‘yeni transkripsiyonla’ abİdelerİ ve kİtabelerİyle...

425
‘yeni transkripsiyonla’ ABİDELERİ VE KİTABELERİYLE KONYA TARİHİ DR. İBRAHİM HAKKI KONYALI yeniden gözden geçirenler MUHAMMET ALİ ORAK ALİ BEKTAŞ KONYA 2007

Upload: others

Post on 27-Dec-2019

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • ‘yeni transkripsiyonla’

    ABİDELERİ VE KİTABELERİYLE

    KONYA TARİHİ

    DR. İBRAHİM HAKKI KONYALI

    yeniden gözden geçirenler

    MUHAMMET ALİ ORAK ALİ BEKTAŞ

    KONYA

    2007

  • 2

    İBRAHİM HAKKI KONYALI (1896 – 1984)

    1896 yılında Konya’da doğan İbrahim Hakkı, ilk tahsilini mahallesindeki Sıbyan

    Mektebinde, Rüştiye’yi de Akif Paşa Mektebinde faaliyet gösteren Fuyuzat-ı Hamidiye Rüştiyesi’nde bitirdi. Çeşitli medreselerde özellikle de Konya’daki Islah-ı Medaris-i İslamiyye Üniversitesi’ne devam etti. Bu üniversite kapanınca İzmir’deki Amerikan Şimendifer Mektebi’ne kaydını yaptırdı.

    Buradan mezun olduktan sonra Geyve ve Bozüyük İstasyonlarında staj yaptı. Batum, Ruslardan alındıktan sonra oraya istasyon şefi olarak atandı. Birinci dünya savaşından sonra memuriyetten ayrıldı ve gazeteciliğe başladı. İlk olarak Konya’da ‘Hakyolu’ mecmuasını çıkardı. Daha sonraları ‘İntibah, Meşrik-i Hakikat, İleri’ gazetelerinde yazmaya başladı. Cumhuriyet’in ilanından sonra Konya’dan ayrıldı ve İstanbul’a yerleşti.

    İstanbul Arşiv Dairesi ile Ankara Vakıflar Müdürlüğü Arşiv Daire Müdürlüğü görevlerinde bulundu ve buradan emekli oldu. Büyük eserlerini 1940 yılından sonra vermeye başladı ve 200'ün üzerinde eser verdi. Konya Tarihi, Alanya Tarihi, Erzurum Tarihi, Karaman Tarihi, Akşehir Tarihi, Ereğli Tarihi, Kilis tarihi iki ciltlik Üsküdar Tarihi ve Beyşehir Tarihi eserlerinden bazılarıdır.

    Merhum, Hak Yolu, Tarih ve Tarih Dünyası gibi dergiler çıkartmış, Son Posta, Tan, Vatan İntibah, Meşrik-i Hakikat, Tercüman-ı Hakikat, İleri ve yeni Asya gibi pek çok gazete ve dergilerde de yazıları çıkmıştır. S.Ü. yapmış olduğu başarılı çalışmaları dolayısıyla kendisine Fahri Doktorluk payesi tevcih etmiştir.

    İbrahim Hakkı Konyalı, büyük ve değerli arşivini ve binlerce ciltlik kütüphanesini, Üsküdar Selimiye’deki Hünkar Kasrı’na ‘İbrahim Hakkı Konyalı, Kütüphane ve Arşivi’ adıyla vakfetmiştir. Yapmış olduğu, büyük hizmetler sebebiyle, adı Türk tarihine altın harflerle geçecek olan bu büyük araştırmacımızın Akşehir’de 92 yaşında kendi tabiriyle ‘yağı bitiverdi’. Zamanın Akşehir Belediye Reisi’nin odasında yine bir araştırma için geldiği yerde geçirmiş olduğu bir kalp krizi sonunda, 20 Ağustos 1984 yılında vefat etmiş ve cenazesi İstanbul’a götürülerek 21 Ağustos 1984 yılında Üsküdar Selimiye Camii’nde kılınan namazdan sonra daha önce hazırlatmış olduğu, Üsküdar Karacaahmet Kabristanındaki kabrinde toprağa verilmiştir.1

    1 ‘Baha Veled’den Günümüze Konya Alimleri ve Velileri’, Av. M. Ali Uz, Konya Mayıs 1993- ‘İ. Hakkı Konyalı ve Konya Kütüphanesi Yazmalar Katoloğu’ Mustafa Özdamar 1997

  • 3

    ÖN ve SON SÖZ2

    Bu kitap, Konya Belediyesi’nin isteğine uyularak 1944 yılında hazırlanmış ve basılmak üzere belediye başkanlığına verilmişti. Belediye kâğıdını hazırlamış, bir kısım klişelerini de yaptırmıştı. Nihayet 1963 yılında basımına başlanılmış ve 1964’de baskısı tamamlanmıştır. Çeyrek asra yakın bir zaman dilimi içerisinde kütüphanelerimizde, müze ve arşivlerimizde yeni yeni vesikalar bulunmuş, muhtelif dillerdeki tek ve nadir nüsha olan yazmalardan bazıları basılmış, bazıları da dilimize çevrilmiştir. Şikâri gibi bazı tarihçilerin sakatlığı ortaya çıkmıştır. Kitap hazırlanırken Konya sokakları numaralıydı, sonra adlandırılmıştır. Bazı abideler sonradan yıkılmış veya kaldırılmış, bazıları da tamir ettirilmiştir. Bütün bunlar dikkate alınarak kitabın yeniden yazılması lazımdı. Buna imkân yoktu. Bazı notlarla yetindim, bazı küçük gözlemler yapılabildi. İslami abideleri; Selçukiler, Karamanoğulları ve Osmanlılar devirlerine göre değil, alfabetik bir sıra ile yazdım. Okuyucunun ve arayıcının yalnız adını bildiği bir abideyi kolayca bulabilmesi için böyle yaptım. Doğup büyüdüğüm Konya’nın, bu mübarek beldenin bağlı bulunduğu Karaman Eyaleti’nin topyekûn tarihini yazmak için hazırlamıştım. Bu kitap o eyalet tarihleri zincirinin ilk halkası idi. Daha sonra gelen Alanya ve Akşehir kitapları daha evvel neşredilme mutluluğuna erişmişlerdir.

    İ. HAKKI KONYALI

    2 İbrahim Hakkı Konyalı Merhumun Kitabın 1964 Yılındaki İlk Baskısına Yazdığı Önsöz

  • 4

    KONYA TARİHİ’NİN

    3. BASKINDA YAPILAN ÇALIŞMALAR İÇİN AÇIKLAMA

    Aşk u şevkle kurulmuştur binâsı Konya'nın Anın içûn bâd-ı Cennettir hevâsı Konya'nın

    Konya asırlarca birçok medeniyetin beşikliğini ve ev sahipliğini yapmış, birçok değeri kendi imbiğinden geçirerek medeniyet başşehri olmuş; Roma Bizans dönemlerinde var olmuş, Selçuklu’ya başkentlik yapmış ve Osmanlı’ya medeniyet aşk, ilim kaynağı olmuş bir şehirdir.

    Konya, Hazret-i Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin şerefiyle şereflenmiş, gerek geçmişte gerekse günümüzde Hazret’in himmetleriyle dünya milletlerinin gözü kulağı olmuştur. Hazret-i Mevlana bunu şöyle ifade eder: “Hakk Teala'nın Anadolu halkı hakkında büyük inayeti vardır… En iyi ülke Anadolu ülkesidir… Sebeplerin hakiki yaratıcısı Allah, hoş bir lütufta bulundu, sebepsizlik âleminden bir sebep yaratarak bizi Horasan ülkesinden Anadolu vilayetine çekip getirdi.”

    Konya hakkında yapılacak bir çalışma öncelikle bu tarihi şuurun farkında olmayı, bunun yanında çok da ciddi tarih ve medeniyet birikimini gerektirir. İşte asrımızda çok da az bulunan bir ilim deryasının, kalem üstadının, medeniyet vakanüvisinin hâsılı nev’i şahsına münhasır bir kişiliğin bundan yıllar evvel meydana getirdiği bir kitabı, Konya Tarihi’ni yeniden vücuda getirmenin bahtiyarlığı ve sevinci içerisindeyiz.

    İbrahim Hakkı Konyalı merhumun Konya Tarihi klasikleşmiş eserler içerisinde yerini hakkıyla almış bir kitaptır. Kitabı okuyanlarca da malumdur; merhum Konyalı, kendi zamanına kadar Konya’da bulunan tüm tarihi malumatı bihakkın kitabında işlemiştir. Hatta o kadar ki adı sanı duyulmamış bir tarihi vesikayı çıkartmış, eğer o vesika hakkında daha önce bir çalışma varsa o çalışmayı noktası virgülüne kadar değerlendirmiş, varsa yanlışlıkları hakiki vesikaya göre onu güncellemiştir.

    Asırlık ömrünü ilim ve medeniyete vakfetmiş İbrahim Hakkı Konyalı merhum ömrü boyunca birçok makale, kitap, dergi ve gazete yazıları kaleme almış bunlardan birçoğu basılmış birçoğu da kütüphanelerin tozlu raflarında beklemektedir. Konyalı merhumun son yıllarında gözleri iyiden iyiye ağırlaştığı ve ancak büyüteçle okuyabildiği halde ‘hırs-ı piri’ yani yaşlılık hırsı tabir edilen taşkınlığa varan bir coşkunlukla çalışmalarını sürdürürken kendisini ziyaret edenlere: “ölmeye fırsat bulamıyorum, yoruldum efendim çok yoruldum amma ölmeye bile vaktim yok, tarih yağmacıları benim ölmemi bekliyorlar, amma ölmeyeceğim efendim”3 şeklindeki şakaları bile merhumun çok ilerlemiş yaşına rağmen hala ilme olan sevgisinin delili olmaya yetecektir.

    Burada merhumun hayatını anlatmaya ne zaman ne de yer müsait gelmez. Çünkü Konyalı merhumun yaptığı işler (kitabı okuyanlar da görecektir) hakikaten insan ömrüne sığmayacak kadar geniştir. Sadece elimizde olan Konya Tarihi, Konya hakkında (kendi zamanının) en geniş malumatlı bir çalışmadır. Sözü çok fazla uzatmadan kitabın 1. ve 2. baskısından farklı olarak bu baskısında yapılan çalışmaları burada kısaca anlatmak istiyoruz.

    Kitap 1964 yılında ilk olarak Konya Belediyesi tarafından basılmış, ikinci olarak da 1997 yılında Büyükşehir Belediyesi tarafından Enes Kitap Sarayı’na bastırılmış, bu ikinci çalışmada (kitabın 2. basımının sunuş bölümünden anlıyoruz) merhum Safa Odabaşı ve Prof. Dr. Haşim Karpuz Beyler bazı fotoğrafları yeniden bularak bir takım belgeleri yenilemişlerdir.

    Biz bu çalışmamızda ilk iki baskıdan farklı olarak:

    3 ‘İ. Hakkı Konyalı ve Konya Kütüphanesi Yazmalar Katalogu’ Mustafa Özdamar 1997

  • 5

    1- Transkripsiyon çalışması yaparak; eserde geçen tüm kelimeleri günümüz transkripsiyonuna göre değiştirdik. Örneğin kitabın ilk yazıldığı günlerde ‘ALÂ-ED-DİN, EVHÂD-ED-DİN, BAHÂ-ED-DİN’ gibi olan kelimeleri ‘Alâe’d-din, Evhâde’d-din, Bahâe’d-din’ olarak ayrıca ‘REİS-ÜL-ETİBBA, DÂR-ÜŞ-ŞİFA’ gibi olan kelimeleri de ‘Reisü’l-etibba, Dârü’ş-şifa’ şeklinde yeniden düzenledik.

    2- Kitabın tamamında özel isimler, yer isimleri, unvanlar, şehirler, ülkeler, ırklar, köyler, has isimleri (Örn: “Herevî’ tarih boyunca büyük bir şöhret yapan Konya’nın kayısısına adını veren Kamerü’d-din’in de bostanını görmüştür. Seyyahın Konya’ya II. Kılıçaslan zamanında geldiği anlaşılmaktadır.” gibi) italik yaptık. Bundaki amacımız konu içerisinde geçen konu ile alakalı yerlere dikkati çekmektir.

    3- Kitapta o günün yazım dili ile bugünün yazım dili arasındaki farklılıkları da günümüze göre değiştirdik. Örneğin: ‘Olmıyacak, kale dıvarı, te’sis edilmiş… v.b.’ kelimeleri günümüz okunuşlarına göre düzelttik.

    4- Kitapta çok fazla bulunan yazım ve imla hatalarını da elimizden geldiğince düzeltmeye çalıştık.

    5- Kitaptaki tüm Arapça, Osmanlıca, Farsça; ayet, kitabe, yer-has isimleri ve notlar yeniden M. Emin Eminoğlu Hoca tarafından yazıldı, kitabın basımından kaynaklanan bazı yanlış ibarelerde düzeltildi ve tarafımızca düzenlendi.

    6- Kitaptaki tüm dipnotları bir düzen dâhilinde yeniledik. Malumdur Konya Tarihi’nde her sayfada ne kadar dipnot varsa sayfanın aşağısında o kadar sayıda tekrarlayan dipnotlar varken biz bunları başından sonuna yeniledik.

    Günümüz insanının daha rahat okuması ve anlaması için çalışmayı yaparken bu işin

    zorluğunun ve yaptığımız işin büyüklüğünün farkında olarak son söz mahiyetinde şunları söylemeliyiz: Bu çalışmadaki her türlü güzellik eserin müellifi Dr. İbrahim Hakkı Konyalı merhumun, hata ve kusurlar bizlerindir.

