avrupa bİrlİĞİ sÜrecİnİn tÜrk diŞ …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/31079/250329.pdfbu...
TRANSCRIPT
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
AVRUPA BİRLİĞİ SÜRECİNİN
TÜRK DIŞ POLİTİKASINA ETKİLERİ
Doktora Tezi
Hatice YAZGAN
Ankara-2009
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER
ANABİLİM DALI
AVRUPA BİRLİĞİ SÜRECİNİN
TÜRK DIŞ POLİTİKASINA ETKİLERİ
Doktora Tezi
Hatice YAZGAN
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Çağrı ERHAN
Ankara-2009
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER
ANABİLİM DALI
AVRUPA BİRLİĞİ SÜRECİNİN
TÜRK DIŞ POLİTİKASINA ETKİLERİ
Doktora Tezi
Tez Danışmanı: Prof.Dr.Çağrı Erhan
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı İmzası
........ Prof.Dr.Çağrı Erhan.......................... ........................................
..... Prof..Dr.İlhan Uzgel.............................. ........................................
..........Doç.Dr. Mitat Çelikpala.................... ........................................
..........Doç. Dr. Sevilay Kahraman............ ...........................................
..........Doç.Dr. Çınar Özen.......................... .........................................
Tez Sınavı Tarihi ...19/08/2009......
1
AVRUPA BİRLİĞİ SÜRECİNİN TÜRK DIŞ POLİTİKASINA ETKİLERİ
İÇİNDEKİLER ............................................................................................................ 1
KISALTMALAR ......................................................................................................... 4
ŞEKİL VE TABLOLAR LİSTESİ.............................................................................. 6
GİRİŞ ........................................................................................................................... 7
BİRİNCİ BÖLÜM: TEORİK ÇERÇEVE .................................................................16
I. Kavramsal Çerçeve: Avrupalılaşma Kavramı ..................................................16
A. Avrupalılaşma kavramı ve Üye / Aday Ülkelere Uygulanması........................16
1. Avrupalılaşma Kavramının Tanımlanma Sorunu ........................................16
2.Avrupalılaşma Kavramının Çift Yönlü Etkisi: AB ve üye/aday
devlet etkileşimi.........................................................................................24
3. Avrupalılaşmanın Göstergeleri ...................................................................27
a. Avrupalılaşmanın Kurumsal Yapılar Düzeyinde Etki Göstergeleri .......31
b.Avrupalılaşmanın Politikalar Düzeyinde Etki Göstergeleri....................34
B. Avrupalılaşma Kavramının Dış Politika ve Güvenlik Alanına Uygulanması ..38
1.Dış Politika ve Güvenlik Politikasının Diğer Politika
Alanlarından Farklılıkları ............................................................................38
2.Dış Politika ve Güvenlik Politikasının Avrupalılaşması
ve Örnek Ülke İncelemeleri........................................................................41
a. Merkezi ve Doğu Avrupa Ülkeleri örneğinde Polonya ............................44
b. İspanya ..................................................................................................51
c. Yunanistan .............................................................................................58
II. Kuramsal Çerçeve:
Avrupalılaşma kavramı Çerçevesinde AB’nin Üye/Aday Ülkelere Etkilerini
İncelemede Kullanılan Yaklaşımlar.................................................................63
A. Erken Dönem Tartışmaları:
Neofonksiyonalizm / Hükümetlerarasıcılık tartışması ....................................63
B.Yakın Dönem Tartışmaları:
Rasyonalizm/ Konstrüktivizm Tartışması ve Yeni Kurumsalcı Yaklaşım........67
C. İç ve Dış Politika Etkileşimini İnceleyen Yaklaşımlar....................................79
1. İki Düzeyli Yaklaşım (Two level Game) (Robert Putnam) ......................80
2
2. Liberal Hükümetlerarasıcılık Yaklaşımı (Andrew Moravscik) ...............81
III. Avrupalılaşma Kavramı ve Rasyonalist Kurumsalcı ve
Sosyolojik (Konstrüktivist) Kurumsalcı Görüşlerin
Türkiye’ye Uygulanabilirliği ..........................................................................83
İKİNCİ BÖLÜM: AB SÜRECİNİN TÜRK DIŞ POLİTİKASINA ETKİLERİ.......86
I. AB Sürecinin Türk Dış Politikasına Etkileri ...................................................86
A. AB Sürecinin Türk Dış Politikasının “Kurumsal Yapısı”na Etkileri ..............88
1. Türk Hükümetlerinin AB Sürecine Bakışları ...........................................88
2. Dışişleri Bakanlığı’nın AB sürecindeki Yapılanması ...............................99
3. Siyasi Partilerin AB’ye Bakışları...........................................................102
4. AB sürecinin Asker-Sivil İlişkilerine Etkisi ...........................................109
5. Sivil Toplum ve Kamuoyunun AB’ye Bakışı .........................................118
a. TÜSİAD, İKV, Sendikalar vd. ve AB ................................................121
b. Türk Kamuoyu ve AB .......................................................................124
B. AB Sürecinin Türk Dış Politikasına “Siyasa Düzeyinde” Etkisi .................127
1. Soğuk Savaş sonrası AB ve Türkiye .......................................................128
a. Soğuk Savaş Sonrası AB ile ilişkiler ve Türk Dış Politikası ...............128
b. Türkiye ve AB Üyesi Ülkelerin İkili İlişkileri .....................................136
c. Resmi Belgeler ve Müzakere Sürecinde Dış Politika ve
Güvenlik Politikası.............................................................................138
2. Türkiye’nin ABD ve NATO ile İlişkilerinin AB ile İlişkilerine Etkisi .....143
a. Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) kapsamında
karşılaşılan sorunlar ..............................................................................148
b. Irak Savaşı (2003) sırasında Türkiye’nin AB ve ABD ile ilişkileri .....154
3. Türkiye-Yunanistan İlişkileri...................................................................158
a. Ege sorunları .....................................................................................162
b.Türkiye-AB İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu..............................................167
4. Türkiye’nin Orta Doğu Bölgesi ile İlişkileri............................................180
5. Türkiye’nin Rusya ve Kafkasya ile İlişkileri ...........................................195
II. Türkiye’nin AB Dış ve Güvenlik Politikasına Etkileri ....................................198
A. Türkiye’nin AB Sivil Gücüne Etkileri.......................................................202
B. Türkiye’nin AB Askeri Gücüne Etkileri....................................................204
C. Türkiye’nin Orta Doğu, Balkanlar ve Kafkasya/Orta Asya
3
ile ilişkilerde AB Dış Politika/Güvenlik Politikasına Etkileri .....................209
D. Türkiye’nin AB Dış Politikasına Etkilerinin Rasyonalist
Kurumsalcı Perspektiften Değerlendirilmesi.............................................220
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: TÜRK DIŞ POLİTİKASININ AVRUPALILAŞMASININ
DEĞERLENDİRİLMESİ .........................................................................................231
I. Türk Dış Politikasının Avrupalılaşmasının Etki Göstergeleri
Açısından Değerlendirilmesi.............................................................................238
A. Kurumsal Yapı Düzeyinde Etki Göstergelerinin Değerlendirilmesi ...........240
B. Siyasi Düzeyde Etki Göstergelerinin Değerlendirilmesi ............................247
C. Avrupalılaşma Kavramı ve Rasyonalist Kurumsalcı
ve Sosyolojik (Konstrüktivist) Kurumsalcı Görüşlerin Türkiye
Bakımından Değerlendirilmesi .................................................................264
II. Güvenlik Kimliğinde Farklılıklar ......................................................................268
A. Güvenlik Kimliği/Stratejik Kültür Kavramı .............................................268
B. AB Güvenlik Kimliği ..............................................................................270
1. Askeri /Sivil/Normatif (Etik) Bir Güç Olarak AB..................................271
2. Kurumsal Düzenlemeler ve Avrupa Güvenlik ve Strateji
Belgesinin Oluşturulması....................................................................ı285
3. AB Güvenlik Kimliğinin Özellikleri .....................................................292
4. AB’nin “Ortak” Bir Güvenlik Kimliği Oluşturmada
Karşılaştığı Zorluklar..........................................................................295
a.Yapısal Zorluklar............................................................................295
b.Üye Ülkeler Arasında Görüş Ayrılıkları ve AB
Genişlemelerinin AB Güvenlik Kimliğine Etkileri .........................296
C. AB ile İlişkilerde Türkiye ve AB Güvenlik Kimliği Çatışması ..................301
1. Türkiye’nin Güvenlik Kimliği ..............................................................301
2. AB ile İlişkilerde Güvenlik Kimliği Faktörü .........................................314
SONUÇ......................................................................................................................333
KAYNAKÇA.............................................................................................................339
ÖZET.........................................................................................................................355
ABSTRACT ..............................................................................................................358
4
KISALTMALAR
AB Avrupa Birliği
ABD Amerika Birleşik Devletleri
ABGS Avrupa Birliği Genel Sekreterliği
ABSY Avrupa Birliği Siyasi işler Genel Müdür Yardımcılığı
ACP Afrika Karayip Pasifik Ülkeleri
AET Avrupa Ekonomik Topluluğu
AGSK Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği
AGSB Avrupa Güvenlik Strateji Belgesi
AGSP Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası
AİHM Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
AKÇT Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu
AKP Adalet ve Kalkınma Partisi
ANAP Anavatan Partisi
ASEM The Asia Europe Meeting
AT Avrupa Toplulukları
ATAD Avrupa Toplulukları Adalet Divanı
ATAUM Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi
BAB Batı Avrupa Birliği
BDT Birleşik Devletler Topluluğu
BİO Barış İçin Ortaklık
BM Birleşmiş Milletler
CARDS Community Assistance for the Reconstruction, Development and
Stabilization of the Western Balkans
CHP Cumhuriyet Halk Partisi
CMUK Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu
COREPER Permanent Representatives Committee
DİSK Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu
DPT Devlet Planlama Teşkilatı
DSP Demokratik Sol Parti
DTÖ Dünya Ticaret Örgütü
DYP Doğru Yol Partisi
ECAP European Capabilities Action Plan
EFTA European Free Trade Association
5
EMP Euro Mediterrenean Parnership
ETUC European Trade Unions Confederation
EUPM European Union Police Mission in Bosnia and Herzegovina
EUFOR European Forces in Bosnia and Herzegovina
FP Fazilet Partisi
GAP Güneydoğu Anadolu Projesi
IFOR Implementation Force
IMF International Monetary Fund
ISAF International Security Assistance Force
HAK İŞ Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu
İKÖ İslam Konferansı Örgütü
İKV İktisadi Kalkınma Vakfı
KDP Kürdistan Demokratik Partisi
KEİ Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü
KESK Kamu Emekçileri Konfederasyonu
KFOR Kosovo Force
KİK Körfez İşbirliği Konseyi
KİS Kitle İmha Silahları
KKTC Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
KOB Katılım Ortaklığı Belgesi
KPK Karma Parlamento Komisyonu
KYB Kürdistan Yurtseverler Birliği
MATRA (Felemenkçe Sosyal Dönüşüm anlamına gelen) Maatschappelijke
Transformatier
MDAÜ Merkezi ve Doğu Avrupa Ülkeleri
MEDA Euro Mediterrenean Partnership
MGK Milli Güvenlik Kurulu
MGSB Milli Güvenlik Siyaset Belgesi
MHP Milliyetçi Hareket Partisi
NATO North Atlantic Treaty Organization
ODGP Ortak Dış Politika ve Güvenlik Politikası
OGT Ortak Gümrük Tarifesi
ÖDP Özgürlük ve Dayanışma Partisi
PHARE Poland and Hungary: Assistance for Restructuring Their Economies
RP Refah Partisi
6
RTÜK Radyo ve Televizyon Üst Kurulu
SP Saadet Partisi
SSCB Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
STK Sivil Toplum Kuruluşları
SFOR Stabilization Force in Bosnia and Herzegovina
SHP Sosyal Demokrat Halkçı Parti
TACIS Technical Aid to the Commonwealth of Independent States
TAIEX Technical Assistance Information Exchange Unit
TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi
TESEV Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı
TISK Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu
TOBB Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği
TÜRK-İŞ Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu
TÜSİAD Türkiye Sanayiciler ve İşadamları Derneği
TSK Türk Silahlı Kuvvetleri
UAD Uluslararası Adalet Divanı
UP Ulusal Program
UNICE Union of Industrial and Employer’s Association
YÖK Yükseköğretim Kurulu
ŞEKİL VE TABLOLAR LİSTESİ
Şekil 1- Rasyonalist Kurumsalcı ve Sosyolojik/Konstrüktivist Kurumsalcı
yaklaşım çerçevesinde Avrupalılaşma ...........................................................................78
Tablo 1- 1991–1999 yılları arasında Türk Hükümetleri ve AB Alanında Gelişmeler......91
Tablo 2- 1999–2009 yılları arasında Türk Hükümetleri ve AB Alanında Gelişmeler......95
Tablo 3- Avrupalılaşma Tanımları ..............................................................................231
Tablo 4- Etki Göstergeleri Bakımından Avrupalılaşma Kavramının İncelenmesi.........238
Tablo 5-Siyasa Avrupalılaşması ve Siyasi Avrupalılaşma Kavramları .........................239
7
GİRİŞ
Avrupa Birliği (AB) süreci; gerek üye, gerekse aday ülkelerin siyasi,
ekonomik, sosyal ve kültürel yapılarını kurumsal ve siyasi düzeyde etkilemektedir.
AB’nin üye/aday ülkeler üzerindeki etkileri yanında, üye/aday ülkelerin AB
düzeyine aktarımları çerçevesinde açıklanan karşılıklı etkileşim “Avrupalılaşma”
(Europeanization) kavramı ile incelenmektedir. Bu kavram 1990’lı yıllardan itibaren
giderek artan biçimde AB üyesi ülkeler yanında, AB üyesi olmayan ancak AB
etkilerine açık olan ülkeler ve asıl önemlisi AB’ye aday ülkeler için kullanılmaktadır.
AB’ye aday ülkeler; Kopenhag kriterleri, “koşulluluk” ilkesi ve üyelik
müzakereleriyle müktesebatın üstlenilmesi yoluyla sözkonusu kavramın içeriğine
dâhil edilebilir.
1999 yılında gerçekleştirilen Helsinki Zirvesi ile AB’ye aday ülke olarak
kabul edilen ve süreç sonunda 3 Ekim 2005 tarihinde AB ile üyelik müzakerelerine
başlayan Türkiye de, Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde incelenebilecek
değişimlere konu olmaktadır. AB tarafından hazırlanan Katılım Ortaklığı Belgeleri
(KOB) ve buna mukabil Türkiye tarafından hazırlanan Ulusal Program(lar) (UP),
AB’nin Kopenhag kriterleri bağlamında ortaya koyduğu temel yükümlülükler
yanında, AB mevzuatının uygulanmasına yönelik düzenlemelerin hayata
geçirilmesini gerektirmektedir.
Avrupalılaşma kavramına ilişkin çalışmalar 1990’lı yılların başından itibaren
büyük artış göstermiştir. Bu çalışmalarda, Avrupalılaşmanın tanımı ve sınırları
belirlenip, bu çerçeve örnek bir olaya uygulanmaktadır. Bu örnek olay bir ülke
incelemesi olabileceği gibi, bir politika alanı da olabilmektedir. Bu çalışmada da bu
yol izlenecektir. Tezde Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde incelenecek AB’nin dış
8
politika ve güvenlik politikası konusu diğer politika alanlarının aksine gerek
egemenlik ve ulusal kimlik etkeninin, gerekse hükümetlerarası niteliğin ve bunun
uzantısı olarak oybirliği prensibinin ağırlığını koruduğu bir alan olarak farklı bir
nitelik arzetmektedir.
Bu doğrultuda; Avrupalılaşma kavramının farklı tanımlarından hareketle; bu
çalışmanın hangi tanımı esas aldığını belirlemek gerekmektedir. Burada temel olarak
“Siyasa Avrupalılaşması” olarak tanımlanan ve AB Dış ve Güvenlik Politikasının
Türk Dış Politikasına etkileri incelenecektir. Avrupalılaşmanın geniş tanımları farklı
sonuçlara yol açtığından bu sınırlamanın yapılması gereklidir.
Avrupalılaşma çerçevesinde AB’nin etkisi sonucu üye/aday ülkede, dış
politika yönelimlerinin, karar alma süreçlerinin, ilgi ve çıkar alanlarının farklılaşması
gündeme gelmektedir. Üye/aday ülke açısından AB etkisi ile temel dış politika
alanlarında AB ile ortak hareket etme gereği, üçüncü ülkelere karşı ortak tutumlar
belirlenmesi, uluslararası kuruluşlarda tek sesle hareket edilmesi gibi gereklilikler
ortaya çıkmaktadır. Bunun ötesinde AB operasyonlarına katkı sağlanması, üye/aday
ülke silahlı kuvvetlerinin reorganizasyonu, ulusal güvenlik belgelerinde AB’ye atıfta
bulunulması ve politikaların AB eksenli oluşturulması gibi noktalar ön plana
çıkmaktadır. Bu durumda esas olarak AB dış ve güvenlik politikasının kapsamına
AB güvenlik ve savunma politikasının kurumsal yapısına uyum ve AB’nin Üçüncü
Ülkelere yönelik tutumuna uyum konusu girmektedir. Bu son nokta, AB’nin bölgeler
temelindeki politikası ile uluslararası kuruluşlardaki tutumuna uyum durumunu
kapsamaktadır.
AB ile üye/aday ülke arasındaki gündem, mevzuat, politika ve kurumsal yapı
farklılığı Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde incelenmesi gereken önemli bir
9
noktayı oluşturmaktadır. Zira AB mevzuatı ve uygulaması ile üye/aday ülke
arasındaki farklılık ne kadar fazla ise, uyum için AB baskısı o kadar fazla olmaktadır.
Bu durumda tezin amacı bakımından, AB dış politikası ile Türk dış politikası
arasında farkların belirlenmesi önem kazanmaktadır. Farklılık kurumsal yapı ve
siyasi düzeyde incelenmelidir. Aslında AB gibi dış politikası oluşum aşamasında
olan bir entite ile ulus-devlet özellikleri üzerine oturmuş olan Türk dış politikasının
karşılaştırılmasının zorluğu bir yana, egemenlik ve kimlik etkenlerinin yoğun olduğu
bir alanda bizatihi AB’nin karşı karşıya kaldığı zorluklar mukayesede güçlükler
yaratmaktadır. Bunun da ötesinde dış politika alanının AB ortak tarım politikası gibi
AB direktif ve yönetmelikleriyle büyük ölçüde düzenlenmiş ve Avrupalılaşmış bir
alan olmayıp, ortak tutum ve eylemlerle düzenlenmiş hayli politik bir alan olmasının
da konunun sınırlanmasını güçleştirdiğini belirtmek gerekir.
Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde AB ile Türk mevzuat ve uygulamaları
arasındaki farkın ortaya konmasının ötesinde; AB’nin Türk dış politikasını kurumsal
ve politika temelinde etkilemesi, Türk dış politikasının da AB düzeyine
aktarımlarının ne olabileceği üzerinde durulması araştırmanın temel boyutunu
oluşturmaktadır. Bu durum Avrupalılaşma kavramının AB’nin ilgili ülkeye etkisi ve
ilgili ülkenin AB düzeyine aktarımları çerçevesindeki tanımı gereğidir. Üye/aday
ülkenin AB düzeyine getirileri sonucu AB düzeyine aktarılan politikalar, yeniden üye
devletler düzeyinde şekillenmektedir. Her ne kadar aday ülke olması nedeniyle AB
kurumsal yapısı içinde yer almasa da, Türkiye’nin AB düzeyine olası aktarımlarının
belirlenmesi Avrupalılaşma kavramının tam anlamıyla değerlendirilmesi açısından
önemlidir. Bu çerçevede tezin amacı; dış politika ve güvenlik politikası oluşturulması
ve uygulaması açısından AB sürecinin üye ve aday ülkelerde öngördüğü kurumsal ve
10
siyasi değişiklikler çerçevesinde Türk dış politikasının ne derece
Avrupalılaşabildiği/Avrupalılaşamadığının ortaya konmasıdır.
AB ile etkileşim yani Avrupalılaşma sürecinde üye/aday ülkede topyekûn bir
kimlik değişimi olmadan salt kurumsal değişim de yaşanabilmektedir. Bu durumun
bir ileri aşaması, kurumsal uyum yanında belirli güvenlik kimliği niteliklerinin
sıklıkla kullanılmaya ve devletlerin kimliklerinin bir parçası olarak AB’nin kolektif
kimliğini benimsemeye başlamasıdır. Burada, AB dış politikasının devletlerin
kimlikleri üzerine etkisinden hareketle, AB ile etkileşimde olan ülkenin (güvenlik)
kimliğinin nasıl değiştiği konusu önem kazanmaktadır. Bu durumda Türkiye’nin
Avrupalılaşmanın hangi aşamasında olduğunun tespiti kurumsal/siyasi düzey ayırımı
kullanılarak yapılabilir. Bu çerçevede AB’nin Türk dış politikasına etkileri ve
Türkiye’nin AB dış politikasına katkı ve maliyetleri konusu, yukarıdaki etki
göstergelerinin analizi çerçevesinde, kurumsal ve siyasi düzey olmak üzere iki boyut
dikkate alınarak incelenecektir.
Avrupalılaşma kavramı, AB ile üye/aday ülke arasındaki etkileşim sürecinin
tarif edilmesidir. Ancak sözkonusu sürecin nedenini ve nasıl gerçekleştiğini
açıklamamaktadır. Bu sorular, kurumsalcı teoriler ve iç politika-dış politika kararları
arasındaki etkileşimi açıklayan yaklaşımlar ışığında cevaplanabilir. Bu doğrultuda,
kurumsalcı yaklaşımlar yanında, Avrupalılaşmanın etki göstergeleri üzerinde durmak
gerekir. Sözkonusu etki göstergeleri AB’nin üye devlete etkisini ortaya koyan
göstergelerdir. Buna göre bu kapsamda, karar vericilerin AB’ye bakışı, bürokratik
uyum/reorganizasyon ve kamuoyunun bakışı konuları yanında; stratejik kültürde
değişim, kaynak tahsisi ve askeri güç planlaması göstergeleri incelenecektir.
11
Avrupalılaşma kavramı tanımı içinde önemli bir diğer boyutu oluşturan üye
devletlerin AB düzeyine etkileri/aktarımları konusunda ise belli başlı göstergeler
arasında, gündem oluşturma ve Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasının (AGSP)
operasyonel boyutuna katılım gibi konular yer almaktadır. Tüm bunların yanı sıra
üye/aday ülkenin AB düzeyine aktarım kapasitesini belirleyen ölçütler de vardır.
Bunlar sözkonusu devletin idari ve insan kaynakları kapasitesi yanında AB
kurumlarında oy ağırlıklarıyla da belirlenen göstergelerdir.
Avrupalılaşma konusunda üzerinde durulması gereken bir nokta da;
Avrupalılaşmanın etkisi ile diğer etkenleri birbirinden ayırma konusudur. Zira ortaya
çıkan politika değişikliği/kurumsal değişikliğinin AB uyum çalışmaları nedeniyle mi,
küreselleşmenin etkileri ile mi, yoksa herhangi bir iç politik değişme nedeniyle mi
meydana geldiğinin tespitini doğru yapmak gerekir. Bunun yanında,
Avrupalılaşmanın AB ile ilgili ülkenin Üçüncü ülke ve bölgelere ilişkin
politikalarının tesadüfî uyumundan çok, bilinçli olarak
değiştirilmesi/uyumlaştırılması olduğunu belirtmek gerekir.
Tezde ilgili değişkenler tanımlanarak, konu sınırlaması yapılmıştır. Bağımsız
değişken olarak belirlenen AB dış/güvenlik politikası ve bağımlı değişken olan Türk
dış politikası da tez için belirlenen Soğuk Savaş sonrası dönemde ortaya çıkan
özellikleriyle tanımlanmıştır. Türkiye’nin iç siyasi faktörleri ve yapısı “ara
değişkenler” olarak belirlenmiştir. Tezde, Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde AB
ve Türkiye arasında dış politika ve güvenlik alanındaki karşılıklı etkileşim, Soğuk
Savaş sonrası dönem üzerine yoğunlaşmıştır.
Bu veriler ışığında çalışmada cevaplanmaya çalışılan sorular;
Avrupalılaşmanın çift yönlü etkisi dikkate alınarak, ilk olarak yukarıda belirlenen
12
ölçütler ışığında AB Dış ve Güvenlik Politikasının Türk Dış Politikasına etkilerinin
ve ikinci olarak da Türkiye’nin dış ve güvenlik politikası kapsamında olası
aktarımlarını değerlendirmektir. AB ve Türkiye arasında uyumsuz politikalar ve
sorunların çözüm süreci karşılıklı etkileşimin değerlendirilmesi açısından önemlidir.
Farklılıkların belirlenmesi ve bunların Türkiye ve AB’nin güvenlik politikalarının
bütünleşmesinde yapısal birtakım sorunlardan kaynaklanıp kaynaklanmadığı
yönünde bir değerlendirme çalışmanın temel kapsam alanıdır.
Bu çerçevede Tezin Birinci Bölümünde, Avrupalılaşma kavramı ve bu
kavram çerçevesinde kurumların iç politikaya etkilerini inceleyen teorik yaklaşımlara
(yeni kurumsalcı teoriler özellikle rasyonalist (rasyonel seçim) ve
sosyolojik/konstrüktivist kurumsalcılar) yer verilecektir. Öncelikle farklı
tanımlarından hareketle Avrupalılaşma kavramının çerçevesi çizilecek, AB etkisinin
belirlenmesi için etki göstergeleri ve özellikle dış politikanın Avrupalılaşması konusu
üzerinde durulacaktır. AB üyesi ve aday ülkelerin dış politika ve güvenlik alanında
Avrupalılaşmasına örnek incelemeler, Türkiye’nin Avrupalılaşması incelenirken
karşılaştırma yapabilmek açısından önem arz etmektedir. Bu çerçevede Merkezi ve
Doğu Avrupa Ülkeleri’nden (MDAÜ) Polonya ile İspanya ve Yunanistan’ın
Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde dış ve güvenlik politikalarının değişimleri
incelenmektedir. Polonya; Avrupalılaşmanın özellikle kurumsal boyutta yarattığı
etkiler nedeniyle incelenirken; İspanya, Avrupalılaşma kavramının özellikle ikinci
boyutu çerçevesinde AB düzeyine belirgin aktarımları olan bir ülke olmasının yanı
sıra, AB’nin Türkiye’ye karşı temel eleştiri noktalarından olan insan hakları ve
demokrasi konularında benzer deneyimler yaşamış bir ülke olması nedeniyle
önemlidir. Yunanistan ise Avrupalılaşmanın her iki boyutunun incelenmesi açısından
13
incelenmeye değer bir örnektir. Ayrıca, Türkiye ile arasındaki sorunlarda AB
etkisinin açık olması nedeniyle Yunanistan örneğinin anlaşılması büyük önem
taşımaktadır. Nitekim AB üyesi Yunanistan’ın Avrupalılaşması Türkiye ile
ilişkilerine birebir yansımıştır.
Tezin ikinci bölümünde, Avrupalılaşma kavramının AB sürecinin üye/aday
ülkelere etkisi olarak tanımlanan ilk boyutu kapsamında, AB’nin Türk dış
politikasına etkileri, kurumsal düzey ve siyasa düzeyinde incelenecektir. Bu
çerçevede kurumsal düzeyde etki kapsamında, Türk Hükümetleri, Dışişleri Bakanlığı
ve Türk siyasi partilerinin Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde durumları
incelenmektedir. Bunun yanında AB’nin asker-sivil ilişkileri sivil toplum ve
kamuoyu üzerindeki etkilere de değinilmektedir. Bunun amacı; Avrupalılaşma
göstergelerinden biri olan “Seçkin Avrupalılaşması”nın (elite socialization)
gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılması amacı iledir.
AB sürecinin Türk dış politikasına siyasa düzeyinde etkisi, başta ABD ile
ilişkiler olmak üzere, AGSP konuları Yunanistan ile ilişkiler, Kıbrıs ve Ege
sorunları, Orta Doğu, Rusya ve Kafkasya’daki politikalar çerçevesinde
incelenecektir.
İkinci Bölümde ayrıca; Avrupalılaşmanın ilgili ülkenin AB düzeyine etkisi
anlamındaki ikinci boyutu çerçevesinde Türk dış politikasının AB dış ve güvenlik
politikasına etkileri incelenmektedir. Bu çerçevede; Türkiye’nin AB’nin sivil ve
askeri gücü yanında; Orta Doğu, Balkanlar ve Kafkasya/Orta Asya ile ilişkilerde
AB’ye etkileri tartışılacaktır.
Üçüncü Bölümde, tezin ikinci bölümünde kurumsal ve siyasa düzeyinde
incelenen noktaların, farklı Avrupalılaşma tanımları, AB’nin kurumsal ve siyasi
14
düzeydeki etkileri ve Avrupalılaşmanın Türkiye’ye ve Türkiye’nin AB’ye etkileri
bakımından kapsamlı ve karşılaştırmalı bir analizi yer almaktadır. Üçüncü Bölümde
ayrıca sözkonusu analizin verilerinden hareketle; Türkiye ve AB arasında fark
yaratan ve soruna neden olan noktaların kaynaklarının irdelenmesi açısından, AB ve
Türk güvenlik kimliklerinin ana hatlarını incelenmektedir. Bu durum; Avrupalılaşma
kavramı çerçevesinde AB dış politikasının Türkiye’ye etkileri tartışılacaksa, AB dış
politikasının Avrupalılaşma çerçevesinde aktarılan özelliklerinin anlaşılması
açısından da önem taşımaktadır.
Literatürde; Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde siyasi partiler ve çıkar
grupları yanında, anayasal ve hukuki boyut ve politikalar düzeyinde üye/aday
ülkelere AB etkisini inceleyen çok sayıda çalışma mevcuttur. Türkiye’nin
Avrupalılaşması üzerine yapılan çalışmalar da bu akımın etkisiyle son yıllarda artış
göstermektedir.
Nitekim Türk Dış Politikasının Avrupalılaşmasına ilişkin olarak belirli bir dış
politika konusunun Avrupalılaşmasını inceleyen çalışmalar mevcuttur. Bu
çalışmalar, Türkiye’nin başta Kıbrıs olmak üzere, Ege sorunları, Yunanistan ve Orta
Doğu bölgesine ilişkin olarak Avrupalılaşmasını konu almaktadır.1 Ancak tek bir
bölge ya da ülke ile ilişkilerin Avrupalılaşma perspektifinden incelenmesinin bir
sakıncası, diğer bölge ya da ülkelere ilişkin yanlış genellemelere varma olasılığıdır.
Ayrıca Avrupalılaşmanın Birinci Bölümde incelenen çift yönlü yaklaşımından çok,
1 Türkiye’nin Kıbrıs’a ilişkin politikasının Avrupalılaşmasını ele alan bir çalışma için bkz: Kıvanç Ulusoy, ‘The Europeanization of Turkey and its Impact on the Cyprus Problem’, Journal of Balkan and Near Eastern Studies, 10:3, 2008, s. 309-329, Ege sorunlarına ilişkin bkz: Gökçen Yavaş, ‘The Europeanization of the Aegean Dispute Between Turkey and Greece: A Construcivist/Discursive Approach’, Paper to be Presented at the ISA Panel, Contiunity and Change in Turkish Foreign Policy: Ideas, Identities, Institutions, Chicago, March 2007,s. 1-23, Yunanistan için bakınız Harry G. Tzimitras, ‘Europeanization and Nationalism in the Turkish-Greek Rapproachement’, Insight Turkey, Vol.10, No.1 /2008, s. 111-128, Orta Doğu için bkz: Mesut Özcan, Harmonizing Foreign Policy, Turkey, the EU and the Middle East, Aldershot:Ashgate, 2008.
15
AB’nin ilgili ülkede yarattığı değişimler anlamında ilk boyutuna odaklanmış
çalışmalar çoğunluktadır. Türkiye’nin AB’ye aday ülke olması nedeniyle sınırlı kalsa
da, Avrupalılaşmanın ilgili ülkenin AB’ye etkisi anlamındaki ikinci boyutunun2
ihmal edilmesi, karşılıklı çıkar alanlarının belirlenmesini zorlaştıracak ve değişimi
yaratacak yolların belirlenmesini engelleyecektir. Bunun yanında, Türkiye’nin iç
siyasi koşullarına ilişkin değerlendirmelerdeki eksiklikler, konunun önemli bir
boyutunun ihmal edilmesine neden olacaktır. 1999 yılı sonrası Türk dış politikası
gelişmelerinde AB etkisinin aşırı vurgulanması ise,3 diğer etkenlerin rolünün
azımsanması yönünde bir izlenim oluşturma tehlikesi yaratmaktadır.
Bu nedenle tezde, Avrupalılaşmanın kavramsal çözümlemeleri kullanılmakta,
birkaç politika alanında ve kurumsal/siyasa düzeyinde AB etkisi belirlenmekte ve iç
politik durum veri olarak kullanılarak, gelişmeleri etkileyen diğer faktörler de
dikkate alınmaktadır.
Türkiye’nin Avrupalılaşmasının incelenmesi; birbirleriyle göreli olarak
homojen özellikler taşıyan AB üyesi ve aday ülkeler arasında; kültür, din ve kimlik
açısından farklı bir ülke olan Türkiye’nin değerlendirilmesi açısından önem arz
etmektedir.
2 Avrupalılaşma terminolojisini kullanmaksızın Türkiye’nin AB dış politikasına etkilerini inceleyen bir çalışma için bkz: Sedat Laçiner, Mehmet Özcan ve İhsan Bal, European Union with Turkey, the Possible Impact of Turkey’s Membership on the European Union, ISRO, Ankara 2005. 3 Örn: Kemal Kirişçi, ‘Turkey’s Foreign Policy in Turbulent Times’, Chaillot Paper, No: 92, 2006.
16
BİRİNCİ BÖLÜM: TEORİK ÇERÇEVE
I. Kavramsal Çerçeve: Avrupalılaşma Kavramı
A. Avrupalılaşma kavramı ve Üye / Aday Ülkelere Uygulanması
1. Avrupalılaşma Kavramının Tanımlanma Sorunu
Avrupalılaşma (Europeanization) kavramı üzerine yapılan akademik
çalışmalar 1990’ların başından itibaren büyük artış göstermiş, bu durum kavramın
tanımlanması ve sınırlandırılması sorununu da beraberinde getirmiştir.
Avrupalılaşma kavramının çeşitli yazarlarca yapılan farklı tanımları vardır. Bu
tanımlarına bakıldığında; aşağıda inceleneceği üzere, kavramın çok geniş ve çok dar
tanımlarına rastlanmakta ve/veya tanımlar birbirini tamamlayıcı şekilde
kullanılmaktadır. Avrupalılaşmanın geniş tanımlaması; Avrupalılaşmayı kıta olarak
Avrupa etkisini belirtecek şekilde, dar tanımı ise AB etkisini gösterecek şekilde
sınırlamaktadır. Her iki tanım da küreselleşme ile Avrupalılaşma etkileri arasındaki
etkileşime değinmektedir.
Avrupalılaşma kavramının farklı tanımlarına bakıldığında, kavramın
öncelikle AB sürecinde karşı karşıya kalınan değişimlerin açıklanmasında önemli bir
referans noktası olarak kullanıldığı görülmektedir. Bu çerçevede Avrupalılaşma,
aktörleri ve kurumları, fikir ve çıkarları farklı şekillerde etkileyen yapısal değişim
sürecini açıklamaktadır. Makro düzeyde yapısal değişime, daha dar bir tanımlamayla
ise AB politikalarının etkisine işaret etmektedir. Sözkonusu dar tanım dahi kavramın
ne kadar geniş boyutlu olduğunu göstermektedir.4 Avrupalılaşmanın geniş ve dar
tanımından hareketle, kavramın salt AB müktesebatının (Acquis Communautaire)
4 Kevin Featherstone, “Introduction: In the Name of Europe”, The Politics of Europeanization, ed: Kevin Featherstone, Claudio Radaelli, Oxford University Press, 2003, s. 3–4.
17
üye/aday ülke tarafından benimsenmesi5 ve ulusal düzeyde karşılaşılan değişiklikler
anlamında değil, geniş anlamda Avrupa değerlerinin, politika ve kurumlarının
benimsenmesi gerektiği yönünde yaklaşımlar da vardır. Bu durumda Avrupalılaşma,
kimlikler ve kurumlar arasındaki etkileşimi de kapsadığından, sürecin salt politik
değil kültürel ve sosyal bir perspektiften de incelenmesi gerektiği savunulmaktadır.
Claudia Major, Avrupalılaşmanın AB-leşme anlamında değil, daha geniş anlamda
tanımlanmasının hükümetlerarası alanlarda Avrupalılaşmanın tanımlanması
açısından gerekli olduğunu vurgulamaktadır.6 AB ortak dış politika ve güvenlik
politikasının hükümetlerarası niteliğiyle bu kapsama girdiği düşünülmektedir.
Bulmer ve Radaelli’nin tanımı da Avrupalılaşma çalışmalarının en fazla atıfta
bulunulan tanımlarından biridir. Buna göre; Avrupalılaşma; AB politika yapım süreci
içinde oluşturularak, devletlerin ulusal söylem, siyasi yapı ve siyasetlerine entegre
ettikleri; resmi ve resmi olmayan kurallar, süreçler, politikalar, paradigmalar, tarzlar
ve iş yapılış biçimlerinin oluşturulması, yayılması ve kurumsallaştırılmasını ifade
etmektedir.7
Bunun yanında kavramı farklı pek çok açıdan tanımlayanlar vardır. Örneğin
Olsen, Avrupalılaşmanın beş değişik tanımını vermiştir. Olsen’e göre Avrupalılaşma;
AB’nin genişlemesi örneğinde olduğu gibi “dış sınırlarda değişim”, “Avrupa
düzeyinde kurumsallaşma ile gerçekleşen yönetsel düzey”, “siyasi örgütlenme ve
yönetişimin Avrupa dışına ihraç edilmesi”, “birleşmiş güçlü bir siyasi proje olarak
5 Bu yaklaşım AB-leşme (EU-ization) olarak tanımlanmaktadır. 6 Claudia Major, ‘Europeanization and Foreign and Security Policy-Undermining or Rescuing the Nation State?’ Politics: 2005 Vol 25 (3), s.179. 7 Simon Bulmer ve Claudio M. Radaelli, “The Europeanization of National Policy?” Queen’s Papers on Europeanization, No: 1/2004, s. 4.
18
Avrupa” ve “Avrupa düzeyinde kurumların ulusal ve yerel düzeye aktarılması”
anlamına gelmektedir.8
Avrupalılaşma kavramının tanımlaması yapılırken Avrupalılaşma ve Avrupa
Bütünleşmesi arasındaki farka da değinmek gerekir.9 Buna göre; Avrupalılaşma
Avrupa bütünleşmesi ile eşanlamlı değildir. Bütünleşme, devletlerin egemenliklerini
neden ulus-üstü bir birliğe devrettiklerini, başka bir deyişle, devlet ve egemenliğini
inceler. Avrupalılaşma ise, ulusal düzeydeki aktör ve kurumların durumunu inceler.
Bu çerçevede Avrupalılaşma, Avrupa bütünleşmesi içinde bir mekanizmayı
oluşturmaktadır.
Avrupalılaşma kavramı, 1990’lı yılların başından itibaren AB’ye üye ve aday
ülkelerin geçirdiği “değişimleri” açıklamak için sıklıkla kullanılır hale gelmiştir. Bu
durumda, karşılaşılan her değişimin Avrupalılaşma kavramı ile açıklanmasının,
ulusal gelişmeler (hükümet değişiklikleri, reform projeleri, baskı grupları, siyasi
partileri kamuyounun etkileri vs) ya da küreselleşme, uluslararası gelişmeler gibi
uluslararası düzeydeki etkenlerin göz ardı edilmesine yol açacağı ve Avrupalılaşma
kavramının etkisinin abartılmasına yol açacağı şeklinde yaklaşımlar vardır.10 Ancak
yine de AB’nin üye ve aday ülkeler üzerindeki kaçınılmaz bir etkisi olduğu
tartışılmaz bir gerçektir. Artık konu; bunun ötesinde AB etkisinin hangi derecede,
hangi yönde ve hangi mekanizmalarla gerçekleştirildiğidir.
Tezde bu kavram esas olarak AB’nin dış politika alanında ve buna paralel
olarak kurumsal anlamda üye/aday devleti etkileyebilmesi anlamında kullanılacaktır.
8 Johan P. Olsen, “Europeanization”, European Union Politics, ed: Michelle Cini, Oxford: Oxford University Press, 2003 s. 334. 9 Major, op.cit.,s. 178. 10Jordi Vaquer i Fanes, ‘Europeanization and Foreign Policy’, Institut Universitari d’estudis Europeus, Working Paper N. 21, April 2001, http://selene.uab.es/_cs_iuee/catala/obs/Workinsg%20Papers/WP212002.htm, erişim tarihi, 19 Ekim 2007.
19
Bu çerçevede Avrupalılaşma, AB’leşme anlamında kullanılmaktadır. Bu ayırımın
netleştirilmesi özellikle Türkiye örneğinde önem kazanmaktadır. Zira salt
modernleşme anlamında kullanılan bir Avrupalılaşma tanımı Türkiye için Osmanlı
dönemine kadar götürülebilecek bir anlam kazanmaktadır. Oysaki AB
bütünleşmesine eklemlenmek için gerçekleştirilen reform çalışmaları 1990’lı yılların
sonunda Türkiye’ye AB tarafından adaylık statüsü verilmesiyle hızlanmıştır.
Ancak Metin Heper’in belirttiği gibi Osmanlı döneminde başlayan
Avrupalılaşma hareketlerinin günümüzde AB ile bütünleşme anlamındaki
Avrupalılaşmayı kolaylaştırdığını ve hızlandırdığını söylemek mümkündür. 11
Avrupalılaşma kavramının uygulama alanına bakıldığında, kavramın doğal
olarak en başta AB üyesi ülkeler için kullanıldığı görülmektedir. Aday ülkelerin
adaylık döneminde AB’ye uyum için geçirdikleri değişimlerin pek çok çalışmaya
konu olduğu görülmektedir. Aday ülkeler bakımından Avrupalılaşma sözkonusu ülke
AB üyesi olduktan sonra da devam etmektedir. Bunun yanında sözkonusu kavramın
AB üyesi olmayan ülkelerin12 AB ile etkileşimlerini açıklamak için de kullanıldığını
belirtmek gerekir.
Avrupalılaşma ve küreselleşme arasında, Avrupalılaşmanın aslında bölgesel
bir küreselleşme hareketi olduğu şeklinde yapılabilecek bir yorum; AB bütünleşme
hareketinin gelişiminde, ekonomik güdüler yanında, siyasi amacı göz ardı etmek
11 Metin Heper, ‘The European Union, The Turkish Military and Democracy’, South European Society and Politics, 10:1, 2005, s. 33-44. 12 Aralarında İzlanda ve Norveç’in de bulunduğu ülkelerin Avrupalılaşmasını inceleyen bir çalışma için bkz: Per Legreid, Runolfur Smari Steinthorsson, Baldur Thorhalsson, ‘Europeanization of Central Government Administration in the Nordic States’, JCMS 2004 Volume 42, Number 2, s, 347–369, İsviçre örneği için bkz: Clive Church, ‘The Paradoxical Europeanization of Switzerland’, European Business Journal 8, 2, ABI/INFORM Global, page 9 1996, ve Yannis Papadopoulos, ‘Europeanization? Two Logics of Change of Policy Making Processes of in Switzerland’, Working Paper no: 1, National centre of competence in Research: Challenges to democracy in the 21st century (tarih yok).
20
anlamına gelebilecektir. Ancak elbetteki küreselleşme hareketinin bir parçası olduğu
gözardı edilemez.13
Ancak, AB’nin üye/aday devlete etkisi her politika alanında aynı
olmamaktadır. Avrupalılaşmanın yarattığı değişim bir sürece işaret eder ve kimi
zaman bu süreç hayli asimetrik olabilir.14 Buna paralel olarak, üye/aday ülkelerin
AB’nin yarattığı değişimi farklı derecelerde tecrübe ettikleri de bilinmektedir. Hatta
aynı ülke içinde farklı zaman dilimlerinde farklı sonuçlara ulaşıldığı da olmaktadır.
Bu durum aslında ülkelerin iç politik gelişmelerinin AB sürecini etkileyen önemli bir
faktör olduğunu da açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Neticede ulusal düzeydeki
anlayış, tercih ve politikaları oluşturan kurumlar, AB politikalarını yorumlayan ve
uygulayan temel birimlerdir.
AB etkisinin her ülkede aynı olmamasının en önemli nedenlerinden biri de,
sözkonusu karşılıklı etkileşim çerçevesinde etkiye maruz kalan ülkenin AB
politikasını etkileme kapasitesidir. Bununla bağlantılı olarak; AB politikasını
etkilemekte, bir başka deyişle şekillendirmekte daha başarılı olan ülkeler göreli
olarak daha az uygulama problemleriyle karşılaşmaktadırlar.15
Üye/aday ülkenin AB politikasını etkileme derecesi ve AB politikalarını
uygulaması, bir başka deyişle Avrupalılaşmanın aşağıda ayrıntılı olarak incelenecek
çift yönlü etkisinin gereklerini yerine getirmesi, ülkenin siyasi ve idari kapasitesiyle
doğru orantılıdır. Siyasi kapasiteyi, ülkenin AB karar alma mekanizmasındaki siyasi
ağırlığı (Konseydeki oy oranları, AB bütçesine katkı, kamuoyunun AB’ye desteği)
belirlerken, idari kapasitesini ekonomik gücü, karar alma mekanizmalarının dağınık
13 Major, op.cit.,s. 179. 14 Featherstone, op.cit.,s. 4. 15 Tanja A. Börzel, “Shaping and Taking EU Policies: Member States Responses to Europeanization,” Queen’s Papers on Europeanization, no: 2/2003, s.6.
21
olmaması, insan kaynakları, diplomasi tecrübesi gibi etkenler oluşturmaktadır.
Ayrıca, ülkenin AB Komisyonuna mevzuat hazırlıkları sırasında bilgi sağlama ve
lobi yapma konusundaki etkileri de AB politikasını şekillendirmesine yardım
etmektedir.16 AB politikasını uygulama konusunda ise, yine aynı özelliklerin etkisi
kaçınılmazdır. Bunun yanında, üye devlet bünyesinde etkin işbirliği
mekanizmalarının olması, nitelikli personel ve izleme mekanizmalarının varlığı ve
AB hukuk ve düzenlemelerini uygulama kapasitesine sahip güvenilir ve iyi eğitilmiş
personel gereksinimi kaçınılmazdır.17
Aday ülkeler bakımından Avrupalılaşmayı sağlayan önemli etkenlerden biri
koşulluluk ilkesidir. En başta Kopenhag kriterleri gereklerinin karşılanması yanında,
AB fonlarından faydalanmanın farklı politika alanlarında sağlanan ilerlemeye
bağlanmasını ifade eden sözkonusu ilke ile aday ülkeler, ilerleme raporları ve bazı
diğer mekanizmalarla sağlanan izleme ve değerlendirme yöntemleriyle gerekli
değişimi sağlayıp sağlamadıkları konusunda sıkı kurallara tabi tutulmaktadırlar.
Börzel ve Risse, Avrupalılaşmanın ulusal devletler üzerindeki etkisini üç
alanı ayırdederek tanımlamaktadır. Buna göre; “siyasa alanları” Avrupalılaşmanın
etkilerinin inceleneceği ilk boyuttur. Çeşitli alanlarda AB düzeyinde gerçekleştirilen
hukuki düzenlemeler, üye ülke ve uyumlaştırma sürecini yaşayan aday ülkelerin
sözkonusu politika alanındaki gelişme, süreç, kurumsal yapılanma, sorun çözme
yöntemlerini vs derinden etkileyebilmektedir. Özellikle tarım ve çevre gibi
alanlardaki düzenlemelerin büyük bir kısmı ortak politikalar vasıtasıyla AB
düzeyinde gerçekleştirilmektedir. Siyasa dışında; Avrupalılaşma çerçevesinde
incelenmesi gereken ikinci boyut; ulusal düzeyde çıkar oluşumu, çıkar temsili ve
16 Ibid., s. 6-8. 17 Ibid.,s. 8.
22
kamu söylemleri konularının incelenmesi ve üçüncü boyut, resmi ve resmi olmayan
kurumların ve bu bağlamda hükümetlerarası ilişkilerin, ulusal bürokrasilerin, idari ve
yargısal yapıların, makro ekonomik kurumların ve ulusal kimliklerin oluşturduğu
yapıların incelenmesidir.18
Yukarıdaki tanımları tamamlayıcı şekilde ve Avrupalılaşmanın farklı
tanımlarından hareketle AB’nin etki alanları çeşitlendirilebilir. Börzel ve Risse’nin
belirttiği ve yeni kurumsalcıların üzerinde sıklıkla durdukları siyasa
Avrupalılaşmasına ek olarak; yukarıda belirtilen ikinci ve üçüncü boyutlara daha
kapsayıcı bir yaklaşımla tanımlayanlar da vardır.19 Bu görüşe göre; AB’nin ulusal
kurumsal yapılar ve siyasi süreçler üzerindeki etkisi Avrupalılaşma kavramı
kapsamında incelenmelidir. Bu çerçevede ilk olarak, AB’nin ulusal yöneticiler ve
idari yapılar üzerindeki etkisi, ikinci olarakta siyasi partiler, parlamentolar, ulus-altı
birimler ve çıkar grupları üzerindeki etkisi konuları aynı kapsamda
değerlendirilebilir. Bunun yanında Kimlik Avrupalılaşması olarak adlandırılan ve
Avrupa değer ve kimliğinin ulusal kimliklerin yerini almasından çok, bir referans
noktası olarak kabul edileceği ve sözkonusu normların üye ve aday devletler
tarafından benimsenmesinin amaçlanmasını tanımlayan Avrupalılaşma kavramı
ortaya çıkmaktadır. Burada, incelenmesi gereken bir nokta olarak; AB normları
yanında resmi olmayan Avrupa normlarının ve toplumsal olarak uygun kabul edilen
davranışların uyumlaştırılması sözkonusudur. Kimlik Avrupalılaşması; direktif ve
tüzük gibi düzenlemelerin az olduğu bir alan olan dış politika da dahi “biz”
18 Tanja A. Börzel, Thomas Risse, ‘When Europe Hits Home: Europeanization and Domestic Change’, EUI Working Papers, Robert Schuman Centre for Advanced Studies, European University Institute, RSC No: 2000/56, s. 3-5, Börzel ve Risse sözkonusu üç alanı sırasıyla “Policy”, “Politics” ve “Polity” olarak adlandırmaktadır. 19Thomas Diez, Apostolos Agnantopoulos, Alper Kaliber, ‘File:Turkey, Europeanization and Civil Society:Introduction’, South European Society and Politics,10:1,2005, s. 1-4.
23
duygusunu ve dayanışma hissini verdiği için önemli addedilmektedir.20
Avrupalılaşmanın etkilerinin inceleneceği bir diğer boyut, Söylem Avrupalılaşması
olarak tarif edilen, bir başka deyişle, toplumsal söylem ve analizlerde AB konusuna
yapılan atıf ve AB sürecinin dikkate alındığını gösteren analizlerdir.21 Farklı
Avrupalılaşma tanımları birbirinden bağımsız olmayıp, tamamlayıcı ve değişim ve
etkinin farklı veçhelerini tanımlamak için kullanılabilmektedir.22
Avrupalılaşmayı konu alan akademik çalışmaları çeşitli bakımlardan
sınıflandırmak mümkündür. Aşağıda incelenecek olan AB’nin üye/aday ülkeye
etkisini inceleyen çalışmalar çoğunluktayken, üye ülkenin AB’ye etkisini inceleyen
çalışmaların göreli olarak daha az olduğu görülmektedir. Avrupalılaşmanın çift yönlü
etkisi yönünden yapılacak bir inceleme yanında; Avrupalılaşmaya ilişkin
çalışmaların yukarıdaki klasik ayırım ile paralel olarak gruplandırılması da mümkün
gözükmektedir. Bu çerçevede politika alanlarının Avrupalılaşma çerçevesinden
incelendiği pek çok çalışma mevcuttur.23 AB içinde 1. Sütun konularının
Avrupalılaşma çerçevesinde daha fazla incelemeye konu olduğunu belirtmek gerekir.
Politika açısından, üye/aday ülkelerin siyasi partilerinin, çıkar grupları ve
kamuoyunun Avrupalılaşmasının incelendiği çalışmalar da dikkat çekmektedir.24
Kurumsal düzenlemeler yanında, hükümetlerin Avrupalılaşmayı nasıl
20 Ibid., s. 4-6. 21 Ibid., s. 6-7. 22 Türkiye örneğinin incelenmesinde esas itibariyle “Siyasa Avrupalılaşması” tanımı kullanılmakta ancak farklı Avrupalılaşma tanımlarının bir sentezi de dikkate alınmaktadır. (bkz: Üçüncü Bölüm Türk Dış Politikasının Avrupalılaşmasının Değerlendirilmesi başlığı). 23 Örneğin: Carlos Mendez, Fiona Wishlade, Douglas Yuill, ‘Conditioning and Fine Tuning Europeanization: Negotiating Regional Policy Maps Under the EU’s Competition and Cohesion Policies’, JCMS 2006, Volume 44, number 3, s, 581–603. 24 Örneğin: Robert Ladrech, ‘Europeanization and Political Parties, Towards a Framework for Analysis’, Party Politics, Vol: 8; No:4, 2002, s. 389–403.
24
karşıladıklarına dair çalışmalar yer almaktadır.25 Sözkonusu çeşitlilik aslında; ulusal
devlet bakımından her düzeyin Avrupalılaşmaya maruz kaldığının da göstergesidir.
2. Avrupalılaşma Kavramının Çift Yönlü Etkisi: AB ve üye/aday devlet
etkileşimi
Avrupalılaşma süreci, salt AB’nin üye/aday ülkeye etkisini değerlendiren bir
süreç olmayıp, üye/aday ülkenin de AB düzeyini etkilediği karşılıklı bir sürece işaret
eder. İlk düzey kapsamında, AB ilgili alanda mevzuat ve kurumsal düzenlemelerini
üye ülkede uygulamaya geçirilirken, aday ülke düzeyine de koşulluluk ilkesi
çerçevesinde aktarmaktadır. Öte yandan üye/aday ülke sözkonusu etkilerin pasif
alıcısı konumunda değildir. AB; kendi mevzuatı ile üye ülke mevzuatı arasındaki
fark ölçüsünde ulusal düzeye etki etmeye çalışmaktadır. Bu çerçevede Avrupalılaşma
kavramının ikinci boyutunu, üye devletlerin Avrupalılaşma kavramına verdiği tepki
ve cevaplar oluşturmaktadır. Bu bağlamda AB’nin üye-aday devletlere yüklediği,
kural, kurum vs olduğu gibi, devletlerin AB’ye tepki, kendi çıkar ve görüşlerini
iletmelerinden kaynaklanan bir boyut da vardır.26
Bu çerçevede Avrupalılaşma kapsamında AB düzeyi ile üye devlet düzeyi
arasında sürekli ve karşılıklı olarak birbirini yapılandıran aktif bir süreç vardır.27
Zaten AB’yi oluşturan ve politikaları yapan üye devletlerdir. 27 üyenin karşılıklı
çıkarlarının bileşiminden oluşan politikalar, AB düzeyinde sözkonusu karşılıklı
etkileşimle yeni bir kurumsal yapı ve yönetişim alanı ortaya çıkarmaktadır. Bunun
25 Örneğin: Morten Kallestrup, ‘Europeanization as a Discourse: Domestic Policy Legitimisation Through the Articulation of a need for Adaptation’, Public Policy and Administration, Volume 17, No:2, Summer 2002, s. 110–124. 26 Börzel, ‘Shaping and Taking EU Policies: Member States Responses to Europeanization’,s. 1-3. Börzel sözkonusu kavramları sırasıyla (top-down dimension) ve (bottom-up dimension) olarak adlandırmaktadır. 27 Major, op.cit., s.175-177 Yazar bu durumu “cross-loading” olarak adlandırmaktadır.
25
yanında; AB’nin ulusal devlet düzeyine aktardığı politika, düzenleme, norm ve
değerler, sözkonusu devlet tarafından içselleştirilerek yeniden AB düzeyine
aktarılmaktadır. Bu geri-bildirim sırasında ulusal devlet AB’ye uyumdan önceki
durumundan farklı tercih ve çıkarlar oluşturarak AB düzeyine aktarabilir. Bu
durumda AB düzeyinde de üye ülkeden gelen geri bildirime göre yeniden bir
düzenleme gerçekleşebilir.
Avrupalılaşma çerçevesinde iç politikada değişiklik bekleyebilmek için iki
koşul gereklidir. Bunlardan birincisi; kurumsal ve politik düzeyde AB ve ilgili devlet
arasında bir farklılık, bir başka deyişle uyumsuzluğun varlığıdır. Politik ya da
kurumsal düzeydeki uyum ya da uyumsuzluğun derecesi, üye devlet nezdinde uyum
baskısı yaratır ki, bu da değişim için gerekli ancak yeterli olmayan bir gerekçedir.
Bunun yanında, iç politik kurum ve aktörlerin kolaylaştırıcı olarak devreye girmesi
gereklidir. Sözkonusu aktörler uyum sağlamak için gerekli tepkiler vererek,
Avrupalılaşmayı kolaylaştırır ya da zorlaştırırlar.28
AB ile üye devlet arasındaki uyumsuzluk, bir başka deyişle fark “politik” ya
da “kurumsal” boyutta olabilir. AB politikalarının üye devlet nezdinde uygulama
problemlerine neden olması ya da ulusal politik amaçlarla uygulanan tekniklerle
çelişmesi gibi nedenlerden doğan politik uyumsuzluk; ilgili devletin uyum
maliyetiyle karşılaşması ve kendi politikalarını Avrupa düzeyine transfer etmek için
uğraş vermesi ile sonuçlanabilmektedir.29 “Kurumsal” düzeyde farklılık ise ulusal
düzeyde uygulanan kural, işleyiş usulleri ve bunun yanında sözkonusu hukuki
düzene ilişkin kolektif anlayışla çelişen AB kurallarının Avrupalılaşma neticesinde
ulusal düzeye aktarılmasıyla ortaya çıkmaktadır. Avrupalılaşma sonucu, ulusal
28 Börzel, Risse, ‘When Europe Hits Home: Europeanization and Domestic Change’, s. 1. 29 Ibid., s.7.
26
hükümetler diğer ulusal aktörlere nazaran daha imtiyazlı bir konuma sahip olurken,
adem-i merkeziyetçi bir yapıya sahip olan ve ulus-altı birimlere daha fazla otonomi
veren ülkelerde zorluk yaşanmasına sebep olabilmektedir. Avrupalılaşmanın devlet
egemenliği konularında tartışma yaratabildiği söylenebilir.30
Ulusal düzeydeki maliyeti asgariye indirmenin bir yolu, AB politikalarını
ulusal çıkarlar dâhilinde etkilemeye ve şekillendirmeye çalışmaktır.31 Avrupalılaşma,
seçmenlerini ilgilendiren ancak iç politikadaki güçlü muhalefet ya da sınır aşan bir
sorunu teşkil etmesi nedeniyle etkin bir şekilde mücadele edilemeyen konuların
ulusal hükümetler tarafından ele alınmasını kolaylaştırabilir.32
AB politikalarının şekillendirilmesinde konusunda üye devletler arasında
belirli farkların olması kaçınılmazdır. Devletlerin genel anlamda AB’yi etkileme
kapasitelerinin yanında, politika alanlarına göre değişen farklı eğilimleri ve
düzenlemeleri de AB’yi etkileme bakımından üye devletler arasında bazı farklara
neden olmaktadır.
Börzel, üye ülkelerin AB politikasını uygulama kapasiteleri konusunda
değerlendirme yapmak için, üye devletlerin belirli yıllar arasında belirli bir politika
alanındaki AB düzenlemelerini ihlal sayılarını temel almıştır. Buna göre; AB
düzenlemelerinin üye devlet tarafından ihlal edilme ortalaması, ilgili devletin o
politikayı uygulama kapasitesi hakkında bilgi vermektedir.33
30 Ibid., s.7. 31 Börzel, “Shaping and Taking EU Policies: Member States Responses to Europeanization,” s, 4, Nitekim Almanya; ulusal tercihlerini AB düzeyine aktararak, ODGP’nin gelişiminden kaynaklanan uyum sorunlarını azaltmak istemiştir. Bkz: Alister Miskimmon, Germany and the Common Foreign and Security Policy of the European Union, Between Europeanisation and National Adaptation, Palgrave Macmillan, NY, 2007,s.1. 32 Börzel, “Shaping and Taking EU Policies: Member States Responses to Europeanization,” s. 4. 33 Ibid., s, 8. (Börzel bu değerlendirmeyi yaparken, Topluluk hukukuna ilişkin üye devlet uyumluluğu EUI veri tabanını kullanmıştır. www.iue.it/rsc/research/research_tool/compliance).
27
Buna göre, sosyal ve ekonomik açıdan daha üst düzey ve sıkı düzenlemelere
sahip ülkeler, yüksek standartlarını AB düzeyine taşımak konusunda daha istekli ve
ısrarcı iken; çeşitli politika alanlarına göre değişmekle birlikte, daha düşük düzeyde
düzenlemeye tabi olan ülkeler, AB düzeyinde oluşturulmaya çalışılan yüksek düzeyli
düzenleme ve standartlara muhalefet edebilmektedir. Börzel bu duruma en belirgin
örnek olan çevre politikasını vermektedir. Çevre konusunda son derece sıkı
düzenlemelere sahip olan Kuzey ülkeleri, bu düzenlemeleri AB düzeyine taşımak
isterken, Yunanistan, İspanya, Portekiz ve İtalya gibi Güney ülkeleri politika ve
kapasite bakımından AB politikasını şekillendirememektedir. Bu durumda
çoğunlukla kendi tercihlerine uymayan AB politikalarını uygulamak zorunda
kalmaktadırlar.34
Bunun yanında; endüstriyel alanda diğerleri kadar gelişmemiş AB üyeleri,
düşük sosyo-ekonomik göstergelerini koruyarak maliyetlerini azaltmak amacı
taşıyabilmektedir. Zira bu durumda düşük maliyetler, sözkonusu ülkelere
karşılaştırmalı bir üstünlük sağlamaktadır. Ayrıca yüksek standartlar, maliyetli
kurumsal düzenlemeler ve teknoloji gerektirdiğinden sözkonusu ülke bakımından
kabul edilmesi zor hale gelebilmektedir. Buna karşılık yüksek standartlı ve esnek
olmayan düzenlemelerini AB düzeyine taşıyarak, ulusal düzeyde minimum
uygulama maliyetiyle avantajlı duruma geçmektedirler.35
3. Avrupalılaşmanın Göstergeleri
AB ve üye/aday ülkeler arasındaki karşılıklı etkileşim sonucu
“Avrupalılaşmış” bir politika alanı ya da siyasi oluşum ortaya çıkmaktadır. Ancak
34 Ibid., s. 4-5. 35 Ibid., Idem.
28
Avrupalılaşma sürecinin AB’nin yapısı gereği dinamik bir sürece işaret ettiğini
belirtmek gerekir. 1957 Roma Antlaşmasından başlayarak günümüze kadar
gerçekleştirilen Antlaşmalar ve politika alanlarındaki mevzuat çalışmaları üye
devletlerin uyumunu gerektirdiğinden, Avrupalılaşma sürecinin devam ettiğini
belirtmek gerekir. Aday ülkeler ise üyelik müzakereleri yoluyla bu sürece uyum
sağlamaya çalışmakta, üye olduktan sonra da Avrupalılaşmaya devam etmektedirler.
Bunun yanında; AB’nin güvenilir bir güvenlik aktörü olarak ortaya çıkmaya
başlamasının, ilgili devletlerin Avrupalılaşmasını teşvik ettiğini ve kolaylaştırdığı
öne sürülmektedir. Gerçekten de, Maastricht Antlaşması ile kurumsal bir yapıya
kavuşan Ortak Dış Politika ve Güvenlik Politikası (ODGP) düzenlemelerinin ve
ardından oluşturulan AGSP’nin yeni katılan ülkelerin sözkonusu düzenlemelere dâhil
olmalarını kolaylaştırdığı görülmektedir. Bu durum aslında ülkelerin bu
düzenlemelerin dışında kalmama arzuları ile de açıklanabilmektedir.36
Buna rağmen Avrupalılaşma sırasında pek çok sorunun ortaya çıktığı
bilinmektedir. Ancak bu sorunlar, AB kadar, ülkelerden de kaynaklanmaktadır.
Supranasyonal özellik gösteren “Birinci Sütun” konularında, uyumlaştırılması
gereken çok fazla Direktif ve Yönetmelik olmasına rağmen Avrupalılaşma süreci
daha hızlı ve başarılı biçimde gerçekleştirilirken, “Ortak Dış Politika ve Güvenlik
Politikası” ile “Adalet ve İçişlerinde İşbirliği” gibi “İkinci ve Üçüncü Sütun”
konularında, hükümetlerarası nitelikten ve bu alanların politik özelliğinden dolayı
ancak sınırlı düzeyde Avrupalılaşma sağlanabilmektedir. Yine de, dış politika
alanının sözkonusu özelliği göz önünde bulundurularak, “Avrupalılaşma” kavramı
36 Pernille Rieker, ‘Europeanization of Nordic Security, The European Union and the Changing Security Identities of the Nordic States, Cooperation and Conflict’, Journal of the Nordic International Studies Association, Vol: 39 (4): s. 373–379.
29
çerçevesinde gerçekleşen çift yönlü etkileşimin etki göstergeleri üzerinde karar
vermek olasıdır.
Börzel ve Risse’ye göre Avrupalılaşmanın neden olduğu iç değişim üç
dereceli olarak tanımlanabilir. Buna göre; ilk aşamada mevcut kurum, politika ve
uygulama süreçlerini tam anlamıyla değiştirmeden, AB politikalarının iç politika ile
bütünleştirilme düzeyini açıklayan ve iç değişimin oldukça düşük olduğu düzey
tanımlanmaktadır. İkinci aşamada ise ilk aşamadaki kadar düşük bir kabul düzeyi
olmadan, AB politika ve yapılarının, mevcut yapı ve politikalarla kaynaştırılması
sözkonusudur. Bu aşamada da tam anlamıyla bir değişim yaşanmamaktadır.
Avrupalılaşmanın öngördüğü iç değişimin tamamen sağlandığı ve AB politikalarının
ulusal politika ve yapılarla değiştirildiği üçüncü aşamada ise ulusal yapı ve
politikaların öz itibariyle değiştiği görülmektedir.37
Avrupalılaşma neticesinde politik ve kurumsal anlamda AB ile üye devlet
arasında tam bir benzerlik olup olmadığı konusunun da dikkatle incelenmesi gerekir.
Zira politika uygulamalarının “sonuçlarının” üye ülkeler bazında ayni ve kati
sonuçlar doğurması beklenirken, sözkonusu uygulamalar yerine getirilirken
uygulanan araçlar ve bu bağlamda oluşturulan kurumlar farklılık gösterebilmektedir.
Örneğin Ekonomik ve Parasal Birlik gerekleri yerine getirilirken, üye ülkeler
arasında aynı enflasyon ya da bütçe açığı oranlarının sağlanması gerekir. Ancak
ülkeler bazında araçlar konusunda biraz daha esnek olunabilmektedir. Bu çerçevede;
politikalar anlamında benzerlik sağlanması daha kolay olurken, kurumsal anlamda
benzerlik sağlanması daha zor olabilmektedir. Bu durum da politika uyumundan
kastın ne olduğunun açıklığa kavuşturulması gerekir. Politika sonuçları mı yoksa 37 Börzel, Risse, ‘When Europe Hits Home: Europeanization and Domestic Change’, s. 14-15. Börzel ve Risse bu aşamaları sırasıyla; “absorption”, “accommodation” ve “transformation” olarak adlandırmaktadır.
30
politika uyumlaştırılırken kullanılan araçlar ve süreç mi uyumlaştırılmalıdır?38 Bu
çerçevede Avrupalılaşma sonucu kurumsal anlamda benzerliğin sağlanmasının da,
kurumların homojen bir görüntüye sahip olması anlamında algılanmaması gerektiğini
de belirtmek gerekir. Ulusal düzeyde bir kurumsal değişikliğin, ilgili devletin ulusal
idari yapılarının, hukuki/siyasi kültürünün, sosyal ilişki ve kolektif kimliğinin toptan
reddi anlamına geldiği yönünde bir kanıt yoktur. Aksine Avrupalı kimliğinin farklı
AB üyesi ülkelerde algılanış biçimlerinde olduğu gibi, ulusal kimlik temelinde bir
red görülmemektedir.39 Bunun yanında her ülkede uyumu kolaylaştıran ya da
zorlaştıran farklı siyasi kültürler ve kurumlar, veto noktaları/kaynakları olduğunu da
göz önünde tutmak gerekir. Bu bağlamda uyum sürecinde, politika sonuçları
bakımından benzerlik gösteren ülke grupları oluşmasını beklemek olasıdır. Ancak
politik süreçler bakımından farklılıkların sürmesi doğaldır.40
Avrupalılaşma yalın bir biçimde ulusal düzeyde Avrupa/AB etkisiyle oluşan
değişim olarak tanımlanırsa, bu sürecin başlıca mekanizmaları nelerdir? Farklı
politika alanları ve ülkeler için farklı mekanizmalar öngörülebilir. Ancak yine de
Claudia Major’un şu tasnifi genelleme için uygun gözükmektedir. Bunlardan ilki,
ulusal politika/mevzuat ile AB düzeyi arasındaki fark nedeniyle, AB hukukunun
uygulanması gereği ve bu bağlamda AB’nin uyum baskısıdır. İkinci olarak daha çok
hükümetlerararası özellik taşıyan politika alanlarında AB etkisinin doğrudan
gösterilememesi durumlarında, ulusal ve ulus-üstü (supranasyonal) bürokrasiler
arasındaki etkileşimden doğan aktör Avrupalılaşması ve üye devlet yönetimleri
arasındaki sosyal öğrenme süreci yoluyla ulusal düzeydeki aktörlerin beklenti ve
inançlarının değiştirilmesidir. Dış politikanın Avrupalılaşması, hükümetlerarası 38 Ibid., s. 16-17. 39 Ibid.,, s. 17. 40 Ibid., s. 18.
31
niteliğinden dolayı ve ona rağmen, uyum baskısı yerine sosyalleşme ve öğrenme
süreci ile gerçekleşmektedir.41 Major’ın Avrupalılaşma tanımlamasının AB’leşme
olmadığı açıktır. Bunun yanında, AB’siz Avrupalılaşma olabileceğini tartışanlar
vardır.42 Aslında Major’un belirttiği mekanizmalar, Avrupalılaşma sürecinin aşağıda
incelenecek sırasıyla rasyonalist kurumsalcılar ve sosyolojik kurumsalcıların
argümanlarıyla örtüşen araçları oluşturmaktadır.
Ancak dış politikada dahi AB ile “aday” ülkenin uyumunda temel aracın
öğrenme sürecinden çok koşulluluk ilkesi olduğunu belirtmek gerekir.43
Avrupalılaşmanın göstergeleri incelenirken, her ülkenin kendine özgü
özeliklerinin AB süreci ile nasıl bir değişime uğradığının belirlenmesi önem
taşımaktadır. AB’ye üye/aday ülkelerde AB etkisini inceleyen pek çok çalışmada
incelenen ülkenin diğerlerine nazaran ne kadar farklı olduğunun vurgulandığı
görülmektedir. Bu durum MDAÜ örneğinde bu ülkelerin ekonomik azgelişmişlikleri
ve bu duruma bağlı farklılıklar üzerine iken, Yunanistan’ın AT’ye başvurduğu sırada
ekonomisinin zayıf olması, coğrafi olarak sorunlu bir bölgede olması, Ortodoks din
ve kültür özelliklerine sahip olması, İsveç, İrlanda ve Avusturya’nın tarafsızlıkları vs
gibi konularda ortaya çıkmaktadır. Bu durumda her ülkenin Avrupalılaşmasının,
genel göstergeler yanında özel göstergelerinin olması da kaçınılmazdır.
a. Avrupalılaşmanın Kurumsal Yapılar Düzeyinde Etki Göstergeleri
Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde AB ile artan seviyede ilişki, faaliyetlerin
yürütülmesinde üye ve aday ülkelerde devlet yapılanması içinde farklı birimlerin
41 Major, op.cit., s.180-181 ve 186. 42 Ibid., s.187. 43 Frank Schimmelfennig, ‘Costs, Commitment and Compliance: The Impact of EU Democratic Conditionality on Latvia, Slovakia and Turkey’, Journal of Common Market Studies (JCMS), Vol.41, Number 3, s.495.
32
kurulmasını ve/veya yeniden organizasyonunu gerektirebilmektedir. Bunun da
ötesinde AB etkisi sonucu, üye/aday devlette belirli kurumlar arasında yetki
çatışmaları ya da güç değişimleri yaşanabilmektedir. Bu çerçevede incelenmesi
gereken nokta AB etkisiyle üye/aday devlette bürokratik uyumun sağlanıp
sağlanmadığı, başka bir deyişle AB’ye uyum çerçevesinde muadil kurumların
kurulup kurulmadığı konularıdır.
Avrupalılaşma kapsamında; üye/aday ülkelerde Dışişleri Bakanlıkları ya da
Hükümetler bünyesinde yeni düzenlemelerin yapıldığı ülkeler vardır. Sözkonusu
kurumsal düzenlemeler insan kaynağı da gerektirdiğinden ilgili ülkelerin AB
konusunda yetişmiş personel gereksinimi artmıştır. Eski üyelerin genellikle yeni AB
birimler kurmak yerine, mevcut kurumsal yapılarında düzenlemelere gittikleri
görülürken, genellikle MDAÜ’nün yer aldığı son genişleme kapsamındaki ülkelerin
(aşağıda incelenecek Polonya örneğinde olduğu gibi) Soğuk Savaş sonrası
hâlihazırda bir dönüşüm içinde olduklarından yeni kurumlar oluşturduğu
görülmektedir.
Buna ek olarak, Avrupalılaşma sürecinde, kurumsal yapıda üye/aday ülke
devlet içinde yasama, yürütme ve yargı arasında bir güç dağılımı ve değişikliği
olabileceği gibi, devlet ve toplum arasındaki ilişkilerde de değişiklik olabilir.44 Bu
durum aslında konstrüktivistlerin kimlik, değer ve normların değişimi ile radikal bir
değişikliği öngören yaklaşımlarıyla örtüşmektedir.
Bunun yanında AB ile ilişkilerin artması neticesinde AB’ye has müzakere
kültürünün ve politika yapış biçimlerinin de ulusal devletler üzerinde etkili olduğu
44 Apostolos Agnantopoulos, ‘The Europeanisation of National Foreign Policies, A Conceptual Framework and an Empirical Application in Greek Turkish Relations’, Paper presented at the 56th PSA Conference Reading, 3-6 April 2006, s. 10.
33
bilinmektedir.45 Bu çerçevede AB ile iletişim halinde olan devlet yetkililerinin AB
toplantı ve görüşmeleri yoluyla Avrupalılaşmasının önemli kabul edildiği de bir
gerçektir. İşbirliği atmosferi içinde gerçekleştirilen görüşmeler, “biz” duygusunun
güçlenmesi, ulusal tutum ve çıkarların belirlenmesi ve üye ülkelerin birbirlerinin
ulusal hassasiyeti olan konuları anlaması açısından önemli platformlar haline
gelmektedir. Bu yolla ulusal karar vericiler kendi çıkarlarını AB düzeyine daha kolay
şekilde aktarabilmektedirler. 46
Avrupalılaşma neticesinde kurumlar arasında ortaya çıkabilecek yetki
çatışmasına örnek olarak, AB’de ekonomi-politik ayrımının bulanıklaşması
neticesinde, ulusal devletlerde diğer bakanlıkların alınan kararlarda Dışişleri
Bakanlığı aleyhine güç kazanması verilebilir.47 Bu durum aslında AB’nin kendine
özgü yapısından kaynaklanmaktadır. AB düzeyinde dış politika konuları ikinci sütun
kapsamında ele alınmakla birlikte, dış politika karar ve yönelimlerini büyük ölçüde
tayin eden ticaret, tarım, balıkçılık gibi konular ilk sütun kapsamında bulunmaktadır.
Bu durumda üye ülkeler çıkarlarını korumak için diğer üye devletler yanında, ilk
sütun konularında hayli etkin olan AB Komisyonu ve Parlamento gibi kurumlar
nezdinde de aktif olmak durumundadırlar. Bunun yanı sıra, ilk sütun kapsamındaki
konularla ilgili ulusal devlet bakanlıkları ve tarım lobileri, iş çevreleri gibi baskı
gruplarının da ulusal devlet düzeyinde dışişleri bakanlığı kapsamında olan konularda
etkin hale gelmeye başladığı ve Brüksel nezdinde önem kazanmaya başladığı
görülmektedir.
45 Karolina Pomorska,’The Impact of Enlargement: Europeanization of Polish Foreign policy? Tracking Adaptation and Change in the Polish Ministry of Foreign Affairs’, The Hague Journal Of Diplomacy 2(2007), s. 29. 46 Agnantopoulos, ‘The Europeanisation of National Foreign Policies, A Conceptual Framework and an Empirical Application in Greek Turkish Relations’, s. 10. 47 Fanes, op.cit.
34
Bu durumda aslında AB’nin ikinci bölümde değinilecek olan çok katmanlı
yönetişim modeli olarak ifade edilen sui generis yapısının, sivil toplum ve devlet dışı
kuruluşların devlet düzeyinde olduğu kadar AB düzeyinde de etkin olmalarını teşvik
etmesinden kaynaklanmaktadır. Bu durumda Avrupalılaşma sözkonusu birimler
açısından istenilir hale gelmektedir.
Güç değişimine örnek olarak ise, Türkiye’nin AB’nin öngördüğü reformlar
neticesinde askeri seçkinlerin, sivil seçkinler lehine iktidar kaybına uğraması konusu
verilebilir.48
b. Avrupalılaşmanın Politikalar Düzeyinde Etki Göstergeleri
Avrupalılaşmanın politikalar üzerindeki etki göstergeleri, AB politikaları ve
uygulamalarının üye devletlerde ne gibi etkilere neden olduğunu belirlemeye yarayan
göstergeler yanında, üye devletin AB düzeyini şekillendirmesi ve bu düzeye
aktarımları şeklindeki tanımı çerçevesinde incelenmelidir.
AB’nin üye devlete etkisini ölçmeye yarayan kriterler incelendiğinde; karar
vericilerin AB’ye bakışı, seçkin Avrupalılaşması (elite socialization), bürokratik
uyum (bureaucratic adaptation), anayasal/hukuki değişiklikler ve kamuoyunun bakışı
konuları ön plana çıkmaktadır.49 Bu durumda AB’nin herhangi bir politika alanında
üye devlet karar vericilerin ne derece Avrupalılaştığı, AB mevzuatının gerektirdiği
anayasal/hukuki değişikliklerin yapılıp yapılmadığı ve kamuoyunun AB’ye olumlu
yaklaşıp yaklaşmadığının tespitinin yapılması gerekmektedir.
48 Zeki Sarıgil, ‘Europeanization as Institutional Change: The Case of Turkish Military’, Mediterrenean Politics,12:1, 39–57, 2007. 49 Michael E. Smith, ‘Conforming to Europe: The domestic impact of EU foreign policy co-operation’, Journal of European Public Policy, 7:4 October 2000, s. 613–31.
35
Gerçekten de, kamuoyunun AB’ye olumlu yaklaşımı, maliyeti fazla olan AB
politikalarının uygulanması açısından sorun çıkmasını önleyebilmektedir. 50
Bunun yanında yukarıda açıklanan, ülkenin AB politikasını şekillendirme
kapasitesini de etkileyen siyasi karar alma sürecinin ve yapısının dağınıklığı etki
göstergesini doğrudan etkilemektedir. Buradan karar vericilerin durumuna da
değinmek gerekir. Karar vericiler, (burada ilgili devletin resmi yetkilileri/hükümet)
uluslararası bir taahhüde girerken gerek iç, gerekse uluslararası baskılar arasında bir
denge kurmak durumunda kalmaktadır. Buna göre ilk düzey olarak uluslararası
alanda gerçekleştirilen bir anlaşmanın gerekleri, ikinci düzey olan ulusal düzeyde de
onaylanmalıdır. Aksi takdirde karar vericiler seçmenleri nezdinde meşruiyetlerini
yitirecek bir pozisyonda kalabilmektedir.51 Bunun da ötesinde, Avrupalılaşma
kavramıyla incelenebilecek ilişkiler çerçevesinde AB ile ulusal düzey arasında temel
aracı olarak kalan hükümetler, AB kararlarının başlıca şekillendiricileri haline
gelebilmektedir. Ulusal düzeyde, AB düzeyine iletilecek, ya da AB politikalarına
verilecek cevabı oluşturan politikalar için etkin iş çevreleri ya da belirli çıkar grupları
hükümete baskı yapabilir. Bu durumda üye devlet AB düzeyine kendi çıkarını
iletmeye çalışır. AB düzeyinde şekillenen politikanın başlıca uygulayıcısı yine üye
devletlerdir. Bu durumda, ulusal düzeydeki politika yapım sürecine yeteri düzeyde
katılmayan aktörler, uyum maliyetini üstlenmek konusunda da isteksiz olacaklardır.
Sözkonusu politikaların maliyeti konusunda eleştirilecek olan yine ulusal
hükümetlerdir. Hükümetler AB tarafından da bu politikaların uygulanması
50 Börzel, “Shaping and Taking EU Policies: Member States Responses to Europeanization,” s, 7. 51Robert D. Putnam, ‘Diplomacy and Domestic Politics: The Logic of Two Level Games’, International Organizations, Vol.42, No:3 (Summer 1988) s.436.
36
konusunda baskıyla karşılaşmaktadırlar.52 Bu durumda hükümetlerin Avrupalılaşma
konusunda temel muattaplardan biri olarak kritik bir pozisyonunun olduğu açıktır.
Miskimmon, özellikle dış politika ve güvenlik politikası açısından gerekli
bazı etki göstergeleri ortaya koymuştur. Buna göre; Smith’in göstergelerinden
kamuoyunun bakışı ile kurumsal reorganizasyon göstergelerini yanında, kaynak
tahsisi ile askeri güç planlaması göstergeleri de Avrupalılaşma göstergesi olarak
kullanılabilir.53 Kaynak tahsisi ve askeri güç planlaması konuları AGSP için gerekli
tahsisin yapılması gibi özel düzenlemeleri içermektedir.
Fanes, sözkonusu göstergelere çıkarlar ve kimlik konusunu dâhil eder. Burada
Avrupalılaşma neticesinde devletlerin çıkarlarının ne yönde değiştiğine ya da AB ile
etkileşim sonucunda yeni çıkarların oluşup oluşmadığına dikkat etmek gerekir.
Sosyal olarak inşa edilen kimliğin ulusal çıkar tanımını da oluşturduğundan
hareketle, Avrupalılaşma sonucu değişen kimlik tanımının, devletlerin çıkar
tanımlamalarını da değiştirdiğini ve yeniden tanımlamalara sebebiyet verdiğini
söylemek gerekir.54 Stratejik kültür/güvenlik kimliğinde değişim yapısı itibariyle
daha uzun vadede gerçekleştirilebilen bir öğedir.
Avrupalılaşma kavramı tanımı içinde önemli bir diğer boyutu oluşturan üye
devletlerin AB düzeyine etkileri konusunda ise yine Miskimmon’un göstergeleri
incelenmelidir. Bunlar;55 Kurumsal etki, gündem oluşturma ve söylem etkisi, ODGP
içindeki mekanizmalarının kullanılması, AGSP’nin operasyonel boyutuna katılım
konularıdır. Ancak bunun yanında, üye/aday ülkenin AB düzeyine aktarımlarını
52 Börzel, “Shaping and Taking EU Policies: Member States Responses to Europeanization,” s, 4. 53 Miskimmon, op.cit., NY, 2007, s. 186-198. 54 Fanes, op.cit. 55 Miskimmon, op.cit., s.192.
37
belirleyen bir diğer önemli etken devletin AB düzeyindeki etki kapasitesini
belirleyen ve gücünü ortaya koyan göstergelerdir.
Yukarıda incelenen veriler yanında devletlerin Avrupalılaşmalarının
göstergeleri arasında Uluslararası kuruluşlarda tek sesle hareket edilmesi gereğini de
eklemek gerekir. Aslında bu durum, devletlerin Avrupalılaşmasının göstergesi
olması yanında Avrupalılaşmanın sonucu olarak görülebilir.
Bu konunun uzantısı olarak BM oylamalarında AB ülkeleri ile aynı
doğrultuda oy kullanma da Avrupalılaşmanın göstergelerinden biri olarak kabul
edilmektedir.56
Sözkonusu kriterlere ek olarak, Türkiye’ye özgü bir takım kıstaslar
belirlemek mümkündür. Türkiye ile AB arasındaki asimetrik ilişki kadar, AB
gündeminde zaman zaman Türkiye için tam üyelik hedefi dışında alternatiflerin
tartışılması Türkiye nezdinde AB’nin güvenilirliğinin sorgulanmasına neden
olmaktadır. Çifte standartlı yaklaşımlar yanında, Konsey belgeleri, Parlamento
kararları ve Müzakere Çerçeve Belgesi gibi dokümanlardaki muğlâk ifadeler,
Türkiye-AB ilişkilerinde gerginliklere neden olmaktadır. Bu durum Türkiye’nin de
AB reformları için yeterli çabayı göstermemesine neden olabilmekte, neticede
Avrupalılaşma için temel kıstaslardan biri olan kamuoyunun yaklaşımını
etkileyebilmektedir. Bu durumda AB ve ilgili ülke arasında “güvenilirlik” konusu da
dikkate alınması gereken bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
56 Paul Luif, ‘EU Cohesion in UN General Assembly’, Occasional Papers, No:49, Institute for Security Studies, December 2003, s. 1–79.
38
B. Avrupalılaşma kavramının Dış Politika ve Güvenlik Alanına
Uygulanması
1. Dış Politika ve Güvenlik politikasının diğer AB politika alanlarından
Farklılıkları
1950’lerden itibaren gelişmeye başlayan ve 1970’li yıllardan sonra da
kurumsallaşmaya başlayan AB dış politika ve güvenlik politikasının üye devletler
üzerindeki etkisi kaçınılmazdır.
Dış Politika ve güvenlik politikası, müzakere sürecinde ele alınan bir başlık
olarak uyumlaştırılması konusunda radikal kurumsal ve politik düzenleme
gerektirmeyen bir alan olarak gözükmektedir. Gerçekten de, tarım, çevre ve bölgesel
politika alanlarında, maliyet gerektiren yatırımların yapılması ya da ilgili politikanın
gereklerini yerine getirebilmek için örgüt yapılanmalarında bir kurumun kurulmasını
gerekmektedir. Aday ülkelerin birçoğu, sözkonusu kurumsal değişiklikleri
gerçekleştirebilmek için AB’den mali destek ve eşleştirme projeleri örneğinde
olduğu gibi teknik destek almaktadır.
Dış politika alanında ise AB düzeyinde kurumsallaşmanın henüz tam olarak
sağlanamaması ve politik özellikleri ağır basan bir konu olması sebebiyle diğer
politika alanları kadar maliyet getiren bir düzenlemenin yapılması gerekmemektedir.
Bunun yanında Dış politika ve güvenlik alanındaki düzenlemelerin AB düzeyinde
ortak bir politikanın uygulanmasını sağlayan ve denetleyen Avrupa Toplulukları
Adalet Divanı (ATAD) gibi bir kurumu tamamen dışlaması da, bu alanda ülkeler
düzeyinde ortak bir politikanın oluşturulması ve uygulanmasını zorlaştırmaktadır.
Zira ATAD, önkarar davaları yoluyla Tüzük ve Direktiflerin AB düzeyinde eşdeğer
uygulanmasını sağlamakta çok büyük bir görev üstlenmiştir. Dış politika alanında ise
39
müzakere sürecinde aday ülkelerin ortak tutum ve ortak eylemler gibi Tüzük ve
Direktif kadar bağlayıcılığı ve kapsamı geniş olmayan düzenlemelere uymaları
gerekmektedir.
Yine de dış politika ve güvenlik politikası kapsamında bazı teknik kurumsal
düzenlemeler yanında, AB konusunda bilgili ve tecrübeli personelin istihdamı ve
Acil Müdahale Gücü ya da Muharebe Gruplarına personel gönderme şeklinde bir
takım gerekliliklerin karşılanması gereği üzerinde durulmaktadır.
Siyasi diyalogun sağlanması için de; özellikle aday ülkelerin Dışişleri
Bakanlığı bünyesinde kurdukları “Ortak Ülkeler Ağı” (Associated Countries
Network) ile ODGP kapsamındaki tutum, eylem ve diğer hukuki araçlarla ortak
ülkelerin uyumu konusunda Konsey Sekreteryası ile haberleşme imkânı mümkün
olmaktadır. Bunun için Dışişleri Bakanlıkları içinde bir personelin görevlendirilmesi
gerekmektedir ve bu kişi ODGP dosyasının koordinasyonundan sorumludur.57 Bu da
yine görünür bir maliyet yaratmayan bir organizasyon uyumlaştırılmasıdır.
Ancak; uyum konusunda fazla maliyet gerektirmeyen bir alan olan dış
politika konusu, geleneksel olarak ulusal egemenliğin korunması gereken bir alan
olduğu düşünüldüğünden diğer politika alanlarından farklılaşmaktadır. AB
düzeyinde de hükümetlerarası nitelik arzeden ve bundan dolayı AB dışında başka
uluslararası gelişme ve kuruluşların etki ve katkısına açık olan devletlerin
Avrupalılaşmasının değerlendirilmesi, gerek Avrupalılaşma tanımının belirlenmesi
ve sınırlanması, gerekse AB koşulluluğunun ülkedeki tesirinin belirlenmesinde
metodolojik güçlükler yaratmaktadır.58
57 Pomorska, op.cit., s. 37 Bu işi yerine getiren personel “European Correspondent”olarak adlandırılmaktadır. 58 Major, op.cit., s. 184.
40
Sözkonusu metodolojik zorlukların üstesinden gelebilmenin yollarından biri,
sürecin kronolojik olarak izlenmesidir. Bir başka deyişle, AB sürecinde ilgili devletin
dış politika değişimlerinin uzun bir süreç boyunca takip edilmesidir. Ancak bu da
dış politikada yaşanan değişimlerin farklı birçok iç ve dış faktörlerden etkilenmesi
sebebiyle yeterli olmayabileceğinden birçok metodun bir arada kullanılması
gerekebilir. Claudia Major, tek bir örnek olay/ülke incelemesi yerine, karşılaştırmalı
ve zamana yayılan bir inceleme yapılmasını önermektedir. Bir başka yöntem ise;
sebep-sonuç bağlantısını kurmak için, AB etkisi olmasaydı, üye devletlerin dış ve
güvenlik politikasında X gelişmesi olur muydu, sorusuna cevap vermektir.
Sözkonusu metodlar dahi, AB etkisi incelenirken uluslararası ve ulusal gelişmelerin
dikkate alınmasını gerektirmektedir. Ulusal ve uluslararası şartlar birbirini
destekleyici ya da birbirine karşıt gelişmeler de olabilmektedir.59
Avrupalılaşma çerçevesinde değişim ani olmamakta ve zamana yayılmış
şekilde gerçekleşmektedir. Bu durumda, gelişmelerin kronolojik olarak takip
edilmesi, AB baskı ya da teşvikiyle oluşan politika değişikliğinin gözlenmesi
açısından önemlidir. Sözkonusu değişikliğin salt görünümde bir değişiklik mi, yoksa
temel bir değişiklik mi olduğu konusu ise, uygulamada ortaya konacak politikalarla
izlenebilecek bir sonuçtur.
Aslında sözkonusu metodolojik güçlüklerin bir uzantısı da; Avrupalılaşma
kavramının esas olarak kamu politikalarını analizinde kullanılan bir kavram olarak
ortaya çıkmasından dolayı, dış politika gibi bir alandaki Avrupalılaşma sürecini
değerlendirme de yetersiz kalmasıdır. Bu durumda kamu politikası analizinde
kullanılan yöntem ve kavramlar, dış politika bakımından bir üye/aday devletin AB
dışında küreselleşme nedeniyle karşılaştığı güçlükleri açıklamakta zorlanmaktadır. 59 Ibid., s. 184-185.
41
Bu durumda dış politika Avrupalılaşmasında kullanılan kavramlar, dış politika
analizleri için kullanılan kavramlar değil, kamu politikası analizleri için kullanılan
kavramlardır. 60
2. Dış Politika ve Güvenlik Politikasının Avrupalılaşması ve Örnek Ülke
İncelemeleri
Yukarıda Avrupalılaşmanın politikalar ve kurumlar üzerindeki etki
göstergeleri başlığı altında incelenen noktaların dış politika ve güvenlik politikası
açısından da geçerli olduğu açıktır. Bunun yanında, AB dış ve güvenlik politikasının
diğer ortak politika alanlarına oranla daha az kurumsallaşmış olması ve
hükümetlerarası niteliği nedeniyle Avrupalılaşma çerçevesinde AB’nin üye/aday
ülkelere etkisi ve yarattığı değişim göreli olarak daha az incelemeye konu olmuştur.
Ancak sözkonusu eksiklikler ve hükümetlerarası niteliğe, bir başka deyişle dış
politika konusunun üye devlet egemenliğinde olmasına rağmen, AB dış politikasının
ortak bir takım politika teamülleri ve özelliklerinin ortaya çıktığını söylemek
mümkündür. Bu durumda dış politika ve güvenlik politikasının Avrupalılaşmasının
belirli göstergelerini incelemek yerindedir.
Örneğin AGSP kapsamındaki operasyonlara katkı sağlamak
Avrupalılaşmanın göstergelerinden biridir. Bunun yanında özellikle Türkiye’nin
İlerleme Raporlarında da ifade edilen, AB ortak tutum ve eylemlerine katılma oranı
da Avrupalılaşma göstergesi olarak kabul edilmektedir.
Ancak bu ifadeler salt siyasa Avrupalılaşması olarak dış politika ve güvenlik
alanının incelenmesi bakımından ele alınacak göstergelerdir. Avrupalılaşmanın daha
60 Fanes, op.cit.
42
geniş tanımlarıyla yapılacak bir Avrupalılaşma değerlendirmesi, daha farklı kriterler
göz önüne alınarak yapılmalıdır.
Michael Smith; ODGP içinde uzun süreyle yer almanın, üye devletlere
yapılan geri bildirimler yoluyla dış politika kültürlerinin benzer süreçlere doğru
yeniden yönlendirmelerine yardım ettiğini ve AB örneğinde bunu görmek için yeterli
kanıt olduğunu belirtmektedir. 61
Rieker’e göre; baskın ulusal güvenlik söylemi olarak ifade edilen ulusal
güvenlik kimliği, resmi belgeler ve karar vericilerin konuşmalarından anlaşılır.
Baskın güvenlik söyleminde bir değişme devletin güvenlik kimliğinde bir değişme
olarak algılanmalıdır. Bu örnekten hareketle Avrupalılaşmanın iki anlamı üzerindeki
fark üzerine durulmalıdır. Bunlar, uyum ve öğrenme arasındaki farktır. Birincisi
dışsal faktörlere göre davranışlarının ayarlanması iken, ikincisi tercih ve kimliklerin
değişmesi anlamına gelir. Ancak ilk durum yani uyum, öğrenme sürecinin ilk
aşamasını da oluşturabilmektedir.62 Aslında bu analiz, yukarıda adı geçen söylem
Avrupalılaşmasına da örnek oluşturmaktadır ve salt siyasa Avrupalılaşması değil,
kimlik ve tercihleri kapsayan daha geniş anlamda bir Avrupalılaşmaya işaret
etmektedir.
Yine bu doğrultuda bir yaklaşımla, AB güvenliğinin, geniş biçimde AB
güvenlik kimliğinin dolaylı olarak üye ülkeleri etkilediği söylenebilir. Örneğin; AB
içinde ekonomik ve parasal birliğin sağlanması için uygulanan mali politikalar
savunma harcamalarının azalmasına neden olmuştur. Tek Pazar ve rekabet politikası
gereklerinin savunma politikalarına dolaylı etkileri yanında, savunma ve savunma
dışı alanlar arasında sıkı bağlar kurularak güvenlik kavramının genişlemesi de 61 Smith, op.cit., s. 613–631. 62 Pernille Rieker, ‘From Common Defence to Comprehensive Security: Towards the Europeanization of French Foreign and Security Policy?,Security Dialogue, 37, 2006, s. 513-515
43
sözkonusu dolaylı etkiler arasındadır.63 Rieker; Fransa’nın güvenlik politikasının
Avrupalılaşmasını incelediği çalışmada; Fransa’nın geleneksel olarak ortak bir
Avrupa savunması taraftarı olduğu halde; yıllar içinde bir savunma aktörü yerine,
ekonomik ve diplomatik araçların sıklıkla kullanıldığı ve kriz yönetimine dayanan
Petersberg görevlerinin temelini oluşturduğu kapsamlı bir güvenlik aktörü haline
gelen AB’nin güvenlik kimliğini benimsediğini belirtmektedir. Bu durum Fransa’nın
ulusal güvenlik kimliği söylemlerinde kriz yönetimine daha fazla vurgu yapmaya
başlamasına neden olmuştur. Rieker, bu durumu konstrüktivist bir yaklaşımla
açıklayarak, Fransız karar vericilerin öğrenme süreciyle, geleneksel beklentilerini
değiştirerek yeni bir yaklaşım benimsediklerini belirtmektedir.64 1995 yılında AB
üyesi olan İsveç ve Finlandiya; Petersberg görevlerinin Amsterdam Antlaşması ile
AB mevzuatı içine dâhil edilmesinde belirleyici olmuşlardır. Bu iki tarafsız ülke AB
güvenlik kimliğinin ortak bir savunma sistemi değil, ortak bir güvenlik sistemi
şeklinde evrilmesini tercih etmekteydiler. 65
Bu durumda AB’nin bir güvenlik aktörü olarak özelliklerinin göz önünde
tutulması gerekmektedir. 3. Bölümde incelenecek olan AB güvenlik kimliği
özellikleri, yumuşak güce dayalı, kriz yönetimi odaklı, çok taraflıcılığa dayalı bir
yaklaşımdır. Dış politika ve güvenlik politikasının Avrupalılaşmasının, bir politika
anlamında dar olarak tanımlanması yanında; aday ülkelere uygulanan Kopenhag
kriterleri yoluyla bir değerlendirmesi konuyu daha da genişletecektir. Tezin ilgili
bölümünde inceleneceği üzere AB’nin güvenlik kimliği özellikleri konusunda gerek
literatürde, gerekse uygulamada ciddi tartışmalar yaşanmaktadır. Bu durumda AB
güvenlik kimliğinin dinamik yapısını vurgulamak gerekmektedir. 63 Ibid.,s. 516- 517. 64 Ibid., s. 509-528. 65 Ibid., s. 521.
44
Aşağıda incelenecek Polonya, İspanya ve Yunanistan örnekleriyle,
Avrupalılaşmanın üye/aday ülkeye etkisi ve ilgili ülkenin AB düzeyine etkisi
şeklinde tanımlanan çift yönlü etkisi kapsamında dış politika değişimleri
incelenecektir.
a. Merkezi ve Doğu Avrupa Ülkeleri Örneğinde Polonya
MDAÜ’nün AB’ye katılımı; Türkiye örneğinde olduğu gibi, AB’ye etkileri
bakımından sıklıkla tartışılan bir konu olmuştur. 2004 ve 2007 yılında tamamlanan
bu büyük genişleme, AB’ye katılan ülke sayısının çokluğu ve bu ülkelerin yapısal ve
sektörel politika özellikleri bakımından birbirlerinden farklılıkları nedeniyle AB
kurumsal ve siyasi düzeyinde de birçok yeni düzenlemeye sebep olmuştur.
1998 yılında AB Komisyonunun katılım müzakerelerini açmaya karar verdiği
MDAÜ, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya,
Polonya, Romanya, Slovakya ve Slovenya, Kıbrıs ve Malta ile birlikte aday ülkeler
için uygulanan koşulluluk ve katılım müzakerelerinin Avrupalılaşma çerçevesinde
uygulama alanını belirlemek için de örnek oluşturmaktadır.
John K. Glenn, 2004 yılında AB’ye katılan ve aralarında Kıbrıs ve Malta’nın
da bulunduğu ülkelerin adaylık sürecini incelediği çalışmasında; sözkonusu ülkelerin
katılım müzakereleri sırasında müzakere ettikleri 31 başlığın, ülkeler arasındaki
siyasi ve ekonomik farklılıklara rağmen dikkate değer bir biçimde aynı sürelerde
açılıp, kapandığını, benzer geçiş süreleri ve usulün uygulandığını belirtmektedir.
Örneğin dış ve güvenlik politikası faslı, bu ülkeler için açılan ilk müzakere
fasıllarından biridir. 1998 yılında ilk grup ülke için açılan sözkonusu fasıl, 2000
yılında ikinci genişleme dalgası ülkeleri için de açılmış ve yine 2000 yılı içinde tüm
ülkeler için aynı anda kapatılmıştır. Bu çerçevede aslında ülke bazında
45
değerlendirme yapan AB’nin sözkonusu genişleme dalgası kapsamında son derece
benzer bir politika izlediği görülmektedir. Böylelikle hızlı bir değişim için baskı
yaratmak mümkün olabilmiştir. Bundan çıkan bir başka sonuç, müzakerelerin aday
ülkelerin koşulları tarafından değil, AB tarafından belirlendiğidir.66 Bu durum
aslında müzakere sürecinin, daha doğru bir deyişle MDAÜ’yü içine alan 2004
genişlemesi ülkelerinin müzakerelerinin, teknik olmaktan ziyade siyasi bir süreç
olduğunun da kanıtıdır.
Bunun yanında, konunun Avrupalılaşma çerçevesinde incelenmesi
kapsamında, teknik ve siyasi bir anlayışla yürütülen müzakere sürecinde görüşülen
hususların, sözkonusu ülkeler tarafından nasıl tecrübe edildiği konusu önem
kazanmaktadır.
Bu çerçevede katılım müzakerelerinin başlaması aşamasında aday ülkelerin
tümünün AB’ye üyeliği dış politika gündemlerinin en üst sırasına koymalarına
rağmen, Avupalılaşmaya iç politik durumlarına göre farklı tepkilerde bulundukları
görülmektedir. Buna göre; Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya’daki liberal
koalisyonların AB ile uyumu gerçekleştirmede bir sorun yaşamadıkları, buna karşılık
Slovakya, Bulgaristan ve Romanya’daki milliyetçi koalisyonların AB’ye uyumda
zorluklar yaşadığı bilinmektedir.67
MDAÜ içinde Polonya; Avrupalılaşma çerçevesinde en fazla etkiye maruz
kalan ülkelerden biridir. Soğuk Savaş sonrası bağımsızlığını kazandıktan sonra,
NATO ve AB ile Eski Doğu Bloğu ülkeleri arasında bir dengeyi yakalamak ve yeni
66John K. Glenn, ‘From Nation States to Member States: Accession Negotiations as an Instrument of Europeanization’, Comparative European Politics, 2004 2 s. 3–28. 67 Ibid.,s. 5.
46
bir güvenlik kimliği oluşturmak zorunda kalması;68 ülkenin Avrupalılaşması
incelenirken, AB etkisi yanında uluslararası gelişmelerin etkisini de incelemeyi
zorunlu hale getirmektedir.
Aslında Avrupalılaşma çerçevesinde AB etkilerini özümseme ve kendi
önceliklerini AB düzeyine aktarmada ne oranda başarılı olduğu konusunun
incelenmesinde, Polonya’nın değişim konusundaki istek ve kararlılığının etkisini de
dikkate almak gerekir. Tercihlerinde tarihsel ve kültürel etkenler kaçınılmaz olsa da
Polonya’nın yeni bir güvenlik kimliği oluşturma kararlılığıyla ya da seçeneksizliğiyle
bu sürece başlaması, Türkiye ile karşılaştırma bakımından önem kazanmaktadır. Zira
Türkiye Polonya’dan farklı olarak 3. Bölümde incelenecek coğrafi ve tarihsel
özelliklerinin etkilediği güvenlik kimliği özellikleri ile AB’den farklılaşmaktadır.
Bunun yanında Soğuk Savaş sonrası dönüşümün bazı düzenlemeler
bakımından da Polonya’nın Avrupalılaşmasını kolaylaştırdığını söylemek
mümkündür. Örneğin Polonya Anayasası henüz 1997 yılında oluşturulduğundan,
AB’ye katılım için gerekli şartlar hâlihazırda Anayasaya dâhil edilmiştir.69 Bu durum
da Polonya ile Türkiye arasında bir diğer önemli bir farkı oluşturmaktadır. Polonya
halkı ve seçkinleri ODGP ve AGSP konularına verdikleri destekle,70 Polonya’nın
Avrupalılaşmasında önemli bir etken olmuşlardır. Bu da Avrupalılaşmada bir diğer
kolaylaştırıcı etken olarak ortaya çıkmaktadır.
Ama yine de Polonya’nın Soğuk Savaş sonrası Batı’ya yönelmesinde tarihin
izlerinin olması kaçınılmazdır. Almanya ve Rusya arasındaki sıkışmışlık ve dünya
savaşlarının tecrübeleri, Polonya da bölgesel savunmanın neredeyse obsesyon haline
68 Joanna Kaminska, ‘New EU Members and the CFSP: Europeanization of the Polish Foreign Policy’, Political Perspectives 1 (2),2007, s. 2. 69 Ibid., s. 13. 70 Ibid.,idem.
47
gelmesine neden olmuş, bu durum Soğuk Savaş ertesi başta NATO ve AB olmak
üzere Batılı kuruluşlara başvurmasını hızlandırmıştır.71 Aynı savunma refleksinin
Polonya yanında Türkiye ve Yunanistan gibi ülkelerde de bulunduğunu hatırlamak
gerekir.
Soğuk Savaş sonrası güvenliğini sağlamak için AB’yi yumuşak güç olarak
gören Polonya; güvenliğini sağlamak için sert güce ihtiyaç duymasına rağmen, yine
de NATO ve AB üyeliğini birbirini tamamlayıcı olarak kabul etmiştir. AB üyeliği
Polonya’ya ekonomik fayda yanında bölgesel uluslararası aktör olmak ve kabul
görmek için de fırsat sağlayacaktı.72 Burada Polonya’nın AB üyeliğinin bir fayda-
maliyet analizi ile rasyonal seçim kurumsalcıların açıklamaları ile örtüşen
ifadelerinin olduğu görülmektedir.
