dİn kÜltÜrÜ ve ahlak bİlgİsİ ders notlari...
TRANSCRIPT
DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERS NOTLARI 12-1
1
“Hayat amaçsız değildir.” ifadesinin anlamı;
Yüce Allah’ın evrene koyduğu değişmez fiziksel,
biyolojik ve sosyal yasalar (ki buna dini literatürde
sünnetullah denir) sonucu evren ve dünyada her
şeyin düzenli ve planlı olması; insana dünyadaki diğer
varlıklardan farklı olarak hiçbir varlıkta bulunmayan
akıl ve irade gibi özelliklerin verilmiş olması, hayatın
amaçsız olamayacağını göstermektedir.
Kur’anda yer alan, “O, hanginizin daha güzel
amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı
yaratandır…” (Kur’an, Mülk, 2), “Ben cinleri ve
insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”
(Kur’an, Zariyat, 56), “Sizi boş ve anlamsız yere
yarattığımızı ve bize dönmek zorunda olmadığınızı
mı sanıyorsunuz?” (Kur’an / Müminun 115) ilahi
mesajları ile bu gerçeğe vurgu yapılmaktadır. İnsanın
dünyaya gönderilme amacı, yaratıcısını tanıyıp ona
ibadet etmesinin yanında, kendisine verilmiş olan
özellikleri en iyi şekilde kullanarak güzel davranışlarda
bulunması ve bir değer üretmesidir.
İnsan tarafından dünya hayatının
değerlendirilmesi;
İnsan, dünyanın bir oyun ve eğlence yeri
olmadığını bilerek, yaptıklarının karşılığını ahiret
hayatında da göreceği düşüncesiyle dünya hayatını
büyük bir nimet olarak görmeli ve en güzel şekilde
değerlendirmelidir. İnsan, yaptığı her davranışın yazıcı
melekler (Kiramen Kâtibin) tarafından kayıt altına
alındığı bilinci ile güzel davranışlar sergilemelidir. Bilgi,
sevgi, saygı ve adalet gibi erdemlere önem vermelidir.
Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi
ahiret için çalışmalıdır.
Ahiret inancının dünya hayatını
anlamlandırmaya katkısı;
Ahirete inanan insan yaratılış amacı
doğrultusunda bir yaşam sürmeye çalışır. Dünya
hayatında yapıp ettiği hiçbir şeyin karşılıksız
kalmayacağı bilinci ile hareket eder. Bu durumda
dünya hayatı geçici bir yer olmaktan çıkıp, sonsuz
ahiret hayatı için bir hazırlığa dönüşür.
Ahiret inancı, insanda erdemli bir yaşam ideali
oluşturur. Çünkü sergilenen her erdemli davranış,
Allah katında hak ettiği karşılığı bulacaktır. Bu idealin
gereği olarak insan dürüst ve adaletli olmaya çalışır.
İyilik yapmayı, iyi insan olmanın bir gereği olarak kabul
eder.
Ahiret inancının faydaları;
* Sonsuz ahiret hayatına hazırlanan insan zorluk
ve sıkıntılara sabreder.
* Ahiret inancı, insanı cesaretli ve güçlü kılar.
* Ahirete inanan insan kötülüklerden kaçınır.
* Ahiret inancı insanı kanaatkâr yapar.
* Ahiret inancı, insanda erdemli bir yaşam ideali
oluşturur.
İnsanın davranışlarından sorumlu tutulması;
Yüce Allah insanı yaptıklarından sorumlu
tutmaktadır. Çünkü insan akıl ve irade sahibidir. Kendi
yolunu kendisi seçer. İnsanı Allah katında sorumlu
kılan akıl ve irade sahibi özgür bir varlık olmasıdır. Bu
nedenle insan, özgür iradesi ile yaptıklarının karşılığını
görecektir.
İslam peygamberi Hz. Muhammed’in “Ameller
niyetlere göredir ve herkes niyetinin karşılığını
görecektir.” sözünün (hadis) anlamı;
İnsan davranışları Allah katında, niyetlere göre
değer kazanmaktadır. Örneğin; bir kimse şöhret
amacıyla ya da dünyevi bir menfaat elde etmek için
bir hayırda bulunması doğru değildir. İnsan her işinde
Allah’ın rızasını gözetmeli, gösteriş ve riyakârlıktan
kaçınmalıdır.
“Ölüm bir hayat gerçeğidir” ifadesinin anlamı;
Ölüm bir hayat gerçeğidir. Kur’anda “Yeryüzünde
bulunan her şey fanidir.” (Kur’an / Rahman 26) ve
“Her canlı ölümü tadacaktır.” (Kur’an / Enbiya 35)
ilahi mesajları ile tüm varlıkların sonlu olduğunu
bildirir. Bu bir hayat kanunudur ve insanlık tarihi
boyunca hiçbir istisnası görülmemiştir.
Sonuç olarak; insan ölümü bir hayat gerçeği olarak
kabul etmeli ve dünya hayatını anlamlı ve faydalı bir
şekilde sürdürerek, yaşadığı sürece kalıcı eserler
bırakmalıdır.
DÜNYA HAYATI VE AHİRET
DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERS NOTLARI 12-1
2
“Ölüm gerçeği” üzerinde düşünmenin önemi;
Ölüm gerçeği üzerine düşünmek insan için hayatı
doğru algılamak ve yaşamak konusunda bir ilk adım
olabilir. Çünkü ölüm insan için dersler ve hayati
mesajlar içerir. Bu mesajlar bazen o kadar etkili olur ki
arzularının esiri olmuş insanlar bile, ölümün güçlü
etkisi ile uyanıp gerçeklerle yüzleşebilirler.
