baba mertcan: 216-3884688, Şaban mertcan: 212...
TRANSCRIPT
Baba Mertcan: 216-3884688, Şaban Mertcan: 212-2498127, 544-6297861, 533-4219394, 435+havaalanı 103=538$
İÇİNDEKİLER
1İÇİNDEKİLER
1KIRIK TESTİ – 18-11-2001
1“Ben Sifirim”
1Sabır ve Sabır Kahramanları
1Dua
1Özü Muhafaza
2KIRIK TESTİ – 23-11-2001
2Vifak ve İttifak
2Namazda Farklılık Ortaya Koyma
2Namaz Bizi Kurtaracak Bir Şey. Öbür Tarafta Başımıza İş Açmasın!!!
4KIRIK TESTİ – 01-12-2001
4Şeytanın Tuzakları
4Hasan-ı Basri’den İki Söz ve Hatırlattıkları
4Emniyet
4İmana Mani Hususlar
6KIRIK TESTİ – 03-12-2001
6Günah
6Saygısızlığa Savaş
6Beklenti
7KIRIK TESTİ – 10-12-2001
7Müteferrik
9KIRIK TESTİ – 17-12-2001
9Cemaatla Namaz
9Salât u Selâm’a Dair
9Gayretullah
11KIRIK TESTİ – 27-12-2001
11Farklılık Mülahazası Şeytan’dandır
11Allah’ı Çokça Anmak
11Hasta Ruhlar
11Yorgunluk
11Neden Heyecan Yok?
11Biz Yumurtanın İçindeki Civciv Gibiyiz
11Eşyanın Perde Arkası
13KIRIK TESTİ – 01-01-2002
13Birlikte Yaşama Ahlakı
13Zaaflarıyla İnsan
13Bakmak ve Görmek
13Teveccüh
13Yıkılan İmajımız
14İnsan Aynası
15KIRIK TESTİ – 15-01-2002
15Paranoyak Ruhlar
15Samimiyet ve Adanmışlık
15İnançsızlık Her Devirde Aynıdır
15Cezaların Tehiri
16Sofralara Tekrar Çeki Düzen
16Takvanın İki Yönü
17KIRIK TESTİ – 20-01-2002
17Gelin İşe Namazdan Başlayalım!..
20KIRIK TESTİ – 31-01-2002
20Kabz u Bast ile Havf u Reca
20Kabzda Bile Kapıdan Ayrılmama
20Bast’ta Teyakkuz
20Kabz u Bast ve İnsan Karakteri
21Kabz ve Bastın Sınırları
22KIRIK TESTİ – 07-02-2002
22Dua ve İbadet İştiyakı
22Aksiyon ve Kalbî Hayat
23Rabbimiz Hakkında Hüsn-ü Zan
24Deprem ve Rahmet-i İlâhî
25KIRIK TESTİ – 15-02-2002
25Hedef ve İstikamet
25İç-Dış Ahengi ve Günah Karşısındaki Tavır
25İrade
26Kur’an ve Vahiy
26Kendimiz Olma
27KIRIK TESTİ – 28-02-2002
27Sahabe Şuuru
27Başkalarını Değil Kendimizi Sorgulama
27Hilkat Ağacının En Kıymetli Meyvesi
28Ruhun Hissetmesi
30KIRIK TESTİ – 17-03-2002
30Türkiye’ye Özlem
30Seviye
31Rummân Arzusu
32KIRIK TESTİ – 25-03-2002
32Keşke!...
32Sevgililer diyarına yolculuk
33Bir Hatıra ve Namaza Dikkat
34KIRIK TESTİ – 01-04-2002
34Müteferrik
34İnsan Değişir Mi?
36KIRIK TESTİ – 08-04-2002
36Hastalık, Hastane Mülahazaları Ve Ötelere Hazır Yaşama
38KIRIK TESTİ – 15-04-2002
38Hatalara Hayat Hakkı Tanımama
39Hayat Çekirdeği
41KIRIK TESTİ – 22-04-2002
41Hüsn-ü Zan ve Rahmete İlticâ
41Kur’an’ın Gurbeti
42Kur’an’ın Şahitleri
44KIRIK TESTİ – 29-04-2002
44Mukaddes Vazife
45Hüsn-ü Zan ve İhtiyat
46KIRIK TESTİ – 06-05-2002
46Dışarının dejenerasyonuna karşı
46Büyüme
47Hüve
47İman ve Küfür
48O’na Muhtacız!..
50KIRIK TESTİ – 13-05-2002
50Filistin ve İntihar Saldırıları
50Gönüllüler Hareketi
51Allah’ı anma ve Dua
53KIRIK TESTİ – 20-05-2002
53Canlı ve Zinde Kalabilmek
55Şahs-ı Manevî
57KIRIK TESTİ – 27-05-2002
57Editör’ün Notu:
57Bunlar, Son Sözlerim Olabilir!..
58Hz. Ömer’in Tavrı
59KIRIK TESTİ – 03-06-2002
59Ufkumu tutan tek şey, biricik sevdam...
60Yıllar geçtikçe insanın nefsi daha da kuvvetleniyor mu?
62KIRIK TESTİ – 10-06-2002
62Şeytan
63İnsanın rızık peşinde koşması ve dinine hizmet etmesi arasındaki denge nasıl olmalı?
65KIRIK TESTİ – 17-06-2002
65Kardeşlik
65Birbirimizle İmtihan
66Güzel Ahlak
67Arkadaşları Sorgulama
67Gıybet
69KIRIK TESTİ – 24-06-2002
69Allah’ı ne kadar zikretmeliyiz ya da zikir ne ölçüde olursa yeterli denebilir?
69Salavât Getirmek
70Küçük Bir Sermaye
70Kırık Testi
71Muhasebe ve Hüsn-ü Zan
72Gizli Şirk
73KIRIK TESTİ – 02-07-2002
73“Melekler nasıl tesbihle yaşarsa, Peygamber Efendilerimiz de tebliğle yaşamıştır.” sözünü nasıl anlamalıyız?
75Manevî hayatımızdaki bir sıkıntı ve kabz halinde ne yapmalıyız; kitap mı okumalıyız, evrâd u ezkârımızı mı artırmalıyız ya da nafile namaz mı kılmalıyız?
76O’nun Muradı
77KIRIK TESTİ – 08-07-2002
77Keşke Toprak Olsaydım!..
77Milletimizin İhyâsı
81KIRIK TESTİ – 22-07-2002
81Müsbetin Peşinde Olma
81İlk Müslümanların Akla Hayret Veren Performansları
82Küreselleşme Ve Tekarub
83KIRIK TESTİ – 29-07-2002
83Kara Sevdalılar
83Kulluk Sırrı
84Kulak Hırsızları
85Beklentisizler
87KIRIK TESTİ – 04-08-2002
87İsm-i A’zam
89KIRIK TESTİ – 12-08-2002
89Gönüllüler Hareketi ve Sevgi Mahrumları
90Hayret Ediyorum ve Kırgınım!..
91“Sevgi” Sözümüz Var!..
92KIRIK TESTİ – 22-08-2002
92Zikir ve Aksiyon
92Eğitimden beklenen gâye
93O’nun adıyla oturup kalkmak
94Üstad ve Evrâd u Ezkâr
97KIRIK TESTİ – 10-09-2002
97Cenâb-ı Allah biliyor ve Milletimiz gerçekleri görüyor ya!...
97Yıkık Bir Dünya ve İhsanlar Kuşağı
101KIRIK TESTİ – 29-10-2002
101Soru: Muhterem Efendim, siyasetten uzak kalmadaki ısrarınızın sebebini lütfeder misiniz?
101Soru: Amerika’ya gelmeden önceki birkaç sene içinde farklı siyasî anlayıştan insanlarla bir araya geldiğiniz, görüşüp konuştuğunuz medyaya yansımıştı. Bu görüşmeleri siyaset dışı olarak mı değerlendiriyorsunuz?
101Soru: Zat-ı âlinizin o görüşmelerini “pazarlık” olarak anlayanlar ve bazı partileri desteklediğinizi iddia edenler olmuştu. Herhangi bir partiyi desteklediğiniz oldu mu?
102Soru: Merhum Turgut Özal’ı ve en son da sayın Bülent Ecevit’i desteklediğiniz iddia edilmişti. Onların dindar kesimden de oy almalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
102Soru: Efendim, son haftalarda medyada “Fethullah Gülen Cemaati falan partilere oy verecek” şeklinde haberler çıktı. Sizi sevenler oylarını hangi partiye verecek?
104KIRIK TESTİ – 7-01-2003
104Enaniyet ve Aidiyet Hisleri
106KIRIK TESTİ – 17-01-2003
106Sürekli Hatırlanması Gereken Şey: Günah
106İslamî Denge Ve Mürşid İhtiyacı
106Işığın Göründüğü Ufuk
107Yağmur Yağarken
108KIRIK TESTİ – 27-01-2003
108ŞARTLARIN HESABA ALINMASI
108ADANMIŞLIK RUHU
108DUA HEYECANI
109HAKİKAT AŞKI
110KIRIK TESTİ – 06-02-2003
110GEÇİM STANDARDI
110GÖZYAŞLARI
111EKİP RUHU
112KIRIK TESTİ – 18-02-2003
112MANÂ BUUDU VE MEVHİBE-İ İLAHİYYE
112SOSYAL ÇALKANTILAR VE ALTERNATİF DÜŞÜNCE
112SOSYAL HAREKETLER VE TABİİ SÜREÇLER
114KIRIK TESTİ – 03-03-2003
114KARİZMA
116KIRIK TESTİ – 14-03-2003
116KARAR ve KANAAT
118KIRIK TESTİ – 02-04-2003
118İLTİFAT
118“Ey İnsan! Kendini Oku!”
119Zat-ı Zülcelal ve Zülkemal
120KIRIK TESTİ – 17-04-2003
120SOHBET-İ CÂNÂN
120KENDİNİ BİL
122KIRIK TESTİ – 02-05-2003
122Kur’an Kültürü ve Sahabe
124KIRIK TESTİ – 11-05-2003
124Vefat Sonrası Sevk Ve İdare
126KIRIK TESTİ – 27-05-2003
126DUA HAKKINDA, KISA KISA...
128KIRIK TESTİ – 17-06-2003
128Soru: Bir ayeti kerime de müminlerin vasfı olarak zikredilen “Müminlere karşı zillet, kafirlere karşı izzet” içinde bulunmayı izah eder misiniz?
129Soru; Herkes tarafından sevilme Cenab-ı Hakk tarafından sevilmenin de işareti olabilir mi?
130KIRIK TESTİ – 04-07-2003
130“BEN SANA AŞIK OLMUŞAM”
132KIRIK TESTİ – 18-07-2003
132ABES YAŞAMA
132EŞYANIN HAKİKİ YÜZÜ
132AYAN-I SABİTE
132TEVECCÜH
132ŞUURLU AYNA
132AKLI KURBAN ETMEK
133MAHİYET-İ EŞYA VE EHL-İ SÜNNET
133YOGA
134KIRIK TESTİ – 04-08-2003
134ÂMENNÂ veya ESLEMNÂ
135TAKINTI
136KIRIK TESTİ – 16-08-2003
136KALP İSTİKAMETİNİ KORUMA
138KIRIK TESTİ – 25-08-2003
138ZARURİYAT ve FUZULİYAT
140KIRIK TESTİ – 01-09-2003
140İMAN YOLU
140HÜSNÜZAN
141KIRIK TESTİ – 17-09-2003
141MEBDE’DE YENİLİK, MÜNTEHA’DA DERİNLİK
144KIRIK TESTİ – 03-10-2003
144SAFFET ve DİRİLİŞ
144İNANÇTA DERİNLİK
145HATA YAPANLARIN EN HAYIRLISI
145DÜZ İNSAN
146KIRIK TESTİ – 15-10-2003
146PEYGAMBERANE AZİM
146SÜREKLİLİK
146BÜYÜK TÜRKİYE HAYALİ
147TAKINTILAR
148KIRIK TESTİ – 25-10-2003
148ASKERLİK ÇOK ÖNEMLİDİR
148Şimdi Askere Çağrılsam Seve Seve Giderim
149Yurt Dışına Asker Gönderme
149Asker (Çağ ve Nesil, “Asker”, Haziran 1979)
151KIRIK TESTİ – 03-11-2003
151İslam Dünyasında Hal Boşluğu
151Cerbeze ile İlim Olmaz
151Dinî Hayat ve Ciddiyet
151Salih Amellere Güvenmeme
151Teslimiyet ve Hürriyet
152KIRIK TESTİ – 14-11-2003
152YİTİRİLEN YÜREK
152Problemler
152Bozgun
152Ne Yapmalı?
153Yeis Yok
154KIRIK TESTİ – 23-11-2003
154KIVAM PROBLEMİ
155KIRIK TESTİ – 05-12-2003
155KUR’AN OKUMA
156KIRIK TESTİ – 10-12-2003
156GURBETTE BİR BAYRAM SABAHI
158KIRIK TESTİ – 17-12-2003
158YENİDEN “DUA ZAMANI”
160KIRIK TESTİ – 27-12-2003
160KALPLERİN TE’LİFİ ve UMURSAMAZLIK
161KIRIK TESTİ – 06-01-2004
161TÜRKİYE SEVDALILARI
163KIRIK TESTİ – 31-01-2004
163HİCRETİN DÜNÜ ve BUGÜNÜ
165KIRIK TESTİ – 08-02-2004
165TEVHİD-ŞİRK DENGESİ
167KIRIK TESTİ – 17-02-2004
167İZZET VE ZİLLET
169KIRIK TESTİ – 05-03-2004
169NEBİ VESAYETİ
169ADANMIŞLAR
170KIRIK TESTİ – 19-03-2004
170SAFVET ve İÇ KARGAŞA
171KIRIK TESTİ – 04-04-2004
171HOŞGÖRÜ SÜRECİNİN TAHLİLİ
173KIRIK TESTİ – 12-04-2004
173KENZ-İ MAHFİ (1)
175KIRIK TESTİ – 25-04-2004
175KENZ-İ MAHFİ (2)
177KIRIK TESTİ – 09-05-2004
177ÇATLAYAN RÜYA
178KIRIK TESTİ – 16-05-2004
178GÜNÜMÜZDE VELÂYET HEDEF OLMALI MI?
