1
GeroBarometre, Ağustos 2017
Prof. Dr. İsmail Tufan AĞUSTOS 2017
GeroBarometre
AÜ Edebiyat Fakültesi
Gerontoloji Bölümü
Pınarbaşı Mahallesi Dumlupınar
Bulvarı, Kampus, 07058 Konyaaltı/
Antalya, Türkiye
Yaşlılık ve yaşlanma üzerine bir gazetecinin sorularına gerontolojik cevaplar
Türkiye Gerontoloji Atlası (GeroAt las ) araştırması kapsamında bazı kriter-
lerden hareket ederek yaşlılar açısından yaşanılacak yerleri tespit etmeye de
çalışıyoruz. Ancak “yaşanılacak yer” kavramını çok dikkatli kullanıyoruz. Çün-
kü diğer yörelerdeki yaşlıların sanki “yaşanmayacak yerde” yaşadıkları gibi bir
anlayış ortaya çıkar ki, kesinlikle bunu söylemek istemiyoruz.
Yaşlılıkta yaşanılacak yer kriterleri olarak, örneğin doğal çevre, sağlık memnu-
niyeti veya sosyal çevreye katılım gibi çeşitli kriterlerden meydana gelmekte-
dir. Toplam 15 kriterimiz vardır. Bunlara bağlı olarak yönelttiğimiz sorulara
verilen cevapların karmaşık istatistiksel analizlerinden 2017 yılı Gerontoloji
Atlası araştırmasına göre 10 yer ilk sıraları paylaşmaktadır: Rize- Çamlıhem-
şin, Çanakkale, Ordu-Gölköy, Afyon-Dinar, Sinop Gerze, Artvin, İzmir-Urla,
Kayseri Develi, Bursa, Aydın, Bozdoğan
Bu illerde veya ilçelerinde insanların daha uzun yaşadıklarını söylemiyoruz.
Biz, bu kriterlere bağlı olarak uzun yaşama şansının daha yüksek olduğunu
söylüyoruz. Bunlar farklı şeyleri ifade eden cümlelerdir. Belirttiğimiz 10 yerde
daha uzun ömürlü insanların yaşadığını söyleyebilmemiz için elimizde hiç
olmazsa 10-15 yıllık her ile ait ölüm tabloları olması gerekir. Bizim elimizde bu
tablolar yoktur ve bildiğimiz kadarıyla da TÜİK böyle detaylı ölüm tablolarını
şimdiye kadar yayınlamamıştır.
Türkiye Gerontoloji Atlası (GeroAt las ) kapsamında gerontolojik literatürde
dile getirilen ve genellikle yaşam kalitesi kavramıyla ilişkilendirilen kıstaslara
bağlı kalarak ve bilimsel olarak da kanıtlayabileceğimiz bulgulardan hareket
ederek “yaşanılacak 10 yer” diyoruz. Ama bu bizim kriterlere bağlı tanımımızın
insanlar tarafından da paylaşıldığı bir görüş olduğu şeklinde değerlendirilirse,
o zaman bilimden ayrılmış oluruz ve masal anlatmaya başlarız.
Bizim amacımız yaşlanma ve yaşlılıkla bağlantılı efsane, masal, hikaye veya
önyargı dediğimiz şeylerden bu kavramları arındırmak ve Gerontolojinin bilim
olarak ülkemize ve insanımıza yardımcı olmasını sağlamaktır. Bunu özellikle
vurgulamamız gerekmektedir. Bu koşullar altında belirttiğimiz yerler şimdilik
GeroBarometre, Ağustos 2017
2
Tazelenme Üniversitesi Kampüsleri
Akdeniz Üniversitesi
Telefon: 0090 536 241 21 46
E-Posta: akde-
Adres: Akdeniz Üniversitesi Dum-
lupınar Bulvarı 07058 Kampüs
Antalya / TÜRKİYE
Alanya HEP Üniversitesi
Telefon: 0090 242 513 69 69
E-Posta: alan-
Adres: Hamdullah Emin Paşa Üni-
versitesi Cikcilli Mah. Saraybeleni
Cad. No:7 07400 Alanya / Antal-
ya / Türkiye
Nişantaşı Üniversitesi
Telefon: 0090 212 912 37 37
E-Posta: nisanta-
Adres: Maslak Mahallesi 1453
Söğütözü Sokak, No. 20
Ağaoğlu Maslak 1453 Sarıyer /
İstanbul / TÜRKİYE
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi
Telefon: 0090 252 211 10 00E-Posta: [email protected]
Adres: Muğla / Türkiye
Tazelenme Üniversitesi’nde size de bir yer var!
Türkiye’de BLUE ZONE olarak kabul edilebilir.
Türkiye’nin nüfusunun yaşlanmasında 2023’ün kritik yıl olduğu söyleniyor. Bu tarihten
sonra üretken, çalışıp yaşlılara bakacak nüfusunda azalacağı söyleniyor. Bu doğru
mudur? Ne tür tehlikeler bizi bekliyor? Bunun için şimdiden ne tür önlemler almalıyız?
Türkiye’nin 2023’ten itibaren nüfusunun azalmaya başlayacağı, bu azalmanın üret-
ken nüfusun azalmasına yol açacağı iddiası doğru değildir. Bu iddianın arında gizli bir
yaşlılık düşmanlığı yer almaktadır. Yaşlıların üretken olmadıklarını söylemenin başka
bir usulüdür.
2023’ün “kritik yıl” olacağı görüşü tamamen sansasyonel bir iddiadan başka bir şey
değildir. Anlaşılan bu efsanenin daha da sansasyonel olabilmesi için bilinçli olarak
Cumhuriyet’in 100’üncü yılı seçilmiş. “Kritik” kavramından ne anlaşıldığı büyük bir
muammadır. Kritik derken, bunun neye göre değerlendirildiği, hangi ölçütlere göre
kritik denildiği belli değildir. Belli olan şudur: bu iddianın sahipleri 2023 yılıyla bağlan-
tılı bir “efsane” yaratmanın peşindedir. Şunun şurasında 2023 yılına 5 yıl kaldı. Bu
kısa sürede demografik açıdan ne gibi “kritik” gelişmeler beklenebilir ki, üretken ve
çalışıp yaşlılara bakacak nüfus aniden azalsın? Yalan yanlış ortaya atılan bu tür iddi-
alara inanmamak ve değer vermemek gerekir.
