye Matbaası, İstanbul, 1918, s. 22.
32
oluşturduğu bir bölümü de eserinin sonuna eklemek istemiş; fakat eserlerin çoğu
henüz kitap halinde yayınlanmadığı için bu isteğinden vazgeçmiştir19.
“Bazı harflerde gazel yazmamış olduğu sebebiyle20” mürettep denilemeyen
bir divanı olan Sa’id Paşa için ortalama bir şair değerlendirmesini yapan Faik Reşad,
onun şiirle fazla iştigâl etmediğini; nesrinin nazmına nazaran daha kuvvetli
olduğunu; bu yüzden kendisine “şair”den çok “münşî” denilmesinin yerinde
olacağını söyler:
Sa’îd Paşa’nın şi’ri mutavassıt derecede, fakat hekimânedir. Kendisi
şi’r ile pek az iştigâl iderdi. Bu cihetle nesri nazmından akvâ ve
binâéen’aleyh kendisine “şâ’ir” dinilmekden ziyâde “münşî” dinilmek daha
be-câdır. Egerçi te’lîfâtında meselâ “didi” yerine “söyledi” gibi şîveye
muhâlif sözler görülürse de kendisi müddet-i ömrini Diyârıbekr ve
havâlisinde geçirdigi cihetle ma’zûr görülmelidir21.
Mîzânü’l-Edeb’in hâtimesinde Sa’id Paşa, kendisinin nesirle meşgul olmayı
şiire tercih etmesinin sebebini açıklamaktadır:
... Nesr ile nazmın şerâfetce yek-dîgere rüchânı bahsinde beyne’l-
bülegâ ihtilâf cereyân itmiş ve rüchan nesrde oldığı teslîm olunmuşdur. Zîrâ
19 Diyarbekirli Sa’id Paşa, Mîzânü’l-Edeb, Şirket-i Mürettibiyye Matbaası, İstanbul, 1305, s. 383-84.
20 Erdoğan, a.g.e., s. 11.
21 Faik Reşad, a.g.e., s. 23-24.
33
ma’lûmdur ki her asrda pek çok şâ’ir gelmiş, lâkin her asrda az münşî zuhûr
itmişdir. Devlet-i Aliyye’nin bidâyet-i teşekkülinden bugüne kadar a’sâr-ı
sâbıkayı birer birer nazar-ı teftîşe aldığımız hâlde her asrda nice şâ’ir
görebilürüz. Şimdiye kadar kesb-i iştihâr iden münşîler ise ma’dûddur.
Menâfi’-i umûmiyye cihetine gelince eş’âr inşâya nisbet bile kabûl itmez 22.
22 Diyarbekirli Sa’id Paşa, a.g.e, s. 380.
34
I.2. SA’İD PAŞA’NIN ESERLERİ
Dîvânçe-i Eş’ar: Sa’id Paşa hayattayken basılan bu eser, bazı harflerde gazel
bulunmaması sebebiyle mürettep sayılamayacak bir divandır. Diyarbakır’da
basılmıştır ve 111 sayfadır: Dîvânçe-i Eş’âr, Diyarbekir, 1288 [1871]23.
Dîvân: Sa’id Paşa hayattayken şiirlerinden seçilerek basılan Dîvânçe-i Eş’âr ve bu
eserden on yıl sonrası tarihli yazma divan müsveddeleri ( Fatih Millet Kütüphanesi
Ali Emîrî Manzum Eserler kısmında Nu. 210) karşılaştırılarak oluşturulmuş ve
yayınlanmıştır24. Divanda 193 manzume bulunmaktadır.
Diyârbekir Târîhi: Diyârbekir Sâl-nâmesi’nin ikinci kısmını teşkil eden 144
sayfalık bölümdür25. Paşa bu eserde başlangıçtan Osmanlı fethine kadar Diyarbakır
tarihçesini özetlemiştir.
Encümen-i Şu’arâ (Mecmû’a-i Müntehabât): Dîvân şairlerinden seçme beyit ve
şiirleri içeren bir mecmuadır.
23 İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Türkçe Basmalar Alfabe Katalogu, Haz. Fehmi Edhem Karatay, C. II, İ.Ü., İstanbul, 1956, s. 707. 24 Kenan Erdoğan, Diyarbakırlı Sa’id Paşa Dîvânı, Manisa, 2003. 25 “Said Mehmed Paşa (Diyarbakırlı)” Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, DergâhYayınları, C.7, s. 430.
35
Hülâsa-i Mantık: Mantık ilmine dair küçük bir kitaptır: Alem Matbaası, İstanbul,
1310 [1892] ve Asır Matbaası, İstanbul, 1315 [1899].
İlm-i Hesâb: İbret Matbaası, İstanbul, 1288[1871].
Kasîde-i Nûniyye Tercümesi: Gazneliler devri şair ve yazarlarından Feth el-Bustî’nin
ahlâkî öğütler içeren ‘Unvânu’l-hikem adlı Arapça bir kasidesinin ilk 45 beyitlik kısmının
manzum çevirisidir. Sa’id Paşa’nın vefatından sonra oğlu Süleyman Nazif tarafından,
kısa bir mukaddime ile, Mahfil dergisinde yayınlanmıştır26.
Mir’ât-i Sıhhat: 1809-1897’de yaşamış olan Dr. Antonin Bassout’dan Mehmed
Zeki ile tercüme; Vilayet Matbaası, Diyarbakır, 1287 [1870].
Mir’âtü’l-İber (Mufassal Tarih-i Umumî) : İnsanoğlunun yaradılışından itibaren
başlayan genel tarih kitabıdır. 10 ciltten oluşup 9 cildi basılmıştır. Karabet ve
Karasbar Matbaasında basılan bu ciltlerin basım tarihleri şöyledir:
1.c. : 1304 [1888]; 2.c. : 1304 [1888]; 3.c. : 1304 [1888]; 4.c. : 1304 [1888];
5.c. : 1304 [1888]; 6.c. : 1305 [1889]; 7.c. : 1305 [1889]; 8.c. : 1306 [1890]
9.c. : 1306 [1890]
26 Bkz. Mehmet Atalay, “Ebu’l-Feth el-Bustî’nin Kasîde-i Nûniyye’sinin, Diyarbakırlı Saîd Paşa Tarafından Yapılan Türkçe Manzum Tercümesi ”, 05.07.2007, <http:// www.doguedebiyati.comi />.
36
Mîzânü’l-Edeb: 384 sayfalık bir belâgat kitabıdır: Şirket-i Mürettibiyye Matbaası,
İstanbul, 1305 [1887].
Nuhbetü’l-Emsâl: Arapça darb-ı meselleri tercüme ve şerhi; Ahmed b. Muhammed
Meydânî’den çeviridir. Diyarbakır Vilâyet Matbaası, 1289 [1872].
Tabsıratü’l-İnsân: Ahlâkadan bir eserdir. Ahmed Necib tarafından neşredilmiştir:
Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye Matbaası, İstanbul, 1289 [1872] ve Mahmudbey
Matbaası, İstanbul, İstanbul, 1307[1891].
II. BÖLÜM
37
II.1. MÎZÂNÜ’L-EDEB’İN BÖLÜMLERİ
Şirket-i Mürettibiyye Matbaası’nda 1305 yılında1 basılmış olan Mîzânü’l-
Edeb’in ön kapağının hemen arkasındaki sayfada, eserin tarafından neşredildiği “Asr
Kütüp-hânesi Sahibi” olan şahsın, böyle bir eseri yayınlanmış olmaktan dolayı
duyduğu onuru, devrin padişahı II. Abdülhamit Han’a övgülerini dile getirdiği
“Tahdîs-i Ni’met” başlıklı 1 sayfalık önsözü bulunmaktadır. Mîzânü’l-Edeb, bu
önsöz sonrasındaki 3. sayfada başlar.
A) GİRİŞ:
Mîzânü’l-Edeb’in bu bölümü “besmele” ile başlayan 3 sayfalık bir “Dibace”,
137 sayfalık bir “MUKADDİME” ve 1 sayfalık “Tetimme-i MUKADDİME” olmak
üzere toplam 141 sayfadan oluşmuştur.
1) Dîbâce: Sa’id Paşa bu bölüme İslamî geleneğe uygun olarak besmele ile
başlar. Allah’ın tekliğini, yüceliğini ifade için “Esmâ-yı Hüsnâ”dan “el-Mübdi‘”
ismini seçmesiyle (bedi’ kelimesiyle aynı kökten olması sebebiyle) eserin
muhtevasına vurgu yapılmaktadır. Bu “tevhid” kısmını Hz. Muhammed’in övgüsü,
onun ardından da dönemin padişahı İkinci Abdülhamit Han’ın methi takip eder.
1 Başvurduğumuz kaynaklarda eserin bu tarihte yapılmış baskısı dışında bir baskısına rastlamadık.
38
Bundan sonra gelen paragraf “sebeb-i te’lif” özelliği taşıyıp eserin yazılma amacını
açıklamaktadır:
Revâcgâh-ı kemâlât olan böyle bir asr-ı celîlde ma’ârife hidmet îfâ-yı
vazîfe-i şükr ü mahmidet olacağından o vazîfeyi edâya medâr ve ebnâ’-i
vatana nâçîzâne bir yâdigâr olmak üzere ilm-i belâgâtı hâvî işbu eser-i
câmi’u’l-kusûrı yazub “Mîzânü’l-Edeb” tesmiye eyledim. (s.5)
Sa’id Paşa, eserinin hata ve noksanından dolayı af dileyerek eser üzerinde
mütalâa edecek olanların rastlayacakları hataları “kalem-i afv u müsamaha” ile
düzelteceklerini umduğunu ifade eder.
Bu bölümde üç beyit yer alır; üçü de Arapçadır. Bunların ilki Allah’ın birliği
ve yüceliğini ifade eder; ikincisi Hz. Muhammed’in övgüsü ve üçüncüsü padişahın
methi içindir.
2)MUKADDİME: “Fesâhat” (“Kelâmda Fesâhat”, “Fesâhate ve Elfâz u
Kelâma Müte’allik İhtârât”), “Belâgat”, “Heveskârân-ı İnşâya İhtârât”, ve “Kudemâ-
yı Şu’arâmızın Dîvânlarından Müntehab Âsâr-ı Manzûme” başlıklı kısımlardan
oluşan “MUKADDİME” bölümüne girişte Sa’id Paşa “ef’âl-i edebiyye”yi Arap
âlimlerinin tasnifine göre ayırdıktan sonra, ele alacağı “belâgat” ilminin bunlar
arasındaki yerini belirtir. “Edebiyat” terimi üzerine herhangi bir açıklama
bulunmamaktadır. Bu tasnifin basit bir şemayla gösterilişi şöyledir:
39
EF’ÂL-İ EDEBİYYE
Âmme Ef’âl-i beşeriyyenin ihtilâfından ve şu ihtilâfın asl ü esâsından bahs ider. Bahs itdiği şeyler fazâ’ile-i mahabbetin ve rezâ’ile-i bugz u husûmetin esbâb ve derecâtından ibârettir. Masdarı tabî’îdir: Cenâb-ı Hakk’dan insâna mevhibe olan nûr-ı tabî’atdir. Bunun merci’i yalnız zevkin selâmetidir.
Hâssa Levâzım-ı mu’tebere-i beşeriyyeyi hâvî ve envâ’-ı selâseyi muhtevîdir: I. Şerî’at: Hakk Te’âlâ Hazretlerine nisbetle insânın levâzım-ı husûsîsi olan âdâb-ı dîniyye ve milliyyedir. II. Âdâb-ı Şahsiyye ve Nevâmîs-i Tabî’iyye: İnsânın zâtına nisbetle levâzım-ı mahsûsasıdır. III. Âdâb-ı Medeniyye: Başkalarıyla i’tilâf ve mu’âşerete nisbetle insânın levâzım-ı mahsûsasıdır. Masdarı vaz’îdir. Merci’i ikidir: 1. Kitâb-ı mukaddese 2. Ezminenin, emkinenin, eşhâsın ahvâl ü i’tibârâtı üzerine mevzû’-i kavânîn-i edebiyyeden bâhis olan mü’ellefât-ı beşeriyyedir. Bizim şu kitâbda bahs ideceğimiz ulûmun merci’i budur:
Ulûm-ı Edebiyye
Aksâmı beyne’l-ulemâ muhtelifun fîhâdır. Lâkin taksîmleri hasrî olmayub ca’lî oldığından edebiyyûnun ekserîsi on iki olmasını kabûl etmiştir: 1. Lugat: asl / müfredâttan bahs olunur / mebâhisi elfâzın cevâhir ü mevâddine müte’allik 2. Sarf: asl / müfredâttan bahs olunur / mebâhisi suver u hey’ât-ı elfâza müte’allik 3. İştikâk: asl / müfredâta müte’allik / asâlet ve fer’iyyetle elfâzın ba’zısının ba’zısına intisâbını bildirir 4. Nahv: asl/ mürekkebâta müte’allik/ hey’et-i terkîbiye ve te’diye-i ma’ânî-i asliyye üzerine mebni 5. Ma’ânî: asl / mürekkebâta müte’allik/ asl-ı ma’nâya mugâyir ifâde i’tibârına mebnî 6. Beyân: asl/ müekkebâta müte’allik / ifâde-i mezkûrenin merâtib-i vuzûhdaki i’tibârına mebnî 7. Arûz: asl / mebâhisi vezn cihetiyle mürekkebât-ı mevzûneye müte’allik 8. Kâfiye: asl / mürekkebâta müte’allik / ebyâtın evâhirine ta’alluk eder 9. İnşâ’-i Nesr: fer’ / mensûrdan bahs eden ilm 10. Karz-ı Şi’r: fer’ / manzûma mahsûs ilm 11. Hatt: fer’ / nukûş-ı kitâbeti bildirir ilm 12. Târîh: fer’ / fürû’a müte’allik diğer üç ilmin mebâhisi dışındakilere ta’alluk eyleyen ilm
Ulûm-ı Arabiyye ulemâsı ma’ânî ve beyân ve bedî’ ilmlerinin üçüne birden “ilm-i belâgat” ıtlâk eylediler. a. Bedî’ (Ulemânın ba’zıları ilm-i bedî’i re’sen ilm ittihâz ve ba’zıları ilm-i beyânın aksâmından add itdiler.
a. Teressül b. Hitâbet
a. Muhâzırât b. Terâcim-i Ahvâl
40
“Fesâhat” başlığı altında önce sözcüğün, ardından sözün fesahati ele alınmış;
bunların arkasına “Fesahate ve Elfâz u Kelâma Müte’allik İhtârât” kısmı eklenmiştir.
Burada Sa’id Paşa öncelikle “lafz-ı vahşî”, “lafz-ı garîb” kavramlarını
açıkladıktan sonra, Arap belâgatçilerinin ne tip kelimelerin sıklıkla kullanıldığını
anlamak hususunda doğan mecburiyet sonucu koydukları ölçütlerden, kelimenin
fesahatine dair olan “tenâfür-i hurûfdan, garâbetten, kıyâs-ı lugavîye muhalefetten
salim olma” kuralını ele almıştır.
Arapça için konulan bu kurallar daha sonra Arapça kelimelerle karışık olan
Farsça ve hem Arapça hem Farsça kelimeleri içeren Osmanlıca için de
genelleşmiştir. Kur’an-ı Kerim’in bu dille inmiş olmasıyla Arapçanın İslam
milletlerince zaten “lisân-ı dîn” sayılması da bu kuralların Osmanlıcada düz yazı ve
şiirde fesahat ve belâgatin temeli kabul edilmesine yol açmıştır.
Sa’id Paşa, “fesâhat”le kelime, kelâm ve konuşmacı; “belâgat”le sadece
kelâm ve konuşmacının tavsif olunduğunu ifade etmesinin ardından sırasıyla
“tenâfür”, “garâbet” ve “kıyâsa muhâlefet” konularını Arap belâgatçilerinden yaptığı
aktarmalarla açıklamaktadır.
41
“Tenâfür-i hurûf” dilde sıkıntı ve konuşmada zorluk yaratan bir durumdur. Bu
durum ya nihayet derecesindedir yahut fesahate halel vermeyecek kadardır.
Mahreçleri çok yakın veya çok uzak olan harfler arasında geçiş yapılırken dilde
sıkıntı oluşur. Bu sebeple, mahreçleri uzak olan harflerden oluşmuş kelime güzeldir.
“Garâbet”, kelimenin anlamının belirsiz ve kullanımının alışılmadık olması
diye açıklanmıştır; fakat Teftazani bu açıklamaya karşı çıkarak “kelime-i garîb”,
“kelime-i vahşî”, “garîb-i hasen”, “garîb-i kabîh” kavramları arasındaki farka dikkat
çeker. Teftazani’nin bu açıklamasını esas kabul eden Sa’id Paşa, Behâ’ü’d-din-i
Sübkî’nin, kelimelerin insanlar tarafından kullanıp kullanmamasına göre garîb
sayılamayacağı konusundaki tespitini esas göstererek, bir vakit Osmanlıcada
kullanılmış olan Arapça-Farsça kelimelerin şimdi edebiyatçılar arasında
kullanılmamakla fesahat dairesinden çıkmayacağını belirtir.
“Kıyâsa muhâlefet”, kelimenin bir dilin gramer kurallarına ters olarak
kullanılmasıdır. Osmanlıcada bu tip yanlış kullanımlar o kadar “şâyi’” olmuştur ki,
bunların doğrularını kullanamadıklarını ifâde eder Sa’id Paşa. Örneklerle açıkladığı
bu kelimelerin fasih sayılıp sayılmayacağı hususunda “Galat-ı meşhûr lugat-i
fasîhten evlâdır” anlayışında değildir:
Binâ’en’alâ-zâlik gerek elfâz-ı mezkûrenin, gerek anlara benzer elfâz-ı
sâ’irenin öyle isti’mâlleri kıyâsa muhâlif ve fesâhati muhilldir. (s.25)
42
Sa’id Paşa, kelimenin fesahatine dair olan bu üç ana hususu açıkladıktan
sonra bunlar haricinde fesahate halel veren şeyleri örnekler vererek sıralar:
İşitildiğinde insana iğrenç gelen kelimeler (ör: kusuntu) fasih addedilmez. Şiir
dilinde zaruret gereği yapılan sesbilimsel sapmalar belâgat âlimlerinden bazılarına
göre fesahati bozmaktadır. Edebiyat dilimizde ve halk arasında, sultanın dışında bir
insana yönelik kullanılan “kulları, bendeleri, veliyy-i nimetim vs.” gibi ucuz sözler
de fesahat dairesinin dışındadırlar.
Paşa, bu bölümün sonunda bu kuralların dışında kalmış istisnaî durumlar
hakkındaki görüşleri bildirir: Bir anlamı karşılayan sadece bir kelime olup o da fasih
değilse, o kelimenin kullanılması zaruridir. Bir anlam için iki yahut daha fazla
kelimenin olduğu durumlarda harfleri az olan tercih edilmelidir. Bunun aksi, daha
fasih olan dururken fasihi tercih etmektir. Eşanlamlı iki kelimeden anlamda
belirsizliğe yol açan veya söylenişi zor olanı daha az kullanılır.
“Kelâmda fesâhat” ise fasih kelime hakkında yukarıda sayılmış olan tüm
şartların varlığıyla birlikte bu kelimelerden oluşmuş kelâmın “tenâfür-i kelimât, za’f-
ı te’lîf, ta’kîd, tetâbu’-i izâfât, tekerrür-i elfâz”dan salim olmasıdır.
“Tenâfür-i kelimât”, sözü oluşturan kelimelerin, tek tek fasih olmakla
birlikte, bir araya gelmeleriyle dilde sıkıntı, konuşmada zorluk meydana gelmesi;
“za’f-ı te’lîf”, kelamı oluşturan öğelerin sözdizimi kurallarına uygun olmayacak
şekilde telifidir.
43
“Ta’kîd” biri lafzî, diğeri manevî olmak üzere iki türdür. “Ta’kîd-i lafzî”
kastedilenin anlaşılmasında güçlük oluşacak derecede kelimelerin düzensiz
olmasıdır. “Ta’kîd-i ma’nevî”, anlamın anlaşılması güç şekilde ifadesidir.
“Tetâbu’-i izâfet” ya dilimizde kullanılan Arapça tamlamalarda yahut Türkçe
tamlamalarda olur. Arapça tamlamalar, tenafür meydana getirecek şekilde art arda
sıralanırsa fesahate halel verir; tenafür oluşturacak şekilde olmazlarsa eğer, bazen
letafeti bile arttırırlar. Türkçe tamlamalar ikiden fazla olursa mutlaka “sakîl” olur;
tamlama durumu ekinde bulunan nazal n harfinin tekrarından zorluk hâsıl olması
doğaldır.
“Tekerrür” fesahati bozmaz; fakat sıkıntı verecek surette bulunursa sözün
fesahati bozulur.
“Mütekellimde fesâhat” bu şartların gerektirdiği biçimde fasih kelam ortaya
konulmasına iktidar verecek bir yetidir.
“Fesâhate ve Elfâz u Kelâma Müte’allik İhtârât” başlığı altında Sa’id
Paşa, İbni Esîr’in eserinden alıntı yaparak kelimelerin güzel ve çirkin olanlarını
bilmenin özel bir durum olup bunun kendiliğinden göründüğünü ifade etmektedir.
Kelimelerin kullanım açısından ikiye ayrıldığını; tatlılığı içeren bir azametle ifade
olunan kelimelere “elfâz-ı cezele”, lezzeti içeren yumuşaklıkla ifade olunanlara
“elfâz-ı rakîka” denildiğini ve bunların kullanım yerlerinin neler olduğunu açıklar.
Kur’an’daki kelimelerin bu konuda da fesahatin zirvesinde olduğunu belirttikten
44
sonra Sa’id Paşa ihtarlarına başlar: Garip kelimelerin, anlayışa halel veren şeylerin,
istifadeyi zorlaştırır sözlerin kullanılmasından, “sıklet” oluşturacak şekilde tekrardan,
kulağa ve tabiata tiksinti verecek kelimelerin kullanımından (zira bunlar nesir
kusurlarından sayılır) sakınmalı; lafzı manaya tabi kılmalıdır.
“Belâgat” bölümünde, bu kelimenin ma’anî âlimlerine göre ifade ettiği iki
anlama işaret edilir: Birincisi sözün belâgati (sözün, fesahat kurallarını içermekle
birlikte duruma uygun olarak söylenmesi), ikincisi konuşmacının belâgatidir. Ayrıca
belâgat kavramının iki yönü olup birincisi Kur’an-ı Kerim’e mahsus olan ve insan
gücünün yetişemeyeceği “a’lâ” ve buna yakın olan taraf, ikincisi “esfel” tarafıdır.
Esfel tarafı da belâgat dairesinin içindedir ve a’la tarafıyla arasında, her belîğin
estetik zevkine, bilgisine ve iktidarına göre birini kazanacağı farklı mertebeler
bulunur.
Sa’id Paşa bu bölümde fesahatle belâgat arasındaki farklara dikkat çeker. Her
beliğin fasih olması şarttır fakat her fasih beliğ olamaz; bu durum fesahatin genel,
belâgatin özel olması sebebiyledir. İbni Esir buna “Her insan hayvandır fakat her
hayvan insan değildir.” önermesini örnek vermiştir. Fesahatle belâgati ayıran bir
diğer özellik ise belâgatle kelimenin vasıflandırılamıyor olmasıdır.
Sa’id Paşa, Abdu-rabbihi’den belâgatin türleri ve delalet konusunda alıntılar
yapmaktadır. Abdu-rabbihi de bir hekimden, İtâbî’den ve Abbas bin Fereci’r-
Riyâşî’den rivayetle bu dünyadaki her şeyin delalet yoluyla Allah’ın varlığını
45
anlattığını, dünya hayatının geçici olduğunu ifade etmektedir. Paşa, bu konu
içerisinde geçen iki Arapça manzumenin anlamlarını dipnotlarla vermiştir.
“Heveskârân-ı İnşâya İhtârât” bölümü, kendisini şairlikten çok münşiliğe
yakın gören Sa’id Paşa’nın fenn-i inşada ilerlemek isteyenlere verdiği uzun
tavsiyelerden oluşmaktadır.
“Eş’âra Dâ’ir Mülâhazât”: Başlıktan da anlaşılacağı gibi Sa’id Paşa bu
bölümde divan şiiri hakkındaki görüşlerini bildirmektedir. Paşa özellikle
kasidelerdeki övgülerin aşırı mübalağalı ve gerçeğe aykırı olmasını, gazellerdeki
müstehcen benzetmeleri eleştirmekte; bu sözlerinin doğruluğunu kanıtlamak üzere
Nef’î, Nedîm, Nâbî gibi usta şairlerin kasidelerinden örnekler vermektedir. Paşa’nın
divan şiiri ve şairleri hakkında görüşleri şöyledir:
Osmanlı lisanıyla şiir söyleyen “kudemâ”nın İran şairlerini taklit yolunu
tuttukları malumdur. Bu sebeple şiirde, lisanımıza mahsus bir yol açılmamıştır.
Şairlerimizin övgüde gerçeğe aykırı klişe tabirler, kabul edilmeyecek
mübalağalar; gazeldeyse pek çok müstehcen teşbihler kullanılmayı gerekli görmeleri
sebebiyle, şiir edebiyatımızın çoğu sevilmeyecek bir durumda kalmıştır.
Devlet büyükleri hakkında yazılan kasidelerdeki övgülerin çoğunun, övülenin
hakikî sıfatlarına, tabir ve teşbihlerin aklın cevaz ve tasdikine nispet kabul
edemeyecek sözler olduğunu görüyoruz. Bu sözler manzum olarak değil de bir
46
meddah tarafından şifahen söylenecek olsa, övülenin o sözleri alay addederek
hiddetleneceği kuşkusuzdur.
Burası böyleyken hangi şair böyle bir kaside yazıp büyük bir zata sunmuşsa
kabul görmüş, caizelere, mükâfatlara nail olmuş; şu asılsız sözler nazmen kaleme
alınınca o yolda makbuliyet kazandığından dolayı, münasebetsiz ve akıllara hayret
verir derecede mübalağalı sözlerden oluşmuş kasidelerin sunulduğu ortamda birbirini
geçmeye devam etmeleri–her türlü insanî marifet ve olgunlukları, hikemiyyatı içeren
manzum eserleriyle belli olan–şairlerimizin hakikatte şöhretlerini eksiltecek bir
raddeye varmıştır.
Şairlerimizin İran şairleri gibi “hikemiyyat”, “letâ’if” ve teşbihlerde takdire
şayan olacak pek çok şiirleri olsa da diğer kısım çoğunlukta olduğundan, eski
eserlerin içinde kalbin tamamıyla kabul edeceği bir kaside mevcut olmayıp, gazeller
arasında itirazdan salim gazel de azdır.
Kasidede “kudemâ-yı şu’arâ”nın taklit yoluyla kullandığı tarzı ıslah edecek
bir kimse de çıkmamıştır. “Muslih-i kasâ’id” diye meşhur olan Nef’î, o tarzı ıslah
etmemiş, revaç kazandırıp genişletmiştir.
Üstelik şairlerimiz böyle akla aykırı, kabul edilmeyecek mübalağaları sadece
devlet büyükleri için sarf etmekle yetinmemiş; akıl sahibi olmayan hayvanların,
cansız cisimlerin bile övgüsünde o münasebetsiz sözleri bulmak için kafa
patlatmışlardır.
47
Şairlerimizin kadın güzelliğine dair gazellerinde bulunan benzetmelerin çoğu
da, İran şairlerini taklitle pek münasebetsiz bir tarzda devam etti.
“Şiir” güzel, uygun vasıf ve benzetmelerle insanın doğasını bir şeye meyl
ettirecek ve vicdanı veya bir vasfedilenin özellikleriyle hallerini, kalbe etki edecek
derecede tasvirle vezinli söz söylemekken o sözlerin hiç birinde bu özellik
görülememektedir.
“Kudema”nın güzeller hakkında zikrettikleri özelliklerdeki bir şahıs tasavvur
olunsa, tasavvur eden kişi o şahsı gulyabani zannedip dehşete düşer.
Fakat “kudema”nın o yolda söyledikleri sözler divanlarından çıkarılıp da
hikemiyyatı, güzel, yaraşır nitelik ve benzetmeleri içeren sözleri bırakılsa makbul
hayaller, tasvirler ve latifelerdeki kemal ve iktidarları okuyanları hayrete düşürecek
derecede üstündür.
Hele mesnevi türünde gösterdikleri iktidar ortadadır. Hâkânî’nin Hilye’si,
Fuzulî’nin Mecnûn u Leylâ’sı, Nâbî’nin Hayriyye’si, Şeyh Gâlib’in Hüsn ü Aşk’ı,
Yahyâ Bey’in Gülşen-i Râz’ı, Sâbit’in Mesneviyyât’ı gibi övülen eserlerde maksadı
yitirmeyecek derecede seçki ve düzeltme yapılsa bu sayılan eserler gerçekten eski
edebiyatçılarımızın mesnevi türündeki iktidarına delil olabilir.
Sa’id Paşa bu saydıklarının hemen arkasına, eski şairlerimizin “hikemiyyat,
teşbihat ve tavsifat-ı makbulece” iktidarların ne derecelerde üstün olduğuna delil
48
olması için “Kudemâ-yı Şu’arâmızın Dîvânlarından Müntehab Âsâr-ı
Manzûme” başlığı altında bir güldeste sunmuştur.
3)Tetimme-i MUKADDİME: Bu bölümde Sa’id Paşa, şairlerimiz
hakkındaki değerlendirmelerine devam eder.
Bir önceki bölümde verdiği örneklerin eski şairlerimizin edebî iktidarlarına
yeterli delil olduğunu; ne var ki onaylanmayan abartmalar ve benzetmeler kullanmış
olmalarının şiir edebiyatımızın bugün bile dünyada mevcut olan milletlerin hepsinin
gıpta edecekleri bir derecede bulunmasına engel olduğunu söyler. Sa’id Paşa’ya göre
eski şairlerimiz sahip oldukları bu iktidarın büyük kısmını insanî duyguları
heyecanlandıramayacak bir yolda şiir söylemek için sarf etmişlerdir ve nesir
edebiyatımızın durumu da bundan farklı değildir.
Fakat Paşa yeni edebiyatçıların nazım ve nesirde eski tarzı düzeltip
iyileştirme yoluna giderek edebî eserlerimizi herkes tarafından kabul görür bir surete
getirmeyi arzuladıklarını gördüğü için, edebiyatta kısa sürede uluslar arası yüksek bir
mevki edineceğimiz konusunda ümitlidir.
Paşa, yeni edebiyatçıların seçilmiş eserlerinden örnekler vermeyi tasarladığını
bu bölümde haber verse de bunu gerçekleştiremeyecektir.
49
B) MAKSAT:
Sa’id Paşa, tamamına “ilm-i belâgat” adı verilen ma’ani, beyân ve bedi’
ilimlerinden bahsettiği maksat bölümünü üç bâb ve bir lâhika olarak
bölümlendirmiştir. Birinci bâb 128 sayfa, ikinci 71, üçüncü 30 ve lâhika 5 sayfa
olmak üzere maksat bölümü toplam 234 sayfadır. Bâbların birincisi 8, ikincisi 5 ve
üçüncüsü 2 fasla ayrılır ve her bâbın başında fasıllardan önce konuya giriş
mahiyetinde birer mukaddime bulunur. Lahika bölümünde de 8 ayrı konu ele
alınmaktadır.
a) Birinci Bab (İlm-i Ma’anî Beyanındadır)
Mukaddime, Birinci Fasıl: “Ahvâl-i İsnâd-ı Haberî Beyânındadır”, İkinci
Fasıl: “Müsnedün İleyhin Ahvâli Beyânındadır”, Üçüncü Fasıl: “Müsnedin Ahvâli
Beyânındadır”, Dördüncü Fasıl: “Müte’allikat-ı Fi’l Beyânındadır”, Beşinci Fasıl:
“Kasr Beyânındadır”, Altıncı Fasıl: “İnşâ Beyânındadır”, Yedinci Fasıl: “Vasl ve
Fasl Beyânındadır”, Sekizinci Fasıl: “Îcâz ve İtnâb ve Müsâvât Beyânındadır” konu
başlıklarını havidir. Sekizinci faslın hemen arkasında “Ma’lûmât-ı Nâfi’a” başlığı
altında örnek bir paragrafın düzeltmesini yapar.
b)İkinci Bab (İlm-i Beyâna Dâ’irdir)
Konular Mukaddime, Birinci Fasıl: “Teşbîh Beyânındadır”, İkinci Fasıl:
“Hakîkât Beyânındadır”, Üçüncü Fasıl: “İsti’âre Beyânındadır”, Dördüncü Fasıl:
50
“Kinâye Beyânındadır”, Beşinci Fasıl: “Tehzîb ve Islâh-ı Eser Beyânındadır”
başlıkları altında incelenmektedir.
c)Üçüncü Bab (İlm-i Bedî’ Beyânındadır)
Bu bölümde Sa’id Paşa “ilm-i bedî’” ve “sanâyi’-i bedî’a” kavramlarının
açıkladıktan sonra Birinci Fasıl: “Sanâyi’-i Ma’neviyye Beyânındadır”, İkinci Fasıl:
“Sanâyi’-i Lafziyye Beyânındadır” fasıllarını açıklamaya geçer. Ayrıca bu bâbın
sonuna eklemeyi uygun gördüğü “Ba’z Mebâhis-i Mühimme” başlıklı Lâhika
bölümünde sırasıyla Sirkat-i Şi’r, İktibâs, Tazmîn, Telmîh, Hitâbet, Berâ’at-i İstihlâl,
Tahallüs ve Hüsn-i İntihâ konularını ele almaktadır.
C)HÂTİME:
Bu 4 sayfalık Hâtime, bir karşılaştırma ve daha kıymetli olanı saptama
bölümüdür. Sa’id Paşa lafız-mana, şiir-nesir, tekellüf-letafet-i tabi’iyye, kılıç-kalem,
ilim ve zevk-i selim kavramları arasında yaptığı karşılaştırmalar sonucu mananın
lafza, nesrin şiire, letafet-i tabi’iyyenin tekellüfe, kalemin kılıca, zevk-i selimin ilme
kıyasla üstünlüğünü sebepleriyle açıklamaktadır. Bu üstünlük diğerinin varlığını
önemsiz kılmayıp, birlikte düşünüldüklerinde önceliğin hangisinde olduğuna işaret
eder.
51
D)İ’TİZÂR:
Yarım sayfalık bu bölümde Sa’id Paşa, mukaddimede eserin sonuna
ekleyeceğini haber verdiği “üdeba-yı cedide”ye ait manzumelerden oluşacak bir
seçkiyi, edebiyatçıların çoğunun eserlerini kitap halinde bastırmamış bulunmaları
sebebiyle yapmaya muvaffak olamadığını bildirmekte ve eserini dua ile sona
erdirmektedir.
52
II.2. MÎZÂNÜ’L-EDEB’İN YÖNTEMİ
Mîzânü’l-Edeb’i incelemeye başlamadan önce eserin kendi içerisinde dört
ayrı karakter taşıdığını belirtmek gerekir: Asıl maksada hazırlık bölümü olan
MUKADDİME2, işlenen konuların ardına konulan ihtar ve mülahazatı içerir
bölümler, ilm-i belâgatin anlatıldığı maksat bölümü ve seçilmiş manzumeler…
MUKADDİME konuya giriş, yararlanılan belâgat âlimlerinden yapılmış uzun
alıntıları ve bu alıntıların beraberinde getirdiği Arapça örnekleri içerir bir tarzda
kaleme alınmışken eserin en orijinal kısmını içeren ihtar ve mülahazat bölümlerinde
daha az alıntı yapılmış; yazar kişisel yorum, eleştiri ve uyarılarına bu kısımlarda yer
vermiştir. Maksat bölümünün öğretici bir tarzda olduğunu, yazarın yararlandığı
belâgat âlimleri ve eserlerinin isimlerini zikretme kaygısı taşımaksızın konuyu
anlatışı, kısa alıntılar yapışı, konuların Arap gramerine mahsus olup Osmanlıcayı
ilgilendirmeyen ayrıntılarından sarf-ı nazar edişi, Türkçenin mantığına göre Türkçe
misaller verişi göstermektedir.
2 Yazar, kitabına giriş olarak tasarladığı bölüme mukaddime dediği gibi, ma’anî, beyan ve bedi
konularına da birer mukaddimeyle başlamaktadır. Biz bu ayrımı yapabilmek için ilk mukaddimeyi
büyük karakterle yazdık.
53
Sa’id Paşa, eserinin maksadına hazırlık olarak yazdığı MUKADDİME
içerisinde ele aldığı fesahat konusunu açıklarken, bu konuda yetkinliği kabul edilmiş
Arap belâgatçilerinin (İbni Dureyd, Sa’dü’d-dîn-i Teftâzânî, Şeyh Behâ’ü’d-dîn-i
Sübkî, Hafâcî, İbnü’n-Nefîs, Hatîbî, İmâm Süyûtî, Durustaveyh) sözlerinden alıntılar
yapmıştır. Alıntı yapılan eserdeki bilgiler başka bir yazardan aktarmaysa, onun ismi
de anılmıştır: (İbni Dureyd, Halîl’den nakl ile dir ki3…) Paşa’nın kullandığı
kaynakların basım yerleri, tarihleri veya sayfa numaraları hakkında herhangi bir bilgi
bulunmamaktadır.
“İbni Dureyd Cemhere’de dir ki4…”, “Şeyh Behâ’ü’d-dîn Arûsü’l-Efrâh’da
dir ki5…" gibi paragraf girişleri ilk bakışta Sa’id Paşa’nın doğrudan bu yazarların adı
geçen eserlerinden alıntılar yaptığını düşündürse de bu ibareler Müzhir’den aynen
tercümedir:
“…6 الجمهرة فى دريد ابن قال ” , “…7 االفراح عروس فى بهاءالدين الشيخ قال و ”
3 Diyarbekirli Sa’id Paşa, a.g.e, s. 11. 4 Diyarbekirli Sa’id Paşa, a.g.e, s. 11. 5 Diyarbekirli Sa’id Paşa, a.g.e, s. 13. 6 Süyûtî, el-Müzhir, Yay. Er-Râcî Afvu-rabbihi el-Kerîm, Matba’atü’s-Sa’âde, Kahire, 1325, s. 115. 7 Süyûtî, a.g.e., s.116.
54
Bu tespitimize göre Paşa İbni Dureyd, Halîl, Şeyh Behâ’ü’d-dîn, Hafâcî ve
Hatîbî’nin eserlerini doğrudan kullanmamış, bu âlimlerin sözlerini Müzhir’den
alıntılamıştır.
Sa’id Paşa ele aldığı konu için başvurduğu kaynaklardan bütün bir çeviri
yapmak yerine blok alıntılar yapmış, bu alıntıları da asıl metnin konu sırasını takip
ederek değil, kendi uygun gördüğü şekilde düzenlemiştir.
Fesahat konusunda Müzhir ve Mutavvel adlı eserlerin fesahat bahislerinden
faydalanan Paşa, belâgat konusunda İbni Esîr’in el-Meselü’s-Sâ’ir, İmâm Ahmed bin
Abdi-Rabbihi’nin Ikdu’l-Ferîd’inden yararlanmıştır. Belâgat konusunun alt
başlıkları, eserin ana kısmında etraflıca anlatılacağı için, MUKADDİME’de genel bir
açıklama yapılmış; fesahat ise alt başlıklarıyla açıklanıp tamamlanmıştır.
Bu iki bölümde Sa’id Paşa’nın konuları açıklarken izlediği sıra hemen hemen
değişmemektedir. Önce o konu hakkında, kullandığı kaynaklardan derleyip
toparladığı genel bir giriş yapar. Bu açıklamada dayandığı kaynağı “ulûm-ı Arabiyye
ulemâsı”, “ulemâ-yı müşârün ileyhim hazerâtı”, “ulemâ-yı belâgatin ba’zıları”,
“ulemâ-yı ma’ânî”dir. Bir sonraki adımda bu âlimlerin kimler olduğu ortaya çıkar.
Arapça için ve Arapça örneklerle açıklama yapan bu âlimlerden art arda yaptığı
alıntılar sonrasında, konunun Osmanlı Türkçesi’ndeki görünümünü, Türkçe
kelimelerden, cümle ve beyitlerden örnekler vererek açıklar.
55
Sa’id Paşa, “Fesâhat” ve “Belâgat” bahislerinin hemen arkasına bu konular
hakkında bazı ihtârları içeren bölümler de eklemiş, kişisel yorumlarına bu başlıklar
altında yer vermiştir.
Sa’id Paşa, eserini oluştururken, diller ve lehçeler arasında karşılaştırmalara
da yer vermiştir. Mesela Osmanlı Türkçesindeki bazı Türkçe kelimelerin imlâsında
bulunan Arapçaya mahsus harflerin, bu kelimelerin asıllarında bulunmadığını
göstermek için, lisanımızın kökü ve kaynağı olarak kabul ettiği Çağatayca ile
karşılaştırma yapar. Bu karşılaştırma sonucu ıslatmak, sık; basmak, sık; tar gibi
Türkçe kelimelerin Çağatayca’daki imlâlarında sad, kaf ve tı harflerinin
bulunmadığını ortaya koyar. Diğer taraftan Arapça kelimelerin fazla girmediği
Çağatay dilini konuşanlarca bu harflerin ‘söylenişi zor’ kabul edildiğini; buna karşın
aynı harflerin, artık birçok Arapça kelimeyi bünyesinde bulunduran Osmanlı lisanını
konuşanlara güzel ve ‘söylenişi kolay’ geldiğini ifade eder. Yine bu karşılaştırma
sonucunda, anadilimizin menşei olan Çağatay dilini kullananların zevklerinden
uzaklaşarak Arapların dil zevkine yaklaştığımız yönünde bir tespitte bulunmaktadır.
Sa’id Paşa diğer bir karşılaştırmayı ise Arapça ve Osmanlı Türkçesi arasında
yapmaktadır. Dil zevkimiz her ne kadar Arapların zevkine yaklaşmış bulunsa da, o
zevke tamamıyla ulaşamadığımız da bir gerçektir. Arapça ibareler içerisinde Arapça
kelimeleri mahreçlerine uyarak okumak bize hoş gelir fakat bu okuyuşu Türkçe
ibarelerdeki Arapça kelimelere tatbik ettiğimizde ortaya çıkan sonuç hiç hoş
56
olmadığı gibi, çoğu zaman tenafür ve söyleyiş zorluğuna yol açarak fesahati de
bozar. Arapça atıf harfi olan ‘vav’ için de durum böyledir. Bu bağlacın tekrarı,
Arapça ibarelerin fesahatini bozmaz; fakat Türkçe ibarelerde söyleyiş zorluğu
yaratır.
Aşağıdaki bölümlerde bu iki dili sözdizimsel açıdan karşılaştırmaktadır:
Müsnedün ileyhin (te’hîri) makâma tâbi’ oldığından makâm,
müsnedin takdîmini iktizâ ider ise müsnedün ileyh te’hîr olunur. Lisân-ı
Arabî’de şu makâm müte’addid ise de lisânımızda yalnız eş’ârda zarûret-i
vezn ve kâfiyeden başka müsnedün ileyhin te’hîrini mûcib olacak makâm
yokdur. (s.190)
Lisânımızca ‘Şu cem’iyyet içinde Zeyd’i tanıdım’ sözi ta’yînce hatâyı
redd ve ‘Sözi sana söylerim’ misillü tahsîs murâd olunan mahallerde bi’t-tab’
mef’ûl fi’l üzerine tekaddüm ider.
Lisân-ı Arabî’de fi’l, fâ’il ve mef’ûl üzerine, mübtedâ haber üzerine,
âmil zarf üzerine, yâhud hâl veyâ istisnâ üzerine takdîm olunub tahsîs murâd
olundığı hâlde ekserinde ber-akis olur. Lisânımızın şîvesi ise kavâ’id-i
Arabiyyeye muvâfık olmadığından Türkçede ta’yîn ve tahsîs maksûd olmayan
kâffe-i mevâki’de fi’l her vakt müte’allikâtından sonra zikr olunur. Eş’ârca
tekaddüm ve te’ahhür vezn ve kâfiyenin göstereceği iktizâya tâbi’dir. (s.212-
13)
57
Edebiyat eleştirisi bu eserde kendisine geniş yer bulur. İran şairlerini taklit
yoluyla oluşturulan şiir sanatımız, kaside ve gazellerdeki aksaklıklar, Sa’id Paşa’nın
eleştirdiklerinin başındadır. Fakat Paşa, her şeye rağmen şairlerimizin sanatlarındaki
iktidarlarını kabul eder ve bunu okuyucuya göstermeye çalışır.
Bu sebeple, şairlerimizin manzum eserlerinden derleyerek oluşturduğu bir
güldesteyi, mukaddime bölümünün sonuna eklemiştir. Kendi ifadesine göre bu
bölüm, eski şairlerimizin “hikemiyyât, teşbîhât ve tavsîfât-ı makbûlece” kudretlerinin
ne derece üstün olduğuna bir numune olması düşüncesiyle oluşturulmuştur ve bu
numune “pek büyük bir bahçeden toplanmış pek küçük bir çiçek destesi8” gibidir.
Yazar, bu bölümü oluştururken önce şairin ismini vermiş, sonra şairin kasidesinin,
gazelinin bir bölümünü, beğendiği bir beytini veya kıt’asını vs. derc etmiştir. Bu
şiirler, dîvân tertibinde olduğu gibi, kafiye ve rediflerindeki son harfin Arap
alfabesindeki sırası gözetilerek dizildiği için, şairler düzensiz olarak, farklı yerlerde
karşımıza çıkmaktadır.
Paşa, bu seçkiyi yaparken titiz davranmış, hafızasına veya şahsî kayıtlarına
dayanmamıştır. Öyle ki, yeni edebiyatçıların manzum eserlerinden oluşan ayrı bir
güldesteyi de eserinin sonuna ekleyeceğini mukaddimede haber verdiği halde,
bazılarının henüz kitap olarak neşredilmemiş bulunması sebebiyle (çoğu hayatta
bulunan edebiyatçılardan bazısını unutarak bunların eleştiri oklarına maruz
8 Diyarbekirli Sa’id Paşa, a.g.e, s. 60.
58
kalmaktan çekinmiş olması da muhtemeldir) buna muvaffak olamadığını bildirmiştir.
Bu konudaki hassasiyetini kendisinin şu ifadesi açıkça göstermektedir:
…Üdebâmızdan ba’z zevât âsâr-ı mevcûdesini bundan mukaddem
sûret-i mahsûsada tab’ itdürüb neşr itmiş ise de çoğı âsâr-ı mevcûdesini
şimdiye kadar neşr itmemiş ve intihâb ise âsâr-ı şi’riyyesini tamâmen elde
itdikden sonra mütâla’aya mütevakkıf bulunmuş oldığı hâlde buna muvaffak
olamadığımdan tezyîle muvaffak olamadım. (s. 383-84)
Ma’ânî, beyân ve bedî’ ilimlerinin anlatıldığı maksat bölümünde konular,
yine Arap belâgatçilerinin eserlerine dayanılarak izah edilmiş; fakat bu âlimlerin
isimleri ve eserleri ayrı ayrı verilmemiştir. Ma’anî bölümünde sadece birkaç yerde
Şeyh Abdu’l-kâhir’in (s. 187, ), İmâm Süyûtî’nin (s. 205), beyan konusunda Telhîs
(s. 276, 279), Hızânetü’l-Edeb, Umde-i İbn Raşik adlı eserlerin (s.276, 279), İmam
Süyutî’nin Müzhir’i kanalıyla İbn Cinnî’nin (s. 319) ve bedî’ bölümünde Sekkâkî’nin
(s. 369) isimleri anılır.
Paşa, Osmanlı lisanının unsurlarını açıklarken üçlü bir sistem oluşturmuştur.
Osmanlı lisanına Arapça ve Farsçadan giren unsurları kökenlerini belirterek vermiş:
Lisânımızda müsta’mel kasr edevâtı ancak, yalnız, başka, belki, özge ve
Arabîden me’hûz gayr, illâ, mâ-adâ lafzlarıdır. (s. 213)
59
Lisânımızda müsta’mel edevât-ı teşbîh (gibi), (sanki), (nitekim) misillü elfâz-ı
müte’addideden ibârettir. Elfâz-ı Arabiyyeden (misl), (misâl), (ke-enne),
elfâz-ı Fârisîden (gûyâ), (mânend), (âsâ), (veş) gibi lafzlar dahi lisânımızda
kullanılır. (s. 277)
Türkçe asıllı kelimeleri Arapçadaki karşılıklarıyla kıyaslayarak anlatmıştır:
…şu iki misâlde vâki’ (sonra) ve (varınca) lafzlarından birincisi lisân-ı
Arabîde (sümme) ve diğeri (hattâ) makâmındadır… (s. 184)
Lisânımızda şartın edevâtı (vaktâ ki), (eger), (olsa idi) lafzları olub elfâz-ı
mezkûrenin birincisi lisân-ı Arabî’de müsta’mel (izâ), ikincisi (in), üçüncüsi
(lev) makâmındadır. (s. 201)
Mi edâtı lisânımızca lisân-ı Arabîde müsta’mel (hemze-i istifhâm) ve (hel)
mevki’lerinde kullanılır. (s. 224)
Bunun sonucunda ortaya Arapça ve Farsça unsurların, Türkçenin gövdesine
aşılanmasıyla oluşmuş “Osmanlı lisanına” ait bir belâgat kitabı çıkmıştır.
Belâgat bölümündeki örnekler Türkçe ve Türkçenin mantığına göredir.
Verilen örnek ya bir şiir, ya bir roman cümlesi, ya da Sa’id Paşa’nın, eserinde
60
kullanmak üzere günlük yaşamındaki olay ve konuşmalardan çekip çıkardığı bir
ibaredir. Verdiği örneklerin anında zihinde oluşturulur örnekler olmaması, Sa’id
Paşa’nın bu eseri yazmayı uzunca bir süre tasarlayıp uygun materyalleri bulmak için
bir hayli çaba sarf ettiği düşünülürse Mîzânü’l-Edeb’in orijinalitesi daha iyi
anlaşılmış olur. Öyle ki her konu için, o konuyu en açık şekilde yansıtacak en az bir
örnek beyti vardır Sa’id Paşa’nın. Tüm bu örneklerin izini oldukça geniş bir şair ve
yazar kadrosunda sürmüştür.
Verdiği örneklerde bürokrat kişiliğinin yansımaları hemen farkedilir: “Meselâ
bir kazâ kâ’im-makâmı âmiri bulunan bir sancak mutasarrıfının virdiği bir emr-i
kânûnîyi ma’zeret-i makbûleye müstenid olmaksızın icrâ itmediği içün o mutasarrıf
merci’ine mürâca’at gösterirse…”(s. 155) ; “Şu kazânın kâ’im-makâmı kim olayor.”
(s. 222) ; “Ömer Beg falân sancağa mutasarrıf oldı.” (s. 251) …
Paşa’nın verdiği örnekler arasında kendi manzumeleri de bulunmaktadır.
Fakat bu manzumelerin kendisine ait olduğunu belirtecek herhangi bir bilgi
vermemiştir. Ör:
İ’tiyâd itmiş nazar ülfetle hilkatden beri
Anın içün hayrete itmez tesâdüf nâzırân
Olsa bînâ bagtaten a’mâ-yı mâder-zâd eger
61
Çıldırur meşhûdı oldukda zemîn ü âsümân 9 (s. 53)
----
Cihân ki âlem-i ibretdür uşbu gafleti ko
İder mesâ’ibe 10 pâ-mâl bir bahâne seni (s. 175)
Aşağıdaki örnekteyse, Sa’id Paşa konuyu kendi beyti üzerinde
açıklamaktadır:
Sun’ıdur bir sâni’ün uşbu perend-i nîlgûn
Nakşıdur bir nakşbendün bu musanna’ perniyân11
… Mısrâ’-ı evvelde “uşbu perend-i nîlgûn” ta’bîrini hâvî müsnedün
ileyh ism-i işâretle ma’rûf ve mazhar olmak üzre mesbûk bi’l-beyân iken
mısrâ’-ı sânîde “bu musanna’ perniyân” ta’bîrini şâmil olan müsnedün
ileyhiŋ ism-i işâretle ma’rûf ve zâhir getirilmesine ihitiyâc olmayub mısrâ’-ı
sânîniŋ “Her gören bir nakşbendüŋ nakşıdur ol dir hemân” tertîbini muktezâ-
yı zâhir îcâb ider idi. Lâkin müsnedün ileyhiŋ kemâl-i temeyyüzini ve
9 Sa’id Paşa’nın kendisine ait bir tahmidin iki beytidir. Divanında ilk beytin birinci, ikinci beytin
ikinci mısraları farklıdır ( İ’tiyâd etmiş nazar hılkatle ülfetden beri ; Hîledir meşhûdu oldukda zemîn
ü âsümân: Kenan Erdoğan, Diyarbakırlı Sa’id Paşa Dîvânı, Manisa, 2003, s. 41.). Fakat beyitlerin
anlam bütünlükleri göz önüne alındığında Mîzânü’l-Edeb’de bulunan şekillerin doğru olduğu
görülmektedir.
10 mesâ’ibe: felâkete S.P.D., s.100. 11 S.P.D., s. 39.
62
müsnediŋ kendüsine kemâl-i ihtisâsını irâ’e idecek böyle mevki’de o ãÿretle
muzmer getirilmesi muktezâ-yı zâhire muvâfık olsa bile muktezâ-yı hâlden ve
hüsn-i te’sîri îcâb itdirecek şîve-i ifâdeden tebâ’üd idecegi cihetle muktezâ-yı
hâl ism-i işâretle ma’rûf ve mazhar getirilmesini mûcib olmuş ve öyle îrâd
olunmuşdur. (s. 191)
Sa’id Paşa’nın örnekleme metodu sadece konuyu en iyi açıklayacak “doğru”
misalleri sıralamakla sınırlı olmayıp, ele alınan konuca “yanlış” misaller vererek
konuyu pekiştirmeyi de içerir. Paşa aşağıda, izah ettiği konu açısından kusurlu bir
beyti ele almış, bunun eleştirisini yapmıştır:
Nüzhet’in
Erbâb-ı gayzdan n’ola itse zarar zuhûr
(Elbette) tab’-ı nârdan eyler şerer zuhûr
Beytin ikinci mısrâ’ındaki (elbette) lafzı elfâz--ı te’kîdiyeden olub
me’âl-i mısrâ’ temsîl tarîkiyle bir haberden ibâret oldığı hâlde (elbette)
lafzında hiçbir illet ve nükte mevcûd değildir. Âteşin tabî’atinden şerer
zuhûrını tasdîkde tereddüd ve inkâra da mahal ve münâsebet yokdur.
Binâ’en’aleyh mısrâ’-ı mezkûrun hâvî oldığı kelâmın terkîbi muktezâ-yı hâle
mutâbık görilemez... (s.152-53)
Sa’id Paşa bu beyti eleştirme noktasında kalmayarak “duruma uygun olma”
bağlamında kusuru belirtilen ikinci mısra’ı, vezni bozmadan düzeltmiş ve “zaruret-i
63
şi’r” düşüncesiyle hoş görülen yanlışı havi mısra’ın hem duruma, hem vezne
uyabileceğini göstermiştir:
…Te’kîdsiz olmak üzere:
Başlarsa nâr yanmağa eyler şerer zuhûr
tarzında nazm olunmuş olsa idi, muktezâ-yı hâle mutâbık olur idi. (s.153)
Mîzânü’l-Edeb’de, belâgat ilminin şiir ve nesre tatbiki yoluyla yapılan edebî
eleştirinin daha birçok örneğine rastlamaktayız.
Sa’id Paşa, belâgat ilmi vasıtasıyla yer yer şiir çözümlemeleri de
yapmaktadır:
“Eş’ârca hayâlât-ı şâ’irâne müsta’mel oldığından ‘Şâ’ir sözüni bir
muhâtaba karşı söylüyor’ gibi tasavvur olunur.
Keştî-i ümmîdümi sâhil-res-i kâm itmeyen
Rûzgâr eksükligidür (rûzgâr eksükligi)
beytinde oldığı gibi. Şâ’ir gûyâ “Benim kâm-yâb olmağa istihkâkım var iken
ne çâre ki zamân müsâ’ade itmiyor” dimiş ve muhâtab da “Hayır öyle
olmamalı. Belki husûl-i maksada mâni’ olacak kusûrundan ötüri mahrûm
kalmış olmalısın” diye tereddüd veyâ inkâr göstermiş de şâ’ir zikr olundığı
üzere sözini te’kîd iderek “Benim kusûrum yokdur. Ancak zamân ve ikbâl
müsâ’ade itmediğinden husûl-i maksada musâdif olamıyorum” dimegi kasd
itmişdir. (s.152)
64
Sa’id Paşa, eseri için, Ku’ran etrafında gelişen Arap belâgatinin
kaynaklarından bir temel oluşturmuş, bunu da şu sözleriyle gerekçelendirmiştir:
Kur’ân-ı Kerîm lisân-ı Arabî ile münzel oldığından şu lisân-ı celîl
millet-i İslâmiyyece zâten lisân-ı dîn add olunmuş ve ulemâ-yı İslâm
traflarından ma’ânî ve beyân ve bedî’ ilmlerinin tedvînine himmet olunub şu
ilmlerin zavâbıt u kavâ’idi dahi lisânımızda nazm u nesrin hüsn-i tertîb ü
tanzîminde esâs-ı fesâhat ü belâgat ittihâz kılınmışdır. (s.10)
Ancak Paşa, uygulamada Arap ve Osmanlı lisanlarının farklı hususiyetler
taşıdığının bilincindedir. Bu noktada “lisân-ı Osmânînin şîvesi” konusuna dolaylı
olarak değinir.
Aşağıda vereceğimiz bölümlerde Sa’id Paşa, dilimizin şîvesinin Arapçanın
kâidelerine uymadığını konu içerisinde belirtmektedir:
Şeyh Abdu’l-Kâhir dir ki “Ba’z kerre haber-i fi’lînin müsnedün ileyhe
kasr u tahsisini ifâde içün müsnedün ileyh müsned üzerine tekaddüm ider.”
“Âmirimiz sen değilsin başka bir zâtdır” dinilcek yerde “Sen bizim
âmirimiz değilsin” dinildiği gibi.
Şeyh Abdu’l-Kâhir’in beyân eylediği vech lisân-ı Arabîde müsnedün
ileyhin–başka vâsıta tevassut itmeksizin toğrıdan toğrıya–harf-i nefyden
sonra vukû’ıyla meşrûtttur. (Ma ene kultu hâzâ) gibi. Lâkin bu sûretin
65
cereyânı bizce şîve-i lisâna muvâfık düşmeyeceğinden ma’nâ-yı nefy, fi’lde
vâki’ ve müsnedün ileyh ile fi’lin arasında çok kerre bir mef’ûl, mutavassıt
bulunur. (s. 187)
Şu bahsce kütüb-i ma’ânîde ba’z tafsîlât münderic ise de lisânımızca
isti’mâle sâlih olmadığından îrâdından sarf-ı nazar idildi. (s.188)
Lisân-ı Arabîde fil, fâ’il ve mef’ûl üzerine; mübtedâ, haber üzerine;
âmil, zarf üzerine yâhud hâl veyâ istisnâ üzerine takdîm olunub tahsîs murâd
olundığı hâlde ekserinde ber-aks olur. Lisânımızın şîvesi ise kavâ’id-i
Arabiyyeye muvâfık olmadığından Türkçede ta’yîn ve tahsîs maksûd olmayan
kâffe-i mevâki’de fi’l her vakt müte’allikâtından sonra zikr olunur. (s. 212-13)
Paşa, cümlelerin bağlanması konusunda, gramatik açıdan doğru fakat
lisânımızın şivesine uymayan kullanımların, şivemize daha çok yakışacak
şekilde nasıl söylenebileceklerini göstermiştir:
“Ahmed Beg terfî’-i rütbe itdi, Süleymân Beg mecîdî nişânı aldı, Ömer
Beg falân sancağa mutasarrıf oldı” cümleleri şâyân-ı tevhîd ü cem’
olmadığından aralarına vâv-ı âtıfa terkîm, yâhud vâv-ı âtıfanın mukadder
oldığına karîne olmak içün virgül işâreti vaz’ olunur. Lâkin lisânımızın
şîvesine daha ziyâde yakışan sûret cümel-i mezkûrece “Ahmed Beg terfî’ itdi.
66
Süleymân Beg de mecîdî nişânı aldı ve Ömer Beg falân sancağa mutasarrıf
oldı” tarzında atfa ri’âyet itmekdir. (s. 251)
İki cümlenin her birisi müsnedün ileyhin bir nev’-i fi’lini hâvî ise şu
fi’llerden her birisi dîgerinin gerek mülâyimi, gerek mübâyini olsun vâv-ı
âtıfa ile cümle-i sâniyye cümle-i ûlâya atf olunabilür.
Misâl
“Ahmed Efendi geldi ve kitâbı getirdi”, yâhud “Ahmed Efendi geldi ve
gitdi” gibi. Lâkin birinci misâlde vâv-ı âtıfa getirmekden ise “Ahmed Efendi
hem geldi hem de kitâbı getirdi”, ikincisinde “Ahmed Efendi geldi yine gitdi”
dinilmesi şîve-i lisânımıza daha ziyâde yakışur. (s. 256)
Bir belâgat kitabı kaleme alan Sa’id Paşa, belâgatte “Hüsn-i İntihâ” başlığı
altında incelenen, sözün tamamlandığını bildirir güzel bir söz kullanma geleneğine
riayet etmiştir. Paşa “Dîbâce” ve “İ’tizâr” bölümlerini Allah’a dua ederek
bitirmektedir:
Allâhu veliyyü’t-tevfîk ve’l-ihsân ve Hüve’l-münezzeh mine’l-hatâ’i
ve’l-noksân. Ve nahnu’l-insâni ve’l-insânu mürekkebun mine’n-nisyân.
(Dîbâce / s.5)
Allâhümme ihtim bi’l-hayri a’mâlinâ ve yessir bi-lutfike âmâlinâ
âmîn.(İ’tizâr / s.384)
67
II.3. MÎZÂNÜ’L-EDEB’İN EDEBİYAT TARİHİMİZDEKİ YERİ VE ÖNEMİ
Mîzânü’l-Edeb için kaynakların hemen hepsinde “eskiyi aynen devam ettiren
bir eser” tanımlaması yapılır. Genelde doğru, ayrıntıda eksik olan bu
değerlendirmenin tashihi için eserin ana hatlarındaki görünümünü aşıp içeriğine göz
atmak gerekmektedir.
Eser, muhteva ve iç düzen bakımından klâsik bir belâgat kitabı özelliği arz
etmekle beraber, mülâhazat ve ihtarlar için ayrılan bölümlerde- bazense paragraf
aralarında- sunulan fikirler eleştiri ve tavsiyelerle, XIX. yüzyılda yaşamış bir
bürokrat Osmanlı âlim ve sanatkârının dile, genel olarak edebiyata, nesre, şiire,
beyitlere, geçmiş ve çağdaşı şairlere bakışı ve onları değerlendirişi hakkında zengin
bilgiler sunan bir inceleme kitabıdır.
Ani ve köklü değişim rüzgârlarının sonucu olarak batılı anlamda kaleme
alınan retorik kitaplarını ayrı bir kategoride sayarsak eğer; Arap dil coğrafyasında
uzun ve köklü bir geçmişe sahip olan belâgat ilminin Osmanlı’da tercüme, şerh,
haşiye, telhis, talik safhalarını aşıp da millî kimlik kazanması yolundaki “doğal”
seyri için Mîzânü’l-Edeb gerçekten “orijinal”dir.
Öncelikle, Mîzânü’l-Edeb te’lif bir eserdir. Verilen örnekler Türkçe ve
Türkçenin mantığına göredir ve konuyu en iyi yansıtacak manzum-mensur
68
eserlerden, günlük konuşmalardan titizlikle seçilmişlerdir. Konular üzerinde
yeterince durulmuş; detaylı, anlaşılır açıklamalar yapılmıştır. Ayrıca eserde belâgat
ilminin şiir ve nesre tatbiki yoluyla yapılan edebî eleştirinin, metin çözümlemelerinin
birçok örneği bulunmaktadır.
Mîzânü’l-Edeb’in gerçek değerinin belirlenmesinde, kendi alanında yazılmış
diğer eserlerle karşılaştırılması zorunludur; bu ise bulunduğumuz noktada
çalışmamızın sınırlarını aşacağı sebeple bir sınırlamaya gittik ve bu eserle yakın
tarihlerde yayınlanmış ve büyük yankılar uyandırmış bir belâgat kitabı olan
“Belâgat-i Osmâniyye12”yi mukayese için seçtik. Bu genel mukayese sonucu iki
eserin amaç ve iç düzen açısından “paralel” denebilecek bir doğrultuda
oluşturulduklarını gördük.
1. İlk kez 1881 (h. 1298) senesinde, Mîzânü’l-Edeb’den 6 sene önce basılan
Belâgat-i Osmaniyye, Dibace, Mukaddime ve Lâhika’dan oluşan bir giriş, Ma’anî,
Beyân ve Bedî’ konularının anlatıldığı maksat ve Hatime bölümlerinden
oluşmaktadır. Hemen hemen aynı şekilde bölümlendirilen Mîzânü’l-Edeb’de ise giriş
Dibace, Mukaddime, Tetimme-i Mukaddime’den, maksat Ma’anî, Beyân ve Bedî’
bâblarından, sonuç Hatime ve İ’tizar bölümlerinden oluşmaktadır. Ahmet Cevdet
12 Ahmet Cevdet Paşa, Belâgat-ı Osmâniyye, [Haz. Turgut Karabey-Mehmet Atalay], Akçağ
Yayınları, Ankara, 2000.
69
Paşa’nın eseri 189 sayfa13, Mîzânü’l-Edeb (85 sayfalık seçki bölümü çıkarılırsa) 299
sayfadır.
2. Her iki eserde de Arapça belâgat kitaplarından faydalanılmış, ama konular
Osmanlıcanın mantığına göre ele alınarak çoğunluğu Türkçe olan örneklerle
açıklanmıştır.
3. Kur’an etrafında gelişen belâgat çalışmaları esas alınmıştır. İlimlerin
tasnifinde yine Arap âlimlerinin tasnifine bağlı kalınmıştır.
4. İki eserde de sık sık Kur’an’ın i’câzına değinilmiştir. Bu vesileyle yazarlar,
geleneğe bağlı olduklarını vurgulamışlardır.
5. Belâgat-i Osmâniyye ve Mîzânü’l-Edeb, şerh, haşiye, telhis, veya talik
özelliğinde olmayıp birer “belâgat te’lifi” sayılmaktadırlar.
6. Ahmet Cevdet Paşa, Belâgat-i Osmaniyye’de “hukuk mektebinde ders
kitabı olarak takrîr edilmiş olması hasebiyle; bedîhî ve nazarî önermelerle hukukun
savunulabilmesi için mantık ilminin önemli bazı ıstılahlarına14” yer vermiş; eserini
dil, mantık ve hukuk çerçevesinde genişletmiştir. Sa’id Paşa’nın eserinde ise bu
ıstılahlara değinilmemiş, dilin edebî yönüne ağırlık vermiştir.
13 Ahmet Cevdet Paşa, Belâgat-ı Osmâniyye, Şirket-i Mürettibiyye Matbaası, İstanbul, 1323.
14 Nasrullah Hacımüftoğlu, “Ahmet Cevdet Paşa’nın Belâgat-ı Osmaniye’si ve Yankıları”, Ahmet
Cevdet Paşa Vefatının 100. Yılına Armağan, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1997, s. 221.
70
7. Yine bu sebeptendir ki Belâgat-i Osmâniyye’de bir acelecilik sezilir.
Belagat konularının etraflıca olmaksızın hızlı bir şekilde anlatıldığını görürüz.
Mîzânü’l-Edeb’in ise uzun süren mülâhaza ve kaynak toplama döneminden sonra
titizlikle oluşturulduğu hemen fark edilir. Zaten eserler arasındaki hacim farkı buna
işaret etmektedir.
8. Verdikleri örneklerde Ahmet Cevdet Paşa, hukukçu kimliğine ima etmiş
(ör: “Filân Efendi, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye okur iken çok çalışıyordu15”); Sa’id
Paşa bürokrat kimliğini yansıtmıştır: “Meselâ bir kazâ kâ’im-makâmı âmiri bulunan
bir sancak mutasarrıfının virdiği bir emr-i kânûnîyi ma’zeret-i makbûleye müstenid
olmaksızın icrâ itmediği içün o mutasarrıf merci’ine mürâca’at gösterirse…”(s. 155)
“Şu kazânın kâ’im-makâmı kim olayor” (s. 222).
9. Ahmet Cevdet Paşa, “eski şairlerce bilinmeyen ve belâgat te’liflerinde yer
almayan ‘Tarih Düşürme San’atı’nı bir yeni tespit olarak eserinin sonuna, ‘Bedî’i
San’atlar’ kısmına ilave etmiştir16.” Mîzânü’l-Edeb’de ise bu sanatın yerini ihtar ve
önerileri içeren kısımlar ve eski şairlerin manzumelerinden oluşan seçki kısımları
almaktadır.
15 Ahmet Cevdet Paşa, Belâgat-ı Osmâniyye, [Haz. Turgut Karabey-Mehmet Atalay], Akçağ
Yayınları, Ankara, 2000, s. 26.
16 Aynı makale, s.198.
71
10. Sa’id Paşa’nın konuları adeta üçlü bir sistem çerçevesinde ele aldığını
görmekteyiz. Osmanlı lisanına Arapça ve Farsçadan giren unsurları kökenlerini
belirterek vermiş; Türkçe asıllı kelimeleri Arapçadaki karşılıklarıyla kıyaslayarak
anlatmıştır. Bunun sonucunda ortaya Arapça ve Farsça unsurların, Türkçenin
gövdesine aşılanmasıyla oluşmuş “Osmanlı lisanına” ait bir belâgat kitabı çıkmıştır.
Ayrıca çeşitli vesilelerle Lisân-ı Osmânî’nin şîvesi konusuna değinmektedir. Bunlar
ise Osmanlı lisânının kendine ait bir belâgati olduğu düşüncesinin yansımalarıdır.
Tıpkı Sa’id Paşa’nın eserinde olduğu gibi Belâgat-i Osmâniyye’de de, ismi de dahil
olmak üzere, en belirgin şekilde kendini Türkçe örneklerde gösteren işte bu düşünce
hakimdir.
III. BÖLÜM
72
III.1. MÎZÂNÜ’L-EDEB’İN FİHRİSTİ
Tahdîs-i Ni’met………………………………………………………....................77
MÎZÂNÜ’L-EDEB (Dîbâce)………………………………………………….…...78
MUKADDİME…………………………………………………………………......81
Fesâhat……………………………………………………………………...84
Kelâmda Fesâhat……………………………………………….….105
Fesâhate ve Elfâz u Kelâma Müte’allik İhtârât…………………....110
Belâgat………………………………………………………………….…112
Heveskârân-ı İnşâya İhtârât…………………………………………….…116
Eş’âra Dâ’ir Mülâhazât……………………………………………….…...125
Kudemâ-yı Şu’arâmızın Dîvânlarından Müntehab Âsâr-ı Manzûme….….130
TETİMME-İ MUKADDİME…………………………………………………...…223
BİRİNCİ BÂB (İlm-i Ma’ânî Beyanındadır)……………………………………....234
Mukaddime………………………………………………………………...234
Birinci Fasl: Ahvâl-i İsnâd-ı Haberî Beyânındadır………………………...238
İkinci Fasl: Müsnedün İleyhin Ahvâli Beyânındadır………………………249
İcmâl………………………………………………………………..249
Tafsîl…………………………………………………………….….249
I. Müsnedün İleyhin Kelâmda Terki……………………….249
73
II. Müsnedün İleyhin Zikri…………………………………254
III. Müsnedün İleyhin Ta’rîf ve Tenkîri……………………257
IV. Müsnedün İleyhin Tavsîfi…………………………...…266
V. Müsnedün İleyhin Vücûh-i Müte’addide ile Ta’kîbi……268
VI. Müsnedün İleyhin Takdîm ve Te’hîri……………….…271
VII. Kelâmın Muktezâ-yı Zâhire Muhâlif İhrâcı…………...275
Üçüncü Fasl: Müsnedin Ahvâli Beyânındadır……………………………..280
İcmâl……………………………………………………………..…280
Tafsîl……………………………………………………………..…280
I. Müsnedin Kelâmda Terk Olunması…………………..….280
II. Müsnedin Kelâmda Zikr Olunması……………………...282
III. Müsnedin Fi’l, Yâhud İsm Olarak Îrâd Olunması……...283
IV. Müsnedin Tenkîr ve Ta’rîfi…………………………….290
Dördüncü Fasl: Müte’allikat-ı Fi’l Beyânındadır………………………….291
Beşinci Fasl: Kasr Beyânındadır…………………………………………...296
Altıncı Fasl: İnşâ Beyânındadır…………………………………………….302
Yedinci Fasl: Vasl ve Fasl Beyânındadır…………………………………..326
İcmâl……………………………………………………………..…326
Tafsîl……………………………………………………………..…328
Sekizinci Fasl: Îcâz ve İtnâb ve Müsâvât Beyânındadır……………...……343
74
Ma’lûmât-ı Nâfi’a…………………………………………………….……357
İKİNCİ BÂB (İlm-i Beyâna Dâ’irdir)………………………………………….….359
Mukaddime…………………………………………………………….….359
Birinci Fasıl: Teşbîh Beyânındadır……………………………………..…361
İcmâl…………………………………………………………….…361
Tafsîl………………………………………………………………361
I. Teşbîhin Ta’rîf ve Erkânı………………………………..361
II. Edevât-ı Teşbîhe Müte’allik Ma’lûmât…………………363
III. Vech-i Şebeh (ve Aksâm-ı Muhtelifesi)……………….365
IV.Müşebbeh ve Müşebbehün Bih ve Aksâm-ı Muhtelifesi 380
V. Teşâbüh…………………………………………………386
VI. Teşbîhden Garaz…………………………………….…388
VII. Ba’z Mülâhazât…………………………………….….392
İkinci Fasıl: Hakîkât Beyânındadır…………………………………….…..397
Üçüncü Fasıl: İsti’âre Beyânındadır…………………………………….…406
Dördüncü Fasıl: Kinâye Beyânındadır…………………………………..…417
Beşinci Fasıl: Tehzîb ve Islâh-ı Eser Beyânındadır………………....….….423
ÜÇÜNCÜ BÂB (İlm-i Bedî’ Beyânındadır)……………………………………….429
Birinci Fasl: Sanâyi’-i Ma’neviyye Beyânındadır…………………………429
İkinci Fasl: Sanâyi’-i Lafziyye Beyânındadır…………………………...…449
75
Lâhika (Ba’z Mebâhis-i Mühime)………………………………….……458
Sirkat-i Şi’r………………………………………………….……458
İktibâs…………………………………………………………….458
Tazmîn……………………………………………………….…...459
Telmîh……………………………………………………….……459
Hitâbet………………………………………………………….…460
Berâ’at-i İstihlâl…………………………………………………..463
Tahallüs…………………………………………………………...463
Hüsn-i İntihâ……………………………………………………....463
HÂTİME…………………………………………………………………………464
İ’TİZÂR………………………………………………………………………….468
76
III.2. MÎZÂNÜ’L-EDEB’İN ÇEVRİYAZI METNİ
/1/ MìzÀnüél-Edeb
äÀóib-i Eåer
DiyÀrbekirli Saèìd Paşa
äÀóib ve nÀşiri
èAãr kütüb-òÀnesi ãÀóibi
MaèÀrif neôÀret-i celìlesiniŋ ruòãatıyla ùabè olunmuşdur
Ìstanbul
Şirket-i Mürettibiyye Maùbaèası − BÀb-ı èÁlì CÀddesi numero 25
77
TAÓDÍæ-İ NİèMET
/2/ HeveskÀrÀn-ı maèÀrifiŋ naôar-ı istifÀdesine vaøè olunan bu eåer-i bihìn,
teélìfÀt-ı èadìdesiyle kütüb-òÀne-i millìmizi tezyìn iden DiyÀrbekirli saèÀdetlü Saèìd
Paşa òaøretleriniŋdir.
Bu eåer úavÀèid-i edebiyyeniŋ mìzÀnı ve bir destÿr-i ãıóóat-èunvÀnıdır.
EdebiyyÀt-ı èOåmÀniyyede kesb-i mahÀret itmek isteyen heveskÀrÀn-ı edebe reh-ber-
i ùarìú-i belÀàat olacaàını cüzéì mülÀóaôa meydÀna úoyar.
Sinìn-i vefìreden beri ùabè u neşr ile iştiàÀl eyleyen bu kemterleri bu defèa da
böyle bir eåer-i ãahìóiŋ vÀsıùa-i neşri olmaġla müfteòirim, naãıl iftiòÀr itmeyim,
neden müteşekkir olmayayım ki rÿz-ı fìrÿz-ı cülÿsı maùlaè-ı envÀr-ı maèÀrif olan
veliyyüén-nièmet-i bì-minnetimiz pÀdişÀhımız efendimiz óaøretleriniŋ sÀye-i
teraúúiyyÀt-vÀye-i mülūkÀnelerinde (Mir’Àtüél-èİber) gibi bir külliyyÀt-ı tÀrìò,
(MìzÀnü’l-Edeb) gibi bir destÿr-ı belÀàatiŋ ùabèına vÀsıùa olmaú nièmeti baŋa
müyesser olmuşdur. ZamÀn-ı èadÀlet-nişÀn-ı veliyyü’n-nièmet ÀfitÀb-ı ÀsÀyiş ve
èulÿm ile münevver bir devr-i celìl oldıàından her sÀèì maôhar-ı mükÀfÀt olmaúda,
her àayÿr àayretiniŋ maóãÿlüni görmekdedir.
ŞehinşÀh-ı maèÀrif-penÀh, òüdÀvendigÀr-ı úudsiyyet-iktinÀh, òÀúÀn-ı èÀlì-şÀn,
sebeb-i emn ü amÀn pÀdişÀhımız efendimiz óaøretleriniŋ èinÀyet-i èaliyye ve èavÀùıf-ı
seniyye-i òilÀfet-penÀhìleri bizim gibi èacezeye de sÀye ãaldıúca in-şÀ’allÀh saèy-ı
mÿrÀnemiziŋ nice nice mükÀfÀtını görmekle baòtiyÀr oluruz. AllÀh ol sulùÀn-ı aèôamı
millete baàışlasun Àmìn.
èAãr Kütüb-òÀnesi äÀóibi: /3/
78
MÍZÁNÜ’L-EDEB
B’ismi’llÀhi’r-RaómÀni’r-Raóìm
Óamd u åenÀ ol mübdiè-i bedÀyiè-i kÀéinÀta sezÀdır ki insÀn naôarını her ne
cihete èaùf idecek olsa maãnÿèÀt-ı celìlesinden bir bedìèa-i óayret-fezÀya muãÀdif
olur ki lisÀn-ı vicdÀn:
Fe-fì külli şey’in lehu Àyetün
Tedullü èalÀ-ennehu vÀóidün ∗
tevóìd ü temcìdini teõekkür itmemesi mümkin olamaz. äalÀt u selÀm
Òuliúte müberre’en min-külli èaybin
Ke-enneke òuliúte kemÀ-teşÀéu ∗∗
medìóa-i ekmeliyyet-i ãarìóasına mÀ-ãadaú olan ol mefòar-ı mevcÿdÀta aórÀdır ki
õÀt-ı úudsiyyet-ÀyÀt-ı risÀlet-penÀhìleri {LevlÀke lemÀ òalaútu’l-eflÀk∗∗∗}teşrìf-i
münìfiyle èaleél-èumÿm bedÀyiè-i mükevvenÀtıŋ èillet-i àÀéiyye-i úadìmesi ve òilúat-
∗ Her şeyde birliğini gösteren bir nişan vardır.
∗∗ “Sanki istediğin gibi yaratılmışçasına bütün kusurlardan uzak yaratıldın.” Hz. Peygamber için
söylenen, kime ait olduğunu tespit edemediğimiz bu beyit, Muallim Naci’nin eserinde de
geçmektedir: Bkz. Muallim Naci, Îcâz-ı Kur’ân, Matba’a-i Nişan-ı Berberiyan, 2. b., Der-Sa’adet,
1308, s. 39.
∗∗∗ “Sen olmasaydın yeri göğü yaratmazdım. [hadîs-i kudsî]”: Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe
Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi, Ankara, 2003; md. “levlak, levlake”, s.549.
79
i èulyÀsı, /4/ deryÀ-yı fıùratıŋ eŋ muèazzez dürre-i yetìmesidir. äalla’llÀhu èaleyhi ve
sellem ve èalÀ-Àlihi ve aãóÀbihi elleõìne hum niôÀmu beytiél-ibdÀè veét-tekvìn ve
úıvÀmu erkÀniél-belÀài veéd-dìni ∗
Cülÿs-ı hümÀyÿn-ı óaøret-i pÀdişÀhìden beri maèÀrif-i medeniyyemizde eski
óÀle nisbetle meşhÿd-ı èuyÿn-ı şükrÀn olan teceddüd mevsim-i şitÀdan infiãÀl ve
mevsim-i bahÀra ittiãÀl iden bir bÀàçeniŋ óÀline muèÀdil oldıàını óaúÀyıú-şinÀsÀnıŋ
hìç biri inkÀr idemez. Bu óÀl-i saèÀdet-iştimÀl ise
Yeóÿmu óavle õurÀhu’l-èÀlimÿne kemÀ
TerÀ el-óacìce bi-beyti’llÀhi muèterikÀ ∗∗
neşìdesiniŋ medlÿl-i óikmet-şümÿli olan şehinşÀh-ı bì-müdÀnì-i veliyyüén-nièmet-i
bì-minnetimiz Es-SulùÀnuél-áÀzì {èAbdu’l-óamìd ÒÀn-ı æÀnì} (EdÀmaéllÀhu
şevketuhu ve òilÀfetuhu bi-óürmeti’s-sebèiél-meåÀnì )∗∗∗ efendimiz óaøretleriniŋ
èulÿm u maèÀrif-i insÀniyye ve kemÀlÀt-ı medeniyyemiziŋ teraúúìsi óaúúındaki
iúdÀmÀt-ı èaôìme-i mülÿkÀnelerine büyük bürhÀndır. /5/
LÀ-zÀlet eşcÀru óadìúati’l-meliki muòaêarraten bi-midrÀri èavÀùıfihi ve ezhÀru
ravøati’l-èadli munêarraten bi-emùÀri èavÀrifihi ∗∗∗∗.
∗ Allah onu, ailesini ve şahanelikler beytinin ve kâinatın düzeni, dinin ve Kur’an’ın rükünlerinin
taşıyıcıları olan dostlarını hayırla kuşatsın, huzurundan ayırmasın.
∗∗ Allah’ın evindeki hacıların sanki bir savaş yerindeymişçesine (Kabe’yi) tavafını gördüğün gibi onun
da zirvesinde bilginler döner.
∗∗∗ Allah onun şevketini ve hilafetini Sebü’l-Mesâni hürmetine daim etsin.
∗∗∗∗ Melikin bahçesinin ağaçları onun rahmet yağmurlarıyla hâlâ yeşil; adalet bahçesinin çiçekleri
ariflerinin yağmuruyla hâlâ tazedir.
80
RevÀcgÀh-ı kemÀlÀt olan böyle bir èaãr-ı celìlde maèÀrife òidmet ìfÀ-yı vaôìfe-
i şükr ü maómidet olacaàından o vaôìfeyi edÀya medÀr ve ebnÀ-yı vaùana nÀ-çìzÀne
bir yÀdigÀr olmaú üzere èilm-i belÀàati óÀvì işbu eåer-i cÀmièuél-úuãÿrı yazub
“MìzÀnüél-Edeb” tesmiye eyledim.
Maúãadı òidmet-i òÀliãÀneye münóaãır ve maèamÀ-fìh noúãÀn–ı iútidÀrını
muúırr olan bir ãÀóib-eåerin òaùīéÀtından ùolayı hedef-i muéÀòaõe olmamasını şìme-i
mürüvvet iútiøÀ ider. BinÀéenèaleyh müùÀlaèa buyuracaú õevÀtıŋ teãÀdüf idecekleri
òaùÀlarımızı úalem-i èafv u müsÀmaóa ile taãóìó idecekleri ümìdindeyiz.
AllÀhu veliyyu’t-tevfìk ve’l-iósÀn ve hüve’l-münezzeh mine’l-òaùÀ’i ve’n-
noúãÀn. Ve naònüél-insÀni ve’l-insÀnu mürekkebün mine’n-nisyÀn ∗.
Saèìd /6/
∗ Allah başarı ve iyiliğin üstlenicisidir. O hatadan ve eksiklikten uzaktır. Bizler insanız; insan ise
nisyandan oluşmuştur.
81
MUÚADDİME
EfèÀl-i edebiyye èÀmme ve òÀããa úısmlarına münúasım olub birincisi ıùlÀú
üzre efèÀl-i beşeriyyeniŋ iòtilÀfından ve şu iòtilÀfıŋ aãl u esÀsından baóå ider. Baóå
itdigi şeyler faøÀéile-i maóabbetiŋ ve reõÀéile-i buàø u òuãÿmetiŋ esbÀb ve
derecÀtından èibÀretdir.
İkinci úısm tafãìl üzre levÀzım-ı muètebere-i beşeriyyeyi óÀvì ve envÀè-ı
åelÀåeyi muótevìdir.
EnvÀè-i meõkÿreniŋ birincisi Óaúú TeèÀlÀ Óaøretleri’ne nisbetle insÀnıŋ
levÀzım-ı òuãÿãiyyesi olan ÀdÀb-ı dìniyye ve milliyyedir. Buŋa şerìèat ıùlÀú olunur.
İkincisi insÀnıŋ õÀtına nisbetle levÀzım-ı maòãÿãasıdır. Şu nevèe ÀdÀb-ı
şaòãiyye ve nevÀmìs-i ùabìèiyye dinilür.
Üçüncisi başúalarıyla iétilÀf ve muèÀşerete nisbetle insÀnıŋ levÀzım-ı
maòãÿãasıdır. Buŋa da ÀdÀb-ı medeniyye tesmiye idilür. Nevè-i beşeriŋ baèøıları
baèølarına ne ãÿretle maóabbet ve muèÀmele ile mükellef olduúları ve her kes hem-
cinsiniŋ nefret ü óüsn-i úabÿlüne ne maúÿle efèÀl ile maôhar olacaàı–mebÀóiå ü
mesÀéili−şu üçünci nevèiŋ úavÀèid-i esÀsiyyesidir. ÚavÀnìn-i medeniyyeye ve
heyéÀt-i ictimÀèiyyeniŋ iòtilÀf-ı aóvÀline taèalluú iden nevÀmìs-i èameliyyeniŋ
maèrifeti bu nevèiŋ müteferrièÀtındandır. /7/
EfèÀl-i edebiyyeniŋ èÀmme ve òÀããa úısmlarından her biriniŋ bir maãdarı
vardır. Birinci kısmıŋ maãdarı ùabìèì, ikincisiniŋ maãdarı vaøèìdir.
Maãdar-ı ùabìèì CenÀb-ı Óaúú’dan insÀna mevhibe olan nÿr-i ùabìèatdir.
Bunuŋ mercièi yalŋız õevúiŋ selÀmetidir.
82
Maãdar-ı vaøèìniŋ mercièi ikidir. Biri kütüb-i muúaddese, dìgeri ezmineniŋ,
emkineniŋ, eşòÀãıŋ aóvÀl ü iètibÀrÀtı üzerine mevøÿè-i úavÀnìn-i edebiyyeden bÀóiå
olan müéellefÀt-ı beşeriyyedir. Bizim şu kitÀbda baóå idecegimiz èulÿmuŋ mercièi
budur.
èUlÿm-ı edebiyyeniŋ aúsÀmı beyneél-èulemÀ muòtelifun fìhÀdır. LÀkin
taúsìmleri óaãrì olmayub caèlì oldıàından edebiyyÿnuŋ ekåeri on iki olmasını úabÿl
itmişlerdir ki luàat, ãarf, iştiúÀú, naóv, maèÀnì, beyÀn, èarÿø, úÀfiye, inşÀé-i neår,
úarø-ı şièr, òaùù, tÀrìò èilmleridir. èUlemÀnıŋ baèøıları èilm-i bedìèi reésen èilm ittiòÀõ
ve baèøları èilm-i beyÀnın aúsÀmından èadd itdiler. Meõkÿr on iki èilmiŋ sekizi uãÿl
ve dördi fürÿèdur.
Uãÿle müteèalliú olan èulÿmda yÀ müfredÀt yÀ mürekkebÀtdan baóå olunur.
MüfredÀtdan baóå iden èilmiŋ mebÀóiåi elfÀôıŋ cevÀhir ü mevÀddine
müteèalliú ise (èilm-i luàat ), ãuver ü heyéÀt-ı elfÀôa müteèalliú ise (èilm-i ãarf ),
aãÀlet ü ferèiyyetle baèøıãınıŋ baèøısına intisÀbını bildirir ise (èilm-i iştiúÀú ) tesmiye
úılınur. /8/
MebÀóiå ıùlÀú üz[r]e mürekkebÀta taèalluú ider ise bu taèalluú heyéet-i
terkìbiye ve teédiye-i maèÀnì-yi aãliyye üzerine mebnì oldıàı óÀlde (èilm-i naóv ),
aãl-ı maèÀnìye muàÀyir ifÀde iètibÀrına mübtenì bulundıàı taúdìrce (èilm-i maèÀnì ),
ifÀde-i meõkÿreniŋ merÀùib-i vuøÿódaki iètibÀrına mebnì ise (èilm-i beyÀn ) dinilür.
MebÀóiå vezn cihetiyle mürekkebÀt-ı mevzÿneye müteèalliú oldıàı ãÿretde
(èilm-i èarÿø ), ebyÀtıŋ evÀòirine taèalluú ider ise (èilm-i úÀfiye ) ıùlÀú idilür.
Fürÿèa müteèalliú èulÿmdan nuúÿş-ı kitÀbeti bildiren èilme (èilm-i òaùù ),
manôÿma maòãÿã èilme (èilm-i úarø-ı şièr ), menåÿrdan baóå iden èilme (èilm-i inşÀé-
83
i neår ), baóå bunlarıŋ mÀ-èadÀsına taèalluú eyledigi ãÿretde (èilm-i tÀrìò ) tesmiye
olunur.
Teressül ve òiùÀbet èilm-i inşÀé-i neåriŋ, muóÀøarÀt ve terÀcim-i aóvÀl èilm-i
tÀrìòiŋ, bedìè õikr olundıàı üzre èilm-i beyÀnıŋ ferèidir.
èUlÿm-ı èArabiyye èulemÀsı maèÀnì ve beyÀn ve bedìè èilmleriniŋ üçüne
birden (èilm-i belÀàat ) ıùlÀú eylediler.
èUlemÀ-yı müşÀrün ileyhim óaøerÀtı ebniyye-i elfÀôa naôaran èilm-i ãarfı ve
elfÀôdan terekküb idecek kelÀmıŋ óÀvì olacaàı kelimelerden her biriniŋ ièrÀbına
naôaran èilm-i naóvi vaøè eyledikden ãoŋra elfÀôıŋ terkìbinde olan umÿrı naôar-ı
diúúate alub èilm-i belÀàati vaøè itmişlerdir.
BelÀàat üç fenni cÀmiè olub evvelen maènÀ-yı murÀdıŋ teédiyesinde engelle
òaùÀdan, åÀniyyen vÀsıùasıyla taèúìd-i maènevìden, åÀliåen taósìn-i /9/ kelÀma taèalluú
iden şeylerden baóå iden èilmdir. Vech-i tafãìl üzre evvelkisine èilm-i maèÀnì ,
ikincisine èilm-i beyÀn, üçüncisine èilm-i bedìè dinilür. KelÀm, evvel ve åÀnì
iètibariyle lafôca faãìó ve lafô u maènÀca belìà olur. Üçüncisi ise èaraø-ı òÀricìden
èibÀretdir.
84
FEäÁÓAT
DünyÀda mineél-úadìm müstaèmel olan elsineden her biriniŋ óÀvì oldıàı elfÀô
èaleél-èumÿm istièmÀl içün vaøè olunmuş ve çoú vaútler úullanıldıúdan ãoŋra
temÀdì-i duhÿr ve taúÀdüm-i èuãÿr o lafôlarıŋ baèølarını dÀéire-i istièmÀlden
çıúarmışdır. BinÀéen èalÀ-õÀlik hìç bir lafô aãlında vaóşì ve àarìb èadd olunmayub
geçmişde keåìrüél-istièmÀl iken ãoŋra dÀéire-i istièmÀlden çıúarılan elfÀôıŋ
metrÿkiyyet cihetiyle istièmÀlleri muòıll-i feãÀóat èadd idildi.
Müteúaddimìn-i èArabıŋ ne maúÿle kelimeleri keåret üzre úullandıúları ise –
zamÀnıŋ imtidÀdıyla vesÀéiù-i vuúÿf u maèlÿmÀtıŋ inúıùÀèından nÀşì−ıùùılÀèca fıúdÀn-ı
imkÀna muãÀdif oldıàından ezmine-i úadìmede èArablarca keåìruél-istièmÀl olan
lafôları bilmege medÀr olacaú øÀbıùa vaøèına mecbÿriyyet óÀãıl olmuşdur. Şu
mecbÿriyyetden ötüri müteéaòòirìn-i èulemÀ-yı belÀàat “Müfredde feãÀóat: tenÀfür-i
óurÿfdan, àarÀbetden, úıyÀs-ı luàavìye muòÀlefetden sÀlim olmasıdır ” diyerek øÀbıùa
vaøè itdiler.
èUlemÀ-yı belÀàatiŋ gerek elfÀô içün vaøè eyledikleri şu øÀbıùa /10/ gerek
belÀàat óaúúında ittiòÀõ itmiş olduúları úÀèide müfredÀt ve mürekkebÀt-ı èArabiyye
içün mevøÿèidi. LisÀn-ı FÀrisìniŋ èArabì ve lisÀn-ı èOåmÀnìniŋ hem èArabì hem
FÀrisì luàatleriyle maòlÿù u memzÿc bulundıàı cihetle o øÀbıùa vü úÀèide ãoŋra şu iki
lisÀnca da teèammüm eyledi.
MaèamÀ-[f]ìh ÚuréÀn-ı Kerìm lisÀn-ı èArabì ile münzel oldıàından şu lisÀn-ı
celìl millet-i İslÀmiyyece õÀten lisÀn-ı dìn èadd olunmuş ve èulemÀ-yı İslÀm
ùaraflarından maèÀnì ve beyÀn ve bedìè èilmleriniŋ tedvìnine himmet olunub şu
85
èilmleriŋ øavÀbıù u úavÀèidi daòi lisÀnımızda naôm u neåriŋ óüsn-i tertìb ve
tanôìminde esÀs-ı feãÀóat ve belÀàat ittiòÀõ úılınmışdır.
FeãÀóatle kelime ve kelÀm ve mütekellim tavãìf olunur: “kelime-i faãìóa,
kelÀm-ı faãìó, kÀtib-i faãìó” gibi.
BelÀàatle yalŋız kelÀm ile mütekellim tavãìf olunub kelime tavãìf olunamaz.
BinÀéenèaleyh “kelÀm-ı belìà, şÀèir-i belìà” dinilür lÀkin “kelime-i belìàa”
dinilemez.
Müfrediŋ feãÀóati yuúarıda õikr olundıàı üzre tenÀfür-i óurÿfdan, àarÀbetden,
úıyÀs-ı luàavìye muòÀlefetden sÀlim olmasıdır.
(TenÀfür) lafôca lisÀnda åıúlet ve nuùúda èusret óuãÿline sebeb olan bir óÀldir.
Bu óÀl åıúlet ü èusretce yÀ bir ãÿret-i mütenÀhiyyede bulunur: elfÀô-ı èArabiyyeden
“haèòaèa” ve elfÀô-ı Türkiyyeden “úorúdurtdurmaú” lafôları gibi. YÀòud åıúlet ü
èusret derece-i mütenÀhiyyeniŋ−ãÿret-i mütefÀvitede−mÀ-dÿnı bulunur: elfÀô-ı
èArabiyyeden “müsteşzer”, /11/ “müsteşrif”‚ “muluè” ve elfÀô-ı Türkiyyeden
“şırluàan”, “başlanàıc”, “çerez” lafôları gibi.
86
İbni Dureyd Cemhere’ de dir ki “Óurÿf-ı mütekÀribe 1niŋ birinden dìgerine
intiúÀl iderken dilde åıúlet óÀãıl olur. Óurÿf-ı mütebÀèìde 2niŋ birinden dìgerine
intiúÀlde o åıúlet óÀãıl olmaz. ZìrÀ lisÀnıŋı óurÿf-ı fem 3den ve óurÿf-ı õellÀúa4dan
birine intiúÀl itdirmeksizin óurÿf-ı óalú 5da istièmÀl idecek olsaŋ bir gizli ÀvÀz ve
muòtelif óareketler ile lisÀna külfet virmiş olursuŋ. Görmez misiŋ ki (ح ه ا) óarflerini
teélìf itseŋ luàÀtiŋ baèøılarında maòrecleriniŋ yaúýnlıàı cihetiyle hemzeyi óÀya
taóavvül itmiş bulursun: “em vaéllÀh, hem vaéllÀh” gibi. Bu èilletden ötüri èArablar
“erÀú” diyecek yerde “herÀú” didiler. Ve baèø elsinede ke-õÀlik úurb-ı maòrecleri
sebebiyle hÀyı óÀya dönmüş bulursuŋ. BinÀéen èalÀ-õÀlik maòrecleri uzaú olan
óurÿfdan mürekkeb kelime güzel olur ”.
İbni Dureyd, Òalìl’den naúl ile dir ki “Óarf-i óÀda boàaz /12/ úıãılmaú olmaãa
óÀ èayn óarfine beŋzer. Bunuŋ içün óÀ ile èayn bu kelimede bulunamaz. HÀ daòi
böyledir. LÀkin her biriniŋ başúa başúa maènÀsı olur ise fiél-aãl iki kelime olduúları
óÀlde birleşebilürler: “óayyehellÀ ” gibi ki (óayye) başúa, (hellÀ) başúa kelimedir ”.
1 Óurÿf-ı müteúÀribe ( … t ) , ( … ‡ ) , ( Æ ) óarfleri gibi maòrecleri yaúýn olan óarflerdir.
2 Óurÿf-ý mütebÀèide ( l Ê ) , ( x â) óarfleri gibi maòrecleri uzaú olanlardýr.
3 Óurÿf-ý fem ( ë Ò â l ) óarfleridir.
4 Óurÿf-ý õellÀúa nutúa sürèat viren óarflerdir ki ( Þ Ò ‰ l ) óarflerindenèibÀretdir.Bunlarýŋ mÀ-
èadÀsýna óurÿf-ý muãammata dinilür. 5 Óurÿf-ý óalú ( a ê Î Ê „ ) óarfleridir.
87
Saèdüéd-dìn-i TeftÀzÀnì Muùavvel ’de dir ki “Ebÿ TemmÀm’ıŋ–Kerìmun metÀ
emdeóahu emdeóahu veél-varÀ∗−úavlinde óÀ ile hÀ beyninde tenÀfur bulundıàı içün
muãannif “emdeóahu” lafôında åıúlet oldıàını beyÀn itmiş ise de muãannifiŋ bu
ifÀdeden murÀdı “emdeóahu” lafôında (feãÀóate òalel virmeyecek derecede) az bir
åıúlet oldıàı óÀlde ikinci “emdeóahu” lafôı da birinciye yanaşub åıúlet teøÀèuf itmekle
tenÀfür óÀãıl olur ãÿreti olması melóÿôdur. ÓÀlbuki “emdeóahu” lafôı mücerred
bulundıàı óÀlde àayr-ı faãìó oldıàına dÀéir iètirÀø vÀrid olmamışdır. ZìrÀ ÚuréÀn-ı
Kerìm’de daòi bu miåillü lafô vÀúièdir: (fe-sebbióhu∗∗) gibi. ÚuréÀn-ı Kerìm’iŋ
müştemil oldıàı elfÀô-ı şerìfeye kelÀm-ı àayr-ı faãìó dimek müéminiŋ cüréet
idemeyecegi óÀllerdendir ”.
ÚuréÀn-ı Kerìm’de mevcÿd bir lafôa yÀ terkìb-i óurÿf, yÀòud àarÀbet ve
muòÀlefet-i úıyÀs gibi aóvÀle õehÀben iètirÀøa cüréet idenleriŋ iètirÀøları õevú-i
fıùrìleriniŋ maèlÿliyyet ü fesÀdına ve kendi maèlÿmÀtlarınıŋ noúãÀnına óaml olunur.
ZìrÀ zamÀn-ı saèÀdet, Benì èAdnÀn ve ÚaóùÀn büleàÀsınıŋ eŋ ziyÀde àalebelikli
zamÀnı iken, ihtidÀ itmemiş olan büleàÀ-yı èArab biél-iètinÀ tadúìú u taóarrì itmiş
olduúları óÀlde ÚuréÀn-ı Kerìm’de feãÀóate muàÀyir elfÀô olmadıàını taãdìú ile ber-
À-ber /13/ ÀyÀt-ı ÚuréÀniyyeye siórdir dimege başladılar. äoŋra gelenler feãÀóati
tefrìúce õevú-i fıùrì aãóÀbından olan büleàÀ-yı úadìme ve èArab-ı èÀribeniŋ Kaèb’ına
bile varamayacaúları kendülerince de muãaddaúdır. Şeker ùatlı iken õÀéiúasında èillet
Şair dedi ki: Onu övdüğümde insanların bana آريم إذا أمدحه، أمدحه والورى معي و إذا ما لمته، لمته وحدي “ |∗
muvafakat edip benimle övdükleri; yerdiğimde onu kınamayı gerektiren bir şey olmadığı sebeple
yergide tek kişinin bana katılmadığı kişi erdemlidir.” Bkz. Sa’düddin Mes’ud bin Ömer Teftazani, El-
Mutavvel, El-İlmiyyetü’l-İslâmiyye, Tahran, 1354, s. 39.
∗∗ “O’nu tesbih et” anlamındadır. Ku’an’da iki ayette geçer: (El-Kâf) 50:40; (Et-Tûr) 52:49.
88
olan kimse ùatlılıàı óiss idemeyecegi gibi õevú-i selìm-i fıùrì aãóÀbından olmayanlar
da elfÀôdaki åıúlet u òıffeti óaúúıyla óiss idemezler. Buŋa dÀéir aşaàıda baèø mebÀóiå
derc olunacaúdır.
Òalìl dir ki “Pek çirkìn buldıàım (haèòaèa) lafôını işitdigim vaút “Böyle
kelime terkìb olunamaz” diyerek inkÀra mecbÿr oldum. äoŋra èArabıŋ åıúÀt
èulemÀsına mürÀcaèatla suéÀl eyledim. Bu kelimeniŋ teélìfini inkÀr idüb ùoàrısı
(òaèòaèa)dır didiler ”.
Şeyò BehÀéüéd-dìn èArÿsüél-EfrÀó ’da dir ki “TenÀfür yÀ cidden tebÀèüd-i
óurÿf içün, yÀòud teúÀrübleri içün olur. ZìrÀ bu óÀl ayaúda baà oldıàı óÀlde ùafra
(ãıçramaú) gibidir”.
ÒafÀcì Sırruél-FeãÀóa ’da dir ki “Bizim içün bir ùaúım elfÀô vardýr ki óurÿfı
müteúÀrib oldıàı óÀlde hìç birinde tenÀfür yoúdur: (şecer, ceyş, fem) lafôları gibi ”.
Yek-dìgerine şiddet-i teúÀrübi olan óarfleriŋ ikisi yÀòud üçi ber-kelime
müctemiè olur ise o óarfleriŋ ceres (ÀvÀz)larında olan úuvvetleri iètibÀriyle taúaddüm
ü teéaòòürleri vuúÿè bulur. Ve úuvvetde muúaddem olan óarfi vely iden óarf-i øaèìf
müteóarrik olmayub /14/ sÀkin bulunur ise öyle kelimede tenÀfür óiss olunamayacaàı
cihetle feãÀóat mevcÿd olur : (e lem aèhed)∗ gibi.
Şeyò BehÀéüéd-dìn dir ki “TenÀfüri óuãÿle getirmekde teúÀrüb ü tebÀèüd-i
óurÿfuŋ istivÀsı, àÀyet vifÀúda olan iki miåliŋ ve àÀyet òilÀfda olan iki øıddıŋ
istivÀsına beŋzer. Miåleyn ise şiddet-i teúÀrübleri, øıddeyn ise şiddet-i tebÀèüdleri
∗ “E lem a’hed ileykum…” (Ben sizden ahit almadım mı…): Kur’ân-ı Kerîm, Sûre 36 (Yâsîn), 60.
âyetin başı. (Kur’an-ı Kerim ve Kelime Meali, Rayiha Yayıncılık, Ankara 2006, s. 443.)
89
cihetiyle müctemiè olamaz. BinÀéenèaleyh óÀl bir maóalldeki óurÿf-ı mütebÀèide ve
óurÿf-ı müteúÀribe aralarında dÀéir ola: òıffet, òurÿf-ı mütebÀèidede görinür”.
İbni Dureyd Cemhere ’de dir ki “Ebniyyeniŋ eŋ güzeli maòrecleri biri
birinden uzaú bulunan óarfleriŋ imtizÀcıyla terkìb olunmuş kelimedir. Muãammatüél-
óurÿf bir rubÀèì bulamazsıŋ ki óurÿf-ı õellÀúadan biriyle mümtezic olmaya. Meger ki
“asced” gibi sìn óarfiyle gelmiş ola. Bu da pek azdır. Böyle binÀlarda vürÿdı ise sìn
óarfiniŋ lìneti ile ber-À-ber ceresi àunne cevherinden oldıàı içündür. LÀkin
“farazdaú”, “sefercel”, “şemerdel” gibi òumÀsì binÀlarda muùlaúÀ óÿruf-ı õellÀúadan
ve maòreci dudaúlardan veyÀ dil ucundan olmaú üzere bir yÀòud iki óarf bulunur.
Resm itdigimiz úÀèideye muòÀlif bir binÀya teãÀdüf itdigiŋ óÀlde o binÀnıŋ kelÀm-ı
èArabdan olmadıàına óükm itmelisiŋ”.
