bilim ve gelecek dergisi sayı - 073

Upload: engindevrim

Post on 07-Jul-2018

287 views

Category:

Documents


7 download

TRANSCRIPT

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 073

    1/96

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 073

    2/96

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 073

    3/96

    3

    Şampuanlardan, nemlendiricilere, parfümlerden güneş kremlerine,ojelerden saç boyalarına kadar pek çok kişisel bakım ürünününiçeriğinde yer alan kimyasallar, birçok kanser türünden, kısırlığa dekçok ciddi sağlık sorunlarına yol açabilmektedir.

    48

    Hücrelerin içinde dünyamızdaki tüm canlıları oluşturan DNA’larbulunur. Geçmişimiz ve geleceğimiz de bu DNA’larda saklıdır.DNA’mız bir zaman makinesi gibi bizi geçmişe götürüpgeçmişimiz hakkında bilgi verir. Son bulgulara göre, şu andaAvrupa’da, Asya’da, Amerika’da yaşayan tüm insanların kökeniyaklaşık olarak 60-50 bin yıl önce Afrika’dan göç eden küçükbir Afrikalı gruba aittir.

    Prof. Dr. Erksin Güleç veDoç. Dr. Timur Gültekin’in makalesi

    Afrika’dan Anadolu’yaen eski insan göçleri

    Prof. Dr. Orhan Küçüker’in makalesi

    Doğumunun 96. yılında, Türk Promethe’lerinden bir zoolog

    Prof. Dr. Saadet Ergene - Bayramoğlu

    Derleyen: Bahar Işık

    Kimyasallarınkaranlık yüzü -2

    Kozmetiklerdekitehlike

    Meşe, hem anamız,hem tanrıçamızdır.Besler, korur, kollar,barındırır, şifa verir.Meşelerimizin

    meyveleri, en zorzamanları olan savaşve kıtlık yıllarındabu ülke insanınıaçlıktan kurtaranbir sigorta vazifesigörmüştür.

    Hasan Torlak yazdı

    Anadolu kültüründe ağaçlar

    Anamızdır, tanrıçamızdır Meşe

    61

    Cumhuriyet’in eğitim için yurtdışına gönderdiği şanslı gençlerden.Almanya’da zooloji-botanik eğitimi aldıktan sonra, efsane haca Prof.Curt Kosswig’in yanında asistan olur. Onun yönlendirmesiyle, Türkiyeornitolojisinde milat sayılan “Türkiye Kuşları”nı kaleme alacak ve“kuşların ecesi” sıfatını kazanacaktır...

    Özlem Özdemir’in incelemesi

    “100 Soruda” dizisi, Gerçek Yayınevi tarafından,Fethi Naci editörlüğünde, 1968-1992 yılları arasında yayımlandı.Türkiye’nin önemli aydınları tarafından kaleme alınan 60’a yakınkitabı içeren dizi, yayımlandığı dönemde ve sonrasında, özellikle

    gençliği, üniversite öğrencilerini yaşadıkları ülkenin tarih vegüncelliğinin her boyutu hakkında bilgilendirdi, bilinçlendirdi.

    Türkiye yayıncılık tarihinin önemli kitap dizilerindendi:

    “100 soruda…”

    72

    54

    46

    66

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 073

    4/96

    ARTIK KADIKÖY’DE

    BİLİM VE GELECEKGeçi�ğimiz ay bu sayfalardan

    Bilim ve Gelecek Kitabevi’nin hava

    şartları yüzünden ertelenen açılışını

    duyurmuştuk. Nihayet, 13 Şubat

    günü bu kez güzel bir havada sıcak bir

    etkinlikle kitabevimizi açk. Kadıköy’de

    ark kitapseverlerin, çoksatarların işgal

    eği raarda bir türlü rastlayamadıkları

    pozi�f bilim ve sosyal bilim kitaplarını

    bulabilecekleri, ayrıca Cumhuriyetdöneminde yayımlanmış tüm bilim

    dergilerini içeren dergi arşivinden

    ücretsiz yararlanabilecekleri, “bilime

    özel” bir kitabevi var.

    Açılışımızın onur konuğu tahmin

    edileceği üzere 96 yaşını sürmesine

    rağmen, hâlâ üretmeye ve ülke

    sorunlarına sonuna kadar sahip çıkmaya

    devam eden, değerli Sümerolog

    Muazzez İlmiye Çığ oldu.

    Sümer Kraliçesi okurlarımızla sohbet

    edip kitaplarını imzaladı.

    Açılışa ayrıca Alaeddin Şenel,

    Afşar Timuçin, Ali Timuçin,

    İTÜ Avrasya Yer Bilimleri Ens�tüsü’nden

    Prof. Mehmet Sakınç, İÜ Fen-Edebiyat

    Fak. Botanik Bölümü’nden

    Prof. Orhan Küçüker,

    Eskişehir Anadolu Üniversitesi

    Matema�k Bölümü’nden

    Prof. Şahin Koçak,

    İÜ Arkeoloji Bölümü’nden

    Prof. Turan Efe, İTÜ Kimya Bölümü’nden

    Prof. Tülay Tulun, Boğaziçi Ünv. FizikBölümü’nden Yard. Doç. İbrahim Semiz,

    Marmara Üniversitesi Matema�k

    Bölümü’nden Yard. Doç. Gülsen Kürem,

    Sabancı Üniversitesi’nden

    Dr. Kenan Ateş, belgesel yapımcısı-yazar

    Ömer Tuncer, yazar Sait Maden, yazar

    Öner Yağcı, müzisyen Sarper Özsan,

    müzisyen İsmail Hakkı Demircioğlu,

    Cumhuriyet Gazetesi yazarı

    Osman Bahadır ve

    karika�rüst Kâmil Masaracı,

    Türkiye İş Bankası YayınlarıGenel Müdürü Ahmet Salcan

    da kaldılar.

    Çocuğun sınır tanımazmerakı olmasa bilimin

    hâli ne olurdu...

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 073

    5/96

    BİR BİLİMEVİ VAR!

    KİTABEVİ AÇILDI...Bizi hiç yalnız bırakmayan dostlarımız

    ve okurlarımız da bizimleydi elbee.

    Onlarla hasret giderdik, güzel bir

    gün geçirdik, bu kadar bilimsever bir

    araya gelmişken tabi ki daha neler

    yapabileceğimizi, yeni projelerimizi

    konuştuk.

    “50 Soruda” kitap dizisi için yeni

    kitap önerilerini konuştuk. Bilimsel

    düşüncenin toplumumuzun en genişkesimleri arasında yaygınlaşmasında

    Bilim ve Gelecek ’in nasıl daha etkili ve

    zengin bir araç olabileceği üzerine kir

    alışverişinde bulunduk.

    Kitabevimizin aynı zamanda bir bilim

    merkezi olabilmesi için yapılabilecek

    etkinlikleri düşündük. Dostlarımızın

    söyledikleriyle kafamız daha bir

    berraklaş, daha güzel ve büyük

     işlerin alna girmekte güvenimiz

    pekiş�. Sözün kısası, hem sıcak hem

    verimli bir etkinlik oldu. Kitabevimizi

    açk, ark bir bilimevimiz var.

    Şimdi kolları sıvama, burayı layıkıyla

    değerlendirme zamanı.

    Mart ayıyla birlikte etkinliklerimiz de

    başlıyor. Her salı bir sohbet toplansı

    düzenleyeceğiz. Salı Sohbetlerimiz

    önceden belirlenmiş bir konuda,

    konunun uzmanıyla meraklılarının

    buluştuğu, kir alışverişinde bulunup

    tarşğı sıcak söyleşiler olacak.

    Her ay bir de kurs düzenleyeceğiz.Gün boyunca, alanının en iyilerinden

    akademisyenin vereceği derslerden

    oluşacak kursun bu ayki başlığı

    Evrim Kuramı. İlk kursumuzda

    öğretmenlerimiz Prof. Dr. Aslıhan Tolun,

    Prof. Dr. Mehmet Sakınç ve

    Prof. Dr. Me�n Özbek.

    Hem Salı Sohbetleri, hem de Ayın Kursu

    ile ilgili ayrınları dergimizin sekizinci

    sayfasında bulabilirsiniz.

    Okur ve dostlarımızı bilimevimize,birlikte düşünmeye, tarşmaya,

    birlikte üretmeye bekliyoruz.

    Muazzez İlmiye Çığ çocukları çoksever. Çocuklar da onlara çokeski çağların masallarını anlatanmasalcı teyzelerini.

    Eksiği varfazlası yok...Bilim ve

    Gelecek’inaile fotoğrafı.

    Hem iyimüzisyen, hem

    kitap kurdu.Daha ne olsun.

    İsmail HakkıDemircioğlu da

    bizimleydi.

    Genel yayınyönetmenimiz

    Ender HelvacıoğluKadıköy Anadolu

    Lisesi’ndenarkadaşlarıyla.Lise yılları çokgeride kalmış

    olsa da dostluklareskimiyor.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 073

    6/96

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 073

    7/96

    7

    mi ki, bu değişimler düzeni değiştirmek için değil, tersi-ne sağlamlaştırmak içindir). Kimi “evrensel” olanlarımızkurtuluşu ileri ülkelerin (emperyalistin kibarcası) müda-halelerinde, kimi “ulusal” olanlarımız ise ordunun mü-dahalelerinde arayabilir. Kimimiz milliyetçiliğe, kimimiz

    dinciliğe meylederek güç kazanacağını sanabilir. Kimi-miz bir etnik kökene veya bir mezhebe sarılarak oradandevrim çıkarabileceğini umabilir. Kimimiz aydınlara, öğ-rencilere, orta sınıflara, işsiz yoksullara olmadık işlevleryükleyerek devrimciliğini devam ettireceği hayaline kapı-labilir. Hepsinin sonu ya düzendir ya da hüsran…

    Gözden ırak olan gönülden de ırak oluyor, ne yazıkki… Sınıfın da kendisini zaman zaman anımsatması gere-kir. Öncülük de bu değil midir zaten? Sınıf zaman zamanaydınlarına balans ayarı yapmalıdır. Tekel işçileri işte bu-nu yaptı. Hâlâ özünü kaybetmeyenlere Marksist oldukla-rını anımsattı. Ama bu, tekel işçilerinin yaptıklarının çok

    küçük bir kısmı. Asıl önemlisi, bu hareketin bütün toplu-ma, dosta-düşmana gösterdikleri ve anımsattıklarıdır.

    ***Tekel işçisi, bu toplumda başka bir güç odağının da

    var olduğunu anımsattı.Hani hükümetin icraatlarından, toplumu ağ gibi saran

    tarikat ve cemaatlerden, laik yaşam biçimlerinin tehditedilmesinden, işsizlikten, yoksulluktan, bağımsızlığınyitirilişinden, toplumsal değerlerin alt üst oluşundan,kısacası gidişattan şikâyetçi olan; hani üç yıl öncekicumhuriyet mitinglerinde büyük bir umutla milyonlarhalinde sokağa dökülüp, sonra sahte öncüleri tarafından

    ortada bırakılan; hani yıllardır peşine takıldıkları parti-ler tarafından her defasında umutları kırılan geniş kitle-ler; hani bütün umutlarını genelkurmayın müdahalesinebağlayıp sürekli hayal kırıklığına uğrayan, morali bozu-lup ülkeyi terk etme sinyalleri veren kentli orta sınıf ay-dınları var ya, işte tekel işçisi onlara bu sorunlarının çö-zümü için dayanacakları, umut bağlayabilecekleri başka(ve gerçek) bir güç odağının var olduğunu gösterdi.

    Hani yaşamlarından ve topraklarından kopup büyükkentlerin varoşlarını dolduran, oralarda en rezil yoksul-luğun kuyusuna, tarikatların ve mafyanın pençesine dü-şen, dilencileştirilen, kırmızı başlıklı kız misali en bü-yük düşmanını kurtarıcısı sanan; hani devlet baskısınınen koyusunu yaşayıp adsız, kimliksiz kalan; hani birbi-rine düşman edilen, birbirine kırdırılan geniş kitleler;hani demokrasi özlemleri, demokrasi kılıfıyla dünyadiktatörlerine bağlanan, gözleri dağlanmış, beyinleri iğ-diş edilmiş gençler, aydınlar var ya, işte tekel işçileri on-lara bu yoksulluktan ve uyutulmuşluktan kurtulmalarıiçin dayanabilecekleri, sahte değil gerçekten kendilerin-den bir güç odağının var olduğunu gösterdi.

    İlginçtir, bugüne dek sahne alan başka hiçbir güç o-dağının yapamadığını yaptı; birbirine düşman edilen

    bu iki kesime birden umut verdi. Kardeşleri yine kar-deş yaptı tekel işçisi. İttifakın da nasıl ve hangi noktadayapılması gerektiğini gösterdi. Yıkılması gerekenin nasıl

    yıkılacağını, korunması gerekenin nasıl korunacağını,kurtarılması gerekenin nasıl kurtarılacağını, kurulmasıgerekenin nasıl kurulacağını gösterdi.

    Tekel işçisi, toplum olarak yıllardır uğraştığımız vebir türlü çözemediğimiz sorunlarımızı bir çırpıda çözü-

    verdi. Ne Türk vardı tekel direnişinde ne de Kürt; ne A-levi ne de Sünni, ne türbanlı ne türbansız… Sınıf vardı,kardeşlik vardı, emek vardı, emekçi vardı, sınıf ve halkdüşmanlarına ve onların iktidarlarına karşı ortak birmücadele vardı.