Ülkemizde en çok hangi sebepten ölümler oluyor? Türkiye Gerontoloji Atlası
(GeroAt las ) araştırması kapsamında elde edilen bulgular kıstas alınarak ülkemizde
yaşlılıkla bağlantılı ölümler arasında kalp ve kan dolaşımı hastalıkları, solunum has-
talıkları ve kanser bağlıca ölüm sebepleri olarak görünmektedir.
Halkımızı yanlış bilgilendirmemek, yeni efsaneler yaratarak huzurunu kaçırmamak
için şunu da belirtmemiz gerekir: Türkiye Gerontoloji Atlası (GeroAt las ) bir epidemi-
yolojik araştırma olarak planlanmamıştır. Dolayısıyla hastalık ve hastalığa bağlı ölüm-
lerle ilişkili bulgularını sadece bir gösterge olarak kabul etmek gerekir. Bu gösterge-
nin tüm yaşlı popülasyon (65 yaş ve üzeri nüfus) açısından geçerli olup olmadığı
Kurulum Aşamasında Olan Kampüslerimiz
Adnan Menderes ÜniversitesiGazi Üniversitesi Gaziantep Üniversitesi Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
GeroBarometre, Ağustos 2017
3
sorusu, bizim araştırmamızın cevaplamaya çalıştığı bir soru
olmadığı gibi bu tür araştırmalardan beklenen koşulları da yeri-
ne getirmemektedir.
Ülkemizde en çok ölüm sebeplerinin neler olduğu sorusu ise
Türkiye Gerontoloji Atlası (GeroAt las ) araştırmasının cevapla-
yamayacağı bir sorudur. Çünkü araştırma sadece 40 yaş ve
üzeri nüfusla ilgili bulgulara erişmektedir. Bu nüfus kapsamında
en çok ölümlerin hangi sebeplerden meydana geldiği yine de
cevaplanamaz bir sorudur. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK)
elindeki “ölüm tablolarına” bakarak bile ölüm sebepleri belirlene-
mez. Bu soruya cevap verebilmek için, örneğin bir yıllık periyot-
larda kaç kişinin, hangi sebepten, hangi yaşta öldüğünü bilmek
gerekir. Öte yandan bu bilgiler bir kerelik olamamalıdır, yani
örneğin 10 veya 20 yıllık süreyi kaplamalıdır. Ancak o zaman
ülkemizde hangi sebeplerden dolayı ölümlerin meydana geldiği
sorusuna cevap verilebilir.
Türkiye Gerontoloji Atlası (GeroAt las ) araştırmasında belli bir
örneklemle çalışılmaktadır. Bu örneklem takip edilmektedir. Bu
yüzden sadece bu örneklemdeki ölüm sebeplerini tespit etmek
mümkündür. Bunun da cevabı yukarında verilmiştir.
Nüfusumuz giderek yaşlanıyor mu? Yaşlılığın geleceği nasıl
olacak? Türkiye nüfusunun yaşlandığından hiçbir şüphe yoktur.
Yaşlanan nüfusta aranan bütün özellikler bizim nüfusumuzda
mevcuttur. Bunlar doğurganlığın azalması ve yaşam süresinin
uzamasıdır.
Ancak Türkiye’nin bölgesel yaşlanması farklıdır. Her ne kadar
Türkiye genelinde doğurganlık aşağı yukarı 2 seviyesine gerile-
diyse de, buna karşın kırsal bölgelerde, özellikle Doğu ve Gü-
neydoğu Anadolu’da doğurganlık hala 1960’lı yıllardaki Türkiye
geneline ait 6 seviyesini korumaktadır.
Türkiye’de yaşlanan nüfus öncelikle Batı Anadolu ve Güney
Anadolu bölgelerinde yer almaktadır. Bunun da sebebi yaşam
kalitesinin bu bölgelerde daha yüksek olmasıdır. Yaşam kalite-
sinden anlaşılması gereken ise şudur: Beslenme, ikamet, çalış-
ma, eğitim, dinlenme gibi olanakların Batı ve Güney Anadolu’da
daha iyi bir profil çizmesidir.
Yaşam kalitesi yükseldikçe sadece yaşam süresi uzamakla
kalmıyor, aynı zamanda sağlıklı ve zindeliğini daha uzun süre
koruyan nüfus çoğalıyor. Ama buna ödenen fatura şudur: Mo-
dernleşme sürecinde daha ileri düzeyde olan bölgelerde yaşam
biçimleri, eğitime katılım, çalışma yaşamına katılım gibi nüfusa
da etki eden faktörler yaşam biçimlerini etkiliyor ve biyografiler
değişiyor. Örneğin kadınların eğitim ve çalışma yaşamına katıl-
ması, ilk annelik yaşının yükselmesine yol açıyor. Öte yandan
çocuktan beklentiler değişiyor. Kırsal alanlarda çocuğun aile
açısından ekonomik değeri vardır. Bu yüzden çocuk sayısı bu
bölgelerde yüksektir. Buna karşın eğitim ve çalışma alanlarına
katılanlar genellikle az ama “kaliteli çocuk” istemektedir. Bu
ailelerin çocuktan ekonomik beklentisi yoktur veya çok azdır.
Aksine az çocuğa bol ekonomik yatırım yapmaktadır. Bu eğilim
ülkemizde çok yaygınlaşmıştır.
Önümüzdeki dönemlerde nüfusumuz yaşlanmaya devam ede-
cektir. Fakat kırsal bölgelerde yaşam biçimlerine etki edecek
güce sahip gelişmeler olmazsa, Türkiye’nin Batı ve Güney ke-
simlerinde doğurganlık 2’nin altına inecektir. Böylece bu bölge-
lerde nüfus hızla yaşlanacaktır. Buna karşın Doğu ve Güneydo-
ğu bölgelerinde daha uzun süre doğurganlığın yüksek seviyede
kalacağı varsayımından hareket edilebilir. Dolayısıyla şimdi de
mevcut olan bir tarafı gen diğer tarafı yaşlanma eğilimindeki
nüğfus özelliğimiz gelecekte çok daha belirgin bir şekilde ortaya
çıkacaktır.
Son dönemlerde uzun yaşama konusu oldukça gündemde. Da-
ha uzun yaşayabilmek için yapılan pek çok şey var. Tartışılan
yöntemlerden biri de telomer tedavisi. DNA sarmalının ucunda
bulunan parçaların kısalmasını önlemek için geliştirilmiş bir hap
olduğu söyleniyor. Bu hapı her gün alan ve denek olmayı kabul
etmiş ünlüler bile var. Amaç 160 yaşına kadar yaşayabilmek.