Üç óarfli ve iki óarfli olan lafôlar[d]a óurÿf-ı muãammatadan bir ikisi óurÿf-ı
õellÀúadan biriyle imtizÀc idebilür: “òadaèa” gibi. Bu kelimede òÀ ile èaynıŋ arasını
dÀl faãl itdigi içün /15/ kelimeniŋ terkìbi güzeldir. Óurÿf úalb olunur ise çirkìn olur.
Yine İbni Dureyd dir ki “èArablar maòrecleri pek yaúın olan óurÿfı bir
kelimede teélìf itmediler. Lüzÿm üzerine iki kelime ictimÀè, yÀòud bir óarf vürÿd
idüb de maòrecleri yaúın oldıàı óÀlde èArablar o iki óarfiŋ birini dìgerine taóvìl
iderler ki aúvÀ olan óarf ile ibtidÀ olunmuş ola. Bunı çoú kerre binÀé-ı aãlìde daòi
istièmÀl itdiler: (er-RaómÀn er-Raóìm) gibi. LÀm øaèìf, rÀ úavì oldıàından lÀm rÀnıŋ
yanında belli olmayub ikisi de bir şeddeli rÀ ãadÀsı virir”.
Bu tebeddülÀt-ı lafôiyye üzerine elfÀôıŋ hìç biri dÀéire-i feãÀóatden çıúmaz.
İbni Dureyd kelÀm-ı sÀbıúını taèúìb ile dir ki “Óurÿf-ı õÀéideye teãÀdüf iden
her kelimede óÀl böyledir. TÀ-i iftièÀl ùÀ, ôÀ, êÀd, zÀ ve bunlarıŋ aòavÀtı yanlarında–
90
telaffuôca óarf-i úavì ile bedé olunmaú içün–kendisini vely iden óarfe tebdìl olunur.
Bu taúdìrce ikisi bir lafôda bir úuvveti iórÀz ider”.
“ÚÀf ve ùÀdan biriniŋ yanında sìn bir binÀda bulunur ise sìni ãÀda tebdìl
iderler. ZìrÀ sìn aàzıŋ ortasından diliŋ arúasına yanaşub úÀf ile ùÀyı dil telaffuô
iderken diliŋ ùÀda alt ùarafı, úÀfda üst ùarafı damaàa ùoàrı úalúar. Sìni telaffuôdan
ãoŋra úÀfı yÀòud ùÀyı telaffuôa başladıúda–o ãÿretle /16/ irtifÀèını åaúìl
gördüklerinden öyle yerlerde–sìni óasbeél-maòrec aúrab-ı óurÿf olan ãÀda ibdÀl ile
telaffuô eylediler. ZìrÀ ãÀdıŋ úÀf ile istièmÀli sìniŋ úÀf ile istièmÀlinden úolaydır.
BinÀéenèaleyh “saúr” diyecek yerde “ãaúr” ve “úasù” diyecek yerde “úaãù” diye
telaffuô itmişlerdir”.
Ke-õÀlik sìn ile úÀf arasına bir óarf-i óÀciz dÀòil olduúda–mübÀlÀt
göstermeyüb lafôda mücÀveret tevehhüm eylediklerinden–biél-ibdÀl “sebaúa”
diyecek yerde “ãabaúa” ve “süveyú” diyecek yerde “ãuveyú” didiler”.
“äÀd ile dÀl mücÀvir olub ãÀd muúaddem olur ise sÀkin úılındıàı taúdìrde
øaèfa teãÀdüf ider. Şu óÀl üzerine ãÀdı zÀya tebdìl ve óarekelendikde yine aãlına ircÀè
idüb sÀkin iken “fulÀn yezdaúu” ve óarekelendikde “ãadaúa” diye telaffuô eylediler.
BinÀéenèaleyh baèø úurrÀ (ÓattÀ yuãdira er-rièÀéü ∗) úavl-i kerìmini (ÓattÀ yuzdira
er-rièÀéü) oúumuşlardır”.
∗ “Ve lemmÀ verade mÀée Medyene vecede èaleyhi ümmeten mine’n-nÀsi yesúÿne ve vecede min
dÿnihimümrÀéeteyni tezÿdÀn úÀle mÀ òaùbukümÀ úÀletÀ lÀ nesúì óattÀ yuãdiraér-rièÀéü ve ebÿnÀ
şeyòün kebìrün” (Meyden suyuna varınca o suyun başında hayvanlarını sulayan bir insan topluluğu
buldu. Onların ötesinde hayvanlarını tutan iki kadın gördü. “Sizin haliniz nedir” dedi. Ancak o zaman
dediler: Çobanlar çekip gidince sularız; çünkü babamız çok yaşlı bir zattır.) : Kur’ân-ı Kerîm, sûre 28
(el-Kasas), âyet 23 (Kur’an-ı Kerim ve Kelime Meali, Rayiha Yayıncılık, Ankara 2006, s.387.)
91
MebÀóiå-i meôkÿreniŋ şÀmil oldıàı vücÿhuŋ cümlesi telaffuôa maòãÿã
oldıàındaŋ yazılışda her óarf kendi heyéet-i aãliyyesi üzere yazılur.
óurÿfı lisÀn-ı èAraba maòãÿã óarfler olub bu óurÿfuŋ (ع ظ ط ض ص ذ ح ث)
baèøları lisÀnımızıŋ aãl ü maéòaõı olan Çaàatay lisÀnındaki elfÀô-ı èumÿmiyye
derÿnunda ancaú otuz úırú kelimede mevcÿd ve bunlar da elfÀô-ı èArabiyyeden
müvelled ve menúÿldür. /17/ LisÀnımızda óurÿf-ı meõkÿreniŋ bulundıàı elfÀô aãl-ı
Çaàatayìlerinde mevcÿd degildir.
MeåelÀ lisÀnımızdaki “ıãlatmaú” Çaàatayda müstaèmel “ıslatmak”dan ve
“baãmaú” “basmaú”dan‚ “ıãlaú” “ıslaà”dan, “ãıú” “sıú”dan, “ãoŋ” “soÆ” dan, “ãol”
“sonúol”dan, “ùar” “tar”dan mübeddel ve elfÀô-ı sÀéireniŋ ekåeri de èArabìden
menúÿldür.
Ehl-i Çaàatay lisÀnında èindeét-tekellüm elfÀô-ı èArabiyyeniŋ maòlÿùiyyeti
pek az oldıàından úıllet-i istièmÀllerinden nÀşì anlarıŋ lisÀnlarında õevúen åaúìl
görinen óurÿf, lisÀnımızıŋ elfÀô-ıèArabiyye ile keãret-i iòtilÀùı cihetiyle bizce òafìf ve
laùìf görinür. BinÀéen èalÀ-õÀlik bizim õevúimiz, lisÀn-ı aãlìmiziŋ menşeéi olan ehl-i
Çaàatayıŋ õevúlerine nisbet úabÿl idecek dereceden tebÀèüd ve èArablarıŋ õevúine
teúarrüb itmekle lisÀn-ı èArabìde telaffuôca “saúr” ve “süveyú” miåilli elfÀôda sìn
ãÀda tebdìl olundıàı gibi elfÀôca óasbeél-iòtilÀù õevú-i èArabıŋ bizce de bir dereceye
úadar vücÿdı cihetiyle lisÀn-ı aãlìmizde müstaèmel ve bÀlÀda muóarrer “sıú”,
“ıslatmak” miåillü mevúièlerde õevúimize mülÀyim görinen ãÀd óarfine ve óurÿf-ı
sÀéire daòi baèø óurÿf-ı muvÀfaúaya ibdÀl ile telaffuôa alışılmış ve bu ãÿretle istièmÀl
üzerine elfÀô-ı aãliyye metrÿkiyyetle kesb-i àarÀbet iderek õevúimizce istilzÀm-ı
tenÀfür ve lisÀnımıza maòãÿã olan feãÀóat dÀéìresinden tebÀèüd itmişdir. LÀkin
õevúlerine mülÀyim olan ehl-i Çaàatay istièmÀlÀtınca elfÀô-ı meõkÿreniŋ her biri
92
òafìf ve bizim ibdÀl ãÿretiyle /18/ istièmÀl eyledigimiz elfÀô, anlarıŋ õevú-i
maòãÿãlarınca åaúìldir.
MaèamÀ-fìh bizim õevúimiziŋ õevú-i èAraba mülÀyemeti her ne úadar ki bir
emr-i ùabìèì derecesine taúarrüb itmiş ise de o õevúe tamÀmiyle ittiãÀl
idemedigimizden başúa, óasbeél-maòrec tefrìúi, tecvìde mevúÿf olan elfÀôı
telaffuôda noúãÀnımız daòi bedìhì bulundıàından “åemer” ve “semer”‚ “åemìn” ve
“semìn”, “eånÀ” ve “esnÀ” “maóõÿr” ve “maóôÿr”‚ “óiõÀé ” ve “óizÀé ”, “iõÀèa” ve “
i[ø]Àèa” gibi pek çoú lafôları telaffuô iderken ne derecelerde iltibÀsÀta teãÀdüf
itdigimiz maèlÿmdur.
BinÀéenèaleyh lisÀnımız bu miåillü maòrecleri tecvìdiyle tefrìú olunabilecek
elfÀôıŋ çoàunda aãlına tamÀmiyle muòÀlif telaffuôa alışmış oldıàı içün “óaøret”
diyecek yerde “óaôret”, “ıøùırÀb” diyecek yerde “ıôùırÀb”, “øarb” diyecek yerde
“ôarb”, “óamd” diyecek yerde “hamd”‚ “ èÀdet ” diyecek yerde “Àdet” diyoruz.
Mübtedìlerimiziŋ imlÀyı ögrenmekde muãÀdif olduúları müşkilÀtıŋ bir büyük
sebebi de iltibÀsÀt-ı meõkÿredir.
İşte èArablarca her biri aãlen ve õevúen tenÀfürden sÀlim olan elfÀô-ı faãìóa-i
meõkÿreyi èibÀrÀt-ı èArabiyye arasında tecvìde rièÀyetle óarfleri meòÀrice biét-tevfìú
oúumaú õevúen bize ne úadar laùìf gelür ise èibÀrÀt-ı Türkiyye arasında tecvìd ile
maòrec-i aãlìsine tevfìú ve úırÀéat idecek olsaú o úadar åıúlet ve tenÀfüri óÀvì /19/
görinüb õevú-i òuãÿãìmiz èÀdetimize muvÀfıú tekellüme teãÀdüf itmedikce elfÀôda
feãÀóat óiss idemez.
BinÀéen èalÀ-õÀlik elfÀôıŋ istièmÀlÀtınca bir maúÀmda tenÀfür, dìger
maúÀmda èadem-i tenÀfür maósÿs olur. Ve tenÀfür maósÿs olan mevúiède öyle
93
lafôlarıŋ her biri feãÀóatden òÀlì ve maósÿs olmayan mevúiède feãÀóati óÀvì bulunur.
LÀkin “haèòaèa” lafô-ı èArabìsi ve “ korkdurtdurmaú ” lafô-ı Türkìsi gibi óadd-i
õÀtında åıúlet-i teélìfiyyesi olan elfÀô o úabìlden olmadıàından hìç bir mevúiède
tenÀfürden úurtılamaz.
(VÀv) óarf-i èÀùıfası edevÀt-ı èArabiyyeden olub èibÀrÀt-ı èArabiyye arasında
her ne úadar tekerrür itse leùÀfete ve feãÀóate òalel virmez. LÀkin lisÀnımızca edevÀt-ı
aãliyyeden maèdÿd olmadıàı cihetle èibÀrÀt-ı Türkiyye arasında tekerrür itdikce åıúlet
gösterir. Ve ibtidÀsında vÀv-ı èÀùıfa mevcÿd olan “ve vÀèdunÀ” lafôı gibi elfÀô-ı
èArabiyye èibÀrÀt-ı èArabiyye arasında meõkÿr oldıàı óÀlde vÀv-ı èÀùıfa ile aãl-ı
kelimedeki vÀvıŋ yan yana gelmesi àÀyet laùìf görinüb kelime-i meõkÿrede oldıàı
miåillü çoú kerre kelimeniŋ aãlına nisbetle bile leùÀfeti tezyìd ider. LÀkin “Zeyd èÀlim
ve kÀmil ve vÀkıf-ı umÿrdur” gibi èibÀrÀt-ı Türkiyye arasında åaúìl ve leùÀfeti muòıll
olur. Şu óÀl birisiniŋ endÀmına göre biçilüb dikilmiş olan bir libÀsı, endÀmına
yaúışmayan dìger birisiniŋ giymesi gibidir. Birincisinde ne úadar òoş görinür ise
dìgerinde o úadar çirkìn görinür. /20/
İbnüén-Nefìs Eù-Ùarìú ileél-FeãÀóa’ da dir ki “Baèøan bir kelime bir ãìàadan
dìger ãìàaya, yÀòud bir veznden dìger vezne naúl olundıàı óÀlde her ne úadar óadd-i
õÀtında çirkìn olsa naúlinde güzel olur: meåelÀ “daè ” lafôınıŋ mÀøìsi olan “vedaèa”
lafôı çirkìn oldıàından istièmÀli pek azdır. Fièl, emre taóavvül itdikde güzel olur.
“Leb”, “recÀé ” lafôlarınıŋ her biri müfred iken iøÀfetsiz istièmÀl olunur ise çirkìn ve
lebiŋ cemèi olan “elbÀb”, recÀnıŋ cemèi olan “ercÀé ” güzeldir. “äÿf ” lafôı çirkìndir.
Cemèi olan “eãvÀf” çirkìn degildir”.
94
LisÀnımızca da böyle lafôlar bulunur. MeåelÀ “mermer” ve “berber” lafôları
óarfleriŋ tekerrür itmesiyle ber-À-ber pek de åıúlete teãÀdüf itmemişken cemèleri olan
“mermerler, berberler” lafôlarında tekerrür ziyÀdeleşdiginden åıúlet óÀãıl olmuşdur.
ÚudemÀ, elfÀôdaki tenÀfür-i óurÿfı bilmek içün yuúarıda tafãìl olundıàı üzere
meòÀric-i óurÿfı mìzÀn iètibÀr itmişler ise de bu mìzÀn emr-i muùlaú olmayub óurÿf-ı
fem, óurÿf-ı vasaù, óurÿf-ı óalú, óurÿf-ı õellÀúa, óurÿf-ı maãmÿta, mehmÿse, raòve,
mechÿre gibi envÀèıŋ efrÀden ve envÀèen yek-dìgerine êarbından inóiãÀrı müteèaõõir
olacaú derecede aèdÀd-ı keåìre óÀãıl olacaàı ve meòÀriciŋ úurben ve buèden
tefÀvütlerinden ve aãvÀt u ecrÀs-ı ùabìèiyyelerinden muvÀzene ùarìúiyle òıffet ü
åıúletiŋ temyìzine vusè-ı beşer müteóammil olamayacaàı cihetle óurÿf-ı
müteúÀribeden mürekkeb her kelimede tenÀfürüŋ vücÿdına ve /21/ yÀòud óurÿf-ı
mütebÀèideden müéellef her kelimeniŋ tenÀfürdeŋ sÀlim olmasına óükm olunamaz.
Kelimeniŋ tenÀfürdeŋ sÀlim olub olmadıàını bilmek içün yalŋız õevúe mürÀcaèat kÀfì
oldıàından mìzÀn-ı õevú-i ãaóìó ve selìmde åaúìl görinen ve nuùúen telaffuôunda
èusret-nümÀyÀn olan kelime–gerek óurÿf-ı müteúÀribeden mürekkeb bulunsun, gerek
óurÿf-ı mütebÀèideden–tenÀfüri óÀvìdir diye óükm olunabilür.
BinÀéenèaleyh elfÀôıŋ åıúlet ü òıffetini ve tenÀfüri biél-bedÀhe idrÀk õevú-i
selìme mÀlik olanlara maòãÿã bir meziyyet olub õevú-i selìm aãóÀbı, kelime
lisÀnlarına ve úalemlerine geldigi Ànda åıúlet ü òıffetini ve tenÀfüri, meòÀric-i óurÿfa
taùbìú ve mürÀcaèat itmeksizin farú ider. Õevúden derece derece òiããe-yÀb olanlar
óissiyyÀtıŋ tefÀvütine göre farú idüb õevúden külliyyen maórÿm olanlar külliyyen
farú u temyìz idemezler.
Õevú-i selìm erbÀbı ùabìèat-i şièriyye aãóÀbı gibidir. O ùabìèate mÀlik olan bir
şÀèir vezni òalelden sÀlim olmayan bir naômı işitmesiyle ber-À-ber taúùìè ve eczÀé-ı
95
èarÿøa taùbìú itmege muòtÀc olmaúsızın o naômdaki seúÀmet-i vezni ùabìèat
úuvvetiyle biél-bedÀhe farú ider. Ke-õÀlik bir kelÀmı terkìb iden bir nÀùıú, yÀòud
kÀtib, õevú-i selìme mÀlik ise her bir kelimeyi lisÀna veyÀ úaleme aldıàı Ànda òafìf
midir åaúìl midir meòÀric-i óurÿfa aãlÀ mürÀcaèat itmeksizin úuvve-i õevú ile temyìz
idebilür.
(ĠarÀbet) “Kelimeniŋ maènÀsı ôÀhir ve istièmÀli meénÿs olmamaú üzere
vaóşì olmasıdır” diye tefsìr olunmuşdur. /22/
Bu tefsìre Saèdüéd-dìn-i TeftÀzÀnì Muùavvel ’de iètirÀø idüb dir ki “ĠarÀbet
bunı tefsìr idenleriŋ kitÀblarından aŋladıàıŋ gibi kelimeniŋ meşhÿretüél-istièmÀl
olmaması degildir. ĠarÀbet-i lafôì istièmÀli muètÀd olan kelimeniŋ muúÀbelesinde
müstaèmel bir lafô olub bu da bir kelimeyi bir úavmiŋ istièmÀli ve dìger úavmiŋ
èadem-i istièmÀli óasebiyledir. Bu taúdìrce o kelime, istièmÀl iden úavm èindinde
meénÿs ve itmeyen úavm èindinde àarìb èadd olunur. Ve kelime-i vaóşiyye, bir
terkìbi şÀmil olan lafôdır ki istièmalinden ùabèa nefret gelür. Bu ise ùatlılıú
muúÀbelesinde müstaèmeldir. Kelime-i àarìbiŋ ùatlı olması cÀéiz olmasına naôaran
àarìbiŋ vaóşì diye tefsìri güzel olmaz. Belki vaóşiyyet úaydı, müfrediŋ feãÀóati içün
bir úayd-ı zÀéiddir. Eger vaóşiyyetle bizim didigimiz şeyden başúa bir maènÀ murÀd
olunmuş ise àarÀbetiŋ o maènÀya olmasıyla feãÀóati iòlÀl idecegini teslìm idemeyiz.
ZìrÀ biz diriz ki bu da kitÀblarında meõkÿr bir ıãùılÀódır ki “Vaóşì úırlarda sÀkin olan
vaóşa mensÿb iken meénÿsüél-istièmÀl olmayan elfÀô içün istièÀre olundı” didiler”.
Yine Saèdüéd-dìn-i TeftÀzÀnì dir ki “Ġarìb biri óasen, dìgeri úabìó olmaú
üzere iki úısmdır. Ġarìb-i óasen, istièmÀlinde èayb olmayan lafôdır. Bu úısmı vaóşì
èadd itmezler: (şerrenbeå) ve emåÀli gibi. Ġarìb-i úabìó, istièmÀli muùlaúÀ èayb èadd
olunan lafôdır. Buŋa vaóşì-i àalìô tesmiye iderler. Vaóşì-i àalìô àarìbüél-istièmÀl /23/
96
olmaúla ber-À-ber semèce åaúìl ve õevúce kerìh olan lafôdır ki mütevaèèir daòi
tesmiye olunur: (cemìş) ve emåÀli gibi”.
Saèdüéd-dìn’iŋ şu ifÀdesi gösteriyor ki müfredde feãÀóate òalel viren àarÀbet,
ãÿret-i muùlaúada olmayub õikr olunan úısm-ı åÀnìniŋ şÀmil oldıàı bir àarÀbet-i
úabìóadır ki şu àarÀbeti óÀvì olan lafô meénÿsüél-istièmÀl olmamaúla ber-À-ber
semèce åıúlet ve õevúce kerÀheti şÀmil olmalıdır. Bu taúdìrce bir úavmiŋ lisÀnında
müstaèmel ve dìger úavmiŋ lisÀnında àayr-ı müstaèmel olan lafô mÀ-dÀm ki semèce
åıúlet ve õevúce kerÀheti óÀvì olmaya, bir úavmiŋ istièmÀl itmemesiyle dÀéire-i
feãÀóatden çıúmaz.
Şeyò BehÀéüéd-dìn-i Sübkì èArÿsüél-EfrÀó’ da dir ki “ĠarÀbet óaúúında olan
úavl, èArab-ı èarbÀya nisbetle àarÀbete óaml olunur. ZìrÀ nÀsıŋ istièmÀline nisbetle
àarÀbete óaml olunsa kitÀblarıŋ cümlesinde münderic ve beyneél-èavÀm àayr-ı
müstaèmel olan elfÀôıŋ hepsi àarìb olmaú lÀzım gelür”.
Gerek èArabì ve FÀrisìden, gerek elsine-i sÀéireden aòõ ile bir vaút lisÀn-ı
èOåmÀnìde istièmÀl olunmuş ve àarÀbet-i úabìóadan sÀlim bulunmuş olan elfÀô şimdi
beyneél-udebÀ istièmÀl olunmamaúla dÀéire-i feãÀóatden òÀric èadd olunamaz.
Saèdüéd-dìn’iŋ didigi gibi faãìó olmayan elfÀô-ı àarìbe yalŋız sÀmièaca åıúlet
ve ùabèa kerÀhet gösteren elfÀô-ı metrÿke oldıàından semèan åaúìl ve ùabèan kerìh
olmayan elfÀô-ı metrÿkeniŋ hepsi feãÀóat /24/ dÀéiresinde dÀòil olmasına naôaran,
Àteş maènÀsına olan “od” ve perçem maènÀsına olan “cıàa” miåilli elfÀô-ı metrÿke
àarÀbet-i úabìóayı óÀvì olmadıàından fasìódirler, lÀkin kÀkül maènÀsına olan
“úıvraú”, ıøùırÀb maènÀsına olan “buòsamaú”, puãudaki èasker maènÀsına olan
97
“buúturma”, ãıçramaú maènÀsını şÀmil “siksanmaú” lafôlarınıŋ her biri àarÀbet-i
úabìóayı óÀvì oldıàından bunlar miåilli elfÀô faãìó degildir.
(ÚıyÀsa muòÀlefet) lafôıŋ bir lisÀnda cereyÀn iden úÀèideye muòÀlif
istièmÀlidir. LisÀnımızda “ çiftlikÀt, fürÿòt itdi, keşìd itdi, güşÀd itdi, pişìnen, biél-
fürÿòt ” lafôları gibi.
“ÇiftlikÀt” lafôı elfÀô-ı Türkiyyeden ve (Àt) cemè-i èArabì edevÀtından
maèdÿd olub elfÀô-ı Türkiyye “ler” edÀtıyla cemèleneceginden úıyÀs o lafôıŋ
“çiftlikler” diye cemèlenmesini iútiøÀ ider.
“Keşìd itdi”, “GüşÀd itdi”, “Fürÿòt itdi” lafôlarındaki “itdi” efèÀl-i
Türkiyyeden ve “keşìd”, “güşÀd”, “fürÿòt” lafôları efèÀl-i FÀrisiyyeden olub şu
miåÀller ãırf Türkce yazılsa “Çekdi itdi”, “Açdı itdi”, “äatdı itdi” diye terceme
olunacaàı ve tekerrür-i fièleyn ile maènÀ dÀéire-i ãıóóat ve úıyÀsdan tebÀèüd idecegi
bedìhìdir. ÚıyÀs ise “Keşìd itdi” yerinde “Keşìde itdi”, “GüşÀd itdi” yerinde “GüşÀde
itdi”, “Fürÿòt itdi” yerinde “Fürÿòte itdi” dinilmesini ìcÀb ider. /25/
“Nÿş itdim, cÿş u òurÿş itdi, be-dìd oldı” gibi elfÀôıŋ hepsi bu úabìldendir.
LisÀnımızda bu miåilli úıyÀsa muòÀlif lafôlarıŋ istièmÀlleri o úadar şÀyiè
olmuşdur ki meåelÀ “Fürÿòt itdi” yerinde “Fürÿòte itdi”, “Be-dìd oldı” yerinde “Be-
dìde oldı”, “Nÿş itdim” yerinde “NÿşÀ oldum” diye úıyÀsa muvÀfıú lafôları istièmÀl
idemiyoruz.
“Pìşìn” lafôı, FÀrisì oldıàından Àòirine tenvìn idòÀl olunamaz.
“Fürÿòt” lafôı ke-õÀlik FÀrisì olub evveline elif-lÀm dÀòil olamayacaàından
başúa èArabca o maènÀya olan “ bÀàa ” lafôı bile fièl oldıàı içün elif-lÀmı úabÿl
itmez.
98
BinÀéen èalÀ-õÀlik gerek elfÀô-ı meõkÿreniŋ, gerek anlara beŋzer elfÀô-ı
sÀéireniŋ öyle istièmÀlleri úıyÀsa muòÀlif ve feãÀóati muòılldır.
“Baóå oldı”, “Farú olmaz” gibi lafôlar daòi lisÀnımızıŋ úıyÀs ve úÀèidesine
muòÀlifdir. VÀúıèÀ “baóå” ve “farú” lafôları maãdar olub “òalú” maòlÿú maènÀsına
oldıàı gibi “baóå” lafôına “mebóÿå”, “farú” lafôına “mefrÿú” maènÀsı virilerek
meõkÿr miåÀlleriŋ her biri maènÀca rabù ve tevfìú olunabilür ise de lisÀnımızda efèÀl-i
müteèaddiyye-i èArabiyye maãÀdırınıŋ “oldı” fièliyle istièmÀllerinde úıyÀs-ı èumÿmì
cereyÀn itmemiş ve meåelÀ “Manãÿr oldı” yerinde “Naãr oldı”, “Maêrÿb oldı”
yerinde “ëarb oldı”, “Maóbÿb oldı” yerinde “Óubb oldı” miåilli istièmÀlÀta cevÀz
/26/ gösterilmemiş ve “baóå” ve “farú” fièlleri õÀten efèÀl-i müteèaddiyyeden maèdÿd
bulunmuş oldıàından maãdarları lisÀnımızda “itdi” lafôıyla úullanılub “Baóå itdi” ve
“Farú itdi” dinilür. “Oldı” lafôıyla úullanılur ise úıyÀsa muòÀlif olub feãÀóati iòlÀl
ider.
LÀzım olan elfÀô-ı èArabiyye lisÀn-ı Türkiyyede aãllarına muvÀfıú olacaú
ãÿretle istièmÀl olunur. Ez-cümle infièÀl bÀbınıŋ èalÀmet-i binÀéiyyesi lüzÿm ve
muùÀvaèat içündür, şu bÀba mensÿb olan maãÀdır-ı èArabiyyeden bir lafô èibÀre-i
Türkiyye arasında istièmÀl olundıàı taúdìrde fièl-ièArabìsi ne ãÿretle taèaddì ider ise
Türkìde daòi o ãÿretle müteèaddì olur: meåelÀ “inøamme” fièli “ilÀ” yÀòud “ èalÀ”6
lafôlarınıŋ biriyle taèaddì ideceginden bunuŋ maãdarı olan inøimÀm lafôı Türkìde
istièmÀl olunur ise úÀèide-i aãliyye ve úıyÀs “Bu şey o şeyée inøimÀm itdi”, yÀòud
“Bunuŋ üzerine inøimÀm itdi” dinilmesini iútiøÀ ider. Böyle istièmÀl olunmayub da
“Bu, anda inøimÀm itdi” dinilür ise úıyÀsa muòÀlif düşer .
6 Ýnøamme ileyh ve inøamme èalÀ- ke-õÀ (EsÀsüél-BelÀġa)
99
“Úavm”‚ “ùabur”‚ “cemÀèat”‚ “heyéet” gibi medlÿllerinden efrÀd aŋlaşılan ve
binÀlarında cemè ãìàası görilemeyen müteèalliúÀt-ı efèÀliŋ fièlleri müfred olur. Õì-rÿó
olmayan müteèlliúÀt ister cemè ãìàasıyla meåelÀ “Ketebe geldiler” dinilsün, ister
müfred olaraú “Ketebe geldi” diye istièmÀl olunsun, iki ãÿretle de mesbÿúuél-
istièmÀl ve muvÀfıú-ı /27/ úıyÀsdır. Faúaù baèø mevúiède cemè ve ekåer mevúiède
müfred olaraú istièmÀlde feãÀóat ziyÀde görinür. LÀkin müteèalliúÀtıŋ hangi birinde
cemè-i Türkìniŋ edÀtı olan “-ler” mevcÿd olur ise fièliniŋ müfred olaraú istièmÀli
úıyÀsa muòÀlif ve feãÀóati muòıll olur: meåelÀ “kÀtib” lafôı Türkce cemèlendigi óÀlde
“KÀtibler geldi” dinilmesinde feãÀóat görilemez. FeãÀóat, “KÀtibler geldiler”
dinilmesindedir.
MübtedÀlarıŋ òaberlerinde daòi úıyÀs böyledir.
Õì-rÿó olmayan eşyÀca gerek fièliŋ, gerek òaberiŋ èaleél-èumÿm müfred
olaraú istièmÀl olunmasını úıyÀs iútiøÀ ider: “Yaàmurlar yaàdı”, “Çiçekler açdı”,
“Aàaclar yeşillendi” miåÀllerindeki fièlleriŋ her biri faãìó olub “Yaàmurlar yaàdılar”,
“Çiçekler açdılar”, “Aàaclar yeşillendiler” dinilmesi faãìó èadd olunamaz.
Baèøan müteèalliú müfred oldıàı óÀlde taèôìm içün fièl cemè ãìàasıyla ìrÀd
olunması da úıyÀs ve istièmÀle muvÀfıúdır: “Efendimiz teşrìf buyurdılar” gibi.
Şeyò BehÀéüéd-dìn-i Sübkì dir ki “MuòÀlefetüél-úıyÀs úavli üzerine úıyÀsa
muòÀlif olub da istièmÀli keåìr olan elfÀô óaúúında bir suéÀl vÀrid olur. ZìrÀ elfÀô-ı
meõkÿreniŋ keåret-i istièmÀli cihetiyle hepsi faãìó èadd olunur”.
Òaùìbì Şeró-i Telòìã ’de dir ki “Bir kelimeniŋ semÀèen vürÿdına delìl bulunur
ise muòÀlefet-i úıyÀs o kelimeyi dÀéire-i feãÀóatden çıúaramaz: “sürur” lafôı gibi.
100
ZìrÀ úıyÀs “serìr” lafôınıŋ “efèale” ve “fuèlÀn” /28/ veznleri üzre cemèlenmelerini
iútiøÀ ider: “eràafe” ve “ruàfÀn” gibi”.
Bu èabd-i èÀciz dir ki: KelÀm-ı èArabda “raàìf” lafôınıŋ “ruġuf ” ãìàasıyla
cemèlendigi èAllÀme-i Zemaòşerì’niŋ EsÀsüél-BelÀàa ’sında “Úadime ileyhim
ruġfÀnen ve ruġufen ve terÀġìfe” èibÀresiyle münderic úavl-i èArabla müåbet
oldıàından “sürur” lafôı úıyÀsa da muvÀfıúdır. Òaùìbì’niŋ “sürur” lafôını delìl
getirmesi müsÀmaóaya óaml olunabilür.
Şeyò BehÀéüéd-dìn-i Sübkì dir ki “Òaùìbì delìlden semÀèıŋ vürÿdını úaãd
itmiş ise delìl yalŋız istièmÀl-i luàavìniŋ cevÀzına taèalluú idemez. Yoú eger
Òaùìbì’niŋ úaãdı istièmÀl-i luàavìnin cevÀzına taèalluú iden bir delìl, muòÀlif-i úıyÀs
olan bir lafôıŋ feãÀóatine taèalluú ider ãureti ise “sürur” lafôı ÚuréÀn’da vÀúiè oldıàı
içün õÀten faãìó olub muòÀlefet-i úıyÀs ÚuréÀn’da vÀúiè olmayan elfÀô-ı èArabiyyede
feãÀóate òalel virir”.
èUlemÀ-yı belÀàatiŋ baèøları işidildigi vaút ùabèa kerìh gelen elfÀô-ı
müstaèmeleyi de elfÀô-ı faãìóadan èadd itmediler. ElfÀô-ı Türkiyyeden “úuãmaú” ve
“úuãundı yimek” lafôları gibi.
İmÀm Süyÿùì Müzhir ’de dir ki “ èUlemÀnıŋ baèøları øarÿret-i şièr içün şÀèiriŋ
irtikÀb idecegi şeyleriŋ cümlesi feãÀóate òalel virir didiler”.
Nefèì’niŋ
Taèbìr idemem ùìnet-i pÀkindeki luùfı
Gör (òÀãiyet)-i luùfı ne miúdÀr (eåer) eyler
101
/29/ beytindeki “òÀãiyet” ve “eåer” lafôları gibi. ZìrÀ bu lafôlarıŋ birincisinde ãıóóat,
óarf-i yÀ nıŋ müşedded olmasında iken şeddeli oúunsa vezne òalel geleceginden
øarÿret-i şièr içün şeddesiz oúunmaú lÀzım gelür. Böyle istièmÀli feãÀóati iòlÀl ider.
İkincisi olan “eåer” lafôı óadd-i õÀtında elfÀô-ı faãìóadan iken vezn ve úÀfiyeye
rièÀyet içün “teéåìr” maúÀmında ìrÀd olunmuş olmaàla şu mevúiède dÀéire-i
feãÀóatden çıúmışdır.
Átìdeki mıãrÀèlarda muèteriøelerle gösterilen elfÀôıŋ hepsi øarÿret-i şièr içün
irtikÀb idilmiş şeyler olmaàla feãÀóati iòlÀl itmişdir:
i nìk ü bed èayn-ı øarardur òorde-bìnÀne-(تميز)
Urur bir( بيرينه) emvÀc-ı deryÀ ( آيبى) kuhsÀrı
Bir olmaz fikrdür yoú ( ييره) cÀnÀ
Baş açıú (قاپو )ŋa geldüm güşÀd it òÀne-ber-dÿşem
Kendi derdin unudub (باآه) yetìmÀn aàlar
Bezme bir (داخي ) dönüb gelmek degüldi niyyetüŋ
şekvÀyı àurÀb eyler àarÀbet bundadur ( يينه)
Bir noúùa(درر) aàzıŋa nisbet Mÿş Ovası
Şeyò BehÀéüéd-dìn dir ki “Baèøları mübteõel olan kelimeniŋ istièmÀl
olunmamasını da şurÿù-ı feãÀóatden èadd itdiler”.
102
Şu baóåde iki èillet gösterilmişdir. Biri mübteõel èadd olunan /30/ kelimeyi
èÀmmeniŋ aãl-ı vaøèına muàÀyir istièmÀl itmesi, dìgeri kelimeniŋ vaøè-ı aãlìsinde
saòìf olmasıdır.
Birincisine miåÀl: “mühr” lafôı gibi. Bu lafôıŋ vaøè-ı aãlìsinde “òatm” ve
“òÀtem” maènÀlarına delÀlet idecek bir şey yoú iken lisÀnımızda òÀtem mevúièinde
úullanılmaúda ve taãrìf ile “temhìr” ve “memhÿr” ãìàaları da istièmÀl olunmaúdadır.
LisÀn-ı edebiyyÀtımızda ve lisÀn-ı èÀmmede müstaèmel “úulları, úuluŋuz,
bendeleri, çÀkerleri, bende-i direm-òarìdeleri, èabd-i memlÿkleri, köleleri” gibi
lafôlarıŋ cümlesi bu úısmdan maèdÿd elfÀô-ı mübteõeledendir. ZìrÀ elfÀô-ı meõkÿre
fiél-aãl raúabesi esÀret-i şerèiyyeye merbÿù eşòÀãa vaøè olunmuş luàat iken mevøÿèun
lehÀsınıŋ àayrı olmaú üzre óürriyyet-i meşrÿèasına mÀlik olanlar lisÀnlarından ber-
ãÿret-i mübteõelede müstaèmeldir.
Eski Fürslerce küçükler büyükleriŋ esÀretleri altında bulunması èavÀéid-i
úadìmelerinden idi. O èavÀéid her ne úadar devr-i İslÀm’da zÀéil oldı ise de ÍrÀnlılar
èavÀéid-i úadìmeye taèalluú iden elfÀôıŋ istièmÀline devÀm eylediler. EdebiyyÀt-ı
şièriyyece maéòaõımız ÍrÀn şuèarÀsınıŋ eåerleri oldıàı gibi edebiyyÀt-ı neåriyyece de
maéòaõımız ÍrÀn udebÀsınıŋ eåerleri oldıàından èavÀéid-i úadìmeniŋ ıãlÀó u
izÀlesinden ãoŋra o èavÀéide delÀlet idecek pek çoú elfÀô-ı mübteõele ÍrÀn ÀåÀr-ı
edebiyyesinde kökleşüb úalmış ve maéòaõlarımızdan tamÀmiyle bizim edebiyyÀt-ı
neåriyyemize sirÀyet itmişdir. /31/
SelÀùìn-i èiôÀm óaúúlarındaki tecellìé-i ilÀhì başúa oldıàından her devrde
pÀdişÀhlarıŋ elfÀô-ı istiånÀéiyye ve taèôìmiyye ile yÀd olunmaları kendileriniŋ
mÀlikiyyet ü metbÿèiyyet-i meşrÿèaları ìcÀbÀtından olmaàla selÀùìn istiånÀ idilince
103
esÀret-i meşrÿèa altında olmayan aórÀra úarşı “ èabd-i memlÿkleri”, “úulları”,
“bende-i direm-òarìdeleri” gibi taèbìrÀta muòÀùab olmaàa kimiŋ ãalÀóiyyeti olabilür?
Óürriyyet-i meşrÿèasına mÀlik olan bir şaòã kendi gibi bir şaòãıŋ neden úulı ve èabd-i
memlÿki oluyor? Kim kimiŋ aúçe ile ãatun alınmış bendesidir? Bu gibi elfÀz-ı
mübteõeleniŋ lisÀn-ı edebì ve resmìmizde óÀlÀ devÀm itmesine teéessüf olunur.
“ÒÀkipÀy”, “ÒÀk-i pÀy-ı èÀlìlerine yüzümi gözümi sürerim”, bir şaòãıŋ–hìç
bir luùf u iósÀnını görmemiş oldıàı–bir büyük õÀta yÀ li-maãlaóatin yÀòud bilÀ-
maãlaóatin “veliyy-i nièmetim” dimesi ve yazması gibi lafôlar da bu úısmdan
maèdÿd elfÀô-ı mübteõeledendir.
ElfÀô-ı mübteõeleniŋ ikincisine miåÀl “Mırmırlanıyor” lafôı olabilür. Bu
lafôıŋ mebõÿliyyetiyle ber-À-ber hem vaøèı saòìf, hem de istièmÀli lüzÿmsuzdur. ZìrÀ
anıŋ yerinde “Söyleniyor” lafôı da úullanılsa istièmÀlce kÀfì olabilür.
èArÿsüél-EfrÀó’ da dir ki “Baèøan bir maènÀ içün bir kelime bulunur ki bu
kelime yÀ faãìó yÀòud àayr-ı faãìó olur. Ġayr-ı faãìó oldıàı óÀlde mÀ-dÀm ki o maènÀ
içün başúa kelime-i faãìóa mevcÿd degildir, o àayr-ı faãìó kelimeniŋ istièmÀli
øarÿrìdir”.
/32/ Bu ãÿret bizim lisÀnımızda daòi cÀrìdir: meåelÀ “úırú” lafôı åıúlet ve
tenÀfüri óÀvì iken anıŋ yerinde úullanılacaú lafô-ı murÀdif olmadıàından øarÿrì
istièmÀl olunuyor.
Yine èArÿsüél-EfrÀó’ da dir ki “MaènÀ-yı vÀóid içün iki veyÀ daha ziyÀde
kelime olub da bu kelimeleriŋ birisi åülÀåì dìgeri (meåelÀ) rubÀèì oldıàı ve birini
dìgerine tercìó idecek müreccaó bulunmadıàı óÀlde åülÀåìden rubÀèìye èudÿl
104
efãaóden fasìóe èudÿl itmekdir. ÚuréÀn-ı Kerìm’de bu gibi efãaóden faãìóe èudÿl
olundıàını gösterecek hìç bir kelime mevcÿd degildir”.
LisÀnımızda “çay” ve “ırmaú” lafôları yek-dìgeriniŋ murÀdifi olub óurÿfuŋ
terekkübi iètibÀriyle òıffet ü åıúletce beynlerinde müreccaó yoúdur. BinÀéenèaleyh üç
óarfli olan “çay” lafôı lisÀnımızda mevcÿd ve keåìrüél-istièmÀl iken anı bıraúub da
óurÿfı ziyÀde olan “ırmaú” lafôını úullanmaú efãaóden faãìóe èudÿldür.
“Od” lafôı aãlen lisÀnımızda mevcÿd ve “Àteş” lafôı lisÀn-ı FÀrisìden meéòÿõ
olub yek-dìgeriniŋ murÀdifi olmaú üzere ikisi de lisÀnımızda müstaèmel ve óurÿfuŋ
terekkübi cihetiyle åıúlet ü òıffetce dereceleri müsÀvì iken “od” lafôı mücerreden
istièmÀl idildigi vaút insÀn odı mıdır, yoúsa Àteş midir bilinemeyecegi ve Àteş lafôı
bi-ùarìúiél-heycÀ od lafôından daha memdÿd oldıàı óÀlde istièmÀlce od gibi ibhÀmdan
sÀlim bulundıàı cihetle maènÀsındaki taòãìã müreccaó èadd /33/ olunaraú
istièmÀlinde keåret ve od lafôınıŋ istièmÀlinde metrÿkiyyete úarìb bir úıllet óÀãıl
olmuşdur.
Durustaveyh dir ki “Her bir kelime ki fuãeóÀ istièmÀlini terk itdiler, terkleri
òaùÀdan neşéet itmeyüb bir lafô-ı efãaó mevcÿd oldıàı óÀlde anı istièmÀl ile óÀãıl olan
istiànÀ üzerine faãìói terk itmişlerdir”.
LisÀnımızda “göndermek”, “yollamaú” lafôları gibi. Bu lafôlar yek-dìgeriniŋ
murÀdifi ve tenÀfür ü åıúlet ve àarÀbet ü muòÀlefet-i úıyÀsdan sÀlim iken òıffet-i
óurÿfa nisbetle birinci lafô ikinciden daha güzel ve efãaó oldıàından anıŋ istièmÀli
keårete ve ikinci lafôıŋ istièmÀli metrÿkiyyete teúarrüb idecek derecede úıllete
teãÀdüf eyledi.
105
KelÀmda FeãÀóat
KelÀmıŋ feãÀóati kelime óaúúında meõkÿr olan şurÿtuŋ vücÿdiyle ber-À-ber
kelÀmıŋ tenÀfür-i kelimÀtdan, øaèf-ı teélìfden, taèúìdden, tetÀbuè-ı iøÀfÀtdan, tekerrür-
i elfÀôdan daòi sÀlim olmasıdır.
(TenÀfür-i kelimÀt) kelÀmı teşkìl iden kelimeleriŋ her biri faãìó olmaúla ber-
À-ber èindeét-tertìb yek-dìgere ittiãÀllerinde lisÀna åıúlet ve nuùúa èusret èÀrıø
olmaúdır: “Úurb-ı úabr-i Óarb’de úabr yoúdur∗”, “ Farù-ı faúr, farú-ı úafr èumrÀna
mÀnièdir” kelÀmlarında oldıàı gibi.
(Øaèf-ı teélìf) kelÀmıŋ eczÀsı úÀnÿn-ı naóvìye muàÀyir teélìf olunmuş
olmasıdır. Yaènì taúdìmi lÀzım gelen bir kelimeyi taúdìm ve teéòìri /34/ lÀzım olan
bir lafôı teéòìr ile kelimeleriŋ terkìblerinde münÀsebetsizlik bulunmasıdır. Bunuŋ
taèúìd-i lafôìden farúı, øaèf-ı teélìfde istifÀde ãuèÿbete teãÀdüf itmemesinden ve
taèúìd-i lafôìde istifÀdece ãuèÿbet olmasından èibÀretdir.
Øaèf-ı teélìfe miåÀl: “Bu èazviyyÀtıŋ hìç bir vaút size yaúışur şey oldıàını
taãdìú idemem” dinilecek yerde “Bu èazviyyÀtıŋ size taãdìú idemem hìç bir vaút
yaúışur şey oldıàını” dinilmesidir ki şu kelÀm-ı Àòìr øaèf-ı teélìfi óÀvìdir.
∗ “ Harb’in kabri ıssız bir yerdedir ve (Bir cin olan)] قبر حرب بمكان قفر و ليسه قرب قبر حرب قبرو
Harb’in kabrinin yakınında tek bir kabir yoktur.] Bunun cin şiirlerinden olduğunu ve kimsenin üç kez
söyleyemeyeceğini anlatmışlardır.” Bkz. El-Câhız, Ebu Osman Amr bin Bahr; El-Beyân ve’t-Tebyîn,
Matba’atü’l-İlmiyye, 1311, s.29.
106
(Taèúìd) biri lafôì, dìgeri maènevì olmaú üzere iki nevèdir. Taèúìd-i lafzì,
murÀdıŋ fehminde ãuèÿbet olacaú derecede elfÀôıŋ àayr-ı müretteb olmasıdır.
Taèúìd-i maènevì, maènÀca õihniŋ intiúÀlinde ãuèÿbet olmaúdır. Şu iki nevèe de
NÀbì ’niŋ
BÀd-ı àarbì dem-i èÍsì’ye muèÀdil olmaz
Sebze-i şÀò rehÀ-yÀfte tersÀlıúdan
beyti miåÀl olabilür. Mıãraè-ı evveldeki “olmaz” fièl-i nÀúıãınıŋ ismi “sebze-i
şÀò” ve òaberi “rehÀ-yÀfte” oldıàı óÀlde fièl-i meõkÿruŋ mıãraè-ı evvel nihÀyetinde
ìrÀdı bu ãÿretiŋ istifÀdesinde mÀniè olub şu terkìb “bÀd-ı àarbì” lafôını ism ve
“muèÀdil” lafôını òaber gösterir.
ÓÀlbuki beyt
BÀd-ı àarbì dem-i èÍsì’ye muèÀdil(dir)
(Anıŋ içün) sebze-i şÀò tersÀlıúdan rehÀ-yÀfte olmaz
/35/ ãÿretiyle yazıldıúda görilür ki beytiŋ teélìf-i aãlìsinde taèúìd-i lafôì vardır.
Ke-õÀlik şÀèiriŋ bundan murÀdı Óaleb’iŋ bÀd-ı àarbìsini medó ve “BÀd-ı àarbì
her vaút laùìf esmekle otlar Òıristiyanlarıŋ úıbleleri olan şarú ùarafına mÀéil
oldıàından tersÀlıúdan úurtılamaz” maènÀsı oldıàı óÀlde beytiŋ ùarz-ı ifÀdesinden
õihniŋ bu maènÀya intiúÀlindeki ãuèÿbet bedìhìdir.
(TetÀbuè-ı iøÀfÀt) yÀ lisÀnımızda müstaèmel iøÀfet-i èArabiyyede, yÀòud
iøÀfet-i Türkiyyede olur. İøÀfet-i èArabiyye, tenÀfür ve istikrÀh óÀãıl olacaú ãÿretle
tetÀbuè ider ise kelÀmda feãÀóate òalel virir. TenÀfür ve istikrÀh óÀãıl olmayacaú
ãÿretle tetÀbuè-ı iøÀfÀtda beés olmadıúdan başúa, baèøan kelÀmıŋ leùÀfeti bile artar.
107
Pertev Paşa’nıŋ “Teéennì mÀye-i iúbÀl-i ehl-i istiúÀmetdür” mıãrÀèında üç ve ÙayyÀr
Paşa’nıŋ “Sÿziş-i òÀl-i siyÀh-ı ruò-ı pür-tÀbuŋ ile / Her sepend Àteş-i seyyÀlede
mÀnende-i dÀà” beytinde dört defèa iøÀfet tetÀbuè itmişken feãÀóat bozulmadıàı gibi
şu tetÀbuèdan leùÀfet daòi óÀãıl olmuş ve “naúd-i vaút”, “ èahd-i maèhÿd”, “farù-ı
taùayyub” miåÀllerinde iøÀfet tetÀbuè bile itmemiş iken åıúlet óÀãıl olub feãÀóat
bozulmuşdur.
BinÀéen èalÀ-õÀlik iøÀfetiŋ tetÀbuèı åıúlet ve istikrÀhı mÿcib olacaú ãÿretde
olmaz ise fesÀóate òalel virmez.
İøÀfet-i Türkiyye ikiden ziyÀde olur ise muùlaúÀ åaúìl olur. Bunuŋ sebebi de
iøÀfet-i Türkiyye edÀtında àunne ceresi olması ve iøÀfetiŋ /36/ tetÀbuèunda şu ceresiŋ
tekerrüridir ki işbu tekerrürden åıúlet óuãÿli ùabìèìdir: “Zeyd’iŋ kölesiniŋ oàlunuŋ
òÀnesi” gibi.
MuøÀf veyÀ muøÀfun ileyhden birisiniŋ óurÿfunda iøÀfetle åıúlet kesb idecek
şÀéibe bulunur ise iøÀfet iki bile olsa feãÀóati bozar: meåelÀ “köle” lafôında o şÀéibe
olmadıàından “Zeyd’iŋ kölesiniŋ oàlı” èibÀresinde åıúlet óiss olunamaz. LÀkin
terkìbinde ceresi àunne cevherinden bir óarf bulunan kelime köle lafôınıŋ yerine
úonulsa elbette åıúlet ôuhÿr ider. BinÀéenèaleyh “Zeyd’iŋ úarındaşınıŋ oàlı”
èibÀresindeki åıúlet feãÀóati bozmuşdur. Böyle yerlerde iøÀfet-i Türkiyye edÀtı óaõf
ile “Zeyd’iŋ úarındaşı oàlı” dinilür.
(Tekerrür) feãÀóati bozmaz. LÀkin åıúlet virecek ãÿretde vuúÿè bulur ise
kelÀmıŋ feãÀóati bozılur.
ÚÀmet-i cÀnÀna èarèardur diyen şÀèir èaceb
Görmemiş mi èarèaruŋ her cÀnibi òÀr oldıàın
108
beytindeki èarèar lafôında õÀten şÀéibe-i åıúlet oldıàı óÀlde iki defèa tekerrüri
åıúlet-i tÀmme göstermiş ve şÀèir lafôında åıúlet yoàiken tekerrür iden èarèarlar
içinde bunuŋ Àòirindeki (èar ) daòi bir åıklet-i èÀrıøaya teãÀdüf itmiş oldıàından beyt
dÀéire-i feãÀóatden çıúmışdır.
EbyÀt-ı Àtiyyedeki elfÀô-ı mükerrere feãÀóati bozmadıúdan başúa leùÀfeti de
artırmışdır:
/ 37/ ÓÀmì-i Ámidì
Var ise şübheŋ eger ur mióek-i tecribeye
İşte levó işte úalem işte kütüb işte fuóÿl
äabrì
Kimünle leb-be-leb zÀnÿ-be-zÀnÿsuŋ ãafÀlarda
Sebÿveş hem-nişìnüŋ cÀmveş hem-ãoóbetüŋ kimdür
FÀøıl Beg
Görinür çeşmüme bu àamla varsam seyr-i gülzÀre
Gül aàlar bülbül aàlar jÀle aàlar gülsitÀn aàlar
RÀşid-i Ámidì
Göz siyeh müjgÀn siyeh kÀkül siyeh ebrÿ siyeh
Úorúaram Mecnÿn ider bir gün bu sevdÀlar beni
109
Nedìm
ÒÀli kÀfir çeşmi kÀfir zülfi kÀfir el-amÀn
Ser-te-ser iúlìm-i óüsnüŋ kÀfiristÀn oldı hep
Reéfet
Dil Àteş dìde Àteş sìne Àteş rÿy-i yÀr Àteş
Gül Àteş bülbül Àteş gülşen Àteş cÿyibÀr Àteş
RehÀ bulmaú ne mümkin sÿziş-i miónetden èuşşÀúa
FirÀú Àteş viãÀl Àteş belÀ-yı intiôÀr Àteş /38/
N’ola yansam yanılsam ReéfetÀ bezm-i maóabbetde
Ki èışú Àteş mey Àteş óüsn-i yÀr-ı gül-èiõÀr Àteş
İşte elfÀô ve kelÀma taèalluú iden feãÀóat, vücÿh u şurÿù-ı meõkÿreye
muvÀfaúatla óÀãıl olub o şurÿùı óÀéiz olmayan lafô ve kelÀma faãìó dinilmez.
(Mütekellimde feãÀóat) vücÿh u şurÿù-ı meõkÿreniŋ iltizÀmıyla kelÀm-ı faãìó
teélìfine iútidÀr virecek bir melekedir.
110
FeãÀóate ve ElfÀô u KelÀma Müteèalliú İòùÀrÀt
İbni Eåìr El-Meåelüés-SÀéir fì-Edebiél-KÀtib veéş-ŞÀèir nÀm kitÀbında dir ki
“Naôm u neår erbÀbı elfÀô iètibÀriyle luàati àirbÀle urub imtióÀn ve taúsìm ile güzel
olanlarını biél-iòtiyÀr istièmÀl eylediler. Ve güzel olmayanlarını dÀéire-i istièmÀlden
çıúardılar. Naôm u neår erbÀbı elfÀôıŋ güzel ve çirkìn olanlarını naãıl bildikleri
baóåine gelince: Bu ãÿret umÿr-ı maósÿseden olmaàla kendüliginden görinür. ZìrÀ
elfÀô aãvÀt gibidir. Baèølarından semèa leõõet ve baèølarından kerÀhet ü nefret gelür.
Görmez misiŋ ki semè, bülbül ãadÀsını aldıàı vaút istilõÀõ ve úaràa ãadÀsını aldıàı
zamÀn istikrÀh ider. Ke-õÀlik óimÀr nehìúi semèa úarşu mekrÿh olub at kişnemesinde
bu kerÀhet yoúdur. İşte elfÀô daòi böyledir, semèa òoş gelen güzel ve òoş gelmeyen
çirkìndir”.
İstièmÀlce elfÀô biri elfÀô-ı cezele dìgeri elfÀô-ı raúìúa /39/ olmaú üzere iki
úısmdır. ElfÀô-ı cezele èuõÿbeti (ùatlılıàı) óÀvì èaôamet, elfÀô-ı raúìúa leõÀyiõi óÀvì
mülÀyenetle ifÀde olunan kelÀmda úullanılır. Şu úısmlardan her biriniŋ başúa başúa
mevúièleri oldıàından biri dìgeriniŋ mevúièinde istièmÀl olunsa sÿé-i teéåìre bÀdì ve
leùÀfetiŋ òıffet ü istihcÀna taóavvülini müéeddì olur. Mevúiè-i istièmÀli bi-óaúúın
temyìz ise selìúanıŋ derece-i ãafvet ü òulÿãuna tÀbièdir.
ElfÀô-ı cezele óarb ve tehdìd ve muéÀòaõe mevúièlerinde, elfÀô-ı raúìúa
istièùÀf, celb-i úulÿb, isticlÀb-ı maóabbet ü meveddet, muøóikÀt, mebkiyyÀt, medó,
õemm gibi mebÀóiåde úullanılub mevúièe münÀsib elfÀô-ı müéeååireniŋ ictihÀdı
úarìóanıŋ ve ãÿret-i istièmÀli dirÀyet ü reviyyetiŋ cevdetine èÀéid meziyyetdir. ElfÀô-ı
cezeleniŋ vaóşiyyet ve kibr gösterecek lafôlardan sÀlim olmasıyla ber-À-ber
111
èuõÿbetinde úuvvet, sÀmièaya cÀlib-i leõõet olacaú ãÿretde mürekkeb olması
lÀzımdır.
ÚuréÀn-ı Kerìm’deki elfÀô-ı şerìfe feãÀóatiŋ derece-i intihÀsındadır. äırÀùa,
óisÀba, èaõÀba müteèalliú elfÀô-ı cezeleniŋ ve bu gibi tehdìdÀtıŋ ve inõÀra taèalluú
iden baóålerdeki kelimÀtıŋ içinde hiç bir lafô-ı vaóşì yoúdur. Ke-õÀlik raómet ve
maàfiret gibi mevÀúıè-ı şerìfedeki elfÀô-ı raúìúa daòi her dürlü øaèf-ı teélìfden
sÀlimdir.
ElfÀô-ı àarìbeniŋ, fehme òalel viren şeyleriŋ, istifÀdeyi taãèìb iden sözleriŋ
istièmÀlinden ve åıúlet gösterecek ãÿretle tekrÀrdan, /40/ semè ve ùabèa kerÀhet
virecek lafôlarıŋ ìrÀdından iótirÀô olunmalıdır. ZìrÀ böyle şeyler maèÀyib-i neården
èadd olunur.
Teélìf-i kelÀmda elfÀô, maèÀnÀya tÀbiè úılınmalıdır. MaèÀnÀ elfÀôa tÀbiè
úılınmamalıdır. ZìrÀ maèÀnÀ seciyye-i òuãÿãiyyesiyle terekküb eyledigi vaút biéù-
ùabèi nefsine lÀyıú olan elfÀôı ùaleb ider. MaèÀnÀnıŋ kendi seciyyesinden yüz
gösteren elfÀz mevridine uyàun olur ki bu ãÿretde maènÀ bir maóbÿb-ı cÀlibüél-úulÿb
ve elfÀô o maóbÿbuŋ üzerinde bir libÀs-ı meràÿb gibi görinür.
ElfÀô tekellüfli yazılmaú ve èulvì olmayan maèÀnÀ aŋa tÀbiè úılınmaú çirkìn
yüzli bir şaòãa nisvÀn-ı óasnÀya maòãÿã óilyÀt-ı nefìse ùaúmaú gibidir.
112
BELÁáAT
èUlemÀ-yı maèÀnì èindinde belÀàat iki maènÀya ıùlÀú olunur:
Biri belÀàat-i kelÀmdır. Buŋa “yerÀèa” ve “beyÀn” dinilür. BelÀàatiŋ bu nevèi
kelÀm, feãÀóatce her dürlü óuôÿôunı istìfÀ ile ber-À-ber muúteøÀ-yı óÀle muùÀbıú
olmaúdır.
MuúteøÀ-yı óÀl dinilen şey her sözüŋ maúÀmına göre muòtelif olur. ZìrÀ
kelÀmda ıùlÀú, teékìd, óaõf, iåbÀt gibi mevÀúiè-i muòtelife oldıàından biriniŋ
mevúièine münÀsib olan söz o mevúiède úullanılmasa o söz muúteøÀ-yı óÀle muùÀbıú
olmayacaàı cihetle belìà ãayılamaz. BinÀéenèaleyh maúÀmlarıŋ iòtilÀfına göre óÀller
daòi iòtilÀfa teãÀdüf ider. Bu iòtilÀf üzerine müsned veyÀ müsnedün ileyhiŋ õikri,
/41/ óaõfı, tenkìri, kelÀmıŋ ıùlÀúı ve teékìdi, elfÀôıŋ taúdìmi ve teéòìri, cümleleriŋ vaãl
u faãlları, èibÀrÀtıŋ ìcÀz ve iùnÀb ve müsÀvÀtı, õekì ile àabìye úarşu òiùÀbıŋ derecÀtı,
her bir kelimeniŋ dìger kelime ile muãÀóabeti içün başúa başúa maúÀm-ı muèteber
oldıàından biriniŋ maúÀmında òilÀfı bulundırılur ise seúÀmet ve óÀlce mübÀyenet
yüz gösterir.
Óüsn ü úabÿlde her kelÀmıŋ şÀnı maúÀmca iètibÀr-ı münÀsib içün muùÀbaúat-
ı iltizÀmından kesb-i irtifÀè idecegi gibi èadem-i muùÀbaúat o kelÀmıŋ inóiùÀùa
muãÀdif olmasını mÿcib olur.
(BelÀàat) lafôa rÀciè bir ãıfat ise de bunda lafô ve ãavta iètibÀr olunmaz. Belki
terkib óasebiyle maènÀnıŋ ifÀdesine iètibÀr olunur. Ve buŋa belÀàat dinildigi gibi
baèøan daòi feãÀóat ıùlÀú idilür.
113
KelÀmda belÀàatiŋ iki ùarafı vardır ki birincisi aèlÀ ile aèlÀya úarìb; ikincisi
esfel ùarafıdır.
Birincisi iècÀzıŋ óadd-i intihÀsında olmaàla ÚuréÀn-ı Kerìm’e maòãÿã olub
insÀnıŋ vusè u iútidÀrı o dereceye bÀlià olmaú mümkin degildir. İkincisi daòi dÀéire-i
belÀàat óudÿdınıŋ dÀòilindedir.
Şu iki ùarafıŋ arasında merÀùib-i mütefÀvite olmaàla her belìà, selìúasına ve
maèlÿmÀt u iútidÀrına göre belÀàatce bir mertebeyi iórÀz idebilür.
Mütekellimde belÀàat bir melekedir ki mütekellim o meleke ile kelÀm-ı belìà
/42/ teélìf itmege muútedir olur. Bundan aŋlaşılur ki her belìà faãìó olabilür. LÀkin
her faãìó belìà olamaz.
İbni Eåìr El-Meåelüés-SÀéir fì-Edebiél-KÀtib veéş-ŞÀèir ’de dir ki “Vaøè-ı
luàatde belÀàatiŋ aãlı vuãÿl u intihÀdandır. Bir mekÀna müntehì oldıàıŋ vaút
“belaġatü’l-mekÀne” dirsiŋ ki bir şeyéiŋ meblaàı müntehÀsıdır. KelÀmıŋ “belìà”
tesmiyesi bundandır. “KelÀm belìà oldı” dimek “KelÀm evãÀf-ı lafôiyye ve
maèneviyyeye bÀlià oldı” dimekdir.
BelÀàatiŋ elfÀôa ve maèanÀya şumÿli vardır ki feãÀóatde bu şumÿl
olmadıàından belÀàat feãÀóate nisbetle aòaããdır. İnsÀnıŋ óayvÀndan aòaãã oldıàı gibi.
ZìrÀ her bir insÀn óayvÀndır. LÀkin her bir óayvÀn insÀn degildir. Ke-õÀlik her bir
kelÀm-ı belìà faãìódir. LÀkin her kelÀm-ı faãìó belìà degildir.
BelÀàatle feãÀóatiŋ arası òÀãã u èÀmmdan başúa ãÿretle de tefrìú olunabilür.
Şöyle ki belÀàat terkìb şarùıyla yalŋız lafô u maènÀda bulunacaàından bir lafôa ism-i
belÀàat ıùlÀú olunamaz. İsm-i feãÀóat ise bir lafôa ıùlÀú olunur. ZìrÀ bir lafôda
feãÀóate muòtaãã olan vaãf-ı óasen mevcÿd olabilür. BelÀàat ise biél-òaããa kelÀmda
114
bulunacaàından lafô-ı vÀóid intiôÀm-ı kelÀmı mÿcib olan maènÀdan òÀlì olması
cihetiyle belÀàati óÀéiz olamaz”.
èUlemÀ-yı belÀàatiŋ baèøları dir ki “Münşì ãarf, naóv, maèÀnì èilmlerini
bilmelidir ki kelÀmı terkìbde òaùÀ itmeye, èilm-i beyÀn bilmelidir ki elfÀô ile
maèÀnÀnıŋ teédiyesinde feãÀóat ve belÀàate òalel getirmeye, /43/ èilm-i manùıú
bilmelidir ki irtibÀùı laùìf ve esÀsı metin ve intiúÀd-ı èaúlìce iètirÀødan sÀlim èibÀreler
tertìbine muútedir ola, èarÿø bilmelidir ki neår arasında bir naôm õikr olunur ise
mevzÿn olub olmadıàını óaúúıyla bile, èilm-i luàatde mahÀreti olmalıdır ki her
kelimeyi mevøiè-i ãaóìó ve ùabìèìsinde istièmÀl eyleye”.
İmÀm Aómed bin èAbdi-Rabbihi èIúduél-Ferìd ’de dir ki “BelÀàat dört dürlü
olub (1) lafô, (2) òaùù, (3) işÀret, (4) delÀletdir. Bunların her biri içün belÀàat ve
beyÀndan bir mevøiè vardır ki (Li-külli maúÀmin maúÀl ∗) medlÿlünce birisiniŋ
mevøièinde dìgeriniŋ bulundurulması cÀéiz olamaz. Çoú işÀret vardır ki lafôdan
eblaàdır. Òaùù ve işÀret, òÀããa ve ekåer-i èÀmmece iki mefhÿmdur. Her bir şey ki saŋa
bir şeyée delÀlet ide o şeyéi saŋa òaber virmiş olur.
Bir óakìm CenÀb-ı Haúú’ı temcìdde “Yerler, gökler, hep ÀyÀt-ı dÀlle ve
şevÀhid-i úÀéime olub her biri vaódÀniyyetiŋ içün edÀ-yı óüccet ve rubÿbiyyetiŋe
şehÀdet ider” dimiş.
Bir óakìm daòi “Üzeriŋdeki aàacları kim dikdi? Nehrleriŋi kim açub yardı?
Mìveleriŋi kim düşürdi? diye zemìne suéÀl idecek olsaŋ: iòbÀr ùarìúiyle saŋa cevÀb
virmezse de delÀlet ve iètibÀr ãÿretiyle cevÀb virir ” dimişdir.
∗ Her duruma uygun söz vardır.
115
Bir kimse èİtÀbì’ye “BelÀàat nedir” diye suéÀl eyledikde “Her kimse ki sözini
ièÀde ve nuùúunı óabs ve bilÀ-istièÀnetin óÀcetini saŋa teblìà ve maènÀsını tefhìm ide,
ol kimse belìàdir” didi. “İèÀde ve óabs /44/ maèlÿmdur, istièÀne ne oluyor” dinildikde
“Sözini kesdigi yerlerde “Beni diŋle”, ‘“Aŋlayor mısıŋ” gibi sözler söylemesi, elini
ãaúalınıŋ ucuna ùoàrı götürmesi, parmaúlarını bükmesi, bilÀ-mÿcib ãaàına ãoluna
iltifÀt göstermesi, öksürügi yoú iken tenaónuó itmesi, söylerken nefesi ùutılur gibi bir
óÀl irÀée eylemesi hep istièÀnedir” cevÀbını virdi. Bir şÀèir şu óÀlleri
Meliyy bi-behrin ve iltifÀtin ve saèaletin
Ve mesóatin èaånÿn ve fetliél-aãÀbièi∗
beytinde derc itmişdir. Bu óÀlleriŋ cümlesi èaczden neşéet ider” delÀletle
nuùúda Aómed bin èAbdi-Rabbihi óikÀye-i Àtiyyeyi èAbbÀs bin Ferecüér-RiyÀşì ’den
rivÀyetle èIúduél-Ferìd’iŋ belÀàat baóåinde derc itmiş olmaàla biz de istiùrÀd ãÿretiyle
kitÀbımıza derc idiyoruz.
Óìre mülÿkünden NuèmÀn bin Münõir, èAdì bin Zeyd el-èİbÀdì ile birlikde
gölgelenmek içün bir yapraúlı aàacıŋ altına indi. èAdì, NuèmÀn’a “Bilür misiŋ şu
aàac ne söylüyor” didikde NuèmÀn “Ne söyledigini söyle baúayım” didi. èAdì “Şu
aàac /45/
Rubba şirbin úad enÀòÿ óavlenÀ
Yemzecÿne el-òamra biél-mÀéiéz-zülÀli
æümme aêóav èaãfuéd-dehri bi-him ∗ (Buhr) nefes ùutulmaú, (saèale) öksürük, (èaånÿne) ãaúal ucı maènÀlarınadır.
Beytiŋ meéÀli ( Aŋa nefs-i belìġ dinilür ki óÀcetini ifÀde iderken sözleri nefes ùutulmaú, öksürmek,
elini ãaúalına sürmek, parmaúlarını bükmek (miåilli óÀller) ile ùoludur.
116
Ve ke-õÀke ed-dehru óÀlÀ baède óÀlin∗∗
söylüyor” diyü cevÀb virmekle bu söz üzerine NuèmÀn’ıŋ úalbine orada
rÀóatsızlık yüz gösterdi.
HeveskÀrÀn-ı İnşÀya İòùÀrÀt
Fenn-i inşÀda meleke vü mahÀret, èilm-i belÀàate vuúÿf-ı tÀmm ile ber-À-ber
keåret-i müùÀlaèa, tekrìr-i mürÀcaèat, òalú ile muòÀlaùat, kütüb-i fünÿn ve resÀéil-i
keåìreye vuúÿf, òuùebÀnıŋ nuùú u òiùÀbetlerini ve meşÀhìr-i şuèarÀnıŋ dìvÀnlarını ve
her dürlü mektÿbÀt-ı edebiyyeyi úırÀéat gibi aóvÀle devÀm ile óÀãıl olur.
Her münşìniŋ meşìme-i úarìóasından ùoàacaú ve úaleminden úÀàad üzerine
dökülecek ÀåÀr-ı edebiyyeniŋ leùÀfeti ve ÀdÀb-ı milliyye ve èavÀéid-i meşrÿèa vü
maúbÿleye muvÀfaúati terbiye-i õÀtiyye ve infièÀlÀt-ı nefsÀniyyesiyle õevúiniŋ
úuvvet ve selÀmet ve ãafvetine tÀbiè oldıàından hangi münşìde yazdıàımız óÀlleriŋ
yÀ hepsi, yÀòud baèøısı me[f]úÿd u noúãÀn olur /46/ ise tekerrür-i mürÀcaèÀt ve
tevÀfür-i müùÀlaèat ile nümÀyÀn olacaú ÀåÀr-ı edebiyyesi o fıúdÀnıŋ, o noúãÀnıŋ
derecÀtına göre sÿé-i teéåìrden ve òorde-bìnÀn-ı edebiŋ ùabè-ı selìmlerine úarşu
meséÿliyyet-i maèneviyyeden úurtılamaz. Şurÿù-ı meõkÿreyi tamÀmiyle cÀmiè edìb
pek nÀdir bulunur.
∗∗ MeéÀl-i naôm: Çoú þirbler develerini eùrÀfýmýzda çökürüb òamrý ãÀfì ãu ile mezc iderek burada
içdikden ãoŋra úuþluú vaútine dÀòil oldýlar. Dehr anlarý yolcý idüb göçürdi. Ìþte dehriŋ bir óÀlden
ãoŋraki óÀli böyledir.
117
HeveskÀrÀn-ı inşÀya, maèlÿmÀtını taãarrufa muútedir udebÀnıŋ ÀåÀr-ı
edebiyyelerini ez-ber itmekden çoú fÀéide óÀãıl olur ise de õevú-i selìm oldıàı óÀlde
fevÀéid istióãÀl ve fikren ve úalemen taãarruf idebilüb õevú-i selìm aãóÀbından
olmayanlar, fenn-i mÿsìúìden taèallüm itdigi aàÀnìden başúasını êarb idemeyen Àdem
gibi maèlÿmÀtlarını mevúièinde istièmÀl itmege muútedir olamazlar. İstièmÀl itmek
istedikleri taúdìrde yazacaúları şeyler biri birine beŋzemeyen münÀsebetsiz
yamalarla yamalanmış bir åevbe beŋzer ki ùabè-ı selìm aãóÀbı anı görmekden
òoşlanamaz.
Münşì olmaú isteyen õÀt her dürlü tecribeyi, her dürlü terbiyeyi maèlÿmÀt-ı
óÀãılasıyla tevóìd ve taãarruf itmedikce münşì-i kÀmil olamaz. Ve o terbiyeyi, o
tecribeyi taóãìl yolunda sÿé-i istièmÀle de teãÀdüf idecek olsa úuvve-i úalemiyyesini
sÿé-i ter[tì]bine ve sÿé-i ifÀdeye maàlÿb olmaúdan menè idemez.
TeãÀdüfÀta maàlÿbiyyetden tevaúúì baóåinde bir meslek ittiòÀõ iden nev-
heve[s]ler úuvve-i úalemiyyeleriniŋ sevú-i ùabìèìsine itbÀè itmedikce kendi
noúãÀnlarını aŋlamaúdan àÀfildirler. Nefslerini mükemmel görmege başlarlar. Şu óÀl
devÀm ider ise teraúúìye mÀniè olur. /47/
ÚuvÀ-yı èaúliyye ve temyìziye ve úalemiyye, yÀòud nÀùıúadan birincisiniŋ
mürebbìsi èilm-i maèÀnì, ikincisiniŋ hem èilm-i maèÀnì, hem de èilm-i beyÀn,
üçüncisiniŋ mürebbìsi èilm-i bedìèdir. èUlÿm ve úuvÀ-yı meõkÿreden nümÀyÀn
olacaú netìce belÀàatden èibÀretdir.
Fenn-i belÀàati teésìs iden èulÿmdan èilm-i maèÀnì kelÀmda taãavvurÀt-ı
müteselsileye tÀbiè maèÀnÀnıŋ úavÀlibi olan elfÀôdan şìve-i ifÀdeye göre cümleleriŋ
intiòÀb ve tertìbine ve şu cümleleriŋ muúteøÀ-yı óÀle göre ìrÀd olunmasına müteèalliú
118
mebÀóiåi, èilm-i beyÀn tertìb olunacaú kelÀmıŋ teşbih ve istièÀre ve mecÀz ve kinÀye
ãÿretleriyle tertìbine taèalluú idecek úavÀèidi, èilm-i bedìè muóassenÀt-ı maèneviyye
ve lafôiyyeyi bildirir.
èUlÿm-ı meõkÿrece meleke óuãÿlünden ãoŋra mevÀdd-i maùlÿbe úuvve-i
èaúliyye ve úuvve-i temyìziye ve úuvve-i úalemiyye, yÀòud úuvve-i nÀùıúa
vÀsıùasıyla taãavvur ve intiòÀb olunur ki şu èilmleriŋ her biri úuvÀ-yı meõkÿreniŋ
taãavvur ve intiòÀbÀtına òÀdimdir.
Úuvve-i èaúliyye ile maèÀnÀnıŋ envÀèı irÀée idilür. LÀkin úuvve-i èaúliyyeniŋ
gösterecegi maèÀnÀ-i òuãÿãiyye vü èumÿmiyyeniŋ lÀzımı mÀlÀ-yelzem olanlarla
maòlÿù olacaàından èilm-i maèÀnì ve beyÀn vÀsıùasıyla úuvve-i temyìziye lÀzımı
àayr-ı lÀzımdan ayırub ùarz-ı intiôÀmda teşkìl ider. Úuvve-i úalemiyye o maèÀnÀnıŋ
úavÀlibi olan elfÀôı, úuvve-i temyìziyeniŋ irÀéesiyle yazar.
İnsÀnıŋ úuvve-i èaúliyyesi sinn ü tecÀrib ve maèlÿmÀtınıŋ derecÀtına /48/
tÀbièdir. Bunuŋ aşaàı derecesi yeŋi dili açılmış çocuúlarda görilebilür.
Úuvve-i èaúliyyeniŋ müsteşÀrı ve o úuvveden nümÀyÀn olacaú vÀridÀtıŋ
muãlıóı úuvve-i temyìziyedir. Úuvve-i temyìziye, yeŋi lisÀnları açılacaú vaútlerde
her ne úadar òilúaten çocuúlarda biél-úuvve mevcÿd ise de fièlen nÀ-mevcÿd
óükmündedir. MeşhÿdÀt, maèlÿmÀt, tecÀrib artdıúca èÀlem-i fièliyyÀtda derece
derece kendini gösterir.
Úuvve-i úalemiyye edìbiŋ bulundıàı derece-i sinn ve óÀle göre úuvve-i
temyìziyeniŋ miréÀti veyÀ tercemÀnıdır. ÁåÀr-ı edebiyye úaleme almaú isteyen õÀtıŋ
úaleme alacaàı şey sinniniŋ, müddet-i istiòdÀmınıŋ, maèlÿmÀtınıŋ, meşhÿdÀtınıŋ
derecÀtına göre maúbÿliyyete maôhar olur.
119
İnsÀnıŋ her bir zamÀnda enôÀr-ı èumÿma èarø idecegi ÀåÀr, úuvve-i èaúliyye
ve temyìziye ve úalemiyyesiniŋ ol vaúte münÀsib maóãÿli olur ise elbette òoş
görinür. Bir nihÀl-i mìvedÀrıŋ mìvesi çiçek óÀlinden ayrılub görünmege başladıàı
vaút çÀşnìsinde leõõet olamaz ise de mevsime göre nümÀyişinde leõõet bulunur.
Bir çoú kerre óavÀssımızı óaúÀyıú-ı mevcÿdÀtıŋ istiknÀhında èÀciz görüyoruz.
İstiknÀhda úuvve-i èaúliyyemize mürÀcaèat idiyoruz. Úuvve-i èaúliyye ise úuvve-i
temyìziyeye muúÀrenet itmezden muúaddem virdigi cevÀbı úuvve-i temyìziyeye èarø
itdikden ãoŋra taòùıéa idiyor. Taóãìline ôafer-yÀb oldıàımız bir maèrifeti idrÀkde
úuvve-i èaúliyyemiziŋ teãÀdüf itdigi müşkilÀt ise èadd ü óisÀba gelür şeyler degildir.
/49/ MesÀéil-i riyÀøiyye ve ùabìèiyyeden õÀten keşf olunmuş bir baóåe teãÀdüf
itdigimizde o baóå óissiyÀt-ı vicdÀniyyemizi ol úadar işàÀl idiyor ki mesmÿèÀtımızı,
taãavvurÀtımızı òayÀlÀtdan èadd itmekden kendimizi úolaylıúla geri alamıyoruz.
Úuvve-i èaúliyyemiziŋ güc óÀl ile úabÿl idebildigi mesÀéil-i àÀmıøanıŋ
taéallümünde–redd ü úabÿl arasında–cehÀletiŋ ìcÀb eyledigi tereddüdlere,
tecribesizligiŋ gösterdigi óayrete, noúãÀn-ı terbiyeniŋ muúteøÀ oldıàı
münÀsebetsizliklere muúÀvemetimizi muóÀrebelerde düşman èaskerine úarşu olan
muúÀvemet gibi òayÀl idiyoruz.
Yuúaruda işÀret olundıàı üzere insÀnıŋ bidÀyet-i óÀlinde èaúl içün hìç bir
meziyyet yoúdur. TecÀribiŋ tezÀyüdi, èavÀrıøıŋ tevÀrüdi, maèlÿmÀtıŋ ve terbiyeniŋ
tekeååür ü taúarrüri èaúla mÀye-i intibÀh ve temyìz oluyor. BinÀéen èalÀ-õÀlik úuvve-i
temyìziye derece-i kemÀle varmadıúça õihnlere tevÀrüd idecek şeyleriŋ èumÿmuna
nisbetle ãaóìó ve fÀéideli olanları maèden cevheri derÿnındaki gümüş gibidir.
Müddet-i taóãìliyemizde ãarf itdigimiz müùÀlaèÀtıŋ mÀlÀ-yaènìsi, òÀm u puòtesi,
lÀzım u mÀlÀ-yelzemi, óaşv vü zÀéidi fevÀéid-i meéòÿõe ile ber-À-ber bir óarf bile
120
øÀyiè idilmeksizin øabù ve terúìm olunsa da pìş-i naôar-ı diúúatimize úonulsa bunca
tevÀrüdÀt arasında buldıàımız úÀéideleriŋ bir úaç yüz oúúa maèden cevherinden
çıúardıàımız elli altmış dirhem gümüşden farúı görilemez.
İşte úuvve-i èaúliyyeniŋ vÀridÀtı o cevher ve úuvve-i temyìziyeniŋ
münteòabÀtı /50/ o gümüş gibidir. Úuvve-i úalemiyye o gümüşden evÀnì-i nefìse ve
maèmÿlÀt-ı sÀéire ièmÀl iden ãanèatger maúÀmındadır.
Fenn-i inşÀda kesb-i meleke itmek isteyen heveskÀrÀna lÀzımdır ki úuvve-i
èaúliyye ve temyìziye ve úalemiyyesini, bÀlÀda derc itdigimiz ifÀdÀt dÀéiresinde
terbiye ve istièmÀl ide. Şu binÀ-yı èÀlìniŋ esÀsı ise èilm-i belÀàati ögrenmekdir. O
dÀéire òÀricinde ve ol esÀsıŋ àayrında meleke-i edebiyye iktisÀb arzusunda olanlar
òüsrÀna teãÀdüf ideceklerind[en] şübhe itmemelidirler.
Her insÀn maúãÿdını yÀ úuvve-i nÀùıúa, yÀ úuvve-i úalemiyye vÀsıùasıyla
ifÀde ider. Úuvve-i nÀùıúa ile ifÀdeye èibÀre ve manùıú, úuvve-i úalemiyye ile ifÀdeye
kitÀbet ve taòrìr, siyÀú-ı kelÀma naãã ve nesaú dinilür. Aãl-ı ifÀde metn, ifÀdeden
ziyÀdesi şeró, asldan nÀúıã ve muòtaãar yazılan şeyler telòìã diye mevsÿmdur.
Úalemen şurÿù-ı meõkÿreyi óÀéiz olacaú ãÿretle gerek kendüsiniŋ gerek
àayrıŋ merÀmını ifÀdeye muútedir olan õÀt münşìdir. Yalŋız kendi istedigini güzel
yazabilen ve taãarrufÀt-ı úalemiyyece iútidÀrı óÀéiz olmayana münşì dinilemez.
Münşì içün elzem olan şurÿùuŋ eŋ maúbÿli muóarrirÀnca mürsil ile mürselün
ileyhiŋ óÀllerini ve edebiyyÀt-ı neåriyyeye müteèalliú úaleme alacaàı mebÀóiåiŋ
derece-i ehemmiyyetini mülÀóaôa itmek ve sözi maúÀm ve muòÀùab ve maãlaóata
göre úullanub maãlaóatıŋ óavãale-i liyÀúatden dÿn veyÀ zÀéid elfÀô u maèÀnÀ istièmÀl
121
itmemekdir. KelÀmıŋ òülÀãa /51/ vechle muúteøÀ-yı óÀle taùbìúen taãvìr bundan
èibÀret olub bu taãvìri aşaàıda baèø mertebe tevøìó daòi idecegiz.
Münşìleriŋ baèøları lisÀnen óüsn-i ãÿretle bir mÀddeyi taèrìfe muútedir
olamazlar. Úalemleri nuùúlarından ziyÀde feãÀóat ve belÀàati óÀéiz olur ve bu óÀl
ekåeriyÀ efkÀrında tevÀrüdce keåret-i fevúaél-èÀde olan õevÀtda bulunur. O maúÿle
õevÀt õihnlerinde biél-mülÀóaôa tefrìú ve istióøÀr idecekleri òiùÀbetlerce biéù-ùabèi
selÀset ve belÀàat mevcÿd olur ise de úableél-istióøÀr lisÀnen taúrìr-i selìs iltizÀm
idemezler ve–aàzı ùar, içi ãu ile memlÿ bir ãurÀóìniŋ baş aşaàı ùutuldıàı vaút
derÿnundaki ãuyuŋ keåret-i tevÀrüdine hevÀnıŋ muúÀvemeti ãuyuŋ óüsn-i cereyÀnına
mÀniè olacaàı gibi–efkÀrca tevÀrüd-i fevúaél-èÀdeyi óÀéiz olanlar daòi nuùúen óüsn-i
ifÀdeye muútedir olamazlar.
Úuvve-i èaúliyyeden tevÀrüdce feverÀn iden maèÀnÀnıŋ aèlÀları úuvve-i
temyìziye vÀsıùasıyla ifrÀz olunduúdan ãoŋra mecrÀ-yı lisÀndan Àb-ı revÀn gibi
cereyÀn itmesi elbette laùìf ve müéeååir olur.
Úaleme alınacaú mÀdde henÿz libÀs-ı elfÀz ile iştimÀl ve èÀlem-i maèÀnÀda
óÀl-i tecerrüdden infiãÀl göstermezden muúaddem taãvìr idilür. Úuvve-i èaúliyye o
taãavvuruŋ mevrididir. Úuvve-i temyìziye o taãavvurdan nümÀyÀn olacaú maèÀnÀnıŋ
laùìf olanlarını ifrÀz ider. O mÀdde èÀlem-i maèÀnÀda bir şÀhid-i dil-nişìn gibi kendini
gösterir. LÀkin èÀlem-i maèÀnÀdaki leùÀfet ü melÀóatiyle ber-À-ber libÀsdan èÀrì ve
cÀlib-i óuôÿô olacaú muóassenÀtı /52/ zÀviyye-i taãavvurda mütevÀrì olacaàında[n]
anı bir libÀs-ı fÀòirle èÀlem-i şuhÿda èarø u taúdìm ile fikr ve arzunuŋ intiòÀb idecegi
úumÀş-ı elfÀôı òayyÀù-ı úalem o şÀhid-i rÿó-efzÀnıŋ tenÀsüb-i endÀmına göre tertìb ve
iksÀ ider.
122
Fenn-i inşÀnıŋ esÀsı vücÿh ve mebÀóiå-i meşrÿóadan èibÀretdir ki menbaè-ı
lüzÿmdan nübaèÀn idecek mevÀdd-ı èumÿmiyye vü òuãÿãiyyeniŋ her biri õihnde
úararlaşdırılıncaya úadar müùÀlaèa-i èamìúa ve mükerrereden ãoŋra Àb-ı revÀnıŋ
mecrÀsındaki óüsn-i cereyÀnı gibi úalemden úÀàad üzerine dökülmesidir.
TeésìsÀt-ı siyÀsiyye, inúılÀbÀt-ı düvel, óaúÀyıú-ı mükevvenÀt, mebÀóiå-i
óikmet ve umÿr-ı èulviyyeye taèalluú iden aóvÀl ü keyfiyyÀt, ecrÀm-ı èÀliyye, şuéun-ı
èaôìme gibi ehemmiyyetli baóålerden her biriniŋ derecÀt ve ledüniyyÀtını gösterecek
taãavvurÀt-ı õihniyye ve taãvìrÀt-ı úalemiyyeniŋ parlaú elfÀô ile yazılması ittiúÀn ve
ãanèatla ãÿret-i mükemmelede binÀ idilmiş bir úaãr-ı dil-cÿdaki oùalarıŋ nuúÿş-ı laùìfe
ile tezyìn ve binÀsınıŋ vaøèiyyetine şÀyÀn olacaú mefrÿşÀt ile tefrìş idilmesine
beŋzer.
VuúÿèÀt-ı èÀdiyye ve meãÀlió-i àayr-i mühimmeyi muúteøÀ-yı óÀle göre
elfÀô-ı èÀdiyye ile yazmaú kÀfì olub anıŋ içün efkÀra mürÀcaèatla èulvì maènÀları
şÀmil maømÿnlar ve èÀlì ve parlaú lafôlar aramaú òıffet èadd olunur.
Úuvve-i mümeyyize aãóÀbından olmayanlara–òulÿãa dÀéir bile olsun–
yazılacaú muóarrerÀtda maèÀnÀ-yı èulviyye ve elfÀô-ı muşaèşaèa istièmÀli /53/
vaøèiyyetce tezyìne münÀsebeti ve úıymetce degeri olmayan eşyÀ-yı òasìseyi tarãìè
gibi umÿr-ı müstehceneden maèdÿddur.
èUmÿmca maèlÿm olmayan bir mÀdde derecesine göre iètinÀ ile úaleme
alınabilür. Her kesiŋ maèlÿmı olan maãlaóat, àarìb fikrler istièmÀli ùarzında maømÿna
taóvìl ve parlaú taèbìr ile úaleme alınmaú òıffet ve èayb ãayılır. LÀkin şu ifÀde her
vaút enôÀr-ı èumÿma úarşu meşhÿd ve cümlece maèlÿm olan eşyÀ-yı kÀéinÀtıŋ bir
123
õerre-i mevhÿmüél-vücÿda varınca ehemmiyyet-i aãliyyesi üzerine binÀ idilecek
taèrìfÀt u tavãìfÀt-ı ledüniyyeye şÀmil olamaz.
Zemìn ü ÀsmÀnıŋ bizce meşhÿd olan muóteviyyÀtını göriyoruz. Güneş her
vaút ùulÿè u àurÿb idiyor. Úamer aóvÀl-i muòtelifesiyle dÀéimÀ nümÀyÀn oluyor.
Yıldızlar her gice gözümüzüŋ öŋündedir. Aàaclar her sene úış mevsiminde çıblaú ve
yaz aylarında yapraúlıdır. BÀàçeler çiçekler, tarlalar, otlar, mazrÿèÀt, óubÿbÀt,
toòmlar, ãular, yaàmurlar, rÿzgÀrlar vesÀéir eşyÀ-yı kÀéinÀtca mükevvin-i óaúìúìniŋ
muútaøÀ-yı meşiyyeti olan tebdilÀt èaleéd-devÀm görüb bildigimiz şeyler oldıàından
bunlar ülfet-i ùabìèiyye ve dÀéimeye muúÀbil bize ehemmiyyetsiz ve pek èÀdì şeyler
görinür. ÓÀlbuki
İètiyÀd itmiş naôar ülfetle òilúatden beri
Anıŋ içün óayrete itmez teãÀdüf nÀôırÀn
Olsa bìnÀ baàtaten aèmÀ-yı mÀder-zÀd eger
Çıldırur meşhÿdı olduúda zemìn ü ÀsumÀn /54/
medlÿlünce eşyÀ-yı kÀéinÀt içinde óaúìúatce bir õerre bile ehemmiyyet-i èaôìmeyi
óÀéizdir.
EnôÀr-ı èÀmmeye úarşu meşhÿd olan şu ecsÀm-ı münìreniŋ nisbet-i ceõbiyye-i
maòãÿãaya göre teéåìrÀtı, ãayfıŋ şitÀya, şitÀnıŋ ãayfa inúılÀbı, aàaclarıŋ yaz aylarında
yeşil óÀrelerle müzeyyen nev-cevÀnlar gibi nuôôÀra èarø-ı nümÀyiş idişi, úış
aylarında rÿódan maórÿm ve tÀb u ùarÀveti maèdÿm emvÀt-ı úadìde óÀline girişi,
õerre gibi bir küçük toòmdan minÀreler gibi büyük aàaclarıŋ óuãÿle gelişi, buòÀrıŋ
Àba, Àbıŋ buòÀra taóavvüli, ecrÀm ve belki õerrÀtdan her biriniŋ cevher-i terekkübi
miåilli ôevÀhir-i kevniyye ve devriyye ve cevviyye enôÀr-ıèumÿmiyyece meşhÿdÀt-ı
124
èÀdiyyeden ve óaúÀyıúı óayret-baòş-ı èuúÿl olan mesÀéil-i àÀmıøa ve èÀliyyeden
maèdÿd olmaàla mevÀdd ü eşyÀ-yı kÀéinÀtıŋ bir õerre-i nÀ-çìzi bile ne úadar teşrìóÀt
ve maèÀnÀ-yı èulviyyeyi óÀvì maømÿnlar, ne úadar parlaú ve müzeyyen lafôlar ile
úaleme alınsa şÀyÀndır.
Bir fenne maòãÿã kitÀb, yÀòud edebiyyÀt ve mülÀóaôÀt ve òiùÀbet
mebÀóiåinden maèdÿd maúÀlÀt úaleme alacaú olanlarıŋ yazacaúları fenniŋ veyÀ
mebóaåiŋ ve meãÀlió-i resmiyye vü şaòãiyyece de her taórìrÀtıŋ münderic olması
lÀzım gelen mevÀddi evvelÀ müùÀlaèaya èarø ile õihnde tertìbe rabù itmeksizin
yazmaàa başlamaları bir süvÀrìniŋ rÀkib oldıàı atı dizginsiz ve yularsız ıùlÀú itmesi
ve bir mühendisiŋ vaøèiyyet-i coàrÀfiyye ve ùabìèiyye ve mesÀóasını ve mıúyÀsını
tedúìú ü taèyìn /55/ itmeksizin bir úıùèanıŋ èaleél-èimiyyÀ òarìùasını yapmaàa
başlaması gibidir.
Hem maèlÿmÀt, hem de vÀridÀt-ı õihniyyesince tenúìdÀta muútedir olan
münşìniŋ şurÿù-ı meõkÿreye rièÀyetle yazacaàı şey mücellÀ Àyine gibi parlaú görinür.
125
EşèÀra DÀéir MülÀóaôÀt
LisÀnımızca şièr söyleyen úudemÀ-yı udebÀ, ĪrÀn şuèarÀsına taúlìd ile naôm
yolunı açmış oldıàı maèlÿmdur. ŞuèarÀmız èumÿmen o yolı ùutub gitmiş oldıàından
şièrde lisÀnımıza maòãÿã bir yol açılmamışdır.
BinÀéenèaleyh şuèarÀmız medìóalarca óaúìúate muàÀyir taèbìrÀt-ı mübteõele
ve mübÀlaàÀt-ı merdÿde ve àazeliyyÀtca pek çoú teşbìhÀt-ı müstehcene istièmÀlini
istilzÀm itmekle edebiyyÀt-ı şièriyyemiziŋ ekåeri sevilmeyecek bir ãÿretde úalmışdır.
EkÀbir óaúúlarında tanôìm olan úaãìdelerdeki evãÀfıŋ çoàunı görüyoruz ki
memdÿólarıŋ óaúìúat-i evãÀfı ve òilúat-i aãliyyelerine ve taèbìrÀt ve teşbìhÀtca
tecvìzÀt u taãdìúÀt-ı èaúliyyeye nisbet úabÿl idemeyecek sözlerdir. Bu sözler naômen
söylenmeyüb de bir mÀdió ùarafından lisÀnen bir memdÿóa ıùlÀú olunsa o memdÿó o
sözleri istihzÀ èadd ile óiddet ve nefret gösterecegi bì-iştibÀhdır!
Burası böyle iken hangi bir şÀèir o vaãfları şÀmil bir úaãìde yapub bir büyük
õÀta virmiş ise maúbÿl olaraú cÀéizelere /56/ mükÀfÀtlara nÀéil olmuş ve şu bì-aãl
sözler naômen o yolda maúbÿliyyet kesb itmekden nÀşì münÀsebetsiz ve èaúllara
óayret virecek derecede mübÀlaàalı sözlerden mürekkeb úaãÀéid inşÀdı meydÀnında
şuèarÀ yek-dìgerini sebúate devÀm iderek evãÀf-ı ekÀbire müteèalliú neşìdeler–her
dürlü maèÀrif ve kemÀlÀt-ı insÀniyyeleri óikemiyyÀtı óÀvì ÀåÀr-ı manôÿmeleriyle
bedìhì olan–şuèarÀmızıŋ óaúìúat-i óÀlde şÀnlarını tenúìã idecek bir rÀddeye
varmışdır.
ŞuèarÀmız şuèarÀ-yı ĪrÀniyye gibi óikemiyyÀt ve leùÀéif ve teşbìhÀtca da
şÀyÀn-ı taósìn olacaú pek çoú eşèÀr inşÀd itmişler ise de ne çÀre ki dìger úısm
126
keåretce àalebe eylediginden ÀåÀr-ı úudemÀ içinde tamÀmiyle maúbÿl-i úulÿb olacaú
bir úaãìde nÀ-mevcÿd ve àazeliyyÀtca da iètirÀødan sÀlim àazel azdır.
ÚaãÀyidce úudemÀ-yı şuèarÀnıŋ taúlìd ãÿretiyle ittiòÀõ eyledigi meslek bir
muãlıó-ı münãif ve mudaúúiúiŋ himmet-i ıãlÀóiyyesine teãÀdüf itmedi. Muãlıó-ı
úaãÀyid diye müştehir olan Nefèì ol mesleki ıãlÀó itmeyüb tervìc ve tevsìè itmişdir.
İşte bu müsÀmaóa
Nefèì
Uçardı taòt-ı SüleymÀn gibi hevÀda eger
Çekeydi resmini bir pÀre üstine Bih-zÀd
Nedìm
Bir gÿşe-i nigÀh ile mièmÀr-ı himmeti
SÿrÀò-ı mÿra vusèat-i kevn ü mekÀn virür /57/
NÀbì
Nesìm-i òulú-ı çemen-òìzi olsa güne vezÀn
Olurdı reste tenÿr içre ġonce-i sìr-Àb
gibi vicdÀn-ı selìmin ãıóóatini úabÿl idemeyecegi mübÀlaġalı sözlerle
úaãÀyid-i úudemÀnın ùolmuş olmasına sebeb oldı.
127
ŞuèarÀmızın böyle óaúìúate muġÀyir olan mübÀlaġÀt-ı ġayr-ı maúbÿleyi
yalŋız ekÀbir óaúúlarında naôm ile iktifÀ itmediler. Gözetdikleri nisbet üzerine
úarìóalarını õeviél-èuúÿlden olmayan bir óayvÀnıŋ ve õì-rÿó olmayan cemÀdÀtıŋ bile
tavãìfinde öyle münÀsebetsiz söz bulmaúda itèÀb iderek
Nefèì Bir Esb Medóinde
ÒırÀm-ı dil-keşi dünyÀyı meftÿn itdigi yitmez
Felekler de melekler de mülÀzımdur temÀşÀya
BurÀúÀsÀ zemìnden ger èazìmet itse eflÀke
İder sürèatde sebúat tìr-i Àh-ı èarş-peymÀ[y]a
Yedisinde güzer eylerdi nemnÀk olmadan pÀyı
Yolı düşse eger yil gibi gÀhì heft-deryÀya
Nedìm Bir Mevúiè Vaãfında
Hey ne feyø-i cÀvidÀndur ki olur serv-i sehì
Sürseler bir úaùr[e] Àbın nÀveküŋ peykÀnına /58/
Cedvel-i sìm içre Àdem binse bir zevraúçeye
İstese mümkin varulmaú cennetüŋ tÀ yanına
128
èArşa dek çıúmaúda mÀnend-i duèÀ-yı müstecÀb
Uġrayan Àb-ı muãaffÀ rÀh-ı şÀdırvÀnına
gibi sözler söylediler.
Teşbìbe dÀéir úudemÀnıŋ söyledikleri ġazellerde münderic teşbìhÀtıŋ ekåeri
de şuèarÀ-yı ÍrÀniyyeye taúlìd ile pek münÀsebetsiz bir ùarzda cereyÀn eyledi.
EvãÀf-ı òÿbÀn óaúúında Enìsüél-èUşşÀú’ıŋ∗ cemè eyledigi teşbìhÀtıŋ, biŋ beş
yüzden ziyÀde olub bunuŋ onda biri úabÿle şÀyÀn görilemiyor. MeåelÀ
Zülf óaúúında: zencìr, rìsmÀn, çengÀl, ejidhÀ, yılan, èaúreb
Göz óaúúında: òÿn-rìz, òÿn-òºÀr, úÀtil, èalìl, marìø
Úaş óaúúında: ùÀú, kemÀn, köpri, úavs-i úuzeó
Kirpük óaúúında: òançer, oú, mızrÀú
Ġamze óaúúında: úaããÀb, òırsız, cellÀd, úÀùıè-ı ùarìú, óarÀmì, gürz-i girÀn
/59/ Boy óaúúında: serv, èarèar, ùÿl-i emel, yerden göge úadar uzun bir şey
Aġız óaúúında: noúùa, cevher, ferd, mevhÿm, èadem, yanında bir noúùa
Mÿş Ovası úadar büyük görinecek bir şey
Bel óaúúında: úıl, úırú yarılmış úıl, òayÀl
gibi sözler söylemekden çekinmediler.
“Şièr” evãÀf u teşbìhÀt-ı óasene ve münÀsebe ile ùabèı bir şeyée meyl itdirecek
ve óÀl-i vicdÀnı veyÀ bir mevãÿfuŋ evãÀf u aóvÀlini úalbe tenşìù ve teéåìr gösterecek
∗Bkz. Şerefeddin Rami, Enisü’l-Uşşak, [Haz. Turgut Karabey v.d.], Ecdad, Ankara, 1994.
129
derecede taãvìr ile mevzÿn söz söylemek iken o sözleriŋ hiç birinde bu òÀãiyyet
müşÀhede olunamıyor.
ÚudemÀnıŋ òÿbÀn óaúúında õikr eyledikleri evãaf ile mevãÿf bir şaòã õihnen
taãavvur olunsa müteãavvir, o şaòãı ġÿl-i beyÀbÀnì ôannıyla mütevaóóiş olur.
LÀkin úudemÀnıŋ o yolda söyledikleri sözler dìvÀnlarından çıúarılub da
óikemiyyÀt ve evãÀf u teşbìhÀt-ı óasene vü münÀsebeyi cÀmiè olan sözleri ibúÀ
olunsa òayÀlÀt u taãvìrÀt u leùÀyif-i maúbÿlece olan kemÀl ü iútidÀrları oúuyanları
iècÀb idecek derecede èÀlÀ görinür. /60/
Hele meåneviyyÀtca gösterdikleri iútidÀr meydÀndadı[r] ki ÒÀúÀnì’niŋ
Óilye’si, Fuøÿlì’niŋ Mecnÿn u LeylÀ’sı, NÀbì’niŋ Òayriyye’si, Şeyò ĠÀlib’iŋ Óüsn ü
èAşú’ı, YaóyÀ Beg’iŋ Ġülşen-i RÀz’ı, æÀbit’iŋ meåneviyyÀtı gibi ÀåÀr-ı memdÿóaca
maúÀãıdı ifÀte itmeyecek derecede intiòÀb ve te’dìl icrÀ idilse ÀåÀr-ı meõkÿre
óaúìúaten úudemÀmızıŋ meåneviyyÀtca iútidÀrına delìl olabilür.
ÚudemÀ-yı şuèarÀmızıŋ óikemiyyÀt ve teşbìhÀt ve tavãìfÀt-ı maúbÿlece
iútidÀrlarınıŋ ne derecelerde èÀlÀ oldıġına bir nümÿne olmaú üzere ber-vech-i Àtì
baèø eşèÀr-ı münteòabelerini teberrüken işbu muúaddimeye õeyl idecegiz. Şu
nümÿne pek büyük bir bÀġçeden ùoplanmış pek küçük bir çiçek destesi gibidir.
130
ÚudemÀ-yı ŞuèarÀmızıŋ DìvÀnlarından Münteòab ÁåÀr-ı Manôÿme
{Álì}
O gülşenden nice gül-çìn-i ümmìd ola himmet kim
Gele andan meşÀm-ı cÀna her dem bÿy-ı istiġnÀ
{Baãìrì-i BaġdÀdì}
Ne ãÀnıèsıŋ ki ãunèuŋ seng içinden Àb ider peydÀ
Dıraòt-ı òÀrdan gül-ġonce-i sìr-Àb ider peydÀ
Ne gÿne müsteóìl emr ise ìcÀduŋ murÀd itseŋ
KemÀl-i óikmetüŋ fiél-óÀl aŋa esbÀb ider peydÀ /61/
{RÀġıb Paşa}
ÚÀbil-i reng olmayan olmaz peõìrÀ-yı cilÀ
İġbirÀr-ı òÀùır iksìr-i meserretdür baŋa
Reh-nümÀ lÀzım degüldür olmasun reh-zen hemÀn
Òıør’a muótÀc olmamaú maóø-ı hidÀyetdür baŋa
{Rüşdì}
Her varaú gördüm ki olmış sırr-ı maènÀdan sebaú
Her bün-i naòl-i gül oldı şimdi bir mekteb baŋa
131
{Rÿóì-i BaġdÀdì}
äaúın mizÀcuŋa òoş gelmeyenden olma melÿl
Ki muòtelifdür ezelden ùabìèat-i eşyÀ
HidÀyet olmayıcaú hiç olur mı ey Rÿóì
Vuúÿf-ı èillet-i ìcÀd-ı òilúat-i eşyÀ
{Oúçı-zÀde ŞÀhì}
Bu Àyetüŋ saŋa maømÿnı rızúa øÀmindür
ErÀde Rabbuke en-yebluġÀ eşuddehümÀ ∗
{Fuøÿlì}
Zihì õÀtuŋ nihÀn u ol nihÀndan mÀ-sivÀ peydÀ
BióÀr-ı ãunèuŋa emvÀc peydÀ úaèr nÀ-peydÀ /62/
KemÀl-i óikmetüŋ iôhÀr-ı úudret úılmaġa itmiş
ĠubÀr-ı tìreden Àyìne-i gìtì-nümÀ peydÀ
Gehì ùopraġa eyler óikmetüŋ biŋ me[h]-liúÀ pinhÀn
Gehì ãunèuŋ úılar ùopraúdan biŋ meh-liúÀ peydÀ
∗ “Rabbin diledi ki ikisi de rüşdlerine ersinler (ve kendilerine ait defineyi çıkarsınlar…) ” : Kur’ân-ı
Kerîm, Sûre 18 (el-Kehf), 82. âyetden bir kısım. (Kur’an-ı Kerim ve Kelime Meali, Rayiha
Yayıncılık, Ankara 2006, s. 301.)