Avrupalılaşma sürecinde gerek aday, gerekse üyeliği döneminde Polonya’nın
geçirdiği değişimler incelendiğinde AB’nin Polonya’ya etkisi ve Polonya’nın AB
düzeyine etkisi bakımından yapılacak bir incelemede şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır.
Öncelikle AB sürecinin Polonya dış ve güvenlik politikasında ne gibi
değişikliklere neden olduğu incelendiğinde; Polonya’nın, AB dış politikasına
uyumda AB operasyonlarına (Kongo operasyonu gibi) ve Afrika ve Asyadaki insani
yardım hareketlerine aktif olarak katıldığı görülmektedir. Bu durum Polonya’nın
AB’nin savunma alanında başarılı olduğuna dair inancının ve rasyonel bir yaklaşımla
bu durumu karar almada rol oynayabilmek için bir araç olarak kullanabilme isteğinin
bir sonucudur.73 Bunun yanında Polonya, Asya Pasifik ülkeleri ve AB platformu ile
ilişki kurmuş ve Asya-Avrupa (ASEM) bölgesel toplantılarına ve forumuna
katılmıştır. AB üyeliği ile Polonya’nın Afrika ve Latin Amerika’ya olan ilgisi 71 Ibid., s. 2-3. 72 Ibid., s. 3. 73 Ibid., s. 11.
48
artmıştır. Polonya, dünyanın çeşitli yerlerindeki AB operasyon ve faaliyetlerine
katılarak uluslararası alanda söz sahibi olmak ve AB karar mekanizmalarında etkili
olmak güdüsü ile hareket etmektedir. Bu durum Polonya’nın kendi ulusal çıkarlarını
AB düzeyine aktarabilmesi açısından da önemlidir.74 Böylelikle, AB üyeliğinden
önce Polonya’nın ilgi ve çıkar alanlarına girmeyen konular, AB üyeliği sonrası çıkar
alanları haline gelmiştir.
Avrupalılaşmanın üye/aday ülkenin AB boyutuna etkisi anlamında ikinci
boyutu kapsamında Polonya’nın AB’ye etkileri konusunda şu noktalar ön plana
çıkmaktadır. Öncelikle, Polonya ile diğer AB üyelerinin Polonya’nın Doğu
komşularına ilişkin görüşleri farklılık göstermektedir. AB, Komşuluk politikasının
bu ülkeler için yeterli ve gerekli çerçeveyi sağladığını düşünürken, Polonya; Ukrayna
ve Moldova’nın diğer Komşuluk Politikası ülkelerinden farklı olarak AB üye adayı
ülkeler sınıflandırmasına girmelerini istemektedir. Polonya’ya göre AB’nin
uyguladığı koşulluluk Ukrayna’nın gerekli demokratik reformları yerine getirmesini
sağlayacaktır.75 AB’ye resmi katılımından önce de Polonya; Ukrayna ve Beyaz
Rusya’nın da aralarında bulunduğu Doğu ülkelerini AB gündemine sokmak için çaba
sarf etmiştir. Ukrayna örneğinde Turuncu Devrimde AB’yi devreye sokmaya
çabalamıştır. Bu çaba amaçlarına tam anlamıyla ulaşmasa da; AB ve Ukrayna
arasındaki ilişkilerin gelişmesine zemin hazırlamıştır. Beyaz Rusya örneğinde ise
Lukashenka rejimine karşı sıkı önlemler ve vize yasağı konması gibi tedbirlerin
alınmasına önayak olmuştur. Bu çerçevede Polonya’nın Ukrayna, Beyaz Rusya ve
Moldova gibi Doğu ülkeleriyle ilgili gündem oluşturma konusunda başarılı olduğu
74 Ibid., s. 11-12. 75 Ibid., s. 3-4.
49
düşünülmektedir.76 Polonya’nın Soğuk Savaş sonrası en önemli dış politika
amaçlarından biri, yukarıda adı geçen ülkelerde demokrasiyi geliştirmekti. Ancak
kaynaklarının buna yeterli olmaması nedeniyle AB üyeliğini bu amaç için
kullanarak, kendi amaçlarını AB’nin amaçları ile uyumlu hale getirmiştir. Ancak bu
bölgenin Rusya’nın da ilgi ve çıkar alanında olması nedeniyle, AB’nin de
gerçekleştirdiği girişimlerde dikkatli olması gerekmiş, Polonya’nın da AB
gündemine getirdiği bu konularda sözkonusu dengeyi gözetmesini gerektirmiştir.77
Polonya’nın AB’ye uyum sürecinde geçirdiği kurumsal yapı değişiklikleri,
Türkiye ile kıyaslama bakımından önemli özelliklere sahiptir. Polonya dış
politikasını yürüten kurumlar; bürokratik yapıları ile AB’ye uyum için yeterli
olmadıklarından, gerekli düzenlemelerin yapılması zaman almış ve AB dış politika
mekanizmaları ile işbirliğinde gecikmeler yaşanmıştır. 2004 yılında Kabine içinde
AB dış politika konuları ile ilgili toplanan ve Daimi Temsilciler Komitesi
(Permanent Representatives Committee-Coreper) toplantılarına hazırlık yapan bir
Komite ile Bakanlıklar arasında faaliyet gösterecek çok sayıda çalışma grubunun
kurulduğu görülmektedir. Avrupalılaşma sürecinde ihtiyaç duyulacak insan
kaynakları bakımından ise Polonya Dışişleri Bakanlığı AB birimi bünyesinde bir
uzman grubunun kurulması reorganizasyona verilebilecek örneklerdendir.
Brüksel’deki Polonya temsilciliğin de salt dış politika konuları ile ilgilenen bir birimi
mevcuttur. Brüksel’deki yapıda da genişlemeye gidilmiş ve görevli sayısı üçe
katlanmıştır. Polonya dışişleri bakanlığı (insan) kaynakları da AB ile ilişkiler
kapsamında oldukça genişlemiştir.78 Polonya Dışişleri Bakanlığı içinde AB
bütünleşmesi ile ilgili birimin kurulması da 1990’lı yıllarda olmuştur. Konu ile ilgili 76 Ibid., s. 14-15. 77 Ibid., s. 17. 78 Ibid., s, 8-9 ve Pomorska, s. 40-41.
50
personeli yetiştirmenin zaman alacağı ve uzman istihdam etmenin de kaynak azlığı
bakımından imkânsız olduğu dönemde79 Polonya Avrupalılaşmanın etkilerini almaya
başlamıştır.
Bunun yanında Polonya Dışişleri Bakanlığı ve diğer ilgili birimlerde çalışan
personelinin oldukça genç olması; diğer birimlerde çalışan diplomatlarla bir kuşak
farkı da yaratmıştır. Genç personelin, yeni teknolojilere yatkınlık, AB’nin kendine
has politika yapım özelliklerine aşinalık gibi özelliklerinin yanı sıra; önyargısız
yaklaşımları ve uzun ve esnek çalışma saatlerine uygunluğu da tercih sebebi
olmalarını sağlamıştır. Genç diplomatların AB konularını tüm dış politika konularına
baskın şekilde yorumlamaları da geleneksel diplomatlarla aralarında görüş ayrılığının
doğmasına neden olmuştur.80 Polonya’da seçkin Avrupalılaşmasının bir diğer
sonucu; ‘Avrupalılaşmış Profesyonellerin’ başka bir deyişle AB konusunda yetişmiş
personelin, AB kurumlarında daha iyi olanaklarla çalışmak üzere mevcut işlerini terk
etme eğiliminin ortaya çıkmasıdır.81
Polonya’nın AB dış politikasına uyum için geçirdiği kurumsal yeniden
yapılanma; Türkiye ile kıyaslandığında oldukça radikaldir. AB Komisyonu
tarafından hazırlanan İlerleme Raporlarında belirtildiği üzere Türk Dışişleri
Bakanlığının altyapısı oldukça gelişmiş ve insan kaynakları da yeterlidir. Türkiye
zaten dış politika ve güvenlik alanı başta olmak üzere AB ile ilişkileri 1964 yılında
imzalanan Ortaklık Anlaşmasından itibaren kurmaya başladığı için bu çalışmanın
inceleme dönemi olan 1990’lı yıllardan itibaren kurumsal yeniden yapılanma
hususunda Polonya kadar radikal değişiklikler yaşanmamıştır.
79 Pomorska, op.cit., s. 31. 80 Ibid., s. 39. 81 Kaminska, op.cit., s. 12.
51
Avrupalılaşma sürecinde kurumsal anlamda Dışişleri Bakanlığının diğer
Bakanlıklar ve ilgili birimler aleyhine güç kaybetme örneğine Polonya verilebilir.
Polonya’da Kabine içinde etkin bir ulusal koordinasyon sağlanması amacıyla) 1996
yılında bir Komite (Avrupa Bütünleşmesi Komitesi-Committee for European
Integration) kurulmuştur. Avrupa bütünleşmesine ilişkin tüm konuları koordine eden
bu komite, Polonya Dışişleri Bakanlığının geleneksel rollerini paylaşan ve ona rakip
olan bir birim olarak ortaya çıkmıştır. Bu durum Avrupalılaşma sürecinin neden
olduğu kurumsal değişiklikler yanında AB politikalarının uygulamaya geçirilme
talebi nedeniyle Polonya Dışişleri Bakanlığı yetkililerince isteksizlikle
karşılanmasına neden olmuştur.82 Polonya AB’ye girdikten sonra dahi, Polonya
dışişleri bakanlığının dış politika ile ilgili olarak AB ile koordinasyonu sağlamak
konusunda hala istenen düzeyde hızlı hareket edemediği ve uyum sürecine devam
ettiği belirtilmektedir. Ancak yine de Avrupalılaşmanın kurumsal ve bürokratik
kültürde gelişmelerin yaşandığı ve hızlı haberleşme tekniklerinin kullanılması gibi
değişikliklere neden olduğu açıktır. Bir dış politika önerisi hazırlanırken diğer AB
üyelerinin görüşlerini alma ve işbirliğine yakınlık gibi uygulamalar artmıştır.83
Görüldüğü üzere Polonya AB’nin üye/aday devlete etkisi anlamında gerek
kurumsal, gerekse politika alanında önemli değişiklikler geçirmiştir. Sözkonusu
değişiklikler rasyonalist kurumsalcı bir perspektiften izah edilebilir.
b. İspanya
1977 yılında AT’ye tam üyelik başvurusu yapan ve 1986 yılında tam üye olan
İspanya; Avrupalılaşma çerçevesinde gerek AB’nin etkisi, gerekse İspanya’nın AB
gündemine etkileri bakımından önem arzeden bir örnektir.
82 Pomorska,op.cit., s. 33-35. 83 Ibid.,s. 47-51.
52
Kimi yazarlara göre; AB’nin İspanya dış politikasına etkisi, aslında
Franco’nun 1975 yılına ölümünden sonra gerçekleşen siyasi, ekonomik ve sosyal
modernleşme sürecinin bir parçası olsa da; dış politika bakımından karşılaşılan
değişiklikler, demokrasiye geçiş nedeniyle değil, AB üyeliği nedeniyle
gerçekleşmiştir. Zira 1977 yılında demokrasiye geçiş yapılmış olmasına rağmen,
Franco dönemi dış politikasının İsrail ile diplomatik ilişki kurulmaması, Araplara
yakınlık, Latin Amerika kardeşliği, Castro Kübası ile imtiyazlı, ABD ile pragmatik
ilişkiler üzerine kurulu temel dış politika eğilimleri korunmaktaydı. 1981 yılındaki
NATO üyeliği bir tarafa bırakılırsa, İspanya’nın uluslararası alanda prestijine
kavuşması, 1986 yılında AB (o zamanki adı ile AT) tam üyeliği sayesinde
olmuştur.84 Bu tarihten sonra gerek NATO’da etkili bir üye olması, gerekse AB
operasyonları kapsamında dünyanın çeşitli yerlerine asker göndermesi, Orta Doğu’da
barış çabalarının parçası olarak 1991 yılında Madrid’de Orta Doğu Barış
Konferansının gerçekleştirilmesi, Javier Solana başta olmak üzere İspanyolların AB
nezdinde önemli görevler üstlenmesi de bu görüşü destekleyen kanıtlar olarak
görülmektedir.85
Torreblanca’nın İspanya’nın AT’ye uyumu kapsamında “politika uyumu” ve
“politika transferi” olarak tarif ettiği değişiklikler, Avrupalılaşmanın çift boyutlu
etkisini açıklamaktadır. Buna göre ilk boyut kapsamında, bir başka deyişle AB ile
uyum sağlanan durumlarda; İspanya’nın demokratik Batılı devletler nezdinde
edindiği yerin vurgulanması fırsatı doğmuştur. AB uygulamalarından sapan
durumlarda İspanya, AB politikası ile kendi dış politikasını uyumlaştırma yoluna
gitmiştir. Politika transferi ise AB üyeliğinden İspanya’nın ulusal çıkarlarını 84 Jose I. Torreblanca, ‘Ideas, Preferences, and Institutions: Explaining the Europeanization of Spanish Foreign Policy’, Arena working papers, no: 26, 2001 s. 1-6. 85 Ibid.,s. 6-7.
53
korumak ve geliştirmek için faydalanma amacına hizmet etmektedir.86
Torreblanca’nın politika transferinden kasıt, Avrupalılaşmanın çift boyutlu etkisi
kapsamında, üye/aday ülkenin AB gündemine etkisidir.
Buna göre Avrupalılaşmanın ilk boyutu kapsamında AB’nin İspanya dış ve
güvenlik politikasına etkisi, İspanya iç politikasındaki gelişmelere etkisi nedeniyle
olmuştur. AB kurumlarının politikalarıyla; İspanya’da 1982–1996 döneminde
iktidarda olan ve AB yanlısı politikalar uygulayan Sosyalistlerin kimliklerinin
güçlendirilmesi sağlanmış, 1996 yılından sonra iktidara gelen AB karşıtı
muhafazakârların Avrupa ile bütünleştirilmesine çalışılmıştır. Tam üye olmadan önce
İspanya 1982’de; Avrupa Siyasi İşbirliği mekanizması kapsamında birçok faaliyete
katılmış ve bu durum, İspanya dış politikasının Avrupalılaşmasını kolaylaştırmıştır.
Tam üye olmadan Orta Doğu ile ilişkiler başta olmak üzere silahsızlanma, çoklu
ticaret ve yatırım antlaşmaları, uluslararası mali işbirliği konuları, insan hakları ve
demokratikleşme gibi pek çok konuda AB ortak tutumlarını kabul etmiştir. Bu
bağlamda İsrail ile diplomatik ilişkilerini yeniden tesis etmiştir. Bu durumda
üyeliğinden on yıl sonra tam ve net bir AB profiline kavuşmuştur.87
Avrupalılaşmanın ikinci boyutu kapsamında ise; AB gündemine İspanya’nın
AB’ye üye olmasıyla giren konular, Latin Amerika ile ilişkiler ve Akdeniz
politikasıdır.
Koloniyal geçmişi nedeniyle Latin Amerika ülkeleri ile gelişmiş siyasi ve
ekonomik bağlantıları olan İspanya AB üyesi olunca, AB’nin daha önce ilgi ve çıkar
alanına girmeyen Latin Amerika ülkeleri nezdinde sahip olduğu çıkarları korumak ve
geliştirmek için çaba sarfetmiştir. Başka bir deyişle, İspanya kendi dış politika
86 Ibid., idem. Torreblanca politika uyumu için policy convergence terimini kullanmaktadır. 87 Ibid., s. 10.
54
gündemine giren bazı konuları AB düzeyine ithal etmiştir. Latin Amerika
bakımından, İspanya kendisini İspanyolca konuşan dünyanın temsilcisi olarak
uluslararası alanda ortaya koymak için AB’yi kullanmıştır. Hatta Katılım Antlaşması
müzakereleri sırasında; AT’nin İspanya’ya; Latin Amerikadaki ulusal çıkarlarını
koruması ve sürdürmesini destekleyeceği ve katılımı ile bu durumun tutarlılığını
sağlayacağı yönünde bir deklerasyon yayınlanmıştır. Akdeniz bölgesi konusunda ise,
İspanya Fas ile olan sorunlu ilişkilerini AB’in Akdeniz politikası içinde yapıcı
şekilde ve karşılıklı çıkarlara dayalı olarak dönüştürmüştür. Bu çerçevede
İspanya’nın AB üyeliği Avrupa dış politikasının Latin Amerika ve Akdeniz
boyutlarını güçlendirmiştir. İspanya’nın AT’ye katılımı sonrası gerçekleştirilen ilk
zirve toplantısında da Latin Amerika ile ilişkilerin geliştirilmesi, bölgeye yapılacak
yardımlar, ticarette işbirliği gibi konular ele alınmıştır.88 İspanya gibi koloniyal
geçmişi olan ve bu durumu önce Avrupa Siyasi İşbirliği mekanizması, sonrasında ise
ODGP kapsamına yerleştirmekte zorlanan ülkelere Fransa ve İngiltere verilebilir.
Diğer bazı ülkelerin AB dış politikası ile bağdaştırmak konusunda, ilgi alanları ve
koloniyal geçmişleri Avrupa ve Atlantik kapsamında olduğundan fazla güçlük
çekmemişlerdir.89
İspanya’nın AB üyesi olması, Fas ile olan ilişkilerini geliştirmesine yardım
etse de; bu durumu İspanya’nın Birliğe “politika transfer”i yanında “sorun transferi”
olarak görenler de vardır. Kültürel yakınlığın Latin Amerika örneğinde kolaylaştırıcı
olmasının aksine, Fas ile olan ilişkilerde engel olduğunu da belirtmek gerekir. Fas ile
İspanya arasındaki ilişkinin AB’ye sorun transferine neden olması, Fas’ın kuzey
bölgesindeki iki ada da hak iddia etmesi, balıkçılık haklarında anlaşmazlık ve
88 Ibid., s. 11-12. 89 Ibid.,s. 11.
55
İspanya’nın Batı Sahara’ya yakınlığı nedeniyledir. Ancak AB üyeliği ile Avrupa-
Akdeniz ortaklığı stratejisi kapsamında başta balıkçılık hakları olmak üzere pek çok
konunun Brüksel merkezli kararlaştırılması sorunların çözümüne katkıda
bulunmuştur. İspanya; AB yoluyla kurduğu ekonomik ilişkiler ağı ile Fas ile yaşadığı
güvenlik sorunlarını bertaraf edebilmiştir.90 Bunun yanında; Akdeniz konusunda
diğer Akdeniz ülkeleri Fransa ve İtalya’nın katkıları, İspanya’nın 2010 yılında bir
serbest ticaret alanının kurulmasını amaçlayan Avrupa Akdeniz Ortaklığı (Barcelona
Süreci) konusunda gayretlerini arttırmıştır.91
İspanya’nın Fas ve Cezayir ile salt ekonomik değil, terörizm ve önlenemeyen
göç gibi Soğuk savaş risklerinin önlenmesi konusunda da çıkarları vardır ki92, bu
durum AB çıkarları ile ortak bir noktayı oluşturmaktadır. Bu da İspanya dış
politikasının Avrupalılaşmasını kolaylaştıran bir etkendir.
İspanya’nın AB’ye katılımının dış politika alanında politika uyumlaştırması
ve politika transferi yanında politika ikamesine de yol açtığını belirten yazarlar
vardır.93 Politika ikamesinin, İspanya tarafından Avrupalılaşma düzeyinin düşük
olduğu alanlarda ulusal çıkarlarını korumak ve ticaret sapması gibi olumsuz
durumları telafi etmek için başta ekonomik araçlar olmak üzere doğrudan yabancı
yatırımlar, kalkınma yardımları, göç politikaları, ekonomik ve kültürel işbirliği gibi
araçların kullanılması kastedilmektedir. Ancak burada politika ikamesi yapılabilecek
alanın AB içinde üye devlet tarafından yetki paylaşımından ziyade otonomisinin
olduğu bir alan olduğu açıktır. Bunlar, kalkınma, devlet yardımları gibi konuları
kapsamaktadır. İspanya’nın AB’ye katılımı ile Latin Amerika’yı AB gündemine
90 Ibid., s. 13-15. 91 Gonzalo Escribano, and Alejandro Lorca, ‘The Ups and Downs of Europeanization in External Relations: Insights from the Spanish Experience’, Perceptions, Winter 2004-2005, s. 144. 92 Ibid., s. 143. 93 Ibid., s. 131-158.
56
soktuğu açıktır ancak; İspanya’nın ticaret politikası gereklerini uyguladığında Latin
Amerika aleyhine bir ticaret sapması gerçekleştiğinden, (İspanya’nın Latin Amerika
ülkelerine ihracatı artarken, bu ülkelerden ithalatı yarı yarıya azalmıştır) ticari
tercihlerini korumak için İspanya’nın çoğunlukla ekonomik içerikli bazı araçlarla bu
durumu ikame etmesi gerekmiştir. Bu durum; AB politika ve kurumsal
düzenlemelerinin üye devlet ulusal tercihlerini yansıtmadığı zaman; sözkonusu
ülkenin mevcut ekonomik ya da kültürel araçlarla ya da yeni araçlar yaratarak
politikayı belirli bir çerçevede ikame etmesiyle açıklanmaktadır.
Bu durum, AB ile dış politika ve güvenlik politikası uyumu kapsamında ticari
ilişkilerin ele alındığı dış ilişkiler konusunun da dikkate alınma gereğini
vurgulamaktadır.
Bunun dışında, İspanya dış politikasının Avrupalılaşmasının bir maliyeti ya
da öngörülmeyen bir diğer boyutu bulunmaktadır. Bu durum, bir üye devletin belli
bir konuda AB düzeyine taşınan görüşünün o görüşü savunan iktidarın değişmesi
durumunda önceki durumuna dönmesinin zor ve maliyetli oluşu ile ilgilidir. İspanya
sözkonusu tecrübeyi gerek Küba, gerekse Fas ile ilişkilerinde yaşamıştır. Küba
konusunda 1996 yılı öncesi iktidarda olan Sosyalist hükümetin yatırımlar, kalkınma
yardımları ve siyasi diyalog şeklinde gelişen olumlu yaklaşımı AB’yi de etkilemiş ve
başta turist acentaları olmak üzere Küba AB ticaret alanı haline gelmiştir. 1996–2004
yılları arasında iktidara gelen Muhafazakâr hükümet ise Küba’ya karşı tersi bir
politika benimsemiş, sözkonusu politikayı AB düzeyine de taşımak istemiştir. Ancak
AB düzeyinde politika değişikliği mümkün olmamıştır. Fas örneğinde ise
Muhafazakâr hükümet döneminde daha önce Fas ile AB arasında yapıcı ilişkiler
kurulmuşken, Fas ile İspanya’nın Balıkçılık Antlaşması şartlarında anlaşamamaları
57
üzerine, Fas Cebelitarık boğazında bulunan Perejil adasını işgal etmiştir. Başta
Fransa olmak üzere AB üye ülkelerinin Fas’a müdahale etmek istememesi ve AB
kurumlarının olaya hiçbir tepki göstermemesi üzerine İspanya arabuluculuk için
ABD’ye başvurmuştur. Bu durum İspanya’nın Avrupalılaşma kapsamında yaşadığı
dalgalanmalardan birini oluşturmaktadır.94
İspanya dış politika gündeminin oluşturulması sırasında çok etkin olamayan
bazı çıkar ve lobi gruplarının; Brüksel nezdinde çıkarlarını korumak istemesi bir
başka Avrupalılaşma göstergesi olarak ortaya çıkmıştır. Örneğin tarım alanında lobi
ve çıkar gruplarının bu tür faaliyetleri İspanya hükümet yetkililerini tarafından
zaman zaman kontrol edilmesi zor bir hale gelmiştir.95
Torreblanca; İspanya’nın Avrupalılaşma sürecini rasyonalist ve sosyolojik
kurumsalcı yaklaşımları bir arada kullanarak açıklamaktadır. Rasyonalist kurumsalcı
bir bakış açısıyla; AB üyeliği geniş ve sorunlu bir dış politika gündemine, zayıf
ekonomik kaynaklar ve kurumsal yapıya sahip olan İspanya’ya, ulusal çıkarlarını
koruyabilmesi için yeni fırsatlar yaratmıştır. Sonuçta başlangıçtaki niyet AB
açısından böyle olmasa da, İspanya’nın ulusal çıkarlarına hizmet eder konuma
gelmiştir. Elbette ki, İspanya bu konuları AB gündemine taşırken salt İspanya’nın
çıkarını değil; Avrupa’nın çıkarını da vurgulamıştır. Latin Amerika örneğinde
Avrupa’nın çıkarları, ekonomik fayda ve ABD etkisinin dengelenmesi üzerine
kuruluyken; Akdeniz örneğinde, Orta Doğu sorunlarının çözümü ve insan hakları,
demokratikleşme, devlet içi sorunlar gibi konulara odaklanmıştır.96
Bunun yanında dış politikanın kimlik kavramı ile yakından ilişkisi nedeniyle,
İspanya’nın AB üyeliği, muhafazakar ve sosyalist hükümetlerin Avrupa da eşit siyasi 94 Ibid., s. 145-146. 95 Ibid., s. 142-143. 96 Torreblanca, op.cit., s. 14.
58
görüşlerle kendilerini eşit hissetmeleri, uluslararası alanda kabul görmek, prestij ve
etkinlik kazanmak gibi boyutlarıyla, sosyolojik kurumsalcıların bakış açısıyla
açıklanabilecek sonuçlar doğurmuştur.97
İspanya örneği de Türkiye’nin dış politikasının Avrupalılaşması bakımından,
özellikle üye/aday ülkenin AB düzeyine etkisi bakımından izlediği politikalarla
örnek olarak incelenebilecek bir ülkedir.
c. Yunanistan
Yunanistan’ın AB süreci, 1974 yılında sona eren cunta döneminden sonra
demokrasiye geçişi de simgelemektedir. Yunanistan’ın Avrupalılaşma sürecine
modernleşme yanlısı ve Avrupa karşıtı gelenekselcilerin tartışmaları hâkim
olmuştur.98Yunanistan’ın AB üyeliği konusunda Kilisenin AB karşıtı tutumuna karşı,
akademisyen ve siyasi aktivistler AB taraftarlığı yapmışlardır. Kostas Simitis’in
iktidarı döneminde AB taraftarlığı daha da hız kazanmıştır.99 Yunanistan’ın
Avrupalılaşması konusunda yapılan bir diğer tespit; AB’ye üyeliğin Yunanistan’ın
Avrupalı kimliğini güçlendirmesi konusudur.100 Bu özellikler Yunanistan ile
İspanya’nın ortak noktalarıdır. Bu durumda AB taraftarı ve karşıtlığı tartışmasının
salt Türkiye’ye özgü olmadığını belirtmek gerekir.
Ioakimidis, Avrupalılaşma kavramının birbirine karşıt iki tanımını
yapmaktadır. Buna göre Ioakimidis, salt AB baskısına verilen zoraki tepkilerden
oluşan süreç (responsive Europeanization) ve buna karşılık tamamen modernleşmeye
dönük bir bakış açısı ve güçlü bir istek ve niyetle, programlanmış bir süreç olarak
97 Ibid., s. 4. 98P.C. Ioakimidis, ‘The Europeanization of Greece: An Overall Assessment’, EKEM Articles, http://ekem.gr/archives/2002/01/the_europeaniza.html, 10.11.2006. 99 Agnantopoulos, ‘The Europeanisation of National Foreign Policies, A Conceptual Framework and an Empirical Application in Greek Turkish Relations’, s. 28. 100 Ibid., s. 22-23.
59
(intended) Avrupalılaşma kavramlarını ayırmaktadır. Yunanistan’ın durumunu ikinci
Avrupalılaşma tanımı içinde vermektedir. Ancak bunun yanında; 1981 yılında
gerçekleştirilen AB üyeliğinin dönemin iktidarı Pasok tarafından ilk etapta şüpheyle
karşılandığından ve Yunan seçkinleri tarafından da eleştirildiğinden sözetmektedir.
Pasok’un 1980’li yıllardaki AB karşıtlığının 1990’lı yıllarda giderek artan biçimde
AB taraftarlığına dönüştüğü de bilinmektedir.101 Her bakımdan Avrupalılaşmanın ise
1996 yılında Costas Simitis’in iktidarı döneminde olduğu belirtilmektedir. Bugün
sadece Komünist Parti’nin anti-AB’ci söylemlerinin sürmektedir.102
Yunanistan dış politikasının Avrupalılaşması konusunda üzerinde durulan
başlıca konular; Soğuk Savaş Dönemi Doğu-Batı ilişkileri, Orta Doğu Bölgesi, en
önemlisi de, Türkiye, Kıbrıs ve Balkanlardır.
Yunanistan’ın AB üyeliğinde güvenlik ve dış politika öncelikli olarak yer
tutmaktadır. Yunanistan’ın AB üyeliğinde tehdit edici bir faktör olarak Türkiye’nin
yeri ve bu bağlamda savunma harcamalarının yüksekliğinin altı çizilmektedir.103
Hatta Yunanistan’ın yabancı güçlerin olumsuz etkisine yönelik bir korku duyduğu da
belirtilmektedir.104 Bu durumun Türkiye’nin güvenlik kimliği özelliklerinden Sevr
sendromu benzeri olduğunu belirtmek gerekir.
Stelios, Yunanistan’ın Avrupalılaşma sürecine ilişkin literatürü incelediği
makalesinde105; bu çalışmaların Yunanistan dış politikasının Avrupalılaşma süresince
ulusal davalarını terk etmediğini ancak önemlerinin azaldığını ve Yunanistan’ın bu
konulardaki pozisyonunu yumuşattığını ortaya koyduğunu belirtmektedir. Stelios’a
101 Ioakimidis, op cit. 102Stavridis Stelios, ‘The Europeanization of Greek Foreign Policy A literature review’,s, 12 erişim tarihi:10.11.2006. 103 Ibid.,s. 10. 104 Ibid.,s. 12. 105 Ibid., s. 17- 20.
60
göre Avrupalılaşma için asıl test, ulusal davalar (ethnika themata) bakımından
olacaktır. Yunanistan ile Türkiye arasındaki olumsuz ilişkiler nedeniyle,
Yunanistan’ın Maastricht, Amsterdam ve Nice antlaşmalarına bir savunma garanti
maddesi koydurmaya çalıştığı, Avrupalılaşma süresince AB üye ülkeleri yanında AB
kurumlarını da Yunan politikasına yakın bir noktaya çektikleri vurgulanmaktadır.
Yine Avrupalılaşma süresince Balkanlara yönelik Yunanistan dış politikasının başta
İstikrar Paktı olmak üzere AB bölgesel yapılarını kullanarak AB öncelikleri ile
evrildiği vurgulanmaktadır. Bu çerçevede Yunanistan bölge ile ikili ilişkilerinden
çok AB kanallarını kullanır hale gelmiştir.
Arap-İsrail çatışması konusunda, Yunanistan dış politikasının AB dış
politikasına uyumu, bir başka deyişle Avrupalılaşması neticesinde Arap yanlısı bir
politikadan daha dengeli bir politikaya geçildiği ve İsrail ile ilişkilerin geliştirildiği
belirtilmektedir. AB; katılım öncesi dönemde, Yunanistan’dan kendisinden farklılık
arzeden politikasını değiştirmesini talep etmiştir. Konstrüktivist bir yaklaşımla, AB
üyeliği Yunanistan’ın bölgedeki ulusal tercih ve çıkarlarını şekillendirerek kimliğini
yeniden tanımlamasını sağlamıştır. Araplarla kurulan dengeli ilişkiler sonunda; AB
etkisi ile Yunanistan’ın Avrupalılığı ön plana çıkmış, Yunanistan Avrupa ve Doğu
Akdeniz arasında bir köprü rolü oynayarak; Arapların taleplerini AB düzeyine
taşımak yanında; Avrupa değerlerini de Arap dünyasına iletme şeklinde bir etkileşim
yaratılmıştır.106
Yunanistan’ın Türkiye’ye bakışı, tıpkı Türkiye’nin Yunanistan’a yaklaşımı
gibi tarihsel faktörlerden kaynaklanmaktadır. Buna göre Türkiye, Yunanistan
tarafından saldırgan bir imajla resmedilmekte ve ulusal güvenlik açısından temel
106 Apostolos Agnantopoulos, ‘The Europeanization of Greek Foreign Policy Towards the Arab-Israeli Conflict’, Paper Presented at the BISA Annual Conference, Cork, 18–20 December 2006, s. 1–33.
61
tehdit olarak görülmektedir. Hatta kıta sahanlığı gibi bazı teknik konuların dahi bu
perspektiften açıklandığı olmaktadır. Yunanistan’ın AT başvurusunun bir nedeni de
Türkiye’ye karşı denge yaratmaktır.107 Türkiye’de bazı çevrelerin abartılı tehdit
tanımlaması yaptığı düşünülmektedir. Bunun yanında Yunanistan’da da bazı
çevrelerce Türkiye’ye tarihsel olaylarla açıklanan abartılı bir önem atfedildiği açıktır.
Bu durum güvenlik kimliği yansımalarını da oluşturmaktadır.
Bunun ötesinde, Yunanistan dış politikasının Avrupalılaşmasında Stelios’un
yaptığı şu saptama çok önemli gözükmektedir. AB sürecinde Makedonya konusunda
Yunanistan’ın pozisyonu AB pozisyonuna yaklaşırken; Kıbrıs ve Türkiye konusunda
AB; Yunanistan’ın tutumunu benimsemiştir.108 Bu durumda Avrupalılaşma
terminolojisini kullanarak; Avrupalılaşmanın ilk boyutu çerçevesinde AB
politikalarının Yunanistan’ı Makedonya konusunda etkilediğini, İkinci boyut
kapsamında bir başka deyişle, üye/aday ülkelerin önceliklerini AB düzeyine
taşımaları konusunda ise Yunanistan’ın Kıbrıs ve Türkiye konusundaki tutumunun
AB düzeyine taşındığını söylemek mümkündür.
Bunun yanında Yunanistan’ın Türkiye’ye yaklaşımının Avrupalılaşma
kavramı çerçevesinden değerlendirilmesinde, Yunanistan’ın başlangıçta Türkiye’nin
AB üyeliğine verdiği gösterdiği karşıtlığın, önce şartlı kabule, 1999 yılından itibaren
de şartlı desteğe dönüştüğü şeklinde yaklaşımlar vardır. Bu yaklaşım Yunanistan’ın
tutum değişikliğini, konstrüktivist bir yaklaşımla Avrupalılaşma çerçevesinde
AB’nin sınırlandırıcı ve sosyalleştirici etkisine bağlamaktadır.109 Buna göre AB,
Yunanistan’ın politikasını genel AB uzlaşmasını yansıtır şekilde Türkiye-Yunanistan
107 Agnantopoulos, ‘The Europeanisation of National Foreign Policies, A Conceptual Framework and an Empirical Application in Greek Turkish Relations’.,s.13. 108 Stelios, op.cit., s.21. 109Agnantopoulos, ‘The Europeanisation of National Foreign Policies, A Conceptual Framework and an Empirical Application in Greek Turkish Relations’,s. 1-40.
62
yakınlaşması biçiminde tarif etmesine zorlamış, öte yandan Yunan karar vericilerin
Yunanistan’ın ulusal çıkarlarını Türkiye’nin AB üyeliği üzerinden yeniden
oluşturulmasına olanak vermiştir. Bu anlamda ulusal çıkar farklılaşması, ulusal
kimlik değişimini de beraberinde getirmiştir. Bunun yanında Yunanistan resmi
yetkililerin AB siyasi süreçlerini öğrenerek yatkınlık kazanmaları da AB
politikalarını etkileyebilme kapasitelerini arttırmış, böylelikle ulusal düzey ve AB
düzenlemeleri arasındaki uyumsuzluğu azaltmayı kolaylaştırmıştır. AB’nin özellikle
Kıbrıs konusunda Türkiye politikasının şekillenmesinde Yunanistan’ın etkisi de
olmuştur.1101999 Kosova müdahalesinin AB sürecinden bağımsız olarak Türkiye
Yunanistan yakınlaşmasına neden olduğu düşünülmektedir.111 Bu durumda
Avrupalılaşma dışında Türkiye-Yunanistan ilişkilerini etkileyen faktörlere dikkat
etmek gerekir.
AB’nin Türkiye-Yunanistan ilişkilerine etkisi bakımından; Yunanistan’ın
AB etkisiyle Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemesi noktasına varılırken,
Avrupalılaşmanın ikinci boyutu kapsamında Yunanistan’ın AB’nin Türkiye
politikasını şekillendirdiğini de görmek mümkündür.
AB’nin Türkiye-Yunanistan ilişkilerine etkisi ikinci Bölümde
incelenmektedir.
110 Ibid., s. 4-5. 111 Ibid., s. 30.
63
II. Kuramsal Çerçeve: Avrupalılaşma Kavramı Çerçevesinde AB’nin Üye/Aday
Ülkelere Etkilerini İncelemede Kullanılan Yaklaşımlar
Avrupalılaşma kavramı, AB ile üye/aday ülke arasındaki etkileşim sürecinin
tarif edilmesidir. Ancak sözkonusu sürecin nedenini ve nasıl gerçekleştiğini
açıklamamaktadır. Bu sorular, yeni kurumsalcı teoriler ve iç politika-dış politika
kararları arasındaki etkileşimi açıklayan yaklaşımlar ışığında cevaplanabilir.
Konumuz açısından aşağıda incelenecek olan görüşlerin Avrupalılaşma
kavramı açısından değerlendirilmesi yapılacak ve ikinci bölümde incelenecek olan
Türkiye örneğinin teorik altyapısı oluşturulacaktır. Türkiye örneği incelenirken
özellikle yeni kurumsalcı teorilerin kullanılmasının sebebi, uluslararası kuruluşların
ulusal düzeye etkisini inceleyen ve bu bağlamda konumuz açısından uygun bir
metodoloji öngörmesindendir.
Avrupalılaşma süreci kapsamında ilgili ülkelerin karşı karşıya kaldığı
değişimlerin incelendiği çalışmalarda yeni kurumsalcı teorilerin daha çok
kullanıldığı görülmektedir. Ancak kurumsalcı görüşlerin Avrupalılaşma kavramı
çerçevesinde kullanımlarını incelemeden önce; kurumsalcı görüşlerin ortaya
çıkmasına zemin hazırlayan görüşlere kısaca değinilmesinde fayda vardır. Aşağıdaki
teorik yaklaşımların temel argümanlarının verilmesinden çok, konunun
Avrupalılaşma ile bağlantısı incelenecektir.
A. Erken Dönem Tartışmaları: Neofonksiyonalizm / Hükümetlerarasıcılık
Tartışması
Avrupa bütünleşmesinin gelişimi farklı teorik yaklaşımlarla açıklanabilmektedir.
Tarihsel süreç içerisinde farklı gelişmeler yeni teorik yaklaşımların doğmasına da
64
zemin hazırlamıştır. Bunun yanında; bütünleşme hareketinin dönem ve olaylarının
farklı teorik yaklaşımlarla açıklanabileceği, tek bir yaklaşımın bütünleşme hareketini
açıklayamayacağı yönünde uzlaşma olduğu görülmektedir.
Neofonksiyonalizm ve hükümetlerarasıcılık tartışması, 1950’li yıllardan itibaren
başlayan Avrupa bütünleşmesi hareketinin gelişmeye başladığı ilk dönemlerde hayli
etkin olmuş, bütünleşme çerçevesinde karşılaşılan olayları açıklamakta sıklıkla
kullanılmışlardır. Hükümetlerarasıcı görüş, neofonksiyonalizme karşı gelişmiş ve
1980’lerden itibaren ise neofonksiyonalizm ve hükümetlerarasıcılık arasındaki klasik
tartışma ağırlığını kaybederek yerini, rasyonalizm ve konstrüktivizm arasındaki
tartışmaya bırakmıştır. Zaman zaman neofonksiyonalizm ve hükümetlerarasıcılık
arasındaki tartışma yeniden canlansa da; AB çalışmalarında aşağıda incelenecek olan
ve karşılaştırmalı politikada kullanılan kurumsalcı yaklaşımdan faydalanılır
olmuştur. Bu durum, AB çalışmalarının klasik uluslararası ilişkiler teorilerinden
başlangıçta farklı olan yapısını diğer teorilere yaklaştırmıştır.
Avrupa bütünleşme sürecinin ilk yirmi yılında etkin olan ve bütünleşme süreci
gelişmelerini açıklamada kullanılan neofonksiyonalizm (yeni-işlevselcilik)-
hükümetlerarasıcılık tartışmasında, ilk olarak AB hareketinin kurucuları olan Robert
Schuman ve Jean Monnet’nin görüşlerinin çerçevesini ve teorik temelini oluşturan
neofonksiyonalizmin ağırlığı olduğunu belirtmek gerekir.
Neofonksiyonalizm ve hükümetlerarasıcılık görüşleri temelini sırasıyla idealizm-
realizm çatışmasından almaktadır. Neofonksiyonalizm dönemin federalizm ve
işlevselcilik görüşlerinin bileşiminden oluşan bir kuramdır. Avrupa bütünleşmesi
fikrinin temelinde savaşın önlenmesi ve kalıcı barışın sağlanması yatmaktadır. İkinci
Dünya Savaşı sonrası ulus-devletin değil, federal yapılı bir oluşumun barışı
65
sağlayacağı fikrinden hareket eden federalizm, ulus-devletlerin egemenliklerini
federal bir yapıya devretmek konusundaki hassasiyetlerini gözardı ettiği şeklinde
eleştirilerle karşılaşmıştır. Bu eleştiri noktası; fonksiyonalist (işlevselci) görüşün
çıkış noktasını oluşturmuştur.112 Fonksiyonalist görüş ise, Avrupa’da bütünleşmenin
siyasal kaygılardan uzak, salt teknokratik düzeyde teknik görevleri yerine getirecek
uluslararası örgütler yoluyla sağlanabileceğini öne sürmüştür. Bu nokta da,
fonksiyonalizme karşı temel eleştiri noktası haline gelmiştir. Bu çerçevede,
federalizm ve fonksiyonalizme karşı yukarıda belirtilen eleştiri noktaları, sözkonusu
eksikliklerin giderilmesi ile neo-fonksiyonalist teoriyi oluşturmuştur.113
Avrupa bütünleşme hareketinin gelişimi çerçevesinde özellikle ekonomik
nitelikli gelişmeler ve bu gelişmelerin ülkelere genellikle olumlu nitelikteki getirileri,
üye ülkelerin ulus-üstü yapılara egemenlik devrini ve bu çerçevede neofonksiyonalist
görüşün argümanlarını güçlendirmiştir.
Neofonksiyonalistler; devletler yanında hatta onlardan daha fazla, ulus-üstü
kuruluşlar, çıkar grupları ve devlet dışı kuruluşlar ve siyasi partilerin bütünleşme
hareketlerinin itici gücü olduğunu savunmuşlardır. Sözkonusu teorinin, yayılma
(spill over) etkisi, seçkin sosyalleşmesi ve ulus-üstü çıkar grupları hipotezleri 1950’li
yıllardan, 1970’lere kadar, AB (AT)’nin gelişimini açıklamakta kullanıldıysa da,
sonraları başta teorinin kurucularından E. Haas olmak üzere pek çok kişinin
eleştirisine uğramıştır. Yayılma; bir sektörde başlayan gelişmenin başka bir sektöre
yayılması, seçkin sosyalleşmesi de ulus-üstü kuruluşlarda bir araya gelen seçkinlerin
sosyalleşerek, bu kuruluşların çıkarına davranmaya başlayacakları ve kendilerine has
çıkar ve tercihler geliştirecekleri yönünde bir yaklaşıma işaret etmektedir. Ulus üstü 112Sinem Akgül Açıkmeşe, ‘Uluslararası İlişkiler Teorileri Işığında Avrupa Bütünleşmesi’, Uluslarararası İlişkiler, Cilt 1, Sayı 1, Bahar 2004, s. 1–5. 113 Ibid,. s. 6–8.
66
çıkar grupları da; kendi ulusal devletlerini bütünleşme yönünde teşvik eden ya da
zorlayan çıkar gruplarını belirtmektedir. Bu durumda aslında bu gruplar
hükümetlerinin üzerine çıkan bir tavır sergilemektedirler. Ancak başta Fransa’nın
boş sandalye krizi nedeniyle ulusüstü gelişimi sekteye uğratmasıyla ulus devletlern
öneminin gündeme gelmesi gibi gelişmeler olmak üzere, yaşanan değişimler
hükümetlerarası görüşün taraftar bulmasına neden olmuştur.114
1980’lerin ikinci yarısından itibaren neofonksiyonalist ve
hükümetlerarasıcılık görüşleri yeniden canlanmış ve hatta hükümetlerarasıcılık
Andrew Moravscik tarafından yeniden formüle edilmiştir.
Aslında Seçkin Avrupalılaşması ve ulus-üstü çıkar grupları varsayımlarının
bugün AB bütünleşmesini açıklama amacında olan bazı teorilerde de izdüşümlerini
görmek mümkündür. Seçkin Avrupalılaşması tezinin sosyolojik kurumsalcıların
varsayımlarıyla benzeştiği görülebilir. Ulus-üstü çıkar grupları varsayımı bazı diğer
teorilerin varsayımları açıklanırken kullanılmaktadır. Ancak Avrupalılaşma kavramı
çerçevesinde düşünüldüğünde neo-fonksiyonalizmin varsayımlarının yeterli olmadığı
görülmektedir. Zira tezin temel varsayımları çerçevesinde Avrupalılaşma kavramının
temel varsayımları anımsandığında, AB etkilerini alan ve uygulayan temel birimin
ulus devletler olduğu görülecektir. Bu durum Avrupalılaşma etkilerinin her ülkede
neden farklı olduğunun da açıklamasıdır. Avrupalılaşmanın sınırlarının ulusal devlet
gelişmeleri ile belirlendiği temel varsayımından hareketle, neofonksiyonalizmin
devleti göz ardı eden yaklaşımı açıklayıcı olamayacaktır. Ulus-üstü çıkar grupları
varsayımı ise yine bu tez bakımından kullanılamayacak bir varsayımdır. Zira teze
göre Türkiye örneğinde ulus üstü çıkar grupları, dış politika ve güvenlik politikası
alanındaki devlet hâkimiyetinden dolayı yeterince etkili olamamaktadırlar. 114Carsten Stroby Jensen, ‘Neo-functionalism’ European Union Politics, Cini, op.cit.,s. 80-92.
67
Avrupalılaşma çerçevesinde neofonksiyonalizm ve hükümetlerarasıcılık
tartışması; üye devletler ile AB arasındaki etkileşimi açıklar. Buna göre
hükümetlerarası görüş; üye devletlerin AB bütünleşme hareketi çerçevesinde temel
itici güç olduğu varsayımından hareket eder. Buna göre üye devletlerin AB ile
etkileşim düzeyi, devletin çıkarlarını genişletebileceği ve fırsatları
değerlendirebileceği bir ortam sağlayabilme kapasitesi ile şekillenir.
Neofonksiyonalistler ise, üye devletler yerine ulus-üstü (supranasyonal) AB
kurumlarını bütünleşmeyi sürükleyen ana birim olarak kabul eder. Çok-katmanlı
yönetişim yaklaşımına paralel olarak Neofonksiyonalistler, ulusal düzeyde etkin iş
çevreleri ve diğer çıkar gruplarının, ulusal hükümetlerinden bağımsız olarak
çıkarlarını AB düzeyine taşıyarak, bütünleşme hareketine katkıda bulunması
konusunu inceler.115 Neofonksiyonalist ve hükümetlerarası görüşün; ulusal devlet-
AB düzeyi öncüllemesinin ötesinde; ortaya çıkan bir üçüncü görüşe göre ise, Avrupa
bütünleşmesi devletleri ne zayıflatmış, ne de güçlendirmiştir. Avrupa bütünleşmesi
devletleri dönüştürerek, devletin çeşitli düzeylerinin birbiriyle yapıcı ve işbirliğine
dayalı bir sistem içine girmesini sağlamıştır.116
B. Yakın Dönem Tartışmaları: Rasyonalizm/ Konstrüktivizm Tartışması
ve Yeni Kurumsalcı Yaklaşım
Avrupa bütünleşmesinin ilk yirmi yılına hâkim olan neofonksiyonalist-
hükümetlerarasıcılık tartışması, 1980’lerden itibaren yerini ağırlıklı olarak
rasyonalizm-konstrüktivizm tartışmasına bırakmıştır.
115 Börzel, “Shaping and Taking EU Policies: Member States Responses to Europeanization,” s. 2. 116 Ibid.,idem.
68
Başta neo-realizm olmak üzere; aşağıda incelenecek olan liberal
hükümetlerarasıcılık ve rasyonalist / rasyonel seçim kurumsalcılığının da aralarında
bulunduğu rasyonalist teoriler; olması gerekeni değil olanı açıklayan, ulusal çıkar ve
sistemin yapısı gibi varsayımları kullanan, doğa bilimlerinin yaklaşımlarını bir başka
deyişle, pozitivist bir yöntemi benimseyen teorilerdir.117 Rasyonalist teoriler
ağırlıklarını 1970’lerden beri sürdürürken, 1980’lerden itibaren doğa bilimleri
metodlarının sosyal bilimlerde kullanılmasına karşı çıkan ve bu yönüyle normativist
teorilere yaklaşan konstrüktivizm, Avrupa bütünleşmesi kapsamında değerlendirilen
önemli bir teori haline gelmiştir.118
Sözkonusu teorilerden neorealizm, uluslararası işbirliğini inceleme alanı içine
alırken; bütünleşme konusunu incelememiştir. Klasik realizmden; devletlerin güç
mücadelesinin insan doğasından değil, uluslararası sistemin anarşik niteliğinden
kaynaklandığını belirtir yapısı ile ayrılan neorealizm; Avrupa bütünleşmesini, salt
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne (SSCB) denge sağlamak için kurulmuş bir
örgüt olarak açıklamaktadır. Bu durum, bütünleşme hareketinin çok daha kapsamlı
ekonomik ve siyasi dinamiklerini göz ardı etmek anlamına gelmektedir119 ve
neorealizm uluslararası kuruluşların iç politika gelişmelerindeki rollerine
değinmemektedir. Bu nedenle AB ve Avrupalılaşma bağlamında neorealist
yaklaşımlara burada yer verilmeyecektir.
Kurumsalcılığın eski versiyonu (eski kurumsalcılık /old institutioanlism) 19.
Yüzyılın sonlarında Anglo Amerikan yaklaşımında geliştirilmiş ve esas itibariyle
117 Açıkmeşe, op.cit., s. 13-14. 118 Ibid., idem. 119 Ibid., s. 14-17.
69
kamu ve anayasa hukuku ile temel siyasi kurumların resmi işleyişine odaklanmıştı.120
Yeni Kurumsalcılık ise Amerikan Siyaset Bilimcileri James March ve Johan Olsen
tarafından121 1984 yılında davranışsalcılık yaklaşımına tepki olarak oluşturulmuştur.
Sonrasında 1996 yılında Peter Hall ve Rosemary Taylor Yeni Kurumsalcı
yaklaşımları üç ana başlık altında toplamıştır. Buna göre; Yeni Kurumsalcılık;
tarihsel kurumsalcılık, rasyonel seçim kurumsalcılığı (rasyonalist kurumsalcılık) ve
sosyolojik kurumsalcılık olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Rasyonalist kurumsalcılığın
amacı; kurumların güçlerinin göreli olarak değişimini incelemek iken; tarihsel
kurumsalcılar, kurumların uzun dönemli etkilerine, sosyolojik kurumsalcılar ise
kültürün kurumlar bakımından rolüne odaklanmışlardır.122 Burada; rasyonel seçim
kurumsalcılar kurumları, rasyonel davranan aktörlerin oluşturdukları modeller olarak
görür ve kurumların davranışları şekillendirdiğini belirtirken, sosyolojik
kurumsalcılar kurumların kültürel kökleri olduğundan hareketle kültür ve kurumları
neredeyse eşanlamlı olarak kullanır ve sosyal yapının etkilerine atıf yaparlar. Bu
bağlamda rasyonel seçim kurumsalcıları Max Weber’in, sosyolojik kurumsalcılar ise
Emile Durkheim’in mirasçısıdır.123 Konu bakımından tarihsel kurumsalcılık tezlerine
değinilmeyecek; rasyonalist ve sosyolojik kurumsalcılık temel çerçeve olarak
kullanılacaktır.
Yeni kurumsalcı yaklaşım, kurumların etki yarattığı fikrinden hareket
etmektedir. Aslında AB bütünleşme hareketi için kurumsalcı yaklaşımın 120Alistair Cole, ‘Institutions and Institutionalism’ www.cardiff.ac.uk/euros/resources/cole,%20alistair/One%20bis%20Institutions%20and%20institutionalism.ppt, erişim tarihi: 11.01.2009 121 James March ve Johan Olsen, ‘The New Institutionalism: Organizaitonal Factors in Political Life’, American Political Science Review 78 (3), 1984. 122Peter Hall ve Rosemary Taylor, ‘Political Science and the Three Institutionalisms’ Political Studies, XLIV, 1996, s.936-957. 123 Mark Aspinwall, Gerald Schneider, ‘Same Menu, Separate Tables: The Institutionalist Turn In Political Science and the Study of European Integration’, European Journal Of Political Research, 38:1-36, 2000,s.4.
70
kullanılması, teorik bakımdan uluslararası ilişkiler teorileri ve karşılaştırmalı politika
arasında kalmış olan Avrupa çalışmalarının siyaset bilimi disiplini ile bütünleşmesini
de simgelemektedir.124 Kurumsalcı yaklaşımda kurumlar ve aktör tercihleri
üzerinden değerlendirme yapılmaktadır. Kurumdan kasıt, kurallar bütünü ve insan
davranışını belirleyen sınırlılıklardır. Kurumlar, aktörlerin davranışlarını ve
güdülerini yapılandırırken, rollerini de belirler.125 Bir kurum olarak AB’nin
Avrupalılaşma çerçevesinde ulusal yapıları etkilemesi ile değişen ulusal
kurumların/yapıların AB etkisi öncesinden farklı ulusal tercihler oluşturulması
mümkündür. Bu durumda farklılaşan ulusal tercihler AB düzeyine geri bildirimde
bulunabilirler. Bu durumda ilk etapta bağımlı değişken olan ulusal kurumlar, ikinci
durumda bağımsız değişken haline gelmektedir.126
Rasyonalist ve sosyolojik/konstrüktivist kurumsalcıların argümanları ve
metodları arasında belirgin farklar vardır.127 Rasyonel seçim teorisi, bireyleri sosyal
analizin temel birimi olarak kabul eder. Bireyler sabit ve dışarıdan verilen tercihler
arasında seçim yaparlar. Rasyonel seçim mantığına göre; aktörler kârlarını
maksimize etmek için en uygun araçları belirlerler. Bu durumda aktörler stratejik
davranmakta ve diğer aktörlerin de davranışlarını hesaba katarak hareket
etmektedirler.128 Bazı yazarlar; rasyonalizm ile konstrüktivizmin bir kesişim
noktasını bu çerçevede görürler. Buna göre; bireysel ajanlar (agent); dışsal
124J. Jupille, J.A. Caporaso, ‘Institutionalism and the European Union: Beyond International Relations and Comparative Politics’, Annual Review of Political Sciences, 2: 1999; s. 429-431. 125 Ibid.; s. 431-432. 126 Ibid.; s. 439. 127 Sosyolojik ve konstruktivist kurumsalcılık aynı anlamda kullanılmaktadır. Sosyolojik kurumsalcılar, rasyonel seçim kurumsalcılarının belirttiği gibi kurumların aktörlerin salt stratejik hesaplamalarını değil, temel tercih ve kimliklerini de etkilediklerini belirtirler. Bu noktada sosyal konstrüktivizmin yeni kurumsalcılığa etkisi açık olarak görülmektedir. (Hall ve Taylor, op.cit.,s.15.) Sosyal Konstrüktivizm için bkz: Alexander Wendt, Social Theory of International Politics (Cambridge University Press) 1999. 128 Hall ve Taylor, op.cit.,s.942-946.
71
sınırlılıklar (yapılar) içinde hareket ederken, etki de yaratırlar. Bu sınırlılıklar kaynak
eksikliği olabileceği gibi, bilgisel, kurumsal ve sosyal bir sınırlılık da olabilir. Bu
çerçevede, ajan ve yapılar bireysel davranışlarla rasyonel seçim teorisi ile bir araya
gelirken, kollektif sonuçlar yaratırlar. Bu durumda sosyal yapıların bireysel
hareketlerini etkilediğinden hareketle, rasyonalizm ve konstrüktivizm arasında bir
köprü kurulmuş olmaktadır.129
Rasyonel seçim teorisindeki stratejik seçim vurgusu, onu konstrüktivist /
sosyolojik görüşlerden farklılaştırmaktadır.130 Konstrüktivist/sosyolojik
kurumsalcılara göre, March ve Olsen’in çok atıfta bulunulan uygunluk mantığı (logic
of appropriateness)131 kavramı gereği aktör davranışları, uygun davranış kuralları
biçimine getirilmiş kurumlar vasıtası ile belirlenir. Buna göre, aktörlerin doğal,
doğru, beklenen ve meşru oldukları için kurallara uymaları beklenir. Bu durumda
rasyonel seçim teorisinden farklı olarak, aktörler, kâr beklentisi içinde değil,
içselleştirilmiş norm ve kurallar doğrultusunda davranırlar.
Konstrüktivist yaklaşım; ajanların içinde bulunduğu çevrenin maddi olması
yanında sosyal olduğundan hareketle, rasyonel seçim teorisinin de içinde bulunduğu
rasyonalist yaklaşımları, materyalistlikleri ve metodolojik bireysellikleri nedeniyle
sorgulamaktadır. Konstrüktivistler, ajan ve yapı arasındaki karşılıklı yapılandırma
sürecini incelerler. Çıkarların ortaya çıktığı sosyal bağlam bu çerçevede önem
129 Joseph Jupille James, A. Caporaso and Jeffrey T. Checkel, ‘Integrating Institutions: Rationalism, Constructivism and the Study of the European Union’, Comparative Political Studies 2003, 36;7, s. 13. 130 Ibid.,idem. 131 ‘Uygunluk mantığına göre; insan eylemleri, kurumlar halinde organize olmuş, uygun ya da örnek davranış kuralları ile oluşturulur. Kurallara; doğal, doğru, beklenen ve meşru oldukları için uyulur. Aktörler, rol, kimlik, bir siyasi grup üyeliği ve kurumların uygulama ve beklentileri şeklinde sunulan yükümlülükleri yerine getirirler. Sosyal bir oluşumda yer alarak, belirli bir durumda kendileri için uygun (approppriate) olanı yaparlar.’ bkz: G March.. ve Olsen J.P., ‘The Logic of Appropriateness’ Arena Working paper WP04/09 http://arena.uio.no/publications/wp04_9.PDF, 2004, s., erişim tarihi, 12/02/2008.
72
kazanmaktadır. Rasyonel seçim teorisi, stratejik seçimler ve araç ve sonuç
hesaplamaları sonucu alınan ardıl davranışları vurgularken, konstrüktivistler,
öğrenme ve sosyalleşme süreci sonunda alınan uygun/meşru davranışlara
eğilmektedir. Bu durumda kurumlar; diğer bir deyişle sosyal normlar ajanların çıkar
ve kimlikleri üzerinde önemli etkiler doğurmaktadır.132
Rasyonalist yaklaşıma göre uluslararası kuruluşlar; devletlerin çıkarlarını
daha etkin düzeyde izleyebilmelerini sağlayan araçlardır. Buna göre, devletler
arasındaki müzakerelerde ortak bir ortam yarattıkları, tarafsız bir bilgi sağlayıcı rolü
üstlendikleri, arabuluculuk anlamında önemli oldukları için tercih edilirler.
Devletlerin gönüllü olarak üst otoriteye yetki devretmeleri, uluslararası kuruluşların
devletlerin birbirlerini kontrol etmelerine olanak sağlamaktadır. Bu durumda
rasyonalist kurumsalcılar uluslararası kuruluşların araçsal, düzenleyici ve etkinlik
sağlayıcı rollerine vurgu yaparken, sosyolojik kurumsalcılar bu kuruluşlara meşruiyet
sağlayıcı ve özerk nitelikleriyle güçlü oluşumlar olarak bakmaktadırlar.133
Rasyonalist yaklaşımlarda fayda maliyet analizinin ön planda olmasından
hareketle, özellikle rasyonel seçim kurumsalcılarının maliyet anlamında dikkate
aldıkları noktalar arasında; otonomi kaybı gelmektedir. Bir başka deyişle, karar
vericiler ancak siyasi güç kazanacaklarını düşünüyorlarsa otonomi kaybına razı
olabilmekte ve maliyet ödeyebilmektedirler. Fayda analizinde ise; bir birliğe
katılmanın ekonomik faydası ön plana çıkmaktadır.134 Buna karşılık
konstrüktivist/sosyolojik kurumsalcılara göre, genişleme politikaları rasyonalist
teorilerin belirttiğinin aksine ortak kimlik öğeleri ve kültürel faktörler ve değerler ile
132 James, Caporaso and Checkel, op.cit., s. 14–15. 133 Frank Schimmelfennig, Ulrich Sedelmeier, ‘Theorizing EU Enlargement: Research Focus, Hypothesis and the State of Research’, Journal of European Public Policy, 2002,s. 509. 134 Ibid,.s. 511-512.
73
şekillenmektedir. Konstrüktivist yaklaşıma göre; üye ve aday devletler birbirlerini ve
karşılıklı ilişkilerini, bir uluslararası kuruluş olarak (AB) temsil edilen fikirler ve
değerler temelinde inşa ederler. AB bakımından bu değerler, aday ülkenin ne kadar
Avrupalı olduğu, Birliğin temel ilkelerini oluşturan bazı noktalara ne kadar sahip
çıktığı gibi durumlarla ölçülmektedir. Bu görüşe göre; AB üye ülkeleri de genişleme
içine dâhil edecekleri ülkeleri bu değerleri kabul edip etmemelerine göre
değerlendirmektedirler. Bu durumda AB genişlemesi kültürel sınırlara istinaden
sürdürülecektir.135
Yeni Kurumsalcı yaklaşım ile Avrupalılaşma arasındaki karşılıklı etkileşim
kendisini, AB ile üye/aday devlet arasındaki ilişkide/aktarımda göstermektedir.
Buna göre; Rasyonalist Kurumsalcı yaklaşımın “sonuç mantığı” (logic of
consequentialism) izlenerek; Avrupalılaşma sürecinde, AB ile ulusal politik süreçler
ve kurumlar arasındaki farklılık; aktörlere çıkarlarının izlenmesi sürecinde yeni
fırsatlar sunduğu gibi, sınırlılıklar da getirir. Rasyonalist kurumsalcılar, aktörlerin
rasyonel ve sonuç odaklı olduğu yaklaşımından hareket ederek, diğer aktörlerin
davranışlarının gözlemlenip, fayda-maliyet hesaplarının yapılarak belirli stratejik
uygulamalara girdiklerini varsayar. Avrupalılaşma neticesinde oluşan değişikliklerin
fırsatlar yaratması ya da sınırlılıkların aşılması gibi sorunlardan kaçınılması
aktörlerin kapasitesine bağlıdır. Bu kapasiteyi olumsuz ve olumlu yönde etkileyen iki
önemli faktörden sözedilebilir. Bunlar; ülkenin siyasal yapısındaki bazı direnç
noktalarının bir başka deyişle, çoklu veto noktalarının varlığı, diğeri ise,
Avrupalılaşma neticesindeki değişikliğin getireceği fırsatlardan yararlanmak için
gerekli kaynakları sağlayan bazı (resmi) kurumların mevcudiyetidir. İlk durumda,
ulusal politikada Avrupalılaşmaya direnç gösteren çok fazla aktör var ve yetki 135 Ibid., s. 513-515.
74
dağılmışsa, Avrupalılaşma neticesinde kabul edilmesi gereken değişiklik üzerinde
uzlaşmayı sağlamak oldukça zor olacaktır. Bu çerçevede; rasyonalist kurumsalcı
perspektiften bakıldığında Avrupalılaşma; aktörlerin ulusal düzeyde yetki ve
kaynakların yeniden dağılımından kaynaklanan, farklılaşan yetki/güç dağılımı
yoluyla iç değişime neden olmaktadır.136
Sosyolojik kurumsalcı yaklaşımın “uygunluk mantığı” (logic of
appropriateness) gereği ise, Avrupalılaşma; Avrupalı değer, norm, politika ve
anlayışı ve ilgili devletin ikna edilmesi yoluyla değişime yol açar. Değişim, Avrupalı
değerlerin devlete aktarılması, devlet tarafından isteklerinin maksimize edilme
önceliği taşımadan, içselleştirilmesi ve yeni kimliğin oluşturulması yoluyla
gerçekleşir. Bu süreç sonunda devlet çıkar ve kimliğini yeniden tanımlar. Avrupa
düzeyinde ve ulusal düzeydeki farklılığın, yeni kimliklerin geliştirilmesi ve Avrupalı
değerlerin benimsenmesi ile sonuçlanması için gerekli bazı faktörler vardır. Bunlar;
ulusal düzeyde etkinlik gösteren ve ulusal düzeydeki diğer aktörlerin çıkar ve
kimliklerini yeniden tanımlamak için onları ikna ve mobilize edecek resmi
(formel)“değişim birim/ajanları”nın varlığı (change agents/norm entrepreneurs) ile
uzlaşmanın sağlanması ve maliyetin paylaşılmasına yatkın resmi olmayan kurumlar
ve siyasi kültürün varlığıdır.137
Bu duruma örnek olarak, Euro’nun kullanımına ilişkin üye ülke davranışları
verilebilir. Ortak para biriminin kullanılması bakımından bazı ülkelerde ulusal
bankacı ve teknokratlar gibi değişim birimlerinin ortak para birimi lehine parasalcı
söylem kullanması uyum sorunlarını minimize etmiştir. Değişim birimleri, ulusal
yetkilileri Avrupalılaşma neticesinde yeni politikaların kabul edilmesi ve konusunda
136 Börzel, Risse, ‘When Europe Hits Home: Europeanization and Domestic Change’, s. 2, 8-9. 137 Ibid., s,. 2,10-13.
75
ikna etmeye çalışırlar. Uzlaşmacı bir siyasi kültür, Avrupalılaşma ile kabul edilecek
yeni politikanın uyum maliyetini, kazananların, kaybedenleri telafi etmesi yolu ile
azaltmaktadır. Bu çerçevede sosyolojik kurumsalcılar; Avrupalılaşmanın bir
sosyalleşme ve kolektif öğrenme yoluyla devletin Avrupalı değer ve normları
içselleştirerek yeni kimliklerin oluşmasını sağlamasıyla açıklamaktadırlar. Değer,
norm ve uygulamalar bakımından AB ve ilgili ülke arasındaki farklılık ne kadar azsa;
değişikliğin ilgili ülke tarafından içselleştirilmesi o kadar kolay olmaktadır.138 Ancak
normatif farklılığın, iç siyasal aktörlerin yoğun direnci nedeniyle, uyum baskısına
rağmen iç değişime kolaylıkla neden olmadığını da belirtmek gerekir.139
Avrupalılaşma yoluyla sağlanan sözkonusu değişimin bu iki farklı
perspektifle açıklaması birbirini dışlayıcı bir yönde gelişmemektedir. Başka bir
deyişle, rasyonalist kurumsalcı ve sosyolojik kurumsalcı yaklaşım aynı anda ya da
birbirini izleyen şekilde bir devletin Avrupalılaşma sürecini açıklamakta
kullanılabilir.140
Schimmelfennig ve Sedelmeier’in AB’nin Avrupa Serbest Ticaret Birliği
(European Free Trade Assocaition-EFTA) ve MDAÜ genişlemesini karşılaştırdığı
çalışması, gerek rasyonalist ve konstrüktivist görüşlere yer vermesi, gerekse Türkiye
genişlemesinin anlaşılması bakımından da önemlidir. Buna göre; AB’nin 1995
yılında gerçekleştirdiği ve EFTA (İsveç, Finlandiya ve Avusturya) genişlemesinde,
rasyonalist açıklamaların hâkim olduğu görülürken, Doğu genişlemesinde (Eastern
Enlargement) sosyolojik/kültürel faktörlerin ön planda tutulduğu görülmektedir.141
EFTA genişlemesinde, Soğuk Savaşın sona ermesinin sözkonusu ülkelerin tarafsız
138 Ibid., s. 2,10-13. 139 Ibid., s.11-12. 140 Ibid., s. 2-3. 141 Schimmelfennig, Sedemeier, op.cit.,s. 515-516.
76
ve bağlantısız konumlarını değiştirerek AB üyeliğinde önemli bir engelin ortadan
kalktığı belirtilmektedir. Bundan da önemlisi, küreselleşme ve petrol krizinin
olumsuz etkileri ve AB’nin derinleşmesinin dışında kalamamanın bu ülkelerin AB
üyeliği için önemli etkenler olduğu belirtilmektedir. Rasyonalist bir perspektiften
fayda maliyet analizinin yapıldığı bu hesaplama içinde; İsveç ve Finlandiya’da
ekonomik krizin karar vericilerin mevcut ekonomik yapı içindeki korporatist yapıyı
ve muhalefeti kırmada AB faktörünü ve “iki düzeyli yaklaşımı” kullanmalarını
sağlamıştır. Konstrüktivistlerin altını çizdiği kültürel faktörler ise maddi faktörler
kadar söz konusu edilmemiştir.142 MDAÜ’nün AB üyeliği ise; gerek AB, gerekse
sözkonusu ülkeler açısından rasyonalist ve konstrüktivist perspektiften
açıklanabilmektedir. MDAÜ açısından AB üyeliği gerek Avrupalı kimliklerinin
tescil edilmesi, gerekse ekonomik ve siyasi faydalar bakımından konstrüktivist ve
rasyonalist bakımdan açıklanabilir. AB açısından da rasyonalist ve konstrüktivist
açıklamalar yapılmaktadır. Ancak AB bakımından ağırlığın konstrüktivist
yaklaşımda olduğu görülmektedir. EFTA genişlemesinde sözkonusu ülkelerin
ekonomik durumları ve liberal demokratik değerlere bağlılığı değil sadece Birliğe
katılma zamanlamaları ve referandumların sonuçları üzerinde düşünülürken, Doğu
genişlemesinde bu durumun tam tersi söz konusudur.143
AB genişlemesi; aşamalı olarak gelişen resmi ve yatay bir kurumsallaşma
süreci olarak tarif edilirse; kurumsallaşma anlamıyla genişlemeyi, kurumların
çalışılmasıyla ilişkilendirmek mümkün gözükmektedir. Schimmelfennig ve
Sedelmeier’in AB genişlemesi bağlamında yaptığı kurumsallaşma tanımı, aktörlerin
(karşılıklı) etkileşimlerinin normatif bir süreç içinde algılanmasına işaret ederken,
142 Ibid.,s. 517-518. 143 Ibid., s. 520-524.
77
yatay kurumsallaşma genişleme anlamında, bir başka deyişle kurumların norm ve
işleyiş süreçlerinin uygulandığı alanın genişlemesi anlamında kullanılmaktadır.
Resmi kurumsallaşma ise ortaklık anlaşmaları gibi resmi çerçeveye kavuşturulmuş
düzenlemelere işaret etmektedir.144
Bu durumda, klasik bir uluslararası örgüt sayılmayan ancak kendine özgü
özellikleriyle ulusal devlet iç politikalarını etkilemesi kaçınılmaz olan AB’nin,
Avrupalılaşma çerçevesinde etkilerinin incelenmesi bakımından kurumsalcı
yaklaşımlar, teorik çerçevenin oluşturulması bakımından büyük önem taşımaktadır.
Yukarıda bahsi geçen iki yaklaşımın; Avrupalılaşmanın iç değişimi farklı
derecelerde sağlaması konusunda birbiriyle çelişen yaklaşımları vardır. Rasyonalist
kurumsalcılar; yüksek uyum baskısı neticesinde Avrupalılaşma ile ne kadar çok fırsat
yaratılırsa, kaynak dağılımının o kadar değişeceği ve ulusal siyasi aktörlerin ulusal
düzeydeki veto noktalarını bertaraf ederek politika değişikliğine neden olacaklarını
belirtmektedirler. Bu bağlamda yüksek düzeyde uygulanacak bir uyum baskısının
gerekli değişikliğe yol açacağını vurgularlar.145 Sosyolojik kurumsalcılar ise; yüksek
uyum baskısının, aynı derecede bir kurumsal ve siyasi atalete ve dirence yol açarak
iç değişimi önleyeceğini savunmaktadırlar. Yeni norm değer ve kimlikler kısa sürede
yenileriyle değiştirilemez. Bu çerçevede orta düzeyde bir uyum baskısının iç
değişimi sağlamada daha etkin olduğunu savunmaktadırlar.146
Şekilde147 rasyonalist kurumsalcı ve sosyolojik/konstrüktivist kurumsalcı
yaklaşımdan Avrupalılaşma sürecinin işleyişi görülmektedir.
144 Ibid.,s. 500-503. 145 Börzel, Risse, ‘When Europe Hits Home: Europeanization and Domestic Change’, s. 15. 146 Ibid., s. 15. 147Tanja A. Börzel, Thomas Risse, ‘Conceptualizing the Domestic Impact of Europe’, Featherstone ve Radaelli, op.cit., s. 69.
78
Şekil 1- Rasyonalist Kurumsalcı ve Sosyolojik/Konstrüktivist Kurumsalcı yaklaşım
çerçevesinde Avrupalılaşma
Sonuç olarak; rasyonalist kurumsalcılara göre; kurumlar, kimlik ve çıkarları
etkilemez ancak maliyet-fayda hesaplamalarını değiştirirler. Bunun yanında
kurumlar; devletlere çıkarlarını daha etkin bir şekilde izlemelerine yardım edecek
ortaklık araçlarıdır. Buna karşılık konstrüktivist bakış açısıyla, kurumlar aktörlerin
çıkar ve kimliklerini değiştirir. Kurumlar aktörlere sosyal rollerinin gerektirdiği hak
ve yükümlülükleri sağlar.
Rasyonalist kurumsalcılara göre; Avrupalılaşma; Avrupalılaşmaya maruz
kalan ülkenin mevcut yapısını değişime zorlar ve sistemin fırsat yapılarını
değiştirirler. Bu çerçevede Türkiye temelinde incelediğimizde, rasyonalist
kurumsalcı bir perspektiften Türkiye için ne gibi yeni fırsatların/sınırlılıkların ortaya
çıkacağına bakmak gerekir. Fırsatlar, siyasal ve toplumsal aktörler için yeni
ekonomik fırsatlar da olabilir.
79
Dış politika ve güvenlik politikası bakımından Avrupalılaşmada; sosyalleşme
sürecinin kurumsal yapılar ve ilgili karar alma mekanizmaları ve toplantılara katılım
yoluyla gerçekleşeceği açıktır. Sözkonusu alanın hükümetlerarası niteliği ve
Konsey’in bu politika alanındaki ağırlığı; ilgili devletin AB üyesi olmasını
gerektirmektedir. Bu durumda doğal olarak AB’ye aday ülkelerin Konsey’de yer
almayacakları için sınırlı bir sosyalleşme süreciyle karşılaşacaklarını belirtmek
gerekir.
Bu durum Polonya örneğinde de aynı şekilde gelişmiştir. 16 Nisan 2003
tarihinde Katılım Antlaşmasının onaylanmasının ardından aktif gözlemci statüsünü
alan Polonya; ODGP ve AGSP toplantılarına katılım hakkı kazanmış, çalışma
gruplarına dâhil olmuş ve Coreper ve Siyasi ve Güvenlik Komitesine katılım
hakkına sahip olmuştur. Bu durum Polonya’nın Avrupalılaşmasında dönüm noktası
olarak kabul edilebilir. Seçkin Avrupalılaşmasının sağlanması, ulusal düzeyde
sosyalleşmeyi de beraberinde getirmiştir. 148
C. İç ve Dış Politika Etkileşimini İnceleyen Yaklaşımlar
Tezin temel varsayımlarından biri AB’ye tam taahhütte bulunan iktidarlar
döneminde Türkiye’nin Avrupalılaşmasının daha hızlı olduğudur. Bu durum İkinci
Bölümde de inceleneceği üzere AKP iktidarı döneminde belirgindir. Bu durumda
Avrupalılaşma bağlamında iç siyasi durumun veri olarak incelenmesi
gerekmektedir. AKP’nin AB yanlısı tutumunu açıklayabilmek için AB’ye ilişkin
kararların ulusal düzeyde nasıl alındığı ve veto noktalarının tepkilerinin
dengelenmesi ya da bertaraf edilmesi gereğini açıklamak için aşağıda Robert
148 Pomorska,op.cit., s. 39-40.
80
Putnam’ın “İki Düzeyli yaklaşımı” ve bu yaklaşımdan esinlenen Liberal
hükümetlerarası yaklaşım incelenmektedir.
1. İki Düzeyli Yaklaşım (Two level Game) (Robert Putnam)
AB Ortak Dış ve Güvenlik Politikası hükümetlerarası niteliğe sahiptir ve
kararlarının büyük çoğunluğu oybirliği ilkesiyle alınmaktadır. Karar alma
mekanizmasına bakıldığında Konsey’in diğer sütunlara oranla bu politika alanında
daha fazla söz sahibi olduğu görülmektedir. Bu durumda Konsey ilgili üye ülke
Bakanlarının katılımından oluştuğu için, üye devlet temsilcilerinin gerek üye ülke
gerekse AB düzeyinde aynı anda karar verici durumunda oldukları görülmektedir.
Bu özellik; dış politika ve güvenlik konusunu üye devlet temsilcileri bakımından iki
düzeyli yaklaşımı uygulamaya uygun ve hazır hale getirmektedir.
Robert Putnam’ın iki düzeyli yaklaşımına göre; uluslararası müzakereler
devletler bakımından uluslararası düzeyde devletler arasında, ulusal düzeyde de diğer
ulusal aktörler arasında bir başka deyişle iki düzeyde müzakereye tabi olmaktadır.
Hükümetler, ulusal düzeyde gerçekleştirilen müzakerelerde ulusal aktörler arasında
bir uzlaşma sağlamaya çalışır ve bu uzlaşıyı, uluslararası alanda devletler arasındaki
müzakerelerde kullanır. Uluslararası düzeydeki müzakereler sırasında ulusal
düzeydeki uzlaşıyı bozacak taahhütlere girmek istemez. Ulusal ve uluslararası
düzeydeki uzlaşı sağlandığında ise anlaşmaya varılır.149
Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde iki düzeyli yaklaşımı kullananlar; üye
devlet düzeyindeki veto noktalarına (veto-players) vurgu yaparlar. Buna göre; üye
devlet düzeyindeki veto noktaları, ulusal düzeyde onaylanan AB düzenlemelerinin
sayısını da belirler. Veto noktalarının sayısı ne kadar fazla ise, ulusal düzeyde 149 Putnam, op.cit.,s. 427-460.
81
onaylanan AB düzenlemeleri sayısı o kadar azalacaktır. Politikaları uygulama
konusunda veto noktalarının fazlalığı üye devletlerin AB politikalarını uygulama
kapasitesine zarar vermektedir. Bunun dışında kimi zaman ulusal hükümetler, AB
müzakerelerin iki düzeyli niteliği gereği, seçmenlerini ikna etmek için AB
düzenlemelerini öne sürebilmektedir.150
2. Liberal Hükümetlerarasıcılık Yaklaşımı (Andrew Moravscik)
1990’lı yılların başında; liberal akım etkisinde kalan ve klasik hükümetlerararası
görüşe yeni unsurlar eklenerek oluşturulan liberal hükümetlerararası görüşten söz
edilmeye başlanmıştır. Bu görüş, Avrupalılaşmanın iç politikaya etkisini gösteren
teorilerden biri olarak da kabul edilmektedir.
Andrew Moravscik tarafından geliştirilen ve Robert Putnam’ın iki düzeyli
yaklaşımını kullanan liberal hükümetlerarasıcılık yaklaşımına göre; devletlerin
yanında; devletlerin iç politikalarında etkin olan baskı grupları, seçmen tercihleri,
bireyler gibi unsurlar da ulusal çıkarları ve devletlerin davranışlarını etkilemektedir.
Bu yaklaşım; 1990’larda ağırlık kazanan ve uluslararası sistemin anarşik yapısının
sürdüğünü düşünen ancak devletler dışında uluslararası politikada etken olan
aktörlerin fazlalığına, en önemlisi de ekonomik güce, iç politikadaki değişikliklerin
dış politikayı etkisine ve devletler arasında işbirliği ve bütünleşmeye vurgu yapan
niteliliği ile liberal hükümetlerararası görüşe de ilham kaynağı olmuşlardır.151
Liberal hükümetlerarası yaklaşım, üye devletlerin AB ile etkileşimini
açıklarken, neoliberal ve klasik hükümetlerarası yaklaşım tekniklerini
kullanmaktadır. Buna göre üye devletler; ilk etapta; iç politikada etkin unsurları 150 Börzel, ‘Shaping and Taking EU Policies: Member States Responses to Europeanization,’ s. 6-7. 151 Andrew Moravcsik, ‘Taking Preferences Seriously: A Liberal Theory of International Politics, International Organization 51, 4, Autumn 1997, s. 513–553.
82
dikkate alarak ulusal tercihlerini belirlemekte, sonra da AB düzeyinde belirlenen
tercihlerini karşılıklı pazarlıklar yoluyla savunmaktadırlar. Ancak; bu görüş, AB
düzeyinde önemli derecede etkin olan AB kurumlarının etkilerinin göz ardı edildiği
gerekçesiyle eleştirilmiştir.152 Örneğin; ulusal düzeyde AB etkisinin dikkate
alınmaması, AB üye devletlerinin ODGP’yi geliştirirken yaptıkları hesaplamalarda
çok önemli bir yer tutan NATO içindeki gelişmelerde sorun yaratabilir.153
Liberal hükümetlerarası yaklaşıma göre; Avrupalılaşmanın üye ülke için
yarattığı fırsatlar ve neden olduğu sınırlılıklar, ulusal yetkililerin diğer ulusal
aktörlere karşı otonomisini sağlamak suretiyle hareket kapasitesini arttırarak
güçlendirmektedir. Buna karşılık neofonksiyonalistler; liberal hükümetlerarası
görüşün tersine; Avrupalılaşmanın ulus-altı aktörlere yeni kaynaklar sağlayarak,
hükümetlerin aracılığını ortadan kaldırarak, onları devreden çıkarabildikleri
yaklaşımını kullanmaktadırlar. Çok katmanlı yönetişim yaklaşımı ise,
Avrupalılaşmanın tek bir grup ya da birime ayrıcalık vermediğini, ancak birimler
arasındaki karşılıklı etkileşim ve bağımlılığı arttırdığını ve böylece daha çok
işbirliğine dayalı bir yönetişim modelini ortaya koyduğunu belirtmektedir. 154
Liberal hükümetlerarası görüşe sadece Avrupalılaşma bağlamında iç politik
koşulların etkisini açıklayıcı olması bakımından yer verilmiştir.
152 Michelle Cini, ‘Intergovernmentalism’, Cini, op.cit., s.104–105. 153 Miskimmon, op.cit.,s. 8. 154 Börzel, Risse, ‘When Europe Hits Home: Europeanization and Domestic Change’, s. 8.
83
III. Avrupalılaşma Kavramı ve Rasyonalist Kurumsalcı ve Sosyolojik
(Konstrüktivist) Kurumsalcı Görüşlerin Türkiye’ye Uygulanabilirliği
Avrupalılaşma kavramı, AB’ye aday ülke olan Türkiye’ye uygulanabilir.
Türkiye’nin Avrupalılaşmasının incelenmesi, fark (misfit) kavramı, AB etkisi ve
üye/aday devletin AB’ye etkisi, rasyonalist kurumsalcıların fırsat ve maliyet
çözümlemesi, sosyolojik/konstrüktivist kurumsalcıların öğrenme kavramı
çerçevesinde yapılmalıdır.
Avrupalılaşma kavramının teorik çerçevesini oluşturan rasyonalist kurumsalcı
ve sosyolojik/konstrüktivist kurumsalcı yaklaşımın Türkiye’ye uygulanabilirliği
konusunda Frank Schimmelfenning’in AB’nin MDAÜ genişlemesini incelediği
çalışma155 referans olarak kullanılacaktır.
Schimmelfenning çalışmasında; rasyonalist ve sosyolojik/konstrüktivist
kurumsalcı görüşlerin MDAÜ genişlemesini nasıl açıkladığını incelemiştir. Buna
göre, AB üyesi ülkeler ilk aşamada, bireysel kâr/zarar ve maddi çıkar hesaplamaları
neticesinde rasyonel bir karar vererek bu ülkelerle ilişkileri geliştirme kararı
almışlardır. AB Komisyonunun Doğu genişlemesine ilişkin resmi görüşü ve yayınları
da kâr/zarar hesabını açıklamaktadır. Böylece MDAÜ ile ortaklık kuran Avrupa
Anlaşmaları imzalanmıştır. Bu çerçevede rasyonalist kurumsalcı görüş AB’nin bu
ülkelere olumlu yaklaşımını açıklamaktadır. MDAÜ’nün AB’ye katılım ile elde
edecekleri maddi olanaklar ise son derece belirgindir. Bu ülkelerin ekonomik ve
yapısal zorlukları bilinmektedir ve AB’ye katılım yine rasyonalist kurumsalcı
perspektif ile açıklanacak kâr/zarar hesabı doğrultusunda oldukça istenir bir
durumdur.
155 Frank Schimmelfennig, The EU, NATO and the Integration of Europe, Rules and Rhetoric, Cambridge University Press, UK, 2003.
84
Ancak Schimmelfenning; rasyonel hesaplamalarla başlatılan ilişkinin
sürdürülmesi ve geliştirilmesini, bir başka deyişle bu ülkelerin AB üyesi olmalarını
sosyolojik kurumsalcı yaklaşımla açıklamaktadır. Zira başta Fransa olmak üzere bazı
AB üyesi ülkeler, MDAÜ’nün zayıf ekonomik yapılarının AB’ye maliyeti
konusunda oldukça tedirgindir. Bu durumda; AB genişlemesinden yana olan üye
ülkeler ve MDAÜ; genişleme karşıtlarını susturmak için bu ülkelerin AB’ye
katılımlarını Avrupa değerlerinin genişletilmesi, kolektif kimliğin oluşturulması,
normların yaygınlaştırılması şeklinde bir söylemle meşru hale getirmeye
çalışmışlardır. Bu durumda AB kolektif kimlik ve değerlerinin Avrupalılaşma
yoluyla bu ülkelere yaygınlaştırılacağı vurgulanarak, konstrüktivist yaklaşımı
kullanmışlardır. Bu yaklaşım, Avrupa’nın bu ülkelere tarihsel sorumlulukları ve bu
ülkelerin Avrupa’ya dönüş söylemleri ile birleşince genişleme karşıtları pasifize
edilebilmiştir.156 Böylece bu ülkelerin de AB’ye taahhütleri sağlamlaştırılmıştır.
Schimmelfenning konstrüktivist yaklaşımın genişleme karşıtlarını etkisiz hale
getirmek için stratejik bir biçimde kullanıldığı noktasından hareketle, bu durumun
kendisinin aslında rasyonalist bir perspektiften de açıklanabileceğini belirtmektedir.
Bu durumda uluslararası kuruluşların rasyonel analizini yapan rasyonalist kurumsalcı
görüş ile AB’nin liberal değerlerinin uluslararası alana yansıttığı değerleri yayma
misyonunu açıklayan sosyolojik/konstrüktivist kurumsalcı yaklaşımın bir arada
kullanılması MDAÜ genişlemesini açıklamaktadır.
Bu çalışmadan hareketle, MDAÜ için kullanılan bu yaklaşımın Türkiye’ye
uygulanabilirliği tartışılacaktır. Ancak bundan önce; gerek rasyonalist kurumsalcı
yaklaşımın öngördüğü kâr/zarar hesaplanmasının yapılabileceği ard bilgileri, gerekse
konstrüktivist kurumsalcı yaklaşımın öngördüğü Avrupalılaşma yoluyla değer 156 Schimmelfening, bu durumu “rhetoric entrapment” olarak ifade etmektedir.
85
aktarımı ve kolektif kimlik yaratma çabalarının Türkiye bakımından sonuçlarını
görebilmek için İkinci bölüm tartışmalarına bakmak gerekir. Üçüncü bölümde
Schimmelfenning’in MDAÜ için öngördüğü durumun Türkiye’ye
uygulanabilirliğine ilişkin çıkarımlarda bulunulmaktadır.157
157Bakınız Üçüncü Bölüm altında “Avrupalılaşma Kavramı ve Rasyonalist Kurumsalcı ve Sosyolojik (Konstrüktivist) Kurumsalcı Görüşlerin Türkiye Bakımından Değerlendirilmesi” başlığı.
86
İKİNCİ BÖLÜM: AB SÜRECİNİN TÜRK DIŞ POLİTİKASINA ETKİLERİ
AB sürecinin Türk dış politikasına etkileri genel başlığı kapsamında; İlk
Bölümde incelenen Avrupalılaşma kavramının ilk boyutu ve ikinci boyutu
incelenmektedir. Konunun Avrupalılaşmanın her iki boyutu ile incelenmesinin
anlamı; iki boyuttan biri hariç tutularak yapılacak bir değerlendirmenin eksik olacağı
düşüncesiyledir. Ancak AB’ye aday ülke konumundaki Türkiye’nin AB kurumları
karar mekanizmaları ve diğer kurumlar içinde yer almaması nedeniyle AB düzeyine
aktarımlarının hâlihazırda sınırlı olduğunu da belirtmek gerekir. Ancak bu durum
dahi Türkiye’nin AB düzeyine etkilerini dışlamayı gerektirmemektedir.
I. AB Sürecinin Türk Dış Politikasına Etkileri
Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde, AB sürecinin Türk dış politikasına
etkilerinin gerek kurumsal gerekse politik düzlemde incelenmesi gerekmektedir.
Burada kurumsal düzeyden kasıt; İlk Bölümde incelenen Avrupalılaşmanın
bürokratik reorganizasyona sebep olduğu varsayımından hareketle, AB’nin ilgili
ülkenin kurumsal/bürokratik yapısında neden olduğu değişikliklerdir.
Buna göre; ilk olarak Türk dış politikasının uygulamasında etkin olan
kurumsal yapının AB sürecinden nasıl etkilendiği incelenecektir. Bu çerçevede, ilk
olarak hükümetlerinin AB’ye yaklaşımlarına değinilecek, İlk bölümde incelenen iki
düzeyli yaklaşımdan hareketle, Avrupalılaşma sürecinde ne gibi etkilerle
karşılaştıkları incelenecektir. Hükümetlerin incelenmesi; Avrupalılaşmanın önemli
göstergelerinden biri olan kamuoyunun davranışını doğrudan etkilediğinden önemli
bir konudur. Dış politikanın Avrupalılaşması kapsamında en fazla etkilenen
kurumların başında gelen Dışişleri Bakanlığının AB süreci ile ne gibi değişiklikler
87
geçirdiği konusunun ardından; siyasi partiler ve sivil toplumun Avrupalılaşma
sürecinden etkilenmesi konusu incelenecektir. Avrupalılaşmanın kurumsal yapıda
güç değişimlerine neden olduğu yönündeki yaklaşımdan ve dış politikadaki ağırlıklı
konumundan hareketle; AB’nin asker-sivil ilişkilerinde yarattığı değişimler de
Avrupalılaşma bağlamında incelenecek bir diğer konudur.
AB sürecinin Türk dış politikasına etkileri konusunun kurumsal yapıda
değişiklikler ve politikalarda değişiklikler olmak üzere iki düzeyde incelenmesinin
Avrupalılaşmanın safhalarını belirlemesi açısından da büyük önemi vardır.
Nitekim bazı yazarlara göre; AB ile etkileşim yani Avrupalılaşma sürecinde
topyekûn bir kimlik değişimi olmadan salt kurumsal değişim de yaşanabilmektedir.
Bu durumda sözkonusu ülke kurumsal uyum aşamasındadır. Bunun bir ileri aşaması
“öğrenme” aşamasıdır ki, burada kurumsal adaptasyon yanında belirli güvenlik
kimliği göstergelerinin sıklıkla kullanılmaya başlandığı ve uygulamaların genel
durumla tutarlı, istikrarlı ve sürekli devam eden bir yapıya kavuştuğu görülür.
Burada Avrupalılaşma kavramının çift yönlü etkisi çerçevesinde, AB’nin oluşmakta
olan kendine has güvenlik kimliğinin üye ve aday ülkeleri etkilediğini ve değişim
yarattığını, üye ülkelerin de kendi deneyimlerini AB düzeyine aktararak etkileşimi
sağladığını görmek mümkündür. Bu durumda devletler kimliklerinin bir parçası
olarak AB kolektif kimliğini benimsemeye başlarlar.158
Bu çerçevede aşağıda AB’nin aday ülke olan Türkiye’ye dış politika alanında
siyasi ve kurumsal yapıda oluşturduğu etkilerin tartışılması yerindedir. Ancak
kurumsal değişikliklerin, siyasi sonuçlara neden olacağı noktası da göz ardı
edilmemelidir.
158 Pernille Rieker, ‘Europeanization of Nordic Security, The European Union and the Changing Security Identities of the Nordic States’, s. 372.
88
İlk bölümdeki örnek ülke incelemelerinde de; İspanya ve Yunanistan’ın dış
politika uygulamalarının Avrupalılaşması, Polonya örneğinde de belirgin olarak
kurumsal yapının Avrupalılaşmasının etkileri incelenmiştir. Bu bölümde elde edilen
verilerden hareketle, AB sürecinin Türkiye üzerindeki kurumsal ve siyasi etkilerinin
genel değerlendirilmesi Üçüncü Bölümde yapılmaktadır.
A. AB Sürecinin Türk Dış Politikasının “Kurumsal” Yapısına Etkileri
1. Türk Hükümetlerinin AB Sürecine Bakışları
Tezin amacı açısından hükümetler bakımından cevaplanması gereken temel
soru; Avrupalılaşmanın hükümetleri nasıl etkilediğidir. Bir başka deyişle, tezin
inceleme dönemi olan Soğuk Savaş sonrası, AB Türk hükümetlerine nasıl etki etmiş,
hükümetlerin AB düzenlemelerine tepkisi ne olmuştur? Burada bir sınırlama sorunu
ortaya çıkmaktadır. Tezin temel konusu, AB’nin Türk dış politikasına etkisi ise, Türk
hükümetlerinin genel anlamda AB-Türkiye ilişkilerine bakışı konusunda nasıl bir
sınırlama yapmak gerekecektir? Konunun AB-leşme olarak sınırlanması, dış politika
ve güvenlik politikası bakımından hükümetlerin AB sürecinden nasıl etkilendiğini
araştırmayı gerektirmektedir. Bu konu aşağıda AGSP kapsamında karşılaşılan
sorunlar başlığı altında incelenmektedir. Konunun daha geniş bir bakış açısıyla
incelenmesi, Kopenhag siyasi kriterlerinin hükümetler tarafından nasıl ele alındığı
konusunu kapsamaktadır.
Aşağıda (Tablo 1) 1999 yılında gerçekleştirilen Helsinki Zirvesine kadar olan
dönemde ve 1999 yılı sonrasında (Tablo 2) başta Kopenhag siyasi kriterleri olmak
üzere savunma ve güvenlik konularındaki gelişmelerin hangi hükümet döneminde
yaşandığı görülmektedir. 1999 yılının değerlendirme için ana eksen olarak
89
alınmasının sebebi, Türkiye’nin AB’ye aday ülke olarak ilan edilmesinin
Avrupalılaşma üzerinde önemli etkisi olduğu hipotezinden hareket edilmesindendir.
Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) ortaklık için başvurduğu
1959 yılından, 1990’lara kadar Türk hükümetlerinin AB’ye bakışlarında tam
üyelikten sapma anlamında bir yön değişikliği olmamıştır. AB ile bütünleşme
konusunda hükümetler arasında uzlaşma olsa da; ülkeyi tam üyeliğe hazırlayacak
düzenlemeler konusunda gerek AB, gerekse Türkiye’nin zaman zaman
yükümlülüklerini yerine getirmedikleri dönemler olmuştur. Örneğin, Ortaklığı
düzenleyen temel metin olan Ankara Anlaşmasında öngörülen ekonomik
bütünleşmenin sağlanması için Türkiye tarafından vergi indirimleri ve Topluluğun
Ortak Gümrük Tarifesine (OGT) uyum için gerekli düzenlemeler zamanında
yapılmamıştır. AB tarafının da üye ülke vetoları nedeniyle yürürlüğe koymadığı mali
paketler yanında ve Türkiye’nin tam üyeliğini isteyip istemediği yönünde
güvenilirliğini sorgulatan tutumlarına rastlanmaktadır.
Tezin temel inceleme dönemi olarak aldığı Soğuk Savaş sonrasında ise,
1996–1997 yıllarında iktidarda olan Refah partisi (RP) ve Doğru Yol Partisi (DYP)
koalisyonu (54. Hükümet) döneminde RP’nin, 1999–2002 yılları arasında,
Demokratik Sol Parti (DSP)-Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)-Anavatan Partisi
(ANAP) koalisyonu (57. hükümet) döneminde MHP’nin AB karşıtlığı dışında, AB
ile doğrudan bir görüş ayrılığı yaşanmamıştır. 1997 yılı ANAP iktidarı döneminde,
Luksemburg Zirvesi kararları ile Türkiye aday ülkeler arasında sayılmadığında AB
ile siyasi ilişkiler askıya alınmış ve AB karşıtı bir ortam oluşsa da, mevcut iktidar
esas itibariyle AB yanlısı tutumunu korumuştur.
90
RP’nin iktidar ortağı olduğu 54. Hükümetin programı incelendiğinde, diğer
hükümet programlarına oranla AB konusunda daha az değinildiği görülmektedir.
Programda; öncelikle Gümrük birliğinin her iki tarafın karşılıklı menfaatlerine uygun
şekilde işlemesi için gerekli tedbirler ve yasal düzenlemelerin gerçekleştirileceği
yönündeki ifadelere yer verildiği görülmektedir. Gümrük Birliğinin sağlıklı
işlemesinin AB’ye tam üyelik hedefi için gerekli olduğu belirtilmektedir.159 AB ile
ilgili söylemler bu yönde iken, RP ve MHP’nin AB karşıtlıklarının uygulamada
ortaya çıktığını belirtmek gerekir.
Siyasi partilerin AB’ye yaklaşımları konusunda aşağıda değinileceği üzere,
AB taraftarı bir parti olan ANAP iktidarı döneminde 14 Nisan 1987 tarihinde AT’ye
tam üyelik başvurusu yapılmıştır. AB Komisyonunun 1989 yılında yayınladığı
raporunda Türkiye’nin henüz tam üyeliğe hazır olmadığı belirtilerek, Matutes Paketi
olarak bilinen bir İşbirliği Programı üzerinde karar verilmiştir.
AB Komisyonunun İşbirliği Programında Gümrük Birliği’nin
tamamlanmasına öncelik verilmesi, ANAP iktidarının önce tam üyelik hedefi ile
çelişse de, AT’nin Soğuk Savaş sonrası derinleşme (Tek Pazar) hareketine yönelmesi
ve 1995 yılında EFTA genişlemesi gibi önceliklere yer vermesi, Türkiye’yi arka
plana atmasına neden olmuştur. Bu durumda Türk hükümeti,160 muhalefet ve iş
çevrelerinin olumsuz tutumuna rağmen tam üyelik hedefi belirtilmeksizin Gümrük
Birliği hedefi ile yetinmek zorunda kalmıştır.161 Aslında bu durum İlk Bölümde
belirtilen iki düzeyli yaklaşıma önemli bir örnektir. Robert Putnam’ın iki düzeyli
yaklaşımına göre, hükümetler gerek ulusal, gerekse uluslararası düzeyde girecekleri
159 Erbakan Hükümeti Programı, http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/hp54.htm,10.10.2007. 160 Matutes Paketine ilişkin gelişmeler, Yıldırım Akbulut hükümeti (ANAP) döneminde yaşanmıştır. (9 Kasım 1989–23 Haziran 1991). 161 Ilhan Tekeli ve Selim İlkin, Türkiye ve Avrupa Birliği, Ulus Devletini Aşma Çabasındaki Avrupa’ya Türkiye’nin Yaklaşımı, Ümit Yayıncılık, Ankara 2000,s. 206–209.
91
taahhütlerin her iki düzeyde de onaylanmasını sağlamak zorunda kalmaktadırlar. Bu
dönemde de Türk hükümeti, AB tam üyeliği hedefine odaklanan iç politikayı,
AB’nin Türkiye için öngördüğü gümrük birliği hedefine yönlendirmek zorunda
kalmıştır.
Tablo 1- 1991–1999 yılları arasında Türk Hükümetleri ve AB Alanında Gelişmeler
Hükümet
Dönem
Başbakan
Dışişleri Bakanı
AB alanında başlıca gelişmeler
49. hükümet
20.11.1991 25.06.1993
DYP-SHP Başb. S. Demirel
Hikmet Çetin (SHP)
Gümrük Birliği kapsamında gerekli vergi indirimleri ve hazırlıkların yapılması
50. hükümet 25. 6. 1993 5.10.1995
DYP-SHP (CHP) Başb. T. Çiller
Hikmet Çetin (DHP-CHP) Mümtaz Soysal (SHP) Murat Karayalçın (SHP) Erdal İnönü (CHP)
Mevzuat Uyumu çalışmaları Gümrük Birliği hazırlıklarının yoğunlaştırılması 6 Mart 1995 Gümrük Birliği kararı
51. hükümet 5.10.1995 30.10.1995
DYP (azınlık) Başb. T. Çiller
Coşkun Kırca (DYP)
52. hükümet 30.10.1995 6.3.1996
DYP-CHP Başb. T. Çiller
Deniz Baykal (CHP) 1 Ocak 1996 Gümrük Birliği yürürlüğe girdi
53. hükümet 6.3.1996 28.6.1996
ANAP-DYP Başb. M.Yılmaz
Emre Gönensay (DYP)
54. hükümet 28.6.1996 30.6.1997
RP-DYP Başb. N. Erbakan
Tansu Çiller (DYP)
55. hükümet 30.6.1997 11.1.1999
ANAP-Demokrat Türkiye Partisi -DSP Başb. M. Yılmaz
Ismail Cem (DSP)
1997 Lüksemburg Zirvesi 1999 Washington (NATO) Zirvesi
56. hükümet 11.1.1999 28.5.1999
DSP (Azınlık) Başb. B. Ecevit
Ismail Cem (DSP)
Görüldüğü üzere, 1999 yılı öncesinde, sonraki dönemlerde olduğu gibi Türk
hükümetlerinin temel hedefi AB tam üyeliğidir. Ancak bu hedefin daha çok AB
92
tarafındaki algılayış farkı nedeniyle düşürülmek zorunda kalındığı görülmektedir.
Örneğin, 49. Hükümet döneminde de ANAP iktidarı döneminde olduğu gibi tam
üyelik hedefi vardır ve bu amaçla hükümet programında demokratikleşme konusuna
geniş yer verilmiştir. Bu amaçla Ceza Muhakemeleri Usul Kanununda (CMUK)
sınırlı değişiklikler yapılmıştır. Ancak bu dönemde; hükümet programında
açıklandığı üzere AB’ye tam üyelik hedefi korunsa da; Özal döneminin özelliği olan
“ne pahasına olursa olsun müzakerelere” başlamak yönündeki yaklaşım terk
edilmiştir. Bunun yerine belirli kesimlerden alınan tepkiye rağmen Gümrük Birliği
Türkiye-AT ilişkilerinin ana ilkesi haline gelmiştir.162 Gümrük Birliği gereklerinin
yerine getirilmesi için 12 ve 22 yıllık listelerde AT ile uyumun sağlaması için gerekli
vergi indirimlerinin yapılması için hazırlıklar başlamış ve Ocak 1993 itibariyle 12 ve
22 yıllık listelerde %10’luk vergi indirimi ve Türk Gümrük tarifesinin OGT’ye aynı
oranda uyumu için gerekli düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Bu durumda koalisyon
hükümeti iktidarı döneminde AT’nin tercihi olan Türkiye’nin Gümrük Birliği
hedefine yönelmesiyle, ilişkiler bir önceki döneme göre göreli olarak düzelmiştir.163
Gümrük Birliği gereklerinin yerine getirilmesi, bir sonraki hükümet için de
önceliğini koruyan bir hedef durumundadır. 50. Hükümet iktidarı döneminde,
Koalisyon ortakları arasında zaman zaman yaşanan gerginliklere rağmen, Gümrük
Birliğinin gereklerini yerine getirmek üzere 1995 yılının ilk yarısında uyumla ilgili
mevzuat yasalaştırılmıştır. Bu mevzuat arasında; Tüketicinin Korunması Hakkında
Kanun Tasarısı, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun Bazı Maddelerinin
162 Ibid., s. 253–255 ve 261–262. 163 Ibid., s. 268–287.
93
Değiştirilmesine İlişkin Kanun Tasarısı ve birçok kanun hükmünde kararname
bulunmaktadır.164
Özal döneminde AB’ye ilişkin olarak siyasi partiler arasında sağlanan
uzlaşının aksine, 50. Hükümet iktidarı döneminde Gümrük Birliğine ilişkin olarak
özellikle muhalefetteki RP’nin ciddi muhalefeti ile karşılaşılmıştır. RP, Türkiye’nin
Gümrük Birliğine tek yanlı tavizlerle sokulmaya çalışılarak, ülkenin ekonomik ve
siyasi bakımdan zarara uğratıldığı gerekçesiyle Çiller ve Bakanlar Kurulu üyeleri
hakkında gensoru açılmasına ilişkin bir önerge vermiştir. ANAP ve DSP’nin de
Gümrük Birliği’ne ilişkin bazı çekinceleri olmasına rağmen esas itibariyle AB karşıtı
olmadıklarından RP önergesine red oyu vererek soruşturma açılmasını
engellemişlerdir.165
AB’ye uyum için öngörülen Anayasa değişikliği ile ilgili uzlaşma sağlansa
da, gerçekleştirilen değişiklikler gerek AB, gerekse iktidarın beklentilerinin altında
kalmıştır. Anayasa değişiklikleri yanında Terörle Mücadele Kanununda da gerekli
değişiklikler yapılarak Gümrük Birliği’nin uygulanması için gerekli altyapı
hazırlanmıştır.166 50. Hükümet tarafından 1995 yılı içinde gerçekleştirilmesi
planlanan bu Anayasa değişikliğinin hazırlıkları kapsamında ANAP ve DYP’li
muhalif milletvekillerinin böyle bir atılımın AB yolunu açarak Çiller hükümetini
başarıya götüreceğini düşündüklerinden, isteksizlikle karşıladıkları bilinmektedir.167
Bu örnek, AB konusunda ortak bir siyasi irade olmadığını ve siyasi partilerin AB’ye
yönelik tutumlarının birbirlerine karşı tutumlarından çok fazla etkilendiğini ortaya
koymaktadır.