Hz. peygamber kabir ziyaretini tavsiye ederek;
“Size iki nasihatçi bıraktım. Bunlardan biri susar,
diğeri konuşur; susan nasihatçi ölüm, konuşan ise
Kur’an-ı Kerim’dir.” buyurmuştur.
Ölen bir kimsenin ardından yapılan işlemler;
- Ölen bir kimsenin yıkanması - kefenlenmesi -
cenaze namazının kılınması - cenazenin defni –Farz-ı
Kifayedir. (Farz-ı Kifaye; Bir grup insan tarafından
yerine getirilmesi halinde diğerlerinin sorumluluktan
kurtulduğu Allah’ın emridir.)
Hz. Peygamber; ”Müslümanın Müslüman
üzerindeki hakkı beştir. Selamını almak, hasta ise
ziyaretine gitmek, cenazesine katılmak, davetine
icabet etmek ve hapşırdığı zaman Allah sağlık ve
afiyet versin demek” sözüyle cenazeye katılmanın da
bir hak olduğunu belirtmiştir.
İslam dininde cenaze namazı ve kılınışı;
İslam dini, insanın maddi ve manevi hatırasına
büyük değer vermiştir. İnsanın dirisi kadar ölüsü de
saygıdeğerdir. Cenaze törenleri ölen kimselere yapılan
son görev olduğu için önem arz etmektedir. İslam
dininde, cenaze namazı, farz-ı kifaye’dir (bir toplumda
bir kısım kimselerin bu namazı kılmalarıyla,
diğerlerinin üzerinden sorumluluğun kalkması).
Cenaze namazının kılınışı; Niyet edilir, imama
uyulur, başlama tekbirinden sonra Sübhaneke duası
okunur. İkinci tekbir alınır, “Salli ve Barik” duaları
okunur. Üçüncü tekbirden sonra cenaze duası, duayı
bilmeyenler onun yerine Fatiha suresi okur.
Dördüncü tekbirden sonra selam verilir. Cenaze
namazı rükû ve secde olmadan ayakta kılınır.
Cenazenin arkasından yapılması gereken
şeyler;
Önemli bir mazeret yoksa ölen bir kimse
bekletilmeden yıkanmalı, kefenlenmeli, namazı
kılınarak mezara defnedilmelidir. Ölen kimsenin
ardından aşırıya kaçacak şekilde feryat - figan
edilmemeli, saç baş yolmak gibi davranışlardan uzak
durulmalıdır. Cenaze törenine uygun söz ve
davranışlarda bulunulmalı, ölenin arkasından dua
edilerek adına hayır yapılmalıdır.
Ölen bir kimsenin yakınlarına taziyede
bulunma;
Cenazeyi defnettikten sonra ölen insanın acısını
paylaşmak, hafifletmek ve ona destek olmak amacıyla
yakınlarına taziyede bulunmak, bir kimsenin yapması
gereken bir insanlık görevidir. “Sabır dilemek”
anlamına gelen taziye, cenaze yakınları ziyaret
edilerek yapılır. Taziye için gidildiğinde, “Allah sabır
versin!”,”Allah sabrınızı artırsın!”, “Başınız sağ
olsun”,”Allah rahmet eylesin!” gibi ifadeler kullanılır.
Kültürümüzde ölen bir kimsenin arkasından
Kur’an ve mevlit okunmasının önemi;
Kültürümüzde defin işleminde Kur’an’da yer alan
Yasin, Tebareke, İhlas, Felak ve Nas sureleri okunur.
Definden sonra vefat eden kişinin evinde ayrıca Kur’an
okunur ve dua edilir. Bu davranışla akraba ve
komşuluk bağlarının güçlenmesine katkı sağlanır.
Cenaze sahiplerinin üzüntüleri paylaşılır. Ölüm ve
ötesi düşünülerek yaşam muhasebesi yapılır.
Ölen kişinin ardından mevlit okutmak da
toplumda gelenek haline gelmiştir. Mevlit
merasiminde, güzel sesli kişiler tarafından makamlı bir
şekilde mevlitten bölümler, ilahiler, kasideler okunur.
Bunlar arasında Kur’an’dan bir bölüm olarak ifade
edilen “aşr” veya “aşır” yaygın bir uygulamadır.
Merasim sonunda ölmüş Müslümanlar için dua edilir,
fatiha okunur. Dini bir zorunluluk olmamakla birlikte
mevlit okutmak, toplumumuzda yerleşmiş güzel bir
gelenektir.
DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERS NOTLARI 12-1
3
“Mevlit”in yazarı ve anlamı;
Mevlit; Süleyman Çelebi tarafından 1409 - 1410
yıllarında yazılmış olup; asıl adı Kurtuluş Vesilesi
(Vesiletün-Necat) anlamına gelen Hz. Muhammed’i
övmek üzere yazılmış şiirlerdir. Hz. Peygambere karşı
duyulan sevginin bir ifadesi olarak 15. yüzyıldan beri
toplumda beğeni ile okunmuş ve dinlenmiştir.