    M. ALİ ORAK ALİ BEKTAŞ

    Konya 2007

  • 6

    TARİHÎ KAYNAKLARDA KONYA Strabon, coğrafyasında Konya hakkında çok az malûmat vermektedir. Yazdıkları dilimize şöyle çevrilir: “... Aynı cihette yabani eşekler merası, (Onagroboté) adı verilmiş olan haşin ve arızalı nâhiyeden daha

    ziyâde şen ve lâtif bölgede, oldukça kalabalık ve küçük bir şehir olan İconium (Iconium) vardır ki; orada vaktiyle Polemon hüküm sürüyordu. Konya’da Toros Dağları’na hissedilir bir surette yaklaşıldığı görülür ki bu dağlar şimalde Lycaonia (Likaonya), Cappadoce (Kapadokya) ile cenupta Cilicie Trachée (Taşlık Kilikya) arasında sınır teşkil ederler.”4

    Lidya’ya vali tayin edilen genç Gyrus (Keyhüsrev) kardeşi Erdeşir’in babaları Dara tarafından veliaht ve halef ilân edildiğini işitince bunu yok ederek yerine geçmek istiyordu. İran hâkimi Satrab Tisafern’ in taarruzuna karşı gelmek bahanesiyle Yunan kuvvetlerini alarak milattan 404 yıl önce Sardes’den yola çıktı. Fricya (Firigya)’nın son şehri olan Iconium’a da uğradı. Burada üç gün kaldı. Keyhusrev’ Likaoni bölgesini beş günde geçmişti. Likaonyalı’lar; İksenefon’un rûznâmesine göre on binlerin geçmesine mani oldukları için Keyhüsrev ordusunun bu memleketi yağmalamasına izin vermişti.5 İşte Konya 2367 yıl önce on binlerin müthiş bir yağmasına uğramıştı. Valansiyeli meşhur ve büyük seyyah Ebü’l-Hüseyin Muhammed İbn Ahmed İbn Cübeyr İbnü’l-Kinanîyyü’l-Endülüsî Konya’ya uğramadığı için seyahatnamesinde doğrudan doğruya Konya’dan bahsetmemiştir. Takiyyü’d-din Ahmed-i Makrizî’ye göre 614 yılı Şaban’ın 27. Çarşamba günü (m.1217) ölen seyyah, notlarını 578 yılı Şevvali’nin 30. günü (m.1182) kitap halinde tedvin etmeye başlamıştır. Eserini yazmaya başladığı zaman Konya’da Rum Selçukîleri tahtında II. Kılıçaslan oturuyordu. Öldüğü yılda ise bu tahtı I.Keykavus işgal ediyordu.6

    Seyyah kitabında Anadolu Selçukîleri’ni ilgilendiren ve şimdiye kadar hiç incelenmeyen malûmat vermektedir. Burada biz bazılarını kısaca alacağız:

    “Seyyah Sicilya’dan bahsederken der ki: “Sicilya hükümdarının çok güzel bir kız kardeşi vardı. Amcasının oğlu bu kıza gönlünü kaptırmıştı. Rumlar kendi hısımlarıyla evlenemedikleri için bir gün delikanlı sevgilisini alarak birçok kalelerin, Konya’nın ve Kostantiniyye’ye mücâvir Acem Bilâdı’nın sahibi (hükümdarı) Sultan Mesud’a sığındı.7 Sultan Mesud çok zengin ve kudretli bir hükümdar idi. Kostantiniyye hükümdarı her sene kendisine cizye veriyordu. Prens, amcazâdesiyle beraber Müslüman oldu, altun bir salip kızdırılarak ayağının altına kondu. Bu, Hıristiyanlığı terk ederek Müslümanlığa sağlamca yapışmaları için kendilerince en mühim bir alâmet sayılırdı. Bundan sonra amcazâdesiyle evlendi. Sonra bir Türk ve Müslüman ordusuyla beraber Bizans’a hücum etti... Aldığı ganimetleri Sultan Mesud’a getirdi. Bu seferinde beş bin kadar Rum’u kırdı.”

    İbn Cübeyr’ Hicaz toprağından Merv’de bulunduğu zaman muhteşem bir alay ile Mekke’ye hacc için gitmekte olan I.Sultan Mesud’un kızı Melike Hatun’u ve iki arkadaşını seyretmek için seyahatini tehir ettiğini anlatırken der ki:

    “Melike Hatun’ Emirü’l-Hacc Ebü’l-Mekârim Taştekin ile beraber hac için gelen üç hatundan birisidir. Her sene halife tarafından hac emirliğine tayin edilen Taştekin 8 seneden fazladır ki bu vazifeyi yapmaktadır. Melike kadri ve itibarı çok yüce bir hatundur.”8

    Melike Hatun, babasının sağlığında haccettiğine ve Sultan Mesud da h.510-m.1116’dan, h..551-m.1156’ya kadar hükümdar bulunduğuna göre İbn Cübeyr seyahatini bu hükümdarın zamanında yapmıştır. Bu seyahatnamede Melike Hatun ve Sultan Mesud hakkında daha birçok mühim ve enteresan malûmat vardır.

    Sicilyalı Ebu Abdullah Muhammed İbn Muhammed İbn Abdullah İbn İdrisî Hicret’in 6. yüzyılının ortalarında yazdığı Nüzhetü’l-Müştak Fî İhtiraki’l-Âfâk9 adlı Arapça eserinde arz ve tûlünü göstererek Konya’yı yazmıştır.

    Abbasi Halifeleri’nden En-Nasır li Dini’llah’ın tavsiyesi üzerine gezdiği ve gördüğü yerler hakkında; Kitabu’l-İşârât Fî Ma’rifeti’z-Ziyârât 10 adlı bir eser yazan meşhur seyyah Heratlı Mütevekkil Alâ’llah Ali İbn 4-Ceographie De Strabon cilt. 2, S. 533 Paris 1894. Fransızca tercümesinden. İstrabon Milâttan 50 yıl önce Amasya’da doğmuş idi. 5-Küçük Asya Tercümesi cilt 2, Sahife 414 6-İbn Cübeyr Seyahatnamesi şeklinde de şöhret bulan bu kitap 1855 ve 1907 yıllarında Leyden’de ‘ .adıyla bastırılmıştır’ جبير الكنانيرحلة الكاتب االديب البارع اللبيب ابي الحسين محمد بن احمد بن7- İbare aynen şudur: S. 338’االمير مسعود صاحب الدروب وقونيه وبالد العجم المجاورة لقسطنطنية‘8 - Rıhlet-i İbn Cübeyr, sahife 182, 183, 199, 223, 231, 237, 241, 338, 339. 9-Bu kitap 1593 yılında Kitab-ı Nüzheti’l-Müştak Fî Zikri’l-Emsari ve’l- Aktar-i ve’l-Büldan-i ve’l Cüzür-i ve’l Medâyin adıyla Roma’da basılmıştır. Kâtip Çelebi, Keşfü’z-Zünûn’da kitabı yukarıda yazdığımız şekilde adlandırmakta ve Sicilyalı Şerif Muhammed İbn Muhammed-i İdrisi’nin kitabını Sicilya Hükümdarı adına hicretin 6. yüzyılı ortalarında yedi iklim üzerine yazdığını, mesafeleri, mil ve fersah ile gösterdiğini ve bunu bazılarının ihtisar ettiğinin maruf olduğunu söylemektedir. (cild 2, sahife 596.) Müellif kitabında eserini yukarıda yazdığımız şekilde adlandırmaktadır. 10-Şeyh Ebu’l-Hasan Ali İbn Ebubekir-el-Herevi’nin bu kitabı az bulunan çok kıymetli bir seyahatnamedir. Hususi kütüphanemizdeki nüsha altmış yedi yapraktır. Güzel bir nesh ile h.95 yılında yazılmıştır. AfyonKarahisar’da Gedik Ahmet

  • 7

    Ebubekir; Anadolu Selçukîleri Başkenti Konya hakkında müşâhedesine dayanarak malûmat veren en eski Müslüman bir şarklıdır. H.569, M.1173’te Kudüs’e, h.570-m.1174’te Aksalan’a gelen ve h.611-m.1214 yılında ölen Ali İbn Ebubekir’ Konya hakkında aynen şunları söyler:

    “Camiin yanındaki11 kilisede hakim Eflatun’un kabri vardır. Kamerü’d-din’in bağında; üzerinde izare bürünmüş uyur bir halde bir erkekle kadın sureti bulunan mermer bir taht gördüm. Bunların hepsi bir mermerden oyulup çıkarılmıştır. Bu kabartmanın tûlünü ve arzını ölçtüm. Kitabu’l-Acâib’te yazacağım.”

    Herevî’ Konya’ya geldiği zaman Alâe’d-din Tepesi’nde cami vardı. Camiin kıblesindeki Bizans Mâbedi de henüz kilise hâlinde idi. Sonra bu Mabet Eflatun Mescidi adıyla İslâm Mabedine çevrilmiş ve son zamanlarda saat kulesi olarak kullanılırken de İstiklâl Savaşı’nın ilk yıllarında bomba ile berhava edilmiştir.

    Üzerinde uyur vaziyette kadın, erkek kabartmaları bulunan yekpâre mermer serir de bize kadar gelmemiştir. Bunun eski devirlere ait bir lâhit olması çok muhtemeldir.

    Herevî’ tarih boyunca büyük bir şöhret yapan Konya’nın kayısısına adını veren Kamerü’d din’in de bostanını görmüştür. Seyyahın Konya’ya II.Kılıçaslan zamanında geldiği anlaşılmaktadır.(1156-1192) Bundan Konya’nın meşhur kayısısına adını veren Kamerü’d-din’in, II.Kılıçaslan devri adamlarından olduğu manasını da çıkarmak mümkün olmaktadır. II.Kılıçaslan zamanında Alâe’d-din Tepesi’nde cami de vardı. Heratlı seyyah Konya hakkında daha fazla malûmat vermemektedir. Bu seyyah İstanbul’dan Konya’ya İznik’ Amoriye, Eskişehir yoluyla gelmiştir. İznik’te İsa’nın kendileriyle beraber olduklarını söyleyen 318 papazın bulunduğunu görmüştür. Amoriye12 sınırları üzerinde bir tepenin başında Muhammed Battal’ın kabri vardır. Amoriye’de de Abbasî Halifesi El-Mu’tasım ile gelen, burada şehit düşen birçok kimselerin kabirleri ve birçok tuhaf ve eski eserler vardır. Seyyah Amoriye’den sonra Sultan Önü denilen Eskişehir’e gelmiştir. Burası hakkında aynen şunları söylüyor:

    “Burası tuhaf bir yerdir. Rumca buraya sıcak su anlamına Sirma’da denir. Beldelerin sınırları ve kâfir serhatleri üzerinde bulunan bu yere Avigerm13 او آرم de derler. Bu mevkide büyük köşkler ve bunların altlarında;

    Paşa Kütüphanesi’nde 1427 numarada ve Paris Yazmaları arasında 5975 numarada ve Bursa’da Haracçızadeler’de birer nüshaları daha vardır. Der-i İslâm Mecmuası’nın 19. Sayısı’nda bu eser hakkında bir tetkik yazısı çıkmıştır. Herevi, seyahatini Abbasi Halifeleri’nden El-Müsta’zibi Emri’llâh zamanında (1160-1170) yapmış ve kitabını En-Nasır li Dini’llah’ın emri üzerine yazmıştır. İbn-İ Halligan’ın tercümesinde cilt 1, sahife 352’de anlattığına göre de Halep Eyyubleri’nden Ez-Zahir İbn Selahaddin Yusuf, kendi adına Halep’te bir medrese yaptırmıştır. 611 yılı Ramazan’ında ölmüş ve bu medrese civarındaki türbesine gömülmüştür.Herevi gittiği yerlerde gördüğü ve ziyaret ettiği abidelere ve anıtlara manzum ve mensur intibalarını yazmakla şöhret bulmuştur. Konya’daki abidelere de bir çok şeyler yazmıştır. Seyahati esnasında getirdiği tuhaf bir ağacı kendi türbesine dikmiştir. İbn Halligân türbesini ziyaret ederken Halep bölgesinde bulunmayan halka şeklindeki bu ağacı görmüştür. Kitabından öğrendiğimize göre kendisinin ( تاب العجائبآ ) ve ( آتاب منازل االرض .adlı iki kitabı daha vardır (ذات الطول والعرض

    Keşfü’z-Zünûn’a göre (İstanbul baskısı, Cilt 1, Sahife 469) Herevi’ nin خطب الهروي adlı bir eseri daha vardır. Gezdiği yerdeki abideler hakkında çok mühim ve geniş malûmatı ihtiva ettiği anlaşılan Kitabu’l-Acâyib’inin bize kadar gelmediğini zannediyorum. Herevi seyahatnamesine Halep’ten başlamakta ve aradan zaman geçtiğinden gördüklerinden birçoklarını unutmuş olduğu için kitabına geçiremediğinden dolayı da özür dilemektedir. Herevi, devrinde hiç bir gezginin başaramadığı büyük bir seyahat yapmıştır.Ben bu kitabın Türkiye’deki yazmalarını karşılaştırarak mükemmel bir nüshasını hazırladım. Dilimize de çevirdim. Tarih Kurumu basacaktı. Sonra nedense vazgeçti. Kitap sonra 1953’de Janine Sourdel tarafından Şam’da bastırılmıştır. 11- Kitabu’l-İşarat Fi Ma’rifeti’z-Ziyarat’da ibare aynen şöyledir:

    لجميع مدينه قونيه بها قبر افالطون الحكيم بالكنيسة التي جانب الجامع ورأيت في بستان قمر الدين من الرخام سرير عليه صورة رجل وامرأة ينام تحت إزار وا مستخرج من جسم الرخام وذرعته طوًال وعرضًا وسأذآره في آتاب العجايب