164 Ibid.,s. 438–440. 165 Ibid.,s.449. 166 Ibid.,s. 459 ve 470. 167 Ibid.,s. 457.
94
1999 yılında Türkiye’ye AB’ye adaylık statüsünün verilmesi ile ne gibi
değişiklikler olduğu konusunda; aşağıdaki tablo incelendiğinde, bu tarihten itibaren
Türk hükümetlerinin AB ile uyum çabasına daha hızlı devam ettikleri görülmektedir.
Bu durum, Helsinki Zirvesi kararlarında belirtildiği üzere, AB ile
müzakerelere başlanabilmesi için Kopenhag siyasi kriterlerinin yerine getirilme şartı
yanında,168 AB’nin güvenilirliğinin sağlanması ile de açıklanabilir.
Türkiye’ye göre, AB, Türkiye’ye adaylık statüsü vererek, gelecekte üye
yapmaya hazır olduğunu belirtmiştir. Bu durum, Türk hükümetlerini reform yönünde
daha fazla teşvik etmiştir. Sonraki dönemde gerek AB kamuoyu, gerekse üye ülkeler
nezdinde gerçekleşen tartışmalarda, Türkiye için hâlâ tam üyelik dışında farklı
alternatiflerin tartışılması, güvenilirlik problemini yeniden gündeme getirerek, sorun
kaynağı olma özelliğini korumaya devam etmiştir.
168 Engin I. Erdem, ‘When Domestic Meets International: The Political Transformation of Turkey, 1997–2004’, August 2007, electronic copy available at: http://ssrn.com/abstract=1013126, erişim tarihi, 10.10.2007, s. 14–16.
95
Tablo 2- 1999–2009 yılları arasında Türk Hükümetleri ve AB Alanında Gelişmeler
Hükümet
Dönem
Başbakan Dışişleri Bakanı
AB alanında başlıca gelişmeler
57. hükümet
28.5. 1999 18.11.2002
DSP-MHP-ANAP Başb. B. Ecevit
Ismail Cem (DSP)
Başta ölüm cezasının kaldırılması olmak üzere reformlar, Aralık 1999 Helsinki Zirvesi-Türkiye’nin AB’ye aday ülke kabul edilmesi, 4 Temmuz 2000 Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin Kurulması, 19 Mart 2001 Ulusal Programın Kabul edilmesi, Ekim 2001-Anayasa değişikliklerinin Kabulü, Aralık 2001 Ankara mutabakatı, Ocak 2002 Yeni Medeni Kanunun kabulü, Şubat-Nisan-Ağustos 2002, Birinci-İkinci-Üçüncü AB uyum paketlerinin kabul edilmesi
58. hükümet
18.11.2002 11.03.2003
AKP Başb. A. Gül
Yaşar Yakış (AKP)
Aralık 2002 Kopenhag Zirvesi Kararları (müzakerelerin açılma tarihi için tarih verilmesi), Ocak –Şubat 2003, Dördüncü ve Beşinci AB uyum paketlerinin kabul edilmesi
59. hükümet
14.3. 2003 22.7. 2007
AKP Başb. R.T.Erdoğan
Abdullah Gül (AKP)
Nisan 2003 TBMM AB uyum komisyonunun kurulması, Haziran 2003 AİHM 6 nolu protokolün Meclis tarafından onaylanması, Temmuz 2003 Gözden geçirilmiş Ulusal Programın yayınlanması, Temmuz, Ağustos 2003, Altıncı ve Yedinci AB Uyum Paketlerinin kabul edilmesi, Ocak 2004 AİHM 13 nolu protokolün imzalanması., Nisan 2004 Kıbrıs referandumu, Mayıs 2004 Anayasal değişikliklerin kabulü kadın-erkek eşitliği, basın özgürlüğü, uluslararası sözleşmelerin statüsü, yargının işlevselliği alanlarında yeni düzenlemelerin gerçekleştirilmesi. Temmuz 2004, Sekizinci Uyum Paketinin kabul edilmesi. Eylül 2004 Yeni Ceza Kanununun kabulü. Ekim 2004 tarihinde yayınlanan İlerleme Raporu ile Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini karşıladığının belirtilmesi. 17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi kararları ile Türkiye ile Müzakerelerin başlatılma kararı alınması. Temmuz 2005, Ankara Antlaşmasını Mayıs 2004 tarihinde üye olan yeni ülkelere genişleten Ek Protokolün kabulü, 3 Ekim 2005 AB ile müzakerelere başlanması.Haziran 2006, Müzakerelerde Bilim Araştırma Faslının kapanması. Aralık 2006; Komisyon Türkiye’nin Ek protokolden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirene kadar 8 başlığın açılmayacağı ve geçici olarak kapatılamayacağına karar verilmesi.. 29 Mart 2007 İşletmeler ve Sanayi Politikaları faslında fiili müzakerelerin açılması.17 Nisan 2007 Türkiye’nin AB Müktesebatına Uyum Programının açıklanması. 26 Haziran 2007 İstatistik ve Mali Kontrol fasıllarında müzakerelerin açılması.
60. hükümet
5..09.2007 AKP Başb. R.T.Erdoğan
Ali Babacan (AKP)
19 Aralık 2007 Trans Avrupa Ağları ve Tüketicinin ve Sağlığın Korunması fasıllarında müzakerelerin açılması. 17 Haziran 2008 Şirketler Hukuku ve Fikri Mülkiyet Hukuku fasıllarında müzakerelerin açılması. 19 Aralık 2008 Sermayenin Serbest Dolaşımı ve Bilgi Toplumu ve Medya fasıllarında müzakerelerin açılma kararının alınması.
96
Erdem; iktidarda çoğunluk hükümeti olduğunda ve iktidardaki parti AB’ye
uyum konusunda tam taahhüt içinde ise, Türk siyasi seçkinlerinin (hükümet ve siyasi
partiler) Kopenhag kriterleri çerçevesinde reformları gerçekleştirme gayreti içinde
olduğunu ve böylece AB koşulluluğunun etkisini arttığını belirtmektedir. Bu duruma
örnek olarak 1999–2002 yılları arasında iktidarda olan DSP-MHP-ANAP koalisyon
hükümetine kıyasla 2002–2004 yıllarında iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi
(AKP) hükümeti tarafından gerçekleştirilen reform hareketlerini vermektedir.
Erdem’e göre, tek başına iktidara gelen çoğunluk AKP hükümeti, AB’ye tam taahhüt
düzeyi ile de Kopenhag siyasi kriterlerinin uygulanması ve istenen etkiyi göstermesi
bakımından uygun ortamı yaratmıştır. DSP-MHP-ANAP hükümeti döneminde
Türkiye’de iç siyasi istikrarsızlık ve 28 Şubat süreci 1999 yazında yapılan
reformlarının istenen düzeyde ve etkide gerçekleşmesini engellemiştir. Türkiye’nin
iç politik koşulları yanında uluslararası gelişmelerin Türkiye’nin AB’ye uyum için
gerekli reformlar için zemini hazırladığı düşünülmektedir. Buna göre 1999 yılında
Türkiye’ye aday ülke statüsü verilmesinin de reformları hızlandırdığı
belirtilmektedir.169
1999 Helsinki Zirvesi sonrası mevcut iktidarın da desteklemesiyle gerekli
reformların gerçekleştirilmesinin AB tarafından da memnuniyetle karşılandığı
bilinmektedir. Bu durum AB’nin aday/üye ülkelerde AB gereklerini yerine getirecek
müttefik kesimler istemesi ile açıklanabilir. Bu durum aynı zamanda; AB’nin
dışarıdan bir demokrasi teşvikçisi olarak rolünün büyük ölçüde iç siyasi dinamiklere
bağlı kalmasını da açıklamaktadır. İç (ulusal) siyasi koşulların etkisini yadsımamak
169 Ibid., s. 2.
97
gerekir. Zira AB etkisi, otoriter liderliklerin, güçlü ulusal hareketler ve iç
muhalefetin olduğu ülkelerde daha az etkili olabilmektedir.170
Ancak; Türkiye’nin son dönemde artan Avrupalılaşmasını tek bir partiye mal
etmek hatalı sonuçlar yaratabilecektir. Zira bu dönemde gerçekleştirilen reformlarda
yukarıda da belirtildiği üzere elverişli dış koşulların da etkisini belirtmek gerekir.
Türkiye’ye adaylık statüsü verilmesi elverişliliği yaratan en önemli etkendir. Bunun
yanında, AKP iktidarının AB taraftarlığının da iç politikadan kaynaklanan sebepleri
olduğu bilinmektedir. Bu durum, 28 Şubat süreci sonrası değişen ortam ve gerek iç
gerekse dış politikada meşruiyet kazanmak için gerçekleştirilen bir politika
değişikliğidir. Ancak yine de AKP döneminde elverişli iç ve dış koşulların etkileşimi
ile Avrupalılaşmanın en hızlı evresinde olduğu tespitini yapmak olasıdır.
Bunun ötesinde, AB taraftarı olan AKP’nin prensipte onaylamasına rağmen,
uygulamada sağ seçmen tabanında MHP ile rekabette geride kalmamak için AB
reformlarını uygulama konusunda ne kadar ısrarcı olacağı konusu da,171 dikkate
alınması gereken bir faktör olarak ortaya çıkmaktadır.
DSP-MHP-ANAP koalisyonu dönemi, koalisyonu oluşturan ortakların
ideolojik farklılıkları nedeniyle ilginç bir örnektir. Bu dönemde; AB etkisi ile
reformlar hızla gerçekleşse de, koalisyon ortaklarının Türkiye-AB ilişkilerine yönelik
farklı düşüncelerinin reformların hızını düşürdüğü açıktır. Hatta KOB’daki istemler
konusundaki tartışmalar koalisyonu sarsacak düzeye gelmiştir. Koalisyon ortakları
içinde ANAP en AB taraftarı ortak iken, MHP anadilde eğitim, kültürel haklar ve
idam cezasının kaldırılması konusunda çekincesini her fırsatta öne sürmüş, hatta
170 Ibid., s. 5. 171Haluk Ülman, ‘İç Politika Batağında AB’, http://www.euturkey.org.tr/index.php?p=22344vel=111.06.2002, erişim tarihi: 09.07.2008, Nitekim AKP’nin Kıbrıs konusundaki söylemleri, AB talepleri doğrultusunda atılan adımlara rağmen referendum sonrasında daha milliyetçi bir çizgiye kaymıştır.
98
reform sürecini yavaşlatıcı etki yapmıştır. Ağustos 2002’de kabul edilen ve adı geçen
alanlarda reform öngören paket, Mecliste MHP desteği olmaksızın kabul edilmiştir.
DSP ortada bir tutum izlemesine rağmen Kıbrıs konusundaki hassasiyetini belirtir bir
tutum içinde olmuştur.172 Sözkonusu koalisyon döneminde özellikle DSP ve
ANAP’ın MHP ve AB arasında ciddi bir ikilem yaşadığı görülmektedir. MHP’nin
ulusal birlik ve bütünlüğü tehlikeye düşürecek eylemler olarak addettiği yukarıdaki
konulardaki gelişmeleri engellemekte ısrar etmesi, Ecevit hükümetini AB ve MHP
arasında seçim yapmaya zorlamıştır. MHP ile aynı doğrultuda hareket edilirse,
AB’ye ters düşülmüş olacak ve tam üyelik hedefi gerçekleşemeyecektir. MHP ile
ters düşmek ise, koalisyonu tehlikeye düşürerek, iktidarın devamını
engelleyecektir.173 Bu dönemde diğer siyasi partilerin çoğunluğu AB taraftarı iken ve
‘AB'ye ‘‘Evet!'' diyen seçmenin % 65-70'ine seslenmeye çalışırken; MHP, çok akıllı
bir tavırla, kendisini AB'ye ‘‘Hayır!'' diyen %30-35'lik seçmenin tek temsilcisi haline
getirmektedir.’174Bu durumda, MHP’nin koalisyon ortağı olduğu dönemde takındığı
tavır, AB karşıtı ya da taraftarı olmanın iç siyasi faydası/maliyeti üzerine
hesaplanmış görüntüsü vermektedir.
Bu durum, AB konusundaki reformların gerçekleştirilebilirliğinin iç siyasi
koşullardan doğrudan etkilendiğine önemli bir örnek teşkil etmektedir. Siyasi partiler
ulusal çıkarlar doğrultusunda değil, iç siyasi hesaplara dayalı olarak hareket
etmektedirler.175 Bu da, siyasi irade eksikliği konusunun önemini belirtmek açısından
önemlidir.
172 Erdem, op.cit., s. 16–17. 173Haluk Ülman, ‘Yolun Sonu Göründü’, http://www.dunyagazetesi.com.tr/haberArsiv.asp?id=19249, 17.11.2000, erişim tarihi: 09.07.2008. 174Cüneyt Ülsever, ‘Anap Yan (mı) çiziyor?’, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=84648vep=2, 15.07.2002, erişim tarihi: 09.07.2008. 175 Haluk Ülman, ‘İç Politika Batağında AB’.
99
Türkiye-AT (AB) ilişkileri seçim kampanyalarının her zaman en önemli
malzemesi olmuştur.176 Ancak Gümrük Birliği yürürlüğe girdikten sonra dahi tam
üyelik hedefi çerçevesinde gelişmelerin istenen hızda gelişmemesinin nedenleri
arasında siyasi iradenin etkin kılınamaması ve Türkiyede başta kamuoyu olmak
üzere, basın, siyasi kadrolar ve akademik çevrelerin AB’ye üyelik konusunu ikinci
planda görmesidir.177 Bunun yanında AB’nin çeşitli metinlerinde muğlâk ifadeler
kullanması, sözkonusu metinlerin yorumlanmasında iç siyasi koşulların ve
algılamaların etkili olmasına neden olabilmektedir. Örneğin; Helsinki Zirvesi’nin
Kıbrıs ve Ege sorunlarına ilişkin sonuç bildirgesi kararları; hükümet tarafından koşul
olarak değil, AB üyeliğinde önemli bir merhale olarak algılanarak ve Türkiye
açısından olumlu sonuçlar doğuracak şekilde yorumlanmış ve olası tereddütler
bertaraf edilmiştir.178
Neticede, AB konusunun Türkiye için bir hükümet değil, devlet politikası
olduğunu ancak hükümetlerin iç siyasi çekişmeler nedeniyle reformlar konusunda
yeterli siyasi iradeyi göstermediklerini söylemek mümkündür.
2. Dışişleri Bakanlığının AB sürecindeki Yapılanması
Dışişleri Bakanlıkları; dış politika ve güvenlik politikasının başlıca
uygulayıcısı olarak Avrupalılaşma sürecinden en fazla etkilenen kurumların başında
gelmektedir.
176 Tekeli, İlkin, op.cit.,s.234. 177 Baskın Oran (ed), Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt 2, İletişim Yayınları, Ankara, 2002,s. 343. 178 Ibid.,s. 352–355, Helsinki Zirvesi gelişmelerine ilişkin bir inceleme için bkz: Esra Çuhadar-Gürkaynak, Binnur Özkeçeci-Taner, ‘Decisionmaking Process Matters: Lessons Learned From Two Turkish Foreign Policy Cases’, Turkish Studies, 5,2, s. 56–61.
100
Dışişleri bakanlıkları kurumsal mirası fazla kurumlar olarak, bürokratik
geleneklere diğer ulusal kurumlara nazaran daha bağlı olduklarından AB nezdindeki
gelişmelere daha dirençlidirler. Bu duruma AB düzeyindeki düşük kurumsallaşma
derecesinin de neden olduğunu belirtmek gerekir. Schilbach; 30 yıl boyunca, Avrupa
Siyasi İşbirliği, Tek Avrupa Senedi, Maastricht ve Amsterdam Antlaşmaları gibi AB
dış politikasındaki dört önemli dönemeçte Fransız ve İngiliz dışişleri bakanlıklarının
tepkisini incelediği çalışmasında; bu bakanlıkların hayli yavaş bir gelişme gösterdiği
bulgusuna ulaşmıştır. Farklı yapılanmalara sahip Fransız ve İngiliz dışişleri
Bakanlıkları, özellikle, dış politika ve ekonomik konuları (ODGP ve AT Konuları)
arasındaki farklılığı yansıtan reorganizasyonu sağlama ve AB nezdinde ve üye
ülkeler arasında gerekli iletişimin sağlanması için oluşturulan yapılandırmaya uyum
sağlamada güçlük çekmişlerdir.179 Kurucu ve göreli olarak eski üyelerin dahi
kurumsal anlamda değişikliğe direnç gösterdiği dış politika ve güvenlik konularına,
yeni üyelerin uyum sağlamasının kolay olmayacağı açıktır.
Türk Dışişleri Bakanlığı’nın AB konusundaki kurumsal yapılanmasına
bakıldığında; ilk yapılanmaların 1987 yılında AT’ye tam üyelik başvurusunun
ardından başladığı görülmektedir. Buna göre AB işleri ile ilgili Siyasi İşler Şube
Müdürlüğü 1987 yılında kurulmuştur. Gümrük Birliğinin tamamlanmasının ardından,
1990’ların sonunda AB ile ilgili yapılanmanın daha detaylı hale geldiği
görülmektedir. Buna göre yukarıda adı geçen “Siyasi İşler Şube Müdürlüğü”,
“Avrupa Birliği Siyasi İşler Genel Müdür Yardımcılığı” adını almış; önce “Avrupa
Birliği Ekonomik İşler Genel Müdür Yardımcılığı” olarak kurulan bir diğer dairenin
adı, sonra “Avrupa Birliği Katılım Süreci Genel Müdür Yardımcılığı” olarak
179 Melanie Morisse-Schilbach, ‘Domestic Institutions in European Foreign Policy –Making: Do they matter?’, http://sam.sdu.dk/~mwi/B2_Morisse.pdf, s.36-65.
101
değiştirilmiştir. “Avrupa Birliği Siyasi İşler Genel Müdür Yardımcılığı” (ABSY)
İlerleme Raporlarında da geçen “European Correspondent” görevini yapmaktadır. 180
Bunun yanında Bakanlığa bağlı Brüksel Daimi Temsilciği de AB düzeyinde aktif
görev yapmaktadır.
Türk Dışişleri Bakanlığı, AB sürecinde dış politikaya ilişkin temel uygulayıcı
kurum olmanın yanı sıra, iç reform konusunda da hayli aktif bir politika izlemiştir.
1987 yılından itibaren hızlanan çalışmalarda AB müktesebatı tercümesi
çalışmalarının hızlanmasının yanı sıra, Başbakanlık İnsan Hakları Daire Başkanlığı
yürütülmüş ve 2000 yılında Avrupa Birliği Genel Sekreterliği (ABGS) kurulmuştur.
Kısacası AB konusundaki yapılanma Helsinki Zirvesinden çok daha önce
başlamıştır. AB ile ilgili çalışan personelin birçoğu Bruge Avrupa Kolejinde eğitim
görmüş, çeşitli zamanlarda Brüksel’de görev yapmıştır. Hatta 20–30 sene gibi uzun
süredir bu alanda çalışan Bakanlık personeli mevcuttur.181
Bu bilgiler Türkiye ile Birinci Bölümde incelenen Polonya arasında kurumsal
yapıdaki ciddi farka işaret etmektedir. Polonya, 1990’larda AB’ye uyumu
gerçekleştirebilmek için ciddi bir kurumsal dönüşüme gitmek zorunda kalmıştır.
Altyapı eksikliği nedeniyle, gerek insan kaynağı gerekse mali kaynaklardaki
dönüşümü sağlayabilmek zaman almıştır. Türkiye ise, AB ile ilişkilerinin uzun bir
geçmişe sahip olması nedeniyle, uyum için gerekli altyapı ve insan kaynağını
sağlayabilmiştir. Nitekim Türk dışişleri bakanlığının uygulama kapasitesi
konusundaki başarısı İlerleme raporlarında da belirtilmektedir.
Ancak Türk Dışişleri Bakanlığının kurumsal mirasının, başka bir deyişle Türk
Dış politikasının temel uygulayıcısı olarak kemikleşmiş uygulamalarının ve kendine 180 Yapılanma ile ilgili bilgiler Dışişleri Bakanlığı yetkilisi ile görüşmede elde edilmiştir. (1 Temmuz 2008) 181 Dışişleri Bakanlığı yetkilisi ile görüşme (1 Temmuz 2008).
102
has dış politika yapım tarzının belirgin olduğunu ve bu durumda Polonya gibi radikal
bir AB uyum planına girmediğini de belirtmek gerekir.
Dışişleri Bakanlığı yanında AB sürecinde etkin pek çok diğer kurum
mevcuttur. Burada en başta 4 Temmuz 2000 tarihinde kurulan ve Türkiye'nin AB
sürecince ilgili diğer kamu kurum/kuruluşlarının koordinasyonundan sorumlu ABGS
ve uyum çalışmalarının 1980’li yılların sonunda ilk başladığı kurum olan Devlet
Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı (DPT) belirtilmelidir. Sözkonusu kurumlar ve
aralarındaki koordinasyon sorunlarına ilişkin değerlendirmeler Üçüncü Bölümde yer
almaktadır.
3. Siyasi Partilerin AB’ye Bakışları
Türk siyasi partilerinin AB’ye bakışları, başta kimlik olmak üzere dış politika
yaklaşımları ve genel siyasi görüşlerini ilgilendiren bir konudur. Bu çalışmanın
amacı bakımından konu Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde incelendiğinde, AB
sürecinin siyasi partilerin yaklaşımını dış politik yönelim bakımından nasıl etkilediği
konusuna bakmak gerekmektedir. Bu ifadenin kapsamına, siyasi partilerin AB
konusunu söylemlerinde ve propaganda dönemleri ağırlıklı olmak üzere kamuoyunu
yönlendirmek için nasıl kullandıkları konuları da girmektedir. Kurumsal yaklaşımın
öngördüğü üzere, AB’nin üye/aday ülke üzerinde nasıl bir etki yaptığı, AB değerleri,
normları ve davranışlar üzerinde nasıl etkili olduğunun araştırılması gerekir.
Siyasi partilerin AB konusundaki yaklaşım ve tercihlerinin başta kamuoyu
olmak üzere AB ile ilişkilerin yönünde önemli etkisi olduğu açıktır. Buna göre
iktidarda olan partinin AB’ye desteği fazlaysa, kamuoyunun desteğinin de arttığı
görülmektedir. Siyasi partilerin bir diğer katkısı da; AB üyesi ülkelerdeki siyasi
103
partiler, diğer üye/aday ülkelerde kendi siyasi çizgisine yakın partilerle ilişki
kurabildiklerinden iletişime zemin hazırlayan bir yapının doğmasına olanak
sağlamasıdır.182
Aday ülkeler bakımından Avrupalılaşma sürecinin gelişiminde, aday ülke ile
AB arasındaki ilişkinin sıkılaşmasına bağlı olarak aday ülkenin AB’nin gerektirdiği
yapılanma ve net yaklaşımı daha fazla sergilediği bilinmektedir. Bu çerçevede,
Türkiye’nin AB’ye aday ülke ilan edildiği 1999 Helsinki Zirvesinden sonra siyasi
partilerin AB’ye yaklaşımlarının nasıl etkilendiği konusu önem kazanmaktadır.
Türkiye’deki siyasi partilerin AB’ye yaklaşımlarını etkileyen faktörlerden biri,
partilerin AB’ye üyeliği ulus-devlete bir başka deyişle, ulusal egemenlik devrine ve
ulusal kimliklere karşı tehdit olarak görüp görmemeleri konusudur.
Türk siyasi partileri arasında AB üyeliğini destekleme konusunda bir uzlaşma
olduğu görülmektedir. Merkez sağ ve merkez sol partiler AB üyeliği konusunda aynı
olumlu yaklaşımı gösterirken, radikal sol ve sağ partiler AB üyeliği konusunda
şüpheci bir yaklaşım sergilemektedirler.
Ancak, Türkiye gibi diğer ülkelerde de genel yaklaşım, sağ-sol ayırımının ve
ideolojik yönelimlerin AB karşıtlığı ya da taraftarlığında ölçüt olmamasıdır. Bu
durum özellikle AKP örneğinde oldukça belirgindir. AKP, AB konusuna bakışta,
ideolojinin değil, stratejik davranarak fırsat yaratmanın esas olduğunu
göstermiştir.183 Hatta AKP’nin AB üyeliğine tam destek vermesi, paradoksal olarak
182 Osman Ulagay, ‘AB partisi olmadan Türkiye AB’ye Girebilir mi?’ Milliyet, 29 Mayıs 2006. 183 Gamze Avcı, Turkish Political Parties and the EU Discourse in the Post Helsinki Period- A Case of Europeanization, Turkey and European Integration Accession Prospects and Issues (ed: Mehmet Uğur ve Nergis Canefe), Taylor and Francis e-library, London, 2005,s.194-211.
104
bazı laiklik savunucusu kesimlerin AB’ye karşı tutumlarını yeniden
değerlendirmelerine neden olmuştur.184
1999 yılında koalisyon ortağı olan MHP, prensipte AB üyeliğine karşı
çıkmasa da, AB’nin ulusal egemenlik ve güvenlik bakımından öngördüğü bazı
reformlara karşı çıkmaktadır. Diğer siyasi partileri, radikal sağ ve sol partiler dışında
AB’ye açıkça karşı çıkan MHP ve diğer uçta, AB’yi açıkça destekleyen ANAP ve
AKP arasında değerlendirmek mümkündür. Ancak ANAP dahi, etnik dillerde eğitim
ve Kıbrıs sorununun çözümü için atılması gereken adımlar gibi hassas konularda
sınırlı adımlar atarken,185 AKP’nin bu konularda daha fazla gelişme kaydettiğini
belirtmek gerekir.
MHP koalisyon döneminin sonlarına doğru AB’ye karşı tavrını
sertleştirmiştir. Bu da; AB’nin yakın bir hedef haline geldiğinde karşıtlığın
belirginleştiği yönündeki genel yaklaşımı destekler niteliktedir. Helsinki Zirvesi ile
Türkiye’ye adaylık statüsü verilmesinin ardından, Kopenhag kriterlerinin yerine
getirilmesi için gerçekleştirilecek reformların baskısı Türk siyasi partileri arasında
AB’ye bakış anlamında farklılıkları körüklemiştir.186
Türkiye’de AB konusuna bakış açısı yönünden sol ya da merkez solda yer
alan partiler ulusalcı bir bakış açısı geliştirmişlerdir. Avrupa’daki sosyal
demokratların aksine Türk sosyal demokratları, üçüncü yol, çok-kültürcülük-liberal
uluslararasıcılık gibi konularda aynı doğrultuda davranmamışlardır. 187
184 Philip Robins, ‘Confusion at home, Confusion abroad: Turkey between Copenhagen and Iraq’, International Affairs 79, 3, 2003, s. 554. 185 Ziya Öniş, Domestic Politics, International Norms and Challenges to the State: Turkey-EU Relations in the post Helsinki Era: Turkey and the European Union, Domestic Politics, Economic Integration and International Dynamics, (ed: Ali Çarkoğlu, Barry Rubin), Frank Cass and Company Limited, Great Britain, 2003, s. 16-17. 186 Avcı, op.cit.,s.194-211. 187 Öniş, op.cit, s. 18-19.
105
1999 yılı sonrası özellikle ANAP’ın öncülüğünü yaptığı AB taraftarlığı,
askeri ve güvenlik seçkinleri kadar Cumhuriyetçi ve ulusalcı kanadın da direnişiyle
karşılaşmıştır. ANAP 1994–95 yıllarında muhalefetteyken, iktidarda olan DYP’ye
karşı Gümrük Birliğine muhalefet etmiştir. ANAP genel başkanı Mesut Yılmaz,
AB’ye karşı olmadıklarını ancak, Gümrük Birliğinin aslında bir yükümlülük
olmasına rağmen, Çiller tarafından lütuf olarak sunulmasına karşı çıktığını
belirtilmiştir.188 Aslında bu durum siyasi partilerin AB projesine yaklaşımlarının
siyasi irade ile değil konjonktüre göre belirlendiğinin de bir göstergesidir. Türk siyasi
partilerinin AB’ye yaklaşımları aslında partilerin birbirlerine karşı yaklaşımlardan
doğrudan etkilenmektedir.
2002 seçim döneminde siyasal partilerin AB’ye ilişkin söylemlerinin
incelendiği bir çalışmada189, 23 siyasi partiden 16’sının AB üyeliğine ilişkin olumlu
söylemler geliştirirken, aralarında Bağımsız Türkiye Partisi, Emeğin Partisi, İşçi
Partisi ve Türkiye Komünist Partisinin bulunduğu dört partinin AB karşıtı bir
yaklaşım içinde olduğu görülmektedir. Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) ise
mevcut siyasi partilerin AB taraftarı ve karşıtı söylemlere katılmamakta, konunun
AB’ye hayır ya da evet basitliğine indirgenmeden, AB’nin tüm yönleriyle
değerlendirileceği bir referandum ile ele alınması gerektiğini belirtmektedir. AB
üyeliğini destekleyen partiler de başta AB’nin Kıbrıs politikası olmak üzere, Gümrük
Birliği, Yunanistan ile ilişkiler, Ege sorunları, anadilde eğitim, ölüm cezası, kültürel
haklar konularında eleştirel bir tutum takınmaktadırlar. AB üyeliğine olumsuz bakan
partiler ise, Türkiye’nin AB tarafından parçalanmak ve sömürgeleştirilmek istendiği
188 Tekeli, İlkin,op.cit.,s. 448. 189 Esra Uzel, ‘3 Kasım 2002 Seçim Kampanyası Döneminde Siyasal Partilerin AB ile İlgili Görüşleri’, Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM), Ankara, 2002, s.1-74.
106
noktalarında birleşmektedirler. Tüm partiler için ortak olan nokta, özellikle 1999
Helsinki Zirvesinde Türkiye’nin aday ülke olarak ilan edilmesinden sonra siyasi
partilerin AB ile ilgili söylemlerinde artış olduğudur.
2007 seçim döneminde de AB ile ilişkiler ve Kıbrıs konusu siyasi partilerin
seçim beyannamelerinin üst sıralarında yer alan konular olmuştur. Ancak, bu
dönemde AB konusuna karşı azalan kamuoyu ilgisinin yansımasının neticesinde, iç
politik sorunlarla bağlantılı olarak Irak’ın Kuzeyine operasyon, Kerkük’te
referandum ve terörle ilgili konular yanında, ABD’nin Irak’tan çekilmesi sonucu
Irak’ın durumunun öncelikli olarak seçim söylemleri arasında yer aldığı
görülmektedir.190
Hakan Arıkan’ın Türkiye’nin AB adaylığının onaylandığı 1999 yılı, Ulusal
Programın kabul edildiği 2001 yılı ve Katılım Müzakelerinin açıldığı 2005 yıllarının
önemli dönemeçler kabul edilerek siyasi partilerin AB’ye yönelik söylemlerini
incelediği çalışması, Türk siyasi partilerinin genel görünümünü vermesi açısından
önemlidir. Çalışmada, Merkez Sol partiler, CHP ve DSP; Merkez Sağ partiler;
ANAP, DYP ve AKP ve radikal partiler (İslamcı ve Ulusalcı) Saadet Partisi (SP) ve
MHP’nin yeraldığı yedi siyasi partinin 1999–2006 yılları arasında AB söylemleri
açısından analizleri yapılmıştır.191 Buna göre; Türkiye-AB ilişkileri açısından 1999,
2001 ve 2005 yıllarındaki kritik dönemeçlerde, yukarıda adı geçen siyasi partilerin
190 Cihan Dizdaroğlu, Partilerin Seçim Beyannamelerinde “dış politika ” ve Seçim Sonrası Türk Dış Politikasının Olası Yönelimleri Üzerine Bir Değerlendirme, Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Değerlendirme Notu, 20 Temmuz 2007. 191 Hakan Arıkan, ‘Reconstruction of Nation State, National Identity and Foreign Policy Preferences: The Case of Turkey’s Prospect European Union Membership’, Proceedings of the Third International Conference of European Universities Future of the European Union: Integration, Enlargement and Transatlantic Relations ed: Haluk Özdemir, Bilal Canatan, Kırıkkale, 2007.
107
resmi dokümanlarında AB yanlısı söylemlerin, AB karşıtı ifadelere oranla arttığı
görülmektedir.192 Bu durum tezin argümanını da destekler niteliktedir.
1999–2006 yılları arası dönemde, yukarıda adı geçen tüm siyasi partilerin AB
karşıtı söylemlerindeki ortak noktaların; AB’nin Türkiye’ye çifte standart uyguladığı,
Türkiye’ye zarar verecek gizli bir gündeminin olduğu, AB üyeliğinin Türk kimliğine,
kültürüne ve ulusal egemenliğine tehdit olabileceği, AB’nin Türkiye ve İslam karşıtı
olduğu yönündeki söylemlerdir. Ulusalcı ve İslamcı ağırlığı olan AB karşıtı
söylemler (AB’nin Türkiye’nin İslam kimliğine zarar vereceği, AB’nin Türkiye
üzerinde kültürel ve ekonomik tahakküm kuracağı gibi) MHP ve SP tarafından
kullanılmaktadır. Partilerin kullandığı AB karşıtı söylemler ekonomik ve siyasi
endişelerden önce AB’nin Türk kimlik, kültür ve bütünlüğüne zarar vereceği
yönündeki söylemlerdir. Partiler arasında bir kıyaslama yapıldığında, MHP ve
SP’den sonra DSP ve CHP’nin en fazla AB karşıtı söylem geliştiren partiler oduğu
görülmektedir. ANAP, DYP ve AKP ise diğerlerine nazaran daha az anti-AB’ci
söylem kullanmaktadırlar.193
Yukarıda geçen siyasi partilerin resmi belgelerinde yine aynı dönem içinde
kullanılan ortak AB taraftarı söylemler ise; Türkiye’nin coğrafi ve kültürel olarak
Avrupa’ya ait olduğu, AB’nin Türkiye’ye ekonomik refah getireceği, üyeliğin her iki
tarafça istenen bir durum olduğu, AB’nin Türkiye’ye siyasi, ekonomik ve askeri bir
ortak olarak ihtiyaç duyduğu şeklindeki yaklaşımlardır. ANAP, DYP ve AKP’nin
AB taraftarı söylemleri diğer partilere göre daha fazla kullandıkları görülmektedir.
Ancak siyasi partilerin AB taraftarı ya da karşıtı olarak belirlenmesi kolay değildir.
Spesifik durumlarda her partinin AB taraftarı ve karşıtı söylemler kullandığı
192 Ibid.,s.32. 193 Ibid.,s.33.
108
görülmektedir. SP ve MHP gibi diğer partilere nazaran AB karşıtı söylemlere daha
fazla başvuran partilerin bile AB üyeliğine resmen karşı çıkmadığı görülmektedir.
Değişen derecelerde olmakla birlikte tüm siyasi partiler Türkiye’nin ulusal çıkarları
korunduğu sürece AB’ye karşı değillerdir.194
Helsinki Zirvesi sonrası dönemde özellikle DSP-MHP-ANAP iktidarı
döneminde MHP’nin AB reformlarına olumsuz tavrı yanında AB taraftarı ANAP,
DYP ve AKP’nin AB konusundaki söylemleri örnek olarak incelendiğinde, Türk
siyasi partilerinin AB konusuna bakışlarının, Türkiye’nin AB’ye katılım sürecini
sınırlandırdığını, hızlandırdığını ya da sürece zarar verdiğini söylemek
mümkündür.195
Siyasi partilerin AB’ye bakışlarının sürece etkileri yanında, söylemlerinde
AB konusunu nasıl kullandıklarına bakıldığında, Türkiye’ye adaylık statüsü
verilmesinden sonra siyasi parti söylemlerinde AB üyeliği konusunun
görünürlüğünün arttığı görülmektedir. Bundan da önemlisi, Kopenhag kriterleri ve
diğer AB yükümlülüklerini yerine getirmenin siyasi olarak oldukça maliyetli olması
siyasi partiler arasındaki ayrışmaları arttırmıştır. Bu durum bazı politikacılar yanında
medyanın AB isteklerini Türkiye’nin ev ödevleri şeklinde sunarak karşıtlığı
derinleştirmelerine neden olmuş ve reformların olumsuz sonuçlarından AB sorumlu
tutularak, konunun siyasileştirilmesi sağlanmıştır.196
Kimi yaklaşımlara göre; Türkiye’nin Avrupalılaşma sürecinin devam
edebilmesi için ana siyasi partilerin, radikal partilerin söylemlerini kullanarak onlarla
rekabet etmemeleri gerekmektedir. MHP ve Demokratik Toplum Partisi’nin
milliyetçi söylemleri kullandığı bir ortamda Kıbrıs ve Kürt sorunları konusunda 194 Ibid.,s.34-37. 195Avcı, op.cit.,s.194 -214. 196 Ibid.,s.197.
109
atılacak adımların tek bir partinin üstlenebileceğinden fazla (toplumsal) maliyet
içermesi, iktidar partisi AKP ile ana muhalefet partisi CHP’nin uzlaşmasını
gerektirmektedir.197
Neticede, Türk siyasi partilerinin Üçüncü Bölümde söylem Avrupalılaşması
kapsamında değerlendirileceği üzere AB konusundaki söylemleri sıklıkla
kullandıkları ancak, siyasi irade eksikliği nedeniyle konjonktüre göre davrandıkları
belirtilmelidir.
4. AB sürecinin Asker-Sivil İlişkilerine Etkisi
Öncelikle Türkiye’nin; AB tarafından diğer aday diğer ülkelerden farklı
olarak asker-sivil ilişkileri konusunda daha fazla eleştirildiği görülmektedir. Bu
konuda temel eleştiriler; Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK), Milli Güvenlik Kurulu
(MGK) vasıtasıyla başta önemli dış politika gelişmeleri kadar iç güvenlik konusunda
da ayrıntılı düzenlemeler öngörüp kararlar alması ve siyasetteki yeri gereği hiçbir
kuruma karşı sorumlu olmayan görünümüyle, demokratik niteliği konusunda soru
işaretleri yaratmasıdır. NATO toplantılarında protokol sorunlarına neden olan
Genelkurmay Başkanlığının Başbakanlığa bağlı olması, askeri harcamaların
parlamenter denetiminin olmaması, askeriyenin başta YÖK ve RTÜK gibi devlet
kuruluşlarındaki temsilcileri aracılığıyla varlık göstermesi gibi hususlar da diğer
eleştiri noktalarıdır.
Avrupalılaşma çerçevesinde konunun incelenmesi gereken boyutu; AB’nin
koşulluluk ilkesi gereğince Türkiye için tespit ettiği eksikliklerin Türkiye tarafından
AB süreci içinde ne derece karşılandığı, bir başka deyişle AB etkisinin ne olduğudur. 197 Hakan Yılmaz, ‘Europeanization of Turkey in the Aftermath of July 2007 Elections’, http://hakan_yilmaz.blogspot.com/2008/01/europeanization_of_turkey_in_aftermath_html,12Ocak 2008. Erişim tarihi, 12/02/2009.
110
AB sürecinin Türkiye’deki asker-sivil ilişkilerini nasıl etkilediği konusunda; Türkiye
bazı gerekleri koşulluluk ilkesi gereği yerine getirmeseydi, başta 2003 yılında
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından onaylanan yasalar çıkarılabilir
miydi? sorusuna dikkat etmek gerekir.
AB; 1980’li yıların başından itibaren Türk dış politikasında da etkili bir aktör
olmaya başlayan MGK’nın yapısı ve rolüne ilişkin olarak resmi belgelerinde çeşitli
tespitler yapmıştır. Buna göre, MGK’nın yapısında sivil ağırlığın arttırılması, sivil bir
Genel Sekreterin atanması, görevinin danışma ile sınırlanması, askeri mahkemelerin
sivillerin denetimine tabi tutulması, askeri olmayan kurullardan asker temsilcilerinin
uzaklaştırılması üzerinde durulan başlıca noktalardır.
Buna karşılık Türkiye’nin reform paketleri ile bu konularda nasıl bir
düzenleme öngördüğü şu şekilde özetlenebilir. 2001 yılında 1982 Anayasasının
özellikle MGK’ya ilişkin 118. Maddesinin değişikliğinin de öngörüldüğü önemli
değişiklikler yapılmıştır. Buna göre; kurul üyeleri arasına Adalet Bakanı ve
Başbakan yardımcıları eklenerek; sivil üye sayısı arttırılmıştır. Ayrıca; MGK
kararlarının ‘Bakanlar Kurulunca öncelikle dikkate alınacağı’ şeklindeki ibare yerine
‘Bakanlar Kurulunca değerlendirilir’ şeklinde değiştirilmiştir. Bu durumda;
koşulluluk ilkesi yoluyla kullanılan AB baskısı sonucu gerçekleştirilen reform
çalışmaları sonucu; MGK içinde sivil ağırlığının arttırılmış; bu durumda sivilleşmiş
bir dış politikanın yolunu açmıştır.198
Bazı yazarlar, AB reformları ile ordunun yıllar içinde giderek artan
özerkleşme sürecinin sekteye uğradığını ifade etmektedirler. Buradaki özerkleşme
sürecini; Silahlı kuvvetlerin mali, hukuki ve siyasi denetimden muafiyeti ile Milli 198 Mustafa Aydın, Sinem A. Açıkmeşe, ‘Europeanization through EU conditionality: Understanding the new era in Turkish Foreign Policy’, Journal of Southern Europe and the Balkans, 9.3 (2007), s. 269.
111
Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) aracılığıyla devletin ve tüm toplumsal ilişkilerinin
belirleyicisi olma halini anlamak gerekir. Bu çerçevede AB’nin eksiklik olarak tespit
ettiği noktalar; 2001 ve 2003 yılında Türkiye’nin AB koşullarını gerçekleştirmek
üzere hazırladığı ve kabul ettiği reform paketleri ile TSK’nın gücünü ve vesayetini
zayıflatma ve sistemi sivilleştirme şeklinde karşımıza çıkmıştır.199
Reformların önemi yadsınamaz ise de; gelişmenin asker-sivil dengelerinin
fiili durumunu değiştirmediği yönünde görüşler de vardır. Zira kurulda oy sayısından
çok dengelerin esas olduğu ve askeri siyasi kararlara dâhil eden yapının esas olarak
değişmediği ve bunun da ötesinde; Anayasa değişikliği sonrası alınan MGK
kararlarının gerek AB gerekse Kıbrıs konularında içerik ve üslup açısından önceki
kararlarından farklılaşmadığı düşünülmektedir.200
2001 yılında çıkartılan uyum paketinden sonra, 2003 yılında TBMM
tarafından onaylanan 7. reform paketiyle; MGK yapı ve işleyiş biçimini revize eden
reformlar öngörülmüştür. Buna göre; MGK Genel Sekreterinin atama koşullarında
değişiklik yapılmış ve Genel Sekreterin siviller arasından da tayin edilebilmesinin
yolu açılarak, atama usullerine ilişkin yetki Genelkurmay Başkanlığından alınarak
Başbakanlığa verilmiştir. Kurulun toplantılarının iki ayda bir gerçekleştirilmesi ve en
önemlisi de kurul ve genel sekreterin yetkileri sınırlandırılmıştır. Kurulun istişari
nitelik kazanmasının yanı sıra; Kurul Genel Sekreterinin de MGK kararlarının
uygulanmasını takip ve yönlendirmeyi içeren yetkilerine son verilmiştir. Bunun
yanında; mali denetim konusunda yeni bir düzenleme de uyum paketinin içeriğine
dâhil edilmiştir. Buna göre; Sayıştay’ın denetime tabi olmayan kurumları
denetlenebilmesine olanak sağlayan bir düzenleme getirilmiştir. Bunun dışında yine 199Ali Bayramoğlu, “Asker ve Siyaset”, Bir Zümre, Bir Parti, Türkiye’de Ordu, ed: Ahmet İnsel, Ali Bayramoğlu, Birikim Yayınları, İstanbul, 2004,s. 105–106. 200 Ibid..s. 107–108.
112
7. Uyum paketi düzenlemeleri arasında; sivillerin askeri mahkemelerde
yargılanmasına son veren değişiklik yer almaktadır.
Siyasette askerin rolünün fazla olduğu bir geleneğe sahip bir ülke olan
Türkiye’nin gerekli reformları gerçekleştirmediği takdirde, AB üyeliğinin tehlikeye
girebileceği yönünde yaklaşımlar vardır. Bu çerçevede Türk dış politikasının
kurumsal boyutunda gerçekleştirilen sözkonusu düzenlemelerde, AB koşulluluk
ilkesinin son derece etkin olduğu görülmektedir. Buna rağmen askerlerin dış politika
konusunda görüş beyan etmelerine sıkça rastlanmaktadır.201
Gerçekleştirilen tüm bu düzenlemelerle TSK icra/yürütme yetkilerini
kaybetse de; 2945 sayılı MGK Kanununun 2. Maddesinde zikredilen muğlâk milli
güvenlik tanımının mevcudiyetini koruması nedeniyle, ayırım eksenini siyasi
iktidar/devlet iktidarı bulan ve siyaset alanını daraltarak devlet iktidarını genişleten
simgeleyen askerin varlığının; esas model olarak varlığını sürdürdüğü yönünde
görüşler vardır.202 Bu görüşler, salt kurumsal değişikliklerle başka bir deyişle,
ordunun salt kurumsal fonksiyonlarının reforme edilmesiyle, asıl güç ilişkileri
kırılmadan AB reformlarının amacına ulaşılamayacağının altını çizmektedir.203
Mali denetim hususunda da; ordunun elindeki devlet mallarının
denetlenmesinin gizli olacağı yönündeki düzenleme ile radikal bir değişiklik
getirilmemiştir. Sayıştay’ın askeri mal ve harcamalar üzerindeki denetimi
kendiliğinden ve sürekli hale getirilmeyerek kalıcı nitelikte bir değişiklik
oluşturulamamıştır.204
201 Aydın, Açıkmeşe, op.cit., s. 270. 202 Bayramoğlu, op.cit., s, 111–113 ilgili maddede geçen milli güvenlik tanımı; “devletin anayasal düzeninin, milli varlığı ve menfaatlerinin türlü dış ve iç tehditlere karşı korunması” şeklindedir. 203 Ümit Cizre, 'Problems of Democratic Governance of Civil-Military Relations in Turkey and the European Union Enlargement Zone’, European Journal of Political Research, No:43, 2004, s. 107–125. 204 Bayramoğlu, op.cit.,s. 114–116.
113
1997 yılında görüldüğü gibi ordu artık doğrudan müdahalelerden
kaçınmaktadır. Bu bağlamda; AB süreci Türkiye’de herne kadar asker-sivil
ilişkilerinin demokratikleşmesine katkıda bulunsa da; reformlara rağmen; en azından
uzun bir süre için askerin politikadaki rolünün devam edeceğine ilişkin görüşler
vardır. Türkiye’de ordunun Soğuk Savaş sonrası genel trende uygun olarak sivil
işlere kayan post modern ordu görünümüne geldiğini söylemek mümkün değildir.205
Yakın gelecekte de askerin özellikle bazı hassas alanlarda etkisini sürdüreceğine
ilişkin görüşün başlıca nedeni, Türk siyasi ve toplumsal kültürünün askere bakışında
yatmaktadır.
Geleneksel olarak Türk toplumunda TSK’nın görevinin, gerek laik
cumhuriyetin korunması, gerekse toplumdaki İslami etkilerin dengelenmesi olduğu
düşünülmektedir. Cumhuriyeti kuran kesim olan askerlerin temel amacı;
Cumhuriyetin korunması ve bu doğrultuda laiklik ve birlik beraberliğin
sağlanmasıdır. Türk toplumu kendini asker-millet olarak tanımlayarak, toplumsal
olarak askere olan saygın bakışını günlük yaşantısındaki ritüellerle de
sürdürmektedir. Bu çerçevede TSK siyasal sistem içindeki konumunu toplumsal
meşruiyetini sağlayarak, başka bir deyişle toplumsal düzeyde sağladığı destekle
pekiştirmiştir ve toplumda en çok güven duyulan kurumdur.206 Bu yaklaşımda
TSK’nın kendisini siyaseten ve toplumsal olarak koyduğu yerin büyük etkisi vardır.
TSK sadece askeri işlerle değil, iç ve dış politika ile yakından ilgili ve bu çerçevede
iç ve dış politikaya ilişkin kararların alınma ve uygulanma safhasında hayli aktif
olması gerektiği düşünülen bir kurumdur. Ordunun Kurtuluş savaşı sırasında
205 Aylin Güney, Petek Karatekelioğlu, ‘Turkey’s EU Candidacy and Civil-Military Relations: Challenges and Prospects’, Armed Forces and Society, Vol: 31, No:3, Spring 2005, s. 439-462. 206 Tanel Demirel, ‘Türk Silahlı Kuvvetlerinin Toplumsal Meşruiyeti Üzerine’, İnsel ve Bayramoğlu, op.cit.,s. 345–381.
114
üstlendiği ‘etkin ve kaçınılmaz rol’, savaş yılları ile sınırlı kalmayarak, günümüze
dek sürmüştür. Bu çerçevede; askeri otorite ‘fiili referansını savaş ve iktidar
mücadelesi koşullarından’, ‘fikri referansını ise Kemalizmin topluma ve siyasete
bakışı’ üzerine kurmuştur.207 Bu model; bir süreç haline dönüşerek Cumhuriyetin
kuruluşundan beri sürdürdüğü Ordunun kendi içinde “merkezileşmesi” ve devlet
mekanizması içindeki “özerkleşmesi”208 hareketleriyle pekişmiştir. Özellikle
özerkleşme; ordunun bu rolü ‘iç ve dış siyasetteki belirleyici rolünden ve bu rolü
aracı bir siyasi kurum olmadan doğrudan oynayabilmesinden beslenir’ ve ordunun
mali hukuki ve siyasi denetimden muaf halini gösterir. 209
TSK’nın Türk siyasetindeki etkin ve belirleyici rolünün tarihi ve kültürel
nedenleri yanında; sivil unsurların etkisizliği gibi nedenleri de vardır. Türkiye’de
milliyetçi sağ ile merkez sağ ve sol, TSK ile statünün korunması hususunda paralel
hareket etmektedir. Sivil siyaset unsurları, hareket alanlarını belirlerken ordu
faktörünü sıklıkla dikkate almak durumundadırlar. ‘Hiçbir siyasal grup TSK’nın
devletin bekasını koruma gerekçesiyle hâkim ideolojiyi yeniden tanımlayarak
iktidara müdahale yeteneğini bertaraf edebilmiş değildir.’210
Bazı yazarlara göre, ordunun siyasetteki etkisini sürdürmede en önemli aracı
olan MGK ile artık milli savunma anlayışından milli güvenlik anlayışına
geçilmiştir.211 Devletin milli güvenlik siyasetinin tayin, tespit ve uygulaması
biçiminde ifade edilebilecek MGK’nın görevleri ve iç ve dış siyaseti kapsayan milli
güvenlik anlayışı; beş yılda bir yenilenen MGSB ile ortaya konmaktadır. MGK
207 Bayramoğlu, op.cit.,s. 59-118. 208 Özerklik ifadesini orduyu paralel iktidar odağı anlamında kullanan bir başka yazar: Ümit Cizre, ‘Egemen İdeoloji ve Türk Silahlı Kuvvetleri, Kavramsal ve İlişkisel Bir Analiz’, İnsel ve Bayramoğlu, op.cit, s. 135–139. 209 Bayramoğlu, op.cit.,s. 59-118. 210 Cizre, ‘Egemen İdeoloji ve Türk Silahlı Kuvvetleri, Kavramsal ve İlişkisel Bir Analiz’,s. 144–146. 211 Bayramoğlu, op.cit., s. 78.
115
tarafından hazırlanan MGSB’de temel tehditlerin bölücü ve irticai faliyetler/siyasal
islam olduğu görülmektedir. 1997 yılındaki belgede; Türkiye’nin AB üyelik
hedefinin korunması gereğinin de altı çizilmektedir.212 Bu durum Üçüncü Bölümde
söylem Avrupalılaşması örneğinde incelenmektedir.
Cizre’ye göre; Soğuk Savaş döneminde TSK’nın siyasetteki etkin yeri, bu
dönemde ABD’nin öngördüğü milli güvenlik devleti modeli gereğinin sonucudur.
Ancak Soğuk Savaş sonrası dönemde; savaş tehdidinin azalmasıyla birlikte tüm
dünyada ordular bir meşruiyet ve varoluş krizine girmiş ve orduların demokratik
denetimi ön plana çıkmışken; Türkiye’de ordu; Soğuk Savaş sonrası dönemde de;
‘devletin bekasına dayalı Soğuk Savaş korkularına dayalı bir güvenlik anlayışından
daha sivil ve barışçıl bir gündeme kaydıramamaktadır.’213 Bu görüşün uzantısı;
TSK’nın abartılı tehdit tanımlaması yaptığı ve jeostratejiye atfedilen önem ile
realpolitik’e dayalı bir yaklaşım sergilediğidir.214 TSK’nın iç ve dış tehdit tanımlama
hareketlerini kendi özerkliğini genişletme yolu ve nedeni olarak gören yazarlar
vardır.215
TSK’nın AB konusuna bakışına bakıldığında farklı görüşlerin varolduğu
görülmektedir.
Türk siyasi hayatında 1960, 1971, 1982 ve 1997 yılında doğrudan ve dolaylı
müdahalelerle hayli etkin olan TSK’nın AB ile ilişkilerde başlıca açmazı; Batılılaşma
yanlısı olarak temelde AB’ye üyelik konusuna destek vermesi, ancak AB’nin TSK
için öngördüğü düzenlemelerle siyasetteki etkisinin azalması tehlikesiyle karşı
212 Ibid.,s. 89-90. 213 Cizre, ‘Egemen İdeoloji ve Türk Silahlı Kuvvetleri, Kavramsal ve İlişkisel Bir Analiz’s, 139. 214 İlhan Uzgel, ‘Ordu Dış Politikanın Neresinde’, İnsel ve Bayramoğlu, op.cit., s. 319–326. 215 Cizre, ‘‘Egemen İdeoloji ve Türk Silahlı Kuvvetleri, Kavramsal ve İlişkisel Bir Analiz’, s. 158.
116
karşıya kalmasıdır. Buna rağmen ordu, AB üyeliğini destekleyen halkın gözünde
meşruiyetini kaybetmemek için, AB reformlarına doğrudan karşı çıkmamaktadır.216
Bazı yazarlara göre ise TSK, iç ve dış tehdit tanımlamalarına giderek “öteki”
yaratmakta ve Cumhuriyetin bekçisi rolünü sözkonusu tehditler ve ötekiler üzerinden
yeniden üretmektedir. AB’nin Türkiye’de ordu için yaptığı eleştiriler çerçevesinde
gerçekleştirilen reformlar ise TSK tarafından ancak “kontrol edilebildiği” ölçüde
olumlu karşılanmakta ve aslında AB tarafından istenen değişikliklerinin oldukça
radikal olan yönü layıkıyla değerlendirilememektedir. Buna ek olarak, AB tarafından
eleştirilen noktalar, TSK tarafından Türkiye’nin özel coğrafi konumunun etkisi ve
irtica ve Kürt milliyetçiliği gibi iç tehditler nedeniyle insan hakları ihlalleri ve
demokrasi konusunda bazı eksiklikler yaşanabileceği şeklinde argümanlarla
karşılanmaktadır.217
Bu görüşe paralel olarak; TSK’nın milli dava olarak kabul ettiği, hayati ve
ulusal çıkarların olduğu düşünülen Kıbrıs, Ege Sorunları, NATO ve AGSP ilişkileri,
Irak’ın Kuzeyi ve Kürt sorunu yanında İsrail ile ilişkiler gibi konularda temel karar
alıcı merci olduğu ve bu alanlarda Türkiye’deki diğer dış politika aktörlerine oranla
oldukça baskın şekilde faaliyet gösterdiği, bu durumun kamuoyu ve siyasi iktidarlar
tarafından da meşru kabul edilerek sorgulanmadığı yönünde görüşler de vardır. Buna
göre; TSK, yukarıda bahsedilen iç politikadaki etkinliğini, dış politikada tercihlerinin
belirlenmesinde kullanmış, dış politikada milli dava addettiği konulardaki
hâkimiyetini ise iç politikadaki etkinliğini pekiştirmek için kullanmıştır.218
216 Ayşe Aslıhan Çelenk, ‘The Restructuring of Turkey’s Policy Toward Cyprus: The Justice and Development Party’s Struggle For Power’, Turkish Studies, Vol: 8, no. 3, September 2007, s. 357. 217 Cizre, ‘Egemen İdeoloji ve Türk Silahlı Kuvvetleri, Kavramsal ve İlişkisel Bir Analiz’,s. 151–157. 218 Uzgel, op.cit.,s. 312-314
117
Başka bir görüşe göre ise; ordu, ‘özelde kendi kurumsal bütünlüğüne, genelde
de Türkiye’nin bütünlüğüne zarar vermediği sürece’ Türkiye’nin karşı karşıya
kaldığı iç tehditlerden siyasal İslam ve Kürt milliyetçiliği gibi sorunlar yanında
ekonomik sorunlarla mücadele etme konusunda AB reformlarını desteklemeyi
sürdürecektir. AB Türkiye’nin üyeliği için güvenilir bir yaklaşım sergilemezse,
reformların gerçekleşmesi ile sağlanan asker-sivil uzlaşması önünde bizatihi AB’nin
kendisi engel teşkil edebilecektir.219 Bunun yanında, Yunanistan ile ilişkiler ve PKK
ile mücadelede alınacak tedbirlerin niteliği gibi konulardaki ilerlemenin; TSK’nın
desteği olmaksızın gerçekleşemeyeceği yönünde görüşler de vardır. Buna göre;
TSK; 1997 yılı MGSB’de zikredilen Siyasal İslam ve Kürt Milliyetçiliği gibi
tehditler yanında ekonomik zorluklar, Irak ve AGSP konularındaki endişelerin
bertaraf edilmesinde AB reformlarını en etkili araç olarak görmektedir. Bu görüşe
göre; AB, PKK ile mücadelede askeri değil sivil tedbirlerin öncülüğünü benimsediği
ve Türkiye’ye de bu çerçevede askerlerin değil sivillerin çözüm için çalışmalarını
salık verdiği için, sözkonusu mücadelede sivillerin varacağı mutabakat, ordunun
terörle mücadelede hayatını kaybedenleri gözardı etmeksizin reformları da
desteklemesini sağlayacaktır. Ordunun AB ile ilişkilerde bir kâr-zarar hesabıyla
Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı tehditlerle tek başına mücadele etmenin daha
maliyetli olacağı sonucuna vardığı yönünde görüşler vardır. Ancak ucu açık
müzakere tarihi verilmesi ve tam üyelik hedefi garantilenmeden birçok riskle karşı
karşıya kalınması konusunda ordunun reformlarla ilgili çekinceleri belirebilir.220
Geniş bir bakış açısıyla ise; asker-sivil ilişkilerinin AB sürecinden
etkilenmesi konusu, güvenlik söyleminin küreselleşmenin etkisi nedeniyledir. 219 Ersel Aydınlı, Nihat Ali Özcan, Doğan Akyaz, ‘The Turkish Military’s March Towards Europe’, Foreign Affairs, vol:85, no:1January-February 2006. 220 Ibid.
118
Küreselleşme; içinde medya, iş dünyası, kadın hareketleri, Sivil Toplum Kuruluşları
(STK) yer aldığı sivil aktörlerin politika yapımına katılımını sağladığı gibi, ulus-altı
ve yerel hareketlerle işbirliğini teşvik etmekte ve böylece kültürel çoğulculuk gibi
etkileşimleri de beslemektedir. 1999’dan beri Türkiye’nin STK’larla etkileşimi ve
özellikle sığınmacılarla ilgili politikasını yumuşatması da güvenliğin
küreselleşmesinin işaretleri olarak kabul edilmektedir. Bu durumda geleneksel Türk
güvenlik söylemini zorlayan nedenlerin küreselleşen güvenlik nedeniyle
gerçekleştiği, bu durumun da AB reformlarını hızlandırdığını yönünde yaklaşımlar
vardır.221
Burada vurgulanması gereken husus; tezin amacının, asker-sivil ilişkileri
bakımından mevcut durumun veri olarak kabul edilip, sorgulanmaması ya da
sorgulanması değil; Avrupalılaşmanın sözkonusu duruma etkisini tartışmaktır. Bu
durumda; asker-sivil ilişkilerinin Avrupalılaşma çerçevesinden incelenmesinde;
koşulluluk ilkesinin uygulanması sonucu gerçekleştirilen reformlar ile sağlanan
değişimlerin, görünürde değil, özde olmasının zaman alacağı anlaşılmaktadır. Bu
durumda AB reformların kurumsal yapıda görünürde bir değişiklik yaptığını ancak
yapısal bir değişikliğin sağlanmadığını söylemek mümkündür.
5. Sivil Toplum ve Kamuoyunun AB’ye Bakışı
Küreselleşme etkisi yanında AB’nin kendine has yönetsel yapısı da
Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde aday ülkelerde sivil toplumun politika
yapımına katılmasına teşvik etmektedir. Sivil toplumun göreli olarak dışa kapalı bir
221 Pınar Bilgin, ‘Turkey’s Changing Security Discourses: The Challenge of Globalisation’, European Journal of Political Research, No:44, 2005, s. 175–182. Bilgin, makalede Avrupalılaşma terimini kullanmamakta ancak Küreselleşme ve AB’nin etkisi ile gerçekleşen reformları bir başka deyişle Avrupalılaşmayı aynı anlamda kullanmaktadır.
119
alan olan dış politika alanında etkin olmaya başlaması da bu yapının etkileri
bağlamında incelenebilir.
AB, “çok katmanlı yönetişim”222 olarak adlandırılan; yetkinin, ulusal ve
bölgesel düzeyde kullanılmasına olanak veren kendine has bir yönetim ağı
oluşturmuştur. Bu ağ, bölgesel düzeyde etkin olan kademelerinin de yönetime
katılmalarını teşvik ettiğinden doğası itibariyle sivil topluma açık bir sistemdir.
Bunun da ötesinde AB karar alma sistemi çerçevesinde, AB Komisyonunun önerdiği
mevzuatın, Konsey ve Parlamentonun onayı ile yasalaşmasının ardından, Komisyon
yasaları yerel düzeyde uygulayabilmek için “komitoloji” olarak adlandırılan sistemi
kullanmaktadır. Komitoloji, yerel düzeyde sivil toplum kuruluşları temsilcileri ve
ilgili uzmanlardan oluşan ve yasal boşlukların ilgili uzmanlarca doldurulması yoluyla
işleyen bir sistemdir. Bu çerçevede mevzuat uygulanması aşamasında da sivil
toplumun etkin katılımı olmaktadır.
Sivil toplumun politika yapımına aktif katılımına olanak sağlayan bir başka
mekanizma ise AB bünyesinde kurulmuş olan ve karar verme mekanizmasında
danışma anlamında önemli roller üstlenmiş olan “Ekonomik ve Sosyal Komite”dir.
Komite, AB üyesi olmayan ülkelerdeki sivil toplum kuruluşlarıyla bağlar kurmak ve
politika yapımına ilgili sivil toplum örgütlerinin katılımını teşvik gibi amaçlara
haizdir.223 Nitekim Türkiye de uyumlaştırma çalışmaları kapsamında DPT
bünyesinde Ekonomik ve Sosyal Konsey’i kurulmuştur.
AB’de sivil toplumun (dış) politikaya katılımına olanak sağlayan resmi
kanallar dışında gayri-resmi kanallar da sıklıkla kullanılmaktadır. AB’nin başkenti
222 Bu kavram “Multi-Level Governance” olarak adlandırılmaktadır. 223 Ekonomik ve Soysal Komite ile ilgili ayrıntılı bilgi için. Bkz: The EESC: a Bridge between Europe and Organized Civil Society, http://www.eesc.europe.eu/documents/publications7pdf/booklets/EESC–2007–002-EN.pdf.
120
Brüksel, AB Komisyonu ve Parlamentosu nezdinde lobi yapmak üzere pek çok lobi
kuruluşuna ev sahipliği yapmaktadır. Esas itibariyle AB sistemi, lobiciliğe ciddi
anlamda açık bir sistemdir.224
Ayrıca, AB’nin Anayasa referandumları sırasında doruk noktasına ulaşan
ancak çok daha önce hissedilmeye başlanan “meşruiyet” sorunlarını bertaraf
edebilmek için sivil toplumun katılımını sağladığı ve Avrupalılaşma kavramı
çerçevesinde aday ülkelerde teşvik ettiği de bilinmektedir.
Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde AB’nin neo-korporatist yapısı ve
sözkonusu yapıyı aday ülkelerde de görmek istemesi,225 sivil toplumun (dış)
politikaya katılması için temel çerçeveyi oluşturmaktadır. Sivil toplumun özellikle
dış politika alanına katılımı konusu, AB’nin yapısından kaynaklanan ve yumuşak güç
özellikleri nedeniyle vurgu yaptığı ekonomik ve siyasi kriterler, başka bir deyişle
Kopenhag kriterlerinin uygulanması nedeniyle mümkün olabilmektedir.
Türk dış politikasına sivil toplumun katılımının Soğuk Savaş sonrası
dönemde ve AB adaylık süresince yoğunlaştığı yönündeki tespitin, yukarıda
açıklanan dışsal nedenleri yanında, iç nedenleri de vardır. Nitekim Türkiye’de büyük
iş çevreleri, sendikalar ve diğer sivil toplum kuruluşları, Gümrük Birliği sürecinin
başlamasıyla birlikte, başka bir deyişle AB sürecinin etkilerini hissetmeye
başladıkları andan itibaren sürece dâhil olmanın yollarını aramaya başlamışlardır.226
224 AB’de lobicilikle ilgili bkz: Rinus van Schendelen, Machiavelli in Brussels, The Art of Lobbying in the EU, Amsterdam University Pres, Amsterdam, 2002, s. 131–151. 225 Erhan Doğan, ‘Sendikalar ve Türkiye’nin Avrupa Birliği Siyaseti (Trade Union Confederations and Turkey’s EU Policies)’, Akdeniz İ.İ.B.F Dergisi, (6), 2003, s. 19–43. 226Ibid.,s. 20.
121
a. TÜSİAD, İKV, Sendikalar vd. ve AB
Türkiye’de sivil toplum içinde, başta büyük iş çevrelerini temsil eden Türkiye
Sanayiciler ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) olmak üzere İktisadi Kalkınma Vakfı
(İKV) ve sendikaların giderek artan biçimde seslerini duyurmaya başladıkları açıktır.
Sözkonusu kuruluşlar içinde belki de en etkin olanı sahip olduğu ekonomik
kaynaklar nedeniyle TÜSİAD’dır. TÜSİAD, salt ekonomik değil, giderek artan
biçimde siyasi konulardaki görüşlerini de ifade etmektedir. İKV ile birlikte
Brüksel’de temsilciliği olan TÜSİAD, kritik zamanlarda AB bürokratlarını ziyaret
edip, çeşitli rapor, kitap ve broşürler hazırlayarak, Türkiye AB ilişkilerinde etkisini
göstermektedir. Ayrıca, Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) ile birlikte
AB özel sektörünün temsilcisi olan Union of Industrial and Employer’s Association
(UNICE) üyesidir.
Ancak, iş dünyası içinde AB’ye karşı homojen bir yaklaşım
bulunmamaktadır. TÜSİAD; AB taraftarı iken, Türkiye Türkiye Odalar ve Borsalar
Birliği (TOBB) AB’ye karşı daha şüpheci bir tavır içindedir.
İşçi ve İşveren örgütlerinin süreç içindeki yeri de bu bağlamda incelenmesi
gereken bir diğer konudur. Türkiye AB ilişkilerinin gelişmeye başladığı 1980’li
yıllardan itibaren, sürecin etkilerini hissetmeye başlayan işçi ve işveren örgütleri,
AB’yi ülkenin yapısal sorunlarını aşabilmek için bir alternatif olarak görmeye
başlamışlardır.227
Ancak bu yıllarda işçi sendikalarının AT’ye olan ilgisi ideolojik eğilimlerin
ağır basması ve gündem sıralarının altında yer alması düzeyinde idi. 1987 yılında
tam üyelik başvrusunun gerçekleştirilmesi ve 1995 yılındaki Gümrük Birliği kararı
ile sendikaların AB konusuna ilgisi artmıştır. Bu durum kendisini Devrimci İşçi 227 Ibid. Idem.
122
Sendikaları Konfederasyonu (Disk), Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-
İş), Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Hak-İş) ve Kamu Emekçileri
Konfederasyonu’nun (Kesk) farklı tarihlerde Avrupa Sendikalar Konfederasyonu
(European Trade Unions Confederation-ETUC) üyesi olmaları ve Disk’in Brüksel
temsilciliği açmasıyla da göstermiştir. Sendikaların AB’nin muadil kuruluşlarında
yer almaları, konu ile ilgili politika üretme sürecini de hızlandırmıştır. Bu durum
1997 yılında gerçekleştirilen Lüksemburg Zirvesinde Türkiye’nin aday ülkeler
arasında sayılmadığı dönemde kesintiye uğramamış, aksine hızlanmıştır.228
Türkiye’nin üç büyük sendika konfederasyonu Disk, Hak-iş ve Türk-iş’in AB
ile ilişkilerine bakıldığında; Disk ve Hak-İş’in Türkiye’nin AB üyeliğini
desteklediklerini, muadil AB kuruluşlarına aktif ve istekli olarak katıldıkları
görülmektedir. Türk-İş ise prensipte desteklemesine rağmen, AB üyeliği konusunda
oldukça eleştirel bir tavır takınmakta ve bu eleştirel tutumunu sendikal hakların
ötesinde temel dış politika konularını esas alarak temellendirmektedir. Her üç
sendikanın da AB konusundaki sürecin gelişmesine bağlı olarak faaliyetlerini
arttırdıklarını ancak Türk siyasetinde azalan güçleri nedeniyle etkilerinin sınırlı
olduğunu söylemek mümkündür.229
Sivil toplum tanımı kapsamına gören ve AB konusunda faaliyet gösteren
aralarında Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) gibi vakıf ve
Dernekler230 bulunmaktadır. Son yıllarda sayıları gittikçe artan düşünce
kuruluşlarının da AB’ye ilişkin masalar kurdukları ve yayın faaliyetinde bulundukları
bilinmektedir. Medya ise AB destekçisi ya da karşıtı olarak daha keskin bir ayırıma
tabi tutulmaktadır. 228 Ibid., s. 20-25. 229 Ibid., s. 29-41. 230 Örneğin Türkiye Avrupa Birliği Derneği.
123
Büyük iş çevreleri, işçi örgütlenmeleri ve diğer sivil toplum kuruluşları
yanında üniversitelerin Uluslararası ilişkiler bölümlerine AB ile ilgili derslerin
koyulmasının yanı sıra, başta Ankara Üniversitesi bünyesinde Avrupa Toplulukları
Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM) olmak üzere Üniversitelerde Araştırma
Merkezleri ve kürsüler231 oluşturulmuştur.232 İlgili merkezler AB’ye ilişkin yüksek
lisans ve doktora programları yanında, kısa dönemli kurslar233 da düzenlenmektedir.
Akademik çevrenin konuya ilgi göstermesinin ve ilgili kuruluş ve yetiştirilen öğrenci
sayısındaki artışın Avrupalılaşmanın kurumsal boyuttaki göstergelerini oluşturduğu
açıktır.
Sivil toplum kuruluşlarının Türk (dış) politikasında ne derece dikkate
alındığına bakıldığında, hükümetlerin kendileriyle paralel politikalar izledikleri
sürece sözkonusu kuruluşların görüşlerine itibar ettikleri görülmektedir.234 Bu
durumda, Türk dış politikasının geleneksel devlet merkezli yaklaşımında ciddi bir
değişiklik olmadığı söylemek mümkündür. Bu durum özellikle Türkiye’nin AB’ye
aday ülkeler arasında sayılmadığı Lüksemburg Zirvesi ile 1999 yılında resmi olarak
aday ülke ilan edildiği Helsinki Zirvesi sırasında belirgindir. Lüksemburg Zirvesi
sonrası Türkiye, AB ile siyasi ilişkileri askıya almış, TÜSİAD gibi önemli sivil
toplum kuruluşlarının AB nezdindeki faaliyetlerine aralıksız devam etmişler ve
Türkiye’yi AB süreci içinde tutmaya çalışmışlardır.
231 Üniversitelerin Jean Monnet kürsüleri buna örnektir. 232 Bahçeşehir Üniversitesi Brüksel’de irtibat merkezi açan ilk Türk Üniversitesi olmuştur. http://www.abhaber.com/haber.php?id=11496, erişim tarihi: 12/02/2008. 233AB bütünleşmesinin tarihsel boyutu ve Türkiye-AB ilişkileri yanında, çeşitli AB ortak politikalarına ilişkin uzmanlık kursları ve AB fonlarından faydalanabilmek için Proje hazırlama kursları da bu kapsamda değerlendirilmelidir. 234 Erhan Doğan, ‘AB Katılım Süreci, Neo-Korporatizm ve Türk Siyasetindeki Korporatist Kalıntılar’ Sivil Toplum ve Dış Politika, Yeni Sorunlar, Yeni Aktörler, ed: Semra Cerit Mazlum, Erhan Doğan, Bağlam Yayınları, İstanbul, 2006, s. 49–50.
124
Şayet sivil toplumun dış politikaya katılımını Avrupalılaşma kavramı
çerçevesinde inceleyeceksek, AB’nin Türkiye’ye olan etkisinin yine sınırlı kaldığı ve
gelişmelerin esas itibariyle Türkiye’nin iç siyasi gelişmeleri izin verdiği ölçüde tesis
edildiği tespitini yapmak mümkün gözükmektedir. Zira geleneksel olarak Türk
hükümetleri zaten AB taraftarıdır ve büyük ölçüde AB taraftarı olan sivil toplum
kuruluşları ile aynı safta yer almaktadırlar.235 Bu durumda devlet ve sivil toplum
kuruluşları arasındaki doğal gerilim AB konusunda yaşanmamaktadır. Her ne kadar
sivil toplumun görüşleri müzakere pozisyonları hazırlanırken dikkate alınsa da; bu
durum AB ile müzakereyi gerçekleştiren temel muattabın Türk hükümeti olduğu
gerçeğini değiştirmemektedir. Bu çerçevede aslında sözkonusu sivil toplum
kuruluşlarının Türkiye-AB ilişkilerinde resmi politikaya alternatif değil, onları
tamamlayıcı rol üstlendiğini söylemek mümkündür.
b. Türk Kamuoyu ve AB
Kamuoyunun etkisi ise sivil toplumun dış politikaya katılımından daha etkili
bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Kamuoyunun desteğinin Avrupalılaşmanın
göstergelerinden biri olarak kabul edilmesinin yanı sıra, belirli uluslararası olaylarda
etkili olduğu açıktır.
Nisan-Mayıs 2007 tarihinde gerçekleştirilen araştırma sonucu elde edilen ve
AB Komisyonu tarafından yayınlanan Eurobarometre Türkiye Ulusal Raporu
235 Devlet ile sivil toplum arasında AB konusundaki uzlaşmanın bir diğer nedeni, Türkiye’de büyük iş çevrelerinin kapitalizmi Batılı meslektaşlarına göre daha geç benimsemelerinin yanında, Osmanlıdan gelen bir gelenekle ticaretle uğraşmanın meşruiyetini sağlamak için devlet ve toplumla daha barışık olmalarıdır. Büyük iş çevreleri 1980 sonrası siyasette güçlense de, halen devletin ekonomi ve siyasetteki ağırlığının sürdüğü belirtilebilir.(Ayşe Buğra, Devlet ve İşadamları, İletişim Yayınları, 4. baskı, İstanbul, 2005,s. 16–18 ve 204–205).
125
sonuçlarına göre;236 Türk kamuoyunun AB üyeliğine desteği %52 olarak
belirlenmiştir. Ancak AB’ye duyulan güven konusunda olumlu görüş belirtenler,
%38’lik bir oranla Türkiye’nin AB üyesi ülkeler arasında alt sıralarda yer aldığını
göstermektedir.
Lauren M. McLaren’a göre; Avrupa bütünleşmesine yönelik kamu desteğine
ilişkin olarak yapılan birçok çalışma, bireylerin rasyonel fayda-maliyet
hesaplamalarını incelemektedir. Oysaki bu çalışmaların dikkate almadığı ve AB’ye
kamuoyu desteğini belirleyen en önemli faktörlerden birisi ulusal bağlılıklardan
kaynaklanan farklı kültürlere yönelik antipati/sempati derecesi, bir başka deyişle
algılanan kültürel tehdit düzeyidir. Bu durumda kamuoyu AB’ye destek düzeyi
fayda-maliyet analizinden ziyade kültürel algılamalardan kaynaklanmaktadır.237
Ancak AB bütünleşmesi konusunda yeterli bilgiye sahip olmayan kamuoyunun,
vekiller aracılığı ile destek düzeyini belirlediği de bilinmektedir. Bu vekiller,
genellikle halkın hakkında bilgi sahibi olduğu ve güvendiği hükümetler olabilir.238
Hükümetlerin yukarıda incelenen AB’ye yaklaşımları yanında, kamuoyu
davranışlarını yönlendiren kanaat önderlerinin yaklaşımlarını değerlendirmek
gerekir.
Siyasi olmayan Türk seçkinlerinin (yazar burada iş/sanayiciler, gazeteciler,
akademik ve bürokratik kesimi incelemiştir) AB’ye yaklaşımının incelendiği bir
çalışmada, Türkiye’nin AB ile ilişkilerindeki sorunlu alanlar konusunda Türk
seçkinleri ile AB resmi belgelerinde belirtilen noktalar arasında görüş farkı olduğu
236 Eurobarometer 67, Public Opinion in the European Union, First Results, Fieldwork: April-May 2007, Publication: June 2007, http://ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/eb67/eb_67_first_en.pdf, erişim tarihi: 2.9.2008. 237 Lauren M. McLaren, ‘Public Support for the European Union: Cost/Benefit Analysis or Perceived Cultural Threat?, The Journal of Politics;Vol:64, No:2,(May 2002),s. 551-566. 238 Ibid.,s. 553.
126
görülmektedir. Çalışmadaki bulgularda; Türk seçkinlerine göre AB Komisyonu
tarafından Türkiye için hazırlanan İlerleme Raporlarında belirtilen ekonomik
istikrarsızlık, olumsuz insan hakları sicili gibi eksikliklerden çok, ekonomik sorunlar,
siyasi istikrarsızlık, dini farklılık, nüfusun fazlalığı nedeniyle serbest dolaşım
konusunda sıkıntı yaşanması ve kültürel farklılık sorunları vurgulanmaktadır. Ayrıca
Türk seçkinlerinin Türkiye AB ilişkilerinde Kıbrıs konusuna atfettikleri önem AB
kadar değildir ve Türkiye-Yunanistan arasındaki sorunlar Türk seçkinleri tarafından
engelleyici görülmemektedir. Tüm sorunlara rağmen seçkinler AB’ye katılımın
Türkiye’ye en çok olumlu ekonomik etki yapacağını düşünmektedir ve AB’nin tüm
olumsuz değerlendirmelerine karşın AB’ye girme yanlısıdır. Seçkinler AB’nin
Türkiye’nin dini ve kültürel açıdan farklılığını hissettirmelerinden rahatsızlık
duymaktadır. Araştırmanın bir diğer önemli noktası, görüşülen seçkinlerden
hiçbirinin politikada askerin ağırlığına değinmemesi ve bu durumu Türkiye-AB
ilişkilerinde önemli bir sorun olarak görmemesidir.239
Nisan-Mayıs 2000 tarihinde TBMM üyeleri arasından siyasi partilere göre
seçilen (ANAP, DYP, DSP, FP, MHP) 61 kişilik bir örneklem grubuna yapılan bir
çalışmada da, siyasi olmayan seçkinler yanında siyasi seçkinlerin AB’ye bakışında
benzer sonuçlara ulaşmaktadır.240 Buna göre araştırmaya katılan parlamenterler
tarafından Türkiye-AB ilişkilerindeki iniş-çıkışlara ve dini ve kültürel nedenlerin
getirdiği farklılıkların sıklıkla telaffuz edilmesine rağmen, çoğunluğun yakın
gelecekte Türkiye’nin AB üyeliğine iyimser baktıkları sonucuna ulaşılmıştır.
Çalışmaya katılanlara sorulan sorular, Türkiye’nin AB’ye üyeliğine engel olabilecek
239 Lauren M. McLaren ‘Turkey’s eventual membership of the EU: Turkish elite perspectives on the issue’, Journal of Common Market Studies, March 2000, vol: 38 No: 1, s. 117–129. 240 Lauren M. McLaren ve Meltem Müftüler Baç, ‘Turkish Parliamentarians’ Perspectives On Turkey’s Relations with the European Union,’ Çarkoğlu ve Rubin, op.cit., s. 184-206.
127
temel etkenler üzerinedir. Parlamenterlerin çoğunluğu; AB’nin Türkiye için tespit
ettiği siyasi ve ekonomik eksikliklerden, demokratikleşme, insan hakları gibi siyasi
kısımları üzerine durmuşlardır. Ancak Kıbrıs konusu, AB görüşünün aksine
Türkiye’nin üyeliği için engel olarak görülmezken; siyasi partilerin gerek kendi
içlerinde, gerekse partiler arasında farklı görüşlere sahip oldukları görülmüştür. AB
resmi belgelerinde dile getirilmese de Türkiye bakımından olumsuz olduğu
düşünülen nüfus fazlalılığı konusunun ise Parlamenterler tarafından engel olarak
görülmediği belirlenmiştir. Parlamenterlerin AB üyeliğinin getireceği siyasi
avantajlara geniş yer verdikleri görülmektedir. Ancak çalışmada, AB konusunda
sahip olunan farkındalık ve bilgi düzeylerinin sınırlı olduğu saptaması yapılmıştır.
Bu iki çalışma; Türk siyasi ve siyasi olmayan seçkinlerinin Türkiye’nin AB üyeliğine
olumlu baktıklarını ve desteklediklerini ancak; üyeliğin yakın gelecekte gerçekleşip
gerçekleşmeyeceği konusunda çok iyimser olmadıklarını ortaya koymaktadır.
Araştırma bulgularında, siyasi ve siyasi olmayan seçkinlerin yaklaşımları ile
AB resmi belgelerinde Türkiye için saptanan eksikliklerin birbiriyle örtüşmediği
görülmektedir. Bu durum karşılıklı algılayış farkından kaynaklanmaktadır. AB’nin
tespit ettiği eksiklikler ile Türk seçkinlerinin Türkiye hakkında tespit ettiği
eksiklikler birbiri ile ne kadar örtüşürse, Türk seçkinlerinin o kadar Avrupalılaştığı
yönünde bir değerlendirme yanlış olmayacaktır.
B. AB Sürecinin Türk Dış Politikasına “Siyasa Düzeyinde” Etkisi
AB sürecinin Türk dış politikasına siyasa düzeyinde etkisi incelenirken;
öncelikle Soğuk Savaş sonrası Türk dış politikasının genel hatları verilecek, ardından
AB ile Türk dış politikası ile ilişkilere değinilecektir. AB ile ilişkilerde özellikle dış
128
politika bakımından AB Resmi belgelerinde Türkiye ile ilgili olarak yapılan tespitler
ve çeşitli politikalar bakımından uyum durumları incelenecektir. Bu durumda,
inceleme alanının “Siyasa Avrupalılaşması” ile sınırlandırıldığı görülmektedir.
Aşağıda Türkiye’nin ABD ile ilişkiler yanında, AGSP, Yunanistan ile
ilişkiler, Ege Sorunları, Kıbrıs sorunu, Orta Doğu Bölgesi ile Rusya ve Kafkasya ile
ilişkiler ve politikalar bakımından Avrupalılaşmaya konu olacak gelişmeler gösterip
göstermediğine bakılacaktır. Burada; AB’nin kendi mevcut politikaları bakımından
Türkiye’den bir değişiklik isteyip istemediği yanında Türkiye’nin sözkonusu
politikalar geliştirilirken AB etkisini dikkate alıp almadığının değerlendirilmesi
konuları önem kazanmaktadır. Bir başka deyişle, Birinci Bölümde incelenen
Avrupalılaşma kavramının ilk boyutu çerçevesinde AB’nin Türkiye’nin dış ve
güvenlik politikasına etkileri yanında, Avrupalılaşmanın ikinci boyutu kapsamında
Türkiye’nin herhangi bir politika alanındaki önceliğini AB düzeyine çıkartıp
çıkarmadığı değerlendirilecektir.
1. Soğuk Savaş sonrası AB ve Türkiye
a. Soğuk Savaş Sonrası AB ile ilişkiler ve Türk Dış Politikası
Soğuk Savaşın sona ermesinin Türk Dış Politikası üzerinde çok önemli
etkileri olduğu açıktır. Sovyetler Birliği ve Yugoslavya Federasyonu’nun
dağılmasının sistemik etkileri kadar Türkiye’nin komşu olduğu ülke sayısını
arttırması bakımından da Türkiye’ye etkileri olmuştur. Bunun yanında, Irak’ın
Kuveyt’i İşgali, NATO ve AB genişlemeleri gibi tüm gelişmeler, Türkiye’nin yakın
çevresindeki meydana gelmiştir. Tüm bu gelişmelere tehdit ve sorun çeşitliğini ve
belirsizlik ortamının etkilerini de eklemek gerekir. Ayrıca bu dönem, Kürt
129
ayrılıkçılığının Türkiye’nin bir ulusal güvenlik sorunu ve bölgeselleşen bir sorun
haline gelerek Türkiye iç ve dış politikasında belirleyici bir faktöre dönüştüğü bir
dönemi simgelemektedir. Zira bu dönemde Kürt sorununun dış uzantıları ve ilgili
ülkeler (İran-Irak-Suriye) Türk dış politikasının tehdit sıralamasında önemli yer
tutmaktadır. 241
Tüm bu arkaplan ile birlikte; Soğuk Savaş döneminde NATO’nun
Güneydoğu kanadında çok önemli bir yer tutan Türkiye’nin Sovyetlerin çökmesi
sonucu önemini yitirdiği yönünde tartışmalara konu olduğu görülmektedir. Ancak,
Türkiye Körfez Savaşı’nın ortaya çıkardığı yeni uluslararası ortamda özellikle ABD
için Orta Doğu bölgesine gerçekleştirilecek müdahalelerde eski önemini koruduğunu
ortaya koymuştur.
11 Eylül 2001 olayları sonrası gelişmeler de, Türkiye’nin Soğuk Savaş
sonrası öneminin azaldığı yönündeki görüşleri boşa çıkarmıştır. 1999 yılından
itibaren terörist lider Öcalan’ın yakalanması yanında AB tarafından Türkiye’nin aday
ülke ilan edilmesi gibi gelişmelerin Türkiye’nin bölgesindeki yapıcı rolünü yerine
getirmesine olanak sağladığı yönünde yaklaşımlar vardır.242
Soğuk Savaş sonrası oluşan ortamda, artan milliyetçiliğin de etkisiyle etnik
konularda daha hassas ve çıkarlarına daha duyarlı hale gelen Türkiye geleneksel
politikasından farklı olarak, başta Orta Doğu, Kafkaslar, Orta Asya ve Balkanlar
olmak üzere çevre bölgelerdeki gelişmelerde aktif olduğu bir döneme girmiştir.
Ancak başlangıçta ABD tarafından da desteklenen Orta Asya ve Kafkasya’da izlenen
aktif politika bir süre sonra çeşitli sebeplerden dolayı gündemden düşmüştür.
241 Gencer Özcan, ‘Doksanlı Yıllarda Türkiye’nin Değişen Güvenlik Ortamı’, En Uzun On Yıl, Türkiye’nin Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Gündeminde Doksanlı Yıllar, (der: Gencer Özcan ve Şule Kut) Büke Yayınları, 2. basım, İstanbul, 2000, s. 16–18. 242 Ziya Öniş ‘Turkey and the Middle East After September 11: the Importance of the EU Dimension’, Turkish Policy Quarterly 2(4),s. 83–91.
130
Soğuk Savaşın sona ermesi ile özellikle komşu bölgelerde izlenen aktif
politika Türkiye’nin kimlik krizinin yansımaları olarak görülebilir. Geleneksel
ideolojinin Batıcı yönü, kamuoyunun ise Orta Doğu ve Müslüman halklara olan
sempatisi Türkiye’nin dış politika ve kimlik tartışmalarında belirleyici olmuştur.
Geleneksel Batı ideolojisi halen Türkiye’nin yönetici sınıfının ideolojisi olarak iç ve
dış politikasını belirleyici niteliktedir. 243
Aktif politika, Türkiye’nin kimlik krizinin yansımaları olduğu kadar, Soğuk
Savaş sonrası stratejik önemini kaybettiği şeklindeki argümanların etkisiyle çeşitli
bölgelerde etki alanı arayışına girmesiyle de açıklanabilmektedir.244 Ancak bu
durumu uluslararası koşulların gerekliliği şeklinde gören yaklaşımlar da vardır. Buna
göre; Soğuk Savaş döneminin göreli kısıtlayıcı ortamından sonra ortaya çıkan
uluslararası ortam; Türkiye’ye aktif bir dış politika izleme olanağı sunmuş, Türkiye
de iradesini bu tarz bir politika izleme yönünde kullanmıştır. Gerçekten de bu
dönem, bölgelerin sorun ve etkinlikleriyle gündeme geldiği bir dönemi
simgelediğinden, birçok bölge ile komşu olan Türkiye’nin çevresi girdiği etkinlik
arayışını, uluslararası ortamın yansıması olarak görmek mümkündür.245Aktif
politikanın uzantısı, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya’nın dağılması sonucu
bağımsızlığını kazanan devletlerin, Türkiye’nin çevresinde yeni bir komşular kuşağı
ortaya çıkarması ile Türkiye’nin, birinci kuşak komşularıyla sorunlarını aşmak ve
yeni bir güvenlik ağı yaratmak için bu ülkelerle ilişkilerini geliştirmesidir.246Bunun
yanında Türkiye, bölgede doğrudan taraf olmadığı sorunlara da uluslararası toplumla
243 Mustafa Aydın, ‘The Determinants of Turkish Foreign Policy, and Turkey’s European Vocation’, The Review of International Affairs, Vol: 3, No:2, Winter 2003, s. 326. 244 Melek M. Fırat ‘Soğuk Savaş Sonrası Türk Yunan İlişkilerinde Değişim’, Beş Deniz Havzasında Türkiye, (der: Mustafa Aydın, Çağrı Erhan) Siyasal Kitabevi, Ankara, 2006, s. 268. 245 Şule Kut, ‘Türkiye’nin Soğuk Savaş Sonrası Dış Politikasının Anahatları’, Özcan ve Kut, op.cit.,s. 46–56. 246 Gencer Özcan, ‘Doksanlı Yıllarda Türkiye’nin Değişen Güvenlik Ortamı’, s. 25.
131
birlikte müdahale etmiş ve diplomatik girişimlerde bulunmuştur. Bunlardan bir tanesi
de 1992 yılındaki Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütüdür. (KEİ) Bu tür açılımlar
ile kendini gösteren Türk dış politikası, Soğuk Savaş sonrası dönemde de esas
itibariyle geleneksel dış politikasından sapma göstermemiştir. Aktif diplomasiye
rağmen yine de temkinli, gerçekçi, sınırların güç yoluyla değiştirilemeyeceği ve
toprak bütünlüğüne saygı anlamında statükocu ve diğer bölgelerle ilişkilerini Batı’ya
alternatif değil, Batı’nın gözündeki değerini bu bölgelerdeki faaliyetleriyle
güçlendirme amacında bir politika izlemiştir.247
Burada tezin amacı çerçevesinde, AB sürecinin Türk Dış Politikasına ne gibi
etkileri olmuştur? Soğuk Savaş sonrası politikaların belirlenmesinde AB’nin etkisi
var mıdır? ya da nedir? sorusunun cevaplanması gerekir.
AB ile ilişkiler Soğuk Savaş sonrasına da Türkiye’nin dış politikasında
önemli bir faktör olmaya devam etmiştir. 1987 yılında AT’ye yaptığı tam üyelik
başvurundan olumlu cevap alamayan Türkiye, 1964 yılında yürürlüğe giren Ankara
Anlaşması yükümlülüklerini yerine getirmeye devam etmiştir. 1 Ocak 1996 tarihinde
Katma Protokol gereklerinin yerine getirilmesiyle AB ile Gümrük Birliği tesis
edilmiştir. Bu gelişmelere rağmen, Soğuk Savaş sonrası ilişkilerde AB’nin 1995
yılındaki genişlemeden sonra önceliğini MDAÜ’ye verdiğini ve bu çerçevede
Türkiye ile ilişkisini ikinci planda gördüğünü söylemek mümkündür. AB’nin tek
pazar ve derinleşme-genişleme ikileminin yarattığı konular gibi iç sorunlarına
odaklanması da Türkiye’nin ön planda tutulmamasının diğer nedenleri arasındadır.
1997 yılında AB’ye aday ülkeler arasında sayılmayan, 1999 Helsinki Zirvesiyle
adaylık statüsü verilen Türkiye’nin 3 Ekim 2005 tarihinde müzakerelere başlamasına
rağmen pek çok alanda AB ile sorunlu bir ilişkisi vardır. 247 Şule Kut, op.cit., s. 46–56.
132
AB; Soğuk Savaş sonrası dönemde özellikle Maastricht Antlaşması
düzenlemelerinden de anlaşıldığı üzere, ekonomik anlamdaki kazanımlarını siyasi
alana da yansıtarak, uluslararası alanda bir kimlik ortaya koyma aşamasına gelmiştir.
Bunda, Körfez Savaşı sırasında AB üyelerinin ortak hareket edememeleri noktasının
da belirleyici olduğunu görmek gerekir. Maastricht Antlaşmasına eklenen ODGP
başlıklı sütun, AB’nin Soğuk Savaş sonrası oluşturmaya çalıştığı yapının nüvelerini
oluşturmaktadır. 1998 St. Malo Zirvesi ile ortaya atılan AGSP düzenlemeleri ve 1999
Helsinki Zirvesi ile Hızlı Müdahale Gücü’nün oluşturulması gibi gelişmeler AB’nin
güvenlik ve savunma alanında kendini ortaya koymak için kararlı bir yaklaşım
gösterdiğinin de kanıtları olmuştur.
Ancak AB tarafından Türkiye’ye stratejik önemi nedeniyle Soğuk savaş
yıllarında atfedilen önem, sonrasında AB’nin geçirdiği değişimler sonucu giderek
daha fazla demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi kriterlerin
değerlendirmede ön plana geçmesine neden olmuştur. Başka bir deyişle; AB’nin
Soğuk Savaş sonrası gelişmelerle, ekonomik birlik ötesinde siyasi bir oluşum haline
gelmesinin ve Avrupalı kimliğinin demokrasi, insan ve azınlık hakları, hukukun
üstünlüğü ve komşu ülkelerle barışçıl ve uzlaşmaya dayalı ilişkiler bağlamında
tanımlanmasının Türkiye-AB ilişkilerini doğrudan etkilediğini belirtmek gerekir. Bu
çerçevede; Türkiye’nin 1959 yılında AET’ye yaptığı ortaklık başvurusu Avrupalı
ülkeler tarafından Türkiye’nin stratejik önemi nedeniyle sorgulanmazken; 1990’lı
yıllar sonrasında Avrupanın (güvenlik) kimliğini tanımladığı ilkeler, Türkiye’nin
stratejik öneminin 1950’li yılların sonunda olduğunun aksine, göz ardı edilerek
133
sorgulanmasına ve Türkiye’nin Kopenhag kriterlerinde anlamını bulan şekliyle
değerlendirilmesine yol açmıştır. 248
Burada, AB’nin kendi iç gelişimi kadar, Türkiye’nin siyasi durumunun AB
ile sorunlu bir ilişki yarattığının altını çizmek gerekir. 1990’lı yıllarda PKK terörü ile
mücadelenin insan hakları ihlallerini arrtırması, Türkiyenin ekonomik zorlukları ile
birleşince AB ile ilişkiler kötü etkilenmiştir. 249
Bunun yanında, Soğuk Savaş sonrası yeni Avrupa Güvenlik mimarisinin
dışında kalmak istemeyen Türkiye’nin, 1990’lı yılların başlarından itibaren Avrupa
ile ilişkilerinde sözkonusu güvenlik konusuyla ile ilgili Türkiye-AB ilişkilerinin
genel seyrine ilaveten bazı sorunlar yaşamaya başladığını belirtmek gerekir. 1999–
2001 yılları arasında aşağıda ayrıntılı olarak incelenecek sözkonusu konuda Kıbrıs
sorunu ile bağlantılı olarak halen sorunlar yaşanmaktadır.
Bu çerçevede, Türkiye’nin Avrupa’da 1990’lı yıllardan itibaren ortaya
çıkmaya başlayan yeni güvenlik yapısında durumunun belirsizleşmeye başlaması,
Türk güvenlik seçkinlerinin gözünde ABD, NATO ve İsrail ile ilişkileri daha fazla
ön plana çıkarmalarına neden olmuştur.250
1999 yılında gerçekleştirilen Helsinki Zirvesinde Türkiye’nin AB’ye aday
ülke olarak ilan edilmesi Türk dış politikasına yeni bir ivme kazandırmıştır. Bu
durum AB ile ilişkiler olumlu şekilde geliştikçe, Avrupalılaşmanın arttığına dair
görüşle de örtüşmektedir.
Türkiye’nin AB’ye aday ülke ilan edilmesiyle eşzamanlı olarak AGSP’nin
operasyonel hale getirilmesinin tesadüf olmadığı ve bu durumun Türkiye’nin Avrupa
248 Oran, op.cit.,s. 326-327. 249 Fırat, op.cit., s. 270. 250 Aydın, ‘The Determinants of Turkish Foreign Policy, and Turkey’s European Vocation’s. 326.
134
güvenliğinde oynadığı rolle ilintili olduğu yönünde görüşler vardır.251 Nitekim
üçüncü bölümde incelenecek olan AB güvenlik kimliği başlığı altında inceleneceği
üzere; Türkiye’den enerji güvenliği bağlamında sıklıkla söz edildiği görülmektedir.
Öniş, ekonomik ve siyasi ilişkiler ağı ile çevresiyle ilişki kuran, ikili
çatışmalarda dengeli bir tutum sergileyen ve çatışmaların çözümüne diplomatik bir
yaklaşımla katkıda bulunmaya çalışan bölgesel güçlerle, kuvvet kullanma eğilimi
olan, uluslararası olaylarda realist tutum takınan istikrarsızlık kaynağı ve ikili
çatışmalarda tek taraflı tutum alan bölgesel güçleri ayırmaktadır. Buna göre, Türkiye
1980 ve 1990’larda özellikle PKK ile mücadele, Irak’ın Kuzeyine müdahaleler ve
İsrail ile yakın askeri ilişkiler nedeniyle ikinci kategoriye girerken, 1999 yılından
sonra ilk kategori içine giren özellikler sergilemeye başlamıştır. 1999 yılının dönüm
noktası olmasının sebeplerinden biri, 1999 yılı Şubat ayında Öcalan’ın
yakalanmasının PKK ile mücadelede üstünlük kazanılmasına neden olmasıdır.
Yoğun askeri mücadelenin sona ermesi, Kürt realitesine bakışı yumuşatarak, sivil
girişim ve kültürel haklara daha dengeli bir yaklaşım geliştirilmesini sağlamıştır.
Diğer neden ise 1999 yılı Aralık ayında AB tarafından Türkiye’ye adaylık statüsü
verilmesidir. Adaylık statüsü verilmesinin ardından geçen üç yıllık zaman diliminde
Türkiye devlet-toplum ilişkilerini de içeren eksikliklere rağmen geniş demokratik
reformları hayata geçirmiştir.252
1999 yılının aday ülke ilan edilmesinin etkisi ile Türkiye’nin önemli değişim
geçirdiği şeklindeki yaklaşımlar yanında,253Türk dış politikasının Avrupalılaşma
sürecinin 1997 yılında başladığı yönünde görüşler de vardır. Bunun temel
251 Oran, op.cit.,s.352. 252 Ziya Öniş ‘Turkey and the Middle East after september 11: the Importance of the EU dimension’, s. 83–91. (Yazar burada tanımladığı bölgesel güçleri sırasıyla “benign” ve “coercive regional power” olarak adlandırmaktadır.) 253 Bu doğrultuda bir başka görüş için bkz: Kirişçi, op.cit,.s.11-21.
135
nedenlerinden biri 1997 yılı itibariyle Türkiye’nin iç siyasi ve ekonomik krizlerinin
Türk dış politikasında revizyonu gerekli kılmasıdır. Buna göre; PKK ile mücadelenin
hızla sürdüğü ortamda; iç politikada İslamcı muhalefet güçlenmişti. İç ve dış
politikanın iç içe geçmişliği ile paralel olarak, terörle mücadele ile birlikte ABD ve
İsrail’e odaklı politika, iç politikada irticanın en önemli tehdit olarak kabul
edilmesine neden olmaktaydı. Temel ilkesi Batılılaşma olan Türkiye’nin giderek
daha fazla Orta Doğu sorunları ile birlikte anılması AB süreci içinde imajının
tehlikeye girmesine neden olabilecekti. 28 Şubat süreci ile başlayan ve ABD
politikalarında; Türkiye’nin Batı ile İslamı bağdaştıran örnek olarak güçlendirilmesi
yönündeki değişim, 1998 yılında Suriye ile ilişkilerin gelişmesini, 1999 yılında da
Öcalan’ın yakalanması ile büyük bir aşama kaydetmiştir. PKK ile mücadelede
önemli bir mesafe kaydeden Türkiye’nin önceliği yeniden AB üyeliği olarak
belirlenmiştir.254
Aslında Soğuk Savaş sonrası Türkiye’nin izlediği dış politikada AB etkisinin
belirlenmesi, AB etkisinin küreselleşmeden ayrılmasının en zor olduğu alanı
oluşturmaktadır. Kimlik etkeni nedeniyle Türkiyenin üyeliğinin sorgulanması ve
genel anlamda Türkiye-AB arasındaki sorunlu ilişkiler AB etkisini sınırlamıştır.
Ancak 1999 yılından sonra Türkiye’ye aday ülke statüsü verilmesi ve Ekim 2005
tarihi itibariyle müzakerelerin açılması koşulluluk etkisi dış politika uygulamalarında
AB etkisini dikkate almayı gerektirmiştir. Ancak yine de ilişkilerde yaşanan
belirsizlikler ve gerek AB, gerekse Türkiye tarafında karşılıklı olarak
yükümlülüklerin yerine getirilmemesi ya da sürecin yavaşla(tıl)ması, AB etkisinin
aşağıda inceleneceği üzere sadece sorun çıkarmayan alanlarda gerçekleşmesine
neden olmaktadır. 254 Fırat, op.cit.,s. 270–271.
136
b.Türkiye ve AB Üyesi Ülkelerin İkili İlişkileri
Türkiye’nin Avrupalılaşmasında; Türkiye ile bir birlik olarak AB kadar; AB
üyesi ülkelerle ilişkilerin de değerlendirilmesi gerekmektedir. Sözkonusu gereklilik,
AB üyesi ülkelerin bazı diğer konularda olduğu gibi, Türkiye’nin üyeliği konusunda
da farklı tutumlar sergilemelerinden kaynaklanmaktadır. Ancak ülkelerin
yaklaşımlarının da istikrarlı olmadığı ve konjonktüre göre değişebildiği
gözlenebilmektedir.
Nitekim Lüksemburg Zirvesinde aday ülkeler arasında sayılmayan Türkiye’nin iç
siyasal ve ekonomik koşullarında değişiklik olmamasına rağmen Helsinki Zirvesinde
aday ülke ilan edilmesinin çeşitli sebepleri vardır. Euro alanına katılmak için
savunma harcamalarını kısmak zorunda kalan ve Türkiye ile uzlaşma içine giren
Yunanistan yanında, Almanya’da Türkiye’ye daha ılımlı bir yaklaşım içinde olan
Sosyal Demokratların iktidara gelmesi Türkiye’nin aday ülke olarak kabul
edilmesinde önemli rol oynamıştır.255 Almanya Başbakanı Gerhard Schröder,
Dışişleri Bakanı Joschka Fischer ve 1 Kasım 2004 tarihine kadar AB Komisyonu
Genişlemeden sorumlu Komisyoner Günter Verheugen yanında Türkiye yanlısı
İngiliz hükümeti, Türkiye ile müzakerelerin başlaması için öncülük etmiştir. 256
Bunun yanında Türkiye’ye karşı üye ülke yaklaşımları incelenirken dikkate
alınması gereken bir diğer konu da; üye ülke siyasi seçkinleri ile halkları arasındaki
yaklaşım farklılığıdır. Bu durum; 1959 yılında Türkiye’nin AET’ye başvurusu
sırasında da olduğu gibi günümüzde de geçerliliğini koruyan bir yaklaşımdır.
Helsinki Zirvesi döneminde iktidar Türkiye’nin AB üyeliğine destek verirken,
Alman kamuoyunun Türkiye karşıtlığı bilinmektedir. Bunun yanında dönemin 255 Oran, op.cit.,s.352. 256 Steve Wood, Wolfgang Quaisser, ‘Turkey’s Road to the EU: Political Dynamics, Strategic Context and Implications for Europe’, European Foreign Affairs Review 10: 147–173, 2005, s. 150–151.
137
Fransa Cumhurbaşkanı Chirac Türkiye’nin üyeliğine destek vermiştir ancak Fransız
halkının genel anlamda Türkiye karşıtı olduğu bilinmektedir. Aralık 2004 tarihinde
Türkiye ile müzakerelerin açılması yönünde alınan karar sırasında da; Almanya
Fransa ve Avusturya’nın karşıtlığı yanında; Alman ve İngiliz hükümetlerinin Türkiye
destekçisi olduğu bilinmektedir.257Genel olarak AB kamuoyuna bakıldığında
Türkiye, üyeliği en az desteklenen aday ülke konumundadır.
Üye ülke siyasi seçkinleri ile halkları arasındaki yaklaşım farklılığı yanında;
AB kurumlarının da üçüncü bir aktör olarak farklı bir yaklaşım sergilediği durumlara
rastlanmaktadır.
Türkiye-AB ilişkilerinde üç büyük ülke Fransa, Almanya ve İngiltere’nin
yaklaşımları belirleyiciyken, bazı diğer ülkelerin belirgin yaklaşımları da dikkat
çekmektedir. Örneğin Avusturya gerek seçkinler gerekse kamuoyu düzeyinde yüksek
oranda Türkiye karşıtlığı ile bilinmektedir. Bunun yanında Türkiye ile tarihsel
sorunları ile komşu ülke Yunanistan’ın yaklaşımı zaman içinde değişen niteliğiyle
dikkat çekicidir.
