cumhuriyet kİtap - core · umberto eco’nun, çağımız için “beyaz ortaçağ” nitelemesi...
TRANSCRIPT
Cumhuriyet
KİTAP
A dalet Ağaoğlu’dan mükemmel bir labirent
Romantik Bir Viyana Yazı
Adalet Ağaoğlu’nun “Romantik Bir Viyana Yazı”, kurgusu ve anlatım tekniğinin yanı sıra
| dili, üslubu bakımından da özellikle incelenmeye değer bir roman. Anlatıcı yazar figürün şu sözleri, Adalet Ağaoğlu’nun roman boyunca kanıtladığı kendi gerçeğini de dile getiriyor: “Yazdığım dile aşığım, onda her
gün yeni yetenekler, tarif edilmemiş güzellikler buluyorum. ”
PROF. DR. GÜRSEL AYTAÇ
A dalet Ağaoğlu, yeni romanı “Romantik Bir Viyana Yazı”nı belli ki edebiyat meraklıları arasında son derece sınırlı bir
seçkinler grubu için kaleme almış: Eserin tadma varabilmek, anlatı sanatının inceliklerine temrinli olmayı, bunun da ötesinde kültür tarihinin (Avrupa ve T ürk) aşinası olmayı gerektiriyor. Ele aldığı konuları belli bir ironi uzaklığından aktarması da okuyucudan işlenmiş bir edebiyat zevki, duygunun doğrudanlığını aşmış entelektüel bir sanat anlayışı istiyor.
Bilindiği gibi, gerçeğe çok yakın romanlar, genellikle, bu romanın gerçek kişilerle ve olaylarla doğrudan ilişkisi olmadığını belirten bir açıklamayla başlar. Adalet Ağaoğlu tersini yapıyor ve “bütün kişi, yer, kitap adlarının, tarihlerin, coğrafyaların ‘gerçeklerle’ ber türlü ilişkisi ‘olduğunu ama Mevcut’ roman kategorilerinden hiçbiriyle hiçbir ilişkisi” olmadığını söylüyor. Mevcut roman çeşitleri için “okunmuş üflenmiş” deyişini kullanması, bu sözleri ironik bir havaya soksa da, id dialı bir romancıyla karşı karşıya olduğumuzu bize peşinen sezdiriyor.
Umberto Eco’nun, çağımız için “Beyaz Ortaçağ” nitelemesi Adalet Ağaoğlu’nda Türkiye için bir Yeni Ba- rok’tan söz etmenin daha isabetli olacağı düşüncesini uyandırmış. Avrupa kültür tarihinde, Rönesans sonrası kendini gösteren, din (mezhep) savaşlarının büyük ölçüde belirttiği, bir yandan ölüm gerçeğiyle burun buruna olmak, öte yandan hayatın tadım çıkarmaya bakmak şeklinde özetleyebileceğimiz bir yaşam felsefesi, bir sanat üslubudur Barok, içinde bulunduğumuz çağ içerisinde “Barok” özellikler yakalıyor Ağaoğlu: “Hoş zaten çağ da artık hanedanları, imparatorları falan takacak çağ değil. Hepsi bir bir yıkılmış, yıkılmakta... İşçi hareketleri bir yanda; anarşist eylemleri, suikastlar bir yanda [...] hâlâ ırk ve din kavgaları ortalığı kasıp kavurmakta;” (s. 78) edebiyat tarihinin diyalektik ilerleyişi içinde ise, akılcı Rönesans Hümanizm’den soma duygucu çizginin başında yer alır Barok; Roman- tizm’in Barok’la aynı duygu eksenini paylaştığı, Barok’un birçok yönlerden mirasçısı sayıldığını hatırlayınca, Ada
let Ağaoğlu’nun “Barok” odaklı bir romanına “Romantik Bir . . .” başlığım koyuşunu, roman boyunca çok kereler “Romantik”le hesaplaşma gereğini duyuşunu yadırgamıyoruz. “Romantik Bir Viyana Yazı”; her biri başlıklı yedi bölümden oluşuyor: I. Anahtar Deliği, II. Süpürge Çöpü, III - Tarih Dersleri, (I II), IV. Hayatın Kumarı, V. Geçmişin Kokusu, Kulaklarda Fısıltılar VI. Rüzgârın Nişanlısı, VII. Öteyan. Üslup bakımından birbirinden farklılıkları sezinlenen bu yedi bölüm içinde 3. ve 5. bölümleri, birer alt bölüme yer vermesi ve uzunluğuyla (45 ve 47 sayfa) ötekilerden ayrılıyor. Romanın geleneksel anlatımla aktarılmış, dolayısıyla kolay izlenen bölümü 3. bölüm. Okuyucuya hesap verme, anlatılanların bir çeşit mantıksal açıklaması, 6. bölümde söz konusu: Edebiyat biliminde romantik ironi terimiyle anılan bir anlatım tekniği. Romancı, anlattıklarının kurmacalığmı hatırlatmak, okuyucuyu içine soktuğu yanılsamadan uyandırmak cesaretini gösteriyor. Okuyucuya doğrudan sesleniyor, onun olası tepkisini değerlendiriyor.