    12-Mu’cemu’l-Büldan bunu Ammuriyye عموريه şeklinde harekeler ve hulâsaten şunları söyler: “Burası adını Yafes’in oğlu Rum’un kızı Ammuriyye’den almıştır. H.223 (M.837) yılında halife El Mu’tasım Billâh tarafından fethedilmişti.” Amoryom şehri Eskişehir (Dorilaomr)’den Arhalâbis’e giden ve Pesinont’ten geçen yolun üzerinde idi. Evvelâ büyük Frikya’ya, sonra yanık Galatya’ya bağlanmıştır. Ankara ve Bitini yollarına hâkimdi. İzorili İmparator Zenun bu şehri imar etmişti. Şehir Asar köyünün yerine rastlıyordu. Yerliler buraya Hergan Kale derler. Halife Harun Reşid ordusunun başında Ankara’ya yürüdüğü zaman kumandanlarından Mâlik İbn Sâlih’i bu şehrin muhâsarasına memur etmişti. 849’da şehir mâmurluğunun en yüksek derecesini bulmuştu. Halife Mu’tasım tarafından muhâsara ve zabt olunmuştur. Rivayete göre Mu’tasım burada 70 bin kişilik bir ordu harcamıştı. 30 bin de Hıristiyan öldürülmüştü. M.1068’de İmparator Romanos Diyojen burada Selçuk aşiretleriyle karşılaşmıştır. Selçukîler ve Osmanoğulları zamanında bu şehir bir harâbe hâlinde yüz üstü bırakılmıştır. (Küçükasya Tercümesi, c.2, s.451) 13-Kasabanın, Eskişehir adını daha sonra aldığı anlaşılmaktadır. Selçukîlerle Bizanslıların sınırları üzerinde idi. O vakit Rumca Sirma ve sıcak suyundan dolayı ‘ آب آرم Âb-ı Germ’ adını alıyordu. Seyyah, Âb’ın B’sini, Vâv’a çevirerek Avigerm demiştir ki; dil kaidelerine göre B’nin Vav’a çevrilmesi olağan şeylerdendir. Matbu نخبة الدهر ile elimizdeki Kitâbu’l-İşârât karşılaştırılınca her ikisindeki hataları düzeltmek imkânı hâsıl olmaktadır. Kitâbu’l-İşârât’taki ‘نخبة الدهر‘ ’ايارح معقودة’de şeklini almıştır ki buradaki sıcak suların üstüne Hz. Süleyman’ın efsanevî köşkü gibi büyük kasırlar’وبهذا الموضع ازاج معقودة‘yapıldığı anlatılmak istenmiştir. Buradaki yılanların emrâz-ı bâride’ye müptelâ olanlara yedirilince şifâ vereceği de matbû nüshada tasrîh edilmiştir. Ilgın’a da kaplıcasından dolayı ‘Âb-ı Germ’ derler.

  • 8

    durulukta, sıcaklıkta, tatlılıkta ve yararlıkta başka yerlerde eşi bulunmayan bir su vardır ki; uzak yerlerden bu su için buraya gelirler. Bu suyun tavsifini ve burada bulunan yılanları inşallah “Kitabu’l-Acâib”de yazacağız.”

    Seyyah Eskişehir’den sonra Konya’yı, sonra Ankara’yı, Kayseriyye’yi yazmış ve sonra da Obruk14 ابروق hakkında geniş malûmat vermiştir. Bunun hakkında diyor ki:

    “Rum beldelerinden bir mevzidir ki her taraftan buraya ziyaretçiler gelir. Burada Ömer İbn Hattab’ın oğlu Ebu Ubeyde’nin meşhedi vardır. Burada bir mağarada cesetleri hiç çürümeyen ve uzayan tırnakları ve saçları daima kesilen ölüler varmış. Söylenenleri tahkik etmek istedim. Obruk; bir dağın içindedir. Bir kapıdan girilerek bir müddet yeraltından yürünür. Sonra geniş bir yere çıkılır ki burası yere batan bir dağın ortası gibidir. Üstünden gök görülür. Ortasında küçük bir gölcük ve etrafında çiftçilerin evleri vardır. Bunlar Rum’lardandır. Tarlaları Obruk’un dışındadır. Burada güzel bir kilise ve mescit vardır. Eğer gelen mİsafir Müslüman ise mescide, Hıristiyan ise kiliseye indirirler.

    Buradan bir çukur yol ile başka bir yere girilir. Burada üzerinde kılıç yaraları ve kargı izleri bulunan birçok insan ölüsü vardır. Bunlardan bazılarının bazı azası düşmüştür. Üzerlerinde pamuktan elbiseler vardır. Bunlar hiç değişmemişlerdir. Burada başka bir yerde arkalarını mağaranın duvarına dayamış, ayak üstünde duran dört kişi daha vardır ki bunlardan birisi çocuktur. Başını; esmer renkli, üzerinde pamuktan bir aba bulunan uzun boylu bir adamın koluna koymuştur. Bu adamın avucu sanki musâfaha ediyormuş gibi açıktır. Bunun yanında üst dudağı patlamış, dişleri meydana çıkmış bir erkek daha vardır.

    Burada bir de tabut gördüm. İçinde bir kadın ve göğsünde küçük bir çocuk vardır. Kadının bir memesi çocuğun ağzındadır. Burada yine ayakta arkasını duvara çevirmiş bir kişi daha vardır. Yine buradaki yüksek bir yerde üzerinde on iki erkek bulunan bir taht gördüm. Bunların arasında elleri ve ayakları kına ile boyanmış bir çocuk da vardır. Rumlar bunları kendilerinden sanırlar, Müslümanlar da bunların Hazret-i Ömer İbn Hattab’ın ashâbından olduğunu söylerler. Orada mahsur bir halde ölmüşler amma saçları büyüdüğü için başlarının tıraş edildiği ve tırnakları büyüdüğü için kesildiği doğru değildir. Bunların derileri kemiklerinin üzerinde kurumuş ve hiç değişmemiştir.”15

    Heratlı seyyahın bu mağarada gördüklerinin bir takım mumyalar olduğunu söyleyebiliriz. 16 Seyyah bu Obruk’u Kayseri’den sonra yazdığına göre bizim Konya’daki Obruk’lardan başkası olduğu

    muhakkaktır.17 Seyyah, Obruk’tan sonra Bülüsteyn(18(ابلستين şehrini yazıyor. Burası Obruk’a yakın harap bir şehirdir. Buna

    Ebsüs(ابسس) denir. Söylendiğine göre burası(دقيانوس)un şehridir 19 Burada birçok tuhaf ve eski umran eserleri vardır. Bu şehrin

    batısında da mağara ve Kitabeler vardır.20 Seyyah bundan sonra ziyaret ettiği Malatya’ Erzen-i Rum’ (Erzurum)’ Diyar-ı Bekir ve Ceziretü’bn-i Ömer-

    i’ (Cizre’yi) yazar. -de Şeyh Şemsü’d-din Ebi Abdullah Muhammed İbn Ebu Talip-el-Ensarî 21 ”آتاب نخبة الدهر في عجائب البر والبحر“

    es-Sofiyyi’d-Dimeşkî’de Konya’yı Herevî’nin ifade ve ibaresiyle anlatmakta ve hiç bir mehaz vermemektedir. Tahminimize göre bu müellif Herevî’den istifade ve onu kopya etmiştir. Biz asırlardan sonra bunu yakalamış bulunuyoruz. Bu tarihçi, Herevî’nin ifadesinden وذرعته طوًال وعرضًا’nı çıkarmış, yerine “ وبها دار الملك ومقر سلطان ilave ederek Konya’nın Selçuk Başşehri ve Rum Sultanı’nın idare makarrı olduğunu göstermiştir. Bu ”الرومmüellif Konya’dan sonra Diyar-i Rum’da Sivas’ Kayseri’ Aksaray’ Erzincan’ Kırşari 22 , Konya Akşari’ Zili’

    14-Yakut-ı Hamevî bunu Ebruk gibi harekeler ve Herevî’den aldığı mâlûmâtı sıralar. (c.1, s. 87, Leipzig tab’ı.) 15- Kitâbu’l-İşârât Fî Ma’rifet-i Ziyârât, sahife 40. 16-Herevî H.569,M.1173 yılında gittiği Kudüs’ü anlatırken de orada bir mağarada İbrahim, İshak ve Yakup Peygamberler’in mumyalarını gören adamlarla konuştuğunu yazar ve sözünü şöyle bitirir: “Eğer bu doğru ise ben İbrahim, İshak ve Yakup Peygamberler’i uykuda değil uyanık iken gören adamları gördüm. (sahife 22 b.) 17-Obruk ve Çağatay Lehçesi’nde ‘Oprük’, mağara, oyuk, çökük, içi boş, muakkar, münhedim mânâlarına gelen öz Türkçe bir kelimedir. Bugün yurdumuzda Konya’daki Obruk kazasından başka bu adı taşıyan 7 köy daha vardır. Bunlar da Kırşehir’in Mucur kazasında, Kastamonu’nun merkezinde, Kastamonu’nun Araç kazasında, Amasya’nın Gümüş Hacı köyündedir. Ankara’nın Çubuk kazasına bağlı Obruk-ı Zîr ve Obruk-ı Bâlâ, Eskişehir’in Mihaliççik kazasına bağlı Obruk Menetler ve Obruk Şemiler köyleri de vardır. 18-Seyyah bununla Elbistan’ı kasdetmektedir. 19-Dıkyanus. Antiyahos’un halk dilinde bozulmuş şeklidir. 20-İbâre aynen şudur:’وغربي هذا البلد الكهف والرقيم ’ Mu’cemu’l-Büldan’da (c.1, s.94) Yakut-ı Hamevî, Ebülüsteyn’i şöyle izah eder: ”Rum diyârında meşhur bir şehirdir. Şimdi müslümanların elindedir. Sultanı, Selçuk hükümdarı Kılıçarslan’ın oğludur. Ashâb-ı Kehf’in şehri olan Ebsüs buraya yakındır.” Hamevî, Ebsüs için de Ebülüsteyn yakınında harap bir şehirdir. Ashâb-ı Kehf, köpekleri ve bunların kitâbeleri buradadır, demektedir. Ebsüs’ün bugünkü adı Yarpuz’dur. Buna Efsus da derler. (Tarih Hazinesi, sayı 4, s.137-139 ve sayı 15, s.799-782’deki yazımıza bakılsın.) 21-Keşfu’z-Zunûn c.2, s.590’da bu eseri ve müellifini kısaca almış, fakat kitabın telif ve müellifin vefat tarihlerini yazmamıştır. 22-Afyon Karahisar’ın eski bir adı da Karaşarı idi. Şar, Türkçe şehir demektir. Akşehir’in eski söyleniş ve yazılışı Akşar idi. Burası Kırşehir’dir.

  • 9

    Karkırı23 ‘ Borla’ Niğde’ Niksar’ Ankara Amasya’ Şirilon24 ‘ Tokat’25 بلستين ‘Antalya26 ‘ Alaya27 ‘ şehir ve kasabalarını yazmaktadır.28 Yakut-ı Hamevî, Mu’cemu’l-Büldân’ında Konya’yı ‘Koniye’ şeklinde harekeledikten sonra şu mâlûmâtı vermektedir:

    “Rum’da, İslâm şehirlerinin en büyüklerindendir. Burada ve Aksaray’da hükümdarlarının sarayları vardır. İbn Herevî burada camiin yanındaki Kilise’de Eflâtun-ı Hakim’in kabri bulunduğunu söylüyor.” 29

    H.664-m.1265 yılında doğan ve H.726-m.1229 yılında ölen ve Bizanslı bir Rum mühtedîsi olan Ebu Abdullah Şehab-ü’d-din Yakut-ı Rumî-i Hamevî Konya’yı görmemiş fakat Herevî’nin Seyahatnamesi’nden kısmen istifade ve Konya ile Aksaray’da Selçuk hükümdarlarının büyük sarayları bulunduğunu yazmakla iktifa etmiştir. Yakut, Rum = روم maddesini yazarken de:

    “Rum; kendilerine nispet edilerek Bilâd-ı Rum denilen mâruf beldelerde oturan bir kavimdir. Bunların asıl nesepleri hakkında birçok ihtilâflar vardır. Bazıları bunların İbrahim Peygamber’in torunlarından Semahik-zâde Rum’dan, bazıları İshak Peygamber’in torunlarından Rumi’l İbni Asfer’den indiklerini söylerler.” dedikten ve daha birçok rivayetleri kaydettikten sonra Bilâd-ı Rum’ şöyle sınırlandırır:

    “Doğuları ve şimalleri Türk ‘ Hazer ve Rus’tur. Cenuplarında Şam ve İskenderiye, batılarında deniz ve Endülüs vardır. Rakka ve Şam’da Rum’ dan sayılır. Eski bir başkent olan Antakya da Müslümanlar tarafından fethedilinceye kadar bunların sınırları içinde idi.

    Hemedanlı Ahmet İbn Muhammed’in anlattığına göre Rum ülkesi 14 daireye, teme’e ayrılmıştır ki, üçü Kostantiniye Halici’nin arkasında, on biri bu tarafındadır.”

    Hamevi, bu daireleri, sınırları ve çıkardıkları askerlerin sayıları ile beraber ayrı ayrı yazmaktadır. Bu arada “نا طقلوس” denilen bir daireden de bahseder. On bin asker çıkaran bu dairenin adını da maşrık, doğu

    şeklinde tercüme ettiğine ve bütün dairelerin en büyüğü olduğunu söylediğine göre de bu Bizanslılar’ın Anadolu dairesi, tem’idir.