İngiltere geleneksel olarak ABD’ye paralel dış politikasıyla Türkiye’nin AB
üyeliğini desteklemektedir. Türkiye’nin üyeliği; İngiltere’nin tercih ettiği;
derinleşmeye değil genişlemeye dayalı bir Birlik fikrini de destekleyecek
özelliktedir. 258
Fransa ile ABD arasında da; Türkiye’nin AB üyeliğine ABD tarafından
verilen destek nedeniyle görüş ayrılıklarının olduğu bilinmektedir. ABD’nin
Türkiye’nin AB üyeliği için telkinlerde bulunması, başta Fransa olmak üzere bazı
257 Ibid.,s. 147-148. 258 Ibid.,s.154.
138
diğer AB üyesi ülkelerde tepkiyle karşılanmıştır.259 Chirac’ın Türkiye karşıtlığı
konusunda yumuşaması, Fransa’nın Orta Doğu’da oynamak istediği rol ve
Türkiye’de istediği bazı ekonomik ve ticari çıkarlar nedeniyle gerçekleşebilmiştir.260
Fransa ve Türkiye ilişkilerinde özellikle Ermeni sorunu nedeniyle zaman zaman
ilişkilerde gerilim yaşanabilmektedir. Bu sorundan bağımsız olarak Fransa’nın
Türkiye’ye yaklaşımında geleneksel olarak Avrupacı tavrının da etkili olduğunu
söylemek gerekir.
Alman kamuoyu; iktidarların farklılaşan Türkiye yaklaşımlarına rağmen,
Türkiye üyeliği konusunda tereddütlüdür. 1960’lı yıllarda başlayan ve kısa dönemde
başarı, uzun dönemde ise başarısızlığa neden olan misafir işçiler sorununun,
Türkiye’nin üyeliği ile artacağı düşünülmektedir. Bunun ötesinde siyasi mülteci
sayısının da artacağı endişesi Alman kamuoyunun olumsuz yaklaşımının nedenleri
arasındadır.261
c. Resmi Belgeler ve Müzakere Sürecinde Dış Politika / Güvenlik
Politikası
Bu bölümde AB Komisyonu tarafından hazırlanan İlerleme Raporları, KOB
ve diğer AB resmi belgelerinde dış, güvenlik ve savunma politikası çerçevesinde
Türkiye’ye ilişkin görüşlere yer verilecektir. Türkiye’nin dış ve güvenlik
politikasının Avrupalılaşması incelenirken, sözkonusu belgelerdeki faktörlerin veri
kabul edilmesi gerekmektedir.
AB’nin Türkiye için hazırladığı ilk İlerleme Raporu 1998 tarihlidir. 1998–
2008 yılları arasında Türkiye için hazırlanan İlerleme Raporları incelendiğinde dış 259 Ibid.,s. 155. 260 Ibid.,s. 155-156. 261 Ibid.,s.152.
139
politika ve güvenlik politikası bakımından Türkiye ile AB karşılaştırmasının belirli
özellikleri ortaya çıkmaktadır.
İlerleme Raporlarında “Dış, Güvenlik ve Savunma Politikası” faslı, 2004
yılına kadar 27. Fasıl, bu tarihten sonra 31. Fasıl olarak adlandırılmıştır. İlerleme
raporları incelendiğinde,262 raporların ilgili faslının yıllar içinde daha ayrıntılı hale
geldiği görülmektedir. Bu durum, AB ile ilişkilerin giderek artan biçimde
kurumsallaşması ile AB’nin Türkiye’de taleplerinin artması yanında; AB’nin 1999
yılından sonra Türkiye’ye aday ülke statüsü vererek güvenilirliğini sağlamlaştırması
sonucu Türkiye’nin AB politikalarına uyum konusunda faaliyetlerinin artması ile
açıklanabilir.
1998–2008 yılları arasında ilgili faslın incelenmesinde, AB ile Türkiye
arasında belirli konularda uyumlu bir politika izlendiği görülmektedir. AB ile
uyumlu olmayan bazı politikalar ise değişmemiştir. Buna göre; AB ile Türkiye
arasında uyumlu addedilen politikalar, Orta Doğu Barış süreci kapsamında
Türkiye’nin sarfettiği çabalar, Türkiye’nin AB Komşuluk Politikasına verdiği destek,
Terörizm ve Kitle İmha Silahlarının (KİS) yayılması ile mücadele, İran, Afganistan
ile ilişkiler ve Türkiye’nin Balkanlarda AB ve NATO operasyonlarına verdiği destek
konularıdır.
Bunun yanında Türkiye’nin ilerleme raporlarının hazırlanmaya başladığı ilk
yıllardan farklı olarak, Suriye ve özellikle de Yunanistan ile ilişkilerin iyileşmesine
vurgu yapıldığı görülmektedir. AB tutum, eylem ve açıklamalarına Türkiye’nin
262 Türkiye için AB Komisyonu tarafından hazırlanan İlerleme Raporları için bkz: http://ec.europa.eu/enlargement/candidate-countries/turkey/key_documents_en.htm.
140
uyumunun yıllar içinde arttığı da görülmektedir.263 Türkiye’nin AB operasyonlarına
katkısı da sıklıkla üzerinde durulan bir konudur.
Bunun yanında ODGP alanında Türkiye ile AB arasında 10 yıl boyunca
uyumsuz olan konular değişmemiştir. Bunlar, AGSP kapsamında Türkiye’nin
talepleri ve AB ile uyumlu olmadığı belirtilen Kıbrıs politikasının uzantısı olarak
kabul edilebilecek Türkiye’nin, Kıbrıs’ın (ve Malta’nın) NATO ile işbirliği zemini
hazırlayacak Berlin-artı antlaşmalarına katılımını veto etmesidir. Bunun yanında
Türkiye’nin “Konvansiyonel Silahlar ve Çift Kullanımlı Malzeme ve Teknolojilerin
İhracat Kontrolüne İlişkin Wassenaar Düzenlemesi” gibi belirli tedarikçi gruplara
üyelik konusundaki tutumunu AB tutumuyla uyumlaştırmadığı belirlemektedir.
Ermenistan ile kapalı olan sınır ve ilişkiler; Türkiye’nin Uluslararası Ceza
Mahkemesi Statüsünü imzalamaması konuları Türkiye ile AB arasında uyumsuz
olarak kabul edilen diğer alanlardır.
AB resmi belgelerinde dikkate çeken bir diğer husus, Yunanistan ile ilişkiler
ve Kıbrıs konusundaki ifadelerin dış politika ve güvenlik politikası başlığı altında
değil, siyasi kriterler bölümünde yer almasıdır.264
Kurumsal kapasite bakımından Türk Dışişleri Bakanlığı, tüm ilerleme
raporlarında ODGP’nin uygulanması bakımından idari kapasite ve insan kaynakları
açısından yeterli addedilmektedir.
2008 yılı ilerleme raporunda belirtildiği üzere Türkiye AGSP alanında
işbirliğini güçlendirmeyi istemekle birlikte; AGSP içindeki konumu, AB ile ikili bir
263 Örneğin 2007 yılı İlerleme Raporunda Türkiye’nin 46 ODGP deklerasyonundan 45 tanesine uyum sağladığı belirtilmektedir. Oysa 1998 yılı İlerleme Raporunda Türkiye’nin ODGP deklerasyonlarına uyum sağlamak için gayret göstermediği şeklinde ifadelere yer verilmiştir. 2008 yılı İlerleme Raporunda da, Türkiye’nin 124 ODGP bildirisinden 109 tanesine uyum sağladığı; İran (ifade özgürlüğü ile ilgili bir konu), Rusya, Pakistan, Sri Lanka, Çin, Sudan, Beyaz Rusya ve Moritanya’ya ilişkin AB tutumlarının ise Türkiye tarafından izlenmediği belirtilmektedir. 264 Bu konu ile ayrıntılı bilgi Ege sorunları ve Kıbrıs başlıkları altında verilmektedir.
141
güvenlik anlaşması imzalanması hususu ve Avrupa Savunma Ajansı ile idari
düzenlemeler konusundaki anlaşmazlıklardan duyduğu hoşnutsuzluğu dile
getirmektedir. Berlin artı düzenlemelerinin ötesinde Türkiye’nin AB-NATO ilişkileri
konusunda tüm AB üyesi devletleri kapsayacak AB-NATO işbirliğine (Kıbrıs
kastediliyor) karşı çıktığı ve bu durumun AB’nin Kosova ve Afganistan sivil
misyonları bakımından sorun teşkil ettiği belirtilmektedir.
Türkiye için ilk olarak 2001 yılında hazırlanan ve 2003,2006 ve 2008
yıllarında gözden geçirilen KOB265’larda da öncelikle Türkiye’nin Kıbrıs sorununun
çözümüne katkıda bulunması gereğine vurgu yapılmaktadır. Bunun yanında mevcut
sınır anlaşmazlıklarının çözüme kavuşturulma gereği üzerinde durulmaktadır. 2006
yılında hazırlanan KOB’da önceki sorunların uzantısı olarak ek protokolün
uygulanma gereği üzerinde durulmaktadır. Bunun yanında Türkiye’nin uluslararası
kuruluşlardaki tutumlarının, AB ve üye devletlerin politika ve tutumlarıyla tedricen
uyumlaştırılması gereği vurgulanmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken husus; ilk
iki KOB’da ODGP konusunun ele alınmaması; Kıbrıs ve Ege Sorunlarının
Güçlendirilmiş Siyasi Diyalog ve Siyasi Ölçütler altında yer almasıdır.
AB tarafından açıklanan ilk KOB’a istinaden hazırlanan Ulusal programda266
Dış politika ve Güvenlik politikası konusunda, aday ülke olarak Türkiye’nin AB
ortak tutumlarının oluşturulmasına yönelik katkıda bulunma imkânının olmadığı
belirtilmekte, ortak tutumlara ilke olarak uyum sağlanacağı ancak Türkiye’nin
çıkarlarını yakından ilgilendiren konularda istisnai durumların sözkonusu olabileceği
vurgulanmaktadır.
265Türkiye için hazırlanan Katılım Ortaklığı Belgeleri için bkz: http://ec.europa.eu/enlargement/candidate-countries/turkey/key_documents_en.htm. 266 Türkiye’nin hazırladığı AB Müktesebatının Üstlenilmesine ilişkin Ulusal Program (lar) için, bkz: http://www.abgs.gov.tr/index.php?l=1vep=194.
142
2008 yılı sonunda yayınlanan Ulusal Programda; Dış Güvenlik ve Savunma
Politikasına ilişkin 31. Fasıl ile ilgili herhangi bir mevzuat uyumu çalışması
öngörülmediği belirtilmektedir. Ancak İlerleme Raporlarında bir eksiklik olarak
belirtilen Türkiye’nin “Uluslararası Ceza Divanı Statüsü”ne taraf olunması
konusunda gerekli çalışmaları sürdürdüğü belirtilmektedir.
2005 yılında yayınlanan Müzakere Çerçeve Belgesinde267; Kıbrıs sorunu ve
sınır anlaşmazlıklarına ilişkin hükümler bulunmaktadır.
Müzakere sürecindeki duruma bakıldığında; ODGP faslı 3 Ekim 2005
tarihinde AB ile üyelik müzakerelerine başlayan Türkiye’nin, müzakere etmekle
yükümlü olduğu fasıllardan birini oluşturmaktadır. Ancak içeriği itibariyle ortak
tutum ve eylemlerden oluşan sözkonusu politika alanı, gerçek anlamda bir müzakere
ile üstlenilebilecek bir fasıl niteliği göstermemektedir. AB’nin Maastricht Antlaşması
ile oluşturulan sütunlu yapısı çerçevesinde, ikinci sütunu oluşturan ODGP, birinci
sütun yani Avrupa Toplulukları sütunu için kullanılan ve üye ülkeler için kabul
edilmesi ve aday ülkeler için de uyumlaştırılması gereken Tüzük ve Direktifler yer
almamaktadır. ODGP temel olarak hükümetlerarası bir nitelik göstermektedir.
Birçok alanda oybirliği prensibinin sürdüğü bu alanda, aday ülkenin üyelikle birlikte
Ortak Dış Politika ve Güvenlik politikası çerçevesinde oluşturulan ortak tutum ve 267 Bu konu Müzakere Çerçeve Belgesinde şu şekilde ifade edilmektedir. “Türkiye’nin, Kıbrıs sorununa BM çerçevesinde ve Birliğin dayandığı ilkeler doğrultusunda kapsamlı bir çözüm bulunması yönündeki çabalara destek vermeye devam etmesi ve Türkiye ile Kıbrıs Cumhuriyeti de dâhil tüm AB üyesi devletler arasındaki ikili ilişkilerin normalleştirilmesi yönünde ilerleme kaydedilmesi gerekmektedir. Bunun yanında, Türkiye’nin, Ortaklık Anlaşmasından ve bu Anlaşmayı tüm yeni AB üyesi devletlere teşmil eden Ek Protokolden kaynaklanan yükümlülüklerini (özellikle AB-Türkiye gümrük birliği ile ilgili olanlar) yerine getirmesi gerekmektedir. Türkiye’nin iyi komşuluk ilişkilerine koşulsuz bağlılığı ve mevcut sınır anlaşmazlıklarını, gerektiğinde Uluslararası Adalet Divanının yargılama yetkisi de dâhil olmak üzere, Birleşmiş Milletler Şartı uyarınca ihtilafların barışçıl yollardan halli ilkesine uygun olarak çözme taahhüdünün altı çizilmektedir. Katılım sürecinde, Türkiye’nin üçüncü ülkelere karşı uyguladığı politikaları ve uluslararası kuruluşlardaki tutumlarını (bu kuruluşlara ve düzenlemelere tüm AB üyesi devletlerin taraf olması ile ilgili olanlar da dahil), Birlik ve üye devletler tarafından kabul edilen politikalar ve tutumlar ile aşamalı olarak uyumlaştırması gerekmektedir.” Müzakere Çerçeve Belgesi metni için bkz: http://ec.europa.eu/enlargement/candidate-countries/turkey/key_documents_en.htm.
143
eylemleri kabul etmesi ve Acil Müdahale Gücü gibi konularda da katkı sağlaması
beklenmektedir. Bunun yanında Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ve Birleşmiş Milletler
(BM) gibi uluslararası kuruluşlarda tek sesle hareket etmek amacıyla tutumların
paralel olması beklenmektedir.
Mevcut durum itibariyle, sözkonusu fasıl, Gümrük Birliği’nin, 2004 yılında
AB’ye üye olan ülkelere teşmil ettirilmesi ve akabinde ortaya çıkan sorunlar
nedeniyle askıya alınan sekiz fasıldan biridir.
Bu fasıl esas itibariyle mevzuata eklemlenmesi gereken bir durum
arzetmediğinden teknik olarak müzakeresi kolay bir fasıl olarak kabul edilmektedir.
2. Türkiye’nin ABD ve NATO ile İlişkilerinin AB ile İlişkilerine Etkisi
Türkiye-AB ilişkilerinin genel seyrinin, Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler
kadar, AB ile ABD arasındaki ilişkilerden etkilenmesi kaçınılmazdır.268Türkiye’nin
AB üyeliğine ABD desteği, AB’nin Türkiye’nin aday ülke ilan edilmesi ve
müzakerelerin açılmasını sağlayan önemli faktörlerden biridir. Hatta son kertede
karar alınmasını sağlayan faktör olarak dahi gösterilmektedir.269
Türkiye AB üyeliğini ABD ile ilişkilerine alternatif olarak görmemekte,
gerek AB, gerekse ABD ile ilişkilerini birbirini tamamlayıcı şekilde
değerlendirmektedir.270 Bu durum; AB içinde Türkiye’nin ABD’ye ilişkin tutumunu,
onu farklılaştıran bir öğe olarak gören AB’nin algılama farkına işaret etmektedir.
268 Nitekim, 1997 Lüksemburg Zirvesi sonrası AB’ye aday ülkeler arasında sayılmayan Türkiye’nin durumunun, Balkanlar, Orta Doğu, Kafkasya ve Orta Asya’nın güvenliği yanında, ABD’nin Türkiye’nin AB üyeliğine verdiği destek nedeniyle transatlantik ilişkileri de olumsuz etkileyebileceğini belirtilmiştir. Barry Buzan ve Thomas Diez,‘The European Union and Turkey’, Survival 41(1), 1999,s. 41. 269 Wood ve Quaisser, op.cit,s.150. 270 Türk Dış Politikası Genel Görünüm, http://www.mfa.gov.tr/genel-gorunum.tr.mfa, erişim tarihi, 17 Eylül 2008.
144
Türkiye’nin AB ile ABD arasında sorun teşkil etmesinin nedeni, AB ile
ABD’nin Soğuk Savaşın sona ermesi ile değişen güvenlik ve stratejik anlayışlarıdır.
Soğuk savaş dönemi boyunca stratejik endişeler diğer konuları gölgede bırakmış,
Soğuk Savaş sonrası ise Türkiye ile ilişkiler açısından ABD ve AB arasındaki
farklılıkları ortaya çıkarmıştır. ABD’nin Türkiye’nin AB üyeliği için koşulsuz destek
vermesi, NATO içinde de gerilim yaratmakta, ABD’nin desteği aynı zamanda, halen
Soğuk Savaş anlayışının sürdüğünü göstermekte ve AB ile Türkiye’nin aralarındaki
gerçek sorunları göz ardı etmektedir. 271
Bu görüşün yansıması olarak; ABD Türkiye’nin AB üyeliğine destek
verirken,272 kendine has bir kimlik/ güvenlik kimliği oluşumuna giden AB, farklı
kriterleri nedeniyle veya henüz oluşma aşamasında olan güvenlik kimliğinde
Türkiye’nin yerine henüz net olarak karar veremediğinden Türkiye konusunda her
zaman ABD ile aynı fikirde olamamaktadır.
ABD ve Türkiye stratejik anlamda askeri ittifak içinde olan ülkeler olarak
göreli olarak daha az sorun yaşamaktadırlar, zira bu durumda iç siyasi sorunlar genel
ilişki düzeyinde fazla dikkate alınmamaktadır. Oysa AB ile ilişkiler, askeri ilişkiler
yanında, Türkiye’nin iç siyasi gelişmelerini de içine alan Batılı anlamda bir kimlik
projesinin uyumlaştırılmasını gerektirmektedir. Bu çerçevede Türkiye AB’nin daha
fazla bütünleşmesi, sosyal ve siyasi anlamda her iki tarafın da kendilerini
tanımlamalarını gerektirmektedir. Stratejik alanlarda kabul edilebilir olan
271 Buzan ve Diez, op.cit., s. 46. 272ABD’nin Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemesinin sebebi, “Türkiye’nin ABD önderliğindeki küresel sisteme entegre olabilmesi ve de çevresinin güvenliğine ve istikrarına katkıda bulunabilmesidir, ….. (ayrıca) böyle bir Türkiye daha kolay kontrol altında tutabilecektir”, Tarık Oğuzlu, ‘Modern Devletten Post-Modern devlete: AB Yolunda Türkiye’nin Yeni Güvenlik İkilemi’, Doğu’dan Batı’ya Dış Politika, AK Partili Yıllar, (der: Zeynep Dağı), Orion Yayınevi, Ankara 2006, s. 237.
145
bütünleşme, daha derin bir bütünleşmeyi gerektiren hukuk, ekonomi ve siyasi
alanlarda Türkiye’nin kabul edilemez hale gelmesine neden olmaktadır. 273
Aynı şekilde, Türkiye’nin çevre bölgelerle ilişkileri de, AB ve ABD’yi farklı
derecelerde ilgilendirmektedir. Türkiye’nin NATO ve AB’nin Balkan
operasyonlarında yapıcı rol oynaması ve 1992 yılından başlayarak KEİ’nin
faaliyetleri, Türkiye’nin AB tarafından oynanması istenen köprü rolüne uymakta ve
onaylanmaktadır. Bu durumda, Türkiye’nin Balkanlar ve Karadeniz’deki faaliyetleri
AB ile daha fazla bağ yaratırken, Orta Doğu bölgesindeki açılımları ABD tarafından
daha fazla önemsenmektedir. Bu çerçevede, stratejik açıdan ABD için Türkiye’nin
önemi özellikle Orta Doğu bölgesi için önemlidir. Balkanlar’dan çekilen ABD’nin,
Türkiye ve İsrail’le olan yakın ilişkileri, salt stratejik içerikli sözkonusu müttefiklik
içine kimlik sorunları gibi daha derin konuların karıştırılmasını engellemektedir.
Türkiye için de ABD ile ittifak, AB ile ilişkilerden bağımsız olarak Batı ile olan
önemli bir bağı simgelemektedir.274
Ancak ABD’nin Orta Doğu politikalarının Türkiye tarafından
benimsenmesinin Türkiye’ye yarardan çok zarar getireceği yönünde görüşler de
vardır. Buna göre, ABD kendi politikalarına uygun olarak, Türkiye’nin de başta İran
olmak üzere, Irak, Suriye ve Filistin Yönetimi ile ilişkilerini ABD ile paralel duruma
getirmesini istemektedir. Buna göre, bölgede Amerikan çıkarlarına uygun hareket
eden Türkiye’nin Filistin ile mesafeli ilişkileri olmalı, İsrail ile daha yakın ilişkiler
kurmalı, Irak, İran ve Suriye ile ilişkileri de ABD hedeflerini desteklemelidir. Ancak
özellikle Irak savaşından sonra bölgede artan anti-Amerikancı durum; Türkiye’yi
Amerikan politikaları ve Orta Doğulu komşuları arasında bırakmaktadır. Bölgede ve
273 Buzan ve Diez, op.cit., s.45- 46. 274 Ibid.,s. 48.
146
dünyada hâkim Amerikan karşıtı hava nedeniyle Türkiye’nin Amerikan yanlısı bir
dış ve güvenlik politikası izlemesi kendisine faydadan ziyade maliyet
getirebilecektir. ABD olmaksızın, Türkiye İran ve Suriye ile daha yapıcı ilişkiler
kurabilecektir.275
ABD’nin Orta Doğu ve daha spesifik olarak Irak politikasının Türkiye’nin
AB güvenlik kültürüne entegrasyonunu zorlaştırdığı yönündeki görüşe göre;
ABD’nin başta Irak, Suriye ve İran’a yaklaşımı; bölgede güvenlik endişelerini
arttırmakta ve Türkiye’nin içeride demokratik açılımlarda bulunmasını
zorlaştırmaktadır. Özellikle Irak’ta Kürt milliyetçiliğinin yükselmesi, Türkiye’nin
kendi Kürt sorununu demokratik yöntemlerle çözme sürecini geciktirmektedir. 11
Eylül sonrası gelişmeler, bölgede geleneksel ve geleneksel olmayan tehditleri
arttırarak Türkiye güvenliği açısından soru işaretleri yaratmıştır. Giderek artan
biçimde güvenlik endişeleri hisseden Türkiye için AB güvenlik kimliğine yakın
tarzda toplum odaklı bir anlayış geliştirmek neredeyse olanaksız hale gelmiştir.276 Bu
durumda Türkiye’nin AB güvenlik kimliğine uyumsuzluğu salt kendi siyasal
kültüründen kaynaklanan özelliklerinden değil, uluslararası ortamın etkisiyle gelişen
şartlardan da kaynaklanmaktadır.
ABD ile ilişkiler bir yana, Türkiye’nin AB tarafından tampon ülke olarak
görülmesinin, içselleştirilmeden, dışarıda ve öteki olarak tutulmasının göstergesi
olarak kabul edildiği görülmektedir.277 Bu durumun öncelikle AB hareketinin
seçkinlerin sürüklediği bir hareket olmasından ötürü AB halklarının bütünleşme
hareketini benimseyip sahiplenmemeleri ve genişleme hareketine olumsuz
275 Tarık Oğuzlu ve Mustafa Kibaroğlu, ‘Incompatibilities in Turkish and European Security Cultures Diminish Turkey’s Prospects for EU Membership’, Middle Eastern Studies,44:6, 2008, s. 956. 276 Ibid.,s.952. 277 Ibid., s. 950.
147
yaklaşımdan kaynaklandığını belirtmek gerekir. Bunun yansıması olarak AB üye
ülkelerinde özellikle Türkiye ile ilgili tartışmalar çıkar ile değil, kimlik farklılığı
üzerinden yapılmaktadır. Türkiye’yi tampon ülke olarak görmenin bir diğer nedeni
ise, özellikle 11 Eylül sonrası AB ile ABD’nin birbirlerine ters düşen yaklaşımlar
sergilemeleridir. AB, Irak savaşı sonrası bölgeyi liberal-demokratik normlarla
dönüştürme yoluna gitmekten çok, uzak durmayı tercih etmiştir. AB’ye göre
ABD’nin 11 Eylül olaylarına olan tepkisi, Avrupa güvenliğine yönelik tehditleri
arttırmıştır. Irak savaşı sonrası İslamın tehdit olarak görülmesi, Türkiye’nin
Müslüman nüfusu ile AB içine alınmasını zorlaştıracaktır. AB’nin iç problemlerine
odaklanması ve gelişen güvensizlikle kendini “kale” haline getirerek mücadele
etmesi gerektiği yönündeki görüş, diğer iki görüşün geçerliliğini AB açısından daha
da güçlendirmiştir.278
Avrupalılaşmanın Türkiye ile ABD ilişkilerini nasıl etkilediğine dair bir
takım çıkarımlarda bulunmak olasıdır. Öncelikle ABD’nin Türkiye’nin AB üyeliğine
verdiği destek göz önünde bulundurulduğunda; Türkiye’nin Avrupalılaşmasının
ABD tarafından da istenen bir durum olduğunu belirtmek gerekir. Ancak ABD’nin
dış politikasının AB’den farklılık arzeden realist nitelikli, sert güce odaklı
politikalarından uzaklaşacak ve ABD’nin stratejik öncelik ve taleplerine demokrasi
ve insan hakları odaklı bakarak sorgulayacak derecede Avrupalılaşmış bir
Türkiye’nin, ABD tarafından ne kadar kabul göreceği tartışma konusudur.
Konuya Türkiye açısından bakıldığında, ABD’nin AB güvenlik oluşumuna
verdiği, NATO önceliğinin korunması koşuluyla verdiği şartlı destek, Türkiye’nin
AGSP desteğinin de sınırlarını oluşturmaktadır.
278 Ibid.s. 950-951.
148
Bunun yanında Türkiye ile ABD ilişkilerinin zaman zaman gerginleşen
yapısına rağmen, ABD ile iyi ilişkiler Türkiye’yi diğer AB üyelerinden çok
farklılaştırmamaktadır. AB eski ve yeni üyeleri içinde de Atlantikçi/Avrupacı ayırımı
oldukça nettir.
a. Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) kapsamında
karşılaşılan sorunlar
1990’lı yılların başından itibaren Türkiye ile AB arasındaki en önemli
sorunlardan birini Türkiye’nin AGSP içindeki yeri oluşturmaktadır. Konunun
Avrupalılaşma bakımından incelenmesinde; Türkiye’nin AGSP konusunda
karşılaştığı sorunda, AB sürecinin sorunun çözümüne ne kadar katkıda bulunduğuna
bakmak gerekmektedir.
Öncelikle AB’nin 1990’lı yıllardan başlayarak güvenlik yapılanmasını
oluşturma evrelerine bakıldığında; 1948 Brüksel Antlaşması ile kurulan Batı Avrupa
Birliği’nin (BAB) 1954 yılında yeni üyeleri içine alarak genişlediği görülmektedir.
BAB’ın 1984 yılına kadar oldukça pasif bir güvenlik örgütü olarak kaldığı
bilinmektedir. Bu tarihten sonra aktif hale getirilmeye çalışılan BAB, farklı üyelik
biçimleriyle AB üyesi olmayan ülkeleri de kapsamaktadır. Ortak üyeler, Türkiye’nin
yanı sıra; İzlanda, Norveç ile 2004 yılında AB tam üyesi olan Macaristan, Çek
Cumhuriyeti ve Polonya’dır. 279
BAB; 1992 yılında kabul edilen ve barışı koruma görevleri olarak tarif edilen
Petersberg görevlerini yerine getirme hakkına sahipti. 1998 yılından itibaren İngiltere
ve Fransa’nın öncülüğünde toplanan Saint Malo Zirvesinde, NATO içindeki
279 Türkiye, İzlanda ve Norveç BAB içindeki Ortak Üyelik statüsünü 1995 yılında; Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Polonya ise 1999 yılında kazanmışlardır.
149
faaliyetler olarak tanımlanan Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliğinden, (AGSK)
daha özerk Avrupa savunma faaliyetlerine geçişi ifade eden AGSP’nin temelleri
atılmıştır.280 Sonrasında Üçüncü bölümde ayrıntılı olarak inceleneceği gibi, AB’nin
AGSP’yi kurumsallaştırma faaliyetleri hızla devam etmiştir.
Konunun Türkiye’yi ilgilendiren boyutu; AB savunmasının yukarıda
açıklanan gelişme evreleri ile bağlantılıdır. Buna göre; 1948 yılında kurucu altı
ülkenin savunma amaçlı kurduğu BAB örgütünde 1990’lı yıllarda Ortak Üye
statüsünde olan ve tatmin edici haklara281 sahip olan Türkiye, BAB’ın Amsterdam
Antlaşmaları düzenlemeleri ile AB içine entegre edilmesi yolunun açılması ve 2000
yılında da AB içine alınması ile haklarını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya
kalmıştır. Haziran 1999 yılında toplanan AB Konseyi Cologne Zirvesinde; 2000
yılının sonunda BAB’ın feshedileceği ve tam üyelik dışındaki üyelik biçimlerinin
ortadan kaldırılacağı açıklanmıştır.282 AB içinde savunma ve güvenlik kararları AB
Konseyinde üye devletlerin konsensusu ile alındığından, AB üyesi olmayan Türkiye,
kendisini bir parçası addettiği Avrupa güvenliğinden dışlanmış olacaktı.
Asıl sorun, Soğuk Savaş yılları boyunca Avrupa güvenliğinin NATO ile
sağlanması, Soğuk Savaş sonrası dönemde ise Avrupa’nın kendi güvenlik
yapılanmasını oluşturması çabası neticesinde AB üyesi Yunanistan’nın oluşturulan
güvenlik yapısını başta Kıbrıs ve Ege sorunlarını kendi lehine kullanma olasılığının
ortaya çıkmasıdır. Kıbrıs ve Ege yanında; Türkiye için hayati önemde olan Irak’ın 280 Çınar Özen; ‘ESDP-NATO Relations. Considerations on the Future of European Security Architecture’, The Turkish Yearbook of International Relations (Milletlerarası Münasebetler Türk Yıllığı), Vol. XXXIII, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 2003 s. 232-233. 281 BAB ortak üyeleri, fikir beyan etme ve tasarı önerme hakkına sahipken, üye devletlerce oybirliğiyle alınmış kararları bloke etmemekle yükümlüdürler. BAB Planlama birimine görevli atayabilirler, BAB askeri operasyonlarına katılabilirler. BAB telekomünikasyon sistemi ve Satellite (uydu) merkezi faaliyetlerine katılabilirler. BAB asamblesine katılabilir ancak bütçesine katkıda bulunamazlar. 282Konunun geniş bir incelemesi için bkz: Münevver Cebeci, ‘CESDP: A Turkish Perspective’ http://cide.univ.szczecin.pl/mec3/chapter7 (Mİ 1 Mİ).PDF. s. 142–181, Erişim tarihi: 12/08/2008.
150
Kuzeyi, olası bir Kürt devletinin kurulmasına giden gelişmeler, Dağlık Karabağ’a
ilişkin Azeri-Ermeni çatışması gibi konularda AB’nin yeni oluşumla Türkiye’nin
ulusal çıkarlarına ters düşebileceği endişesidir.283 Bu durumda adı geçen bölgelere
AB müdahalesi Acil Müdahale Gücü aracılığı ile NATO imkânları kullanılmaksızın
salt AB operasyonu olarak da gerçekleşebilecektir. Bunun yanında Türkiye karar
mekanizmasına katılmaksızın, AB’nin NATO olanaklarını kullandığı operasyonlara
katkıda bulunmak zorunda kalabilecektir.
Görüldüğü gibi konunun AB güvenlik yapılanmasının Soğuk Savaş sonrası
dönüşerek NATO’dan bağımsız bir karaktere bürünmesi, Türkiye’nin sözkonusu
oluşuma eklemlenme çabaları olmak üzere iki önemli boyutu bulunmaktadır.
Ancak AB’nin yeni güvenlik yapılanması sorunsuz değildir. AB güvenlik
yapılanmasının gerçekleştireceği operasyonlarda yeterli olanağa sahip olmaması
nedeniyle NATO olanaklarını kullanma gereği doğmuştur. AB’nin NATO imkân ve
askeri olanaklarına otomatik erişim hakkı istemesi, Türkiye gibi NATO üyesi olup
AB üyesi olmayan Avrupalı müttefiklerin kendi istemleri dışında Avrupa
güvenliğinden dışlanmalarına neden olacağı için NATO ve AB arasında sorun
yaşanmasına neden olmuştur. Bu durum; NATO ve AB arasında işbirliğini arttırmak
için yeni arayışlara gidilmesini gerektirmiştir. NATO ve AB arasında sözkonusu
işbirliğinin esasları “Berlin-artı” (2002) anlaşmaları ile düzenlenmiştir. AB’nin
NATO olanaklarını kullanma gereğinin doğması sonucu; Türkiye AB güvenlik
oluşumlarından dışlandığı ve BAB içinde ortak üye sıfatıyla sahip olduğu haklarının
korunması sağlanmadığı takdirde; NATO içindeki veto hakkını kullanacağını
belirtmiştir.
283 Özen, op.cit.,s. 248.
151
Aslında Türkiye’nin endişelerinin yersiz olmadığı da görülmektedir. Zira
NATO çalışmalarına göre Soğuk Savaş sonrası çatışma olasılığı çıkabilecek 16
önemli noktanın 13’ünün Türkiye çevresinde olduğu bilinmektedir. Türkiye, AB’nin
oluşturduğu yeni güvenlik düzenlemeleri ile kendisini izole ederek Soğuk Savaş
yıllarındaki Güneydoğu kanadı savunmasını takdir etmediğini düşünmektedir.
Neticede çevre ülkelerle ilişkilerinde de NATO içindeki imtiyazlı statüsünü
kullanabilen Türkiye’nin, AGSP gibi daha özerk bir nitelik gösteren bir yapılanma
içinde eski ayrıcalıklı statüsünü kaybedebileceği düşünülmektedir.284 Daha da
önemlisi, BAB içinde tatmin edici haklara sahip olan Türkiye’nin NATO’nun 1999
yılında gerçekleştirilen Washington Zirvesinde belirtildiği gibi BAB Ortak üyelerinin
haklarının korunacağı yönündeki kararına uyulmadığı görülmektedir. Bunun yanında
yine Washington Zirvesinde AB’nin NATO askeri imkânlarına erişimininin her
operasyon için ayrı ayrı (case by case) değerlendirilmesi yönünde alınan kararın
devam etmesi Türkiye’nin esas aldığı konulardan biridir. Ayrıca Türkiye’nin
NATO’nun Washington Zirvesi kararlarına atıf yapması, Türkiye’nin aradaki ihtilafı
bir Türkiye-AB sorunu değil; NATO sorunu olarak gördüğünün de kanıtıdır.285 Başta
Helsinki Zirvesi kararları olmak üzere, Nice zirvesinde; NATO olanaklarının
kullanıldığı AB operasyonlarına AB üyesi olmayan NATO müttefiklerinin istedikleri
takdirde katılabilecekleri, sadece AB olanaklarının kullanıldığı operasyonlarda ise
AB üyesi olmayan NATO müttefiklerinin AB üyesi ülkelerin konsensusü ile alınan
karar neticesinde davet üzerine katılabilecekleri belirtilmekteydi. O dönemde
Yunanistan’ın Türkiye’ye yapılacak mali destekleri de veto ettiği göz önüne
284 Ibid., s. 245-251. 285 Türkiye’nin argümanları için bkz: Cebeci op.cit.,s. 160–169.
152
alındığında, Acil Müdahale Gücü operasyonlarına Türkiye’nin katılımı konusunda da
veto kullanabileceği de olasılık dâhiline girmiştir.
Sorun Türkiye ve Yunanistan’ın karşılıklı itirazlarının tatmin edici
düzenlemelere kavuşturulması ile 2001 yılında çözülmüştür. 26 Kasım 2001
tarihinde ABD, İngiltere ve Türkiye arasında üzerinde mutabık kalınan ve 29 Aralık
2001 tarihinde Türkiye tarafından onaylanan Ankara Mutabakatı (ya da orijinal
adıyla İstanbul Mutabakatı) ile Türkiye’nin AB’nin NATO olanaklarını
kullanabilmesine ilişkin vetosu kalkmıştır. Belgede¸ oluşturulan Acil Müdahale
Gücünün NATO üyelerine karşı kullanılamayacağı belirtilmekte ve NATO üyesi
ancak AB üyesi olmayan ülkelerin katılımıyla ilgili tatmin edici düzenlemeler
öngörülmektedir. Buna göre NATO olanaklarının kullanılmadığı AB operasyonlarına
katılımı konusunda da; Türkiye’nin coğrafı yakınlığı ve ulusal çıkarları düşünülerek
taraflar arasında yoğun bir danışma mekanizması oluşturulmuştur. AB’nin NATO
imkânlarını kullandığı operasyonlara Kıbrıs’ın katılmaması da Türkiye’nin
taleplerini karşılamaya yöneliktir. Sözkonusu kararlar AB Konseyinin 2002 yılında
gerçekleştirdiği Kopenhag Zirvesinde de AB kararı olarak tescil edilmiştir.
ABD’nin AGSP’ye yaklaşımı ile Türkiye’nin beklentileri örtüşmektedir.
ABD; NATO faaliyetlerini gölgelemeyecek ve NATO’nun Avrupa güvenliğinde
merkezi rolünü tehlikeye düşürmeyecek Avrupa Güvenlik oluşumlarını
desteklemektedir. Böyle bir oluşum ABD’nin güvenlik alanındaki yük paylaşımını
azaltabilecektir. Nitekim başta Maastricht Antlaşması düzenlemeleri olmak üzere
ABD’nin Avrupa güvenlik yapılanması düzenlemelerine yaklaşımı; NATO’nun
Avrupa ayağının güçlendirilmesi şeklinde olmuştur.286 Madeleine Albright
Türkiye’yi destekleyici biçimde AB üyesi olmayan NATO müttefiklerinin ayırımcı 286 ABD’nin AGSP’ye yaklaşımının geniş bir değerlendirmesi için: Özen, op.cit.,s. 233-237.
153
bir muameleye tabi tutulmaması gerektiği yönünde açıklamalar yapmıştır.287
ABD’nin Türkiye’yi desteklemesinin bir diğer nedeni de; NATO’yu Avrupa
güvenliğinde tek güvenlik örgütü olarak tutma kaygısı ve bu durumun uzantısı olarak
Avrupa güvenlik oluşumlarını İngiltere ile birlikte Türkiye aracılığıyla da kontrol
altında tutmak istemesidir.288
Antonio Missiroli, sözkonusu sorunun yaşandığı dönemde AB ile NATO
arasındaki ilişkide, AB’nin NATO’nun planlama kabiliyetlerine erişiminin önündeki
engeli Türkiye’nin davranışı olarak görmektedir. Türkiye’nin AGSP’ye dâhil olma
yönündeki tavrını uzlaşmaz ve esnek olmayan bir tavır olarak tarif etmekte ve sorunu
askerin Türk siyasi kültüründeki ağırlığına bağlamaktadır. Türkiye’nin uzlaşmaz
tavrının bir süre sonra kendisini gerek ABD, gerekse AB nezdinde güç duruma
düşüreceğini ve üyelik hedefini uzaklaştıracağını belirtmektedir.289
Bazı yazarlara göre; AB bütünleşme hareketi Karl Deutsch’un ifade ettiği
güvenlik topluluğu fikri üzerine kurulduğundan; AB’nin güvenlik ilişkilerinin
yürütüldüğü AGSP mekanizmasının salt AB’nin savunma ve dış tehditlerle
mücadelesi faaliyetlerini yürüten bir politika aracı olmayıp, AB kimliğini ve
değerlerini yayan bir mekanizma olarak görülmesi gerekmektedir. Bu doğrultuda
Kopenhag kriterlerinde ifadesini bulan demokrasi, hukukun üstünlüğü ve serbest
piyasa ekonomisinin gereklerinin yerine getirilmesi gibi hususlar; AB’nin bir Birlik
olarak çevresine de AGSP yoluyla yaymaya çalıştığı değerleri ve bu bağlamda
kimliğini oluşturmaktadır. Türkiye bazı Avrupalı çevrelerce, AGSP’yi salt askeri
287Albright, AB üyesi olmayan NATO müttefikleri için ünlü 3d formülünü sunmuştur. (“no duplication, no discrimination, no decoupling”). 288 Oran, op.cit.,s. 318. 289Antonio Missiroli, ‘EU-NATO Cooperation in Crisis Management: No Turkish Delight for ESDP’, Security Dialogue, Vol:33(1) s. 9–19.
154
nitelikli bir mekanizma olarak algıladığı ve yukarıda bahsedilen değerleri ve
kimliğini göz ardı ettiği yönünde eleştirilmektedir.290
Türkiye’nin Avrupa güvenlik güçlerinin NATO’ya erişimi için vetosunu
kaldırmasını, Türk dış politikasının Avrupalılaşması olarak gören yaklaşımlar vardır.
Buna göre, AB NATO olanaklarına erişim hakkı elde ederken, Türkiye’nin güvenlik
endişeleri de giderilmiştir.291Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde konunun
incelenmesinde; ilk bölümde incelenen Avrupalılaşmanın çift yönlü etkisi kapsamını
göz önünde tutmak gerekir. Avrupalılaşmanın üye/aday ülkenin önceliklerini AB
düzeyine taşıması olarak açıklanabilecek ikinci boyutu kapsamında; Türkiye
AGSP’ye katılım konusundaki öncelik ve hassasiyetini AB düzeyine aktarabildiği
grülmektedir. Avrupalılaşmanın ilk boyutu bir başka deyişle; AB’nin Türk
politikasını etkilemesi şeklinde tanımlanabilecek boyutu kapsamında ise; İlerleme
Raporlarında belirtildiği üzere, uyumsuz politikalar olarak tarif edilmektedir. AGSP
konusunun bir diğer önemli özelliği savunma konusunun askeri ve güvenlik
seçkinlerinin karar alma konusunda hâkimiyetinin çok fazla olduğu bir alan
olmasıdır.
b. Irak Savaşı (2003) sırasında Türkiye’nin AB ve ABD ile ilişkileri
2003 Irak Savaşı sırasında, ABD’nin Irak’a karşı Kuzeyden açacağı cephe için
Türkiye’den talep ettiği desteğin TBMM’de 1 Mart 2003 tezkeresi ile
reddedilmesinin ardından, Türkiye; Irak savaşına karşı olan Fransa ve Almanya gibi
290Hüseyin Bağcı, Ali Yıldız, ‘Turkey and the European Security and Defence Policy (ESDP): From Confrontational to Cooperative Relationship’, The Europeanization of Turkey’s Security Policy: Prospects and Pitfalls, ed: Ali L. Karaosmaoğlu, Seyfi Taşhan, Turkish Foreign Policy Institute, Ankara 2004,s.90–92. 291Kemal Kirişçi “Between Europe and the Middle East the Transformation of Turkish Policy” Middle East Review of International Affairs, vol:8 No:1 2004,s.10.
155
bazı AB üyesi ülkelerle aynı safta yer almıştır. Konunun Avrupalılaşma
çerçevesinden incelenmesi, AB’nin Irak Savaşı sırasında Türkiye’nin politikasını
etkileyip etkilemediği, ya da Türkiye’nin AB politikasına uyum sağlayabilmek için
politikasını AB’ye uyumlu hale getirip getirmediği konusunu araştırmayı
gerektirmektedir.
Türkiye’nin tezkerenin reddi ile bazı AB üyesi ülkelerle uyumlu bir politika
yürütüyor olmasını; Türkiye’nin dış politikasının Avrupalılaşması örneğinde görenler
vardır. Bu görüşlere göre, Türkiye’nin sözkonusu olayda AB ülkeleriyle aynı safta
yer alarak ABD’yi dengelemek istediği belirtilmekte, Irak Savaşı sırasında
hükümetin kararsızlığı sonucu aldığı tutumun etkisi ve terörizmle mücadelede
Türkiye’nin stratejik öneminin anlaşılmasının Türkiye’ye Aralık 2004’te müzakere
tarihi (için tarih) verilmesini sağladığı vurgulanmaktadır.292
Öncelikle, Türkiye’nin Irak Savaşına giden süreçte ABD ile yaptığı
müzakerelerde AB ile ilişkiler konusuna değinilmediği görülmektedir.293 Türkiye ile
ABD arasındaki müzakereler sırasında, ABD tarafından önerilen büyük çapta kara
birliklerinin Türkiye üzerinden Irak’a sevkedilmesi konusunda Türkiye’nin ilk olarak
sınırlı destek vereceği bildirilmiştir. Ancak ABD’nin giderek artan baskısı
neticesinde, karşılıklı olarak belirli noktalarda mutabakat sağlanmıştır. Buna göre ilk
önce geri destek birimlerini oluşturacak ABD kuvvetlerinin kullanacakları, üs, tesis,
liman inşaat ve altyapı çalışmalarının başlatılması ve önceden bir keşif biriminin
belirlenen yerlere sevki konusunda bir tezkere hazırlanmıştır. Buna göre istihkâm
birliklerinin Türkiye’ye gelebilmeleri için Bakanlar Kurulu’nun 5 Şubat 2003 tarihli
292 Bu doğrultuda bir görüş için bkz. Baskın Oran, ‘Türkiye Kabuk Değiştirirken AKP’nin Dış Politikası’, Birikim, Sayı: 184–185, 2004, Birikim Yayınları, www.birikimdergisi.com/birikim/dergiyazdır.aspx?dyid=2865, erişim tarihi: 19.09.2007. 293 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz: Deniz Bölükbaşı, 1 Mart Vakası, Irak Tezkeresi ve Sonrası, Doğan Kitap, İstanbul, Şubat 2008.
156
tezkereyle TBMM’ye başvurmasının ardından, 6 Şubat tarihinde kabul edilen tezkere
sonucu mutabakat muhtırası imzalanmıştır. Ancak, bu birliklerin savaş öncesi
gerçekleştirilecek ön hazırlıklar kapsamında Türkiye’ye girişine izin verilmesinin
ABD’ye bizatihi savaş için destek verileceği anlamında yanlış işaret verildiği
düşünülmektedir. 294
Dışişleri Bakanlığından Deniz Bölükbaşının başkanlığını yaptığı ve Dışişleri
Bakanlığı mensupları ile Genelkurmay Başkanlığından oluşan Türk heyetinin,
Türkiye’nin üzerinde daha sonra mutabık kalınan Amerikan kara birliklerinin
Türkiye üzerinden Irak’a geçmesi konusu yanında, pek çok konu üzerinde müzakere
ettiği görülmektedir. Bunlar; Amerikan kara birliklerinin tabi olacakları hukuk,
Irak’ın Kuzeyinde Türkiye’nin oynayacağı rol, Kürt gruplara sağlanacak silah ve
teçhizat konusunda Türkiye’nin bilgilendirilmesi ve bu bölgede Türk birliklerinin
kuvvet kullanacağı durumlar, Türkiye’nin sağlayacağı lojistik destek hususu ve
Türkmenlerin durumu gibi konulardır.295 Irak’a kara harekâtının gerçekleştirilmesi
için Türkiye’ye konuşlanacak Amerikan birliklerine ilişkin askeri mutabakat metni
yanında, iki belge daha müzakere edilmiştir. Bunlardan biri, “Siyasi Belge” olarak
adlandırılan ve esas itibariyle Türkiye’nin Irak’ın Kuzeyine ilişkin kırmızı çizgilerini
ortaya koyan, özetle Irak’ın toprak bütünlüğünün ve Türkmenlerin haklarının
korunması, Irak’ın doğal kaynaklarının tüm Irak ulusuna ait olduğu hususunun
güvence altına alınması, PKK ile mücadelede çaba sarfedilmesi ve PKK’nın
bölgeden tümüyle temizlenmesi hususları yer almakta ve Türkiye ile ABD’nin bu
konularda birlikte hareket edeceği belirtilmektedir. Diğer belgeler gibi, 1 Mart
tezkeresi içinde oylandığı ve reddedildiği için hayata geçmeyen bir başka belge,
294 Ibid., s. 35–36. 295 Ibid., s. 35–44.
157
Türkiye’ye hibe, kredi yardımları verilmesi ile nitelikli sanayi bölgeleri tesis
edilmesi, Türkiye ile ABD’nin bölgesel ticaretin geliştirilmesi ve Irak ekonomisinin
geliştirilmesine yönelik ortaklaşa hareket planı içeren “ekonomik yardım
paketi”dir.296
Tezkere oylama görüşmeleri sırasında; Türkiye’nin Irak’ın Kuzeyindeki
durumu, PKK ile mücadele ve Türkmenlerin durumu gibi Türk siyasi ve askeri
seçkinleri kadar kamuoyunun da hassas olduğu noktalarda gerçekleştirilen
müzakerelerde Türkiye’nin başlangıçtaki durumdan, başka bir deyişle ABD’nin
başlangıçta Türkiye’ye önerdiği pozisyondan çok daha iyi kazanıma sahip olduğu
görülmektedir. Ancak Türkiye’nin müzakere pozisyonu hakkında milletvekillerinin
yeterince bilgilendirilmediği yönünde yaklaşımlar vardır. 1 Mart tezkeresinin
reddedilme nedenlerine bakıldığında temel olarak, Irak savaşının uluslararası
meşruiyetinin sorgulanması noktasının ön plana çıktığı görülmektedir. 297
TBMM’de gerçekleştirilen oylama öncesi, tezkerenin kabul ya da
reddedilmesinin olası sonuçlarına ilişkin değerlendirmelerde, diğer noktalar yanında,
ABD’nin Türkiye’nin AB üyeliğine verdiği destek üzerinde durulmaktadır.298 Başka
bir deyişle, AB konusuna atıf; tezkerenin reddinin ABD’nin Türkiye’nin AB
üyeliğine verdiği destekte azalmaya neden olacağı şeklinde yapılan yorumlarla sınırlı
kalmaktadır.
Bu durumda Türkiye’nin Irak savaşıyla ilgili özellikle bazı AB üyesi ülkelerle
aynı politikaları uygulamak için 1 Mart tezkeresini onaylamadığı yönünde bir görüş
zorlama olabilecektir. Siyasi seçkinlerin yaşadığı kararsızlık Türkiye’yi tesadüfen
bazı AB ülkeleriyle aynı konuma getirmiştir. Kaldı ki, AB üyesi ülkeler arasında da 296 Ibid., s. 65–75. 297 Ibid., s. 86–88 ve 132. 298 Ibid., s. 79–80.
158
Irak savaşı sırasında ABD tutumunu benimseme ya da karşı olma konusunda ciddi
görüş ayrılıkları yaşanmıştır. Neticede, sözkonusu durumun Türk dış politikasının
Avrupalılaşmasına örnek verilmesi doğru gözükmemektedir. 1 Mart kararı gerek
askeri ve siyasi seçkinler gerekse kamuoyunun yaptığı muhasebe ve karşılıklı
etkileşim sonucu alınmıştır.
1 Mart 2003 tarihinde reddedilen tezkerenin ortaya çıkardığı bir başka sonuç,
güvenlik kimliği öğelerinin önemli taşıyıcılarından biri olan Dışişleri Bakanlığının
ABD ile sıkı pazarlıklar sonucu elde ettiği kazanımlar neticesinde, Türkiye’nin
kırmızı çizgilerinin ve bir anlamda güvenlik kimliği öğelerinin korunmasını
sağlamasıdır.
3. Türkiye-Yunanistan İlişkileri
Türkiye-Yunanistan ilişkileri, AB etkisinin en fazla hissedildiği alanlardan
biridir. Öncelikle Türkiye’nin AB’ye aday ülke ilan edildiği Helsinki Zirvesi
sonuçlarında da belirtildiği üzere; Türkiye AB üyesi ve kendisine komşu olan
Yunanistan ile mevcut anlaşmazlıklarını barışçıl yöntemlerle çözmelidir ifadesi, aday
ülkelere yönelik temel politikasını koşulluluk ilkesi gereğince kesin hükümlere
bağlayan AB’nin diğer bazı resmi belgelerinde299 de sıklıkla vurgulanan bir konudur.
Türkiye ile Yunanistan arasında ilişkilerin giderek iyileşmesini Türkiye’nin
Avrupalılaşmasına bağlayan yazarlar vardır.300 Bu durum doğru olmakla birlikte;
Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin düzelmesinde konunun Yunanistan
299Tüm aday ülkeler için oluşturulan Kopenhag kriterlerinde komşu ülkelerle uyuşmazlıkların barışçı yöntemlerle çözümü yanında Türkiye’ye özel olarak bu konu İlerleme raporlarında ve Müzakere Çerçeve Belgesinde çözüme kavuşturulması gerektiği belirtilen konulardan biridir. 300 Aydın, Açıkmeşe, op.cit.,s. 270-271.
159
boyutu da dikkate alınması gereken önemli bir faktördür. İlişkilerin düzelmesinde
belki de en önemli sebeplerden biri Yunanistan dış politikasının Avrupalılaşmasıdır.
Özellikle 1996 yılından sonra Yunanistan dış politikasının temel amacı
Türkiye’nin AB aday/üyeliğini desteklemek olmuştur. Bunun nedenlerinden biri,
Yunanistan’ın, Lüksemburg ve Helsinki zirvesi arası dönemde AB Parasal alanına
girebilmek için savunma harcamalarını kısma yoluna gitmesi ve Helsinki zirvesinde
Türkiye’ye olan olumsuz tavrını değiştirmesidir.
Bir diğer neden, Yunan iç politikasındaki gelişmelerdir. 1996 yılında Kostas
Simitis’in başbakanlığı döneminde Yunanistan, Soğuk Savaş sonrası koşullarına
uyum için dış politikasını yeniden gözden geçirmiştir. Bu dönemde Yunanistan
Avrupalılaşma sürecini, daha önceki yönetimlerin ulusal davaları ön plana çıkaran,
komşuları ile sorunlu ve Yunanistan’a prestij kaybettiren politikalarını terk ederek
başlatmış ve devam ettirmiştir. Simitis’e göre yeni uluslararası ortamda Yunanistan
için en önemli dış politika yönelimi AB olmalıdır ve politikalar bu yönelime göre
düzenlenmelidir.301 Bu durumda Türkiye ile gelişen ilişkiler Yunanistan’ın iç
gelişmeleri, bir başka deyişle Yunanistan’ın Avrupalılaşması ile doğrudan bağlantılı
hale gelmektedir.
Yunanistan’a göre Türkiye Avrupalılaşırsa, tehdit kaynağı olmaktan
çıkacaktır. Bu durum AB’nin bir güvenlik topluluğu olarak Fransa ve Almanya
örneğinde olduğu gibi birbirine düşman ülkeleri yakınlaştırma özelliğinden de
kaynaklanmaktadır.302 Bunun yanında, Türkiye’nin AB adaylığını destekleyerek,
301 Fırat, op.cit.,s. 257–280. 302Bahar Rumelili, ‘Civil Society and Europeanization of Greek-Turkish Cooperation’, South European Society ve Politics, Vol:10, No:1, April 2005,s.52.
160
Yunanistan’ın Ege ve Kıbrıs uyuşmazlıkları konusundaki talep ve iddialarına
Türkiye tarafından karşı gelinmemesini beklediği yönünde yaklaşımlar vardır.303
1990’ların ikinci yarısından sonra Türkiye-Yunanistan ilişkilerindeki
düzelmede; her iki ülkede yaşanan depremden sonra gerçekleşen karşılıklı
yardımlaşmalar, sivil toplum hareketinin etkileri ve dışişleri bakanları İsmail Cem ve
George Papandreu’nun kişisel gayretlerinin önemli faktörler olduğu açıktır. Ancak
bundan da önemlisi AB’nin; 1999 yılında Türkiye’ye aday ülke statüsü vermesinin
iki ülkenin işbirliğini kolaylaştırdığı ve güçlendirdiğinin de vurgulanması gerekir.
Buna göre, Helsinki Zirve kararlarında her iki ülkenin uyuşmazlıklarının barışçıl
yollarla çözülmesi gereğinin vurgulanmasının ve özellikle de AB etkisinin sorunların
çözülmesi için bir teşvik ve meşruiyet zemini oluşturmasının yanında, Türkiye’nin
adaylığının sivil toplumun Türk-Yunan işbirliği yönünde çalışmasına olanak
sağlayacak mali fon akışını304 sağlaması da gösterilmektedir. Burada AB’nin rolü,
ilgili ulusal aktörlerce AB’nin kendi faaliyetlerine meşruiyet kazandırıcı bir sembol
olarak kullanılma etkisinden kaynaklanmaktadır.305 Neticede gerek Yunanistan,
gerekse Türkiye’nin 1997 yılında başlayan gelişmelerle, Soğuk Savaş sonrası düzene
uyum çabalarının uzantısı olarak Avrupalılaştıkları söylenebilir.306
303 Heinz Jurgen Axt, ‘Relations With Turkey and Their Impact on the European Union’, Southeast European and Black Sea Studies, Vol:5, No:3, September 2005, s,10. Yunanistan’ın Helsinki Zirvesinde Türkiye’nin adaylığını destekleme nedeninin, Ege ve Kıbrıs sorunlarının Yunanistan tarafından Avrupalılaştırılmış olduğu yönünde parallel bir yaklaşım için bkz: Fuat Aksu, ‘Ege ve Kıbrıs Sorunlarının Çözümünde Avrupa Birliği’nin Tutumu’, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Yıl: 2, Sayı:3, Şubat 2004, s. 113. 304 AB Komisyonu 2002 yılında “Türk-Yunan Sivil Toplum Geliştirme Programı” adı altında 8 milyon Euroluk bir fon sağlamış ve gerek Yunan gerekse Türkiye’de yerel düzeyde STK’ların sivil toplum diyaloğuna katkıda bulunmalarını sağlamak üzere tasarlanmış ve çeşitli faaliyetlerde kullanılmıştır. Bunun yanında; 2004-2006 yılları arası dönemde Türkiye ve Yunanistan arasında sınır ötesi işbirliğini geliştirmek üzere 35 milyon Euroluk başka bir Fon kaynağı oluşturularak uygulamaya koyulmuştur. (Rumelili, op.cit.,s.49-50). 305 Ibid.,s.45–56. 306 Fırat, op.cit., s.271–272.
161
Türk-Yunan ilişkilerinin gelişmesinin salt siyasa Avrupalılaşması olarak
görülmemesi gerektiği yönünde yaklaşımlar da vardır. AB’nin siyasi kimliklerin
Avrupalılaşmasında bir referans noktası olarak kabul edilerek, başta sivil toplum
liderleri olmak üzere tarafları harekete geçiren düşüncenin Türkiye’nin adaylığı
olduğu belirtilmektedir.307 Davos görüşmelerinden istenen sonucun alınmaması,
PKK lideri Öcalan’ın Kenya’da Yunan büyükelçiliğinde yakalanması gibi gelişmeler
ilişkileri sekteye uğratsa da; deprem diplomasisi ile bağlayan olumlu süreç;
Yunanistan’ın Türkiye’nin adaylığını veto etmemesi ile değişmiş; 1999 yılından
sonra Türkiye ile Yunanistan arasında turizmden, askeri işbirliğine birçok alanda
ortak faaliyetler oluşturulmuştur. AB de bu işbirliğinde önemli bir boyut olarak
ortaya çıkmaktadır.308 Ancak gerek Yunanistan, gerekse Türkiye 1990’lı yıllara
kadar AB ile ilişkide olmalarına rağmen, her iki ülke arasında gerginlik azalmazken,
neden özellikle 1999 yılından sonra düzelme görülebilmiştir? Bunun en temel nedeni
Türkiye’ye verilen adaylık statüsü ile AB’nin güvenilirliğini sağlaması ve
Yunanistan ve Türkiye’deki siyasetçiler ile sivil toplum önderlerinin hareket edeceği
uygun bir ortam yaratmasıdır. Yunanistan’da Türkiye’nin Avrupalılaşmasının teşvik
edilmesi, Türkiye’de de Helsinki Zirve kararları ile iki ülke arasındaki
uyuşmazlıkların çözümü arasında kurulan bağ, sorunların çözümü için çabaların
arttırılmasını sağlamıştır. Neticede, AB ile amaçlarını gerçekleştirecek ulusal
aktörler, değişim için etkili olabilmişlerdir.309
307 Ibid.,s.46. 308 Ibid.,s.47–48. 309Bahar Rumelili, ‘The Talkers and the Silent Ones, The EU and Change in Greek-Turkish Relations’, University of Birmingham Working Paper Series in EU Border Conflicts Studies, No:10, October 2004, s. 2, aynı doğrultuda bir görüş için bkz: Ayşe Betül Çelik and Bahar Rumelili, ‘Necessary but not Sufficient: the Role of the EU in Resolving Turkey’s Kurdish Question and the Greek-Turkish Conflicts’, European Foreign Affairs Review 2006, 11:203–222.
162
Konunun Avrupalılaşma çerçevesinden değerlendirilmesi, AB etkisi
olmaksızın bu gelişmelerin gerçekleşemeyeceği yönünde olacaktır.
Ancak ilişkilerde dikkate alınması gereken bir diğer nokta, Kıbrıs ve Ege
sorunları konusunun ayrıca değerlendirilmesi gerekliliğidir. Zira Kıbrıs sorunu
nedeniyle Yunanistan pek çok kereler Türkiye’ye yapılacak mali yardımları veto
etmiştir. Bu durumda Kıbrıs taraflar arasında sürekli gerilim kaynağıdır. Aşağıda;
Ege ve Kıbrıs sorunlarına AB sürecinin etkileri tartışılmaktadır.
a. Ege Sorunları
Türkiye ve Yunanistan arasındaki Ege sorunları,310 AB tarafından Kıbrıs
sorunu gibi koşulluluk ilkesi uyarınca Türkiye’nin çözüme kavuşturması gereken
konular arasında sayılmaktadır. Türkiye için hazırlanan ilk KOB’da orta vadede
çözümlenmesi gereken bir konu olarak ortaya konan Ege sorunları konusunda
getirdiği koşulluluk ilkesi gereğince AB’nin taraf olarak ortaya çıktığı görülmektedir.
Bu konuda da Yunanistan’ın Avrupalılaşmanın ikinci boyutu kapsamında kendi
önceliğini AB düzeyine aktarmada başarılı olduğu ve bu konuların çözümünün
Türkiye için hazırlanan resmi AB belgelerine koşulluluk kapsamında
değerlendirilmesini sağladığı görülmektedir. Gerçekten de Yunanistan, Türkiye ile
mevcut sorunlarının ve algıladığı tehdidin aynı zamanda AB’ye yönelmiş tehditler
olduğu yönündeki söylemini AB düzeyine aktarmada başarılı olmuştur.
AB’nin, Türkiye ve Yunanistan taraflarının Avrupalılaşma sürecinin etkileri
ile gerçekleşen ve 1999 yılından itibaren belirgin etkileri görülen ilişkiler
bakımından olumlu bir zemin oluşturduğu söylenebilir. Ancak; Yunanistan’ın AB 310 Burada Ege sorunlarından kasıt; iki ülke arasında deniz sınırlarının belirsizliği, karasuları, Türkiye ve Yunanistan arasında kıta sahanlığı, bitişik ve ekonomik bölge, adaların silahsızlandırılması, ulusal hava sahası, FIR hattı sorunlarıdır.
163
üyesi olarak taşıdığı ayrıcalıkla önceliklerini AB düzeyine taşıdığı noktasından
hareketle, AB’nin koşulluluk ilkesi çerçevesinde Türkiye’den çözüm talep ederek,
çözümün değil sorunun parçası olduğu yönünde görüşler de vardır. Zira sorun ile
çözümü arasında kurulan koşulluluk ilişkisi çerçevesinde Türkiye’den talep edilen
noktalar, Türkiye açısından çıkarlarından ödün vereceği bir noktayı da oluşturmakta
ve Türkiye’yi güç duruma sokmaktadır. Bunun da ötesinde Türkiye ve Yunanistan
arasındaki sorunlar, Türkiye ve AB arasında çözüme kavuşturulması gereken
sorunlar olarak ortaya çıkmaktadır.311 Buna paralel olarak; Ege sorunlarının Türkiye
ve Yunanistan’ın egemenlik alanları ile ilgili uyuşmazlık konuları olmalarına
istinaden uluslararası hukuk çerçevesinde ele alınmaları gerektiği, AB’nin sorun için
hukuki ve teknik anlamda bir çözüm alanı olmadığı yönünde yaklaşımlar vardır.312
Ege sorunlarına AB etkisinin ne olduğunun araştırılması, konunun
Avrupalılaşma çerçevesinden incelenmesi demektir. Öncelikle Ege sorunlarının
Türkiye-Yunanistan arasında nasıl bir seyir izlediğine bakıldığında; 1923 tarihli
Lozan Antlaşmasının çerçeveyi çizen temel metin olduğu görülmektedir. 1976 tarihli
Bern Deklerasyonu ve ardından 1988 tarihli Atina ve İstanbul Mutabakatları
sorunların çözümü için atılan temel adımlardır. Bundan önce; Yunanistan’ın
karasularını 12 mile çıkarma talebi neticesinde, Türkiye’nin bu durumu savaş sebebi
(casus belli) kabul edeceğinin iki ülke arasında gerilimi sürekli tuttuğunu belirtmek
gerekir. 1997 tarihli NATO Madrid Zirvesinde kararlaştırılan Madrid Deklerasyonu
ile Yunanistan’ın tek yanlı eylemlerden kaçınacağını ve Türkiye’nin de kuvvet
kullanma tehdidi olmaksızın barışçıl yöntemler izleyeceği yönünde mutabık
kalınmıştır. 311 Fuat Aksu, ‘Ege Sorunlarının Geleceği ve Türkiye: AB Üyelik Sürecinde Türkiye’nin Seçenekleri’, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Yıl:3, Sayı:5, Temmuz 2005, s. 263- 267. 312 Aksu, ‘Ege ve Kıbrıs Sorunlarının Çözümünde Avrupa Birliği’nin Tutumu’, s. 105.
164
Sorunda AB etkisini açıklayan temel belge 1999 yılında gerçekleştirilen
Helsinki Zirvesi sonuç bildirgesinin 4. Maddesidir. Buna göre; “Avrupa Birliği
Konseyi anlaşmazlıkların BM Anayasına uygun olarak barışçı yoldan çözülmesi
ilkesini vurgular ve aday devletleri devam eden sınır anlaşmazlıkları ve ilgili diğer
konuları çözmek için her gayreti göstermeye davet eder. Bunda başarılı olunamadığı
takdirde anlaşmazlığı makul süre içinde Uluslararası Adalet Divanına (UAD)
götürmelidirler. Avrupa Birliği Konseyi, özellikle üyelik süreci üzerindeki
yansımalarıyla ilgili olarak ve en geç 2004 yılı sonuna kadar UAD yoluyla çözüme
bağlanmalarını teşvik etmek amacıyla devam eden anlaşmazlıklara ilişkin durumu
gözden geçirecektir.” 17 Aralık 2004 Zirvesinde de, çözülmemiş anlaşmazlıkların
UAD’ye götürülmesi konusu üzerinde yeniden durulmuştur. Konu ile ilgili olarak
kamuyouna açıklanmış bir sonuç henüz mevcut değildir, görüşmeler sürmektedir.
Bunun yanında Türkiye için hazırlanan KOB’da Türkiye’nin orta vadede Ege
sorunlarını çözüme kavuşturması gereğinin altı çizilmiştir. Türkiye için hazırlanan
ilerleme raporlarında da Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunlar, “üyelik
kriterleri” başlığı altında, “güçlendirilmiş siyasi diyalog ve siyasi kriterler” başlığı
altında yer almaktadır.
Helsinki Zirvesinde belirtilen Türk-Yunan uyuşmazlıklarının 2004 yılı
sonuna kadar UAD’ye götürülmesi gereği yönündeki kararın Türkiye üzerinde
istenmeyen bir baskı yarattığı, pazarlık gücünün azaltıldığı ve bu tarihin
uyuşmazlıkların UAD yoluyla çözümlenmesi için başvuru tarihi olarak
değerlendirilmemesi yönünde yaklaşımlar vardır.313 Buna göre 2004 yılı sorunun
çözülmemesi halinde tarafların konuyu Divana götürecekleri son tarih değil, o ana
313Aksu, ‘Ege Sorunlarının Geleceği ve Türkiye: AB Üyelik Sürecinde Türkiye’nin Seçenekleri’, s.267–269.
165
kadar ulaşılan mevcut durumu değerlendirecekleri son tarih olarak
değerlendirilmektedir.314
Türkiye’nin Ege sorunlarının çözümü konusunda temel yaklaşımı, sorunların
bir bütün olarak ele alınması, barışçıl ve müzakerelerle kalıcı ve adil bir çözümün
sağlanmasıdır. Ancak bu durumda da çözüm bulunmayan sorunların UAD’ye
başvurmak da dâhil olmak üzere diğer yöntemlerle çözülebileceği üzerinde
durulmaktadır. Bunun yanında Ege denizinin kendine has coğrafi özellikleri olan bir
deniz olmasından hareketle, genel kuralların uygulanmasının Lozan Antlaşması ile
Türkiye ve Yunanistan arasında kurulan stratejik dengeye olumsuz etkileri olacağı
düşünülmektedir.315
Aslında son dönemde her iki ülkenin askeri yöntemlerden çok, ekonomik,
diplomatik ve sosyal araçlarla ilişki kurmaya yönelmesi ve birbirleriyle uzlaşmanın
en uygun yol olduğunu kavramaları, ulusal çıkarları yönünde duyarlılıklarını
korumalarına rağmen ilişkilerde gözle görülür bir iyileşme sağlamıştır. Bu durum
tarafların son 30 yılda çözüme en fazla yaklaştıkları zamandır. Ancak AB’nın
taraflara uygun bir uzlaşı zemini sağlamadığı yönünde yaklaşımlar vardır.316 Buna
göre AB; koşulluluk ilkesi çerçevesinde Yunanistan’ın önceliklerine yer vererek
tarafsızlığını yitirmekte, Türkiye ve Yunanistan arasında asimetrik bir ilişki
yaratmakta ve iki ülke arasındaki stratejik dengeyi bozmaktadır.317
Türkiye ve Yunanistan’ın Ege sorunlarına yönelik irade beyanları ve resmi
düzenlemelerden sorunun çözümü için gerekli ortamın mevcut olduğunu ancak asıl
314Aksu, ‘Ege ve Kıbrıs Sorunlarının Çözümünde Avrupa Birliği’nin Tutumu’,s. 111. 315 Aksu, ‘Ege Sorunlarının Geleceği ve Türkiye: AB Üyelik Sürecinde Türkiye’nin Seçenekleri’, s. 267. 316 Ibid.,s. 270 ve 282. 317 Aksu, ‘Ege ve Kıbrıs Sorunlarının Çözümünde Avrupa Birliği’nin Tutumu’,s. 103-104.
166
sorunun her iki taraf arasında ulusal güvenliğe yönelik tehdit algılamalarından
kaynaklandığı görülmektedir.318
Helsinki Zirvesi sonrası dönemde Ege sorunlarına ilişkin olarak uyuşmazlık
konularına ilişkin tezlerini öğrenmek ve uzlaşma zemini yaratmak üzere müzakereler
gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Bu bağlamda 2002 yılından itibaren taraflar arasında
Güven arttırıcı önlemler kapsamında aralarındaki uyuşmazlık ve işbirliği konularına
ilişkin istikşafi toplantılar sürdürülmektedir. Mart 2002’den beri iki ülke üst düzey
temsilcilerinin Ege sorunlarını görüştüğü kurumsallaşmış bir diyalog mekanizması
mevcuttur. AB’nin rolü sözkonusu görüşmelerin olumlu bir zeminde devam etmesini
sağlamak için uygun bir ortamın yaratılması olmalıdır.319
Ege sorunları çözülmese de, sorunun çözümü için gerekli ortamın ve müzakere
zemininin oluştuğu görülmektedir. Bu bağlamda AB süreci içinde gerek Yunanistan,
gerekse Türkiye tarafından çözüm için atılan adımlar sonucu oluşan olumlu durumu,
bir başka deyişle sorunların Avrupalılaşmasını; güvenlik dilinin kullanımından
kaçınılması, güvenlikleştirme uygulamalarından uzaklaşılması (desecuritization)
şeklinde yorumlayanlar da vardır. Bunu için kanıt olarak, Türkiye, Yunanistan ve AB
söylemlerindeki farklılık gösterilmektedir. Her iki tarafın karar vericileri, konuya
iişkin ulusal hassasiyetlerini korumakla birlikte, söz eylem dilini kullanarak
güvenlikleştirme söyleminden uzaklaşmışlar, böylece karşıtlık değil işbirliği zemini
üzerinde bir ilişki geliştirebilmişlerdir.320
318Aksu, ‘Ege Sorunlarının Geleceği ve Türkiye: AB Üyelik Sürecinde Türkiye’nin Seçenekleri’,s.279. 319 Aksu, ‘Ege ve Kıbrıs Sorunlarının Çözümünde Avrupa Birliği’nin Tutumu’, s. 105-106. 320 Yavaş, op.cit.,s. 1-23.
167
b. Türkiye-AB İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu
Kıbrıs konusu; AB tarafından 1999 yılında Türkiye’nin AB’ye aday ülke
olarak kabul edildiği Helsinki Zirvesi kararlarından başlamak üzere, Türkiye’nin
AB’ye üye olmak için çözümüne katkıda bulunması gereken bir sorun olarak
gösterilmektedir. Bu bağlamda, Türkiye’nin AB sürecinde de Kıbrıs, Türkiye’nin AB
üyeliği yolunda bir engeldir. AB’nin Kıbrıs sorununa müdahil olması esas itibariyle,
1990 yılında Güney Kıbrıs’ın AB tam üyelik başvurusunda bulunmasıyla olmuştur.
Avrupalılaşmanın Kıbrıs sorununa etkisini iki boyutlu olarak incelemek
mümkündür. Bunlar; öncelikle bir Birlik olarak AB çerçevesinde Kıbrıs sorununun
uyuşmazlık ve çatışmaların çözümlenmesi çerçevesinde ele alınması; ikinci olarak
da; Kıbrıs sorunu taraflarına AB etkisini incelenmesi boyutlarıdır.321
İlk boyut kapsamında AB’nin soruna etkisi konusunda; Tocci ve Kovziridze,
Annan Planı’nın hazırlanışı sırasında AB çerçevesinin kullanılması noktasını ön
plana çıkartmaktadırlar. Burada; 2002 yılında süren doğrudan görüşmeler sırasında,
tarafların Aralık 2002 tarihinde gerçekleşecek Kopenhag Zirvesinde Kıbrıs’ın AB
üyelik kararını onaylayacağını bildiklerinden hareketle; BM arabulucularının Annan
Planını Kıbrıs’ın AB içinde gevşek ve ortak bir devlet olarak yer alabileceği bir
şekilde tasarladıkları belirtilmektedir. Bu çerçevede Planda Belçika modeli esas
alınarak; bu devletin AB düzeyinde tek sesle temsil edilebilmesi için, resmi devlet
düzeylerinin birbiriyle işbirliği halinde olacağı bir model öngörülmüştür. Başka bir
deyişle, Annan Planı hazırlanırken AB düzeyinde temsil sorunu göz önüne alınarak
bir düzenleme yapma yoluna gidilmiştir. Belçika modelinde ulusal düzeyde
koordinasyonun uzlaşma yoluyla sağlanması öngörülmektedir. AB mevzuatının 321 Nathalie Tocci and Tamara Kovziridze, ‘Chapter 2, Cyprus’, B. Coppieters v.d.,Europeanization and Conflict Resolution, Academic Press, Gent, 2004, http://ecmi.de /jemie/download/12004Chapter2.pdf. Erişim tarihi, 10.10.2007, s.1.
168
uygulanması sırasında da yetki; iç politikadaki ayrım düzenine göre paylaşılacaktır.
Bu durumda eğer devletin parçalarından biri AB mevzuatının yükümlülüklerini
yerine getirme konusunda başarısız olursa ortak devlet kendi yetki alanında
olmamasına rağmen müdahale edebilecektir. Ayrıca Plana ek beşinci kısımdaki
hükümlerde Kuzey ile Güney arasındaki dengeyi gözetmek üzere AB mevzuatının
bazı kısımlarının uygulanmayacağı, istisna tutulacağı yönünde açıklamalar vardır.322
Avrupalılaşmanın Kıbrıs sorunu “taraflarına” etkisi, AB’nin Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti,323 Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan ve Türkiye’ye etkisi bağlamında
incelenmelidir. Tocci ve Kovziridze’ye göre, Avrupalılaşma çerçevesinde taraflara
AB etkisi bir yandan, sosyal öğrenme ve iç yapıda fırsatların artması yoluyla
tarafların ideolojik yönelimlerini değiştirerek, pazarlık pozisyonlarına etki
bağlamında, öte yandan iç siyasi aktörlerin ideolojik pozisyonlarını ve çıkarlarını AB
söylemini kullanarak meşrulaştırmaları yoluyla olmuştur.324 Ancak AB etkisinin
taraflar açısından her aşamada aynı olmadığını da belirtmek gerekir. Aşağıda
inceleneceği üzere, Annan Planının oylanması sırasındaki son aşamada AB’nin
etkisi, Kuzey ve Güney Kıbrıs siyasi seçkinleri üzerinde oldukça farklıdır.325
AB’nin Kıbrıs Rum kesimine etkisine bakıldığında; öncelikle Kıbrıs’ın
1990’larda başlayan AB sürecinin, sorunun kendi lehlerine gelişiminde pazarlık
pozisyonlarını güçlendirme amacının çok açık olduğunu belirtmek gerekir. AB üyesi
olarak, Türkiye’yi kendi istekleri doğrultusunda güç duruma düşürmek daha kolay
olacaktır.326 Sözkonusu faktörler dikkate alınarak, AB etkisinin Güney Kıbrıs siyasi
322 Ibid., s. 22-23. 323Tocci ve Kovziridze metinde Kıbrıslı Rumlar (Greek Cypriots) ve Kıbrıslı Türkler (Turkish Cypriots) ifadesini kullanmaktadır. 324Ibid., s. 25. 325Ibid., s. 26. 326Ibid idem.
169
seçkinleri üzerindeki etkisinin farklı olduğunu belirtmek gerekir. Cumhurbaşkanı
Klerides 2002–2003 yıllarında eskiye oranla uzlaşmaya daha yakın bir duruş
sergilemiştir. Uzlaşıya daha yakın olmada 1999 Helsinki zirvesinde koşulluluğun
kaldırılmasının da (çözüm olmadan da Kıbrıs AB üyesi olabilir ibaresi) etkisi
olmuştur. Ancak Şubat 2003’te iktidara gelen Papadopoulos yönetiminin Annan
planına olumsuz yaklaşımları, AB üyeliğini garantilemiş bir Kıbrıs’ın üyelik sonrası
elinin çok daha güçleneceğinin bilincinde olması nedeniyledir. Avrupalılaşmanın
Kıbrıs Rum kesimi üzerinde dolaylı etkisi Yunanistan yoluyla olmuştur. Yunanistan
özellikle 1999 Simitis hükümetiyle Türkiye ile ilişkiler bakımından radikal bir
değişiklik öngörerek, AB üyesi bir Türkiye’nin dolayısıyla da çözüme kavuşturulmuş
Kıbrıs’ın Yunanistan çıkarları bakımından daha istenilir bir durum olduğu yönünde
politika değişikliğine gitmiştir.327 Ancak Yunanistan’ın dolaylı etkisine rağmen,
sorun çözülmeden Güney Kıbrıs tüm adayı temsilen 2004 yılında AB’ye alınmıştır.
Rum tarafı, AB üyeliğini garantilediği için çözüm ve uzlaşmaya dayalı bir
tutum sergileme gereği duymamıştır. Zaten temel hedef, AB üyeliğini bir araç olarak
kullanıp, isteklerini bu platform üzerinden gerçekleştirmek ve Türkiye’nin üyeliği
konusunda baskı kurarak, gerekli tavizleri elde etmektir.328 2004 yılında AB’ye tam
üye olan Kıbrıs’ın tutumu; AB dış politikasının kimi zaman üye devletlerin AB
düzeyine taşıdıkları gündemleri nedeniyle zor durumda kalabilmesine örnektir. Buna
göre Kıbrıs gibi yeni üyeler, giderek artan bir biçimde ikili düzeydeki
anlaşmazlıklarını AB nezdindeki pozisyonlarını kullanarak çözümleme/etkileme
yoluna gitmektedirler. Kıbrıs, Türkiye ile müzakerelerin başlaması konusunda veto
kullanmayı denemiştir ve müzakere fasılları açılırken de veto kullanması 327Ibid., s. 26–28. 328Hüseyin Bağcı, Nasuh Uslu, ‘Kıbrıs Sorunu ve AB: Son Gelişmeler ve Tarafların Tavrı’, Dağı, op.cit.,s. 269-270.
170
sözkonusudur.329 Konunun Güney Kıbrıs’ın Avrupalılaşması çerçevesinden
incelenmesi gereken bir boyutunu da bu durum oluşturmaktadır.
Bu durumda, Avrupalılaşmanın çift yönlü etkisi kapsamında; Güney Kıbrıs’ın
kendi önceliğini AB düzeyine taşımak konusunda başarılı olduğunun altını çizmek
gerekir. AB’nin Kıbrıs’a ilişkin tutarlı bir politikasının olmayışı, Kıbrıs’ın AB
üyeliğinin garanti edilmesi, Türkiye ile AB arasındaki asimetrik ilişkinin olması gibi
etkenler, Güney Kıbrıs’ın kendi öncelik ve gündemini AB düzeyine taşımada başarılı
olmasını sağlamıştır.
AB’nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine ne gibi etkileri olduğuna gelince;
öncelikle 1993–2001 yılları arasında; Türk kesim ile AB arasında yetersiz diyalog
nedeniyle ilişkilerin istenen düzeyde tesis edilemediği bilinmektedir. AB’nin
ekonomik yardım teklifleri Türk yöneticiler tarafından iyi niyetli yaklaşımlar olarak
kabul edilmemiştir. Zira KKTC’ye ekonomik ambargo sürdürülmektedir ve
tanınmayan bir ülke olan Tayvan’la ticaret sürerken KKTC ekonomik anlamda izole
edilmiş durumdadır. 1990’lar boyunca KKTC, ancak sorunun çözümü sonrası
ve/veya Türkiye’nin AB üyeliği sonrası Kıbrıs’ın AB üyeliğinin gerçekleşmesi
gereğini savunmuştur. Ancak; Kıbrıs’ın AB üyeliğine yaklaşması; Kuzey Kıbrıs’ta
sivil toplum ve Annan Planı yanlısı Merkez sol partilerin aktifleşmesine ve iktidara
gelmesine neden olmuştur. 1999 yılı sonrası KKTC’nin yaşadığı ekonomik
zorlukların yanı sıra Türkiye ile ilişkiler de sözkonusu gelişmeyi tetikleyen bir diğer
faktördür. Türk iç politikasında ise 1999 Helsinki Zirvesiyle adaylık statüsünün
verilmesinin getirdiği ılımlı havanın etkisi ve Kıbrıs politikası bakımından önceki
hükümetlerden farklı olarak çözüm yanlısı bir politika izleyen AKP hükümetinin
329 Nanette Neuwahl, ‘Turkish EU Accession and EU Foreign policy’, Collegium, No:31; Spring 2005, s.26.
171
2002 yılında iktidara gelmesi de sorunun Türk tarafında olumlu bir etkileşimin
doğmasını sağlamıştır. AKP hükümeti Kıbrıs ile Türkiye’nin AB üyeliği arasındaki
bağlantıyı analiz ederek, politika geliştirmiştir.330 Tocci ve Kovziridze’ye göre,
Türkiye’nin Kıbrıs politikasının dönüşmesinde; Kıbrıs’ın AB’ye katılım sopası değil,
Türkiye’nin AB katılım süreci havucu ve kendi iç politikasındaki dönüşümler rol
oynamıştır.331 Bu durumda AB’nin Kıbrıs sorununa etkisi hem, doğrudan koşulluluk
ilkesi yoluyla politika değişimine neden olması, hem de dolaylı olarak AB etkisi
nedeniyle gerçekleşen iç değişim yoluyla olmuştur.332 Ancak güvenilir AB
taahhütleri olmadan özellikle Aralık 2002’den itibaren sözkonusu politika
değişiminin sınırlı etkileri olacaktır.333
Ancak; Avrupalılaşmanın AB’nin ilgili devlete etkisi kapsamında belirtilen
ve koşulluluk ilkesi ile tanımlanan ilk boyutu konusunda ve iç koşulların değişimi
konusunda tartışılması gereken noktalar vardır.
Öncelikle; AB’nin Kıbrıs’a yaklaşımında eleştirilmesi gereken noktalar
vardır. 1999 yılına kadar BM çatısı altında çözüme kavuşturulmaya çalışılan Kıbrıs
sorununda; Türkiye’nin temel argümanlarından olan 1959 ve 1960 Londra ve Zürih
Anlaşmalarında belirtilen Türkiye ve Yunanistan’ın üye olmadığı hiçbir Birliğe
Kıbrıs’ın üye olamayacağı şeklindeki madde AB tarafından dikkate alınmamıştır.
Sözkonusu argümanların Türkiye tarafından da yeterince dile getirilmediği yönünde
yaklaşımlar da vardır.334 Bu durumda AB’nin temel güvenlik kimliği özelliklerinden
sayılan ve 3. Bölümde incelenen uluslararası hukuk ve meşruiyete verilen önem
dikkate alındığında AB’nin Kıbrıs politikası tartışmaya açık hale gelmektedir. Bunun
330 Tocci, Kovziridze op.cit.,s.29-32. 331 Ibid.,s. 35. 332 Ibid. idem. 333 Ibid. idem. 334 Çağrı Erhan; Bizim Kırmızı Çizgilerimiz Vardı, Siyasal Kitabevi, Ankara 2006, s.170.
172
yanında AB dış politikasının bir başka özelliği olan çok taraflıcılık olarak
adlandırılan uluslararası kuruluşlarla işbirliği konusunda ise, AB’nin BM çatısı
altındaki çözüm gayretlerini desteklemesiyle görüşünü ortaya koyduğu söylenebilir.
Tüm adayı temsil eder şekilde AB’ye üye olması sonrası Güney Kıbrıs,
Türkiye ile müzakerelerde başlıca engelleyici faktör olarak ortaya çıkmıştır. Bu
durumda AB sorunu çözmeden kendi içine ithal etmiştir. Başlangıçta bir Kıbrıs
stratejisine sahip olmayan AB; Türkiye, Kıbrıs ve Yunanistan’ın karşılıklı
sorunlarının ortaya çıkmasıyla bir politika geliştirmeye başlamıştır.335 AB’nin soruna
hazırlıksız yakalanarak, etkin bir strateji geliştirilmediğini belirtmek gerekir.
Gerçekten de, 1999 yılında Günter Verheugen’in Avrupa Parlamentosu ilgili
komitesinin bir önergesine verdiği cevapta; Kıbrıs’ın AB üyeliği öncesinde bazı
büyük ve etkili üye devletlerin Kıbrıs ile üyelik müzakereleri yapılmaması
gerektiğini belirttiklerini, zira Kıbrıs’ın mevcut durumuyla AB’nin dış politika ve
güvenlik mevzuatını ve gereklerini yerine getiremediğini açıklamıştır. Bu noktadan
hareketle, aslında AB içindeki tartışmalarda da AB üyeleri ve kurumlarının Kıbrıs’ın
AB başvurusuna ilişkin olarak net bir stratejilerinin olmadığını, Kıbrıs ile
müzakerelerin sürdürüleceğini ancak soruna ilişkin ne yapacaklarına karar
vermediklerini söylemek mümkündür.336
AB tarafından Türkiye’nin karşısına Kopenhag kriterlerinden ayrı olarak
sürekli olarak çıkarılan Kıbrıs sorunu, Güney Kıbrıs’ın tüm adayı temsilen 1990
yılında yaptığı tam üyelik başvurusu ve 1998 yılında başlanan müzakere süresince
engel olarak görülmemiştir. Fransa başta olmak üzere kimi üye devletlerin, Kıbrıs
335Aylin Güney, “AB, ABD ve Türkiye Üçgeninde Kıbrıs Meselesi”,ed: İrfan Kalaycı, Kıbrıs ve Geleceği, Ekonomi Politik bir Tartışma, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara 2004, s.109–123. 336 Neill Nugent; ‘EU Enlargement and the ‘Cyprus Problem’, Journal of Common Market Studies Vol: 38, No:1, March 2000, s. 147.
173
AB tam üyesi olmadan sorunu çözme gayretlerine rağmen, Türkiye’nin aksine üyelik
konusunda Güney Kıbrıs’a sorun çıkartılmamıştır. Türkiye tarafından eleştirilen
noktalara da sahip olan, ancak iktidardaki AKP hükümeti tarafından AB sürecinde
desteklenen Annan Planının Türk tarafı tarafından kabul edilip, Rum tarafınca
reddedilmesine rağmen AB; Rum tarafı için hiçbir yaptırım öngörmemiştir. Buna ek
olarak, referandumdan kısa bir süre sonra da Güney Kıbrıs Rum Kesimini Birliğe
tam üye olarak kabul etmiş ve KKTC’ye izolasyonları sürdürmüştür.
AB’ye üyeliğinin sorunsuz olmasının sebepleri arasında; MDAÜ ile aynı
genişleme dalgası içinde yer alan Kıbrıs’ın başta yüksek ekonomik göstergeleri
olmak üzere Kopenhag kriterlerini yerine getirme performansı yanında, mikro devlet
olarak AB kurumsal ve politik yapısında herhangi bir güçlük yaratmaması
gelmektedir. Bunun yanında AB bakış açısından Kıbrıs sorunu nedeniyle gündeme
gelecek bir tartışma tam üye olmayan ve hâlihazırda Birlik ile sorunlar yaşayan
Türkiye tarafından dayatıldığında kabul edilemez görülmektedir.337 Bunun yanında
Kıbrıs üyeliği için Yunanistan’ın gayretleri ve adanın kültürel ve stratejik konumu ile
AB için öneme haiz olduğunu da eklemek gerekir.338 Etkili bir diğer neden ise,
Kıbrıs’ın AB’ye katılım sürecinde zorluk çıkartılırsa, Yunanistan’ın MDAÜ’nün AB
üyeliğini veto edeceği endişesidir.
Türkiye’nin Annan Planının KKTC tarafından kabul edilmesi için gösterdiği
gayretler ise, AB tarafından ilerleme ve sorunun çözümü için gösterilen çabalar
olarak görülmektedir. Türk güvenlik seçkinlerince Kıbrıs’a atfedilen önem açıktır.
Stratejik önemi nedeniyle, milli dava olarak görülen bu konuda AB üyeliğini
sağlamak için atılan adımları taviz olarak gören, Türkiye’nin sürekli olarak mevzi
337 Ibid.,s. 134–135. 338 Erhan, op.cit., s. 161–167.
174
kaybettiği ve kırmızı hat/çizgilerinden birinin aşıldığı yönünde yaklaşımlar vardır.
Buna ilaveten AB’nin tam üyelik konusunda ikircikli yaklaşımları, taraflar arasındaki
güven sorununu daha da arttırmaktadır.339
Gerçekten de Kıbrıs; AB ve Türkiye arasında güvenilirlik hususunun ortaya
çıktığı en önemli konulardan biridir. Türkiye’nin bakış açısıyla; AB’nin Güney
Kıbrıs’ın adanın tamamını temsilen AB üyesi olma sürecinde hiçbir önkoşul ve
gayretinin ötesinde bir politikaya sahip olmaması,340 bunun yanında Kıbrıs
sorununun Türkiye için engel olarak görülmesi AB politikasının çifte standartlı
olduğu yönündeki izlenimi güçlendirmektedir. Aslında bu durum genişleme sürecini
bir dış politika aracı olarak gören AB açısından önemli sonuçlar doğurabilecek
niteliktedir. Soruna bu şekilde bir bakış, dış politika açılımları bakımından
hâlihazırda sorunlar yaşayan AB’nin sorun çözme kapasitesine ilişkin de soru
işaretleri yaratmaktadır.
AB’nin dengeli bir yaklaşımla Kıbrıs’ın AB’ye katılımından sonra
Türkiye’ye yaklaşımında sergilemesi gereken tutum çifte uzlaşmanın sağlanması
olacaktır. Buna göre; AB bir yandan Türkiye’nin Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin
taahhütleri ile diğer gerekli düzenlemeleri sağlamasının yanı sıra, tam üyelik
konusunda da sözkonusu koşulları karşıladıktan sonra üye olacağı yönünde güvenilir
bir yaklaşım sergilemelidir.341 Ancak gerek Türkiye’nin iç sorunları nedeniyle AB
üyelik hedefi çalışmalarının zaman zaman kesintiye uğraması, gerekse AB’nin
güvenilirlik sorunlar ve tam üyelik nihai sonucunun halk referandumları gibi sonucu
339 Ibid., s. 10–13 ve 177–182. 340Neill Nugent; AB sürecinde ülkenin ilerlemesine ilişkin detaylı bilgiler hazırlanırken, AB ile işbirliği yapmadığından Kuzey tarafına ilişkin hiçbir bilgiye ulaşılamadığını ve bu durumun pratikte de AB’nin Güney Kıbrıs ile işbirliği yapmaya mecbur bıraktığını belirtmektedir. Nugent, op.cit.,s.138–140. 341 Tocci, Kovziridze, op.cit., s. 38.
175
belirsiz gelişmelere bırakılması, çifte uzlaşmanın sağlanmasındaki güçlükleri
göstermektedir.
Şu an gelinen nokta da Kıbrıs sorunu, Gümrük Birliği’nin yeni AB üyesi
ülkelere teşmil ettirilmesi ve akabinde ortaya çıkan sorunlar nedeniyle müzakerelerde
sekiz başlığın askıya alınmasına neden olmuştur. Bu durumda hükümetin AB ile
uyumlu biçimde yürüttüğü Kıbrıs politikası, Türk güvenlik kimliğinin hassas
addettiği bir nokta olan-Güney Kıbrıs’ın tanınması konusunda, yine eski haline
dönmüştür.
Bu durumda AKP toplumsal desteği kaybetmemek için retorik değiştirerek;
Kıbrıs konusunda eskisinden farklı olarak ulusalcı bir çizgiye kaymıştır. Bu durum
bir bakıma Kıbrıs’ın iç politikadaki söylemlere konu oluş biçimiyle yakından
ilgilidir.342 AKP Kıbrıs konusundaki politikasını iç politikada etkin siyasi gruplar
karşısındaki konumunu güçlendirmek için bir araç olarak kullanmıştır. Kıbrıs sorunu
AKP tarafından salt bir dış politika konusu olarak görülmeyip, iç siyasi aktörlerin
aralarındaki bir etkileşimin sonucudur.343 Bu çerçevede, Kıbrıs sorunu Türkiye
açısından, iç politikasındaki hassas dengeleri de belirginleştirmektedir. Sorun; AB
yanlısı AKP iktidarı döneminde önceki dönemlerden farklı bir seyir izleyerek,
Kıbrıs’ın Türkiye’nin AB üyeliği önündeki engel niteliğinin kaldırılması üzerine
odaklanmıştır. Avrupalılaşma bağlamında dikkate alınması gereken bir başka nokta;
iktidarda AKP değil de; AB politikaları konusunda çekinceli yaklaşımları olan bir
parti ya da koalisyon olsaydı, sözkonusu gelişmelerin yaşanıp yaşanmayacağına
ilişkindir.
342 Çelenk, op.cit.,s. 360–361. 343 Ibid., s. 349–363.
176
Son durumda Kıbrıs konusundaki geleneksel güvenlik kimliği özellikleri,
AB politikalarının benimsenmesinde bir eşik görevi görmüştür.
Kıbrıs sorununun çözümü için gerçekleştirilen; gerek AB, gerekse AB ve
AKP destekçileri tarafından desteklenen ve başarı olarak kabul edilen açılımların;
uzun vadede Türkiye’ye yarardan çok zarar getireceğine ilişkin yaklaşımlar da
vardır. Buna göre; AKP dış destek sağlayarak, iç politikadaki konumunu
sağlamlaştırma yolunda Kıbrıs sorununun çözümünü, AB üyeliğine bağlayıp bir
önkoşul haline getirerek, Türkiye-AB ilişkilerini bizatihi kendi politikalarıyla Kıbrıs
sorununa indirgemiştir. Türkiye’de başta Cumhurbaşkanı, muhalefet partileri, ordu,
kamuoyu ve KKTC’de Denktaş tarafı; Annan Planına çekincelerini belirtirken;
Plandaki derogasyanlar ve diğer düzenlemeler AKP hükümeti tarafından detay olarak
görülmüştür. Referanduma Güney tarafından gelen red cevabına rağmen,
Türkiye’nin AB üyeliği konusunda net cevaplar alamaması AKP’nin Kıbrıs
politikasını eleştiriye açık hale getirmektedir. 344
Kıbrıs’ın başta stratejik önemi olmak üzere tarihsel olarak Türk dış
politikasında statükoculukla simgelenen önemli milli dava niteliği, AKP iktidarının
AB yanlısı çözüm odağında attığı adımların, geleneksel güvenlik kimliği taşıyıcısı
kurumlar tarafından eleştirilmesine neden olmaktadır. Ancak yukarıda özetlenen
gelişmelere rağmen; sorunun çözülmemiş olması bir yana; Güney Kıbrıs’ın hiçbir
yaptırımla karşılaşmadan AB üyesi olması; Türkiye’nin attığı adımların da; özellikle
güvenlik kimliği taşıyıcısı kurumlar tarafından taviz olarak görülmesine neden
olmaktadır.
344Müge Kınacıoğlu, Emel Oktay, ‘The Domestic Dynamics of Turkey’s Cyprus Policy:Implications for Turkey’s Accession to the European Union’, Turkish Studies, Vol:7, No:2, June 2006, s. 261-273.
177
Kıbrıs konusunda AB taraftarı yaklaşımları desteklemeyen askeri seçkinlerin
tavrı açıktır. Askeri ve sivil bürokrasiyi temsil eden “devlet seçkinleri” ile siyasi
iktidarı temsil eden “siyasi seçkinler” arasında Kıbrıs başta olmak üzere dış
politikanın bazı alanlarında; devlet seçkinleri lehine bir karar alma ve uygulama
sahası bulunmaktadır. Alper Kaliber’e göre; devlet seçkinleri Kopenhag okulu
temsilcilerince ifade edilen “güvenlikleştirme” söylemi ile Kıbrıs gibi dış politika
alanlarını teknik ve geniş kitlelerce anlaşılmayacak nitelikte konular olarak ortaya
koymaktadır. Siyasi iktidarlar da Soğuk Savaş yıllarında daha ağırlıklı olmak üzere;
askeri seçkinlerin bu konudaki hâkimiyetini pekiştirici davranışlar sergilemişlerdir.
Güvenlikleştirme söylemi, Kıbrıs’ın stratejik önemi, yavru vatan-ana vatan
benzetmesi, Kıbrıs’ın uçak gemisi gibi algılanması, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın
Türkiye’yi çevreleyeceği gibi jeopolitiği öne çıkarak yaklaşımlardır. Sözkonusu
söylemler yoluyla devlet seçkinleri kendi meşruiyetini yeniden üretme yoluna
gitmiştir. Kıbrıs bu özelliği ile Türk dış politikasının kırmızı çizgilerinden olmuştur.
AKP’nin Kıbrıs politikası ise devlet seçkinlerine karşı siyasi seçkinlerin
yaklaşımlarının ön plana geçtiği bir dönemi simgelemekle birlikte, iç politikada ciddi
bir kutuplaşmayı da beraberinde getirmiştir.345 Bu yaklaşımdan hareketle şu tespit
yerinde gözükmektedir. Devlet seçkinleri; kendi adına kırmızı çizgi olarak gördüğü
dış politika yaklaşımlarını; dış tehditler yanında zaman zaman AKP örneğinde
olduğu gibi siyasi iktidarlar karşısında da savunmak durumunda kalmıştır.
Ancak; sözkonusu güvenlikleştirme söylemi ve Kıbrıs dâhil olmak üzere dış
politika konularında yukarıda bahsi geçen devlet seçkinleri hâkimiyeti; Kıbrıs
konusundaki AB yaklaşımını haklı çıkartmamaktadır. Öncelikle; AB’nin kendisini
345Alper Kaliber ‘Securing the Ground Through Securitized ‘Foreign’ Policy: The Cyprus Case’, Security Dialogue, Vol: 36, No:3; September 2005, s. 319-337.
178
sivil ve normatif güç olarak ortaya koymasından hareketle; öngördüğü çözümün
uzlaşmaya dayalı, uluslararası hukuk kurallarına uygun, çoktaraflıcığa, ekonomik ve
sivil araçlara dayalı olmasını beklemek gerekir. Ancak yukarıda açıklanan AB
politikasının açmazları; AB’nin Kıbrıs’a yönelik olarak tutarlı bir politika ortaya
koyamadığını göstermektedir. Avrupalılaşmanın Kıbrıs sorunu bağlamında
incelenmesinde ele alınması gereken bir diğer nokta da budur.
Türk iç politikasındaki bölünmeler bir yana; soruna şimdiki haliyle bir
çözüm bulunabilmesi için öncelikle AB’nin ve Kıbrıslı Rum liderlerin Türkiye’nin
AB’ye üyeliği konusunda net ve olumlu mesajlar vermeleri ve Güney kesimin AB
üyeliği avantajını kullanarak Türkiye’yi engellemesi ve Kuzey Kıbrıs’ı dışlamasının
sorunun çözümüne katkıda bulunmayacağını idrak etmesi gerekmektedir. AB’nin
bazı yanlışları sürdürerek, geleceğini adaya ipotek etmemesi gerekmektedir.346
TSK ile iktidarın bu olayda karşı karşıya gelmesi ve politikanın açmaza
sürüklenmesi neticesinde; Frank Schimmelfenning’in ifade ettiği;347 rasyonalist
kurumsalcıların kullandığı fayda-maliyet analizinde; AB’ye uyumun iç politikada
maliyeti ve AB koşullarına direnç gösteren kurumların (veto players) etkisi ve sayısı
ne kadar fazlaysa AB’nin etkilerinin o kadar sınırlandığı yönündeki saptaması
yerindedir. Kıbrıs konusunda tavizkâr bir tutum sergilendiğini düşünen kesimler, AB
isteklerine direnç göstererek, konu Kıbrıs Cumhuriyetinin tanınması noktasına
gelince etkili olabilmişlerdir. Net bir üyelik perspektifi vermeden sözkonusu
tavizlerin verilmesi kamuoyunda da AB karşıtı bir yaklaşım oluşturmuştur. Robert
346 ‘Cyprus: Reversing the Drift to Partition’, Europe Report No: 190-10, International Crisis Group, January 2008, s. 26-27. 347 Schimmelfennig, ‘Costs, Commitment and Compliance: The Impact of EU Democratic Conditionality on Latvia, Slovakia and Turkey’, s. 495-501 ve Frank Schimmelfennig, ‘Europeanization Beyond Europe’, Living Rev. Euro.Gov., Vol.2 (2007), No.1, (online article): http://www.livingreviews.org/Ireg-2007-1, erişim tarihi: 2 Ocak 2008, s. 4-8 .
179
Putnam’ın iki düzeyli yaklaşımından hareketle, AKP iktidarının AB düzeyinde
Kıbrıs konusunda çözüm için adım atarken; iç politikada bu gelişmeleri tasvip
etmeyen kesimle de dengeyi sağlaması gerekmiştir.
Kıbrıs konusunun Avrupalılaşma çerçevesinden incelenmesi, Güney Kıbrıs’ın
AB politikasındaki açmaz ve eksikliklerden hareket ederek; kendi öncelik ve
gündemini AB düzeyine taşımakta başarılı olduğunu göstermektedir.
Avrupalılaşmanın Türkiye üzerine etkisi ise koşulluluk ilkesinin varlığına rağmen,
AB ve Türkiye arasındaki güvenilirlik sorunu nedeniyle sınırlı düzeydedir.
İktidardaki AKP hükümetinin çözüm yönünde attığı adımlar; iç siyasi dinamiklerin
etkisi ile belirginleşmiştir.
Bu durumda konunun AB’nin öngördüğü şekilde çözümlenmesi şeklinde tarif
edilebilecek Avrupalılaşmanın mevcut sorunlarla ancak kısmen gerçekleşebildiği
sonucuna varmak mümkündür. Özellikle 1999-2004 yılları arasında AB’nin soruna
dâhil olarak, sorunu dönüştürdüğü ancak çözümleyemediği belirtilmelidir. AB
tarafların pozisyonlarını değiştirememiştir. Sadece Türkiye-Yunanistan arasındaki
ilişkilerin normalleştirilmesine katkıda bulunabilmiş ve çözüm yönünde adım
atılmasını sağlamıştır. Annan Planı referandumu sonrası gelişmeler Kıbrıs sorununun
tekrar iç siyasi söylemlere konu olmasına neden olmuştur. AB’nin güvenilirliğini
sorgulatan politikası, koşulluluk ilkesinin beklenen sonucu vermemesinin önemli bir
nedenidir.348
348 Ulusoy; op.cit.,s.319-328.
180
4. Türkiye’nin Orta Doğu Bölgesi ile İlişkileri
Soğuk Savaşın bitimi ana eksen olarak kabul edilirken; Türkiye’nin Orta
Doğu bölgesine ilişkin Soğuk Savaş öncesi ve sonrası oluşturulan politikalarında AB
etkisinin araştırılması, Avrupalılaşma bağlamında konunun incelenmesi gereken
temel noktasıdır.
Konuya Avrupalılaşma ekseninden bir bakış; öncelikle Türkiye’nin Soğuk
Savaş döneminde izlediği Orta Doğu işlerine karışmama şeklindeki geleneksel
tarafsızlık politikasından; Soğuk Savaş sonrası dönemde aktif politikasına geçişte
AB’nin rolünün incelenmesini gerektirmektedir. Bunun yanında; Türkiye’nin Soğuk
Savaş öncesi döneme göre hayli aktif ve çok boyutlu hale gelen Soğuk savaş sonrası
Orta Doğu politikası; bu şekliyle önceki halinden farklılık arzetse de; bölge ülkeleri
ile ilişkilerin 1990’ların sonuna kadar sorunlu devam ettiği; 2000’li yılların başında
iyileşmeye başladığı görülmektedir. Bu durumda konunun Avrupalılaşma yönünden
incelenmesi, Soğuk Savaş sonrası Orta Doğu bölgesine yönelik Türkiye politikasının
1990’ların sonuna doğru olumlu seyretmesinde AB’nin rolünün araştırılmasını
gerektirmektedir. Bu sorunun mantıksal uzantısı; Türkiye’nin Orta Doğu bölgesine
yönelik politikalarının belirlenmesinde AB’nin dikkate alınıp alınmadığıdır.
