borca katılma
TRANSCRIPT
T.C.
MARMARA ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
HUKUK ANABĠLĠM DALI
ÖZEL HUKUK BĠLĠM DALI
BORCA KATILMA
Doktora Tezi
SABAH ALTAY
Ġstanbul, 2010
T.C.
MARMARA ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
HUKUK ANABĠLĠM DALI
ÖZEL HUKUK BĠLĠM DALI
BORCA KATILMA
Doktora Tezi
SABAH ALTAY
DanıĢman: Prof. Dr. CEVDET YAVUZ
Ġstanbul, 2010
THESIS SUMMARY
Cumulative assumption of debt is a type of contract which is described as, undertaking
debtor's obligation and being solidary obligator with the first debtor. This contract is usually
performed for the aim of giving guarantee for the debtors obligation to the creditor. The aim
of giving guarantee for the obligation makes this contract's character smiliar to the contract of
cautionement and that is why legal analogie is possible between the rules of the both
contracts. The rules 141-147 of code of obligations are applied to the contract of cumulative
asumption of debt.
TEZ ÖZETĠ
Borca katılma, bir kiĢinin borçlunun edimini alacaklıya karĢı üstlenerek, müteselsil borçlu
olması Ģeklinde tarif edilen bir sözleĢmedir. Bu sözleĢme teminat vermek amacıyla yapılır.
Borçlulardan birini edimi yerine getirmesiyle borç sona erer. Teminat vermek amacı, kefalet
sözleĢmesiyle benzerlik meydana getirir. Kefalet sözleĢmesine iliĢkin bazı hükümlerin kıyasen
bu sözleĢmeye uygulanması mümkündür. Borçlar kanununun 141-147 hükmü borca katılmaya
uygulanır.
ĠÇĠNDEKĠLER
Sayfa No.
ĠÇĠNDEKĠLER......................................................................................................i-vii
KISALTMALAR…………………………………………………................….....……viii
GĠRĠġ…………………………………………………………........................................1
BĠRĠNCĠ BÖLÜM
BORCA KATILMA KAVRAMI ve BORCA KATILMANIN DOGMATĠK
TEMELLERĠ
I. GENEL OLARAK BORCA KATILMA KAVRAMI ve TÜRLERĠ....................3
II. TERMĠNOLOJĠ.......................................................................................................17
III. BORCA KATILMANIN DOGMATĠK TEMELLERĠ……………….......…...20
A. ROMA HUKUKU KAYNAKLARINA GÖRE BORCA KATILMANIN
DOGMATĠK TEMELLERĠ ........................................................................................20
B. ORTAK HUKUKTA BORCA KATILMA…………………….……....….......24
1. Ortak Hukukta Borca Katılmanın Hukuki Niteliği ve Özellikleri...............24
2. Ortak Hukukta Borca Katılmanın Kefalet SözleĢmesiyle ĠliĢkisi.................28
C. BORCA KATILMANIN ONSEKĠZĠNCĠ ve ONDOKUZUNCU YÜZYIL
KANUNLAġTIRMA HAREKETLERĠ ĠÇĠNDEKĠ YERĠ.................................30
IV. ALMAN ĠMPARATORLUK MAHKEMESĠ KARARLARINDA ve BUNA BAĞLI
OLARAK O DÖNEMKĠ DOKTRĠNDE BORCA KATILMA KAVRAMININ ELE
ALINIġI.................................................................................................................31
ĠKĠNCĠ BÖLÜM
BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN TANIMI, HUKUKÎ NĠTELĠĞĠ,
KURULMASI ve GEÇERLĠLĠK ġARTLARI
I. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN TANIMI ve ÖZELLĠKLERĠ...........37
A. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN TANIMI ve BU TANIMDAN
DOĞAN BAZI HUKUKÎ SONUÇLAR...........................................................37
B. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN ÖZELLĠKLERĠ
1.Borca Katılma SözleĢmesinin Müteselsil Borç Doğurucu Özelliği...............43
2. Borca Katılma SözleĢmesinden Doğan Borcun Doğumu AĢamasında Ferî,
Devamında Bağımsız Bir Niteliğe Sahip Olması..........................................44
3. Borca Katılma SözleĢmesinin, Kanunda Düzenlenmeyen
Bir Teminat SözleĢmesi Olması...................................................................47
a. Borca katılma SözleĢmesinin Kanunda Düzenlenmeyen Bir
Teminat SözleĢmesi olması..................................................................47
b. Borca Katılma SözleĢmesine Uygulanacak Hükümlerin Tespiti......52
II. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN HUKUKÎ NĠTELĠĞĠ.........................57
A . BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN BORÇLANDIRICI ĠġLEM
NĠTELĠĞĠ........................................................................................................57
B. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN SEBEBE BAĞLI HUKUKĠ
ĠġLEM NĠTELĠĞĠ ve HUKUKĠ SEBEBĠNĠN BELĠRLENMESĠ..............62
1. Borca Katılma SözleĢmesinin Sebebe Bağlılığı.......................................62
2. Borca katılma SözleĢmesinin Hukukî Sebebinin Belirlenmesi..................71
C. BORCA KATILMANIN BĠR TARAFA BORÇ YÜKLEYEN BĠR
SÖZLEġME OLMASI........................................................................................90
III. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN TÜRLERĠ.........................................93
A. SÖZLEġMENĠN KURULMA ÂNINA GÖRE .............................................93
1. Gelecekte Doğacak Bir Borca Katılma......................................................94
2. EĢ Zamanlı (Simultane) Borca Katılma....................................................95
3. Sonradan (Mevcut) Borca Katılma............................................................96
B. SÖZLEġMENĠN KURULMA AMACINA GÖRE......................................96
1. Teminat Amaçlı Borca Katılma SözleĢmesi.................................................97
a. Borca Katılan ile Alacaklı Arasında Akdedilen (Doğrudan) Teminat
Amaçlı Borca Katılma SözleĢmesi .........................................................99
b. Borca Katılan ile Ġlk Borçlu Arasında Akdedilen (Dolaylı) Teminat
Amaçlı Borca Katılma SözleĢmesi.............................................................99
2. Borçtan Kurtarma Amaçlı Borca Katılma SözleĢmesi............................104
a. Temel Özellikleri......................................................................................104
b. Borcun Naklinden Farkı.........................................................................107
c. Borcun Nakline ĠliĢkin Hükümlerin Kıyasen Uygulanma Olanağının
Bulunmaması..........................................................................................109
IV. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠNĠN KURULMASI ve GEÇERLĠLĠK
ġARTLARI ...................................................................................113
A. SÖZLEġMENĠN KURULMASI....................................................................113
1. Genel Olarak................................................................................................113
2. Hukuken Bağlanma Ġradesi........................................................................115
3. Beyan Ġradesi................................................................................................116
4. Borca Katılma SözleĢmesinde Alacaklının Kabul Beyanının Gerekli
Olup Olmadığı Sorunu................................................................................118
B. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN GEÇERLĠLĠK ġARTLARI.........120
1. Genel Olarak...................................................................................................120
2. Borca Katılma Ânında Geçerli Bir Ġlk Borcun Varlığı..............................123
a. Ġlk Borcun Mevcut ve Geçerli Olması Zorunluluğu............................123
b. Ġlk Borcun Mevcut veya Geçerli Olmamasının Hukuki Sonucu...........125
c. Ġlk Borcun Ġptâl Edilebilirliğinin ve Takas
Edilebilirliğinin Sonuçları........................................................................127
d. Gelecekte Doğacak Borca Katılma...........................................................131
3. Borca Katılma SözleĢmesinin ġekli..............................................................138
a. Soruna ĠliĢkin Genel Açıklama..............................................................138
b. Ġlk Borçlu ile Alacaklı Arasındaki SözleĢmenin Tâbi Olduğu ġeklin
Borca Katılma SözleĢmesinin ġekli Yönünden Anlamı.....................143
c. Borca Katılma SözleĢmesinin Geçerlilik ġekline Tâbi Kılınmasının
Gerekliliği.................................................................................................147
(1) Borca Katılma SözleĢmesinin ġekline ĠliĢkin Olarak Bir Kanun
BoĢluğunun Varlığı...........................................................................147
(2) Kefalet SözleĢmesi Ġçin Aranan Yazılı ġekil Zorunluluğunun
Borca Katılma SözleĢmesine Kıyasen Uygulanmasının Mümkün
Olup Olmadığının Belirlenmesi.......................................................152
(a) Konuya ĠliĢkin Doktrindeki ve Mahkeme Ġçtihatlarındaki
GörüĢler.......................................................................................152
(b) GörüĢümüz.................................................................................156
III. BÖLÜM
BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN BENZER
SÖZLEġMELERDEN AYIRTEDĠLMESĠ
I. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN KEFALET SÖZLEġMESĠNDEN AYIRT
EDĠLMESĠ ....................................................................................................164
A. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠ ĠLE KEFALET SÖZLEġMESĠ
ARASINDAKĠ FARKLILIKLAR........................................................................164
B. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN KEFALET SÖZLEġMESĠNDEN
AYIRTEDĠLMESĠNDE ESAS ALINACAK KRĠTERLER.............................167
1. Borca Katılma ve Kefalet SözleĢmelerinin Ayırt Edilmesinde Ġzlenmesi
Gereken Yöntem............................................................................................167
2. Borca Katılmanın Kefalet SözleĢmesinden Ayırdedilmesinde
Yorum Aracı Olarak BaĢvurulan Kriterlerin Değerlendirilmesi.............169
a. Menfaat Kriteri...........................................................................................169
b. Teminat Verenin Kendi Borcu veya BaĢkasının Borcu Ġçin
Sorumluluk Üstlenmesi Kriteri..................................................................174
c. Ġlk Borçlunun Borcu Ġfa Etmeyeceğinin Belli Olması Kriteri................175
d. ġüphe Halinde Kefalet SözleĢmesinin Varlığı Yönündeki Öncelikli
Yorum Ġlkesi..................................................................................................175
3. GörüĢümüz....................................................................................................176
II. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN TEMĠNAT AMAÇLI GARANTĠ
SÖZLEġMESĠNDEN AYIRTEDĠLMESĠ .................................................. 177
A. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠ ĠLE TEMĠNAT AMAÇLI GARANTĠ
SÖZLEġMESĠ ARASINDAKĠ FARKLILIKLAR.................................177
B. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN TEMĠNAT AMAÇLI GARANTĠ
SÖZLEġMESĠNDEN AYIRTEDĠLMESĠNDE ESAS ALINACAK
KRĠTERLER...................................................................................................181
III. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN SÖZLEġMEYE KATILMADAN
AYIRTEDĠLMESĠ......................................................................................................185
A. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠ ĠLE SÖZLEġMEYE KATILMA
ARASINDAKĠ FARKLILIKLAR.............................................................................185
B. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN SÖZLEġMEYE KATILMADAN
AYIRTEDĠLMESĠNDE ESAS ALINACAK KRĠTERLER...................................187
IV. BÖLÜM
BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN HÜKÜMLERĠ
I. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN MÜTESELSĠL BORÇ DOĞURMASINA
BAĞLI BAZI HUKUKÎ SONUÇLAR.............................................................................190
A. BORCA KATILMANIN MÜTESELSĠL BORÇ DOĞURMASI............................190
B. MÜTESELSĠL BORÇLULUĞUN BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠ
YÖNÜNDEN ÖZELLĠK TAġIYAN HÜKÜMLERĠ ...................................192
1. Borca Katılma SözleĢmesinden Doğan Borcun Bağımsızlığı.................................192
2. Borca Katılmadan Doğan Borcun Ġfa, Takas veya Ġbra ile Sona Ermesi.............196
a. Borcun Ġfası, Ġfa Yerine Geçen ĠĢlemler ve Takas..............................................196
b. Borca Katılanın veya Ġlk Borçlunun Ġbra Edilmesi............................................197
3. Alacaklı ve Borçlu Temerrüdü..................................................................................203
4. Alacaklının Ġlk Borçluya KarĢı Sahip Olduğu Alacağın Temlikinin Borca
Katılma SözleĢmesinden Doğan Alacak Hakkı Üzerindeki Etkisi....................205
a. Sorunun Ortaya Konması .............................................................................205
b. Borca Katılmadan Doğan Alacak Hakkının Esas Alacak Hakkıyla
Birlikte Devralana Geçip Geçmeyeceğinin Belirlenmesi.............................207
5. Borca Katılma SözleĢmesinden Doğan Alacak Hakkı Ġçin ĠĢleyecek
ZamanaĢımı...............................................................................................................210
II. BORCA KATILANIN ALACAKLIYA ĠLK BORCUN GEÇERSĠZLĠĞĠ
SEBEBĠYLE ĠLERĠ SÜREBĠLECEĞĠ DEFÎLER........................................................213
A. GENEL OLARAK BORCA KATILAN TARAFINDAN ALACAKLIYA ĠLERĠ
SÜRÜLEBĠLECEK DEFĠLERĠN SINIFLANDIRILMASI.............................................213
B. BORCA KATILMA ÂNI ĠTĠBARIYLA ĠLK BORÇLUNUN SAHĠP OLDUĞU
DEFĠLERĠN BORCA KATILAN TARAFINDAN ĠLERĠ
SÜRÜLMESĠ...............................................................................................................215
C. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN AKDEDĠLMESĠNDEN SONRA ĠLK
BORÇLU NEZDĠNDE DOĞAN ĠTĠRAZ VE DEFĠLERĠN BORCA KATILAN
TARAFINDAN ĠLERĠ SÜRÜLMESĠ................................................................................218
III. ALACAKLIYA ĠFADA BULUNAN BORCA KATILANIN RÜCU
HAKKI.........................................................................................................................219
A. BORCA KATILAN ĠLE ĠLK BORÇLU ARASINDAKĠ HUKUKĠ
ĠLĠġKĠDEN DOĞAN TALEP HAKLARI....................................................219
B. BORCA KATILANIN KANUNDAN DOĞAN RÜCU HAKKI.................220
C. AYNI BORÇ ĠÇĠN TEMĠNAT VEREN BORCA KATILAN ĠLE KEFĠL
ARASINDAKĠ RÜCU ĠLĠġKĠSĠ...................................................................221
D. BORCA KATILANIN TEMĠNATLARI ELDEN ÇIKARAN
ALACAKLIYA KARġI BORÇTAN KURTULMA OLANAĞI.......227
SONUÇ.........................................................................................................................231
KAYNAKÇA........................................................................................................234-256
KISALTMALAR
ABGB : Allgemeines Bürgerliches Gesetzbuch
AT : Allgemeiner Teil
aOR : altes Obligationenrecht
Anm : Anmerkung
Art : Artikel
Aufl : Auflage
AÜHFD : Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
BGB : Bürgerliches Gesetzbuch
BGE : Bundesgerichts Entscheidungen
BGH : Bundesgerichtshof
BGHZ : Entscheidungen des Bundesgerichtshof in Zivilsachen
BK : Borçlar Kanunu
bkz : bakınız
C.C. : Code Civil Francaise
Cod. Max. Bavar. : Codex Maximus Bavarius
dn. : dipnot
DNotZ : Deutsche Notar-Zeitschrift
DJZ : Deutsche Juristen Zeitung
DZWir : Deutsche Zeitschrift für Wirtschaftsrecht
Einl : Einleitung
Einf : Einführung
FS : Festschrift
HGB : Handelsgesetzbuch
ĠÜHFD : Ġstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
karĢ. : KarĢılaĢtırınız
Kom : Kommentar
MÖHUK : Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun
Münch.Komm. : Münchener Kommentar
N. : numara
OLG : Oberlandsgericht
OR : Obligationenrecht
NJW : Neue Juristische Wochenschrift
Resp : Rechtsprechung
Rn : Randnummer
RG : Reichsgericht
RGZ : Entscheidungssammlung des Reichsgerichts in Zivilsachen
S. : Sayı
s. : Sayfa
TMK : Türk Medenî Kanunu
TTK : Türk Ticaret Kanunu
JZ : Juristenzeitung
VerbKrG : Verbraucherkreditgesetz
vd. : ve devamı
WIB : Wirtschaftliche Beratung
WM : Wertpapier-Mitteilungen
ZGB : Schweizerisches Zivilgesetzbuch
ZIP : Zeitschrift für Wirtschaftsrecht
ZS : Zivilsenat
GĠRĠġ
Günümüzde kanunda düzenlenen ve düzenlenmeyen bir çok sözleĢmeyi içine alan ve çok
çeĢitli Ģekillerde ortaya çıkan teminat sözleĢmelerinden biri de çalıĢma konumuzu teĢkil eden
borca katılma sözleĢmesidir. Borca katılma sözleĢmesi, Almanya’da 1909 yılından itibaren
birçok monografik çalıĢmaya konu olduğu hâlde, Türk ve Ġsviçre Hukuklarında bugüne
bağımsız bir çalıĢma konusu olarak incelenmemiĢtir. Bununla birlikte, borçlar hukukuna
iliĢkin neredeyse tüm eserlerde, borca katılma sözleĢmesinden genel ifadelerle bahsedildiği
çalıĢmamızın yapılması aĢamasında dikkatimizi çekmiĢtir.
Borca katılma, Alman Medeni Kanunu’nun yürürlüğe girmiĢ olduğu tarihten itibaren (1 Ocak
1900) ilk defa 1902 yılında Alman Ġmparatorluk Mahkemesi kararına konu olmuĢ, bu andan
beri bu hukuki kurumun yapısı ve niteliği hakkında hâlen devam eden youn tartıĢmalar
yaĢanmıĢtır. Öncelikle, bu sözleĢmenin kefaletin yanında bağımsız bir varlığının bulunup
bulunmadığı, daha sonra da bir geçerlilik Ģekline tâbi olup olmadığına iliĢkin olarak çeĢitli
görüĢler ileri sürülmüĢtür. SözleĢmenin müteselsil borç doğurucu özelliği sebebiyle, bu kurum
baĢından beri kefaletin yanında teminat sağlama amacıyla yapılan bir sözleĢme olarak iĢlev
görmüĢtür.
Borca katılma kavramı ve borca katılma sözleĢmesinin, tarihi süreç içinde yaĢadığı geliĢim,
çalıĢmamızın ilk bölümünde ele alınacaktır. Burada, borca katılmanın Roma Hukukunda
temellerini bulduğu, kümülâtif borç üstlenme adı altında, ortak hukuktan beri tanınan bir
hukuki kurum olduğu, fakat bağımsız bir sözleĢme olarak hiçbir zaman kanuni düzenlemeler
içinde yeralmadığı tarihi bir gerçek olarak karĢımıza çıkmaktadır.
ÇalıĢmamızın ikinci bölümünde, bu sözleĢmenin tanımı, hukuki niteliği, özellikleri, kuruluĢu
ve geçerlilik Ģartları üzerinde durulacaktır. Bu yapılırken, özellikle borca katılma
sözleĢmesinin kanunda düzenlenmeyen, kendisine ait bir hukuki sebebi bulunan bağımsız bir
teminat sözleĢmesi olduğu konusu üzerinde özellikle durulacaktır. Bu bağlamda, borca
katılmanın atipik sözleĢmeler için benimsenen ilkeler ıĢığında bir geçerlilik Ģekline tâbi olup
olmadığı sorunu özel olarak incelemeye tâbi tutulacak, yine uygulanacak hükümleri
belirlemesi açısından, borca katılmanın hukuki sebebi konusu üzerinde ayrıntılı olarak
durulacaktır. Bu bölümde, borca katılma sözleĢmesinin, kurulma ânına, taraflarının kim
olduğuna ve kurulma amacına göre belirlenen türleri de ele alınacaktır.
Üçüncü bölümde, borca katılma sözleĢmesinin çetin bir konusunu oluĢturan, baĢta kefalet
sözleĢmesi olmak üzere diğer sözleĢmelerden ayırtedilmesi konusu ele alınacaktır. Bunun için
doktrinde ele alınan kriterler bağlamında, borca katılmanın benzer amaçlı ve nitelikteki diğer
sözleĢmelerden ayıtedilmesinde nasıl bir yöntem izlenmesi gerektiği sorununa çözüm
bulunmaya çalıĢılacaktır. Bu bağlamda, benzerlik gösterdiği kefalet, garanti ve sözleĢmeye
katılma sözleĢmelerinden farkı ele alınacak, diğer yandan tezimizin çeĢitli baĢlıkları altında
borcun naklinden ve borçtan kurtarma vaadinden farkı da incelemeye tâbi tutulacaktır.
ÇalıĢmamızın dördüncü bölümünde, borca katılma sözleĢmesinin müteselsil borç doğurucu
özelliği bağlamında hükümleri ele alınacaktır. Bu bağlamda ibra, takas gibi iĢlemlerin,
alacaklı ve borçlu temerrüdünün borca katılma ile ilk borcu doğuran sözleĢme yönünden
hükümleri, zamanaĢımı ve özel olarak borca katılma sözleĢmesinin temin ettiği alacağın
devrinin, borca katılanın alacağı üzerinde etkisi konuları üzerinde durulacaktır. Bu
sözleĢmenin üç köĢeli bir iliĢki yaratan teminat sözleĢmesi olarak, defi ve rücu sistemi içinde
taĢıdığı özellikler, bu bağlamda borca katılmanın kefalet ile birlikte bir borcu temin etmesi
halinde, rücu iliĢkisinin nasıl düzenleneceği, borca katılanın hangi defileri ileri sürebileceği
sorunları üzerinde inceleme yapılacaktır.
ÇalıĢmamızda vardığımız sonuçlar ise sonuç bölümünde genel olarak özetlenecektir
BĠRĠNCĠ BÖLÜM
BORCA KATILMA KAVRAMI ve BORCA KATILMANIN DOGMATĠK
TEMELLERĠ
I. GENEL OLARAK BORCA KATILMA KAVRAMI ve TÜRLERĠ
Borca katılma, alacaklı ile borçlu arasındaki borç iliĢkisinin dıĢında bulunan bir üçüncü
kiĢinin, borçlunun yanında yer alarak, onun yerine getirmekle yükümlü olduğu edimi
üstlenmesi ve böylece söz konusu edimin ifası bakımından alacaklıya karĢı ilk borçluyla
birlikte aslî müteselsil borçlu sıfatını kazanmasıdır1. Böylece alacaklı, bir malvarlığı hakkı
1Borca katılma kavramının tanımı için bkz. Hans Reichel, Die Schuldmitübernahme (Kumulative
Schuldübernahme), München 1909, s. 38; Wilhelm, Westerkamp, Bürgschaft und Schuldbeitritt, Berlin 1908,
s. 36; Stephan Madaus, Der Schuldbeitritt als Personalsicherheit, Band 2, Rostock 2001, s. 7; Christian Rainer
Schlicht ,Die Kümülative Schuldübernahme in der Rechtssprechung des Reichsgerichts und in der
Zeitgenössischen Literatur, Frankfurt am Main 2004, s. 15; Klaus Bartels Der Vertragliche Schuldbeitritt im
Gefüge gegenseitiger im Gefüge gegenseitiger Dauerschuldverhältnisse, Tübingen 2003, s. 8; Jan Schürnbrand,
Der Schuldbeitritt zwischen Gesamtschuld und Akzessorietät, Berlin 2003, s. 17; Andreas von Tuhr, Borçlar
Hukukunun Umumî Kısmı Cilt : 1-2, Yargıtay Yayını No: 15, Cevat Edege Çevirisi, Ankara 1983, s. 790; Hâluk
Tandoğan, Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, Cilt II, İstanbul 1989, s. 702; Hâluk Tandoğan, Garanti
Mukavelesi, Ankara 1959, s. 36 ; Turgut Akıntürk, Müteselsil Borçluluk, Ankara 1971, s. 74; Seza Reisoğlu, Türk
Hukukunda ve Bankacılık Uygulamasında Kefalet, Ankara 1992, s. 67; Kenan Tunçomağ, Türk Borçlar Hukuku,
Cilt 1 Genel Hükümler, 6. Bası, İstanbul 1976, s. 1038; Murat Canyürek, Müteselsil Borçlulukta İç ve Dış İlişkiler,
İstanbul 2003, s. 20; Burak Özen, Kefalet Sözleşmesi, İstanbul 2008, s. 7, vd. ; Hüseyin Murat Develioğlu,
İsviçre Federal Mahkemesi'nin 23 Eylül 2003 Tarihli Kararı Işığında Kefalet Sözleşmesi - Borca Katılma Ayrımı,
Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, sayı 2004/1, Prof. Dr. Erden Kuntalp’e Armağan’dan Ayrı Bası
(s.293-322), İstanbul 2006, s. 300 ve dn.25, 28’de anılan İsviçre Federal Mahkemesi’nin kararları; Kemal
Oğuzman/Turgut Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 2009, s. 843 ; Hans Merz, Obligationenrecht
Allgemeiner Teil, Erster Teilband (Einleitung §1-3 : Enstehung, allgemeine Charakterisierung, Die Obligation:
§4-20), Schweizerisches Privatrecht, 6. Band, Basel 1984, s. 105; Peter Gauch/Walter Schluep/Jörg
Schmid/Heinz Rey, Schweizerisches Obligationenrecht Allgemeiner Teil, Band I,II, Zürich Basel 2003, s. 308 ;
Eugen Bucher, Obligationenrecht, Besonderer Teil, 3. Auflage, Bern 1988, s. 290; Bruno von Büren,
Schweizerisches Obligationenrecht Allgemeiner Teil, Zürich 1964, s. 348; Hermann Becker, Kommentar zum
Schweizerischen Zivilgesetzbuch, Band VI:Obligationenrecht, I.Abteilung, 2. Auflage, Bern 1941, Art. 143 N. 11;
Rolf Weber, Kommentar zum Schweizerischen Zivilgesetzbuch, Band VI:Obligationenrecht, I. Abteilung, 2.
Auflage, Bern 1941 Art. 111 OR. N. 89-94. Georges Scyboz, Garantievertrag und Bürgschaft, Schweizerisches
Privatrecht, Band VII, Obligationenrecht,Besondere Vertragsverhältnisse, 2. Halbband, Basel-Stuttgart, 1979, s.
343; İsviçre Federal Mahkemesinin benzer tanımı için bkz. BGE 129 III 704; BGE 113 II 434 E. 2 S. 435, vd.;
4C.191/1999, 22. September 1999 (Bu kararlar için bkz. İsviçre Federal Mahkemesinin Resmî Internet
olarak sahip olduğu, lehine doğmuĢ bulunan edimin ifasına yönelik talep hakkını o âna kadar
tek bir borçluya karĢı ileri sürebilecekken, borca katılma hukukî olgusunun gerçekleĢmesi
sonucunda, borçlu sıfatını kaybetmeyen ilk borçluya2 ek olarak, aynı edimin ifasını talep
edebileceği yeni bir borçlu elde etmektedir. Söz konusu borca katılma hukukî olgusunun
gerçekleĢmesinden önce, kaynağı ne olursa olsun alacaklı ile borçlu taraf arasındaki hukukî
iliĢkiye tamamen yabancı olan üçüncü kiĢi ise, borca katılmak suretiyle alacaklı ile bir hukuki
iliĢki meydana getirdiği andan itibaren, ilk borçlunun yanında ikinci bir borçlu olarak ve asıl
borçlu sıfatını kazanarak, alacaklıya karĢı üstlenmiĢ olduğu edimi yerine getirme
yükümlülüğü altına girmektedir. Böylece, borca katılan ilk borçlunun edimiyle aynı içeriğe
sahip bulunan bir edimi, alacaklıya karĢı ifa etmeyi taahhüt etmiĢ, bir baĢka deyiĢle,
borçlunun edimini kendi edimi haline getirmiĢ bulunmaktadır.
Alacaklı açısından, borca katılmanın gerçekleĢmesinden itibaren ifasını talep edeceği edimin
birden fazla borçlusunun bulunması, alacaklının bu kiĢiler içinde dilediğinden borcun ifasını
talep edebilmesi ve borçlulardan birinin ifası ya da ifa yerine geçen davranıĢıyla diğerinin
(ya da diğerlerinin) de alacaklıya karĢı borçtan kurtulabilmesi; hukuki iliĢkinin baĢlangıçtan
itibaren tarafı olan ilk borçluyla, sonradan aynı edimin ifasından sorumlu olan borca katılanın
alacaklıya karĢı müteselsil borçlu haline geldiklerini tartıĢmaya açık olmayacak bir Ģekilde
ortaya koymaktadır. Borca katılmanın, çalıĢmamızın ilerideki bölümlerinde ayrıntılı olarak
inceleyeceğimiz müteselsil borç doğurucu bu özelliği, alacaklı için ifa edilecek edim
açısından bir teminat iĢlevi görmektedir. Bununla birlikte, bugün gerek Alman, gerek Ġsviçre
ve Türk Hukuklarında borca katılmanın bir teminat kurumu olarak kabul edilmesinin tek
sebebi, borca katılmanın sadece hukukî sonucu itibarıyla müteselsil borç doğurması değil,
tarafların borca katılma iĢlemine bir hukuki kurum olarak baĢvurmalarındaki temel ve tipik
amacın (hukukî sebebin) alacaklıya teminat sağlama ihtiyacını gidermek olmasıdır.
Adresi:http://www.bger.ch/index/juridiction/jurisdiction-inherit-template/jurisdictionrecht/jurisdiction-recht-
urteile2000.htm. Aksi belirtilmediği sürece, çalışmamızda kullandığımız tüm İsviçre Federal Mahkemesi Kararları
için bu kaynaktan faydalanılacaktır.).
2 Borca katılma sonucunda, borca katılan kişi asıl borçlu hâline gelmekte, alacaklı ile arasındaki hukuki ilişki
sebebiyle başından beri borçlu olan kişi ise, bu sıfatını kaybetmemektedir. Bu sebeple, borca katılmanın
gerçekleşmesinden önce tek başına borçlu olan bu kişi için, borca katılmanın gerçekleşmesinden itibaren “ilk
borçlu” , borca katılmak suretiyle borçlu sıfatını kazanan içinse “borca katılan” ifadelerini kullanmak uygun
düşmekte ve doktrinde de bu terimler tercih edilmektedir. Bkz. Develioğlu, s. 300 dn 27; Özen, s. 8, vd.
Borca katılma, çoğunlukla alacaklı ile borçlu arasındaki bir sözleĢmeden doğan mevcut bir
borca katılma Ģeklinde gerçekleĢmekle birlikte, bu durum kavramsal bir zorunluluğu ifade
etmemektedir. SözleĢmeden doğan borçlara katılmak mümkün olduğu gibi, haksız fiilden,
sebepsiz zenginleĢmeden, vekâletsiz iĢ görmeden doğan borçlara katılmak, ya da daha genel
bir ifadeyle kanundan veya taraf iradelerinden doğan her türlü borca katılmak mümkündür.
Bununla birlikte, edimin niteliği ve borçlunun kiĢisel özellikleri sebebiyle Ģahsî edim niteliği
taĢıyan bir borca katılmak mümkün değildir. Borca katılanın katıldığı borcun üçüncü kiĢi
tarafından ifa edilebilecek bir borç niteliğine sahip olması zorunludur.
ÇalıĢmamızda, borca katılmanın en çok rastlanan türünü oluĢturduğu için, borca katılanın
alacaklı ile borçlu arasında akdedilen bir sözleĢmeden doğan borca, alacaklıya teminat
sağlamak amacıyla katılması incelenecektir. Gerçekten, özellikle Almanya’da yirminci
yüzyılın baĢından beri ticarî hayatta en çok rastlanan ve buna bağlı olarak borca katılmayla
ilgili neredeyse tüm eserlerde ve mahkeme kararlarında ele alınan borca katılma türü, bir
kiĢinin tarafı olmadığı bir sözleĢmeden doğan borca, alacaklıya teminat sağlamak amacıyla
asıl borçlu sıfatıyla katılması Ģeklinde gerçekleĢen teminat amaçlı borca katılmalardır. Bu tür
borca katılmanın en önemli özelliği; borca katılanın, üstlendiği borcun kaynağını oluĢturan
sözleĢmenin tarafı haline gelmeksizin, alacaklıya teminat vermek amacıyla asıl borçlu
sıfatıyla, ilk borçluyla aynı edimi ifa taahhüdünde bulunması ve böylece ilk borçlunun
edimini kendi borcu haline getirmesidir.
Bu yönüyle borca katılma, Borçlar Kanunu’nun Borçların Nevileri baĢlığını taĢıyan Dördüncü
Babının Müteselsil Borçlar baĢlığını taĢıyan Birinci Faslında, kanunun 141-147. maddeleri
arasında düzenlenmiĢ bulunan müteselsil borç iliĢkisinin kaynaklarından birini
oluĢturmaktadır. BK. 141 hükmü, borçlular arasındaki teselsülün ya taraf iradelerinden
(vasiyet, ilân yoluyla vaad gibi tek taraflı bir hukuki iĢlemden veya bir sözleĢmeden) ya da
kanundan doğabileceğini düzenlemektedir. Aynı Ģekilde borca katılmanın da taraf
iradelerinden veya kanundan doğması mümkündür. Doktrinde, borca katılmanın kaynağına
göre sözleĢmesel borca katılma ve kanunî (kanuna dayalı) borca katılma ayrımı
yapılmaktadır3. SözleĢmesel borca katılma, borca katılanın alacaklıyla veya borçluyla yaptığı
bir sözleĢme sonucunda, alacaklıya karĢı ilk borçlu ile içerik olarak aynı edimi ifa etme
3 İsviçre ve Alman Hukuklarında, kanuna dayalı borca katılma için “gesetzlicher Schuldbeitritt”, sözleşmesel
borca katılma için ise “ vertraglicher schuldbeitritt” terimleri kullanılmaktadır. Reichel, s. 93, vd. ;
Palandt/Heinrichs, Vorb. § 414 N. 2; Bartels, s. 39; Kittlitz, s. 6, vd.; Madaus, s. 9; Schürnbrand, s. 41.
yükümlülüğü altına girmek suretiyle asıl borçlu sıfatını kazanmasıdır. Bu durumda, borca
katılmadan doğan asıl borçluluk, borca katılanın iradesinden kaynaklanmaktadır. Kanunî
borca katılma ise, alacaklı ile borçlu arasındaki borç iliĢkisine taraf olmayan üçüncü bir
kiĢinin, borçlu ile kendi arasındaki hukuki bağ, çoğunlukla da bir sözleĢme iliĢkisi
dolayısıyla, bir kanun hükmü gereğince ilk borçlunun yanında aslî borçlu olarak yükümlülük
altına girmesini ifade etmektedir. Kanunun buradaki amacı, borca katılmanın öngörüldüğü
somut hukuki iliĢkide alacaklılara teminat sağlamaktır.
Gerek Türk Hukuku’nda, gerek Ġsviçre ve Alman Hukuklarında hem sözleĢmesel, hem de
kanunî borca katılmanın bağımsız bir hukuki kurum olarak düzenlenmemiĢ olmasına ve borca
katılma kavramına da hiçbir kanun hükmünde yer verilmemiĢ olmasına rağmen, Türk, Ġsviçre
ve Alman Hukuklarında, kanunî borca katılma niteliğine sahip olduğu doktrinde kabul edilen
bazı hükümler bulunmaktadır. ÇalıĢmamızın amacı, kanuna dayalı olmayan, sadece teminat
sağlama amacını taĢıyan sözleĢmesel borca katılmanın incelenmesi olmakla birlikte, kanuna
dayalı borca katılma kavramını ele aldığımız bu bölümde, bu hukuki kurumun pozitif
hukukumuzda da örneklerinin bulunduğunu göstermek açısından, kanuna dayalı borca
katılmaya iliĢkin hükümlere kısaca değinmeyi gerekli görüyoruz.
Ġlk olarak, Türk Hukuku ve Ġsviçre Hukukunda, Borçlar Kanunu’nun bir malvarlığının veya
ticari iĢletmenin devrini düzenleyen BK. 179 (OR. Art. 181) hükmünün, borca katılmanın bir
örneğini oluĢturduğu kabul edilmektedir. Bir malvarlığının veya ticari iĢletmenin devrini
düzenleyen BK. 179 hükmüne göre :
“Bir mameleki veya bir işletmeyi aktif ve pasifleriyle birlikte devralan kimse, bunu
alacaklılara ihbar veya gazetelerde ilan ettiği tarihten itibaren onlara karşı mamelekin veya
işletmenin borçlarından mesul olur; şu kadar ki, iki yıl müddetle evvelki borçlu dahi yenisiyle
birlikte müteselsilen mesul kalır; bu müddet muaccel borçlar için ihbar veya ilan tarihinden
ve daha sonra muaccel olacak borçlar için de muacceliyet tarihinden itibaren işlemeye
başlar.
Borçların bu suretle naklinin hükümleri, tek bir borcun nakli akdinden doğan hükümlerin aynıdır.”
Bu hüküm uyarınca, malvarlığının ya da ticarî iĢletmenin bir bütün olarak devri halinde,
devrin alacaklılara yapılacak ihbar veya ilânından itibaren devralan devredenin borçlarından
alacaklılara karĢı borcun nakli hükümlerine göre sorumlu olacak, fakat devredenin
sorumluluğu da onunla birlikte iki yıl süreyle devam edecektir. Burada kanunî borca
katılmanın düzenlendiği kabul edilmektedir. Çünkü malvarlığını ya da ticarî iĢletmesini
devredenin, bunun sonucunda gerçekleĢen borcun naklinden itibaren alacaklılara karĢı
borçlarından kurtulması ve artık sadece onun yerine geçen devralanın borçlardan sorumlu
olması gerekirken, kanun koyucu alacaklıların mağdur olmalarını engellemek ve devredene
karĢı talep haklarını belirli bir süreyle sınırlı dahi olsa saklı tutmak amacıyla, devredenin
devralanla birlikte iki yıl daha müteselsilen sorumlu olacağını düzenlemiĢtir. Doktrinde
devralanın, kanun hükmü gereği öncelikle devredenin gereği borcuna katıldığı ve böylece her
iki tarafın da iki yıl süreyle müteselsil borçlu olduğu, ancak iki yılın geçmesinin sonunda
malvarlığını ya da iĢletmeyi devralanın tek baĢına sorumlu olduğu, yani dar ve teknik
anlamda borç naklinin ihbar veya ilândan itibaren baĢlayacak iki yılın geçmesinin sonunda
gerçekleĢtiği ifade edilmektedir4.
4 Kevork Acemoğlu, Borçlar Kanununun 179. Maddesine Göre Malvarlığı veya Ticarî İşletmenin Devri, İstanbul
1971, s. 104, vd.; Şener Akyol, Tam Üçüncü Şahıs Yararına Sözleşme, İstanbul 2008, s. 45; Ingeborg Schwenzer,
Schweizerisches Obligationenrecht Allgemeiner Teil, 2. Aufl., Bern 2000, s. 491; Theo Guhl/ Alfred Koller/
Anton K. Schnyder/ Jean. Nicolas Druey, Das Schweizerische Obligationenrecht, Zürich 2000, § 35, V, 3. Bu
hükmün borca katılma benzeri bir durum yarattığı yönünde Hüseyin Murat Develioğlu, s. 301, dn.31. Acemoğlu,
bu durum için kümülâtif borç nakli terimini kullanmakta, borca katılma teriminin de esasen doğru olduğunu,
fakat bunun söz konusu hukuki kurumun, borcun naklinin bir türü olduğunu yeterli derecede ifade etmediğini,
bu sebeple kümülâtif borç nakli kavramının tercih edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Bkz. Acemoğlu, s. 104,
dn.1. Günümüzde kümülâtif borç nakli terimiyle aynı anlamı taşıyan fakat bizim bu çalışmada terminolojik
olarak tercih ettiğimiz borca katılmanın, borcun naklinin bir türü ya da aşamalarından biri olduğu görüşü uzun
süreden beri terk edilmiş olup, artık borca katılma bağımsız bir hukuki kurum olarak kabul edilmektedir. Bu
sebeple, yazarın borca katılma yerine “kümülâtif borç nakli” kavramının kullanılmasının daha doğru olduğunu
ve bunun borcun naklinin bir türü olduğunu ifade etmesi borca katılma için, özellikle de sözleşmesel borca
katılmalar için kabul edilemez. Bu konu hakkındaki açıklamalar için bkz. Birinci Bölüm II B 2, ikinci Bölüm III B 2
a, b. Bununla birlikte, BK. 179’da düzenlendiği gibi, kanuni borca katılmanın arkasından, gerçek ve dar anlamda
borcun naklinin gerçekleştiği hallerde, borca katılmanın borcun naklinin bir ön aşaması olduğu kabul edilebilir.
Sadece bu haller ile sınırlı olmak üzere, yani kanuni borca katılmadan sonra kanuni borç naklinin
gerçekleşeceğinin düzenlendiği haller için borca katılma yerine “kümülâtif borç üstlenme” kavramının
kullanılmasının daha uygun düşeceği düşünülebilir. Nitekim, malvarlığı veya ticari işletme devrine ilişkin olarak
doktrinde önce kümülâtif bir borç üstlenmenin (kumulative Schuldübernahme) yani iki yıl boyunca birlikte
sorumluluğun, iki yılın sonunda ise kurtarıcı nitelikteki borç üstlenmenin, yani dar ve teknik anlamıyla borcun
naklinin (devralanın tek başına sorumluluğunun) gerçekleşeceği ifade edilmektedir. Bkz. Acemoğlu, s. 152;
Guhl/Koller/Schnyder/Druey, § 35, V, 4 ; Schwenzer, s. 491; Mehmet Fatih Arıcı, Ticari İşletmenin Aktif ve Pasifi
ile Devri, İstanbul 2008, s. 29. Ne var ki, “kümülâtif borç nakli” terimi de doğru bir terim tercihini ifade
etmemektedir. Türk Hukuku’nda; İsviçre ve Alman Hukuklarında kullanılan ve borca katılma (Schuldbeitritt)
ile aynı anlama gelen “kumulative Schuldübernahme” teriminin karşılığı olarak “kümülâtif borç nakli” ve yine
İsviçre ve Alman Hukuklarında, “borcun naklinin” karşılığı olarak doktrinde kullanılan “privative
Schuldübernahme” teriminin karşılığı olarak “kurtarıcı borç nakli” ifadelerinin kullanılması hem çeviri olarak
yanlıştır, hem de kavram kargaşasına yol açmaktadır. Türk Hukuk doktrinindeki bu yanlış kullanımın sebebinin,
bu ülkelerin kanuni düzenlemelerinde (bkz. OR. Art. 175 kenar başlığı ve OR. 176 ile BGB 6. Ayrımın başlığı ve
BGB §415) “borcun nakli” için sadece “Schuldübernahme” teriminin kullanılması olduğu izlenimi
Türk Ticaret Kanunu’nda, kollektif Ģirkette, Ģirkete yeni giren ortağın Ģirket borçlarından
alacaklılara karĢı sorumluluğu, bir kanuni borca katılmanın mevcut olduğunun kabulünü
gerektirecek Ģekilde düzenlenmektedir. TTK 178/2 hükmüne göre: “Şirkete yeni giren kimse,
girme tarihinden evvel meydana gelmiş olsa bile şirketin borçlarından diğer ortaklarla
birlikte müteselsilen ve bütün malları ile mesuldür.” Bu hüküm, tüzel kiĢiliğe sahip bulunan
kollektif ortaklıklarda Ģirket ortaklarının birinci derecede sınırsız olarak sorumlu oldukları
hallerde, Ģirkete yeni giren ortağın dıĢ iliĢkide Ģirket alacaklılarına karĢı, kendisinin Ģirket
ortağı olmadığı dönemde doğmuĢ bulunan borçlardan sorumluluğunu emredici bir Ģekilde
düzenlemiĢ ve yeni giren ortağın bu borçlardan diğer ortaklarla birlikte, kanun hükmü gereği
sınırsız ve müteselsil olarak sorumlu olacağını düzenlemiĢtir5. Burada Ģirkete sonradan ortak
olan kiĢinin, ortak sıfatıyla sorumlu olmadığı dönemde doğan bir borçtan dolayı, ortak sıfatını
kazandığı andan itibaren, diğer ortaklarla birlikte sınırsız müteselsil sorumluluğu kanun
hükmü gereği oluĢtuğu için, TTK. 178/2 hükmünün, hukuki niteliği itibarıyla, kanunî borca
katılmanın bir örneğini teĢkil ettiği kanaatindeyiz6.
doğmaktadır. Buradan hareket edilerek bazı eserlerde, yanlış bir çeviriyle kümülâtif ve kurtarıcı nitelikteki borç
nakli terimlerine başvurulmaktadır. Bkz. Acemoğlu, s. 104, Tandoğan, Borçlar Hukuku, II, s. 702. Halbuki, bu
hukuklarda “Schuldübernahme” terimi Türkçe’deki “borç üstlenmenin” karşılığını oluşturduğundan, İsviçre ve
Alman Hukuklarında, kanunda borcun nakli için sadece “Schuldübernahme” terimi kullanılsa da, doktrinde
borca katılmayı ifade edecek şekilde kümülâtif borç üstlenme (kumulative Schuldübernahme) ve borcun naklini
ifade etmek amacıyla kurtarıcı nitelikte borç üstlenme (privative schuldübernahme) ayrımına gidilmektedir.
Diğer bir ifadeyle, bu iki terim, borç üstlenmenin iki türü olarak görülmektedir. Nitekim, Alman ve İsviçre
Hukuklarındaki genel eserlerde, borca katılma için kümülâtif borç üstlenme terimi kullanılarak, bu kurum borç
üstlenmenin iki türünden (borcun nakli anlamında kurtarıcı ve borca katılma anlamında kümülatif borç
üstlenme) biri olarak ifade edilmekte ve borcun nakli konusunu tâkiben incelenmektedir. Aynı yönde bkz.
Develioğlu, s. 301. Bizim hukukumuzdaki genel eserlerde ise, borca katılma başka bir bakış açısıyla,
kanaatimizce daha doğru bir şekilde, hukuki işlemle oluşturulan bir müteselsil borçluluk halini ifade etmesi
sebebiyle, müteselsil borçluluğa ilişkin bölümlerde incelenmektedir. Bkz. Oğuzman/Öz, s. 843, vd.; Tekinay,
Borçlar Hukuku, s. 294; Eren, 1155. Halbuki bizim hukukumuzda, borçlunun sadece borçtan kurtulduğu haller
için kanunda ve doktrinde “borcun nakli” terimi kullanıldığından, kümülâtif borç nakli ve kurtarıcı nitelikteki
borç nakli ifadelerine yer yoktur, zira bizim hukukumuzda kurtarıcı nitelik taşımayan borç nakli
bulunmamaktadır. Eğer tam bir çeviri yapılacaksa, “kümülâtif borç üstlenme” ve “kurtarıcı nitelikteki borç
üstlenme” terimlerine başvurulmalıdır(Bkz. Akyol, s.35). Nitekim, Türk Borçlar Kanunu Tasarısında da, “borcun
nakli” terimi yerine İsviçre Borçlar Kanunu’nun 175 vd. hükümlerindeki “Schuldübernahme” terimine paralel
olarak “borç üstlenme” terimine yer verildiğinden (bkz. Tasarı m. 194-203), tasarının bu haliyle yasalaşması
durumunda böyle bir ayrıma gerek duyulabilecektir.
5 Çamoğlu/Poroy/Tekinalp,Ortaklıklar, 9. Bası, İstanbul 2003, N. 319.
6 Fellmann/Müller, TTK. 178/II ile aynı niteliğe sahip bulunan İsviçre Borçlar Kanunu’nun 569/1 hükmü gereği,
kollektif şirkete yeni giren ortağın şirkete girmesinden önce doğmuş borçlar için diğer ortaklarla birlikte
müteselsilen ve tüm malvarlığıyla sorumlu olduğunu, fakat adi şirkete ilişkin olarak kanunda buna benzer bir
hükmün bulunmaması sebebiyle, adi şirkete sonradan katılan ortağın şirkete girmesinden önce doğmuş
Türk Hukuku’nda doktrindeki bir görüĢe göre, bir kambiyo senedini aval veren sıfatıyla
imzalayan kiĢi de, borcunu temin ettiği kambiyo borçlusu ile beraber hâmile karĢı
müteselsilen sorumlu olur ve bu sebeple, burada Ģekle tâbi tutulmuĢ bir borca katılma niteliği
görülebilir7. Gerçekten, TTK. 636 hükmü, poliçeye aval veren kimseyi, hâmile karĢı, poliçeyi
keĢide, kabul ve ciro edenle birlikte açıkça müteselsil borçlu sıfatıyla sorumlu tutmaktadır. Bu
sebeple ilk bakıĢta, poliçeye aval verenin, mevcut bir poliçe iliĢkisindeki borca katıldığı
söylenebilir.
Doktrinde Poroy/Tekinalp; avali poliçe nedeniyle sorumluluk taĢıyan kiĢiler lehine verilen bir
tür kefalet niteliğinde görmekte ve hamile haklarını elde etmesi açısından ek bir teminat
verildiğini belirtmektedir. Bununla beraber yazarlar, aval ve kefaletin teminat amaçlı
kurumlar olmalarına rağmen birbirlerinden tamamen farklı olduklarını, avalin birlikte
borçluluktan da farklı olduğunu belirtmektedirler. Buna göre, bir kambiyo taahhüdü olan aval
tek taraflı ve bağımsız bir taahhüt olup, aval verenin sorumluluğu ferî değil, aval verdiği
kiĢiyle aynı seviyededir, bağımsız ve müteselsildir. Kendisine müracaat edilen avalist, lehine
aval verdiği kiĢiye ait Ģahsî defileri ileri süremez fakat asıl kendisine ait defileri ileri sürebilir.
Bu bağlamda, avalist, taahhüt altına girdiği kiĢi gibi sorumludur. Bununla birlikte avalin
senetten doğan mücerret bir sorumluluk olduğu belirtilmektedir. Avaliste müracaat imkânı
doğduğu andan itibaren, bu kiĢi kimin lehine teminat vermiĢse, hukuki durumu onun yerine
geçmiĢ bir kiĢi gibi olmaktadır. Örneğin keĢideci lehine aval vermiĢse, keĢideci gibi sorumlu
olur. Diğer yandan, lehine teminat verdiği kiĢinin borcu bâtıl olsa dahi avalistin sorumluluğu
devam eder. Bunun bir tek istisnası olarak, Ģekle aykırılık sebebiyle geçersizlik
gösterilmektedir. Hatta, poliçede lehine aval verilen kiĢinin imzası sahte olsa dahi, avalistin
sorumlu olacağı ifade edilmektedir8.
bulunan borçlardan sorumlu olmadığını belirtmekte, ne var ki, adi şirkete yeni giren ortağın şirket alacaklılarına
karşı diğer ortaklarla birlikte müteselsil sorumluluğunun sözleşmesel borca katılma yoluyla
gerçekleştirilebileceğini belirtmektedir. Böylece açıkça ifade etmese de, kanaatimizce TTK.178/II hükmüyle aynı
nitelikte olan OR. 569/1 hükmünün kanuni borca katılma niteliğini taşıdığını teyit etmektedir. Açıklamalar için
bkz. Walter Fellmann/Karin Müller, Die Einfache Gesellschaft, Art. 530-544 OR in: Berner Kommentar,
Obligationenrecht, Die einzelnen Vertragsverhältnisse, Band VI, 2. Abteilung, 8. Teilband, Bern 2006, Art. 544,
N. 195-198.
7 Jale Güral (Akipek), Kefalet Akdiyle Aval Arasındaki Fark veya Benzerlikler, A.Ü.H.F.D. VIII (1951), sayı 3-4, s.
443 ve 477; bu atıf için aynı zamanda bkz. Tandoğan, Garanti Mukavelesi, s. 36, dn.132.
8 Reha Poroy/Ünal Tekinalp, Kıymetli Evrak Hukuku Esasları, 16. Bası, İstanbul 2005, s. 179, vd.; Oğuz İmregün,
Kıymetli Evrak Hukuku, İstanbul 2003, s. 79. Bu konuda ayrıntılı açıklamalar için bkz. Ertan Demirkapı, Kambiyo
Senetlerinin Aval Yoluyla Temini, İzmir 2005.
Bu özellikleri göz önüne alındığında, aval verenin maddi olarak bağımsız bir borç altına
girmesi, lehine teminat verdiği poliçe borçlusuyla birlikte müteselsilen sorumlu olması ve
kendisine baĢvurulduğunda lehine teminat verdiği kiĢi gibi sorumlu olması, avalin hukuki
nitelik itibarıyla, hukuki iĢlemden doğan borca katılma ile büyük benzerlikler taĢıdığını
göstermektedir. Özellikle avalin, teminat amaçlı olarak müteselsil sorumluluk doğurma
niteliği, borca katılmaya çok benzer bir durum meydana getirmektedir. Bununla birlikte,
poliçedeki asıl borçlunun imzasının sahte olması halinde dahi, yani bu kiĢinin kambiyo
borçlusu sıfatını taĢımadığı hallerde dahi, aval verenin sorumluluk taĢımaya devam etmesi,
ileride inceleyeceğimiz üzere9, borca katılanın katıldığı borcun geçerli olması Ģartına
uymamaktadır. Bu sebeple, sonradan poliçe iliĢkisine giren aval veren için burada ilk bakıĢta,
borca katılmaya benzer bir durumun varlığını kabul etmekle birlikte, esasen, aval verenin
borcun geçersizlik sebeplerinden Ģekle aykırılık hariç hiçbirini ileri sürememesi sebebiyle,
borca katılma halinin varlığını kabul etmek mümkün bulunmamaktadır. Burada, kanunun,
aval vereni, diğer poliçe borçlularıyla birlikte müteselsil borçlu olarak kabul etmesinden
dolayı, bir garanti sözleĢmesinin varlığını da kabul etmek mümkün gözükmemektedir10
. Bu
sebeple, biz aval verenin sorumluluğu için, borca katılma ve garanti sözleĢmesine benzeyen
kambiyo hukukuna özgü özel bir sorumluluk rejiminin bulunduğunu kabul etmenin daha
doğru olduğunu düĢünmekteyiz.
Alman Hukuku’nda kanuni borca katılma niteliğindeki hükümlere Türk ve Ġsviçre
Hukuklarına göre daha sık rastlanmaktadır. Alman Ticaret Hukuku’nda, bazı farklılıklar
içermekle birlikte BK. 179’a paralel olarak, ticari iĢletmenin devri halinde, devralanın
devirden önceki dönemde doğmuĢ olan borçlarından, iĢletmenin aynı ticaret ünvanı altında
iĢletilmeye devam edilmesi ya da baĢka unvan altında iĢletiliyor ise, bu borçların
devralındığının ilân edilmesine bağlı olarak devredenle birlikte müteselsil sorumluluklarını
düzenleyen HGB §25/1 ve HGB §25/3 hükmünün; TTK.178/2’ye paralel olarak, kollektif
Ģirkete yeni giren ortağın, Ģirket ortağı olmasından önce doğmuĢ bulunan Ģirket borçlarından
diğer ortaklarla birlikte müteselsilen sorumlu olduğunu düzenleyen HGB § 130 hükmünün;
Alman Paylı Ortaklar Kanunu’nun, bir Ģirketin paylarının, baĢka bir Ģirkete ait olması hâlinde
uygulama alanı bulan ve yavru Ģirketin, hâkim Ģirketin mutlak hakimiyetine tabi kılındığı
9 Borca katılma ânında, geçerli bir borcun varlığının, borca katılma açısından bir geçerlilik şartını oluşturduğu
hakkındaki açıklamalarımız için bkz. İkinci Bölüm, IV, B, 2.
10 Fırat Öztan, Kıymetli Evrak Hukuku, Güncelleştirilmiş 16. Bası, Ankara 2009, s. 168.
andan itibaren hâkim Ģirketin, bundan (bu andan) önce yavru Ģirketin yüklendiği borçlardan
dolayı bu Ģirket alacaklılarına karĢı müteselsil borçlu sıfatıyla sorumlu olduğunu; hâkim
Ģirketin, tam hakimiyete tabi kılınma ânından sonra yavru Ģirket tarafından üstlenilen tüm
borçlardan da aynı Ģekilde sorumlu olacağını emredici Ģekilde düzenleyen AktG § 322
hükmünün kanunî borca katılmanın birer örneğini oluĢturduğu kabul edilmektedir11
.
Doktrinde, Alman Medeni Kanunu’nda yer alan üç hükmün, kanuni borca katılma niteliğini
taĢıdığı kabul edilmektedir. Malvarlığı üzerinde intifa hakkı sahibinin alacaklılara karĢı
sorumluluğunu düzenleyen BGB § 1088/1 hükmü, intifa hakkını tesis edenin alacaklılarının,
intifa hakkının tesis edilmesinden önce doğmuĢ bulunan borçların faizlerini ve diğer
süregelen borçların ifasını, malvarlığı üzerinde intifa hakkı sahibinden de talep
edebileceklerini düzenlemektedir. Böylece, intifa hakkı sahibi, bu hakka sahip olmasından
önce doğmuĢ bulunan ve intifa hakkı sahibi olduğu dönem boyunca süregelen borçlardan,
malikle birlikte kanun gereği müteselsilen sorumlu olmakta ve kanun gereği bu borçlara
katılmıĢ olmaktadır12
.
Alman Hukuku’nda aynı sonuç, BGB § 1089 hükmünün, yukarıda açıkladığımız BGB §1088
hükmüne doğrudan atıf yapması sebebiyle, miras hissesi üzerinde kurulan intifa hakkı
açısından da söz konusu olmaktadır. Son olarak Alman Hukuku’nda, miras hissesinin
devrinde, devralanın tereke alacaklılarına karĢı sorumluluğu açısından da kanuna dayanan bir
borca katılma hâlinin bulunduğu kabul edilmektedir. Konuyu emredici olarak düzenleyen
BGB § 2382/1 hükmü uyarınca; miras hissesini devralan, devir sözleĢmesinin yapıldığı andan
itibaren, tereke alacaklılarına karĢı sorumludur ve devralanın sorumluluğu, devreden esas
11
Hartmut Oetker, Handelsrecht, 2. Aufl., Berlin Heidelberg, 1999, s. 81; Palandt/Heinrichs Vor. §414 Rn. 2;
Erman/Westermann Vor §414 Rn. 6; Soergel/Zeiss, Vor §414 Rn. 6; Möschel, Münchener Kommentar, Vor
§414 Rn.1 ; Edenfeld, JZ 1997, s. 1034. Bu hükümlerin içerikleri ve kanuni borca katılma niteliği hakkında
ayrıntılı açıklamalar için bkz. Schürnbrand, s. 41, vd.
12 Schürnbrand, s. 36. Türk ve İsviçre Hukuklarında, Medeni Kanunda bu konuda özel bir düzenleme
bulunmadığı için, malvarlığı üzerinde intifa hakkı sahibinin, malvarlığının pasifinde yer alan borçlardan kişisel
olarak sorumlu olmadığı, aksine intifa hakkı sahibinin konumunun alacaklılara karşı öncelikli olduğu ve
alacaklıların malvarlığını oluşturan değerler üzerindeki intifa hakkıyla kayıtlı olarak alacaklarını tahsil
edebilecekleri, diğer yandan intifa hakkı sahibinin, malvarlığı üzerindeki intifa hakkı devam ettiği sürece
malvarlığının pasifindeki borçların faizlerinden ise alacaklılara karşı değil, sadece malike karşı sorumlu olduğu
kabul edilmektedir. Bu açıklama ve konu hakkındaki ayrıntılı diğer açıklamalar için bkz. Burak Özen, Türk
Medenî Hukukunda Eşya Üzerinde İntifa Hakkı, İstanbul 2008, s. 430 vd. Bu sebeple, Türk ve İsviçre
Hukuklarında, malvarlığı üzerinde intifa hakkı sahibinin alacaklılara karşı sorumluluğuna ilişkin olarak kanuna
bir dayanan borca katılma hâli söz konusu olmamaktadır.
borçlunun alacaklılara karĢı sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Bu hüküm uyarınca, miras
hissesini devredenin alacaklılara karĢı sorumluluğu devam ettiği için, devreden ile devralan
müteselsilen borçludurlar. Devralan, devir sözleĢmesinden önce doğmuĢ bulunan borçlardan,
alacaklılara karĢı devredenle birlikte kendi iradesiyle değil, kanun hükmü gereğince
müteselsilen sorumlu olduğundan, kanuna dayalı bir borca katılma hâlinin bulunduğu kabul
edilmektedir13
. Bu hüküm, amacı itibarıyla tereke alacaklılarının korunmasına hizmet etmekte
olup, burada hareket noktası olan hukuki düĢünce, Türk ve Ġsviçre Hukuklarında mevcut
bulunan malvarlığının devrine iliĢkin düzenlemelerde olduğu gibi, borçların malvarlığına
iliĢkin olarak doğmuĢ yükümlülük niteliğini taĢımaları ve bu sebeple borçlunun devrolunan
malvarlığı değerlerinin alacağın tahsiline konu olması gereğidir14
.
Yukarıda kısaca açıklamaya çalıĢtığımız örneklerden anlaĢılacağı üzere, aslında kanuna
dayanan borca katılmalarda da borca katılanın iradesi mevcuttur. Zira borca katılan, ilk
borçluyla birlikte kanun hükmü gereği aslî müteselsil borçlu sıfatını kazanmadan önce, diğer
tarafını çoğunlukla ilk borçlunun oluĢturduğu bir sözleĢme akdetmektedir. Bu sözleĢmeler;
ticari iĢletmenin devri, malvarlığının devri, miras hissesinin devri, intifa hakkının
kurulmasının hukuki sebebini oluĢturan intifa hakkı kurma sözleĢmesi, kollektif Ģirket ortağı
olmayı sağlayan ortaklık sözleĢmesi ve anonim Ģirketlerde hâkim Ģirketin, yavru Ģirketin
hisselerini devralmasına iliĢkin sözleĢmelerdir. Fakat, tarafların bu sözleĢmeleri
yapmalarındaki amaçları, alacaklılara karĢı birlikte müteselsil borçlu durumuna geçmek değil,
sözleĢmenin amacına uygun olarak bir tarafın intifa hakkı sahibi veya kollektif Ģirket ortağı
olması ya da bir malvarlığını, ticarî iĢletmeyi ya da miras hissesini devralmasıdır. Yapılan
sözleĢme sonucunda, bir tarafın diğerinin borcuna katılması sonucunun gerçekleĢmesi ise,
kanunun bu sözleĢmelerin yapılmasına borca katılma sonucunu bağlamasından, yani sözleĢme
13
Schürnbrand, s. 35 ve bu sayfanın 92 nolu atfında belirtilen Musielak, Münchener Kommentar, § 2383 Rn.1
ve Soergel/Damrau, § 2382 Rn.3. Türk ve İsviçre Medeni Kanunlarında, miras payının devrine böyle bir hukukî
sonuç bağlanmamıştır. Bununla birlikte, miras payının varlığı, ancak birden fazla mirasçının bulunmasına bağlı
olduğu için, tek bir mirasçının bulunduğu hallerde, miras payının devri söz konusu olmaz. Bu hâlde, Borçlar
Kanunu’nun 179. Maddesinin bir malvarlığının devrini düzenleyen kuralı uygulama alanı bulmaktadır. Miras
payının devri sözleşmesi ve hükümleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Zahit İmre/Hasan Erman, Miras Hukuku,
İstanbul 2003, s. 516, vd. ; Gökhan Antalya, Miras Hukuku, İstanbul 2009, s. 439, vd. ; Ali Naim İnan/Şeref Ertaş,
Hakan Albaş, Miras Hukuku, s. 585 ve dn. 196’da anılan yazarlar.
14 Schürnbrand, s. 35. Alman Hukuku’nda, Borçlar Kanunu’nun 179 ve İsviçre Borçlar Kanunu’nun 181.
Maddelerindeki malvarlığının devrine ilişkin hükümlere paralel olarak, bir malvarlığının bütününü devralanın
devredenle birlikte müteselsilen sorumlu olduğunu düzenleyen ve böylece kanuna dayalı borca katılma
niteliğine sahip olan BGB § 419 hükmü, 1.1.1999 tarihi itibarıyla yürürlükten kaldırılmıştır.
taraflarını, ilk borçlunun alacaklılarına karĢı birlikte müteselsil borçlu durumuna
getirmesinden kaynaklanmaktadır. SözleĢmenin taraflarından biri alacaklılara karĢı baĢından
beri borçlu sıfatına sahipken, sözleĢmenin akdedilmesinden sonra diğer taraf (lehine hak tesis
edilen), kendi iradesiyle değil, ilgili kanun hükmü gereği söz konusu borca sonradan katılmak
suretiyle, alacaklılara karĢı ilk borçluyla birlikte aslî müteselsil borçlu sıfatını kazanmaktadır.
SözleĢmesel borca katılma ise, borca katılanın alacaklı veya borçlu ile akdettiği ve borca
katılma sözleĢmesi olarak adlandırdığımız bir sözleĢme sonucunda, alacaklıya karĢı ilk borçlu
ile birlikte aslî müteselsil borçlu sıfatını kazanmasıdır. Buna göre, öncesinde hukukî iliĢkiye
yabancı olan üçüncü kiĢiyi, borçluyla aynı edimin ifasından sorumlu haline getiren borca
katılma hukuki olgusu, borca katılanın çoğunlukla alacaklı, bazen de borçluyla
gerçekleĢtirdiği, bir borca katılma sözleĢmesinin akdedilmesiyle gerçekleĢmektedir. Burada,
kanuna dayalı borca katılmadan farklı olarak, borca katılan, ilk borçluyla birlikte, aslî
müteselsil borçlu sıfatına sahip olmak iradesini taĢıyarak ve bu sonucu gerçekleĢtirmek üzere
borca katılma sözleĢmesini akdetmektedir. Doktrinde ve uygulamada da en sık rastlanan
borca katılma türü sözleĢmesel borca katılma olduğundan, borca katılma kavramı
kullanıldığında asıl kastedilen de sözleĢmesel borca katılmadır. Bu tür bir borca katılma
sözleĢmesi, amacı itibarıyla ya katılınan borcun konusu olan edimin ifası için alacaklıya
teminat sağlamak üzere yapılır ve böylece “teminat amaçlı borca katılma” adını alır; ya da
borçlunun alacaklıya karĢı borca katılan tarafından borçtan kurtarılması ve borçtan iç iliĢkide
borca katılanın sorumlu olması amacını taĢır ve bundan dolayı “borçtan kurtarma ya da
borcun nakli amaçlı borca katılma” adını alır15
. Yine gerek doktrinde en çok ele alınan borca
katılma türü ve uygulamada sözleĢmesel borca katılmanın tipik ve en çok rastlanan örneği
15
İsviçre ve Alman Hukuklarında teminat amaçlı borca katılma için “ Sicherungsbeitritt”, borçtan kurtarma
amaçlı borca katılma için ise “Übernahmebeitritt” terimi kullanılmaktadır. Biz, bu tür bir borca katılma
sözleşmesinin yapılmasının esas amacının, borçlunun alacaklıya karşı borcundan kurtarılması olduğu ve
ileride açıklanacağı üzere, bu tür borca katılmalarda, borca katılan ile ilk borçlu arasında üçüncü şahıs yararına
sözleşme niteliğinde bir borçtan kurtarma vaadi akdedildiği için, “übernahmebeitritt” teriminin Türkçe karşılığı
olarak, “borçtan kurtarma amaçlı borca katılma” terimini kullanmayı uygun görüyoruz. Diğer yandan, bu tür
borca katılmaların nihai amacı borcun naklinin gerçekleştirilmesi olduğundan “borcun nakli amaçlı borca
katılma” ya da Türk Borçlar Kanunu tasarısındaki terim tercihine uygun olarak “Borcun üstlenilmesi amaçlı
borca katılma” teriminin kullanılmasında da kanaatimizce sakınca bulunmamaktadır. Nitekim, kanuna dayalı
borca katılmanın bir örneğini oluşturduğunu ifade ettiğimiz bir malvarlığı veya işletmenin devrini düzenleyen
BK. 179 hükmü de, borcun naklini düzenleyen BK. 173-181 hükümleri arasına yer almaktadır. Bununla birlikte,
borcun nakli ancak borca katılma sözleşmesinin akdedilmesinin nihai amacıdır, yoksa borcun nakline ilişkin
hükümler, borçtan kurtarma amaçlı borca katılmalara kıyasen dahi uygulanamazlar. Bu konuya çalışmamızın
ikinci bölümünde ayrıntılı olarak değinilecektir. Açıklamalar için bkz. İkinci Bölüm, III, B, 2,d.
teminat amaçlı borca katılmalardır. Bu sebeple, çalıĢmamızın asıl amacı ve konusu, teminat
amaçlı sözleĢmesel borca katılmanın incelenmesidir. Bu sebeple, çalıĢmamızın bundan
sonraki bölümlerinde, borca katılma hukukî kurumuna iliĢkin olarak yapacağımız açıklamalar,
borca katılmanın türlerinden biri olarak borçtan kurtarma (borcun nakli) amaçlı borca
katılmayı kısaca incelediğimiz bölüm dıĢında, sadece teminat amaçlı borca katılmaları
kapsayacaktır.
Borca katılma sözleĢmesi, gerek Türk ve Ġsviçre Hukuklarında, gerek Alman Hukuku’nda
bağımsız bir sözleĢme tipi olarak düzenlenmediği gibi, borca katılma kavramına da hiçbir
kanunî düzenlemede rastlanmamaktadır. ÇalıĢmamızın ilerideki aĢamalarında değinileceği
üzere16
, bağımsız bir hukuki kurum ve atipik bir teminat sözleĢmesi olarak nitelendirdiğimiz
borca katılma sözleĢmesi, Borçlar Kanunu’nun müteselsil borçluluğa iliĢkin 141-148.
maddelerinde sadece müteselsil borç doğurması açısından, bazı hukukî sonuçları itibarıyla
düzenlenmektedir. Borca katılmanın hukuki sonuçlarının bir bölümünü oluĢturan müteselsil
borçluluğun kanunda düzenlenmiĢ olması, borca katılma sözleĢmesinin, kanun tarafından
düzenlenmiĢ bir sözleĢme özelliğine sahip olduğunun kabulü için yeterli değildir. Nitekim,
müteselsil borçluluğa iliĢkin hükümlerin de borca katılma sözleĢmesine uygulanmasında,
borca katılma sözleĢmesinin bir teminat sözleĢmesi olduğu gerçeği göz önünde
bulundurulmak ve buna bağlı olarak, borca katılma sözleĢmesine hâkim olan taraf iradeleri
de bu anlayıĢın ıĢığı altında yorumlanmak gerekecektir.
Borca katılma, kavramsal temellerini Roma Hukuku’nun müteselsil borca iliĢkin
kaynaklarında bulan ve ortak hukuktan beri incelemelere konu olmuĢ bir teminat
sözleĢmesidir. Bu sözleĢmenin hukuki yapısı ve niteliği, Alman Medeni Kanunu’nun
yürürlüğe girmesinden sonra borca katılma kavramının ilk defa ele alındığı 1902 tarihli
16
Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nın 200. maddesinde, borca katılma sözleşmesine ilişkin bir düzenlemeye yer
verilmiştir. “Borca Katılma” başlığını taşıyan hükmün birinci fıkrası borca katılma sözleşmesini tanımlamakta,
hükmün ikinci fıkrası ise, borca katılanın borçluyla birlikte alacaklıya karşı müteselsilen sorumlu olduğunu
belirtmektedir. Diğer yandan, Tasarının müteselsil borçlulukta borcun sona ermesini düzenleyen 165.
Maddesinin, dış ilişkide müteselsil borçlulardan birinin ibrasının, iç ilişkideki sonuçlarını düzenleyen son
fıkrasında “borca katılma payı” ifadesine yer verilmekle birlikte, burada çalışmamızın konusunu oluşturan
“borca katılma sözleşmesi” anlamında dar ve teknik anlamıyla bir borca katılmadan değil, müteselsil borçlunun
iç ilişkideki “borca ilişkin payından” bahsedildiğini düşünmekteyiz. Zira burada sadece borca katılma yoluyla
müteselsil borçlu olan borçlunun iç ilişkideki payını değil, müteselsil borçluluk sıfatı nasıl gerçekleşmiş olursa
olsun, tüm müteselsil borçluların iç ilişkideki payını ilgilendiren bir hükmün varlığı söz konusudur. Borca katılma
sözleşmesini düzenleyen Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nın 200. maddesine ilişkin olarak değerlendirmelerimiz
ve borca katılmanın atipik bir teminat sözleşmesi olduğuna ilişkin açıklamalarımız için Bkz. İkinci Bölüm, I, B, 3.
Alman Ġmparatorluk Mahkemesi kararından itibaren, yine Alman Ġmparatorluk Mahkemesinin
kararlarıyla ĢekillenmiĢ ve o dönemden itibaren bugüne kadar özellikle Alman Hukuk
çevresinde sayısız mahkeme kararına ve bilimsel çalıĢmaya konu olmuĢtur. Ġsviçre
Hukuku’na ve buna paralel olarak Türk Hukuku’na ise borca katılma sözleĢmesine iliĢkin
olarak Alman Hukuku’ndaki zengin birikimin çok az bir bölümü yansıyabilmiĢtir. Diğer
yandan, borca katılma sözleĢmesine yönelik bakıĢ açısı da tarihsel geliĢimi içinde çeĢitli
aĢamalardan geçmiĢ ve borca katılmanın özellikle kefalet sözleĢmesinin gölgesinde, geçerli
olarak akdedilebilen bağımsız bir teminat sözleĢmesi olarak kabul edilmesi uzun zaman
almıĢtır. Bu tarihsel geliĢimin göz önünde bulundurulması, çalıĢmamıza ıĢık tutacağından,
çalıĢmamızın bu ilk bölümde borca katılmanın dogmatik temellerinin incelenmesi
gerekmektedir. Bu incelemeye geçilmeden önce, Türk Hukuku’nda birlikte borç üstlenme
(yüklenme), kümülatif borç üstlenme, mevcut borca katılma ve borca katılma terimleriyle
ifade edilen çalıĢma konumuz için, borca katılma terimini tercih etmemizin sebebi kısaca
açıklanacaktır.
II. TERMĠNOLOJĠ
Ġsviçre ve Alman Hukuklarında, çalıĢma konumuzu teĢkil eden, üçüncü kiĢinin tarafı olmadığı
bir sözleĢmeden doğan borcu, alacaklıya teminat vermek amacıyla üstlenmek suretiyle
müteselsil borçlu haline gelmesini ifade etmek üzere, kümülatif borç üstlenme (kumulative
Schuldübernahme), birlikte borç üstlenme (Schuldmitübernahme) ve borca katılma
(Schuldbeitritt) terimleri kullanılmaktadır17
. Buna paralel olarak, Türk hukuk doktrininde de
17 Reichel, borca katılma terimini, ortak hukuk kaynaklı bir terim olan, bir kişinin kendisine yabancı bir borcu
tek başına ya da birlikte borçlu sıfatıyla üstlenmesi anlamına gelen, böylece borca katılmayı, borcun naklini ve bazı kaynaklara göre kefaleti de içeren bir üst kavram olarak kabul edilen , lâtincede “araya girme, tavassutta bulunma” anlamındaki “intercedere” kökünden türemiş olan ve “başkasına ait (yabancı) bir borcu üstlenmek suretiyle borç ilişkisine dâhil olma” olarak Türkçeye tercüme edebileceğimiz “Interzession” terimi ile eş anlamlı şekilde kullanmakta, dar ve teknik anlamıyla borca katılma için kümülâtif borç üstlenme ya da birlikte borç üstlenme terimlerini tercih etmektedir. Bkz. Reichel, s.12, vd. Interzession teriminin kökünün, Roma Hukukundaki “intercessio” terimi olduğu anlaşılmaktadır. Intercessio; bir kimsenin başkasına ait bir borcu üzerine alacak şekilde tavassutta bulunması anlamına gelmektedir. Intercessio cumulativa; borçluya iltihak yoluyla tavassut, intercessio privativa, borçlunun yerine kaim olarak tavassut ve intercessio tacita; daha başlangıçta birisinin yerine borçlanmak olan zımnî tavassut şekilleri bulunmaktaydı. Bkz. Ziya Umur,Roma Hukuku Lügatı, İstanbul 1983, s. 90. Sözü edilen terimin, artık pek rağbet görmemekle birlikte, halen geçerli
kümülatif borç üstlenme, kümülatif borç nakli, birlikte borç üstlenme, borca katılma ve son
olarak mevcut borca katılma terimlerinin kullanıldığı görülmektedir18
.
Her üç terim de, aynı anlamı taĢımakla birlikte, biz çalıĢmamızda “borca katılma” terimini
kullanmayı uygun görüyoruz. Bu tercihimizin sebebi, öncelikle konuya iliĢkin yoğun eserlerin
halen verilmekte olduğu modern Alman Hukuk doktrininde ve onu tâkiben Ġsviçre Hukuk
doktrininde borca katılmanın (Schuldbeitritt) artık yerleĢmiĢ bir Ģekilde en fazla kullanılan
terim olmasıdır.
Diğer yandan, kanaatimizce çalıĢmamızın konusunu teĢkil eden bu hukuki müesseseyi en iyi
ifade eden terim de borca katılmadır. Gerçekten kümülâtif borç üstlenme ya da yanlıĢ bir
kullanım olduğunu savunduğumuz kümülâtif borç nakli19
terimleri, Ģu an itibarıyla kavram
kargaĢasına yol açabilecek nitelikte olmakla birlikte, bu durum borcun nakli için borcun
üstlenilmesi teriminin tercih edildiği Türk Borçlar Kanunu tasarısının kanunlaĢmasından
sonra da devam edecektir. Diğer yandan bu terimi, borca katılmanın, borcun naklinin bir alt
türü olduğu izlenimini de vermesi açısından isabetli bulmamaktayız.
Birlikte borç üstlenme terimi ise, daha çok borcun müteselsil borçluların tamamı tarafından
aynı sözleĢme çatısı altında, hepsinin birlikte açıkladıkları irade beyanlarıyla üstlenildiği ve
böylece tüm müteselsil borçluların aynı zamanda kendilerini borç altına sokan sözleĢmenin
(ya da bazı sınırlı hâllerde tek taraflı hukuki iĢlemin) tarafı oldukları, “müteselsil borçluluğu
olduğunun kabul edilebileceği ve özellikle borcun naklini, borca katılmayı ve kefaleti aynı başlık altında düzenleyen Avusturya Medeni Kanunu’nda bu anlayışın izlerinin bulunduğu ifade edilmektedir. Bu bilgi için Kittlitz, s. 12. Her üç terimin de, aynı anlamda birlikte veya tek başına kullanıldığı fakat Schuldbeitritt teriminin ağırlıklı olarak tercih edildiği eserler olarak Bartels, s. 3, vd.; Kittlitz, s. 1, vd.; Madaus, s. 7, vd.; Schlicht, s.13, vd.; Schlicht, s. 48; Schürnbrand, s. 13, vd.; Reinicke/Tiedtke, s. 1,vd ; Grigoleit, 825, vd.; Heermann, s. 594, vd. Medicus, Bürgerliches Recht, s. 161, Medicus, Schuldrecht, s. 392, vd.; İsviçre Hukuku için Guhl/Koller/Schnyder/Druey, s. 267; Honsell, s. 363; Schwenzer, s. 493; Susan Emmenegger, Garantie, Schuldbeitritt und Bürgschaft–vombundesgerichtlichen Umgang mitgesetzgeberischen Inkohärenzen , ZBJV 9/2007 , Bern 2007, 561,vd, her üç terimin de bir arada kullanıldığı bir makale olarak Guillaume Vionnet/ Hans Caspar von der Crone, Sicherungsversprechen und Vertrauensprinzip, SZW/RSDA 5/2004, 386-393, s. 386, vd. 18
Akıntürk, s. 74; Akyol, s. 31, 45; Tandoğan, Garanti Mukavelesi, s. 36, dn.131; Tandoğan, Borçlar Hukuku, II, s.
702; Reisoğlu, 67, s. 702; Eren, s. 1155; Rona Serozan, Borçlar Hukuku Özel Bölüm, İstanbul 2002, s. 21;
Tunçomağ, s. 1038 ; Tekinay ,Tekinay Borçlar Hukuku, s. 294 ; Oğuzman/Öz, s. 843; Cevdet Yavuz, Türk Borçlar
Hukuku Özel Hükümler (Yenilenmiş 7. Baskıyı Hazırlayanlar: Cevdet Yavuz/Burak Özen/Faruk Acar) , 7. Baskı,
İstanbul 2007, s. 823; Özen, Kefalet , s. 7 vd.; Develioğlu, s. 300, vd.; Tekinay (Kefalet mi, Borcun Dış
Yüklenilmesi mi, Mevcut borca İltihak mı, Üçüncü Şahsın Fiilini Taahhüt mü?), s. 235; Kırca, s. 470; Nihat Yavuz,
Türk Kefalet Hukuku, Ankara 2010, s. 30; İlhan Helvacı, Türk Medenî Kanununa Göre Sözleşmeden Doğan İpotek
Hakkı, İstanbul 2008, s. 325 dn. 2.
19 Bu konudaki açıklamalarımız için bkz. Birinci Bölüm, I, 4 nolu dipnot.
birlikte kabul etme” durumunu ifade ettiğini düĢündüğümüz ya da en azından bu durum ile
karıĢtırılmaya müsait bir terimdir. Nitekim, doktrinde bu ihtimâlin farkına varan yazarlar,
doğru bir Ģekilde sözleĢmeden doğan müteselsil borçluluğun bu iki türünü ikiye ayırarak,
“müteselsil borçluluğu birlikte kabul etme” ve “borca katılma” ayrımını yapmaktadırlar20
.
Halbuki, borca katılma terimi, borca katılan kiĢinin, sözleĢme tarafı haline gelmeksizin,
sadece borçlu sıfatını kazandığını ifade etmek açısından daha yerinde bir kavramdır. Diğer
yandan, birlikte borç üstlenme terimi, borç üstlenenlerin irade beyanlarını aynı anda ya da
aynı hukuki iĢlemle gerçekleĢtirdikleri izlenimini de doğurmaktadır. ÇalıĢmamızın ileriki
bölümlerinde ayrıntılı olarak ele alınacağı üzere; borca katılma, esas borcu doğuran hukuki
iĢlemden ayrı ve bağımsız bir sözleĢme olup, borca katılanın irade beyanını, alacaklıya karĢı
sözleĢmenin tarafı olarak borçlu olan ilk borçlunun borç altına girmesiyle aynı anda
açıklaması mümkün olmakla birlikte, bu durum borca katılmanın varlığı için zorunlu değildir.
Son olarak, mevcut borca katılma terimini, borca katılmanın gerçekleĢebileceği hallerin
hepsini değil, bu hallerden sadece birini ifade etmesi sebebiyle tercih etmemekteyiz.
Gerçekten mevcut borca katılma terimi, alacaklı ile ilk borçlu arasındaki borcu doğuran
hukuki iliĢki kurulduktan ve ilk borç doğduktan sonra, borca katılanın yapacağı bir irade
beyanıyla müteselsil borçlu haline geldiği “borca sonradan katılma” hâlini ifade etmeye daha
yakındır. Ne var ki, borca katılma ilk borçlunun, alacaklıya karĢı borç altına girmesinden
sonra gerçekleĢebileceği gibi, ilk borçlunun borç altına girmesiyle aynı anda, hatta ileride
geçerli bir borcun doğması Ģartıyla, ilk borcun doğumundan önce dahi (gelecekte doğacak
borca katılma Ģeklinde) gerçekleĢebilmektedir. Gerçi, mevcut borca katılmanın, geçerli olarak
doğmuĢ bir ilk borcun varlığının zorunlu olduğunu, ifade ettiği söylenebilir. Ne var ki, buna
ihtiyaç yoktur. Zira, nasıl ki ferîlik ilkesi gereği kefalet sözleĢmesinin geçerliliği için, teminat
altına alınan borcun mevcut ve geçerli olması aranıyorsa, aynı durum borca katılma için de
söz konusudur ve ilk borcun mevcut ve geçerli olması, borca katılmadan geçerli bir borç
doğması için de zorunlu bir Ģarttır. Bu sebeple mevcut borca katılma terimini tüm borca
katılma hâllerini kapsayacak Ģekilde kullanmak kanaatimizce isabetli değildir.
Açıkladığımız sebeplerle, çalıĢmamızda üçüncü kiĢinin, alacaklıya teminat sağlamak
amacıyla, ilk borcu doğuran sözleĢmenin tarafı sıfatını kazanmaksızın, ilk borçluyla birlikte
20
Oğuzman/Öz, s. 842, 843; Eren de bu ayrımı yaparak, “Sözleşmenin kurulduğu sırada tarafların ortak irade
beyanlarından doğan müteselsil borçlar” ve “ borca katılma (birlikte bor yüklenme) yoluyla meydana gelen
müteselsil borçlar” ayrımını yapmaktadır.
müteselsil borçlu hâline gelmesini ifade etmek için “borca katılma” ve bunu sağlayan
sözleĢme için de “borca katılma sözleĢmesi” terimleri tercih edilmektedir. Nitekim, Türk
Borçlar Kanunu Tasarısının konuyu düzenleyen 200. maddesinin kenar baĢlığı “Borca
Katılma” adını taĢımakta ve hükmün içeriğinde de kanaatimizce isabetli olarak “borca
katılma” terimi kullanılmaktadır.
III. BORCA KATILMANIN DOGMATĠK TEMELLERĠ
A. ROMA HUKUKU KAYNAKLARINA GÖRE BORCA KATILMANIN
DOGMATĠK TEMELLERĠ
ÇalıĢma konumuzu oluĢturan, teminat amaçlı sözleĢmesel borca katılma, birden fazla borçlu
arasında bir müteselsil borç iliĢkisi meydana getirmektedir. Borçluların iradesine dayanan
böyle bir teselsül ise, temelini Roma Hukuku’ndaki “Korrealitas” kavramında bulmaktadır21
.
Kaynağında taraf iradelerinin bulunduğu Korrealitas, birden fazla kiĢinin, alacaklıya karĢı
aynı sözleĢmeyle borç altına girmek suretiyle müteselsil borçlu haline gelmelerini ifade
etmektedir. Bu hukuki iliĢkinin doğması için, birden fazla borçlunun, sıkı Ģekil kurallına tâbi
olan “stipulatio” ile aynı edim için, aynı anda ve hep birlikte taahhütte bulunmaları
gerekliydi22
. Bu durum, daha çok günümüzdeki birlikte borç üstlenmeyi yani müteselsil
borçluluğu aynı sözleĢmeyle birlikte kabul etmeyi ifade etmektedir.
Diğer yandan, bir kiĢinin baĢkasının borcunu teĢkil eden (kendisine yabancı olan) bir edimi,
alacaklıya karĢı müteselsil borçlu olarak üstlenmesinin Roma Hukukunda tanınan ve geçerli
21
Roma Hukuku’nda iki tür teselsül hali kabul edilmiştir. Bunlardan biri, bugünkü hukuk sistemlerinde geçerli
olan ve tam teselsüle benzeyen “Korrealitas”, diğeri ise, farklı hukuki sebeplerden doğması sebebiyle eksik
teselsüle benzeyen ve kanundan ya da hukuki ilişkinin mahiyetinden doğan “Solidaridas”tır. Korrealitas, aynı
hukuki sebebe dayanan, aynı hukuki işlemden doğan ve konuları aynı olan borçlardan ibarettir ve bu sebeple
Roma Hukuku’nda, bu halde “bir ve tüm” borçtan bahsedilmekteydi. İfaya ek olarak, ifa dışında borcu sona
erdiren tüm haller, diğer borçlulara da tesir etmekteydi. Basit teselsül olarak da adlandırılan Solidaritas ise,
ancak alacaklının ifa veya ifa yerine geçen bir davranışla tatmin edilmesiyle sona ermekteydi. Korrealitasta,
birden çok borçlusu bulunan tek bir borcun, Solidaritas’ta ise birbiriyle bağlantılı olan birden fazla borç ilişkisinin
varlığı kabul edilmekteydi. Ne var ki, Korrealitas ve Solidaritas ayrımı, Justinien dönemindeki hukuki
düzenlemeler ve gelişmeler sonucunda pratik açıdan önemsiz hale gelmiştir. Ayrınıtıl bilgi için bkz. Akıntürk, s.
43, vd.; Faruk Acar, Türk-İsviçre Medeni Hukukunda Alacaklılar Arası Teselsül, Ankara 2003, s. 21, vd.
22 Borçluların, alacaklının kendilerine yönelttiği “edimi taahhüt ediyor musunuz?” şeklindeki soruyu aynı anda
ve hep birlikte değil, ayrı ayrı cevaplamaları halinde,müteselsil borç değil, alacaklının her bir borçludan ifasını
ayrı ayrı talep edebileceği, teselsül halinde olmayan borçlar doğmaktaydı. Akıntürk, s.44; Acar, s. 23.
sayılan bir durum olduğu kabul edilmektedir. Esasen Roma Hukuku’nda, müteselsil
borçluluğun doğumu için edimin ifasını taahhüt eden irade beyanlarının bir stipulatio ile aynı
anda açıklanmasının zorunlu olup olmadığı, buna bağlı olarak, yeni bir borçlunun mevcut bir
borç iliĢkisine sonradan borçlu sıfatıyla dahil olmasının mümkün olup olmadığı tartıĢmalıydı.
Genel görüĢe göre, borcu doğuran irade beyanlarının aynı anda ve hep birlikte açıklanması
zorunluydu ve bir kiĢinin sonradan borç altına girme yönünde alacaklıyla yapacağı sözleĢme,
yeni bir borç iliĢkisi meydana getirmekteydi. Sonraları ise, çoğunluk görüĢüne göre, özellikle
Ulpianus23
, Pomponius ve Instutiuones’e atıf yapmak suretiyle, Roma Hukukunda zamansal
olarak birbirinden ayrı Ģekilde yapılan, alacaklıya karĢı borç altına girme yönündeki irade
açıklamaları yoluyla da, müteselsil borçluluğun oluĢturulabileceği kabul edilmiĢtir24
.
Nitekim Alman Ġmparatorluk Mahkemesi’nin iki kararında da, bu eserlere atıf yapılmak
suretiyle, Roma Hukukunda, kurulmuĢ bir borç iliĢkisine, sonradan müteselsil borçlu sıfatıyla
dahil olunabileceğinin kabul edildiği ve bunun bugünkü anlamıyla borca katılmanın temelini
teĢkil ettiği ifade edilmiĢtir25
.
Pomponius’a göre, birden fazla kiĢi borç altına girerken, “taahhüt ediyor musunuz” Ģeklindeki
soruya hep birlikte veya ayrı ayrı, ya da biri tüm borçlular adına “taahhüt ediyoruz.” Ģeklinde
beyanda bulunduğunda, tüm borçlular geçerli olarak müteselsil borçlu sıfatını kazanırlar26
.
Böylece Pomponius, stipulatio’nun, aynı anda cevap verme Ģeklindeki katı Ģekilci kuralına
birebir uyulmadan da, müteselsil borcun doğabileceğini ifade etmiĢtir27
.
Instituones’in üçüncü kitabının “Taahhüt Ettiren ve Eden Tarafların Taaddüdü Hakkında”
baĢlığını taĢıyan XVI. Faslında, borç iliĢkisine sonradan dahil olmaya iliĢkin bir ifade
bulunmamakla birlikte, borçlulardan birinin kayıtsız Ģartsız, diğerinin vadeli veya Ģartlı borç
altına girebilecekleri belirtilerek müteselsil borçluların ayrı Ģartlar altında, diğer bir ifadeyle,
aynı borçtan sorumlu olabilecekleri ifade edilmiĢtir28
. Buradan, her bir borçlunun, alacaklıyla
23
Pomponius, 24 lib ad Sabin D 45, 2,4. Orijinal metin ve çevirisi için bkz. Bartels, s. 10
24 Açıklamalar için bkz. Westerkamp, s. 19,vd.; Bartels, s. 9; Schürnbrand, s. 16.
25 RGZ 59, 232 vd.ve RGZ 51, 120, vd. Kararlar için bkz. Bartels, s. 10
26 Pomponius, 24 lib ad Sabin D 45, 2,4. Orijinal metin ve çevirisi için bkz. Bartels, s. 10.
27 Bartels, s. 11.
28 Institutiones, Iustinianus (Türkçe Metin : Ziya Umur, İstanbul 1968), 3, 16, 1-3 ; Bartels, s. 10.
yapacakları farklı sözleĢmelerle, aynı borç için müteselsilen sorumluluk yüklenebilecekleri
sonucuna varılabilir.
Son olarak, Ulpianus, borç altına girenlerin aynı anda irade beyanında bulunmalarıyla, birinin
borç altına girmesinden itibaren belirli bir zaman aralığının geçmesinden sonra diğerinin borç
altına girme beyanında bulunması arasında hiçbir farkı bulunmadığını, çünkü ikinci
borçlunun, ilkinin içinde bulunduğu borç iliĢkisine borçlu sıfatıyla dâhil olmasının geçerli
olduğunu ve bunun bir müteselsil borç iliĢkisinin oluĢmasına hizmet edeceğini, bu sebeple
hukuki iliĢkiye sonradan yeni bir borçlunun dâhil olmasının bir yenileme (novatio)
oluĢturmadığını ifade etmektedir29
. Bu metinde açık olarak, Roma Hukuku’nda, bir kiĢinin
mevcut bir borç iliĢkisine, alacaklıyla yapacağı bir sözleĢme yoluyla sonradan dâhil olup,
müteselsil borçlu sıfatını kazanabileceği ve böylece diğer borçluyla birlikte edimin ifasından
sorumlu olabileceği anlaĢılmaktadır.
Alman Ġmparatorluk Mahkemesinin borca katılmaya iliĢkin olarak vermiĢ olduğu yukarıda
belirttiğimiz kararlarında30
, bu sözleĢmenin temelini teĢkil ettiğini belirttiği bu metinlerin yanı
sıra, borca katılmanın Roma Hukuku’ndaki temelini özellikle bu hukukun “constitutum debiti
alieni31
” kurumunda görmek mümkündür32
.
Bugünkü Roma hukuku doktrinine göre, constitutum debiti, Klasik Hukuk Çağı'nda, bir
kiĢinin, kendisinin33
ya da bir baĢkasının34
borcunu kesin bir vadede ödeme vaadini ihtiva
29
Ulpianus, 47 lib ad Sabin D 45, 2,3,pr. Ve aynı içerikte Iulianus, 52 dig D 45, 6,2,3. Metinlerin orijinali ve
Almanca çevirisi için bkz. Bartels, s. 11, 14. Aynı yönde Westerkamp, s. 20; Reichel , s. 38. Bartels, her üç
metinde borca katılmanın varlığı konusunda hiçbir ipucu elde edilemediğini ifade ederek Alman İmparatorluk
Mahkemesinin adı geçen kararlarını eleştirmektedir. Biz bu görüşe katılmıyoruz. Açıklamalar için bkz. Bartels, s.
11-16.
30 Bkz. Dipnot 25’te belirtilen kararlar.
31 “Bir kimsenin, başkasına ait bir borcu, muayyen bir tarihe kadar ödeyeceğine dair alacaklı ile yaptığı şekilsiz
praetor anlaşması.” Umur, Roma Hukuku Lügatı, İstanbul 1983, s. 47.
32 Nitekim Tandoğan, birlikte borç üstlenmeyle aynı anlamda olmak üzere borca katılma terimini kullanırken,
Roma Hukukundaki karşılığı olarak “constitutum debiti alieni” terimine başvurmaktadır. Bkz. Tandoğan, Borçlar
Hukuku,II, s. 702.
33 “Constitutum debiti proprii” .Bu hukuki kurum, pratik ihtiyaçlara cevap vermemesi sebebiyle ıustinianus
reformundan sonra uygulamadan kalkmıştır. Constitutum debiti ve türleri hakkında ayrıntılı açıklamalar için
bkz. Özcan Karadeniz, Klasik Roma Hukukunda “Constitutum Debiti”, Ankara 1968, s. 2.
eden Ģekilsiz bir anlaĢmayı ifade eder. Böylece, borçlu ile alacaklı arasında, daha önce mevcut
bir borcun ifası ile ilgili olarak yapılan bir sözleĢme niteliğini taĢımaktadır. Geçerli bir borcun
mevcut olması ve ödeme vaadinin kesin bir vadeyi içermesi, constitutum debiti için her
zaman aranan geçerlilik Ģartlarıydı. Bununla birlikte, sonraki dönemlerde, ileride doğacak bir
borç için de bu anlaĢmanın yapılabileceği kabul edilmiĢtir. Constitutum debiti'nin daha önce
mevcut bir borca iliĢkin olması Ģartının, bütün Klasik Hukuk Çağı boyunca devam ettiği gibi,
lustinianus zamanına kadar da varlığını sürdürdüğü, Iustinianus'un 531 tarihli
constitutio''sundan anlaĢılmaktadır. Nitekim,,lustinianus, uygulama alanını geniĢletmek
amacıyla, constitutum debiti'nin. muhtevasını değiĢtirdiği, muteberlik Ģartlarını hafiflettiği bu
constitutio'sunda, daha önce bir borcun mevcudiyeti Ģartının aranmasına devam edileceğini
belirtmektedir. Önceleri sadece para borcu için kullanılan bu kurumun, Iustinianus döneminde
her türlü borç için söz konusu olabildiği tespit edilmiĢtir. Özel bir dava ile korunan
constitutum debitinin, alacaklı ile borçlu arasındaki borç iliĢkisinden bağımsız bir sözleĢme
niteliği arzetmekle birlikte, asıl borç bakımından ferîliği devam etmiĢtir. Üçüncü kiĢinin bu
vaadinin, bugünkü kefaletten farkı, borçlunun edimi ile aynı edimin borçlanılmıĢ olmasıdır.
Bu sebeple, doktrinde bu kurumun kefaletin Ģekilsiz bir türü olduğunun kabul edilemeyeceği
belirtilmektedir35
. Mevcut borç iliĢkisinde, borçlunun edimini ifa etmeyi üçüncü kiĢinin
teminat amaçlı olarak taahhüt etmesi anlamına gelen constitutum debiti alieni’nin,
kullanılmaya baĢlandığı devir tam olarak tespit edilmiĢ olmamakla birlikte, Roma
Hukuku’nun Klâsik Çağında kullanıldığı kabul edilmektedir36
.
Asıl borcun yanında yeni bir borç doğuran, doğuĢu itibarıyla asıl borcun varlığını etkilemeyen
ve bu borcun ifasıyla asıl borcu da sona erdiren constitutum debiti alieni’nin geçerliliği için,
konu edindiği borcun constitutum'un (üçüncü kiĢiyle alacaklının yaptığı sözleĢmenin)
yapıldığı anda mevcut olması yeterlidir; borcun miktarı bakımından da bu an esas alınır. Bu
34
“Constitutum debiti alieni”. Üçüncü kişinin, başkasının borcunu ifa etmeyi vaat etmesini ifade eden bu hukuki
kurum, Roma Hukukunda, şahsi teminat müesseselerine ilişkin olarak düzenlenmiş ve alacaklıya borcun ifasına
yönelik teminat verilmesi amacına hizmet etmiştir. Açıklamalar için bkz. Karadeniz, s. 196, vd.