132
{Fehìm}
Ey vücÿduŋ pertevindendür èadìm olmaú baŋa
VÀcib oldı sÀye-i mihr-i úadìm olmaú baŋa
Cevher-i õÀtuŋla úÀéim bir èaraødur lÀ-mekÀn
Mümtenièdür óayyiz-i èilm-i èalìm olmaú baŋa
Her tecellìden heyÿlÀ itdi biŋ ãÿret úabÿl
Çoú mıdur Àyìne-i ùabè-ı selìm olmaú baŋa
{NÀbì } Temcìdinden
TeèÀlaéllÀh zihì dìvÀn-ùırÀz-ı ãÿret ü maènÀ
Ki cism-i luùf ile rÿó-ı meéÀli eylemiş peydÀ
Úurub bir bÀrgÀh-ı ãunè luùf u úahrdan memzÿc
Virüb eødÀda Àmìziş úomış nÀmın anuŋ dünyÀ
Virüb óaúú-ı ãarìóuŋ úabø u basùuŋ, maóv u iåbÀtuŋ
èAdÀlet-òÀne-i óükminde itmiş cümlesin irøÀ
Zihì õÀt-ı ulÿhiyyet, mühim-sÀz-ı rubÿbiyyet
Ki şehristÀn-ı ãunèında degül bir õerre nÀber-cÀ
133
Zihì èÁdil ki eyler çÀr-sÿy-ı çÀr-faãlında /63/
TerÀzÿ-yı dü-keffe óidmetin sermÀ ile germÀ
Zihì ÚÀbıø ki èÀlem úabøa-ı óükminde muøùardur
Zihì BÀsıù ki çekmiş kÀéinÀta sofre-i naèmÀ
Şükÿh-i úudreti bÀlÀ-yı idrÀkÀt-i insÀnì
Vücÿh-i óikmeti bìrÿn-i óadd-i fehm-i istìfÀ
TerÀzÿ-yı teúÀbül vazè idüb bÀzÀr-ı imkÀna
Naúìøeyne tevÀfuúla teòÀlüf eylemiş ilúÀ
TeòÀlüf ãÿretÀ mÀniè degüldür vaódet-i aãla
Olur bir şÀòdan surò u sefìd u òÀr u gül peydÀ
Olur ôÀhir ùıbÀèa nisbet ancaú nefè ile øarrı
Egerçi nefè ü øarrı muótevì mecmÿèa-ı eczÀ
èAceb vaøè eylemiş bu kÀrgÀh-ı óikmet-Àmìzi
Ki kemter ãunèını derk eyleyince pìr olur bernÀ
BinÀ-yı intiôÀm-ı dìn ü dünyÀya idüb Àlet
ZebÀna nuùú virmiş gÿşa virmiş úuvvet-i ıãġÀ
134
HevÀ-yı rÿó-baòşÀ olmayaydı cilve-i raómet
Olurdı òalú-ı èÀlem yek nefesde cümle nÀ-peydÀ
Eger kim ism-i SettÀr’uŋ mededkÀr olmasa luùfı
İderdi iútiøÀ evvel úademde olmaġı rüsvÀ
{NÀbì}
İrÀde itse bir emrüŋ taèalluú fetóine NÀbì
Aŋa eùrÀf-ı nÀ-meémÿlden esbÀb olur peydÀ /64/
{NecÀtì}
Úısmet-i rÿz-ı ezeldür ey NecÀtì bilmiş ol
ÁşinÀ bì-gÀne vü bì-gÀne olmaz ÀşinÀ
{Nedìm}Bir Úaãr Vaãfında
Zihì himmet ki úoymış nev-bahÀrı ãÿret-i úaãra
Zihì ãanèat şebÀb eyyÀmın itmiş Àbveş icrÀ
Ya bu óavø-ı muãaffÀ úarşusında úaãr-ı zìbÀnuŋ
Ùutar Àyìne bir maóbÿb-ı raènÀ pìşine gÿyÀ
135
Ser-À-pÀ feyø-i óÀlet zìr u bÀlÀ bÀġ-ı [p]ür-[b]ehcet
Ki olmış zìri bÀlÀsına óayrÀn, zìrine bÀlÀ
{Şeyò NiyÀzì}
Tecellì eyler ol gÀhì cemÀl ü geh celÀletden ∗
Birinüŋ óÀãılı cennet birinden nÀr olur peydÀ
Aómedì
Bì-beúÀdur bu meclis ey aóbÀb
FeétteúuéllÀhe yÀ uliél-elbÀb ∗∗
Pertev Paşa
Te’ennì [mÀye]∗∗∗-i iúbÀl-i ehl-i istiúÀmetdür
Òuùÿùuŋ ièvicÀcı òÀmeyi itèÀbdandur hep /65/
∗ Bu kısım metinde “celaletinden” şeklinde yazılmış olmakla beraber vezin “celaletden” olarak
okunmasının doğruluğunu işaret ediyor.
∗∗ “O hâlde ey gerçek akıl sahipleri Allâh’dan sakının...” : Kur’ân-ı Kerîm, sûre 5 (el-Mâéide), 100.
âyetden bir bölüm. (Kur’an-ı Kerim ve Kelime Meali, Rayiha Yayıncılık, Ankara 2006, s.123.)
∗∗∗éîàÛbß şeklinde yazılan bu kelimenin bulunduğu beyit, çevirdiğimiz metnin 35. sayfasında tetabu’-ı
izâfât konusu içerisinde daha önce geçmiş olduğu için kelimenin aslının bu olduğundan şüphe
etmedik.
136
{ÓÀmì-i Ámidì}
CinÀn resmüŋ DiyÀr-ı Bekr’de taãvìr ider meh-tÀb
KenÀr-ı Dicle’yi mÀnend-i cÿy-ı şìr ider meh-tÀb
KemÀlüŋ naúã, noúãÀnuŋ kemÀli oldıġın der-pey
LisÀn-ı óÀl ile kÀmillere taúrìr ider meh-tÀb
SevÀd-ı cürm ile kesmem ümìdüm nÿr-ı Raómet’den
ÓicÀb-ı ôulmeti bir laóôada tenvìr ider meh-tÀb
{SÀmì}
YÀd-ı ruòsÀruŋla bezm-i sìne gülşendür bu şeb
Rÿġan-ı gülden çerÀġ-ı dìde rÿşendür bu şeb
Fuøÿlì
Kilk-i úudret levó-i sìnemde seni eyler raúam
Eyleyüb maóbÿblar mecmÿèasından intiòÀb
MeõÀúì
ViãÀl ümmìdin eyler dil reh-i imkÀn-ı vuãlat yoú
NümÀyÀn úaãr-ı vÀlÀ-yı temennÀ, nerdübÀn ġÀéib
137
èAceb hÀmÿn-ı óayretdür beyÀbÀn-ı maóabbet kim
FiġÀn-ı ãad-ceres peydÀ, vücÿd-ı kÀrbÀn ġÀéib /66/
Esèad Muòliã Paşa
Úıymet ü úadr-i óayÀt-ı pederi bilmeyene
Bildürür ãoŋra zamÀne ne imiş úıymet-i eb
NÀbì
MurÀd iderse müsebbib bir Àdemüŋ kÀrın
Yed-i teşebbüåini cüst-u-cÿ ider esbÀb
Şeyò NiyÀzì
Bu òarÀbı niceler çalışdı maèmÿr itmege
Bir yanın taèmìr iderken bir yanı oldı òarÀb
FÀøıl Beg
Devlet içün mücÀhede cennet içün duèÀ
Degmez bu renc ü miónete dünyÀ vü Àòiret
Lebìb-i Ámidì
Dest-i ġavvÀãÀn-ı inãÀfa girür bir gün çıúar
Bu meåeldür ki sen insÀniyyet it èummÀna at
138
NÀbì
Mülk içinde melekÿtı göreyüm dirseŋ eger
Lafôda maènÀya baú, nÀfede bÿyı seyr it
İmtiyÀzuŋ sebebin aãldan isterseŋ eger /67/
ÒÀke baú dìde-i èibretle sebÿyı seyr it
Noúùadan dÀéirenüŋ gerdişin it istişhÀd
Toòmınuŋ øaèfını gör cirm-i kedÿyı seyr it
─
ÁdÀb-ı èubÿdiyyeti eşcÀrdan ögren
èAksüŋ bile ùÀèatver-i seccÀde-i Àb it
Áyìne-i idrÀküŋi pÀk eyle sivÀdan
SulùÀn mı gelür òÀne-i nÀ-pÀke óicÀb it
{Naôìf}Peder-i CÀmièuél-Óurÿf
Ne kimseye teşekkì vü ne Àh u nÀle it
ĠaddÀr-ı bì-mürüvveti Óaúú’a óavÀle it
VÀlì-i Ámidì
Ögren lisÀn-ı èaãrı, rusÿm-i zamÀneyi
Baú ùabè-ı nÀsa vaúte münÀsib tekellüm it
139
èİzzet Molla
Beúa-yı cismüŋe bir çÀre bul ey dehrì-i ġÀfil
Saŋa bir luùfı var mı olmasa kevn ü mekÀn óÀdiå
NÀbì
Engüşt-i girih-beste-i yeés olması yegdür
İtmekden ise õeyl-i leéìme teşebbüå
Teròìã-i duòÿl itmeyicek ãÀóib-i dìvÀn
Bì-fÀéidedür vaède-i derbÀna teşebbüå /68/
èİffet
Ey iden PerverdigÀr’uŋ birr ü iósÀnuŋ ümìd
Bir şikeste-sìneden refè-i melÀl itdüŋ mi hiç
Baãìrì
Muúallidi bıraúur şekke iòtilÀf-ı õevÀt
İder sefìneyi iġrÀú keåret-i mellÀó
Nüzhet
GÀhì óuãÿl-i kÀre televvün muèìn olur
Naúşa olur medÀr sefìd ü siyÀh ü surò
140
Belìġ
Degüldür cilvegÀh-ı mÀ-sivÀ baór-i dil-i èÀrif
Derÿnından ider her cìfeyi deryÀ-yı èummÀn red
Sürÿrì
èÁşıúa germ-i sitem olmış, raúìbe nerm uyar
Áteşi penbeyle ülfet itdirüb òÿ úoymış ad
Şeyò ĠÀlib Dede
Nÿrdan taãvìr úılmış bir belÀ FeyyÀø-ı küll
Ol belÀya cÀn virüb yÀr-ı sitem-òÿ úoymış ad /69/
NÀbì
Cismden rÿó u ãadefden dür, şecerden mìvedür
äanmaŋ ey ôÀhir-perestÀn lafôı maènÀdan murÀd
VÀlì-i Ámidì
Maèlÿm olur meşaúúat ile úadri devletüŋ
Olmaz óuãÿl-i kÀm-ı cihÀn bì-teèab leõìõ
141
ÁgÀh
Nühüftedür leb-i pür-òande sende mìve-i vaãl
Şükÿfe naòl-i ümìde åemer èalÀmetidür
─
PÀk-gevher bed-güherden dÀéimÀ mümtÀz olur
Laèl ü yÀúÿtuŋ yanında keh-rübÀya kim baúar
─
Gören dir rÿy-ı Àteş-tÀbını mÀéì libÀs içre
NümÀyÀn maèden-i fìrÿzede laèl-i BedeòşÀn’dur
Esèad-ı BaġdÀdì
äaón-ı gülşende şeker-òand oldıġı bì-cÀ degül
Ġonce-i dem-besteye laèlüŋ tebessüm ögredür
BÀúì
èİbret göziyle berg-i dıraòtÀn-ı sebze baú
HuşyÀr olana her varaúı bir cerìdedür /70/
Cevrì
Zehre sükker, òÀre gül, cevre vefÀ ol dÀéimÀ
èÁlem-i fÀnìde resm-i zindegÀnì böyledür
142
Cehdì-i Cedd-i CÀmièuél-Óurÿf
Taóãìl-i kemÀlÀta iden èÀrifi taórìã
EnôÀr-ı mürüvetle olan luùf u èaùÀdur
ÓÀõıú-ı Erøurÿmì
Teşekkì eyleme noúãÀnì-i erzÀúdan zìrÀ
Taèarruø mìzbÀna nÀn içün çoú bì-óayÀluúdur
RıøÀ göstermemek aókÀm-ı devlet-òÀne-i dehre
Mücerred-òÀne-i ġayre fuzÿlì ket-òüdÀluúdur
ÓÀmì-i Ámidì
Bilür celÀlet-i Óaúú’ı òıyÀm-ı çeròi gören
Ki şehriyÀruŋ olur úadri bÀrgÀhı úadar
─
Mümeyyiz úavlü õiél-vecheyne besdür meşreb-i úÀéil
Eger meddÀó olursa medódür õemmÀmdür õemmdür
─
Ehl-i dil ÀrÀm ider her úande kim raġbetlenür
GÀh olur ġurbet vaùan, gÀhì vaùan ġurbetlenür /71/
Rìşe-i ġamdan teóaşì eylemez erbÀb-ı dil
ÒÀme-i mÿ mÿydÀr olduúca cemèiyyetlenür
143
PÀk-ùìnet gÿşe-i ġurbetde òor olsun mı hiç
Gevher Àġÿş-ı ãadefden dÿr olur úıymetlenür
─
Göŋül şifÀ vü maraø kimden oldıġın bilmiş
Ne hindibÀ ùaleb eyler, [n]e rÀziyÀne arar
èÁrif Óikmet Beg
Müsellem olsa daòi dest-i iòtiyÀre fièÀl
Yine muvÀfıú-ı óükm-i úaøa ãudÿr eyler
─
Cebr olmayub irÀde-i cüzéiyye olsa da
Kim fièlini muòÀlif-i óükm-i úaøa ider
ÒayÀlì
CihÀn-ÀrÀ cihÀn içindedür arayıbilmezler
O mÀhìler ki deryÀ içredür deryÀyı bilmezler
RÀşid
Óased-i úalb-i èadÿ luùf ile zÀéil olmaz
Sengde muømar olan Àteşe Àb itmez eåer /72/
144
RÀġıb Paşa
Bu fürÿèat-ı teòÀlüf ki şuéÿnÀtuŋdur
Aãla èavdetde bu ġavġÀ bu keş-À-keş baãılur
─
Eylemez ìrÀå óasen-ÀrÀyişi bed-ùìnetüŋ
Zìnet olmaz mÀra endÀmındaki naúş u nigÀr
Sÿ-be-sÿ sevú eyleyen hep sÀéiú-ı taúdìrdür
Kimsenüŋ destinde yoú RÀġıb zimÀm-ı iòtiyÀr
─
LÀl olur elbet zebÀn-ı òÀme-i pìçìde-mÿ
Úılca ġamdan ùabè-ı erbÀb-ı süòan èilletlenür
KÀse-i faġfÿr leb-rìz olsa da virmez ãadÀ
æervet efzÀyiş bulınca aġniyÀ òıssetlenür
─
Óüsni bÀlÀter ider cÀme düşince çesbÀn
Nev-èarÿs-ı süòane revnaúı taèbìr virir
─
İmtiyÀz-ı åÀbit ü seyyÀrı müşkildür òayÀl
Ôann ider keştì-nişìnÀn sÀóil-i deryÀ yürür
─
Böyledür RÀġıb mükÀfÀt-ı èamel kim fiél-meåel
äorsalar maġdÿrını ġaddÀr kendin gösterir /73/
145
─
MiyÀn-ı güft-ü-gÿda bed-meniş ìhÀm ider úubóın
ŞecÀèat èarø iderken merd-i Úıbtì sirúatin söyler
Raómì-i Úırımì
Ábisten-i ãafÀ vü kederdür leyÀl hep
Gün ùoġmadan meşìme-i şebden neler ùoġar
Ruói-i BaġdÀdì
ÒÀk ol ki ÒüdÀ mertebeŋi eyleye èÀlì
TÀc-ı ser-i èÀlemdür o kim òak-i úademdür
─
Cehd eyle hemÀn ġayr eline baúmayagör kim
Benden ne saŋa fÀéide senden ne baŋa var
─
Baldan geç çekmeyem dirseŋ megeslerden belÀ
Yaènì nÿş-ı dehre aldanma bu nÿşuŋ nìşi var
─
Epsem ol kim nìk ü bed bì-hÿde òalú olmış degül
Her biriyle çerò-i dÀniş-perverüŋ bir işi var
─
Esìr-i cÀm olan rinde óaúÀretle naôar úılma
Ki her rind-i belÀ-keş kendi vÀdìsinde bir Cem’dür /74/
146
RiyÀøì
Bir úarÀr üzre degüldür gerdiş-i dolab-ı çerò
Bunı òÀk õillete indürse anı úaldırır
SÀmì
İttiãÀf eylese aòlÀú-ı óamìdeyle kişi
İder efèÀline bì-şübhe tevÀfuú taúdìr
─
Revzen-i òÀneyi sermÀda güşÀd itmekdür
Serdì-i bezm-i edeb òande-i bì-cÀdandur
Dervìş ŞinÀsì
Derÿnì-ÀşinÀ ol ùaşradan bì-gÀne ãansunlar
Bu bir zìbÀ revişdür èÀúil ol dìvÀne ãansunlar
èÁãım-ı Çelebì-zÀde
Behre-dÀr olur nièamdan zìneti terk eyleyen
Naòl olınca bì-şükÿfe bÀr kendin gösterir
ÚÀbiliyyetdür óuãÿl-i maùlabuŋ ser-mÀyesi
Elde istièdÀd olınca kÀr kendin gösterir
147
èİzzet MollÀ
Reng-i vaódet õÀtına biéõ-õÀti maòãÿã olmasa
Rÿy-ı dünyÀda olurdı her kesüŋ sìmÀsı bir /75/
èAzmì-i Ámidì
Gerçi esbÀb ile her kes vÀãıl-ı maúãÿd olur
Nerde gördük bì-müsebbib bir sebeb mevcÿd olur
èAùÀyì
Söze başlarsa tebessüm ile ol ġonce-dehen
Dürc-i yÀúÿtuŋ içinden dür ü gevher dökilür
èAvnì-i Ámidì
Mürde-i hicrüŋ ziyÀret itse ol rÿó-i revÀn
Merúad içre òÀk olan èaôm-ı remìme cÀn gelür
èAynì
Tevéem olmış sÿrına úaóbe cihÀnuŋ mÀtemi
Duòterin tezvìc iden mÀder hem aġlar, hem güler
148
Fuøÿlì
KemÀl-i óüsn-i meşreb èÀrı olmaúdur taèarruødan
RiyÀ ehline hem çoú iètirÀø itmek riyÀdandur
KÀmì-i Úaramanì
Güle gÿş itdiremez yoú yire bülbül iŋler
Varaú-ı mihr ü vefÀyı kim oúur kim diŋler /76/
Lebìb-i Ámidì
İden taót-ı taãarruf ekåer ednÀdur bu dünyÀyı
Teõekkür úıl ki ednÀ lafôınuŋ teénìåi (bîã…)dur
Esèad Muòliã Paşa
Her kese óÀlince vardur bir tecellìgÀh-ı èışú
Bì-sütÿn FerhÀd-ı kÿre Ùÿr şeklin gösterir
Beŋzer erbÀb-ı riyÀnuŋ óÀli ol kÀşÀneye
İç yüzi vìrÀn ùışı maèmÿr şeklin gösterir
NÀbì
Oldı beyÀø ãubó gibi mÿy-ı ser-i sefìd
Ey òüfte-çeşm uyan ki èibÀdet zamÀnıdur
149
─
Lebi bì-òande úalır òaùùı gelen òÿbÀnuŋ
Bir serÀyuŋ gidicek devleti bÀbı úapanur
─
Ehl-i mÀtem giryede küttÀb-ı úısmet òandede
CÀnsitÀnuŋ virdigi maècÿn dü-òÀãiyyetlidür
─
Mevúÿfdur müsÀèade-i rÿzgÀra kÀr
äarf eyleseŋ de èaúlıŋı sen nÀòüdÀ úadar /77/
─
Ki bülendi pest ider, gÀhì ider pesti bülend
MuúteøÀ-yı gerdiş-i dolab-ı èÀlem böyledür
─
Kim ki mekr-i zen-i dünyÀya zebÿn olmaz ise
RezmgÀh-ı felege merd gelür, merd gider
─
Senden ednÀyı görüb şükr ile dem-sÀz olmaú
Senden aèlÀlara reşk eylemenüŋ merhemidür
─
Sen ne úadar eyler iseŋ óìle vü tezvìr
HengÀm èamel bildigin işlerine taúdìr
150
Taòmìn-i nièÀl itdigüŋ Àhenleri òaãma
Áhenger-i taúdìr yapar pÀyuŋa zencìr
Ôann itmedigüŋ şaòãıŋ olur zìver-i òˇÀnı
Ol nÀnı k’idersiŋ dü-kef-i óırãile taòmìr
Sen Àteşe vaøè eyledigüŋ èanber-i òoş-bÿ
Bir ġayruŋ ider bìnì-i ümmìdini taèùìr
NÀ-gÀh görürsiŋ ki olur ġayre şeref-baòş
Göŋlü[ŋ]ce iderken görilen düşleri taèbìr
MièmÀr-ı tedÀbìr ne kÀdir k’ide NÀbì
BennÀ-yı úader itmedigi òÀneyi taèmìr /78/
─
SevÀd-ı mümkinÀt ÀåÀr-ı ãunèı bì-süòan söyler
KitÀb-ı kÀéinÀt esrÀr-ı Óaúú’ı bì-dehen söyler
Senüŋ gÿşuŋda istièdÀd yoú idrÀkine yoúsa
Leb-i cÿda kemÀl-i ãunèı her berg-i çemen söyler
─
151
Olma ey ùabè-ı óarìã enbÀn-güşÀ-yı ıøùırÀb
KÀr u bÀrı ÀsiyÀb-ı èÀlemüŋ nevbetledür
─
Düşman-ı maġrÿruŋ olma saùvetinden tersnÀk
Peşşe vìrÀn-sÀz-ı maġz-ı naòvet-i Nemrÿd olur
NecÀtì
ÕerreÀsÀ ben meõellet ùopraġında pÀy-mÀl
Gün gibi dil-ber sipihr-i kibriyÀ üstindedür
Nedìm
İşitdüm dür ãadef pìrÀheniŋ çÀk eyleyüb çıúmış
Meger ol dil-ber-i sìmìn-beden deryÀya girmişdür
Nüzhet
Bir úaùre Àba düşse ider kesb-i dÀèire
Her noúùa müsteèidd-i úabÿl-i kemÀl olur /79/
─
ÒüddÀma úaãd-ı luùfı olınca ekÀbirüŋ
Taósìn-i òidmet eyledigi bir bahÀnedür
─
152
ÒÀùır mükedder olsa èamelden úalur óavÀs
Bìm-Àr ehl-i òÀneye elbet melel virir
─
èArø itme bì-mülÀóaôa òalúa kelÀmuŋı
NÀ-puòte ictinÀ olınan bÀr saòt olur
Gitmez úulÿb-ı úÀsiyeden naúş-ı infièÀl
Seng üzre murtesem olan ÀåÀr saòt olur
─
Bì-hÿde ıøùırÀbı úo, levó-i cebìnüŋe
Eyler ne yazdı ise úaøÀ vü úader ôuhÿr
NiôÀmì
Dişlerüŋ kim leb-i laèlüŋ arasından görinür
Beŋzer ol jÀleye kim lÀle-i óamrÀya düşer
{Naô[ì]m}
ÙÀèat-i Óaú’dan dili ġafletdür ÀgÀh itmeyen
Reh-revi alıúoyan menzilden ekåer òºÀb olur
153
{Nefèì} Edirne Vaãfında
Cÿylar mı devr iden ùarf-ı çemenzÀrın yaòud
MÀéì pervÀz ile úaùè olmış yeşil òÀrÀ mıdur /80/
Sebz ü òürrem bir feøÀ mı her kenÀr-ı cÿybÀr
YÀ miyÀn-ı cÿda èaks-i künbed-i òaêrÀ mıdur
─
Luùfile geh bir güler yüz gösterir kim mürdeden
Nÿş-ı dÀrÿ-yı şeker-òand-ı lebinden cÀn bulur
Òışmile geh bir nigÀh eyler ki teéåìrinde cÀn
Nìş-i zehr-Àlÿd-ı zaòm-ı òançer ü peykÀn bulur
VÀlì-i Ámidì
Yine èaks-i ruò-i dil-ber dil-i pür-tÀba düşmişdür
äanursıŋ pertev-i mehdür ki rÿy-ı Àba düşmişdür
Dökilmiş èÀrıøuŋ üstinde gìsÿlar mıdur yoúsa
Benefşe sÀyesidür pertev-i meh-tÀba düşmişdür
─
Nièamla òˇÀn-ı èÀlem ser-te-ser ÀrÀste ammÀ
TenÀvül eyleyüb õevú alacaú sende dehen yoúdur
154
ÒˇÀce Vaóyì
BahÀne-cÿy-ı vuãlat oldıġum yÀre ùuyurmışlar
NifÀú itmişler ammÀ maènevì himmet buyurmışlar
Sünbül-zÀde Vehbì
Bì-hÿde niçün şekve idersiŋ ki felekden
Sen gibi o ser-geşte de maókÿm-ı úaøÀdur /81/
ÒallÀú-ı cihÀn úulluġa şÀyestedür ancaú
Kendüŋ gibi bir şaòãa tabaãbuã ne belÀdur
Veysì
Teb-òÀleler ki zìr-i lebüŋde demìdedür
Şol jÀledür ki ġonce-i terden çekìdedür
ÒˇÀn-ı viãÀli içre leb-i laèl-i dil-rüba
PÀlÿdedür ki sükker ile perverìdedür
Şeyòüél-İslÀm YaóyÀ Efendi
Reh-güõÀr-ı yÀrdan cemè eylesünler luùf idüb
Üstüme YaóyÀ o dem kim ùopraġum yÀrÀn atar
155
İbn-i KemÀl
Altun ile mìzÀnda bir gelse daòi seng
æıúletde bir olmaú ile úıymetde bir olmaz
ÓÀmì-i Ámidì
İki meh-pÀrenüŋ bir dilde èışúı dil-nişìn olmaz
Müsellemdür ki bir gözde iki merdüm mekìn olmaz
Baŋa hiç nefs-i emmÀrem gibi sÿé-i úarìn olmaz
O düzd-i kìne-òÿnuŋ kimse mekrinden emìn olmaz
äadefÀsÀ úabÿl-i feyøe istièdÀd lÀzımdur
Ki her mevøiède nìsÀn úaùresi dürr-i åemìn olmaz
RÀşid
ÒÀkisÀrì-i hüner-pìşeyi õıllet ãanma
Pertev-i mihr yire düşse de pÀ-mÀl olmaz /82/
RÀġıb Paşa
Feyøi yoúdur ne úadar olsa da zìbÀ taúlìd
Gülbün-i bÀġ-ı muãavver gül-i bÿyÀ virmez
156
RÀmì Paşa
Biz ol èÀşıúlaruz kim dÀġumuz merhem úabÿl itmez
O gülzÀruŋ ki Àteşdür güli şebnem úabÿl itmez
Raómì-i Úırımì
Reşk-i óÀsid òÀùır-ı dÀnÀyı ġamgìn eylemez
äÿret-i bed cebhe-i miréÀti pür-çìn eylemez
Turş-rÿyÀn-ı óased iósÀn ile olmaz beşÿş
Telòì-i zehri mizÀc úand-ı şìrìn eylemez
─
CefÀ-yı zaòm-ı çeròi çekmeyen şöhretle kÀm almaz
èAúìú-i ãÀf gevher-i şeróa-dÀr olmazsa nÀm almaz
Rüşdì
ÇÀre yoú çalsaŋ eger başuŋı ùaşdan ùaşa
Ser-nüvişt-i ezelì úÀbil-i taġyìr olmaz
Refìè
ÓicÀb itme ne var üftÀdegÀna rÿy-ı dil göster
CihÀnda õerre-perverlik şerefdür mihre èÀr olmaz
157
ÙÀlib
Çeşm-i inãÀf úadar kÀmile mìzÀn olmaz /83/
Kişi noúãÀnını bilmek úadar èirfÀn olmaz
èÁlì
èİnÀyet her kime yüz ùutsa èiãyÀnı óicÀb olmaz
Güneş ùoġduúda zìrÀ perde-i ôulmet [niúÀb] olmaz
èİzzet MollÀ
Bilinmez úıymeti rÿşen-dilÀnuŋ vaút-i feyøinde
Güneş tÀ batmaduúca ôulmet-i leyl ÀşikÀr olmaz
ĠÀzì FÀøıl
Baãduú yine kÀfirleri luùf itdi ÒüdÀ’muz
ÒÀr oldı èadÿnuŋ gözine tìr-i ġazÀmuz
Teéyìde nüzÿl itdi bütün gökdeki ervÀó
İmdÀda úıyÀm eyledi yirden şühedÀmuz
Fuøÿlì
Cìfe-i dünyÀ degül kerges gibi maùlÿbumuz
Bir bölük èanúÀlaruz ÚÀf-ı kanÀèat beklerüz
─
158
Her kimüŋ var ise õÀtında şerÀret küfri
IãùılÀóÀt-ı èulÿm ile müselmÀn olmaz
Ger úara ùaşı úızıl úan ile rengìn itseŋ
Rengi taġyìr olınur laèl-i BedeòşÀn olmaz
Eyleseŋ ùÿùìye taèlìm-i edÀ-yı kelimÀt
Sözi insÀn olur ammÀ özi insÀn olmaz /84/
{Fıùnat Òanım}
İdüb ãarf Àb-ı rÿyuŋ, umma luùf ehl-i denÀéatden
Ne deŋlü Àb virseŋ naòl-i òuşke mìve-dÀr olmaz
─
Ġam u endÿh-ı devrÀn ãÀf-ùabèÀna keder virmez
Yüzi çirkìn olan Àyìneye baúsa øarar virmez
{NÀbì}
İden hep reng ü bÿy-ı bÀùınìdür cilve ôÀhirde
Anıŋçün úışrı her sÀde dıraòtuŋ dÀruçìn olmaz
SezÀy-ı nÀm-ı insÀnì úulÿb-ı pÀk-gevherdür
BeyÀbÀnda olan her seng-i bì-úıymet nigìn olmaz
159
CihÀn èaks-i merÀyÀ oldıġın fehm eyleyen èÀrif
ZevÀlinden ôılÀl-i èÀlemüŋ endÿhgìn olmaz
─
Luùf ile óÀsid-i bed-òˇÀha nedÀmet gelmez
Telò olan mìveye sükkerle óalÀvet gelmez
─
Degüldür hüsn-i mÀder-zÀd muótÀc-ı zer ü zìver
Tekellüf óüsne de reh-yÀb olursa dil-pesend olmaz
NecÀtì
Her İbrÀhìm èizzet Kaèbe’sinde
ÒalìluéllÀh yÀòud Edhem olmaz /85/
Nüzhet
èIyÀr-ı õÀtı merdüm-zÀdenüŋ aãlÀ nihÀn olmaz
Zer-i meskÿk muótÀc-ı mióekk-i imtióÀn olmaz
Nev-res
İderüz maèãiyyeti luùf umaruz MevlÀ’dan
Biz bu miónetgedede òÀr ekerüz gül biçerüz
160
Neylì
Baèìd olmaú gibi erbÀb-ı şöhretden kemÀl olmaz
Ki nezdìk olmaduúca ÀfitÀba meh hilÀl olmaz
VÀlì-i Ámidì
Úurbiyyet-i gül bülbüle de òÀra da úalmaz
HengÀm-ı ùarab meste de huşyÀre de úalmaz
Elbette olur pÀ-zede-i ceyş-i zemistÀn
Bu revnaú u fer bÀġa da ezhÀra da úalmaz
Sünbül-zÀde Vehbì
İden her kÀrını mìzÀn-ı inãÀf ile sencìde
Bu bÀzÀr-ı fenÀda sÿd görmezse ziyÀn çekmez
KemÀl erbÀbı kesr-i úadr ile bì-iètibÀr olmaz
Zer-i òÀliã şikeste olsa da nÀúıã-èıyÀr olmaz
Olur ÀfÀúa rÿşen èayb-ı merd-i kÀmil elbette
Ki mÀh-ı nÀ-tamÀm üzre kelef pek ÀşikÀr olmaz /86/
161
Baúub naúş-ı nigìne şöyle fehm itdüm ki èÀlemde
Derÿnın şeróa şeróa itmeyenler nÀm-dÀr olmaz
BÀúì
Devr elinden BÀúiyÀ ġam çekme èÀlem böyledür
Gül esìr-i òÀr u òas, bülbül giriftÀr-ı úafes
Fuøÿlì
Ùaène-i ehl-i melÀmetden ne mÀniè èÀşıúa
Berú-ı lÀmiè defèin eyler mi hücÿm-ı òÀr u òas
ÁgÀh
Bülbülleri de, gülleri de, òÀrı da òod-bìn
Seyr it bu cihÀn bÀġı temÀşÀya degermiş
ÒayÀlì
BelÀya merd olanlar ãabr ider, nÀ-merd ãabr itmez
TamÀm olsa èıyÀrı itmez altuna ziyÀn Àteş
RÀġıb Paşa
Degül tedbìr ile bir kimse úÀdir maóv-ı iåbÀta
Suùÿr-ı nüsòa-i taúdìre kimdür òÀme uydurmış
162
RaòşÀnì
Úızarmış terleyüb ruòsÀruŋ ey meh tÀb göstermiş
ÒalìlÀsÀ cemÀlüŋ Àteş içre Àb göstermiş /87/
èİzzet MollÀ
Biŋ şìvesi vardur bu ZüleyòÀ-yı cihÀnuŋ
Ey Yÿsuf-ı óüsn eyleme zindÀnı ferÀmÿş
Fuøÿlì
Dehr içinde bir ãınuú dìvÀr görseŋ öyle bil
Bir SüleymÀn mülkidür kim çerò vìrÀn eylemiş
Fehìm
Rÿó virmiş iki yÀúÿta Óakìm-i muútedir
Óüsnüŋ içre vaøè idüb laèl-i süòan-gÿdur dimiş
Lebìb-i Ámidì
O şÿòuŋ sÀèid-i nerminde köhne-dÀġ-ı rengìni
Gül-i taãvìrdür kim şÀl-ı Keşmìr içre göstermiş
163
NÀéilì
Se-rÿze devlet ü iúbÀl-i çeròe olma dil-beste
Bu bir vefú-i müåelleådür nice bÀzÿya baġlanmış
äarılmış pÀyına dil èÀrıøuŋ gül gül görüb meyden
GiyÀh-ı restedür gül-deste-i òoş-bÿya baġlanmış
NecÀtì
N’eylesün gülzÀrı èÀşıú olmayınca gül-èiõÀr
BÿsitÀn-ı cennete ãÿret viren dìdÀr imiş /88/
Nüzhet
MülÀyim-ùìnetÀnuŋ zÀéil olmaz bir zamÀn ġayôı
Úalur òÀkister içre olsa maòfì çoú zamÀn Àteş
Teèaddìde tehÀluk ber-ùarafdur tìz-ùabèÀna
Ne bulsa mÀéil-i iórÀú olur bì-iòtiyÀr Àteş
{Naôìf }Peder-i CÀmièuél-Óurÿf
Dir seyr iden ol rÿy-ı èaraúnÀküŋi yÀruŋ
Berg-i güli gÿyÀ ki nesìm Àba düşürmiş
164
Nazìm
O kim dürc-i leb-i laèlüŋde dürr-i nÀb göstermiş
Ne sÀóirdür şererde úaùre úaùre Àb göstermiş
CemÀlüŋ çeşm-i terde MÀnì-i èışú eyleyüb taãvìr
Derÿn-ı Àbda òurşìd-i èÀlem-tÀb göstermiş
CemÀl-i bÀ-kemÀli eylemiş her õerrede cevlÀn
ÒüdÀ her õerrede bir mihr-i èÀlem-tÀb göstermiş
─
Dil ki derd-i èışúını cÀnında pinhÀn eylemiş
äunè-ı Óaúú ol gevheri kÀnında pinhÀn eylemiş
─
DehÀn-ı nÀzüki gülzÀr-ı èişve ġoncesidür
Ki bergi muèciz-i óüsniyle şuèleden bitmiş /89/
Nev-res
Eyleyüb tecribe eşyÀyı bu beyti ãoŋra
İtmiş Àvìòte levò-i felege bir dervìş
Çÿb ber-Àb fürÿ mì ne-bered óikmet çìst
Şerm dÀred zi-fürÿ-bürden-i perverde-i òˇìş ∗
∗ Odunun su üstünde dibe çökmeyişinden hikmet nedir? (Su) kendi büyüttüğünü batırmaktan hicap eder.
165
Nüzhet
Muòtelif olsa n’ola leõõet-i vaãl-ı òÿbÀn
Oldı her meyveye bir gÿne óalÀvet maòãÿã
Fuøÿlì
Úıl ãabÀ göŋlüm perìşÀn oldıġın cÀnÀna èarø
äÿret-i óÀlin bu vìrÀn mülküŋ it sulùÀna èarø
Tende cÀnum bir perìnüŋdür emÀnet ãaúlaram
Ol zamÀndan kim emÀnet itdiler sulùÀna èarø
NÀbì
èAúluŋ var ise aãl-ı kemÀn-gìrini fehm it
Ne nÀvekine eyle ne peykÀna taèarruø
─
Cevher-i aãlì-i õÀtìdür óaúìúatden murÀd
äaŋma insÀndan faúaù şekl ü şemÀèildür ġareø
İtmeden vaøè-ı kitÀb-ı óikmet-Àmìz-i vücÿd
İktisÀb-ı èilm ü taóãìl-i mesÀèildür ġareø /90/
Nüzhet
ÜftÀdelerüŋ òÀùırı meémÿn-ı kederdür
Düzd eyleyemez òÀne-i vìrana taèarruø
166
Naôìm
Áferìnişden senüŋ õÀt-ı şerìfüŋdür murÀd
Gelmeden şehr-i vücÿda cüst-ü-cÿyuŋdur ġareø
─
èÁşıú perestiş eyler iken óüsn ü Ànına
Ol ùıfl-ı nÀzenìne degüldi namÀz farø
Belìġ
Òilèat-i cÀhı bulur úÀmet-i istièdÀduŋ
CÀmeyi hep biçer endÀma münÀsib òayyÀù
RÀşid
İòtilÀf-ı kÀéinÀtı óikmete óaml eyle hep
Yoúsa taúdìr eylemez bir emrde óÀşÀ ġalaù
NÀbì
Saèy eyle naúş-ı óikmetüŋ idrÀke ãÀnıèuŋ
Bì-ãunè-ı Óaú müşÀhede-i mÀ-sivÀ ġalaù
RÀşid
TekÀpÿsuz gelen nièmetde vardur leõõet-i dìger
Ne deŋlü münèam olsa Àdem eyler armaġandan óaô /91/
167
Fuøÿlì
Dürcdür laèl-i revÀn-baòşuŋ, dür-i şehvÀr lafô
Dürcden dürler dökersiŋ eyleseŋ iôhÀr-ı lafô
VÀãıf
Siyeh-kÀrÀn èaceb mi itmese rÿşen-güherden óaô
İder mi düzd-i şeb-rÿ rÿşenÀyì-i úamerden óaô
Sünbül-zÀde Vehbì
KelÀm-ı óaúúı her kimden işitseŋ istimÀè it kim
Bozılmaz maènÀ-yı ÚuréÀn olursa bed-ãadÀ óÀfıô
Fuøÿlì
Çekdügüm dünyÀ vü èuúbÀdan senüŋçün oldı fÀş
Ùoġrı dirler küllü sırrin cÀvezeél-iåneyni şÀè ∗
CÀn u dil bir èömrdür tìġüŋçün eylerler nizÀè
Girmeden tìġüŋ senüŋ ortaya faãl olmaz nizÀè
∗ İki kişiyi geçen her sır yayılır.
168
RÀġıb Paşa
TÀbiş-i fikr-i ruòıyla ol mehüŋ [şeb-tÀ-seóer]∗∗
Kulbe-i şevúümde rÿşen revġan-ı gülden çerÀġ
SÀmì
Rÿşen-dilÀn biri birine feyø-baòş olur
Áyìne buldı ülfet-i sìm-Àbdan fürÿġ /92/
Nüzhet
DÀġlardur dildeki èışúı nümÀyÀn eyleyen
ÒÀneden maèlÿm olur mı olmasa revzen çerÀġ
RÀġıb Paşa
èÁleminde her kes eyler òod-be-òod daèvÀ-yı zÿr
Merd-i meydÀn-ı hüner maèlÿm olur rÿz-ı maãÀf
ÁgÀh
Áġÿşa çeker kÀh-rübÀ kÀhı görince
Maèşÿúını bulmış o da sìmÀsına lÀyıú
∗∗ Metinde “şeb-tâbe-seher” şeklinde yazılmış olan kısmın, beytin veznine uymaması sebebiyle “şeb-
tâ-seher” olması gerektiğini düşündük.
169
Álì
NÀr-ı ġam, nÿr-ı ãafÀ hep bir çerÀġuŋ pertevi
Çeşm-i èirfÀn ile baúsaŋ arada bì-gÀne yoú
Belìġ
El uzatduŋ güle küstÀòÀne
Bülbülüŋ òÀùırı yoú mı èÀşıú
CevÀnì
Ġonceye dürc-i leb-i laèlüŋ naãıl beŋzer senüŋ
Ġoncenüŋ zìrÀ ki dendÀnuŋ gibi lüélāsi yoú
ÒayÀlì
İster iseŋ almaġa óikmet kitÀbından sebaú
ÒÀme-i úudret ne yazmış ãafóa-ı ÀåÀra baú /93/
Cism terkìb-i ġubÀrìdür sen andan fÀriġ ol
Rÿó-ı pÀk ol, èÀlem-i tecrìde gel, esrÀra baú
ÙayyÀr Paşa
Ey úılan her dem şikÀyet gerdiş-i eyyÀmdan
Kimsenüŋ döndürmege gönlince bir tedbìri yoú
170
Fuøÿlì
TemÀşÀ-yı cemÀlinden naôar ehlini menè itme
Ne sÿd ol òÿb yüzden kim naôar úılmaz aŋa èÀşıú
─
Devr ser-mest-i òarÀb-ı ġaflet itmiş èÀlemi
Bunca ser-mestüŋ temÀşÀsına bir huşyÀr yoú
KemÀl Paşa-yı Úadìm
Dime èışú içre baŋa kim ide irşÀd-ı ùarìú
Sen hemÀn düş yola AllÀhu veliyyuét-tevfìú∗
Lebìb-i Ámidì
äarf eyleme naúd-i dili her sÀde úumÀşa
Úıymet virilür her kese kÀlÀsına lÀyıú
NÀbì
Hüner bir òÀùır-ı vìrÀnı taèmìr itmedür yoúsa
Degüldür Àdemiyyet naúş-perdÀz-ı rivÀú olmaú /94/
ÕÀtuŋda fürÿ-mÀyeligüŋ òalú bilürken
Bì-fÀéidedür rifèat ile muóteşem olmaú
∗ Başarının üstlenicisi Allâh’tır.
171
Naèìm (Teõkireci)
Taèmìr-i Kaèbe hadm-ı ãanem-òÀne iş degül
Aç dìde-i baãìreti úalb-i óazìne baú
VÀlì-i Ámidì
Çoú cevre taóammül idemez òÀùır-ı rencÿr
Sille urılur her kese sìmÀsına lÀyıú
─
Óuãÿl-i kÀm ise maúãÿduŋ eyleme taècìl
İşüŋ netìcesine, vaútüŋ iútiøÀsına baú
İsóaú
Taòmìr idince ùìnetüŋ ÜstÀd-ı Lem-yezel
İtmiş fürÿġ-ı nÿr ile perverde gerdenüŋ
Esèad-ı BaġdÀdì
Gülerken ùatlı ùatlı gül gibi bilmem niçün böyle
Şeker-òand-ı dehÀnuŋ çÀşnì-senc-i èitÀb itdüŋ
BÀúì
Cümle tedbìr pes-i perdede üstÀduŋdur
İòtiyÀrì mi ãanursıŋ óarekÀtın ãuverüŋ /95/
172
Pertev
YÀ meşrebi, yÀ maùlabı, yÀ åıúleti vardur
Her bezme gelen kimseyi aóbÀb mı ãandıŋ
ÓÀmì-i Ámidì
NÀ-dÀna bÀr-ı bì-hudedür cism-i bì-şuèÿr
DünyÀya ãanki söylediler var cenÀze çek
RiyÀøì
MiyÀn-ı hÀlede seyr eyledük bir mÀh-ı tÀbÀnı
Baúarken dil-rübÀyı revzen-i kÀşÀneden gördük
SÀmì
Bì-vücÿdÀn ile ülfet sebeb-i rifèatdür
Bir iki noúùa ider rütbesin efzÿn raúamuŋ
äoóbet-i bì-edebÀn gÿşe-òırÀş-ı dildür
Perdesüz sÀzda hiç luùfı olur mı naġamuŋ
─
Nedür sÿdı bu bÀzÀr-ı fenÀda celb-i emvÀlüŋ
ĠınÀ virmez metÀè-ı müsteèÀrı dÿş-ı dellÀluŋ
Taóammül miónete ser-mÀye-i emr-i maèìşetdür
Olur nefèi füzÿn bÀrı girÀn olduúca óammÀluŋ
173
èÁãım (Çelebi-zÀde)
Meh-i nev bedr olur ammÀ kelef gitmez èiõÀrından
Olur bir vech ile èaybı nümÀyÀn ehl-i noúãÀnuŋ /96/
Fuøÿlì
Tìz çekmezseŋ cefÀ tìġüŋ beni öldürmege
Öldürür Àòir beni bir gün bu ihmÀlün senüŋ
─
Çoú èacebdür laèle ġÿyÀluú ne muècizdür bu kim
Eyler iôhÀr-ı süòan laèl-i dür-efşÀnuŋ senüŋ
─
Bilmedüm bih-bÿdumı cevrüŋden itdüm ictinÀb
Telò şerbetlerden ikrÀh eyleyen bìm-Àr teg
ÒÀùıruŋ şÀd eyledüŋ ehl-i vefÀ göŋlin yıúub
Bir èimÀret yapmaġa biŋ ev yıúan mièmÀr teg
─
Var ümìdüm kim görüb cevlÀnuŋı olsam helÀk
Gird-bÀd-ı naèl-i pÀyuŋ örte cismüm üzre òÀk
Öldigüm menzilde defnüm úılmaġa ãanmaŋ ki laód
Yir görüb ġurbetde aóvÀlüm girìbÀn itti çÀk
174
Cevrinüŋ muètÀdıyam bilmem nedür mihr ü vefÀ
Bilmese mihr ü vefÀ resmin cefÀkÀrum ne bÀk
Áh bilmem n’eyleyem cÀnumda rÀóat úalmadı
Gözlerüm nemnÀk ü sìnem çÀk, göŋlüm derdnÀk
ĠÀyr-ı naúşuŋ maóv úılmışdur Fuøÿlì sìneden
MÀ-lehu fiéd-dehri maùlÿbun ve maúsÿdun sivÀk ∗ /97/
Fuøÿlì
Úararubdur tütün teg rÿzgÀrum ol zamÀndan kim
Tenüm òÀşÀkine odlar urubdur berú-ı hicrÀnuŋ
İşümdür sÀye teg yirden yire yüz urmaú ol günden
Ki başumdan gidübdür sÀye-i úadd-i òırÀmÀnuŋ
─
Dün ki furãat düşdi òÀk-i dergehinden kÀm alam
N’oldı ey gözyaşı göz açmaġa furãat virmedüŋ
Göz yumub èÀlemden isterdüm açam ruòsÀruŋa
CÀnum alduŋ göz yumub açınca ruòãat virmedüŋ
∗ Bu zamanda senden başka istediği bir şey yoktur.
175
Fıùnat Òanım
Bilmedüm õevú-ı viãÀlüŋ çekmeyince fürúatüŋ
Olmayınca òaste úadrin bilmez Àdem ãıóóatüŋ
─
ÒÀkisÀrì mÀye-i rifèat olur rÿşen-dile
Artırur gerd-i yetìmì úıymetin incülerüŋ
─
äaúın telò eyleme vaøè-ı nemekle kimsenüŋ èìşin
NevÀl-i sofre-i bezm-i cihÀnda leõõet isterseŋ
Lebìb-i Ámidì
Fitìl-efrÿz-ı bezm-i maúdemüŋdür dÀġlar dilde
Buyur ey şehriyÀr-ı mülk-i dil seyr it çerÀġÀnuŋ /98/
{NÀéilì}
Mihr-i èiãmetden bile èÀr eyler olsa jÀle-pÀş
Ol óayÀ gül-berginüŋ pÀkì-i dÀmÀnın görüŋ
{NÀbì}
Gulÿ-gìr-i selÀmetdür tereddüd óükm-i taúdìre
Hekìmüŋ şerbet-i nÀ-òoş-güvÀrın bì-muóÀbÀ çek
─
176
İôhÀr-ı cünbüş itmez idi perde-i òayÀl
MaènÀsı olmasaydı verÀsında ãÿretüŋ
─
äaded maènÀda yoúsa sÀde naôma kim ider raġbet
Nedür bì-rÿó nefèi mürġ-i taãvìre per ü bÀlüŋ
CihÀnuŋ zaómeti erbÀb-ı óırãa èayn-ı rÀóatdur
Degül Àsÿde bÀre girmeyince puştı óammÀluŋ
─
Bildiler ôÀhir ile bÀùınuŋ Àmìzişini
Rengini reng-i enesinde görenler mÀnuŋ
─
Eyler şikeste bÀl ü perin ġayret-i ÒüdÀ
NÀbì cennÀó-ı ġayr ile pervÀz idenlerüŋ
─
Zuèm-ı pindÀr-ı cibillìsini teékìd iderüz
SufehÀ úısmına iôhÀr-ı müdÀrÀt itsek /99/
{Nedìm}
Nerm-ten dil-berlerüŋ ÀzÀrı da şìrìn olur
Leõõetin telò eylemez çìn-i cebìn pÀlÿdenüŋ
─
NÀzı resm itmiş de bir fevvÀre itmişdür òayÀl
İşte o ãudur atılmış úametüŋ olmış senüŋ
177
{Nüzhet}
Meyl itme tünd-òÿluú ile semt-i rifèate
Olmaz åebÀtı cevv-i hevÀda şerÀrenüŋ
{Nev-res-i Úadìm}
Mevc-i òatardan olmadı ÀsÀyişe medÀr
TÀ yanına oùurmış idim nÀòüdÀlaruŋ
{Seyyid Vehbì}
Dïstı zÀr u óazìn, düşmanı şÀdÀn eyler
äabr úıl eyleme bir kimseye iôhÀr elemüŋ
Baòşiş-i nÀbe-maóal cÿddan olmaz maèdÿd
äıfr-ı maèkÿs ile artar mı óisÀbı raúamuŋ
{Veysì}
Bezm-i iúbÀlini tÀr eylemesün dirse felek
Kişi yaúdıġı çerÀġ üstine pervÀne gerek
{İbn-i KemÀl}
NÀ-ehl olur muèÀrıø-ı ehl /100/
Her Aómed’e bulınur Ebÿ Cehl
178
{İsmÀèìl Óaúúì Efendi}
N’eylerseŋ eyle elde iken furãatı úoma
Ed-dehru lÀ-yusÀèidu yevmen èaleél-vuãÿl ∗
{Fuøÿlì}
Olsa istièdÀd-ı èÀrif úÀbil-i idrÀk-i vaóy
Emr-i Óaú irsÀline her õerredür bir Cebreéìl
Her kesüŋ taúdìrden maúãÿdı öz úadrincedür
Ehl-i èışú ister ZülÀl-i vaãlı, zÀhid Selsebìl
{Fehìm}
Görinür Àbda nìlÿfer-i òurşìd gibi
Úosaŋ ol sìne-i Àyìne-miåÀl üstine gül
{NÀbì}
Toòm olmayınca òÀk-nişìn bulmaz irtifÀè
Olmaz cihÀnda kimse èazìz olmadan õelìl
{Naômì}
Leblerüŋ vaút-i tebessümde temÀşÀ eyle
Nice zìbÀ yaraşur èıúd-ı leéÀl üstine gül
∗ Zaman, vuslat için bir gün bile yardım etmez.
179
{Nefèì}
èAúla maġrÿr olma EflÀùÿn-ı vaút olsaŋ eger
Bir edìb-i kÀmili gördükde ùıfl-ı mekteb ol /101/
{Belìġ}
MüşÀbehetle degül her iş ehline yaúışur
Úadeó olur mı mecÀlisde şìşe-i óaccÀm
{RÀġıb Paşa}
Ehl-i taúlìde müfìd olmaz eger olsa da feyø
Gül-i taãvìre ùarÀvet nice virsün şeb-nem
{ÙayyÀr Paşa}
Oldı olacaú olmayacaú olmadı aãlÀ
èÁlemde niçün yoú yire saèy u óaõer itdüm
{Ôuhÿr[ì]}
Bir gizli muèammÀ oúumışdı baŋa ġonce
TÀ ki dehenüŋ gördüm anı yÀd ide güldüm
180
{èÁãım-ı Çelebì-zÀde}
ÚÀbil-i feyøe KeremkÀr eyler iósÀnın tamÀm
Mihr ider mÀh-ı nevìn elbette noúãÀnın tamÀm
{Fuøÿlì}
Vehm idüb tÀ ãalmasun ol mÀha mihrin hiç kim
Kime yitsem cevr ü ôulminden aŋa dÀd eylerem
Bilmişem bulmam viãÀlüŋ lìk bu ümmìd ile
GÀh gÀh öz òÀùır-ı nÀ-şÀdumı şÀd eylerem
─
ÇÀre umdum laèl-i şìrìnüŋden eşk-i telòüme /102/
Telò güftÀruŋla alduŋ cÀn-ı şìrìnüm benüm
─
CÀna meylüŋ var ise óükm eyle teslìm eyleyem
ŞÀh sensiŋ, ben senüŋ bir bende-i fermÀnuŋam
{Úavsì-i Tebrìzì}
Kimseden ben göŋlümüŋ taèmìrin ümmìd eylemem
Ben bu vìrÀn olmışı ez-bes ki vìrÀn görmişem
181
{Esèad Muòliã Paşa}
Zer gibi erbÀb-ı cÀh olsaydı muótÀc-ı mióek
Bilinürdi lÀyıú-ı ser-kÀr kim èayyÀr kim
{NÀbì Bir Úaãìdesinden}
Kimdür ol kim mey-i manãıbla ola şìrìn-kÀm
Aŋa òamyÀze-i èazl olmaya Àòir encÀm
Bezm-i iúbÀlde ser-mest olanuŋ [ó]Àli budur
GÀh peymÀne çeker gÀh òumÀr-ı ÀlÀm
Geleli dehre ne mesmÿè u ne menôÿr oldı
Cilve-i şÀhid-i kÀm oldıġı ber-vefk-i merÀm
Gerçi kim kişver-i vìrÀne-i úalbümde benüm
èAzl u nasb eylemez icrÀ-yı rusÿm-ı aókÀm
Lìk kim furãatì-i bed-menişÀndan feryÀd
Ki virür vaøèları serdì-i deyden peyġÀm
Úanı kendi úuluŋam diyü perestişler iden
Eylemez yolda musÀdif olıcaú redd-i selÀm /103/
182
Úanı ol terk-i edeb diyü úuèÿd eylemeyen
Eylemez şimdi mecÀlisde bulınduúca úıyÀm
Úanı gördikce kemÀnveş òam iden úÀmetini
Zaòm açar tìr-ãıfat şimdi ãudÿr itse kelÀm
Gevher-i gÿş úabÿl eyleyen ednÀ süòanüŋ
Şimdi eyler süòan-i serd ile úaãd-ı ilzÀm
Mìmveş pÀy uzadub pÀ gibi puşt üzre yatur
Eyleyen èizzet içün dÀl-ãıfat úaddini lÀm
Nièmet-i cÀha iden destini ser-pÿş-ı duèÀ
äoŋra eyler dehenin kÀse-i zehr-i duş-nÀm
NerdübÀnlarda baġal-gìrlige sürèat iden
NerdübÀn üzre ider sebúÀte şimdi iúdÀm
İnfiãÀl itmege ÀmÀde gürÿh-ı etbÀè
èItú sevdÀsına dil-beste cevÀrì vü ġulÀm
Gitdi maãraf gibi (Àmed-şüd)-i óÀcetmendÀn
ÒÀneden pÀyını ìrÀd gibi çekdi enÀm
183
MÀ-óaãal ùurfe perìşÀnlıú imiş óÀlet-i èazl
Ùutmasun kimselerüŋ dergeh-i naãbında maúÀm
{NÀbì Dìger Bir Úaãìdesinden}
İtdi emr ehline teslìm-i emÀnÀtı ÒüdÀ
Ne olur emr-i ilÀhì daòı bundan aókem
Kişver ü salùanat AllÀh’uŋ emÀnetleridür
KÀfil-i emr gerek ola diyÀnetde èalem /104/
èİlm ile èaúl iledür maãlaóat-i devlet ü dìn
Gör ne buyurdı óadìåinde Resÿl-i Ekrem
“Úanġı sulùÀna murÀd itse ÒüdÀ òayr virür
Aŋa bir èaúl ile mevsÿf vezìr-i aèlam”
Baú SüleymÀn gibi peyġam-ber-i èÀlì-şÀnuŋ
Devleti olmış idi Áãaf ile müstaókem
Óaøret-i Mÿsì-i èİmrÀn gibi èÀlì-cÀhuŋ
Emrine olmış idi Óaøret-i HÀrÿn munøam
184
{NÀbì ĠazeliyyÀtından}
Nüsòa-i naúã u kemÀl oldıġını bu èÀlem
Gösterür cirm-i úamerde görinen bìş ile kem
─
Yine hem-cins çeker bir birinüŋ ġayretini
Zaòm-ı mıúrÀøa urur sözin anuŋçün merhem
─
Peste muótÀcdur elbette bülendÀn-ı cihÀn
Teşnedür Àb-ı çeh-i Zemzeme úandìl-i Óaram
─
MücÀzÀtında òÿb u ziştüŋ itmez õerrece taúãìr
èAceb ãÿret-nümÀy-ı èadldür Àyìne-i èÀlem
─
Kimi vÀ-reste-i derd aŋladumsa bezm-i èÀlemde
Anı benden beter dil-rìşter, endÿhgìn buldum /105/
{Naóìfì}
Göz gördi göŋül sevdi seni ey yüzi mÀhum
ÚurbÀnuŋ olam var mı benüm bunda günÀhum
{Nefèì}Bir Úaãìdesinden
Süòan oldur ki bilÀ-vÀsıùa-i ùabè-ı selìm
Ola maúbÿl-i dil-i nÀdire-sencÀn-ı fehìm
185
èIúd-ı gevher gibi manøÿm ola ùabèa vÀrid
Çekmeye nÀôım olan zaómet-i úayd-ı tanøìm
Silk-i tesbìó-i dür-i èÀrif-i biéllÀh gibi
Ola pür-gevher-i esrÀr-ı ÒüdÀvend-i èAlìm
Kim oúursa ide feyø-i nefesi dünyÀya
Neşr-i ÀåÀr-ı dem-i nuùú-ı MesìóÀ vü Kelìm
Böyle bir muècize-perdÀz-ı maóal-ġÿya sezÀ
Olsa ger meclis-i èirfÀn-ı ilÀhìde nedìm
Söz midür ol ki çeb ü r[À]st düşüb maømÿnı
Nice maènÀ-yı dürüstin bozayor lafø-ı saúìm
Çeke maømÿnını fehm itmede bir nükte-şinÀs
Ne úadar diúúat iderse o úadar renc-i elìm
Kendi fehm itse de biŋ fikr ile bir nüktesini
Nuùúı èÀciz úala yÀrÀna idince tefhìm
186
{Nev-res}
Virmeyen ãÿret-i idbÀra sücÿd
İdemez òalúa teveccühde úıyÀm /106/
Ùutmasa arúasını miórÀba
Òalúuŋ iúbÀlini görmezdi imÀm
{VÀãıf}
Berg-i gül-i terle dehenüŋden teri sildüm
Bir gülgülì dülbend ile verd-i teri sildüm
ÜftÀde-i hicrüŋ olalı ey büt-i bì-dÀd
Virdüm ne úarÀr Àha ne çeşm-i teri sildüm
Sen de sitem ü cevri unut baèd-ez-ìn ey şÿò
Ben levó-i øamìrümde olan muømarı sildüm
─
Çünki dökmezsiŋ nem-i eşküŋ benümçün sevdigüm
BÀrì úo vir óÀlüme kendime kendüm aġlayam
{ÁgÀh}
Felekde bì-tekellüf kevkeb-i iúbÀl anuŋdur kim
Çıúa her ãubó-dem bir mihr-i tÀbÀn cÀme-òˇÀbından
─
187
Şu deŋlü olmışam Àyìneveş leb-rìz-i óayret kim
Sen Àġÿşumda mest-i cilvesiŋ ben bì-òaber senden
─
Her kesüŋ bÀġ-ı cihÀn içinde bir dil-òˇÀhı var
Gülden efzÿn óaôô ider maòmÿr berg-i tÀkden
─
Pençe-i èiãmet idi ancaú girìbÀn-gìr olan
Yoúsa Yÿsuf ãanma bilmezdi ZüleyòÀ úıymetin /107/
{Álì}
ŞÀh-bÀzum evc-i istiġnÀ idi cevlÀngehüŋ
Şimdi bir zÀġ-ı siyehkÀra şikÀr olmaú neden
─
Hep suéÀl itdüm ġareø bir cilve-i cÀnÀn imiş
ZÀéir-i Beytüél-Óaram’dan, sÀkin-i büt-òÀneden
{BÀúì}
MÀ-verÀ-yı perde-i esrÀra bulmaz kimse rÀh
Óaøret-i Óaú’dur bilen ancaú óaúìúat n’idigün
─
Seni ãayd eylemezler mi görürsiŋ vaúti gelsün de
Uçarsıŋ ey hümÀy-ı evc-i naòvet gerçi yüksekden
188
{Pertev}
Şekve itmez òÀr-ı cevrüŋden biri ey ġonce-fem
Biŋ dehÀn-ı gül-ùırÀz açsaŋ tenümde yÀreden
─
Leõõetin görsün mi zerrìn-kÀòda ÀsÀyişüŋ
Òüfte zìr-i òÀkde emåÀl ü aúrÀnın gören
{Baãìrì}
Ùururken dïst, düşmandan òaùÀdur çÀre-cÿ olmaú
Muóibbe dïst derdi òoş gelür düşman devÀsından
─
Cilve-i naúş-ı òayÀl-i yÀre åıúletdür diyü /108/
ÒˇÀb gelmez dìde-i bìdÀruma endìşeden
{BehÀyì}
Hem yaúarsıŋ berú-ı şimşìr-i sitemle èÀlemi
Hem yine dirsiŋ ser-i kÿyumda feryÀd olmasun
{Cevrì}
Derd ile úalmaú óayÀt-ı cÀvidÀnìdür baŋa
Tek ùabìb-i bed-meniş minnetle dermÀn itmesün
189
{ÓÀletì}
èIşú eyledi giryÀn u firÀú itdi yaşum òÿn
äoŋra gelen üstÀdu[ŋ] olur ãanèatı efzÿn
{ÓÀmì-i Ámidì}
Virmek isterseŋ cihÀnda nÀm mÀnend-i nigìn
Merkezüŋde göster istiókÀm mÀnend-i nigìn
Kec-nümÀdur ôÀhiren ammÀ çıúar ÀåÀrı rÀst
Levó-i dilde (naúş olan) erúÀm mÀnend-i nigìn
Gevherüŋ pÀk ise ÀåÀruŋ ile nÀmuŋ yürür
Sen hemÀn òÀneŋde úıl ÀrÀm mÀnend-i nigìn
Hem çıúar naúşuŋ beyÀøa hem olur rÿyuŋ siyÀh
İtme rÀzuŋ her kese ièlÀn mÀnend-i nigìn
El kiri, yüz úarasıdur ÓÀmiyÀ taóãìlümüz
Olmışuz farøÀ ki ãÀóib-nÀm mÀnend-i nigìn
─
Kendin miåÀl-i meh göremez bir nefes tamÀm /109/
İlden gelen èaùiyye vü iósÀnı bekleyen
190
{Árif Óikmet Beg}
Kef-i taúlìd olur mı mÀye-baòş-ı feyø-i rÿóÀnì
HemÀn taósìn-i ãanèatdür ġareø taãvìr-i MÀnì’den
ÚanÀèat mesnedinde óulle-pÿş-ı istirÀóatdür
Çeken dest-i ümìdi dÀmen-i fikr-i emÀnìden
─
EyÀ pertev-fürÿz-ı cÀh-ı devlet iètirÀø itme
Vücÿd-ı nÀr olur sürèatle zÀéil iltihÀbından
{ÕekÀyì}
Yapılsun türbe-i úabrüm güõergÀhında ol şÀhuŋ
Gelüb geçdükce ãorsu[n] óÀlimi òÀk-i mezÀrumdan
{RÀşid-i Ámidì}
FermÀn-ber itmiş emrine bir şÀh-ı óüsn anı
Dil kişverinde óüsni ser-À-pÀ revÀn iken
{RÀşid-i Úadìm}
Hücÿm-ı õıllet-i idbÀr rifèate göredür
Olur nüzÿli kerÀnuŋ şedìd bÀlÀdan
─
191
İder ãavt-ı ceres rÀh-ı ùalebde daèvet-i reh-zen
Hele dünyÀda yoúdur Àdeme şöhret úadar düşmen /110/
─
Eyler mi dil-i ãÀfı óavÀdiå mütekeddir
Gelmez keder Àyìneye eşkÀl ü ãuverden
{RÀġıb Paşa}
Bì-tÀbì-i tehÀluk ile yolda úaldı hep
Ser-menzil-i merÀma (vaúitsiz) şitÀb iden
─
HevÀy-ı nefsden ser-mÀye-i èizzetdür istiġnÀ
èAzìz olmazdı Yÿsuf çekmese dÀmen ZüleyòÀ’dan
─
İntisÀb-ı ehl-i devlet òÀki de eyler èazìz
ZÀéil olmaz ãayt-ı èizzet kÀse-i faġfÿrdan
─
Muúayyid iètibÀr almaz, teşÀbüh reng ü bÿ virmez
Olur mı zìver-i destÀr-ı raġbet sünbül-i òırmen
{Raómì-i Úırımì}
Hüner aèdÀyı ùatlı dil ile tesmìmdür yoúsa
Nedür farúı zebÀn-ı cÀn-gezÀnuŋ nìş-i kej-dümden
192
─
Eli úalsa n’ola her kadr-dÀnuŋ ùaşlar altında
NümÀyÀndur bu mebóaå keffe-i seng-i terÀzÿdan
─
Baŋa evøÀè-ı nÀ-şÀyeste-i gerdÿn keder virmez
Teéeååür óÀãıl olmaz baórde çirk-Àb-ı bed-bÿdan /111/
{Raóìúì}
èIşú geldi ùurmasun gitsün göŋülden ãabr u huş
Ġayre yir úalmaz serÀy-ı dilde sulùÀn var iken
èÁşıú-ı dil-teşne el çekmez lebüŋden bilmiş ol
İstemez bir kimse ölmek Àb-ı óayvÀn var iken
{SÀmì}
Virür mi feyø-i kÀmil sÿd ùabè-ı naúã-bìnÀna
Tehìdür desti Àòir ùaşsa gevherler terÀzÿdan
─
Anda var ümmìd-i bih-bÿdì bu merhem-nÀ-peõìr
Zaòm-ı kilk-i bed-süòan efzÿnterdür tìrden
─
Tìre-ùabèı zişt-òÿ tercìó ider (bì-kìneden)
Seng-i òÀrÀ òÿb olur zengìye ãÀf Àyìneden
193
{SulùÀn SüleymÀn}
Bì-vefÀ yÀrüŋ Muóibbì cevrini maèõÿr ùut
YÀrsuz úalur cihÀnda èaybsuz yÀr isteyen
{Şehrì}
Olmasun vÀ-reste pìç-ü-tÀb-ı ġamdan kìne-òÿ
MÀr-ı sermÀ-dìdeye MevlÀ güneş göstermesün
{Øamìrì}
Dil-i pür-sÿzı itsün tÀze tÀze dÀġlar tezyìn /112/
NihÀl-i şuèledür gülzÀr-ı óasretde çiçek virsün
{èÁrif }
Bir gümüş ãuyıdur ol sìne vü gerden gÿyÀ
èAks-i meh gibi ider çehresi anda lemeèÀn
{èÁrif SüleymÀn Beg}
IøùırÀb-ı óÀl bÀdì-i sükÿnet oldıġı
Ùıfl iken maèlÿm olurdı cünbüş-i gehvÀreden
194
{èÌzzet èAlì Paşa}
Mekr-i düşmandan óaõer yoúdur dile nÀ-kÀm iken
Şeróadan faãã-ı nigìn ÀzÀdedür bì-nÀm iken
{èÌzzet MollÀ}
Levn-i gÿn-À-gÿn-ı eşyÀ çeşmine yek-rengdür
Rÿ-nümÀdur meõheb-i erbÀb-ı vaódet kÿrden
─
Çerò ġÀfildür verÀ-yı perde-i esrÀrdan
èAús ümìd itmek òaùÀ Àyìne-i taãvìrden
{èAzmì-i Ámidì}
İètirÀøı úo bozıldı gülşen-i èÀlem diyü
İşbu bÀġ-ı bì-beúÀnuŋ bÀġbÀnı sen misiŋ
─
ÚubÀb-ı dehre şÀn u menzeletle ãıġmayan ġÀfil
GiriftÀr-ı nişìmengÀh-ı mÀr-u-mÿr olur bir gün /113/
{èAynì}
Muøùaribdür dÀéim erbÀb-ı hünerden cÀhilÀn
Cephesi bed-ãÿretüŋ pür-çìn olur Àyìneden
195
{Þeyò ĠÀlib}
ÙabÀyiè muòtelifdür neşée-i feyø-i ilÀhìde
Pür olmaz sÀġar-ı mey çeşmesÀr-ı Àb-ı gevherden
{Fuøÿlì Bir Úaãìdesinden}
Ey sümÿm-ı saùvetüŋ teéåìri nìrÀn-ı ceóìm
V’ey seóÀb-ı raómetüŋ sìr-Àbı Firdevs-i berìn
Úudretüŋ gülzÀrına bir sebze (Sidrüél-MüntehÀ)
Óikmetüŋ şemèine bir pervÀne Cibrìl-i Emìn
äunèuŋ eyvÀnında bir úandìl devr-i ÀsumÀn
äanèatüŋ dìbÀcesinden bir varaú rÿy-ı zemìn
ÒÀkden her õerre teéyìdüŋle bir cism-i laùìf
Ábden her úaùre tevfìúüŋle bir dürr-i åemìn
Ol èamìmüél-feyø-münèimsiŋ ki feyø-i şÀmilüŋ
Rızú taúsìminde úılmaz imtiyÀz-ı küfr ü dìn
İútiøÀ-yı óikmetüŋ iôhÀr-ı úudret úılmaġa
İòtilÀf-ı ùabè ile eødÀdı itmiş hem-nişìn
─
196
èIşú odı yaúdı beni yanumda ùurma ey göŋül
Bir ùutışmış Àteşüm úurb u civÀrumdan ãaúın /114/
─
Dïst, bì-pervÀ, felek bì-raóm, devrÀn bì-sükÿn
Derd çoú, hem-derd yoú, düşman úavì, ùÀliè zebÿn
Yolda berg-i lÀle teg temkìn-i dÀniş bì-åebÀt
äuda èaks-i serv teg teéåìr-i devlet vÀjgÿn
─
Göz döker isrÀf ile òÿn-Àbe laèlin gÿyiyÀ
Kim ciger dÀġında ol laèlin bulubdur maèdenin
{Fıùnat Òanım}
Olan pür-çìde-dÀmen bÀġ-ı dehrüŋ berg ü bÀrından
Olur ÀzÀde çün serv-i sehì bÀd-ı òazÀnından
{Fehìm}
SÀde úalb ol kim úaøÀ nìreng-i naúş-ı feyø ider
Her şikeste-pÀre-i miréÀt-i úalb-i sÀdeden
Eylemiş şemè-i cemÀlüŋ Àteş-efrÿz-ı óayÀ
èÁrıø-ı pür-tÀbuŋ Àb-ı şuèle-Àmìz eyleyen
197
{Lebìb-i Ámidì}
KemÀl erbÀbı ÀrÀyişle aãlÀ iftiòÀr itmez
Degüldür óürmeti muãóaflaruŋ cild-i muùallÀdan
MülÀyim-ùìnete ôÀlimlerüŋ ôulmi muúarrerdür
Ki penbe Àteş ile sÿdmend olmaz müdÀrÀdan /115/
Mücerred şekl ile taúlìde gelmez pÀk cevherler
Ôuhÿr eyler mi kÀr-ı seyf-i ãÀrım mevc-i deryÀdan
{Mesèÿd Luùfì Efendi-i Ámidì}
İtmek cedel muġÀlaùadur sırr-ı vaódete
Luùfì bu kÀéinÀt aŋa bürhÀndur bütün
{Esèad Muòliã Paşa}
Bir òaste nÀ-ümìd ise baúmaz ùabìb olan
NÀ-úÀbilÀnı terbiye itmez lebìb olan
{Manùıúì}
SÀyesin dervìş-i bì-berg ü nevÀdan dÿr iden
äaúlasun ÀrÀyiş-i tÀbÿta naòl-i úÀmetin
198
{Münìf}
Úızarır bir nigeh-i germden erbÀb-ı nifÀú
Naúd-i maġşÿşuŋ olur úalbı be-dìd Àteşden
{Bir Úaãìdesinden}
ÒÀme-i emr-i Kün∗ olduúda raúam-senc-i yekÿn
Cümlesi oldı be-hem beste-i aókÀm-ı şuéÿn
Perde-pìrÀy-ı maôÀhir olub ÜstÀd-ı Ezel
Cilve-rìz oldı pey-À-pey ãuver-i gÿn-À-gÿn
Munfaãıl gerçi ki peyvend teãÀvir-i ôuhÿr
Muttaãıl yek-digere lìk temÀåìl-i buùÿn /116/
Çeşm-i bÀrìk-nigÀha görinür hep yek-reng
Bu nuúÿş-ı èaceb-Àmìòte-i bÿúalemÿn
Ser be-hem dÀde-i dest-i eóadiyyetdür hep
Yek biŋ silsile-i nisbet-i inşÀ-yı úurÿn
∗ “Ol” emri: Allah’ın kendisiyle kâinatı yarattığı emir. Kur’an’da birçok ayette (6: 99, 36: 82 )
geçmektedir.
199
Subóa-gerdÀn-ı riyÀøetgede-i úudretdür
Rìşe-i sÀú-ı dıraòt, enmile-i dest-i ġuãÿn
Oldı bu şeş-der-i èibretde úaøÀ vü úaderüŋ
Úabøa-ı basù u güşÀdında cihÀn zÀr u zebÿn
Cümle bir cÀy-ı óikemdür bu bisÀù-ı tertìb
Óadd-i õÀtında degüldür birisi perde bìrÿn
{NÀbì}
İderse pÀyuŋı Àzürde dest-i òÀrı nedür
ŞikÀyet eylemenüŋ vechi bÀġbÀnından
─
èUlüvv isterseŋ ol fevvÀre-i Àb Àteşìn olma
Fişek nÀ-bÿd olur bÀlÀya şiddetle ãuèÿdından
─
Ol şuèbedenüŋ ôÀhir-i ÀåÀrına nÀôır
Sen perdelerüŋ sırr-ı verÀsın ne bilürsiŋ
Her bir ser-i mÿyuŋda aúÀr Àb-ı letÀfet
DeryÀy-ı melÀóatde şitÀdan mı gelürsiŋ /117/
─
äaón-ı ferdÀda degüldür teşneter úalmaú baèìd
CÿybÀr-ı mümkinÀtuŋ bilmeyenler maúsimin
200
─
Olsa òalúuŋ rızúı óÀãıl verziş-i tedbìrden
KÿdekÀn-ı bì-zebÀn maórÿm olurdı şìrden
Òayrdur bìdÀrluúdan òˇÀb o bì-idrÀke kim
èAczi vardur vÀúıèÀt-ı èÀlemi taèbìrden
─
ëarb-ı sikke ile olur zer-i nÀmdÀr iştihÀr
Müsteèidd-i èizz ider üstÀd teõlìl itdigin
Bir nüveden bir dıraòt-ı bÀrver eyler ôuhÿr
ÒÀk ider tekåìr devr-i çerò taúlìl itdigin
Oldıġın aŋlar bu èÀlem bir muèammÀ-yı ġarìb
Fehm iden üstÀdınuŋ terkìb ü taólìl itdigin
─
Olmaz güsiste renc-i nişìb u firÀzdan
MÀnend-i sÀye ãÀóibine inúıyÀd iden
Ásÿdelik ümìdin ider ôıll-i èaãrdan
èAãruŋ devÀm-ı devletine iètimÀd iden
{Naóìfì}
Aġardı mÿy-ı rìş ü ser göŋül dünyÀya úanmazsıŋ
äabÀó oldı daòı sen òˇÀb-ı ġafletden uyanmazsıŋ /118/
201
{Nedìm}
Bilür bÀzÀrını germ itmenüŋ resmin ne kÀfirdür
Gelür hem bezme tenhÀ hem peşìmÀn gösterür kendin
─
èÁúıbet göŋlüm esìr itdüŋ o gìsÿlarla sen
Hey ne cÀdÿsıŋ ki Àteş baġladuŋ mÿlarla sen
{Nüzhet}
Saèy it müsevvedÀt-ı günÀhı beyÀøa çek
Dest-i úaøÀ cerìde-i èömrüŋ düşürmeden
─
İtme her ãayt u sadÀ-yı devlete mÀéil dilüŋ
Òoşdur ÀvÀz-ı ùabl dirler meåeldür dÿrdan
ÒˇÀhiş-i luùf eylemek kim mÀyegÀn-ı èaãrdan
Nÿr ümmìd itmedür èayniyle çeşm-i kÿrdan
{Nefèì Bir ÒÀne Vaãfında}
Mevlevìdür ãan o şÀdırvÀn-ı ser-gerdÀn kim
Hem döner hem eşkini eyler ãafÀsından revÀn
Zer-külÀhıyla yÀòud bir dil-ber-i raúúÀãdur
Bir ayaġ üzre semÀè itmekde dÀmen-der-miyÀn
202
{Nevèì}
Dil ãafóasına baúdum eùrÀfı òayli meşrÿó
Bildüm bu nüsòa çıúmış bir zā-fünÿŋ elinden /119/
─
ZÀhide miórÀb-ı mescid èÀrife ebrÿ-yı yÀr
Cilvegerdür pertev-i nÿr-ı ÒüdÀ her gÿşeden
{VÀóidì}
Zerd olsa n’ola úaşlaruŋ ey ruòleri gülgÿn
Ser-sÿreleri muãóafuŋ ekåer olur altun
{VÀlì-i Ámidì}
Dirler baŋa cÀnÀnesin al VÀlì raúìbüŋ
CÀnın bile alırdum eger gelse elümden
{SulùÀn Veled}
Ben bilmez idüm gizli èıyÀn hep sen imişsiŋ
CÀnlarda vü tenlerde nihÀn hep sen imişsiŋ
èÁlemde nişÀn ister idüm ben saŋa senden
Bildüm ki dü-Àlemde nişÀn hep sen imişsiŋ
203
{Sünbül-zÀde Vehbì}
èÁúıla lÀyıú mı ferdÀyı ferÀmÿş eylemek
Fikr-i şenbe ùıfluŋ eylerken tebÀh Àõìnesin
{Veysì}
Gider òºÀb-ı teġÀfül dìdelerden dÿr olur bir gün
Bu meclis böyle úalmaz mestler maòmÿr olur bir gün /120/
{èÁrif Óikmet Beg}
MiúdÀr-ı úabiliyyet olur mevrid-i füyÿø
Her cÀmı vüsèatince leb-À-leb ider sebÿ
{Fuøÿlì Medó-i Nebevìden}
äaçma ey göz eşkden göŋlümdeki odlara ãu
Kim bu deŋli ùutışan odlara úılmaz çÀre ãu
Vehm ile söyler dil-i mecrÿó peykÀnın sözin
İóùiyÀt ile içer her kimde olsa yara su
äuya virsün bÀġbÀn gülzÀrı zaómet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzüŋ teg virse biŋ gülzÀra ãu
204
Ben lebüŋ müştÀúıyam, zühhÀd Kevåer ùÀlibi
Nitekim meste mey içmek òoş gelür huşyÀra ãu
Ùìnet-i pÀkiŋi rÿşen úılmış ehl-i èÀleme
İútidÀ itmiş ùarìú-i Aómed-i MuòtÀr’a ãu
Seyyid-i nevè-i beşer, deryÀ-yı dürr-i ıãùıfÀ
Kim sepüpdür muècizÀtı Àteş-i eşrÀra ãu
Úılmaú içün tÀze gülzÀr-ı nübüvvet revnaúın
Muècizinden eylemiş iôhÀr seng-i òÀra ãu
Óayret ile parmaġın dişler kim itse istimÀè
Parmaġından virdigin şiddet güni enãÀra ãu
YÀ ÓabìbaéllÀh yÀ Òayreél-Beşer müştÀkuŋam
Öyle kim leb-teşneler yanub diler hemvÀre ãu /121/
Bìm-i dÿzeò nÀr-ı ġam ãalmış dil-i sÿzÀnuma
Var ümìdüm ebr-i iósÀnuŋ sepe ol nÀra ãu
Umdıġum oldur ki rÿz-ı óaşr maórÿm olmayam
Çeşme-i vaãluŋ vire ben teşne-i dìdÀra ãu
205
{NÀdirì}
Almış zamÀne úavs-i úuzaódan eline dÀs
HemvÀre kiştzÀr-ı vücÿdı ider direv
{ÁgÀh}
Her çeh-i tÀrìke düşme bì-baãìretler gibi
YÀ derÿnında meh-i KenèÀn ola yÀ olmaya
Minnet-i òuşk ey ùabìb-i bì-mürüvvet tÀbe-key
Merhemüŋ zaòm-ı dile dermÀn ola yÀ olmaya
─
SÀyeveş bilmem ne düşmiş o şÿòuŋ pÀyına
KÀşkì bir kerre òÀk-i reh-güõÀrumdur dise
{İbn-i KemÀl}
Çeşm-i pür-eşk üzre tÀb atsa ruòuŋ èaksi néola
Resmdür úandìlde Àteş yanar Àb üstine
äafóa-i òaddüŋde dil eyler òayÀl-i òaùù u [ò]Àl
Gör nice dìvÀnedür kim naúş urur Àb üstine
Óoúúa-i yÀúÿtdur çeşmüm ùolu dürr ü güher
Leblerüŋ èaks ideliden eşk-i òÿn-Àb üstine /122/
206
Göŋlüme èışúuŋ düşüb tÀrÀca gitdi èaúl u ãabr
LÀ-cerem yaġma olur od düşse esbÀb üstine
èÁrıøı Àyìnesinde èaks-i ruòsÀrum benüm
äanki bir berg-i òazÀndur kim düşer Àb üstine
{Aómed Paşa}
SÀyem øiyÀ virirdi çün mihr gökde aya
Bir dem muãÀóib olsam sen şÿò-ı meh-liúÀya
Evvel umar idüm kim sÀyeŋde òoş geçeydim
Áòir bu rÿşen oldı olmaz güneşde sÀye
Zülfüŋ şebinde virdüm dil óüsnüŋe gören dir
Maġrib’de bir Úalender Àyìne ãunmış aya
Dil rÿşen olmaz Aómed èışú odı olmayınca
Bì-revzen olsa òÀne muótÀc olur øiyÀya
{Emìrek}
Çehre-i zerdüm benüm òÀk-i der-i dil-dÀrda
Ùopraġa düşmiş òazÀn yapraġıdur gülzÀrda
207
{Emìn}
ErbÀb-ı kemÀlüŋ yiri vìrÀne-i ġamdur
ÒÀk üzre düşer mìve eger puòte olınca
{BÀúì}
DÀne dÀne ol èaraúlar ùurra-i pür-tÀbda
Úaùre úaùre jÀlelerdür sünbül-i sìr-Àbda /123/
Aġzuŋ içre ey leùÀfet gülsitÀnı ol zebÀn
Úırmızı gül yapraġıdur ġonce-i sìr-Àbda
Gör viãÀlüŋ gicesi şevú-ı derÿnın èÀşıúuŋ
Seyr-i deryÀ òÿb olur cÀnÀ şeb-i meh-tÀbda
JÀlelerdür lÀle-i sìr-Àba düşmiş dir gören
Dürr-i dendÀnuŋ òayÀli çeşm-i pür-òÿn-Àbda
Çün teb-i èışúıyla yÀrüŋ BÀúiyÀ sÿzÀn degül
Bu óarÀretler nedür òurşìd-i èÀlem-tÀbda
─
BÀùıl hemìşe bÀùıl u bì-hÿdedür velì
Müşkil budur ki ãÿret-i óaúdan ôuhÿr ide
─
208
Ġam degül gelse dile BÀúì pey-À-pey derd ü ġam
Eksük olmaz tekyedür mihmÀn mihmÀn üstine
─
èİõÀruŋ yÀdı bir rengìn laùìfe
DehÀnuŋ baóåi bir şìrìn óikÀye
{Belìġ}
İlişmez kirpigümde yÀre úarşu dÀne-i eşküm
Güneş ùoġduúda şeb-nem kaùresi ùurmaz åebÀt üzre
─
Felek bÀlÀ ùutar bì-maġzı erbÀb-ı maèÀrifden
ÓabÀb üstindedür deryÀnuŋ ammÀ gevher altında /124/
{TÀcì}
Göz yaşlı göŋül zülf-i perìşÀnlar içinde
Úaldum úaraŋu gicede bÀrÀnlar içinde
{æÀbit}
O çÀr-ebrÿ ile baú maùlaè-ı dil-cÿy-ı cÀnÀna
Murabbaè-vefú-ı devletdür ki úonmış rÿy-ı cÀnÀna
─
MiréÀt içinde èaksüŋ hep rÿóa beŋzedürler
Mülóid óulÿle õÀhib, zındíú ittióÀda
209
─
Eger sevdÀ-yı òÀl-i èÀrıøuŋla eşk-bÀr olsam
Zemìnden óabbetüés-sevdÀ biter her dÀne düşdükce
{Caèfer Çelebì}
Lebleri üstine düşse sÀye-i zülfi n’ola
Zìnet içün úor benefşe destesin cÀm üstine
{ÓÀmì-i Ámidì}
GÀhìce luùf it ki cevrüŋden öle Àzürde-dil
Yoúsa ey Àfet olur èÀdet sitem-keşlik bize
Çerò ayırdı cennet-i kÿy-ı dil-ÀrÀdan bizi
Baèd-ez-ìn ùÀvÿsveş düşmez münaúúaşlık bize /125/
{Óaşmet}
TamÀm iúbÀl ider insÀnı ilúÀ cÀy-ı idbÀra
Olur üftÀde-i òÀk-i siyeh mìve kemÀlinden
{ÒÀkì}
ÒilÀf-ı mevúièine vaøè olınsa bir gevher
NaúíãÀ gevhere mi yoúsa vaø idenlerine
210
{ÒayÀlì}
Her ne naúşın kim vücÿd eyvÀnına çekmiş úaøa
ÒÀme-i taúdìre baú ùaèn eyleme naúúÀşına
{Òayrì}
ÓÀéil olmaz eşk-i çeşm ol meh-liúÀnuŋ èaksine
Perde olmaz Àb, mihr-i pür-øiyÀnuŋ èaksine
Dìde-i rÿşen-güherde pestdür cÀh-i bülend
Úıl naôar Àyìnede ùÀú-ı semÀnuŋ èaksine
Meh gibi ser-menzil-i maúãÿdını elbet bulur
Uyduran reftÀrını devr-i zamÀnuŋ èaksine
{ÕekÀyì}
Münevverdür göŋül nÿr-ı hüviyyetden ki óikmetle
İfÀøa eyledi şems-i óaúìúat èayn-ı aèyÀna
{RÀşid}
Devlet-i dünyÀ ile èÀúıl olur mı şÀd-kÀm
Ádeme virmez feraó gencìne bulsa òºÀbda /126/
211
{RÀġıb Paşa}
Úaldı naúş-ı òÀtem-i laèlüŋ dil-i ġam-pìşede
Ġonce-i terdür úo açılsun derÿn-ı şìşede
Eylesün tÀrÀc-ı dil geh çìn-i ebrÿ geh nigÀh
İki şìr olmaz meåeldür sevdigüm bir mìşede
Olmadum reh-yÀb-ı sırr-ı kÀkül-i òam-der-òamuŋ
Çoú kilìd-i müşkili itdüm güşÀd endìşede
İtdi şìrìnkÀrì-i FerhÀd’ı naúş-ı Bì-sütÿn
Ser-nüviştin kim kaøÀ resm eylemişdi tìşede
Cemè olan gird-i lebüŋde úahr u şekker-òandeyi
Nìş ile cedvÀra teşbìh eyledüm bir rìşede
Òırúa-pÿş-ı òÀnúÀh-ı bì-niyÀzìdür göŋül
Eylemem RÀġıb müdÀrÀ şeyòe de dervìşe de
─
DırÀz itme niyÀzuŋ úÀmetin olma girÀn-sÀye
Gelür feyø-i ÒüdÀ geldükde bì-mìzÀn u endÀze
─
212
Mey-i gülgÿna revnaú-baòş olur şeffÀfì-i mìnÀ
Virür rengìn-edÀyı ùabè-ı nÀzük tÀze maømÿna
Kimüŋ kim çeşm-i idrÀki maúÀmından olur beste
Felekde èÀlemi devr itse beŋzer esb-i ùÀóÿna /127/
Virürdi cÀna bìdÀrì-i ãabÀó óaşre dek ey meh
Olaydı heyéet-i vaãluŋ muãavver cÀme-òºÀb üzre
Tenezzül itmedükce cevher olmaz úaùre-i nìsÀn
Bulur rÿşen-øamìrÀn rifèati olduúca efkende
{RıøÀyì}
èIşú revnaú virdi rÿy-ı bì-miåÀlüŋ naúşına
BÀèiå olurmış hevÀ Àb-ı zülÀlüŋ naúşına
{Şeref Òanım}
Yoú medòali hiç baòt-ı siyÀhuŋ bilürem ben
Sensiŋ beni bu óÀle úoyan Àh göŋül Àh
{èÁrifì Aómed Paşa}
İtmez ùarìú-i óaúda olan òalúa ser-fürÿ
Egmez minÀre úametini bÀd eserse de
213
{èÁãım-ı Çelebì-zÀde}
Nìk ü bed her vaãf olur bir õÀta nisbetle kemÀl
Ùoġrılıú nÀvekde òoşdur egrilik şemşìrde
{èİzzet MollÀ}
Biŋ bülbüli nÀlende-i òÀr-ı sitem eyler
Bir ġonceyi güldürme murÀd itse zamÀne /128/
{ĠazÀlì}
Øarar-ı dehrden óaõernÀk ol
İètimÀd itme nefè-i tiryÀúa
{Fuøÿlì}
Başda her tüy èışú odından bir tütündür kim çıúar
Çizginen başum belÀ bezminde beŋzer micmere
{Fıùnat Òanım}
HevÀ-yı bì-beúÀ-yı dehr yoúdur úalb-i enverde
ÓabÀb itmez ôuhÿr Àb-ı ãafÀ-baòşÀ-yı gevherde
Ne mümkin ãaúlamaú dilde òayÀl-i òÀl-i müşgìnüŋ
Şemìm-i èanber-i sÀrÀ nihÀn olsun mı aòkerde
214
äaúın nev-devletÀn-ı èaãrdan himmet óayÀl itme
èAbeådür gevher ümmìd eylemek baór-i muãavverde
Leb-i òoy-kerdesinden seyr idüb dendÀnını yÀrüŋ
ÚıyÀs itdüm dür-i şehvÀrdur dürc-i mücevherde
{LeéÀlì}
Gevherüŋ var mı úıymeti kÀnda
Dür behÀsın bulur mı èummÀnda
{Lebìb-i Ámidì}
Úızardur rÿyını cÀm-ı şarÀb Àheste Àheste
Virür tuffÀóa rengi ÀfitÀb Àheste Àheste /129/
MaèÀrif èarø idenler bì-şuèÿr insÀn-ı nÀ-dÀna
Gül-Àb-efşÀna beŋzer cìfe-i bed-bÿy-ı óayvÀna
Cehÿl-i èilm ü èirfÀna kemÀlÀt arøı èayniyle
Baúılsa muãóaf ihdÀ eylemekdür kÀfiristÀna
─
Bir kimse degül sırr-ı úaderden ÀgÀh
MÀniè de vü MuèùÀ da CenÀb-ı AllÀh
215
LÀzımsa da esbÀba tevessül itmem
LÀ-óavle ve lÀ-úuvvete illÀ biéllÀh
{Mesèÿd Luùfì Efendi-i Ámidì}
ĠınÀ-yı nefse mÀlik olmadıúca er ġanì olmaz
Óaúìúatde gedÀdur mÀlik olsa maèden-i sìme
─
Döküb zülfüŋ yüze pinhÀn úılma ruòlerüŋ luùf it
Çıú ey mihr-i ümìdüm çıú verÀ-yı perde-i şebden
{MaúÀlì}
Bu cism-i nÀ-tevÀnumda görinen mÿylar ãanma
Çemenlerdür ki bitmiş cÀ-be-cÀ köhne mezÀr üzre
Ne cÀnib kim úadem baãduŋ yüzüm ol yirde ferş olsun
Ne yir kim sÀye ãalduŋ òÀk olam ol reh-güõÀr üzre
MaúÀlì ùaèn-ı aèdÀdan ne ġam erbÀb-ı èirfÀna
Atarlar ùaşı elbette dıraòt-i mìvedÀr üzre /130/
{Münìb}
Maóv olmayınca çirk-i sivÀ úalb olur mı ãÀf
äafvet gelür mi bir ãuya tÀ kim ùurılmasa
216
{NÀbi}
Kec-nihÀdÀn rÀst-ùabèÀn ile itmez imtizÀc
İttióÀdı olmaz anuŋçün kemÀnuŋ tìr ile
─
Bilürler ehl-i dünyÀnuŋ ne gÿne oldıġın merdÿd
Görenler óÀlini óelvÀ-fürÿşÀnuŋ megeslerle
─
Taúdìre iètirÀødan ÀyÀ ne farúı var
MihmÀnlaruŋ muèÀraøası mìzbÀn ile
İnsÀn odur ki bir söz ola aŋa bend-i pÀ
ÓayvÀn odur ki baġlayalar rìsmÀn ile
─
Elden gelen ÀzÀrıŋı hiç eyleme taúãìr
HengÀm-ı ġurÿruŋ saŋa pÀyende úalursa
─
MÀniè-i ãafvet degüldür gelse de ġam sìneye
Óüsn ü úubóından ne èÀrıø ãÿretüŋ Àyìneye
─
CÀmı kef-i sÀúìde şikest olması yegdür
Ol bÀde ki keyfiyyet-i minnet var içinde /131/
Bir Àyìnedür kim görinür èayb-ı şikÀfı
Ol maãlaóat-ı şeró ki rişvet var içinde
217
─
Bilür óaúìúati bir noúùa oldıġın èilmüŋ
Nuúÿş-ı kevni gören noúùa-i süveydÀda
─
Ol maùlabuŋ óuãÿline laènet ki ùÀlibi
LÀzım gele mürÀcaèat itmek èadÿsına
Ol mey ki neşéesinde ola bÿy-ı imtinÀn
Seng-i úaøÀ ùoúınması yegdür sebÿsına
─
Gelür şevúe kesel neyl-i viãÀl-i yÀrdan ãoŋra
Olur èÀrıø girÀnlıú ãÀéime ifùÀrdan ãoŋra
Degüldür õÀta mÀéil òalú mÀl ü cÀhadur raġbet
Dıraòt eùrÀfını kimse ùolaşmaz bÀrdan ãoŋra
KünÀt itseŋ yine èayb-ı şikÀf-ı kÀse bÀúìdür
Olur úaãd-ı nevÀziş bì-nemek ÀzÀrdan ãoŋra
Ôuhÿr-ı nièmet-i bì-intiôÀruŋ úadri øÀyièdür
Bilür úadrin bulanlar gÿşiş-i bisyÀrdan ãoŋra
FerÀmÿş eyle pìç-ü-tÀb-ı yeési èafvı yÀd eyle
Nedür NÀbì günÀhuŋ vakèı istiġfÀrdan ãoŋra
218
─
Gitdi dendÀn, geldi nièmet, oldı øÀyiè leõõeti
Devlet iúbÀl itse ammÀ nÀbe-hengÀm olmasa /132/
{Nedìm-i Úadìm}
Zülf-i müşgìnüŋ olur óÀke meger nükhet-feşÀn
SÀyeveş üftÀdeler yoluŋda pest olmış yine
äubó-dem gül-geşt-i bÀġ itmişdür ol òurşìd-i tÀb
Reng-i rÿyı gülleri[ŋ] gördüm şikest olmış yine
{Nedìm}
Görindükce o sìm-Àbì úabÀdan sìne-i ãÀfuŋ
Döner Àyìne üzre mühre-i sìm-Àba cÀn tende
─
Dil-i pür-nÀle-i èışúda òayÀl-i rÿyuŋ
Naúş-ı gülşen gibidür kÀse-i faġfÿr üzre
{Nüzhet}
Saòt-diller úahr ile her òidmete muètÀd olur
Áheni eşkÀl-i gÿn-À-gÿna úorlar nÀr ile
─
219
Şecer-i bÀrverüŋ úurdı derÿnında olur
Kimse vÀúıf olamaz devletinüŋ Àfetine
─
İstiúÀmet ıøùırÀb-ı ùabè ile olmaz èıyÀn
Áb-ı bì-ÀrÀmda seyr it èaãÀnuŋ èaksini /133/
{Naôìf-i Peder-i CÀmièuél-Óurÿf}
Ġıbùa-baòş olmış iken gülşende ruòsÀruŋ güle
Revġan-ı gül sürme küfrÀn-ı nièamdur kÀküle
Aġladuúca ben néola gülse o gül-rÿ ey Naôìf
Böyledür èÀdet ki bülbül aġlaya güller güle
{Nevèì}
Ten zevraúın düşürme gird-Àb-ı ıøùırÀba
äabr it göŋül ki úalmaz bu rÿzigÀr böyle
{YaóyÀ-yı Seyòüél-İslÀm}
Gice pervÀnelerle bezmi germ-À-germ idi şemèüŋ
Seóer gördüm ne şemè-i meclis-ÀrÀ var, ne pervÀne
220
{İbn-i KemÀl}
Çıúmasun Àhum odı aġzumı açdurma benüm
Yaúmasun sÿz-ı derÿnum seni söyletme beni
{Ebués-Suèÿd}
Gitdi eyyÀm-ı şebÀb elden dem-i vuãlat gibi
Geldi hengÀm-ı meşìb irdi şeb-i fürúat gibi
Gerdiş-i eflÀk ùayy itdi sicill-i èömrümi
Şol suùÿrı maóv olub ebter úalan óüccet gibi
Çökdi bünyÀd-ı beden bozıldı timåÀl-i cesed
Deyr dìvÀrında yir yir maóv olan ãÿret gibi /134/
Bir zamÀn idi ki bÀġ u rÀġa itdükce güõer
Görinürdi her kenÀrı gülşen-i cennet gibi
Şimdi ol óÀlÀtuŋ oldı her biri òºÀb u òayÀl
èÁlem-i ruéyÀda idrÀk olınan óÀlet gibi
{èEmetuéllÀh Òanım}
Dest-i tedbìr ile çÀk olsun mı dÀmÀn-ı firÀú
ÁfitÀb-ı óüsnüŋe óayrÀn iden sensiŋ beni
221
{BÀúi}
Yayıldı baóå-i laèlüŋ, vaãf-ı òÀlüŋ bÀġ-ı RıêvÀn’a
äuyın Kevåer, nebÀtın ney-şeker, òÀkin èabìr itdi
CihÀnda başuma sulùan iken ÀzÀde vü fÀriġ
Beni hep úayd-ı zülfüŋ boynı baġlı bir esìr itdi
─
BÀúì yine mey içmege and içdi dimişler
DìvÀne midür bÀde ùururken içe andı
{DeftardÀr Behcet}
Kimi gördük ġareø icrÀsına düşmişlerden
İşinüŋ evveli saèd Àòiri nev-rÿz oldı
{CelÀl Çelebì}
ÒallÀú-ı cihÀn èÀleme úıldıúda tecellì
Her kimseyi bir óÀl ile úılmış mütesellì /135/
{CenÀbì}
Vechi var úaãd eylesem hicrüŋle ülfet itmegi
Görmemek yegdür görüb dìvÀne olmaúdan seni
222
{İbrÀhìm Óaúúì}Maèrifet-nÀme äÀóibi
Ùamaèsuz Àdemüŋ òalú-ı cihÀn hep aúrabÀsıdur
Ùamaèsuz olmasaydum hep baŋa òÀl ü èam olmazdı
{èÁrif Óikmet Beg}
TecÀrib bulmadan miréÀt-i óüsn-i ãÿret-i óÀli
Degül şÀyÀn nigÀh-ı raġbete bir şaòãuŋ aóvÀli
Leb-À-leb èişve olsun laèl-i nÀbüŋ èişve hengÀmı
Virir mi neşée yÀúÿt olsa da peymÀne-i òÀlì
{ÒÀúÀnì}
Òoten Àhÿsı ise ùutmaz efÀøıl maúbÿl
Bir ġazÀlüŋ ki erÀõilden ola ãayyÀdı
{RÀsim}
Henÿz ÀåÀrı ile yÀd iderler ãÿretÀ baúsaŋ
Ne İskender ne de Àyìne-i gìtì-nümÀ úaldı
{RÀġıb Paşa}
Revnaú olmaz süòane óüsn-i edÀdan ġayrı
Var mı seng ü güherüŋ farúı ãafÀdan ġayrı /136/
─
223
Cidd ü saèy itmekde yoú bizden úuãÿr ammÀ çe-ãÿd
Düşmeyor ber-vefú-i òºÀhiş müddeèÀlardan biri
TÀ ÒüdÀ’dan şurùa-i tevfìú hem-rÀh olmasa
SÀóil-i ümmìdi görmez nÀòüdÀlardan biri
Şöyle serşÀr-ı raóìú-i vaódet oldum RÀġıbÀ
YÀre eylerdüm işÀret ãorsalar benden beni
{SÀmì}
Vaódeti seyr idemez aóvel-nigÀh-ı iştibÀh
Hestì-i eşyÀ-yı gÿn-À-gÿn bir gÿyÀ iki
{SulùÀn SüleymÀn}
Òalú içinde muèteber bir nesne yoú devlet gibi
Olmaya devlet cihÀnda bir nefes ãıóóat gibi
{SulùÀn Selìm-i æÀnì}
èÁşıú-ı ãÀdıúda dil birdür olur mı yÀr iki
Hìç bir taòt üzre mümkin mi ola òünkÀr iki
224
{Şeref Òanım}
Efendüm çekmesün mièmÀr-ı luùfuŋ nÀfile zaómet
Benüm vìrÀne göŋlüm ġayrı ÀbÀd olmadan úaldı
{Şuèÿrì}
İtdigi daèvÀya úÀdir olmadur şarù-ı hüner /137/
Ádemi rüsvÀy ider iåbÀta èacz-i úudreti
{Øamìrì}
Bu nev-bahÀrda ancaú açıldı dÀġ-ı derÿn
GüşÀd-ı ġonce-i dil úaldı bir bahÀra daòı
{ÙÀlib}
Dÿr olan gözden göŋülden dÿr olur bì-iştibÀh
Bu meåel ôÀhirdür itseŋ der-miyÀn Àyìneyi
{èÁùıf}
Evvel yutul da ãoŋra çalış sen de yutmaġa
BÀzìçegÀh-ı èÀlemüŋ ögren úumÀrını
225
{èİzzet Beg}
Kÿh-i temkìn-i kibÀra dime óÀcetüŋi hiç
O da feryÀdıŋa feryÀd ider ùaġ gibi
{FÀrÿú}
Meyl eyleme ol yÀre ki aġyÀr eli degmiş
Pejmürde olan gülde leùÀfet bulınur mı
Merhÿn-ı ġam-ı óasret olan òÀùır açılmaz
Medyÿn olan Àdemde şaùÀret bulınur mı
{Faãìó Dede}
Giceler èazm itdigüm ol mÀhe sÀyem òavfıdur
Bir ùarìú ile úabÿl itmez maóabbet şirketi /138/
{Fuøÿlì}
Ruòuŋ üzre òam-ı ebruŋı görmek isterem ammÀ
Velì düşvÀr olur gün var iken görmek yeni ayı
─
Degüldüm ben saŋa mÀéil sen itdüŋ èaúlumı zÀéil
Baŋa ùaèn eyleyen ġÀfil seni görse utanmaz mı
─
226
TÀ ki bir dem baãa nÀ-geh başum üzre úadem
Ey muãavvir reh-güõÀrı üzre çek timåÀlümi
Hìç kim yoúdur ki nÀlemden şikÀyet eylemez
Şükr kim çoúdur saŋa èarø eyleyen aóvÀlümi
─
Her gören èayb itdi Àb-ı dìde-i giryÀnumı
Eyledüm taóúìú görmiş kimse yoú cÀnÀnumı
─
Sìm-tenlerden gelen ùaşları yıġmış çevreme
èIşú maèmÿr eylemek ister yıúılmış göŋlümü
─
Ádemìden çoú olur ôÀhir perìveşler velì
Az olur vÀúıè perìveşlerde sen teg Àdemì
─
Zehr-i úahruŋ içmeden var ise úaãduŋ úatlüm it
Áb-ı óayvÀn içsem öldürmek olur müşkil beni /139/
─
Uymış cünÿna göŋlüm dir úaşuŋa meh-i nev
Ne iètibÀr aŋa kim seçmez úaradan aġı
227
{Kelìm}
Nesìm-i rÿó-baòş esdi, dıraòt-ı mürde cÀn buldı
Olanlar óaşrı münkir seyre gelsün ãaón-ı gülzÀrı
{Lebìb-i Ámidì}
Yanaşsa ġabġab-ı óÿrì-i cennet ġabġab-ı yÀre
Gören dir ãunè-ı MevlÀ ortadan bölmiş bir elmayı
{Mesèÿd Luùfì Efendi-i Ámidì}
èArş-ı RaómÀn’dur tecellìgÀh seccÀndur göŋül
Anda sulùÀn eylemek lÀyıú mı merdüm-zÀdeyi
{Esèad Muòliã Paşa}
Òalú-ı èÀlem bi’ù-ùabiè óubb-ı vaùan mecbÿrıdur
Biŋ gülistÀna degişmez bÿm bir vìrÀneyi
{Óaøret-i MevlÀnÀ-yı Rÿmì}
Saŋa ol dïst içün düşmez cefÀ itmek taóammül úıl
Gülüŋ dìdÀrına èÀşıú gerek òoş göre her òÀrı
èAceb óaddince MevlÀnÀ sözi Türkìce naôm eyler
KelÀmından olur maèlÿm kişinüŋ kendi miúdÀrı
228
{NÀbì}
Geçürdi çÀşnì-gìr-i felek ol deŋlü vaútin kim /140/
NevÀl-i Àrızÿ meydÀna geldi, iştihÀ gitdi
─
Bu pend èÀúıla besdür ki òalú söylerler
ZamÀn ile bu serÀy-ı köhen fülÀnuŋ idi
{NÀdirì}
Ten-i pür-Àb u tÀbuŋ zìr-i pìrÀhende sulùÀnum
Güneşdür kim beyÀø ebrüŋ içinde berú urur nÿrı
Gören ol sÀèid-i sìmìni naèl-ı surò il yir yir
äanur zerrìn úadeólerle müzeyyen şemè-i kÀfÿrì
─ Yüzüm sürsem èaceb mi ol òaù-ı nev-òìze sulùÀnum
MünÀsibdür zer-endÿd eylemek òaùù-ı hümÀyÿnı
{NiåÀrì}
PerìşÀn eyle zülfüŋ gerden-i billÿrgÿn üzre
Şeb-i tÀrìk ider efzÿn fürÿġ-ı şemè-i kÀfÿrı
229
{Nedìm}Bir ÚaãrVaãfında
Ey èÀlem-i miåÀlüŋ seyyÀó-ı huşyÀrı
Hiç úaãr ãÿretinde gördüŋ mi nev-bahÀrı
Ebrÿların zer-endÿd itmiş èarÿs-i feyøüŋ
MeşşÀùa-i kemÀlin kilk-i òüceste-kÀrı
Baú ol zemìn-i òÿb u dil-cÿy müşg-bÿya
Seyr it o saúf-ı pÀk-i pür-naúş u pür-nigÀrı
GÿyÀ idüb ùabìèat gÿy-i zemìni tasùìó /141/
Tibet aşaġa inmiş Çìn ü Òoten yuúarı
Ol deŋlü sÀóasında feyø ü neşÀù var kim
Olsaydı ger zamÀnuŋ ÀsÀyiş-i vaúÀrı
Dirdüm ki gelmiş anda ùaró-ı iúÀmet itmiş
Cemşìd-i kÀmkÀruŋ eyyÀm-ı òoş-güvÀrı
─ Şuèle servÀsÀ çıúar òakümden ol yirlerde kim
PÀy-mÀl-i tevsen-i Àteş-òırÀm itdüŋ beni
230
{Nüzhet}
Kendi èaybın görmege Àyìne ġayruŋ èaybıdur
Òalúa ùaèn itme hele bir kerre var gör sen seni
─
Olmaz òamÿş-ı şekve göŋül bì-óuãÿl-i kÀm
Yol Àòir olmayınca kesilmez derÀ sesi
Hep bì-meéÀldür süòanı ser-serìlerüŋ
ŞÀyÀn-ı istimÀè degül ÀsiyÀ sesi
{Naôìm}
Òìre-çeşm itdi beni berú-ı ruòı ùutmış meger
Mihre úarşı ol meh-i nÀ-mihribÀn Àyìneyi
─
Çeşm-i èibret-bìn ile baú ol ãanem taãvìrine
Naúşını seyr it taãavvur eyleyüb naúúÀşını /142/
{Nefèì}Bir Úaãr Vaãfında
TeèÀlaéllÀh zihì úaãr-ı bülend-eyvÀn-ı óal-kÀrì
Yed-i beyøÀ-yı úudretdür meger kim dest-i mièmÀrı
äanurlar bir gül-i zer-dÿzdur bir naùè-ı òÀrÀda
RuòÀmında görenler èaks-i òurşìd-i pür-envÀrı
231
FeøÀsı òalvet-i dil gibi pür-envÀr-ı rÿóÀnì
HevÀsı èÀlem-i cÀn gibi gerd-i tìreden èÀrì
{BahÀr Vaãfında}
Nesìm ol deŋlü nÀzük ùaró ider Àb üzre emvÀcı
Ki levó-i sìme üstÀd idemez öyle úalemkÀrì
äanur tamġa-yı zerrìndür gören bir mÀéì òÀrÀda
MiyÀn-ı Àba düşmiş èaks-i òurşìd-i pür-envÀrı
ÇerÀġ-ı óüsnini inkÀr idenler rÿz-ı rÿşende
SemenzÀr içre görsünler fürÿġ-ı şemè-i gül-nÀrı
Döner gül-mìò-i sìme cÀ-be-cÀ zerrìn-sebz üzre
Dökildükce gül-i zerd üstine bÀdÀmuŋ ezhÀrı
Úonub çeng idicek bülbül nihÀl-i gülbün-i sebzi
Gümüş telden düzer ebr-i bahÀrì aŋa o tÀrı
─
Óüsn-i pÀkinde leùÀfet o úadar kim gÿyÀ
Sìnesi Àyìnedür, ÀyìnedÀn pìreheni
Virmez ol pìrehen ü sìne ãafÀsını yine
Dökse ger ãafóa-ı gül üzre ãabÀ yÀsem[e]ni /143/
232
{VaããÀf èAbduéllÀh Efendi}
Bilünmez èÀrifüŋ fevtinden evvel úadr-i ÀåÀrı
Mióekk-i òÀk ile sencìdedür óüsn-i òıred şimdi
{Seyyid Vehbì}
Müstaġnì-i irşÀd olur erbÀb-ı óaúìúat
SükkÀn-ı Óaram n’eyler imiş úıble-nümÀyı
{Şeyòüél-İslÀm YaóyÀ Efendi}
İrişür Kaèbe-i maúãÿda úalmaz rÀh-ı miónetde
Aŋa kim pertev-i nÿr-ı cemÀlüŋ reh-nümÿn oldı
233
TETİMME-İ MUÚADDİME
İşte úudemÀ-yı şuèarÀmızıŋ iútidÀr-ı edebìleri ne úadar èÀlì oldıġına bÀlÀdaki
nümÿneler delìl-i kÀfìdir. MübÀlaġÀt ve teşbìhÀt-ı merdÿde iltizÀm itmemiş olsalar idi
bu günki gün de edebiyyÀt-ı şièriyyemiz dünyÀda mevcÿd olan aúvÀmıŋ cümlesine
ġıbùa-baòş olacaú bir derecede bulunur idi.