    Tekel işçisi bir toplum projesi, bir gelecek projesisundu. Unutturulmaya çalışılan bir değerler sisteminiyeniden gündeme soktu. Boyun eğmemenin, direnme-nin, eğilip bükülmemenin, yanındakine güvenin, paylaş-manın, dayanışmanın mutluluğunu tüm topluma anım-sattı. Bu değerlerin hakim olduğu, emeğin en yüce değerolduğu, hak için mücadelenin saygı gördüğü, insanların

    etnik kökenlerine ve inançlarına göre bölünmediği, aynıkaderi paylaşan emekçilerin birbirine düşman olmadığı,var olanın eşit biçimde paylaşıldığı bir toplumda yaşa-mak istemez misiniz? Tekel işçisi böyle bir toplumunyaratılabileceğini, böyle bir seçeneğin de bulunduğunuve bu ütopyayı gerçeğe dönüştürecek bir maddi gücünvar olduğunu gösterdi.

    İşçiler, bir araya geldikleri, mücadele ettikleri, sınıf(proletarya) oldukları zaman, yepyeni bir gelecek pro- jesinin temsilcisi olabilirler. Sadece yıkmazlar, yapıcıda olabilirler. Toplumun bütün kesimlerine -bazılarınınyüreğine umut vererek, bazılarının yüreğine ise korku

    salarak- balans ayarı yapabilirler. Toplumun geleceği-ni yaratmanın öncüsü olabilirler. Tekel işçileri, Marx’ınbüyük buluşunu, bambaşka bir laboratuarda yenidenkanıtladılar.

    Anlık sonuç ne olursa olsun yapması gerekeni yap-mıştır tekel işçileri. Görevini başarmıştır. Tekel direni-şi buzdağının görünen ucudur. Ucu bile yetti bu iğrençdüzeni sarsmaya. Sarsması o kadar önemli değil. Tekeldirenişinin esas işlevi, o altta yatan buzdağını dosta düş-mana hissettirmesidir.

    Ey gelecek kurgucuları, ey politika yapanlar, bu toplu-mun geleceğini ipotek altına almaya çalışanlar, bu ucu gö-rülen buzdağını hesaba katmazsanız, kendiniz bilirsiniz. Ohesaba katmadıklarınız, gün gelir hesabınızı kesiverir.

    Tekel direnişi bir toplumsal uyarıdır. Bir muhtıradır;öyle internet sitelerinden falan değil; kanla canla… Kor-ka korka değil, dobra dobra… Bu toplumun geleceğininfilizidir tekel direnişi.

    Bir dostu yitirdik.Sözcüğün tüm anlamıyla gerçek bir dostumuzu. Aydınlık arşivinin

    demirbaşı, değerli arkadaşımız Fahir Özel 25 Şubat günü birkalp krizi sonucunda yaşamını yitirdi. Acımız tarif edilemez.

    Hepimizin başı sağ olsun.

    Ender Helvacıoğlu, Asaf Güven Aksel, Tunca Arslan, Deniz Öğüt

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 073

    8/96

    her ay bir kurs, her salı bir söyleşi...

    BİLİM VE GELECEK KİTABEVİ MART ETKİNLİKLERİ

    9 Mart Salı

    Saat: 18.00

    Alâeddin Şenel / Din-Bilim, Yaratıcılık-Yaratılışçılık

    16 Mart Salı

    Saat: 18.00

    Afşar Timuçin / Aşkın Felsefesi

    Ayın Kursu

    Evrim KuramıProf. Dr. Mehmet Sakınç, Prof. Dr. Aslıhan Tolun, Prof. Dr. Metin Özbek

    Tarih: 28 Mart Pazar

    Program11.00-11.50 Yer’in ve Canlılığın Evrimi (Prof. Dr. Mehmet Sakınç)

    11.50-12.00 Ara12.00-12.50 Yer’in ve Canlılığın Evrimi (Prof. Dr. Mehmet Sakınç)

    12.50-14.00 Yemek arası

    14.00-14.50 Moleküler Evrim (Prof. Dr. Aslıhan Tolun)

    14.50-15.00 Ara

    15.00-15.50 Moleküler Evrim (Prof. Dr. Aslıhan Tolun)

    15.50-16.00 Ara

    16.00-16.50 İnsanın Evrimi (Prof. Dr. Metin Özbek)

    16.50-17.00 Ara

    17.00-17.50 İnsanın Evrimi (Prof. Dr. Metin Özbek)

    Katılım şartları ve başvurular için lütfen Bilim ve Gelecek Kitabevi’nden Deniz Karakaş’la irtibata geçiniz.(0216) 345 26 14 - (0216) 349 71 72 / [email protected]

    Salı Sohbetleri23 Mart Salı

    Saat: 18.00

    Prof. Dr. Tuncay Altuğ / Evrimin Kanıtları

    30 Mart Salı

    Saat: 18.00

    Ahmet Doğan / Eğitimin Dünü ve Bugünü

    Caferağa Mahallesi, Moda Caddesi, Zuhal Sokak, No: 9/1 Kadıköy-İstanbul(0216) 345 26 14 - (0216) 349 71 72 / [email protected]

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 073

    9/96

    9

    Kapak Dosyası

    9

    er düzenden düzene geçiş, ya da bir başka deyişleher rejim inşası süreci, ideolojiler alanında önem-li mücadelelere sahne olur. Her yeni düzen, hemyerini aldığı düzenin meşruiyetini sorgulanır ha-le getirecek / ortadan kaldıracak bir çaba içerisinegirmeli, hem alternatif bir düzeni savunan siyasi /ideolojik girişimlere karşı bütünlüklü bir ideolojikyapıyla karşılık vermeli, hem de kendi meşruiyetinisavunacak araçlar üretmelidir. Bu anlamda her ye-ni düzen, kendisini kuran egemen ideolojiyi resmiideoloji olarak yeniden üretmek ve kurumsallaştır-mak zorundadır.

    Resmi ideolojinin kurulmasında tarihyazımı ay-rıcalıklı bir yere sahiptir. Çünkü, neden yeni birdüzenin gerektiği ya da bu yeni düzenin nedenmeşru olduğu sorusuna verilecek cevap, ancak veancak, eskisinin neden yetersiz, “kötü” ya da gay-rimeşru olduğunun ortaya konulması ile mümkünolur. Bu nedenle her resmi ideolojinin başka un-

    surların etrafında kümelendiği çekirdeğini resmitarih oluşturur.Türkiye’de resmi ideoloji ve resmi tarih eleştirisi

    son 20 yıldır, hayli popüler bir akademik gündemhaline geldi. Fakat resmi ideoloji olarak eleştiri ko-nusu olan, Nutuk’un okunduğu günden bu yananeredeyse kesintisiz bir şekilde hiç değişmedensüregeldiği varsayılan Kemalizm ve onun temelle-rini oluşturan milliyetçilik ve laiklik anlayışları ol-du. Oysa Cumhuriyet’in 87 yıllık tarihi, bize siyasihayatta olduğu kadar ideolojiler alanında da çetinmücadelelerin var olageldiğini gösteriyor. Bu an-lamda kesintisiz bir resmi ideoloji ve resmi tarihya-zımının varlığından ziyade, Türkiye’nin iki yüzyılıaşkın bir süredir devam eden düzen arayışı ve buarayışın sonucunda süreklileşmiş bir iç savaşa eşlikeden ideolojiler alanındaki dönüşümlerden söz et-mek gerekiyor.

    Cumhuriyet dönemine odaklanacak ve kısacaözetleyecek olursak, 1908 ve 1923 arasında Tür-kiye’nin yaşadığı burjuva devriminin sonucunda,1930’larla birlikte oturmaya başlayan ve bu anlam-

    da kendi resmi ideolojisini üreten bir düzen ola-rak Cumhuriyet’ten başlanabilir. Bu resmi ideoloji,“Altı Ok”ta şekillenirken, tarihyazımı da bir yan-

    H

    Çağdaş SümerODTÜ Tarih Bölümü Araştırma Görevlisi

    Yeni bir resmi tarihe doğru:

    ‘Liberal-muhafazakâr sentez’Liberal-muhafazakâr sentezin dayandığı

    ideolojik temeller iki kaynaktan besleniyor.

    İlkini, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana

    muhafazakâr ve İslamcı çevreler arasında

    revaçta olan karşı-devrimci tezler oluşturuyor.

    1980 sonrasında üretilmeye başlanan ve

    bir yandan dünya solunu etkisi altına alanliberal ve sivil toplumcu dalgadan, diğer

    yandansa Türkiye’deki kökleri cılız olan

    saf bir liberal demokrasi anlayışının Özal

    döneminde palazlanmasından beslenen

    liberal tezlerse, ikinci kaynak olarak

    görülebilir. İktidar olanaklarından beslenen

    tüm ataklarına karşın Türkiye’de “liberal-

    muhafazakâr sentez”in bir resmi ideolojihaline geldiği henüz söylenemez.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 073

    10/96

    10

    dan imparatorluğun yıkılışı ve millimücadeleyi konu alan Nutuk, diğeryandansa yeni kurulan devlete veinşa edilmekte olan ulusa kimliğinikazandıracak “Türk Tarih Tezi”nde

    cisimleşti. Bir yandan Sovyetler Bir-liği’nden tüm dünyaya yayılan sos-yalizm çağrılarının, diğer yandan isekapitalist dünyada liberalizm ile fa-şizm arasında giderek kızışan müca-delenin ortasında genç Cumhuriyet,bu alternatifleri geçersizleştirmekadına “biz bize benzeriz” formülas-yonuyla üretilebilecek bir tür özgü-cülük geliştirdi. Türk toplumununsınıfsız ve sömürüsüz kaynaşmış birkitle olmasından hareketle, kendine

    özgü bir yol çizmesi gerektiği belir-tildi ve Cumhuriyet’in meşruiyeti buözgün yolda arandı. Öte yandan çokuluslu bir imparatorluğun ardındanyeni bir devlet ve ulus kurma kavga-sı, son iki yüzyıldır sürekli yenilmişve kaybetmiş bir topluma güven aşı-lama ve ona kökleri Batılılarınkin-den bile geçmişe uzanan bir kimlikkazandırma çabasıyla birleşti.

    İkinci Savaş sonrasında CHP’niniktidardan uzaklaşmasına ve Tür-

    kiye’nin komünizmle mücadele te-melinde uluslararası sistemle yenibir eklemlenme ilişkisine girmesi-ne koşut olarak, resmi ideolojininmuhafazakâr restorasyonu günde-me geldi. Osmanlı geçmişi ve İs-lam’la barışmanın rengini verdiği

    resmi ideolojinin restorasyonu biryandan iktisadi olarak liberalizmeve uluslararası kapitalizme eklem-lenme, diğer yandansa Soğuk Sa-vaş’ta Cumhuriyet’e yeni misyonlar

    biçme süreciyle çakıştı. Bu anlamdaliberalizmle muhafazakârlığın erkenbir ittifak denemesi olarak nitelene-bilecek Demokrat Parti’li yıllar, yenibir düzene geçişle sonuçlanmasa da,Türkiye’nin düşünsel hayatı üzerin-de önemli izler bıraktı. Tarihyazımıaçısından bakıldığındaysa, Osmanlıtarihinde yeni bir “altın çağ” bulmaçabalarına, sınıfsız sömürüsüz birtoplum ve “kerim devlet” tahayyül-lerinin Cumhuriyet’in yanı sıra Os-

    manlı’yı da kapsayacak şekilde ge-nişletilmesi eşlik etti.

    Cumhuriyet ideolojisinin mu-hafazakâr restorasyonu, 27 Mayısmüdahalesi sonrasında Türkiye so-lunun 20 yıla damgasını vuracakyükselişi ile birlikte çok güçlü birideolojik meydan okuma ile karşı-laştı. Bu 20 yılda bir siyasi güç ola-rak Türkiye sol hareketi ve işçi sını-fının giderek güçlenmesi, ideolojileralanında da yansımasını buldu ve

    yeni bir düzen arayışına giren Tür-kiye, belki de tarihinin en canlı tar-tışmalarına sahne oldu; en birikim-li, yaratıcı ve cesur düşünürlerinindoğuşuna tanıklık etti. Türkiye’ninDüzeni, Azgelişmişlik Süreci’nde Tür-kiye, Türkiye’de Geri Kalmışlığın Ta-

    rihi, Düzenin Yabancılaşması, Türki- ye Üzerine Tezler  gibi kalıcı ve etkilieserler bu yıllarda kaleme alındı. Ü-retim biçimi ve devrim stratejilerigibi tartışmalar, belki aşırı siyasal-

    laşmış bir biçimde, fakat daha ön-ce eşine rastlanmayan bir katılım vekamusallıkla bu yıllarda yaşandı. 20yıl süren bu düzen arayışının 12 Ey-lül darbesi ile sona ermesi, iktidarıalamayan sol açısından fiziki ve si-yasi olduğu kadar ideolojik olarakda yenilgiye uğramak anlamına ge-liyordu.