    Müellifin zamanında harap bulunan Amoriye’ Maraş bu dairenin meşhur şehirleri arasındadır. Hamevî bütün daireleri saydıktan sonra der ki: “Bütün bunlar eski şeylerdir. Şimdi bu şehirlerin adları, eski usûl ve âdetleri tamamen değişmiştir. Şimdi

    Müslümanlar’ın ve Hıristiyanlar’ın ellerinde bulunan meşhur şehirler Konya, Aksaray’ Antalya’ Trabzon’ Sivas vesairedir.30

    Safiyyü’d-din Abdü’l-Mümin’in Mu’cemu’l-Büldan’dan kısalttığı “مراصد االطالع على أسماء االمكنة والبقاع” adlı Arapça eserde Konya’yı Koniye şeklinde harekeledikten sonra aynen şöyle demektedir:

    “Konya, Rum’da Müslümanlar’ın en büyük şehirlerinden birisidir. Burada ve Aksaray’da hükümdarlarının, Selçuk Sultanları’nın sarayları, Sükna’sı vardır.”31

    H.672-m.1273 yılında Şam’da doğan Ebu’l-Fida’nın “Takvimu’l-Büldan” 32 adlı Arapça eserinde Rum şehirleri hakkında çok geniş doğru ve faydalı malûmat vardır. Ebu’l-Fida, Rum şehirlerinden Alaiyye’ Antalya’ Ankara’ Amoriye’ Akşar (Akşehir)’ Konya’ Kayseriyye’ Aksaray’ Hirakle (Ereğli)’ Amasya’ Malatya’ Sivas, Tokat, Erzen-i Rum’dan bahsetmiş ve bunların tûl ve arz derecelerini, hususiyetlerini de ayrı ayrı yazmıştır. Konya’nın beşinci hakiki iklimi ve Rum örfî iklimi içinde ‘فى’ derece ve ‘د’ dakika tûl ve derece’ما ’ ve dakika arz derecesinde bulunduğunu ve ‘ء’Koniye şeklinde yazıldığını kaydettikten sonra aynen diyor ki:

    “İbn Said’in söylediğine göre Konya meşhur bir şehirdir. Güneyinde bir dağ vardır. Bu dağdan bir çay iner ve batısından şehre girer. Dağ tarafında üç fersah yakınında bağları vardır. Şehrin kalesinde Eflâtun-ı Hakîm’in Türbesi vardır. Saltanat merkezi de buradadır. Yine İbn Said’in33söylediğine göre dağdan inen çay bostanlarını suladıktan sonra bir gölcük ve çayırlık teşkil eder. Konya’yı her taraftan dağlar sarar.”34

    Ebu’l-Fida eserinde Antalya’dan H.721-m.1311’de hacc için gelenlerle görüştüğünü söylediğine göre eserini

    23- Bunu tespit edemedik. 24- Bunu tespit edemedik. 25- Bilisteyn, Elbistan 26- Antalya’da, Antalya gemileri adını taşıyan gemiler yapıldığını belirtmektedir. 27-Sultan Alâaddin tarafından kurulduğu için Alâiyye adı verilen bu şehrin adı halk dilinde düne kadar Alaya şeklinde yaşıyordu. Tarihçi de öyle yazmıştır. Şimdi Alanya’ya çevrilmiştir.

    -28نخبة الدهر في عجائب البر والبحر (s.228, Petersbourg tab’ı, sene 1865.) 29-Mu’cemu’l-Büldan, c.4, s. 204, Leipzig tab’ı. 30- Mu’cemu’l-Büldan, c.2, s. 862 31-1853’te basılan nüsha, c.2, s.463. Kâtip Çelebi, Keşfu’z-Zunûn’unda, (İstanbul tab’ı, c.2, s.416) bunun Mu’cemu’l-Büldan’dan ihtisar edildiğini söyler. Celâle’d-din Süyûtî de Mu’cemu’l-Büldan’ı kısaltmak istemiş fakat yarım kalmıştır. 32-Bu kitap 1846 tarihinde Dresd’de Mösyö Ch. Schier tarafından taş basması olarak tab’ edilmiştir. Bu eser Yunanca’ya tercüme edilmiştir. Bu kitabın mühim kısımları başlıca Garp dillerine de çevrilmiştir. İslâm’da Tarih ve Müverrihler, s.219. 33-İbn Said-i Mağribî şöhretini taşıyan Ali İbn Musa İbn Muhammed İbn Abdülmelik İbn Said’in آتاب لذة االحالم في تاريخ أمم adlı’المختصر في تاريخ االمم‘adlı 15 ciltlik iki eseri daha bulunduğunu Ebu’l-fidâ’nın’ آتاب في أخبار المغرب’,adlı iki ciltlik’األعجامeserinin mukaddimesinden öğreniyoruz. 34-Ebu’l-Fidâ’nın Takvîmü’l-Büldan’ından istifade eden müellifler iyi Arapça bilmedikleri için bu cümleleri yanlış tercüme etmişler, gölün her taraftan dağları sardığını söylemişlerdir.

  • 10

    bu tarihlerden sonra yazdığı anlaşılır. H.732-m.1336’da ölmüştür. Ebu’l-Fida, ‘Rum Bilâdı’nı kitabında şöyle sınırlandırmaktadır: “Batıdan Rum Denizi ve Kostantiniyye

    Halici35, Kırım Denizi, güneyden Şam Beldeleri, Cezire, doğudan Ermeniyye, kuzeyden de Gürcistan ve Kırım Denizi ihata etmektedir.”

    Ebu’l-Fida bundan sonra Rum Bilâdı’nın dağlarını saymaya başlar ve aynen der ki: “Karaman Dağları: Bu dağların sâkinleri Türkmenler’dir. Bizim zamanımızda bu dağlara Karamanoğulları

    sahip ve hâkim oldukları için böyle tarif edilmiştir. Türkmen Dağları Tarsus’un önlerinden Kostantiniyye hükümdarı Alaşkiri’nin sınırlarına kadar uzanır.

    İbn Said’in yazdığına göre Selçukîler zamanında Rum beldelerini fetheden Türklerin neslinden inen Türkmenler pek kalabalıktır.”

    Ebu’l-Fida’nın doğumundan on sene sonra H.682-m.1283 yılında ölen Ebu Abdullah Zekeriyya İbn Muhammed İbn Mahmud-el-Kazvinî H.674-m.1275 yıllarında tamamladığı Âsâru’l-Bilâd ve Ahbâru’l-İbâd36 adlı Arapça eserinde Rum şehirlerinden Sivas’ Kayseri’ Sibrihİsar 37 Herakles (Ereğli)38 ve bir münasebetle Akşehir’den bahsettiği halde doğrudan doğruya Kony’dan bahsetmemiştir. Kazvinli Kayseriyye hakkında şunları söyler:

    “Rum şehirlerinden Kayseriyye büyük bir şehirdir. Rum hükümdar bu şehri taştan yapmıştır. Nüfus ve mamureleri pek çoktur. Şimdi Selçukoğulları’nın başkentidir.” (s. 371)

    Kitabın hazırlandığı zaman Kayseriyye’nin muvakkaten hükümet merkezi yapıldığından dolayı Konya ehemmiyetini kaybetmiş olacak ki tarihçi Konya’dan bahsetmeye lüzum görmemiştir. Fakat Rum maddesinde Anadolu hakkında ticari, sınaî bakımdan yüksek önem taşıyan malûmat vermiştir. Bu kısmı aynen dilimize çeviriyorum:

    “Rum: Büyük beldelerden teşekkül etmiş geniş bir ülkedir. Burası dünyanın en verimli, en ucuz, hayır eserleri ve acayip şeyleri en çok olan köşesidir. Bunlar kitabında yerlerinde zikredildi. Suları en tatlı ve hafif sulardan, havası en iyi ve en temiz havalardan, toprağı en iyi ve en verimli topraklardandır. Bu toprakların hassalarından birisi de dört ayaklı at, deve, koyun, manda, sığır gibi hayvanlarının çok doğurucu olmasıdır. Dünya yüzünden hiç bir yerin suyu başka yerlere nakledilmez. Fakat buradan başka yerlere su götürülür. Türk ve Rum köleleri de böyle... Halkı Müslüman ve Hıristiyan’dır.

    Kışı darb-ı mesel halinde meşhurdur. Bazıları buranın kışını şöyle tasvip etmişlerdir: Rum’da kış belâdır, azaptır, meşakkattir. Kışın hava ağırlaşır, su taşlaşır, yüzler solar, gözler ferini kayıp

    eder, sulanır, burunlar akar, renkler değişir, bedenler tuhaflaşır ve sertleşir, birçok hayvanlar ölür. Yer parlayan şişe, hava sokan eşek arıları gibidir. Gecesi köpek ulumaları, aslan kükremeleri, baykuş sesleri,

    su çağıltıları ile doludur. Halk müthiş soğuktan cehennem ateşine bile girmeye can atarlar. Rum şehirleri çok geniş ve büyük bir memlekettir. İslâm memleketlerinden ve Müslüman hükümdarların nüfuz ve eserlerinden uzak olduğu için küfr içinde

    kalmıştır. Hazret-i Peygamber’in mucizelerinden birisidir. Buyurmuştur ki: Farslılar, Mecusîler bir ve iki defa

    süsülünce yani kendileriyle savaşılınca yok olurlar. Amma Rum’lar öyle değildir. Onların birçok boynuzları vardır. Birisi yok olunca arkasından başkası çıkar.39

    Rum halkı beşinci, altıncı iklimin batısında otururlar. Şehirleri dünyanın şimalinde, soğuk tarafında olduğu için çoğunun renkleri beyaz, saçları kızıl, vücutları katı olur. Tabiatları itibariyle oyuna ve raksa çok düşkündürler. Çünkü müneccimler onların zühre yıldızına bağlı olduklarını sanırlar.

    Şöyle hikâye edilir ki: Rum halkı ancak aklı ve ilmi en çok ve bedeni tam sıhhatte olanı kendilerine melik, hükümdar seçerler. Bu

    üç şeyden birisini kaybedeni derhal meliklikten azıl yerine başkasını intihap ederlerdi. Bir hükümdarlarına bir hastalık âfeti erişmişti. Onu derhal azletmek istediler. Melik dedi ki:

    “Biraz sabrediniz, eğer kendimi tedavi ettirebilirsem ben hükümdarlığa herkesten lâyığım. Aksi takdirde istediğinizi yapınız!..”

    Bundan sonra tedavi için Şam’a gitti. Orada Hıristiyanlığın zuhur ettiğini gördü. Oradan birçok papaz ve din adamı alarak Rum ‘a döndü. Halkı Nasranîliğe, Hıristiyanlığa davet etti. Halk küme küme bu dine girdiler. Hepsi bir ümmet oldular.

    Rum ahaliden hikâye ediliyor:

    35-Marmara ve Boğaz. 36- Bu kitap 1848’de Göttingen’de basılmıştır. 37-Müellif Sibri Hisar’ı anlatırken der ki: “Rum’da müstahkem bir kaledir. Konya’ya iki merhaledir. Burada Komnanos’un bir kilisesi vardır. Sidik zoruna uğrayan hayvanlar bu kilisenin etrafında dolaştırılırsa sidiği çözülür. 38-Ereğli’yi H.191 tarihinde Harun Reşid’in fethettiği burada etraflıca anlatılır. (s.380) 39-Hadis-i Şerif’in aslı şudur: ‘فارس نطحة أو نطحتان ثم ال فارس بعدها ابدا’ Mânâsı da şudur: Fürs ehli yani Mecusiler Müslümanlarla bir kere veyahut iki kere harb ederler, sonra mülkleri ve devletleri yok olur. Cemiyet ve saltanatları müzmahil olur. (Arapça Kamus Tercümesi.)

  • 11

    “Bunlar hükümdarlarının, papazlarının, hakimlerinin resimlerini yaparlar, onlar öldükten sonra bu resimlerine hürmet ederler. Resim yapmakta büyük kudretleri vardır. İnsanın ağlarken, gülerken, sevinçli ve kederli iken resmini yaparlar ve bu halleri tam manasıyla resimlerinde yaşatırlar.”

    Şöyle hikâye olunur ki: Yolcu bir ressam, bir tasvirci, bir gece bir şehre girmiş, bir kavme misafir olmuş. Ona yedirmişler, içirmişler,

    serhoş olunca: “Benim malım, şu kadar altınım var!” demiş, ona daha çok içki vermişler, sızdırmışlar. Üstünde bulunanları

    ve altınlarını aldıktan sonra kendisini uzak bir yere götürüp koymuşlar. Sabahleyin ayılıp uyanınca şaşırıp kalmış. Kendisi gariptir, yer, yurt ve hiçbir kimseyi bilmez. Ne yapsın? Şehrin valisine gitmiş, şikâyet etmiştir. Vali ona:

    “O kabileyi biliyor musun?” demiş. Cevap vermiş: “ Hayır ! Soyulduğun yeri biliyor musun?” demiş, yine “hayır” cevabını almış. Vali: “O halde ne yapabiliriz?” demiş. Yolcu: “Fakat demiş; ben, beni misafir edenin ve adamlarının resimlerini yapabilirim!” Sonra kendisini sarhoş edenin ve adamlarının tasvirlerini yapmış, halka bu resimler gösterilmiş, bazıları

    bunları tanımışlar, yakalanıp getirilmişler, yolcunun çalınan malları ve altınları alınarak kendisine verilmiştir. Rum’ da her sene ilkbaharda bir panayır kurulur. Kırk gün devam eder. Bu panayıra Beyele’بيله ’ derler.

    Buraya şarktan garptan, şimalden ve cenubdan tüccar gelir, alış veriş ederler. Burada Rum ve Türk güzel köleler, cariyeler, atlar, katırlar, güzel sekillât ve atlas kumaşlar, su köpeği, Fendler ve Birtas kürkleri satılır. Bunlar kapışılır. Alış veriş sırasında birçok dalavereler, hokkabazlıklar da olur.