180KIRIK TESTİ – 01-06-2004
180PEYGAMBERLERE SAYGI ve BOZULAN DENGELER
182KIRIK TESTİ – 14-06-2004
182SERZENİŞ
184KIRIK TESTİ – 23-06-2004
184Tecdit –Teceddüt Ya da Yenilenme ve Yenileşme Fantazisi
186KIRIK TESTİ – 03-07-2004
186ADALET
188KIRIK TESTİ – 17-07-2004
188İMAN, ZULÜM ve ŞİRK
188“BEN” DİYEN İKİ KİŞİ
189İNSAN VE HALİFELİK VASFI
190KIRIK TESTİ – 24-07-2004
190İFTİRALAR-KOMPLOLAR
193KIRIK TESTİ – 02-08-2004
193AHSENU’L-KASAS
194KIRIK TESTİ – 15-08-2004
194KUR’AN’IN ANLAŞILMASI, ESERLER ve EVRAD ü EZKAR
194100 REKAT NAMAZ!!!
195KARDEŞ KARDEŞİN MEDDAHI OLMALI
195SIK SIK AYNAYA BAKMAK
196KIRIK TESTİ – 24-08-2004
196ESMA-İ İLAHİYE
198KIRIK TESTİ – 29-08-2004
198KEYFİYET ve KEMMİYET
200KIRIK TESTİ – 05-09-2004
200DEVLET KUTSANMAMALI, AMA...
200Ömer (r.a.) gibi idareci mi istiyoruz, öyleyse...
202Devlet Bize Karşı mı?
202İthamlar ve gurbet
204KIRIK TESTİ – 12-09-2004
204KURBET YOLLARI ve RIZA
204Kurbet Yolları
205Rıza-yı İlâhî
206Soru: Rıza talebiyle hacet namazı kılınır mı?
207KIRIK TESTİ – 19-09-2004
207ALLAHIM, BİZİ KENDİMİZE GETİR!
207Sen beni zayi ettin...
208Hâl Dili ve Hâlimiz
209Kulaklar doydu, gözler aç!..
210Allahım, bizi kendimize getir!
211KIRIK TESTİ – 27-09-2004
211En Önemli Vazife İ’lâ-yı kelimetullah
211İnanıyor muyuz; öyleyse...
212İman ve Amel
213Şeytanın Gemleri
214KIRIK TESTİ – 04-10-2004
214Düşmanların Gadri ve Dostların Vefasızlığı
214Sulh Adaları
215Kobraların Raksı
215Vefa umarken candan...
216KIRIK TESTİ – 11-10-2004
216MESİH NEREDE, MEHDÎ KİM?
221KIRIK TESTİ – 19-10-2004
221RAMAZAN’IN BEREKETİ
221Kendine yazık eden üç kişi
221Hâlis Oruç
222Ramazan ve Ribât
224KIRIK TESTİ – 25-10-2004
224SELAM SANA EY NEBÎ!..
224Efendiler Efendisi’ne Salât u Selâm
225Gözüm seninle aydın...
225Kırık Testi
226Aklımız O’na kurban...
228KIRIK TESTİ – 01-11-2004
228ANARŞİST RUHLAR VE MODERN KARMATÎLER
230KIRIK TESTİ – 07-11-2004
230ZİHNİ SİLKELEMEK
233KIRIK TESTİ – 16-11-2004
233FÂİLİ MEÇHUL CİNAYETLER
234Kan Seylapları
235Büyük Ortadoğu Projesi
238KIRIK TESTİ – 21-11-2004
238HİTAP ÇİÇEĞİ YA DA DİL ZAKKUMU
238Dilin âfetleri
239Sükutîler
240Dilzede mi, dîlzede mi?
241KIRIK TESTİ – 28-11-2004
241MÜFTERÎ NE DERSE DESİN, BİZİM TEK SEVDÂMIZ VAR!..
243KIRIK TESTİ – 05-12-2004
243YEMİNLEŞELİM Mİ?
244Bu konuda kim yalancı ise...
245Kimseyi lânetlemedik!..
245Allah’a havale ediyoruz!..
246Kendi üslubumuzdan fedakarlıkta bulunamayız!...
247KIRIK TESTİ – 12-12-2004
247KÜLTÜR MÜSLÜMANLIĞI ve TAHKÎKÎ İMAN
247Taklidî İman
247Tahkîkî İmana Giden Yollar
248Allahım, bizi taklitten kurtar!.
250KIRIK TESTİ – 19-12-2004
250ZİKİR ALANININ GENİŞLİĞİ ve YANIK NAĞMELER
250Soru: Zikir mülahazasını günlük işlerimiz arasına nasıl içirebiliriz?
250Bütün Azalarla Zikir
251Her Zaman ve Her Yerde Zikir
252Sâkin ve Sâmit Zâkirler
252En Dokunaklı Ses
254KIRIK TESTİ – 27-12-2004
254HİZMET, GAYRET, HİCRET; YA AİLENİZ?..
254Nefsinizi Allah’tan satın almaya bakın!..
255Kızcağızım, sen de nefsini Allah’tan satın almaya bak!..
256Yakın ve Uzak Komşu
257AKADEMİ SAYFASI – 24-09-2004
257Uzayda canlılar var mı?
258AKADEMİ SAYFASI – 01-10-2004
258Meleklerin yaratılış hikmetleri
259AKADEMİ SAYFASI – 01-10-2004
259Pahalı insanlar
260AKADEMİ SAYFASI – 17-09-2004
260Muhabbet Allah yörüngeli olmalı
262AKADEMİ SAYFASI – 10-09-2004
262İNSANIN SÛRET-İ RAHMAN ÜZERİNE YARATILIŞI
265AKADEMİ SAYFASI – 03-09-2004
265GAYE-İ HAYAL OLMAZSA...
267BÜYÜK İSLAM İLMİHALİ – (İTİKAD)
267Gerçek Dinin Esasları ve Başlıca Dinler
267Gerçek Bir Dinin Vasıfları ve Yararları
268İslam Dininin Genelliği ve Mutlu Sonuçları
268İman ve İslamın Niteliği
268İman ile İslamın Şartları
269Peygamberlere İman
270Semavi Kitablara İman
271Meleklere İman
271Meleklerin Varlığındaki Hikmet
273BÜYÜK İSLAM İLMİHALİ – (İTİKAD)
273Ahirete İman
273Kıyametin Oluşu ve Başlangıç Alâmetleri
274BÜYÜK İSLAM İLMİHALİ – (İTİKAD)
274Ahirete Ait Olaylar
275BÜYÜK İSLAM İLMİHALİ – (İTİKAD)
275Kaza ve Kadere İman
275Kaza ve Kadere İman Sorumluluğa Engel Değildir
277BÜYÜK İSLAM İLMİHALİ – (İBADET)
277Başlangıç: Müctehidlerimiz
279BÜYÜK İSLAM İLMİHALİ – (İBADET)
279Başlangıç: Müctehidlerimiz (devam)
280BÜYÜK İSLAM İLMİHALİ – (İBADET)
280Başlangıç: Müctehidlerimiz (devam)
281BÜYÜK İSLAM İLMİHALİ – (İBADET)
281Müslümanlıkta İbadetler, Taharetler
282BÜYÜK İSLAM İLMİHALİ – (İBADET)
282Bir Kısım Dinî Deyimler
284BÜYÜK İSLAM İLMİHALİ – (İBADET)
284Bir Kısım Dinî Deyimler (devam)
286BÜYÜK İSLAM İLMİHALİ – (İBADET)
286Bir Kısım Dinî Deyimler (devam)
287BÜYÜK İSLAM İLMİHALİ – (İBADET)
287Din Yönünden Temiz Sayılan Şeyler
289BÜYÜK İSLAM İLMİHALİ – (İBADET)
289Din Yönünden Temiz Sayılmayan Şeyler
289Hafif Olan Pislikler
289Temiz Olmayan Şeylerin Hükümleri
290BÜYÜK İSLAM İLMİHALİ – (İBADET)
290Oruçlu İçin Mekruh Olan ve Olmayan Şeyler
290Orucu Bozan ve Bozmayan Şeyler
292Kaza Edilmesi Gereken ve Gerekmeyen Oruçlar
293Keffareti Gerektirmeyen Oruçlar
296CEVŞENÜ’L-KEBÎR
296(1/ 1-10)
297CEVŞENÜ’L-KEBÎR
297(2/ 1-10)
298CEVŞENÜ’L-KEBÎR
298(3/ 1-10)
299CEVŞENÜ’L-KEBÎR
299(4/ 1-10)
300CEVŞENÜ’L-KEBÎR
300(5/ 1-10)
301ESMÂÜ’L-HÜSNÂ
302ESMÂÜ’L-HÜSNÂ
303ESMÂÜ’L-HÜSNÂ
304ESMÂÜ’L-HÜSNÂ
305ESMÂÜ’L-HÜSNÂ
306ESMÂÜ’L-HÜSNÂ
307ESMÂÜ’L-HÜSNÂ
308ESMÂÜ’L-HÜSNÂ
309ESMÂÜ’L-HÜSNÂ
311ESMÂÜ’L-HÜSNÂ
312ESMÂÜ’L-HÜSNÂ
313ESMÂÜ’L-HÜSNÂ
314ESMÂÜ’L-HÜSNÂ
315ESMÂÜ’L-HÜSNÂ
316OSMANLI PADİŞAHLARI
3161. Osman Gazi
317OSMANLI PADİŞAHLARI
3172. Orhan Gazi
318OSMANLI PADİŞAHLARI
3183. Murad Hüdâvendigâr
319OSMANLI PADİŞAHLARI
3194. Yıldırım Bayezid
320OSMANLI PADİŞAHLARI
3205. Sultan Çelebi Mehmed
321OSMANLI PADİŞAHLARI
3216. Sultan İkinci Murat
322OSMANLI PADİŞAHLARI
3227. II.Mehmed (Fatih Sultan Mehmed)
323OSMANLI PADİŞAHLARI
3238. Sultan İkinci Bayezid
324OSMANLI PADİŞAHLARI
3249. Yavuz Sultan Selim
325OSMANLI PADİŞAHLARI
32510. Kanuni Sultan Süleyman
326Tarihten Alacağımız Dersler Vardır / Bunları Biliyor musunuz?
327Tarihten Alacağımız Dersler Vardır / Bunları Biliyor musunuz?
328Tarihten Alacağımız Dersler Vardır / Bunları Biliyor musunuz?
329Tarihten Alacağımız Dersler Vardır / Bunları Biliyor musunuz?
330Tarihten Alacağımız Dersler Vardır / Bunları Biliyor musunuz?
331Tarihten Alacağımız Dersler Vardır / Bunları Biliyor musunuz?
332Tarihten Alacağımız Dersler Vardır / Bunları Biliyor musunuz?
333Tarihten Alacağımız Dersler Vardır / Bunları Biliyor musunuz?
378KELİMELER – KAVRAMLAR
378ABD
380KELİMELER – KAVRAMLAR
380ADÂLET
381KELİMELER – KAVRAMLAR
381ÂDEM
383KELİMELER – KAVRAMLAR
383AHD
385KELİMELER – KAVRAMLAR
385AFV-İSTİĞFAR
386HOCAEFENDİ’NİN SAĞLIĞI
389MAHKEMEYLE İLGİLİ
389Fethullah Gülen hep tehdit altında olacak!
389MAHKEMEYLE İLGİLİ
389Hoşgörü, Terör Diye Yargılandı
392MUHTELİF YAZILAR
392Biraz da Gurbet Düştü!
394MUHTELİF YAZILAR
394NEREDESİN EY VEFA
396MUHTELİF YAZILAR
396BİR ANNENİN MEKTUBU
398MUHTELİF YAZILAR
398VİLÂDETİN ÇAĞRIŞTIRDIKLARI
401MUHTELİF YAZILAR
401Ey sevgili (1)
401MUHTELİF YAZILAR
401Ey sevgili (2)
402MUHTELİF YAZILAR
402Ey sevgili (3)
403MUHTELİF YAZILAR
403Her şey seni hatırlatıyor
404MUHTELİF YAZILAR
404Mekke’nin sahibi var
405MUHTELİF YAZILAR
405ZAMAN’a katkıda bulunmak
405MUHTELİF YAZILAR
405Şarkılardan fal tutunca
406MUHTELİF YAZILAR
406Farklı Gazete’nin farkı
407MUHTELİF YAZILAR
407Ufkumuza Doğan Müjde
408MUHTELİF YAZILAR
408Minare, alem ve paratoner
409MUHTELİF YAZILAR
409‘Yoksa sen Yusuf musun?’
411MUHTELİF YAZILAR
411ANZAKLI ÖMER’İN HİKAYESİ
413MUHTELİF YAZILAR
413BAHAR KOKULU SAÇLARINDAN...
414MUHTELİF YAZILAR
414Gurbet... Sadece O’na Gurbet!...
