cumhuriyet kİtap - core · umberto eco’nun, çağımız için “beyaz ortaçağ” nitelemesi...

4
Cumhuriyet KİTAP

Upload: others

Post on 23-Jan-2020

7 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Cumhuriyet KİTAP - CORE · Umberto Eco’nun, çağımız için “Beyaz Ortaçağ” nitelemesi Adalet Ağaoğlu’nda Türkiye için bir Yeni Ba- rok’tan söz etmenin daha isabetli

Cumhuriyet

KİTAP

Page 2: Cumhuriyet KİTAP - CORE · Umberto Eco’nun, çağımız için “Beyaz Ortaçağ” nitelemesi Adalet Ağaoğlu’nda Türkiye için bir Yeni Ba- rok’tan söz etmenin daha isabetli

A dalet Ağaoğlu’dan mükemmel bir labirent

Romantik Bir Viyana Yazı

Adalet Ağaoğlu’nun “Romantik Bir Viyana Yazı”, kurgusu ve anlatım tekniğinin yanı sıra

| dili, üslubu bakımından da özellikle incelenmeye değer bir roman. Anlatıcı yazar figürün şu sözleri, Adalet Ağaoğlu’nun roman boyunca kanıtladığı kendi gerçeğini de dile getiriyor: “Yazdığım dile aşığım, onda her

gün yeni yetenekler, tarif edilmemiş güzellikler buluyorum. ”

PROF. DR. GÜRSEL AYTAÇ

A dalet Ağaoğlu, yeni romanı “Romantik Bir Viyana Yazı”nı belli ki edebiyat meraklıları arasında son derece sınırlı bir

seçkinler grubu için kaleme almış: Eserin tadma varabilmek, anlatı sana­tının inceliklerine temrinli olmayı, bu­nun da ötesinde kültür tarihinin (Av­rupa ve T ürk) aşinası olmayı gerektiri­yor. Ele aldığı konuları belli bir ironi uzaklığından aktarması da okuyucu­dan işlenmiş bir edebiyat zevki, duy­gunun doğrudanlığını aşmış entelek­tüel bir sanat anlayışı istiyor.

Bilindiği gibi, gerçeğe çok yakın ro­manlar, genellikle, bu romanın gerçek kişilerle ve olaylarla doğrudan ilişkisi olmadığını belirten bir açıklamayla başlar. Adalet Ağaoğlu tersini yapıyor ve “bütün kişi, yer, kitap adlarının, ta­rihlerin, coğrafyaların ‘gerçeklerle’ ber türlü ilişkisi ‘olduğunu ama Mev­cut’ roman kategorilerinden hiçbiriy­le hiçbir ilişkisi” olmadığını söylüyor. Mevcut roman çeşitleri için “okun­muş üflenmiş” deyişini kullanması, bu sözleri ironik bir havaya soksa da, id ­dialı bir romancıyla karşı karşıya oldu­ğumuzu bize peşinen sezdiriyor.

Umberto Eco’nun, çağımız için “Beyaz Ortaçağ” nitelemesi Adalet Ağaoğlu’nda Türkiye için bir Yeni Ba- rok’tan söz etmenin daha isabetli ola­cağı düşüncesini uyandırmış. Avrupa kültür tarihinde, Rönesans sonrası kendini gösteren, din (mezhep) sa­vaşlarının büyük ölçüde belirttiği, bir yandan ölüm gerçeğiyle burun buru­na olmak, öte yandan hayatın tadım çıkarmaya bakmak şeklinde özetleye­bileceğimiz bir yaşam felsefesi, bir sa­nat üslubudur Barok, içinde bulun­duğumuz çağ içerisinde “Barok” özel­likler yakalıyor Ağaoğlu: “Hoş zaten çağ da artık hanedanları, imparatorla­rı falan takacak çağ değil. Hepsi bir bir yıkılmış, yıkılmakta... İşçi hare­ketleri bir yanda; anarşist eylemleri, suikastlar bir yanda [...] hâlâ ırk ve din kavgaları ortalığı kasıp kavurmak­ta;” (s. 78) edebiyat tarihinin diyalek­tik ilerleyişi içinde ise, akılcı Rönesans Hümanizm’den soma duygucu çizgi­nin başında yer alır Barok; Roman- tizm’in Barok’la aynı duygu eksenini paylaştığı, Barok’un birçok yönlerden mirasçısı sayıldığını hatırlayınca, Ada­