“Belki içinizde hâlâ, bütün bu makul açıklamaları yeterli bularak, “Ne oluyor böyle Londra-Hyde Park’lar baroklar ve hortlaklar, Kastamonu- Kütahya’lar, Sultanlarla sazlar, Venedik-Viyana’lar, imparatorlarla uşaklar?” diye soranlarınız vardır. ‘Hadi bunlar yine neyse ne, bir de Alma’lar- M ilena’lar, Yunuslarla Clea’lar, yetmedi Antonia’lar, hele hele ikide bir ortaya çıkan su yeşili çamaşır ipi, fare zehiri, Tuna dalgaları, dalgalarla sürüklenen cesetder?), kanlar- kemikler, kokmuş şeyler” (s. 151 )
Romantik ironiyle örülü bu 6. bölüm, bence okuyucuya eserin bütününü kavramada, figürleri, düşünceleri, olayları anlamlı bir dizgi içine yerleştirmede anahtar niteliğinde. Bu bölümü romanın başma değil sonlarına yerleştirmekle Adalet Ağaoğlu sabırlı okuyucuyu ödüllendiriyor âdeta.
Romantik Bir Viyana Yazı”, Londra’da Hyde-Park yakınında bir caddede başlıyor. Anlatıcı, önünde hamburger almak için koşan yeğenlerinin peşinde, aklına ve ağzına takılan barok sözcüğünün çağrışımlarıyla Viya- na’ya sıçrar:
“Barok, arkasına Itrî’yi, o da gerisinde bu tumturaklı tannan tümceyi taktığı tarihi andan başlayarak, ner- deyse bir saplantıya yakalandım. Özellikle dilinden anlamadığım, sözcük dağarağı sessiz harflerden, T ile başlayanlardan yana yoksul bir ülkenin barok bir kentine rahat, geniş soluklu bir hikâye uydurma saplantısı.
Öyle ki, yanımda küçükler bulun-
S A Y F A 12 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1 9 7
masa, kendimi daha o dakika Londra’dan Viyana’ya atmıştım.” (s. 8)
Barok üslubu geç devralıp uzun süre bu üsluba bağlı kalan Viyana, anlatıcının kurgulamayı düşlediği hikâyenin mekânı olacaktır. Çağdaş Türk roman sanatında bir “zaman” ustası Adalet Ağaoğlu, “Romantik Bir Viyana Ya- zı”nda bu ustalığını başka türlü gösteriyor: en küçük zaman birimini, “ân ı değil, geçmişle bugünün kesişme noktalarını bularak ilginç, değişik bir tarih felsefesi yaratıyor. Zaman boyutunda evrenselin peşinde bir anlatıcı, siyasî tarihin, kültür tarihinin Avrupalı- Osmanlı motiflerini ironik bir havada derleyerek güncel tarih tabloları yaratıyor. Romanın ilk sayfalarında, bir yandan bugünkü Viyana’dan izlenimler öte yandan hayal etmek, kurgulamak istediği tarih, ironik bir zemin üzerinde ilginç bir pano oluşturuyor:
“Bir zamanlar prenslerin, düklerin, kontların binlerce taş işçisi çalıştırarak kurdukları avlu, park, saray duvarlarının hiçbirinin üstünde, ‘Viyana Viyanalı’nındır!’, ‘Yabancı defol!’, ‘Beyaz içeri, kara dışarı’, ‘Kuzeye hayır, güneye evet!’ gibi yazılar yazılmış bulunmamalı, bu duvarlarda uçlarından kan damlayan ok, çekiç, hançer, balta resimleriyle karşılaşmamalıy- dım. Sokak satıcılarının dahi ipek dantel yakalıkları, ipek yelekleri, koltukları, yanaklarında benleri, başlarında gümüş renkli perukları olmalıyd ı.” (s. 9)
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’yı hayal etmek, tarih boyutunu onunla yakalamak isterken anlatıcı gerçek mi hayal mi olduğunu kestiremediği eski tarih öğretmeninin görüntüsüyle karşılaşır. Kruvaze takım elbiseli, küt burunlu ayakkabılarıyla anlatıcının belleğinde ciddî, düzenli bir öğretmen olarak yer etmiş bu kişi, Kâmil Kaya, Anadolu’nun çeşitli illerinde çalışmıştır. Romanın III. Bölümü, işte bu tarih öğretmeninin Kastamonu, Kütahya, Konya, Kırşehir, tekrar Kastamonu, Kütahya’da geçen meslek hayatını, geleneksel ardarda anlatımla aktarıyor. Kâmil Kaya’yı bu bölümde hep ders anlatırken izliyoruz; dolayısıyla ben- anlatı biçimi, ilk tayini, Kastamonu lisesine, 25 yaşmda. Kendini öğrencilerine tanıtırken şöyle diyor.