417HERKÜL – TOMURCUK
417İHTİYAÇ SAHİBİNE İYİ DAVRANIN
420HERKÜL – TOMURCUK
420YAĞMUR RAHMETTİR
425O “ S U Ç “ B E N İ M
429YENİDEN HAYATA DÖNÜŞ
431YOLCULUK
435ARKADAŞ
439DUA
KIRIK TESTİ – 18-11-2001
“Ben Sifirim”
İnsan kendini “sifir” kabul etmeli; “sıfır” bile değil, Arapça’daki haliyle “sifir” bilmeli. Çünkü “ı” larda kendini hissettiren bir sertlik var. Kendinde bir şey vehmeden kaybetmiştir. İkram ve imtihanı ilâhî olarak bazı şeyler kendisine gösterilse veya güzel rüyalar görse bunu dahi anlatıp kendine pay çıkaran hasta ruhlar vardır. Bu çok tehlikeli bir yoldur. Daha tehlikelisi de “Aczimize binaen Allah zaman zaman lütfediyor böyle...” denmesidir. Bir adam uçsa, gitse ağacın tepesine konsa, sonra da bunu sağda-solda anlatsa bu adam boştur. Ben nezaketim icabı böyle diyorum, yoksa o adam BOMBOŞTUR. Çünkü Hak dostları Cenab-ı Hakk’ın sırlarını ifşa etmez. Bu türlü lütuflar uluhiyete ait sırlardır, ifşa edilmez. Allah da zaten sırrını yayacak kimselere onları bildirmez. Bunlar imtihan vesilesidir. Bunlar tehlikeli ve ses çıkarılmaması gereken bir yerde cepteki bozuk paralardır, hissettirilmemesi gerekir. Bozuk paraları şıkırdatırsan avcılar seni duyar, bu avcılar yaman olur, endişe et ki seni vurur.
Allah’ın has kulları kendisini hiçbir şey görmez. Mesela, Kutup önünü hep sisli-dumanlı görür. Ufku açık değildir. Herkes onu ulaşılmaz zirvelerde müşahede eder ama o kendisini çukurlar içinde görür.
Ayakların hep yere bassın, düştüğün zaman canın yanmasın, bir tarafın kırılmasın. Kendi vehimlerinle oluşturduğun dünyada bulunduğunu zannettiğin yüksek yerlerden düşersen, düştüğün yer en derin çukurlar olur ve hiçbir yerin sağlam kalmaz. Dikkat et, makamın, olduğun zannettiğin yer değilse düşmen de kaçınılmazdır.
***
Sabır ve Sabır Kahramanları
Çekilen sıkıntılar, başa gelen musibetler varılmak istenen hedefe bakıldığında çok küçük kalır. Bizler perişan keloğlanın, padişahın kızına talip olması gibi Cennet’e talibiz. Bu Kerem’in Aslı’ya talip olmasına benzemez. Ben ıvır-zıvır halimize bakınca gülesim geliyor. Talip olunan şey ise çok değerli. Üstadımızın ifadeleriyle bin sene mesûdâne dünya hayatı onun bir saatine mukabil gelmez. Onun da ötesinde Cemalini müşahede var. İşte bu hedefe ulaşmak adına herşeye tahammül etmek, her sıkıntıya göğüs germek, her musibete katlanmak gerekir.
Hazreti Üstad, Hazreti Eyyüb için “sabır kahramanı” der. Hazreti Yakup da bir başka sabır kahramanıdır. Yusuf Suresi’nde iki yerde kolunun-kanadının kırıldığı noktada “fe sabrun cemil” der. Üstad, O’nun Hazreti Yusuf’un kaybolmasındaki teessürünü babalık şefkatine bağlar. İmam Rabbani’nin söylediği husus da dikkate değer. Ayrıca, “Hazreti Yakup, Hazreti Yusuf’un istikbalde eda edeceği misyonu biliyor, hissediyordu. Onun teessürü biraz da bundan dolayı idi” de denebilir.
***
Dua
Duada esas olan kabulüne inanmak, güvenmektir. Duada elleri açmak bir yana, insan asıl göğsünü açmalıdır. Sabah ve ikindiden sonra yapılan dualarda söylenen cümleler Mecmuatu’l-ahzab’da mevcuttur ama az bir farkla kayıtlıdır. Orada “Sübhaneke Ya Allah tealeyte Ya Rahman ecirna minen nar bi avfike Ya Mücir” denilir. Mücir de Allah’ın ismidir ancak burada “bi avfike Ya Rahman” demek bana daha sevimli geliyor. Üstad bu duayı çok önemli gördüğünden olacak sabah ve ikindiye hasretmiş. Mecmuatu’l-ahzab’ta Gümüşhanevi Hazretleri duaların faziletine dair pek çok şey söylemiş. Bunlardan ilk bakışta çok mübalağalı gibi görünen şeyleri Üstad’ın verdiği ölçüler çerçevesinde anlamak lazım. Yani o durum, okuyanı ilgilendirir. Başka bir ifadeyle mesela, “Şu duayı bir kere okuyan Cennet’e girer” denildiği zaman bunu “Bu dua öyle bir duadır ki onu inanarak, gönlünü vererek layık-ı vechiyle bir kere okuyan Cennet’i kazanabilir” şeklinde anlayabiliriz. Benim öyle inancım var ki bir insan gönlünü açsa ve kamil imanıyla bir kere “Allah!” dese sonra kendini onuncu kattan aşağı atsa, betonlar paramparça olur da ona bir şey olmaz. Bilhassa alem-i İslam’ın kan kustuğu şu günlerde göğsünü çatlatırcasına dua etmek lazım, buna ihtiyaç var.
Özü Muhafaza
İmanı oturaklaşmış insanlar, dışarıdan aldıkları, okudukları herşeyi -zararlı şeyler olsa da- süt guddelerinin fışkıyı süte çevirmesi gibi onları faydalı bir hale getirirler. İmanı rasanet kesbetmemiş insanların zihninde, okudukları herşey sümüklü böceğin izleri gibi pis izler bırakır.
***
KIRIK TESTİ – 23-11-2001
Vifak ve İttifak
Kişi, mü’min kardeşinde kendine yakın olan ve asıl görmesi gereken hususiyetleri göremiyor. Mesela; ondaki imanı, imana ait hususiyetleri görmüyor da daha uzaktaki ve hiç de önemi olmayan kusurları görüyor, onları büyütüyor, daha önemli şeylerin yerine onları koyuyor. Zaten bunlar çok defa ona göre kusurdur, burada kriter Kitab-Sünnet değildir.
Müslümanlar bazen oluyor ki; birbirlerine, bir dönem müslümanlığın belini büken Karmatiler’e etmedikleri buğzu ediyor, kini güdüyor. Halbuki vifak ve ittifak tevfik-i ilahiye sebeptir. İrade ile, aynı çizgide olma, bir saf teşkil etme yoksa, semanın bereketi ve Allah’ın muvaffak kılması yoktur. Tevfik isteniyorsa bunun sebebi ittifaktır. Biz hikmetini anlamasak da muvaffakiyet vifak ve ittifak sebebine bağlanmıştır.
Bunun elde edilmesi için:
1. Asıl ubudiyet, işlene işlene tabiatın bir parçası haline gelen ubudiyettir. Mü’min kardeşlerimizle uyum meselesini de temrinat yapa yapa fıtratımız haline getirmeliyiz. Hatta “Kardeşlerimizle uyum içinde çalışmaya” yemin eden bana göre sevaba girer. Yeminini bozarsa altmış gün oruç tutsun, zorlasın kendini. O güzel haslet fıtrat haline gelinceye kadar böyle bir şeyle bağlasın nefsini. Bir koruluğun sık ağaçları gibi, şuursuz-iradesiz dalların-yaprakların bir arada olmasındansa, irade ile, nefsin içimizdeki ihtilaf temayüllerini bastıra bastıra bir arada yaşamaya ve uyum göstermeye çalışmak yeğlenir. Çünkü insanın en önemli yanlarından birisi iradesidir.
2. Çevremizle münasebetlerimizde egoist, bencil olmamalıyız. “Herşeyin en iyisini ben bilirim”, “Herkes bana uymalı” şeklindeki tavırlar uyumu, vifak ve ittifakı zedeler. Hatta bunlar söylenilemeden hissettirilse dahi zedeler. Ben böyle anlayışa sahip çok insan gördüm ki kırk sene boyunca hiçbir şey ortaya koyamamıştır. Dıştan bakıldığında dâhi gibidir, ülkeler fethedecek gibi durur ama hiç kimseyle uyum sağlayamadığı için hep havanda su döver. Onun için çevremize karşı tavırlarımızda dikkatli olmalı, hatta Nurları okuyorken bile başkasına bir şey anlatma mülahazası ile değil, kendine nasihat edasıyla okumalı.
Öte taraftan Allah bizi böyle arkadaşların içine koymuş, bunun nimetini bilmek gerek. Eğer bu iyi değerlendirilmezse nankörlük olur, küfran-ı nimet olur.
***
Sosyal ve başarılı olmayı takdir ederim. Fakat, mahcup ve edepli olmayı tercih ederim
***
Başkalarının ayıbını örtmek sizin en büyük ibadetlerinizden daha büyüktür.
***
Namazda Farklılık Ortaya Koyma
Namazda ah vah etme, inleme ve ses çıkarma eğer gayr-ı iradi ise sakıncası yoktur. Bu bir derecenin gereği ise ve cezbeden kaynaklanıyorsa buna bir şey demem. Yani böyle bir kimse öyle bir hal yaşayacak, kendini kaybedecek ve farkında olmadan ses çıkaracak, inleyecek.. sonra ona “böyle yaptın” denilince “öyle mi, ben hiç hatırlamıyorum” diyecek, hiç farkında olmayacak yaptığının. Böyle değilse ses çıkarmamalı, farklılık izhar etmemeli. Ağlamak da böyle. Mümkün olduğunca mani olmaya çalışacaksın. Ama engel olamıyorsan, gayr-ı iradi içinden geliyorsa bir mahzuru olmaz.
Üstadın namaza başlarken ve namazdaki hallerini anlatırlar, gözleri bir garip olur, sesi garip çıkar. Bu bir seviye işidir. Seviyesi o olmayanın bunu taklit edip bu çeşit hareketler sergilemesi hiç doğru değildir.
İnsanlarla beraber ifa edilen ibadetlerde şirk ve riya tehlikesi vardır. Yalnız başına namazını verip veriştiren adam, başkalarının yanında uzatıyorsa, süslüyorsa bu -Allah muhafaza- şirktir. Yalnızken uzun uzadıya kılan birisi başkalarının yanında kısa eda ediyorsa bu da riyadır, çünkü bu adam insanların mevcudiyetini kale alıyor ona bir değer atfediyor. Öyleyse yalnızken nasıl namaz kılıyorsa cemaat içinde öyle kılacak. Ne uzun ne kısa.. hiçbir farklılık ortaya koymayacak. Adeta bir çobanın koyunları yanında kıldığı namaz gibi. Çoban kıldığı namazı koyunlarının görmesini dikkate alır mı? Bu arada namazını kamil namaz seviyesine çıkarmak için hep gayret içinde olmalı.
Namaz Bizi Kurtaracak Bir Şey. Öbür Tarafta Başımıza İş Açmasın!!!
***
“Ateş düştüğü yeri yakar” sözünden iğreniyorum. Eğer müminsem, niçin her yere düşen ateş beni yakmıyor. Mustarip insan ne kadar da az!..
***
Dünya yansa dertsizin bir tutam otu yanmıyor. Kollektif şuurla da olsa bir heyetin her şeyi yapacağına inanma Allah’a karşı saygısızlıktır ve küllî enaniyetidir. Bu şekilde ‘ene’(benlik), ‘nahnu’(biz duygusu) içinde beslenir ve büyür. Diğer insanlara, topluluklara tepeden bakma olur. Bir cemaate giren kurtulur inancı ise çok tehlikelidir. Cemaate güven değil, Allah’ın rahmetine recâ beslemek esastır. Kinleri, nefretleri, hasetleri olan bir cemaati Allah muvaffak kılsa onların dünyaya bırakacağı kin, nefret ve hasettir. Allah dünyayı böyle Müslümanlarla niye kirletsin ki!
***
Hırs hiçbir durumda tecviz edilemez. Ancak Allah’ın rızasını kazanmada, hayır ve hasenat yolunda, O’nun adını dünyanın dört bir tarafına ulaştırma gayreti hususunda hırs caiz hatta matlubtur.
KIRIK TESTİ – 01-12-2001
Şeytanın Tuzakları
Bazı tasavvuf kitaplarında mekaid-i şeytan ve desais-i şeytanın iki türlü olduğu kaydedilir: 1. Herkesin başına gelebilen, fena bir şeye teşvik etmesi, çirkinliği güzel gösterip onu irtikap ettirmesi. 2. Bazıları için mezelle-i akdâm (ayakların kaydığı nokta) olan, zahiren hayırlı gibi görünen işlerdeki desiseleri. Mesela güzel rüyalar görür, bir şeyler hisseder.. hatta insanların kalbini okuyabilir. Fakat bunlara takılır, bunları başkalarına hakimiyet kurma hususunda kullanır, bunlardan kendine pay çıkarır. Tevazu sergilemesi gerekirken enaniyeti köpürür. İşte buna kebire (büyük günah) demişler. Neticesinde ise Allah korusun mahvolma muhtemeldir. Ve kimbilir şeytan bazı insanları bu tuzağa düşürmek için rüyalarına girer, güzel görünür. Keşf u keramet nevinden şeyler ve insanların içini okumak gibi işler şeytanın ilhamıdır belki de.