    12 Eylül rejimi, 20 yıllık iç savaşdöneminin anti-komünist ideolo- ji üretimi açısından önemli araçla-

    rından olan Aydınlar Ocağı’nın te-mellerini attığı Türk-İslam Senteziile birlikte, resmi ideolojiyi ve “Ata-türkçülük”ün içeriğini yeniden ta-nımlamaya çalıştı. Bu çabanın ne öl-çüde başarılı olduğu ve Türk-İslamSentezi’nin ne ölçüde egemen ideo-loji haline gelebildiği tartışmalı birkonu. Eğer 1980 sonrasında Tür-kiye solunun tedrici, fakat istikrarlıbir şekilde ideolojik alan üzerinde-ki etkisini kaybetmesini göz önünde

    bulundurur ve Türkiye’de söz ko-nusu sentezin iki ayağını oluşturanTürkçü ve İslamcı akımların siyasiolarak elde ettikleri başarıları gözönüne alırsak, bu sorulara olum-lu yanıt verebiliriz. Fakat 1990’larlabirlikte bir yandan Kürt hareketinin

    Liberalizmle muhafazakârlığın erken bir ittifak denemesi olarak nitelenebilecek DemokratParti’li yıllar, yeni bir düzene geçişle sonuçlanmasa da, Türkiye’nin düşünsel hayatı üzerindeönemli izler bıraktı.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 073

    11/96

    11

    yükselmesi, diğer yandanSiyasal İslam’ın ve MHP çiz-gisindeki kontrgerilla örgüt-lenmesinin aşırı derecedeözerkleşmesi ve birinci ör-

    nekte iktidar, ikinci örnek-te ise iktidardan daha fazlapay talep etmeleri, Türki-ye kapitalizminin yapısalsorunları ile birleşerek ye-ni bir meşruiyet krizine yolaçtı. Resmi ideolojinin birkez daha sorgulanmasına ta-nıklık eden Türkiye’nin buuzun on yılında, Türk Si-lahlı Kuvetleri’nin 28 Şubatsüreci olarak adlandırılan

    müdahalesi ve rejimi resto-re etme çabası beraberindeideolojik alanda da bir yeni-lenme çabasını gündeme ge-tirdi. Restorasyon Kemaliz-mi olarak tarif edilebilecekve Batıcı bir çizgide, rejimindayandığı Türkçü ve İslamcı temel-leri yeniden üretilmiş bir Kemalizmyorumuyla ikame etmeye çalışan bugirişim, kimilerinin tahmin ettiği gi-bi bin yıl sürmek yerine beş yıl ka-

    dar kısa bir süre içinde yerini AKPiktidarında somutlaşacak yeni birdüzen arayışına bıraktı.

    Liberal-muhafazakârsentezin kaynakları

    İçinden geçtiğimiz süreçte ha-len devam eden ve kimileri tara-fından “İkinci Cumhuriyet” olarakadlandırılan, bizim ise “liberal-mu-hafazakâr diktatorya” tanımlaması-nı tercih ettiğimiz yeni rejim inşa-sının dayandığı ideolojik temellerise iki kaynaktan besleniyor. Bukaynakların ilkini, Cumhuriyet’inkuruluşundan bu yana muhafa-zakâr ve İslamcı çevreler arasındarevaçta olan daha popüler karşı-devrimci tezler oluşturuyor. 1980sonrasında üretilmeye başlanan vebir yandan dünya solunu etkisi al-tına alan liberal ve sivil toplumcudalgadan, diğer yandansa Türki-

    ye’deki kökleri cılız olan saf bir li-beral demokrasi anlayışının Özaldöneminde palazlanmasından bes-

    lenen liberal tezlerse, ikinci kaynakolarak görülebilir. Bu iki kaynağın,28 Şubat sonrası özgün bir kon- jonktürde, büyük oranda ABD’ninTürkiye’deki aktörlere biçtiği mis-

    yonların da etkisiyle birleşmesi, i-deolojiler alanında hem temellerihem de kitlelerle kurduğu bağ ö-nemli sorunlarla malul olan “res-torasyon Kemalizmi”nin karşısınagüçlü bir egemen ideoloji adayı çı-kardı.

    Liberal-muhafazakâr sentez ola-rak adlandırmayı tercih ettiğimiz buakım, Türkiye’de siyasal İslam ile li-beralizmin belirli fraksiyonları ara-sında kurulmuş siyasi bir ittifakınve bu ittifakın Türkiye’yi dönüştür-me yönündeki projesinin meşruiyetkaynağı olarak işlev görüyor. Bu an-lamda, hem Türkiye’nin son on yıl-da tanıklık ettiği siyasi mücadelelerehem de iki yüzyıllık modernleşmesürecine dair “liberal-muhafazakârsentez”in söylediği sözler ancak budönüşüm çerçevesinde anlaşılır halegelebilir. Peki, nedir bu sözler? “Li-beral-muhafazakâr sentez”in gün-

    cel olarak vazettiği şey Türkiye’deson on yılda yaşananların sancılıbir demokratikleşme sürecinin par-

    çası olduğudur. Türkiye’de“askeri-bürokratik vesayetrejimi”nin tasfiyesi olaraktarif edilen bu süreç liberal-ler açısından “devlet”in bir

    bütün olarak toplum karşı-sında geriletilmesi ve siviltopluma daha fazla alan a-çılması anlamına gelmekte-dir. Söz konusu sivil toplumise dünyadaki gelişmelerekoşut olarak artık daha faz-la etnik ya da dini cemaatle-re referansla tanımlanır halegelmiştir. Muhafazakârlaraçısındansa olup biten, sek-sen küsur yıldır haksız yere

    iktidara el koymuş, halkındeğerlerine yabancı, Batılı-laşmış bir yönetici seçkin-ler zümresinin iktidarı “hal-k”ın kendisine ya da onundeğerlerine sahip temsilci-lerine devretmesinden iba-

    rettir. Dolayısıyla bir bütün olarak“liberal-muhafazakâr sentez” Cum-huriyet’in temel kurum ve değerle-rinin dönüştürülmesini, dönüştü-rülemiyorsa tasfiye edilmesini, bir

    demokratikleşme ya da halkın siya-sete katılımının artması süreci ola-rak meşrulaştırmaya çalışır.

    Tarihe liberal- muhafazakâr bakış

    Bu tür bir meşrulaştırma enindesonunda tarihin yeniden yazılmasınıgerektirir. Zira tasfiye edilecek olandüzenin kökleri derinlerdedir. Ta-rihin liberal-muhafazakâr yenidenyazımı Türkiye’nin geçmişi ile birhesaplaşmaya dönüşür. Hesaplaş-manın konusunu ise Türkiye’nin birsermaye devleti olarak örgütlenme-si, emperyalizmle kurduğu ilişkininbiçimi, işçi sınıfına yönelik saldırı-lar değil, iki yüzyıl (kimilerine gö-re yedi yüzyıl) boyunca “toplum”ubir vesayet rejimi altında yöneten“devlet” oluşturur. Bu formülasyon-da hem toplum hem de devlet, sınıf-lar üstü birer yapı olarak tanımlanır.

    Toplum, içinde tüm sınıfların ortakçıkarlara sahiplermiş gibi, devletekarşı bir araya geldikleri “çevre”yi

    Türkiye’deki kökleri cılız olan saf bir liberal demokrasi anlayışıTurgut Özal döneminde palazlandı.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 073

    12/96

    12

    oluşturur. Devlet ise yine tüm sınıf-lardan bağımsız, kendi çıkarları olanbir “merkez”dir.

    “Liberal-muhafazakâr sentez”inbeslendiği tüm düşünsel kaynak-

    lar, bu tür bir merkez-çevre algısıy-la Türkiye tarihine ve toplumunabakarlar. Merkez-çevre algısı üze-rinden inşa edilen yeni tarihyazımı,iki temel motif üzerinden liberal-muhafazakâr ideolojiye bağlanır. Bumotiflerden ilki, partikülarizm ya daözgücülüktür. Bu kavram ile Tür-kiye tarihinin kendine özgü yapı vesüreçlerden müteşekkil olduğuna vebu anlamda başka tarihsel coğrafya-larla karşılaştırılamayacağına dair i-

    nanç kastedilmektedir. İkinci motifise bu özgünlüğün ürettiği yapıla-rın hemen hiçbir değişikliğe uğra-madan günümüze dek devam ettiği-ni vurgulayan süreklilik algısıdır. Buiki motif birlikte liberal-muhafazakâr söyleminomurgasını oluşturur.

    Özgücülük Bilim veGelecek’in bu sayısındaokuyabileceğiniz BarışZeren’in yazısında da

    görüleceği üzere, yalnız-ca Türkiye’de rastlanı-labilecek bir tarih algısıdeğildir. İngiltere, Fran-sa, Almanya ve Rusyabaşta olmak üzere farklımodernleşme pratikleri-ne sahip tüm ülkelerde,deneyimlerinin kendile-rine özgü olduğunu sa-vunan düşünürler çık-mıştır. Türkiye’de de ilkolarak Kemalizm’in “bizbize benzeriz”ciliğindeifadesini bulan özgücüyaklaşım, 1950’lerdekimuhafazakâr restoras-yon ile Osmanlı’nın daBatı ile karşılaştırılamazve Batı’nın aksine sınıfçatışması ve sömürüdenazade bir toplum olduğudüşüncesine tahvil edil-

    miştir. Bu noktada Max Weber’in kapitalizminneden Batı’da geliştiği-

    ni açıklamak için geliştirdiği kav-ramlarda kuramsal bir temel bulanbu tarihyazımı, “patrimonyalizm”kavramı etrafında Osmanlı siyasi vetoplumsal sistemini açıklamaya baş-

    lamıştır. Batı’daki zümrelerin huku-ki özerkliğine dayanan feodal iliş-kilerin aksine tüm mülkiyetin veegemenliğin “sultan”da toplandığı-nı ve tüm devlet görevlilerinin mut-lak bir şekilde ona bağlı olduğunuifade etmek için kullanılan bu kav-ram, aynı zamanda devletten ya dasultandan özerk bir sivil toplumunyokluğunda gelişme dinamiklerininde mevcut bulunmadığını ima eder.

    1960’larla birlikte Marksist çev-

    reler arasında Osmanlı üretim biçi-mi üzerine tartışmaların alevlenmesive Asya tipi üretim tarzı savının po-pülerleşmesi ile birlikte, özgücülüğesoldan da bir katkı gelmiş olur. Zi-

    ra ATÜT’çüler de Osmanlı’da feodalilişkilerin yokluğundan yola çıka-rak, toprakta devlet mülkiyeti üze-rinden patrimonyalizm savunucularıile benzer sonuçlara varırlar. Kemal

    Tahir gibi kimi ATÜT savunucularıburadan sömürüsüz “kerim devlet”anlayışına ulaşırken, diğerleri Meh-met Ali Aybar gibi “ceberrut devlet”-ten söz ederler.

    Aslında her iki yaklaşımın daçok benzer tezleri vardır. Bu tezle-rin başında Osmanlı’nın, tarihçilertarafından “klasik” olarak adlan-dırılan döneminde en gelişkin bi-çimine ulaşmış iki sisteminin, onuBatı’dan farklılaştırdığı savunulur.

    Bunlar topraktaki mülkiyet rejimi-ni düzenleyen “tımar sistemi” iledevlet görevlilerinin yeniden üre-tilmesini sağlayan “kul sistemi”dir.Ömer Lütfü Barkan ve Halil İnalcık

    gibi Osmanlı tarihçili-ğinin kurucu isimleri-nin bu konudaki tezleriüzerine inşa edilen pat-rimonyalizm ve ATÜTkavramsallaştırmaları,söz konusu kurumların

    dünya-tarihsel mahiyet-lerini ve süreç içinde ge-çirdikleri dönüşümlerigözden kaçırır. Örneğintımar sisteminin yalnız-ca çıplak mülkiyet hak-kını sultana bıraktığınıve uygulamada Osmanlıegemen sınıfı tarafındantoprakların Batı’dakinebenzer biçimde sömü-rüldüğünü, verili mül-kiyet rejimi içinde özelmülkiyetin yolunu açanvakıf uygulamalarınınnasıl genişlediğini, ilti-zam ve malikâne uygu-lamalarının tımar siste-mi aleyhine genişlemesiile egemen sınıfın nasılsömürü stratejilerini de-ğiştirdiğini, kul sistemi-nin giderek bir devlet

    görevlisi devşirme usu-lü olmaktan çıktığını ve“kapıhalkları” vasıtasıy-

    Liberal-muhafazakâr resmi tarihe göre, Osmanlı’da tüm mülkiyet veegemenlik “sultan”da toplanmış ve tüm devlet görevlileri mutlak bir şekildeona bağlı olmuştur. Osmanlı tarihi sınıf mücadeleleri çerçevesinde değil,toplumsal zümrelerin karşılıklı konumlanışları içerisinde anlamaya çalışılır.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 073

    13/96

    13

    la intisabın nasıl bu başlıktaki temelyöntem haline geldiğini gözden ka-çırırlar. Her iki yaklaşımın da doğalsonucu Osmanlı tarihini sınıf müca-deleleri çerçevesinde değil, toplum-

    sal zümrelerin karşılıklı konumla-nışları içerisinde anlama çabasıdır.