Vefat edenlere dua etmenin önemi;
Vefat edenin arkasından ona karşı yapılan
görevlerden birisi de duadır. Cenaze namazı ölen
kimseye dua niyeti ile kılınır. Ölen bir kimsenin
ardından Allah’tan rahmet dilemek, onu hayırla yâd
etmek ve iyiliklerinden bahsetmek İslam dininin
tavsiye ettiği güzel davranışlardandır. Dua etmek için
belirli bir aracıya, yere ve zamana ihtiyaç yoktur.
Allah her an, her yerde hazırdır, aracı olmaksızın
kullarının isteklerini duyar.
Vefat eden kimsenin ardından hayır
yapmanın önemi;
Ölen kişinin ardından onun adına hayır yapmak
ölenin sevap kazanmasına neden olduğu için teşvik
edilmiştir. Bir gün bir sahabi Hz. Muhammed’in
huzuruna gelmiş ve ona; “Ölmüş olan annem adına
sadaka versem sevabı ona ulaşır mı?” diye sormuş,
Hz. Pegamberde “Evet.” cevabını vermiştir. Ayrıca
Hz. Peygamber; “insan vefat edince üç şey hariç
dünyadaki ameliyle ilişkisi kesilir. Bu üç şey
dolayısıyla amel defterine sürekli hayır yazılır. Bunlar
sadaka-i cariye (okul, hastane, cami, yol vb. tesisler
yapmak), yararlanılan ilmi eser, kendisine dua eden
hayırlı evlat bırakmak” sözleriyle bu gerçeği dile
getirmiştir. Hayır yapmanın çeşitli şekilleri vardır.
Birey ve toplumun ihtiyaçlarını karşılamak birer
hayırdır. Hz. peygamber bir sözlerinde, “İnsanların en
hayırlısı insanlara en çok faydalı olandır”
buyurmuştur.
Kıyamet kavramı;
Kıyamet, sözlükte; ayağa kalkmak, doğrulmak,
kalkmak, dikilmek gibi anlamlara gelir. Terim olarak
ise kıyamet; Yüce Allah tarafından belirlenen bir
vakitte, dünya hayatının sona erip bütün canlıların
ölmesini, sonra da yeniden dirilmelerini ifade eder.
Kıyamet; Yüce Allah’ın belirlediği zaman gelince
dünyadaki yaşamın son bulmasıdır. Dünya hayatında
her şeyin bir sonu vardır. Tüm canlılar zamanı gelince
yaşamını yitirmektedirler. Her canlının bir sonu olduğu
gibi içinde yaşanılan dünyanın da bir sonu vardır. Bu
son ise kıyamettir. Kıyametin kopuş zamanı Kur’an’da
“saat” kavramıyla ifade edilmiştir. Kıyametin ne
zaman kopacağını Allah’tan başka kimse bilemez.
Kur’an-ı Kerim’de kıyametin ne zaman olacağına
ilişkin bilgi verilmemiştir. Kıyametin kopuşu İsrafil adlı
meleğin Sur’a üflemesiyle başlayacaktır. İkinci kez
Sur’a üflemesiyle insanlar yeniden dirilecek ve
insanlar öldükten sonra dünya hayatında yaptıkları
iyilik ve kötülüklerin hesabının sorulacağı “mahşer”
denilen yerde toplanacakladır. Dünya hayatında
Kiramen Kâtibin ismi verilen melekler tarafından
kayda alınan iyi ve kötü davranışlarının kayıt edildiği
“amel defteri” diye anılan kayıtlar açıklanacak, insan
yapıp ettiklerinden sorguya çekilecektir. Bir anlamda
yaptıklarının hesabını verecektir.
İslam inancına göre, ahirette Allah tarafından
yeniden diriltilen insanların dünyada yaptıkları iyilik ve
kötülükleri “mizan” denilen bir terazide tartılacak,
iyilikleri ağır gelenler cennet ile mükâfatlandırılacaktır.
“Ahiret” kavramı;
Ahiret; kıyametin kopmasından sonra başlayıp,
dirilişten sonra sürekli devam edecek olan hayata
denir. Kur’anda, ahiret “kavuşma günü”, “toplanma
günü”, “sonsuzluk günü”, “hasret günü”,”hesap
günü”,”din günü” ve “hüküm günü” anlamlarına
gelmektedir.
Ahiret hayatındaki mutluluk ve mutsuzluk dünyada
kazanılır. Hz. Peygamber, “Dünya, ahiretin tarlasıdır”
buyurmuştur.
DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERS NOTLARI 12-2
1
İnsan hata yapabilen bir varlıktır; İnsan, iyi ya da kötüyü kendi aklı ve iradesiyle gerçekleştiren bir varlıktır. Bazen hata yapabilmekte ve günah olan davranışlar içerisinde olabilmektedir. İslam dininde insanın yaptığı hata ve işlediği günahların iyiliklere ve güzelliklere dönüştürülmesi tövbe ile mümkündür. İnsanları hata yapmaya yönelten bazı nedenler vardır. Öfke, acelecilik, bilgisizlik, düşünmeden karar vermek, dedikodulara kanmak bunlar arasında sayılabilir. Sevgili Peygamberimiz bir hadisinde, “İnsanoğlunun her biri hata yapabilir...” buyurarak her insanın hata yapabileceğine işaret etmiştir. O, başka bir hadisinde, “Asıl muhacir (hicret eden), hata ve günahları terk edendir.” buyurmuştur. Böylece bizleri hatalı davranışlardan ve günahlardan uzak durmaya çağırmıştır.