***
İnsanın nefsi yılan gibi, çıyan gibi en amansız düşmandır. Siz yılan-çıyan dolu bir mağaraya girseniz işiniz kolaydır, delikleri tıkarsınız olur-biter. Ancak yılanlar, çıyanlar, akrepler içinizdeyse ne yapacaksınız?
***
Hasan-ı Basri’den İki Söz ve Hatırlattıkları
Hasan-ı Basri der ki: “İlimce diğer insanlardan üstün olan kimseye yakışan, amelce de onlara üstün olmasıdır.” Vatana-millete hizmet ederken önde görünenler normal insanlardan daha çok, çok daha çok evrad u ezkar yapmalı: 1. Sorumluluğu ağır olan insanlar duaya, evrad u ezkara ve inayet eli istemeye daha çok muhtaçtır. 2. Kendi konumunda derince inanmanın gereği olarak ibadet u taat artmalıdır. Yani inanmadaki derinliği zaten onu daha çok zikre sevk eder. 3. “Efelâ ekûne abden şekûrâ” sırrına göre o şükreden bir kul olmak için sürekli ibadete yönelmeli. Ayrıca böyle insanlar harem dairesinde bulunmaktadır. Orada bulunan kimseler koridorda duranlar gibi davranamazlar.
Hasan-ı Basri’ye izafe edilen bir başka sözde o şöyle der: “Biz ilmi dünya için istemiştik, o bizi ahirete çekti.” Bu söz ondan daha önce de söylenmiş olabilir ama ona dayandırılır. Sanki onunla iştihar etmiştir. Tabiin ubudiyette ve ilimde sahabeden önde görünüyor dememiz doğru olabilir. Ancak sahabe ubudiyetin, imanın başka bir yönünü temsil ediyordu. O da dini muhafaza, siyanet ve emaneti sağ-salim yeni nesle nakletme, ubudiyet ve ilim için uygun zemin hazırlama meselesidir. Sahabe olmasaydı din olmazdı. Onların asrı en hayırlı asırdır ve sonrakilerin sevaplarından onlar da hissedardırlar.
Evet, tabiin devri ilmin ve o ilimle amelin zirvede olduğu bir devirdir. Hadisde buyurulur ki: “İlimden ilk kaldırılacak şey huşûdur.” Şu an ilimde huşû kaybedildi, o da kaybedilince herşey bitti. Hayatımda tanıdığım bir kaç insan vardı. Mesela birisi namazını o kadar temkinle kılardı ki bir-kaç kişi bana şöyle demişti: “Onun dükkanının önünden geçerken bir kere baksam ahireti hatırlıyorum.” Evet, mü’min hele ki ilim sahibi bir mü’min, görüldüğünde Allah hatırlanmalı.
***
Seyr-i sülûk-i ruhânîde kalb mi öncedir, ruh mu? Bu tartışılan bir konudur. Bana göre önce ruhî hayat, sonra kalbî hayat gelir. Ruhla insan bir noktaya gelir, sonra latife-i Rabbaniye olan kalb ile yoluna devam eder, sırra ulaşır, oradan hafîye sonra ahfâya...
***
Emniyet
İnsan bu dünyada emniyetle yaşamamalı. Hiçbir zaman kendine güvenip kendinden emin olmamalı. İnsan dünyada hep havf ile yaşamalı. Akibeti hususunda hep tir tir titremeli. Onu Allah’a vermeli. “Ben kafirim, ben münafığım” demek caiz değil ancak içinde hep bir endişe olmalı, ben de münafıklık alâmeti var mı diye. Bu endişeyi koca Hazreti Ömer bile taşıyor ki biz neden taşımayalım. Namazını kıldığı zaman makbul olduğuna inanmalı ancak “Bunda bir eksiklik var mı, yüzüme çarpılır mı?” diye endişe etmeli. İnsan yaşarken hep havf galip olmalı. Reca ise ölürken insana yoldaş olur. Bunu İmam Gazzali dahil muhakkikin ifade eder. İnsan ölürken reca duyguları içinde der ki: “Artık yapabileceğim bir şey kalmadı. Şu an kendimi tamamen Allah’ın rahmetine teslim ediyorum.” İmam Şafii de vefat ederken diyordu ki: “Cealtür recâ li avfike süllemâ-Allahım, recayı affına merdiven yaptım.”
***
Hazreti Osman mezarlığa uğradığı zaman nefes alamayacak hale gelinceye kadar ağlardı.
***
İmana Mani Hususlar
1. Tekebbür: Günümüzde ateistler diyorlar ki “İnsan olabildiğine hür kalmalıdır. Hatta siz Allah’a kulluktan bahsettiğiniz zaman insanın hürriyetini ortadan kaldırırsınız. Kime olursa olsun “kulluk” söz konusu olursa hürriyet olmaz ve insan sömürülmüş olur.” Böylesine bir tekebbür tabiatıyla imana manidir.
2. Bakış Zaviyesindeki İnhiraf: Bazen bakışlardaki zar kadar değişme neticede çok büyük farklılık arzeder ve bazen insanı imandan dışarı çıkarır. Üstadın NİYET ve NAZAR mevzularındaki açıklamaları bu açıdan çok önem taşır.
3. Cehalet.
4. Alışkanlıklar.
KIRIK TESTİ – 03-12-2001
Günah
Günah çok kötü bir şeydir ancak bir yerde iyi sayılabilir. O da kulun bir günaha girip bir ömür boyu onun için ah u vah etmesidir. Mesela bir harama im’an-ı nazar ile (dikkatlice) bakmıştır, yıllar sonra bile onu hatırladıkça iki büklüm olur ve o Rahmet Kapısı’na yönelir.
***
Öyle bir Sultan’a kul olacaksın ki Fatih Sultan Mehmet ile bir farkın kalmayacak, Yavuz Sultan Selim ile aynı çeşmeden testini dolduracaksın.
***
Saygısızlığa Savaş
Kur’an okurken, hutbe verirken “Estaizü...” diyorlar, bu yanlış. Kur’an’da Kur’an okunacakken “Allah’a sığınma dileyin, sığınma talebinde bulunun” buyruluyor. Bu halde okurken biz, “Sığınma talebinde bulunuyoruz” demeyiz, “Sığınırız”. (Estaizü: “Sığınma diliyorum”; Eûzü: “Sığınıyorum” manasına gelir.) Yani her halükarda “Eûzü billahi...” demek lazımdır.
Her zaman Eûzü Besmele’yi adet haline getirmeliyiz. Ayet okurken besmele yetmez. Çok saygılı davranmalıyız. Efendimiz’in her adı geçtiğinde mutlaka salavat getirmeliyiz, sadece dille değil bütün vücudumuzla. O’nun adı geçtiğinde hem bedenen hem ruhen toparlanmalıyız. Çünkü O’nun ruhaniyatı teşrif etmiş olabilir. Ama bu saygıyı gösterirken de katiyen riya ve sum’aya girmemeli, saygımızı gönlümüzün derinliği ölçüsünde ve içimizden geldiği şekliyle ifade etmeliyiz.
SAYGISIZLIĞA SAVAŞ AÇACAĞIZ. Her yerde saygıda aşırı hassasiyet göstererek onu yerleştireceğiz.
***
Zühdün tarifi: “Dünyayı kesben değil, kalben terketmek.” Bunun ölçüsü de dünya umurundan kaybettiğine üzülmemek, kazandığına sevinmemek.
***
Hazreti Süleyman bir karıncanın bir senede ne yiyeceğini sormuş. “Bir buğday” demişler. O da denemek için bir karıncayı bir kutuya koymuş ve içine de bir tane buğday atmış. Bir sene sonra açıp baktığında kutuda karınca ve buğdayın yarısı varmış. Karıncaya sormuş: “Sen senede bir buğday yemez miydin?”. “Ya Süleyman! O rızkımı Rezzak u Kerim verirken öyle idi. Ama rızık senin vasıtanla gelince senin ileride ne yapacağını bilemedim ki onun için ihtiyatlı davrandım.”
***
Birbirimizle kavga edip çekişip duruyoruz. Birbirimize canımız sıkıldığı kadar Allah’ın adının duyulmayışına canımız sıkılmıyor. Halbuki o bizim var oluş gayemiz.
***
Beklenti
Biz hiç ama hiç beklenti içinde olamayız. Hatta bir insana bir iyilik yaptığımızda ondan bile teşekkür beklentisi içinde olmamalıyız. “Men lem yeşkurin nâse lem yeşkurillah - İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a da teşekkür etmez.” hakikatı onu ilgilendirir, bizi ilgilendirmez. Biz tek bir şeyin beklentisi içinde olabiliriz o da ALLAH RIZASI. Hiçbir şeyde hırs göstermek caiz değildir ama Allah’ın rızasını kazanmak uğruna, O’nun adını dünyanın her tarafında duyurma hususunda ölesiye hırs göstermek caiz, hatta matlubtur. Hırs gösterilecek tek nokta budur.
***
Bizim pek çok zaaflarımız var. Bunların farkına varma ve itiraf etme, onları iradeyle zapt u rapt altına alma ve onlara rağmen iffetle yaşama insanı evc-i kemalâta (kâmil insan zirvesi) yükseltir.
***
Hazreti Adem’in yasak meyveye el uzatmasına “Hasenâtül ebrâr seyyiâtül mukarrabin-Ebrar adına iyilik sayılan bir fiil, daha ileri seviyede bulunan mukarrabin için günah sayılır” sırrıyla bakılmalıdır. O bir içtihat hatasıdır, iftar vaktini bilememe meselesidir. İnsanların bulundukları konuma göre yaptıkları fiiller farklılık arzeder. Salonda bulunanın, koridordakinin yaptığını yapması, salonda olma adabına uymayacağından hatadır. Harem odasında hareme mahrem olmuş kimse de salondakinin yaptığını yapamaz.
***
Efendimiz hakkında akla gelen kötü şeyleri hemen ELİNİN TERSİYLE VURUP KOVACAKSIN! Hiç barındırmayacaksın. Hani bahar bulutları gibi zihne gelse.. hani mesela “taaddüt-ü zevcât” filan akla gelse hemen “Ne güzel Ya Rabbi! O Güzeller Güzelinde bu şey ne güzel duruyor!” diyeceksin.
KIRIK TESTİ – 10-12-2001
Müteferrik
Ramazanın son on gününde itikaf yapmalı, elden geldiğince geceleri yatmamalı ve teravihleri uzun kılmalı. Üstadımız da Ramazan-ı Şerifin son on gecesinde talebelerini uyarır, o mübarek zaman dilimini en iyi şekilde değerlendirmelerini istermiş.
***
Edebin asıl menşei sünnet-i seniyyeye ittiba etmektir; vicdan değildir, kalp değildir.
***
İlim yuvalarında eskiden öylesine bir ihlas vardı ki.. insanlar sırf Allah rızası için gelir, bir şeyler öğrenirler, ders okurlar; makam, paye, mansıb, diploma, kariyer nedir bilmezlerdi. Onlara “diploma” deseniz; “Ötede Allah diploma mı soracakmış?” derlerdi. Sonraki dönemlerde ihlas öldü. İnsanlar diploma ve dünyalık uğruna okumaya-çalışmaya başladılar. Diplomayı küçümsediğim, onun önemini inkar ettiğim düşünülmesin. Benim söylediğim, Allah rızasının önüne başka şeylerin geçtiği hakikatıdır. Yoksa diploma da, kariyer de, meslekî başarılar da hep Allah rızasını kazanmak uğruna kullanılmalıdır. Her işin başı Allah rızasıdır, onun dışındaki her şey tali ve ona tabi olmalıdır.
Aslında ferdin başında bir kayyım olmalı ve başını döndürecek-bakışını bulandıracak dünyalık bir şeye nail olduğunda o onu yıkmalı. Aynı küçük çocukların özene bezene yaptıkları şeyleri büyükçe bir çocuğun gelip bozması, dağıtması gibi. Evet, bir kayyım bizim nazarlarımızı dünyaya celbeden şeyleri yerle bir etmeli, ta ki her şey halisane Allah için olsun. Zaten Allah sevdiği kimselere dünyayı nasip etmez. Ellerini her uzattıklarında dünya onlardan kaçar. Allah çeşitli vesileler ile onları dünyaya küstürür.
Erzurumlu bir alim vardı. Oğlu öldüğü gün yemyeşil bayramlıklarını giydi ve herkese sürurla mukabele etti. Diyordu ki: “Allah benimle muamelede bulundu.”
Yaşar Hoca çok anlatırdı: Fatih Camiinde ders veren bir Hüsrev Hoca varmış. Yaşar Hoca da onun derslerine katılırmış. Çok derin birisi... Bir kızı varmış ve üniversitede okurmuş. Bir gün Yaşar Hoca ders okumak için hocanın kulübesine geliyor. Bakıyor ki bahçede bir kazanla su kaynıyor. Hoca her günkü gibi dersini takrir ediyor. Tavırlarında, neşesinde hiçbir farklılık yok. Ders bitince diyor ki: “Şimdi sıra cenazemizi defnetmekte. Bizim kız dün gece vefat etti.” İşte böylesine Allah’a iman... O verdi, O aldı. Biz de ölünce O’nun yanına gideceğiz. Yüreği yanmaz mı, elbetteki yanar. Ama iman her şeyi hallediyor.
Kalbe dünya sevgisini koymamak.. kalb iki sevgiye dardır, hakikatine göre yaşamak. İbrahim Edhem kıssası bunu çok güzel anlatır.
***
Allahım! Göz açıp kapayıncaya kadar dahi olsa hoşnut olmayacağın şeylerle bizi baş başa bırakma, ne olur bahtına düştük!