Siz bu tür haberleri ya da yöntemleri nasıl değerlendiriyorsu-
nuz? Mümkün müdür? Ya da doğru mudur?
Tanınmış yazar Hoimar von Ditfurth “Neandertaler’in Mirası”
adlı kitabında “Mantıksızlık hiçbir şekilde mantık tarafından sar-
sılamaz” diyor. DNA sarmalının ucundaki telomer adı verilen
kısmının zamanla kısalmasının yaşam süresine olumsuz etkisi,
yaşam süresiyle ilgili pek çok biyolojik teoriden biridir. Telomer-
lerin yaşam süresine etkisi üzerine güçlü göstergeler de vardır.
Bu konu üzere aşağı yukarı 2002 yılından beri bazı makaleleri-
mizde veya yayınlarımızda görüşlerimizi dile getirdik. Fakat
kamuoyunun – maalesef – dikkatini çekemedik. Buna karşın bir
sanatçı bayan sözde telomerleri kısaltan bir hap kullandığını
4
GeroBarometre, Ağustos 2017
söyleyince adeta yer yerinden oynadı. Ünlü sanatçımızın mora-
lini bozmak istemeyiz, ama gerçekten böyle bir hap kullanıyor-
sa, bizim kendisine getirebileceğimiz öneri şudur: Masallara
inanmayınız!
Böyle bir hap şimdiye kadar icat edilmediği gibi yaşam ve ölüm
üzerine biyolojik teorilerin sayısı da oldukça kabarıktır. İnsanın
yaşam süresinin sınırlılığı sadece bir tek faktörler bağlantılı de-
ğildir. Böyle olsaydı biyoloji, tıp ve farmakoloji böyle bir fırsatı
değerlendirirdi. Yaşlanma ve yaşlılık üzerine efsanelere ve ma-
sallara ne kadar az inanırsak, o kadar daha iyi yaşlanabiliriz ve
bize bahşedilen bu yaşamı doya doya yaşayabiliriz. Amaç sade-
ce düzgün bir cilt veya sadece uzun bir ömür değildir. Anlamlı
yaşamak, asıl amacımız budur. Diyelim ki 500 yıllık bir yaşam
süresi mümkün oldu ve bunun 400 yılını Alzheimer hastası ola-
rak yaşadınız. Yaşadığını bilmeden yaşamının bir anlamı olabilir
mi?
Toplumsal olarak yaşlılığa ve yaşlılara bakış açımız değişmeli
mi? Toplum olarak yaşlılığa bakış açımızın muhakkak değişme-
si lazım. Çünkü yaşam süremiz uzuyor. Bugün yaşı 100 ve üze-
ri insanlar hızla çoğalıyor. Asırlık ömre sahip olmak iyi bir yaşa-
ma sahip olmak anlamına gelmiyor. Fakat yaşlılık da her yön-
den gerileme, kayba uğrama veya çöküş anlamına gelmiyor.
Günümüzde yaşlılık 30, 40 ve hatta 50 yıllık bir süreye denk
5
GeroBarometre, Ağustos 2017
gelebilir. Bu kadar uzun bir sürenin çoğunda insanlar sağlığını
göreli iyi bir düzeyde koruyabiliyor. Yaşlılığın olumsuz yönleri
genellikle 80-85 yaşlarından sonra ortaya çıkıyor. Bu nüfus
kesiminde bile günlük yaşam ödevlerinin üstesinden gelenler
çoğunluktadır.
Yaşlılık kavramı git gide belirsizleşiyor. Her ne kadar ülkemiz-
de memnuniyetle Dünya sağlık Örgütü’nün (DSÖ) yaşlılık tanı-
mı dile getirilse de, bu tanımın ciddi bilim insanları tarafından
devamlı eleştirildiğini de unutmayalım. DSÖ’ne göre yaşlılık 65
yaşında başlıyor. Ama bu görüş yeni değildir. Antikçağdan beri
yaşlılığın 60 veya 63 yaşlarında başladığı zaten kabul ediliyor-
du. Yani DSÖ’nün eklediği birkaç yıllık süre, yani yaşlılığın
başlangıcını 65 yaşına kaydırmasının ardında çok büyük bir
bilimsel gerçek yatmıyor. Tamamen gelişigüzel kabul edilmiş
olan bu yaşlılık sınırına fazla değer biçmemek gerekiyor.
Emeklilik sistemleriyle de bunun bağlantısı vardır. DSÖ’nün
tanımıyla benzerlik gösterse tamamen farklı amaca dayanmak-
tadır. Birçok ülkede emeklilik 65 yaşında başlamaktadır. Yani
biyolojik bir gerçeğe değil, sadece politik bir karar bağlıdır.
Nitekim Almanya birkaç yıl önce emeklilik yaşını 67’e yükseltti.
Hatta emeklilik yaşının 70 olması yönünde talepler geliyor.
Emeklilik sitemine bağlı “65 yaş” ve bir sağlık organizasyonu-
nun tanımına bağlı “65 yaş” arasındaki benzerlik sadece görü-
nüştedir. Emeklilik yaşı ve yaşlılığın başlangıcının aynı nokta-
ya yerleştirilmeye çalışılmasının sebebi toplum dediğimiz sos-
yal sistemde “yaşlılık” dediğimiz yaşam dönemini ayırt edebil-
mek, yani toplumsal düzen içinde yaşlılık dönemini ayırt edile-
bilir hale getirme isteğidir.
Ama yaşlılık çalışma yaşamında 45-50 yaşlarında başlamakta-
dır. İşverenlere göre personelin bu yaşlarda randımanı azal-
maktadır ve hastalık süreleri artmakta ve uzamaktadır. Bilim-
sel araştırmalar bunun genel olarak yanlış olduğunu gösterse
de, iş dünyasındaki tutum değişmemektedir. İşverenler “yaşlı
personelden kurtulmak” isteğine güçlü bir eğilim göstermekte-
dir.
Diğer taraftan sağlıklı ve zinde bireyler 75 yaş civarına kadar
kendilerini yaşlı olarak görmemektedir. Daha ziyade olgunlaş-
maktan söz etmektedirler. Türkiye Gerontoloji Atlası
(GeroAt las ) kapsamında da bu eğilime rastladık. Özellikle
sağlığını korumuş ve bunun yanı sıra ekonomik açıdan da
sorunsuz olan kişilerin kendilerini asıl yaşından ortalama 10 yıl
daha genç hissettiklerini tespit ettik. Buna karşın henüz 55-59
yaşında olmasına rağmen ağır hasta ve sosyal çevresine güç-
lü bir şekilde bağımlı olan bireylerin kendilerini yaşlı olarak
kabul ettiklerini belirledik. Öte yandan kadınların daha erken
yaşlarda kendilerini yaşlı kategorisine koyduklarını belirledik.