“Tövbe” kavramı; Tövbe, insanın bilerek veya bilmeyerek yaptığı bir hata ya da işlediği bir günahtan dolayı pişmanlık duyması, bir daha aynı davranışı tekrarlamamaya karar vermesi ve Allah’tan bağışlanma dilemesidir. Tövbe eden insan, duygularını, düşüncelerini ve yaşadığı pişmanlığı Allah’a iletir. O’nun merhametine ve bağışlayıcılığına sığınır. Tövbe etmek için özel bir yere ihtiyaç yoktur. Hatalarından dolayı pişmanlık duyan bir insan tövbe ile ümitsizliğe düşmekten kurtulur ve iyiye yönelmek için bir adım atmış olur. İslam dini insanın hata yapabilen bir varlık olduğunu kabul eder. Hz. Peygamber bir hadislerinde (sözlerinde); “İnsanoğlu hata yapabilir. Ancak hata yapanların en hayırlısı tövbe edenlerdir.” buyurmuştur.
Tövbe hatadan dönme ve iyiye yönelme erdemidir; Hata yapmak insana özgü bir davranış olduğu gibi hatasını anlayıp özür dilemek de insani bir özellik ve erdemdir. Önemli olan tövbe eden kimsenin samimi bir niyet ve kararlılıkla kötülüklerden dönüş yapması ve arkasından iyilik yaparak kendisini affettirmeye çalışmasıdır. Yüce Allah, “Rabb’ine hamt ederek, tesbihte bulun ve ondan bağışlama dile. Çünkü O, tövbeleri çokça kabul edendir.” (Kur’an-ı Kerim, Nasr, 3) Allah kendisine yönelen, içtenlikle tövbe eden kullarının günahlarını bağışlar. Bu konuyla ilgili bir ayette, “Ancak tövbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar... kurtulmuşlardır. Çünkü ben onların tövbelerini kabul ederim. Zira ben tövbeleri çok kabul edenim, çok merhamet edenim.” (Bakara, 160) buyrularak Allah’ın affedici ve merhametli olduğu açıkça ifade edilir. Hz. peygamber, sık sık tövbe etmiş ve insanlara tövbe etmelerini önermiştir.
O, “Allah’ım! Sen çok affedicisin, çok cömertsin, affetmeyi seversin, beni de affet!” duasını da yaşamı boyu tekrarlamıştır.
İslam’a göre tövbe etmenin herhangi bir yeri, zamanı ya da belli bir şekli yoktur. İnsan dilediği zaman, dilediği yerde Yüce Allah’a tövbe edebilir. Kendi kelimeleriyle, içinden geldiği gibi ondan bağışlanma dileyebilir. Tövbe, tamamen kişinin kendi iç dünyası ile ilgili olan, insanı daha iyiye ve güzele yönelten erdemli bir davranıştır.
Allah bağışlayıcıdır, bağışlayanı sever; Yüce Allah, hem tövbe eden kimseleri rahmet ve mağfiretiyle affedip bağışlar hem de insanlardan birbirilerinin hatalarını bağışlamalarını isteyerek onlardan anlayışlı ve hoşgörülü olmalarını bekler. Yüce Allah’ın; çok merhametli (Rahim), tövbeleri çokça kabul eden (Tevvab), ayıp ve kusurları örten (Settar) ve bağışlaması çok olan (Afuvv) gibi güzel isimleri insanlara önemli mesajlar vermektedir. O, ilahi mesajında “Ey kendilerine kötülük edip (günahta) aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin, doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar, çünkü o, bağışlayandır, merhametlidir.” (Kur’an-ı Kerim, Zümer, 53) Ayrıca bağışlamanın önemine ve insanların güzel bir dil kullanmalarının gereğine işaret eden Yüce Allah, Bakara suresi 263. ayetinde “Güzel söz ve bağışlama, arkasından incitme gelen sadakadan daha hayırlıdır.” buyurmaktadır.
Bağışlama bireysel ve toplumsal hoşgörünün temelidir; Bağışlama; bir kişinin, başkalarının haksız davranışları karşısında verdiği ahlaki tepkidir. İki tarafın saygı ve anlayış çerçevesinde bir araya gelebilmesi için kurulan bir köprüdür. Çeşitli nedenlerle olumsuz bir ilişkiyi olumluya doğru dönüştürmenin en kestirme insani yolu bağışlamadır. Bağışlama ve affetme, ahlak bağlamında adaletsizliğe yani ahlaki bir yanlışa karşı verilmiş bir cevaptır.
Bu konuda Kur’an’ın, “Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir.” (Kur’an-ı Kerim, Araf, 199) şeklindeki öğüdünü kendine ilke edinmelidir. Bağışlamak erdemli bir davranıştır. Gerektiğinde hataları bağışlayan, kusurları örten kişi, içinde kimseye karşı kin, nefret gibi kötü duygular beslemez. Böylece daha mutlu ve huzurlu olur.
Bağışlamayı başaran bireylerin oluşturduğu toplumda sevgi, saygı ve hoşgörü egemen olur. İnsanlar arası ilişkilerde açık sözlülük, dürüstlük, samimiyet ve yardımlaşma ön plana çıkar. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’in, Hz. Peygamberin şahsında tüm insanlara verdiği, “...Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Şu hâlde onları affet, bağışlanmaları için dua et...” (Kur’an-ı Kerim, Âl-i İmran, 159) şeklindeki öğüdünü ilke edinmeliyiz.
DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERS NOTLARI 12-2
2
İyilikler kötülükleri giderir; İyilik kavramı oldukça geniş bir anlam taşıyan, sadece maddi şeylerle sınırlı olmayıp komşularla iyi geçinmek, yetimleri gözetmek, yaşlılara ve engellilere yardım etmek hataları affetmek, tatlı dilli ve güler yüzlü olmak da bir iyiliktir.
İyilik etmek hem dinî hem de ahlaki bir sorumluluktur. İyilik eden kişi toplumda sevgi, saygı, dayanışma, dostluk ve kardeşlik duygularının güçlenmesine katkıda bulunur. Yapılan iyilikler aynı zamanda kötülüklerin giderilmesini sağlar. Günahların bağışlanmasına vesile olur. Yüce Allah da bir ayette, “... İyilikler kötülükleri (günahları) giderir...” ( Kur’an-ı Kerim, Hud, 114) buyurarak bu hususu belirtmiştir. Aynı konuyla ilgili olarak başka bir ayette de “İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.” (Kur’an-ı Kerim, Fussilet, 34) buyurur.
“Allah iyilikleri ve kötülükleri yazmış, sonra bunların durumunu şöyle açıklamıştır: Kim bir iyilik yapmaya karar verir de bunu yapmazsa Allah onu kendi katında yapılmış bir iyilik olarak yazar. Eğer iyilik yapmaya karar verir de bunu yaparsa Alah kendi katında bunu ondan yedi yüze kadar katlayarak yazar. Kim bir kötülük yapmaya karar verir de bunu yapmazsa Allah kendi katında bunu tam bir iyilik olarak yazar. Eğer kötülük yapmaya karar verir de yaparsa Allah bunu onun için bir kötülük olarak yazar.” (Hadis-i Şerif / Buhari, Rikak, 3)
Hadis ; Hadis; sözlükte söz ve haber anlamlarına gelir. Hadis; Hz. peygamberin sözleri veya O'nun fiil ve onaylarının sözle ifadesine denir. İslam dininde, Hz. Muhammed'in değişik olaylar ve sorunlar karşısında inananları aydınlatmak, Kuran'ın bazı ayetlerini daha açık bir dille ifade etmek için söylediği sözler bütününe hadis adı verilir.
Sünnet ; Sünnet; sözlükte yöntem, yol, devamlı gidiş, adet, yaratılış gibi anlamlara gelir. Sünnet, Hz. Peygamberin takip ettiği yol, hayatında prensip haline getirdiği fiil ve davranışları ifade eder. Sünnet; Sözlü, fiili ve takriri olmak üzere üçe ayrılır. Hadis ve sünnet birbiriyle yakın ilişkisi olan iki önemli kavramdır. Ancak sünnet kavramı hadisi de kapsar, hadis ise sünneti kapsamaz. Çünkü hadis sadece Peygamberimizin sözlerini içerirken sünnet, onun sözlerini, davranışlarını ve takrirlerini içermektedir.
Sözlü (kavlî) sünnet ; Hz. Peygamberin herhangi bir konu hakkında söylediği sözleridir. Örneğin; Hz. Peygamber, “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz” demiştir. Bu söz bir hadistir ve sözlü (kavlî) bir sünnettir.
Fiili sünnet; Fiili sünnet; Hz. Peygamberin namaz, oruç, zekât gibi çeşitli ibadetlerindeki davranışlarına ait sahabenin nakletmiş olduğu haberlerdir. Yani Hz. peygamberin davranış ve uygulamalarının anlatımıdır. Hz. Peygamber abdestin nasıl alınacağını namazın nasıl kılınacağını çevresindeki müslümanlara uygulamalı olarak göstermiştir. Örneğin; Sahabelerden Abdullah b. Zeyd, Hz. Muhammed’in, “Ağzına ve burnuna su verdi. Sonra üç defa yüzünü, arkasından üç defa sağ kolunu üç defa da sol kolunu dirsekleriyle beraber yıkadı. Tekrar su alarak başını meshetti. Sonra da temizleninceye kadar ayaklarını yıkadı” şeklinde abdest aldığını söylemiştir. Hz. Muhammed namaz hakkında da “Ben namazı nasıl kılıyorsam siz de öyle kılın.” demiştir.
Takriri sünnet; Sahabe tarafından söylenen bir sözü veya işlenen bir fiili, Hz. peygamberin reddetmeyip sessiz kalarak onaylamasıdır. Örneğin; Hz. Peygamber ergenlik çağına yaklaşmış çocukların mescitte kısa mızraklarla harp oyunu oynadıklarını gördüğünde ses çıkarmamıştır. Hz. Peygamber’in sessiz kalması çocukların mescitte oynamalarını onayladığı anlamına gelmektedir.
Hz. Muhammed’in davranışlarını, yerel ve evrensel boyutlarını da dikkate alarak söyle sınıflandırabiliriz: 1. Hz. Muhammed’in bir insan olarak yaptığı davranışlar. Onun yemek yemesi, uyuması, dinlenmesi ya da üzülmesi -bu tür davranışlara örnek verilebilir. 2. Hz. Peygamberin, içinde yaşadığı toplumun örf ve âdetleri, kültürel özellikleri gereği yaptığı davranışlar. Saçını uzatması, entari giymesi, kullandığı yemek kapları, ev eşyaları, yediği yemekler vb. buna örnek olarak gösterilebilir. 3. Peygamberimizin kendi tecrübesine dayanarak yaptığı iş ve uygulamalar. Bunlar genellikle ziraat, hayvancılık vb. işlerle ilgilidir. 4. Hz. Muhammed’in insanlara dinî ve ahlaki ilkeleri açıklamak, bu konularda yol göstermek amacıyla yaptığı davranışlar.