***
Akla gereğinden daha fazla önem veren ilim adamları rasyonalizm içinde boğulmuşlardır. Akıl yerine göre önem arzeder. Ancak kalb öndedir, akıl ona yardımcıdır. Akıl insanı belli bir noktaya götürür. O noktadan sonra akıl fayda vermez. Orada onu taşa vurup kırmak ve yolun sonrasına kalb ayağıyla devam etmek gerekir. Akıl burada kalbe “Haydi top senin çevgan senin artık” der. Böyle bir benzetme ile Mevlana da dahil bazı sufiler Cebrail aleyhisselam’a akl-ı evvel (ilk akıl) demişlerdir. Zira o, Miraç’ta bir noktada “Buradan daha ileri gidemem” demiş, Efendimiz yalnız olarak yoluna devam etmiştir. Ben Cebrail için öyle diyemem, uygun bulmuyorum ama bu işin ehli olan Mevlana bu konuda çok ısrarlı. Ben hergün Cebrail’e salat u selam okuyorum. Ancak bazen düşünüyorum “O bir melek, terakki etmesi söz konusu değil. Benim duam onun hakkında ne ifade edecek?” Yine de okumaya devam ediyorum.
Kur’an’da “akıl” kelimesi geçmez. Hep muzari sîgası ile “ya’kilûn, ta’kilûn” buyrulur. Muzari fiilin özelliğine bakılacak olursa şu manâ düşünülebilir: “Kendisinde cehd ü gayret gösterilen, devamlı üzerinde durularak işlenen pratik akıl.” Dediğimiz manâdaki “akıl”, mâzi sîgası ile yoktur. Çünkü mâziyette durgunluk ve durağanlık vardır. Mâzi sîgası ile akıl sadece bir yerde geçer o da konumuz dışındadır.
***
Berzah aleminde herkes inandığı şekilde karşılık görür. Allah yardımcımız olsun. Hiç kimseye ve hiçbir amele değil, sadece Allaha güvenmeli. Sizin vesileliğinizle milyonlarca insan müslüman olsa bile bunlara değil sadece Allaha güvenmeli. Çünkü mürekkep balığı gibi ortalığı bulandıran nefis denen bir şey var.
***
Namazda okunan şeylerin me’sûrattan (Efendimiz’den nakledilmiş) olmasını Hanefî uleması şart koşar. “Ve celle senâüke” ibaresi, me’sûrattan olduğu konusu ihtilâflı olduğu için namazda hazfedilir (okunmaz). Bu itibarla nafile namazlarda bile olsa me’sûratın dışında veya Türkçe olarak dua okunmaz.
***
Esved bin Yezid en Nehâî müctehid, günde beş yüz rekat namaz kılıyor. Ölmesine az kala nebilik makamıyla arasında dört parmak kaldığını söylüyor. Ölmek üzere iken ağlıyor; soruyorlar, günahlarına mı ağlıyorsun? “Ne günahı, dinsiz gideceğimden korkuyorum.” diyor. İşte biz bu duyguyu yitirdik.
***
Namazda iki şahıs arasında boşluk kalmamalı. Bu konu hassas ele alınmış ve Sahabe Efendilerimiz titizlikle uygulamış. Omuzlarını, topuklarını birbirlerine yapıştırmışlar. Topuklar birleştirilirken insanın kendi ayakları arasında bir boşluk oluşsa da bu önemli değildir. İster namazda ister dışında kişinin kendi boşluğundan daha önemli olan şey kardeşleri ile arasındaki boşluktur. Çünkü o “fürücât min şeytan” dır.
***
Bilen insan çok fakat bildiğini temsil eden insan çok az. Bilginin irfana dönüşüp onun da davranışlarımıza aksetmesi bizim eksikliğimiz.
***
Menkıbelerde asla değil de fasla bakılır prensibinden yola çıkarak ifade etmek istiyorum: Hz. Musa’ya Cenab-ı Allah, “Bana mahlukatın en hakîrini bul, getir” diyor. O da çirkince bir kelp bulup tasmayı kafasına geçiriyor ve yola revan oluyor. Yolda nebî firasetiyle birden irkiliyor; tasmayı köpekten çıkarıp kendine takıyor ve öylece huzura geliyor. Cenab-ı Allah, “Ya Musa, önceki halde gelseydin seni helak ederdim” buyuruyor.
***
İnsan kendini ehkar-ı mahlukat bilmeli.. kendini pislik addetmeli.. kendine pislik dendiği zaman bir şey demiyecek ve rahatsız olmayacak şekilde bunu nefsine kabul ettirmeli.
***
İmam Azam’ın meclisinde bazılarının ifadesine göre elli bin müçtehit vardı. Hadi o kadar olmasın, biz beşbin diyelim. Düşünün hepsi müçtehit bu insanların. İşte İmam Azam bunlarla her meseleyi müzakere ederdi. Koca İmam’ın önce “şöyledir” deyip sabaha kadar düşündükten sonra ertesi gün “Sizin görüşünüz doğruydu, ben görüşümden vazgeçtim” dediği o kadar çoktu ki. Diyebilirim ki, konuştukları meselelerin yüzde altmışında bu cereyan etmiştir. Bir insan dâhi olabilir ancak normal zekaya sahip olup danışarak iş yapan ondan daha başarılı olur. Bazıları öyle bencil ve egoisttir ki kesinlikle danışmaz. Kendi sığlığı belli olmasın diye de çevresinde hep çukur insanları bulundurur, yakınlarında kabiliyetli insanlara hakk-ı hayat tanımaz.
***
Peygamberlerle dağlar arasında sıkı bir alâka vardır. Efendimiz nübüvvete Cebel-i Nur’dan, Hira’dan; hicrete Sevr’den yürümüştür. Bütün yüce davalar zirvelerde yoğurulmuştur. Bunun aksine alçak yerler, hele deniz kenarları şeytanın seccadesini serdiği yerler olmuştur.
***
Bekir Berk anlatıyor: Hür Adam Gazetesinde bir yazı çıkıyor. Bu yazıda herkesin yeis içinde olduğu, hatta Üstad’ın bile ümitsizliğe kapıldığı anlatılıyor. Bekir Berk hemen bir yazı yazıyor ve gazeteye gönderiyor. Yayınlanan yazıda Üstad’ın hiçbir zaman yeise düşmediğini ifade ediyor. O gece bir rüya görüyor. Kendisi bir yolun kenarında bekliyor. Uzaktan bir fayton geliyor ve yanında duruyor. Faytondan Üstad uzanıyor, onun omuzlarını kavrıyor ve alnından öpüyor. Tam bu sırada telefon çalıyor ve uyanıyor. Rüyası kesildiği için kızgın kızgın telefonu kaldırıyor. Telefonun öbür ucunda Sungur Abi diyor ki: “Bekir Bey, Üstadımız yanımda. Seni alnından öpüyor!”
KIRIK TESTİ – 17-12-2001
Her bir günah, kendinden önceki bir günahın çocuğu, kendinden sonraki birisinin de annesidir.
***
Cemaatla Namaz
Namazı cemaatle kılmak çok önemlidir. Hiç ihmal etmeye gelmez. Biz Hanbelî mezhebinden değiliz ama İmam Ahmed b. Hanbel’in cemaat hakkındaki anlayışı dikkate değer. O, cemaatı namazın şartı sayar. Tabiîn efendilerimiz cemaat hususunda ne kadar titizdirler. Mesela A’meş (Süleyman b. Mihran) yetmiş sene boyunca ilk tekbiri hiç kaçırmaz. Yetmiş sene yetişemediğinden dolayı tek bir rekatı kaza etmez. Bir başkası ömrü boyunca namazlarda başkasının ensesini görmez, hep en ön saftadır.
Efendimiz cemaatın önemini anlatırken buyuruyor ki: “Çok defa içime geliyor ki birisi namaz için kamet okusun, cemaat namaza dursun, ben de gideyim cemaata gelmeyenlerin evini yakayım.” Evet cemaat çok önemli. Ben size sorsam “Hayatınızda cemaatsiz, münferit kaç namaz kıldınız?” Ondan fazla ise cemaatsız namazınız varsa söylemeyin bunu, Allah’a karşı ayıptır. O on da ya uçakta ya havaalanında ya da yolda, yani cemaata imkan bulamadığınız yerlerde olmalı.
Hayat namaza göre tanzim edilmeli. Namaz bir takvim gibi hayatın her noktasını kuşatmalı. Hayatın gerçek takviminin blokajı namaz üzerine oturtulmalı. Namaz vakitleri köşe taşları olmalı ve sair işler bu köşe taşlarına göre programlanmalı. Eskiler bir iş için sözleştiklerinde “sabah namazından önce.. öğle namazından sonra..” derlerdi. Kur’an’da da bu espri muhafaza edilir ve pek çok yerde “namaz kılındıktan sonra.. namaza kalktığınızda.. namaza durduğunuzda..” gibi ifadelerle ferman buyrulur.
***
Ağlamak da tebessüm de kalbin çehreye yansıyan rengi olmalıdır.
***
Salât u Selâm’a Dair
Efendimiz’e (sallâllâhü aleyhi ve sellem) ne kadar salât u selâm okunursa azdır. En sonunda “Bi adedi ilmike, bi adedi ma’lûmâtike” denirse bu kuşatıcı olur. Zira Cenab-ı Hakk’ın ilmi her şeyi kuşatır. O’nun ilmi sayısınca demek herşeyi kapsayan bir keyfiyet olur. Ben böyle dedikten sonra içimden geçiyor ki “Allah’ım, ben bilmiyorum, başka büyük bir adet varsa onu öğret onunla diyeyim.”
Efendimiz’in (sallâllâhü aleyhi ve sellem) ismi zikredildiğinde salât u selâm getirmek vaciptir. Ancak Cenab-ı Hakk’ın ismi zikredildiğinde “Celle Celâlühü” demek vacip değildir. Zira O’nu hakkıyla zikretmek mümkün değildir. O’nu hakkıyla zikretmek bizi aşkın olduğundan bu vacip görülmemiş. “Mâ zekernâke hakka zikrike Ya Mezkûr - Seni hakkıyla zikredemedik Ey Mezkûr!” buna işaret eder. Ama Efendimiz’e -O her ne kadar gaye ölçüsünde vesile olsa da- salât u selâm eda edilebilir, buna gücümüz yeter.
Salât u selâm ne kadar fazla yapılırsa o kadar iyidir. Bir sahabe efendimiz bütün duasını Efendimiz’e salât u selâma ayırıyor. Buna rağmen Efendimiz ona “Daha fazla yapsan senin için daha iyi olur.” buyuruyor. Günde yüz defa salât u selâm ve yanında istiğfar diyorsanız henüz kapıdasınız demektir. Sizin konumunuzda olanlar bu kadar az söylememeli. O’nun şefaatına bir sera gibi sığınmazsanız kurtulamazsınız. Çünkü Allah’a giden yol O’na uğrar öyle gider. Kurtuluş vizesi O’nu tanımakla alınır.
Salât u selâm dille söylendiği gibi yazıda da ihmal edilmemeli. Hem öyle kısaltmalarla da olmaz. Açık olarak ve her ismi geçtiğinde türlü türlü, çeşit çeşit salât u selâmlar yazılmalı. Benim Efendim’den ben salât u selâmı niye esirgeyecekmişim ki? Maalesef ilmîlik adına ta’zim ifadelerimiz rafa kaldırıldı. Ta’zim edilmesi gereken yere ta’zim olmazsa ona ilmîlik denmez. İlim, O’na ta’zim içinse ilimdir, yoksa o ilim değildir.
***
Gayretullah
Bir deve kervanı yola çıkmış giderken yolda fakir bir dervişle karşılaşırlar. Derviş kervancıbaşına kendisini de almalarını rica eder. Kervancıbaşı bu isteği kabul eder, yola revan olurlar. Bir zaman sonra yolda haramiler kervanı basar ve neleri var neleri yok hepsini alırlar. Dervişe de malı olup olmadığını sorunca o “Benim hiç param yok, ama kervancıbaşının değerli bir yeleği vardı, onu almayı unutmuşsunuz.” der. Haramiler kervancıbaşının yeleğini alırken o hiçbir şey söylemez ama dervişe çok gönül koymuştur. Öyle ya; ona o kadar iyilik yapmasına karşılık böyle bir tavırla karşılaşmıştır. Sonra kervan ahalisi bütün varlığını kaybetmiş bir halde bekleşirlerken devletin askerleri çıkagelir. Haramiler derdest edilmiştir. Bütün gasbedilen mallar sahiplerine iade edilir. İşte o anda kervancıbaşı dervişe yanaşır ve der ki: “Baba aşkolsun! Ben sana o kadar iyilik yaptım, sen de tuttun eşkıyalara benim yeleği haber verdin.” Derviş der ki: “Oğlum, bu haramiler o kadar zulmettiler ki; baktım gayretullaha dokunmasına dört parmak kalmış. Senin yelek işte o dört parmak yerine geçti.”
Evet, Allah zalimleri iflah etmez. Ancak mazlumun Allah’ın gayretine dokunduracak liyakati kesbetmesi gerekir. Eğer o, bu seviyenin eri değilse ve yöneleceği kapıya tam yönelememişse ceza tecil edilebilir. Bugün müslümanlara revâ görülen zulmü ve bu zulmün gayretullaha dokunmasını da bu zaviyeden ele almak gerekir.
***
Kişi yabancı dil öğrenirken gönlünün derinliklerinden içeri İngilizcem, Almancam, Fransızcam olsun, sadece kariyer yapayım, aranan adam ben olayım düşüncesi girerse Cenab-ı Allah razı olmuyor. Her şey “O’nu nasıl anlatır, rızasını nasıl kazanırım” duygu ve düşüncesine bina edilmelidir.