“Pekâlââââ, işte karşınızda bu sene- ki tarih öğretmeniniz. Tahta gıcırtısından tüyleri diken diken olan mızmız bir herif. Yaş yirmibeş. Yolun başı. Tarihi anlatmayı sever, şiir yazmayı. En birinci dostu edebiyattır. Yani bazılarına göre, ‘hayali şeyler’” (s. 33)
Edebiyata meraklı, hattâ şiir ve deneme yazdığını öğrendiğimiz tarih öğretmeni Kâmil Kaya, yukarda alıntıladığım konuşmasındaki “humor” to
M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1 9 7
nunu sürdürür. Kendisine tepeden bakabilen, kendini “gırgıra alabilen’’ bir insandır o. Ayrıca tarih derslerini, bilimin kuruluğundan, soyutluğundan kurtarıp edebiyata yakınlığın verdiği somutluğa bürüme, bilgilere can katma yeteneğine sahiptir. Tarih anlayışım, derslerinin her birinde olduğu gibi şu sözlerinde de hattâ sanırım en özlü biçimde ortaya koyuyor:
“Ey tarih, ey tarih, seni tarih kitaplarından, tarih öğretmenlerinden çok, o tarihi yaşayanların taşa, kâğıda, kile, tuğlaya, boyaya, çizgiye döktüklerinden sorsunlar. Konakladıkları hanlardan, içinde yıkandıkları ırmaklardan ve hamamlardan, yedikleri kaplardan, içtikleri kâselerden, giyip çıkardıkla- rındansorsunlar.” (s .46)
Bilgileri canlandırmak, tarih olaylarını kuru bir siyasal savaşlar kronolojisi olarak değil, insan sıcaklığı içinde öğrencinin gözleri önüne sererek, onlara mekân ve insan boyutu kazandırarak vermek ilkesi edinmiş bir tarih öğretmenidir, Kâmil Kaya. Onun, Viyana şehrini, Viyana kuşatmalarını kaç kez öğrencilerine anlattığı halde, görememiş olmak içinde bir uktedir.. Emeklilik ikramiyesini alınca bu özlemini gerçekleştirme imkânı bulur ve bir tura katılır. Romanın anlatıcı figürü yazar, Viyana’da bir kır lokantasında defterine notlar tutarken o anda kendisiyle ilgilenen bir Türk ruh doktoruyla sohbet ederken, tarih öğretmeni Kâmil Kaya’nm onun da öğretmeni olduğunu ve o sıralarda Viyana’da bulunduğunu öğrenir. Bu doktor, romanm “Tarih Dersleri” bölümünde adı geçen lise öğrencilerinden
Asaf tır ve “Hayatın Kumarı” başlıklı, oldukça uzun bir bölüm, yazar figürün onunla konuşmasına ayrılmıştır. Asaf m hayat hikâyesini, ama aynı zamanda da yazarın yazarlık, yazma eylemi, yazının kaderi gibi konulardaki düşünmelerini daha çok bu bölümde öğreniyoruz. Meselâ şöyle diyor:
“Her şey avuçlarımdan kayıp gitmişti. Yazı denilen şey tarihe gömülmek üzereydi. Söz gittikçe kısalıyordu. Geride sadece kodlar kalmaktaydı: YDP- PHC- PHS- BP- UNO- FEO- İFTA- AHCI- ATI- NBS- ISBN... hatta bunların yerini de işaretler almaya başlamıştı. Hiyeroglif yazısı gibi yazılar türüyor, ‘Kadın’ demek için meselâ bir yuvarlak, ona bitişik artı işareti çizmek yetiyordu.” (s. 82)