ÓayfÀ ki bu kemÀliŋ, bu iútidÀrıŋ eŋ büyük úısmı óissiyyÀt-ı insÀniyyeyi bi-
óaúúın tehyìc idemeyecek bir yolda şièr söylemege ãarf olunmuş ve edebiyyÀt-ı
neåriyyemiz daòi böyle münÀsebetsizliklerle ùolmuşdur.
MaèamÀ-fìh meşÀhìr-i udebÀ-yı cedìdemiz bir vaútden beri naôm ve neårce
ùarz-ı úadìmi taèdìl ü ıãlÀó ile ÀåÀr-ı edebiyyemiziŋ maúbÿl-i èumÿm /144/ olacaú bir
ãÿrete taóvìlini arzu eylediklerinden az vaútde edebiyyÀtca beyneél-aúvÀm yüksek bir
mevúiè iórÀz idecegimiz meémÿldür.
UdebÀ-yı cedìdemiziŋ ÀåÀr-ı münteòabelerinden bir nümÿne daòı işbu
kitÀbımızıŋ òÀtimesine õeyl ãÿretiyle derc itmek taãavvurundayız.
KitÀbımızıŋ muúaddimesi burada òitÀm bulmaġla bundan ãoŋra–mecmÿèuna
èilm-i belÀġat dinilen–maèÀnì ve beyÀn ve bedìè èilmlerinden baóå idecegiz; in-
şaéallÀhu TeèÀlÀ.
234
/145/ BİRİNCİ BÁB
‘İlm-i Ma‘Ànì BeyÀnındadır
Muúaddime
(èİlm-i maèÀnì) lafôıŋ muúteøÀ-yı óÀl muùÀbaúatını bildiren aóvÀlden baóå
ider.
Baèøları dir ki “KelÀmıŋ terkìbinde bir ùaúım òÀããalar bulunur ki büleġÀ o
òÀããalara yÀ selìúa, yÀòud ülfete devÀm ile kesb-i vuúÿf ider. Bu òÀããalarıŋ baèøları
õevúì ve baèøları istiósÀnì olub ba‘øları da levÀzım-ı aãliyyenin maèÀnÀsından
maèdÿddur. èİlm-i maèÀnì o òÀããalarıŋ yek-dìgerine taùbìúinde òaùÀdan iótirÀz içün
maúÀmlarıŋ vücÿh ve tefÀvütüni bildirir”.
èİlm-i maèÀnìniŋ mebÀdìsi mesÀéil-i naóviyye ve luġaviyye ve mevøÿèı
terÀkìb-i òaberiyye ve ùalebiyye, mesÀéili kelÀmıŋ muúteøÀ-yı óÀle taùbìúini gösteren
úavÀèid, delÀéili kelÀm-ı büleġÀnıŋ istiúrÀsı ve ġÀyeti kelÀmı muúteøÀ-yı óÀle taùbìú
iden uãÿl iútidÀdır.
MuúteøÀ-yı óÀlden murÀd her ifÀdeniŋ cevherine yaúışan óÀlidir: MeåelÀ bir
kÀtib bir tebrìk-nÀme yazacaú olsa o tebrìk-nÀmede tesèìd ü tehniyete ve taèziye-
nÀme yazsa tesliyete müte‘alliú elfÀôıŋ intiòÀbı lÀzım /146/ gelür. Her lafôıŋ
muúteøÀ-yı óÀle taùbìúi o lafôıŋ maúãÿda ve mÀddeye göre getirilmesidir. Tebrìk-
nÀmede taèziyeye, taèziye-nÀmede tebrìke müte‘alliú lafôları yazmaú dügün ve
bayram günlerine maòãÿã olan nümÀyişi ye’s ü mÀtem günlerinde; yeés ü mÀteme
maòãÿã nümÀyişi dügün ve bayram günlerinde göstermege beŋzer. Bu ise muúteøÀ-yı
óÀle muùÀbaúat ve münÀsebet úabÿl itmez.
235
Òulÿãa müteèalliú mevÀdd-i sÀ’ire daòi muòÀùab ve maãlaóatıŋ óÀl ü şÀnı ve
mürselün ileyhiŋ óÀ’iz olacaġı meziyyet-i taúdìriyyeniŋ derecÀtı naôar-ı diúúat ü
iètinÀya alınaraú aŋa göre yazılmasını mukteøÀ-yı óÀle rièÀyet iútiøÀ ider.
Òulÿãuŋ ġayrı olan meãÀlióce de mürselün ileyhiŋ aóvÀliyle maãlaóatıŋ
derece-i ehemmiyyeti gözedilerek elfÀô ve kelÀmıŋ maúÀma tevfìúi lÀzım gelür. Bu
baóålerce muúaddime-i kitÀbda bir dereceye úadar ifÀdÀt-ı muúteøiyye derc
olunmuşdur.
(KelÀm) bir söze dinilir ki óÀvì olacaġı kelimeleriŋ nisbeti tÀmm ve o sözi
işiden muòÀùab istifÀde içün başúa kelimeye intiôÀrdan müstaġnì ola. Bu ãÿretle
kelimelerden birisiniŋ åubÿten veyÀ selben dìgerine nisbet olunmasına (isnÀd)
dinilür. Şu kelimelerden nisbeti óÀvì olan kelimeye (müsned) ve kendisi içün nisbetiŋ
mefhÿmı åÀbit veyÀ menfì olan kelimeye (müsnedün ileyh) ıùlÀú olunur.
MeåelÀ: “Çiçek açmışdır” kelÀmındaki “açmışdır” lafôı “açmaú” nisbetini
óÀvì olmaġla “müsned” ve kendisi içün /147/ bu nisbetiŋ mefhÿmu åÀbit olan “çiçek”
lafôı “müsnedün ileyh”dir. “Çiçek açmamışdır” kelÀmı menfìye miåÀl olabilür.
(Òaber) ãıdú u keõbe iótimÀli olan sözdür.
Nisbet-i åubÿtiyye veyÀ nisbet-i selbiyye üç zamÀnıŋ birine muúterin oldıġı
óÀlde òÀrice ta‘alluú ider ise medlÿli ister òÀrice muùÀbıú, ister ġayr-ı muùÀbıú olsun7
buŋa (cümle-i òaberiyye) dinilir.
ÒÀrice nisbet-i åubÿtiyyesi olan kelÀma miåÀl: “Posta gelmişdir” ve òÀrice
nisbet-i selbiyyesi olan söze miåÀl “Posta gelmemişdir” cümle-i òaberiyyeleridir. Bu
cümleleriŋ medlÿlleri ister gerçek olsun, ister yalan, mÀ-dÀm ki ifÀdece òÀrice
nisbetleri vardır ikisi de cümle-i òaberiyyedir.
7 (ÒÀrice muùÀbıú) gerçek ve (ġayr-ı muùÀbıú) yalan dimekdür.
236
KelÀmdaki nisbet òÀrice müteèalliú olmayub da kendi nefsiyle úÀéim olur ise
buŋa (inşa) dinilür: “Müstaúìm ol”, “Mürtekib olma” kelÀmları gibi ki bu sözler bir
muòÀùaba emr ü nehyden èibÀret olmaġla her birindeki nisbet kendi nefsiyle úÀéim ve
òÀrice ġayr-ı müte‘alliúdir.
Kelimeler yÀ müfred, yÀ cümle olur.
(Cümle) õikr olundıġı üzere birisiniŋ dìgerine isnÀdı olan kelimelerden
mürekkeb bir èibÀredir. Şu èibÀre ister “Zeyd úÀéimdir” /148/ gibi ifÀde-i tÀmmeyi
óÀvì olsun, ister “Eger baŋa ikrÀm ider ise” gibi ifÀde-i tÀmmeyi óÀvì olmasun, iki
taúdìrce de cümle èadd olunur. LÀkin ifÀde-i tÀmmeyi óÀvì olmayan èibÀreye kelÀm
dinilemez. BinÀéenèaleyh kelÀm ile cümle arasında èumÿm ve òuãÿã-i muùlaú
bulunur.
Müfred yÀ èumde, yÀòud faøla olur.
(èUmde) kelÀmıŋ rüknlerinden maèdÿd kelimedir. Müsnedün ileyh ve
müsnediŋ her biri kelÀmıŋ rükni olmaġla umdedir. Müsned fièl ve maènÀ-yı fièli óÀvì
bir kelime oldıġı taúdìrde müteèalliúÀtından olan lafôlarıŋ her biri erkÀn-ı kelÀmdan
òÀric olacaġından faøla ‘add olunur.
İfÀde-i maúãÿdece baèøan úaãr ve taòãìã vuúÿè bulur. Bunuŋ da muúteøÀ-yı
óÀle taùbìúi úavÀ’id-i maóãÿãaya tÀbièdir.
KelÀmıŋ òÀrice nisbeti olan úısmı òaber oldıġı gibi òÀrice nisbeti olmayan
úısmı da inşÀ oldıġı yuúarıda beyÀn olunmuş idi. èİlm-i maèÀnì mebÀóiåiniŋ bir
ùaúımı òÀããaten inşÀya müteèalliúdir.
Cümleler ta‘addüd eyledigi óÀlde baèøan yek-dìgeri üzerine èaùf olunur.
Baèøan èaùf olunmaz. LisÀn-ı maèÀnìde èaùfa (vaãl), èaùf olunmamaġa (faãl) ıùlÀú
237
idilür. Şu baóå pek ehemmiyyetli oldıġından èulemÀ-yı belÀġatiŋ baèøıları “BelÀġat
bu mebóaåden èibÀretdir” didiler. Bu mebóaå de úavÀèìd-i maòãÿãaya tÀbièdir.
Maúãÿdını ifÀde iden kimse yÀ her kes beyninde müteèÀref olan /149/ èibÀre
ile edÀ-yı merÀm ider, yÀ o èibÀreden az ve yÀòud ziyÀde sözlerle ifÀdede bulunur.
Bu mebóaåce de èilm-i maèÀnìde úavÀ’id-i lÀzıme mündericdir.
Şu baóåleriŋ cümlesi ber-vech-i Àtì sekiz faãlda beyÀn olunacaúdır in-
şÀ’allÀhu TeèÀlÀ
238
BİRİNCİ FAäL
AóvÀl-i İsnÀd-ı Òaberì BeyÀnındadır
(İsnÀd-ı òaberì) bir kelimeniŋ, yÀòud bir kelime mecrÀsında cereyÀn iden
kelimeleriŋ8 başúa bir kelimeye, yÀòud kelimelere9 bir vech ile øamm olunmasıdır ki
o kelimeleri óÀvì olan cümle–kelimelerden biriniŋ mefhÿmı dìgeri içün åÀbit, yÀòud
dìgerinden menfì olacaú derecede–bir óükmi müfìd ola10.
Her bir muòbire lÀzımdır ki ifÀdesini–maúãÿdını edÀya kifÀyet idecek
miúdÀrdan–ziyÀde elfÀô ile terkìb itmeye.
Bir muòbir bir muòÀùaba bir òaber virse muòbiriŋ iètiúÀdına göre muòÀùab
vücÿh-i Àtiyyeden òÀlì olamaz. /150/
1. MuòÀùabıŋ õihni şübhe ve inkÀrdan òÀlì bulunur. Bu ãÿretce òabere
(èibtidÀéì) dirler.
2. MuòÀùabıŋ õihni òaberiŋ ùoġrı olmasında şübheli bulunur. Bu taúdìrce
òabere (ùalebì) ıùlÀú iderler.
3. MuòÀùab òaberiŋ medlÿlüni inkÀr ider. Bu óÀlde òabere (inkÀrì) dirler.
4. MuòÀùab òaberi inkÀrda ıãrÀr gösterir. Bu ãÿretce òabere (ıãrÀrì) tesmiye
olunur.
Òaber ibtidÀéì ise óÀvì olacaġı èibÀreniŋ ıùlÀú üzre ìrÀd olunması lÀzım gelür.
8 “O mÀhìler ki deryÀ içredir” kelimeleri gibi.
9 “DeryÀyı bilmezler” gibi.
10 Yaènì óaber virilen şey “Gerçekdir”, “YÀòud degildir” óükmlerinden birisini ifÀde ide.
239
MeåelÀ: Bir kimseniŋ diyÀr-ı ġurbetde bir úarındaşı bulunub da o kimse
úarındaşına müştÀú ve muntaôır oldıġı óÀlde úarındaşınıŋ ġurbetten geldigini gören
bir kimse o kimseniŋ yanına giderek òaber virmek istese “Úarındaşıŋ ġurbetde[n]
geldi”, yÀòud “Gelmişdir” dimesi kÀfìdir. Böyle mevkiède elfÀô-ı teékìdiyyeye lüzÿm
görilemez.
Òaber ùalebì oldıġı taúdìrde ıùlÀú üzre getirilmesi cÀéiz ise de elfÀô-ı
teékìdiyyeden birisiyle getirilmesi daha güzel olur.
MeåelÀ: BeyÀn itdigimiz òaberi viren kimse muòÀùabıŋ õihninde inanmaġa
şübhe hiss ider11 o kimse12 “Gelmişdir” /151/ diyerek teékìdden èÀrì olmaú üzere
sözini tekrÀr idebilür. LÀkin “äaòìóen gelmişdir” gibi elfÀô-ı teékìdiyyeden birisiyle
òaberini teékìd itmesi müstaósendir.
Òaber inkÀrì oldıġı óÀlde teékìd ile getirilmesi vÀcibdir.
MeåelÀ: Mebóÿåün ‘anh olan òaberiŋ muòbiri muòÀùabıŋ o òabere
inanmadıġını görür ise13 o kimse “óaúìúaten” ve yÀòud “ãaòìóen” gibi elfÀô-ı
teékìdiyyeden birisiyle o muòÀùaba úarındaşınıŋ geldigini òaber virmesi vÀcib olur.
Òaber ıãrÀrì oldıġı ãÿretde úasem ile de getirilebilür.
MeåelÀ: Òaber-i meõkÿrı viren kimse, muòÀùabın o òaberi inkÀrda ıãrÀrını
görür ise14 “VallÀh úarındaşıŋ gelmişdir” diyerek úasem ile òaber virir.
11 Yaènì muòbir òaber virdikde muòÀùab “èAcabÀ” gibi sözlerle òaberiŋ ãıóóatinde şüphesini
gösterirse.
12 Yaènì muòbir.
13 Yaènì muòÀùab “Úarındaşımıŋ geldigine inanmam” gibi sözlerle inkÀrını gösterir ise.
14 Yaènì muòÀùab “Òayır, úarındaşımıŋ geldigine inanmam, gelmemişdir” gibi sözlerle inkÀrda ıãrÀrını
gösterir ise.
240
KelÀmı vücÿh-i meõkÿre üzere iòrÀc itmek anı muòÀùabıŋ ôÀhir-i óÀline göre
ifÀde eylemekdir. MuòÀùabıŋ ôÀhir-i óÀline rièÀyetle virilen òaber o òaberi muúteøÀ-
yı óÀle taùbìú dimek olub òaber–bir èillet ve nükteden òÀlì oldıġı óÀlde–ôÀhir-i óÀle
muvÀfıú olmaz ise muúteøÀ-yı óÀle de muùÀbıú olamaz.
Her kim bir kimseye bir òaber virmek istese ibtidÀé-i emrde /152/ “MuòÀùabıŋ
õihni òÀlìdir” iètiúÀdında olacaġı ùabìèìdir. MuòÀùabıŋ tereddüdini veyÀ inkÀrını óiss
itmedikce ve yÀòud bir èillet ve nükteye mebnì olmadıúca ôÀhire muòÀlif söz söyler
ise o sözi muúteøÀ-yı óÀle tevfìú itmemiş olur.
EşèÀrca òayÀlÀt-ı şÀèirÀne müstaèmel oldıġından “ŞÀèir s[ö]zini bir muòÀùaba
úarşu söylüyor” gibi taãavvur olunur.
Keştì-i ümmìdümi sÀóil-res-i kÀm itmeyen
RÿzgÀr eksükligidür (rÿzgÀr eksükligi)
beytinde oldıġı gibi. ŞÀèir gÿyÀ “Benim kÀm-yÀb olmaġa istióúÀúım var iken ne çÀre
ki zamÀn müsÀèade itmiyor” dimiş ve muòÀùab da “Òayır öyle olmamalı. Belki
óuãÿl-i maúãada mÀniè olacaú úuãÿruŋdan ötüri maórÿm úalmış olmalısıŋ” diye
tereddüd veyÀ inkÀr göstermiş de şÀèir õikr olundıġı üzere sözini teékìd iderek
“Benim úuãÿrum yoúdur. Ancaú zamÀn ve iúbÀl müsÀèade itmediginden óuãÿl-i
maúãada müãÀdif olamıyorum” dimegi úaãd itmişdir.
Keyfiyyet-i müstaúbeleyi iòbÀrca da úÀèide böyledir.
Bir gün (elbet) yÀd idersiŋ èÀşıú-ı dìrìneni
Çoú arar bulmazsıŋ ey Àşÿb-ı devrÀn (bilmiş ol)
beytinde oldıġı gibi.
Nüzhet’iŋ
ErbÀb-ı ġayôdan néola itse øarar ôuhÿr
241
(Elbette) tabè-ı nÀrdan eyler şerer ôuhÿr
/153/ beytiniŋ ikinci mıãrÀèındaki (elbette) lafôı elfÀô-ı teékìdiyyeden olub meéÀl-i
mıãrÀè temåìl ùarìúiyle bir òaberden èibÀret oldıġı óÀlde (elbette) lafôında hìç bir èillet
ve nükte mevcÿd degildir. Áteşiŋ ùabìèatinden şerer ôuhÿrını taãdìúde tereddüd ve
inkÀra da maóall ve münÀsebet yoúdur. BinÀéenèaleyh mıãrÀè-ı meõkÿruŋ óÀvì oldıġı
kelÀmıŋ terkìbi muúteøÀ-yı óÀle muùÀbıú görilemez. Teékìdsiz olmaú üzere:
Başlarsa nÀr yanmaġa eyler şerer zuhÿr
ùarzında naôm olunmuş olsa idi; muúteøÀ-yı óÀle muùÀbıú olur idi.
Belìġ’iŋ
Án mıdur şuèle viren èÀrıø-ı pÀküŋde didüm
Didi ol muġ-beçe-i bÀde-fürÿş(Àndur yÀ)
ve başúa şÀèiriŋ
Maózen-i ge[v]her-i èışú oldı derÿnum cÀnÀ
Ne ãanursıŋ dil-i şÿrìdeyi (deryÀ deryÀ)
beytlerindeki te’kìdler birer münkir-i òayÀlì[ye] úarşu söylenmiş sözler olub hem
muúteøÀ-yı óÀle muvÀfıú hem de güzeldir.
Yandı ùutışdı Àteş-i èışúuŋla göŋlümüz
ÔÀlim inanmıyorsaŋ (inan) söylerem saŋa
beyti daòi güzeldir. /154/
èİzzet Molla’nın
VallÀh çürük, Àòeri bi’llÀh çürükdür
Al diŋler iseŋ işte sözüŋ ãaġını benden
beyti hem teékìd, hem de úasem ile virilen òaberlerdendir.
242
NebÀtì-i ÍrÀnì’niŋ
Meni öldirdi ol melek-peyker
(Meni öldirdi) ol perì-zÀde
Meni öldürme ey ecel bir dem
Úo biraz yalvaram o cellÀde
naômındaki te’kìd Àheng iètibÀriyle pek güzeldir. GÿyÀ ecel amÀn virmeksizin cÀnını
almaú istemiş, kendisi de “Sen gelmezden muúaddem beni maèşuúum öldürmüşdür”
dimekle eceli inÀndıramamışdır “BÀrì meydÀ[n] vir. Soŋ nefesde aŋa yalvarub şifÀ-yı
ãadr óÀãıl ideyim de andan ãoŋra ikinci defèa olmaú üzere sen de beni öldür” dir gibi
muòÀùab-ı òayÀlì ittiòÀõ eyledigi ecele úarşu muòbir ãıfatında bulunması taòayyülÀt-ı
mevhÿmeden ise de muúteøÀ-yı óÀle tevÀfuú ider.
Òulÿãa müteèalliú mektÿblarda istièmÀl olunan “(Óaúìúaten) õÀt-ı èÀlìlerine
òulÿãum bir derecededir ki (aãlen ve úaùèen) zevÀl ve taġayyür úabÿl itmez” gibi
èibÀreler şÀèirleriŋ úullandıúları elfÀô-ı lÀ-ubÀliyÀne nevèinden ve mükÀtebece
muúteøÀ-yı óÀle taùbìú olunamayacaú sözlerdendir. ZìrÀ böyle èibÀreleri óÀvì
mektÿbı yazan bir şaòãıŋ mürselün /155/ ileyh ile beylerinde–tarafınca muãaddaú-
münÀsebet-i òÀliãÀne var ise te’kìdi şÀmil öyle sözler ciddiyyÀtdan èadd olunamaz.
MünÀsebet yoúsa öyle èibÀreler ekÀõìb-i münşiyÀneden maèdÿd olur. LÀkin
aóbÀbıŋ biri dìgerinden münÀsebet-i òÀliãÀheye muġÀyir bir óÀl óiss idüb de taórìren,
yÀòud başúa dürlü muèÀmele ile esÀsen tereddüd veyÀ muéÀòaõe gösterse o miåillü
èibÀrelere münÀsebeti kÀbil ve muúteøÀ-yı óÀle muvÀfıú éadd olunur.
MesÀlióce muòÀbere böyledir. MeåelÀ bir úaøÀ úÀéim-maúÀmı Àmiri bulunan
bir sancaú mutaãarrıfınıŋ virdigi bir emr-i úÀnÿnìyi maèõeret-i maúbÿleye müstenid
243
olmaúsızın icrÀ itmedigi içün o mutaãarrıf mercièine mürÀcaèat gösterirse “Şu
mÀddeye dÀéir fülÀn úaøÀsı úÀ’im-maúÀmı fülÀn, ùarafımızdan virilen emri maèõeret-i
maúbÿle göstermeksizin mevúiè-i icrÀya úomadıgından muóÀkeme altına alınmasını
istìõÀn iderim” diyecek yerde “Ùarafımızdan (úÀnÿn dÀéiresinde) emr virilmişken
(hìç bir dürlü) maèõeret-i maúbÿle ve (meşrÿèa)ya müstenid (ve mebnì) olmaúsızın
(ãaóìóen ve óaúìúaten muòÀlefet-i tÀmme ibrÀz ile emr-i úÀnÿnìyi mevúiè-i icrÀya
vaøè itmediginden muóÀkeme altına alınmasını (lüzÿm-i úaùèì ve úavì üzerine) istìõÀn
iderim” gibi elfÀô-ı şedìde ve mü’ekkide yazılması hem muúteøÀ-yı óÀle muġÀyir,
hem de şübheyi dÀèì olur.
Bir Àmir muóÀkemesi kendi riyÀseti altındaki maókemeye Àèid bir meémÿruŋ
aóvÀlini ıùlÀú üzre mÀ-fevúine òÀliãÀne iòbÀr ile /156/ muóÀkemesini istìõÀn itmeyüb
de öyle münÀsebetsiz elfÀô-ı teékìdiye ve óaşviyyÀt ile iòbÀr itmesi muúteøÀ-yı óÀle
taùbìú olunmayacaġından başúa aãóÀb-ı vicdÀn u inãÀf naôarında riyÀsete taèalluú
iden ãalÀóiyyet-i úÀnÿniyyesini bile iòlÀl itmiş görinür.
Bir muòbir bir kimseye bir òaber virmegi úaãd itse maúãadı yÀ muòÀùabca
mechÿl olan bir óükmi aŋa bildirmekden, yÀòud muòÀùabca maèlÿm olan bir óükme
kendisi vÀúıf oldıġını aŋa aŋlatmaúdan èibÀret bulunur.
Evvel óükme (fÀéide-i òaber) ve muòbiriŋ muòÀùabca maèlÿm olan öyle bir
óükme–kendüsiniŋ vuúÿfını bildirmesine (lÀzım-ı fÀéide-i òaber) dinilür.
Emåile-i meõkÿreniŋ hepsinde fÀéide-i òaber mevcÿddur. LÀzım-ı fÀéide-i
òaber mevcÿd degildir.
MuòÀùabıŋ maèlÿmı olan bir óükm–baèø éillet ve nükteye mebnì ôÀhir-i óÀle
muòÀlif olaraú–kendüsine söylenebilür. MeåelÀ: Bir kimse bir maóalle gidüb de bir
şaòãdan anı mektÿm ùutsa o şaòã o kimseye (Sen fülÀn maóalle gitdiŋ) didikde böyle
244
ifÀdeden maúãadı (Gittigiŋe vuúÿfum var) dimek olur. Bu miåÀlde hem fÀéide-i
òaber, hem de lÀzım-ı fÀéide-i òaber mevcÿddur. FÀéide-i òaber o òaberiŋ muòÀùabca
õÀten maèlÿmı olan óükmi, lÀzım-ı fÀéide-i òaber o óükmüŋ medlÿline muòbiriŋ
vuúÿfıdır.
èAleél-èıùlÀú òaberleriŋ hepsinde–muòÀùabca óükm gerek mechÿl /157/ olsun,
gerek maèlÿm–fÀéide-i òaber bulunur. LÀkin òaberiŋ óükmi muòaùabca õÀten maèlÿm
olmadıúca lÀzım-ı fÀéide-i òaber bulunamaz. BinÀéenèaleyh fÀéide-i òaberle lÀzım-ı
fÀéide-i òaber beyninde èumÿm ve òuãÿã-i muùlaú vardır.
Baèøan bir óükme vÀúıf olan bir kimse cÀhil menzelesine tenzìl ile o óükm
kendüsine òaber virilür. MeåelÀ bir kimse úumÀrıŋ óaram oldıġını bilüb de úumÀr
oynayan bir kimseye “ÚumÀr óarÀmdır” diye òaber virse “ÚumÀrıŋ óarÀm oldıġını
bildigiŋ óÀlde èilmiŋle èamel itmeyüb oynayorsuŋ” dimegi murÀd itmiş olur
Böyle yerlerde nükte bir naãìóat ve åevÀba òidmet ve emr bi’l-maèrÿf ve nehy
èani’l-münkeri iltizÀmdan èibÀretdir.
Baèøan sÀéil olmayan bir kimse sÀéil maúÀmıda ùutılub kendüsine bir şey
òaber virilür. MeåelÀ: Bir gürülti işiden bir kimse o gürülti maóalliden gelen bir
şaòãa baúdıúda–“Şu gürülti nedir” diye ãormaúsızın–o şaòã o kimseye “İki Àdem
biribiriyle münÀzaèa idiyor” dimesi gibi. Bunda muòbiriŋ óÀlÀ muòÀùabdan suéÀle
meyl görmesi öyle òaber virmegi mÿcib olur.
SÀéil olmayanı sÀéil maúÀmına úoyub aŋa bir şey òaber virmek baèøan tehdìd
içün daòi iltizÀm olunur. MeåelÀ: ZuúÀúda yaramazlıú iden bir mekteb çocuġuna–
suéÀl vuúÿè bulmaúsızın ve òabere meyl görülmeksizin– “ÒºÀceŋ geliyor” dinilmesi
gibi.
245
Tebşìr ve tenbìh miåillü maóallerde daòi bu ãÿret ekåeriyyen iltizÀm /158/
olunur. Böyle yerlerde öyle òaberler her ne úadar muúteøÀ-yı ôÀhire muvÀfıú degilse
de muúteøÀ-yı óÀle muùÀbıúdır.
Bir muòÀùab bir şeyée vÀúıf iken inkÀra müteèalliú emÀre gösterse münkir
èadd idilerek elfÀô-ı teékìdiyeden birisiniŋ iltizÀmıyla o şey kendüsine òaber
virilebilür. MeåelÀ: Bir kimse altun olduġını bildigi bir sebìkeye baúub sebìkeniŋ
miåúÀli altmış ġurÿş úıymetinde iken li-ġaraøin bilmezlenerek “Dirhemi üç ġurÿş
deger” dise o kimse “Altundur altun” dinilerek òaber teèkìd ile getiriliyor ki “Altun
oldıġını bilürken bilmezlenüb öyle söylüyorsuŋ” dimek olur.
ÚavÀéid-i meõkÿre müåbet olan mÀddelerce naãıl cereyÀn ider ise menfì olan
mÀddelerce de öyle cereyÀn ider.
BedìhiyyÀtdan olan aókÀmca muòÀùab münkir bile olsa teékìd ile òaber
virilmege lüzÿm görilemez. MeåelÀ: Bir kimse bir muòÀùaba “Bir ikinin yarısıdır”
dise teèkìdle–belki ãÿret-i muùlaúada bile–cevÀba lüzÿm yoúdur. ZìrÀ bunda hìç bir
nükte ve èillet taãavvur olunmayub gösterilen inkÀr muġÀlaùadan èibÀret görinür.
(İsnÀd) iki úısımdır. Biri óaúìúat-i èaúliyye, dìgeri mecÀz-ı èaúlì.
(Óaúìúat-i èaúliyye) bir fièli fÀèil-i óaúìúìsine isnÀd itmekdir. “Şu bÀġçeleri,
şu tarlaları CenÀb-ı Óaúú yeşilletdi”, “Şu úonaġı mièmÀr ve èamele yapdı” gibi. /159/
Bir şaòã-ı ùabìèìniŋ (Şu bÀġçeleri ùabìèat yeşilletdi) sözindeki (ùabìèate isnÀd)–
kendi iètiúÀdına göre–óaúìúat-i èaúliyye nevèinden maèdÿddur.
Ke-õÀlik muòbirce maèlÿm ve muòÀùabca mechÿl olan her bir mÀdde
óaúúında muòÀùaba virilen òaberlerdeki isnÀd óaúìúat-i èaúliyyedir. (Aómed Efendi
òÀnesindedir), (Óasan Beg dün baŋa geldi) gibi.
246
Fièl fÀèil içün binÀ úılınmış oldıġı óÀlde fÀèile, mefèÿl içün binÀ úılınmış ise
mefèÿle isnÀdı hep óaúìúat-i èaúliyye úısmından olmaġla böyle yerde mecÀz cereyÀn
itmez.
Şu faãlda bu maóalle úadar sebúat iden miåÀlleriŋ cümlesi bu úabìlden
ãayılur.
(MecÀz-ı èaúlì) fièli óaúìúatine isnÀddan döndürecek bir úarìneniŋ vücÿdı
üzerine mülÀbis15 oldıġı bir şey’e isnÀd itmekdir. Õikr olunan úarìne baèø maúÀmda
úarÀéin-i èÀúliyyeden ve baèø maóallde úarÀéin-i èÀdìyyeden, baèøan daòi úarÀéin-i
lafôiyyeden maèdÿd olur. Ve fièliŋ mülÀbisi fÀèil, mefèÿlün bih, maãdar, zamÀn,
mekÀn, sebeb gibi mülÀbisÀt-ı muòtelifeden biri olabilür.
Fièl, fÀèil içün binÀ úılınmış iken mefèÿlün bihe, mefèÿl içün mebnì ise fÀèile
isnÀd olundıġı óÀlde bu isnÀd, mecÀzì olur.
(Maùbaèa-i èÀmire), (êarb-òÀne-i èÀmire) gibi èibÀrelerdeki isnÀd /160/ mefèÿl
içün binÀ úılınmış fièliŋ fÀèile ve (Óavøa ãu ùolmuşdur), (Gözlerime yaş ùolmuşdur)
miåilli sözlerdeki isnÀd fÀèil içün binÀ úılınmış olan fièliŋ mefèÿlün bihe isnÀdı
úabìlindendir. Birinci miåÀl (maùbaèa-i maèmÿre), ikinci miåÀl (êarb-òÀne-i
maèmÿre) maúÀmında olub üçünci miåÀldeki (óavø) memlÿ ve (ãu) mümtelì;
dördünci miåÀlde (göz) memlÿ ve (yaş) mümtelì olmaġla öyle ìrÀd olunmaları
mecÀzìdir.
(Devlet emr itdi) dinilecek yerde (Devletiŋ emridir) sözi mecÀzen fièliŋ
maãdara, (FülÀn õÀtıŋ gündüzi ãÀéim, gicesi úÀéimdir) kelÀmı zamÀna, (Çay aúdı)
èibÀresi mekÀna isnÀd olundıġına miåÀl olub şu miåÀllerdeki úarìneleriŋ her biri
úarÀéin-i èaúliyyedendir.
15 MünÀsib dimekdir.
247
(Müşìr Paşa Óaøretleri bir güzel úonaú yapdı) miåÀlindeki isnÀd mecÀzì, fièliŋ
sebebe isnÀdı úabìlinden ve faúaù (Müşìr Paşa Óaøretleri) èunvÀniyle maèrÿf
ekÀbirden bir õÀtıŋ mièmÀrlıú idüb de kendi eliyle úonaú yapması èÀdete tevÀfuú
idemeyeceginden bundaki úarìne úarÀéin-i èÀdiyyedendir.
(Úumandan Paşa Óaøretleri düşmanıŋ yüz biŋ mevcÿdlu bir ordusunı bozdı)
sözündeki isnÀd mecÀzì, fièliŋ sebebe isnÀdı nevèinden maèdÿd olub faúaù bir õÀtıŋ
yalŋız başına yüz biŋ èaskere muúÀvemetle ġalebe itmesi taãdìúÀt-ı èaúliyye
dÀéiresinden òÀric ve úumandan paşalarıŋ düşman ordularına úarşu biéõ-õÀt silÀh
istièmÀliyle /161/ óarb itmeyecegi ve kendüleri úumanda ile iktifÀ iderek èasker óarb
idecegi daòi èÀdeten maèlÿm olmasına naôaran bundaki úarìne hem úarÀéin-i
èaúliyye, hem de úarÀéin-i èÀdiyyedendir.
Bir müéminiŋ “Ùabìèat ne güzel şu bÀġçeleri yeşilletdi” sözündeki ùabìèatden
murÀd “ùabìèat-i bahÀr” olub bahÀr mevsiminiŋ ùabìèati aġaclarıŋ yeşillenmesine
sebeb olmaġla şu miåÀldeki isnÀd mecÀzen fièliŋ sebebe isnÀdı úabìlinden ve úarìne
úarÀéin-i èaúliyyedendir.
GÿyÀ ùabìèat itmiş gÿy-i zemìni tasùìó
Tibet aşaġa inmiş Çìn ü Òoten yuúarı
beytindeki ùabìèatden murÀd (ùabìèat-i mevúiè) olub bundaki isnÀd daòi mecÀzìdir.
FÀèil-i óaúìúì CenÀb-ı Óaúú oldıġını muèteúid olan bir õÀtıŋ “AllÀhu TeèÀlÀ
Óaøretleri’niŋ úudreti büyükdür, mevsim-i şitÀ aġacları úurıdır, faãl-ı bahÀr aġaclara
ãu getirir” sözindeki isnÀd ke-õÀlik fièliŋ sebebe isnÀdı úabìlinden ve aġaclara
yubÿset ü ruùÿbet viren CenÀb-ı Óaúú oldıġını úÀ’iliŋ bildigine ve muèteúid oldıġına
“AllÀhu TeèÀlÀ Óaøretleri’niŋ úudreti büyükdür” sözi úarÀéin-i lafôiyyedendir.
248
Bu faãldaki isnÀd-ı mecÀzìde elfÀôıŋ mevøÿèun lehÀsından òÀric maèÀnaya
taèalluú ider cihet olmayub mecÀz yalŋız fièliŋ ãÿret-i isnadındadır. ElfÀôıŋ
mevøÿèun lehÀsı òÀricinde mecÀzen istièmÀline /162/ taèalluú idecek baóå èilm-i
beyÀna èÀéid mebÀhiåden maèdÿd oldıġından bunuŋ içün ikinci bÀbda tafåìlÀt-ı úÀfiye
derc idecegiz. İn-şÀ’allÀhu TeèÀlÀ
249
İKİNCİ FAäL
Müsnedün İleyhiŋ AóvÀli BeyÀnındadır
İCMÁL
KelÀmıŋ iòrÀcında müsnedün ileyhe èÀrıø olacaú aóvÀl Àtìde gösterilen
umÿrdan èibÀretdir:
1. KelÀmda õikr olunmayub terk olunması
2. Õikr olunması
3. Taèrìfi ve tenkìri
4. äÿret-i tavãìfi
5. Vücÿh-i müteèaddide ile taèúìbi
6. KelÀmda ãÿret-i taúdìm ve teéhìri
7. MuúteøÀ-yı ôÀhire muòÀlif ìrÀdı
İşbu taèdÀd olunan aóvÀlden her birisi içün maúÀmÀt-ı muòtelife olmaġla
maúÀmÀt-ı meõkÿreyi vech-i Àtì üzre tafãìl idecegiz.
TAFäÍL
I
Müsnedün İleyhiŋ KelÀmda Terki
Baèø mevÀúiède müsnedün i[ley]h ôÀhir óÀliŋ gösterecegi iútiøÀ üzerine
kelÀmda õikr olunmayub terk olunur. /163/
MevÀúiè-i mezbÿreniŋ (1)incisi müsnedün ileyhe delÀlet idecek úarìneniŋ
bulundıġı maúÀmdır. Böyle maóallde õikri èabeå olacaġından terk idilür.
250
MiåÀl
Bir kimse bir òasteye “Naãılsın” didikde “Òaste” diyü cevÀb alması gibi.
SÀéilce suéÀliŋ sebúati úarìne oldıġını muòÀùab bildigi içün müsnedün ileyh olan
(ben) lafôını cevÀb-ı meõkÿrda õikr itmege lüzÿm görmez.
(2) SÀmièiŋ õihni uyanıú olub olmadıġını aŋlamaú murÀd olunan mevúièdir.
MiåÀl
Bir kimse bir kimesneye “Bir güzel at ãatılıú düşürür iseŋ benim içün al”
dimiş olub da biraz vaút ãoŋra ol kimesne ol kimseye teãÀdüf eyledikde “Hele
baúayım sözümden murÀd ıãmarladıġı at oldıġına õihni intiúÀl ider mi”
mülÀòaôasıyla müsnedün ileyh olan “at” lafôını terk iderek “Alındı” dimesi gibi.
(3) SÀmièiŋ õihnindeki uyanıúlıú ne derecede oldıġını aŋlamaú murÀd olunan
mevúièdir. Böyle mevúiède suéÀl ve müõÀkere gibi úarìne-i lafôiyye sebúat itmiş
olmamalı, ve faúaù sÀéil ùarafından úarìne-i èaúliyye gösterilmelidir.
MiåÀl
Bir kimse refìúiyle birlikde bir güzel bÀġçede iken “Şu bÀġçe pek /164/
güzeldir” diyecek yerde müsnedün ileyh olan (şu bÀġçe) lafôını lisÀna almayub
refìúiniŋ görecegi bir ãÿretle aġaclara, çiçeklere baúdıúdan ãoŋra “Pek güzeldir”
dimesi gibi.
251
(4) Taèôìm mevúièidir.
MiåÀl
Bir müstedèì recÀsını ãadr-ı aèøama èarø itmesini bir õÀtdan iltimÀs idüb de
ãoŋra o õÀt ile görüşdükde müstedèì “Naãıl oldı” dimesine cevÀben o õÀt “äadr-ı
aèôam recÀŋı úabÿl buyurdu” diyecek yerde müsnedün ileyh olan (ãadr-ı aèôam)
lafôını taèøìmen õikr itmeyüb “Úabul buyurdı” dimesi gibi.
(5) Taóúìr mevúièìdir.
MiåÀl
ÓaøÀr içinde rièÀyete şÀyÀn õevÀta úarşu bir kimseniŋ bì-edebÀne oùurdıġını
gören bir õÀt dìger birisine òiùÀben “Hele baú naãıl oùurayor” diyerek ol kimseniŋ
müsnedün ileyh olan ismini taóúìren lisÀna almaması gibi.
(6) İstimÀèından muòÀùabıŋ úalbinde teéeååür artmaması mülÀóaôa olunacaú
maúÀmdır.
MiåÀl
Bir kimse bir merciè-i maòãÿãdan óÀcetiniŋ óuåÿle müsÀèade intiôÀr ve
ümìdinde iken–o mercièden gelen ve teshìle vÀsıùa /165/ olan–bir şaòã anıŋla mülÀúì
olduúda “Maúãÿduŋ óÀãıl olmadı” diyecek yerde “Olmadı” dimesi gibi.
(7) Lede’l-óÀce müsnedün ileyh “Söz seniŋ óaúúında degil idi” diyü inkÀr
itmek mülÀóaôa olundıġı mevúièdir.
252
MiåÀl
ÓaøÀr içinde şÀyÀn-ı taúbìó bir kimse bulunub da beynlerinde õihnen veyÀ
müõÀkereten úarìne-i intiúÀl mevcÿd olan iki şaòãdan birisi dìgerine ol kimse
óaúúında “FülÀn kimse pek alçaúdır” diyecek yerde úarìne-i meõkÿre üzerine
müsnedün ileyhi terk [i]le “Pek alçaú” dimesi gibi.
(8) Müsnediŋ müsnedün ileyhe maòãÿãiyyet ve başúasına èadem-i
ãalÀóiyyetini gösterecek maúÀmdır.
MiåÀl
“CenÀb-ı Óaúú (FaèèÀlun limÀ yurìdu ve òÀliúun limÀ yeşÀé )∗dır” diyecek
yerde “FaèèÀlun limÀ yurìdu ve òÀliúun limÀ yeşÀé”dır dimesi gibi.
(9) Müsnediŋ müsnedün ileyhe maòãÿã oldıġını iddièÀ mevúièidir.
MiåÀl
“èÁşıúÀne ve müéeååirÀne şièr söylemek şuèarÀya òaãìãa-i èumÿmiyyedir”
dinildikde bir kimseniŋ “Óayır, şuèarÀya òaãìãa-i èumÿmiyye degildir, yalŋız
Fuôÿlìéye maòãÿãdur” dimesi gibi. /166/
(10) Müsnedün ileyhiŋ õikriyle furãat fevt olacaġı mülÀóaôa olunan
mevúièdir.
∗ “Dilediğini yapan, dilediğini yaratan”. Kaza ve kadere iman konusunda Allah’ın mutlak irade sahibi
olduğunu vurgulayan ayetlerden ( İnnallâhe faèèâlun limâ yurîdu, Kur’an-ı Kerim, el-Hûd 11: 107)
alınan bölümlerdir.
253
MiåÀl
Bir òırsızı taèúìb iden bir kimse o òırsızıŋ ùutulmasında rÀst gelenlerden
istièÀne içün “Şu úaçan òırsızdır. Ùutuŋuz” diyecek yerde müsnedün ileyh olan (Şu
úaçan) lafôını terk ile müsnediŋ õikriyle bi’l-iktifÀ “Òırsız” dimesi gibi.
(11) Müsnedün ileyhiŋ ismini óÀøır bulunanlardan ãaúlamaú istenilen
maúÀmdır.
MiåÀl
ÓaøÀr içinde bulunan bir õÀtıŋ gizlice görmesini istedigi bir kimseniŋ
geldigini bir muòbir “Geldi” dimekle o õÀta òaber virmesi gibi.
(12) Medó mevúièidir.
“Ne güzel Àdemdir” gibi.
(13) Õemm mevúièidir.
“Ne fenÀ Àdemdir” gibi.
(14) Teraóóum mevúièidir.
“Pek bì-çÀre Àdemdir” gibi.
(15) İstièmÀl-i şÀyièa itbÀè olunan mevúièdir.
“İş teãÀdüfì böyle oldı” diyecek yerde “TeãÀdüfì böyle oldı” dinildigi gibi.
/167/
254
II
Müsnedün İleyhiŋ Õikri
Müsnedün ileyhiŋ kelÀmda õikr olunması Àtìde beyÀn olunacaú maúÀmlarda
cereyÀn ider.
(1) Aãl oldıġı içün õikri èabes olmayan her bir maóallde õikr olunabilür.
(2) Úarìne mevcÿd olub da terki lÀzım gelen maóall, maúÀm [terk] oldıġı
taúdìrde õikr olunması güzel olur.
MiåÀl
Bir sÀéil “Óaøret-i Peyġam-ber äalla’llÀhu TeèÀlÀ èAleyhi Ve-Sellem
Efendimiz úaç yaşında iken Àòireti teşrìf buyurdılar” dise suéÀl óükmünce úarìne-i
lafôiyye mevcÿd oldıġı içün “Altmış üç yaşında iken” dimek daòi kÀfì olabilür ise de
teberrüken müsnedün ileyh olan (Óaøret-i Peyġam-ber) lafô-ı şerìfiniŋ elfÀô-ı
müteberrike-i sÀéire ile ber-À-ber õikriyle “Óaøret-i Peyġam-ber äalla’llÀhu
TeèÀlÀèAleyhi Ve-Sellem Efendimiz altmış üç yaşında iken Àòireti teşrìf buyurdılar”
dinilmesi gibi.
(3) SÀmièiŋ ġabÀvetine tenbìh murÀd olunan mevúiède õikr olunur.
MiåÀl
Bir kimse (Aómed Efendi) nÀmında bir Àdemiŋ gelmesine muntaôır olub da
geldigini òaber virecek olan bir muòbir úarìne-i mevcÿde üzerine “Geldi” dimekle
iktifÀ idebilür ise de ol kimseniŋ ġabÀveti cihetiyle “Geldi” lafôıyla kimiŋ geldigine
255
õihni intiúÀl /168/ idemeyecegini muòbir bildigi óÀlde “Aómed Efendi geldi” diyerek
müsnedün ileyhi õikr ider.
(4) Taèôìm mevúièidir.
MiåÀl
Bir sÀéil “Devlet-i èAliyye-i èOåmÀniyye ne tÀrìòinde teşekkül itdi” dise
muòÀùab “Altı yüz ùoúsan ùoúuz tÀrìòinde” dimekle iktifÀ idebilür ise de taèôìm içün
“Devlet-i èAliyye-i èOåmÀniyye altı yüz ùoúsan ùoúuz tÀrìòinde teşekkül eyledi”
diyerek müsnedün ileyh olan (Devlet-i èAliyye-i èOåmÀniyye)yi õikr ider.
(5) Taóúìr mevúièinde õikr olunur.
MiåÀl
Bir sÀéil “HülÀgü kimdir” dise “HülÀgü bir ôÀlimdir” diye cevÀb virilmesi
gibi.
(6) ÚÀéil müsnedün ileyhi õikr itmekle teleõõüõ eyledigi mevúiède õikr
idebilür. Fuøÿlìéniŋ
Gerçi cÀnÀndan dil-i şeydÀ içün kÀm isterem
äorsa (cÀnÀn) bilmezem kÀm-ı dil-i şeydÀ nedür
beytinde oldıġı gibi. Şu beytiŋ ikinci mıãrÀèı “äorsa benden bilmezem kÀm-ı dil-i
şeydÀ nedür” ãÿretiyle olmaú lÀzım gelür iken teleõõüõ içün (cÀnÀn) lafôını tekrÀrÀ
õikr itmişdir.
(7) Basù-ı kelÀma vesìle èadd olunacaú maúÀmda õikr olunabilür. /169/
256
MiåÀl
Bir Àmir–øamm-ı maèÀş içün èarø-ı istidèÀya vesìle arayan–bir meémÿra
“Vaútiyle maèÀş alabiliyor mısun” didikde ol meémÿr “Alabiliyorum” dise cevÀb,
kÀfì olabilürse de cevÀbı basù-ı kelÀma vesìle èadd ile “MaèÀşım vaútiyle alınayor.
LÀkin maèÀşım idÀreme kÀfì degildir. Żammını istiróÀm idecegim” dimesi gibi.
(8) İftiòÀr mevúièinde õikr olunur.
MiåÀl
Bir kimse bir èOåmÀnlı’ya “Metbÿèuŋ hangi devletdir” dise “Devlet-i
èAliyye-i èOåmÀniyye’dir” dimesi cevÀb-ı kÀfì olabilür ise de iftiòÀren “Metbÿèum
Devlet-i èAliyye-i èOåmÀniyye’dir” diye cevÀb virmesi gibi.
(9) Taèaccüb mevúièinde õikr olunur.
MiåÀl
“FülÀn Efendi óilm ile maèrÿf iken fülÀn kimseyi bi-ġayri óaúú dögmüşdür”
dinildikde “FülÀn Efendi mi dögmüşdür. Ne úadar èacìb şey? O õÀt bir fiske bile
urmaz ôann ider idim” dinilmesi gibi.
257
III
Müsnedün İleyhiŋ Taèrìf ve Tenkìri
(Taèrìf) bir óaúìúat dÀòilinde bulunan eşòÀã u eşyÀdan birisini başúalarından
temyìze ãÀlió olacaú bir vech-i maóãÿã ile /170/ õikr itmekdir ki sÀmiè anı işitdikde–
õihni başúalarına intiúÀl itmeksizin der-óÀl–ùanımış olur. Bu ãÿretle ìrÀd olunan
müsnedün i[ley]h (maèrife) èadd olunur.
(Tenkìr) bir óaúìúat dÀòilinde bulunan eşòÀã u eşyÀdan birisini vücÿò-i
temyìzden èÀrì olmaú üzre õikr itmekdir ki sÀmiè anı işitdikde–ãÿret-i maòãÿãada
temyìzine muútedir olamayub–õihni başúalarına intiúÀl ider. Bu vechle ìrÀd olunan
müsnedün ileyh (nekre) ãayılur.
(Müsnedün ileyh) altı ãÿretle taèrìf olunur.
(1) IømÀr ile taèrìfdir. Bu ãÿret øamìr èadd olunan lafôlarıŋ birisiyle óÀãıl olur.
(2) ‘Alemiyyet ile taèrìfdir. Müsnedün ileyhiŋ õÀtına maòãÿã olan ism ile õikr
olunmasıdır. Laúab ile taèrìf daòi bu nevèdendir.
(3) äıla ile taèrìfdir. Bir şaòãı, yÀòud bir şeyéi–kendüsini ùanıtdıracaú–aóvÀl-i
maòãÿãasınıŋ birisiyle õikr itmekdir.
(4) İşÀret ile taèrìfdir. EsmÀé-i işÀret olan lafôlarıŋ birisiyle müsnedün ileyhiŋ
õikr idilmesidir.
(5) Maèhÿdiyyet ãÿretiyle taèrìfdir ki yÀ sÀmièiŋ ve muòÀùabıŋ õihnlerinde
veyÀ bi-óasebi’l-èörf òÀricde maèhÿd olunur.
(6) İøÀfetle taèrìfidir. Bu ãÿret müsnedün ileyhi–kendüsini /171/ ùanıtdıracaú–
bir şaòã-ı maèrÿfa veyÀ bir şeyé-i maèlÿma iøÀfe ile õikr itmekdir.
258
BinÀéen èalÀ-ôÀlik õikr olunan altı ãÿretden birisini óÀvì olan müsnedün ileyh
(maèrife) ve bunlardan èÀrì olan müsnedün ileyh (nekre) èadd olunur.
MeåelÀ (kimse) ve (bir kimse) lafôları vücÿh-i meõkÿreden èÀrì oldıġından
nekredir. (Ol kimse), (şu kimse) lafôlarınıŋ birincisi ıømÀr ve ikinscisi ism-i işÀretle
muèarref oldıġından (maèrife)dir.
Taèrìfden her bir ãÿretle maòãÿã-ı mevÀúiè-i muòtelife olmaġla mevÀúiè-i
meõkÿreyi Àùìde ìøÀóÀt-ı lÀzıma ile ber-À-ber tafãìl ve temåìl idecegiz.
(IømÀr İle Taèrìf)
Müsnedün ileyhiŋ óükmen õikri sebúat itdigi içün üç maúÀmda ıømÀr ile
taèrìfi cereyÀn ider.
(1) Tekellüm maúÀmıdır.
LisÀnımızca maúÀm-ı tekellüfde (mütekellim vaóde) olan kimse (ben) ve
(mütekellim maèaél-ġayr) olan kimse (biz) øamirlerini istièmÀl ider.
Birincisine MiåÀl
Úaãduŋ eger tecessüs-i óÀl-i faúìr ise
İl söylemez ãaóìóini ben söylerem saŋa /172/
İkincisine MiãÀl
NÀ-dÀn èazìz ü mükrem ü dÀnÀ õelìl ü òºÀr
Biz óayret-i óükÿmet-i rÿz-i ezeldeyiz
beytlerindeki (ben) ve (biz) lafôlarıdır ki bunlarıŋ her birisi øamìr-i tekellüm ile taèrìf
olunmuş (müsnedün ileyh)dir.
259
(2) ÒiùÀb maúÀmıdır.
LisÀnımızca maúÀm-ı òiùÀb müfred ise (sen), teåniye veyÀ cemè ise (siz)
øamìrleri úullanılur.
Müfrede MiåÀl
Sen beni terk eyleyüb gitdükde vÀúıf olmaduŋ
Derd-i hicrÀnun getirdi başuma cÀnÀ neler
Cemèe MiåÀl
Ben her zamÀn mülÀzım iken istiúÀmete
Seng-i óaúÀrete beni siz itdiŋiz hedef
beytinde oldıġı gibi.
(3) áaybet maúÀmıdır.
LisÀnımızca øamìr-i ġÀéib óÀl-i müfredde (ol), óÀl-i teåniyye ve cemède
(anlar) lafôlarıdır. /173/
Müfrede MiåÀl
Ol benüm her óÀlüme vÀúıf, ben andan bì-òaber
Ol baŋa benden úarìb, ammÀ ben andan pek baèìd
Cemèe MiåÀl
İltifÀt ü óürmet eylerken ben anlardan ümìd
Anlar aãlÀ görmedi şÀyeste-i óürmet beni
beytlerindeki (ol) ve (anlar) lafôları gibi ki bunlarıŋ her birisi (müsnedün ileyh)dir.
260
èAlemiyyet İle Taèrìf
èAlemiyyet ile taèrìf yuúaruda gösterildigi üzre müsnedün ileyhiŋ õÀtına
maòãÿã ism ile õikr olunmasıdır.
“èAbdu’llÀh”, “Óasan”, “SüleymÀn” gibi.
Laúab ile taèrìf daòi bu úabìldendir.
“Ebu’l-Faøl”, “Ebu’l-Óarb” gibi.
èAlem ve laúan baèøan óÀvì olduúları maènÀlar iètibÀriyle müsnedün ileyhiŋ
óaúúında taèôìm, medó, õemm, kinÀye gibi mevúièlerde õikr olunur. /174/
“èÁlì Efendi óaúìúaten èÀlìdir”, “ÒayruéllÀh Efendi müsemmÀsı
ismine muùÀbıú bir õÀtdır”, “äÀlió Aġa müsemmÀ bién-naúìødir”, “ Ebuél-Faøl
heveskÀrÀn-ı maèÀrif babasıdır”, “Ebuél-Buòl’dan kim òayr görebilür” gibi.
äıla İle Taèrìf
äıla maènÀsını óÀvì elfÀô lisÀnımızda (o õÀt ki), (ol bir kimse ki), (o şey ki),
(ol ki), (ol bir şey ki), (şol bir şey ki), (şol kimse ki), (öyle bir kimse ki) miåillü
taèbìrlerdir.
EkåeriyyÀ bu lafôlarıŋ medlÿllerine delÀlet idecek başúa taèbìrler daòi
istièmÀl olunur. (Baŋa söyleyen), (sana ġadr iden), (baŋa naãìóat iden), (giden),
(gelen), (bizi begenmeyenler), (kendilerini medó idenler) gibi.
Müsnedün ileyhiŋ ãıla ile taèrìfi maúÀmÀt-ı Àtiyyede cereyÀn ider.
(1) MuòÀùabıŋ bir kimseyi bilmesi aóvÀl-i maòãÿãasından birisiyle taèrìfe
muótÀc olan mevúièdir.
261
“Ol õÀt ki dünki gün bizimle ber-À-ber idi büyük bir èÀlimdir” gibi.
(2) İsminiŋ taãrìóinde istihcÀn görinen mevúièdir.
“Sebìlinden çıúan şey Àb-desti bozar” gibi.
(3) ZiyÀde-i tavãìf murÀd olunan maúÀmdır. /175/
Şol èaraú kim ol gül-endÀmuŋ yanaġından çıúar
Selsebìl’üŋ èaynıdur Firdevs bÀġından çıúar
beytinde oldıġı gibi.
(4) Vech-i òaberiŋ binÀsını ìmÀ murÀd olunan mevúièdir.
Kim ki mekr-i zen-i dünyÀya zebÿn olmaz ise
RezmgÀh-ı felege merd gelür merd gider
beytinde oldıġı gibi.
(5) MuòÀùaba òaùÀsını tenbìh maúÀmıdır.
CihÀn ki èÀlem-i èibretdür işbu ġafleti úo
İder maãÀéibe pÀ-mÀl bir bahÀnesini
beytinde oldıġı gibi.
(6) Müsnedün ileyhiŋ şÀnına taèôìm maúÀmıdır.
Ol ki emr-i Kün ile èÀlemi ìcÀd itdi
Şu büyük úubbe-i meşhÿdeyi úıldı inşÀ
beytinde oldıġı gibi.
(7) áayrıŋ şÀnına taèôìm maúÀmıdır.
TÀbiè-i fermÀn ider óükmine cümle èÀlemi
MurteøÀ óükmine her kim tÀbiè-i fermÀn olur
beytinde oldıġı gibi.
262
İşÀret İle Taèrìf
Müsnedün ileyhiŋ işÀretle taèrìfi yuúaruda beyÀn olundıġı üzre esmÀé-i
işÀrete maòãÿã olan lafôlardan birisiyle õikr olunmasıdır. /176/
LisÀnımızca esmÀé-i işÀret èadd olunan elfÀô müfred óÀlinde úarìbe (bu), (şu)
ve mütevassıùla baèìde (o) lafôlarından ve teåniye ve cemè óÀlinde úarìbe (bunlar),
(şunlar) ve mütevassıùla baèìde (onlar) lafôlarından èibÀretdir.
Ne óaddi var ki lÀle baóå ide ruòsÀr-ı dil-berle
Bu verd-i gülşen-i óüsn ü melÀóatdür o bÀġìdür16
beytiniŋ mıãrÀè-ı åÀnìsindeki (bu) müfredce işÀret-i úarìbe ve (o) işÀret-i baèìde
miåÀldir.
Ve “Bunlar cühelÀ, onlar budelÀdır” sözündeki (bunlar) cemède úarìbe ve
(onlar) baèìde işÀrete miåÀldir.
Müsnedün ileyhiŋ işÀret ile taèrìfi Àtìde beyÀn olunacaú maúÀmlarda cereyÀn
ider.
(1) ZiyÀde-i temyìze murÀd olunan maúÀmdır. NÀbì’niŋ
Bu òÀkün pertevinden oldı deycÿr-i èadem zÀéil
èAmÀdan açdı mevcÿdÀt çeşmin tÿtiyÀdur bu
beytinin ikinci mıãrÀèındaki (bu) gibi.
(2) SÀmièiŋ ġabÀvetine taèrìø mevúièidir. Yine NÀbì’niŋ
äaúın terk-i edebden kÿy-i maóbÿb-ı ÒüdÀ’dur bu
NaôargÀh-ı İlÀhìdür maúÀm-ı MuãùafÀ’dur bu
16 LÀleniŋ meşhÿdiyeti iètibÀriyledir.
263
beytindeki (bu)larıŋ ikisi de taèrìøe miåÀldir ki muòÀùaba taèrìøen “Bu maúÀm ne
maúÀm oldıġını aŋlamadıġıŋ içün ÀêÀba tevÀfuú itmeyecek bir óÀlde bulunayorsun”
dimegi murÀd itmişdir. /177/
(3) BeyÀn-ı óÀl mevúièidir.
Hani vaúti ile bir nÀr bıraúduŋ dilüme
İşte bu Àteş odur sönmedi óÀlÀ ùutışur
beytinde oldıġı gibi.
(4) Taóúìr mevúièidir.
İnanma her ne söylerse saŋa hep bì-óaúìúatdür
Nice sÀde-dili iġfÀl iden efsÀne-òºÀndur bu
beytinde oldıġı gibi.
(5) Müsnediŋ müşÀrun ileyh èaúìbindeki evãÀfa liyÀúatini beyÀn mevúièidir.
Bu ol óikmet-şinÀs èallÀme-i faøl-ÀşinÀdur kim
Yanında ùıfl-ı ebced-òºÀna beŋzer Bÿ èAlì SìnÀ
beytinde oldıġı gibi.
Maèhÿdiyyet İle Taèrìf
Yuúaruda gösterildigi vechle maèhÿdiyyetle muèarref olan müsnedün ileyh yÀ
sÀmièiŋ ve muòÀùabıŋ õihnlerinde maèhÿd olur yÀòud sÀmiè ve muòÀùabıŋ
õihnlerinde maèrÿf olmayub bi-óasebi’l-èörf òÀricde meşhÿd olur. LisÀn-ı èArabì’de
birinci mevúiède lÀm èahd-i õihnì, ikinci mevúiède lÀm èahd-i òÀricì müstaèmeldir.
Türkì’de baèøan o mevúièlerde (maèhÿd) ve baèøan (kendüsi) ve (kendüleri),
(seniŋki), (benimki) miåilli lafôlar istièmÀl idilür. Baèøan daòi maèrÿfiyyet-i
264
òuãÿãiyyesi cihetiyle èaleél-ıùlÀú /178/ õikr olunur. Bir dÀéireniŋ reéìsi veyÀ bir
òÀneniŋ büyügi o dÀéire ve òÀnece maèrÿf oldıġı içün óadd-i õÀtında nekre olan
(efendi) lafôı o dÀéire ve òÀne òalúınca–õikr olundıġı anda–kendi reéìsleri ve
büyükleri olan efendi oldıġı der-óÀl maèlÿm olur. BinÀéenèaleyh lafô-ı meõkÿr ıùlÀú
üzre õikr olunsa bile öyle mevúièlerde nekre èadd olunmayub maèrife ãayılur.
Müsnedün ileyhiŋ (maèhÿdiyyet) ãÿretiyle taèrìfi Àtìde beyÀn olunacaú
maúÀmlarda cereyÀn ider.
(1) ÒÀricde maèóÿd olan bir şeyée işÀret olunacaú maúÀmdır.
“Seniŋki benimki gibi degil” miåilli
(2) Nefs-i óaúìúate işÀret mevúièidir.
“Erkek úarıdan òayrılıdır” gibi.
Şu miåÀlde “Erkek cinsi úarı cinsinden òayırlıdır” dimek olur.
(3) Õihnde maèhÿdiyyet cihetiyle vÀóid içün taèrìf maúÀmıdır. Óaúìúatle
muèarref olan müsnedün ileyh õihnde maèhÿdiyyeti cihetiyle baèøan óaúìúatden bir
ferd içün getirilür.
“Çarşu açıldı” gibi ki çarşu müteèaddid oldıġı óÀlde öyle dimekden murÀd
òÀricde ġayr-ı maèhÿd ve õihnde maèhÿd olan çarşu olur.
(4) èAhd ãÿretiniŋ istiġrÀúını ifÀde mevúièi olub bu da iki dürlüdür. Birisi
haúìúì, dìger èörfì. /179/
Óaúìúìye MiåÀl
“CenÀb-ı Óaúú’ca gizli, ÀşikÀre her şey maèlÿmdur” èibÀresidir. Bunda
istiġrÀú èale’l-ıùlÀú olmaġla “èİlm-i ilÀhìden òÀric hìç bir şey yoúdur” dimek olur.
265
èÖrfìye MiåÀl
VÀlì Paşa’nıŋ emriyle úuyumcılarıŋ hepsi ùoplandı” sözidür. Bu istiġrÀú
dünyÀda ne úadar úuyumcı var ise cümlesine şÀmil olmayub yalŋız vÀlìniŋ zìr-i
idÀresinde bulunan vilÀyetdeki úuyumcılarıŋ cümlesine şÀmil olacaġı èörfen bilinür.
İøÀfet İle Taèrìf
Müsnedün ileyhiŋ õihn-i sÀmiède ióøÀrına eŋ úıãa yol iøÀfetle taèrìfidir.
“Benim babam gitti”, “Seniŋ oġluŋ geldi”, “SüleymÀn Beg’iŋ úarındaşi yazdı” gibi.
Müsnedün ileyhiŋ (nekre) olaraú getirilmesi Àtìde beyÀn olunacaú
maúÀmlarda iltizÀm olunur.
(1) Taèôìm mevúièidir.
Bir luùfı var ki her kim olursa ider esìr
Bir cÿdı var ki mürde-i faúìre virür óayÀt
beytinde olan (bir luùfı) be (bir cÿdı) lafôları gibi ki bunlarıŋ her birisi müsnedün
ileyh óaúúında taèôìm ve sitÀyişi óÀvìdir. /180/
(2) Tefòìm mevúièidir.
Bir derde itdi kim beni bir derd mübtelÀ
Yanumdan el-èıyÀõ ile eyler güõer belÀ
beytindeki “bir derd” gibi ki pek büyük derd dimekdir.
(3) Tekåìr mevúièidir.
“FülÀnıŋ devesi ve úoyunı var” gibi ki “Çoú devesi, çoú úoyunı var”
dimekdir.
266
(4) Hem taèôìm, hem de tekåìr mevúièidir.
“Seni tekõìb itdiler ise senden muúaddemkiler de tekõìb olundılar” gibi.
“Senden muúaddemkilerini daha ziyÀde tekõìb eylemiş olduúları óÀlde kÀõibleriŋ
tekõìblerinden anlarıŋ şÀnlarına òalel gelmedigi gibi seniŋ şÀnıŋa da aãlÀ bir òalel
gelmez” dimekdir.
(5) Taòkìr mevúièidir.
Bir atum var ki mecmÿèa-i esúÀm u èilel
Mÿy-i endÀmı úadar èayb teninde der-kÀr
beytinde oldıġı gibi.
(6) Õemm mevúièidir.
Bir óÀli var ki oġlına dek nefret itdürür
Bir ùabèı var ki düşmen ider òayr-òºÀhını
beytinde oldıġı gibi. /181/
IV Müsnedün İleyhiŋ Tavãìfi
Müsnedün ileyhiŋ tavãìfi õikr olunacaú vaãfıŋ kendüsini açıú gösterici ve
maènÀsını keşf idici olması içündür.
“Úırmızı gül”, “yeşil çadır” gibi.
Vaãf baèøan müsnedün ileyhiŋ medóini şÀmil olur.
“ÕÀt-ı şerìf”, “vezìr-i ãÀdık” gibi.
Baèøan daòi õemmi müşèir olur.
“Şaòã-ı denì”, “èÀlim-i ġayr-i èÀmil” gibi.
267
Baèøan da cÀlib-i teraóóum olacaú bir ãÿreti müştemil bulunur.
“Zevallì Àdem”, “bì-çÀre Àdem” gibi.
Mevãÿf bir vaãfıŋ õÀten maènÀsını muteøammın oldıġı óÀlde bile baèø
mevúiède vaãf teékìd ãÿretiyle ìrÀd olunur.
“Uçıcı úuş”, “úanadlı úuş”, “kişne[y]ici at”, “ãabìé-i ġayr-i bÀliġ” gibi.
Çoú yerde müsnedün ileyhiŋ tavãìfi ãıla ùarìkiyle cereyÀn ider.
Atmış şekìb ü ãabrı sevüb sen sitemgeri
äabr it belÀ-yı èışúa diyü baŋa pend iden
ve
Bì-tÀbì-i tehÀluk ile yolda úaldı hep
Ser-menzil-i merÀma vaúitsüz şitÀb iden
beytlerinde oldıġı gibi. /182/
Müsnedün ileyhe cümle ùarzında ìrÀd olunacaú vaãfca edÀt-ı rabù olan (ki)
veyÀ (kim) lafôlarından birisi úullanılur ki bu da ãıla ùarìúiyle tavãìf dimekdir.
O demler ki göŋül òürrem idi bezm-i viãÀlünde
Efendüm demler ol demler zamÀnlar ol zamÀnlardı
beytinde ve
Oldı deryÀ-òìz o Àteş-òÀne kim gönlümdür ol
mıãrÀèında oldıġı gibi.
268
V
Müsnedün İleyhiŋ Vücÿh-i Müteèaddide İle Taèúìbì
Müsnedün ileyhiŋ (teékìd) ile taèúìbi Àtìde beyÀn olunacaú mevúiède cereyÀn
ider.
(1) Taúrìr mevúièidir.
MiåÀl
Bir sÀmiè müsnedün ileyhi istimÀèda ġaflet ve yÀòud mesmÿèını başúasına
óaml eyledikde teékìd ùarìúiyle tekrÀr olunaraú “FülÀn söyledi fülÀn” dinildigi gibi.
(2) MecÀz tevehhümüni defè murÀd olunan maóalldir.
MiåÀl
Bir emìr bir kimseyi eliyle dögmüş oldıġını óikÀye iden bir /183/ kimesne
“Emìr falÀnı dögdi” dise sÀmiè–maêrÿbı dögen emìriŋ Àdemleri oldıġını ôann ve–
sözi mecÀza óaml itmemek mülÀóaôasıyla “Emìr dögdi emìr” yÀòud “Emìr biéõ-õÀt
dögdi” dimesi gibi.
(5) Sehviŋ tevehhümi izÀle murÀd olunan maúÀmdır.
MiåÀl
Zeydéiŋ geldigini òaber viren bir kimse “Zeyd geldi” didikde sÀmiè belki
gelen èAmr iken muòbir sehven öyle söyledi tevehhümüne õÀhib olur mülÀóaôasıyla
“Zeyd geldi Zeyd” diyü müsnedün ileyhi teékìd ider.
269
(6) èAdem-i şümÿl tevehhümüni izÀle mevúièidir.
MiåÀl
Zeyd’iŋ oġullarınıŋ hepsi geldigini beyÀn içün “Zeyd’iŋ oġulları geldi”
dinilse sÀmié belki oġullarından baèøıları geldigini ve baèøıları gelmedigini ôann ider
mülÀóaôasıyla “Zeyd’iŋ oġullarınıŋ hepsi geldi” diyü teékìd ile ìrÀd olunur.
Müsnedün ileyh ìøÀó murÀd olundıġı óÀlde kendüsine maòãÿã olan ismi bi’t-
taãrìó (èaùf-ı beyÀn) ile taèúìb olunur.
“Seniŋ dostuŋ Muóammed Beg baŋa geldi” gibi.
İfÀdeniŋ zìyÀde-i taúrìri murÀd olunur ise (bedel) ile taèúìb idilür. /184/
“Baŋa úarındaşıŋ geldi. Úarındaşıŋ didigim èÖmer Efendi’dir, äÀlió
Efendi degil” ve “Zeyd ãoyuldı. äoyuldı didigim eåvÀbıdır, derisi degil”, “Úalem
efendileri geldiler. Geldiler didigim çoġıdır, hepsi degil” gibi.
Müsnedüŋ ileyhiŋ (èaùf) ãÿretiyle taèúìbi Àtìde beyÀn olunacaú mevúiède
cereyÀn ider.
(1) İòtiãÀr ile ber-À-ber tafãìli murÀd olunan mevúièdir.
MiåÀl
“Baŋa hem SüleymÀn Efendi, hem de èAlì Efendi geldi” dinilecek
yerde “Baŋa SüleymÀn ve ‘Alì Efendiler geldiler” denilmesi gibi.
(2) Müsnedüŋ ileyhiŋ iòtiãÀr-ı tÀmm ãÿretiniŋ iltizÀmıyla tafãìli murÀd
olundıġı mevúièdir.
270
MiåÀl
“Baŋa SüleymÀn Efendi geldi. Andan ãoŋra ‘Alì Efendi geldi” dinilecek
yerde “Baŋa SüleymÀn Efendi’den ãoŋra èAlì Efendi geldi” dinilmesi gibi. Ve bir
cemÀèatiŋ efrÀd-ı maèlÿmesini birer birer taèdÀd ile meåelÀ “Baŋa fülÀn geldi…fülÀn
geldi…geldi…ÒÀlid geldi” dinilecek yerde “CemÀèat ÒÀlid’e varınca baŋa geldi”
dinilmesi gibi ki şu iki miåÀlde vaúiè (ãoŋra) ve (varınca) lafôlarından birincisi lisÀn-ı
èArabì’de (åümme) ve digeri (óattÀ) maúÀmındadır ki her birisi óarf-i èÀùıfa èadd
olunur. /185/
(4) SÀmièi òaùÀdan åevÀba redd mevúièidir.
“Baŋa gelen Óasan Efendi’dir, Aómed Efendi degildir” gibi.
Bu ãÿret úaãr mebóaåine müteèalliú oldıġından mebóaå-i meõkÿrda tafãìl
olunacaúdır in-şÀ’allÀhu TeèÀlÀ
(5) Óükmüŋ başúasına ãarfı murÀd olunan maúÀmdır.
“Baŋa Aómed Efendi gelmedi, belki Óasan Efendi geldi” gibi.
(6) Şekk mevúièidir.
“Baŋa Aómed Efendi yÀòud Óasan Efendi geldi idi” gibi.
271
VI
Müsnedün İleyhiŋ Taúdìm ve Te’òìri
Müsnedün ileyhiŋ kelÀmda õikri ehemm oldıġı içün taúdìmi daòi ehemmdir.
Bu ehemmiyyetiŋ esbÀbı pek çoú ise de başlucaları Àtìde tafåìl olunur.
(1) Müsnedüŋ ileyhiŋ aãl olmasıdır.
BinÀéenèaleyh müsnediŋ taúdìmini maúÀm iútiøÀ itmedikce kelÀmda bu
aãldan èudÿli iútiøÀ idecek bir şey bulunamaz.
(2) Òaberiŋ õihn-i sÀmiède yer ùutması maúãadıdır.
Her bir mübtedÀda òaber içün bir teşvìú-i cedìd mevcÿd olacaġından şevúden
ãoŋra işidileceú òaber sÀmièiŋ õihninde biéù-ùabèi yerleşür. BinÀéen èala-õÀlik
mübtedÀ olan müsnedün ileyhiŋ taúdìminde bu ehemmiyyet daòi bedìhdir. MeåelÀ:
/186/
DÀne dÀne ol èaraúlar ùurra-i pür-tÀbda
Úaùre úatre jÀlelerdür sünbül-i sìr-Àbda
beytindeki (dÀne dÀne ol èaraúlar) bir kelime maúÀmında cereyÀn iden müsnedün
ileyh ve mübtedÀ olub bir kÀéil ibtidÀ bunı õikr itdikde ol èaraúlarıŋ ne oldıġını
bilmege sÀmièiŋ õihninde der-óÀl bir şevú óÀãıl olur. Ve bu şevú üzerine sÀmiè
sÀmièa-i diúúatini èaùf ider. ÚÀéil o mübtedÀnıŋ òaberi olan (úatre úatre jÀlelerdür)
sözini söylemesiyle ber-À-ber şevú-i meõkÿreden nÀşì işbu òaber ol Ànda sÀmièiŋ
õihninde yerleşüb úalur.
272
(3) Taècìl-i meserret maúãadıdır.
Bu maúãad ismden óüsn-i tefÀéül mevúièinde ve òayr-òºÀhıŋ lehinde bir
maúÀma muúÀrenet ider. “SaèÀdet seniŋ öŋündedir” gibi.
(4) Taècìl-i mesÀéet maúãadıdır.
Bu maúãad taùayyur u teşÀéum mevúièinde ve bed-òºÀh èaleyhinde bir
mevúièe muúÀrin olur. “Nuóÿset seniŋ öŋündedir” gibi.
Baèøan daòi teéessüf mevúièinde bulunur. “ÚabÀóat benim ùÀlièimdedir”gibi.
Baèøan da iètirÀf-ı úuãÿr ve iètiõÀr mevúièinde cereyÀn ider. “Úuãÿr bendedir”
miåilli.
(5) ÍhÀm maúãadıdır. Yaènì òÀùırdan zÀéil olmadıġını beyÀn mevúièidir. “Bir
zÀt-ı fÀøıl úonaúdadır” gibi ki müsnedün ileyhiŋ taúdìm-i õikri teúaddüm-i şerefìyi
müşèir oldıġından taèôìmi ìhÀm itmiş olur. /187/
(6) İstilõÀõ maúãadıdır. “Úonaúda sevdigim fülÀndır” dinilecek yerde
“Sevdigim fülÀn úonaúdadır” dinilmesi gibi.
Bunlardan başúa müsnedün ileyhiŋ taúdìminde taèrìø ve taóúìr gibi esbÀb-ı
sÀéire daòi bulunur.
Şeyò èAbdüél-ÚÀhir dir ki “Baèø kerre òaber fièliniŋ müsnedün ileyhe úaãr u
taòãìãini ifÀde içün müsnedün ileyh müsned üzerine teúaddüm ider”.
MiåÀl
“èÁmirimiz sen degilsin başúa bir õÀtdır” dinilecek yerde “Sen bizim
Àmirimiz degilsin” dinildigi gibi.
Şeyò èAbdüél-ÚÀhir’iŋ beyÀn eyledigi vech lisÀn-ı èArabìéde müsnedün
ileyhiŋ–başúa vÀsıùa tevassuù itmeksizin ùoġrıdan ùoġrıya–óarf-i nefyden ãoŋra
273
vuúÿèıyla meşrÿùdur. (MÀ ene úultu hÀõÀ) gibi. LÀkin bu ãÿretiŋ cereyÀnı bizce şìve-i
lisÀna muvÀfıú düşmeyeceginden maènÀ-yı nefy; fièlde vÀúiè ve müsnedün ileyh ile
fièliŋ arasında çoú kerre bir mefèÿl, mutevassıù bulunur.
MiåÀl
Òaberiŋ fièle taòãìãini irÀée içün “Benim söyledigim bu degil idi, şu idi”
dinilecek yerde “Ben bunı söylemedim” dinildigi gibi. /188/
Şu baóåce kütüb-i maèÀnìde baèø tafãìlÀt münderic ise de lisÀnımızca
istièmÀle ãÀlió olmadıġından ìrÀdından ãarf-ı naôar idildi.
ÚÀèide-i meõkÿre ekåeriyyÀ òaber-i fièlìde başúasınıŋ müşÀreketini zuèm iden
kimseyi redd maúãadıyla bi-ùarìúi’t-taòãìã istièmÀl olunur.
MiåÀl
“Seniŋ maãlaóatıŋa benden başúası çalışmadı” denilecek yerde “Ben seniŋ
maãlaóatıŋa çalışdım” dinildigi gibi.
MuòÀùab òaber-i fièlìce başúasınıŋ infirÀdını iètiúÀd ider ise müsnedün ileyhiŋ
taúdìmiyle ber-À-ber teékìdi de iltizÀm olunur.
MiåÀl
“Ben bu işi gördüm. Benden başúa hìç bir kimse müşÀreket itmedi” yÀòud
“Ancaú ben bu işi gördüm” gibi.
Baèø kerre sÀmièiŋ õihninde óükme taúviyet virilmek içün nefye merbÿù
olmaúsızın bu yolda ifÀde iltizÀm olunur.
274
MiåÀl
“Şu õÀt iósÀn ider” gibi. Bu taúdìrce “Başúası iósÀn itmez” miåilli bir maènÀ
maúãÿd olmadıġından müsnedün ileyhiŋ taúdìmi òaberiŋ müsnedün ileyhe taòãìãi
içün olamaz.
“Sen benim işime çalışmadın” miåillü menfì olan fièllerce de müsnedün
ileyhiŋ taúdìmi óaúúındaki iètibÀr ġayr-ı menfì olan fièller gibidir. /189/
İfÀdÀt-ı meõkÿre maèrife olan müsnedün ileyhe müteèalliúdir.
Müsnedün ileyh nekre oldıġı taúdìrde taúdìmi cins-i nekreniŋ efrÀdından bir
ferdiŋ fièle taòãìãini ifÀde ider.
MiåÀl
“Baŋa gelen bir erkek idi, úarı degil idi” yÀòud “Bir erkek idi, iki erkek degil
idi” dinilecek yerde “Bir erkek baŋa geldi” dinildigi gibi.
(Her), (hìç bir) lafôlarınıŋ her birisi lisÀn-ı Türkì’de edÀt-ı süver olub birincisi
ekåeriyyen mÿcibe ve sÀlibe-i külliyyede ve ikincisi her vaút sÀlibe-i külliyyede
istièmÀl olunur. İkisi de her ne ãÿretle istièmÀl olunur ise olunsun: müsnedün ileyhe
maúrÿn olur ise o maúÿle edÀt-ı süver ile müsevver olan müsnedün ileyh her óÀlde
müsned üzerine taúdìm idilür.
“Her kes böyle söyledi”, “Her kes böyle söylemiyor”, “Hìç bir kimse böyle
söylemedi” miåÀllerinde oldıġı gibi.
Mÿcibe-i cüzéiyye içün müstaèmel olan (baèø) lafôı müsnedün ileyhe muøÀf
oldıġı óÀlde istièmÀl olunur ise istièmÀle taèalluú iden úÀèide mÿcibe-i külliyyede
oldıġı gibidir.
275
“Baèø kÀtib cÀhildir”, “Baèø èulemÀ ġayr-ı èÀlimdir” kÀtibleriŋ baèøıları
(yÀòud) baèøısı “cÀhildir”, “EãnÀfıŋ baèøısı munaããaf degildir” miåÀllerinde oldıġı
gibi. /190/
LisÀn-ı Türkì’de müstaèmel (bir ùaúım), (biraz), (bir úaç) lafzları da mÿcibe-i
cüzèiyyedir.
Müsnedün ileyhiŋ (teéòìri) maúÀma tÀbiè oldıġından maúÀm, müsnediŋ
taúdìmini iútiøÀ ider ise müsnedün ileyh teéòìr olunur. LisÀn-ı èArabì’de şu maúÀm
müteèaddid ise de lisÀnımızda yalŋız eşèÀrda øarÿret-i vezn ve úÀfiyeden başúa
müsnedün ileyhiŋ teéòìrini mÿcib olacaú maúÀm yoúdur.
BidÀyet-i faãldan bu maóalle úadar müsnedün ileyhiŋ beyÀn olunan aóvÀli
muúteøÀ-yı ôÀhirdir.
V
KelÀmıŋ MuúteøÀ-yı ÔÀhire MuòÀlif İòrÀcı
Baèø mevÀúiède müsnedün ileyh tafãìlÀt-ı meõkÿre dÀéiresinden òÀric ve
muúteøÀ-yı ôÀhire muòÀlif olaraú ìrÀd olunur. MevÀúiè-i meõkÿreniŋ başlucalarını
Àtìde beyÀn idecegiz.
(1) Maôhar getirilecek yerde øamìr ile getirilmesidir.
Müsnedün ileyh şu mevúiède maôhar olaraú getirilse sÀmièiŋ úalbinde mÀ-
baèdını istimÀèa şevú óÀãıl olmayacaġı ve muømer getirildikde sÀmiè maènÀsını fehm
idemeyeceginden anı taèúìb idecek lafôı işitmek içün bir şevú-ı cedìde muãÀdif
276
olacaġı cihetle kelÀmda óüsn-i teéåìr ve telaúúìye meyl-i ùabìèì óÀãıl olur.
BinÀéenèaleyh kelÀm, sÀmièiŋ õihninde yerleşür. /191/
MiåÀl
“Óaúú baŋa benden úarìb, ammÀ ben andan pek baèìd” dinilecek yerde “Ol
baŋa benden úarìb, ammÀ ben andan pek baèìd” dinilmesi gibi.
(2) Øamìr ile getirilecek yerde maôhar getirilmesidir.
Şu maúÀmda müsnedün ileyhiŋ kemÀl-i temeyyüzi ve óükm-i bedìèe taèalluú
idecek iútidÀr-ı maóãÿãì irÀ’e idilür.
äunèıdur bir ãÀnièüŋ uşbu perend-i nìlgÿŋ
Naúşıdur bir naúş-bendüŋ bu muãannaè perniyÀn
beytinde oldıġı gibi. MıãrÀè-ı evvelde “uşbu perend-i nìlgÿn” taèbìrini óÀvì
müsnedün ileyh ism-i işÀretle maèrÿf ve maôhar olmaú üzre mesbÿk bi’l-beyÀn iken
mıãrÀè-ı åÀnìde “bu muãannaè perniyÀn” taèbìrini şÀmil olan müsnedün ileyhiŋ ism-i
işÀretle maèrÿf ve ôÀhir getirilmesine iòtiyÀc olmayub mıãrÀè-ı åÀnìniŋ “Her gören
bir naúş-bendüŋ naúşıdur ol dir hemÀn” tertìbini muúteøÀ-yı õÀhir ìcÀb ider idi. LÀkin
müsnedün ileyhiŋ kemÀl-i temeyyüzini ve müsnediŋ kendüsine kemÀl-i iòtiãÀãını
irÀée idecek böyle mevúiède o ãÿretle muômer getirilmesi muúteøÀ-yı ôÀhire muvÀfıú
olsa bile muúteøÀ-yı óÀlden ve óüsn-i teéåìri ìcÀb itdirecek şìve-i ifÀdeden tebÀèüd
idecegi cihetle muúteøÀ-yı óÀl ism-i işÀretle maèrÿf ve maôhar getirilmesini mÿcib
olmuş ve öyle ìrÀd olunmuşdur.
(3) Tehekküm yaènì istihzÀ mevúièidir. /192/
Nÿr-i baãardan maórÿm olan bir kimseye söz söylerken işÀretle “Ha şu
görinen böyledir” dinilmesi gibi.
277
(4) BelÀdeti olanlarıŋ õihnlerince ãuèÿbet-i intiúÀliŋ gösterecegi yaŋlışlıġa
maóall bıraġılmaması arzu olunan mevúièdir.
MiåÀl
Bir veyÀ bir úaç muòÀùaba òiùÀben “Bu mevcÿdÀt bir ãÀniè-i muùlaúıŋ eåer-i
ãunèıdır ki murÀd itse kÀffesini Àn-ı vÀóidde imóÀ ve her õerresiniŋ yerine bir èÀlem-i
dìger òalú ve iúÀme ider” dinilecek yerde bir muòÀùabıŋ veyÀ bir úaç muòÀùab içinde
õihni baùì olanlar ve intiúÀl-i õihnlerine iètimÀd olunmadıġı óÀlde “Bu mevcÿdÀt bir
ãÀniè-i muùlaúıŋ eåer-i ãunèıdır ki (o ãÀniè-i muùlaú) murÀd itse bu mevcÿdÀtıŋ
kÀffesini Àn-ı vÀóidde imóÀ ve rher õerresiniŋ yerine bir èÀlem-i dìger òalú ve iúÀme
ider” dinilmesi gibi.
(5) Müsnedüŋ ileyhiŋ kemÀl-i ôuhÿrını iddièÀ mevúièidir.
“Sen baŋa ġadr itdiŋ. O da memnÿn olacaġıŋ bir derecede beni örseledi”
denilecek yerde “Sen ġadr itdiŋ. Şu ġaddar da memnÿn olacaġıŋ bir derecede beni
örseledi” dinilmesi gibi.
(6) SÀmièiŋ úalbine úorúu ve mehÀbet düşürmek murÀd olunan
mevúièdir./193/
MiåÀl
Bir Àmir, bir meémÿra bir emr virdikde “Ben saŋa böyle emr viriyorum”
diyecek yerde “Ámiriŋ saŋa böyle emr viriyor” dimesi gibi.
(7) Ùaleb-i èafv ü meróamet mevúièidir.
YÀ Rab belÀ-yı úayda Fuøÿlì esìrdür
Ol bì-dili bu dÀm-ı kedÿretden it rehÀ
278
beytinde oldıġı gibi ki “YÀ Rabb ben belÀ-yı úayda esìrim. Beni bu dÀm-ı kedÿretden
úurtar” diyecek yerde istièùÀf ve enÀniyyetden iótirÀz ile müteõellilen nefsini ġÀéib
maúÀmına tenzìl ile öyle söylemişdir.
(8) İltifÀt mevúièidir. (İltifÀt) tekellüm ve òiùÀb ve ġaybetden birisiniŋ yerinde
dìgerini úullanmaúdır.
ÒiùÀb Mevúièinde Tekellüme MiåÀl
“Siz[e] ne óÀl oldı ki söziŋizi bilmiyorsuŋuz. Maúãadıŋız ise ifÀde-i
merÀmdır” dinilecek yerde “Baŋa ne óÀl oldı ki sözümi bilmiyorum. Maúãadıŋız ise
ifÀde-i merÀmdır” dinilmesi gibi.
ÒiùÀb Mevúièinde Ġaybete MiåÀl
“Ben size söz söylüyorum. Sözümi her kes diŋlemelidir” gibi ki “Hepiŋiz
diŋleyiŋiz” dimekdir.
Tekellüm Mevúièinde ÒiùÀba ve ÒiùÀb Mevúièinde Tekellüme MiåÀl
/194/ Fuøÿlì olmaz imiş miónet ü firÀúa müfìd
Bu õevú õikri ki bir vaút yÀre hem-dem idüm
gibi. MıãrÀè-ı evvel tekellüm maúÀmında bi-ùarìúi’t-tecrìd òiùÀba ve mıãrÀè-ı åÀnì
mıãrÀè-ı evvele nisbetle òiùÀb olmaú lÀzım gelürken o maúÀmda tekellüme miåÀl
olabilür. (Vaúıs èalÀ hÀõÀ )∗
MuóarrerÀt ve muòÀberÀtda muòÀùaba ve mürselün ileyhe úarşu úullanılan
“õÀt-ı èÀlìleri”, “ùaraf-ı sÀmìlerine” gibi taèbìrler òiùÀb yerinde ġaybete miåÀldir.
∗ Buna göre, buna kıyasen
279
(9) “Bunı sen söylemişsin” diyecek yerde “Siz söylemişsiŋiz”, “Ben yazdım”
yerinde “Biz yazdıú” miåilli taèbìrleriŋ birinci ãÿreti taèôìm ve ikincisi enÀniyyetden
iótirÀz mevúièlerinde úullanılur.
(10) Bir sÀéil maúãadı olan suéÀli dìger bir suéÀl maúÀmına tenzìl ile muntaôır
oldıġı cevÀb óaúúında müsÀmaóa iòtiyÀr ve başúa ãÿretle cevÀb ièùÀsı da muúteøÀ-yı
ôÀhire muòÀlif bir maúÀmdır.
MiåÀl
“Bir sÀéil kevÀkibiŋ eczÀ’-i mÀddiyye vü cevheriyyesini ve buèd u mesÀfe
gibi fenn-i hey’ete müteèalliú mesÀéilini aŋlamaú maúãadıyla “İşbu yıldızlar nedir”
/195/ diyü suéÀl itse aãl cevÀbından ãarf-ı naôarla “Yıldızlarıŋ her birisi CenÀb-ı
Óaúú’ıŋ bir ãunè-ı bedìèidir” dimekle iktifÀ olunması gibi. Bu cevÀbdan maúãad
ãÿret-i muòtaãarada cevÀbıŋ ièùÀsı ve defèaten sÀéile tefhìmi mümkin olmadıġı içün
yalŋız úudret-i İlÀhiyye’niŋ muòtaãaran beyÀnıyla iktifÀdır.
(11) Bir mÀddeniŋ óuãÿli taóaúúuú-ı vuúÿèa maúrÿn oldıġını beyÀn maúãadı
üzerine müstaúbel ãìġası yerinde mÀøì ãìġasıyla ifÀde-i óÀl mevúièidir.
MiåÀl
Óuãÿline intiôÀr olunan bir maãlaóatıŋ “Óuãÿl-peõìr olacaġına şübhe
úalmamışdır” dinilecek yerde “O iş oldı bitdi” dinildigi gibi.
(12) Úalb mevúièidir ki eczÀ-yı kelÀmdan birisiniŋ dìgerine úalb olunmasıdır.
MiåÀl
“äuyı ata èarø itdim” dinilecek yerde “Atı ãuya èarø itdim” dinilmesi gibi.
/196/
280
ÜÇÜNCİ FAäL
Müsnediŋ AóvÀli BeyÀnındadır
KelÀmıŋ iòrÀcında müsnede èÀrıô olacaú aóvÀl Àtìde õikr olunacaú umÿrdan
èibÀretdir.
İCMÁL
(1) Müsnediŋ kelÀmda terk olunması
(2) Õikr olunması
(3) Müsnediŋ fièl, yÀòud ism olaraú ìrÀd idilmesi.
(4) Müsnediŋ tenkìr ve taèrìfi
TAFäÍL
I
Müsnediŋ KelÀmda Terk Olunması
Müsned daòi–müsnedün ileyh gibi maóõÿf oldıġına delÀlet idecek úarìne
bulunur ise–èabeåden iótirÀzen ve iòtiãÀren kelÀmda õikr olunmayub terk olunur.
MiåÀl
“Şu yazıyı kim yazdı” diyü vuúÿè bulan suéÀle cevÀben “Ben yazdım”
dinilecek yerde “Ben” lafôıyla iktifÀ bi’l-iktifÀ müsned olan (yazdım) lafôınıŋ terk
olunması gibi. /197/
İki cümleyi óÀvì olan bir èibÀreniŋ baèøan cümle-i ÿlÀsından ve baèøan
cümle-i åÀniyyesinden iòtiãÀr içün müsned óaõf olunur.
281
Cümle-i ŪlÀdan Óaõfına MiåÀl
Gül sünbüle, sünbül gül-i raènÀya münÀsib
mıãrÀèındaki cümle-i åÀniyyede vÀúiè (münÀsib) lafôı ile biél-iktifÀ birinci cümleden
óaõf olundıġı gibi.
Cümle-i æÀniyyeden Óaõfına MiåÀl
Nemlü eşkümden zemìn memlÿ o nemden ÀsmÀn
mıãrÀèında ÀsmÀndan ãoŋraki (memlÿ) lafôı gibi.
Baèøan bir èibÀrede tekerrürden iótirÀzen cümel-i müteèaddideniŋ ãoŋ
[i]kisinde vÀúiè (müsned) ile biél-iktifÀ dìger cümlelerdeki müsnedleriŋ hepsi óaõf
olunur.
Zen merde, cevÀn pìre, kemÀn tìrine muótÀc
mıãrÀéında oldıġı gibi.
Bir kelÀmda müfessir mevcÿd olur ise müsnediŋ õikri èabeå olacaġından terki
münÀsib olur.
MiåÀl
“Bu iş ne ile óuãÿle geliyor” diyü vuúuè bulan suéÀle /198/ cevÀben “Bu iş
himmetiŋizle óuãÿle gelür” dinilecek yerde hem müsnedün ileyhiŋ hem de müsnediŋ
óaõfıyla “Himmetiŋizle” dinilmesi gibi.
282
II
Müsnediŋ KelÀmda Õikr Olunması
Müsned daòi–müsnedün ileyh gibi–kelÀmda aãl oldıġı içün õikri èabeå
olmayan her bir maóallde õikr olunur. Bunuŋla ber-À-ber terk olunacaú mevúièlerde
óaõfına delÀlet idecek úarìnede øaèf görinür ise iótiyÀùa rièÀyet murÀd olunan
mevÀúiède ve tebrìk, taèôìm, tehdìd, iftiòÀr úaãd idilen yerlerde õikri lÀzımdır.
Øaèf-ı Úarìneye MiåÀl
Bir õÀt “Şu yazuyı yazan kim oldıġını ögren de baŋa òaber vir” diyü bir
kimseye söyleyüb de ol kimse taóúìú ile biraz vaút geçdikden ãoŋra tavãiyeniŋ
sebúati úarìnesiyle yazuyı yazan Nÿrì Efendi oldıġı aŋlaşılabilür ise de tavãiye ile
ifÀde arasında vaútiŋ mürÿrı úarìneyi øaèìf düşüreceġinden “Taóúìúini tavãiye
eyledigiŋiz yazuyı Nÿrì Efendi yazmışdır” diyerek müsned olan (yazmışdır) lafôını
õikr itmesi gibi.
Teberrüke MiåÀl
“Yerleri, gökleri kim yaratdı” su’Àline “Allah” diyü cevÀb /199/ virilmesi kÀfì
iken teberrüken “èÁlemi yoúdan var iden Allaòu TeèÀlÀ Taúaddüs Óaøretleri yaratdı”
dinilmesi gibi.
Taèôìme MiåÀl
“Şu cÀmièi kim yapdırdı” suéÀline “FÀtió SulùÀn Meómed ÒÀn” dinilmesi
cevÀb-ı kÀfì iken “İstanbul’uŋ fÀtiói SulùÀn Meómed ÒÀn Óaøretleri yapdırdı”
dinilmesi gibi.
283
Tehdìde MiåÀl
Bir maêrÿbı dögen kimseyi muéÀòaõe niyyetiyle taóarrì iden iden bir kimesne
ol kimseye teãÀdüfle “Şu Àdemi kim dögdi” didikde êÀrib “Ben” dimesi kÀfì iken
“Ne yapabilürsin? İşte ben dögdüm” dimesi gibi.
İftiòÀra MiåÀl
Bir şaúìyi der-dest iden bir kimseye “Bunı kim ùutdı” dinildikde o kimse
“Ben” dimesi kÀfì iken iftiòÀren “Ben ùutdum” dimesi gibi.
III
Müsnediŋ Fièl YÀòud İsm Olaraú ÍrÀdı
Müsned fièl olur ise teceddüdi ve ism olur ise åubÿtı ifÀde ideceginden
teceddüd veyÀ åubÿtuŋ taèayyüni murÀd olunan maóallerde /200/ óaõfına úarìne
mevcÿd oldıġı óÀlde óaõf olunmayub õikr olunur.
Müsnediŋ teceddüdi ifÀde ile ber-À-ber ezmine-i åülÀåeden birisiyle de taúyìdi
murÀd idildigi taúdìrde fièl olmaú üzre ìrÀd idilür.
EczÀ’-i zamÀn olan mÀøì ve müstaúbel ve óÀliŋ ictimÀèı mümkin
olamayacaġından zamÀn, mefhÿm-ı fièliŋ eczÀsından ve zamÀn içün teceddüd ise
umÿr-ı ùabìèiyyedendir. BinÀéen èalÀ-õÀlik fièl hem üç zamÀnıŋ birisiyle taúyìdi, hem
de teceddüdi ifÀde ider.
284
MiåÀl
“Ben seni gördükce memnÿn olurum” kelÀmı gibi ki şu kelÀmda (memnÿn
olurum) fièli hem zamÀn-ı istiúbÀl ile muúayyed, hem de teceddüdi müfìddir.
Üç zamÀnıŋ birisiyle müsned taúyìd ve teceddüdi murÀd olunmadıàı taúdìrde
ism olaraú getirilmesi lÀzım gelür ki úayd-ı teceddüdden òÀlì olması devÀm ve åubÿtı
ifÀde ider.
MiåÀl
“Kìn dinilen şey bizim úalbimizle hìç bir vaút meélÿf degildir” gibi ki murÀd
úalbiŋ kìnden mÀ-èadÀ mübÀèadatinde devÀm ve åübÿtıdur.
Her bir kelÀmda olan óükmüŋ úuyÿd ile izdiyÀdı fÀéideniŋ tezÀyüdini mÿcib
olacaġından fÀéideniŋ tezyìdi ve terbiyesi içün /201/ fièl, müfÀèìl-i òamseden ve
zamÀn ve mekÀn ve óÀl ve temyìz ve istiånÀdan birisiyle taúyìd idilür.
MiåÀl
“FülÀn kimse ÚuréÀn’ı bir sene ôarfında fülÀn beldede óıfô eyledi” kelÀmında
oldıġı gibi ki bu miåÀlde (óıfô eyledi) fièli zamÀn ve mekÀn ve mefèÿlün fìh ile
muúayyeddir.
Fièl baèø iètibÀrÀta mebnì şarù ile taúyìd olunur.
LisÀnımızda şarùıŋ edevÀtı (vaútÀ ki), (eger), (olsa idi) lafôları olub elfÀô-ı
meõkÿreniŋ birincisi lisÀn-ı èArabì’de müstaèmel (iõÀ), ikincisi (in), üçüncisi (lev)
maúÀmındadır.
285
(Eger) lafôını óÀvì olan kelÀm maúÀm-ı tekellümde ìrÀd olunur. (İse) lafô-ı
meõkÿri (isem), (olsam), (olmasam) lafôlarından veyÀ (gelsem), (gitsem) gibi o
lafôlarıŋ aòavÀtından birisi ve maúÀm-ı ġaybetde (olsa), (ise), (olmasa) elfÀôından,
yÀòud bunlarıŋ aòavÀtından birisi taèúìb eder. MaúÀm, maúÀm-ı cemè ise (olsalar),
(olsaú), (olsaŋız) miåillü cemèi óÀvì bir lafô ìrÀd olunur.
Çoú kerre de şu elfÀôıŋ birisi mevcÿd olsa (eger) lafôı óaõf idilür. MeåelÀ:
“Eger sen baŋa ikrÀm ider iseŋ /202/ ben de saŋa ikrÀm iderim” dinilecek yerde eger
lafôını terk ile “Sen baŋa ikrÀm ider iseŋ ben de saŋa ikrÀm iderim” dinilür.