35Constitutum debiti alieni’den doğan borç ifa edilmediğinde, bir ifa talebi değil, ifa edilmemeden doğan
tazminat talebi sözkonusu olur. Fakat bu sonuç, kurumun bugünkü anlamıyla kefalet sözleşmesi niteliğinden
kaynaklanmamaktadır. Constitutum debiti’de borcun ifası için belirlenen kesin vade , bugünkü anlamıyla mutlak
kesin vade niteliğini taşıdığından, vadede ademi ifa halinde temerrüt söz konusu değildir. Çünkü, temerrüt,
ifasında gecikme mümkün olan borçlarda düşünülebilir. Oysa, constitutum debiti'de vadenin geçmesinden
sonra artık constitutum debiti'den doğan borcun ifası mümkün değildir. Bu sebeple, Actio de pecunia
constituta, kusurlu imkânsızlıktan doğan zararın tazminine yöneltilmiştir. 36
Karadeniz, s. 55, vd. ,184, vd.
sebeple, constitutum debiti'nin asıl borç itibarıyla fer'iliğinin doğuĢ anında söz konusu olduğu
söylenebilir. Constitutum debiti yapıldıktan sonra, asıl borçta meydana gelen değiĢiklikler,
constitutum''dan doğan borcu etkilemez. Constitutum borçlusu, asıl borçlunun kusurlu
davranıĢının sonuçlarından sorumlu değildir; buna karĢılık, asıl borçlu için sonradan ortaya
çıkan defi haklarından da yararlanamaz. Asıl borcun, alacaklının tatmin edilmesi suretiyle
sona ermesi hallerinde, constitutum debiti'den doğan borcun da ortadan kalktığını kabul etmek
gerekir37
. Tüm bu özellikler ve yukarıda yaptığımız açıklamalar, Roma Hukuku’nda teminat
amaçlı olarak düzenlenen bu kurumun, bugünkü anlamıyla borca katılmanın temelini
oluĢturduğunun ve bugünkü borca katılmanın tüm özelliklerini taĢıyan bu kurumun, Roma
Hukuku’nda da bir teminat sözleĢmesi niteliğini taĢıdığının açık bir göstergesidir.
B. ORTAK HUKUKTA BORCA KATILMA
1. Ortak Hukukta Borca Katılmanın Hukuki Niteliği ve Özellikleri
Borca katılmanın, borç üstlenmenin bir türü olarak ortak hukuktaki yerinin belirlenmesi ve
benzer amacı taĢıyan hukuki kurumlarla iliĢkisinin ortaya konması, bugün için halen önem
taĢımaktadır. Çünkü bugünkü anlamıyla boca katılmanın teorik alt yapısı Pandekt
Hukukçuları tarafından oluĢturulmuĢtur. Ortak hukukta, borca katılma “kümülatif borç
üstlenme” terimiyle ifade edilmekteydi ve sistematik olarak, bir kiĢinin baĢkasının borcunu
üstlenmesini sağlayan hukuki iĢlemin38
bir alt türü olarak görülmekteydi39
. Fakat bu borç
üstlenme kavramı, bugünkü anlamına göre (ifa üstlenme, borçtan kurtarma vaadi) çok daha
geniĢ bir içeriğe sahipti. Bu hukuki iĢlemle, borcu üstlenen, borçlunun alacaklıya karĢı ifa
etmekle yükümlü olduğu edimin aynısını, alacaklıya taahhüt etmekteydi. Bu bağlamda,
kümülatif borç üstlenme borç ve kurtarıcı borç üstlenme (borcun nakli) ayrımı
yapılmaktaydı40
.
37
Bu açıklama ve constitutum debiti alieni hakkındaki tüm açıklamalarımız için Karadeniz, s. 223,vd.
38 Bu işlem “kumulative Interzession” olarak ifade edilmektedir. “Interzession” kavramı hakkındaki
açıklamalarımız için Bkz. Birinci Bölüm, II, dn.17.
39 Reichel, s. 17; Wiegelin, s. 11; Kittlitz, s. 10; Schlicht, s. 19; Prager, PrivR II, §45 A; Arndts, Pandekten, §359,
Puchta, Pandekten §403 (Schlicht, s. 19, dn. 24’ten naklen.).
40Burada bahsettiğimiz kümülâtif borç üstlenme, bugün kullanılan anlamıyla, borca katılmayla eş anlamlı olan
kümülâtif borç üstlenme (kumulative Schuldübernahme) değil, borçlunun bu sıfatını kaybettiği hâller dışındaki
borç üstlenmelerin hepsi için bir üst kavram olarak o dönemde geçerli olan, başkasının borcunu üstlenme
Kümülâtif borç üstlenmede, borç üstlenen ilk borçlunun yanında yer alır ve böylece alacaklı
karĢısında borcun ifasından sorumlu olan iki borçlu bulunmaktadır. Bu tür borç üstlenmenin
türleri olarak; kefalet, müteselsil asıl borçlu sıfatıyla edimi üstlenme (Schuldübernahme:
bugünkü anlamıyla kümülâtif borç üstlenme, borca katılma), itibar emri ve baĢkasının borcu
için rehin verme sayılmaktadır41
.
Buna karĢılık, kurtarıcı borç üstlenmede42
, borç üstlenen asıl borçlunun yerine geçer ve
borcun ifasından tek baĢına sorumlu olurdu. Böyle bir borç üstlenme iki Ģekilde
gerçekleĢmekteydi: Birincisinde borcu üstlenen, mevcut bir borcu borçlunun yerine geçmek
suretiyle üstlenmekte ve borçluyu borcundan kurtarmaktaydı. Bu, yenileme ve borcun nakli
yoluyla gerçekleĢmekteydi. Bir diğer kurtarıcı nitelikte borç üstlenme ise; borç üstlenenin, bir
üçüncü kiĢi için - borç kendisini ilgilendirse dahi bu üçüncü kiĢinin borçlu sıfatını kazanması
anlamındaki (Kumulative Interzession) kümülâtif borç üstlenmedir. Bkz. Intercessio Cumulativa hakkındaki
açıklamalarımız, Birinci Bölüm, II dn. 17. Ortak hukuka yönelik kaynaklardan, bu anlamdaki kümülâtif borç
üstlenmede de bir kısım yazarlarca bazı alt ayrımlara gidildiği ve birincil kümülâtif borç yüklenme-ikincil
kümülâtif borç yüklenme ayrımının yapılmış olduğu öğrenilmektedir. Buna göre, birincil kümülâtif borç
yüklenmede, alacaklı edimin ifası için dilediği borçludan, herhangi bir sıra gözetmek zorunda olmaksızın talepte
bulunabilecekken; ikincil kümülâtif borç üstlenmede, alacaklı öncelikle asıl borçluya (ilk borçluya) başvurmak ve
ancak bu talepten bir sonuç elde edemediğinde kümülâtif borç üstlenden ifayı talep etme hakkına sahip
olmaktaydı. Bkz. Prager, PrivR II, §45 A (Schlicht, s. 20, dn. 28.).
41Schlicht, constitutum debiti alieni’nin de, ortak hukukta kefaletin yanında bağımsız bir anlamının bulunup,
bulunmadığı tartışmalı olmakla birlikte bu kapsama girdiğini ifade etmekte ve bu kurumu, Roma Hukuku’nda
şekle uyma zorunluluğu bulunmaksızın yapılabilen bir kefalet (fidejussio) türü olarak nitelendirmektedir. Bkz.
Schlicht, s. 20, dn. 30. Ne var ki, Karadeniz, konuya ilişkin monografisinde, bu kurumun, Roma Hukukunda
şekilsiz yapılabilen bir kefalet türü olarak nitelendirilemeyeceğini, aynen aktardığımız şu ifadelerle
açıklamaktadır: “Garanti fonksiyonu ifa edebileceğinden hareket ederek, constitutum debiti alieni'yi bir nevi
kefalet olarak kabul edip, diğer kefalet şekillerinden sadece şekle bağlı olmayışı ve asıl borç bakımından bir
takım değişiklikler ihtiva edebilmesi ile ayrıldığı sonucuna varmak hatalı olur. Çünkü, constitutum debiti
alieni'den doğan sorumluluk, mahiyet itibarıyla fideiussor'un sorumluluğundan farklıdır. Özel kısıtlamalar
koymadığı takdirde, fideiussor, asıl borçlunun borç ilişkisinden doğan bütün sorumluluğunu yüklenmektedir. Bu
sebeple, asıl borçta sonradan meydana gelen bütün değişiklikler fideiussor'un sorumluluğunu etkiler. Örneğin,
'fideiussor, asıl borçlunun 'mora' yahut 'culpa' sından sorumlu olur. Buna karşılık, asıl borçlu için sonradan
ortaya çıkan def'i haklarından fideiussor da faydalanır. Constitutum debiti alieni ise, bir başkasının borcundan
dolayı sorumluluk yüklenmek değil, bir başkasının mevcut bir borcunun constitutum yapıldığı andaki miktarını
ödemeyi vaadetmektir. Bu sebeple, asıl borçta, constitutum yapıldıktan sonra meydana gelen değişikliklerin,
constitutum'dan doğan borcu etkilemiyeceğini yukarıda belirtmiştik. Constitutum borçlusu, asıl borçlunun
'culpa' yahut 'mora' sından sorumlu değildir; buna karşılık, asıl borçlu için sonradan ortaya çıkan defi
haklarından yararlanamaz.” Karadeniz, s. 196, 197. 42
“Privative Interzession”, Schlicht, s. 21.
söz konusu olmaksızın- borç altına girmesini ifade etmekteydi43
. Bu tür kurtarıcı borç
üstlenmeye örnek olarak, ödemenin bir baĢkasına yapılacağı ödünç akdiyle borç altına girilen
ve kendi adına fakat baĢkası için (hesabına) yapılan bir iĢlemle borç altına girilen hâller44
örnek olarak gösterilmektedir45
.
Ortak Hukukta, bugün olduğu gibi, borca katılmaya iliĢkin hiçbir kanuni düzenlemeye
rastlanmamaktadır. Bununla birlikte, bir kiĢinin sözleĢmeyle müteselsil borç altına girmesi
mümkündü46
. Alacaklıya borcun ifa edilmesine iliĢkin olarak hukuki durumunu
kuvvetlendirmeyi amaçlayan müteselsil borcun doğumu için, borçluların hep birlikte bir
sözleĢme akdetmeleri gerekli olmayıp, yeni bir borçlunun birlikte borçlu sıfatıyla mevcut bir
borç iliĢkisinden doğan edimden sorumlu olabileceği ve müteselsil borçlu hâline geleceği
kabul edilmekteydi. Böylece, Ortak Hukukta, uzun bir süre bu haller için özel bir nitelendirme
yapılmamıĢ olsa da, borca katılmanın hukuken mümkün olduğu anlaĢılmaktadır47
.
Geçerli bir borca katılmanın varlığı için tarafların, üçüncü kiĢinin borç iliĢkisine girerek
müteselsil borçlu olacağı yönündeki iradeleri gerekli ve yeterliydi. Üçüncü kiĢiye borçlu
sıfatını kazandıran bu sözleĢme, bugün olduğu gibi, alacaklı ile üçüncü kiĢi arasında
yapılmakta, fakat bazı yazarlara göre o dönemde de borçlu ile üçüncü kiĢi arasında, üçüncü
Ģahıs (alacaklı) yararına sözleĢme Ģeklinde akdedilebilmekteydi48
. SözleĢme Roma
Hukukunun zorunlu saydığı stipulationun aksine, herhangi bir geçerlilik Ģekline tâbi olmayıp,
bu ilke genel olarak tüm sözleĢmeler için de geçerliydi49
.
43
Bu durumun, Roma Hukuku’nda “tacita intercessio” veya “interventio” terimleriyle ifade edildiği
belirtilmektedir. Açıklama için bkz. Birinci Bölüm, II, dn.17. Schlicht, s. 21 ve dn. 35’te belirtilen : Dernburg,
Pandekten II, §83 Anmerkungen 1 b; Prager, PrivR II, §45 B II.
44 Bugünkü dolaylı temsil ilişkisini ifade etmektedir. Bkz. Cevdet Yavuz, Türk, İsviçre ve Fransız Hukuklarında
Dolaylı Temsil, İstanbul, s. 124, vd.
45 Schlicht, s. 21.
46 Bu durum, yukarıda da açıkladığımız gibi, Roma Hukukunda ve Ortak hukukta hukuki işlemle meydana gelen
ve bugünkü tam teselsülü karşılayan “Korreal” borçları ifade etmektedir. Bkz. Birinci Bölüm, III, A.
47 Schlicht, s. 22.
48 Ne var ki, Westerkamp’ın açıkladığı üzere, bu dönemde yapılacak anlaşmada ilk borçlunun katılımı ve onayı
olmaksızın, üçüncü kişinin ilk borçluyla birlikte müteselsil borçlu haline gelmesi mümkün değildi. Çünkü, bir
kişinin haberi olmaksızın bir başkasıyla birlikte müteselsil borçlu olması düşünülemezdi. Açıklamalar için bkz.
Westerkamp, s. 240.
49 Arndts, Pandekten §213; Schlicht, s. 23.
Borca katılma sözleĢmesinin yapılmasının hukuki sonucu, müteselsil (korreal) borcun
meydana gelmesidir. Fakat o dönemde de, müteselsil borcun yapısı, tam teselsüle yakın
olmakla birlikte, bugünkü müteselsil borca göre bazı farklılıklar taĢımaktaydı. Alacaklı,
bugünkü gibi borcun ifası için borçlulardan dilediğine baĢvurabilmekte ve borçlulardan
birinin ifası veya ifa yerine edimin varlığı borcu sona erdirmekteydi. Fakat bugünden farklı
olarak, alacaklının borçlulardan birini ibra etmesi, borçlulardan biriyle yapılan yenileme
anlaĢması veya borçlulardan birinin, borcun mevcut olmadığına iliĢkin almıĢ olduğu bir
mahkeme kararı, diğer borçluları da borçtan kurtarmaktaydı. Bununla birlikte, borçlulardan
birinde alacaklı ve borçlu sıfatlarının birleĢmesi halinde, borç sadece o borçlu için sona
ermekteydi. Bir borçlu için kesilen zamanaĢımı, tüm borçlular için kesilmiĢ sayılırken,
borçlular bugünkü müteselsil borç anlayıĢından farklı olarak, alacaklıya karĢı bölme definden
faydalanabilmekteydiler. Diğer yandan, borcu ifa eden müteselsil borçlunun, o dönemde diğer
borçlulara rücu hakkının bulunmadığı ve bu sorunun daha çok borçlular arasındaki hukuki
iliĢkiye göre belirlendiği, döneme iliĢkin kaynaklarda ifade edilmektedir. Bugün olduğu gibi,
Borca katılma borca katılan ile borçlu arasında, üçüncü Ģahıs (alacaklı) lehine sözleĢme
Ģeklinde yapılmıĢ ise, borca katılan, sözleĢme tarafı olan ilk borçlu ile borca katılmanın
temelini teĢkil eden hukuki iliĢkiden yani üçüncü Ģahıs yararına sözleĢmeden doğan defileri
alacaklıya karĢı da ileri sürebilmekteydi. Bunun sebebi, borca katılanın, alacaklıya karĢı,
borçluyla arasındaki hukuki iliĢkiden bağımsız olmaksızın, bu iliĢki çerçevesinde borç altına
girmek istediğinin kabul edilmesidir. Son olarak, bugünkü anlayıĢa uygun olarak, borca
katılan, borca katılma sözleĢmesini yaptığı an itibarıyla, ilk borçlunun alacaklıya karĢı sahip
olduğu borçtan kaynaklanan tüm defileri ileri sürebilmekteydi, çünkü borca katılanın, borca o
anki hâliyle katıldığı kabul edilmekteydi 50
. Bu açıklamalardan anlaĢıldığı üzere, bugünkü
anlamıyla borca katılma sözleĢmesinin yapısının temelleri Ortak Hukukta oluĢturulmuĢtur.
2. Ortak Hukukta Borca Katılmanın Kefalet SözleĢmesiyle ĠliĢkisi
Ortak Hukukta, borca katılma sözleĢmesinin kefalet sözleĢmesiyle iliĢkisinde, bugün olduğu
gibi, her iki sözleĢmenin temel özellikleri itibarıyla birbirinden ayrılmasındaki zorluk önplâna
çıkmaktaydı. Öncelikle kefalet sözleĢmesi için bir Ģekil zorunluluğu söz konusu olmayıp,
tarafların sözlü irade beyanları yeterli görülmekteydi. Diğer yandan, kefalet sözleĢmesinin
50
Ayrıntılı açıklamalar için bkz. Schlicht, s. 25, vd.
borca katılma gibi müteselsil borç doğurduğu kabul edilmekte, borçlu ile kefil müteselsil
borçlular olarak görülmekteydi. Bununla birlikte, kefaletin o dönemde de ferî olduğu, kefilin
tartıĢma definden ve kefalet sözleĢmesinin yapılmasından doğan tüm defilerden
yararlanabildiği belirtilmektedir. Bunlara ek olarak alacaklının asıl borçluya ve diğer kefillere
karĢı sahip olduğu hakların kefile temlikini öngören “beneficium cedendarum actionum”,
davanın diğer kefillere karĢı da yöneltilmesi gerektiği yönündeki “beneficium divisionis
(bölme defi)” Ģeklinde kefilin üç adet defiden yararlanabileceği kabul edilmekteydi51
.
Borca katılma sözleĢmesi ile kefalet sözleĢmesi arasındaki bu büyük benzerlik, bu iki
sözleĢme arasında doğmatik bir ayrımın yapılmasında büyük bir güçlük yaratmıĢ, hatta o
dönemin bazı yazarlarınca, her iki sözleĢmenin Ģekle tâbi olmaması sebebiyle, aralarında bir
ayrım yapmanın imkânsız ya da en azından aĢılamayacak derecede zor olduğu, pratik bir
öneminin de bulunmadığı ifade edilmiĢtir. Buna rağmen, her iki sözleĢmenin birbirinden
bağımsız hukuki kurumlar olduğu çoğunlukla kabul edilmiĢtir52
.
Sonuç itibarıyla Ortak Hukukta, borca katılma sözleĢmesi ile kefalet sözleĢmesi arasında
önemli bir fark görülmemekteydi. Uygulamada en sık rastlanan teminat türü olan müteselsil
kefaletin, borca katılmadan ayrı tutulmadığı belirtilmektedir. Her iki durumda da, alacaklı
dilediği borçluyu borcun ifasından sorumlu tutabilmekteydi. Fakat borcun zamanaĢımına
uğraması gibi bazı özel durumlarda, borca katılan kefilin aksine borçlunun borçtan kurtulduğu
hallerde de borcun ifasından sorumlu olmaktaydı. Bu dönemde her iki sözleĢme arasında bir
fark görülmemesinin ve dogmatik olarak bu hukuki kurumlar arasındaki farkların
belirlenmesi için bir çaba harcanmamıĢ olmasının sebebi olarak, borca katılma ve kefalet
sözleĢmelerinin, her zaman için birer teminat sözleĢmesi olarak öngörülmüĢ ve bu aynı amaca
hizmet etmiĢ olmaları gösterilmektedir53
.
51
Westerkamp, s. 24, vd.;
52 Nitekim o dönemde Alman imparatorluk Mahkemesinin, 19 Aralık 1882, 18 Ekim 1894, 24 Mayıs 1894 tarihli
kararlarının içeriğinden, mahkemenin her iki kurum arasında ayrım yapmış olduğu ve borca katılma için
“kümülâtif borç üstlenme”, kefalet için ise “ fidejussio” terimlerini kullandığı görülmektedir. Kararlar için, RGZ
33, 184, vd. Aynı yönde Westerkamp, s. 25.
53 Schlicht, s. 30.
C. BORCA KATILMANIN ONSEKĠZĠNCĠ ve ONDOKUZUNCU YÜZYIL
KANUNLAġTIRMA HAREKETLERĠ ĠÇĠNDEKĠ YERĠ
Ortak Hukukta olduğu gibi, Avrupa’da 18. ve 19. Yüzyıl kanunlaĢtırma hareketlerinde de,
borca katılma sözleĢmesi bağımsız bir kanuni düzenlemeye sahip olmamıĢ ve bu kanunlara
daha çok kefalet sözleĢmesi için hükümler konulmuĢtur54
. Bu kanunların bazı hükümlerinde,
Ģu anda olduğu gibi kanuna dayalı borca katılma olarak nitelendirilebilecek hükümler
bulunmakta55
, fakat bu kanunların temelini teĢkil ettikleri ve Ģu an yürürlükte olan Alman
Medeni Kanunu, Ġsviçre Borçlar Kanunu, Fransız Medeni Kanunlarında olduğu gibi, hukuk
doktrini ve uygulamasında geçerli kabul edilmesine rağmen sözleĢmesel borca katılmaya
iliĢkin hiçbir hüküm bulunmamaktaydı56
.
Bu durumun tek istisnası, kefalet sözleĢmesini 1346, vd. paragraflarında düzenleyen 1811
tarihli Avusturya Medeni Kanunu’nun 1344. Paragrafıdır ( 1811 ABGB. §§ 1344). Bu
hüküm, “üçüncü kişi alacaklıya karşı borçlu için üç değişik yolla borç altına girebilir, ilk
olarak alacaklının onayıyla borcu tek başına borçlu olmak üzere devralır, sonra, üçüncü kişi
birlikte borçlu sıfatıyla borca katılabilir, son olarak borçlunun borcunu ifa etmemesi
ihtimâline karşı alacaklıyı tatmin etme yükümlülüğünü üstlenir” ifadesini taĢımaktaydı. Buna
bağlı olarak, kanunun 1347 nolu paragrafı da Ģu hükmü içermekteydi : “Bir kimse, kefilin
yararlanabileceği gibi bir şarta57
bağlı olmaksızın, birlikte borçlu sıfatıyla bir borca katılırsa,
birlikte borçlulardan oluşan bir birlik meydana gelir ve bunun hukuki sonuçlarına, sözleşme
hukukuna ilişkin esaslar uygulanır.”
54
Borca katılmaya ilişkin hüküm içermeyip, kavramsal olarak da bu hukuki kuruma yer vermeyen, fakat kefaleti
bağımsız bir sözleşme olarak ayrıntılı bir şekilde düzenleyen bu kanunlar; 1756 tarihli Bavyera Medeni Kanunu
(Cod. Max. Bavar. IV, 10, §§ 2, vd.), 1809 tarihli Baden Kanunu (Art. 2011 ,vd.), 1865 tarihli Saksonya Medeni
Kanunu (§§ 1449, vd.), 1794 tarihli Prusya Genel Kanunu (ALR I, 14, §§ 200, vd.), 1804 tarihli Fransız Medeni
Kanunu (C.C. Art. 2011, vd.) ve 1881 tarihli İsviçre Borçlar Kanunu (aOR. Art. 489, vd.) olarak sayılabilir. Bu
kanunların kefalete ilişkin hükümleri hakkında açıklamalar için bkz. Schlicht, s. 33, vd.
55 Örnek olarak 1872 tarihli Prusya Mülkiyet Edinme Kanunu’nun 41 numaralı paragrafında (das Preuβische
Eigentumerwerbsgesetz §41), bir taşınmazı, satış bedeline mahsuben üzerindeki ipotek hakkı ile devralan
alıcının, alacaklıya karşı borçluyla birlikte sorumlu olacağını düzenlemekteydi. Dernburg, PreuβPrivR II, §65
Anm. 2; Schlicht, s. 33.
56 Schlicht, s. 33.
57Burada belirtilen şart, kefilin borçlunun borcunu ifa etmemesi şartına bağlı olarak sorumlu tutulabilmesini
ifade etmektedir.
Böylece 1811 tarihli Avusturya Medeni Kanunu’nda, borca katılan ile alacaklı arasında
akdedilen borca katılma sözleĢmesi, borcun üstlenilmesi hallerinden biri olarak, ilk defa bir
kanuni düzenlemede açıkça yer almıĢtır. Buna ek olarak, kanunun 1406 nolu paragrafının
ikinci fıkrasında (1811 ABGB §§ 1406/2), alacaklıya beyan edilen borç üstlenmenin, Ģüphe
halinde borçlunun yerine değil, yanında üstlenilen bir yükümlülüğü ifade ettiği belirtilerek,
borca katılmanın kavramsal içeriğinin de altı çizilmiĢ olmaktaydı. Bu düzenlemeden sonra,
1865 tarihli Saksonya Medeni Kanunu’nun 1405 nolu paragrafında da, borçlu ile borca
katılan arasında, üçüncü Ģahıs (alacaklı) yararına akdedilen borca katılmaya yer verilmiĢtir.
Fakat bu kanun hükmünde, borca katılmanın, alacaklıyla yapılan bir sözleĢme olarak değil,
borçlu ile borcu üstlenen arasında akdedilen, sadece alacaklıya talep hakkı verilen bir borç
üstlenme (borcun iç yüklenimi, ifa üstlenme) Ģeklinde akdedilmesi hâli düzenlendiğinden, her
ne kadar borca katılma niteliğini taĢısa da, bu sözleĢme için “borç üstlenme” terimi
kullanılmıĢtır. Bu sözleĢmenin hukuki sonucu, bugün olduğu gibi, borcu üstlenenin, lehine
sözleĢme yapılan alacaklıya karĢı, ilk borçluyla birlikte borcun ifasından müteselsilen sorumlu
olmasıdır58
.
IV. ALMAN ĠMPARATORLUK MAHKEMESĠ KARARLARINDA ve BUNA BAĞLI
OLARAK O DÖNEMKĠ DOKTRĠNDE BORCA KATILMA KAVRAMININ ELE
ALINIġI
Ortak Hukukta, Roma Hukuku’nun mirasından yararlanan Pandektler tarafından yapılan
yoğun çalıĢmalar sebebiyle, modern kanunlaĢtırma hareketlerinin gerçekleĢmesinden sonra
da, günümüze kadar borca katılma hakkında en yoğun çalıĢmalar 1 Ocak 1900 tarihinde
Alman Medenî Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden itibaren Alman hukukçular tarafından
gerçekleĢtirilmiĢtir. Bu açıdan Alman Ġmparatorluk Mahkemesi çok önemli bir yere sahiptir,
zira borca katılmanın yeknesak bir terim olarak yerleĢmesinde ve bağımsız bir hukuki kurum
olarak tanınmasında öncü rol oynamıĢ, öyle ki, borca katılma sözleĢmesi hakkındaki teorik
eserlerin verilmesi dahi, Mahkemenin konuya iliĢkin olarak kilometre taĢı niteliğini taĢıyan
önemli kararlarından itibaren baĢlamıĢtır. Bu sebeple, borca katılma kavramı incelenirken, bu
mahkeme kararlarından kısaca bahsetmek zorunluluk arzetmektedir. Nitekim, dar ve teknik
anlamıyla borca katılmanın ele alınmasına ilk olarak Alman Ġmparatorluk Mahkemesi’nin 24
Mayıs 1894 tarihli bir kararında rastlanmaktadır. Bu kararda borca katılma ile eĢ anlamlı
olarak, bugüne göre dar ve gerçek anlamıyla kümülâtif borç üstlenme terimi kullanılmıĢ ve bu
58
Reichel, giriş, s. 6; Schlicht, s. 34.
terimin, bir kiĢinin bir baĢkasının borcunu, müteselsil borçlu sıfatıyla üstlenmesi anlamına
geldiği ilk defa belirtilmiĢtir59
.
Ne var ki, Alman Medenî Kanunu’nun yürürlüğe girdiği dönemde, halen bu terimden tam
olarak ne anlaĢılması gerektiği belirginleĢmemiĢti. Nitekim doktrinde dahi, Alman
Ġmparatorluk Mahkemesinin kararlarından önce, bu konuda bir çalıĢma yapılmamıĢtır.
Mahkeme, ilk defa 20 Mart 190260
tarihli kararında, “borca katılma diye sözü edilen” bir
hukuki kurumdan bahsetmiĢ ve bundan müteselsil borçlu olarak borç altına girmeyi
anlamıĢtır. Mahkeme, bu sözleĢmenin müteselsil kefaletten ayrımının yapılmasının mümkün
olup olmadığı ve müteselsil kefalete iliĢkin hükümler içeren Alman Medeni Kanunu’nun
yürürlüğe girmesinden sonra halen bu sözleĢmeden bahsetmenin bir anlamı olup olmadığı
sorunlarını cevapsız bıraktığı için, böyle bir hukukî kurumun varlığı hakkındaki Ģüpheyi ifade
edecek Ģekilde, özellikle “borca katılma diye sözü edilen sözleşme ” ifadesini kullanmıĢtır.
Sonraki kararlarında Mahkeme, borca katılmayı, kefaletten farklı bir hukuki kurum olarak
ifade etmiĢ; böylece borca katılma kavramını terminolojik olarak tanımıĢ ve hukuk
doktrininde yerleĢtirmiĢtir. Ne var ki, bu terimin içini yeterince doldurmayarak, çoğu zaman
borca katılma terimini dar ve teknik anlamıyla değil, kefaleti de içerecek Ģekilde geniĢ bir
anlamda kullanmıĢtır. Örnek olarak Mahkeme, 14.11.1904 tarihli bir kararında; müteselsil
kefaletten farklı bir kavramı ifade eden ve borca katılma diye sözü edilen sözleĢmenin
istisnaî hallerde mümkün ve geçerli olduğunu, fakat kural olarak ve özellikle Ģüphe halinde,
bunun kefaletten baĢka bir Ģey olmadığını belirterek, borca katılmanın esasen kefaletle aynı
59
Karar için bkz. RGZ 33, 184, vd. Karar hakkında geniş açıklamalar için Schlicht, s. 18. Ortak hukuktaki
gelişmelere ilişkin olarak yaptığımız açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, 1900’lü yıllara gelindiğinde, her ne
kadar teminat amaçlı birlikte borç üstlenmenin mümkün olduğu kabul edilse de, borca katılma (o dönemki
kullanımıyla kümülâtif borç üstlenme) bugünkünün aksine, hukuki konstrüksiyonu yerleşmiş, tek bir anlamı
içeren bir terim olarak kullanılmamaktaydı. İlk olarak 19. Yüzyılın ortalarına doğru “borç üstlenme” hukuki
bir terim olarak geliştirilmiştir. Yine yukarıda açıkladığımız gibi, bu terim de bir çok hukuki terimi (borca katılma,
borcun nakli, borcun iç yüklenimi ve hatta bazı hallerde kefalet) içerecek şekilde kullanılmaktaydı. Fakat tüm bu
hallerin ortak özelliği borçlunun sorumluluğunu hafifletmekti. Aynı şekilde, anılan karardan önce, kümülâtif
borç üstlenme (borca katılma) terimi net bir anlamda kullanılmadığı gibi, bu hukuki kurumla ilgili bir açıklamaya
da yer verilmemekte, fakat bir kişinin alacaklıya teminat vermek amacıyla bir başkasının borcunu, müteselsil
borçlu sıfatını kazanmak suretiyle üstlenebileceği ve bu şekilde borç ilişkisine dâhil olabileceği kabul
edilmekteydi. Ayrıntılı açıklamalar için Bartels, s. 9; Schlicht, s. 18 ve özellikle dn. 19 ve 20’de anılan 1900 yılına
kadarki Alman İmparatorluk Mahkemesi kararları.
60 RG VI 409/01, RGZ 51, 120, vd. Karar için bkz. Bartels, s. 9 dn.4.
içeriğe sahip olduğunu ifade etmiĢtir61
. Mahkemenin 23.11.1906 tarihli bir kararında ise,
üçüncü kiĢinin borca katılma sonucunda, borçluyla birlikte, aynı onun gibi edimin ifasından
sorumlu olacağı fakat kural olarak ve Ģüphe halinde, borca katılmanın kefalet karakterini
taĢıdığını, çünkü tarafların esas amaçlarının içerik olarak bir kefalet sözleĢmesi yapmak
olduğunu ifade etmiĢtir62
. Yine bu kararda, borca katılma, somut bir hukuki iliĢki meydana
getiren bir sözleĢme olarak değil, borç iliĢkisine yeni bir borçlunun geniĢ anlamda dâhil
olabileceği kefalet, müteselsil borçluluk gibi hallerin ortak adı olarak ifade edilmiĢtir. Ne var
ki, Mahkemenin bazı kararlarında, borca katılmanın bugünkü dar ve teknik anlamıyla
kullanıldığı görülmektedir.
Nihayet, Mahkeme’nin 1911 yılından itibaren vermiĢ olduğu kararlarda63
, borca katılma
bugünkü dar anlamıyla kullanılmaya baĢlanmıĢtır. 21 Ocak 1913 tarihli bir kararda, açıkça
borca katılmanın yerleĢmiĢ tek bir anlamının olmadığı, borca katılmanın geniĢ ve dar
anlamda kullanıldığı, dar anlamıyla, müteselsil borçlu sıfatıyla borçlunun edimini üstlenmeyi,
geniĢ anlamıyla da kefaleti de içerecek Ģekilde kullanıldığı belirtilmiĢtir. Bununla beraber,
Mahkeme 1911 tarihli kararlarından itibaren, borca katılma kavramını dar ve teknik anlamıyla
kullanma konusundaki istikrarını bozmamıĢ, böylece bu kavrama bugünkü gerçek anlamını
kazandırmıĢtır. O güne kadar, borca katılma için sadece “ kümülâtif borç üstlenme” terimini
kullanan Alman Ġmparatorluk Mahkemesi, 28.09.1917 tarihli bir kararında “birlikte borç
üstlenme (Schuldmitübernahme)” terimini kullanmıĢ, sonrasında da “borca katılma” terimini
kullanmaya baĢlamıĢtır. Mahkeme, örnek olarak 05.03.1923 ve 02.03.1936 tarihli
kararlarında, hem birlikte borç üstlenme, hem de borca katılma terimlerini aynı anlamı
içerecek Ģekilde, bugünkü dar ve teknik anlamıyla kullanmıĢtır. Bugün ise, Alman Federal
Mahkemesi, yerleĢmiĢ bir Ģekilde borca katılma terimini tercih etmektedir64
.
61
RG VI 12/04, RGZ 59, 232,233. Karar için bkz. Bartels, s. 9 dn.9.
62 Mahkemenin kararındaki bu açıklamalar, borca katılma kavramına yönelik bir tespit olarak doğru olmamakla
birlikte, bugün teminat sözleşmelerinin yorumlanmasında hâkim olan “ şüphe hâlinde kefaletin kabulü
ilkesinin” bir ifadesi olarak kabul edilebilir. Bu ilke hakkındaki açıklamalarımız için bkz. Üçüncü Bölüm, I, B, 4, d.
63 Alman İmparatorluk Mahkemesinin 04.01.1911, 04.05. ve 04.12.1911tarihli kararları için bkz. RGZ. 78, 37.
64 Örnek olarak BGH XI ZR 539/07 (16.06.2009); BGH XI ZR 86/08 (28.04.2009); BGH II ZR 117/08 (06.04.2009);
BGH XI ZR 454/07 (16.12.2008); BGH III ZR 279/07 (06.11.2008); BGH XI ZR 76/06 (18.12.2007). Tüm kararlar
için bkz. http://www.bundesgerichtshof.de/.
Alman Ġmparatorluk Mahkemesinin, Alman Medeni Kanunu’nun 01.01.1900 tarihinde
yürürlüğe girmesinden itibaren borca katılmaya iliĢkin olarak sözünü ettiğimiz 1902 yılından
itibaren vermiĢ olduğu kararlarda, bu kavramın içeriğine iliĢkin olarak görülen çeliĢki, o
dönemki hukuk doktrininde de yaĢanmıĢtır. Bazı yazarlar65
, borca katılmayı soyut borç ikrarı
olarak değerlendirmiĢler, bazıları66
da müteselsil kefalet ile aynı niteliği taĢıdığını, kefaletten
farklı bir borca katılmanın söz konusu olamayacağını; üçüncü kiĢinin, borçlunun ediminden
alacaklıya teminat vermek suretiyle sorumlu olmasının ancak kefalet yoluyla söz konusu
olabileceğini savunmuĢlardır. Bir gurup yazar ise, o dönemki Alman Ġmparatorluk
Mahkemesinin bakıĢ açısına paralel olarak, “kümülâtif borç üstlenme” terimini geniĢ anlamda
kullanmıĢ ve bu terimin yeni ve bağımsız bir borç iliĢkisi yaratacağı fikrini kabul
etmemiĢlerdir. Bu görüĢü savunan yazarlar, bahsedilen terimi; müteselsil borçluluğu, adi
kefaleti ve müteselsil kefaleti içeren bir üst kavramı ifade edecek Ģekilde kullanmıĢlardır. Bu
yazarlar, kümülâtif borç üstlenme olarak ifade edilen sözleĢmenin hangi anlamı içerdiğinin
sözleĢmenin yorumlanmasıyla tespit edileceğini ve bazı hâllerde, borçlunun ediminden
müteselsil borçlu sıfatıyla sorumlu olmayı ifade ettiğini belirtmiĢlerdir67
.
Buna karĢın doktrinde çoğunluğu oluĢturan yazarlar, borca katılmanın, üçüncü kiĢinin
kendisine yabancı bir borç iliĢkisinden doğan edimi, müteselsil borçlu sıfatıyla üstlenmesi
anlamına geldiğini ve kefaletten ayrı, bağımsız bir hukuki yapıya sahip olduğunu; bu sebeple,
üçüncü kiĢinin borçlunun yanında sorumlu olmasının kefalet ya da borca katılma yoluyla
gerçekleĢebileceğini belirtmiĢlerdir68
. Bazı yazarlar, o dönemde borca katılma için yaygın
65
Ferdinand, Birkenbihl, Bedarf die Sogenannte kumulative Schuldübernahme der Schriftform?, das Recht 1903
(s. 286-287), s.286 ; Hellbach, Die Sogenannte kumulative Schuldübernahme, Das Recht 1903 ( s. 335), s. 335 .
Aynı şekilde Hamburg Eyalet Yüksek Mahkemesi’nin 6.11.1906 tarihli kararı (VI. ZS, OLG Respr.14 (1907), s. 21).
Atıflar için bkz. Schlicht, s. 42, dn. 43.
66 V.Blume, JherJb 39, 390 (426, vd.); Andreas v. Tuhr, Die neue Literatur zum Bürgerlichen Gesetzbuch,, DJZ
1900,( s. 345-350), s. 345. Atıflar için bkz. Schlicht, s. 43 dn. 151.
67Richard, Heil, Die Lehre von der Schuldübernahme unter besonderer Berücksichtigung des
Successionsbegriffes, Erlangen 1903, s. 111; Bernhard Matthiaβ, Lehrbuch des Bürgerlichen Rechts, Erster
Band: Die Allgemeinen Lehren und das Recht der Schuldverhältnisse, 3. Aufl., Berlin 1900, § 101 I A ve I B 2.
Martinius ise, kümülâtif borç üstlenmeyi teminat amaçlı bir sözleşme olarak kabul etmekle birlikte, bu terimi
teminat amacıyla yapılan soyut borç ikrarı, borç vaadi ve teminat amaçlı kambiyo taahhütleri için bir üst kavram
olarak kullanmıştır. Bkz. Emil Martinius, die Form der kumulativen Schuldübernahme, Gruchot, 49, (s. 181-215),
1905, s. 181, vd. Bu açıklama ve atıflar için bkz. Schlicht, s. 43 dn. 16.
68 Anton Krettner, Die Schuldübernahme nach dem gesetzbuche vom 18 August 1896 mit Berücksichtigung des
gegenwärtig geltenden Rechtes und der bisherigen Rechtsentwickleung, München, 1899, s. 29; Stammler, das
Recht der Schuldverhältnise in seinen allgemeinen Lehren, Berlin 1897, s.206; Dernburg, s. 355; Carl Herz,
olarak kullanılan “kümülâtif borç üstlenme” terimine karĢı çıkarak, “borç üstlenme”
teriminin Alman Medeni Kanunu’nda kurtarıcı nitelikteki borç üstlenmeler (borcun nakli) için
kullanıldığını ve borca katılma için bu terimin kullanılmasının kanundaki terminolojiye uygun
düĢmediğini belirtmiĢlerdir69
. Bu sebeple, Alman Medenî Kanunu’nun yürürlüğe
girmesinden sonra konuya iliĢkin en önemli eserleri veren Westerkamp70
, terim olarak “borca
katılmayı (Schuldbeitritt), Reichel71
ise, birlikte borç üstlenmeyi tercih etmiĢtir.
Westerkamp ve Reichel’i tâkiben, o dönemde yapılan çok sayıdaki çalıĢmalarının etkisiyle,
1930’lu yıllardan itibaren Alman Hukuk doktrininde, kümülâtif borç üstlenme terimi, geniĢ
olarak değil, sadece bugünkü dar ve teknik anlamıyla (alacaklıya teminat sağlamak amacıyla
müteselsil borçlu olma Ģeklinde) anlaĢılmıĢ; bununla birlikte, doktrinde ve mahkeme
kararlarında bu terim terk edilerek, kümülâtif borç üstlenme yerine birlikte borç üstlenme ve
özellikle borca katılma terimi yerleĢmiĢtir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi72
, günümüzde gerek
Alman, gerek Ġsviçre ve Türk hukuklarında her üç terim de aynı anlamı ifade etmekte olup,
borca katılma terimi çoğunlukla tercih edilmektedir.
Beitrag zur Lehre von der Schuldübernahme, Cöthen, 1901, s. 27; Gustav Kleinecke, Schuldübernahme,
Erfüllungsübernahme und Vertrag auf Leistung an den Drittgläubiger in ihrem Verhältnis, Borna-Leipzig, 1907,
s, 17, vd.; Salinger, zur Frage der kumulativen Schuldübernahme, Archiv für Bürgerliches Recht, 28. Band,
1906, s. 81, vd.; Hans Pincus, Zur Lehre von den bürgschaftähnlichen Rechtsgeschäften, Rostock 1907, s. 13;
Arthur Nikisch, der rechtliche Charackter des schuldbeitritts, Leipzig 1911; s. 16 (bu eserlere ilişkin atıflar için
bkz. Schlicht, s. 44, dn. 154) ve ayrıca Westerkamp, s. 36; Reichel, s. 1, vd.
69 Heil, s. 4; Schollmeyer, s. 395; Eduard Goldmann/L. Lilienthal, Das Bürgerliche Gesetzbuch, Erster Band,
allgemeiner Teil und Recht der Schuldverhältnisse, 2. Aufl., Berlin 1903, § 122, s. 449 ; Planck, § 419, Anm. 1;
Westerkamp, s. 18; Hans Hermann Schmeideberg, Hypothekenübernahme und Schuldübernahme mit
besonderer Berücksichtigung der kumulativen Schuldübernahme, Greşfswald 1914, s. 22; Claudius Freiherr von
Schwerin, Über den Begriff der Rechtsnachfolge im geltenden Zivilrecht, München 1905, s. 67. Bu atıf için bkz.
Schlicht, s. 44 dn. 155.
70 Westerkamp, s. 1 ve 17,vd.
71 Reichel, Die Schuşd s. 1.
72 Bkz. Birinci Bölüm, II.
ĠKĠNCĠ BÖLÜM
BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN TANIMI, HUKUKÎ NĠTELĠĞĠ,
KURULMASI ve GEÇERLĠLĠK ġARTLARI
I. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN TANIMI ve ÖZELLĠKLERĠ
A. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN TANIMI ve BU TANIMDAN DOĞAN
BAZI HUKUKÎ SONUÇLAR
Borca katılma sözleĢmesi, borç iliĢkisine yabancı olan üçüncü kiĢinin (borca katılanın)
alacaklıyla veya ilk borçluyla akdettiği ve alacaklıya karĢı bağımsız borçlu sıfatını kazanarak,
borcun ifasından ilk borçluyla birlikte müteselsilen sorumlu olduğu sözleĢmedir73
. Tanımdan
anlaĢıldığı üzere; bu sözleĢmeyle borca katılan, alacaklı ile ilk borçlu arasındaki sözleĢme
iliĢkisine taraf olmamakta, diğer bir ifadeyle alacaklı ile ilk borçlu arasındaki sözleĢmeye
katılmamakta74
, kural olarak alacaklı ile akdettiği75
yeni bir sözleĢmeyle (borca katılma
73
Benzer bir tanım için Madaus, s. 7. Madaus verdiği tanımda, “borca katılanın ilk borçlunun yanında ikinci
borçlu olarak, bağımsız ve aynı derecede sorumlu olduğu sözleşme” ifadesini kullanmaktadır. Borca katılanın
bağımsız ve ikinci borçlu olarak sorumlu olması doğru olmakla birlikte; yazarın aksine, borca katılanın ilk
borçluyla aynı derecede sorumlu olmasının borca katılmanın varlığı için zorunlu bir unsur olduğu görüşüne
katılmıyoruz. Çünkü, borca katılmanın meydana getirdiği müteselsil borçluluğun varlığı için, borçluların
tamamının aslî borçlu sıfatını taşımaları zorunlu olmakla birlikte, edimin ifasından aynı derecede sorumlu olması
şart değildir. Dilerse, müteselsil borçlulardan birinden edimin ifasını hiç talep etmeyebilecek olan, hatta
borçlulardan birini dış ilişkide ibra edebilecek olan alacaklı ile müteselsil borçlulardan biri veya tamamı
arasında, alacaklının önce borçlulardan birinden talepte bulunacağı, ancak ifanın gerçekleşmemesi durumunda
diğer müteselsil borçludan talepte bulunabileceği yönünde bir anlaşma yapılabilir. Böyle bir anlaşma, söz
konusu borcun müteselsil borç olma özelliğini ortadan kaldırmamakta ve bu sözleşmeyi bir kefalet sözleşmesi
haline getirmemektedir. Çünkü bugünkü müteselsil borçluluk anlayışında, sorumluluğun birinci derecede
olması, müteselsil borcun varlığı için zorunlu bir unsur olarak görülmemektedir. Müteselsil borçlulukta ferîliğe
yer yoktur, fakat birincillik, diğer bir ifadeyle ilk borçluyla aynı derecede sorumluluk zorunlu değildir. Aynı
durum, borca katılma yoluyla gerçekleşen müteselsil borçluluk için de geçerlidir. Bu konu üzerinde, borca
katılmanın müteselsil borç doğurma özelliğini incelediğimiz bölümde durulacaktır. Açıklamalar için bkz. İkinci
Bölüm, I, B, 1.
74 Borca katılmanın sözleşmeye katılmadan farkı için bkz. III. Bölüm, IV.
75Borca katılma sözleşmesi, kural olarak alacaklı ile borca katılan arasında yapılan bir sözleşmedir. Bununla
birlikte, bu sözleşmenin, ilk borçlu ile borca katılan arasında, üçüncü şahıs (alacaklı) yararına sözleşme niteliğine
sahip olacak şekilde kurulması da mümkündür. Ne var ki, bu durum, istisnaî hallerde gerçekleşmekte ve esasen
borca katılmadan beklenen teminat sağlama amacını kendisinden beklenen şekilde gerçekleştirememektedir.
Bu sebeple biz, bundan sonraki açıklamalarımızda, borca katılan ile alacaklı arasında kurulan boca katılma
sözleĢmesiyle), alacaklıya karĢı borçlunun ediminin içerik olarak aynısını ifa etmeyi
alacaklıya taahhüt etmektedir. Diğer bir ifadeyle, borca katılma sözleĢmesi, borca katılanın
alacaklıyla akdettiği, ilk borçlu ile alacaklı arasındaki sözleĢmeden ayrı ve bağımsız bir
sözleĢmedir. Bu sözleĢmenin konusu, ilk borçlunun alacaklıyla arasındaki sözleĢmede
belirlenmiĢ olan ediminin aynısının, borca katılan tarafından alacaklıya ifa edilmesidir.
Böylece, borçlunun mevcut borcu, içerik olarak ikiye katlanmaktadır76
. Bu durum, borca
katılma sözleĢmesinin yapılması ânında, zorunlu olarak borca katılma sözleĢmesinin konusu
olan edimle, ilk borcun konusu olan edimin içerik olarak aynı olması sonucunu
doğurmaktadır. Diğer bir ifadeyle, ilk borç ile borca katılmadan doğan borç baĢlangıç
aĢamasında zorunlu olarak aynı içeriğe sahiptir. Çünkü, bu sözleĢmede, borca katılan
alacaklıya borçlunun edimini ikinci asıl borçlu sıfatıyla ifa etmeyi taahhüt etmektedir. Borca
katılan bu sözleĢmeyle, borçlunun edimini BK. 67 uyarınca ifa etmek isteyen üçüncü Ģahıs
değil, bizzat borçlu sıfatıyla bağımsız bir ifa taahhüdünde bulunmakta ve böylece borçlunun
edimini, kendi edimi hâline getirmektedir.
Borca katılmadan doğan borç, ilk borçla içerik olarak aynı olmakla birlikte, ayrı bir
sözleĢmeden doğan bağımsız bir borçtur. Fakat borca katılma sözleĢmesinin tarafları olan
alacaklı ve borca katılan, borca katılma sözleĢmesinin geçerli olarak kurulmasından sonra,
her zaman için karĢılıklı anlaĢarak borcun konusunu değiĢtirebilecekleri gibi, ifa aĢamasında
da ifa yerine edim anlaĢması yapabilirler. Aynı içeriğe sahip ve birbirinden bağımsız iki
borcun varlığı, devamları aĢamasında bu borçların ayrı hukuki kaderlere sahip olabilecekleri
anlamına gelmektedir. Bu iki borç, kendilerini doğuran sözleĢmeler, içerikleri ve hatta hukuki
kaderleri farklı olmalarına rağmen müteselsil borç olma niteliğine sahiptirler. Nitekim borca
katılma ile ilk borcun müteselsil borç oluĢturdukları aĢağıda ayrıntısıyla açıklanacaktır77
.
Borca katılma sözleĢmesi hakkında verdiğimiz tanımın sonucu olarak, bu sözleĢmenin
taraflarını teĢkil eden borca katılan ile alacaklı arasında yeni ve geçerli olarak kurulmasından
itibaren bağımsız bir borç iliĢkisi meydana gelmektedir. Doktrinde bir görüĢe göre, borca
katılma sonucunda alacaklı ile boca katılan arasında yeni bir sözleĢme iliĢkisi doğmaz; borca
katılan daha önce alacaklı ile borçlu arasında kurulmuĢ olan sözleĢme iliĢkisinde ikinci
sözleşmesini esas alacağız. İlk borçlu ile borca katılan arasında yapılan borca katılma sözleşmesi hakkındaki
açıklamalarımız için bkz. İkinci Bölüm; III, B, 1,b. Ve III, B, 2.
76 Bu ifade için Edenfeld, Offene Fragen das Schuldbeitritts zur Dauerschuld, JZ 1997, s. 1034.
77 Bkz. İkinci Bölüm, I, B, 1.
borçlu sıfatıyla yer alır. Böylece, alacaklı ile ilk borçlu arasındaki mevcut borç iliĢkisi, yeni
bir borçlunun (borca katılanın) katılımıyla geniĢlemiĢ olur78
. Bu görüĢe göre, borca katılma
alacaklı ile ilk borçlu arasındaki sözleĢmenin değiĢtirilmesine yol açar. Hatta borca katılma,
bu görüĢe göre hukukî nitelik itibarıyla, alacaklı ile borçlu arasındaki sözleĢmede, hukuki
iliĢkiye yeni bir borçlunun dahil edilmesi yoluyla değiĢiklik yapılmasından baĢka bir Ģey
değildir. Örnek olarak, alacaklı ile ilk borçlu arasında bir ödünç sözleĢmesi var ise, borca
katılan da, müteselsil olarak sorumlu olan ikinci bir ödünç alan sıfatını kazanmaktadır.
Bu görüĢe katılmak mümkün değildir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, borca katılan; edimin
ifasından tamamen ilk borçlu gibi sorumlu olmakla birlikte, borçlu ile alacaklı arasındaki
sözleĢmenin tarafı haline gelmez, borç iliĢkisine, yeni bir borçlu sıfatıyla dâhil olmaz, alacaklı
ile borca katılan arasında yeni bir borç iliĢkisi meydana gelir79
. Bu sebeple, ilk borçlunun
alacaklıya karĢı sözleĢmeden doğan haklarının hiçbirine sahip olamaz. Yukarıda vermiĢ
olduğumuz örneğe göre, borca katılan “ödünç alan” sıfatını kazanmadığı gibi, örnek olarak
ödünç sözleĢmesinde belirlenen para miktarının belirlenen tarihte kendisine ödenmesini talep
edemez. Borca katılan, sadece, alacaklı ile arasındaki borca katılma sözleĢmesinde borçlu
sıfatına sahip olur ve borçlu olması dolayısıyla sahip olduğu hakları kullanabilir. Örnek olarak
teminat amaçlı borca katılmalarda pek rastlanmasa da, borca katılma sözleĢmesinde kendisine
alacaklı tarafından bir karĢı edim taahhüt edilmiĢse, bunun ifasını isteyebilir, ya da ödünç
miktarını iade etmek istediğinde, bunu haklı bir sebep olmaksızın kabul etmeyen alacaklıya
karĢı alacaklı temerrüdü hükümlerine baĢvurabilir. Fakat, kendisine alacaklı tarafından
herhangi bir edim taahhüt edilmemiĢ olan borca katılan, örneğin alıcının satım
sözleĢmesinden doğan para borcuna katıldığında, alıcının satıcıya karĢı kullanabileceği
ödemezlik defini kullanamaz, ya da satıcının temerrüdü veya ayıplı mal teslimi durumunda,
satım sözleĢmesinin alıcı tarafı olmaya bağlı seçimlik hakları kullanamaz. Taraflar,
sözleĢmede borca katılan kiĢi için “ birlikte ödünç alan” sıfatını kullanmıĢ olsalar dahi, taraf
iradelerinden sadece bir borca katılma sözleĢmesinin yapıldığı anlaĢılmakta ise, BK 18
uyarınca, sözleĢmenin hukuki niteliğinin ve hükümlerinin belirlenmesinde tarafların sözleĢme
için yaptıkları yanlıĢ hukuki nitelendirme (falsa demonstratio) sonuç doğurmayacağından,
ortada yine bir borca katılma sözleĢmesinin bulunduğu kabul edilir. Borca katılanın, ikinci bir
78
Bu görüş için bkz. Bülow, Kreditsicherheiten, Rn. 1369 ; Lwowski, Kreditsicherung, Rn. 423.
79 Von Tuhr (Edege Çevirisi), s. 790.
borçlu olarak, borcun ifasından sorumlu olması içinse, bir sözleĢme değiĢikliği yapılarak,
alacaklı ile borçlu arasındaki sözleĢmeye dâhil olması ise zorunlu değildir.
Bu görüĢün kabul edilemeyeceğinin bir baĢka göstergesi, bir sözleĢmede değiĢiklik
yapılabilmesi için, o sözleĢmenin her iki tarafının da onayının gerekli oluĢudur. Bu durumda,
borca katılma sözleĢmesinden yeni bir borç iliĢkisinin doğmadığı ve borca katılmanın sadece
önceki sözleĢmede bir değiĢikliği ifade ettiği kabul edilirse, üçüncü kiĢinin borçlunun
yanında, ikinci borçlu sıfatını kazanabilmesi için, sadece alacaklı ile borca katılan arasında
bir sözleĢme yapılması yeterli olmayıp, bu sözleĢmenin ilk borçlu tarafından onaylanması
gerekecektir. Aynı Ģekilde, istisnaî hallerde söz konusu olsa da, borca katılmanın, ilk borçlu
ile alacaklı arasında akdedilen ve alacaklıya ifayı talep hakkı veren üçüncü Ģahıs lehine
sözleĢme Ģeklinde kurulduğu hallerde de, alacaklının onayı aranacaktır. Böylece alacaklı, ilk
borçlu ve borca katılandan herhangi birinin yer almadığı bir borca katılma sözleĢmesi
hükümsüz olacaktır. Ne var ki, bugün doktrinde ittifakla, borca katılmanın çoğunlukla
alacaklı ile borca katılan, bazen de ilk borçlu ile borca katılan arasında kurulan borca katılma
sözleĢmesiyle gerçekleĢtiği kabul edilmektedir. Özellikle, borca katılan ile alacaklı arasında
yapılan borca katılma sözleĢmesi sonucunda, borca katılanın ilk borçluyla birlikte müteselsil
borçlu haline gelmesi için, ilk borçlunun onayına ihtiyaç yoktur, hatta borçlunun rızası
hilâfına dahi borca katılma sözleĢmesi yapılabilir ve borca katılma yoluyla, ikinci borçlu ilk
borçluyla birlikte müteselsil borçlu olacaktır80
. Çünkü borçlunun hukuki durumu, borca
katılma sözleĢmesinden olumsuz etkilenmez.
Katılmadığımız bu görüĢün ileri sürülmesinin sebeplerinden biri de, açıkça ifade edilmese de,
kanaatimizce borca katılma sözleĢmesinde belirlenen edimin yanı sıra, borca katılma
sözleĢmesinin içeriğinin de, kural olarak ilk borçlu ile alacaklı arasındaki sözleĢmenin
hükümleriyle aynı olmasıdır. Bir örnekle somutlaĢtırmak gerekirse, alacaklı ile ilk borçlu
arasındaki satım sözleĢmesinden, alıcı için doğan para borcuna üçüncü kiĢinin katılması söz
konusu olduğunda, borca katılan ile alacaklı arasındaki borca katılma sözleĢmesinin
hükümleri, satıcı ile alıcı arasındaki satım sözleĢmesinde para borcunun ödenmesine iliĢkin
hükümlerle kural olarak aynıdır. Çünkü alacaklı ilk borçluyu hangi Ģartlarla sorumlu tutmak
istiyorsa, diğer borçluyu da yani borca katılanı da aynı Ģartlarla sorumlu tutmak ister.
Çoğunlukla taraflar yeni bir sözleĢme metni hazırlamazlar ve ilk borcun tâbi olduğu Ģartları
80
Von Tuhr (Edege çevirisi), s. 790.
aynen borca katılma sözleĢmesinde de kullanırlar, bu durum alacaklı için daha avantajlıdır.
Hatta borca katılma sözleĢmesinin tarafları, pratik bir yol olarak aynı sözleĢme metnini, borca
katılanın, “ilk borçlunun borcundan aynen sorumluyum” ya da “borcu üstleniyorum” Ģeklinde
bir ifadeyle ya da sözleĢme tarafı olarak değil sadece “müteselsil borçlu” sıfatıyla
imzaladığında, (tarafların baĢka bir sözleĢme değil, gerçekten borca katılma sözleĢmesi
yapma iradesini taĢımaları Ģartıyla) alacaklı ile borca katılan arasında kurulmak istenen borca
katılma sözleĢmesi, ilk borç ile aynı metin altında gerçekleĢmiĢ olmaktadır. Esasen burada,
aynı kefalette olabileceği gibi, aynı sözleĢme metninde birden fazla sözleĢme mevcut
olmaktadır. Bunlar ilk borcu doğuran satım sözleĢmesiyle, borca katılma sözleĢmesidir.
Ne var ki, borca katılmanın bu Ģekilde akdedilmesi zorunlu değildir. Borca katılan ile alacaklı,
yeni bir sözleĢme metninde borca katılma sözleĢmesini düzenleyebilirler. Bu sözleĢmede,
borca katılanın verdiğimiz örnekteki alıcı (ilk borçlu) ile satıcı (alacaklı) arasındaki satım
sözleĢmesinden doğan para borcunu, borca katılanın da üstlendiği kararlaĢtırılır. ĠĢte bu
sözleĢmede taraflar, borca katılanın ediminin alıcıyla (ilk borçluyla) aynı içerikte, yani aynı
miktarda para borcu olarak belirlemekle birlikte, borca katılanın bu borcu ödeme koĢullarını
ilk borçlu alıcıdan farklı olarak belirleyebilirler. Örneğin, alıcı para borcunu 1 Mart 2009
tarihinde ödeyecekken, borca katılanın bu borcu 1 Nisan 2009 tarihinde ödeyeceği
kararlaĢtırılabilir. Buna hukuken hiçbir engel yoktur. Bu sebeple, borca katılan ile alacaklı
arasında akdedilen bağımsız bir sözleĢme olan borca katılma sözleĢmesi, borçlu ile alacaklı
arasındaki satım sözleĢmesiyle aynı edimi içeren, fakat ondan ayrı ve bağımsız bir sözleĢme
olarak karĢımıza çıkmaktadır. Bu sözleĢmede, borca katılanın borcu, alıcıyla tamamen aynı
Ģartlarla tayin edileceği gibi, farklı tayin edildiğinde de, bir borca katılma sözleĢmesi mevcut
olmaktadır. Borca katılma, üçüncü kiĢinin, alacaklı ile ilk borçlu (verdiğimiz örnekte satıcı
ile alıcı) arasındaki sözleĢme iliĢkisine dâhil olması ve böylece bu sözleĢmede değiĢiklik
yapılması anlamına gelmemektedir. Borca katılma sözleĢmesi, alacaklı ile ilk borçlu
arasındaki sözleĢmeden ayrı ve bağımsız bir sözleĢme olup, borca katılanı ilk borçluyla
birlikte aynı edimin müteselsil borçlusu hâline getirmektedir. Fakat burada müteselsil
borçluluk, sadece alacaklı ile ilk borçlu arasındaki sözleĢmeden (örnekteki satım
sözleĢmesinden) değil, buna ek olarak, alacaklı ile ikinci borçlu (örnekteki satıcı ile borca
katılan) arasında akdedilen borca katılma sözleĢmesinden kaynaklanmaktadır ve bu sözleĢme
alacaklı ile ilk borçlu arasındaki hukukî iliĢkiden bağımsız, yeni bir borç meydana
getirmektedir. Ġlk borçla, borca katılmadan doğan borç arasındaki iliĢki ise; amaçsal olarak
borca katılmadan doğan borcun, ilk borcu temin etmek amacıyla meydana getirilmesi ve
nitelik olarak da her iki borcun müteselsil borç oluĢturmalarından kaynaklanmaktadır.
Sonuç itibarıyla, borca katılma sözleĢmesi, alacaklı ile borca katılan arasında akdedilen, borca
katılanı ilk borçluyla birlikte aynı borç için müteselsil borçlu haline getiren ve kural olarak tek
tarafa borç yükleyici niteliğe sahip bir sözleĢmedir. Bu sözleĢmedeki edimin içeriği, ilk borçlu
ile alacaklı arasındaki sözleĢmeyle belirlenen edimle tamamen aynıdır, çünkü borca katılma
sözleĢmesinde borca katılanın borcu, ilk borçlunun borcuna göre belirlenir. Bununla birlikte
borca katılma sözleĢmesi; tarafları arasında, ilk borçlu ile alacaklı arasındaki sözleĢmeden
bağımsız bir hukuki iliĢki ve yine bu borç iliĢkisinden bağımsız, yeni bir borç meydana
getirir. Konu itibarıyla aynı olan sözleĢme içerikleri, yapısal olarak birbirlerinden
bağımsızdır81
. Birbirinden bağımsız olan her iki borç arasındaki hukukî bağ, müteselsil borç
oluĢturmalarından ibarettir. GörüĢümüz çerçevesinde, borca katılan, alacaklı ile ilk borçlu
arasındaki sözleĢme iliĢkisine dâhil olmaz, fakat aynı edimin ifasından borçluyla birlikte
sorumlu olur. Böyle bir sözleĢme için, hukuken bir engel bulunmamakla birlikte; alacaklının,
borçlunun ve borca katılanın tümünün iĢtirak edecekleri bir sözleĢme değiĢikliğinin yapılması
zorunlu değildir ve nitekim tipik borca katılma sözleĢmesi de bu Ģekilde kurulmamaktadır.
B. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN ÖZELLĠKLERĠ
1. Borca Katılma SözleĢmesinin Müteselsil Borç Doğurucu Özelliği
Borca katılma kavramını açıklarken ve borca katılma sözleĢmesini tanımlarken sıkça
belirttiğimiz gibi, borca katılma sözleĢmesi, ilk borçluyla borca katılan arasında bir müteselsil
borç iliĢkisi meydana getirmektedir. Borca katılmanın müteselsil borç doğurucu özelliği,
doktrinde hiçbir itirazla karĢılaĢmamaktadır. Gerçekten, borca katılma, alacaklıya ilk borçluya
karĢı sahip olduğu alacak hakkını elde etmesinin tehlikeye düĢmesi ihtimâline karĢı bir
teminat sağlama amacını gütmektedir. Esasen, tüm müteselsil borç iliĢkilerinde mevcut olan
bu teminat amacı, borca katılmada daha da ön plâna çıkmaktadır. Çünkü borca katılan,
müteselsil borç iliĢkisi doğuran diğer hâllerden ayrı olarak, çoğunlukla hiçbir karĢı edim elde
etmeyerek, sadece alacaklıya teminat sağlama amacını gerçekleĢtirmek için bu sözleĢmeyi
81
Wiegelin, s. 8.
yapmaktadır. Borca katılmadaki bu teminat amacı, alacaklının her bir borçludan ayrı ayrı
değil, ancak bir defa olmak üzere elde etmesi sonucunu bünyesinde barındırmaktadır.
Diğer yandan, borca katılma sözleĢmesinin hükümlerinin incelendiği bölümde ayrıntılarıyla
ve gerekçeli olarak açıklayacağımız üzere82
, borca katılma sözleĢmesi, taraf iradelerinden
doğan müteselsil borçluluğun varlığı için kanunda aranan Ģartların tamamını bünyesinde
barındırmaktadır. Gerçekten, borca katılma sözleĢmesinin yapılmasıyla; aynı edimin ifası için
alacaklının karĢısında birden fazla borçlu (borca katılan ve ilk borçlu) bulunmakta, bu
borçlulardan her biri edimin tamamını ifa etmekle yükümlü olmakta, alacaklı edimi bir defa
elde etmek Ģartıyla bu borçluların dilediğinden talepte bulunabilmekte ve borçlulardan birinin
ifası ya da ifa yerini tutan davranıĢıyla borç sona ermektedir83
. Bu sebeple, borca katılmanın
müteselsil borç doğurucu özelliği konusunda hiçbir tereddüt söz konusu olmamaktadır. Borca
katılma sözleĢmesinin müteselsil borç doğurucu özelliği, bu Ģartları bünyesinde taĢımasından
dolayı, kanun gereği kendiliğinden gerçekleĢtiğinden, tarafların yaptıkları borca katılma
sözleĢmesinde, borca katılanın edimin ifasından ilk borçluyla birlikte müteselsilen sorumlu
olduğunu kararlaĢtırmalarına gerek bulunmamaktadır. Fakat BK. 141/1 hükmüne uygun
olarak, sözleĢmede borca katılanın, borcun tamamından sorumlu olmayı taahhüt etmiĢ olması
gerekir. Konuya iliĢkin olarak geniĢ açıklamayı, çalıĢmamızın borca katılmanın hükümlerini
incelediğimiz dördüncü bölümünde yapacağımızdan, burada sadece borca katılmanın teminat
amaçlı sözleĢmesel müteselsil borçluluk müessesesi olduğunu ve bu konuda doktrinde bir
fikir ayrılığı bulunmadığını belirtmekle yetiniyoruz.
2. Borca Katılma SözleĢmesinden Doğan Borcun Doğumu AĢamasında Ferî,
Devamında Bağımsız Bir Niteliğe Sahip Olması
Borca katılma, sözleĢmesi hem kavramsal açıdan hem de yapısal olarak, üçüncü kiĢinin
katılacağı, geçerli bir borcun varlığını gerektirir. YerleĢik görüĢün aksine, borca katılma
sözleĢmesinin kurulması ânında bu borcun mutlaka doğmuĢ olması Ģart değildir. Çünkü, borca
katılmanın türlerini incelerken açıklayacağımız üzere84
, ileride doğacak bir borca katılmak da
82
Bkz. Dördüncü Bölüm, I, A.
83 Müteselsil borçluluğun tanımı, şartları ve özelikleri için Bkz. Akıntürk, s. 35, vd.; Canyürek, s. 10, vd.
84 Borca katılma sözleşmesinin kuruluş ânına göre borca katılmanın türleri hakkında açıklamalarımız için İkinci
Bölüm, III, A.
hukuken mümkündür. Fakat, borç ister borca katılma sözleĢmesinin akdedildiği anda, ister
daha önce, isterse daha sonra doğacak olsun; geçerli bir borca katılma sözleĢmesi için geçerli
bir borcun varlığı Ģarttır ve borca katılma sözleĢmesi hükümlerini ancak, bu ilk borcun
doğumundan itibaren doğuracaktır. Katılınan borcun geçersiz olması ya da bazı hâllerde
sonradan geçersiz hâle gelmesi, borca katılma sözleĢmesinin de geçersizliği sonucunu
doğuracaktır. Zira, borca katılanın ifa edeceği borç geçerli olarak doğmamıĢ bulunmaktadır.
Bu durum, borca katılma sözleĢmesiyle ifası üstlenilen borcun, doğumu aĢamasında bir baĢka
borcun (alacaklı ile ilk borçlu arasındaki sözleĢmeden doğan borcun) geçerliliğine bağlı
olmasından dolayı ferîliğini ortaya koymaktadır. Buna doktrinde kuruluĢ aĢamasında ferîlik
adı verilmektedir85
. Doktrindeki baskın görüĢ de, borca katılmadan doğan borcun, doğumu
aĢamasında ferî olduğu yönündedir86
. Borca katılmadan doğan borcun, bu ilk aĢamadaki
85
Madaus, s. 25.
86Culmann, kumulative Schuldübernahme und Bürgschaft, s. 73; Kohte, s. 997; Reichel, s. 47;
Ennecerus/Lehmann, §84 IV 2; Staudinger/Kaduk, Vor. §414 Rn. 48 ; Möschel, Vor. §414 Rn. 13;
Ermann/Westermann, Vor §414 Rn. 6; Soergel/Zeiss, Vor §414 Rn. 7; Grüneberg, Bürgschaft und Schuldbeitritt,
s. 30. Azınlıkta kalan karşı görüşü savunan Kittlitz’e göre, taraf iradelerinden doğan bir müteselsil borçluluk hâli
olarak, kanun tarafından düzenlenmiş bir sözleşme olan borca katılma sözleşmesine müteselsil borçluluğa ilişkin
hükümler, hiçbir sınırlamaya tâbi olmaksızın doğrudan uygulanır. Bu sebeple, her borç, müteselsil borcun
niteliği gereği birbirinden kural olarak bağımsızdır ve kuruluş aşamasında bir ferîlikten söz edilemez. Çünkü, her
borç birbiriyle konu itibarıyla aynı olsa da, bağımsız içeriğe sahiptir. Fakat, sadece teminat amaçlı borca katılma
sözleşmesinden doğacak borcun, ilk borca göre ferî karakter taşıması söz konusu olabilir. Ne var ki, bu sonuç,
borca katılmanın yapısından değil, borca katılma sözleşmesinin teminat amacından kaynaklanır ve ancak
tarafların iradesi bu yönde ise bir ferîlik söz konusu olur. Taraflar teminat amaçlı borca katılma sözleşmesinde
kural olarak bunu isterler, fakat bu bir zorunluluk arzetmemektedir. Aynı yönde bkz. Franz
Leonhard,Allgemeines Schuldrecht des BGB, Erster Band des Schuldrechts, München und Leipzig 1929, s. 701
ve Hugo Kress, Lehrbuch des Allgemeinen Schuldrechts, München 1929, s. 604. Aynı görüşü savunan
Falkenstein’e göre, borca katılma, yeni bir borç doğuran hukuki ilişki olarak nitelendirildiğinde, müteselsil
borçlardan her biri diğerinden bağımsız olduğundan, ilk borcun geçerliliğine ihtiyaç kalmaz. Bkz.Hans,
Falkenstein, Schuldbeitritt und Schuldeintritt, Unterbegriffe der kumulativen Schuldübernahme, Marburg 1931,
s. 10. Maaβen ise, ilk borcun geçersiz olması hâlinde, işlem temeli mevcut olmayacağından, borca katılmadan
doğan borcun da geçersiz hâle geleceğini belirtmektedir. Bkz. Kurt Maaβen, die Schuldmitübernahme, als
originäre Gesamtschuldbegründung, Bonn 1932, s. 63. Kanaatimizce, Kittlitz’in görüşüne katılmak mümkün
değildir. Çünkü, bir borcun geçerli olup olmadığına bakılmaksızın, bir sonucun gerçekleşmesinin taahhüt
edilmesi yoluyla alacaklıya teminat sağlanması, teminat amaçlı garanti sözleşmesinin unsurudur. Tarafların,
böyle bir anlaşma yapmaları, borca katılma sözleşmesine bu niteliğini kaybettirerek, tarafların bir garanti
sözleşmesi akdetmiş olmaları sonucunu doğurur. Falkenstein’in görüşü ise, borca katılmanın yapısına ve
teminat amacına uygun olmayıp, borca katılma kavramını tanımayan kanunun, birlikte borç yüklenme
şeklindeki müteselsil borçluluğu esas aldığı gerçeğini göz ardı etmektedir. Son olarak, Maaβen’in görüşü, ilk
bakışta tutarlı gözükmekle birlikte, işlem temelinin bulunmaması hâlinde, sözleşme kendiliğinden geçersiz
olmayıp, hak sahibine daha çok fesih veya sözleşmeden dönme yetkisinin tanındığını göz ardı etmektedir. Diğer
yandan, ilk borcun geçersizliği hâlinde, işlem temelinin bulunmaması sebebiyle borca katılma sözleşmesi fesih
veya dönme yoluyla ortadan kaldırılabilecekken, borca katılmadan doğan borcun devamındaki bağımsızlığı
sebebiyle, borca katılma sözleşmesinin kurulması ânında söz konusu olmaksızın, borca katılmadan geçerli
ferîliği, bu sözleĢmeyi, müteselsil borçluluğun genelde rastlanan oluĢturulma Ģekli olan
birlikte borç üstlenmeden doğan müteselsil borçluluktan da ayırmaktadır. Zira, bu tür
müteselsil borçlulukta, her borcun varlığı ve geçerliliği, diğerinden bağımsız olup, bu
bağımsızlık hem borcun doğumu, hem de devamı aĢamasında kendisini gösterir.
Diğer yandan, bu ferîlik kendisini, borca katılanın alacaklıya borca iliĢkin olarak ileri
sürebileceği defîlerde de göstermektedir. Borca katılan, özellikle de doğmuĢ olan bir borca
sonradan katılma (mevcut borca katılma) Ģeklinde gerçekleĢen borca katılmalarda, borca
katılma ânında, borç hangi hukuki durum içindeyse, borcu o haliyle üstlenmiĢ sayılmaktadır.
Esasen bu durumun aksi de mümkündür, fakat aksi kararlaĢtırılmadığı sürece, borca katılan
nasıl ilk borcun ifa edileceği tüm Ģartlarla aynen bağlı ise, borcu da, borca katıldığı ân
itibarıyla bulunduğu duruma göre üstlenmiĢ sayılmaktadır. Bu yönden de borca katılma
sözleĢmesinden doğan borç, doğumu ânında ilk borçla ferîlik iliĢkisi içindedir.
Borca katılanın borcunun doğumu ânında mevcut olan ferîlik kefalet sözleĢmesinin aksine
süreklilik arzetmez. Borca katılanın borcu bir defa geçerli olarak doğduğu andan itibaren,
devamında bağımsız bir nitelik kazanır. Bu sonuç, bugün doktrinde hâkim olan, müteselsil
borçların her birinin, alacaklıyı tatmin etmek yönündeki aynı ekonomik ve hukukî amacı (ifa
amacını) taĢımalarıyla birlikte, hukuken birbirinden bağımsız oldukları görüĢünden
kaynaklanmaktadır. Ayrıca, özellikle ilk borcun geçersizliğinin borçlunun Ģahsından ziyade,
edimin objektif niteliğinden (hukuka aykırılık, ahlâka aykırılık, baĢlangıçtaki objektif
imkânsızlık) kaynaklandığı hâllerde, borca katılan ilk borçlu ile aynı edimi ifa edeceğinden,
bu geçersizlik sebepleri, borca katılma sözleĢmesini de kendiliğinden geçersiz hâle
getirecektir. Fakat, ilk borcun bünyesinde, baĢlangıçtaki bir sebebe dayanmaksızın, sonradan
gerçekleĢen geçersizlik sebepleri, borca katılma sözleĢmesinin geçerliliğini etkilemeyecektir.
Bu konudaki açıklamalarımızı, daha ayrıntılı olarak, ferîlik açısından borca katılmanın
geçerlilik Ģartları ve bağımsızlık açısından borca katılmanın hükümleri baĢlıkları altında
inceleyeceğimizden87
, burada sadece borca katılmadan doğan borcun doğumunda ferî,
devamında ise bağımsız bir nitelik arzettiğini belirtmekle yetiniyoruz
olarak bir borç doğmasından sonra ortaya çıkan ve işlem temelinin çökmesine yol açan hâllerde, borca katılana
sözleşmeden dönme veya sözleşmenin feshi yetkisi verilemeyeceğinden, bu durum kanaatimizce tutarsızlığa ve
adaletsizliğe yol açacaktır.
87 Borca katılma sözleşmesinin geçerlilik şartı olarak ilk borcun geçerliliği hakkında bkz. İkinci Bölüm, IV, B, 2 ve
borca katılmadan doğan borcun devamındaki bağımsızlığı hakkında bkz. Dördüncü Bölüm, IV, B, 2.
3. Borca Katılma SözleĢmesinin, Kanunda Düzenlenmeyen (Atipik) Bir
Teminat SözleĢmesi Olması
a.Borca katılma SözleĢmesinin Kanunda Düzenlenmeyen Bir Teminat
SözleĢmesi Olması
Borca katılma sözleĢmesinin türlerini incelediğimiz bölümde ayrıntılı olarak açıklanacağı
üzere88
, borca katılma sözleĢmesi üçüncü kiĢi tarafından ya alacaklıya teminat vermek
amacıyla, ya da borçlunun borcunu iç iliĢkide üstlenmek, borçluyu borcundan kurtarmak
amacıyla yapılır. Uygulamada en çok görülen ve mahkeme kararlarına da en çok konu olan
borca katılma türü ise teminat amaçlı borca katılmadır. Hatta borcun üstlenilmesi amaçlı
borca katılmalara ise mahkeme kararlarında neredeyse rastlanmaz. Borca katılma
sözleĢmesinin borca katılan ile borçlu arasında akdedilip, alacaklıya edimi talep hakkı tanıyan
bir tam üçüncü Ģahıs yararına sözleĢme niteliğini taĢıdığı hallerde dahi, sözleĢmenin tarafları
çoğunlukla, alacaklıya edimin ifa edilmeme riskini bertaraf etmeye yönelik bir teminat verme
amacını taĢırlar.
Üçüncü kiĢinin, alacaklıya teminat vermek amacıyla borçlunun edimini üstlenmesi anlamına
gelen ve böylece borca katılanı, alacaklıya karĢı, ilk borçluyla aynı edimi ifa etmeye yönelik
kiĢisel bir borç altına sokan borca katılma sözleĢmesinin89
bir teminat sözleĢmesi olduğu,
bugün doktrinde90
neredeyse ittifakla kabul edilmektedir. Gerçekten, çoğunlukla alacaklının
88
Bkz. İkinci Bölüm, III, B, 1 ve 2.
89 Çalışmamız sadece teminat amaçlı borca katılma sözleşmesini incelemek olduğundan, borca katılma terimini,
sadece teminat amaçlı borca katılmayı içerecek şekilde kullanmaktayız. Bu sebeple, sürekli olarak teminat
amaçlı borca katılma ifadesini kullanmıyoruz. Nitekim, Alman Hukukunda borca katılmaya ilişkin tüm
monografik eserlerde, bu ayrım yapılmakla birlikte, esasen teminat amaçlı borca katılma ele alınmakta, bununla
birlikte bu hukuk çevresindeki genel eserlerde ve mahkeme kararlarında borca katılma terimi kullanıldığında,
esasen teminat amaçlı borca katılmalar kastedilmektedir. İsviçre ve Türk Hukuklarında ise , herhangi bir
monografik çalışmada bağımsız olarak ele alınmamış olan borca katılma konusuna ilişkin genel eserlerdeki
açıklamalarda ve mahkeme kararlarında ise, bu ayrımdan hiç bahsedilmediğinden, borca katılma teriminden
sadece teminat amaçlı borca katılma sözleşmesi anlaşılmaktadır. Nitekim borca katılmaya ilişkin hemen hemen
tüm açıklamalarda, bu sözleşmenin kefalet sözleşmesinden farkı üzerinde durulmaktadır. Bkz. Reisoğlu, Kefalet,
s. Tandoğan, Borçlar Hukuku, II, s. 702, vd ; Özen, Kefalet, s.10. Akıntürk ise müteselsil borçluluk kurumunu
monografik olarak incelediği eserinde, borca katılmanın, müteselsil borçluluktan farkını ele almıştır. Bkz.
Akıntürk, s. 74, vd. Sonuç itibarıyla; Türk, İsviçre ve Alman Hukukunda borca katılma terimi kullanıldığında,
sadece teminat amaçlı borca katılma sözleşmesi kastedilmektedir.
90 Alacaklının karşı karşıya olduğu edimi elde edememe riskini üstlenmek, bu edimi güvence altına almak için
yapılan borca katılma sözleşmesinin, en çok rastlanan borca katılma türü olarak bir teminat sözleşmesi olduğu
hakkında bkz. Borca katılma sözleşmesinin, garanti sözleşmesi gibi geniş anlamda teminat sözleşmesi olduğu
borçludan edimi elde edememesi tehlikesini bertaraf etmek amacıyla yapılan borca katılma
sözleĢmesinin, bir teminat sözleĢmesi olmadığını kabul etmek mümkün değildir. Böylece
borca katılma sözleĢmesi, baĢkasına ait bir borç için güvence vermeyi amaçlayan kiĢisel bir
teminat sözleĢmesi özelliğine sahip bulunmaktadır. Borca katılma sözleĢmesine uygulanacak
hükümlerin tespiti açısından, bu sözleĢmenin kanun tarafından düzenlenmiĢ bir sözleĢme olup
olmadığının, diğer bir ifadeyle isimsiz bir sözleĢme olup olmadığının belirlenmesi öncelikli
olarak önem taĢımaktadır.
Borca katılma sözleĢmesinin kanunda düzenlenen (isimli) bir sözleĢme olup olmadığı, isimsiz
bir sözleĢme olarak kabul edildiğinde de, isimsiz sözleĢme kategorilerinden hangisine dâhil
kabul edilmesi gerektiği, konunun en çok ele alındığı Alman Hukukunda dahi çok tartıĢmalı
ve kesin çözüme kavuĢturulamamıĢ bir konudur. Doktrinde savunulan bir görüĢe göre, taraf
iradelerine dayanan bir müteselsil borçluluk hâli olan borca katılma sözleĢmesi, kanun
tarafından müteselsil borçluluğa iliĢkin hükümlerle düzenlenmiĢ olup, bu hükümler borca
katılmaya doğrudan doğruya uygulanacağından, bu sözleĢmenin kanun tarafından
düzenlenmeyen bir sözleĢme olarak kabulü mümkün değildir. Bu görüĢün gerekçesi, Türk ve
Ġsviçre Hukukları’nda mevcut olmayıp, Alman Hukuku’nda geçerli olan, birlikte borç altına
girenler arasındaki teselsül karinesini düzenleyen hükme dayanmaktadır91
.
Doktrinde baskın görüĢ ise, borca katılma sözleĢmesinin, bağımsız bir hukuki kurum olarak
kanunda düzenlenmeyen ve kanunda düzenlenen diğer sözleĢme tiplerinden birine de
girmeyen atipik bir teminat sözleĢmesi olduğunu ve varlık sebebinin, borçlar hukukuna hâkim
olan sözleĢme özgürlüğü ilkesine dayandığını kabul etmektedir92
.
hakkında bkz. Tandoğan, Borçlar Hukuku, I/1, s. 6; Tandoğan, Garanti Mukavelesi, s. 5; Yavuz, Özel Hükümler, s.
17; Özen, Kefalet, s. 43 dn.106. Borca katılmanın ana , işlevinin teminat olmadığı görüşü için bkz. Develioğlu, s.
320.
91 Bu görüş için; Kittlitz, s. 14, 28. Yazar, Alman Hukukunda dahi kabul görmeyen bu görüşünü, birlikte borç
altına giren kimselerin, kural olarak müteselsil borçlu olacakları kuralını içeren, BGB §427’de düzenlenen
teselsül karinesine dayandırmaktadır. Türk ve İsviçre hukuklarında, BK. 141/2 (OR. 143/2) hükmü, birlikte borç
altına giren birden fazla kişi arasında teselsülün ancak kanundan veya taraf iradelerinden doğacağını
düzenlediğinden, birlikte borç altına girenler için teselsül karinesi öngörülmemiştir. Bu sebeple, Kittlitz’in
gerekçesi, Türk ve İsviçre Hukukları açısından geçerli değildir. Bununla birlikte, borca katılma sözleşmesi taraf
iradelerinden doğduğuna göre, Türk Hukuku’nda bu görüşün savunulabilmesi için, teselsülün taraf
iradelerinden doğabileceğini düzenleyen BK. 141 hükmü bir gerekçe teşkil edebilir. Ne var ki, bu yöndeki bir
görüşe katılmak kanaatimizce yukarıda açıkladığımız sebeplerle mümkün değildir. Bkz. İkinci Bölüm, I, B, 3.
92 Sözleşme özgürlüğü ilkesi hakkında geniş açıklamalar için bkz. Hasan Erman, Borçlar Hukukunda Akit
Serbestisi ve Genel Olarak Sınırlamaları, İÜHFM 1973, s. 601, vd
Borca katılma sözleĢmesinin isimsiz sözleĢme olduğu yönündeki hâkim fikre biz de
katılıyoruz. Borca katılma kavramını açıklarken de belirttiğimiz gibi; Türk, Ġsviçre ve Alman
hukuklarındaki kanun hükümlerinde borca katılma kavramına rastlanmadığı gibi, borca
katılma sözleĢmesi; bağımsız bir sözleĢme tipi olarak baĢta Borçlar Kanunu’nun özel borç
iliĢkilerinin düzenlendiği ikinci bölümünde (BK.182-544) ve diğer kanunlarda
düzenlenmemiĢtir. Diğer yandan, bu sözleĢme baĢta Borçlar Kanununda ve diğer kanunlarda
düzenlenmiĢ bulunan sözleĢme tiplerinden hiçbirine girmemektedir. Bilindiği üzere isimsiz
sözleĢmeler, Borçlar Kanunu’nun özel hükümlerinde ve diğer kanunlarda, sözleĢmeye tipini
veren unsurlarıyla (tip unsurlarıyla) ve türü itibarıyla düzenlenmeyen sözleĢmelerdir93
.
Konumuzu teĢkil eden teminat amaçlı borca katılma sözleĢmesi de, sahip olduğu teminat
sözleĢmesi özelliğiyle ve meydana geldiği an itibarıyla ferî, devamı bakımından bağımsız
borç doğuran; borca katılanı, borç iliĢkisine dâhil olmaksızın sadece alacaklıyla veya sadece
borçluyla akdettiği sözleĢmeyle aslî müteselsil borçlu hâline getiren tip unsurlarıyla kanunda
bağımsız bir sözleĢme olarak düzenlenmediği gibi, yine unsurları itibarıyla kanunda yer alan
benzer amaçlı sözleĢmelerin hiçbirine de girmemektedir. Bu sebeple, kanaatimizce borca
katılma sözleĢmesi, isimsiz (atipik) bir teminat sözleĢmesidir94
.
93
Tanım için bkz. Alper Gümüş, Borçlar Hukuku Özel Hükümler, Cilt 1, İstanbul 2008, s. 5.
94 Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nın 200. maddesinde, borca katılma sözleşmesine ilişkin bir düzenlemeye yer
verilmiştir. “Borca Katılma” başlığını taşıyan hüküm şu şekilde kaleme alınmıştır:
“Borca katılma, mevcut bir borca borçlunun yanında yer almak üzere, katılan ile alacaklı arasında yapılan ve katılanın, borçlu ile birlikte borçtan sorumlu olması sonucunu doğuran bir sözleşmedir.
Borca katılan ile borçlu, alacaklıya karşı müteselsilen sorumlu olurlar.”
Belirtmemiz gerekir ki, tasarının kanunlaşması dahi, borca katılmayı, bağımsız bir sözleşme tipi olarak kanunda düzenlenmiş, isimli bir sözleşme hâline getirmeyecektir. Zira, tanımdan da anlaşılacağı üzere, bir kanun hükmünde, belirli bir sözleşmenin adının geçmesi, o sözleşmeyi bir isimli sözleşme hâline getirmeye yetmemektedir. Bir sözleşmenin böyle bir nitelik kazanabilmesi için, aslî edim yükümleri üzerinden, asgarî hüküm ve sonuçlarıyla düzenlenmiş olması gereklidir (Bu ifade için bkz. Gümüş, Özel Hükümler, s. 6.). Bununla birlikte, yapılan düzenlemede, o sözleşmeyi teşkil eden kendine özgü unsurların ve o sözleşmeden doğabilecek ve uygulamada rastlanabilecek bazı hukuki sorunların da kanaatimizce ele alınması gereklidir(Bkz. Tandoğan, Borçlar Hukuku, I/1, s. 12). Nitekim, Borçlar Kanunu’nun özel borç ilişkilerinin düzenlendiği bölümünde yer alan satım, kira, kefalet, yayın gibi tipik sözleşmelere ilişkin hükümler bu niteliğe sahiptirler. Tasarıdaki hüküm ise, sadece sözleşmeyi tanımlamış ve müteselsil borç doğurduğunu ifade etmiştir. Ne var ki, borca katılmanın teminat sözleşmesi niteliğine özgü geçerlilik şartları ve yine teminat sözleşmesi niteliğine bağlı, doktrinde en çok sorun yaratan problemleri içeren hükümleri düzenlenmemiştir. Çünkü borca katılma sözleşmesi, müteselsil borca ilişkin hükümlerin ancak teminat sözleşmesi özelliği imkân verdiği ölçüde uygulanmasını mümkün kılar. Diğer bir ifadeyle, borca katılmanın asgarî hüküm ve sonuçları müteselsil borçluluktan ibaret değildir. Bu sözleşmenin rücu, borca katılan tarafından ileri sürülebilecek defiler, zamanaşımı gibi problemlerinin çözümünde, müteselsil borca ilişkin hükümler yetersiz kalmaktadır. Bununla birlikte, tasarının, İsviçre, Alman ve Fransız hukuklarından farklı olarak borca katılma terimine, bir borç üstlenme çeşidi olarak yer vermesi olumlu bir gelişmedir.
Diğer yandan, borca katılma sözleĢmesinin hükümleri açısından, bu sözleĢmesinin doğurduğu
borcun, müteselsil borç niteliğine sahip olduğunun tespiti ve kanunda müteselsil borcu
düzenleyen hükümlerin varlığı; bu sözleĢmenin kanun tarafından düzenlenen, diğer bir
ifadeyle tipik bir sözleĢme olduğunun kabulünü mümkün kılmamaktadır. Bu tespitimizin
sebepleri Ģöyle açıklanabilir:
Öncelikle, Borçlar Kanunu’nun müteselsil borçluluğu düzenleyen hükümleri (BK 141-148),
bir sözleĢme tipine iliĢkin değil, alacaklıya ifa edilecek borcun hukuki niteliğine iliĢkin
hükümlerdir. Nitekim, BK. 141’de de belirtildiği üzere, bu hükümler, teselsülün taraf
iradelerinden olduğu kadar kanundan doğduğu hallerde de uygulanacaktır. Diğer yandan,
müteselsil borcu doğuran tek sözleĢme borca katılma da değildir. Borca katılma sözleĢmesi,
tüm müteselsil borçluların tek bir sözleĢme iliĢkisiyle, hep birlikte borç üstlendikleri
müteselsil borçluluktan farklıdır.
Gerçekten, müteselsil borca iliĢkin hükümler, esasen tüm borçluların, borcun doğumundan
itibaren müteselsil borçlu olmalarını esas almıĢ ve bu anlayıĢa göre düzenleme getirmiĢtir.
Örnek olarak kanundaki defi ve rücu iliĢkileri, her bir borcun doğumundan itibaren tamamen
birbirlerinden bağımsız oldukları anlayıĢı esas alınarak düzenlenmiĢtir. Bu düzenlemeler
esasen borca katılma sözleĢmesinin yapısına ve teminat sözleĢmesi özelliğine uygun
düĢmemektedir. Müteselsil borçluluk, baĢlangıçtan itibaren tüm borçların birbirinden
bağımsız olduğunu esas alan bu özelliği itibarıyla, kuruluĢu aĢamasında ferî bir özellik
gösteren borca katılmadan ayrılan bir hukuki kurumdur. Borca katılmanın hükümleri ise, aynı
zamanda bir teminat sözleĢmesi olması özelliğine bağlı hukuki sonuçlar olup, sözleĢmenin
müteselsil borç meydana getirmesinden ibaret değildir. Esasen müteselsil borca iliĢkin
hükümler, borca katılma sözleĢmesinden doğan; borca katılan, ilk borçlu ve alacaklı
arasındaki üç köĢeli borç iliĢkisini yeterince düzenlemekten uzaktır ve çoğunlukla aynı amacı
taĢıyan teminat sözleĢmelerine ait hükümlerden, özellikle de benzer bir yapıya sahip kefalet
sözleĢmesine iliĢkin hükümlerden kıyasen yararlanılmasını gerektirmektedir95
. Bu sebeplerle,
95 Borca katılma sözleşmesinin yapı ve amaç itibarıyla kefalet sözleşmesine çoğu zaman ayırt edilemeyecek
kadar yakın olduğu ve kefalet sözleşmesine ilişkin hükümlerin kıyasen uygulanabileceği yönünde bkz. Madaus,
Bartels, s. 35.
esasen borca katılmayı bir sözleĢme tipi olarak düzenlemeyen, Borçlar kanunumuzdaki
müteselsil borçluluk hükümlerinin varlığı, borca katılma sözleĢmesinin kanunda düzenlenen
bir sözleĢme tipi olarak kabulünü mümkün kılmamaktadır.
b. Borca Katılma SözleĢmesine Uygulanacak Hükümlerin Tespiti
Borca katılmanın isimsiz bir sözleĢme olduğu tespit edildikten sonra yapılması gereken, bu
sözleĢmenin isimsiz sözleĢmelerin hangi türüne ait olduğunu belirlemektir. Doktrinde, borca
katılma sözleĢmesinin kanunda düzenlenmeyen bir sözleĢme olduğu kabul edilmekle birlikte,
bir isimsiz sözleĢmelerden hangisine dâhil olduğu konusu üzerinde pek durulmamaktadır.
Doktrinde baskın görüĢ, borca katılmanın karma sözleĢme olduğu yönündedir. Bu görüĢü
savunan yazarların büyük çoğunluğu, borca katılma sözleĢmesini, iĢlem hayatında bir
sözleĢme tipi oluĢturacak kadar sıkça uygulanarak standartlaĢmıĢ bir karma sözleĢme96
olduğunu belirtmektedirler97
. Bununla birlikte bu sözleĢmeyi kendine özgü (sui generis) bir
sözleĢme olarak nitelendiren yazarlar da bulunmaktadır98
.
Kural olarak tek tarafa borç yükleyen borca katılma sözleĢmesi; borca katılan için baĢlangıçta
(doğumu itibarıyla) ilk borca ferî olarak bağlı, devamında ise ilk borçtan tamamen bağımsız
nitelikte bir edim yükümlülüğü doğurmaktadır. Borca katılma sözleĢmesinin isimsiz sözleĢme
kategorilerinden hangisine dâhil olduğunu belirlenmesinde, göz önünde bulundurulacak
unsurlar, borca katılanın ediminin bu niteliğidir.
96
Bu ifade için bkz. Gümüş, Özel Hükümler, s. 25. Palandt/Heinrichs, işlem hayatında sıkça kullanılarak
standartlaşmış sözleşmelerin, ekonomik hayattaki ihtiyaçlardan kaynaklanan, tarafların tipik sözleşmelerin
yapısından faydalanarak, kanunda düzenlenmeyen yeni bir sözleşme tipi meydana getirdikleri sözleşmeleri
ifade ettiğini belirtmektedir. Yazara göre bu sözleşmeler garanti sözleşmesi gibi kendine özgü sözleşme
niteliğine veya çoğunlukla rastlandığı gibi, karma sözleşme niteliğine sahip olabilmektedirler. Açıklama ve
örnekler için bkz. Palandt/Heinrichs, §305 N. 12.
97 Esser, s. 54; Enneccerus/Lehmann, s. 392; Heck, s. 245; Bartels, s. 35; Staudinger/Löwisch, §305 N. 26;
Soergel/Wolf, §305 N. 25; Emmerich, §311 N. 40; Ermann/Battes, Einl. §305 N. 14; Jauernig/Vollkommer, §311
N. 25; Palandt/Heinrichs, §305 N. 12.
98 Tandoğan, s. 687.
Esasen doktrinde, karma ve kendine özgü sözleĢme kavramlarından ne anlaĢılması gerektiği
konusunda dahi tartıĢmalar mevcuttur. Bir görüĢe göre kendine özgü sözleĢme, kendisini
oluĢturan unsurların, kısmen veya tamamen kanunun öngördüğü sözleĢme tiplerinin
hiçbirinde bulunmadığı sözleĢmelerdir99
. Diğer görüĢe göre, bir sözleĢmenin kendine özgü
sözleĢme, unsurlarının kısmen değil, tamamen kanunda düzenlenen hiçbir sözleĢmede yer
almadığı, bu unsurların yine kanunda öngörülmeyen bir tarzda bir araya getirildiği ve böylece
yepyeni bir hukuki iliĢki oluĢturan sözleĢmelerdir100
. Bu görüĢe göre, taraflar kanunda
düzenlenen sözleĢmelerin tipik edimlerine, esaslı noktalarına tamamen yabancı, yeni bir
sözleĢme tipi meydana getirirler101
.
Ġsimsiz sözleĢmelerin baĢka bir türü olan karma sözleĢmeler hakkında yapılacak tanım da bu
konuda benimsenecek görüĢe bağlı olmaktadır. Bir görüĢe göre karma sözleĢme; kanunda
düzenlenmiĢ olan veya olmayan (isimli veya isimsiz) farklı sözleĢme tiplerine ait unsurların,
bir araya getirilmiĢ olduğu, kanunda düzenlenmemiĢ bulunan sözleĢmelerdir102
. Bu görüĢe
göre, diğer tüm isimsiz sözleĢmeler kendine özgü (sui generis) sözleĢmelerdir. Diğer görüĢe
göre; karma sözleĢmeler, sadece kanunda düzenlenen (isimli) sözleĢmelerde yer alan
unsurların, kanunda öngörülmeyen bir tarzda bir araya getirildiği sözleĢmelerdir103
. Bu görüĢe
göre ise, kanunda düzenlenmiĢ ve düzenlenmemiĢ sözleĢme tiplerine ait unsurların, tek bir
sözleĢme yapısı altında biraya getirildiği sözleĢmeler kendine özgü sözleĢmelerdir104
.
99
Bkz. Tandoğan, Borçlar Hukuku, I/1, s. 13; Yavuz, s. 24.
100 Osman Berat Gürzumar, Franchise Sözleşmeleri, İstanbul 1994, s. 20 ; Serozan, kendine özgü sözleşmeleri
atipik sözleşmelerin en üst basamağında yer alan, bünyesinde hiçbir tanıdık edimin rastlanmadığı, yasal tipe
büsbütün yabancılaşmış sözleşmeler olarak nitelendirmektedir. Bkz. Serozan , s. 54. Gümüş de bu görüşe
paralel olarak, kendine özgü sözleşmenin içerdiği unsurların, kanunda düzenlenen hiçbir sözleşmede yer
almayan, tamamen yeni bir oluşumu meydana getiren sözleşmeler olduğu, bu anlamıyla kendine özgü
sözleşmelerin tam bir özgünlüğü ifade ettiği görüşündedir. Kendine özgü sözleşme kavramına ilişkin olarak farklı
yaklaşımlara göre yapılan ayrımlar için bkz. Gümüş, Özel Hükümler, s. 16.