    Bu gözden kaçırmanın birincil se-bebi, Osmanlı tarihi üzerine yapılançalışmaların yetersizliği ve özellik-le tarihsel materyalist bir kuramsalçerçevenin Osmanlı örneğine uygu-lanmasında yeterince yol kat edile-memiş olmasıdır. En az bunun ka-dar önemli olan bir değer nedense,Osmanlı’nın tüm Doğu toplumlarıgibi gelenekçi bir ideolojiye sahip

    olduğuna dair inançtır. Bu nokta, ilkmotif olan özgücülüğün ikinci moti-fe, yani sürekliliği temel alan bir ba-kışa dönüştüğü yerdir. Osmanlı’nınbir başka özgünlüğü olduğuna ina-nılan gelenekçilik, tüm diğer özgünyapı ve süreçlerin yüzyıllar boyun-ca sürmesini ve nihayet Cumhuriyetdönemine aktarılmasını sağlar.

    Süreklilik teziyle birlikte, Os-manlı’da patrimonyalizm ya da A-TÜT’den kaynaklanan devlet-top-

    lum ya da merkez-çevre karşıtlığıtezleri modern Türkiye’ye taşınır.Devşirme kökenli Osmanlı devletricalinin yerini, Batılılaşmış askeri-sivil bürokrasi; reayanın yerini iseİslami duyarlılıkları gelişkin doğucuhalk yığınları alır.

    Kuşkusuz burada, Türkiye ta-rihini özgücülük ya da sürekliliküzerinden okuyan herkesin libe-ral-muhafazakâr hegemonyanınkurulmasında bilinçli bir rol oy-nadıkları iddia edilmiyor. Yalnızcagünümüzde bu hegemonyanın netür düşünsel kaynaklardan beslen-diğine dair kimi temel çıkarsamalaryapılıyor. Her iki motifin kaynakla-rını nerelerden aldıkları ve liberal-muhafazakâr sentezin oluşumundanasıl kullanıldıkları dosyada yer a-lacak üç yazıyla açıklanmaya çalı-şılacak.

    Yeni bir resmi ideoloji mi?Liberal-muhafazakâr sentez üze-rine söyleyebileceğimiz son şey ge-

    leceği üzerine olacak. Bu sentezin,sekiz yıllık AKP iktidarı boyuncagün geçtikçe güç kazandığı ve biryandan üniversiteler, diğer yandan-sa matbuat yoluyla geniş kitlelerietkileme becerisini geliştirdiği açık.Artık, bu dosyanın diğer yazıların-da ayrıntıları ile takip etme şansıbulacağınız tezler, önemli yayılmakanalları elde etmiş; hatta büyükoranda bu işlevi yerine getiren gün-

    lük gazeteler ve televizyon prog-ramları sayesinde toplumun hemenher kesiminde taraftar bulmayabaşlamış durumda. Fakat yine deTürkiye’de “liberal-muhafazakârsentez”in bir resmi ideoloji halinegeldiğini söylemekten uzağız. Bu-nun en büyük nedeni, Türkiye’deyeni bir düzene geçiş sürecininbüyük bir dirençle karşılaşıyor ol-masıdır. Bu satırlar kaleme alındı-ğı sırada bir yandan AKP’nin tümhegemonik söyleminde önemli biryara açan ve AKP’nin “liberal-de-mokrat” destekçilerinin bir süre-liğine de olsa susmasını sağlayanTekel işçileri Ankara’da büyük birbuluşmaya hazırlanıyor, öte yan-dan Yüksek Yargı bir bütün olarakAKP’nin yargıyı da teslim alma pro- jesinin karşısına dikiliyordu. Bu ikiörnek bile, yeni bir düzene geçişinAKP’nin arzu ettiği ölçüde hızlı ve

    başarılı ilerlemediğini gösteriyor.Bir süredir egemen ideoloji olaraktoplumun yeni bir düzenin inşası-

    na hazırlanmasında önemli işlevlergören “liberal-muhafazakâr sen-tez”in resmi ideoloji konumunayükselmesi için, yaşanmakta olanşiddetli iç savaşın liberal-muhafa-zakâr diktatorya lehine sona erme-si gerekiyor. Zira ideolojiler ancakalternatif akımlar ve onların taşıyı-cılığını yapan kadrolar bu tür mü-cadelelerin sonucunda tasfiye edil-diğinde ve tüm ideolojik aygıtlar

    sıkı bir şekilde yeni düzenin kont-rolüne geçtiğinde bu konuma yük-selebiliyorlar.

    “Liberal-muhafazakâr sentez”-in resmi ideoloji haline gelip gele-meyeceğini, zaman ve ideolojilerve siyaset alanlarındaki mücadele-lerin sonuçları belirleyecek. Fakather halükârda liberal-muhafazakârhegemonyanın geriletilmesi, onuntoplum ve tarihe dönük algısınınbütünlüklü bir perspektiften eleşti-rilmesi ile mümkün gözüküyor. Bi-lim ve Gelecek’in bu sayısında bu türbir eleştiriye giriş mahiyetinde de-ğerlendirilebilecek analizler yer alı-yor. Bu eleştirinin genişletilmesi iseancak, ayakları sağlam bir kuram-sal zemin olarak tarihsel materyaliz-me basan, en az liberal-muhafazakârsaldırı kadar bütünlüklü ve kolektifbir düşünsel mücadele ve entelektü-el şiddet ile mümkün. Umarız, bu

    giriş kimi tartışmaların açılmasınave eleştirinin kolektifleştirilmesinevesile olur.

    “Liberal-muhafazakâr sentez”in resmi ideoloji haline gelip gelemeyeceğini,zaman ve ideolojiler ve siyaset alanlarındaki mücadelelerin sonuçları belirleyecek.

     Aşağıda Tekel işçilerinin direnişinden bir görüntü.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 073

    14/96

    1414

    odern Türkiye tarihinde aşamadığımız kimi tartış-ma başlıkları var. Üretim tarzları tartışmaları bun-lardan biridir. Osmanlı İmparatorluğu’nda üretimtarzı feodal midir, Asyatik mi? Osmanlı ve/veya ar-dıllarında bu üretim tarzı ne zaman aşılmış, ne za-man kapitalist üretim tarzına geçilmiştir? Bu tar-tışma kadar önemli ve bir o kadar ortada kalmış

    bir diğer tartışma da Osmanlı İmparatorluğu’ndanCumhuriyet’e geçerken süreklilik mi yoksa kopu-şun mu yaşandığına ilişkindir. Tabii bununla birlik-te bir dizi tartışma başlığı da beraberinde gelmek-tedir. Eğer bir kopuş yaşanmışsa, bu kopuş hangitarihte ve hangi olay/olaylar akabinde gerçekleşmiş-tir ve kopuş, hangi alanlarda nasıl tezahür etmiştir?Bu kısa çalışmada bu zamana kadar yanıtsız kalmışbu soruların yanıtını vermek gibi bir iddiamız yok.Söz konusu çalışmamızda öncelikle tartışmanın ne-den bu kadar uzun süredir devam ettiğine ilişkin

    gözlemlerimizi aktardıktan sonra anılan tartışma-nın taraflarının temel argümanlarını özetlemeye ça-lışacağız. İdeoloji ve liderlik alanlarında son dönemOsmanlı ile erken dönem Cumhuriyet arasındakigeçişkenlikler üzerine literatürdeki değerlendirme-lere bakacağız. (1) Son olarak, modern Türkiye ta-rihyazımı üzerine olan yazımızı kimi notlar ile biti-

    receğiz.

    Tartışma neden inatçı?Sosyal ve beşeri bilimlerin özellikle de tarih di-

    siplininin dışından bakan bir göz için süreklilik-kopuş tartışması tümüyle absürd görünebilecektir.Ancak daha yakından baktığımızda tartışmanın ka-lıcılığına ilişkin dört temel faktör saptamak müm-kün gibi görünmektedir.

    Her şeyden önce hem süreklilik hem de kopuşkavramları göreli kavramlardır. Esasında ne “sü-reklilik” tezini savunanlar her şeyin olduğu gibidevam ettiğini iddia etmekte, ne de “kopuşçular”bir günden diğerine gerçekleşiveren, bir episte-menin ya da paradigmanın hâkimiyetinden tama-men farklı bir epistemenin ya da paradigmanınhâkimiyetine bir süreksizliği kastetmektedirler.Bu iki görüş, sözcüklerin ilk anlamlarının anlattı-ğı noktaları savundukları takdirde, ahistorik kal-maya mahkûmdur. Böylesi bir durumda ilk görüştarihte olan dönüm noktalarını es geçme gibi birzaafla malul olacakken, ikinci görüş hem tarihselsüreçlerin sıkı sıkıya bağlı olduğu gelenek, ideo-

    lojik formasyonlar ve bir dizi sosyal kategoriyi esgeçecek, daha da önemlisi insan faktörünü tarihinsabit ve hatta pasif ve doldurulmayı bekleyen boş

    M

    Aytek Soner AlpanKaliforniya Üniversitesi (San Diego) Tarih Bölümü Doktora Öğrencisi

    Modern Türkiye tarihyazımında

    süreklilik-kopuşTürkiye’nin geçirdiği dönüşümün, bir ucu evrensellik diğer ucu tikellik olan bir skalada

    bu iki ucun birbiriyle sağlıklı ilişkisi kurularak değerlendirilmesi ihtiyacı, oldukça

    yakıcıdır. Böyle bir yöntemsel yaklaşım ile, bu tarihsel deneyimdeki sınıfsal temel

    ve siyasal etkinlikler arasındaki eşitsiz gelişimin analizi ve bu gelişmenin ortaya

    çıkardığı çelişkiler üzerine odaklanılabilir. Böylesi bir bütünlük içinde ele alındığında,

    Türkiye tarihi, kayıp burjuvazinin, gelişmemiş sivil toplumun, olmayan işçi sınıfının,

    kurumsallaşamamış demokrasinin tarihi olmaktan, yani bir “yoklar tarihi” olarak

    anılmaktan kurtulacaktır.

    Kapak Dosyası

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 073

    15/96

    15

    bir nesnesi olarak görecektir.İkinci olarak, söz konusu tartış-

    ma “zaman”ın kavramsallaştırılmasıile yakından ilgilidir. (2) Zaman bir-birinden kopuk “film kareleri”nin

    bir araya gelmesiyle mi tarif edil-mekte, yoksa süreçler ve aralıklarıniçindeki ve arasındaki akış olarak mıtanımlanmaktadır? İlk tarif, açıktırki, kopuşa; ikincisi sürekliliğe mey-letmektedir.

    Üçüncüsü, söz konusu tartışma-nın en ateşli yapıldığı dönemlerinTürkiye’sinde akademinin aşırı-siya-si durumu bu tartışmanın aşılama-masına neden olarak gösterilebilir.Bir yanlış anlamaya mahal verme-

    den belirtmem gerekir ki, akademi-nin tanım gereği siyasal bir ortam ol-duğunu düşünüyor ve bunda bir beisgörmüyorum. Kastım bu tartışma-daki konumların birer siyasi bildir-ge halini alması ve tartışmanın önü-nü kapatmasıdır; akademinin bu ikikarpuzu aynı koltukta taşıyabilecekolduğunu gösterebileceği bir nevi ge-lişkinlik testinden kalmış olmasıdır.

    Sonuncusu, modern Türkiye ta-rihinin bir şekilde “geçiş” kavramı

    üzerinden okunması, daha doğrusuTürkiye’nin bir geçiş toplumu ola-rak görülmesidir: Geleneksel bir top-lumdan, modern bir topluma; mut-lakıyetçilikten anayasal monarşiye;anayasal monarşiden cumhuriyete;tek partiden çok partililiğe; güdüm-lü demokrasiden gerçek demokrasi-ye; ulus-devlet temelli devletçiliktenküresel piyasa merkezli liberal siste-me geçiş. Böyle bir dönemlendirme,içinde bulunulan dönemin meşrui-yeti pahasına, geçmiş dönemin ob- jektif bilgisinin tahrip edilmesi gibibir sonucu beraberinde getirmekte vemesele bir hesaplaşma olarak görüle-bilmektedir. Bu da tartışmanın kalı-cılığına bir katkı yapmaktadır.

    Bu etkiler altında tartışma bugü-ne kadar kalıcılığını korumuştur.Şimdi bu tartışmanın taraflarının a-na argümanlarına göz atalım.