Yani yaşlılık sadece yaşa bağlı bir yaşam dönemi olarak kabul
edilemez. Yaşlılık, objektif yaşam koşulları ve sübjektif yaşantı-
lar arasındaki karşılıklı etkileşimlerden ortaya çıkan tanımlara
ve duygulara bağlıdır.
Türkiye Gerontoloji Atlası (GeroAt las ) kapsamında elde edi-
len bulgular şunu göstermektedir: Topluma katılım olanakları
olan ve bunlardan yararlananlar, yaşam memnuniyeti ve ya-
şam standardı yüksek olan kişiler kendilerini gerçek yaşından
daha genç hissetmektedir. Bu kişilerin çoğu aynı zamanda
eğitim bakımından da diğerlerinden daha olumlu bir profil çiz-
mektedir. Dolayısıyla yaşlılık psikososyal ve psikoekonomik bir
olgu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Görüştüğünüz yaşlılarla belli aralıklarla tekrar görüşüyorsunuz.
Bu zaman dilimlerinde hayatlarında ve hayata bakış açılarında
değişiklik oluyor mu? Onları en çok hayata bağlayan ve hayat-
tan uzaklaştıran, umutsuzluğa düşüren şeyler neler oluyor?
Türkiye Gerontoloji Atlası (GeroAt las ) araştırması kesitsel ve
boyutsal özellikleri bir arada toparlayan bir araştırma desenine
sahiptir. Yani hem bireylerin belli bir andaki “durumu” tespit
edilmektedir hem de zamanla meydana gelen “değişim” belir-
lenmektedir. Bunu yaparken bireyi “topyekûn” olarak ele almı-
yoruz. Bu zaten mümkün değildir. Bireyin belirli özellikleri dik-
kate alınmaktadır. Bunun burada muhakkak dikkate alınması
gerekir, yoksa çok yanlı değerlendirmeler ortaya çıkabilir. Za-
man faktörüyle ilişkilendirerek incelediğimiz özellikler arasında,
örneğin yaşam memnuniyeti, aile memnuniyeti veya sağlık
memnuniyeti gibi ampirik araştırma yöntemleriyle tespit edilebi-
lir bazı özellikler yer almaktadır.
Araştırmamızdan çıkan sonuçlar şuna işaret etmektedir: Genel
yaşam memnuniyeti yaş faktöründen bağımsızdır. Bireyler
genel yaşam memnuniyetini ileri yaşlara kadar korumayı ba-
şarmaktadır. Gelir memnuniyeti bir hayli düşüktür. Özellikle
ileri yaşlı dediğimiz, yani yaşı 80 ve üzeri kişilerde, gelir faktö-
rünün yaşam memnuiyetine etki etmediğini görmekteyiz. Buna
karşın gelirin yaşam memnuniyetine etkisi ortaya yaş grubun-
da güçlü bir etki yapmaktadır. Bu grubu 40-59 yaşları arasın-
daki bireyler olarak tanımladık. Bu grupta gelir ve yaşam mem-
nuniyeti arasında sıkı bir bağlantı olduğuna işaret eden bulgu-
lara eriştik. Yani bu grupta gelir yükseldikçe yaşam memnuni-
yeti de manidar bir şekilde yükselmektedir.
Türkiye Gerontoloji Atlası (GeroAt las ) kapsamında bunun
sebepleri de araştırılmaktadır. Bulgularımız gelir düzeyinin
yaşam memnuniyetinin asıl sebebi olmadığını açık ve net bi-
çimde ortaya koymaktadır. Daha ziyade gelire bağlı olarak
bireyin elde ettiği ve yaşamına kalite kazandıran olanaklar,
yaşam memnuniyetine etki etmektedir. Bunun en güçlü göster-
gelerinden biri gelir durumu iyi olduğu halde yaşam memnuni-
6
GeroBarometre, Ağustos 2017
yeti düşük olan bireyler. Bunun sebeplerine bakıldığında bu
bireylerin genellikle sahip oldukları göreli yüksek gelire rağmen
yaşam alanlarının birçoğuna katılımda zorluk çekmesidir. Bunla-
rın arasında 65 yaş ve üzeri kişiler de yer almaktadır. Bunların
genellikle ağır kronik hasta ve bakıma muhtaç bireyler oldukları
görülmektedir.
Yaşlılıkta bireyler açısından en önemli üç şeyin şunlar oldukları
da bizim araştırmamızda belirlenmiştir: Sağlık, aile ve konut.
Yaş ilerledikçe birey açısından sağlık en önemli konuma geç-
mektedir. Daha sonra aile gelmektedir. Bunun nedeni ailenin
sağlıktan daha az değerli görülmesi değildir. Aksine aile çok
önemli hale geldiğinden yaşlılar sağlığını koruyarak ailesine yük
olmamaya çalışmak-
tadır. Yaş ilerledikçe
“sokaktaki yaşam” ve
“aile dışı sosyal ilişki”
faktörlerinin önemi
azalmaktadır. Bunun
ardında ise yaş ilerle-
dikçe bireyin sosyal
ilişkilerinin seyrekleş-
mesi ve bireyin mev-
cut potansiyellerini
(örneğin sağlık, zin-
delik, bilişsel potansi-
yeller) “tasarruflu”
kullanmaya eğilim
göstermesidir. Dolayı-
sıyla birey sosyal ilişki
ağını aynı zamanda bilinçli bir şekilde azaltmaya yönelmektedir
(yani sadece çevresindeki yaşıtları öldüğü için sosyal ilişkileri
azalmamaktadır). Daha ziyade bunun ardında bir tercih strateji-
sinin varlığını gösteren bulgulara eriştik. Bu fenomen Gerontolo-
jide çok iyi bilinmektedir. Başka ülkelerde de tespit edilmiştir.
Bu bulgulardan hareket ederek yaşlılıkta bireyi hayata bağlayan
veya onu hayattan bezdiren en önemli faktörlerin şunlar oldukla-
rı kabul edilebilir: Sağlık – hastalık, aile – ailede geçimsizlik
(bazı durumlarda yaşlıya şiddet, ihmal ve suiistimale kadar varı-
yor) ve konut.