101 Serozan, Özel Bölüm, s. 54.
102 Guhl/Merz/Koller, §40 N. III ; Gürzumar, s. 20 dn.125 ; Hatemi/Serozan/Arpacı, s. 44 ; Gümüş, Özel
Hükümler, s. 12. Bu görüşte : Serozan, Özel Bölüm, s. 53 ; Gürzumar, s. 20 dn. 125.
103 Guhl/Merz/Koller, §40 N. III ; Gümüş, Özel Hükümler, s. 12. Bu görüşteki yazarlara örnek olarak : Erden
Kuntalp, Karışık Muhtevalı Akit, Ankara , 1971, s. 102 ; Tandoğan, Borçlar Hukuku, I/1, s. 69 ; Yavuz, Özel
Hükümler, s. Yavuz, s. 21.
104 Bu ifade için bkz. Gümüş, Özel Hükümler, s. 12.
Doktrinde yerleĢmiĢ bulunan görüĢ uyarınca, karma sözleĢmeler ve kendine özgü sözleĢmeler
haklarında kanunda bir hüküm bulunmadığından, hâkim karma veya kendine özgü niteliğe
sahip isimsiz bir sözleĢmeye iliĢkin somut bir hukuki problemle karĢılaĢtığında mahkeme
içtihatlarıyla oluĢturulan âdet hukukunu uygulayacak; eğer bu sözleĢme uygulamada sıkça
rastlanan bir standart sözleĢme olarak mahkeme içtihatlarına hakkında içtihat yoluyla adet
hukuku oluĢturulabilecek derecede konu olmamıĢsa, bu sözleĢmeler hâkimin hukuk yaratma
faaliyetine konu olacaktır. Hâkim, hukuk yaratma faaliyetinde bulunurken, nitelikleri izin
verdiği ölçüde benzer sözleĢmelere iliĢkin hükümleri kıyasen uygulayacak, yeri geldiğinde
Borçlar Hukukunun genel ilkelerine baĢvuracak, sözleĢmeyi iĢlerde yaygın teamüller ve
iyiniyet kurallarına göre yorumlayacaktır. Bu bağlamda, hem kendine özgü sözleĢmeler, hem
de karma sözleĢmelerde, uygulanacak hükümlerin tespitinde yaratma ve kıyas yöntemi
(görüĢü) izlenmelidir. Bu yöntem esasen MK.1 hükmünde öngörülen düzenlemeye de
uygundur105
.Bu yöntem izlendiğinde, karma sözleĢme ve kendine özgü sözleĢme ayrımı
yapmanın pratik önemi kalmayacak ve ayrımın silikliğinin oluĢturduğu hukuki güvensizlik de
ortadan kalkacaktır106
. Hâkim hukuk yaratırken, önce kıyas yoluyla hukuk boĢluğunu
doldurmak üzere uygulanmaya elveriĢli pozitif bir hukuk kuralının bulunup, bulunmadığını
araĢtırmalıdır. Yapılan araĢtırmada böyle bir kuralın varlığını tespit ederse, hâkim, hukukun
genel ilkeleriyle boĢluk doldurmak ya da büsbütün orijinal kural yaratmak yerine, tespit edilen
hükmü kıyasen uygulamak zorundadır107
.
Kanaatimizce de izlenmesi gereken yöntem olarak yaratma ve kıyas görüĢü kabul
edildiğinde, borca katılma sözleĢmesinin hangi kategoriye ait bir isimsiz sözleĢme tipi
105
Açıklamalar için bkz. Gürzumar, s. 20 dn. ; Yavuz, s. 25.
106 Doktrindeki bir başka yaklaşıma göre, isimsiz sözleşmelerdeki boşluk, benzer sözleşmelerde sıklıkla ortaya
çıkabilecek olağan bir sorun ise, hâkim hukuk yaratarak sorunu çözecek, eğer çözümün genelleştirilmesine
müsait olmayan, bireysel çözüm gerektiren bir sorunsa, hâkim tarafların farazî iradesine göre çözüm
üretecektir. Bkz. Gümüş, Özel Hükümler, s. 28. Diğer yönden belirtilmelidir ki, Gürzumar’ın da açıkladığı üzere
(Gürzumar, s. 20 dn. 125), soğurma görüşü (en yakın sözleşme hükümlerinin uygulanması) karma sözleşmelere
uygulanacak hükümlerin tespitinde belirlenecek bir yöntem olarak izlenirse, karma ve kendine özgü sözleşme
ayrımı yapılmasının pratik önemi devam edecektir. Alman Hukukunda, soğurma görüşünü savunanlar da
bulunmaktadır. Bkz. Bartels, s. 36 ; Gernhuber, s. 169, vd. Bu açıdan da borca katılma sözleşmesinin ne tür bir
isimsiz sözleşme olduğunun tespiti önem taşımaktadır. Nitekim Alman Hukukunda Bartels, borca katılma
sözleşmesinin, karma bir sözleşme olduğunu ve soğurma görüşünün kabul edilmesi gerektiğini, bu sebeple
borca katılmaya en yakın sözleşme tipi olan sözleşmenin devrine ilişkin hükümlerin uygulanması gerektiğini
savunmaktadır. Bkz. Bartels, s. 36.
107 Seyfullah Edis, Medenî Hukuka Giriş ve Başlangıç Hükümleri, Ankara 1997 ; s. 145. Hâkimin hukuk yaratırken
izlemesi gereken yöntem ve hukuk yaratmanın biçimleri hakkında açıklamalar için bkz. Edis, s. 136, vd.
olduğunun belirlenmesi pratik önem taĢımasa da, teorik yönden bu incelemenin yapılması
gereklidir. Borca katılma sözleĢmesinde, taahhüt edilen edimin baĢlangıçtaki ferî niteliği,
Borçlar Kanunu’nun 483-504. maddeleri arasında düzenlenmiĢ bulunan kefalet
sözleĢmesinde, kefile ait aslî edim yükümlülüğünün ferî niteliğini aynen taĢımaktadır. Bu
sebeple, borca katılma sözleĢmesinin kanunda düzenlenmiĢ tipik sözleĢmelerden hiçbirinde
bulunmayan unsurları taĢıdığı söylenemez. Bununla birlikte borca katılma sözleĢmesi, bir
teminat sözleĢmesi skalası içinde değerlendirilirse; bir tarafta olarak, asıl borca bağlılığı
yönünden en uçta bulunan kefalet sözleĢmesiyle, teminat verenin ediminin baĢlangıçtan
itibaren, asıl borç iliĢkisinden tamamen bağımsız olduğu garanti sözleĢmesi arasında yer alan
bir teminat sözleĢmesidir. SözleĢmenin kurulması aĢamasında, borca katılmadan doğan
borcun, ilk borcun geçerliliğine bağlı olması yönünden kefalete ait ferîlik unsurunu taĢıyan
borca katılma sözleĢmesi, borcun varlığını devam ettirmesi aĢamasında, ilk borcu doğuran
borç iliĢkisinden, ilk borçta meydana gelecek geçersizlik sebeplerinden ve ilk borca iliĢkin
tüm defilerden tamamen bağımsızlığı da garanti sözleĢmesine ait unsurları bünyesinde
barındırmaktadır108
.
Bu yönden, borca katılma sözleĢmesinin unsurlarının, nitelik açısından kendisine en yakın
özellikleri taĢıyan kefalet sözleĢmesine ait ferilik ve teminat amaçlı garanti sözleĢmesine ait
bağımsızlık unsurlarını, adeta bir tip kaynaĢması meydana getirecek Ģekilde, birbirine
eklemlenmiĢ olarak bünyesinde taĢıdığı anlaĢılmaktadır. Diğer bir ifadeyle, borca katılma
sözleĢmesi, isimli bir sözleĢme olan kefalet sözleĢmesiyle, isimsiz (kendine özgü) bir
sözleĢme olarak kabul edilen teminat amaçlı garanti sözleĢmesinin unsurlarının birbirine
karıĢtığı, eklemlendiği, veya kaynaĢtığı isimsiz bir sözleĢme olarak karĢımıza çıkmaktadır109
.
Bu durumda, isimsiz bir sözleĢme olan borca katılma sözleĢmesine iliĢkin nitelendirme,
karma sözleĢme kavramına iliĢkin görüĢlerden hangisinin kabul edildiğine göre değiĢecektir.
Eğer, karma sözleĢme, klâsik görüĢe uygun olarak, sadece kanunda düzenlenen sözleĢmelerin
unsurlarının kanunda düzenlenmeyen bir Ģekilde bir araya getirilmesi olarak tanımlanırsa;
108
Bartels’e göre ise, Alman Medeni Kanunu’nun özel hükümleri değerlendirildiğinde, borca katılmanın daha
çok sözleşmeye katılmaya ilişkin unsurları bünyesinde bulundurduğu görülmektedir. Bu görüşe katılmadığımız
gibi, bizim hukukumuzda ve İsviçre Hukukunda sözleşmeye katılmaya ilişkin hüküm kanunda yer almadığından,
bu görüşün Türk ve İsviçre Hukukları açısından geçerliliği bulunmamaktadır.
109 Çeşitli tipteki sözleşmelerin birbirine kaynaştığı bir sözleşme olduğuna ilişkin olarak yanı görüşte Bartels, s.
36. Yazarın, borca katılma sözleşmesinin yapısına ilişkin görüşü hakkındaki açıklamamız için bkz. Çalışmamızın
110 numaralı dipnotu.
borca katılma sözleĢmesi, kanunda düzenlenmeyen teminat amaçlı garanti sözleĢmesine ait
bağımsızlık unsurunu barındırdığı için “kendine özgü (sui generis) sözleĢme” olarak
nitelendirilecek110
; buna karĢılık, isimli sözleĢme olsun veya olmasın birden fazla sözleĢmeye
ait unsurların kanunda öngörülmeyen bir tarzda bir araya getirildiği sözleĢmeler karma
sözleĢme olarak kabul edilecekse, bünyesinde isimli sözleĢme olan kefalet ve isimsiz
sözleĢme olan teminat amaçlı garanti sözleĢmesine ait unsurları barındırdığı için borca
katılma sözleĢmesi bir karma sözleĢme türü olarak, doktrinde kullanılan çeĢitli terimlerle;
“çeĢitli tiplere ait unsurların birbirine karıĢtığı karma sözleĢme”111
, “tip kaynaĢması Ģeklinde
oluĢan karma sözleĢme”112
veya “kaynaĢık sözleĢme”113
olarak nitelendirilecektir.
Açıkladığımız gibi, biz karma ve sui generis sözleĢmelere uygulanacak hükümlerin tespiti için
yaratma ve kıyas görüĢünü benimsediğimizden, yapılacak nitelendirmenin bizim açımızdan
pratik bir önemi bulunmamaktadır. Bununla birlikte biz, kanunda hiçbir unsuruyla
düzenlenmeyen sözleĢmeleri kendine özgü sözleĢme olarak nitelendirmeyi uygun
bulduğumuzdan, görüĢümüz çerçevesinde, borca katılma sözleĢmesini, çeĢitli tiplere ait
unsurların birbirine karıĢtığı karma sözleĢme olarak nitelendirmekteyiz. Bununla birlikte,
hangi görüĢ kabul edilirse edilsin, değiĢmeyen bir hukuki gerçek vardır ki, teminat amaçlı
borca katılma sözleĢmesi bugün doktrinde neredeyse ittifakla atipik bir teminat sözleĢmesi
olarak kabul edilmektedir ve bu sözleĢmeye iliĢkin bir hukukî sorunla karĢılaĢıldığında,
bünyesine uygun düĢmek koĢuluyla, öncelikli olarak kefalet sözleĢmesine iliĢkin
hükümlerden kıyasen yararlanmak suretiyle hukuki çözümler üretilmektedir114
II. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN HUKUKÎ NĠTELĠĞĠ
110
Gerekçesini açıkça belirtmese de, Tandoğan’ın borca katılma sözleşmesini, teminat amaçlı garanti
sözleşmesiyle birlikte kendine özgü sözleşme olarak nitelendirmesinin (bkz. Tandoğan, Borçlar Hukuku, II, s.
687) sebebinin, karma sözleşme kavramına ilişkin olarak klâsik görüşe taraftar olmasından kaynaklandığı
söylenebilir.
111 Bkz. Tandoğan, Borçlar Hukuku, I/1, s. 72 ; Yavuz, Özel Hükümler, s. 23.
112Serozan, s. 53. Bu ifade Alman Hukukunda bu terim için kullanılan “Typenverschmelzung” teriminin karşılığını
oluşturmaktadır. Terim için bkz. Bartels, s. 36.
113 Gümüş, Özel Hükümler, s. 15.
114Borca katılma sözleşmesine, bünyesine uygun düştüğü ölçüde kefalet sözleşmesine ait hükümleri
uygulanacağı hakkında bkz. 256.
A. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN BORÇLANDIRICI ĠġLEM
NĠTELĠĞĠ
Borca katılma sözleĢmesinin borçlandırıcı iĢlem niteliği, tanımı gereği kendiliğinden
anlaĢılmaktadır. Zira, borç iliĢkisinin dıĢında yer alan üçüncü kiĢinin, borçlunun edimini
üstlenerek kendi edimi olarak ifa etmeyi taahhüt etmesi, borca katılanı alacaklıya karĢı, aynı
borçtan sorumlu olan ilk borçlunun yanında, sözleĢmeden doğan kiĢisel bir borç altına
sokmaktadır. Bununla birlikte, borca katılma sözleĢmesinin, borcun nakli sözleĢmesinde
olduğu gibi, alacaklının ilk borçluya karĢı sahip olduğu alacak hakkını etkilediği kabul
edilirse, bu sözleĢmenin bir tasarruf iĢlemi olduğu nitelendirmesinde de bulunmak
gerekecektir. Böyle bir etki, tasarruf iĢlemi kavramının tanımına uygun olarak, borca katılma
sözleĢmesinin, alacaklının ilk borçluya karĢı sahip olduğu kiĢisel hak niteliğindeki alacak
hakkı üzerinde, bu hakkı devreden, sınırlayan, ortadan kaldıran veya içeriğini değiĢtiren bir
doğrudan etki meydana getirmesihâlinde söz konusu olacaktır.
Alman Hukukunda yirminci yüzyılın ilk yarısında, borca katılmanın tasarruf iĢlemi niteliğine
sahip olduğu yönünde görüĢler ileri sürülmüĢtür. Hellwig tarafından ortaya atılmıĢ olan ve
halefiyet görüĢü115
olarak adlandırılan eski bir görüĢe göre, borcun naklinde borç tümü
itibarıyla bir borçludan diğerine geçmekte ve bu iĢlem tam anlamıyla bir tasarruf iĢlemi
olduğuna göre; borca katılmada da, ilk borçludan ikincisine (borca katılana) çoğalmak
suretiyle halefiyet oluĢturacak Ģekilde, kısmi bir borcun nakli niteliği görülmektedir. Bu
sebeple, borca katılmada alacak hakkının tamamı değil, bir kısmı üzerinde gerçekleĢtirilen bir
tasarruf iĢlemi bulunmaktadır116
. Bugün bazı yazarlar, borca katılmada borcun nakline yakın
115
Sukzessionstheorie olarak adlandırılan bu teori için bkz. Kittlitz s. 65.
116 Bkz. Konrad Hellwig, die Verträge auf Leistung an Dritte, Berlin 1899, s. 176, vd. Bu görüş, daha sonra
Salinger (Zur Frage der Kumulativen Schuldübernahme, Archiv für Bürgerliches Recht 28, 1906, s. 81),
Westerkamp (s. 224, vd.), David (Albert David, Kann die kumulative Schuldübernahme als abstraktes
Schuldversprechen gesehen werden?, Das Recht 1903,s. 356), Gierke (Otto von Gierke, Schuldnachfolge und
Haftung, insbesondere kraft Vermögensübernahme, FS. Für von Martitz, Berlin 1911, s. 32), Oertmann ( Paul
Oertmann, Mitunterzeichnung des Mietvertrages durc die Ehefrau des Mieters, DJZ 1913, s. 403) tarafından da
savunulmuştur. Bununla birlikte o dönem doktrininde; ayni sözleşme, soyut aynî sözleşme ve tasarruf
sözleşmesi kavramlarının aynı anlamda kullanıldığı, bu durumun Alman Medeni Kanunu’nun 01.01.1900 yılında
yürürlüğe girmesinde önce, tasarı gerekçesinde alacağın temlikinin ve ibra sözleşmesinin soyut aynî sözleşmeler
olarak nitelendirilmesinden kaynaklandığı (bkz. Motive zu dem Entwurfe eines Bürgerlichen Gesetzbuches für
das Deutsche Reich, Band II, Recht der Schuldverhältnisse, Berlin 1896) belirtilmektedir. Yazarlara yapılan
atıflar ve açıklamalar için bkz. Kittlitz, s. 65 dn. 218
bir sözleĢme niteliği görmekte ve bu sözleĢmenin saf bir borçlandırıcı iĢlem niteliğine sahip
sözleĢme olmadığı görüĢündedirler117
. Fakat bu görüĢ bugün azınlıkta kalmaktadır.
Borca katılmanın, saf bir borçlandırıcı iĢlem olmadığını savunan bir diğer görüĢ Wormit
tarafından ileri sürülmüĢ olup, etkileme teorisi118
olarak adlandırılan bu görüĢe göre, bu
sözleĢmenin tasarruf iĢlemi niteliği, borca katılma sözleĢmesinden doğan borcun ilk borçla
birlikte müteselsil borç meydana getirmesinden ve alacak hakkını etkilemesinden
kaynaklanmaktadır. Ġlk borcun doğumu sırasında mevcut olmayan ve borca katılma
sözleĢmesinin yapılmasıyla oluĢan müteselsil borçluluk, alacaklının hukuki durumunu
zayıflatmaktadır. Alacaklı, sonradan müteselsil borçlu olan borca katılanın yaptığı takasla
edimin ifasından yoksun kalabileceği gibi, yeni borçlunun kendisini alacaklı temerrüdüne
düĢürmesi de söz konusu olabilecektir119
.
Her iki görüĢe de katılmak mümkün değildir. Halefiyet görüĢü, dayanağı olmayan bir hukuki
konstrüksiyona, bir varsayıma dayanmaktadır. Borca katılma sözleĢmesi sonucunda doğan
borç, borcun ilk borçludan diğerine geçmesinden ve borca katılanın bir tür halef olmasından
değil, alacaklı ile borca katılanın aynı içeriğe sahip ve bir defa edilmekle sona erecek bir
edimin ifası konusunda yaptıkları boca katılma sözleĢmesinden kaynaklanmaktadır. Bu yeni
bir borç olup, alacaklı ile ilk borçlu arasındaki borç iliĢkisi ve bu iliĢkiden doğan borç
üzerinde, herhangi bir değiĢtirici, devredici, sınırlayıcı veya ortadan kaldırıcı doğrudan etki
meydana getirmemektedir. Diğer yandan, borca katılmada borcun kısmen üstlenilmesi söz
konusu olmayıp, borçlunun ediminin borca katılan tarafından tamamen aynı kapsam ve
içerikte üstlenilmesi söz konusudur. Öyle ki, her bir borçlu edimin tamamından sorumlu
olmaktadır.
Etki teorisi açısından ise, bu görüĢü ileri süren yazarların savunduklarının aksine, borca
katılma sözleĢmesi sonucunda, alacaklıya ifa edilecek borcun müteselsil borç niteliği
117
Wolfgang Grunsky, Beteiligung Mehrerer am Schuldverhältnis, Vahlens Rechtsbücher, Reihe Zivilrecht, Band
1, Grundlagen des vertrags und Schuldrechts, München 1974, s. 615 ; Palandt/Thomas, Einf. v. §765 Rn.2.
Bununla birlikte bugün, Palandt/Heinrichs bu görüşü paylaşmamaktadır. Bkz. Palandt/Heinrichs, Vor §414 Rn.2.
118Einwirkungstheorie olarak adlandırılan bu teori için bkz. Kittlitz, s. 66.
119 Heinz Wormit, Bürgschaft und Schuldbeitritt, Marburg 1929, s. 20. Wiegelin, müteselsil borçluluğun
meydana getirdiği her iki borç üzerindeki toplu etkinin, kanunda düzenlenen kapsamının taraflar arasındaki
anlaşma yoluyla genişletildiği hallerde bu durumun sözkonusu olacağını belirtmektedir. Bkz. Wiegelin, s. 29. Bu
görüşün kabulü hâlinde, borca katılma sözleşmesi bazı hallerde tasarruf işlemi niteliğinde olup, diğer bu niteliği
taşımayacaktır. Bu ise, hukuki niteliğin belirlenmesi açısından çelişki içermektedir.
kazanması alacaklının durumunu zayıflatmaz. Öncelikle, müteselsil borçluluk sonucunda
alacaklı aynı edimin ifasını talep edebileceği yeni bir borçlu kazanmaktadır ve bu sonuç onun
hukuki durumunu zayıflatmaz, tersine kuvvetlendirir.
Diğer yandan, borca katılmadan alacaklı için yeni bir borç doğması, alacaklının iradesi
dıĢında da gerçekleĢmez. Buna göre alacaklı, bir oldubittiye mâruz kalıp, karĢısında görmek
istemediği bir kiĢiyi müteselsil borçlu olarak görerek onun takasına da muhatap olmaz. Borca
katılmadan doğan borcun, alacaklıyla borca katılan arasında akdedilen borca katılma
sözleĢmesinden doğduğu hallerde, alacaklı kendi arzusuyla bu sözleĢmeyi yapmaktadır. Bu
durum, ancak borca katılma sözleĢmesinin, alacaklının haberi olmaksızın, borca katılanla ilk
borçlu arasında, üçüncü Ģahıs (alacaklı) lehine bir borcun üstlenilmesi sözleĢmesi (borcun iç
yüklenimi, borçtan kurtarma vaadi) yapıldığı ve alacaklıya edimin ifasını talep hakkı tanındığı
hallerde söz konusu olacaktır. Gerçekten, ilk borçlunun, alacaklıya karĢı baĢka bir hukuki
iliĢkiden kaynaklanan aynı nitelik ve kapsamda bir alacak hakkına sahip bulunan borca
katılanla bir borcun üstlenilmesi sözleĢmesi yaptığında ve bu sözleĢmeden alacaklıya borcu
üstlenene karĢı bir talep hakkı tanındığında, borcu üstlenen de alacaklıya karĢı ilk borçluyla
aynı edimin ifasından sorumlu olacak ve borç borçlulardan birinin ifasıyla sona erecektir.
Böylece oluĢan müteselsil borçluluğun sonucunda, ikinci borçlu (borcu üstlenmek suretiyle
borca katılan) alacaklıya karĢı takas iĢlemini gerçekleĢtirerek, alacaklının ilk borçludan doğan
alacağını da sona erdirebilecektir.
Bu anlamda, ilk bakıĢta alacaklının iradesi bulunmaksızın böyle bir sonucun gerçekleĢmesi,
onun hukuki durumunu zayıflatıyor gibi gözükse de, gerçekte durum böyle değildir. Türk
Hukuku’nda, Alman Hukukunun aksine120
bu konuda açık bir hüküm bulunmasa da,
doktrinde tam üçüncü Ģahıs yararına sözleĢmelerde, lehine talep hakkı tanınan üçüncü Ģahsın,
lehine doğan bu alacak hakkını edimi red açıklamasında bulunmak yoluyla geçersiz
kılabileceği ve böylece bu alacak hakkını kazanması sonucunun gerçekleĢmesini
önleyebileceği kabul edilmektedir. Pozitif hukukumuzda konuyu doğrudan doğruya
düzenleyen açık hüküm bulunmasa da, bu hak; yasal ve atanmıĢ mirasçıların mirası red
120
Alman Medeni Kanunu’nun 333. Paragrafında (BGB §333), tam üçüncü şahıs yararına sözleşmelerde, üçüncü
şahısa edimi red açıklamasında bulunma hakkı açıkça tanınmaktadır. Hüküm bu beyanın yapılmasıyla hakkın
kazanılmamış sayılacağını düzenlemektedir.
hakkını düzenleyen MK. 605 hükmünün genelleĢtirilmesinden ve kimseye iradesi dıĢında
kazandırma yapılamayacağı ilkesinden çıkarılmaktadır121
.
Diğer yandan, takas durumunda borcun sona ermesi borca katılma sözleĢmesinden değil, bu
sözleĢmeden ayrı bir hukuki iĢlem olan takas beyanından kaynaklanır. Tasarruf iĢlemi
niteliğine sahip olan iĢlem borca katılma değil takastır. Alacaklı temerrüdü ise, alacaklının
edimin ifasını haklı bir sebep bulunmaksızın reddetmesi durumunda oluĢan bir hukuki
durumdur ve alacaklı temerrüdünün varlığı tek baĢına alacak hakkı üzerinde etki etmez, borcu
sona erdirmez. Esasen, takas ve alacaklı temerrüdü, ilk borç açısından da gerçekleĢebilecek
ihtimâllerdir. Ayrıca bu hallerde, alacaklı hak etmediği olumsuz bir durumla karĢı karĢıya
kalmamaktadır. Takasta, alacaklı zaten ifa etmek zorunda olduğu bir edimin karĢılığı olarak,
aynı nitelikteki baĢka bir edimin ifasından yoksun kalmakta, alacaklı temerrüdünde ise,
kendisine usûlüne uygun bir Ģekilde teklif edilen ifayı haklı bir sebep bulunmaksızın
reddetmektedir. Bu sebeple, alacaklının bu hâllerde, hukuki durumunun olumsuz
etkilendiğinden bahsedilmemek gerekir.
Sonuç itibarıyla, borca katılma, daha önce de açıkladığımız gibi, borca katılanın, alacaklı ile
ilk borçlu arasındaki, sözleĢmeden doğan hukuki iliĢkiye dâhil olması ve bu sözleĢmenin
borçlu tarafına yeni bir kiĢinin eklenmesi suretiyle, sözleĢmede değiĢiklik yapılması anlamına
gelmemektedir. Borca katılan ile alacaklı arasında akdedilen borca katılma sözleĢmesi
sonucunda, ilk borcu doğuran sözleĢmenin yanında yeni bir hukuki iliĢki ve bu hukuki
iliĢkiden borca katılan için yeni ve geçerli olarak doğumundan sonra ilk borçtan bağımsız bir
borç meydana gelmektedir. Borca katılma sözleĢmesinin yapılması ve borcun doğumu,
alacaklı ile ilk borçlu arasındaki borç iliĢki ve bu iliĢkiden doğan alacak hakkı üzerinde hiçbir
doğrudan etki göstermez. Sadece bu iki borçtan birinin ifa edilmesiyle diğeri de sona
erecektir, ki bu da esasen dıĢ iliĢkide hem borçlunun, hem de alacaklının hukuki durumunu
sadece olumlu bir yönde etkilemektedir. Alacaklının ilk borçluya karĢı sahip olduğu alacak
hakkı üzerinde ise, doğrudan bir hukuki etki meydana getirmez. Sadece bu alacağın yanında,
ayrı bir sözleĢmeden yeni bir alacak hakkı doğmaktadır ve bu durum sadece alacağın talep
121
Üçüncü şahsın edimi red açıklamasında bulunma hakkı kavramına ve bu hakkın Türk ve İsviçre Hukuklarında,
açık kanun hükmü bulunmasa dahi tanınması gerektiği yönündeki açıklamalar için bkz. Akyol, s. 192, vd.
edilebilirliğini güçlendiren bir etki yaratmaktadır122
. Açıkladığımız sebeplerle borca katılma,
saf borçlandırıcı iĢlem niteliğinde bir sözleĢmedir123
.
B. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN SEBEBE BAĞLI HUKUKĠ
ĠġLEM NĠTELĠĞĠ ve HUKUKĠ SEBEBĠNĠN BELĠRLENMESĠ
1. Borca Katılma SözleĢmesinin Sebebe Bağlılığı
Borca katılma sözleĢmesinin borçlandırıcı iĢlem niteliğine sahip olduğu modern doktrinde
ittifakla kabul edilmekle birlikte, sebebe bağlı mı yoksa soyut bir borçlandırıcı iĢlem mi
olduğu konusunda aynı birliktelik söz konusu değildir.
Bilindiği üzere hukukî sebep (causa); kazandırıcı iĢlemle doğrudan doğruya tâkip edilen ve
kazandırmaya hukukî karakterini vererek ona uygulanacak hukuk kurallarını tâyin eden yakın
ve tipik amaçtır124
. Burada tarafların tek taraflı amaçları değil, üzerinde sarih veya zımnî
olarak anlaĢtığı amaç esas tutulur125
. Tarafların kazandırmanın amacına iliĢkin bu anlaĢmaları
sebep anlaĢması olarak adlandırılır126
.
Taraflarca takip edilen ve üzerinde uyuĢulan bu hukukî amaç (hukukî sebep), kazandırıcı
iĢlemin bir parçası haline getirilmiĢse, kazandırmanın sebebe bağlı (illî) olduğundan
bahsedilir. Bu durumda kazandırmanın geçerli olması için geçerli bir hukukî sebebin mevcut
olması Ģarttır. Buna karĢın hukukî sebep, kazandırmayı içeren hukuki iĢlemin (geniĢ anlamda)
olgusundan çıkarılmıĢ, kazandırma hukukî sebepten soyutlanmıĢ ise, kazandırıcı iĢlem
soyuttur. Bu durumda, kazandırma hukukî sebebi geçerli olmasa dahi geçerli olur ve hüküm
122
Bu anlamda, doktrinde borca katılmanın, garanti ve kefalet sözleşmeleri gibi alacak hakkını güçlendiren
birlikte sorumluluk doğurduğundan bahsedilmektedir. Staudinger/Kaduk, Einl. §414 N. 36 ; Staudinger/Rieble,
§414 N. 22.
123 Reichel, s. 161; Wiegelin, s. 28; Palandt/Heinrichs, Vor. §414 N.2 ; Staudinger/Rieble, §414 N. 23; Bartels, s.
43 ; Madaus, s. 70 ; Kittlitz, s. 67 ; Schürnbrand, s. 18. Ayrıca NJW 1991 , s. 3095.
124Kocayusufpaşaoğlu/Hatemi/Serozan/Arpacı Borçlar Hukuku Genel Bölüm Birinci Cilt: Necip
Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar Hukukuna Giriş-Hukukî İşlem-Sözleşme, İstanbul 2008, s. 117 ; Rona Serozan,
Medeni Hukuk Genel Bölüm, İstanbul 2004, s. 248.
125 İsmet Sungurbey, Borç İkrarı ve Borç Vaadi, İstanbul 1957, s. 4.
126 Kocayusufpaşaoğlu, s. 117.
ifade eder127
. Soyut hukuki iĢlemlerde, hukuki iĢlemin içeriğinden tarafların hangi amaçla
kazandırmada bulundukları anlaĢılamaz, bu anlamda sebepten yoksundurlar128
Bu bağlamda, borçlandırıcı iĢlem niteliğindeki kazandırıcı hukukî iĢlemlerde hukuki sebep
(causa), her zaman bir iç causa129
olarak hukuki iĢlemin içinde, âdeta bir çekirdek olarak yer
alır. Tarafların kazandırmayı yaparken izledikleri amaç, yapılan hukuki iĢlemden ayrı
düĢünülemez ve borçlanma iĢlemi, kazandırma sebebini bünyesinde ayrılmaz bir biçimde
taĢımaktadır. Borçlanma iĢlemi, kendi dıĢında mevcut olan ve baĢka bir iĢlemde yatan bir
hukukî sebebin varlığına ihtiyaç göstermez130
. Hukuki sebep, bizatihi sözleĢmenin içinde,
kendisindedir131
. Bunun istisnası olarak, BK. 17 uyarınca geçerli olan soyut borç ikrarı (veya
borç vaadi) olarak gösterilmektedir. Kıymetli evrak hukuku uyarınca düzenlenen soyut borç
senetleri de (örnek olarak bono) aynı niteliktedir. Gerçekten hüküm, niteliği tartıĢmalı
olmakla birlikte, sebebi gösterilmeden yapılan, hukuki sebepten soyutlanmıĢ olarak yapılan
borç ikrarını geçerli kabul etmektedir.
Borçlandırıcı iĢlem nitelindeki borca katılma sözleĢmesinin hukuki sebebe bağlı olup
olmadığı sorunu da, bu sözleĢmenin diğer borçlandırıcı iĢlemler gibi, hukuki sebebini bir iç
127
Kocayusufpaşaoğlu, s. 119.
128 Madaus, s. 72.
129Doktrinde hukuki sebep (causa) kavramı, kendi içinde iç ve dış causa ayrımına tâbi tutulmaktadır. İç causa,
hukuki işlemin içinde yer alan ve bu hukuki işleme niteliğini veren , tarafların amaç olarak belirledikleri causayı
ifade eder. Dış causa ise, hukuki işlemin dışında kalır ve daha çok kazandırmanın amacına ulaşmasına yönelik bir
fonksiyon ifa etmektedir. Örneğin tasarruf işlemlerinde, borçlandırıcı işlem bir dış causa olarak tasarruf
işleminin dışında yer alır. Eğer tasarruf işlemin geçerliliği (taşınmaz mülkiyetinin geçişinde olduğu gibi) bir dış
causa niteliğindeki borçlandırıcı işlemin geçerliliğine bağlı ise, borçlandırıcı işlemin geçersizliği tasarruf işlemini
de geçersiz kılar ve tasarruf işleminin amaçladığı kazandırma gerçekleşmez. Bununla birlikte, eğer tasarruf
işlemiyle yapılan kazandırmanın geçerliliği, borçlandırıcı işlemin (dış causanın) geçerliliğine bağlı değilse,
tasarruf işlemi geçerli olsa dahi, yine de tasarruf işleminin yöneldiği kazandırma amacı gerçek anlamda, kalıcı
bir şekilde gerçekleşmez, zira bu kazandırma, lehine kazandırma yapılanın malvarlığında sebepsiz zenginleşme
oluşturur. Bu anlamda dış causa, yapılan kazandırmanın elde tutulması için geçerli bir sebep (Behaltensgrund)
teşkil eder. Roma Hukukunda, özellikle Julianus ve Ulpianus arasındaki çekişmeden beri tartışılmakta olan iç
ve dış causa kavramlarının içeriğinin ve niteliğinin belirlenmesine ilişkin en aydınlatıcı çalışmanın Günter Jahr
tarafından gerçekleştirildiği ifade edilmektedir. Bkz. Günter Jahr, Zur iusta causa traditionis, SavZ (Rom. Abt.) 80
(1963), s. 141i vd. Bu atıf ve açıklamalar için bkz. Bartels, s. 61, vd. çalışmamızın bu bölümünde incelediğimiz
sebebe bağlılık, bir borçlandırıcı işle niteliğinde olan borca katılma sözleşmesinde, hukuki sebebin bir iç causa
olarak borca katılma sözleşmesinin içinde yer alıp almadığıdır.
130 Serozan, Medeni Hukuk, s. 249.
131 Kocayusufpaşaoğlu, s. 119.
causa olarak bünyesinde taĢıyıp taĢımadığının belirlenmesi; diğer bir ifadeyle bu sözleĢmenin,
hukuki sebebinden soyut olarak borç doğurucu özelliğinin bulunup bulunmadığının
tespitinden ibarettir.
Belirtmemiz gerekir ki, borçlandırıcı iĢlemin sebebe bağlılığının ne anlama geldiği
konusunda, doktrinde birlik söz konusu olmakla birlikte, borca katılma sözleĢmesinin sebebe
bağlı olup, olmadığına iliĢkin görüĢler incelendiğinde, yabancı doktrinde hukuki sebep
kavramının içeriğine yönelik tartıĢmaların halen devam ettiği anlaĢılmaktadır. Hukuki sorun,
tarafların üzerinde anlaĢmıĢ olsalar dahi, tarafları iĢlem yapmaya yönelten hangi amaçların
hukuki sebebin belirlenmesinde esas alınacağı tartıĢmalıdır. Borca katılma sözleĢmesinin
sebebe bağlı olup, olmadığının belirlenmesinde varılacak sonuç, benimsenecek görüĢe göre
değiĢmektedir.
Reichel, hukuki sebep kavramını, sebepsiz zenginleĢme hukukundaki, bugün anlaĢıldığı
anlamdaki hukuki sebepten net olarak ayırmakta ve tarafları hukuki iĢlemi yapmaya yönelten
tüm psikolojik güdüleri (saikleri) hukuki sebep terimi altında değerlendirmektedir. Yazar, bu
anlayıĢa bağlı olarak bir hukuki iĢlemin yapılmasında, önceden belirlenemeyecek kadar çok
sayıda hukuki sebebin bulunduğunu belirtmiĢtir132
. Yazar, bununla birlikte borca katılma
sözleĢmesini, her zaman için borcun bir üçüncü kiĢi tarafından üstlenilmesini içeren bir
hukuki iĢlem olması sebebiyle, sebebe bağlı bir hukuki iĢlem olarak değerlendirmiĢtir. Yazara
göre, borca katılma sözleĢmesinin borçlu sayısını arttırmasından ve borca katılanın borcunun,
ilk borçluyla aynı içeriğe sahip olmak suretiyle alacaklının ifayı elde etme menfaatine hizmet
etmesinden dolayı, borca katılmadaki teminat amacı bu iĢlemin içeriğinden her zaman
anlaĢılmaktadır ve bu sebeple borca katılma sözleĢmesi sebebe bağlı bir borçlandırıcı
iĢlemdir133
.
Bununla birlikte, modern anlayıĢa göre doktrinde çoğunlukla hukuki sebep kavramının hukuki
iĢlem teorisi alanında ve sebepsiz zenginleĢme hukuku alanında aynı anlamı ifade etmesi
gerektiğinden yola çıkılarak tek bir hukuki sebep tanımı verilmesine yönelik çaba
132
Bkz. Reichel, s. 176, vd.
133 Açıklamalar için bkz. Reichel, s. 176, vd. Bununla birlikte yazar, borca katılma sözleşmesinin yapılmasındaki
amacın teminat vermek amacıyla borcun üstlenilmesi olduğunu belirtmekle birlikte, borca katılma
sözleşmesinde, ilk borcun hukuki sebebinin de sözleşme içeriğine dâhil edildiğini savunarak, borca katılma
sözleşmesinin hukuki sebebini teminat sebebi olarak değil, ilk borcun hukuki sebebi olarak kabul etmektedir.
Reichel, s. 63.
gösterilmektedir. Bu sebeple, sebepsiz zenginleĢme hukukunda, her zaman için hukukî
nitelikte haklı bir sebep arandığından, her psikolojik saikin hukuki sebep olarak kabul
edilmesi mümkün değildir ve daha çok, kazandırmayı sebepsiz zenginleĢme hukukuna göre
de haklı kılacak Ģekilde tarafların izledikleri amaç göz önünde tutulmalıdır134
. Bu görüĢ
çerçevesinde, tarafların sadece hukuk düzeni tarafından tanınan amaçları hukuki sebep
oluĢturmaya elveriĢli kabul edilmektedir. Ne var ki, hukuk düzeninin tarafların amaç
düzeyine eriĢmiĢ bulunan hangi (geniĢ anlamdaki) saiklerini bir kazandırmayı haklı kılacak
Ģekilde hukuki sebep olarak tanıdığı konusunda da doktrinde görüĢ ayrılığı mevcuttur.
Bir kısım yazarlara göre, taraflarca izlenen amacın, o sözleĢmenin yapılmasıyla genellikle
izlenen tipik amaç olması yeterlidir. Hukuk düzeni, taraflarca yapılan sözleĢme tipini
tanımakla, o sözleĢmeyi yaparken tarafların tipik olarak izledikleri amacı da hukuki sebep
olarak tanımıĢ olur135
. Bu anlayıĢ borca katılma sözleĢmesine taĢındığında, alacaklının bir
edimi elde etmeye yönelik menfaatini karĢılamak için sözleĢmenin borçlu sayısını arttırması,
borca katılmada tipik olarak izlenen amaç, alacaklıya teminat verilmesi olarak ortaya çıkar136
.
Borca katılma sözleĢmesinin bünyesinde mevcut olan bu tipik teminat amacı, bu sözleĢmenin
sebebe bağlı bir borçlandırıcı iĢlem olarak nitelendirilmesini gerektirir137
.
Diğer görüĢ ise, sadece ortak hukuk kaynaklı olarak yerleĢmiĢ geleneğe göre hukuki sebep
(causa) olarak kabul edilen amaçların, hukuk düzenince kazandırmayı haklı kılan sebepler
olarak tanındığını ileri sürmektedir. Bu görüĢe göre, sadece üç klâsik amaç, tipik kazandırma
134
Werner Flume, Allgemeiner Teil des Bürgerlichen Rechts, Zweiter Band, Das rechtsgeschäft, 4. Auflage,
Berlin, Heidelberg, Newyork 1992, s. 152 ; Karl Larenz/ manfred Wolf, allgemeiner Teil des Bürgerlichen Rechts,
8. Auflage, München 1997, s. 456; Horst Ehmann, die Gesamtschuld, Berlin 1972, s.142; Erman/Palm, BGB
Einl. §404 N. 20; Thode, BGB §305 N. 7.
135 Ehmann, s. 143.
136Borca katılmadaki teminat verme amacı, genel olarak bu sözleşmenin yapılmasıyla meydana gelen müteselsil
borçluluktan kaynaklanır. Edimin bu sözleşmeyle müteselsil olması her zaman için alacaklının talep hakkının
güçlendirilmesi anlamını taşır. Bu yönde bkz. Larenz, Schuldrecht I, s. 628; Medicus, Bürgerliches Recht, Köln-
Berlin-München 2007, s. 591, vd; Palandt/Heinrichs, §421 N. 1; Soergel/Wolf, §421 N. 2; Staudinger/Noack, §
421 N. 2. Hatta Wernecke, her müteselsil borçluluk hâlinde teminat verme amacının varlığını kabul etmektedir.
Yazara göre, taraflarca belirlenen örneğin ilk borçlunun borçtan kurtarılması (iç ilişkide borcun üstlenilmesi) gibi
başka bir amacın, teminat amacını geri plânda bırakması da mümkündür fakat bu müteselsil borçluluğun
bünyesinde her zaman mevcut olan genel teminat sağlama amacını ve hukuki sebep olarak yerine getirdiği
işlevi ortadan kaldırmaz. Bkz. Fraucke Wernecke, die Gesamtschuld-ihre Befreiung von irrationalen Merkmalen
und ihre Rückführung in die Gesetzessystematik, Berlin 1990, s. 95.
137 Bu yönde, Bartels, s. 66; Ehmann, s. 74 ; Kittlitz, s. 72; Madaus, s. 74; Schürnbrand, s. 19, 20.
amaçları olarak kabul edilir ve hukuki sebep olarak tanınırlar. Bunlar; causa credendi (alacak
sebebi), causa donandi (bağıĢ sebebi) ve causa solvendi’den (ifa sebebi) ibarettir138
. Bu
anlayıĢa göre de borç sözleĢmelerinin büyük çoğunluğu sebebe bağlı olarak kabul edilirler.
Çünkü iki tarafa borç yükleyen sözleĢmeler her zaman alacak sebebini, bağıĢlama ise her
zaman bağıĢ sebebini içerir. Bununla birlikte, kefalet ve borca katılma sözleĢmelerinin
belirlenmesi bu görüĢ çerçevesinde sorun yaratmaktadır. Zira bu iki sözleĢme, yapıları gereği
ne bir karĢılıklılık, ne de karĢılıksız bir kazandırmayı (bağıĢ sebebini) içerirler. Ayrıca bu
sözleĢmelerin içeriğinden, bir borcu ifa amacıyla yapılmıĢ olup olmadıkları (ifa sebebini
içerip içermedikleri) de anlaĢılamaz. Kefalet ve borca katılma sözleĢmelerinde bahsedilen bu
üç amacın da varlığı söz konusu olabilir. Klâsik görüĢün savunucuları tarafından, kefalet ve
borca katılma sözleĢmeleri, bahsedilen bu üç amaçtan birini açık bir Ģekilde
taĢımadıklarından, soyut hukuki iĢlemler olarak değerlendirilmiĢtir139
. Teminat sebebi bu
anlayıĢ çerçevesinde bağımsız bir hukuki sebep olarak kabul edilmediğinden, amacın teminat
olması durumda bir değiĢiklik meydana getirmemektedir.
Diğer yandan, doktrinde bazı yazarların bu tartıĢmalardan ayrı olarak, değiĢik sebeplerle
borca katılma sözleĢmesinin soyut bir borç sözleĢmesi olduğunu ileri sürdükleri
belirtilmektedir. Bu yazarlardan Birkenbihl, kanunda düzenlenmeyen tüm (atipik)
sözleĢmelerin, içerikleri ve yapılmalarındaki amaç değiĢken olabileceğinden soyut borçlanma
iĢlemleri olduğunu ileri sürmüĢtür. Hellbach ise, borçlanma iĢleminin bağımsız bir borç
doğurması sebebiyle borca katılmayı da bu nitelikte değerlendirmiĢtir. David, borca
katılmanın, geçerliliği açısından mevcut bir borca ihtiyaç duymasından dolayı kendine ait bir
hukuki sebebi bulunamayacağı düĢüncesinden hareketle, bu sözleĢmenin baĢka bir hukuki
iĢlemde yer alan bir hukuki sebebe ihtiyaç duyduğu fikrini ileri sürmüĢtür. Josef, borca
katılmanın, bu iĢlemin yapılmasına sebep olan güdülerin (borca katılanın oğlunu cezai
takibattan kurtarmak amacıyla borç üstlenmesi örneğinde olduğu gibi) iĢlemde içerik olarak
yeraldığı hallerde sebebe bağlı kabul edilebileceğini ileri sürmüĢtür. Sieber, borca katılmadan
doğan borçla ilk borcun içeriği aynı olduğundan, ilk borcu doğuran sözleĢmenin soyut olduğu
138
Bkz. Erman/Palm, Einl. §104 N. 20; Flume, s. 155 ; Walter Zeiss, der Rechtliche Grund für
Schuldanerkenntnisse und Sicherheitsleistungen, AcP 164 (1964), s. 50.
139 Kefalet sözleşmesi açısından Zeiss, s. 50, 68; Hansjörg Weber, Kreditsicherheiten, 6. Auflage, München
1998, s. 61. Yazarların kefalet sözleşmesine ilişkin bu görüşleri borca katılma açısından da geçerli sayılmaktadır.
Bkz. Madaus, s. 75 dn. 171. Ayrıca borca katılma sözleşmesinin soyut borç sözleşmesi olduğu yönünde
Grigoleit/Herresthal, s. 829.
hallerde, borca katılma iĢleminin de soyut olacağını ifade etmiĢtir. Maritinus, Alman
Hukukunda soyut borç ikrarının yazılı Ģekle bağlı olmasından dolayı, bu iĢlemin yazılı
yapılması hâlinde soyut borç ikrarı niteliğini taĢıyacağını belirtmiĢtir140
. Bu görüĢlerin bugün
açısından geçerliliği bulunmamaktadır. Zira, atipik sözleĢmelerin soyut olduğu düĢüncesi,
borcun içerik olarak aynı olması sebebiyle aynı hukuki sebebi taĢıması, borca katılmanın
kendisine ait bir hukuki sebebinin bulunmaması yönündeki görüĢler bugün için terk edilmiĢ
bulunmaktadır.
Yeni doktrinde Möschel141
ve Scheyhing142
borca katılmanın yeni bir borç meydana getirmesi
ve ilk borç üzerinde bir etki yapmaması sebebiyle bir borçlanma iĢlemi olduğunu belirtmesine
rağmen, bu iĢlemin nitelik olarak borcun nakline yakınlığı sebebiyle, bu sözleĢme gibi soyut
olduğunu ileri sürmüĢlerdir. Bu görüĢe de katılmak mümkün değildir. Zira, borcun naklinin
hukuki niteliği hakkında hangi görüĢ benimsenirse benimsensin, borca katılma sözleĢmesi bir
tasarruf iĢlemi olan borcun nakli sözleĢmesine nitelik itibarıyla yakın bir sözleĢme olarak
görülemeyeceği gibi amaçları da farklıdır. Borcun nakli, borcun eski borçlusundan yenisine
geçmesine yol açarken, borca katılma yeni bir borç doğuran teminat sözleĢmesidir.
Yukarıda hukuki sebep yönünden yapmıĢ olduğumuz doktrinde yerleĢmiĢ hukuki sebep
tanımı, hukuki iĢlemler ve sebepsiz zenginleĢme alanında geçerli tek bir hukuki sebep
kavramını kabul etme eğiliminin bir sonucudur. Buna göre, hukuki sebep, tarafların üzerinde
anlaĢtıkları ve hukuki iĢlemi yaparken, o hukuki iĢlemi yapmakta izledikleri, hukuk düzeninin
de geçerlilik tanıdığı en yakın ve tipik amaçtır.
Bugün doktrinde kefalet sözleĢmesi için kabul edilen sebebe bağlılık borca katılma sözleĢmesi
yönünden de geçerlidir. Öncelikle, ortak hukuktaki anlayıĢın bir eseri olarak sadece üç temel
amacı geçerli hukuki sebep sayarak, kefalet sözleĢmesini soyut kabul etme görüĢünü
savunmak mümkün değildir. Hukuki sebebin tespitinde numerus clausus (sınırlı sayı)
ilkesinin geçerli olmasını gerektiren geçerli bir gerekçe bulunmamaktadır. Bu görüĢ artık terk
edilmiĢ olup, modern doktrinde ittifakla kefalet sözleĢmesinin yapılmasındaki amacın teminat
sebebi olarak hukuk düzenince tanındığı konusunda en küçük bir Ģüphe bulunmamaktadır.
140
Bu yazarlara ilişkin atıflar için bkz. Kittlitz, s. 71.
141Möschel, Vor §414 N. 11.
142 Nörr/Scheyhing, §31 III 1 ve2.
Nitekim kanun koyucu, bu teminat amacını, bu sözleĢmeye yönelik kanuni düzenlemelerin
tamamına yansıtmıĢtır.
Teminat verme amacının bir hukuki sebep olarak kabul edilemeyeceğini, zira örneğin kefalet
sözleĢmesinin içeriğinden, bu sözleĢmenin bahsedilen üç klâsik amaçtan hangisini
gerçekleĢtirmek için yapılmıĢ olduğunun anlaĢılamadığını belirten görüĢün isabetli olmayan
yönü, kazandırmanın hukuki sebebini bu üç klâsik amaçtan ibaret görmesinin yanı sıra,
teminat sağlama borcunun ifası olarak akdedilen kefalet sözleĢmesinin, akdedilmesiyle ifanın
gerçekleĢmesi sonucunda, teminat sağlama borcu altına girmenin amacının (hukuki sebebinin)
tespitinin mümkün olmadığını kabul etmeleridir143
. Bu görüĢün savunucuları, teminat sağlama
borcunun ifası sonucunda yapılan kazandırmanın (kefalet sözleĢmesinin akdedilmesi) amaçsız
olarak yapılmadığını, ifanın teminat sebebi adı verilen amaç içinde tükenmeyen (erimeyen) ve
bu sözleĢmenin bünyesinden anlaĢılamayan baĢka bir sebeple yapıldığını belirtmektedirler.
Ne var ki, bu görüĢü savunanların yanıldıkları nokta, tarafların hukuki sebebi oluĢturan,
üzerinde anlaĢtıkları amacın, teminat sağlama borcunun ifası olarak yapılan kefalet
sözleĢmesinden doğan alacak hakkı içinde tükendiğini göz önünde bulundurmamalarıdır.
Kefalet sözleĢmesinin akdedilmesiyle alacaklının malvarlığında gerçekleĢen kazandırma, bir
alacak hakkının doğumudur. Alacaklı, kefilden bir edimin ifasını talep eder. Bu alacak
hakkının hangi amaçla kazandırıldığı ise, kazandırmanın ekonomik amacının ne olduğu ise,
bizatihî teminat amacı açıklar. Buna göre, alacaklı (teminat sağlama borcunun ifası amacıyla
gerçekleĢtirilen) kefalet sözleĢmesinden doğan alacak hakkını, borçluya karĢı sahip olduğu
talep hakkının yanında, ona bağlı bir hak olarak kazanır ve bu hakkını borçlu edimini ifa
etmediğinde ileri sürme yetkisine sahip olur. Bu ekonomik amaç, yani alacak hakkı
kazandırılmasındaki teminat verme amacı, alacak hakkını kazandıran hukuki iĢlemin
bünyesinden yani kefalet sözleĢmesinin içeriğinden anlaĢılmaktadır. Diğer bir ifadeyle,
alacaklıya edimi elde edememe riskine karĢı teminat sağlama amacı; alacak, bağıĢ ve ifa
sebepleri gibi, baĢlı baĢına bağımsız bir amaçtır. Bu amaç, kefalet sözleĢmesinde, tarafların
üzerinde anlaĢtıkları en yakın ve tipik amaçtır. Bu amaç kefalet sözleĢmesinde mündemiç
(içkin) olduğundan, kefalet sözleĢmesi sebebe bağlı bir borç sözleĢmesidir.
Kefalet sözleĢmesi hakkında yapılan açıklamalar, borca katılma sözleĢmesi için de geçerli
sayılmalıdır. Zira borca katılma sözleĢmesinin alacaklıya teminat sağlamak amacıyla
143
Bkz. bu yöndeki açıklamalar için Zeiss, s. 67.
akdedildiği hallerde, bu sözleĢme alacaklının edimin ifasını ilk borçludan elde edememe
riskini bertaraf etmek amacıyla yapılır ve bu her iki tarafça üzerinde anlaĢılan bu amaç, borca
katılma sözleĢmesinin içeriğinden anlaĢılacağı gibi, aynı zamanda bu sözleĢmenin en yakın ve
tipik amacıdır144
. Bu sebeple borca katılma sözleĢmesi sebebe bağlı bir borç sözleĢmesidir.
Borca katılma sözleĢmesinin ilk borçluyla borca katılan arasında, üçüncü Ģahıs yararına
sözleĢme olarak akdedildiği hallerde dahi, tarafların bu sözleĢmeyi alacaklıya teminat sağlama
amacıyla yapıldığı sözleĢmenin içeriğinden anlaĢılır. Çünkü borca katılma sözleĢmesi, borca
katılan ile ilk borçlu arasında ya alacaklıya teminat verme amacıyla, ya da borçlunun borçtan
kurtarılmasını sağlamak amacıyla yapılır. Tarafların üzerinde anlaĢması sebebiyle hukuki
sebep niteliğini kazanan bu amaçlar da sözleĢmenin içeriğinden anlaĢılır. Esasen borca
katılma sözleĢmesi, borcun üstlenilmesi amacıyla (borçlunun alacaklıya karĢı borçtan
kurtarılması amacıyla) akdedilebilirse de, bu amaç borca katılma sözleĢmesinin tipik amacı
değildir. Bu tip borca katılmalara hemen hemen hiç rastlanmadığı gibi, taraflar bu tip bir
sözleĢmeyi, daha çok alacaklıya talep hakkı vermeyen yani tam üçüncü Ģahıs yararına
sözleĢme niteliğinde olmayan bir borcun yüklenimi (iç üstlenimi) sözleĢmesi yapmak yoluyla
gerçekleĢtirirler. Bu sebeple, borçlunun borçtan kurtarılması amacı, taraflar arasındaki
sözleĢmede açıkça belirtilmediği sürece, borca katılma sözleĢmesinin yapılmasında izlenen en
yakın ve tipik amaç olarak kabul edilemez. Açıkladığımız sebeplerle, borca katılma
sözleĢmesi, en yakın ve tipik amaç olarak teminat sağlama amacını bünyesinde taĢıyan,
sebebe bağlı bir borç sözleĢmesidir145
.
144
Ehmann, s. 336; Madaus, s. 78 ; Schürnbrand, s. 20 ; Kittlitz, s. 77; Bartels, s. 66.
145 Bu bağlamda, borca katılma sözleşmesi; temelinde bulunan hukuki ilişkiden ayrı tutulması gereken bir
sözleşmedir ve bu hukuki ilişkiden kaynaklanan defilerden bağımsız olarak mevcuttur. Fakat bu tespitin, borca
katılma sözleşmesinin sebebe bağlılığı konusuyla bir ilgisi bulunmamaktadır. Gerçekten, borca katılma
sözleşmesinin, temelinde bulunan bu hukuki ilişkiden soyutluğu konusunda bir şüphe duyulmamaktadır. Şöyle
ki, bir sebebe bağlı borç sözleşmesinin temelinde, bu borç sözleşmesine etkide bulunmayan başka bir hukuki
ilişki bulunabilir. Borca katılma sözleşmesinin temelinde de, ilk borçluyla borca katılan arasında bir vekâlet veya
bağış sözleşmesi ya da vekâletsiz iş görme ilişkisi bulunabilir. Borca katılanın ilk borçluya bağışlamada bulunmak
amacıyla onun borcuna katılması ihtimâlinde, borca katılan ile ilk borçlu arasındaki bağışlama sözleşmesi
geçersiz olsa dahi, bu geçersizlik borca katılan ile alacaklı arasında yapılan borca katılma sözleşmesine etki
etmez. Bkz. NJW 1981, 47; RGRK-Weber, Vor §414 N. 26 (Bu yazara atıf için bkz. Madaus, s. 78). Grigoleit,
kanaatimizce doğru olmayan bir şekilde, borca katılan ile ilk borçlu arasındaki bu hukuki ilişkiden çıkarılan
amacın, soyut bir borç sözleşmesi olduğunu kabul ettiği borca katılmanın hukuki sebebi olarak
değerlendirmektedir. Karş. Grigoleit/Herresthal, s. 829.
2. Borca katılma SözleĢmesinin Hukukî Sebebinin Belirlenmesi
Borca katılma sözleĢmesinin sebebe bağlı bir borçlanma iĢlemi olduğu belirlendikten sonra,
hukuki sebebinin belirlenmesi gerekmektedir. Bu konuda doktrinde iki görüĢün ileri
sürüldüğü görülmektedir. Bu konuda farklı görüĢlerin ileri sürülmesinin sebebi olarak, 1930
ve 1940 yıllarında verilen borca katılmaya iliĢkin eserlerdeki hukuki sebep anlayıĢının,
bugüne göre farklı olmasından kaynaklandığı belirtilmektedir146
Doktrinde benimsenen bir görüĢe göre; borca katılma yeni bir borç doğurmasına rağmen,
kendisine ait bağımsız bir hukuki sebebe sahip değildir. Bu sözleĢme, alacaklı ile ilk borçlu
arasında doğan borcun hukuki sebebine iltihak eder (dâhil olur) ve bu ilk borcun hukuki
sebebini kendi hukuki sebebi hâline getirir147
. Bu görüĢ doktrinde iltihak etme teorisi olarak
da adlandırılmaktadır148
. Bu görüĢe göre, borca katılma kısmî bir halefiyete yol açmasa bile,
borcun sanki borca katılma sözleĢmesinden değil, ilk borcun ait olduğu hukuki iĢlemden
doğduğu kabul edilmelidir. Borca katılan, kendi borcundan sorumlu olsa dahi, bu borç ex
eadem causa debendi (eski borçla aynı hukuki sebepten) doğmuĢ sayılmaktadır. Bu sebepledir
ki, borca katılma her zaman için aynı hukuki sebepten doğan bir müteselsil borç doğurur149
.
Sonuç itibarıyla, borca katılma sözleĢmesinde, borçlunun borcunun üstlenilmesiyle, o borcun
hukuki sebebi de üstlenilmiĢ olur. Borca katılma sözleĢmesi, borca katılan için ilk borçla aynı
hukuki sebepten doğan bir sorumluluk doğurmaktadır.
Diğer görüĢ ise, borca katılma sözleĢmesinden doğan borcun, kendine ait bir amacı ve bundan
dolayı, ilk borçtan ayrı, kendine ait, bağımsız bir hukuki sebebinin bulunduğunu kabul
etmektedir150
. Bu amaç, alacaklıya teminat vermek amacıyla borçlunun yanında borçlanmak
146
Bu konudaki açıklamalar için bkz. Ehmann, s. 131, vd.; Kittlitz, s. 70.
147Bu görüşün daha çok borca katılmaya ilişkin ilk eserlerde benimsendiği görülmektedir. Reichel, s. 180; Brattig,
s. 19; Brehmer, s. 30 ; Cullmann, s. 73; David, s. 356; Eisert, s. 48 ; Götze, s. 38 Juliusberger,s. 16; Oehmke, s.
15; Salinger, s. 81. Bununla birlikte modern doktrinde de bu görüşün takipçileri bulunmaktadır:
Staudinger/Müller, §780 N.11 ; Nörr/Scheyhing, s. 418 ; Soergel/Wolf, §421 N. 30; Bülow, Rn. 1376; Lwowski,
Rn. 423.
148 Kittlitz, s. 75.
149 Reichel, s. 63; Diefenbach, s. 58; Soergel/Wolf, §421 N. 30.
150 Maaβen, s. 67 ; Springer, s. 23 ; Westerkamp, s. 43 ; Wiegelin, s. 22; Selb, §421 N. 19; Nikisch, s. 27. Borca
katılmaya ilişkin son dönemde yapılan monografi düzeyindeki çalışmaların tamamı, borca katılma
sözleşmesinin hukuki sebebinin teminat olduğu görüşünü yansıtmaktadır: bkz. Kittlitz, s. 79; Bartels, s.66 ;
Madaus, s. 79, vd.; Schürnbrand, s. 20.
veya borçlunun borcunu hukuken olmasa da, iç iliĢkide ekonomik anlamda üstlenmek (aynı
borç için borçlu sıfatını kazanıp, bu borcu ilk borçlunun yerine ifa ederek, borçluyu alacaklıya
karĢı borcundan kurtarmayı amaçlayan bir borçtan kurtarma vaadi) iradesidir. Bu görüĢe göre,
borca katılanın, sanki o borca kendisi tek baĢına girmiĢ gibi sorumlu olması, sadece borca
katılmadan doğan borçla ilk borcun iliĢkilendirildiği anlamını taĢır ve borca katılanın
borcunun kapsamının ilk borca göre belirlenmesi sonucunu doğurur. Ne var ki, borca
katılanın bu borcu üstlenerek, aynı içerikte ikinci bir borç meydana getirirken hangi hukuki
amacı taĢıdığı ayrı bir hukuki sorundur. Borca katılmanın kendine ait bağımsız bir hukuki
sebebi bulunduğunu kabul eden yazarlar, tam teselsülün varlığı için, müteselsil borçların aynı
hukuki sebepten doğmuĢ olmaları gerekmediğini, yaklaĢık otuz yıldan beri Alman
hukukunda bu görüĢün terk edilmiĢ olduğunu belirtmektedirler151
.
Borca katılmanın kendine ait bir hukuki sebebinin bulunmadığı görüĢünün birbirine bağlı iki
çıkıĢ noktası bulunmaktadır. Bunlardan biri, borca katılanın ilk borcun hukuki sebebini
üzerine aldığı, diğeri ise borca katılmadan doğan borcun doktrinde ittifakla kabul edilen
müteselsil borç özelliğinin, ancak ilk borcun hukuki sebebiyle aynı hukuki sebebe sahip
olmasıyla mümkün olacağı görüĢüdür. Bu görüĢe göre, müteselsil borçluluk, ancak aynı
hukuki sebepten doğan borçlar arasında sözkonusu olur; diğer bir ifadeyle müteselsil borçların
tümünün hukuki sebebinin aynı olması bu görüĢe göre hukuken zorunluluk arzetmektedir.
Ġsviçre ve Türk Hukuklarında da baskın görüĢ, borca katılmanın hukuki sebebinin ilk borcun
hukuki sebebi olduğunu kabul etmektedir152
. Bu görüĢe göre, borca katılma sözleĢmesinin
taraflarca teminat amaçlı olarak yapıldığı hallerde dahi borca katılmanın hukuki sebebi, ilk
borcun hukuki sebebi neyse odur. Örnek olarak, satıcı ile alıcı arasındaki satım sözleĢmesi
sebebiyle, alıcının satıcıya karĢı borçlu olduğu satıĢ bedeli borcuna üçüncü kiĢinin katılması
halinde, alacaklı ile borca katılan arasındaki borca katılma sözleĢmesi, taraflarca izlenen
teminat amacıyla yapılmıĢ olsa dahi; borçlu (alıcı), alacaklıya (satıcıya) karĢı, satılanın
mülkiyetini elde etmek amacıyla para borcu altına girdiğinden, ilk borcun hukuki sebebi olan
151
Bkz. Wernecke, s. 31 ,vd. ; Kittlitz, s. 77. Bu görüşü savunan yazarlardan Westerkamp, müteselsil borçlulukta
esasen her bir borcun kendine ait bir hukuki sebebinin bulunduğunu, bu hukuki sebeplerin aynı olabileceği
kadar farklı da olabileceğini, fakat borçluların aynı anda giriştikleri müteselsil borçlulukta esasen her bir borcun
hukuki sebebi aynı olduğundan, birden fazla hukuki sebebin bulunduğundan bahsetmenin sadece bundan
dolayı anlamsız olacağını belirtmektedir. Bkz. Westerkamp, s. 43.
152 Tandoğan, Borçlar Hukuku II, s. 702.
alacak sebebi, borca katılanın borcunun da hukuki sebebini oluĢturmaktadır ve bu ihtimâlde,
borca katılanın borcu da alacak sebebidir.
Ġsviçre ve Türk Hukuklarında bu görüĢün savunulmasının sebeplerinden biri, borca katılma
sözleĢmesinin teminat etkisi yaratmasının, müteselsil borç meydana getirmesinden
kaynaklandığı ve bu etkinin, borca katılmanın hukuki sebebini belirlemek bakımından etkili
olmayacağı düĢüncesidir. Bu düĢünceye bağlı olarak, hukuki sebebi teminat olarak kabul
edilmediği için, borca katılma sözleĢmesinin dar anlamda teminat sözleĢmesi olarak kabul
edilemeyeceği belirtilmekte ve borca katılmanın ana iĢlevi teminat vermek olmadığı
gerekçesiyle geniĢ anlamda teminat sözleĢmesi olduğu kabul edilmektedir153
. Bu görüĢün
savunulmasının bir diğer sebebi ise, borca katılmanın tam teselsül meydana getirmesi
sebebiyle, borca katılmanın hukuki sebebiyle ilk borcun hukuki sebebinin aynı olması
gerektiği düĢüncesidir154
.
Bununla birlikte Ġsviçre ve Türk Hukukunda bazı yazarlar, borca katılma sözleĢmesinin
hukuki sebebinin, ilk borcun hukuki sebebi olmadığını belirtmektedirler. Acemoğlu, ticari
iĢletmenin devrinde bir kanuni borca katılma hâlinin mevcut olduğunu belirtirken, kümülâtif
borç nakli terimini kullanmayı tercih ettiği borca katılma kurumunun, teselsülün ancak aynı
hukuki sebebe dayanan borçlar arasında söz konusu olabileceği yolundaki kaideye bir istisna
teĢkil ettiğini belirtmektedir155
.
Von Tuhr ise; Ġsviçre doktrininde, Alman hukukundaki hâkim görüĢü tâkiben tam teselsül ile
eksik teselsül arasındaki ayrımın yapılmasında, müteselsil borçların aynı hukuki sebepten
doğduğu, buna karĢılık esasen teselsül niteliğinde olmayıp, hakların yarıĢması olarak kabul
edilmesi gereken eksik teselsülün ise farklı hukuki sebeplere dayandığı görüĢünün egemen
olduğunu belirtmektedir. Yazar, eğer bu görüĢ mantıkî olarak sözleĢme hukukuna
uygulansaydı, yalnızca müĢtereken taahhüt edilen borçların (aynı sözleĢme altında doğan
borçların) müteselsil borç sayılacak olduklarını, ne var ki bu görüĢün ancak bazı özel hallerde
ve kanunun özel bir hükmü gereğince (birlikte vekillerin müteselsil sorumluluğuna iliĢkin
153
Develioğlu, borca katılma sözleşmesinin ana işlevinin teminat olmadığı ve bu sebeple dar anlamda bir
teminat sözleşmesi olarak görülemeyeceği görüşündedir. Bkz. Develioğlu, s. 320. Karşı fikirde Özen,s. 43 dn.
106.
154 Bu görüş için bkz. Selahattin Sulhi Tekinay, Borçlular Arası Akdî Teselsül, İstanbul 1956 (Yayımlanmamış
Doçentlik Tezi), s. 28, 61, 69 ; Tekinay Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Tekinay Borçlar Hukuku, s. 285.
155 Acemoğlu, s. 104 dn. 2.
BK. 395 ve birlikte müteselsil kefalete iliĢkin BK. 488/c.2) doğru olduğunu, nitekim borca
katılmadan da prensip itibarıyla müteselsil borç doğduğunu belirtmektedir156
. Yazarın bu
ifadelerinden; sözleĢmeden doğan müteselsil borcun (tam teselsülün) farklı hukuki sebebe
dayanan borçlar arasında söz konusu olabileceği ve borca katılmanın da bunun bir örneğini
oluĢturduğu görüĢünde olduğu anlaĢılmaktadır.
Aynı Ģekilde Tunçomağ; BK. 143’te “müteselsil borcun sebep veya mevzuundan” Ģeklinde
ifadesini bulunan müteselsil borçluların ileri sürebilecekleri ortak defileri açıklarken,
müteselsil borcun hukuki sebebini kastederek, ortak defilerin müteselsil borcun kaynağını
meydana getiren ortak sözleĢmeden doğduğunu ifade etmektedir157
. Diğer yandan yazar,
müteselsil borçluluğun kaynaklarını açıklarken, müteselsil borcun doğumu için borçlular
arasında ortak ve tek bir sözleĢmenin yapılmasının gerekli olmadığını, önceki borçluya ayrı
bir sözleĢmeyle yenisinin eklenmesi suretiyle de teselsül yaratılabileceğini ve buna da borca
katılma adı verildiğini belirtmektedir158
. Kanaatimizce yazar, böylelikle borca katılma
durumunda borcun ilk borçtan ayrı bir hukuki sebepten doğduğunu ifade etmektedir.
Bizim kanaatimize göre de borca katılma sözleĢmesi, kendine ait ve ilk borcun hukuki
sebebinden bağımsız bir hukuki sebebe sahiptir. Bu görüĢümüzün gerekçeleri Ģu Ģekilde
açıklanabilir:
Borca katılma sözleĢmesi, daha önce de açıklamıĢ olduğumuz gibi, borca katılanın, alacaklı
ile ilk borçlu arasındaki sözleĢme iliĢkisine ikinci bir borçlu sıfatıyla dâhil olduğu, bu
sözleĢmede değiĢiklik yapılması anlamına gelen bir sözleĢme değildir. Bu sözleĢme, borca
katılan ile alacaklı arasında yapılan bağımsız bir sözleĢmedir. Bu sözleĢmede borca katılanın
borcuyla ilk borç arasındaki hukuki bağ, öncelikle borca katılanın borcunun içeriğinin ve
kapsamının ilk borcun içerik ve kapsamına göre belirlenmesi (aynı içerik ve kapsama sahip
olması), diğer yandan borca katılmadan doğan borcun geçerliliği için ilk borcun geçerli
olması gerekliliğidir. Diğer bir ifadeyle, borca katılan, alacaklı ile ilk borçlu arasındaki hukuki
iliĢkiye iltihak etmez ve bu borcun hukuki sebebini üzerine almaz. Borca katılanın borcunun
156
Von Tuhr (Edege çevirisi), s. 812.
157 Tunçomağ, s. 1090.
158 Tunçomağ, s. 1038.
kaynağı, alacaklı ile ilk borçlu arasındaki sözleĢme değil, borca katılanın alacaklı ile yapmıĢ
olduğu borca katılma sözleĢmesidir159
.
Borca katılma sözleĢmesi, ilk borcu doğuran sözleĢmeden ayrı ve ondan bağımsız bir
sözleĢmedir. Bu sözleĢmeden, ilk borcun içeriği ve kapsamıyla aynı olan, yeni, ikinci bir borç
doğar. Bu borcu diğeriyle birlikte müteselsil kılan sadece bir defa ifa edilecek olmasıdır.
Alacaklı aynı içerikteki edimi borçluların her ikisinden ayrı ayrı değil, ancak bir defa elde
etmek üzere talep edebilecektir. Ortada aynı içerik ve kapsamda iki adet dar anlamda borç ve
bu borçları doğuran iki ayrı sözleĢme bulunmaktadır. Satım örneğinden devam edilirse, ilk
borçlu (alıcı) ile alacaklı (satıcı) arasındaki satım sözleĢmesi, diğeri ise ikinci borçlu yani
borca katılan ile alacaklı (satıcı) arasındaki borca katılma sözleĢmesidir. Bu durumda, ilk
borcun yanında, ikinci borcu doğuran sözleĢme borca katılma sözleĢmesidir Bu sözleĢmenin
hukuki sebebi ise, doktrinde yerleĢmiĢ hukuki sebep tanımına uygun olarak, tarafların borca
katılma sözleĢmesini yaparken tâkip ettikleri ve karĢılıklı olarak üzerinde anlaĢtıkları tipik
amaca göre belirlenir.
Doktrinde, borca katılma sözleĢmesinin esas olarak iki amaçla yapıldığı kabul edilmektedir.
Bunlardan biri ve en çok rastlananı, alacaklıya edimi elde etmesine yönelik olarak teminat
vermek, diğeri ise borçlu ile borca katılan arasındaki iç iliĢkide borçluyu alacaklıya karĢı
borçtan kurtarmaktır. Diğer bir ifadeyle, tarafların bu sözleĢmeyi yapmalarındaki amaç ya
alacaklıya teminat vermek, ya da borcun üstlenilmesi (borçtan kurtarma vaadi) yoluyla
borçlunun borçtan kurtarılmasıdır. Ġkinci tür, borçtan kurtarma amaçlı borca katılmalar çok
az uygulamada görülmekte, hatta bu tür borca katılma sözleĢmelerine neredeyse hiç
rastlanmamaktadır. Konumuzu teĢkil eden ve doktrinde de hukuki sebebi tartıĢma konusu
yapılan (ve hukuki sebebi ilk borcun hukuki sebebi olduğu belirtilen) borca katılma
sözleĢmesi ise teminat amaçlı borca katılmalardır. TartıĢma konusunu teĢkil etmeyen borçtan
kurtarma amaçlı borca katılmalarda dahi, borca katılma sözleĢmesinin hukuki sebebi, ilk
borcun hukuki sebebi değil, alacaklıya talep hakkı verilmek suretiyle borçlunun borçtan
kurtarılmasıdır.
Hukuki sebep, tarafların hukuki iĢlemi yaparken takip ettikleri ve üzerinde anlaĢmıĢ oldukları
en yakın ve tipik amaçtır. Konuya bu açıdan yaklaĢıldığında da tipik amacı teminat olan ve bu
amaçla akdedilen (teminat amaçlı) borca katılma sözleĢmesinin hukuki sebebinin teminat
159
Oğuzman/Öz, s. 844.
sebebi olduğunun kabulü zorunludur. Borca katılma sözleĢmesinin tarafları olan borca katılan
ile alacaklı, bu sözleĢmeyi alacaklıdan ilk borçludan olan alacağını elde edememe riskini
bertaraf etmek amacıyla yaparlar. Alacaklıya teminat verme amacı, bu sözleĢmenin her iki
tarafınca bilinen ve üzerinde anlaĢtıkları en yakın, tipik amaçtır. Zira, her iki taraf da bu
borca katılma sözleĢmesinin, alacaklıya teminat verme amacıyla yapıldığını bilmekte ve bu
amaç üzerinde anlaĢmaktadırlar. Satım sözleĢmesi örneği üzerinden devam edilirse, borca
katılan alıcının (ilk borçlunun) satıcıya (alacaklıya) karĢı ifa etmekle yükümlü olduğu para
borcunun, bu satım sözleĢmesine taraf olarak dahil olmak suretiyle değil, alacaklıyla bir borca
katılma sözleĢmesi akdederek üstlenir. Borca katılanı para borcu altına sokan sözleĢme, satım
sözleĢmesi değil, borca katılma sözleĢmesidir. Bu sözleĢmede, borca katılanın para borcunun
vadesi, ifa yeri gibi Ģartları satım sözleĢmesindeki gibi düzenlenebileceği gibi, farklı olarak da
düzenlenebilir. Bu sözleĢme ile borca katılanın alacaklıya (satıcıya) karĢı ilk borçla aynı
miktarda para borcu altına girmesinin taraflarca bilinen ve takip edilen amacı borca katılanın
satıcıdan satılanın mülkiyetini elde etmek değildir. Borca katılan, ilk borçlunun (alıcının)
aksine, satıcıdan karĢı bir alacak hakkı elde etmek amacıyla, yani alacak sebebiyle değil;
satıcıya teminat vermek amacıyla ona karĢı aynı miktarda para borcu altına girmektedir.
Gerçekten de, borca katılan, satıcıya (alacaklıya) karĢı bu borç altına girmekle, satıcıdan
satılanın mülkiyetinin kendisine geçirilmesi yönünde karĢı bir alacak hakkı elde etmemekte,
bilâkis borca katılma sözleĢmesinde alacaklıya (diğer sözleĢmedeki satıcıya) karĢı tek taraflı
borç altına girerek, teminat vermektedir. Bu teminat amacı, saik niteliğinde de olmayıp, borca
katılma sözleĢmesinin her iki tarafınca, yani hem borca katılan, hem de alacaklı tarafça
bilinen, üzerinde anlaĢılan amaç olup, aynı zamanda borca katılma sözleĢmesinin de objektif
anlamda tipik amacını teĢkil eden teminat verme amacıdır.
Görüldüğü üzere, borca katılma sözleĢmesinin hukuki sebebinin teminat sebebi olmasının,
hukuki sebep kavramının unsurları açısından tüm Ģartları mevcuttur. Buna karĢın, borca
katılanın borcunun hukuki sebebinin alacak sebebi olduğunun kabulü ise, ne hukuki sebep
tanımı gereği ne de mantıken mümkün değildir. Zira her borcun hukuki sebebi, o borcu
doğuran hukuki iĢleme ve o borcu meydana getiren tarafların izledikleri amaca göre belirlenir.
Borca katılma sözleĢmesinde borca katılanın borcunun hukuki sebebi de, hem borca katılma
sözleĢmesinin tipik amacına, hem de tarafların bu tipik amacı takip etmelerine ve bu amaç
üzerinde anlaĢmalarına göre belirlenir. Bu amaç da, alacaklıya teminat verilmesidir. Borca
katılanın, borç altına girme amacı, alacaklıdan bir karĢı alacak hakkı elde etmek değildir ve
kural olarak kefalet ve garanti sözleĢmesi gibi tek taraflı bir sözleĢme olan borca katılmada,
borca katılan alacaklıdan bir karĢı alacak hakkı elde etmez. Bu sebeple, borca katılma
sözleĢmesinde borca katılanın alacaklıya, edimi talep yönünde bir alacak hakkı
kazandırmasının hukuki sebebi, ilk borcun hukuki sebebi olmayıp, bu sözleĢmenin
yapılmasındaki en yakın, tipik amacı teĢkil eden ve taraflarca da takip edilen, üzerinde
anlaĢılan teminat sebebidir. Bu sebeple borca katılma sözleĢmesi günümüzde bir teminat
sözleĢmesi olarak kabul edilmekte olup, ana iĢlevi de alacaklıya teminat verilmesidir. Nitekim
kefalet sözleĢmesinden ayırt edilmesindeki zorluklar da buradan kaynaklanmaktadır.
Borca katılma sözleĢmesinin hukuki sebebinin teminat olarak kabulünü zorunlu kılan
gerekçelerden biri de, bir hukuki iĢlemin hukuki sebebinin, ona uygulanacak hukuk kurallarını
belirlemesidir160
. Bir teminat sözleĢmesi olarak kabul edilen borca katılma sözleĢmesinde
borca katılanın borcunun hukuki sebebi, satım sözleĢmesinden doğan bir alacak sebebi olarak
belirlendiğinde, borcun kaynağı olan satım hükümlerinin borca katılma sözleĢmesinde
uygulanması gibi hukuken doğru olmayan bir sonuçla karĢılaĢılacaktır. Oysa ki, doktrinde
atipik bir teminat sözleĢmesi niteliğinden kuĢku duyulmayan borca katılma sözleĢmesine,
taraflarca düzenlenmeyen konularda bir kanun hükmü bulunmadığı için yukarıda incelenmiĢ
olduğu gibi, atipik sözleĢmelerde benimsediğimiz hâkimin hukuk yaratması ve burada da
öncelikle kıyasa baĢvurması söz konusu olmakta ve niteliği uygun düĢtüğü ölçüde kefalet
sözleĢmesine ait hükümlerin borca katılma sözleĢmesine uygulanacağı doktrinde kabul
edilmektedir. Aksi takdirde, borca katılmadan doğan borcun sebebi, ilk borç gibi satım
sözleĢmesinden doğan alacak sebebi olarak kabul edildiğinde, alacaklıya teminat sağlamak
amacıyla yapılan ve borca katılanın hiçbir karĢı alacak elde etmediği tek tarafa borç yükleyen
borca katılma sözleĢmesine, bu sözleĢmeden doğan borcun kaynağı olarak gösterilen ve ilk
borcun kaynağı olan satım hukuku hükümleri uygulanacaktır. Bu sonuç kanaatimizce
hakkaniyete ve hukuk tekniğine ters düĢmektedir.
Borca katılmadan doğan borcun hukuki sebebinin teminat olmayıp, ilk borcun hukuki sebebi
olduğu ve sonuçta her iki borcun da hukuki sebeplerinin aynı olduğu görüĢü, bu borçların
müteselsil borç (tam teselsül) oluĢturmalarına da dayandırılamaz. Zira, kanaatimizce tam
teselsülün varlığı için, borçların tümünün aynı hukuki sebepten doğmaları gibi bir zorunluluk
bulunmamaktadır. Müteselsil borçluluğun sözleĢmeden doğduğu hallerde, borçluların
çoğunlukla tek bir sözleĢmeyle ve hepsi aynı sözleĢmenin tarafı olmak suretiyle borç altına
girdikleri bir gerçektir. Bu durumda, tüm borçlular için hukuki sebep aynıdır, zira hepsinin
160
Serozan, Medeni Hukuk, s. 248.
tarafı oldukları aynı sözleĢmenin amacı kapsamında borç altına girmektedirler. Borca katılma
sözleĢmesiyle doğan müteselsil borçlulukta ise, müteselsil borçluluğu aynı sözleĢme çatısı
altında birlikte kabul etmekten (birlikte borç altına girmek yoluyla kurulan müteselsil
borçluluktan) farklı olarak, aralarında teselsül iliĢkisi bulunan borçlar tek bir sözleĢmeden
değil, iki ayrı sözleĢmeden doğmaktadır. Borçları doğuran hukuki sebeplerin aynı olup
olmadığının tespitine iliĢkin sorun da bu durumdan kaynaklanmaktadır. Esasen, tam
teselsülün varlığı için borçların aynı hukuki sebepten doğmuĢ olmaları gerektiği yönünde bir
ilkenin varlığını kabul eden yazarlardan bazıları dahi, borca katılma için bir istisnanın söz
konusu olduğunu ve borçlar farklı hukuki sebeplerden doğsalar dahi bu borçlar arasında tam
teselsülün mevcut olduğunu belirtmektedirler161
. Fakat konu doktrinde çok tartıĢmalı olmakla
beraber, bizce sözleĢmeden doğan müteselsil borçlulukta, tam teselsülün varlığı için, teselsül
iliĢkisi içinde bulunan borçların tamamının aynı hukuki sebepten doğması zorunlu değildir.
Bu düĢüncemizin gerekçeleri Ģu Ģekilde açıklanabilir:
Türk Borçlar Kanunu’nun, müteselsil borçluluğun unsurlarının belirlendiği BK. 141/1.
maddesi “Alacaklıya karşı, herbiri borcun mecmuundan mesul olmağı iltizam ettiklerini
beyan eden müteaddit borçlular arasında teselsül vardır.” hükmünü içermektedir. Müteselsil
borcun unsurları açısından aynı içerikte kanuni düzenlemeye sahip bulunan Türk (BK. 141/1),
Ġsviçre (OR.143/1) ve Alman (BGB §421) Hukuklarında müteselsil borçluluğun tanımı da Ģu
Ģekilde verilmektedir: Müteselsil borçluluk, taraf iradeleri veya bir kanun hükmü dolayısıyla,
bir edimin birden fazla borçlularından her birinin edimin tamamını ifa etmekle yükümlü
oldukları, alacaklının edimin ifasını dilediği borçludan talep etmeğe yetkili olduğu ve
borçlulardan birinin edimi ifa etmesiyle diğerlerinin de alacaklıya karĢı borçtan kurtuldukları
bir birlilikte borçluluk halidir162
.
Kanuni düzenleme ve bundan yola çıkılarak doktrinde yapılan tanım dikkate alındığında,
müteselsil borçluluğun unsurları: Alacaklı karĢısında birden fazla borçlunun varlığı, bu
161
Acemoğlu, s. 104 dn. 2.
162 Türk Hukuku için bkz. Akıntürk, s. 35; Feyzioğlu, s. 255; Eren, s. 1152; Oğuzman/Öz, s. 837; Tunçomağ, s.
1034; Canyürek, s. 11; Safa Reisoğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 19. Bası, İstanbul 2006, s. 388.
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, müteselsil borçluluğa ilişkin verdiği tanımda, doktrinde çoğunluğu oluşturan
yazarların aksine “aynı hukuki sebebe dayanma” unsuruna yer vermektedir. Bkz.
Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, s. 285. İsviçre Hukuku için bkz. Merz, s. 101; Becker, Vor. Zu Art. 143-150 N.1
; Bucher, AT, s. 493; Oser/Schönenberger Vor. zu Art. 143-150 N.1 ; Guhl/Merz Koller, §6 N. 5; Schwenzer, s.
456. Alman Hukuku için bkz. Ehmann, s. 126 ; Schwedhelm, s. 21; Medicus, Bürgerliches recht, s. 578; Medicus,
Schuldrecht I, s. 382; Schwedhelm, s. 26; Reinicke/Tiedtke, s. 16; Wernecke, s. 28, vd. ; Selb, s. 32.
borçluların edimin tamamını ifa etmekle yükümlü olmaları, alacaklının dilediği borçludan
ifayı talep edebilmesi ve borçlulardan birinin ifasının tüm borçluları borçtan kurtarmasıdır.
Gerek kanun hükmünde, gerekse tanımda yer alan unsurların içinde, müteselsil borçların aynı
hukuki sebepten doğmuĢ olmaları bir unsur olarak yer almamakta, kanun hükmüne göre
müteselsil borcun ayırıcı unsuru, alacaklının edimi bir defa elde etmek üzere, borçluların
dilediğinden ifayı talep edebilmesidir. Borçların borca katılmada olduğu gibi farklı hukuki
sebepten doğmuĢ olmaları hâlinde, borçlular BK. 141/1’de öngörüldüğü gibi alacaklıya karĢı
müteselsil borçlu olduklarını açıkça beyan etmiĢseler ya da zımnî irade beyanlarından,
özellikle de yapılan iĢlemin amacından (borca katılmada, borcu üstlenmedeki teminat verme
amacında olduğu gibi) müteselsil borç altına girme iradeleri anlaĢılıyorsa, müteselsil
borçluluk mevcut demektir. Nitekim BK. 141/1 hükmü de, müteselsil borçluluğu doğuran
zorunlu unsurun, birden fazla borçlunun alacaklıya karĢı müteselsil borçlu olduklarını beyan
etmeleri olduğunu ifade etmekte ve baĢka bir Ģart aramamaktadır. Bu da, sözleĢmeden
müteselsil borçlulukta kanunun aradığı asıl unsurun, borç altına giren kiĢilerde müteselsil
borçlu olma iradesinin varlığı ve alacaklının da bunu kabul etmesi olduğunu göstermektedir.
Burada sonradan teselsüle yol açan borca katılma sözleĢmesi açısından farklı bir durumun
varlığını kabul etmek gerekir. Borçluların aynı sözleĢmede, birlikte borç altına girmeleri
halinde, aynı sözleĢmede birden fazla borçludan her bir edimin ayrı ayrı kümülâtif olarak ifa
talep edilmemesi için, sözleĢmeden teselsülün anlaĢılması gerekir. Bu da, sözleĢmenin aynı
tarafını teĢkil eden müteselsil borçluların her ikisinde de teselsül iradesinin varlığı anlamına
gelmektedir. Bu durumdan farklı olarak borca katılma sözleĢmesi, alacaklıyla yapılan ayrı bir
sözleĢmeden doğduğundan, bu müteselsil borçluluk iradesi, alacaklıyla borca katılma
sözleĢmesini akdeden borca katılanda aranacaktır. Zira borca katılan, ilk borca ek olarak bir
edimi ikinci defa ifa etmek iradesine sahip olmamakta ve böyle bir yükümlülük altına
girmemekte, aksine kendisinin veya ilk borçlunun ifada bulunmasının borcu sona erdirmesi
amacıyla borç üstlenmektedir. Alacaklı da bunu kabul ederek borca katılma sözleĢmesini
akdetmektedir. Yoksa, borca katılma sözleĢmesinin sonucunda müteselsil borçluluğun
meydana gelmesi için, ilk borçlunun onayı gerekmemektedir163
. Esasen buradaki müteselsil
borç iradesi, borca katılanın veya ilk borçlunun edimi ifa etmesi halinde, diğer borçlunun da
borçtan kurtulacağı yönündeki anlaĢmadır.
163
Akıntürk, s. 115.
Türk Borçlar Kanunu’nun, müteselsil borçlulukta çokluk görüĢünü kabul etmiĢ olması da bu
görüĢümüzü desteklemektedir. Gerçekten, doktrindeki baskın görüĢe göre Türk/Ġsviçre ve
Alman Hukuklarında, Fransız Hukukundan farklı olarak, müteselsil borçluluk yönünden borç
iliĢkisinin çokluğu görüĢü kabul edilmiĢtir164
. Bu görüĢe göre, müteselsil borçlulukta alacaklı
ile borçlular arasında tek bir borç iliĢkisi değil; alacaklı ile her bir müteselsil borçlu arasında
ayrı ayrı olmak üzere birden çok borç iliĢkileri meydana gelir ve bu borçlar birbirinden
bağımsızdırlar165
. Bu borçlar arasında teselsülü meydana getiren unsur, hukukî sebeplerin
aynı olması değil, alacaklının ifa menfaatini gerçekleĢtirmek yönündeki amaç birliğidir.
Nitekim Akıntürk, borcun doğuĢ sebebinin (hukuki sebebinin) genellikle müĢterek olduğunu
fakat mutlaka müĢterek bir doğuĢ sebebinin bulunması gerekmediğini, müteselsil borçlar
arasındaki iliĢkinin amaç birliğine dayandığını açıkça ifade etmektedir166
.
Türk Borçlar Kanunu’nun, alacaklının borçlulara karĢı tek bir alacağının değil, birden çok
alacak hakkının bulunmasını kabul etmesi, bu alacak haklarının farklı hukuki sebeplerden
doğmasının mümkün olduğu anlamına gelmektedir. Kanunun BK. 141/1 hükmünde,
teselsülün varlığı için aradığı tek unsur, teselsülün ya kanun hükmünde öngörülmesi ya da
tarafların müteselsil borçlu olmayı BK. 141/2’de yer alan unsurları karĢılayacak Ģekilde beyan
etmeleridir. Birden fazla borçlunun farklı hukuki sebeplerle de olsa, müteselsil borçlu olmayı
taahhüt etmelerinin sözleĢme serbestisi çerçevesinde kabul edilmesinin önünde kanaatimizce
hiçbir hukukî engel bulunmamaktadır. Nitekim, atipik bir teminat sözleĢmesi olan borca
164
Von Tuhr (Edege Çevirisi), s. 786 ; Tunçomağ, s. 1034; Akıntürk, s. 59; Oğuzman/Öz, s. 840; Eren, s.1153.
165 Doktrinde Tekinay, alacaklı ile borçlular arasında birden çok borç ilişkisinin mevcut olduğunu kabul
etmemekte ve birbirinden bağımsız borçların varlığından ziyade, aynı borç ilişkisi içinde birden çok hukuki
bağın, birden çok talebin bulunduğunu kabul etmektedir. Yazar, tek bir borç ilişkisinin varlığı görüşünde
olduğundan, kanaatimizce bu görüşüne bağlı olarak, müteselsil borçların aynı hukuki sebepten doğmalarının
zorunluluk teşkil ettiğini ifade etmektedir. Bkz. Tekinay, Akdî Teselsül, s. 28. Nitekim, müteselsil borca ilişkin
açıklamalarında Von Tuhr, önce teklik görüşünün bir kalıntısı olarak müteselsil borcun kural olarak aynı hukuki
sebepten doğduğunu ifade etmekte(bkz. S.786), fakat daha sonra bu mantığın sözleşme hukukuna uygulanması
hâlinde, müteselsil borçların aynı hukuki sebebe dayanma zorunluluğu sözleşme hukukunda geçerli olsaydı,
sadece aynı sözleşmeyle borç altına girildiği hallerde müteselsil borçluluğun doğacağını, halbuki bunun bir
zorunluluk olmadığını, borca katılmanın da bunun bir örneğini teşkil ettiğini belirtmektedir. Bkz. Von Tuhr
(Edege Çevirisi), s. 812. Yazar “hukuki sebeplerin farklılığına dayalı bu görüş tarzı akdi hukuka uygulanmış
olsaydı” şeklindeki bu ifadesiyle, hukuki sebeplerin aynı ve farklı olmasına dayanan tam teselsül-eksik teselsül
ayrımının haksız fiil hukukuna özgü olduğunu, sözleşmeden doğan müteselsil borçluluğa bu anlayışın doğrudan
doğruya uygulanamayacağını kanaatimizce açıkça ifade etmektedir. Açıklamalar için bkz. Von Tuhr (Edege
Çevirisi), s. 812, vd.
166 Akıntürk, s. 68.
katılmanın baĢlangıçta ferî, devamında bağımsız borç doğurması esasen BK. 141-147
hükümleri arasında düzenlenen müteselsil borca iliĢkin hükümlerin yapısına da tam olarak
uygun değildir. Zira tipik müteselsil borçlar, baĢlangıçtan itibaren birbirinden bağımsız nitelik
arzederler ve tüm borçlular müteselsil borcun varlığından haberdardırlar. Oysa ki, borca
katılma da, müteselsil borçluluk meydana getirmesine rağmen, teselsül oluĢturan borçlardan
biri bağımsızken, borca katılanın borcu baĢlangıçta ferîdir ve baĢlangıçta giriĢilen müteselsil
borçluluktan farklı olarak, tam teselsülün oluĢması ilk borçlunun iradesi gerekmediği gibi,
bundan haberdar olması da gerekmez, hatta açıkça rızası bulunmadığını beyan etse dahi
müteselsil borçluluk doğar. Klâsik müteselsil borçluluktan bu kadar farklı bir yapı arzeden
borca katılmanın tam teselsül meydana getirmesi, ancak sözleĢme serbestisinin buna müsaade
etmesiyle açıklanabilir. Aynı anlayıĢla, birbirinden farklı hukuki sebeplerle borç altına giren
borçluların müteselsil borçlu olmak istemeleri hâlinde, bunun gerçekleĢmemesi için bir sebep
bulunmamaktadır
Konuya iliĢkin bir örnek vermek gerekirse, B’nin (A)’ya satım sözleĢmesi sebebiyle 1.000.-
TL. borçlu olduğu, (C)’nin de (A)’ya ayrı bir sözleĢme ile sebepsiz borç ikrarında bulunarak
1.000.-TL. borç altına girdiğini, borçlularla yapılan iki ayrı sözleĢmede, birinin ifasının
diğerini de borçtan kurtaracağının kararlaĢtırılmıĢ olması ihtimâlini göz önüne aldığımızda;
müteselsil borcun unsurları olan birden fazla borçlu, alacaklının edimin tamamının ifasını
dilediği borçludan talep edebilmesi ve borçlulardan birinin ifasının diğerini de borçtan
kurtarabilmesi unsurlarının tümü mevcuttur ve burada müteselsil borçluluğun varlığının kabul
edilmemesi için kanaatimizce hiçbir sebep bulunmamaktadır. Zira, alacaklıya karĢı borçları
farklı hukuki sebepten doğmuĢ olsalar dahi, burada önemli olan, verdiğimiz örnekte olduğu
gibi, özellikle sonradan borç altına giren borçlunun müteselsil borçlu olma iradesini taĢıması
ve alacaklının da bunu kabul etmiĢ olmasıdır.
Farklı hukuki sebeplerden doğan borçların tam teselsül oluĢturabileceklerini daha iyi
açıklayabilmek için, bu durumdan farklı olan, birbirinden ayrı sözleĢmelerden doğan
alacakların teselsül oluĢturmadığı hâlleri de değerlendirmek gerekmektedir. Alacaklının,
birbirinden haberdar olmayan birden fazla borçluya karĢı, farklı sözleĢmelerle aynı içerikteki
edimin ifasına (örnek olarak yukarıdaki 1.000.-TL.nin ödenmesine) iliĢkin birden fazla
alacak hakkına sahip olması ihtimalinde, burada alacaklının her iki borçludan ayrı ayrı bu
edimi talep edebilmesinin sebebi, hukuki sebeplerin farklı olması değil, alacaklının böyle bir
teselsülün varlığını kabul etmiĢ olmaması, yani alacaklıyla bu yönde bir sözleĢme yapılmamıĢ
olmasından kaynaklanmaktadır. Dikkat edilirse, burada eksik unsur yine, teselsülün varlığı
yönünde hiçbir iradenin bulunmamasıdır.
Benzer Ģekilde alacaklının, birbirinden hiç haberdar olmayan iki mimarla ayrı ayrı aynı
konuda mimari proje düzenlemeleri konusunda bir sözleĢme yaptığını hatta birbirlerini hiç
tanımayan her iki mimara da, bu durumu açıkladığını, birinin ifasını diğerininkini sona
erdireceğini açıkladığını kabul ettiğimizde, yine burada borçlulardan birinin ifasının diğerinin
borcunu sona erdirmesi sadece bir Ģart olarak belirlenmiĢ olup, burada teselsül söz konusu
değildir. Zira, borçluların hiçbiri, bu Ģartla borç altına girmemiĢ olup, aralarında bir amaç
birliği ve müteselsil borçluluk iradesi bulunmamaktadır. Buna müteselsil borçluluk
bulunmadığı için, edimi borçlulardan hangisi ifa ederse etsin, alacaklıya halef olamayacak ve
diğerine rücu edemeyecektir.
Müteselsil borçların hukuki sebeplerinin aynı olması zorunluluğu kanaatimizce, müteselsil
borçlulukta ortak defileri düzenleyen BK. 143 hükmündeki “borcun sebep ve mevzuundan”
ifadesinden de çıkarılamaz. Zira kanun, burada müteselsil borcun hukuki sebep ve konusunun
aynı olması ihtimâlinde, ortak defilerin bunlardan kaynaklandığını düzenlemekten ileri
gitmemektedir. Nitekim doktrinde, müteselsil borçların her birinde taahhüt edilen edimlerin
birbirinden farklı olabilecekleri açıkça kabul edilmektedir167
. Kanunun tüm müteselsil
borçların konusunun aynı olması gerektiği intibaını uyandıran ifadesi nasıl buna engel teĢkil
etmiyorsa, tek bir hukuki sebep bulunmaktaymıĢ gibi bir ifadenin hükümde yer alması da,
hukuki sebeplerin aynı olmasına gerekçe olmamalıdır.