KelÀmda (eger) lafôıyla edevÀt-ı rÀbıùadan maèdÿd elfÀô-ı meõkÿreniŋ her
birisi cezÀnıŋ óükmi içün úayd èadd olunur. BinÀéenèaleyh “Eger sen baŋa gelür
iseŋ saŋa ikrÀm iderim” kelÀmı “Baŋa gelecegiŋ vaút saŋa ikrÀm iderim”
menzelesinde oldıġına naôaran şu úayd ile kelÀm, gerek òaberiyyet ve gerek
inşÀéiyyetce bulundıġı ùarz-ı ifÀde dÀéiresinden òÀrice çıúamaz. Belki–“Eger sen
baŋa gelür iseŋ saŋa ikrÀm iderim” kelÀmında oldıġı gibi–cezÀ òaber ise cümle,
cümle-i òaberiyye-i şarùiyye ve–“Eger Zeyd saŋa gelse benim de aŋa ikrÀm etmek
borcum olsun” kelÀmında oldıġı miåillü–inşÀ ise cümle, cümle-i inşÀéiyye-i şarùiyye
olur.
(VaútÀ ki) ve (eger) lafôları istiúbÀlde şarù içün mevøÿè olub (eger) lafôı şarùıŋ
èadem-i vuúÿèunı cezmde aãl oldıġından her vaút istiúbÀlde müstaèmeldir.
Billÿr gibi gerdeniŋe ãabr idemezdüm
äarúındıluú eylerdüm eger perçemüŋ olsam
gibi.
(VaútÀ ki) lafôı şarùıŋ vuúÿèunı cezmde aãl oldıġı cihetle (eger) mevúièinde
istièmÀli nÀdirdir.
286
VaútÀ ki seni görsem efkÀrım olur muòtel
gibi. /203/
LÀkin lafô-ı meõkÿruŋ mÀøìde istièmÀli pek ġÀlìdir.
VaútÀ ki seni gördüm üftÀde-i èışú oldum
gibi.
(Eger) lafôı baèø kerre tecÀhül ùarìúiyle şarùıŋ vuúÿèunı cezm maúÀmında
istièmÀl olunur.
MiåÀl
Efendisiniŋ òÀne derÿnunda oldıġını bilen bir òidmetkÀra “Efendi úonaúda
mıdır?” diyü suéÀl olunduúda òidmetkÀrıŋ “Baúayım eger úonaúda ise saŋa óaber
viririm” dimesi gibi.
Şarùıŋ vuúÿèı muòÀùabca meczÿm degil ise muòÀùabıŋ iètiúÀdına naôaran
(eger) lafôı mÀøìde istièmÀl idilür.
MiåÀl
Seniŋ ãÀdıú oldıġıŋ sence maèlÿm olan bir mÀddeden ùolayı muòÀùab seni
tekõìb eyledigi óÀlde “Eger beni tekõìb itmeyüb de taãdìú itdiŋ ise ne yapacaúsın”
söyleyişiŋ gibi.
Şarùıŋ vuúÿèunı bilen bir kimse muúteøÀ-yı èilmi ile èamel itmedigi taúdìrde
cÀhil menzelesine tenzìl idilerek (eger) lafôı mÀôìde istièmÀl olunabilür.
287
MiåÀl
Babasına eõiyyet iden bir kimseye òiùÀben “ Eger şu Àdem seniŋ /204/ babaŋ
oldı ise eliŋden eõiyyete teãÀdüf itmek içün olmadı yÀ. GünÀhdır kendüsine eõiyyet
itme” dinilmesi gibi.
MuòÀùabı tevbìò maúÀmında daòi (eger) lafôı mÀøìde istièmÀl olunur.
MiåÀl
“Eger menÀhì irtikÀb itdiŋ ise felÀó bulamazsın” dinilmesi gibi.
Baèøan şarù ile muttaãıf olmayanlar muttaãıf olanlar üzerine taġlìb idilür.
MiåÀl
Bir cemèiyyet içinde bulunanlarıŋ çoġı muùìè ve baèøıları ġayr-ı muùìè oldıġı
óÀlde hepsine òiùÀben “Eger siz böyle iùÀèat dÀéiresinden òÀric bulunur iseŋiz teédìb
ve tenkìl olunursuŋuz” dinilmesi gibi.
İstiùrÀd
Taġlìb lisÀn-ı èArabì’de yÀ cemè yÀòud teåniye ãÿretiyle cereyÀn ider. Cemè
ãÿretiyle cereyÀn iderken müõekker ve müéenneå olanlarıŋ mecmÿèan tavãìfinde ve
baèøıları õükÿr olan bir cemèiyyetiŋ suéÀllerinden óikÀye olunurken õükÿr ciheti biét-
288
taġlìb “Seéelÿ keõÀ ve keõÀ” dinilür. FurúÀn-ı Kerìm’de vÀúiè (ve kÀne[t] mine’l-
úÀnitìne)∗ ve (bel entüm úavmun techalÿne)∗∗ naôm-ı kerìmleri bu úabìldendir. /205/
Ke-õÀlik babalarınıŋ veyÀ muútedÀlarınıŋ ismlerini taġlìb ile evlÀd u etbÀè
óaúúlarında istièmÀl olunan (MehÀlibe), (MenÀõira), (EşÀèira) taèbìrleri daòi envÀèı
taġlìbden maèdÿddur.
Çoú kerre de teånìye ùarìúiyle iki ismiŋ birisi dìgerine taġlìb ile õikr olunur.
(èÖmereyn) gibi.
BaèøÀ bir ismde olmayan iki ãÀóibiŋ de birisi dìgerine taġlìb ile istièmÀl
idilür. (Óasaneyn) gibi ki birisi Óaøret-i Óasan ve dìgeri Óaøret-i Óüseyn
Efendimiz’dir. Ve (AóvaãÀn) gibi ki birisi Aóvaã bin Caèfer, dìgeri èÖmer bine’l-
Aóvaã’dır.
Müzdevic olan iki õÀtda müõekker müéenneå üzerine taġlìb idilür. (VÀlideyn),
(ebeveyn), (zevceyn) gibi.
Çoú şey daòi vardır ki münÀsebet üzerine birisi dìgeribe bi’t-taġlìb teåniye
ãÿretiyle şöhret virmişlerdir. MiåÀlleri:
(Úamereyn) şems ve úamer
(Maşrıúeyn) maşrıú ve maġrib
(BaãratÀn) Baãra ve Kÿfe
(èIrÀúeyn) èIrÀú-ı èArab ve èIrÀú-ı èAcem
(FurÀteyn) FurÀt ve Dicle
∗ “… Hem o itaatkârlardandı.”: Kur’ân-ı Kerîm, sûre 66 (et-Tahrîm), 12. âyetin son kısmı. (Kur’an-ı
Kerim ve Kelime Meali, Rayiha Yayıncılık, Ankara 2006, s.28.)
∗∗ “… Siz gerçekten pek cahil bir topluluksunuz.” ( en-Neml 27: 55)
289
Taġlìb mebóaåiniŋ tafãìli İmÀm Süyÿùì’niŋ Müzhir’inde ve sÀéir mufaããalÀtda
mündericdir.
Gelelim ãadede:
/206/ EdevÀt-ı şarùiyyeden (olsa idi), (olsa idim), (olsa idik) lafôlarıyla
bunlarıŋ aòavÀtı olan (gitse idi), (gelse idi), (olsa idi) miåilli elfÀô mÀøìde şarù içün
istièmÀl olunurlar.
ÁgÀh
Memnÿnı idüm raġbetüm olsaydı benüm de
ÁġyÀr úadar èizzetüm olsaydı benüm de
YaóyÀ
CÀnı cÀnÀna tamÀn eylerdi vÀãıl cÀme-òºÀb
Olmasaydı cÀna ten cÀnÀna pìrÀhen óicÀb
Fuøÿlì
Ġam göŋlümi itmeseydi bì-tÀb
Göz perdesi olmasaydı òÿn-Àb
Ġaflet òalelinden ayrılurdum
Elbette kim oldıġıŋ bilürdüm
Rÿmì
Eger ãu sepmeseydi dem-be-dem endìşe-i vuãlat
Ne dil úordı ne cÀn yandurmaduú tÀb-ı ġam-ı fürúat
beytlerinde oldıġı gibi. /207/
290
IV
Müsnediŋ Tenkìr ve Taèrìfi
Taèrìf óaãra delÀlet ideceginden bu delÀletiŋ mevcÿd olmadıġını irÀée yaènì
èadem-i óaãrı irÀde mevúièinde müsned, nekre olaraú ìrÀd olunur. “Zeyd kÀtib ve
‘Amr şÀèirdir” gibi.
Tefòìme miåÀl: “BaòtiyÀrlıú hünerver içündür” ve taóúìre miåÀl “FülÀn bir
şey degildir” kelÀmları gibi.
SÀmièa óükmen maèlÿm olan bir emri ifÀde maúÀmında müsned maèrife
olaraú getirilür. “Zeyd seniŋ úarındaşıŋdır”, “èAmr şu giden kimsedir”, “Şu bÀġça o
bÀġçedir ki saŋa vaãf itmişdim” gibi ki birinci miåÀl iøÀfet, ikinci ãıfat, üçünci ãıla ile
müsnedi taérìfdir.
Geçenlerde seni ÀmÀc-ı tìr-i ġamze itmişdi
Göŋül òÀùır-nişÀnuŋ olsun ol úaşı kemÀndur bu
beytinde müsned hem ãıfat hem de øamìr-i ġÀéible taèrìf olunmuştur.
291
DÖRDÜNCİ FAäL
MüteèalliúÀt-ı Fièl BeyÀnındadır
Fièl-i müteèaddìniŋ fÀèil ile iòtilÀùı naãl ise mefèÿl ile de öyledir. ZìrÀ bir fièl-i
müteèaddì fÀèilden ãudÿr itdikde mefèÿle tecÀvüz itmiş olur.
Mütekellim baèøan “Bir óarb vÀúiè oldı” , “Bir úonaú yapıldı” gibi fÀèile ve
mefèÿle taèalluúı olmayan bir fièlden òaber virir. Böyle òaberlerde fÀèil ve mefèÿl
mülÀóaôa olunmaz. Baèøan daòi fÀèili murÀd ve bir fièl-i ãınÀèì ìrÀd ider.
Eger fièl, müteèaddì olur ise mütekellim óudÿã iden şeyéiŋ òaberini fÀèilden
úaãd itmeyüb mefèÿlde úaãd ile fièli mefèÿl içün binÀ ider. Baèø kerre de mefèÿli õikr
itmeksizin iòbÀr ile fÀèili úaãd eyler.
Şu baóå iki nevèdir:
(Birincisi) maènÀnıŋ iåbÀtı, yÀòud nefyi–èumÿm u òuãÿã iètibÀr olunmaúsızın
ve fièle maóall-i vuúÿè gösterilmeksizin–èaleél-ıùlÀú fÀèil içün úaãd olunur. Bu
ãÿretle ìrÀd olunan fièl, müteèaddì bile olsa–sÀmiè aòbÀrdan ġaraøıŋ kime taèalluú
itdigini tevehhüm itmemek içün–lÀzım gibi èadd idilerek taèaddì maènÀsına iètibÀr
olunmaz. Ve–çünki muúadder olan bir şey õikr olunmuş gibi olacaġından–böyle
maóallde mefèÿl, muúadder daòi olamaz. /209/
Şu birinci nevè iki úısmdır. Birinci úısm müteèaddì olan fièl, lÀzım
menzelesine biét-tenzìl–bir mefèÿl-i maòãÿãa taèalluú itdirilmeksizin–ãÿret-i
muùlaúada ìrÀd ve úarìne delÀletiyle mefèÿl-i maòãÿãa taèalluú idecek fièlden kinÀye
úılınur.
292
MiåÀl
“ÓÀsidleriŋe dÀġ-ı derÿn açan şey òalúıŋ sende faøìlet görmesidir” dinilecek
yerde “Saŋa óased idenleri yandıran her göreniŋ rü’yetidir” dinilmesi gibi. Bu
miåÀldeki (rüéyet) fièli, müteèaddì iken–èibÀrede hìç bir mefèÿle taèalluú
itdirilmeksizin–fièl-i lÀzım maúÀmında úullanılmış ve mefèÿl-i maòãÿã olan
(faøìlet)den kinÀye ãÿretiyle ìrÀd idilmişdir.
İkinci úısm fièliŋ bir ãÿret-i mücerredede fÀèile iåbÀt veyÀ andan nefy
olundıġı maúÀmdır. Şu maúÀmda mefèÿl mülÀóaôa olunmayub maúãad yalŋız fièliŋ
fÀèile isnÀdı oldıġından fièl-i müteèaddì, fièl-i lÀzım menzelesine tenzìl olunur.
MiåÀl
“FülÀn Efendi bir münşìdir ki yazdıġı şey hem aġladır, hem güldürür”
kelÀmında oldıġı gibi. Bu miåÀlde vÀúiè (aġladır) ve (güldürür) fièlleriniŋ ikisi de
müteèaddì olub murÀd, yalŋız fièliŋ fÀèiline isnÀdı oldıġından “Kimi aġladacaġı, kimi
güldürecegi” miåillü mefèÿle taèalluúı mülÀóaôa olunmaz.
(İkinci nevè) mefèÿlden ãarf-ı naôar olunmayub maúãÿd, ancaú mefèÿl oldıġı
óÀlde óasbe’l-úarìne muúadder iètibÀr ve õikrinden ãarf-ı enôÀr idilür. Bu óaõfden
ġaraø da umÿr-ı müteèaddide olmaġla başlucalarını vech-i Àtì üzre beyÀn
idecegiz./210/
(1) MurÀd olunan şeyéiŋ ġayrına sÀmièiŋ tevehhümüni defè maúÀmındadır.
MiåÀl
“Bıçaú eti kemüge úadar kesdi” dinilecek yerde “Bıçak kemüge úadar kesdi”
dinilmesi gibi. Bu miåÀlde mefèÿl muúadder olan (eti) lafôı õikr olunsa bıçaú yalŋız
293
eti kesüb kemüge işlemedigi tevehhüm olunur. Mefèÿl maóõÿf oldıġı óÀlde bu
tevehhüme maóall úalmaz.
(2) Fièliŋ vuúÿèunı beyÀnda iètinÀ göstermek içün mefèÿlüŋ evvelen óaõfı ve
åÀniyyen õikri lÀzım gelen maúÀmdadır.
MiåÀl
“Her ne úadar naôìriŋ aradıú ise de naôìriŋ bulamadıú” dinilecek yerde “Her
ne úadar aradıú ise de naôìriŋ bulamadıú” dinilmesi gibi.
Bizim şìve-i lisÀnımızca bu ãÿret keåret üzre cÀrì olmayub keåret-i stièmÀl
evvelen õikr ve ãoŋra óaõf olunmaúdadır. “Her ne úadar naôìriŋ aradıú ise de
bulamadıú” gibi.
(3) MuòÀùaba úarşu mefèÿlüŋ õikrinden teéeddüb olunacaú mevúièdedir.
MiåÀl
“Naôìriŋ aramadıú, zìrÀ arayacaú olsaú bile naôìriŋ bulamayacaġımızı
bilürüz” dinilecek yerde “Aramadıú, zìrÀ arayacaú olsaú bile naôìriŋ
bulamayacaġımızı bilürüz” dinilmesi gibi. Bu miåÀlde muòÀùaba kemÀl-i rièÀyet
cihetiyle vehleten “Naôìriŋ aramadık” dinilmesi òoş görilemez. /211/ LÀkin
“aramadıú” diye kelÀma bedé ile miåÀlde gösterildigi üzre kelÀmıŋ tertìbinde olan
istièmÀliŋ edìbÀne olacaġı bedìhìdir.
(4) Maúãadıŋ taèalluúı mefèÿle oldıàına delÀlet idecek úarìne bulundıàı óÀlde
iòtiãÀr murÀd olunan maúÀmdadır.
294
MiåÀl
“Bende pek güzel yazu ile yazılmış bir Muãhaf-ı Şerìf vardır” söyleyen bir
kimseye òiùÀben “O Muãóaf-ı Şerìf’i teberrüken ziyÀret ideyim” dinilecek yerde
“Teberrüken ziyÀret ideyim” dinilmesi gibi.
(5) Mefèÿlüŋ õikrinde istihcÀn görinen maúÀmdadır.
MiåÀl
èİffetden baóå eånÀsında “Hìç bir vaút èavret maóalline baúmamışım”
dinilecek yerde “Hìç bir vaút baúmamışım” dinilmesi gibi.
(6) FÀãılaya rièÀyet mevúièindedir.
MiåÀl
“Ol õÀt ne kimseyi döger, ne de söger” dinilmesi gibi.
(7) Taèmìm-i ifÀde mevúièindedir.
“äalÀó-ı óÀl her kesi fenÀlıúdan menè ider” dinilecek yerde “äalÀó-ı óÀl
fenÀlıúdan menè ider” dinilmesi gibi.
(8) Mefèÿlüŋ ismini óaøÀrdan iòfÀ murÀd olunan maúÀmdadır.
MiåÀl
Bir õÀt bir kimseyi görüb bir söz söylemesini bir kimesneye tavãiye /212/
itmiş olsa ol kimesne “FülÀnı görüb didigiŋ sözi kendüsine söyledim” diyecek yerde
óaôÀrdan ismini ketm ile “Görüb söyledim” dimesi gibi.
295
(9) Ledi’l-óÀce söz aŋa müteèalliú oldıġını inkÀr murÀd olunan mevúièdir.
“FülÀnıŋ insÀniyyetsiz oldıġını bilürüm” dinilecek yerde “İnsÀniyyetsiz oldıġını
bilürüm” dinilmesi gibi.
Fièl ve müteèalliúÀt-ı fièl beynlerindeki teúaddüm ve teéaóòür, yÀ elfÀôıŋ
delÀleti cihetiyledir ki taúdìmi lÀzım gelen lafô teéòìr ve teéòìri lÀzım olan kelime
taúdìm olundıġı óÀlde maènÀca taġayyur óÀãıl olur. YÀòud óasebeéõ-õikr derece-i
teúaddümde kesb-i iòtiãÀã ider ki óaúú-ı teúaddümi olan bir lafô teéaòòür ider ise
maènÀ-yı maúãÿda òalel gelür. MeåelÀ mübtedÀda óaúú-ı teúaddüm oldıġından
“Zeyd èÀlimdir” dinildigi vaút “Zeyd cÀhil degildir” dimek olub mübtedÀ teéòìr
olunub da “Zeyd’dir èÀlim” dinilür ise “èÁlim olan Zeyd’dir başúası degildir” dimek
olur.
Teúaddüm ve teéaòòür muúteøÀ-yı istièmÀlleri olan lafôlarıŋ her birisi bir
gÿne sebeb ve nükteye mebnì olmadıġı óÀlde kendi maúÀm-ı maòãÿãunda õikr
olunmaúla kelÀm belÀġat kesb ider.
LisÀnımızca “Şu cemèiyyet içinde Zeyd’i ùanıdım” sözi taèyìnce òaùÀyı redd
ve “Sözi saŋa söylerim” miåillü taòãìã murÀd olunan maóallerde biéù-ùabèi mefèÿl fièl
üzerine teúaddüm ider.
LisÀn-ı èArabìde fièl, fÀèil ve mefèÿl üzerine, müb[te]dÀ òaber üzerine, èÀmil
ôarf üzerine, yÀòud óÀl veyÀ istiånÀ üzerine taúdìm olunub /213/ taòãìã murÀd
olundıġı óÀlde ekåerinde ber-èaks olur. LisÀnımızıŋ şìvesi ise úavÀèid-i èArabiyye’ye
muvÀfıú olmadıġından Türkcede taèyìn ve taòãìã maúãÿd olmayan kÀffe-i mevÀúiède
fièl her vaút müteèalliúÀtından ãoŋra õikr olunur. EşèÀrca teúaddüm ve teéaòòür vezn
ve úÀfiyeniŋ gösterecegi iútiøÀya tÀbièdir.
296
BEŞİNCİ FAäL
Úaãr BeyÀnındadır
(Úasr) bir şeyéi dìger bir şeyée taòãìã itmekdir. Bu iki şeyéiŋ birincisine
(maúãÿr), ikincisine (maúãÿrun èaleyh) dinilür.
LisÀnımızda müstaèmel úaãr edevÀtı ancaú, yalŋız, başúa, belki, özge ve
èArabì’den meéòÿõ ġayr, illÀ, mÀ-èadÀ lafôlarıdır. EdevÀt-ı Türkiyye’niŋ ãÿret-i
istièmÀlleri maèlÿmdur. (áayr) Àòirine bir yÀ èilÀve idilerek (ġayrı) diye istièmÀl
olunur. Beyt-i Àtìde oldıġı gibi:
Acıyan yoú baŋa kendi yüregümden ġayrı
Aġlayan yoú baŋa öz merdümegimden ġayrı
(İllÀ) lafôı èArabì’de istiånÀya maòãÿã oldıġı miåilli lisÀnımızca da istiånÀ
mevúièinde úullanılır. Şu beytde oldıġı gibi:
èIşúa düşdüm eyledüm úatè-ı taèalluú ġayrdan
Gözlerüm dünyÀda görmez kimseyi illÀ seni
LisÀnımızda
Dehrde aóvÀl-i òulúı gösterür Àyìne yoú
äÿret ü endÀmı rüéyet itdürür miréÀt var /214/
ve
İnfièÀlüm sitem-i yÀredür ÀġyÀra degül
èUúde-i òÀùırum ol ġonçeyedür [òÀra]17 degül
17 Bu kısım metinde “hâtıra” olarak geçiyor fakat beyitteki yâr, gonçe; ağyâr, hâr paralelliği açıkça
görülmektedir.
297
beytlerinde oldıġı nefy ü iåbÀt ãÿretiyle ve
N’eyledüm bilmem ki óaúúında ne taúãìr eyledüm
İtmedi cÀnÀn baŋa şefúat raúìbe eyledi
beytinde oldıġı miåillü bir fièl-i menfìyi bir fièl-i müåbet taèúìbiyle de úaãr irÀée
olunur.
Baèøan daòi maúãÿrun èaleyhiŋ kelÀmda taúdìmiyle úaãr gösterilür. “Benim
saŋa òayr-òºÀh” miåÀlinde oldıġı gibi ki “Seniŋ òayr-òºÀhıŋ yalŋız benim” dimekdir.
Maúãÿrun èaleyhiŋ taúdìmiyle olan úaãr ôevúì ve dìgerleri vaøèìdir.
Úaãr yÀ óaúìúì, yÀ ġayr-ı óaúìúì olur.
(Úaãr-ı óaúìúì) maúãÿr, maúãÿrun èaleyhiŋ mÀ-èadÀsına tecÀvüz itmemek
üzre óaúìúaten bir şeyéiŋ bir şeyée taòãìãidir. “Ancaú saèÀdet maúbÿl olanlar
içündür” kelÀmında oldıġı gibi.
(Úaãr-ı ġayr-ı óaúìúì) başúa bir şeyée iøÀfetle olan taóãìãdir. Buŋa (úaãr-ı
iôÀfì) dinilür. “Meh-i Naòşeb degül Vehbì meh-i KenèÀn’dur Yÿsuf” gibi.
Úaãr gerek óaúìúì olsun, gerek ġayr-ı óaúìúì, ikisinde de yÀ mevãÿf ãıfatı
üzerine úaãr idilür, yÀòud ãıfat mevãÿfı üzerine taòãìã olunur.
Mevãÿfuŋ ãıfat üzerine úaãrı o mevãÿfuŋ o ãıfaùdan başúa bir ãıfata tecÀvüz
itmemek üzre taòãìãi oldıġından o ãıfatda başúa mevãÿfuŋ da bulunmasu cÀéiz
olabilür. äıfatıŋ mevãÿfa úaãrı o ãıfatıŋ başúa bir mevãÿfa tecÀvüz itmemek üzre
taòãìãi olmaúla o mevãÿf içün başúa ãıfatların da bulunması cÀéiz olur. /215/
Úaãr-ı óaúìúì iki úısmdır:
(1) Õikr olundıġı üzere mevãÿfuŋ óaúìúaten ãıfatı üzerine úaãrıdır. Mevãÿf
óaúìúaten ãıfat üzerine úaãr idilür ise ãıfÀt-ı sÀéireniŋ o mevãÿfdan külliyyen nefyi
lÀzım geleceginden úaãrıŋ şu úısmı muóÀlÀtdan maèdÿddur.
298
MiåÀl
Bir õÀtıŋ yalŋız kitÀbetden başúa bir ãıfatla muttaãıf olmadıġı murÀd idilüb de
“FülÀn ancaú kÀtibdir” dinildigi vaút mevãÿf olan o õÀt ãıfatı olan kitÀbet üzerine
úaãr ve úıyÀm ve úuèÿda varınca kÀffe-i ãıfÀt andan nefy idilmiş olur. Bu ise mümkin
olamaz. ZìrÀ dünyÀda bir şey yoúdur ki bir ãıfata úaãr olunub da ãıfÀt-ı sÀéireniŋ
andan nefyi mümkin ola.
(2) Ke-õÀlik õikr olundıġı üzre ãıfatıŋ óaúìúaten mevãÿf üzerine úaãrıdır. Şu
úısmda istièmÀl pek çoúdur. “Úonaúda yalŋız fülÀn õÀt vardır” gibi.
Úaãr-ı óaúìúìniŋ bu ikinci úısmı ile baèøan mübÀlaġa úaãd olunub maúãÿdun
èaleyhden başúaları da mevcÿd olsa faøl u şeref gibi esbÀb-ı rücóÀndan nÀşì
maúãÿrun èaleyhe biél-iètibÀr digerlerine ehemmiyyet virilmez. “Şehrde yalŋız
Maómÿd Efendi vardır” gibi. Buŋa (úaãr-ı iddièÀéì ) dinilür.
(Úaãr-ı iøÀfì) üç úısmdır:
(1) Úaãr-ı efrÀddır. (Úaãr-ı efrÀd) muòÀtabıŋ õihnindeki şirket iètiúÀdını úaùè
ãÿretiyle ìrÀd olunan úaãrdır.
Úaãr-ı efrÀd iki dürlüdür:
(Birincisi) muòÀùab bir şeyéiŋ iki ãıfatla mevãÿf oldıġı /216/ iètiúÀdında iken
mütekellim o şeyéi bir ãıfata úasr itmesidir. MeåelÀ: MuòÀùab bir õÀtıŋ hem kÀtib,
hem de şÀèir oldıġını iètiúÀd iderken mütekellimiŋ “O õÀt ancaú kÀtib” diyerek
mevãÿf olan õÀtı yalŋız kitÀbet ãıfatına taòãìã eylemesi gibi.
(İkincisi) muòÀùab bir ãıfatıŋ iki şeyde iştirÀk üzre mevcÿd oldıġını muèteúid
iken mütekellim o ãıfatı yalŋız birisine úaãr itmesidir. MeåelÀ: MuòÀùab hem Aómed
Efendi’niŋ, hem de Maómÿd Efendi’niŋ kÀtib oldıġını iètiúÀd iderken mütekellim
299
“KÀtib ancaú Aómed Efendi’dir” diyerek ãıfat-ı kitÀbeti yalŋız Aómed Efendi’ye
taòãìã eylemesi gibi.
(2) Úaãr-ı úalbdir. (Úaãr-ı úalb) muòÀùabıŋ iètiúÀdındaki óükme muġÀyir
taòãìãde bulunmaúdır.
Úaãr-ı úalb daòi iki dürlüdür:
(Birincisi) muòÀùab iki şeyden birisiniŋ bir ãıfatla mevãÿf bulundıġı
iètiúÀdında olub da mütekellim ol iki şeyden muòÀùabıŋ muèteúid oldıġı óükme
muġÀyir birisini mevãÿf ittiòÀõ ve o ãıfata taòãìã itmesidir. MeåelÀ: MuòÀùab
Maómÿd Efendi ile Aómed Efendi’den Maómÿd Efendi’niŋ èÀlim oldıġını iètiúÀd
iderken mütekellim “èÁlim ancaú Aómed Efendi’dir” diyerek mütekellimiŋ
iètiúÀdına muvÀfıú olmayan õÀtı èilm ãıfatına taòãìã eylemesi gibi.
(İkincisi) muòÀùab iki ãıfatdan birisiniŋ bir mevãÿfda bulundıġı iètiúÀdında
iken mütekellim ol iki ãıfatdan muòÀùabıŋ iètiúÀdındaki óükme muġÀyir bir ãıfatı
mevãÿfa taòãìã itmesidir. MeåelÀ: MuòÀtab bir õÀtıŋ èilm ve cehl ãıfatlarından cehl
ãıfatıyla mevãÿf oldıġını muèteúid bulundıġı /217/ óÀlde mütekellim “O õÀt ancaú
èÀlimdir” diyerek muòÀùabıŋ iètiúÀdına muvÀfıú olmayan èilm ãıfatını taòãìã eylemesi
gibi.
(3) Úaãr-ı taèyìn’dir. (Úaãr-ı taèyìn) muòÀtabıŋ tereddüdini izÀle içün ìrÀd
olunacaú úaãrdır.
Úaãr-ı taèyìn de iki dürlüdür:
(Birincisi) iki şeyéiŋ birisi bir ãıfatla mevãÿf oldıġını muòÀùab iètiúÀd idüb
faúaù mevãÿf olan hangi birisi oldıġında tereddüd eyledigi ãÿretde mütekellim şu iki
şeyden birisi taèyìn ùarìúiyle ãıfata úaãr itmesidir. MeåelÀ: Aómed Efendi ile
Maómÿd Efendi’den birisiniŋ èÀlim oldıġını muòÀùab iètiúÀd ve hangi birisi idügini
300
taèyìnde tereddüd eyledikde mütekellim “Ancaú èÀlim Aómed Efendi’dir” diyerek
úaãren taèyìn eylemesi gibi.
(İkincisi) iki ãıfatdan birisiyle bir şey’iŋ mevãÿf oldıġını muòÀùab iètiúÀd ve
ãıfatı taèyìnde tereddüd eyledigi taúdìrde mütekellim o iki ãıfatdan birisini taèyìn
ùarìúiyle mevãÿfa taòãìã itmesidir. MeåelÀ: MuòÀùab bir õÀtda şièr ve kitÀbet
ãıfatlarından birisiniŋ bulundıġı muèteúid ve faúaù hangi birisini taèyìn itmekde
mütereddid iken mütekellim “O õÀt ancaú kÀtibdir” diyerek kitÀbet ãıfatını aŋa taòãìã
itmesi gibi.
(Úaãr-ı efrÀd)ca mevãÿfuŋ ãıfat üzerine úaãrında olan şarù iki ãıfatıŋ bir
mevãÿfda ictimÀèında muòÀtabıŋ iètiúÀdı ãaóìó ve sÀmièiŋ taòayyüli mümkin olacaú
derecede ãıfatlarıŋ münÀfÀtdan sÀlim olmasıdır. MeåelÀ: Şièr ve kitÀbet ãıfatlarınıŋ
ikisi de bir mevãÿfda müctemiè o[la]bileceginden muòÀùab bir õÀtıŋ hem kÀtib, hem
de şÀèir oldıġı iètiúÀdında bulunabilür. /218/ BinÀéenèaleyh mütekellim o õÀtı bu iki
ãıfatdan birisine taòãìã ile “FülÀn ancaú kÀtibdir” yÀòud “Ancaú şÀèirdir” diyü úaãr
itmesi ãaóìó olur.
(Úaãr-ı úalb)ce mevãÿfuŋ ãıfat üzerine úaãrında olan şarù, úaãr-ı efrÀdıŋ
èaksidir ki ictimÀèlarında sÀmièce imkÀn taòayyül olunamayacaú ãÿretde ãıfatlarıŋ
arasında münÀfÀt bulunmasıdır. MeåelÀ: ÚıyÀm ile úuèÿd, èilm ile cehl, beyÀø ile
siyÀh, ùatlı ile acı gibi ãıfatlar aralarında münÀfÀt olub bunlardan her ikisiniŋ bir
mevãÿfda ictimÀèı taòayyül olunamayacaġından hìç bir muòÀùab bunlarıŋ şirket üzre
ictimÀèına muèteúid olamaz. BinÀéenèaleyh ikisinden birisiniŋ vücÿdını iètiúÀd
eyledikde sÀmiè úalb ùarìúiyle dìgerini taòãìã idebilür.
(Úaãr-ı taèyìn)ce mevãÿfuŋ ãıfat üzerine úaãrı gerek úaãr-ı efrÀdıŋ, gerek úaãr-
ı úalbiŋ her birisine ãÀlió olan miåÀllerde cereyÀn ider. MeåelÀ: “FülÀn kÀtib midir,
301
şÀèir midir”, “èÁlim midir, cÀhil midir”, “ÚÀéim midir, úÀéid midir” gibi sözleriŋ
hangi birisi olsa muòÀùab iètiúÀdda tereddüd gösterebilür. SÀmiè daòi mevãÿfda
imkÀnsızlıú taòayyül idemez. Faúaù úaãr-ı taèyìnce şarù maòãÿã ãıfatlarıŋ ictimÀèında
münÀsebet olması, yÀòud birisi dìgeriniŋ naúìøi bulunmasıdır. Böyle münÀsebet ve
münÀfÀt olmadıġı óÀlde “FülÀn èÀlim midir, beyÀø mıdır”, “ÚÀéid midir, cÀhil midir”
gibi taòayyülünde müÀsebet olmayan maóallerde úaãr-ı taèyìn cereyÀn itmez.
302
ALTINCI FAäL
İnşÀ BeyÀnındadır
(İnşÀ) şu bÀbıŋ muúaddimesinde taèrìf olunmuşdur. İnşa eger vaút-i /219/
ùalebde ġayr-ı óÀãıl bir şeyéiŋ óuãÿlüni istidèÀya taèalluú ider ise (ùalebì) ve itmez ise
(ġayr-ı ùalebì) tesmiye olunur.
İnşÀé-i Ùalebì
İnşÀé-i ùalebì beş nevèdir:
(1) Temennìdir. (Temennì) bir şeyéiŋ óuãÿli, gerek mümkin olsun gerek
mümteniè, o şey óaúúında taóassür göstermekdir. “KÀşkì gencligim girüye döne idi”
ve “KÀşkì o õÀt bizimle ber-À-ber buluna idi” gibi.
Eger arzu óuãÿlüne intiôÀr olunan bir şeyée taèalluú ider ise buŋa (teraccì)
dinilür ki inşÀ, ùalebì dÀéiresinden çıúub ġayr-ı ùalebì dÀéiresine dÀòil olur.
LisÀnımızda temennì içün úullanılan edevÀt: KÀşkì, néola idi, bÀrì, tek
lafôlarıdır. Taóassürün şiddetinde (n’ola idi) edÀtı (Àh n’ola idi) ãÿretiyle istièmÀl
olunur. (KÀşkì) lafôı FÀrisì lisÀnından meéòÿõdur.
EdevÀt-ı meõkÿreniŋ her birisi fièl-i temennìden muúaddem getirilür. Faúaù
eşèÀrda hìç bir gÿne øarÿret-i şièriyye olmasa bile teéòìr olunabilir.
Ben saŋa dil virmeyeydüm kÀşkì
yÀòud
KÀşkì dil virmeyeydüm ben saŋa
303
mıãrÀèlarında oldıġı gibi.
Temennì mevúièinde istièmÀl olunacaú efèÀl, lisÀnımızca (óikÀye-i fièl-i
iltizÀmì) ve (óikÀye-i şarùì) ve (rivÀyet-i iltizÀmì) içün müstaèmel olan fièllerdir.
ÓikÀye-i fièl-i iltizÀmìye maòãÿã elfÀô temennì mevúièinde istièmÀl olunur ise edÀt-ı
temennì ile istièmÀlleri vÀcibdir. “KÀşkì gencligim bir de[m] girüye döne idi” gibi.
/220/ ÓikÀye-i şarùìye maòãÿã olan elfÀô temennìde úullanılır ise edÀt-ı
temennì muúadder olsa da beés yoúdur. “KÀşkì ben de o günleri görse idim” yerinde
“Ben de o günleri görse idim” dinilmesi gibi.
LÀkin rivÀyet-i iltizÀmìye maòãÿã olan efèÀlde maènÀ-yı temennì mevcÿd
oldıġından “KÀşkì ben de oraya gelmeli imişim” dinilüb de edÀt-ı temennì
istièmÀline lüzÿm olmamaġla “Ben de oraya gelmeli imişim” dinilmesi kÀfìdir.
(Néola idi) edÀtı ekåeriyyÀ (idi) lafôınıŋ hemzesi óaõf ve (n’ola) lafôındaki
lÀmıŋ (idi)deki birinci yÀya vaãlıyla telaffuô olunur. Bu taúdìrce (néola) lafôınıŋ
Àòirindeki (a) óarfi bi’ù-ùabèi telaffuôda sÀúiù olur ise de taórìrde terk ve iåbÀtınıŋ ikisi
de cÀéizdir. ÓikÀye-i fièl-i iltizÀmì ve óikÀye-i fièl-i şarùìye maòãÿã elfÀôıŋ
Àòirlerindeki (idi) ve aòavÀtınca da bu ãÿret cÀrìdir. “N’olaydı seni görmeye idim”,
“N’olaydı seni görmeyeydim”, “O günleri görse idim” “O günleri görseydim” gibi.
(KÀşkì), (bÀrì) lafôları fièliŋ gerek vuúÿèunı ve gerek èadem-i vuúÿèunı
temennìde mütesÀviél-istièmÀldirler.
Tenümde rÿó olaydı kÀşkì keyfiyyet-i mestì
Òaber-dÀr olmayaydum tÀ óayÀt-ı müsteèÀrumdan
ve
Áteş-i èışúuŋ óaúìúat pek taóammülsüz imiş
Olmayaydum kÀşkì sen bì-vefÀya ÀşinÀ
304
ve
Óaúúumdaki teġÀfüline ãabr ider idüm
AġyÀra bÀrì itmemiş olsaydı iltifÀt /221/
ve
Eylemez ġam-òÀnemi teşrìfe raġbet ol perì
BÀrì bir sÀde selÀmıyla olaydum şÀd-kÀm
beytlerinde oldıġı gibi.
(N’olaydı) edÀtı fièliŋ èadem-i vuúÿèunı temennìde keåìrü’l-istièmÀldir.
VedÀè eyler iken baúdı didi óasretle ol meh-rÿ
N’olaydı olmayaydı beynümüzde ülfet evvelden
beytinde oldıġı gibi.
Baèøan fièliŋ vuúÿèunı temennìde daòi úullanılır.
Acırdı çekdü[gü]m derd-i elìme
N’olaydı óÀlümi cÀnÀn ãoraydı
beytinde oldıġı gibi.
(Tek) edÀtı (tÀ ki)den muòaffefdir. Fièliŋ vuúÿèunı temennìde keåìrü’l-
istièmÀldir. “Tek zülfüni göreydim baòtım siyÀh olaydı” gibi.
Baèøan daòi fièliŋ èadem-i vuúÿèunı temennìde istièmÀl idilür.
Nièmet bilür idüm baŋa her bir cefÀsını
Tek itmeyeydi luùfına aġyÀrı ÀşinÀ
beytinde oldıġı gibi.
Baèøan óÀl-i mÀøìniŋ teõekküri ãÿretiyle edÀt-ı temennì istièmÀl olunmaúsızın
kelÀmda taóassür ve temennì gösterilür.
305
MiåÀl
Ben aġladuúca ol ider idi viãali [v]aèd
Demler ol demler idi zamÀn ol zamÀn idi /222/
ÓikÀye-i fièl-i iltizÀmì ãÿretiyle taóassür ve temennì gösterilürken baèøan
edÀt-ı temennì muúadder iètibÀr ile kelÀmda óaõf olunur. “O günler uzun ola idi”
gibi.
EdÀt-ı istifhÀmı óÀvì olan kelÀm temennì mevúièinde istièmÀl olunub da
mütemennÀnıŋ mefúÿd oldıġına cezm óÀãıl olur ise öyle kelÀmıŋ istifhÀma óamli
cÀéiz olmayub mecÀzen temennì nevèinden èadd olunması lÀzım gelür. “YÀ Rabb
bize bir er bulunub himmet ider mi” gibi.
(2) İstifhÀmdır. (İstifhÀm) vaút-i suéÀlde sÀéilce mechÿl ve bilinmesi maùlÿb
olan bir şey’iŋ ögrenilmesi içün suéÀlden èibÀretdir.
LisÀnımızda istifhÀm içün müstaèmel olan edevÀt: kim, ne, naãıl, nice, úanġı,
hangi, úanı, hani, nir, úande, úaç, mı lafôlarıdır.
Kim — Õevi’l-èuúÿlden suéÀl için mevøÿèdur. “Şu kimdir”, “Bu mÀddeyi
kimden ögrenelim”, “Şu úaøÀnıŋ úÀéim-maúÀmı kim olayor” gibi.
Ne — Õevi’l-èuúÿlüŋ ġayrı olan her şeyden suéÀl içün müstaèmeldir. “Ne
yapıyorsun”, “Ne ögrenebildiŋ”, “Neden böyle oldı”, “İsmiŋ nedir”, “Ne taóúìú
itdiŋ”, “Şu lafôıŋ maènÀsı nedir” gibi. “Nedir”, “ne úadar” miåilli yerlerde ekåeriyyÀ
) , (نقدر) ,(ندر) óarfi yazuda terk ile ( ه) lafôınıŋ Àòirindeki (نه) الزم نمه ) imlÀsında
yazılur.
Naãıl — lafôı (ne aãl)dan muòaffef olub mÀ-hiyyet, keyfiyyet ve fièlden suéÀl
içün müstaèmeldir. “Bu mÀddeniŋ óaúìúati naãıldır”, “Òasteniŋ bugün mizÀcı
naãıldır”, “FülÀn maãlaóat naãıl oldı” gibi.
306
Nice — Şu lafôıŋ istièmÀli de naãıl gibidir.
Úanġı — EşòÀã ve aèyÀn ve zamÀn ve mekÀn ve envÀèca tereddüd vuúÿèunda
/223/ õihnden şu tereddüdi izÀle içün suéÀle mevøÿèdur. Lafô-ı meõúÿruŋ muóarrirÀt
ve müéellifÀtca istièmÀli úadìm olub beyne’l-èavÀm bunuŋ yerinde (hangi) ve baèø
bilÀdda (hanúı) lafôı úullanılır. LisÀn-ı resmìmizde óÀlÀ (úanġı) lafôı müstaèmeldir.
EdebiyyÀt-ı cedìdemizde (hangi) lafôı istièmÀl olunayor.
Úanı — lafôı taóarrì-i eşòÀã ve eşyÀda istièmÀl olunur “Úanı o Àdem nereye
gitdi” gibi. Baèøan daòi nedret veyÀ fıúdÀna teãÀdüf iden eşòÀã ve aóvÀl ve sÀéireniŋ
teõkìrinde úullanılır. “Úanı o günler”, “Úanı o himmetli Àdemler”, “Úanı o himmet”
gibi. Baèøan daòi revnaú ve iètibÀrı zÀéil olan bir óÀl veyÀ vaútiŋ teõkìrinde istièmÀl
idilür.
Úanı kendi úuluŋum diyü perestişler iden
Eylemez yolda duçÀr olsa bile redd-i selÀm
Úanı ol terk-i edeb diyü úuèÿd eylemeyen
Eylemez şimdi mecÀlisde bulunduúca úıyÀm
−
Úanı ol demler ki istiġnÀ iderdüŋ bülbüle
Şimdi ey gül zÀġlar itmekde istihzÀ seni
beytlerinde oldıġı gibi.
Lafô-ı meõkÿr mine’l-úadìm èavÀm lisÀnında (hani) ãÿretiyle müstaèmel
oldıġı óÀlde üdebÀ-yı cedìdemiz bir vaútden berü edebiyyÀtda daòi (hani) lafôını
istièmÀl ideyorlar.
Ne zamÀn, ne vaút — lafôlarınıŋ her birisi vaút ü zamÀndan suéÀle
maòãÿãdur.
307
Nir — lafôı (ne maúÿle yir) lafôından muòaffef olub mekÀndan suéÀl içün
müstaèmeldir. “Nirde úaldı”, “Nirdesin”, “Nirden geliyorsun”,/224/ “Nire
gideyorsun” gibi. Bu lafôıŋ Àòirine ekåeriyyÀ istièmÀlde bir (ه) óarfi èilÀve olunur.
“Nirede bıraúdıŋ”, “Nireden geliyor”, “Nirede úaldı o her-cÀyì o meh-pÀre èaceb”
gibi.
Úanda — (Nirede) mevúièinde müstaèmeldir. “Úandedir úande o ôÀlim o
sitemkÀr èaceb” ve
Úande laèlüŋ arayaraú gitdi
Şimdi bilmem ki úandedür göŋlüm
gibi.
Úaç — Kemiyyet ve miúdardan suéÀl içün mevøÿèdur. “Úaç gün olayor”,
“Ayıŋ úaçıdır”, “Úaç ġurÿşdur” gibi.
Mi — edÀtı lisÀnımızca lisÀn-ı èArabì’de müstaèmel (hemze-i istifhÀm) ve
(hel) mevúièlerinde úullanılır. Hangi kelimeniŋ Àòirine lÀóıú olur ise o kelimeniŋ
óÀvì oldıġı maènÀnıŋ vuúÿè veyÀ èadem-i vuúÿèuna taèalluú ider.
Emsile SuéÀl
Óasan Efendi mi geliyor? müsnedün ileyhden
Posta gelmiş mi? müsnedden
Vapur úalúdı mı? fièlden
Aómed Efendi mi bunı yazdı? fÀèilden
CÀmièe mi gidiyor? mekÀndan
308
Çoúdan mı İstÀnbÿl’dasın? zamÀndan
Şu èasker midir? õeviél-èuúÿldan
Şu úoyun mıdur? õevi’l-èuúÿlüŋ ġayrından /225/
Şu ùaş mıdır? cemÀdÀtdan
MizÀcıŋ mı münóarif oldı? keyfiyyetden
SÀéir edevÀt-ı istifhÀmıŋ her biri bir ãÿretle muúayyeddir. LÀkin (mi) edÀtı
èArabì’niŋ hemze-i istifhÀmı gibi óürr oldıġından her şeyde istièmÀl olunabilür.
İstifhÀm–ki õihninde bir ãÿretiŋ óuãÿlini istemekdir–bu ãÿret yÀ iki şeyéiŋ
beyninde bir nisbet-i tÀmmeye müstenid olur, yÀòud o nisbetden òÀlì bulunur.
Birincisiniŋ óuãÿlüne (taãdìú), ikincisine (taãavvur) ıùlÀú olunur.
İstifhÀm yÀ faúaù taãavvurı, yÀòud yalŋız taãdìúi ùaleb içün olur.
Yalŋız taãdìúi ùaleb içün olan istifhÀmdan sÀéiliŋ murÀdı õihnde meséÿlün
èanha taèalluú idecek åubÿt ve nefy beyninde tereddüde teãÀdüf iden bir vuúÿfuŋ
åubÿt ve nefyden birine isnÀd ve taèyìnini istemekdir. “Yaġmur mı yaġıyor” gibi.
Bu mevúiède “Yaġmur mı yaġıyor úar mı” dinilemez. ZìrÀ birinci miåÀldeki
suéÀlden maúãad “Yaġmur yÀòud úardan hangisi yaġıyor” diyü ögrenmek olmayub
murÀd yalŋız yaġmuruŋ yaġub yaġmadıġını yaènì åubÿt ve nefyden bir şeyde hangisi
bulundıġını aŋlamaúdır. İkinci miåÀl ise bir şeyde åubÿt ve nefyi istifhÀma müteèalliú
olmayub åubÿt ve nefyden her biriniŋ iki şeyden hangi birisine nisbet olunacaġını
ögrenmek ùalebini óÀvì olmaġla bu ãÿret taãavvurı ùaleb içün olur.
Şu ifÀdeden aŋlaşılacaġı vechle taãavvÿrı ùalebe müteèalliú istifhÀm meséÿlün
èanhıŋ bir şeyde ne åubÿt ne de nefyine taèalluú ider. /226/
309
“Şu Àdem kimdir”, “FülÀn nerededir”, “Bu gün ayıŋ úaçıdır” gibi sözlerde
åubÿt ve nefyden birisiniŋ ögrenilmesine dÀéir maúãad olmadıġından bunlar daòi
taãavvÿrı ùalebden èibÀretdir.
Çoú kerre edevÀt-ı istifhÀmı óÀvì sözlerden maúÀm ve úarìne óükmünce
istifhÀma münÀsebet ve taèalluúı olmayan maénÀlar tevellüd ider.
Emåile
(Temcìd-i ÒüdÀ)
Ne dÀéiredür bu devr-i eflÀk Ne øÀbıùadur bu merkez-i òÀk
Cisme èaraøı kim itdi úÀéim NÀra neden oldı nÿr lÀzım
Her òilkate gerçi bir sebeb var ÁyÀ sebebi kim itdi iôhÀr
Fikr eyle de gör nedür bu üslÿb Ne ãÀnıèadur bu ãunè-ı mensÿb
Fuøÿlì
(Temcìd ve İdrÀk-i Óikmet-i İlÀhiyye’de İôhÀr-ı èAcz)
EşyÀ nice andan olsun ÀgÀh El-úudretu ve’l-beúÀ’u li’llÀh ∗
Fuøÿlì
(Raómet-i İlÀhiyye’ye Yaúìn ve IôhÀr-ı Ümmìd)
Nÿr-ı raómet neye güldürmeye rÿy-i siyehüm
Taŋrınuŋ maġfiretinden d[e] büyük mi günehüm
Bì-nihÀye keremi èÀlemi şÀmil mi degül
Yoúsa èÀlemde úulı èÀleme dÀòil mi degül
∗ Kudret ve bakilik Allah’ındır.
310
Úulunuŋ øaèfına nisbet çoġise noúãÀnı
YÀ anıŋ úahrına ġÀlib mi degül iósÀnı
ŞinÀsì /227/
(Taãóìó-i Fikri Ùaleb Maúãadıyla MuéÀòaõe)
Şeró eyle baŋa ki çerò n’etdi Andan ne cefÀ ôuhÿra yetdi
Neŋ var idi kim elüŋden aldı Ne mertebeden aşaġı ãaldı
Fuøÿlì
(Tefòìm)
NÀéil olabildigimiz şu azacıú èömr; ne ôulmet içinde, ne úadar mehÀlük
meyÀnında güõer idiyor.
Aómed Midóat Efendi
(Taãvìr-i MaóÀll)
Bir sÀyedür iótişÀm-ı dünyÀ Tevúìf olunur mı sÀye ÀyÀ
èAbdu’l-Óakk ÓÀmid Beg
(Taèaccüb)
Göŋül bilmem ne şemèüŋ pertev-efrÿz oldı nÿrından
Ki fÀnÿs-i òayÀl-i sìneye ãıġmaz sürÿrından
ÁgÀh
311
(Teõkìr-i Vaèd)
Uġrar iseŋ SitÀnbÿl’a luùf eyle ey ãabÀ
Ol yÀre ãor unutdı mı vaèd-i viãÀlini
Cevdet Paşa
(İstibùÀ)
Şeb-i hicrÀn yanar cÀnum döker úan çeşm-i giryÀnum
Uyardı òalúı efġÀnum úara baòtum uyanmaz mı
Fuøÿlì
(Tevbìò)
N’içün öziŋe ziyÀn idersiŋ Yaòşi adıŋı yaman idersiŋ /228/
N’içün saŋa ùaène ide bed-gÿ NÀmÿsa taèalluú iş midür bu
Ne neng ile idelüm daòi lÀf Biz dimeyelüm sen eyle inãÀf
Fuøÿlì
(Levm ve İètirÀø)
GÿyÀ ki cìb ü dÀmeni pür-gül eyledüŋ
Ey bÀġbÀn nedür bu úadar imtinÀn baŋa
Feyøì-i Úadìm
(Tehdìd)
Ùu[t] kim saŋa úıymadum men-i zÀr Benden ulu bir müdebbirüŋ var
N’eylersin eger ataŋ işistse Úahr ile saŋa siyÀset itse
Fuøÿlì
312
(İzhÀr-ı èAcz)
Naãıl beyÀn ideyim; temÀşÀsı óüsn-i dehr-Àşÿb gibi ùatlı ùatlı, bir óüzn
ìrÀå ider idi ki taèrìf úabÿl itmez.
KemÀl Beg
(Teéessüf)
Ne fÀ’idesi var ki edebiyyÀt-ı ãaóìóa ne oldıġını bilmeyerek ve o yoldaki
iótiyÀcı taúdìr ve kendilerine bir meslek daòi taèyìn itmeyerek bir ùarafdan peydÀ ve
bir ùarafdan nÀ-bÿd olan mevúÿt risÀleler–hemÀn èumÿmunda ciddiyyetden bir eåer
olmadıġı içün–bi’ù-ùabèi maôhar-ı raġbet olamıyorlar.
Ekrem Beg
(Taóúìr)
İşte şu maôlÿmuŋ teni Baú lekelenmiş dÀmeni
İnsÀn mı ãandıŋ düşmeni
KemÀl Beg /229/
(İltimÀs)
Ey nev-nihÀl-i èişve BahÀriyye semtine
Bir sünbülì hevÀda òırÀmÀn olur mısuŋ
ŞinÀsì
(Ġafletle Tenbìh)
Mükrim mi yÀ mihmÀn mı olursuŋ èıyÀn olur
Bir gün gelür ki encümen-i imtióÀn olur
313
(NÀãıóÀne Tekdìr)
KelÀm-ı telò ile hem-cinsüŋ eyleme tesmìm
Yılan diyü mi ùoàurdı efendi anaŋ seni
(ëalÀlet Üzerine Tenbìh)
RÀh-ı emel-i vaãla gidersiŋ tek ü tenhÀ
èÁşıú bu yola böyle delìlsüz gidilür mi
(MÀ-fÀte Óüzn Göstermek)
Telò-kÀm eyledi firÀúuŋ beni Çıúar mı òÀùırdan o ùatlı diller
äırma ãaçlar yayıldı mı zemìne Ùaġıldı mı úoúladıġum sünbüller
(İôhÀr-ı Teéeååür)
Baòtum ne siyÀh imiş ki bilmem ÓÀlümle degişdi óÀl-i èÀlem
(MuòÀùabı İètirÀfa Óaml)
EõhÀn-ı nev-resìdegÀn içün bayaġı bi-resm muhlik derecesinde muøarr olan
mündericÀt-ı merdÿde ve müstekrehesiyle bir risÀle-i edebiyye–her zamÀn /230/
oúudıġı şeyde bir fÀéide-i ciddiyye arayan–ekåeriyyet-i erbÀb-ı müùÀlaèa raġbet
itmezse maèõÿr degil midir.
Ekrem Beg
314
(MuòÀùabı İnkÀra Óaml)
Áteşìn bir ãıtma erġuvÀnì aúmişe ile donadılmış olan müzeyyen bir yataú
üzerinde úıvranan òasteyi èacebÀ aóÀd-ı nÀsıŋ èÀdì döşekleri üzerinde yatanından
daha tìz mi bıraúur.
Aómed Midóad Efendi
(Teõkìr-i MÀøì ve MuòÀùabı İètirÀfa Óaml)
Memleketiŋ ötesinde berisinde ser-nigÿn olan o büyük mermer sütÿnlar cÀ-
be-cÀ ser-fürÿ-bürde-i sükÿn olan şu òÀk-i pÀkde óükm-fermÀ olmuş bir medeniyyet
ve maèmÿriyyet-i èaôìmeniŋ vücÿdını bildirir şÀhid-i nÀùıú degil mi.
Sırrì Paşa
(3) Emrdir. (Emr) bir iş işlemegi ùalebdir.
“Bekle” gibi. YÀòud emr-i óÀøır olur. “Baúsun”, “Gelsün”, “Gitsün” gibi.
Õikr olundıġı üzre maènÀ-yı ùalebi óÀvì olan kelime yÀ istièlÀ ùarìúiyle
büyükden küçüge söylenilür “Bir ãu getir” gibi. YÀòud küçükden büyüge taøarruè
ùarìúiyle söylenilür “YÀ Rabb günahlarımı maġfiret buyur”, “CenÀb-ı Óaúú
cümlemizi tevfìúÀt-ı ilÀhiyyesine maôhar buyursun” gibi. VeyÀ aúrÀn beyninde
birinden dìgerine söylenilür “Yarın bÀġçeye gidecegiz, siz de buyruŋuz. İòvÀndan
fülÀn õÀt da buyursun” gibi.
315
Emr, gerek óÀøıra olsun gerek ġÀéibe, èinde’l-istièmÀl mevúiè ü maúÀma göre
birer maènÀ tevlìd ider. Şu maúÀm ise pek çoú /231/ oldıġından baèøları Àtìde
gösterilür.
Emåile
(Mevúiè-i DuèÀ ve Taøarruè)
YÀ Rab kerem it ki òºÀr u zÀram DergÀha besì ümìdvÀram
Fuøÿlì
(PÀdişÀha DuèÀ)
Eylesün MevlÀ seni her bir kedÿretden maãÿn
Dehrüŋ Àb-ı rÿyısıŋ èAbduél-Óamìd ÒÀn çoú yaşa
(èArø-ı İnúıyÀd)
ZamÀne muntaôır-ı iútiøÀ-yı emrüŋdür
Sözüŋ ne ise yürüt buyruġuŋ ne ise buyur
Fuøÿlì
(Teşvìú)
Seyr úıl gör kim gülistÀnuŋ ne Àb u tÀbı var
Her ùaraf biŋ serv-i ser-sebz ü gül-i sìr-Àb-ı var
Fuøÿlì
(İbÀóe)
Aç besmeleyle iç ãuyı ÒÀn Aómed’e eyle duèÀ
Vehbì
316
(Tenbìh)
YeksÀn naôar it mertebe-i evc ü óaøìøe
Ne èizzet ile şÀd ne õilletle óazìn ol
Naôìm /232/
(Taóõìr)
èAzm itmedeyüm Àh gibi èarş-ı murÀda
Pür-Àteşüm ey èışú çekil reh-güõerümden
KemÀl Beg
(İstiġnÀ)
èÁúıbet her neşéesinden bir òumÀr eyler ôuhÿr
Söyleyüŋ sÀkìye çalsun başına peymÀneyi
(Teşcìè)
Ehl-i buùlÀnuŋ sözin tervìc iden Àdem midür
Ádem ol isterse òaãm olsun bütün Àlem saŋa
Muèallim NÀcì Efendi
(İòtiyÀr)
ÓÀl-i mÀøìden úıyÀs it pertev-i müstaúbelüŋ
Böyle dünyÀ-yı denì ġam-òºÀrınuŋ vÀy óÀline
Pertev
317
(İôhÀr-ı Kìn)
İntiúÀm almaz isem tìġ-i zebÀnumla eger
ŞÀèiriyyet baŋa her vech ile bühtÀn olsun
Nefèì
(Edeb)
èAúla maġrÿr olma EflÀùÿn-ı vaút olsaŋ eger
Bir edìb-i kÀmili gördükde ùıfl-ı mekteb ol
Nefèì /233/
(MuéÀòaõe-i Daúìúa)
èArø eyledikce èÀşıú laèl-i müõÀb-ı çeşmin
Aç óoúúa-i dehÀnuŋ sen dürr-i nÀb göster
NeşÀùì
(Levm)
Sen olduŋ cevriŋe ey dil-şiken maózÿn ben maózÿn
Felek gülsün sevünsün şimdi sen maózÿn ben maózÿn
KemÀl Beg
(Taóúìr ve Tekdìr)
ZÀhid kenÀr-ı revzene-i cÀmdan çekül
Bilmez misiŋ ki duòter-i rez maóremüŋ degül
318
(İôhÀr-ı Fütÿr)
Biraz sen diŋle de ben söyleyem bir kerre inãÀf it
Olur bezm-i edebde güft-ü-gÿ ey òÀme nevbetle
ÓÀmì-i Ámidì
(Yeés)
Ben geşte-i èışú oldum ãıóóatle hemÀn Rüşdì
Ol şÿò-i sitem-pìşe şimden girü ãaġ olsun
Rüşdì
(Teéåìr-i ÓamiyyetmendÀne)
Bir gün evvel úurtaruŋ neng-i esÀretden beni
Eŋ büyük òaãmum óayÀtumdur refìúÀn öldürüŋ
Muèallim NÀcì Efendi /234/
(İótiúÀr)
èÁşıúdan öyle hìç idilir mi firÀr-ı Ùÿr
ÜftÀde bir piyÀdeyem ey şeh-süvÀr-ı Ùÿr
(Taòyìr)
Gerek dögsün, gerek sögsün, gerek dergÀhdan sürsün
ViãÀl-i yÀri bir kerre ùalebkÀr olmamuz vardur
SÀmì
319
(Tesviye)
İster öldür cevr ile ister uzaúdan diş bile
Ben seniŋle baèd-ez-ìn ülfet degil bilmem bile
VÀãıf
(Tehdìd)
Saŋa kim dirler suéÀl èayb olmasun nÀmuŋ nedür
Ey raúìb-i seg-nihÀd artıú óayÀ itmez misiŋ
(İètiõÀr)
Sen hele bir de ser-i kÿyìne yÀrüŋ var da gör
Meclis-i vaãluŋda giryÀn oldıġım maèõÿr ùut
Bir ùabìèatdür ki úalmış ġam zamÀnından baŋa
Ekrem Beg
(İmtinÀn)
Bir úonaú ãÀóibiniŋ müsÀfirìn veyÀ medèuvìne “Şu ùaèÀm pek güzel pişmiş
buyruŋuz”, “ÙaèÀm itmiyorsuŋuz, pek leõõetli olmuş, bir loúma daha buyruŋuz”
dimesi gibi. /235/
(Temennì)
Uzandı leyle-i óasret yetiş ey Şems-i Tebrìzì
Pertev Paşa
320
(4) Nehydir. (Nehy) bir işiŋ işlenmemesini ùalebdir. Bu da yÀ “Baúma”,
“Söyleme” gibi nehy-i óÀøır, yÀòud “Baúmasun”, “Söylemesün” gibi nehy-i ġÀéib
olur. Her ikisi de baèøan duèÀ mevúièinde úullanılır.
MiåÀl
èUúbÀ’da virürsiŋ bilürem óulle vü sündüs
DünyÀda da maóãÿr-ı óaãìr eyleme yÀ Rab
èİzzet Molla
Baèøan daòi bed-duèÀ mevúièinde úullanılır.
MiåÀl
Olmasun vÀ-reste pìç ü tÀb-ı ġamdan kìne-cÿ
MÀr-ı sermÀ-dìdeye MevlÀ güneş göstermesün
Şehrì
Çoú yerlerde emr-i óÀøır ve emr-i ġÀéibde oldıġı gibi nehy-i óÀøır ve nehy-i
ġÀéibden daòi maúÀma göre maènÀ tevellüd ider.
Emåile
(İrşÀd İçün)
Néeylersen eyle elde iken furãatı úoma
Ed-dehru lÀ yusÀèidu yevmen èaleél-vuãÿl ∗
İsmÀèìl Óaúúı
∗ Zaman, vuslat için bir gün bile yardım etmez.
321
/236/ (BeyÀn-ı Teéåìr)
Taúrìr idemem sÿz-i dil ü derd-i derÿnum
Söyletme beni òÀùır-ı zÀrumda keder var
Cevdet Paşa
(BeyÀn-ı èÁúıbet)
Hem çıúar naúşuŋ beyÀøa, hem olur rÿyuŋ siyÀh
İtme rÀzuŋ kimseye ièlÀm mÀnend-i nigìn
ÓÀmì
(NiyÀz-ı MuèteriøÀne)
Baãub geçme nigÀh-ı luùf úıl erbÀb-ı óÀcÀta
Büyÿt-i reh-güõÀruŋ melcaé-ı ehl-i recÀdur heb
Pertev
(İstifhÀm)
Zìr u bÀlÀsı nÿra ġarú olmış
VÀdì-i Eymen olmasun görinen
Muèallim NÀcì Efendi
(Teşcìè)
ErbÀb-ı ùaènuŋ itme naôar güft-ü-gÿsına
Şìr iltifÀt ider mi kilÀbuŋ ġülÿsına
NÀbì
322
(İótirÀz)
Bir söz yaparlar itdügimüz õevú-i vuãlatı
Allah ãaúlasun bunı óussÀd işitmesün
SüleymÀn Fehìm
(5) NidÀdır. (NidÀ) muòÀùabıŋ iúbÀlini yaènì münÀdÀnıŋ yüz döndürmesini
/237/ ùaleb itmekdir. Şu ùaleb içün istièmÀl olunan edevÀtıŋ her biri “Seni
çaġırıyorum” dimek maúÀmına úÀéimdir.
LisÀnımızda edevÀt-ı nidÀ: Ey, yÀ, ÀyÀ, a, be, hey, behey edevÀtından
èibÀretdir ki mevúiè-i nidÀda her birisiniŋ ãÿret-i istièmÀli maèlÿmdur. Bunlardan
başúa nidÀda cÀrì bir úÀèide daòi vardır ki münÀdÀya delÀlet iden lafôıŋ Àòirine bir
(elif) ilóÀúıdır. “ ÒüdÀvendÀ”, “KerìmÀ”, “NÀbiyÀ” gibi.
Baèøan óarf-i nidÀ muúadder iètibÀr ve münÀdÀya dÀll olan lafô edÀt-ı
nidÀdan tecrìd idilür: “Dïstlar ben şaşmışam óÀl-i dil-i dìvÀneden” mıãrÀèında oldıġı
gibi.
EdevÀt-ı nidÀ baèøan medlÿl ve mevøÿèun lehÀsına münÀsebet úabÿl
itmeyecek bir maènÀda istièmÀl olunur.
Emåile
(İġrÀ)
“Ey maôlÿm” dinilmesi gibi. Bundan murÀd nidÀ olmayub maôlÿmı şikÀyete
terġìb ü taórìødir.
323
(İòtiãÀã)
“Ben bu işi işledim ey Óasan Efendi” gibi. Bundan münÀdìniŋ murÀdı nidÀ
olmayub fièli nefsine taòãìãdir.
(Taóassür)
Õì-rÿó olmayan şeylere müteóassirÀne nidÀdır.
MiåÀl
Ey levóa-i yÀr-i nevóa-baòşÀ Biŋ kerre de eylesem temÀşÀ /238/
Ùoymaz saŋa çeşm-i girye-muètÀd Baúduúca olur vedÀdı müzdÀd
Muèallim NÀcì Efendi
(Temcìd)
Ey yüce ùaġlar! Size böyle ùaró-ı esÀs-ı üstüvÀr iden, sırrıŋızı buluùlara úadar
aèlÀ iden kimdir. Ekrem Beg
Ey rÿó-i medhÿş! Ùalmış oldıġıŋ òºÀb-ı girÀn-ı ġafletden artıú bìdÀr ol. Seni
ióÀùÀ iden şu temÀşÀgÀh-ı şükÿha èaùf-ı naôar-ı diúúat eyle.
Ekrem Beg
(Taóazzün)
Ey òarÀbe maùÀf-ı Àhumsuŋ Merkez-i óayret-i nigÀhumsuŋ
Menzil-i Àòirìn mÀóumsuŋ Cism-i cÀnÀna medfen olmışsuŋ
Muèallim NÀcì Efendi
324
(İnşÀ’-i áayr-ı Ùalebì)
Üç nevèdir:
(1) Teraccìdir. (Teraccì) ummaú ve meémÿl itmek maènÀsınadır.
Şu meémÿli óÀvì ìrÀd olunacaú cümlelerde: İótimÀl ki, muótemel ki, meémÿl
ki, umulur ki, umarım ki lafôları úullanılır. (İn-şÀéallÀh), (AllÀh Kerìm) terkìbleri de
maúÀm-ı teraccìde istièmÀli maèlÿm ve beyÀndan müstaġnìdir.
(2) Taèaccübdür. (Taèaccüb) ġarÀbeti óÀvì umÿrdan insÀna óÀãıl olan bir
óÀldir. ÓÀl-i taèaccüb: Zihì, ne, ne güzel, ne fenÀ, èacÀyib gibi lafôlarla gösterilür.
/239/
MiåÀl
Zihì õÀtuŋ nihÀn u ol nihÀndan mÀ-sivÀ peydÀ
BióÀr-ı ãunèuŋa emvÀc peydÀ úaèr nÀ-peydÀ
Fuøÿlì
Ne ãÀnièsüŋ ki ãunèuŋ seng içünden Àb ider peydÀ
Dıraòt-ı òÀrdan gül-àonçe-i sìr-Àb ider peydÀ
(SubóÀn AllÀh), (MÀ-şÀ’allÀh) terkìbler[i] de taèaccüb maúamında úullanılır.
MeåelÀ ŞubÀù’da DiyÀrbekir’de bÀdÀm aġacları çiçek virdigini gören kimse óikmet-i
ilÀhiyyeyi maèa’t-taúdìr taèaccüb iôhÀrıyla “SubóÀn AllÀh” dir. Ve maèa’t-taósìn
taèaccübi cÀlib olacaú şeyler görüldükde “MÀ-şÀ’allÀh” dinilür.
(3) İnşÀ mevúièinde istièmÀl olunan òaberlerdir. Alış virişde bÀyiè ve müşterì
beyninde cereyÀn iden “äatdım”, “Aldım” kelimeleri gibi. Şu lafôlar elfÀô-ı
325
iòbÀriyyeden ise de úÀéilleri beyninde istièmÀlleri èaúd-i beyèden èibÀret olmaġla
beyè bu lafôlarla münèaúid olur.
Edeb maúÀmında úullanılan elfÀô daòi bu úısmdan maèdÿddur. MeåelÀ bir
köle efendisine “Baŋa baú” diyecek yerde edeben öyle söylemeyüb “Efendimiz eger
yüziŋizi bendeŋize çevirüb baúar iseŋiz naãıl çalışmaúda oldıġımı görürsüŋüz”
dimesi gibi.
Taóaúúuú-ı vuúÿèa maúrÿn umÿrca elfÀô-ı òaberiyye mevúiè-i inşÀda
úullanılır. MeåelÀ henÿz óuãÿle gelmemiş olan bir işiŋ óuãÿli muóaúúaú oldıġı murÀd
olunaraú “O iş oldı bitdi” dinilmesi gibi.
Baèøan tefÀéül ve taãdìú-i ùalebde terġìb mevúièlerinde de inşÀca lafô-ı /240/
òaber úullanılır. “Saèy it ki büyük Àdem olasıŋ” dinilecek yerde “Saèy itdiŋ ise büyük
Àdem olursuŋ”, “Baŋa şunı iósÀn it” dinilecek yerde “Şunı baŋa iósÀn idersiŋ”
dinilmesi gibi.
326
YEDİNCİ FAäL
Vaãl ve Faãl BeyÀnındadır
(Vaãl) cümlelerden baèøısınıŋ baèøısı üzerine óurÿf-ı èÀùıfadan bir óarf ile èaùf
olunması ve (faãl) èaùf olunmamasıdır.
LisÀnımızda müstaèmel edevÀt-ı èaùf vücÿh-i Àtiyye üzeredir.
İCMÁL
VÀv — óarfi èArabì’den meéòÿõ ve lisÀnımızda müstaèmeldir. Hìç bir gÿne
tertìb mülÀóaôa olmaúsızın maèùÿf ile maèùÿfun èaleyhi cemè ider. “Zeyd geldi. èAmr
geldi. Bekr geldi” dinilecek yirde “Zeyd ve èAmr ve Bekr geldiler” dinilür.
äoŋra — èArabì’de müstaèmel (åümme) maúÀmındadır. TerÀòì ve mühlet
içün istièmÀl olunub mÀ-baèdını óükmde mÀ-úabline teşrìk ider. “Zeyd geldi. äoŋra
èAmr geldi” gibi. Lafô-ı meõkÿr iki óükmi cemè daòi idebilür. “Zeyd, ãoŋra èAmr
geldi” miåilli.
TÀ ki — èArabì’de müstaèmel (óattÀ) maúÀmındadır. Tedrìc içün istièmÀl
olunur. “Müstanùiú söyletdi tÀ ki iúrÀr itdirdi” gibi.
ÓattÀ — èArabì’den meéòÿõen lisÀnımızda müstaèmel óarf-i èaùfdır. TÀ ki
lafôı gibi tedrìc içün istièmÀl olunur. “O úadar söylendi ki óattÀ söylenmeden sesi
bile ùutuldı” miåilli. /241/
TÀ — óarfi lisÀnımızda müstaèmel óurÿf-ı èÀùıfadan olub bu da (tÀ ki) lafôı
gibi tedrìc içün úullanılur. Müstanùiú istinùÀúa başladı tÀ iúrÀr itdirinceye úadar
devÀm itdi” gibi.
327
YÀ — óarfi èArabì’de müstaèmel (emmÀ) makÀmındadır. Şekk ve terdìd
mevúièinde úullanılır. Medòÿlüni taèkìb iden kelime veyÀ cümle-i åÀniyyede tekrÀr
idilür. äafvet'iŋ
Áb-ı rÿyuŋ dökme her naòl-ı pelìdüŋ pÀyına
Mìve-i maùlab yÀ olmaz yÀ olur èÀlem bu yÀ
beytinde oldıġı gibi.
Baèøan daòi medòÿlüni taèúìb iden cümle veyÀ kelimede (yÀòud) lafôı
bulundırılur. SulùÀn SüleymÀn Óaøretleri’niŋ
YÀ maóv it levó-i èiãyÀndan bu èabd-i pür-úuãÿr ismin
Çıúar yÀ Rab yÀòud esmÀé-i óüsnÀdan Ġafÿr ismin
münÀcÀtında oldıġı gibi.
AmmÀ — óarfi èArabì’den meéòÿõen lisÀnımızda müstaèmeldir.
Vesìle-cÿy-i vuãlat oldıġum yÀre ùuyurmışlar
NifÀú itmişler ammÀ maènevì himmet buyurmışlar
beytinde oldıġı gibi.
Belki — èArabì’de müstaèmel (bel) óarfinden meéòÿõ ve (ki) edÀtına merbÿù
olaraú iêrÀb mevúièinde úullanılır. Óükmi maèùÿfun èaleyhden maèùÿfa naúl ider.
“Ben gelinceye úadar èavdet itmemiş idi. Belki şimdiye úadar èavdet itdi” gibi. /242/
De — lisÀnımıza maòãÿã edevÀt-ı èaùfdan olub (daòi) maúÀmında
müstaèmeldir. Baèøan istièmÀlce taòaããus ider.
Daòi — ãÿret-i istièmÀli maèlÿmdur.
YÀòud — óurÿf-ı èÀùıfa-i èArabiyye’den (ev) maúÀmında olmaú üzre
lisÀnımızda müstaèmeldir. Terdìd içün istièmÀl olunur. “YÀ sen gel, yÀòud ben
geleyim” gibi.
328
Yoúsa — óurÿf-ı èÀùıfaa-i èArabiyye’den (emün münúaùıèa) maúÀmında
olmaú üzre lisÀnımıza maòãÿã edevÀtdandır. (Mi) edevÀt-ı istifhÀmından ayrılmaz
“Gelür mi yoúsa gelmez mi” gibi.
LÀkin, lìkin, lìk, velì — edevÀtınıŋ birincisi èArabì’den meéòÿõ, dìgerleri
andan müvelled ve muóarref olmaú üzre lisÀnımızda müstaèmeldir.
Hepsi istidrÀk içün úullanılub her biri ìhÀmlı görilen cümleden ìhÀmı izÀle
maúãadıyla ìrÀd olunan cümle üzerine dÀòil olur.
Yine, bir de, hem, hem de — lafôları da lisÀnımıza maòãÿã edevÀt-ı
èaùfdandırlar.
TAFäÍL
İkinci cümleniŋ birinci cümleye óükmde teşrìki úaãd olunur ise–müfred
müfred üzerine èaùf olundıġı gibi–cümle de cümle üzerine èaùf olunur. Bir cümleyi
dìger cümle üzerine èaùf itmek beynlerinde cihet-i cÀmièanıŋ vücÿdiyle meşrÿùdur.
(Cihet-i cÀmièa) iki şey beyninde èalÀúadır ki yÀ èaúlì, yÀ vehmì yÀòud òayÀlì
olur. /243/
(Cihet-i cÀmièa-i èaúliyye) èaúlıŋ úuvve-i mütefekkirede cemè idecegi eşyÀ
beynindeki èalÀúa-i óaúìúiyyedir ve envÀèı üçdür ki birincisi temÀåül, ikincisi teøÀd,
üçüncisi teøÀyüfdür.
(TemÀåül) nevède ittióÀddır ki nevèen mütteóid olan eşyÀnıŋ müşaòòaãÀt-ı
òÀriciyyelerinden ãarf-ı naôar olunsa aralarındaki taèaddüdi èaúl úuvve-i
mütefekkireden refè ider.
329
MeåelÀ: Zeyd, èAmr, Bekr insÀniyyetce mütteóid olduúlarından bunlarıŋ şekl,
sìmÀ, evãÀfdan èibÀret olan müşaòòaãÀt-ı òÀriciyyelerinden ãarf-ı naôar idilse èaúl
úuvve-i mütefekkirede yalŋız nevèiyyetlerine inóiãÀr iden insÀniyyetlerini ibúÀ ider.
MiåÀl
“Zeyd yazdı yazıyor idi ve èAmr ġazel tanôìm idiyor idi, Bekr de türkì
çaġırıyor idi” gibi. Şu miåÀlde (Zeyd yazı yazıyor idi) cümlesi maèùÿfun èaleyhÀ ve
èAmr ve Bekr’iŋ dÀòil olduúları cümleleriŋ her biri maèùÿf olub Zeyd, èAmr, Bekr
aralarında temÀåül bulundıġı gibi yazmaú, tanôìm itmek, türkì çaġırmaú efèÀliniŋ
nevèiyyet-i aãliyyesi fièl-i óikÀye olmasıyla efèÀl-i meõkÿre óaúìúatde mütteóid
oldıġından bunlar aralarında da temÀåül-i maènevì mevcÿddur.
Çiçek lafôı ke-õÀlik insÀn lafôı gibi efrÀd-ı keåìreyi óÀvì bir óaúìkúate vaøè
idilmiş bir ism-i cins oldıġından şu óaúìúatiŋ óÀvì oldıġı envÀèa mensÿb çiçekler
aralarında temÀåül bulunur. /244/
MiåÀl
“Benefşe-i micmere gerdÀnıŋ bÿy-i èıùr-Àmìzinden dimÀġ-ı bahÀr muèaùùar ve
gül-i óandÀnıŋ gün gibi ùulÿèundan çeşm-i nergis mor” (Pek eski bir maúÀleden).
MiãÀl-i meõkÿrda münderic benefşe ve gül aralarında temÀåül mevcÿd
olmaġla cümle-i åÀniyyeniŋ cümle-i ÿlÀya èaùfı muvÀfıú-ı úÀèidedir.
Dìger MiåÀl
“Bir bende ki sulùÀn-ı şevú u neşÀùıŋ zülf-i èanber-bÿyuna dil-beste ve her bir
dil-efgende ki şÀhid-i õevú u ãafÀnıŋ kÀkül-i dil-Àvìz taèalluúuna peyveste ola be-her
óÀl anıŋ òºÀn-ı telò-Àlÿd-ı infiãÀlden vÀyesi nevÀle-i derd-i hicrÀn ve dest-i sÀúì-i
bezm-i muèallÀ-yı raġad ü èìşden óiããesi curèa-i cÀm-ı óırmÀndır” (Eski bir
mektÿbdan).
330
Şu miåÀlde “Bir bende ki—peyveste ola” cümleteyni içindeki (bir bende ile
dil-efgende), (sulùÀn ile şÀhid), (şevú ile õevú), (neşÀù ile ãafÀ), (zülf ile kÀkül), (dil-
beste ile peyveste) ve (anıŋ-óırmÀndır) cümleteyni derÿnundaki (òºÀn-ı telò-Àlÿd ile
dest-i sÀúì), (vÀyesi ile óiããesi), (derd-i hicrÀn ile curèa-i óırmÀn) aralarında
temÀåülÀt-ı maèneviyye ve òayÀliyye mevcÿd olmaġla èaùflar pek güzeldir.
(TeøÀd) iki şey beyninde øıddiyyetdir. “BeyÀø ile siyÀh”, “ùatlı ile acı”, “èilm
ile cehl” gibi.
MiåÀl
“èÁlim her vaút èÀlì ve cÀhil her vaút sÀfildir” miåÀlindeki iki /245/ cümleden
birincisiniŋ óÀvì oldıġı elfÀôdan èÀlim ile dìger cümledeki cÀhil beyninde ve ke-õÀlik
cümle-i ÿlÀdaki èÀlì ile cümle-i åÀniyyedeki sÀfil arasında teøÀd mevcÿddur.
(TeøÀyüf) iki şey beyninde bir èalÀúadır ki o şeylerden hìç biri dìgerine nisbet
olunmadıúca taèaúúul olunamaz.
MeåelÀ: “Baba ile oàul” beyninde teøÀyüf olub birincisinin óÀéiz oldıġı
ubuvvet dìgerinin vücÿdına èillet ve ikincisi bu èilletden neşéet itmiş bir ma[è]lÿl
olmaġla ùarafeyn arasında muúarrer olan nisbet üzerine hangi biri taèaúúul olunsa
dìgeriniŋ taèaúúuli anı taèúìb ider.
MiåÀl
“BenefşezÀr-ı óurÿfı úarìn-i medd-i naôar ve şevÀhid-i maèanÀsı miréÀt-i
òÀùırda cilveger olduúda èandelìb-i nÀùıúa–Ez-kücÀ mì resì iy hüdhüd-i feròunde-
úadem–naġmesiyle müteġannì ve mürġ-i cÀn–Áferìn ber-úalemì bÀd ki ìn naúş
nigÀşt—terÀnesiyle müterennim olub maùlaè-ı aèlÀsı nÀz-perverd-i dil-ÀrÀyì ve
331
maúùaè-ı zìbÀsı hem-Àġÿş-i ÀşinÀyì olmaġın”, (ÚudemÀdan MevúÿfÀtì Meómed
Efendi’niŋ CevÀb-nÀme’sinde münderic bir mektÿb vaãfındadır).
MiåÀl-i meõkÿre-i elfÀôdan kinÀye olan óurÿf ile maèÀnÀ ve maùlaè ile maúùaè
aralarında, teøÀyüf olmaġla èaùflar pek güzeldir. ‘Andelìb ile mürġ-i cÀn beyninde
şibh-i temÀåül vardır. Şibh-i temÀåül aşaġıda taèrìf olunacaúdır.
(Cihet-i cÀmièa-i vehmiyye) vehmiŋ úuvve-i mütefekkirede cemè idecegi
eşyÀ /246/ beynindeki èalÀúa-i mevhÿme olub bu da üç nevèdir ki birincisi şibh-i
temÀåül, ikincisi şibh-i teøÀd, üçüncisi şibh-i teøÀyüfdür.
(Şibh-i temÀåül) iki şey beyninde èaúlıŋ úuvve-i mütefekkirede teøÀd
diyüvirdigi óükme vehmiŋ temÀãil õehÀbında bulunmasından neşéet ider bir cihet-i
cÀmièadır.
MeåelÀ: èAúl siyÀh ile beyÀø beyninde teøÀd oldıġına úuvve-i mütefekkirede
óükm virdigi gibi ãarı rengi daòi siyÀh gibi kendi başına bir reng oldıġından èaúl ãarı
ile beyÀø beyninde de teøÀd oldıġında óükm virir. Vehm ise sarıyı beyÀøa beŋzer bir
ãÿretde bulmasıyla ber-À-ber ikisini bir nevèden èadd iderek beynlerinde temÀåül
bulundıġında õÀhib olur. Vehmiŋ õehÀbı óaúìúate tevÀfuú itmeyeceginden bu ãÿrete
(şibh-i temÀåül) tesmiye idilmişdir.
MiåÀl
“İki şey òÀãiyyet-i iórÀúı şÀmildir ki bu iki şeyéiŋ biri Àteş-i sÿzÀn ve dìgeri
óaúÀret-i iòvÀndır” èibÀresinde oldıġı gibi. Şu miåÀldeki Àteş ile óaúÀret beyninde
şibh-i temÀåül vardır.
332
Dìgerì MiåÀl
“Şeker-òºÀb-ı vaódetde ġunÿde ve bÀlìn-i saèÀdet ü neôÀfetde òºÀbìde olan
mizÀc-ı nezÀket-imtizÀcları feyø-yÀb-ı nesìm-i istiúãÀ ve sÀye-nişìn-i mirvaóa-i
istinbÀ úılınur”.
(KÀnì-i Úadìm)
Şu miåÀl óaúìúat ãÿretiyle naôar-ı fikre taúrìb olunsa şeker-òºÀb ile bÀlìn-i
saèÀdet beyninde bir gÿne şibh-i temÀåül görinür. LÀkin bu kelÀmıŋ mürettibi úuvve-i
vehmiyye olmayub úuvve-i èaúliyye oldıġından istièÀre ve kinÀye /247/
noúùalarından naôar olundıġı taúdìrde temÀåül görinür. İstièÀrÀt ve kinÀyÀt-ı şÀèirÀne
ve münşiyÀne ile tertìb olunacaú ebyÀt u fıúarÀtıŋ cümlesinde cihÀt-ı cÀmièa iètibÀra
merbÿùdur. MeåelÀ “ÓamÀmda bir arslan var idi ve insÀnı úorúudıyor idi”
èibÀresindeki birinci cümleniŋ óÀvì oldıġı arslan cümle-i åÀniyyedeki insÀn ile bir
óaúìúate tÀbiè ve beynlerinde temÀåül vÀúièdir. İstièÀreye iètibÀr olunmaú lÀzım
gelürken istièÀreden ãarf-ı naôarla óaúìúat-i iètibÀrì noúùasından baúılsa arslan nevèen
başúa ve insÀn başúa óaúìúate tÀbiè olmaġla aralarında èaúlen teøÀd bulunur. Vehme
èarø olunur ise arslanı óamÀmda bulmasıyla insÀn óaúìúatine idòÀl iderek
beynlerinde temÀåüle õÀhib olur ki bu temÀåül lafô iètibÀriyle óaúìúì olamadıġından
şibh-i temÀåül diyü mevsÿm olur.
(Şibh-i teøÀd) èaúl mütemÀåil diyü óükm itdigi iki şeyce vehmiŋ teøÀda õÀhib
olmasından tevellüd ider bir cihet-i cÀmièadır.
MeåelÀ: Arø ile Zühre’niŋ biri bizim naôarımızca inóiùÀùda dìgeri irtifÀèda
olub beynlerinde temÀåül olan iki portaúalıŋ biri yerde, dìgeri rafda bulunmaúla
aralarındaki temÀåül teøÀda munúalib olmayacaġı gibi beynlerinde inóiùÀù ve irtifÀè
333
görinen iki kürre arasında da èaúlen temÀåül görinür. LÀkin vehm birisiniŋ aúsÀm-ı
felekden úıyÀs ile gök, dìgeriniŋ yer olmasına naôaran aralarında teøÀd bulundıġına
õÀhib olur. Vehmiŋ bu õehÀbı üzerine öyle şeyler beynindeki cihet-i cÀmièaya
óaúìúaten teøÀd dinilemeyeceginden (şibh-i teøÀd) ıùlÀk idilmişdir. /248/
MiåÀl
“Gök buluùlardan òÀlì ve be-ġÀyet ãÀf ve yerdeki çemenistÀn øiyÀ-yı ÀfitÀb ile
şeffÀf idi. GÿyÀ ki ÀsumÀn zemìne ve zemìn ÀsumÀna èaks idiyor idi” èibÀresindeki
cümle-i maèùÿfa ve maèùÿfun èaleyhÀ aralarında şibh-i teøÀd mevcÿddur.
(Şibh-i teøÀyüf) iki şey’iŋ beyninde èaúlıŋ gösterdiği teøÀddı vehm-i teøÀyüf
menzelesine tenzìl itmesinden nümÀyÀn olacaú bir cihet-i cÀmièadır ki birisiniŋ
òÀùıra gelmesini müteèÀúib óasbe’l-münÀsebe dìgeriniŋ de gelmesini vehm nisbet-i
ùabìèiyye aramaúsızın—beynlerinde teøÀyüfüŋ vücÿdına óaml ider.
MeåelÀ: Ùatlı ile acı beyninde èaúlen teøÀd mevcÿd ve birisiniŋ vücÿdı
dìgeriniŋ vücÿdına ġayr-i mevúÿf iken vehm èalÀúa-i nisbiyyeyi naôar-ı iètibÀra
almayub “ùatlı” dinildigi gibi “acı” òÀùıra gelmesini beynlerinde teøÀyüfüŋ vücÿdına
virir. TeøÀdda taèalluú idecek miåÀl vehme naôaran şibh-i teøÀyüfe miåÀl olabilür.
(Cihet-i cÀmièa-i òayÀliyye) iki şeyéiŋ, yÀòud eşyÀnıŋ taãavvurundan òayÀlde
müteúÀrin olan ãÿretdir. Bu ãÿret èÀdet, zamÀn, mekÀn, muèÀşeret, ülfet gibi aóvÀl-i
mütenevvièa ile muòtelifdir. ZìrÀ baèø şey bir şaòãıŋ òÀùırına geldikde dìger bir şey
daòi gelür ki başúa birisiniŋ õihninde bu tevÀrüde münÀsebet bulunamaz. Çoú kerre
iki emr beynindeki cÀmiè-i òayÀlì bir úavme maòãÿã olur da dìger úavmde taòayyül
olunmaz.
334
MiåÀl
Bir bÀġçede èişret ve çalġı gibi şeylerle eglenmegi èÀdet itmiş olan /249/ bir
aóbÀb cemèiyyetinden hangi biriniŋ yanında o bÀgçe õikr olunsa der-èaúab òÀùırına
rÀúì, sÀúì, çalġı, aóbÀb gibi şeyler gelür. Ke-õÀlik bÀġçelerden mìve devşirüb ãatmaú
ve para úazanmaúla meélÿf olanlardan hangi biriniŋ yanında bÀġçe õikr idilse der-óÀl
mìveniŋ envÀèı, ãatımı, bahÀsından para úazanması òÀùırına òuùÿr ider. Òayme-nişìn
bedevì èUrbÀn içinde “çayır” õikr olunsa develer, úaùırcılarıŋ yanlarında õikr idilse
esterler, eşekcileriŋ yanlarında söylense óımÀrlar òÀùırlarına gelür. Her ãınıfa bir
ùaúım eşyÀnıŋ maòãÿãiyyeti cihetiyle her ãanèat ehliniŋ fikrinde kendi kÀrına maòãÿã
ÀlÀt u edevÀtdan hangi biri òÀùırına gelse dìgeriniŋ òÀ[ù]ırası da anı taèúìb ider.
İşte cihet-i cÀmièa-i òayÀl[iyy]e böyle òÀùıralarca óasbü’l-iètiyÀd òÀùıra vürÿd
itmekde iştirÀk gösteren şeyler beynindeki èalÀúa-i èÀdiyyedir.
BÀlÀda taèdÀd olunan cihet-i cÀmièa-i èaúliyye ve vehmiyye ve òayÀliyyeden
hangi bir cihet hangi cümle beyninde mevcÿd olur ise o cümleleriŋ ikincisi birincisi
üzerine èaùf olunur. Cihet-i cÀmièÀ bulunmaz ise èaùf olunamaz.
CihÀt-ı meõkÿreniŋ vücÿdiyle ber-À-ber cümleler beyninde ismiyyet ve envÀè-
ı fièliyyetce tenÀsübüŋ vücÿdı ve maèamÀ-fìh maèùÿf ve maèùÿfun èaleyh arasında
münÀsebet-i sÀéire-i maèneviyye daòi lazımdır. Vaãl ve faãl baóålerinde umÿr-ı
meõkÿreye rièÀyet belÀġat ve leùÀfeti müéeddì olur.
MiåÀl
“Düşmanlarımız bize ġadr itmek istiyorlar ve bizim óaúúımızda her dürlü
/250/ tecÀvüz ve taèaddìye devÀm idiyorlar” èibÀresinde iki cümle mevcÿd ve ikincisi
vÀv-ı èÀùıfa ile birincisiniŋ üzerine maèùÿfdur. Birinci cümle düşmanlarıŋ tecÀvüz ve
335
taèaddìlerinden bÀóiå oldıġından aralarında temÀåül mevcÿd ve maèamÀ-fìh cümel-i
fièliyye-i òaberiyyeden maèdÿddur.
“Düşmanlarımız bize ġadr itmek istiyorlar. Biz kendilerini Müntaúim-i
Óaúìúì’ye óavÀle itmişiz” èibÀresiniŋ óÀvì oldıġı cümle-i ÿlÀdaki (ġadr itmek) sözi
düşmanlarıŋ maùlabı èadd olunub cümle-i åÀniyyedeki (Biz kendilerini–itmişiz) úavli
o maùlabdan maèdÿd ve binÀéenèaleyh iki cümle beyninde cihet-i cÀmièa mevcÿd
olmadıġı gibi (istiyorlar) fièli ile (itmişiz) fièli arasında tenÀsüb de olmadıġından
cümle-i åÀniyyeniŋ cümle-i ÿlÀya èaùfı cÀéiz olmaz.
VÀv-ı èÀùıfa ile bir cümleniŋ dìger cümle üzerine èaùfı iki cümleyi bir óükmde
cemè itmekdir. Óükmlerde ittióÀd úaãd olunmadıġı óÀlde vÀv ile èaùf olunamaz.
MiåÀl
“Enverì Efendi Óaleb’den İstÀnbÿl’a geldi. Edhem Efendi artıú Óaleb’e
gitmekden ãarf-ı naôar itdi” èibÀresindeki cümle-i ÿlÀnıŋ óÀvì oldıġı óükm Enverì
Efendiéniŋ İstÀnbÿl’a gelmesi, cümle-i åÀniyyedeki óükm ise Edhem Efendi’niŋ
Óaleb’e gitmesine óÀcet úalmaması olub iki cümleniŋ óükmleri beyninde ittióÀdı
mÿcib cihet olmadıġından burada óurÿf-ı èÀùıfadan (da), yÀòud (daòi) lafôlarınıŋ her
biri cümle-i åÀniyyede ìrÀd olunabilür ise de (de) edÀtıyla èaùf olunmaú (daòi) ile
èaùfdan güzeldir.
“Aómed Beg terfìè-i rütbe itdi, SüleymÀn Beg tefìè-i rütbe itdi, /251/ èÖmer
Beg terfìè-i rütbe itdi” cümleleriniŋ óükmleri şÀyÀn-ı tevóìd oldıġından vÀv-ı èÀùıfa
ile “Aómed ve SüleymÀn ve èÖmer Begler terfìè-i rütbe itdiler” dinilerek ol vech ile
ile óükmler tevóìd ve üçünüŋ (beg) èünvÀnıyla (itdi) fièli cemè idilür.
336
“Aómed Beg terfìè-i rütbe itdi, SüleymÀn Beg mecìdì nişÀnı aldı, èÖmer Beg
falÀn sancaġa mutaãarrıf oldı” cümleleri şÀyÀn-ı tevóìd ü cemè olmadıġından
aralarına vÀv-ı èÀùıfa terúìm, yÀòud vÀv-ı èÀùıfanıŋ muúadder oldıġına úarìne olmaú
içün virgül işÀreti vaøè olunur. LÀkin lisÀnımızıŋ şìvesine daha ziyÀde yaúışan ãÿret
cümel-i meõkÿrece “Aómed Beg terfìè-i rütbe itdi. SüleymÀn Beg de mecìdì nişÀnı
aldı ve èÖmer Beg falÀn sancaġa mutaãarrıf oldı” ùarzında èaùfa rièÀyet itmekdir.
Óükmlerden biri åubÿt, dìgeri nefy maènÀsını şÀmil olur ise óükmlerde iòtilÀf
óÀãıl olacaġından èaùfları cÀéiz olamaz.
MiåÀl
“èÖmer Efendi baŋa geldi. èÁrif Efendi gelmedi” èibÀresi yolunda olmaġla şu
èibÀredeki cümle-i åÀniyye cümle-i ÿlÀya èaùf olunub “ve èÁrif Efendi gelmedi”
dinilemez.
Cümleleriŋ biri maènÀ-yı mÀøìyi, dìgeri maènÀ-yı müstaúbeli óÀvì ise ke-õÀlik
vÀv ile èaùfları cÀéiz olamaz.
MiåÀl
“èÖmer Efendi baŋa geldi. èÁrif Efendi gelecekdir” èibÀresinde /252/ oldıġı
gibi. Şu èibÀrelerdeki cümleleriŋ óükmleri şÀyÀn-ı tevóìd olmayub yalŋız maènen
rabùlarında bir münÀsebet mevcÿd oldıġından (de) edÀtıyla biriniŋ meéÀli dìgerine
rabù olunur.
Çoú yerlerde (de) ile (daòi) edÀtlarınıŋ mevúiè-i istièmÀlleri birleşür:
337
MiåÀl
“Sen söyledigiŋ gibi ben de söyledim” yÀòud “Sen söyledigiŋ gibi ben daòi
söyledim”.
Baèø mevÀúiède her biri istièmÀlce taòaããuã ider.
MiåÀl
“èIşúuŋa düşdüm unutdum derdi de dermÀnı da” mıãrÀèındaki (derdi de
dermÀnı da) yerinde (derdi daòi dermÀnı daòi) dinilemeyecegi gibi “Daòi kimden
ümìd-i ãıdú idersiŋ NÀbiyÀ bilmem” mıãrÀèındaki (daòi) úaldırılıb da yerine (de)
úonılamaz.
Bir èibÀreniŋ óÀvì oldıġı iki cümleniŋ biri cümle-i òaberiyye, dìgeri cümle-i
inşÀéiyye olur ise beynlerinde èaùf cereyÀn itmez.
MisÀl
“Ben size gelemeyecegim. Sen bize gel” sözünde oldıġı gibi cümle-i ÿlÀ
cümle-i òaberiyye, dìgeri cümle-i inşÀéiyye oldıġından bilÀ-èaùf ìrÀd olunmuşdur.
èAùf idilüb de “Ben size gelemeyecegim ve sen bize gel” yÀòud “Sen de bize gel”
dinilemez. LÀkin cümle-i åÀniyyedeki emr-i óÀøır /253/ yerinde nehy-i óÀøır olsa
maènÀsı cümle-i ÿlÀdaki maènÀ-yı nefy ile münÀsebet úabÿl ideceginden (de) lafôıyla
èaùf olunabilür. “Ben size gelmeyecegim. Sen de bize gelme” gibi.
Cümleleriŋ biri òaberiyye, dìgeri inşÀéiyye olub da cümle-i inşÀéiyye teévìl
ùarìúiyle cümle-i òaberiyyeye tevfìú olunabilür ise cümle-i åÀniyyeniŋ èaùfı cÀéiz
olur.
338
MiåÀl
“FülÀnı dögdigümi gördüŋ yÀ sen de yaramazlıú itme” èibÀresinde oldıġı gibi.
Şu miåÀldeki cümle-i ÿlÀ òaberiyye, dìgeri inşÀéiyye ise de èibÀre “FülÀnı dögdigümi
gördüŋ yÀ yaramazlıú ider isen seni de dögerim” taúdìrinde oldıġından (de) edÀtıyla
èaùf olunması lÀzım gelür.
Baèøan cümle-i ÿlÀ mevcÿd olmadıġı óÀlde bir cümle edÀt-ı èaùf ile ìrÀd
olunur ve böyle yerlerde cümle-i ÿlÀ muúadder èadd olunur.
MiåÀl
“Sen daòi geçme naãìb-i intiúÀmuŋdan raúìb” mıãrÀèında oldıġı gibi. Şu söz
“Elinden geleni benim óaúúımda icrÀ itdiŋ. Sen daòi naãìb-i intiúÀmıŋdan geçme”
dimekdir ki cümle-i ÿlÀ muúadderdir.
Müfrediŋ müfred üzerine èaùfında vÀv-ı èÀùıfa çoú kerre muúadder iètibÀr
olunamayacaġından tekerrür óÀlinde muúadder oldıġında úarìne olan virgül işÀreti
vaøè ve (vÀv) óaõf olunabilür. LÀkin cümleler gerek ikiden èibÀret olsun, gerek daha
ziyÀde taèaddüd itsün cümlesinde /254/ vÀv-ı èÀùıfa muúadder iètibÀr idilerek lafôen
ve taórìren óaõf olunabilür. Bu taúdìrce her cümle arasına yÀ virgül işÀreti úullanılur,
yÀòud iki üç noúùa úadar fÀãıla virilür. Ve úırÀéat olunurken daòi her cümle beyninde
bir iki åÀniye miúdÀrı sükÿt fÀãılası ièùÀ olunur. VÀv-ı èÀùıfanıŋ muúadder iètibÀr ile
lafôen ve taórìren çoú yerlerde óaõf olunması mine’l-úadìm gerek èArabì, gerek
FÀrisì ve Türkì lisÀnlarında cÀrìdir. FermÀnlarda “Müdebbir umūri’l-cumhūr bi’l-
339
fikri’s-sÀúıb; mütemmim mehÀmi’l-enÀm bi’r-rÀ’iyy es-ãÀ’ib; mumehid bünyÀdi’d-
devlet ve’l-iúbÀl; muşeyyid erkÀni’s-saèÀdet ve’l-iclÀl ”∗ yazıldıġı gibi.
Türkce’ye MiåÀl
İlÀhì! Ben seni ne dil ile ögeyim ki dilim óaúìúatiŋ baórinde bir úaùre. İlÀhì!
Ben seni ne vücÿdile vaãf ideyim ki vücÿdum mihriŋ şuèÀèında bir õerre. Her èaúl-ı
derrÀk celÀliŋ idrÀkiŋde òìre. Her reéy-i tÀb-nÀk cemÀliŋ vaãfında tìre. AãóÀb-ı mütÿn
u şürÿó èizzetiŋ óavÀlisinde mütelÀşì. ErbÀb-ı úulÿb u küşÿf ceberÿtuŋ óareminde bir
bölük bì-gÀne vü nÀşì (TaøarruèÀt-ı SinÀn Paşa’dan)
ÚudemÀ ekåeriyyÀ cümeliŋ taèaddüdünde vÀv-ı èÀùıfayı muúadder iètibÀr
itdikleri gibi miåÀl-i meõkÿrda gösterildigi üzere edÀt-ı òaberi de muúadder iètibÀr
iderler idi.
Dìger MiåÀl
FÀtióa-i èunvÀnì Àyet-i kerìme-i (hüve’l-óaúúu’l-mübìn)∗∗ òÀtime-i tÀrìòì
(ve’l-èÀúıbetü /255/ li’l-muttaúìne)∗∗∗ ġÀyet-i maømÿnì (õÀlike faêluéllÀhi yu’tìhi
men yeşÀé ∗∗∗∗vallÀhu õü’l-faêli’l-èaôìm) (Fuøÿlì–Bir mektubundan)
∗ Derin düşünceyle halkın işlerini düzenler; doğru görüşle tüm yaratılmışların görevlerini tamamlar;
devletin ve geleceğin temelini atar; mutluluk ve yüceliğin direklerini kurar.
∗∗ “… Ve yaèlemûne ennallâhe hüve’l-hakku’l-mübîn” (Allah’ın aşikâr hak olduğunu bilirler1er.) :
Kur’ân-ı Kerîm, sûre 24 (en-Nûr), âyet 25 (Kur’an-ı Kerim ve Kelime Meali, Rayiha Yayıncılık,
Ankara 2006, s.351.)
∗∗∗ “… Akıbet (en güzel sonuç) muttakî olanlarındır.”: el-A’râf 7: 128.
∗∗∗∗ “… Bu Allah’ın dilediğine yönelttiği bir lütûftur.”: el-Mâ’ide 5: 54. İbarenin devamı “Şüphesiz ki
Allah büyük lütûf sahibidir” anlamındadır.
340
Bir èibÀreniŋ óÀvì oldıġı iki cümleniŋ her biri maúÿl-i úavl vÀúiè olur ise
cümle-i åÀniyyeniŋ cümle-i ÿlÀya èaùfı cÀéiz olamaz.
MiåÀl
“Didim bir etmek maømÿnı niçün ãÿret bulmaz. Didiler zevÀéiddir óuãÿli
mümkin olmaz”. (Fuøÿlì)
(Hem) lafôı ile èaùf olunan cümlelerce lafô-ı meõkÿr maèùÿfun èaleyhÀ olan
cümlede bulunmaú lÀzım gelüb cümle-i maèùÿfa üzerinde yÀ tekrÀr olunur yÀòud
(hem de) lafôı bulundırılur.
MiåÀl
“Hem èÁrif Efendi hem èÖmer Efendi geldi” yÀòud “Hem èÁrif Efendi hem
de èÖmer Efendi geldi” gibi.
İki cümleniŋ ikisi de gerek òaberiyye olsun, gerek inşÀéiyye ikinciniŋ
maènÀsında teèÀúub oldıġı óÀlde vÀv-ı èÀùıfa ile èaùfında leùÀfet olmaz.
MiåÀl
İsmÀèìl Efendi geldi, İbrÀhìm Beg gitdi”, “Óasan Beg gelsün, Òayrì Efendi
gitsün” gibi. Şu miåÀllerden her birisiniŋ óÀvì oldıġı iki cümle arasında vÀva
münÀsebet yoúdur. Böyle yerlerde edÀt-ı èaùf olmaması da cÀéiz ise de edevÀt-ı
èaùfdan /256/ (ãoŋra) lafôı da istièmÀl olunaraú “İsmÀèìl Efendi geldi ãoŋra İbrÀhìm
Beg gitdi”, “Óasan Beg gelsün ãoŋra Òayrì Efendi gitsün” gibi.
341
İki cümleniŋ her birisi müsnedün ileyhiŋ bir nevè-i fièlini óÀvì ise şu
fièllerden her birisi dìgeriniŋ gerek mülÀyimi, gerek mübÀyini olsun vÀv-ı èÀùıfa ile
cümle-i åÀniyye cümle-i ÿlÀya èaùf olunabilür.
MiåÀl
“Aómed Efendi geldi ve kitÀbı getirdi” yÀòud “Aómed geldi ve gitdi” gibi.
LÀkin birinci miåÀlde vÀv-ı èÀùıfa getirmekden ise “Aómed Efendi hem geldi hem de
kitÀbı getirdi”, ikincisinde “Aómed Efendi geldi yine gitdi” dinilmesi şìve-i
lisÀnımıza daha ziyÀde yaúışur.