Yaşlılıkta konutun öneminin yükseldiği görülmektedir. Her ne
kadar özellikle yoksul yaşlıların ikamet koşullarının çok kötü
olduğu tespit edildiyse de, yine de bu yaşlılar da dahil olmak
üzere konutlarıyla özel bir ilişkiye sahip oldukları görülmektedir.
Evinde ne zamandan beri yaşadığı da bunda önemli bir faktör
olarak karşımıza çıkmaktadır. İkamet süresi ve ikamet memnu-
niyeti arasında sıkı bir bağlantı tespit edilmektedir. Bunun ika-
met koşullarından bağımsız olduğu anlaşılmaktadır. Evine ve
yakın çevreye alışması, çocuklarına ve torunlarına yakın mesa-
fede ikamet etmesi, komşuluk ilişkileri gibi faktörler ikamet
memnuniyetinde belirleyici rol oynamaktadır.
Bütün bunları alt alta toparladığımız zaman şu sonuca varıyo-
ruz: Yaşlanma sürecinde sağlığını korumak, iyi aile ilişkileri için-
de yaşamını devam ettirmek ve sevdiği evinde ikamet etmek
mümkünse, yaşlılar bunda anlam görüyor ve yaşam memnuni-
yeti artıyor. Tam tersi durumlarda ise yaşamında anlam eksikliği
algısına eğilim artıyor.
Şehir insanı, trafik ve
iş stresiyle çevrili bir
düzende yaşayanlar
için kaliteli yaşlanmak
ya da uzun yaşamak
hayal mi?
Stres günlük hayatı-
mızda sık sık kullan-
dığımız bir kavram
olduğu için yanlış
değerlendirmeler
kendiliğinden ortaya
çıkmaktadır. Yönelti-
len soruda da bu yan-
lışlık açıkça görül-
mektedir. Trafik ve iş
stresi yaşam kalitesini
etkileyebilir, ama stresten ne anladığımıza bağlıdır.
Stres araştırmacılığı kapsamında kalırsak, ancak o zaman bu
konuyu tartışabiliriz. Önce stresin negatif bir kavram olarak ka-
bul edilmesinden vazgeçmeliyiz. Stres kavramına günlük yaşa-
mımızdaki anlamları yüklersek işin içinden çıkamayız. Eğer
anlam yükleyeceksek, o zaman pozitif ve negatif stres olarak,
stresi iki kategoriye ayırabiliriz. Örneğin bir genç insanın en
önemli günlerinden biri herhalde evleneceği gündür. Evlilik şüp-
hesiz stresli bir olaydır, ama kimse evlendiği gün yaşadığı stre-
sin yaşam kalitesini düşürdüğünü düşünmeyecektir. Trafik stre-
sinden söz edildi. Genellikle evde oturan bir insan trafik stresin-
den sıkıntı duyamayacaktır veya borsaya para yatırmıyorsa o
kişi borsanın stresinden şikayetçi olmayacaktır. İş stresi ancak
çalışıyorsanız dikkate alacağınız bir stres türüdür, ama işsizlik
de stres yaratmaktadır. Bu örneklerden sanırım ne demek iste-
diğim anlaşılmıştır.
7
GeroBarometre, Ağustos 2017
Şehirde yaşamak stresli yaşamak anlamına gelmez. Köyde
yaşamak da stressiz yaşamak demek değildir. Nerede yaşar-
sak yaşayalım çeşitli sebeplerden kaynaklanan stres durumları
ortaya çıkar. Tatil yaşam kalitesini arttıran bir olanak olarak
kabul edilmektedir. Ama tatile çıkanlar bilir: Tatile hazırlık, yol-
culuk, otele yerleşmek vesaire her biri stres yaratır.
Stres araştırmacılığında önemli olan sadece stres yaratan
durumlar değildir (örneğin trafik ve iş). Aynı zamanda stresi
aşma stratejileri önemlidir. Türkiye Gerontoloji Atlası
(GeroAt las ) kapsamında bizi stres kavramıyla bağlantılı
olarak ilgilendiren başlıca konular yaşlılıkta ortaya çıkan stres
durumları ve bireyin bunların üstesinden gelebilme olanakları-
dır.
Bütün stres durumlarını incelemek ne mümkündür ne de ge-
reklidir. Konunun anlaşılır hale gelebilmesi ve önlem alınabil-
mesi için alanı daraltmak, yaşlanma sürecinde ortaya çıkan
tipik stres durumlarına odaklanmak daha mantıklıdır. Bu man-
tıktan hareket ederek araştırmamızda yaşlanma sürecinde en
çok karşı karşıya kalınan stres durumlarına odaklandık. Bunla-
rın başında eşim ölümü ile başlayan dulluk dönemi gelmekte-
dir. Özellikle kadınların bundan daha çok etkilendiğini tespit
ettik. Eşinin ölümüyle başlayan yeni yaşam dönemine alışması
için gereken süre içinde çeşitli stres durumlarının ortaya çıktı-
ğını tespit ettik. Bunların finansal, tıbbi ve sosyal streslerle
bağlantılı olarak kategorilere ayrılabileceğini kabul ettik.
Bir başka stres faktörü sadece çalışanların yaşayabileceği
strestir. Emeklilik döneminin başlaması da strese yol açmakta-
dır. Meslek yaşamının sona ermesi bazı yaşlılar tarafından
pozitif stres, bazılar tarafından negatif stres olarak tanımlan-
maktadır. Bu bağlamda pozitif stres yaşantısı genellikle mes-
lek yaşamındaki pozisyonu düşük ve ağır bedensel işlerde
çalışanlarda rastlanmaktadır. Buna karşın mesleki pozisyonu
yüksek, tekdüze olmayan mesleklerde çalışanlar, emekliliği
negatif stres olarak yaşamaktadır.
Yaş ilerledikçe mesleğinden, eğitiminden, yaşadığı bölgeden
bağımsız olarak bakıma muhtaçlık sorunu ile bağlantılı streste
artış olduğu görülmektedir. Bakıma muhtaç hale gelebileceği
ihtimali bireyde negatif strese yol açmaktadır.
Ölüm korkusuna bağlı genel bir stres ile karşılaşılmamıştır.
Her ne kadar yaşlıların çoğu yaşamaya devam etmek isteğini
dile getirse de, ölümün kaçınılmaz olması ve yaklaşmasından
dolayı negatif stres yaşantısına sahip değillerdir. Bunun sebebi
herkesin bir gün öleceğidir.