Diğer yandan, belirtmemiz gerekir ki, borca katılma sözleĢmesinden geçerli olarak bir borç
doğabilmesi için, ilk borcun geçerli olması gerekliliği ve bunun da ilk borcu doğuran
sözleĢmeye göre belirlenecek olması da, borca katılanın borcunun hukuki sebebinin ilk
borcun hukuki sebebi olduğu anlamına gelmemektedir. Bu sonuç, her iki borcun hukuki
sebeplerinin aynı olmasından değil, borca katılmadan doğan borcun baĢlangıçtaki ferîliğinden
kaynaklanır. Bu feriliğin sebebi ise, borca katılma sözleĢmesinin teminat amacında yatar.
Borca katılanın, ilk borçlunun edimini üstlenmesinin sadece içerik itibarıyla değil, borcun
içinde bulunduğu durum itibarıyla gerçekleĢtiği ve bunun hukuki sebeplerin ayniyetinden
değil, borca katılmanın teminat amacından kaynaklandığı kabul edilmektedir. Nitekim, ilk
167
Akıntürk, s. 72.
borcun geçersizliği, ferilik iliĢkisinin bir sonucu olarak borca katılmadan geçerli bir borç
doğmasını engeller. Fakat borca katılma sözleĢmesinin geçersizliği, ilk borcun geçersizliğine
yol açmamaktadır (meğer ki, istisnaî bir hâl olarak, borca katılma sözleĢmesinden geçerli bir
borç doğmazsa, ilk borçlunun da borç altına girmeyeceği BK. 20/2 hükmüne uygun olarak
anlaĢılmıĢ olsun). Buradaki ferîlik iliĢkisi, sürekli olmayıp, borcun doğumu ânı itibarıyla,
baĢlangıçtaki bir ferîliktir ve borca katılmadan doğan borcun geçerli olarak doğumundan
itibaren sona ermektedir168
.
Son olarak, doktrinde yapılan tam teselsül-eksik teselsül ayrımı da, sözleĢmeden doğan gerçek
müteselsil borçlulukta (sözleĢmeden doğan tam teselsülde), borçların hukuki sebeplerinin aynı
olması zorunluluğunu ve buna bağlı olarak, borca katılmanın tam teselsül meydana getirmesi
için bundan doğan borcun hukuki sebebinin, ilk borcun hukuki sebebiyle aynı olduğunun
kabulünü gerektirmemektedir.
Borca katılma sözleĢmesinin yapılmasının hukuki sonuçlarından biri olan müteselsil
borçluluğu düzenleyen BK. 141-147 hükümlerinde, daha önce belirttiğimiz üzere, hukuki
sebeplerin aynı olmasını gerektiren bir hüküm bulunmadığı gibi, bu hükümlerde tam teselsül
ve eksik teselsül ayrımına rastlanmamaktadır. Bu ayrım, varlığı itibarıyla dahi esasen
doktrinde çok tartıĢmalı olmakla birlikte, sadece haksız fiil alanına, daha doğru bir ifadeyle
birden çok kiĢinin bir zararın tazmininden sorumlu olmalarına özgü olup, BK. 51 hükmünün
düzenlemesinden kaynaklanmaktadır169
. SözleĢmeden doğan müteselsil borçluluk ve bu
bağlamda borca katılma ise, BK. 51’in uygulama alanına girmeyip, sonuçları itibarıyla BK.
141-147 hükümlerine tâbidir. Çünkü sözleĢmeden doğan tam teselsülde, edimin ifa edilmesi
esas alınırsa, her bir borçlu alacaklıya karĢı bir zararın tazmin edilmesinden değil,
sözleĢmeyle belirlenen ve her bir borçlu tarafından taahhüt edilen edimin ifasından sorumlu
olmaktadır. Birinde tazminat sorumluluğu, diğerinde ise taahhüt edilen edimin ifası
yükümlülüğü söz konusudur. Nitekim kanun koyucu da, sözleĢmeden doğan edimi ifa etme
yükümlülüğü ile zarardan sorumluluk arasındaki nitelik farkını gözeterek, birden fazla kiĢinin
bir zarardan farklı hukuki sebeplerle sorumluluğunu, müteselsil borçluluğa iliĢkin genel
168
Madaus, s. 24.
169 Türk Borçlar Kanunu Tasarısı doktrinde eleştiri konusu olan ve yapay olduğunu düşündüğümüz bu ayrım,
isabetli bir çözüm tarzıyla tamamen ortadan kaldırılarak, birden fazla kişinin aynı zarardan farklı hukuki
sebeplerle sorumluluğu da, aynı sebeplerden sorumluluğu ile aynı hukuki sonuca, tüm zarar verenlerin
müteselsil sorumlu olmaları sonucuna bağlanmıştır (bkz. TBKT. 60).
hükümler (BK.141-147) arasında değil, haksız fiile iliĢkin hükümlerin içinde yer vermiĢtir170
.
Eğer borca katılan ve ilk borçlu edimlerini ifa etmezlerse, alacaklıya karĢı bundan doğan
zararlarının tazminini BK. 51 hükmü uyarınca değil, BK. 141-148 hükümleri uyarınca tazmin
edeceklerdir171
. Fakat aralarında hiçbir hukuki bağ olmayan birden fazla kiĢinin alacaklıya
karĢı farklı sözleĢmelerden dolayı zarar tazmini borcu altında olmaları hâlinde, BK. 51’de
düzenlenen eksik teselsül meydana gelmektedir172
.
Bu bağlamda bir baĢka gerekçe olarak belirtmemiz gerekir ki, esasen sözleĢmeden doğan
edimlerin ifasına (borçluların iradelerinden borçlara) iliĢkin değil, birden çok kiĢinin vermiĢ
170
Buna bağlı olarak tam ve eksik teselsülün incelendiği tüm bilimsel eserlerde, bu ayrım sadece haksız fiil
hükümlerinin ve bu bağlamda birden fazla kişinin bir zarardan sorumluluğu incelendiği başlıklar altında ele
alınmıştır. Bkz. Oğuzman/Öz, s. 710; Tandoğan, Türk Mes’uliyet Hukuku, Ankara 1961, s. 367.
171 Doktrinde sözleşmeden doğan teselsül alanında da eksik teselsülün söz konusu olduğu, doktrinde Tekinay
tarafından savunulmaktadır (Bkz. Tekinay, Akdî Teselsül, s. 62, vd.) Ne var ki, yazarın farklı sözleşmelerden eksik
teselsül de doğabileceğini belirtirken vermiş olduğu örneklerde, iki ayrı sözleşmede belirlenen edimler, birinin
ifasının diğer borcu da sona erdireceği şekilde bir teselsül ilişkisi içinde bulunmadıklarından, sözleşmeden doğan
müteselsil borçluluğun unsurlarını karşılamamaktadırlar. Yazarın verdiği, Fransız Temyiz Mahkemesi kararına
dayalı bir örneğe göre : (A), ameliyat olmak üzere hem (B) hastanesiyle, hem de operatör (C) ile iki ayrı
sözleşme yapmıştır. (B) hastanesi, (A)’nın ameliyat araç gereçlerini sağlayacak, (A)’nın ameliyat öncesi ve
sonrasında bakımını temin edecektir. (C) ise, (B) hastanesinin sağladığı araç gereçlerle (A)’nın ameliyatını
gerçekleştirecektir. Bu örneğe göre, (B) hastanesi ile (C) arasında sözleşmeden doğan bir müteselsil
borçluluktan bahsedilemez. Zira, (B) hastanesinin araç gereç sağlama ve hastanın ameliyat öncesi bakımını
sağlama yükümlülüğünü ifa etmesi, operatör (C)’nin ameliyat yapma borcunu sona erdirmez. Aynı şekilde
(C)’nin ameliyatı yapması, (B) hastanesinin sözleşmeden doğan borcunu sona erdirmemektedir. Burada
müteselsil borçluluğun, borçlulardan birinin ifasının diğerini borçtan kurtarması unsuru eksiktir. Çünkü
sözleşmeden doğan müteselsil borçlulukta, borçlulardan sadece birinin edimini ifa etmesi, alacaklının ifaya dair
menfaatini tamamen karşılamaktadır. Oysa ki, verilen örnekte, alacaklının ifa menfaati; (B) hastanesinin
sözleşmeye uygun olarak araç gereç sağlama ve hastanın bakımını temin etme edimiyle, (C)’nin ameliyatı gereği
gibi yapma edimlerinin tümünün ifasına bağlıdır. Doktrinde; borçlulardan birinin tek başına edimini ifa etmesi
veya borçluların tümünün edimi kısım kısım ifa etmeleriyle alacaklının ifa menfaatinin karşılanmadığı,
borçluların hep birlikte edimlerini ifa etmeleriyle tüm ifa menfaatinin karşılandığı bu tür borçlara müteselsil
borç değil, ortaklaşa ifa edilmesi gereken borç (Gemeinschaftliche Schuld) adı verilmektedir. Kavram için bkz.
Selb, s. 8. Olayda, hastanenin kötü araç gereç temin etmesi, operatörün de bunları iyi kontrol etmemesinden,
(A) zarar görmüş ve mahkeme zararın tümünden her iki borçluyu da sorumlu tutmuştur. Kanaatimizce, burada
zararın tümünden her iki borçlunun da sorumlu olması, borçluların baştan müteselsil borçlu olmalarından değil,
borçluların fiillerinin ortak illiyet oluşturacak şekilde bir araya gelmesi sonucunda zararın meydana
gelmesinden kaynaklanmaktadır. Burada ortak illiyetin varlığından dolayı eksik teselsül hükümlerinin (BK. 51)
uygulanacağı söylenebilirse de, bu durum sözleşmeden doğan müteselsil borçluluğun varlığından değil, birlikte
bir zarara sebep olmadan kaynaklanmaktadır. (Bkz. Oğuzman/Öz, s. 524). Fakat burada, sözleşmeden doğan
müteselsil borçluluk değil, birlikte zarar vermeye dayanan ve bu sebeple BK. 51’e dayanan eksik teselsül
sözkonusu olmaktadır.
172 Akıntürk, s. 130. Nitekim, yazar sözleşmede doğan teselsülle, kanundan doğan teselsülü ayrı ayrı inceleyerek,
eksik teselsülü, kanunun sistematiğine uygun olarak, haksız fiiller başlığı altında incelemektedir.
oldukları zararı tazmin borcuna iliĢkin bir ayrım olan tam teselsül-eksik teselsül ayrımı,
hukuki sebeplerin farklı olmasına değil, zararın bu zararı verenlerin birlikte hareketlerinden
ve ortak kusurlarından doğup doğmadığına dayanmaktadır173
. Diğer bir ifadeyle, eksik
teselsülü tam teselsülden ayıran unsur, hukuka aykırı fiilin mağduruna zarar vermeye yönelik
ortak bir iradenin eksikliğidir.
Bu itibarla, tam teselsül eksik teselsül ayrımı, sözleĢmeden doğan edimlerin, ifa edilmeleri
yönünden birbiriyle teselsül iliĢkisinde bulunmaları açısından (yani borçlulardan birinin
sözleĢmeden doğan edimi ifa etmesinin, diğerinin borcunu ifa yükümlülüğünü) sona erdirmesi
değil, sadece birden fazla kiĢinin, birbirinden haberdar olarak veya olmayarak birlikte zarara
sebep olmaları ve zararı tazmin yükümlülüğü açısından geçerli kabul edilmesi gereken bir
ayrımdır. BK. 51’in lâfzı da bu açıklamamızı desteklemektedir. Nitekim Von Tuhr, tam ve
eksik teselsül ayrımının temel mantığı olan hukuki sebeplerin aynı veya farklı olması
anlayıĢının sözleĢme hukukuna uygulanamayacağını, aksi takdirde borca katılmadan
müteselsil borcun doğduğunun kabul edilemeyeceğini, fakat doktrinde borca katılmanın tam
teselsül oluĢturduğunun kabul edildiğini açıkça ifade etmektedir174
.
Müteselsil borçlulukta ve özellikle sözleĢmeden doğan müteselsil borçlulukta, borçların
hukuki sebeplerinin aynı olmasının zorunlu olmadığına iliĢkin olarak yaptığımız açıklamalara
son verirken belirtmek isteriz ki, bugün Alman Hukukunda, müteselsil borçluluğun varlığı
için borçların aynı hukuki sebepten doğmasının gerekli olduğu yönündeki görüĢ, gerek
doktrinde gerek mahkeme kararlarında tamamen terk edilmiĢtir. Alman Hukukunda da
müteselsil borçluluğun unsurlarını düzenleyen BGB §421 hükmünde, müteselsil borçluluğun
unsurları BK. 141 ve OR. 143 ile tamamen aynı içeriğe sahip bulunmaktadır.
Buna göre müteselsil borcun unsurları doktrinde; birden fazla borçlunun mevcut olması, bu
borçluların tümünün alacaklıya karĢı bir edimi ifayla yükümlü olmaları ve alacaklının bu
edimi ancak bir defa elde etmek üzere dilediği borçludan talep edebilmesi olarak
173
Tandoğan, Mes’uliyet Hukuku, s. 367. Tunçomağ, eksik teselsülde hukuki sebeplerin farklı olduğunu
belirtmekle beraber, zararı verenlerin tümünün zararın tümünden sorumlu olması için ortak kusurun gerekli
olduğunu, bu kişilerin aynı zarardan sorumlu tutulmaları için hukuki sebeplerin mutlaka değişik olması
gerekmediğini belirtmektedir. Bkz. Tunçomağ, s. 604.
174 Von Tuhr,(Edege çevirisi), s. 812. Tam teselsül ve eksik teselsül ayrımını sadece zararı tazmin yükümlülüğü
açısından yapan Akıntürk’ün de, sözleşmeden doğan teselsül ve borca katılma hakkındaki açıklamalarından aynı
sonuca varmak kanaatimizce mümkündür. Karş. Akıntürk, s. 68, 113, 114 ve 136.
sayılmaktadır175
. Bu bağlamda, edimin tekliği ve aynı olması, hukuki sebeplerin aynı olması
ve hatta edimlerin aynı derecede bulunmaları dahi müteselsil borcun zorunlu unsurları olarak
kabul edilmemektedir. Hatta Ehmann, müteselsil borçluluğu aynı hukuki sebepten doğan
müteselsil borçluluk, koruma amaçlı müteselsil borçluluk ve teminat amaçlı müteselsil
borçluluk olarak üç gruba ayırmaktadır176
. Yazarın yaptığı gruplandırmaya göre; aynı hukukî
sebepten doğan teselsül, borçluların hepsinin aynı sözleĢmeyle borç altına girdiği, aynı borç
iliĢkisinden doğan teselsüldür. Koruma amaçlı müteselsil borçluluk, sorumluluk hukuku
alanında, tazminat taleplerinin tümünün, ortak hukuki olgudan doğan zararı tazmin etme
amacına yöneldiği müteselsil borçluluktur. Yazara göre borca katılmanın dâhil olduğu teminat
amaçlı müteselsil borçluluk ise, tam teselsülün bir edimin ifasını teminat altına almak
amacıyla tesis edildiği müteselsil borçluluktur. Borçların tümünün ortak amacı, teminat altına
alınan edimin ifa edilmesi olup, birden fazla borç iliĢkisinin varlığına rağmen, edim bir defa
ifa edilecek ve iç iliĢkide ise sadece esas borçlu sorumlu olmaktadır.
Ehmann’ın yaptığı bu ayrım, Alman Hukuku’nda ve Ġsviçre Hukukunda177
genel kabul
görmektedir. Bugün Alman Hukuku’nda, BK.141’e paralel bir hüküm olan ve yukarıda
saydığımız aynı unsurları içeren BGB §421 hükmünün dıĢında, aynı hukuki sebep, aynı edim,
aynı borç iliĢkisi gibi tüm müteselsil borçluluk hükümlerini kapsayacak ek unsurlara
baĢvurulamayacağı baskın görüĢ uyarınca kabul görmektedir178
. Tam teselsülün aynı hukukî
sebepten doğması düĢüncesi ise aĢılmıĢtır179
. Bu anlayıĢa göre, sözleĢme veya kanunla
müteselsil borçluluğun kabul edildiği hallerin iki ortak özelliği bulunmaktadır. Bunlar,
alacaklıya edimini elde etmek konusunda genel bir güvence sağlamak ve alacağın takip
edilmesini kolaylaĢtırmaktır180
.
175
Staudinger/Noack, §421 N .8; Soergel/Wolf, §421 N. 1; Bydlinski, §421 N.3; Schwedhelm, s. 26.
176 Ehmann, s. 322.
177 Alman Hukuku için Schwedhelm, s. 31 ; Kittlitz, s. ; Selb, s. 43. İsviçre Hukuku için bkz. Merz, s. 117.
178 Bkz. Schwedhelm, s. 35; Selb, s. 43; Wernecke, s. 79; Palandt/Heinrichs, §421 N. 9.
179 Selb, s. 36; Schwedhelm, s. 32 ; Wernecke, s. 30, vd. ; BGHZ 59,97,102. (karar için bkz. Schwedhelm, s. 32).
Hatta Selb, İsviçre Hukuku’nda OR. 50 ve OR. 51 hükümleri sebebiyle tam ve eksik teselsül ayrımının yerleşmiş
olduğu görüşü yerleşmiş gibi gözükse de, İsviçre doktrininin bu ayrımı kabul etmek konusunda güçlük yaşadığını
ifade etmektedir. Selb, s. 36.
180 Merz, s. 109.
Müteselsil borçlulukta Türk/Ġsviçre Hukukları gibi borç iliĢkisinin çokluğu anlayıĢını
benimsenmiĢ olduğu ve özellikle sözleĢmeden doğan müteselsil borçluluğa iliĢkin olarak aynı
niteliğe sahip hükümleri içeren Alman Hukukundaki bu mülâhazalar, kanaatimizce Türk ve
Ġsviçre Hukukunda da kabul edilmeli, BK. 141 ve OR. 143’te bir unsur olarak mevcut
olmayan hukuki sebeplerin aynı olması gereği yönündeki anlayıĢ terk edilmelidir. Ehmann’ın
müteselsil borçluluğa iliĢkin gruplandırması doktrinde geçerli bir gruplandırma olarak kabul
edilmektedir ve müteselsil borçluluğun kanun veya sözleĢmeyle kabul edilmesi hallerini
amacına göre kanaatimizce doğru bir Ģekilde gruplandırmaktadır. Bu anlayıĢ, bizim
hukukumuzda da kabul görmelidir.
Sonuç itibarıyla, bağımsız bir teminat sözleĢmesi olan borca katılma sözleĢmesinden, borca
katılan için kendisine ait bir hukuki sebebi bulunan, yeni bir borç doğmaktadır. Bu borç,
hukuki sebebi itibarıyla değil, sadece baĢlangıçtaki içeriği ve kapsamı itibarıyla ilk borcun
aynısıdır. Borca katılanın borcu, baĢlangıçtaki ferîliği dolayısıyla doğumu anında ilk borcun
geçerli olmasını gerektirir. Geçerli olarak kurulduğu ve içeriği belirlendiği andan itibaren ise
ilk borçtan tamamen bağımsızlaĢır, nitekim borca katılmadan doğan borcun ifa zamanı, ifa
yeri ve diğer tüm Ģartlar, ilk borcun tabi olduğu sözleĢmeye göre değil, borca katılma
sözleĢmesine göre belirlenir; hatta borca katılanın edimi dahi sonradan değiĢebilir, bu
değiĢiklik borcun müteselsil borç özelliğine zarar vermez. Bununla birlikte, bu borcun ifa
Ģartları, ilk borçlunun borcunun ifa Ģartlarına göre belirlenebilir. Fakat bu Ģartlar artık borca
katılma sözleĢmesinin içeriği ve hükümleri haline gelmiĢ olur. Bu durum, borca katılmadan
doğan borcun kesinlikle ilk borcun kaynağı olan sözleĢmenin hükümlerine tâbi olması
sonucunu doğurmaz. Aynı Ģekilde, ilk borçla borca katılmadan doğan borcun hukuki
sebeplerinin farklı sözleĢmeler bünyesinde mevcut olan farklı hukuki sebepler olarak
belirlenmeleri de, bu borçların tam teselsül meydana getirmelerine engel oluĢturmamaktadır.
Nitekim Selb, Ġsviçre Hukuku’nda geçerli gibi gözüken ve hukuki sebeplerin aynı olup
olmadığına dayanan tam ve eksik teselsül ayrımının Ġsviçre Borçlar Kanunu’nun teselsüle
iliĢkin hükümlerine hâkim olmadığını ve özellikle taraf iradeleriyle kurulan müteselsil
borçluluk türü olan borca katılmanın, bu anlayıĢı tamamen yıktığını açıkça belirtmektedir181
.
Von Tuhr ise, sözleĢmeden doğan teselsül alanında, hukuki sebeplerin farklı olup olmadığına
181
Bkz. Selb, s. 36 dn. 56.
dayanan tam ve eksik teselsül ayrımının sözleĢme hukukuna uygulanamayacağını, borca
katılmanın da bunun bir örneğini teĢkil ettiğini açıkça ifade etmektedir182
Açıkladığımız sebeplerle kanaatimizce borca katılma, kendisine ait hükümleri ve hukuki
sebebi bulunan bağımsız bir teminat sözleĢmesidir. Tarafların borca katılma sözleĢmesini
yapmakla izledikleri ve üzerinde anlaĢtıkları tipik amaç teminat vermek olduğundan, borca
katılma sözleĢmesinin hukuki sebebi teminattır. Borca katılma sözleĢmesine uygulanması
gereken hükümler, borca katılmanın hukuki sebebinin teminat olmasına göre belirlenir ve
atipik bir sözleĢme olduğu için, müteselsil borca iliĢkin hükümlerin yanı sıra, niteliğine
uygun düĢtüğü ölçüde benzer amacı taĢıyan kefalet sözleĢmesinin hükümleri bu sözleĢmeye
kıyasen uygulanır.
C. BORCA KATILMANIN BĠR TARAFA BORÇ YÜKLEYEN BĠR
SÖZLEġME OLMASI
Borca katılma sözleĢmesi tanımı gereği kural olarak bir tarafa borç yükleyen sözleĢmedir.
Alacaklı, borca katılanın ilk borçlunun edimini üstlenmesine karĢılık bir edim yükümlülüğü
altına girmez. Hâtta, kefalet sözleĢmesi ile borca katılma sözleĢmesinin ayırt edilmesi için
sıkça baĢvurulan bir kriter olarak, borca katılanın alacaklının ilk borçluya ifa edilecek edimde
doğrudan bir ekonomik menfaatinin bulunduğu hallerde dahi, bu menfaat alacaklının borca
katılma sözleĢmesinde üstlendiği bir edim niteliğine sahip olmadığından, bu sözleĢmeyi tam
iki tarafa borç yükleyen sözleĢme hâline getirmemektedir. Bu bağlamda belirtmemiz gerekir
ki, kefalet sözleĢmesinde, alacaklı kefil olunan borcu teminat altına alan taĢınır veya taĢınmaz
rehni gibi baĢka bir teminatı BK. 500 hükmü uyarınca kefilin zararına elden çıkarmamakla ve
teminatın değerini düĢürmemekle yükümlüdür, aksi takdirde kefile karĢı sorumlu olur, bu
sorumluluk kefilin sorumluluğunun azalması Ģeklinde ortaya çıkar183
. Fakat alacaklının bu
borçları, teknik anlamda bir edim yükümlülüğü olmayıp, külfet niteliğindedirler ve kefalet
sözleĢmesini eksik iki tarafa borç yükleyen sözleĢme hâline getirmez184
. Ġlgili bölümde
182
Von Tuhr (Edege Çevirisi), s. 812.
183 Açıklamalar için bkz. Özen, Kefalet, s. 91.
184 Ayrıntılı açıklamalar için bkz. Özen, Kefalet, s. 94.
inceleyeceğimiz üzere185
, bu hükmün kıyasen borca katılma sözleĢmesine uygulanabileceği
doktrinde kabul edilmektedir. Bu sebeple, bu hükmün uygulanması borca katılma
sözleĢmesini de eksik iki tarafa borç yükleyen sözleĢme haline getirmemektedir.
Borca katılma sözleĢmesinin tek tarafa borç yükleyen bir sözleĢme olmasının önemli bir
sonucu, borcun ifa edilmemesi halinde BK. 98/1 uyarınca, borca katılanın bu sözleĢmeden bir
fayda sağlamaması sebebiyle sorumluluğunun daha yumuĢak takdir edilecek olmasıdır. Fakat,
yine borca katılmanın sözleĢmenin varlığı konusunda doktrinde önemli bir kriter olarak
baĢvurulan borca katılanın bu sözleĢmeyi yapmakta bir menfaati bulunmakta ise, BK. 98/1
hükmü uygulanmayacaktır. Bu menfaat, bahsedilen kritere uygun olarak alacaklının ilk
borçluya ifa edeceği edime iliĢkin doğrudan ekonomik bir menfaat Ģeklinde mevcut
olabileceği gibi(örneğin büyük hissedarı olduğu Ģirketin borcuna katılması), mutlaka böyle
olması gerekmez. Diğer bir ifadeyle, bu menfaatin mutlaka borca katılma sözleĢmesinin
bünyesinde yer alması Ģart değildir, borca katılanın menfaati ister sözleĢme içi, ister sözleĢme
dıĢı bir olguya bağlı olarak gerçekleĢsin, bu sözleĢmeyi yapmakta bir malvarlıksal somut bir
menfaati tespit edilebiliyorsa, BK. 98/1 uygulanmayacaktır186
. Bununla birlikte, kanaatimizce
somut olmayan uzak menfaatler veya salt beklenti düzeyinde kalan mülâhazalar (lehine borca
katıldığı kiĢinin de ileride kendisi lehine teminat vermesi, ya da iĢ iliĢkilerinin iyi tutulması)
gibi hâller ya da manevî düĢüncelerle borç altına girilmesi hâller bu kapsamda
görülmemelidir.
Borca katılma sözleĢmesi, sadece borca katılanın alacaklıya karĢı borç altına girmesi
sebebiyle kural olarak bir tarafa borç yükleyen sözleĢme olmakla birlikte, bu bir zorunluluk
arzetmemektedir. Alacaklının da, kendisine karĢı üstlendiği borca karĢılık olarak borca
katılana bir karĢı edimin ifasını taahhüt etmesi mümkündür. Bu durumda, borca katılma
sözleĢmesi tam iki tarafa borç yükleyen sözleĢme niteliğini kazanacaktır. Alacaklı borçluya
her türlü edimi taahhüt edebilir. Bu edim, örnek olarak borca katılanın kendisine baĢka bir
sözleĢmeden doğan borcunu ifa etmesi konusunda kolaylık göstermek, ya da bankanın bir
borçlusunun yüksek miktarda borcunu teminat amaçlı olarak üstlenen borca katılana uygun
koĢullarda kredi vermeyi taahhüt etmesi, ya da mevcut baĢka bir borcunu taksitlere bölmesi
gibi edimler olabilir. Fakat tam iki tarafa borç yükleyen sözleĢme niteliğini kazanabilmesi
için, alacaklının üstlendiği edimin, borca katılanın üstlendiği edimin karĢılığını oluĢturması
185
Dördüncü Bölüm, III, D.
186 Açıklamalar için bkz. Özen, Kefalet, s. 95.
gerekir. Örnek olarak alacaklı borca katılana, doğrudan doğruya kendisinden talepte
bulunmayacağını, ifa talebini önce ilk borçluya karĢı yapacağını taahhüt etmiĢ olabilir. Böyle
bir taahhüt mümkündür, borca katılma sözleĢmesinin müteselsil borç doğurma özelliğine
zarar vermez. Zira, seçim hakkının bir sonucu olarak, dilerse müteselsil borçlulardan biri olan
borca katılandan hiç talepte bulunmayabilecek veya onu hiçbir gerekçe göstermeksizin ibra
edebilecek olan alacaklının, “çoğu yapmaya yetkisi olan, azı da yapabilir” Ģeklinde ifade
edebileceğimiz ilkenin bir sonucu olarak, borca katılanla böyle bir sözleĢme yapması, borcun
müteselsil niteliğine etki etmeyecektir. Müteselsil borçlardan birine sonradan böyle bir ikincil
nitelik verilmesinin mümkün olduğu ve böyle bir ikincillik anlaĢmasının müteselsil borç
niteliğine zarar vermeyeceği doktrinde kabul edilmektedir187
. Ne var ki, böyle bir ikincillik
anlaĢmasının yapılmasından önce, baĢlangıçta (borcun doğumu ânında) alacaklının dilediği
borçluya baĢvurmak konusunda seçim hakkına sahip olması, müteselsil borcun zorunlu bir
unsuru olarak kabul edilmek gerekir. Böyle bir anlaĢma, müteselsil borcun aslîli borç olma
özelliğine zarar vermeyip, onu ferî bir borç hâline getirmediği sürece müteselsil borçluluk
açısından geçerli sayılmaktadır. Fakat böyle bir edim, borca katılana karĢı taahhüt edilmiĢ bir
karĢı edim niteliğine sahip değildir.
Alacaklının karĢı edim taahhüt etmesi hâlinde, borca katılma sözleĢmesine tam iki tarafa borç
yükleyen bir sözleĢmenin hükümleri uygulanacaktır. Borca katılan, Ģartları gerçekleĢtiğinde
alacaklıya karĢı akdin ifa edilmediği (ödemezlik) defi (BK.81), aciz defi (BK. 82) ileri sürmek
gibi haklarının yanında, alacaklının edimini ifa etmekte temerrüde düĢmesi hâlinde, BK. 106-
108 hükümlerinde düzenlenmiĢ olan, tam iki tarafa borç yükleyen sözleĢmelerde temerrüt
halinde alacaklıya tanınmıĢ olan seçimlik hakları kullanabilecektir. Borçlunun (borca katılma
sözleĢmesinde borca katılana edim taahhüdünde bulunan alacaklının) karĢı edim teĢkil
etmeyen edimine aykırı hareket etmesi, onu borca katılana karĢı BK. 96 uyarınca sorumlu
kılacak fakat borca katılan sözleĢmenin diğer tarafına karĢı tam iki tarafa borç yükleyen
sözleĢmenin verdiği hakları kullanamayacaktır188
.
III. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN TÜRLERĠ
A. SÖZLEġMENĠN KURULMA ÂNINA GÖRE
187
Schwedhelm, s. 32 ve dn. 56’da belirtilen yazarlar.
188 Kefalet sözleşmesine yönelik aynı içerikteki açıklamalar için bkz. Özen, s. 90; Reisoğlu, Kefalet, s. 6 ;
Tandoğan, Borçlar Hukuku, II, s. 694.
Borca katılma terimi, bu sözleĢmenin ancak mevcut bir borca sonradan katılma yoluyla
kurulabileceği intibaını uyandırmaktadır. Doktrinde, borca katılma sözleĢmesinin ilk borcun
doğumu ile aynı anda, hatta ondan daha önce kurulabileceği kabul edilmektedir. Borca
katılma sözleĢmesi, kurulma ânına göre ileride doğacak borca katılma, eĢ zamanlı borca
katılma ve mevcut borca katılma olarak üçe ayrılmaktadır. Bu bağlamda tekrarlamak isteriz
ki, borca katılma sadece sözleĢmeden doğan borçlar için, her türlü borç iliĢkinden doğan borç
için akdedilen bir sözleĢmedir. Haksız fiilden doğan tazminat borcuna, sebepsiz zenginleĢme
sebebiyle doğan iade borcuna, vekâletsiz iĢ görmeden doğan borçlara da katılmak
mümkündür. Ne var ki, teminat amaçlı borca katılma sözleĢmesi çoğunlukla sözleĢmeden
doğan bir borcun teminat altına alınması amacıyla akdedildiğinden, biz aĢağıda ve esasen
çalıĢmamızın tümünde, açıklamalarımızı, ilk borcun sözleĢmeden doğduğu hâlleri esas alarak
yapıyoruz. Bu durum, aynı zamanda konumuzun da sınırlanması yönünden bir zorunluluk
arzetmektedir.
1. Gelecekte Doğacak Bir Borca Katılma
Borca katılma sözleĢmesinin geçerliliği için, geçerli bir borcun (ilk) borcun varlığı
zorunludur. Bununla birlikte, ileride doğacak borca kefalet BK. 485 uyarınca mümkün olduğu
gibi, doktrinde189
ve yabancı mahkeme kararlarında190
aynı anlayıĢla ileride doğacak borca
katılma da mümkün görülmektedir. Gelecekte doğacak borç için akdedilen borca katılma
sözleĢmesi, gelecekte doğacak borcun alacaklısı ile borca katılan arasında kurulmaktadır.
Böyle bir durumda borca katılma sözleĢmesinin hükümlerini doğurması ve müteselsil borç
meydana getirmesi, ilk borcu doğuran sözleĢmenin geçerli olarak kurulması ve bu borç
iliĢkisinden geçerli bir borcun doğumu geciktirici Ģartına bağlanmıĢ olmaktadır. Ġlk borcun
189
Bartels, s. 40; Edenfeld, s.1034; Madaus, s. 157, vd.; Möschel, Vor §414 N. 12; Wiegelin, s. 7; Nikisch, s. 38.
190 BGHZ 133,220 ; BGH, NJW 1993, 1913, vd. ; NJW 1997, 461 ; RGZ 65, 164. Kararlar için bkz. Bartels, s. 40 dn.
10.
doğmayacağının kesinleĢmesi ise borca katılma sözleĢmesinin hükümsüzlüğü sonucunu
doğuracaktır191
.
Diğer yandan, borca katılma sözleĢmesinin borca katılan ile ilk borçlu arasında, üçüncü Ģahıs
yararına sözleĢme niteliğinde, alacaklıya talep hakkı verilen bir borcun (iç) üstlenilmesi
sözleĢmesi (borçtan kurtarma vaadi) olarak akdedildiği hallerde de, bu sözleĢmenin,
gelecekteki alacaklı ile ilk borçlu arasında akdedilecek sözleĢmeden doğan bir borcun
üstlenilmesi ve bu sözleĢmeden gelecekteki alacaklıya talep hakkı tanınması Ģeklinde
akdedilmesi istisnâi olarak da olsa mümkündür. Burada da, gelecekte doğacak borca katılma
söz konusu olmaktadır
Gelecekte doğacak borca katılma konusuna, borca katılma sözleĢmesinin geçerlilik Ģartlarının
incelendiği bölümde ayrıntısıyla değinilecektir, bu sebeple sadece gelecekte doğacak borca
katılmanın hukuken geçerli olduğunu belirtmekle yetiniyoruz192
.
2. EĢ Zamanlı (Simultane) Borca Katılma
EĢ zamanlı borca katılma, ilk borç ile borca katılmadan doğan borcun aynı anda doğması, bir
baĢka ifadeyle borca katılma sözleĢmesiyle, ilk borcu doğuran sözleĢmenin aynı anda
yapılması anlamına gelir. Böyle bir borca katılma sözleĢmesi, alacaklı ile ilk borçlu arasındaki
sözleĢme bünyesinde, aynı metinde bir sözleĢme Ģartı olarak düzenlenebilir ve borca katılma
bir teminat sözleĢmesi olduğu için genellikle bu yola baĢvurulmaktadır. Böyle bir sözleĢmede;
alacaklı, ilk borçlu ve borca katılanın imzalarının bulunması gerekmektedir. Eğer sözleĢme
alacaklıyı borç altına sokmuyorsa, alacaklının imzasının bulunması Ģart değildir (BK. 13/1).
Bu durumda aynı metin altında, iki ayrı sözleĢmenin varlığı söz konusudur. Bunlardan biri, ilk
borcu doğuran alacaklı ile borçlu arasındaki sözleĢme, diğeri ise borca katılan ile alacaklı
arasında kurulan borca katılma sözleĢmesidir. Bu iki sözleĢmenin aynı metin altında
akdedilmesinde dikkatli davranılmalı ve ikinci borçlunun sadece borçtan sorumlu olduğu
açıkça belirtilmelidir. Aksi takdirde, borca katılan, sözleĢmeyi ilk borçluyla aynı sıfat altında
imzalarsa, sözleĢmenin tarafı olma iradesi bulunmasa dahi, sözleĢmenin bu yönde
yorumlanması tehlikesi doğmaktadır. Nitekim Alman Federal Mahkemesini çokça meĢgul
191
Bartels, s. 40.
192 Bu konu hakkındaki açıklamalarımız için bkz. İkinci Bölüm, IV, B, 2, c.
eden konulardan birisi de, esasen teminat vermek için sadece borca katılma iradesine sahip
kiĢinin, örneğin bir kredi sözleĢmesinde, ilk borçlu gibi “kredi alan” gibi bir sıfatla sözleĢmeyi
imzalamasıdır193
. Bu durumda, borca katılma söz konusu olmayıp, borca katılmak isteyen kiĢi
ilk borçluyla birlikte sözleĢmeye taraf olmakta ve sözleĢmeden sadece ilk borçlu lehine
doğması gereken haklar, onun lehine de doğmaktadır. Böyle bir durumda, Borçlar
Kanunu’nda birlikte alacaklılar arasında teselsül karinesi kabul edilmediği için, her bir kredi
alacaklısı (borca katılan ile ilk borçlu), kredi verenden kısmi ifa talep edebilecektir. Bu sonuç,
borca katılan taraf açısından bir sorun yaratmasa dahi, ilk borçlu açısından sakıncalı sonuçlar
doğurabilecek niteliktedir.
Borca katılma sözleĢmesinin alacaklı ile borca katılan arasında farklı yazılı metinlerde
akdedilmesi hâlinde, çoğunlukla ilk sözleĢmeyle borca katılma sözleĢmesi arasında çok kısa
da olsa bir zaman aralığı bulunur. Bu sebeple ya borca katılma sözleĢmesi, ya da ilk borcu
doğuran sözleĢme daha önce akdedilmiĢ olur. Ne var ki, alacaklı ilk borcu doğuran
sözleĢmeyi bizzat imzalarken, borca katılma sözleĢmesini kendi adına ve hesabına akdetmesi
için bir doğrudan temsilci atayabilir. Böyle bir durumda, az bir ihtimâl dahi olsa, her iki
sözleĢmenin aynı anda akdedilmesi mümkündür. Esasen bu ayrımın bir pratik önemi de
bulunmamaktadır. Borca katılma sözleĢmesinin ayrı bir metinde akdedilmesi yukarıda
bahsedilen, borca katılanın sözleĢme tarafı gibi yorumlanması riskini bertaraf eder. Zira,
borca katılanın alacaklı ile ilk borçlu arasındaki sözleĢmeye taraf olarak dâhil olması, ilk
borçlunun onayını gerektirecektir.
3. Sonradan (Mevcut) Borca Katılma
Borca katılmanın, sözleĢmenin akdedildiği an yönünden en çok rastlanan türü, ilk borcun
doğumundan sonra gerçekleĢen borca katılma olup, bu sebeple borca katıla kurumu, genel
olarak mevcut borca katılma Ģeklinde de ifade edilmektedir. Mevcut borca katılma, alacaklı
ile ilk borçlu arasında akdedilen sözleĢmeden ve bu sözleĢmeyle geçerli bir borcun
doğumundan sonra ayrı bir sözleĢme olarak alacaklı ile borca katılan arasında akdedilir. Eğer
alacaklı ile ilk borçlu arasındaki sözleĢmeden bir borç doğmuĢ, ne var ki bu borcun
hükümlerini doğurması bir geciktirici Ģarta bağlanmıĢ ise, borca katılmadan doğan borcun
hüküm doğurması da bu geciktirici Ģartın gerçekleĢmesine tâbidir.
B. SÖZLEġMENĠN KURULMA AMACINA GÖRE
193
BGH NJW 1992, 2817.
Borca katılma sözleĢmesine uygulanacak kuralların tespiti, tarafların bu sözleĢmeyi
yapmalarındaki amaca (sözleĢmenin hukuki sebebine) göre belirlenir. Borca katılmanın kural
olarak alacaklıya teminat verme amacıyla akdedilmesi sebebiyle, tipik amacının teminat
olduğu kabul edilmekle birlikte, bu sözleĢmenin doktrinde teminat amaçlı borca katılma ve
borçtan kurtarma amaçlı borca katılma olarak ikiye ayrıldığı kabul edilmektedir194
. Borca
katılma sözleĢmesinin en çok rastlanan, tipik amacı teminat vermek olduğu için, borca
katılma çoğunlukla teminat sözleĢmesi niteliğini taĢır. Bunun yanında, alacaklıya teminat
vermeye göre, borcun iç iliĢkide borca katılan tarafından üstlenilmesinin daha ön plânda
tutulduğu borca katılma sözleĢmesi de akdedilebilmektedir. AĢağıda ana hatlarıyla bu iki
amaca göre akdedilen borca katılma sözleĢmesi arasındaki farklara değinilecektir.
1. Teminat Amaçlı Borca Katılma SözleĢmesi
Her borca katılma sözleĢmesi, alacaklıya, ilk borçluya karĢı sahip olduğu alacak hakkının
yanında ikinci bir alacak hakkı kazandırır. Bu sözleĢmede çoğunlukla borca katılan lehine bir
edim belirlenmediğinden, sözleĢme kural olarak bir tarafa borç yükleyen sözleĢme niteliğine
sahip olmakta ve alacaklı için borca katılma sözleĢmesinin akdedilmesi sonucunda ilk
borçluya karĢı üstlendiği yükümlülükten baĢka, yeni bir borç doğmamaktadır. Bu sebeple, her
borca katılma sözleĢmesi esasen alacaklının edimi elde etmeye iliĢkin hukukî durumunu
güçlendirmek ve onu ilk borçlunun borcunu ifa etmemesi riskine karĢı korumak amacını
taĢımaktadır. Fakat taraf iradeleriyle, borca katılma sözleĢmesinin yapılmasında baĢka bir
amaç ön plâna çıkarılıp, teminat etkisi, bu sözleĢmenin sonucu itibarıyla ortaya çıkabilir. Ne
var ki, bu istisnâi bir durum olup, kural borca katılmanın teminat amaçlı olarak yapılan bir
sözleĢme olmasıdır.
194
Kohte, borca katılmayı teminat amaçlı borca katılma ve borçtan kurtarma (veya borcun üstlenilmesi) amaçlı
borca katılma olarak iki gruba ayırmakta, teminat amaçlı borca katılmalarda borca katılanın ilk borcun ifasında
özel bir menfaatinin bulunmasını önemli bir unsur olarak görmektedir. Yazar, bu ayrımın yapılmasının borca
katılmaya ilişkin özel sorunların ele alınmasında somut menfaatler durumuna göre hareket edilmesi
zorunluluğundan kaynaklandığını ifade etmektedir. Bkz. Kohte, s. 997, 998. Kittlitz ise, borca katılmanın tipik
amacının teminat olduğunu belirtmekle birlikte, bu sözleşmeyi; teminat amaçlı borca katılma, borçtan
kurtarma amaçlı borca katılma ve müşterek menfaatlere dayanan borca katılma olarak üç gruba ayırmaktadır.
Yazar, bu ayrımın yapılmasının uygulanacak hükümleri belirlediğini ifade etmekte; teminat amaçlı borca
katılmalara nitelikleri uygun düştüğü ölçüde kefalet hükümlerinin uygulanacağını, diğer borca katılma türleri
için müteselsil borca ilişkin hükümlerin doğrudan uygulanacağını, fakat borçtan kurtarma amaçlı borca
katılmalarda, nitelik benzerliği sebebiyle borcun nakline ilişkin hükümlerin dikkate alınması gerektiğini ifade
etmektedir. Bkz. Kittlitz, s. 78.
Teminat amaçlı borca katılma, borca katılma sözleĢmesinin tipik amacı olan teminat verme
amacına hizmet eder. Alacaklıya teminat verilmesi, sözleĢmenin yapılmasının baĢlı baĢına tek
amacıdır. Borca katılma sözleĢmesinin bir unsuru olmamakla birlikte, özellikle borca
katılanın alacaklı ile ilk borçlu arasındaki hukuki iliĢkinin devamında veya alacaklının ilk
borçluya ifa edeceği edime iliĢkin somut ve doğrudan bir ekonomik menfaatinin mevcut
olduğu hâllerde, bu amaç daha net olarak ortaya çıkmaktadır. Alacaklı, ancak kendisine
taahhüt edilen borcun ifa edileceği ihtimâlinde (en azından bu düĢünceyle) ilk borçluya karĢı
üstlenmiĢ olduğu edimi ifa edeceğinden, borca katılanın alacaklıya alacağını elde edeceği
yönünde teminat vermesi ve bu amaçla alacaklıya karĢı borç altına girmesinde kendi menfaati
bulunmaktadır. Burada, bu sözleĢmenin yapılmasındaki tek amaç, borca katılanın kendi
menfaatini düĢünerek borç altına girmesi hâlinde dahi alacaklıya teminat sağlamaktır.
Alacaklıya bu teminatı sağlamasına yol açan, ilk borçlunun alacaklıdan edimi elde etmesinde
borca katılanın da ekonomik menfaatinin bulunması olgusu, borca katılanın alacaklıya karĢı
borç altına girmesindeki saiki olup, hukuken dikkate alınmamakta ve borca katılma
sözleĢmesinin teminat amacı üzerinde herhangi bir belirleyici rol oynamamaktadır195
. Çünkü
borca katılma sözleĢmesindeki teminat amacı, borca katılanın bu sözleĢmeyle borç altına
girmesindeki saiki olmayıp, daha önce de açıkladığımız gibi sözleĢmenin hukuki sebebini
oluĢturmaktadır. Teminat amaçlı borca katılma sözleĢmesi de, sözleĢmenin tarafları dikkate
alınarak yapılan bir ayrıma göre, alacaklıyla akdedilen teminat amaçlı borca katılma ve ilk
borçlu ile akdedilen teminat amaçlı borca katılma sözleĢmesi olarak ikiye ayrılmaktadır.
195
Nitekim, aynı durum kefalet sözleşmesinde de söz konusu olabilir. Kefilin, alacaklıyla kefalet sözleşmesini
yaparken, alacaklının edimi elde edeceğini düşünerek karşı edimi ifa etmesinde kefilin de bir menfaati
bulunabilir. Bu saik, nasıl ki bir kişinin satım sözleşmesi akdetmesindeki saikleri, sözleşmenin niteliğini ve ona
uygulanacak hükümleri etkilemiyorsa, kefaletin teminat amacını ve bir teminat sözleşmesi olma özelliğini de
etkilemeyecektir. Bu sebeple, durum borca katılma sözleşmesi açısından bir özellik taşımamaktadır. Aynı yönde
bkz. Madaus, s. 14 dn. 33. Horn, teminat amaçlı borca katılma sözleşmesinde, borca katılanın kişisel
menfaatinin belirleyici rol oynamadığını ve borca katılmanın menfaatler durumu açısından kefaletle aynı
nitelikte olduğunu kabul etmektedir. Bkz. Staudinger/Horn, Vor § 765 N. 369, vd. Her üç yazarın da yaptıkları
tespitin ortak sonucu, bu ayrımın borca katılma sözleşmesinin her bir türünün hukuki sebebini ve buna bağlı
olarak uygulanacak hükümleri belirlemesi, özellikle teminat sebebiyle yapılan borca katılma sözleşmesinin çok
rastlanan tipik borca katılma sözleşmesini teşkil ettiği, sonuç itibarıyla atipik bir teminat sözleşmesi olan borca
katılmaya, niteliği uygun düştüğü ölçüde kefalet sözleşmesinin hükümlerinin uygulanmasıdır.
a. Borca Katılan ile Alacaklı Arasında Akdedilen (Doğrudan) Teminat
Amaçlı Borca Katılma SözleĢmesi
Borca katılma sözleĢmesinin genel gerçekleĢtirilme tarzı, bu sözleĢmenin alacaklı ile borca
katılan arasında yapılmasıdır. Bu sözleĢmeyle borca katılan, doğrudan doğruya alacaklı ile
akdettiği bir sözleĢmeyle borçluyla aynı edimi ifa etmeyi üstlenmekte ve alacaklıya bu edimin
ifasını talep etmek konusunda doğrudan bir alacak hakkı kazandırmaktadır. Bu kazandırma,
alacaklının doğrudan doğruya taraf olduğu bir sözleĢmeye dayandığı için, bu Ģekilde yapılan
borca katılma sözleĢmesine “doğrudan teminat amaçlı borca katılma sözleĢmesi” adı da
verilmektedir. Alacaklı kendine alacak hakkını kazandıran sözleĢmeye bizzat taraf olmaktadır
ve bu durum aĢağıda inceleyeceğimiz, ilk borçlu ile akdedilen teminat amaçlı borca katılma
sözleĢmesine göre daha doğrudan ve emniyetli bir güvence sağlamaktadır. Zira alacaklı,
kendisiyle akdedilen borca katılma sözleĢmesinde, sözleĢmenin kurulması aĢamasında
sözleĢme hükümlerinin belirlenmesinde taraf sıfatıyla rol oynayacak ve taraf sıfatına sahip
olmaktan doğacak haklarını etkin bir Ģekilde kullanabilecektir. Dolayısıyla, buradaki
doğrudanlık, hem sözleĢmenin tarafı olmaktan, hem de buna bağlı olarak alacaklıya doğrudan
güvence sağlayıcı niteliğinden kaynaklanmaktadır.
b. Borca Katılan ile Ġlk Borçlu Arasında Akdedilen (Dolaylı) Teminat
Amaçlı Borca Katılma SözleĢmesi
Teminat amaçlı borca katılma sözleĢmesinin tipik gerçekleĢtirilme Ģekli olmasa da, bu
sözleĢmenin ilk borçlu ile borca katılan arasında akdedilen ve alacaklıya edimin ifasını talep
hakkı veren, tam üçüncü Ģahıs yararına sözleĢme niteliğindeki bir borca katılma sözleĢmesi
olarak yapılması mümkündür196
. Bu sözleĢmede, borca katılan ilk borçlunun yanında borcu
ifa edeceğini taahhüt etmekte, borçluya karĢı borcu üstlenmektedir. Yapılan bu sözleĢmede,
üçüncü Ģahıs olarak ilk borçlunun alacaklısına da talep hakkı tanınmasıyla, alacaklı ilk
196
Borca katılmanın, tam üçüncü şahıs yararına sözleşme şeklinde akdedilebileceği, bugün doktrinde baskın
görüş uyarınca kabul edilmektedir. Bkz. Reichel, s. 140; , vd.; Kittlitz, s. 29; Madaus, s. 14, vd.; Reinicke/Tiedtke,
s. 9, vd.; Schürnbrand, s. 21;Özen, Kefalet, s. 8. Bununla birlikte, borca katılmanın bu şekilde akdedilmesinin
teminat sağlama amacıyla bağdaşmayacağı ve tanımı gereği borca katılmanın her zaman alacaklıyla akdedilmesi
gerektiğini ileri süren yazalar da olmuştur. Bkz. Hermann Zürndorfer, Bürgschaft und Kumulative
Schuldübernahme, Breslau 1911, s. 15; Oskar Hentrich, Ein Beitrag zur Dogmatik und Abgrenzung
schuldrechtlicher sicherungstatbestände insbesondere von Bürgschaft und Schuldbeitritt, Jena 1940; s. 25;
Nikisch, s. 56. Fakat bu görüş bugün kabul görmemektedir.
borçludan talep etmeye yetkili olduğu edimi, borca katılandan da talep etmeye yetkili
olmaktadır. Bu durumda, alacaklıya karĢı ilk borçlu ile borca katılan müteselsil borçlu
durumuna girmektedirler197
.
Burada üzerine dikkatle durulması gereken nokta, ilk borçlu ile borca katılan arasında
akdedilen borca katılma sözleĢmesinin, bir teminat sözleĢmesi olarak nitelendirilmesinde taraf
iradelerinin belirleyici rol oynamasıdır. AĢağıda borçtan kurtarma amaçlı borca katılma
sözleĢmesi hakkında yapacağımız açıklamalarda belirtileceği üzere, borçtan kurtarma amaçlı
borca katılma sözleĢmesi de, ilk borçlu ile borca katılan arasında bir borç üstlenme sözleĢmesi
olarak akdedilmektedir198
. Teminat amaçlı borca katılma sözleĢmesini, bu tür borca
katılmadan ayıran unsur, tarafların iç iliĢkideki anlaĢmalarıdır. Eğer borcu üstlenen, alacaklıya
edimi yek baĢına ifa edip, borçluyu alacaklıya karĢı borçtan tamamen kurtarmak amacıyla bu
sözleĢmeyi akdetmekte ise, böyle bir sözleĢme iç iliĢkide borca katılanın ilk borçluya rücu
etmeyeceği ve borcu tamamen üstlendiği anlamını taĢır. Bu durumda, borçtan kurtarma
amaçlı borca katılma mevcuttur.
Diğer yandan, eğer borca katılan ilk borçluyla yine borcu üstlenme yönünde bir anlaĢma
yapmıĢ, fakat tarafların amacı alacaklıya teminat vermek olup, iç iliĢkide borca katılan borcu
tamamen üstleneceğini ve üçüncü Ģahsa (ilk borçlunun alacaklısına) ifada bulunduktan sonra,
iç iliĢkide ilk borçluya rücu etmeyeceğini taahhüt etmemiĢse, ortada ilk borçluyu borçtan
kurtarmak amaçlı bir borca katılma değil, alacaklıya teminat vermek amaçlı bir borca katılma
sözleĢmesi mevcut demektir. Bu sözleĢmede, borca katılan; sözleĢmenin tarafı olan ilk
borçluya, onun yerine kendisinin ifada bulunacağını taahhüt etmediği gibi, iç iliĢkide rücu
etmeyeceğini de taahhüt etmemektedir. Bu sebeple, salt alacalıya teminat verme amaçlı bir
borca katılma sözleĢmesi mevcuttur. Alacaklı edimin ifasını dilerse ilk borçludan, dilerse tam
üçüncü Ģahıs yararına sözleĢme sonucunda elde ettiği alacak hakkı sonucunda borca
katılandan talep edebilecek ve borçlulardan birinin ifası diğerinin borcunu da sona
erdirecektir. Müteselsil borçluluk doğuran bu durum, borca katılmanın tüm unsurlarını
taĢıdığından, böyle bir sözleĢme borca katılma sözleĢmesi olarak karĢımıza çıkar. Ne var ki,
alacaklıya müteselsil borç yaratacak Ģekilde talep hakkı veren bu sözleĢme, alacaklı ile borca
katılan arasında değil, ilk borçlu ile borca katılan arasında akdedilmektedir. Fakat tarafların
197
Akyol, s. 31.
198 İkinci Bölüm, III, B, 2.
amaçları ve bir teminat sözleĢmesi olması yönünden, alacaklı ile akdedilen borca katılma
sözleĢmesinden bir farkı bulunmamaktadır.
Ġlk borçludan borca katılma türünde bir teminat isteyen alacaklının, borca katılma
sözleĢmesinin bu Ģekilde akdedilmesini genellikle kabul etmeyip, borca katılan ile kendisinin
bu sözleĢmeyi akdetmesi menfaatine daha uygundur. Çünkü borca katılma sözleĢmesinin, ilk
borçlu ile borca katılan arasında tam üçüncü Ģahıs yararına sözleĢme olarak akdedilmesi,
teminat olarak edimin ifası için bağımsız bir alacak hakkı elde etmek isteyen alacaklı için
sakıncalı sonuçlar doğurabilecek niteliktedir. Gerçekten, tam üçüncü Ģahıs yararına sözleĢme,
alacaklının talep hakkının kaynağı olduğu için, borca katılan bu sözleĢmeden doğan defileri
alacaklıya karĢı ileri sürebilecektir199
. Çünkü tam üçüncü Ģahıs yararına sözleĢmede, edimi
üçüncü kiĢiye ifa etmeyi taahhüt eden (borca katılan), edimi sözleĢmenin tarafına ifa etmesi
hâlinde içinde bulunacağı durumdan daha kötü bir durum içinde bırakılmamalıdır200
. Bu
sebeple, bu sözleĢmenin borçlusu alacaklıya (ilk borçluya) ileri sürebileceği, sözleĢmeden
kaynaklanan tüm defileri üçüncü Ģahsa yani ilk borçlunun alacaklısına da ileri sürebilmelidir.
Bunun sonucu olarak, borca katılan, ilk borçluya karĢı sözleĢmeden doğan ahlâka aykırılık,
gabin, hata, hile, tehdit gibi tüm geçersizlik sebeplerini, hatta bir görüĢe göre, baskın ilk
borçlunun kendisine taahhüt ettiği edimi ifa etmediğine iliĢkin akdin ifa edilmediği def’ini,
alacaklıya karĢı da ileri sürebilecektir201
. Bu ise borca katılmanın teminat sağlama amacına
uygun düĢmemektedir.
Nitekim doktrinde, alacaklıya teminat verme amaçlı borca katılma sözleĢmesinin ilk
borçluyla borca katılan arasında akdedilebileceği kabul edilmekle birlikte, tam üçüncü Ģahıs
yararına sözleĢmenin hükümleriyle, borca katılmanın teminat amacı gereği alacaklının
(üçüncü Ģahsın) korunması düĢüncesinin bağdaĢtırılması gerektiği kabul edilmektedir. Bu
sebeple bazı yazarlar, borca katılanın ilk borçluya karĢı ileri sürebileceği defileri alacaklıya
karĢı ileri sürmesine bazı sınırlamalar getirilmesinin gerekli olduğu belirtilmektedir. Bu
bağlamda bazı yazarlar, ilk borçlu ile borca katılan arasındaki sözleĢmeden doğan defilerin
hiçbir Ģekilde üçüncü Ģahıs alacaklıya karĢı ileri sürülemeyeceğini savunmaktadırlar202
. Bazı
199
Akyol, s. 209, vd.
200 Reinicke/Tiedtke, s. 9.
201 Ayrıntılı açıklamalar için bkz Akyol, s.
202 Esser, Schuldrecht, § 56 II 3; Larenz, Schuldrecht AT, §35 II (Bu atıflar için bkz. Kittlitz, s. 36 dn. 127); ayrıca
bkz. Staudinger/Kaduk, Vor §414 N. 44. Tartışmalar için bkz. Kittlitz, s. 36, vd. Bazı yazarlar ise, borcun naklinde
yazarlar bu görüĢü reddetmekte ve üçüncü Ģahıs alacaklının özel bir korumayı hak etmediği
görüĢündedirler203
.
Bazı yazarlar ise, bu konuda güven ilkesine dayalı bir ayrım yapmaktadırlar. Kittlitz; kural
olarak borca katılanın tüm defileri alacaklıya karĢı ileri sürmesi gerektiği görüĢünü
savunmakla birlikte, güveni korunması ilkesi gereğince bazı özel durumlarda sınırlamaya
gidilmesi gerektiğini, ilk borçlu ile borca katılanın, aralarındaki sözleĢmeden doğan defilerin
varlığını bilerek, üçüncü Ģahıs alacaklıya belirli bir tarihte ifanın yapılacağı yönünde güven
verdikten (özellikle alacaklıya açıkça beyan bulunulduktan) sonra, alacaklının bu beyana
güvenerek ilk borçluya karĢı talepte bulunmadığı için, ona karĢı olan alacağının
zamanaĢımına uğradığı hallerde, borca katılanın ilk borçluyla arasındaki sözleĢmesinin
geçersizliğine dayanamayacağını, bunun çeliĢkili davranıĢ (venire contra factum proprium)
yasağına aykırılık oluĢturacağını ileri sürmektedir204
. Yazar, ilk borçlu ile alacaklı arasındaki
sözleĢmenin, ilk borçlu ile borca katılan arasındaki sözleĢmeyle bütün oluĢturduğu hallerde de
aynı istisnanın tanınması gerektiği düĢüncesindedir205
.
Canaris; Oldenburg Yüksek Mahkemesinin, para borcunu ifa etmeyen bir müteahhidin
alacaklısı olan ısıtma cihazları satıcısının kendi edimini teĢkil eden ısıtma cihazlarını teslim
etme yükümlülüğünü yerine getirmesinde, doğrudan bir menfaati olan üçüncü kiĢi taĢınmaz
sahibinin, satıcıya endiĢe etmemesi gerektiği ve kendisi için yapılan iĢlerle ilgili olarak
kimsenin zarara uğramayacağı Ģeklindeki beyanı üzerine, Mahkemece beyanda bulunanda
borç altına girme iradesi tespit edilmediğinden, bu beyana güvenerek iĢe devam eden satıcının
bunun sonuçlarına katlanması gerektiği yönündeki kararına206
iliĢkin olarak; beyanda
bulunanın eğer beyanı yaparken bir hataya düĢmemiĢse, satıcıda uyandırdığı, borç altına
girmiĢ olduğu yönündeki güven sebebiyle sorumlu olması gerektiğini ifade etmiĢtir. Canaris,
ayrıca, iĢlerini tamamlamasında menfaati bulunan beyanda bulunanın, yapmıĢ olduğu beyan
yeni borçlunun eskisine karşı sahip olduğu defileri, alacaklıya karşı ileri süremeyeceği kuralını (BGB § 417/2, BK.
177/3, OR. 179/3) kıyasen uygulamak yoluyla aynı sonuca varmak istemektedirler.
203 Möschel, Vor §414 N. 16; Soergel/Zeiss, § 414 N. 6.
204 Kittlitz, s. 36 , 37.
205 Kittlitz, s. 36 dn. 126.
206 Karar için bkz. BauRecht 1986, s. 586, 587.
özel bir güven yaratarak iĢlerin tamamlanmasına sebep olduğundan, bu kiĢiyi geçerli bir
teminat verme beyanında bulunmuĢ kabul etmek gerektiğini ifade etmektedir207
.
Borçlu ile borca katılan arasında akdedilen borca katılma sözleĢmesinin, alacaklı için
yaratacağı sakıncaları gören Alman Federal Mahkemesi, Canaris ve Kittlitz’in görüĢlerine
paralel olarak, borca katılanın, üçüncü Ģahıs alacaklıya yaptığı beyanla, bundan sonra borcun
ifasından kendisinin sorumlu olacağı Ģeklinde bir güven yarattığı hallerde, bundan sorumlu
olması gerektiğine hükmetmiĢtir208
.
Borca katılan, üçüncü Ģahıs alacaklıya borca katıldığını bildiriminde bulunduğu an itibarıyla,
ilk borçluyla arasındaki sözleĢmeyi iptâl etmiĢ veya iptâl sebebini biliyor ise, ilk borçluyla
arasındaki sözleĢmenin geçersizliğine dayanamayacaktır. Burada yaratılan güvene aykırı
davranıĢın açık bir örneğini bulunduğu ve borca katılanın alacaklının müspet zararını
karĢılaması gerektiği kabul edilmektedir209
.
Kanaatimizce, borca katılma sözleĢmesinin üçüncü Ģahıs alacaklı yararına sözleĢme olarak
akdedildiğinde, yukarıda anılan ve güven ilkesinden kaynaklanan sorumluluk rejimi yanında,
hâkimin somut olayda taraf menfaatlerini dikkatli bir Ģekilde göz önünde bulundurarak,
özellikle borca katılanın alacaklının ifa edeceği edime iliĢkin önemli bir menfaatinin
bulunduğu hallerde veya yaratılan güvenin yoğun olması ihtimâlinde, borca katılanın ilk
borçluyla arasındaki sözleĢmeden doğan defileri alacaklıya karĢı ileri sürme hakkından
kısmen veya tamamen feragat etmiĢ saymak, borca katılma sözleĢmesinin özündeki teminat
amacıyla bağdaĢtırılabilir. Diğer yandan belirtmemiz gerekir ki, üçüncü Ģahıs alacaklının
edimi red açıklamasında bulunma hakkını kullanmak yoluyla, üçüncü Ģahıs yararına sözleĢme
Ģeklinde akdedilen borca katılma sözleĢmesinden lehine doğan alacak hakkını kazanmamıĢ
olması sonucunu meydana getirerek, böyle bir teminatı kabul etmediğini ve ancak kendisiyle
207
Claus-Wilhelm Canaris, Vertrauenshaftung im deutschen Privatrecht, München 1971, s. 366.
208 BGHZ 31, 321,328. Reinicke/Tiedtke, ilke olarak kararı doğru bulmakla birlikte, uyandırılan güvenin borca
katılana isnad edilebilirliğine ilişkin kuşkularını ifade etmektedir. Reinicke/Tiedtke, s. 10
209 Reinicke /Tiedtke, s. 10. Yazarlar, esasen alacaklının, culpa in contrahendoya dayalı olarak, menfi zararının
karşılanmasının hakkaniyete daha uygun olduğunu, zira alacaklının kendisine bildirimde bulunulmamış olsaydı
içinde bulunacağı durumdan daha iyi bir duruma sokulması için geçerli bir gerekçenin bulunmadığını ifade
etmektedirler. Bkz. Reinicke/Teidtke, s. 11. Yine yazarlar, tarafların yanlış bir hukuki nitelendirme yaparak
üçüncü şahıs alacaklıya bildirimde bulunmaları durumunda, alacaklıya karşı böyle bir sözleşmenin yapılmamış
olduğunu bildirmeye ilişkin haklarını kaybetmeyecekleri ve sorumluluklarının sözkonusu olmayacağı yönündeki
kararı (BGH WM 1973, 1289,1291 )isabetli bulmaktadırlar. Bkz. Reinicke/Tiedtke, s. 11.
akdedilen borca katılma sözleĢmesini kabul edeceğini bildirme imkânı her zaman için mevcut
sayılmalıdır210
.
2. Borçtan Kurtarma Amaçlı Borca Katılma SözleĢmesi
a. Temel Özellikleri
Borca katılan ile ilk borçlu arasında akdedilen borca katılma sözleĢmesi, çoğunlukla
alacaklıya edimin ifasına iliĢkin olarak teminat vermek değil, ilk borçlunun borcunun
tamamen üstlenilmesinin gerçekleĢtirilmesi amacını taĢımaktadır211
. Bir üst baĢlıkta da
açıkladığımız üzere, ilk borçlu ile borca katılan arasında akdedilen tam üçüncü Ģahıs yararına
sözleĢme niteliğindeki teminat amaçlı borca katılmadan farkı, tarafların iradelerinde, tarafların
iç iliĢkideki anlaĢmalarında yatmaktadır. Bu sözleĢmeye borca katılan, ilk borçluyla bir
borcun üstlenilmesi (borcun iç yüklenimi, ifa üstlenme, borçtan kurtarma vaadi) sözleĢmesi
akdetmektedir. Bu sözleĢmeye göre, borcu üstlenen, ilk borçluya, alacaklıya ifayı sadece
kendisinin yapacağını, onu alacaklının ifa talebiyle karĢı karĢıya bırakmayacağını taahhüt
eder. Fakat borçtan kurtarma vaadinden farklı olarak, dıĢ iliĢkide alacaklıya da bu
sözleĢmeyle borcu üstlenene karĢı doğrudan talep hakkı tanınmaktadır. Böylece borcu
üstlenen hem ilk borçluya, hem de alacaklıya karĢı ifa yükümlülüğü altına girer. Bu durumda,
bu sözleĢme borca katılan ile ilk borçlu arasında bir borçtan kurtarma vaadi niteliği
taĢımaktadır ve alacaklıya (üçüncü Ģahsa) talep hakkı tanınması ise, bu sözleĢmeyi borca
katılma sözleĢmesi hâline getirir. Zira alacaklı öncesinde sadece bir tek borçluya sahipken,
yeni bir borçluya karĢı aynı edimin ifasını talep hakkı kazanmakta ve bu borç müteselsil borç
210
Tam üçüncü şahıs yararına sözleşmede üçüncü şahsa edimi red açıklamasında bulunma hakkının mirası red
hakkı tanıyan MK. 605/1’e kıyasen Türk ve İsviçre Hukukunda tanındığı hakkındaki açıklamamız için bkz. İkinci
Bölüm, II, A, dn. 124 ve çevresi.
211 Borçtan kurtarma amaçlı borca katılmanın mahkeme kararlarına yansıdığı ilk örnek olarak şu olay
belirtilmektedir: Bir değirmenin sahibi, değirmenini noterde resmi senetle oğluna satmış, oğlu da iç ilişkide satış
bedeli olarak, satıcının (babasının) borçlarını, özellikle de değirmen için borçlu olduğu kredi bedelini ödemeyi
üstlenmiştir. Bu borç için aynı zamanda bir kefil de mevcuttur. Kefil alacaklıya kredi bedelini ödedikten sonra,
değirmenin alıcısına rücu hakkını kullanmak istemiştir. İmparatorluk Mahkemesi, yerel mahkemenin kararını
onayarak, kefilin bu talebini kabul etmiştir. Mahkemenin yorumuna göre, taraflar arasında noterde akdedilen
sözleşme, satıcının kredi verene karşı borcu devam ettiğinden, bir borcun nakli anlaşması değil, taraflar
arasında bir borcun iç yüklenimidir. Mahkeme bu sözleşmeyi, istisnai olarak alacaklıya talep hakkı veren bir tam
üçüncü yararına sözleşme olarak nitelendirmiş ve bunun sonucunda satıcı ile alıcının kredi veren alacaklıya karşı
müteselsilen borçlu olduklarına hükmetmiştir. Yerel Mahkeme, satıcı ile alıcı arasındaki bu sözleşmeyi borca
katılma sözleşmesi olarak nitelendirmiş ve bu sebeple kefile rücu hakkı tanımıştır. Bkz. RGZ 65, 164, 167. Karar
için bkz. Madaus, s. 58.
olarak, bir defa ifa edilmekle sona ermektedir. Sonuç itibarıyla borca katılma sözleĢmesinin
tüm unsurları bu sözleĢme modelinde de mevcuttur.
Bu sözleĢmede tarafların temel amacı ve iĢlevi, borca katılan tarafından, borçlunun alacaklıya
karĢı borcundan tamamen kurtarılmasıdır. Bu sözleĢmenin ayrıcı özellikleri, borca katılanın
ilk borçluya, dıĢ iliĢkide alacaklıya ifayı, onun (ilk borçlunun) yerine sadece kendisinin
gerçekleĢtireceğini taahhüt etmesi ve iç iliĢkide de müteselsil borçlulukta ifanın kendisine
verdiği rücu hakkını kullanmamaktır. Zira, borçtan kurtarma vaadi, vaat edenin, borçluya
onun borcunu ifa edeceğini taahhüt etmesidir.
Sonuç itibarıyla, borçtan kurtarma amaçlı borca katılma sözleĢmesi, alacaklıya talep hakkı
veren, tam üçüncü Ģahıs yararına sözleĢme niteliğindeki bir borçtan kurtarma vaadidir. Bu tür
borca katılma da, alacaklı lehine aynı içerikte yeni bir alacak hakkı meydana getirmesi, birden
fazla borçlunun varlığı, borçlulardan birinin ifasıyla diğerinin de borçtan kurtulacak olması
sebebiyle, borca katılmanın tüm unsurlarını taĢıdığı için, bu sözleĢme bir borca katılma
sözleĢmesidir.
Fakat bu borca katılma sözleĢmesi teminat amaçlı tipik bir borca katılma olmayıp, tarafların
yaptığı borçtan kurtarma vaadinde üzerinde anlaĢtıkları; borca katılana dıĢ iliĢkide, alacaklıya
tek baĢına ifada bulunma yükümlülüğü yüklemesi ve ifada bulunan borca katılana iç iliĢkide
rücu hakkı vermemesi yönleriyle borcun üstlenilmesi ya da bizim tercih ettiğimiz terime göre
borçtan kurtarma amaçlı bir borca katılma sözleĢmesidir.
Gerçekten, sözleĢmenin amacına göre borca katılanın borçlunun edimin üstlenmek suretiyle
onu borçtan kurtarmayı vaadetmesi, iç iliĢkide bu borcun tüm yüküne borca katılanın
katlanacağı anlamına gelmektedir. Bununla birlikte, bu sözleĢmeye de BK. 141-148
hükümlerinde düzenlenen müteselsil borç hükümlerinin uygulanacağına iliĢkin olarak Ģüphe
duyulmamalıdır. Belirttiğimiz gibi, bu sözleĢmenin, borca katılanla ilk borçlu arasında
akdedilen teminat amaçlı borca katılma sözleĢmesinden tek farkı, tarafların bu sözleĢmeyi
akdetmelerindeki amaçlarıdır ve farkını borca katılan ile ilk borçlu arasındaki iç iliĢkide
gösterir. Alacaklıyla olan dıĢ iliĢki açısından, tam üçüncü Ģahıs yararına sözleĢme
niteliğindeki her iki borca katılma sözleĢmesi arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır.
Alacaklı, edimi her iki borçludan talep etmeye devam edecektir. Alacaklı, edimi borca
katılandan değil, ilk borçludan elde ederse, ilk borçlu, teminat amaçlı borca katılmanın aksine,
yapmıĢ olduğu tüm ifayı, iç iliĢkide borçtan kurtarma vaadi akdetmiĢ olmalarından dolayı,
borca katılandan talep edebilecektir. Çünkü iç iliĢkide tek borçlu borca katılandır. Bu
anlaĢma, kural olarak ifada bulunan her müteselsil borçlunun iç iliĢkide borçtan eĢit oranda
sorumlu olacağını düzenleyen BK. 146/1 hükmünün aksinin kararlaĢtırılmıĢ olduğu anlamına
gelir. Borca katılan, ilk borçluya taahhüt ettiğinin aksine, dıĢ iliĢkide alacaklıya ifada
bulunmazsa, ilk borçlunun BK. 147/1 uyarınca ilk borçlunun rücu talebine mâruz kalmasının
yanı sıra, ilk borçluyla arasındaki borçtan kurtarma vaadi sözleĢmesine aykırı davrandığı için,
ilk borçlunun müspet zararını tazmin etmekle yükümlü olur.
Borçlunun alacaklıya karĢı borçtan tamamen kurtarılması amacı, esasen Borçlar Kanunu’nda
borcun nakli kurumuyla gerçekleĢtirilmektedir. Diğer yandan, borca katılan ile ilk borçlu
arasındaki borçtan kurtarma vaadi anlaĢması, borcun nakli kurumuna bir yakınlık
arzetmektedir. Bu sebeple, borçtan kurtarma amaçlı borca katılma sözleĢmesinin, borcun
naklinden farklı bir kurum olup olmadığı ve borcun nakline iliĢkin hükümlerin kıyasen bu
sözleĢmeye uygulanmasının mümkün olup, olmadığı sorunu ele alınmalıdır.
b. Borcun Naklinden Farkı
Borca katılma ile borcun nakli birbirinden bağımsız iki ayrı hukuki kurumdur. Borcun
naklinde borç, bir borçludan diğerine geçerken, borçtan kurtarma amaçlı borca katılmada
borca katılan ilk borçlunun borcunu devralmamakta, alacaklıya karĢı, tam üçüncü Ģahıs
yararına sözleĢmeyle yeni bir borç altına girmektedir. Diğer yandan borcun naklinde alacaklı,
eski borçluya karĢı sahip olduğu alacak hakkı üzerinde, doğrudan bir etkide bulunduğu için,
alacaklı açısından bir tasarruf iĢlemi niteliği taĢımaktadır212
. Borçtan kurtarma amaçlı borca
katılma ise, hiçbir Ģekilde tasarruf iĢlemi niteliğine sahip bulunmayan, saf bir borçlanma
iĢlemidir.
Borcun naklinde, borç içeriği itibarıyla hiçbir değiĢikliğe uğramaksızın eski borçludan
yenisine geçmektedir. Bu bağlamda borcun hukuki sebebi de değiĢmemektedir. Borca katılma
sözleĢmesinin ise kendine ait bir hukuki sebebi bulunmaktadır. Bu hukuki sebep, taraflar
arasındaki borçtan kurtarma vaadi sözleĢmesinin içeriğine göre belirlenir. Borcun içeriğindeki
bu özdeĢliğin sonucu olarak, yeni borçlu, borç iliĢkisindeki tüm defileri alacaklıya karĢı ileri
sürebilecek, fakat aksi kararlaĢtırılmadığı sürece eski borçlunun ileri sürebileceği Ģahsi
212
Eren, s. 1199.
defileri ileri süremez (BK.177/I ve II). Burada ileri sürülebilecek defilerin içine hem dar
anlamda defiler, hem de itirazlar girmektedir. Bununla birlikte, borcu devralan, eski borçlu ile
arasında akdetmiĢ olduğu borcun iç yüklenimi sözleĢmesinden doğan defileri alacaklıya karĢı
ileri süremez. Borcun nakli, bu anlamda kendisinden önce gelen borcun iç yükleniminden
soyut bir borçlanma bir tasarruf iĢlemidir. Halbuki, borçtan kurtarma amaçlı borca katılma,
sebebe bağlı bir borçlanma iĢlemi niteliğini taĢımaktadır.
Ayrıca, borca katılanın ilk borçlunun sahip olduğu defi haklarından yararlanması, borcun
naklinin aksine, borcu devralmasında değil, borca katılma sözleĢmesinden doğan borcun
feriliğinden kaynaklanır213
.
Sonuç itibarıyla borçtan kurtarma amaçlı borca katılma sözleĢmesinin, borcun nakliyle tek
benzer yanı, ilk borçlu ile borca katılan arasında bir borçtan kurtarma vaadi sözleĢmesinin
yapılmıĢ olmasıdır. Fakat, bu sözleĢme içeriğinde alacaklıya edimin ifasını talep hakkı
tanınmasıyla, borcun iç yükleniminden ayrıldığı gibi, sözleĢmenin amacı da dıĢ iliĢkide
borcun naklini gerçekleĢtirmek değildir. Borca katılan, bir üçüncü kiĢi olarak, borçlunun
edimini ifa edebilecekken, ayrıca borçluya karĢı ifa taahhüdünde bulunmakta ve bu
taahhüdünü kuvvetlendirmek için, alacaklıya da talep hakkı tanımaktadır. Bu sebeple, borca
katılma sözleĢmesi, borca katılan için yeni bir borç doğuran sözleĢme olup, ilk borçlu da bu
sıfatını devam ettirmektedir. Yapılan sözleĢmenin dıĢında, alacaklıyla ayrı bir sözleĢme de
akdedilmez. Borca katılan, hiçbir surette alacaklıya karĢı bir borcun dıĢ yüklenimi sözleĢmesi
yapmak konusunda bir icapta bulunmamaktadır.
Borca katılanın, ilk borçluyla yaptığı sözleĢme sonucunda üçüncü Ģahıs alacaklıya edimi
kendisinden de talep edebileceği yönündeki bildirimi, hiçbir Ģekilde bir borcun dıĢ yüklenimi
sözleĢmesi yapmak üzere alacaklıya yapılmıĢ bir icap olarak değerlendirilemez. Bu sebeple,
borçtan kurtarma amaçlı borca katılma sözleĢmesi, hiçbir surette, borcun naklini
gerçekleĢtirme amaçlı bir sözleĢme, diğer bir ifadeyle borcun naklinin bir ön aĢaması olarak
da görülmemelidir.
213
Bu konu hakkındaki açıklamalarımız için bkz. Dördüncü Bölüm, II, B, 1.
c. Borcun Nakline ĠliĢkin Hükümlerin Kıyasen Uygulanma Olanağının
Bulunmaması
Borca katılma ile borcun nakli sözleĢmeleri arasındaki bahsettiğimiz farklılıklardan dolayı,
kanaatimizce kural olarak teminat amaçlı borca katılmaya ve borçtan kurtarma amaçlı borca
katılma sözleĢmesine, borcun nakline iliĢkin hükümlerin (BK. 171-181) doğrudan veya
kıyasen uygulanma olanağı bulunmamaktadır214
. Borcun nakli hükümlerine göz atıldığında,
bir tek borçlu ile borcu devralan arasındaki borçtan kurtarma vaadi (borcun iç yüklenimi)
sözleĢmesinin borca katılan ile ilk borçlu arasındaki sözleĢmeye uygulanabileceği sonucuna
varılabilir. Bu hükme göre, borcu üstlenen, ya alacaklıya borcu ifa etmek, ya da alacaklı ile
borcun nakli sözleĢmesini yaparak borçluyu borçtan tamamen kurtarmakla yükümlüdür.
Borca katılma sözleĢmesinde de, borca katılan dıĢ iliĢkide alacaklıya ifada bulunmayı ilk
borçluya taahhüt eder. BK. 173/2 hükmüne göre ise, tam iki tarafa borç yükleyen sözleĢme
niteliğine sahip bulunan borçtan kurtarma vaadinde, borçlunun borçtan kurtarmayı vaat edene
karĢı borlarını ifa etmedikçe, ondan da ifa talebinde bulunamayacağı düzenlenmektedir.
Belirtmemiz gerekir ki bu iki hüküm, borçtan kurtarma vaadi akdedilmesinin genel sonuçları
olarak, taraflar arasındaki sözleĢmenin hükümlerinden çıkarılabilmektedir. BK. 173/1
hükmünde, borcu üstlenenin borçluyu borçtan kurtarmakla yükümlü olması ve hükmün ikinci
fıkrasında, tam iki tarafa borç yükleyen sözleĢme niteliğindeki borcun iç yükleniminde,
borçtan kurtarmayı vaat edenin akdin ifa edilmediği def’ini ileri sürebileceği
düzenlenmektedir. Aynı sonuçlar, borçtan kurtarma amaçlı borca katılma sözleĢmesinin
bünyesinden çıkarılabilmekte ve bir özellik arzetmemektedir. Diğer yandan, alacaklının borcu
devralma yükümlülüğü bu sözleĢmede bulunmadığı gibi, borçtan kurtarma amaçlı borca
katılma sözleĢmesine, BK. 173/3’te düzenlenen, borçtan kurtulmamıĢ olan borçlunun,
vaadedenden teminat isteyebileceği hükmü de uygulanmamalıdır. Zira borca katılan, tam
üçüncü Ģahıs yararına sözleĢme niteliğindeki sözleĢmeyle, zaten alacaklıya talep hakkı
tanımakla, kendisini alacaklıya karĢı da dıĢ iliĢkide borçlu haline getirmiĢtir. Alacaklı da,
214
Borcun nakline ilişkin hükümlerin borçtan kurtarma amaçlı borca katılmaya uygulanamayacağı görüşünde:
Staudinger/Rieble, §414 N 25 ; Edenfeld, s. 1034, vd.; Madaus, s. 65, vd. Karşı görüşte Reichel, s. 25;
Ermann/Westermann, Vor §414 N. 8. Doktrinde özellikle, borca katılma anında mevcut olan ilk borca ait
defilerden borca katılanın da yararlanabilmesinin sağlanabilmesi adına, borcun naklinde yeni borçlunun borç
ilişkisinden doğan defileri ileri sürebileceğini düzenleyen BK 177/1(OR. 179/1, BGB. §417/1) hükmünün kıyasen
uygulanabileceği kabul edilmektedir. Bkz. Habersack, Vor §765 N. 10; Palandt/ Heinrichs, Vor §414 N 5;
Soegel/Zeiss, Vor §414 N 7; Medicus, Schuldrecht I, s. 393. Ayrıca bu görüşün bazı Alman Federal Mahkemesi
tarafından da kabul edildiği görülmektedir: BGHZ 85, 346,349 ; BGH NJW 1986, 1872, vd.
çoğunlukla edimi elde etmek amacıyla müteselsil borçlu olan her iki borçludan da talepte
bulunacaktır.
Alacaklı ile borcu üstlenen arasındaki borcun dıĢ yüklenimi sözleĢmesine iliĢkin hükümlerin
BK. 174-175 hükümleri de borca katılmaya uygulanamaz. Çünkü, borçtan kurtarma amaçlı
borca katılmada, borca katılan alacaklıyla bir sözleĢme akdetmemekte, hiçbir Ģekilde ona
borcu devralma konusunda bir icapta bulunmamaktadır. Borca katılma sözleĢmesiyle
alacaklıya doğrudan edimin ifasını talep hakkı tanınmıĢtır.
Borcun naklinin hükümlerini düzenleyen BK. 176 ve 177 hükümleri incelendiğinde, BK. 176,
borçlunun değiĢmesi (devralınması) halinde borca iliĢkin ferî hakların bundan
etkilenmeyeceğini ne var ki, kefalet ve rehin haklarının devamı için rehin tesis eden ve
kefalet verenin, bu teminatları borçlunun ödeme güçlerine güvenerek vermiĢ olduklarından
dolayı borcun nakline razı olmaları gerektiği düzenlenmektedir. Bu hüküm, ilk borçlunun
borçluluk sıfatı sona ermediğinden borca katılmaya uygulanamaz. Borca katılma
sözleĢmesiyle eskisinin yanında, borca katılan aleyhine yeni bir borç doğar ve müteselsil borç
teĢkil etmektedirler. Yine borcun nakli sözleĢmesinin iptâli hâlinde, iyiniyetli üçüncü kiĢilerin
hakları saklı olmak koĢuluyla borcun tüm sonuçlarıyla eski borçluya döneceği ve alacaklının
borcu üstlenenden, akdin iptâli halindeki talep hakkını düzenleyen hükümlerin, borca
katılmaya uygulanması mümkün değildir. Zira alacaklı eski borçluya karĢı talep haklarını ve
buna bağlı hakları hiçbir Ģekilde kaybetmemektedir. Borca katılmayla yapılan iĢlem,
alacaklıya nisbi nitelikte yeni bir hakkın kazandırılmasından ibarettir.
Borcun nakline iliĢkin hükümler içinde, borca katılmaya uygulanması sözkonusu olabilecek
tek hüküm, BK. 177 hükmüdür. BK.177/3 hükmü, borcu devralanın, ilk borçluyla arasındaki
sözleĢmeden doğan defileri alacaklıya karĢı ileri süremeyeceğini düzenlemektedir. Bu hüküm
borcun nakli sözleĢmesinin bir tasarruf iĢlemi olarak soyutluğunu düzenlemekte ve niteliği
itibarıyla sebebe bağlı bir borçlanma iĢlemi olan borca katılmaya uygulanma olanağı
bulunmamaktadır. Borcu devralanın, ilk borçlunun alacaklıya karĢı sahip olduğu Ģahsi
defileri alacaklıya ileri süremeyeceğini düzenleyen BK. 177/2 hükmünün ise, borca katılmaya
kıyasen uygulanmasına ihtiyaç bulunmamaktadır. Çünkü, BK. 143 hükmü, her bir müteselsil
borçlunun ancak alacaklıyla kendi arasındaki Ģahsi defileri ileri sürebileceğini, müteselsil
borçlulardan birinin diğerine ait Ģahsi defiye dayanamayacağını, borca katılmaya doğrudan
uygulanan bir hüküm olarak düzenlemektedir.
Sonuç itibarıyla, borcun nakline iliĢkin hükümler içinde sadece, alacaklı ile eski borçlu
arasındaki borç iliĢkisinden doğan defileri, borcu devralanın da alacaklıya karĢı ileri
sürebileceğine iliĢkin BK. 177/1 hükmünün borca katılma sözleĢmesine uygulanması
düĢünülebilir. Gerçekten borca katılan, ilk borçluyla aynı içerikte bir edimi üstlenmesi ve
sorumluluğunun da sözleĢmenin amacına göre teminat verme amaçlı olması veya borcu
bulunduğu durum itibarıyla üstlenmek olması dolayısıyla, sorumluluğunun kapsamını
etkilediği ölçüde, borca katılma sözleĢmesini akdettiği an itibarıyla ilk borçlunun alacaklıya
karĢı sahip olduğu defileri ileri sürebilmelidir. Borca katılana bu hakkın tanınması hakkında
doktrinde hiçbir Ģüphe duyulmamakla birlikte, doktrinde görüĢ ayrılığı bu hakkın dayanağına
iliĢkin olarak ortaya çıkmaktadır.
BK.177/1 hükmü, borcu devralana, borcun nakli sözleĢmesini niteliği gereği borç iliĢkisinden
doğan defileri ileri sürme hakkını sürekli olarak tanımaktadır. Ne var ki, borca katılmada,
borca katılanın bu defi hakkı sadece borca katılma sözleĢmesini akdettiği an itibarıyla mevcut
olan borçluya ait defileri kapsar. Borca katılma sözleĢmesinin yapılmasıyla borç geçerli
olarak doğduktan sonra, BK. 143 uyarınca her bir müteselsil borcun diğerinden bağımsızlığı
ilkesi gereği, borca katılanın borcu da ilk borçtan ve onu doğuran borç iliĢkisinden
bağımsızlaĢır. Bu sebeple, borca katılan, borca katılma sözleĢmesini akdettiği andan itibaren
sonradan borçlu nezdinde doğan defilerden yararlanamaz. BK. 177/1 hükmü, borca
katılmanın müteselsil borç niteliğinden kaynaklanan bu sınırlamayı içermemektedir. Esasen
içermesi de mümkün değildir, zira borcun nakliyle eski borçlu, borçlu olma sıfatını
kaybettiğinden, onun nezdinde yeni defilerin doğmasından ve borcu devralanın da bunları
ileri sürebilmesinden bahsedilemez. Bu hüküm, borcun içeriğindeki özdeĢlik ilkesine
dayanmaktadır. Borca katılmanın aksine, borcu devralan için yeni bir borç doğmamakta,
devralan borcu olduğu hâliyle devralmaktadır. Bu sebeple bu hükmün konuluĢundaki anlayıĢ,
esasen borca katılma için geçerli değildir. Fakat borcun içeriğinin özdeĢ olması borca
katılmada da mevcuttur. Bu sebeple kıyas mümkün görülmektedir. Fakat yapılacak bu kıyas,
borca katılma sözleĢmesinin niteliğine uygun sınırlamayı içermelidir.
Kanaatimizce, böyle bir kıyas mümkün olmakla birlikte, borca katılanın, sözleĢmeyi yaptığı
an itibarıyla, alacaklı ile ilk borçlu arasındaki borç iliĢkisinden doğan borçluya ait defileri ileri
sürebilmesi hakkı, borca katılmanın baĢlangıç itibarıyla fer’iliğinden ve teminat sözleĢmesi
olma niteliğinden de çıkarılabilir. Buna göre borca katılan, borcu sadece edimi belirlemek
açısından içeriği itibarıyla değil, borca katılma sözleĢmesinin yapıldığı anda, içinde
bulunduğu hâl itibarıyla devralır ve amaç borcun bulunduğu hâl itibarıyla ifasının
sağlanmasıdır. Taraflarca bunun aksi kararlaĢtırılıp, borca katılanın bu defilere
baĢvurmaksızın edimi ifa edeceğinin belirlenmesi, ilk borçluyla alacaklı arasındaki
sözleĢmenin geçersizliğine ve bu sözleĢmeden geçerli bir doğmamasına rağmen borca
katılanın borçtan sorumlu olacağı sonucuna yol açarsa, bu durumda borca katılma değil,
garanti sözleĢmesinin akdedildiği sonucuna varılır. Zira borca katılmadan doğan borcun
baĢlangıçtaki feriliği, borca katılma sözleĢmesini garanti sözleĢmesinden ayırıcı bir
özelliğidir. Bu sebeple, BK. 177/1 hükmünün kıyasen uygulanması borca katılanın,
sözleĢmeyi yaptığı an itibarıyla borçluya ait defileri ileri sürebileceğinin bir dayanağı olarak
görülebileceği gibi, bu sonuç borca katılmanın teminat sözleĢmesi özelliğinden ve özellikle
baĢlangıçtaki fer’iliğinden de çıkarılabilir.
IV. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠNĠN KURULMASI ve GEÇERLĠLĠK
ġARTLARI
A. SÖZLEġMENĠN KURULMASI
1. Genel Olarak
Teminat amaçlı borca katılma sözleĢmesi kural olarak alacaklı ile borca katılan arasında
akdedilir. Doğrudan ve dolaylı borca katılma sözleĢmelerini açıklarken değindiğimiz gibi,
alacaklının, kendisi lehine alacak hakkı doğuran bu sözleĢmeyi, sözleĢmede taraf olarak yer
almak suretiyle doğrudan borca katılma sözleĢmesi Ģeklinde yapmakta önemli menfaati
bulunmaktadır. Borçludan edimin ifası için teminat sağlamasını isteyen alacaklı, bu teminatın
geçerliliğini ve hüküm ifade etmesini, alacaklı ile borca katılanın iradesine bırakması
yukarıda açıkladığımız önemli sakıncaları barındırmaktadır215
. Bu sebeple, borca katılma
sözleĢmesinin dolaylı borca katılma olarak akdedilmesine pek rastlanmamaktadır. Bu sebeple
215
Bkz. İkinci Bölüm, III, B, 1, b.
biz de açıklamalarımızda alacaklı ile borca katılan arasında akdedilen borca katılma
sözleĢmesini esas almaktayız.
Borca katılma sözleĢmesi, borç iliĢkisine yabancı olan üçüncü kiĢinin (borca katılanın)
alacaklıyla akdettiği ve alacaklıya karĢı bağımsız borçlu sıfatını kazanarak, borcun ifasından
ilk borçluyla birlikte müteselsilen sorumlu olduğu sözleĢmedir. Bu sözleĢme, alacaklı ile
borca katılan arasında, tarafların birbirlerine uygun irade açıklamalarıyla kurulmaktadır. Bu
sözleĢmede, borca katılan alacaklıya ilk borçlunun edimi ile aynı edimi ifa etme taahhüdü
altına girmektedir. Bu sebeple, borca katılanın borcunun konusu, ilk borçlunun alacaklıya
karĢı ifa etmekle yükümlü olduğu edimin, borca katılan tarafından da ifa edilmesi
taahhüdünü taĢımaktadır. Bu anlamda, borca katılma kefalet sözleĢmesinin aksine, borcun ifa
edilmemesinden doğan zararın tazminini değil, borçlu ile aynı edimi ifa taahhüdünü içerir. Bu
edim çoğunlukla para borcu olmakla birlikte, böyle bir zorunluluk söz konusu bulunmayıp, ilk
borçlunun her türlü edimi için borca katılma sözleĢmesi akdetmek mümkündür. Bu konudaki
tek sınırlama, borçlunun ediminin Ģahsi edim olmayıp, üçüncü kiĢi tarafından da ifa edilebilen
bir edim olması gereğidir.
Tarafların bu sözleĢmede, ilk borçlunun borcuna atıf yaparak, bu borçtan borca katılanın da
tamamen sorumlu olduğunu belirtmeleri de yeterlidir. Bununla birlikte borca katılma
sözleĢmesinde, bu sözleĢmenin teminat amacıyla yapıldığının veya müteselsil borç
üstlenildiğinin açıkça ifade edilmesi zorunluluk arzetmemekle birlikte, borçlu ile alacaklı
arasındaki borç iliĢkisine atıf yapılması yoluyla ilk borçla ikinci borç arasındaki teminat
iliĢkisinin belirginleĢtirilmesi ve bu borçların birinin ifa edilmesinin, diğer borçluyu da sona
erdireceğinin ortaya konması gerekmektedir. Aksi takdirde, taraf iradeleri bu yönde olmasa
da, sözleĢmenin müteselsil borçların meydana getirmek yerine, alacaklının ikinci borçluya
karĢı ilk borçla hiçbir iliĢkisi bulunmayacak Ģekilde aynı edimi içeren yeni bir alacak hakkı
elde ettiği ve her iki borçludan da ayrı ayrı edimin ifasını elde edebileceği kümülâtif borç
iliĢkisi söz konusu olur. Kümülâtif borçlarda, alacaklı birbiriyle hukuki bağı bulunmayan
borçların hepsinin ifasını borçlulardan talep edebilmektedir216
. Aynı Ģekilde, hukukumuzda,
aynı borç altına giren birden fazla borçlu arasında teselsül karinesi kabul edilmediğinden,
borca katılanın borçlunun borcunu üstlendiğini belirtirken, borcun tamamından sorumlu
olduğu açıkça belirtilmelidir. Aksi takdirde, müteselsil borç doğuran borca katılma sözleĢmesi
yerine borcun kısmen üstlenilmesine yönelik bir sözleĢme akdedilmiĢ olur. Bu sebeple
216
Kümülâtif borç kavramı için bkz. Eren, s. 1150.
birbirinde bağımsız niteliğe sahip olan olan iki borcun, müteselsil borç teĢkil ettikleri
yönündeki hukuki bağ borca katılma sözleĢmesinin içeriğinden anlaĢılmalıdır. Bununla
birlikte, bu bağın, ilk sözleĢmenin içeriğinden anlaĢılması hâlinde de borca katılma sözleĢmesi
kurulmuĢ olur.
Tarafların hukuki nitelendirmeleri sözleĢmenin niteliğinin belirlenmesinde esas
alınmayacağından (BK. 18/1), tarafların kefalet, garanti gibi terimler kullanmaları borca
katılma sözleĢmesinin unsurları mevcut olduğu sürece, bu sözleĢmenin borca katılma
sözleĢmesi olarak nitelendirilmesini engellemeyecektir. Ne var ki, bu durum borcun
konusunun para borcu olduğu hâllerde, hangi sözleĢmenin akdedildiğinin belirlenmesi
yönünden zorluk yaratacaktır. AĢağıda borca katılma sözleĢmesinin kurulmasına iliĢkin
olarak özellik arzeden bazı konular üzerinde durulacaktır.
2. Hukuken Bağlanma Ġradesi
Borca katılanın alacaklıya yaptığı irade beyanıyla, borçlunun borcundan kendisinin de
sorumlu olmak istediğini belirtmesi, borca katılma sözleĢmesinin kurulması için alacaklıya
karĢı yapılmıĢ bir icap niteliğini taĢımaktadır. Borçlunun yaptığı icabın içeriğinden ve
yapılma tarzından, iyiniyetli bir muhatabın, hukuken bağlanma iradesi taĢıyan ciddi bir icabın
yapıldığı sonucu çıkarılabilmelidir.
Üçüncü kiĢinin, ilk borçlunun borçlu olduğunu ifade eden ve imzasını taĢıyan yazılı metni
(borç senedini) imzalayıp alacaklıya göndermesi ve baĢka bir beyanda bulunmaması hâlinde,
böyle bir hukuken bağlanma iradesinin mevcut olup olmadığı Alman Ġmparatorluk
Mahkemesinin bir kararında217
tartıĢma konusu olmuĢtur. Olayda, alacaklı ile borçlu arasında
yazılı bir borç sözleĢmesi akdedilmiĢ, bu yazılı metin, sadece sözleĢmenin taraflar olan
alacaklı ile borçlu tarafından değil, borçlunun eĢi tarafından da imzalanmıĢtır. Alacaklı, borca
katılmıĢ olduğu gerekçesiyle borçlunun eĢinden edimin ifasını talep etmiĢtir. Mahkeme,
alacaklının bu talebini reddetmiĢ ve borç senedinin altının sadece imzalanmıĢ olup, baĢka
hiçbir açıklama içermemesine, borca katılma sözleĢmesinin akdedildiği sonucu
bağlanamayacağını, bunun kabul edilmesi için baĢka belirtilerin varlığının gerekli olduğunu
karara bağlamıĢtır. Mahkeme, borca katılma sözleĢmesi için belirli bir Ģekle uyma
217
RGZ. 78, 37 vd. karar hakkındaki açıklamalar için bkz. Madaus, s. 142.
zorunluluğu bulunmadığından, borçlunun eĢinin borca katılma sözleĢmesi yapmak suretiyle
borç altına girme iradesinin varlığının metin dıĢı unsurlarla da tespit edilebileceği, fakat borca
katılmanın kabulü için sırf üçüncü kiĢinin borçlunun eĢi olmasının ve menfaat durumlarının
yeterli olmayacağı kanaatine varmıĢtır.