***
Bir transatlantikle yolculuk yapanlar için güvenlik seviyesi ne kadar yüksek olursa olsun bir kaza ihtimaline binaen gemiye flikalar koyuyorlar.. can yelekleri koyuyorlar.. işaret fişekleri koyuyorlar.. acil kurtarma plânları hazırlıyorlar vs.. Rica ederim, şu dünya yolculuğunda öbür hayatımızı garanti altına almamız için bir hazırlık yapmıyorsak buna ne denebilir? Muhtemel bir kaza için bu kadar hazırlık yapan bir insan, gelmesi yarın kadar kesin ebedî ahiret hayatı adına hazırlık yapmıyorsa o divanedir.
Sahih midir, ama oldukça ibretli bir hikayedir Hazreti Ali’nin bir dehrî (materyalist) ile diyaloğu. Dehrî, Hz. Ali’ye; “Bu dünyada boş yere yorulup duruyorsunuz. Ya cennet-cehennem yoksa?” der. Hazreti Ali’nin cevabı şu şekilde olur: “Sizin dediğiniz doğruysa ben bir şey kaybedecek değilim. Ama benim dediğim doğruysa ve cennet var ise siz ne kaybedeceğinizin farkında mısınız?”
KIRIK TESTİ – 27-12-2001
Farklılık Mülahazası Şeytan’dandır
Farklılık ortaya koymaya çalışmalar hep şeytandandır. Kendini farklı düşünme, kıdem farklılığına girme, gelecek adına pay sahibi olma arzusu.. bunların hepsi şeytanî tuzaklardır. “Hele bana bir fırsat verilse, bak ben nasıl konuşurum. Kalemimi nasıl konuştururum..” bu mülahazalar insanı Odetta’nın akıbetine sürükler. Ruhunun taşlaşacağı bir son onu bekler. En büyük belalardan birisi insanın kendini farklı görmesidir. İnsanlığın başına büyük felaketler bundan dolayı gelmedi mi? Kendini üstün soy, ari ırk sayanlar dünya savaşlarına sebebiyet verdiler.
“Kul peygamber ol”; Allah’ın Nebi’sine telkini budur. Bütün insanlığı Cennet’e götürecek bir yol bulsam, yine ben farklı bir insan değilim; kabul buyururlarsa “insanlar içinden bir insanım” mülahazasını hep taşımamız lazım. Asr-ı saadette habeşî ile kureyşî arasında hiçbir fark yoktu. Ama bugün maalesef biraz mürekkep yalayanlar farklılık sendromundan kurtulamıyorlar. Sanki mürekkepte bir virüs var, ondan virüs kapıyorlar.
Allah’ı Çokça Anmak
İnsanlar Allah’ı daha çok zikretmelidir. Tecelliyat-ı ilahiyenin binini birden bir anda duysan bile, milyonunu bir anda duyabilme ve tırnağının ucundan bütün hücrelerine kadar bunu hissedebilme cehdi olmalıdır. Allah bizleri şekilcilikten, görüntüden, suretten halâs eylesin ve mana-yı hakikiye ulaştırsın. Ama maalesef Cenab-ı Hakk’ın bu kadar lütufları karşısında bizler hala daha suretle uğraşıyoruz, şekilde kalıyoruz. Bir “La ilahe illallah” derken, çok arzu ediyorum ki: O anda Cenab-ı Hakk’ın bütün isimlerini, bütün tecellilerini bir anda duyabileyim, bir anda onlarla dolayım. Cenab-ı Hakk’ı anarken kendimize göre değil, O’nun büyüklüğüne, enginliğine göre anmak için insan kendini zorlamalı. Otuz sene-kırk sene demeden ısrarlı olmalı. Kendi darlığımızla değil, o tecelli-yi ilahiyi kendi enginliği içinde anlamalıyız.
Hasta Ruhlar
Bir insan devamlı kendini anlatma, kendini beğendirme lüzumunu duyuyorsa, o Allah’ın hasis bir kulu demektir. Her fırsatı kendisi için değerlendirmeye kalkanlar, hem aklen, hem ruhen, hem de itikadî açıdan noksan ve marazlı zavallılardır. Millet sana teveccüh ediyorsa, sana bir alaka gösteriyorsa bu krediyi ancak dinin için, Allah’ın ismini yüceltmek için kullanabilirsin.
Yorgunluk
Biz aslında kulluktan yana bir yorgunluk yaşıyoruz. Hepimiz yorgun asker gibiyiz, adeta ibadetlerden yorulmuşuz. Bir bıkkınlık var. Müslümanlığa çok avamca bakıyoruz. Kalblerimizde onu çok daraltıyor, sığlaştırıyoruz. Bütün Ramazan boyunca ekranlarda bir şeyler konuşuldu, din anlatıldı ama hiçbirisi yeni müslüman olmuş bir zenci kadının konuştuğu kadar anlamlı konuşmadı. O ne güzel şuur, meseleleri ne güzel kavrama… Biz ülfetin zebunu olmuşuz. Değerler gözümüzde renk atmış, matlaşmış, bizde heyecan uyarmıyor. İbadetleri şeker-şerbet yudumlar gibi eda edemiyoruz. Nedir bu mekr-i ilahi bilemiyorum? Neden duyamıyoruz? Neden heyecan yok? Her namazda cemaattan bir-iki insanın içi geçse bu konsantrasyon ruhlarda çok şey ifade edebilir. Ama neden olmuyor, bilemiyorum?
Neden Heyecan Yok?
Okuduğumuz Kur’an-ı Kerim ve yaptığımız evrad u ezkarın şuursuzca yapılması matlup değilse de, böyle yapılırsa da bir kısım duygularımıza hitap eder ve bu itibarla istifade etmiş oluruz. Ümit ederiz ki; tıpkı yağmur taneleri gibi, toprağın bağrındaki tohumların uyarılmasına vesile olur. İnsana düşen daha derince istifade edebilmesidir. Daha derin mülahazalara açılabilmek için de insanın kendini biraz zorlaması lazımdır. Her kelimeyi, her ifadeyi bir idrak ve şuur içinde kalbin derinliklerine bir cehd ile indirmek gerekir. Şuurluca duyabilme, biri bin yapar. Şuurluca okuyamıyorum diyerek terk etmek de hata olur.
Her zaman aynı yüksek ruh halini yaşayamama, kabz halinden kaynaklanıyor olabilir. Aslında bu durum da müsbet yolda değerlendirilebilir. Zira kabz hali, basta açılmanın yoludur. Kabz, bast kapısının tokmağıdır.
Biz Yumurtanın İçindeki Civciv Gibiyiz
Bu alemdeki durumumuz aynen yumurta içindeki civcivin hali gibi. Yumurtanın içindeki civcive “Dışarıda bir dünya var” deseniz o inanmaz, “Hadi be sende!” der. Biz de onun gibi ahireti hesap edemiyoruz. İnsan bir bilebilse, “Bir ömür boyu dişimi sıkıp keşke daha fazlasına katlansaydım” diyecek; ama iş işten geçmiş olacak. Burada her bir gayret, orada inkişafa vesile olur. Zaten insan burada meşru daire ile iktifa etse bir mahrumiyet yaşamış olmaz. Herkes bulunduğu konumun hakkını vermeye çalışmalı. Bütün mesele bu…
Eşyanın Perde Arkası
Sofistler diyor ki: “Dış dünya bizim gördüğümüz şekilde değildir. Bizim gördüğümüzü sandığımız şeyler zihinlerimizdeki algılardan ibarettir.” Tasavvufî manâda eşyanın perde arkası dediğimiz şey bundan farklıdır. Bizde “Hakâiku’l-eşya sabitetün-eşyanın hakikatı, varlığı sabittir.” bir prensiptir. Bunun ötesinde mesela sizden şu ağacın bir resmini istesem gördüğünüz şeyi tasvir edersiniz. Ancak ağaç ondan ibaret değildir. Ağacın bir de görülmeyen portresi vardır ki o da ekosistemdeki yeri, oksijen-karbondioksit alış-verişi, fotosentez faaliyetleri vs… Onun için bir biyolog ağaçta herkesin gördüğünden daha derince, farklı şeyler görür. Çünkü onun bu konuda farklı ihtisası vardır. Aynen bunun gibi bazı konularda derinleşmiş olanlar eşya ve hadiselerin çehrelerinde onun perde arkasını müşahede edebilirler. Mesela; bir ağaca bakar, onda Allah’ın isim ve sıfatlarının ayan-beyan tecelli ettiğini görürler.
Eşyanın çehresinde görülen şeyler objektif de değildir. Yani herkes aynı şeyi görmez. Mesela; yukarıda arzedilen misalde, bir ağaçta biyolog farklı şeyi görür, fizikçi farklı şeyi görür, marangoz daha farklı bir şeyi… Ayrıca bunlar kendi içlerinde de derinliklerine göre farklı sınıflara ayrılırlar. Bu durum, görülen şeyin yanlışlığını veya tutarsızlığını göstermez. Bakanların farklılığı böyle bir farklılığa sebebiyet verir.
KIRIK TESTİ – 01-01-2002
Birlikte Yaşama Ahlakı
Îsar ruhunu yaşatmak lazım. Başkalarının hissiyâtıyla, başkalarının ihtiyacıyla doğrudan kendimizi mesul görmeliyiz. Yanımıza gelen her insana, ihtiyacını giderme adına aç mı, açık mı, istirahati mi gerekiyor, sormalıyız, yedirmeliyiz, içirmeliyiz. Bu duygu çok önemli. Ama maalesef pek çok insanda bunu tam manasıyla göremiyorum. Bu da beni çok üzüyor. Sofradasın, arkadaşının önünde ekmeği yok, sofraya uzak kalmış, kimsenin bunu görememesi beni pek üzüyor. Bir de bizimle beraber çalışan, hizmet veren elemanları soframızdan ayrı tutmak, onlarla aynı sofrayı paylaşmamak doğru değildir. Bize düşen, insan olarak herkesi aziz bilmek ve aziz tutmaktır. Ayrıcalığa düşmek bizim ahlakımızla, peygamberî ahlakla bağdaşmaz. Ayrı mekanlarla, ayrı makamlarla, ayrı imkanlarla kendinizi insanlardan ayırmayın. İnsanları küçük görmeyin. Ne iş yaparlarsa yapsınlar, insanları aziz bilin, aziz tutun; yemeğinizi, sofranızı onlarla paylaşın. Farklı muamelelere girmekten sakının.
Fani dünya demek kolay, fani dünyayı hissetmek zordur; Rabbim hissettirsin.
***
Zaaflarıyla İnsan
Biz kendimize takılıyoruz. Takıntı kendimizde. Hücumât-ı Sitte’deki viruslere takılıyoruz. Namazla, orucla, hacc’la, zekatla yükseliyorsun; fakat seni çileden çıkaracak birşey karşısında gayzını tutabilmen, bir şehvet karşısında bedenindeki o güce karşı koyabilmen, o ibadetlerle elde ettiğin yüksekliklerden daha da yüksekliklere çıkmana sebep olabilir. Dişini sıkmasını becerebilirsen, sendeki negatiflikleri pozitif güce çevirebilirsen, elde edeceğin güçle füze hızından daha aşkın bir hızla evc-i kemâle vasıl olabilirsin. Senin aklın cok ileri bir diyalektiğe, cerbezeye sahipse; o aklını arkadaşlarına karşı kullanmayarak hak ve hakikat adına onun cerbezesini dizginleyebilirsen, hak rızası için kullanabilirsen, iradenle o aklı, senin icin bir şerr-i cüz’i iken hayr-ı küllîye çevirebilirsin.
Hiçbir hadise karşısında zaaf göstermeyecek melekleri, rûhânî varlıklar şekilde ya “Rabbim, beni şu anda yarattığın gibi yarat” derdim. “Alabildiğine taşkınlıklarım olsun, ama bana neticede sana râm olan, senin rızanda olan öyle bir irade ver ki; ben o iradenin kemendi ile sana yükseleyim. Çünkü senin zaaftan ârî var. Ama ben insan olmak istiyorum. Odun olmak degil”, derdim. İçimde çok taşkınlıklar olabilir. Belki bunlar beni harab da ediyordur. Ama ben bu harâbiyet içinde iradenin gücüyle Allah’ın muradına varabileceksem, Cenab-ı Hakk bu gücü bana vermişse, ben de bu fırsatı en güzel şekilde değerlendirmeliyim.
Allah’ın sana verdiği herseyden razı olmanın yanında, sana da düşen, bütün negatifliklerini, zaaflarını, günahlarını aşarak, yanlış tavırların esiri olmadan Cenab-ı Hakk’a tam manasıyla râm olabilmendir. Allah seninle farklı bir espri ortaya koymuştur. Seninle birşey yapmak istiyordur. Yeter ki sen zaaflarının, boşluklarının zebûnu olma.. onları aşmasını bil... Ne bahtiyarız ki Nebiyy-i Server’imiz var, aleyhissalatu vesselam.. Kur’anımız var... Hiç birşeyimiz olmasa, Kur’anımız bize yeter.
Hz. Ali’ye güzel bir at vermişler. “İdarecilikten kaçmak için ne kadar da güzel.” demiş.
***
Bakmak ve Görmek
Eşyanın mülk ciheti (fizîkî yönü) adına bugün görebildiğimiz binde 4 diyorlar. Geleceğin ilim dünyasında bunun milyonda 4’e ve daha azına düşeceğini göreceğiz. Cenab-ı Hakk’ın isimlerinin tecellisini görme hususunda çok darlık yaşıyoruz. Nasıl üç boyutlu resimlere ısrarlı ve farklı bir açıdan bakma neticesinde kareler şekilleniyor; eşyanın fizik ve metafizik, madde ile mana buutlarını beraberce ele alarak ısrarla ve farklı açılardan bakmasını becerebilirsek, mülk ciheti yanında melekût ciheti (fizikötesi yönü) de üç, dört, beş, altı boyutuyla bizim müşahedemize açılabilir ve eşyanın hakiki yüzünü görmeye başlayabiliriz.