Hz. Muhammed’in davranışlarının yerel ve evrensel boyutu; Hz. Muhammed’in davranışlarında yerellik denildiği zaman; onun söz, fiil ve tutumlarına yansıyan, kendi dönemine ait tarihsel, bölgesel, sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik özellikler akla gelir. Evrensellik denildiğinde ise, hadis ve sünnetin bütün insanlara yönelik, belli bir zamanla sınırlı olmayan bir mesaj içermesi ve uygulamaya konulduğunda Hz. peygamberin gözettiği amacın gerçekleşmiş olmasıdır. Örneğin; Hz. peygamber devrindeki davranışlarla ilgili olan ve bir uyarı özelliği taşıyan “biriniz sırt üstü uzanıp da ayak ayaküstüne atmasın!” hadisi yerel içeriklidir.
DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERS NOTLARI 12-2
3
Evrensel boyutta ise, Hz. Peygamber; “ yemekten önce ve sonra elleri yıkamayı“ ; “mideyi tıka basa doldurmamayı” tavsiye etmesi, ayrıca Peygamberimiz ağız ve diş sağlığına önem vermiş “Eğer ümmetime zor gelmeyeceğini bilseydim, her abdest alırken misvak kullanmalarını emrederdim.” hadiste vurgulanan o gün diş fırçası olarak kullanılan misvak değil, ağız ve diş temizliğidir. Bu tavsiyeler bugünde geçerliliğini koruyan kurallardır.
Peygamberimizin evrensel içerik taşıyan söz ve uygulamaları genel olarak Kur’an’ın emirlerini, ayetlerini, öğüt ve uyarılarını açıklamaya yöneliktir. Ancak Hz. Peygamber zaman zaman Kur’an’da hükmü bulunmayan konularda hüküm de koymuştur. “Azı dişi olan her yırtıcı hayvan, pençeli olan her yırtıcı kuşun etini yemek yasaktır.” şeklindeki hadis buna örnektir
Hz. peygamberin inanç, ibadet ve ahlak ile ilgili hadis ve sünnetleri Müslümanların ortak değerleri olduğundan evrenseldir. Hz. Muhammed’i model almak söz ve davranışlarını en doğru şekilde anlamakla mümkündür.
Dinin anlaşılmasında sünnetin önemi; Yüce Allah, ilahi mesajlarını insanlara peygamberler aracılığı ulaştırmıştır. Peygamber olmadan bir dinin, insanlara ulaştırılması ve anlaşılması mümkün değildir. Yüce Allah’ın insanlara gönderdiği son ilahi din İslam, kutsal kitabı Kur’an ve son peygamberi Muhammed’dir. Hz. Muhammed hem Kur’anı tebliğ etmiş hem de onu en iyi şekilde anlayarak uygulamıştır.
Kur’an-ı Kerim’de, Hz Muhammed’e uymamızı, itaat etmemizi emreden birçok ayet vardır. Örneğin bir ayette, “...Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının...” (Haşr, 7) denir. Başka bir ayet mealinde ise “Kim Peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur…” (Nisa, 80) buyrulmaktadır. Sünnet, Kur’anın bir açıklaması ve uygulaması niteliğindedir. Bu nedenle Kur’anın anlaşılmasında ve İslam dininin uygulanmasında önemli bir yere sahiptir. Örneğin; Kur’anda “Namazı eksiksiz (şartlara uygun bir şekilde) kılın…” (Kur’an / Bakara 43) buyrulmuştur. Fakat namazın nasıl kılınacağı kaç rekat olduğu ayrıntılarıyla açıklanmaz. Hz. peygamber namaz konusunda bilgi edinmek isteyen Müslümanlara “Namazı benden gördüğünüz gibi kılınız” diyerek namazın ne şekilde kılınacağını uygulamalarıyla göstermiştir. O’nun bu uygulaması fiili sünnettir. Hz. peygamber namaz ibadetinin yanında; zekât ve hac gibi ibadetlerin ayrıntılarını da açıklamış ve uygulamıştır.
Sahabeden Muaz b.Cebel “Ey İman edenler Allah’a Nasuh bir tövbe ile tövbe edin” ayetindeki Nasuh tövbenin ne anlama geldiğini sorduğunda Peygamberimiz : “Kulun işlediği bir günahtan pişmanlık duyup Allah’tan af dilemesidir. Sağılan sütün geri dönmemesi gibi,o kişinin günaha tekrar dönmemesidir” diye cevap vermiştir.
Hz. Peygamberin hadislerinin yazıya aktarılması; Hz. Peygamberin vefatından (M. 632) sonra, hicri ikinci asırdan itibaren hadisler toplanarak yazılmaya başlanmıştır. Sonra bu toplanan hadisler tasnif edilerek konularına göre kitap haline getirilmiştir. Hicri üçüncü asırdan itibaren hadis kitapları çoğaltılmıştır. Bu eserler arasından bazıları günümüze kadar ulaşmış ve onlar arasından altısı “altı kitap” anlamında “Kütüb-ü Sitte” meşhur olmuştur.