Soğuk Savaş öncesi Türkiye ile Orta Doğu bölgesi ülkeleri arasındaki
mesafeli ilişkiler; tarihsel etkenler, coğrafi konum ve ideolojik faktörlerden
kaynaklanmaktadır. Yaklaşık 400 yıl boyunca Osmanlı hâkimiyetinde kalmış olan
bölge, gerek Türkiye gerekse Orta Doğu ülkelerinin ulus devletlerini kurma
sürecinde bu mirasın olumsuz etkilerini taşımıştır. Coğrafi konumu nedeniyle
Türkiye bölgeyle güvenlik nedeniyle ilgilenmiştir. Burada bölgeyle ilgili temel
ikilem; Orta Doğu’nun kronik istikrarsızlığının Batı için Türkiye’nin önemini
181
arttırması, öte yandan bu durumun Türkiye’nin Bölge meselelelerine olan
isteksizliğini pekiştirmesidir. Bunun da ötesinde Türkiye’nin Batılılaşma amacı ve
Avrupa meselelerine ilgisi, Türkiye için Orta Doğu’nun daha az önemli bir bölgesel
kimlik haline dönüşmesine neden olmuştur.349
Körfez savaşı ile başlayan süreçte, Türkiye bölgede aktif bir politika izlemeye
başlamıştır. Körfez krizi sırasında Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın inisiyatifiyle ABD
politikalarına paralel bir politika izlenmiştir. Ancak; bu dönemde Türk iç siyasetinde
ön plana çıkan Kürt miliyetçiliği sorunundan ötürü Irak’taki gelişmelerde
Türkiye’nin söz sahibi olması gerektiği ve Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası stratejik
önemini kaybetmediğini vurgulamak düşüncesinden hareketle atılan adımların, Türk
iç politikasında da görüş farklılıklarını derinleştirdiği görülmektedir. Soğuk Savaş
sonrası ortaya çıkan ortamın zorluklarla olduğu kadar fırsatlarla da dolu olduğu
düşüncesi, Cumhurbaşkanı Özal’ın aralarında yer aldığı kesimi bu fırsatlardan
yararlanma düşüncesine iterken; askeri ve bürokratik seçkinler ile muhalefetin
aralarında yer aldığı kesim geleneksel dış politikanın izlenmesi taraftarı idiler.
Körfez Krizi sırasında sözkonusu görüş farklılığı neticesinde savaşa katılım şeklinde
tezahür eden gelişmeler; Körfez savaşı sonrası Kürt sorununun Irak’ın Kuzeyinde
ortaya çıkan güç boşluğu nedeniyle daha da belirgin hale gelmesi ve Türkiye’nin
ekonomik kayıpları neticesinde temkinli yaklaşımı savunan kesimin elini
güçlendirmiştir. Ancak bu kesim; oluşan yeni ortamda fırsattan çok zorluğun yer
aldığını ve Türkiye için hayati önemdeki tehditlerin Orta Doğu bölgesinden geldiğini
düşünmekteydiler. Bu da neticede bölgede aktif bir politikanın izlenmesinin yolunu
açıyordu. Bu durumda; Körfez savaşı sonrasında meydana gelen gelişmeler,
349 Meliha Benli Altunışık, ‘Redefinition of Turkish Security Policies in the Middle East After the Cold War’, Karaosmaoğlu ve Taşhan, op.cit., s.213–214.
182
Türkiye’nin Orta Doğu’ya ilişkin politikası çerçevesinde ulusal ve uluslararası kimlik
tartışmaları ve değişen jeostratejik koşullar ekseninde değerlendirilmeye
başlanmıştır.350
Bu süreç, Soğuk Savaş öncesi Türkiye ile Orta Doğu ülkeleri arasındaki
ilişkilerin güvenlik eksenli, bir başka deyişle bölgenin tehditlerle mücadeleyi
gerektirdiği söyleminden hareketle Türkiye’nin güvenliğinin ve toprak bütünlüğünün
korunmasına odaklı olmasını gerektirmiştir. Güvenlik eksenli yaklaşım Soğuk Savaş
sonrası dönemin ilk yıllarından 2000’lere kadar devam etmiştir. Bu durum,
Türkiye’nin iç siyasetinde yaşadığı kimlik tartışmaları ve PKK terörü gibi etkenlerle
daha da şiddetlenerek, milli güvenliğini teminat altına alabilmek için bölgede daha
aktif bir politika izlenmesi şeklinde bir söyleme de yol açmıştır. İç politikada tehdit
olarak görülen Kürt Milliyetçiliği ve Siyasal İslamın kaynağı olarak görülen Orta
Doğu bölgesi, 1990’lar boyunca Türkiye ile bölge ülkeleri arasında 1998 yılında
Suriye ile yaşanan kriz gibi olumsuzluklara da yansımıştır. Güvenlik söylemi
ordunun da dış politika yapımındaki etkinliğini arttırmıştır. Bu durum Türkiye ile
İsrail arasındaki ilişkilerin gelişmesinde de önemli bir etken olmuştur.351
Böylece; Türkiye’nin 1990’lı yılların başından itibaren Orta Doğu politikası;
başta Kürt sorunu, Siyasal İslam, su sorunu gibi iç problemleri ile bağlantısı
nedeniyle giderek artan biçimde güvenlikleştirilmiş ve Soğuk Savaş öncesi tedbirli
ve bölge meselelerine karışmazlık şeklinde tarif edilebilecek Türk dış politikası
farklılaşmıştır.352 Başka bir deyişle, Soğuk Savaş döneminde Orta Doğu bölgesi
Türkiye’nin stratejik planlamalarında küçük bir yer kaplarken, 1990’lı yılların
başından itibaren Türk siyasi ve güvenlik seçkinleri tarafından öncelik kazanmaya 350 Ibid.,s. 215–217. 351Özlem Tür, ‘Türkiye ve Orta Doğu: Gerilimden İşbirliğine’, Dağı, op.cit., s. 141–144 ve 149–150. 352 Altunışık, op.cit.,s.214–215.
183
başlamıştır. Bu durumun nedeni; rejimin karşılaştığı iç tehditler ve bu tehditlerin
Orta Doğu’daki uzantıları yanında, Soğuk Savaş sonrası ortamın getirdiği
belirsizliklerdi. Bu durumda Türkiye Orta Doğu’ya ilişkin olarak yeniden bir tehdit
tanımlamasına giderek yeni bir strateji geliştirmiştir. Sözkonusu yeni politika, artık
Türkiye’nin salt Batı ile bağlantısını vurgulayan bir çerçevede değil, rejimin devamı
ve ülkenin toprak bütünlüğünün sağlanması ilkesi üzerine kurulmuştur.353
Neticede; Soğuk Savaş sonrası daha aktif hale gelen Türk dış politikasının
değişen uluslararası koşullar ve bu koşulların Türkiye’nin iç sorunlarını
arttırmasından kaynaklandığı söylenebilir.
Yukarıda açıklanan politika değişikliği sırasında dönemin Türkiye-AB
ilişkilerine bakıldığında ise; Batılılaşma ve onun uzantısı olan AB üyelik hedefi
devam etmekte, hatta 1987 yılında tam üyelik başvurusunda bulunulduğu
görülmektedir. Ancak başvuru sonrası açıklanan AB Komisyonunun görüşünde
Türkiye’nin ehil ancak AB üyesi olmaya hazır olmadığı belirtilmiş ve Matutes Paketi
adı verilen bir program uygulaması başlatılmıştır. Bu durumda Türkiye AB
ilişkilerinin Türkiye’nin beklentilerine cevap verecek düzeyde olmadığı
görülmektedir. Bu dönemde Türkiye-AB ilişkileri seyrinin Orta Doğu bölgesi ile
ilişkilerde dikkate alınan bir veri olmadığı anlaşılmaktadır.
TSK’nın 1990’lı yılların başından itibaren PKK ile mücadeleye hız vermesi,
ordunun dış politikada da ağırlık kazanmasıyla sonuçlanmıştır. Bu durum, AB’nin
insan hakları konusu ve aday ülkelerde askerin demokratik kontrolü konusuna
353 Ibid.,s. 220.
184
verdiği önemle aynı döneme denk gelmiş, bu durum Türkiye’nin AB tarafından
eleştirilere hedef olmasına yol açmıştır.354
Bu dönemde Türkiye’nin özellikle Suriye, Irak ve İran ve İsrail ile
ilişkilerinin seyri dikkate değer gelişmeler göstermiştir.
Suriye ile özellikle 1983 yılından sonra Güneydoğu Anadolu Projesinin
(GAP) başlamasının ardından Fırat ve Dicle suyu paylaşımı nedeniyle gerginleşen
ilişkiler, 1980’li yılların ortalarında Suriye’nin topraklarında PKK’nın faaliyet
göstermesine müdahale etmemesi nedeniyle giderek kötüleşmiştir. 1980’lerin sonuna
doğru su ve terör konuları birbiri ile ilişkilendirilmiş, bir başka deyişle, Türkiye su ile
ilgili anlaşmayı Suriye’nin teröre desteğini kesmesi şartına bağlamıştır. Suriye ile
Yunanistan’ın 1995 yılında imzaladığı askeri işbirliği anlaşması döneminde Türkiye
de 1996 yılında İsrail ile askeri işbirliği anlaşmaları imzalamıştır. Bu anlaşmalar;
Türkiye ve Suriye’nin birbirlerini çeşitli koalisyonlarla çevreleme politikası olarak
yorumlanmaktadır. Bu bağlamda İsrail ile artan ilişkiler, bölgenin diğer Arap ülkeleri
ile kötüleşen ilişkilere rağmen Türkiye’nin Suriye’ye karşı güç dengesi sağlama
isteğinden kaynaklanmıştır.355 1998 yılında Suriye ile Türkiye’nin savaşın eşiğine
gelmesi de Türkiye’nin Suriye’den artan bir şekilde PKK’ya desteğini keserek,
Öcalan’ı Suriye’den çıkarmasını istemesi sürecinin sonucunda meydana gelmiştir.
Ancak Suriye’ye PKK’ya desteğini kesmesine yönelik baskının Irak’taki duruma
ilişkin nedenleri vardır. 1997 yılından itibaren Mesut Barzani’nin Kürdistan
Demokratik Partisi (KDP) ile işbirliği halinde PKK varlığını sınırlandıran Türkiye,
ABD’nin öncülüğünü yaptığı ve KDP ve Celal Talabani’nin Kürdistan Yurtseverler
Birliği (KYB) arasında uzlaşma sağlayan 1998 Washington Anlaşmasının dışında 354 Gencer Özcan, ‘Turkey’s Changing Neighbourhood Policy’, FES Briefing Paper, September 2004,s. 1–2, http://library.fes.de/pdf-files/iez/50027.pdf, erişim tarihi: 11.1.2009. 355 Tür, op.cit.,s. 148–150.
185
kalmıştır. KDP ve KYB arasındaki ittifakın ileride birleşik bir Kürt devletine
dönüşme olasılığı ve süreç sonunda PKK’nın daha da güçlenebileceği ihtimali,
Suriye’nin PKK desteğini kesmesiyle sekteye uğratılabilirdi. Sonuç olarak kriz
Suriye’nin Öcalan’ı sınır dışı etmesi ve imzalanan Adana Protokolü ile
sonuçlanmıştır.356 1998 yılı sonrasında ilişkilerdeki olumlu seyir devam etmiştir.
Adana memorandumundan sonra Suriye ile ilişkiler giderek artan biçimde iyileşmeye
başlamıştır. 2002 yılında Askeri eğitim antlaşması imzalanmış ve karşılıklı üst düzey
ziyaretlerle yeni bir dönem açılmıştır.357
Irak ile ilişkiler Türkiye’nin iç sorunları ile yakından ilgili olduğu için çok
büyük önem arzetmektedir. 1980’li yıllarda Türkiye’nin KDP ve KYB gibi Kürt
gruplara mesafeli yaklaşımı, 1990’lı yılların ortalarından itibaren her iki grubun
birbiriyle çatışmasının birleşik bir gücü engellemesi ve bölgede ortaya çıkması
muhtemel güç boşluğunun PKK terörünü arttırması gibi tehlikeler
oluşturabileceğinden değişmiştir. Böylelikle; özellikle 1997 yılından itibaren KDP ile
işbirliği yapılmış ve Türkiye’nin temel yaklaşımı terörü engellemek için Irak’ın
Kuzeyine yapılan askeri operasyonlar yoluyla aktif bir politika izlemek şeklinde
olmuştur. Özellikle 1995 yılında gerçekleştirilen sıcak takip sonrası, PKK 1997–
1998 yıllarında kontrol altına alınabilmiş ve Türkiye Suriye üzerine odaklanarak
PKK terörünü sona erdirmeye çalışmıştır.358 Bu durumda özellikle Türk iç siyasetine
hâkim olan konuların; Türkiye’nin Irak’a yönelik açılımlarını şekillendirdiğini ve iç
politika-dış politika arasındaki ayırımın ortadan kalkarak, Türk iç siyasetinin Irak
356 Ibid.,s.153. 357 Özcan, ‘Turkey’s Changing Neighbourhood Policy’,s. 3. 358 Tür, op.cit.,s. 147–148.
186
politikasını ipotek altına aldığı görülmektedir.359 Türkiye; Irak’ın toprak
bütünlüğünün korunması konusundaki geleneksel politikasını korumaktadır. Bölgede
inisiyatif alınması konusunda Türk iç siyasetinde yoğun tartışmalar yaşanmaktadır.
Mevcut durumda Irak savaşı öncesi 1 Mart tezkeresinin TBMM tarafından reddinin,
Türkiye’nin Orta Doğu ülkeleri nezdinde itibar kazanmasına neden olduğu
bilinmektedir.
İran ile İlişkilere bakıldığında; Soğuk Savaş sonrası Orta Asya’da Türkiye-
İran rekabetinin belirleyici olduğu görülmektedir. Ancak Orta Asya’da yaşanan
rekabet dışında; İran’ın PKK ve Türkiye’de faaliyet gösteren radikal İslamcı
örgütlere verdiği destek nedeniyle de ilişkilerde olumsuzluklar yaşanmıştır. 1996–97
yıllarında iktidardaki Refah-yol hükümeti döneminde İran ile yakın ilişkiler
kurulmuş ve doğalgaz anlaşması imzalanmıştır. 28 Şubat’a giden süreçte İran ile
yakın ilişkiler Türkiye’de Refah partisi ile askeri bürokratik seçkinler arasındaki
kutuplaşmada önemli rol oynamıştır.360 Bu durumda Türkiye’nin iç siyasi
koşullarının İran ile anlaşmazlık konularını oluşturduğu tespiti yapılabilir.3611999
yılından sonra ilişkilerde iyileşme görülmüştür. Bu yakınlaşmada; ABD’nin Irak
politikasına rağmen, İran ve Türkiye’nin ilişkilerini düzeltmelerinin kendi çıkarlarına
olması ve İran doğalgazının Türkiye’ye taşıyan boru hattının inşası nedeniyledir.
2003 yılında ilişkilerdeki gelişme karşılıklı üst düzey ziyaretlerle ve ekonomik ve
kültürel alanda işbirliği ile belirgin olarak ortaya çıkmıştır. PKK terörü konusundaki
işbirliği iyileşmeyi arttırmıştır.362
359 Meliha B. Altunışık, ‘Güvenlik Kıskacında Türkiye-Orta Doğu İlişkileri’, Özcan ve Kut, op.cit.,s. 321–344. 360 Tür, op.cit.,s.151–152. 361 Özcan, ‘Turkey’s Changing Neighbourhood Policy’,s.4. 362 Ibid.,s. 4-5.
187
Özellikle 1998 yılındaki krizin çözümlenmesi ile Suriye ile olduğu kadar
diğer Orta Doğu ülkeleri ile ilişkilerde de iyileşme dönemine girilmiştir. Bu durumda
bölge ülkeleri ile ilişkilerin normalleşme sürecinin başlangıcı 1998 yılı olarak kabul
edilebilir. PKK’ya Suriye’den desteğin kesilmesi, Öcalan’ın yakalanması ve
PKK’nın gücünün kırılması Güneyden gelecek tehdidi büyük ölçüde azalttığından,
bölge ile ilişkilerin gelişmesine zemin hazırlayan bir ortam oluşmuştur.363 Suriye ile
ilişkilerin düzelmesinin ardından; Mısır ve Irak ile de başta ekonomik olmak üzere
ilişkilerin arttığı bir döneme girilmiştir. İran’da Muhammed Hatemi’nin seçilmesi,
İsrail de Ehud Barak hükümetinin iktidara gelmesi gibi etmenler Türkiye’nin Orta
Doğu politikasının güvenlik ekseninden çıkmasına yardım etmiştir. Sözkonusu
politika değişikliğinde etkili olan ulusal faktörler ise; Türkiye ve İsrail arasında yakın
askeri ilişkileri savunanların ordudan ayrılması ve en önemlisi de iktidar ortağı
DSP’nin Suriye ile gerçekleştirilen barış sonrası komşu ülke ve bölgeler iyi ilişkiler
üzerine kurulu bir dış politikasıyı uygulama olanağı bulmasıdır. Sözkonusu politika;
Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinden bağımsız olarak sözkonusu bölgelerde önemli
roller üstlenmesini öngörmekteydi.364 Bunun yanında, Irak savaşı sonrası Irak’ın
Kuzeyinde kurulacak bağımsız Kürt devleti konusu aynı kaygıları taşıyan Suriye-İran
ve Türkiye’yi birbirine yaklaştırmıştır.365
Aslında 1998 yılından itibaren başta Suriye olmak üzere diğer Orta Doğu
ülkeleri ile düzelen ilişkiler ve buna mukabilen Türkiye’nin bölgeye yönelik
güvenlik eksenli politikadan çıkışın belirli sınırlılıkları mevcuttur. Öncelikle, Irak’ın
geleceğine yönelik belirsizlikler ve ABD’nin politikası Türkiye’nin seçenekleri
363Tür, op.cit.,s.154. 364 Altunışık, ‘Redefinition of Turkish Security Policies in the Middle East After the Cold War’,s.222–225. 365 Tür, op.cit.,s. 164.
188
sınırlamaktadır. Bunun yanında Türkiye’nin ekonomik zorlukları da bağımsız
açılımlar yapmasını önlemektedir. Bunun yanında Arap ülkeleri ile ikili ilişkiler
konusunda Suriye ile süregelen su sorunu, İran ile sorunlar da etkisini
göstermektedir. En önemlisi de Türkiye’de iç sorunların dış politika sorunları ile sıkı
bağıdır.366
Bu dönemde Orta Doğu bölgesine yönelik güvenlik eksenli politikalardan çok
ekonomik ve kültürel alanda açılımların ağırlık kazanmasında 1999 yılında
Türkiye’ye verilen adaylık süreci ve reformların etkisini vurgulayan görüşler vardır.
Bu görüşlere göre; Türkiye 1999 yılında adaylık statüsünü aldıktan sonra AB
adaylığı kapsamında gerçekleştirdiği ekonomik ve siyasal reformların etkisiyle Orta
Doğu ülkelerine daha dengeli bir yaklaşım içine girmiştir. İsrail ile kurulan daha
mesafeli ilişkiler de bu bağlamda değerlendirilmektedir.367 Bunun yanında,
Türkiye’nin başta Suriye ve İran olmak üzere komşu ülkelerle iyi ilişkiler kurmak
istemesinin AB üyeliğinin komşularla sorunlu ilişkiler yüzünden eleştiriye uğramak
istememesi nedeniyle olduğu yönünde yaklaşımlar vardır.368
Bu görüşe paralel olarak; özellikle Irak savaşından sonra, Ocak 2004
tarihinde Suriye devlet başkanının Türkiye’yi ziyaretiyle simgelenen yakınlaşma
isteğinin, ABD tarafından Irak’tan sonra hedef olarak gösterilen Suriye’nin Türkiye
üzerinden AB ile ilişkilerini güçlendirmek istemesi şeklinde yorumlayanlar da
vardır.369 Gerçekten de; Türkiye’nin Suriye ile ilişkilerinin yeniden yapılandırıldığı
dönem, AB’nin de Suriye ile ilişki kurmak için harekete geçtiği döneme denk
366 Altunışık, ‘Redefinition of Turkish Security Policies in the Middle East After the Cold War’,s.226–228. 367Öniş, ‘Turkey and the Middle East After September 11: the Importance of the EU Dimension’,s.83–91. 368 Özcan, ‘Turkey’s Changing Neighbourhood Policy’,s.7. 369 Tür, op.cit.,s. 164.
189
düşmektedir. Keza o dönemde AB ile Suriye arasında bir Ortaklık Antlaşması
üzerinde müzakere edilmekteydi. Irak savaşı sonrası ABD’nin Suriye’ye yönelik sert
tutumu, Suriye’yi AB ile yakın ilişkiler kurmak konusunda gayret sarfetmeye
yöneltmiştir.370 Orta Doğu ülkeleri AB üye adayı Türkiye’yi Suriye örneğinde
olduğu gibi AB’yi etkileyebilecekleri bir kanal olarak görüyorlarsa, bu durum Orta
Doğu ülkelerinin AB’yi ABD karşısında bir güç dengesi unsuru olarak
algılamalarının sonucudur.
1998 yılından itibaren Orta Doğu ülkeleri ile iyileşme sürecine giren ilişkiler,
11 Eylül 2001 saldırısından sonra yeniden bir değişiklik dönemine girmiştir. Bu
dönemde, ABD’nin doğrudan müdahaleleri ile bölgeye tam olarak girmesi, bunun
yanında PKK’nın etkinliğini yeniden arttırması Türkiye’nin müdahale olanaklarını
kısıtlamıştır. Özellikle Irak savaşı sonrası Irak’ın Kuzeyinde PKK faaliyetlerinin
artması, Türkiye’nin 1998 yılı öncesinde olduğu gibi politikalarının güvenlik odaklı
hale gelmesine neden olmuştur. ABD etkeninin Türkiye ve bölge ilişkilerini giderek
artan şekilde etkilediği düşünülürse, Türkiye’nin bölgeyle ilişkilerinin sistemik
faktörlerden oldukça fazla etkilendiği görülür.371
Avrupalılaşma etkisinden söz ediliyorsa, dış politika bağlamında hâlihazırda
herhangi bir bölge ya da uluslararası soruna ilişkin tesadüfen benzer politikaların
uygulanmasından daha çok, ilgili devletin politikalarını AB’ye uyum sağlamak için
bilinçli şekilde değiştirmesini anlamak gerekir. Bu durumda Türk dış politikasının
Orta Doğu bölgesi bağlamında Avrupalılaşması, AB dış politikasına uyum sağlamak
için bilinçli değişikliklere konu olup olmadığının araştırılmasını gerektirir.
370 Steven Everts, ‘An Asset but not a Model: Turkey, the EU and the Wider Middle East’, Centre for European Reform Essays, 2004 , www.cer.org.uk, erişim tarihi: 17/10/2007, s.6. 371 Tür, op.cit.,s. 156.
190
Bu noktadan hareketle, Türkiye ile Orta Doğu arasındaki ilişkilerde AB
etkisinden çok, sistemik etkilerin fazla olduğu tespitini yapmak yanlış değildir. 1999
yılında AB’nin Türkiye’ye adaylık vermesinin etkisinin bölge ülkeleri ile ilişkilerde
iyileşmeye neden olacağını düşünüyorsak, 2001 yılından sonra gelişen uluslararası
olayların etkisi ile bölge ile ilişkilerin yeniden güvenlik odaklı bir eksene
dönüşmesini beklememiz mümkün değildir. Bu durumda Orta Doğu ile ilişkilerde
AB etkisinin sınırlı olduğu çıkarımını yapmamız mümkündür.
Bu görüşe paralel olarak dikkate alınması gereken bir diğer nokta; Suriye ve
diğer ülkelerle iyi ilişkilerin 1998 yılında başlamasıdır. Bu durumda AB ile ilişkilerin
iyileşmesi ve yoğunlaşması ile Avrupalılaşmanın hızlandığı yönündeki genel hipotez
doğrulanamamaktadır. 1997 Lüksemburg Zirvesi’nde Türkiye AB adayı ülkeler
arasında sayılmamış ve ilişkiler kötüleşmiştir ancak 1999 yılında gerçekleşen
Helsinki Zirvesi ile düzelme sağlanabilmiştir. 1998 yılında ilişkilerin düzelmesinde
AB etkisi aramak bu nedenle gerçekçi gözükmemektedir. Ancak; ilişkilerin
normalleşme nedeni AB olmasa da iyileşme sürecinin hızlanmasında AB
reformlarının etkisi var denebilir. Bir başka deyişle, Suriye ve diğer ülkelerle ilişkiler
oluşturulurken Türkiye konstrüktivist bir yaklaşımla kendi politikasını AB ile
uyumlaştırmak için bölgeye yönelik yeni bir politika üretmemiştir. Orta Doğu
bölgesine yönelik politikada, ancak Türk dış politikasında parametreleri belli olan bir
politikanın uygulama sürecinde AB etkisinden sözedilebilir.
Bu durumda, Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası Orta Doğu bölgesine ilişkin
politikasının uluslararası koşullar ile Türk iç politikası ve uluslararası gelişmelerin
karşılıklı etkileşimi sonucu ortaya çıktığı görüşünün daha ağır bastığı görülmektedir.
Burada AB’nin rolünün ancak Türkiye’ye adaylık statüsü verilmesiyle Türkiye’nin
191
kendine daha güvenli bir aktör372 olarak ortaya çıkmasına neden olması ile sınırlı
olduğunu belirtmek gerekir. Buna göre; Türkiye’nin Orta Doğu bölgesine yönelik
güvenlik politikasının değişimi 1990’lı yıllarda bölgede ortaya çıkan yeni stratejik
durumdan fazlasıyla etkilenmiştir. Bölgeden algılanan güvensizlik, Türkiye’de dış
politika ve güvenlik seçkinlerinin ulusal tehdit anlayışları ile de yakından ilgilidir.373
Bu durumda AB etkisi doğrudan değil, dolaylı bir etkidir.
Türkiye ve AB’nin Orta Doğu bölgesine ilişkin politikalarının ne derecede
örtüştüğü konusu, incelenmesi gereken bir diğer önemli boyuttur. Türkiye’nin Soğuk
Savaş sonrası aktif, çok boyutlu ve bölgesel işbirliğine dayalı Orta Doğu
politikasının, ana hatları ile AB’nin Orta Doğu politikası374 ile uyumlu olduğu
görülmektedir. Bölgenin Arap ülkeleri de Türkiye’nin AB adaylığını benimsemekte
ve memnuniyetle karşılamaktadırlar. Ancak burada Türkiye’nin Kürt sorunu, su
sorunu ve kamuoyunun Müslüman halklara sempatisi gibi kimi hassasiyetleri dış
politikasını etkilediğinden, kimi zaman AB ile farklı görüşlerin oluşabileceği de göz
önünde bulundurulmalıdır. Bölge Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinin de önem taşıdığı
bir bölge olmasından dolayı AB-ABD görüş ayrılıklarının en fazla yaşandığı alan
olması itibariyle önemlidir. Türkiye’nin AB ve ABD arasındaki dengeyi her zaman
gözetmesi gerekmektedir. 372 Altunışık, ‘Redefinition of Turkish Security Policies in the Middle East After the Cold War’,s. 213–232. 373 Ibid.Idem. 374 AB; Akdeniz ve Orta Doğu ülkeleri ile geniş bir ilişkiler ağı oluşturmuştur. Barcelona Süreci olarak da bilinen Avrupa Akdeniz Ortaklığı (Euro-mediterrenean Partnership, EMP) Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dan 12 ülkeyi AB’ye bağlayan bir sistem yaratmıştır. EMP’nin mali kolu olan Meda bölgede ekonomik ve siyasi reform projeleri için katkı sağlamaktadır. Çoklu düzeyde EMP temelinde işleyen sistem ikili düzeyde bölge ülkeleri ile imzalanan ikili ortaklık ya da ticari ve işbirliği antlaşmaları yolu ile yürümektedir. Ancak, Suriye ve İran ile anlaşmalar da bazı aksaklıklar yaşanmaktadır. 2003 yılında AB EMP’ye yeni bir ivme kazandırarak AB’nin Akdeniz ve Orta Doğu ile Stratejik Ortaklığı üzerine bir girişim başlatmıştır. Sözkonusu girişim eskisinden farklı olarak ülkelerin farklı gelişimlerine ve ilişki düzeylerine gore AB ile bağlar kurmasına izin vermektedir. İyi yönetişim ve insan hakları üzerine vurgu da önemli bileşenlerdendir. Mayıs 2004’te oluşturulan ve AB’nin dost ülkeler halkası yaratma amacındaki Komşuluk Politikası içine Orta Doğu ve Akdeniz ülkelerinden katılım olmuştur. (Everts, op.cit.s.3).
192
Bölgede AB-ABD dengesi konusunda; Türkiye’nin ekonomik faaliyetler
olmak üzere çok boyutlu politikalarının; ABD’nin Orta Doğu bölgesine doğrudan
müdahaleleri etkisi ile sınırlanabileceği ve olumsuz etkilenebileceği yönünde
yaklaşımlar vardır. Buna göre ABD’nin bölgede bu denli doğrudan yer almasının
Türkiye’nin ulusal çıkarlarını korumak için ABD ile işbirliğine girmeye iteceği ve
bunun da Türkiye’nin Orta Doğu ülkeleri ile işbirliğini geliştirmek için bağımsız
davranışlarını kısıtlayabileceği düşünülmektedir.375
Tüm bunlar yanında; Türkiye ile AB arasında Orta Doğu bölgesine ilişkin
benzer ya da farklı politikalara ilişkin birbiriyle çelişen görüşler vardır.
Örneğin; Orta Doğu ile ilgili konularda daha çok ABD yaklaşımına yakın
olduğu yönünde bir kanaat hâkimse de; bazı yazarlar, Türkiye’nin pek çok konuda
AB tutumuna daha yakın olduğunu belirtmektedir.376 Bu görüşe göre, AB ve Türkiye
tutumlarının en yakın olduğu alanlardan biri Filistin sorunu olarak gösterilmektedir.
Arap-İsrail sorununun çeşitli evrelerinde AB üyesi devletler tam ve net bir birliktelik
sergileyememişler ve bu durum ortak tutumlar doğrultusunda politikalar
geliştirmişlerine engel olmuştur. Türkiye ise 1940’ların başından itibaren sorunun
taraflarına karşı dengeli bir politika ile yaklaşmıştır. Türkiye’nin Filistin tarafına
karşı dengeli yaklaşımının benzerini AB de ilerleyen yıllarda uygulamaya
başlamıştır. Bu görüş, Arap-İsrail sorununun Orta Doğu da önemli bir istikrarsızlık
kaynağı olduğundan hareketle; Filistinlilerin self determinasyon hakkının kabul
edilmesi ve barış sürecinde eşit bir taraf olması gereği yanında İsrail’in var olma
hakkının tanınması şeklinde dengeli bir yaklaşım üzerine oturmuştu. Ancak Türkiye
ve AB (AT) tarafındaki temel farklılık Avrupalıların Sovyetler Birliğinin de yer 375 Tür, op.cit.,s. 166. 376Bülent Aras ve Salih Bıçakçı, ‘Europe, Turkey and the Middle East: Is Harmonization Possible?’ East European Quarterly XL. No: 3, September 2006,s.367–381.
193
aldığı geniş katılımlı bir çözüm önermeleriydi. Sonrasında AB’nin Barselona süreci
ile barış sürecine dâhil olarak, mali destek ve sivil toplumun katılımına yönelik
projelerle sürece katkıda bulunduğu görülmektedir. Ancak 1999 yılında Türkiye’nin
aday ülke ilan edilmesine kadar olan ilişkilerin gerileme döneminde; Türkiye’nin iç
politikadaki kutuplaşmanın da etkisiyle güvenlik odaklı politikalara kaydığı ve Kürt
sorunu ve Siyasal İslam sorunlarını bertaraf edebilmek için İsrail ve ABD ile ittifak
arayışına girdiği belirtilmektedir. Bu durumda AB ile Arap-İsrail sorununda elde
edilen ortak zemin, sonrasında kaybedilmiştir. Ancak Irak savaşı sırasında 1 Mart
tezkeresinin geçmemesi ABD ile ilişkilerde gerilim yaratmış ve 1999 Helsinki süreci
sonrasındaki reformlarla tekrar AB çizgisine yaklaşılmıştır. AB Türkiye’yi Orta
Doğu da önemli bir ortak olarak kabul etmektedir.
Bu görüşe göre, iç politikada reformlar ve demokratikleşme hareketleri ile
kendine güven kazanan Türkiye, aktif bölgesel politika uygulamak konusunda da
başarılı olmuştur. Bu çerçevede AB ve Türkiye’nin genelde Orta Doğu bölgesi
özelde ise Arap-İsrail sorununa yaklaşımları benzerdir. AB adayı Türkiye, Orta Doğu
ülkeleri tarafından da takdir edilmektedir. AB politikalarına tamamlayıcı bir rol
üstlenen Türkiye politikaları AB tarafından desteklenmektedir.377
Buna karşılık; Orta Doğuya ilişkin farklı görüşlerinin Türkiye ve AB’yi
Kıbrıs ve AGSP gibi AB’nin iç sorunu olan konulardan daha fazla zorlayacağı
yönünde görüşler de vardır. Buna göre; AB ve Türkiye arasında Orta Doğu bölgesine
ilişkin farklı görüşler arasında Türkiye’nin İsrail ile yakın ilişkileri ve Kitle İmha
Silahlarının (KİS) yayılması sayılmaktadır. Bu görüşe göre; AB ve Türkiye, KİS’in
yayılmasının ciddi bir tehdit mi yoksa potansiyel bir risk mi olduğu konusunda farklı
görüşlere sahiptir. Türkiye AB’nin aksine Orta Doğu bölgesinden kaynaklanan Kitle 377 Ibid., s. 377–378.
194
İmha Silahlarını tehdit olarak görme konusunda daha duyarlıdır. Türk güvenlik
seçkinleri kitle imha silahlarının üretimi ve yayılmasının önlenmesine ilişkin
uluslararası çabaları da desteklemekte ve bununla ilgili mücadelenin ciddi bir şekilde
ele alınmasını savunmaktadır. AB ülkeleri güvenlik uzmanları ise bu tür silahların
yayılması konusunun abartılmaması gerektiğini ve ülkelerin asi (rogue) devlet olarak
etiketlenmemesi gereği üzerinde durmaktadırlar. Onlara göre, sorunun çözümlenmesi
siyasi dialog yoluyla aşılabilmelidir. En önemlisi de, Türkiye’nin İran, Irak ve
Suriye’ye ilişkin duyduğu tehdit algılamaları konusunda AB ve Türkiye arasında
ciddi bir görüş ayrılığı bulunmaktadır. Bu durumda AB’nin Orta Doğu bölgesinde
Türkiye politikalarını etkilemek bir yana, farklı görüşlerin Türkiye’nin AB üyeliğine
engel olabileceği dahi düşünülmektedir. Buna göre; AB üyeliği; Türkiye’nin Orta
Doğu bölgesi özelinde AB tarafından abartılı bulunan güvenlik söylemlerini
bırakmasını gerektirecektir. Türk güvenlik seçkinleri AB üyeliğinin en azından kısa
sürede mümkün olmayacağını düşündüklerinden, garanti olmayan bir üyelik
karşılığında Orta Doğu bölgesinden kaynaklanan tehditlere maruz kalacaktır. Bunun
yanında Türkiye’nin ABD ve İsrail ile yakın ilişkileri ve olası bir bir füze savunma
sisteminin kurulmasına AB karşıtlığının Türkiye ile farklılık yaratması gibi konular
da önplana çıkmaktadır. Bu konularla bağlantılı olarak, Türk savunma bütçesinin
fazlalığı ve sivil asker ilişkilerinde askerler lehine ağırlık AB’nin Türkiye’ye eleştirel
baktığı konular arasındadır.378 Kibaroğlu; Türkiye’nin Orta Doğulu komşularından
algıladığı KİS tehdidinin kendisini ABD ve İsrail’e yakınlaştırdığını belirtmektedir.
378 Mustafa Kibaroğlu, ‘Turkey’s Threat Perception from the East: A Roadblock in its March Toward the West?’, Karaosmaoğlu ve Taşhan, op.cit., s.53–57.
195
Bu durum, AB üyesi ülkeler ile ABD arasında KİS’e ilişkin farklı politikaların
sonuçlarından biridir.379
5. Türkiye’nin Rusya ve Kafkasya ile İlişkileri
Geleneksel olarak birbirine rakip ülkeler olan Rusya ve Türkiye arasındaki
ilişkiler 1990’ların başında olumlu şekilde seyretmese de; 1990’ların ortasında
ilişkilerin karşılıklı anlayış içinde geliştiği görülmektedir.
1990’ların başında, Sovyetlerin dağılmasından sonra Türkiye’nin Kafkaslar
ve Orta Asya’da izlediği aktif politikanın Rusya Federasyonu tarafından dikkatle
izlendiği görülmektedir. Bu dönemde Türkiye’nin Gürcistan, Azerbaycan ve
Türkmenistan ile yakın ilişkileri de Rusya’da rahatsızlık yaratmıştır. 1993 yılında
ilan edilen yeni dış politika doktrininde, Rusya’nın yakın çevresindeki gelişmeleri
yakından izleyeceği yönündeki yaklaşımın Türkiye’yi de ilgilendiren bir boyutu
vardır. Bunun yanında, Rusya’nın PKK faaliyetlerini destekler tutumu yanında
Türkiye’nin Rusya’yı rahatsız eden Çeçenistan politikası, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru
hattı üzerinde rekabet, Türkiye’nin Türk boğazlarının güvenliği için Rus tankerlerine
geçiş izni vermemesi, S–300’ler gibi anlaşmazlık konuları da vardı.
Ancak gerilimli ilişkilerin 1997 yılı sonlarında değişmeye başladığı
görülmektedir. 16–17 Aralık 1997’de Rus Dışişleri Bakanı Victor Chernomyrdin’in
Türkiye ziyareti ve Mavi akım doğal gaz anlaşmasının imzalanmasının ardından
Rusya’nın PKK desteğine son vermesi ilişkilerde atılan önemli olumlu adımları
oluşturmaktadır. Aralık 1997 tarihindeki ziyaret, ilişkilerde bir dönüm noktasını
teşkil etmektedir. İki ülke arasındaki gergin ilişkilerden her iki tarafında zararlı
çıktığı yönündeki karşıklıklı anlayış, yerini olumlu bir sürece bırakmıştır. Bu 379 Ibid.,s.72.
196
ziyaretin Türkiye’nin AB’ye aday ülkeler arasında sayılmadığı Lüksemburg
ziyaretinden hemen sonra gerçekleşmesi de manidar görülmektedir. Hatta dönemin
Başbakanı Mesut Yılmaz’ın AB ile yaşanan olumsuz deneyimden sonra Türkiye’nin
aralarında Rusya Federasyonunun yer aldığı diğer büyük ülkelerle de ilişkilerin
geliştirilerek, dış politikanın çeşitlendirilmesi yönünde açıklamalar yaptığı
görülmektedir.380 1997 yılından sonra ilişkiler çeşitli zeminlerde gelişmeye devam
etmiştir.
Türkiye ve Rusya’nın son dönemde artan işbirliği, AB tarafından da
memnuniyetle karşılanmıştır. Aslında Rusya’nın AB’nin Türkiye’ye aday ülke
statüsü vermesi sonrası ilk tepkisi olumsuz olmuştur. Ancak Ocak 2005 tarihinde
gerçekleştirilen ziyarette Putin; Rusya’nın Türkiye’nin AB üyeliğine taraftar
olduğunu ve bu durumun Rusya için yeni ticaret kanalları açacağını umduğunu
belirtmiştir.381
Bu durumda Rusya Federasyonu ile ilişkilerin gelişmesinin başlamasına AB
ile olumsuz ilişkilerin vesile olduğu, ancak sonrasında AB adayı bir ülke olan
Türkiye’nin Rusya tarafından da benimsendiğini ve AB’nin ilişkileri hızlandırıcı etki
yaptığını söylemek mümkündür.
Kafkasya’da bulunan diğer ülkelerden, Gürcistan ve Azerbaycan’ın AB, ABD
ve NATO ile ilişkilerini geliştirme isteği içinde oldukları görülmektedir. Sözkonusu
iki ülke ve Türkiye arasında 1994 yılında temelleri atılan ve 2006 yılında işler hale
gelen Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru hattı ve demiryolu projesi gibi bağlantıların olması,
Türkiye’yi Kafkaslar da önemli bir ülke konumuna sokmaktadır. Bu durumda
Türkiye’nin AB adaylığının Gürcistan ve Azerbaycan gibi bölge ülkeleri açısından 380 Özcan, ‘Doksanlı Yıllarda Türkiye’nin Değişen Güvenlik Ortamı’, s. 22. 381Turkey-Russia Relations, www.euractiv.com/en/enlargement/turkey-russia-relations/article-134083, erişim tarihi, 19.07.2008.
197
önemi açıktır. Zaten bu iki ülke AB Komşuluk Politikası çerçevesinde AB ile yakın
ilişkiler kurmuşlardır.
AB’nin yine komşuluk politikası çerçevesinde ilişki kurduğu bir diğer bölge
ülkesi Ermenistan ile Türkiye’nin, 1993 yılından beri kapalı olan sınır yüzünden AB
tarafından İlerleme Raporunda da belirtilen eleştirilere konu olduğu bilinmektedir.
Ermenistan ve Türkiye arasında diplomatik ilişkilerin kurulması ve 1993
yılında Azerbaycan ve Ermenistan arasında artan şiddet olayları neticesinde kapatılan
sınır dışında, Ermenistan işgali altında olan Karabağ ve Türkiye’nin Azerbaycan’a
desteği yanında, 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddiaları nedeniyle ciddi sorunlar
vardır. Türkiye ile bazı AB üyesi ülkeler arasında sözkonusu iddiaların ilgili ülke
Parlamentolarında kabul edilmesi nedeniyle sorunlar yaşanırken; Avrupa
Parlamentosunun 1987 yılında aynı doğrultuda bir karar alması Türkiye ve AB
ilişkilerinin gerginleşmesine neden olmuştur. Ancak AB Komisyonu; Parlamentonun
kararını izlemezken, iddiaların Türkiye tarafından kabulünü, Türkiye’nin AB üyeliği
için bir koşul olarak kabul edilemeyeceğini beyan etmiştir. Hatta AB Komisyonu
Genişlemeden sorumlu Komisyoneri Olli Rehn, Fransız Parlamentosunun bu yöndeki
kararının Türkiye-AB ilişkilerini olumsuz yönde etkileyeceğini de belirtmiştir.382Son
dönemde iki ülke arasında sivil toplum girişimlerinin ve resmi temasların arttığı
görülmektedir.383
AB’nin İlerleme Raporlarında Türkiye’nin kapalı olan sınır konusunda
Türkiye’nin yapıcı adımlar atması gereğine atıfta bulunması, AB Komşuluk
politikası nedeniyle ilişkilerini geliştirmeye başladığı Ermenistan ile aday ülke olan
382 Aybars Görgülü, Türkiye-Ermenistan İlişkileri: Bir Kısır Döngü, TESEV yayınları, Dış Politika Analiz Serisi 8, Mayıs 2008,s.15-16. 383 Türk-Ermeni Uzlaştırma Komisyonu ve Türk Ermeni İş Geliştirme Konseyi faaliyetleri yanında, 2005 yılında Başbakan Erdoğan ve Başkan Koçaryan arasındaki mektup teatisi en önemli örneklerdir. Ibid., s. 21.
198
Türkiye arasında, aday ülkelerin sınır problemlerini AB’ye girmeden çözme gereği
talebinin bir parçasıdır.
Ancak AB’nin iki ülke arasındaki sorunları aşmada ne derece etkili olacağı
konusu tartışmalıdır. Zira AB Komşuluk Politikası kapsamında bulunan
Ermenistan’a oranla aday ülke olan Türkiye politikalarında daha fazla etki
edebilmektedir. Bunun yanında AB Türkiye ilişkilerinde karşılıklı güven sorunu ve
bu sorunu pekiştiren ilişkilerdeki belirsizlik AB’nin, etkin rol oynama konusundaki
potansiyeli konusunda soru işareti yaratmaktadır.384AB’nin inandırıcılığı
konusundaki sorunun, kimi AB üyesi ülkelerin Ermeni iddiaları konusunda Türkiye
aleyhine kararlar almasından kaynaklandığı da açıktır. Bu durumda konunun
Avrupalılaşma boyutundan incelenmesinde AB’nin iki ülke arasındaki sınırın
açılması konusundaki eleştirilerinin henüz istediği sonucu yaratmadığı
görülmektedir.
II. Türkiye’nin AB Dış ve Güvenlik Politikasına Etkileri
Türkiye’nin AB dış ve güvenlik politikasına etkisi konusu, İlk Bölümde
incelenen üye/aday devletin önceliklerini AB düzeyine taşıması anlamındaki
Avrupalılaşmanın ikinci boyutunu oluşturmaktadır. Ancak AB düzeyine etki ve
aktarım konusunun, Türkiye’nin AB’ye üye değil, aday ülke olduğu ve kurumsal
yapılar ve karar alma mekanizmalarında yer almaması nedeniyle sınırlı düzeyde
olduğunu belirtmek gerekir.
Aşağıda Türkiye’nin AB dış ve güvenlik politikasına etkileri konusu esas
itibariyle rasyonalist kurumsalcı bir çerçeveden izah edilmektedir. Başka bir deyişle
AB açısından Türkiye’nin AB dış ve güvenlik politikasına maliyet ve faydası, aynı 384 Ibid.,s. 27–28.
199
şekilde Türkiye açısından AB dış ve güvenlik politikasına uyum sağlamanın getirisi
ve maliyeti dikkate alınmaktadır.
Ancak Türkiye’nin AB’ye girmemesinin Türkiye’nin ve çevresinin
istikrarsızlaşması ve Avrupa’ya yansıtması ve bunun yanında ekonomik ve siyasi
istikrarsızlığa sürüklenerek bizatihi kendisinin tehdide dönüşmesi gibi uzun vadeli
sonuçları nedeniyle daha maliyetli olacağı şeklinde yaklaşımlar vardır.385 Bu
durumda rasyonalist kurumsalcı yaklaşımın öngördüğü fayda-maliyet analizini
yaparken; Türkiye’nin AB dış ve güvenlik politikasına katılım maliyeti yanında
“katılmama” maliyetinin de düşünülmesi gerekir.
Türkiye’nin AB Dış ve Güvenlik Politikasına etkisi konusu; AB resmi
belgelerinde de incelenmiştir.386 Gerek resmi AB belgelerinde, gerekse konuyu
inceleyen akademik metinlerde Türkiye’nin AB dış ve güvenlik politikasına etkileri
konusu her iki tarafın gelecek öngörülerinden bağımsız olarak
değerlendirilmemektedir. Bu durum özellikle, şu an AB ile müzakere safhasında olan
Türkiye’nin AB’ye katılımının ne zaman gerçekleşeceği konusunda kesin bir tarih
öngörülmemesi yanında, dış politika ve savunma konusunun niteliği gereği aday
ülkeler tarafından, daha ziyade üyelik safhasında Avrupalılaşmanın etkilerinin
gözlenebileceği bir alan olmasından kaynaklanmaktadır. Bunun yanında AB’nin hâlâ
oluşum safhasında olan bir birlik olduğunun da hatırlanması gerekir.
Emerson ve Tocci, Türkiye’nin üye olacağı AB’nin ne şekil aldığı ve bu
durumda birçok özel sorunuyla ve özelliğiyle Türkiye’nin ne durumda olacağı
385 Wood ve Quaisser, op.cit.,s. 163-169. 386Commission of the European Communities, ‘Issues Arising From Turkey’s Membership Perspective’, Commission Staff Working Document, SEC (2004) 1202, COM (2004), 656 final, Brussels,6.10.2004,http://ec.europa.eu/enlargement/archives/pdf/key_documents/2004/issues_paper_en.pdf, erişim tarihi: 10.10.2005. Bu belge AB Komisyonu tarafından hazırlanan 6 Ekim 2004 tarihli İlerleme Raporu ve Tavsiye Kararı ile birlikte yayınlanmıştır ve kısaca “Etki Raporu” olarak adlandırılmaktadır.
200
konusunda bazı çıkarımlar yapmıştır. Buna göre; AB klasik anlamda federal bir yapı,
kesin sınırlar ve ortak bir savunma anlayış ile Vestefalya tarzı bir oluşuma mı
bürünecek, yoksa postmodern, kesin bir merkezi otoritenin olmadığı, geçişken
sınırların hâkim olduğu, farklı politika alanlarında farklı ülkelerin öncül olduğu, tekil
değil, çoğul düzenlemelerin hâkim olduğu bir yapıda mı olacak? sorusunun
cevaplanması gerekmektedir. Emerson ve Tocci’ye göre AB’nin şimdiden gelecekte
postmodern bir yapıya kavuşacağı yönünde işaretler vardır. Öncelikle birbirinden ve
eski AB üyelerinden çok farklı özellikleriyle 2004 ve 2007 yılında tam üye olan
MDAÜ gerek ekonomik, gerekse güvenlik alanındaki farklı özellikleriyle AB’nin
mevcut yapısını daha da farklılaştıran bir nitelik arzetmektedir. Bunun yanında
gelecek genişleme kapsamındaki ülkeler yanında, Batı Balkanlar ve komşuluk
politikası içindeki ülkelerin farklı özellikleri de sözkonusu yapıyı zorlamaktadır.
Bunun da ötesinde, AB içinde belirli konularda AB üyesi ya da üye olmayan
ülkelerin belirli politikalara katılarak/katılmayarak hâlihazırda farklı oluşumlara yol
açtığı bilinmektedir. İngiltere, İsveç ve Danimarka’nın Euro alanı dışında kalması,
Schengen alanı dışında kalan üye ülkeler yanında, AB dışından ülkelerin katılması,
bazı dış politika girişimlerinin salt bazı ülkelerce yerine getirilmesi gibi şimdiden
merkezi bir otorite yapılanmasını değil, yetkilerin dağıtılmış ve merkezi bir otorite
içinde toplanmadığı bir alanın varlığı görülmektedir. Bunun yanında, AB’nin 2003
yılından itibaren geliştirmeye başladığı Komşuluk politikası dış sınırların
yumuşatıldığı ve çevre bölgelerle iletişimin yoğunlaştırıldığı ve mesafenin
kısaltıldığı bir ilişki biçimine geçilmiş olması da ortaya çıkmakta olan yapı hakkında
ipucu verir niteliktedir.387 Gelecekte AB’ye girecek Türkiye’nin nasıl özellikler
387 Michael Emerson ve Nathalie Tocci, ‘Turkey as a Bridgehead and Spearhead, Integrating EU an Turkish Foreign Policy, EU-Turkey Working Papers, No:1 /August 2004, Centre for European Policy
201
taşıyacağı konusunda ise, Emerson ve Tocci, AB koşulluluk ilkelerinin de etkisiyle
demokrasi, insan hakları ve hukuk kuralları konusunda hassas ancak bazı geleneksel
stratejik ve güvenlik kimlik özelliklerini de koruyan bir Türkiye’nin devam edeceği
konusunda birleşmektedir. 388
AB Komisyonu tarafından hazırlanan etki raporunda da belirtildiği üzere,
Türkiye’nin AB’ye etkileri konusu, AB’nin halen sorunlarıyla başa çıkmaya çalıştığı
ve şu an yaşamakta olduğu “derinleşme-genişleme” ikilemi dışarıda bırakılarak
incelenemeyeceği gibi; dış faktörler olarak adlandırılabilecek, enerji fiyatları ya da
uluslararası ekonomik ortam dikkate alınmadan da tam anlamıyla
değerlendirilemez.389 Bunun yanında Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin başta AB bütçesi
olmak üzere, ortak tarım politikası ve bölgesel politika gibi yine AB bütçesi ile
doğrudan ilintili konularda ciddi sorunlara yol açacak olması da önemli bir noktayı
oluşturmaktadır. Bunun yanında nüfusunun büyüklüğü nedeniyle Türkiye’nin, başta
Avrupa Parlamentosu, Bakanlar Konseyi, Ekonomik ve Sosyal Komite olmak üzere
nüfusa göre oylama ve ağırlıklı oy düzenlemeleri yapılan AB kurumlarında ciddi bir
oy ağırlığına sahip olacak olması nedeniyle de bazı AB ülkelerini
endişelendirmektedir. Bu durumda diğer AB politika alanlarını kapsayan tüm bu
ciddi sorunlar, Türkiye’nin AB’ye katkılarını salt AB dış ve güvenlik politikası
bağlamında değerlendirmeyi güçleştirebilecektir.
Etki raporunda da belirtildiği üzere, tüm bu olumsuzluklara rağmen, çeşitli
zorluklar barındıran Türkiye’nin AB’ye katılımı konusu iyi yönetildiği takdirde
gerek Türkiye, gerekse AB için önemli fırsatlar barındırmaktadır.390 AB’nin Türkiye
Studies, s. 4–6. 388 Ibid.,s. 6-7. 389 Commission of the European Communities, op.cit.,s. 3. 390 Ibid.,s. 4.
202
için hazırladığı etki raporunda Türkiye’nin AB’ye katılımının dış politika ve
güvenlik bakımından etkileri tartışılırken bazı fırsat ve zorluk/sınırlılıklar üzerinde
durulmuştur. Bu durumda aslında sözkonusu raporun rasyonalist bir perspektiften
değerlendirildiği, bir başka deyişle, fayda ve maliyet analizi yaklaşımını kullandığı
görülmektedir.
Türkiye’nin AB dış ve güvenlik politikasına etkileri konusu temel olarak üç
düzeyde incelenebilir. Bunlar; Türkiye’nin AB’ye katılımının AB sivil gücüne
etkileri, katılımın AB askeri gücüne etkileri ve Türkiye’nin bölgeler temelinde
AB’ye etkilerinin değerlendirilmesi konularıdır. Sözkonusu hususlar belirlenirken,
Avrupalılaşma kavramının çift yönlü etkisi çerçevesinde AB’ye aday ülke olarak
Türkiye’nin AB düzeyine aktarabileceği temel noktaların belirlenmesi de konunun
bir diğer boyutunu oluşturmaktadır. Ancak üye/aday ülkenin AB boyutuna taşıyacağı
konu AB politikalarına salt olumlu nitelikte bir aktarım olmayıp, tersine maliyet
getireceği bir aktarım şeklinde de olabilir. Türkiye’nin durumu incelenirken bu
ayırım da göz önünde tutulacaktır.
A. Türkiye’nin AB Sivil Gücüne Etkileri
Türkiye’nin AB’ye katılımının, Türkiye’nin diğer aday ülkelerden oldukça
farklı özellikleri nedeniyle salt Türkiye-AB arasında değil, üçüncü ülkeleri de
ilgilendiren bir yanının olduğu açıktır. Bu çerçevede öncelikle Türkiye’nin AB’ye
katılımı; Avrupa’nın farklı din ve kültürlere açık olduğunu ve çok kültürlü değerleri
dışlayıcı değil bütünleştirici olduğunu kanıtlayacaktır.391
Özellikle 11 Eylül 2001 terör saldırılarından sonra nüfusunun çoğunluğu
Müslüman bir ülke olarak Türkiye’nin Avrupa’nın demokrasi, insan hakları ve temel 391 Emerson ve Tocci, op.cit., s. 10.
203
özgürlüklere bağlı bir ülke olarak önemli bir model olabileceği konusu AB tarafından
da öne sürülmektedir.392 11 Eylül olaylarının bir başka etkisi; bu tarihten sonra
terörizme karşı bütüncül bir yaklaşım gereğinin kavranması ve bu yaklaşımın Avrupa
güvenliğini etkileyen tüm aktörleri kapsaması gereği çerçevesinde önemli bir aktör
olan Türkiye’nin de göz ardı edilemeyeceği gerçeğinin ortaya çıkmasıdır.393
Türkiye’nin AB’ye katılımı Avrupalı değerler ile Müslüman değerlerin “sembolik”
bir kaynaşmasını simgeleyeceğinden Huntington’ın medeniyetler çatışması tezinin
Türkiye örneğinde çürütülmesi anlamına gelecektir.394
AB’nin farklı kültürde olduğu düşünülen ve nüfusunun büyük çoğunluğu
Müslüman olan bir ülkeyi kabul etmesi, Avrupa içinde yaşayan Müslümanları
olumlu etkileyeceği gibi, AB’nin Orta Doğu ülkeleri ile ilişkilerinde olumlu etkileri
olabileceği düşünülen bir özelliktir. Ancak gerek AB kamuoyu göstergeleri, gerekse
AB bürokratları ve AB üyesi ülkelerin üst düzey yetkililerinin açıklamaları, farklı
kültürel ve dini özellikleriyle Türkiye’nin AB’ye katılımının kabul edilirliği
konusundaki güçlüklere işaret etmektedir.
Ancak yine de; diğer aday ve potansiyel aday ülkelerden coğrafi konumu,
büyüklüğü, kültürel ve dini özellikleri, ekonomik durumu ve güvenlik ve askeri
potansiyeli nedeniyle farklı özelliklere sahip olan Türkiye’nin AB’ye katılımının,
AB’nin bir dış politika aktörü ve sivil aktör olarak güvenilirliğini de etkileyeceği
düşünülmektedir. Bu durumda AB’nin başarısı, Türkiye’yi dönüştürme başarısı ile
doğru orantılı olacaktır. Türkiye’nin katılımında gösterilen başarı, AB’nin sivil aktör
392 Commission of the European Communities, op.cit, s,4. 393 Cebeci, op.cit., s. 179. 394 Meltem Müftüler Baç, ‘Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerine Güvenlik Boyutundan Bir Bakış’, Dış Politika Analiz Serisi, Tesev yayınları 4, 2006, s. 18.
204
olarak konumunu güçlendirecektir.395 Zira genişleme/katılım süreci AB’nin bir dış
politika aracı ve seçeneğidir.396 Bir aday ülkeyi dönüştürmede gösterilen başarı,
AB’nin dış politika çerçevesinde gösterdiği başarı anlamına gelmektedir.
Kimi görüşlere göre Türkiye’nin katılımı; Türk devleti ile Kürt nüfusu
arasındaki uzlaşma, Yunanistan’la yakınlaşma ve Kıbrıs’a ilişkin yapıcı rolü
bağlamında AB’nin çatışma çözümüne katkısını da teyid edecektir.397
Bunun yanında, Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin, AB politikalarının
güvenilirliğinin salt Orta Doğu bölgesi değil; Balkanlar, Kafkasya ve Akdeniz
bölgelerinde de sağlanmasını etkileyeceği düşünülmektedir. Ayrıca; Türkiye’nin
katılımı, AB’nin gündem odağının güney ve güney doğu politikalarına doğru yeniden
dengelenmesine katkıda bulunacaktır. Türkiye’nin katılımının Birliğin sınırlarını
Suriye, İran, Irak ve Kafkasya’ya dayanması nedeniyle Birliğin güney doğu kesimine
ilişkin politika geliştirmesine de yardımcı olabilir. Türkiye’nin katılımı ile Birliğin
Akdeniz nüfusunun genişlemiş AB’nin %40’ını oluşturması sebebiyle, karar alma
sürecindeki dengeleri de etkileyebilecek ve dikkatin Güneye daha fazla çevrilmesine
neden olacaktır. 398
B. Türkiye’nin AB askeri gücüne etkileri
Güvenlik konusu; Türkiye-AB ilişkilerinde; Türkiye’nin AB’ye en fazla katkı
sağlayabileceği alanlardan biri olarak gösterilmektedir. Ancak Türkiye-AB
ilişklerinde yaşanan temel paradoks; coğrafya, kültürel ve dini özellikler ve büyüklük
gibi Türkiye’nin farklılığını oluşturduğu düşünülen ve karşı çıkılan özelliklerinin, dış
395 Emerson ve Tocci, op.cit., s.8-9. 396 Neuwahl, op.cit., s. 11-12. 397 Emerson ve Tocci, op.cit., s.10. 398 Ibid.,s. 8.
205
politika ve güvenlik alanında Türkiye’nin AB’ye katkısını sağlayan özellikler olarak
vurgulanmasıdır.
Nitekim AB Komisyonu tarafından hazırlanan etki raporunda; Türkiye’nin
farklılığını oluşturan etmenlerin; aynı zamanda Türkiye’ye bölgesel ve uluslararası
istikrara katkıda bulunma kapasitesi verdiği de belirtilmektedir. 399
Türkiye’nin AB’ye katılımının fayda maliyet analizinde, AB dış ve güvenlik
politikasına maliyetten çok fayda getireceği ve sözkonusu faydanın Türkiye’nin AB
üyeliği için olumsuz AB kamuoyu davranışlarını etkileyerek, olumluya çevirmek için
kullanılabileceği yönünde yaklaşımlar da vardır. Buna göre; fayda-maliyet analizinde
güvenlik bakımından Türkiye’nin AB’nin getireceği faydalar AB kamuoyları
tarafından dikkate alınırsa; Avrupa halklarının kimlik algıları etkilenerek, Türk
kimliğinin AB tarafından ötekileştirmesinin önüne geçilebilecektir.400 Ancak burada
da, Türkiye-AB ilişkilerinin genel seyrindeki olumsuzlukların güvenlik alanındaki
olumlu katkıları gölgelemesi tehlikesi yanında; çeşitli vesilelerle AB üye ülkeleri
nezdinde gerçekleştirilen referandumlarda gözlendiği üzere; AB konusunda yeterince
bilgilendirilmediği açık olan AB halklarının Türkiye’nin AB’ye katkısını salt
güvenlik açısından ne kadar takdir edebileceği de ayrı bir tartışma konusudur.
Coğrafi konumu ve komşu ülkelerle ilişkileri kadar; NATO içindeki konumu
ve askeri alandaki güç ve donanımının Avrupa güvenliği konusunda kendisine
önemli avantajlar sağladığının farkında olan Türkiye de, bu avantajları çeşitli
vesilelerle dile getirmiştir. Ancak salt güvenlik açısından getirdiği avantajlar
nedeniyle bir ülkenin AB’ye katılmasının olanaksızlığı; AB tarafından, AB’nin
399 Commission of the European Communities, op.cit, s.4. 400 Baç, op.cit.,s. 7–8.
206
NATO’dan farklı olarak değerler üzerine kurulu bir Birlik olduğu401 ve katılım
kriterlerinin hiçbir üye için gevşetilemeyeceği yönündeki yaklaşımlarla
karşılanmıştır.402
Tüm bunlara rağmen; Türkiye’nin jeopolitik konumu, üç kıta ile bağlantısı ve
transit ülke konumunda olması nedeniyle haiz olduğu önem AB tarafından da
yadsınamaz bir gerçektir.403Jeopolitik konumuna vurgu yapılırken, genel olarak
Türkiye’nin enerji kavşağında yer alması yanında Soğuk Savaş sonrası risklerin
Avrupa’ya geçişleri önleyici ve komşu bölgelerin güvenliğine katkı sağlayıcı
niteliğine vurgu yapılmaktadır.404 Ayrıca; Türkiye’nin jeostratejik konumu ve askeri
gücünün AB’nin sert güç anlamında görünürlüğünü arttıracağı ve 2006 yılında
Lübnan’dan AB vatandaşlarının tahliyesindeki rolünden de anlaşıldığı üzere; AB’nin
çevre bölgelerle ilişkilerinde Türkiye’nin lojistik desteğinin göz ardı edilmemesi
gereğinin de altı çizilmektedir.405 Türkiye’nin Avrupa dış ve güvenlik politikasına
jeopolitik konumu nedeniyle sağlayacağı katkının, gelecekte AB’nin uluslararası
alanda nasıl bir aktör olmak istediği ile yakından ilgisi vardır. Bu durumda
Türkiye’nin AB’ye katılımıyla AB’nin sınır komşuları olacak bölgelerde AB’nin
üreteceği politikalar önem kazanmaktadır.406
Türkiye’nin AB askeri gücüne etkileri konusunda öncelikle Türkiye’nin
AGSP çerçevesindeki politikası önem kazanmaktadır. İlgili bölümde ayrıntılı olarak
değinilen Türkiye’nin AGSP’ye katılımı konusunda her iki tarafı tatmin eden
düzenlemeler oluşturulmuştur. Bu çerçevede etki raporunda da belirtildiği üzere
401 Wood ve Quaisser, op.cit.,s. 147. 402 Ibid.,s. 171. 403 Nitekim bkz: Commission of the European Communities, op.cit, s.6. 404 Ibid. 405 Baç, op.cit.,s. 17. 406 Commission of the European Communities, op.cit s. 4.
207
AGSP’ye katılma konusundaki isteği ve NATO ve uluslararası barış koruma
operasyonlarındaki tecrübesi, Türkiye’nin ilgili askeri ve kurumsal yapılara dâhil
edilmesi için olumlu bir altyapı teşkil etmektedir. Bunun yanında Türkiye’nin askeri
harcamalarının fazlalığı ve askeri insan kaynakları bakımından öneminin de altı
çizilmektedir.407
Türkiye’nin NATO ve AGSP operasyonlarındaki tecrübesi Türkiye’nin
ODGP/AGSP’ye eklemlenmesi için elverişli şartlar yaratmaktadır.408 Türkiye,
SFOR, KFOR ve ISAF’ta görev almasınının yanı sıra NATO’nun Barış İçin Ortaklık
(BİO) Programı kapsamında ilgili personele eğitim vermiştir.409Burada Türkiye ile
MDAÜ arasındaki farka da değinmek gerekir. Sözkonusu ülkelerin savunma
alanındaki altyapı yetersizlikleri AB’ye katılımlarında olumsuz anlamda dikkate
alınan bir hususu oluşturmuştur. Türkiye için ise bu husus, Türkiye lehine söylemler
yaratmıştır.
Neuwahl’e göre, Türkiye’nin AB’ye katılımı tam anlamıyla AB’nin bir dış
politika seçeneğidir. Stratejik konumu nedeniyle etki raporunda bahsedilen
getirilerinin yanı sıra, Türkiye’nin AB’ye katılımı, çevre bölgelerle AB’nin
ilişkilerini de birebir etkileyecektir.410 Unutulmaması gereken bir diğer nokta da;
askeri operasyonlardaki tecrübesi ve kaynakları ile Türkiye’nin AB üyeliği
gerçekleşmezse, AB için Türkiye’nin NATO çerçevesindeki desteği de
olmayacaktır.411 Bu görüşe paralel olarak; AB’nin küresel bir aktör olma çabalarının
bir adımı sayılabilecek AGSP’nin oluşturulması ile aynı dönemde 1999 yılında
gerçekleştirilen Helsinki Zirvesinde Türkiye’nin aday ülke olarak kabul edilmesi
407 Ibid.,s. 10. 408 Ibid., idem. 409 Emerson ve Tocci, op.cit., s. 32. 410 Neuwahl, op.cit., s. 11–28. 411 Ibid.,s.16.
208
arasında çok güçlü bir bağ olduğunu düşünenler de vardır.412 Bundan sonra;
Türkiye’nin Kosova barış gücü misyonuna katılması ve Helsinki Güç kataloğu ve
Hızlı Müdahale Gücüne asker göndermesi gibi açılımlar da Türkiye’nin Avrupa
güvenliği kapsamında yeniden pozisyon alması ile açıklanabilir.413
AGSP’nin bir parçasını oluşturan ODGP konusunda, Türkiye’nin kabul ettiği
ortak tutum, eylem ve deklerasyonun sayısının diğer aday ülkelere nazaran az olduğu
belirtilmektedir. Türkiye’nin ulusal çıkarlarını ilgilendiren konular başta olmak üzere
yakın coğrafyası ile ilgili konularda Türkiye’nin AB tutumundan ziyade ulusal
tutumunu sürdürdüğü belirtilmektedir.414
AB-ABD ilişkilerinde önemli bir ihtilaf konusu olan yük paylaşımı
konusunda da; Türkiye’nin sahip olduğu askeri güç olanaklarının ABD ile arasında
daha dengeli bir yük paylaşımı esası yaratma ve ABD’nin endişelerini giderme
konusunda etkisi olacağı düşünülmektedir.415
AB’nin Soğuk Savaş sonrasında güvenlik çıkarları açısından önem verdiği
konuların başında gelen enerji arzı güvenliği, Türkiye bağlamında özellikle
vurgulanan bir noktadır. Coğrafi konumu nedeniyle Türkiye’nin, AB’nin enerji
kaynaklarına erişimini ve kaynakların AB pazarına güvenli şekilde taşınmasında
transit ülke olarak önemli rol oynayacağı düşünülmektedir. Bunun yanında;
Türkiye’nin AB’nin olası tedarik kanallarını çeşitlendirerek gerek Rusya ve Orta
Doğu gerekse Hazar çevresindeki ülkelerden alternatif ihraç güzergâhlarını
412 Wood ve Quaisser, op.cit.,s. 169-170. 413 Ibid.,s. 170. 414 Commission of the European Communities, op.cit,s. 11. 415 Cebeci, op.cit., s. 179.
209
oluşturacağı düşünülmektedir. Türkiye’nin transit ülke görevi yapması, su kaynakları
ve altyapının yönetimi için AB politikalarının geliştirilmesini gerektirebilecektir.416
Yine AB güvenliğini ilgilendiren ulaştırma ve sınır yönetimi konularında da
Türkiye’nin AB’ye katılımının AB’ye önemli etkileri olabileceği düşünülmektedir.
Türkiye’nin AB’ye katılımı sınır yönetimi konusunda aşağıda değinilecek güçlüklere
rağmen iki taraf arasında etkili işbirliğine yol açacak olması sebebiyle önem
arzetmektedir.417
Türkiye’nin Avrupa ile Avrupa’nın güney çevresi arasında kara yolu,
demiryolu, havayolu, deniz ve boru hattı bağlantıları içeren enerji koridoru rolü
artabilecektir. Böylece, Akdeniz bölgesinin ekonomik ve ticari bütünleşmesini
hızlandırabilecek bir etkiye sahip olacağı düşünülmektedir.418
Güvenlik konusunun bir başka boyutu olan terörle mücadele alanında,
Türkiye’nin AB’ye katılımının hâlihazırda varolan işbirliğine katkıda bulunacağı
düşünülmektedir. Kendisi de terörle mücadele eden bir ülke olarak AB tutumunu
desteklemektedir.419
C. Türkiye’nin Orta Doğu, Balkanlar ve Kafkasya/Orta Asya ile
ilişkilerde AB Dış Politika/Güvenlik Politikasına Etkileri
Türkiye’nin adı geçen bölgelerde AB dış ve güvenlik politikasına katkısının,
yukarıda açıklanan AB sivil gücüne katkıları paralelinde olduğu görülmektedir.
Buna göre; Etki raporunda sosyo-ekonomik gelişmesini sürdürdüğü takdirde;
Türkiye’nin Akdeniz, Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya’da istikrarı etkileyecek ve
sağlayabilecek bir ülke olduğu ve bu doğrultuda AB dış politikasına önemli derecede 416 Commission of the European Communities, op.cit,s. 9. 417 Ibid., idem. 418 Ibid., idem. 419 Ibid., idem.
210
etki edeceği belirtilmektedir.420 Türkiye’nin adı geçen bölgelerdeki politikalarının
AB ile uyumlu ve tamamlayıcı olmakla birlikte, Orta Doğu ve insan hakları
konularında farklılık arzeden politikalar olduğu vurgulanmaktadır.421
Aynı doğrultuda bir görüşe göre; potansiyel AB üyesi Türkiye, AB’nin Orta
Doğu bölgesindeki temel girişimlerinden olan Barselona Sürecinde aktif rol
oynayabilecektir. Türkiye kamuoyunda bu durum, tam üyeliğe alternatif olarak
görüldüğü şeklinde yanlış anlamalara sebebiyet verse de, Türkiye’nin Orta Doğu
bölgesine katkıda bulunabileceği bir alan olarak görülmektedir.422
Bununla birlikte Türkiye’nin Orta Doğu ve Orta Asya’nın Müslüman
ülkelerindeki rolüne ilişkin sonuç doğuran 11 Eylül olayları, Batı’nın İslam dünyası
ile karşılıklı diyalog ve anlayışı geliştirmesini gerektirmiştir. Bu durum, önemli
derecede Müslüman nüfusa sahip AB’yi de etkilemiştir. Türkiye’nin, laik ve
demokratik bir ülke olarak Orta Doğu ve Orta Asya ülkelerine model olma
potansiyeli taşıdığı şeklinde yaklaşımlar vardır. Bu görüşlere göre Türkiye’nin
kendini model olarak sunabilmesinin adı geçen bölge ülkelerinin demokratikleşme
yönünde atacakları adımlara bağlıdır.423
Ancak Türkiye’nin Orta Doğu bölgesine model olması konusu tartışmaya
açıktır. Türkiye 11 Eylül saldırılarından sonra özellikle ABD tarafından ılımlı İslam
modeli olarak gösterilmiştir. Ancak; Müslüman ülkelere model olan Türkiye’nin
Avrupa tarafından kabul görmeyeceği ve AB yolunda ilerleyen Türkiye’nin yeniden
Orta Doğu’ya dönüşünü simgeleyeceği yönünde yaklaşımlar vardır. Türkiye’nin 420 Ibid., s. 11. 421 Ibid., s.12. 422 Öniş, ‘Turkey and the Middle East after september 11: the importance of the EU dimension’,s. 83–91. 423 Öniş, ‘Turkey and the Middle East After September 11: the Importance of the EU Dimension’,s. 83–91. AB’ye girmiş bir Türkiye’nin Orta Doğu ülkeleri için istikrar, laiklik ve demokrasi bakımından örnek olacağı şeklinde paralel bir yaklaşım için bkz: Kemal Kirişçi ‘Between Europe and the Middle East the Transformation of Turkish Policy’.
211
model olamayacağı yönündeki bu görüşler, Türkiye’nin Batı ile bağlarının diğer
bölge ülkelerine oranla çok daha erken başladığı ve kurumsallaştığı fikrine ve
ülkenin laik karakterine dikkat çekmektedirler. Bunun yanında AB etkisinin önemi
de yadsınamamaktadır. Buna rağmen; dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün
2003 yılında İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) toplantısında; Türkiye’nin bölgede
demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve piyasa ekonomisinin sözcülüğünü
yapacak konumda olduğunu belirtmesi, Türkiye’nin liderlik rolü almaya istekli
olduğu yönünde yorumlanmıştır. Yine de Türkiye için model ya da köprü olma
rolünün fazla vurgulanmaması, bunun yanında Türkiye’nin AB’ye katılımının AB
için avantaj olduğunun altı çizilmelidir.424
Türkiye’nin Orta Doğu bölgesi ile ilgili olarak AB politikalarına katkısı;
tecrübesi ve bölge hakkında bilgisi yanında kurduğu ekonomik ağlar sebebiyle
olabilir. Ancak Türkiye’nin en önemli katkısının AB’nin çoğunluğu Müslüman
ülkelerden oluşan bölgede sembolik olarak öneminin artması görülmektedir. Herne
kadar AB’nin imajı ABD’den daha iyi ise de; Müslüman ülkelerce Hıristiyan klubü
olarak görülmesinin ve koloniyal geçmişinin olumsuz etkilerinin Türkiye’nin üyeliğe
kabul edilmesiyle düzeltileceği yönünde yaklaşımlar vardır.425
AB tanımlamasında Akdeniz bölgesi Yunanistan ve Kıbrıs yanında Orta
Doğu ülkelerini de kapsar şekilde tanımlanmaktadır. Bu çerçevede etki raporunda
Yunanistan ile ilişkilerin giderek artan biçimde uyumlu hale geldiği ancak Kıbrıs ile
ilgili kimi sorunların devam ettiği belirtilmektedir. Raporda, Akdeniz bölgesinde
AB’nin daha fazla varlık göstermesini Türkiye’nin desteklediği belirtilmekte ve Arap
dünyası ile mevcut ticari ve kültürel ilişkilerini İKÖ yoluyla arttırmaya çalıştığı
424 Everts, op.cit.,s. 7-8. 425 Ibid.,s. 4.
212
belirtilmektedir.426 Tüm sorunlara rağmen Türkiye’nin Irak ile ilgili olarak yapıcı bir
tutum sergilediği ve terörle mücadele ve etnik çatışmaların önlenmesi gibi konularda
komşu ülkelerle işbirliğini teşvik ettiği vurgulanmaktadır. Türkiye’nin Irak’ın
istikrarının sağlanması ve yeniden inşasında, önemli bir ticari partner olarak önemli
roller üstlenebileceği belirtmektedir.427 Zira Türkiye Irak’ın Kuzeyi ile en fazla ticari
ve yatırım ilişkisi olan ve ülke gelişmelerini en yakından izleyen ülkelerden bir
tanesidir.
Suriye ile ilgili olarak, 1998 yılından sonra düzelen ilişkilere atıfta
bulunularak AB ve Türkiye’nin Suriye’ye yönelik olumlu politikalarının; ABD’nin
ülkelere izole eden yaklaşımına oranla daha iyi sonuçlar yaratabileceği
düşünülmektedir.428
İran’la ilişkiler konusunda, gerek Türkiye, gerekse İran tarafında çeşitli
şüpheler varsa da; Irak’ta istikrarın sağlanması ve enerjide işbirliği konularında ortak
çıkarlar mevcuttur. AB, İran için bir doğalgaz pazarı olma potansiyeli
taşımaktadır.429
İran ile Türkiye arasında İran’ın PKK desteği ve rejim ihracı yönündeki
yaklaşımları nedeniyle gergin olsa da; 2003 yılında başlayan karşılıklı ziyaretler ve
Tebriz-Erzurum gaz boru hattının açılmasıyla, ekonomik olarak da gelişmeye
başlamıştır. Gaz boru hattına Avrupanın da ilgisi vardır. Zira İran gazının Avrupa’ya
rekabetçi bir fiyatta ulaşması AB’nin de çıkarınadır.430 Bunun yanında AB’nin,
ABD’nin ve İran’a ilişkin nükleer faaliyet ve Irak’a yönelik tutumu konusundaki
görüşleri Türkiye tarafından da paylaşılmaktadır. Ancak Türkiye’nin İran’a ilişkin
426 Commission of the European Communities, op.cit,s.7. 427 Ibid.idem. 428 Everts, op.cit.,s.7. 429 Commission of the European Communities, op.cit,s.7. 430 Everts, op.cit.,s.6.
213
şartlı etkileşim yönündeki politikası ile AB’nin tutumu; ABD ile kıyaslandığında
birbirine daha yakındır.431 Bu bağlamda AB ile Türkiye’nin İran’a ilişkin ortak çıkar
alanlarının bulunduğu söylenebilir ve ABD’den farklı olarak Türkiye ile AB’nin
İran’a yönelik benzer yaklaşımları açıklanabilir.
Gerçekten de Türkiye, İran’ın nükleer faaliyetlerinin ekonomik amaçlı
olduğunu düşünmekte ve Irak Şiileri ile ittifak halinde bölgede nüfuzunu
artırmamasını istemektedir. Şayet İran bölgede nüfuzunu arttırırsa, Türkiye’nin Orta
Asya ve Kafkaslardaki pozisyonuna rakip olabilir ve Ermenistan ile yakın ilişkileri
Türkiye’nin çıkarlarını zedeleyebilir. Türkiye İran’ın kendisine tehdit unsuru
olmasını istememektedir. Tüm bu nedenlerle, İran’ın Türkiye’nin güvenliğine tehdit
olarak ortaya çıkma olasılığı arttıkça, Türkiye’nin Avrupalılaşma süreci o kadar
zorlaşır tespitini yapmak mümkündür.432 Amerika’nın İran’ı doğalgaz geçişlerinde
dahi transit ülke olarak görmek istememesi ve Türkiye’nin İran ile ikili ilişkilerinin
geliştirilmesine olumlu yaklaşmaması Türkiye ve ABD’nin bölgede çatışan
çıkarlarına yalnızca bir örnektir. 433
İran ile ilişkilerde doğalgaz yönünden AB ile Türkiye’nin ortak çıkarının
ABD ve Rusya ile ilişkiler bakımından da dikkate alınması gereken bir yönü vardır.
Buna göre; ABD enerji hatlarının İran üzerinden Avrupa’ya ulaşması bakımından
ambargo uygulamaktadır. Ancak İran ve Rusya’ya olan enerji bağımlılığı,
Türkiye’nin bölgede ABD politikalarına uymasını zorlaştırmaktadır. Enerji alanında
AB ve Türkiye’yi birbirine yaklaştıran temel nokta bu çerçevede tanımlanabilecek
ortak çıkarlardır. İran’ın uluslararası politikadan tecridine son verilmesi bu çerçevede
Türkiye’nin bir diğer katkısı olarak addedilebilir. 431 Ibid. Idem. 432Oğuzlu ve Kibaroğlu, op.cit.,s.957. 433 Ibid.Idem.
214
Türkiye’nin İran ile artan ilişkileri, AB ile ilişkilerini geliştirmek ve 2003
yılında AB ile İran arasında İran’ın nükleer programı konusunda imzalanan
anlaşmanın gerekleri bakımından olumlu addedilebilir. Bu çerçevede son dönemde
İranlı yetkililerle temaslar ve Türkiye’nin İran’a vize uygulamaması gibi noktaların,
Türkiye’nin AB ve İran arasında köprü olabileceği yönündeki yaklaşımını
güçlendirmektedir.434 AB ve Türkiye’nin İran ile ilişkileri kesmemenin ve diyalog
içinde bulunmak konusundaki ortak çıkarlarının, İran konusunda etkin bir çözüm için
katkıda bulunmalarını gerektirdiği yönünde yaklaşımlar vardır. İran’ın nükleer
faaliyetleri nedeniyle izole edilmesi AB ve Türkiye’nin çıkarına ters olacağından
İran’ın nükleer faaliyetlerine son vermesi konusunda ikna edilmesi, öte yandan ABD
ve İsrail’in İran’a olası bir müdahalesinin aksi tepkiler oluşturabileceği yönünde ikna
edilmesi gerekmektedir.435
İsrail-Filistin sorunu konusunda; Türkiye’de geleneksel olarak siyasi ve
güvenlik seçkinlerinin İsrail’e yakınlığının aksine Türk kamuoyunun Filistin tarafına
yakın olduğu bilinmektedir. AB; İsrail’in en önemli ticari ortaklarından biri olmasına
rağmen, aralarında Filistin sorunu nedeniyle görüş ayrılıkları vardır. AB, Filistin
tarafına en fazla katkı yapan Birlik konumundadır ve İsrail’e eleştirel
yaklaşmaktadır. AB’nin Filistin sorunu konusundaki temel yaklaşımı; müzakere
edilmiş bir çözüm üzerinden, Filistin ve İsrail’in temel güvenlik endişelerinin
giderilmesi, Filistin devletinin mevcudiyetinin sağlanarak, devlet içindeki reformun
(şiddet yanlıları ile mücadele) gerçekleştirilmesi yönündedir.436
Sorunda Türkiye’nin Arap-İsrail sorununda bölgede tarihsel olarak her iki
tarafla olan dengeli yaklaşımlarının AB’nin bölgedeki görünürlüğünü arttıracağı 434 Everts, op.cit.,s. 6. 435 Ibid. Idem. 436 Ibid., s.5.
215
söylenebilir.437 Son dönemde özellikle Suriye ve İsrail arasındaki barış
görüşmelerinde arabuluculuk üstlenmesi örneğinde görüldüğü gibi, Türkiye’nin
bölgede aktif bir rol üstlendiği görülmektedir. Ancak Hamas ile olan yakın ilişkilerin
bölgede İsrail ile ilişkileri nasıl etkileyeceği de eleştirel yaklaşılan bir konudur.
İsrail ile Türkiye son yıllarda da bir dizi stratejik antlaşma imzalayarak
işbirliğini daha da güçlendirmiştir. Orta Doğu Barış Sürecinde Türkiye gerek Arap,
gerekse İsrail ile bağlarını sürdürmektedir. AKP hükümetinin İsrail’e mesafeli
yaklaşımları olsa da; Türkiye’nin İsrail ile göreli iyi ilişkilerinin AB politikalarına
katkısı olabileceği düşünülmektedir. Türkiye ve AB’nin barış sürecinde de birlikte
çalışabilecekleri yönünde yaklaşımlar vardır. Türkiye ve AB’nin soruna
yaklaşımlarının benzer ve taraflarla ilişkilerinin birbirini tamamlayıcı olduğu
düşünülmektedir. Mevcut politikaları göz önüne alındığında, AB ve Türkiye’nin
barışı destekleyici rollerinin işbirliği ile pekiştirilebileceği düşünülmektedir. Pratik
anlamda, temel işbirliği noktalarının; siyasi kurumların reformu, seçimlerin
düzenlenmesi, polis kuvvetlerinin eğitilmesi gibi noktalarda olabileceği
düşünülebilir. Türkiye’nin bu konulardaki katkısının taraflarca da olumlu
karşılanabileceği düşünülebilir.438
Körfez Bölgesinde AB’nin özellikle Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ile
kurumsallaşan ilişkileri bulunmaktadır. Mevcut politikası itibariyle Türkiye ve
AB’nin politikaları uyumludur. Enerji arzı ve terörizmle mücadele üzerine kurulu
olan Körfez ülkeleri ile işbirliğinin, Türkiye’nin ikili ilişkileri ve özellikle Genel
437 Hatipoğlu , op.cit.,s.498. 438 Everts, op.cit.,s.5.
216
Sekreterliğini Ekmeleddin İhsanoğlu’nun yaptığı İKÖ vasıtasıyla
güçlendirilebileceği düşünülebilir.439
AB nezdinde Türkiye’nin güvenlik kimliğinin Orta Doğulu özelliklerini
vurgulamasının AB’nin Türkiye’yi Orta Doğu bölgesinde kendi amaçlarını
gerçekleştirmek için bir destek olarak göreceği şeklinde yaklaşımlar vardır.440 Zira
Orta Doğu’nun kronik istikrarsızlığı AB’nin çeşitli girişimlerine karşın
performansının beklenenin gerisinden kalmasına neden olmaktadır. Bu ülkeler
nezdinde AB güvenilirliğini sağlamak önemli bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır.
Türkiye’nin AB’ye katkısı AB aday ülkesi olarak AB politikalarının bölge
ülkelerince kabul edilebilir olmasını sağlamasıdır.441
Bu durumda Türkiye’nin güvenlik kimliği AB’den farklı olmasına rağmen,
bu yönüyle AB’ye katkıda bulunacağı düşünülmektedir. Bu durumda AB içinde
farklı güvenlik kimliklerini kapsayıcı olma ve dünyanın çeşitli yerlerinden etkin
olma gibi konular bakımından kendi güvenlik kimliği özelliklerini netleştirmesi
gerekmektedir.
Bölgeler bazında Türkiye ile AB arasında en sorunsuz bölgenin (Batı)
Balkanlar olduğu görülmektedir. Balkanlarda, Türkiye’nin hâlihazırda katkıda
bulunduğu AB ve NATO operasyonları ile sorunsuz sürdürülen bir ilişki ağı
mevcuttur. Türkiye Batı Balkanlardaki AB operasyonlarına önemli katkı sağlamıştır
ve sağlamaya da devam etmektedir. Bu bölgede, AB ve Türkiye’nin sorunsuz olma
sebeplerinden biri, Romanya ve Bulgaristan gibi AB üyesi, Hırvatistan ve
Makedonya gibi aday ve Batı Balkanlar gibi İstikrar ve Ortaklık süreci kapsamında
yer alan AB ile sistematik ilişki kurmuş pek çok ülkenin olmasıdır. Bunun yanında 439 Hatipoğlu , op.cit.,s.497. 440 Everts, op.cit.,s. 8. 441 Ibid., s.3.
217
ABD’nin Balkanlarda dengelenmesi gereken bir güç olarak mevcut olmaması da
önemli bir diğer etkendir.
Sovyetlerin ortadan kalkmasının ardından, Türkiye’nin eski Sovyet
nüfuzunun fazla olduğu alanlarda daha aktif bir politika izlemesi, Rusya ile Türkiye
arasında yeni bir rekabete yol açmıştır. Rekabet özellikle Kafkasya ve Orta Asya’da
yoğunlaşmıştır. Ancak yine de Rusya’nın Almanya’dan sonra ikinci en önemli ticari
ortağı olması ve Türk inşaat firmalarının etkin olması nedeniyle rekabet yapıcı bir
ilişkiler ağına dönüşmüştür. Enerji alanında Rusya’nın Türkiye’ye en fazla doğalgaz
ihraç eden ülke olması ve rekabet içindeki enerji çıkarları ve bölgedeki gelişmeler
açısından Türkiye AB’ye girdiğinde, AB-Rusya ilişkilerinin önemini arttıracaktır.442
Bu durumda Türkiye’nin AB’nin Rusya gündemini genişletici etki yapacağını
belirtmek mümkündür.
Türkiye’nin olası katkılarına rağmen, AB ve Rusya arasındaki ilişkilerin
kırılganlığı ve Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerini kontrol altında tutma gereğinin kimi
zaman AB ile çatışan çıkarlara neden olacağı yönünde yaklaşımlar vardır. AB ve
Rusya arasında gerginleşen ilişkilerin Türkiye-Rusya ilişkilerine olumsuz etkileri
olabilecektir.443
AB yaklaşımına göre; Türkiye’nin AB’nin Orta Asya’da siyasi etkisi
açısından yeni bir kanal sağlayacağı düşünülmektedir. AB’ye katılımından sonra
reform geçirmiş bir Türkiye’nin, güçlü tarihsel, kültürel ve ekonomik bağlarını
kullanarak, Orta Asya’nın istikrar kazanmasına yardım edebileceği ve Sovyetler
Birliği’nin çöküşünden sonra siyasi istikrarsızlığa maruz kalan bölgede demokratik
değerlerin gelişmesini teşvik edebileceği yönünde yaklaşımlar vardır. Türkiye’nin
442 Commission of the European Communities, op.cit,s.8. 443 Hatipoğlu, op.cit.s. 496.
218
BİO programının önde gelen yardım tedarikçisi rolü Orta Asya’nın uluslararası
savunma bağlantılarını güçlendirecektir. Ancak AB sınırlarının bölgeye daha yakın
hale gelecek şekilde genişlemesinin muhtemel sakıncaları da olabilecektir. Örneğin,
Etki raporuna göre, Türkiye ve Orta Asya’nın Türkî dillerin konuşulduğu bölgeleri
arasında siyasi ve kültürel bağların varlığı ve ülkelerindeki rejimlere muhalif belirli
Türkî grupların Türkiye’deki mevcudiyeti bölgedeki ülkelerle olan ilişkilerde
gerilimi tetikleyebilir.444 Ancak yine de, Türkiye’nin 1990’lı yılların başında Orta
Asya ülkeleri ile ilişkilerini sıklaştırması ve kurumsallaştırmasının AB çerçevesinde
ilişkileri geliştirmek için uygun altyapıyı sağladığı düşünülmektedir. 445
Etki raporuna göre; Türkiye’nin komşularıyla ihtilaflarını çözmek için
çalışmaya istekli olması koşuluyla, AB’nin Türkiye vasıtasıyla Güney Kafkaslarda
istikrar sağlayıcı bir etkisi olabilecektir. Özellikle Ermenistan ile diplomatik
ilişkilerin kurulması ve kapalı olan sınırın açılmasıyla geliştirilmesi gerekecektir.
Türkiye’nin AB’ye katılma ihtimali, Ermenistan ile olan ilişkilerde uzlaşmaya yol
açmalıdır. Yukarı Karabağ’a ilişkin ihtilaftan dolayı Ermenistan ve Azerbaycan
arasındaki gerilimi yumuşatmaya Türkiye’nin katkıda bulunması da ayrıca önemlidir.
AB’nin Azerbaycan, Gürcistan ve petrol bakımından zengin Hazar Denizini
çevreleyen ülkelerle olan ilişkilerle olan ilişkileri de Türkiye’nin üyeliğiyle
geliştirilebilir.446
Karadeniz Bölgesi de; Bulgaristan ve Romanya’nın AB’ye tam üye olmaları
ile AB’nin önemli bir aktör olmaya başladığı ve bu bölgeye ilişkin politika üretme
durumunda kaldığı bir bölgedir. Türkiye ve AB’nin Karadeniz’e ilişkin ortak
çıkarları birlikte hareket etmeyi olanaklı kılmaktadır. Mevcut KEİ Örgütü 444 Commission of the European Communities, op.cit,s. 7. 445 Emerson ve Tocci, op.cit., s.29. 446 Commission of the European Communities, op.cit,s. 7.
219
kapsamında Türkiye ile AB’nin başta çevre, enerji, ulaşım vs gibi konularda işbirliği
yapması, AB’nin bölgede söz sahibi olması içinde önemli bir fırsat olabilir. ABD’nin
Karadenizde söz sahibi olabilmek için çeşitli girişimleri de AB gücü ile
dengelenebilir.447
Emerson ve Tocci; Türkiye’nin Balkanlar, Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta
Asya’ya yakınlığı nedeniyle; AB’nin Soğuk Savaş sonrası tehditlerle mücadelede
kullanacağı Türkiye’nin özelliklerinin, AB için Türkiye’yi jandarma niteliğine
sokacağını belirtmektedir.448 Bu bağlamda Türkiye’ye Avrupa güvenliği için
öngörülen rolün Soğuk Savaş dönemindekinden pek de farklı olmadığı ortaya
çıkmaktadır. Türkiye tarafından Soğuk Savaş döneminde Sovyetlere karşı yerine
getirilen sınır görevinin, Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan yeni koşullarla bu sefer
Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya’ya karşı ancak AB’nin temel güvenlik kimliği
özelliklerinin (demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, diplomasi, ekonomik
bağlar ve yumuşak güç kullanımı) Türkiye tarafından benimsenerek üstlenilmesinin
istenmesi olduğu söylenebilir.
AB için Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi açısından dönüştürülmesi,
AB’nin Türkiye üzerinden sözkonusu değerler yoluyla Türkiye’nin komşularıyla
ilişki kuracağı için önemlidir. Başka bir deyişle, AB’nin özellikle Soğuk Savaş
sonrası dönemde AB’nin normatif gücünü de temsil eden, aday ülkeler için temel
Avrupalılaşma kriterleri sayılabilecek demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü,
bunun yanında azınlıklar ve komşularla iyi ilişkiler gibi değerler, gerek AB’nin temel
değerlerinin aday/potansiyel aday yansıtılması, gerekse bu ülkeler üzerinden AB’nin
447Hatipoğlu, op.cit., s. 494–495. 448Emerson ve Tocci, op.cit., s.4 ve 33-34. Burada Türkiye’nin özellikleri için “bridgehead” ve “spearhead” ile “gatekeeper” ifadeleri kullanılmaktadır. Metinde “Bridgehead”; bir köprünün düşmana en yakın kısmı,” spearhead” ise bir saldırıyı başlatacak olan aktör olarak tanımlanmaktadır.
220
üçüncü ülkelerle ilişki kurması gereğinden dolayı önemlidir. Bu değerler bakımından
dönüştürülmemiş bir ülke üzerinden diğer ülkelerle ilişki kurulduğunda AB’nin
güvenilirliği azalacaktır.
D. Türkiye’nin AB Dış Politikasına Etkilerinin Rasyonalist Kurumsalcı
Perspektiften Değerlendirmesi
Yukarıda belirtilen Türkiye’nin AB dış ve güvenlik politikasına etkileri AB
resmi belgelerinde de belirtildiği gibi genel anlamda olumlu özellik gösteren
katkılardır. Özetlemek gerekirse; Orta Doğu, Balkanlar ve Akdeniz yanında,
Karadeniz ve Orta Asya bölgelerinde AB ile Türkiye’nin uyumlu ve örtüşen
politikalar izlediği görülmektedir.449
Neticede Türkiye’nin bölgesel düzeyde AB dış ve güvenlik politikaları ile
tamamlayıcılığa dayalı bir işbirliği içinde olduğu görülmektedir. Türkiye ile AB’nin
dış politika bakımından tamamlayıcı rol oynayabileceklerine dair görüş, Türkiye ile
komşu ülkeler ve bölgeler arasındaki ilişkiler bağlamında ortaya çıkmaktadır.
Türkiye; Orta Asya ve Orta Doğu bölgeleriyle yakın kültürel ilişkileri ve tecrübesi
nedeniyle gelişmiş insan kaynakları kapasitesine sahip bir ülkedir. AB’nin mali ve
teknik kaynakları ile birleştiğinde sözkonusu politikalar tamamlayıcı niteliğe
bürünecektir.450 Türkiye’nin AB’ye katılımı AB’nin Orta Doğu ve Avrasya ile
ilişkilerine yeni bir boyut getirecek ve AB’nin bu bölgelerle ilişkilerinin
geliştirilmesini sağlayacaktır.451 Türkiye ile AB dış ve güvenlik politikasının
bütünleşmesi öncelikle, Türkiye’nin komşu olduğu ve Türk dış politikasının temel
odak noktaları olan, Doğu Akdeniz, Balkanlar, Orta Doğu ve Avrasya bölgelerinin 449 Ibid., s. 10. 450 Ibid., s.29. 451 Ibid., s. 33.
221
2003 yılında yayınlanan Avrupa Güvenlik Strateji belgesinde de belirtildiği üzere
temel tehditler olan terörizm, kitle imha silahlarının yayılması, yasadışı ilaç ve insan
trafiği gibi tehditlerin temel kaynakları olan bölgeler olmasından
kaynaklanmaktadır.452 Ayrıca AB’nin Strateji Güvenlik belgesinde de altını çizdiği
temel tehditlerle mücadele de, Türkiye’nin lokasyonu ve olası lojistik desteği
yanında, ideolojik ve kültürel yakınlığının olduğu bölgelerle ilişkilerde medeniyetler
çatışması yerine uyumun sağlanmasında yararlı olabileceği düşünülmektedir.453
Bunun yanında AB’nin geliştirdiği Avrupa Komşuluk Politikası da Türkiye’nin
Doğu komşularını kapsadığından bir anlamda Türkiye-AB komşuluk politikası
(Euro-Turkish neighbourhood policy) haline gelmektedir. 454
Bunun yanında Türkiye’nin Nabucco Projesi kapsamında Avrupa’ya enerji
arzı konusunda önemli bir katkısının olacağı düşünülmektedir.
Çevre bölgelerle Türkiye aracılığı ile geliştirilme potansiyeline sahip ilişkiler
yanında, bu bölgelerde Türkiye ile AB istihbarat paylaşımı, Türkiye’nin güvenlik
alanında önemli bir katkısı olarak görülmektedir.455
Türkiye’nin AB dış politikasına katkıları yanında; AB dışında kalmasının
maliyeti konusunda da çeşitli yaklaşımlar vardır. Örneğin; Türkiye’nin AB üyesi
olarak kabul edilmemesinin, ülke içindeki reform sürecini sekteye uğratacağı ve buna
paralel olarak İsrail-Filistin ve İran konularında ABD politikası ile paralel politikalar
izleme tehlikesi doğacağı da belirtilmektedir.456Bu durumda rasyonalist bir
perspektiften Türkiye’nin AB dış ve güvenlik politikasına etkilerinin fayda/maliyet
452 Ibid, s.3–4. 453 Ibid, s. 4. 454 Ibid. İdem. 455 Ibid., s.32–33. 456 Everts, op.cit.,s. 8.
222
analizi yapılırken, Türkiye’nin AB’ye katılmama maliyetinin de göz önünde
tutulması gerekmektedir.
Yukarıda açıklanan fayda-maliyet yaklaşımının bir diğer boyutu; Türkiye’nin
AB düzeyine taşıyacağı öncelikleri ve sorunları konusudur. Birinci Bölümde örnek
ülke incelemelerinde İspanya, Yunanistan ve Polonya’nın farklılık arzeden ve
kendine has özelliği olarak görülebilecek dış politika konularını AB düzeyine
transfer ettiği görülmektedir. Bu; İspanya için Latin Amerika ve Akdeniz; Polonya
için Ukrayna, Beyaz Rusya ve Moldova; Yunanistan için Kıbrıs konularıdır. AB
üyeliğinden önce Polonya’nın ilgi ve çıkar alanlarına girmeyen konular, AB üyeliği
sonrası çıkar alanları haline gelmiştir. Buna göre Türkiye’nin AB dış ve güvenlik
politikasına eklemlenirken, Avrupalılaşmanın ikinci boyutu kapsamında hangi
önceliklerini ve sorunlarını AB düzeyine taşıyacağı konusuna dikkat etmek gerekir.
Öncelikle; Etki raporunda belirtildiği şekliyle AB ve Türkiye arasındaki
sorunların Kıbrıs sorunu yanında, Ermenistan ile ilişkiler ve Irak konusunda
odaklandığı görülmektedir. Irak’ın Kuzeyi, toprak bütünlüğünün korunmasına
verilen önem, terörle mücadele, Türkmenlerle etnik yakınlık ve Kürt sorunuyla
ilişkisi nedeniyle Irak konusu, Azerbaycan ile yakın ilişkiler, tarihsel olaylar ve
kapalı sınır kapısı nedeniyle Ermenistan konusunda AB ile uyumsuz politikalar
sürmektedir.
Uyumsuz politikalar yanında; Türkiye’nin katılımı ile daha önce AB
gündeminde sıkça yer almayan bazı konuların gündeme gireceği de açıktır. Orta
Doğu bölgesinde önemli yer tutan su konusu, suya erişim, su kaynaklarının yönetimi
ve bununla bağlantılı olarak altyapı projeleri ve sınırötesi işbirliğinin uluslararası
yönetimi konularının Türkiye’nin katılımı ile AB açısından önemli hale gelecek
223
konulardır.457 Bunun yanında, Türkiye’nin komşuları AB’nin komşuları olacaktır ve
AB komşuluk politikası daha fazla gündeme gelecektir.458
Gündeme getirilen bazı konular AB açısından fırsatlar yaratsa da; sorun
yaratma potansiyeli de taşıyan konulardır. Örneğin; Türkiye’nin katılımının bir
sonucu olarak, Türkiye’de ve diğer bölge ülkelerinde bulunan Kürt azınlıklar ile
AB’de mevcut Kürt diasporasının, AB’nin bu ülkelerle ilişkileri üzerinde etkileri
olabilecektir.459 Kürt sorunu yanında, terör konusunun Türkiye’nin AB düzeyine
taşıyabileceği sorunları teşkil edeceği söylenebilir. Daha geniş bir perspektiften, yine
güvenlik konusu ile bağlantılı olarak serbest dolaşımın sağlanması ile Türkiye’de
Avrupa’ya gerçekleşecek göç nedeniyle ortaya çıkabilecek sorunlardan bahsetmek
gerekir.
Türkiye’nin katılımının AB dış ve güvenlik politikası açısından sorun
yaratabileceği bir diğer konu vize ve sınır yönetimidir. Komşu ülkelere karşı serbest
vize politikası izleyen Türkiye, AB’ye uyum kapsamında sıkı sınır kontrolleri ve vize
politikası uygulamak durumunda kalacaktır.460Türkiye’nin komşularına açıklığı ve
vize kolaylıkları göstermesi, özellikle Orta Doğu gibi terörizm tehdidinin yayıldığı
bölgeler açısından AB’nin iç güvenlik öncelikleri bakımından uzlaştırması zor bir
alan olacaktır. Türkiye’nin komşuları ve diğer üçüncü ülkelerle ilişkileri vize
uygulamalarından etkilenecektir461Türkiye’nin tam üyeliği sınır yönetimi alanında
aşılması gereken kaydadeğer zorluklara yol açacak, bununla birlikte, insan
kaçakçılığı, uyuşturucu kaçakçılığı ve yasadışı göç dâhil örgütlü suç alanında
457 Commission of the European Communities, op.cit,s. 8-9. 458 Emerson ve Tocci, op.cit., s. 9. 459 Commission of the European Communities, op.cit,s. 8-9. 460 Emerson ve Tocci, op.cit., s.30–31. 461 Ibid.,s. 29.
224
işbirliğini geliştirecektir.462 AB’nin yeni uzun dış sınırlarının yönetimi, önemli bir
politika sıkıntısı olabilecek ve ciddi yatırıma ihtiyaç duyabilecektir. Organize suçlar,
terörizm, insan ticareti, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı ile mücadele ile beraber göç
ve iltica yönetimi katılım öncesi ve sonrasında sıkı işbirliği ile sağlanacaktır. 463
Bunun yanında Türkiye’nin AB’ye katılımının AB’yi istikrarsız bölgelere
komşu yapacağı yönünde açıklamalar etki raporunda da belirtilmektedir.464 Buna
paralel olarak sözkonusu bölgelerle bağlantılı olarak AB’nin dış ve güvenlik
politikası gündeminin genişleyeceğini de belirtmek gerekir. Bunun yanında,
Türkiye’nin AB’ye katılımı ile AB’nin sözkonusu bölgelerle komşu olması nedeniyle
bu bölgelere ilişkin “sorunların” AB’nin gündeminde üst sıralarda yer almaya
başlayacağı ve Birliğin dış politika açısından bölgelere yönelik katılımının artacağı
yönündeki görüş kabul edilebilir olsa da, AB’nin geliştirdiği kimi kapsamlı
politikalarla geçerliliklerini kaybedecekleri belirtilmelidir. Nitekim AB 2003
yılından itibaren geliştirdiği Komşuluk Politikası bağlamında başta Azerbaycan,
Ermenistan, Gürcistan gibi ülkeler yanında Suriye ile de ilişki kurmuş ve politikalar
geliştirmiştir. Bunun yanında çeşitli krizlere doğrudan müdahale etmesi yanında,
Barselona Süreci ve Orta Doğu Dörtlüsü gibi girişimlere katılması ve çeşitli
bölgelere gönderdiği özel temsilciler yoluyla dünyanın çeşitli bölgelerine ilgisini
belirtmesi de tehlikeli bölgelere komşu olarak, tehlikelere doğrudan maruz kalma
hipotezini zayıflatmış gözükmektedir. Bunun yanında AB’ye 2004 yılından katılmış
olan Kıbrıs yoluyla AB hâlihazırda Orta Doğu bölgesine komşu olmuştur.
Türkiye halen DTÖ bağlamında gelişmekte olan ülke statüsü iddiasında olup,
Doha Kalkınma Müzakereleri sırasında zaman zaman AB tutumlarına açıkça zıt 462 Commission of the European Communities, op.cit,s. 8. 463 Ibid., s. 4-5. 464 Ibid., s. 6.