    Bu çarşının bir âdeti vardır: Satılan bir şey katiyen geri alınmaz!.. Rum’da kervanların yolları üzerinde her fersahta sultanların kızları 40 tarafından sevaplarına yaptırılmış

    hanlar vardır. Çünkü burada kış sekiz ay sürer. Kar çoktur. Yollar kapanır. Karda her gün ancak bir fersah yürünür ve hanlardan birisine inilir. Hanlarda yemek, arpa, saman, odun, hububat, palan, nal, mangal bulunur. Hanlar büyük hayır müesseseleridir. Dünyanın hiç bir yerinde emsali yoktur.

    Rum’ un hususiyetlerinden birisi de şudur: Burada deve doğurmaz, gebe kalırsa fenalaşır, ölür. Burada ‘اولتان’ dağı41 vardır. Bu dağın ortasında sokağa benzer bir geçit vardır. İnsan buradan geçerken

    peynir ekmek yerse o adam köpek ısırmasından müteessir olmaz. Bir köpek (kuduz) tarafından ısırılan birisi onun ayaklarının arasından geçse o da köpek ısırmasından müteessir olmaz. Bu hikâye Rum ‘da atalar sözü halinde söylenir.

    Rum ‘da Akşehir’le Antalya42 arasında dağda bir ateş gözü vardır. Buraya bir kamış daldırılırsa yanar. Bunu bana bir gören söyledi. Bu S. Alâe’d-din Keykubad 43 buradan geçerken kendisine söylenmiş. Orada durmuş, tecrübe edilmesini emretmiş. Söylendiği gibi kamış yanmıştır.”44

    İstanbul’ Beyazıt’ Veliyyü’d-din Efendi Kütüphanesi’nde 2334 Numarada kayıtlı yazma ‘آثار البالد وأخبار العباد’ ‘nın kenarına yazılan Konya maddesinde deniliyor ki: “Konya büyük bir şehirdir. Kuruluşu eskidir. Yunanlılar’ın kurduğu rivayet olunur. Sultan Alâe’d-din-i Selçukî surunu ikinci defa yapmış ve şehri genişletmiştir. Yüksek dağdan inen tatlı ve lâtif bir akar suyu, bağları ve bostanları vardır. Mevlâna Celâleddin-i Rumî’ nin ve Sadred-din-i Konevî’ nin Türbesi buradadır.” (sahife 530)

    H.733-m.1332 yıllarında Konya’ ya gelen Tancalı meşhur Seyyah İbn Batuta’ لنظار في غرائب االمصار تحفة ا adlı büyük seyahatnâmesinde bu şehrin adını Konya ve Koniye şeklinde söylendiğini yazdıktan’وعجائب األسفارsonra diyor ki: “Büyük bir şehirdir. Bina ve tesis tarzı gayet lâtif ve gönül çekicidir. Suları, nehirleri, bostanları ve meyveleri pek boldur. Burada yetişen Kamerü’d-din adlı kayısısı Mısır ‘a ve Şam ‘a ihraç olunur. Sokakları çok geniş ve çarşısının tertibi çok bediîdir.

    Çarşıda her sanat erbabı ayrı ayrı yerleri işgal ederler. Bu şehri, İskender’in kurduğu hakkında bir söylenti vardır. Konya Karaman Zade Sultan Bedred-din’ in hükmü altındaki şehirlerarasında ise de Irak Sultanı 45

    40-Anadolu’daki hanları ve kervansarayları yalnız hükümdar kızları değil, sultanlar, zenginler, emirler ve hayır severler yaptırmışlardır. Her fersah başında değil, birçok yerlerde, ana yollarda, her konakta bir han yaptırılmıştır. Tarih Hazinesi Mecmuas’ının 11. sayısında, 565-570 sahifelerindeki yazımıza da bakılsın. 41-Burası Akdeniz sahillerinde Kalemye taraflarında bulunan ve Avlas denilen şehrin sınırları üzerinde bulunan ve aynı adı alan dağlar olsa gerek.(Alanya adlı kitabımız, s.50) 42-Metinde yanlış olarak Antakya yazılmıştır. Buna yanardağ da derler. Akşehir’le Antalya arasındadır. Bu hususta Alanya adlı eserimizde geniş mâlûmat vardır. 43-Metinde Keyhüsrev yazılmıştır. Biz doğrusunu yazdık. s. 357-358, Göttingen tab’ı, 1848’ آتاب آثار البالد وأخبار العباد‘-4445-İbn Batuta, Irak Sultanı ile İran Moğolları denilen İlhanileri kasdetmektedir. Hülâgü 16 Kânun-i sâni 1256 (9 Muharrem 656)’da Bağdat’ı alarak son Abbasi Halifesi El Mu’tasım Billâh’ı öldürmek suretiyle kendisi ve halefleri Bağdat Sultanları şöhretini almışlardı.

  • 12

    Konya’ ya; bu iklimde bulunan Bilâdı’na yakın olması ile bazı vakitlerde istila etmiştir.” 46 Anadolu Selçukîleri’nin çözülmelerinden ve dağılmalarından sonra Küçük Asya’ da seyahat eden İbn Batuta

    Konya’ ya geldiği zaman bu şehir başkentliğini kaybetmiş ve Larende’ de yerleşen Karaman Oğlu Bedre’d-din Mahmud’ un siyasi hâkimiyeti altında bir şehir olmuştur.

    İbn Batuta geldiği zaman Konya fevkalâde mamurdu. Sokakları ve çarşısı çok genişti. Temiz, büyük ve konforlu bir şehir manzarası arz ediyordu.

    H.970-m.1562 yılında Kanuni Sultan Süleyman ile Konya’ ya gelen Seydi Ali Reis’ِمْرآة الممالك ’adlı eserinde Konya hakkında çok kısa malûmat vermekte ve “Padişah Konya’ ya vusul bulduktan Munla-yı Rum ve Sultanü’l-ulemâ ve Şems-i Tebrizî ve Şeyh Sadre’ddin-i Konevî Hazretleri ziyaret olunup Kayseri’ ye varıldıktan Şeyh’ Kirmanî ve Şeyh Burhane’d-din-i Muhakkık-ı Tirmizî ve Bahae’d-din zade ve Şeyh İbrahim-i Aksarayî’أْوَحُد الدينve Davud-ı Kayserî ziyaret olunup...”47 demektedir.

    Bursalı Kadı Sipahizade Mehmed Efendi’nin başlıca Ebu’l-fida’ nın, Takvimü’l-büldan ve Bağdatlı Safiyyü’d-din Abdü’l-Mümin’in‘معجم البلدان’den hülâsa ettiği’مراصد االطالع ’ adlı eserini esas tutarak H.980-m.1572 tarihinde ‘48’أوضح المسالك الى معرفة البلدان والممالك ismiyle hazırladığı ve III. Murad’ a sunduğu Arapça kitapta Konya’yı Koniye şeklinde harekelemiş ve şu malûmatı vermiştir :

    “Rum ‘dan beşinci iklimde meşhur bir şehirdir. Cenubunda bir dağ vardır.49 Bu dağdan bir nehir iner ve batısından Konya’ya girer. Dağ tarafında üç fersah yakınlarında bostanlar ve kalesinde Eflatun-ı Hakîm’in kabri vardır. Daru’s-saltana da buradadır.50

    İbn Said’ in söylediğine göre bu nehir şehrin bostanlarını suladıktan sonra bundan küçük bir göl ve çayırlıklar hâsıl olur. Dağlar Konya’yı her tarafından çepeçevre sarmıştır. Yalnız şimal tarafından çok uzaklardadır.51 Burada birçok yemişler yetişir. Kamerü’d-din şöhretini taşıyan kayısı da burada yetişir. Tûli… Arzı… Derecedir.52 ”

    Sipahîzade eserinin dilimize çevirerek Sokullu Mehmet Paşa’ya takdim ettiği hülasasında da Konya hakkında aynen şunları söyler:

    “İklim-i hâmis’te Rum’dan bir medine-i meşhure’dir. Bunu cemii cevanibinden dağlar ihata etmiştir. Lâkin şimal canibinde olan dağlar bir miktar ıraktır ve cenup canibindeki dağdan bir nehr-i kebir nazil olup Medine’nin garp canibinde şehre dahil olup bostanlarını suvarup ba’dehu sazlık olur.

    Eflâtun’ un kabri bunun kalesindedir derler ve bunun fevâkih-i kesîre ve Kamerü’d-din denilmek ile meşhur zerdalisi vardır. Tûli 56.5, kıyası budur ki tûli 61.5 ve arzı 41 derecededir.”53

    Kâtip Çelebi’nin Dördüncü Sultan Mehmed adına H.1058-m.1648 yılında Zekeriya İbnMuhammed Gazevî’nin H.674-m.1275’te telif ettiği Âsâru’l-Bilâd ve Ahbârul-İbâd54 ve Acâibü’l-Mahlûkat’ı, Şeyh Muhammed İbn Ahmed-i Mukaddisî’nin dört yüz hicrî yıllarında yazdığı ‘55’أحسن التقاسيم في معرفة األقاليم i ve Herevî’nin Kitabul-İşârât İlâ Ma’rifeti’z-Ziyârât 56 ini ve Atlas Minör’ ü esas tutarak hazırladığı ve İbrahim Müteferrika’nın Behram-ı Dimeşkî’ nin eserini de nazara alarak tezyil ettiği Cihannümâ’ da Konya hakkında bulduğumuz malûmatı da buraya sıralayacağız:

    Osmanlı sınırları içine giren Karaman Eyaletini’ İçel ve Konya diye ikiye ve Paye Sancağı olan Konya’yı; merkez, Aksaray’ Akşehir’ Beyşehri’ Kırşehri’ Kayseriyye’ Niğde diye yedi sancağa ayırdıktan sonra Evsaf-ı Konya başlığı altında şunları yazar:

    “Konya, batı sonundaki iki çatal dağların doğu eteğine yakın düz yerde akar sulu, bağlı ve bahçeli bir şehirdir. Mâmur surları vardır. Cenup tarafında ol dağların eteğinde Meram nam bahçeleri ve mesiresi olup dağdan şehre ve Meram ‘a nehirleri akar. Mezraları ve şehir bostanlarını suladıktan sonra şehrin ova tarafına bu suların ayağı inip bir göl olur. Bu göl dağları ihata eder. 57 ve bunun kalesini Sultan Kılıçaslan-ı Selçukî taştan yaptı. Dâr-i mülkü ve tahtı idi. Kendi sarayında bir büyük eyvan yaptı. Sonra sur’u harâba yüz tutunca Sultan Alâe’d-din Keykubad-ı Selçukî ve ümerâsı tecdid edip taş ile hendeğin dibinden yaptılar. Hendeği yirmi, duvarının yüksekliği otuz zirâdır. Bu surun on iki kapısı olup her birinin büyük kasr şeklinde kuleleri vardır. Bunda imâret-i âliye bina ettiler. Suyu dağdan gelir. Anın için sur kapısında bir kubbe-i azîme vardır. Hariçte üç

    46-İbn Batuta Seyâhatnâmesi Tercümesi, c.1, s. 322 47-Mir’âtü’l-Memâlik, s.12, İkdam Matbaası, sene 1313 48-İslâm’da Tarih ve Müverrihler, s. 218 ve Osmanlı Müellifleri, c.3, s.66, Keşfu’z-Zünûn, c. 1, s. 246, Mısır tab’ı. 49-Dağ cenubunda değil, batısındadır. 50-Kitap hazırlanırken burası Başkent, Dârus-Saltana değildi. Müellif Selçukîler zamanında yazılan Takvîmü’l-Büldan’ dan bu cümleleri tetkiksiz ve aynen kopya ettiği için bu hataya düşmüştür. 51-Konya’ nın şimâlindeki dağlar değil, doğusundaki ovanın sonundaki dağlar çok uzaktır. I İstanbul Köprülü Kütüphanesi, numara 935, mükerrer yaprak. Müellif bu mâlûmâtınıوضح المسالك الى معرفة البلدان -52Takvimü’l-Büldan’ dan aynen tercüme etmiştir. 53- Fatih Millet Kütüphanesi, numara 644, yaprak 98 B. Kitap 1055 tarihinde yazılmıştır. 54-Bu kitap 1848’de Göttingen’ de basılmıştır. 55-Bu kitap 1906’da Leyden’ de basılmıştır. 56-Elimizdeki yazmada kitabın adı Kitâbu’l-İşârât Fî Ma’rifeti’z-Ziyârât’ dır. 57-Bu bir göl ve hattâ gölcük değil, Aslım tarafına toplanan büyükçe bir su birikintisi ve sazlıktır.

  • 13

    yüz kadar lüle âbı cari olur. Şehre münkasimdir. Türâbının mahsulü pembe vesaire hububat ve birçok meyvelerdir. Kamerü’d-din demekle maruf bir kayısı olur. Gayet lâtiftir. Şehrin havası mutedildir. Ekseri bağları dağ tarafındadır.58 Bunda bir çeşit gök çiçek olur ki ona Debbağ çiçeği derler. Tohumunu her sene sâir mezruat gibi ekip biçerler. Ve bununla debbağlar gök renkte gön ve sahtiyan yaparlar ve Rum şehirlerine ve Frengistan’a ihraç ederler. Konya’nın ziyaret yerleri arasında Mevlâna Celâle’d-din Muhammed İbni’s- Sultan-ı Ulema (vefatı 672, ömrü 68), Sultan Veled, Bahae’d-din, Sultan-ı Ulema, Şeyh Kerime’d-din, Çelebi Hüsâm, Şems-i Tebrizî, Şeyh Sadre’d-din, Kadı Sirace’d-din, Seyyid Burhane’d-din Muhakkık-ı Tirmizî vardır.