Zihinler terbiyeli ama aynı zamanda da hür düşünceli olmalıdır.
Teveccüh
Teveccüh teveccühü doğurur. Bakarsan bakılırsın. Çiçeğin güneşe bakışı gibi bakmayı becerebilirsen, yönelebilirsen, onun tecelliyatına muhatap olursun. Burada esas olan gönülden müteveccih olabilmedir. Eğer gönlünün sesini seslendiremiyorsan, ve nefse dayalı sûnî cilveleri fısıldıyorsan, o tecellilere muhatap olman da mümkün degildir. Gönülden müteveccih olmak, çok samimi olmak esasdır.
İnsan zaaflarının farkında olursa o zaaf Allah katında şefaatçi olur. Farkında olmak şefaatçi olması için gerekli
***
Yıkılan İmajımız
Kırılmış bir imajın tamiri hususunda ve neşr-i hak için neyi nasıl yaparız, ifade ederiz derdi, sancısı olmayınca nasıl olacak ki?!. Bir de gerçeklerle yitirdiğimiz İslamiyeti şakalarla düzeltemeyiz ki! Bırakalım yalanı.. doğru olalım.. doğru üzerine bir dünya kurmaya karar verelim.. hiç yalan söylemeyelim.. ve hiç bir yıkıcı harekette de bulunmamaya söz verelim. Hak ve hakikat adına gerçekten samimi olmaya, doğru söylemeye bakalım, doğru hareketler içinde bulunalım.
Aman ha!.. Bizde asla yeis yok; söylediklerimiz eksik ve kusurlarımızı görebilmek için. Eksiklerimizi göremezsek neyi, nasıl tedarik edeceğiz ki?
***
İnsan Aynası
İnsanın ruha kendi gücünü kazandırması mutlaka Allah’ın rızasını kazanması demek degildir. Ruhun gücünün kazandırılması mârifet-i ilâhî noktasından birşey ifade eder; yoksa yogilerin yaptığı şekil esas değildir. Atmosfer de, küre-i arz da hepsi birer aynadır. Aynalıklarıyla bütün tecellî-yi ilâhîyeyi aksettirirler. İnsan ise kainatta şuurlu tek aynadır. Zat-ı ulûhiyetin bilinmesi ancak insan gibi şuurlu bir ayna ile olur. O’nu gösterme hususunda insan çok iyi bir ayna olmuştur. Ama bir mîrî (anonim) sözde “mir’at-ı Muhammed’den Allah görünür dâim” denildiği gibi Server-i Nebi (aleyhissalatu vesselam) bütün tecellilere aynaların aynası olmuştur. Eğer o aynada tecelliler aksetmeseydi heryer ve her mevcûdât zifiri karanlık olurdu. Allah bizleri hoşnutluğuna talip muktedilerden eylesin. Hidayetiyle birlikte istikamet nasip etsin.
Dine hizmet etmiş insanlara saygı dine saygının gereğidir.
Secdede birşey söylemeden, en derin bir mülâhaza ile istediğin kadar durabilirsin. Önemli olan, ısrarla kendini namaza salıvermektir. Bir tek şey söylersin, ama senin ufkun alır seni en derinliklere götürür. Bu, hissetme, duyma meselesidir; vicdanî bir mülâhazadır. Rasulullah’ın secdesinin uzunluğu, rukûdaki zaman kadardı. Rukû’daki duruşu kavmedeki kadardı. Kavmedeki duruşu da tahiyâttaki oturuşuna eşti. Bazen O’nun nafile olarak kıldığı bir rekat namaz, sizin teravihte kıldığınız kadardı. Halbuki siz senede bir ay kıldığınız teravih namazı ile çok namaz kıldığınızı düşünürsünüz.
KIRIK TESTİ – 15-01-2002
Paranoyak Ruhlar
Ona-buna eksiklik-bozukluk atfedenler, kendilerini ifade etmek için herkesi hor görürler. Bunlar gönüllerine göre kendilerini ifade edemedikleri için hep alemin kusurları ile meşgul olurlar. Aleyhissalâtü vesselam Efendimiz, “O bozuk, bu bozuk, şu da bozuk” diyene “Bozuk olan asıl kendisidir” manasına şöyle buyurmuştur: “İnsanlar helak oldu diyen asıl kendisi helak olmuştur.” Kişinin vicdanı ve kalbi duru olsa her şeyi duru görür. Mizaç bakımından herkeste kusur arayanları, birkaç hafta Cebrail Aleyhisselam’la buluştursan onda da kusur bulur ve “ayağını nasıl kaydırabilirim?” yolları araştırır. Aslında bozukluk bu tip insanların karakterlerindedir. Bunların ahlak anlayışı geçimsizliktir. Bu tip hiç kimse ile geçinemeyenlerin bütün derdi, kendini ifade etmektir. Bunlar sürekli kendilerinden bahsedilmesini, hep kendilerine değer verilmesini ve her zaman öne çıkarılmalarını isterler. Bir işi üstün bir başarıyla tamamladığın zaman şunu diyebiliyor musun: “Eğer şu arkadaş veya benden başka birisi yapsaydı, bu iş neticeleri itibarıyla daha çok hayırlara vesile olacak ve dolayısıyla daha fazla başarı elde edilmiş olacaktı.” İşte bu anlayış Kur’an ruhunun ve Peygamber ahlakının ifadesidir. Aksine hep beklenti içinde olup kendini her zaman öne sürmeye kalkanlar, hezeyanlarını bir ruh hastalığı içinde yaşayanlardır.
Fıtrî davranmak ihlaslı olmayı kolaylaştırır.
Samimiyet ve Adanmışlık
Samimiyete Allah’ın lütfu başka türlü olur. İnsan her gün kalbini mercekten geçirmeli, sonra işe koyulmalı. Sen kendini hiç düşünme. Düşünülecekse seni başkaları düşünsün. Meşruyu bile Allah rızası için yapılan işlere karıştırmamalı. Meşru dairedeki zevk ve lezzetleri senin için başkaları düşünsün. Sen ölesiye çalışırken dostların “Yeter, gel artık!” desin.. kolundan tutup seni zorla düğün odasına soksun. “ADANMIŞLIK” budur. Adanmışlık, Allah rızası uğrunda yaptığı işler dışında her şeyi kendine haram bilmektir. Bu uğurda tabiatınla savaşacaksın. İşte Mus’ab’lık burada başlar. Bu noktada İbn Cahş olunur. Kalbini yalnız O’na ayıracaksın. “Bu dil beyt-i Hüdâ’dır, oraya başkasını oturtmam” diyeceksin. Sadece “Allah” deyin bereketini görün, kendinizi kat’iyen karıştırmayın. Yırtınsan da, çırpınsan da, ağlasan da eğer kalbindeki ses O’na ait bir ses değilse, samimi değilsen sükût etmen, susman senin için daha hayırlıdır. Bir “Sübhanallah” derken bile baktın ki gönlünün sesi değil, “Süb” de, kes onu.
Bugün İslam alemi öyle hadiselerle karşı karşıyadır ki; müminler ölesiye dua etmeli ve ancak “Ya Rabbi! Saatlerdir yüreğimi yırtarcasına yalvarıyorum. Dahası senin rahmet ve mağfiretine güvensizlik izhar etmek olur.” duygusuyla ısrardan vazgeçmeli.
İnançsızlık Her Devirde Aynıdır
İnançsızlık mülahazası her yerde, her zaman aynıdır. Ebu Cehil “Allah nerede?” diyor. Aynı küfrü bu çağda da görebilirsiniz; laboratuardaki adam “Bak, Allah’ı burada göremiyoruz, nerede O?” diyor. Ona şöyle demek lazım: “Ahmak! Allah senin laboratuarına girecek şey mi? Atomun içindeki çekirdek dönüyor, döndüren eli mi arıyorsun. Yoksa Gagarin gibi O’nu küre-i arzın etrafında mı arıyorsun?” Uzayda dönüp dolaşıp da “Allah’ı göremedim” diyen Gagarin için Necip Fazıl demişti ki: “A be ahmak! Allah’ın -haşâ ve kellâ- fezâ-yı ıtlakta dolaşan bir balon olduğunu sana kim söyledi?”
Bakış zaviyesi yakalanamayınca “doğru” bulunamaz. Hani Firavun adamlarına demişti; “Hele bana yüksek bir kule yapın da çıkıp bakayım, Musa’nın Rabbi orada mı?” Zavallı, bilmiyor ki onun kule diye yaptığı deryada bir katre, çölün içinde küçücük bir tepecik. İşte bakış açısı bu olunca küfür aynı küfür, zaman ve mekan değişse bile o değişmiyor.
İçinde işlenmesi kesin bir günah ve ma’siyet bulunan bir amel, ileride elde edilmesi şüpheli bir sevaba bina edilmez. İlerideki ihtimal bir sevap için günaha girmek caiz değildir. Yarına çıkacağımıza dair elimizde bir senet yok ki!
Cezaların Tehiri
İnsanda bazı latifeler vardır ki, bir kirpiğin ağırlığını bile taşıyamaz, bir anda kaybolur, batar gider. İşlenen günah ve hatalar karşısında cezaların bu dünyada verilmemesinden insan hep endişe duymalıdır. Eğer hiçbir ikaz almıyor, hiç sürçüp düşmüyor, hastalığa ve herhangi bir sıkıntıya maruz kalmıyor ve hiçbir menfi durum ona isabet etmiyorsa oturup düşünmesi ve bu durumundan dolayı da kendinden endişe etmesi gerekir. Hafizanallah en tehlikelisi de cezaların sonraya bırakılmış olmasıdır. Tavır ve hareketlerimizde hatta ifadelerimizde içimiz duru değilse; adımlarımız ihlas adına değilse; her yaptığımızı O’nun rızası istikametinde yapmamışsak ve Cenab-ı Hak bunları tehir edip ahirete bırakıyorsa işimiz bitik demektir. Bundan dolayı tir tir titremeliyiz. Bir de Rabbimizle aramızdaki münasebet hangi çizgide seyrediyor, bizim irfanımız bu mevzuda nerededir, vicdanımızla tartar ve böylece konumumuzu tayin etmiş oluruz. Bazıları için yatakta gaflet içinde ayağını uzatması, şurda-burda uluorta açılması bile Rabbiyle arasındaki münasebeti açısından risklidir. Böyle ölçüler umumi değil, kişi ile Rabbi arasındaki münasebete göredir. Herkes için geçerli olmayabilir, şahıstan şahsa bu ölçüler değişebilir.
Bazen, sırf mütevazi görünme niyetiyle yapılan tevazu, kibirden daha tehlikeli, öldürücü olabilir.
Sofralara Tekrar Çeki Düzen
Bugün dünyanın çeşitli bölgelerinde fakr u zaruret içinde hayatlarını devam ettirmeye çalışan pek çok insan var. Hayatı sırtlarında taşınmaz bir yük gibi taşıyorlar. Soframızdaki çeşit fazlalığına içimizde bir tepki olmalı. Ne kadar kalori ihtiyacımız var, onu alsak ve bunu aramızda bir içtimaî protokol haline getirsek; artık sofralarımıza bir çeki düzen versek. Yoksa adaletsizlik üzerine kurulan cihanı Cenab-ı Hak yıkar. Bu mevzu insanımızca unutuluyor, tekrar ber tekrar hatırlatmak lazım.
Gemi feneri konumunda olanların halleri ve hareketleri de o ölçüde dengeli olmalıdır.
Takvanın İki Yönü
Allah’a göre her şey çok kolay. Biz esbap planında düşünmeye kalkınca her şey çetin gibi geliyor. Çok fedakarlık istiyor, sabırla çalışıp çabalamak istiyor. Eğer kulluğun hakkını vermek istiyorsan, Allah sana ne vermişse O’nun rızası uğrunda sarfetmelisin. Bir de bu yolun yolcusu, her zaman takvayı esas almalı. Tekvinî emirlere bakmada da takvadan sapmamalıdır. Takvanın bu iki yönü de ihmale gelmez (Takvanın iki yönü: 1. Teşriî emir ve nehiylere riayet. Yani, dinin “yap” veya “yapma” dediği hususlarda emre imtisal etmek. 2. Tekvinî emirlere riayet. Yani, Allah’ın kainatta cari sünnetine (kanunlarına) uygun hareket etmek). Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm’ın hayat-ı seniyyelerine bakıldığında, O’nun sebepleri gözardı etmeden, âyat-ı tekviniyeyi çok iyi okuyarak hep takva yörüngeli yaşadığını görürüz. Mesela O, ashabına “Gece yatarken, evinizde yanan ateşi söndürünüz” buyurmuşlardır. İşte burada ve benzeri sözlerinde sebeplere riayet edilmesini ve ateşten dolayı evde herhangi bir kazaya sebebiyet verilmemesini ifade etmişlerdir.
Allah için yeme-içme, Allah için çoluk-çocuk sahibi olma, Allah için işleme, Allah için başlama.. bunları ardı ardına sıralayın ve çoğaltın çoğaltabildiğiniz kadar, işte bunların hepsi Allah için yapıldığında, Allah adına hareket edildiğinde takva dairesine girmiş ve her yaptığınız amelde ibadet işlemiş olursunuz. Fakat “Hele bir namaz kılayım da görsünler.” “Hele bir konuşayım da nasıl konuşulurmuş öğrensinler.” “Herkesten daha çok vereyim de vermek, civanmertlik nasıl oluyormuş bilsinler.” dediğiniz an pek çok şeyi kaybedersiniz.