225
şekilde gelişmekte olan ülkelerin tutumlarından bazılarını savunmuştur. Türkiye’nin
önemli bir gelişmekte olan ülke niteliği AB’nin özellikle ticaretle ilgili fasıllar
bağlamında kalkınma politikalarının yürütülmesine kaydadeğer bir etki
yapabilecektir. Türkiye’nin bu alanlarda diğer AB ülkelerine nazaran çıkarlarının
farklı olması dolayısıyla karar alma mekanizması daha karmaşık hale
gelebilecektir.465
Türkiye’nin üyeliği, AB’nin bölgesel ve küresel ağırlığını arttırabilecek,
bununla beraber özellikle oybirliği gerektiren alanlarda karar almayı
karmaşıklaştırabilecektir. Özetle, Türkiye bölgede istikrarı ve AB’nin ağırlığını
geliştirecek bir faktör olabilecek, fakat aynı zamanda üyeliği dış politika alanında
fırsatların yanında zorluklar da yaratabilecektir.466
ABD ile ilişkiler konusu, Türkiye ile ABD arasındaki stratejik ortalık ve AB
içindeki Avrupacı/Atlantikçi ayırımı nedeniyle özellikle incelenmesi gereken bir
noktayı oluşturmaktadır. Türkiye’nin katılımı ile MDAÜ genişlemesi örneğinde
olduğu gibi, AB içinde Atlantikçi kanadın güçlenmesi şeklinde bir sonuca ulaşılması,
Türkiye ile ABD arasında zaman zaman yaşanan gerginlikler ve Türkiye’nin AB
politikaları ile uyumlu yaklaşımları ile net bir sonuca varmayı güçleştirmektedir.
Türkiye’nin konumunun AB-ABD arasında bir seçim olarak görülmemesi
gerekmektedir. Bu durumda Türkiye’nin AB düzeyine aktaracağı net bir
Atlantikçilik öğesi olmadığı belirtilebilir.
Yine de Türkiye-AB ve ABD arasındaki ilişkilerde, Türkiye’nin AB’ye etkisi
hakkında belirtilmesi gereken hususlar vardır. Bazı yaklaşımlara göre, Türkiye ve
AB’nin stratejik kültürlerinin entegrasyonu ABD’ye de bir mesaj iletecektir. Bu
465 Ibid.,s. 9. 466 Ibid.,s. 10-11.
226
mesaj da çoktaraflıcılık, ılımlılık ve hukukun üstünlüğü destekleyecek niteliktedir.467
Türk güvenlik kültürünün dönüşümü; Türkiye’nin geçmişte askeri güvenlik ve güç
dengesi yaklaşımına daha fazla önem verirken, giderek artan biçimde hukuk,
diplomasi ve ekonomi gibi sivil araçlara vurgu yapan bir yaklaşım geliştirmeye
başlamasıyla açıklanabilir. Bununla bağlantılı olarak Türkiye örneği, AB’nin dış
çapa olarak modernleşme sürecindeki değerini göstermektedir.468
Görüldüğü gibi Türkiye; AB düzeyine özellikle AB’nin çevre bölgelerde
etkin bir dış politika aktörü olmasını sağlayacak özellikleriyle katkıda bulunacaktır.
Ancak kendi iç sorunlarının uzantısı olan terör, Kürt sorunu, su gibi sorunları da AB
düzeyine taşıyarak, gündemi genişletecektir.
Konunun bir diğer boyutu, Avrupalılaşma kavramının ikinci boyutu
kapsamında Türkiye’nin AB düzeyine iletebileceği önceliklerine ilişkindir. Bu konu
Birinci Bölümde de incelendiği üzere; Avrupalılaşmanın maliyetinin telafi
edilmesinin bir yolu olarak görülmektedir. Bu da; konunun Türkiye açısından
taşıyacağı önemi anlamak açısından önemlidir.
Öncelikle Türkiye’nin Orta Doğu bölgesindeki bağları ve tecrübesinin AB
açısından önemli bir katkı olduğu AB tarafından da kabul edilmektedir. Orta Doğu
konusu, Türkiye’nin AB düzeyine götürebileceği bir öncelik olduğu gibi, kendi
aracılığıyla bölgede AB politikalarının görünürlüğünü arttırması bakımından bir
katkı olarak da düşünülebilir. Öncelik anlamında AB düzeyine çıkarılabilecek
konular, kendi iç sorunları ile bağlantılı olarak Irak’a ilişkin politikalardır. Bunun
yanında Filistin sorunu konusunda, Türk kamuoyunun Filistin’e yakınlığı nedeniyle,
bu konudaki Filistin yanlısı bir tutumun AB düzeyine öncelik olarak aktarılması,
467 Emerson ve Tocci, op.cit., s. 34. 468 Ibid., s. 33.
227
AB’nin hâlihazırda Filistin’e yakın ve İsrail’e mesafeli tutumu nedeniyle pek olası
gözükmemektedir. Ancak; Arap-İsrail sorununda işbirliği zemini yaratma
konusundaki girişimleri AB tarafından katkı olarak görülebilir.
11 Eylül sonrası dönemde, Türkiye’nin Orta Doğu bölgesi ile ilişkilerinde ve
terörizm ile mücadele konusunda AB ve ABD arasında ortaya çıkan görüş ayrılıkları
etkili olacaktır. AB; çoktaraflıcılık, BM’nin rolü ve diplomatik olanakların
kullanılmasna verdiği öncelikle, ABD’nin Afganistan ve Irak politikalarında açıkça
görülen sert-realist ilkelere dayalı, tek taraflı ve askeri çözüm yanlısı
yaklaşımlarından farklılaşmaktadır. Bu farklılık ışığında; Türkiye için uygun strateji,
AB üyeliği için çaba sarfetmek olacaktır. AB’ye yakınlık Türkiye için ABD’ye karşı
daha dengeli bir yaklaşımı beraberinde getirecek ve bölgede yapıcı bir rol
oynamasını kolaylaştıracaktır.469 Bu durumda Türkiye mevcut haliyle uluslararası
koşullar ve iç politika etkileşimi ile oluşturduğu Orta Doğu politikası ile AB
politikası ile uyumlu hareket etmektedir. Bu durumda mevcut haliyle uyumlu olan
politika düzenlemesinin, AB ile uyum sağlamak için bilinçli şekilde AB ile
uyumlaştırmak anlamındaki Avrupalılaşmadan ayırmak gerekir. Ancak ABD etkisini
tam olarak gözardı edemeyecek olan Türkiye’nin AB ve ABD dengesini her zaman
gözetmesi gerekecektir.
Orta Doğu bölgesi konusunda Türkiye’nin bölge ile ilişkileri, AB’nin Orta
Doğu bölgesine şimdiden daha fazla kaynak ayırması ve daha tutarlı politikalar
izlemesini gerektirmektedir. Türkiye’nin katılımı, AB’nin bölgeye yönelik
politikasını derinleştirmesini gerekmektedir. Bölge temel tehditlerin çıkış noktası
olarak zaten dikkate alınması gereken bir bölgedir. Türkiye’nin üyeliği bölgenin
469 Öniş, ‘Turkey and the Middle East after september 11: the Importance of the EU dimension’, s. 83–91.
228
temel konularının AB gündemine taşınmasını hızlandıracaktır. Arap liderleri AB ile
iletişimde Türkiyeyi bir iletişim noktası olarak da görebilirler.470Bunun yanında Orta
Doğu bölgesinde sivil toplum liderlerinin ABD ile kıyaslandığında AB ile daha fazla
etkileşime gireceği düşünülmektedir. Zira ABD yasalarının, herhangi bir STK’ya fon
aktarabilmek için ortaya koyduğu kapsamı geniş ve muğlâk şartlar göz önüne
alınırsa, Filistinlilerin ABD ile etkileşime girmelerinin zorluğu anlaşılır. Bu durumda
Arap sivil toplumunun AB ile olumlu ilişkileri Türkiye’ye bakışlarını da
etkileyecektir.471
Orta Asya konusunda ise; 1990’larda Türkiye’nin bölge ile kısa sürede
ekonomik, kültürel işbirliği ve yardım pogramları ile geliştirdiği ağın, AB ile
ilişkilerde potansiyel olarak avantaja dönüşecek ya da en azından AB ile ilişkilerde
dikkate alınması gereken konular olduğu düşünülmektedir.472 1990’lı yılların başında
Sovyetlerin dağılması sonrasında Türkiye’nin kültürel ve dilsel bağları olan Orta
Asya ve Kafkasya’daki Türkî cumhuriyetlerle ilişkilerinin arttığı görülmüş ve bu
durum ABD tarafından da desteklenmiştir. Ancak sonradan Türkiye’nin yetersiz
ekonomik kaynakları başta olmak üzere bir dizi sebep sözkonusu ülkeler nezdinde
Türkiye’nin istediği rolü oynayamamasına sebep olmuştur. Konuya ekonomik
perspektiften bakış; olası AB üyeliğinin Türkiye’nin ekonomik kaynaklarını
güçlendirerek Orta Asya ve Kafkasya’da oynamak istediği rolü pekiştirebileceği
yönünde bir izlenim yaratmaktadır. Ancak bu rolün de AB’nin beklediği ve
onayladığı kadarıyla hayata geçirilebileceğini belirtmek gerekir. Zaten hâlihazırda
AB’nin bu ülkelerin bazılarıyla Avrupa Komşuluk politikası çerçevesinde ilişkisi
vardır. Ancak yine de; Soğuk Savaş sonrası Türkiye’nin bölgeye olan etkinlik ve 470 Everts, op.cit.,s. 2. 471 Ibid., idem. 472 Ibid.,s. 28.
229
ilgisinin Türkiye’nin yetersiz mali kaynakları nedeniyle azaldığı dikkate alındığında;
AB kaynaklarının bugünün şartlarında Türkiye’nin ekonomik gücünü ikame edeceği
söylenebilir. Bu durumda Orta Asya ve Kafkasya ile ilişkiler, Türkiye’nin AB
düzeyine katkı olarak aktarabileceği bir husustur.
Türkiye’nin AB dış ve güvenlik politikalarına olumlu etkilerini vurgulayanlar
Türkiye’nin sorunlu bölgeler olan Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya ile etnik,
kültürel ve dini bağlarına vurgu yapmaktadırlar. Bu noktanın mantıksal uzantısı;
Türkiye’nin sözkonusu bölgelerle olan dini, kültürel ve etnik bağlarının yapıcı ve
olumlu bir şekilde kullanabilmesidir. Başka bir deyişle, Türkiye’nin sözkonusu bölge
ülkeleri ile iyi ilişkiler içinde bulunmasıdır. Ancak bu durum, AB’nin farklı
açılımlara izin verecek bir yapıda olması ve küresel bir aktör olma konusunda
güvenlik kimliğini oluşturması ile doğru orantılı olacaktır. Çevre ülkelerle ilişkilerin
rasyonalit bir perspektifle Türkiye’nin çıkarları açısından da önemli olduğu açıktır.
Ancak özellikle Orta Doğu bölgesi ile ilişkilerde ortaya çıkan ve Türkiye’nin
kendi içindeki “Laik ve İslamcılar” arasındaki çatışmasının dış politikaya yansıması
biçiminde tarif edilebilecek güvenlik kültürü çatışmasını pekiştiren politika
değişikliklerinin; Türkiye’nin Batı ve özellikle de AB ilişkilerini ikame edecek
şekilde değil, kendi çıkarlarını AB düzeyine aktarmada alternatif bir yol olarak
düşünülmesi gerekmektedir.
Bunun yanında; fayda-maliyet analizinin bir diğer yönü, Türkiye’nin AB
adayı/üyesi bir ülke olarak kazançları ile ilgilidir. Öncelikle Türkiye’nin Helsinki
Zirvesinde AB’ye aday ülke ilan edilmesinin başta Orta Doğu olmak üzere,
Kafkaslar, Orta Asya ve diğer komşu ülkelerde memnuniyetle karşılandığını ve
komşu ülkelerin Türkiye üzerinden AB ile iletişim kurmaya başladığı görülmektedir.
230
Bu durumda Türkiye AB adayı bir ülke olarak çevre bölgelerde daha prestijli bir
konum elde etmektedir. Bunun yanında, AB ile birlikte hareket etmek, uluslararası
kuruluşlar nezdinde de Türkiye’nin konumunu güçlendirecektir. AB platformları ve
kurumsal bazı düzenlemeleri, enformasyon sağlanması ve paylaşılması açısından
olduğu kadar, eşit statüdeki üye devletlerin birbirlerini kontrol edebilmeleri için de
uygun ortam sağlamaktadır.
Neticede; Türkiye’nin AB dış ve güvenlik politikası için yükümlülükten
ziyade avantaj olması, elbette ki, AB’nin uluslararası alanda oynamak istediği ya da
isteyeceği rol ile yakından ilgilidir. Uluslararası politikada etkin bir rol oynamak
isteyen bir AB mi yoksa kendi sınırları içinde hareket eden bir AB mi? Elbette ki,
komşu bölgelerde etkin olmak isteyen bir AB’nin Türkiye’ye ihtiyacı olduğu
açıktır.473
473 Thanos Dokos, ‘Turkey and European Security, An Unusual Candidacy’,Turkey’s Accession to the European Union, ed: Constantine Arvanitopoulos, The Constantinos Karamanlis Institute For Democracy Series on European and International Affairs Center for European Studies Publications, Singer Verlag Berlin Heidelberg 2009, s.84.
231
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: TÜRK DIŞ POLİTİKASININ AVRUPALILAŞMASININ
DEĞERLENDİRİLMESİ
Türk Dış Politikasının Avrupalılaşmasının İkinci Bölümde Avrupalılaşma
kavramının çift boyutlu etkisi kapsamında değerlendirilmesinden bazı çıkarımlar
yapmak olasıdır. Bunun için Türk Dış Politikasının Avrupalılaşmasının hangi açıdan
incelendiğine bakmak gerekir.
Konu; Birinci Bölümde incelenen Avrupalılaşma kavramının çeşitli
tanımlarına göre gruplandırılmıştır. (Bkz: Tablo 3) Burada esas itibariyle dış politika
ve güvenlik politikasının Avrupalılaşması çerçevesinde “Siyasa Avrupalılaşması”nın
incelendiğini belirtmek gerekir. Buna göre; AB dış ve güvenlik politikasının
müzakerelerde belirtilen 31. faslındaki düzenlemeler itibariyle dış politikasının AB
ile uyumu tartışılacaktır.
Tablo 3- Avrupalılaşma Tanımları Avrupalılaşma kavramı (ilk Boyut)
Siyasa
Avrupalılaşması Siyasi Avrupalılaşma Söylem
Avrupalılaşması Kimlik Avrupalılaşması
AB’nin İlgili politika alanındaki (dış
politika, tarım, çevre vs) mevcut
düzenlemelerinin kabul edilmesi
AB’nin ulusal İdari yapılar, yöneticiler,
474siyasi partiler, parlamentolar, çıkar
gruplarına vs. etkileri
AB’nin ulusal söylemler ve resmi belgeler içinde yer
alması
AB kimliğinin ulusal kimliğe etkileri
Bunun yanında Türk dış politikasını etkileyen pek çok değişkenin AB sürecinden
nasıl etkilendiğinin araştırılması, bürokratik yapılar, çıkar grupları, siyasi partiler vs
üzerindeki etkileri de araştırmayı gerektirdiğinden “siyasi Avrupalılaşma” kapsamına
giren kısımlar da mevcuttur. Bu durum Avrupalılaşmada önemli bir veri kabul edilen
seçkin Avrupalılaşmasına ilişkin bilgi edinmek açısından önemli bir konudur. Bunun
yanında Avrupalılaşma kapsamında incelenen “Söylem Avrupalılaşması” 474 Seçkin Avrupalılaşması da bu kapsamda değerlendirilebilir.
232
kapsamında da Türkiye bakımından değinilmesi gereken hususlar vardır. Ancak
Kimlik Avrupalılaşması konusu Türkiye bakımından aşağıda teorik inceleme
kısmında açıklanacağı üzere kısa vadede geçerli olamayacak bir inceleme alanını
oluşturduğundan kapsam dışı bırakılmıştır.
Bu çerçevede II. Bölümde elde edilen verilerden, gerek AB’nin Türk dış
politikasına etkisini ifade eden ilk boyut kapsamında, gerekse Türkiye’nin AB
düzeyine etkisi bağlamında Avrupalılaşmanın ikinci boyutu konusunda bazı
çıkarımlar yapılabilir.
Türkiye ve AB Dış Politikası Farkları
İlk bölümde açıklandığı üzere Avrupalılaşma salt üye değil, aday ülkeler için
de kullanılan bir kavramdır. Kurucu üyeler ve sonradan üye olan Birliğin önemli
ülkelerinin dahi, Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde dış politika da dâhil olmak
üzere çeşitli ulusal politikalarını AB ile uyumlaştırmak için düzenlemeler yaptığı
görülmektedir. Ancak aday ülkeler AB ile asimetrik475 bir ilişki içinde bulundukları
ve AB’ye üye olmak için yeterince istekli oldukları varsayıldığı için, koşulluluk
ilkesi gereğince, AB gerekliliklerini uygulama konusunda üye ülkeler kadar hareket
alanına sahip değillerdir. Bu durum MDAÜ kadar Türkiye için de geçerlidir.
Gerçekten de Türkiye için hazırlanan İlerleme Raporlarında tespit edilen eksiklikler
yanında, KOB’lar, bunun yanında Müzakere Çerçeve Belgesi ve Helsinki ve diğer
ilgili Konsey kararları dikkate alındığında AB müzakere ve uyum sürecinin oldukça
sıkı düzenlemelere tabi olduğu görülmektedir.
2004 ve 2007 yıllarında AB’ye üye olan MDAÜ’nün serbest piyasa
mekanizmasının gereklerini yerine getirmek üzere hızlı bir dönüşüm geçirdiği
bilinmektedir. Bu bağlamda, bu ülkelerin AB üyelik gerekliliklerini yerine getirmek 475 Bulmer ve Radaelli, op.cit.,s. 14.
233
bakımından toplumsal olarak doğrudan bir veto ya da muhalefetle karşılaşılmadığını
belirtmek gerekir. Oysaki Türkiye için aynı şey geçerli değildir. Köklü ve yerleşmiş
güvenlik kimliği özellikleri ve iyi yetişmiş dışişleri personeli ile Türkiye, değişime
ve uyuma yeni AB üyeleri kadar açık olmayabilecektir.
İlk bölümde Avrupalılaşma kavramı incelenirken üzerinde durulan
konulardan biri; AB ve üye/aday ülke arasındaki politika farkıdır. Sözkonusu fark,
gündem farkı olabileceği gibi uygulama ve kurumsal yapılanma farkı da
olabilmektedir. Bu durumda hangi konularda AB dış ve güvenlik politikası ile Türk
dış politikası arasında fark olduğuna bakmak gerekir. Sözkonusu fark, genel politika
eğilimleri açısından olabileceği gibi, güvenlik kimliği özelliklerini yansıtır şekilde
uluslararası olaylara ve bölgelere ilişkin tutum, politika ve yaklaşım açısından da
değerlendirilmelidir.
Avrupalılaşma sürecinde kabul edilen genel yaklaşıma göre; AB süreç ve
uygulamaları ile ulusal devlet uygulama ve süreçleri arasında ne kadar fazla fark
varsa; AB tarafından ilgili devletin uyum sağlamasına yönelik baskı o kadar fazla
olacaktır. Böyle bir politika/ uygulama farkı yoksa ilgili devletin ne rasyonalist
kurumsalcıların belirttiği şekilde fırsatların yaratılması ya da sınırlılıkların ortaya
çıkmasına yol açarak güç değişimine yol açması ne de; sosyolojik kurumsalcıların
vurguladığı gibi kollektif bir öğrenme süreci yaratarak ilgili devletin çıkar ve
kimliğinde değişiklik yaratması sözkonusudur.476 Kopenhag kriterlerinin
uygulanması konusunda AB ve Türkiye düzeyindeki uygulama farkının varlığı
barizdir. Bu çerçevede AB’nin uyum için baskısı da fazla olmaktadır.
Kurumsal yapı ve politika düzeyinde Türkiye ile AB arasındaki farka
değinmeden önce; AB ve Türkiye arasındaki gündem farkını belirtmek gerekir. 476 Börzel ve Risse, op.cit.,s. 6.
234
Türkiye AB üyesi olduğunda AB dış politika gündemini de kendi gündemine dâhil
etmek durumunda kalacaktır. Bu durumda Avrupa Güvenlik Strateji Belgesinde sözü
edilen başta terörizm olmak üzere, Kitle İmha Silahlarının yayılması gibi bazı ortak
Soğuk Savaş sonrası risklerle mücadele konuları konusunda farklılık
yaşanmayacaktır. Ancak çevre konuları gibi AB için daha öncelikli ancak
Türkiye’nin kendi ulusal dış politika gündemi bakımından marjinal kalabilecek
konular bakımından Türkiye ve AB gündemlerinin örtüşmeyeceği söylenebilir.477
Kurumsal yapı düzeyinde Türkiye ile AB arasındaki farka bakıldığında; her
ne kadar AB dış ve güvenlik politikası hükümetlerarası yapıda bir başka deyişle, AB
üyesi ülkeler arasında oluşturulsa da AB’nin kendine has yönetsel yapısının etkilerini
görmek mümkündür. Üçüncü bölümde incelendiği üzere, AB dış ve güvenlik
politikası kapsamında pek çok kurumsal düzenleme oluşturmuş, oybirliği ilkesinin
getireceği açmazları aşabilmek için güçlendirilmiş ve yapısal işbirliği modelleri gibi
çeşitli mekanizmalar geliştirmiştir. AB’nin ekonomik-politik bir aktör olma
özelliğinin yansıması, üye ülke dış politika ve güvenlik politikası uygulama
bakanlıkları/ dışişleri bakanlıkları yanında, AB işlerini koordine eden ve
ekonomi/tarım /ticaret bakanlıklarının da giderek artan biçimde AB dış ilişkilerine
ilişkin kararlara katılma olanağıdır. AB’nin çok katmanlı yönetişim modeli olarak
tarif edilen, çıkar ve lobi gruplarının katılımına açık sistemi de Türkiye gibi merkezi
örgütlenme modeli üzerine kurulmuş bir devlet için hayli farklı bir görünüm
arzetmektedir.
Gündem ve kurumsal yapı farkının ötesinde; Türkiye’nin siyasi yapısından
kaynaklanan bir güvenlik kimliği vardır. Soğuk Savaş dönemi boyunca Türkiye’nin
477AB güvenlik gündemine ilişkin ayrıntılı bilgi “AB Güvenlik Kimliği” başlığı altında incelenmektedir.
235
güvenlik kültürünün özel coğrafyasının getirdiği tehlikeler yanında stratejik değer
söylemleriyle şekillenen coğrafyanın belirleyiciliği yanında; karşılaşılan güvenlik
sorunlarının ulusal güvenlik yaklaşımıyla bertaraf edilmeye çalışıldığı devlet
merkezli ve 1990’lı yıllarda etkisi daha da artan asker odaklı yaklaşımlar olarak tarif
edilmektedir.478 Bu durumun Soğuk Savaş sonrasında da farklılaşmaması AB ile
arasındaki farkı açmıştır.
AB ve Türkiye arasındaki politika farklılıklarına bakıldığında ise bölgesel
düzeyde gerek İlerleme Raporları ve Katılım Ortaklığı belgelerinde, gerekse
yukarıda bahsi geçen etki raporunda esas olarak Kıbrıs479 ve Ermenistan ile ilişkiler
konusunda uyumsuz politikalar olduğu görülmektedir.
AB resmi belgelerinde de belirtildiği üzere, Türkiye, hayati dış politika ve
güvenlik çıkarlarına dokunduğunu düşündüğü konularda AB tutumlarıyla uyumluluk
göstermek konusunda çekingen davranmaktadır. Özellikle coğrafi komşuları olan
Irak ve Kafkaslar ile Müslüman ülkelerde insan hakları ve diğer gelişmeler
konusunda farklı ulusal tutumunu korumakta ısrar etmektedir.480
Kıbrıs ve Ermenistan dışında Türkiye ile AB arasında uyumsuz addedilecek
politikalar, Türkiye’nin sorunlu coğrafi konumu nedeniyle Schengen sınır yönetim
ve vize politikaların uyumlaştırılması konusu ile Uluslararası Ceza statüsünün kabul
edilmesi konularıdır. Bu konular teknik anlamda halledilmesi zorluk arzetmeyen
konulardır.
478 Pınar Bilgin, ‘Türkiye-AB İlişkilerinde Güvenlik Kültürünün Rolü’, Soğuk Savaş Sonrasında Avrupa ve Türkiye ( der:Cem Karadeli) , Ankara, Ayraç Yayınevi, 2003, s.212-213. 4791998 ve 1999 yılı İlerleme Raporlarında Kıbrıs ve Ege sorunları ODGP başlığı altında değerlendirilirken 2000 yılından itibaren siyasi kriterler içine alınmıştır. 480“European Commission Recommendations of the European Commission on Turkey’s Progress Towards Accession”, Brussels, 6 Oct. 2004 COM (2004), 56, s. 9–10.
236
AB ile uyum konusunda ulusal hassasiyetin fazla olduğu konularda adım
atılmazken, diğer konularda ise sorun yaşanmamaktadır. Örneğin Parlamento’da
onaylanan bir antlaşmada, Makedonya’ya ilişkin olarak AB ile aynı terminoloji
kullanılmış,4812005 yılında Özbekistan’da yaşanan Andican olayları neticesinde
AB’nin Özbekistan’a ilişkin olarak öngördüğü yaptırımlara Türkiye tereddütsüz
katılmıştır.482
Etki raporunda da belirtildiği üzere, Avrupa Güvenlik ve Savunma
konularında Türkiye ile AB arasındaki siyasi diyalog 1990’ların ortasından itibaren
artmaya başlamıştır. Sözkonusu diyalog Türkiye ile AB arasında Ortak dış ve
güvenlik politikası konularında giderek artan biçimde örtüşen görüşlere de yol
açmıştır. Türkiye’nin AB deklarasyonları, ortak tutum ve eylemleri ve diğer ODGP
önlemleri ile uyum sağlama derecesine bakıldığında, artan biçimde örtüşen görüşler
sonucu çıkabilir. 483
Genel siyasa dışında daha geniş bir değerlendirmede AB ile Türkiye
arasındaki farklara bakıldığında uyumsuzluğun daha çok olduğu tespitini yapmak
mümkündür. Zira aşağıda ayrıntılı biçimde inceleneceği üzere AB, içinde yaşadığı
çeşitli görüş ayrılıklarına rağmen Soğuk Savaş sonrası genel hatlarıyla yumuşak güç
kullanımına daha eğilimli ve çok taraflıcılığa yakın bir politika izlemeye başlamıştır.
Bunun ötesinde normatif güç olarak adlandırılan ve demokrasi, insan hakları ve
hukukun üstünlüğü gibi kavramlara önem veren yaklaşımıyla kendine özgü bir Birlik
haline gelmiştir. Bu çerçevede aday ülkeler için geliştirilen Kopenhag kriterleri,
481“Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği Arasında Türkiye Cumhuriyetinin Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyetindeki Avrupa Birliği Polis Misyonuna (EUPOL-PROXIMA) Katılımına Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun”, Kanun No: 5480, Kabul Tarihi: 30.3.2006, http://rega.basbakanlik.gov.tr/eskiler/2006/04/20060404-1.htm. 482Güven Özalp, ‘Özbekistan’a AB Yaptırımı’, http://www.milliyet.com.tr/2005/11/16/dunya/dun01.html,16/11/2005, erişim tarihi: 15/06/2007. 483 Commission of the European Communities, op.cit, s. 9.
237
Avrupalılaşma kavramı içinde incelenecek dönüşümler yoluyla dış politika
bakımından daha homojen bir Birlik yaratmaya çalışmaktadır. Bu bağlamda, AB için
salt AB deklarasyonlarının ya da ortak tutum ve eylemlerinin uyumlaştırılması değil,
daha geniş anlamda sınır problemlerinin çözülmesi, azınlık sorunlarının çözüme
kavuşturulması, insan hakları ve demokratikleşme konusunda belirli standartlara
ulaşılması gerekmektedir. Bu çerçevede Türkiye’nin Yunanistan’la yaşadığı kimi
sorunlar, Kürt sorunu gibi konular Türkiye AB ilişkilerinde dış politikada uyum
çerçevesinde geniş anlamda ele alınması gereken konuları oluşturmaktadır. Bunun
ötesinde asker-sivil ilişkilerinde dengenin sivil taraf lehine olacak şekilde
değiştirilmesi AB’nin temel aldığı kriterlerden biridir. Coğrafi konumu ve tarihsel
etkenler nedeniyle Türkiye’nin savunma harcamalarının fazla olması ve militer bir
görüntü vermesi de kimilerince AB’nin sivil görünümüne uymadığı gerekçesiyle
eleştirilse de, sözkonusu durumun Yunanistan gibi ülkeler için de uzun süre geçerli
olduğunu belirtmek gerekir. Kaldı ki, Türkiye’nin sözkonusu askeri gücünün AB’nin
yetersiz yönlerini güçlendirebileceği yönünde görüşler de vardır.
Türkiye ile AB arasında farklılık arzeden güvenlik kültürü öğelerinden biri
de; TSK’nın dış politikadaki ağırlığı ile bağlantılı olarak terörle mücadele konusunda
ortaya çıkmaktadır. Askerin terörle mücadele kapsamında aldığı bazı tedbirlerin AB
tarafından bazı temel hak ve hürriyetlerin korunması konuları ile çeliştiği
düşünüldüğünden, sözkonusu faaliyetlerin Türkiye’nin AGSP içine alınması ve
AB’ye tam üye olması konusunda bir engel oluşturduğu da söylenebilir.484
484 Cebeci op.cit.,s.179-180.
238
I. Türk Dış Politikasının Avrupalılaşmasının Etki Göstergeleri Açısından
Değerlendirilmesi
Etki göstergelerinin değerlendirilmesi bakımından 1. Bölümde ele alınan
kriterleri şu şekilde sınıflandırmak mümkündür. 485
Tablo 4- Etki Göstergeleri Bakımından Avrupalılaşma Kavramının İncelenmesi
Yukarıdaki veriler “Siyasi Avrupalılaşma”yı da içeren bir yaklaşımı yansıtmaktadır.
Konunun salt AB dış ve güvenlik politikası Avrupalılaşması, bir başka deyişle
“Siyasa Avrupalılaşması” çerçevesinden incelenmesi Tablo 5 verilerinin
değerlendirilmesini gerektirmektedir. Aşağıda her iki tablo verilerinin Türkiye’nin
Avrupalılaşması bakımından değerlendirilmesi yer almaktadır.
485 Tabloda yer alan; AB’nin üye/aday devlet etkisi başlığı altındaki veriler, için bkz: Smith, op.cit., s.613-631, Üye/Aday devletin AB’ye etkisi altındaki veriler için bkz: Miskimmon, op.cit.,s. 186-198. 486 Etki göstergeleri başlığı altında yapılan sınıflandırmada kurumsal yapıda ve siyasi düzeyde AB etkisi ile gerçekleştirilen değişikliklerin birbiriyle karşılıklı ilişkisi ve bu bağlamda ayrılmasının zorluğunun belirtilmesi gerekir. Zira kurumsal yapıdaki değişiklikler İlk bölümde incelenen
Etki Göstergeleri 486
AB’nin üye/aday devlete etkisi
(Top-down dimension)
Üye/aday devletin AB’ye
Etkisi (Bottom-up dimension)
Bürokratik Reorganizasyon
(Kurumlar arası çatışma/işbirliği/güç değişimi, yeni birimlerin kurulması)
Kurumsal Uyum
(Kurumsal Yapıda Değişiklikler)
Kaynak Tahsisi488/Askeri Güç Planlaması
Kurumsal etki487
Karar vericilerin AB’ye Bakışı/ Seçkin
Avrupalılaşması (elite socialization)
Gündem oluşturma ve
söylem etkisi489
Yasal değişiklikler
Kamuoyunun Bakışı
Çıkarda Değişim
Siyasi Uyum
Kimlikte Değişim
ODGP içindeki
mekanizmalarının kullanılması, AGSP’nin operasyonel boyutuna
katılım490
Mekanizma Koşulluluk İlkesi (Conditionality)
Hükümetin AB’ye Bakışı (AB üyeliği için siyasi iradenin yerleşmiş olması, hükümetin
koalisyon mu, çoğunluk hükümeti mi olduğu)
Ara değişken
Tarafların (AB ve Türkiye) birbirlerinin güvenilirliği konusundaki görüşleri
239
Tablo 5491-Siyasa Avrupalılaşması ve Siyasi Avrupalılaşma Kavramları
Öncelikle Siyasa Avrupalılaşması, Siyasi Avrupalılaşma ve Söylem
Avrupalılaşması kavramları bakımından Türkiye’nin durumunu incelemek gerekir.
Farklı Avrupalılaşma tanımları birbirinden bağımsız olmayıp, tamamlayıcı ve
değişim ve etkinin farklı evrelerini tanımlamak için kullanılabilmektedir.
İlgili politikalara ilişkin veriler, öncelikle İkinci bölümde AB’nin Türk dış
polikasına etkileri kısmında incelenen kurumsal ve siyasi düzeydeki etki ayırımı
ekseninde değerlendirilecektir. Sözkonusu değerlendirme Tablo 4’ün düzenlenme
kurumsalcıların görüşleri ışığında kurumsal kimliğin değişimine de neden olacaklarından, kimlik konusunu da kapsar biçimde bir değişikliğin yolu açılabilir. Başka bir deyişle, kurumsal değişikliklerin siyasi sonuçları olabilir. 487 Ulusal düzeydeki politika, kurumsal düzenleme ve uygulamaların AB düzeyine götürülmesi anlamındaki kurumsal etkiye örnek olarak, Almanya’nın Fischer Planı ile Güneydoğu Avrupa İstikrar Paktı önerisini AB düzeyine çıkarması verilebilir. Miskimmon, op.cit.,s. 190–192. 488 Kaynak tahsisi konusu; ODGP’ye uyum için ulusal savunma bütçesinin değişimlere konu olmadığı ile ilgilidir. Bkz: Miskimmon, ibid.idem. 489 Üye/aday ülkenin ODGP gündemini ve politikayı belirleme ve etkileme etkisi anlamına gelmektedir. 490 Miskimmon bu noktayı “example setting” olarak adlandırmaktadır. Bkz: Miskimmon, op.cit.,s. 190–192. 491 Burada da siyasa ve siyasi Avrupalılaşma arasındaki farkı görmek mümkündür. Siyasi Avrupalılaşma güvenlik kimliği konularını da kapsadığından siyasa Avrupalılaşmasından daha geniş bir çerçeveden değerlendirilmektedir.
Dış Politika ve Güvenlik Politikasına Uyum
Ortak Tutum, eylem, deklerasyonlara uyum
Kurumsal düzenlemelere uyum
Kopenhag Kriterlerine
Uyum
Bölgeler ve Üçüncü ülkelere karşı ortak
politikalar
Ortak Dış Politika ve Güvenlik
Politikası (ODGP)
Uluslararası Kuruluşlar Nezdinde
tek sesle hareket edebilmek
AB operasyonlarına katılım
Ulusal kuvvetlerin reorganizasyonu
Siyasa
(policy) Uyumu
Avrupa Güvenlik
ve Savunma Politikası (AGSP)
NATO ile ilişkiler
Siyasi
(politics ve polity)
Uyum
Güvenlik Kimliğinde
uyumlaştırma
240
mantığına göre, Avrupalılaşma’nın üye/aday ülkeye etkisi çerçevesindeki ilk boyut
ve üye/aday ülkenin AB düzeyine etkisi anlamındaki ikinci boyut çerçevesinden
yapılacaktır. Bu durumda aşağıda Avrupalılaşma tanım farklılıkları, kurumsal/siyasi
boyut açısından etki ve AB ve üye/aday etkileşimi bakımından birbiri içine geçmiş
üç boyut açısından bir değerlendirme yapılmıştır.
A. Kurumsal Düzeyde Etki Göstergelerinin Değerlendirilmesi
Kurumsal düzeyde Avrupalılaşmanın Türkiye’ye etkileri üzerinde dururken,
esas olarak AB sürecinin Türk dış politikası yapıcı ve uygulayıcısı kurumlar içinde
bürokratik reorganizasyonunun olup olmadığına bakmak gerekir. Sözkonusu
reorganizasyon salt AB ile ilgili yeni birimlerin kurulması anlamında değil, mevcut
kurumlar arasında çatışma, işbirliği ya da güç değişimi gibi değişimler meydana
gelip gelmediği ile de ilişkilidir.
İkinci Bölümde incelendiği üzere; AB etkisi ile gerçekleşen kurumsal
değişiklikler, en fazla dış politika uygulayıcısı kurumlar nezdinde olmaktadır. Türk
Dışişleri Bakanlığı kurumsal mirası olan köklü bir kurumdur. AB ile ilgili yapılanma
1999 yılında Helsinki zirvesi ile Türkiye’ye adaylık statüsü verilmesinden önce
başlamış ancak süreç içinde hızlanmıştır. AB ile ilgili koordinasyondan sorumlu
ABGS ise 2000 yılında kurulmuştur. Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın yürüttüğü
başmüzakerecilik görevini, Ocak 2009 yılı başındaki düzenleme ile Devlet Bakanı ve
Başmüzakereci sıfatı ile Egemen Bağış üstlenmiştir. ABGS ulusal düzeyde müzakere
sürecinde sorumlu başlıca kurum olmasının yanı sıra, fasılların müzakeresinden
sorumlu ilgili bakanlıkların koordinasyonundan da sorumludur.
241
Bunun yanında başta Başbakanlık DPT Müsteşarlığı olmak üzere, AB uyum
faaliyetleri sürdüren ilgili tüm Bakanlıklarda AB birimleri kurulmuş ya da mevcut
birimler geliştirilmiştir.
Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde de Helsinki Zirvesinden sonra AB
Çalışma grubu oluşturulmuştur. Böylece Türkiye’nin AB bürokrasisi oluşturulmuş ve
AB’ye ilişkin eğitimlerden geçirilmiştir. 492
Dış politika ile bağlantılı olmayan ancak Türkiye’nin AB uyum sürecinde
gerçekleştirdiği pek çok kurumsal düzenleme mevcuttur. Bunlar arasında DPT
Müsteşarlığı bünyesinde kurulan Ekonomik ve Sosyal Konsey, AB rekabet
mevzuatını uygulamak üzere kurulan Rekabet Kurumu, DPT Müsteşarlığı Avrupa
Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi (Ulusal Ajans), Hazine Müsteşarlığı
bünyesinde kurulan ve AB Mali fonlarının ihale süreci ve aktarımı konusunda yetkili
olan Merkezi Finans ve İhale Birimi ile Kalkınma Ajansları yer almaktadır. Bunun
yanında Üniversitelerin AB araştırması ve uluslararası ilişkiler eğitimi veren
birimleri bünyesinde veya özerk araştırma merkezleri şeklinde AB araştırma
merkezleri veya kürsüler kurulmuştur.493Üniversitelerin yurtdışı öğrenci ve öğretim
üyesi hareketliliğini sağlamak üzere Ulusal Ajans tarafından koordine edilen AB
Erasmus programı kapsamında not sistemlerini AB ile uyumlaştırmaları da
Avrupalılaşmanın kurumsal düzeydeki etkilerini göstermektedir.
Türkiye ile AB arasındaki kurumsal ilişkiler konusunda, Ankara Anlaşması
ile kurulan kurumlardan Ortaklık Konseyi, Komitesi ve Karma Parlamento 492 Bu eğitimler AB’ye ilişkin yurtiçi ve yurtdışı kurs ve lisansüstü çalışmaları kapsamaktadır. Bu çerçevede AB konusundaki insan kaynağı eksikliğini gidermek üzere AB Komisyonu tarafından finanse edilen “Jean Monnet Burs programı”ndan da bahsetmek gerekir. İlgili Bakanlıklar ve diğer kurumların AB birimlerinde çalışan personelden yarışma sınavını geçmek kaydıyla sözkonusu burs programından faydalananlar bulunmaktadır. Burs sınavı zaten AB müzakere fasıllarından birinde çalışma yapmayı öngörmekte ve bu alanda çalışan kamu personeline tahsis edilen kota miktarı ile de özel sektör ve diğer kurumlara oranla daha fazla hak tanımaktadır. 493 Ataum ve Jean Monnet Kürsülerine İkinci Bölümde ilgili başlık altında değinilmiştir.
242
Komisyonu (KPK), Gümrük İşbirliği Komitesine de AB etkisi ile kurulan kurumlar
olarak belirtilmelidir.
Parlamentolar da dış politika Avrupalılaşmasında önemli derecede etkiye
maruz kalan kurumlardan birini oluşturmaktadır. TBMM içinde bir AB Uyum
Komisyonu bulunmaktadır. Bunun içinde AB teknik desteği alınarak 2008 yılı içinde
tamamlanan bir eşleştirme projesi ile TBMM içinde bir AB Ofisi kurulmuştur.
Türkiye’nin yer aldığı eşleştirme (twinning)494, MATRA projeleri ve AB
Komisyonu çerçevesinde faaliyet gösteren Teknik yardım ve bilgi değişim ofisi
(TAIEX)495 faaliyetleri kurumsal temelde Avrupalılaşmayı sağlayan faaliyetler
arasında sayılabilir. Matra projeleri496 yanında (TAIEX) faaliyetleri kapsamında aday
ülke çalışanları çeşitli AB ülkelerinde seminer ve konferanslara katılma imkânı
bulmuşlardır. Tüm bu faaliyetler Avrupalılaşmayı sağlayıcı etkenlerdir.
Avrupalılaşma neticesinde kurumsal yapıda meydana gelen gelişmeler
bakımından güç değişimine örnek olarak MGK içinde sivil unsurların arttırılması
konusu verilebilir.
Avrupalılaşma neticesinde ulusal düzeydeki kurumlar arasında güç
çatışmalarının uzantısı olarak koordinasyon sorunlarının yaşanması da olası bir
durumdur. Aslında Türkiye bakımından AB bürokrasisi içinde yetki çatışması
yaşanan durumlar olmuştur. Dışişleri Bakanlığı ve DPT Müsteşarlığı arasında
494 Eşleştirme projelerinde aday ülke kurumlarına, bir üye ülke kurumu uyuma tabi bir konuda yol göstermektedir. İhale süreci sonucu seçilen üye ülke temsilcileri çeşitli seminer, kurumsal yol gösterme gibi faaliyetler ile aday ülke temsilcileri ile birebir çalışmaktadır. 495 AB Komisyonu bünyesinde faaliyet gösteren Teknik Yardım Bilgi ve Değişim Ofisi (Technical Assistance Information and Exchange Office –TAIEX), aday ülke bürokratlarına kısa süreli eğitim ve teknik destek sağlamaktadır. 496Örneğin Hollanda hükümeti tarafından organize ve finanse edilen bir projeye göre Türkiye kamu kurumlarında uyum faaliyet birimlerinde çalışan pek çok kişi Hollanda ve Brüksel’de “How to operate in Brussels” adlı çalıştaya katılmıştır. Sözkonusu çalıştayda Brüksel’de nasıl lobi yapılacağı anlatılmakta, AB kurumsal yapısı hakkında detaylı bilgi verilmekte ve uygulamalı çalışmalar yapılmaktadır.
243
Türkiye ile AT (AB) arasındaki ilişkilerin ilk yıllarından itibaren koordinasyon ve
anlayış farklılığının olduğu görülmektedir.
Ayrıca; hükümetlerin AB’ye taahhüt düzeylerinin farklı söylemlere neden
olmasının yanında, Kıbrıs ve Irak konularında geleneksel Türk dış politikasından
farklılık gösteren görüşler sözkonusu olduğunda hükümetler ve devlet bürokrasisi
arasında görüş ayrılıklarının koordinasyon sorunlarına yol açtığı görülmektedir.497
Koordinasyon sorununun siyasi seçkinler ile güvenlik seçkinleri arasındaki
görüş farklılığından kaynaklandığı da belirtilebilir. Güvenlik seçkinleri, ABD ve
İsrail ile Orta Doğu’dan kaynaklanan güvenlik tehditleriyle mücadeleye öncelik
verirken, siyasi seçkinler AB hedefine öncelik vermektedir. Her ikisinin nihai amacı
Türkiye’yi demokratik ülkeler arasına sokmak olarak tarif edilse de, aralarındaki
görüş ayrılıklarının uzlaştırılmasının güç olduğu açıktır.498
Bunun yanında, AB dış politikasının ekonomik araçlarla yönetilmesinin
sonucu, üye devletlerin ekonomi ve ekonomi bağıntılı diğer bakanlıklarının AB
Konseyi499 nezdindeki faaliyetlerinde bir anlamda dış politikayı da etkiler duruma
gelmeleri sözkonusu olabilecektir. Ancak sözkonusu güç değişimi ancak AB’ye üye
olma durumunda sözkonusu olacağından Türkiye’yi hâlihazırda etkilemeyecektir.
497 Örnek bir durum, Dışişleri Bakanlığının, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın Referandumdan once Kıbrıs sorununa ilişkin olarak AB üyesi ülke yetkilileri ile birebir görüşmeler gerçekleştirilmesinden rahatsızlığı noktasında ortaya çıkmıştır. (Philip Robins,’Confusion at home, Confusion abroad: Turkey between Copenhagen and Iraq’, International Affairs 79, 3, 2003, s. 558.) 498 Kibaroğlu, ‘Turkey’s Threat Perception from the East: A Roadblock in its March Toward the West?’, s. 73. 499 Bilindiği gibi AB Konseyi (Council of the European Union), ilgili AB Bakanlarından müteşekkil bir AB kurumudur. Hangi konuyla ilgili toplanılacaksa, üye devletin konu ile ilgili bakanı toplantıya katılır.
244
Kaynak tahsisi/askeri güç planlaması konusunda ise, Türkiye’nin kurumsal
bağlamda başta AB operasyonlarına katkı yaptığı gibi, AB Acil Müdahale Gücü ve
Temel hedef (Headline Goal) gücüne de katkı sağladığı bilinmektedir.500
Avrupalılaşmanın ikinci boyutu kapsamında ele alınması gereken kurumsal
uyum çerçevesinde Türkiye’nin AB düzeyine etkisi konusu ancak Türkiye AB tam
üyesi olduğunda dikkate alınacak bir konudur. Aday ülkelerin AB kurumlarında söz
hakkı bulunmadığından, Avrupalılaşmanın çift yönlü etkisi kapsamında, Türkiye’nin
AB’ye etkisinden söz edilemeyecektir.
Bu çerçevede AB’nin Türkiye’nin kurumsal yapısını değiştirdiğini söylemek
mümkündür. Ancak sözkonusu etkinin dahi, güvenlik kimliğinin çok belirgin
noktalarında beklenen kırılmayı yaratmadığını da belirtmek gerekir.
Bu kapsamda değerlendirilmesi gereken bir diğer konu da İkinci Bölümde
Türk dış politikası oluşturan, uygulayan ve yapımına katkıda bulunan, AB’nin
kurumsal yapıya etkileri başlığı incelenen hükümetler, ilgili bakanlıklar, siyasi
partiler ve sivil topluma ilişkindir. Bu birimlerin Avrupalılaşmadan nasıl etkilendiği
yönündeki veriler, seçkinlerin AB’ye bakışını göstermesi açısından önemlidir.501 Bu
çerçevede kurumsal değişikliklerin siyasi sonuçları bakımından seçkin
Avrupalılaşması göstergelerinin değerlendirilmesi gerekmektedir. 500 Türkiye, AB’nin “Concordia” Harekâtına 11 personel ile katkı sağlamış, 2005 yılı Aralık ayında sona eren “Proxima” isimli AB Polis Misyonu’na da 8 personelle katılmıştır. AB’nin ilk sivil kriz yönetimi harekâtı olan Bosna-Hersek’teki AB Polis Misyonu’na (EUPM) ise 14 personelle katılım sağlanmıştır. Bunun devamı niteliğindeki EUPM-II harekâtına da 4 personelle katkıda bulunmaktadır. NATO İstanbul Zirvesi’nde alınan karar uyarınca, NATO’nun Bosna-Hersek’teki, SFOR harekâtının 2004 yılı sonunda tamamlanmasını müteakiben AB tarafından NATO imkan ve yeteneklerinden yararlanılmak suretiyle, EUFOR-ALTHEA isimli yeni ve ayrı bir harekat başlatılmıştır. Türkiye, EUFOR-ALTHEA harekâtı ile sözkonusu harekât kapsamındaki Entegre Polis Birimine askeri (tabur seviyesinde) ve jandarma unsurlarıyla katkıda bulunmaktadır. Bu çerçevede halen 48’i IPU bünyesinde yaklaşık 255 personel ALTHEA harekâtı kapsamında görev yapmaktadır. Bkz: Türkiye’nin Güvenlik Perspektifleri ve Politikaları, http://www.mfa.gov.tr/i_-turkiye_nin-guvenlik-perspektifleri-ve-politikalari.tr.mfa, erişim tarihi: 31/08/2007. 501 Dış politika kurumsal yapısının AB sürecinden etkilenmesi konusunda incelenen bu veriler, konunun Avrupalılaşma tanımları açısından incelenmesinde; “Siyasi Avrupalılaşma” incelemesi kapsamına girecek verileri de oluşturmaktadır.
245
Buna göre, öncelikle AB sürecinin Türk hükümetlerini “iki düzeyli
yaklaşımı” uygulamaya yönelik bir pozisyona soktuğu belirtilebilir. Genel olarak
Türk hükümetleri AB ile uyumlu bir yaklaşım içindedirler. Ancak yine de; ulusal
hassasiyetin fazla olduğu konularda iç politikada muhalefetin ve veto noktalarının
fazla olması AB sürecinin etkisini sınırlandırmaktadır.
Türk Dışişleri Bakanlığı AB sürecini desteklemekte ancak Türkiye’nin
kendine has dış politikasını izlemeye devam etmektedir. Dışişleri Bakanlığının
AB’ye bakışı; AB ile Türkiye’nin ortak dış politika çıkarlarının uyumda zorluk
yaşanmasını engellediği yönündedir. Türkiye’nin komşu bölgelerle olumlu
ilişkilerinin sürdürülmesinin, AB dış ve güvenlik politikasının yürütülmesine katkıda
bulunacağı düşünülmektedir.502 Dışişleri Bakanlığı Türkiye’nin AB’ye uyum
sürecini salt dış politika anlamında değil, iç reform gelişmeleri bağlamında da
değerlendirmekte, bir başka deyişle bütüncül bir yaklaşım sergilemektedir.
Türkiye’nin AB’ye uyumunu bir “süreç” olarak algılamakta ve sözkonusu süreç
Avrupa kamuoyları gibi kontrol edilmesi güç değişkenlerden etkilendiği için,
olumlu-olumsuz her duruma da hazırlıklı olunması gereğinin altı çizilmektedir.503 Bu
durum Dışişleri Bakanlığının geleneksel temkinli yaklaşımının yansımasıdır.
Hükümetler ve Dışişleri Bakanlığı yanında siyasi partilerin AB’ye
bakışlarından varılacak sonuçlar şu şekildedir. Osmanlı döneminden bu yana izlenen
temel devlet ideolojisi konumunda olan Batılılaşma çerçevesinde hemen hemen tüm
ana siyasi partiler, AB’ye tam üyelik konusunda kimi zaman belirsiz de olsa taahhüt
içine girmişlerdir. Hatta Orta Doğu ve İslam ülkeleriyle yakınlaşmaya ağırlık veren
502 Dışişleri Bakanlığı yetkilisi ile görüşme (1 Temmuz 2008). 503Avrupa Birliği Müktesebatına Türk Bakanlıklarının Uyum Çalışmaları Çerçevesinde “Dışişleri Bakanlığı Müktesebat Uyum Çalışmaları” Paneli, Dışişleri Bakanlığı AB Daire Başkanı Hakan Aytek’in Konuşması, Yayına hazırlayan: Kaya Uysal, ATAUM, Ankara Üniversitesi Basımevi, 2004, s. 15-20.
246
İslamcılar dahi AB ile ilişkiler konusunda dikkatlidirler. Bunun dışında milliyetçi
MHP dahi prensipte AB üyeliğine karşı çıkmamaktadır. Sözkonusu uzlaşıya rağmen,
Helsinki Zirvesi öncesi hiçbir parti AB’nin öngördüğü reformlar konusunda yeterli
gayreti sarfetmemiştir. Başka bir deyişle, ana partilerin hiçbirinin “kültürel haklar”
ya da “Kıbrıs” konuları gibi devlet ideolojisinin temel parametrelerine karşı gelmeye
isteği ve gücü yoktur.504 Ancak 1999 sonrası bu konularda da AB öngörüleri
doğrultusunda adım atılmıştır. Nitekim Kürtçe eğitim ve yayın konusunda atılan
adımlar yanında; Kıbrıs konusunda da İkinci Bölümde açıklanan politika
değişikliklerine gidilmiştir.
Ancak yine de; Türk hükümetleri ve siyasi partileri iç politikadaki bölünme,
çekişme ve hesaplar neticesinde Avrupalılaşma konusunda ortak bir siyasi irade
gösterememektedir. Siyasi partilerin kurumsal düzenlemelerinde AB önemli yer
tutmakta505; söylemlerinde özellikle 1999 yılı sonrasında AB konusunu önplana
çıkartılmaktadır. Çıkar grupları ve kamuoyunun da küreselleşme ve onun tezahürü
olan Avrupalılaşmadan etkilendiği söylenebilirse de; dış politikadaki devlet
hâkimiyeti sarsılmamıştır. Başta TÜSİAD olmak üzere diğer sivil toplum kuruluşları
Türkiye’nin AB sürecinde tamamlayıcı rol oynamaktadır. Resmi müzakerelerin
hükümet ve AB düzeyinde gerçekleşmesi nedeniyle bu kuruluşların sınırlı ancak
gerekli bir etkiye sahip oldukları söylenebilir.
Avrupalılaşma sürecinin, toplumdaki çıkar grupları ve marjinal grupların
seslerini Brüksel’de duyurabilmek için sağladığı mali fonlarla fırsatlar yarattığı bir
gerçektir. Tarım lobilerinin Avrupalılaşması bu durumun en dikkate değer
504 Ziya Öniş, Domestic Politics, International Norms and Challenges to the State: Turkey-EU Relations in the post Helsinki Era, Çarkoğlu ve Rubin, op.cit., s. 16-17. 505 Brüksel temsilciliği açan siyasi partiler bulunmaktadır. ‘CHP Brüksel Bürosu Eylül’de Gelecek’, Radikal,8.7.2008,http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=DetayveArticleID=887374veDate=11.07.2008veCategoryID=78, erişim tarihi: 9.11.2008.
247
örneklerindendir. Ancak; Türkiye’de; İspanya ve Fransa örneklerinin aksine tarım
lobilerinin ekonomik çıkar arayışı çerçevesinde dış politika yapımına katkıda
bulunacak kadar güçlü olmadıkları bilinmektedir. Tarım AB ile Türkiye arasında en
önemli müzakere fasıllarından biri olmasına rağmen, Türk tarım sektörünün
özellikleri ve sorunlarına ilişkin olarak müzakere sürecinde katkı sağlayacak bir sivil
toplum örgütlenmesi bulunmamakta ve Türk tarımı AB düzeyindeki ilgili
kuruluşlarda temsil edilmemektedir.506
B. Siyasi Düzeyde Etki Göstergelerinin Değerlendirilmesi 507
Kurumsal düzeyden sonra, siyasi düzeyde AB’nin Türkiye’ye etkileri
konusunda da bazı somut verilere ulaşmak mümkündür. Yukarıda belirtilen
hükümetler, dışişleri bakanlığı ve siyasi partilerin AB’ye bakışlarının siyasi
sonuçları, Seçkin Avrupalılaşmasının verilerini oluşturmaktadır. Bu kavram
politikalar oluşturulur ve uygulanırken AB sürecinin ne kadar dikkate alındığını
göstermektedir. Yukarıdaki verilerden politikalar oluşturulurken AB’nin dikkate
alınan bir faktör olmakla birlikte, Türkiye’nin iç siyasi sorunlarının uzantısı olarak
komşu devletler ile ilişkisi ve uluslararası ortamdaki konumunun belirleyici olduğu
görülmektedir. Bu durumu belirginleştiren bir başka konu da; AB’nin güvenilirliği
konusunda Türk siyasi seçkinlerinde hâkim olan görüştür. Bu konu aşağıda ele
alınmaktadır.
506 Ahmet Arabacı, ‘Avrupa Birliği Üyelik Sürecinde Tarım Sektöründeki Sivil Toplum Kuruluşlarının Önemi’, II. Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları Kongresi, Çanakkale, Ekim 2005,s. 209-214, www.fatih.edu.tr/~aarabaci/pdf/Avrupabirligi.pdf, erişim tarihi, 10.12.2008. 507 Bu başlık altında Tablo 4 verileri incelenmektedir.
248
AB sürecinin siyasi düzeydeki etkisi, konunun “Siyasa
Avrupalılaşması”508açısından da ele alınmasını gerektirmektedir. Burada, Türk dış
politikasının ODGP’ye uyumu, bir başka deyişle Avrupalılaşması incelenmelidir.
Türkiye AB arasındaki müzakerelerde öngörülen esaslar doğrultusunda
AB’nin ortak tutum, eylem ve deklerasyonlarına uyum yanında, AB’nin oluşturduğu
bir takım kurumsal düzenlemelere uyum konusu da bu çerçevede incelenmelidir.
ODGP’nin parçasını oluşturan AGSP konusunda da başta Acil Müdahale Gücü
olmak üzere, Helsinki amaçları kapsamında belirli askeri taahhüdlerin
gerçekleştirilmesi konusu Siyasa Avrupalılaşması kısmında incelenmesi gereken
konulardır. İkinci Bölümde incelenen İlerleme ve etki değerlendirme raporlarında
AB’nin Türkiye için yaptığı değerlendirmelerden Türkiye’nin Siyasa
Avrupalılaşması konusunda birtakım uyumsuz politikalara rağmen AB ile genel
anlamda uyumlu olduğu görülmektedir. Türkiye tarafından uyum sağlanan ortak
tutum, eylem ve deklerasyon sayısı fazladır ve AGSP kapsamında Türkiye’nin
AB’ye önemli katkıları vardır.
AB’nin siyasa düzeyinde etkisi konusunda; İkinci Bölümde incelenen
Yunanistan ile ilişkiler yanında Ege ve Kıbrıs sorunlarının iktidardaki hükümetin
Avrupalılaşmaya elverişli yapısının da etkisiyle AB sürecinden en fazla etkilenen
alan olduğu görülmektedir. 2002 yılından itibaren Türkiye tarafından atılan olumlu
ve yapıcı adımlara ve Annan planının Güney Kıbrıs tarafından reddedilmesine
rağmen, Kıbrıs’ın AB tarafından tam üyeliğe kabul edilmesi ve hiçbir yaptırımla
karşılaşmaması AB güvenilirliğini zedelemiştir. Bu durum ve son noktada halen
etkili olan güvenlik kimliği özellikleri nedeniyle siyasi/askeri seçkinler ve toplumsal
508 Siyasa Avrupalılaşmasına ilişkin veriler Tablo 5’te yer almaktadır.
249
muhalefet ile karşılaşabilecek ve tavizkâr olarak görülebilecek daha fazla adım
atılmasını da engellemiştir.
Başta Kıbrıs olmak üzere; Yunanistan ile ilişkiler konusunda da AB
koşulluluk ilkesi gereğince Türkiye’nin attığı bazı olumlu adımların Avrupalılaşma
ekseninde değerlendirilmesi, konunun Türkiye’nin iç politika dinamiklerini de
dikkate almayı gerektirmektedir. Sözkonusu politika değişikliklerinin büyük oranda
2002 yılında iktidara gelen AKP döneminde gerçekleştiği göz önüne alınırsa, AB
yanlısı bir partinin iktidarda olduğu dönemde Avrupalılaşmanın hızlanmasının
normal bir veri olarak alınması gerekir. Ancak başta Kıbrıs olmak üzere hassas
konularda yaşanan tıkanmalar ve Ermenistan ile sınırlı adımlar atılması, sözkonusu
hassas konularda güvenlik kimliği taşıyıcısı kurumlar ile karşı karşıya kalındığında
Avrupalılaşmanın durakladığını ortaya koymaktadır. Bu durum başta ordu, bazı
siyasi partiler gibi güvenlik kimliği taşıyıcısı kurumlar ve özellikle de kamuoyunun
halen etkin rol oynadığını göstermektedir. Buna rağmen özellikle Kıbrıs konusunda
son gelişmelere kadar Türkiye’nin AB istek ve çıkarlarına uygun adımlar attığı
açıktır. Bu durumda iktidarda AKP gibi AB yanlısı değil, AB gerekliliklerini yerine
getirmede ihtiyatlı davranan bir hükümet olsaydı bu denli gelişme yaşanabilir miydi
sorusu da aynı derecede önem kazanmaktadır.
Orta Doğu bölgesi konusunda ise daha çok uluslararası gelişmeler ve
Türkiye’nin iç sorunlarının etkisiyle şekillenen bir gelişme sözkonusudur. Orta Doğu
bölgesi ile ilgili olarak, AB ile uyumlu politikaların oluşmasında Avrupalılaşmanın
doğrudan değil, dolaylı etkileri görülmektedir. Rusya ve Kafkaslarla ilişkilerde,
Türkiye’nin AB adaylığının olumlu etkiler yarattığını ancak, bölgede dengeleri
250
gözetici bir yaklaşımla hareket etme gereği ihtiyacının sürdüğünü söylemek
mümkündür.
AGSP konusunda da görüldüğü üzere AB ve Türkiye arasında ortak çıkarın
bulunduğu bir alanda Türkiye; kendisi için önem arzeden bir konuda isteklerini AB
düzeyine aktarabilmiş ve etkili olabilmiştir.
Sonuç olarak; Yunanistan ve Kıbrıs konusundaki gelişmeler için
Avrupalılaşma sürecinin etkisinden söz edilebilirse de, Orta Doğu (Suriye ve İsrail
arasında arabuluculuk girişimleri gibi) ve Kafkaslar/Orta Asya bölgelerindeki aktif
dış politika girişimlerinde Avrupalılaşma etkisini ölçmek güçleşmektedir.
Orta Doğu ülkeleri bağlamında Türkiye’nin iç politikasından kaynaklanan
sorunlar, PKK terörü, Kürt sorunu, su sorunu gibi sorunlar bölge ile ilişkileri ipotek
altına aldığından veto noktaları daha fazla etkili olmaktadır. Bunun yanında Orta
Doğu’da ABD etkenini de belirtmek gerekir. Herşeyden önemlisi, AB baskısı
Yunanistan örneğinde olduğu gibi karşı taraf için mevcut olmadığından Orta Doğu
politikalarında Avrupalılaşmanın daha az olduğunu ve gelişmelerin Türkiye’nin
ulusal gündemi ile belirlendiği tespiti yapmak mümkündür. Neticede tüm
gelişmelerde; AB yanlısı bir hükümet iç politikada veto noktalarını bertaraf
edebildiği ölçüde AB gereklerini yerine getirebilmektedir.
Görüldüğü üzere gerek Kıbrıs, gerekse Ermenistan ile ilişkiler konusu
Türkiye için ulusal çıkarların son derece yüksek ve hassasiyetin fazla olduğu
konulardır. Bu konularda AB tarafından istenen ve kimi çevrelerce taviz olarak
adlandırılabilecek adımların atılması Türkiye içindeki çeşitli çevrelerde tartışma ve
bölünmelere sebebiyet verebilir. Bu durumda Frank Schimmelfenning tarafından dile
251
getirilen, iç politikada daha fazla muhalefetle karşılaşılabileceği düşünülen konularda
adım atmanın zorluğu görülmektedir.
Türkiye ile AB’nin Orta Doğu bölgesine kıyasla Balkanlarda uyumlu bir
politika izlemesinin sebebi; Türk iç politikasından kaynaklanan sorunların bölgeye
yansımaması ve en önemlisi de Balkanlarda AB-ABD karşıtlığı yaşanmamasıdır.
Bunun yanında Yunanistan ile ilişkiler, Ege sorunları ve bir dereceye kadar Kıbrıs
konularının Avrupalılaşmasının nedeni, Yunanistan’ın üye ülke olarak AB etkisini
hissetmesi ve AB’nin Türkiye’ye uyguladığı koşulluluk ilkesinin beklenen etkiyi
vermesinin yanında Türkiye’nin elverişli iç koşullarıdır. Ayrıca AB, çeşitli
eleştirilere konu olsa da; Yunanistan ve Kıbrıs politikaları konusunda da söz sahibi
olmaktadır. Ancak Orta Doğu ve Ermenistan konularında ilgili bölge ülkelerinin AB
ile daha gevşek bağları olduğundan ve baskı uygulanamadığından AB’nin istediği
şekilde bir Avrupalılaşma yaşanması zordur. Ancak yine de Orta Doğu konusunda
örtüşen çıkarlar birlikte hareket edilmesini sağlayabilir.
Bu durumda; Kıbrıs, Ermenistan ve Orta Doğu bölgesine ilişkin kimi sorunlar
bir yana, Türkiye’nin Siyasa Avrupalılaşması bakımından AB ile giderek artan
biçimde uyumlu olduğu görülmektedir.
Avrupalılaşmanın göstergelerinden biri de; BM içinde aynı doğrultuda oy
kullanılmasıdır. Türkiye’nin BM içinde oy kullanma biçimine bakıldığında; 1995–
1997 döneminde AB ile aynı doğrultuda oy kullanma %70’ler oranındayken
(convergence curve); bu oranın 2001 yılında, 1999’da Türkiye’nin aday ülke ilan
edildiği dönemi de geçerek tekrar %80’ler düzeyine çıktığı görülmektedir. İnsan
hakları konusunda da AB ile aynı doğrultuda oy kullanmasına rağmen; Türkiye’nin
252
iç politikadaki uygulamaları ile kullanılan oyları tutarsız bulanlar da vardır.509 Bunun
yanında uluslararası kuruluşlar nezdinde Türkiye’nin çıkarlarının yoğun olduğu
alanlar hariç, Türkiye ile AB tutumları benzerlik göstermektedir.
Tablo 2’de görüldüğü üzere, Türkiye-AB ilişkilerinde AB’nin uyguladığı
koşulluluk etkisini göstermiş ve elverişli iç ve dış şartların etkisiyle AB sürecinde
Kopenhag kriterleri gerekleri ve KOB’larda belirtilen noktalarda reform paketleri
yasalaşmıştır. Uygulama konusunda sıkıntılar yaşansa da, koşulluluk ilkesinin etkisi
yadsınamaz.
Türkiye-AB ilişkilerinde siyasi düzeyinde etki göstergelerinin incelenmesinde
kamuoyunun önemi de tartışılmaz bir gerçektir. Bu durumun dış politikaya
yansıması, Kıbrıs, Ermenistan ve Irak gibi ulusal hassasiyetlerin olduğu konularda
kamuoyunun siyasilerin karar alma süreçlerindeki etkisiyle belirginleşmektedir.
Bunun da ötesinde; siyasi partilerin ya da iktidarların kamuoyu tarafından AB
taraftarı ya da karşıtı olarak kategorize edilmesi de, parti ve iktidarların kamuoyunu
dikkate almalarını gerektirmektedir. Burada kamuoylarının hükümet politikalarından
da etkilendiğinin belirtilmesi gerekir.
Ancak seçkinler düzeyinde AB konusunda sağlanan uzlaşmanın tersine, AB
üyeliğinin fayda ve maliyetine ilişkin bir tartışmanın Türk kamuoyunda yaşanmadığı
ve bu bağlamda AB üyeliği konusunun Türk halkının hayatında çok ciddi bir etkiye
sahip olmadığı yönünde yaklaşımlar da vardır.510 Bu durum AB sürecinde
gerçekleştirilen toplumsal maliyeti fazla olan reformların sorumluluğunu üstlenmek
509 Elisabeth Johansson-Nogues “The fifteen and the accession states in the UN General Assembly: What Future for European Foreign Policy in the Coming Together of the “Old” and the “New” Europe? (2004) 9 EFA Rev pp-67-92. (Wood ve Quaisser, op.cit.,s. 171-172). 510 Avcı, op.cit.,s.196.
253
istemeyen iktidarların ve AB taraftarlığı ve karşıtlığının çok uç tanımlamalarla
kamuyouna yansıtılmasının etkisi vardır.
Bu çerçevede güvenilirlik ve kamuoyu konuları birbirini doğrudan
etkilemektedir. AB’nin güvenilirliğini sorgulatan bir tutum içinde olması kamuoyunu
doğrudan etkilemekte, bu da sarmal biçimde AB ile ilgili diğer tüm aktörlere tesir
etmektedir. Bu durumda bazı reformların toplumsal maliyeti fazla olmaktadır ve
iktidarlar tarafından uygulama kamuoyuna rağmen göze alınamamaktadır.
Bu durumda, ara değişken olarak belirtilen tarafların birbirlerinin
güvenilirliği konusundaki görüşler her iki taraf üzerindeki etkisi açıktır. Türkiye,
Gümrük Birliği kararının yürürlüğe girmesinden ve aday ülke ilan edilmesinden
sonra reform çalışmalarına hız vererek, KOB’da belirtilen birçok konuda olumlu
adım atmıştır. Bu durum AB’nin güvenilirliğini gösteren bir adım attıktan sonra
Türkiye’nin de reformlara hız verdiğini gösteren bir gerçektir.
Güvenilirlik, iç siyasi koşulların dikkate alınması ve reform öngörülerinin
kamuoyu tarafından kabul görmesini de içermektedir. Bu çerçevede; Türkiye’yi
diğer ülkelerden farklı kılan sözkonusu hususların da tanınması anlamına
gelmektedir. AB, kendine has özellikleri olan Türkiye’nin özelliklerini dikkate almak
zorundadır. 511
Oysaki gerek Türkiye, gerekse AB tarafı, zaman zaman güvenilirliklerini
sorgulatan davanışlar içinde olabilmektedir. AB tarafından bakıldığında; özellikle
Yunanistan gibi Türkiye karşıtlığı ile bilinen ülkelerin arkasına
saklanabilmektedir.512 Bunun yanında Türkiye’nin AB’ye aday ülke olarak kabul
edilme kararının oldu-bittiye getirildiği ve uzlaşma sonucu alınmadığı, aslında teknik
511 Neuwahl, op.cit.,s. 28. 512 Wood ve Quaisser, op.cit.,s.149.
254
konulardan sorumlu olan AB Komisyonu dahi içinde Türkiye’nin üyeliğinin AB
bütçesi ve politikalarına maliyetini sorgulayan yayınlar yapıldığı görülmektedir.513
Nice Antlaşması içeriğinde de Konsey ve Parlamento oy ağırlıkları hesaplanırken
Türkiye’nin hesaplara dâhil edilmediği görülmektedir.
Konunun bir başka boyutunu, güvenilirlilik konusu ile de bağlantılı olarak
tarafların karşılıklı olarak birbirlerini algılayış biçimleri oluşturmaktadır. AB’nin
postmodern tarzı güvenlik anlayışının ve buna paralel olarak toplum ve bireyin
odaklanarak benimsenmesi, Türkiye’nin devlet merkezli güvenlik anlayışına ters
düşmekte ve etnik ayrılıkçılık ve radikal islamla mücadelesini zayıflatmaktadır. AB;
Türkiye’nin laik, homojen ve üniter karakteri ile katılım sürecine devam etmesini
sağlamadıkça, Türk devlet seçkinlerinin AB’nin öngördüğü demokratikleşme ve
liberalleşme hareketlerini ve Türkiye’nin Avrupalılaşma sürecini şüpheyle
karşılamaya devam edeceklerini belirtmek gerekir. Bu durumda AB zaman zaman
Türkiye’ye yönelik belirsiz tutumlarıyla güvenilirliliğini zedeleyerek karşılıklı
güvensizliğe neden olmaktadır.514
Türk güvenlik seçkinlerinin Avrupalılaşma/demokratikleşme sürecine şüpheli
yaklaşımının bir diğer nedeni, ABD’nin geniş anlamda Orta Doğu politikaları ile de
bağlantılıdır. ABD’nin Orta Doğu politikaları içinde Türkiye’nin yerinin ılımlı İslam
modeli olarak tarif edilmesi ve bununla bağlantılı olarak ABD’nin desteklediği ve
teşvik ettiği Türkiye’nin Avrupalılaşma/demokratikleşme süreci, Türk güvenlik
seçkinleri tarafından Türkiye’nin laik karakterini kaybedeceği ve İslamlaşacağı
endişesi yarattığından şüpheyle karşılanmaktadır.515 ABD’nin Orta Doğu politikaları
Türkiye’de milliyetçiliğin ve gerek Amerikan gerekse AB karşıtlığı anlamında Batı 513 Ibid.,s. 167. 514 Oğuzlu ve Kibaroğlu, op.cit , s.946. 515 Ibid., s.957.
255
karşıtlığının yükselmesine neden olduğundan, Avrupalılaşmaya uygun zemine izin
vermemektedir. 516
Türkiye’nin başta terörle mücadele gibi iç sorunlarıyla AB ile ilişkilerini
dengelemesi konusu arasındaki ikilem; Irak’ın Kuzeyindeki güç boşluğunun PKK
faaliyetleri için uygun ortam yaratması ve bu nedenle, Türkiye’nin AB’nin
öngördüğü demokratikleşme kriterlerini terörle mücadelede alacağı tedbirler
açısından tehdit edici görmesinde yatmaktadır. Bunun yanında üniter devlet yapısını
devlet ideolojisinin temellerinden biri yapmış Türkiye’de Barzani’nin Türkiye
Kürtleri üzerinde etkisinin artmasından korkulmaktadır. Avrupalılaşma sürecinin
güvenlik boyutu açısından Türk güvenlik seçkinleri açısından bir diğer tedirgin edici
noktası, gerek PKK, gerekse Irak Kürtlerinin Türkiye’nin Avrupalılaşma süreci
devam ettikçe kendilerinin de avantaj kazanacakları şeklinde düşünmeleridir.517
Rieker, Kuzey ülkelerinin Avrupalılaşma yaklaşımı çerçevesinde güvenlik
kimliklerini incelediği çalışmasında, AB’nin güvenilir bir güvenlik aktörü olarak
ortaya çıkmaya başlamasının, sözkonusu ülkelerin Avrupalılaşmasını teşvik ettiğini
ve bu durumu kolaylaştırdığını belirtmiştir.518 Bu durumda Türkiye’nin bir güvenlik
aktörü olarak AB’ye bakışı, Avrupalılaşmasının düzeyini etkileyecektir. Bunun
yanında, Türkiye-AB ilişkilerinin genel anlamda sorunlu olması nedeniyle, farklı
alanlardaki olumsuzlukların güvenlik alanına yansıması kaçınılmaz hale gelmektedir.
Kaldı ki, kimlik etkeninin güvenlik alanına hâkim olması nedeniyle halihazırda
sorunlar yaşanmaktadır.
516Ibid., s.955. 517 Ibid., s.954. 518 Pernille Rieker, Europeanization of Nordic Security, The European Union and the Changing Security Identities of the Nordic States, Cooperation and Conflict, s. 373-379.
256
Bu noktadan hareketle; Siyasa Avrupalılaşması açısından yapılan
değerlendirmede, Türkiye ve AB arasında belirli konular dışında ciddi bir
uyumsuzluk bulunmadığı görülebilir. Ancak asıl uyumsuzluk konunun daha geniş bir
biçimde ele alındığı siyasi Avrupalılaşma tanımı açısından yapılan değerlendirmede
ortaya çıkmaktadır. Zira sözkonusu değerlendirme, stratejik kültür/güvenlik kimliği
gibi yapısal bazı özelliklerin Avrupalılaşmasını gerektirmektedir.
Bu noktadan hareketle; Türkiye’nin AB’ye katılımının Türkiye’nin güvenlik
kültürünü dönüştüreceğini yönünde yaklaşımlar vardır. Türkiye’nin güvenlik ve dış
politika kültürünün dönüşümü, askeri güçten ziyade, diplomasi ve sivil araçlara daha
fazla vurgu yapılması anlamına gelmektedir. 519
Üçüncü bölümde incelenecek AB güvenlik kimliğinin, üzerinde tartışmalar
sürse de, çok taraflı, uluslararası hukuka, çözüme ve uzlaşmaya dayalı bir yaklaşımı
simgelediği bilinmektedir. Türkiye’nin giderek artan biçimde komşu ülkelerle
sorunlarını uzlaşma üzerine kurulu, çok taraflı ve bölgesel bir yaklaşımla çözme
yolunu kullanmasını, AB stratejik kültürüne uyum, bir başka deyişle Avrupalılaşma
olarak değerlendirenler vardır. Ancak bu durumun Soğuk Savaş sonrası ortamın
gereklerinden kaynaklanan aktif politikanın yansımaları olduğunun göz ardı
edilmemesi gerekir. Zira AB ile ilişkiler geliştikçe Avrupalılaşmanın artacağı
yönündeki görüşe göre, 1990’lı yıllarda da iniş çıkış yaşayan Türkiye AB
ilişkilerinin Türkiye’nin aktif politikasını açıklayamadığı dönemler de vardır.
Bunun yanında, gerek Türkiye, gerekse AB tarafının karşılaştığı bazı
zorluklar ve uluslararası olayların Türkiye’nin AB güvenlik kültürüne
sosyalleşme/öğrenme yoluyla entegrasyonunu geciktirici etkide bulunduğu yönünde
yaklaşımlar da vardır. Buna göre; Türkiye 2003 yılındaki Irak savaşından sonra Orta 519 Emerson ve Tocci, op.cit., s. 10.
257
Doğu bölgesinden kaynaklanan bazı güvenlik zorluklarına maruz kalmış, bu durum
da AB’nin dış ve güvenlik politikasının kurumsal düzenlemelerini kabul etmesini
zorlaştırmıştır.520 Bölgesel güvenlik çemberleri teorisine göre, eğer bir ülkenin
çıkarları, çember içindeki diğer ülkelerin çıkarlarıyla yakından bağlıysa sözkonusu
ülke o çemberin parçasıdır. Türkiye’nin güneyinde çoğunlukla geleneksel idare
biçimleriyle zayıf ya da başarısız addedilen devletlerin yer aldığı Hobbesçu güvenlik
kültürünün yansımaları açıkça görülmektedir. Batısında ise aday ülke olduğu AB
ülkelerinden müteşekkil ve Kantçı özellikleri ağır basan güvenlik topluluğu ve
güvenlik yönetişimi kavramlarının yerleşmeye başladığı, iç işlerine müdahalenin
olağan görüldüğü, postmodern özellikleri ağır basan ülkeler topluluğu yer
almaktadır. Türkiye birbirinden oldukça farklı özellikleri olan sözkonusu güvenlik
çemberlerinden güneydeki Hobbesçu güvenlik kültürünün etkilerini hisseder ve
etkilenirken, Batısında bu özelliklerden oldukça farklı olan Kantçı bir güvenlik
kültürünün parçası olmaya çalışmaktadır. Özellikle Irak savaşından sonra, Irak’ta
gelişmeler Türkiye’nin dış ve güvenlik politikasına bu denli hâkim olurken,
Türkiye’nin Kantçı güvenlik çemberinin parçası olması zorlaşmaktadır.521 Buna ek
olarak; AB özellikle 11 Eylül 2001 olaylarından sonra kendi içine daha çok
kapanarak, İslamı bir güvenlik tehdidi olarak algılamaya başlamıştır. Sözkonusu
faktörlerin bileşimi, Türkiye’nin AB tarafından bir güvenlik getirisi-artısı olarak
değil, güvenlik yükü olarak görülmeye başlanmasıdır. Burada özellikle Türkiye’nin
Orta Doğu bölgesine yakınlığının ve ABD ile yakın ilişkilerinin Türkiye’nin AB
güvenlik kültürüne eklemlenmesini zorlaştırdığı belirtilmektedir.522
520 Oğuzlu ve Kibaroğlu, op.cit,s. 946-962. 521 Ibid.,s. 945-946. 522 Ibid.,s. 945.
258
Bunun yanında Türk iç siyasetinde askerin tarihteki müdahalelerle bilinen
rolü de, Türk güvenlik kimliğinin bir öğesi olarak Avrupalılaşma sürecindeki
beklentileri azaltan bir öğe olarak görülmektedir.523 Bu çerçevede Oğuzlu ve
Kibaroğlu tarafından Türkiye’nin AB güvenlik kültürüne entegrasyonunu zorlaştıran
nedenler arasında, bir başka deyişle, Türkiye’nin güvenlik kültürü öğeleri arasında
Orta Doğu Bölgesine yakınlık ve bu bölgedeki güvenlik tehditlerinden doğrudan
etkilenmesi, (coğrafi etken), ABD ile yakın ilişkiler, din öğesi (AB tarafından 11
Eylül sonrası İslamın bir güvenlik tehdidi olarak görülmesi) ve askerin siyasetteki
rolü bileşenleri sayılmaktadır.
Ancak sözkonusu öğelerden ABD ile yakın ilişkiler konusunun AB ile
güvenlik kültürü çatışması yaratacağı konusu da tartışmaya açıktır. Zira AB içinde
Avrupacı/Atlantikçi ayırımı çok net olduğu gibi, 2004 yılında AB’ye katılan MDAÜ
içinde Polonya gibi, 2003 Irak savaşında AB içinde Fransa başta olmak üzere
Avrupacı ülkelerden tepki alan ülkelerin varlığı da bilinmektedir. Polonya’nın
üyeliği salt ABD ile yakın ilişkileri nedeniyle zora sokulmamış ve engellenmemiştir.
Bu çerçevede ABD ile yakın ilişkilerin güvenlik kültürü etkileşimi açısından dikkate
alınması gereken ancak belirleyici olmayan bir faktör olarak değerlendirilmesi
yerindedir.
Bu durumda; coğrafya ve siyasi kültür gibi yapısal nitelikteki bileşenlerden
dolayı; AB’nin Türk stratejik kültür/güvenlik kimliğinde değişim yaratması ve bunun
uzantısı olarak çıkar ve tercihlerini değiştirmesi kısa vadede öngörülebilir bir gelişme
olamayacaktır.
Stratejik kültürün kaynaklarından biri olan siyasi kültürün AB’ye bakışı
doğrudan etkilediği varsayımından hareketle, AB ile bütünleşmenin egemenlik 523 Ibid.,s.959.
259
kaybına yol açacağı şeklindeki varsayımın dikkatle incelenmesi gerekir. Daha geniş
bir çerçeveden bakıldığında; dış politikanın Avrupalılaşması egemenlik kaybı olarak
görülebilirse de; AB düzeyinde dış politika ve güvenlik politikasının hükümetlerarası
niteliğinin ve bunun uzantısı olarak oybirliği prensibinin uzun süre değişmeyeceğini
söylemek yanlış olmaz. Hatta Avrupalılaşma çerçevesinde AB olarak dış politikada
birlikte hareket etmenin ulus devleti kurtaracağını belirten yazarlar da vardır. Farklı
ulusal zorluklarla mücadelenin AB üyesi ülkelerin birlikte bertaraf etmesi daha
olasıdır ve Ortak Avrupa gücünün uluslararası alanda tek bir ulus devletin azalan
kapasitesini güçlendireceği belirtilmektedir.524
Ancak; AB’nin dış ve güvenlik politikasının hükümetlerarası nitelikte olması
ve alınan kararlarda çoğunlukla oybirliği ilkesinin uygulanması; Türkiye’nin AB’ye
bu konuda egemenlik devrinin olmayacağı ve bu bağlamda yapılacak bir fayda
maliyet analizinde bu tür bir maliyet ödemeyeceği şeklinde bir yorum da tam
anlamıyla doğru değildir. Dış politika gerçekten de AB düzeyinde devletlerin
egemenlik yetkilerini korumaya çalıştıkları bir alandır. Ancak; oluşturulmaya
çalışılan AB güvenlik kimliği göz önüne alındığında, üye ya da aday ülkenin
sözkonusu kimlik çerçevesi dışında hareket etmesinin kabul görmeyeceği de açıktır.
Türkiye örneğinin Avrupalılaşma tanımları bakımından “Söylem
Avrupalılaşması” kapsamına giren bazı özellikleri de ortaya çıkmıştır. Milli
Güvenlik Siyaset belgesine AB üyelik hedefinin girmesi konusu söylem
Avrupalılaşmasına en önemli örnektir. Bunun yanında, Türk siyasi partileri AB
söylemini seçim dönemleri başta olmak üzere sıklıkla kullanmaktadırlar. Ayrıca; AB
524 Major, op.cit.,s. 188.
260
haberleri Türkiye’de gazete ve televizyonlar tarafından525gündemde en fazla yer
verilen konulardır.
Avrupalılaşmanın ikinci boyutu, bir başka deyişle üye/aday ülkenin AB
düzeyine etkisi çerçevesinde incelenmesi gereken noktalar aşağıdadır.
Öncelikle Tablo 4’ten takip edilebilecek şu noktalar önemlidir. AGSP
konusunda Türkiye gündem oluştursa da; genel anlamda ODGP ve AGSP
kararlarının üye devletlerden müteşekkil AB Konseyinde alındığı gerçeğinden
hareketle, bu durumun üyelik aşamasında etkili olabileceğini belirtmek gerekir.
Bunun dışında bazı sorunlara rağmen Türkiye AGSP kapsamında operasyonlara
katkıda bulunmaktadır.
Türkiye’nin AB Dış ve Güvenlik politikasına etkisi konusunda, İkinci
bölümde incelenen Türkiye’nin AB dış ve güvenlik politikasına katkıları yanında,
AB düzeyine taşıyacağı ikili bir ayırım yapmak olasıdır. Buna göre Türkiye’nin AB
gündemine getireceği bir başka deyişle AB gündemini genişleteceği konular yanında;
AB düzeyine getireceği sorunlar da vardır. 526
Bu durumda AB etki raporunda da belirtildiği üzere Türkiye’nin askeri güç
kapasitesi bakımından katkı yapacağı düşünülmektedir. Bunun yanında; karşıt
görüşler olmakla birlikte Türkiye’nin Orta Asya, Kafkasya, Orta Doğu ile ilişkiler ve
en önemlisi de enerji güvenliğinin sağlanması bakımından AB güvenliğine olumlu
etkileri olacağı düşünülmektedir. Ancak sorun olarak görülen konular, uzun dış
sınırların yönetimi konusunda sorun arzedebilecek Türkiye’nin serbest vize
525 Medya Takip Merkezi’nin, 1700 gazete, dergi, televizyon kanalı ve haber sitelerinde yayınlanan haberlere göre tek tek raporlanma yoluyla elde ettiği geleneksel ’Yılın Medya Gündemi’ raporuna göre Türkiye’de gazete ve televizyonlar 2008 yılında en çok terör, ardından Avrupa Birliği haberlerine yer vermiştir. ‘AB Haberleri 2008 Medya Gündeminin Üst Sırasında Yer Aldı’, http://www.euractiv.com.tr/ab-ve-turkiye/article/ab-haberleri-2008-medya-gundeminin-ust-sirasinda-yer-aldi-003992, 31.12.2008, erişim tarihi: 12.02.2009. 526 Bu konu ayrıntılı olarak İkinci Bölümde incelenmiştir.
261
politikaları ve terör konusudur. Bunun yanında Orta Doğu bölgesi ile ilişkiler
konusunda önem arzeden “su” konusunun AB gündemine girmesidir.
Avrupalılaşma kapsamında karşı karşıya kalınan değişimlerin incelenmesi;
diğer politika alanlarının dikkate alınmasını gerektirebilmektedir. Nitekim İlk
bölümde görüldüğü üzere AB ticaret politikasının kabul edilmesi, İspanya örneğinde
olduğu gibi ülke ticaretinin coğrafik yönelimini değiştirebilmekte ve dış politikasını
etkileyebilmektedir. Ancak Türkiye AB ile Gümrük Birliği ilişkisi içinde
olduğundan, Türkiye’nin dış politika tercihlerinin Avrupalılaşma çerçevesinde geniş
çaplı bir etkiye maruz kalmayacağı söylenebilir.
Bazı görüşlere göre, Türkiye AB’nin güvenliğin çoklu mekanizmalar ve
kurumsal bütünleşme yoluyla yayılması şeklindeki nevi şahsına münhasır politikasını
da benimsemiştir. Türk hükümetinin Kıbrıs sorununun çözümünü AB ve BM
nezdinde araması gibi örnekler Türkiyenin sosyalizasyon/öğrenme süreci olarak
tanımlanmaktadır.527
Avrupalılaşma sonucu dış politikada ne gibi değişikliklerin ortaya
çıktığı/çıkacağı konusu da bu çerçevede ele alınması gereken konulardan biridir.
Uluslararası kuruluşlarda tek sesle hareket edilmesi gereğinin yanında, üçüncü
ülkelerle ilişkilerde de AB üyesi bir ülke olarak hareket etmek, üye/aday ülkeler
açısından itibar ve güç kaynağı olduğu gibi, üye ülkeler arasındaki dayanışma
duygusunu da arttırmaktadır. Ortak konularda birlikte hareket etme gereğinin ülkeleri
birbirine daha da yaklaştırdığı ve dayanışmayı arttırdığı bilinmektedir.528
527 Everts, op.cit.s. 4. 528 Özlem Terzi, ‘What To Expect From A Europeanised Turkish Foreign Policy?’ 10-11 Temmuz 2008 tarihinde Yeditepe Üniversitesi “Türkiye ve AB: Geçmişten Geleceğe” başlıklı konferansta sunulan tebliğ, http://www.ikv.org.tr/images/upload/file/ozlemterzi.pdf, erişim tarihi: 10.10.2008..
262
Türkiye’nin AB’ye katılımının veya katılma beklentisinin Türkiye ile komşu
ülkeler arasında AB’nin temel değerlerinden olan uzlaşma kültürünün yansımasıyla
olumlu şekilde gelişebileceği şeklinde yorumlar da vardır.529 Bu ifadeden hareketle,
AB üyesi olan bir Türkiye’nin mevcut durumdan farklı olarak komşularıyla
ilişkilerinde farklılık ne olabilir diye bakmak gerekir. AB’nin Türkiye’den beklediği,
Türkiye’nin Kıbrıs sorunu çözümüne katkıda bulunmasıdır. Burada dikkat edilmesi
gereken bir husus, Türkiye AB’ye girdikten sonra, Avrupalılaşmanın ikinci boyutu
çerçevesinde kendi önceliklerini AB düzeyine aktarabileceğinden inisiyatif
alabileceği konusudur. Ancak; tam üyelik konusunda güvenilir bir görüntü
sergilemeyen AB’nin; Kıbrıs politikasında yansızlığını koruyamayan ve eleştiriye
açık politikası ile milli dava olarak görülen böyle bir konuda Türkiye’den ne kadar
taviz bekleyebileceği tartışma konusudur. Ermenistan ile sorunlar konusunda ise,
ilerleme raporları ifadelerinden AB’nin Türkiye’den sınırın açılması ve Ermenistan
ile diplomatik ilişkilerin tesis edilmesi yönünde istekleri olduğu görülmektedir.
Sınırın açılması konusu Türkiye’nin kâr/zarar hesabı ve çıkarları açısından
değerlendirilmesi gereken bir konudur.
AB dış politikasının en önemli başarısı MDAÜ yanında bu denli büyük ve
karmaşık olan bir ülke olan Türkiye’yi dönüştürmek olarak görülüyor530 ve bu durum
AB’nin dünyanın diğer ülkeleri ile ilişki biçimini tanımlıyorsa, Avrupalılaşma
çerçevesinde AB’nin Türk dış politikasından beklediği de Türkiye’nin diğer ülkelerle
ilişkilerinde AB modeline uygun olarak dolaylı, ekonomik ilişki ağının yoğun olduğu
bir yöntemi kullanması olacaktır. Bu bağlamda; Türkiyenin başta komşu ülkeler
olmak üzere diğer ülkelerle iyi ve çok boyutlu ilişkiler kurması beklenmektedir. 529“European Commission Recommendations of the European Commission on Turkey’s progress towards Accession”, op.cit., s. 6. 530 Everts, op.cit.,s. 1.
263
Ancak; Türkiye’nin Orta Asya, Kafkasya, Karadeniz bölgeleri ve Orta
Doğu’da üstleneceği rolün Avrupalılaşma çerçevesinde İspanya örneğinde olduğu
gibi Latin Amerika gibi daha önce AB gündeminde olmayan bir konunun AB
gündemine taşınması kadar büyük bir dönüşümü hedeflemesi çok gerçekçi
gözükmemektedir. AB’nin sözkonusu bölgelerle ilişkileri zaten belirli derecelerle ve
çoğunlukla ekonomik boyutu ile mevcuttur. Türkiye’nin 1990’lı yılların başında
başlayan ve son dönemde Orta Doğu Barış süreci kapsamında Suriye-İsrail
ilişkilerinde arabuluculuk rolü üstlenilmesi ve Kafkasya İstikrar Paktı girişimleri gibi
örneklerde olduğu gibi daha fazla inisiyatif alması, AB üyesi bir ülke olarak gerek
AB gerekse Türkiye nezdinde daha anlamlı ve her iki taraf içinde oldukça istenen bir
durum haline gelecektir.
Türk dış politikasının Avrupalılaşması çerçevesinde gerek AB, gerekse
Türkiye açısından ciddi bir algılama farklılığının bulunduğunu belirtmek gerekir.
Görüldüğü üzere aslında AB güvenliğine katkı ve ortak tutumların benimsenmesi
açısından Türkiye AB Ortak dış ve güvenlik politikasının belirgin hatlarından ciddi
bir sapma göstermemektedir. Bu konu İlerleme raporlarında da belirtilmektedir. Asıl
problem, dış politika ve güvenlik politikasının daha derin bir bakış açısıyla kimlik
konusu ile bağlantılandırılması ve güvenlik kimliği tanımından hareketle Kopenhag
kriterleri çerçevesinde yorumlandığı zaman çıkmaktadır. Bu durumda Türkiye’nin
AB güvenliğine katkıda bulunacağı varsayımını savunanlar Avrupalılaşma kavramını
salt ODGP mevzuatının benimsenmesi ve uygulanması anlamında
yorumlamaktadırlar. Bu durumda Avrupalılaşma AB’leşme ile eşit olarak
algılanmaktadır. Oysaki dış politika ve güvenlik konusundaki katkının salt mevzuatın
benimsenmesi olarak değil daha geniş bir tanımla algılayan kesim Avrupalılaşmayı,
264
kimlik konusunu da içerecek biçimde Avrupa’nın klasik davranış ve teamüllerine,
insan hakları, demokrasi, azınlık haklarına saygı, komşu ülkelerle iyi ilişkiler
çerçevesinde algılamaktadır. Avrupalılaşma kavramını her iki anlamıyla tanımlayan
yazarlar vardır. Türkiye açısından yapılacak bir değerlendirme de; Avrupalılaşma
tanımının netleştirilmesi gereği açıktır. Bu durumda Avrupalılaşmayı AB’leşme
değil, daha geniş anlamda Avrupalılaşma olarak tanımlayan bir yaklaşım, güvenlik
kimliği farklılığından dolayı Türkiye’nin durumunu sorunlu bir Avrupalılaşma olarak
tanımlayacaktır. Bu algı ve tanmlama farkı her iki tarafın farklı davranışlarının
açıklamasıdır.
C. Avrupalılaşma Kavramı ve Rasyonalist Kurumsalcı ve Sosyolojik
(Konstrüktivist) Kurumsalcı Görüşlerin Türkiye Bakımından Değerlendirilmesi
Tüm bu değerlendirmeler ışığında; İlk bölümde Schimmelfenning’in
MDAÜ’nün Avrupalılaşmasına ilişkin görüşlerinin Türkiye’ye uygulanabilirliği
konusunda şu noktalar belirtilebilir.
Öncelikle MDAÜ’nün AB’ye katılımlarında ilk etapta AB düzeyinde
rasyonalist kurumsalcı görüşlerin geçerli olduğu ve sonrasında genişlemenin neden
olacağı maliyetin genişleme karşıtlarının argümanlarında kullanılması nedeniyle,
sözkonusu karşıt görüşleri bertaraf edebilmek için sosyolojik/konstrüktivist
kurumsalcı görüşün kullanıldığı belirtilmişti. Bu durumda MDAÜ’ye Avrupalılaşma
yoluyla aktarılan Avrupalı değer, norm ve kolektif kimlik söylemleriyle AB karşıtları
susturulmuştur. Bu söylemin stratejik olarak kullanılması da rasyonalist bir bakış
açısını yansıtmaktadır.
265
Burada dikkat edilmesi gereken nokta; rasyonalist kurumsalcı, bir başka
deyişle, AB’nin kâr ve zarar hesabına dayanan yaklaşımın MDAÜ için ilk etapta ve
kısa süreli olarak gündemde tutulmasıdır. Sonrasında MDAÜ örneğinde sürecin
gelişiminde konstrüktivist bir yaklaşımın kullanılması, AB ile sözkonusu ülkeler
arasındaki tarihsel bağ ve sorumluluklara atfen oluşturulmuştur. Bir başka deyişle,
AB değer, norm ve kimliğinin sözkonusu ülkeler tarafından içselleştirilmesi, zaten
yapay bir ayrımla Avrupa’dan uzak kalmış ülkeler için varılması gereken bir nokta
ve Avrupanın sorumluluğu olarak gösterilmiştir.
Aynı doğrultuda, Türkiye ile Ankara Anlaşmasında ifadesini bulan ortaklık
anlaşması, Avrupa Anlaşmaları benzeri bir kâr/zarar hesabı ile aktedilmiştir. Ancak
MDAÜ için kullanılan tarihsel sorumluluk argümanının Türkiye’ye uygulanması
gerçekçi gözükmemektedir. Elbette ki en nihayetinde amaç her iki taraf açısından da,
Avrupalı değerlerin benimsenmesidir. Ancak iç siyasi sorunların baskın yapısı ile dış
politika tercihlerini şekillendirmesi ve siyasi kültürün farklılığı, Türkiye’nin
geleneksel Batılılaşma ideolojisi AB ile bütünleşmeyi öngörse dahi, kısa vadede
uyumlaştırılabilecek bir nitelik arzetmemektedir. Zira güvenlik kimliği farklılığı
Türkiye ve AB arasında yapısal bir sorun teşkil etmektedir. Bu farkın Türk iç
politikasından kaynaklandığı da belirtilmelidir. Avrupalılaşma yolunda adım atan
iktidarlar; iç politikada veto noktaları ile karşılaştıklarından iki düzeyli yaklaşımın
açmazlarıyla karşılaşmaktadırlar. Veto noktalarının argümanları, AB’nin güvenilir
olmayan bir tutum ve görüntü yaratmasıyla daha da güçlenmektedir.
Bu durumda Türkiye açısından rasyonalist kurumsalcı perspektifin
gerektirdiği söylemlerin MDAÜ’lerden farklı olarak daha uzun sürede kullanıldığı
bir zaman dilimine gereksinim duyulacaktır. Bu durumda değer, norm ve kimliklerin
266
Avrupalılaştırılmasına vurgu yapan konstrüktivist yaklaşımın kısa vadede
kullanılması gerçekçi değildir.
Bu durum yukarıda incelenen Avrupalılaşma tanımları açısından daha
belirgin hale gelmektedir. Siyasa Avrupalılaşması, bir başka deyişle, ODGP/AGSP
politikasına uyum açısından Türkiye ile AB uyumunun genel anlamda sorunlu bir
yapıda olmadığı görülmektedir. Etki raporunda da belirtildiği üzere Türkiye’nin
AB’ye katılımı güvenlik açısından son derece istenen bir noktadır. Buna göre AB’nin
Türkiye’ye bakışında; Rasyonalist kurumsalcı bir çerçeveden bakıldığında; başka bir
deyişle, salt fayda maliyet analizi verileri kullanıldığında Türkiye’nin AB’ye katılımı
istenen bir noktadır. Ancak; Konstrüktivist bir yaklaşımla; AB’ye uyumun salt
politika gereklerine uyumu değil, daha geniş bir bakış açısıyla güvenlik kimliklerinin
uyumlaştırılmasını kapsadığı görülecektir. Bu çerçevede Türkiye ile AB uyumundan
söz etmek mümkün değildir. Türkiye’nin AB’ye bakışında ise, Türkiye açısından da
rasyonalist kurumsalcı bir yaklaşımın kullanılmasının daha yerinde olduğu
görülmektedir. AB’nin bizatihi kendisi bir konstrüktivist proje olduğundan politika
yanında kimliğin de uyumlaştırılmasının gerektiği açıktır. Bu durumda her iki taraf
açısından da kısa vadede rasyonalist kurumsalcı bir perspektifle değerlendirmenin
yapılması yerinde gözükmektedir. Konsrüktivist bir bakış açısının ise yapısal
farklılıklardan dolayı uzun vadede gerçekleştirilebileceğini belirtmek gerekir.
Konstrüktivist yaklaşımın çıkarların kimliği oluşturduğu şeklindeki
varsayımdan hareketle, Türkiye ve AB arasında fayda-maliyet analizine yönelen
rasyonalist kurumsalcı yaklaşım perspektifinden yapılacak karşılıklı çıkar
değerlendirmesinin uzun vadede kimlik algılamalarını değiştireceği de düşünülebilir.
267
Türkiye’nin AB’ye katılımının rasyonalist kurumsalcı perspektiften
incelenmesinde yapılacak fayda maliyet analizinde; AB Komisyonu tarafından
hazırlanan etki raporunda belirtildiği üzere Türkiye’nin Avrupa güvenliğine getirileri
üzerine yoğunlaşan bir yaklaşım geliştirilmesi yerindedir. Bu durumda MDAÜ’ler
için kullanılan Avrupa’ya dönüş ve Avrupalı kimliği argümanları; Türkiye
bakımından yerini Avrupa güvenliğine katkı argümanlarına bırakabilir. Bu durumda
MDAÜ’ler için stratejik olarak kullanılan kimlik ve değer argümanları yerine
Türkiye açısından stratejik olarak kullanılan Avrupa güvenliğine katkı konusuna yer
verilebilir.
Bunun yanında Sosyolojik/konstrüktivist kurumsalcıların kullandığı uygunluk
mantığının ise Türkiye’nin belirli bir alanda net bir politikasının olmadığı siyasa
alanlarında geçerli olabileceğini belirtmek gerekir. Bu durumun ortaya çıkması;
Türkiye’nin daha önce gündemine girmeyen bir konunun AB nedeniyle gündemine
girmesi ve benimsenmesi durumunda ortaya çıkabilecektir. Örneğin Afrika Karayip
Pasifik ülkelerine (ACP) ilişkin politika buna örnek gösterilebilir.
Bu durumda ilk etapta üzerinde durulacak rasyonalist kurumsalcı yaklaşımda;
(bakınız Şekil 1); resmi yetkililer yanında, sivil toplum kuruluşları, çıkar grupları,
AB konusunda eğitim veren kuruluşlar vs süreçte norm girişimcileri olarak yer
alacaktır.
268
II. Güvenlik Kimliğinde Farklılıklar
Türkiye ile AB arasında dış politika ve güvenlik politikasının gündemi,
oluşturulması uygulanması bakımından belirgin farklar vardır. Sözkonusu farkların
çerçevesini esasen Türkiye ve AB arasındaki güvenlik kimliği farklılığı
oluşturmaktadır.
A. Güvenlik Kimliği/Stratejik Kültür Kavramı
Stratejik Kültür / Güvenlik Kimliği kavramı, 1970’li yıllardan itibaren
üzerinde tartışılmaya başlanan bir kavram olarak uluslararası ilişkiler alanına
girmiştir. Türkiye-AB güvenlik ilişkilerinde belirleyici faktör olarak sözkonusu
kavramın her iki tarafça nasıl algılandığı önem kazanmaktadır.
Tarih, coğrafya ve siyasi kültürün toplamından doğan stratejik kültür,
toplumdaki en etkili sesler olan ve sözkonusu birime göre değişen siyasi seçkin,
askeri yapı ya da toplumun davranış biçimlerinin bir toplamıdır. Savaş ve barış
konularında davranış biçimlerini tanımlar. Buna göre, gelenekler, değerler, davranış
şekilleri, alışkanlıklar, semboller, başarılar ve tarihi tecrübe stratejik davranışı ve dış
politikayı etkiler, güvenlik alanında aktörlerin birbiriyle etkileşimlerini şekillendirir.
Özel ve belirli koşullarda bazı diğer durumlar (kurumsal ya da yeteneksel
sınırlamalar) daha fazla ya da az rol oynayabilir. Stratejik kültür, uluslararası
politikada güç kullanımı, dış tehlikelere hassasiyet, sivil-asker ilişkileri ve stratejik
doktrin konularına ilişkin olarak aktörlerin davranışlarını şekillendirir ve etkiler.
Sözkonusu davranış şekillerinin devamlılık kazanmasıyla strateji teori ve pratiğinde
belirli tarzlardan bahsetmek yerinde olur. 531
531 Ken Booth, ‘Strategic Culture: Validity and Validation’, A Strategic Culture For Europe, Oxford Journal on Good Governance, (ed: Asle Toje) Vol:2, Number I, 2nd issue, March 2005, s, 25-26.
269
Stratejik kültür kavramının göz ardı edilmesi çeşitli problemlere yol açabilir.
Sözkonusu kavramın neden önemli olduğuna gelince, diğer pek çoğu arasında
özellikle şu noktalar sıralanabilir. Öncelikle dost ve düşmanın bilinmesini sağlar ve
stratejik aktörün davranışlarının tanımlanmasını kolaylaştırır. Tarihin öneminin
anlaşılmasını ve güdüler, imajlar ve kendi ve başkalarının davranışların anlama
konusunda doğru sorular sorulmasını sağlar. Bunun yanında iç politika ve dış
(güvenlik) politikası arasındaki yapay sınırın, askeri yapılanmaların ve iç politik
kararların belli bir siyasi kültür bağlamında alındığı karar verme mekanizmaların
etkisiyle olmadığı gerçeğini hatırlatır. Bundan da önemlisi, karşı tarafın
davranışlarındaki irrasyonalitelerin anlaşılması ve açıklanması yanında, kültürel
farklılıkların anlaşılması tehdit algılamalarının değerlendirilmesini sağlar.532
Demokrasilerde stratejik seçimler, belirli amaçlara ulaşmak için güç
kullanımına ilişkin çok büyük ölçüde fikir, norm ve inançlardan etkilenmektedir.
Ulusların geçmişte yaşadıkları travmatik yenilgiler, zaferler ve diğer olaylar,
öğrenilmiş olaylar ve inançlar olarak kolektif hafızalara yerleştirilmektedir. Aksi
halde, Almanya’nın dünyanın çeşitli yerlerine asker göndermedeki isteksizliği,
Polonya’nın Avrupalılara güvensizliği, İngiltere’nin ABD ile yakın ilişkileri ve
Fransa’nın oynamak istediği özerk rol nasıl açıklanabilirdi?533
1977 yılında siyaset bilimci Jack Snyder, seçkinlerin güvenlik ve askeri
konularda, kamuoyunun da göstergelerini yansıtan bir görüş geliştirdiklerini ve bu
bakışın da belirleyici, ayırıcı stratejik düşünüş yarattığını belirtmiştir. Herne kadar,
Soğuk Savaşın sona erişi, devlet davranışlarındaki kültürel yorumları değişikliğe
uğrattıysa da, konstrüktivizm, stratejik kültür çalışmalarına yeni bir soluk 532 Ibid., s. 26-27. 533 Christopher O. Meyer, ‘European Defence: Why Institutional Socialisation is not Enough?’, Toje, op.cit., s.51.