    Alâe’d-din ile Eflâtun-i ilâhî’nin merkatları Konya’nın kalesindedir... İsmil’in karşısındaki Fodul Baba Dağları’nda yabanî koyunlar vardır. Bunlara Fodul Baba sürüsü derler. Bunlar Fodul Baba’nın manevi himayesindedir. Ondan destur ile kurban isteyip iki üç koyun avlanmasına cüret ederler. Üçten fazlasını avlamaya cesaret edemezler. Fazlasını avlayanın başına felaketler ve ukubetler geleceğine inanırlar. Bir Konya Paşası bu koyunlara tecavüz etmişti. Büyük ukubetlere uğradı. Bu koyunların sürüsü iki bin kadar ve daha ziyadedir. O dağda ne ağaç ve ne de su vardır. Ancak bir küçük havuz vardır ki suyu ne artar, ne eksilir. O semtteki bütün hayvanlar bu havuzdan sulanırlar. Konya Bühayresi taşıp da İsmil yakınına kadar gelince bütün ovayı su kaplar. Onun için vilayet ahalisi Konya sahrası bir zamanlar deniz imiş, Eflâtun bir tedbir ile mahvetmiştir, derler.” 59

    İlhanlı hükümdarlardan Ebu Said Bahadır Han’ın; canına kıydığı meşhur veziri ve Camiü’t-Tevarih’in müellifi Reşidü’d-din’in oğlu Gıyase’d-din’in himayesine mazhar olan Gazvin’li Hamdu’l-lah Müstevfi’nin (h.730,-m.1329) h.735-m.334 yılları arasında yazdığı Farsça’نزهة القلوب در مساِلك و مماِلك ’adlı eserinde esaslı denebilecek kıymetli malûmat vermiştir. Bu malûmatın müşâhede ve tetkike dayandığı muhakkaktır. Hamdu’l-lah’ın verdiği bu malûmat, daha sonraki müellifler tarafından aynen ve yahut kısmen iktibas edilmiştir. Gazvinli’nin söylediklerini Konya Surları’nı yazarken aynen dilimize çevirdiğimiz için burada kısaca alacağız. Diyor ki:

    “Konya beşinci iklimdedir. Cezair-i Halidat’tan tûli ve arzı... Hatt-ı istivadan... derecedir. Büyük bir şehirdir. Sultan Kılıçaslan burada yontulmuş taştan bir kale ve bu kalede kendisi için bir büyük eyvan yapmıştır. Bu kale ve bârû harâbe yüz tutunca Sultan Alâe’d-din Keykubad ve onun ümerâsı bunu yenilediler. Alçak ve yüksek bârûları tâ hendeğin dibinden tıraş edilmiş taş ile yapılmıştır. Hendeğin derinliği yirmi ve bârûnun yüksekliği otuz arşındır. Bârûnun devri de on bin adımdır. Bu şehirde büyük Mamureler ve kaleye on iki büyük kapı yaptı ki, her kapının üstünde müstahkem birer köşk vardır. Konya’nın havası mûtedildir. Suyu o dağlardan gelir. Kalenin batı kapısı cihetine bu su için büyük bir kümbet yapılmıştır. Bu kümbetin dışına üç yüz küsur lüleden su akar.

    Konya’da buğday, arpa, pamuk ve diğer hububatın iyileri yetişir. Bağları pek çoktur. Bağlarının bir kısmı ova tarafındadır ki şimdi bunlar haraptır.

    Kevele Dağı’nın (Takkeli Dağ) eteklerinde ve ayaklarındaki bağlar mamurdur. Meyvelerinden al zerdalisi çok tatlı ve suludur. Konya Karaman’’ın sınırı üzerindedir. Bunun için onlardan çok zahmet çekerler ve endişe duyarlar. Büyüklerden Mevlâna Celâled-din-i Rumî’nin mezarı buradadır.”

    H.1060-m.1650 yıllarında Konya’ya gelen Evliya Çelebi şehrin kuruluşu, âbideleri, mesireleri, içtimaî ve iktİsadî müesseseleri, halk tabakaları hakkında kuru yaş, doğru eğri birçok şeyler söylemiştir. Bunlardan konumuzla ilgili olanlarını üslûbunu biraz sadeleştirerek aşağıya sıralıyorum:

    “Konya Kalesi’ni Yunanlılar’dan ‘ينوان Tarihi’ sahibinin söylediğine göre Nişan İbn Aleksandıran İbn Harekliyan yapmıştır. Dört yerden Hazret-i Ömer’le mektuplaşan meşhur Kayser kaleyi ikinci defa tamir ettirmiştir. Buraya Müslümanlar’dan ilk defa gelen Rum Selçukîleri’nden Alâe’d-din-i Keykubad’dır. Konya Kalesİ’nin üçüncü bânisi Sultan Alâe’d-din’dir.

    Konya Kalesinin eşkâli: H.569-m.1173 tarihinde tıraş edilmiş taş ile Konya Kalesi’ni Sultan İzzeddin Kılıçaslan İbn Mesud inşa edip

    metanet vererek dördüncü bâni olmuştur. Bir eyvan ve divanhâne-i sultanî yaptırmıştı ki o asırda Kisra’nın Eyvanı’ndan nişan verirdi. Bir zelzeleden yıkıldıktan sonra Keykubad-ı Selçukî tamir ve termim ederek büyük bir hendek inşa etmişti ki, derinliği on bir, arzı elli, surunun yüksekliği otuz milki ziradır. Taşra katındaki hisar duvarı çepçevre on bin açık ve germe adımdır. Kalenin At Pazarı üzerine zincirle bir ağzında gem bulunan kuru at kafası asılmıştır. Bunda iyi ve çok binici olan Konyalı’lar için şöyle bir ibret dersi vardır: Avrada ve ata kuru kafa bile olsa güven olmaz. Bunların başını boş bırakmayın!..

    Bu kale Selçukîler zamanında on iki kapılı idi. Şehir Osmanlılar’ın eline geçince dördü bırakılıp diğerleri kapatılmıştır. Kalenin dört köşesi beyaz mermer ile çeşit çeşit hendesi zırhlarla süslüdür. En sonra Sultan Alâe’d-din Keykubad İbn Gıyased-din müceddeden yapmıştır. Sonra Erzurum taraflarından nehb-ü-garet çoğaldığından oraya gidip intikam almak üzere iken pederi Alâe’d-din ölmüştür.

    Rum Selçukîleri’nin en sonu bu Alâe’d-din’dir. Cümle on dört nefer padişahlardır. 699 tarihinde Ertuğrul Bey’in oğlu Osman Bey hutbe okutup sikke kestirip emir olmuştur. Bu Konya havalisi Karamanoğulları’nın

    58-Kâtip Çelebi bu kısımları Hamdullah-ı Müstevfî’nin, Nüzhetü’l-Kulûb’ünden hemen hemen aynen almıştır. 59-Cihannümâ, s. 615, 616.

  • 14

    ellerinde kalıp Kosova Muharebesi’nde Hüdavendigâr Gazi şehit olduktan sonra evvelce muti olan bu Karamanoğulları dahi isyan etmiştir. Bunun üzerine 792 tarihinde Yıldırım Bayezid Han Konya Kalesi’ni fethetti. Bu veçhile Selçukîler’in eski başkenti ve Karamanlılar’ın dâru’l-emânı olan Konya Osmanlı şehirlerinden oldu. Kanunî Sultan Süleyman tahriri üzere şimdi Karaman Eyaleti adıyla müstakil bir eyalet olup Paşa makamıdır. Yedi sancağı vardır. Konya’nın mezhepleri hep Hanefi’dir. Bu büyük şehir Meram Dağı’nın bir saat doğusunda bir düz sahradadır. Camilerinin en eskisi İçkaledeki Sultan Alâe’d-din camii’dir. Fakat İçkalede olduğu için cemaati yoktur. Bu İçkale yüksek bir yerde olup mükellef ve mükemmel cephanesi ve topları vardır. Bu kalenin doğu ve şimal tarafları sahra ile bir gölceğizdir. Konya’ dan geçen bütün pınarlar bu göle dökülür. Cami-i Sultan Süleyman iki minareli ve geniş haremlidir. Mescitleri çoktur. Medreselerinin en meşhuru Nalıncı Medresesi’dir. 11Daru’l-kurra, 3 Daru’l-hadis’i, 170 Sıbyan Mektebi, 40 Tekkesi vardır. Çeşmeleri de çoktur. Menbaları hep Meram dağında olup taksim kubbesine gelir. 300’ü geçen sebilleri, 11 Daru’z-ziyafesi, 340 kadar bağlı, bahçeli, sulu, suvatlı büyük sarayları vardır ki Paşa Sarayı pek meşhurdur. 26 bekâr hanı, bir bedesten, 1900 dükkânı vardır. Sipahi pazarı, saraçhanesi, tahtakalesi pek mamur ve müzeyyendir. Havasının iyiliğinden dolayı halkı tendürüst ve kaviyyü’l-bünye’dir. O kadar yaşlı ve muammer olurlar ki kuvvetleri gitmiş, ömürleri 170’e yetmiş, tâb-u tüvanları bitmiş oldukları halde yine dinç olurlar. Uleması âkil, seyyid, necip ve kâmil adamlardır. Konya’nın helvacı ve berber civanları meşhurdur. 20 kadar hâzık doktorları vardır. Ahalisi hep Türk ‘tür. Fasih ve iyi konuşan kimseler vardır. Samimi ve garip-dost kimselerdir. Suyu ve havası bütün dünyaca övülmüştür. Maarretu’n-numan ve Haleb’in havasından daha iyidir.

    Kale dışında su taksimi için bir kubbe bina olunmuştur. O kubbede 366 lüleye su taksim olup şehrin cami ve mescid, han, hamam ve ayan saraylarına hep andan gider. Menbaı Meram Dağı’ndadır. 2700 su kuyuları vardır ki bunlarla bostan suvarırlar.

    Şehir 5. iklimin ortasında olup kış ve yazı mutedildir. Yedi türlü buğdayı olup deve dişi tabir olunan bir çeşidi ancak Şam civarında bulunur. Arpası gayet yağlı olduğundan ata çok verilmemelidir. Hububat ve otları, mezarları çok bir şehirdir. Külâhcıları, terzileri ve kuyumcuları, berberleri meşhurdur. Amma debbağları Osmanlı Ülkesi’ndeki debbağların en mâhirleridir. Meram Dağı’nda bir çeşit nil renginde çiçek olur ki debbağları bununla deri öldürüp gök, gül, şeftali, sarı, turuncu, kırmızı sahtiyan yaparlar ki Arap ve Acem diyarında pek meşhurdur. Beyaz ekmeği ve simidi, çöreği, ballı böreği, çeşit çeşit helvası, zülbiyyesi, pandisi, pişmaniyesi, tahniyyesi de dillere testandır. Sabunisi ile canım beyaz halka çinisini, aşıklar yeyince lezzetinden dimağları iki şak olayazar. Hususî helva çarşısı vardır. Konya’da; adama helvayı döverek yedirirler, sözü darb-ımesel olmuştur. Meyvelerinden Meram dağında Kamerü’d-devle ve Kamerü’d-din adıyla iki çeşit kırmızı kayısısı olur ki Şam’ın Hamevî kayısısından lezzetli, sulu ve hoş olur. Yirmi türlü armut ve kiraz ve durakısı, üzüm sarması, badem kırması olur. Toprağın tabiatı icabı buralarda limon, turunç, nar, incir, zeytin gibi meyveleri olmaz.

    Herkes ve bütün seyyahlar Konya’nın mesirelerini, hıyabanlarını methederler. Hakikat bu hakir de yirminci seyahatim olan bu seferime kadar böyle bir hıyaban görmedim. Buda serhaddında Peçoy, Serm şehrinin kale arkasındaki baruthane mesiresi, Kırım’daki Suvak Bağı, İstanbul’un 170’ten fazla bahçe ve gülistanları, Malatya’nın İspozi’si, Tebriz’in Şah-ı Cihan Bağı Konya’nın Meram Mesiresi’nin yanında bir çimenlik bile olamazlar. 9000 kadar bağ ve bahçesi vardır. Bir diyar garibi kimse bu bağların içine girse kaybolur gider. Güzel sesli kuşlarının ötüşleri insana taze hayat verir. Konyalılar ehl ve ıyallariyle sekiz ay Meram’da oturup zevk-ü safa ederek felekten kâm alır, nice bin bağ evleri ve külbe-i ahzanları, cami, mescit, musallâ ve hanları, hamam, çarşı ve pazar yerleri vardır. Ahalinin Konya ya hiç de ihtiyaçları yoktur.” (Cilt 3, Sahife 20.)

    İbrahim Müteferrika; bastırdığı Cihannüma’ya yazdığı mukaddimede bu eserde Ebubekir İbn Beyram-i Dimeşki’nin coğrafyasından da faydalandığını söylüyordu.