    Genel bir özet:Kim ne diyor?Kopuş tezinin savunucularını

    birbirleriyle “barışık olmayan” ikigrupta inceleyebiliriz: 1923’ü birkopuş olarak kabul edenler ile 1908Devrimi’ni (3) modern Türkiye tari-hinin esas kopuş noktası olarak ka-

    bul edenler.1923’ün Osmanlı döneminde ger-

    çekleşmiş tüm diğer dönüşümlere apriori üstünlüğünü kabul eden tezCumhuriyet’in kuruluş paradigması-dır ve ana kaynağı Mustafa Kemal’inbizzat kaleme aldığı Nutuk’tur. Nu-tuk  bilindiği üzere ulusal direnişinve sonrasındaki kuruluş sürecinin(1919-1927) basit bir kronolojik an-latımından ibaret değildir. MustafaKemal’in kendisinin de belirttiği ü-

    zere Nutuk’un maksadı, “inkılâbımı-zın incelenmesinde tarihe yardımcıolmaktır.” Bundan anlaşılması ge-reken, Nutuk’un asli fonksiyonununresmi tarihyazımı için argüman vearaçlar sunmak olduğudur. (4)

    Modern Türkiye tarihinin Kema-list yorumu esasen iki entelektüelgelenek tarafından yeniden üretil-miş ve resmi yorumun aksine zen-ginleştirilmiştir: 1930’lardaki Kadroile 1960’ların Yön deneyimleri. (5)

    Bu tezin kimi zaman nüanslar göster-se de temel olarak şu şekilde özetle-nebileceği kanaatindeyiz: Uzun süre-dir gerileme sürecinde olan Osmanlıdespotizmine ve Birinci Dünya Sava-şı’nda en üst seviyesine ulaşan em-peryalist planlara karşı sınıflardanbağımsız bir toplumsal gücün lider-

    liği altında bir direniş hareketi ör-gütlenmiş, Mustafa Kemal’de somut-lanan liderlik modern bir devlet olanTürkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş, or-taçağın karanlığına, dinin toplum ü-

    zerindeki hâkimiyetine son vermiş vemodern bir ekonomik temel üzerin-de yeni ve sınıfsız bir toplumsal yapıtesis etmiştir. Kemalist tezin hementüm varyantlarındaki ortak bir vurguda bahsi geçen direnişin dünya tari-hindeki ilk ulusal kurtuluş mücade-lesi olmasıdır. Bir diğer ortak vurgu,ulusal direnişin ve ülke tarihinin ge-nel özgünlüğünden kaynaklı olarakdemokrasinin inşasının da özgünolacağıdır. Tek Parti Dönemi’nin ö-

    nemli simalarından olsa bile “tarihçi”vasfı daha az bilinen Yusuf HikmetBayur, Türk İnkılâp Tarihi’nde bu te-zin tipik bir örneğini sergiler. Bayur,Türk tarihinde dönüşüm olarak ad-landırılabilecek iki dönem olduğunu,bunlardan 18. yüzyıl ortasının mo-dernizasyon süreci açısından termi-nus a quo  olarak kabul edilebilecek-ken esas dönüşümün 1918-1919 ilebaşlayan dönemde gerçekleştiğini be-lirtir. İkincisinin birincisine üstünlü-

    ğü ise tartışılmaz bir gerçektir. Zira;1) İlk dönemde gerçekleşen dö-

    nüşümler yüzeyseldir. Bunlar, Avru-pa’ya dönük göstermelik dönüşüm-lerdir. Öte yandan Mustafa Kemalönderliğinde yapılan dönüşümlerise Türk milletinin asırlık hastalık-larını tedavi için gerekli tüm şeyle-

     Atatürk, Meclis kürsüsünden Nutuk’u sunarken. Mustafa Kemal’in kendisinin de belirttiği üzereNutuk’un maksadı, “inkılâbımızın incelenmesinde tarihe yardımcı olmaktır.”

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 073

    16/96

    16

    ri yapmıştır.2) İlk dönemki dönüşümler so-

    nuç vermez ve Osmanlı İmparator-luğu’nun yıkılmasını engelleyemez-ken, ikinci dönemdeki değişimlere

    binaen millet ve memleketin kay-dettiği gelişme barizdir. (6)

    Kemalist tarih tezini, bir bütünolarak iktidar projesinden ayrı dü-şünmek mümkün değildir. Bu ne-denle, bu tez, Kemalist iktidarınmeşruiyet arayışından da ayrı dü-şünülemez. Büşra Ersanlı, önem-li incelemesinde, bu meşruiyet ara-yışının kritik bir boyutuna dikkatçekmektedir. Buna göre, söz konusutez yalnızca yeni ile eski arasına net

    bir çizgi çekmek gayretiyle değil;aynı zamanda milli mücadele süre-cinde önemli maddi fedakârlıklardabulunan elitlerin yaptıkları fedakâr-lıkların boşa gitmediği mesajını ver-mek ve onları yeni sisteme ikna et-mek amacıyla da bu derece kuvvetlevurgulanmıştır. (7)

    Öte yandan, Kemalist süreksizliktezi yalnızca bir iç siyaset malzemesiolmamıştır. Aynı zamanda sosyal bi-limler literatürü tarafından da temel

    bir eleştiriye tabi tutulmadan kabulgörebilmiştir. Bu cenahta Osmanlıİmparatorluğu’ndaki reform girişim-lerinin derinliği ve içeriği konusun-daki yorum ve gözlemlerin çok yü-zeysel olması neticesinde özellikleİngilizce literatürde bilim insanları

    tarafından 1923a priori kopuş o-larak kabul edil-miştir. (8) Diğerbir neden ise,

    Batı akademya-sındaki trendlerile ilişkilendiri-lebilir. Modern-leşme teorisi-nin 1950’ler ve60’larda formü-lasyonunun ar-dından, kopuştezi, bu teorininbenzer derecede teleolojik “kalkış”(take-off) ve gerileme söylemlerine

    kolayca entegre edilebilmiştir. Da-hası, modernleşme teorisinin Ke-malist tarihyazımına paradigmatikbir girdi yaptığı da iddia edilebilir.1960’lı yıllarda ortaya çıkan ve bubağlamda değerlendirilebilecek ikieser özellikle önem taşımaktadır:Bernard Lewis’in 1961 basımlı TheEmergence of Modern Turkey  (Mo-dern Türkiye’nin Doğuşu) (9) ile Ni-yazi Berkes’in 1964 tarihli The De-velopment of Secularism in Turkey. 

    (Türkiye’de Sekülarizmin Gelişimi,Türkçe’de Türkiye’de Çağdaşlaşma)

    Özellikle Niyazi Berkes’in çalış-masının hem çok önemli hem deilginç bir noktada konumlandığı-nın altını çizmemiz gerekir. Berkes,Osmanlı İmparatorluğu’nun dağıl-

    masına giden yolda Batıetkisini belirgin kılarkensöz konusu etkinin düzeniçinde ortaya çıkardığı iki-liği, çatallanma (bifurcati-on) terimi ile anlatıp sis-tematize etmeye çalışır.(10) Berkes’in çalışmasıKemalist tezin çok özelve gelişkin bir savunu-su olarak da görülebilir.Özellikle Kemalist dönü-şümlerin pek çok alanda-ki yüzeyselliğine ilişkinyorumlara karşı, Berkes,Türkiye gibi geleneksel

    doğulu toplumlarda, mo-dernleşme sürecinin temelçelişkisinin din ve seküla-

    rizm arasında olduğunun altını kuv-vetli biçimde çizmiştir. Dolayısıyla,

    Kemalist reformların kimi alanlar-da gösterdiği yüzeyselliğe rağmendin ve sekülerleşme alanında kay-dettiği ilerleme dolayısıyla “noktaatışı” yaptığı düşünülebilir. Berkes,Kemalist tarihyazımının sınırlarınısosyolojik girdilerle zenginleştiripgeliştirerek belki de Kemalizmin engelişkin yorumunu ortaya koymuş-tur. (11)

    1923’ün bir kopuş noktası olaraktarihyazımında tuttuğu yer üzerine

    söyleyeceklerimizi Feroz Ahmad’ıincelemeden bitiremeyiz. Ahmad,doktora tezine dayanan ve kendisin-den sonra gelen pek çok çalışmayıderinden etkilemiş 1969 tarihli TheYoung Turks  (Jön Türkler) çalışma-sından itibaren bir dizi çalışması ilegeç Osmanlı ile erken Cumhuriyetdönemine ışık tutmuştur. Ahmad,bu çalışmalarında literatüre İttihadve Terakki (İvT) Cemiyeti’nin ye-ni gelişmekte olan, hatta neredeysehenüz mevcut olmayan burjuvazi-nin öncüsü olduğu iddiasını kazan-dırmıştır. (12) Ahmad’a göre Kema-list Türkiye’ye Jön Türkler’den kalanen önemli miras da budur: yeni birdevlet özlemi içindeki Müslüman birkarşı-elitin, yeni doğacak olan bur- juvazinin ortaya çıkarılması çabası.(13) Ahmad, Osmanlı ile Cumhuri-yet arasında belli süreklilikleri sap-tasa da bu iki döneme esas karakte-

    ristiğini verenin kopuş olduğundaısrarcıdır. Zira, her ne kadar, Musta-fa Kemal, İvT’nin örgütsel tabanını,

    Yusuf Hikmet Bayur ’un Türk Inkılabı Tarihi adlı kitabı.

    (Soldan sağa) Dr. Reşit Galip, Atatürk, Nevzat Tandoğan veYusuf Hikmet Bayur, TTK’nın Ankara yakınlarındaki

     Ahlatlıbel kazısında, 5 Mayıs 1933.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 073

    17/96

    17

    özellikle bu örgüt ortadan kalktıktansonra kullanmış (14) olsa da, mo-dern Türkiye’nin 20. yüzyıldaki esasgelişimini belirleyen Mustafa Kemaltarafından ortaya atılmış olan “yep-

    yeni” seküler ideolojidir. (15) Dola-yısıyla, Ahmad’a göre, örgütsel taba-nı ve olanakları dışında İvT kurtuluşve kuruluşa katkı sağlamamıştır.

    Türkiye tarihinde kopuş arayışın-da 1923 dışındaki önemli bir namzetde 1908 Devrimi’dir. Bu teze göre,1908’de Osmanlı İmparatorluğu’ndagerçekleşen olaylar geç bir burju-va devrimi/anayasal devrimdir. Bugelişmenin esas fişekleyicisi Fran-sız Devrimi’dir ve anılan gelişme

    1905 Rusya ve 1906 İran devrimle-riyle ortaya çıkan trendin içindedir.(16) Kansu’nun tarihyazımı açısın-dan sorunlu denebilecek bir üslupile kaleme aldığı çalışmasındaki te-mel iddialarından biri, 1908’in halkkitlelerinin basıncı ile gerçekleşmişbir devrim olduğu gerçeğinin veözgürlükçü karakterinin (17) gör-mezden gelinmesi ve devlet-toplumilişkilerinde gerçekleşen belirleyi-ci dönüşümlerin (18) toplumla ba-

    ğı olmayan Kemalist bürokratik elittarafından İkinci Meşrutiyet’in ila-nına ve bir darbeye indirgenmesidir.Kansu, Kemalist tarihyazımının fal-sifikasyonlarına karşı aşırı duyarlılıkgösterse de, 1908 öncesi Osmanlıİmparatorluğu değerlendirmelerin-de (örneğin II. Abdülhamid’e ilişkindeğerlendirmelerinde) Kemalist tez-lere oldukça yakınsamaktadır. (19)Böyle olsa bile, Kansu’nun çabasınınTürkiye deneyiminin özgünlüğü-nü ve biricikliğini vurgulamak de-ğil, evrenselliğini göstermek amaçlıolduğunun altını çizmemiz gerekir.Dolayısıyla, aşağıda göstermeye ça-lışacağımız üzere, Kemalist ve li-beral tezlerin bir şekilde buluştuğu“İslam-Türk istisnacılığı” (20) gibitikelci okumalara Kansu’nun 1908Devrimi kapalıdır.

    Elbette Kansu dışında da 1908’eözel bir önem atfeden isimler mev-

    cuttur. Esasen, Kansu’nun tezininnirengi noktasını oluşturan 1908’ibir halk hareketi olarak kavramsal-

    laştırma çabasını ilk kez dile getirenTarık Zafer Tunaya’dır. (21) Tuna-ya’ya göre, 1908, aşağıdan bir halkhareketidir ve anayasa için verilenmücadele Türkiye’de siyasi jargon

    ve kültürün derinden değişmesi ileneticelenmiştir. Örneğin, vatandaşve kamu kavramlarının siyasi lüga-tımıza girmesi 1908 Devrimi neti-cesindedir. Tunaya, bir adım dahaöteye giderek İkinci Meşrutiyet Dö-nemi’nin Cumhuriyet’in siyasi labo-ratuvarı olduğunu iddia eder. (22)Bülent Tanör, 1908’in önemine iliş-kin bu saptamanın Tunaya’nın lite-ratüre en önemli katkısı olduğununaltını çizer. (23)

    1908’i Türkiye tarihinde dönümnoktası olarak gören anlayışın önem-li temsilcilerinden birisi de Zürc-her’dir. Zürcher, pek çok çalışmasıy-la, kendi adlandırması ile Kemalist“ortodoks” tarihyazımını (24) eleş-tirmiştir. Zürcher, geç Osmanlı ileerken Cumhuriyet dönemleri arasın-daki sürekliliğe vurgu yaparken (25),yalnızca İttihatçılar ile Kemalistlerintoplumsal, ideolojik ve büyük ölçüdekişisel olarak birbirinden ayrılamaz

    durumda bulunduğunu değil, aynızamanda savaş öncesi ve sonrası ha-reketler arasında nedensel bağ oldu-ğunu söyler. (26) Yazarın nedenselbağdan kastettiği özetle şudur: İtti-hatçı faktör, kurtuluş mücadelesininbaşlamasında inisiyatifi alan ve Mus-tafa Kemal’i bu mücadelenin liderli-ğine taşıyan esas unsurdur. Zürcher,süreklilik ve kopuş tartışmalarından

    yola çıkarak, modern Türkiye tarihiiçin yeni bir periyodizasyon deneme-sinde de bulunur. (27)

    Geç-emperyal kurumlar ile cum-huriyet kurumları arasındaki de-

    vamlılık, odaklandığımız tartışmadaönemli argümanlardan bir tanesidir.Kurumsal devamlılık, daha soyut birbiçimde söyleyecek olursak devletgeleneğinden kasıt, çoğunlukla bü-rokratik devlet aygıtının çok gerileregiden baskıcı doğası ve onun Tanzi-mat’a kadar geriye götürülebilecekmodernist ajandasıdır. Dumont, Tan-zimat ideolojisinden Kemalist altı o-ka uzanan aralıksız bir süreklilikten(unbroken continuity) söz eder. (28)

    Keyder, benzer şekilde, bürokratikaktivizmin pek çok aşamadan geçe-rek bu devrimci versiyona ulaştığınıbelirtir. Bu açıklamaların ana argü-manı, Türkiye tarihinde devletin siviltoplumun gelişmesini engellediğidir.Bu yoruma göre, reformist/devrimcihareketler de bu sorunun üstesindengelememiş, dahası bu geleneği dev-ralmışlar, içselleştirmişlerdir.