270
getirmiştir.534 Konstrüktivizm, kurumsal süreç, tarih, gelenek ve kültüre bağlı olan
kimlik oluşum sürecine özel önem vermektedir. Alexander Wendt, devlet kimlik ve
çıkarlarının bilgi pratiğiyle sosyal bakımdan yeniden üretilebildiğini belirtmektedir.
Bu bağlamda seçkinler, müzakere edilmiş bir gerçekliği oluşturmada önemli rol
oynamaktadırlar. Bu çerçevede liderler, olasılıkların sınırlarının yeniden
tanımlanmasında kültürün stratejik kullanıcıları haline gelmektedirler. 535
B. AB Güvenlik Kimliği
Bu bölümde tezde bağımsız değişken olarak kullanılan AB güvenlik
yapılanması incelenecektir. Avrupalılaşma, “Siyasa Avrupalılaşması” bağlamında ele
alındığında, AB dış ve güvenlik politikasının üye/aday ülkelere aktarım şeklinde
tanımlanması, bu aktarıma konu olan politikanın özelliklerinin bilinmesini
gerektirmektedir. Başka bir deyişle, Avrupalılaşma ile aktarılan nedir? sorusunun
cevaplanması gerekmektedir. Bu çerçevede; özellikle AB güvenlik kimliği üzerine
mevcut tartışmalara değinilecek ve Avupa güvenlik kimliğinini Avrupalılaşmaya
konu olan aktarımlarına yer verilecektir. Bu durum AB ve Türkiye arasında farklı
güvenlik kimliği özelliklerinin ortaya konması açısından da önemlidir.
Burada AB dış politikasının bir başka deyişle Avrupalılaşmaya konu olacak
dış politika ve güvenlik politikasının genel çerçevesinin çizilmesi gerekmektedir. AB
dış politikasından bahsederken, geniş bir tanımlama ile Maastricht Antlaşmasında
belirlendiği şekliyle Ortak Dış Politika ve Güvenlik Politikası yanında, savunma
konuları, AB dış ilişkileri (buna 1. Sütun konuları da giriyor), AB ekonomik ve dış
yardımları dış politika aracı olarak kullandığından kalkınma ve destek yardımları ve
534 Jeffrey S. Lantis, ‘EU Strategic Culture and US Ambivalence’, Toje, op.cit., s. 55. 535 Ibid., s. 55-56.
271
üye ülkelerin ulusal dış politikalarından bahsetmek gerekir. Başka bir ifadeyle; AB
dış politikasının kaynakları; dış ilişkileri (external relations of the EC), ODGP
kapsamında dış politikanın güvenlik boyutu ve üye devletlerin dış politikalarından
ibarettir.
Ancak “Siyasa Avrupalılaşması” bağlamında konu incelendiğinde, yine de bir
sınırlama yapılması gerektiği açıktır. Bunun için, ilerleme raporlarında belirtilen
hususlar yanında, aday ülkeler için uyumlaştırma şablonu olarak kullanılan fasıl
içerikleri ve müzakereler kapsamında AB Komisyonu yetkilileri tarafından
gerçekleştirilen tarama toplantıları içerikleri ışık tutacak niteliktedir. Bu çerçevede
AB’nin üçüncü ülke ve bölgelere ilişkin politikaları üzerinde durulması
gerekmektedir. Avrupalılaşmanın “Siyasi Avrupalılaşma” şeklinde tanımlanması ise
farklı noktaların dikkate alınmasını gerektirecektir. Bu durumda üye ve bazen de
aday devletin aşağıda değinilecek belirli kurumsal yapılara katılması gerekmektedir.
Bu çerçevede AB güvenlik yapılanması ve düzenlemeleri hakkında bilgi verildikten
sonra, aşağıda Avrupalılaşmanın farklı tanımları çerçevesinde AB tarafından
üye/aday ülkeye aktarımına konu olacak noktalar verilecektir.
1. Askeri/Sivil/Normatif (Etik) bir Güç olarak AB?
Öncelikle dış politika/güvenlik konusunda, AB’nin uluslararası kimliği
hakkında tartışmaların sürdüğünü ve net bir görüş birliği olmadığını belirtmek
gerekir.
Öncelikle, Ekonomik ve Parasal Birlik politikaları ile üye ülkeler arasında
gümrük birliği temelinde ekonomik birliktelik yaratan AB; Soğuk Savaş sonrası
siyasi ve ekonomik güvenliğini sağlamak için çevre bölgelerle ilişki kurmanın çeşitli
272
yollarını geliştirmiştir. Buna göre AB Genişlemesi önemli dış politika stratejilerinden
biri haline gelmektedir. Bu çerçevede Avrupalılaşma olarak tanımlanabilecek AB
mevzuatının aday ülkelere aktarılması, ekonomik ve siyasi değerlerin de
benimsenmesinin sağlanarak uygun ekonomik koşullar yaratmanın bir aracıdır. Bu
görüşün uzantısı olarak, uzun vadede genişleme içine dâhil edilebilecek Batı Balkan
ülkelerinin dâhil edildiği İstikrar ve Ortaklık Süreci ülkeleri de ekonomik yardım
programları (CARDS gibi) ile desteklenmiş bir programa dâhil edilmiştir. Genişleme
coğrafi bir nitelik taşıdığından, genişlemeye dâhil edilmeyen alanlar için farklı
açılımlar geliştirilmiştir. Örneğin, Avrupa Komşuluk Politikası eylem planları ve
ekonomik yardımlarla desteklenmiştir. Barselona Süreci adıyla anılan Euro-med
programı da AB’nin sivil güç göstergesi olarak önemli bütçesiyle stratejik bir amaç
da taşımaktadır. Bunun yanında uzak coğrafyalar için geliştirilmiş ACP ile Lomé
Konvansiyonu da vardır. Bu çerçevede AB’nin güvenliğini sağlamak için çevre
bölgeleri başta olmak üzere yoğun ekonomik programlarla destekli bir sivil güç
misyonuna sahip olduğunu söylemek mümkündür.
Kuruluş antlaşmalarında da dış politika konusu yer almamakta ve AB
ekonomik güdülerle yola çıkan bir bütünleşme hareketi olarak görülmektedir. Bu
çerçevede AB; üye ülkelerin heterojen yapılarının farklı tehdit algılamaları yaratması
ve uluslararası ortamın etkisiyle, uluslararası ortamla ilişkilerini ekonomik araçlar
yaratma, ticari ilişkiler kurma gibi sivil aktör olma özelliklerini kullanarak
geliştirmiştir. Ancak özellikle Bosna olaylarında sivil bir gücün savaşan taraflar
arasında barışı sağlayabilmesi konusunda sınırlılıklar ciddi biçimde farkedilmiştir.
AB’ye askeri gücünün olmadığı ya da yeterince güçlü olmadığı şeklinde yöneltilen
eleştiriler, AB’nin ekonomik gücüne paralel bir siyasi güç olarak uluslararası arenada
273
varolmadığının ispatı olarak gösterilmiştir. Gerçekten de AB’nin ekonomik alanda
gösterdiği gelişmeler konusundaki başarısı hakkında bir şüphe bulunmazken, askeri
alanda daima sorgulanmıştır. Buna göre ekonomik güdülerle kurulan Birliğin
siyasi/askeri alandaki gelişmesi daima ikinci planda kalmıştır.
Buna rağmen aşağıda inceleneceği üzere, 1990’lı yıllardan başlayarak AB’nin
dış politika ve güvenlik konusunda gelişme gösterdiği görülmektedir. AB’nin dış
politika ve güvenlik alanında geçirdiği evrim bazı yazarlarca; neofonksiyonalist
teorinin spill over etkisiyle tanımlayan bazı yazarların aksine, Birliğin uluslararası
alanda karşılaştığı birtakım beklenmeyen olaylara (Soğuk Savaş sonrası, Körfez
Krizi, Yugoslavya olayları gibi) hazırlıksız yakalanarak pozisyon alma
mecburiyetinde kalması sonucu düzenlemelerde bulunmasıyla açıklanmaktadır.536
AB’nin askeri alandaki başarısızlığını eleştiren yazarlar, AB’nin; güç
kullanımına bakış konusunda ve dolayısıyla stratejik kültür olarak hala 20. yüzyılın
ikinci yarısının tecrübe ve güvenlik ortamını yansıttığını belirtmektedir. Bu
bakımdan AB, 11 Eylül sonrası dönemde şekillenen uluslararası ortamın gereklerine
cevap vermekte zorlanmaktadır. Başka bir deyişle, AB’nin Soğuk Savaşın sona
ermesinden sonra, caydırıcılık, çevreleme ve yumuşak güç kullanımı konusundaki
ısrarı yeni güvenlik risklerine cevap verememektedir ve Soğuk savaş sırasındaki
alışkanlıklarını sürdürmektedir. Bu görüşe göre; askeri gücün yeni güvenlik
gündemini karşılamak üzere bir araç olarak kullanımı konusu yeniden ele
alınmalıdır.537
536 Adrian Treacher, ‘From Civilian Power to Military Actor:The EU’s Resistable Transformation’, European Foreign Affairs Review Volume:9, 2004, s.49-50. 537Adrian Hyde Price, ‘European Security, Strategic Culture and the Use of Force’, European Security, 13(4),2004,s. 323-324.
274
AB’nin askeri alanda yetersiz olduğu şeklindeki diğer görüşler de, AB’nin
askeri bir aktör olması gerektiği halde olamadığı yönünde odaklanmaktadır. AB’nin
ekonomik ve diplomatik araçlara ağırlık veren sivil güç özelliğinin daha görünür
olduğu belirtilmelidir. Bunun yanında, sözkonusu AB’nin sivil güç niteliğini de;
askeri gücünün eksikliği nedeniyle edinilmiş bir nitelik olarak görenler vardır.538
Soğuk Savaş sonrası aşağıda incelenecek çeşitli düzenlemeler ile askeri ve siyasi
kurumsallaşmanın AB’nin askeri görünürlüğünü arttığı yönündeki görüşler de,
sözkonusu askeri misyonların dahi Pertersberg görevleri gibi daha çok yumuşak güç
özellikleri üzerinde geliştiği şeklinde argümanlarla karşılanabilmektedir.
Bu çerçevede, AB’nin askeri ve sivil güç unsurları arasında denge kurması
gerektiğini vurgulayan görüşlere de rastlanmaktadır. Buna göre; Avrupa temel
öncelik ve vurgusunun nerede olduğuna karar vermeli ve gerek AB, gerekse ABD
sert ve yumuşak güçleri kullanma arasında doğru dengeyi yakalayabilmelidir. AB
açısından terörizm, organize suç, KİS’in yayılması ve başarısız devletler gibi
tehditlerin varlığı tanımlanıyorsa, önleyici politika uygulamaları seçenek olarak
görülebilmelidir. Bunun ötesinde Avrupa’nın sert ve yumuşak güç arasında denge
kurulabilmesi ve transatlantik ortaklığın yeniden değerlendirilmesi, Avrupa’ya salt
ABD’nin kararlarını uygulama dışında farklı politika olanakları da sunacaktır.539
Görüldüğü üzere, AB’nin askeri alandaki yaklaşımları değerlendirilirken ABD ile
ilişkiler gözardı edilememektedir.
Ian Manners’ın literatürde çok atıfta bulunulan makalesinde, askeri ya da sivil
güç olarak betimlenmesinin ötesinde AB’nin sahip olduğu kendine özgü
538 Bu yöndeki bir görüş için bkz: Robert Kagan, Cennet ve Güç, Koridor Yayıncılık, İstanbul, 2005. Kagan, esas olarak ABD-AB arasındaki temel farklılıklara değinerek AB’nin yetersizlikleri üzerinde durmaktadır. 539 Klaus Naumann, ‘Military Needs of a Strategic Culture in Europe’, Toje, op.cit., s. 21–22.
275
nitelikleriyle normatif bir güç olarak adlandırılabileceği belirtilmektedir.540 Buna
göre; AB’nin sivil ya da askeri güç olarak betimlenmesinin, fiziksel güç elde etmenin
farklı yollarla sağlanması bakımından bir fark yaratmadığı belirtilmektedir. Oysaki
AB’nin; barış, demokrasi, özgürlük, hukukun üstünlüğü, insan haklarına ve temel
özgürlüklere saygı yanında, sosyal dayanışma, ayrımcılığı karşı çıkma, sürdürülebilir
kalkınma ve iyi yönetişim gibi yıllar içinde pek çok Antlaşma, deklerasyon ve diğer
yasal düzenlemeler ile garanti altına alınmış pek çok normu uluslararası alanda
korumak ve yaymak şeklindeki misyonunun, tarihsel kuruluş amaçlarına ve devlet
niteliğinden çok farklı yapısal özelliklerine de uygun olarak tanımlanması gerektiği
belirtilmektedir. Manners, AB’nin uluslararası kimliğini oluşturan norm yayma
özelliğini, ölüm cezasının kaldırılması örneğinde, gerek ortaklık anlaşmaları ve
stratejik ortaklıklar, gerekse uluslararası ilişkileri ile pek çok ülkenin ve uluslararası
kuruluşların gündemine sokması ve kaldırılması bakımından incelemektedir. AB,
üçüncü ülkelerle kurduğu ilişkilerde de koşulluluk ilkesi, AB Komisyonu
Temsilciliklerinin faaliyetleri, TACIS ve PHARE programları gibi mekanizmalarla
sözkonusu normların yerleştirilmesini sağlamaktadır. Bu çerçevede, Manners’a göre
AB, askeri ve sivil güç özelliklerine ek olarak, normatif bir güç olarak da
adlandırılmalıdır.541
Ancak; bazı yazarlara göre, barışçıl niteliğin vurgulanmasının tam tersine,
AB’nin kendisini savaşmaya gerek duymayan bir postmodern birlik olarak sunması
yanıltıcı olabilecektir. Bu görüşe göre; Charles Tilly’nin, devletlerin sadece
540 Ian Manners, ‘Normative Power Europe: A Contradiction in Terms’, Journal of Common Market Studies, 40:2, 2002, s. 235–258. 541 AB’nin etik güç niteliğine ilişkin tartışmalar için bkz: Lisbeth Aggestam, ‘Introduction: Ethical Power Europe?’, International Affairs 84:1 (2008) I-II, s, 1-11, Tim Dunne, ‘Good Citizen Europe’, International Affairs 84:1 (2008) s, 13-28, Adrian Hyde Price, ‘A Tragic Actor? A Realist Perspective on Ethical Power Europe’, International Affairs 84:1 (2008),s. 29–44.
276
savaşmadığı, savaşların da devletleri oluşturduğu anlayışının uzantısı olarak, AB’nin
kimlik alanında yaşadığı sorunların üstesinden gelebilmesi için savaşmaya da ihtiyacı
olabilir. Buna göre, savaş ve anarşi olmaksızın, ötekinin tanımlanması ve buna
karşılık, AB’nin kendini tanımlaması da zorlaşacaktır. Bu çerçevede AB’nin mevcut
pasif harekâtlarının aksine, uluslararası alanda kendine yer edinmek için daha aktif
olması gerektiğini vurgulayan yazarlar vardır.542
AB’nin sivil, askeri ya da normatif bir güç olarak kabul edilip edilmeyeceği
yönündeki tartışmalar bir yana; AB güvenlik kimliğinin olup/olmadığı ve nitelikleri
de AB gündeminde sıklıkla gündeme getirilen bir konudur. Bu durumda AB’nin bu
alandaki özellikleri bakımından tam bir fikir birliği olmadığının altını çizmek
gerekir. Süregelen tartışmanın Avrupalılaşma bağlamında Türkiye’yi de ilgilendiren
önemli bir boyutu vardır.
AB’nin bir stratejik kültürünün olup/olmadığının tartışılması, uluslararası
aktörlüğü üzerinde de düşünmeyi gerektirmektedir.543 Öncelikle uluslararası
/stratejik aktörden kastedilen nedir? sorusuna cevap vermek gerekir. Baun; AB’nin
stratejik rolünün tanımlanmasında, çerçeve örgüt (framework organization), ile aktör
örgüt (actor organization) ayırımını esas almaktadır. Buna göre bir “çerçeve örgüt”
olarak AB, çatışmaların önlenebilmesi için şartları hazırlar, çevresindeki ülkeler ve
diğer ülkeleri kendisiyle bütünleşme hedefini göz önüne alarak çatışmaları ve
krizlerini çözmeye ikna eder. “Aktör örgütte” ise AB, çatışmalara doğrudan müdahil
olur ve askeri ve sivil personel tahsis eder. Genel olarak AB’nin çerçeve örgüt olarak
iyi bir fonksiyonu olduğu konusunda tereddüt olmamakla birlikte, aktör örgüt olarak
542 Peter van Ham, ‘Europe’s Strategic Culture and the Relevance of War’, Toje, op.cit., s.39-43. 543 Per M. Martinsen, ‘The European Security and Defence Policy (ESDP) –A Strategic Culture in the Making?’, Paper Prepared for the ECPR Conference, Marburg, 18-21 September, 2003, www.essex.ac.uk/ECPR/events/generalconference/marburg/papers/17/1/Martinsen.pdf ,erişim tarihi: 15.12.2005.
277
kapasitesi, AB’nin stratejik bir örgüt olabilme kapasitesi konusunda da fikir verecek
niteliktedir. Buna göre Stratejik örgüt, askeri güç konuşlandırarak gelişmelere yön
verme ve kontrol edebilme, bunun yanında önleyici nitelikte tedbirler alma yoluyla
gelişmeler içine dâhil olma anlamına gelir. 544
Bunun yanında, AB’nin başarılı/başarısız bir dış politika aktörü olarak
tanımlanıp tanımlanamayacağının güvenliğin tanımıyla yakından ilgili olduğunu
belirten yazarlar vardır. Buna göre güvenliğin dar tanımı; etkin askeri yeteneklere
sahip olmayan AB’yi başarısız gösterirken; geniş bir güvenlik tanımı, askeri yanında
ekonomik ve diğer diplomatik araçların kullanımını gerektirdiğinden AB’yi başarılı
bir aktör olarak değerlendirir.545
AB’nin güvenlik kimliğine ilişkin tartışmalar çerçevesinde, özellikle 1970’li
yıllarda başlayan ve 1990’lı yıllardan itibaren geliştirilen mekanizmalar ve yasal
düzenlemeler bir yana; AB’nin stratejik kültür geliştirme konusunda birçok sorunla
karşılaştığını belirtmek gerekir. En başta üye devletler arasındaki görüş ayrılıkları ve
bunun yansıması olarak NATO ve ABD ile ilişkiler olmak üzere, savunma
bütçelerinin kısıtlılığı, bütünleşmenin en önemli boyutunu oluşturan başta ekonomik
birlik yanında diğer ortak politikalara öncelik vermeleri, AB Genişlemelerinin
yarattığı farklılıklar gibi konular AB’nin bir uluslararası aktör olarak stratejik bir
kültür yaratmasının önünde temel engeller olarak durmaktadır.
Tüm bu güçlüklere rağmen, kimi yazarlara göre, AB’nin gerçek anlamda bir
uluslararası aktör olabilmesi için bir güvenlik kültürü geliştirmeye gereksinimi
544 Michael Baun, ‘How Necessary is Strategic Culture’, Toje, op.cit., s.33- 34. 545 Rieker, ‘From Common Defence to Comprehensive Security: Towards the Europeanization of French Foreign and Security Policy?’, s. 512.
278
vardır, keza bu kültürün temelleri de hâlihazırda mevcuttur.546 Stratejik kültürün
oluşmasına kanıt olarak AB’nin çeşitli güçlüklere rağmen belirli ortak paydalarda
anlaşarak ortaya çıkardığı özellikler yanında; güvenlik ve savunma yapılarının
kurumsallaşması gösterilmektedir. Bir başka deyişle, AB’nin stratejik kültürünün
temellerinin atıldığı ve gelişmekte olduğunu savunanlar; aralarında Avrupa Güvenlik
ve Strateji Belgesinin de bulunduğu ve özellikle 1990’ların başından itibaren
gerçekleştirilen ve yasal ve kurumsal düzenlemelerin dış politika ve güvenlik
politikasında kurumsallaşmayı sağladığını belirtmektedirler. 2003 yılında yayınlanan
Avrupa Güvenlik Strateji belgesinde de, AB’nin erken, çabuk ve gerektiği durumda
müdahale etmeyi öngörecek bir stratejik kültür geliştirmesi gereğinden söz
edilmektedir.547
Bunun yanında; AB’nin ortak bir güvenlik kimliği yaratma konusunda
yaşadığı zorluklar nedeniyle bir güvenlik kimliği yaratamamasının onun, stratejik bir
aktör olmasına engel olmadığı yönünde görüşler de vardır. Bu görüşü savunanlara
göre, AB askeri bir stratejik kültür geliştirmeden de, stratejik bir aktör
olabilecektir.548 Stratejik kültür yokluğunun AB’yi zor duruma sokmayacağı
yönünde görüşlere göre, stratejik kültür bir anda oluşmamaktadır ve liderlik, dış
güvenlik tehditlerine cevaplar, ortak bir kimliğin yaratılması ve iç politikanın
etkisiyle şekillenmektedir. Hiçbir zaman ulusal bir devletin merkezi karar alma
mekanizmalarına sahip olamayacak olan AB’de etkin bir karar alma mekanizmasının
oluşturulması; uluslararası alanda oynamak istediği role anlam kazandırabilir ve bu
durumda bir stratejik kültüre gerek kalmayabilir. Genişlemeler ve üye devletler
546 Elmar Brok ve Norbert Gresch, ‘Paving the Way to a European Culture of Security’, Toje, op.cit., s. 17–19. 547Avrupa Güvenlik Strateji belgesindeki ilgili ifade şu şekildedir. “We need to develop a strategic culture that fosters early, rapid and when necessary, robust intervention.” 548 Baun, op.cit., s. 34.
279
arasındaki güven sorunu aşılmadan stratejik kültürün oluşması olası olmadığı gibi
AB de uluslararası bir aktör olmak için ortak bir kimlik oluşmasını bekleme lüksüne
sahip değildir.549
AB’nin bir barış projesi olarak kalması gerektiğini düşünenler ve stratejik
konuların, stratejik düşünme ve hareket etme kapasitesine sahip olanlara bir başka
deyişle, ABD, NATO ya da bazı Avrupalı devletler koalisyonuna bırakılması
gerektiğini savunanlara göre; AB, geliştirdiği onca kurumsal düzenlemeye rağmen,
askeri araçlarla ne elde etmeye çalışıyor sorusuna bir cevap bulamamıştır. Zira
cevap, aynı zamanda AB’nin siyasi amacını ilgilendirmektedir ve bazıları stratejik
kültürün en sonunda ortaya çıkabilecek bir kavram olduğunu ve bu yüzden
ertelenebileceğini savunmaktadırlar. AB yolun sonuna doğru, amaç ve isteklerinin
doğasını ve nereye kadar gidebileceğini anlayacak, keşfedecektir.550
İhtiyaç duyup duymaması yanında; AB’nin bir stratejik kültüre/güvenlik
kimliğine sahip olup olmadığı konusunda da farklı görüşler argümanlarını; temelde
AB’nin kuvvet kullanımına yaklaşımını, askeri nitelik taşıyan yasal ve kurumsal
düzenlemelerini ve ABD ile ilişkilerini dikkate alarak geliştirmektedirler.
AB’nin güvenlik kimliğinin eksikliklerine rağmen umut vadeden gelişmeler
gösterdiğini düşünenlere göre; özellikle Balkanlarda gösterilen başarısızlık sonrası
AB, dış politika ve savunmada kurumsallaşmayı gerçekleştirerek küresel bir aktör
olma yolunda önemli mesafeler katetmiştir. Bunun yansıması olarak; sadece komşu
bölgelerle değil, Kongo, Sudan (Darfur) gibi farklı bölgelerle de ilgilendiğini gösterir
operasyonlar gerçekleştirmiş, Kafkasya’ya özel temsilciler atamıştır. Ekonomik ve
siyasi araçların birlikte kullanıldığı bütünleşik yaklaşımın yanı sıra, AB’nin dış ve
549 Ibid., s. 36-37. 550 Sten Ryning, ‘Less May Be Better in a EU Security and Defence Policy’, Toje, op.cit., s. 45-50.
280
savunma politikasını yürütmek üzere oluşturduğu kurumsal düzenlemeler de AB’nin
bu alandaki gayretinin ciddiyetini gösterir niteliktedir. Dış politika konusunda
kurumsallaşma AB’nin uluslararası krizlere erken, çabuk ve gerektiği şekilde
müdahale edebilmesini de olanaklı kılmaktadır.551 Bunun yanında daha etkin bir
AGSP izlenmesi için AB kurumları yanında AB düşünce kuruluşlarının ve
kamuoyunun da yoğun teşviki vardır. 552
AB’nin stratejik kültüründe eksikliklerin daha ağır bastığı görüşe göre ise;
AB’nin stratejik kültürünün geliştirilmesi için atılması gereken bazı başka adımlar da
vardır. Buna göre, Hızlı Müdahale Gücü ve Muharebe Grupları dışında özel bir
Avrupa Gücünün oluşturulması, bir AB Güvenlik Konseyi’nin oluşturulması, AB’nin
kolektif savunmasını sağlayacak bir 5. maddenin oluşturulması,553 bir insani güvenlik
doktrininin oluşturulması, kritik altyapını korunması ve askeri bütçe konularında
ortak hareketi de içerecek biçimde savunmanın entegre edilmesi ve ABD ile
ilişkilerin yeniden düzenlenmesi gibi konularda atılacak adımların stratejik kültür
gelişimini sağlayacağı düşünülmektedir. Irak savaşı sonrası “yük paylaşımı”
konusunda Avrupa’ya eskisi kadar söz vermeyen ABD, Avrupa etkin bir stratejik
kültür geliştirir ve sert güç konusuna ciddi bir şekilde yaklaşırsa ilişkilerini AB ile
yeniden düzenleyebilir.554
AB’nin stratejik kültürünün oluşup oluşmadığı konusundaki tartışmalarda;
stratejik kültürün, askeri gücü yönetme ve konuşlandırma süreçleri bakımından
AB’nin askeri alanda meşruiyet kazanması ve tanınması noktalarında tanımlanması
551 Christoph Heusgen, ‘Is there such a thing as a European Strategic Culture’, Toje, op.cit., s. 29-32. 552 Geoffrey Edwards, ‘Is There a Security Culture in the Enlarged European Union?’ The International Spectator, Europe Forum, Istituto Affari Internazionali, 3/2006, s. 16-17. 553 Halihazırda böyle bir dayanışma maddesi vardır ancak askeri konuları kapsamamakta, doğal felaketler karşısında birlikte hareket etmeyi öngörmektedir. 554 Asle Toje, ‘Introduction: The EU Strategic Culture’, Toje, op.cit., s. 12-15.
281
gerçeğinden harekete; şu noktaların analiz edilmesi yerinde gözükmektedir.555
Öncelikle askeri güç olmaksızın stratejik kültürden bahsetmek olanaksız olduğundan,
AB askeri yetenek kazanma konusunda nerededir? İkinci olarak AB, gerçekleştirdiği,
kısa süreli (ad hoc) ve sınırlı askeri operasyonlar yanında özerk bir askeri
operasyonda ne kadar başarılı olabilecektir? AB operasyonlarının sınırlı ve kısa
süreli ve NATO’ya bağımlı olduğu düşünülürse, AB-NATO ilişkileri için ne
söylenebilir?
AB’nin askeri yetenekler konusunda ne durumda olduğu konusuna girmeden
önce; belirtilmesi gereken nokta, pek çok yazarın AB’nin dış politika alanında
kurumsallaşmasını, AB güvenlik kimliğinin oluşması bakımından son derece önemli
bir girdi olarak gördüğüdür. Bunun yanında kurumsallaşmadan kastedilen çerçeveyi
iyi çizmek gerekir. Aşağıda tarihsel çerçeve kısmında incelenecek olan
kurumsallaşma, 1970’li yıllarda başlayan Avrupa Siyasi İşbirliği gelişmelerinden ve
sonrasında Maastricht Antlaşması ile getirilen sütunlu yapıda ODGP
düzenlemelerinden ibaretken; stratejik kültürün temel çıkış noktası olan askeri alanda
gelişmeler daha çok 1998 yılında gerçekleştirilen St. Malo Zirvesinde AGSK’dan,
AGSP’ye geçiş ve buna mukabilen 1999 Helsinki Zirvesi oluşturulan Hızlı Müdahale
Gücü ve sonrasında Güvenlik Strateji Belgesinin oluşturulması ve Avrupa Savunma
Ajansının Kurulması gibi gelişmeler çerçevesinde incelenmelidir.
Bu noktadan hareketle, AB’nin bir güvenlik kimliğinin olup olmadığı
tartışmalarında askeri yetenekler konusu üzerinde önemle durulan bir konudur. 1999
Helsinki Zirvesinde oluşturulan Helsinki Temel Hedeflerinin (Headline Goal)
belirlenmesi, Avrupa Yetenekler Eylem Planları (European Capabilities Action
555 Paul Cornish ve Geoffrey Edwards, The Strategic Culture of the European Union: A Progress Report, International Affairs, 81, 4, 2005, s. 802.
282
Plan), Headline Goal 2010 gibi düzenlemeler yanında, 2003 yılı sonlarında da “savaş
grupları” (battle groups) konsepti ortaya konmuştur. Buna göre; 1500 kişilik küçük
asker grupları, krizlere 15 gün içinde 30 gün boyunca BM desteğiyle müdahale
edebilecek durumda olacaklardır. 2004 yılında kurulan Avrupa Savunma Ajansı da
kurumsallaşmanın önemli öğelerinden biridir.
Askeri alanda atılan adımlara rağmen, gelişmelerini eleştiri ile karşılandığı
noktalar vardır. Helsinki Hedeflerinin 2001 yılında Javier Solana tarafından yapılan
ara değerlendirmesinde, Helsinki Konsey Zirvesinde öngörülen hedeflere ulaşılması
için AB’nin hala stratejik ve teknik yeteneklerinde önemli eksiklikler olduğunun
altını çizilmiştir.556 11 Eylül olaylarından sonra AB’nin operasyonel kabiliyet ve
terörizmle mücadele konusunda fazla bir etkinliğinin olmadığı görülmektedir. Ayrıca
AB üyesi ülkeler savunma harcamalarını arttırma konusunda da oldukça isteksiz
davranmaktadır. AB’nin kriz yönetim operasyonları için sahip olduğu askeri ve sivil
yeteneklerin düşünülenin gerisinde ve yavaş ilerlediği söylenebilir.557 Sözkonusu
yavaşlığın ABD ile askeri teknolojik uçurumu daha da derinleştirdiği ve bununla
ilintili olarak AB’nin stratejik beklentileri ile yetenekleri arasında da farkın giderek
arttığı tespitini yapmak yerinde olacaktır.558 Sözkonusu olumsuz gelişmelere rağmen,
Terörizmle mücadele konusunda özellikle istihbarat paylaşımı konusunda
kurumsallaşmanın ve üye devletler arasında koordinasyonun arttığı görülmektedir.559
Aslında Kongo’da 2003 yılında gerçekleştirilen operasyon, Avrupalı güçlerin
özerk olarak gerçekleştirdikleri bir operasyon olarak göreli bir başarı olarak da
556 Cornish ve Edwards, op.cit., s. 803. 557 AB’nin operasyonel kapasitesini geliştirmek için gerçekleştirdiği faaliyetlerin ayrıntısı için bkz: Nicole Gnesotto (ed.), ‘EU Security and Defence Policy, The First Five Years (1999-2004)’, Institute for Security Studies, Paris, 2004. 558 Cornish ve Edwards, op.cit., s. 806. 559 Ibid.,s. 812.
283
değerlendirilebilir. Irak savaşındaki bölünmelerin tersine burada birliktelik
sağlanabilmiştir.560 AGSP’nin sivil ve askeri bileşenlerinin bütünleştirilmesine ilişkin
endişeler Temmuz 2004’de Gürcistan’da gerçekleştirilen misyon için de söz konusu
olmuştur. Gürcistan otoritelerine yargı reformu konusunda destek olan sözkonusu
misyonun ardından Irak’ta da sembolik düzeyde bir girişim başlatılmıştır.561
AB’nin bir güvenlik /stratejik aktör olarak gelişiminin sağlıklı bir
değerlendirmesi, ancak NATO ile ilişkileri bağlamında yapılabilir. Aslında AB-
NATO ilişkileri, AB-ABD ilişkilerinin ya da ortaklığının yansımasıdır. Kimi zaman
kaçınılmaz olarak adlandırılan bu ortaklığın problemsiz olduğu da söylenemez. Her
iki kurumun birçok üyesi ortaktır ve her bir ülkenin tek bir ordusu ve askeri bütçesi
vardır. Bu durum, gerek NATO, gerekse AB bakımından diğerinin dikkate
alınmamasını olanaksız hale getirmektedir. Bunun da ötesinde birçok AGSP
operasyonu NATO operasyonlarını müteakiben ve NATO desteği ile
gerçekleştirilmiştir. AB’nin stratejik kültür yaratabilmesi ve güvenilirliği
sağlayabilmesi için, AGSP’nin hemen her gelişmesinde NATO ile iyi ilişkiler
kurulması da gerekmektedir. Buna paralel olarak, iki kurum arasında rutin
görüşmeler sürekliliğini korumuştur.56211 Eylül olayları, AB ve NATO arasındaki
işbirliğini arttırmış ve terörizm sürekli gündem maddesi olmuştur. AB-NATO
arasındaki ilişkiler Berlin artı anlaşmalarından sonra ortak kurumların kurulması
gerektiğinden daha da sıklaşmıştır.563 AGSP’deki gelişim, AB ve NATO arasındaki
ilişkilerde gelişme olmazsa gerçekleşemezdi.564 Eksiklik ve sorunlarına rağmen AB
1990’lı yıllardan itibaren önemli gelişme göstermiştir ve artık uluslararası alanda
560 Ibid.,s. 808. 561 Ibid.,s. 809. 562 Ibid.,s. 815. 563 Ibid.,s. 816. 564 Ibid.,s. 817-818.
284
ciddiye alınması gereken bir aktördür. Ancak AGSP’nin gelişimi ve bu çerçevede
AB stratejik kültürü NATO dikkate alınmadan gelişim gösteremeyeceğinden,
NATO ile tamamlayıcılık unsuruna dayalı bir birliktelik yaratılmalıdır.565
NATO yanında ABD ile ilişkiler de AGSP gelişmelerinde dikkate alınması
gereken bir noktadır. Genel olarak ABD politikasının, özel olarak da 11 Eylül sonrası
terörizmle mücadeleye hız veren mevcut yönetimin Avrupa savunma politikası
gelişmelerini gözardı ettiği ve etmeye devam edeceği yönünde görüşler vardır.566
Bunun en önemli neden, 11 Eylül olayları neticesinde Amerikan stratejik
kültüründeki değişimdir. 11 Eylül sonrası Bush yönetimi, terörizmle mücadele
kapsamında “şer ekseni” devletleri üzerinde durmuş ve önleyici vuruş (preemptive
strike) gibi mücadele yöntemlerini hızla hayata geçirmiştir. 1999 Kosova müdahalesi
ile 2003 Irak savaşı karşılaştırıldığında ABD stratejik anlamda ne tür değişiklikler
yaşadığı açıkça anlaşılabilir ve bu durum, teorisyenlerin dış politika şokları nedeniyle
stratejik kültürde değişimler olabileceği yönündeki saptamalarına uymaktadır.567 Bu
durumda, ABD’nin AB’nin AGSP oluşumlarına şüpheyle yaklaşmasının nedeni,
farklı tehdit algılarıdır. 11 Eylül sonrası ABD, terörizm, KİS yayılması gibi konular
üzerinde dururken, Avrupalılar, iç güvenlik, ekonomik istikrar, ülkelerindeki etnik ve
dini uyuşmazlıklar ve Orta Doğu bölgesindeki çatışmaların Avrupa’ya yansımaları
üzerinde yoğunlaşmışlardı.568 Başkan Bush yönetimindeki yeni muhafazakârlar
stratejik kültür algılamalarını şekillendirerek, Avrupa içindeki ayrılıklara katkıda
565 Ibid.,s. 818-820. 566 Lantis, op.cit., s. 56. 567 Ibid.,s. 57. 568 Ibid.,Idem..
285
bulunmuş, hatta bu ayrılığı desteklemişlerdir. Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in
Almanya ve Fransa’yı eski Avrupa olarak nitelendirmesi örnektir.569
2. Kurumsal Düzenlemeler ve Avrupa Güvenlik ve Strateji Belgesinin
Oluşturulması
1950’ler ile 1990’ların ilk yarısına kadar AB uluslararası alanda çok daha fazla
sivil güç olarak tanımlanmaktadır. 1970’lerden başlayan ve üye ülkeler arasında
dayanışmaya dayalı, gevşek bir düzenleme öngören Avrupa Siyasi İşbirliği
girişimlerinden sonra, 1990’lı yıllarda AB askeri kapasitesinin Laeken Zirvesiyle
(Aralık 2001) operasyonel hale gelmesiyle sivil aktör yerine askeri güç olma
yolunda önemli bir adım atan AB, aslında 1997 Amsterdam Antlaşmasında
Petersberg görevlerinin Topluluk mevzuatına dâhil edilmesiyle kâğıt üstünde de olsa
askeri aktör olma yolunda girişimlere başlamıştır.570 1998 yılında gerçekleştirilen St
Malo Zirvesi ise; askeri güç olma yolunda önemli bir adım olmanın ötesinde AB
düzenlemelerinin daha çok NATO içinde ve ondan yardım olarak gerçekleştirildiği
AGSK, Avrupa Güvenliğinin AB’nin bizatihi kendisi tarafından sağlanması
biçiminde özetlenebilecek AGSP’ye geçişi de sağlayarak AB’nin özerk
operasyonlarda bulunuşunun yolunu da açmıştır. Sözkonusu terim farklılığı; yani
kimlik yerine politika sözcüğünün kullanılması artık, ortak bir dış politikanın
“uygulanabilir”liği konusunda olumlu çağrışımlar yaratmaktadır. 571
Sözkonusu gelişmelerin uzantısı, 1999 Helsinki Zirvesinde 2003 yılı itibariyle
50–60.000 kişiden oluşacak ve 60 gün içinde toplayıp harekete geçirebilecek ve bir
569 Ibid., s. 59. 570 Treacher, op.cit., s.49-57. 571 Esra Çayhan, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası ve Türkiye, Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi (3) 2002, s. 48-49 .
286
yıl boyunca görevde tutulabilecek bir acil müdahale gücünün oluşturulması ve bu
gücün Petersberg görevlerini yerine getirmesi, tüm bu yapılanma içinde yer almak
üzere Nice Antlaşması hükümleri gereğince, bir Geçici Siyasi Komite ve Güvenlik
Komitesi ile askeri uzmanlar ve personeli içeren organların göreve başlaması
yönünde alınan kararlardır. 1 Şubat 2003 tarihinde yürürlüğe giren Nice Antlaşması
hükümleri ile kriz durumlarında siyasi kontrol ve yönetim için bir Siyasi ve Güvenlik
Komitesi ile bir Askeri Komite kurulmasını ve BAB’ın kriz yönetim işlevlerinin AB
içine dâhil edilmesini öngörmektedir.
Ayrıca; Askerî Komite’nin altında üye devletlerce gönderilen askerî uzmanlardan
oluşan ve Askerî Komite’ye yardım edecek olan bir askerî kadro, Konsey
Sekreterliği’nin bünyesine dâhil edilmiştir. Bu durum bile AB’nin güvenlik
konusunda daha etkin bir yapıya kavuşmasının bir göstergesi olarak kabul
edilmektedir. 572
Tüm bu gelişmelerin sonucunda, Birliğin ilk askeri operasyonu Mart 2003’te
Makedonya’da (Concordia Operasyonu) gerçekleştirilmiş ve Birlik Bosna’da da
2004 yılından itibaren görev üstlenmiştir. Kıta dışında ilk askeri operasyon 12
Haziran-1 Eylül 2003 tarihleri arasında Kongo Cumhuriyetine (Artemis Operasyonu)
yapılmıştır ve bu operasyon ilk özerk, bir başka deyişle NATO’dan destek almadan
Avrupa dışında gerçekleştirilen operasyondur.573 Ancak unutulmamalıdır ki, AB’nin
gerçekleştirdiği faaliyetler kriz öncesi ve sonrası yerine getirilen misyonlardır ve
572The common foreign and security policy: introduction, http://europa.eu.int/scadplus/leg/en/lvb/r00001.htm,6.11.2007. 573 AB operasyonlarına ilişkin geniş bilgi için bkz: ‘European Security and Defence Policy’, http://www.consilium.europa.eu/cms3_fo/showPage.asp?id=268velang=ENvemode, erişim tarihi: 1.2.2009. Buna göre AB’nin Balkanlar (Bosna-Hersek-Kosova), Güney Kafkasya (Gürcistan), Orta Doğu (Filistin, Irak, Afganistan) ve Afrika’da (Somali, Gine Bissau ve Kongo) ki sivil misyon ve operasyonları devam etmektedir.
287
aslında NATO ve diğer büyük güçler tarafından zaten çözüme kavuşturulmuş
problemlerdir.574
Misyonların fazlalığı ve geniş bir coğrafyaya yayılması uluslararası alanda
AB’ye saygı kazandırmıştır. Bunun da ötesinde, sözkonusu misyonların normların
yayılması için mi, yoksa üye ülke çıkarlarının korunması ve gerçekleştirilmesi için
mi olduğu yönünde farklı görüşler vardır.575
Avrupa Yetenekler Eylem Planı (European Capabilities Action Plan-ECAP)
temelinde, Mayıs 2004 tarihinde AB Konseyi, 2010 yılı için Helsinki Temel
hedefleri (Headline Goal) oluşturmuştur. Burada amaç; mevcut Hızlı Müdahale Gücü
yerine çeşitli eksiklikleri giderecek hareketli ve esnek bir yapı oluşturulmasıdır.
Sözkonusu amaca ulaşmak için atılan belirli adımlar arasında yeteneklerin gelişimini
izlemek için 2004 yılında Avrupa Savunma Ajansının Kurulması yanında 2008
yılında hava taşımacılık mekanizmasının kurulması (aircraft carrier), Avrupa Hava
komandosunun (airlift command) geliştirilmesi ve 2010 yılı itibariyle işler hale
getirilmesi, 2010 yılı itibariyle AB ilgi paylaşım politika ve kurumsal çerçevesinin
hazırlanması vs gibi hususlar yer almaktadır. Tüm bu gelişmelerden, AB’nin askeri
yeteneklerinin gelişmekte olduğu çıkarımını yapmak mümkündür.576
2005 yılında Fransa ve Hollanda referandumlarıyla onaylanmayan ve yürürlüğe
girmeyen AB Anayasası, dış politika ve savunmaya ilişkin kapsamlı düzenlemeler
içermektedir. Sözkonusu düzenlemelerin bir kısmı Konsey Direktifleriyle
düzenlendiğinden hâlihazırda yürürlüktedir. Anayasa’nın yumuşatılmış şekli olarak
tanımlanan Reform Antlaşması da AB’nin dış politika vizyonunun belirlenmesine
yardım edecek özelliktedir. 574 Toje, op.cit., s. 10. 575 Edwards, ‘Is There a Security Culture in the Enlarged European Union?’, s. 16. 576 Naumann , op.cit.,s. 23–24.
288
Temel olarak mevcut gelişmelerle dahi, hükümetlerarası yapı ve oybirliği
prensibinin korunduğu görülmektedir. Ancak oybirliği ilkesinin yaratacağı açmazları
aşabilmek için Avrupa Anayasasında öngörülen esneklik mekanizmaları; başta;
yapısal işbirliği577 olmak üzere; güçlendirilmiş işbirliği578, Birlik Dışişleri makamının
oluşturulması, Avrupa Savunma Ajansının kurulması ve dayanışma ilkesidir. 579
AB Anayasasında ihdas edilen Dışişleri Bakanlık Makamına destek olmak için
bir Avrupa Dış İlişkiler Servisi580 (European External Action Service)
oluşturulmuştur.
Avrupa Savunma Ajansı581 2004/551 sayılı 12 Temmuz 2004 tarihli Konsey
Ortak eylemiyle oluşturulmuştur. Bunun yanında; AB üyesi ülkeler ve üçüncü ülke
katılımcılarına AGSP’nin sivil askeri bileşenleri üzerine kısa kurslar düzenleyen
Avrupa Savunma ve Güvenlik Koleji vardır. Bu Kolej katılımcıların savunma ve
577 Yapısal işbirliği kavramı AB’nin ciddi anlamda bir askeri aktör olma yolunda ilerlediğinin de kanıtı sayılabilir. Tüm üye devletlere açık olacak olan daimi yapısal işbirliğine katılan ülkelerin katkılarıyla savunma kabiliyetleri geliştirilecek ve bu alanda araştırma ve silahlanma Avrupa Savunma Ajansının faaliyetleriyle arttırılacaktır. Yapısal işbirliğine katılım “2010 Amaçları”nda da (Headline Goal 2010) planlanan savaş gruplarına katılımı içermektedir. Daimi Yapısal İşbirliğine katılan üye devletler savunma ekipman yatırımlarının seviyesine ilişkin olarak birbirleriyle işbirliğine gireceklerdir. 578 Güçlendirilmiş işbirliği kavramına göre, kimi üye ülkeler, diğer ülkeleri beklemeksizin, kendi aralarında ve seçtikleri konularda daha yakın işbirliği ve entegrasyona gidebileceklerdir. Bu oluşumun gerçekleşmesi için üye ülkelerin en az 3/1’inin katılım sağlaması gerekmektedir. 579 Jolyon Howorth, ‘The European Draft Constitutional Treaty and the Future of the European Defence Initiative:A Question of Flexibility’, European Foreign Affairs Review Volume:9, 2004, s. 483-484 . 580 AB Anayasası Madde III-296 (3) Bu ofis, üye ülkelerin diplomatik birimleriyle yakın temas halinde çalışacak, Konsey, Komisyon ve üye devlet temsilcilerinden oluşacaktır. Avrupa Dış ilişkiler Servisi kolektif bir Avrupa diplomasisinin oluşturulması için önemli bir fırsat olarak görülmektedir. 581 Avrupa Savunma Ajansının görevleri: Üye devletlerin askeri imkân ve kabiliyet hedeflerinin saptanması ve üye devletler tarafından verilen imkan ve kabiliyet taahhütlerinin yerine getirilip getirilmediğinin değerlendirilmesi, operasyonel ihtiyaçların uyumlu hale getirilmesinin ve etkili, uyumlu tedarik yöntemlerinin kabul edilmesinin teşvik edilmesi, askeri imkan ve kabiliyetler açısından hedeflerin yerine getirilmesi için çok taraflı projeler önerilmesi, üye devletler tarafından uygulanan programların koordinasyonunun sağlanması ve özel işbirliği programlarının yönetilmesi, savunma teknolojisi araştırmalarının desteklenmesi ve gelecekteki operasyonel ihtiyaçların yerine getirilmesini sağlayan teknik çözümler hakkındaki ortak araştırma faaliyetleriyle çalışmaların koordine edilmesi ve planlanması ve savunma sektörünün endüstriyel ve teknolojik tabanının güçlendirilmesi ve askeri harcamaların etkililiğinin arttırılması yönündeki tüm yararlı tedbirlerin belirlenmesine ve gerektiğinde uygulanmasına katkıda bulunulmasıdır.
289
güvenlik konularında ortak anlayış geliştirmelerine yardım ettiğinden, ortak bir
güvenlik kültürünün oluşmasını sağlamaktadır.582
Avrupa Güvenlik Strateji Belgesi 583
2003 yılında yayınlanan Avrupa Güvenlik Strateji Belgesi; (AGSB) AB
güvenlik kimliğinin özelliklerinin belirlenmesinde ve kurumsallaşma da dâhil olmak
üzere gelişmesini takip etmede öncelikle incelenmesi gereken ve Avrupalılaşma
bağlamında üye ve aday ülkelerin referans alacakları bir belgedir. Belge, Avrupa’ya
yönelik güvenlik tehditlerini analiz etmekte ve ortak güvenlik çıkarlarını
tanımlamaktadır.
AGSB’nin tehditlerle mücadele için öngördüğü yöntem salt askeri araçların
kullanılmaması, siyasi, ekonomik ve diplomatik araçların bir arada kullanılmasıdır.
Çok boyutlu tehditlere, aynı nitelikte araçlarla cevap vermek584 AB’nin ana mücadele
yöntemini açıklamaktadır. Bu amaçlar Avrupa’nın stratejik kültürünü çok iyi
açıklamakta ve Avrupa’nın güvenlik anlamında temel vurgusunun ikna diplomasisi
başka bir deyişle yumuşak politika üzerinde olduğunu göstermektedir. Ancak
sözkonusu kavram askeri araçların dışlanmasını değil, son aşamada başvurulması
gereken araçlar olduğu anlamına gelmektedir. Bu da Avrupa stratejik kültürünün
reaktif özelliğini göstermektedir.585 AGSB de beliritlen beş tehdit (terörizm, kitle
imha silahlarının yayılması, bölgesel çatışmalar, başarısız devletler ve organize
582 Edwards, ‘Is There a Security Culture in the Enlarged European Union?, s. 14. 583 A Secure Europe In A Better World, European Security Strategy, Brussels 12 December 2003, http://www.consilium.europa.eu/cms3_fo/showPage.ASP?id=266velang=ENvemode=g, erişim tarihi, 12.02. 2004. 584 Ibid.,s. 7. 585 Naumann, op.cit., s, 21-22, Tojeye göre; AB, strateji belgesinde askeri tedbir ve askeri zor kullanmaya ilişkin ifadelere nadiren yer vermektedir. Tehditlerle başa çıkmakta askeri olmayan tedbirlere değinirken daha çok kriz öncesi ve kriz sonrası düzenlemelere ağırlık vererek geleneksel yaklaşımından sapma göstermemektedir. (Toje, op.cit., s.121-129).
290
suç)586 ile başa çıkmak için salt askeri önlemlerin yeterli olmayacağı açıktır. Belirli
durumlarda askeri önlemler gerekse de, ileri ihracat kontrolleri, siyasi ve askeri
önlemler, baskılar, polis istihbaratı, insani eylemler, hükümetlerin yeniden
yapılandırılması, sivil toplum ve ekonomik altyapı desteği gibi önlemler de
gerekmektedir. Bunun yanında AB’nin temel tehditlerle mücadelede öngördüğü
temel mücadele mekanizmasının başta BM olmak üzere uluslararası kuruluşlarla
etkin işbirliği, Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi hukuk mekanizmalarının
geliştirilmesi ve iyi yönetişimin dünyaya yaygınlaştırılması yönündedir.587
Belge, dış politikanın uygulama çerçevesinin çizilmesi için temel çıkış
noktası niteliği taşımakta ve özellikle BM öncülüğünde çok taraflıcılık, terörizmle
mücadele, Orta Doğu’ya yönelik bir strateji ve Bosna–Hersek için kapsamlı bir
politika oluşturulması konularının ele alınması gerekliliğinin altını çizmektedir. Bu
çerçevede; Avrupa’nın çevresinde güvenliğin sağlanmasına ve genişlemeye yapılan
vurgu588 AB’nin genişlemeyi bir güvenlik stratejisi olarak gördüğünün de kanıtıdır.
Strateji belgesi AB’nin uluslararası alanda yüklenmesi gereken
sorumluluklara ve uluslararası aktör olması gerekliliğine vurgu yapmaktadır. Bu
bağlamda sözkonusu strateji, dünya ekonomisinin önemli bir kısmını elinde tutan
AB’nin ekonomik gücüne paralel bir siyasi güç olarak kendini ortaya koymasının
sonucu olarak kabul edilmiştir.
AGSB’de AB’nin uluslararası krizlere erken ve hızlı müdahale etmesi için bir
stratejik kültür oluşturması gerekliliğinden bahsedilmektedir.589
586 AGSB’de belirtilen beş ana tehdit yanında; “küresel ısınma”nın da endişelenilmesi gereken bir gelişme olarak vurgulandığı yerler vardır. (bkz. A Secure Europe In A Better World, European Security Strategy, op.cit, s. 3 ve 10). 587 Ibid.,s.9-10. 588 Ibid.,s. 7-8. 589 Ibid.,s. 11.
291
AB strateji belgesindeki yaklaşımın ABD stratejik anlayışından oldukça farklı
olduğu görülmektedir. Bu da her iki aktörün uluslararası olaylara farklı
yaklaşımlarının nedenidir. 590
Strateji belgesinin, büyük ölçüde AB içindeki reform gerekliliğinden çok,
Irak krizi sırasında yaşanan görüş ayrılıklarının sonucu olduğu yönünde görüşler de
vardır. Buna göre, sözkonusu belge, Savaş sırasında yaşanan temel problemlere
çözüm olarak hem AB ülkelerinin ortak fikirlerini oluşturabilecekleri bir platform
niteliği taşımakta, hem de ABD ile ilişkilerin düzenlenmesi amacını taşımaktadır.591
2008 yılı Aralık ayında, AB tarafından Güvenlik Strateji belgesinin
uygulanmasına ilişkin bir rapor yayınlanmıştır.592 Sözkonusu belgede, 2003 yılında
yayınlanan AGSB’de belirtilen terörizm, KİS tehdidi vs gibi tehditler yanında Orta
Doğu’daki çatışmalar, yasadışı göç, korsanlık, (AB ilk denizaltı misyonunu
(Atalanta) Somali Kıyısındaki korsanlarla mücadele için gerçekleştirmiştir.) bilgi
sistemleri (siber-güvenlik) ve enerji arzının güvenliği yanında iklim değişikliği,
küresel ısınma ve çevre şartlarının kötüleşmesi, ekonomik krizin olumsuz etkileri
konularına değinilmiştir. AB’nin tehditlerle mücadelede gerekli gayreti gösterdiği
ancak daha etkin olmanın yollarını araması gerektiği belirtilmektedir. Bu belgede de
bir öncekine paralel olarak, barışçıl çözümlere dayalı, askeri tedbirleri ikinci planda
gören ve çok taraflıcığa dayalı bir yaklaşım öngörülmektedir.
590 AB ve ABD güvenlik strateji belgelerinin karşılaştırması ve farklı anlayışlar için bkz: Klaus Becher, ‘Has-been, Wannabe, or Leader,:Europe’s Role in the World After the 2003 European Security Strategy’, European Security 13(4), 2004 s. 353 ve Simon Duke, ‘The European Security Strategy in a Comparative Framework: Does it Make For Secure Aliances in a Better World?’, European Foreign Affairs Review Volume:9, 2004, s. 474-481. 591 Toje, op.cit., s. 120. 592 Report on the Implementation of the European Security Strategy –Providing Security in a Changing World-S407/08, Brussels, 11 December 2008.
292
3. AB Güvenlik Kimliğinin Özellikleri
Çeşitli sorunlarına rağmen AB güvenlik kimliğinin belirli bazı özelliklerinin
ortaya çıktığı açıktır.
Güvenlik kimliğini oluşturan temel etmenlerden biri de tarihsel tecrübelerdir.
AB’nin askeri, sivil ya da normatif bir güç olup olmadığına ilişkin tartışmaların
kaynaklarını da AB tarihi oluşturmaktadır. Burada ortaya çıkan temel argüman, 1951
yılında (Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu) AKÇT’nin kurulmasıyla başlayan
sürecin iki dünya savaşının yıkımını yaşayan ve Fransa ve Almanya arasında kalıcı
barışı sağlamak için ekonomik bütünleşmeyi hedefleyen bir tarihsel sürecin
varlığıdır. Bu durum AB’nin pasifist bir başka deyişle, barışçıl zihniyetini ve sivil
güç unsurlarını kullanmasını açıklamak için kullanılmaktadır.
Gerçekten de, İkinci Dünya Savaşı sonrası karşılaşılan zorluklar Avrupa
ülkelerinin böyle bir savaş ortamı ile tekrar karşılaşmamak için çeşitli tedbirler
geliştirmelerine neden olmuştur. Bu durumda 9 Mayıs 1950 Schuman Bildirgesi ve
sonrasında 1951 yılında AKÇT gibi oluşumlarla yola çıkan Avrupa bütünleşme
hareketinin özünde barışçıl nitelikte olduğunu söylemek mümkündür.
Barışçıl amaçlarla kurulmuş olmanın uzantısı olarak; Rynning’e göre, AB’nin
askeri harekâtlara temel olacak stratejik kültürü geliştirmesi mümkün değildir. Zira
AB tarihsel olarak, içinde savaşın olanaksızlaştırıldığı bir liberal vizyona sahiptir.
AB hiçbir zaman askeri stratejik hesaplamalara girmemiştir. Savunmanın farklı
şekilde gerçekleştirileceği tezini savunmuştur. AB’nin kuruluş amacı zaten barışı
tesis etmektir. Fransa ve Almanya gibi ülkeleri birleştirmek için başlatılan bu
hareketten şimdi farklı bir stratejik kültür yaratması beklenmemelidir. AB savunma
293
kapasitesinin sınırlılıklarının farkında olmalı ve liberal değerlerine sahip çıkmalı,
genişlemelerle tehlikeye düşmeye başlayan iç tutarlılığını sağlamaya çalışmalıdır. 593
Güvenlik Kimliğine ilişkin tartışmalar, tarihsel gelişim ve kurumsal
düzenlemeler ışığında çeşitli eksikliklerine rağmen, AB güvenlik kimliğinin kendine
özgü bir takım özelliklerinin ortaya çıktığı da yadsınamaz.
Bütünleşik (Kapsayıcı) Yaklaşım
Bu bağlamda Avrupa güvenlik kimliğinin önemli bir öğesi olarak kapsayıcı
politikaların izlenmesi sayılmalıdır. Aslında bu nokta sivil ve askeri unsurların da
birleştirilmesini gerektirdiğinden stratejik kültürün önemli bir bileşeni ortaya
çıkmaktadır.
Örneğin; Althea Misyonunda kriz yönetiminin gerek sivil, gerekse askeri
unsurlarını birleştiren bir yaklaşım sergilenmiş, Kosova’da yaşanan kriz, güvenliğin
demokrasi, insan hakları, anayasal ve hukuki ilkeler yanında ekonomik gelişmenin
sağlanmasını içeren bölgesel ve kapsamlı bir yaklaşımla desteklenmesi gereğini
ortaya koymuştur. Özellikle son beş yıl içinde AB, diplomatik, ekonomik ve askeri
araç ve yeteneklerin bir arada kullanıldığı özellikleri kazanmaya başlamıştır.594
Bunun yanında, yine kapsamlı ve çok yönlü politika geliştirme gereğinin
uzantısı olarak Avrupa diplomasisinin de güç ve güvenilirlik kazandığı
düşünülmektedir. AB’nin arabuluculuk rolü İran’ın nükleer teknolojiyi kullanmasına
yönelik olarak da kullanılmıştır. İngiltere, Fransa ve Almanya’nın öncülük ettiği
girişimler, önleyici diplomasi bağlamında dikkate değerdir. Orta Doğu bölgesi bu
bağlamda örnek verilebilir. Bölge AB’ye ekonomik ve ticari bağlarla bağlanmıştır.595
593 Ryning, op.cit., s. 46-49. 594 Brok ve Gresch, op.cit., s. 17-19. 595 Ibid., s. 19.
294
Bütünleşik bir dış politika yaklaşımının önemli bir boyutunu oluşturan
ekonomik araçlar konusunda belirtilmesi gereken nokta; AB’nin küresel bir
ekonomik güç olarak ekonomik stratejik kültürünü yarattığıdır. Gerçekten de AB;
geliştirdiği ağlarla serbest piyasa ekonomisini yayma yoluna gitmiştir.596
Meşruiyetçilik, Uluslararası Hukuka Uygunluk, Çok taraflı Yaklaşım
Aşağıda incelenecek yapısal sorunlara rağmen AB Güvenlik Kimliğinin
ortaya çıkan bir diğer özelliği de; kuvvet kullanımına ilişkin olarak, uluslararası
hukukun sınırlılıklarıyla hareket etmeye özen gösterilmesi konusudur. Bu durum
ABD ile AB’yi birbirinden farklılaştıran temel unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
AB demokrasi ve liberal değerleri yaymak üzere örgütlenmiştir. Başka bir deyişle,
çevresinde liberal olmayanları dönüştürme güdüsü ile hareket etmektedir.597 Aslında
AB’nin koşulluluk ilkesi çerçevesinde aday ülkelere uyguladığı Avrupalılaştırma
politikasını da bu dönüştürme çerçevesinde incelemek gerekir. Kopenhag
kriterlerinin dış ve güvenlik politikası gereklerinin yerine getirilmesi bağlamında
dikkate alınmasının nedeni de budur.
AB söylemi, savunmadan ziyade güvenliğe vurgu yapmaktadır. Bu bağlamda
esas öncelik bölgesel savunmadan ziyade, sivil ve askeri politikaların bileşimiyle,
çoklu aktörlerle devlet içi çatışmaları önlemek ve toplumları yeniden
yapılandırmaktır. Zira Petersberg görevleri de, yıllar boyunca bazı değişiklikler
geçirse de esas olarak, barışı koruma, barış yapma ve çatışma sonrası istikrarın
oluşturulması açısından savaşan güçlerin rollerine değinmektedir.598
596 Heusgen, op.cit.,s. 29-30. 597Sten Ryning, ‘The European Union: Towards a Strategic Culture?’, Security Dialogue, Vol:34,No:4, 2003, s.479–496. 598 Edwards, ‘Is There a Security Culture in the Enlarged European Union?, s.10.
295
Bu görüşe ek olarak AGSB’de de vurgulandığı gibi, AB çok taraflıcılığa
sıklıkla vurgu yapmaktadır. Bundan kasıt başta Birleşmiş Milletler (BM) olmak
üzere uluslararası kuruluşlarla işbirliği ve uluslararası hukukun üstünlüğü
kavramlarıyla hareket edilmektedir.
4. AB’nin “Ortak” Bir Güvenlik Kimliği Oluşturmada Karşılaştığı
Zorluklar
a.Yapısal Zorluklar
AB’nin gerçek krizlerle başa çıkmada bu kadar sınırlı kalmasının bir nedeni,
karar alma süreci ile bağlantılıdır. Birçok AB üyesi devlet dış politika konularında
egemenliklerinden vazgeçmek niyetinde olmadıkları gibi, birçok konu süregelen
oybirliği ilkesi üye ülkelere veto yetkisi vererek karar almayı zorlaştırmaktadır.599
Gerçekten de, AB dış politikası karar alma sürecinde 2000’li yıllara doğru nitelikli
oy çokluğu ile alınan kararların sayısında artış olsa da, temel olarak oybirliği
prensibinin korunmaktadır. Temel anlamda hükümetlerarası niteliğin uzantısı olan
oybirliği prensibi, eş zamanlı olarak, supranasyonal özellikleri ağır basan AB
Komisyonu gibi kurumların dış ve güvenlik politikası karar alma mekanizmasında
ilk sütunda olduğu gibi etkin şekilde yer almamasının da nedenidir.
Bunun yanında AB’nin kendine has yönetişim yapısının, ulusal devlet karar
alma mekanizmalarından bir hayli farklı olan yapısı ile çeşitli zorluklar ve
alışılagelmişin dışında alışkanlıklarla sürdüğü bilinmektedir. Bu durum da, karar
alma ile ilgili sorunlara neden olabilmektedir.
599 Toje, op.cit., s. 10.
296
b. Üye Ülkeler Arasında Görüş Ayrılıkları ve AB Genişlemelerinin AB
Güvenlik Kimliğine Etkileri
AB’nin ortak bir stratejik kültür oluşturamamasının en önemli nedenlerinden
biri olarak üye ülkeler arasındaki görüş farklılıkları gösterilmektedir.
Buna göre, AGSP yalnızca stratejik konsept ve askeri kapasitelerin
değerlendirilmesi ve birleştirilmesinden ibaret olmayıp, birbirinden farklı ulusal
savunma geçmişleri olan ülkelerin savunmaya ilişkin inanış ve inançların da
bütünleştirilmesine bağlıdır.600 Üye devletler arasında Irak savaşı sırasında ortaya
çıkan görüş ayrılıkları da kısmen farklı stratejik kültüre sahip olmalarından
kaynaklanmaktadır. Ancak daha küçük çaplı harekâtlar için dahi farklı görüşlerin
olması, harekâtlar için kamuoyunun desteğinin sağlanması, BM yetkisi ya da ABD
ile işbirliği konularında farklı görüşlere neden olabileceğinden sorun yaratma
potansiyeli taşımaktadır. Stratejik düşünüşe ilişkin üye devletler arasındaki farkların
anlaşılması, yönetilmesi veya mümkünse azaltılması AGSP’nin başarısı için
elzemdir.601
Gerçekten de AB’nin maddi içerikli yetersizlikleri yanında Avrupa güvenlik
kültürünün oluşumun önündeki en önemli engellerden biri, üye devletlerin farklı
tarihi, coğrafi ve siyasi kültür etkileşimlerinden doğan, bir başka deyişle düşünsel
kaynaklı farklılıklardır.602 Hatta tek bir ülke içinde dahi farklı görüşler
olabilmektedir. Bunun ötesinde AB’nin üç büyük ülkesi, Atlantikçiliğe
yaklaşımlarıyla birbirinden ayrılırken, diğer üye ülkeler arasında da oldukça farklı
görüşler mevcuttur. Aralarında İsveç ve İrlanda gibi tarafsız ülkeler bulunmasın
600 Christopher O. Meyer, ‘European Defence: Why Institutional Socialisation is not Enough?, s. 51. 601 Ibid., s. 52. 602 Sevilay Kahraman,‘Avrupa Birliği’nin Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası’, Avrupa Birliği Politikaları, (Çağrı Erhan, D. S. (ed)), Imaj Yayınevi, Ankara, 2007,S,189
297
yanında, Yunanistan gibi Türkiye etkeni nedeniyle oldukça farklı savunma kültürüne
sahip uluslar da bulunmaktadır. Tüm bu farklılığa, ABD ve NATO ile yakın
ilişkileriyle dikkat çeken MDAÜ’nün eklenmesi ortak bir güvenlik kültürünün
oluşturulmasını daha da zorlaştırmaktadır.603 AB’nin gerçekleştireceği
operasyonlarda ulusal söylemlerin, siyasi ve bütçesel sınırlılıklar kadar gücünü
koruduğunu söylemek mümkündür.604 Buna rağmen belirli özellikler de ortaya
konmuştur.
Güç kullanımına ilişkin olarak da; AB içinde homojen bir davranış şekli
olmadığını belirtmek gerekir. Farklılığın sebebi, güç kapasitesinden ziyade farklı
tarihsel, coğrafik ve kültürel özelliklerden kaynaklanmaktadır. Bu durum farklı
stratejik kültürlerin ortaya çıkmasına da zemin hazırlamıştır. Fransa ve İngiltere güç
bakımından eşit kapasitede olmalarına rağmen, Irak Savaşı sırasında ve transatlantik
ilişkiler bakımından farklı politikalar izlemektedirler. Almanya ise Polonya’dan
önemli ölçüde daha güçlü bir ülke olmasına rağmen Irak savaşına Polonya’nın aksine
karşı çıkmıştır ve sivil güç yaklaşımına yakın gözükmektedir.605 Farklı stratejik
kültürlerin bir nedeni de, her Avrupa ülkesinin 2. dünya savaş ve soğuk savaşı farklı
tecrübe etmesinden kaynaklanmaktadır. Ancak yine de bazı ortak noktalar bulmak da
olasıdır. Örneğin; bunlar savaşın ne pahasına olursa olsun kaçınılması gereken bir
kavram olduğu ve askerin temel görevinin caydırıcılık ve kolektif bölgesel savunma
olmasıdır.606
Bazı yazarlara göre; sorun esas olarak, şu ana kadar stratejik anlamda
bütünleşmenin temelde salt dış politika seçkinleri düzeyinde kurumsal anlamda
603 Edwards, ‘Is There a Security Culture in the Enlarged European Union?, s. 8-9. 604 Ibid., s. 23. 605 Price, op.cit., s.324-325. 606 Ibid., s. 325-327.
298
öğrenme yoluyla sürdürülmesidir. Kurumsal yapıda ve seçkinler düzeyinde alınan
kararlarda, bazen hassas konulara değinilmediği, ertelendiği, bazı üye devlet
temsilcilerinin iş yoğunluğundan etkin bir şekilde katılım sağlamadığı ve bazı
ülkelerin kararlara katılmak için ikna edilmekten çok zorlandığı
gözlenebilmektedir.607 Bunun da ötesinde, üye ülke Savunma Bakanlarının AB
düzleminde çok sık toplanmadığı ve ulusal basının bu konulara pek rağbet
etmeyerek, savunma alanındaki gelişmelere sıklıkla yer vermediği de gerçektir. Bu
durumda teoride konsensüsle alındığı düşünülen kararlar, pratikte ulusal stratejik
kültürlerin yeterince bütünleşmediği bir zeminde gerçekleşmektedir.608 Stratejik
kültürlerdeki süregelen farklılıklara verilecek bir cevap, farklılıkları kabul etmek ve
AGSP yapılanmalarını geliştirmek için daha esnek yollar bulmaktır. Ortak bir
kimliğin olmaması da AB’yi sınırlandırmamaktadır. Stratejik kültür, güvenlik
politikasının araç ve sonuçları ile askeri gücün kullanımına ilişkin görüşlerden
oluşuyorsa, AB üyeleri arasında ulusal askeri doktrinler ve farklı gelenekler
nedeniyle ortak bir kimlikten bahsetme imkânı yoktur. Bu durum AB genişlemesinin
de bir sonucudur.609
Yukarıdaki saptamalardan çıkarılacak sonuçlardan biri, AB içinde ulus devlet
karar alma süreçlerinden farklı olarak, birbirinden tarihsel ve kimlik olarak oldukça
farklı olan ülkelerin ortak çıkarlarını birleştirecek kurumsal mekanizmaların ortaya
konmasına ilişkin güçlüklerin varlığıdır. Bu durum, egemenlik kaybının en yüksek
hassasiyetle karşılandığı dış politika ve güvenlik konularının diğer politika
alanlarından farkını da ortaya koymaktadır. ABD ve NATO ile ilişkiler de dikkate
alındığında; Soğuk Savaş sonrası yukarıda özetlenen birçok kurumsal gelişmeye 607 Meyer, op.cit., s.52 608 Baun, op.cit., s. 33. 609 Ibid., idem.
299
rağmen, dış politika ve güvenlik alanında sivil, askeri ya da normatif anlamda
AB’nin kimliği hakkında tartışmaların sürdüğü açıktır. Sivil güç özellikleri ağır
basmasına rağmen, askeri alanda daha fazla varlık göstermesi gerektiği yönünde
eleştiriler, üye devletler arasında ana eksenini Avrupacı/Atlantikçi ayrışmasında
bulan görüş ayrılıkları ile daha da pekişmektedir. Bu durum AB’nin net bir güvenlik
kimliği ortaya koymasına engel olmaktadır.
Mevcut üye ülkeler arasındaki farklılıklara ilaveten, genişleme yoluyla AB’ye
katılacak ülkelerin AB’nin yapısını daha da değiştireceği açıktır. Türkiye gibi bir
ülkenin AB’ye katılımının sorun yaratması da doğaldır. Bunun yanında, AB içinde
güvenlik kimliği farklılıklarının AB’ye her katılan yeni üyede de ortaya konduğunu
ve sadece Türkiye’ye özgü olmadığını da belirtmek gerekir. Sözkonusu fark
nedeniyle; İngiltere, Danimarka, Yunanistan, İsveç, Finlandiya610 ve Avusturya611
gibi ülkelerin Avrupalılaşmaları sürecinde değişim geçirdiklerini görmek
mümkündür. Bu çerçevede, AB üyesi ülkelerin tarihsel ve kurumsal tecrübeleriyle
şekillenmiş ve kemikleşmiş güvenlik kimliklerinin yanında, bir entite olarak AB’nin
kendine has bir güvenlik kimliğinin ortaya çıkmaya başladığını söyleyebiliriz.
Görüldüğü gibi AB güvenlik kimliğinin belirgin özellikleri ortaya çıksa da;
yapısal sorunlardan dolayı net bir güvenlik kimliği çerçevesinin henüz oluşmadığını 610 Örneğin İsveç’in AB’ye yaptığı tam üyelik başvurusu, güvenlik kimliğinin önemli bir öğesi olarak tarafsızlığının (neutrality) AB üyeliği ile nasıl bağdaştırılabileceği konusunda tartışmalara neden olmuştur. Resmi söylemlerde tarafsızlık yerine bağlantısızlık (non-alignment) ifadelerinin kullanılması ve tarafsızlığın İsveç dış politikasının olmazsa olmaz öğesi olmaktan çıkarılmasıyla sorun çözülmüştür. İsveç AB’ye tam üye olduktan sonra da; ulusal savunma güçlerinin reorganize edilmesi konusunda tartışmalar yaşanmıştır. Bunun sonucunda, bir savunma komisyonu kurulmuş ve bu komisyon Parlamento ile siyasi partiler arasındaki ilişkilerde danışmanlık yapmak ve AB’nin öngördüğü değişiklikler için ulusal uzlaşma sağlamak görevini üstlenmiştir. Finlandiya’da AB üyeliği, geleneksel tarafsızlık politikasını ikame edici bir politika olarak görülmüştür. Bkz: Rieker, ‘Europeanization of Nordic Security, The European Union and the Changing Security Identities of the Nordic States’, s. 371–372. 611 Avusturya ve İrlanda dış politikalarının Avrupalılaşması konusunda bir çalışma için bkz: Marius Osswald, ‘The Europeanization of National Foreign Policy, The Domestic Impact of the European Union Membership on the (Post) Neutral Countries, Ireland and Austria’, Fachbereich für Politik und Verwaltungswiisenschaft Universitat Konstanz, Diplomarbeit (PO99), August 2005.
300
belirtmek gerekir. AB güvenlik kimliğinin özelliklerinin barışçıl bir nitelikte olduğu,
meşruiyetçiliğe, çok taraflıcılığa önem verdiği görülmektedir. Çevre bölgelerle sivil
ve ekonomik araçlara dayalı bir ilişki kurulmaya çalışılmaktadır. Ancak AB’nin
askeri güç niteliğinin geliştirilememesinin, üye ülkeler arasında ABD ve NATO ile
ilişkilere binaen yaşanan görüş ayrılıklarının ve ulusal devletin karar
mekanizmalarına sahip olmayan AB’nin oybirliği ilkesini uygulayamamasının
getirdiği güçlükler net bir kimliğin ortaya konmasını engellemektedir.
Belirgin bir güvenlik kimliğine karar verilmemiş olması, başka bir deyişle
AB’nin askeri/sivil/normatif gücü hakkında tartışmaların varlığının, Türkiye gibi
farklı özellikleri olan ülkelerin AB süreci açısından olumsuz bir özellik olarak
görülmemelidir. Zira oluşum halinde olan bir AB güvenlik yapılanmasının MDAÜ
genişlemesi örneğinde olduğu farklı ülkelerle evrilmesi olanağı vardır. AB
Komisyonu tarafından hazırlanan Etki Raporunda Türkiye’nin askeri gücünün AB’ye
olumlu katkı yapacağı belirtilmektedir. Bu durum da sivil güç unsurları korunmakla
beraber, askeri alanda AB’nin geliştirilmesi yolunun açık tutulduğu tespiti
yapılabilir. AB’nin normatif güç olarak tanımlanması ise, Türkiye’nin AB sürecinde
yasalaştırdığı reformlara rağmen, uygulama safhasında sorun yaratıcı olabilecektir.
Bunun yanında AB dış ve güvenlik politikasının hükümetlerarası nitelik
taşıması, bir başka deyişle, üye devletlerin zımni bir dayanışma duygusu ile hareket
etmelerine rağmen AB düzeyine devredilen yetkilerinin supranasyonal alanlar kadar
olmamasının belirgin sonuçları vardır. Rasyonalist kurumsalcı yaklaşımın mantığına
da uygun olarak bu durum; Türkiye’nin AB düzeyine çıkarmak istediği konuları
savunabilmesine de imkân sağlayacaktır.
301
Avrupalılaşma çerçevesinde Türkiye bakımından konunun derinleştirilmesi,
Siyasa Avrupalılaşması ve Siyasi Avrupalılaşma çerçevesinden bir değerlendirme
yapmayı da gerektirmektedir. Buna göre, Türkiye’nin Siyasa Avrupalılaşması
çerçevesinden yukarıda özetlenen ODGP’nın evrimi aşamasındaki gelişmeler
doğultusunda dünyanın çeşitli bölgelerine ve sorunlarına ilişkin oluşturulmuş ortak
tutum, ortak eylem ve deklerasyonlara uyum sağlaması gerekmektedir. Kurumsal
düzenlemeler açıklanırken üzerinde durulan başta Nice Zirvesi ile oluşturulan siyasi
ve askeri kurumlara katılım yanında, Anayasa metni ile daha da genişletilen yapısal
işbirliği, güçlendirilmiş işbirliği, Avrupa Savunma Ajansı ve Savunma Koleji gibi
kurumsal yapılanmalara katılım konuları da Avrupalılaşma bağlamında uyum
sağlanması gereken kurumsal düzenlemelerdir. Bundan da önemlisi, yukarıda
vurgulanan ulusal farklılıkların varlığını sürdürmesine rağmen, Avrupalılaşmada asıl
önemli olan AB Antlaşmalarında da sıklıkla vurgulanan dayanışma ve işbirliği
ortamının oluşturulmasıdır. Bu bağlamda askeri, sivil ya da normatif güç olarak
farklı tanımlamalarda henüz karar kılınmamış olsa da, ortak bir düzlem yaratma
konusunda girişimler sürmektedir.
C. AB ile İlişkilerde Türkiye ve AB Güvenlik Kimliği Çatışması
1. Türkiye’nin Güvenlik Kimliği
Bir ülkenin dış politikasını etkileyen faktörler incelendiğinde, iki türlü
değişken belirlenebilir. Bunlardan yapısal değişken olarak adlandırılan; statik, uzun
dönemler boyunca gözlenebilen, o anki uluslararası politik durumdan bağımsız ve
günlük olaylardan etkilenmeyen faktörler yanında; konjonktürel değişken olarak
adlandırılan dinamik, iç politika ile uluslararası olayların etkileşiminden kaynaklanan
302
iç ve dış olayların etkisiyle değişebilen faktörler arasında bir ayırım yapmak gerekir.
Yapısal değişkenler arasına coğrafi konum, tarihsel etken, kültürel etken ve diğer
uluslar hakkında yerleşik kanaatler ile uzun dönem ekonomik değişkenler
girmektedir.612 Burada yapısal değişiklikler olarak adlandırılan öğelerin Türkiye’nin
güvenlik kimliği belirleyicileri olduğu açıktır.
Sözkonusu yapısal değişkenlerin Türk dış politikasındaki güçlü etkisi
nedeniyle iç politika değişikliklerine karşın dış politikada bir süreklilik
yakalanabilmiştir.613 Nitekim Türk dış politikasında 1960–1980 yılları arasında
kamuoyu, muhalefet ve aydınların, 1983–91 yılları arasında iş dünyasının, 1990
sonrasında ise ordunun ağırlığının arttığı görülmektedir.614
Türkiye’nin güvenlik kimliğini etkileyen unsurlar, başta Türkiye’nin Batı,
Orta Doğu ve Asya kültürlerinin özelliklerini barındırması anlamında kültürel
boyutun, Osmanlı İmparatorluğunun olumlu ve olumsuz bazı özelliklerinin devam
ettirilmesi anlamında tarihsel boyutun ve Türkiye’nin jeostratejik konumu ve
çevresindeki bölgesel güvenlik çemberlerinin yarattığı güvenlik ikilemleri
bağlamında stratejik boyutun dikkatle incelenmesini gerektirmektedir. Tüm bunların
yanında, Türkiye’nin ekonomik yapı başta olmak üzere iç yapısal özelliklerinin de
dikkate alınması gerekmektedir.615
Orta Büyüklükte bir devlet olan Türkiye’nin sözkonusu yapısal özelliklerin
etkisiyle uyguladığı temel dış politika çizgisi, mevcut sınırların ve dengelerin
612 Aydın, ‘The Determinants of Turkish Foreign Policy, and Turkey’s European Vocation’, s. 307-308. 613 Ibid., Idem. 614 Oran op.cit.,s.73–90. 615 Ibid.,s. 19–29.
303
sürdürülmesi anlamında statükoculuk ve Türkiye örneğinde statükoculuğun
neredeyse izdüşümü sayılabilecek Batıcılık ilkelerinin uygulanmasıdır.616
Türk dış politikasının en önemli unsurlarından biri olan Batılılaşma, kökenleri
Osmanlı İmparatorluğu döneminde bulunabilecek bir noktayı oluşturmaktadır.
Tanzimat döneminde başlayan reformlar, Osmanlı devletinin Batının sözkonusu
dönemde askeri ve toplumsal olarak önemli özelliklerinin benimsenmesine yol
açmıştır.
Kurtuluş savaşında siyasi ve askeri seçkinler, Batılı güçlere karşı
savaşmalarına rağmen, kurulacak yeni devletin dış politika ideolojisinin Batılılaşma
olarak tanımlanmasında hiçbir tereddüt gösterilmemiştir. Batılılaşma ve dış
politikada statükonun korunması politikası temel dış politika öğeleri olarak
belirlenmiştir. Bu çerçevede homojen bir Türk ulusu tanımlaması ile bir ulus-devlet
inşasına başlanan Türkiye’de, Orta Doğu devletleriyle ilişkilerde durgunluk ve Batılı
devletlerde daha sıkı ilişkiler dönemine geçilmiştir. Soğuk Savaş dönemi boyunca da
Orta Doğu devletleriyle asgari oranda ilişki kurulmuştur. Türkiye’nin NATO,
OECD, Avrupa Konseyi gibi Avrupalı kuruluşlar yanında 1959 yılında Avrupa
Ekonomik Topluluğuna ortak üye olarak başvurması geleneksel Batılılaşma
politikasının da bir uzantısı olarak görülmelidir.
İdeolojik olarak Kemalizm, gerek Türkiye’nin genel politikası özelde de dış
politikasında genel yönelimi belirlemiştir. Dış politika açısından önemli Kemalist
nitelikler, ulus devletin bekası, Türkiye’nin muasır medeniyet düzeyine yükseltilmesi
ve realist dış politika yaklaşımıdır.617
616 Ibid.,s. 29–50. 617 Aydın, ‘The Determinants of Turkish Foreign Policy, and Turkey’s European Vocation’, s, s.318.
304
Türkiye’nin coğrafi konumunun güvenlik kimliğinin önemli bir belirleyicisi
olduğu noktasında kimi yazarların sorgulayıcı tutumunun altını çizmek gerekir.
Türkiye’nin güvenlik politikaları açıklanırken coğrafyanın belirleyici ve temel
etkenlerden biri olarak sunulmasının ve değişmez veri olarak ele alınmasını eleştiren
yaklaşımlar da vardır.618 Türkiye’nin güvenlik politikalarının belirlenmesinde en
etkili aktör olan sivil ve askeri bürokrasinin abartılı güvenlik söylemlerinin ve
coğrafi açıdan Türkiye’nin taşıdığı stratejik önemin AB karşıtlarının söylemlerini
yansıttığı şeklinde görüşler vardır.
Örneğin, Öniş’e göre, Türkiye’nin askeri ve güvenlik seçkinlerinin sıklıkla
dile getirdiği Türkiye’nin stratejik önemi nedeniyle Avrupa için vazgeçilmezliğini ve
Türkiye’nin AGSP’ye katkısını vurgulayan argüman eleştiriye açıktır. Zira AB’nin
ortaya koyduğu güvenlik topluluğu kavramı, kuvvet kullanımından ziyade, ekonomik
bütünleşme ve demokratikleşme ile oluşturulan bir yapıdır. Türkiye’nin Avrupa’ya
tek ciddi katkısının güvenlik açısından olduğunu vurgulama Türkiye’nin değerini
düşüren bir söylemin yansımasıdır. Ancak bu güvenlik unsurunun önemsizliğini
vurgulayan bir söylem değil; Türkiye’nin güvenlik alanındaki katkısının, başta
demokratikleşme olmak üzere Kopenhag kriterlerinin göz ardı edilmesine yol
açmaması anlamındadır. Reformların ardından Türkiye güvenlik alanında daha fazla
katkı yapabilecektir.619
Bilgin, Türkiye’nin coğrafyasının, Soğuk Savaş sonrası karşılaştığı güvenlik
sorunları çözümlemede realist bir çizgi izlemesine neden olduğu varsayımının,
coğrafyanın önceden belirlenmişlik ve değişmezlik özelliklerini vurguladığından
hareketle belirli sınırlamalar yarattığını vurgulamaktadır. Bu görüşe göre; ‘güvenlik 618 Bilgin, ‘Türkiye-AB İlişkilerinde Güvenlik Kültürünün Rolü’ s. 210. 619 Öniş, Domestic Politics, International Norms and Challenges to the State: Turkey-EU Relations in the post Helsinki Era’, s. 26-27.
305
kültürü ve coğrafi konum arasındaki ilişki sabit bir coğrafyanın güvenlik politikasını
belirlemesi değildir’…’ikisi arasındaki ilişki karşılıklı olarak birbirini oluşturmak
olarak anlaşılmalıdır.’620
Ancak yine de; Türkiye’nin coğrafi konumu, güvenlik kimliği tanımlanırken
en başta zikredilen noktalardan biri olmaktadır.621 Türk Boğazlarının konumu
yanında, Orta Doğu, Kafkaslar ve Balkanların kesişim noktasında bulunan Türkiye
stratejik önemini daima korumuştur. Batılı devletlerce de Türkiye’nin stratejik
önemine değer verilmiş ve bu anlayış doğrultusunda Türkiye NATO, Avrupa
Konseyi gibi kurumlara üye olmuştur. Türkiye’nin 1959 yılında AET’ye başvurusu
sonucu kabul edilmesinin bir nedeni de Türkiye’nin stratejik önemidir. Hatta 1997
Lüksemburg Zirvesi’nde Türkiye aleyhine çıkan karardan sonra, 1999 Helsinki
Zirvesinde Türkiye’ye adaylık statüsünün verilmesinin, ardından 3 Ekim 2005
tarihine üyelik müzakerelerine başlamasının Türkiye’nin stratejik öneminin
anlaşılması olduğu yönünde görüşler de vardır.
Soğuk Savaş döneminde NATO’nun Güneydoğu kanadını oluşturan ve ABD
ve NATO politikalarının belirlenmesinde en önemli dayanaklardan biri olan Türkiye,
Soğuk Savaş sonrasında da, kaynağını yine coğrafyasından alan, Balkanlar, Kafkasya
ve Orta Doğu için yeni fırsat ve tehlikelerin ortasında bir ülke olarak yeni
söylemlerin odak noktası olmuştur. Aslında Soğuk Savaş sonrası Türkiye’nin
stratejik önemini kaybettiği yolundaki söylemler, Körfez Savaşı sırasında Türkiye’ye
duyulan ihtiyaç neticesinde geçerliliğini yitirmiştir. Bu durumda bir güvenlik kimliği
öğesi olarak Türkiye’nin coğrafik konumunun önemini sürdürdüğünü söylemek
mümkündür. 620 Bilgin, ‘Türkiye-AB İlişkilerinde Güvenlik Kültürünün Rolü’, s. 208-210. 621Örneğin Mustafa Aydın, ‘Securitization of History and Geography: Understanding of Security in Turkey’, Southeast European and Black Sea Studies, Vol:3, No:2, May 2003, s. 163-164 ve 170-172.
306
Bunun yanında coğrafyasının Türkiye’ye getirdiği olumsuz yanlardan da
bahsetmek gerekir. Sorunlu komşularının yanı sıra, topraklarının Asya da mı, Avrupa
da mı olduğu sorusu da Türk kimliğinde bir aidiyet sorunu yaratmaktadır. Sözkonusu
sorunun coğrafyanın ötesinde kültürel ve sosyal boyutlarının da düşünülmesi
kaçınılmazdır. Türkiye’nin farklı kimliğine yapılan vurgular Türkiye-AB ilişkileri
bağlamında gerek Türkiye, gerekse AB içinde en fazla tartışma yaratan alanlardan
birini oluşturmaktadır. Bu sorun, Avrupa’nın sınırlarının da tartışılmasını gündeme
getirmiştir.
Bu çerçevede AB içinde de Avrupa’nın Kuzey-Güney ve Batı sınırlarının
tanımlanmasında bir sorun yaşanmazken, Türkiye’nin içinde yer aldığı Doğu sınırı
konusunda tartışmalar yaşanmaktadır. AB’nin Doğu sınırının, artık coğrafi sınırların
yerini siyasi sınırların alması nedeniyle ortadan kalktığı ve Avrupa haritasının
öncelikle Avrupalıların zihinlerinde çizilmesinden dolayı sözkonusu sınırın
çizilmesinde “değerlerin” önemli rol oynadığı şeklinde yaklaşımlar vardır. 622
Türkiye’nin coğrafyasının dış ve güvenlik politika seçeneklerini belirlediği
açıktır. Çok boyutlu dış politika uygulaması da bu durumun yansımasıdır. Ancak
sözkonusu coğrafi konum nedeniyle abartılı güvenlik ve bölünme söylemleri
eleştiriye açıktır. Zaten, AB üyesi olacağı düşünülen Türkiye’nin askeri güvenlik
anlamındaki endişeleri AB üye ülkeleri arasındaki dayanışma ve prestij nedeniyle
yersiz hale gelecektir.
Bunun yanında Türkiye’nin Batıcılık gibi olumlu etkiler yanında, güç dengesi
politikasının ihtiyatla uygulanması, Osmanlının azınlıklara verdiği geniş haklara
rağmen düşmanla işbirliği ve bağımsızlık isteği gibi istenmeyen hareketlerle
622 Olli Rehn, Avrupa’nın Gelecek Sınırları, Türkiye Bir Köprü mü, Köprübaşı mı yoksa Ergime Potası mı?, (Çev: Onur Şen, Hasan Kaya), 1001 kitap, İstanbul, 2007,s. 87-90.
307
karşılaşılması ve Türkiye’nin bölünme ve dış mihraklar olarak adlandırılan dış
müdahalelere hassasiyeti de Osmanlı döneminden miras kalan özellikler olarak
ortaya çıkmaktadır. Osmanlı’nın oluşturduğu ve azınlıklara göreli özerk bir
yapılanma getiren, onlara dil ve din özelliklerini sürdürmelerine olanak tanıyan
millet sisteminin, 19. yüzyılda artan milliyetçilik havasıyla parçalanmayı
kolaylaştırdığı inancı, günümüz üniter yapı hassasiyeti ile bağdaştırılabilir
niteliktedir.
Türkiye’nin NATO’nun ikinci büyük ordusu olması ve stratejik öneminin
diğer getirilerine rağmen devamlı bir güvensizlik yaşadığı ve eski Başbakanlardan
Mesut Yılmaz’ın ifade ettiği gibi bir ulusal güvenlik sendromu (Sevr sendromu)623
içinde olduğu da belirtilmektedir. Aslında bu, Türkiye’nin güvenlik kimliğinin de bir
parçasıdır. Nitekim Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde toprak kayıplarına
duyulan tepki, Türkiye’nin de bu endişeyi devam ettirmesine neden olmuştur.
Türkiye’nin Sevr fobisinin, Osmanlı İmparatorluğu döneminden miras kalan dört bir
tarafın düşmanlarla çevrili olduğu ve her an hazırlıklı olunması gerektiği yönündeki
politikaların etkisi büyüktür. Osmanlı’nın güç dengesi politikası izlediği dönem
boyunca, yıkılma ve Sevr Antlaşması döneminde, Türk güvenlik kültürünün belirgin
özellikleri arasında belirtilebilecek toprak kaybı ve parçalanma korkusunun oluştuğu
görülmektedir.624Ayrıca Osmanlı imparatorluğunun ekonomik bağımlılığı ve
parçalanmasını hızlandıran kapitülasyonlar ve Düyun-u Umumiye sisteminin de,
Türkiye’nin şimdiki dış ekonomik müdahalelere olan tepkisini ve bu bağlamda
güvenlik kimliğinin unsurlarından birini ortaya koyduğunu söylemek mümkündür.
Yine Osmanlı devleti politikalarının uzantısı olarak kabul edilebilecek yalnız 623 Aydın,‘The Determinants of Turkish Foreign Policy, and Turkey’s European Vocation’, s. 312 . 624 Ali Karaosmanoğlu, ‘The Evolution of the National Security Culture and the Military in Turkey’, Journal of International Affairs, Fall 2000, 54, no 1, s. 202.
308
kalmama ve müttefik bulma endişesi de, Türkiye’nin AB’ye yaklaşma
nedenlerindendir. Nitekim dış politika açılımlarında da, Türkiye AB’yi ABD’ye karşı
bir denge unsuru olarak görmektedir.625Türkiye’nin bugün Yunanistan ve Rusya ile
ilgili politikalarının da geçmişten kaynaklandığını ve Türk güvenlik kültürünün
önemli özelliklerini gösteren örnekleri oluşturduğunu söylemek mümkündür.
1820’lerde bağımsızlığını kazandıktan sonra topraklarını genişletme politikası güden
Yunanistan, Kurtuluş Savaşı tecrübelerinden sonra, günümüze dek gelen sorunlu ve
karşılıklı güvensizliğe dayalı Türk-Yunan ilişkilerinin de başlangıç noktasını
oluşturur.626
Türkiye’nin gerek iç, gerekse dış etkenlerle geleneksel güvenlik kimliğinde
bazı kırılmalar yaşandığı dönemler olduğu görülmektedir.
İç etken olarak öncelikle belirli siyasi partilerin geleneksel yaklaşımlarından
kaynaklanan dönemleri göz önüne almak gerekir. Batılılaşma ve bununla bağlantılı
olarak AB’ye üyelik hedefini Türk güvenlik kimliği öğelerinden biri olarak kabul
edersek, ilkesel olarak AB’ye karşı olmamakla birlikte, AB’nin Kopenhag kriterleri
bağlamında öngördüğü bazı reformlara karşı çıkan MHP yanında, koalisyon ortağı
olarak 1996 yılında iktidara gelen ve AB karşısında İslam ülkeleri birliğini savunan
RP döneminde Batıcılık anlamında güvenlik kimliğinden sapmalar olduğu
saptamasını yapmak mümkündür. Ancak geleneksel güvenlik kimliğinden asıl
kırılma AB karşıtı değil, aksine AB yanlısı olan hükümetler döneminde de
yaşanmıştır. 1983 yılında iktidara gelen ANAP ile 3 Kasım 2002 seçimlerinden tek
başına iktidar olarak çıkan AKP zamanında yaşanan Türk dış politikası gelişmeleri,
bu çerçevede değerlendirilebilir. Her iki parti de geleneksel güvenlik kimliğinde 625 Oğuzlu, ‘Modern Devletten Post-Modern devlete: AB Yolunda Türkiye’nin Yeni Güvenlik İkilemi’, s. 243. 626 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz: Karaosmanoğlu, ‘op.cit., s.202 vd.
309
yarattıkları kırılmalar neticesinde uluslararası işbirliğine daha yatkın bir yaklaşım
sergilemişler, AB ile daha yakın ilişkiler kurmuşlardır. Her iki partinin de Batıcılık
ilkesini sürdürdüğü söylenebilirse de, statükoculuk konusunda başarılı olup
olmadıkları tartışmalıdır.
Başbakan Turgut Özal döneminde başta Dışişleri Bakanlığı olmak üzere
bürokrasinin devre dışı bırakıldığı durumlara sıklıkla rastlanmaktadır. Özal
döneminde Körfez savaşı örneğinde olduğu gibi kişisel ilişkilerle yürütülen ve salt
ABD’ye dayalı olarak sürdürülen diplomasi, Türkiye’nin özerkliğini yitirmesine
neden olmuştur.627 Bu dönemde, Türk özel sektörünün de savunma sanayi alanında
yatırıma yöneldiği görülmektedir. Özel sektör ile ordu arasındaki iş ilişkilerinin
gelişmesi, askeriye’nin devlet merkezli düşünce yapısında değişikliklere neden
olmuştur.628Bunun yanında Orta Doğu işlerine karışmama şeklindeki geleneksel
Soğuk Savaş politikası da değişmiştir. AKP döneminde ise, Soğuk Savaş sonrası
değişen koşulların aktif bir politikayı gerekli kılması yanında özellikle AB ile
ilişkilerde, Kıbrıs ve Ege sorunları gibi milli dava olarak adlandırılan konularda
statükoyu değiştiren ve kimi çevrelerde taviz olarak addedilen politika değişiklikleri,
AB’nin özellikle Kıbrıs politikasındaki eleştiriye açık noktalarla birleştiğinde genel
Türk dış politikası özelliklerinden farklı bir nitelik arzetmektedir.
Dış etken olarak, Soğuk Savaşın sona ermesi, Türkiye’nin güvenlik
kültüründe başka bir deyişle, Türk sivil ve askeri güvenlik seçkinlerinin uluslararası
olaylara bakışında değişikliklere neden olmuştur. Sovyetler Birliği’nin yıkılışı ile
bağımsızlığını kazanan Orta Asya ve Kafkasya’daki Türkî Cumhuriyetler’le ilişkiler
yoğunlaşmış, sözkonusu gelişme ABD tarafından da desteklenmiştir. Bunun yanında
627 Oran , op.cit.,s.49. 628 Karaosmanoğlu, op.cit., s. 209–212.
310
başta Balkanlar olmak üzere, Orta Doğu ve Karadeniz bölgesi de Türkiye’nin dış
politika açılımlarının yoğunlaştığı ve aktif bir dış politikanın izlenmeye başlandığı
bölgeler olarak karşımıza çıkmıştır. Çok taraflıcılığa yönelik bir eğilim Türk dış
politikasında öne çıkmaya başlamıştır. Körfez Krizinde uluslararası koalisyonla
işbirliği, Balkan operasyonlarında alınan aktif görevler ve KEİ’de alınan inisiyatif
söz konusu çoktaraflıcılığın yansımaları olmaktadır. Özellikle Körfez Krizi
Türkiye’nin Orta Doğu işlerine karışmama ve bölge ülkelerinin çatışmalarına taraf
olmama şeklindeki yaklaşımını değiştirmiştir.629 Böylece geleneksel güvenlik
kimliğinden ayrılan bir politika izlenmeye başlamıştır.
Ancak Türkiye’nin tarihsel olarak reelpolitik açısından tutarlı bir davranış
sergilediği yönünde yaklaşımlar da vardır. Buna göre; sözkonusu davranışın
özelliklerinde değişiklik olmuş, yüzyıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğu
döneminde süren baskın saldırgan (dominant-offensive) bir davranış biçiminden,
baskın savunmacı (dominant-defensive) bir özelliğe kaymıştır. Modern Türkiye,
baskın savunmacı reelpolitik geleneğine devam etmektedir. Osmanlı’nın baskın-
saldırgan olarak tanımlanabilecek yapısı 17. yüzyıla kadar sürmüş, bu dönem
boyunca temel amaç, toprak kazanmak, nüfusu arttırarak güç elde etmektir. 1699
Karlofça Antlaşmasından sonra, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü izleyen
dönemde, savunmacı reelpolitik olarak adlandırılabilecek ve büyük devletler arasında
güç dengesi politikası izlemeye dayalı bir politika izlenmeye başlamıştır.630 Bu
politika yoluyla Osmanlı İmparatorluğu yıkılmadan uzun süre dayanabilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde güvenlik kimliği saldırgan reel politikten,
savunmacı reelpolitiğe kaymıştır. Türkiye Cumhuriyeti döneminde ise savunmacı
629 Ibid., s. 209-212. 630 Ibid., s. 200-201.
311
karışmazlık reelpolitik geleneği liberal ekonomi politikaları ve 1990’larda aktif, çok
taraflı bir dış politikanın uygulanmaya başlanmasıyla değişime uğramıştır.631
Türk güvenlik kimliğinin bazı yönleri konusunda eleştirel yaklaşımlar vardır.
Türkiye’nin geleneksel güvenlik söylemini Cumhuriyetin kuruluşundan beri sivil
askeri bürokrasinin kullandığı toprak kaybı korkusu ve coğrafi determinizm632 olarak
gören bu yaklaşıma göre; bu durumun AB sürecinde sorgulanmaya başlanması AB
yandaşı ve AB karşıtı safların belirginleşmesini de sağlamıştır. Bu yaklaşımda
küreselleşmeye Türkiye’nin verdiği tepkinin rol oynadığı düşünülmektedir. Buna
göre güvenlik gündemini geniş tanımlayan bir ülke olan Türkiye’de,
güvenlikleştirme söylemi sıklıkla kullanılmaktadır.633 Güvenlikleştirme kavramı
konstrüktivist yaklaşımın uzantısıdır. Buna göre, konstrüktivist yaklaşımın temel
varsayımlarından gerçeklerin özneler tarafından nasıl algılandığı ve temsil
edildiğinin söz eylem ile ortaya konması da güvensizliklerin belirlenerek, kendi
kimliğini ortaya koyma sürecini karşılıklı olarak yapılandırır. Bu durumun mantıksal
uzantısı, tehditlerin sosyal ve kültürel olarak devlet yetkilileri tarafından söylem
yoluyla üretilmiş olmalarıdır. Tehditlerin ortaya çıkması bahse konu
güvenlikleştirilme yoluyladır.634 Bu yaklaşıma göre, Türk güvenlik seçkinleri de
Türkiye’nin coğrafyasının daha fazla demokratikleşmeye izin vermeyecek bir ulusal
güvenlik konseptinin kabulünü meşru hale getirmek için kullanmaktadır.635 Bunun
yanında Türk güvenlik kültüründe küreselleşmenin etkisiyle güvenliğe artık daha
fazla araştırma için kaynak ayrılması ve Soğuk Savaş sonrası risklerle askeri araçlar
yanında sivil araçlarla da mücadele edilmesi yönündeki farklı sayılabilecek
631 Ibid., s. 216. 632 Bilgin, ‘Turkey’s Changing Security Discourses: The Challenge of Globalisation’, s. 183. 633 Ibid., s. 175-182. 634Bilgin, ‘Türkiye-AB İlişkilerinde Güvenlik Kültürünün Rolü’ , s.198–200. 635 Bilgin, ‘Turkey’s Changing Security Discourses: The Challenge of Globalisation’, s.186–187.
312
söylemlerde bile askeri araçlar önceliğini kaybetse de geleneksel stratejik
yaklaşımlar geçerliliklerini korumaktadır.636 Küreselleşme etkisi ile ulusal güvenlik
söylemi tartışmaya açılsa da, yakın gelecekte de özellikle askerin siyasetteki ağırlığı
nedeniyle bu söylemde bir değişiklik olmayacağını söylemek mümkündür. Ancak
sivil unsurların etkisizliği ve dış ve güvenlik politikasındaki ilgi eksikliğinin de bu
duruma yol açtığını da belirtmek gerekir.637 ‘Devlet sınırlarının içinde kalan alanın
güvenli, dışında kalan alanın anarşik ve güvensiz olduğu’ şeklinde tarif edilebilecek
içeri-dışarı varsayımına dayalı mevcut ulusal güvenlik anlayışı ile devlet sınırları
dışında başta devlet dışı aktörler ve medya olmak üzere pek çok aktörün ortaya
çıkması şeklinde tarif edilebilecek küreselleşmenin getirdiği güvenlik sorunlarına
etkili çözümler geliştirmenin mümkün olmadığı yönünde yaklaşımlar vardır. 638
Ancak geleneksel güvenlik kimliği eleştirilerinde dikkate alınması gereken
nokta; gerek AB, gerekse Türkiye’nin zaman zaman güvenilirlik sorunları nedeniyle;
Türkiye’nin AB üyeliğinin sonucunun resmi olarak ilan edilmiş adaylık statüsüne
rağmen kimi zaman şüpheyle karşılanmasıdır. Bu çerçevede üye olunana kadar
geçecek ara zamanda; geleneksel güvenlik kimliği savunmaya odaklanmış bir ülke
olan Türkiye’nin yeterli güvenilir ve kesin bir söz olmadan güvenlik açısından
endişeye sürüklenebileceği tedbirleri almaktan imtina etmesi söz konusu
olabilecektir.
Türk güvenlik kimliğinin statükoculukla özdeşleşen Batıcılık ilkesi
konusunda da eleştirel bazı yaklaşımlar vardır. Buna göre; Batılılaşma amacı
Türkiye’nin 1980 ve 1990’lar boyunca kimlik problemine vurgu yapılmasına neden
olmuş, dış politikasında da zaman zaman diğer devletler bakımından kafa karıştırıcı 636 Ibid., s. 193. 637 Ibid., s.194–197. 638 Bilgin, ‘Türkiye-AB İlişkilerinde Güvenlik Kültürünün Rolü’ s. 215.
313
bir nitelik yaratmıştır.639 Bazı yazarlara göre Türkiye’nin Batılılaşma tanımı
problemlidir. Zira Kemalizmin Batılılaşma ya da Avrupalılaşma tanımı dardır,
Türkiye’nin Batı tanımı ile AB’nin “Batı” tanımı arasında fark vardır. Türkiye’nin
Batılılaşma politikası, Avrupa’nın koyduğu çoğulculuk, demokrasi ve insan hakları
konularındaki kuralların gerisine düşmektedir. Bunun yanında, Türkiye’de
Batılılaşma tanımı, Türkiye ve Avrupa arasındaki tarihi ve kültürel farklılıklar
yanında Türkiye’nin kendi içindeki farklılıkları görmezden gelecek derecede dar
şekilde tanımlanmaktadır.640 Buradaki paradoksu değiştirebilmek için çözüm, Rusya,
Japonya ya da İsrail örneklerinde olduğu gibi, Türkiye’nin de “Batıcı” ancak özü
itibariyle Batılı olamayacak bir tanımı benimsemek olacaktır. Bu durumda kendi
kültürel ve kimliksel özelliklerinden vazgeçmeden Batı tipi ekonomik ve politik bir
yapılanmayı benimseyebilecektir. Böylece AB ve Türkiye arasında yaşanan kimlik
problemi çözüme kavuşabilir. 641
Türkiye’nin güvenlik kimliğinin bir öğesi olarak askerin politikadaki rolü
değinilmesi gereken önemli bir noktayı oluşturmaktadır. AB sürecinin kurumsal
temelde etkileriyle azalan rolüne dikkat çekilse de, tarihsel ve kültürel olarak,
ordunun Cumhuriyetin kuruluşundaki rolü, devletin bekasını iç ve dış düşmanlardan
koruma anlayışı gibi etkenler, ordunun Türk siyasetindeki ağırlığının korunduğunu
göstermektedir.
639 Aydın, ‘Securitization of History and Geography: Understanding of Security in Turkey’, s. 170. 640 Buzan ve Diez, op.cit., s. 44. 641 Ibid., s. 49-50.