Bu karar, birlikte borç altına girenler açısından, BGB §427 hükmü uyarınca, birden fazla
kiĢinin bir edimin ifası hakkında alacaklıya taahhütte bulunmalarının Ģüphe halinde müteselsil
borçluluk doğuracağı kuralının kabul edildiği Alman Hukuku’nda daha özel bir önem
taĢımaktadır. Türk ve Ġsviçre Hukuklarında ise, Ģüphe halinde teselsülün varlığı ilkesi kabul
edilmediğinden218
, ister aynı altında borç altına girsinler, ister sonradan yeni bir borçlu
mevcut olsun, borçluların her birinin edimin tamamından sorumlu olduklarını belirtmedikleri
sürece, müteselsil borçlu sayılamayacakları kuralı geçelidir. Bu sebeple, borçlunun imza attığı
sözleĢmede imzası bulunan ve sözleĢmeye taraf olmayan üçüncü kiĢinin, açıkça borcun
tamamından sorumlu olduğunu belirtmediği sürece, ancak borç miktarından kısmen sorumlu
olduğu kabul edilebilecektir.
Kararın Türk ve Ġsviçre Hukuku yönünden önemi ise, sözleĢmede imzası bulunan kiĢinin, salt
bu imzasının borca katılmıĢ olduğunun kabulüne yetmeyeceğidir. Eğer imzası bulunan kiĢi
açıkça taraf sıfatıyla bu imzayı atmamıĢsa, sadece borçlu olması için dahi borç altına girme
iradesinin açıkça anlaĢılması gerekmektedir. Sadece imzasının bulunması, müteselsil borçlu
olmak amacıyla borca katıldığı anlamına gelmediği gibi, bu kiĢinin kısmî borçlu olduğu
sonucuna dahi varılamaz. Bu kiĢinin sözleĢmeyi Ģahit sıfatıyla imzalamıĢ olması da
mümkündür. Bu durumda, Ģüphe hâlinde bu kiĢinin borçlu sayılması ağır bir sorumluluk
olacaktır.
3. Beyan Ġradesi
218
Von Büren, İsviçre ( ve dolayısıyla Türk) Hukukunda şüphe hâlinde müteselsil değil, kısmî borçluluğun mevcut
olduğu yönündeki kuralın bir çok istisnai hükümle delinmiş olduğunu ve birden fazla vekilin, müvekkilin, âriyet
alanın, vedia alanın, âdi ortağın müteselsil sorumluluklarının kanun tarafından kabul edilmişken, birden fazla
alıcı veya kiracının müteselsil borçlu sayılmamasını anlaşılmaz bulmakta ve İsviçre Hukuknda da şüphe halinde
tesesülün kabul edilebileceği görüşüne üstünlük tanımaktadır. Bkz. Von Büren , Allgemeiner Teil, s. 92. Aynı
yönde, Merz, s. 102. İsviçre Federal Mahkemesi, bir kararında açık arttırmada birden fazla pey sürenin
müteselsil borçlu olduğuna hükmederken (BGE 47 III 1921, s. 300), bir başka kararında birlikte borç altına
girmenin müteselsil borçluluk için yeterli olmadığını ifade etmiştir (BGE 49 III 1923, s. 205). Kararlar hakkında
bkz. Merz, s. 102 dn.2.
Hukuken bağlanma iradesinin bulunmaması ile beyan iradesinin yokluğu birbirinden ayrı
tutulmalıdır. Sadece beyan iradesinin yokluğu hâlinde, beyanda bulunanın, hukuken bağlanma
iradesi mevcut olmakla birlikte, hukuken bağlayıcı bir irade beyanında bulunmak
istememektedir. Doktrinde219
, kiĢinin beyanda bulunma iradesindeki eksiklik kendi
kusurundan kaynaklanıyor ise, beyanda bulunanı geçerli bir irade beyanında bulunmuĢ
sayılmaktadır. Bu durumda irade beyanında bulunan, iĢlem hayatında normal olarak
gösterilmesi gereken özeni göstermek suretiyle, yaptığı beyanın örf ve âdete göre ve dürüstlük
kuralları uyarınca, bağlayıcı bir irade beyanı olarak algılandığını fark edebilecek ve bunu
engelleyebilecek durumda ise, beyan iradesinin yokluğuna rağmen, kendisi yaptığı beyanın
içeriğine uygun olarak hukuki iĢlemle bağlı olacaktır. Diğer bir ifadeyle, dürüst bir muhatap,
kendisine yöneltilen irade beyanını, beyanda bulunanın gerçek iradesini yansıtan bir beyan
olarak algılamıĢ ve böyle algılamakta haklı ise, hukuki iĢlem onun tarafından anlaĢıldığı gibi
kurulmuĢ sayılacaktır. Bu durumda, kurulmuĢ olan hukuki iĢlem Ģartları varsa, ancak hata
hükümlerine göre iptâl edilebilecektir.
Teminat sözleĢmelerinde, irade beyanlarının güven kuramına göre yorumlanmasına iliĢkin
böyle bir istisna, Alman Federal Mahkemesinin kararına220
konu olmuĢ bir olayda kendini
göstermektedir. Olayda, alacaklı borçlusundan bir banka kefaleti talep etmektedir. Daha
sonra, borçlunun tasarruf sandığı alacaklıya borçlu için kefil olmak istediğini bildirmiĢ,
alacaklı da bu icabı kabul etmiĢtir. Ne var ki daha sonra, tasarruf sandığı bu beyanın hata
sonucu yapıldığını alacaklıya bildirmiĢ ve kefalet sözleĢmesinin gerçekleĢmediğini
bildirmiĢtir. Alacaklının itirazı üzerine, tasarruf sandığı yetkilileri borçluyu bir baĢka Ģahısla
karıĢtırdıklarını ve adı geçen borçlu için hiçbir Ģekilde kefil olmak istemediklerini belirtmiĢ ve
kurulmuĢsa dahi sözleĢmeyi hata sebebiyle iptâl ettiğini bildirmiĢtir. Alacaklı hata
gerekçesiyle yapılan iptâli de kabul etmemiĢ ve tasarruf sandığına dâva açmıĢtır. Mahkeme,
alacaklıyı haklı bulmuĢtur. Kararın gerekçesinde, tasarruf sandığının borçluları karıĢtırarak
kefalet sözleĢmesi yapma icabında bulunma beyanında bulunmasının kendi ihmâlinden
kaynaklandığı, alacaklının da yapılan bu beyana güvendiği ve güvenmekte de haklı olduğu,
bu güvenin korunmaya lâyık görülmesi gerektiği ve bu sebeple de kefaletin geçerli sayılması
gerektiği belirtilmiĢtir. Kararda, beyanda bulunanın hakkaniyete aykırı bir Ģekilde zarara
219
Kramer, BGB §119, N. 78 ; Flume, s. 449.
220 BGHZ 91, 324 vd. Karar hakkında ayrıntılı değerlendirmeler için bkz. Madaus, s. 144. İptâl beyanının
dürüstlük kuralına göre çok geç yapıldığı hâllerde, İsviçre ve Türk Hukukunda istisnaen bir yıllık hak düşümü
süresi içinde de düşeceğinin kabul edilebileceği hakkında bkz. Kocayusufpaşaoğlu, s. 442.
uğramadığı, zira sözleĢmeyi geçerli olarak ayakta tutmak veya beyan muhatabının zararını
karĢılamak Ģartıyla hata sebebiyle iptâl etme konusunda seçme hakkının bulunduğunu
belirtmiĢtir. Mahkeme, dürüstlük kuralı uyarınca çok geç yapılan iptâl beyanını geçersiz
saymıĢ ve tasarruf sandığının kefalet sözleĢmesiyle bağlı olduğu kararına varmıĢtır. Bu karar,
içerdiği genel ilkeler itibarıyla borca katılma sözleĢmesine de uygulanabilir niteliktedir.
4. Borca Katılma SözleĢmesinde Alacaklının Kabul Beyanının Gerekli
Olup Olmadığı Sorunu
Borca katılanın alacaklıya yaptığı icaba karĢılık, kural olarak alacaklının kabul beyanında
bulunması gereklidir. Bununla birlikte, borca katılanın icabı üzerine alacaklının kabul
beyanında bulunmadığı hallerde, borca katılma sözleĢmesinin kurulmuĢ olup, olmadığı sorunu
gündeme gelebilir.
Bilindiği üzere, susma ilke olarak bir irade beyanı olarak yorumlanamaz. Bu sebeple
kendisine icapta bulunulan kiĢinin susması, kural olarak bir kabul beyanı olarak
nitelendirilemez. Bununla birlikte kanun veya ticarî örf-âdet kuralları, susmaya icabın kabulü
sonucunu bağlayabileceği gibi, dürüstlük kuralına göre de susma, somut olayda kabul beyanı
olarak değerlendirilebilir. BK. 6 hükmüne göre, icapta bulunan kimse, gerek iĢin özel niteliği,
gerekse hal ve Ģartlar dikkate alındığında, yapmıĢ olduğu icap için açık bir kabul beyanını
beklemek zorunda değilse, uygun bir süre içinde icabı reddetmediği takdirde, sözleĢme
kurulmuĢ sayılır.
Doktrinde, borca katılma sözleĢmesi açısından, bu genel kurala bir istisna getirilmesi için
herhangi bir sebep bulunmadığı ve özellikle ticari örf ve âdetler gereğince borca katılanın
alacaklının bir kabul beyanını beklemek zorunda olmadığı kabul edilmektedir221
. Borca
katılan, alacaklının kendisine herhangi bir yükümlülük yüklemeksizin menfaat sağlayan
sözleĢmeye iliĢkin bu icabı kabul etmiĢ olacağını esas almalıdır. Nitekim aynı anlayıĢ, kefalet
sözleĢmesi açısından da kabul edilmektedir222
. Özellikle, alacaklının borçludan kefalet, borca
221
Palandt/Heinrichs, §151 N. 2; Reinicke/Tiedtke, s. 3.
222 Bkz. Özen, Kefalet, s. 164 ; Habersack, § 766 N. 26; Staudinger/Horn, §766 N. 9. Alman Hukukunda, BGB§
151 uyarınca, icap muhatabının, icapta bulunana bu hallerde açık bir kabul beyanını ulaştırması gerekmese de,
bir şekilde kabul iradesini dışarıdan anlaşılabilecek ve tereddüte yer vermeyecek bir şekilde açığa vurması
gerektiği kabul edilmektedir. Bkz. Reinicke/Tiedtke, s. 3. Örneğin kefalet sözleşmesi için, alacaklının teminat
talep etmesi halinde, kendisine gönderilen, kefilin imzasının bulunduğu yazılı kefalet sözleşmesini geri
göndermeyerek elinde tutması yeterli görülmektedir (BGH NJW 1997, 2233.). Alman İmparatorluk Mahkemesi,
katılma veya garanti türünde bir teminat getirmesini talep etmesi hâlinde, üçüncü kiĢi
alacaklının istediği Ģartları içeren bir teminat sözleĢmesini imzalayıp, alacaklıya göndermesi
üzerine alacaklının hiçbir beyanda bulunmaması bu teminatı kabul ettiği yönünde
yorumlanmalı, alacaklı bu teminatı kabul etmiyorsa, dürüstlük kuralı gereği derhal bunu icabı
yapana bildirmelidir. Teminat sözleĢmelerinin tek tarafa borç yükleyen niteliği de bu görüĢü
desteklemektedir.
Buna karĢın, doktrinde bazı yazarlar, teminat sözleĢmelerinin borç altına giren için tehlike
doğurucu özelliği dikkate alınarak, bu amaçla yapılan sözleĢmelerde belirliliğin ve hukuki
güvenliğin sağlanması açısından, özellikle de tüketicilerle yapılan hukuki iĢlemlerde herhâlde
açık bir kabul beyanının aranması gerektiğini ve zımnî kabul yoluyla sözleĢmenin kurulmuĢ
sayılmaması gerektiğini savunmaktadırlar223
.
Bu düĢünce doktrinde kabul görmemiĢtir. Borca katılma bir tarafa borç yükleyen niteliği
gereği alacaklı için avantajlı olduğu için, borç altına girenin alacaklının beyanda bulunmasını
beklememesi gerektiği kolaylıkla söylenebilir. Esasen, teminat elde etmek isteyen alacaklı,
gönderilen teminat icabından memnun kalmazsa, özellikle teminat verenin ödeme gücünü
yeterli bulmazsa, borçluya bildirimde bulunarak baĢka kiĢiden teminat getirmesini ya da
baĢka bir tür teminat getirmesini isteyecektir. Bu sebeple, tüketici hukuku açısından da böyle
bir sınırlamaya gerek görülmemektedir. Teminat sözleĢmesini imzalayarak alacaklıya
gönderen borçlu için, düĢünmeden böyle bir davranıĢ gerçekleĢtirmeyeceği için, Ģeklin de
amaçladığı hukuki korumanın yeterince gerçekleĢmiĢ olduğu kabul edilmektedir. Bu sebeple
alacaklının açık bir kabul beyanı teminat sözleĢmelerinde de aranmamaktadır224
. Bununla
birlikte, teminat verenin alacaklının kendisine yapılan icabı kesin olarak kabul ettiğini
borca katılma sözleşmesi açısından da, alacaklının borca katılma sözleşmesinin kendisine gönderilmesinden
sonra, borca katılandan ifa talebinde bulunması üzerine bu sözleşmenin, icabın yapılmasıyla birlikte kurulmuş
olduğunu kabul etmiştir. Bkz. RG. Seuff A 79 N. 89 (karar için bkz. Madaus, s. 145 dn. 315.). Bununla birlikte, bir
başka kararda, eşinin imzaladığı kredi talebini içeren icabı, borca katılan sıfatıyla eşin de imzaladığı hallerde,
bankanın böyle bir teminat talep etmemiş olması ihtimâlinde, eğer sadece kredi talep eden borçluya bir kabul
beyanında bulunulmuşsa, borçlunun eşinin yaptığı borca katılma icabının kabul edilmiş sayılamayacağına
hükmedilmiştir. Mahkeme bu kararında, kredi verenin böyle bir teminat talebinde bulunmadığı ve bankanın
kabul beyanını sadece kredi alan borçluya yöneltmiş olduğu gerekçesine dayanmıştır. Bochum Yerel
Mahkemesinin 1985 tarihli kararı için bkz. Madaus, s. 146 dn. 317.
223 Kohte, s. 997; Karl-Joachim Schmelz, der Verbraucherkredit, München 1989, N. 477 (Atıf için bkz Kohte, s.
997).
224 Bu yönde, WM 1994, 303, 305 (Karar için bkz. Reinicke/Tiedtke, s. 3, dn. 12) ve ayrıca NJW 1999, 1328; NJW
2000, 277.
varsayamayacağı özel bazı hallerde, alacaklının açık bir kabul beyanına ihtiyaç duyulacağı
belirtilmektedir225
. Bu görüĢ ilke olarak isabetli olmakla birlikte, kanaatimizce özellikle
alacaklının borçludan teminat getirmesini istediği ve üçüncü kiĢinin türü, kapsamı ve
hükümleri itibarıyla alacaklının isteğine uygun bir teminat getirdiği hallerde, alacaklını bu
icabı reddetmesinin tek sebebi, çoğunlukla teminat verenin ödeme gücüne güvenmemesi
olacağından, alacaklının açıkça bu icabı reddetmediği hallerde, icabı kabul ettiği esas
alınmalı, hiçbir beyanda bulunmayan alacaklıya kabul beyanında bulunmadığını ispat etmek
imkânı dürüstlük kuralı uyarınca tanınmamalıdır.
B. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN GEÇERLĠLĠK ġARTLARI
1. Genel Olarak
Borca katılma sözleĢmesi, genel olarak hukuki iĢlemlerde aranan geçerlilik Ģartlarına tâbidir.
Borca katılanın ifa edeceği edim, ilk borçlunun alacaklıyla yaptığı sözleĢmede kararlaĢtırılan
edime göre belirlendiğinden her türlü edim borca katılmanın konusu olabilir. Bu sebeple,
borca katılma sözleĢmesinde gerçekleĢebilecek geçersizlik halleri, diğer teminat
sözleĢmelerine örnek olarak kefalet ve garanti sözleĢmesine göre daha geniĢtir. Çoğunlukla
bir paranın edim olarak kararlaĢtırıldığı kefalet sözleĢmesinde ve garanti sözleĢmesinde,
gerçekleĢebilecek geçersizlik halleri daha sınırlıdır. Borca katılmanın da çoğunlukla bir para
borcuna iliĢkin olarak akdedildiği de bir gerçektir. Ne var ki, borca katılanın, ilk borçlunun
taĢınmaz devir mülkiyetini devir borcu için bir borca katılma sözleĢmesi akdedilmesine,
kefalet veya garanti sözleĢmelerinde para dıĢında bir edimin taahhüt edilmesinden
kanaatimizce daha çok rastlanılması mümkündür.
Borca katılma sözleĢmesinin geçerli olması için, sözleĢme tarafları borca katılan ile
alacaklının tam ehliyetli olmaları gerekir. Taraflar, sözleĢme yapmaya tam ehliyetli sayılmak
için ayırt etme gücüne sahip ve ergin olmalı, kısıtlanmıĢ olmamalıdırlar. Vesayet ve velâyet
altındaki küçükler adına kefalet sözleĢmesi akdetmek ve onların yaptıkları kefalet
sözleĢmelerine icazet vermek MK. 449 ve 343 uyarınca, yasak iĢlemlerden biri olması
sebebiyle kesin hükümsüzdür. Kendisine oy danıĢmanı atananlar ise, sınırlı ehliyetli olarak
kabul edilmekte ve MK. 429/b.9 uyarınca, kefalet sözleĢmesi yapmadan önce danıĢmanın
225
Madaus, s. 147.
olumlu oyunu almak zorundadırlar. Oy danıĢmanı ise, yasal temsilci olmadığı için, bu iĢlemi
sınırlı ehliyetli adına yapamaz226
. Bu hükümlerin kefaletle aynı amacı taĢıyan garanti ve borca
katılma sözleĢmelerine uygulanıp, uygulanmayacakları konusunda, kanunun yasaklayıcı
hükümlerinin dar yorumlanacağı ilkesi dolayısıyla olumsuz cevap verilmek gerektiği kabul
edilmektedir.
Ne var ki, sınırlı ehliyetsizin ve sınırlı ehliyetlinin korunması yönündeki ihtiyaç, bu konuda
farklı bir tutum izlenmesi gereğini de beraberinde getirmektedir. Türk Borçlar Kanunu
tasarısında, teminat sözleĢmelerinin tümünün geçerlilik Ģartları yönünden aynı rejime tâbi
tutulmaları yönündeki modern eğilim227
izlenerek, yürürlükteki Borçlar Kanunu, mehaz
Ġsviçre Borçlar Kanunu ve Alman Medeni Kanunu’nda bulunmayan yeni bir hüküm
getirilmektedir. TBKT. 603 maddesi Ģu Ģekilde kaleme alınmıĢtır: “Kefaletin şekline, kefil
olma ehliyetine ve eşin rızasına ilişkin hükümler, gerçek kişilerce, kişisel güvence verilmesine
ilişkin olarak başka ad altında yapılan diğer sözleşmelere de uygulanır.” Böylece kefil olma
ehliyetine iliĢkin hükümler kapsayan Medeni Kanun’un bahis konusu hükümleri, garanti ve
teminat amaçlı borca katılma sözleĢmelerine de uygulanacaktır. Tasarı buna ek olarak, evli
kiĢilerin kefil olma ehliyetleri yönünden de yeni bir düzenleme getirmiĢtir. Tasarının bu
düzenlemesi, modern borçlar kanunlarına örnek olacak nitelikte isabetli bir hükümdür.
Böylece, kefalet sözleĢmesinin sıkı geçerlilik Ģartlarından kurtulmak amacıyla garanti ve
teminat amaçlı borca katılma sözleĢmesi akdedilmesinin yolu kapatılmıĢ ve benzer amaçlı
sözleĢmeler aynı hukuki rejime bağlanarak, teminat sözleĢmelerinin geçerlilik rejimine ortak
bir yasal düzen getirilmiĢtir. Bu düzenleme aynı zamanda, somut olayda hâkimin geçerlilik
Ģartlarından, en azından Ģekil, ehliyet ve eĢin rızasına iliĢkin hükümleri açısından yasayı
dolanmak amacıyla kefalet yerine baĢka bir teminat sözleĢmesi yapılmıĢ olup, olmadığı
araĢtırmasını yapmaktan da kurtaracaktır.
Tasarının, kefalet sözleĢmesine iliĢkin olarak getirdiği bir geçerlilik Ģartını içeren 584/1
hükmünün metni ise Ģu Ģekildedir : “Eşlerden biri mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı
olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça, ancak diğerinin yazılı rızasıyla
kefil olabilir; bu rızanın sözleşmenin kurulmasından önce ya da en geç kurulması anında
verilmiş olması şarttır.” Bu hüküm de, TBKT. 603 hükmünün atfı sebebiyle teminat amaçlı
226
Açıklamalar için bkz. Serap Helvacı, Gerçek Kişiler, 2. Bası, İstanbul 2007, s. 39, vd. ; Mustafa Dural/Tufan
Öğüz, Türk Özel Hukuku, Kişiler Hukuku, İstanbul 2004, s. 44, 61.
227 Bu konuda bkz. Neumayr, s. 492.
tüm sözleĢmelere uygulanacak bir hükümdür.
Borca katılma sözleĢmesinin diğer geçerlilik Ģartları açısından, sözleĢmenin konusu emredici
hukuk kurallarına, kamu düzenine, genel ahlâka228
ve kiĢilik hakkına229
aykırı olmamalıdır.
SözleĢmede belirlenen edim, sözleĢmenin kurulduğu anda imkânsız olmamalı ve sözleĢmede
muvazaa bulunmamalıdır. Bu kurallara aykırılık, sözleĢmenin kesin hükümsüz olması
sonucunu doğuracaktır. Bunlara ek olarak borca katılma sözleĢmesinin yine genel geçerlilik
Ģartları olarak, tarafların irade bayanlarının hata, hile veya tehdit sebepleriyle sakatlanmıĢ
olmaması, borca katılma sözleĢmesinde, borca katılan lehine karĢılık bir edim taahhüt edilmiĢ
olması sebebiyle, bu sözleĢmenin tam iki tarafa borç yükleyen sözleĢme niteliğini taĢıdığı
hallerde, sözleĢmede gabin söz konusu olmamalıdır.
2. Borca Katılma Ânında Geçerli Bir Ġlk Borcun Varlığı
a. Ġlk Borcun Mevcut ve Geçerli Olması Zorunluluğu
Borca katılma, kavramsal olarak ve yapısı gereği, üçüncü kiĢinin katılacağı bir geçerli borcun
varlığını gerektirir. Bu sonuç, borca katılma, sonucunda yeni ve bağımsız, fakat ilk borç ile
228
Alman Anayasa Mahkemesi, 19.10.1993 tarihli kararında; “öğrenciler vakıası” olarak anılan olayda, bir
mimarın bankadan aldığı krediye öğrenci olan oğullarının kefil olması sonucunda, öğrencilerin maddi güçlerini
çok aşan kefalet borcu altına girmelerinde, krediyi alan borçlu babaları ile aralarındaki manevi yakınlıktan
faydalanılarak bu borç altına girdikleri, bu borç altına girmekte kişisel hiçbir menfaatlerinin bulunmadığı,
hayatları boyunca çalışsalar dahi ödeyemeyecekleri bir borç altına girmelerinin irade özgürlüğünü tamamen
ortadan kaldıracak derecede ahlâka aykırı olduğu kabul edilmiş ve bu kefalet sözleşmeleri ahlâka aykırılık
sebebiyle geçersiz saymıştır. Karar metni ve değerlendirilmesi için bkz. Yeşim Atamer, Geliri ve Malvarlığı
Olmayan Aile Bireylerinin Kefaleti-Sözleşme İçeriğinin Denetlenmesi, İÜHFM Prof. Dr. Türkân Rado’ya Armağan,
C:LV, S:3 Y: 1997, s. 419, vd. aynı karar hakkındaki değerlendirmeler için bkz. Nihat Yavuz, Türk kefalet Hukuku,
Ankara 2010, s.459, vd. Diğer yandan bu nitelikteki sözleşmeler, kişinin iktisadî olarak kendisini geliştirme
özgürlüğünü de aşırı derecede kısıtlayacağından, MK. 23, BK. 19 ve 20 hükümlerine göre kişilik hakkına aykırılık
sebebiyle de geçersiz sayılabilirler. Bu konuda bkz. İsmet Sungurbey/Selim Kaneti, Medenî Hukuk Sorunları,
Üçüncü Cilt, İstanbul 1976, s. 178, vd.
229 Kişilik hakkı, kişiliği oluşturan değerlerin tümü üzerindeki haktır. Benimsediğimiz tanımdan da anlaşılacağı
üzere, öğretide bir kişinin birden fazla kişilik haklarına değil, bir çok değerden oluşan tek bir kişilik hakkına sahip
olduğu görüşü kanaatimizce kabul edilmelidir. Nitekim Medeni Kanun’un 24. maddesi metninde “kişilik hakkı”
terimi kullanılarak, genel bir kişilik hakkının varlığı yönündeki görüş kabul edilmiştir. Gerçek kişiler kadar, tüzel
kişilerin de tüzel kişilik hakkı sahibi olduğu doktrin ve içtihatlarda kabul edilmektedir. Kişilik hakkının konusunu
oluşturan değerler, gerçek kişilerde sağ ve tam doğumla, tüzel kişilerde ise hak ehliyetine sahip olmakla birlikte
kendiliğinden kazanılır. Açıklamalar için bkz. Dural/ Öğüz Kişiler Hukuku, İstanbul 2004, s. 91, vd.Helvacı, s. 69,
70.
aynı içerikte bir yükümlülüğün doğumundan anlaĢılmaktadır. Borca katılan, sözleĢmenin
akdedilmesi ânında, ilk borçlu ile aynı Ģartlarda (onun gibi) yükümlülük altına girmek
iradesini taĢımaktadır. Borca katılmanın teminat sağlama amacı da bunu gerektirmektedir.
Borca katılma sözleĢmesini akdedildiği anda borcun içeriği aynen kopyalanmıĢ ve borca
katılanın edimi olarak belirlenmiĢtir230
. Buna bağlı olarak sözleĢmenin kurulması aĢamasında
borca katılanın borcunun kapsamı da, ilk borçlununkiyle aynıdır.
Burada dikkat çekici olan nokta, ilk borçlunun borcu alacaklı ile arasındaki sözleĢmeden
doğan bir itiraz sebebi dolayısıyla mevcut olmazsa veya geçersiz olursa, borca katılanın
borcu da, borca katılma sözleĢmesi herhangi bir itiraz sebebi içermemesine rağmen
doğmayacak veya geçersiz olacaktır. BaĢlangıç aĢamasında borca katılan, aynı borçlu gibi,
onunla aynı Ģatlar altında sorumludur. Borca katılma sözleĢmesinin kurulması aĢamasındaki
bu ferilik sebebiyle, ilk borcun mevcut ve geçerli olmaması ihtimâlinde, borca katılan için de
herhangi bir borç doğmaz231
.
Bu konuda doktrinde bazı yazarlar232
faklı bir görüĢü taĢımaktadırlar. Bu görüĢe göre,
sözleĢme özgürlüğü ilkesinin bir sonucu olarak, taraflar borca katılanın üstlendiği borcu, ilk
borcun hukuki durumundan tamamen bağımsız olarak üstlenebilmelidir. Bu durumda borç,
garanti benzeri bir nitelik arzetmekle beraber, böyle bir anlaĢma geçerli olup, borca katılma
sözleĢmesinin de geçerliliğine etki etmez. Ne var ki, sözleĢme özgürlüğü ilkesinde dahi, bir
sözleĢmenin mevcut olması için, o sözleĢmenin olmazsa olmaz unsurlarının o sözleĢmede
mevcut olması gerekir. Buna bağlı olarak, taraflar bir borca katılma sözleĢmesi akdetmek
istiyorlarsa, o sözleĢmede borca katılmanın zorunlu unsurları mevcut olmalıdır. Aksi takdirde,
230
Doktrinde, borca katılma sözleşmesinden borca katılan için doğan borcunun bu özelliğini belirtmek üzere
çeşitli örneklere başvurulmaktadır. Reichel, aynı at arabasını çeken farklı kementlerdeki iki atın, birbirinden
bağımsız varlıklar olmakla birlikte, aynı at arabasını çekmeyi yüklendikleri örneğini vermektedir. Bkz. Rreichel,
s. 2. Madaus’un verdiği örnek ise şu şekildedir: Üçüncü kişi (borca katılan) için ilk borcun bir kopyası üretilir,
kopyalama sürecinde farklı kağıtlar üzerinde de olsa, orijinal ve kopyası içerik olarak tamamen aynıdır, fakat bu
kopya üretildikten sonra, üzerinde değişiklik yapılabilir. Borca katılma sözleşmesinden doğan borç da müteselsil
borç olarak, doğumu anından sonra bağımsızlaşır ve borca katılan ile alacaklı edimin içeriğini istedikleri gibi
değiştirebilirler. Müteselsil borçlulukta borçluların edimlerinin aynı olması zorunlu olmadığından, bu değişiklik
borca katılmanın zorunlu unsuru olan müteselsil borç niteliğini ortadan kaldırmaz. Yine tarafların, borcun
içeriğini değiştirmeksizin ifa aşamasında, ifa yerine edim anlaşması yapmaları da mümkündür. Bkz. Madaus, s. 8
; Schürnbrand, s. 16. Madaus’un örneği borcun içeriğindeki ayniyete ağırlık verirken, Reichel’in örneği
müteselsil borcun birbirinden bağımsız edimleri arasındaki amaç birliğini ön plânda tutmaktadır.
231 Borca katılmadan doğan borun kuruluş aşamasındaki feriliği için bkz. Dördüncü Bölüm, II, B, 1.
232 Kittlitz, s. 25 ; Palandt/Heinrichs, Vor §414 N.5.
sözleĢme özgürlüğü ilkesi böyle bir sözleĢmeye imkân verse dahi taraflar borca katılma değil,
baĢka bir sözleĢme akdetmiĢ olurlar. Bu sebeple, borçlunun alacaklıya ileri süreceği
defilerden tamamen bağımsız bir ifa taahhüdünde bulunulması hâlinde, taahhütte bulunanın
edimi borçlununkiyle aynı içerikte olsa dahi, bir borca katılma sözleĢmesi değil, teminat
amaçlı garanti sözleĢmesi akdedilmiĢ demektir. Zira, böyle bir sözleĢme borca katılmanın
değil, garanti sözleĢmesinin tipik unsurlarını taĢımaktadır233
. Nitekim, 18/1 hükmü, tarafların
sözleĢmede kullandıkları ifadelere değil, esas amacına bakılması gerektiğini düzenlemektedir.
Buna göre tarafların bu sözleĢmeye borca katılma ismini vermeleri, zorunlu unsurları
bulunmadığı için bu sözleĢmenin borca katılma olarak nitelendirilmesine imkân
vermeyecektir.
Sonuç itibarıyla, her borca katılma, bu katılmanın gerçekleĢtiği anda geçerli bir ilk borcun
varlığını gerektirmektedir. Borca katılma sözleĢmesinin, sözleĢmenin kurulma ânına göre
türlerini incelerken belirttiğimiz üzere234
, kural olarak borca katılma sözleĢmesinin kurulduğu
anda ilk borç iliĢkisi kurulmuĢ ve bundan ilk borç doğmuĢtur. Fakat doktrinde, kefalet
sözleĢmesine paralel olarak, borca katılmadan doğan borcun ilk borçla aynı anda
doğabileceği, hatta gelecekte doğacak bir borca katılmanın da mümkün olduğu kabul
edilmektedir. Borca katılmanın feriliğindeki bu yumuĢama, ancak borca katılma
sözleĢmesinin kurulduğu anda, borcun belirlenebilir olması Ģartıyla mümkün görülmektedir.
b. Ġlk Borcun Mevcut veya Geçerli Olmamasının Hukuki Sonucu
Borca katılma sözleĢmesinin akdedilmesi ânında ilk borç doğmamıĢsa ve borca katılma
sözleĢmesi de gelecekte doğacak bir ilk borcu konu edinmiyorsa, borca katılmanın baĢlangıçta
ilk borçla ferilik iliĢkisi içinde bulunması kuralının sonucu olarak, borca katılmadan da geçerli
bir borç doğmayacaktır.
Doktrinde Türk/Ġsviçre hukuku açısından da geçerli olması sebebiyle katıldığımız görüĢe
göre, ilk borcun mevcut olmaması borca katılma sözleĢmesinin geçersizliğine yol açar235
.
233
Borca katılma sözleşmesinin, teminat amaçlı garanti sözleşmesinden ayırt edilmesi konusundaki
açıklamalarımız için bkz. Üçüncü Bölüm, II, A ve B.
234 İkinci Bölüm, III, A, 1, 2, ve 3.
235 Reinicke/Tiedkte, s. 7.
SözleĢmenin kurulması ânında geçerli bir borç mevcut değilse, bunun meydana getireceği
kesin hükümsüzlük, borca katılmanın konusu olan edimin baĢlangıçtaki imkânsızlığından
kaynaklanmamaktadır. Çünkü borca katılma sözleĢmesinde borca katılan, içerik itibarıyla ilk
borçlu ile aynı edimi üstlenir. Bu durumda borca katılmanın geçersizliğinin sebebi, ilk
borçlunun alacalıya karĢı ileri sürebileceği ilk borcun doğmadığı itirazına borca katılanın da
dayanabilecek olmasıdır. Buna ilk borca iliĢkin itiraz ve defilerin borca katılmadan doğan
borca yaygınlığı adı verilmektedir236
. Diğer bir ifadeyle, borca katılma sözleĢmesinin kesin
hükümsüzlüğü, ilk borcun doğmamıĢ olmasına veya geçersizliğine dayanır237
. Zira doğmamıĢ
veya geçerli olmayan bir borcu feri olarak, teminat amacıyla üstlenmek hukuken mümkün
değildir. Ne var ki, doktrinde, borca katılma sözleĢmesinin bu kesin hükümsüzlüğü edimin
imkânsızlığına dayandırılmamaktadır.
Bu geçersizlik, borca katılma sözleĢmesinin içeriğindeki edimden kaynaklanan bir geçersizlik
sebebi değil, borca katılmanın kuruluĢu aĢamasındaki feriliğinden kaynaklanan bir
geçersizliktir. Çünkü, salt edim yönünden bakıldığında, borca katılma sözleĢmesinde
üstlenilen edim geçerli gözükebilir, fakat borca katılma sözleĢmesinin geçersizliği, ilk borcu
doğuran sözleĢmeyle olan teminat amaçlı bağlantısından, hukuki kaderinin kuruluĢ
aĢamasında ilk borç iliĢkisinden geçerli bir borç doğumuna bağlı olmasından
kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte, edimin niteliğinden kaynaklanan hukuka aykırılık,
236
Madaus, s. 152.
237 Reinicke/Tiedtke, s. 7 ; Madaus, s. 152; Schürnbrand, s. . Alman Hukukunda baskın görüş, ilk borcun mevcut
ve geçerli olmamasının, borca katılmanın kesin hükümsüzlüğüne değil, “boşa çıkmasına” yol açacağını ifade
etmektedirler. Bkz. BGH NJW 1987, 1698; aynı yönde Reichel, s. 344 ; Edenfeld, s. 1036; Kohte, s. 997;
Ermann/Westermann, Vor §414 N. 8; Möschel, §414 N. 3; Palandt/Heinrichs, Vor §414 N. 5;
Nörr/Scheyhing/Pöggeler, s. 418. Bu görüşün ileri sürülmesini sebebi, Alman Medeni Kanunu’nun, “kesin
hükümsüz işlemin tasdiki” başlığını taşıyan ve tarafların geçersiz bir sözleşmeyi aralarında tasdik etmeleri
halinde, sözleşme geçerli olarak kurulsa idi taraflar hangi borç altına girecek idiyseler, o borçla yükümlü sayan;
diğer bir ifadeyle bir sözleşme taraflarının geçersiz bir sözleşmeyi tasdik etmelerine, o sözleşmenin yeniden
geçerli olarak yapılmış olduğu sonucunu bağlayan hükmünün (BGB § 141/2) borca katılmaya uygulanmaması
gerektiği yönündeki görüştür. Bu görüşün gerekçesi olmayan bir borcun üstlenilemeyeceğidir. Türk ve İsviçre
Hukuklarında böyle bir hüküm bulunmadığı için, bu görüşün bizim hukukumuz açısından geçerliliği
bulunmamaktadır. Bununla birlikte, bu hükmün meydana getirdiği sonuca MK. 2’de ifadesini bulan dürüstlük
kuralı ve özellikle çelişkili davranış yasağı uyarınca, geçersizliği ileri sürmeyeceği yönünde birbirlerine güven
veren tarafların buna dayanmalarının hukuken korunmayacağı ilkesiyle de varılabilmektedir. Fakat borca
katılma sözleşmesinin teminat sağlama amacı ve feri yapısı bu ilkenin uygulanmasını kanaatimizce
zorlaştırmaktadır. Nitekim, Reinicke/Tiedtke kesin hükümsüzlüğün reddedilmesinin mantıksız olduğunu, kesin
hükümsüzlüğün kabul edilmesinin, BGB §141’in uygulanmasına yol açmayacağı, zira geçersiz borca katılma
sözleşmesi tasdik edilse dahi, ilk borcun mevcut ve geçerli olmamasından dolayı, borca katılmanın yine geçerli
olmayacağını belirtmektedirler. Bkz. Reinicke/Tiedtke, s. 7.
ahlâka aykırılık, edimin baĢlangıçtaki imkânsızlığı gibi objektif geçersizlik sebepleri, bu
edimin konu edildiği borca katılma sözleĢmesinin bu sebeple de geçersiz olduğunun kabulünü
gerektirir. Ne var ki, bu araĢtırma yapılmasa dahi, daha ilk aĢamada ilk borcun geçersiz
olduğunun tespiti, kuruluĢ aĢamasındaki ferilik ilkesi gereği borca katılmanın da geçersiz
olması sonucunu doğuracaktır.
c. Ġlk Borcun Ġptâl Edilebilirliğinin ve Takas Edilebilirliğinin Sonuçları
Alacaklı ile ilk borçlu arasındaki sözleĢmenin, ilk borçluya ait bir irade sakatlığı sebebiyle
veya ilk borçlunun bu sözleĢmede gabine uğratılmıĢ olması sebebiyle iptâl edilebilir olması
halinde, henüz ilk borçlu tarafından bu iptâl hakkının kullanılmamıĢ olduğu aĢamada, borca
katılma açısından hukuki durumun ne olacağı sorununun incelenmesi gerekmektedir. Yine, ilk
borçlunun alacaklıya karĢı sahip olduğu takas hakkına dayanarak, borcu sona erdirebileceği
haller de borca katılanın hukuki durumu açısından önem taĢımaktadır.
Öncelikle bu hak, sadece borçluya aittir. Çünkü bir sözleĢmeyi hata, hile, tehdit veya gabin
sebebiyle iptâl etmek ya da takas hakkını kullanmak sadece o sözleĢmenin tarafı olma sıfatına
sahip olmaya bağlı haklardır. Bu sebeple, borca katılan borçtan kendisinin de sorumlu olduğu
gerekçesiyle, bu hakkı kullanamayacağı gibi, borçludan da bu yönde talepte bulunamaz238
.
Diğer yandan, bu hakkı kullanmayıp, ödeme yapan ve aralarındaki anlaĢma gereği
kendisinden rücu talebinde bulunması söz konusu olan hallerde, ilk borçluya, iptâl hakkını
kullanmamıĢ olduğu gerekçesiyle rücu hakkını kullanamayacağını da ileri süremez.
Bu hâllerde, borca katılanın ifa yükümlülüğünün kaderi, borçlunun iptâl veya takas hakkını
kullanıp, kullanmadığına bağlıdır. Borçlu iptâl hakkını kullanırsa, sözleĢme kurulduğu âna
geriye etkili olarak kesin hükümsüzleĢecek ve ilk borç geçersiz hâle geldiği için, buna bağlı
olarak borca katılmadan da geçerli bir borç doğmayacaktır. Eğer borçlunun iĢleme icazet
vermesi veya süresinde kullanmayarak iptâl hakkının düĢmesine yol açarsa, borcun geçerliliği
kesinleĢecek ve borca katılan, ilk borçluyla birlikte müteselsilen ifayla yükümlü olacaktır.
Aynı durum takas açısından da söz konusudur. Takas hakkının kullanılmasıyla borç sona
erecek, kullanılmazsa borcun varlığı devam edecektir.
Borca katılan, iptâl hakkının doğduğu ve hak düĢümü süresi henüz geçmediği için
kullanılabileceği ve yine takas hakkının doğmuĢ olduğu fakat kullanılmamıĢ olduğu dönemde,
238
Madaus, s. 154. Bu konuda kefalet sözleşmesine ilişkin açıklamalar için bkz. Özen, Kefalet, s. 114.
borç halen geçerli olduğu için bu borcu ifa etmekle yükümlüdür. Bununla birlikte, muhtemel
bir iptâl veya takas durumunda, borç kesin olarak ortadan kalkacak ve borca katılan alacaklıya
yapmıĢ olduğu ile alacaklıya yaptığı kazandırmanın sebepsiz zenginleĢme hükümlerine göre
iadesini isteyebilecektir. Burada, borca katılan yaptığı ödemeden sonra, alacaklının iflâsı veya
ifa güçsüzlüğü sonucunda iade talebinin boĢa çıkması riskini taĢımaktadır. Bu sonuç, hiçbir
menfaat elde etmeksizin sırf teminat vermek amacıyla borca katılan borçlu için arzu edilen bir
sonuç değildir.
Bu konuda Borçlar Kanunu, kefile sadece borçlunun takas hakkı yönünden alacaklıya ifada
bulunmaktan kaçınma hakkını tanımaktadır. BK. 119 hükmü uyarınca, “asıl borçlunun takası
dermeyan etmeğe hakkı oldukça, kefili alacaklıya tediyede bulunmaktan imtina edebilir.” Bu
hükme göre, borçlunun takas beyanında bulunma hakkı devam ettiği sürece, kefil bunu defi
olarak ileri sürmek suretiyle alacaklının ödeme talebini geriye çevirebilecektir. Doktrinde,
menfaatler durumundaki özdeĢlikten dolayı, esas borçlunun takasta olduğu gibi tek taraflı
irade beyanıyla kullanılan iptâl hakkının bulunduğu tüm hâllerde, kefile bu hakkın tanınması
gerektiği kabul edilmektedir239
. Buna göre BK. 119 hükmünün genelleĢtirilmek suretiyle
borçlunun hata, hile, tehdit, gabin sebepleriyle ilk borcu doğuran sözleĢmeyi iptâl etme
hakkının bulunduğu hallerde de uygulanması söz konusu olmaktadır.
Kefalet açısından söz konusu olan menfaatler durumu, borca katılma açısından da mevcut
olduğundan, bu hakkın borca katılana da tanınması gerektiği doktrinde genel kabul
görmektedir240
. Bu sebeple kefile defi hakkı tanıyan BK. 119 hükmü kıyasen borca katılmaya
da uygulanmaktadır. Bu kıyas imkânı hukuken mümkün görülmelidir. Çünkü, borca
katılmadan borcun doğumu aĢamasında ilk borçla arasında bulunan ferilik iliĢkisi kefalet
sözleĢmesiyle aynı niteliğe sahiptir. Buna ek olarak takas veya iptâl hakkının
kullanılmasından öncesinde ve sonrasında kefilin ve borca katılanın hukuki durumları da
özdeĢtir. Bu sebeple, teminat amaçlı olarak borç üstlenen ve alacaklını talebi karĢısında,
239
Özen, s. 115 ; Tandoğan, Borçlar Hukuku, II, 721; Reisoğlu, Kefalet, s. 18.
240 Alman Hukukunda da BGB§ 770 hükmünün ilk fıkrasıyla, borçlunun sözleşmeyi iptal hakkına sahip olduğu
hallerde kefile ifadan kaçınma açıkça tanınmaktadır. Sözleşmeyi geçersiz kılacak tüm iptâl sebepleri için kefile
ödemeden kaçınma imkânı veren bu hükmün kıyasen borca katılmaya uygulanacağı kabul edilmektedir. Reichel,
s. 349; Ehmann, s. 337 Kittilitz, s. 133; Möschel, Vor §414 N. 13; Larenz, Schuldrecht I, s. 612. Bununla birlikte,
Alman Hukuku’nda BGB §770/2 hükmü, BK. 119 ile aynı nitelikte olmayıp, alacaklının asıl borçluya karşı takas
dermeyan etmeğe hakkı oldukça, kefile alacaklıya ifada bulunmaktan kaçınma yetkisi vermektedir. Açıklamalar
için bkz. Madaus, s. 155.
hukuki durumu borçlunun keyfi davranıĢı yüzünden belirsiz olan borca katılana da bu
korumadan yararlanma imkânı verilmesi hakkaniyete uygun düĢmektedir.
Borca katılan için tanınan bu imkân belirttiğimiz gibi, bu sözleĢmenin teminat sözleĢmesi
özelliğine ve feriliğine dayanır. Bu sebeple BK. 119’un kefile tanıdığı imkân borca katılana
da tanınmakla birlikte, birlikte müteselsil borçlular arsında uygulanamaz. Zira, bu durumda,
müteselsil borçların her biri, doğumu anından itibaren bağımsızdırlar ve hiçbir zaman bir borç
diğeri ile fer’ilik iliĢkisi içinde bulunmaz. Bu sebeple baĢtan itibaren birlikte giriĢilen
müteselsil borçlulukta, borçlulardan hiçbiri diğerinin takas hakkına sahip olduğunu ileri
sürerek, alacaklıya ifadan geçici de olsa kaçınamaz241
. Çünkü takas hakkına sahip olan borçlu
bu hakkını kullanmak zorunda değildir. Diğer yandan, baĢlangıçtan itibaren birlikte giriĢilen
müteselsil borçlulukta, borçlulardan hiçbiri böyle bir hukuki korumayı hak etmez. Borca
katılana bu hakkın verilmesini temel sebepleri, borca katılanın borç üstlenmesinin, takas hakkı
sahibinin borcu için teminat vermek olması ve bu sözleĢmenin kuruluĢ aĢamasındaki
fer’iliğidir.
Diğer yandan, alacaklının ilk borçluya karĢı bir takas beyanında bulunarak borcu sona
erdirebileceği hallerde, borca katılanın ifadan kaçınıp kaçınamayacağı sorusuna ise olumsuz
cevap verilmek gerekir. Zira, alacaklı müteselsil borçlulardan dilediğine ifa için baĢvurabilir,
hatta dilerse, borçlulardan istediğini ibra edebilir ya da onunla, kendisinden ifa talebinde
bulunmayacağı yönünde anlaĢabilir (pactum de non petendo). Alacaklı aleyhine takas
hakkına sahip olduğu borçludan edimi takas beyanında bulunmaksızın da talep edebilir. Borca
katılan ve hatta aleyhine takas dermeyan edilebilecek ilk borçlu dahi alacaklıya takas
beyanında bulunmaya zorlayamaz. Bu, alacaklının müteselsil borçlardaki seçim hakkına
aykırılık teĢkil eder ve müteselsil borcun zorunlu unsuru olan alacaklının bu seçim hakkı
ancak yine alacaklının rızasıyla sınırlanabilir. BK. 119 hükmünün temelindeki düĢünceni
aksine, burada dürüstlük ve güven ilkesi, müteselsil borcun alacaklısının seçim hakkının
sınırlanması imkânını doğuramaz. Zira, borca katılan, BK. 119 hükmünde yer alan hukuki
durumun aksine, alacaklının takas imkânı mevcutken bir ifada bulunduğunda, yaptığı ifa kesin
olarak geçerli olup, borcu da sona erdirmektedir. Bu bağlamda, borçlunun yaptığı ifanın boĢa
çıkma ve bir iade talebine sebep olma ihtimâli bulunmamaktadır. Bu ifa geçerli bir ifa olarak
241
Akıntürk, s. 173. Bununla birlikte, başlangıçtan itibaren birlikte girişilen müteselsil borçlulukta, müteselsil
borçluların tümünün alacaklıya karşı müteselsil alacaklı olduğu ihtimalinde, her bir borçlu karşı alacağın tamamı
üzerinde hak sahibi olduğu için, borçlulardan her biri takas beyanında bulunabilir. Bkz. Akıntürk, s. 174; Tekinay,
Akdî Teselsül, s. 88.
teminat sağlama amacını gerçekleĢtirmiĢtir ve ifa sonucunda alacak BK. 147/1 hükmü
uyarınca alacaklıya halef olacak, ödediği bedeli iç iliĢkide ilk borçluya rücu edebilecektir.
Borca katılan yaptığı ifanın geçersiz olması ve bu sebeple iade talep ederken alacaklının iflâsı
veya ödeme güçsüzlüğü sebebiyle kazandırmanın iadesini elde edememe riskiyle karĢı karĢıya
bulunmamaktadır. Bu sebeple, BK. 119 hükmünün borca katılmaya kıyasen uygulanmasını
gerektiren hakkaniyet düĢüncesi, alacaklının ilk borçluya karĢı takas yapma ihtimâli
bakımından söz konusu değildir. Takas, alacaklıya tanınmıĢ bir hak olup, kullanılması bir
yükümlülük teĢkil etmez.
Alacaklının bu hakkı kullanmamasının hakkın kötüye kullanımını oluĢturduğu iddiası da
hâkim tarafından dinlenmemlidir. Çünkü alacaklının takas hakkını kullanmamasının kendisine
birçok haklı sebebi bulunabilir. Alacaklı bu hakkı kullanmamasına iliĢkin olarak kimseye
hesap vermekle yükümlü değildir ve alacaklının borca katılandan ifayı talep etmesi, borca
katılma sözleĢmesinden doğan hakkını kullanması anlamına gelir ve bu hakkın amacı dıĢında,
sırf borca katılana zarar vermek için kullanıldığı anlamını içermez. Bu bağlamda borca katılan
alacaklıya, eğer takas hakkını kullanırsa, alacağını daha kolay elde edeceğini, bu sebeple bu
hakkını kullanmamasının hukuken korunmaması gerektiğini ileri süremez. Takas imkânı
Ģöyle dursun, alacaklının ilk borçludan talepte bulunması hâlinde, edimi kesin olarak çok daha
kolaylıkla elde edebileceği açıkça ortada olsa dahi, borca katılandan talepte bulunabilir.
Müteselsil borçluluktaki seçim hakkının mantığı, alacaklının bu hakkını kullanırken herhangi
bir gerekçe göstermek zorunda olmayıĢıdır. Burada, hakkın kötüye kullanılması, ancak
alacaklının açıkça borca katılana zarar vermek niyetiyle ondan talepte bulunmasıdır. Halbuki
teminat veren müteselsil borçludan edimin ifasını talep etmek bu anlama gelmemektedir.
Müteselsil borçlulukta, halefiyetle güçlendirilmiĢ rücu hakkı, borca katılan için yeterli hukuki
korumayı sağlamaktadır. Ne var ki, istisnaî olarak, ilk borçlu alacaklıya ifaya hazır olduğunu,
teminat vermek amacıyla borca katılan diğer borçlunun ekonomik durumunun müsait
olmadığını, esas borçlu olan kendisinin talebi halinde derhal alacaklıya ifada bulunabileceğini
bildirmesine rağmen, alacaklının sırf ekonomik durumu bozuk olan borca katılana zarar
vermek amacıyla, örneğin onu haciz veya iflâs tehdidi altına bırakmak ve itibarını sarsmak
niyetiyle, ona karĢı duyduğu kiĢisel kin ve düĢmanlık hislerini tatmin etmek amacıyla ısrarla
borca katılandan talepte bulunması ihtimâlinde, alacaklının bu talebi hakkın kötüye
kullanımını oluĢturduğu kabul edilebilir ve böyle bir surumda alacaklının ilk borçlunun ifa
talebini kabul etmemesi, onu alacaklı temerrüdüne düĢürecektir.
d. Gelecekte Doğacak Borca Katılma
Borca katılma sözleĢmesinin kurulduğu an itibarıyla türlerini incelerken belirttiğimiz
üzere242
, borca katılma sözleĢmesinden geçerli bir borç doğması için, ilk borcun geçerli
olması zorunlu olmakla birlikte, bu ilk borcun borca katılma sözleĢmesinin kurulması
ânında doğmuĢ olması zorunlu değildir. Borca katılma sözleĢmesinin öncelenmiĢ bir
Ģekilde, gelecekte oluĢacak bir borca iliĢkin olarak da kurulmasının hukuken geçerli olduğu
yönünde görüĢ birliği bulunmaktadır243
. Bu konuda, menfaatler durumunun farklı olmaması
sebebiyle, borca katılma sözleĢmesinin yapısı da benzer görüldüğünden, gelecekte doğacak
bir borç için kefil olunabilmesini mümkün kılan BK. 485 hükmünün kıyasen borca
katılmaya uygulanabilir olması gerekçe olarak gösterilmektedir244
. Bu görüĢe katılıyoruz.
Çünkü, borca katılma sonucunda alacaklı, ilk borçluya ek olarak yeni bir borçlu elde
etmektedir. Bu sözleĢmenin taraflarca da bilinen ve tâkip edilen tipik amacı, kefalet
sözleĢmesinde olduğu gibi, alacaklıya ilk borçlunun ödeme güçsüzlüğü riskine karĢı
teminat verilmesidir. BK. 485 hükmü, duruma göre borca katılmaya göre özel hükümlerle
daha yoğun bir korumaya lâyık görülen kefilin temin ettiği borcun daha sonra doğumunu
mümkün gördüğüne göre, aynı sonuç, doğumu aĢamasında ilk borca ferî olarak bağlı olan
borca katılmadan doğan borç için de mümkün görülmelidir. KuruluĢu aĢamasında ferî
nitelik taĢıyan ve bu sebeple mevcut bir borcu zorunlu kılan teminat sözleĢmelerinde,
ileride doğacak borç için teminat verilmesinin mümkün görülmesi ve ferilik ilkesinin bu
Ģekilde yumuĢatılması, ticaret ve iĢ hayatında önemli ihtiyaçlara cevap vermektedir245
. Bu
ihtiyaç özellikle ilk borçlu ile alacaklı arasındaki borç iliĢkisi, özellikle süreklilik taĢıyan bir
kredi iliĢkisinden doğan borçlar için cari hesap sözleĢmesinin bulunduğu hâllerde daha da
ön plâna çıkmaktadır. Bu sebeple BK. 485 hükmünün borca katılmaya da kıyasen
uygulanması uygun görülmektedir.
Gelecekte doğacak bir borç için yapılan borca katılma sözleĢmesinin geçerli olarak
kurulması için, bu borcun yeterince belirlenmiĢ olması gerekir246
. Zira bir sözleĢmeden
242
Bkz. İkinci Bölüm, III, A, 1.
243 Edenfeld, s. 1034, vd.; Reinicke/Tiedtke, s. 7; Lwowski, Rn. 423 ; Möschel, Vor §414 N. 11;
Palandt/Heinrichs, §414 N. 2; Soergel/Zeiss, Vor §414 N. 6.; Bartels, s. 40; Wiegelin, s. 7; Nikisch, s. 38.
244 Reinicke/Tiedtke, s. 7.
245 Bu konudaki açıklamalar için bkz. Özen, s. 112, 113.
246 Edenfeld, s. 1034; Möschel, Vor §414 N 11; Soergel/Zeiss, Vor Ş414 N 6 ; NJW 1997, 461.
geçerli olarak bir borcun doğması için, bu borcun belirli olması Ģart olmayıp, belirlenebilir
olması da yeterlidir.
Alman Federal Mahkemesine göre, bu belirlilik unsurunun varlığı açısından, ileride
gerçekleĢtirilecek hukuki iĢlemin ya da kurulacak borç iliĢkisinin, türü ve genel özellileri
itibarıyla baĢtan belirlenmiĢ olması yeterlidir. Bunun yanında, sınırlı bir hukuki iliĢki alanı
içinde söz konusu olabilecek borç iliĢkilerinden doğacak dar anlamdaki borçlara
sözleĢmede atıf yapılması da yeterli görülmektedir. Borca katılma sözleĢmesinde, ileride
doğacak alacağın somut olarak belirlenmesi zorunlu değildir. Fakat, eğer ileride
doğabilecek yükümlülüklerin kaynağını oluĢturan hukuki iliĢkiler bütününün hangi alanda
gerçekleĢeceğinin içeriksel sınırı yeterince belirlenmemiĢse, belirlilik gereği yerine
getirilmemiĢ sayılmaktadır. Konuya iliĢkin olarak en çok verilen örnek cari hesap
sözleĢmesinden doğan borca kefalettir. Alacaklı ile ilk borçlu arasında doğacak borçların
kaynağı olan somut borç iliĢkileri alanı, alacaklı banka ile ilk borçlu arasında, bankacılık
iĢlemlerine yönelik olarak kurulacak borç iliĢkileri olarak ortaya çıkmakta ve bu tür bir
sınırlama doktrin ve uygulamada yeterli görülmektedir247
.
Doktrinde bazı yazarlar, Alman Federal Mahkemesinin getirdiği bu ölçütü özellikle kefalet
sözleĢmesi açısından yetersiz bulmaktadırlar248
. Bu görüĢün dayanağı, kefaletteki belirlilik
ilkesinin, kefilin sorumluluğunun dahil olduğu riziko alanının kapsamının âdeta
panoramasının çizilmesidir. Bu ilke, kefilin ileride doğacak birçok borçtan sorumlu
tutulması halinde de söz konusudur. Bu anlamda, borçlu ile alacaklı arasında bankacılık
iĢlemlerinden doğabilecek borç iliĢkileri Ģeklinde bir sınırlama, kefilin sorumluluğunu üst
sınırını net olarak belirtmek önünden yetersiz kalmaktadır. Doğacak borçların kaynağı olan
borç iliĢkilerinin somut içeriği daha net belirlenmeli ve mutlaka bir üst sınır belirtilmelidir.
Örnek olarak, kredinin hangi amaçla tahsis edileceği gibi bir konu sınırlaması da
gereklidir.
247
BGHZ 25, 318 vd. Kefalet sözleşmesi için Federal Mahkemenin yerleşmiş bu görüşü doktrinde de kabul
görmektedir. Bkz. Ermann/Seiler, §765 N 3; Habersack, §765 N. 69; Palandt/Sprau, §765 N 7. Yukarıda genel
kabul gördüğünü açıkladığımız borca katılmaya yönelik kıyas gereği, bu mahkeme kararları ve görüşler borca
katılma sözleşmesi için de geçerli sayılmalıdır.
248 Paul Heinrichsmeier, Die Einbeziehung des Ehegatten in die Haftung für Geldkredite, Bielefeld 1993, s. 64;
Staudinger/Horn, §765 N 19.
Borca katılma sözleĢmesi açısından, kefalet sözleĢmesinin aksine bir üst tutar belirlenmesi
bir geçerlilik Ģartı arz etmez. Zira, borca katılan belirli bir tutarı ödeme borc değil, ilk
borçluyla aynı edimi ifa borcu altına girer. Diğer yandan, yukarıda açıkladığımız görüĢ,
teminat sözleĢmelerine hâkim olması gereken hukuki güvenlik ve hukuki Ģeffaflık
ilkelerine olan sıkı bir bağlılığı ifade etmekte ve borca katılma sözleĢmesi açısından da,
ileride doğacak her türlü borca katılma Ģeklinde bir teminat sözleĢmesinin hukuken geçerli
görülmemesi eğilimini yansıtması açısından onaylanabilir olmakla birlikte, teminat
sözleĢmelerinde belirlilik ilkesi, kefalet yönünden, kefilin hangi borçlardan, hangi üstlimitle
sorumlu olduğunun tespiti görevini görmektedir. Borca katılma açısından ise, belirttiğimiz
gibi bir üst limit tayini gerekli değildir. Esasen borca katılanın, borçlunun en çok belirli
miktardaki borcuna katılmıĢ sayılacağı yönündeki sözleĢme de geçerlidir. Fakat borca
katılmadaki ihtiyaç, borca katılanın ilk borçlunun alacaklıya taahhüt ettiği hangi borçlardan
sorumlu olacağının anlaĢılmasıdır. Bu ihtiyaç, alacaklı ile ilk borçlu arasında gerçekleĢecek
belirli tür iĢlemlerden doğacak, örneğin ticari kredi iliĢkilerinden doğacak tüm borçlara
katılma Ģeklinde bir belirleme yapılması h3alinde karĢılanmıĢ sayılmalıdır. Bu anlamda bir
süre sınırlaması veya sorumluluk miktarı sınırlaması yapılması da mümkündür. Burada
kefalet sözleĢmesinden farklı olarak, borçlunun bu borçları ifa etmemesinden doğan zararın
tazmini değil, belirli bir süre içinde, belirli bir miktara kadarki borçlarından müteselsil
borçlu sıfatıyla sorumlu olunmasını kararlaĢtırılmaktadır.
Borca katılma sözleĢmesinde, sözleĢmenin niteliği, belirlenen edimin ani, dönemli veya
sürekli olmasına göre değiĢebilir. Gelecekte doğacak borca katılmanın önemli bir özelliği,
borca katılan ile alacaklı arasında çoğunlukla bir sürekli borç iliĢkisi meydana getirmesidir.
Borca katılan ile alacaklı arasında, borca katılanın belirli bir süre içinde, alacaklı ile ilk
borçlu arasında belirli bir hukuki iliĢkiden doğacak borçlara katıldığı yönünde bir sözleĢme
kurulabilir. Örnek olarak, borca katılanın alacaklı ile ilk borçlu arasındaki cari hesap
sözleĢmesi kapsamında bir yıl boyunca ilk borçluya tahsis edilecek kredi borçlarına
katıldığını ve bu borçları ilk borçluyla aynı Ģartlarda ödeyeceğini taahhüt edebilir.
Böyle bir taahhüt, doktrinde aranan belirlilik Ģartını, özellikle belirli bir hukuki iliĢki
alanıyla sınırlı olarak teminat verilmiĢ olduğu için karĢılamaktadır. Bu belirlilik, sınırlı bir
süre tayin edilmesiyle de arttırılmıĢtır. Bu durumda borçlu, bu süre içinde hangi borçlardan
sorumlu olacağını ve sorumluluğunun kapsamını, kendisine doğan borca iliĢkin gerekli
belgelerin gönderilmesi ya da kendisinin baĢka bir Ģekilde haberdar edilmesiyle
öğrenebilecektir. Bu durumda, alacaklı ile borçlu arasında belirli bir süreyle sınırlı sürekli
bir borç iliĢkisi kurulmuĢ olmaktadır. Bu sözleĢme kural olarak sürenin dolmasıyla sona
erecektir. Bununla birlikte doktrinde, borca katılana, tarafı olduğu borca katılma
sözleĢmesinin sürekli borç iliĢkisi niteliğine sahip olduğu hallerde, olağanüstü fesih
hakkının tanınması gerektiği de kabul edilmektedir. Borca katılan, sözleĢmenin devamını
kendisi için çekilmez hale getiren haklı sebeplerin varlığı halinde, herhangi bir bildirim
süresine uymaksızın derhâl olağanüstü fesih hakkını kullanabilecektir249
. Borçlunun
davranıĢları, alacaklı ile borca katılan arasındaki borca katılma sözleĢmesinin olağanüstü
feshi için haklı sebep teĢkil edebileceği gibi, tarafların davranıĢlarından da
kaynaklanabilir250
. Bu olgular, özellikle sözleĢmenin tarafları arasındaki iliĢkide mevcut
olan güveni sarsıcı, taraflardan birinin diğerinin haklı menfaatlerine zarar verici
davranıĢlarından doğabilir. Bu durumda olağanüstü fesih hakkını kullanan borca katılan,
alacaklıdan sözleĢmeye aykırılık sebebiyle uğramıĢ olduğu zararı talep edebilir.
Bu sebebin varlığı mutlaka taraflardan birinin kusurunu gerektirmez. SözleĢmenin
olağanüstü feshine yol açan haklı sebep, alacaklının Ģahsından kaynaklanan bir sebep
olabilir ve bu sebep, borca katılanın haklı menfaatlerinin gözetilmesini gerektirebilir.
Böyle bir ihtimâlde, her ne kadar kural olarak olağanüstü fesih herhangi bir bildirim
süresine tâbi olmasa da, doktrinde bu tür istisnaî hallerde, fesih beyanında bulunan tarafın
dürüstlük kuralı gereği uygun bir bildirim süresine riayet etmesi gerektiği ifade
savunulmaktadır251
. Doktrinde belirlenecek sürenin, ilk borçlunun akdettiği sözleĢmenin
tâbi olduğu hükümler dikkate alınarak hakkaniyete uygun bir Ģekilde belirleneceği ifade
edilmektedir252
. Borca katılanın ediminden yola çıkılarak aynı sonuca varmak mümkün
değildir. Çünkü ilk borçlunun alacaklıyla karz sözleĢmesi akdetmiĢ olması ihtimâlinde,
buna iliĢkin bir borca katılma sözleĢmesi sadece borca katılanın belirli bir miktar para
borcunu veya diğer misli eĢyayı alacaklıya ifa etme borcunu doğurmaktadır. Yoksa borca
katılan, karz alanın edimini alacaklıya üstlenmekle, alacaklıyla bir karz akdi yapmıĢ olmaz.
249
Özer Seliçi, Borçlar Kanununa Göre Sözleşmeden Doğan Sürekli Borç ilişkilerinin Sona Ermesi, İstanbul 1977,
s. 189, vd.
250 Madaus, s. 163.
251 Kefalet sözleşmesi açısından bkz. Habersack, §765 N 56; Peter Bydlinski, die Kündigung der Bürgschaft,
Festschrift für Herbert Schimansky , Köln 1999, s. 299 (Bu yazara atıf için bkz. Madaus, s. 163 dn. 363.).
252 Madaus, s. 163. Kefalet sözleşmesinde, kefilin karz akdinden doğan borca kefaleti halinde, bu sürenin karz
akdi hükümlerine göre belirleneceği hakkında bkz. Habersack §765 N 56; Bydlinski FS Schimansky, s. 299.
Ġleride doğacak borçlara katılma sözleĢmesinin belirsiz süreli olarak yapıldığı hâllerde ise,
borca katılanın olağan fesih yoluyla sözleĢmeyi her zaman sona erdirebileceği, ayrıca yine
olağanüstü sebeple fesih hakkının da mevcut olduğu kabul edilmektedir. Burada, olağan
fesih yapılırken hangi bildirim süresine uyulacağı konusu belirsizlik taĢımaktadır.
Kefalet sözleĢmesinde, BK.494 hükmü, belirsiz süreli kefalet sözleĢmelerine iliĢkin bir
hüküm getirmekle birlikte, bu hüküm, belirsiz süreli kefaletin ne zaman sona ereceğine
iliĢkin genel bir hüküm değil, alacaklının belirsiz süreli kefalet sözleĢmesinde alacaklının
alacağını takip etme konusunda ihmâlkâr davranması karĢısında, kefilin uzun ve belirsiz bir
süreyle kefalet sözleĢmesiyle bağlı olmasını önlemeye yönelik bir hükümdür. Bu hükme
göre, asıl borcun muaccel olması hâlinde, kefil muacceliyet tarihinden itibaren her an
alacaklıya baĢvurarak, onun bir ay içinde alacağını takip etmek için gerekli prosedürlere
baĢvurmasını bildirecek, alacaklının bu bildirime rağmen alacağını ciddi bir Ģekilde takip
etmemesi veya buna baĢlayıp da uzun bir süre ara vermesi hâlinde, kefil alacaklıya karĢı
kefaletten kurtulduğu savunmasını yapabilecektir. Muacceliyetin alacaklının ihbarına bağlı
olduğu hallerde ise, kefil kefalet sözleĢmesinin kurulmasından itibaren bir yıl geçtikten
sonra, alacaklıdan borçluya muacceliyet ihbarında bulunmasını ve borç muacceliyet
kazanınca da bir ay içinde takibata geçmesini bildirecek, alacaklı bu yola gitmezse kefil
alacaklıya kefaletin sona erdiği savunmasında (itirazında) bulunabilecektir253
.
BK. 494 hükmünün, teminat amaçlı borca katılma sözleĢmelerine kıyasen uygulanabileceği
ileri sürülebilir. Buna göre, alacaklı borca katılanla belirsiz süreli bir borca katılma
sözleĢmesi akdetmiĢ ve ilk borcun muacceliyeti de alacaklının ihbarına bağlanmıĢ ise,
borca katılan alacaklıdan bir süre sonra bu muacceliyet ihbarında bulunmasını
isteyebilmelidir. Zira borca katılanın müteselsil borçlu olması, alacaklının keyfi davranıĢına
müsamaha gösterilmesini kanaatimizce zorunlu kılmamaktadır. Bu belirsizlik, özellikle
yüksek miktarda para borcunun veya yüksek değerde bir edimin üstlenildiği hallerde; hem
borçluyu, hem de borca katılanı zor durumda bırakacak niteliktedir. Esasen bu hak, ilk
borçluya da tanınabilecek bir haktır. Çünkü alacaklının muacceliyet ihbarında bulunma
hakkını, dürüstlük kuralına riayet ederek kullanması zorunludur. Ġlk borçlu için söz konusu
olabilecek bu ihtiyaç, teminat veren açısından daha da belirgin olarak ortaya çıkar. Çünkü
teminat veren borca katılan, çoğunlukla bir menfaat elde etmeksizin kefil gibi borç altına
253
Konu hakkında ayrıntılı açıklama için bkz. Gülçin Elçin Grassinger, Borçlar Kanununa göre Kefilin Alacaklıya
Karşı Sahip Olduğu Savunma İmkânları, İstanbul 1996, s. 150, vd.
girer. Bu sebeple, gerek ilk borçluya gerek borca katılana, muacceliyet ihbarında bulunma
hakkı tanınmalıdır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, kefaletin aksine, borca katılan
muacceliyet ihbarının ilk borçluya değil kendisine yapılmasını isteyecektir ve bu ihbarın
borca katılana yapılması, onun açısından yeterlidir. Zira borca katılma sözleĢmesinden
doğan borç, geçerli olarak doğumundan itibaren ilk borçtan bağımsızlaĢır. Hatta alacaklı ilk
borçlu ile borca katılana farklı zamanlar için muacceliyet ihbarında bulunabilecektir. Bu
Ģartlar, alacaklı ile ilk borçlu arasındaki sözleĢmeye ve alacaklı ile borca katılan arasındaki
borca katılma sözleĢmesiyle belirlenebileceği gibi, taraflar ilk borçluya yapılacak
muacceliyet ihbarının, borca katılan için de geçerli olacağını, sözleĢme özgürlüğü
çerçevesinde kararlaĢtırabilirler.
Alacaklının hâl ve tavırlarından, ısrarla muacceliyet ihbarına bulunmamasına, dürüstlük
kuralı ıĢığında yapılacak bir yorumla borcun ifasını talep etmeyeceği sonucu
çıkarılamıyorsa, her borçlu alacaklıdan muacceliyet ihbarında bulunmasını talep
edebilmelidir. Kanaatimizce bunun için mutlaka zamanaĢımı süresinin dolmasına kadar
borçlunun beklemek zorunda olduğu kabul edilemez. Normal Ģartlarda, borçlu alacaklının
talepte bulunmamasından memnun olsa da, bu her zaman böyle olmayabilir. Borçlunun
borcunu ifa ederek, baĢka yatırımlar yapmakta menfaati bulunabilir. Bu sebeple, böyle
durumlarda alacaklı, borçlunun muacceliyet ihbarında bulunması talebine ısrarla cevap
vermiyorsa, borçlu ve bu bağlamda borca katılan, hâkime baĢvurarak, alacaklının
muacceliyet ihbarında bulunmuĢ sayılmasına yönelik bir irade beyanına mahkûmiyet kararı
vermesini hâkimden talep edebilmelidir. ĠĢte borçluların ne zamandan itibaren böyle bir
talepte bulunabileceklerinin belirlenmesinde hâkim, borca katılmanın bir kiĢisel teminat
sözleĢmesi olduğu gerçeğinden yola çıkılarak, BK. 494’te ifadesini bulan teminat vereni,
belirsizlikten koruma mülâhazasının, teminat amaçlı borca katılma sözleĢmesinde de söz
konusu olduğu kabul edilebileceğinden, borca katılan için BK. 494’e kıyasen borca katılma
sözleĢmesinin kurulmasından itibaren bir yıl geçtikten sonra böyle bir talepte
bulunabileceğine hükmedebilir. Hâkim, salt teminat amaçlı bir borca katılma sözleĢmesi
mevcut olduğu için, teminat verenin hukuki durumunun güvenliğe kavuĢturulması
ihtiyacının ilk borçluya nazaran daha fazla olduğunu kabul edebilecek ve borca katılan için
BK. 494’e kıyasen bir yılın geçmesini ararken, ilk borçlu için daha uzun bir süre
öngörebilir. Hâkim, her iki borcun müteselsil borç olmalarından dolayı aynı süreyi
belirlemek zorunda değildir. Zira ilk borçla borca katılmadan doğan borç artık
bağımsızlaĢmıĢ olduklarından, her iki borç farklı hükümlere tâbi tutulabilecek, hukukî
kaderleri farklı tâyin edilebilecektir. Esasen, böyle bir belirleme yapıldığında borçlulardan
birinin borcunu derhâl ifa etmesiyle borç sona erecek olup, ifada bulunan diğerine
aralarındaki iç iliĢki çerçevesinde rücu edebilecektir. Fakat ifanın derhâl gerçekleĢmediği
hallerde, her borcun muacceliyet tarihi önem kazanacaktır.
3. Borca Katılma SözleĢmesinin ġekli
a. Soruna ĠliĢkin Genel Açıklama
Borca katılma sözleĢmesinin Ģekle bağlı olup, olmadığı sorunu, bu sözleĢmenin bağımsız bir
teminat sözleĢmesi olarak kabul edildiğinden beri tartıĢma konusu olmuĢtur. ÇalıĢmamızın ilk
bölümünde ele aldığımız, borca katılma kurumunu ilk defa kararlarına konu eden Alman
Ġmparatorluk Mahkemesinin 1902 tarihinden itibaren vermiĢ olduğu kararlarından beri, bu
sözleĢmenin herhangi bir Ģekle tâbi olmadığı kabul edilmiĢ, ne var ki doktrinde bu konudaki
tartıĢmalar hiçbir zaman ortadan kalkmamıĢtır.
Esasen ticari hayatta ve özellikle bankacılık uygulamasında bu tartıĢmanın pek bir önemi
bulunmamaktadır. Zira taraflar, kural olarak hukuki belirlilik ve güvenlik ihtiyacının gereği
olarak, Ģekle tâbi olsun veya olmasın tüm sözleĢmeleri yazılı Ģekle bağlamaktadırlar.
Diğer yandan, sözleĢmelerin Ģekil zorunluluğuna tâbi olup, olmadığı sorunu esas olarak
iĢlemin geçerliliğini belirleyen bir maddi hukuk sorunu olmakla birlikte, konunun medeni
usûl hukuku boyutuna bakıldığında, Türk Hukukunda belirli bir miktarın üzerindeki bir bedeli
içeren hukuki iĢlemlerde senetle (yazılı belgeyle) ispat zorunluluğu bulunduğundan254
, Türk
Hukuku’nda kanunen Ģekle tâbi tutulmayan iĢlemlerin dahi yazılı Ģekilde yapılmaları, ispat
hukuku açısından bir zorunluluk arzetmektedir. Bir hukuki iĢlemin gerçekleĢmiĢ olması ile
yapılmıĢ hukuki iĢlemin ispat edilmesi, biri maddi hukuku, diğeri Ģeklî hukuku ilgilendiren iki
ayrı hukuki sorun olmakla birlikte, borçlunun borcunu kendi iradesiyle yerine getirmediği
hâllerde, yazılı Ģekle hiçbir Ģekilde bağlanmamıĢ fakat geçerli olarak yapılmıĢ bir hukuki
254 Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 288. maddesine göre, hukukî işlemlerin yapıldıkları zamanki miktar
veya değerleri beş yüz elli lirayı (550,00.-TL’yi) geçtiği takdirde, senetle ispatlanmaları gerekir. Bu miktar, 5236 sayılı Kanun ile HUMK.’na eklenen Ek Madde 4 uyarınca, her yıl o yıl için 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun mükerrer 298. maddesi hükümleri uyarınca Maliye Bakanlığı’nca tespit ve ilân edilen yeniden değerleme oranında arttırılır.
iĢlemin mahkeme nezdinde ispat edilemediği sürece alacaklı için bir değeri bulunmayacaktır.
Medeni Usûl Hukuku yönünden, hukuki iĢlemlerin ispatı için Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanunu tarafından belirlenen miktarın altında yapılan hukuki iĢlemlerin, yazılı delil dıĢındaki
ispat araçlarıyla (tanık) ispat edilmesi mümkün olacaktır. Diğer yandan, HUMK. 288’de
düzenlenen senetle ispat kuralı, manevi olarak senede bağlanması mümkün olmayan yakın
hısımlar arasındaki hukuki iĢlemlerde, miktarı ne olursa olsun aranmamıĢtır. HUMK. 293/1
uyarınca, alt ve üst soy, kardeĢler, eĢler, kayınpeder, kayınvalide ile damat veya gelin
arasındaki iĢlemler için senetle ispat zorunluluğu bulunmamaktadır.
Senetle ispat kuralına HUMK. 290 uyarınca senede karĢı senetle ispat kuralı eklendiğinde,
hukuki iĢlemlerin, geçerlilik Ģekline tâbi olmasalar da yazılı Ģekle bağlanmalarının ispat
edilmeleri yönünden önemi daha net olarak anlaĢılmaktadır. Bütün bunlara rağmen, eğer Ģekil
zorunluluğuna tâbi olmayan bir hukuki iĢlem geçerli olarak yapılmıĢ, fakat yazılı belgede
somutlaĢmadığı için mahkeme önünde ispat edilemiyorsa, sözleĢmenin yapılmıĢ olduğu
hukuki olgusunu ispat edemeyen ve ispat yükü kendisine düĢen tarafın, son çare olarak diğer
tarafa yemin teklif etme hakkı HUMK. 337-362 hükümleri uyarınca mevcuttur. Ayrıca,
geçerli olarak yapılmıĢ fakat senetle ispat kuralı sebebiyle ispat edilemeyen bir hukuki iĢlemin
varlığı halinde, taraflardan birinin ikrarda bulunmuĢ olması hâkimi bağlayıcı bir etki
doğurmaktadır.
Sonuç itibarıyla, ticari hayatta Ģekle tâbi olmayan sözleĢmelerin dahi, alacağın takip
edilbilmesi açısından yazılı Ģekle dökülmesi zorunludur. Fakat bu durum, maddi hukuk
açısından bir hukuki iĢlemin geçerliliği için kanunun bir Ģekil zorunluluğu getirmiĢ olup,
olmadığı tartıĢmasını hiçbir zaman gereksiz kılan bir nitelik arzetmemektedir. Zira, modern
medeni usul hukukunun amacı Ģekli gerçekliğe değil, maddi gerçekliğe ulaĢmak olduğuna ve
usul de, maddi hakka ulaĢmanın bir aracı olduğuna göre, öncelikle maddi hukuk açısından bir
hakkın doğmuĢ olup, olmadığının tespiti zorunludur.
Türk, Ġsviçre ve Alman Hukuklarında, hakkında hiçbir kanuni düzenleme bulunmayan bir
teminat sözleĢmesi olan borca katılma sözleĢmesinin Ģekle tâbi olup olmadığı hakkında bir
yargıya varılması, bu sözleĢmenin borçlu ile aynı edimi ifa etmeyi amaçlayan atipik bir
sözleĢme özelliği taĢıması sebebiyle pek kolay olmamaktadır. Ġlk borca ait sözleĢmenin
geçerliliğinin belirli bir Ģekle bağlı olduğu hallerde, borca katılma sözleĢmesinin de Ģekle
bağlı olacağı ileri sürülebileceği gibi, borca katılmanın ilk borcu doğuran sözleĢmeden ayrı bir
sözleĢme olması sebebiyle, Ģekil yönünden aynı hukuki rejime tâbi olmayacağı da ileri
sürülebilir. SözleĢme hukukumuza hâkim olan sözleĢme serbestisi ilkesi, tarafların
sözleĢmeleri aksi kanunda belirtilmediği sürece, diledikleri Ģekilde geçerli olarak
akdedebileceklerini ifade eden ve BK. 11 (OR. 11) hükmünde ifadesini bulan Ģekil
serbestisinde de kendisini göstermektedir. Aynı ilke özel bir kanun hükmüyle belirtilmemekle
beraber Alman Hukukunda da geçerlidir.
BK.11 hükmü, “akdin sıhhati, kanunda sarahat olmadıkça hiçbir şekle tâbi değildir.” kuralını
koyarak, Borçlar Kanunu’nda hukuki iĢlemler ve sözleĢmeler için asıl olanın Ģekil serbestisi
olduğunu açıkça ifade etmektedir. Bu sebeple, Türk Hukukunda, atipik bir sözleĢme olan
borca katılma sözleĢmesinin de ilk bakıĢta herhangi bir geçerlilik Ģekline tâbi olmadığının
kabul edilmesi gerektiği sonucuna varılması mümkündür. Fakat bu sonuç, tatmin edici
olmaktan uzaktır. Zira niteliği ve amacı itibarıyla, kefalete çok benzeyen bu sözleĢmede,
teminat vereni uyarma ve acele karar vermekten koruma ihtiyacının varlığı doktrinde açıkça
kabul edilmektedir.
Bu konu Türk Borçlar Kanunu Tasarısı’nda tatmin edici bir çözüme bağlanmıĢtır. Çoğunlukla
bir menfaat elde etmeksizin teminat verenin uyarılması ve acele karar vermesinin
engellenmesi ihtiyacını göz ardı etmeyen kanun koyucu, konuyu, TBKT. 603 hükmünün
“Kefaletin şekline, kefil olma ehliyetine ve eşin rızasına ilişkin hükümler, gerçek kişilerce,
kişisel güvence verilmesine ilişkin olarak başka ad altında yapılan diğer sözleşmelere de
uygulanır.” Ģeklindeki düzenlemesiyle yerinde bir çözüme bağlamıĢtır. Gerçekten iĢlem
hayatında, taraflar aynı borç için kefalet, garanti veya borca katılma gibi teminat amacı
taĢıyan sözleĢmeleri akdedebilmektedirler. Bu sözleĢmelerin aynı amaca hizmet etmeleri ve
teminat verenin üstlendiği borcun niteliği gereği korunmaya lâyık olduğu düĢüncesi, teminat
amaçlı tüm sözleĢmelerin Ģekil yönünde de aynı rejime bağlanmasını haklı göstermektedir.
Tasarının yasalaĢması hâlinde, garanti sözleĢmesi gibi bir teminat sözleĢmesi olan borca
katılma sözleĢmesi de, kefaletin tâbi olduğu yazılı Ģekil kurallarına niteliği uygun düĢtüğü
ölçüde uygulanacaktır. Bu bağlamda, tasarının Ģu anki içeriğiyle yasalaĢması hâlinde, TBK.
583 hükmünde yer alan azamî kefalet miktarının gösterilmesi, borca katılmaya kural olarak
uygulanmayacaktır. Çünkü borçlunun borcunun içeriği neyse, kural olarak borca katılanın
borcu da odur. Kefaletin aksine, borca katılan ilk borçlunun edimini ifa etmemesinin temerrüt
faizi vs. gibi hukuki sonuçlarından sorumlu olmayıp, alacaklının uğradığı zararı tazmin
yükümlülüğünü üstlenmez. Diğer yandan, borca katılanın, özellikle gelecekte doğacak
borçlara katılması hâlinde, azami miktar belirlenebilir. Fakat bunun belirlenmesi bir
zorunluluk arzetmediğinden, borca katılma için tarafların iradi olarak böyle bir azami had
belirlemeleri halinde bunun borca katılanın el yazısıyla yazması gerekmediği sonucuna
varılması gerekir. Ayrıca müteselsil borçluluk doğurması, borca katılma sözleĢmesinin
yapılmasının doğrudan bir sonucu olduğundan, kefaletin müteselsil olduğunun ayrıca
belirtilmesi kuralının borca katılmaya uygulanması da söz konusu olmayacaktır.
Bununla birlikte, kefalet sözleĢmesi için öngörülen yazılı Ģekil, tarih belirtme zorunluluğu,
kendi adına kefil olma konusunda özel yetki verilmesi ve diğer tarafa veya bir üçüncü kiĢiye
kefil olma vaadinde bulunulması hâllerinde öngörülen Ģek zorunluluğu, kefalet sözleĢmesinde
sonradan yapılan ve kefilin sorumluluğunu artıran değiĢikliklerin, kefalet için öngörülen Ģekle
uyulmadıkça hüküm doğurmayacağı kuralları, borca katılma sözleĢmesinin yapısına uygun
olduğundan, borca katılma sözleĢmesine doğrudan doğruya uygulanacaktır. Borca katılmanın
bir teminat sözleĢmesi olarak yazılı Ģekil zorunluluğu getirilmesi dahi devrim niteliğinde bir
yenilik olarak, tek baĢına büyük bir ihtiyaca cevap verecek niteliktedir.
Türk Borçlar Kanunu Tasarısı henüz kanunlaĢmamıĢ olduğundan, borca katılma
sözleĢmesinin Ģekline iliĢkin sorun hâlen günceldir. Diğer yandan, tasarının yasalaĢması
hâlinde dahi, kanunları benzer bir hükmü içermeyen Ġsviçre ve alman Hukukları açısından, bu
hukukî sorun güncelliğini sürdürecektir. Ayrıca, kefalete iliĢkin Ģekil kurallarının kamu
düzeninden (MÖHUK. 5) olmadığı ve sadece borç altına gireni düĢünmeye ve uyarmaya
yönelik bir hüküm olduğu kabul edilirse, Türk Mahkemelerinde görülen bir dâvadaki somut
olayda, kanunlar ihtilâfı kuralları gereği MÖHUK 24/1 ve 4 hükümleri dolayısıyla, hâkimin
sözleĢmeye Ġsviçre veya Alman Hukukunu uygulamasının gerekli olduğu hâllerde, borca
katılma, garanti veya kefalet sözleĢmesinin geçerlilik Ģartları bu hukukların hükümlerine göre
belirlenecektir. Konunun bu yönden de, tasarının yasalaĢması hâlinde dahi önem taĢıması söz
konusu olabilecektir.
Açıkladığımız sebeplerle, borca katılma sözleĢmesinin herhangi bir geçerlilik Ģekline tâbi
olup, olmadığının tespiti zorunluluk arz etmektedir. Borca katılma sözleĢmesinin konusu
alacaklı ile ilk borçlu arasında yapılan sözleĢmedeki bir edimin üstlenilmesi olduğundan,
önce, bu sözleĢmenin Ģekle bağlı olup, olmamasının borca katılma sözleĢmesinin Ģekli
üzerindeki etkisi, sonra da atipik bir teminat sözleĢmesi olan borca katılma sözleĢmesi için
kanunda bir hüküm bulunmamasına rağmen, Ģu an yürürlükte bulunan Borçlar Kanunu
itibarıyla bir yazılı Ģekil zorunluluğunun kabul edilip edilemeyeceği sorunlarının üzerinde
durulacaktır.
b. Ġlk Borçlu ile Alacaklı Arasındaki SözleĢmenin Tâbi Olduğu ġeklin
Borca Katılma SözleĢmesinin ġekli Yönünden Anlamı
Alacaklı ile ilk borçlu arasında yapılan ve ilk borcu doğuran sözleĢmenin bir Ģekil
zorunluluğuna tâbi olması, borca katılma sözleĢmesinin de aynı Ģekil kuralına tâbi olacağı
düĢüncesini beraberinde getirebilir. Örnek olarak, taĢınmaz mülkiyetin geçirilmesi, bağıĢlama
ya da kefalet borçlarına katılma sözleĢmesinin yapılması hâlinde, bu iĢlemler için geçerli olan
resmi veya âdi yazılı Ģekil kuralının borca katılma sözleĢmesi için aranıp, aranmayacağı tespit
edilmelidir.
Bu düĢünceyle, doktrinde borca katılma sözleĢmesiyle üstlenilen borcun doğumu ânında ilk
borçla aynı edimi içermesi sebebiyle, ilk borcu üstlenmenin bir geçerlilik Ģekline tâbi olduğu
hâllerde, borca katılmanın da aynı Ģekilde yapılması gerektiği ileri sürülmüĢtür255
.
Doktrinde baskın görüĢ, ilk borçtaki edimin Ģekle tabi olduğu hallerde, bu tür doğrudan bir
uygulama yapılamayacağı gerekçesiyle, bu düĢünceyi kabul etmemektedir. Bu görüĢe göre bir
borcun kurulması ile o borca katılma yoluyla borç üstlenilmesi birbirinden ayrı tutulmalıdır.
Bu sebeple bazı yazarlar, ilk borcun tâbi olduğu Ģeklin, borca katılmanın Ģekli açısından hiçbir
anlam ifade etmediği görüĢündedirler256
.
Doktrindeki bazı yazarlar ise257
, ilk borcu doğuran sözleĢmenin tâbi olduğu geçerlilik
Ģeklinin, borca katılma sözleĢmesinin Ģekli üzerinde hiçbir etkisinin bulunmayacağı görüĢü
kabul edilmemekte ve geçerlilik Ģekli getiren hüküm, amacı itibarıyla borca katılanı da
koruma görevini görmekte ise ilk borca ait geçerlilik Ģeklinin borca katılma sözleĢmesi için de
uygulanacağı ifade edilmektedir. Bu anlayıĢ, kural olarak geçerlilik Ģekli getiren kuralın,
255
Ermann/Westermann, Vor §414 N.7; Palandt/Heinrichs, Vor §414 N. 3; Kohte, s. 998; Reinicke/Tiedtke, s. 7.
256 Reichel, s. 197; Soergel/Zeiss, Vor §414 N. 8; RGRK-Weber, Vor Ş414 N 30 (Son atıf için bkz. Madaus, s. 256
dn. 640).
257Wilma Dehn, Zur Form des Schuldbeitritts zu einem Schuldanerkenntnis gemäβ § 781 BGB, WM N.48,
12/1993, s. 2115; Möschel, Vor Ş414 N. 12; Satudinger/Horn, Vor. §765 N. 366; Nörr/Scheyhing/Pöggeler, s.
263. Bu yönde bir mahkeme kararı olarak BGHZ 121, 1, 4.
borçluyu uyarıcı ve acele karar vermekten koruyucu bir fonksiyonu bulunduğu hâllerde
geçerli olacaktır258
.
Ġlke olarak, ilk borcun tâbi olduğu geçerlilik Ģeklinin doğrudan doğruya borca katılma
sözleĢmesi için geçerli olamayacağı görüĢünü kabul etmek gerekir. Çünkü bu görüĢ, borca
katılma sözleĢmesinin, ilk borcu doğuran sözleĢmeden farklı bir sözleĢme olduğunu
görmezden gelmekte ve esasen bu görüĢü savunan yazarların, borcun naklinin ilk borcun tâbi
olduğu Ģekle bağlı olduğunu savundukları görülmektedir259
.
Bununla birlikte, borca katılma sözleĢmesi, ilk borcun geçerlilik Ģekline tâbi olmasa dahi, ilk
borcun Ģekle aykırılıktan dolayı geçersiz olması hâlinde, borca katılan, kendi borcunun
doğumu aĢamasındaki feriliği sebebiyle, bunu borca katılma sözleĢmesinden borç doğmadığı
yönünde bir itiraz olarak ileri sürebilir. Ġlk borç geçersiz olduğunda, borca katılma sözleĢmesi
kesin hükümsüz olacak ve borca katılan için geçerli bir borç doğurmayacaktır. Borca katılan,
kendi borcunun doğumu ânında mevcut olmak Ģartıyla, bu sebeple ilk borcun geçersizliğine
her zaman dayanabilecektir. Her iki borcun konusu olan edimlerin aynı olması esas olarak,
borca katılanın borcunun konusunu belirlemek ve bu borcun feriliğini sağlamak dıĢında bir
görev ifa etmemektedir.
Bu durum, özellikle borca katılmanın kendine ait, bağımsız ve ilk borçtan farklı bir
sorumluluk doğurduğu gerçeğini değiĢtirmemektedir. Bu bağlamda borca katılanın
sorumluluk sebebi, ilk borçlunun sorumluluk sebebiyle aynı değildir260
. Bu sebeple, ilk borcu
doğuran sözleĢmenin tâbi olduğu geçerlilik Ģeklinin, borca katılma için de doğrudan doğruya
uygulanacağı kabul edilmemek gerekir. Örnek olarak bağıĢlama vaadinde bulunma borcuna
258
Bir hukuki işlemin geçerlilik şekline bağlanmasında hâkim olan düşünceler ve özellikle şeklin uyarma ve
koruma fonksiyonu ifa edeceği hakkında bkz. Hüseyin Altaş, Şekle Aykırılığın Olumsuz Sonuçlarının Düzeltilmesi,
Ankara 1998, s. 65, vd. Yazar, şeklin amacını özel ve genel koruma amacı olarak iki başlık altında incelemekte,
özel koruma amacının tarafları düşünmeye sevketmek ve acele karar vermelerini önlemenin yanı sıra, tarafların
hak ve yükümlülüklerinin tespitinde, bir hukuki ihtilâf sözkonusu olduğunda tarafların haklarını mahkeme
önünde rahatça savunmalarını sağladığını belirtmekte; genel koruma amacının ise kamu düzenini sağlamak
olduğunu, bu düşünceyle getirilen şekil zorunluluğunun tarafları korumanın yanı sıra hukuk düzenine duyulan
güveni ve iyiniyetli üçüncü kişileri de korumayı amaçladığını açıklamaktadır. Bu bağlamda taşınmaz satım ve
bağışlama sözleşmelerinin tapuda yapılması gerektiği yönündeki kuralın em tarafları korumayı, h de kamu
düzenini sağlamayı amaçladığını ifade etmektedir. Bkz. Altaş, s. 66.
259 Bu görüşteki yazarlardan bazıları; Ermann/Westermann, Ş414 N 2; Palandt/Heinrichs, Vor §414 N 1. Fakat bu
görüş doktrinde genel kabul görmemiştir.
260 Borca katılanın borcunun hukuki sebebi hakkındaki açıklamalarımız için bkz. İkinci Bölüm, II, B, 1 ve 2.
katılma hâlinde, borca katılanın sorumluluğu bağıĢlama vaadi sözleĢmesinden değil, borca
katılma sözleĢmesinden doğar. Bu bağlamda, borca katılma sözleĢmesi baĢlı baĢına bir
sorumluluk sebebidir. BağıĢlama vaadinden, bu vaadde bulunan (bağıĢlayan) için doğan
karĢılıksız kazandırmada bulunma borcu için, borca katılan ile bağıĢlama alacaklısı arasında
yapılan borca katılma sözleĢmesinin, tam iki tarafa borç yükleyen sözleĢme olarak
yapılabilmesi imkânı, bu hukuki gerçeği daha net olarak ortaya koymaktadır. Gerçekten,
bağıĢlama vaadinden doğan borca katılma sözleĢmesinde, alacaklı borca katılanın borcuna
karĢılık bir edim taahhüdünde bulunabilir ve bu durumda ilk borçlu ile alacaklı arasındaki
sözleĢme bir tarafa borç yükleyen bir sözleĢme iken, aynı edimi içeren borca katılma
sözleĢmesi tam iki tarafa borç yükleyen bir sözleĢme niteliğine sahip olacaktır.
Bununla birlikte, bazı Ģekil zorunluluğu getiren hükümlerin, belirli bir sözleĢme tipine iliĢkin
olarak değil, sözleĢmede belirlenen edim esas alınarak konulmuĢ olduğu da göz ardı edilemez.
Buna göre, taĢınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan sözleĢmelerin geçerli olmalarını, resmi
Ģekilde düzenlemiĢ olmalarına bağlayan MK. 706/1 hükmünün uygulanması açısından, ölüme
bağlı tasarruflar ve mal rejimi sözleĢmelerine yönelik istisna dıĢında, mülkiyeti devir
borcunun hangi sözleĢmede kararlaĢtırıldığının bir önemi bulunmamaktadır. Ġster satım,
bağıĢlama veya trampa gibi kanunda düzenlenen sözleĢmeler, isterse kat karĢılığı inĢaat gibi
kanunda düzenlenmeyen bir sözleĢme söz konusu olsun, taĢınmaz mülkiyetinin devri
borcunun bir edim olarak belirlendiği tüm sözleĢmelerin resmî Ģekilde yapılmaları
gerekecektir.
Açıkladığımız sebeplerle, sözleĢmedeki Ģekil zorunluluğunun edimin niteliğinden
kaynaklandığı hâllerde, borca katılanın borcu da bu Ģekle tâbi olacaktır. Borca katılan
alacaklıyla, ilk borçlunun alacaklıya karĢı ifa etmekle yükümlü olduğu taĢınmaz mülkiyetini
devir borcunu konu alan bir borca katılma sözleĢmesi akdettiğinde, bu borca katılma
sözleĢmesinin tapuda resmî Ģekilde yapılması gerekecektir261
. Fakat daha önce de belirttiğimiz
gibi, burada borca katılanın mülkiyeti devir borcunun hukuki sebebi satım sözleĢmesi değil,
bizatihi borca katılma sözleĢmesinin kendisidir. Borca katılan, taĢınmaz mülkiyetini
devretmeyi resmi bir senetle alacaklıya taahhüt ettiğinde, onunla ilk borçlunun aksine bir
satım sözleĢmesi yapmıĢ olmamaktadır. Belirtmemiz gerekir ki Borçlar Kanunu Tasarısının
yasalaĢması hâlinde dahi, edimin niteliğinin gerektirdiği Ģekil kuralı, TBKT 603 hükmünün
261
Bu yönde Bartels, s. 71; Schürnbrand, s. 52; Madaus, s. 258; Soergel/Zeiss, Vor §414 N 8; Reinicke/Tiedtke, s.
8.
atfı dolayısıyla borca katılma sözleĢmesine uygulanacak olan ve geçerlilik Ģekli olarak âdi
yazılı Ģekli gerektiren TBKT 583 hükmünü dıĢlayacaktır. Buna göre, taĢınmaz mülkiyetinin
devri borcunu içeren bir borca katılma sözleĢmesinin âdi yazılı Ģekilde yapılması yeterli
olmayıp, resmî Ģekilde yapılması zorunlu olacaktır.
Buna karĢın, Ģekil zorunluluğu getiren hüküm, sözleĢmeye konu edilen edime göre değil,
sözleĢme tipi itibarıyla getirilmiĢ bir hükümse, doğrudan doğruya bu Ģekil zorunluluğu borca
katılma sözleĢmesi için de mevcut kabul edilemez. BağıĢlama vaadi (BK. 238), kefalet (BK.
484) gibi sözleĢmeler bu gruba girmektedir. Yine, kambiyo senetlerinde poliçe, çek veya
bono sebebiyle borçlu olan ilk borçlunun para borcuna iliĢkin bir borca katılma sözleĢmesi
yapıldığında; borca katılma sözleĢmesinin bu kambiyo senetleri için öngörülen Ģekil
kurallarına (TTK. 583, 688, 692) uygun olarak yapılacağı kabul edilmemelidir.
Doktrinde, tarafları düĢünmeye sevketmek ve acele karar vermekten korumak amacıyla
getirilen bu Ģekil zorunluluğu hükümlerinin, teminat veren borca katılanı korumak için borca
katılma sözleĢmesine de uygulanması gerektiği yönündeki hâkim görüĢ, esasen bu hükümleri
kıyasen borca katılma sözleĢmesine uygulama amacını taĢımaktadır262
. Nitekim bu anlayıĢ da,
Ģekil hükümlerinin doğrudan doğruya borca katılma hükümlerine uygulanmasının kabul
edilmeyip, borca katılanın sadece ilk borçlu gibi korunmaya lâyık görüleceği hâllerde borca
katılma sözleĢmesinin Ģekle tâbi kılınmasını amaçlamaktadır. Böyle bir kıyasın mümkün olup,
olmadığı ise özel olarak denetlenmelidir. Bununla birlikte, doktrindeki hâkim görüĢün, borca
katılma sözleĢmesinin Ģekle tâbi olması gerektiğini ifade ederken, sadece ilk borcun Ģekle tâbi
olmasını gerekçe göstermeyip, daha belirleyici ve öncelikli olarak, menfaat durumlarını ve
borca katılanın korunması ihtiyacını bir sebep olarak göstermeleri önem taĢımaktadır.