Türkiye Gerontoloji Atlası (GeroAt las ) kapsamında inceledi-
ğimiz stres durumlarının ardında “yaşam durumlarının paylaşı-
mı” ve bunun yarattığı stres durumlarının dikkate alınması
gerektiği sonucuna varılmıştır. Yaşam durumu kavramı bizim
araştırmamızın temel kavramıdır. Gelir, sağlık, konut, yenilen-
me, katılım, sosyal ağ kavramlarıyla tanımladığımız yaşam
durumlarının şehir ve kırsal bölgelere de bağlı farklı dağılımlar
gösterdiği ve bunların yarattığı sosyal yapılara bağlı stres du-
rumlarından söz edilebileceği dikkate alınmalıdır.
Şehirde yaşamak, trafik stresi veya iş stresi kavramları şehir
insanının günlük yaşamında bunaldığı anlarda dile getirdiği ve
bu gibi anlarda özlemini duyduğu “ufak bir köyde ufak bir evde
koyun, tavuk, keçileriyle” yaşama isteği bizim anladığımız ma-
nada stres olmadığı gibi aynı zamanda köyden hiç ayrılmamış
ama hayalinde büyük kalabalık bir şehirde yaşamayı hayal
eden insanların da olabileceği unutulmamalıdır. Buna rağmen
büyük şehrin kötü, kalabalık, gürültülü ve çevreyi kirleten trafiği
yaşam kalitesine olumsuz etki eder. İş hayatında tekdüzelik
egemense, böyle bir iş hayatı da yaşam kalitesine etki eder.
Ama bunlar Türkiye Gerontoloji Atlası araştırmasının alanı
dışında kalan, daha ziyade şehir planlamacılığı, endüstri ve
politikanın alanına giren konulardır.
Yaşlanırken en korkulan durumlardan biri hafızanın zayıflama-
sı, bunama ve Alzheimer gibi hastalıklardır. Bunlarla karşılaş-
mamak için neler yapılabilir? Araştırmalarınızda fark ettiğiniz
bu durumu engelleyici bilgiler var mı?
Alzheimer hastalığının sebebi yaşlılık değildir. Sadece yaşlılık-
ta daha sık görülmektedir. Bazı öneriler vardır, mesela hafıza-
yı güçlendirmek, devalı çalıştırmak gibi ama bunların gerçek-
ten Alzheimer hastalığına karşı iyi bir önlem teşkil ettiği iddia
edilemez. Bunlar daha ziyade inanmak istediğimiz şeylerdir ve
öncelikle eğitim düzeyi ile ilişkilendirilerek ortaya atılan iddia-
lardır. Alzheimer hastalığının eğitimden ve sosyal tabakada
bağımsız olduğu dikkate alındığında, bu önerilerin faydaları da
sorgulanabilir. En çok Alzheimer hastası en gelişmiş ülkelerde
yaşamaktadır. Bu ülkelerde yaşayan insanların eğitim düzeyi,
beslenme olanakları, dinlenme olanakları ve diğer bütün ola-
naklar dünyanın diğer ülkelerindeki insanlara göre çok daha
fazladır ve çok daha kalitelidir. Buna rağmen en çok bunama
hastası da bu ülkelerde yaşamaktadır. Bunun sebebi aynı za-
manda bu ülkelerde yaşlıların da daha fazla olmasıdır. Ama
yaşlılık Alzheimer hastalığının sebebi olmadığı için ülkemizde
sık sık “şunu bunu yaparsak bunamayız” gibi önerilerin de
anlamsız ve insanları yanlış yönlendiren tavsiyeler oldukları
dikkate alınmalıdır.
8
GeroBarometre, Ağustos 2017
Alzheimer hastalığı en çok araştırılan hastalıklardan biridir.
Hala çözüm bulunamamıştır. Hiç kimse bu hastalıktan kendi-
sini koruyabileceğini düşünmemelidir. Herkesin başına gele-
bilir. Para, diploma, sosyal ilişki, katılım gibi hiçbir faktörün
bu hastalıkla bağlantısı yoktur. Her gün spor yapanlar, her
gün vitaminlerini eksiksiz alanlar, ağzına sigara koymayan-
lar, daha uzun yaşadıkları için Alzheimer hastalığına yaka-
lanma şansı da bu insanların daha fazladır. Çünkü diğerleri
Alzheimer hastalığı riskinin arttığı yaşa erişmeden yaşamını
noktalamaktadır.
Türkiye’de Alzheimer hastaları çoğalacaktır. Çünkü yaşam
süresi uzamaktadır. Ta ki tıp bu hastalığa tedavi buluncaya
kadar, bu hastalara bakım olanaklarının çoğaltılması gerek-
mektedir. Bu da ancak 2006 yılından beri önerdiğimiz Bakım
Sigortası ile mümkün olabilir. Bakım parası ile değil!
Yaşlılığa vakit öldürme ya da vakit doldurma dönemleri ola-
rak bakıyoruz. Peki, bu dönemler en doğru, en kaliteli nasıl
geçirilir?
Yaşlılık ölüme yaklaşmak olarak kabul edilebilir ama ölmek
değildir. Belirttiğimiz yaşlılık 50 yıla kadar varan bir süreyi
kapsayabilir. Bu yüzden bu sürenin nasıl geçeceği ile bağ-
lantılı soru hem birey hem de toplum açısından önemlidir.
Türkiye Gerontoloji Atlası (GeroAt las ) kapsamında 60 yaş
ve üzeri bireyler odak noktaya konularak yaşlılıkta anlamlı bir
yaşamdan ne anladıklarını sorduk. Hem mülakat hem de
anket yöntemiyle sorduğumuz sorulara aldığımız yanıtlardan
hareket ederek, yaşlı insanların mutsuzluğunun ardında ge-
nellikle anlamsız hale geldiğine inanılan yaşamın yer aldığı
sonucuna vardık. Öncelikle eğitim düzeyi yükseldikçe bu
eğilimde aratış keşfettik. Eğitim düzeyi yüksek olan yaşlılara
sadece torunlarla ilgilenmek, sadece çocuklarıyla iyi ilişki
kurmak veya sadece sağlığı korumak gibi hedeflerin, yaşa-
ma anlam katan temel faktörler olmadıklarını, daha ziyade
bunların bireysel gelişimle bağlantılı olarak iyileştiklerini tes-
pit ettik. Yani bireyin kendi yaşamında algıladığı anlamların
tek faktörlü çıkmaz sokak olmadığını belirledik.