“Geçmişin Kokusu”, romanda emekli tarih öğretmeni Kâmil Kayayla yüzyüze geldiğimiz bölüm. O- anlatı biçimiyle başlıyor, onun Viyana yaşantısına burda nüfuz ediyoruz. Tarihçi ve edebiyatçı kimliğiyle Kâmil Kaya, bu satırlarda romanın anlatıcı figürü yazarla büyük çapta ruh akrabalığı sergiliyor. Her ikisinin de Viyana gezisi, yalnızca görünürde “yalnız”, ama gönülde ve kafada “kalabalık”tır. ikisi de edebiyat tarihinin ve siyasal tarihin, kültür tarihinin önemli olay ve kişilerini geçmişten çıkarıp şimdiye aktararak her an onlarla bir arada olmak yeteneğine ulaşmıştır. Kâmil Kaya’nm Viyana yaşantılarıyla anlatıcı yazar figürün yaşantılarını çakıştığını farketmek, eski öğretmenle öğrencisi arasındaki etkileşim, benzeşim sürecini akla getirebilir. Öte yandan, rama
mın bu iki figürünü, Adalet Ağaoğ- lu’nun kendi yaşantısının çeşitlemeleri olarak da değerlendirebiliriz. Bakınız, Kâmil Kaya, Viyana’da yabancı düşmanı, bir duvar yazısı karşısında, anlatıcı yazar figürü hatırlatacak b içimde şöyle düşünüyor:
“Kaflta, bencilin biri olsa bile, eseri değer yitimine uğrayacak değildi herhalde? Bazıları böyleydi zaten. Sağlamca ayak basacağımız tek metrekare kalsın istemiyorlardı. Ama bunu, burada, başka bir ufukta düşüneceği aklına gelir miydi? Barok bir duvar üstünde ‘Yabancı, defol!’ yazısını okuyacağı, kendisi de bir ‘yabancı’ olarak, daha yirmiiki yaşındayken Avusturya- Macaristan împaratorluğu’nun arşidük bıyıklı subaylığına, oradan da prensliğe yükselen Eugene’in, Savoie Prensi Eugene’in yaptırdığı görkemli yazlık kışlık sarayları önünde ‘çingene baron’un o gün bugündür dilendiğine tanıklık edeceği aklına gelir m iydi?” (s .114)
Adalet Ağaoğlu’nun bu edebiyatçı tarih öğretmeni figürünü işlerken uyguladığı, yukarda alıntıladığım pasajda oldu gibi yaşanmış ifade (erlebte Rode) tarzı, anlatıcının ona, onun varlığına nüfuz edişini belgeler ki bu da kanımca özle biçimin başarılı bütünlüğüne bir örnektir. Ayrıca aynı bölümde noktalamasız bilinç akımı, anlatım tekniklerinin romandaki ustalıklı örnekleri arasında anılabilir.
Kültür tarihinin geniş bir yelpazesine romanmı dayandıran Adalet Ağaoğlu, zengin bir isimler ve alıntılar, anıştırmalar hâzinesini değerlendiriyor. Anlatıcı yazar figür, edebiyatçı ta-
S A Y F A 13
Adalet Ağaoğlu nun oyunları topluca yayımlandı.
Tiyatromuzun örnek yazarı.Mitos Boyut Yayınlan iki kitapta, Adalet Ağaoğlu’nun daha önce yayımlanan ya da sahnelenen oyunlarını bir araya getirdi. Evcilik Oyunu, Tombala, Çatıdaki Çatlak, Sınırlarda, Bir Kahramanın Ölümü, Çıkış, Kozalar, Kendini Yazan Şarkı, Çok Uzak Fazla Yakın Toplu Oyunları I ve H’de yeralan oyunlar.