Kanaatimizce, bir teminat sözleĢmesi olduğu konusunda Ģüphe duyulmayan borca katılma
sözleĢmesinde, teminat veren borca katılanın korunması ihtiyacı baĢlı baĢına bu sözleĢmenin
Ģekle tâbi kılınması için baĢlı baĢına geçerli bir sebeptir. Bu konuda kanaatimizce, garanti
sözleĢmesinin kanunda bir Ģekle bağlanmamıĢ olması bir gerekçe olarak gösterilemez. Zira
borca katılma sözleĢmesi, ilk borçla doğum aĢamasındaki ferîlik iliĢkisi sebebiyle, garanti
sözleĢmesinin aksine ilk borçla bağın tamamen koparılmıĢ olduğu ve doğrudan doğruya her
türlü defiden soyutlanmıĢ olarak bir sonucun taahhüt edildiği bir sözleĢme olmayıp, bir
edimin ifa edilmesini konu edinmektedir. Bu sebeple, borca katılma sözleĢmesinin Ģekle tabi
262262
Kittlitz, s. 74.
olmasının gerekliliği tespit edilirken, bu gereklilik ilk borcun Ģekle bağlanması
zorunluluğundan değil, bizatihi borca katılma sözleĢmesinin bünyesi ve amacında
aranmalıdır.
c. Borca Katılma SözleĢmesinin Geçerlilik ġekline Tâbi Kılınmasının
Gerekliliği
(1) Borca Katılma SözleĢmesinin ġekline ĠliĢkin Olarak Bir Kanun
BoĢluğunun Varlığı
Kanun boĢluğu, belirli bir konuda yapılması gerekli olan hukuki düzenlemenin kanun koyucu
tarafından yapılmamıĢ olmasını ifade etmektedir. Bir sorun hakkında, ne kanun, ne de örf ve
adet hukukunda bir cevap bulunmaması hâli ise hukuk boĢluğu terimi ile ifade
edilmektedir263
. Borçlar Kanunu’nda, borca katılma sözleĢmesinin geçerlilik Ģekline iliĢkin bir
hükmün bulunmamasının, bir kanun boĢluğu olarak değerlendirilemeyeceği iki gerekçeye
dayandırılabilir. Bunlardan biri, kanun koyucunun farklı teminat sözleĢmeleri arasında sadece
kefalet sözleĢmesini geçerlilik Ģekline bağlamak, diğer teminat sözleĢmeleri açısından Ģekil
serbestisini kabul etmek amacını taĢımasıdır. Diğeri ise, BK. 11 hükmünde ifadesini bulan
Ģekil serbestisi ilkesidir. Her iki gerekçenin geçerliliği incelenmelidir.
Ġsviçre Borçlar Kanunu’ndan iktibas edilen Borçlar Kanunu açısından, kanun koyucunun
borca katılma sözleĢmesinin geçerlilik Ģekli hakkında bilinçli olarak susmasından, diğer bir
ifadeyle borca katılma sözleĢmesinin geçerlilik Ģekli konusunda, olumsuz bir çözümü
benimsediğinden kanaatimizce bahsedilemez. Kanun koyucunun birçok kiĢisel teminat
sözleĢmesi türlerini değerlendirip, aralarından sadece kefalet sözleĢmesi hakkında kanuna
263
Bilindiği üzere, kanunun belirli bir konuya ilişkin hüküm içermemesi, doğrudan doğruya bu konuda bir kanun
boşluğunun varlığını kabul etmek için yeterli değildir. Kanun koyucu belirli bir konuda kural öngörmesine
rağmen, bir başka konuda bi kural öngörmemişse, bu tutumundan o konuda bilinçli olarak bir kural öngörmek
istemediği, konuyu olumsuz olarak çözüme bağladığı sonucuna varılabilir. Buna doktrinde bilinçli susma adı
verilmektedir. Kanunda boşluk mu yoksa kanun koyucunun bilinçli susmasının mı mevcut olduğu da bir yorum
meselesidir. Bu yorum her somut hukuki sorun için ayrı olarak yapılmalıdır. Kanun koyucunun susmasının,
konuya ilişkin olumlu bir sonuca varılmasını istemediği, olumsuz bir çözüme varılmasını sağlamak amacıyla
düzenleme getirmediği sonucuna varılırsa, kanunda bir boşluk bulunmamaktadır, kanun koyucu konuyu
olumsuz şekilde çözme bağlamış demektir. Bilinçli susma, mevcut kanun hükümlerinin karşıt kavram kanıtına
göre değerlendirilmesi sonucunda, kanun koyucunun söz konusu hukuki meseleyi değerlendirmeye tâbi tutup,
olumsuz sonuca vardığının kabulünü gerektirmektedir. Bunun sonucu olarak, kanaatimizce kanun koyucunun
kural koyduğu dönemde sürekli olarak işlem hayatında rastlanmayan konular hakkında bilinçli olarak
sustuğunun kabulü zordur. Kanun boşluğu ve bilinçli susma kavramları hakkındaki açıklamalarımız için bkz. Edis,
s. 123, 124; Yasemin Işıktaç/Sevtap Metin, Hukuk Metodolojisi, İstanbul 2003, s. 221, vd.
hükümler koyduğunun, diğerleri hakkında hüküm koymaktan vazgeçtiğini kabul etmek
mümkün gözükmemektedir. Esasen borca katılma ve amaçlı teminat garanti kavramlarını dahi
içermeyen Borçlar Kanununun hazırlanması aĢamasında, iĢlem hayatında pek rastlanmayan
bu sözleĢmelerin değerlendirildiği ve özellikle düzenlenmediği kolaylıkla kabul edilemez.
BK. 11 hükmünün açık lâfzı karĢısında, kanun koyucunun hakkında Ģekil zorunluluğu
getirmediği sözleĢmeler için Ģekil serbestisinin mutlak Ģekilde tanıdığı, bu sebeple borca
katılma sözleĢmesinin geçerlilik Ģekline iliĢkin olarak, bir kanun boĢluğunun bulunduğunun
kabul edilemeyeceği görüĢüne katılmamaktayız.
Borçlar Kanunu açısından Ģekil serbestisinin ana kural olduğu ve kanunun açıkça belirli bir
Ģekle bağlamadığı bütün hukukî iĢlemlerin taraflarca istenilen Ģekilde gerçekleĢtirilebileceği
konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Bunun sonucu olarak Ģekil zorunluluğu ancak bir
kanun hükmüyle getirilebilir, kanunun açıkça öngörmediği durumlarda, örf ve âdet hukukuna
dayanarak veya hâkimin boĢluk doldurması yoluyla Ģekil mecburiyeti yaratılamaz. Ne var ki,
bu açıklamalar kanunda düzenlenmiĢ sözleĢmeler için geçerlidir. Kanun tarafından
öngörülmemiĢ bulunan isimsiz sözleĢmelerde, Ģekil hükümlerinin amacından hareket edilerek,
bu sözleĢmelerin Ģekle tâbi olduğu sonucuna varılabilir264
.
Kanaatimizce atipik sözleĢmelere uygulanacak hükümlerin belirlenmesinde doktrinde genel
kabul gören yaratma ve kıyas kuramı uyarınca, hâkimin atipik sözleĢmelerin kanunda
düzenlenmemiĢ olmaları sebebiyle meydana gelen boĢluğu öncelikle kıyas yoluyla
dolduracağı kabul edildiğine göre, bu atipik sözleĢmede, taraflardan birinin veya her ikisinin
bir Ģekil kuralıyla korunması ihtiyacı söz konusu olduğunda, benzer amacı taĢıyan ve benzer
niteliğe sahip olan sözleĢmenin buna iliĢkin kurallarının bünyesine uygun olduğu sürece atipik
sözleĢmeye uygulanması yolu açık tutulmalıdır. Gerçekten kanun koyucunun hiçbir pozitif
düzenlemeye tâbi tutmadığı bir sözleĢmenin irade özgürlüğünün bir görünümü olan Ģekil
serbestisi gereği, Ģekle tâbi olmaksızın yapılabileceği genel olarak kabul edilse de, tarafların
acele karar vermekten korunmaları ve uyarılmaları yönündeki ihtiyaç atipik bir sözleĢmede
ortaya çıktığında, benzer amaçlı sözleĢmelerde kanun koyucunun nasıl tavır takındığına
bakılarak kıyas yapılabilmelidir.
Nitekim doktrinde, taraflara sözleĢme özgürlüğü çerçevesinde tip serbestisi anlayıĢıyla her
türlü atipik sözleĢmeyi emredici hukuk kurallarına aykırı olmamak kaydıyla açık tutarken,
264
Kocayusufpaşaoğlu, s. 272, 273; Gauch/Schluep/Schmid N. 492-493.
kanun tarafından öngörülmüĢ emredici kuralların çevresinde dolanmanın yollarının da açık
tutulmaması gerektiği ifade edilmektedir. Kanunda öngörülmüĢ emredici kuralların
dolanılmasının engellenmesinin çaresi ise, yasal tipin (tipik sözleĢmenin) özündeki menfaatler
durumuna benzer bir durum yaratan somut atipik sözleĢme iliĢkisine de yasal tipin (sözleĢme
modelinin) bu duruma iliĢkin emredici kuralını kıyas yoluyla uygulamakta görülmektedir265
.
Yine doktrinde, karma sözleĢmelerin bir geçerlilik Ģekline tâbi olup olmayacağının, kanun
genel ve soyut bir Ģekil zorunluluğu öngörmedikçe, unsurunu içerdiği isimli sözleĢme tipine
ait yasal Ģekil kuralının koruması kapsamına girip girmemelerine göre belirleneceği ifade
edilmektedir266
. Buna bağlı olarak, isimsiz sözleĢmelerin tamamlanmasında genel hüküm
niteliğindeki emredici hükümlerin öncelikle olarak uygulanacağı, özel bir isimli sözleĢme
tipine özgü emredici hukuk kurallarının ise bir isimsiz sözleĢme için, hâkimin hukuk
yaratırken kıyasen uyguluyorsa uygulama alanı bulacağı, karma sözleĢmelerin de sui generis
sözleĢmelere oranla kıyasa daha elveriĢli oldukları kabul edilmektedir267
.
Bu itibarla, atipik sözleĢmelere uygulanacak hükümlerin belirleyecek olan ve bu amaçla
hukuk yaratırken öncelikli yöntem olarak kıyasa baĢvuracak olan hâkim, bu faaliyeti yerine
getirirken, sadece tipik sözleĢmelerin emredici olmayan hükümleriyle bağlı olmayıp, emredici
hükümlerden de yararlanabilecektir268
. Bu konuda hâkimi bağlayan tek unsur, kıyasın
Ģartlarının bulunup, bulunmadığıdır. Hâkim bu kıyası yaparken, atipik sözleĢmenin unsurunu
barındırdığı, benzer amaç ve nitelikteki tipik sözleĢmelerin hükümlerinden öncelikli olarak
yararlanmalıdır. Bir teminat sözleĢmesi olarak borca katılma sözleĢmesi, katıldığımız görüĢe
göre tip kaynaĢması sonucu oluĢmuĢ bulunan karma bir sözleĢmedir. Bu sözleĢme
baĢlangıçtaki feriliği itibarıyla kefalet sözleĢmesinin kısmen de olsa bu unsurunu taĢımaktadır.
Esasen borca katılma sözleĢmesi için kıyas faaliyeti için örnek alınabilecek tek yasal teminat
sözleĢmesi tipi kefalet sözleĢmesidir.
265
Serozan, s. 51.
266 Gümüş, Özel Hükümler, s. 12 ve dn. 33’te belirtilen Walter R. Schluep/ Marc Amstutz, Basler Kommentar
zum Schweizerischen Privatrecht, Obligationenrecht I Art.1-529 OR, 3. Aufl. (Hrsg. Heinrich Honsell/Nedim
Vogt/ Wolfgang Wiegand), Frankfurt am Main 2003.
267 Gümüş, Özel Hükümler, 29; Gürzumar, s.20 dn. 126.
268 Bu yönde Wolfgang Baumann, Zur Form von Schuldbeitritt und Schuldanerkenntnis, ZBB 3/1993, s: 171-
177; Madaus, s. 261; Schürnbrand, s. 62.
Borca katılma sözleĢmesi için böyle bir Ģekil zorunluluğunun kıyas yoluyla getirilmesi, diğer
atipik sözleĢmelerden de fazladır. Bu ihtiyaç ise hukuki belirlilik ve hukuki güvenliktir. Zira,
edimin niteliği gereği Ģekil zorunluluğunun bulunduğu hâller dıĢında, borca katılma
sözleĢmesinin Ģekle tâbi olup, olmadığı konusunda tam bir belirsizlik söz konusudur.
Yukarıda açıkladığımız üzere kimi yazarlar, ilk borcun Ģeklini doğrudan uygulamayı, kimi
yazarlar ise, Ģekil hükmünün amacından hareket ederek bir sonuca varmayı teklif
etmektedirler. Diğer yandan, ilgili bölümde inceleneceği gibi, kefalet sözleĢmesiyle, borca
katılma sözleĢmesinden hangisinin akdedildiğini somut olayda anlamak kimi zaman çok
zordur. Bu kadar zor ve çoğu zaman tartıĢmalı bir ayrımın yapılmasının sonucu olarak bu
kadar önemli bir hüküm farkının meydana gelmesi hukuk güvenliği açısından sakıncalıdır. Bu
sebeple kanaatimizce, Ģartları mevcut ise, atipik bir teminat sözleĢmesi olan borca katılma için
kefalet sözleĢmesine iliĢkin hükümlerin kıyasen uygulanması kabul edilmelidir. Kefilin
yararlandırıldığı korumadan borca katılanın yararlandırılmaması için geçerli bir sebep
bulunmamaktadır. Atipik sözleĢmelerdeki hüküm boĢluğunun kıyas yoluyla doldurulması
kabul ediliyorsa, bu kıyasın zorunlu hâllerde emredici hükümleri de kapsayabileceği kabul
edilmelidir.
Bu kıyas imkânı kabul edilirken, riayet edilmesi gereken sınır Ģöyle belirlenmelidir : Taraflar
arasında yapılan atipik sözleĢmenin, tipik sözleĢmeden ayırıcı unsurları ve yapısını belirleyici,
onu atipik yapan unsurları kıyas yoluyla ortadan kaldırılmamalıdır. ġöyle ki, kanunda
düzenlenen tipik sözleĢmeye ait hükümlerin, atipik sözleĢmeye kıyasen uygulanmasında çok
geniĢ bir uygulama yapılmamalı, yapılacak bu kıyas, yeni tip sözleĢmenin onu atipik yapan
özelliklerini ortadan kaldıracak derecede gerçekleĢmemeli ve söz konusu atipik sözleĢme, bu
kıyas faaliyet sonucunda tanınmayacak hale veya tipik sözleĢme haline sokulmamalıdır.
Borca katılma sözleĢmesinde ise, yapılacak kıyas, borca katılmayı kefalet sözleĢmesi hâline
getirmemelidir269
. Buna göre, özellikle borca katılma sözleĢmesinde borca katılanın borcunun
sadece doğumu aĢamasında değil, ifa edilene kadarki tüm aĢamalarında ferî olacağının
kararlaĢtırılması ve borca katılanın, borcun geçerli olarak doğumundan sonraki tüm
aĢamalarda ilk borçlu nezdinde gerçekleĢen tüm defilerden yararlanabileceğinin
kararlaĢtırılması, borca katılma sözleĢmesinden doğan borcun, doğuĢundan sonra ilk borçla
oluĢturduğu tam teselsül gereği zorunlu bir unsur olarak sahip olması gereken bağımsızlığı
269
Madaus, s. 261.
tamamen ortadan kaldıracağından, bu sözleĢmeyi borca katılma olmaktan çıkaracak ve
taraflar arasında bir kefalet sözleĢmesinin akdedilmiĢ olduğunun kabulünü gerektirecektir270
.
(2) Kefalet SözleĢmesi Ġçin Aranan Yazılı ġekil Zorunluluğunun Borca
Katılma SözleĢmesine Kıyasen Uygulanmasının Mümkün Olup
Olmadığının Belirlenmesi
(a) Konuya ĠliĢkin Doktrindeki ve Mahkeme Ġçtihatlarındaki
GörüĢler
Gerek Doktrinde, gerek mahkeme içtihatlarında borca katılma sözleĢmesinin kefalet
sözleĢmesiyle olan benzerliği yadsınmamaktadır. Bu sebeple, atipik bir kiĢisel teminat
sözleĢmesi olan borca katılmaya iliĢkin olarak hâkimin yapacağı kanun yaratma faaliyetinde,
öncelikle baĢvurabileceği yöntem, kefalet sözleĢmesinin borca katılma sözleĢmesinin
bünyesine uygun olan hükümlerinden kıyasen yararlanmaktır.
Borca katılmanın bağımsız bir teminat sözleĢmesi olarak kabul edildiği yıllardan beri bu
sözleĢmeye iliĢkin olarak mahkemeleri en çok uğraĢtıran hukuki sorunlardan biri somut
olayda borca katılma ve kefalet sözleĢmesi ayrımının yapılması, diğeri ise borca katılma
sözleĢmesinin geçerlilik Ģekline tâbi olup, olmadığıdır. Borca katılma sözleĢmenin genel
olarak Ģekle bağlı olduğunun kabulü, ancak kefalet sözleĢmesinin Ģekle iliĢkin hükmünden
kıyasen faydalanılmasının caiz olduğunun kabulüyle mümkündür.
Borca katılmanın ilk defa kavramsal olarak ele alan Alman Ġmparatorluk Mahkemesinin 1902
yılında verdiği bir kararda271
, kefalet sözleĢmesinin yazılı Ģekil zorunluluğu getiren kuralının
(BGB§ 766) borca katılmaya kıyasen uygulanacağı kabul edilmiĢtir. Bu kararda mahkeme,
borca katılmanın müteselsil kefaletten ayırt edilebildiği hallerde dahi, her ihtimâlde borca
katılmanın yazılı Ģekle bağlı olacağına hükmetmiĢtir. Mahkeme bu kararına gerekçe olarak,
kefaletin Ģekle bağlanmasına iliĢkin sebeplerin hepsinin borca katılma açısından da söz
konusu olduğunu, aksi takdirde kefalete iliĢkin emredici hükümleri dolanmanın “dünyanın en
kolay iĢi” olacağını ifade etmiĢtir. Ne var ki, mahkeme bu görüĢünü sürdürmekle beraber,
270
Madaus, s. 263.
271 RGZ 51, 120,122. Karar metni için bkz. Schlicht, s. 64; madaus, s. 263; Schürnbrand, s. 57, dn. 179. ; Bartels,
s. 10.
doktrinden272
gelen yoğun itirazları dikkate alarak, bir baĢka kararında “bazı özel hâllerde bu
kurala istisna tanınabileceğine” hükmetmiĢtir273
. Mahkeme, bu hâllerde kıyası gerektiren bir
boĢluğun bulunmayacağına hükmetmiĢtir. Bu tespite bağlı olarak, Alman Ġmparatorluk
Mahkemesi bir kararında274
borca katılma sözleĢmesinin yazılı Ģekle bağlı olmadan
yapılabileceğini, buradaki özel durumun, borca katılanın borç altına girmede ekonomik bir
menfaatinin bulunmasından kaynaklandığını belirtmiĢtir. Mahkemenin bu kararı, yukarıda
borcun üstlenilmesi amaçlı borca katılma konusunu incelerken değindiğimiz275
, baba ile oğul
arasındaki değirmen satıĢında, değirmeni satın alan oğlun bu değirmenin satın alınmasına
iliĢkin kredi borçlarını üstlendiği ve bu borç üstlenmenin mahkemede üçüncü Ģahıs yararına
sözleĢme niteliğini gördüğünü açıkladığımız karardır ve bu kararda sözkonusu olan,
incelememizin konusu olan teminat amaçlı borca katılma değil, borçtan kurtarma amaçlı
borca katılma sözleĢmesidir. Ne var ki, bu karardan sonra, Reichel’in de etkisiyle, borca
katılma Alman doktrininde ve içtihatlarında Ģekle tâbi olmayan bir sözleĢme olarak
değerlendirilmiĢtir276
. ġu an itibarıyla, Alman Hukukunda baskın görüĢ, borca katılmanın
yazılı Ģekle bağlı olmadığı, zira kefalete iliĢkin BGB §766 hükmünün kıyasen uygulanmasının
mümkün olmadığı yönündedir277
. Azınlıkta kalan görüĢ, borca katılma için kefalete iliĢkin
272
Bu itirazlar Reichel’den gelmiştir. Bkz. Reichel, s. 191, vd.
273 RGZ 59, 232,233. Karar için bkz. Bartels, s. 10; Schlicht, s. 64; Schürnbrand, s. 57.
274 RGZ 64, 318. Karar için bkz. Klaus BARTELS, Die Sicherungsgesamtschuld als Akzessorische Kreditsicherheit?,
JZ 12/2000, s. 608.
275 Bkz. İkinci Bölüm, III, B, 2, a.
276 Bkz. Reichel, s. 191, vd.; Schürnbrand, s. 57.
277 Helmut Koziol, / Rudolf Welser, Grundriss des Bürgerlichen Rechts Band II Schuldrecht Allgemeiner Teil,
Schuldrecht Besonderer Teil, Erbrecht, 12. Auflage, Wien 2001. Ermann/Westermann, Vor §414 N 7; Möschel,
Vor §414 n 2; Habersack, Vor §765 N. 11; Palandt/Heinrichs, Vor §414 N 3; Soergel/Zeiss, Vor §414 N 8;
Staudinger/Rible, Vor §414 N 23; Bülow, Kreditsicherheiten, Rn. 1381; Ennecerus/Lehmann, s. 807; Medicus,
Schuldrecht, s. 390; Reinicke/Tiedtke, s. 7; Nörr/Scheyhing/Pöggeler, s. 262; Kohte, s. 997; Edenfeld, s. 1034;
Staudinger/Horn, §765 N. 365. Halbuki, Alman Tüketici Hukukunda, tüketici kredisi sözleşmesinden doğan bir
borcu üstlenmeyi içeren borca katılma sözleşmesi de bir tüketici kredisi işlemi olarak görülmekte ve tüketici
kredisi sözleşmeleri için aranan yazılı şekil kuralının (VerbrKrG. §4/1) borca katılma sözleşmesinde de
uygulanacağı genel kabul görmektedir ve buradaki durumun aksine, baskın görüş burada açıkça kıyası mümkün
görmektedir. Bkz. Andreas Dazert, Mithaftung und Sukzession bei Verbraucherkreditverträgen, Bonn 1998, s.
44, vd.; Gerd Hagena, Drittschutz im Verbraucherkreditrecht, Baden – Baden 1996, s. 36; Dietrich Reinicke /
Klaus Tiedtke, Formbedürftigkeit des Schuldbeitritts zu einem Kreditvertrag, WIB 9/1997, s. 449, vd. Stefan
Kurz , Schuldübernahme, Schuldbeitritt und das Verbraucherkreditgesetz, DNotZ, 1997, s 552; Peter Ulmer, /
Henrik Timmann, Zur Anwendbarkeit des Verbraucherkreditgesetzes auf die Mitverpflichtung Dritter, FS Für
yazılı Ģekil hükmünün kıyasen uygulanmasının mümkün olduğunu kabul etmektedir278
. Bir
görüĢ ise, kararda belirtildiği gibi, borca katılanın ilk borçlunun borcunu üstlenmekte kiĢisel
menfaatinin bulunmadığı hâllerde kefaletle olan yakın benzerliği sebebiyle kıyası mümkün
görmektedir279
.
Borca katılma sözleĢmesine, kefalet sözleĢmesine kıyasen Ģekil zorunluluğu getirilmesine
karĢı çıkılmasının sebeplerinden biri, bir üst baĢlıkta ele aldığımız kanun boĢluğunun
bulunmadığı itirazı ve yine yukarıda ele aldığımız Ģekil serbestisi ilkesidir. Bu konulardaki
görüĢümüzü yukarıda açıkladığımızdan burada tekrar etmiyoruz. Kıyas imkânının kabulüne
yönelik bir baĢka itiraz, borca katılma sözleĢmesi ile kefalet sözleĢmesi arasındaki önemli
dogmatik farklılıkların varlığı iddiasına dayanmaktadır. Bu görüĢe göre, kefil kural olarak
ikincil bir borç üstlendiği için, alacaklının kendisinden doğrudan talepte bulunacağını
sözleĢmeyi yaparken hesaba katamamaktadır. Kefil için, hızlı bir Ģekilde karar vermek ve
sorumluluğunun ikincilliğinin kendisine verdiği güven hissinin etkisiyle, kendisini doğrudan
borçlandırmayan bir iĢlemi yapmayı kabul etmesi tehlikesi ciddi olarak mevcuttur. Kefilin
sorumluluğunun ikincilliği onun âdeta gözünü boyamakta olduğundan, kefili acele karar
vermekten korumak gerekmektedir. Ne var ki, borca katılan açısından durum böyle değildir.
Borca katılan için, yaptığı iĢlemin tehlikesi baĢtan beri gözlerinin önündedir. Çünkü borca
katılan baĢından beri birlikte borçlu sıfatıyla borç altına girmiĢ olup, bu sebeple kendisinden
doğrudan talepte bulunulacağını hesaba katmıĢ olmalıdır280
. Ayrıca kefil altruist (özgecil,
diğerkam)281
bir hareket tarzıyla bir menfaat elde etmeksizin kefalet borcu altına
girmekteyken, bu görüĢe göre borca katılan kendi ekonomik çıkarını tâkip etmekte ve bu
Heinz Rowedder, zum 75. Geburtstag, München 1994, s. 503; Edenfeld, s. 1034 ; Gero FISCHER, Bürgschaft und
Verbraucherkreditgesetz, ZIP 19/2000, s. 828.
278 Peter Bydlinski, Die Bürgschaft im österreichischen und deutschen Handels-gesellschafts und
Wertpapierrecht, Wien Newyork 1991 s. 45; Bruno Rimmelspacher, Kreditsicherungsrecht, 2. Aufl. München
1987, Rn. 121; Larenz/Canaris, Schuldrecht II/2, s. 77; Helmut Rüssmann, Formzwang und Übereilungsschutz in
Interzessionsverhätnissen, FS für Helmut Heinrichs zum 70. Geburstag, Müncehn 1998; Johannes Klauninger,
der Widerruf von Sicherungsgeschäften nach deutschem und europäischem Recht, Berlin 2001, s. 101,vd (Bu
atıflar için bkz. Madaus, s. 263 dn. 660; Schürnbrand, s. 58 dn. 186.). Ayrıca bkz. Heinrichsmeier, s. 62; Madaus,
s. 262; Schürnbrand, s. 59; Grigoleit/Herresthall, s. 825. Doktrinde azınlık görüş olduğu ifade edilse de bu
görüşün taraftarlarının, özellikle son on yıl içinde yazılan eserlerle sürekli olarak arttığı görülmektedir.
279 Kittlitz, s. 121; Baumann, s. 171; Dehn, s. 2115.
280 Reichel, s. 209; Kohte, s. 1000; Staudinger/Horn,Vor §765 N. 365.
281 Kavram için bkz. Serozan, s. 20.
sebeple kefil olmak yerine müteselsil borçlu olmaktadır. Bu sebeple, yanlıĢ bir güvenlik hissi
içinde hareket etmemekte ve kendi hukuki durumunu gayet iyi Ģekilde hesap etmektedir. Bu
durum, onun acele karar vermekten korunmasına gerek bulunmadığını gösterir282
.
Ġsviçre ve Türk Hukuklarında da, borca katılmanın herhangi bir geçerlilik Ģekline tâbi
olmadığı kabul edilmektedir283
. Ġsviçre Federal Mahkemesinin kararlarında da, borca
katılmanın bir geçerlilik Ģekline tâbi olmadığı belirtilmektedir284. Federal Mahkeme, edimin
niteliği gereği taĢınmaz mülkiyetinin devri borcunun resmi Ģekilde yapılmasının zorunlu
olduğunu ifade etmiĢ, fakat satıĢ bedeli borcuna katılmanın Ģekle bağlı olmadığını
belirtmiĢtir285
. Yine Ġsviçre Federal Mahkemesi, avalden ve diğer kıymetli evraktan doğan
borçlara doğan borca katılmanın da bir Ģekle uyulmadan yapılabileceğini aynı kararda
belirtmiĢtir. Diğer yandan Federal Mahkeme eski bir kararında286
, karĢılıksız bir borca katılma
vaadinin bağıĢ niteliğinde olmasından dolayı, normalde yazılı Ģekilde yapılması gerekli
olmayan borca katılmanın, bu durumda yazılı Ģekle tâbi olacağı ifade edilmiĢtir. Doktrinde bu
görüĢlere paralel olarak, Ģekil zorunluluğunun sözleĢme taraflarından birini koruma amacıyla
getirilmiĢ olduğu hâllerde, ilk borcu doğuran sözleĢme Ģekle tâbi ise, bu borca katılma
sözleĢmesinin de Ģekle tâbi olacağı savunulmaktadır. Buna göre, borca katılmanın Ģekle tâbi
olup, olmadığına iliĢkin olarak bir genelleme yapılmamalı, Ģekil zorunluluğunu öngörülme
sebebine bakılmalıdır. Bu doğrultuda, kefalet veya bağıĢlama sözleĢmesinden doğan bir borca
katılma sözleĢmesi, bir geçerlilik Ģekli olarak yazılı Ģekilde yapılmalıdır287
.
(b) GörüĢümüz
282 Bu görüşte: Wolfgang FIKENTSCHER, Schuldrecht, 9. Auflage, Berlin 1997, s. 376; Medicus, Schuldrecht I, s.
393; Edenfeld, s. 1034.
283 Emmenegger, s. 562; Guhl/Koller/Schnyder/Druey, s. 290; Gauch/Schluep/Schmid/Rey, s. 308; Becker,
Berner Kommentar Art. 143 N. 10; Dieter Zobl, Die Bankgarantie im schweizerischen Recht, Berner
Bankrechtstagung, 1997, Personalsicherheiten, s. 37; Vionnet/Von der Crone, s. 386 ; Tandoğan, Borçlar
Hukuku, II, s. 705; Reisoğlu, s. 68; Tunçomağ, s. 1038.
284 İsviçre federal Mahkemesinin 4C.136/2003 (BGE 129 III 702); 4A_420/2007; 4C.351/2006 numaralı kararları.
285 BGE 110 II 340. Bkz. Aynı şekilde Develioğlu, s. 303 dn. 42.
286Bu karar için bkz. http://servat.unibe.ch/dfr/dfr_bge07.html, Develioğlu, s. 304 n. 44.
287 Develioğlu s. 304 ve dn. 43’te yer alan Thomas Probst, Commentaire Rommand, Code des obligaitons I, art.
1-529, art. 492-512, Geneve Bâle Münich, 2003, Art. 175-183, N. 10
Borca katılma sözleĢmesinin yazılı geçerlilik Ģekline tâbi olup, olmayacağı konusunda
doktrinde ileri sürülen görüĢlerin çeĢitlilik arzettiği görülmektedir. Öncelikle, yukarıdaki
baĢlıkta son olarak ele aldığımız Ġsviçre Federal Mahkemesinin tutumu ve buna paralel olarak
doktrinde ileri sürülen, ilk borcu doğuran sözleĢmede borçlunun korunması amacıyla Ģekil
zorunluluğunun getirildiği hâllerde, borca katılanın da korunması gerektiği ve bu sebeple
borca katılmanın Ģekle bağlı olduğu görüĢüne katılmamaktayız. Bir teminat sözleĢmesi olan
ve inceleme konumuzu teĢkil eden teminat amaçlı borca katılma sözleĢmesinde, borca
katılanın borç altına girmeden uyarılması ve acele karar vermesinin engellenmesi Ģeklinde
mevcut olan korunması ihtiyacı, ilk borcu doğuran sözleĢmede borçlunun durumundan değil,
bizatihi borca katılanın çoğunlukla karĢılıksız ve teminat amaçlı olarak borç altına
girmesinden kaynaklanır. Diğer yandan bu görüĢün hukuk güvenliğine ne kadar ters düĢtüğü
de kanaatimizce ortadadır. Federal Mahkeme ve buna paralel görüĢteki doktrine göre,
bağıĢlama vaadi borcuna katılma Ģekle tâbi değilken, kıymetli evraktan doğan borçlara
katılma, aynı Ģekilde yapılamayacağı gerekçesiyle geçerlilik Ģekline tâbi olmamaktadır. Gerçi,
kıymetli evrakın sıkı Ģekil kurallarına tâbi olmasının asıl amacının tedavül güvenliği olduğu
söylenebilir, fakat kıymetli evrakın sıkı Ģekil Ģartlarına tâbi tutulmasında, bu kıymetli evrakın
ibrazı durumunda doğrudan ödeme yapmak zorunda olan borçlunun korunması düĢüncesinin
hiçbir Ģekilde rol oynamadığı da kanaatimizce kabul edilemez. Zira kıymetli evrakın sıkı Ģekil
Ģartlarına tâbi olması, borçlunun korunması iĢlevini de görmektedir. Özellikle kıymetli evrak
alacaklısının bir ciro iĢlemiyle kıymetli evrakın borçlusu olabileceği ve kıymetli evraktan
doğan borcun tâkibinin icra hukukunda çok hızlı bir prosedür içinde yürüdüğü, tâkibe itirazın
satıĢ dıĢında hiçbir icra iĢlemini durdurmadığı düĢünüldüğünde, bu sıkı Ģekil Ģartlarının yerine
getirilmemesinin, o kambiyo senedini geçersiz hale getirmesinde, borçlunun da menfaatinin
bulunduğu açıktır.
Ayrıca Ģekil hükmünün amacından yola çıkılarak, bir sözleĢmenin ona kıyasen Ģekle tâbi
olup, olmayacağının tespiti kanaatimizce hukuk güvenliğini zedelemektedir. Kefalet
sözleĢmesinden kefil için doğan veya bağıĢlama vaadinden bağıĢlayan için doğan borca
katılma hâlinde, borca katılma sözleĢmesinin teminat sözleĢmesi özelliğinden bağımsız
olarak, her ihtimâlde borca katılanın acele karar vermekten korunması ve uyarılması gerektiği
görüĢü de kanaatimizce kabul edilebilir değildir. Borca katılan için, bu borçlara katılma
sözleĢmesinde, bir karĢı edim taahhüt edilmiĢ olduğu ve böylece borca katılma sözleĢmesinin
tam iki tarafa borç yüklediği hâllerde, borca katılanın, sırf bağıĢlama veya kefalet
sözleĢmesinden doğan bir borca katılması halinde ciddi Ģekilde uyarılması ihtiyacından
bahsedilmemelidir. Bu konuda bir örnek vermek gerekirse, satım sözleĢmesinden doğan bir
borca katılma sözleĢmesi tek tarafa borç yükleyen bir sözleĢme olarak yapılmakta ve yazılı
Ģekle tâbi olmaması gerektiği kabul edilirken, bağıĢlama vaadinden doğan borca katılma
sözleĢmesinin, borca katılana alacaklı tarafından bir karĢı edim vaat edilmiĢ olması sebebiyle
tam iki tarafa borç yükleyen bir sözleĢme niteliğini taĢıdığı ihtimâlinde, bu sözleĢmenin yazılı
Ģekle bağlı olacağının savunulması bir çeliĢkiyi ortaya koyar.
Esasen bu görüĢ, borca katılmanın halen, ilk borçtan bağımsız ve özellikle ilk borcu doğuran
sözleĢmeden bağımsız bir hukuki sebebi olan bir sözleĢme olduğunun kabul edilmemesinin
meydana getirdiği bir çeliĢkidir ve kanaatimizce kabul edilmemek gerekir.
Kanaatimizce bu konuda takınılacak en tutarlı tavır, ya menfaatler durumunun benzer
olmaması sebebiyle kıyası mümkün görmemek ve taĢınmaz mülkiyetinin devri borcunu
doğuran bir borca katılmada olduğu gibi, Ģekil zorunluluğunun edimin niteliği gereği açık bir
kanun hükmünden (MK. 706) kaynaklandığı hâller dıĢında, borca katılmanın Ģekle tâbi
olmadığını kabul etmek, ya da açıkça menfaatler durumunun ve her iki sözleĢmenin
amaçlarının benzerliği dolayısıyla, diğer hâllerde borca katılmanın, kefalet sözleĢmesini yazılı
Ģekilde yapılmasını bir geçerlilik koĢulu olarak öngören BK. 484 hükmüne kıyasen yazılı
olarak yapılmasının, hâkimi atipik sözleĢmelerde yapacağı boĢluk doldurma faaliyeti içinde
öngörülmesidir. Esasen Federal Mahkemenin de yapmaya çalıĢtığı, bu benzer menfaatler
durumunun varlığı dolayısıyla bir kıyas faaliyetidir. Fakat bu kıyas faaliyetinin, hukuk
güvenliğini sağlayacak ve her ihtimâlde, teminat veren tarafı acele karar vermekten koruyacak
ve uyaracak Ģekilde, yeknesak ve tutarlı olarak gerçekleĢtirilmelidir. Ġsviçre Federal
Mahkemesinin tutumu bu yaklaĢımdan uzaktır.
Kanaatimizce, atipik sözleĢmelerde boĢluk doldurmada öncelikli olarak baĢvurulacak kıyasın
emredici hükümleri de kapsayabileceği görüĢünden hareketle288
borca katılma sözleĢmesi için
BK. 484’e kıyasen yazılı Ģekil zorunluluğu getirilmesi için gerekli olan menfaat özdeĢliğinin
mevcut olduğu kabul edilmelidir. Bu görüĢümüzün gerekçeleri Ģöyle açıklanabilir :
288
Kocayusufpaşaoğlu, s. 272, 273; Gauch/Schluep/Schmid N. 492-493; Serozan, s. 51. Gümüş, Özel Hükümler,
s. 12 ve dn. 33’te belirtilen Walter R. Schluep/ Marc Amstutz, Basler Kommentar zum Schweizerischen
Privatrecht, Obligationenrecht I Art.1-529 OR, 3. Aufl. (Hrsg. Heinrich Honsell/Nedim Vogt/ Wolfgang Wiegand),
Frankfurt am Main 2003.
Menfatler durumunun benzer olmaması gerekçesiyle kıyası imkânını reddeden görüĢün
gerekçelerinde biri; kefilin aksine, borca katılanın gerçek birlikte borçlu sıfatına sahip olması
ve kendisinden doğrudan talepte bulunulabileceğini baĢtan tahmin edebilmesi sebepleriyle,
acele karar vermekten korunması ve uyarılması ihtiyacının mevcut olmamasıdır. Öncelikle,
bu gerekçe, bugünün iĢlem hayatı için geçerli değildir. Zira müteselsil kefalet sözleĢmesinde,
temin edilen asıl borcun para borcu olduğu hâllerde-ki olayların büyük çoğunluğunda böyle
olduğu bir gerçektir- alacaklı asıl borçluya baĢvurmadan doğrudan kefilden talepte
bulunabilecektir289
. Bu durumda, kefalet sözleĢmesinde ikincillik en alt düzeye inmiĢ290
, hatta
bertaraf edilmiĢ olur. Müteselsil kefil, kendisinden doğrudan talepte bulunulacağını hesap
edebilecek durumdadır. Halbuki bu gerçek, kefalet sözleĢmesinin yazılı olarak yapılmamasını
gerekirmemektedir291
. Buna ek olarak belirtmemiz gerekir ki, borca katılmadan doğan
müteselsil borcun tipik özelliği olarak, alacaklıya karĢı her borçlu aynı derecede borçludur ve
alacaklı her bir borçludan edimin ifasını talep edebilir. Bununla birlikte, taraflar borcun
müteselsil olarak doğmuĢ olmasından sonra, alacaklının önce borçlulardan birinden (ilk
borçludan) ifa talebinde bulunacağını, o ifa etmezse diğer borçludan talepte
bulunulabileceğini kararlaĢtırabilirler. SözleĢme özgürlüğü, dilerse borçlulardan birinde ifa
talep etmeyecek ve hatta onu ibra edebilecek olan alacaklıyla böyle bir sözleĢme
yapılabilmesini mümkün kılmaktadır ve böyle bir sözleĢme borca katılmanın zorunlu sonucu
olan müteselsil borçluluğu ortadan kaldırmaz. Zira, ferilik değil, ikincillik kararlaĢtırımıĢtır.
Nitekim, modern doktrinde, müteselsil borçta ikincillik zorunlu bir unsur olarak
görülmemektedir292
. Bu görüĢ kabul edilmese bile, müteselsil borçluluğun doğumundan
sonra, böyle bir ikincillik anlaĢmasının yapılmasında hiçbir engel bulunmamaktadır. Bu
anlaĢma, müteselsil borçlardan birinin talep edilebilirliğinin, borçlulardan diğerinden talepte
bulunulması ve bu talebin boĢa çıkması geciktirici Ģartına bağlı olduğu anlamına gelir ve
bunun için bir engel bulunmamaktadır.
289
Müteselsil kefalette, asıl borçlunun edimi para borcu dışında bir edim ise, asıl borçlunun edimi muacce
olmadan ve edimini ifa etmemesi sözkonusu olmadan müteselsil kefile başvuramayacaktır. Bkz. Özen, s. 10. Ne
var ki, istisnaen gerçekleşen bu durumun, müteselsil kefaletin de ikincil borç doğurduğu fikrine esas alınması,
asıl borcu teşkil eden edimin olayların çoğunluğunda, para borcu olarak belirlenmesi sözkonusu olduğunda
borca katılma, kefalet ayrımı açısından ve menfaat durumlarının değerlendirilmesi açısından kanaatimizce bir
anlam ifade etmeyecektir.
290 Özen, s. 10.
291 Möschel, Vor § 414 N. 13; Baumann, s. 5 ; Kittlitz, s. 26; Schürnbrand, s. 60; Madaus, s. 264.
292 Ehmann, s. 322; Schwedhelm, s. 35; Selb, s. 43; Wernecke, s. 79; Staudinger/Noack, § 421 N. 8).
Diğer yandan bu görüĢ, teminat amaçlı borca katılmada, borca katılanın psikolojik durumunu
göz ardı etmektedir. Borca katılan, alacaklıya teminat vermektedir ve aynı kefil gibi, hatta her
teminat veren gibi, ilk borçlunun ödeme gücüne güvenmektedir. Borca katılan, ilk borçluyla
birlikte müteselsil borç altına giren birlikte borçludan farklı olarak, ilk borçluyla aynı
konumda görülecek Ģekilde, baĢından beri ilk borcu doğuran sözleĢmenin icrası aĢamalarında
katılmamaktadır293
. Onun için teminat amaçlı borca katılan, alacaklının önce ilk borçluya
baĢvuracağını, çünkü onunla asıl hukuki iliĢkide olanın kendisi olmadığını düĢünebilir ve bu
düĢüncesinde haksız görülmemelidir.
Son olarak, borca katılanın kendi menfaatini takip ettiği, çünkü her zaman ilk borç iliĢkisine
iliĢkin doğrudan bir ekonomik menfaati bulunduğu, bu sebeple altruistik hareket eden kefilin
aksine özel bir korumayı hak etmediği düĢüncesini ele almak gerekmektedir. Bu kriter ileride
inceleyeceğimiz üzere, esasen borca katılma sözleĢmesi ile kefalet ayrımını
gerçekleĢtirebilmek amacıyla kullanılan bir kriter olmakla birlikte, bu kriterin borca
katılmanın Ģekle bağlı olup, olmayacağını belirlemek amacıyla kullanılması gerektiğini
düĢünen yazarlar da bulunmaktadır294
. Her iki görüĢ de doktrinde eleĢtirilmektedir295
.
Öncelikle, kefilin her zaman baĢkasına menfaat sağlamak amacıyla borç altına girdiği, borca
katılanın ise, her zaman kendi menfaati için borç altına girdiği düĢüncesi bir varsayımdan
ibarettir ve gerçeğe uygun düĢtüğü çok Ģüphelidir. Ayrıca bu gerekçe hukuki olmaktan
uzaktır, zira ne kefalet sözleĢmesi, ne de borca katılma sözleĢmesi için baĢkası veya kendi
menfaatine hareket, bir unsur değildir. Olsa olsa borç altına girenin saiki olabilir. Bu görüĢ
esasen, kimsenin menfaat elde etmeyeceği bir borç iliĢkisinden doğan borcun borçlusu
olmayacağı, onun yerine kendisine daha fazla koruma sağlayan kefaleti seçeceği varsayımına
dayanmaktadır. Bu varsayım, borca katılmanın çok istisnaen teminat amaçlı olarak
akdedildiği ve bir teminat sözleĢmesi olarak yaygın olmadığı dönemlere ait olduğu izlenimini
veren bir görüĢtür. Halbuki bugün borca katılma sözleĢmesi, tipik amacı teminat sağlamak
olan bir sözleĢmedir. Diğer yandan, bu anlayıĢ, sözleĢme özgürlüğüne de aykırıdır. SözleĢme
özgürlüğü ilkesi, kefilin veya borca katılanın dilerse kendi menfaatini takip etmek üzere
teminat vermesine izin vermekte, esasen hukuk düzeni bununla pek de ilgilenmemektedir.
Örnek olarak, satıcının kendisiyle satım sözleĢmesi yapan alıcının kredi borcuna kefil olması,
293
Aksi görüşte olan Kohte, borca katılanı ilk borçluyla aynı durumda görmektedir. Bkz. Kohte, s. 997.
294 Kittlitz, s. 121; Baumann, s. 171; Dehn, s. 2115.
295 Bydlinski, s. 45 ; Madaus, s. 286 ;Kaluninger, s. 101; Schürnbrand, s. 60.
sıkça verilen bir örnektir296
. Bu tür gerekçelerin, bir sözleĢmenin Ģekle bağlanması konusunda
etkili olması, hukuk güvenliğini zedeleyici niteliktedir. Ayrıca, tarafların tamamen keyfi
olarak dilerlerse kefalet, dilerlerse borca katılma sözleĢmesini akdedebilmeleri, bu varsayımın
ispat edilmezliğini ve dayanaksızlığını ortaya koymaktadır.
Bu görüĢe bağlı olarak, borca katılanın üstlendiği borcun kaynağı olan borç iliĢkisinde
menfaatinin bulunduğu hâllerde, bunun bir nevî karĢı edim görevini göreceği ve Ģekil
zorunluluğunu gerektirmeyeceği ileri sürülmektedir. Bu görüĢe göre, yasa çoğunlukla
karĢılıklı risklerin birbiriyle dengelendiği tam iki tarafa borç yükleyen sözleĢmelerde Ģekil
zorunluluğu öngörmemiĢtir297
. Öncelikle, tam iki tarafa borç yükleyen sözleĢmelerde de
kiĢinin fazla müzakere etmeksizin sözleĢme hükümlerini kabule fiilen zorlandığı, ya da hile
veya gabin yoluyla mağdur edildiği bir gerçektir. Ayrıca, kanunun bir Ģekle tâbi tutmadığı
vekâlet sözleĢmesi, kural olarak vekilin masraf talebi veya uradığı zararın giderilmesi talebi
dıĢında bir talepte bulunmayacağı, üstlendiği edim için karĢı edim elde etmediği eksik iki
tarafa borç yükleyen bir sözleĢme olarak düzenlenmiĢtir (BK. 386/1). Eğer bu argüman kabul
edilecekse, borca katılma sözleĢmesinde, borca katılanın kiĢisel menfaati bir unsur
olmadığından, borca katılmanın kural olarak kefalet sözleĢmesi gibi bir tarafı borç altına
sokan sözleĢme olmasından dolayı yazılı Ģekle tâbi tutulması gerekmektedir. Kefalet veya
borca katıĢma gibi tüm bir tarafa borç yükleyen sözleĢmelerde, borçlunun borç altına
girmekteki menfaati kendisine, üstlendiği borçtan kurtulmasını sağlayan takas, ödemezlik defi
gibi imkânlar tanımadığından, hukuken dikkate alınacak bir kriter ve borç altına yarar
sağlayan bir hukuki araç değildir ve sözleĢmenin taraflarının etki alanına girmemektedir298
.
Sonuç itibarıyla bu görüĢ, esasen yanlıĢ bir varsayımdan yola çıkmakta ve sonucu itibarıyla,
borca katılma sözleĢmesi ile kefalet sözleĢmesi arasında yapılacak kıyası haklı
göstermektedir.
Buna ek olarak, kiĢisel menfaat kıstası açısından, borca katılanın ilk borcu doğuran borç
iliĢkisinde mevcut olan kiĢisel ekonomik menfaatinin sadece sübjektif olarak mevcut
olmasının yeterli mi olduğu yoksa, alacaklının bunu anlayacak durumda olmasının diğer bir
ifadeyle bu menfaatin objektif olarak algılanabilir olmasının gerekip gerekmediği de
tartıĢılmalıdır. Ne var ki, kefili korumak düĢüncesiyle, kefilin ilk borç iliĢkisinde menfaatinin
296
Schürnbrand, s. 61; Özen, s. 95.
297 Rimmelspacher, Rn. 97; Rüssmann, s. 452.
298 Bydlinski, s. 47; Madaus, s. 269; Schürnbrand, s. 61.
bulunduğu hallerde, kefalet sözleĢmesinin yazılı olarak yapılmasının gerekli olmadığı ve bu
sebeple bir teleolojik reduksiyonun (amaca uygun sınırlamanın) yapılması gerekitiği yönünde
bir düĢünce ileri sürülmemektedir. Hatta kefilin kefalet sözleĢmesinde karĢı edim elde ettiği
hallerde dhi böyle bir düĢünce kabul görmemektedir. Bütün bunlara, kiĢisel menfaat kıstasının
ölçülemezliği ve borca katılanın borç altına girmesindeki etkisinin belirlenemezliğini de
eklemek gerekir. Bu zorluk, saik niteliğindeki unsurun, bu görüĢü ileri süren yazarlarca dikate
alınmasının beraberinde getirdiği bir sorun olacaktır. Bu kriter, bir hukuki iĢlemin Ģekle tâbi
tutulması açısından özel bir öneme sahip bulunan hukuk güvenliği düĢüncesine aykırı
düĢmektedir299
.
Açıklamalarımız sonucunda, kefalet için yazılı Ģekil zorunluluğu getiren kuralın borca katılma
sözleĢmesine kıyasen uygulanmasının ve bunun gerekçelendirilmesinin güç olmadığı
kanaatindeyiz.
Öncelikle, atipik sözleĢmelerde, hâkimin gerektiği hâllerde emredici hükümleri de kıyasen
uygulayabileceği görüĢü, kanaatimizce kyasın yolunu açmaktadır. Zira yukarıda açıkladığımız
üzere, atipik sözleĢmeler açısından BK. 11 hükmünde ifadesini bulan Ģekil serbestisi kuralı bir
engel ortaya koymamaktadır. Borca katılma sözleĢmesi ile kefalet sözleĢmesi aynı amaca
hizmet etmektedirler ve borca katılan ile kefilin borç altına girerlerken içinde bulundukları
durum aynıdır. Kefilin yazılı Ģekil zorunluluğu getirmesindeki asıl düĢünce, kefilin borçlunun
menfaatine hareket etmesinin korunmasını gerektirmesi değil, kural olarak bir taraflı olarak
borç altına girdiği için üstlenmiĢ olduğu borcun karĢılığında bir kazanma elde etmeyen ve
çoğunlukla doğrudan doğruya kendisinden talepte bulunulmayacağına güvenen teminat
verenin korunması ve iĢlemin sonuçları hakkında uyarılması gerektiği düĢüncesidir. Bu ise,
borca katılanın, ilk borç iliĢkisinde menfaatinin bulunup, bulunmadığından bağımsızdır.
Kıyasın mümkün olmadığı yönündeki düĢüncenin, her iki sözleĢmenin yapıları itibarıyla
kıyasa imkân vermeyecek, böyle bir kıyası haklı göstermeyecek derecede farklı olduklarının
ispat etmesi gerekmektedir. Kefalet ve borca katılma sözleĢmeleri, kuruluĢları itibarıyla ilk
borcu doğuran borç iliĢkisinin geçerliliğine bağlıdır. Her ikisi de kuruluĢları itibarıyla ferîdir.
Borca katılmadan doğan borcun, doğumundan itibaren bağımsızlaĢması, kıyasın yapılmaması
gerektiği düĢüncesini haklı göstermez. Çünkü Ģekli zorunluluğu getirilmesinin amacı
299
Madaus, s. 270; Schürnbrand, s. 62.
çoğunlukla karĢılıksız borç altına gireni acele karar vermekten korumak ve uyarma görevini
gerçekleĢtirmektir. Bu ihtiyaç, tüm teminat sözleĢmelerinde görüldüğü gibi, borca katılmada
da mevcuttur.
Açıkladığımız sebeplerle, kanaatimizce hukuk güvenliği ve teminat verenin korunması
düĢüncesiyle, kefalet sözleĢmesine iliĢkin yazılı Ģekil zorunluluğu getiren BK. 484 hükmü,
amacı, hukuki sebebi ve yapısı aynı olan borca katılma sözleĢmesine de uygulanmalı ve borca
katılma sözleĢmesinin, edimin niteliği baĢka bir Ģekil zorunluluğu öngörmedikçe, geçerliliği
için yazılı Ģekil aranmalıdır. Bu kıyas, menfaatler durumunun özdeĢiliği sebebiyle sadece
teminat amaçlı borca katılma sözleĢmesi için mümkün olup, borçtan kurtarma amaçlı borca
katılmalarda, öncelikli amaç alacaklıya teminat vermek olmadığı için, bu tür borca
katılmalarda kıyas imkânı sözkonusu değildir. Kefalet sözleĢmesine iliĢkin hükümlerin,
kıyasen teminat amaçlı borca katılma sözleĢmesine uygulanması ancak alacaklının açıkça
borca katılmanın teminat amaçlı olarak akdedildiğini bildiği, böylece teminatın borca katılma
için bir hukuki sebep olduğu hallerde mümkün görülebilir300
.
III. BÖLÜM
BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN BENZER
SÖZLEġMELERDEN AYIRTEDĠLMESĠ
I. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN KEFALET SÖZLEġMESĠNDEN AYIRT
EDĠLMESĠ
A. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠ ĠLE KEFALET SÖZLEġMESĠ
ARASINDAKĠ FARKLILIKLAR
Borca katılma sözleĢmesine iliĢkin olarak Türk, Ġsviçre ve Alman Hukuk çevrelerini en çok
meĢgul eden hukuki sorun, borca katılma sözleĢmesi ile kefalet sözleĢmesinin ayırt
edilmesinde hangi kriterlerin esas alınacağıdır. Her iki sözleĢmenin teminat amacını
taĢımasının yanı sıra, kefalet sözleĢmesinde, olayların büyük çoğunluğu itibarıyla para
300
Schürnbrand, s. 63; Madaus, s 271; Kittlitz, s. 130.
borcunun teminat altına alınması ve kefilin de ediminin para borcu olması sebebiyle,
alacaklının borçluya karĢı ve kefile karĢı olan alacağını para borcu teĢkil edecektir. Aynı
durum borca katılma sözleĢmesi için de sözkonusu olacaktır. Borca katılma sözleĢmesinde,
ticari hayatta kredi iliĢkisinin yaygınlığı sebebiyle, ilk borcun para alacağı olduğu hâllerde
borca katılanın da borcunun para borcu olması sonucu doğacaktır. Bu ihtimâlde, kefilin borcu
da borca katılanın borcu da para borcudur ve her iki sözleĢme, çoğunlukla konusu para borcu
olan alacağın güvence altına alınmasını amaçlar.
Edimlerin aynıyeti yanında, borca katılmanın müteselsil borçluluk doğurucu özelliği ile
kefalet sözleĢmesinde, kefilin tartıĢma ve önce rehnin paraya çevrilmesi defilerinden feragat
ettiği müteselsil kefaletin çoğunlukla tercih edilmesi, alacaklının aynı edim için, her iki
teminat borçlusuna doğrudan doğruya baĢvurabilmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu ise, somut
olayda, aralarındaki sözleĢmede borçlunun yükümlülüklerini çok genel ifadelerle düzenleyen
ve çoğunlukla doğru hukuki nitelendirme yapmayan veya bir hukuki nitelendirme yapmayı
tercih etmeyen tarafların, borca katılma sözleĢmesi mi, yoksa kefalet sözleĢmesi mi akdetmiĢ
olduklarının tespitini iyice zorlaĢtırmıĢ, hatta bazı mahkeme kararlarında bunun imkânsız
olduğu dahi ifade edilmiĢtir.
Alacaklının teminat borçlusundan ifa talebinde bulunması aĢamasında, ilk bakıĢta bir fark
ifade etmeyen bu iki sözleĢme, yapısı, hukuki nitelikleri ve taraflara vermiĢ oldukları haklar
açısından farklıdır. Bir defa, kefalet sözleĢmesinin Borçlar Kanunu’nda, kefili koruyucu bir
çok düzenlemeyi içerecek Ģekilde düzenlenmiĢ olup, buna karĢılık borca katılma
sözleĢmesinin kanunda yer almayan atipik bir sözleĢme niteliğine sahip olması en büyük
farklılıktır. ÇalıĢmamızın değiĢik bölümlerinde her iki sözleĢme arasındaki nitelik
benzerliğinden ötürü, kıyas yolunun açık olmasının ifade edilmiĢ olması, bu anlayıĢın
doktrinde ve mahkeme kararlarında benimsenmesi ihtimalinde dahi bütün sorunları
çözmemektedir. Çünkü borca katılma sözleĢmesi yapısı ve hükümleri itibarıyla kefaletten
farklıdır. Doktrini ve uygulamayı meĢgul eden bu ayrımın yapılabilmesi sorununun çözümü
için devreye sokulmaya çalıĢılan bu kriterleri incelemeden önce, bu iki sözleĢmenin arasında
ayrım yapılmasının pratik sonuçlarını ifade etmesi açısından, kısaca borca katılma sözleĢmesi
ile kefalet sözleĢmesi arasındaki nitelik ve hümü farklılıklarını kısaca belirtmek gerektiğine
inanıyoruz.
Kefalet sözleĢmesi, kefilin alacaklıya karĢı, borçlunun borcunu ifa etmemesinin sonuçlarından
kiĢisel olarak sorumlu olmayı üstlendiği sözleĢmedir301
. Borçlar Kanunu’nun 483-503
hükümleri arasında düzenlenmiĢtir. Buna karĢılık, borca katılma sözleĢmesi kanunda bağımsız
olarak düzenlenmemiĢ atipik bir teminat sözleĢmesi olup, müteselsil borç doğurması
sebebiyle, sadece buna iliĢkin hükümleri açısından Borçlar Kanunu’nun 141-147
hükümlerinde düzenlenmiĢtir. Bu fark, kefalet sözleĢmesinde, kural olarak karĢılıksız borç
altına girerek teminat veren kefili koruyucu bir çok hüküm mevcutken, borca katılanın bu
kadar kapsamlı bir korumadan yoksun olmasını ifade etmektedir.
Kefalet sözleĢmesinde kefilin borcunun konusu, borçlunun edimini ifa etmemesi sonucunda
alacaklının uğrayacağı zararı karĢılamaktır. Borca katılma sözleĢmesinin konusu ise, borca
katılanın ilk borçlunun alacaklıya karĢı ifa etmekle yükümlü olduğu borcu üstlenerek,
alacaklıya karĢı bu edim açısından asli borçlu sıfatını kazanmaktır. Kefilin edimi çoğunlukla
para borcu iken, borca katılanın edimi ilk borçlunun edimine göre her türlü edim olabilir. Ġlk
borcun konusu taĢınmaz mülkiyetinin devri ise, borca katılanın alacaklıya karĢı ifa etmekle
yükümlü olduğu edim de taĢınmaz mülkiyetinin devridir.
Kefalet sözleĢmesinden doğan borç, doğumundan sona ermesine kadar asıl alacağa feri olarak
bağlı bir borçtur. Bu anlamda kefilin borcunun feriliği mutlaktır. Ne var ki, borca katılmadan
doğan borç, geçerliliği yönünden doğumu itibarıyla geçerli bir ilk borcu gerektirir. Fakat
borca katılanın borcu bir defa geçerli olarak doğduktan sonra, müteselsil borç olma niteliği
dolayısıyla bağımsızlaĢır.
Kefalet sözleĢmesi, BK. 484 hükmü uyarınca açıkça yazılı Ģekle bağlanmıĢken, borca katılma
açısından benimsediğimiz görüĢ çerçevesinde bu sonuç ancak lıyas yoluyla sözkonusu
olabilmektedir. Diğer yandan kefil, BK. 490 uyarınca, asıl borçlunun temerrüdünün kanuni
sonuçlarından sorumlu iken, borca katılan sadece kendi ediminin ifasından sorumludur.
Kefilin halefiyetten önceden feragati BK.496/c.2 uyarınca geçerli olmadığı hâlde, borca
katılan halefiyetten önceden feragat edebilir302
. Ayrıca, kefile karĢı zamanaĢımının kesilmesi,
alacaklıya karĢı da kesilmesini sağlamaz. Ne var ki borca katılmada, BK. 134/1 uyarınca,
borca katılan için zamanaĢımının kesilmesi, ilk borçlu için de kesilmesi sonucunu
301
Bu tanım, TBKT. 581 hükmünün metninden aynen alınmıştır. Kefaletin tanımı ve unsurları hakkında
açıklamalar için bkz. Yavuz, s. 824; Tandoğan, s. 693; Reisoğlu, Kefalet, s. 1; Özen, s. 47.
302 Tandoğan, Borçlar Hukuku, II, s. 705.
doğurmaktadır303
. Diğer yandan, kefil, mutlak anlamda ferilik sebebiyle, ilk borçlunun borcu
geçersiz hale getiren tüm defilerinden yararlanırken, borca katılan, borcun doğumundan
sonra, edime iliĢkin olmaksızın ilk borçlu nezdinde gerçekleĢen defilerden yararlanamaz304
.
Doktrinde, kefilin borcunun hukuki sebebiyle borca katılanın hukuki sebeplerinin farklı
olduğu ve kefil her zaman kendi borç sebebinden sorumlu iken, borca katılanın her zaman ilk
borcun sebebine göre sorumlu olduğu, kefaletin hiçbir Ģekilde Ģekil zorunluluğuna tâbi
değilken kefaletin yazılı Ģekle tâbi olduğu, borca katılan müteselsil borç hükümlerine göre
(BK. 146) kural olarak sadece ifa ettiği borcun yarısı için rücu talebinde bulunabileceği, ne
var ki kefin, her ihtimâlde, yaptığı ödemenin tamamı için rücu hakkına sahip olduğu305
görüĢlerine katılmıyoruz.
B. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN KEFALET SÖZLEġMESĠNDEN
AYIRTEDĠLMESĠNDE ESAS ALINACAK KRĠTERLER
1. Borca Katılma ve Kefalet SözleĢmelerinin Ayırt Edilmesinde Ġzlenmesi
Gereken Yöntem
Bilindiği üzere, bir sözleĢmenin niteliğini tayin etmek için, sözleĢmenin Buna göre, öncelikle
sözleĢmede net, açık ve tek bir anlamı içeren, diğer bir ifadeyle belirli bir tip sözleĢmenin
yapılmak istendiğini gösteren doğru ve çeliĢkisiz ifadelerin mevcut olup, olmadığına
bakılmalıdır. BK. 18 hükmü, uyarınca, bir akdin Ģekil ve niteliği belirlenirken, tarafların
yanlıĢlık eseri veya gerçek iradelerini gizlemek amacıyla kasten sözleĢmenin gerçek niteliğini
göstermeyen yanlıĢ terimler ve ifadeler kullanmaları (örnek olarak istisna sözleĢmesini satım
olarak nitelendirmeleri) hâlinde sözleĢmenin lâfzının bağlayıcı olmadığını ifade etmektedir.
Bu ilke, yanlıĢ nitelendirme zarar vermez (falsa demonstratio non nocet) Ģeklinde de ifade
edilmektedir.
O hâlde, öncelikli olarak yapılması gereken, sözleĢmenin lâfzından tutarlı bir sonucun
çıkarılmasını sağlamaktır. Diğer bir ifadeyle, sözleĢmenin lâfzının hiçbir zaman dikkate
alınmayacağı Ģeklinde bir yorum ilkesi bulunmamaktadır. Aksi takdirde sözleĢmenin
yorumunda ve niteliğinin belirlenmesinde varsayımsal kriterlere ve saiklere değer verilerek
303
Tandoğan, Borçlar Hukuku, II, s. 706.
304 Reioğlu, Kefalet, s. 68.
305 Reisoğlu, Kefalet, s. 69; Tandoğan, Borçlar Hukuku, II, s. 706; Özen, s. 7.
keyfîliğe yol açılmıĢ olur. Tarafların kullandıkları terimlerin değerlendirilmesinde, özellikle
belirli bir konuda uzmanlaĢmıĢ, teknik bilgi sahibi kiĢilerin kullandığı terimler önemli bir
belirti olarak kabul edilir306
. SözleĢmenin lâfzından çıkan açık anlamın esas alınmaması için
önemli sebepler bulunmalıdır. Tarafların yapılan sözleĢmenin niteliği ve kullanılan terimle
hakkında yeterince bilgi sahibi olmadıkları biliniyorsa, kullandıkları terimler sözleĢmenin
içeriğinden çıkan genel anlamla ve sözleĢmenin amacıyla çeliĢiyorsa, tarafların yanlıĢ
nitelendirme yaptıkları görülmüĢ olur ve BK. 18 gereği amaca göre, tarafları çevreleyen tüm
hâl ve Ģartlar değerlendirilir. Fakat bu değerlendirme yapılırken, keyfilikten uzak durulması
için yine sözleĢme metnine bağlılıktan uzaklaĢılmamalıdır. Amaca göre yorum, keyfiliğe yol
açmamalıdır307
.SözleĢmenin yorumundan çıkarılacak anlam, sözleĢme metnine
dayandırılabilmelidir. Bu bağlamda tarafların borca katılma veya kefalet veya bu
sözleĢmelerden birini net olarak ortaya koyan kefalet etme, borçlunun borcunu üstlenme gibi
terimlerin kullanılması halinde, eğer bu terimler sözleĢme metniyle çeliĢmiyorsa, bu terimleri
itibar edilebilecektir. Bu açıklamalarımız, sözleĢmenin lâfzi yorumuna üstünlük tanınacağı
anlamına gelmemektedir. Her Ģeyden önce irade beyanlarının güven ilkesine göre
yorumlanması, dürüst bir muhatabın, yapılan beyandan çıkarabileceği anlamın esas tutulması
gerekmektedir.
Belirtmek isteriz ki, borca katılma ile kefalet sözleĢmeleri arasında ayrım yapabilmek için tek
belirleyici unsur, aslîlik-ferîlik kıstasıdır. Buna göre borç altına girenin, asıl borca mutlak
Ģekilde bağlı, feri bir yükümlülük yüklenmiĢ olduğu anlaĢılmakta ise, kefalet sözleĢmesi,
üstlenilen borcun bağımsızlığı esas alınmıĢsa borca katılma sözleĢmesinin akdedilmiĢ olduğu
sonucuna varılmalıdır. Borca katılma ile kefalet sözleĢmesini ayırtedebilmek için baĢvurulan,
306
Madaus, s. 91.
307 Edis, kanun koyucunun izlediği sanılan veya kabul edilen amaçlara mutlak bir değer atfetmenin doğru
olmayacağını ve özellikle yorumcunun kanun koyucunun izlediği amaç yerine kendi çözümünü kanuna
etfetmesinin geçerli olmayacağını belirtmektedir. Bkz. Edis, s. 196. Her ne kadar bir sözleşme, bir kanun hükmü
gibi, objektif olarak değil, taraf iradelerine göre yorumlanacak olsa da, kanaatimizce taraf iradelerinin
belirlenmesi amacıyla yapılacak yorumda da, tarafların izlediği sanılan amaçlara ve özellikle somut olayda
tarafların iradelerini belirlediği varsayılan saiklere, sözleşmede taraf iradelerinin belirlenmesinde, bu konularda
net delillere ulaşılmıyorsa, mutlak değer atfedilmemelidir. Aksi takdirde, hukuk güvenliğinden uzaklaşılmış
olunacağı gibi, sözleşme özgürlüğü ilkesi de ciddi şekilde ihlâl edilmiş olur. Konumuz açısından, borca katılanın,
ilk borç ilişkisinde alacaklının ifa edeceği karşı edimde genellikle bir doğrudan kişisel menfaatinin bulunduğu,
aksi takdirde kendisini asıl borçlu yapan böyle bir sözleşmeye imza atmayacağı varsayımı ve borca katılma
ayrımında bu kıstasa belirleyici rol verilmesi, taraflarda mevcut olduğu dahi belli olmayan saiklerin, yorumda
esas alınması anlamına gelecek ve sözleşme özgürlüğü ilkesine aykırı düşeceği gibi, kanaatimizce kanunda
bulunmayan bazı unsurları hükmün kapsamına almak anlamına dahi gelebilecektir.
aĢağıda inceleyeceğimiz tüm kriterler bu tespiti gerçekleĢtirmek amacındadırlar. Çünkü
sürekli bir ferilik unsuru kefalet sözleĢmesinin ayırıcı unsurudur308
. Yine belirtmemiz gerekir
ki, borca katılma müteselsil sorumluluk doğurduğundan, ilk aĢamada tüm borçlar aynı
derecededir. Bununla birlikte, birincillik müteselsil borçluluğun kanaatimizce zorunlu bir
unsuru olmayıp, alacaklının bu seçim hakkı sözleĢmeyle sınırlanabileceğinden, Ģüphe halinde,
birincillik kıstasına yorum aracı olarak baĢvurulmamalıdır. Nitekim, müteselsil kefalette
kefaletin ikincillik unsuru neredeyse ortada kalkmaktadır.
Borca katılma ve kefalet sözleĢmesi ayrımı açısından bu ilkeler ele alındığında, eğer
sözleĢmenin lâfzından net bir sonuç elde edilemiyorsa, taraf iradelerinin tespiti bakımından
bazı kriterlerin uygulanması teklif edilmektedir. AĢağıda bu kriterlerin hangilerinin, ayrımda
esas alınabileceği incelenecektir.
2. Borca Katılmanın Kefalet SözleĢmesinden Ayırdedilmesinde Yorum Aracı
Olarak BaĢvurulan Kriterlerin Değerlendirilmesi
a. Menfaat Kriteri
Borca katılanın, kefalet sözleĢmesi yapmak yerine, borca katılma sözleĢmesi yapmak
suretiyle, asıl borçlu hâline gelmesinin temel sebebinin, borca katılanın ilk borçlu ile alacaklı
arasındaki sözleĢmenin varlığında, bu borç iliĢkisinin devamında ve icrasında, özellikle de
alacaklının ilk borçluya ifa edeceği karĢı edimde doğrudan bir ekonomik menfaatinin
bulunduğu düĢüncesi, bu kriterin esasını teĢkil etmektedir. Buna göre, borca katılanın, kefalet
sözleĢmesi gibi feri bir borç altına girmeyip, asıl borçlu olmak istemesindeki asıl etken, ilk
borç iliĢkisindeki malvarlıksal menfaatidir. Zira, bir kiĢinin borca katılma gibi geniĢ kapsamlı
bir sorumluluk altına girmesini haklı gösterecek temel neden, alacaklının edimini ifa etmesi
için, ona kefaletten daha güçlü bir teminat vermek istemesidir. Bu bağlamda, ekonomik
anlamı olmayan ve dolaylı bir menfaat, üçüncü kiĢinin böyle bir borç altına girmesinin nedeni
olamaz ve kriter olarak yeterli görülemez. Doğrudan ekonomik çıkarın tespit edildiği ya da en
azından mevcut kabul edilebileceği hallerin büyük çoğunluğu borca katılma sözleĢmesinin
yapıldığını göstermektedir309
. Yine bu görüĢ, kefilin her zaman karĢılıksız borç altına girdiği
308
Reichel, s. 88; Möschel, Vor Ş414 N. 17; Palandt/Heinrichs, Vor §414 N. 4; Larenz, Schuldrecht I, s. 611;
Nörr/Scheyhing/Pöggeler, s. 256;Reinicke/Tiedtke, s. 2; Coester, s. 370; Staudinger/Rieble, Vor §414 N. 23.
309 Bu görüşün geniş açıklaması için Madaus, s. 87, vd.; Schürnbrand, s. 176, vd; Kittlitz, s. 97, vd.
fakat borca katılanın kendi menfaatini takip ettiği için borç altına girdiği varayımından yola
çıkmaktadır.
Türk ve Ġsviçre doktrini ve mahkeme kararlarında bu görüĢ geniĢ bir kabul görmekte olup310
,
Alman hukukunda ise, doktrinde311
kısmen kabul görmekle birlikte, son yıllarda yoğun
eleĢtirilere uğramıĢ ve faydasızlığı konusundaki görüĢler yoğunlaĢmıĢtır. Bununla birlikte,
Alman Federal Mahkemesi tarafından halen benimsenmeye devam edilmektedir312
.
Ġsviçre Federal Mahkemesinin karalarında, bu konuda daha da ileri giderek, hangi hâllerde
borca katılanın böyle bir menfaatinin mevcut sayılacağı konusunda kararlarında somut
kriterlere yer vermektedir. Buna göre, bir kimsenin ortağı olduğu Ģirket için teminat vermesi,
ilk borçlu ile teminat verenin aynı konutta oturmaları (kredi borcuna katılma açısından),
teminat verenin finansal kiralama konusu aracı kiĢisel ihtiyaçları için kullanması halinde,
borçlu ile teminat verenin birlikte Ģirket kurmaları ve teminatın Ģirketin ekonomik menfaati
için verildiği hallerde, bir ticaret Ģirketinin yönetim kurulu baĢkanı veya hâkim ortağının,
Ģirketin aldığı kredi için teminat vermesi halinde, teminat verenin doğrudan kiĢisel menfaatin
varlığı mevcut sayılmıĢtır313
. Nitekim Federal Mahkeme bir kararında314
, hukuk bilgisine
sahip bulunmayan bir kiĢinin müteselsil borçlu sıfatıyla imza atması halinde, sözleĢmeyi,
imza sahibinin herhangi bir kiĢisel menfaatinin bulunmadığı gerekçesiyle borca katılma
olarak değil, kefalet sözleĢmesi olarak yorumlamıĢtır. Ne var ki, Mahkemenin vardığı sonuç
yönünden değil, kararda borca katılma yönünden yapmıĢ olduğu değerlendirmeler, bugünün
teminat hukuku ve sözleĢme özgürlüğü anlayıĢına uygun düĢmeyen, açıkçası endiĢe verici bir
anlayıĢı ifade etmektedir. Çünkü Federal Mahkeme, bu kararında, borca katılma sözleĢmesi
açısından unsur niteliğine sahip bulunmayan bazı Ģartların ve özelliklerin mutlak Ģekilde
aranması gerektiği izlenimini vermektedir315
.
310
Bkz. Tandoğan, s. 707; Reisoğlu, Kefalet, s. 67; Özen, Kefalet, s. 18, vd. ; Develioğlu, Borca katılma, s. 322 ;
Scyboz, s. 344; Schwenzer, s. 492; Guhl/Merz/Koller, s. 268; Bucher, Besonderer Teil, s. 290; Von Büren, s. 249.
Bu kriteri esas alan mahkeme kararlarından bazıları olarak : 4C. 136/2003; 4C. 154/2002; 4C. 344/2000.
311 Medicus, Schuldrecht I, s. 393; Weber, Kreditsicherheiten, s. 110; Kohte, s. 997; Reinicke/Tiedtke, s. 2.
312 BGHZ 6, 385, 396; BGH NJW 1986, 580, 581; OLG Hamm NJW 1988,3022; OLG Hamm NJW 1993,2625.
Kararlar için bkz. Schürnbrand, s. 167 dn. 662.
313 Bu kriterlerin belirtildiği kararlar için bkz. Develioğlu, Garanti, s. 265.
314 4C. 136/2003
315 Bu kararın gerekçe yönünden eleştirisi için bkz. Vionnet/ von der Crone, s. 393.
Ġsviçre Federal Mahkemesi, kararının 2.5 nolu gerekçesinde, feri nitelik taĢıyan kefalet ile
bağımsız nitelik taĢıyan borca katılmanın arasındaki farklılığın dayandığı Ģu belirlemeye
dayandığını ifade etmektedir: Mahkeme, “borca katılanın ilk borçlu ile alacaklı arasındaki
sözleşme üzerinde özel ve anlaşılabilir bir menfaati bulunduğunu, bu menfaatin sadece
alacağın garanti edilmesinden ibaret bulunmadığını, kefaletin şekil şartına tâbi olmamasının
kefilin böyle bir menfaatinin bulunmaması olduğunu ve kefalet sözleşmesinin, yakın akraba ve
dostların borçlarını güvence altına almak amacını taşıdığını, ailenin ihtiyaçları için eşlerin
birlikte ödünç almaları halinde, finansal kiralamaya konu aracın kişisel amaçlarla
kullanılmasında, alacaklının ifa edeceği karşı edimden faydalanma özelliği sebebiyle, borca
katılmanın mevcut olduğunu, buna karşılık teminat verenin menfaatinin belli belirsiz olduğu
hallerde borca katılmanın mevcut sayolamayacağını, borca katılmanın varlığının kabulü için,
açık bir şekilde, asıl borçluyu sözleşmeye bağlayan aynı sebeple yükümlülük altına girmesi
olduğunu” belirtmiĢtir. Mahkeme yine bu kararının devamında, “her ne kadar teminat işlevi
de olsa, borca katılanın ana işlevinin teminat olmadığını, borca katılanın borcu kendi borcu
gibi benimsediğini, onun sözleşmeye olan menfaatinin ilk borçlununkinden farklı olmadığını
ve borca katılan ile ilk borçlu arasında, menfaat birlikteliğinin mevcut olması gerektiğini”
ifade etmiĢtir.
Mahkemenin 23.09.2003 tarihli bu kararına geniĢ olarak yer vermemizin sebebi,
Mahkemenin, borca katılmada menfaat kıstasına yer verilmesinin sözleĢme hukuku açısından
doktrinde ifade edilen tüm sakıncalarına, kararında borca katılmanın varlığını kabul etmenin
haklı bir gerekçesiymiĢ gibi yervermiĢ olmasıdır.
Federal Mahkemenin borca katılmayla ilgili tespitleri üzerinden sırayla gidilirse, öncelikle
mahkeme, borca katılmanın kefaletten farkının yegâne belirleyicisi olarak menfaat kriterini
kararının merkezine yerleĢtirmiĢtir. Böylece mahkeme, borca katılmanın tanımında yer
almayan bir unsuru, borca katılmada mutlak olarak mevcut olamsı gereken bir unsur katına
çıkarmıĢtır. Borca katılmada, borca katılanın kiĢisel menfaati diye bir unsur bulunmamaktadır.
Mahkeme, bu anlayıĢıyla, tarafların teminat sağlamak amacıyla diledikleri sözleĢmeyi seçme
özgürlüğüne kanunda ve borca katılmanın tanımında yeralmayan bir sınırlama getirmiĢtir.
Mahkeme, diğer yandan, kefalette böyle bir kiĢisel menfaat bulunmadığı için kanunun bu
sözleĢmede yazılı Ģekil zorunluluğuna yerverdiğini açıklamıĢtır. Ne var ki, kefalet
sözleĢmesinde, bu sözleĢmenin yapılmasında kefilin hiçbir zaman kiĢisel menfaatinin
bulunamyacağı Ģeklinde bir ilke ya da kural bulunmamaktadır. Kefalet sözleĢmesinde
olayların büyük çoğunluğunda hatır iliĢkisi mevcut olsa da, bu kefalet sözleĢmesinin zorunlu
bir unsuru değildir. Nitekim, taraflar dilerlerse, kefalet sözleĢmesinde karĢı edim dahi
kararlaĢtırarak, bu sözleĢmeyi tam iki tarafa borç yükleyen bir sözleĢme haline
getirebilmektedirler. Mahkemenin düĢüncesinin aksine, kefalet sözleĢmesinin Ģekle
bağlanmasının sebebi, kefilin bir menfaatinin bulunmaması değil, baĢkasının borcu için
teminat veren kefilin, kiĢisel malvarlığıyla sorumlu olması sebebiyle, acele karar vermekten
korunması ve uyarılmasıdır.
Mahkeme, borca katılmanın varlığına hükmetmek için, edimden faydalanma durumunun
sözkonusu olması gerektiğini belirtmiĢ, ayrıca borç altına girenin belli belirsiz dolaylı
menfaatinin bulunduğu halleri borca katılmanın varlığı için yeterli saymıĢtır. Mahkemenin bir
teminat sözleĢmesinde, borca katılanın edimden faydalanmayı nasıl tespit edeceği ve
doğrudan-dolaylı menfaat ayrımını hangi kritere göre yapacağı konusunda bir açıklama
bulunmamaktadır.
Ayrıca mahkeme, borca katılanın açık bir Ģekilde, ilk borçla aynı hukuki sebeple yükümlülük
altına girmesini bir gereklilik olarak aramıĢ, borcu tam anlamıyla benimsediğinden
bahsetmiĢtir. Mahkemenin, borca katılanın bu benimsemeyi hangi oranda gerçekleĢtireceğini
nasıl tespit edeceği de ayrı bir sorundur. Yine mahkeme, ilk borçlu ile alacaklının aynı
menfaati gözetmeleri gerektiğini kararında belirtmiĢtir316
. Bir teminat sözleĢmesinin hukuki
niteliğinin belirlenmesinde, bu tür tespiti mümkün olmayan sübjektif kıstasların getirlmesi,
sözleĢme hukuku anlayıĢı açısından çok düĢündürücü ve hukuk güvenliğini zedeleyici
niteliktedir.
Mahkeme, borca katılma sözleĢmesinin, ana iĢlevi teminat olan bir sözleĢme olmadığını
belirtmesi, modern teminat hukuku anlayıĢına tamamen ters düĢmektedir. Borca katılan, bir
menfaat beklentisi içinde ola dahi, ilk borçlunun borcuna alacaklıya bu edim için teminat
vermek amacıyla katılır. SözleĢmenin hukuki sebebi teminattır. Ana iĢlevi de teminat
sağlamaktır.
Borca katılma sözleĢmesinin, kiĢisel menfaatin varlığı sebebiyle Ģekle bağlanmıĢ olmadığını,
kefaletin de bu menfaatin yokluğu sebebiyle Ģekle bağlandığı anlayıĢı, Alman Ġmparatorluk
Mahkemesinin, borca katılmanın Ģekle bağlı olmaması için, özel bir sebebin bulunması
316
Mahkemenin bu kararının, olumlu bir anlamda incelendiği bir çalışma olarak ve mahkemenin bu karardaki
gerekçeleri için bkz. Develioğlu, Borca Katılma, s. 314, vd.
gerektiği, bu sebebin de kiĢisel menfaat olduğunu belirttiği, 1902 tarihinde verilmiĢ bir
kararda317
yer alan ve bugün Alman Hukuknda terk edilmiĢ olan bir anlayıĢı ifade etmektedir.
Eğer borca katılmanın Ģekle bağlı olmadığı kabul edilecekse, bunun tek sebebi Ģekil serbestisi
ilkesi ve borca katılmanın atipik bir sözleĢme olmasıdır.
Borca katılmada doğrudan kiĢisel menfaat kriteri, bugün, müphem ve varsayılı saiklere önem
veren, belirsiz bir kriter olarak yoğun eleĢtirilere uğramakta ve bu ayrımın yapılmasında
hiçbir sorunu çözmediği, hiçbir yenilik getirmediği açıkça doktrinde ifade edilmektedir318
.
Esasen Alman Federal Mahkemesinin bu kritere sadece bir yorum aracı olarak baĢvurduğu ve
Ġsviçre Federal Mahkemesi gibi, sözleĢmenin merkezine oturtulan ve bir unsur gibi her olayda
aranan bir kriter olmadığı ifade edilmektedir319
. Kanaatimizce, bu kritere sadece borca
katılanın, kefil gibi açık bir korumayı hak etmediğinin tespit edilebilmesi açısından ve ancak
çok net verilerin varlığı halinde baĢvurulmalı, özellikle varsayım yöntemiyle menfaat
kriterinin varlığı düĢüncesine gidilmemelidir. Taraf iradelerinin yorumundan hiçbir sonuca
varılamıyorsa, Ģüphe halinde kefalet karinesine gidilmeden önce, son bir yorum aracı olarak
bu kriterin varlığı denetlenmelidir.
b. Teminat Verenin Kendi Borcu veya BaĢkasının Borcu Ġçin
Sorumluluk Üstlenmesi Kriteri
Bu kriter kefilin baĢkasının borcu için sorumluluk üstendiği, borca katılanın ise kendi borcunu
ifa ettiği düĢüncesinden yola çıkmaktadır320
. Öncelikle, kefil de sözleĢmeyle üstlendiği kendi
borcunu ifa etmektedir. Borca katılan ise, borcu stlendikten sonra bunun kendi brcu haline
getirmiĢ olur. Bu açıdan bu kriter faydalı görülmemektedir321
.
Ne var ki bu kriter Ģöyle anlaĢılırsa kanaatimizce bir anlam ifade edecek ve ayrımda faydalı
olabilecektir. Kefilin borcunun tazminat borcu olduğu ifadesi doktrinde eleĢtirilse de322
,
317
Alman İmparatorluk Mahkemesinin 20 Mart 1902 tarih ve (RG VI 409/01) sayılı kararı için bkz. Schlicht, s. 63
dn. 242.
318 Bydlinski, Bürgschaft, s. 46; Madaus, s. 94; Kittlitz, s. 108; Schürnbrand, s. 177.
319 Madaus, s. 92.
320 Palandt/Heinrichs, Vor Ş414 N. 4; Möschel, Vor §414 N. 21.
321 Bülow, Kreditsicherheiten, Rn. 1371; Kittlitz, s. 99, vd.
322 Barlasi Kredi kartı, s. 964; Özen, Kefalet, s. 20.
kefilin kendi borcunun konusu, alacaklının borçlunun edimini ifa etmemiĢ olması sebebiyle
bunun sonuçlarında kiĢisel olarak sorumlu olmaktır. Esasen bu sorumluluk, alacaklının
borçludan talep edebileceği tazminat miktarına tekabül etmektedir. Kefil, yükümlülük olarak,
alacaklının borçlu sebebiyle uğradığı zararı gidermeyi üstlenmiĢtir. Aksinin kabulü, kefalet
sözleĢmesinin tanımına aykırı düĢmektedir. Borca katılan ise, ilk borçlu gibi, çoğunlukla zarar
gidermeyi konu almayan bir edimi ifa etmeyi üstlenir. Bu yönden borca katılanla, kefilin
edimleri farklı olabilir. Bu sebeple, teminat verenin edimin alacaklının borçlu sebebiyle
uğrayacağı zarar miktarına ilkin olduğu tespit edildiğinde, burada kefaletin varlığı sonucuna
varmak kanaatimizce mümükn olmalıdır. Bu kefilin borcunun tazminat borcu olduğunu kabul
etmemiz anlamına gelmemekte, fakat kefilin ediminin alacaklının, borçlunun edimini ifa
etmemesinden dolayı uğradığı zarara göre belirlendiği anlamına gelmektedir. Kefil, kendi
temerrüdü sebebiyle ayrıca sorumludur. Borca katılanın borcu ise, baĢkasının ifa etmeme
Ģeklindeki bir davranıĢına göre belirlenmemektedir. Sadece içerik olarak ilk borçlunun edimi
üstlenilmektedir.
c. Ġlk Borçlunun Borcu Ġfa Etmeyeceğinin Belli Olması Kriteri
Ġlk borçlunun borcunu ifa etmeyeceği kesin olarak anlaĢılıyor ve borca katılan da bunu bilerek
borç altına girmiĢse, bunun borca katılmanın varlığına dalalet edeceği görüĢü yaygın olarak
belirtilmektedir323
.
Kanaatimizce, müteselsil kefalet sebebiyle kefile doğrudan baĢvurulabilmesi de aynı anlayıĢa
dayanmaktadır. Bu sebeple bu kriterin esas alınamayacağını düĢünmekteyiz324
d. ġüphe Halinde Kefalet SözleĢmesinin Varlığı Yönündeki Öncelikli
Yorum Ġlkesi
ġüphe halinde kefalet lehine yorum ilkesi, kanun koyucunun kefalet sözleĢmesini asıl teminat
sözleĢmesi tipi olarak düzenlediği, menfaatler dengesini bu sözleĢmede en iyi Ģaklde gözetmiĢ
ve kefile etkin bir koruma getirmiĢ olduğu ve böylece kefaleti dolanma endiĢesinin de
giderilecek olmasıdır325
. Kanatimizce üç gerekçe de kabul edilebilir gerekçelerdir. Kefilin
323
Staudinger/Horn, Vor §765 N. 367; Bülow, Kreditsicherhiten, Rn. 1375; Schürnbrand, s. 173.
324 Bu görüşte Madaus, s.104; Kittlitz, s. 101.
325 Selahatttin Sulhi Tekinay, Kefalet mi, Borcun Dış Yüklenilmesi mi, mevcut Borca İltihak mı, Üçüncü Şahsın
fiilini Taahhüt mü? İstanbul Barosu Dergisi, XXXII, N.11-12, s. 237; Nami Barlas, Türk Hukuk Sisteminde Banka
Teminat Mektupları, İstanbul 1986, s. 39; Özen, Kefalet, s. 17.
kanun tarafından geitirlen etkin korumadan yararlandırılması için, borca katılmanın varlığı
konusunda net bir sonuca varılamıyorsa, Ģekil, belirli hallerde borçtan kurtulma, mutlak ferilik
gibi imkânları doğrudan uygulanacak kanun hükümleriyle sağlayacak olan kefalet
sözleĢmesinin varlığına öncelik verilmelidir.
3. GörüĢümüz
Eğer tarafların yapmıĢ olduğu sözleĢmedeki taraf irade beyanlarının güven ilkesine bağlı
yorumu sonucunda, sözleĢme metnine bağlı olarak net bir sonuca varılabiliyorsa, bu sonuç
benimsenmelidir. Böyle bir durum sözkonusu değilse, kanaatimizce, bir çok karmaĢaya ve
yanlıĢ uygulamalara yol açan, belirlenmesi sübjektif yargılara bağlı bir kriter olan menfaat
kriteri ya terk edilmeli ya da Ģüphe halinde kefalet karinesine baĢvurulmadan önce bu kritere
son çare olarak baĢvurulmalıdır.
Doktrinde, kefalet sözleĢmesinin varlığına hükmedilmesini mümkün kılan özellikler olarak
sözleĢmede Ģu belirtilerin varlığı halinde, kefaletin akdedildiği hakkında Ģüphe edilmemesi
gerektiği ifade edilmektedir: Öncelikle, sözleĢmede feriliğe iliĢkin bir delil aranmalıdır. Eğer
bu yoksa, edimin konusundan yola çıkılmalıdır. Kefilin borçlunun edimini ifa etmemesinin
sonuçlarından sorumlu olması, kefilin ediminin, alacaklının borçlunun edimini yerine
getirmemesi sebebiyle uğradığı zararı tazmin etmek olduğunu göstermektedir. Kefil bu
giderim yükümlülüğünü, bir edim olarak üstlenmiĢ olup, bu borcu ifa ettiğinde, kendi kefalet
borcunu ifa etmiĢ olacaktır. Kısaca teminat verenin edimi, bir sorumluluğun üstlenilmesi
olarak belirlenmiĢse, kefaletin varlığı sonucuna varılabilecektir. Burada Türk Hukuku
yönünden önemle üzerinde durulacak bir hsusu Ģudur: BK. 487 hükmü, müteselsil kefaleti
ifade etmek üzere “müĢterek müteselsil borçlu” ifadesini kullanmaktadır. SözleĢmelerde
müteselsil kefalet düznelenirken, kanuni terimden ayrılmamak amacıyla bu ifadenin yanlıĢ
olarak dahi olsa kullanıldığı görülmektedir. Bu sebeple, tarafların salt müĢterek müteselsil
borçlu ifadesini kullanıĢ olmaları, borca katılmanın akdedildiği sonucunu doğurmayacak,
tersine bu ifadenin özellikle kullanılmıĢ olması, tarafların müteselsil kefalet borcunu
meydana getirmek istediklerinin aksi ispat edilmediği sürece kabul edilmesine yol açacaktır.
Diğer yandan, doktrinde, teminat sözleĢmesinde, kefalete iliĢkin kanundaki hükümlerden,
özellikle borca katılmaya kıyasen uygulanamayacak bazı kurallara yer verilmiĢse, bundan
kefalet sözleĢmesinin akdedilmiĢ olduğu sonucunun çıkarılabileceği belirtilmektedir326
. Bu
hükümler, esasen kefilin sürekli olarak feri bir borç yüklendiğini açıkça gösteren hükmler ve
kefilin sorumluluğunu gösteren hükümlerdir. Buna göre sözleĢmede Borçlar Kanunu’nun 483,
485/c.2 (kefalet benzeri garanti), 490, 497, hükümlerine sözleĢmede atıf yapılmıĢsa, bu durum
bir kefalet sözleĢmesinin yapıldığı yönünde ciddi bir delil oluĢturacaktır. Esasen, borca
katılmada da BK. 490 hükmü gibi, bir müteselsil borçlunun diğerinin temerrüdünün hukuki
sonuçlarından sorumlu olacağı kararlaĢtırılabilir. Fakat kanaatimizce bu istisnai bir durum
olup, böyle bir belirleme daha çok kefalet sözleĢmesinde kefilin sorumluluğuna özgüdür.
Hâkim somut olayda teminat sözleĢmesini her iki tarafın haklı menfaatlerini gözeterek, güven
ilkesi ıĢığında yorumladığında, hiçbir sonuca ulaĢamıyorsa, Ģüphe halinde kefaletin kabulü
ilkesi gereği, kefalet sözleĢmesinin yapıldığı kabul edilecektir.
II. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN TEMĠNAT AMAÇLI GARANTĠ
SÖZLEġMESĠNDEN AYIRT EDĠLMESĠ
A. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠ ĠLE TEMĠNAT AMAÇLI GARANTĠ
SÖZLEġMESĠ ARASINDAKĠ FARKLILIKLAR
Garanti sözleĢmesi, garanti verenin alacaklıya fiilî veya hukukî bir sonucun gerçekleĢeceğini
veya ileride meydana gelebilecek belirli bir zarar bir riskinin gerçekleĢmeyeceğini, bağımsız
bir yükümlülük olarak taahhüt ettiği sözleĢmedir327
. Kanunda düzenlenmeyen, sui generis
nitelikteki328
bu sözleĢme teminatı amaçlayan garanti sözleĢmesi (teminat amaçlı garanti
sözleĢmesi) ve saf (yöneltmeyi amaçlayan garanti sözleĢmesi) olarak iki gruba
ayrılmaktadır329
.
Teminat amaçlı garanti sözleĢmesi, garanti verenin teminat sağlamak amacıyla temel
iliĢkideki alacalıya karĢı, temel iliĢkiden doğan borçtan bağımsız olarak borçlunun edimi için
326
Madaus, s. 115.
327 Bu tanım için bkz. Habersack, BGB Vor § 765 N. 13; Staudinger/Horn, Vor §765 N. 194; NJW 1999, 1542.
328 Tandoğan, Borçlar Hukuku, II, s. 687; Yavuz, s. 872.
329 Tandoğan, Borçlar Hukuku, s. 804.
sorumlu olmayı üstlendiği sözleĢme olarak tanımlanmaktadır330
. Bu sözleĢme ile garanti
veren, borçlu olunup olunmadığına ve edimin ifa kabiliyetinin bulunup bulunmadığına
bakılmaksızın, borçlunun edimini yerine getirmesinden sorumlu olmayı taahhüt eder331
.
Böylece, garanti veren asıl borçlunun sonraki kusursuz imkânsızlık sebebiyle borçtan
kurtulduğu, asıl borç iliĢkisinin borçlunun iptâl hakkını kullanarak hükümsüzleĢtiği, hatta
edimin baĢlangıçtaki imkânsızlığı veya borç iliĢkisinde mevcut bulunan diğer kesin
hükümsüzlük hâllerinde dahi, borçlunun sonuç itibarıyla edimini haklı veya haksız olarak
yerine getirmemesinden sorumlu olmayı üstlenmektedir332
. Garanti verenin, temin ettiği
borcu doğuran hukuki iliĢkiden bağımsızlığı (bu borç iliĢkisinden doğan borca ferî olarak
bağlı olmayıĢı) bu sözleĢmenin zorunlu bir unsurudur333
. Garanti verenin bu sözleĢmesel
sorumluluğu, kusura dayanmayan bir sonuç sorumluluğudur334
. Zira garanti veren, borç
doğmamıĢ olsa dahi, alacalının bu edime yönelik ifa menfaatini tatmin etmeyi kiĢisel olarak
üstlenmektedir. Borçlunun bu edimin ifasıyla herhangi bir sebeple yükümlü olup, olmadığı
garanti verenin borcu için bir anlam ifade etmemektedir. Bu sebeple garanti sözleĢmesi,
alacaklı açısından bakıldığında en güçlü teminatı sağlayan kiĢisel teminat sözleĢmesidir335
.
Garanti sözleĢmesi borca katılma ve kefalet gibi, kural olarak bir tarafa borç yükleyen bir
sözleĢmedir. Borca katılma ve kefaletten farklı olarak, borçlunun kendi edimi için garanti
taahhüdünde bulunması mümkündür336
.
Teminat amaçlı garanti sözleĢmesinin ayırıcı unsuru, borçlu ile alacaklı arasındaki borç
iliĢkisinden tamamen bağımsız olmasıdır. Bu anlamda hiçbir Ģekilde feriliği sözkonusu
olamaz. Buradaki bağımsızlık, borca katılma sözleĢmesinde gerçekleĢen sonraki
bağımsızlıktan daha ileri bir düzeydedir. Garanti veren, alacaklının kendisinden ifa talebinde
bulunmasına karĢı, borçlunun ileri sürebileceği hiçbir defi veya itiraza dayanamayacağı gibi,
330
Tandoğan, Borçlar Hukuku, II, s. 804; Tandoğan, Garanti Mukavelesi, s. 6.
331 Yavuz, Özel Hükümler, s. 872.
332 Tandoğan, Borçlar Hukuku, II, 805; Yavuz, Özel Hükümler, s. 873.
333 Serozan, Özel Bölüm, s. 20.
334 Yavuz, Özel Hükümler, s. 880;
335 Reinicke/Tiedtke, s. 206.
336 Tandoğan, Garanti Mukavelesi, s. 15.
borcun talep ânı itibarıyla sona ermiĢ olduğuna veya hiç doğmadığına dahi dayanamaz337
.
Garanti veren, ancak alacaklı ile kendi arasındaki sözleĢneden doğan defileri ileri sürebilir.