Bu bulgudan hareket ederek “Tazelenme Üniversitesi’ni ha-
yata geçirdik. Tazelenme Üniversitesi 60 yaş üzeri yetişkinle-
re “ömür boyu öğrenme” modeliyle sunulan eğitim ve öğretim
programıdır. Başka ülkelerde de yaşlılara eğitim ve öğretim
programları vardır. Tazelenme Üniversitesi’ni bunlardan ayı-
ran başlıca özellikler şunlardır:
• Teorik bilgiler yaşlıların ihtiyacına göre seçilir ve sunulur
• Pratik beceriler cinsiyet faktörüne bağlı olarak seçilir ve
sunulur
• Eğitim süresi 4 yıldır ve mezuniyet sertifikası verilir
• Ömür boyu öğrenme temel kavramdır
• Yaşlanma insanın gelişim süreci olarak kabul edilir
• Eğitim ve öğretim programında göre alan uzmanlar gö-
nüllü olarak çalışır
Bu kriterlere bağlı olarak tanımladığımız modelde insanı
“ömür boyu anlam ve bağımsızlık arayışı içindeki rasyonel
varlık” olarak tanımlıyoruz ve bu “varlığa” bireysel hedefleri-
ne erişmesi için olanak yaratıyoruz. Böylece yaşlılığı “zaman
öldürme dönemi” olarak değil, aksine “zamana yaşam katma
dönemi” olarak tanımlıyoruz ve insanın yaşamına kazandır-
dığımız anlamlarla birlikte “tazelendiğini” kabul ediyoruz. Bu
varsayımlarımızda haklı olduğumuzu ise öğrencilerimizin
tutum, davranış ve sözlerinden anlıyoruz. Yaz kış demeden
düzenli olarak derslere katılmaları, önerileriyle Tazelenme
Üniversitesi’nin gelişmesi için gösterdikleri uğraş ve sürekli
memnuniyetlerini dile getirmeleri doğru adımlar attığımızı
göstermektedir.
İlk kampüsümüzü Akdeniz Üniversitesi’nde 2016 yılında aş-
tık. Bugün kampüs sayımız 5’e yükseldi. Nişantaşı Üniversi-
tesi, Alanya Hep Üniversitesi, Muğla Sıtkı Koşman Üniversi-
tesi ve İzmir kampüsümüz vardır. Bunlara yakında yenilerinin
de ekleneceğini tahmin ediyoruz.
Genetik faktörlerin uzun yaşamaya etkisi olduğunu gördünüz
mü? Mesela uzun yaşayanların anne, baba ya da diğer ata-
ları da uzun mu yaşamış oluyor?
Genlerimizin yaşam süremize etki ettiğinden şüphe yoktur.
Araştırmalar genetik özellikler ve yaşam süresi arasında
bağlantı olduğuna işaret etmektedir. Bizim Türkiye Geronto-
loji Atlası (GeroAt las ) kapsamında elde ettiğimiz bulgulara
göre de genlerin rolünden söz edilebilir. Yaşı 80 ve üzeri
olan kişilerin çoğunun ebeveyninden en az birinin de 80 yılın
üzerinde yaşadığı ve kardeşlerinin de ileri yaşlara eriştikleri
görülmüştür. Ama bizim araştırmamız “genetik” araştırması
olmadığı için bulgularımızın gerçekten genetik özelliklerden
kaynaklandığı iddiasını ileri sürmüyoruz. Sadece ileri yaşlıla-
rın ebeveyninin ve kardeşlerinin de genellikle uzun ömürlü
olduklarını belirtiyoruz.
Ama DPT’nin raporunda deniliyor ki: “Ülkemizde yaşlı ve
yaşlılıkla ilgili toplumsal kalıplara tarihsel açıdan bakıldığın-
da, Eski Türklerde atanın -kadın ya da erkek- daima korun-
duğu anlaşılmaktadır” (DPT 2007, s. 1).
Eski Türklerde böyle olabilir, ama bugün nasıl? Birkaç örnek-
le duruma bakalım: Sokağa terk edilen yaşlılar, yaşlı kadını
9
GeroBarometre, Ağustos 2017
dövüp takılarını çalanlar, komşuları tarafından dövülen yaşlılar.
Hepsi toplumumuzda meydana gelen olaylardır. Hatta ünlü ol-
sanız bile yaşlanınca sosyal dışlama kurbanı olabilirsiniz. Örne-
ğin ünlü sinema artisti Mualla Sürer tek odalı “gözlü evinin geçi-
mi, kalbini yaşatacak ilaçların parası için film şirketlerinden ge-
len en küçük teklifleri bile kabul ediyordu... Rol seçecek, düşü-
necek zamanı yoktu... Yapayalnızdı. Azrail'e de öyle yakalan-
dı.” (Kadınlar Kulübü, https://www.kadinlarkulubu.com/forum/
threads/mualla-surer-yalniz-yasadi-yalniz-oldu.755879/; 21 Ey-
lül 2014).
Örnekleri çoğaltabiliriz. Bunlar yaşlıların toplumdan soyutlandı-
ğının kanıtı değilse de yaşlılıkta bu riskin göstergeleridir. Bu
örneklerde algıladığımız arka
planda yer alan yaşlılar üzerine
varsayımlar yaşlanan toplumumu-
zun ve uzun ömürlü insanımızın
beklenti, hedef ve amaçlarına hiç
de uygun değildir. Yaşlıların toplu-
ma entegrasyonu ile ilgili her türlü
karar yararlılığı bakımından sorgu-
lanmalıdır. Yaşlanma ve yaşlılık
üzerine geliştirdiğimiz ve içselleş-
tirdiğimiz pek çok düşünce ve
duyguyu sorgulama cesaretini
göstermezsek yaşlılıkta sosyal
soyutlanmayı anlamayayız ve
bunun çözümü olan sosyal enteg-
rasyonu gerçekleştiremeyiz.
Bu yüzden günlük yaşam bilinciyle
hareket etmeyi bırakmalıyız. Bilime dayalı girişimlere yönelmeli-
yiz. Çünkü “Günlük yaşam bilinci her şeyi bilir! Onun temel özel-
liği yeni ufuklara açılamamasıdır; önemsiz bir ufkun çerçevesin-
de döner dolaşır (…) Toplumsal koşulları [kafasına göre] düze-
ne koyar, ne olacağını ve ne yapılması gerektiğini zaten hep
bilir. Böylece her şeyi bilen dar görüşlü bir hale ge-
lir.” (Leithäuser ve Volmerg 1977, s.47).