    Bu zat da h.1086-m.1677 yılında IV.Mehmed adına Lâtinceden; Tercüme-i Coğrafya-i Kebir adıyla dilimize çevirdiği eserini esas tutarak hazırladığı iki ciltlik coğrafyasında Konya’ya mühim bir yer ayırmıştır. Dimeşkî’nin verdiği malûmat Kâtip Çelebi’ninkinin aynı olduğu için tekrarlamayı faydasız buluyorum.60

    Şâir Nâbî’ h.1088-m.1677 61 yılında yazdığı Tuhfetü’l Haremeyn adlı eserinde Konya’yı şöyle tespit etmiştir: “Ilgın ve Ladik menzilleri dahi zamime-i menazil-i matviye olunduktan sonra darü’l-mülk-i yunan

    60-Eski Türk ve İslâm Eserleri Müzesi Müdürü Abdülkadir 5 sayılı Konya Mecmuası’na yazdığı, Ebubekir Efendi Coğrafyası başlıklı bir makalede bu eserin kimse tarafından bilinmediğini ve yalnız İstanbul’da Atıf Efendi Kütüphanesi’nde bir nüshası bulunduğunu söylüyordu. eser pek meşhurdur. İstanbul’daki ve yurdun diğer yerlerindeki kütüphanelerin hemen hepsinde nüshası vardır. Bu zatın Nusratu’l-İslâm, Ve’s-Sürûr Fi Tahrir-i Atlas Mayur adlı başka bir kitabı da vardır. 61-Nâbî kitabının ikmâlini şu iki tarih mısraına söyletmiştir: =ء حرمينم قبول ايده موال ديدم تمامنه نابي بو نسخه نك تاريخ بو تحفه 1088 Dedim temâmına Nâbî bu nüshanın târîh - Bu Tuhfe-i Harameyn’im kabûl ede Mevlâ.1088. Buradaki bir kenar yazısından Yusuf Nâbî’nin H.124, M.1712 yılında öldüğü anlaşılmaktadır.

  • 15

    zemin 62 maskat-i re’s-i Eflâtun-i Humnişin 63 olan şehr-i Konya ki; zerre zerre hâk-i ıtırnâki eczây-i ebdân-i evliyâ ve katre karte âb-ı feyiznâki sirişk-i hûnîn-i asfiyâdır. Husûsâ müstağrak-ı deryâ-yı irfan, bâlâ nişîn-i encümen-i âşıkan, bülbül-i rengîn-i nevâî gülistan-ı hakikat ve tûtî-i destanî saray-i şekeristan-ı tarikat 64 olan Mevlâna’nın merkatları buradadır.”

    Nâbî ‘Mevlâna için 26 mısralık güzel bir gazel yazmıştır. Bu gazel : ويرير نشاط مؤبد مكان موالنا

    ايدر جبيني منير ، آستان موالناVerir neşât-ı müebbed mekân-ı Mevlâna Eder habîbini münîr âsitân-ı Mevlâna ile başlar ve

    مني قيدآنار دفتر دلده بو آونه نا آمينه خاك دربنده آان موالنا

    Kenâr-ı defter-i dilde bu gûne nâmını kayd Kemîne hâk-i derbende kân-ı Mevlâna mısralarıyla biter. H.1163-m.1749 yılında Atlas adlı coğrafya kitabı yazan Bartın’ın Ulus Köyü’nden 65 İbrahim Hamdi İbn

    Seyyid Bayram İbn Seyyid Hasan İbn Seyyid Süleyman; Konya hakkındaki malûmatı hatalarıyla beraber Kâtip Çelebi’nin İbrahim Müteferrika tarafından basılan Cihannüma’sından aldığı için onu burada tekrarlamaya lüzum görmüyoruz. Belki bu zat kendi doğduğu köy ve o köyün bağlı olduğu eyalet hakkında geniş malûmat vermiştir. Bu cihetlerin tetkik edilmesi lâzımdır. Tal’at Mümtaz Yaman bu zatın Konya hakkındaki malûmatını Eski Kütüphaneler Müdürü, merhum Hasan Fehmi’nin tavsiyesiyle Konya Mecmuası’nın 22-23. sayısında bâkir ve orijinal bir eser gibi neşretmiştir. Ebubekir İbn Behram-i Dimeşkî’de de aynı malûmat vardır. İbrahim Hamdi Efendi, kitabını hiç zahmet çekmeden ya Cihannüma’dan veyahut Dimeşkî’den göçürdüğü malûmatla doldurmuştur.

    Müneccimbaşı, Sahâifü’l-Ahbâr’ında Rum Selçukîler’ini yazarken der ki: “Rum lâfzı, aslında bir taifenin ismi olup sonra anların meskenleri olan ekâlimden bir iklime dahi ıtlak olundu ki nice şehirleri müştemildir. Ba’de’z-zemanın ol ülke Rum elinden çıkıp Türkmen eline vesaire bazı tavaif ellerine düşmüştür... Konya Şehri bu ülkenin kürsülerinden olup tûli 65 ve arzı 38 derecedir. Bazı rivayette Eflâtun-ı Hakîm’in dahi kabri anda olmak üzere mukayettir.66

    Rum Selçukîleri 15 nefer olup Dâru’l-mülk’leri Konya Şehri ve ibtidai zuhurları 456 ve inkırazları 704 seneleri ve müddetleri 248 sene olmuştur.”

    H.1193-m.1779 yılında hacc için giderken İstanbul’dan Mekke’ye kadar geçtiği yerleri tespit eden Edib İbn Mehmed Derviş ‘نهجة المنازل’’inde Konya’yı şöyle anlatıyor:

    “Konya, Lâdik’ten 11 saattir. Akarsulu, bağ ve bahçeli seyri Meram ve mesire-i saireli mahaldir. Seyr-i Meram’da bir lâtif hamam vardır. Bu hamamının içinde gayet yüksek akar bir şadırvan vardır. Hakkında bu beyti demişlerdir:

    Erişür fıskıyyesi aktıkça dâim bâmına Cennete girmek dilersen gir Meram hamamına Konya; cevami ve hânât ve hamamat ve mahallât ve esvâk-ı mükellefi havi bir şehr-i muazzamdır. Sur-i-

    kebiri vardır. 12 kapı ile 619 tarihinde Alâddin Keykubad İbn Gıyased-din İbn Keyhüsrev-i Selçukî zamanında Kılıçaslan tekellüflü bina etmiştir. Halen Arapça’dır. Surun içinde bu Alâe’d-din’in bir camii vardır. Kendi de orada metfundur. 6 hamamı vardır. 4’ü surun içinde 2’si dışındadır. Livası nefs-i Konya’dır. Sene-i hicriyenin 85. tarihinde feth olmuştur. Konya evvelce kürsi-i memleket-i Yunaniyan olup feth edildikten sonra yine Kayser’in eline düşmüştür. Sonra 681 67 tarihinde yine Davud İbn Süleyman Kutumüş 68 tahlis etmiştir. Sonra 794 senesinde Yıldırım Bayezid Han Karamanoğlu’ndan alup memleket-i Osmaniyan’a dahil etmiştir.

    Fahre’d-din 69 nam meşhur kayısısı, çeşit çeşit çiçekleri olur. Debbağ çiçeği tabir ederler bir nevî çiçek olur. Anın ile sahtiyan boyarlar. Mevlâna Celâled-din-i Rumî’ Sultan Veled’ Şeyh Kerimed-din’ Seyyid Burhaned-din

    62-Eskiden buralarda Yunanca konuşan insanlar oturdukları ve Konya’da bir dairenin merkezi olduğu için birçok kitâbelerde ve tarih kitaplarında Konya’ya Merkez-i Yunan, Belde-i Yunan, Bilâd-ı Yunan denilmektedir. Mu’cemu’l-Büldan’da Yunan adlı iki köy vardır. Birisi Balebek, diğeri de Berzaa civarındadır. 63-Küpte, fıçıda ikamet eden Eflatun değil, Diyojen’dir. Müellif seci iptilâsıyla bu hatayı yapmıştır. 64-Tuhfetü’l-Harameyn, İstanbul Ali Emirî Kütüphanesi, Şer’iyye kısmı, No:1154/55, yaprak 6. 65-Bursalı Tahir Bey merhum Osmanlı Müellifleri’nde (c.3, s. 317) eserin iki cilt olduğunu söylemekte ve müellifin mensup bulunduğu ‘اندز’ köyünün El-Yevm Neziroğlu köyü olduğunu yazmaktadır. 66-Sahâif-ül Ahbar, c.2, s. 558. 67-481 olması lâzımdır. Çünki Süleyman h.470-m.1077’den h.479-m.1086’ya kadar hükümdarlık yapmış, bu yıl araya bir fâsıla girmiş, h.485-m.1092’den sonra da Birinci Kılıçarslan tahta oturmuştur. 68-Doğrusu Kutulmuş’tur. Bu aile şeceresi de şöyledir:Davud İbn Süleyman İbn Kutulmuş İbn Aslan Beygu İbn Selçuk. 69-Bunda bir tertip hatası görüyoruz. Kamereddin olacak.

  • 16

    Muhakkık-ı Tirmizî’ Çelebi Hüsamed-din- Şems-i Tebriz-i’ Şeyh Sadred-din’ Müfessir İmam-ı Bağavi *70 Kadı Seraced-din ve Alâe’d-din ve Eflâtun-i İlâhî ve Şeyh Ahmed Trabzonî’ Selâhed-din Zerkûbi mekabir-i şerifeleri ziyaretgâhtır. Sadred-din’in kütüphanesinde bir sandık ile Abdü’l-kadir-i Geylânî’nin hırkası olmakla ziyaret olunup hususa Türbe-i Mevlâna mehabetli mahaldir. Karşısında mahall-i müfrezde dervişan rûz-ı cuma’da Âyin-i Mevlâna icra ederler. Türbe–i Mevlâna’yı Gedik Ahmed Paşa bina etmiştir.71 Kurbinde Sultan Selim Han’ın iki minareli bir camii vardır. Mevlâna Celâled-din 672 tarihinde vefat etmiştir. Velâdeti Belh’dedir. Ömrü 68 senedir. Konya’nın suları kurbinde dağdan gelip üç yüz miktarı lülelerden şehre taksim olunur. Bağ ve bostanlarına cari olan nehirleri ayağı inip bir göl olur. Ve ol göl dağları ihata eder. Bu konakta bir gün ikamet olunur. Yevmiye ve bahşişat verilir. İsmil nam-ı diğer’آرده بلي ’Konya’ya on iki saattır.”72

    Ahmed Rifat merhumun h.1300-m.1882 yılında kaleme aldığı Lûgat-ı Tarihiyye ve Coğrafiyye’sinde, Konya hakkında hulâsaten şunları yazıyor:

    “Eski adı İkonyon. İzmir’in beş yüz kilometre şarkında 25 bin nüfusu cami ve bu namdaki vilayetin merkezi meşhur bir şehirdir. Mürtefi surları ve dört köşeli kuleleri ve mescitlerden başka 44 camii ve sahtiyan fabrikaları ve her nevi hububattan başka afyon ve küherçile ve ipek ve mazı ve kitre ve yapağı mahsulâtı vardır. Cenup cihetindeki Meram Bağları ‘ve Köşkler’i ‘mükemmel ve meşhurdur. Bir rivayete göre surunu Alâe’d-din Keykubad-i Selçukî h.619-m.1222 73 tarihinde yaptırıp 12 kapı açtırdı. Sultan Süleyman Hazretleri’nin dahi iki minareli bir camii şerifi vardır. H.467-m.1074 tarihinde Selçukîyye-i Rum hükümetini tesis etti. Kutulmuş’un oğlu Süleyman ve ahlâfı burasını makarr-i hükümet ittihaz etti. Selçukîler’in inkrazı akabinde Karaman Oğlu’na geçmekle o dahi merkez ittihaz eyledi. Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa H.1248-m.1832 tarihinde Serdar-ı Ekrem Reşit Paşa’yı, Konya civarında mağlup ve esir etmiştir.74

    Karaman el-yevm Konya vilayeti dahilinde olup mukaddema Pisidi kıtasını teşkil eden ve sonra bir müddet emaret halinde idare olunan ve Larende’ Niğde’ Ermenek’ Konya’ Kayseriyye’ Akşehir’ Beyşehir’ Seydişehir, Karahisar sancak ve kazalarını cami bulunan eyaletin adıdır. Karaman Eyaleti Mülûk-i Selçukîyye-i Rum tasarrufunda iken h.676-m.1217 tarihinde büyük bir Türkmen kabilesi Konya’dan maadâsını zabt ve mülûk-i mezbûrenin inkırazı akabinde yani h.703-m.1303 tarihinde Konya’yı dahi İlhanîler’den bedel-i mâlûm mukabilinde ahz ederek bir emaret teşkil eylemişti. H.872-m.1468’de Karamanlılar Konya’yı ve istiklâllerini kaybettiler.”75

    Şemsed-din Sami Bey Merhum’un 49 yıl önce yazdığı Kamusu’l-A’lâm’ında Konya hakkında söylediklerini gözden geçirmek faydali olur:

    “Konya Şehri pek eski bir zamanda birtakım Yunan muhacirleri tarafından Danaye ismiyle inşa olunarak LiKonya hıtta-ı kadimesinin merkezi olmuştu. Esatir-i kadimeye göre gûya bu şehre bir ejderha musallat olup ikide birde hücumla kadın ve kızlarını yediği halde Jubiter’in oğlu Persiyos ejderhayı katl ile şehri bu belâdan kurtardığı için ahalisi şehrin bir kapısı üzerinde bunun resmini vaz ettiklerinden resim veya sanem demek olan ikondan müştak olmak üzere şehre Iconium nâmı verilmişti. Romalılar ve Rumlar zamanında dahi bu isimle yâd olunup ba’dehu Selçukîler’in yed-i zaptına geçince ihtİsaren Konya tesmiye olunmuştur. Rum Selçukîleri bu şehri pay-ı taht ittihaz edip bunlardan Alâe’d-din ol şehri sur ve handekle ihata ve kule ve kalelerle tahkim edip halefleri dahi cevâmi ve medâris ve saraylar ve sair ebniye ve hayratla Konya’yı ziyade tevsi’ ve tezyin etmişlerdir. Devlet-i Selçukîyye zamanında da Konya şimdikinin birkaç misli büyüklüğünde idi. Devlet-i Selçukîyye’nin hitamında Karamanoğulları’nın eline geçip belde bunların Asâkir-i Osmaniyye’ye mukavemetleri sırasında vuku bulan muharebattan hayli harap olmuş ve nihayet Memalik-i Osmaniyye dairesine dahil olmuştur...