let Ağaoğlu’nun “Barok” odaklı bir romanına “Romantik Bir . . .” başlığım koyuşunu, roman boyunca çok kere­ler “Romantik”le hesaplaşma gereğini duyuşunu yadırgamıyoruz. “Roman­tik Bir Viyana Yazı”; her biri başlıklı yedi bölümden oluşuyor: I. Anahtar Deliği, II. Süpürge Çöpü, III - Tarih Dersleri, (I II), IV. Hayatın Kumarı, V. Geçmişin Kokusu, Kulaklarda Fı­sıltılar VI. Rüzgârın Nişanlısı, VII. Öteyan. Üslup bakımından birbirin­den farklılıkları sezinlenen bu yedi bö­lüm içinde 3. ve 5. bölümleri, birer alt bölüme yer vermesi ve uzunluğuyla (45 ve 47 sayfa) ötekilerden ayrılıyor. Romanın geleneksel anlatımla aktarıl­mış, dolayısıyla kolay izlenen bölümü 3. bölüm. Okuyucuya hesap verme, anlatılanların bir çeşit mantıksal açık­laması, 6. bölümde söz konusu: Ede­biyat biliminde romantik ironi teri­miyle anılan bir anlatım tekniği. Ro­mancı, anlattıklarının kurmacalığmı hatırlatmak, okuyucuyu içine soktuğu yanılsamadan uyandırmak cesaretini gösteriyor. Okuyucuya doğrudan ses­leniyor, onun olası tepkisini değerlen­diriyor.

“Belki içinizde hâlâ, bütün bu ma­kul açıklamaları yeterli bularak, “Ne oluyor böyle Londra-Hyde Park’lar baroklar ve hortlaklar, Kastamonu- Kütahya’lar, Sultanlarla sazlar, Vene­dik-Viyana’lar, imparatorlarla uşak­lar?” diye soranlarınız vardır. ‘Hadi bunlar yine neyse ne, bir de Alma’lar- M ilena’lar, Yunuslarla Clea’lar, yet­medi Antonia’lar, hele hele ikide bir ortaya çıkan su yeşili çamaşır ipi, fare zehiri, Tuna dalgaları, dalgalarla sü­rüklenen cesetder?), kanlar- kemikler, kokmuş şeyler” (s. 151 )

Romantik ironiyle örülü bu 6. bö­lüm, bence okuyucuya eserin bütünü­nü kavramada, figürleri, düşünceleri, olayları anlamlı bir dizgi içine yerleş­tirmede anahtar niteliğinde. Bu bölü­mü romanın başma değil sonlarına yerleştirmekle Adalet Ağaoğlu sabırlı okuyucuyu ödüllendiriyor âdeta.

Romantik Bir Viyana Yazı”, Lond­ra’da Hyde-Park yakınında bir cadde­de başlıyor. Anlatıcı, önünde ham­burger almak için koşan yeğenlerinin peşinde, aklına ve ağzına takılan ba­rok sözcüğünün çağrışımlarıyla Viya- na’ya sıçrar:

“Barok, arkasına Itrî’yi, o da geri­sinde bu tumturaklı tannan tümceyi taktığı tarihi andan başlayarak, ner- deyse bir saplantıya yakalandım. Özellikle dilinden anlamadığım, söz­cük dağarağı sessiz harflerden, T ile başlayanlardan yana yoksul bir ülke­nin barok bir kentine rahat, geniş so­luklu bir hikâye uydurma saplantısı.