İSLAM DÜNYASINDA MEŞHUR OLAN ALTI HADİS KİTABI (KÜTÜB-Ü SİTTE)
Sahih-i Buhari
Sahih-i Müslim
Sünen-i Ebu Davud
Sünen-i Tirmizi
Sünen-i Nesai
Sünen-i İbni Mace
Tasavvuf nedir? İslam düşüncesinde “Tasavvuf”; dinin temel
ilkeleri doğrultusunda kalbe Allah sevgisini yerleştirmeyi, nefsi arındırmayı, ahlakı güzelleştirmeyi ve kötülüklerden uzak durarak insanın Allah’a ulaşmasını amaç edinen düşünce biçimidir. Tasavvuf yoluna koyulan kimseye mutasavvıf veya sûfi denir.
Tasavvufi düşüncenin oluşumu; Hz. Muhammed’in vefatından sonra Müslümanlar arasında çıkan ihtilaflar, siyasi çekişmeler, lüks ve gösteriş içinde insanların hayat sürmeleri ahlaki erdemlerin yerine şehvet, gösteriş ve lüks yaşama tutkusu gibi hususların ön plana çıkması insanların Hz. Peygamber zamanındaki manevi hayatı yaşama istekleri ve özlemi daha da güçlenmeye başlamış, Hz. Peygamber ve onun arkadaşlarının yaşayışlarını örnek alma arayışlarının neticesi olarak Hicri II. yüzyılda tasavvuf düşüncesi ortaya çıkmıştır. Hicri ikinci asrın ortalarında diğer ilim dallarından ayrı olarak tasavvuf bir ilim dalı hâline gelmiştir. Tasavvufi düşüncenin kurumsallaşması “tarikatların” ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Tasavvufi düşüncenin amacı, insanın yaratıcısına karşı yaptığı ibadet ve görevlerinde onun manevi yönünü canlı tutmaktır. İslam’da emredilen tüm ibadetlerde, temel ilke samimiyet ve ihlâstır. Tasavvufta da bu hususa büyük bir önem verilir. Tasavvuf, ibadete ısrarla devam etmek, Allah’a yönelmek, dünyanın süs ve aldatıcılığından yüz çevirmek, halkın sevdiği ve rağbet ettiği zevk, mal, servet ve şöhrete ilgi duymamaktır.
Tasavvuf, insanın manevi dünyasında bunları yaşamasına vesile olmaktadır. Tasavvuf bu amacı gerçekleştirirken Hz. Muhammed’in hayatını, kâmil insan modelini esas alır. Tasavvufi düşünce, yayıldığı bölgelerdeki kültürel ve dini çevrelerin etkisinde kalmıştır. Tasavvufi düşünce İslam’la özdeşleştirileme-melidir. İslam dininin değil, tarihinin bir ürünüdür.
DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERS NOTLARI 12-2
4
Tasavvufi düşüncede Allah - varlık ilişkisi; Tasavvufi düşünceye göre Allah aşkın bir varlıktır.
Sonsuz güç ve kudret sahibi bir varlık olarak o, insan muhayyilesinin üzerindedir. Görünen, görünmeyen, canlı ya da cansız bütün varlıkları yaratan odur. Allah her şeyin varlık sebebidir. Ezelî ve ebedîdir.
Tasavvufi düşünceye göre âlemdeki her şey Allah’ın tecellisidir. Varlıkları, kâinatı deruni bir gözle gören, bunlar hakkında düşünen insan onlarda Allah’ın tecellisini hisseder. Mutasavvıflara göre canlı ve cansız bütün varlıklarda ruh bulunur. En gelişmiş ruhi özellikler ise insanda ortaya çıkmıştır. Çünkü insan âlemin özüdür.
Tasavvufi düşüncede Allah-varlık ilişkisi söz konusu olduğunda hatırlanması gereken temel kavramlardan biri de “vahdet-i vücut”tur. Vahdet-i vücut; varlığın birliği anlamına gelmektedir. Buna göre İslam’da yer alan tevhit (birlik-Allah’ın birliği) anlayışı hayatın her safhasını kapsamaktadır. Gerek kâinattaki düzen gerekse Kur’an ayetleri daima bir olan Allah’ı göstermektedir. Çünkü tüm varlıklar onun eseridir. Vahdetivücut anlayışı açısından da varlık birdir, o da Yüce Allah’ın varlığından ibarettir. Diğer varlıkların vücudu Allah’ın varlığına kıyasla âdeta yok hükmündedir. Çünkü Allah’tan başka hakiki vücut sahibi hiçbir varlık yoktur
Tasavvufi düşüncenin ahlaki boyutu; Tasavvufi düşüncede Allah-varlık ilişkisi yanında
ahlaka da büyük önem verilir. En genel anlamıyla güzel huy ve davranışlar anlamına gelen ahlak, İslam dininde iman ve ibadetle birlikte en çok üzerinde durulan konulardan biridir.
Tasavvufi düşüncenin temelinde züht, takva, fedakârlık, hoşgörü, yaratılanlara saygı, alçak gönüllük, gösterişten uzak durma gibi değerler vardır. Kur’an-ı Kerim bu gibi güzel değerleri emretmiş, Hz. Peygamber de söz konusu ilkelere uygun bir hayat yaşamıştır. O; sabrı, cömertliği, sade yaşantısı, alçak gönüllülüğü, ahlaki değerlere bağlılığı ile insanlara örnek olmuştur. Bir mutasavvıf da hayatını bütünüyle Hz. Muhammed’i örnek alarak düzenlemelidir. İbadetlerini ihlasla yerine getirmeli, insanlara sevgi ve saygı duymalı, davranışlarında Allah’ın rızasını gözetmeli, kalp kırmaktan kaçınmalıdır.