İki cümleyi óÀvì olan bir èibÀreniŋ ikinci cümlesi birincisini teékìd ider.
YÀòud andan bedel ãÿretinde görinür ise èaùf cÀéiz olmayub araları faãl olunur.
MiåÀl
“Şu ġazel pek selìsdir. SelÀseti bir derecedir ki oúundıġı vaút Àb-ı zülÀl
cereyÀn ideyor gibi bir óÀl óiss olunayor” èibÀresindeki “Şu ġazel pek selìsdir” sözi
cümle-i ÿlÀ ve mÀ-baèdı cümle-i åÀniyyedir. Cümle-i åÀniyye selÀseti tavøìó ãÿretiyle
müéekkid oldıġından èaùfen ìrÀdı cÀéiz olamaz.
“Be-hey Àdem git burada ùurma” sözi hem teékìde hem de cümle-i
inşÀéiyyeye miåÀldir ki (burada ùurma) cümle-i åÀniyyesi cümle-i ÿlÀdaki (git) emrini
müéekkiddir. Bunda daòi èaùf cÀéiz degil. /257/
“Ketebeniŋ hepsi baŋa gelmedi anlardan baèøları geldi” èibÀresindeki cümle-
i åÀniyye cümle-i ÿlÀdan bedel oldıġından ke-õÀlik èaùf ile ìrÀd olunamaz.
İki cümleyi óÀvì bir èibÀreniŋ birinci cümlesindeki müsnedün ileyh (ki) edÀt-ı
rÀbıùasına merbÿt olur ise cümle-i åÀniyye bilÀ-èaùf ìrÀd olunur.
342
MiåÀl
“Mübeşşir ki müjde getirdi getirdigi müjde ile hepimizi memnÿn itdi” gibi.
Cümle-i ÿlÀda bulunan (ki) lafôı úaldırılsa èaùf idilmesi lÀzım gelür “Mübeşşir müjde
getirdi ve getirdigi müjde ile hepimizi memnÿn itdi” gibi.
343
SEKİZİNCİ FAäL
ÍcÀz ve İùnÀb ve MüsÀvÀt BeyÀnındadır
Maúãÿduŋ èibÀre-i müteèÀrife ile edÀsına (müsÀvÀt) dinilür. İstièmÀl olunacaú
kelÀmıŋ elfÀôı èibÀre-i müteèÀrifeden noúãÀn ise èibÀre (ìcÀz) ve ziyÀde ise (iùnÀb)
tesmiye olunur.
èİbÀre-i müteèÀrifeden murÀd ehl-i èörfüŋ∗ muóÀverÀt u muèÀmelÀt-ı
èumÿmiyyede úullandıúları èibÀrelerdir.
Ehl-i èörf sözlerinde muúteøÀ-yı óÀle rièÀyet itmediklerinden bunlarıŋ sözleri
naôar-ı belÀġatce memdÿó görilemez. LÀkin ġareøleri elfÀôıŋ vaøèiyyet-i
ùabìèiyyesine göre maèÀnÀ-yı aãliyyeniŋ edÀsından èibÀret oldıġından meõmÿm daòi
èadd olunamaz.
ÍcÀzda medÀr-ı naôar elfÀô olmayub maèÀnÀ ise de elfÀô óaúúında da /258/
evãÀf-ı óaseneden tecrìd idilecek derecede ihmÀl olunmaú lÀzım gelmez. ZìrÀ maènÀ
bir maóbÿb-ı cÀlibü’l-úulÿbdur ki muóÀsenÀt-ı õÀtiyyeyi şÀmil olmaúla ber-À-ber
libÀsı olan elfÀô daòi güzel intiòÀb olunur ise leùÀfeti derece-i èulyÀda görinür.
ElfÀôıŋ maèÀnÀya taèalluú ve delÀletinde yek-dìgere nisbetle müsÀvÀt
olmayub baèøısı lafôca úalìl oldıġı óÀlde keåret-i maènÀyı şÀmil olur. Baèøısı da
lafôınıŋ keåretiyle ber-À-ber maènÀsında úıllet bulunur. ÍcÀz ise keåìrü’l-maènÀ olan
lafôıŋ intiòÀbındadır.
ElfÀô nuúÿda teşbìh olunmaú lÀzım gelse lafôı çoú ve maènÀsı az olan kelÀm
sikke-i nuóÀsiyye ve úıllet ü keåretce tefÀvüte naôaran metalik ve sìm meskÿkÀt gibi
∗ Ehl-i èörf evsÀù-ı nÀs yaènì orùa ãınıfda olan òalúdır.
344
olub lafôı az ve maènÀsı çoú kelÀm altun gibidir. Bir ãÿret-i fevúaél-èÀdede olan
belìġiŋ intiòÀb idecegi elfÀôdan tertìb eyleyecegi kelÀm ise úıymetce lirayı daòi
geçüb pırlanta elmÀsına muèÀdil olur ki elmÀsıŋ óacmi úıymetce müsÀvì olacaġı
meskÿkÀta nisbetle naãıl müşÀhede olunur ise kelÀmıŋ èÀlüél-èÀli daòi mÀ-dÿnundaki
aúsÀm-ı mütefÀviteye nisbetle öyle görinür. BinÀéenèaleyh nuúÿd ve mücevherÀt
intiòÀb ve istièmÀl idenleriŋ intiòÀb ve istièmÀli åervete mütevaúúıf oldıġı gibi
kelÀmca da elfÀôıŋ o yolda intiòÀbı münteòibiŋ maèlÿmÀtca åervet ve biøÀèasına ve
bunuŋla ber-À-ber cevdet-i ùabìèat ve õevúde selÀmetle feùÀnet ve dirÀyete ve ve
şeèÀéir-i insÀniyye ve ÀdÀb-ı milliyyece mükemmel terbiyeye mutevaúúıfdır.
èUlemÀ-yı belÀġatden baèø õevÀt “Biri ìcÀz, dìgeri taùvìl olmaú üzre kelÀmıŋ
iki úısm olmasına õÀhib olub eşèÀr ve mükÀtebÀtca /259/ ìcÀza rièÀyet lÀzım ise de
òuùbeler ve meémÿriyyet emrleri ve fütÿóÀta dÀéir beşÀret-nÀmeler gibi èumÿm
óuøÿrunda oúunacaú şeylerce taùvìl iòtiyÀr olunmayub da ìcÀza rièÀyet olundıġı
taúdìrde maúãad èumÿmca dÀéire-i istifÀdeden tebÀèüd ve oúunan şeyéiŋ mündericÀtı
mevúiè-i teéåìrden suúÿù ider” didiler. Baèø buleġÀ şu reéye muèteriø bulunaraú
“Òuùeb ve evÀmir ve mektÿbÀt-ı èumÿmiyyece èÀmmeniŋ óarfiyyen istifÀde itmeleri
maúãadı iltizÀm olunur ise her şeyéiŋ evsÀù u edÀnì-i nÀs arasında müstaèmel elfÀô-ı
mübteõele ile yazılması lÀzım gelür. èUmÿm ise óuøÿrlarında oúunacaú şey ne yolda
yazılursa yazılsun defèaten oúunmaúla mündericÀtını fehm ve øabùa muútedir
olamayacaġı maèlÿm oldıġından òuùeb ve sÀéire-i meõkÿreniŋ elfÀõ-ı mübteõele ile
ùoldurulmasına lüzÿm ve mecbÿriyyet yoúdur” didiler.
VÀúıèÀ o maúÿle mektÿbÀtıŋ her biri èÁşıú áarìb ve Köroàlı óikÀye-nÀmeleri
gibi ser-À-pÀ elfÀô-ı mübteõele ile yazılsa bile–biéd-defèÀt müşÀhade olunmuş oldıġı
vechle–èÀmme içinde pek çoú Àdem bulunur ki öŋlerinde oúunan şeyler oúunduúdan
345
ãoŋra bir de aġızdan mefhÿm ve òülÀãası taèrìf olunmadıúca mündericÀtını
aŋlamayub baèdeél-úırÀéa “Şu oúunan şey neden èibÀret idi” diyü aŋlamış olanlardan
suéÀl ile ögrenürler. ÓattÀ vilÀyetlerde vÀlìler ve sÀéir ser-kÀrda bulunanlar
meémÿriyyet emrlerini ve evÀmir-i sÀéireyi èumÿm óuøÿrunda oúutduúdan ãoŋra bir
açıú nuùú ìrÀdiyle emrden maúãad ve mezÀyÀ ne oldıġını taèrìf iderken bile óaøÀr
içinde maúãad ve daúÀyıú-ı ifÀdeyi aŋlamayanlar da bulunur. BinÀéenèaleyh beyneél-
èavÀm tedÀvül iden elfÀô-ı mübteõeleyi lisÀn-ı resmì ve edebìye /260/ almaġa lüzÿm
yoġise de èumÿm óuøÿrunda oúunacaú şeyleriŋ kelÀm-ı mÿcez ile ìrÀdı daòi münÀsib
olmadıġından lisÀn-ı resmì ve edebìye yaúışacaú elfÀô ile ìrÀd ve iùnÀb-ı maúbÿle
rièÀyetiyle edÀ olunması muúteøÀ-yı óÀle muvÀfıú olur.
Taóarrìsi lÀzım ve iètimÀda şÀyÀn olan maèÀnÀya delÀlet idecek elfÀôıŋ
terkìbinde rièÀyet olunacaú óÀl bir ùoġrı yola sülÿkden èibÀretdir ki maúãÿda kifÀyet
idecek elfÀz ile edÀ-yı merÀm mümkin iken fÀéide-i zÀéide olmayan elfÀô iltizÀmına
lüzÿm ve münÀsebet görilemez. Maúãÿduŋ edÀsında úullanılacaú elfÀô èibÀre-i
müteèÀrifeden az ise (ìcÀz) ve çoú ise (iùnÀb)dır dimişdik. èUlemÀ-yı belÀġat ìcÀzda
müstaèmel lafôıŋ vÀfì ve iùnÀbda ziyÀde idilecek lafôıŋ fÀéide-i zÀéideyi óÀvì
olmasını ìcÀz ve iùnÀbıŋ taèrìflerine derc itmişlerdir.
èİbÀre-i müteèÀrifeden nokãÀn elfÀôı óÀvì kelÀm maúãÿdı edÀya vÀfì degil ise
(ìcÀz-ı muòill) ve ziyÀde elfÀôı şÀmil bulunan kelÀm fÀéideden òÀlì ise (iùnÀb-ı
mümill) tesmiye úılınur.
ÍcÀz-ı Muòille MiåÀl
“ÓamÀúat gölgesinde yaşamaú èaúl gölgesinde yaşamaúdan òayrludur”
kelÀmı gibi. Bundan murÀd “İnsÀn aómaú olub da teéeååür-i vicdÀnı mÿcib olacaú
idrÀkden bì-naãìb olmaú èaúl ile idrÀk meziyyetine nÀéil olub da taóammül
346
olunamayacaú şeyleri bi’l-müşÀhade müteéeååir ve müteverrim olmaúdan òayrludur”
ãÿreti oldıġı óÀlde miåÀl-i meõkÿrdan bu ãÿret aŋlaşılamaz. /261/
(İùnÀb-ı mümill) ıùlÀú olunan kelÀm yÀ lüzÿmsuz lafôı, yÀ óaşv-ı müfsidi,
yÀòud óuşÿd-ı ġayr-ı müfsidi şÀmil olur.
Lüzÿmsuz Lafôı ÓÀvì KelÀma MiåÀl
“FülÀn õÀtıŋ virdigi söz keõb ü durÿġdan èibÀret imiş” gibi. Keõb ve durÿàuŋ
ikisi de bir maènÀya oldıġı óÀlde burada durÿġuŋ õikrinde hìç bir lüzÿm yoúdur.
Ke-õÀlik her bir èibÀrede gerek øarÿret-i şièr gerek secè gibi esbÀbdan nÀşì hìç
bir gÿne lüzÿm ve fÀéide-i zÀéideyi müfìd olmayan elfÀô-ı mürÀdifeniŋ èaùf ùarìkiyle
kelÀmda õikr olunması (iùnÀb-ı mümill) úısmından maèdÿddur. RÀsiòéiŋ
Ol úadar olmış ruòuŋ ãÀf u laùìf ey meh-liúÀ
MÀ-óaãal reng-i èaraø bÀr-ı girÀn olmış sana
beytindeki (o laùìf) bu úabìlden ve (mÀ-óaãal) daòi bì-lüzÿm elfÀô-ı zÀéidedendir.
MaènÀyı İfsÀd İden Óaşve MiåÀl
“Ölüm olmasa idi semÀóat ve ãabr u şecÀèatiŋ faøìleti olmaz idi” gibi.
Òulÿduŋ beõl-i emvÀlce iótiyÀùı mÿcib olacaġı bedìhì iken burada semÀóatiŋ õikri
(óaşv-i müfsid) èadd olunur.
Óaşv-i áayr-i Müfside MiåÀl
“Ben bugün ile bugünden muúeddem olan dünki günüŋ vuúÿèÀtını bilürüm.
Bugünden ãoŋra gelecek yarınki gün ne olacaġını bilmem”. Bu miåÀlde vÀúiè
(bugünden muúaddem olan) ve (bugünden ãoŋra gelecek) /262/ ve yarından ãoŋra(ki
gün) hep óaşv-ı zÀéid ve faúaù maènÀyı ġayr-ı müfsiddir.
347
(MüsÀvÀt) evsÀù-ı nÀs beyninde müteèÀrif olan sözler oldıġını yuúaruda
söylemişdik. Bu sözler elfÀôıŋ vaøèiyyet-i ùabìèiyyesine göre maèÀnÀ-yı aãliyyeniŋ
edÀsından èibÀret olub ne fÀéideli ve fÀéidesiz bir lafô-ı zÀéidi óÀvì, ne de mÀ-vaøèun
lehiniŋ òÀricinde bir fÀéide-i maèneviyyeyi şÀmil bulunur.
Emåile
ÁşinÀluú bilmeyenlerden úıyÀs itmeŋ bizi
ÁşinÀya Àşina bì-gÀneye bì-gÀneyüz
Rÿóì
—
Óadden ziyÀde itme teġÀfül niyÀzuma
CÀnÀ meåeldür èÀşıúı çoú nÀz uãandırur
Fennì
—
Düşdüm belÀ-yı èışúa òıredmend-i èaãr iken
İl şimdi benden aldıġı pendi baŋa virür
Fuøÿlì
beytleriniŋ münderic olduúları elfÀô gibi.
(ÍcÀz) iki nevèdir. Biri ìcÀz-ı úaãr, dìgeri ìcÀz-ı óaõf.
(ÍcÀz-ı úaãr) iòtiãÀrı lafôıŋ óaõfından neşéet itmemiş olan ìcÀzdır.
Øarÿret-i emåÀl ile óükmi olan fıúralar gerek menåÿr gerek manôÿm olsun
lafôları az, maènÀları çoú sözler oldıġından bunlarıŋ her biri ìcÀz-ı úaãrdır. /263/
348
Emåile-i Menåÿre
Ġarìb dïstı olmayandır.
Úarındaş úarındaşıŋ Àyìnesidir.
Her maúÀliŋ bir maúÀmı var.
Her günüŋ bir aúşamı var.
Her zamÀnıŋ ricÀli var.
äabr acı ise de ãoŋı ùatlıdır.
Maèrifetiŋ ibtidÀsı tecribedir.
Vaút naúddir.
ÒÀéin úorúulıdır.
BelÀ söze müéekkildir.
Başúasınıŋ kölesi seniŋ gibi óürrdür.
Sükÿt selÀmetdir.
Çoú söz var ki úılıcdan keskindir.
Çoú söyleyen çoú yaŋılur.
Yalan derd, ùoġrı şifÀdır.
Yalan, aġız bÀ[s]ÿrıdır.
Tecribe itmedigiŋ kimseyi ne medó, ne de õemm it.
Ana baba terbiyesi görmeyeni zamÀn terbiye ider.
349
Emåile-i Manôÿme
ÁgÀh Vaúf bir sözdür ki dirler ÀşinÀdan çoú ne var
İbrÀhìm Óaúúì Ùamaèsuz Àdemüŋ òalú-ı cihÀn hep aúrabÀsudur
Ekrem Beg Saŋa vicdÀnuŋ elvirmez mi istişhÀd lÀzım ise
Emrì Güli yoú bÿsitÀnda néeylersüŋ
Belìġ Ebr-i nìsÀndan ãadef dür-dÀne efèì sem úapar
″ İçinde òÀnenüŋ bir ãÀóib olduúca òarÀb olmaz
Cevdet Paşa ŞÀne-i zülf-i süòandur iètirÀz /264/
Cevdet Paşa Devrüŋ ãafÀ vü neş’esi degmez òumÀrına
ÓÀmì MaèÀş itmiş nehÀrı Óaú bize leyli libÀs itmiş
ÒÀtemì Tìz reftÀr olanın pÀyına dÀmen ùolaşur
RÀşid-i Müverriò Sükÿtın merd-i dÀnÀ òaãmını ilzÀm içün ãaúlar
″ Olur nüzÿli girÀnuŋ şedìd bÀlÀdan
RÀġıb Paşa äorsalar maġdÿrını ġaddÀr kendin gösterür
″ ŞecÀèat èarø iderken merd-i úıbùì sirúatin söyler
″ Merd-i meydÀn-ı hüner maèlÿm olur rÿz-i maãÀf
″ Olur mı zìver-i destÀr Raġbet sünbül-i òırmen
Raómì Gün ùoġmadan meşìme-i şebden neler ùoġar
Rÿhì-i BaġdÀdì Òak ol ki ÒüdÀ mertebeŋi eyleye èÀlì
SÀmì Reh-nümÀy-ı meslek-i taóúìúdür óayret baŋa
″ Maèden-i óüsnüŋ degül yÀúÿt ile elmÀsı bir
SulùÀn SüleymÀn YÀrsuz úalır cihÀnda èaybsuz yÀr isteyen
″ Olmaya devlet cihÀnda bir nefes ãıóóat gibi
350
Seyyid Vehbì Ádeme kendi ayaġı ile devlet gelmez
ŞinÀsì Acımaz kesdigi parmaú şerèüŋ
″ Tekyeyi bekleyen elbette içer çïrbÀyı
″ Naúl u taúrìre göre daèvÀyı
Şeyòü’l-İslÀm virür fetvÀyı
Şehrì MÀr-ı sermÀ-dìdeye MevlÀ güneş göstermesün
ÙÀlib Kişi noúãÀnını bilmek úadar èirfÀn olmaz /265/
èÁãım Elde istièdÀd olınca kÀr kendin gösterür
èÁùıf Bulmaz yemezdür ekåeri erbÀb-ı èiffetüŋ
èİzzet Molla ÚanÀèat ehlinüŋ dolab-ı erzÀúında mÿş olmaz
FÀéiz Áh-ı dil-i bülbül güle de òÀra da úalmaz
FÀmì ŞifÀ-yÀb olmayan bìmÀre ãıóóatdür helÀk olmaú
Fuøÿlì Müstaèidd-i derd olanlar úÀbil-i dermÀn olur
Fıùnat Òanım Olmayınca òaste úadrin bilmez Àdem ãıóóatüŋ
KirÀmì ÒÀküŋ efendi altı da var üsti var ise
KemÀl Beg FedÀkÀruŋ úalur eõkÀrı dÀéim úalb-i milletde
″ Yere düşmekle cevher sÀúiù olmaz úadr ü
úıymetden
″ Ùurur aókÀm-ı nuãret ittióÀd-ı úalb-i milletde
″ Çıúar ÀåÀr-ı raómet iòtilÀf-ı re’y-i ümmetden
″ Felekde baòt utansun bì-naãìb
erbÀb-ı himmetden
Lebìb-i Ámidì Bu meåeldür ki sen insÀniyyet it èummÀna at
351
MaúÀlì Atarlar ùaşı elbette dıraòt-ı mìve-dÀr üzre
NÀ’ilì İder her tìşekÀr-ı Àrızÿ bir Bì-sitÿn peydÀ
″ KìmiyÀ-yı úÀbiliyyet cevherinden bellidür
NÀbì Her sìne ki var vuãèına çesbÀn ġamı vardur
″ Biz bu meydÀnuŋ niçe çÀbük-süvÀrın görmişüz
″ BeyÀbÀnda olan her seng-i bì-úıymet
nigìn olmaz
″ Maèlÿm olur aóvÀli nehÀruŋ seóerinden
″ Müstaèidd-i èizz ider üstÀd teõlìl itdigin /266/
NÀbì Dıraòt eùrÀfını kimse ùolaşmaz bÀrdan ãoŋra
″ Şìr iltifÀt ider mi kilÀbuŋ ġulÿsına
Nüzhet Áheni eşkÀl-i gÿn-À-gÿna úorlar nÀr ile
Nev-res Vaút olur ki aúbaó-i şey aósen-i mevcÿd olur
VÀlì-i Ámidì Baú ùabè-ı nÀsa vaúte münÀsib tekellüm it
″ Sille urılur her kese sìmÀsına lÀyıú
Veysì Kişi yaúdıġı çerÀġ üstine pervÀne gerek
Emåile-i meõkÿreyi óÀvì aúvÀl-i menåÿre ve manôÿme óikemiyyÀtıyla ber-À-
ber şeró idilse bir kitÀb teşekkül ider.
UdebÀ-yı úadìme ve cedìdemiziŋ ÀåÀrında o maúÿle aúvÀl pek çoú olmaġla
emåile-i meõkÿre pek küçük bir numÿnedir.
(ÍcÀz-ı óaõf)da bir cümleniŋ bir cüz’-i muøÀfı, yÀ mevãÿf, yÀ ãıfat, yÀ şarù, yÀ
cevÀb-ı şarù maóõÿf olur.
352
Cümleniŋ Cüz’-i MuøÀfınıŋ Óaõfına MiåÀl
“Bu işi úaryeye ãor” gibi ki ahÀlì-i úaryeye ãor dimekdir.
Óaõf-ı Mevãÿfa MiåÀl
Laèl-i yÀr aġzında ammÀ vÀ-pesìn olmış nefes
Áşıú-ı bìmÀrı gördüm cÀn virüb cÀn almada
Nedìm
Óaõf-ı äıfata MiåÀl
“O kim maôlÿma meróamet itmez düşerse kendüsine acıyan bulunmaz” /267/
kelÀmında “ o ôÀlim kim” dinilecek yerde “o kim” dinildigi gibi.
Şarùıŋ Óaõfına MiåÀl
“Yarın bize gelür iseŋ saŋa ikrÀm iderim” dinilecek yerde “Yarın bize gel
saŋa ikrÀm iderim” dinilmesi gibi.
Şarùıŋ cevÀbı yÀ mücerred iòtiãÀra rièÀyet, yÀòud vaãfıŋ ióÀùa idemeyecegi bir
şey oldıġına delÀlet içün ve yÀ sÀmièiŋ nefsi her mümkin olan meõhebe gitmek içün
óaõf olunur.
Birincisine MiåÀl
Beyne’l-aóbÀb “Bir gün tenezzüh içün mesìreye gidebilür miyiz” diyen bir
kimseye “HevÀ müsÀèid olur ise gidebilürüz” dinilecek yerde “HevÀ müsÀèid olur
ise” dinilmesi gibi.
İkincisine Üçüncisine MiåÀl
FenÀlıú iden bir şaòãa òiùÀben “Eger óükÿmet şu óÀliŋe vÀúıf olur ise”
dinilmesi gibi.
353
Bunlardan başúa müsnedün ileyhiŋ, müsnediŋ, mefèÿlüŋ daòi iútiøÀya göre
óaõflarıyla kelÀm iòtiãÀr olınabilür ki keyfiyyetleri ve miåÀlleri fuãÿl-i sÀbıúada õikr
olundı.
Baèøan bir cümle-i müsebbibe iòtiãÀren óaõf olunub yalŋız sebebiŋ õikriyle
iktifÀ idilür.
MiåÀl
“FülÀn õÀt úaç gündür ki görünmiyor. èAcebÀ ne içündür” diyü suéÀl /268/
idene cevÀben “Òaste oldıġı içündür” dinilmesi gibi.
YÀòud sebeb maóõÿf olur.
MiåÀl
“FülÀn õÀt fülÀn maóallde bir büyük óaúÀrete teãÀdüf itdi. äoŋra kendüsini
göremedim. èAcebÀ naãıl oldı” dinilmesine cevÀben “Kederinden òastelendi”
dinilecek yerde “Òastelendi” dinilmesi gibi.
Maóõÿf baèøan cümleden èibÀret olacaġı gibi baèøan daòi cümleden ziyÀde
olur. Bunlarıŋ hepsi èibÀrede ìcÀzı iltizÀm ve kelÀmı tenúìó olmaġla hangi èibÀrede
lafô veyÀ cümleniŋ delÀletiyle bir kelÀmdan veyÀ mufaããal bir èibÀreden baèø elfÀô
ve eczÀnıŋ veyÀ cümleleriŋ óaõfında maúãad fevt olmaz ise óaõf, maúbÿl ve ãavÀb
èadd olunur.
ElfÀô ve EczÀé-ı ZÀéideyi ÓÀvì èİbÀreye MiåÀl
“èİlm-i aòlÀú insÀn içün her dürlü tehõìb-i aòlÀúa ve her şaòãıŋ bu yolda
iltizÀm idecegi maúãadı ùÀlib olanlara teshìle kÀfildir”.
354
èİbÀre-i Meõkÿrede Óaõf ile ÍcÀz
“èİlm-i aòlÀú tehõìb-i aòlÀúa ve bu maúãadı teshìle kÀfildir”.
Dìger MisÀl
èUlÿm-ı èÀliyye, evÀmir ve nevÀhì-i şerìèati ve şerìèate ve tehõìb-i aòlÀúa
müteèalliú fevÀéidi şÀmil ve kÀfil degildir. Tezyìn-i elfÀô ve maèÀnÀya ve taósìn-i
èibÀre ile umÿr-ı dünyeviyyeniŋ teshìline müteèalliú mesÀéil ve úavÀèidi óÀvìdir. Bu
èilmlerden ıãlÀó-ı vicdÀn ve iètiúÀda taèalluú idecek fÀéide görilemez, binÀéenèaleyh
èulÿm-ı Àliyye èÀlimleri şerìèat ve èaúÀyid èilmlerine ve tehzìb-i /269/ aòlÀúı mÿcib
olacaú terbiye-i milliyye ve müéeååire dÀéiresine intisÀb itmedikleri óÀlde cehÀletiŋ
muúteøì olacaġı seyyiéÀt yalŋız èulÿm-ı Àliyye ile zÀéil olamaz.
İòtiãÀr ve ÍcÀz
IãlÀó-ı nefs ve tehõìb-i aòlÀú èulÿm-ı Àliyye ile mümkin olamayub şerìèat ve
èaúÀyid gibi èulÿm-ı èÀliyye ve tezhìb-i aòlÀúı mÿcib olacaú terbiye-i milliyye ve
müéeååire ile óÀãıl olur.
Göriniyor ki ìcÀz åÿretine taóvìl ve óaõf-ı zevÀéid ile taèdìl idilen şu èibÀre-i
aòìre muúaddemki èibÀre-i mufaããalada münderic fevÀéidi tamÀmiyle şÀmildir.
İbn-i Eåìr’iŋ el-Meåelü’s-SÀ’iréde kelÀm-ı mÿcez içün ìrÀd eyledigi emåileden
biri ÙÀhir bin Óuseyn’iŋ èÍsÀ bin MÀhÀn’a ġalebesini óÀvì Meémÿn-ı Òalìfe’ye
yazdıġı mektÿbdur ki tercemesi vech-i Àtì üzredir.
“èÍsÀ bin MÀhÀn’ıŋ başı úarşumda, òÀtemi elimde, èaskeri taót-ı emrimdedir.”
355
Bu mektÿb ġareø-i mufaããalı ne derecede iòãar-ı èibÀre ile óÀvì oldıġı
bedìhìdir.
Baèø maúÀãıd istifÀsı içün İmÀm Faòr-ı RÀzì Óaøretleri’niŋ muèÀãırı bulunan
mülÿkdan birine yazdıġı mektÿb ìcÀz óaúúında óaúìúaten bir miåÀl-i belÀġat-iştimÀl
olmaġla hem aãlı, hem de tercemesi vech-i Àtì üzredir.
Aãl-ı Mektÿb
Rafaètu úıssatì ilaéllÀh. İn aósante fe-Hüve’l-Muósin ve enteél-meşkÿr ve in
menaète fe-Hüve’l-MÀniè ve ente’l-maèõÿr. /270/
Tercemesi
“Úıããamı AllÀh’a refè itdim. İósÀn itdiŋ ise muósin O’dur, sen meşkÿrsuŋ.
Menè itdiŋ ise mÀniè O’dur, sen maèõÿrsuŋ”.
Emri ièôÀm ve teékìd ve maèlÿmÀt-ı nÀfièaya müteèalliú maúÀleleri teşrìó
mevúièlerinde (iùnÀb) merġÿbdur.
Teékìde MiåÀl
“Gözümle gördüm. Úulaġımla işitdim. [Elimle ùutdum]. Ayaġımla çignedim.
Kendi aġzımla ùatdım” gibi. Görmek göze, işitmek úulaġa, ùutmaú ele, çignemek
ayaġa, ùatmaú aġza maòãÿã oldıġı óÀlde “gördüm, işitdim, ùutdum, ùatdım”
dinilmeyüb de böyle söylenmesi elfÀô-ı zÀéide ilzÀm olundıġı ôannını cÀlib olur ise
de ièôÀm olunan ve vuãÿli èazìz olan şeylerce maùlab óÀãıl olduúda neyl ve óuãÿle
delÀlet içün öyle teékìd ãÿreti iltizÀm olunur.
356
İbn-i Eåìr, Ebÿ èİbÀd’a El-Buóturì’niŋ Àtìde muóarrer iki beytini miåÀl
getirmişdir.
Aãlı èArabì’de miåÀl oldıġı gibi tercemesi daòi lisÀnımızca miåÀl-i laùìf
oldıġından Àtìde derc olunur.
Te’emmel min-òilÀli es-secefi v’anôur
Bi-èaynike mÀ şaribtu ve men saúÀní
Tecidu şemsu’ê-êuóÀ tednÿ bi-şemsin
İleyye mine’r-raóíúi’l-òisravÀní
El-meéÀl: Düşün ve perde arúasından baú da gözüŋle gör ki içdigim /271/
nedir, baŋa sÀúìlik iden kimdir. Baúdıġıŋ óÀlde bulursuŋ (görürsüŋ) ki meclis-i
òüsrevÀnìde güneş gibi parlaú bir sÀúì pÀdişÀha maòãÿã olan ve güneş gibi berrÀú
olan şarÀb-ı ãÀfì ile baŋa yaúın geliyor.
Bu meclisde óuøÿr, vücÿdı èazìz èadd olunacaú óÀllerden ve sÀúì o ãıfatla
mevãÿf-ı òÿbÀndan oldıġından şÀèir kemÀl-i inbisÀù ve ibtihÀcından “Baú da gözüŋle
gör” diyor.
357
MaèlÿmÀt-ı NÀfièa
èUúÿl-i keåìreniŋ ittióÀdından óuãÿle gelecek maèrifet istièdÀd-ı óaúìúì
òÀricinde bir úuvvet-i zÀéide ièùÀ idemez. İnsÀnıŋ úuvÀ-yı óavÀssı maãÀdır-ı
müstaúilleden münbaèiådir. O úuvÀda iştirÀkıŋ vücÿdı mümkinÀtdan taãavvur
olunamaz. MeåelÀ bir mesÀfeniŋ buèdını bir göz ne úadar görür ise èuyÿn-ı
müteèaddide daòi o úadar görebilür. Ke-õÀlik bir èaúla nisbetle èÀdì ve dìger èaúla
nisbetle fevúaél-èÀde olan bir óaúìúatiŋ idrÀkinde şu iki èaúlıŋ iştirÀki iútidÀr-ı èÀdìyi
iútidÀr-ı fevúaél-èÀde derecesine terfìè idemez. Úuvve-i bÀãıralarda tefÀvüt oldıġı gibi
èuúÿlde daòi tefÀvüt müsellemdir. BinÀéenèaleyh óaúÀyıú-ı eşyÀnıŋ her ne úadar
nihÀyetine èuúÿlüŋ ittiãÀl itmek iótimÀli yoġise de bildigimiz ve bilecegimiz şeyleriŋ
fevúinde lÀ-yuèadd ve lÀ-yuóãÀ óaúÀyıúıŋ vücÿdunda imtinÀè úabÿl olunamaz. AèãÀr
ve tecÀrib ve iştiġÀlÀt tezÀyüd ve teraúúì itdikce iktişÀfÀtıŋ da o nisbetde tezÀyüdi
ùabìèìdir.
(Şu èibÀreniŋ iùnÀb-ı maúbÿle derecesine iblÀġı)
èUúÿl-i keåìreniŋ ittióÀdından óuãÿle gelecek maèrifet bir şaòãa müteèalliú
/272/ olan istièdÀd-ı ùabìèìniŋ mÿcib olacaġı idrÀk fevúindeki eşyÀnıŋ óaúÀyıúını
taóãìle istièdÀd-ı óaúìúì òÀricinde bir úuvvet-i zÀéide ièùÀ idemez. ZìrÀ Óaúú TeèÀlÀ
Óaøretleri her kes içün idrÀkden óÀline münÀsib bir derece taúdìr buyurdı. O
dereceniŋ ittióÀd-ı èuúÿl ile tezÀyüdi mümkin degildir. İnsÀnıŋ úuvÀ-yı óavÀssı
maãÀdır-ı müstaúilleden münbaèiådir. O úuvÀda iştirÀkiŋ vücÿdı mümkinÀtdan
taãavvur olunamaz. BinÀéenèaleyh şu iştirÀkiŋ taúviye-i èaúl ve idrÀk içün fÀéidesi
yoúdur. MeåelÀ bir mesÀfeniŋ buèdı óaúìúat-i óÀlde yüz òaùve olsa bir gözüŋ
görecegi yüz òaùve oldıġı gibi iki gözüŋ görecegi de yüz òaùvedir. èUyÿnuŋ tekeååüri
358
buèdı tekåìr idemez. Fevúaél-èÀde olan işlerce iştirÀk-i èuyÿndan fÀéide olmadıġı gibi
iştirÀk-i èuúÿlden daòi o şirketde dÀòil olan efrÀd-ı èuúÿlüŋ istièdÀd-ı óaúìúìleri
òÀricinde bir úuvvete teraúúìleri mümkinÀtdan degildir. ZìrÀ bir èaúla nisbetle èÀdì ve
dìger èaúla nisbetle fevúaél-èÀde olan bir óaúìúatiŋ idrÀkinde şu iki èaúlıŋ iştirÀki
iútidÀr-ı èÀdìyi iútidÀr-ı fevúaél-èÀde derecesine terfìè idemez. Bir cemèiyyet hilÀli
görmege birlikde naôar itseler içlerinden úuvve-i bÀãıralarında óiddet olanlar
görebilürler. Dìgerleri göremezler. Görenleriŋ ise rüéyetleri úuvve-i bÀãıralarınıŋ
óiddetlerinden ötüridür. Başúa gözlerle ictimÀèından ötüri degildir. Úuvve-i
bÀãıralarda tefÀvüt oldıġı gibi èuúÿlde daòi tefÀvüt müsellemdir. Baèølarınıŋ úuvve-i
müderrikeleriniŋ yetişemeyecegi óaúìúate baèøısınıŋ úuvve-i müderrikesi yetişür ise
de yetişmeyen yetişenden óasbe’l-iştirÀk aòõ-i úuvvet idemez. Ancaú úuvveti ziyÀde
olanıŋ keşfiyyÀtından emåÀliyle ber-À-ber istifÀde idebilür. BinÀéenèaleyh óaúÀyıú-ı
eşyÀnıŋ her ne úadar nihÀyetine èuúÿlüŋ ittiãÀl itmek iótimÀli yoġise de bildigimiz ve
bilecegimiz şeyleriŋ fevúinde /273/ lÀ yaèudd ve lÀ yuóãÀ óaúÀyıúıŋ vücÿdunda da
imtinÀè úabÿl olunamaz. AèãÀr ve tecÀrib ve iştiġÀlÀt tezÀyüd ve teraúúì itdikce
iktişÀfÀtıŋda o nisbetde tezÀyüdi ùabìèìdir. Bir úaç èaãr evvel gelenleriŋ òÀùırlarına
gelmemiş olan şeyleriŋ meydÀnda nÀ-mevcÿd olduúları vaútlerde imkÀnı da mefúÿd
degil idi. Ancaú o vaútler teraúúì fikrine òidmet idenler ãoŋradan ôuhÿr iden
mÿcidleriŋ bulduúları şeyleri idrÀk derecesine varmadıúlarından muòterièÀt-ı aòìreyi
bulamamışlar idi. Bundan ãoŋra da bulunacaú şeyleriŋ şimdi èadem-i vücÿdları
imkÀn-ı vücÿdlarını mefúÿd èadd itdiremez.
359
İKİNCİ BÁB
èİlm-i BeyÀna DÀéirdir
Muúaddime
(èİlm-i beyÀn) bir melekedir ki mütekellim úaãd eyledigi bir maènÀyı–
delÀletde baèøısı baèøısından daha vÀøıó olan–muòtelif ùarìúlerle ìrÀd itmege o
meleke ile muútedir olur.
Lafôıŋ mÀ-vaøèun lehine delÀleti üç dürlüdür.
(1) MuùÀbaúat ãÿretiyledir ki mÀ-vaøèun lehiniŋ tamÀmına delÀletidir.
“İnsÀn” lafôınıŋ mÀ-vaøèun lehi olan óayvÀn-ı nÀùıúıŋ tamÀmına delÀleti gibi.
Buŋa (delÀlet-i muùÀbıúiyye) dinilür.
(2) Taøammun ãÿretiyledir ki mÀ-vaøèun lehiniŋ cüzéleri oldıġı óÀlde her bir
cüzéüne başúa başúa delÀletidir. /274/
“İnsÀn” lafôınıŋ óayvÀna başúa, nÀùıúa başúaca delÀleti gibi buŋa (delÀlet-i
taøminiye) ıùlÀú olunur.
(3) İltizÀm ãÿretiyle mÀ-vaøèun lehiniŋ òÀricinde bir maènÀya delÀletidir.
“İnsÀn” lafôınıŋ êÀóike ve yaġmuruŋ nebÀtÀta delÀleti gibi. Buŋa da (delÀlet-i
iltizÀmiyye) dinilür.
Şu üç dürlü delÀletiŋ birincisine (vaøèiyye), dìgerlerine (èaúliyye) tesmiye
idilür.
DelÀlet-i iltizÀmiyyece lafôıŋ mevøÿèun lehi ile maènÀ-yı òÀricìsi beyninde
lüzÿm-i õihnì bulunmalıdır ki o lafô õikr olunduúda yÀ der-óÀl veyÀ-òod
teéemmülden ãoŋra o maènÀ õihne tevÀrüd ide. Lüzÿm-i õihnì èörfe veyÀ èörfüŋ
360
ġayrına müstenid bir sebeble iètiúÀd-ı muòÀùabıŋ iåbÀt idecegi bir derecede olması
kÀfìdir.
Bir maènÀyı delÀletce muòtelif ùarìúlerle getirmek vaøèiyyetle óÀãıl olamaz.
ZìrÀ bir maènÀya mevøÿè elfÀôıŋ o maènÀya vaøèı sÀmièce maèlÿm oldıġı óÀlde
maènÀ-yı meõkÿr o lafôlardan hangi birisiyle getirilse delÀletce vuøÿóda sÀmièe göre
birisiniŋ dìgerinden farúı aŋlaşılamaz. Ve elfÀôıŋ vaøèiyyeti sÀmièce maèlÿm
olmadıġı óÀlde aŋa göre elfÀô-ı meõkÿreniŋ hìç birinden o maènÀ bilinemez.
MeåelÀ “FülÀnıŋ yanaġı güldür” didigiŋ vaút sÀmiè bu sözüŋ óÀvi oldıġı
lafôlarıŋ maènÀlarına ve heyéet-i terkìbiyyeniŋ ãÿret-i vaøèına vÀúf ise yanaàıŋ
úırmızılıúda güle beŋzeyecegini aŋlar. BinÀéenèaleyh bu maènÀyı aŋa tefhìm içün o
kelÀmden açıú bir ãÿretle delÀlet-i muùÀbıúiyyeye müstenid kelÀm bulunamaz. Çünki
“FülÀnıŋ yanaġı güldür” terkìbindeki kelimelerden biriniŋ /275/ yerine mürÀdifi olan
dìger kelimelerden hangi biri úonılursa úonulsun bunlarıŋ maènÀlarına vuúÿfı óÀlinde
de sÀmièiŋ aŋlayacaġı maènÀ terkìb-i meõkÿrdan aŋladıġı maènÀdan èibÀretdir.
İstifÀdesinde ne ziyÀde ne de noúãÀn bulunur. Eger elfÀô-ı müterÀdifeniŋ maènÀlarına
vuúÿfı yoġise hìç birinden bir şey aŋlayamaz.
Bir lafô mÀ-vaøèun lehiniŋ ġayrında úullanılur iken mÀ-vaøèun lehiniŋ murÀd
olunmasına mÀniè olacaú bir úarìne bulunur ise o ãÿretle istièmÀli (mecÀz), bulunmaz
ise (kinÀye) olur.
(MecÀz) yÀ teşbìhi óÀvì olur, yÀ olmaz.
Teşbìhi óÀvì ise (istièÀre), degil ise (mecÀz-ı mürsel) olur.
Gerek bunlar, gerek ùarraú-ı ifÀdeye müteèalliú sÀéir mebÀóiå-i lÀzıma Àtìde
tafãìl olunacaúdır. İn-şÀéallÀhu TeèÀlÀ
361
BİRİNCİ FAäL
Teşbìh BeyÀnındadır
İCMÁL
(1) Teşbìhiŋ taèrìf ve erkÀnı
(2) EdevÀt-ı teşbìhe müteèalliú maèlÿmÀt
(3) Vech-i şebeh ve aúsÀmı-ı muòtelifesi
(4) Müşebbeh ve müşebbehün bih ve aúsÀm-ı muòtelifesi
(5) TeşÀbüh
(6) TeşÀbühden ġaraø
(7) Baèø mülÀóaôÀt /276/
TAFäÍL
I
Teşbìhiŋ Taèrìf ve ErkÀnı
Baèø büleġÀ “Teşbìh, keyfiyyetde úuvvet ve øaèfca muòtelif iki şeyde
mevcÿd bir ãıfatıŋ iştirÀki cihetiyle o şeyleriŋ ednÀsını aèlÀsına beŋzetmekdir”
didiler.
Telòìã’de “Teşbìh, bir emriŋ başúa bir emre maènÀca iştirÀki üzre
mütekellimiŋ delÀletidir” diyü taèrìf olunmuşdur. Burada maúãad bir emriŋ maènÀda
362
başúa bir emre delÀletde bir vechle iştirÀkidir ki istièÀre-i taóúìúiyye ve istièÀre bi’l-
kinÀye ve tecrìd ãÿretiyle olmaya. MeåelÀ: “ÓamÀmda bir arslan gördüm” kelÀmında
istièÀre-i taóúìúiyye, “Ölüm ùırnaúlarını ilişdirdi” kelÀmında istièÀre bi’l-kinÀye,
“FülÀnı arslan gördüm” kelÀmında tecrìd olub bunlarıŋ üçünde de bir emriŋ maènÀda
başúa bir emre iştirÀk cihetiyle delÀleti mevcÿddur. LÀkin hìç birisine èilm-i beyÀn
ıãùılÀóınca teşbìh dinilmez. Telòìãédeki taèrìfce “Zeyd arslandır” kelÀmı teşbìhde
dÀòil olur.
ÒızÀnetü’l-Edeb’de RummÀnì’ye nisbet olan taèrìf-i Àtì güzeldir.
(Teşbìh-i óaúìúì) nefslerinde müttefiú iki şeyéiŋ birini dìgerine beŋzetmekdir.
Bunda “Nìl’iŋ ãuyı FurÀt’ıŋ ãuyı gibidir” kelÀmında oldıġı miåillü yÀ cevher cevhere,
yÀ “Yanaúdaki úırmızılıú güldeki úırmızılıú gibidir” teşbìhi miåillü èaraø èaraøa,
yÀòud “Zeberced zümürrüde beŋzer” kelÀmında oldıġı [gibi] cism cisme teşbìh
olunur. /277/
(Teşbìh-i mecÀzì) bi’õ-õÀt muòtelif iki şey’i bir müşterek maènÀda cemè
itmekdir. Teşbìh-i mecÀzìden murÀd mübÀlaġadır. “ÓÀtem buluù gibidir”, “èAntara
arslan gibidir” miåillü. ÓÀtem ile buluù beynindeki maènÀ-yı müşterek seòÀvet ve
èAntara ile arslan beynindeki maènÀ-yı müşterek şecÀèat olub işbu maènÀlarıŋ her
biri müşebbeh ile müşebbehün bihde mevcÿd vech-i şebehden èibÀretdir.
Teşbìhiŋ erkÀnı dörtdür: (1) edÀt-ı teşbìh, (2) vech-i şebeh, (3) müşebbeh, (4)
müşebbehün bih
363
II
EdevÀt-ı Teşbìhe Müteèalliú MaèlÿmÀt
LisÀnımızda müstaèmel edevÀt-ı teşbìh (gibi), (ãaŋki), (nitekim) miåillü elfÀô-
ı müteèaddideden èibÀretdir. ElfÀô-ı èArabiyyeden (miål), (miåÀl), (ke-enne), elfÀô-ı
FÀrisìden (gÿyÀ), (mÀnend), (ÀsÀ), (veş) gibi lafôlar daòi lisÀnımızda úullanılır. Her
biriniŋ ãÿret-i ìrÀd ve istièmÀli taèrìf ve ìøÀódan müstaġnìdir.
Baèøan “beŋzer”, “úıyÀs itdim”, “ôann idersiŋ ki” miåillü bir fièl ìrÀdıyla da
teşbìh edÀ olunur.
EdÀt ile ìrÀd olunan teşbìhe (mürsel) ve edÀtı meõkÿr olmayan teşbìhe
(mü’ekked) dinilür.
Teşbìh-i mürseliŋ miåÀli “FülÀnıŋ yanaúları gül gibidir” teşbìh-i mü’ekkediŋ
miåÀl[i] “FülÀnıŋ yanaúları güldür” kelÀmıdır.
Teşbìh-i mü’ekkedi óÀvì kelÀm beş nevèdir.
(1) Müşebbeh ve müşebbehün bihiŋ mübtedÀ ve òaber vÀúiè oldıġı mevúièdir.
“Zeyd arslandır” gibi. /278/
(2) Müşebbeh mübtedÀ’-i müfred, müşebbehün bih muøÀf ve muøÀfun
ileyhden mürekkeb cümle-i òaberiyye vÀúiè olan mevúièdir.
“Zeyd şu mevúièiŋ arslanıdır” gibi.
(3) MübtedÀ ve òaberiŋ ikisi de cümle olan mevúièdir.
“Birinci alay meydÀn-ı óarbe indigi vaút düşman ordusunuŋ gözine ùaġdan bir
büyük parça úopmuş da yuvarlanub üzerlerine geliyor göründi” gibi.
(4) Müşebbeh ve müşebbehün bih fièl ve fÀèil ãÿretinde bulunan maóalldir.
364
“Aġlayıcı göz mÀ-fi’ø-øamìrden òaber virir” gibi.
Şu dört maóallde edÀt-ı teşbìh müşebbehün bih olan müfred veyÀ cümleniŋ
Àòirinde taúdìr olunur. Faúaù birinci, ikinci nevèlerde edÀt-ı òaber, üçüncide
müşebbehün bihi óÀvì olan èibÀreniŋ Àòirindeki fièlden muúaddem taúdìr olunur.
MiåÀlimizde (göründi) lafôından evvel (gibi) lafôınıŋ taúdìri miåilli. Dördüncide
müşebbehün bih olan ibÀredeki fièlden ãoŋra edÀt-ı òabere merbÿù oldıġı óÀlde
getirilür. MiåÀlimizde taúdìrì (òaber virir gibidir) ãÿretiyle cereyÀn ider.
(5) ëarb-ı meåel åÿretiyle teşbìh ìrÀd olunan mevúìèdir.
“FülÀn şaòã beni õemm ider imiş varsun da itsün. İt deŋizi yalamaúla deŋiz
murdÀr olmaz” gibi.
Şu nevèce edÀt-ı teşbìhiŋ taúdìri èibÀreniŋ ùarz-ı Àòere taóvìliyle úÀbil-i
münÀsebet olur. MiåÀlimizde edÀt-ı teşbìh taúdìr olunsa èibÀreniŋ “İt deŋizi
yalamaúla deŋiz murdÀr olmayacaġı gibi fülÀnıŋ beni õemm /279/ itmesinden de
baŋa øarar gelmez” ùarzına taóvìli lÀzım gelür.
ÒızÀnetü’l-Edeb’de èUmde-i İbni Raşìú’den naúl ile ìrÀd olunan kelÀmda
temåìl ve istièÀre aúsÀm-ı teşebbübden maèdÿd ve faúaù bunlarıŋ edÀtdan òÀlì
olduúları gösterilmişdir.
Telòìã’de (temåìl) vech-i şebehi umÿr-i müteèaddideden intizÀè idilen teşbìh
oldıġı beyÀn olunmuşdur.
“Necm-i æüreyyÀ’nıŋ üzüm ãalúımına teşbìhi” gibi.
Teşbìhi óÀvì kelÀmda edÀt-ı teşbìhiŋ getirilmemesi getirilmesinden ziyÀde
belìġ ve mÿcez ãayılur.
Eblaġ olması müşebbehiŋ edÀt-ı teşbìhe tevassuù itmeksizin müşebbeh
úılınmasıdır. ZìrÀ “Zeyd arslandır” didigiŋ vaút Zeyd’i arslan èadd itmiş olursuŋ.
365
Evcez olması edÀtıŋ maóõÿf olmasındandır. EdÀt-ı teşbìh gerek meõkÿr olsun, gerek
maóõÿf iki cihetce de teşbìhi óÀvì olan kelÀmıŋ müşebbeh óaúúında faøìleti
bedìhÀtdandır. ZìrÀ “Zeyd arslandır” didigiŋ vaút şehÀmet, şiddet-i baùş, cüréet,
iúdÀm, úuvvet-i úalb ve şecÀèat mecrÀsında cereyÀn iden ne úadar evãÀf var ise hepsi
ile mevãÿf oldıġını göstermiş olursuŋ, bu vaãflarıŋ cümlesini cÀmiè bir úıãa taèbìr
aradıġımız óÀlde Zeyd’i arslan itmekden başúa taèbìr bulamayız. Çünki bu
ãaydıġımız evãÀfıŋ hepsi arslanda bulunur.
III
Vech-i Şebeh
(Vech-i Şebeh) müşebbeh ve müşebbehün bih beyninde bir maènÀ-yı
müşterekdir ki /280/ ùarafeyne de iòtiãÀãı bulunur. Buŋa (vech-i teşbìh) daòi dirler.
Keyfiyyet äÿretiyle Vech-i Şebehiŋ Taúsìm ve Taèrìfi
(Vech-i Şebeh) yÀ ùarafeyniŋ óaúìúatlerinde dÀòil, yÀ ġayr-ı dÀòil olur.
(Vech-i Şebeh-i dÀòilì) müşebbeh ve müşebbehüŋ bihiŋ mÀ-hiyyetlerinden
èibÀretdir.
“KettÀndan ùoúunmuş iki gömlegiŋ, yÀòud billÿrdan yapılmış iki úadeóiŋ
birini dìgerine teşbìhde gömlegiŋ ikisi de kettÀndan mensÿc, dìgerinde úadeóiŋ ikisi
de billÿrdan maèmÿl olması” vech-i şebeh-i dÀòilìdir.
(Vech-i şebeh-i òÀricì) yÀ óÀúìúì olur, yÀ ġÀyr-ı óÀúìúì.
366
(ÒÀricì-i óaúìúì) ùarafeyniŋ mÀ-hiyyetinden òÀric ve her birisiyle úÀéim ãıfat-ı
óaúìúiyyedir.
Bu da yÀ ãıfat-ı óissiyye olur, yÀòud èaúliyye.
(äıfat-ı óissiyye) meşÀèir dinilen óavÀss-ı òamseniŋ birisiyle idrÀk olunan
keyfiyyet-i cismÀniyyedir.
“Göz ile görinen elvÀn, eşkÀl, meúÀdir, óarekÀt ve bunlara muttaãıl
meréiyyÀt”, úulaú ile işidilecek her dürlü aãvÀt”, “Burunla úoúlanacaú envÀè-ı
revÀyió”, “Aġızla ùadılacaú envÀè-ı ùuèÿm”, “Lems yaènì ôÀhir-i bedenden her bir
cüzéüŋ ùoúunmasıyla bilinecek óarÀret, burÿdet, ãalÀbet gibi envÀè-ı melmÿsÀt”dan
èibÀretdir ki bunlarıŋ her biri ùarafeyniŋ her biriyle úÀéim bir keyfiyyet-i
cismÀniyyedir. /281/
(äıfat-ı èaúliyye) èaúl ile bilinen keyfiyyet-i nefsÀniyyedir.
äıfat-ı èaúliyye mevãÿfda rÀsiò, yÀòud ġayr-ı rÀsiò olur.
(äıfat-ı rÀsiòa-i èaúliyye) her vaút mevãÿfda mütemekkin keyfiyyet-i
nefsÀniyyedir.
“ÕekÀ, èilm, kitÀbet” gibi. Buŋa “meleke” dinilür.
(äıfat-ı àayr-ı rÀsiòa-i èaúliyye) her vaút mevãÿfda mütemekkin olmayub
baèøan óÀãıl, baèøan zÀéil olan keyfiyet-i nefsÀniyyedir.
“Sürÿr, óüzn, ġaøab, òacÀlet” gibi. Buŋa da (óÀl) ıùlÀú idilür.
(Vech-i şebeh-i àayr-ı óaúìúì) ùarafeyniŋ óaúìúatinden òÀric ve õÀtlarıyla
ġayr-ı úÀéim vech-i şebehdir.
Bu da iki dürlüdür. Biri iôÀfì, dìgeri vehmì.
367
(Vech-i şebeh-i iôÀfì) ùarafeyniŋ õÀtında ne dÀéimen ne de muvaúúaten
muúarrer olub ikisine müteèalliú bir maènÀ-yı òÀricìden èibÀretdir.
MiåÀl
“DaèvÀmda óaúlı oldıġıma dÀéir elimdeki óüccet güneş gibidir.” kelÀmında
oldıġı miåilli. “Güneş naãıl ôulmeti izÀle ider ise benim óüccetim daòi şübheyi öyle
izÀle ider” dimekdir. Baãar ile meréiyyÀt arasında ôulmet-i óicÀb óÀéil oldıġı gibi
óaúìúatle idrÀk arasında da şübhe óicÀb óÀéildir. Mer’iyyÀtla baãar ve óaúìúatle idrÀk
arasındaki óicÀb iki dÀéire beynindeki perdeye beŋzer, perde dÀéireleriŋ ikisine de
müteèalliú ise de hìç biriniŋ õÀtında muúarrer degildir.
(Vech-i şebeh-i vehmì) èaúlıŋ iètibÀr itdigi ãÿret-i vehmiyyedir. /282/
“FülÀŋıŋ dişi sivrilikde ġÿl dişi gibidir” kelÀmında oldıġı gibi vech-i şebeh
sivrilen olub ġÿl dişi ve sivriligi mevhÿmÀtdan maèdÿddur.
Vech-i Şebehiŋ Kemiyyet İètibÀriyle Taúsìm ve Taèrìfi
Vech-i şebeh yÀ vÀóid, yÀ mürekkeb, yÀòud müteèaddid olur.
(Vech-i şebeh-i vÀóid) aèyÀndan bir èayn yÀòud maèÀnÀdan bir maènÀ gibi
óaúìúaten vaódetle muttaãıf olan vech-i şebehdir.
Bu da yÀ óissì olur yÀ èaúlì.
(VÀóid-i óissì) müşebbeh ile müşebbehün bihde mevcÿd ve óiss ile meşhÿd
bir ãıfat-ı müşterekedir.
“Yanaúla güldeki úırmızılıú” gibi.
368
(VÀóid-i èaúlì) ùarafeynde mevcÿd ve óiss ile ġayr-ı meşhÿd bir ãıfat-ı
nefsÀniyyeden èibÀretdir.
“FÀéidesi olmayan bir şeyéi èademe teşbìhde ùarafeyn beyninde müşterek
fÀéidesizlik” gibi.
(Vech-i şebeh-i mürekkeb) umÿr-ı keåìreden mürekkeb bir hey’et-i
mütteóidedir ki o heyéeti terkìb iden umÿruŋ baèøısı müneffek olsa teşbìh bozılur.
Bu da yÀ óissì olur, yÀ èaúlì.
(Mürekkeb-i óissì) umÿr-ı óissiyyeden terekküb iden vech-i şebehdir.
MiåÀl
“Güneşiŋ öŋüne gelen buluùuŋ güneşden iútibÀsı ve ibrÀz eyledigi ùonuúca
øiyÀ ile mütemezzic oldıġı óÀlde òafìf mevceler gösteren /283/ bir óavøa münèakis
olışını tÀr u pÿdı biri açıú ãarı, dìgeri açıú mÀéì rengle iki nevè ipekden mensÿc ve
zemìne mefrÿş mevceli bir kemòÀya teşbìhdeki vech-i şebeh” gibi.
Bunda buluù, buluùuŋ şemsden ãÿret-i iútibÀsı, òavøa èaks-endÀz olması,
óavøıŋ òafìf mevceler göstermesi müşebbeh ùarafında ve açıú ãarı, açıú mÀéì ipekler,
bunlarıŋ biri tÀr, dìgeri pÿd olmaú üzere mümtezicen mensÿciyyetler, nescden ãoŋra
üzerlerinde nümÀyÀn olan mevceler ve şu ãÿretle nescden teşekkül iden kemòÀnıŋ
zemìne-i mefrÿş bulunması müşebbehün bih ùarafında vÀúiè umÿr-ı keåìre oldıàından
şu umÿruŋ baèøısı heyéet-i mürekkebesinden müneffek olsa teşbìh-i muòtell olur.
SÀmì’niŋ
Degül eşkÿfeler eşcÀrdan rìzÀn olan òÀke
LeùÀfetle zemìn Àyìnedür bu èaks aòterdür
beyti daòi böyledir.
369
Mürekkeb-i óissìniŋ baèøan iki ùarafındaki heyéetiŋ her biri umÿr-ı keåìreden
mürekkeb ve baèøan müfred, baèøan muòtelif olur.
Ùarafeyni mürekkeb olan teşbìhdeki mürekkeb-i óissì anifen beyÀn olunan iki
miåÀlde münderic vech-i şebehlerdir.
Ùarafeyni müfred olan teşbìhdeki mürekkeb-i óissì yek-dìgeriyle mümtezic
olmayub her biri başúa başúa olmaú üzre müctemièen bir heyéet-i mütteóide ibrÀz
iden ùaúımdır. /284/
MiåÀl
“Leb-i dil-berde nisbet-i maòãÿãa üzre müteferriúan nümÀyÀn olan ter
dÀneleriniŋ ãÿret-i müctemièasındaki nümÀyiş, lÀleniŋ yapraàı üzerine o nisbetde
suúÿù iden şeb-nem dÀnelerine teşbìhdeki vech-i şebeh” gibi.
Bir ùarafı mürekkeb, dìger ùarafı müfred olan teşbìhdeki mürekkeb-i óissìye
miãÀl NeşÀùìéniŋ
ÒÀl-i siyeh miyÀn-ı dü-ebrÿ-yi yÀrde
Şeh-bÀz-ı óüsndür ki per açmış şikÀr arar
beytindeki vech-i şebehdir.
Mürekkeb-i óissìniŋ bedÀyièden maèdÿd bir nevèi vech-i şebehiŋ bir heyéet-i
bedìèa olmasıdır ki şu heyéet şekl, cism, levn gibi vaãfları şÀmil olmaúla ber-À-ber
faøla olaraú terkìbinde bir de óareket bulunur.
MiãÀl
“Güneşi titrek eldeki müdevvir Àyìneye teşbìh” gibi. Bunda parlaúlıàıŋ inbisÀù
ve temevvücünden, cismiŋ sürèatle óareketinden bir heyéet-i bedìèa görinür. GÿyÀ o
heyéet parlaú ve degirmi bir nümÀyişde olmaúla ber-À-ber eşièası yayılub eùrafından
370
döŋilecek dereceye gelür gelmez inbisÀùdan inúıbÀøa taóavvül gösterir. İşte vech-i
şebeh evãÀf-ı sÀéire ile ber-À-ber şu nümÀyişi óÀvì olan heyéet-i bedìèadır.
Mürekkeb-i óissìniŋ bir nevè-i bedìèìde evãÀf-ı cismden hìç bir gÿne vaãfı
şÀmil olmayub yalŋız óarekÀt-ı muòtelifeyi óÀvì bir heyéet-i mürekkebedir.
Birinci nevèdeki terkìb hem óareket, hem de evãÀf-ı sÀéire-i cismiyyeden
/285/ óÀãıl idi. Bunda yalŋız óarekÀt-ı muòtelifeden óÀãıldır ki cismiŋ her cihete
yaènì eczÀsınıŋ baèøısı ãaàa, baèøısı ãola, baèøısı yuúarıya, baèøısı aşaàıya óareket
göstermesi ve heyéetiŋ bu óarekÀt-ı muòtelifeden mürekkeb görünmesidir. ZìrÀ
óareketler böyle muòtelif ve muòteliù olmayub müfred olur. BinÀéenèaleyh
degirmeniŋ, oúlarıŋ óareketleri bir cihete ùoàrı oldıàından mürekkeb èadd olunamaz.
MiåÀl
Birbirine hücÿm ile úarışmış iki cemèiyyet-i muóÀrebeniŋ bir vÀsiè meydÀn-ı
óarbde baèøları baèølarını bir cihetde ãaàdan ãola, baèøları da dìger cihetde ãoldan
ãaàa, öŋden arúaya, arúadan öŋe ùoàrı taèúìb idişleri, kimisiniŋ yıúılub yine úıyÀm ile
úoşması, kimisiniŋ urılub yere serilmesiyle dìgerleriniŋ çekinüb bir ùarafdan dìger
ùarafa geçmesi, içlerinde cihet cihet úılıclarıŋ yuúarıya, aşaàıya úalúub inişleri,
úaràılarıŋ ãaàdan ãola ãoldan ãaàa işleyişleri, kimisi bozılub ùaraf ùaraf firÀr ile bir
ùarafdan daòi baèø ùarafa muèÀvenet içün èaskerleriŋ úoşaraú vürÿd ve iltióÀú itmesi:
furùınadan óarekete gelen deŋiziŋ emvÀc-ı keåìre ve muòtelifesiniŋ úabarub
çekilmesinde,ùaraf ùaraf yayılmasında, sÀóile urub girüye çekilmesinde müteferriúan
mevceler teşkìl ve irÀéesine teşbìh” gibi ki gerek müşebbehde, gerek müşebbehün
bihdeki óarekÀt-ı meõkÿre her cihete meyl ile iòtilÀf ve iòtilÀùa muãÀdif bir heyéet-i
meréiyye ve muteóarrike-i /286/ àayr-ı muùarrideden ve ùarafeyne èÀéid vech-i şebeh
şu heyéet-i bedìèadan èibÀretdir.
371
(Mürekkeb-i èaúlì) umÿr-ı müteèaddide-i nefsÀniyyeden mürekkeb vech-i
şebehdir. Esèad Muòliã Paşa’nıŋ
Bir òaste nÀ-ümìd ise baúmaz ùabìb olan
NÀ-úÀbilÀnı terbiye itmez lebìb olan
beytinde oldıàı gibi. Şu beytiŋ müşebbehün bih olan mıãrÀè-ı evvelindeki vech-i
şebehler òasteniŋ óÀlinden, ãıóóatindeki ümìdsizlikden, ùabìbiŋ teéåìr-i tedÀvìde
yeésinden ve müşebbeh olan mıãrÀè-ı åÀnìdeki vech-i şebehler nÀ-úÀbiliŋ óÀlinden,
terbiye úabÿlündeki ümìdsizlikden, èÀúılıŋ teéåìr-i terbiyede yeésinden mürekkeb
birer heyéet-i èaúliyyedir.
ZamÀn-ı nev-cevÀnì gafleti ìcÀb ider şÀbe
Olur faãl-ı bahÀruŋ ãubóı bÀdì åıúlet-i òºÀbe
beytinde böyledir.
Vech-i şebeh umÿr-ı müteèaddideden inzÀè idilecek yerde baèøısından aòõ ve
intizÀè idilür ise òaùÀ idilmiş olur.
MiåÀl
Mevèid-i vuãlatda ùurduúca àam-ı óırmÀn ile
Aŋdurur dil mevúiè-i dil-cÿdaki vìrÀneyi
beytinde dil müşebbeh, vìrÀne müşebbehün bih, diliŋ óÀl-i òarÀbıyla vìrÀneniŋ hÀl-i
òarÀbı vech-i şebeh ise de şu teşbìhde maènÀ-yı müşterek èadd olunan óÀl-i òarÀbıŋ
vech-i şebeh èaddiyle iktifÀ olunması òaùÀdır. ZìrÀ teşbìhde /287/ mevúiè-i dil-cÿ
mevèid-i vuãlatıŋ, vìrÀne óÀl-i óırmÀn ile maàmÿm olan diliŋ müşebbehün bihi
oldıàından her müşebbehle müşebbehün bih beynindeki vech-i şebeh olunmaú lÀzım
372
gelür ki müşebbeh ùarafında vech-i şebehlerden mürekkeb bir heyéet ve dìger ùarafda
ke-õÀlik öyle bir heyéet terekküb ider. RÀàıb Paşaénıŋ
Muúayyid iètibÀr almaz, teşÀbüh reng ü bÿ virmez
Olur mı zìver-i destÀr-ı raàbet sünbül-i òırmen
beytindeki teşbìhde daòi (muúayyid iètibÀr almaz) cümlesiniŋ müşebbeh¸(teşÀbüh
reng ü bÿ virmez) cümlesiniŋ müşebbehün bih èaddiyle ikisi beyninde vech-i şebeh
olan (raàbete èadem-i liyÀúat) maènÀ-yı müşterekiniŋ vech-i şebeh ittiòÀõıyla iktifÀ
olunmaúda ãavÀb yoúdur. MıãrÀè-ı åÀnìdeki vech-i şebehleriŋ intizÀè idilmesi
lÀzımdır.
(Vech-i şebeh-i müteèaddid) umÿr-ı müteèaddideyi óÀvì vech-i şebehlerdir ki
şu vechleriŋ birisi münfekk olsa teşbìhe òalel gelmez.
Bu nevè yÀ óissì, yÀ èaúlì, yÀ muòtelif olur.
Óissìye MiåÀl
“Bir mìveniŋ bir mìveye teşbìhinde reng, rÀyióa, ùaèam” gibi.
Veysì’niŋ
Ne zìbÀ beŋzer ol maóbÿb-ı dil-cÿ bÀà-ı èÀlemde
Oùursa şemèe, ùursa naòle, gitse mÀh-ı tÀbÀne
beyti de bu úabìldendir. /288/
èAúlìye MiåÀl
“Bir úuşuŋ àurÀba teşbìhinde óiddet-i naôar, kemÀl-i óaõer” gibi.
373
Muòtelife MiåÀl NÀbì’niŋ
Cismden rÿó u ãadefden dür, şecerden mìvedür
äanmaŋ ey ôÀhir-perestÀn lafôı maènÀdan murÀd
beytinde oldıàı gibi.
“İnsÀnı şemèe teşbìhde vech-i şebeh olan óüsn-i ùalèat ve nebÀhat-şÀn” daòi
bu úabìldendir.
Baèøan (vech-i şebeh) øıddeynde iştirÀk taãavvuruyla teøaddan intizÀè
idildikden ãoŋra laùìfe, yÀòud istihzÀ ãÿretiyle tenÀsüb menzelesine tenzìl idilür.
MiåÀl
Úorkaú bir kimse óaúúında “FülÀn arslana bir ãÿret-i èacìbede beŋzeyor”,
baòìl óakúında “ÓÀtem’e ne èacÀyib beŋzeyişi var” dinilmesi gibi. Birinci miåÀlde
müşebbehde úorúaúlıú, müşebbehün bihde şecÀèat ve ikinci miåÀlde müşebbehde
buòl, müşebbehün bihde seóÀvet oldıàı óÀlde istihzÀ ãÿretiyle øıddeyn, mütenÀsibeyn
menzelesine tenzìl olunmuşdur.
Bir zenciye “Neye beŋzeyebilürsüŋ” diyü suéÀl olunmasına zenciniŋ “Aya,
güneşe, nÿra, billÿra” dimesi ve bir úorúaúa “Naãılsın” dinildikde “Arslan gibi”
cevÀbını virmesi laùìfeye maómÿl olmaàla øıddeyn, mütenÀsibeyn menzelesine tenzìl
idilmiş olur. /289/
Bir ãıcaú çorbayı içerken aàzı yanan kimse “Buz gibi ãoàuú” dimesi laùìfe
óuãÿli içün iàfÀl maúãadıyla øıddeyni mütenÀsibeyn menzelesine tenzìldir.
Bir teşbìhde vech-i şebeh meõkÿr olur ise buŋa (teşbìh-i mufaããal), olmaz ise
(teşbìh-i mücmel) dinilür. Mufaããala miåÀl Şeyòü’l-İslÀm èÁrif Óikmet Beg’iŋ
İder güdÀòte erbÀb-ı cÀhı meyl-i hevÀ
Mehebb-i rìódeki şemè-i şuèle-bÀr gibi
374
beytidir. Bunda (hevÀya meyl iden erbÀb-ı cÀh) müşebbeh, (mehebb-i rìódeki şemè-i
şuèle-bÀr) müşebbehün bih olub (erimek) vech-i şebehdir ki maè[n]Àsı (güdÀòte)
lafôında mevcÿddur.
Teşbìh-i mücmelde beş ãÿret cereyÀn ider.
(1) Vech-i şebeh ôÀhir olur ki her kes aŋlar.
MeåelÀ “FülÀn kimse ÓÀtem gibidir” dinildigi vaút her kes bilür ki vech-i
şebeh seòÀvetdir.
(2) Vech-i şebeh òÀfì olur ki yalŋız òavÀãã aŋlayabilür.
RÀàıb Paşaénıŋ
Pertev-i óüsne olur her õerre miréÀt-i ôuhÿr
Çeşme-i mihr itmede işrÀb-ı behcet jÀleden
beytinde oldıàı gibi. Bunda vech-i şebeh güzellikde şöhrete istièdÀd-ı ùabìèìdir.
(3) Ùarafeyden hìç birisinde vech-i şebehi ìrÀd iden vaãf meõkÿr olmaz.
Ruòuŋ güldür, ãaçıŋ sünbül, dişüŋ dürr
mıãrÀèında oldıàı gibi ki ruòla güldeki vaãf úırmızılıú, ãaç /290/ ile sünbüldeki vaãf
rÀyióa-i ùayyibe neşri, dişle dürdeki vaãf ãafÀ oldıàı óÀlde şu üç ùaúım müşebbeh
müşebbehüŋ bihiŋ hìç birinde vaãf õikr olunmamışdır.
(4) Yalŋız müşebbehüŋ bihiŋ vech-i şebehi gösteren vaãfı meõkÿr olur.
SaèduéllÀh Paşaénıŋ
Ùurmaz geçerüz çü ôıll-i zÀéil Dehr ise miåÀl-i nehr-i sÀéil
beytinde oldıàı gibi.
Birinci mıãrÀèdaki müşebbehün bihiŋ vaãfı olan (zÀéil) vech-i şebeh olan
èadem-i beúÀyı işèÀr ider. MıãrÀè-ı åÀnìdeki (sÀéil) daòi teşbìh-i åÀnìniŋ vech-i
şebehini müşèir vaãfdır.
375
(5) Hem müşebbehiŋ, hem de müşebbehün bihiŋ vech-i şebehi ìmÀ idecek
vaãfları meõkÿr olur, KemÀl Begéiŋ
TÀbende cemÀli, ùavrı àam-nÀk Meh-tÀb güzel, hevÀ bozulmış
beytinde vech-i şebehleri işèÀr iden (tÀbende, güzel) ve (àam-nÀk, bozulmış) vaãfları
gibi.
Baèøan vech-i şebeh yerinde vech-i şebehi müstelzim olan bir şeyéiŋ teşbìhde
õikriyle tesÀmuó gösterilür. Reşid Paşaénıŋ
Ney-şeker mi èacebÀ Mıãr-ı meèÀnìde Reşìd
Baú óalÀvet-deh-i ùabè-ı büleàÀdır óÀmem
beytinde oldıàı gibi.
Bunda vech-i şebeh (meyl-i ùabè) olub (óalÀvet-deh) bunı müstelzimdir.
Teşbìhde vech-i şebeh tedúìú-i naôara muótÀc olmaúsızın õihne vürÿd ider ise
/291/ bu teşbìhe (úarìb-i mübteõel), tedúìú-i naôara muótÀc olur ise buŋa da (baèìd-i
àarìb) dinilür.
Úarìb-i mübteõelde vech-i şebehiŋ õihnde sehlü’l-óuøÿr olması üç ãÿretledir.
(1) äÿret-i icmÀliyyede bulunur.
äÿret-i icmÀliyyede vech-i şebehiŋ õihne vürÿdı ãÿret-i tafãìliyyede olan
vech-i şebeh gibi olmadıàı maèlÿmdur. ZìrÀ mücmel der-óÀl aŋlaşılur. Mufaããal ise
baèdeét-tedúìú bulunur.
äÿret-i icmÀliyyede olan teşbìhiŋ miåÀli “Şu kitÀb bir mecmÿèa gibidir”
kelÀmıdır. Bu kelÀm õikr olundıàı anda sÀmièiŋ õihni vech-i şebehiŋ (fevÀéid-i
keåìre) oldıàına bilÀ-tereddüd intiúÀl ider.
äÿret-i icmÀliyye ile ãÿret-i tafãìliyyeniŋ taãvìri bir bÀàçeniŋ óÀliyle
gösterilebilür ki bÀàçede eşcÀrıŋ heyéet-i müctemièasınıŋ nümÀyişi emr-i icmÀlì ve
376
aàaçlarıŋ envÀè ve müştemilÀtı emr-i tafãìlìdir. Naôar-ı ibtidÀ bir bÀgçeye
doúunduúda yalŋız aàaçlarıŋ heyéet-i müctemièasına teãÀdüf ider. Her birisi ne
aàa[c]ı oldıàını, dallarını, mìvelerini bir görüşde õihn idrÀk idemez. äÿret-i icmÀliyye
budur. Naôar tekrÀr itdikce aàaclarıŋ envÀèı, aàãÀnı, mìveleri bilinür. äÿret-i tafãìliye
de budur.
(2) Mücmel olmasa da az tafãìli óÀvì bulunur. Bu ãÿretiŋ miåÀli “Dişleri
incüye teşbìh”dir. Bu teşbìhde müşebbehün bih olan incünüŋ birisi óissì, êìgeri èaúlì
olmaú üzre iki vaãfı vÀriddir ki óissì olan vaãfı (ãafÀ), vaãf-ı èaúlìsi (girÀn-úıymet
olması)dır. Teşbìhce ãafÀnıŋ müşebbeh úurb-ı münÀsebeti dìger vaãfdan ziyÀde /292/
oldıàından vech-i şebeh ãafÀdan èibÀret oldıàı der-óÀl sÀmièiŋ õihnine vürÿd ider.
(3) Maósÿsiyyeti tekerrür olur. Maósÿsiyyetce tekerrür iden şeyéiŋ õihne
vürÿdı tekerrür itmeyenden úolay oldıàı maèlÿmdur. MeåelÀ: Güneşiŋ parlaúlıú,
degirmilik, èulÿvv, ceõb, nebÀhet gibi evãÀf-i keåresi oldıàı óÀlde bu evãÀfıŋ her vaút
óissen nümÀyÀn olanları parlaúlıú, bir de degirmilik oldıàından “Şems Àyìne-i
mücellÀ gibidir” dinildigi vaút sÀmièiŋ õihnine der-óÀl parlaúlıú ve bir de degirmilik
vaãfları gelüb óissen tekerrür itmeyen evãÀf-ı sÀéire õihnine vürÿd itmez.
(Baèìd-i àarìb) vech-i şebehi tedúìú-i naôara ve teéemmüle muótÀc olan
teşbìhdir. Şu úısm da iki ãÿret bulunur.
(1) Tafãìlde keåretdir ki mülÀòaôada õihne tevÀrüd idecek umÿruŋ àalebeligi
cihetiyle vech-i şebehiŋ taèyìninde ãuèÿbet görinür.
MiåÀl
“Şemsi ditrek eldeki Àyìneye teşbìh” gibi. Bundaki umÿr, cismiŋ parlaúlıàı,
degirmiligi, eùrÀfından eşièanıŋ ùaşub dökilecek derecede görünmesiyle ber-À-ber
çekilür ãÿrete rücÿèı, ùalàalı bir ãÿret gösterişi, óareket-i serìèa ve muttaãıla ibrÀz idişi
377
gibi tafãìlÀtı óÀvì bir heyéet-i mürekkebedir. Bu teşbìhi işiden kimse diúúatle
mülÀóaôa itmedikce õikr olunan umÿruŋ ve şu umÿrdan terekküb iden heyéetiŋ
taèyìnine muútedir olamaz.
(2) Õihnde müşebbehiŋ nedret-i óuøÿrıdur. /293/
Bu ãÿret yÀ müşebbehün bihiŋ õihnde óuøÿrına taèalluú idecek münÀsebetiŋ
uzaúlıàından, yÀ vehmì, yÀòud òayÀlì veyÀ èaúlì olmasından, yÀòud maósÿsiyyetce
úıllet-i tekerrüründen neşéet ider.
MünÀsebetiŋ Uzaúlıàına MiåÀl
“BÀàçelerdeki lÀceverdì benefşeniŋ kibrìt ùutuşurken ibtidÀ gök rengiyle
úarışıú olaraú gösterdigi èuluvve teşbìhi” gibi. Bunda müşebbeh olan (benefşe)niŋ
õihnde óuøÿriyle ber-À-ber müşebbehün bih olan (kibrìtiŋ ibtidÀ ùutuşmasında
görinen èuluvvınıŋ) daòi õihne óuøÿrında buèd-i münÀsebet bedìhìdir.
Vehmì Olmasına MiåÀl
“Òançeriŋ àÿl dişine teşbìhi” gibi. Bu teşbìhde vech-i şebeh (sivrilik) oldıàı
óÀlde müşebbehün bih olan (àÿl dişi) vehmì oldıàından müşebbehün bihiŋ õihnde
nÀdirü’l-huøÿr ùaúımından maèdÿd oldıàı umÿr-ı maèlÿmedendir.
ÒayÀlì Olmasına MiåÀl
“LÀleniŋ zebercedden karàılar üzerindeki yÀkÿtdan bayraàa teşbìhi” gibi.
Bunda müşebbehün bihiŋ õihne óuøÿrunda ke-õÀlik nedret oldıàı bedìhÀtdandır.
èAúlì Olmasına MiåÀl ÒºÀce Taósìn Efendi’niŋ
KitÀb-ı èÀlemüŋ evrÀúıdur ebèÀd-ı nÀ-maódÿd
Suùÿr-ı óÀdiåÀt-ı dehrdür aèãÀr-ı nÀ-maèdÿd /294/
Baãılmış destgÀh-ı levó-i maófÿô-ı ùabìèatde
Mücessem lafô-ı maènì-dÀrdur èÀlemde her mevcÿd
378
lafôındaki teşbìhÀtıŋ her biri bir miåÀl-i bedìèdir. (KitÀb-ı èÀlemiŋ evrÀúı) ebèÀd-i nÀ-
maódÿda, (suùÿr-i óÀdiåÀt-ı dehr) aèãÀr-ı nÀ-maèdÿda, (mücessem lafô-ı maènì-dÀr)
her bir mevcÿda müşebbehün bih olmaàla müşebbehler õikr olunurken müşebbehün
bihleriŋ hìç biri úolay úolay õihne vürÿd ider şeylerden degildir.
Óissen Úıllet-i Tekerrüre MiåÀl
“Güneşiŋ ditrek eldeki Àyìneye teşbìhi”dir. Bunda müşebbehün bih olan
(Àyìneniŋ ditrek eldeki nümÀyişi) her vaút görülmüş şeylerden olmadıàından
maósÿsiyyetce úılleti cihetiyle õihnde óuøÿrı pek nÀdirdir.
KemÀl Begéiŋ Cezmì’deki
Beŋzetse beni òaùÀ degüldür Bir kimse baúub da èÀrifÀna
Zencìrde iŋleyen esìriŋ Úoynındaki tıfl-ı nÀ-tüvÀna
teşbìhi daòi bu úısmdan ve bedÀyièiŋ yüksek cihetinden bulunan sözlerden
maèdÿddur. Bunda müşebbehün bih olan (zencirde iŋleyen esìriŋ úoynundaki ùıfl-ı
nÀ-tüvÀn) be-àÀyet nÀdir görilen şeylerden olmaàla müşebbehiŋ óìn-i õikrinde
sühÿletle õihne vürÿd ider müşebbehün bihlerden degildir.
(Teşbìh-i belìà) baèìd-i àarìb úısmından maèdÿd olan teşbìhlerdir. Úarìb-i
mübteõel èadd olunan teşbìóler degildir.
ZìrÀ maèlÿmdur ki biéd-defèÀt söylenmiş ve işidilüb her kesiŋ úulaàını
ùoldurmuş olan sözlerde bir taãarruf-ı cedìd bulunmadıúça işidilmelerinden /295/
leõõet alınamaz. Úarìb-i mübteõel nevèinden olan teşbìhler ise bu úabìlden olub
dÀéire-i istimÀè ve istièmÀl-i èumÿmìye defèÀt-ı keåìre ile girüb çıúmış oldıàından
àarÀbet-i óasene ve óüsn-i teéåìr dÀéiresinden tebÀèüd itmişdir. Pek çoú vaútlerden
berü istièmÀli beyne’l-üdebÀ taèammum ve tekeååür eylemiş olan “yanaàıŋ güle,
lÀleye, güneşe, aya”, “zülfüŋ èanbere, sünbüle”, “boyuŋ serve, èarèara”, “dudaàıŋ
379
àonçeye, laèle, müle”, “úaşıŋ hilÀle” teşbìhleri gibi sözler hep úarìb-i mübteõel
úısmında dÀòil olmaàla şimdi istièmÀllerinde leõõet ve óüsn-i teéåìr úalmamışdır.
(Baèìd-i àarìb) nevèi böyle degildir. Yeŋiden ele getirilmesi istenilen nefìs bir
şeyée beŋzer ki ele geldikde ne úadar feraó, ne úadar leõõet óÀãıl olacaàı maèlÿmdur.
LÀkin úarìb-i mübteõel olan teşbìhde taãarruf-ı cedìd icrÀ olunur ise teşbìh
ibtiõÀl dÀéiresinden çıúub àarÀbet-i óasene dÀéiresine dÀòil olur. KemÀl Begéiŋ
Meh rÿyına varsa úarşı gelmiş Òurşìddeki cilÀ bozulmış
beytinde oldıàı gibi.
Şu beytde rÿyuŋ mÀha teşbìhi úarìb-i mübteõeldir. Faúaù müşebbehde òurşìde
rücóÀn gösterecek bir ãÿrete ìmÀ ile ber-À-ber teúÀbülden küsÿfa müteèalliú bir
meséele-i fenniyyede telmìó gösterilmesi o úadar laùìf ve mÀhirÀne bir taãarrufdur ki
bu taãarruf teşbìhi úarìb-i mübteõel dÀéiresinde[n] çıúarub baèìd-i àarìbiŋ bir yüksek
derecesine vaøè itmişdir. Belìàéiŋ
Der-òayÀl itdükce gül-berg-i ruòuŋ bu çeşm-i ter
Şìşe-i inbìú-i dilden gül ãuyı taúùìr ider
/296/ beyti daòi bu úabìldendir. ZìrÀ ruòuŋ gül-berge teşbìhi úarìb-i mübteõeldir.
LÀkiŋ mıãrÀè-ı åÀnìdeki taãarruf teşbìhi dÀéire-i ibtiõÀlden çıúarub baèìd-i àarìb
dÀéiresine idòÀl eylemişdir. Fuøÿlì’niŋ
Cilve-i èaks-i ruòuŋ Àyìnede ey reşk-i óÿr
Rÿşen itmiş anı kim òurşìddendür aya nÿr
beytindeki ruòuŋ òurşìde, Àyìneniŋ mÀha teşbìhi ke-õÀlik úarìb-i mübteõeldir. LÀkin
mıãrÀè-ı åÀnìdeki taãarruf ol úadar úuvvetli düşmüşdür ki beytiŋ inşÀdını üç buçuú
èaãr rÀddelerinde zamÀn geçmişken maømÿnı óÀlÀ baèìd-i àarìb dÀéiresinden
çıúmamışdır.
380
IV
Müşebbeh ve Müşebbehün Bih
(Müşebbeh) bir şeyée beŋzedilen bir nesne ve müşebbehün bih o şey oldıàı
maèlÿmdur.
èUlemÀ-yı belÀàatiŋ baèøıları “Bir şey’iŋ bir şey’e teşbìhinden murÀd
müşebbehiŋ güzelligini göstermek ise müşebbehün bih müşebbehden güzel ve
çirkìnligini göstermek ise müşebbehün bih müşebbehden çirkìn, maúãÿd bir şey’iŋ
ìøÀóı ise müşebbehün bih müşebbehden evøaó olmalıdır” didiler.
Baèøıları da “Teşbìhden àaraø muòÀùabıŋ idrÀkine göre müşebbehiŋ taèrìf ve
ifhÀmı oldıàından vÀúıèÀ güzel şey güzel şey’e, çirkìn çirkìne ve ìøÀóÀtca da keşfi
murÀd idilen şey açıú bir şey’e teşbìh olunur ise de her vaút müşebbehün bihiŋ
müşebbehden aèlÀ olması lÀzım gelmez” didiler.
Birinci úavl müreccaódır.
Müşebbeh ve müşebbehün bihce vücÿh-ı Àtiyye umÿr-ı tabìèiyyedendir. /297/
Müşebbeh ve müşebbehün bihiŋ ikisi de óissì olur. Şu úısmıŋ mevÀúiè-i
cereyÀnı óavÀss-ı òamse-i ôÀhiredir.
MubãırÀta MiåÀl
DıraòşÀn oldı gördüm beş hilÀl üstinde bir òurşìd
Meger ki pençe-i sìmìne ol meh-pÀre yaãlanmış
Emrì
381
MesmÿèÀta MiåÀl
Bir ãÀèiúa-i müdhişedür paùladı àÿyÀ
Taøyìú-i hevÀdan açulan Àh u fiàÀnum
MeşmÿmÀta MiåÀl
Misk söylersem sipÀhüŋ gerdine úılmaŋ òaùÀ
Çün Fuøÿlì òasteye andan muèaùùardur meşÀm
Fuøÿlì
MeõÿúÀta MiåÀl
Emdürür illere laèlin bize duş-nÀm eyler
áayre óelvÀ yedürür èÀşıú-ı hicrÀna sögüş
Yüsrì
MelmÿsÀta MiåÀl
Cevr odı yaúdı beni yÀnumda ùurma ey göŋül
Bir ùutuşmış Àteşüm úurb u civÀrumdan ãaúın
Fuøÿlì
beytlerinde oldıàı gibi. /298/
(2) İkisi de èaúlì olur. Belìà’iŋ
Degüldür mürà-i zìrek óìle-i ãayyÀddan àÀfil
NevÀziş görse èÀúil mekr-i düşmandan emìn olmaz
beytinde oldıàı gibi.
(3) Müşebbeh èaúlì, müşebbehün bih óissì olur. ŞinÀsì’niŋ
Muèaùùardur òayÀlüm çünki anda ãaúlıdur yÀduŋ
O gül yaġı gibi kim şìşe-i billÿra úonmışdur
382
(4) Müşebbeh óissì, müşebbehün bih èaúlì olur.
Derÿn-i pìrehende gizlenünce sìne-i ãÀfuŋ
Gören maènÀ-yı dil-cÿ ôann ider lafô-ı laùìf içre
beytinde oldıġı gibi.
(5) Bir ùarafı óissì, dìger ùarafı òayÀlì olur. Ekrem Beg’iŋ
ŞarÀb nehrin aŋdurur ãu reng-i èaks-i lÀleden
Ùolar derÿn-ı mürġzÀr ùarabla Àh u nÀleden
naômında reng-i lÀleniŋ münèakis oldıġı ãuya müşebbehün bih olan (şarÀb nehri)
òayÀlìdir.
(ÒayÀlì) èaúlen mümkinü’l-vücÿd ve Àèdeten nÀ-mevcÿd olan şeydir.
“Ùaşları elmÀsdan, saúfı yÀúÿtdan úonaú” gibi.
(6) Bir ùarafı óissì, dìger ùarafı vehmì olur. Fuøÿlì’niŋ
Virür cÀn tìġ-i òÿn-rìzüŋ òayÀliyle èadÿ gÿyÀ
ÒayÀl-i tìġ-i òÿn-rìzüŋ ecel mürġine şeh-perdür
/299/ beytinde oldıġı gibi¸(ecel mürġünüŋ şeh-peri) taèbìri (ölüm arslanınıŋ pençesi)
gibi vehmìdir.
(Vehmì) èaúlen vücÿdunda imkÀn görilemeyen şeydir. “Úanadlı insÀn”,
“Àteşden arslan”, “ölüm ùırnaġı” gibi.
Müşebbeh ve müşebbehün bihce vücÿh-i Àtiyye daòi cereyÀn ider.
(1) äÿret ãÿrete beŋzedilür.
Emsile
Köpri başında bulunan ser-èasker çadırıyla yanıbaşına rekz olunan èalem-i
aèôam ser-À-pÀ úandìllerle donadılub biri encümiyle asumÀna ve dìgeri şafaú içinde
hilÀle beŋzerdi.
383
Ol ãaórÀ bir gülistÀna teşbìh olunur ise çadırlar bìd-i ser-nigÿn ve èalem-i
aèôÀm nihÀl-i erġuvÀn olur ki úandìller üzerinde jÀle taãavvur olunur.
(KemÀlBeg–Bir mektÿbundan)
Daha bedr óÀlinde bulunan úurã-ı mÀhitÀbıŋ óamrata mÀéil bir reng ile úara
ve beyÀø buluùlar ile nìm-mestÿr olaraú kenÀr-ı ufúdan şaèşaèa-zÀy-ı ùulÿè oluşı
henÿz óamÀmdan çıúmış–çehresi úızarmış, ãaçlarını omuzlarından aşaġı ùarmaùaġın
atıvirmiş úardan daha beyÀô, yaşmaúdan daha ince foùalara bürünmüş–bir dil-rübÀnıŋ
açıú ãaçıú bir óÀlde óarem-serÀy-ı istirÀóate çekilişine beŋzedilebilürdi.
(Ekrem Beg)
Şu èibÀrelerde olan teşbìhÀt-ı laùìfede gerek müşebbehler, gerek müşebbehün
bihler ãÿretden èibÀretdir. /300/
(2) MaènÀ maènÀya beŋzedilür.
“Zeyd arslan gibidir” teşbìhinde oldıġı gibi. Bunda Zeyd’iŋ ãÿreti arslan
ãÿretine beŋzedilmeyüb teşbìh beynlerinde maènÀ-yı müşterek olan şecÀèatdedir.
Belìġ’iŋ
Siyeh-ùabèÀn olur rÿşen-dilÀnuŋ düşman-ı cÀnı
Ki düzd-i tìre-rÿzı dÀéimÀ tekdìr ider meh-tÀb
beytindeki teşbìh daòi böyledir.
(3) MaènÀ ãÿrete teşbìh olunur.
MiåÀl
“Sÿ’-i aèmÀl serÀb gibidir ki anı gören èaùşÀn ãu ôann ider” teşbihinde oldıàı
gibi. ÓÀmì’niŋ
Kendin miåÀl-i meh göremez bir nefes tamÀm
İlden gelen èaùiyye vü iósÀnı bekleyen
384
beytinde böyledir. ZìrÀ müşebbeh èaùiyye ve iósÀn bekleyeniŋ óÀli ve müşebbehün
bih úameriŋ ãÿretidir.
(4) äÿret maènÀya teşbìh olunur.
“Ôulmet-i leyli ôÀlime teşbìh” gibi. Bunda müşebbeh olan ôulmet, ãÿret ve
müşebbehün bih ôÀlimdeki sìretdir.
Müşebbeh ve müşebbehün bihde vücÿh-i Àtiyye daòi cereyÀn ider.
(1) Müşebbeh ve müşebbehün bihiŋ ikisi de müfred olur.
(2) İkisi de mürekkeb olur.
(3) Müşebbeh müfred, müşebbehün bih mürekkeb olur. /301/
(4) Müşebbeh mürekkeb, müşebbehün bih müfred olur.
İşbu aúsÀm-ı erbaèaya taèalluú iden baóåler miåÀlleriyle ber-À-ber (vech-i
şebeh) mebóaåinde münderic oldıàından burada tekrÀr ile tekåìr-i sevÀda lüzÿm
görilemedi.
Teşbìhde ùarafeyn müteèaddid olur ise bu ãÿret yÀ melfÿf, yÀòud mefrÿú olur.
(Teşbìh-i melfÿf) müşebbehler ìrÀd olunduúdan ãoŋra tertìb ve ãırasıyla
müşebbehün bihleri ìrÀd olunan teşbìhdir. SÀmì’niŋ
Gerden-i billÿruŋ üzre gÿyiyÀ bir şìşede
Sünbül ü şeb-bÿ, gül-i terdür o zülf ü òÀl ü ruò
beytinde oldıàı gibi.
(Teşbìh-i mefrÿú) evvelÀ bir müşebbeh ve müşebbehün bihi, baèdehu dìger
müşebbeh ve müşebbehün bihi ìrÀd idilen teşbìhdir. KemÀl Begéiŋ
Mey-òÀne gülistÀndur, peymÀne gül-feşÀndur
SÀúì nihÀl-i şÿòì, muùrib hezÀr-ı ôÀrì
beytinde oldıàı gibi.
385
Eger müşebbeh müteèaddid ve müşebbehün bih àayr-i müteèaddid olur ise
buŋa (tesviye) dinilür. Reéfet’iŋ
RehÀ bulmaú ne mümkin sÿziş-i miónetden èuşşÀúa
ViãÀl Àteş, firÀú Àteş, belÀ-yı intiôÀr Àteş
beytinde oldıàı gibi. /302/
Müşebebhün bih müteèaddid, müşebbeh àayr-i müteèaddid olur ise buŋa da
(teşbìh-i cemè) ıùlÀú olunur. Raómì’niŋ
ÇenÀr u serv-veş ÀzÀdedür dest-i taèarruødan
Rehìn-i dest ü ber-çìde ùutan destiyle dÀmÀnın
beytinde oldıàı gibi.
386
V
TeşÀbüh
Vech-i şebehce müşebbeh ve müşebbehün bihiŋ ikisinden birisinde ziyÀde ve
noúãÀb murÀd olunmayub da maúãÿd yalŋız beynleriniŋ cemèinden èibÀret ise
ikisiniŋ birisini tercìóden iótirÀzen teşbìhden ãarf-ı enôÀr ve müşÀbaheti iki ùarafda
iètibÀr itmek lÀzım gelür ki buŋa (teşÀbüh) ıùlÀú idilür.
Bu ãÿretde ùarafeynden her birisinde hem müşebbeh, hem de müşebbehün bih
olmaú iótimÀli bulunur. Lebìb-i Ámidì’niŋ
Yanaşsa àabàab-ı óÿrì-i cennet àabàab-ı yÀre
äanursıŋ ãunè-ı MevlÀ orùadan bölmiş bir elmayı
beytinde oldıàı gibi. Bu ãÿret iki şey’iŋ beynini cem’dir.
İki şey’iŋ beynini cemède õikr olundıàı vechle teşÀbüh güzel oldıàı gibi
teşbìh daòi cÀéiz olur.
“áurre-i feresi yaèni atıŋ alnındaki beyÀøı ãubóa ve biél-èaks ãubóı àurre-i
ferese teşbìh” gibi. Bu da parlaú bir şey’iŋ kendüsünden ziyÀde bir şeyde ôuhÿrını
ifÀde úaãd olundıàı vaútde cereyÀn ider. BinÀéenèaleyh /303/ miåÀl-i meõkÿrda
àurre-i feresin øiyÀ ve bu gibi ãıfat-ı mümeyyize ile tavãìfinde mübÀlaàa úaãd
olunmaması lazımdır. ZìrÀ bunlardan birisi vech-i şebeh èadd idilür ise àurreyi
müşebbeh, ãubóı müşebebhün bih ittiòÀõ itmek lÀzım gelür. Vaãfdan maúãad
mübÀlaàa ise teşÀbühi iltizÀma mÀniè olur.
TeşÀbüh baèøan terdìd ãÿretiyle de cereyÀn ider. KemÀl Beg’iŋ
ÁåÀr-ı şafaúdan mı bu yÀ dÀmen-i çeròe
Serpildi ciger-pÀreler Àh-ı seóerümden
387
beytinde oldıàı gibi.
TeşÀbüh gerek Lebìb-i Ámidì’niŋ beyt-i meõkÿri gibi terdìdden òÀlì, gerek
KemÀl Beg’iŋ şu beyti gibi terdìdi óÀvì olsun: teşbìb veyÀ te’eååür-i nefsÀnìyi irÀée
cihetlerine müteèalliú oldıàı óÀlde vicdÀnıŋ óükmüne tabèiyyet-i umÿr-ı ùabìèiyyeden
oldıàından mübÀlaàa úaãd olunmaması øarÿrì olmaàla Lebìb’iŋ beytinde iltizÀm
eyledigi èalÀúanıŋ maèşÿúaya merbÿùiyyet-i tÀmmesi cihetiyle àabàablarıŋ
teşÀbühünde mübÀlaàa farø olunmasında leùÀfet úalmaz. İkinci beytiŋ óÀvì oldıàı
te’eååür-i nefsÀnì óÀl-i istiàrÀúdan mütevellid olmasıyla óükm-i vicdÀn anıŋ
maømÿnını da libÀs-ı mübÀlaàadan tecrìd ider. LÀkin teşÀbüh teşbìbe merbÿù olan
èalÀúa-i vicdÀniyye ve telehhüfden neş’et iden teéeååür-i nefsÀnì cihetlerine taèalluú
itmeyüb de sitÀyiş ve tavãìf ve taúdìr-i èÀdì gibi bir yolda cereyÀn ider ise söz,
teşÀbüh dÀéiresinden tebÀèüd ve teşbìh dÀéiresine duòÿl ile mübÀlaàaya maómÿl olur.
/304/
388
VI
Teşbìhden áaraø
Teşbìhden àaraø yÀ müşebbehe taèalluú ider, yÀ müşebbehün bihe.
Müşebbehe taèalluú iden àaraø altı ãÿretledir.
(1) Müşebbehüŋ imkÀnını gösterir. Fuøÿlì’niŋ
ÒayÀl-i èÀrıøıŋ cevlÀn ider bu çeşm-i pür-nemde
Nitekim mevcelenmiş ãuda èaks-i ÀfitÀb oynar
beytinde oldıàı gibi. SÀmiè-i mıãrÀè evvelÀ işitdikde òayÀl, õÀten bì-vücÿd iken buŋa
óareket iåbÀtıyla çeşm-i pür-nemde cevelÀnına vücÿd virmek naãıl mümkin
olacaàında tereddüd gösterir; ikinci mıãrÀè o òÀùırayı izÀle ve imkÀnı irÀée ider.
(2) Müşebbehiŋ óÀl ü ãıfatını gösterir.
Gül bir Àşüfte cevÀn, bülbül ise bir ser-òïş
mıãrÀèında oldıàı gibi.
(3) Müşebbehiŋ úuvvet veyÀ øaèfını gösterir. Nüzhet’iŋ
Gitmez úulÿb-ı úÀsiyeden naúş-ı infièÀl
Seng üzre mürtesem olan ÀåÀr saòt olur
Fuøÿlìéniŋ
DevrÀn baŋa úalem tek øaèfuŋ úapusın açdı
TÀ úaddümi àamuŋdan döndürdi øaèf nÀle
beytinde oldıàı gibi. /305/
(4) Müşebbehi sÀmièiŋ õihninde úararlaşdırır. Esèad Muòliã Paşa’nıŋ
Beŋzer erbÀb-ı riyÀnuŋ óÀli ol kÀşÀneye
İç yüzi vìrÀn dışı maèmÿr şeklin gösterür
389
beytinde oldıàı gibi.
(5) Müşebbehi sÀmièe zìnetli gösterir. ŞinÀsì’niŋ
Zülfüŋ düşince gerden-i berrÀúuŋ üstine
Billÿr içinde sünbül-i sìr-Àbı aŋdurur
beytinde oldıàı gibi.
(6) Müşebbehi ôarìf ve ùarìf gösterir. Buŋa (istiùrÀf) ıùlÀú iderler. İstiùrÀf üç
dürlüdür:
Birisi müşebbeh, óadd-i õÀtında èÀdeten mümteniè olacaú derecede bedìè ve
àarìb olmaúdır.
“Yanmaàa başlayan kömürden ôuhÿr iden èalevli tütüni altun ùalàalı misk
deryÀsına teşbìh”de oldıàı gibi ki müşebbehün bih úudret-i BÀrì’ye göre mümkin ise
de èÀdeten mümtenièdir.
İkincisi müşebbehle birlikde müşebbehün bihiŋ õihnde óuøÿrı nÀdir olmaúdır.
“Benefşeyi kibrìtiŋ bidÀyet-i iştièÀlinden ôuhÿr iden èalevine teşbìh”de oldıàı
gibi.
Üçüncisi iki ùaúım müşebbeh ve müşebbehün bihiŋ her ùaúımında ùarafeyn
mümkinÀtdan maèdÿd iken ikisiniŋ ictimÀèında müşebbeh ùarafı kemÀ-kÀn mümkinÀt
dÀéiresinde úalub müşebbehün bih ùarafı mümkinÀt dÀéiresinden òurÿc ve mümteniè
/306/ dÀéiresine duòÿl itmesidir. Úavsì-i Tebrìzì’niŋ
Nÿr-ı èaynum ÀşinÀ dirler seni aàyÀr ile
Ùurfe kim cÀn naúş-ı dìvÀr ile olmış ÀşinÀ
beytinde oldıàı gibi. Bunda iki ùakım müşebbeh ve müşebbehün bih vardır ki bir
ùaúımı muòÀùabla cÀn, dìger aàyÀr ile naúş-ı dìvÀrdır. Şu iki ùaúımıŋ iki ùarafı da
óadd-i õÀtlarında mümkinatdan iken müşebbehler bir ùarafda, müşebbehün bihler
390
dìger ùarafda baède’l-ictimÀè müşebbeh ùarafı mümkinÀtda úalub müşebbehün bih
ùarafı mümtenièÀt ãırasına geçmişdir. ZìrÀ dìvÀrdaki naúşda cÀn olamaz.
Teşbìhden müşebbehün bihe èÀéid àaraø iki ãÿretledir:
(1) Teşbìh müşebbehün bihiŋ etemm ü ekmel oldıàını ìhÀm ider. Fıùnat
Òanım’ıŋ
Reng ü bÿda zülf-i cÀnÀne müşebbeh olmasa
Kim baúar gülzÀr-ı dehrüŋ sünbül ü şeb-bÿsına
beytinde oldıàı gibi. ÚÀéide-i aãliyye óükmünce zülf müşebbeh, sünbül ve şeb-bÿnuŋ
her biri müşebbehün bih olub sünbül ve şeb-bÿ reng ve bÿda zülfden etemm oldıàı
bedìhìdir. Zülfi anlara teşbìh idecek yerde anları zülfe teşbìh itmiş ve reng ü bÿda
zülfüŋ sünbül ve şeb-bÿdan etemm oldıàını iddièÀ ve mübÀlaàa maúãadıyla
müşebbehi müşebbehün bih ve müşebbehün bihi müşebbeh èadd itmişdir. Nedìméiŋ
Sìnesi destindeki peymÀneden berrÀú u ãÀf
Ruòleri destindeki ãahbÀ-yı terden úırmızı
beyti de böyledir. Buŋa (teşbìh-i maúlÿb) dinilür ki vech-i şebehde nÀúıã olan şey
müşebebhün bih úılınub o şeyéiŋ ekmel ü etemm oldıàı iddièÀ ve iètibÀr olunur.
(2) Müşebbehün bihiŋ kemÀl-i ihtimÀma liyÀúatini gösterir. /307/
“Aç olan kimseniŋ; bedr gibi parlaú ve güzel bir yüzi parlaúlıúda ve
degirmilikde yufúa itmege beŋzetmesi” gibi. Şu teşbìhden o kimseniŋ àaraø-ı
maúãÿdı itmek oldıàı aŋlaşılur. Buŋa (iôhÀr-ı maùlÿb) ıùlÀú iderler.
Teşbìh àaraø iètibÀriyle yÀ (maúbÿl) yÀ (merdÿd) olur.
(Teşbìh-i maúbÿl) àaraøıŋ teşbìhini ifÀdeye vefÀ idecek derecede
bulunmasıdır. MeåelÀ àaraø müşebbehiŋ óÀlini beyÀn ise müşebbehün bih vech-i
şebehle pek maèrÿf bulunmaú, àaraø nÀúıã olan bir şeyéi kÀmile ilóÀú oldıàı taúdìrde
391
müşebbehün bihiŋ vech-i şebehde etemm ve àaraø müşebbehiŋ imkÀnını beyÀna
taèalluú eyledigi óÀlde muòÀùaba úarşu vech-i şebehde óükmi maèrÿf ve müsellem
olmaú lÀzım gelür.
(Teşbìh-i merdÿd) ifÀde-i àaraøda maúãÿdı irÀéeye kÀfì olmayan teşbìh-i
nÀúıãdır.
Teşbìhden àaraøa taèalluú iden mebÀóiåiŋ emåilesi yuúaruda meõkÿr olmaàla
bu ãırada tekrÀra lüzÿm görilemedi.