    Kemalist versiyonu ile kopuş te-zinde ve Kemalist olmayan süreklilik

    tezinde ortak olan bir nokta Cum-huriyet’in memleketi kurtarmayaçalışan bürokratik elitin bir sığına-ğı olduğu görüşüdür. Tarihyazımıaçısından ortaklıklar bununla sınır-lı değildir. Her iki görüşü de savu-nanlar Osmanlı’daki modernleşmesürecine ve Türkiye’ye biriciklik   at-federler. Şükrü Hanioğlu’nun İkin-ci Meşrutiyet Dönemi hakkında ne-

    1930’larda Kadro dergisini çıkaran ekip toplu halde.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 073

    18/96

    18

    lerin “benzersiz” olduğuna ilişkinbulguları yalnızca süreklilik tezininhangi noktalarda Osmanlı deneyimi-ne istisnailik atfettiğini göstermek-le kalmaz, aynı zamanda söz konu-

    su yaklaşımın en net örneklerindenbirini sunar. Hanioğlu’na göre, JönTürk hareketinin, üç karakteristik vebenzersiz özelliği vardır (29): 1) Ha-reketin kahramanlarının muhafaza-kârlığı, 2) Devrimci olduğu söylenenbu hareketin tahrip edici olmaktanziyade restoratif olması, 3) Tek partiyönetimine benzeyen yeni bir tür re- jimin tedrici biçimde ortaya çıkması.(30) Perspektifine dönük eleştirilerbir kenara, Hanioğlu’nun çalışma-

    larının son dönem Osmanlı İmpara-torluğu’nu anlamak, siyaset ve ide-olojiler alanını tahlil etmek için çokzengin ve emek ürünü kaynaklar ol-duğunu not etmek gerekiyor. Hani-oğlu’nun çalışmalarına aşağıda de-ğinmeye devam edeceğiz.

    Bu görüşlerin yanı sıra Sina Ak-şin ile Tevfik Çavdar, süreklilik vekopuş yaklaşımlarını belli ölçüler-de, Kemalist tezlere yakınsayan birnoktada da olsa sentezlemeye çalı-

    şır. Her iki yazar da 1908’in öneminevurgu yaparken, Kemalist reformlarıda temel bir dönüm noktası olarakgörür. Bu bakışa göre aslında Kema-list Devrim ve Türkiye Cumhuriyeti,Hegelci terimlerle ifade edecek olur-

    sak, siyasi özün somut gerçekleşimiyahut bir yüzyıldır şekillenen ilericidüşüncelerin vücut bulması olarakokunabilir. Akşin’e göre Osmanlı İm-paratorluğu öyle bir tarihsel kavşağa

    ulaşmıştır ki İttihat ve Terakki gi-bi devrimci bir yönetimin varlığı ol-maksızın reformların daha ileriye ta-şınması olanaksız hale gelmiştir. (31)İvT’nin devrimci yönetimi ülkenin si-yasi, entelektüel ve iktisadi yaşamınave toplumsal alana müdahalelerde vekatkılarda bulunmuştur. (32) Açıktırki, bu yaklaşım, Kemalist iktidarıntarihselleştirilmesi girişimidir.

    Gözlemler: İdeolojiler

    alanı ve liderlikYukarıda belirttiğimiz üzere sü-

    reklilik ve kopuş tezlerinin odak-landığı esas mesele İkinci MeşrutiyetDönemi ile Cumhuriyet arasında birkurumsal-ideolojik-politik süreklili-ğin olup olmadığıdır. Reşat Kasabaiçin Jön Türklerin ve Kemalist ha-reketin ortaya çıkması aynı nesnelve dışsal belirleyenlerin neticesidir.(33) Zürcher için ise devamlılık vebenzerlikler temel olarak üç başlık

    altında toplanabilir: Liderlerin top-lumsal arka planları, örgütsel yapılarve ideolojiler alanı. Zürcher, sürekli-liğin altını o denli kalın çizmektedirki Jön Türk ifadesini hiç çekinmek-sizin hem İvT için hem de Kema-list liderlik için kullanabilmektedir.(34) Bu çerçevede bakıldığında JönTürkler, çoğunluğu Müslüman olanerkeklerdir, taşralıdır ve liderlerininpek çoğu Makedonya ya da İstanbulkökenlidir. Eğitimleri ve meslekle-ri göz önüne alındığında iki önem-li benzerlik göze çarpmaktadır. JönTürkler, 19. yüzyılın sonları ile 20.yüzyılın başlarında Batı-tipi devletokullarında eğitim almıştır ve okulsıralarından itibaren sivil ya da özel-likle askeri bürokrat olmak için ye-tiştirilmiştir. Şerif Mardin’e göre as-keri sistemin ve eğitim sisteminingeçirmiş olduğu değişikliklerle İm-paratorluk’ta yükselen hürriyet ta-

    lebi arasında pozitif bir korelasyonvardır. Özellikle Askeri Tıbbiye’detaşradan gelen gençler, üst sınıfların

    genç üyeleri ile birlikte eğitim şan-sı elde etmiştir. Söz konusu sınıfsalfark, okullarda küçük kavgalar bi-çiminde yansımasını bulsa da yenigelişen eğitim sistemi ve bürokrasi

    içinde belirleyici gerilimlerden biriolarak derin izler bırakmıştır. Bununyanı sıra bu gelişme, hürriyet talebi-ni zengin sınıfların tekelinden çıkar-tarak hem son dönem Osmanlı hemde Cumhuriyet dönemlerini etkile-yen popülizm söyleminin gelişme-sine kaynaklık etmiştir. (35) İkincisüreklilik unsuru ise aldıkları eğiti-me binaen İvT liderlerinin ve Cum-huriyet dönemi siyasilerinin pek ço-ğunun asker kökenli olmalarıdır.

    Örgütsel yapı itibariyle süreklili-ğe bakacak olursak, her iki yapınında başlangıç itibariyle verili hukuksistemi içinde yasadışı olarak orta-ya çıktığı ve kapalı bir örgütlenmeyapısına sahip olduğu görülecektir.İvT ile sonradan Cumhuriyet HalkFırkası (CHF) halini alacak olan ör-gütlenme bir halk hareketi, birer kit-le partisi değildir. İlgili literatürdebu durum, söz konusu hareketlerin/ hareketin elitizmine kanıt olarak

    sunulmaktadır. Hanioğlu’na göre,İvT’nin elitist siyaset anlayışının ar-kasında Gustave Le Bon’un görüşlerivardır. (36) Hanioğlu, tahayyülünde-ki İvT’nin elitizminin boyutlarını şukesin ifadelerle anlatır: “Jön Türk-ler asla karar alma süreçlerine hal-kın katılımını yahut halkın herhan-gi bir şekilde temsilini arzulamadı.”(37) Hanioğlu’na göre bu ideolojikelement, CHF’nin “halk için” olanancak asla “halk tarafından” yöne-tilmeyen popülist platformunun do-ğuşunu da tarif etmektedir. (38) Heriki yapılanma için geçerli olan bir di-ğer nokta ise, resmi yapıların ardın-daki bireysel ilişkilere dayalı bir ağınmevcudiyetidir. Elitizm ve bu yapı-sal durumun karışımından patronajilişkilerin türemesi ise bir yan ürünolarak görülebilir.

    Yine Zürcher’e referansla söyle-yecek olursak, üç kurucu öğe, mil-

    liyetçilik, sekülarizm ve pozitivizmher iki grubun da ideolojisinde or-taktır. Ancak bu öğelerin içerikle-

    Niyazi Berkes, Kemalist tarih yazımınınsınırlarını sosyolojik girdilerle zenginleştiripgeliştirerek belki de Kemalizmin en gelişkinyorumunu ortaya koymuştur.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 073

    19/96

    19

    rinde doğal değişimler gözlenmiştir.Bu değişimleri Zürcher, milliyetçi-lik üzerinden örneklendirmektedir.Zürcher’e göre, Jön Türkler, daha1908 öncesinde baskın unsurları

    Osmanlılık ve İslamcılık olan ve ta-nım gereği Türklerin ayrıcalıklı ko-numda oldukları bir milliyetçilikanlayışına bağlıdırlar ve bu ideolo- ji içinde pan-Türkizm ve pan-Tura-nizm hep marjinal unsurlar olarakkalmıştır. (39) Zürcher, ayrıca Ha-san Kayalı’nın Araplar ve Jön Türkler  çalışmasına dayanarak Türkifikas-yon iddialarının “ölçüsüzlüğü”ndensöz etmekte ve çok net biçimde İtti-hatçılara ilişkin olarak “Asla bir Os-

    manlı devletini Türk devletine ter-cih etmediler” demektedir. İvT’denKemalizme milliyetçilik anlayışın-daki en önemli fark İslam’ın bu ide-olojiler içinde tuttuğu yere ilişkin-dir. Dolayısıyla Kemalist ideolojininen önemli farkı sekülarizm ile milli-yetçiliğin birliğidir. (40) Bu ideolo- jik farklılaşmanın pratikteki yansı-ması “bir günden diğerine” İslam’ınmilliyetçi söylemden dışlanması vekurtuluş mücadelesi esnasında inşa

    edilmiş olan “Türk-Kürt dayanışma-sı”nın Kemalizm’in hegemonik söy-lemi ve siyasi gündeminden düşme-si biçiminde olmuştur. (41)

    Bu bakış, İvT’nin başından iti-baren bir çeşit Türk milliyetçisi ol-duğu fikrinden başlayarak eleşti-rilebilir. Daha doğru bir biçimdesöyleyecek olursak, İvT ideolojisi-nin asli bileşeninin milliyetçilik ol-duğu iddiası abartılıdır ve ideoloji-ler alanının karmaşık yapısını tekbir bileşene indirgemesi açısındansorunludur. Balkan Savaşları sonra-sında İmparatorluğun nüfusu dahaönceki duruma göre bir homojen-lik arz eder gibi görünse de genişhalk kitleleri nezdinde esas birleşti-rici güç İslam’dır. Hatta bunun biletartışılabilir olduğunu iddia edebili-riz. Şevket Süreyya’nın Birinci Dün-ya Savaşı esnasında gözlemlediği şudurum, bu dönemde kimliklerin a-

    kışkanlığına ve algılanışına ilişkiniyi bir örnektir (42):“Sonra da askerlere sordum:

    “- Bizim dinimiz nedir? Biz hangidindeniz?

    “Hep birden:“- Elhamdü-l-illah Müslümanız,

    diye cevap vereceklerini sanıyordum.Fakat öyle olmadı. Cevaplar karıştı.

    “(... ) bu askerler yalnız hangidinden olduklarını değil, hangi mil-letten olduklarını da bilmiyorlardı.

    “- Biz hangi milletteniz?” deyinceher kafadan bir ses çıktı.

    “- Biz Türk değil miyiz? deyincede hemen:

    “- Estağfurullah!.. diye karşılıkverdiler. Türklüğü kabul etmiyor-lardı.”