KIRIK TESTİ – 20-01-2002
Gelin İşe Namazdan Başlayalım!..
Kalıplar Manaları Taşıyıcı Olmalı
İnsanın Rabbiyle münasebetinde asıl olan manadır, özdür, ruhtur. Fakat onları taşıyan lafızlardır, şekillerdir, kalıplardır. Bundan dolayı mutlaka o lafızlara, kalıplara dikkat edilmeli. Esas alınan manayı, mazmunu o kalıpların taşıması lazım. Dolayısıyla kalıp ve şekillerin hiçbir manası yok denilemez. Zâhirî ahkam onlara bina edilir. Ne var ki, namaz vardır namazdan içeri, oruç vardır oruçtan içeri. Onun için buyurulur ki “Kad eflehal mü’minûn. Ellezîne... -Mü’minler kurtuldu. O mü’minler ki...” İsm-i mevsûlün sılası “hüm fi salâtihim hâşiûn” şeklinde geliyor. Yani “Onlar, her zaman namazlarında huşû içindedirler.” “Hüm yusallûn - Onlar namaz kılarlar” demiyor. Sebata ve devama işaret eden bir kalıp kullanılıyor. Yani buyuruluyor ki; ne zaman olursa olsun namazda haşyet yaşayanlardır; huşû arayanlardır kurtulanlar.
Bir insanın sadece namazına bakarak onun namazda huşû arayan biri olup olmadığını biz belirleyemeyiz. Bu, insanın vicdanı ile Allah arasındadır. Dolayısıyla biz kendimizi hüsnü zan etmeye zorlarız. Ama bazı kimseler namazlarında, oruçlarında öyle dikkatsizdirler ve iffetleri mevzuunda çarşıda pazarda öyle sulu hareket ederler ki; insan ne kadar hüsnü zan ederse etsin, şahit olduğu hareket hakkında olumlu düşünceyi İslami çerçevede bir yere koyamaz. Mesela; hemen tekbir alır, sen daha Fâtiha’nın yarısına gelmeden rükua varır. Burada kendini ne kadar zorlarsan zorla ona namaz kıldı diyemezsin. Mesela, rükuda hakkını vere vere, kelimeleri güzelce telaffuz ederek bazı fukahaya göre bir kere “Sübhâne rabbiyel azîm” demeli. Çok hızlı söylüyorsa manası yoktur onun. Bazı fukahaya göre ise onu en az üç defa söylemeli. Onun için rükuda ve secdede lâakal üç defa yavaş yavaş, kelimeleri tam telaffuz ederek bu tesbihi söylemeliyiz. Daha az söylüyorsak başkalarını hüsnü zanlarında zorlamış oluruz. Böylece bazı kalıplar, bizim onunla eda etmeye çalıştığımız mana, muhteva ve mazmunu taşıyıcı olmaz. Dolayısıyla hakkımızda hüsnü zan edenler vehme ve kuruntuya hüsnü zan etmiş olur.
Çok kimselerin hızlı hızlı okuduğu Fâtiha Kur’an değildir. Çünkü Kur’an öyle inmemiştir. Böyle alelacele okunan Fâtiha ile kılınan namaz namaz değildir. Bir nefeste, o nefes bitmeden sureyi sona erdirme telaşıyla, soluğun tıkandığı yerde hızlıca ve can havliyle alınan ara nefeslerle okunan Kuran’la kıraat farzı yerine gelmiş olmaz. Lafızlar manaların kalıbıdır ama kalıp manaya uygun olması lazım. Bast-ı zaman olabilir o ayrı. Birisi bana demişti ki; “Hakkını vere vere okuyarak beş dakikada kırk veya doksan rekat kıldım.” Âdet-i ilahi açısından bu her zaman olmaz. Bir kere müyesser olan da caka yapıyorum diye onu söylerse bir daha ona da müyesser olmaz.
Namazda Huşû ve Hudû
Namazda “iç tâdil-i erkân” sözü çok kullanılmamıştır. Bu huşû ve hudû ile alakalı. Huşû ve hudû, namazın mazmununa bağlı meseleyi götürmektir. Rica ederim, namazda huşû ile alakalı bu kadar tahşidâtı çok bulmayın. İman ve namaz ikiz kardeştir; şu kadar var ki, iman az önce doğdu. Üstad namazın beş vakte tahsisini anlattığı yerde onun manasının ne olduğunu da açıklıyor. Muhyiddin İbn Arabi Fütühat-ı Mekkiye’de namazın manasıyla alakalı şeyler ortaya koyuyor. Şah Veliyyullah Dehlevî namazla alakalı bir kısım hususlar söyleyip onun ehemmiyetine dikkat çekiyor. Ben onun için bazı arkadaşlara rica ettim; ne olur arkadaşlardan bir kaçı doğru dürüst namaz kılsalar da örnek olsalar. Yoksa bu işin içinde olan kimseler arasında dahi -hakîkî manasıyla- namaz kılınmıyor. Beş vakit yatılıyor kalkılıyor ama namaz kılınmıyor.
Ayrıca, “feveylün lilmusallîn”de anlatılan sadece sehiv meselesi değildir. Namazla alakalı o kadar çok eksiğimiz var ki. Mesela; “fe izâ kamû kamû küsâlâ - Namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar” bunlardan birisi. Hadislerde insanın o türlü namazı insanî davranışın dışında addediliyor. Namaz bir insanî davranıştır. Fakat o çizgi içinde kalınmadığı zaman yapılan hareketler hayvanî hareketlere benzetiliyor. Mesela, imamdan önce rükua giden kimse için “İster misiniz Allah rükudan kalkarken suretlerinizi eşek suretine çevirsin!..” deniliyor. Demek ki imamdan evvel harekete geçme meselesi kulluk çizgisinden çıkma manasına geliyor. “Herhangi biriniz secdeye gittiği zaman horozun daneyi gagaladığı gibi yapmasın” deniliyor. Bakın o bir hayvan davranışı: Alnını yere vurup kaldırma bir hayvan davranışı. Allah (celle celâlühü) O’na karşı yapılan ubudiyette bizi insanî davranışa çağırıyor. “Köpek gibi ellerini yere sermesin” deniliyor. Oturmadan secdeye, secdeden rükûya, rükûdan kıyama kadar davranışların hayvan davranışlarından farklı olmasına dikkat çekiliyor. Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem) bu mübarek sözleriyle bizi bir insanî davranış mecmuasına çağırıyor. Evet, huşû ve hudû ancak o kalıplarla ifade edilir. “Ben huşû ve hudû içindeyim.” dediğin zaman hayvanî kalıpları aşman gerekir. Allah’ın huşû ve hudû atiyyesini ancak o atiyyeyi taşıyabilecek matiyyesi götürebilir.
Namazın İnkişafı
Bir de namazın ruhu, manası hemen inkişaf etmeyebilir. Kendisinde namazın ruhu inkişaf eden bir insan en tatlı bir işle meşgulken fırlayıp namaza durmak ister ve namazdan zevk alır. Her zaman olmasa bile çok defa der ki: “Keşke dünya hiç bitmese ve ben hep ayakta dursam böyle.” Ama bunun inkişaf etmesi için insana bazen yirmi, bazen otuz, bazen kırk sene lazımdır. Kırk sene kemerbeste-i ubudiyet içinde o kapıda durursun ve namaz ancak o zaman inkişaf eder. Namazın mahiyeti inkişaf ederse ne olur: sen o zamana kadar hep bir altın namaz damarını aramak için madende toz-toprak içinde dolaşmıştın, fakat ısrar ettin. Bu damardan oraya gidiliyor dedin. Bu damar, o damar; bu damar, o damar dedin ve bir gün kendini o hazine içinde buldun. O ana kadar o çalışmaların hepsi altın olur mu olmaz mı?
Ayet-i kerimede “Ve tebettel ileyhi tebtilâ” buyuruluyor. Fiil tefâul babında olduğu için bir zorlama ifade ediyor. Ve başlangıçta Hazreti Peygamberimize böyle hitap ediliyor. Ama Efendimiz zamanla o hale geliyor ki, “Sizin yeme içme ve cinsî münasebete karşı duyduğunuz arzuyu ben namaza karşı duyuyorum.” diyor. Aynen öyle de bu hususta gereğince ısrarlı olsan ve sabretsen, namazın mana peçesinin senin içinde açılmasını beklesen, sonunda sana deseler ki “cennette sofralar hazırlanmış”; sen, “Namazımı kılayım ondan sonra. Namazımı feda edemem ben.” diyecek hale gelirsin. Azrail aleyhisselam gelse “Müsâde edersen vakti giren namazımı kılayım, kaçmasın. Ondan sonra ne yapıyorsan yap.” dersin. Öyle bir ruh haleti hasıl olur ki; ölecek bile olsan namazını eda etmeye çalışırsın. Namazlaşırsın artık. Hazreti Hubeyb’in şehid edilmeden önce bütün teklifleri geri çevirip sadece namaz kılmak istemesini de bu şekilde anlayabiliriz; artık namaz onun ruhuna mal olmuştur.
Namaz Koridoru
Namazı vaktinde kılmak çok önemlidir; ilk vaktinde kılmak evlâdır. Bütün fakihler, muhaddisler, müfessirler bu noktaya dikkat çekerler. Bununla beraber, siz hayatınızı öyle standart hale getirmişsinizdir ki; kerahet vaktine girmeden namazlara belli vakitler tahsis edersiniz. Namazı ve ona bağlı ibadetleri huzur-u kalb ile edâ etmek için o vakti kollarsınız. Ezanın ezan, kâmetin kâmet olması lazımdır. Onların duaları var. Bunların hepsi adım adım konsantrasyon adına çok şeyler ifade eder. Bir sofranın bile bir adabı vardır. Önce ne konacak sonra ne konacak bir usulu bir adabı vardır. Yemekten tam lezzet almak için bunlara uyulur. Namaz mâide-i semâviyesinin tadını çıkarmak için de onlara uymak lazım.
Namaz Allah ile senin arandaki bir alış-veriştir. Seni Allah’a o kadar hızlı ve o kadar yakın hale getirecek namazdan başka bir şey yoktur. Bir kere başta nazarî planda senin zihninde o asıl kıymetine ulaşmalıdır. Yani; henüz tatmamışsın, duymamışsın, hissetmemişsindir ama nazarî planda “bu, budur” demen lazım. Çünkü sendeki arayış duygusunu bu kabullenme meydana getirecektir. Arayış duygusunu tetikleyecek, ona start verecek şey budur. Böyle bir duygun yoksa, namazın içinde buna ulaşma düşüncen yoksa, neyi hedefleyeceksin ki sen onda? “Rabbim bana burada O’na kul olma fırsatı veriyor. Ben şimdi kemâl-i edeble, kemerbeste-i ubudiyet içinde bu taabbüdî işi O’na bir arzedeyim. O ne kadar büyük, ben ne kadar küçüğüm; O ne kadar sonsuz, ben ne kadar sıfırım.. işte ona göre ben bunu edâ edeyim. Kulluğumu ifade etme fırsatıdır bu, küçüklüğümü haykırma fırsatı, azametini ilan etme fırsatı.” Evet, önce bu duyguyla dopdolu olmak lazım.
Huzurun iki manası var: Birincisi, zevk-i ruhânîye erme. İnsan “keşke olsa” diye düşünebilir ama bana göre ona da talip olmamak lazım. Huzur, senin küçüklüğün, sıfırlığın ve hiçliğinle beraber kabul buyurulman.. huzur anını ve huzurda kendini ifade etme imkanını elde etmen. İşte bu huzura bağlı olarak O’nun huzuruna talip oluyoruz.
Şeytanın Namaz Hırsızlığı
Namazda sağa sola bakmaya şeytanın namazdan hırsızlaması denilir. Yani; o, namazı tamamen çalamıyor da ondan bir kısmı hırsızlıyor. Erkânı çalamıyor. Son kozunu nazarları çalma ile kullanıyor. “Sağa baktırabilir miyim, sola baktırabilir miyim” diye çabalıyor.
Mevzumuz kalıplar-manalardı. Elfaz ve kalıplar, mana ve muhtevayı taşımalı diyorduk. Sen bana desen ki “Ben üç metrelik mekanda atımı bir koşturdum, bir koşturdum neredeyse çatlayacaktı!”. Yapma yâhû! Üç metrelik yerde at koşturulmaz. Şimdi namazı öyle hareketlerle eda ediyorsun ve diyorsun ki “Bunun içine huşuu sıkıştırdım, huduu sıkıştırdım.” Yapma yâhû! Bu hareketlerin içine huşû, hudû sıkışmaz.
Var mısınız namazdan başlayalım işe! Üstadımız ne kadar edepli insan. Ne diyor bakın: “İnşaallah tam ihlasa mazhar olursunuz. Beni de tam ihlasa sokarsınız.” Ben de onun gibi diyorum: “İnşaallah tam namaz kılarsınız. Bana da tam namaz kılmanın adab ve erkanını talim edersiniz.” O zaman kim kimin arkasına takılırsa kurtulur. Gelin hep beraber kurtulmaya karar verelim.
Namazdan hiçbir şey çaldırmamak lazım. O bir emanettir. Şeytan ne bakmadan çalsın, ne yatmadan kalkmadan çalsın, ne şundan ne de bundan. Tam tekmil namaz emanetinin emini insanlar olarak; hakikat-ı namaz misalî mahiyetiyle neden ibaretse ona uygun şekilde namazı edâ etmeli. M