ı—:--------;------------------Mr rih öğretmeni hayalini bir Viyana kır
lokantasında yakalarken edebiyatımızın öğretmen yazarlarını, onların eser isimlerini düşünürken, romanın ilk anıştırması ortaya çıkıyor:
“Günlerim sayılı. Umudum kırık. Fakat güneş henüz batmadı. Akşamın en dürtükleyen saati, önünde, pembeliği gittikçe baskınlaşan mavimsi sis. Sisin içinde eriyen asmalar. Asma yapraklarının yarı yarıya gizlediği koruk salkımları. Nerdeyse olgunlaşmış salkımlar. Jülide, Kınalı Yapıncak, Akşam Güneşi, M aarif Müfettişi. Anadolu yolları. Küçük kentler. Şair öğretmenler...” (s. 32)
Alıntıladığım bu satırlar, anlatıcı figürün kır lokantalarında, çevresini bir betimlemeyle verirken, o atmosferin çağrıştırdığı roman ve öğretmen yazarların adını geçiriyor. Söz konusu bölümün son satırları, “Romantik Bir Viyana Yazı”nın odak figürü tarih öğretmenine getirir sözü: “Tarih Dersleri” başlıklı bölüme böylece geçilir. Anıştırma, böylece sözcüklerin kültür tarihinde yoğrulmuş anlam yükü sayesinde önemli bir edebî işlev gerçekleştirir. Edebî alıntılardan roman dokusuna çok uygun dizeler veya cümleler seçerek metnin kültürel ufkunu genişletmede Adalet Ağaoğlu eskiden beri başarılı. “Romantik Bir Viyana Y azandaki bilim felsefesini, bilginin ancak, insanın hayatına yön verecek kadar hayatın içine girmişse bir anlamı olduğunu, tarih öğretmeni Kâmil Kaya nın yaşam serüveni gibi, Mevlâ- na dan şu alıntıda dile getiriyor:“Ten ehli ilmin yükünü taşır
Gönül ehli ilme binip ulaşır.Kalbe giden bilgi faydalı mutlakTende kalan bilgi bir yüktür ancak”
(s. 47)Anlatım teknikleri arasında leitmo-
tiv, Kâmil Kaya’nın “kruvaze takım elbisesi”, hem bu figürün tanıtıcı özelliği olarak sık sık tekrarlanmakta, hem de onun yaşama üslubunu yansıtan somut bir ayrıntı niteliği taşımaktadır. Romantik bir başka leitmotivi Kâmil Kaya nın “şehir” derken hemen “pardon kent” kelimelerini sıralaması. Bu leitmotiv bir iki yerde, anlatıcı yazar figürün konuşmasında da geçiyor ve bir zamanlar onun öğrencisi olmuş olduğunu, ondan çok şeyler aldığının dile yansıması, yani bir çeşit göstergesi işlevini yükleniyor.
Romanda bu türlü anlatım tekniklerini ustaca seçilip dokuya katılışının örnekleri, ayrı bir inceleme konusu verecek kadar çeşitli ve önemli. Benim, son örnek olarak, romanın Batı-Doğu kültür ufkunu sezdirmesi açısından vurgulamak istediğim, kentor sembolü ve bu sembolün çeşitli yerlerde anılıp varyasyonlar halinde değerlendirili-
A dalet Ağaoğlu, öykücülüğü ve romancılığının yanı sıra, tiyatromuza oyun yazarı olarak da katkıda bulunan yazarlarımızdandır.
Üretken olduğu kadar, dili ve biçemiyle de tiyatromuzun örnek yazarlarındandır. Ayrıca, yaptığı çeviriler ve tiyatromuzun yurtdışında tanıtımı için gösterdiği çabalarla da, tiyatromuzun çağdaş kimliğinin oluşmasına katkıda bulunmuştur.
şi:“Faruk’a Gottfried Benn adındaki Alman şairden söz etmişti; Behçet Ne- catigil’den bir şiir okumuştu, durup dururken nedense Sorum, adlı şiiri. [...! Benn, kendi kuşağının sanatçılarını yarısı insan, yarısı hayvan mitoloji kahramanlarına benzetirmiş. ‘Biz, olduğumuzdan başka türlü yazdık, umduğumuzdan da başka türlü düşündük’ demiş. Bu doktor-şair, daha ilk uluslar savaşına katıldığı sıralarda Yirminci Yüzyıl insanının parçalanmış bir insan olduğunu söylemiş.. .” (s. 109)
Mitos Boyut Yayınları iki kitapta, Adalet Ağaolğu’nun daha önce yayımlanan ya da sahnelenen oyunlarını biraraya getirdi. Evcilik Oyunu, Tombala, Çatıdaki Çatlak, Sınırlarda, Bir Kahramanın Ölümü, Çıkış, Kozalar, Kendini Yazan Şarkı, Çok Uzak Fazla Yakın Toplu Oyunları I ve i ld e yeralan oyunlar.