    Konya Sancağı’nın bulunduğu mahal kadîmen Likaonya ve Pisidya isimleri ile iki hıttadan ibaret ve şimal-i şarki köşe Kapadokya’dan ma’dûd idi. Evâil-i Devr-i Osmanî’de Diyar-ı Karaman denilen yer dahi asıl Konya sancağı idi. Vilayet merkezi meşhur bir şehir olup 44 bin ahalisi 44 camii şerif, 147 mescidi, 42 medresesi cem’an 1890 kitabı hâvi beş kütüphanesi, iki kilisesi, mülkiye idadiyesiyle zükûr ve inas için birer rüşdiyeleri ve müteaddit ibtidaiye ve sıbyan mektebleri, 314 dükkân, iki bedesten, 7 han, 8 hamam, 81 çeşmesi ve Selçukîlerden kalma cami ve saray ve kale ve saire gibi birçok ebniye-i musannaa harabeleri vardır. Şehir şimalden cenuba uzanan ve iki ucu sivri olup bir balık şeklini ibraz ediyor. Ortasında İçkale nâmı ile harap bir kalesi olup bunun içinde bulunmuş olan Mülûk-i Selçukîyye Sarayı’nın bazı tarafları el-yevm bâkidir. Sanat-ı

    70-Müfessir İmam-ı Bagavî’ye nisbet edilen türbe Sadreddin-i Konevî’ye giderken Kapı çeşmesinin kıble tarafında ve sokağın başındadır. Âdi kerpiçle yapılmış ve üstü ağaçlarla örtülmüş binanın hiçbir mimari kıymeti yoktur. Şimdi metruk ve harap bir haldedir. İçeride bir sanduka vardır. Hiçbir yerinde ölünün hüviyetini ve binanın kuruluş tarihini gösteren bir kitâbe yoktur. Sene 1943 71-Gedik Ahmet Paşa’nın sadrazamlığı zamanında Karaman elinin umumî yazımı yapılırken türbenin de tamir ettirildiği anlaşılmaktadır. Biz bu hususta başka bir vesika bulamadık. 72-Nehcetü’l-Menâzil, s.33 73-Bu H.618 tarihi olacaktır. Bu zatın verdiği yanlış malûmatı burada düzeltmeye lüzum görmüyoruz. Çünkü biz yerinde doğrularını yazdık. 74-Lügat-i Tarihiyye ve Coğrafiye, c.6, s. 53 75-Lügat-i Tarihiyye ve Coğrafiye, c.5, s. 280

  • 17

    mâhirâneleri câlib-i enzâr-ı dikkat olmaktadır. Karaman ile Anadolu’nun kısm-ı vasatîsinin cenup cihetine verilen isim olup Konya’ Niğde Ve İçel sancaklarından ibarettir. Bu hıtta Devlet-i Selçukîyye’nin inkırazında kesb-i istiklâl ile oralarda hükümet süren Karamanoğulları Hanedanı’nın ismiyle müsemmadır. Karaman İli H.871, M.1466’da katiyen Memâlik-i Osmaniyye’ye ilhak ve valiliği Şehzade Mustafa’ya ihale olunmuş idi. Karaman hükümetinin ibtidâ-i teşekkülünde Larende Kasabası merkezi olup ba’dehu Konya’yı terke mecbur olup Larende’ye çekilmişlerdir. Binaenaleyh şimdi dahi Karaman İlinin merkezi Larende ad olunup bu kasabaya Karaman dahi tesmiye olunmaktadır.”

    İLK İSLÂM DEVLETLERİ ZAMANINDA KONYA

    İlk İslâm hükümetlerin kuzeyini sınırlandıran Küçük Asya’nın güneyindeki ve güney yakınındaki topraklar ve bu arada Konya birçok defalar İslâm ordularının ve mücahitlerinin istilâsına uğramıştır. Bir Bizans şehri olan Konya; İslâm Devletlerinin ‘Sügür’ sınır şehirlerine yakın olduğu için güneyden kopan her istila ve tecavüz hareketi, herhangi bir gaza hamlesi ilk soluğunu Konya’da alırdı.

    Küçük Asya’nın Fırat’ın doğusuna rastlayan kısımları ilk İslâm devletleri tarafından kendi sınırları içine alınmıştır. Ümeyye Oğulları bu bölgede Ermeniyye eyaletini kurdukları gibi, Kilikya’nın güneyinde ve Ceyhan Suyu ile Fırat arasındaki topraklarda da Kınnassarin ve El-Cezire vilayetlerine bağlı iki sınır kumandanlığı teşkil etmişlerdi. Tarsus Birinci Kumandanlığın, Malatya’da İkinci Kumandanlığın merkezi olmuştu.

    Ümeyye Oğulları Küçük Asya’yı baştanbaşa almak için fasılasız çalıştılar. Yaz ve kış akınları tertip ettiler. Çeteler sık sık Küçük Asya’nın ta kalbine kadar birer hançer gibi sokulurlardı. Büyük İslâm orduları birçok defalar Ege Denizi’ne ve Kostantiniyye Halici’ne, Marmara’ya kadar ilerlediler. İki defa da İstanbul’u sardılar.

    Emevî hükümdarlardan Abdü’l-melik’in son hükümdarlık yılında h.85-m.704.’de Konya alınmış ve burada muvakkat bir İslâmî idare kurulmuşsa da bu devamlı olmamış, biraz sonra şehir tekrar Bizanslılar’ın eline düşmüştür. 76

    Konya, Abdü’l-melik’in oğlu 6. Emevî Halifesi I. Velid zamanında h.90-m.708 yılında bir Müslüman istilâsı daha görmüştür. Fakat hiçbir zaman Konya halifelerin bir şehri olarak uzun müddet kalmamıştır.77 Bunun için, Emevîler bu şehirde para bastırmamışlardır.

    Konya, Abbasoğulları’nın zamanında da birçok İslâm gazvecilerinin ve muntazam ordularının istilâsına ve tecavüzüne uğramıştır.

    Bizans’ın siyasi hâkimiyeti altında bulunan Küçük Asya’ya karşı yapılan saldırmaları ve istilâ hamlelerini yapan İslâm ordusunun ve komutanlarının çoğunluğunu Türkler teşkil ediyorlardı. Abbasoğulları hükümranlığının ve hilafetinin kurulmasında başrolü alan Türkler, Anadolu istilâsının ve gazalarının temel taşı olmuşlardı. Abbasoğulları sınır (uç) şehirlerine Orta Asya’dan getirdikleri Türkleri yerleştirmişlerdi. Bunlar hem İslâm yurdunun hududunu beklemişler, hem de fırsat buldukça harekete geçerek Anadolu ‘nun içlerine sızmışlar ve akmışlardı. Abbasoğulları Küçük Asya sınırları üzerinde başlıca üç uç mıntıkası teşkil etmişlerdi:

    1-Suriye Ucu: Bu ucun baş şehri coğrafyacı İbn Havkal’e göre yüz binlerce süvari çıkaran mamur ve muazzam Tarsus idi. Anavarza = Ayınzerba, Masisa, Antakya, Adana, Haruniye = Sis, İskenderun’ Bağras, Mer’aş, Hades = Göynük, Avlas, Tinat bu ucun meşhur şehirleri arasında bulunuyordu.

    2-Cezireti’bn-i Ömer Ucu: Bu uc’un baş şehri de Malatya idi. 3-Ermeniyye Ucu: Küçük Asya’nın doğusuna düşen bu uç içine Kalikala’ Malazgirt’ Ahlat’ Erciş ve Kemah

    şehirlerini alıyordu. Konya, I.Suriye Ucu’na 78 yakın olduğu için tecavüzlerin çoğu oradan gelirdi. Abbasî Halifelerden El-Mehdi

    bu uç bölgelerine Horasan’dan getirdiği birçok savaşçı Türkleri yerleştirmişti. Bu halifenin zamanında Hasan İbn Kahtabati’t-Tâî h.162-m.778. yılında Küçük Asya’ya akın yaptığı zaman ordusunun mühim kısmını Horasanlı’lar teşkil ediyordu.

    H.177-m.787 yılında Harunü’r-Reşid’ Tarsus’a üçbin Horasanlı er daha gönderdi. Tarsus Kalesi’ni ve meşhur tarihi mescidini bu Horasanlı’lar yapmışlardı. H.180-m.796 yılında Harunü’r-Reşid’ Aynzerba’ya Horasanlı Türkler’den çok kalabalık bir kafile daha yerleştirdi. Bu, Türkler’de uçtaki Haruniye şehrini yaptılar.79

    Halife Me’mun ve El-Müsta’sim zamanında uç şehirlerindeki Türkler’in sayısı çok artmıştı. 80 Türkler uçlarda zengin ticaret şehirleri ve İskenderun gibi bir mühim deniz ticaret üssü kurmuşlardı. Halife El-Mütevekkila’l-Allah zamanında uç şehirleri tamamen denecek bir halde Türk leşmişti. Uç şehirlerden birçok Türk âlimler, kumandanlar ve Fatihler yetişmiştir. Bizanslılar’ın Küçük Asya’nın güneyinde pek mühim ve ticaretgâh

    76-Nehcetü’l-Menâzil, İstanbul Ali Emirî Kütüphanesi, Şer’iyye kısmı, No: 1154/70, s.33 77- Encyclopedia Britannica, c.2, Konya maddesi, Sene 1910, William Ramsay’in tetkiki 78-Belâzûrî gibi tarihçiler uç şehirlerine Avasım ‘عواصم’da derlerdi. Bu tarihçi, Fütûhü’l-Büldan’da (s.168) aynen der ki: Hazret-i Ömer ve Osman zamanında ve daha sonraları müslümanların Şam süguru= sınırları Antakya ve bundan başka Harun Reşid’in Avasım diye adlandırdığı şehirlerdir ki müslümanlar bu şehirlerin arkasına akarlar ve şimdi Tarsus’un arkasında yaptıkları gibi gaza ederlerdi. H. 270-m.883 yılında ölen Belâzûrî bütün uç şehirlerini gezmişti. 79-Fütuhü’l-Büldan, Mısır tab’ı, s. 174-175 80-Bugyetü’t-Taleb Fî Tarih-i Âleb, s.30

  • 18

    şehri olan Konya’yı vuran, istilâ eden ordunun, mücahitlerin çoğunluğu uç Türkleri’nden idiler.81 Türkler’ Anadolu ‘nun içlerine sızmışlar, Bizans hâkimiyetindeki yerlerde küçük yurtlar kurmuşlar ve

    bunlarda üremeye, muhite uymaya ve bu suretle gelecek Türk istilâlarına yumuşak ve müsait zeminler hazırlamaya başlamışlardı. Oğuz Boyu’ndan inen Sultan Osman ilk istiklâl növbetini dinlerken ona:

    -Sana, bu egemenliği veren Selçuk Hükümdarı’na hürmeten növbeti ayakta dinle! Dedikleri zaman aldıkları cevap şu olmuştu:

    -Benim dedelerim bu topraklara Selçuklular’dan evvel gelmişlerdi.82 Ümeyye ve Abbasoğulları zamanında Konya’nın kaç defa istila ve terk edildiğini bütün teferruatıyla ve kesin tabirleriyle tespit edecek vesikalardan mahrum bulunuyoruz.

    Elimizde Harunü’r-Reşid’in Konya Ereğlisi’ne kadar geldiğini gösteren kuvvetli vesikalar vardır. Kazvinli Zekeriyya İbn Muhammed Kitab-ü Âsâri’l-Bilad ve Ahbâri’l-İbâd adlı eserinde Harunü’r-reşid h.191-m.806. yılında (Herakle) Ereğli’yi zapt ettiğini geniş tafsilat ile anlatmaktadır 83 . Bu halifenin Konya’ya kadar uzanmış olması çok muhtemeldir.

    Türkler, Küçük Asya’ya sahip olmak ve bu toprakları yüksek bir medeniyet seviyesine ulaştırmak için nehirler gibi al ve sıcakkanlarını akıtmışlardı.

    Profesör Dr. Fr.Taechner’in yazdığına göre; Bizanslılar devrinde Konya mevkiinin hududa nispetle yakın bulunmasından dolayı huduttaki Müslüman muhariplerinin hücumlarına uğramış ve birçok defalar onlar tarafından tahrib edilmiştir ki, bunlardan birisi 907’de vukua gelmişti.84

    Filhakika, Abbasî Halifesi El-Müktefî-billah zamanında (h.295) Konya uç ordularının istilasına uğramıştı. Fakat bu istila da uzun ve devamlı olmadı.

    Abbasoğulları’nın da Konya’da basılmış paraları bulunmadığına göre, onların Konya’da devamlı ve uzun müddet kalmadıklarını gösterir. Konya, onların zamanında bir altıntop gibi Bizanslılar’la Abbasoğulları arasında elden ele dolaşmış durmuş, fakat bu topu Bizanslılar ellerinde daha sıkı tutmuşlardı.

    Emevî Halifeleri’nden I.Velid’in zamanından Abbasî Halifeleri’nden El-Mu’tezıd zamanına kadar iki asır kadar uç’lular Bizanslılara karşı, kahramanca ve galipçe savaşa ve yıpratmaya devam ettiler. El-Mu’tezıd-billah o vakit kılıçlarının hakkıyla egemenlik kazanmış olan beyleri zorla kendisine boyun eğdirdikten sonra, h.277-m.900’de Tarsus’a gelmiş. Uç bölgesinin bu baş şehrinin büyüklerini tevkif ettirmiş, İskenderun Limanı’ndaki ve Akdeniz kıyılarındaki İslâm donanmasını da yaktırmıştı. Bu suretle, Bizans donanması de