Öyle ki, yanımda küçükler bulun-

S A Y F A 12 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1 9 7

Page 3: Cumhuriyet KİTAP - CORE · Umberto Eco’nun, çağımız için “Beyaz Ortaçağ” nitelemesi Adalet Ağaoğlu’nda Türkiye için bir Yeni Ba- rok’tan söz etmenin daha isabetli

masa, kendimi daha o dakika Lond­ra’dan Viyana’ya atmıştım.” (s. 8)

Barok üslubu geç devralıp uzun süre bu üsluba bağlı kalan Viyana, anlatıcı­nın kurgulamayı düşlediği hikâyenin mekânı olacaktır. Çağdaş Türk roman sanatında bir “zaman” ustası Adalet Ağaoğlu, “Romantik Bir Viyana Ya- zı”nda bu ustalığını başka türlü göste­riyor: en küçük zaman birimini, “ân ı değil, geçmişle bugünün kesişme nok­talarını bularak ilginç, değişik bir tarih felsefesi yaratıyor. Zaman boyutunda evrenselin peşinde bir anlatıcı, siyasî tarihin, kültür tarihinin Avrupalı- Osmanlı motiflerini ironik bir havada derleyerek güncel tarih tabloları yara­tıyor. Romanın ilk sayfalarında, bir yandan bugünkü Viyana’dan izlenim­ler öte yandan hayal etmek, kurgula­mak istediği tarih, ironik bir zemin üzerinde ilginç bir pano oluşturuyor:

“Bir zamanlar prenslerin, düklerin, kontların binlerce taş işçisi çalıştıra­rak kurdukları avlu, park, saray du­varlarının hiçbirinin üstünde, ‘Viyana Viyanalı’nındır!’, ‘Yabancı defol!’, ‘Beyaz içeri, kara dışarı’, ‘Kuzeye ha­yır, güneye evet!’ gibi yazılar yazılmış bulunmamalı, bu duvarlarda uçların­dan kan damlayan ok, çekiç, hançer, balta resimleriyle karşılaşmamalıy- dım. Sokak satıcılarının dahi ipek dantel yakalıkları, ipek yelekleri, kol­tukları, yanaklarında benleri, başla­rında gümüş renkli perukları olmalıy­d ı.” (s. 9)

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’yı hayal etmek, tarih boyutunu onunla yakalamak isterken anlatıcı gerçek mi hayal mi olduğunu kestiremediği eski tarih öğretmeninin görüntüsüyle kar­şılaşır. Kruvaze takım elbiseli, küt bu­runlu ayakkabılarıyla anlatıcının belle­ğinde ciddî, düzenli bir öğretmen ola­rak yer etmiş bu kişi, Kâmil Kaya, Anadolu’nun çeşitli illerinde çalışmış­tır. Romanın III. Bölümü, işte bu tarih öğretmeninin Kastamonu, Kütahya, Konya, Kırşehir, tekrar Kastamonu, Kütahya’da geçen meslek hayatını, ge­leneksel ardarda anlatımla aktarıyor. Kâmil Kaya’yı bu bölümde hep ders anlatırken izliyoruz; dolayısıyla ben- anlatı biçimi, ilk tayini, Kastamonu li­sesine, 25 yaşmda. Kendini öğrencile­rine tanıtırken şöyle diyor.

“Pekâlââââ, işte karşınızda bu sene- ki tarih öğretmeniniz. Tahta gıcırtı­sından tüyleri diken diken olan mız­mız bir herif. Yaş yirmibeş. Yolun ba­şı. Tarihi anlatmayı sever, şiir yazma­yı. En birinci dostu edebiyattır. Yani bazılarına göre, ‘hayali şeyler’” (s. 33)

Edebiyata meraklı, hattâ şiir ve de­neme yazdığını öğrendiğimiz tarih öğ­retmeni Kâmil Kaya, yukarda alıntıla­dığım konuşmasındaki “humor” to­

M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1 9 7

nunu sürdürür. Kendisine tepeden bakabilen, kendini “gırgıra alabilen’’ bir insandır o. Ayrıca tarih derslerini, bilimin kuruluğundan, soyutluğun­dan kurtarıp edebiyata yakınlığın ver­diği somutluğa bürüme, bilgilere can katma yeteneğine sahiptir. Tarih anla­yışım, derslerinin her birinde olduğu gibi şu sözlerinde de hattâ sanırım en özlü biçimde ortaya koyuyor:

“Ey tarih, ey tarih, seni tarih kitapla­rından, tarih öğretmenlerinden çok, o tarihi yaşayanların taşa, kâğıda, kile, tuğlaya, boyaya, çizgiye döktüklerin­den sorsunlar. Konakladıkları hanlar­dan, içinde yıkandıkları ırmaklardan ve hamamlardan, yedikleri kaplardan, içtikleri kâselerden, giyip çıkardıkla- rındansorsunlar.” (s .46)

Bilgileri canlandırmak, tarih olayla­rını kuru bir siyasal savaşlar kronoloji­si olarak değil, insan sıcaklığı içinde öğrencinin gözleri önüne sererek, on­lara mekân ve insan boyutu kazandıra­rak vermek ilkesi edinmiş bir tarih öğ­retmenidir, Kâmil Kaya. Onun, Viya­na şehrini, Viyana kuşatmalarını kaç kez öğrencilerine anlattığı halde, göre­memiş olmak içinde bir uktedir.. Emeklilik ikramiyesini alınca bu özle­mini gerçekleştirme imkânı bulur ve bir tura katılır. Romanın anlatıcı figü­rü yazar, Viyana’da bir kır lokantasın­da defterine notlar tutarken o anda kendisiyle ilgilenen bir Türk ruh dok­toruyla sohbet ederken, tarih öğret­meni Kâmil Kaya’nm onun da öğret­meni olduğunu ve o sıralarda Viya­na’da bulunduğunu öğrenir. Bu dok­tor, romanm “Tarih Dersleri” bölü­münde adı geçen lise öğrencilerinden

Asaf tır ve “Hayatın Kumarı” başlıklı, oldukça uzun bir bölüm, yazar figü­rün onunla konuşmasına ayrılmıştır. Asaf m hayat hikâyesini, ama aynı za­manda da yazarın yazarlık, yazma ey­lemi, yazının kaderi gibi konulardaki düşünmelerini daha çok bu bölümde öğreniyoruz. Meselâ şöyle diyor:

“Her şey avuçlarımdan kayıp git­mişti. Yazı denilen şey tarihe gömül­mek üzereydi. Söz gittikçe kısalıyor­du. Geride sadece kodlar kalmaktay­dı: YDP- PHC- PHS- BP- UNO- FEO- İFTA- AHCI- ATI- NBS- ISBN... hatta bunların yerini de işa­retler almaya başlamıştı. Hiyeroglif yazısı gibi yazılar türüyor, ‘Kadın’ de­mek için meselâ bir yuvarlak, ona biti­şik artı işareti çizmek yetiyordu.” (s. 82)

“Geçmişin Kokusu”, romanda emekli tarih öğretmeni Kâmil Ka­yayla yüzyüze geldiğimiz bölüm. O- anlatı biçimiyle başlıyor, onun Viyana yaşantısına burda nüfuz ediyoruz. Ta­rihçi ve edebiyatçı kimliğiyle Kâmil Kaya, bu satırlarda romanın anlatıcı fi­gürü yazarla büyük çapta ruh akrabalı­ğı sergiliyor. Her ikisinin de Viyana gezisi, yalnızca görünürde “yalnız”, ama gönülde ve kafada “kalabalık”tır. ikisi de edebiyat tarihinin ve siyasal ta­rihin, kültür tarihinin önemli olay ve kişilerini geçmişten çıkarıp şimdiye aktararak her an onlarla bir arada ol­mak yeteneğine ulaşmıştır. Kâmil Ka­ya’nm Viyana yaşantılarıyla anlatıcı yazar figürün yaşantılarını çakıştığını farketmek, eski öğretmenle öğrencisi arasındaki etkileşim, benzeşim süreci­ni akla getirebilir. Öte yandan, rama­

mın bu iki figürünü, Adalet Ağaoğ- lu’nun kendi yaşantısının çeşitlemele­ri olarak da değerlendirebiliriz. Bakı­nız, Kâmil Kaya, Viyana’da yabancı düşmanı, bir duvar yazısı karşısında, anlatıcı yazar figürü hatırlatacak b i­çimde şöyle düşünüyor:

“Kaflta, bencilin biri olsa bile, eseri değer yitimine uğrayacak değildi her­halde? Bazıları böyleydi zaten. Sağ­lamca ayak basacağımız tek metreka­re kalsın istemiyorlardı. Ama bunu, burada, başka bir ufukta düşüneceği aklına gelir miydi? Barok bir duvar üs­tünde ‘Yabancı, defol!’ yazısını oku­yacağı, kendisi de bir ‘yabancı’ olarak, daha yirmiiki yaşındayken Avusturya- Macaristan împaratorluğu’nun arşi­dük bıyıklı subaylığına, oradan da prensliğe yükselen Eugene’in, Savoie Prensi Eugene’in yaptırdığı görkemli yazlık kışlık sarayları önünde ‘çingene baron’un o gün bugündür dilendiğine tanıklık edeceği aklına gelir m iydi?” (s .114)

Adalet Ağaoğlu’nun bu edebiyatçı tarih öğretmeni figürünü işlerken uy­guladığı, yukarda alıntıladığım pasaj­da oldu gibi yaşanmış ifade (erlebte Rode) tarzı, anlatıcının ona, onun var­lığına nüfuz edişini belgeler ki bu da kanımca özle biçimin başarılı bütün­lüğüne bir örnektir. Ayrıca aynı bö­lümde noktalamasız bilinç akımı, anla­tım tekniklerinin romandaki ustalıklı örnekleri arasında anılabilir.

Kültür tarihinin geniş bir yelpazesi­ne romanmı dayandıran Adalet Ağa­oğlu, zengin bir isimler ve alıntılar, anıştırmalar hâzinesini değerlendiri­yor. Anlatıcı yazar figür, edebiyatçı ta-

S A Y F A 13

Page 4: Cumhuriyet KİTAP - CORE · Umberto Eco’nun, çağımız için “Beyaz Ortaçağ” nitelemesi Adalet Ağaoğlu’nda Türkiye için bir Yeni Ba- rok’tan söz etmenin daha isabetli

Adalet Ağaoğlu nun oyunları topluca yayımlandı.

Tiyatromuzun örnek yazarı.Mitos Boyut Yayınlan iki kitapta, Adalet Ağaoğlu’nun daha önce yayımlanan ya da sahnelenen oyunlarını bir araya getirdi. Evcilik Oyunu, Tombala, Çatıdaki Çatlak, Sınırlarda, Bir Kahramanın Ölümü, Çıkış, Kozalar, Kendini Yazan Şarkı, Çok Uzak Fazla Yakın Toplu Oyunları I ve H’de yeralan oyunlar.

ı—:--------;------------------Mr rih öğretmeni hayalini bir Viyana kır

lokantasında yakalarken edebiyatımı­zın öğretmen yazarlarını, onların eser isimlerini düşünürken, romanın ilk anıştırması ortaya çıkıyor:

“Günlerim sayılı. Umudum kırık. Fakat güneş henüz batmadı. Akşamın en dürtükleyen saati, önünde, pembe­liği gittikçe baskınlaşan mavimsi sis. Sisin içinde eriyen asmalar. Asma yap­raklarının yarı yarıya gizlediği koruk salkımları. Nerdeyse olgunlaşmış sal­kımlar. Jülide, Kınalı Yapıncak, Ak­şam Güneşi, M aarif Müfettişi. Ana­dolu yolları. Küçük kentler. Şair öğ­retmenler...” (s. 32)