Tasavvufi düşünceye göre iyi bir mutasavvıf, İslam’ın emirlerini yerine getirmeli, yasaklarından kaçınmalıdır. Dürüst ve güvenilir olmayı ilke edinmelidir. Tatlı dilli, güler yüzlü, hoşgörülü ve güzel ahlak sahibi bir insan olmalıdır.
Kültürümüzde etkin olan tasavvufi yorumlar; Tasavvuf; kalbe yalnız Allah sevgisini yerleştirmeyi, nefsi kötü duygu ve düşüncelerden arındırmayı, dünya malına fazla önem vermemeyi, Allah’ın emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınmayı, Ahlakı güzelleştirmeyi amaç edinen bir düşünce akımdır. Tasavvufi yorumların, Türklerin İslam anlayışının oluşmasında ve Anadolu’da İslam’ın yayılması ve kökleşmesinde önemli rolü olmuştur. Yesevilik, Kadirilik, Nakşibendilik, Mevlevilik, Alevi - Bektaşilik kültürümüzde etkili olan tasavvufi yorumlar içerisinde yer alır.
Yesevilik; Yesevilik, “Piri Türkistan” lakabıyla tanınan Hoca Ahmet Yesevi’nin görüş ve düşüncelerinin çerçevesinde oluşan tasavvufi bir akımdır. Ahmet Yesevi, 10. Yüzyıl sonlarında Batı Türkistan da bulunan Yesi şehrinin Sayram kasabasında dünyaya gelmiştir. Dönemin ünlü hocalarından olan Aslan Baba ve Yusuf Hemedani’den dersler almıştır. Hayatını ilme, öğrenci yetiştirmeye adamış, 1166 yılında Yesi’de vefat etmiştir. Orta Asya’da ve özellikle Türklerin manevi hayatı üzerinde asırlarca etkili olmuştur. Ahmet Yesevi öğrencilerini Anadolu ve Balkanlara göndererek İslamiyet’in o yörelerde yayılmasına öncülük etmiştir. Ahmet Yesevi’nin bize ulaşan en önemli eseri Türkçe olarak yazılmış hikmet adı verilen şiirlerinden meydana gelen Divan-ı Hikmet’tir. Divan-ı Hikmet’teki hikmetli sözler, Yesevilik düşüncesinin temellerini oluşturur. Ahmet Yesevi hikmetlerinde Allah’ın birliği, sonsuz güç ve kudreti, peygamber sevgisi, peygamberin sünnetine bağlılık, ibadetler, ahiret, züht, takva, insan sevgisi ve tasavvuf adabını konu edinmiştir. Ayrıca bu düşünce akımında insan-Allah ilişkisinin önemli bir yeri vardır.
Kadirilik; Ünlü mutasavvıf Abdülkâdir Geylâni (Öl. 1166)'nin görüş ve düşünceleri çerçevesinde oluşup yaygınlaşmış tasavvuf akımıdır. Kadiriliğin, Asya’dan Balkanlara ve Ortadoğu’dan Afrika’ya kadar geniş bir coğrafyada mensupları vardır. Kadirilikte; Allah’ı zikretmeye büyük önem verilir. Mensupları gündüzleri oruç tutmaya, geceleri az uyumaya, sürekli Allah’ı tefekkür etmeye özen gösterirler. Fakirlere yardım etmek, hoşgörü ve tevazu sahibi olmak, günahlardan kaçınmak, kâmil biri olmak için gayret göstermek Kadirilikte önem verilen ilkelerdendir. Kadirilikte önem verilen bazı ilkeler; • Verilen sözü mutlaka yerine getirmek, • Her türlü yalandan sakınmak, • Allah’ın yarattığı hiçbir şeye lanet etmemek, insanlara eziyet etmekten sakınmak, • Alçak gönüllü olmak, • Haksızlığa uğramış olsa bile insanlara beddua etmekten kaçınmak, • Günahlardan sakınmak, • İnsanlara yük olmaktan, onların sırtından geçinmekten kaçınmak, • İnsanların elinde olan şeylere tamah etmemek, • Yemin etmekten sakınmak
Nakşibendilik; Nakşibendilik, Anadolu’da ve Asya topraklarında en yaygın olan tasavvufi yorumlardan biridir. Muhammed Bahâuddin Nakşibend’in (Öl. 1389 Buhara) görüşleri doğrultusunda oluşan tasavvufi bir akımdır. Nakşibendilik, Bahâuddin Nakşibendi’nin öğrencileri aracılığıyla tarih içerisinde özellikle Türkistan, Anadolu ve Hindistan çevresinde yayılmıştır. Nakşibendiliğe göre insan hem dünyevi sorumluluklarını tam olarak yerine getirmeli hem de Allah’ı her an hatırında tutmalıdır. Kalbini kötü duygulardan arındırarak dini görevleri yerine getirmelidir. Nakşibendilikte; kişi Allah’ı zikretmeye önem vermeli, aşırı arzulardan uzak durmalıdır. Dinin emir ve yasaklarına uymalı, iyilik yapmalıdır.