Bunlar, garanti sözleĢmesinin geçersizliği, sözleĢmenin sona erdiği, ya da garanti verenin
borcunu doğuracak olgunun (riskin) gerçekleĢmediğini ileri sürebilir338
. Bu açıdan garanti
veren çok az sayıda savunma imkânına sahiptir. Fakat garanti sözleĢmesine ayırıcı unsurunu
veren de bu özelliğidir. Garanti veren, neredeyse kayıtsız Ģartsız bir sonuç taahhüdü altına
girmektedir. Alacaklı, edimi talep ettiğinde, karĢılık olarak birçok definin ileri sürülmesi
suretiyle edimin geciktirilmesi ihtimâliyle karĢılĢamayacaktır. Garanti veren ise, çoğunlukla
garanti ettiği edimi, borçlu ile arasındaki iç iliĢki gereği rücu edebilecek olsa da, borçludan
talep ettiği rücu alacağını elde edememe riski her zaman için mevcuttur339
.
Borca katılmada, kanaatimizce hukuki bir engel bulunmasa da, alacaklı ile borca katılan
arasında ikincilliğin kararlaĢtırılmasına pek rastlanmaz. Alacaklı dilerse, borca katılandan, ilk
borçlunun edimini ifa etmemesi Ģartıyla talepte bulunacağı konusunda borca katılanla
sözleĢme yapabilir. Dilerse, müteselsil borçlu olan borca katılandan edimi hiç talep
etmeyebilecek (pactum de non petendo)340
veya onunla ibra sözleĢmesi yaparak, dıĢ iliĢkide
onu tamamen borçtan kurtarabilecek alacaklının, borçlu edimini ifa etmezse borca katılandan
talepte bulunacağı konusunda bir Ģüphe duyulmamak gerekir. Nitekim, müteselsil borçluluğun
meydana getirdiği bağımsızlıktan ötürü, borçların farklı hükümlere tâbi tutulması341
ve bu
bağlamda bir borcun Ģarta bağlılığının kararlaĢtırılabilmesi mümkündür342
. Fakat
kanaatimizce bu istisnâi bir hâldir. Alacaklı çoğunlukla böyle bir sözleĢmeye razı gelmez.
337
Bucher, Besonderer Teil, s. 289.
338 Staudinger/Horn, Vor §765 N. 242.
339 Madaus, s. 118.
340 Pactum de non petendo, alacaklının alacağını talep etmeyeceğine dair borçlusu ile yaptığı anlaşmadır. Roma
Hukukunda bu anlaşma ius civile’ye göre geçersiz olmakla birlikte, bu anlaşmaya rağmen alacağını borçludan
talep eden alacaklıya karşı, praetor davalıya bir exceptio de non petendo tanıyarak, borçluyu mahkûm olmaktan
kurtarmakta ve pactum de non petendo’yu gerçek bir şekilsiz ibra sözleşmesi haline getirmekteydi. Aynen alıntı
olan bu açıklama için bkz. Umur, s. 150.
341 Eren, s. 1153.
342 Bu bağlamda, birincilliğin müteselsil borçluluğun zorunlu unsuru olması başlangıç itibarıyla, borcun doğumu
ânı açısından mevcuttur. Borçların doğumu ânında borçlar arasında bu ilişki mevcut değilse, teselsül sözkonusu
olmaz. Fakat tarafların borcu doğuran sözleşmede esasen müteselsil borcun doğduğunu fakat alacaklının
borçlardan birini şarta bağlı olarak talep edeceğini kararlaştırmalarına bir engel bulunmamaktadır. Müteselsil
borçluluğun doğumu ânında alacaklının her bir borcun ifasını talep hakkı konusunda bir seçim hakkı
Diğer yandan, garanti sözleĢmesinde de, garanti verenin ikincil bir taahhüt altına girmiĢ
olduğu kararlaĢtırılabilir. Garanti verenin borcunu doğuracak riskin, borçlunun alacaklıya
ifada bulunmaması olarak kararlaĢtırılması mümkündür343
. Bu sebeple garanti sözleĢmesi ile
borca katılma arasındaki farkı kanaatimizce burada görmek doğru değildir. Ne var ki, garanti
veren ilk borçlunun edimini ifa etmeyi üstlenmez. Borçlunun ediminden tamamen bağımsız
bir sonuç taahhüdünü üstlenir. Bu sebeple garanti vereni hiçbir zaman müteselsil borçlu
sıfatını kazanmaz. Bunun sebebi, garanti veren ile ilk borçlunun borçlarının farklı hukuki
sebepten doğmaları olmayıp, garanti verenin ediminin içeriğidir. Garanti veren borçlunun
borcunu ifa etmeyi değil, sadece bu yönden kefil gibi, borçlunun borcunu ödememesinin
alacaklı için oluĢturduğu riski üstlenir. Bu anlamda garanti verenin sonuç taahhüdü, borçlunun
borcunu ifa etmek değil, borçlunun edimi ifa etmemesi Ģeklinde gerçekleĢen riskin sonucunda
alacaklı için oluĢan zararın giderilmesidir. Çünkü garanti veren, alacaklıya riskin
gerçekleĢmesinden dolayı bir zarara uğramayacağını, riski üzerine almayı taahhüt eder. Bu
sebeple, garanti verenin borca katılanın aksine, ilk borçluyla aynı edimi üstlendiğinden
bahsedilemez.
Sonuç itibarıyla borca katılma ile garanti sözleĢmeleri arasındaki benzerlikler ve farklılıklar
Ģöyle özetlenebilir: Her iki sözleĢme de, alacaklının borçludan talep ettiği edimi elde
edememesine yönelik riski bertaraf etmeyi amaçlar. Bu anlamda her iki sözleĢme de atipik
teminat sözleĢmeleridir. Her ikisi de teminat verenin bağımsız borçluluuna yol açar. Fakat
garanti verenin ediminin, esasen borçlunun borcuyla hiçbir bağlantısı yokken, borca katılanın
borcu ilk borca doğumu aĢamasında ferilik iliĢkisiyle bağlıdır. Bu ferilik iliĢkisi borcun
geçerli olarak doğumundan itibaren ortadan kalkar. Garanti veren, edimin içeriği aynı (her iki
sözleĢmedeki edim de para borcu) olsa dahi, hiçbir Ģekilde (ilk) borçluyla birlikte müteselsil
borçlu olmaz, onunla aynı edimi borçlu sıfatıyla ifa etmeyi üstlenmez. Borçlunun edimini ifa
etmemesi riskinin alacaklı için doğuracağı zararı gidermeyi üstlenir. Borca katılan ise,
alacaklının ifa menfaatini, borçlu ile aynı içerikteki edimi, diğer bir ifadeyle aynı borcu
üstlenerek karĢılamayı taahhüt eder. Diğer yandan, Borçlar Kanunu, müteselsil borçluluk
gereği olarak borca katılanın borcunu ifa etmesi olasılığında, borca katılanı kanuni
halefiyetten yararlandırırken (BK. 147), ifada bulunan garanti veren herhangi bir halefiyetten
bulunmalıdır. Fakat alacaklı, sonradan kendi iradesiyle bu hakkını sınırlayabilir. Bu fikirde Canyürek, s. 15;
Bülow, s. 985; Habersack, §771 N. 2; Kittlitz, s. 134, Schürnbrand, s. 97; Wernecke, s. 137. Aksi fikirde bkz.
Madaus, s. 48, vd.; Özen, s. 10.
343 Madaus, s. 118; Staudinger/Horn §765 N 196.
yararlanamaz. Yine Borçlar Kanunu, ifada bulunan garanti verene doğrudan bir rücu hakkı
tanırken (BK. 146), garanti vereni rücu hakkı, ancak ilk borçluyla aralarında buna yönelik bir
sözleĢme varsa mümkündür. Borca katılan, baĢlangıçtaki feriliğin sonucu olarak, borcun
doğumu ânında mevcut olan, ilk borçluya ait tüm defilerden yararlanabilirken, garanti verenin
hiçbir ihtimâlde borçluya ait defilerden yararlanma imkânı bulunmamaktadır344
.
Ġlk borçta edimin para olarak belirlenmediği hâllerde borca katılma ve garanti sözleĢmelerini
ayırt etmek kolaylıkla mümkündür. AĢağıda bu ayrımın nasıl yapılabileceği incelenecektir.
B. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN TEMĠNAT AMAÇLI GARANTĠ
SÖZLEġMESĠNDEN AYIRTEDĠLMESĠNDE ESAS ALINACAK
KRĠTERLER
Kefalet sözleĢmesi ile borca katılma sözleĢmesini ayırtedilmesine iliĢkin açıklamalarımızda
da belirttiğimiz gibi, bir sözleĢmenin niteliğini tayin etmek için, sözleĢmenin içerdiği tüm
hükümler göz önünde tutularak, tarafların ortak iradesi ve amacı tespit edilmelidir. Doktrinde
ve mahkeme kararlarında, kefalet-borca katılma ayrımında benimsenen tutum, borca katılma-
garanti ayrımında da benimsenmektedir. Buna göre, öncelikle sözleĢmede net, açık ve tek bir
anlamı içeren, diğer bir idaeyle belirli bir sözleĢmenin yapılmak istendiğini gösteren doğru ve
çeliĢkisiz ifadelerin mevcut olup, olmadığına bakılmalıdır. BK. 18 hükmü, tarafların farkında
olmaksızın, istemeden gerçeğe uygun olmayan ifadeler kullanmaları (örnek olarak istisna
sözleĢmesini satım olarak nitelendirmeleri) veya kasıtlı olarak gerçek iradelerini gizlemek
amacıyla yanlıĢ terimler kullanmaları hâlinde sözleĢmenin lâfzının bağlayıcı olmadığını ifade
etmektedir. O hâlde, öncelikli olarak yapılması gereken, sözleĢmenin lâfzından tutarlı bir
sonucun çıkarılmasını sağlamaktır. Aksi takdirde sözleĢmenin yorumunda ve niteliğinin
belirlenmesinde varsayımsal kriterlere ve saiklere değer verilerek keyfîliğe yol açılmıĢ olur.
Tarafların kullandıkları terimlerin değerlendirilmesinde, özellikle belirli bir konuda
uzmanlaĢmıĢ, teknik bilgi sahibi kiĢilerin kullandığı terimler önemli bir belirti olarak kabul
edilir345
. SözleĢmenin lâfzından çıkan açık anlamın esas alınmaması için önemli sebepler
bulunmalıdır. Tarafların yapılan sözleĢmenin niteliği ve kullanılan terimle hakkında yeterince
344
Madaus, s. 119; Tandoğan, s. 840.
345 Staudinger/Horn, § 765 N. 217; Peter Bülow, Recht der Kreditsicherheiten, Heidelberg, 1999, Rn. 1350;
Bülow, Rn. 1350; Madaus, s. 121, Larenz/Canaris, §64 III 3a (bu atıf için bkz. Madaus, s. 121 dn. 272). Bu
yöndeki Alman Federal Mahkeme Kararları olarak: BGH WM 1956, 1293; WM 1975, 348, 349; OLG Hamburg
WM 1983, 188, 189.
bilgi sahibi olmadıkları biliniyorsa, kullandıkları terimler sözleĢmenin içeriğinden çıkan genel
anlamla ve sözleĢmenin amacıyla çeliĢiyorsa, tarafların yanlıĢ nitelendirme yaptıkları
görülmüĢ olur ve BK. 18 gereği amaca göre, tarafları çevreleyen tüm hâl veĢartlar
değerlendirilir. Fakat bu değerlendirme yapılırken, keyfilikten uzak durulması için yine
sözleĢeme metnine bağlılıktan uzaklaĢılmamalıdır. Amaca göre yorum, keyfiliğe yol
açmamalıdır. SözleĢmenin yorumundan çıkarılacak anlam, sözleĢme metnine
dayandırılabilmelidir. Bu bağlamda tarafların borca katılma veya garanti terimlerini veya bu
sözleĢmelerden birini net olarak ortaya koyan garanti etme, borçlunun borcunu üstlenme gibi
terimlerin kullanılması halinde, eğer bu terimler sözleĢme metniyle çeliĢmiyorsa, bu terimleri
itibar edilebilecektir.
SözleĢmede bir nitelendirme yapılmamıĢsa veya bu nitelendirmenin yanlıĢ yapıldığı
anlaĢılıyorsa, yorum yoluyla, hangi sözleĢmenin yapıldığı ortaya çıkarılmalıdır. Bu bağlamda,
borca katılma ve garanti sözleĢmesi ayrımında kabul edilecek kriter ikincillik olmayacaktır.
Zira bir üst baĢlıkta belirttiğimiz gibi müteselsil borçlulukta ikincilliğin
kararlaĢtırılamayacağının ileri sürülmesinin geçerli bir hukuki dayanağı bulunmamaktadır.
Bu konuda esas alınacak kriter, garanti verenin ilk borç iliĢkisinden, bu borç iliĢkisindeki
edimden, bu edimin varlığından, geçerliliğinden ve özellikle borç iliĢkisinin oluĢturacağı
defilerden tamamen bağımsız bir yükümlülük altına girmek isteyip, istemediğini
belirlemektir. Bu yönde bir belirleme yapılabilirse, sözleĢme garanti sözleĢmesi olarak
yorumlanacaktır. Zira bu tür belirlemeler borca katılma sözleĢmesinin yapısına tamamen
aykırıdır.
Buna karĢın, özellikle teminat verenin, açıkça bir riski doğrudan doğruya karĢılamayı değil,
borçlunun edimini üstlendiğinin anlaĢıldığı hâllerde veya alacalıya karĢı borçluyla aynı
konumda bulunmalarının kararlaĢtırıldığı hâllerde borca katılma sözleĢmesinin varlığı
yönünde yorum yapılacaktır. Özellikle teminat verenin asıl borç iliĢkisinden doğan ve borca
ait defilerden tamamen bağımsız bir yükümlülük altına girdiği net olarak anlaĢılmıyorsa, bu
konuda önemli Ģüpheler varsa, borca katılma yönünde yorum yapılmalıdır.
Son olarak, teminat sözleĢmesinin içeriğinden hiçbir sonuca varılamıyorsa, Ģüphe hâlinde
kefaletin kabulü ilkesi devreye girecek ve sözleĢme kefalet sözleĢmesi olarak
yorumlanacaktır. Ne var ki, sözleĢmenin kefalet sözleĢmesi olmadığı, açık ve net olarak
anlaĢılıyorsa, bu durumda Ģüphe hâlinde kefalet ilkesinin devreye sokulmaması gerekir.
Çünkü bu ilke kanuni bir karine değil, bir yorum ilkesidir. Bu durumda, sözleĢmede teminat
verenin konumuna bakmak gerekir. Teminat verenin edimle olan iliĢkisinin yakınlığı oranında
borca katılma yönünde yorum yapılmalıdır. Bununla birlikte, son zamanlarda uluslar arası
ticarette garanti sözleĢmesinin yaygınlığı sebebiyle, süphe hâlinde garanti sözleĢmesinin
varlığının kabulü gerektiği konusunda doktrinde yeni bir fikir ileri sürülmektedir346
. Ġsviçre
Federal Mahkemesinin de kabul ettiği bu görüĢe teminatın banka tarafından verilmesi ve
teminatın uluslar arası bir iliĢki bağlamında verilmesi, teminat amaçlı garanti sözleĢmesi
yapıldığı yönünde bir karine oluĢturur347
. Belirtmemiz gerekir ki, bu karine ilk talepte ödeme
Ģartlı garantiler açısından geçerlidir348
. Esasen bu tür garantilerin düzenlendiği belgede,
çoğunlukla alacaklı ile borçlu arasındaki hukuki iliĢkiden bağımsızlığa atıf yapılacağından, ilk
talepte ödeme Ģartlı garantilerin tespitinde özellikle Türk Hukukunda ve bankacılık
uygulamasında pek bir zorlukla karĢılaĢılmayacaktır. Kanaatimizce bankacılık alanı dıĢında
bu karineye yer verilmesi zordur. Ancak, ilgili iĢ ve ticaret alanında garanti sözleĢmelerinin
yapılması basit bir teamülü geride bırakıp, adeta ticari örf âdet haline gelmiĢse bu yönde
yorum yapılabilir. Fakat basit teamüller bu konuda esas alınmamalı ve bu ilkeye Ģüphe
halinde kefalet karinesi gibi en son sırada, hiçbir sonuç çıkarılamazsa baĢvurulmalıdır. Diğer
yandan, teminat veren borçlunun, ilk borçluya ait defileri ileri sürmesi, sözleĢmedeki konumu
itibarıyla haklı görülebiliyorsa, özellikle teminat verenin hukuki durumu borçluya ve edime
yakın ise, borca katılma sözleĢmesinin varlığına hükmedilebilmelidir. Burada edime yakınlık
kıstasının uygulanmasının temel sebebi, borca katılanın borçlunun borcunu üstlenmesidir.
Garanti sözleĢmesi ile kefalet sözleĢmesi ve borca katılma sözleĢmesi ile kefalet sözleĢmesi
arasında ayrım yapılmasına baĢvurulan teminat verenin kiĢisel menfaati kıstası ise, borca
katılma ile garanti sözleĢmesi arasında ayrım yapılması açısından hiçbir rol
oynamamaktadır349
.
346 Bu konuda bkz. Hüseyin Murat DEVELİOĞLU, Kefalet Sözleşmesini Düzenleyen Hükümler Işığında Bağımsız
Garanti Sözleşmeleri, İstanbul 2009, s. 282 dn. 1083.
347 BGE 117 III 76, 78. Bu yöndeki diğer kararlar için bkz. Develioğlu
348 Develioğlu, Bağımsız Garanti, s. 281.
349 Madaus, s. 116, vd.
III. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN SÖZLEġMEYE KATILMADAN
AYIRTEDĠLMESĠ
A. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠ ĠLE SÖZLEġMEYE KATILMA
ARASINDAKĠ FARKLILIKLAR
Borca katılma sözleĢmesinin nitelik itibarıyla çok benzer bir sözleĢme olan sözleĢmeye
katılmadan da ayıredilmesi gerekir. SözleĢmeye katılmada, sözleĢmeye katılan, alacaklı ile
borçlu arasındaki hukuki iliĢkinin içine, eĢit haklara sahip bir sözleĢme tarafı olmak suretiyle
dâhil olur. Bu sebeple, bir sözleĢmede kiĢiyi sadece birlikte borçlu haline getiren borca
katılmanın mı yoksa birlikte sözleĢme tarafı hâline getiren sözleĢmeye katılma sözleĢmesinin
mi mevcut olduğunun kriterlerinin belirlenmesi gereklidir. Bu hukuki sorun, özellikle borç
altına girenin bir sözleĢmeyi “ikinci borçlu”, “birlikte talep eden” veya “müteselsil borçlu”
sıfatlarıyla imzaladığı hâllerde sözkonusu olmaktadır.
SözleĢmeye katılma, katılanın bu sözleĢmeyi hem alacaklıyla, hem de borçluyla yapmasını
gerektirir350
. SözleĢmeye katılmayla oluĢan hukuki duruma göre, sözleĢmeye katılan, katıldığı
sözleĢmenin tarafı hâline getirir. Örnek olarak kredi sözleĢmesine, kredi alanın yanında
katıldığında, kredi alan sıfatını kazanır. Bu durumda, sözleĢmeye katılan, sadece borçlu
birlikte borçlu sıfatını kazanmaz. SözleĢmeden tarafı olduğu için, birlikte taraf olduğu kiĢi
gibi, bu sıfata bağlı olarak sözleĢmeden doğan haklara da sahip olmaktadır. Bu durum, üçüncü
kiĢinin ya baĢtan alacaklı ve borçlu ile sözleĢmeyi birlikte yapması, ya da sonradan bu
sözleĢmeye dâhil olması, diğer bir ifadeyle sözleĢmeye sonradan katılması ile
gerçekleĢmektedir. Bu Ģekilde sözleĢme tarafı olan kiĢi, birlikte taraf olduğu kiĢiyle aynı
hukuki sebep dolayısıyla birlikte, aynı borçtan müteselsilen sorumlu olur. Çünkü borçlu tarafı
oluĢturan her iki kiĢi de borcun tamamından sorumlu olmayı üstlenmiĢtir351
(BK. 141).
350
Bartels, s. 25; Oğuzman/Öz, s. 869.
351 Bülow, Kreditsicherheiten, Rn. 1372; Ehmann, s. 359; Madaus, s. 135.
Türk Borçlar Kanunu tasarısında, sözleĢmeye katılma kurumuna da yer verilmiĢtir. TBKT.
205 hükmü Ģu Ģekilde kaleme alınmıĢtır:
Sözleşmeye katılma, mevcut bir sözleşmeye taraflardan birinin yanında yer almak üzere,
katılan ile bu sözleşmenin tarafları arasında yapılan ve katılanın, yanında yer aldığı tarafla
birlikte, onun hak ve borçlarına sahip olması sonucunu doğuran bir anlaşmadır.
Anlaşmada aksi kararlaştırılmamışsa, sözleşmeye katılan ile yanında yer aldığı taraf,
sözleşmenin diğer tarafına karşı müteselsilen alacaklı ve borçlu olurlar.
Sözleşmeye katılmanın geçerliliği, katılma konusu sözleşmenin şekline bağlıdır.
Bu hüküm, sözlemeye katılan üçüncü kiĢinin taraf sıfatından açıkça bahsetmemesi sebebiyle
eleĢtirilebilirse de, bu sonuç hükümde yer alan “taraflardan birinin yanında yer almak
üzere” ifadesinden de çıkarılabilir. Diğer yandan, bu düzenleme borca katılmanın tâbi olduğu
Ģekli ve diğer sözleĢme tarafıyla ayın hak ve borçları iktisap ettiğinin düzenlenmesi ve
sözleĢmeye katılmaya kanunda bağımsız bir sözleĢme olarak yer verilmesi açısından isabetli
bir hükümdür.
Borca katılma sözleĢmesinin yapılması sonucunda, ilk borç iliĢkisinde bir değiĢiklik
gerçekleĢmez, sinallagma iliĢkisi, sadece ilk borçlu ile alacaklı arasında kalmaya devam eder.
BaĢlangıçtan itibaren sözleĢmede imzası bulunsa dahi, üçüncü kiĢinin borca katılan sıfatına
sahip olduğu tespit edilmiĢse, bu üçüncü kiĢi alacaklı ile borçlu arasındaki sözleĢmeden hiçbir
hak elde etmeyip, özellikle alacaklının borçlu olduğu karĢı edimi talep edemez. Sadece
borçlunun üstlendiği borçtan müteselsilen sorumludur352
. SözleĢme tarafı değildir. Borca
katılan, benimsediğimiz görüĢe göre, alacaklı ile yapmıĢ olduğu borca katılma sözleĢmesi
sonucunda teminat sebebiyle borç altına girmiĢtir. Borca katılma sonucunda oluĢan müteselsil
borçluluğa teminat amaçlı müteselsil borçluluk adı verilmektedir353
.
SözleĢmeye katılmanın akdedilmesi sonucunda, borca katılmada olduğu gibi müteselsil
borçluluk meydana gelir. Ne var ki, bu iki sözleĢme yapısı, amacı ve niteliği itibarıyla borca
katılmadan farklıdır. Bir defa sözleĢmeye katılma, bir teminat sözleĢmesi olmayıp, borca
katılma sözleĢmesinde teminat veren borca katılanın sorumluluğu için kefalet sözleĢmesi
352
Edenfeld, s. 1034.
353 Staudinger/Horn, Vor §765; Ehmann, s. 337.
hükümlerine kıyasen uyugulanacak koruyucu hükümlerin, sözleĢmeye katılmaya uygulanması
söz konusu olmaz354
.
B. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN SÖZLEġMEYE KATILMADAN
AYIRTEDĠLMESĠNDE ESAS ALINACAK KRĠTERLER
Yukarıdaki açıklamalarımızdan çıkan sonuca göre, bir sözleĢmede borca katılmanın mı yoksa
sözleĢmeye katılmanın mı mevcut olduğu, sözleĢmenin içeriğinden üçüncü kiĢinin sözleĢme
sonucunda, borçluyla aynı haklara sahip olup, olmadığının belirlenmesiyle yapılacaktır.
Üçüncü kiĢi, sadece borcu üstlenmeyip, sonradan yapıaln ve tüm tarafların irade beyanının
yer aldığı bir sözleĢmede borçlu ile aynı hukuki konuma getirilmekte ise, sözleĢmeye
katılmanın varlığından söz edilir. B sözleĢme alacaklı ile borçlu arasındaki sözlĢemede bir
değiĢiklik meydana getireceğinden, sözleĢmeye katılmada, hem alacaklı, hem de borçlunun bu
duruma onay veren irade beyanları mevcut olmalıdır355
Alman Federal Mahkemesi, bir kararında, borçlunun eĢinin bir kredi sözleĢmesi baĢvurusunda
“birlikte talepte bulunan” sıfatıyla imza atmıĢ olması hâlinde, borca katılma niteliği görmüĢ,
bunu da sözleĢmede sadece kocanın isminin kredi borçlusu olarak geçmesini isabetli olarak
gerekçe göstermiĢtir356
. Mahkeme bir baĢka kararında, sözleĢmenin altına “birlikte kredi
alan” sıfatıyla imza atan eĢin, sözleĢmede alınacak kredinin kullanımına iliĢkin olarak karar
verme yetkisine sahip olmadığı gerekçesiyle, borca katılmanın mevcut olduğu kararına
varmıĢtır357
.
ġu hususa da dikkat edilmelidir ki, tarafların açıkça ve doğru bir nitelendirme yaparak,
sözleĢmeye katılma sözleĢmesini yaptıklarını beirttikleri durumda, bunun hukuki sonucu,
katılanın borçlar açısından müteselsil borçlu, alacaklar açısından da müteselsil alacaklı
olmasıdır. Bununla birlikte, sözleĢmeye katılmanın akdedildiği net olarak anlaĢılmıyorsa,
sözleĢmenin yorumundan çıkan sonuca göre hareket edilecektir.
354
Madaus, s. 136; Schürnbrand, s. 22.
355 Schürnbrand, s. 23; Oğuzman/Öz, s. 869.
356 BGH NJW 1999,135.
357 BGH, WM 2000, 126.
Burada özellikle, üçüncü kiĢinin taraf sıfatını kazanması önem taĢımaktadır. Hukukumuzda,
birlikte alacaklılar arasında ve birlikte borçlular arasında teselsül karinesi kabul edilmiĢ
olmadığından, sözleĢmeye katılmanın mevcut olduğu sonucuna varılabilmesi için üçüncü
kiĢinin borcun tamamından sorumlu olduğu ve bunun yanında alacağın da tamamını talep
ettiği net olarak anlaĢılmalıdır. He ne kadar, bir borç iliĢkisine taraf olmak, o borç iliĢkisinden
doğan tüm alacakları ve borçları devralmaktan ibaret olmasa da, böyle bir anlaĢma, üçüncü
kiĢinin taraf olma niyeti konusunda önemli bir belirti olarak kabul edilmelidir. SözleĢmeye
katılmanın varlığı, ancak üçüncü kiĢinin hem borçluluk, hem de alacaklılık bakımından,
birlikte taraf olduğu kiĢiyle tam teselsül iliĢkisi içinde olması sonucunu beraberinde getirir.
Bu bağlamda, Türk Ticaret Kanunu’nun 7. maddesine göre, ticari bir iĢ dolayısıyla, diğer
borçluların yanında sonradan borç altına girenlerin, kanun gereği kendiliğinden müteselsil
borçlu sayılmaları, mutlaka her zaman için borca katılma veya sözleĢmeye katılma sonucunu
doğurmayacaktır. Zira, sonradan borç altına giren kiĢinin, sözleĢmedeki borcun tamamından
sorumlu olacağı ve alacağın da tamamı üzerinde hak sahibi olacağı açıkça belirtilmezse,
sözleĢmeye katılmıĢ olmayacak, borcun tamamından da sorumlu olduğu belirtilmeden sadece
borçlu sıfatını kazanmaktaysa, borca katılma da sözkonusu olmayacaktır. Çünkü Borçlar
Kanunumuzda teselsül karinesi kabul edilmediği gibi, ticari iĢlerdeki teselsül karinesi ise,
ticari iĢlerde hep birlikte aynı sözleĢmeyle borç altına giren borçlular için geçerli kabul
edilmelidir358
.
Sonuç itibarıyla, borca katılmanın diğer sözleĢmelerden ayırt edilmesinde izlenen yöntem
burada da izlenecek, taraf iradelerinin tespiti amacıyla önce sözleĢmenin lâfzından yola
çıkılacaktır. Birlikte kredi alan gibi bir ifade öncelikle sözleĢmeye birlikte taraf olmanın
mevcut olduğu düĢüncesini doğurur. Bu düĢünceden ayrılmak için, üçüncü kiĢinin
sözleĢmeden bir hak elde etmediğinin ve sözleĢmeden doğan hakları kullanmaya (sözleĢmeyi
iptâl, ödemezlik defi, aciz defi, tam iki tarafa bor yükleyen sözleĢmelerde temerrüdün verdiği
seçimlik haklardan yararlanma, iĢlem temelinin çökmesi yetkili olmadığının dolayısıyla
sözleĢmeyi feshetme) yetkili olmadığının açık olarak anlaĢılması gerekir359
. Bu hâllerde,
sözleĢmede kullanılan “kredi alan”, “birlikte talep eden” gibi terimlerin yanlıĢ nitelendirme
sebebiyle (falsa demonstratio) BK. 18 uyarınca hukuki bir değeri bulunmayacaktır.
Görüldüğü üzere, borca katılma, sözleĢmeye katılmadan çok birlikte müteselsil borçluluktan
358
Selâhattin Sulhi Tekinay, Ticari İşlerde Teselsül Karinesi, s. 514, 516.
359 Staudinger/Horn, Vor §765 N. 374; Bartels, s. 24, vd.
ayırtedilmesinde hukuki sorunla karĢılaĢılmaktadır. Esasen bora katılma sadece alacaklıyla,
sözleĢmeye katılma ise hem alacaklı, hem de borçluyla anlaĢma yapmayı gerektirdiğinden,
ayrım yapılması bu yönden daha kolaydır. Asıl sorun, baĢtan birlikte giriĢilen bir borçta borca
katılmanın mı, yoksa birlikte sözleĢme tarafı olmanın mı sözkonusu olduğudur.
SözleĢmenin içeriğinden net bir sonuca varılamadığı hâllerde, sadece müteselsil borçluluğun
varlığı sonucu çıkarılıyorsa, Ģüphe hâlinde borca katlmanın mevcut olduğu sonucuna
varılmalıdır. Tarafların alacaklının da borç altına girdiği yönünde daha ileri bir sonuca
varmaları için taraf iradelerinden bu sonucun çıkarılabilmesi gerekir. ġüphe hâlinde bora
katılmanın varlığı, üçüncü Ģahıs açısından edimi talep etme imkânı vermemesinden dolayı
avantajlı olmasa da, teminat vereni koruyan hükümlerin devreye sokulması onun açısından
avantajlıdır.
IV. BÖLÜM
BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN HÜKÜMLERĠ
I. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN MÜTESELSĠL BORÇ DOĞURMASINA
BAĞLI HUKUKÎ SONUÇLAR
A. BORCA KATILMANIN MÜTESELSĠL BORÇ DOĞURMASI
Borca katılmanın müteselsil doğurduğu konusunda doktrinde herhangi bir tereddüt veya görüĢ
ayrılığı bulunmamaktadır. Gerçekten, borca katılma sözleĢmesinin yapılmasıyla; aynı edimin
ifası için alacaklının karĢısında birden fazla borçlu (borca katılan ve ilk borçlu) bulunmakta,
bu borçlulardan her biri edimin tamamını ifa etmekle yükümlü olmakta, alacaklı edimi bir
defa elde etmek Ģartıyla bu borçluların dilediğinden talepte bulunabilmekte ve borçlulardan
birinin ifası ya da ifa yerini tutan davranıĢıyla borç sona ermektedir360
.
Alacaklı ile borca katılan arasında sözleĢme akdedildiğinde, borca katılan borçlunun ifa
edeceği edimi alacaklıya karĢı yerine getirmeyi üstlenir. Bu sebeple borçlunun edimiyle
alacaklının edimi içerik ve nitelik itibarıyla aynıdır. Böylece birden fazla borçlu, alacaklıya
karĢı farklı sözleĢmelerle de olsa, aynı edimi ifa etmeyi taahhüt etmiĢ olur. Borca katılan,
hiçbir Ģekilde alacakı ile borçlu arasındaki sözleĢme iliĢkisine, bu sözleĢmede bir değiĢikliği
ifade eden ve alacaklı ile borçlunun her ikisinin de irade beyanını gerektiren bir Ģekilde dâhil
olmamakta, alacaklı ile yapmıĢ olduğu borca katılma sözleĢmesi uyarınca borç altına girmiĢ
olmaktadır361
.
Borca katılma sözleĢmesiyle, borca katılan alacaklıya sadece borçlunun ediminden, birlikte
borçlu olarak sorumlu olmayı değil, borcun tamamından sorumlu olmayı taahhüt etmektedir.
Çünkü, hukukumuzda Alman Hukukunun aksine362
, bölünebilen bir borcu birlikte üstlenenler
arasında, Ģüphe hâlinde alacaklıya karĢı müteselsil borçluluğun sözkonusu olacağı yönünde
bir karine bulunmamaktadır363
. Buna göre, borca katılma sözleĢmesinin mevcut olduğunun
kabulü için, borca katılanın ilk borçlunun ediminin tamamının ifasından sorumlu olmayı
kabul etmesi gereklidir. Borçlunun bu taahütte bulunurken teminat verme amacını taĢıdığı ve
360
Müteselsil borçluluğun tanımı, şartları ve özelikleri için Bkz. Akıntürk, s. 35, vd.; Canyürek, s. 10, vd;
Oğuzman/Öz, s. S. 837, vd.; Eren, s.1152, vd.; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Tekinay Borçlar Hukuku, s. 285,
vd. Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, borçların hukuki sebebinin aynı olmasını, müteselsil borçluluğun
tanımında yer vermek suretiyle tanımda yer vermektedir. Biz bu görüşe katılmıyoruz. Bu konudaki
açıklamalarımız için bkz. İkinci Bölüm, II, B, 2.
361Madaus, s. 17; Schürnbrand, s. 17; Kittlitz, s. 12; Bartels, s. 39; Reinicke/Tiedtke, s. 6; Medicus, Schuldrecht I,
s. 392.
362 “Sözleşmeyle ortaklaşa (birlikte) borç altına girme” başlığını taşıyan Alman Medeni Kanunu’nun 427.
paragrafı (BGB §427), birden fazla borçlunun sözleşmeyle bölünebilen bir edimi ifa etmeyi hep birlikte
üstlenmişlerse, bu kişilerin şüphe hâlinde müteselsilen sorumlu olacaklarını düzenlemektedir.
363 TTK. 7 hükmü, ticari işlerde aynı hukuki işlemle birden fazla kişinin bölüebilir bir edim için hepbirlikte borç
altına girmesine müteselsil borçluluk sonucunu bağlayarak, ticari işlerde teselsül karinesini getirmiştir. Tekinay,
bu teselsülün, hakkaniyete uygun olarak ancak hep birlikte borç altına girilen halleri kapsayacağını, sonradan
borç altına giren ve müteselsil borç altına girme iradesi (borca katılma) taşımayan kişinin, ticari bir iş için borç
altına girdiğini bilemeyeceğini ve bu durumda eğer ticari işl olduğunu bilmiyorsa, bu borçtan tamamen sorumlu
olma iradesi açıkça nalaşılamıyorsa, kısmi borçlu sayılması gerektiğini ifade etmektedir. Bkz. Tekinay, Teselsül
Karinesi, s. 516. Bu görüşe biz de katılmaktayız. Hükmün yorumlanması sonucunda, içeriğinden doğrudan böyle
bir sonucun çıkmadığı ileri süsürlmesi ihtimâlinde ise, kanaatimizce hükmün hakkaniyet düşüncesiyle amaca
uygun sınırlamaya tâbi tutulması (teleolojik redüksiyonu) aynı sonucu beraberinde getirmektedir.
alacaklının da bu amacı bilerek ve aynı amacı taĢıyarak kazandırmayı kabul ettiği hâllerde
taraflar hukuki sebep üzerinde de anlaĢmıĢ olurlar ve borca katılmanın en tipik amacı olan
teminat sağlama amacı, aynı zamanda bu sözleĢmenin hukuki sebebini de oluĢturmaktadır.
Diğer yandan, borca katılan, alacaklı ile yapmıĢ olduğu sözleĢmede ilk borçla hiçbir iliĢkisi
bulunmayan, tamamen bağımsız bir edim taahhüdünde bulunmaz. Diğer bir ifadeyle, ilk
borçlunun edimiyle, borca katılanın edimi arasındaki içeriksel ayniyet, bir tesadüften veya
borca katılanın ediminin ilk borç örnek alınarak belirlenmesinden ibaret değildir. Bu
sözleĢmede alacaklı, borca katılanın teminat amaçlı olarak borca katıldığını ve bu sebeple
borca katılanın veya ilk borçlunun edimi ifa etmesinin veya ifaya eĢdeğer bir davranıĢın,
borcu tüm sonuçlarıyla tamamen sona erdireceğini, buna bağlı olarak ifanın her iki borçluyu
da borçtan kurtaracağını kabul etmiĢ olur. Ġki ayrı sözleĢmeden doğan bu iki borç arasında bir
yarıĢma sözkonusudur. Bu yarıĢma, bu iki borç arasında alacaklının edimi elde etme
menfaatini tatmin etme Ģeklinde ortaya çıkan bir amaç birliğine dayanır364
. Buna göre,
birbirinden bağımsız her iki borç, aynı amaca yöneliktir. Öyle ki, borçlulardan hangisi edimi
önce ifa ederse, alacaklının edime yönelik menfaatini tatmin etmiĢ olacak ve bu amaç
gerçekleĢmiĢ olduğundan her iki borçlu da borçtan kurtulacaktır. Alacaklı konusu aynı olan
her iki edimin ifasını, borçlulardan ayrı ayrı talep edemez. Bu anlamda birbirinden bağımsız
her iki borç, alacaklının malvarlığında tek bir kazandırma gerçekleĢtirmek amacını taĢırlar.
Alacaklı aynı edimin tamamen (eksiksiz ve kısmî olmayacak Ģekilde) ifasını, bu yönde
taahhütte bulunmuĢ olan birden fazla borçludan dilediğinden, fakat bir defa elde etmek
Ģartıyla talep edebilmektedir365
.
YapmıĢ olduğumuz açıkalmalardan, borca katılan ile ilk borçlunun alacaklıya karĢı üstlenmiĢ
oldukları borçların gerçek anlamda müteselsil borçluluğun tüm unsurlarını taĢıdığı
görülmektedir. Alacaklı, birden fazla borçludan dilediğinden aynı içerikteki edimin tamamen
ifasını, bir defa elde etmek üzere talep edebilmekte ve borçlulardan birinin ifası (veya ifaya
eĢdeğer bir davranıĢı) her iki borçluyu da borçtan kurtarmaktadır. Buradaki tam teselsül, BK.
141 uyarınca, birden fazla borçlunun, edimin tamamını ifa etmeyi alacaklıya taahhüt
etmelerinden doğan, sözleĢmesel müteselsil borçluluktur. Bu müteselsil borçluluk,
baĢlangıçtan itibaren borçluların aynı sözleĢmeyle birlikte borç altına girmelerinden değil,
364
Akıntürk, s. 68; Canyürek, s. 12.
365 Soergel/Wolf, § 421 N. 50; Staudinger/Noack, § 421 N. 96; Larenz, Schuldrecht I, s. 641
sonradan aynı edimin tamamından aynı alacaklıya karĢı sorumlu olmalarıyla gerçekleĢen bir
müteselsil borçluluktur366
.
B. BORCA KATILMANIN MÜTESELSĠL BORÇ DOĞURMASINA BAĞLI
HÜKÜMLERĠ
1. Borca Katılma SözleĢmesinden Doğan Borcun Bağımsızlığı
Genel kabul gören görüĢe göre, Borçlar Kanunu, Ġsviçre ve Alman Hukuklarında olduğu
üzere müteselsil borcun hukukî niteliği açısından çokluk görüĢünü kabul etmiĢtir367
. Buna
göre, müteselsil borç iliĢkisi borçlu sayısı kadar dar anlamda borç iliĢkisinden oluĢur. Borçlar
kanunumuzun müteselsil borçluluğa iliĢkin hükümleri (BK. 141-147) incelendiğinde,
doktrinde368
çok eleĢtirilen, müteselsil borçlulardan birine karĢı zamanaĢımının kesilmesi
hâlinde, diğer borçlulara karĢı da kesilmiĢ olacağını düzenleyen BK. 134/1 hükmü dıĢındaki
tüm hükümler, kanunumuzda çokluk görüĢünün kabul edilmiĢ olduğuna delil teĢkil
etmektedir. Gerçekten, borçlulardan birinin borcu sona erdiğinde, diğer borçluların borcunun
devam etmesi (BK. 145/II), Ģahsî ve müĢterek defilerin farklı düzenlenmiĢ olması (BK. 143),
borçlulardan birinin zamanaĢımından feragat etmesinin diğer borçlulara karĢı iler
sürülememesi (BK. 139/II), müteselsil borçlulardan birinin davranıĢının diğelerinin alacaklıya
karĢı durumunu ağırlaĢtıramaması (BK. 144) hükümleri, Borçlar Kanunu’nda çokluk
görüĢünün benimsenmiĢ olduğunu açıkça göstermektedirler369
.
Kanaatimizce, kanunun teklik görüĢüne de mütemâyil olduğuna gerekçe gösterilen, borcun
sebep veya mevzuundan ortak defilerin doğabilmesi (BK. 143) ve bir borçlunun edimi ifa
etmesinin diğerlerini de borçtan kurtaracağına(BK. 145/1) iliĢkin hükümler teklik görüĢünün
bir uzantısı olarak görülemezler. Zira, bu durum birlikte borç altına girmek suretiyle
oluĢturulan müteselsil borçlulukta, her bir dar anlamda borcun hukuki sebeplerinin aynı
olmasından ve konularının aynı olması halinde de, her bir dar anlamda borcun aynı içerikteki
edimi konu edinmelerinden kaynaklanan bir durumdur. Bir borçlunun borcunu ifa etmesiyle,
366
Bucher, Besonderer Teil, s. 290; Scyboz, s. 343.
367 Oğuzman/Öz, s. 840; Eren, s. 1153; Akıntürk, s. 70; Canyürek, s. 12 ve orada anılan BGE II 333 nolu İsviçre
Federal Mahkeme Kararı.
368 İsviçre ve Türk hukuk doktrininde yaygın olarak yapılan ve teklik görüşünün kalıntısı olarak nitelendirilen bu
hüküm hakkındaki eleştiriler için bkz. Akıntürk, s. 202, vd.
369 Akıntürk, s. 61; Oğuzman/Öz, s. 840 ; Eren, s. 1153 ; Medicus, Schuldrecht I, s. 382, vd.
diğerlerinin de borçta kurtulması, müteselsil borçlulukta, bağımsız kabul edilen borçlar
arasındaki hukuki bağdan kaynaklanır. Bu ise, aynı amaca gerçekleĢtirmeye yönelik bir
yarıĢma iliĢkisidir370
. Aksi takdirde, alacaklı birden çok borçluya karĢı aynı edimi birkaç defa
elde edecektir. Buna ise müteselsil borçluluk denemez. Bu amaç ortaklığının, teklik görüĢüne
bağlanması kanaatimizce isabetli değildir.
Borçlar Kanunu’nun müteselsil borçluluğa iliĢkin hükümlerine çokluk görüĢünün hâkim
olmasının en önemli sonucu, bir müteselsil borç iliĢkisinde her bir borcun farklı hükümlere
tâbi olabilmesi ve alacaklının her bir borç üzerinde bağımsız olarak tasarrufta
bulunabilmesidir. Böylece borçluların ifa zamanları, tâbi oldukları zamanaĢımı süreleri farklı
olabileceği gibi, alacaklı borçlulardan birine karĢı sahip olduğu alacağı bir baĢkasına
devredebilir ve bu durum borcun müteselsil olma özelliğini ortadan kaldırmaz. Borçlar,
tamamen bağımsız olmayıp, birinin ifası diğerlerini de sona erdirmekte, aralarında ifayı
gerçekleĢtirme amacı yönünden birlik sözkonusu olmaktadır. Fakat bu durum, vermiĢ
olduğumuz örneklerden de anlaĢıldığı üzere, borçların doğumlarından sonra tamamen aynı
kaderi paylaĢacakları anlamına da gelmemektedir.
Bu açıklamalarımız borca katılmadan doan borç ile ilk borç arasındaki iliĢki açısından da
mevcuttur. Buna göre, her iki borç birbirinden bağımsızdır. Fakat borca katılmadaki
bubağımsızlık, borcun geçerli olarak doğumundan itibaren gerçekleĢir. BaĢka bir ifadeyle,
birlikte borç altına girme yoluyla müteselsil borçlulukta, edimler doğumları ânından itibaren
bağımsızdırlar. Hiçbir borç diğeriyle ferilik iliĢkisi içinde değildir371
. Ne var ki, borca
katılmanın teminat amacının gereği olarak, bu sözleĢmeden doğan borç doğumu ânında
mevcut ve geçerli bir borcun varlığını gerektirir. Bir baĢka gerekçe, borca katılma sözleĢmesi
açısından geçerli kabul edilen, borcun borca katılmanın akdedildiği an itibarıyla bulunduğu
hâliyle üstlenildiği düĢüncesidir. Bu düĢünce, borca katılmanın, ilk borçla hiçbir hukuki
iliĢkisi bulunmayan, yeni bir borç meydana getirmesi değil, hem içerik, hem de hukuki durum
itibarıyla aynı nitelikte bir borç meydana getirilmesi ve bu yeni borcun teminat vermek
amacıyla oluĢturulmasıdır. Bu teminat amacı, teminat verenin borçlunun borcunu üstlenirken,
370
Akıntürk, birden fazla borcun aynı gayeye yönelik olarak yarışma içinde olduklarını açıkça ifade etmektedir.
Bkz. Akıntürk, s. 70.
371 Akıntürk, s. 76.
borçludan daha kötü durumda olmamasını, en azından onunla eĢit bir hukuki durumda
bulunması gerekliliğini beraberinde getirmektedir.
Bu bağlamda, özellikle belirtmek isteriz ki, müteselsil borçlulukta, borçların doğum ânı
itibarıyla, her bir borçludan alacaklının edimin tamamını isteyebilmesi, alacaklı için bir haktır
ve bir mükellefiyet teĢkil etmemektedir. Bu hak her bir borçlunun alacaklıya karĢı BK. 141
hükmüne uygun olarak, edimi tamamen ifa etmeyi taahhüt etmiĢ olmalarından kaynaklanır.
Fakat bu müteselsil borçluluğun, sadece borçların doğumu aĢamasında mevcut olması gereken
bir unsurudur. Bu unsur, alacaklıya aynı zamanda borçlular arasındaki iç iliĢkiyi gözetmeme
yetkisini de vermektedir. Alacaklı, bu seçim hakkını dilediği gibi kullanması, dilerse
borçlulardan birinden hiç talepte bulunmamayı ya da borçlulardan birinden geciktirici Ģarta
bağlı olarak talepte bulunmayı da içerir. Diğer bir ifadeyle alacaklı, bu seçim hakkını
borçlulardan biri veya hepsiyle yapacağı bir anlaĢmayla sınırlayabilir372
. Zira çoğu yaparak
müteselsil borçluyu ibra edebilen alacaklı, bu borçluya karĢı sahip olduğu talep hakkını Ģarta
bağlayabilir. Müteselsil borçlardan birinin doğumu veya talep edilmesi Ģarta bağlanabilir. Bu
Ģart, örnek olarak alacaklının müteselsil borçlulardan birinden ifa talebinde bulunup, ancak
edimi elde edemezse diğer müteselsil borçluya baĢvurabileceği Ģeklinde kararlaĢtırılabilir.
BaĢka bir ifadeyle taraflar, önce borçlulardan birine baĢvurulacağını ve bir sonuç elde
edilemediğinde diğer borçluya baĢvurulabileceğini, yine bir borçluya baĢvurabilmek için
ondan önce diğer müteselsil borçluya icra takibi yapılıp, ancak bu takip semeresiz kalırsa,
diğer müteselsil borçludan ifa talebinde bulunulabileceğini kararlaĢtırabilirler. Bu müteselsil
borçlulukta ikincilliğin kararlaĢtırılabileceği anlamına gelmektedir.
Bu tespitin borca katılma sözleĢmesi yönünde önemi Ģudur: Borca katılma sözleĢmesi
teminat amacıyla gerçek müteselsil borçluluk yaratan bir sözleĢmedir. Bu sözleĢmeye
müteselsil borçluluğun hükümleri uygulanacak olduğuna göre, alacaklının seçim hakkı
yönünden müteselsil borçlulukta yapılan açıklamalar, borca katılma yönünden de geçerlidir.
Buna göre, borca katılma sözleĢmesinde de, aynı kefalette kefilin tartıĢma defi gibi,
alacaklının edimin ifası için önce ilk borçludan talepte bulunmak zorunda olduğu, eğer ilk
borçlu ifada bulunmazsa borca katılana ifa için baĢvurulabileceği kararlaĢtırılabilir. Borca
katılanın ediminin ikincilliğine iliĢkin böyle bir anlaĢma hukuken sözleĢme özgürlüğü
372
Canyürek, alacaklının seçim hakkının hukuki işlem yoluyla sınırlanabileceğini ve bunun sözleşme
özgürlüğünün bir görünümü olduğunu ifade etmektedir. Canyürek, s. 15 ; benzer şekilde Eren, alacaklının
borçlular karşısında müteselsil borç sebebiyle sahip olduğu ayrıcalıklı durumun (paşa durumunun) hukuki
işlemle sınırlandırılabileceğini ifade etmekteidir. Bkz. Eren, s. 1157.
çerçevesinde mümkündür. Böyle bir anlaĢma yapılmamıĢsa, borca katılmada borca katılanın
edimini ikincilliği sözkonusu olmaz. Açıkladığımız sebeplerle, borca katılma sözleĢmesinde,
ikincilliğin hiçbir Ģekilde kararlaĢtırılamayacağı, edimlerin hepsinin aynı derecede olmasının
zorunlu olduğu373
ve bu farkın borca katılma sözleĢmesinin benzer sözleĢmelerden garanti
sözleĢmesiyle arasındaki önemli bir ayırıcı ölçüt olduğu görüĢüne374
katılmıyoruz.
Bu çalıĢmanın amacı, müteselsil borçlulukta alacaklı ile borçlular arasındaki dıĢ iliĢkinin tüm
hükümlerinin incelenmesi değildir. Bu sebeple, aĢağıda borca katılma sözleĢmesinin ilk borç
ile birlikte müteselsil borç doğurmasının, borca katılma sözleĢmesi yönünden özellik arzeden
ve üzerinde durulması gerekli olan bazı hükümleri incelenmeye çalıĢılacaktır.
2. Müteselsil Borcun Toplu Etki Meydana Getirdiği Bazı Durumlar
a. Borcun Ġfası
Borca katılanın veya ilk borçlunun üstlendikleri edimi tamamen ifa etmiĢ olmaları, müteselsil
borç oluĢturmalarından dolayı her iki borçlunun borcunu sona erdirir. BK. 145/1, ifa veya
takasın tüm borçluların borcunu sona erdirici bir etkisi olduğunu açıkça düzenlemektedir.
Borç, her iki borçlu için ifa edildiği oranda sona erer. Alacaklı, açıkça dürüstlük kuralına
aykırı düĢmemek Ģartıyla kısmen ifayı kabul etmek zorunde değildir. Alacaklı böyle bir kısmi
ifa teklifini reddetmemiĢse, borcun kalan kısmı açısından teselsül iliĢkisi her iki borçlu
arasında devam eder. Bu arada borçlulardan hiçbiri, borcu güvence altına alan teminatların
ifaya sayılmasını da talep edemez (BK. 84/2). Aynı kurallar ifa yerine edim ve takas375
için de
geçerlidir.
b. Borca Katılanın veya Ġlk Borçlunun Ġbra Edilmesi
Ġbra, mevcut veya ileride doğacak bir alacak hakkının, alacaklının borçlu ile anlaĢması
suretiyle, ifa edilmeksizin doğrudan doğruya ortadan kaldırılmasını konu edinen, tasarruf
373
Medicus Schuldrecht I, s. 384
374 Bu görüşte Madaus, s. 48. Borca katılma-garanti sözleşmesi ayrımı yönünden bu konudaki açıklamalarımız
için bkz. Üçüncü Bölüm, II, B.
375 İlk borcun takas edilebilirliğinin, borca katılma sözleşmesi üzerindeki etkisi için bkz. İkinci Bölüm, IV, B, 2, c.
iĢlemi niteliğindeki bir sözleĢmedir376
. Borç hangi Ģekilde kurulmuĢ olursa olsun, Türk
hukukunda özel bir hükümle düzenlenmeyen ve belirli bir Ģekle bağlı bulunmayan ibra
sözleĢmesi ile kesin olarak ortadan kaldırılabilir377
.
Alacaklının, müteselsil borçlulardan biriyle akdettiği ibra sözleĢmesinin diğer müteselsil
borçlunun edim yükümlülüğü üzerindeki etkisi hakkında, Borçlar Kanunu’nun müteselsil
borca iliĢkin hükümleri içinde bir düzenlemeye yer verilmemiĢtir378
. Bununla birlikte, BK.
145 hükmünün, ifa ve takas dıĢındaki borçtan kurtulma sebeplerinin kural olarak diğer
borçluları borçtan kurtarmayacağını ve bir müteselsil borçlunun borç ifa edilmemiĢken
borcundan kurtulması hâlinde, diğer borçluların ancak hâl ve borcun niteliği gerektiriyorsa
borçtan kurtulabileceklerini düzenlemiĢ olması, kanaatimizce kanun koyucunun ibranın kural
olarak diğer müteselsil borçluları borcundan kurtarmayacağını zımnen kabul ettiği Ģeklinde
yorumlanabilir.
Alacaklının müteselsil borçlulardan birini ibra etmesinin, diğer borçluları da borçtan kurtarıp
kurtarmayacağı, diğer bir ifadeyle bu ibranın tüm borçluları içine alan toplu bir etkiye sahip
bulunup bulunmadığı, alacaklının sahip olduğu tüm alacak hakları üzerindeki tasaruf
özgürlüğüne tâbi olarak çözümlenmelidir. BK. 142/1 hükmü, alacaklıya aksi
kararlaĢtırılmadığı sürece, alacaklının seçim hakkını düzenleyerek, alacaklının müteselsil
borçlulardan birinden veya tamamından, edimin ifasını kısmen veya tamamen talep
edebileceğini, herhangi bir tereddüde yer vermeyecek Ģekilde, açıkça düzenlemektedir. Bu
hükme göre, alacaklının kendi rızasıyla bu hakkını sınırlamadığı379
hâllerde, alacaklının seçim
hakkı mutlaktır. Bu anlamda, alacaklı ifa talebinde bulunurken borçlular arasında bir dengeyi
veya borçluların iç iliĢkisini göz önüne almak zoruna değildir. Bu sebeple, özellikle
376 Bkz. Mustafa Alper Gümüş, Bir Borç İlişkisinde Müteselsil Borçlulardan Birisinin İbrasının Diğer Müteselsil
Borçlular Üzerindeki Etkisi, Prof. Dr. Selahattin Sulhi Tekinay’ın Hatırasına Armağan, İstanbul 1999, (s. 311-323),
s. 313.
377 Oğuzman/Öz, s. 431; Eren, s. 1221; Tunçomağ, s. 1171; Von Tuhr (Edege Çevirisi), s. 652.
378 Alman Hukukunda “ibranın etkisi” kenar başlığını taşıyan BGB §423 hükmü, alacaklı ile bir müteselsil borçlu
arasında akdedilen ibra sözleşmesinin, tarafların diğer borçluları da kapsayacak şekilde tüm borç ilişkisini
ortadan kaldırmak istediği hâllerde diğer borçlulara da etkili olacağı hükmünü getirmektedir. Böylece, Alman
Hukuku’nda alacaklının ancak diğer borçluları da ibra etmek istediği sonucuna varılabildiği hâllerde, ibranın
diğer mütselsil borçluları da borçtan kurtaracağı kabul edilmiştir. Bkz. Palandt/Heinrichs, BGB 423 N. 3.
379 Alacaklının bu hakkını hukuki işlem yoluyla sınırlayabileceği hakkındaki açıklamalarımız için bkz. Dördüncü
Bölüm I, B, 1.
sözleĢmeden doğan müteselsil borçlulukta, alacaklı borçlulardan dilediğini ibra edebilir ve
diğer borçlulara karĢı talep hakkını saklı tutabilir. Esasen, ibranın bu etkisi, alacaklının seçim
hakkının doğal bir sonucudur380
. Bunun yanında, alacaklı tüm borçluları borcundan kurtarmak
suretiyle alacağından vazgeçebilir. Müteselsil borçlulardan birinin alacaklıyla yapacağı
sözleĢmenin, tüm borçluları borçtan kurtarıcı bir toplu etkiye sahip olup olmadığı, alacaklı ile
borçlu arasında akdedilen ibra sözleĢmesinin yorumlanması sonucunda belirlenebilecektir381
.
Alacaklı ile borçlu arasındaki ibra sözleĢmesinde, taraflar bu ibranın kapsamını açıkça
belilemiĢlerse, bu durumdan herhangi bir sorunla karĢılaĢılmaz. Bu konuda üç ihtimâl
sözkonusu olabilmektedir:
Öncelikle, taraflar yapılan ibra sözleĢmesiyle, alacaklının sadece sözleĢmenin tarafı olan
borçluyı değil, tüm müteselsil borçluları sorumluluktan kurtarmak istediği anlaĢılıyorsa, bu
durumda ibranın toplu (objektif) etkisi bulunmaktadır. Böylece müteselsil borçluluk hem iç,
380
Staudinger/Noack, §423 N. 3; Aynı yönde bir Alman Federal Mahkemesi kararı için BGHZ 47, 376, 379.
381 Bu görüşümüzle, ibranın sübjektif etkiye sahip bulunduğu görüşünü kabul etmiş oluyoruz. Buna göre,
alacaklının bir borçluyu ibra ederken, diğer müteselsil borçluları da ibra etmek istemiş olduğu anlaşılmıyorsa, sadece ibra edilen müteselsil borçlu borçtan kurtulmalıdır. Kanaatimize göre, alacaklının seçim hakkı ona mutlak ve gerekçelendirmek zorunda bulunmadığı bir seçme yetkisi tanımaktadır. Kanaatimizce, BK. 145/II hükmündeki ancak “hâlin ve borcun mahiyetinin” müsaade ettiği oranda diğer borçluların borçtan kurtulacaklarını düzenlemesi, hâl ve şartlardan alacaklının diğer borçluları da ibra etmek istediği sonucuna varılabiliyorsa, diğerleri de borçlarında kurtulurlar şeklinde yorumlanmalıdır. Diğer yandan kanun koyucu, dış ilişkide alacaklının ibra ettiği borçluya iç ilişkide diğer borçluların rücu edebilmesi imkânını düzenleyerek ve hatta bu rücu talebini halefiyetle güçlendirerek, gerekli dengeyi sağlamıştır. Bu durum, borca katılmada daha net olarak ortaya çıkmaktadır. Zira alacaklı dilerse teminat amaçlı olarak borç üstlenmiş bulunan borca katılanı kanaatimizce ibra edebilmeli ve ilk borçludan edimini talep edebilmelidir. Belirtmemiz gerekir ki TBKT. 165/3 hükmü Yargıtay’ın da benimediği objektif görüş çerçevesinde (Bkz. Gümüş, İbra, s. 318 dn. 29’da anılan Yargıtay Kararları); “Alacaklının borçlulardan biriyle yaptığı ibra sözleşmesi, diğer borçluları da ibra edilen borçlunun iç ilişkideki borca katılma payı oranında borçtan kurtarır.” Düzenlemesini getirmektedir. Burada kullanılan borca katılma payı terimi, teknik analmda borca katılma sözleşmesini değil, müteselsil borçluların iç ilişkideki borçluluk paylarını ifade etmektedir. Kanaatimizce bu hüküm, müteselsil borçluluğun bünyesinde mevcut olan, alacaklıya genel olarak, etkin bir şekilde alacağını elde etmesini sağlama amacına zarar verici niteliktedir. İbra edilen borçlunun iç ilişkideki borca katılma payının kolaylıkla tespit edilemediği ve bu tespitin bir yargılamayı gerektirdiği hâllerde, alacaklı diğer borçlulara ne oranda başvuracağını bilemeyecektir. Böyle bir sonuçla karşılaşmak istemeyen alacaklının, ibra yapmaması gerektiği düşüncesi ise, alacaklıya mutlak seçim hakkı veren hükmün amacına aykırıdır. Bu durumda, borçluyla ibra anlaşması yapmayan fakat ondan ifa talep etmeyen alacaklının, ibraya yakın bir hukuki durum meydana getirdiği ve ifayı talep etmeme hakkını kötüye kullandığı dahi ileri sürülebilecek veya alacaklının borçlulardan biriyle, ifayı talep etmeyeceği yönündeki anlaşmasının (pactum de non petendo) da bu yönde değerlendirilmesi gerekecektir. Zira ibranın olumsuz sonuçlarıyla karşılaşmak istemeyen alacaklı, borçlulardan biriyle böyle bir gizli anlaşma yapabilecek veya ibra yapmadan hiç talepte bulunmayabilecektir. Bu sebeplerle tasarının 165/3 hükmü, kanaatimizce kalıcı ve tatmin edici bir çözüm getirmemektedir. Son olarak, Borçlar Kanunu’nun 147/II hükmü de bu objektif görüşün gerekçesini teşkil edemez, çünk alacaklı borçlulardan birini ibra ettiğinde, sübjektif görüş çerçevesinde diğer borçluların rücu hakkını tehlikeye düşürmüş olmaz. Bu hüküm, diğer borçluların alacaklının davranışı sonucunda tehlikeye düştüğü hâlleri düzenlemektedir. Hükmün halefiyeti düzenleyen maddede yeralması, kanaatimizce de bunu göstermektedir (Bkz. Akıntürk, s. 225.).
hem de dıĢ iliĢkide sona ermiĢ olur. Borca katılma sözleĢmesi açısından, alacaklı borca katılan
veya ilk borçluyla yaptığı ibra sözleĢmesinde, diğerini de ibra etmiĢ olabilir382
.
Alacaklı ile müteselsil borçlu arasındaki ibra sözleĢmesinde, sadece ibraya taraf olan
müteselsil borçlunun borçtan kurtulacağı ve diğer borçluluarın sorumluluklarının devam
edeceği kararlaĢtırılmıĢ olabilir. Böyle bir ibra, sübjektif etkilidir. Bu durumda, alacaklının
açık irade beyanı mevcut olduğundan, BK. 145/II uyarınca yorum yoluyla dahi diğer
borçluların borçtan kurtuldukları ileri sürülemez. Böyle bir ibra, diğer borçluların menfaatine
aykırı olmakla birlikte, ibra edilen alacaklının iç iliĢkideki sorumluluğu devam eder ve ifada
bulunan diğer müteselsil borçlu (veya borçlular) kendisinden (BK. 146) hükmü çerçevesinde
rücu talebinde bulunabilecektir383
. Alacaklı buna göre borca katılan veya ilk borçluyla ibra
sözleĢmesi yaptığında, dıĢ iliĢkide bu kiĢiye karĢı alacak hakkını tamamen kaybedecek, fakat
ibra edilen borçlu kanun hükmü gereği iç iliĢkide rücu talebine muhatap olacaktır384
.
Alacaklı, müteselsil borçluyu iç iliĢkide de onu borçtan kurtaracak Ģekilde ibra etmek
istemekteyse, bunu diğer borçluların iç iliĢkideki rücu taleplerine zarar verecek Ģekilde
gerçekleĢtiremez. Ġç iliĢkide de etkili böyle bir ibra üç ihtimâlde mümkündür: Alacalının ibra
ettiği iç iliĢkide hiç sorumluluğu bulunmayan bir borçlu olabilir ve bu sebeple kendisine zaten
iç iliĢkide rüzu edilmesi sözkonusu değildir. Bu durumda, onun ibra edilmesi, diğer müteselsil
borçluya veya borçlulara zarar verici nitelikte olmamaktadır. Tipik bir borca katılma
sözleĢmesinde, buna göre alacaklı borca katılanı iç iliĢkide de etkili olacak Ģekilde ibra
edebilir. Çünkü teminat amaçlı borca katılmalarda, borca katılan çoğunlukla iç iliĢkide
yükümlülük sahibi olmayıp, ilk borçlu bu iç iliĢide borçtan tek baĢına sorumludur. Borçtan
kurtarma amaçlı borca katılmalarda ise, iç iliĢkide borcun tamamından borca katılan
sorumludur. Bu sebeple alacaklı bu sefer ilk borçluyu ibra ettiğinde, iç iliĢkide borca katılanın
382
Gümüş, İbra, s. 315.
383 Soergel/Wolf, BGB §423 N. 1; Staudinger/Noack, BGB § 423 N. 18. Doktrindeki bir görüşe göre, alacaklını
borçlulardan sadece birini ibra etmesi durumunda, borçlu iç ilişkide kendisine rücu edilebilmesi sebebiyle tam
anlamıyla boçtan kurtulmuş olmamaktadır. Bu sebeple, böyle bir ibra, daha çok alacaklı ile borçlu arasındaki bir
borcu ifa etmeme anlaşması (pactum de non petendo) olarak görülmelidir. Bu görüş için bkz. Erman/Ehmann,
BGB, § 423 N.4; Selb, BGB § 423 N. 1; Jauernig/Stürner, §BG 422 N. 3; Harm Peter Westermann/Peter Bydlinski,
Schuldrecht, Allgemeiner Teil, 4. Auflage, Heidelberg 1999, Rn. 19/32 (Bu atıflar için bkz. Madaus, s. 25 dn. 60.).
384 Akıntürk, s. 177, vd.; Canyürek, s. 49; Reinicke/Tiedkte, s. 20.
ona rücu hakkı bulunmadığı için, ilk borçlunun borca katılanın rızası aranmaksızın iç iliĢkiye
etkili olarak ibra edilmiĢ olacaktır385
.
Diğer yandan bir borçlunun ibra edilmiĢ olması ihtimâlinde, diğer boçlular onakarĢı sahip
oldukları rücu talebinden faregat edebilirler. Esasen bu da rücu hakkı sahibi diğer müteselsil
borçlu ile ibra edilen borçlu arasında yapılacak bir ibra sözleĢmesiyle gerçekleĢecektir. Fakat
bu ihtimâl çoğunlukla gerçekleĢmez.
Son olarak, alacaklı ile borçlu arasındaki ibra aözleĢmesinde, alacağın ibra edilen borçlunun
iç iliĢkideki sorumluluk payı ile eĢit miktarda azalması kararlaĢtırılmıĢsa, bu ibra diğer
borçlulara zarar vermeyecektir. Bu durumda, ibra oranında borçtan lurtuldukları için, bu
borçluların iç iliĢkide ibra edilen brçluya rücu hakkı bulunmayacaktır. Alacaklı tek baĢına bir
borçluyu ibra etmemiĢ, bu miktar oranında alacağından tüm müteselsil borçlulara karĢı
vazgeçmiĢ olur. Bu duruma doktrinde “ibranın kısmi toplu (objektif) etkisi” adı
verilmektedir386
. Bu ihtimâl borca katılma açısından, borca katılanın ilk borçluyla aralarındaki
özel bir anlaĢma dolayısıyla, iç iliĢkide ilk borçluya karĢı borcun bir ksmından sorumlu
olduğu hâllerde bir anlam ifade etmektedir. Borca katılmanın teminat amacı gereği, kural
olarak iç iliĢkide bir sorumluluğu bulunmadığı için, olayların büyük çoğunluğunda bu durum
gerçekleĢmez. Diğer yandan, iç iliĢkide tek baĢına sorumlu olan borçlunun ibra edilmek
istenmesi hâlinde ise, diğer borçlu iç iliĢkide hiçbir sorumluluk taĢımadığından, borç ona karĢı
tamamen sona erecek ve sonuç itibarıyla alacaklı her iki borçluyu da ibra ederek, alacağından
tamamen feragat etmiĢ olacaktır. Fakat bu, alacaklının sadece tek bir borçluyu ibra etmek
istediği hâllerde, çok ağır bir sonuç olacağından, alacaklının böyle bir iradeye sahip olduğu,
kanaatimizce hâl ve Ģartlardan çıkarılamaz. Alacaklının bu yönde açık bir irade beyanını
aramak gerekir.
Alacaklı ile borçlu arasındaki ibra sözleĢmesinde, bu ibranın diğer borçlular üzerindeki etkisi
(ibranın objektif veya sübjektif etikye sahip olduğu) hakkında hiçbir belirleme yoksa,
benimsediğimiz görüĢ çerçevesinde, özellikle sözleĢmeden doğan müteselsil borçlulukta387
,
diğer müteselsil borçlunun kısmen veya tamamen doğrudan doğruya borçtan kurtulması
sözkonusu olamaz. Borçlar Kanunu’nun müteselsil borçluluğa liĢkin hükümleri içinde, bu
385
Madaus, s. 26.
386 Palandt/Heinrichs, BGB § 423 N. 2; Staudinger/Noack, BGB §423 N. 19. Ayrıca BGH WM 2000, 1003.
387 Gümüş, İbra, s. 321.
görüĢü haklı gösterecek bir düzenleme bulunmamaktadır. Alacaklının, bir borçluyu ibra
ederken, nasıl bir iradeye sahip olduğu konusunda yorum yapmak için diğer belirtilere
bakılmalıdır. Burada, borçlular arasındaki iç iliĢki dikkate alınabilir. Alacaklı, iç iliĢkide tek
baĢına borcun tamamından sorumlu olan borçluyu, onun iç iliĢkideki durumunu bilerek,
tamamen borca iliĢkin sorumluluktan kurtarmak istiyorsa, böyle bir sonuç, ancak diğer
borçlunun da ibra edilmesiyle gerçekleĢebileceğinden, ibra objektif etki göstermiĢ olacaktır.
Özellikle diğer müteselsil borçlunun alacaklıya teminat vermek amacıyla, hiçbir menfaati
bulunmaksızın borç altına girdiği ve alacaklının da bunu bildiği hâllerde, böyle bir iradenin
varlığı sonucuna varmak, hakkaniyete uygun düĢmektedir. Alacaklının sözleĢmeden doğan
müteselsil borçlulukta borçlulardan birini ibra etmesinin, diğerine etkili olmayacağı görüĢüne
böyle bir istisna tanınması, diğer borçlunun teminat amaçlı olarak borç altına girmiĢ
olmasından kaynaklanır ve hakkaniyete uygun düĢer. Çünkü asıl borçluyu borçtan kurtaran
alacaklının, ona teminat vermek amacıyla borç altına gireni de borçtan kurtarmak istediği esas
kabul edilmelidir. Bu anlayıĢ, borca katılmaya uygulandığında, Ģu sonuç ortaya çıkmaktadır:
Alacaklı ilk borçluyla bir ibra sözleĢmesi yaptığında, ilk borçluyu ibra eden alacaklının, ilk
borçlunun borcu için alacaklıya taminat vermek amacıyla borcu üstlenen borca katılanı da
ibra etmek istediği sonucuna varılabilir. Bunu kabul etmek için açık bir irade beyanı zorunlu
olmayıp, aksinin kabulü için açık irade beyanı aranmalıdır. Aynı Ģekilde, borçlunun borçtan
kurtarılması amaçlı borca katılmanın varlığı hâlinde, borca katılmanın bu amacını bilen
alacaklının, borca katılanı ibra etmesi, ilk borçluyu da ibra etmek istediğinin kabulüne yol
açmaktadır388
.
Diğer yandan Ģu durumu da dikkate almak gerekir: Kanaatimizce, borca katılmanın Ģekle
bağlanması gerekip gerekmediği konusunda ve teminat amaçlı borca katılmanın kefalet
388
Schürnbrand, alacaklının iç ilişkide tek başına sorumlu olan ilk borçluyu ibra etmesinin, net bir şekilde,
alacağının tamamını ortadan kaldırmayı amaçlayan bir işlem olduğunu ve buna dayanılarak borca katılanın da
ibra edilmiş sayılacağını ifade etmektedir. Bkz. Schürnbrand, s. 103. Diğer yandan, yazar esasen ilk borçlunun
ibra edilmesinin öok da anlamı olmayacağını, çünkü alacaklıya ödeme yapan borca katılanın, iç ilişkide iç ilişkide
yaptığı ödemeyi tamamen rücu edeceğini ifade etmektedir. Biz bu görüşe katılmıyoruz. Borca katılan için,
alacaklıya ödemiş olduğu bedeli, iç ilişkide ilk borçludan talep ettiğinde, ilk borçlunun ödeme güçsüzlüğü
ihtimalinde rücu alacağını elde edememe riski mevcuttur. Bu sebeple, borca katılanın ibra edilmiş sayılmasında
ciddi menfaati bulunmaktadır. Bu menfaat, borca katılanın ilk borçlunun hata, hile veya tahdit sebebiyle akdi
iptal etmesinden önce ödeme yapmaktan kaçınabilmesi gerektiği yönündeki görüşümüzde ifade ettiğimiz
menfaatiyle özdeşitir. Çünkü orada da, iptâlden sonra, alacaklıdan yaptığı ifayı çoğunlukla sebepsiz
zenginleşme talebiyle geri alacak olan borca katılan için, alacaklıdan iade alacağını elde edememe riski
bulunmaktadır. İlk borcun iptâl edilebilirliğinin, borca katılana sağladığı defi hakkına ilişkin açıklamalarımız için
bkz. İkinci Bölüm, IV, B, 2, c.
sözleĢmesinden ayırt edilmesinde bir bir kriter olarak kabul edilmemesi gerektiğini
düĢündüğümüz, borca katılanın alacaklı ile ilk borçlu arasındaki borç iliĢkisine yönelik
doğrudan kiĢisel menfaati kriteri burada Ģu Ģekilde dikkate alınabilir. Borca katılanın böyle bir
menfaatinin bulunduğu hâllerde, rücu bakımından ilk borçluyla aynı hukuki konumda olması
ve iç iliĢkide sorumluluk payının bulunması mümkündür. Böyle bir durumda, teminat veren
borca katılanın bu yönden korunması gerekmez. Borca katılanın kiĢisel menfaati varsayımsal
olarak kabul edilmemelidir. Fakat böyle bir menfaati tespit edilmiĢse bundan daha da önemli
olarak, borca katılan iç iliĢkide sorumluluk payına sahipse, alcaklının ilk borçluyu ibra
ederken, borca katılanı da kural olarak ibra etmek istediği sonucuna varılmamalıdır. Bunun
dıĢında, eğer açık deliller yoksa, borca katılanı ibra eden alacaklının, ilk borçluyu da ibra
etmek istemiĢ olduğu sonucuna varılamaz389
. Kanaatimizce vardığımız çözüm tarzı, borca
katılma sözleĢmesinin teminat amacının getirdiği bir sonuç olarak, BK. 145/2 hükmünün ibra
yönünden anlamına iliĢkin yaptığımız yoruma uygun olarak, bu hükümden de çıkarılabilecek
bir çözümdür. Çünkü borcun teminat niteliği böyle bir yorum tarzını haklı kılmaktadır.
3. Borçlu ve Alacaklı Temerrüdü
Müteselsil borçlulardan birinin alacaklıyı temerrüde düĢürmesinin sonuçları Türk ve Ġsviçre
Borçlar Kanunlarından düzenlenmemiĢtir390
. Buna rağmen Türk ve Ġsviçre doktrininde,
alacaklının borçlulardan biri tarafından temerrüde düĢürülmesi hâlinde, diğer borçuların da
bunun hukuki sonuçlarından yararlanacağı kabul edilmektedir. Buna göre, borçlu BK. 91
hükmünün kendisine verdiği edimi tevdi etme hakkını kullanrak borcu sona erdirdiğinde,
diğer borçlular da borçtan kurtulurlar. Bu sonuç hakkaniyete uygundur, çünkü borçlulardan
birinin ifasıyla diğer borçlular da borçlarınan kurulacaklarına göe, alacaklının haklı bir
gerekçe bulunmaksızın ifayı reddetmesi, diğer borçluların da borcun sona ermesine iliĢkin
haklı menfaatlerine zarar verecek niteliktedir391
. Bu bağlamda alacaklı, borcun vadesinde ifa
edilmesinde özel bir menfaati bulunmuyorsa, müteselsil borçlulardan her birinin borcun
muaccel olmasındna önce yaptığı ifa teklifini kabul etmek zorundadır. Amaç, müteselsil
borcun ifa yoluyla sona ermesi olduğuna göre, alacaklı BK. 142/1 hükmünün kendisine
389
Aynı yönde Madaus, s. 29.
390 Alman Hukukunda “Alacaklı temerrüdünün etkisi” kenar başlıklı BGB § 424 hükmü, alacaklının bir müteselsil
borçluya karşı alacaklı temerrüdüne düşmesinin, diğer borçlulara da etki edeceğini açıkça düzenlemektedir.
391 Akıntürk, s. 198; Canyürek, s.100; Palandt/heinrichs, BGB § 424 N. 1; Soergel/Wolf, BGB § N. 1; Merz, s. 106,
vd.; Guhl/Merz/Koller, s. 32, 33; Schwenzer, s. 459.
verdiği seçim hakkını gerekçe göstererek borca uygun ifayı reddetme hakkına sahip değildir.
Böyle bir davranıĢ, alacaklının temerrüde düĢmesine yol açacaktır. Borca katılma sözleĢmesi
yönünden de alacaklı, borcun ifasını kabul etmek bakımından ilk borçlu ile borca katılan
arasınd ayrım yapma hakkına sahip olmayıp, birinin alacaklıyı temerrüde düĢürüp tevdi
hakkını kullanarak borcu sona erdirmesinden diğer borçlu da yararlanacaktır.
Borçlu temerrüdü açısından ise, yine müteselsil borçta temerrüde iliĢkin ilkeler geçerli
olacaktır. Hâkim görüĢe göre392
, Borçlar Kanunu, borçlu temerrüdüne toplu etki tanımamıĢtır.
Alacaklı, her bir borçluyu ayrı ayrı temerrüde düĢürmek zorundadır. Borca katılan genellikle
ilk borçlunun borcunun hükümler uyarınca borç altına girdinden, kural olarak, borca
katılmanın borcunun vadesiyle ilk borçlunun borcunun vadesi aynıdır. Buna göre belirli
vadenin dolmasıyla her iki borçlu da temerrüde düĢecektir. Her iki borçlunun borçlarının
vadesi belirsiz ise, alacaklı her birine ayrı ayrı ihtar çekmek zorundadır393
. Diğer yandan,
çokluk ilkesi gereği her bir borç ayrı hükümlere tâbi olabileceğinden, alacaklı böyle bir
durumda, her bir borçluyu, borcun tâbi olduğu hükümlere göre temerrüde düĢürecektir.
Borçlu temerrüdünün sonuçları açısından her bir borçlu kendi borçlu temerrüdünün
sonuçlarından sorumlu olacaktır394
. Fakat aksi kararlaĢtırılabilir. Borca katılma yönünden,
özellikle borca katılanın ilk borçluyla aynı edimi tahhüt ettiği hâllerde, örnek olarak her iki
borçlunun da edimi para borcu ise, borca katılanın ilk borçlunun temerrüdünün sonuçlarındna
sorumlu olacağı kararlaĢtırılabilir. Fakat eğer ilk borçlunun edimi belirli bir vâdeye tâbi
değilse, bu sonucun sağlanabilmesi için, borca katılan ilk borçlunun temerrüde
düĢürüldüğünden haberdar edilmesi gereklidir.
Borca katılanın borcuyla, ilk borçlunun borcu farklı sözleĢmelerden doğduğundan395
, her iki
sözleĢme de bir tarafa veya tam iki tarafa borç yükleyen sözleĢme Ģekline akdedilebilir. Tam
iki tarafa borç yükleyen bir sözleĢmenin varlığı hâlinde, BK. 106 hükmünde öngörülen, tam
iki tarafa borç yükleyen sözleĢmelerde temerrüdün alacaklıya (ilk borçlu veya borca katılana)
392
Akıntürk, s. 199; Oğuzman/Öz, s 857; Eren, s.1157.
393 Oğuzman/Öz, s. 297, vd.
394 Akıntürk, s. 200.
395Borca katılma beyanı, alacaklı ile ilk borçlu arasındaki sözleşmede de yapılabilir.Fakat bu durum, ayne
kefalette olduğu gibi, bir metin içinde ilk borcu soğuran sözleşme ve borca katılma sözleşmesi olarak iki ayrı
sözleşmenin mevcut olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
tanıdığı haklar, sadece sözleĢme tarafı olmaya bağlı haklardır396
. Bu sebeple, ilk borcu
doğuran sözleĢmede bu hakkı sadece ilk borçlu, borca katılma sözleĢmesinde de borca katılan
kullanabilir. Fakat borçlulardan birinin diğerine bu konuda doğrudan temsil yetkisi vermesi
mükündür. BaĢlangıçtan itibaren birlikte giriĢilen müteselsil borçluluktan farklı olarak397
,
alacaklının temerrüt sebebiyle ilk borçluyla arasındaki sözleĢmeden dönmesi için veya bu
sözleĢmeyi feshetmesi için, tüm müteselsil borçluları temerrüde düĢürmesi zorunlu
değildir.Aynı Ģekilde borca katılma sözleĢmesi de sadece alacaklı ile borca katılan arasında
hukuki iliĢki doğurur ve bu sözleĢmeden doğan hakları sadece taraflar kullanırlar.
4. Alacaklının Ġlk Borçluya KarĢı Sahip Olduğu Alacağın Temlikinin Borca
Katılma SözleĢmesinden Doğan Alacak Hakkı Üzerindeki Etkisi
a. Sorunun Ortaya Konması
Türk, Ġsviçre ve Alman Hukuklarında, bir alacağın temlik edilmesi hâlinde bu alacağa bağlı
rüçhan hakları ve ferî hakların da, alacağı takip edeceği ve bu konuda herhangi bir anlaĢmaya
gerek bulunmaksızın kendiliğinden yeni alacaklıya geçeceği düzenlenmiĢtir398
. BK. 168/1
(OR. 170/1) hükmüne göre: “Alacağın temlikinde, temlik eden kimsenin şahsına has
olanlardan maada rüçhan hakları ve diğer müteferri haklar dahil olur.” Alman Medeni
Kanunu’nda da aynı ilkeye yer verilmiĢtir. BGB. § 401/1 hükmü uyarınca, “temlik edilen
alacakla birlikte, ipotekler, gemi ipotekleri, rehin hakları ve alacak için tesis edilen kefalet
yeni alacaklıya geçer.” Türk ve Ġsviçre Borçlar Kanunlarında temlik edilen alacağı güvence
atına almak üzere tesis edilen kefaletin de yeni alacaklıya geçeceği açıkça belirtilmemekle
birlikte, kanun açıkça alacağa bağlı feri hakların da geçeceğini, daha isabetli ve genel bir
ifadeyle düzenlemiĢ olduğundan, asıl alacağın fer’i olan kefaletten doğan alacağın da yeni
alacaklıya geçeceği sonucu kendiliğinden doğmakta ve doktrinde bu konuda herhangi bir
tereddüte yer verilmediği gibi, tersine kefalet alacağının feriliği sonucunda, asıl alacaktan
bağımsız olarak temlik edilemeyeceği kesin bir Ģekilde ifade edilmektedir399
.
396
Oğuzman/Öz, s. 401, vd.
397 Akıntürk, s. 200.
398 Oğuzman/Öz, s. 936.
399 Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Tekinay Borçlar Hukuku, s. 251; Oğuzman/Öz, s. 936;Eren, s. 1191;
Reisoğlu, Kefalet, s. 3; Yavuz, Özel Hükümler, s. 829.
Borca katılma sözleĢmesi açısından, bu sözleĢmedenborca katılan için doğan borç, geçerli
olarak doğumundan itibaren, müteselsil borç niteliğine uygun olarak, ilk borçtan bağımsız
olarak varlığını devam ettirir. Buna bağlı olarak, alacaklı müteselsil borçlulardan birinden
sahip olduğu alacağı bir baĢkasına devredebilir ve bu borcun müteselsil olma niteliğine zarar
vermez. Bu borçlar, alacaklıları farklı olsa da, birinin ifa edilmesiyle sona erecektir400
.
Bununla birlikte borca katılma açısından özel bir durum sözkonusudur. Alacaklı ile borca
katılan, aralarında yaptıkları borca katılma sözleĢmesinde, borca katılanın ilk borcu teminat
altına almak amacıyla borç altına girdiğini kararlaĢtırmaktadırlar. Hatta bu açıkça
kararlaĢtırılmıĢ olmasa dahi, özleĢmenin tipik amacından ve tarafların niyetinden, borca
katılmanın alacaklıya teminat vermek amacıyla borç altına girdiği taraflarca bilinmektedir.
Diğer yandan, borca katılmadan doğan borç, garanti sözleĢmesinin aksine, ilk borçlu ile
alacaklı arasındaki hukuki iliĢkiden tamamen bağımsız olmayıp, borca katılanın ilk
borçlunun borcunu üstlenmesinden kaynaklanmaktadır. Bu sebeple, Alman Hukuk
doktrininde, borca katılmadan doğan borcun bu teminat sağlama amacından dolayı, ilk borcun
alacaklı tarafından temlik edilmesi hâlinde, borca katılmadan doğan borcun bu alacağı takip
edip etmeyeceği, diğer bir ifadeyle, ilk borcun temlik edilmesi halinde, bu borcun ifasını
temin eden borca katılanın borcunun da bu temlikin kapsamında görülüp görülemeyeceği
tartıĢma konusu olmuĢtur. Bu tartıĢma, daha net olarak, BK. 168/1 (OR 170/1, BGB § 401/1)
hükmünde ifade olunan, alacağın temliki hâlinde feri hakların ve buna bağlı olarak kefalet
alacağının da devralana geçeceği kuralının, kıyasen borca katılma sözleĢmesine
uygulanmasının mümkün olup olmadığı sorununa yöneliktir. Esasen bu tartıĢma, teminat
amaçlı borca katılma sözleĢmesinin, mutlak ferilik niteliğine sahip kefalet sözleĢmesiyle,
mutlak bağımsızlık niteliğine sahip bulunan garanti sözleĢmesi arasında, hatta ferilikle tam
teselsülün yarattığı bağımsızlık arasında bir yere sahip olduğunun da açık bir göstergesidir401
.
400
Akıntürk, s. 60; Von Tuhr (Edege çevirisi), s. 786. Ne var ki Palandt/Heinrichs, böyle bir devrin bir yandan
alacaklı teselsülü veya buna benzer bir durumu doğuracağı, diğer yandan her iki borçlunun da ifada bulunması
tehlikesi sözkonusu olacağından, alacaklının yapacağı bu devrin geçerliliği için borçlunun rızasının aranacağını
belirtmektedir. Bkz. Palandt/Heinrichs, BGB §425 N.9 ; aynı yönde Soergel/Wolf, BGB § 428 N. 5. Schürnbrand
da bu görüşü paylaşmaktadır. Bkz. Schürnbrand, s. 134.
401 Nitekim Schürnbrand, müteselsil borçluluğa ait hükümlerin borca katılmanın teminat sağlama amacına
uygun düşmediği düşüncesini ayrıntılı gerekçelerle savunmaktadır. Bu tartışmalar için bkz. Schürnbrand, s. 97,
vd.
b. Borca Katılmadan Doğan Alacak Hakkının Esas Alacak Hakkıyla
Birlikte Devralana Geçip Geçmeyeceğinin Belirlenmesi
Müteselsil borçluluk iliĢkisi içinde olmaları ve buna bağlı olarak yukarıda incelediğimiz bazı
toplu etkiler sebebiyle, borca katılanın borcuyla ilk borç arasında belirli bir bağlılık
bulunmaktadır. Böyle bir bağlılığın, alacaklının ilk borçludan olan alacağını üçüncü bir kiĢiye
devretmesi hâlinde, alacağın devrinin hükümlerinden biri olan BK. 168/1’in borca katılmadan
doğan borcu da kapsadığı veya en azından bu hükmün borca katılmaya kıyasen uygulanması
gerektiği düĢüncesini haklı gösterip, göstermediği sorunu gündeme gelmektedir. Bu
düĢüncenin tasvip edilmesi durumunda, borca katılmadan doğan borç, ilk borcu tâkip
edecektir.
BK. 168 hükmünün açık lâfzı uyarınca, borca katılmanın da bu hükmün kapsamına girdiğini
savunmak mümkün bulunmamaktadır. Doktrinde, daha önce birçok hukuki sorunun
incelenmesi aĢamasında belirttiğimiz üzere, borca katılma sözleĢmesinin teminat sözleĢmesi
özelliği ve ferilik yönünden kefalet sözleĢmesine benzerliği sebebiyle, kefalet sözleĢmesine
iliĢkin hükümlerin niteliği uygun düĢtüğü ölçüde borca katılma sözleĢmesine
uygulanabileceğinin genel kabul gördüğünü belirtmiĢtik. Esasen böyle bir kıyas, borca
katılma sözleĢmesinin bazı yazarlarca sui generis, bazı yazarlarca da karma sözleĢme
niteliğinde atipik bir teminat sözleĢmesi olmasının doğal bir sonucudur402
. Bu sebeple, BK.
168/1 hükmünün borca katılma sözleĢmesine uygulanması konusunda da böyle bir kıyas
imkânından yararlanmanın mümkün olup, olmadığının incelenmesi zorunludur. Çünkü borca
katılma, yapısı itibarıyla, baĢlangıçtan itibaren bütün borçluların birbirinden bağımsız borç
altına girdiği klâsik müteselsil borçluluk hâlinden farklı, atipik bir yapıyı ortaya koymaktadır.
Aynı içeriğe sahip bulunan BK. 168/1, OR 170/1 ve BGB § 401/1 hükümleri, tereddütsüz bir
biçimde, sadece alacağı temin eden feri hakların yeni alacaklıya geçiĢini düzenlemektedir. Ne
var ki, konunun ele alındığı Alman doktrininde ve mahkeme kararlarında, mutlak anlamda
ferilik özelliğini barındırmayan teminat amaçlı borca katılmadan doğan borcun da bu hükmün
kapsamına alınması gerektiği konusunda büyük ölçüde görüĢ birliği bulunmaktadır403
. Bu
402
Borca katılma sözleşmesinin, kısmen de olsa kefalet sözleşmesinin ferilik unsurunu bünyesinde barındırması
sebebiyle, tip kaynaşması oluşturan bir karma sözleşme olduğu yönündeki görüşümüz için bkz. İkinci Bölüm, III,
a ve b.
403Bu yöndeki Federal Mahkeme kararları olarak bkz. BGH NJW 1972, 437, 438; NJW 2000, 575. Madaus, s. 32;
Jauernig/Stürner, BGB § 401 N. 2; Münch.Komm./Roth, BGB §401 N. 7; Palandt/Heinrichs, BGB §401 N. 4;
görüĢün bir gerekçesi, bu hükümde ifade edilen ilkenin amacının, sadece feri teminat
haklarını değil, asıl hakkın güçlendirilmesini ve güvence altına alınmasını sağlayan tüm yan
hakları kapsadığı; bu hükmün uygulanmamasını gerektiren özel bir hukuki ilke bulunmadığı
sürece, feri olmayan yan hakları404
da kapsaması gerektiği Ģekline ifade edilmektedir.
Diğer görüĢ ise, kıyasın Ģartlarının varlığından yola çıkmaktadır. Bu düĢünceye göre, hükmün
amacı, birbirine bağlı hakların aynı elde toplanmasını sağlamaktır olup, bu amaç tarafları
güven ilkesine göre yorumlanması gereken iradelerine de uygun düĢmektedir405
. Bu dar
anlamda bağlılık feri haklar açısından sözkonusu olurken, ortak ifa amacı itibarıyla geniĢ
anlamda birbirine bağlı olan müteselsil borçlarda da sözkonusu olmaktadır. Müteselsil
borçlulukta toplu etkinin bulunduğu hâllerin sebebi de bu bağlılıktır. Her iki durumda da,
alacaklar arasında kanun tarafından getirilmiĢ bir bağlılık sözkonusudur406
. Burada dikkat
edilmesi gereken husus, bu kıyası haklı kılan olgunun sadece teminat amacı olmadığıdır. Zira
bu amaç, kıyasın mümkün görülmediği garanti sözleĢmesi açısından da mevcuttur. Kıyası
haklı kılan olgu, borca katılmanın içinde baĢlangıç itibarıyla ferilik unsurunu barındırması ve
ilk borçlunun borcuyla arasındaki bağdır407
.
Staudinger/Busche, BGB §401 N. 31; Blow, Kreditsicherheiten, s.Rn. 1382; Reinicke/Tiedtke, s. 19.
Reinicke/Tiedtke, alacağın temlikinin sadece feri hakları kapsayacağı konusundaki ilkeye, borca katılma
yönünden bir istisna getirlmesi gerektiğini açıkça ifade etmektedir. Bkz. Reinicke/Tiedtke, s. 19 N. 64.
Schürnbrand, borca katılmadan doğan alacağın kendiliğinden geçeceği doğmayik sebeplerle kabul edilmese
dahi, en azından alacağı devralana bu konuda bir talep hakkı tanınması gerektiği düşüncesindedir. Bkz.
Schürnbrand, s. 135. Yazar bu düşüncesini, alacağın devri hâlinde, yeni alacaklının sözleşmenin yapılmasıyla
birlikte eski alacaklının yerine geçeceğini ifade eden BGB §398 hükmünün doğrudan borca katılmaya
uygulanmasına dayandırmaktadır. Bkz. Schürnbrand, s. 134.
404 Yan haklar, alacağın elde edilmesine (icra edilmesine) hizmet eden, alacağa bağlı haklar olarak
tanımlanmaktadır. Bkz. Hüseyin Hatemi, Medeni Hukuka Giriş, Gözden Geçirilmiş 3. Bası, İstanbul 2004, s. 136 ;
Serozan, medeni Hukuk, s. 175; Schürnbrand, s. 127.
405 Soergel/Zeiss, BGB §401 N. 1; Bruno Rimmelspacher, Anmerkung zu BGH, Urt. 23.11.1999-XI ZR 20/99, WuB
I F 1 c _1.00, s. 533 (Bu atıf için bkz. Madaus, s. 31 dn. 71).
406Garanti sözleşmesinde, garanti verenin sonuç taahhüdünün, alacaklı ile borçlu arasındaki borç ilişkisiyle hiçbir
bağlılığı bulunmadığından böyle bir sonuca varılamaz ve kıyas sözkonusu olamaz. Aynı durumun teminat amaçlı
alacak temliklerinde ve teminat amaçlı mülkiyet devirlerinde de sözkonusuolduğu kabul edilmektedir. Bu
konudaki Alman Federal Mahkeme kararları olarak bkz. RGZ 60, 369, 371. Ayrıca jauernig/Stürner, BGB §401 N.
5; Münch.Komm /Roth, BGB 401 N. 11; Soergel/Zeiss, BGB 401 N. 3; Staudinger/Busche, BGB § N. 42; Larenz,
Schuldrecht I, s. 577.
Biz de bu görüĢe katılıyoruz. Öncelikle borca katılmanın atipik karma bir sözleĢme olup,
bünyesinde kefaletin ferilik unsurunu barındırması, bu sözleĢmeye uygulanacak hükümlerde
kıyasa açıkça izin vermektedir. Hatta doktrindeki diğer görüĢ esas alınıp, bu sözleĢme sui
generis nitelikte sayılsa dahi sonuç değiĢmeyecektir. Borca katılmanın atipik teminat
sözleĢmesi niteliği, bu konuda yapılacak kıyasın önemli bir dayanağıdır. Buna ek olarak,
menfaatler durumu da kıyasa müsaittir. Borca katılan alacaklıya karĢı, teminat vermek
amacıyla ilk borçlunun edimini üstlenmekte ve bu edim, sadece içeriği itibarıyla değil, içinde
bulunduğu durum itibarıyla da üstlenilmektedir. Borca katılmanın mevcut ve geçerli bir
borcun varlığını gerektiren kuruluĢ (doğuĢu) itibarıyla feriliği, meydana gelen borcun,
baĢlangıçtan itibaren birlikte giriĢilen müteselsil borçluluktan farklı yanını, borçların ifa amacı
dıĢında da tümüyle birbirinden bağımsız olmadığını göstermektedir. Son olarak alacaklının,
sadece ilk borcu temin etmek, edime iliĢkin menfaatini güvence altına almak amacıyla borca
katılandan alacak hakkı kazanması, ilk borcu devreden alacaklının, diğer borcu elinde
tutmasının haklı bir gerekçesinin bulunmadığını da ortaya koymaktadır. AçıklamıĢ
olduğumuz bu sebeplerle, BK. 168/1 hükmünün, alacağı güvence altına alan kefalet alacağını,
devredilen alacağın hukuki kaderine bağladığı gibi, borca katılanın ifa edeceği alacağı da,
teminat sağlama amacı bakımından devredilen alacağın kaderine bağladığı sonucuna
varılmalıdır. Bu görüĢ, borca katılma sözleĢmesinin, teminat sağlama amacının göz önünde
tutulmak suretiyle, müteselsil borçların birbirinden tamamen bağımsız olması ilkesinin amaca
uygun sınırlamaya (teleolojik redüksiyona) tâbi tutulması gerektiği gerekçesiyle de
savunulabilir.
5. Borca Katılma SözleĢmesinden Doğan Alacak Hakkı Ġçin ĠĢleyecek ZamanaĢımı
Hangi sebepten doğmuĢ olursa olsun, prensip olarak her borç zamanaĢımına tâbidir408
. Bu
sebeple, borca katılma sözleĢmesinden borca katılan için doğan borcun da hangi süre içinde
zamanaĢımına uğrayacağının tespit edilmesi gerekir.
BaĢlangıçtan itibaren birlikte borç yüklenme suretiyle gerçekleĢen sözleĢmesel müteselsil
borçlulukta, zamanaĢımı süresinin tespiti zorluk arzetmez. Zira bütün borçlular çoğunlukla
aynı sözleĢmeyle borç altına girerler. Bu durumda eğer her bir müteselsil borç için aynı edim
belirlenmiĢse, tüm borçlar aynı zamanaĢımı süresine tâbi olurlar. Bununla birlikte, edimler
aynı olsalar dahi, bağımsızlık ilkesi gereği her borç için ayrı zamanaĢımı iĢler ve zamanaĢımı
408
Oğuzman/Öz, s. 467.
hangi borç için iĢlemiĢse, o borç için sonuç doğurur. Diğer borçlulara etki etmez. Her borç
için ayrı muacceliyet tarihi belirlenebileceğinden, iĢleyecek zamanaĢımı süresinin aynı olduğu
hâllerde dahi, bu borçlar farklı anlarda zamanaĢımına uğrayabilmektedirler409
.
Borca katılma sözleĢmesi açısından farklı bir durum mevcuttur. Çünkü sonradan müteselsil
borç doğuran bir hukuki sebep olarak borca katılma sözleĢmesi, ilk borcun doğduğu
sözleĢmeden ayrı ve bağımsız bir sözleĢmedir. Sıkça verdiğimiz bir örnek olarak, ilk borcu
doğuran sözleĢme bağıĢlama vaadi iken, aynı edimi içeren borca katılma sözleĢmesi tam iki
tarafa borç yükleyen bir sözleĢme olarak belirlenebilir. Bu durumda, öncelikle borca katılma
sözleĢmesi için geçerli olan zamanaĢımı süresinin ne olduğunun belirlenmesi gereklidir.