392
V
Baèø MülÀóaôÀt
Mebóaå-i teşbìhde her ne úadar müşebbeh ve müşebbehün bih beyninde vech-
i şebeh bulunsa bile maúÀma nisbetle müstehcen olan şeyleriŋ bir memdÿóa úarşı
müşebbehün bih ittiòÀõı muèayyebÀtdan maèdÿddur. MeåelÀ: bir õÀtıŋ seòÀsı
óaúúında teşbìh ìrÀd olunub da “Seòa bir úoyundur ki eczÀsı taúsìm olunduúda
etleriniŋ eŋ güzel olanları saŋa, ve baàırsaúları, kemükleri başúalarına óiããe düşdi”
/308/ dinilse bundan maúãad seòÀnıŋ úısm-ı meràÿbı müşebbehde oldıàı aŋlaşılur ise
de müşebbehiŋ àayre èÀéid gösterilen aúsÀmınıŋ õikr ü ìrÀdındaki istihcÀn bedìhìdir.
Teşbìhde ÀdÀb dÀéiresinde cereyÀn idecek umÿrca müşebbehün bihiŋ
fevÀóişden ìrÀdı da bu úabìldendir.
Ke-õÀlik bir müşebbeh içün ìrÀd olunacaú müşebebhün bih her ne úadar vech-
i şebehce şÀyÀn-ı úabÿl olsa bile müşebbehiŋ şÀn ü maúÀmına naôaran lÀyıú olmaz
ise taèôìm maúÀmında taóúìr ìrÀd idilmiş olur bir mertebe-i èÀliyyede bulunan bir
õÀtıŋ åenÀsı ìrÀd olunur iken “Gösterdigi luùf bir meclis-i àınÀda çalàı istimÀèı ve
raúúÀã temÀşÀsı gibi feraó vireyor” teşbìhinde oldıàı miåillü. Bu teşbìhce vech-i
şebeh yolundadır. LÀúin müşebbehiŋ raúúÀã ve çalàıcıya teşbìhi taèôìm maúÀmında
taóúìr iltizÀm itmekdir.
Teşbìb yolunda úudemÀnıŋ istièmÀl eyledikleri teşbìhÀt iki úısımdır. Bir úısmı
her ãÿretle şÀyÀn-ı úabÿldür.
“Yanaàıŋ güle, çehreniŋ güneşe aya gündüze, zülfüŋ sünbüle gìceye ôulmete,
òÀliŋ èanbere fülfüle, dehÀnıŋ àonçeye, dudaúlarıŋ yÀúÿta laèle, dişleriŋ incüye,
393
gerdeniŋ billÿra, sìneniŋ Àyìneye teşbìhi” gibi. Bir úısmı fennen şÀyÀn-ı úabÿl
degildir.
“Gözüŋ cellÀda, úÀtile, òırsıza; úaşıŋ úılıca, yÀya, köpriye, úavs-i úuzaóa;
zeneòdÀnıŋ çÀha; biliŋ úıla, òayÀle; aàzıŋ cüzé-i lÀ-yetecezzÀyÀ, èademe; zülfün
yılana, èaúrebe, zencìre, kemende, àurÀba teşbìhi” gibi.
ÚudemÀ ise bu münÀsebetsiz teşbihÀt ãırasında ìrÀd eyledikleri maømÿnlarıŋ
/309/ ekåerinde ol úadar úudret-i sanèat ve mahÀret göstermişlerdir ki oúunduúca
kemÀl ü iútidÀrlarını taósìn itmemek mümkin olamaz.
MeåelÀ
áayr-i çeşminden bulur her dem ümìd-i meróamet
Ben ne úıldum kim naãìbüm nÀvek-i dil-dÿz olur
Õikr-i lebüŋle zülfüŋe cÀn oldı dest-res
Anuŋ gibi ki oúuyub efsÿn yılan ùutar
Kemend-i çìn-i zülfüŋ vehmi gitmez zÀr göŋlümden
Baŋa ol rişteyi ejder úılan bilmem be efsÿndur
äabÀdan gül yüzünde sünbül-i pür-pìç ü tÀb oynar
äaŋarsıŋ per açub gülşende bir müşgìn àurÀb oynar
Muúavves úaşlaruŋ kim vesmeyile reng ùutmışlar
Úılıclardur ki úanlar dökmek ile jeng ùutmışlar
394
CÀna cismüm ol òadeng-i àamzeden olmaz penÀh
Hìç cevşen kimseyi tìr-i úaôÀdan ãaúlamaz
ŞÀyed òadeng-i tìr-i müjeŋ bir òaùÀ ide
ÁmÀcgÀh-ı sìnemi ey úaşı yÀ gözet
Ne bÀküm var beni úılsaŋ şehìd-i çeşm-i cellÀduŋ
Velì òÿbÀn içinde úorúaram òÿnì çıúar aduŋ
ÚaøÀ kim óÀlün ebrÿ-yı fiten-gìr içre göstermiş
O tamàa-yı mahÀretdür ki şimşìr içre göstermiş
äanma raómından ãunar destin dil-i mecrÿóÿma /310/
Ol kemÀn-ebrÿ cigerde tìr-i müjgÀnın arar
Görüb zülfüŋde kiclik cÀnib-i ebrÿya yüz ùutdum
Göŋül òurşìdi taóvìl itdi úavse burc-i èaúrebden
Dil mÿ-miyÀn yÀri òayÀl eylemekdedür
Bì-çÀre şimdi fikr-i muóÀl eylemekdedür
beytlerinde oldıàı gibi.
395
Şu maømÿnlarıŋ her birisi bir bedìèa-i óikmet gibi muãannaè olmasıyla
úudemÀnıŋ èulviyyet ve edebiyyÀtca iútidÀr u mahÀretlerine bürhÀn oldıàı inkÀr
olunamaz. LÀkin fenn noúùa-yı naôarından baúılınca müşebbehler ile müşebbehün
bihler beyninde vech-i şebehlerde münÀsebet görilemiyor.
VÀúıéÀ meåelÀ àamzeyi oúa teşbìhde oúuŋ teéåìri naôradaki teéåìr ile maènÀ-
yı müşterek èadd ve şu maènÀ vech-i şebeh iètibÀr olunabilür ise de maúãad
àamzeniŋ èalÀúa-i vicdÀnı cÀlib olacaú leùÀfete taèalluú eyledigi ãÿretde şu iètibÀrıŋ o
maúãada mülÀyemet úabÿl idecek ciheti görilemez. Zülfüŋ yılana teşbìhi ise daha
fenÀ.
Şübhe yoúdur ki úudemÀ münÀsebetden baèìd görinen böyle teşbìhlerde
maø[m]ÿna müteèalliú taãarrufca iútidÀr göstermek maúãadıyla bu yolda itèÀb-ı õihn
itmişlerdir.
Vaútiyle biz de úudemÀyı taúlìd ve maømÿnda taãarruf efkÀrıyla öyle sözlere
itèÀb-ı õihn itmişiz. LÀkin şimdi–mÀ-dÀm ki fenn dÀéiresinde söz söylemek
isteyoruz–úudemÀnıŋ èulviyyet-i efkÀr ve kemÀl-i iútidÀrlarını taãdìú ile ber-À-ber
teşbìhde fennen fÀéide ve münÀsebet aramaàa da mecbÿruz.
KelÀmda teşbìhiŋ fÀéidesini naôar-ı diúúate almaú lÀzımdır. Sen bir şey’i
/311/ bir şey’e beŋzetdigiŋ óÀlde müşebbehün bihiŋ ãÿret, yÀòud maènÀsıyla kendi
nefsiŋde bir òayÀl iåbÀt itmiş olursuŋ. Bu òayÀl ise gerek bir şey’e teràìbde¸ gerek bir
şeyden tenfìrde pek mü’ekked èadd olunur. Teşbìóden murÀd nefsi müşebbehe teràìb
ise zülfüŋ yılan, èaúreb gibi şeylere müşebbeh iètibÀrında şu raàbet óÀãıl olmaz.
Belki nefsinde yılan, èaúreb gibi bir ùaúım úorúunc òayÀlÀt iåbÀt itmiş olursuŋ.
396
BinÀéenèaleyh güzel şey güzel şey’e, çirkìn şey çirkìne beŋzedilmelidir ki
güzele raàbet çirkìnden nefret óÀãıl olsun. MeåelÀ sÀàarı, şarÀbı güzel şeylere teşbìh
edüb de
Nÿr eyleyüb tecessüm ãahbÀya oldı sÀàar
Anuŋ içinde ãahbÀ gÿyÀ müõÀb yÀúÿt
dimiş olsak şu teşbìhlerde úuvve-i muteòayyileniŋ resm itdigi ãÿretler vücÿdı àayr-ı
mümkin şeyler iken evvelen seniŋ kendi òayÀliŋde güzel ãÿretler mürtesem olub
meyl ü raàbetiŋ celb ider. æÀniyyen muòÀùabıŋ òayÀlinde ãÿret-peõìr olaraú Ànıŋda
raàbetini cÀlib olur.
ŞarÀbı, sÀàarı bir de ùabèa òoş gelmeyecek ãÿretle dÀéire-i teşbìhe alalım da
”ŞarÀb ióticÀmen bir marìøiŋ vücÿd-ı maèlÿlundan çıúmış úan, sÀàar o úanıŋ memlÿ
oldıàı şìşe-i óüccÀm” diyelim.
Bu teşbìhde şarÀbdan, sÀàardan igrenilecek birer ãÿretden başúa bir şey yüz
gösterir mi?
İşte her nevè-i teşbìhÀt bu faãlda meõkÿr olan úavÀèide muvÀfıú ise
fennì¸degil ise àayr-ı fennìdir. /312/
397
İKİNCİ FAäL
Óaúìúat ve MecÀz BeyÀnındadır
Şu bÀbıŋ muúaddimesinde gösterildigi üzre (óaúìúat) lafôınıŋ mÀ-vaøèun
lehinde (mecÀz) mÀ-vaøèun lehiniŋ àayrında istièmÀlidir.
(MecÀz) (CÀze min hÀõe’l-mevøiè ilÀ hÀõeél-mevøiè)∗ kelÀmında meèòÿõdur.
Şu kelÀm bir mekÀndan dìger mekÀna taòaùùì iden kimse óaúúında ìrÀd olunur.
(MecÀz) lafôı (cevÀz)dan ism-i mekÀndır. Taòaùùì ve intiúÀl olunan maóall
dimekdir. Şu maènÀ óükmünce (mecÀz) bir maóallden dìger maóalle intiúÀlde
müstaèmel iken ãoŋra bir lafôıŋ maènÀ-yı aãliyyesinden dìger maènÀya naúlinde
istièmÀl olundı.
Bir maènÀdan dìger maènÀya naúl olunan lafôıŋ birinci maènÀ ile ikinci
maènÀsı beyninde vuãlat bulunur ise buŋa (ittiãÀl) dinilür. “Zeyd arslandır” gibi.
Zeyd insÀn, arslan maèrÿf óayvÀn iken beynlerindeki ãıfat-ı şecÀèat, vuãlat
oldıàından Zeyd insÀniyyetden esediyyete èubÿr itdirildi.
Baèø kerre beynlerinde vuãlat olmasa da èubÿr itdirilür. ÓikÀye kitÀblarında
“Arslan şöylse söyledi” , “Tilki böyle didi” sözlerinde oldıàı gibi. Buna (ittisÀè)
dinilür.
MecÀzda iki ãÿret bulunur. Bu iki ãÿretiŋ her birisinde bir maènÀdan dìger
maènÀya naúl mevcÿd ise de birincisindeki naúl düz maóallden düz maóalle,
dìgerinde düz maóallden ãarb maóalle èubÿr dimek olub /313/ birincisinde ãıfatca
∗ Buradan buraya geçti.
398
beynlerinde müşÀbehet mevcÿd, dìgerinde mefúÿddur. ZìrÀ arslan ile insÀn beyninde
şecÀèatce müşÀbehet var ise de nuùúca müşÀbehet yoúdur.
Baèøıları “KelÀmın hepsi óaúìúatdir”, baèøıları da “Hepsi mecÀzdır” didiler.
Bu meõhebin ikisi de ùoàrı degildir. Óaúìúat-i luàaviyyece maènÀya taèalluú iden
delÀlet her lafôıŋ delÀlet-i óaúìúiyye ve õÀtiyyesidir ki óaúìúat-i lafôiyye aãl-ı luàatde
mevøÿè oldıàı maènÀdan èibÀret olur. MecÀz ise maènÀnıŋ vaøè-ı aãlìsine taèalluú
itmeyen bir lafôa naúlidir.
Maèlÿmdur ki maòlÿúÀtıŋ her birisi kendüsüne delÀlet idecek bir isme
muótÀcdır ki o ism ile biline. ZìrÀ nevè-i beşerden her ferdiŋ dìgerini veyÀ eşyÀdan
bir şeyéi aŋlaması içün eşòÀã ve eşyÀnıŋ her birisi içün bir isme iótiyÀc umÿr-ı
øarÿretdendir. Şu øarÿret üzerine her müsemmÀ içün vaøè idilmiş olan şsm o
müsemmÀnın óaúìúatidir. Bu óaúìúat vaøè-ı aãlì noúùasından úaldırılub başúa
noúùaya naúl olunur ise dÀéire-i óaúìúatden infiãÀl ve dÀéire-i mecÀza ittiãÀl itmiş
olur.
Bir “güneş” didigimiz vaút şu büyük, parlaú yıldızı murÀd ideriz, “deŋiz”
dimiş olsaú şu büyük, şïr ãuyı murÀd ideriz. Çünki güneşiŋ şu parlaú yıldızda,
deŋiziŋ şu büyük ãuda istièmÀli óaúìúatdir. Vaøè-ı aãlìleri bu ãÿretle istièmÀli iútiøÀ
ider. İstièÀre ùarìúiyle “güneş” diyüb de güzel yüz, “deŋiz” deyüb de seòì kimseyi
murÀd itdigimiz óÀlde istièmÀli mevøiè-i óaúìúatden ayrılub mecÀza muttaãıl olur.
/314/
Her mecÀz içün óaúìúat vardır. ZìrÀ mecÀz bir óaúìúatden dìger bir maènÀya
naúl olunmadıúca mecÀz olamaz. MecÀz bir mekÀn-ı aãlì olmayub bir mekÀn-ı
aãlìden menúÿl bir şeyée menúÿlün ileyh olan mekÀn-ı åÀnìdir. Fiél-aãl böyle bir
mevøiède müstaèmel iken ãoŋra óaúìúatiŋ àayri bir maènÀya naúl olundı.
399
BinÀéenèaleyh her bir mecÀz içün bir óaúìúat bulunması umÿr-ı øarÿriyyeden maèdÿd
olur ki o óaúìúatden óÀlet-i mecÀziyyeye naúl idilmiş bulunsun. Her óaúìúat içün ise
mecÀz olmaúda øarÿret yoúdur. ZìrÀ çoú ism vardır ki hìç birisi içün óÀlet-i
mecÀziyye bulunmaz. “EsmÀé-i aèlÀm” gibi. Bunlardan her birisiniŋ vaøèı õevÀtıŋ
birbirinden farúı içündür. äıfÀtıŋ farúı içün degildir.
(MecÀz) yÀ müfred, yÀ mürekkeb olur. Mürekkeb istièÀre baóåinde
yazılacaúdır.
(MecÀz-ı müfred) mÀ-vaøèun lehini irÀdeye mÀniè olacaú bir úarìneniŋ
vücÿdiyle mÀ-vaøèun lehiniŋ àayrında istièmÀl olunan kelimedir. Lafôıŋ mefhÿmı
taèaddüd eyledigi ãÿretde eger iki mefhÿm arasına naúl óulÿl itmez ise o lafôa
müşterek dinilür. Naúl óulÿl ider ise naúlde münÀsebet olub olmadıàına baúılur.
MünÀsebet yoú ise o lafôa (mürtecel) ıùlÀú idilür. MünÀsebet oldıàı óÀlde maènÀ-yı
evveliŋ metrÿk olub olmadıàına naôar olunur. Metrÿk olur ise (menúÿl), olmaz ise
maènÀ-yı evvelde (óaúìúat), åÀnìde (mecÀz) olur.
MecÀzda nevèi muèteber olan bir èalÀúa lÀzımdır. ZìrÀ èalÀúa bulunmaz ise o
lafô àalaù ve kinÀyeden temyìz olunamaz.
Óaúìúatle mecÀzıŋ her birisi luàavì, şerèì, èörfì-i òÀãã, èörfì-i èÀmm
úısmlarına münúasımdır. /315/
Luàavìye MiåÀl
“Arslan” lafôı gibi. èÖrfì luàate tÀbiè olan kimse bu lafôı óayvÀn-ı maèlÿmda
istièmÀl ider ise (óaúìúat-i luàaviyye), recul-i şücÀèda istièmÀl ider ise (mecÀz-ı
luàavì) olur.
400
İstièmÀl-i Şerèìye MiåÀl
“äalÀt” lafôı gibi. èÖrf-i şerè ile mükellef bulunan kimse duèÀda istièmÀl ider
ise (mecÀz) olur.
èÖrfì-i ÒÀããa MiãÀl
“Fièl” lafôı gibi èörf-i naóve tÀbiè olan kimse bu lafôı (êarb), (naãr), (dögdi),
(yardım itdi) gibi lafôlarda istièmÀl ider ise haúìúat, óadeå (iş) maènÀsında istièmÀl
ider ise mecÀz olur.
èÖrfì-i èÁmma MiåÀl
“DÀbbe” lafôı gibi. Bu lafô èörf-i èÀmmda úavÀéim-i erbaèası olan óayvÀnda
müstaèmeldir. Bunda istièmÀli óaúìúat ve insÀnda istièmÀli mecÀzdır.
(MecÀz) iki úısmdır. Birisi mecÀz-ı mürsel, dìgeri istièÀre.
Eger èalÀúa-i muãaóóaóa maènÀ-yı mecÀzì ile haúìúat beyninde müşÀbehetiŋ
àayr olur ise (mecÀz-ı mürsel) böyle degil ise (istièÀre)dir. Bu taúdìrce istièÀre
maènÀ-yı aãlìne teşbìh olunan maènÀda müstaèmel lafô olmuş olur. Çoú kerre istièÀre
ism-i müşebbehün bihiŋ müşebbehde istièmÀli mefhÿmuna ıùlÀú idilür. Bu ãÿretde
müşebbehün bih (müsteèÀrun minh), müşebbeh (müsteèÀrun leh), istièÀre mevúièinde
istièmÀl olunan lafô (müsteèÀr) olur. /316/
İstièÀreye MiåÀl
“Arslan” lafôıdır. Bu lafô-ı èÀriyyet olmaú üzere müşebbehün bih olan
óayvÀn-ı maèrÿfdan müşebbeh olan şecìè kimse içün istenilmiş bir libÀs gibidir.
401
İstièÀreye taèlìú iden mebÀóiå faãl-ı maòãÿãunda tafãìl idilecekdir in-şÀéallÀhu
TeèÀlÀ.
MecÀz-ı mürselde mÀ-vaøèun lehiŋ àayri olan maènÀnıŋ nevè-i mÀ-mevøÿèun
lehe lüzÿm ve ittiãÀlini ãaóìó gösterecek münÀsebete (èalÀúa-i muãaóóaóa) dinilür.
(èAlÀúa) hem müşÀbehet, hem de àayr-ı müşÀbehetden mütevellid olur.
èAlÀúanıŋ tevellüdi müşÀbehetden ise lafôıŋ ãÿret-i istièmÀli istièÀre, müşÀbehetiŋ
àayrından ise mecÀz-ı mürsel olur. MecÀz-ı mürsele èÀéid èalÀúalarıŋ baèøılarını
Àtìde beyÀn idecegiz.
(1) èİlletiŋ õikriyle maèlÿli murÀd itmekdir.
“Nièmete yed ıùlÀúı” gibi. Nièmet yed ile ôÀhir oldıàından yed lafôınıŋ
nièmetde istièmÀli èillet-i fÀèiliyye olur.
(2) èAlÀúa-i maôhariyyetdir.
“Yed lafôınıŋ úudretde istièmÀli” gibi.
(3) Külli õikr ile cüzéi murÀd itmekdir.
Parmaàınıŋ ucuna diken batan kimseniŋ “Parmaàıma diken battı” dimesi gibi.
(4) Küll yerinde cüzéi õikr itmekdir.
“Bizi gözleyen vardır” dinilecek yerde “Üzerimizde göz vardır” dinilmesi
gibi. /317/
(5) Müsebbibi õikr idecek yerde sebebi õikr itmekdir.
“BahÀr çiçekleri açdı” gibi. BahÀr çiçekleriŋ açılmasına sebeb olub müsebbib
CenÀb-ı Óaúú’dır.
(6) Sebeb õikr olunacaú yerde müsebbibiŋ õikr olunmasıdır.
“Raómet yaàıyor” gibi. Raómet müsebbib, yaàmur sebebdir.
402
(7) Maóall õikr olunacaú yerde óÀl õikr olunmaúdır.
“AèmÀl-i ãÀlióa aãóÀbı AllÀh’ıŋ raómetindedirler” gibi. Raómetden murÀd
cennetdir.
(8) Bir øıddıŋ ismini istihzÀ, yÀòud laùìfe ùarìúiyle øıddına ıùlÀú itmekdir.
“Úorúaú kimseye cesÿr ve cesÿra úorúaú” dinilmesi gibi.
[9] MücÀvir bulunan iki şeyden birini dìgeriniŋ yerinde õikr itmekdir.
“Óavø memlÿdur” gibi. Óavø mütemellì, ãu memlÿdur.
[10] Bir şey’i vaãf-ı sÀbıúıyla õikr itmekdir.
“ÁzÀdlı bir kimseye köle” dinilmesi gibi.
[11] Bir şey’i zamÀn-ı müstaúbelde tesmiye olunacaàı bir ism ile õikr
itmekdir.
“Üzüm ãuyuna şìre ıùlÀúı” gibi.
MecÀz-ı mürsele èÀéid olan èalÀúalar çoúdur. Her iki şey beyninde èalÀúa
mevcÿd olduúda birisiniŋ õikriyle dìgeri irÀde olunabilür.
“äıfatla mevãÿf”, “lÀzımla melzÿm”, “dÀll ile medlÿl”, “müşebbeh ile
müşebbehün bih”, “èÀmm ile òÀãã”, “muùlaú ile muúayyed”, “ôarf ile maôrÿf” gibi.
/318/
MecÀz istièmÀli yÀ lafô, yÀ maènÀca lüzÿmdan neşéet ider.
Lafô içün óaúìúat yerinde mecÀz istièmÀli esbÀb-ı Àtiyye üzerine cÀrìdir:
(1) Óurÿfda tenÀfür bulunur da telaffuôca lisÀna èusret gelür.
(2) Bir lafôda óurÿf-i mütenÀfir olmasa da iki lafô terekküb eyledikde
terkìbden tenÀfür óÀãıl olur.
(3) Bir lafô naômen veznde åıúlet gösterir.
403
(4) MecÀz istièmÀlinde ãanÀyiè-i bedìèiyyece lafôda óaúìúat istièmÀlinden
daha ziyÀde luùf görinür.
MaènÀ içün mecÀz istièmÀliniŋ esbÀb-ı lüzÿmı vücÿh-i Àtiyye üzerine cÀrìdir:
(1) MecÀzda taèôìm aŋlaşılur.
Bir meclis heyéetini teşkìl iden õevÀtıŋ tecemmüèüni beyÀn ãırasında
“Meclis tecemmüè itdi” dinilmesi gibi.
(2) İstihcÀndan iótirÀzen óaúìúat istièmÀlinden ãarf-ı naôar olunur.
“Taàavvuù” dinilecek yerde “úaøÀ-i óÀcet” dinilmesi gibi.
(3) MecÀzda óaúìúatden ziyÀde óüsn-i beyÀn görinür.
“Şecìè kimse” dinilecek yerde “arslan” dinilmesi gibi.
(4) MecÀzda luùf úaãd olunur.
Bir kimse bir şey’i èÀlim, yÀòud tamÀmiyle cÀhil olur ise anıŋ içün o şey’e
taèalluú idecek şevúiŋ èadem-i vücÿdı emr-i ùabìèìdir. Belki o şey’e bir cihetle vÀúıf,
dìger cihetle àayr-ı vÀúıf ise noúãÀn /319/ olan vuúÿfuŋ ikmÀline şevú óÀãıl olur. Ve
óuãÿl-i vuúÿfı teshìl idecek ãÿretiŋ vücÿdundan leõõet ve fıúdÀnından elem óuãÿle
gelür.
Şu óÀlde óaúìúatle taèbìr ìrÀdı tefhìme kÀfì olmadıàı óÀlde sÀmièce daàdaàa-i
nefsÀnì óuãÿlini mÿcib olacaàı bedìhìdir. MecÀz ùarìúiyle taèbìrde o daàdaàanıŋ
zevÀliyle ber-À-ber vuúÿf-ı tÀmm óÀãıl oldıàı óÀlde eŋ laùìf ãÿret mecÀz ìrÀdındadır.
İmÀm Süyÿùì İbni Cinnì’ye èaùf-ı ifÀde ile el-Müzhir’de dir ki (Lüàatiŋ çoàı –
teéemmül olununca–óaúìúat dÀéiresinden òÀric ve mecÀz dÀéiresine dÀòil görinür.
MeåelÀ “Zeyd úıyÀm itdi” didigiŋ vaút bu sözde óaúìúat yoúdur. ZìrÀ úıyÀm efèÀlden
bir cinsdir ki mine’l-ezel ile’l-ebed kÀéinÀtda úıyÀma ãÀlió yaradılmış ve yaradılacaú
404
olan şeyleriŋ cemìèìsine, óattÀ vehm êÀòilinde olan úıyÀma úadar şÀmildir. “Zeyd
úıyÀm itdi” sözünde óaúìúat olsa cins-i úıyÀmıŋ kÀffesi andan ãudÿr itmiş olur. Bu
ise maóalldir. BinÀéenèaleyh bunda óaúìúatiŋ vücÿdı mümkin olmadıàından çoàı az
mevøièine vaøè úabìlinden ve mecÀzdan maèdÿd olur.
“Bu gün arslana rÀst geldim” sözi de böyledir. ZìrÀ dünyÀda arslan òalú
olundıàı günden nevèiniŋ inúırÀøına úadar bu nevèden ne úadar óayvÀn òalú olunmuş
ve olunacaú ise kÀffesine arslan dinilür. “Bugün arslana rÀst geldim” didigin sözde
óaúìúat olsa arslan nevèiniŋ cemìèìsine rÀst gelmiş olmaúlıàıŋ lÀzım gelür. Bu ise
mümkin degildir.
“FülÀnı dögdüm” sözi de böyledir. ZìrÀ êarb fièli èumÿmen senden ãudÿr
itmedikce sözde óaúìúat görilemez. Ke-õÀlik dögilen bir maêrÿbuŋ /320/ baèø
aèøÀsıdır. Óaúìúat-i fièl ise hepsini dögmekdedir. ÓattÀ “FülÀnıŋ başına urdum”
dinilmesinde bile óaúìúat yoúdur. ZìrÀ êarb başınıŋ bir yerine ise o da óaúìúat
degildir.
“Gice gitdi”, “Gündüz geldi” sözleri de bu úabìldendir. ZìrÀ gice gündüz
lafôları mine’l-ezel ile’l-ebed leyÀl ü [e]nhÀrıŋ kÀffesine şÀmildir.
İşte bu sözlerde ve bu gibi her ne úadar söz var ise hìç birisinde óaúìúat
olmayub mevøuè-i baèøda külli istièmÀldir ki hepsi mecÀzdır.
TÀcü’d-dìn-i Sübkì Şeró-i MinhÀc’da dir ki “MecÀz ile óaúìúat beyninde
iótimÀl devrÀn itse óÀúìúate taèalluú iden iótimÀl ercaódır”.
FeãÀóat ve belÀàat bÀbında mecÀz istièmÀli óaúìúat istièmÀlinden evlÀdır. ZìrÀ
büleàÀca úabÿl olunmuşdur ki kelÀm-ı òiùÀbìniŋ fÀéidesi nefs-i sÀmiède taòyìl ve
taãvìr ùarìúiyle àaraø-ı maúãÿdı iåbÀtdan èibÀretdir. Bedìhìdir ki “Zeyd arslandır”
diye söyledigimiz sözüŋ “Zeyd şecìèdir” sözünden farúı yoúdur. LÀkin gerek taòyìl
405
ve taãvìrde, gerek nefs-i sÀmièe teéåìrde àaraø-ı maúãÿdı iåbÀtca şu iki söz beyninde
pek büyük farú var. Çünki “Zeyd şecìèdir” sözümüzden sÀmiè Zeydéiŋ cür’etli,
mıúdÀm olmasından başúa bir şey taòayyül itmez. “Zeyd arslandır” didigimiz vaút
Zeyd bu taòayyül dÀéiresinde úalmayub arslanıŋ ãÿreti, hey’eti, baùş u úuvveti,
teãÀdüf idecegi óayvÀnı pençesiyle yarub yırtması taòayyül olunur.
èİbÀre-i mecÀziyyede bir teéåìr-i èacìb bulunur ki bu teéåìr baèø aóvÀlde
sÀmièi òulú-ı ùabìèìsiniŋ óükmi dÀéiresinden çıúarub başúa bir óükme /321/ esìr ider.
ÓattÀ baòìli seòì, úorúaúı şecìè ider. O baòìl öyle bir seòÀvet gösterir ki èaúla óayret
virir. O úorúaú öyle bir cesÀret gösterir ki gören parmaàını dişler. MuòÀùab o èibÀreyi
diŋlerken şarÀb içmiş gibi neş’elenür. Bir kimseyi muótÀcìne ièÀneye teşvìú iderken “
Sen bir seòìsin ki erbÀb-ı ióùiyÀc iósÀnıŋla defèi-i iótiyÀc idecekdir” dinilecek yerde
“Sen bir bulutsun ki arø-ı meyyiteyi ióyÀ idersin” dinilmesinde teéåìrce büyük farú
var.
406
ÜÇÜNCİ FAäL
İstièÀre BeyÀnındadır
Faãl-ı sÀbıúda gösterildigi üzre istièÀre mecÀzıŋ bir úısmıdır. LÀkin tafãìlÀt-ı
maòãÿãayı şÀmil oldıàından kitÀbımızda faãl-ı maòãÿã ittiòÀõ eyledik.
(İstièÀre) èalÀúası, müşÀbehet olan mecÀzdır. MaènÀsı óissen, yÀòud èaúlen
taóaúúuú itdigi içün baèøan (taóúìúiyye) lafôıyla taúêìr idilerek (istièÀre-i taóúìúiyye)
dinilür.
İstièÀre müşebeh ve ùarafeyn beyninde eèamm olan vech-i şebeh içün mevøÿè
olmayub yalŋız müşebbeh içün mevøÿè olduàından cumhÿr, mecÀz-ı luàavì olmasına
õahib olmuşdur.
Baèøıları istièÀreye (mecÀz-ı èaúlì) didiler. MurÀdları istièÀrede taãarrufuŋ
èaúlì olmasıdır. ZìrÀ müşebbeh-i istièÀre ıùlÀkı müşebbehiŋ müşebbehün bih cinsinde
duòÿlüni iddièÀdan ãoŋradır. BinÀèenèaleyh istièÀreniŋ müşebbehde istièmÀli mÀ-
vaøèun lehinde istièmÀli dimek olur. /322/
İstièÀreniŋ evvelen teévìl-i esÀsì üzerine binÀ úılınması, åÀniyyen andan òilÀf-ı
ôÀhire taèalluú iden irÀdeyi óÀvì úarìneye müstenid bulunması istièÀreyi yalan sözden
tefrìú ider. èAlemlerde istièÀre cereyÀŋ itmez. Çünki èalem müsemmÀnıŋ teşaòòuãını
ve başúalarıyla iştirÀkden menèini iútiøÀ ider. LÀkin evãÀfdan bir vaãf ile kesb-i
iştihÀr iden bir meåel-i sÀéir óükmünde bulunur ise istièmÀlce vaãfiyyet ismiyyete
àalebe ideceginden mecrÀ-yı istièÀre olabilür. “äeóbÀn”, “ÓÀtem”, “MÀder”,
“Hebenneúa” gibi. Bunlarıŋ birincisi feãÀóatde, ikincisi seòÀvetde, üçüncisi buòlde,
407
dördüncisi óamÀúatde meåel-i êarb olunacaú derecede kesb-i iştihÀr itmiş olmaàla
gerek bunlardan, gerek bu gibi ismlerden her birisinde istièÀre cÀrìdir.
İsm-i cins èalem gibi degildir. Cinsde bir ãıfatıŋ vücÿdı òulúì ve ùabìèì
oldıàından beynlerinde bir cÀmièiŋ vücÿdiyle her birisi bir şey’e müsteèÀrun minh
olabilür.
“Arslan” recül-i şücÀèa, “tilki” óìlekÀra, “yılan” şaòã-ı muøırra, “yÀúÿt”
òÿbÀnıŋ dudaúlarına, “incü” dişlerine müsteèÀr olmaàa ãÀlió oldıàı gibi. NeşÀùì’niŋ
èArø eyledükce èÀşıú laèl-i müõÀb-ı çeşmin
Aç óoúúa-i dehÀnuŋ sen dürr-i nÀb göster
beyti bu úabìldendir. (Laèl) müsteèÀruŋ minh, (úan ile maòlÿù gözyaşı) müsteèÀrun
leh, (dürr-i nÀb) müsteèÀrun minh, (maèşÿúuŋ dişleri) müsteèÀrun lehdir. Õikri sebúat
eyledigi üzre istièÀre mecÀzıŋ bir úısmıdır. MecÀzıŋ başúa úısmı içün maènÀ-yı
óaúìúati irÀdeye mÀniè olacaú úarìne lÀzım oldıàı /323/ gibi istièÀrece de úarìne
lÀzımdır. Şu úarìne baèøan úarìne-i vÀóide ve baèøan karìne-i müteèaddide olur.
“Bir arslan gördüm oú atıyor idi” kelÀmındaki úarìne, úarìne-i vÀóidedir.
Fehìm’iŋ
èAks-i gül olur ôÀhir miréÀt-i süòan içre
Ol lÀle-i şeb-nem-òìz oldıúca óicÀb-Àlÿd
beytinde (lÀle-i şeb-nem-òìz) müsteèÀrun minh, (terlemiş ruòsÀr) müsteèÀrun leh olub
(miréÀt-i süòan), ( óicÀb-Àlÿd) taèbìrleri iki úarìnedir. Beytiŋ meéÀlinden “ÓicÀbıŋ
teéåìriyle yüzi úızarub terledigi ve şu óÀl ile maócÿb maócÿb söz söyledigi vaút
sözleri Àyìneye èaks iden gül gibi laùìf görinür” ãÿreti murÀd olunmuşdur.
408
(İstièÀre) ùarafeyn iètibÀriyle iki úısmdır. ZìrÀ ùarafeyniŋ bir şeyde ictimÀèı yÀ
mümkin olur yÀ mümteniè.
İctimÀèları Mümkin Olana MiåÀl
Faúr u fÀúa ile muøùarr iken åervete nÀéil olan bir kimse óaúúında “Ölmiş
iken óayÀt buldı” dinilmesi gibi. Bunda (óayÀt) müsteèÀruŋ minh, (åervet)
müsteèÀrun leh olmaàla ikisiniŋ bir şaòãda ictimÀèı mümkindir. Buŋa (istièÀre-i
vifÀúiyye) dinilür.
İctimÀèları Mümteniè Olana MiåÀl
“ÕÀtı mevcÿd, nefè ü fÀèidesi mefúÿd bir şey içün maèdÿm isminiŋ istièÀresi”
gibi. Mevcÿd ile maèdÿmuŋ bir şeyde ictimÀèı /324/ mümtenièdir. Bu[na] da
(istièÀre-i èinÀdiyye) dinilür.
(İstièÀre-i tehekkümiyye), (istièÀre-i temlìóiyye) ki birisi istihzÀéen bir şey’iŋ
øıddını aŋa müsteèÀr minh ittiòÀõ itmek, dìgeri laùìfe ùarìúiyle o ãÿreti iltizÀm
eylemekdir. Teşbìh baóåinde bunlarıŋ keyfiyyeti derc olunmuşdur. O teşbìhdeki
ùarafeyniŋ birisi edÀt-ı teşbìh ile ber-À-ber ùayy ve ber-mülÀyim ìrÀd olunduúda
(istièÀre)ye taóavvül ider.
(İstièÀre) cÀmiè (vech-i şebeh) iètibÀriyle iki úısmdır.
(1) CÀmiè ùarafeyniŋ mefhÿmunda dÀòil olur.
MiåÀl
(NÀssıŋ òayrlusı atınıŋ dizginine yapışub ùurandur. Ol kimse öyle óÀøır ùurur
ki her ne vaút istièÀneyi aŋdıracaú acı bir feryÀd işitse imdÀd içün o ùarafa ùoàrı uça)∗
∗ Şu kelÀm-ı şerìf (Óayru’n-nÀs reculün musikün èinÀne feresihi) óadìå-i şerìfiniŋ mefhÿmıdır.
409
kelÀm-ı şerìfi gibi ki “Fi-sebìli’llÀh cihÀd ve ehl-i ìmÀna imdÀd ide” dimekdir. Bunda
(uçmaú) sürèat üzere (úoşmaú) içün istièÀre idilmişdir. Úoşmaú ile uçmaú beyninde
cÀmiè (sürèatle úaùè-ı mesÀfe)dir ki ùarafeyniŋ mefhÿmunda dÀòildir.
(İstièÀre) yine cÀmiè iètibÀriyle yÀ (mübteõele-i èÀmiyye), yÀòud (àarìbe-i
òaããiyye) olur.
Maèlÿmdur ki (mübteõel) her kesiŋ der-óÀl aŋlayacaàı (àarìb) òavÀããıŋ idrÀk
idecegi şeydir. /325/
İstièÀre-i Mübteõeleye MiãÀl
“Úaràılı bir arslan gördüm” sözidür. Bunda cÀmiè (şecÀèat) oldıàını her kes
bilür.
İstièÀre-i áarìbeye MiåÀl
Cevdet Paşaénıŋ
Şeb-i vuãlatda ol mihr-i melÀóat nÀz itdükce
Görüb çÀk-i girìbÀnum şafaú úan aàlasun gülsün
beytidir. Şemsiŋ ôulmete inèikÀsından úızaran ve müteèÀúıben pertev-i ÀfitÀb ile
açılan (şafaú) müsteèÀrun leh, vicdÀnen teéåìrÀt-ı muòtelifeden müteéeååiren şiddetle
aàlayub gözlerinden úanlı yaş döken ve müteèÀúıben ümìde maôhariyetle güşÀyiş-i
derÿna biét-teãÀdüf (yüzi gülen kimse) müsteèÀrun minh olub ùarafeyniŋ yek-
dìgeriyle müşÀrik bulunan heyéet-i meşrÿóasındaki (nümÀyiş) cÀmièdir.
(İstièÀre-i mübteõele) baèø taãarrufla ibtiõÀlden àarÀbete taóavvül ider.
Fuøÿlìéniŋ
MÀha çekdüm şeb-i hicrÀn èalem-i şuèle-i Àh
Áh kim olmadı ol mÀh òaber-dÀr henÿz
410
beytinde oldıàı gibi. MÀh, müşebbehün bih olub müşebbeh, maèşÿúdur ki
maóôÿfdur. MÀhıŋ müşebbehün bih ittiòÀõıyla iltizÀm olunan istièÀre pek mübteõel
oldıàı óÀlde Àhıŋ meşèale ve bundan ser çeken şuèleniŋ èaleme teşbìhi ve ol èalemiŋ
de müsteèÀrun minh olan mÀha úarşu teşhìriyle ber-À-ber bunca tekellüfle anı òºÀb-ı
naòvetten ìúÀô idememiş gibi taãarrufÀt-ı àarìbeye, binÀéen ibtiõÀliŋ altını üstüne
çevirmiş ve yerine kÀşÀne-i cedìd gibi bir àarÀbet-i óasene binÀ itmişdir. /326/
(İstièÀre) tarafeyn ve cÀmiè iètibÀriyle altı úısmdır.
(1) Üçi de óissì olur.
MiåÀl
DìvÀn-ı óüsne bÀrì sen ey òaùù-ı nev çıúub
èArø it siyÀh-nÀme-i hicrÀna mÿ-be-mÿ
Cevdet Paşa
(MüsteèÀrun minh) úÀãıd-ı meblaà, (müsteèÀrun leh) òaùù-ı nev, (cÀmiè) èarø-ı
keyfiyyet
(2) Üçi de èaúlì olur.
MiåÀl
Ùurur aókÀm-ı nuãret ittióÀd-ı úalb-i milletde
Çıúar ÀåÀr-ı raómet iòtilÀf-ı reéy-i ümmetden
KemÀl Beg
İètibÀr-ı èÀcizÀneme göre (müsteèÀrun minh) lafô içinde maènÀ, (müsteèÀrun
leh) ittióÀd-ı úalb-i milletde åÀbit (nuãret), (cÀmiè) òÀliãÀne ittióÀddır.
411
(3) Ùarafeyn óissì, cÀmiè èaúlì olur.
MiåÀl
Gül-èizÀrÀn-ı SitÀnbÿl bıraàılmaz ammÀ
Olayor yÀd- vaùan şeh-per-i pervÀz baŋa
(MüsteèÀrun minh) mürà, (müsteèÀrun leh) beytindeki øamìr-i mütekellim,
(cÀmiè) uçmaàa meyldir.
Ekrem Beg’iŋ şu naômı da bu úabìldendir. /327/
Dilinde èışú-ı neşve-rìz, lebinde şevú-i òandever
Yolunda her çemen naèìm, gözinde her çiçek güher
ŞarÀbı Àb-ı òoş-güvÀr, àıdÀsı şìr ü şehd-i ter
Degül melÀle ÀşinÀ, kelÀlden de bì-òaber
ÇÿbÀn úıyÀfetindeki àarìb-i kÀmkÀrı gör
(MüsteèÀrun minh) èÀdetÀ bir çocuú, (müsteèÀrun leh) çÿbÀn úıyÀfetindeki
àarìb, (cÀmiè) bir óÀl-i bì-úaydì.
(4) Ùarafeyn èaúlì, cÀmiè óissì olur.
MiåÀl
Ser-i dıraòta muşt-zen, óıyÀø-ı bÀàa berg-rìz
áuãÿn içinde pür-àırìv, şükÿfelerle pür-sitìz
NihÀl-i gülde teb-nümÀ, yem-i çemende mevc-òìz
HevÀ-perest-i pür-heves, nesìm-i bì-úarÀrı gör
Ekrem Beg
(MüsteèÀrun minh) bir şaòã-ı şerìr-i èarbede-cÿ, (müsteèÀrun leh) nesìm,
(cÀmiè) şerre[t], èarbede-cÿluúdur.
412
(5) Müsteèarun minh óissì, dìgerleri èaúlì olur.
MiåÀl
ÓÀlümce ecelle pençeleşdüm
KemÀl Beg-Cezmì’den
(MüsteèÀrun minh) düşman-ı maósÿs, (müsteèÀrun leh) ecel, (cÀmiè) òuãÿmetdir.
(6) MüsteèÀrun leh óissì, dìgerleri èaúlì olur. /328/
MiåÀl
Òadeng-i àamzeŋ ile cÀn virmek cÀna minnetdür
Bu şìrìn merk ile rÿó-ı şehìdÀn aàlasun gülsün
Cevdet Paşa
(MüsteèÀrun leh) òadeng-i àamze, (müsteèÀrun minh) ecel, (cÀmiè) nezè-i
rÿódur.
(İstièÀre) lafô, müsteèÀr iètibÀriyle yÀ aãliyye, yÀòud tebaèiyye olur. (İstièÀre-i
aãliyye)de lafô-ı müsteèÀr, ism-i cins olur.
“Recül-i şücÀèa arslan”, “güzel sadÀlı muàannìye bülbül”, “óìlekÀra tilki”
ıùlÀúı gibi.
Maãdarlar şu úısmdan maèdÿddur. “Şiddetle dögmege öldürmek”, “faúìr iken
zengin olmaàa dirilmek” ıùlÀúı gibi.
(İstièÀre-i tebaèiyye)de lafô-ı müsteèÀr ism-i cinsiŋ àayrı olur.
“Fièl”, “fièlden müştaúú ismler”, “maènÀyı fehme Àlet olan óarfler” gibi. Fièl
ile müşteúúÀtında istièÀre cereyÀnı maãdara, óarfde bir aãla tebaèiyyetledir.
413
Fièle MiåÀl
Şiddetle urılan bir kimse óaúúında “Óerìf öldi gitdi” dinilmesi gibi. Bunda
êarbıŋ şiddet-i teéåìri mevtiŋ teéåìrine teşbìh ile “dögülmek” maãdarı “ölmek”
mevúièinde istièmÀl ile ber-À-ber bu istièmÀl maãdara tebaèiyyetle fièlde daòi cereyÀn
iderek fièl mecrÀ-yı istièÀre olur.
Ve ke-õÀlik “FülÀn mekÀrim-i aòlÀú aãóÀbından oldıàını nÀãiyye-i óÀli /329/
nÀùıúdır” sözünde oldıàı gibi. İsm-i fÀèilde daòi maãdara tebaèiyyetle istièÀre cereyÀn
itmişdir. Şu miåÀldeki delÀlet maènÀ-yı mecÀzìye maómÿl olub nÀã[iyy]e-i óÀlindeki
delÀlet içün nuùúa teşbìh taúdìr idildikden ãoŋra şu delÀletde mübÀlaàa maúãadıyla
müşebbeh müşebbehün bihiŋ ifrÀdından maèdÿd oldıàı iddièa olunmuş ve delÀlet-i
meõkÿre içün istièÀre olunan lafô nuùúa tebaèiyyetle dÀll içün daòi lafô-ı nÀùıú istièÀre
edilmişdir.
Óarfiŋ mecrÀ-yı istièÀre olması ke-õÀlik bir aãla tebaèiyyetle cÀéiz olabilür.
MeåelÀ (içün) óarfi óarf-i taèlìl oldıàı óÀlde fiél-aãl àaraø mevúièinde úullanılur. “Sizi
ziyÀret itmek içün geldim” dinildikde “Gelmekden àaraøım sizi ziyÀret itmekdir”
ãÿreti murÀd olunur. (İçün) óarfiniŋ bu mevúièdeki istièmÀli ism mevúièindedir. Ó
arf-i meõkÿr aãlen o mevúièinde müstaèmel iken àaraø-ı fièliŋ àÀyetinde olması
medÀr-ı münÀsebet èadd idilerek àaraøa taèalluú itmeyen şeylerde daòi àÀyet
iètibÀriyle istièmÀl olunur ise mecrÀ-yı istièÀre olur.
MiåÀl
“DünyÀya gelen ölmek içün gelir” gibi. Şu kelÀmda àaraøa taèalluú idecek bir
şey yoúdur. LÀkin àaraø fièlin àÀyeti oldıàı gibi mevt daòi óayÀtıŋ àÀyeti oldıàından
óayÀta taèalluú iden àÀyet, àaraøa taèalluú iden àÀyete teşbìh idilmiş ve müşebbeh
olan àÀyet-i óayÀt, müşebbehün bih olan àÀyet-i àaraø cinsinde dÀòil oldıàı iddièÀ
414
idilerek şu iètibÀr üzerine (içün) óarfi mecrÀ-yı istièÀre olmuşdur ki bu istièÀre aãl-ı
meõkÿra tebaèiyyetle cereyÀn itdiginden (istièÀre-i tebaèiyye)dir. /330/
İstièÀreyi óÀvì olan kelÀmda müşebbehün bih meõkÿr olur ise istièÀre
(istièÀre-i muãarraóa) olur.
İstièÀre-i muãarraóada ãüver-i Àtiyye cereyÀn ider:
(1) Gerek müsteèÀrun minhiŋ, gerek müsteèÀrun lehiŋ mülÀyimlerinden hìç
bir şey mevcÿd olmaz. “Benim yanımda bir arslan var” gibi. Buŋa (istièÀre-i
muãarraóa-i muùlaúa) dinilür.
(2) Yalŋız müsteèÀrun lehiŋ mülÀyimlerinden bir şey bulunur. “Benim
yanımda úaràılı bir arslan var” gibi. Buŋa (istièÀre-i muãarraóa-i mücerrede) dinilür.
(3) Yalŋız müsteèÀrun minhiŋ mülÀyimlerinden bir şey bulunur. “Benim
yanımda pençesi úuvvetli bir arslan var” gibi. Buŋa da (istièÀre-i muãarraóa-i
müraşşaóa) ıùlÀk idilür.
Bir şey õihnde olan bir şeyée beŋzedilür ve müşebbehün bihiŋ levÀzımından
bir şey kelÀmda müşebbehle ber-À-ber meõkÿr olur ise (istièÀre-i mekniyye) olur.
RibÀù-ı dehr-i dÿn bir ùurfe menzildür ki ol yirde
Emel pÀ-der-rikÀb u Àrızÿ pÀ-der-hevÀdur hep
beytinde oldıàı gibi. Bunda (müşebbehün bih) ata binmek üzre ayaàını üzengiye
úoymuş bir insÀndır ki meõkÿr olmayub õihndedir.
(Müşebbeh) emeldir ki kelÀmda meõkÿrdur. (PÀ-der-rikÀb) müşebebhün bihiŋ
levÀzımındandır. (PÀ-der-hevÀ)da da istièÀre var.
İstièÀre-i mekniyyeye úarìne olan lafô (istièÀre-i taòyìliyye) olur. MiåÀl-i
meõkÿrdaki (pÀ-der-rikÀb) lafôı gibi. Şu lafô, maùvÀ ve àayr-ı meõkÿr olan
müşebbehün bihe úarìnedir. /331/
415
İstièÀrede teşbìhce mübÀlaàanıŋ vücÿdı umÿr-ı ùabìèiyyeden ve şu teşbìhi
müsteèÀrun minhiŋ mülÀyimiyle zìnetlendirmek ise mübÀlaàaya bir úat daha úuvvet
virecek umÿrdan maèdÿd oldıàına naôaran istièÀr[e]ce terşìó-i iltizÀmì ıùlÀk ve
tecrìdden ziyÀde mübÀlaàayı müstelzim olur.
Terşìó iki esÀs üzerine mebnìdir. Birisi teşbìhi ke-en-lem-yekün úabìlinden
ãaymaú, dìgeri müsteèÀrun lehi èayniyle müsteèÀrun minh cinsinden èadd itmekdir.
BinÀéenèaleyh istièÀre-i müraşşaóada külliyyÀ teşbìhe iètibÀr úalmaz.
ÓattÀ bir õÀtıŋ èuluvv-i úadri bir binÀnıŋ yüksekliginden istièÀre idilse
(müsteèÀrun leh) olan èuluvv-i úadr (müsteèÀrun minh) olan ol yüksek binÀnıŋ èaynı
olması iddièÀ ve úabÿl olunur.
BüleàÀ teşbìhde müşebbeh, müşebbehün bihden başúa bir şey olduàını iètirÀf
ile ber-À-ber müşebbehün bihiŋ aókÀmını müşebbehde yüridürler. İstièÀre böyle
degildir. ZìrÀ istièÀrede teşbìhce müşebbeh mecrÀsında olan (müsteèÀrun leh)
müşebbehün bihden başúa bir şey oldıàını úabÿl itmeyüb ikisini bir şey óükmünde
ùutarlar.
Teşbìhde müşebbeh aãl ve müşebbehün bih ferè olub aãl, dÀéire-i iètirÀfda
åÀbit ve mevcÿd èadd idilerek aókÀm-ı teşbìh ferè üzerine cereyÀn itdirilür. Şu
cereyÀn cÀéiz olunca istièÀrede õÀten ke-en-lem-yekün èadd idilen aãl, naôar-ı iètibÀra
alınmaúsızın ferè üzerine aókÀm icrÀsı evleviyyetle cÀéiz olur.
(MecÀz-ı mürekkeb) teşbìh temåìl ãÿretiyle maènÀ-yı aãlìsine teşbìh
olunan maènÀda mübÀlaàa içün istièÀre ùarìúiyle istièmÀl olunan kelÀmdır.
416
MiåÀl
“Güneşiŋ yüzi çamurla ãıvanmaz” /332/
gibi. Şu söz lisÀnımızda müstaèmel emåÀldendir. MeydÀnda olan bir óÀli ketm itmek
isteyene úarşı ìrÀd olunur. “O óÀli ketm itmek güneşiŋ yüzini çamurla ãıvamaú
gibidir” dimek olur.
Şu maènÀ (müsteèÀrun leh), meåel (müsteèÀrun minh), beynlerindeki medlÿl
ki ikisiniŋ de óÀl-i èaleniyyesidir: bir heyéet-i èaúliyyeyi dìger bir hey’et-i èaúliyye
içün istièÀre ùarìúiyle istièmÀldir. Buŋa (teşbìh-i temåìl) ve (istièÀre-i temåìliyye) daòi
dinilür.
Şu úısm istièmÀlce istièÀre ãÿretiyle şÀyiè olduúdan ãoŋra (meåel) nÀmını alur.
EmåÀlden her bir kelÀm naãıl şÀyiè olur ise öyle istièmÀl olunur. èİndeél-istièmÀl bir
óarfiniŋ bile taàyìri cÀéiz olmaz.
417
DÖRDÜNCİ FAäL
KinÀye BeyÀnındadır
(KinÀye) luàatde taãrìói terk itmege dirler. IãtılÀóda maènÀ-yı aãlìsiniŋ irÀdesi
de cÀéiz olmaú üzere maènÀ-yı lÀzımı murÀd olunan lafôdır.
Yaènì kinÀyeden óaúìúat ve mecÀz maènÀlarınıŋ ikisi de murÀd olunur.
Bunuŋ mecÀzdan farúı bedìhìdir. ZìrÀ mecÀzda maènÀ-yı óaúìúat murÀd
olunmaz. KinÀye mevúièinde úullanılan lafôa (mekniyyun bih), maènÀya (mekniyyun
èanh) dinilür.
KinÀye üç úısmdır:
(1) Mekniyyun èanh õÀt olur. Bunda istièmÀl olunan kinÀyeden lafô ve nisbet
murÀd olunmaz. Yalŋız ôÀt murÀd olunur.
Şu úısm iki nevèdir.
(Birincisi) kinÀye-i müferrededir. (KinÀye-i müferrede) mekniyyun èanha
taèalluú iden maènÀ-yı vÀóidi óÀvì olur. /333/
MiåÀl
“Óased olan maóallde òulÿã olmaz” gibi. Bunda (óased olan maóall) úalbden
kinÀye olmaàla úalb bir õÀtdan ve kinÀyeniŋ óÀvì oldıàı maènÀ-yı vÀóid maóall-i
óased olmaúdan èibÀretdir. NÀbìéniŋ
Bir óÀdeng-i cÀn-güdÀz-ı Àhdur ser-mÀyesi
Biz bu meydÀnuŋ nice çÀpuú-süvÀrın görmişüz
beytinde oldıàı gibi. Şu beytdeki (meydÀn) ôÀt-ı dünyÀdan ve (çÀpuk-süvÀr) ôÀt-ı
õÀlimden èibÀret olub bir mıãrÀè iki kinÀyeyi ve her kinÀye bir maènÀyı óÀvìdir.
418
(İkincisi) kinÀye-i mürekkebedir. (KinÀye-i mürekkebe) bir mekniyyun èanha
taèalluú idecek maèÀnÀ-yı müteèaddideyi óÀvì olan kinÀyedir.
MiåÀl
İnsÀndan kinÀyeten “diri, ùoàrı boylı, inli ùırnaúlı” dinilmesi gibi.
Bir emìriŋ zevraúından kinÀye olmaú üzre Fuøÿlì’niŋ
Aàzı açıú çıúmaz ÀvÀzı ayaàı yoú yürür
CÀn iledür seyri ammÀ dimek olmaz cÀnver
äayılur pehlÿlarınuŋ üstüòºÀnı øaèfdan
Böyle øaèfıyla aàır yükler çeker eyler hüner
Dìve beŋzer gezdürür başda SüleymÀn taòtını
Yoúsa kÀndur ãaúlanur gögsinde úıymetlü güher
naômı bu úabìldendir. /334/
(2) Mekniyyun èanh ãıfat olur.
Bu da iki nevèdir:
(Birincisi) kinÀye-i úarìbedir. (KinÀye-i úarìbe)de õihniŋ mekniyyun èanha
intiúÀli bir vÀsıùaya tevaúúuf ider. Bu da iki dürlüdür. Birisi kinÀye-i úarìbe-i vÀøıóa,
dìgeri kinÀye-i úarìbe-i òafiyyedir.
(Úarìbe-i vÀøıóa) mekniyyun èanha õihniŋ intiúÀlinde sürèat olan kinÀyedir.
419
MiåÀl
“Benim setrem fülÀna pek ùar gelür” gibi. Bu söz mekniyyun èanhıŋ
mütekellimden ziyÀde mülóem oldıàından kinÀye idügine biél-bedÀhe õihn intiúÀl
ider. èÁlìéniŋ
èİnÀyet her kime yüz ùutsa èiãyÀnı óicÀb olmaz
Güneş ùoàduúda zìrÀ perde-i ôulmet niúÀb olmaz
beytindeki (óicÀb) bu úabìldendir ki (mÀniè)den kinÀye oldıàına õihn biél-bedÀhe ve
bilÀ-vÀsıùa intiúÀl ider.
(Úarìbe-i òafiyye) mekniyyun èanha õihniŋ intiúÀlinde sürèat olmayan
kinÀyedir.
MiåÀl
“Úalın úafÀlı”, “pek yüzli” taèbìrleri gibi. Birincisi ãÀóibiniŋ hamÀúatından,
ikincisi óayÀsızlıàından kinÀyedir. Böyle kinÀyeye der-óÀl õihn intiúÀl itmez. Biraz
mülÀóaôa ile intiúÀl ider. NÀbìéniŋ
MuãaffÀ-ùìnetÀnuŋ ùarf-ı ebrÿsında çìn olmaz
mıãrÀèındaki (ùarf-ı ebrÿsında çìn) taèbìri de böyledir. Úaş çatılub /335/ bir ùarafı
büklümli görünüşi (kibr)den kinÀye olub murÀd “Ùìneti pÀk olanlarda kibr olmaz”
ãÿretidir ki şu kinÀye biél-bedÀhe bilinemeyüb biraz düşünüldükden ãoŋra aŋlaşılur.
(KinÀye-i baèìde)de õihniŋ mekniyyun èanha intiúÀli vÀsıùaya tevaúúuf ider.
MiåÀl
“FülÀnıŋ òÀnesinde úaşıú tayanmaz” gibi. Úaşıàıŋ çoú telef olması çoú
işledilmesine, çoú istièmÀli, çoú müsÀfir gelmesine, çoú müsÀfir gelmesi óÀne
ãÀóibiniŋ müsÀfir-perverligine vÀsıùa olub kelÀm-ı meõkÿr bu vÀsıùalarla óÀne
ãÀóibiniŋ mükrim olmasından kinÀye olur.
420
(3) Mekniyyun èanha nisbet olur ki kinÀye ile ãıfat, mevãÿfa iåbÀt, yÀòud
andan nefy olunur.
MiåÀl
“FülÀnıŋ óaúúımda söyledigi münÀsebetsiz sözleri yüzine urdıàımda
úıpúırmızı oldı”, “Óaúúımda söyledigi münÀsebetsiz sözleri yüzine urdıàımda yüzi
bile úızarmadı” gibi. Birinci miåÀl “Nefsinde òacÀlet åabit oldı” dimekden kinÀyedir
ki ãıfatı mevãÿfa taòãìã ve iåbÀtdır. Dìgeri “Anda hacÀletden eåer görülmedi”
dimekden kinÀyedir ki òacÀlet ãıfatını andan nefydir. VÀlì-i Ámidì’niŋ
Úurbiyyet-i gül bülbüle de òÀra da úalmaz
HengÀm-ı ùarab meste de huşyÀra da úalmaz
/336/ beytindeki (gül) yÀriŋ õÀtından, (bülbül) èÀşıúıŋ õÀtından, (òÀr) aàyÀrdan,
(óengÀm-ı ùarab) iúbÀlden, (mest) àÀfilden, (huşyÀr) àÀfil olmayandan, (úurbiyyet-i
gül) maèşÿúa nisbetden kinÀyedir. Beyt-i meõkÿr kinÀyeniŋ envÀè-ı müteèaddidesini
óÀvìdir. NecÀtìéniŋ
Her İbrÀhìm èizzet Kaèbe’sinde
Òalìlu’llÀh yÀòud Edhem olmaz
beytindeki (İbrÀhìm) her insÀndan, (Òalìlu’llÀh) peyàam-berden, Edhem velìden
kinÀye olub meéÀl-i beyt “MeziyyÀt-ı insÀniyyeden bì-naãìb olan şeklen insÀn olsa
bile insÀn-ı kÀmil olamaz” dimekden kinÀyedir ki nefy-i nisbet úabìlindendir.
Fuøÿlìéniŋ
Ger kara ùaşı úızıl kan ile rengìn itseŋ
Rengi taàyìr bulur laèl-i BedeòşÀn olmaz
beyti de böyledir.
421
KinÀyede bir cihet gösterilüb de dìger cihetiŋ úaãd olunmasına (taèrìø)
dinilür.
MiåÀl
“Bir kimesneyi inciden bir kimseniŋ yüzine úarşı “Òalúı inciden felÀó
bulmaz” söylenmesi gibi.
MünÀsebetsiz söz söyleyene úarşı beyt-i Àtìniŋ ìrÀdı da taèrìødir:
Alur mülÀóaôadan òÀric olmaú üzre cevÀb
Söze mülÀóaôa itmeksizin dehÀnın açan
LÀzım ile melzÿm beynindeki vÀsıùalarıŋ keåretini óÀvì söze (telvìó) /337/
dinilür. Yuúaruda õikr olunan “FülÀnıŋ óanesinde úaşıú ùayanmaz” kelÀmı buŋa
miåÀl olabi[l]ür.
Melzÿmda óafÀ olub da vÀsıùada úıllet bulundıàı óÀlde böyle kelÀma (remz)
dinilür.
MiåÀl
“FülÀn kimseniŋ baş yaãdıàı inlidir” gibi. Yaãdıàı inli olmaúdan úafÀsı inli
olması aŋlaşılub o söz bu vÀsıùa ile mekniyyun èanhıŋ óamÀúatından kinÀye olur
faúaù yaãdıú inli olmaúdan úafÀnıŋ inli olmasına ve andan úafÀ ãÀóibiniŋ óamÀúatına
intiúÀle õihnde sürèat olmadıàından kelÀmda melzÿm olan óamÀúati idrÀkde òafÀ
vardır.
Melzÿmda òafÀ olmayub da vÀsıùalar daòi úıllet üzre bulundıàı óÀlde böyle
söze (ìmÀ) ve (işÀret) ıùlÀú olunur.
422
MiåÀl
“Mecd ü şeref bir şecere-i müåmiredir ki fülÀn õÀtıŋ òÀnesinde bitüb
kökleşmiş” dinilmesi gibi. O òanede şeref mütemekkin olub ayrılmasında iótimÀl
olmadıàından ve úonaú ãÀóibine o vÀsıùa ile mecdi nisbetden kinÀyedir.
Taèrìø, telvìó, remz, ìmÀ ve işÀret hep kinÀye aúsÀmından maèdÿddur.
Ekåeriyyet-i aúvÀl bu reéydedir.
İfÀdÀt-ı Àtiyye telòìã ve taèdìl ùarìúiyle el-Meåelü’s-SÀ’iréden alınmışdır.
İbni Eåìr taèrìøi kinÀyeden tefrìú ile dir ki:
“Taèrìø óaúìúat ve mecÀz ùarìúiyle bir şeyée delÀlet itmeyüb mefhÿmca /338/
delÀlet iden lafôdır. äıla tevúièinde bulunan bir kimse ùaleb göstermeksizin birisine
“VallÀh muótÀcım. Elimde bir şey yoú. Çıplaúım. äoàuú baŋa eõiyyet vireyor” didigi
óÀlde bu söz ve buŋa beŋzer sözler ùalebe müteèalliú taèrìødir. ÓÀlbuki böyle kelÀm
gerek óaúìúaten gerek mecÀzen ùaleb muúÀbelesine mevøÿè-i elfÀôdan maèdÿd
olmayub ùalebe delÀleti ancaú mefhÿm iètibÀriyledir.
Taèrìø kinÀyeden aòfÀdır. ZìrÀ kinÀye vaøèan óaúìúate ve iltizÀmen mecÀza
delÀlet ider. Taèrìøiŋ delÀletinde ne óaúìúat, ne de mecÀz var.
KinÀye hem lafô-ı müfredde, hem de mürekkebde cereyÀn ider. Taèrìø yalŋız
mürekkebde cÀrìdir. ZìrÀ taèrìø lafô-ı müfredde müstaúil olamayub delÀletde lafô-ı
mürekkebe muótÀc olur.
423
BEŞİNCİ FAäL
Tehõìb ü IãlÀó-ı Eåer BeyÀnındadır
(Tehzìb) úaleme alınmış olan her bir kelÀm-ı münaúúaóa èÀmm olan bir
vaãfdır. Buŋa (teédìb) daòi dinilür. Naôm u neården her bir eåer yazıldıúdan ãoŋra
naôar-ı diúkate èarø olunub lÀzım gelen maóalleri tehõìb ü ıãlÀó idilür.
Bir şey úaleme alınur iken evvelÀ maèÀnÀ-yı maùlÿba úuvve-i mütefekkirede
óüsn-i istióãÀr ile tertìb olunur. Baèdehu úaleme alınur. äoŋra pìş-i naôar-ı diúúate
úonılub uãÿl-i Àtiyyeye taùbìú olunur.
KelÀmda ne úadar óaşv ü zÀéid şeyler var ise maóv idilür. ElfÀz-ı bÀúiyye
birer birer mìzÀn-ı õevúe vaøè ile içlerinden óurÿf veyÀ terkìbce aàır görinen elfÀô-ı
müferrede ve mürekkebe çıúarılub yerlerine òıffet-i óurÿf /339/ ve terkìbi óÀvì
kelimeler úonılur. áarÀbet-i vaóşiyyesi ve úıyÀsa muòÀlefeti óiss olunan lafôlar
tenúìó ve sehlü’l-istifÀde ve úıyÀsa muvÀfıú elfÀôa tebdìl olunur. MürekkebÀt ve
fıúarÀt iètibÀriyle maèÀnÀya taèalluú iden úuvvet ve òıffet, elfÀô ile maèÀnÀ ve
maãlaóat ve mÀddeniŋ ehemmiyyetiyle–muóarrerÀt ve mükÀtebÀt úısmınca–mürsel
ve mürselün ileyhiŋ óÀl ü şÀnına taèalluú iden cihÀtıŋ derecÀtı beynindeki rÀbıùa ve
münÀsebet mìzÀn-ı õevú-i selìm vÀsıùasıyla taèdìl ü tesviye úılınur.
KelÀmıŋ mensÿb oldıàı tekellüm, òiùÀb, àıyÀb mevúièlerince tenÀsüb cihetleri
tedúìú ile yoluna úonılur.
İfÀde-i maúãÿd içün istióøÀr idilmiş olan taèbìrÀt içinde istifÀdece sühÿlet ve
ãuèÿbeti mÿcib olan şeyler miréÀt-i fehm ile muúÀbele ve mìzÀn-ı õevú ile muvÀzene
idilerek taèúìd-i lafôì ve maènevìyi mÿcib görinen lafô ve cümleler iòrÀc ile
424
maèÀnÀya delÀleti vÀøıó elfÀô istióøÀr olunur. KelimÀtıŋ taúaddüm ü teéaòòüründen
ve muúÀrenet ü irtibÀùından neşéet iden taèúìd ve øaèf-ı teélìf daòi ıãlÀó idilür.
Baèdehu tehõìb ve tenúìóe òitÀm virilür.
Úaleme alınan mufaããal ve muòtaãar muóarrerÀt ve maúÀlÀt ve kütüb ve
resÀéilce tehõìb, uãÿl-i meõkÿreye tÀbièdir.
Yazılan şeyleri úaleme alanlar o şeyleri başúalarınıŋ eåerlerinden èadd ile
biéõ-õÀt naôar-ı iètirÀøa taúrìb eyledikleri óÀlde ıãlÀóca òaylì istifÀde idebilürler.
ŞÀyÀn-ı ıãlÀó olan eåerlerde aóvÀl-i Àtiyyeden bir veyÀ bir úaç óÀl bulunur:
/340/
Bu kelimeniŋ mevøÿèı burası degil.
Şu kelime taúdìm ve bu kelime teéòìr olunmalı idi.
Şurasında noúãÀn var.
Bu ziyÀdedir.
Bu kelime, yÀòud bu kelÀm veyÀ şu fıúra lüzÿmsuzdur.
Şu vaãf mevãÿfa muvÀfıú degil.
Şu lafôlar, yÀòud cümleler beynlerinde muùÀbaúat veyÀ münÀsebet,
yÀòud irtibÀù görünmüyor.
İfÀde bu ùarzda olsa idi istifÀdece daha ziyÀde sühÿlet olur idi.
Şu lafôda, yÀòud şu terkìbde tenÀfür var.
Burada taèúìd, yÀòud øaèf-ı teélìf var.
Şu kelÀmda tehõìb ü tenúìóe iótiyÀc görineyor.
Şu taórìrÀt güzel úaleme alınmış, úaleme alınışına ve elfÀô u maènÀnıŋ
intiôÀmına diyecek yoú, faúaù mürselün ileyhiŋ şÀn veyÀ óÀl, yÀòud derece-i
idrÀk ve istifÀdesiyle mütenÀsib degil.
425
Şu ifÀde münÀôaradan òÀlìdir.
Burası ÀdÀb-ı èumÿmiyyeye muàÀyirdir.
Şu ciheti ÀdÀb-ı milliyyeye muvÀfıú degil.
Şu söz vaút ü óÀliŋ iútiøÀsına göre degil.
VÀrid olacaú iètirÀølarıŋ başlucaları aóvÀl-i meõkÿreden èibÀretdir.
ÚudemÀ-yı udebÀ-yı èArab’ıŋ baèøıları úaleme aldıúları şeyleriŋ tehõìb ü
tenúìóine iètinÀ-yı èaôìm gösterdükden ãoŋra eåerlerini iètimÀd itdikleri /341/ aãóÀb-ı
maèlÿmÀta da èarø ile kendi idrÀkleriniŋ bÀlià olamayacaàı iètirÀø mevúièlerini
ögrenerek ıãlÀó iderler idi.
Naôm u neåriŋ tehõìbinde uãÿl-i meõkÿreye rièÀyet udebÀya ve èaleél-òuãÿã
nev-heveslere vÀcibdir.
ÁåÀr-ı èilmiyye ve edebiyyece diúúat ve iètinÀ umÿr-ı müteèddideden èadd
idilecek dereceye varsa biél-Àòire artıú her eåeriŋ uzun uzun ıãlÀóı tekellüfüne óÀcet
úalmayub óüsn-i tanôìm ve ifÀdece meleke óÀãıl olur.
Nev-hevesler yazacaúları eåerlere kendi èaúllarınıŋ irdigi úadar uãÿl-i
meõkÿre dÀéiresinde iètinÀ gösterdikden ãoŋra mahÀret ve iútidÀrca taãdìú-i
èumÿmìye maôhar olmuş õevÀtdan birisine de èarø u irÀée ve şÀyÀn-ı iètirÀø olan
maóalleri ıãlÀó itmedikce yalŋız kendüleriniŋ begenmeleriyle iktifÀ idüb de enôÀr-ı
èumÿmiyyeye vaøè ve neşr itmemelidirler. ZìrÀ her edìbiŋ iútidÀr ve maèlÿmÀt-ı
edebiyyesi sinn ü óÀl ve meşhÿdÀt ve müùÀlaèÀtınıŋ derecÀtiyle mütenÀsib olmaú
umÿr-ı ùabìèiyyedendir. Bir ãÀóib-i eåeriŋ yazacaàı şey sinn ü óÀline nisbetle her ne
úadar güzel görünse bile maèlÿmÀt ve iútidÀrı teraúúì itdikden ãoŋra öyle eåer
426
yanında pek çirkìn görinür. Neşr itmiş oldıàı óÀlde–imkÀn bulsa–ùoplayub maóv
itmesini arzu ider.
Tehõìb uãÿlüne rièÀyet mineél-úadìm èÀdÀt-ı merèiyyedendir. èUlemÀ-yı
İslÀmédan niceleri, úudemÀ-yı óükemÀnıŋ çoàı eåerlerini taãóìó itmiş ve óattÀ bir
vaút úaleme aldıúları eåerlerden èulÿm ve kemÀlÀt-ı müstaóãileleriniŋ teraúúìsinden
ãoŋra şÀyÀn-ı neşr èadd idemedikleri şeyleri ıãlÀó idüb /342/ maèlÿmÀt-ı aòìrelerine
nisbetle şÀnlarıyla mütenÀsib ve tehõìb ü taãóìó ile de derece-i maùlÿbeye ìãÀlini
mümkin görmedikleri eåerleri imóÀ itmişlerdir.
İmÀm Süyÿùì raóimahu’llÀh∗ kendi terceme-i óÀlini óÀvì olan eåerinde dir ki
“Bir vaút úaleme alub ãoŋraları àasl ve imóa eyledigim ÀåÀrdan başúa olmaú üzere
şimdiye kadar teélìf itmiş oldıàım kitÀblarıŋ miúdÀrı üç yüze bÀlià olmuşdur∗∗
Şu ifÀde, müşÀrun ileyh óaøretleri teélìf itmiş oldıàı kitÀblarıŋ bir ùaúımını
ãoŋra neşre şÀyÀn ve taãóìóe de úÀbil görmediginden imóÀ eyledigini göstereyor.
Müéellif meşhÿr Nivton’uŋ (Òoronolociya) diyü maèrÿf kitÀbını on beş ve
Kevın (Mimvar) nÀm kitÀbını ùoúuz defèa tehõìb eyledigi baèø eåerlerde görileyor.
Baèøan bir şey úaleme alınur. Yazıldıàı vaút ãÀóibine pek òoş görinür. Bir
gün ãoŋra naôar-ı diúúatine èarø itdikde içinde büyük bir münÀsebetsizlik, yÀòud
maóõÿrı cÀlib bir òaùÀ-yı èaôìm naôarına ilişür, yazılub da cihÀt-ı lÀzımesinden àaflet,
yÀòud bir óÀlet-i bì-úaydìye tebaèiyyetle ıãlÀh idilmeksizin neşr olunan eåerlerden,
yÀòud mürselün ileyhine gönderilen muhÀrrerÀtdan büyük büyük maóõÿrlar,
∗ Allah ona rahmet eylesin.
∗∗ İmÀm müşÀrun ileyh òaøretleriniŋ muéaòòaran tertìb idilmiş olan fihrist-i mü’ellefÀtına naôaran
teélìfÀtınıŋ miúdÀrı o derecede úalmayub dört yüz elli kitÀba bÀlià olmuşdur.
427
maøarratlar ôuhÿr itmiş, óattÀ pek cüzéì bir diúúatsizliú yÀòud iltizÀmsızlıúdan ãÀóib-
i eåer çoú vaútler tefeyyüøden maórÿm olmuşdur. /343/
ÚudemÀ-yı udebÀ tehõìbiŋ vaút-i iòtiyÀrına nıãfu’l-leyli taòãìã itmişlerdir.
Nıãfu’l-leylde aãvÀta inúıùÀè ve óarekÀta sükÿnet geleceginden fikrde cemèiyyet ve
òÀùırda ãafvet óÀãıl olur. Fikr-i õihni taòdìş idecek óÀllerden sÀlim ve úarìha ãÀfì
bulunur. Seóer vaúti, vaút-i hevÀ ve òıffet-i àıdÀ ile ber-À-ber nefs uyòuca òaùùını
tamÀmiyle istìfÀ itmemiş olmaúdan nÀşì tehõìb ü ıãlÀó-ı ÀåÀrca yarı giceden ziyÀde
münÀsib ise de òalúıŋ uyòudan úalúmaları, yolcılarıŋ yola óÀøırlanmaları gibi
gürültileri, óayvÀnÀtıŋ seslenmeleri, envÀrıŋ ùalìèalarıyla ôulümÀtıŋ çekilmege
başlaması seóer vaútinde oldıàından esbÀb-ı meõkÿreniŋ her birisi fikrdeki
cemèiyyeti ùaàıtmaàa õihni úarışdırmaàa taèalluú idecek birer èÀrıøadır. Gice yarısı
ise orùalıú sÀkin ve insÀn ve óayvÀnÀt hep sÀkit bulunmaúla ber-À-ber uyòunuŋ ve
àıdÀnıŋ bir dereceye úadar åıúleti de zÀéil olmuş olacaàından õihnde güşÀyiş ve
ãadrda inşirÀó bulunur. Teélìfce úalb münbasıù olur.
AãóÀb-ı úalemiŋ iştiàÀlÀt-ı fikriyyesi õihni yoracaú dereceye geldikde úalemi
elden bıraúub teneffüs itmeleri ve fÀriàu’l-úalb olmadıúca ele úalem almamaları
umÿr-ı lÀzıme ve muètenÀ bihÀdandır.
Úalbde firÀà ve arzu olmaksızın teélìf ü tanôìm-i eåer ile iştiàÀl, miède
mümtelì ve iştihÀ zÀéil olduúdan ãoŋra ùaèÀm yemek ve èaùşdan eåer yoàiken ãu
içmege beŋzer.
Farazdaú dimişdir ki “Baèøan öyle bir vaúte müãÀdif olurum ki o vaút bir
beyt söylemek benim içün bir diş çekdirmekden daha müşkil olur”.
Baèø udebÀ dir ki “Naômda şürÿèdan muúaddem maènÀyı ve ebyÀtdan
muúaddem /344/ úÀfiyeleri taóãìl itmek saŋa lÀzımdır.
428
ÒÀùırı bir vezn, bir revì üzre ikrÀh itmemeli, kelÀmda elfÀô-ı cezele intiòÀb
itmemeli, kelimÀt-ı reõìle intiòÀb eylememeli, kelÀm-ı sehl iòtiyÀr eylemeli kelÀm-ı
ãaèb intiòÀb itmemeli, ùatlı söz bulmalı, müstekreh söz bulmamalı, müstaósen
tedÀrikine baúılmalı, müstehcen söze raàbet gösterilmemeli, yoràunluú geldigi Ànda
naôm u neår ile iştiàÀli bıraúmalı: zìrÀ yoràunluúda keårete úıllet, nefse vÀridÀtca
òisset gelür. ÒavÀùırıŋ her birisi bu ãu menbaèı gibidir. Rıfú ile vÀridÀtı çoàalır.
ÒÀùıra sünÿó iden her güzel maènÀyı yazmalı, her fÀéideyi úayd itmeli. Úaydca
müsÀmaóa iòtiyÀr idilür ise o maènÀ ve fÀéide ãoŋra düşünmekle bulunamaz. ZìrÀ
efkÀrıŋ gösterecegi sÀnióalar berúiŋ parlaması ve naôarıŋ bì-úarÀr olan bir şey’i
görmesi gibidir”.
Tehõìb bir defèa ile iktifÀ idilmeyüb imèÀn-ı naôar-ı diúúatle tekrÀr ve ièÀde
idilmelidir.
429
ÜÇÜNCİ BÁB
‘İlm-i Bedìè BeyÀnındadır
(èİlm-i bedìè) muúteøÀ-yı óÀle muùÀbıú olan kelÀmdaki vücÿh-i taósìni
bildirir.
Vücÿh-i meõkÿreye ãanÀyiè-i bedìèiyye dinilür.
(äanÀyiè-i bedìèiyye) iki úısmdır. Birisi maènevì, dìger lafôìdir. /345/
BİRİNCİ FAäL
äanÀyiè-i Maèneviyye BeyÀnındadır
(1) äanèat-i ùıbÀk
Buŋa (muùÀbaúat), (teøÀdd), (taùbìú), (tekÀfü’) daòi ıùlÀú iderler.
Şu bedìèa beynlerinde teøÀdd ãÿretiyle veyÀ ãuver-i sÀéireden biriyle teúÀbül
olan iki maènÀyı cemè itmekdir.
Tebessümüŋle beni güldür öldür aàyÀrı
Bu (az) èamelde saŋa (çoú) åevÀb olur peydÀ
Pìrì-zÀde äÀóib
Ben şÀèirüm o úÀmet-i mevzÿnı (ùoàrısı)
Sevmem disem de bil ki (yalan) söylerem saŋa
Nedìm
430
beytlerinde oldıàı gibi.
MecrÀ-yı teúÀbül olan iki lafôıŋ yÀ ikisi de ism, yÀ ikisi de fièl, yÀ ikisi de
óarf veyÀ birisi ism, dìgeri óarf olur.
İkisi de İsme MiåÀl
Úaãd-ı sitem idersiŋ idüb àayre iltifÀt
Hep ãÿret-i (cefÀ)da idersiŋ (vefÀ) baŋa
Faãìó
İkisi de Fièle MiåÀl
Maórem olmış sÿrına úahbe cihÀnuŋ mÀtemi
Duòterin tezvìc iden mÀder hem (aàlar) hem (güler)
èAynì
/346/ İkisi de Óarfe MiåÀl
(Bì)-niúÀb u (bÀ)-niúÀb èarø-ı cemÀl eylerdi yÀr
Geh hilÀli bedr u geh bedri hilÀl eylerdi yÀr
Birisi İsm Dìgeri Óarfe MiåÀl
(Bì-) vücÿdum çün nigÀh ammÀ yerüm (var) dìdede
SÀye-i baòt-ı siyÀh altında buldum rifèati
Cevdet Paşa
ÙıbÀú iki nevèdir. Birisi ùıbÀú-ı ìcÀb, dìgeri ùıbÀú-ı selb.
ÙıbÀú-ı ìcÀb:
Yuúarudaúi miåÀllerde oldıàı gibidir.
431
ÙıbÀú-ı selb:
Birisi müåbet, dìgeri menfì, yÀòud birisi emr, dìgeri nehy olmaú üzre bir
maãdara tÀbiè iki fièliŋ beynini cemè itmekdir.
Müåbet ve Menfìye MiåÀl
(Açıldı ) àonçe ve lÀkin (açıl[ma]dı) göŋlüm
Emr İle Nehye MiåÀl
Tek raúìbe virme yüz èìdine úurbÀn it beni
Ey şeh-i mülk-i vefÀ úan (eyle) úÀnÿn (eyleme)
Tedbìc:
Baèøılarınıŋ (tedbìc) tesmiye itdikleri ãanèat daòi ùıbÀú envÀèından
maèdÿddur. /347/
(Tedbìc) luàatde tezyìn maènÀsınadır. Ehl-i bedìè ısùılÀóında medó, yÀòud
medóiŋ àayrı bir maènÀdan kinÀye veyÀ tevriye úaãdıyla beynlerinde teøÀdd, yÀòud
şibh-i teôÀdd olan iki maènÀyı cemè itmekdir.
Birincisine MiãÀl
“Nÿr ile ôulmetiŋ bir kelÀmda õikriyle nÿrdan èilm ve ôulmetden cehl” murÀd
olunması gibi. Buŋa (tedbìc biél-kinÀye) ıùlÀú olunur.
İkincisine MiåÀl
Gül ruòlerinüŋ alı beni èışúa düşürdi
ÒÀl-i siyehi eyledi sevdÀya giriftÀr
beytidir. Şu beytdeki (al) ile (sevdÀ) beyninde şibh-i teøadd olub (al) úırmızı ve óìle
maènÀlarını ve (sevdÀ)ya siyÀhlıú ve èillet-i cünÿn maènÀlarını óÀvì oldıàı óÀlde
432
burada tevriye ùarìúiyle her birisinden murÀd ikinci maènÀdır. Buŋa (tedbìc bi’t-
tevriye) tesmiye olunur.
ÙıbÀú-ı tesebbüb:
Şu bedìèa da ùıbÀúdan maèdÿddur.
Birisi dìgerine muúÀbil görünmese bile èalÀúa-i mecÀziyye ile muúÀbil
görinen iki maènÀnıŋ beynini cemè itmekdedir.
MiåÀl
Öldürmiş idi derd-i firÀúı beni yarüŋ
Luùf eyledi vaãlı ile úıldı yine ióyÀ
beytidir. Bundan murÀd (öldürmiş idi), (úıldı yine ióyÀ) taèbìrleriniŋ /348/ maènÀ-yı
óaúìúìleri olmayub mutaøammın olduúları (mevt) ve (óayÀt) lafôlarınıŋ maènÀ-yı
mecÀzìleridir ki “Pek müte’eååir iken teéeååürüm zÀéil oldı” dimekdir.
(2) MürÀèÀt-ı naôìr ãanèatı
Buŋa (tenÀsüb) daòi dirler.
Bir şey’i–kendüsine teøÀdd ãÿretiyle muúÀbil olmaya[n]–sÀéir bir şey-i
münÀsib yÀòud eşyÀ-yı münÀsibe ile cemè itmekdir.
Şükÿfe úalmadı gülşende yoú çemenden eåer
ÒazÀn irişdi bahÀruŋ yerinde yeller eser
beytindeki (şükÿfe), (gülşen), (çemen), (òazÀn), (bahÀr) gibi.
TeşÀbühü’l-eùrÀf:
Şu bedìèa daòi mürÀèÀt-ı naôìrden maèdÿddur. MaènÀca kelÀma bidÀyetine
muvÀfıú olan lafô ile nihÀyet virmekdir. æÀbit’iŋ
Zülfi gibi elinde siyeh dest-mÀlinüŋ
Hep tÀr-u-pÿdı rişte-i sev[da]dan örmedür
433
beyti gibi.
Şu beytdeki (dest-mÀl), (tÀr-u-pÿd), (rişte) eşyÀ-yı mütenÀsibedir. Faúaù
bidÀyet-i beytde vÀúiè zülf ile nihÀyet-i beytdeki (örme) lafôı ôÀhirde mütenÀsib
olmadıàından (rişte-i sevdÀdan örmedür) ãÿretiyle terekküb itdikden ãoŋra zülf ile
kesb-i tenÀsüb ider.
ÍhÀm-ı tenÀsüb:
Şu bedìèa mürÀèÀt-ı naôìre mülóaúdır.
Beynlerinde tenÀsüb olmayan ve faúaù maènÀ-yı maúãÿdca münÀsebeti óÀvì
/349/ olan iki şey’iŋ beynini cemè itmekdir. æabitéiŋ
Her kes nevÀl-i sufre-i òºÀhişde müstefìd
ÒºÀn-ı èaùiyyeden baŋa mÀ-fiş nevÀl-i èìd
beytinde oldıàı gibi.
Şu beytde (nevÀl), (sufre), (òºÀn), (èaùiyye), (nevÀl-i èìd) lafôlarınıŋ her birisi
dìgeri ile mütenÀsibdir. Faúaù (mÀ-fiş) lafôınıŋ iki maènÀsı vardır ki evvelen lisÀn-ı
èArabì’de “anda bir şey yoúdur” meéÀlini müşèir olan (mÀ fìh şey’) taébìrinden
muòaffef ve “yoúdur” maènÀsında müstaèmeldir. æÀniyyen ùaèÀm-ı maèlÿmuŋ
ismidir. Burada meõkÿr eşyÀ-yı mütenÀsibe óükmünce ùaèÀm maènÀsı tevahhüm
olunur ise de beytiŋ sıyÀú u sibÀúı teéemmül olunduúda dìger maènÀya óamli
münÀsib olacaàı aŋlaşılur.
(3) äanèat-i irãÀd
Buŋa (teshìm) daòi dinilür.
(İrãÀd) luàatde bir şey’e gözci naãb itmekdir.
434
Ehl-i bedìè ıãùılÀóında beytiŋ, yÀòud fıúranıŋ ibtidÀsında bir taèbìr getirmekdir
ki harf-i revì∗maèlÿm oldıàı óÀlde o taèbìr o beytiŋ yÀòud o fıúranıŋ Àòirine delÀlet
ide. MeåelÀ Fuøÿlì’niŋ
Ùutışdı àam odına şÀd gördigüŋ göŋlüm
Muúayyed oldı ol ÀzÀd gördigün göŋlüm
maùlaèını óÀvì olan àazeliniŋ úÀfiyesi ve óurÿf-ı revìsi maèlÿm olduúda şu àazeliŋ
ikinci beyti olan /350/
DiyÀr-ı hicrde seyl-i sitemden oldı òar[À]b
FeøÀ-yı èışúda ÀbÀd gördigüŋ göŋlüm
beytiniŋ mıãrÀè-ı evveli oúunmasıyla ber-À-ber şu beyti külliyyen işitmemiş olan bir
õevú-i selìm ãÀóibi birinci beytden ögrendigi óarf-i revìniŋ ve (seyl-i sitemden oldı
òarÀb) taèbìriniŋ delÀlet-i vÀøıóasıyla mıãrÀè-ı åÀnìniŋ óarf-i revìyi şÀmil olan
kelimesi (ÀbÀd) lafôı oldıàını der-óÀl fehm ider.
(4) äanèat-ı müşÀkele
Biz söze münÀsebet ve taèalluúı olmayan bir lafôı başúa bir şeyéiŋ óüccetinde
vÀúıè olmaúdan nÀşì o söze nisbet ve iøÀfe ile õikr itmekdir. Bu ãÿret yÀ taóúìúì, yÀ
taúdìrì olur.
Taóúìúìye MiåÀl
Fuøÿlì’niŋ
KemÀl-i óüsn-i aòlÀúuŋ beyÀn eyler açılduúça
Semen mecmÿèası, nesrìn kitÀbı àonçe ùomarı
∗ (Óarf-i revì) beytiŋ úÀfiyesinde, yÀòud fıúranıŋ sec‘inde tekerrür iden óarfdir.
435
beytidir. TaòayyülÀt-ı şÀèirÀne óükmünce muòÀùab şÀèirle úonuşurken gÿyÀ “Benim
aòlÀúımı beyÀn idecek bir kitÀb var mıdır” dimiş de anıŋ üzerine şÀèir şu beyti
söylemiş farø olur.
Semene mecmÿèa, nesrìne kitÀb, àonçeye ùomar lafôlarınıŋ (teşbìhden ãarf-ı
naôarla) münÀsebet-i óaúìúiyyeleri yoàiken ãoóbete tevfìú içün o ãÿretle iôÀfeleri
iltizÀm olunmuşdur.
Taúdìrìye MiåÀl
Bir çıplaú faúìre “CÀnıŋ [ne] yemek istiyor” dinilmesine “Bir entari /351/
yemek istiyor” cevÀbını virse taóúìúì ve óasbe’l-òiùÀb úarìne óükmünce “yemek
istiyor” taèbìrini terk ile “bir entari” dimekle iktifÀ itse taúdìrì olur.
(5) äanèat-ı müzÀvece
Şarù ve cezÀda–her birisi üzerine terettüb itdirilen maènÀ dìgeri üzerine
terettüb itdirilmek şarùıyla–iki maènÀ beyninde müzÀvece ìúÀè olunmasıdır. NÀbì’niŋ
Ben pür olsam ol tehìdür, ol pür olsa ben tehì
SÀàar-ı meydür bu bezm-i àamda hem-meşreb baŋa
beytinde oldıàı gibi. Birinci şarù (ben pür olsam), ikinci şarù (ol pür olsa), birinci
şarùıŋ cezÀsı (ol tehìdir), ikinci şarùıŋ cezÀsı (ben tehì) taèbìrleri olmaàla iki maènÀ
beyninde bu ãÿretle izdivÀc ìúÀè idilmişdir.
(6) äanèat-ı èaks
Şu bedìèa, kelÀmda bir cüzéi dìger cüzé üzerine taúdìmden ãoŋra teéòìr
idilmiş olan cüzéi taúdìm ve dìgerini teéòìr itmekdir.
äanèat-ı meõkÿrede vücÿh-i èadìde cereyÀn ider.
(EvvelÀ) bir cümleniŋ eóad-ı ùarafeyninden birisiyle buŋa muøÀf olan bir şey
beyninde vÀúiè olur.
436
(æÀniyyÀ) iki cümlede olan iki fièliŋ müteèalliúleri beyninde olur.
Geh bülendi pest ider, gÀhì ider pesti bülend /352/
MuúteøÀ-yı gerdiş-i dolab-ı èÀlem böyledür
beytinde oldıàı gibi.
(æÀliåÀ) iki cümleniŋ iki ùarafındaki iki lafô beyninde vÀúiè olur.
æimÀruŋ toòmdandur neşéeti toòmuŋ åemerdendür
mıãrÀèında oldıàı gibi.
(7) äanèat-ı rücÿè
(Rücÿè) bir söz söyledikden ãoŋra nükte üzerine o sözüŋ naúøıyla naúìøine
rücÿè itmekdir. Maèrifet-nÀme ãÀóibi İbrÀhìm Óaúúì meróÿmuŋ şu beyti gibi
Kendümi bir óisÀba ãaymaz iken
èÁrif oldum ki hep óisÀb imişem
Baèøan o sözüŋ naúøıyla başúa söz ìrÀd olunur.
RuòãÀrını cÀnÀnuŋ Àyìneye beŋzetdüm
VÀh vÀh ne òaùÀ itdüm ayı neye beŋzetdüm
beytinde oldıàı gibi.
(8) äanèat-ı tevriye
Şu bedìèa, birisi úarìb, dìgeri baèìd iki maènÀyı óÀvì bir lafô ìrÀd ile maènÀ-yı
úarìbiŋ murÀd olunmasıdır.
MaènÀ-yı úarìb, istièmÀli keåìr, maènÀ-yı baèìd, istièmÀli baèìd olan maènÀdır.
Şu maènÀlar gerek óaúìúì olsun, gerek mecÀzì: iki ãÿretce mecrÀ-yı tevriye olabilür.
Tevriye iki dürlüdür. Birincisi mücerrede, dìgeri müraşşaóa:
(Tevriye-i mücerrede)yi óÀvì kelÀmda maènÀ-yı úarìbe mülÀyim bir şey õikr
olunmaz. Nev-res-i Úadìm’iŋ /353/
437
MìzÀna ur görüşdigüŋ iòvÀnı el-óaõer
Reh-ber taãavvur eyledigüŋ reh-zen olmasun
beytinde oldıàı gibi.
(MìzÀna ur) taèbìriniŋ maènÀ-yı úarìb ve óaúìúìsi “terÀzÿya çek” dimekdir.
KelÀmda şu maènÀya mülÀyim olacaú dirhem, oúúa, noúãÀn, tamÀm gibi bir lafô õikr
olunmamışdır. MaènÀ-yı baèìd-i mecÀzisi “tecribe it” dimek olmaàla bu maúÀmda
maúãÿd budur.
(Tevriye-i müraşşaóa)yı óÀvì kelÀmda maènÀ-yı karìbe mülÀyim bir şey õikr
olunur. ÓÀõıú’ıŋ
Virdüm göŋül o gül ruòuŋ Àlına aldanub
İtmezdi kimse eyledigüm rengi ben baŋa
beytinde oldıàı gibi. Bunda Àl lafôınıŋ iki maènası var. MaènÀ-yı úarìbi (úırmızı reng)
ve şu maènÀnıŋ mülÀyimi kelÀmda meõkÿr (gül ruò)dur. Maúãÿd maèna-yı baèìdi
olan “óìle”dir.
(Reng) lafôınıŋ daòi bir maènÀ-yı úarìbi vardır ki “levn” ve bir de maèna-yı
baèìdi vardır ki “óìle”dir. (Gül ruò) ve (Àl) lafôları (al) ve (reng) lafôlarınıŋ ikisinde
de tevriye-i müraşşaóa var.
(9) Leff ü neşr ãanèatı
Müteèaddid şeyleri õikr itdikden ãoŋra bunlardan her birisine taèalluú iden bir
şeyéi sÀmièiŋ mÀ-hüve-lehine redd idecegine iètimÀden taèyìn itmeksizin õikr
itmekdir.
Bu da iki dürlüdür: /354/
Birincisinde eşyÀ-yı müteèaddideniŋ o ãÿretle õikri tertìb üzre cereyÀn ider.
NÀbìéniŋ
438
BÀàa gel úadd ü ruò u òÀlüŋ görüb olsun òacìl
Serv gülden, gül úaranfülden, úaranfül lÀleden
beytinde oldıàı gibi, buŋa (leff ü neşr-i müretteb) dinilür.
İkincisinde tertìbe rièÀyet olmaz. Fuøÿlì’niŋ
èAks-i rÿyuŋ ãuya ãalmış sÀye zülfüŋ ùopraàa
èAnber itmiş ùopraàuŋ ismin, ãuyuŋ adın gül-Àb
beytinde oldıàı gibi. Buŋa da (leff ü neşr-i àayr-i müretteb) dinilür.
(10) Cemè ãanèatı
Şu bedìèa müteèaddid şeyleriŋ beynini bir óükmde cemè itmekdir.
Òulÿãì Dede’niŋ
Yek siriştüz biz óavÀss-ı òamseden ayrılmayuz
Bir úadeó, bir bÀde, bir mey-óÀne, bir ben, bir óabÀb
beytinde oldıàı gibi.
(11) Tefrìú ãanèatı
Medó veyÀ õemm gibi umÿrca iki şey beyninde tebÀyün vuúÿèa getirilmesidir
ki mütekellim, yÀòud şÀèir àaraøınıŋ ziyÀdeligini göstermek üzre umÿr-ı meõkÿreden
iki şey beyninde iútiøÀya göre farú gösterir.
Ruòuŋla mihr-i èÀlem-tÀba kimdür söyleyen birdür
O ecsÀma senüŋ ruòsÀruŋ ervÀóa müéeååirdür
beytinde oldıàı gibi. /355/
(12) Taúsìm ãanèatı
Müteèaddid õÀt veyÀ şeyleriŋ õikrinden ãoŋra her birisine taèalluú iden bir
şeyéi taòãìã ve taèyìn ãÿretiyle nisbet itmekdir. Fuøÿlìéniŋ ÚÀnÿnì SulùÀn SüleymÀn
Óaøretleri’ni medóde
439
Óaúú iki èÀdil äüleymÀn óÀkim itmiş èÀleme
Evvel ü Àòir úılub sırr-ı èadÀlet ÀşikÀr
Ol SüleymÀnéuŋ şükÿhi dìve ãalmış rüsteòìz
Bu SüleymÀn ãavleti küffÀrı itmiş tÀr-u-mÀr
beytlerinde oldıàı gibi.
Bunuŋ leff ü ne[ş]rle farúı şudur ki leff ü ne[ş]rde eşyÀ-yı müteèaddideye
taèalluú iden şeyleriŋ mÀ-hüve-lehlerine reddi sÀmièe óavÀle olunur. Bunda her
birisiniŋ müteèalliúi yÀ ãarÀóaten, yÀòud ãıfat-ı kÀşifesini tevøìóen irÀée ve taèyìn
idilür.
(13) Cemè maèaét-tefrìú ãanèatı
İki şey bir maènÀya idòÀl olunduúdan ãoŋra her birisi bir cihetle tefrìú
olunmaúdır. NÀbìéniŋ
BinÀ-yı intiôÀm-ı dìn ü dünyÀya idüb Àlet
ZebÀna nuùú virmiş, gÿşa virmiş úuvvet-i ıãàÀ
beytinde oldıàı gibi. ZebÀn, gÿş intiôÀm-ı dünyÀnıŋ binÀsına müctemièen Àlet oldıàı
gösterildikden ãoŋra her birisi birer òaãìãa ile tefrìú olunmuşdur.
(14) Cemè maèaét-taúsìm ãanèatı
Müteèaddid şeyleri bir óükm dÀéiresinde cemè itdikden ãoŋra her birisini
/356/ óükme taúsìm itmekdir. BÀkì’niŋ
Yayıldı baóå-i laèl ü òaùù u òÀlüŋ bÀà-ı RıêvÀn’da
äuyın kevåer, nebÀùı[n] ney-şeker, òÀkin èabìr itdi
beytinde oldıàı gibi.
440
(15) Tecrìd ãanèatı
Şu ãanèat edebiyyÀt-ı èArabiyye’de vücÿh-i èadìde ile müstaèmel olub
lisÀnımızda vücÿh-i meõkÿreniŋ hepsi müstaèmel degildir.
Vücÿh-i müstaèmeleniŋ birisi mütekellim, teéeååür-i vicdÀnìye binÀéen õevi’l-
èuúÿlden olmayan bir şeyden úÀbil-i òiùÀb bir insÀn nezè (?) ve taòayyül iderek anı
muòÀùab ittiòÀõ itmesidir. Cevdet Paşa’nıŋ
Ey şÀne úìl ü úÀl ile tel úırmadan varub
Şeró eyle yÀre óÀl-i perì-şÀnı mÿ-be-mÿ
ve ke-õÀlik müşÀrun ileyhiŋ
YÀrün aàzın ara ey bÀd-ı ãabÀ dir mi èaceb
Bir de İstanbul’a Cevdet gelür in-şa’allÀh
ve BehÀyì’niŋ
Ne tesòìr itdi gülzÀrı ne urdı Àteşe óÀrı
Yine ùurmaz oúursıŋ rÿz u şeb evrÀduŋ ey bülbül
beytlerinde oldıàı gibi.
Dìger vech, mütekellim nefsini, bir şaòã-ı Àòer maúÀmına iúÀme ile aŋa
òiùÀben söz söylemesidir. Fuøÿlì /357/
Ey Fuøÿlì nÀvek-i Àhumla aldum intiúÀm
Döne döne gerçi bì-dÀd itdi çerò-i dÿn baŋa
Baèøan mütekellim nefsini insÀnıŋ àayrı bir şey farø iderek aŋa òiùÀben söz
söyler. Nedìméiŋ
Ey Nedìm ey bülbül-i şeydÀ niçün òÀmÿşsıŋ
Senden evvel çoú nevÀlar güft-ü-gÿlar var idi
beytinde oldıàı gibi.
441
Tecrìdiŋ iltifÀta èÀéid olan baèø ciheti (èilm-i maèÀnì) bÀbında õikr
olunmuşdur.
(16) MübÀlaàa-i maúbÿle ãanèatı
(MübÀlaàa-i maúbÿle) bir mevãÿf óaúúında ìrÀd olunacaú vaãfıŋ iddièÀ
ùarìúiyle óadd-i istibèÀd ve imtinÀèa vardırılmasıdır.
Şu ãanèat teblìà, iàrÀú, àulüvv úısmlarını óÀvìdir.
(Teblìà) hem èaúlen, hem de èÀdeten mümkin olan vaãfdır. Nefèìéniŋ
Bir avuc gevher ãaçardı èÀleme gÿyÀ kefüŋ
äaldıàınca düşmene gÀhì muraããaè şeş-peri
äafÀ-yı cÀvidÀnìdür neşÀù-ı luùfı aóbÀba
BelÀ-yı nÀ-gehÀnìdür òayÀl-i tìgi aèdÀya
beytleri gibi.
(áulüvv) èaúlen ve èÀdeten mümteniè olan vaãfdır. /358/ Nefèì’niŋ
MÀ-hiyyeti ger olsa cemÀdÀta mürebbì
Taãvìr-i hacer kesb-i kemÀl-i beşer eyler
beyti gibi.
áulüvvde taòayyül olunan vaãf parlaú ve güzel olur ise (àulüvv-i müstaósen)
olur. Ke-õÀlik Nefèì’niŋ
Virse ùabè-ı Àteşe ger berú-ı tìài terbiyet
Maèden-i elmÀs iderdi tÿde-i òÀkisteri
beyti gibi.
442
Hezl ve òiffet maúÀmında getirilür ise (àulüvv-i mecÀz) olur. Yine Nefèì’niŋ
bir at vaãfında
BurÀú-ÀsÀ zemìnden her èazìmet itse eflÀke
İder sürèatde sebúat tìr-i Àh-ı èarş-peymÀya
Yedisinde güõer eylerdi nemnÀk olmadan pÀyi
Eger yolı teãÀdüf itse gÀhì heft deryÀya
beytlerinde oldıàı gibi.
LÀkin àulüvvde teşbìh ãÿreti iltizÀm olunmadıàı taúdìrde èÀdeten ve èaúlen
àayr-ı mümkin olan evãÀfıŋ ìrÀdında leùÀfet görünse bile taãvìr-i òayÀl gibi şÀèir ve
mütekellimiŋ iútidÀrını irÀéeden başúa fÀéide óiss olunamaz. ZìrÀ bir mevãÿfı ittiãÀfa
lÀyıú olmadıàı bir vaãf ile tavãìf içün itèÀb-ı õihn olunması èabeåle iştiàÀldir dimekde
tereddüd idemeyiz. Bunuŋla /359/ ber-À-ber Fuøÿlìéniŋ bir emìr vaãfındaki
Taãavvur eylemek olmaz saŋa mÀnend bir kÀmil
HemÀnÀ sende òatm olmış kemÀl-i úudret-i BÀrì
beyti gibi söz merÀsim-i dìniyye ve ÀdÀb-ı milliyye dÀéiresinden daòi çıúar ise
merdÿdiyyeti fevúaél-óadd èadd olunacaú bir dereceye varmış olur.
(17) Meõheb-i kelÀmì ãanèatı
Şu ãanèat mütekellimìn ùarìúi üzre kelÀmda maùlÿb içün óüccet getirilmekdir.
Óamd-ı bì-óad dem-be-dem ol Mübdiè-i eşyÀya kim
Òilúat imkÀn-ı vücÿd-ı õÀtını ìcÀb ider
gibi.
443
(18) Óüsn-i taèlìl ãanèatı
Bir vaãf içün àayr-ı óaúìúì bir iètibÀr-ı laùìf ile o vaãfa münÀsib bir èillet
iddièÀ olunmaúdır.
äanèat-ı meõkÿrede vücÿh-i Àtiyye cereyÀn ider:
(EvvelÀ) ìrÀd olunacaú vaãf bir ãıfat-ı åÀbite olur da kelÀmda o ãıfata èÀéid
olacaú èilletiŋ beyÀnı úaãd olunur.
(æÀniyyÀ) vaã[f] bir ãıfat-ı gayr-ı åÀbite olur da iåbÀtı murÀd idilür.
Birinci nevè iki ãÿretden òÀlì olamaz.
äÿret-i ÿlÀca kelÀmda õikr olunan ãıfata taèalluú idecek bir èillet meõkÿr
olmasa bile vaãf bir èillet-i èadiyyeye maèlÿl görinür. Fuøÿlìéniŋ
DÀne ùopraú içre şiddet çekdigiçün nice gün
Baş çeküb òarmenlenür ÀrÀyiş-i bostÀn olur
/360/ beytinde oldıàı gibi. (DÀne)niŋ òarmenlenüb ÀrÀyiş-i bÿstÀn olmasına (ùopraú
içinde nice günler şiddet çekmesi) èillet gösterilmiş ise de õerre gibi bir ufaú toòmuŋ
ùopraúdan baş gösterüb minÀre gibi büyümege ùopraú altında nuãretle kesb-i istièdÀd
ü úÀbiliyyet eylemesi aókÀm-ı òafiyyeden maèdÿd olmaàla beytde gösterilen èillet
pek èÀdìdir.