Alıntıladığım bu satırlar, anlatıcı fi­gürün kır lokantalarında, çevresini bir betimlemeyle verirken, o atmosferin çağrıştırdığı roman ve öğretmen yazar­ların adını geçiriyor. Söz konusu bölü­mün son satırları, “Romantik Bir Viya­na Yazı”nın odak figürü tarih öğret­menine getirir sözü: “Tarih Dersleri” başlıklı bölüme böylece geçilir. Anış­tırma, böylece sözcüklerin kültür tari­hinde yoğrulmuş anlam yükü sayesin­de önemli bir edebî işlev gerçekleştirir. Edebî alıntılardan roman dokusuna çok uygun dizeler veya cümleler seçe­rek metnin kültürel ufkunu genişlet­mede Adalet Ağaoğlu eskiden beri ba­şarılı. “Romantik Bir Viyana Y a­zandaki bilim felsefesini, bilginin an­cak, insanın hayatına yön verecek ka­dar hayatın içine girmişse bir anlamı olduğunu, tarih öğretmeni Kâmil Ka­ya nın yaşam serüveni gibi, Mevlâ- na dan şu alıntıda dile getiriyor:“Ten ehli ilmin yükünü taşır

Gönül ehli ilme binip ulaşır.Kalbe giden bilgi faydalı mutlakTende kalan bilgi bir yüktür ancak”

(s. 47)Anlatım teknikleri arasında leitmo-

tiv, Kâmil Kaya’nın “kruvaze takım el­bisesi”, hem bu figürün tanıtıcı özelliği olarak sık sık tekrarlanmakta, hem de onun yaşama üslubunu yansıtan so­mut bir ayrıntı niteliği taşımaktadır. Romantik bir başka leitmotivi Kâmil Kaya nın “şehir” derken hemen “par­don kent” kelimelerini sıralaması. Bu leitmotiv bir iki yerde, anlatıcı yazar fi­gürün konuşmasında da geçiyor ve bir zamanlar onun öğrencisi olmuş oldu­ğunu, ondan çok şeyler aldığının dile yansıması, yani bir çeşit göstergesi işle­vini yükleniyor.

Romanda bu türlü anlatım teknikle­rini ustaca seçilip dokuya katılışının örnekleri, ayrı bir inceleme konusu ve­recek kadar çeşitli ve önemli. Benim, son örnek olarak, romanın Batı-Doğu kültür ufkunu sezdirmesi açısından vurgulamak istediğim, kentor sembo­lü ve bu sembolün çeşitli yerlerde anı­lıp varyasyonlar halinde değerlendirili-

A dalet Ağaoğlu, öykücülüğü ve ro­mancılığının yanı sıra, tiyatromu­za oyun yazarı olarak da katkıda bulunan yazarlarımızdandır.

Üretken olduğu kadar, dili ve biçemiyle de tiyatromuzun örnek yazarlarındandır. Ayrıca, yaptığı çeviriler ve tiyatromuzun yurtdışında tanıtımı için gösterdiği çaba­larla da, tiyatromuzun çağdaş kimliğinin oluşmasına katkıda bulunmuştur.

şi:“Faruk’a Gottfried Benn adındaki Alman şairden söz etmişti; Behçet Ne- catigil’den bir şiir okumuştu, durup dururken nedense Sorum, adlı şiiri. [...! Benn, kendi kuşağının sanatçıları­nı yarısı insan, yarısı hayvan mitoloji kahramanlarına benzetirmiş. ‘Biz, ol­duğumuzdan başka türlü yazdık, um­duğumuzdan da başka türlü düşün­dük’ demiş. Bu doktor-şair, daha ilk uluslar savaşına katıldığı sıralarda Yir­minci Yüzyıl insanının parçalanmış bir insan olduğunu söylemiş.. .” (s. 109)

Mitos Boyut Yayınları iki kitapta, Ada­let Ağaolğu’nun daha önce yayımlanan ya da sahnelenen oyunlarını biraraya getirdi. Evcilik Oyunu, Tombala, Çatıdaki Çat­lak, Sınırlarda, Bir Kahramanın Ölümü, Çıkış, Kozalar, Kendini Yazan Şarkı, Çok Uzak Fazla Yakın Toplu Oyunları I ve i ld e yeralan oyunlar.