Doktrinde, borca katılma sözleĢmesi için iĢleyecek zamanaĢımı süresi konusunda fikir ayrılığı
bulunmaktadır. Yaygın bir görüĢe göre, borca katılma sözleĢmesinden alacaklı için doğan
alacak için iĢleyecek zamanaĢımı süresi, ilk borcun zamanaĢımı süresine tâbidir, ilk borcu
doğuran sözleĢmeden doğan alacağın aynısıdır. Reichel, hukuki sebeplerin aynı olmasını
görüĢün gerekçesi olarak göstermektedir410
. Çoğunluğu oluĢturan diğer yazarlar ise, bu
görüĢün gerekçesi olarak, baĢlangıç ânında (ve eğer taraflar edimi sonradan anlaĢarak
değiĢtirmemiĢlerse sonrasında da) her iki borcun konusu olan edimlerin aynı olmalarını
gerekçe göstermektedirler411
. Kanaatimizce bu görüĢe ve her iki gerekçeye katılmak mümkün
değildir.
Öncelikle, ilk görüĢ borca katılmanın bağımsız ve bu sebeple kendine ait bir zamanaĢımı
süresi bulunan bir sözleĢme olduğu gerçeğini göz ardı etmektedir. Borca katılma, ilk borcu
soğuran sözleĢmeden doğan bir borç meydana getirmez. Ayrıca, borca katılma ilk borcun
hukuki sebebine bağlı olmayıp, borca katılanı çoğunlukla teminat sebebiyle, bazen de borçtan
kurtarma vaadinin hukuki sebebiyle borç altına sokar. Bu sebeple ilke borcu doğuran
sözleĢmeyle borca katılma sözleĢmesinin hukuk sebepleri farklıdır412
. Bu sebeple, her iki
borç için de iĢleyecek zamanaĢımı aynı değildir.
409
Akıntürk, s. 188.
410 Reichel, s. 396.
411 Möschel, Vor §414 N. 13; Soergel/Zeiss, Vor §414 N. 7; Nörr/Scheyhing/Pöggeler, s. 321; Edenfeld, s. 1034.
Bydlinski, s. 953.
412 Bu konudaki açıklamalarımız için bkz. İkinci Bölüm, II, B ,2.
Bununla beraber, borçların zamanaĢımı süresinin aynı olduğu görüĢü, edimlerin aynı olması
ile de gerekçelendirilemez. Borca katılma sözleĢmesinin yapılması ânında edimlerin aynı
olması, sadece her iki borçlunun da yükümlülüklerini konusunun aynı olduğunu gösterir ve
borca katılanın borcunun doğuĢu itibarıyla ilk borca ferî olarak bağlı olması sonucunu
doğurur. Buna bağlı olarak, borca katılma sözleĢmesinin yapılması ânında ilk borcun
kapsamının değiĢmesine yol açan itiraz ve defiler, borca katılma ânındaki edimlerin aynıyeti
dolayısıyla, borca katılanın borcunun kapsamını da belirlemektedir413
. Bu durum, aynı
zamanda borca katılanın, ilk borç için borca katılma ânında iĢlemiĢ bulunan zamanaĢımını
alacaklıya ileri sürebilmesi ve böylece ifadan kaçınabilmesi anlamına gelir414
. Borca katılma
sözleĢmesinin yapılması ânında ilk borç zamanaĢımına uğramıĢ değilse, borca katılmadan da
tam anlamıyla ifası talep edilebilir bir borç doğmuĢ olur. Borca katılma sözleĢmesinin
yapılmıĢ olması ânında, ilk borcun zamanaĢımının bir kısmının iĢlemiĢ olmasının, borca
katılanın borcu üzerinde hiçbir etkiye sahip bulunmamaktadır. Çünkü ilk borcun mevcut ve
ifası talep edilebilir, geçerli bir borç olması Ģartının gerçekleĢmesiyle, borca katılmadan yeni
bir borç doğar ve ilk borçla bağı kural olarak kesilir. Bunun sonucu olarak, borca katılmadan
doğan borç için yeni bir zamanaĢımı süresi baĢlar. Ġlk borcun zamanaĢımının dırması,
kesilmesi bu yeni borç üzerinde hiçbir etkide bulunamaz. ZamanaĢımı açısından borca
katılanı ilgilendiren tek husus, borca katılma ânında zamanaĢımının iĢlememiĢ olmasıdır.
Borca katılma sözleĢmesi, ilk borcu doğuran sözleĢmeden kuruluĢu aĢamasındaki ferilik
dıĢında bağımsız ve ayrı bir sözleĢmedir. Ġlk borcu doğuran örnek olarak satım sözleĢmesiyle,
bu sözleĢmeden satıcı için doğan para alacağını teminat altına alan kefalet sözleĢmesi
arasındaki iliĢki, bu yönden satım sözleĢmesiyle, para borcunu teminat altına alan borca
katılma sözleĢmesi için de tamamen aynı niteliğe sahiptir. Borca katılma ile bir borç nakli
gerçekleĢmez, bu sebeple ilk borç hukuki sebebiyle birlikte üstlenilmiĢ olmaz. Borç sadece
içeriği itibarıyla üstlenilir. Sadece ilk borcun içeriği, geçerli olup, olmadığı ve talep edilebilir
olup, olmadığı borca katılma üzerinde etkilidir. Bu aĢamadan sonra bağımsız, yeni fakat
müteselsil bir teminat alacağı doğmaktadır. Bu sebeple bu sözleĢmeden doğan borç kendine
ait bir zamanaĢımı süresine sahiptir.
Bu durumda, borca katılmadan doğan alacağın zamanaĢımını, kanunda özel bir hüküm
bulunmadığından, BK. 125 uyarınca on sene olarak belirlemek gerekir. Bununla birlikte,
413
Bu konudaki açıklamalarımız için bkz. Dördüncü Bölüm, II, B.
414 Möschel, Vor §414 N. 13; Soergel/Zeiss, Vor §414 N. 7; Nörr/Scheyhing/Pöggeler, s. 264.
zamanaĢımı süresinin borcu doğuran sözleĢmeye değil, edime göre belirlendiği hâllerde,
borca katılma sözleĢmesinden doğan bu borcun zamanaĢımı süresi de aynı olacaktır. Buna
göre, istisna akdinden doğan tüm davalar, BK. 126/b.4 hükmü uyarınca kural olarak 5 yıllık
zamanaĢımına tâbi iken, bu sözleĢmeden doğan para borcuna katılma hâlinde iĢleyecek süre
10 yıl olacaktır. Diğer yandan, BK. 126/b.2 gereği beĢ yıllık bir zamanaĢımı süresine tâbi
olan erzak bedeli borcuna katılma da beĢ yıllık zamanaĢımı süresine tâbi olacaktır415
.
ZamanaĢımı, genel ilkelere göre, borca katılanın borcunun muacceliyetinden itibaren iĢlemeye
baĢlayacak, borç için bir vâde belirlenmemiĢse, alacak doğar doğmaz muaccel olacağından,
borca katılma sözleĢmesinin akdedilmesiyle zamanaĢımı iĢlemeye baĢlayacaktır. Borca
katılanın borcu geciktirici Ģarta bağlanmıĢsa, Ģartın gerçeklemesiyle alacak muaccel
olacağından, o andan itibaren zamanaĢımı iĢlemeye baĢlayacaktır. Borca katılan, edimini
terine getirmemiĢse, alacalının tazminat talep ettiği hâllerde, bu tazminat alacağının doğduğu
anda iĢlemeye baĢlayacaktır. Borca katılanın borcunun muacceliyeti, alacaklının ihbarına
bağlanmıĢsa, ihbarı yapma hakkının alacaklıya ait olduğu hâllerde, zamanaĢımı bu ihbarın
yapılabileceği andan itibaren baĢlayacaktır416
.
II. BORCA KATILANIN ALACAKLIYA ĠLK BORCUN GEÇERSĠZLĠĞĠ
SEBEBĠYLE ĠLERĠ SÜREBĠLECEĞĠ DEFÎLER
A. Genel Olarak Borca Katılan Tarafından Alacaklıya Ġleri Sürülebilecek Olan
Defilerin Sınıflandırılması
Borca katılma, bir teminat sözleĢmesi olması itibarıyla üç köĢeli bir iliĢkiler bütün meydana
getirmektedir. Borca katılanın alacaklıya karĢı ileri sürebileceği defiler, kendisi ile alacaklı
arasındaki borca katılma sözleĢmesinden kaynaklanabilir. Bu durumda borca katılan, alacaklı
ile arasındaki edim iliĢkisinden doğan defi ve itirazları ileri sürmüĢ olur. Bunlar, sözleĢmenin
geçersizliğinden doğan itirazlar, borca katılanın kendi borcunun zamanaĢımına uğraması
sebebiyle zamanaĢımı defini ileri sürmesi, borca katılma sözleĢmesinin tam iki tarafa borç
yükleyen bir sözleĢme niteliğine sahip olması hâlinde ileri süebileceği akdin ifa edilmediği
defi (BK. 81), aciz defi (BK. 82) gibi defilerdir. Borca katılma sözleĢmesinin Ģekle bağlı
olduğu kabul edildiğinde, Ģekle aykırılık, edimin baĢtaki imkânsızlığı, edimin hukuka veya
ahlâka aykırılığı, borca katılanın irade sakatlıkları veya gabin sebebiyle sözleĢmeyi iptâl
etmesi veya borca katılma sözleĢmesinin muvazaa (BK. 18) sebebiyle kesin hükümsüzlüğü
415
Madaus, s. 274.
416 Oğuzman/Öz, s. 470, 471; Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Tekinay Borçlar Hukuku, s. 428.
gibi geçersizlik sebepleri itirz olarak ileri sürülecek, edimin ifasının sözleĢmenin
kurulmasından sonra objektif olarak imkânsızlaĢması da borcu sona erdiren bir hâl olarak ileri
sürülecektir417
. Bu konular çoğunluğu itibarıyla çalıĢmamızın içinde, borca katlma
sözleĢmesinin geçerliliği bakımından ve hukuki niteliği kapsamında açıklanmıĢ olduğu için,
burada üzerinde durmuyoruz
Borca katılanın alacaklıya karĢı ileri sürebileceği defiler, kendisi ile ilk borçlu arasındaki
hukuki iliĢkiden doğan defiler olarak karĢımıza çıkabilir. Bu durumda, borca katılan ilk borçlu
ile arasındaki kapama iliĢkisinden doğan defileri ileri sürmüĢ olur. Bu durum, ancak borca
katılma sözleĢmesinin, borca katılan ile ilk borçlu arasında, alacaklıya ifayı talep yetkisi veren
bir borçtan kurtarma vaadi olarak akdedildiği hâlde sözkonusu olabilir. Bu konunun üzerinde,
ilk borçluyla akdedilen borca katılma sözleĢmesi ve özellikle borçtan kurtarma amaçlı borca
katılma sözleĢmesini incelerken durduğumuzdan, tekrarda bulunmamak açısından konu
burada tekrar ele alınmayacaktır418
. Fakat Ģunu belirtmek gerekir ki, borca katılan ilk borçlu
ile arasındaki, üçüncü Ģahıs (alacaklı) yararına sözleĢme niteliğindeki sözleĢmeden doğan tüm
defileri ve itirazları ileri sürebilecektir. Bu sebeple, teminat almak isteyen alacaklının böyle
bir borca katılma sözleĢmesini, teminat olarak kabul etmemekte haklı menfaati
bulunmaktadır. Taraflar, alacaklıya sormaksızın bu sözleĢmeyi akdedip, alacaklının rızası
hilâfına borçlu olduğu üçüncü bir kiĢiye karĢı alacak hakkına sahip olmasını sağlayabilirler.
Böyle bir durumda, alacaklının iradesi olmaksızın, borçluyla aynı edimi borçlanmıĢ olduğu
için müteselsil borçlu sıfatını kazanan bu üçüncü kiĢi (dolaylı borca katılan), borçlar aynı
türden ise takas yoluyla borcu sona erdirebilir. Böyle bir sonuçla karĢılaĢmak istemeyen
alacaklının, lehine sözleĢme yapıldığı ve bu sözleĢmeden kendisi için alacak hakkı
doğduğunun bildirildiği andan itibaren, edimi red açıklamasında bulunarak, lehine doğmuĢ
alacağı hükümsüz hale getirme hakkı doktrinde kendisine tanınmaktadır419
.
Son olarak, alacaklı ilk borçlu ile alacaklı arasındaki hukuki iliĢkiden (değer iliĢkisi) doğan
defileri, borca katılmadan doğan borcun baĢlangıçtaki feriliği sebebiyle ileri sürebilecektir.
AĢağıda borca katılma sözleĢmesi açısından özellik arzeden bu durum incelenecektir.
417
Schürnbrand, s. 91; Reinicke/Tiedtke, s. 4.
418 Bu konudaki açıklamalarımız için bkz. İkinci Bölüm, III, B, 2, a.
419 Bkz. Akyol, 192, vd.
B. BORCA KATILMA ÂNI ĠTĠBARIYLA ĠLK BORÇLUNUN SAHĠP
OLDUĞU DEFĠLERĠN BORCA KATILAN TARAFINDAN ĠLERĠ
SÜRÜLMESĠ
Borçlar Kanunu, bütün borçlular arasında ortak olan defilerin ileri sürülmemesi hâlinde, bunu
ileri sürmeyen borçlunun diğer borçlulara karĢı sorumlu olacağını düzenlemektedir420
. Bu
sorumluluk, müteselsil borçlunun iç iliĢkide rücu hakkını kaybetmesi olarak gerçekleĢir
Böylece BK. 143 hükmü uyarınca, ortak defilerin ileri sürülmesi sadece bir hak olarak değil,
aynı zamanda bir külfet (yüküm) olarak düzenlenmiĢtir421
. Kanun bu sorumluluğu sadece
ortak defilerle sınırlamıĢ olduğundan, Ģahsi defilerin ileri sürülmesi bir yükümlülük olmayıp,
ileri sürülmemesi borçlunun iç iliĢkideki rücu hakkını ortadan kaldırmayacaktır.
BK 143 hükmünün lâfzı, müteselsil borçlarda, borçların hukuki sebebinin ve borçların
konusunu teĢkil eden edimlerin aynı olması gerektiği izlenimini uyandırsa da, nasıl çokluk
ilkesinin sonucu olarak bu hüküm gereği edimlerin aynı olması gerekmiyorsa, kanaatimizce
özellikle sözleĢmeden doğan müteselsil borçluluk bakımından hukuki sebeplerin de aynı
olması gerekmemektedir422
. Kanaatimizce, bu ifade, borçların hukuki sebep ve konularının
aynı olması halinde ortak defi oluĢturacakları ve bunların ileri sürülmesi gerektiği Ģeklinde
anlaĢılmalıdır.
Borca katılma sözleĢmesinden doğan müteselsil borçluluk bunun bir örneğini oluĢturmaktadır.
Borca katılmadan doğan borcun hukuki sebebi teminat olup, ilk borcun hukuki sebebinden
farklıdır. Bu sebeple borçların hukuki sebebi aynı olmadığından bunun ortak defi teĢkil etmesi
sözkonusu değildir. Bununla beraber, borca katılmada, sonradan borca katılanın ediminde bir
değiĢiklik yapılmamıĢsa, bu sözleĢmede borca katılanın üstlendiği edim, ilk borçlunun
ediminin aynısıdır. Bu sebeple, edimden kaynaklanan defi veya itiraz hakkı varsa bunun ileri
sürülmemesi, borca katılanın veya varsa ilk borçlunun defi hakkını kaybetmesine yol açabilir.
Örneğin her iki borcun da konusu olan edimin hukuka, ahlaka aykırılığı, baĢlangıçtaki
imkânsızlığı ortak defi teĢkil edebilecektir.
420
Bu bölümde, BK. 143 hükmünün terminolojisine uygun olarak defi kavramını, itirazları da içine alacak şekilde
geniş anlamda kullanmaktayız. Aynı kullanım için bkz. Akıntürk, s. 164, vd.
421 Akıntürk, s. 218.
422 Bu konudaki açıklamalarımız için bkz. İkinci Bölüm, II, B, 2.
Diğer yandan, ilk borçlunun borcunun herhangi bir sebeple geçersiz olması, borca katılanın
borcunun baĢlangıçtaki ferilik sebebiyle geçersiz olması anlamına geleceğinden, borca
katılma sözleĢmesi açısından özel bir önem taĢır. Bu sebeple, ilk borçlunun, taraf olduğu
sözleĢmeyi geçersiz kılan Ģahsi defi bile, borca katılanın borcunu geçersiz hale getirecektir.
Örnek olarak ilk borçlunun irade sakatlığı sebebiyle taraf olduğu sözleĢmeyi iptâl etmesi,
borca katılanın borcunun da kesin hükümsüz olduğu sonucunu doğuracaktır423
. Halbuki bu
sonuç, BK. 141-147 hükümlerinin bünyesinden değil, borca katılanın borcunun atipik olarak
ilk borca feri olarak bağlı olmasından kaynaklanır. Çünkü BK. 143 uyarınca, genel kabul
gören görüĢe göre, Ģahsi defilerin ileri sürülmesi, diğer borçtan kurtarmayacaktır424
.
Ġlk borçlunun, alacaklıya karĢı sahip olduğu itiraz, borca katılma sözleĢmesinin
akdedilmesinden önce doğmuĢa, borca katılan da bu itiraza dayanabilecektir. Esasen burada
borca katılan, ilk borcun geçersizliğini, ilk borçlunun Ģahsi bir definden kaynaklansa dahi,
kendi ediminin feriliği sebebiyle, kendi sözleĢmesinin geçersizliğinin sebebi olarak ileri
sürmektedir. Bu ise, çokça ifade ettiğimiz üzere, ilk borçlunun edimiyle borca katılanın
ediminin baĢlangıç itibarıyla aynı olmasından kaynaklanmaktadır. Borca katılma, borca
katılan için, ilk borçla aynı içerikte ve bağımsız bir borç doğurur. Borçlunun edim
yükümlülüğü, borca katılanın da edim yükümlülüğü haline getirilmiĢtir. Böylece, borca
katılma ânında içerik olarak tamamen aynı iki yükümlülük sözkonusu olup, bunlar farklı
hukuki sebeplerden doğan ve ileride de farklı yolları tâkip edebilecek olan yükümlülüklerdir.
Edimlerin içerik olarak (mevzu olarak) aynı olmaları, borca katılanın kendisini borç altına
sokan sözleĢmeyi yaptığı anda, aynı ilk borçlu gibi sorumlu olması sonucunu da beraberinde
getirmektedir. Esasen bu sonuç, sadece edimlerin içerik olarak aynı olmasından değil, borca
katılmanın teminat sağlamak amacıyla akdedilmesinin bir sonucudur. Zira, edimin içeriğinin
aynı olması, ilk borçlunun kendi sözleĢmesini yaparken düçar olduğu irade sakatlığını
içermez. Buna göre, borca katılma ânında ilk borçlu hangi durumda ise, borca katılan da o
Ģekilde sorumluluk üstlenmiĢ olmaktadır. Bu sebeple borca katılanın borcunun kuruluĢ
(borcun doğumu) ânı itibarıyla feriliğinden sözedilmektedir425
.
423
Bkz. İkinci Bölüm, IV, B, 2. c.
424 Akıntürk, s. 189, vd.
425 Madaus, s. 287; Schürnbrand, s. 85, vd. Katıldığımız bu görüşe göre, başlangıçtaki ferilik, bir alacağın,
diğerine tek yönlü olarak (diğer borç da ona aynı şekilde bağlı olmaksızın) bağlılığını ve bir borcun kendiliğinden
diğerinin içeriğini ve kapsamını doğrudan doğruya belirlediği halleri ifade ettiğinden, borcun kapsamı da geniş
anlamıyla borcun içeriğine dahildir ve bu ferilik hangi sebeple olursa olsun bu kapsamı da belirler. Bu sebeple,
Doktrinde, borca katılmanın baĢlangıç aĢamasındaki bu feriliği, bazı yazarlar tarafından,
edimin içeriğinden ve teminat amacından değil, borcun naklinde yeni borçluya, eskisine ait
olan ve borcun içeriğinden kaynaklanan defileri ileri sürme hakkını tanıyan BK. 177/1 (aynı
nitelikteki BGB § 417/1) hükmünün kıyasen borca katılmaya uygulanmasına
dayandırılmaktadır426
.
Borca katılmanın bu feriliğine bağlı olarak, borca katılma ânında, ilk borç herhangi bir
sebeple geçerli değilse, bu geçersizlik sebebi borçlunun Ģahsına dayalı bir sebeple gerçekeĢse
dahi, borca katılan için geçerli bir borç doğmayacaktır. Borca katılan ilk borçlu gibi sorumlu
olacağına göre, o sorumlu olmadığında borca katılan da sorumlu olmaz. Alman Federal
Mahkemesi, bir kararında, gabin benzeri bir durum yaratması sebebiyle, ahlâka aykırı sayılan
kredi sözleĢmesinin, bu kredi borcuna katılmayı da geçersiz hale getireceğine
hükmetmiĢtir427
. Yine ilk borçlu, ileri sürdüğü itirazla, borca katılma ânı itibarıyla, borcun
kapsamının azalmasını sağlayabilmiĢse, borca katılan da bundan yararlanacaktır. Buna göre,
örnek olarak ilk borcun kapsamına iliĢkin olarak, bir mahkeme kararı elde edilmiĢse, bu
hüküm borca katılmanın da kapsamını belirleyici etki gösterecektir428
.
C. BORCA KATILMA SÖZLEġMESĠNĠN AKDEDĠLMESĠNDEN SONRA ĠLK
BORÇLU NEZDĠNDE DOĞAN ĠTĠRAZ VE DEFĠLERĠN BORCA KATILAN
TARAFINDAN ĠLERĠ SÜRÜLMESĠ
Borca katılma sözleĢmesinin ilk borcun mevcut ve geçerli olması sebebiyle, geçerli bir borç
meydana getirmesinden itibaren ferilik iliĢkisi ortadan kalkar. Borca katılma sözleĢmeniden
borca katılma ile ilk borç ilişkisinde, borca katılanın ilk borçlunun tüm itirazlarını da ileri sürebilmesi, feriliğin,
borca katılanın borcunu kapsam itibarıyla belirlemesinden de kaynaklanmaktadır. Borcun içeriği ve kapsamı
dışında diğer özellikleri, örnek olarak ifa yeri ve zamanaşımı süresi gibi özellikleri ilk borca göre belirlenmez. Bkz.
Madaus, s. 288; Staudinger/Horn, BGB § 767 N. 3.
426Bu yazarlar, kıyası genel olarak borca katılmanın teminat sağlama amacının haklı gösterdiğini belirtmekle, asıl
gerekçenin teminat sağlama amacı olduğunu kanaatimizce ifade etmiş olmaktadırlar. Reichel, s. 393;Möschel,
Vor § 414 N. 3; Palandt/Heinrichs, Vor §414 N. 5; Soergel/Zeiss, Vor §414 N. 7; Larenz, Schuldrecht I, s. 611;
Medicus, Schuldrecht I, s. 393.
427 BGH NJW 1982, 2433.
428 Möschel, Vor § 414 N. 13; Palandt/Heinrichs, § Vor 414 N 5; Soergel/Zeiss, Vor § 414 N. 7; Reinicke/Tiedtke,
s. 6.
soğan borç ilk borçtan bağımsız bir borç olarak varlığını devam ettirir. Ne var ki, ifayı
gerçekleĢtirme amacı bakımından aralarındaki ortak amaç ve buna dayalı yarıĢma iliĢkisi
varlığını sürdürür429
.
Ġlk borçta gerçekleĢen defi ve itiraz sebeplerinin borca katılan tarafından ileri sürülebilmesi,
bu defilerin ortak defi niteliğinde olup, olmadığına bağlıdır. Toplu etki yaratan ifa, takas,
alacaklı temerrüdü ve alacaklının iradesine bağlı olarak ibra hallerini müteselsil borç olmaya
bağlı hükümleri incelediğimiz bir üst baĢlıkta ele almıĢ bulunuyoruz430
.
Her iki borçlunun edimi aynı olduğu için, edimin niteliğinden kaynaklanan veya edim
sebebiyle borcun sona ermesi (edimin sonraki imkânsızlığı), geçersiz hale gelmesi (edimin
sonrada hukuka aykırı veya ahlâka aykırı hale gelmesi) ya da kapsamının daralmasına yol
açacak sebepler, her iki borçlu tarafından ileri sürülebilecek ortak defilerdir. Borçlar Kanunu
143 hükmü uyarınca, müteselsil borçlulardan birinin bu defileri ileri sürmemesi, rücu hakkını
kaybetmesine yol açar. Borca katılanın borcunun doğumundan sonra, ilk borçlu açısından
mevcut olacak ve sadece ilk borçlu tarafından ileri sürülebilecek Ģahsi defiler, borca katılan
tarafından ileri sürülemezler. Bu kuralın aksi kararlaĢtırılabilir ve bir borçlu tarafından ileri
sürülebilecek Ģahsi defilerin, diğer tarafından da ileri sürülebileceği konusunda anlaĢma
yapılabilir. Bu özellikle, borca katılan açısından sözkonusu olabilir. Borca katılan ile alacaklı,
aralarında anlaĢarak, ancak ilk borçludan talepte bulunulabileceği hallerde, teminat vermek
amacıyla borç altına giren borca katılandan talepte bulunulacağı konusunda anlaĢabilirler. Ne
var ki, böyle bir anlaĢma, borca katılmadan doğan borcun, ilk borçla arasında tam anlamıyla
bir ferilik meydana getirirse, bu anlaĢma, sözleĢmeyi borca katılma olmaktan çıkarıp, bu
sözleĢmenin kefalet olarak nitelendirilmesine yol açabilir.
III. ALACAKLIYA ĠFADA BULUNAN BORCA KATILANIN RÜCU HAKKI
A. BORCA KATILAN ĠLE ĠLK BORÇLU ARASINDAKĠ TEMEL ĠLĠġKĠDEN
DOĞAN TALEP HAKLARI
429
Möschel, Vor §414 N. 13; Palandt/Heinrichs, Vor §414 N. 6; Staudinger/Rieble, §414 N. 23.
430 Bkz. IV. Bölüm, I, B, 2, 3, ve 4.
Alacaklıya ifada bulunan borca katılanın rücu hakkı, ilk olarak borca katılanın borçluyla
arasındaki hukuki iliĢkide belirlenmiĢ olabilir431
. Bu hukuki iliĢki, borca katılan ile ilk borçlu
arasında mevcut olan, borca katılanın ilk borçlunun borcunu üstlenmesinin sebebini teĢkil
eden kapama iliĢkisidir.
Borca katılma sözleĢmesinin yapılmasına yol açan böyle bir kapama iliĢkisi, teminat amaçlı
borca katılmalarda; vekâlet sözleĢmesi (BK. 386-398), bağıĢlama vaadi (BK. 234-247),
vekâletsiz iĢ görme (BK. 410-414) sebepleriyle ortaya çıkabilir. Fakat bu sebep, alacaklı ile
borca katılan arasındaki borca katılma sözleĢmesinin hukuki sebebini teĢkil etmez. Taraflar
arasındaki bu kapama iliĢkisinde tarafların hak ve borçları, rücu iliĢkisi ve rücu hakkının
kapsamı bu iliĢkiye göre belirlenir432
. Fakat taraflar aralarındaki sözleĢmede, bu sözleĢmenin
yedek hükümlerinden ve bünyesinden rücu açısından doğabilecek olan sonucun aksini
kararlaĢtırabilirler.
B. BORCA KATILANIN KANUNDAN DOĞAN RÜCU HAKKI
Borca katılan ile ilk borçlu arasındaki hukuki iliĢkinin yanı sıra, borca katılanın rücu hakkı,
müteselsil borçlarda, ifada bulunan müteselsil borçluya BK. 146 uyarınca tanınan rücu
hakkından da kaynaklanabilmektedir433
. BK. 146 hükmü uyarınca, borcun niteliğinden aksi
anlaĢılmadıkça, müteselsil borçlulardan her biri alacaklıya yapılan ifadan, iç iliĢkide eĢit
hisseyle sorumludur. Ġç iliĢkideki hissesinden fazla bir ödemede bulunan diğer müteselsil
borçluya rücu edebilecektir. Bu hüküm müteselsil borç doğuran borca katılmaya da doğrudan
doğruya uygulanacaktır. Buna göre, müteselsil borçlular kendi aralarında, ifada bulunan
müteselsil borçlunun rücu hakkına sahip olacağını belirlememiĢ olsalar dahi, kanun onlara
böyle bir hakkı tanımaktadır. Borca katılanın bu rücu hakkını hangi kapsamda kullanacağının
tespit edilmesi gerekmektedir.
Kural olarak bu hakkın kapsamı, ilk borçlu ile alacaklı arasındaki iliĢkiye göre belirlenir. Bu
iliĢkide açık olarak tarafların borçtan sorumluluk oranları belirlenmiĢse, yek baĢına bu
431
Weber, Kreditsicherheiten, s. 111.
432 Reichel, s. 558.
433Sözleşmeye dayalı müteselsil borçlulukta rücu hakkında genel açıklamalar için A. Özge Yenice, Teminat
Sözleşmelerinde Rücu ilişkileri, İstanbul 2009, s. 35.
anlaĢma belirleyici olacaktır. Böyle açık bir anlaĢma yoksa, yine taraflar arasında mevcut
bulunan hukuki iliĢkinin bünyesinden bir sonuç çıkarmak gerekecektir. Buna göre, BK. 146
uyarınca kural olarak iç iliĢkide her bprçlu eĢit hisseyle yapılan ifadan sorumlu olacak, ne var
ki aralarındaki hukuki iliĢki (kapama iliĢkisi) farklı bir paylaĢımı gerektiriyorsa, kanun
hükmünde belirtilen istisna gerçekleĢmiĢ olacaktır.
Bu bağlamda, ifada bulunan borca katılanın rücu hakkı, iç iliĢkide borçlu olduğu miktarı aĢan
bir ifada bulunması oranında sözkonusu olacaktır. Eğer borca katılan ile ilk borçlu arasında,
bir vekâlet iliĢkisi veya vekâletsiz iĢ görme iliĢkisi mevcutsa, borca katılan yapmıĢ olduğu
ifanın tamamını, iç iliĢkide tek baĢına sorumlu olan ilk borçludan talep edebilmelidir. Bu
borca katılmada kural olarak gerçekleĢen durumdur434
. Borca katılan ile ilk borçlu arasında
bağıĢ iliĢkisi varsa, bu iliĢkinin bünyesinden çıkan sonuç, borca katılanın iç iliĢkide rücu
hakkının bulunmayacağıdır. Çünkü borca katılan alacaklıya ifada bulunarak, borçluyu
borcundan kurtarmıĢ ve ilk borçlu ile arasındaki bağıĢlama sözleĢmesinden doğan karĢılıksız
kazanmada bulunma borcunu ifa etmiĢ olur. Burada ilk borçlunun malvarlığının pasifinin
azaltılması Ģeklinde ona bir kazandırmada bulunulması sözkonusudur. Borçtan kurtarma
amaçlı borca katılmalarda ise, taraflar rücuya iliĢkin hiçbir özel anlaĢma yapmamıĢlarsa,
borçluya iç iliĢkide borçtan kurtarma vaadinde bulunan borca katılanın (vaadedenin) iç
iliĢkide tüm sorumluluğu üzerine almıĢ olduğu sonucuna varılır435
. Bu da hukuki iliĢkinin
bünyesinden, BK. 146’da belirtilen istisnanın doğduğu sonucunu beraberinde getirmektedir.
C. AYNI BORÇ ĠÇĠN TEMĠNAT VEREN BORCA KATILAN ĠLE KEFĠL
ARASINDAKĠ RÜCU ĠLĠġKĠSĠ
Mütselsil borçluların kanundan doğan bir üst baĢlıkta incelediğimiz rücu hakkı, BK. 147’de
düzenlenen kanuni halefiyet ile güçlendirilmiĢtir. Kanuni halefiyet hakkı bağımsız bir hak
olmayıp, rücu hakkına sahip olmaya bağlı bir haktır. Bu hüküm uyarınca, rücu hakkından
yararlanan her müteselsil borçlu, yaptığı ifa oranında halefiyet hakkından yararlanır. Bu
halefiyet, rücu hakkı sahibinin, alacağı güvence altına alan rehin hakkı gibi teminatlardan
yararlanmasını da sağlayacaktır. Ne var ki alacaklı da henüz tam bir ifa gerçekleĢmemiĢ
olduğundan, alacağının kalan kısmı oranında bu temintlardan yararlanmaya devam edecektir.
Müteselsil borçlunun kısmi ifa hâlinde de, yapılan ifa oranında halefiyetle güçlendirilmiĢ
434
Reichel, s. 558; Bülow, Kreditsicherheiten, Rn. 1384; Ehmann, s. 359.
435 Reichel, s. 557; Madaus, s. 306.
böyle bir rücu hakkına sahip olması, alacaklı henüz edimi tamamen elde etmemiĢ olduğundan,
alacaklıyla arasında bir menfaat çekiĢmesi yaratacaktır. Bu sebeple, bu konuda kanunda açık
bir hüküm bulunmasa dahi, doktrinde alacaklının ifayı talep hakkının üstün tutulacağı ve
kısmi ifada bulunan müteselsil borçlunun, rücu ve halefiyet hakkını alacaklı zararına
kullanamayacağı ifade edilmektedir436
.
Bu halefiyet hakkı, özellikle alacağı güvence altına alan diğer teminatlardan, ifada bulunan
müteselsil borçlunun ve konumuz açısından ifada bulunan borca katılanın yararlanması
açısından önem taĢımaktadır. Böylece ifada bulunan borca katılan, diğer borçlulara karĢı rücu
talebinde bulunmanın yanı sıra, bu alacak için feri nitelikte kiĢisel veya aynî teminat veren
üçüncü kiĢilere de baĢvurabilecektir. Halefiyet, kanuni bir alacak temliki anlamına
geldiğinden, bu alacağı teminat altına alan feri haklar da halefiyetin kapsamına girmektedir.
Bu feri haklardan biri de kefalet alacağıdır. Borca katılan, alacaklıya ifada bulunduğunda,
alacağı temin eden kefalet alacağından yararlanabilecektir. Bununla birlikte kefilin ödeme
yapması hâlinde de rücu hakkı sözkonusu olacaktır. Bu bakımdan, kefil ile borca katılan
arasındaki hukuki iliĢkinin incelenmesi gerekmektedir.
Alacaklı ile borçlu arasındaki sözleĢmeden, alacaklı lehine doğmuĢ bulunan edimin ifası için,
üçüncü bir kiĢi alacaklı ile borcakatılma sözleĢmesi, yine bir baĢka üçüncü kiĢi alacaklı ile
yine bu borç için kefalet sözleĢmesi akdetmiĢ olabilir. Bu durumda, aynı alacağı güvence
altına almak için yapılan bir borca katılma sözleĢmesi, bir de kefalet sözleĢmesi mevcut
olmaktadır. Alacaklıya karĢı teminat amaçlı borca katılma sözleĢmesinden doğan kendi
borcunu ifa eden borca katılana Borçlar Kanunu 147 hükmü, onun rücu alacağını
kuvvetlendirmek için halefiyet imkânını tanırken, aynı hakka alacaklıya kendi kefalet borcunu
436
Akıntürk, s. 223. Alman Medeni Kanunu’nun rücu ve halefiyeti düzenleyen hükmünde (BGB § 426/2, c.son),
ifada bulunan borçlunun halefiyetten alacaklının zararına olacak şekilde yararlanamayacağı açıkça
düzenlenmektedir.
ifa eden kefil de sahiptir437
. Bu durumun meydana getirebileceği hukuki sorunun açıklanması
için örnek bir mahkeme kararından438
yola çıkmak gerekmektedir :
Borçlu (B) alacaklı banka (A)’dan iĢletme kredisi almıĢ ve borçlunun eĢi (E), bu borcun
güvence altına alınması için (A) ile bir borca katılma sözleĢmesi akdetmiĢtir. Bunu yeterli
görmeyen banka, borçludan kefil getirmesini istemiĢ ve borçlunun kardeĢi (K), banka ile
kefalet sözleĢmesi akdederek, kardeĢi (B)’nin borcuna kefil olmuĢtur.
Bu örnek olayda çeĢitli ihtimâller gerçekleĢebilir :
Öncelikle, borca katılan (E), talep üzerine ifada bulununca, müteselsil borçlulukta halefiyet
ilkesi gereği, bankanın sahip olduğu tüm teminatları devralabilecektir. Bu durumda, bankanın
(B)’den olan alacağının yanında, alacağa feri olarak bağlı kefalet alacağı da (E)’ye
geçeceğinden, (E) rücu talebini dilerse borçlu (B)’ye, dilerse de (K)’ye yöneltebilecektir.
Esasen müteselsil borcun farklı hukuki sebeplerin varlığı halinde de doğabileceği yönündeki
görüĢümüz kabul edilirse, (B) ve (K), aynı edim için (E)’ye karĢı müteselsilen borçlu
olacaklardır. Çünkü birinin (E)’ye ifada bulunması, diğerini de bu borçtan dıĢ iliĢkide
kurtarmaktadır. Ġfada bulunan borca katılanın, BK. 147 hükmü uyarınca kefile de
baĢvurabileceği konusunda herhangi bir tereddüt sözkonusu değildir439
.
Diğer yandan, kefilin ödemede bulunması hâlinde farklı bir durum ortaya çıkabilir. Nitekim
Alman Federal Mahkemesi, konuya iliĢkin 1966 tarihli kararında440
, kefilin sadece (B)’nin
borcuna kefil olduğunu, bu sebeple bankanın sadece borçlu (B)’ye karĢı sahip olduğu alacağı
elde edeceğine hükmetmiĢtir. Mahkeme, kefil (K)’nin diğer müteselsil borçluya, yani borca
katılan (E)’ye karĢı alacak hakkı sahibi olmasının, ancak (E)’nin iç iliĢkide (B)’ye rücu iliĢkisi
sebebiyle borcu varsa mümkün olabileceğini belirtmiĢtir. Buna göre kefil (K)’nin diğer
437
Alacaklı kefilin kendisine ifada bulunması durumunda, kefilin halefiyeti gereği elindeki teminatları kefile
teslim etmekle yükümlü olduğu gibi (BK. 496, 499), borcun muaccel olması sonucunda, kendisine ödemede
bulunmak isteyen kefilin bu talebini reddederse veya elinde bulunan teminatları kefile devretmezse, kefil hiçbir
ifada bulunmaksızın kefalet borcundan kurtulacaktır. Alacaklının teminatın niteliğine uygun olarak kefile karşı
taşınırlarda teslim, taşınmazlarda tescil, alacaklarda ise, alacağın temliki işlemlerini gerçekleştirmek zorundadır.
Bkz. Yavuz, Özel Hükümler, s. 857.
438 OLG Celle NJW 1986, 1761; benzer içerikte kararlar olarak: BGHZ 46, 14 (NJW 1966,1912); OLG Hamburg
OLGZ 1990, 336 (MDR 1990, 920). Bu kararlar için bkz. Schürnbrand s. 140 dn. 550; Madaus, s. 307 dn. 759.
439 OLG Hamburg OLGZ 1990, 336 (MDR 1990, 920).
440 BGHZ 46, 14 (NJW 1966, 1912).
müteselsil borçlular ile olan iliĢkisi açısından, alacaklı bankaya yaptığı ödeme üçüncü Ģahsın
ifası olarak değil, lehine kefalette bulunduğu müteselsil borçlunun ifası olarak
değerlendirilecektir. Bu sebeple kefil diğer müteselsil borçlu (E)’ye karĢı alacak hakkına
sahip olması, ancak lehine kefalette bulunduğu (B)’nin (E)’den rücu sebebiyle bir alacak
hakkına sahip olmasına bağlıdır. Somut olayda, borçlu (B), borca katılandan bir rücu
alacağına sahip olmadığından, kefil (K) de, (E)’ye karĢı bir alacak hakkına sahip
bulunamayacaktır.
Bu durumda, her iki borcun da teminat amaçlı olarak doğmuĢ olmasına rağmen, ifada bulunan
müteselsil borçlu kefile rücu talebinde bulunabilecek, ne var ki ifada bulunan kefil ise, borca
katılana rücu edemeyecektir. Mahkemenin salt hukuk tekniğine dayalı ve borca katılma
sözleĢmesinin bir teminat sözleĢmesi olduğunu göz ardı eden bu mekanik çözümünün
hakkaniyete (somut olay adaletine)441
uygun olmadığı açıktır.
Nitekim bu karar doktrinde yaygın olarak eleĢtiriye uğramıĢtır. Karar, borca katılma ile
kefaletin, biri diğerinin yerine konulabilecek Ģekilde aynı ekonomik amaca hizmet ettiği
gerçeğini göz ardı etmekte ve teminatın mali yükünün kimde kalacağı tamamen tesadüflere ve
alacaklının keyfine bırakıldığı ifade edilmiĢtir442
.
Doktrinde bazı yazarlar, bu kararı eleĢtirirken, birlikte müteselsil borçluların aralarındaki
hukuki iliĢkinin birbirlerine karĢı müteselsil borçluluk olduğu ilkesinin443
, burada da kıyasen
uygulanması gerektiğini savunmuĢlardır. Buna göre kefil ile borca katılan arasında, birlikte
müteselsil kefillerin birbirleriyle iliĢkilerinde olduğu gibi, müteselsil borçluluk sözkonusu
olacak ve ifada bulunan kefil de BK. 147 (BGB §426) uyarınca borca katılana rücu
edebilecektir444
.
441
Hatemi, Medeni Hukuka Giriş, s. 93.
442 Habersack, BGB § 774 N. 7, 28; Kittlitz, s. 148; Erman/Sailer, §774 N. 14; Bülow, Kreditsicherheiten, Rn. 1386;
Palandt/Sprau, §774 N. 14; Madaus, s. 307; Schürnbrand, s. 142; Reinicke/Tiedtke, s. 18.
443 Bu ilke, Alman Medeni Kanunu’nda (BGB §774/2) hükmünde açıkça belirtilmekte, Türk Hukukunda da kabul
edilmektedir. Buna göre, bir müteselsil kefil, kendi fiili ile diğerlerinin sorumluluğunu arttıramaz (BK. 144) ve bir
müteselsil kefil hakkında zamanaşımının kesilmesi diğer müteselsil kefili için de aynı sonucu doğurur (BK. 134)
Bkz. Reisoğlu, Kefalet, s. 134, 135.
444Habersack, BGB § 774 N. 7, 28; Kittlitz, s. 148; Erman/Sailer, §774 N. 14; Bülow, Kreditsicherheiten, Rn. 1386;
Palandt/Sprau, §774 N. 14; Schürnbrand, s. 142.
Diğer yazarlar ise, bizim de savunduğumuz görüĢ çerçevesinde, kefilin veya müteselsil
borçlunun kanundan doğan halefiyeti, bir nevi kanunî alacak temliki olduğundan, alacağın
temliki halinde, borca katılanın borcunun ilk borcu nasıl takip ediyorsa, kefilin halefiyeti
durumunda da, kefilin ödeme yaptığı alacaklının elinde bulunan teminatlar ve bu bağlamda
borca katılmadan doğan alacak hakkının da, kefile geçmesi gerektiğini savunmaktadırlar445
.
Doktrinde, borca katılmanın kefalet borcuyla bu Ģekilde eĢit tutulmasına gerekçe olarak, ferî
veya müteselsil sorumluluğun, teminat verenler arasında iç iliĢkideki rücu üzerinde etkili
olmaması gerektiği belirtilmektedir. Buna göre, bir borçtan aynı derecede sorumlu teminat
verenler arasında eğer özel bir anlaĢma yoksa, aralarındaki rücu iliĢkisinin müteselsil borca
iliĢkin rücu kurallarına göre yapılması gerekir. Aynı borç için borca katılan ile kefil arasındaki
iliĢkide de özel bir anlaĢma sözkonusu değilse bu ilke uygulanmalıdır. Ne borca katılma, ne
de kefalet üstün tutulmamalıdır446
.
Bu konuda da doktrinde birlik mevcut değildir. Reinicke447
, borca katılanın rücu hakkının
kanundan doğduğunu, kefilin rücu hakkının ise alacğın temlikine iliĢkin hükmün kıyasen
uygulamasıyla elde edildiğini savunmuĢtur. Diğer görüĢ448
ise, kefilin sorumluluğu ile borca
katılanın sorumluluğunun aynı drecede olduğu düĢüncesine itiraz etmektedir. Bu düĢünceye
borca katılan, kefil gibi teminat veren olmaktan ziyade, asıl borçlu sıfatını taĢımaktadır. Borca
katılan, asli borçlu sıfatıyla alacaklıyla muhatap olmakta ve ifada bulunup, rücu hakkını elde
edememe riskini daha fazla taĢımaktadır. Horn bu düĢüncesinin sonucu olarak, borca katılanın
borçluya ve edime daha yakın olduğunu, bu sebeple, kefil ile borca katılanın aynı derecede
görülmesinin ancak Ģüphe halinde sözkonusu olabileceğini, somut olayın özelliklerine göre
borca katılanın üstün tutulabileceğini ifade etmektedir.
Fakat bu düĢünce de, borca katılanın ilk borçluyla alacaklı arasındaki sözleĢmeye taraf
olmadığı, hukuki sebebinin farklı olması sebebiyle, ilk borçtan farklı bir yükümlülük altına
girdiği itirazı ile karĢılaĢmıĢtır. Katıldığımız bu görüĢ çerçevesinde, kanaatimizce borca
445
Reinicke/Tiedtke, s. 18; Madaus, s. 307.
446 Soergel/Habersack, §1225 Rn. 9; Münch Komm. /Eickmann §1143 N. 21; Medicus Bürgerliches Recht s. 592.
Medicus, rehin verenle kefil arasında da aynı ilkenin geçerli olması gerektiğini ifade etmektedir. Bkz. Medicus,
Bürgerliches Recht, s. 592 Rn. 944.
447 Dietrich Reinicke, Bürgschaft und Gesamtschuld, NJW 1966, s. 2141, 2144, vd (Bu atif için bkz. Schürnbrand,
s. 143 dn. 561).
448 Staudinger/Horn, §774 N. 73.
katılma bir teminat sözleĢmesi olarak akdedilmekte olduğundan, bu iki sözleĢmenin aynı
ekonomik amaca çok benzer hükümlerle hizmet ettiği gözden kaçırılmamalıdır. Diğer yandan,
müteselsil kefalette, para borçlarında alacaklının doğrudan müteselsil kefile baĢvurabilmesi ve
hukukumuzda müteselsil kefilin önce rehnin paraya çevrilmesi defini ileri sürememesi449
,
bahsedilen bu ayrımın pratikte önemli olmadığını ortaya koymaktadır.
Sonuç itibarıyla, ilk borcun teĢkil ettiği alacağın temlikinin kapsamına borca katılanın
borcunun da girdiği görüĢümüze paralel olarak, kefilin helfiyetinde de alacaklının borca
katılana karĢı sahip olduğu alacağın kefile geçeceğini ve kefil ile borca katılanın birbirine aynı
Ģartlar altında rücu edebilecekleri görüĢünü savunuyoruz. Bu sonuca, müteselsil kefiller
arasındaki hukuki iliĢkide müteselsil borçluluk sözkonusu olduğundan, benzer durumu ifade
eden borca katılan ile kefil arasındaki iliĢkide de bu ilkenin kıyasen geçerli olması gerektiği
gerekçesiyle de varılabilmektedir. Bu görüĢün kabul edilmesinin sonucu, kefilin rücu
hakkının dayanağı olarak müteselsil borçlular arasında rücu iliĢkisini düzenleyen BK. 146 ve
147 hükümlerinden yararlanacak olmasıdır.
D. BORCA KATILANIN TEMĠNATLARI ELDEN ÇIKARAN ALACAKLIYA
KARġI BORÇTAN KURTULMA OLANAĞI
Borca katılanın alacaklıya ifada bulunmasından sonra, BK. 147 uyarınca gerçekleĢen halef
olma durumu sonucunda, ilk borcu temin eden tüm teminatlar kendisine geçecek ve borca
katılan verilmiĢ kiĢisel teminatlar dolayısıyla üçüncü kiĢilere ve aynî teminatla dolayısıyla da
kimin tarafından verildiğine göre borçluya veya üçüncü kiĢiye baĢvurabilecektir.
Bir üst baĢlıkta, borca katılanın sahip olduğu rücu hakkını, her iki teminat alacağının
hakkaniyet düĢüncesiyle eĢit düzeyde görülmesi yoluyla kefile tanınmasından sonra, bu
449
Yavuz, Özel Hükümler, s. 848; Reisoğlu, Kefalet, s. 134 ; Özen, s. 229. Türk Borçlar Kanunu Tasarısının
müteselsil kefalette ikincillik unsuruna sınırlı da olsa ağırlık verilmektedir. TBKT. 586 hükmü uyarınca, alacaklı
müteselsil kefile borçluyu takip etmeden ve rehinleri paraya çevirmeden başvurabilecek, ancak borçlunun
ödeme güçsüzlüğü içinde olması veya ifada gecikmesi ve ihtarın sonuçsuz kalması şartlarının gerçekleşmesi
gerekecektir. Tasarının yasalaşması hâlinde, bu hükmün borca katılma sözleşmesine hiçbir şekilde kıyasen
uygulanması sözkonusu olmamakla birlikte, görüşümüz çerçevesinde, borca katılma sözleşmesinde de böyle bir
ikincilliğin kararlaştırılmaı için hiçbir engel bulunmamaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, alacaklının dilediği
borçludan ifayı talep hakkı, yine alacaklının rızasıyla sınırlandırılabilir. Bu sebeple birincillik müteselsil borçluluk
için hiçbir zaman aksi kararlaştırılamayacak zorunlu bir unsur değildir. Fakat borçların doğuş anı itibarıyla bu
unsuru taşımaları gerekir. Bu konudaki açıklamalarımız için bkz. IV. Bölüm, I, B, 1.
baĢlıkta, aynı hakkaniyet düĢüncesiyle, BK. 500 hükmü uyarınca, kefile tanınan, alacaklının
borç için verilmiĢ teminatları elden çıkararak kefili zarara uğratması durumunda, uğradığı
zarar oranında borçtan kurtulma imkânının borca katılana da tanınmasının mümkün olup,
olmadığı sorunu üzerinde durulacaktır.
Bk. 500 hükmü, asıl borcu güvence altına almak için kefaletten baĢka teminatların mevcut
olması durumunda, alacaklıya bu teminatların değerini koruma ve teminatları kefilin zararına
olacak Ģekilde elden çıkarmama yükümlülüğünü yüklemektedir. Alacaklıya bu hükümle bir
özen yükümlülüğü yüklenmiĢ olup, buradaki amaç kefilin rücu alacağını elde etmesine imkân
sağlamaktır. Alacaklının bu özen yükümülülüğüne aykırı hareket etme suretiyle teminatı
elden çıkararak veya değerini düĢürerek, kefilin rücu alacağının tehlikeye düĢürmesi
sonucunda kefilin bir zarara uğraması hâlinde, bu zararın tazmininden sorumlu olacaktır.
Alacaklının bu sorumluluğu ya kefilin rücu alacağını elde edemediğinin kesinleĢmesi
sonucunda alacaklıdan tazminat talep etmesi veya henüz kefilin rücu hakkının doğmadığı bir
aĢamada, alacaklı kendisinden ifa talebinde bulunurken, uğramıĢ olduğu zararı ispat ederek,
alacaklıya uğradığı zarar oranında kefalet borcundan kurtulduğunu bir defi olarak ileri
sürecektir450
.
Doktrinde, baskın görüĢ, bu hükmün kefil için getirilmiĢ bir istisna hükmü olduğu
gerekçesiyle, borca katılmaya kıyasen uygulanması düĢüncesini reddetmektedir451
. Bunun
yerine, baskın görüĢ yine de borca katılanı bu hâllerde borçtan kurtarmak istemekte ve
alacaklının borca katılma sözleĢmesinde borca katılana karĢı sahip olduğu özen
yükümlülüğünü ihlâl etmiĢ olduğu gerekçesiyle kefile tazminat hakkı tanınmasının ve aynı
450
Kefilin, henüz borçludan rücu talebinde bulunup, alacağını elde edemediğinin kesinleşmediği bir aşamada
bu zararını ispat etmesi çok güçtür. Doktrinde, kefilin rücu alacağını elde etmesinin tehlikeye düşmesinin zararın
gerçekleştiğini göstermiş sayılamayacağı kabul edilmektedir. Bu sebeple, İsviçre Borçlar Kanunu’nun BK. 500/1
hükmünü karşılayan hükmünde (OR. 503/1), 1942 yılında kefalet hükümlerinde gerçekleşen değişiklikten sonra,
kefilin zarar olarak teminatlarda azalma olduğunu ve bu azalmanın miktarını ispat etmesi yeterli görülmüş, bu
azalmaya rağmen kefilin zarara uğramadığını ispat yükü, alacaklıya yüklenmiştir. Nitekim TBKT 592/1
hükmünde, aynı içerikte yeni bir düzenleme getirlmektedir. Açıklamalar için bkz. Grassinger, s. 193, vd. ; Scyboz,
s. 407, vd. Scyboz, kefilin bu imkândan yararlanması için, teminatın kefalet sözleşmesinden önce tesis edilmiş
olmasını, sonrada tesis edilmişse de bu teminatların borçlu tarafından verilmiş olmasını ve sadece kefil olunan
borç için verilmiş olması gerektiğini ifade etmektedir. Bkz. Scyboz, s. 408. Alman Hukuku’nda BGB §776 hükmü,
BK. 500/1 ve OR. 503/1 hükümleriyle aynı içerikte düzenlenmiştir.
451 Bülow, Kreditsicherheiten, Rn. 1383; Edenfeld, s. 1034; Reinicke/Tiedtke, s. 18; Staudinger/Horn, §776 N.
23; Soergel/Wolf, §423 N. 7; Lwowski, Rn. 423. Alman Federal Mahkemesinin bir kararı da bu yöndedir. Bkz.
BGH WM 1962, 1293, 1294 (Karar için bkz. Madaus, s. 309 dn. 770; Schürnbrand, s. 148 dn. 581.).
doğrultuda kefile ifada bulunmadan önce, dürüstlük kuralından doğan bir defi hakkı
tanınmasının mümkün olduğunu kabul etmektedir.
Bu görüĢe karĢı doktrinde, öncelikle istisna hükümlerinin kıyasa konu olmasının hukuk
metodolojisi açısından mümkün olduğu fakat böyle bir kıyas faaliyetinde, istisnai olmayan
hükümlere göre, kıyasın Ģartları açısından daha özel bir inceleme yapılması gerektiği ve
hükmün amacının sınırları içinde geniĢletici yorum veya kıyasın mümkün olduğu
belirtilmektedir452
. Bu görüĢe göre, bir tarafa borç yükleyen sözleĢmelerde, alacaklıya yan
edim yükümlülükleri yüklenmemekle beraber; koruma, özen ve aydınlatma yükümlerinin
yüklenmektedir. Kefalet sözleĢmesinde ise, bu sözleĢmenin teminat sağlamayı amaçlayan bir
sözleĢme olması sebebiyle, kefilin korunması düĢüncesi, alacaklının edimi elde etme menfaati
karĢısında geri plânda kalabilmektedir. Nitekim borçlunun korunması adı altında genel bir
ilke özel hukuka hâkim olmayıp, bir sözleĢmede her iki taraf da birbirlerinin haklı
menfaatlerini gözetmekle yükümlüdürler453
. Bununla birlikte, yine de özellikle bir tarafa borç
yükleyen sözleĢmelerde, alacaklıya özen ve koruma yükümleri yüklenmesi genel bir ilkedir.
Bu sebeple, alacaklının kefile halefiyet sebebiyle geçecek teminatları elden çıkarmama
yükümlülüğü, istisnaî bir hüküm olmayıp, genel bir ilkenin454
ifadesidir ve bu genel ilke,
kefalet sözleĢmesi gibi, kural olarak bir tarafa borç yükleyen bir teminat sözleĢmesi olan
borca katılma için de geçerlidir455
.
Kanaatimizce bu görüĢe katılmak mümkündür. Esasen, dürüstlük kuralından doğan bir
tazminat ve defi hakkı tanıyan görüĢ de, borca katılma sözleĢmesinin bünyesinde mevcut
sayılan koruma ve özen yükümlülüğünün ihlâli düĢüncesinden yola çıkmaktadır. Ne var ki bu
görüĢ, kanaatimizce borca katılma sözleĢmesinin atipik bir teminat sözleĢmesi olduğu ve ister
452
Palandt/Heinrichs, Einleitung Rn. 45; Karl Larenz/Claus-Wilhelm Canaris, Methodenlehre der
Rechtswissenschaft, 3. Auflage Berlin, 1995, s. 182 ( Son atıf için bkz. Schürnbrand, s. 149 dn. 585.)
453 Habersack, §765 N. 85; Schürnbrand, s. 150.
454 Reinicke/Tiedtke’nin bu kuralın kefile özgü istisnai bir kural olmasını, ayni teminat sözleşmelerine
uygulanmasının mümkün olmamasıyla açıklamaktadır. Bkz. Reinicke/Tiedtke, s. 18. Bu görüşe, ayni
teminatların, sadece teminat konusu değerle sınırlı sorumluluk getirdiği, buna karşın kefalet, borca katılma gibi
şahsi teminatların ise teminat borçlusu için sınırsız bir malvarlığı sorumluluğu getirdiği gerekçesiyle karşı
çıkılabilir.
455P alandt/Heinrichs, §241 N. 8; Münch.Komm./Roth, §241 N. 33
karma, isterse suigeneri olduğu kabul edilen bu sözleĢmede hâkimin boĢluk doldurma
faaliyetinde, kıyastan öncelikli olarak faydalanacağı ve borca katılmada teminat alacaklısının
borca katılana karĢı özen yükümlülüğü ile kefile karĢı özen yükümlülüğü arasında hiçbir
nitelik farkının sözkonusu olmayacağı gerçeğini göz ardı etmektedir.
Diğer yandan, eğer kefili borca katılan karĢısında rücu iliĢkisinde korumak düĢüncesiyle, bir
üst baĢlıkta incelediğimiz gibi, teminat verenlerin eĢitliği ve kefilin de borca katılana
baĢvurabileceği görüĢü kabul edilirse456
, aynı mantığın bir gereği olarak borca katılana da,
teminatları elden çıkaran alacaklıya böyle bir hakkın kıyasen tanınması gerektiği sonucuna
varılmalıdır. Ayrıca, elimizde kıyas için kullanılması mümkün olan somut bir hüküm varken,
bu hükmün tanınacak hakka dayanak yapılması, kanaatimizce dürüstlük kuralından soyut bir
kural çıkartmaktan daha tutarlı bir tutum olacaktır. Diğer yandan, BK. 500/1 hükmü,
alacaklının teminat verene karĢı özen yükümünün bir genel ifadesi olarak kabul edilirse, bu
genel ilkeni borca katılma sözleĢmesi için kabulüne hiçbir engel bulunmamaktadır457
.
Açıkladığımız sebeplerle, BK. 500/1 hükmünün kıyas yoluyla borca katılma sözleĢmesi için
uygulanması kanaatimizce hakkaniyete uygun bir sonucu ve daha somut bir gerekçeyi ortaya
koymaktadır. Sonuç itibarıyla gerekçe olarak hangi görüĢ benimsenirse benimsensin, borca
katılma sözleĢmesinin alacaklıya, alacağı güvence altına alan teminatların değerini
düĢürmeme ve bu teminatları elden çıkarmama konusunda sözleĢmenin bünyesinden
kaynaklanan bir özen yükümlülüğü yüklediği konusunda tereddüt edilmemelidir.
456
Bkz. Bu görüşte Habersack, § 776 N. 8; Palandt/Sprau, §776 N. 5. Aksi görüşte Scyboz, s. 407.
457 Bu görüşte Madaus, s. 311; Kittlitz, s. 136 ; Schürnbrand, s. 153.
SONUÇ
ÇalıĢmamızda vardığımız sonuçları Ģu Ģekilde özetleyebiliriz:
1. Borca katılma sözleĢmesi, üçüncü kiĢinin alacaklıya teminat sağlamak amacıyla, ilk borçlu
ile alacaklı arasındaki borç iliĢkisine dâhil olmaksızın, alacaklı ile yaptığı bir sözleĢmeyle, asli
müteselsil borçlu sıfatını kazandığı bir sözleĢmedir. Kanunda düzenlenmeyen, karma bir
teminat sözleĢmesi özelliğine sahip bu sözleĢme, ilk borcu doğuran sözleĢmenin hukuki
sebebinden ve hükümlerinden bağımsız, kendine ait hukuki sebebi ve hukuki sonuçları
bulunan, teminat sağlama amacının tipik olarak bünyesinde mevcut olduğu bir sözleĢmedir.
Bu sözleĢme kural olarak bir tarafa borç yükleyen bir sözleĢmedir.
2. Borca katılma sözleĢmesi, kuruluĢu ve geçerliliği itibarıyla geçerli bir ilk borca ihtiyaç
duymakta, fakat bir defa geçerli olarak doğduktan sonra, müteselsil borç doğurma özelliği
sebebiyle ilk borçtan bağımsızlaĢan bir nitelik arzetmektedir. Buna göre, bu sözleĢme yeni ve
bağımsız bir borç doğurur. Ne var ki, borca katılanın borcunun hukuki sebebinin teminat
olması, bu konuda farklı bir yaklaĢımı ve bazı hallerde ilk borcu tâkip etmesi gerektiğini
ortaya koymaktadır.
3. Borca katılma sözleĢmesi kanunda düzenlenmeyen bir sözleĢme olmakla birlikte, bu
sözleĢmenin teminat veren borca katılanı acele karar vermekten korumak ve uyarmak
gerektiği düĢüncesiyle, atipik sözleĢmelerde benimsenen yaratma ve kıyas kuramı
bağlamında, unsurlarından birini taĢıdığı, benzer nitelikteki, kefalet sözleĢmesinin yazılı Ģekil
zorunluluğuna iliĢkin kuralının kıyas yoluyla borca katılma sözleĢmesi için de benimsenmesi
mümkün olup, bu görüĢ özellikle Ġsviçre Federal Mahkemesi kararlarında tespit ettiğimiz
çeliĢkili tutumu ortadan kaldırarak, hukuki güvenliği sağlama amacına yöneliktir.
4. Tipik amacı ve hukuki sebebi teminat sağlamak olan borca katılma sözleĢmesine, niteliği
uygun düĢtüğü ölçüde kefalet sözleĢmesi hükümlerinin kıyasen uygulanması, borca
katılmanın bir tarafa borç yükleyen bir sözleĢme özelliğine ve teminat veren tarafı koruma
düĢüncesiyle bağdaĢmaktadır. Fakat kıyasın mümkün olup, olmadığı her somut olay için ayrı
olarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda, Ģekil zorunluluğunun yanında, alacağın temlikinin
kefalet alacağını da kapsaması, kefilin alacaklının onun rücu hakkına zarar verecek Ģekilde
teminatları elden çıkarması halinde kefalet borcundan kurtulması gibi hükümleri borca
katılanın borcu için de uygulama alanı bulacaktır. Bunun yanında, kefil için de bu imkân açık
tutulmak suretiyle, mekanik bir hukuk uygulaması yapılmadan, kefilin alacaklıya ifada
bulunması durumunda, borca katılmadan doğan borca da halef olabileceği kabul edilmelidir.
Doktrindeki genel eğilim de bu yöndedir.
5. Borca katılma ile kefalet sözleĢmesi ayrımında, taraf iradelerinin güven kuramı ıĢığında ve
her iki tarafın haklı menfaati gözetilmek suretiyle yorumlanmasıyla bir sonuca ulaĢılmalıdır.
Bu bağlamda, bu sözleĢmede borca katılanın doğrudan kiĢisel menfaati kıstası basit bir yorum
aracı olarak görülmeli, Ġsviçre Federal Mahkemesinin yaptığı gibi, bu unsurun sözleĢme
özgürlüğü ve borca katılmanın tanımına aykırı Ģekilde, doğrudan ekonomik menfaat
ölçütünün bir unsurmuĢ gibi belirleyici bir ksıtas olarak aranması anlayıĢı terk edilmelidir.
Bu bağlamda, ayrımın yapılması açısından esas alınması gereken tek kriter ferilik ve
bağımsızlık kriteri olup, tüm yorum araçları da bu kriteri tespit etmeye yöneliktir. Diğer
yandan, borca katılma sözleĢmesiyle kefalet sözleĢmesinin konularının farklı olması da ayırıcı
bir ölçüt niteliğindedir. Tarafların kefalet sözleĢmesine iliĢkin olup, borca katılma
sözleĢmesine kıyasen uygulanamayacak hükümlere atıf yapmıĢ olmaları ve teminat
borçlusunun ediminin kapsamının alacaklının uğradığı zarara göre belirlenmesi de ayırıcı bir
ölçüt niteliğindedir. Borca katılmanın garanti sözleĢmesinden ayırtedilmesinde ise, teminat
verenin ilk borç iliĢkisine ait defilere baĢvurup, baĢvuramayacağı ve salt bir sonuç taahhüdü
altına girip, girmediği esas alınacaktır.
6. Borca katılma sözleĢmesinden doğan borç, ilk borçla iliĢkisi bakımından müteselsil borcun
tüm unsurlarına sahiptir. Bu sözleĢmenin hükümleri de bu kapsamda belirlenir. Buna göre ifa,
takas ve ifa yerine geçen davranıĢlar tüm borçluları borçtan kurtarmakta, müteselsil borcun
bireysel etki yaptığı hallerde, sadece bu etkinin Ģahsında meydana geldiği borçlunun borcu
sona ermektedir. Fakat borca katılmada mevcut bulunan baĢlangıç aĢamasındaki ferilik
özelliği, ilk borcun geçerliliğini etkileyen tüm tirazların borca katılan tarafından ileri
sürülmesine imkân vermektedir.
7. Borca katılma sözleĢmesinin tam iki tarafa borç yükleyen bir sözleĢme olduğu hallerde,
borca katılan bunun tüm sonuçlarından yararlanabilecektir. Buna göre borca katılan akdin ifa
edilmediği ve aciz defini alacaklıya ileri sürebilecek, alacaklının borçlu temerrüdü halinde,
Borçlar Kanunu’nun kendisine verdiği sözleĢemden dönme yetkisini kullanarak sözleĢmeyi
geriye etkili olarak hükümsüz hale getirebilecektir.
8. Borca katılanın rücu hakkı, taraflar arasında özel bir belirleme yapılmadığı hallerde,
sözleĢmenin teminat sağlama amacından dolayı, yaptığı ifanın tamamı için gerçekleĢir. Bu
BK. 146 hükmünün bünyesindeki istisnadan doğan bir sonuçtur. Fakat taraflar bunun aksini
kararlaĢtırarak, teminat amaçlı borca katılmalarda, borca katılana da rüu edilebileceğini
belirleyebilirler.
9. Borca katılana müteselsil borçluluk sebebiyle kanun tarafından tanınan halefiyet hakkı
uyarınca, borca katılanın ifada bulunması durumunda kefalet alacağına halef olunabildiği gibi,
her iki sözleĢmenin aynı derecede teminat sağlayıcı amacından yola çıkılarak, kefile de borca
katılana karĢı kurulmuĢ bulunan teminat alacağını elde etme ve borca katılana rücu etme
hakkı hakkaniyete uygun olarak tanınmalıdır. Ne var ki, her iki teminat veren de kısmi ifada
bulunma halinde, kısmi olarak gerçekleĢen halefiyet durumunu, teminatlardan yararlanmaya
devam eden alacaklı aleyhine kullanamayacaklardır.
10. Alacaklının, ifada bulunan kefile karĢı, onun rücu alacağını güvence altına alan borca
iliĢkin diğer teminatları elden çıkarmama yükümlülüğü, kanaatimizce istisnai bir ilke değil,
sözleĢmenin bünyesinde yer alan, karĢı tarafın haklı menfaatlerine zarar vermeme Ģeklinde
gerçekleĢen koruma yükümünün bir sonucudur. Bu sebeple bu genel ilke, borca katılma
sözleĢmesine de uygulanabilmelidir. Bu kıyas imkânının kabul edilmemesi ihtimalinde,
doktrinde bu sonuç borca katılma sözleĢmesi için dürüstlük kuralından çıkarılmaktadır. Her
iki ihtimalde de, borca katılan, alacaklının böyle bir davranıĢından dolayı uğradığı zararı,
alacaklıdan talep edebilecektir.
KAYNAKÇA
ACAR, Faruk : Türk-Ġsviçre Medeni Hukukunda Alacaklılar Arası
Teselsül,
Ġstanbul 2003.
ACEMOĞLU, Kevork : Borçlar Kanununun 179. Maddesine Göre Malvarlığı veya
Ticari ĠĢletmenin Devri, Ġstanbul 1971.
AKINTÜRK, Turgut : Müteselsil Borçluluk, Ankara 1971.
AKĠPEK, Jale G. : Kefalet Akdiyle Aval Arasındaki Fark veya Benzerlikler,
A.Ü.H.F.D. VIII (1951), sayı 3-4, s. 443-477
AKYOL, ġener : Tam Üçüncü ġahıs Yararına SözleĢme, Ġstanbul 2008.
ALTAġ, Hüseyin : ġekle Aykırılığın Olumsuz Sonuçlarının Düzeltilmesi,
Ankara 1998
ANTALYA, Osman Gökhan : Miras Hukuku, Ġstanbul 2009.
ARICI, Mehmet Fatih : Ticari ĠĢletmenin Aktif ve Pasifi ile Devri, Ġstanbul 2008.
AYRANCI, Hasan : SözleĢmelerin Yüklenilmesi (Devri), Ankara 2003.
ATAMER, YeĢim : Geliri ve Malvarlığı Olmayan Aile Bireylerinin Kefaleti-
SözleĢme Ġçeriğinin Denetlenmesi, ĠÜHFM Prof. Dr.
Türkân
Rado’ya Armağan, C:LV, S:3 Y: 1997, s. 419, vd.
BARLAS, Nami : Kredi Kartı ĠliĢkisinde Bankaya KarĢı Verilen KiĢisel
Teminatın Niteliğinin Belirlenmesi, Prof. Dr. Ömer
Teoman’a 55. YaĢgünü Armağanı, Ġkinci Cilt, Ġstanbul
2002.
(KısaltılmıĢı: Barlas, Kredi Kartı)
BARLAS, Nami : Türk Hukuku Sisteminde Banka Teminat Mektupları,
Ġstanbul 1986. (KısaltılmıĢı: Barlas, Teminat Mektupları)
BARTELS, Klaus : Der Vertragliche Schuldbeitritt im Gefüge gegenseitiger
im
Gefüge gegenseitiger Dauerschuldverhältnisse,
Tübingen 2003. (KısaltılmıĢı: Bartels, Schuldbeitritt)
BARTELS, Klaus :Die Sicherungsgesamtschuld als Akzessorische
Kreditsicherheit?, JZ 12/2000, s.608-613. (KısaltılmıĢı:
Bartels, Sicherungsgesamtschuld)
BAUMANN, Wolfgang : Zur Form von Schuldbeitritt und Schuldanerkenntnis,
ZBB
3/1993, s: 171-177.
BECK, Markus : Analoge Anwendung Bürgschaftsrechtlicher Normen auf
die
Haftung von BGB-Gesellschaftern, WM 35/1999,
s.1753-1759.
BECKER, Christoph : Maβvolle Kreditsicherung, Berlin 1999. (KısaltılmıĢı:
Becker, Kreditsicherung)
BECKER, Hermann : Kommentar zum Schweizerischen Zivilgesetzbuch, Band
VI:Obligationenrecht, I.Abteilung, 2. Auflage, Bern 1941.
(KısaltılmıĢı: Becker, Kommentar)
BENTELE, Florian : Gesamtschuld und Erlass, Tübingen 2006.
BINDHART, Walther : Die Auslegung von Willenserklärungen, mit denen
Bürgschaft
oder Schuldbeitritt Gemeint Sein Kann, Marburg 1932.
BIRKENBIHL, Ferdinand : Bedarf die Sogenannte kumulative Schuldübernahme der
Schriftform?, das Recht 1903 s. 286-287
BLOME, Wilhelm : Die Kumulative Schuldübernahme Verglichen mit dem
Drittgläubiger – leiftundsvertrag, Göttingen 1931.
BOECKEN, Tobias : Zur Gleichstufigkeit der Schuldner als Voraussetzung einer
Gesamtschuld, Jura 1997, Heft 1, s.1-11.
BÖTTCHER, Christina : Das Abstrakte Schuldversprechen in der Kreditsicherung,
Münster 2007.
BUCHER, Eugen : Obligationenrecht, Besonderer Teil, 3. Auflage, Bern 1988.
(KısaltılmıĢı: Bucher, Besonderer Teil)
BUCHER, Eugen : Schweizerisches Obligationenrecht, Allgemeiner Teil,
2. Auflage, Zürich 1988. (KısaltılmıĢı: Bucher, AT)
BULOW, Peter : Der Grundsatz der Subsidiarität im
Kreditsicherungsverhätnis,
ZIP 24/1999, s.985-988. (KısaltılmıĢı: Bülow,
Subsidiarität)
BULOW, Peter : Recht der Kreditsicherheiten, Heidelberg 1999.
(KısaltılmıĢı:
Bülow, Kreditsicherheiten)
BULOW, Peter/
BULOW, Peter/
ARZT, Markus : Folgeprobleme der Anwendung des
Verbraucherkreditgesetzes
auf Schuldbeitritt und andere Interzessionen, ZIP 15/1998,
s:630-636. (KısaltılmıĢı: Bülow/Arzt, Folgeprobleme)
BULOW, Peter/
ARZT, Markus : Heidelberger Kommentar zum Verbraucherkreditrecht,
Heidelberg 2006. (KısaltılmıĢı: Bülow/Arzt, Kommentar)
von BÜREN, Bruno : Schweizerische Obligationenrecht, Allgemeiner Teil,
Zurich 1964.
BUSCHE, Jan/
NOACK, Ulrich/
RIEBLE, Volker : von Staudingers Kommentar zum Bürgerlichen Gesetzbuch
mit
Einführungsgesetz und Nebengesetzen, Buch 2, Recht der
Schuldverhältnisse §§ 397-432, Berlin 2005
BYDLINSKI, Peter : Moderne Kreditsicherheiten und Zwingendes Recht, AcP
190
(1990), s.165-181.
CANARIS, Claus-Wilhelm : Vertrauenshaftung im deutschen Privatrecht, München 1971
CANYÜREK, Murat : Müteselsil Borçlulukta Ġç ve DıĢ ĠliĢkiler, Ġstanbul 2003.
CURT, Albert : Ein Vergleich zwischen Kumulativer Schuldübernahme und
dem Vertrage zu Gunsten Dritter
DAZERT, Andreas : Mithaftung und Sukzession bei Verbraucherkreditverträgen,
Bonn 1998.
DEHN, Wilma : Zur Form des Schuldbeitritts zu einem Schuldanerkenntnis
gemäβ § 781 BGB, WM N.48, 12/1993, s:2115-2118.
DEMĠRKAPI, Ertan : Kambiyo Senetlerinin Aval Yoluyla Temini, Ġzmir 2005.
DEVELĠOĞLU, Hüseyin Murat : Kefalet SözleĢmesini Düzenleyen Hükümler IĢığında
Bağımsız
Garanti SözleĢmeleri, Ġstanbul 2009.
(KısaltılmıĢı: Develioğlu, Garanti)
DEVELĠOĞLU, Hüseyin Murat : Ġsviçre Federal Mahkemesi'nin 23 Eylül 2003 Tarihli
Kararı
IĢığında Kefalet SözleĢmesi - Borca Katılma Ayrımı,
Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, sayı
2004/1, Prof. Dr. Erden Kuntalp’e Armağan’dan Ayrı Bası
(s.293-322), Ġstanbul 2006 (KısaltılmıĢı: Develioğlu, Borca
Katılma)
DURAL, Mustafa/
ÖĞÜZ, Tufan : Türk Özel Hukuku, KiĢiler Hukuku, Ġstanbul 2004.
EDENFELD, Stefan : Offene Fragen des Beitritts zur Dauerschuld, JZ 21/1997,
s.1034-1042.
EDĠS, Seyfullah : Medeni Hukuka GiriĢ ve BaĢlangıç Hükümleri, 6. Basım,
Ankara 1997.
EHLSCHEID, Dirk : Die Ausgleichsansprüche unter Sicherungsgebern, Bonn
1991.
EHMANN, Horst : Die Gesamtschuld, Berlin 1972.
EMMENEGGER, Susan : Garantie, Schuldbeitritt und Bürgschaft – vom
Bundesgerichtlichen Umgang mit Gesetzgeberischen
Inkohärenzen, ZBJW 9/1007, 1-17.
EREN, Fikret : Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, Ġstanbul 2003.
ERMAN, Hasan : Borçlar Hukukunda Akit Serbestisi ve Genel Olarak
Sınırlamalar, ĠÜHFM 1973, s.601-618.
FALKENSTEIN, Hans : Schuldbeitritt und Schuldeintritt, Unterbegriffe der
Kumulativen Schuldübernahme, Marburg 1931.
FELLMANN, Walter/
MULLER, Karin : Kommentar zum Schweizerischen Privatrecht, Band VI,
2. Abteilung, 8. Teilband, Obligationenrecht Die Einzelnen
Vertragsverhäktnisse Die Einfache Gesellschaft, Art. 530-
544
OR., Bern 2006.
FIKENTSCHER, Wolfgang : Schuldrecht, 9. Auflage, Berlin 1997.
FISCHER, Gero : Aktuelle Höchstrichterliche Rechtsprechung zur
Bürgschaft
und zum Schuldbeitritt, WM 22/2001, s.1050-1099.
(KısaltılmıĢı: Fischer, Schuldbeitritt)
FLUME, Werner : Allgemeiner Teil des Bürgerlichen Rechts, Zweiter Band,
Das rechtsgeschäft, 4. Auflage, Berlin, Heidelberg,
Newyork
1992
FRIEDERICH, Klaus : Die Stellung des Sicherungsgebers bei der Privativen
Schuldübernahme nach § 418 Abs. 1 BGB, Berlin 1996.
GADMER, Paul : Solidarschuldner und Bürge nach Schweiz –
Obligationenrecht, Davos 1929.
GAUCH, Peter
SCHLUEP, Walter
SCHMID, Jörg
REY, Heinz : Schweizerisches Obligationenrecht, Allgemeiner Teil, I-
II,
8. Auflage, Zurich 2003.
GRASSINGER, Gülçin Elçin : Kefilin Alacaklıya KarĢı Sahip Olduğu Savunma
Ġmkanları,
Ġstanbul 1996.
GRIGOLEIT, Hans-Christoph : Der Schuldbeitritt, Jura 12/2002 ,s. 825-833.
(KısaltılmıĢı:
Grigoleit, Schuldbeitritt)
GRIGOLEIT, Hans-Christoph : Die Schuldübernahme, Jura 6/2002, s.393-400.
(KısaltılmıĢı:
Grigoleit, Schuldübernahme)
GUHL, Theo : Das Schweizerische Obligationenrecht, 8. Auflage,
Zürich
1991.
GUHL, Theo/
KOLLER, Alfred/
SCHNYDER, Anton K./
DRUEY, Jean N. : Das Schweizerische Obligationenrecht, Zürich 2000.
GÜMÜġ, Mustafa Alper : Bir Borç ĠliĢkisinde Müteselsil Borçlulardan Birisinin
Ġbrasının Diğer Müteselsil Borçlular Üzerindeki Etkisi,
Prof.
Dr. Selahattin Sulhi Tekinay’ın Hatırasına Armağan,
Ġstanbul
1999, s.311-323. (KısaltılmıĢı : GümüĢ, Ġbra)
GÜMÜġ, Mustafa Alper : Borçlar Hukuku Özel Hükümler, Cilt 1, Ġstanbul 2008.
GÜRZUMAR, Osman Berat : Franchise SözleĢmeleri, Ġstanbul 1995.
HABERSACK, Mathias : Die Akzessorietät – Strukturprinzip der Europäischen
Zivilrechte und eines Künftigen Europäischen
Grundpfandrechts, JZ 18/1997, s:857-865. (KısaltılmıĢı:
Habersack, Akzessorietät)
HABERSACK, Mathias : Der Regreβ bei Akzessorischer Haftung, AcP 198 (1998),
s.152-170. (KısaltılmıĢı: Habersack, Regreβ)
HAGENA, Gerd : Drittschutz im Verbraucherkreditrecht, Baden – Baden
1996.
Hatemi, Hüseyin : Medeni Hukuka GiriĢ, 3. Bası, Ġstanbul 2004.
HATEMĠ, Hüseyin/
SEROZAN, Rona/
ARPACI, Abdülkadir : Borçlar Hukuku Özel Bölüm, Ġstanbul 1992.
HEERMANN, Paul W. : Geld und Geldgeschäfte, Handbuch des Schuldrechtsi
Hrsg.
Joachim Gernhuber, Band 10, 1. Auflage, Tübingen 2003.
(KısaltılmıĢı: Heermann, Geldgeschäfte)
HEERMANN, Peter W. : Rückabwicklung nach Materiell Ungerechtfertigter
Inanspruchnahme von Bürgen und Garanten “Auf erstes
Anfondern”, ZBB 4/1998, s.239-246. (KısaltılmıĢı:
Heermann, Rückabwicklung)
HEINRICHSMEIER, Paul : Die Einbeziehung des Ehegatten in die Haftung für
Geldkredite, Bielefeld 1993.
HELVACI, Ġlhan : Türk Medeni Kanununa Göre SözleĢmeden Doğan Ġpotek
Hakkı, Ġstanbul 2008. (KısaltılmıĢı: Helvacı, Ġpotek Hakkı)
HELVACI, Serap : Gerçek KiĢiler, Ġstanbul 2007. (KısaltılmıĢı: Helvacı,
KiĢiler)
HENTRICH, Oskar : Ein Beitrag zur Dogmatik und Abgrenzung
schuldrechtlicher
sicherungstatbestände insbesondere von Bürgschaft und
Schuldbeitritt, Jena 1940
HONSELL, Heinrich : Schweizerisches Obligationenrecht Besonderer Teil, 5.
Auflage, Bern 1988.
HORN, Norbert : Anlageberatung im Privatkundengeschäft der Banken, WM
5/1999, s.208-209. (KısaltılmıĢı: Horn, Anlageberatung)
HORN, Norbert : Globalbürgschaft und Bestimmtheitsgrundsatz, FS für
Franz
Merz, s.217-227. (KısaltılmıĢı: Horn, Globalbürgschaft)
IGNATZI, Thomas : Der Freigabe von Kreditsicherheiten – Übersicherung und
Freigabeklauseln im Kreditsicherungsvertrag, Hamburg
1996.
IġIKTAÇ, Yasemin/
METĠN, Sevtap : Hukuk Metodolojisi, Ġstanbul 2003.
IUSTINIANUS : Iustitutiones, Türkçe Metin: Ziya Umur, Ġstanbul 1968.
ĠMRE, Zahit/
ERMAN, Hasan : Miras Hukuku, Ġstanbul 2003.
ĠMREGÜN, Oğuz : Kıymetli Evrak Hukuku, Ġstanbul 2003.
ĠNAN, Ali Naim/
ERTAġ, ġeref/
ALBAġ, Hakan : Miras Hukuku, Ankara 2004.
JURGENS, Horst : Teilschuld – Gesamtschuld – Kumulation, Baden – Baden
1988.
KARADENĠZ, Özcan : Klasik Roma Hukukunda “Constitutum Debiti”, Ankara
1968
KITTLITZ, Martin : Der Vertragliche Schuldbeitritt, Berlin 1994.
KLAUNINGER, Johannes : DerWiderruf von Sicherungs – geschäften nach
Deutschem
und Europäischem Recht, Berlin 2001.
KNUTEL, Rolf : Befreite Ehefrauen?, ZIP 8/1991, s.493-498.
KOCAYUSUFPAġAOĞLU,Necip/
HATEMĠ, Hüseyin/
SEROZAN, Rona/
ARPACI, Abdülkadir : Prof. Dr. Necip KocayusufpaĢaoğlu Borçlar Hukukuna
GiriĢ
Hukuki ĠĢlem SözleĢme, Ġstanbul 2008.
KOCAYUSUFPAġAOĞLU,Necip: Bir Borç ĠliĢkisinde, Müteselsil Borçlulardan Birinin
Ġbrasının Diğer Müteselsil Borçlular Üzerindeki Etkisi,
Prof.
Dr. Sulhi Selahattin Tekinay’ın Hatırasına Armağan,
Ġstanbul
1991, s.311-323.
KOHTE, Wolfhard : Die Stellung des Schuldbeitritts zwischen Bürgschaft und
Schuldübernahme, JZ 21/1990, s.997-1005.
KOZIOL, Helmut/
WELSER, Rudolf : Grundriss des Bürgerlichen Rechts Band II Schuldrecht
Allgemeiner Teil, Schuldrecht Besonderer Teil, Erbrecht,
12. Auflage, Wien 2001.
KRESS, Hugo : Lehrbuch des Allgemeinen Schuldrechts, München 1929
KRUGER, Wolfgang : Münchener Kommentar zum Bürgerlichen Gesetzbuch, Band
2,
Schuldrecht Allgemeiner Teil, §§ 241-432, 5. Auflage,
München 2007.
KUHLMANN, Jens : Rückgriffsgrundlagen bei Gesamtschuld, Bürgschaft und
Schadensversicherung im Deutschland, England und
Schweden,
Berlin 2005.
KULKE, Ulrich : Sittenwidrigkeit eines Schuldbeitritts und Teilnichtigkeit,
ZIP
2001, S. 23 , s.985-994.
KUNTALP, Erden : KarıĢık Muhtevalı Akit, Ankara 1971.
KURZ, Stefan : Schuldübernahme, Schuldbeitritt und das
Verbraucherkreditgesetz, DNotZ, 1997, s:553-571.
LARENZ, Karl : Lehrbuch des Schuldrechts, Band I, Allgemeiner Teil,
14. Auflage, München 1987.
LARENZ, Karl/
WOLF, Manfred : Allgemeiner Teil des Bürgerlichen Rechts, 8. Auflage,
München 1997.
LWOWSKI, Hans – Jürgen : Das Recht der Kreditsicherung, Berlin 2000.
LWOWSKI, Hans – Jürgen/
MERKEL, Helmut : Kreditsicherheiten, Berlin 2003.
MAAβEN, Kurt : Die SchulmĢtübernahme als Originäre
Gesamtschuldbegründung, Borna – Leipzig 1932.
MADAUS, Stephan : Der Schuldbeitritt als Personalsicherheit, Band 2,
Rostock 2001.
MARTINEK, Michael : J. Von Staudingers Kommentar zum Bürgerlichen
Gesetzbuch
mit Einführungsgesetz und Nebengesetzen, Eckpfeiler des
Zivilrechts, 2005.
MEDICUS, Dieter : Bürgerliches Recht, 21. Auflage, München 2007.
(KısaltılmıĢı:
Medicus, Bürgerliches Recht)
MEDICUS, Dieter : Schuldrecht I Allgemeiner Teil, 13. Auflage, München
2002.
(KısaltılmıĢı: Medicus, Bürgerliches Recht)
MERZ, Hans : Obligationenrecht Allgemeiner Teil, Erster Teilband,
(Einleitung §1-3 : Enstehung, allgemeine
Charakterisierung,
Die Obligation: §4-20), Schweizerisches Privatrecht,
Sechster
Band, Basel 1984.
MICHALSKI, Lutz : Das Schuldanerkenntnis in der Praxis, in Besondere als
Mittel
der Kreditsicherung, ZBB 3/1995, s.261-272.
NEUMAYR, Matthias : Persönliche Sicherungsgeschäfte – Abgrenzungs – und
Formfragen, FS für Heinrich Honsell, Besonderes
Vertragsrecht aktuelle Probleme, Zürich 2002, 481-513.
NIKISCH, Arthur : Der Rechtliche Charackter des Schuldbeitritts, Leipzig 1911
NORR, Knut Wolfgang/
SCHEYHING, Robert/
POGGELER, Wolfgang : Sukzessionen Forderungszession, Vertragsübernahme,
Schuldübernahme Handbuch des Schuldrechts Hrsg.
Joachim
Gernhuber, Tübingen 1999.
OETKER, Hartmuth : Handelsrecht, 2. Aufl., Berlin Heidelberg, 1999
OĞUZMAN, M. Kemal/
ÖZ, Turgut : Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 6. bası, Ġstanbul 2009.
ÖZEN, Burak : Türk Medenî Hukukunda EĢya Üzerinde Ġntifa Hakkı,
Ġstanbul 2008. (KısaltılmıĢı: Özen, Ġntifa)
ÖZEN, Burak : Kefalet SözleĢmesi, Ġstanbul 2008. (KısaltılmıĢı: Özen,
Kefalet)
ÖZTAN, Fırat : Kıymetli Evrak Hukuku, GüncelleĢtirilmiĢ 16. Bası,
Ankara 2009
PALANDT : Bürgerliches Gesetzbuch, 61. Auflage, München 2002.
PAPE, Gerhard : Die Entwicklung des Bürgschaftsrechts im Jahre 1995,
NJW
1996 Heft 14, s.887-896.
PANNWITZ, Ulrich : Die Einwendungen des Mitübernehmers bei der
Schuldmitübernahme, Hamburg 1965.
PEGELS, Werner : Das Verhältnis von Bürgschaft, Garantievertrag,
Schuldbeitritt
zueinander, Hamburg 1936.
PFEIFFER, Thomas : Die Bürgschaft unter dem Einfluss des Deutschen und
Europäischen Verbraucherrechts, ZIP 27/1998, s.1129-
1138.
(KısaltılmıĢı: Pfeiffer, Verbraucherrechts)
PFEIFFER, Thomas : Ein zweiter Anlauf des Deutschen Bürgschaftsrechts zum
EuGH, NJW 1996 Heft.50, s.3297-3302. (KısaltılmıĢı:
Pfeiffer, Bürgschaftsrechts)
POROY, Reha/
TEKĠNALP, Ünal : Kıymetli Evrak Hukuku Esaslar, Ġstanbul, 16. bası, Ġstanbul
2005.
POROY, Reha/
TEKĠNALP, Ünal/
ÇAMOĞLU, Ersin : Ortaklıklar ve Kooperatifler Hukuku, 9. Bası, Ġstanbul
2003.
POTTSCHMIDT, Günter/
ROHR, Ulrich : Kreditsicherungsrecht, München 1992.
PREDIGER, Bernhard : Zur Auslegung und Anwendung der Regelungen im BGB
über
die Gesamtschuld, Frankfurt am Main 1988.
PRUTTING, Hans/
WEGEN, Gerhard/
WEINREICH Gerd : BGB Kommentar, 2. Auflage, Luchterhand 2007.
RAAFLAUB, Alfred : Die Solidarbürgschaft im Bankverkehr, Bern 1932.
RANIERI, Filippo : Europäisches Obligationenrecht, 2. Auflage, Wien 2003.
REICHEL, Hans : Die Schuldmitübernahme, München 1909.
REIFNER, Udo : Die Mithaftung der Ehefrau im Bankkredit – Bürgschaft
und
Gesamtschuld im Kreditsicherungsrecht, ZIP 7/1990,
s.427-438.
REINICKE, Dietrich : Formbedürftigkeit des Schuldbeitritts zu einem
Kreditvertrag,
WIB 9/1997, s: 449-453.
REINICKE, Dietrich/
TIEDTKE, Klaus : Kredit – sicherung, Luchterhand 2006.
REĠSOĞLU, Sefa : Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 19. Bası, Ġstanbul 2006.
REĠSOĞLU, Seza : Türk Hukukunda ve Bankacılık Uygulamasında Kefalet,
Ankara 1992.
SCHIMANSKY, Herbert : Aktuelle Rechtsprechung des BGH zur Krassen
Finanziellen
Uberforderung von Mitheftenden bei der
Kreditgewährung,
WM Heft 50/2002, s.2437-2442.
SCHLICHT, Christian Rainer : Die Kümülative Schuldübernahme in der Rechtssprechung
des
Reichsgerichts und in der Zeitgenössischen Literatur,
Frankfurt am Main 2004.
SCHMID, Eva : Die Mehrheit von Sicherungsgebern im Deutschen und
Französischen Recht, Hamburg 2000.
SCHMIDT, Christoph : Die Sogenannte Akzessorietät der Bürgschaft, Berlin 2001.
(KısaltılmıĢı: Schmidt, Akzessorietät)
SCHMIDT, Walter : Gesamtschuld und Gesamtschuldregress, Köln 1973.
(KısaltılmıĢı: Schmidt, Gesamtschuld)
SCHMITZ, Karl – Bernhard : Das Ausgleich Zwischen Bürgschaft und Schuldbeitritt, FS
für Franz Merz, zum 65. Geburtstag am 3. Februar 1992,
Köln
1992, s.553-561.
SCHURNBRAND, Jan : Der Schuldbeitritt zwischen Gesamtschuld und
Akzessorietät,
Berlin 2003.
SCHWARZ, Stefanie : Bürgenschutz durch Deutsches und Europäisches
Verbraucherschutzrecht, Baden-Baden.
SCHWEDHELM, Ulrike : Das Gesamtschuldverhältnis, Essen 2003.
SCHWENZER, Ingeborg : Schweizerisches Obligationenrecht Allgemeiner Teil, 2.
Auflage, Bern 2000.
SCYBOZ, Georges : Garantievertrag und Bürgschaft, Schweizerisches
Privatrecht,
Band VII, Obligationenrecht,Besondere
Vertragsverhältnisse,
2. Halbband, Basel-Stuttgart, 1979.
SELB, Walter : Mehrheiten von Gläubigern und Schuldern (Handbuch des
Schuldrechts, Hrsg. Joachim Gernhuber, Band 5), Tübingen
1984.
SEROZAN, Rona : Borçlar Hukuku Özel Bölüm, Ġstanbul 2002. (KısaltılmıĢı:
Serozan, Özel Bölüm)
SEROZAN, Rona : Medeni Hukuk Genel Bölüm, Ġstanbul 2004. (KısaltılmıĢı:
Serozan, Medeni Hukuk)
SOERGEL, Hans Theodor : Bürgerliches Gesetzbuch mit Einführungsgesetz und
Nebengesetzen, Band 2, Schuldrecht 1, (§§ 241-432), 12.
Auflage, Stuttgart, Berlin, Köln 1990.
SUNGURBEY, Ġsmet : Borç Ġkrarı ve Borç Vaadi, Ġstanbul 1957.
SUNGURBEY, Ġsmet/
KANETĠ, Selim : Medeni Hukuk Sorunları, Üçüncü Cilt, Ġstanbul 1976.
TANDOĞAN, Haluk : Borçlar Hukuku, Özel Borç ĠliĢkileri, Cilt II, Ġstanbul 1989.
(KısaltılmıĢı: Tandoğan, Borçlar)
TANDOĞAN, Haluk : Garanti Mukavelesi, Ankara 1959. (KısaltılmıĢı: Tandoğan,
Garanti)
TANDOĞAN, Haluk : Türk Mesuliyet Hukuku, Ankara 1961. (KısaltılmıĢı:
Tandoğan, Mesuliyet)
TEKĠNAY, Selahattin Sulhi : Borçlular Arası Akdi Teselsül, Ġstanbul 1956. (KısaltılmıĢı:
Tekinay, Akdi Teselsül)
TEKĠNAY, Selahattin Sulhi/
AKMAN, Sermet/
BURCUOĞLU, Haluk/
ALTOP, Atilla : Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ġstanbul 1993.
TEKĠNAY, Selahattin Sulhi : Kefalet mi, Borcun DıĢ Yüklenilmesi mi, Mevcut borca
Ġltihak mı, Üçüncü ġahsın Fiilini Taahhüt mü? ĠBD
XXXII,
N. 11-12.
TEKĠNAY, Selahattin Sulhi : Ticari ĠĢlerde Teselsül Karinesi, Ayrı Baskı, Ankara 1964.
(KısaltılmıĢı: Tekinay, Teselsül Karinesi)
THEOBALD, Uwe : Gesamthaftungsverhätnisse, Frankfurt am Main 1994.
Von TUHR, Andreas : Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı, Cilt: 1-2, Yargıtay
Yayını No: 15 (Çeviren: Cevat Edege), Ankara 1983.
TUNÇOMAĞ, Kenan : Türk Borçlar Hukuku, Cilt 1 Genel Hükümler, 6. Bası,
Ġstanbul 1976
ULMER, Peter/
MASUCH, Andreas : Verbraucherkreditgesetz und Vertragsübernahme, JZ
13/1997,
s:654-662.
ULMER, Peter/
TIMMANN, Henrik : Zur Anwendbarkeit des Verbraucherkreditgesetzes auf die
Mitverpflichtung Dritter, FS Für Heinz Rowedder, zum
75.
Geburtstag, München 1994, s.504-527.
UMUR, Ziya : Roma Hukuku Lügatı, Ġstanbul 1983.
VIONNET, Guillaume/
von der CRONE, Hans Caspar : Sicherungsversprechen und Vertrauensprinzip,
SZW/RSDA
5/2004, 386-393
WEBER, Hansjörg : Kreditsicherheiten, 6. Auflage, München 1973.
(KısaltılmıĢı:
Weber, Kreditsicherheiten)
WEBER, Hansjörg : Sicherungsgeschäfte, Schriftenreihe der Juristischen
Schulung
Hrsg. Hermann Weber, München 1973, s.50-53.
(KısaltılmıĢı:
Weber, Sicherungsgeschäfte)
WEBER, Rolf : Kommentar zum Schweizerischen Zivilgesetzbuch, Band
VI:Obligationenrecht, I. Abteilung, 2. Auflage, Bern 1941.
(KısaltılmıĢı: Weber, Kommentar)
WERNECKE, Frauke : Die Gesamtschuld, ihre Befreiung von irrationalen
Merkmalen und ihre Rückführung in die
Gesetzessystematik, Berlin 1990.
WESTERKAMP, Wilhelm : Bürgschaft und Schuldbeitritt, Berlin 1908
WESTERMANN, Harm Peter : Erman - Burgerliches Gesetzbuch, 11. Auflage,
Köln – Münster 2004.
WINTER, Henry : Teilschuld, Gesamtschuld und Unechte Gesamtschuld,
Frankfurt am Main 1984.
WORMIT, Heinz : Bürgschaft und Schuldbeitritt, Marburg 1929.
YAVUZ, Cevdet : Borçlar Hukuku Özel Hükümler (YenilenmiĢ 7. Baskıyı
Hazırlayanlar: Cevdet Yavuz/Burak Özen/Faruk Acar),
7. bası, Ġstanbul 2007. (KısaltılmıĢı: Yavuz, Özel
Hükümler)
YAVUZ, Cevdet : Türk, Ġsviçre ve Fransız Hukuklarında Dolaylı Temsil,
Ġstanbul, 1983. (KısaltılmıĢı: Yavuz, Dolaylı Temsil)
YAVUZ, Nihat : Türk Kefalet Hukuku, Ankara 2010. (KısaltılmıĢı: Yavuz,
Kefalet)
YENĠCE, A. Özge : Teminat SözleĢmelerinde Rücu ĠliĢkileri, Ġstanbul 2008.
ZEISS, Walter : Der Rechtliche Grund für Schuldanerkenntnisse und
Sicherheitsleistungen, AcP 164 (1964).
ZÜRNDOFER, Hermann : Bürgschaft und Kumulative Schuldübernahme, Breslau
1911.