Sosyal dışlamanın ardında eşit olmayan muamele var dedik.
Fakat eşit olmayan muameleler meşru ve gayrimeşru olarak iki
ayrılmaktadır. Sosyal dışlama normatif açıdan kabul edilmeyen
ama mevcut olan muamelelerdir. Hatta bir kısmı yasal olmayan
muamelelerdir (Hillman 2007, s.155). Sosyal dışlama hakimiyet
pozisyonu ve bunu sağlamlaştırma emelleri ve aracıdır. Belirli
kişi veya gruplar, örneğin yaşlı birey veya yaşlılar, hakimiyet
pozisyonunu elinde bulunduranlar tarafından diğerlerinin sahip
olduğu sosyal avantajlardan ve müdahale olanaklarından mah-
rum bırakılırlar.
Bugün yaşlılar günlük yaşam alanlarından kurumsal alanlara
kadar varan pek çok alanda sosyal soyutlanma riskiyle karşı
karşıyadır. Bir kısmı normal göründüğü için sosyal dışlamanın
farkına varamıyoruz. Örneğin eğitim ve öğretimin çocuklar ve
gençler için gerekli olduğunu belirten bir kimse, farkına varma-
dan yaşlıları eğitim ve öğretim alanından soyutlamaktadır. Biz
buna çözüm olarak Tazelenme Üniversitesi’ni kurduk. 60 yaş ve
üzeri kişilere eğitim ve öğretim veriyoruz. Böylece yaşlıların
eğitim ve öğretimden soyutlanmasına karşı iyi bir çözüm ortaya
koyduğumuzu düşünüyoruz.
Sosyal dışlamanın kurbanları genellikle güçsüz grupların üyesi-
dir. Yaşlılıkla bağlantılı olarak bedensel, sosyal ve ekonomik
güçsüzlük gibi çeşitli özel-
likleri ile sosyal dışlama
açıklanabilir. Örneğin hem
bedensel hem de ekono-
mik açıdan güçsüz olduk-
ları için bazı yaşlıların aile-
si tarafından sokağa terk
edildiğini görmekteyiz. Biz
Türkiye Gerontoloji Atlası
araştırmasında ailesi tara-
fından şiddet, ihmal ve
istismar kurbanı yaşlıların
mevcut olduğunu keşfettik.
Bunlar henüz sosyal dışla-
manın kanıtı değildir. Asıl
sorun toplum olarak bu
durumlara yönelik olarak
verdiğimiz tepkilerdir. İşte bu tepkilere bakıldığında sosyal dışla-
manın kaynağı ortaya çıkıyor: Toplum olarak bunları bilimsel
raporlarda veya medyada okuyor veya görüyoruz, ama hiçbir
tepki vermiyoruz. Böylece yaşlıların sosyal soyutlanmasına razı
geldiğimizi sessiz kalarak ifade ediyoruz.
Sosyal entegrasyon (Hillmann 2007, s.353), yani değer yapıları
ve davranış biçimleri bakımından birey veya grupların topluma
kazandırılması ile bağlantılı süreçlerin demografik değişimler
dikkate alındığında, yaşlılar açısından gerekli oldukları anlaşıl-
maktadır. Ülkemizde 60 yaş ve üstü 11 kişi sayısı milyonu aş-
mıştır (TÜİK 2015). Biz gerontologlar açısından bakıldığında bu
yaşlılıkta sosyal entegrasyon üzerine düşünmek ve çalışmak
için en önemli gerekçedir.
Yaşlıları sosyal dışlama girişimlerinden korumak için ne yapıla-
bilir? Benim önerim şudur: Gerontoloji ve pratik politika el ele
verip yaşlılıkta sosyal soyutlanmaya karşı önlem almalıdır. Ge-
rontoloji ve pratik politikanın yaşlılıkta sosyal dışlanma tehlikesi-
10
GeroBarometre, Ağustos 2017
ne karşı yapacakları iş birliği kapsamında kurumsal alanda sağ-
lık, endüstri, sosyal hizmet ve bakım sektörleri göreve davet
edilmelidir. Bireysel alanda bireye ve aileye yönelik girişimler,
örneğin danışmanlık, serbest zamanları değerlendirme olanak-
ları; sivil toplum nezdinde yaşlıların sorunlarını dile getirmeleri-
ne olanak yaratan yeni girişimler veya topluma yönelik duyarlılı-
ğı arttırıcı ve yeni bir bilinç düzeyine erişmeyi sağlayan girişim-
ler önerilebilir. Bu önerileri sosyal devlet, sosyal politika, eğitim
ve biyografi kavramlarını dikkate alarak getirmekteyim.
Dayanışma, hayırseverlik, gönüllü hizmet kavramları dikkate
alınarak yaşlılıkta sosyal entegrasyonun daha iyi gerçekleşece-
ğini kabul ediyorum. Sosyal devlet yaşlılarla dayanışma ruhunu
canlandırmalıdır. Halkımızda zaten var olan hayırseverlik hisleri
yaşlıların sosyal entegrasyonuna yönlendirilmelidir. Yaşlılara
yönelik gönüllü hizmetin bireysel ve toplumsal değeri arttırılmalı-
dır. Sosyal politikalarımıza yaşlılık politikası boyutu eklenmelidir
ve bunun kapsamında yaşlanma süreci, yani biyografi yeniden
şekillendirilmelidir. Eğitim alanının sınırları yaşlılık dönemine
kadar genişletilmelidir. Yaşlılıkta sosyal dışlanma riski en çok
bakıma muhtaçlık ve yoksulluk ile artmaktadır. Yaşlılık, bakıma
muhtaçlık ve yoksulluk arasındaki bağlantıları koparacak giri-
şimlere ihtiyacımız vardır.
Fakat bütün önlemlere rağmen bakıma muhtaçlık önlenmediy-
se, bakıma muhtaçlığına rağmen bireyin sosyal entegrasyonunu
gerçekleştirmeliyiz. Bunun için bakım sigortası en iyi araçtır.
Burada uzun uzadıya bu sigortanın özelliklerini anlatacak vak-
tim olmadığı için şu kadarını söylemekle yetineceğim: Bakım
sigortası bizden yeni bir bakım kültürünü canlandırmayı talep
edecektir. Bu ise tüm toplumu göreve davet etmek demektir.
Toplum olarak buna hazırlıklı değilse, o zaman bakıma muhtaç-
lık gelecekte de yaşlılar ve diğer bakıma muhtaçlar açısından
sosyal dışlanmanın gerekçesi olarak kalacaktır.