Adalet Ağaoğlu’nun oyunlarında, top­lumun sorunlarına, gününün gelişmeleri-

Romanın semboller ağı diyebilece­ğim dokusu, okuyucuda belki de bir “tik’ e neden oluyor; Kâmil Kaya’nın öğretmenlik yaptığı bütün kentlerin, Kastamonu, Kütahya, Konya gibi, K ile başlaması, Kafka’nın adı K’yle baş­layan kahramanlarını anıştıran bir sembol şeklinde alımlanması, gibi bir aşırı yorum olasılığı bu.

“Romantik Bir Viyana Yazı”, kurgu­su ve anlatım tekniğinin yanı sıra dili, üslubu bakımından da özellikle ince­lenmeye değer. Anlatıcı yazar figürün

ne duyarlı bir yazarın yaklaşımı hemen gözlemlenir. Oyunlarında ele aldığı her ko­nuda, yaşam ve toplum karşısında kendini sorumlu kılan yazar kimliğini hissettirir. Hatta, oyunun öyküsünün yönelişini ve bi- çemini, bu sorumluluk anlayışı belirlemiş­tir. Korku, ölüm, barış, kadın-erkek ilişki­si, özveri, aşk, yaşlılık, gençlik, başkaldırı, özgürlük vb. evrensel temalar, yazarın güncel kaygılarıyla, dünyaya bakışıyla, top­lumsal gelişmelerle içiçe ele alınır.

Toplu Oyunları Fin ilk oyunu Evcilik Oyunu. Yazarın kadın-erkek ilişkisine ge­niş açıdan baktığı bir oyun. İlk kez 1963- 1964 sezonunda sahnelenen oyunda, iki insanın birbirine duyduğu sevginin, top­lumsal kurallar, alışkanlıklar, yargılar, gele­nekler tarafından çocukluktan başlayarak baskı altında tutulmasının ortaya çıkardığı yanlışlıkları anlatır yazar. Oyun kişileri hangi toplumsal konumda olursa olsun, toplumun önyargılarla dolu cinsel baskı­sından kurtulamazlar. Hatta, bu baskıdan rahatsız olsalar da, baskının kurucusu olur­lar çoğu kez. İnsanın kendisi dışında, top­lum tarafından biçimlendirilen değerleri, bir süre sonra kişinin yargıcına dönüşür. Ölüm bile kişinin kendi gelişiminden ge­tirdiği ve toplumun biçimlediği yargıları yok edemez. Cinsel ayrımcılık, geleneklle biçimlenmiş erkeğe yüklenen feodal so­rumluluk, sevgi yanı yokedilmiş evlilikler, cinsel baskıyı yaşayan ya da uygulayan in­sanları çevreleyen ekonomik ve düşünsel unsurlar, gündelik yaşamda insan ilişkile­rinde oluşan olumsuz yargıların maddi te­melini oluştururlar. Ağaoğlu, Evcilik Oyu- nu’nda, yaşamdaki olumsuzlukların anlatı­mını cinsellik temelinde ve kadın-erkek ilişkisinde ele almış. Ama tüm alanlarına düşünsel göndermeler yaparak... Yaşlı ka­rı kocanın, tombala oyunu çerçevesinde, geçmişlerini ve bugünlerini değerlendir­dikleri, tartıştıkları Tombala, kitabın ikin­ci oyunu. Yaşlılık dönemi sorunlarının, yalnızlıklarıyla içiçe geçtiği oyun kişileri, küçük kandırmacalar, tartışmalarla yaşa­mın dinamiğini yakalamaya çalışırlar. Bir­birlerine yönelttikleri eleştiriler, aslında toplumadır. Çünkü, ölüme yaklaşan ya-

şu sözleri, Adalet Ağaoğlu’nun roman boyunca kanıtladığı kendi gerçeğini dilegetiriyor.

“yazdığım dile aşığım, onda her giin yeni yetenekler, tarif edilmemiş güzel­likler buluyorum.” (s. 25)

Eseri, Adalet Ağaoğlu’nun yazarlık kariyeri içinde değerlendirirken, anla­tımdaki zenginliği, öteki romanların­daki anlatım teknikleri ve kurgu usta­lığının yanında üslupta kendini du­yumsatan derinlikle artıyor diyebili-

S A Y F A 14

rint.

C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1 9 i

Taha Toros Arşivi