    Bunun yanında dönemin en Türk-çü söylemine sahip figürler bile ka-tıksız bir milliyetçilikten ziyade İm-paratorluğun ulus-üstü anlayışı ilesentezlere gitmeye çalışıyordu. (43)

    Diğer yandan; Karpat, Türk mil-liyetçiliğine ilişkin olarak pek çokunsurun bileşiminin planlı olma-yan ve kademeli biçimde ortaya çı-kan bir sonucu derken önemli birnoktaya parmak basmaktadır. (44)Bu noktadan çıkacak olursak İtti-hatçıların başından itibaren Türkçübir ajanda ile yolla çıktıkları görü-şü pekâlâ eleştirilebilir. Hanioğlu,örneğin, Nâzım Bey ve İshak Sükû-ti’nin gizli yazışmalarına bakarakhem Jön Türkler hem de Araplar a-

    rasında 1908 öncesinde milliyetçili-ğin yaygınlığına ilişkin gözlemlerdebulunur. (45) Gelvin, Hanioğlu’nun

    çalışmasının yer aldığı derlemeyi e-leştirirken milliyetçiliğe ilişkin ki-mi kuramsal noktaların altını çizerki; bu noktalar, belki de en çok Ha-nioğlu’nun söz konusu çalışmasınauygulanabilir. Gelvin’e göre milli-yetçilik yalnızca öznel bir fenomendeğildir, aksine iktisadi/siyasi gelişi-min özel bir aşaması ile ilişkili nes-nel kriterlere bağlı bir fenomendir.Milliyetçiliğin içeriği yalnızca böl-

    gesel sınırlar ile değişim göstermek-le kalmaz, aynı zamanda verili birkültür yahut alt-kültür içinde kim-liği tarif eden bir dizi faktörden (sı-nıf, etniklik, statü) oluşan bir ağ ta-rafından belirlenir. Buna ek olarak,milliyetçilik yalnızca ideolojilerinitek-yönlü biçimde, yani yukarıdanaşağıya, topluma empoze eden teh-dit altındaki seçkinlerin tartışma-larına bakılarak da tahlil edilemez.Başarılı milliyetçilikler, elitler ile e-lit-olmayanların karmaşık pazarlıksüreçleri neticesinde ortaya çıkmış-tır. Son olarak, Gelvin’e göre, “kül-türel uyanıştan” kitle hareketi halinegelinceye kadar milliyetçi hareketle-rin evrimi, yalnızca bu ideolojinintaraftarlarının sayısının artmasındanibaret değildir. Tarihçilerin geçmişedönük insicamlı bir ulusal hareketolarak projekte ettikleri gelişmelerinher bir safhası diğer safhalarından

    hareketin örgütlenişi, hedef kitlesive çekirdek liderliği açısından yapı-sal farklılık gösterir. (46) Öncelikle

    Bazı tarihçilere göre 1908 Devrimi Türkiye tarihinin esas dönüm noktasıdır.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 073

    20/96

    20

    İvT’nin ardından Kemalist liderliğinmilliyetçiliği de bu dinamik çerçeveiçinde ele alınmalıdır.

    Milliyetçilik dışında bu iki harekethakkında en çok tartışılan ideolojik

    bileşenlerden biri siyasi liberalizm-dir ve bu bileşen her iki harekettede oldukça kararsızdır. Jön Türkler,Abdülhamid döneminde Osmanlı yö-netimini hedef alırken siyasal özgür-lükler üzerine bir söylem inşa etmişolsalar bile romantik bir bakışı aşansistematik bir siyasi liberalizm algısıgeliştirememişlerdir. Bu büyük oran-da, söz konusu hareketin tek madde-lik programı, yani memleketin kur-tulması hedefi ile ilişkilidir. Buna ek

    olarak, Ahmad’ın da belirttiği gibi“Cemiyet, devlete karşı değil, devletaygıtı ile bir devrim gerçekleştirme-ye çalışmaktadır.” (47) Bu nedenlede devletin köklerine zarar verecekbir siyasal liberalizm söylemindenkaçınılmış, bu söylem, İttihatçı rai-son d’être  için işlevsel olabileceği öl-çüde kullanılmıştır. Özellikle siyasalliberalizm ile ayrılıkçı eğilimlerin en-gellenebileceği düşünülmüştür. Aynızamanda popülist söylemin bir par-

    çası olarak özgürlüklerin kısıtlanma-sına karşı sık sık yönetimi halka şi-kayet etmek yoluna başvurmak (48)suretiyle siyasal liberalizm genel söy-lem içinde işlevsel bir yer edinmiş-tir. Bu durum hem popülizmin hemde siyasal liberalizmin sınırlarını be-lirlemiştir. Bunu belirleyen bir diğer

    unsur da söz konusu söylemlere he-def kitle tarafından gösterilen ilgidir.Literatürde genel olarak vurgulanannokta ise şudur: Hem ayrılıkçı hare-ketlerin bu yolla dizginlenememesi

    hem de İvT’nin halktan giderek yalı-tık hale gelmesi toplumsal işbölümüvurgusunun genel ideoloji içindekipayının artmasına neden olmuş vebu da Kemalizm’e miras kalacak eli-tizme ve tenasütçülüğe su taşımıştır.(49) Mardin’e göre, bu gerilimi, JönTürkler, soyut bir halka duydukla-rı sevgi ve besledikleri inançlar ileçözmeye çalışmışlardır. Öte yandan,gerçek halka, somut duruma, büyükbir psiko-politik tepki duymuşlardır.

    (50) Buradan beslenen solidarist-kor-poratist bakış açısı, Kemalizm’de deetkili biçimde gördüğümüz sınıfla-rın ve sınıflar mücadelesinin reddi ileparalellik arz etmektedir. Bu durumyukarıda aktarmış olduğumuz tabloiçinde başka faktörlerle de birleşe-rek Kemalist reformizmin doğasını(tepeden aydınlanma) da belirlemişoldu ve onun Osmanlı reformizmi ileparalel bir yönü olarak kaldı. (51) Bumesele, başlı başına bir yazı konusu

    olduğu için burada sadece değinerekgeçmek durumundayız.

    İdeolojiler alanında son olarak se-külarizmden, üzerine en fazla kalemoynatılmış meseleden söz edebiliriz.Süreklilik-kopuş tartışması açısındansekülarizm, daha çok bir toplumsalkurum olarak dinin nasıl algılandı-

    ğı ile birlikte gündeme gelmektedir.İvT’nin siyaset algısı ve hedefleri pekçok diğer başlıkta olduğu gibi dinebakışında da işlevselci bir yaklaşımıngelişmesi ile sonuçlandı. (52) Bu ne-

    denledir ki, sekülarizm Jön Türklerdöneminde her zaman işleyen, an-cak kamufle edilen bir ideolojik öğeolarak kalmıştır. (53) Hanioğlu, buyaklaşımı birkaç adım öteye taşır ve Jön Türkler’in dinin toplumda hiçbirbelirleyici rol oynamadığı materyalistbir yapı kurmak amacında oldukla-rını yazar. Bu yapı içinde bilim, diniikame edecektir. (54) Hanioğlu, buideolojiyi, bilimsicilik, materyalizmve sosyal Darvinizmin özel bir bile-

    şimi olan Vulgärmaterialismus olarakadlandırır. (55) Hanioğlu’nun altınıçizdiği bir nokta da, Jön Türkler’inçekirdek kadrosunun bu ideoloji-yi savunmalarına karşın, yayınların-da İslam’ın “materyalist özünü” önplana çıkararak bunu kamufle etme-ye çalıştıklarıdır. Bu sayede hem ka-musal alanın dinsel öğelerden arındı-rılması hedeflenmekte hem de İslamkullanılarak meşruiyet alanı yaratıl-maktadır. (56) Yine Jön Türkler için-

    den çıkmış olan ve bu klasmanda de-ğerlendirilebilecek olan Garbçılık daerken Cumhuriyet döneminde resmiideolojinin oluşmasında en etkili a-kımlardan biri olmuştur ve bu anla-mıyla İvT’nin Vulgärmaterialismus ’uCumhuriyet’in resmi ideolojisindeiçselleştirilmiş durumdadır.

    Hanioğlu’nun hem İvT’ye hem deKemalist sekülarizme ilişkin sert tu-tumu literatürde istisnai görünmek-tedir. Lewis, Kemalist sekülarizmimilitan laisizm olarak adlandırırken,Osmanlı’nın ilk dönemlerinde dahiulema-karşıtı bir duruşun bulunabi-leceğini, bunun Jön Türk dönemin-deki pozitivist ve sekülarist fikirlerintedavüle girmesi ile birleştiğini savu-nur ve yukarıda da belirttiğimiz üze-re Cumhuriyet’e bu noktada özel birönem atfeder. (57) Berkes ise mag-num opus’ unda Cumhuriyet’in Tanzi-mat sekülarizminin sistemde yarattığı

    çatallanmaya son vermesinden dolayıbir kopuş olduğu fikrini savunur.(58) Konuya ilişkin bir hayli kalem

    Jön Türkler, çoğunluğu Müslüman olan erkeklerdir, taşralıdırlar ve liderlerinin pek çoğuMakedonya ya da İstanbul kökenlidir.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 073

    21/96

    21

    oynatmış bir başka isim olan NurayMert ise bir çatallanmadan ziyade birkoalisyonun kurulması ve bozulmasıtemelinde egemen ideoloji içinde se-külarizmin pozisyonunu tayin eder.

    (59) Mert’e göre Osmanlı’da başlayanbir süreç belirgin olarak Cumhuriyetile birlikte hızlanmış ve laiklik ideo-lojiler alanındaki eklektik koalisyoniçinden (İslamizm ve diğer ideolojikfaktörler) sıyrılıp öne çıkarak diğerideolojik akım ve faktörler üzerindehegemonya kurmuştur. Söz konusuhegemonyanın kurulmasını Özveren,ulus-inşası sürecinin bir parçası ola-rak görür ve gündelik hayatın yapıla-rının dönüştürülmesinin modernist

    ajandanın yürürlüğe konması adınagerekli toplumsal amnezi için lazımolduğunu belirtir. (60) Mardin iseCumhuriyet döneminin bu adımları-nı “İslami toplum fikrine karşı sekü-ler saldırı” (61) olarak keskin biçim-de tarif eder. (62)

    Bu ideolojik öğelerin dışında kimiyazarlar, Kemalizm ile İvT arasındabir süreksizlik olduğuna liderlik ü-zerinden dikkat çeker. Taner Timur,iki dönemin liderliği arasında bir sü-

    reklilik olduğu iddiasını şiddetle red-deder. Timur’a göre Mustafa Kemal,İvT’nin yalnızca kısa bir süre üyesiolmuştur. Mustafa Kemal’in İvT i-le üyelerine karşı olumsuz duygularbeslediğini söyleyen Timur, Zürc-her’in -bırakalım Cumhuriyet döne-mini- 1919’da Mustafa Kemal’i hâlâbir İttihatçı olarak görmesini, yazarıninsanların zamanla sosyal ve siyasaldönüşümler geçirebileceğini kabuletmemesine yahut olguları bilinç-li biçimde çarpıtmasına bağlar. (63)Yalçın Küçük de benzer bir nokta-ya dikkat çeker ve Mustafa Kemal’inİvT içindeki konumu ve bu örgüt ileolan ilişkisini sorgular. (64) Küçük’egöre, Vatan ve Hürriyet, Mustafa Ke-mal’in İvT ile olan ilişkisini, dahadoğrusu ilişkisizliğini meşrulaştır-mak üzere uydurulmuştur. Yani, e-sas gaye Mustafa Kemal’in Abdülha-mid istibdadına karşı siyaseten aktif

    bir subay olduğunu gösterebilmektir.Mustafa Kemal’in İvT ile olan ilişkisi-nin formel boyutuna gelince, Küçük,

    20. yüzyılın başında Makedonya’dabir Osmanlı subayı olmanın İttihatçıolmak ile eşanlamlı olduğunu iddiaetmektedir. Dolayısıyla, bir subayıngerçekten İttihatçı olup olmadığı-nın ölçütü siyasi aktiviteleri olmalı-dır. Küçük, Mustafa Kemal’in İmpa-ratorluk içindeki siyasi faaliyetlerinebakarak aslında Osmanlı düzeni ileköklü bir sorunu olmadığını söyler.Bu anlamıyla, Mustafa Kemal’i İvT

    geleneğinden kopartarak Osmanlıtarihi ile Kemalizm arasında bir sü-reklilik kurar. (65) Süreksizliğe dik-kat çeken bir diğer isim ise EyüpÖzveren’dir. Özveren, yukarıda ö-zetlemiş olduğumuz Zürcher’in İvTmilliyetçiliğine bakışına benzer birkalkış noktasından tamamen farklıbir noktaya, belli açılardan kopuş ol-duğu fikrine ulaşır. Yazara göre, JönTürkler’in çok-etnili Osmanlı’nın ül-kesel bütünlüğünün korunması veİmparatorluk’un kurtarılması konu-sundaki ısrarları yerine Kemalizminyalnızca nesnel koşulların zorlamasıile değil; gönüllü olarak orta-büyük-lükte, bağımsız ve egemen bir ulus-devleti, imparatorluğun heterojenliğiyerine ulus-devletin homojenliğini,verili dinsel homojenlik yerine kim-lik inşasında sekülerliği tercih etmesiaçısından net bir süreksizlik mevcut-tur. (66)

    Sonuç yerine notlar Görüldüğü gibi, konuya ilişkin

    mevcut literatür, sürecin bütünlük-lü bir analizini sunmaktan oldukçauzak görünmektedir. Ne döneminbelgelenmesi ve bütünlüklü bir an-latı haline getirilmesi anlamında am-pirik analizi, ne de döneme dönükkavramsal yaklaşım gerektiği biçim-de geliştirilmiş durumdadır. Esasenburada ele aldığımız kimi çalışmalar,kaynaklar açısından büyük bir zen-ginlik gösteriyor olsa da bu kaynak-

    lardaki olguların anlamlı bir bütünhaline getirilmesi sürecinde, kuram-sal bir çerçevenin eksikliği ve kav-ramsal yetersizlikler, sonuca ulaş-mada kimi kestirme yolların tercihedilmesine ve nihayetinde indirgeme-lere ve anakronistik sonuçlara nedenolmaktadır. Böylesi bir amprisizm,aşkın bir grup ya da örgüt tarafından(İvT, Kemalistler) ortaya çıkarılan vekullanılan, kimi transhistorik hattaahistorik temaların (güçlü devlet, suigeneris  bürokratik yapılanma) belir-leyiciliğindeki ideolojik yapıların in-celenmesine ve netice itibariyle buideolojik yapılar için mümkün olantek gelişim şemasının çıkarılmasınadayanan bir çeşit akademik konfor-mize neden olmaktadır. Bütünlüklübir tarihyazımının ortaya çıkmasınınönündeki en önemli engel, bu aka-demik konformizmdir. Söz konusukonformizm etrafında bir akademik

    kastın oluşmuş olması mevcut duru-mu beslemektedir. Bu amprisizm, eniddialı olduğu başlıklar olan üstya-

    Bazı tarihçilere göre, Osmanlı İmparatorluğu öyle bir tarihsel kavşağa ulaşmıştır ki,İttihat ve Terakki gibi devrimci bir yönetimin varlığı olmaksızın reformların daha ileriye

    taşınması olanaksız hale gelmiştir.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 073

    22/96

    22

    pı formları, üstyapısal kurumlar ara-sındaki ilişkiler, ideolojik formlarınzorunsuz (contingent) gelişimi gibibir dizi başlığı derinlemesine analizetmekten dahi uzak bir noktadadır.