Adalet Ağaoğlu’nun oyunlarında, toplumun sorunlarına, gününün gelişmeleri-
Romanın semboller ağı diyebileceğim dokusu, okuyucuda belki de bir “tik’ e neden oluyor; Kâmil Kaya’nın öğretmenlik yaptığı bütün kentlerin, Kastamonu, Kütahya, Konya gibi, K ile başlaması, Kafka’nın adı K’yle başlayan kahramanlarını anıştıran bir sembol şeklinde alımlanması, gibi bir aşırı yorum olasılığı bu.
“Romantik Bir Viyana Yazı”, kurgusu ve anlatım tekniğinin yanı sıra dili, üslubu bakımından da özellikle incelenmeye değer. Anlatıcı yazar figürün
ne duyarlı bir yazarın yaklaşımı hemen gözlemlenir. Oyunlarında ele aldığı her konuda, yaşam ve toplum karşısında kendini sorumlu kılan yazar kimliğini hissettirir. Hatta, oyunun öyküsünün yönelişini ve bi- çemini, bu sorumluluk anlayışı belirlemiştir. Korku, ölüm, barış, kadın-erkek ilişkisi, özveri, aşk, yaşlılık, gençlik, başkaldırı, özgürlük vb. evrensel temalar, yazarın güncel kaygılarıyla, dünyaya bakışıyla, toplumsal gelişmelerle içiçe ele alınır.
Toplu Oyunları Fin ilk oyunu Evcilik Oyunu. Yazarın kadın-erkek ilişkisine geniş açıdan baktığı bir oyun. İlk kez 1963- 1964 sezonunda sahnelenen oyunda, iki insanın birbirine duyduğu sevginin, toplumsal kurallar, alışkanlıklar, yargılar, gelenekler tarafından çocukluktan başlayarak baskı altında tutulmasının ortaya çıkardığı yanlışlıkları anlatır yazar. Oyun kişileri hangi toplumsal konumda olursa olsun, toplumun önyargılarla dolu cinsel baskısından kurtulamazlar. Hatta, bu baskıdan rahatsız olsalar da, baskının kurucusu olurlar çoğu kez. İnsanın kendisi dışında, toplum tarafından biçimlendirilen değerleri, bir süre sonra kişinin yargıcına dönüşür. Ölüm bile kişinin kendi gelişiminden getirdiği ve toplumun biçimlediği yargıları yok edemez. Cinsel ayrımcılık, geleneklle biçimlenmiş erkeğe yüklenen feodal sorumluluk, sevgi yanı yokedilmiş evlilikler, cinsel baskıyı yaşayan ya da uygulayan insanları çevreleyen ekonomik ve düşünsel unsurlar, gündelik yaşamda insan ilişkilerinde oluşan olumsuz yargıların maddi temelini oluştururlar. Ağaoğlu, Evcilik Oyu- nu’nda, yaşamdaki olumsuzlukların anlatımını cinsellik temelinde ve kadın-erkek ilişkisinde ele almış. Ama tüm alanlarına düşünsel göndermeler yaparak... Yaşlı karı kocanın, tombala oyunu çerçevesinde, geçmişlerini ve bugünlerini değerlendirdikleri, tartıştıkları Tombala, kitabın ikinci oyunu. Yaşlılık dönemi sorunlarının, yalnızlıklarıyla içiçe geçtiği oyun kişileri, küçük kandırmacalar, tartışmalarla yaşamın dinamiğini yakalamaya çalışırlar. Birbirlerine yönelttikleri eleştiriler, aslında toplumadır. Çünkü, ölüme yaklaşan ya-
şu sözleri, Adalet Ağaoğlu’nun roman boyunca kanıtladığı kendi gerçeğini dilegetiriyor.
“yazdığım dile aşığım, onda her giin yeni yetenekler, tarif edilmemiş güzellikler buluyorum.” (s. 25)
Eseri, Adalet Ağaoğlu’nun yazarlık kariyeri içinde değerlendirirken, anlatımdaki zenginliği, öteki romanlarındaki anlatım teknikleri ve kurgu ustalığının yanında üslupta kendini duyumsatan derinlikle artıyor diyebili-
S A Y F A 14
rint.
C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1 9 i
Taha Toros Arşivi