äÿret-i åÀniyyece vaãf içün kelÀmda meõkÿr olan èillet pek èÀdì olub èillet-i
óaúìúiyye ise òafì olmamaú üzre bedÀheten maèlÿm olmaúdır. Cevdet Paşaénıŋ
Ùayanmaz tÀb-ı ruòsÀrıŋa nÿr-ı dìde ey meh-rÿ
Anıŋçün çeşmimüz muótÀc-ı cÀm-ı dÿr-bìn olmış
beytinde oldıàı gibi. Gözüŋ dÿr-bìne iótiyÀcı vaãfına tÀb-ı ruòsÀra ùayanmaması èillet
gösterilmiş ise de bu èillet fikr-i şÀèirÀnece taãarrufdan neşéet itmiş bir èillet-i
èÀdiyyedir. ZìrÀ bedìhìdir ki gözüŋ cÀm-ı dÿr-bìne (gözlüge) iótiyÀcı vaãf-ı
444
èÀrıøìsiniŋ èillet-i óaúìúiyyesi bÀãıraca rüéyete taèalluú iden èÀrıøa-i øarÿriyyedir. Bu
ãÿret şÀèirce maèlÿm oldıàı óÀlde maømÿnca o ãÿretle taãarruf gösterilmesi ãÿret-i
müteòayyilede óüsn-i taèlìldir.
İkinci nevè–õikr oldundıàı üzre iåbÀtı murÀd olunan ãıfatdır–yÀ mümkin,
yÀòud àayr-ı mümkin olur.
Mümkine MiåÀl
Başuma sevdÀ getürmişdi siyeh kÀküllerüŋ
Şerbet-i laèlüŋ òalÀã itdi o sevdÀdan beni
/361/ beytidir. Şu beytdeki (sevdÀ) bir ãıfat-ı àayr-ı åÀbitedir ki kÀkülleriŋ
merÀúından neş’et itmiş ve şerbet-i laèliŋ èilÀcıyla zÀéil olmuşdur. Bu ãÿret
mümkinÀtdandır.
áayr-ı Mümkine MiåÀl
Degül òaùùuŋ cemÀlüŋ tÀ ki aàyÀr itmesün rüéyet
Óarìr-i Àhdan ruòsÀruŋa nesc-i niúÀb itdüm
beytidir. Şu beytdeki (cemÀl) bir ãıfat-ı àayr-ı åÀbitedir ki òaùù ôuhÿriyle zÀéil olub
ruòsÀra óarìr-i Àhdan nesc-i niúÀb olunması mümkinÀtdan àayr-ı maèdÿd iken òaùùla
bu ãıfatıŋ vech-i òayÀl üzre iåbÀtı úaãd olunmuşdur.
(19) Tefrìè ãanèatı
Bir şeyéiŋ iki müteèalliúinden birisi içün óükm virildikden ãoŋra dìger
müteèalliú içün o óükm başúa bir ferè gösterecek ãÿretde kelÀmca taãarruf icrÀsıdır.
Fuøÿlì’niŋ
Ehl-i kemÀle cÀhil eger úadr úılmasa
Maèõÿrdur melÀmetin itmek revÀ degül
445
CÀhil tabìèatinde meõÀú-ı kemÀl yoú
Her nefse iútidÀ-yı ùabìèat òaùÀ degül
Ülfet hemìşe ferèi olur ÀşinÀlıàuŋ
CÀhil faøìlet ehli ile ÀşinÀ degül
naômında oldıàı gibi. Bundan cÀhiliŋ ehl-i kemÀli taúdìr itmemesi /362/
maèõeretinden nÀşì oldıàına óükm virilmiş ve ãoŋra bu óükmden cÀhiliŋ faøìlet ehli
ile biéù-ùabè ÀşinÀ olamayacaàı óükmi tefrìè idilmişdir.
(20) Teékìdü’l-medó bimÀ-yüşbihüéõ-õemm ãanèatı
LisÀn-ı medóe alınan kimse óaúúında bir ãÿretle medó ìrÀd olunduúdan ãoŋra
bir de õemme beŋzeyecek ãÿ[re]tle dìger bir medó ìrÀd olunmaúdır.
MiåÀl
“FülÀn òÀne-dÀna èayb èadd olunacaú hìç bir óÀl nisbet olunamaz. Yalŋız şu
óalleri vardır ki müsÀfirleri vaùan ve aóibbÀnıŋ nisyÀnıyla levm olunur” kelÀmında
oldıàı gibi. Şu medó õemme beŋzer ise de müsÀfirlere vaùan ve aóibbÀyı unutduracaú
derecede ikrÀm itdiklerini müşèir olmaàla medó-i dìgerdir.
(21) Teékìdüéõ-õemm bimÀ-yüşbihüél-medó ãanèatı
LisÀn-ı õemme alınan bir şaòã óaúúında bir söz ìrÀd olunduúdan ãoŋra bir de
medóe beŋzeyecek ãÿretde dìger bir õemm ìrÀd olunmaúdır.
ÓumeúÀ-yı zamÀneden birisi
Düzd-i maènÀdan eyleyüb şekvÀ
Didi naômumdaki óayÀlÀtı
Çaldılar hep birer birer şuèarÀ
446
Fi’l-óaúìúa sözünde gerçek imiş
Gördüm eşèÀrı cümle bì-maènÀ
naômında oldıàı gibi.
(22) İstibÀè ãanèatı /363/
Bir şey’i bir ãÿretle medó itmekdir ki başúa bir medói daòi mutaøammın ola.
MiåÀl
“FülÀn õÀt idÀre-i umÿrca pek muvaffaú olub hìç bir vaút ı[ã]lÀóÀt içün
şiddete iótiyÀcı olmaz” gibi ki mekÀrim-i aòlÀúı muvaffaúıyyetini teémìn ider
demekdir. Birinci fıúra muvaffÀúıyyetini gösterüb fıúra-i åÀniyye mekÀrim-i aòlÀúa
taèalluú iden dìger medói şÀmil ve birinci medói müstebièdir.
(23) äanèat-ı idmÀc
Şu ãanèat, medó veyÀ õemmi óÀvì kelÀmıŋ bir vechle sevúidir ki o kelÀmıŋ
şÀmil oldıàı maènÀ başúa bir maènÀyı da mutaøammın ola.
MiåÀl
“FülÀn kimse bir ôÀlimdir ki ayaú baãdıàı yerde ãalÀó ve taúvÀ daòi úalmaz”
gibi ki hem ôÀlim, hem de mürevvic-i fesÀd ve sÿ-i aòlÀú oldıàını gösterir.
İdmÀc ile istibÀè beyninde farú şudur ki istibÀè medóe maòãÿã olub idmÀc
hem medó, hem de õemmde cereyÀn ider.
(24) äanèat-ı tevcìh
Buŋa (ìhÀm) ve (muótemelü’ø-øıddeyn) daòi dinilür.
äanèat-ı meõkÿre bir sözi bir vechle ìrÀd itmekdir ki hem medóe, hem de
õemme iótimÀli óÀvì ola.
447
MiåÀl
Bir iş görüb de gördigi iş eyü mi oldı fenÀ mı? iştibÀh gösteren bir şaòãa
òiùÀben “Bir iş gördüŋ ki bundan ziyÀde bir şey /364/ olamaz” dinilmesi gibi: bu
sözde “Bundan ziyÀde eyü, yÀòud bundan ziyÀde fenÀ bir şey olamaz” ãÿretleriniŋ
ikisine de iótimÀl bulunur.
Mevúiè-i şümÿlünde ibhÀm görinen kelÀm daòi bu ãanèatdan maèdÿddur.
Úadrine lÀyıú olan cÀmeyi giydürdi aŋa
mıãrÀèında oldıàı gibi. Şu mıãrÀèdaki (lÀyıú) lafôınıŋ mutaøammın oldıàı liyÀúat, o
cÀmeyi giydirene mi, yoúsa giyene mi müteèalliúdir? Mübhem olmaàla iki ãÿrete de
muótemel görinür.
(25) äanèat-ı hezl
Bir sözi laùìfe ve laàv ãÿretiyle ìrÀd, meéÀlinden ciddiyyet murÀd itmekdir.
MiåÀl
Bir dilim nÀn gitmiyor sensüz boàazumdan benüm
Gel beri gel yanuma nÀzlı finom oş oş meded
NÀbì — HevÀ’iyyesinden
(26) TecÀhülü’l-èÀrif ãanèatı
Mütekellimiŋ bildigi bir şey’i bilmez ùarzında ìrÀd itmesidir.
ÓÀmid-i Ámidì’niŋ
Bezme geldüŋ göz yumub açunca mihmÀn olmaduŋ
Bilmem ey Àhÿ-yı vaóşì gördigüm ruéyÀ mıdur
beyti gibi.
448
(27) Úavlün bi’l-mÿcib ãanèatı
Mütekellim, muòÀùabıŋ sözini nefy ile ber-À-ber o kelÀmıŋ ìcÀb eyledigi şey’i
iètirÀf daòi itmesidir. /365/
MiåÀl
“Şu Àdeme bir dayaú mı urduŋ” su’Àline cevÀben “Òayır bir dayaú urmadım,
on dayaú urdum” dinilmesi gibi.
449
İKİNCİ FAäL
äanÀyiè-i Lafôiyye BeyÀnındadır
(1) äanèat-ı cinÀs
Şu bedìèa iki lafôın vücÿh-i muòtelife ile óurÿf ve hey’etce yek-dìgerine
müşÀbehetidir.
äanèat-ı meõkÿre birisi tÀmm, dìgeri nÀúıã úısmlarına munúasim olub her
kısm daòi envÀè-ı muòtelifeyi óÀvìdir.
(CinÀs-ı tÀmm)
İki lafôıŋ envÀè ve aèdÀd-ı óurÿf ve hey’Àt-i tertìbce beynlerinde teşÀbühüŋ
vücÿdıdır.
MümÀåil — TeşÀbühüŋ iki ism beyninde cereyÀnıdır.
İtme istibèÀd òoş gelse fiàÀnum ol (güle)
Bülbül aàlar kim anı gÿş eyleyince gül (güle)
beytinde oldıàı gibi.
MüstevfÀ — İkisi bir nevèden olub da birisi ism, dìger fièl olandır.
BÀàda mey içilüb nÀleler eyler (neyler)
Sesi çıúmaz èacebÀ bülbül uyur mı (neyler)
beytinde oldıàı gibi.
MüteşÀbih — İki lafôıŋ birisi müfred, dìgeri mürekkeb olandır. /366/
Ol meh cefÀyı ãanma ki (devrÀndan) ögrenür
Bì-mihr ü bì-vefÀlıàı (devr andan) ögrenür
beytinde oldıàı gibi.
450
äalalı èÀrıøına (mÿ sÀye)
Len terÀnì dir idi MÿsÀ’ye
beytinde böyledir.
Mefrÿk — Birisi müfred, dìgeri mürekkeb olub da òaùùan müttefiú
olmayandır.
RuòsÀrını cÀnÀnuŋ (Àyìneye) beŋzetdüm
VÀh vÀh ne óaùÀ itdüm (ayı neye) beŋzetdüm
beytinde oldıàı gibi.
Muóarref — Óurÿfca óareke iètibÀriyle iòtilÀfı óÀvì olandır.
“ Genc”-i istiànÀ ararsan yoúla “künc”-i èuzleti
mıãrÀèında oldıàı gibi. Birinci “genc” kÀfıŋ fetói, ikincisi êammıyladır.
(CinÀs-ı nÀúıs)
AèdÀd-ı óurÿfdan iòtilÀfı óÀvì olan cinÀsdır.
Şu iòtilÀf yÀ bir óarf, yÀ daha ziyÀde óarf ile cereyÀn ider.
Birinci nevède iki lafôıŋ birisi dìgerinden bir óarf zÀéid olur. Şu nevè üç
dürlüdür:
Birincisinde óarf-i zÀéid lafôıŋ evvelinde bulunur. BÀúì’niŋ
Derÿnuŋ pür-(maèÀrif), hem-nişìnüŋ merd-i (èÀrif) úıl
Açılma ey yüzi gül şaòã-ı nÀ-dÀne kitÀbÀsÀ
beytinde oldıàı gibi.
İkincisinde lafôıŋ orùasında bulunur. “CÀn” ile “cihÀn” gibi. /367/
Üçüncisinde lafôıŋ Àòirinde bulunur. “äafÀ” ile “ãıfÀt” gibi. VÀúıf'ıŋ
Dïstum itmez idiŋ (àamze)ŋi böyle òÿn-rìz
Beni (àamz) eylemese düşmen-i bed-òºÀh saŋa
451
beytindeki (àamze) ile (àamz) daòi böyledir.
Birden ziyÀde óarf ile olan iòtilÀf vücÿh-i Àtiyyeye tÀbièdir. ZiyÀde lafôıŋ yÀ
ibtidÀsında olur:
(MüteşÀèir) hiç olur mı (şÀèir) gibi
YÀ vasaùında olur: “Sanùÿr” ile “sÿr” gibi.
Lafôıŋ iòtilÀfı óurÿfuŋ nevèine taèalluú ider ise iòtilÀfıŋ bir óarfe münóaãır
olması şarùdır.
Şu iòtilÀf iki dürlüdür. Birisi muøÀriè, dìgeri lÀóiú.
MuøÀriè — Óasbe’l-maòrec óarfler[i] muteúÀrib olandır. “èİlm” ile “óilm”
gibi.
LÀóiú — MuteúÀrib olmayandır. VÀãıféıŋ
(MÀrÀn) gibi birbirini ãoúmada (yÀrÀn)
Bir nìm hilÀldir adı ãoóbet-i [aóibbÀ]
beytinde oldıàı gibi.
Tecnìs-i úalb — İòtilÀf, óurÿfuŋ tertìbinde cereyÀn idecek olan cinÀsdır.
“Emel”, ile “elem” gibi.
Maúlÿb-ı mücennaó — Yek-êìgeriyle mütecÀnis olan iki lafôıŋ birisi beytiŋ
evvelinde, dìgeri Àòirinde olmaúdır. /368/
(Gül) ruòuŋ hicriyle lÀl olmış göŋül ey àonçe-fem
Gel baŋa ben aàlayam bülbül gibi sen baú da (gül)
beytinde oldıàı gibi.
Müzdevic — MütecÀniseyniŋ ikisi de Àòirde bulunmaúdır, buŋa (mükerrer),
(müredded) daòi dinlür.
452
Ruòlerüŋ böyle dirìà itme dil-i dìvÀneden
Şemè içün bu mertebe (pervÀneden) (pervÀ neden) gibi.
CinÀs-ı iştiúÀú — İştiúÀúca olan teşÀbühdür.
MiåÀl
MurÀd iderse (Müsebbib) bir Àdemüŋ kÀrın
Yed-i teşebbüåini cüst-ü-cÿ ider (esbÀb)
beytinde oldıàı gibi.
(2) Reddü’l-èacz èaleéã-ãadr ãanèatı
Neårde lafô ve maènÀca müttefiú veyÀ bir ãÿretle mütecÀnis iki lafôıŋ birisi
bir fıúranıŋ ibtidÀsında, dìgeri ãoŋunda olmaúdır.
MiåÀl
“(èÁlim) èilmiyle èamel ider ise (èÀlim)dür”
Yine MiåÀl
“(NiôÀma) rièÀyet ü iètinÀ, mülkce mÿcib-i (intiôÀm) olur”.
fıúralarında oldıàı gibi.
Naômda iki lafô-ı mütecÀnisiŋ birisi beytiŋ evvelinde ve dìgeri Àòirinde
bulunmaú[da]dır. æÀbit’iŋ /369/
SÀèatüŋ geldi dimekdür èÀşıú-ı dil-òasteye
Sìnesin açub nezÀketle o sÀèat gösteriş
beytinde oldıàı gibi.
áazellerce bir mıãrÀèıŋ hem maùlaèda, hem de maúùaèda tekerrüri daòi bu
ãanèatdan maèdÿdddur. RÀzìéniŋ
(Ey sehì-serv-i kerem bÀà-ı cihÀn ùurduúca ùur)
Gülşen-i pür-zìnet kevn ü mekÀn ùurduúca ùur
453
SÀye-i cÿduŋda èÀlem diyeler RÀzì gibi
(Ey sehì-serv-i kerem bÀà-ı cihÀn ùırduúca ùur)
ve KemÀl Begéiŋ
(Úızmış o gül-i óayÀ bozılmış) ElvÀnına baú øiyÀ bozılmış
Bilmem ne sebeble rengi uçmış äahbÀ bulanıú ãafÀ bozılmış
TÀbende cemÀli ùavrı àam-nÀk Meh-tÀb güzel hevÀ bozılmış
Meh rÿyına varsa úarşı gelmiş Òurşìddeki cilÀ bozılmış
Bir óande niyÀz idince göŋlüm (Úızmış o gül-i óayÀ bozılmış)
àazellerinde oldıàı gibi.
(3) äanèat-ı secè
Şu ãanèat neårce iki veyÀ daha ziyÀde fÀãılalar beyninde óarf-i revìce
muvÀfaúat bulunmaúdır.
SekkÀkì “Neårde secè, naômda úÀfiye gibidir” dir. LisÀn-ı èArabì’de
“EdÀma’llÀhu tevfíúake ve sehhele ilÀ-nefÀ’isi’l-òayrÀti ùaríúuke ” ∗
“Men vecede kele’en rata‘a ve men ãÀdafa àayøan ilteca‘a ” ∗∗
/370/ Eş-şiyemi’l-keríme li’l-insÀni bi-menzileti’l-misk fí-sürari’l-àizlÀn
àayre inne ùíb hÀõihi yu‘baúu bi’l-unÿfi ve ùíbe hÀõihi yu‘baúu bi’l-ÀõÀni”
∗∗∗fıúralarında oldıàı gibi secè her vaút fÀãılalarda bulunur. LÀkin lisÀnımızda fıúraca
fÀãıla èadd olunan kelime ekåeriyyÀ “TaórìrÀtıŋız vÀãıl ve meéÀline ıùlÀè óÀãıl oldı”
gibi: èaùf ãÿretine ve irtibÀt-ı èibÀreyi mÿcib bir fièl, yÀ şibh-i fièl, yÀòud edÀt-ı òaber
∗ Allah senin başarılarını devam ettirsin ve en güzel hayırlar için yolunu kolaylaştırsın.
∗∗ Ot bulan yer, öfkeye tesadüf eden yutar.
∗∗∗ İnsanın güzel erdemleri ceylanların yatağındaki misk değerindedir. Fakat ceylanlarda olan bu misk
kokusu burun vasıtasıyla alınırken insanlardaki bu güzel erdemler kulakla koklanır.
454
miåilli bir lafôa merbÿù olacaàından böyle yerlerde secèi óÀvì olan lafô fÀãıla èadd
olunamaz. MaèamÀ-fìh fÀãılalarıŋ àayrı ve yek-dìgerine müvÀzì çoú lafôlarda da secè
cereyÀn ider.
“EùrÀfa bir iki daúìúa baúar baúmaz ãabÀóıŋ ve görinen ÀåÀr u eşbÀóıŋ óÀlÀt-ı
ùabìèası bir derece teéåìr eyledi ki” èibÀresindeki (ãabÀóıŋ) ve (eşbÀóıŋ) lafôları gibi.
(Secè) üç úısmdır. Muùarraf, mütevÀzì, muraããaè.
(Muùarraf), secèleriŋ veznen muòtelif olan nevèidir.
“HevÀda leùÀfet peydÀ, bÀàçeleriŋ her birisi bir nüzhetgÀh-ı dil-güşÀ olub
èandelìb-i òoş-ÀvÀz naàamÀt-ı laùìfe ile sÀmièa-nevÀz olmaàla” èibÀresindeki (peydÀ)
le (dil-güşÀ) ve (ÀvÀz) ile (nevÀz) lafôlarında oldıàı gibi.
(MütevÀzì), secèleriŋ veznen daòi beynlerinde tevÀfuú bulunmasıdır.
“Óamd-ı nÀ-maódÿd ve åenÀ-yı nÀ-maèdÿd CenÀb-ı Óaúú’a maòãÿãdur”
èibÀresindeki (nÀ-maódÿd) ile (nÀ-maèdÿd) gibi.
(Muraããaè) neårde iki fıúranıŋ, naômda iki mıãrÀèın óÀvì /371/ olduúları
elfÀôıŋ her birisi muúÀbil oldıàı lafôa vezn ve úÀfiyece muvaffaú olmaúdır.
Neåre MiåÀl
Bir maúÀlede münderic
“Basìt-i èÀlemde medÀyin-i èaôìme inşÀsiyle revÀùıb-ı ictimÀèı teşyìd idiyor.
Muóìù-i aèôamda sefÀyin-i cesìme peydÀsiyle vesÀéiù-i intifÀèı tezyìd idiyor”
èibÀresinde
Naôma MiåÀl
Kerìmü’l-òilúate maèlÿmdur keyfiyyet-i himmet
Leéìmü’l-fıùrata maèdÿmdur òÀãiyyet-i himmet
beytinde oldıàı gibi.
455
Secè iltizÀmıyla ìrÀd olunan fıúralarıŋ eŋ güzeli hem tekellüfden sÀlim, hem
de secèleriŋ vezn ve revìce, sÀéir kelimeleriŋ vezn ve miúdÀrca muúÀbillerine müsÀvì
olması ve bir de fıúralar az kelimelerden mürekkeb bulunmasıdır. KemÀl Beg’iŋ bir
mektÿbundan meéòÿõ
“Dìde-i taóassürüm vapura baúar ve girye-i teéeååürüm deryÀya aúar idi”
ve eski bir mektÿbundan mülaòòaãan meéòÿõ
“Şu òayÀl-i mücessem ki aàrÀø-ı taãavvurdan beri ve eşkÀl-i taòayyülden
è[À]rì bir cevher-i tÀbendedir: rehìn-i cÀy-ı iótirÀm ve úarìn-i cÀn-ı müstehÀm
eyledim”
èibÀrelerindeki fıúralarda oldıàı gibi.
Fıúralar müsÀvì olmadıàı óÀlde ikinci fıúra birincisinden uzun olmalıdır.
/372/ SaèdullÀh Paşaénıŋ bir mektÿbundan meéòÿõ
“Öŋündeki sÀóa bir dÿóa-i bedìèü’l-manôardır ki füsóat-i èarø u ùÿlini ióÀùada
medd-i naôar úÀãır, leùÀfet-i intiôÀmını taèrìf ü ifÀdede úÿvve-i müteòayyile-i üdebÀ
èaczini iètirÀfa her zamÀn óÀøıdır” èibÀresindeki fıúralarda oldıàı gibi.
KelÀmda secè tekellüfsüz veyÀ ùabìèì yüz gösterir ise laùìf ve belìà olur.
Tekellüfle secè tedÀriki yÀòud secè içün elfÀz-ı zÀéide getirilmesi leùÀfet ve belÀàati
bozar.
(4) äanèat-ı muvÀzene
Neårce secè mevúièinde veznen muúÀbiliyle müsÀvì ve secè ãÿretini àayr-ı
óavì bir kelimeniŋ, naômca úÀfiyeye muúÀbil mevúiède ke-õÀlik veznen úÀfiye ile
mütesÀvì bir lafôıŋ bulundurulmasıdır.
456
Neåre MiåÀl
SaèdullÀh Paşaénıŋ
“Her şÀò-ı neøÀret-vÀyesi tÀr-ı şuèÀè-ı ÀfitÀba bir güzel şÀne, sÀyesi ise altında
gezenleriŋ óayÀtına ser-mÀyedir”.
kelÀmında ve
“Her ùarzı laùìf, her òulúı kerìm” sözünde oldıàı gibi.
Naôma MiåÀl
Nefèìéniŋ
èÁlem-efrÿz ÀfitÀb ÀsümÀna èizz ü cÀh
Mesned-Àra tÀc-dÀr taòtgÀh-ı èadl ü dÀd /373/
beytindeki (èizz ü cÀh) ile (èadl ü dÀd) ve
Sözin idrÀk idemez fehm-i edìb
Fehmine irişemez èaúl-ı óekìm
beytindeki (fehm-i edìb) ile (èaúl-ı óekìm) ve
NihÀd-ı cilvesinde şÿòì-i ùabè-ı hevÀ muømar
SevÀd-ı peykerinde rÿó-i berú u [ã]Àèiúa müdàam
beytindeki (muømarr) ile (müdàam) gibi.
(5) Lüzÿm mÀlÀ-yelzem ãanèatı
Buŋa (teşdìd) daòi dirler. Óarf-i revìden muúaddem secède veyÀ úÀfiyede bì-
lüzÿm olan óarfiŋ tekrÀrını iltizÀmdır.
MeåelÀ (kerem), (úalem), (òadem), (úasem) lafôlarında óarf-i revì mìm olub
şu lafôlarıŋ her birisi dìgerine úarşı secè ve úÀfiye ittiòÀõ olunabilürken (kerem)
lafôına óarf-i rÀnıŋ revì ittiòÀõıyla (óarem), (direm) gibi lafôlarıŋ úÀfiye iltizÀmı gibi.
Fuøÿlìéniŋ
457
Yüceldiŋ úabrim ey bì-derdler seng-i melÀmetden
Ki maèlÿm ola derd ehline úabrüm ol èalÀmetden
maùlaènı óÀvì àazelindeki úÀfiyeler daòi böyledir. ZìrÀ şu gazelde óarf-i revì óarf-i tÀ
olub meåelÀ (ãıóóatden) lafôı (èalÀmetden) lafôına úÀfiye olmaàla ãÀlih ve kÀfì iken
úÀfiyeleriŋ her birisinde biél-iltizÀm óarf-i revìden muúaddem (lÀm) ve (elif) ve
(mìm) óarfleri tekerrür itdirilmişdir.
458
/374/ LÁÓÝÚA
Baèø MebÀóiå-i Mühimme
Sirúat-i Şièr
(Sirúat-i şièr) bir şÀèir dìger bir şÀèiriŋ eşèÀrından bir şey alaraú kendi şièri
diyü ièlÀn itmesidir ki bu óÀl şièrce òırsızlıú itmekdir.
Faúaù iki şÀèiriŋ sözlerinde teãÀdüf-i ittifÀúì vuúÿè bulur ise sirúat èadd
olunmaz. TÀrìòce bu teãÀdüfüŋ vuúÿèı çoúdur.
Bir şÀèiriŋ şièrinde münderic bir maømÿnı başúa dürlü taãarruf ve fÀéide-i
zÀéideye rabù itmeksizin baèø kelimeleriŋ tebedìli ve yÀòud mürÀdiflerine taóvìliyle
bir şièr söylemek sirúat ãayılmaz ise de maúbÿl daòi èadd olunmaz. LÀkin ikinci şÀèir
birinci şÀèiriŋ söyledigi bir maømÿnı aòõ ile baèø nükte veyÀ anda münderic olmayan
fÀéide iltizÀmı gibi bir ãÿretle taãarruf ider ise bu ãÿret sirúat ãayılmadıúdan başúa
maúbÿliyyet-i maòãÿãayı da iltizÀm ider.
(İútibÀs) neår ve yÀòud naômı óÀvì kelÀmda ÚuréÀn-ı Kerìm, yÀòud óadìå-i
şerìfden bir şey ÚuréÀn ve eóÀdìåden oldıàı taãrìó olunmamaú üzre taômìn
olunmasıdır.
ÚuréÀn’dan İútibÀsa MiåÀl
Saèy úıl taóãìl-i èirfÀn itmege Leyse li’l-insÀni illÀ mÀ-seèÀ∗ ∗ “Ve insan için kendi çalışmasından başkası yoktur.” (Ve en leyse li’l-insâni illâ mâ-se’â): Kur’ân-ı
Kerîm, sûre 53 (en-Necm), 39. âyet (Kur’an-ı Kerim ve Kelime Meali, Rayiha Yayıncılık, Ankara
2006, s.526.)
459
Óadìåden İútibÀsa MiåÀl
Temelsüzdür binÀsı kÀéinÀtuŋ BekÀ fikriyle çekme ıøùırÀbı
MetÀnet virme bünyÀn-ı vücÿda Ledÿ liél-mevti v’ebnÿ liél-óarÀbi ∗
/375/ naômlarında oldıàı gibi.
(Taømìn) başúa bir şÀèiriŋ eşèÀrından bir şey taømìn ãÿretiyle ve şÀèiriniŋ
ismini taãrìó ile naôma èilÀve itmekdir. Nedìméiŋ
RÀsiòéiŋ bu maùlaèıŋ taømìn idüb sÀúì-i kilk
Nuúl ãundı içdigüm ãahbÀ-yı èirfÀn üstine
Süzme çeşmüŋ gelmesün müjgÀn müjgÀn üstine
Urma zaòmuŋ sìneme peykÀn peykÀn üstine
naômında oldıàı gibi.
Taømìn olunan şièr pek meşhÿr ise şÀèiriniŋ is[mi]ni taãrìó itmek[me]de beés
görilemez. Nedìm’iŋ
O bÀàuŋ her dırÀòtı mìve-dÀr-ı èizz ü devletdür
Atarlar ùaşı elbette dıraòt-ı mìve-dÀ üzre
taømìni gibi. Bu beytiŋ ikinci mıãrÀèı MaúÀlì nÀmında bir şÀèiriŋdir. MıãrÀè pek
meşhÿrdur.
(Telmìó) kelÀmda bir úıããaya, yÀòud emåÀlden bir meåele işÀret iltizÀm
itmekdir.
∗ Ölümün karşısında şiddetle durun ve harab olanı bina edin.
460
Úıããaya Telmìhe MiåÀl
NÀbì’niŋ
Ey nÀme sen ol mÀh-liúÀdan mı gelürsi[ŋ]
Ey hüdhüd-i ümmìd SebÀ’dan mı gelürsi[ŋ]
beytidir ki Óaøret-i SüleymÀn èAleyhi’s-SelÀm ile Belúís’ın úıããasına telmìó
idilmişdir. /376/
Meåele Telmìóe MiåÀl
Raómìéniŋ
Ábisten-i ãafÀ vü kederdür leyÀl hep
Gün ùoàmadan meşìme-i şebden neler ùoàar
beytidir ki (Gün ùoàmadan neler ùoàar) meåel-i Türkìsine ve (el-leyletu óublÀ)∗
meåel-i èArabìsine telmìódir.
(ÒiùÀbet) nuùú ìrÀd ider. Umÿr-ı dìniyye ve èilmiyye ve siyÀsiyyeniŋ
eèÀôımından maèdÿddur.
ÒiùÀbet-i dìniyye, ehl-i İslÀmca bayram ve cumèaya maòãÿã òuùbelerdir.
ZamÀn-ı cÀhiliyyet buleàÀsından Úuss bin SÀèideti’l-İyÀdì ile òiùÀbetde meåel êarb
olunur. Úuss NecrÀn’da bir esúaf idi. èArablarıŋ òaùìb ve şÀèir-i meşhÿrıdır. Bu õÀtıŋ
vaódet-i ÒüdÀ ve bièået-i ÒÀtemü’l-EnbiyÀ’yı ve óükm-i belìàayı óavì èUkÀô
panayırında oúudıàı òuùbe meşhÿrdur. İbtidÀ yüksek maóalle çıúub òuùbe oúuyan ve
òuùbe oúurken úılıca veyÀ èaãÀya ùayanan budur.
SeóbÀn-ı BÀhilì nÀm õÀt daòi beyne’l-èArab òiùabetle mahÀret ve şöhret
úazanmış õevÀtdandır. ÒiùÀbetde mahÀret kesb idenler óaúúlarında èArablar (Aòùabu
∗ “Gece gebedir.” Bkz. Şinasi, Durûb-ı Emsâl-i Osmaniye, [Haz. Prof.Dr. Süreyya Beyzadeoğlu],
M.E.B. Yayınları, İstanbul, 2003, s. 122.
461
min-SeóbÀn)∗ diye meåel êarb iderler. SeóbÀn iki muóarib úabìle arasında sÀèatlerce
mümtedd bir uzun òuùbe oúumuş oldıàı óalde şu òuùbede ìrÀd eyledigi kelimÀtdan bir
kelime bile ièÀde ve tekrÀr itmemiş oldıàı mervìdir.
Faòr-i KÀéinÀt èAleyhi Efêalü’ã-äalavÀt Efendimiz’iŋ òuùeb-i celìlelerini
Ebu’l-èIyÀs Caèfer bin el-Müstaàferì cemè itmişdir.
Óaøret-i èAlì Raêıya’llÀhu èAnh Efendimiz’iŋ Òuùbetü’l-BeyÀn’ı pek
meşhÿrdur. /377/ Bundan başúa beş yüze úarìb òuùbeleri vardır ki hepsini bi’l-irticÀl
úırÀéat buyurmuşdur.
ÒuùebÀ-yı İslÀm’dan İbni NebÀte’niŋ òuùbeleri edebiyyÀt-ı èArabiyyece
birinci derecede şöhret-i óaseneyi óÀéizdir ki pek çoú ecille-i aèlÀm ùaraflarından o
òuùbelere şeróler yazılmışdır.
Ebu’l-VedèÀn’ıŋ cemè itmiş oldıàı Òuùab Erbaèìn (VedèÀniyye) diyü
maèrÿfdur. ÚudemÀ bunı da şeró eylediler.
Ebu’l-èAlÀ’nıŋ Òuùabu’l-Òayl’i daòi meşóÿr ve meşrÿódur.
ÒiùÀbet-i siyÀsiyye äadru’l-İslÀm’da ehemmiyyet-i fevúaél-èÀdeyi óÀéiz idi.
TÀrìò-şinÀsÀnıŋ maèlÿmlarıdır ki mühimm işler yüz gösterdikce mescid-i şerìfe
ùoplanılır ve òalìfe bulunan õÀt-ı èÀlì minbere çıúub maúÀãıd-ı siyÀsiyyeyi bir òuùbe
ile ÀrÀ-yı èumÿma èarø ider; óuøøÀrdan beyÀn-ı reéy idecek olan õevÀtıŋ her birisi
úıyÀm ile reéy ve müùÀlaèasını söyler idi. Birisi ifÀdesini bitirüb oùurmadıúca dìgeri
úalúmaz idi.
Mülÿk-i İslÀm’dan ve menÀãıb-ı dìvÀniyye aãóÀbından ve èaskerì
úumandanlardan pek çoú õevÀt meãÀlió-i èumÿmiyye-i siyÀsiyye ve èulemÀ-yı kirÀm
mebÀóiå-i èilmiyye ãıralarında her vaút nuùúlar icrÀ idegelmişlerdir. Òuãÿãiyle vilÀyÀt
∗ Dile Sehban’dan daha hâkim.
462
ve elviyece ser-kÀrda bulunan meémurìn evÀmir-i úırÀéati èaúìbinde ve cemèiyyÀt-ı
èumÿmiyyede óuøøÀra ve muóÀrebÀt eånÀlarında ordu müşìrleriniŋ ve sÀéir
úumandanlarıŋ èaskerlere belìà ve müéeååir nuùúlar icrÀ itmeleri her vaút muètÀd ve
merèìdir.
èAãrımızda òiùÀbet-i siyÀsiyye ve èilmiyye aèãar-ı sÀbıúaya nisbetle daha
ziyÀde ehemmiyyet kesb itmişdir ki aãóÀb-ı nuùú şifÀhen, yÀòud mektÿben /378/
parlaú nuùúlar ìrÀd eylemekde ve şu nuùúlarla umÿr-ı siyÀsiyye ve sÀéirce pek büyük
işler görülmekdedir. MecÀlis-i èumÿmiyyede, muóÀkemÀt ve ictimÀèÀt ãıralarında
ìrÀd olunacaú nuùúlar nÀùıúıŋ óüsn-i niyyet ve iútidÀrı ve maãlaóatıŋ ehemmiyyeti
nisbetinde teéåìrÀtını gösterir.
èAãr-ı hÀøırca nuùúlara bir ùaúım uãÿl ü ÀdÀb vaøè olunaraú nuùú yedi úısm
iètibÀr olunmuşdur.
(1) Muúaddime
(2) LisÀn-ı òiùÀbete alınacaú mÀddeniŋ tavøìói
(3) O mÀddeniŋ müteóammil oldıàı aksÀma taúsìmi
(4) EsÀs-ı nuùú olan umÿrdan àaraø ne idügi
(5) Mevøÿè-i baóå olan mÀddeniŋ delìlleri
(6) İètirÀøÀt (biél-ìcÀb)
(7) İúnÀè (biél-ìcÀb)
Ehl-i manùıúca òiùÀbet maônÿnÀt, yÀòud maúÿlÀtdan veyÀ her ikisinden
mürekkeb úıyÀsa dinilür. Bundan àaraø sÀmièìni maèÀş ve meèÀdca mütemettiè
olacaúları óÀllere teràìbdir.
(BerÀèat-i istihlÀl) kelÀmda ibtidÀ, bir ãÿretle ìrÀd olunmaúdır ki baóå-i Àtì
neden èibÀret oldıàı maèlÿm ola.
463
KitÀb dìbÀcelerinde fÀtióa-i kelÀm şu uãÿl üzre iltizÀm ve tertìb olunur.
FeøÀéil-i eşèÀrı óÀvì Senedüéş-ŞuèarÀ ∗ nÀm kitÀbıŋ fÀtióa-i kelÀmı olan
“Maùlaè-ı manôÿme-i óamd-i ÒüdÀ terkìb-i bend-i esÀlib-i óüsn-i edÀ
úılınub mıãrÀè-ı ber-ceste-i dürÿd-i pey-À-pey-vürÿd seyyide’l-enÀm taømìn-
kerde-i [naôm-ı] bedìèü’l-insicÀm /379/ iòtimÀm ve redÀéif-i úavÀfì-i tarøiyye
ve tekrìm-i Àl ü aãóÀb-ı müstezÀd-ı se-beyt ãalÀt u selÀm úılındıúdan ãoŋra
çekìde-i úalem èabd-i bì-miknet bende-i İbn-i èAbbÀs Haşmet budur ki”
‘ibÀresi gibi. Şu èibÀre görülmesiyle ber-À-ber kitÀbıŋ şièrden baóå idecegi aŋlaşılur.
(Taòallüã) fÀtióa-i kelÀmdan ãoŋra ãadede şürÿèda maúãÿduŋ ehemmiyyetini
gösterecek bir yoldan dÀ’ire-i beyÀna girmekdir. Buŋa (iútiøÀb) daòi dinilür.
(Óüsn-i intihÀ) sözi óüsn-i òÀtime ile ikmÀl itmekdir. ÚudemÀ mürÀselÀtda
duèa ile sözi òatm iderler idi şimdi òulÿãa dÀ’ir muóarrerÀtda muòÀùabıŋ beúÀ-yı
teveccühüni istidèÀ ve teéyìd-i iòlÀã ãÿretini gösterecek sözlerle kelÀma òitÀm
virildigi gibi.
ÁåÀr-ı manôÿmeden tevóìd ve münÀcÀtca mineél-úad[ì]m istiàfÀr ve
taøarruè ve naèt-i nebevìce taãliye ve istişfÀè ve medìóa-i ekÀbirce duèÀ ile òatm-i
maúÀl olunur.
∗ Bkz. Haşmet Külliyatı, Dîvân Senedü’ş-Şu’ara, Viladet-name (Sur-name), İntisabü’l-Müluk (Hab-
name), [Haz. Mehmet Arslan-İsmail Hakkı Aksoyak], Dilek Matbaası, Sivas, 1994.
464
ÒÁTİME
MeóÀsinÀt-ı lafôiyyeniŋ hepsinde elfÀz maèÀnÀya tÀbiè olmalıdır. ZìrÀ
maèÀnÀnıŋ tertìbi kendi ùabìèatine bıraàılsa nefsine yaúışacaú elfÀôı ùaleb iderek
èibÀre tekellüfe teãÀdüf itmeksizin iktisÀb-ı leùÀfet ider.
Gerek secèiŋ gerek bedÀyiè-i sÀéireniŋ ìrÀdiçün tekellüf iltizÀm olunur ise
elfÀô ve maèÀnÀdaki leùÀfet-i ùabìèiyye taúlìd ve taãnìèe teãÀdüfle óÿdÿd-ı
ùabìèiyyeden çıúar.
MaèÀnÀnıŋ iltizÀmı ãırÀsında biéù-ùabè ùaleb ve iktisÀ idecegi /380/ elfÀôda ise
tekellüf ve taãnìè şÀéibesi bulunamaz. Gerek secè ve gerek keyfe mettefaú yüz
gösterecek sÀéir bedìèalar bir insÀnıŋ òilúat-i aãliyyesindeki óüsn ü cemÀl gibi laùìf
olur.
Secè ve sÀéir bedìèalarca tekellüf iltizÀmı–õikr olundıàı üzre–leùÀfet-i
ùabìèiyyeyi bozacaàı gibi tekellüfsüz nümÀyÀn olan bedÀyièi izÀle içün tekellüf
iòtiyÀrı da leùÀfet ve belÀàati bozar. ZìrÀ kelÀmdaki bedÀyiè-i ùabìèiyye bir güzeliŋ
ãaóìfe-i cemÀlindeki leùÀéif-i aãliyye gibi oldıàından miåÀl olmaú üzre şu
bedìèalardan secèi güzel yüzdeki òÀl farø itdigimiz óÀlde yüzdeki òÀl óakk ile
çıúarılsa óüsn ü cemÀli naãıl raòne-dÀr ider ise secè-i tabìèìyi daòi tekellüfle izÀle,
kelÀmıŋ leùÀfet ve belÀàatini iòlÀl ider.
Fenn-i belÀàat faøÀéiliŋ eşrefi ve mertebece aèlÀsıdır. Neår ile naômıŋ
şerÀfetce yek-dìgere rücóÀnı baóåinde beyneél-büleàÀ iòtilÀf cereyÀn itmiş ve rücóÀn
neårde oldıàı teslìm olunmuşdur. ZìrÀ maèlÿmdur ki her èaãrda pek çoú şÀèir gelmiş,
lÀkin her èaãrda az münşì ôuhÿr itmişdir. Devlet-i èAliyye’niŋ bidÀyet-i
465
teşekkülünden bugüne úadar aèãÀr-ı sÀbıúayı birer birer naôar-ı teftìşe aldıàımız
óÀlde her èaãrda nice şÀèir görebilürüz. Şimdiye úadar kesb-i iştihÀr iden münşìler ise
maèdÿddur. MenÀfiè-i èumÿmiyye cihetine gelince eşèÀr inşÀya nisbet bile úabÿl
itmez.
Her óükÿmetiŋ medÀr-ı úıvÀmı iki dièÀme üzerine mebnìdir ki bu dièÀmeleriŋ
birisi seyf dìgeri úalemdir. Umÿr-ı siyÀsiyye ve idÀre-i mülkiyyece görilecek işlerde
seyfe baèøan lüzÿm görinür. Úaleme olan lüzÿm ise müteselsildir.
Münşì içün fenn-i belÀàatiŋ medÀrı õevú-i selìmiŋ óükm ve taãarrufıdur.
/381/
Emr-i taèlìm ve taèallüm õevú-i selìme nisbet úabÿl idemez. Óìn-i taèallümde
õihne mülÀyim gelmeyen meséeleler üstÀda èarø ile istìøÀó olunabilür. Õevú-i selìmiŋ
ise üstÀdı yoúdur. Müddet-i èömründe õÀéiúasına ùatlı doúunmamış olan bir kimse
ùatlınıŋ çÀşnìsini taèrìf-i şifÀhì ile ögrenmek içün her kime mürÀcaèat itse ögrenemez.
Ke-õÀlik bir aèmÀ-yı mÀder-zÀd elvÀnı aŋlamaú içün ne úadar istìøÀó itse taèrìf ile
aŋlayamaz. Õevúce tèalìm ve taèallüm daòi böyledir. Õevúi tèalìm idecek üstÀd
yalŋız ùabìèat-i fıùriyyedir.
Neården teélìf-i kelÀm itmek bir ãanèatdır ki çoú Àlete muótÀcdır. Şu ÀlÀt her
èilmde mahÀret, keåret-i meşhÿdÀt, keåret-i tecÀrib, keåret-i müùÀlaèÀt, maèlÿmÀt-ı
siyÀsiyye, óikmet-i èilmiyye, keåret-i istiòdÀm gibi umÿr-ı keåìre ile ber-À-ber
münÀôarada iútidÀr-ı tÀmm olub şu umÿrı idÀre idecek úuvvet ise biél-òÀããa óüsn-i
ùabìèat ve õevú-i selìmdir.
Fenn-i belÀàatle insÀn münşì olur. Yazdıàını muúteøÀ-yı óÀle taùbìk ve
maóÀsinÀt ile tezyìn idebilür. LÀkin münşì-i kÀmil olması umÿr-ı meõkÿreye ve
õevúe mevúÿfdur. Bir münşì úaleme alacaàı şeyde mebÀóiå-i èilmiyyeden birisine
466
taèalluú idecek bir baóå teãÀdüf itdigi óÀlde o èilmi bilmez ise o baóåi aãóÀbına
begendirecek ãÿretde úaleme alamaz.
MaèlÿmÀt-ı siyÀsiyye ile úavÀnìn ü niôÀmÀt-ı devletiŋ naôariyyÀt ve
èameliyyÀtına vuúÿfı olmasa muòÀberÀt-ı siyÀsiyyede èadem-i iútidÀrı görinür.
Umÿr-ı meõkÿreniŋ hangi bir cihetinde noúãÀnı olsa yazacaàı /382/ şeylerce maóalli
teãÀdüf itdikce şu noúãÀn kendüsini gösterir. LÀkin fenn-i belÀàatde mahÀretiyle ber-
À-ber umÿr-ı meõkÿrece de kelÀmÀt-ı lÀzımayı óÀéiz olan õÀt, õevú-i selìm
aãóÀbından da olur ise bir şeh-süvÀr-ı muùlaúuél-èinÀn olur ki èinÀn-ı úalemi naãıl
ister ise öyle idÀre ve istièmÀl ider.
Bir èilmde mÀhir olan õÀt o èilme nisbetle şöhret-yÀb olabilür. MeåelÀ èilm-i
naóvde mahÀreti olana naóvì, fıúhda mÀhire faúìh, èilm-i kelÀmda mÀhire
mütekellim, hendese-ÀşinÀya mühendis dinilür. Buŋlarıŋ hìç birisine münşì dinilmez.
Her fennde maèlÿmÀt münşìce her fennde taãarrufa iútidÀr virir. Şu taãarrufla
müteòaããıã olan melekeniŋ mercièi–tekrÀr ideriz ki–õevú-i selìm ve ùabèı
müstaúìmdir. Õevú olmasa taãarrufa iútidÀr óÀãıl olamaz. Òulúì olan õevú-i selìm
çaúmaú ùaşınıŋ içindeki Àteş gibidir. Timur o ùaşa urulmasıyla ber-À-ber Àteş ôuhÿr
ider. Bu òÀããayı muùaøammın olmayan ùaş kül gibi ufanıncaya úadar êarb olunsa bir
küçük şerÀre bile göstermez. Ke-õÀlik õevú-i selìm ãÀóibi olmayanlar ne úadar èÀlim
olsalar naôm u neårde óüsn-i taãarrufa muútedir olamazlar.
KelÀmda ãanÀyiè-i lafôiyye iòtiyÀr idenlere göre elfÀz-ı müferrede iplige
dizilmiş ve bir birine úarışmış olan muòtelifüél-eşkÀl incü gibidir. İncüyi iplige
dizenler birbirine uyàun olanları ayırub tanôìm iderler.
467
İncünüŋ èıúd-ı manôÿmundan küpe, gerdÀnlıú, úol baàı gibi /383/ çoú şey
yapılabilür. Bunlarıŋ her birisine maòãÿã bir heyéet vardır ki dìgerine yaúışmaz.
Münşì ve òaùìb ve şÀèiriŋ intiòÀb idecekleri maèÀnÀya yaúışacaú elfÀôıŋ taãarrufı da
böyledir.
Her úavmiŋ edebiyyÀtı o úavmiŋ aòlÀú u eùvÀrı u merÀsiminiŋ Àyìnesi olub
aòlÀú u eùvÀr u merÀsim inúılÀba muãÀdif olduúca edebiyyÀtıŋ daòi teãÀdüfi umÿr-ı
ùabìèiyyedendir.
BinÀéenèaleyh Devlet-i èAliyye-i èOåmÀniyye’niŋ bidÀyet-i teşekkülündeki
edebiyyÀt-ı Türkiyye vaúÀyiè-i kevniyyeniŋ gösterdigi inúılÀba teãÀdüf ide ide
şimdiki dereceyi bulmuşdur. Mevcÿd ÀåÀr-ı edebiyye şu baóåiŋ hem tafãìlÀtına hem
de muóÀkemesine maéòaõ-ı kÀfì oldıàından der-dest-i ùabè olan (MiréÀtü’l-èİber)
nÀm kitÀbımızıŋ Devlet-i èÁliyye-i èOåmÀniyye tÀrìòini şÀmil olan úısmında bunuŋ
içün maèlÿmÀt-ı kÀfiyye derc olunacaúdır in-şÀ’allÀhu TeèÀlÀ.
468
İèTİÕÁR
ÜdebÀ-yı cedìdemiziŋ ÀåÀr-ı manôÿmelerinden intiò[À]b idecegimiz şeyleri
kitÀbımızıŋ òÀtimesine õeyl idecegimizi muúaddimede beyÀn itmişdik. ÜdebÀmızdan
baèø õevÀt ÀåÀr-ı mevcÿdesini bundan muúaddem ãÿret-i maòãÿãada ùabè itdürüb neşr
itmiş ise de çoàı ÀsÀr-ı mevcÿdesini şimdiye úadar neşr itmemiş ve intiòÀb ise her
õÀtıŋ ÀåÀr-ı şièriyyesini /384/ tamÀmen elde itdükden ãoŋra müùÀlaèaya mütevaúúıf
bulunmuş oldıàı óÀlde buŋa muvaffaú olamadıàımdan teõyìle de muvaffaú
olamadım.
AllÀhümme iòtim bi’l-òayri aèmÀlenÀ ve yessir bi’l-luùfike ÀmÀlenÀ Àmín. ∗
∗ Allâh’ım, işlerimizi hayırlarla sonlandır; lütfunla ümitlerimizi kolaylaştır, amin.
IV. BÖLÜM
469
IV.1. TERİMLER DİZİNİ
(Bu dizin, orijinal metnin sayfa numaralarına
göre hazırlanmıştır.)
èalÀúa 242, 244, 303, 314, 316, 317,
èalÀúa-i èÀdiyye 249
èalÀúa-i óaúìúiyye 243
èalÀúa-i maôhariyyet 316
èalÀúa-i mecÀziyye 347
èalÀúa-i mevhÿme 246
èalÀúa-i muãaóóaóa 315, 316
èalÀúa-i nisbiyye 248
èalemiyyet
èalemiyyet ile taèrìf 173
èÀmm ile òÀãã 317
èarūø, bkz. èilm-i èarÿø
èaùf 183, 184, 240, 242, 244, 245,
249,250, 251, 252, 253, 255, 256,
257, 261, 370
èaùf-ı beyÀn 183
baèìd-i àarìb 291, 292, 294, 295, 296
basù-ı kelÀm 168, 169
bedìè, bkz. èilm-i bedìè
belÀàat 2, 8, 10, 40, 41, 42, 43, 44, 47,
51, 320, 372, 380
belìà/ belìàa 9, 10, 40, 41, 42, 43, 372, 376,
377
berÀèat-i istihlÀl 378
beyÀn 40, 43, 150, 379
büleàÀ-yı èArab 12
büleàÀ-yı úadìme 13
cÀmiè 322, 324, 325, 326, 327, 328
cÀmiè-i òayÀlì / cÀmièa-i òayÀl[iyy]e
248, 249
cemè maèaét-taúsìm 355
cemè maèaét-tefrìú 355
cemè ãanèatı 354
cevÀb-ı şarù 266
cezÀ 202, 351
cihet-i cÀmièa 242, 246, 247, 248, 250
cihet-i cÀmièa-i èaúliyye 243, 249
cihet-i cÀmièa-i òayÀliyye 248, 249
cihet-i cÀmièa-i vehmiyye 245, 249
cinÀs, bkz. ãanèat-ı cinÀs
cinÀs-ı iştiúÀú 368
cinÀs-ı úalb, bkz. tecnìs-i úalb
470
cinÀs-ı lÀóiú 367
cinÀs-ı mefrÿú 366
cinÀs-ı muóarref 366
cinÀs-ı muøÀriè 367
cinÀs-ı müstevfÀ 365
cinÀs-ı müteşÀbih 365
cinÀs-ı mümÀåil 365
cinÀs-ı müzdevic (mükerrer) /
(müredded) 368
cinÀs-ı nÀúıã 366
cinÀs-ı tÀmm 365
cümle 41, 47, 147, 148, 149, 182, 197,
202, 238, 240, 241, 242, 243, 244,
245, 247, 248, 249, 250, 251, 252,
253, 254, 255, 256, 257, 266, 267,
268, 278, 287, 339, 340, 351, 352,
cümle-i òaberiyye147, 252, 253, 278
cümle-i òaberiyye-i şarùiyye 202
cümle-i inşÀéiyye-i şarùiyye 202
cümle-i maèùÿfa 248, 255
dÀll ile medlÿl 317
delÀlet 30, 43, 44, 163, 174, 196,
198, 208, 209, 211, 212, 237,
258, 260, 268, 270, 273, 274,
276, 313, 328, 329, 337, 338,
339, 349, 350
delÀlet-i èaúliyye 274
delÀlet-i iltizÀmiyye 274
delÀlet-i muùÀbıúiyye 273, 274
delÀlet-i taømìniyye 274
delÀlet-i vaøèiyye 274
eczÀ-yı kelÀm 195
edÀt 24, 27, 35, 36, 219, 221, 224,225, 241,
250, 253, 277, 279
edÀt-ı èaùf (edevÀt-ı èaùf) 240, 253, 255
edÀt-ı òaber 254, 278, 370
edÀt-ı istifhÀm (edevÀt-ı istifhÀm) 222,
225, 226, 242
edÀt-ı nidÀ (edevÀt-ı nidÀ) 237
edÀt-ı rabù 182
edÀt-ı süver 189
edÀt-ı temennì 219, 220, 221, 222
edÀt-ı teşbìh (edevÀt-ı teşbìh) 275, 277,
278, 279, 324
efãaóden faãìóe èudÿl 32
ekÀõìb-i münşiyÀne 155
elfÀô-ı cezele 38, 39, 344
elfÀô-ı àarìbe 23, 39
471
elfÀô-ı mübteõele 30, 31, 259
elfÀô-ı mürÀdife 261
elfÀô-ı raúìúa 38, 39
elfÀô-ı zÀéide 261, 270
esmÀé-i aèlÀm 314
fÀéide-i òaber 156, 157
fÀèil 158, 159, 160, 208, 209, 213,
224, 278
faãìó (faãìóa) 9, 10, 18, 23, 24, 27, 28, 29,
31, 32, 33, 38, 42
faãl 14, 41, 148, 240, 249, 255
fÀtióa-i kelÀm 378, 379
faøla 148
fenn-i belÀàat 47, 380, 381, 382
fenn-i inşÀ 45, 49, 52
fenn-i mÿsìúì 46
feãÀóat 10, 12, 13, 15, 17, 19, 22, 23,
25, 26, 27, 28, 29, 33, 35, 36,
38, 39, 40, 41, 42, 51, 320,
322
fièl 20, 25, 26, 27, 48, 148, 158, 159,
160, 161, 187, 188, 189, 196, 199,
200, 201, 208, 209, 210, 212, 219,
220, 221, 222, 224, 237, 250, 251,
256, 277, 278, 315, 319, 328, 329, 34,
346, 351, 365, 370
fièl-i óikÀye 243
fièl-i lÀzım 209
fièl-i menfì 214
fièl-i müåbet 214
(fièl-i) müteèaddì 26, 208, 209
fièl-i nÀúıã 34
fièl-i ãınÀèì 208
fièl-i şarùì 220
fièl-i temennì 219
àarÀbet 9, 10, 12, 17, 22, 23, 33, 325
àarÀbet-i óasene 295, 325
àarÀbet-i úabìóa 23, 24
àarìb 9, 22
(àarìb-i) óasen 22
(àarìb-i) úabìó 22
àarìbüél-istièmÀl 22
àarìbe-i òaããiyye 324
àayr-ı faãìó 12, 31
àazel 56, 349, 369, 373
àazeliyyÀt 55, 56
àulüvv 357, 358
àulüvv-i müstaósen 358
472
àulüvv-i mecÀz 358
òaber 27, 34, 147, 148, 149, 150, 151, 153,
154, 156, 157, 158, 159, 185, 186,
187, 188, 202, 208, 212, 239, 277,
278
òaber-i fièlì 188
òaber-i ıãrÀrì 150, 151
òaber-i ibtidÀéì 150
òaber-i inkÀrì 150, 151
òaber-i ùalebì 150
óaúìúat 159, 169, 170, 178, 246, 247,
271, 272, 280, 281, 312, 313,
314, 315, 318, 319, 320, 322,
332, 337
óaúìúat-i èaúliyye 158, 159
óaúìúat-i lafôiyye 313
óaúìúat-i luàaviyye 313, 315
óarf-i èÀùıfa 19, 184
óarf-i èaùf 240
óarf-i óÀciz 16
óarf-i revì 350, 369, 373
óarf-i taèlìl 329
òÀrice muùÀbıú 147
(òÀrice) àayr-ı muùÀbıú 147
óaşv 49, 156, 261, 338
óaşv (óuşÿd-ı) àayr-ı müfsid 261
óaşv-ı müfsid 261
óaşv-ı zÀéid 262
òaùù 43, 366, bkz. èilm-i òaùù
óaõf 36, 40, 41, 197, 198, 200, 201, 209, 210,
220, 222, 253, 254, 262, 266, 267, 268
hemze-i istifhÀm 224, 225
hezl, bkz. ãanèat-ı hezl
òıffet 13, 14, 20, 21, 32, 33, 39,52, 53, 338,
339
óikÀye-i fièl-i iltizÀmì 219, 220, 222
óikÀye-i fièl-i şarùì 220
óikÀye-i şarùì 219, 220
òiùÀbet 8, 45, 51, 54, 376, 378
òiùÀbet-i dìniye 376
òiùÀbet-i siyÀsiyye 377
óurÿf-ı èÀùıfa 240, 241, 242, 250
óurÿf-ı fem 11, 20
óurÿf-ı óalú 11, 20
óurÿf-ı maãmÿta 20
(óurÿf-ı) mechÿre 20
(óurÿf-ı) mehmÿse 20
óurÿf-ı muãammata 14
473
óurÿf-ı mütebÀèide 14, 21
óurÿf-ı müteúÀribe 11, 14, 20, 21
óurÿf-ı mütenÀfir 318
(óurÿf-ı) raòve 20
óurÿf-ı vasaù 20
óüsn-i beyÀn 318
óüsn-i intihÀ 379
óüsn-i taèlìl 359, 360
ıùlÀú 40, 150, 155
ıømÀr 171
ıømÀr ile taèrìf 170, 171
èibÀre 26, 28, 36, 43, 50, 147, 148, 149,
150, 154, 155, 159, 160, 179, 197,
209, 246, 247, 248, 250, 251, 252,
253, 255, 256, 257, 260, 268, 269,
271, 278, 299, 321, 370, 371, 372,
379
èibÀre-i müteèÀrife 257, 260
èibÀre-i Türkiyye 26
iècÀz 41
ìcÀz 40, 257, 258, 259, 260, 263, 268,
269
ìcÀz-ı óaõf 262
ìcÀz-ı úaãr 262
ìcÀz-ı muòill 260
idmÀc, bkz. ãanèat-ı idmÀc
iàrÀú 357
ìhÀm 242, 363
ìhÀm-ı tenÀsüb 348
iútiøÀb 379
èillet-i èÀdiyye 359, 360
èillet-i fÀèiliyye 316
èillet-i óaúìúiyye 360
èilm-i èarÿø 7, 8, 43
èilm-i bedìè 7, 8, 9, 10, 47, 144, 344
èilm-i belÀàat 5, 8, 45, 50, 144
èilm-i beyÀn 7, 8, 9, 42, 47, 144, 162, 273, 276
èilm-i fıúh 382
èilm-i òaùù 7, 8
èilm-i inşÀé-i neår 7, 8
èilm-i iştiúÀú 7
èilm-i úÀfiye 8
èilm-i úarø-ı şièr 8
èilm-i kelÀm 382
èilm-i luàat 7, 43
èilm-i maèÀnì 8, 9, 10, 42, 47, 144, 148, 149,
357
èilm-i manùıú 43, 378
474
èilm-i naóv 8, 33, 42, 382
èilm-i ãarf 7, 8, 42
èilm-i tÀrìò 7, 8
ìmÀ 175, 290, 295, 337
inşÀ 202, 219, 239
inşÀé-i àayr-ı ùalebì 219, 238
inşÀé-i ùalebì 219
irãÀd, bkz. ãanèat-ı irãÀd
iåbÀt 40, 209, 214
ism 34, 196, 199, 200, 205, 313, 314,
328, 329, 354, 365
ism-i cins 243, 328
ism-i işÀret 171, 191
ism-i mekÀn 312
isnÀd 146, 147, 158, 159, 160, 161, 209,
225
isnÀd-ı òaberì 149
isnÀd-ı mecÀzì 161
istièÀne 43, 44,166, 324
istièÀre 22, 47, 246, 247, 275, 279,
314, 315, 316, 321, 322, 323, 324,
325, 328, 329, 330
istièÀre biél-kinÀye 276
istièÀre-i àarìbe(-i òÀãiyye) 324
istièÀre-i èinÀdiyye 324
istièÀre-i mekniyye 330
istièÀre-i muãarraóa 330
muãarraóa-i muùlaúa 330
muãarraóa-i mücerrede 330
muãarraóa-i müraşşaóa330,331
istièÀre-i mübteõele(-i èÀmiyye) 324
istièÀre-i taóúìúiyye 276, 321
istièÀre-i taòyìliyye 330
istièÀre-i tebaèiyye 329
istièÀre-i tehekkümiyye 324
istièÀre-i temlìóiyye 324
istièÀre-i temåìliyye 332
istièÀre-i vifÀúiyye 323
istibÀè ãanèatı 362, 363
istiùrÀd 44, 204
istiùrÀf 305
işÀret ile taèrìf 170, 176
iştiúÀú, bkz. èilm-i iştiúÀú
iùnÀb 41, 257, 260, 270
iùnÀb-ı maúbÿle 260, 271
iùnÀb-ı mümill 260, 261
ittisÀè 312
ittiãÀl 312
475
iøÀfet 35, 36
iøÀfet-i èArabiyye 35
iøÀfet-i Türkiyye 35, 36
iøÀfet ile taèrìf 179
úÀfiye 7, 29, 190, 213, 344, 349,
369, 371, 372, 373
úarÀéin-i èaúliyye 160, 161
úarÀéin-i lafôiyye 159, 161
úarìb-i mübteõel 291, 294, 295, 296
úarø-ı şièr, bkz. èilm-i úarø-ı şièr
úasem 151, 154
úaãr 148, 185, 187, 213, 214, 215, 216,
217, 218
úaãr-ı efrÀd 215, 217, 218
úaãr-ı ġayr-ı óaúìúì 214
úaãr-ı óaúìúì 214, 215
úaãr-ı iddièÀéì 215
úaãr-ı iøÀfì 215
úaãr-ı úalb 216, 218
úaãr-ı taèyìn 217, 218
úavlün biél-mÿcib ãanèatı 364
ke-en-lem-yekün 331
kelÀm 8, 9, 10, 14, 21, 33, 34, 35,
36, 38, 39, 40, 41, 42, 47, 50,
79, 145, 146, 147, 148, 151, 153,
161, 162, 167, 186, 190, 196,
197, 198, 200, 201, 202, 209,
211, 212, 214, 221, 222, 246,
257, 258, 260, 261, 267, 276,
277, 279, 281, 282, 291, 310,
312, 313, 320, 323, 329, 330,
331, 332, 335, 337, 338, 339,
340, 344, 347, 348, 351, 352,
353, 359, 360, 361, 362, 363,
364, 372, 374, 375, 378, 379,
380, 381, 382
kelÀmda belÀàat 41
kelÀmda feãÀóat 33, 35
kelÀm-ı belìà 10, 42
kelÀm-ı faãìó 10, 38, 42
kelÀm-ı àayr-ı faãìó 12
kelÀm-ı mÿcez 260, 269
kelime 8, 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 19, 20,
21, 22, 27, 29, 30, 31, 32, 33, 34, 36, 41,
43, 146, 147, 148, 149, 186, 212, 224,
230, 239, 241, 274, 275, 314, 339, 340,
350, 370, 371, 372, 374, 376
kelimÀt-ı reõìle 344
476
kelime-i àarìb 22
kelime-i vaóşiyye 22
úıyÀs 24
úıyÀsa muòÀlefet 24, 339
bkz. muòÀlefet-i úıyÀs
úıyÀs-ı luàavì 9, 10
úıyÀs-ı luàavìye muòÀlefet 9, 10
kinÀye 47, 173, 209, 245, 246, 274, 276,
314, 332, 333, 334, 335, 336, 337,
338, 347
kinÀye-i baèìde 335
kinÀye-i úarìbe 334
úarìbe-i òafiyye 334
úarìbe-i vÀøıóa 334
kinÀye-i müferrede 332
kinÀye-i mürekkebe 333
úurb-ı maòrec 11
lafô 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15, 16, 18, 19,
20, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30,
32, 33, 34, 36, 38, 39, 40, 41, 42, 43,
52, 54, 66, 69, 91, 145, 146, 147,
148, 153, 163, 164, 167, 168, 170,
171, 172, 173, 174, 175, 176, 177,
178, 179, 182, 184, 189, 190, 196,
197, 198, 201, 202, 203, 204, 206, 210,
212, 213, 219, 222, 223, 224, 237, 238,
239, 240, 241, 242, 243, 247, 250, 253,
254, 255, 256, 257, 258, 260, 261, 262,
268, 273, 274, 275, 277, 278, 289, 294,
298, 312, 313, 314, 315, 316, 318, 320,
321, 326, 328, 329, 330, 332, 338, 339,
345, 348, 349, 350, 352, 353, 364, 365,
367, 368, 370, 371, 372, 373
lafô-ı müfred 338
lafô-ı mürekkeb 338
lafô-ı müsteèÀr 328
lafô-ı mütecÀnis 368
lafô-ı vaóşì 39
lafô-ı zÀéid 262
lÀzım ile melzÿm 336
lÀzım-ı fÀéide-i òaber 156, 157
luàat, bkz. èilm-i luàat
leff ü neşr ãanèatı 353
leff ü neşr-i àayr-i müretteb 354
leff ü neşr-i müretteb 354
leùÀfet-i ùabìèiyye 379, 380
maèÀnì, bkz. èilm-i maèÀnì
maòrec 11, 14, 15, 16, 18, 367
477
maúãÿr 213, 214
maúãÿrun èaleyh 213, 214, 215
maènÀ 8, 9, 12, 21, 22, 24, 25, 30, 31, 32,
34, 35, 40, 41, 42, 43, 52, 61, 62, 66,
69, 91, 98, 105, 148, 173, 174, 181,
187, 188, 190, 208, 212, 222, 224,
230, 235, 237, 238, 251, 253, 255,
258, 261, 262, 273, 274, 275, 276,
277, 279, 282, 288, 298, 300, 310,
311, 312, 313, 315, 316, 317, 321,
326, 328, 331, 332, 333, 340, 343,
344, 345, 347, 348, 349, 351, 352,
353, 355, 362, 363, 368
maènÀ-yı aãlì 315, 331, 332
maènÀ-yı baèìd 352, 353
maènÀ-yı óaúìúì 348
maènÀ-yı úarìb 352, 353
maènÀ-yı mecÀzì 315, 329, 348
maènÀ-yı müşterek 277, 279, 286,
287, 300, 310
maèùÿf 240, 241, 243, 248, 249, 250
maèùÿfun èaleyh(À) 240, 241, 243, 249, 255
mÀ-vaøèun leh 262, 273, 275, 312,
314, 316, 320
maôhar 190, 191
mecrÀ-yı istièÀre 322, 328, 329
medlÿl 43, 54, 147, 150, 156, 174, 237,
317
mefèÿl 159, 160, 187, 207, 208, 209,
210, 211, 212, 267
mefèÿlün bih 159, 160
mefèÿlün fìh 201
mekniyyun bih 332
mekniyyun èanh 332, 333, 334, 335, 337
melzÿm 317, 336, 337
meåneviyyÀt 60
meséÿlün èanh 225
metn 50
meõheb-i kelÀmì ãanèatı 359
mÿcez 279
muòÀlefet-i úıyÀs 12, 27, 28, 33
muóÀøarÀt 8
muòill-i feãÀóat 9
muótemelüéø-øıddeyn 363
muúadder 208, 209, 210, 220, 222, 237,
251, 253, 254
478
muúteøÀ-yı óÀl 40, 47, 51, 52, 145,
146, 148, 151, 152, 153, 154, 155,
156, 158, 191, 257, 260, 344, 381
muãammatüél-óurÿf 14
muùÀbaúat 345; bkz. ãanèat-i ùıbÀk
muùlaú ile muúayyed 317
mübÀlaàa 56, 303, 306, 329, 331
mübÀlaàa-i maúbÿle ãanèatı 357
müfredde feãÀóat 9, 23
münÀdÀ 236, 237
mürÀèÀt-ı naôìr ãanèatı 348
mürtecel 314
müsteèÀrun minh 315, 322, 323, 325,
326, 327, 328, 330,
331, 332,
müsteèÀrun leh 315, 322, 323, 325,
326, 327, 328, 330,
331, 332
müşÀkele, bkz. ãanèat-ı müşÀkele
müşebbeh 275, 277, 278, 279, 280, 282,
283, 285, 286, 287, 288, 289, 290,
291, 292, 293, 294, 295, 296, 297,
298, 299, 300, 301, 302, 303, 304,
305, 306, 307, 308, 310, 311, 315, 316,
317, 321, 325, 329, 330, 331
müşebbehün bih 275, 277, 278, 279, 282,
283, 285, 286, 287, 288, 289, 290, 291,
293, 294, 296, 297, 298, 299, 300, 301,
302, 304, 305, 306, 307, 308, 310, 311,
315, 316, 317, 321, 325, 329, 330, 331
müteèaddì, bkz. fièl-i müteèaddì
müteèalliúÀt-ı fièl 207, 212
müzÀvece, bkz. ãanèat-ı müzÀvece
naóv, bkz. èilm-i naóv
naãã 50
naôm 10, 21, 38, 43, 55, 57, 98, 143, 153, 154,
204, 298, 326, 333, 338, 340, 343, 344,
361, 362, 368, 369, 370, 371, 372, 374,
375, 378, 380, 382
nefy 187, 188, 208, 209, 214, 215, 225, 226,
251, 253, 335, 364
nekre 170, 171, 178, 179, 189, 207
nesaú 50
neår 10, 38, 40, 43, 143, 338, 341, 344, 368,
369, 370, 371, 372, 374, 380, 381, 382
nidÀ 236, 237
479
nisbet 57, 146, 147, 225, 245, 276, 332,
335, 350, 355, 362
nisbet-i selbiyye 147
nisbet-i åubÿtiyye 147
nuùú 45, 259, 313, 329, 376, 377, 378
reddüél-èacz èaleéã-ãadr ãanèatı 368
remz 337
rivÀyet-i iltizÀmì 219, 220
rücÿè, bkz. ãanèat-ı rücÿè
åaúìl 16, 17, 18, 19, 21, 23, 35
ãanèat-ı èaks 351
ãanèat-ı cinÀs 365, 366, 368
ãanèat-ı hezl 364
ãanèat-ı idmÀc 363
ãanèat-ı irãÀd 349
ãanèat-ı muvÀzene 372
ãanèat-ı müşÀkele 350
ãanèat-ı müzÀvece 351
ãanèat-ı rücÿè 352
ãanèat-ı secè 261, 369, 370, 371, 372, 373,
379, 380
secè-i muraããaè 370
secè-i muùarraf 370
secè-i mütevÀzì 370
ãanèat-ı tevcìh 363
ãanèat-ı tevriye 347, 352
tevriye-i mücerrede 352, 353
tevriye-i müraşşaóa 352, 353
ãanèat-ı teøÀd 345
ãanèat-ı ùıbÀú 346, 347
ùıbÀú-ı ìcÀb 346
ùıbÀú-ı selb 346
ùıbÀú-ı tesebbüb 347
ãanÀyiè-i bedìèiyye 318, 344
ãanÀyiè-i lafôiyye 365, 382
ãanÀyiè-i maèneviyye 345
ãarf, bkz. èilm-i ãarf
seúÀmet-i vezn 21
selìúa 39, 41, 145
ãıfat 207, 214, 215, 216, 217, 218, 266, 271,
276, 304, 312, 313, 322, 334, 335, 355,
360, 361
ãıfat-ı èaúliyye 280, 281
àayr-i rÀãiòa-i èaúliyye 281
rÀsiòa-i èaúliyye 281
ãıfat-ı àayr-ı åÀbite 361
ãıfat-ı óaúìúiyye 280
ãıfat-ı óissiyye 280
480
ãıfat-ı åÀbite 359
åıúlet 10, 11, 12, 13, 18, 19, 20, 21, 23, 32,
33, 35, 36, 39, 318, 343
ãıla 174, 181, 182, 207
ãıla ile taèrìf 174
ãìàa 20, 26, 28, 30
sirúat-i şièr 374
siyÀú-ı kelÀm 50
siyÀú u sibÀú 349
şarù 201, 202, 204, 206, 217, 218, 351
şeró 50, 266, 377
şerìèat 6, 268, 269
şibh-i fièl 370
şibh-i temÀåül 245, 246, 247
şibh-i teøÀdd 246, 247, 248
şibh-i teøÀyüf 246, 248
şièr 28, 55, 59, 143, 165, 217,
374, 375, 379
şuèarÀ-yı ĪrÀniyye 56
taèaccüb 238, 239
taèaddì 26, 208
taàlìb 204, 205
taòallüã 379
taósìn-i kelÀm 8
taòãìã 32, 148, 187, 188, 189, 212, 213, 214,
216, 217, 218, 237, 335, 355
taúdìm 33, 41, 162, 185, 187, 188, 189, 190,
212, 214, 340, 351
taèúìd 33, 34, 339, 340
taèúìd-i lafôì 34, 35, 339
taèúìd-i maènevì 34
taúsìm ãanèatı 355
taèrìf 162, 169, 170, 171, 172, 173,
174, 175, 176, 177, 178, 179,
196, 207
taèrìf ve tenkìr 169
taèrìø 336, 337, 338
taãavvur 225, 226
taãdìú 225
taømìn 375
tebÀèüd-i óurÿf 13, 14
teblìà 357
tecÀhülü’l-èÀrif ãanèatı 364
tecnìs-i úalb 367
tecrìd ãanèatı 356
tedbìc 346, 34
tedbìc biél-kinÀye 347
tedbìc biét-tevriye 347
481
teédìb 338
tefrìú ãanèatı 354
teéòìr 33, 34, 41, 190, 212, 219, 340, 351
tehzìb 338
teúaddüm 187, 212, 213
tekellüf 40, 371, 372, 379, 380
tekerrür 19, 20, 24, 33, 36, 197, 292
teékìd 40, 41, 151, 152, 153, 154,
158, 181, 182, 183, 188, 256,
270
teékìdüél-medó bimÀ-yüşbihüéõ-õemm
362
teékìdüéõ-õemm bimÀ-yüşbihüél-medó
362
telòìã 50
telmìó 295, 375, 376
telvìó 336, 337
temÀåül 243, 244, 246, 247, 259
temÀåülÀt-ı maèneviyye 244
temÀåülÀt-ı òayÀliyye 244
temÀåül-i maènevì 243
temennì 219, 220, 221, 222
tenÀfür 10, 12, 13, 14, 17, 18, 19, 20,
21, 32, 33, 35, 318,340
tenÀfür-i óurÿf 9, 10, 20
tenÀfür-i kelimÀt 33
tenÀsüb 348
tenkìr 41, 162, 169, 170, 196, 207
teraccì 238, 219
terÀcim-i aóvÀl 8
teressül 8
terkìb-i óurÿf 12
terşìó 331
terşìó-i iltizÀmì 331
teshìm 349
tesviye 301
teşÀbüh 275, 302, 303, 365, 368,
teşÀbühüél-eùrÀf 348
teşbìb 58, 303, 308
teşbìh 275, 276, 277, 278, 279, 280, 282, 283,
284, 285, 286, 287, 288, 289, 290, 291,
292, 293, 294, 295, 296, 299, 300, 301,
302, 303, 304, 305, 306, 307, 308, 310,
311, 315, 324, 325, 328, 329, 331, 350,
358
teşbìh-i belìà 294
teşbìh-i cemè 302
teşbìh-i óaúìúì 276
482
teşbìh-i maúbÿl 307
teşbìh-i maúlÿb 306
teşbìh-i mecÀzì 277
teşbìh-i mefrÿú 301
teşbìh-i melfÿf 301
teşbìh-i merdÿd 307
teşbìh-i mufaããal 289
teşbìh-i mücmel 289
teşbìh-i müéekked 277
teşbìh-i mürsel 277
teşbìh-i temåìl 332
teşdìd 373
tetÀbuè-ı iøÀfÀt 33, 35
tevriye, bkz. ãanèat-ı tevriye
teøÀdd 243, 244, 245, 246, 247, 248,
347, 348
teøÀyüf 243, 245, 248
ùıbÀú, bkz. ãanèat-ı ùıbÀú
èulÿm-ı Àliye 268, 269
èulÿm-ı edebiye 7
èumde 148
vaóşì 9, 22
vaóşì-i àalìô 22
vaãl 41, 148, 220, 240, 249
vech-i şebeh 275, 277, 279, 280, 281, 282,
283, 284, 286, 287, 288, 289, 290, 291,
292, 293, 302, 303, 306, 307, 308, 310,
321, 324
vech-i şebeh-i dÀòilì 280
vech-i şebeh-i òÀricì 28o
òÀricì-i àayr-ı óaúìúì 280,
281
òÀricì-i óaúìúì 280
vech-i şebeh-i iøÀfì 281
vech-i şebeh-i mürekkeb 282
mürekkeb-i èaúlì 282
mürekkeb-i óissì 282
vech-i şebeh-i müteèaddid 287
èaúlì 287, 288
óissì 287
muòtelif 287, 288
vech-i şebeh-i vÀóid 282
vÀóid-i èaúlì 282
vÀóid-i óissì 282
vech-i şebeh-i vehmì 281
vezn 8, 20, 21, 28, 29, 190, 213, 318,
344, 370, 371, 372
yerÀèa 40
483
øaèf-ı teélìf 33, 34, 39, 339, 340
zamÀn-ı istiúbÀl/müstaúbel 200,317
øamìr 170, 172, 190, 191
øamìr-i ġÀéib 172, 207
øamìr-i mütekellim 326
ôarf 212, 317
øarÿret-i şièr 28, 29, 219, 261
õevú-i selìm 13, 21, 46, 339, 350, 380,
381, 382
484
IV.2. ESER ADLARI VE KİŞİLER
İNDEKSİ
(Bu dizin, orijinal metnin sayfa numaralarına
göre hazırlanmıştır.)
èAbbÀs bin Fereci’r-RiyÀşì 44
èAbduél-Óaúú ÓÀmid Beg 227
èAbduél-Óamìd ÒÀn-ı æÀnì 4, 231
èAbduél-ÚÀhir, bkz. Şeyò èAbduél-ÚÀhir
èAbdu-Rabbihi 43, 44
èAdì bin Zeyd el-èİbÀdì 44
èAdnÀn, bkz. Benì èAdnÀn
ÁgÀh 263
Aómedì 64
Aómed Midóat Efendi 227, 230
Aómed Paşa 122
èAlì 376
èÁlì 83, 334
Álì 60, 92, 107
èAntara 277
èÁrif 112
èÁrif Óikmet Beg 71, 120, 135, 289
èÁrifì Aómed Paşa 127
èÁrif SüleymÀn Beg 112
èArÿsüél-EfrÀó 13, 23, 31, 32
èÁãım, Çelebì-zÀde 74, 95, 101, 127, 265
èÁşıú áarìb 259
èAùÀyì 75
èÁùıf 137, 265
èAvnì-i Ámidì 75
èAynì 75, 113, 345
BÀúì 122, 123, 134
Baãìrì 68, 107
Baãìrì-i BaàdÀdì 60
BehÀyì 108, 356
Belìà 295, 298
Benì èAdnÀn 12
Benì ÚaóùÀn 12
Buóturì, bkz. El-Buóturì
Caèfer Çelebì 124
Cehdì 70
CelÀl Çelebì 134
Cemhere 11, 14
CenÀbì 135
CevÀb-nÀme 245
CevÀnì 92
485
Cevdet Paşa 227, 236, 263, 264, 325, 326,
328, 346, 356, 360
Cevrì 108
Cezmì(-i KemÀl Beg) 294, 327
DefterdÀr Behcet 134
Dervìş ŞinÀsì 74
Durustaveyh 33
Ebÿ èİbÀd 270
Ebuél-èAlÀ 377
Ebu’l-èIyÀs Caèfer bin el-Müstaàferì 376
Ebuél-VedèÀn 377
Ebués-Suèÿd 133
Ebÿ TemmÀm 12
Ekrem Beg 228, 230, 234, 238,
263, 298, 299, 326,
327
El-Buóturì 270
El-Meåelüéå-æÀéir fì-Edebiél-ÚÀtib veéş-
ŞÀèir 38, 42, 269, 337
EmetuéllÀh Òanım 134
Emìn 122
Emìrek 122
Emrì 297
Enìsüél-èUşşÀú 58
Esèad-ı BaàdÀdì 69, 94
Esèad Muòliã Paşa 66, 139, 286, 305
EsÀsüél-BelÀàa 28
Eù-Ùarìú ileél-FeãÀóa 20
Faòr-i RÀzì, bkz. İmÀm Faòr-i RÀzì
FÀéiz 265
FÀmì 265
Farazdaú 343
FÀrÿú 137
Faãìó 345
Faãìó Dede 137
FÀøıl Beg 37, 66
Fehìm 62, 87, 100, 114, 323
Fennì 262
Feyøì-i Úadìm 228
Fiùnat Òanım 84, 97, 114, 128
FurúÀn-ı Kerìm 204
Fuøÿlì 60, 61, 65, 75, 83, 86, 87, 89, 91,
93, 96, 97, 100, 101, 113, 120, 128, 138,
168, 193, 194, 206, 226, 227, 228, 231,
239, 255, 262, 265, 296, 297, 298, 304,
325, 333, 336, 349, 350, 354, 355, 356,
357, 359, 361, 373
ĠazÀlì 128
486
ĠÀzì FÀøıl 83
áülşen-i RÀz 60
ÒºÀce Taósìn Efendi 293
ÒºÀce Vaóyì 80
ÒafÀcì 13
ÒÀúÀnì 60, 135
ÒÀkì 125
Òalìl 11, 13
ÓÀmì 236, 264, 300
ÓÀmid-i Ámidì 364
ÓÀmì-i Ámidì 37, 65, 70, 81, 95,
108, 124, 233
ÒÀn Aómed (III.) 231
Óaşmet 125
ÓÀtem 277, 288, 289, 322
ÒÀtemì 264
Òaùìbì 27, 28
ÒayÀlì 71, 86, 92, 125
Òayrì 125
Òayriyye(-i NÀbì) 60
ÓÀõıú 353
ÓÀõıú-ı Erøurÿmì 70, 353
Óaøret-i MevlÀnÀ-yı Rÿmì 139
Hebenneúa 322
ÒızÀnetüél-Edeb 276, 279
Óilye(-i ÒÀúÀnì) 60
Óìra 44
Óulÿãì Dede 354
Òuùabuél-Òayl 377
Òuùbetüél-BeyÀn 376
Óüsn ü èAşú 60
èIúduél-Ferìd 43, 44
İbni Cinì 319
İbni Dureyd 11, 14, 15
İbni Eåìr 38, 42, 269, 270, 337
İbn-i KemÀl 81, 99, 121, 133
İbni NebÀte 377
İbni Raşìú 279
İbnüén-Nefìs 20
İbrÀhìm Óaúúì (Maèrifet-nÀme äÀóibi)
135, 263
İffet 68
İmÀm Aómed bin èAbdi-Rabbihi,
bkz.èAbdu-Rabbihi,
İmÀm Faòr-i RÀzì 269
İmÀm Süyÿùì 28, 205, 319, 342
èÍsÀ bin MÀhÀn 269
İsóaú 94
487
İsmÀèìl Óaúúì Efendi 100, 235
èİzzet èAlì Paşa 112
èİzzet Beg 137
èİzzet MollÀ 67, 74, 83, 87, 127,
154, 235, 265
KÀmì-i Úaramanì 75
KÀnì-i Úadìm 246
Úavsì-i Tebrìzì 102, 306
Kelìm 139
KemÀl Beg 228, 232, 233, 265,
290, 294, 295, 299,
301, 303, 326, 327,
369, 371
KemÀl Paşa-yı Úadìm 93
KirÀmì 265
Köroàlı 259
ÚuréÀn-ı Kerìm 10, 12, 32, 39, 41, 91,
201, 374
Úuss bin SÀèidetièl-İyÀdì 376
LeéÀlì 128
Lebìb-i Ámidì 66, 76, 87, 93, 97,
114, 128, 139, 265,
302, 303
MÀder 322
MaúÀlì 129, 265, 375
Manùıúì 115
Mecnÿn u LeylÀ 60
Mesèÿd Luùfì Efendi-i Ámidì 115, 129, 139
Meémÿn-i Òalìfe 269
MevúÿfÀtì Meómed Efendi 245
MevlÀnÀ-yı Rÿmì, bkz. Óaøret-i MevlÀnÀ
MeõÀúì 65
MiréÀtüél-èİber 2, 383
MìzÀnüél-Edeb 1, 2, 5
Muèallim NÀcì Efendi 232, 233, 236, 238
Muùavvel 12, 32
Münìb 130
Münìf 115
Müzhir 28, 205, 319
NÀbì 34, 57, 60, 62, 63, 66, 67, 69, 76, 77, 84,
89, 90, 93, 98, 100, 102, 103, 104, 116,
131, 139,176, 236, 265, 266, 288, 333,
334, 351, 354, 355, 364, 375
NÀdirì 121, 140
Naóìfì 105, 117
NÀéilì 87, 98
Naèìm, Teõkireci 94
NÀmıú KemÀl, bkz. KemÀl Beg
488
Naôìf (Peder-i CÀmièuél-Óurÿf) 67, 88, 133
Naômì 79, 100
NebÀtì-i ÍrÀnì 154
NecÀtì 64, 78, 84, 87, 335
Nedìm 37, 56, 57, 132, 140, 266,
306, 345, 357, 375
Nedìm-i Úadìm 132
Nefèì 28, 56, 57, 79, 100, 105, 118,
142, 232, 357, 358, 372
NeşÀùì 233, 284, 322
Nevèì 118, 133
Nev-res 85, 89, 106, 266
Nev-res-i Úadìm 99, 352
Neylì 85
NiåÀrì 140
NiôÀmì 79
NuèmÀn bin Münõìr 44
Nüzhet 68, 78, 85, 88, 89, 90,
92, 99, 118, 132, 141,
152, 266, 304
Oúçı-zÀde ŞÀhì 61
Pertev 95, 107, 232, 236
Pertev Paşa 35, 64, 235
Pìrì-zÀde 345
RÀàıb Paşa 61, 72, 82, 86, 91, 92, 101, 110,
126, 135, 264, 287, 289
Raóìúì 111
Raómì(-i Úırımì) 73, 82, 110, 264, 302, 376
RaòşÀnì 86
RÀmì Paşa 82
RÀsiò 261, 375
RÀsim 135
RÀşid 71, 81, 90, 125
RÀşid-i Ámidì 37, 109
RÀşid-i Úadìm 109
RÀşid-i Müverrió 246
RecÀéì-zÀde Ekrem, bkz. Ekrem Beg
Reéfet 37, 38, 301
Refìè 82
Reşìd Paşa 290
RıøÀyì 127
RiyÀøì 74, 95
Rÿóì-i BaàdÀdì 61, 262
Rÿmì 206
RummÀnì 276
Rüşdì 61, 82, 233
æÀbit 60, 124, 348, 368
äabrì 37
489
SaèdullÀh Paşa 372
Saèdüéd-dìn-i TeftÀzÀnì 12, 22, 23
äafvet 241
SÀmì 65
SeóbÀn-ı BÀhilì 376
SekkÀkì 369
Senedüéş-ŞuèarÀ 378
Seyyid Vehbì 99, 143, 231, 264
Sırrì Paşa 230
Sırruél-FeãÀóa 13
SinÀn Paşa, bkz. TaøarruèÀt-ı SinÀn Paşa
SulùÀn Selim-i æÀnì 136
SulùÀn SüleymÀn 111, 136, 241, 264,
355
SulùÀn Veled 119
SüleymÀn Fehìm 236
Sünbül-zÀde Vehbì 80, 85, 91, 119, 80
Sürÿrì 68
Süyÿùì, bkz. İmÀm Süyÿùì
Şehrì 111, 235, 264
Şeref Òanım 127, 136
Şeró-i MinhÀc 320
Şeró-i Telòìã 27
Şeyò BehÀéüéd-dìn-i Sübkì 13, 14, 23, 27, 28,
29
Şeyò áÀlib (Dede) 60, 68, 113
Şeyò NiyÀzì 64, 66
Şeyòü’l-İslÀm YaóyÀ Efendi 81, 133, 143
ŞinÀsì 226, 229, 264, 298, 305
Şuèÿrì 136
TÀcì 124
TÀcüéd-dìn-i Sübkì 320
ÙÀhir bin Óuseyn 269
ÙÀlib 82, 137, 264
ÙayyÀr Paşa 35, 93, 101
TaøarruèÀt-ı SinÀn Paşa 254
TeftÀzÀnì, bkz. Saèdüéd-dìn-i TeftÀzÀnì
Telòìã 276, 279
èUkÀô 376
èUmde-i İbni Raşìú 279
VÀóidì 119
VÀúıf 367
VÀlì-i Ámidì 67, 69, 80, 85, 94, 119, 266
VÀãıf 91, 106, 234, 367
VaããÀf èAbduéllÀh Efendi 143
VedèÀniyye 377
Vehbì 231
490
Veysì 81, 99, 119, 266, 287
YaóyÀ 206
YaóyÀ Beg 60
Yüsrì 297
Øamìrì 111, 137
ÕekÀyì 109, 125
Zemaòşerì 28
Ôuhÿrì 101
491
SONUÇ
Sözün fasih olmak şartıyla duruma uygun, açık ve güzel söylenmesi yollarını
konu edinen belâgat ilmi, ma’ânî, beyân, bedî’ olmak üzere üç kısımda
incelenmektedir. Bunlardan ilm-i ma’ânî farklı cümle şekillerinden ve bunların
yerlerine göre kullanımlarından bahseder; amacı, sözün yerinde ve duruma uygun
söylenmesini sağlayan kuralların tespitidir. İlm-i beyân, anlatım yollarını konu
edinir. Amacı, bir sözün farklı yollardan, en açık şekilde ifadesidir. İlm-i bedî’ ise,
durumun gereğine uygun ve açık olan sözü, söz ve anlam sanatlarıyla güzelleştirme
yollarından bahsetmektedir.
Belâgat ilmi, sunduğu bilgiler çerçevesinde metin çözümlemeleri, bunun bir
sonraki adımını oluşturan yorumlama ve bu doğrultuda yapılan edebî eleştiriye
kaynak oluşturmaktadır. Bu açıdan belâgat ilmi edebî eleştirinin bazı esaslarının
tespitidir.
Arapçanın Türkler tarafından din ve bilim lisanı olarak kabul edilip çok iyi
öğrenilmesi, belâgat ilminin Arapça eserlerden veya bu eserlere bağlı kalınarak
yapılan şerh, haşiye ve taliklerden okutulmasını kolaylaştırmıştır. Fakat Tanzimat’la
birlikte Osmanlı devletinde başlayan batıya yöneliş hareketleri, batının örnek alındığı
okulların açılmasına ve ortak İslam kültürünün eğitim kurumları olan medreselerdeki
öğrencilerin aksine, Arapça ve Farsçayı iyi bilmeyen öğrencilerin yetişmesine yol
açmış, bu durum da klâsik veya batılı anlamda yazılan birçok Türkçe belâgat te’lifini
beraberinde getirmiştir.
492
Bu dönemde klâsik anlamda kaleme alınan belâgat kitaplarından birisi
“Mîzânü’l-Edeb”dir. XIX. yüzyılda, İstanbul’a uzak vilayetlerde yaşamış bir
bürokrat Osmanlı âlim ve sanatkârı olan Diyarbakırlı Sa’id Paşa’nın “Mîzânü’l-
Edeb”i, titizlikle seçilmiş Türkçe örnekleri, konular hakkında sunduğu detaylı
açıklamalarıyla önemli bir belâgat te’lifidir.
Mîzânü’l-Edeb Dibace, Mukaddime, Tetimme-i Mukaddime’den oluşan bir
giriş, Ma’anî, Beyân ve Bedî’ konularının anlatıldığı maksat, Hatime ve İ’tizar’ın
bulunduğu sonuç bölümlerinden oluşmaktadır.
Eser için, Ku’ran etrafında gelişen Arap belâgatinin kaynaklarından bir temel
oluşturulduğu görülmüştür. Ağırlıklı olarak yararlanılan kitaplar İmam Süyûtî’nin El-
Müzhir’i, İbni Esîr’in El-Meselü’s-Sâ’ir’idir. Fesahat bölümünde rastlanılan Arapça
örnekler, bu kitaplardaki örneklerle aynen örtüşmektedir.
Eserde konular adeta üçlü bir sistem çerçevesinde ele alınmıştır. Osmanlı
lisanına Arapça ve Farsçadan giren unsurlar kökenleri belirtilerek verilmiş; Türkçe
asıllı kelimeler Arapçadaki karşılıklarıyla kıyaslanarak anlatılmıştır. Bunun
sonucunda ortaya Arapça ve Farsça unsurların, Türkçenin gövdesine aşılanmasıyla
oluşmuş “Osmanlı lisanına” ait bir belâgat kitabı çıkmıştır. Ayrıca çeşitli vesilelerle
Lisân-ı Osmânî’nin şîvesi konusuna değinilmektedir. Bunlar ise, kendisini en
belirgin olarak Türkçe örneklerde gösteren “Osmanlı lisânının kendine ait bir
belâgati olduğu düşüncesi”nin yansımalarıdır.
Eser, eski şairlerimizin manzumelerinden seçilerek hazırlanmış güldeste ile
bir antoloji özelliği de göstermektedir. Bu şiirler, dîvân tertibinde olduğu gibi, kafiye
ve rediflerindeki son harfin Arap alfabesindeki sırası gözetilerek dizildiği için, şairler
düzensiz olarak, farklı yerlerde karşımıza çıkmaktadırlar.
493
Belâgat ilminin şiir ve nesre tatbiki yoluyla yapılan edebî eleştirinin ve şiir
çözümlemelerinin sıkça rastlandığı eser ayrıca dil, edebiyat, nesir, şiir, eski ve yeni
şairler hakkındaki yorumlara, eleştiri ve önerilere ayrılan bölümleriyle belâgat kitabı
sınırlarını aşmış, bir inceleme kitabı özelliği kazanmıştır.
Günümüzde dahi, eski edebiyata biraz aşinalığı bulunan herkese belâgat
kavram ve terimlerinin tanımlarını yapıp anlaşılır Türkçe örneklerle açıklayarak bu
ilminin kolayca öğrenilmesini sağlayan kullanışlı bir kitap olma özelliğini
korumaktadır.
494
BİBLİYOGRAFYA
1. Afyonkarahisarlı Şemseddin oğlu Mustafa, Ahter-i Kebîr, Sahâfiyye-i Osmâniye
Matba’ası, Der-Sa’âdet, 1310.
2. Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya ve Tevârih-i Hulefâ, C.I, Bedir Yayınevi,
İstanbul, 1972.
3. Ali Emîrî, Osmanlı Vilâyât-ı Şarkıyyesi, Evkaf-ı İslamiyye Matbaası, İstanbul,
1918.
4. Aristoteles, Retorik, [Çev. Mehmet H. Doğan], 7.b., YKY, İstanbul, 2004.
5. A. Schaade, “Belâgat”, IA, C.2, İstanbul, 1949, s.464.
6. Bernard Lewis, Ortadoğu, [Çev. Selen Y. Kölay], 2.b., Arkadaş Yayınevi, Ankara,
2005.
7. Diyarbekirli Sa’id Paşa, Mîzânü’l-Edeb, Şirket-i Mürettibiyye Matbaası, İstanbul,
1305.
8. Doğan Aksan, “Türk anlambilimine giriş-anlam değişmeleri I”, TDAY-Belleten,
1965.
495
9. Doğan Aksan, Anlambilim Konuları ve Türkçenin Anlambilimi, Engin Yayınevi,
Ankara, 1998.
10. El-Câhız, Ebu Osman Amr bin Bahr; El-Beyân ve’t-Tebyîn, Matba’atü’l-İlmiyye,
1311.
11. Faik Reşad, Eslâf, Âlem Matbaası, C. II, İstanbul, 1312, s. 17-26.
12. Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi,
Ankara, 2003.
13. İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri, C.3, yy, 1507, s.1608-13.
14. İsmail Ünver, “Çevriyazıda Yazım Birliği Üzerine Öneriler”, Türkoloji Dergisi,
C.XI, S.1, s. 51-89.
15. İsmet Parmaksızoğlu, “SA’İD PAŞA, Diyarbekirli Mehmed” Türk Ansiklopedisi,
C. XXXVIII, Milli Eğitim Basımevi, Ankara, 1980.
16. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Türkçe Basmalar Alfabe Katalogu, [Haz.
Fehmi Edhem Karatay], C. II, İ.Ü., İstanbul, 1956, s. 707.
17. Hulûsi Kılıç, “Belâgat” DİA, C.5, İstanbul, 1992.
496
18. Kâzım Yetiş, “Belâgat/Türk Edebiyatı” DİA, C.5, İstanbul, 1992, 384.
19. Kenan Akyüz, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi , 2. b., Doğuş Matbaası,
Ankara, 1958.
20. Kenan Demirayak, Abbâsi Edebiyatı Tarihi, Şafak Yayınevi, Erzurum, 1988.
21. Kenan Erdoğan, Diyarbakırlı Sa’id Paşa Dîvânı, Manisa, 2003.
23. Kur’an-ı Kerim ve Kelime Meali, Rayiha Yayıncılık, Ankara, 2006.
24. Mehmed Âkif Ersoy’un Makaleleri (Sırat-ı Müstakim ve Sebilü’r-Reşad
Mecmualarında Çıkan ), [Haz. Abdulkerim Abdulkadiroğlu-Nuran Abdulkadiroğlu],
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1987.
25. Mehmed Fehmî, Târîh-i Edebiyât-ı Arabiyye, Matba’a-i Âmire, İstanbul, 1332.
26. Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmanî, [Haz.Nuri Akbayar-Seyyit Ali Karaman],
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, C. 5, İstanbul, 1996.
27. Mehmet Atalay, “Ebu’l-Feth el-Bustî’nin Kasîde-i Nûniyye’sinin, Diyarbakırlı
Saîd Paşa Tarafından Yapılan Türkçe Manzum Tercümesi ”, 05.07.2007, <http://
www.doguedebiyati.comi/>.
497
28. Muallim Naci, Îcâz-ı Kur’ân, Matba’a-i Nişan-ı Berberiyan, 2. b., Der-Sa’adet,
1308.
29. Muhammed b. Omar Ar-Râdûyânî, Kitâb Tarcumân al-Balâga, [Haz. Ahmed
Ateş], İbrahim Horoz Basımevi, İstanbul, 1949, s.9.
30. Nasrullah Hacımüftoğlu, “Ahmet Cevdet Paşa’nın Belâgat-ı Osmaniye’si ve
Yankıları”, Ahmet Cevdet Paşa Vefatının 100. Yılına Armağan, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, Ankara, 1997, s.185-222.
31. Nasrullah Hacımüftüoğlu, “Belâgat Ekolleri ve Anadolu Belâgat Çalışmaları”,
Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, S.8, Erzurum, 1988, s.116.
32. “Retorik” Meydan Larousse Ansiklopedisi, C.X, Meydan Yayınevi, İstanbul,
1972, s.553.
33. René Wellek, “Yirminci Yüzyıl Eleştirisinin Temel Yönelişleri”, [Çev. Şevket
Toker], Ege Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, S.VI, 1991.
34. Rıza Filizok, “Yüzyılımızı Aydınlatan Bir Bilim Dalımız: Belâgat”, 11.04.2007,
<http://www.ege-edebiyat.org/>.
35. Sa’düddin Mes’ud bin Ömer Teftazani, El-Mutavvel, El-İlmiyyetü’l-İslâmiyye,
Tahran, 1354.
498
36. “Said Mehmed Paşa (Diyarbakırlı)” Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi,
DergâhYayınları, C.7, s. 430.
37. Şinasi, Durûb-ı Emsâl-i Osmaniye, [Haz. Prof.Dr. Süreyya Beyzadeoğlu], M.E.B.
Yayınları, İstanbul, 2003.
38. Tahsin Yazıcı, “Belâgat/Fars Edebiyatı” DİA, C.5, İstanbul, 1992, s. 383.
39. Ünsal Özünlü, Edebiyatta Dil Kullanımları, Yay. Multilingual, İstanbul, 2001.
40. Yekta Saraç, Klâsik Edebiyat Bilgisi Belâgat, Gökkubbe Yay., 3. b., İstanbul,
2004.
499
TEZ ÖZETİ
Aydoğan, Saliha, SA’İD PAŞA MÎZÂNÜ’L-EDEB (İNCELEME-METİN-
DİZİN), Yüksek Lisans Tezi,
Danışman: Doç.Dr. İsmail Hakkı Aksoyak, 500 s.
Tez giriş ve dört bölümden ibarettir. Girişte ‘belâgat’ kavramı üzerinde
durulmuş; belâgat ilminin diğer ilimlerle olan ilişkisine değinildikten sonra tarihî
gelişimi hakkında bilgiler sunulmuştur.
Birinci bölümde, tezimizin konusunu oluşturan Mîzânü’l-Edeb adlı belâgat
kitabının yazarı Diyârbekirli Sa’id Paşa’nın hayatı, sanatı ve eserleri ele
alınmıştır.
İkinci bölümde Mîzânü’l-Edeb’in bölümleri, yöntemi üzerinde durulmuş;
eserin Belâgat-i Osmâniyye adlı belâgat kitabıyla genel bir mukayesesi yapılarak
edebiyat tarihimizdeki yeri ve önemi belirtilmeye çalışılmıştır.
Üçüncü bölümü eserin çevriyazı metni ve bu metin zemininde hazırlanan
fihrist oluşturmaktadır.
Dördüncü bölümde terimler, eser adları ve kişilerden oluşan iki ayrı dizin
bulunmaktadır.
500
ABSTRACT
Aydoğan, Saliha, SAEED PASHA MEEZAAN AL ADAB (EVALUATION-
TEXT-INDEX ), Master’s Thesis,
Advisor: Assistant Professor İsmail Hakkı Aksoyak, 500 p.
The thesis consists of an introduction and four chapters. The concept of
‘balaaghah’ has been mentioned in the introduction; its historical development
has been presented after stating its relation with other sciences.
In the first chapter, life, art and works of Saeed Pasha, who is the author
of “Meezaan al Adab”, were discussed.
In the second chapter, the chapters and the method of “Meezaan al Adab”
were evaluate. A general comparison has been made with “Balaaghat-e
Othmaaniyyah” with an effort to state the place and importance of this work
within the history of Turkish literature.
The third chapter consists of the original text with transcription alphabet
and its contents.
The fourth chapter consists of two seperate indexes with the terms, names
of the works and people.
TEZ ÖZETİ
Aydoğan, Saliha, SA’İD PAŞA MÎZÂNÜ’L-EDEB (İNCELEME-METİN-
DİZİN), Yüksek Lisans Tezi,
Danışman: Doç.Dr. İsmail Hakkı Aksoyak, 500 s.
Tez giriş ve dört bölümden ibarettir. Girişte ‘belâgat’ kavramı üzerinde
durulmuş; belâgat ilminin diğer ilimlerle olan ilişkisine değinildikten sonra tarihî
gelişimi hakkında bilgiler sunulmuştur.
Birinci bölümde, tezimizin konusunu oluşturan Mîzânü’l-Edeb adlı belâgat
kitabının yazarı Diyârbekirli Sa’id Paşa’nın hayatı, sanatı ve eserleri ele
alınmıştır.
İkinci bölümde Mîzânü’l-Edeb’in bölümleri, yöntemi üzerinde durulmuş;
eserin Belâgat-i Osmâniyye adlı belâgat kitabıyla genel bir mukayesesi yapılarak
edebiyat tarihimizdeki yeri ve önemi belirtilmeye çalışılmıştır.
Üçüncü bölümü eserin çevriyazı metni ve bu metin zemininde hazırlanan
fihrist oluşturmaktadır.
Dördüncü bölümde terimler, eser adları ve kişilerden oluşan iki ayrı dizin
bulunmaktadır.
499
ABSTRACT
Aydoğan, Saliha, SAEED PASHA MEEZAAN AL ADAB (EVALUATION-
TEXT-INDEX ), Master’s Thesis,
Advisor: Assistant Professor İsmail Hakkı Aksoyak, 500 p.
The thesis consists of an introduction and four chapters. The concept of
‘balaaghah’ has been mentioned in the introduction; its historical development
has been presented after stating its relation with other sciences.
In the first chapter, life, art and works of Saeed Pasha, who is the author
of “Meezaan al Adab”, were discussed.
In the second chapter, the chapters and the method of “Meezaan al Adab”
were evaluate. A general comparison has been made with “Balaaghat-e
Othmaaniyyah” with an effort to state the place and importance of this work
within the history of Turkish literature.
The third chapter consists of the original text with transcription alphabet
and its contents.
The fourth chapter consists of two seperate indexes with the terms, names
of the works and people.
500