    Bütün tarihsel çıktıların, İttihatçı veKemalist kadroların bilinçli tercihle-ri olarak resmedildiği bir tablo gerçe-ği ne ölçüde yansıtabilir? Bunun esasnedeni de geç-modernleşme süreçle-rinin tümelliğinin gözden kaçırılma-sı, modern Türkiye’deki deneyiminbaşka deneyimlerle karşılaştırmalıve etkileşimli bir okumaya tabi tu-tulmamasıdır. Kaldı ki; tarihin diğerdisiplinler ile arasındaki ilişkinin deoldukça zayıf olduğunu söylemek

    gerekir. Sorunun özünde, Braudel’inyıllar önce sağırlar diyalogu dediğisosyal bilimler içindeki iletişimsizli-ğin de önemli bir payı vardır. Ancakbu iletişimsizliğin mevcut konfor-mizm ve kast içinde iletişime dönüş-mesi sorunun ancak ufak bir kısmı-nı, geçici olarak çözebilir.

    Sorunun çözümü için sorunun ye-niden kurgulanması gereklidir. Sü-reklilik-kopuş ikiliği, bir dizi başkaikiliğin bir kenara bırakılması ile ve

    bunun için gerekli yeni kavramsalyaklaşımlarla aşılabilir. Görüldüğüüzere var olan tartışmada bir dönü-şümün gerçekleştiği herkes tarafın-dan kabul edilmektedir. Üzerindeanlaşılamayan nokta bu dönüşümünkarmaşık doğasıdır. Dolayısıyla, ko-nu ile ilgili yazın, öznel ve nesnelkoşulların etkileşimi, bir kısmı para-doksal biçimde söz konusu değişimeyabancı hatta düpedüz karşıt durumve akımların birikimi gibi faktörlerinnasıl olup da bu dönüşüme sebebi-yet veren -Althusser’den ödünç aldı-ğımız tabirle- “kopuşsal birlik” (67)içinde kaynaştığı üzerine odaklan-malıdır. Böylesi bir süreç analizinin,belki yapısalcı Althusser’in kemikle-rini sızlatacak derecede tarihselci birdeğerlendirme ortaya çıkaracağını id-dia etmek mümkündür. Bu sayede,literatürde yaygın biçimde görülen,fail (agency) meselesini aşkın tema-

    lar ve öznelerle altüst eden sorun-lu yaklaşımlardan kurtulabilinir. Bubağlamda, gecikmiş bir modernleş-

    me deneyimi olarak Türkiye’nin ge-çirdiği dönüşümün, bir ucu evrensel-lik diğer ucu tikellik olan bir skaladabu iki ucun birbiri ile sağlıklı ilişkisikurularak değerlendirilmesi ihtiyacıoldukça yakıcıdır. Bu sayede, hemevrensel süreçlerin bu coğrafya üze-rindeki özgül yansımaları, hem detikel süreç ve olayların bütünselliği

    kavranabilir. Bunun yanı sıra, böy-le bir yöntemsel yaklaşım ile, bu ta-rihsel deneyimdeki sınıfsal temel vesiyasal etkinlikler arasındaki eşitsizgelişimin analizi ve bu gelişmeninortaya çıkardığı çelişkiler üzerineodaklanılabilir. (68) İnanıyoruz ki,böylesi bir bütünlük içinde ele alın-dığında Türkiye tarihi kayıp burju-vazinin, gelişmemiş sivil toplumun,olmayan işçi sınıfının, kurumsalla-şamamış demokrasinin tarihi olmak-tan, yani bir “yoklar tarihi” (69) ola-rak anılmaktan kurtulacaktır.

    DİPNOTLAR 1) Ne yazık ki, en az bu konular kadar tartışmalı bir diğerbaşlık olan ekonomik temelin dönüşümü meselesi üzerinedeğerlendirmelerimize bu çalışmada fiziki sınırlar nedeniyleyer veremeyeceğiz.2) Fatma Acun, “Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne:Değişme ve Süreklilik” Hacettepe Üniversitesi EdebiyatFakültesi Dergisi  , Osmanlı Devleti’nin Kuruluşunun 700. YılıÖzel Sayısı (1999): s.156.3) Bu tartışma tarihyazımını o denli etkileyen bir tartışmadır

    ki kullanılan kelimeler de aslında tartışmanın bir parçasıdır.1908’in nasıl adlandırıldığı özellikle önem taşımaktadır. Bukonu ile ilgili bkz. Aykut Kansu, 1908 Devrimi  , 5. Basım,İstanbul: İletişim Yayınları, 2001, xvi.

    4) Nutuk üzerine kapsamlı bir metin analizi için bakınız TahaParla,Atatürk’ün Nutuk’u - Türkiye’de Siyasal Kültürün ResmiKaynakları  , Cilt 1, İstanbul, İletişim Yayınları, 1991. Bununyanı sıra Nutuk ’un tarihsel bağlamının değerlendirilmesiiçin bakınız Eric Jan Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık  ,İstanbul: İletişim Yayınları, 2003.5) Kemalizmin Kadro  ve Yön  yorumlarını bağımlılık teorisinin

    henüz adı konmadan önce geliştirilen orijinal yorumlarıolarak da görmek mümkündür. Her iki yorum da modernTürkiye’nin ortaya çıkışını dünya sistemi içindeki merkez-çevre gerilimine dayandırmaktadır. Tezin, Kadro  yorumu içinbkz. Şevket S. Aydemir, İnkılâp ve Kadro  , 3. Baskı İstanbul:Remzi Kitabevi, 1986; Yön yorumu için bkz. Doğan Avcıoğlu,Türkiye’nin Düzeni: Dün, Bugün, Yarın, 2. Baskı, Ankara:Bilgi Yayınevi, 1969.6) Yusuf Bayur, Türk İnkilâbı Tarihi  , 3. Baskı, Ankara: TürkTarih Kurumu, 1983, xii.7) Büşra Ersanlı, “The Ottoman Empire in the Historiographyof the Kemalist Era: A Theory of Fatal Decline”, The Ottomansand the Balkans: A Discussion of Historiography  , Der. F. Adanır& S. Faroqhi, Leiden, Boston: Brill, 2002 içinde s.121.8) E. J. Zürcher, “Kemalist Düşüncenin Osmanlı Kaynakları”Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce-Kemalizm  , Ankara:

    İletişim Yayınları, 2001,s.44. Bu makalenin neredeyseçevirisi diyebileceğimiz İngilizce versiyonu için bakınızidem., “Ottoman sources of Kemalist thought”, LateOttoman Society: The Intellectual Legacy  , Ed. ElisabethÖzdalga, Londra: Routledge, 2005, s.14-27.9) Bernard Lewis, 1923’e özel bir önem atfetse de önemlibir tarihçiden beklenebilecek bir duyarlılıkla bu dönümnoktasını tarihselleştirmek için de önemli çaba sarf eder.Hatta Türk Devrimi diye adlandırdığı dönüşümlerin biçimselolarak eski siyasal düzenin yıkılarak yeni bir düzene geçildiği1908’le birlikte başladığını söyler ve söz konusu gelişmelerinnüvelerinin 200 yıl daha geriden itibaren bulunabileceğinide ekler. Bu gelişim sürecinde dönüşümü esas tetikleyen,Batı ile girilen ilişki olmuştur. Lewis’e göre bu ilişki arkaarkaya gelen anayasal ve halk hareketleri ile net icelenmiştir.Ancak bu dönüşümün adının konması gerekirse gerçekleşen

    dönüşüm İslam İmparatorluğu’ndan ulusal Türk devletine,ortaçağ teokrasisinden anayasal cumhuriyete, bürokratikfeodalizmden çağdaş kapitalist ekonomiye geçiştir. Lewis,The Emergence of Modern Turkey  , 3. Baskı, New York:Oxford University Press, 2002, s.480-481. Daha yakıntarihli bir çalışmasında da Lewis, teleolojik yaklaşımınındeğişmediğini gözler önüne sermektedir.10) Örneğin bkz. N. Berkes, The Development of Secularism inTurkey  , Montreal: McGill University Press, 1964, s.508-509.11) Kurtuluş Kayalı, “Niyazi Berkes”, Modern Türkiye’deSiyasi Düşünce-Kemalizm  , 2: 339. Benzer şekilde TanılBora, Berkes’in çalışmasını resmi tarihi biraz “nesnelleştirip”aydınlanmacı-demokrat bir misyon giydirmeye çalışılanKemalist yorumun klasik örneği olarak sunar. Türk SağınınÜç Hali: Milliyetçilik, Muhafazakârlık, İslamcılık  , İstanbul:İletişim Yayınları, 1998, s.14.12) Feroz Ahmad, “The Young Turk Revolution”, Journal ofContemporary History  3: 1968, s.22.13) Feroz Ahmad, Turkey: The Quest for Identity  , Oxford:Oneworld, 2003, s.75. Feroz Ahmad, bir biçimde 1919-1938 dönemini Kemalist Türkiye olarak adlandırmaktadır.Açıktır ki, bu adlandırma 1919’dan sonra MustafaKemal’in ulusal kurtuluş ve kuruluş mücadelesinde liderlikpozisyonunda olacağı yönündeki teleolojik “öngörüye”dayanmaktadır.14) Feroz Ahmad, The Making of Modern Turkey  , Londra;New York: Routledge, 1993, s.48.15) Ahmad, Turkey: The Quest for Identity  , s.84. Ayrıcabakınız: İttihatçılıktan Kemalizme  , Çev. Fatmagül Berktay, 3Baskı, İstanbul: Kaynak Yayınları, 1996, s.160-177.16) Tartışmada sözcük seçimlerinin önemine daha önce

    değinmiştik. 1908’in esas kopuş olduğu tezinin “tavizsiz”savunucusu Aykut Kansu’nun çalışmaları ve meseleye bakışıbüyük oranda değişmeden kalmış olsa da bir adlandırmadeğişikliğini burada not etmek gerekir. Kansu, daha öncesinde,

    Sultan Abdülhamid.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 073

    23/96

    23

    burjuva devrimi olarak adlandırdığı 1908’i, daha güncelçalışmalarında “liberal devrim” olarak adlandırmaktadır.Aradaki fark için bkz.: 1908 Devrimi  , İstanbul: İletişim,2001, s.277, “‘Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet, Adalet’ 100.

     Yıldönümünde 1908 Devrimi’ni Anlamaya Çalışmak”.Toplumsal Tarih  , no. 175, Temmuz 2008, s.22.17) Kansu, 1908 Devrimi  , s.97.

    18) ibid., s.3.19) ibid., s.22. Kemalizmin tarihyazımına ilişkin getirileneleştiri Kansu’nun 1908 Devrimi’ne ilişkin çalışmasındaneredeyse bir cadı avına dönüşür ve 1923’ü bir milat olarakkabul eden tüm çalışmalar bir şekilde Kemalist yazınıniçinde olmakla ya da ondan etkilenmekle damgalanır.Bu değerlendirmelerde gelinen nokta itibariyle Kansu,Perry Anderson’un karşılaştırmalı Osmanlı İmparatorluğudeğerlendirmesindeki Kemalist esinlerin izini sürer.Anderson’un görüşlerinin metodolojik olarak daha sağlıklıbir eleştirisi için bakınız: R. Abou-Al-Hajj. “Historiographyin West Asian and North African Studies since Sa’id’sOrientalism.” History After the Three Worlds: Post-Eurocentric Historiographies  , Der. A. Dirlik, V. Bahl and P.Gran. Lanham: Md.:Rowman & Littlefield, 2000, s.70-71 veidem, Formation of the Modern State: The Ottoman Empire,Ssixteenth to Eighteenth Centuries  , Albany: State Universityof New York Press, 1992. Kansu’nun çalışmasındakitarihyazınsal sorunların bir değerlendirmesi için bkz. KeithWatenpaugh, “Review” International Journal of Middle EastStudies  32:(1) February 2000, s.168-171.20) Ş. Mardin. “ Turkish Islamic Exceptionalism Yesterday andToday: Continuity, Rupture and Reconstruction in OperationalCodes”, Turkish Studies . 6 (2), 1989, s.146-147.21) T. Z. Tunaya, Hürriyetin İlanı: İkinci Meşrutiyet’in SiyasiHayatına Bakışlar  , İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi,2004, passim.22) Tunaya, Türkiye’nin Siyasi Hayatında BatılılaşmaHareket