314
2. AB ile ilişkilerde güvenlik kimliği faktörü
Yukarıda incelendiği gibi, AB Dış ve Güvenlik politikasının Türkiye’ye
etkisinin, bir başka deyişle Türkiye’nin dış politikasının Avrupalılaşmasının
incelenmesinde; AB ortak tutum, eylem ve deklerasyonlarına ve bölgesel politikalara
uyum konusunda Türkiye’nin çıkarlarının ve hassasiyetinin fazla olduğu alanlar
dışında ciddi bir uyumsuzluk olmadığı görülmektedir. Kıbrıs, Ermenistan, AGSP
konuları başta olmak üzere varolan uyumsuzluk noktaları dışında, Avrupalılaşmanın
siyasi Avrupalılaşma şeklinde tarif edilmesi sonucu uyumsuzluğun daha fazla olduğu
görülmektedir. Zira bu durumda başta Kopenhag kriterleri olmak üzere, yukarıda AB
güvenlik kimliği özellikleri kısmında bahsi geçen değerleri yayma üzerine kurulu bir
dış politika oyuncusu olma yolundaki AB ile Türkiye politikalarının uyumlaştırılması
söz konusu olacaktır.
Bu çerçevede AB ile geniş anlamda tarif edilen bir Avrupalılaşma
çerçevesinde uyumsuz addedilen Türkiye’nin güvenlik kimlikleri arasındaki farkın
ne zaman ve nasıl oluştuğu sorusu önem kazanmaktadır.
Öncelikle AB ve Türkiye arasındaki güvenlik kimliği farkının; değişen
uluslararası koşullar neticesinde farklılaşan AB’nin Türkiye’ye bakışından
kaynaklandığı belirtilmelidir. Bu durumda, Soğuk savaş dönemi ve sonrasında
AB’nin güvenlik anlayışı bakımından nasıl bir değişim geçirdiğine ve bu durumun
Türkiye ile ilişkilerini nasıl etkilediğine bakmak gerekir.
Öncelikle Türkiye ile AB (AT) arasında Soğuk Savaş döneminde göreli bir
stratejik kültür uyumunun olduğu görülmektedir. Hatta güvenlik ilişkileri, Türkiye ve
Avrupa’yı İkinci Dünya savaşından sonra birbirine bağlayan en önemli noktadır.
Türkiye’nin Avrupalı kimliği her sorgulandığında; güvenlik ilişkileri Türkiye’yi
315
tekrar Avrupaya bağlama görevi görmüştür. Ancak bu durum Soğuk Savaş ertesinde
değişmeye başlamış ve artık Türkiye’nin Avrupa için yük ve güvensizlik unsuru
olduğu dahi söylenmiştir. Bu durum Türkiye-AB arasında bir “kültür çatışması”na
neden olmuştur.642
Soğuk Savaş dönemindeki uyumun nedenlerinden biri; Türkiye’nin Batı’nın
önemli bir stratejik ortağı olarak NATO üyesi olması, o dönemde ekonomik
bütünleşmeye önem ve ağırlık vermiş olan AB’nin ise güvenliğini, tamamen NATO
aracılığı ile idame ettirmesidir. Böylece, AB güvenlik sorunlarına henüz gelişim
aşamasında olan kendi güvenlik yapılanması yerine NATO düzenlemeleri
çerçevesinde çözüm bulunmaya çalışmıştır. Bu durumda önemli bir NATO üyesi
olan Türkiye’nin Avrupa’nın değerleri ve kimliği açısından değerlendirilmesi
gündeme gelmemiştir.
Türkiye’nin 1959 yılında AET’ye yaptığı ortaklık başvurusuna da
kamuoyunun aksine resmi çevrelerin etkisiyle olumlu bakılmıştır. Bunun nedeni de
stratejiktir. 1980’li yıllardan itibaren stratejik önem nedeniyle Türkiye’ye atfedilen
önem yerini, AB’nin değişen uluslararası kimliği doğrultusunda Türkiye’ye karşı
insan hakları ve demokratikleşme nedeniyle eleştirilere bırakmıştır.643
NATO çerçevesinde gelişen zorunlu birliktelik bir yana; modernizm-
postmodernizm paradoksunda, Soğuk Savaş dönemi boyunca AB’nin modernizm
temellerine vurgu yapması başka bir deyişle, modernizmin o dönem boyunca temel
aldığı ulus-devlet, merkezi ve üniter yapı gibi bazı özelliklerin, Avrupalı devlet
642Pınar Bilgin,‘Clash of Cultures? Differences Between Turkey and European Union on Security’, Karaosmanoğlu ve Taşhan, op.cit., s.25. 643 Oran, op.cit.,s.326-327
316
tanımlaması çerçevesinde Türkiye’ye uyması gibi nedenler, Türkiye ile AB’nin
uyumlu güvenlik kimliklerine sahip olmalarını sağlamıştır.644
Soğuk Savaş döneminde, bireyin ya da toplumun değil, devletin güvenliğine
önem veren bir güvenlik anlayışı mevcuttur ve ideolojik ve kimliksel faktörlerin
henüz tehdit algılamalarında yerini almadığı dar bir güvenlik tanımlamasına gidildiği
görülmektedir. Soğuk Savaş sonrası dönemde ise, artık tehdit kavramının yerini risk
kavramının almaya başladığını, Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi tanımı belli
tehditlerin yerini, nereden geleceği önceden belirlenemeyen unsurlar ve asimetrik
savaş tehdidinin aldığı görülmektedir. Bunun yanında, küreselleşmenin etkileri ile
iletişim olanaklarının artması, bilişim suçlarını ve kapsamı daha da genişletmiştir.
Artık Soğuk Savaş dönemindeki ulus-devlet güvenliğinin sağlanması amacı yerini,
bireylerin ve toplumun korunması da dâhil olmak üzere devletlerin iç işlerinin
önemli hale gelmesine bırakmıştır. Bu durumda Soğuk Savaş sonrası dönemde artık
kolektif savunma değil, kolektif güvenlik kavramının öneminden bahsetmek yerinde
olacaktır. Bir devletin güvenliği, ekonomik güvenlik de dâhil olmak üzere diğer
devletleri de yakından ilgilendirir hale gelmiştir.645 Bu durumda AB’nin kendi iç
dönüşümü yanında, küreselleşen güvenlik ortamının gereklerine cevap verme
refleksinin farklılaşmayı yaratan önemli unsurlar olduğu görülmektedir.
AB’nin güvenlik risklerine cevap vermede geliştirdiği yöntemler ve kendi iç
gelişimi neticesinde postmodern bir yapılanma şeklinde ortaya çıkması ile
Türkiye’den farklılaşmasının yanında bazı başka faktörlerden de sözedilebilir.
Buna göre, Türkiye’nin coğrafyasının, Türkiye’nin post-modern bir güvenlik
anlayışı benimsemesine pek olanak sağlamadığı ve modern devlet niteliklerine 644 Oğuzlu, ‘Modern Devletten Post-Modern devlete: AB Yolunda Türkiye’nin Yeni Güvenlik İkilemi’, s.241. 645Ibid.,s. 221-223.
317
devam etmeye zorladığı şeklinde yaklaşımlar da vardır.646 Türkiye’nin Soğuk Savaş
öncesi ve sonrası izlediği temel dış politika yönelimlerinde büyük çaplı bir değişiklik
olmamıştır. Çevre bölgelerde izlenen aktif politika yine temel güvenlik kimliği
parametreleri ihlal edilmeden izlenmektedir. Ancak yine de Soğuk Savaş sonrası
ortaya çıkan tehditlerle mücadele etme gereği de devam etmektedir.
Türkiye ve AB arasında farklı güvenlik politikaları Soğuk Savaş sonrası hayli
belirginleşmiştir. Soğuk Savaş sonrası Türkiye’nin güvenlik gündemindeki
genişleme de devlet-merkezli ve asker odaklı olmuş ve bu durum AB ve Türkiye’nin
güvenlik kültürleri arasındaki farkı daha da arttırmıştır.647AB’nin kendi iç
gelişmelerinin hayli önemli olduğu ve artık bir güvenlik kimliği profilinin ortaya
çıkmaya başladığı göz önüne alınırsa, Türkiye’nin güvenlik kimliğinde Soğuk Savaş
öncesi ve sonrasında ciddi bir değişiklik olmayışı asıl ayrılığı yaratmıştır.
Türkiye Soğuk Savaş sonrası dönemde dışarıya dönük ve aktif bir politika
izlerken, AB, kuruluş amaçlarına da uygun olarak, İkinci Dünya Savaşında yaşanan
maddi ve manevi kayıpların etkisiyle daha içe dönük ve pasifist bir politika
izlemiştir. Nitekim AB’nin insan hakları ve demokratikleşme odaklı politikaları, dış
politikasının da önemli araçları haline gelmişlerdir. Bu çerçevede, ‘Avrupa’nın
jeopolitik ufku daralırken, demokratik ufku genişlemiş, Türkiye’de ise tam tersi
olmuştur. Böylece Türkiye ile Avrupalı müttefikleri arasında Soğuk Savaş sırasında
mevcut olan stratejik kültür birlikteliği ortadan kalkmıştır’648
AB’nin farklılaşan güvenlik kimliğinin etkileri her ülke için farklı sonuçlar
yaratmıştır. Örneğin küçük ülkelerin durumları, Türkiye ile karşılaştırma yapmak
646 Ibid., s.237. 647 Bilgin, ‘Türkiye-AB İlişkilerinde Güvenlik Kültürünün Rolü’, s. 216. 648 Ali Karaosmanoğlu, Türkiye Açısından Avrupa Güvenlik Kimliği: Jeopolitik ve Demokratik Ufuk: Türkiye’nin Dış Politika Gündemi, Kimlik, Demokrasi, Güvenlik, (der: Şaban Çalış, İhsan Dağı, Ramazan Gözen, Liberte, Ankara, 2001, s.67.
318
açısından ilginçtir. Soğuk savaş sonrası ilk on yıl, AB içindeki küçük ülkelerin
güvenlik kimlikleri AB güvenlik kimliğiyle uyumludur. Bu ülkeler geleneksel küçük
ülke güvenlik kimliği özelliklerinden tarafsızlıklarını korumak ve uyuşmazlıkların
barışçıl yollarla çözümü ve yumuşak güvenlik özelliklerini korumuşlardır. Bunun
yanında AB güvenlik politikasının kurumsal özellikleri sözkonusu ülkelerin
otonomilerini koruyarak etkilerini arttırmak şeklindeki özelliklerini sürdürmelerine
yardım etmiştir. ODGP içinde bazı özelliklerden yararlanarak belli politikalara
katılmama hakları olduğu gibi, belirli konulardaki önceliklerini AB gündemine
taşıma imkânı bulabilmişlerdir. Bu ülkeler sözkonusu dönem içinde kendilerini
Soğuk savaş döneminin büyük güç rekabetinden kurtaran AB güvenlik yapılanmasını
benimsemekte güçlük çekmemişlerdir. 649
Ancak orta büyüklükte bir devlet olan Türkiye için durum farklıdır.
Türkiye’nin güvenlik kimliği, başta kavşak noktasında yer alan coğrafyasının
getirdiği zorluklar olmak üzere küçük ülke güvenlik kimliği özelliklerinden farklı
olarak belirli politikalara uymak olarak değil, kendini ortaya koymak olarak tezahür
edebilmektedir. Bunun da ötesinde Soğuk Savaş sonrası dönemden sonra ilk on yıl
içinde yumuşak güç biçiminde tarif edilen AB özellikleri küçük devlet güvenlik
kimliği özelliklerine uyarken, Türkiye kendisini daha aktif bir politika yapılanması
içinde bulmuştur. Bu durumda küçük ülkeler gibi kendisini koruyacak bir şemsiye
arayışından çok, Soğuk Savaş ertesinin ortaya çıkardığı fırsatları kullanabileceği bir
ortam arayışına girmiştir. Bu bağlamda aslında Türkiye’nin AB dış ve güvenlik
politikası gereklerini tam da o dönemde yerine getirmesi kendisini kısıtlayıcı bir
ortamda hissetmesine de sebep olabilecektir.
649Anders Wivel, ‘The Security Challenge of small EU member states: Interests, Identity and the Development of the EU as a Security Actor’, JCMS 2005 Volume 43, number 2, s. 393-400.
319
Soğuk Savaş sonrası belirgin hale gelen güvenlik kimliği farklılığının
kaynağının Soğuk Savaş dönemi politikaları olduğu yönünde yaklaşımlar vardır.
Buna göre; kültürü değişmez, sabit, önceden belirlenmiş olarak gören anlayışın
tersine, konstrüktivist uluslararası ilişkiler kuramlarının yaklaşımı esas alınarak,
güvenlik kültürünün dinamik olduğu varsayılmaktadır. Bu noktadan hareketle,
‘toplulukların kimlik, çıkar ve güvenliklerini temsil ettikleri esnada yeniden
ürettikleri’ kabul edilirse, Türkiye ve AB’nin Soğuk Savaş döneminde güvenlik
kültürlerin yeniden üretilmesi sürecinde birbirlerinden uzaklaşma döneminde
oldukları, farklılığın ortaya çıkışının da Soğuk Savaş sonrası olduğu
düşünülmektedir.650 Soğuk Savaş sırasında Türkiye ve AB güvenlik kültürleri
birbirinden nasıl uzaklaşmışlardır? Öncelikle yine konstrüktivist çerçeve
kullanılarak, gerek AB gerekse Türkiye’nin karşılıklı ilişkilerinden kaynaklanan
güvensizliklerinin sürekli olarak yeniden üretildiği görülmektedir. AB’nin Türkiye
hakkında ürettiği temel güvensizlik, 1950’li yılların başından itibaren oluşturmaya
çalıştıkları asker odaklı ve devlet merkezli olmayan güvenlik topluluğunun
parçalanması korkusunun, Türkiye’ye verilecek serbest dolaşım hakkı gibi
serbestiler, göç olgusu ve Türkiye’nin Kürt sorunu ve terör sorununu Avrupa’ya
ihraç etmesi ile gerçekleşebileceği endişesidir.651Türkiye’nin AB konusunda ürettiği
güvensizlik ise; AB’nin Kopenhag kriterleri çerçevesinde gerçekleştirilmesini
istediği birtakım yasal değişikliklerin, çok özel bir coğrafyada bulunan ve kendine
has sorunları olan Türkiye’nin milli güvenliğini tehdit edeceği endişesidir. 652
Güvenlik kültürlerinin farklılaşmasının yanında, Türkiye ve AB arasında
karşılıklı olarak birbirinin koşullarını anlamama yönünde bir yaklaşım 650Bilgin, ‘Türkiye-AB İlişkilerinde Güvenlik Kültürünün Rolü’, s.194-195. 651Ibid., s.196-205. 652Ibid., s.196 ve 202.
320
geliştirmişlerdir. AB yetkilileri, Soğuk Savaş döneminde NATO’nun sağladığı
istikrar ortamının etkisi ile sert güvenlik tehditleri ile meşgul olan Türkiye’nin
durumunu anlayamazken; Türkiye de AB’nin geliştirdiği güvenlik kültürünün
yarattığı ve Türkiye’nin üyeliği ile pekişecek göç gibi konulardaki AB endişelerini
kavrayamamıştır.653
Bu nokta; Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde yaşadığı güvenlik ikilemine işaret
etmektedir. Türkiye modernizm ilkeleri ile inşa edilmiş bir ulus devlet olarak, post-
modern özellikler arzeden AB süreci ile daha güvenlikli bir yapıya mı kavuşmaktadır
yoksa daha güvensiz bir hale mi gelmektedir? AB açısından yaşanan ikilem ise,
AB’nin uluslararası alanda ortaya koyacağı (güvenlik) kimliğin oluşturulmasında
Türkiye ile ilişkisinin önemli rol oynadığı gerçeğidir.654 Bu durumda, ‘Türkiye AB
için sadece kültürel bir test değil, aynı zamanda da ve daha da önemlisi jeopolitik
testtir’655
Gerek Türkiye, gerekse AB’nin birbirleriyle ilişkileri çerçevesinde ortaya
çıkan güvenlik ikilemi, güvenliklerini sağlamak için kullandıkları yöntem
farklılıkları nedeniyle daha da artmaktadır. Buna göre, AB’nin post-modern anlayışı;
egemenliğin tek bir merkezde toplanmayıp, supranasyonal ve bölgesel anlamda da
kullanılması, çok-kimliklilik, bireyin ön plana çıkması, insan hakları ve liberalizmin
yüceltilmesi ve yaygınlaştırılması şeklinde tezahür etmiştir. Aslında Avrupa’nın
ikilemi de buradadır. AB supranasyonal ve bütünleşme yanlısı olarak gelişimini
sürdürür ve bu şekilde küreselleşme ve Soğuk Savaş sonrası ortam tehditlerini
653 Ibid., s. 217. 654 Oğuzlu, ‘Modern Devletten Post-Modern devlete: AB Yolunda Türkiye’nin Yeni Güvenlik İkilemi’, s. 220 . 655Fuat Keyman, Amerikan Yüzyılı ve Türkiye, http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2vehaberno=2363, 13.07.2003, erişim tarihi, 20.07.2007.
321
bertaraf edebileceğini düşünürken, AB vatandaşları paradoksal olarak,
bütünleşmenin ve genişlemenin ulusal kimliklerini aşındırması gibi bütünleşme
sonucu öngöremedikleri farklı tehditlerle karşı karşıya kalmışlardır. Sözkonusu
ikilemi çözebilmek için AB bir yandan bütünleşme sürecine ağırlık verirken, öte
yandan Soğuk Savaş sonrası dönemin riskleriyle mücadele edebilmek için kendi
toplumsal ve sosyal modelinin çevre ülkelerine yayılması yoluna gitmiştir. Türkiye
gibi modern güvenlik anlayışını devam ettiren ülkelerde ise devletin güvenliği halen
en önemli amaç olarak ortaya çıkmakta, Soğuk Savaş sonrası dönemin tehditleri hala
geleneksel yöntemlerle çözümlenmeye çalışılmaktadır. Sözkonusu yöntem
uyuşmazlığı nedeniyle bu ülkelerin daha az güvenlikli bir yapıya ulaşması olasılığı
yüksek olduğundan ciddi bir güvenlik ikilemiyle karşı karşıyadırlar. Postmodern
anlayışın en önemli özelliklerinden biri, kimlik politikalarının olabildiğince etkin
olmaya başlaması ve bireylerin etnik, kültürel, sosyal kimliklerini meşrulaştıracak
yollar aramasıdır. Bu durumda aksi bir örgütlenme modeline sahip modern devletler
kimlik politikalarında, farklı kimlikleri dikkate alacak şekilde düzenlemeler yapma
gereği duymaya başlayacaklardır ki, bu durum modern devletlerin bizatihi kendileri
tarafından bir tehdit olarak algılanmaktadır.656
Türkiye ile AB’nin güvenlik kimliklerinin farklılaşmasının bir diğer nedeni
de, Türkiye-AB ilişkisinin diğer boyutlarının da etkisiyle karşılıklı olarak gelişen
ilişki tarzında yatmaktadır. Türkiye aslında daha fazla güvenlik elde etmek için
AB’ye yaklaşırken, AB’nin öngördüğü kriterler ve başka birçok nedenin
etkileşimiyle Türkiye’ye net bir üyelik perspektifi vermemesi karşılıklı olarak
güvensizlik yaratmıştır. Bu durumda AB’nin Türkiye için öngördüğü reformlar
656 Oğuzlu, ‘Modern Devletten Post-Modern devlete: AB Yolunda Türkiye’nin Yeni Güvenlik İkilemi’, s. 227–234 ve 236.
322
Türkiye tarafından ülkenin güvenliğini tehlikeye atan adımlar olarak
değerlendirilmiştir. AB üyeliği garanti edilmedikten sonra, sözkonusu üyelik için
atılacak radikal adımların ülke bütünlüğünü tehdit edebileceği yönünde bir kanaat
oluşmuştur.657 Oğuzlu’ya göre, aslında Türkiye’nin güvenlik endişesi olarak gördüğü
konu AB’nin öngördüğü reformlar değil, AB’nin Türkiye’ye üyelik için net mesajlar
vermemesinden kaynaklanmaktadır. AB Türkiye’ye net mesajlar vermedikçe
Türkiye’nin endişeleri devam edecektir. 658
Türkiye’de iç ve dış güvenlik tanımı oldukça nettir. İç güvenliğin tanımında
Kürt milliyetçiliği ve radikal islam ilk sıralarda yer alırken, dış güvenlik realist
perspektiften değerlendirilmektedir.659 AB’nin öngördüğü reformlar, iç güvenliğin
sağlanması konusunda endişelere neden olduğundan, AB projesine Türkiye’de
geleneksel olarak güvenlik kimliğinin taşıyıcısı kurumların şüpheyle yaklaştığı
görülmektedir. Bu durumda geleneksel olarak güvenlik kimliği taşıyıcısı kurumlar
AB reformlarının keskin çizgilerle tanımlanmış ve kırmızı çizgilerle belirlenmiş iç
güvenlik tanımlamalarını ihlal ettiği için AB’ye karşı çıkmaktadırlar.
Bunun sonucu olarak bu kurumlar, Türkiye’de ekonomik istikrarsızlığı,
geleneksel askeri tehditlerden daha önemli gören AB taraftarı grupla karşı karşıya
kalmaktadırlar.660 Nitekim AB taraftarlığını en açık biçimde yapan TÜSİAD, 1997
yılında Türkiye’nin yerine getirmesi gereken reformlara ilişkin hayli tartışma yaratan
bir rapor yayınlamış ve ordu ve bazı kesimlerin eleştirileri ile karşılaşmıştır.
TÜSİAD 2002 yılında da kültürel haklar ve Kıbrıs sorununun çözümü konusunda
girişimlerde bulunmuştur. Bunun yanında, Türkiye’de ordunun ekonomik alanda da
657 Ibid.,s.242. 658 Ibid., s. 243–244. 659 Gülnur Aybet, ‘Turkey and the EU After the First Year of Negotiations: Reconciling Internal and External Policy Challenges’, Security Dialogue 2006:37, s. 529. 660 Ibid.,Idem.
323
ciddi bir ağırlığı bulunmaktadır. Bu durumda TÜSİAD gibi uluslararası iş
çevreleriyle bütünleşmek için kuruluşların çabaları askeri ve güvenlik seçkinleri
tarafından eleştirilmektedir. Zira bazı yazarlara göre bu durumda ordu sahip olduğu
ayrıcalıklı pozisyonunu kaybedecektir ve ordunun ekonomik alandaki ağırlığı, Türk
iş çevrelerinin reformlar için baskı yapmasını sınırlamaktadır.661
Kimi yazarlara göre AB-Türkiye ilişkilerinin nasıl bir seyir izleyeceği her iki
tarafın iç politikaları ve kimlik tanımlamalarıyla yakından ilgilidir. Bu çerçevede,
AB’nin Türkiye ile ilgili kararının AB tarafında Avrupalılığın tanımı ve Türkiye
Avrupalı mıdır? değil midir? sorusuna kilitlendiği belirtilmektedir.662 Aynı
doğrultuda bir başka yaklaşıma göre, güvenlik kültürü farklılığını vurgulayan tezlerin
ötesinde Türkiye ve AB arasında en önemli farkın, ulus üstü/sonrası bir yapılanma
içinde olmayıp, ulus devlet egemenliği pratiklerini sürdüren ve pekiştiren Avrupa ile
öteki olarak gördüğü Türkiye’nin kimlik farklılığıdır. Kimlik farklılığı, AB’nin
Türkiye’yi kabul etmeme/dışlaması için temel neden haline gelmektedir. Bu durum
AB’nin ulus-devlet fikrini aşamamasının sınırlılıklarından beslenmektedir. Buna
göre salt dış politika anlamında değil, iç siyasal bağlamda da ele alınması gereken
Kopenhag kriterleri kapsamındaki demokratikleşme gerekleri yerine getirilirse,
Türkiye’nin dönüştürülebileceği ve AB güvenlik kimliğini benimseyebileceği
yönünde yaklaşımlar, Türkiye’nin AB tarafından tamamen kültürel fark açısından
değerlendirilmesi nedeniyle gerçekçi değildir.663
Ancak bu görüşün aksine; kimlik ve çıkarları değişmez ve önceden
belirlenmiş olarak tarif eden ve Türkiye-AB ilişkilerindeki güvenlik kültürü
661 Öniş, ‘Domestic Politics, International Norms and Challenges to the State: Turkey-EU Relations in the post Helsinki Era’, s. 20-21. 662 Buzan ve Diez, op.cit.,s. 41-42. 663Özlem Kaygusuz, ‘Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerinin Çıkmazları: Güvenlik, Ulus-Devlet Felsefesi ve Kimlik’, Mülkiye Cilt: XXX, Sayı:251,s. 115–129.
324
farklılıklarını uzlaşmaz olarak tarif eden geleneksel yaklaşımların tersine;
konstrüktivist yaklaşımın içinde yer aldığı eleştirel yaklaşımların ilişkileri yapıcı bir
şekilde değerlendirmeyi sağlayacağı şeklinde görüşler vardır. Buna göre; her iki
tarafın güvenlik kültürlerinin farklı gelişimlerini ve nedenlerini anlamanın aradaki
uçurumu kapatmada önemli bir faktör olacağı ve karşılıklı anlayışın geliştirilmesinin,
sözkonusu farkın giderilme ihtimalini de getireceği düşünülmektedir. Bunun yanında
konstrüktivist yaklaşım çerçevesinde, kimlik ve çıkarların birbirini yapılandırdığı
varsayımından hareketle, Türkiye’nin Soğuk Savaş yıllarında Avrupa güvenliğinin
Sovyet tehdidine karşı koruyucu kalkan olduğu söylemi yerine, güvenlik topluluğu
girişimine katkı yaptığı şeklinde bir yaklaşım Türkiye’nin gelecekte yapacağı
katkıları da bu çerçeveden değerlendirmeye yardımcı olacaktır. 664
Türkiye açısından ise güvenlik konusunu da kapsar biçimde AB’ye ilişkin
tartışmaların Türk iç politikasındaki safları belirginleştiği görülmektedir. Buna göre,
Türkiye’nin AB’ye katılımı AB içindeki kimlik sorunları ve tartışmalarını arttırken,
aynı durum Türkiye için de geçerlidir.
Bu durumda, yukarıda bahsi geçen güvenlik ikilemi kavramının uzantısı,
Türk dış politikasında temel tercih ve yönelimlerin belirlenmesinde Türk kimliğinin
analiz edilmesi gereğidir. Buna göre; şu anda süregelen laik Kemalist seçkinler ile
İslamcılar arasındaki kimlik çatışması Türk dış politikası gelişmelerinde büyük rol
oynamıştır.665 Buna göre; Cumhuriyetin ilk yıllarında Kemalist yönetici kesimin
etkisi ile Batı ile bütünleşmeye yönelik bir politika izleyen Türkiye, Türkiye’nin
664Bilgin, ‘Türkiye-AB İlişkilerinde Güvenlik Kültürünün Rolü’, s. 218–220. Aynı doğrultuda bir yaklaşım için bkz: Bahar Rumelili, ‘Negotiating Europe: EU-Turkey Relations from and Identity Perspective’, Insight Turkey, Vol: 10/No.1/2008,s.97-110. Rumelili, Türkiye ve AB arasındaki kimlik farklılığının kendisinin dahi konstrüktivist bir perspektiften bir sosyal yapılandırma ve temsil sonucu ortaya çıkmış bir söylem olduğunu belirtmektedir. (Ibid.,s.99). 665 Yücel Bozdağlıoğlu, ‘Modernity, Identity and Turkey’s Foreign Policy’, Insight Turkey, Vol:10, No:1; 2008, s. 55–76.
325
Osmanlı geçmişi ve İslam dinini temel almadan yeni bir ulusal kimlik geliştirmiştir.
Laik kimliğin ve Batılılaşma amacının önceliğiyle Orta Doğu ülkeleri ile de asgari
düzeyde ilişki kurmaya çaba sarfetmiştir. Yeni bir ulusal kimlik yaratmanın
güçlükleri arasında yönetici seçkinler ile sözkonusu kimliği içselleştirememiş halk
arasındaki uçurum belirgin hale gelmiştir. Yeni bir ulusal kimlik inşasının toplum
içinde yarattığı sosyal ve ekonomik zorluklar, kaynağını Kemalizm ilkelerine
tepkiden alan yeni aktörlerin temellerini atmasına neden olmuştur. 1960’lardan
itibaren gelişmeye başlayan İslamcı hareket ve Soğuk Savaş sonrasında milliyetçi ve
İslamcı unsurların Türk siyasi sahnesinde daha da belirginleşmesiyle geleneksel
yönelimde bir takım değişiklikler yaşanmıştır. Bu durum, İslamcı ve milliyetçi
unsurların Kemalist seçkinler ile çarpışmasının doğurduğu kimlik çatışmasının
uzantısıdır. Sözkonusu çatışmanın Türk dış politikasında yansımalarını da kaçınılmaz
olmuştur. AB ile ilişkiler de İslamcı ve laikler arasındaki çatışmada farklılıkların
yaşandığı en önemli dış politika konusu olmuştur. Türkiye’nin AB ile sorunlu
ilişkileri de Türk ulusal kimliğine ilişkin tartışmalara zemin hazırlamaktadır.
Cumhuriyetçi seçkinlerin Batılılaşma hedefinin son basamağını oluşturan AB üyeliği
konusunda İslamcılar, AB’nin Hıristiyan devletlerin oluşturduğu bir birlik olduğu
yaklaşımında idiler. 1990’lı yıllardan itibaren Siyasal İslam Türkiye’nin Batılı
kimliğini tehdit eder hale gelmiştir. 1995 yılında gerçekleştirilen genel seçimlerinden
sonra iktidara gelen RP, Türkiye’nin AB’den dışlanmasının en önemli nedeni olarak
kültürel ve dini bağları görmekteydi. 2002 yılında iktidara gelen AKP yöneticilerinin
İslami geçmişinin yeniden bir İslamcı-Laik çatışmasının sinyallerini verdiği ve bu
durumun dış politikada yansımalarının görüleceği düşünülmekteydi. Buna rağmen
partinin AB hedefi konusunda gayret göstermesi yanında; Kıbrıs ve ABD ile
326
ilişkilerin gerginleşmesine neden olan Irak savaşı konularında statükonun korunması
şeklinde tarif edilen geleneksel politikasını değiştirdiği de görülmektedir. Çok
boyutlu olarak tarif edilen politika bağlamında Müslüman ülkelerle ilişkilere de özel
önem verilmektedir. Bu durumda Müslüman ülkelerle ilişkiler Batı ile olan
ilişkilerde tamamlayıcı olarak görülmektedir. Bu durumda Türk dış politikasının
geleceği, iç politikada süregelen laik/İslamcı kesim arasındaki çatışmanın uzantısında
seyredecektir.
AB’ye üyelik konusunun Türkiye içinde kimlik tatışmalarını etkilemesi salt
laik/İslamcı ekseninde yaşanmamaktadır. AB, ulus devletlerin egemenliğini
kullanmanın yanında, adem-i merkeziyetçi yapıyı da dikkate alan düzenlemeler
içermesi ve transnasyonal sivil toplum kuruluşlarının da politik yapıya dahil
olmalarını sağlaması nedeniyle, özellikle AB’ye aday ülkelerde iktidarı elinde tutan
seçkinlerle, sahip oldukları imtiyazlı statüyü tehdit etmesi nedeniyle olumsuz bir etki
doğurmaktadır. AB’nin post-modern karakterinin getirdiği çoklu kimliklerin
tanınması konusu, azınlık haklarına vurgu yapılmasına neden olmaktadır. Bu
durumda, modernist, ulusalcı özelliklere sahip ve tek kimlik üzerine vurgu yapan
toplumlarda gerilim yaratabilir. Bunun yanında bu tip ulusalcı tepkilerin salt
Türkiye’ye özgü olmadığını da belirtmek gerekir. Ancak Türkiye’nin tarihi mirası ve
ulus-inşa sürecinin özelliklerine bakıldığında Türkiye’deki gerilimin daha fazla
olduğunu söylemek mümkündür.666Azınlık haklarına ana dilde eğitim ve yayın
haklarının verilmesi konusunda Türkiye’de ciddi muhalefetle karşılaşılmaktadır.
Bunun da ötesinde azınlık tanımı konusunda gerek AB, gerekse Türkiye’nin farklı
yorumlamaları bulunmaktadır. Türkiye’nin azınlık tanımı 1923 Lozan Antlaşmasında
666 Öniş, ‘Domestic Politics, International Norms and Challenges to the State: Turkey-EU Relations in the post Helsinki Era, s.11-12.
327
belirlendiği üzere gayri-müslimleri kapsamaktadır. Bu durumda farklı etnik
kökenden gelenler de Müslüman çoğunluk içinde sayılmaktadır. Azınlık tanımının
yeniden yorumu veya anadilde eğitim konuları özellikle MHP ve ordunun
muhalefetiyle karşılaşmaktadır. 667
Askerin politikadaki yeri de AB’nin hassas olduğu bir konudur ve MGK
askerin ağırlıkta olduğu yapısıyla özellikle eleştirilen bir kurum olmuş, kurumdaki
sivil ağırlığın arttırılması yönündeki eleştiriler çeşitli düzenlemelerin yapılmasına
neden olmuştur. Ancak AB’nin üzerinde durduğu salt kurumsal değişikliklerden çok,
askerin ekonomideki ağırlığı olmak üzere toplumdaki etkisinin sınırlandırılmasıdır.
Ancak AB’nin kısa vadede bu nokta üzerinde çok fazla durması, askeriyeyi AB’den
yabancılaştırmaktan başka işe yaramayacaktır.668Askeri ve sivil bürokrasinin AB
sürecinde gerçekleştirilen reformlar ile ortaya çıkan duruma nasıl tepki göstereceği
de belirsizlik gösteren bir mevzudur. Bununla bağlantılı olarak, ülkenin geleneksel
olarak belirlenmiş güvenlik çıkarlarının yeniden tanımlanması, farklı etnik ve dini
grupların taleplerinin egemenlik kavramı ile nasıl bağdaştırılabileceği hususları AB
reformlarının ne derece uygulanabilir olduğunu da belirleyecektir. Ayrıca Kıbrıs
konusunda her iki tarafça atılacak somut ve yapıcı adımlar belirleyici olacaktır. 669
Tüm bu sorunların ötesinde Türkiye’nin ekonomik durumu AB ile
bütünleşmenin önünde ciddi bir engel olarak durmaktadır. Kronik istikrarsızlık ve
krizler Uluslarararası Para Fonu (International Monetary Fund-IMF) ile yürütülen
programlara rağmen düşük üretim-yüksek enflasyon döngüsündeki Türk
ekonomisinde sorun yaratmaya devam etmektedir. Kopenhag kriterlerinin ekonomik
667 Ibid.,s. 12-16. 668 Ibid., Idem. 669 Aydın,‘The Determinants of Turkish Foreign Policy, and Turkey’s European Vocation’, s. 327–328.
328
performansa ilişkin göstergeleri tatmin edilmezse, siyasi anlamdaki kazanımlar da
boşa çıkabilecektir.670Zira stratejik önemin mutlaka ekonomik istikrarla
güçlendirmesi/pekiştirmesi gerekmektedir.671
Türkiye ve AB arasındaki bahse konu güvenlik kimliği farklılıklarının AB ile
ilişkilerde hayli sorun yaratacağı şeklinde yaklaşımlar vardır. Bazı yazarlara göre;
Türkiye gibi modern yapılı bir devletin, üye devletleri arasındaki geçmiş
deneyimlerden dolayı kuvvet kullanma konusunda oldukça dikkatli davranan ve
güvenlik topluluğu amacına yönelik postmodern özellikleri olan AB içine alınması,
sözkonusu amacı zayıflatacak hatta temellerinden sarsacaktır. Türkiye kimi
çevrelerde, Suriye ve İran’la ilişkileri, Irak’la ilgili politikaları bundan da önemlisi
Yunanistan’la ilişkileri nedeniyle, komşularıyla savaşa hazır bir görüntü vermektedir.
Bunun da ötesinde özellikle Orta Doğu ve Sovyetlerin yıkılmasından sonra ortaya
çıkan boşlukta öncelik almaya hazır orta büyüklükte devlet görüntüsünü
pekiştirmektedir. AB’nin postmodern özellikleriyle aslında Yunanistan’ın da AB’ye
alınması hatadır. Bu durumda Türkiye Orta Doğu’da bağımsız bir bölge gücü gibi
davranırsa AB üyeliği ümidini de kaybetmek durumunda kalacaktır.672 Bunun
yanında Türkiye AB dışında kalarak kendisine komşu bölgelerde daha fazla inisiyatif
alma fırsatını yakalayabilecektir. AB içinde olsa, kendisini belirli bir coğrafyaya
sınırlayacaktır. Oysa dışarıda kalarak bölgeler arasında köprü rolü oynama
konusunda daha fazla avantaja sahip olacaktır. 673
Türkiye sistemik bir perspektiften, merkezi olarak hiçbir bölgeye dâhil
olamayan ancak her bölgeyle bir şekilde ilişkisi olan bir aktör olarak tarif
670 Öniş, Domestic Politics, International Norms and Challenges to the State: Turkey-EU Relations in the post Helsinki Era, s.12-16. 671 Wood ve Quaisser, op.cit.,s. 161. 672 Buzan ve Diez, op.cit., s. 51. 673 Ibid., s. 53.
329
edilmektedir.674 Hatta kimi yazarlar sözkonusu durumu AB açısından olumsuz olarak
görmektedirler. Zira Türkiye çevresindeki bölgelerle yakınlığı nedeniyle, birden
fazla alanda çatışma içine girme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu durumda Türkiye
AB içinde olursa, AB’nin Orta Doğu veya Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)
sınırları içinde bir çatışmaya sürüklemesi olasılığını arttırmaktadır.675 Nitekim
Türkiye’nin İsrail ile olan yakınlığının AB içinde rahatsızlık yarattığı çevreler vardır.
AB Yunanistan nedeniyle içine dâhil olduğu çatışma alanlarının sayısını Türkiye
nedeniyle daha fazla arttırmak istememektedir. 676
Ancak; Türkiye ile AB’nin ortak stratejik çıkarlarının olduğu konusu hemen
herkesçe kabul edilen bir gerçektir. Türkiye’nin üç kıtayı birleştiren coğrafyasının,
Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra da önemini koruduğu da bilinmektedir. AB
açısından Türkiye, AB ile Orta Doğu arasında bir ayırıcı ve Balkanlarda da ortak
olarak kabul edilebilecek bir ülkedir. Türkiye açısından ise, AB genel olarak
Balkanlar, özel olarak Türk-Yunan ilişkileri açısından istikrarlı ve destekleyici bir
ortak olarak algılanmaktadır. Bunun yanında, Soğuk Savaş döneminde Sovyetlere
karşı gösterilen birliktelik, Soğuk savaş sonrası Rusya’ya karşı yeniden harekete
geçirilebilir.677 Türkiye’nin önemi 11 Eylül olaylarından sonra daha fazla ön plana
çıkmıştır.
Ortak çıkar vurgusuna rağmen AB’nin güvenlik bakımından uluslararası
alanda ne kadar etkin olmak isteyeceği yolundaki kaygılar ve Türkiye’nin stratejik
öneminin Avrupa tarafından anlaşılamadığına dair Türkiye’de duyulan endişeler bir
yana; Türkiye’nin AB’nin normatif/etik bir güç olarak ortaya koyması ile çelişir
674 Nitekim Buzan ve Diez, Türkiye’yi diğer bölgelerden ayıran “insulator” ve “ peripheral actor” ifadelerini kullanmaktadır. (bkz: Ibid.,s.47). 675 Ibid.,s.47. 676 Ibid., Idem. 677 Ibid., Idem.
330
şekilde Kopenhag kriterlerinin uygulanmasına ilişkin birtakım aksaklıklar yaşaması
farklılığı gözle görülür kılmaktadır.
Bu durumda, Türkiye ile AB arasında mevcut durum şu şekilde özetlenebilir.
‘Türkiye, Avrupalıların jeopolitik ufkunun genişlemesini ümit etmekte, Avrupa ise
daha fazla demokratikleşmesini beklemektedir. Bu iki beklentiyi uzlaştırmak ise
günümüzün problematiğini oluşturmaktadır.’678
AB’nin güvenlik kimliği açısından Türkiye’den farklılaşması açıkken,
Türkiye’nin güvenlik alanında AB’ye bakışına bakıldığında, temel olarak AB
güvenlik yapılanmasını desteklediği ancak yine de ABD görüşüne paralel olarak
sözkonusu yapılanmanın NATO’yu gölgelememesi gereğinin vurguladığı
görülmektedir. Türkiye ile AB arasındaki güvenlik açısından yaşanan gelişmeler
ilişkinin diğer boyutlarından da olumsuz etkilenmektedir. Yine de Türkiye, kendi
güvenlik kimliği gerekleri ihlal edilmediği sürece AB güvenlik yapılanması içinde
yer almaya isteklidir ve Türkiye’nin Avrupa’da oluşan güvenlik yapılanmasının
dışında kalmamak üzere girişimlerde bulunduğu bilinmektedir.
Sonuç olarak, Türkiye’nin AB ile belirgin güvenlik kimliği farklılığının
ilişkilere nasıl yansıyacağının belirlenmesi önem kazanmaktadır. Bu durumda ortaya
çıkan bir diğer soru; güvenlik kimliği farklılığının salt Türkiye’ye mi özgü olduğu,
eğer değilse Türkiye’yi diğer ülkelerden farklılaştıran öğenin ne olduğudur.
AB genişlemelerine bakıldığında, başta MDAÜ olmak üzere pek çok ülkenin
farklı güvenlik kimliği öğeleri olduğu görülmektedir. Sözkonusu farklılık, İsveç,
Avusturya ve İrlanda örneğinde tarafsızlık öğesi iken, Polonya örneğinde
Atlantikçilik olarak görülmektedir. ABD ile ilişkiler konusu diğer bazı AB üyeleri ile
678 Karaosmanoğlu, ‘Türkiye Açısından Avrupa Güvenlik Kimliği: Jeopolitik ve Demokratik Ufuk’: s.69.
331
de paylaşılan bir özelliktir. Ekonomik bakımdan istikrarsızlık da diğer eski aday
ülkelerle ortak özelliklerdendir. Türkiye’nin coğrafyasından dolayı güçlü bir
ordusunun olması ve savunma bütçesinin fazla olması militer görüntüsü
artırmaktadır. Ancak Yunanistan’ın da savunma bütçesi son dönemde azalmaya
başlasa da alındığı zaman oldukça fazla olduğu görülmektedir. Türkiye’yi bu
ülkelerden farklılaştıran öğeler, başta iç sorunları, siyasi kültürü ve coğrafyasından
kaynaklanan modern devlet özellikleri ile kimlik öğesidir. Burada askerin siyasi
sistemdeki rolü sıklıkla altı çizilen bir nokta olmaktadır. Kimlik öğesinden kasıt AB
ile ilişkilerin daha da derinleştirdiği laik-İslamcı tatışmasıdır. Ancak dikkat edilmesi
gereken husus, farklılık olarak nitelendirilen coğrafya ve din öğelerinin dahi AB
Komisyonu tarafından hazırlanan etki raporunda belirtildiği üzere AB’nin çevre
bölgelerle ilişki kurabilmesi için fırsat yaratacak özellikler olarak betimlenmesidir.
Burada da AB’nin sivil, askeri ya da normatif bir güç olarak, gelecekte uluslararası
alanda aktif rol oynamak isteyeceği varsayımından hareket edilmektedir. Bu
durumda Türkiye’nin farklılığını belirgin kılan coğrafyası ve tarihsel özelliklerinin
getirdiği sorumluluklar AB’nin uluslararası kimliğini güçlendirmek için fırsat olarak
görülmektedir. Ancak güvenlik kimliğinin diğer öğelerinden demokratikleşme, insan
hakları, yumuşak güç özelliklerinin daha fazla kullanılması gibi konular farklılık
olarak daha fazla vurgulanmaktadır.
Bunun yanında; AB dış politikasını yürütürken askeri güç kullanımından
ziyade ekonomik ve ticari ağlara önem verdiği ve Kopenhag kriterleri bağlamında
öngörülen kriterler aday ülkeler için dış politika kriteri olarak da görüldüğünden
Türkiye’nin demokratikleşme bağlamında yaşadığı sorunlar bakımından AB ile
Türkiye güvenlik kimlikleri farklılaşmaktadır. Bu tür farklılıklar, katılım öncesi
332
İspanya, Portekiz gibi ülkeler içinde geçerlidir. Ancak; AB’nin dış politika
bağlamında değerlendirdiği demokratikleşme önerileri, Türkiye’nin Kürt sorununu
ve dolayısıyla Sevr sendromunu arttırmaktadır. Bu bağlamda bir diğer farklılık iç
politika-dış politika farklılığıdır. Dış politikanın yürütülmesinde güvenlik kimliği
öğeleri baskın olduğundan dış politikada hassas olunan konularda uyum ancak iç
politik gelişmeler izin verdiği ölçüde sağlanabilmektedir. Bu durumda uyum
derecesini aslında iç politika belirlemektedir.
333
SONUÇ
Türk dış politikasının Avrupalılaşması; AB’nin Türk dış politikasına etkisi ve
Türkiye’nin AB dış politikasına aktarımları çerçevesinde değerlendirilebilir. Konuya
kurumsal yapıda değişiklik ve siyasi uyum kapsamında bir bakış, farklı sonuçlar
ortaya çıkarmaktadır.
AB’nin Türkiye’de dış politikayı belirleyen ve uygulayan kurumsal yapıya
gerek bürokratik reorganizasyon ve uyum, gerekse söylem açısından etkide
bulunduğu görülmektedir. Ancak, bu verinin Avrupalılaşmanın önemli bir göstergesi
sayılan Seçkin Avrupalılaşması konusunda aynı olumlu sonucu yaratmadığı
belirtilmelidir. Zira Türk hükümetleri ve siyasi partilerinin AB konusunda gerekli
siyasi irade gösterememeleri, sivil-asker ilişkilerinde mevcut durumda yapısal bir
dönüşümün olmaması ve sivil toplumun ancak tamamlayıcı bir rolde olması
nedeniyle Seçkin Avrupalılaşmasının gerçekleştiğini söylemek mümkün değildir.
Politika düzeyinde Avrupalılaşma “Siyasa Avrupalılaşması” olarak
tanımlanırsa, AB dış ve güvenlik politikasının 31. Fasıl olarak belirlenen çerçevesi
içinde Türkiye’nin belirli konular (Kıbrıs, AGSP, Ermenistan, Uluslararası Ceza
Mahkemesi statüsü vs) dışında AB ile uyumlu olduğu görülmektedir.
Ancak sözkonusu uyumun dahi belirli sınırlarının olduğu görülmektedir.
Ulusal hassasiyetlere dokunmayan başka bir deyişle güvenlik kimliği özellikleriyle
çelişmeyen konularda AB’nin koşulluluk ilkesinin gerekleri, iç siyasette AB yanlısı
hükümetler varsa hızlı ve sorunsuz olarak yerine getirilmektedir. Ancak iktidarda AB
yanlısı bir hükümet dahi olsa, içte muhalefete (veto noktalarına) maruz kalan milli
davalarda AB gerekleri yerine getirilmemekte başka bir deyişle Avrupalılaşma
durmaktadır. Buna en önemli örnek çalışmada incelenen Kıbrıs konusudur. Bu
334
konuda Avrupalılaşmayı etkileyen önemli bir öğe, AB dış politikasının belirli yanlış
ve eksikliklerini kullanan Güney Kıbrıs’ın Avrupalılaşma kavramının ikinci boyutu
çerçevesinde önceliklerini AB düzeyine aktarma başarısıdır. Bunun yanında
Yunanistan ile ilişkilerin iyileşmesinin büyük ölçüde AB üyesi Yunanistan’ın
Avrupalılaşmasından kaynaklandığı belirtilmelidir. Türkiye’nin Orta Doğu, Rusya ve
Kafkaslar ile ilişkilerinde ise, AB’nin Türkiye dışındaki ülkeler üzerindeki etkisinin
sınırlı olmasından dolayı, önemli bir etken olamadığını ancak sözkonusu ülkeler
nezdinde aday ülke olmasından dolayı Türkiye’nin ilişkilerini geliştirebildiği
söylemek mümkündür. Ancak bu bölgelerle ilişkilerde Türkiye’nin dış politikasını
belirleyen noktanın kendi iç politikası olduğunu ve özellikle Orta Doğu ilişkiler
bağlamında temel etkenin, Türkiye’nin kendi iç sorunları olan Kürt milliyetçiliği ve
terörizm ile mücadele olduğunu belirtmek gerekir. Bu durumda bu bölgelerle
ilişkilerde AB etkisi sınırlı ve dolaylıdır.
Avrupalılaşmanın üye/aday ülkenin önceliklerini AB düzeyine taşıyabilmeleri
ve politikalarını etkileyebilme anlamındaki ikinci boyutu çerçevesindeki
incelemeden ulaşılabilecek sonuçlar ise şu şekilde özetlenebilir. Türkiye’nin kendi
önceliklerini AB düzeyine taşıması anlamında AGSP konusu önemli bir örnek teşkil
etmektedir. Türkiye bu konudaki endişelerini AB düzeyine aktararak, istediği
düzenlemenin gerçekleşmesini sağlayabilmiştir. Bunun dışında, aday ülke olması
nedeniyle Türkiye’nin AB düzeyine aktarımlarının sınırlı olduğunu belirtmek
gerekir. Ancak yine de; Türkiye’nin enerji arzı güvenliğinin sağlanması, Orta Doğu,
Karadeniz, Orta Asya ve Kafkaslar’daki aktif ve yapıcı politikasının AB açısından da
olumlu kabul edildiğinin ve katkı olarak addedildiğinin belirtilmesi gerekir. Ancak
Türkiye’nin İspanya örneğinde olduğu gibi daha önce AB gündeminde olmayan bir
335
bölgesel ilişkiyi AB gündemine getirmesi pek gerçekçi gözükmemektedir. Buna
rağmen sivil ve askeri alanda, AB’nin gelecekte oynayacağı düşünülen role uygun
olarak Türkiye’nin önemli katkılar yapacağı açıktır. Türkiye’nin AB üyeliği
konusunda yapacağı bir kâr/maliyet hesabında, AB’nin komşu bölgelerde
Türkiye’nin oynamasını istediği role uygun davranmasının çıkarına olduğu açıktır.
AB üyesi olarak çevre bölgelerde kazanılan prestij yanında, AB’nin sağlayacağı
ekonomik olanaklar, Türkiye’nin mevcut eksikliklerinin giderilerek AB ile
tamamlayıcılığa dayalı bir işbirliği geliştirmesine yardım edecektir. AB mekanizması
içinde olmak, ulusal öncelik ve hassasiyetlerinin Yunanistan’ın yaptığı gibi AB
düzeyine ulaştırılmasını sağlayabileceği gibi, bazı milli davaların eskisi kadar sert bir
şekilde savunulamamasına neden olabilecektir. AB içinde olmak diğer üye devletler
ile bilgi ve kurumsal paylaşım açısından da önemlidir. Bunun yanında, AB üyesi
olduğunda daha önce ilgi ve çıkar alanına girmeyen bir konu Türkiye gündemine
gelebilir.
Neticede; Siyasa Avrupalılaşması açısından göreli olarak uyumlu
addedilebilecek Türkiye-AB ilişkileri; kimlik etkeni ile daha geniş bir çerçeveden
tanımlanan Siyasi Avrupalılaşma bağlamında değerlendirildiğinde uyumsuz hale
gelmektedir. Bu durumda; AB ve Türkiye arasındaki asıl fark, AB’nin kendini
giderek etik/normatif bir güç olarak tarif etmesi sonucu ortaya çıkmaktadır.
Avrupalılaşmanın bir güvenlik stratejisi olarak kullanılması nedeniyle, Kopenhag
kriterleri çerçevesinde tarif edilen yumuşak güç özelliklerinin aday ülkeler tarafından
benimsenmesi zımni bir dış politika kriteri olarak kabul edilmektedir. Bu durum
Avrupalılaşmayı “Siyasa Avrupalılaşması” olarak tarif eden yaklaşıma ters bir
biçimde kimlik konusunu da içerdiğinden çok geniş kapsamlı bir tanıma
336
ulaşabilmektedir. Bu durumda iç politika/dış politika ayırımı yitirmekte ve içerde
ekonomik ve daha da önemlisi terörizm gibi sorunlarla mücadele eden Türkiye ile
AB arasındaki fark açılmaktadır. Sorunlu coğrafyasından ve iç politik sorunlarından
dolayı realist bir politika izleyen Türkiye, Müslüman nüfusu nedeniyle de Avrupa
tarafından “öteki” kabul edilmektedir. Sözkonusu farklılığı her iki taraf açısından
daha da sorunlu kılan durum, Türkiye ve AB’nin karşılıklı olarak birbirlerine güven
duymamaları, başka bir deyişle inandırıcılık sorunu yaşamalarıdır.
Bu durumda, güvenlik kimliği farklılığı AB’nin Türkiye’ye politika düzeyinde
etkisini sınırlamakta ve Türkiye’nin iç politikası AB ile uyumda belirleyici
olmaktadır.
Bu görüşün uzantısı olarak; AB ve Türkiye arasında ciddi bir güvenlik
gündemi farklılığı olduğunu belirtmek gerekir. Gündem farkı yanında, dış politikanın
AB’nin kendine has yönetsel yapısı içinde oluşturulup uygulanması açısından da
farklar barizdir. Bu farklılık, Türkiye’nin AB gündemine getireceği bazı sorunlara da
işaret etmektedir. Terör, suya erişim, vize politikaları ve bununla bağlantılı olarak
güvenlik sorunları bu sorunlar arasındadır.
Rasyonalist kurumsalcıların kullandığı fayda-maliyet analizinde; AB’ye
uyumun iç politikada maliyeti ve AB koşullarına direnç gösteren kurumların/ veto
noktalarının etkisi ve sayısı ne kadar fazlaysa AB’nin etkilerinin o kadar sınırlandığı
saptaması yapılmaktadır. Bu çerçevede, güvenlik kimliğinin taşıyıcısı kurumlar ve
söylemleriyle karşı karşıya gelmenin iç politikadaki maliyeti fazla olduğundan
dış/güvenlik politikalarında AB ile uyum sınırlı olmaktadır. AB ve Türkiye arasında
dış politika ve güvenlik alanında paralel politikalar izlenmesi ancak Türkiye’nin iç
politikasında güvenlik kimliği parametreleri ihlal edilmediği sürece mümkün
337
olabilmektedir. AB Avrupalılaşma mekanizması ile ülkelerin güvenlik kimliklerini
ne kadar etkilerlerse o kadar yakın politikalar doğmaktadır. Karar vericilerin
buradaki pozisyonu önemlidir zira güvenlik kimliklerinden ödün verecek ya da bir
bir başka deyişle güvenlik kimliklerinin bazı öğelerini Avrupalılaşma yoluyla AB ile
uyumlaştıracak karar vericilerdir. Karar vericilerin, AB’ye uyum bir başka deyişle
Avrupalılaşmak için iç politikadaki popülaritelerini sarsacak kararlar alması ve
yükümlülüklerde bulunması gerekebilir. Bu durum Türkiye için de geçerli bir
durumdur. Türk karar vericileri iç siyasette güvenlik kimliğininin taşıyıcısı kurumlar
ve seçkinler karşı kaşıya geldiklerinde Avrupalılaşma durmaktadır. Bu durum
özellikle Kıbrıs ve AGSP ve Ermenistan konularında belirgindir.
Bu durumda Türk Hükümetleri de Robert Putnam’ın iki düzeyli yaklaşımı
doğrultusunda AB ve ulusal düzey arasında kritik bir noktada kalmaktadır. Neticede
AB ile dış politikada uyum, bir başka deyişle Avrupalılaşma iktidarda AB yanlısı
hükümetlerin varlığı durumunda daha hızlı olmakla birlikte, güvenlik kimliğinin
hassas addettiği noktalarda yavaşlamaktadır.
Konstrüktivist/sosyolojik kurumsalcı yaklaşımın öngördüğü şekilde,
Avrupalılaşma çerçevesinde kimlik, norm ve değerlerin sosyalleşme yoluyla aday
ülkelere aktarılması ve ortak bir güvenlik kimliği yaratılması mümkün
olabilmektedir. Ancak, güvenlik kimliği çatışmasının uzantısı olarak, AB süreci,
Türkiye içindeki kimlik çatışmasını arttırmakta, Türkiye ile AB arasındaki etkileşim
de AB içindeki kimlik krizini yoğunlaştırmaktadır. Bu durumda, Türkiye ile AB
arasındaki yapısal güvenlik kimliği farklılığının kısa vadede uyumlaştırılması
mümkün olmayacaktır. Bu çerçevede, Türkiye-AB ilişkilerinin değerlerin ve
kimliklerin Avrupalılaştırılabildiğini savunan ve “uygunluk mantığı” yaklaşımını
338
kullanan sosyolojik/konstrüktivist kurumsalcı görüş açısından değerlendirilmesi kısa
vadede gerçekçi gözükmemektedir. Bunun yerine, karşılıklı fayda/maliyet analizini
esas alan rasyonalist kurumsalcı yaklaşımın kullanılması daha uygun gözükmektedir.
Bu da; MDAÜ genişlemesinde genişleme karşıtlarına karşı stratejik olarak kullanılan
kolektif kimlik/değerler ve Avrupa’nın birleştirilmesi argümanlarının yerine, Türkiye
örneğinde Türkiye’nin güvenlik alanında AB’ye katkılarına odaklanan rasyonalist bir
yaklaşımın geliştirilmesi anlamına gelmektedir. AB resmi belgelerinde de belirtildiği
üzere, coğrafi konumu ve bölge ülkeleri ile ilişkileri nedeniyle Türkiye, AB’nin
uluslararası alanda oynamak istediği rol ve güvenlik endişelerini bertaraf etmek
üzere kullandığı stratejiye uygun özellik göstermektedir.
Ancak yine de belirli dış politika ortak çıkar alanlarında birlikte hareket
edilmesi ise ancak; AB’nin Türkiye’ye tam üyelikle ilgili net mesajlar vererek
güvenilir bir aktör olarak kendini ortaya koyması ve gelecekteki güvenlik kimliğine,
bu doğrultuda Türkiye’nin yerine karar vermesine bağlıdır.
339
KAYNAKÇA:
1) Kitaplar ve Kitap Bölümleri
Altunışık, Meliha Benli, ‘Redefinition of Turkish Security Policies in the Middle East After the Cold War’, The Europeanization of Turkey’s Security Policy: Prospects and Pitfalls, ed: Ali L. Karaosmaoğlu, Seyfi Taşhan, Turkish Foreign Policy Institute, Ankara 2004.
____________, ‘Güvenlik Kıskacında Türkiye-Orta Doğu İlişkileri’, En Uzun On Yıl, Türkiye’nin Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Gündeminde Doksanlı Yıllar, Büke Yayınları, 2. basım, İstanbul, 2002.
Arıkan, Hakan, ‘Reconstruction of Nation State, National Identity and Foreign Policy Preferences: The Case of Turkey’s Prospect European Union Membership’, Proceedings of the Third International Conference of European Universities Future of the European Union: Integration, Enlargement and Transatlantic Relations ed: Haluk Özdemir, Bilal Canatan, Kırıkkale, 2007.
Avcı, Gamze, Turkish Political Parties and the EU Discourse in the Post Helsinki Period- A Case of Europeanization, Turkey and European Integration Accession Prospects and Issues (ed: Mehmet Uğur ve Nergis Canefe), Taylor and Francis e-library, London, 2005.
Bağcı, Hüseyin, Ali Yıldız, ‘Turkey and the European Security and Defence Policy (ESDP): From Confrontational to Cooperative Relationship’, The Europeanization of Turkey’s Security Policy: Prospects and Pitfalls ed: Ali L. Karaosmaoğlu, Seyfi Taşhan, Turkish Foreign Policy Institute, Ankara 2004. Bağcı Hüseyin, Nasuh Uslu, ‘Kıbrıs Sorunu ve AB: Son Gelişmeler ve Tarafların Tavrı’, Doğu’dan Batı’ya Dış Politika, AK Partili Yıllar, (der: Zeynep Dağı), Orion Yayınevi, Ankara 2006. Bayramoğlu, Ali, “Asker ve Siyaset”, Bir Zümre, Bir Parti, Türkiye’de Ordu, ed: Ahmet İnsel, Ali Bayramoğlu, Birikim Yayınları, İstanbul, 2004.
Bilgin, Pınar, ‘Türkiye-AB İlişkilerinde Güvenlik Kültürünün Rolü’, Soğuk Savaş Sonrasında Avrupa ve Türkiye ( der:Cem Karadeli) , Ankara, Ayraç Yayınevi, 2003.
_________,‘Clash of Cultures? Differences Between Turkey and European Union on Security’, The Europeanization of Turkey’s Security Policy: Prospects and Pitfalls ed: Ali L. Karaosmaoğlu, Seyfi Taşhan, Turkish Foreign Policy Institute, Ankara 2004.
Bölükbaşı, Deniz, 1 Mart Vakası, Irak Tezkeresi ve Sonrası, Doğan Kitap, İstanbul, Şubat 2008.
Börzel Tanja A., Thomas Risse, ‘Conceptualizing the Domestic Impact of Europe’, The Politics of Europeanization, ed: Kevin Featherstone, Claudio Radaelli, Oxford University Press, 2003.
Buğra, Ayşe, Devlet ve İşadamları, İletişim Yayınları, 4. baskı, İstanbul, 2005.
Cizre, Ümit, ‘Egemen İdeoloji ve Türk Silahlı Kuvvetleri, Kavramsal ve İlişkisel Bir Analiz’, Bir Zümre, Bir Parti, Türkiye’de Ordu, ed: Ahmet İnsel, Ali Bayramoğlu, Birikim Yayınları, İstanbul, 2004.
340
Çarkoğlu, Ali, Barry Rubin (ed.) Turkey and the European Union, Domestic Politics, Economic Integration and International Dynamics, Frank Cass and Company Limited, Great Britain, 2003. Çayhan Esra, Nurşin Ateşoğlu Güney, Avrupa’da Yeni Güvenlik Arayışları: NATO-AB-Türkiye, İstanbul, Afa Yayıncılık, 1996.
Demirel, Tanel, ‘Türk Silahlı Kuvvetlerinin Toplumsal Meşruiyeti Üzerine’, Bir Zümre, Bir Parti, Türkiye’de Ordu, ed: Ahmet İnsel, Ali Bayramoğlu, Birikim Yayınları, İstanbul, 2004.
Dokos, Thanos, ‘Turkey and European Security, An Unusual Candidacy’,Turkey’s Accession to the European Union, ed: Constantine Arvanitopoulos, The Constantinos Karamanlis Institute For Democracy Series on European and International Affairs Center for European Studies Publications, Singer Verlag Berlin Heidelberg 2009. Doğan, Erhan, ‘AB Katılım Süreci, Neo-Korporatizm ve Türk Siyasetindeki Korporatist Kalıntılar’ Sivil Toplum ve Dış Politika, Yeni Sorunlar, Yeni Aktörler, ed: Semra Cerit Mazlum, Erhan Doğan, Bağlam Yayınları, İstanbul, 2006.
Efegil, Ertan, (ed.) Mehmet Seyfettin Erol Türkiye-AB İlişkileri, Orion Yayınları, Ankara, 2007.
Erhan, Çağrı, Bizim Kırmızı Çizgilerimiz Vardı, Siyasal Kitabevi, Ankara 2006. Featherstone, Kevin, “Introduction: In the Name of Europe”, The Politics of Europeanization, ed: Kevin Featherstone, Claudio Radaelli, Oxford University Press, 2003. Fırat, Melek M. ‘Soğuk Savaş Sonrası Türk Yunan İlişkilerinde Değişim’, Beş Deniz Havzasında Türkiye, (der: Mustafa Aydın, Çağrı Erhan) Siyasal Kitabevi, Ankara, 2006.
Güney, Aylin, ‘AB, ABD ve Türkiye Üçgeninde Kıbrıs Meselesi’,ed: İrfan Kalaycı, Kıbrıs ve Geleceği, Ekonomi Politik bir Tartışma, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara 2004.
Hale, William, Turkish Foreign Policy 1774, 2000, Routledge, UK, 2002.
Hatipoğlu, Esra, ‘Müzakere Sürecinde Türk Dış Politikasının Avrupalılaşması ve Ortak Dış ve Güvenlik Politikasına (ODGP) Uyum Tartışmaları’, AB Yolunda Türkiye: Müzakere Sürecinin Ekonomi Politiği (ed: Mehmet Dikkaya), 1. Basım, Alfa Aktüel, İstanbul, 2006.
Jensen, Carsten Stroby, ‘Neo-functionalism’ European Union Politics, ed:Michelle Cini, Oxford: Oxford University Press, 2003.
. Kagan, Robert, Cennet ve Güç, Koridor Yayıncılık, İstanbul, 2005 .
Kahraman, Sevilay, ‘Avrupa Birliği’nin Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası’, Avrupa Birliği Politikaları, (Çağrı Erhan, Deniz Senemoğlu(ed)), Imaj Yayınevi, Ankara, 2007, ss, 189–233.
Karaosmanoğlu, Ali, Türkiye Açısından Avrupa Güvenlik Kimliği: Jeopolitik ve Demokratik Ufuk: Türkiye’nin Dış Politika Gündemi, Kimlik, Demokrasi, Güvenlik, (der: Şaban Çalış, İhsan Dağı, Ramazan Gözen), Liberte, Ankara, 2001.
341
Katzenstein, Peter(ed), The Culture of National Security, Norms and Identity in World Politics, Columbia University Press, New York, 1996. Kibaroğlu, Mustafa, ‘Turkey’s Threat Perception from the East: A Roadblock in its March Toward the West?’, The Europeanization of Turkey’s Security Policy:Prospects and Pitfalls, ed: Ali L. Karaosmaoğlu, Seyfi Taşhan, Turkish Foreign Policy Institute, Ankara 2004. Kut, Şule, ‘Türkiye’nin Soğuk Savaş Sonrası Dış Politikasının Anahatları’, En Uzun On Yıl, Türkiye’nin Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Gündeminde Doksanlı Yıllar, Büke Yayınları, 2. basım, İstanbul, 2002. Laçiner, Sedat, Mehmet Özcan ve İhsan Bal, European Union with Turkey, the Possible Impact of Turkey’s Membership on the European Union, ISRO, Ankara 2005.
McLaren, Lauren M. ve Meltem Müftüler Baç, ‘Turkish Parliamentarians’ Perspectives On Turkey’s Relations with the European Union,’ Turkey and the European Union, Domestic Politics, Economic Integration and International Dynamics, (ed: Ali Çarkoğlu, Barry Rubin), Frank Cass and Company Limited, Great Britain, 2003. Miskimmon, Alister, Germany and the Common Foreign and Security Policy of the European Union, Between Europeanisation and National Adaptation, Palgrave Macmillan, NY, 2007. Nugent, Neill, (ed.), European Union Enlargement, Basingstoke: Palgrave: Macmillan, 2004. Olsen, Johan P., “Europeanization”, European Union Politics, ed: Michelle Cini, Oxford: Oxford University Press, 2003 s. 334.
Oğuzlu, Tarık, ‘Modern Devletten Post-Modern devlete: AB Yolunda Türkiye’nin Yeni Güvenlik İkilemi’, Doğu’dan Batı’ya Dış Politika, AK Partili Yıllar, (der: Zeynep Dağı), Orion Yayınevi, Ankara 2006.
Oran, Baskın (ed), Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt 1 ve 2, İletişim Yayınları, Ankara, 2002.
Öniş, Ziya, Domestic Politics, International Norms and Challenges to the State: Turkey-EU Relations in the post Helsinki Era: Turkey and the European Union, Domestic Politics, Economic Integration and International Dynamics, (ed: Ali Çarkoğlu, Barry Rubin), Frank Cass and Company Limited, Great Britain, 2003.
Özcan, Gencer, ‘Doksanlı Yıllarda Türkiye’nin Değişen Güvenlik Ortamı’, En Uzun On Yıl, Türkiye’nin Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Gündeminde Doksanlı Yıllar, (der: Gencer Özcan ve Şule Kut) Büke Yayınları, 2. basım, İstanbul, 2000.
Özcan, Mesut, Harmonizing Foreign Policy, Turkey, the EU and the Middle East, Aldershot:Ashgate, 2008.
Rehn, Olli, Avrupa’nın Gelecek Sınırları, Türkiye Bir Köprü mü, Köprübaşı mı yoksa Ergime Potası mı?, (Çev: Onur Şen, Hasan Kaya), 1001 kitap, İstanbul, 2007.
Rosamond, Ben, ‘New Theories of European Integration’, European Union Politics, ed: Michelle Cini, Oxford: Oxford University Press, 2003.
342
Schimmelfennig, Frank, The EU, NATO and the Integration of Europe, Rules and Rhetoric, Cambridge University Press, UK, 2003. Skuhra, Anselm (ed), The Eastern Enlargement of the European Union, Efforts and Obstacles on the Way to Membership, (Innsbruck: Studien Verlag) 2005. Smith, Karen, The Making of EU Foreign Policy, The Case of Eastern Europe, Sec.edt., Macmillan, London, 2004. Tekeli, Ilhan ve Selim İlkin, Türkiye ve Avrupa Birliği, Ulus Devletini Aşma Çabasındaki Avrupa’ya Türkiye’nin Yaklaşımı, Ümit Yayıncılık, Ankara 2000. Tür, Özlem, ‘Türkiye ve Orta Doğu: Gerilimden İşbirliğine’, Doğu’dan Batı’ya Dış Politika, AK Partili Yıllar, (der: Zeynep Dağı), Orion Yayınevi, Ankara 2006.
Uğur, Mehmet, Avrupa Birliği ve Türkiye, Bir Dayanak / İnandırıcılık İkilemi, Agora Kitaplığı, İstanbul, 2004.
Uysal, Kaya, (Yay. Haz.) Avrupa Birliği Müktesebatına Türk Bakanlıklarının Uyum Çalışmaları Çerçevesinde “Dışişleri Bakanlığı Müktesebat Uyum Çalışmaları” Paneli, Dışişleri Bakanlığı AB Daire Başkanı Hakan Aytek’in Konuşması,:, ATAUM, Ankara Üniversitesi Basımevi, 2004. Uzel, Esra, ‘3 Kasım 2002 Seçim Kampanyası Döneminde Siyasal Partilerin AB ile İlgili Görüşleri’, Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM), Ankara, 2002, s,1-74. Uzgel, İlhan, ‘Ordu Dış Politikanın Neresinde’, Bir Zümre, Bir Parti, Türkiye’de Ordu, ed: Ahmet İnsel, Ali Bayramoğlu, Birikim Yayınları, İstanbul, 2004. _________, Ulusal Çıkar ve Dış Politika: Türk Dış Politikasının Belirlenmesinde Ulusal Çıkarın Rolü, 1983–1991, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2004. Van Schendelen, Rinus, Machiavelli in Brussels, The Art of Lobbying in the EU, Amsterdam University Pres, Amsterdam, 2002. Wallace, Helen ve Wallace W. (eds) Policy making in the European Union, Oxford: Oxford University Press, 2000. Wendt, Alexander, Social Theory of International Politics (Cambridge University Press) 1999.
2) Dergi Makaleleri ve Konferans Tebliğleri
Açıkmeşe, Sinem Akgül, ‘Uluslararası İlişkiler Teorileri Işığında Avrupa Bütünleşmesi’, Uluslarararası İlişkiler, Cilt 1, Sayı 1, Bahar 2004. Aggestam, Lisbeth, ‘Introduction: Ethical Power Europe?’, International Affairs 84:1 (2008). Agnantopoulos, Apostolos, ‘The Europeanisation of National Foreign Policies, A Conceptual Framework and an Empirical Application in Greek Turkish Relations’, Paper presented at the 56th PSA Conference Reading, 3-6 April 2006.
343
___________, ‘The Europeanization of Greek Foreign Policy Towards the Arab-Israeli Conflict’, Paper Presented at the BISA Annual Conference, Cork, 18-20 December 2006. Aksu, Fuat, ‘Ege ve Kıbrıs Sorunlarının Çözümünde Avrupa Birliği’nin Tutumu’, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Yıl: 2, Sayı:3, Şubat 2004 ________, ‘Ege Sorunlarının Geleceği ve Türkiye: AB Üyelik Sürecinde Türkiye’nin Seçenekleri’, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Yıl:3, Sayı:5, Temmuz 2005. Arabacı, Ahmet, ‘Avrupa Birliği Üyelik Sürecinde Tarım Sektöründeki Sivil Toplum Kuruluşlarının Önemi’, II. Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları Kongresi, Çanakkale, Ekim 2005,s, 209-214, www.fatih.edu.tr/~aarabaci/pdf/Avrupabirligi.pdf. Aras, Bülent, Salih Bıçakçı, ‘Europe Turkey and the Middle East: Is Harmonization Possible?’ East European Quarterly XL. No: 3, September 2006,s,367–381. Archibugi, Mathias Koenig, ‘International Governance as New Raison D’etat? The Case of the EU Common Foreign and Security Policy,’ European Journal of International Relations 2004, 10, 147. Aspinwall, Mark, Gerald Schneider, ‘Same Menu, Separate Tables: The Institutionalist Turn In Political Science and the Study of European Integration’, European Journal Of Political Research, 38:1-36, 2000. Axt, Heinz Jurgen, ‘Relations With Turkey and Their Impact on the European Union’, Southeast European and Black Sea Studies, Vol:5, No:3, September 2005.
Aybet, Gülnur, ‘Turkey and the EU After the First Year of Negotiations: Reconciling Internal and External Policy Challenges’, Security Dialogue 2006:37, s,529–549. Aydın, Mustafa, ‘Securitization of History and Geography: Understanding of Security in Turkey’, Southeast European and Black Sea Studies, Vol:3, No:2, May 2003, pp, 163–184. _________, ‘The Determinants of Turkish Foreign Policy, and Turkey’s European Vocation’, The Review of International Affairs, Vol: 3, No:2, Winter 2003, pp: 306–331 Aydın, Mustafa, Sinem A. Açıkmeşe, ‘Europeanization through EU conditionality: Understanding the new era in Turkish Foreign Policy’, Journal of Southern Europe and the Balkans, 9:3 (2007), s,263–274. Aydınlı, Ersel, Nihat Ali Özcan, Doğan Akyaz, ‘The Turkish Military’s March Towards Europe’, Foreign Affairs, vol:85, no:1January-February 2006. Bache, Ian and Adam Marshall, ‘Europeanisation and Domestic Change: A Governance Approach to Institutional Adaptation in Britain’,Queen’s Papers on Europeanisation No 5/2004.
Baç, Meltem Müftüler, ‘Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerine Güvenlik Boyutundan Bir Bakış’, Tesev yayınları, Dış Politika Analiz Serisi 4, Kasım 2006. Baun, Michael, ‘How Necessary is Strategic Culture’, A Strategic Culture For Europe, Oxford Journal on Good Governance, (ed: Asle Toje) Vol:2, Number I, 2nd issue, March 2005.
344
Baykal, Sanem, ‘Unity in Diversity, The Challenge of Diversity For the European Political identity, Legitimacy and Democratic Governance, Turkey’s EU membership as an ultimate test case, jean Monnet Working paper, NYU School of Law, New York, 09/05. Bilgin, Pınar, ‘Turkey’s Changing Security Discourses: The Challenge of Globalisation’, European Journal of Political Research 44: 2005, s, 175, 201.
Becher, Klaus, ‘Has-been, Wannabe, or Leader,:Europe’s Role in the World After the 2003 European Security Strategy’, European Security 13(4), 2004. Berenskotter, F.S., ‘Mapping the Mind Gap: A Comparison of US and European Security Strategies’, The Security Dialogue, 36:1,2005, pp, 71,92 Booth, Ken, ‘Strategic Culture: Validity and Validation’, A Strategic Culture For Europe, Oxford Journal on Good Governance, (ed: Asle Toje) Vol:2, Number I, 2nd issue, March 2005.
Bozdağlıoğlu, Yücel, ‘Modernity, Identity and Turkey’s Foreign Policy’, Insight Turkey, Vol:10, No:1; 2008, s, 55–76. Börzel, Tanja A., ‘Shaping and Taking EU Policies: Member State Responses to Europeanization’, Queen’s Papers on Europeanisation No 2/2003. Börzel ,Tanja A., Thomas Risse, ‘When Europe Hits Home: Europeanization and Domestic Change’, EUI Working Papers, Robert Schuman Centre for Advanced Studies, European University Institute, RSC No: 2000/56. Brok, Elmar ve Gresch Norbert, ‘Paving the Way to a European Culture of Security’, A Strategic Culture For Europe, Oxford Journal on Good Governance, (ed: Asle Toje) Vol:2, Number I, 2nd issue, March 2005.
Bulmer, Simon J. and Claudio M., Radaelli, ‘The Europeanisation of National Policy?’ Queen’s Papers on Europeanisation No 1/2004. Buzan Barry ve Thomas Diez, 1999, ‘The European Union and Turkey’, Survival 41(1), 41–57.
Church, Clive, ‘The Paradoxical Europeanization of Switzerland’, European Business 8, 2, ABI/INFORM Globa, Journal 1996, Cizre, Ümit, 'Problems of Democratic Governance of Civil-Military Relations in Turkey and the European Union Enlargement Zone’, European Journal of Political Research, No:43, 2004. Cornish, Paul and Geoffrey Edwards, ‘The Strategic Culture of the European Union: A Progress Report’, International Affairs 81, 4 (2005). Criss, Bilge and Pınar Bilgin, ‘Turkish Foreign Policy Toward the Middle East’, Middle East Review of International Affairs, Volume 1, No, 1-January 1997.
Çayhan, Esra, ‘Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası ve Türkiye’, Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi (3) 2002.
345
Çelik, Ayşe Betül and Bahar Rumelili, ‘Necessary but not Sufficient: the Role of the EU in Resolving Turkey’s Kurdish Question and the Greek-Turkish Conflicts’, European Foreign Affairs Review 2006, 11. Çelenk, Ayşe Aslıhan, ‘The Restructuring of Turkey’s Policy Toward Cyprus: The Justice and Development Party’s Struggle For Power’, Turkish Studies, Vol: 8, no. 3, September 2007.
Çuhadar Gürkaynak, Esra, Özkeçeci-Taner Binnur, ‘Decisionmaking Process Matters: Lessons Learned From Two Turkish Foreign Policy Cases’, Turkish Studies, 5:2, 43–78. Diez, Thomas, ‘Turkey, European Union, and Security Complexes Revisited’, Mediterranean Politics, Vol. 10, No. 2, 167–180, July 2005. ____________, ‘Europe’s others and the return of geopolitics’, Cambridge Review of International Relations, 17:2 (2004). Diez, Thomas, Apostolos Agnantopoulos, Alper Kaliber, ‘File:Turkey, Europeanization and Civil Society: Introduction’, South European Society and Politics,10:1,2005.
Doğan, Erhan, ‘Sendikalar ve Türkiye’nin Avrupa Birliği Siyaseti’, Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi, (6)2003, s, 19–43. Duke, Simon, ‘The European Security Strategy in a Comparative Framework: Does it Make For Secure Aliances in a Better World?’ , European Foreign Affairs Review Volume:9, 2004. Dunne, Tim, ‘Good Citizen Europe’, International Affairs 84:1 (2008). Eberlain, Burkard, Dieter Kerwer, ‘New Governance in the European Union,: A Theoretical Perspective’, Journal of Common Market Studies, 2004, Vol: 42 No, 1. Edwards, Geoffrey, ‘The New Member States and the Making of Foreign Policy’, European Foreign Affairs Review, 11:2006. ______________, ‘Is There a Security Culture in the Enlarged European Union?’ The International Spectator, Europe Forum, Istituto Affari Internazionali, 3/2006.
Emerson Michael and Nathalie Tocci, ‘Turkey as a Bridgehead and Spearhead, Integrating EU an Turkish Foreign Policy, EU-Turkey Working Papers, No:1 /August 2004, Centre for European Policy Studies.
Escribano, Gonzalo and Alejandro Lorca, ‘The Ups and Downs of Europeanization in External Relations: Insights from the Spanish Experience’, Perceptions, Winter 2004–2005.
Everts, Steven, ‘An Asset but not a Model: Turkey, the EU and the Wider Middle East’, Centre for European Reform Essays,2004 , www.cer.org.uk. Fanes, Jordi Vaquer i, ‘Europeanization and Foreign Policy’, Institut Universitari d’estudis Europeus, Working Paper N. 21, April 2001, http://selene.uab.es/_cs_iuee/catala/obs/Workinsg%20Papers/WP212002.htm, erişim tarihi, 19 Ekim 2007.
346
George, Stephen, ‘The Europeanisation of UK Politics and Policy-making: the Effect of European Integration on the UK’, Queen’s Papers on Europeanisation, No 8/2001. Glenn, John K., ‘From Nation States to Member States:Accession Negotiations as an Instrument of Europeanization’, Comparative European Politics, 2004 2(3-28). Görgülü, Aybars, Türkiye-Ermenistan İlişkileri: Bir Kısır Döngü, TESEV yayınları, Dış Politika Analiz Serisi 8, Mayıs 2008.
Grabbe, Heather, ‘When Negotiations begin: The next phase in Turkey-EU Relations’, London: Centre for European Reform, 2004. Güney, Aylin, Petek Karatekelioğlu, ‘Turkey’s EU Candidacy and Civil-Military Relations: Challenges and Prospects’, Armed Forces and Society, Vol: 31, No:3, Spring 2005. Gürkaynak, Esra Çuhadar- Binnur Özkeçeci-Taner, ‘Decisionmaking Process Matters: Lessons Learned From Two Turkish Foreign Policy Cases’, Turkish Studies, 5,2.
Hall, Peter ve Rosemary Taylor, ‘Political Science and the Three Institutionalisms, Political Studies, XLIV, 1996, s.936-957. Ham, Peter van, ‘Europe’s Strategic Culture and the Relevance of War’ , A Strategic Culture For Europe, Oxford Journal on Good Governance, (ed: Asle Toje) Vol:2, Number I, 2nd issue, March 2005.
Heper, Metin, ‘The European Union, The Turkish Military and Democracy’, South European Society and Politics, 10:1, 2005, s, 33-44. Heusgen, Christoph, ‘Is there such a thing as a European Strategic Culture’, A Strategic Culture For Europe, Oxford Journal on Good Governance, (ed: Asle Toje) Vol:2, Number I, 2nd issue, March 2005.
Howorth, Jolyon, ‘The European Draft Constitutional Treaty and the Future of the European Defence Initiative:A Question of Flexibility’, European Foreign Affairs Review Volume:9, 2004.
Ioakimidis, P.C., ‘The Europeanization of Greece: An Overall Assessment’, EKEM Articles, http://ekem.gr/archives/2002/01/the_europeaniza.html, 10.11.2006. Jupille, James, Joseph. A. Caporaso and Jeffrey T. Checkel, ‘Integrating Institutions: Rationalism, Constructivism and the Study of the European Union’, Comparative Political Studies 2003, 36;7. J. Jupille, J.A. Caporaso, ‘Institutionalism and the European Union: Beyond International Relations and Comparative Politics, Annual Review of Political Sciences, 2: 1999; s, 429-431. Joenniemi, Pertti, ‘Towards a European Union of a Post-Security’, Cooperation ve Conflict, Vol: 42 (1), 127–148, 2007. Kaliber, Alper, ‘Securing the Ground Through Securitized ‘Foreign’ Policy: The Cyprus Case’, Security Dialogue Vol: 36, No:3; September 2005, s, 319–337.
347
Kallestrup, Morten, ‘Europeanization as a Discourse: Domestic Policy Legitimisation Through the Articulation of a need for Adaptation’, Public Policy and Administration, Volume 17, No:2, Summer 2002, s, 110–124. Kaminska, Joanna, ‘New EU Members and the CFSP: Europeanization of the Polish Foreign Policy’, Political Perspectives 1 (2),2007. Karaosmanoğlu, Ali, ‘The Evolution of the National Security Culture and the Military in Turkey’, Journal of International Affairs, , 54, no 1. Fall 2000.
Kaygusuz, Özlem, ‘Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerinin Çıkmazları: Güvenlik, Ulus-Devlet Felsefesi ve Kimlik’, Mülkiye Cilt: XXX, Sayı:251,s, 115–129
Kınacıoğlu, Müge, Emel Oktay, ‘The Domestic Dynamics of Turkey’s Cyprus Policy: Implications for Turkey’s Accession the European Union’, Turkish Studies, Vol:7, o No:2, June 2006, ss, 261-273. Kirişçi, Kemal, ‘Turkey’s Foreign Policy In Turbulent Times’, Chaillot Paper, No: 92, 2006 ___________, “Between Europe and the Middle East the Transformation of Turkish Policy” Middle East Review of International Affairs, vol:8 No:1 2004. Kubicek, Paul, ‘The European Union and Grassroots Democratization in Turkey’, Turkish Studies, Vol:6, No:3, 2005. Kuniholm, Bruce, ‘Turkey’s Accession to the European Union: Differences in European and US Attitutes and Challenges for Turkey’, Turkish Studies Vol:2, No:1, Spring 2001. Ladrech, Robert, ‘Europeanization and Political Parties, Towards a Framework for Analysis’, Party Politics, Vol: 8; No:4, 2002, s, 389–403. Lantis, Jeffrey, ‘Strategic Culture: From Calusewitz to Constructivism’, Strategic Insights, Volume IV Issue 10 (October 2005). __________, ‘Strategic Culture and National Security Policy’, International Studies Association, 2002. __________., ‘EU Strategic Culture and US Ambivalence’, A Strategic Culture For Europe, Oxford Journal on Good Governance, (ed: Asle Toje) Vol:2, Number I, 2nd issue, March 2005.
Legreid, Per Runolfur et.al.,, ‘Europeanization of Central Government Administration in the Nordic States’, JCMS 2004 Volume 42, Number 2, s, 347–369. Luif, Paul, ‘EU Cohesion in UN General Assembly’, Occasional Papers, No:49, Institute for Security Studies, December 2003, s, 1–79 Major, Claudia, ‘Europeanization and Foreign and Security Policy-Undermining or rescuing the nation state?’ Politics: 2005 Vol 25 (3), 175–190.. Manners, Ian, ‘Normative Power Europe: A Contradiction in Terms’, Journal of Common Market Studies, 40:2, 2002, pp, 235–258.
348
March, James ve Olsen j., ‘The New Institutionalism Organizaitonal Factors in Political Life’, American Political Science Review 78 (3), 1984. _______________, ‘The Logic of Appropriateness’ Arena working paper WP04/09 http://arena.uio.no/publications/wp04_9.PDF, 2004. Martinsen, Per M., ‘The European Security and Defence Policy (ESDP), A Strategic Culture in the Making? Paper presented in the ECPR Conference section 17, Europe and Global Security, Marburg, 18–21 September 2003. Matlary, Janne Haaland, ‘When Soft Power Turns Hard: Is a EU Strategic Culture Possible?’ Security Dialogue, Vol(37)1, pp, 105, 121, 2006. McLaren, Lauren M., ‘Public Support for the European Union: Cost/Benefit Analysis or Perceived Cultural Threat?, The Journal of Politics;Vol:64, No:2,(May 2002). ___________., ‘Turkey’s eventual membership of the EU: Turkish elite perspectives on the issue’, Journal of Common Market Studies, March 2000, vol: 38 No: 1. Mendez, Carlos, et.al ‘Conditioning and Fine Tuning Europeanization: Negotiating Regional Policy Maps Under the EU’s Competition and Cohesion Policies’, JCMS 2006, Volume 44, number 3, s, 581–603. Meyer, Christoph O., ‘Theorising European Strategic Culture Between Convergence and the Persistence of National Diversity’, Centre for European Policy Studies, CEPS Working Document, No: 204, June 2004. ____________., ‘Convergence Towards a European Strategic Culture? A Constructivist Framework For Explaining Changing Norms’, European Journal of International Relations, 11 (4), 2005, pp, 523–549. _____________., ‘European Defence: Why Institutional Socialisation is not Enough?’, A Strategic Culture For Europe, Oxford Journal on Good Governance, (ed: Asle Toje) Vol:2, Number I, 2nd issue, March 2005.
Missiroli Antonio, ‘EU-NATO Cooperation in Crisis Management: No Turkish Delight for ESDP’, Security Dialogue, Vol:33(1)p, 9–26. Moravcsik, Andrew, ‘Why the European Union Strengthens the State: Domestic Politics and International Cooperation’, Center for European Studies Working Paper Series #52, Paper presented at the Annual Meeting of the American Political Science Association, New York, NY (1–4 September 1994). _____________, ‘National Interests, State Power and EU Enlargement’, East European Politics and Societies, Vol. 17, No, 1, pp, 42, 57. ____________, ‘The European Constitutional Compromise and the Neofunctionalist Legacy’, Journal of European Public Policy, 12:2, April 2005, pp, 349–386. ____________,’Taking Preferences Seriously: A Liberal Theory of International Politics’, International Organization 51, 4, Autumn 1997, s, 513-553.
349
Naumann, Klaus, ‘Military Needs of a Strategic Culture in Europe’, A Strategic Culture For Europe, Oxford Journal on Good Governance, (ed: Asle Toje) Vol:2, Number I, 2nd issue, March 2005.
Neuwahl, Nanette, ‘Turkish EU Accession and EU Foreign policy’, Collegium, No:31; Spring 2005, pp, 11–28. Nugent, Neill, ‘Turkey’s Membership Application: Implications for the EU’, Jean Monnet / Robert Schuman Paper Series, Vol:5, No:26, August 2005. __________, ‘EU Enlargement and the ‘Cyprus Problem’,Journal of Common Market Studies Vol: 38, No:1, March 2000, ss, 131–150. Oğuzlu, Tarık, ‘The Impact of Democratisation along the EU Accession Process on the Turkish Foreign Policy’, www.ksg.harvard.edu/kokkalis/GSWS/oguzlu.pdf, 09.08.2007. ___________, ‘The Future of Turkey’s Westernization: A Security Perspective’, Insight Turkey, Vol.9 /Number 3/2007. Oğuzlu Tarık ve Mustafa Kibaroğlu, ‘Incompatibilities in Turkish and European Security Cultures Diminish Turkey’s Prospects for EU Membership’, Middle Eastern Studies, 44:6, 2008,s, 945–962. Oran, Baskın, ‘Türkiye Kabuk Değiştirirken AKP’nin Dış Politikası’, Birikim, Sayı: 184–185, 2004, Birikim Yayınları, www.birikimdergisi.com/birikim/dergiyazdır.aspx?dyid=2865. Osswald , Marius, ‘The Europeanization of National Foreign Policy, The Domestic Impact of the European Union Membership on the (Post) Neutral Countries, Ireland and Austria’, Fachbereich für Politik und Verwaltungswiisenschaft Universitat Konstanz, Diplomarbeit (PO99), August 2005.
Öniş, Ziya, ‘Turkey and the Middle East After September 11: the Importance of the EU Dimension’, Turkish Policy Quarterly 2(4). Öniş Ziya, Şuhnaz Yılmaz, ‘Turkey-EU-US Triangle in Perspective: Transformation and Continuity?’ The Middle East Journal, 59:2, Spring, 2005, pp, 265–284 Özcan, Gencer, ‘Turkey’s Changing Neighbourhood Policy’, FES Briefing Paper, September 2004,s, 1–2, http://library.fes.de/pdf-files/iez/50027.pdf. Özen Çınar, ‘Neofunctionalism and the Change in the Dynamics of Turkey-European Union Relations’, Perceptions: Journal of International Affairs, Vol:III, No:3, September-November 1998, pp, 34-57. ___________; ‘ESDP-NATO Relations, Considerations on the Future of European Security Architecture’, The Turkish Yearbook of International Relations (Milletlerarası Münasebetler Türk Yıllığı, Vol. XXXIII, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 2003 sayfa 231–255. Papadopoulos, Yannis, ‘Europeanization? Two Logics of Change of Policy Making Processes of in Switzerland’, Working Paper no: 1, National centre of competence in Research: Challenges to democracy in the 21st century (tarih yok).
350
Polat, Necati, ‘Identity Politics and the Domestic Context of Turkey’s European Union Accession, Government and Opposition, Vol. 41, No,4, pp, 512–533, 2006. Pollack, Mark, ‘Theorizing the European Union: International Organization, Domestic Polity or Experiment in New Governance?’ Annual Review of Political Science, 2005:8. Pomorska, Karolina,’The Impact of Enlargement: Europeanization of Polish Foreign policy? Tracking Adaptation and Change in the Polish Ministry of Foreign Affairs’, The Hague Journal Of Diplomacy 2(2007). Price, Adrian Hyde, ‘European Security, Strategic Culture and the Use of Force’, European Security, 13(4), 2004. ___________, ‘A Tragic Actor? A Realist Perspective on Ethical Power Europe’, International Affairs 84:1 (2008). Puchala, Donald j. ‘Institutionalism, Intergovernmentalism and European Integration: A Review Article’, Journal of Common Market Studies June 1999 Vol. 37, No. 2, s, 317–31. Putnam, Robert D., Diplomacy and Domestic Politics: The Logic of Two Level Games, International Organizations, Vol.42, No:3 (Summer 1988) s, 427-460. Radaelli, C.M., ‘Whither Europeanization? Concept of Stretching and Substantive Change’, http://www.eiop.or.at/eiop/texte/2000-008.htm, 2000.
Rieker, Pernille, Europeanization of Nordic Security, the European Union and the Changing Security Identities of the Nordic States, Cooperation and Conflict: Journal of the Nordic International Studies Association Vol: 39 (4): s, 369–392. ___________, ‘From Common Defence to Comprehensive Security: Towards the Europeanization of French Foreign and Security Policy?,Security Dialogue, 37, 2006, s, 513-515. Robins, Philip,’Confusion at home, Confusion abroad: Turkey between Copenhagen and Iraq’, International Affairs 79, 3, 2003. Rosamond, Ben, ‘European Integration and Social Science of EU studies: the disciplinary politics of a subfield’, International Affairs, 83:1, 2007, pp, 231–252. Rumelili, Bahar, ‘Civil Society and Europeanization of Greek-Turkish Cooperation’, South European Society ve Politics, Vol:10, No:1, April 2005. ___________, ‘The Talkers and the Silent Ones, The EU and Change in Greek-Turkish Relations’, University of Birmingham Working Paper Series in EU Border Conflicts Studies, No:10, October 2004. ___________, ‘Negotiating Europe: EU-Turkey Relations from and Identity Perspective’, Insight Turkey, Vol: 10/No.1/2008,s,97-110. Rynning, Sten, ‘The European Union: Towards a Strategic Culture?’, Security Dialogue, 2003; 34; 479–496.
351
_________, ‘Less May Be Better in a EU Security and Defence Policy’, A Strategic Culture For Europe, Oxford Journal on Good Governance, (ed: Asle Toje) Vol:2, Number I, 2nd issue, March 2005. Sarıgil, Zeki, ‘Europeanization as Institutional Change: The Case of Turkish Military’, Mediterrenean Politics,12:1, 39–57, 2007. Schimmelfening, Frank, ‘Liberal Community and Enlargement: An Event History Analysis’, Journal of European Public Policy, 9 (4), 598–626, 2002. _______________, ‘Costs, Commitment and Compliance: The Impact of EU Democratic Conditionality on Latvia, Slovakia and Turkey’, Journal of Common Market Studies (JCMS), Vol.41, Number 3, ss, 495–518. ______________, ‘Europeanization Beyond Europe’, Living Rev. Euro.Gov., Vol.2 (2007),No.1, (online article): http://www.livingreviews.org/Ireg-2007-1, erişim tarihi: 2 Ocak 2008, s, 4-19. Schimmelfennig Frank, Ulrich Sedelmeier, ‘Theorizing EU Enlargement: research focus, hypothesis and the state of research’, Journal of European Public Policy, 2002. Schmidt, Vivien, ‘Give Peace A Chance: Reconciling Four (Not Three) New Institutionalisms’, Paper Presented for the Annual Meetings of the American Political Science Association, ( Philadelphia, August 31, September 3, 2006). Smith, Michael E., ‘Conforming to Europe: The domestic impact of EU foreign policy co-operation’, Journal of European Public Policy, 7:4 October 2000: 613-31. Stavridis, Stelios, ‘The Europeanization of Greek Foreign Policy A literature review’,s, 12 erişim tarihi:10.11.2006. Terzi, Özlem, ‘What To Expect From A Europeanısed Turkısh Foreıgn Polıcy?’ 10-11 Temmuz 2008 tarihinde Yeditepe Üniversitesi “Türkiye ve AB: Geçmişten Geleceğe” başlıklı konferansta sunulan tebliğ, http://www.ikv.org.tr/images/upload/file/ozlemterzi.pdf, erişim tarihi: 10.10.2008. Tocci Nathalie and Tamara Kovziridze, ‘Chapter 2, Cyprus’, B. Coppieters v.d.,Europeanization and Conflict Resolution, Academic Press, Gent, 2004, http://ecmi.de /jemie/download/12004Chapter2.pdf. Toje, Asle, ‘The 2003 European Union Security Strategy: A Critical Appraisal’, European Foreign Affairs Review, Volume 10, 2005. _______, ‘Introduction: The EU Strategic Culture’, A Strategic Culture For Europe, Oxford Journal on Good Governance, (ed: Asle Toje) Vol:2, Number I, 2nd issue, March 2005. Torreblanca j, ‘Ideas, Preferences, and Institutions: Explaining the Europeanization of Spanish Foreign Policy’, Arena working papers, no: 26, 2001. Treacher, Adrian, ‘From Civilian Power to Military Actor: The EU’s Resistable Transformation’, European Foreign Affairs Review Volume:9, 2004.
352
Tzimitras Harry G., ‘Europeanization and Nationalism in the Turkish-Greek Rapproachement’, Insight Turkey, Vol.10, No.1 /2008, s, 111-128. Ulusoy, Kıvanç, ‘The Europeanization of Turkey and its Impact on the Cyprus Problem’, Journal of Balkan and Near Eastern Studies, 10:3, 2008, s, 309-329. Wallace, Helen, ‘Europeanisation or Globalisation: Complementary or Contradictory Trends?’, New Political Economy, Vol. 5, No:3, 2000. Wendt, Alexander, ‘Anarchy is what states make of it: the social construction of power politics’ in International Organization, vol. 46, no. 2, 1992. Winrow, Gareth M., ‘Turkey’s Changing Regional Role and its Implications’, Paper presented at the conference titled “Europeanization and Transformation: Turkey in the Post-Helsinki Era”, Koç University, Istanbul, 2-3 December 2005. Wivel, Anders, ‘The Security Challenge of Small EU Member States: Interests, Identity and the development of the EU as a Security Actor’, JCMS 2005 Volume 43, number 2, s, 393-412. Wolf, Klaus Dieter, ‘The New Raison D’etat as a Problem for Democracy in World Society’, European Journal of International Relations 1999; 5; 33. Wood, Steve, Wolfgang Quaisser, ‘Turkey’s Road to the EU: Political Dynamics, Strategic Context and Implications for Europe’, European Foreign Affairs Review 10: 147–173, 2005. Yavaş, Gökçen, ‘The Europeanization of the Aegean Dispute between Turkey and Greece: A Construcivist/Discursive Approach’, Paper to be Presented at the ISA Panel, Contiunity and Change in Turkish Foreign Policy: Ideas, Identities, Institutions, Chicago, March 2007,s, 1-23. Yücel, Gökhan, ‘New Dilemmas of Turkish National Security Politics: Old and New Security Concerns and National Development in the Post–1980 Era’, Paper prepared at the Fourth Kokkalis Graduate Student Workshop at JFK School of Government, Harvard University, Cambridge, Massachusetts, 8–9 February 2002
3) Resmi Belgeler ve Raporlar
A Secure Europe for a Better World, European Security Strategy, Brussels 12 December 2003.
Dizdaroğlu Cihan, Partilerin Seçim Beyannamelerinde “dış politika” ve Seçim Sonrası Türk Dış Politikasının Olası Yönelimleri Üzerine Bir Değerlendirme, Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Değerlendirme Notu, 20 Temmuz 2007.
Erbakan Hükümeti Programı, http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/hp54.htm,10.10.2007.
European Commission, Issues Arising From Turkey’s Membership Perspective, Brussels: SEC (2004), 1202, Commission Staff Working Document, 6 October 2004.
Eurobarometer 67, Public Opinion in the European Union, First Results, Fieldwork: April-May 2007, Publication: June 2007,
353
http://ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/eb67/eb_67_first_en.pdf, erişim tarihi: 2.9.2008.
European Commission, Recommendations of the European Commission on Turkey’s progress towards Accession”, Brussels, 6 Oct. 2004 COM (2004), 56. Gnesotto Nicole (ed.), ‘EU Security and Defence Policy, The First Five Years (1999-2004)’, Institute for Security Studies, Paris, 2004. International Crisis Group, Cyprus: Reversing the Drift to Partition’, Europe Report No: 190-10, January 2008. Müzakere Çerçeve Belgesi metni: http://ec.europa.eu/enlargement/candidate-countries/turkey/key_documents_en.htm. Report on the Implementation of the European Security Strategy –Providing Security in a Changing World-S407/08, Brussels, 11 December 2008.
The EESC: a Bridge between Europe and Organized Civil Society, http://www.eesc.europe.eu/documents/publications7pdf/booklets/EESC–2007–002-EN.pdf. Türk Dış Politikası Genel Görünüm, http://www.mfa.gov.tr/genel-gorunum.tr.mfa, erişim tarihi, 17 Eylül 2008. Türkiye için AB Komisyonu tarafından hazırlanan İlerleme Raporları: http://ec.europa.eu/enlargement/candidate-countries/turkey/key_documents_en.htm.
Türkiye için hazırlanan Katılım Ortaklığı Belgeleri: http://ec.europa.eu/enlargement/candidate-countries/turkey/key_documents_en.htm. Türkiye’nin hazırladığı AB Müktesebatının Üstlenilmesine ilişkin Ulusal Program (lar) : http://www.abgs.gov.tr/index.php?l=1vep=194.
“Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği Arasında Türkiye Cumhuriyetinin Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyetindeki Avrupa Birliği Polis Misyonuna (EUPOL-PROXIMA) Katılımına Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun”, Kanun No: 5480, Kabul Tarihi: 30.3.2006, http://rega.basbakanlik.gov.tr/eskiler/2006/04/20060404-1.htm. Türkiye’nin Güvenlik Perspektifleri ve Politikaları, http://www.mfa.gov.tr/i_-turkiye_nin-guvenlik-perspektifleri-ve-politikalari.tr.mfa, erişim tarihi: 31/08/2007.
4) Internet Kaynakları ve diğer
AB Haberleri 2008 Medya Gündeminin Üst Sırasında Yer Aldı’, http://www.euractiv.com.tr/ab-ve-turkiye/article/ab-haberleri-2008-medya-gundeminin-ust-sirasinda-yer-aldi-003992, 31.12.2008, erişim tarihi: 12.02.2009.
Cebeci Münevver, ‘CESDP: A Turkish Perspective’ http://cide.univ.szczecin.pl/mec3/chapter7 (Mİ 1 Mİ).PDF. s. 142–181. ‘CHP Brüksel Bürosu Eylül’de Gelecek’, Radikal,8.7.2008,http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=DetayveArticleID=887374veDate=11.07.2008veCategoryID=78, erişim tarihi: 9.11.2008.
354
Cole, Alistair, ‘Institutions and Institutionalism’ www.cardiff.ac.uk/euros/resources/cole,%20alistair/One%20bis%20Institutions%20and%20institutionalism.ppt, erişim tarihi: 11.01.2009. Dışişleri Bakanlığı yetkilisi ile görüşme (1 Temmuz 2008).
Erdem, Engin I., ‘When Domestic Meets International: The Political Tranformation of Turkey, 1997-2004, August 2007, available at: http://ssrn.com/abstract=1013126, 19.09.2007. European Security and Defence Policy’, http://www.consilium.europa.eu/cms3_fo/showPage.asp?id=268velang=ENvemode, erişim tarihi: 1.2.2009.
Karayiğit, Yasin, ‘The Analysis of Turkey’s Security Culture in line with the Europeanization Process’, yayınlanmamış master tezi, Bilkent Üniversitesi, Ankara, Eylül 2006. Keyman, Fuat, Amerikan Yüzyılı ve Türkiye, 13.07.2003, http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2vehaberno=2363, erişim tarihi, 20.07.2007. Morisse-Schilbach Melanie, ‘Domestic Instıtutions in European Foreign Policy –Making: Do they matter?’, http://sam.sdu.dk/~mwi/B2_Morisse.pdf,s,36–65.
Özalp Güven, ‘Özbekistan’a AB Yaptırımı’, http://www.milliyet.com.tr/2005/11/16/dunya/dun01.html,16/11/2005, erişim tarihi: 15/06/2007.
The common foreign and security policy: introduction, http://europa.eu.int/scadplus/leg/en/lvb/r00001.htm,6.11.2007.
Turkey-Russia Relations, www.euractiv.com/en/enlargement/turkey-russia-relations/article-134083, erişim tarihi, 19.07.2008.
Ulagay, Osman, ‘AB partisi olmadan Türkiye AB’ye Girebilir mi?’ Milliyet, 29 Mayıs 2006. Ülman Haluk, ‘İç Politika Batağında AB’, http://www.euturkey.org.tr/index.php?p=22344vel=111.06.2002, erişim tarihi: 09.07.2008. ________________, ‘Yolun Sonu Göründü’, http://www.dunyagazetesi.com.tr/haberArsiv.asp?id=19249, 17.11.2000, erişim tarihi: 09.07.2008. Ülsever Cüneyt, ‘Anap Yan (mı) çiziyor?’, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=84648vep=2, 15.07.2002, erişim tarihi: 09.07.2008.
Yılmaz, Hakan ‘Europeanization of Turkey in the Aftermath of July 2007 Elections’, http://hakan_yilmaz.blogspot.com/2008/01/europeanization_of_Turkey_in_aftermath_html12 Ocak 2008. Erişim tarihi, 12/02/2009.
355
ÖZET
Tezde Avrupalılaşma kavramı kullanılarak AB sürecinin Türk dış politikasına
etkilerini incelenmiştir. Kavram, esas itibariyle siyasa Avrupalılaşması tanımı ile
sınırlandırılmış ve tanımı gereği öncelikle AB’nin Türkiye’ye etkileri ve sonrasında
da aday ülke olması nedeniyle sınırlı olsa da Türkiye’nin AB düzeyine (olası)
aktarımları üzerinde durulmuştur. Test edilmeye çalışılan ise MDAÜ’nün
Avrupalılaşma süreci için kullanılan sosyolojik/konstrüktivist kurumsalcı görüşlerin
Türkiye için de kullanılıp kullanılmayacağı noktasıdır.
Bu çerçevede, Türk dış politikasının Avrupalılaşması kurumsal ve siyasi
düzeyde etki kapsamında değerlendirilmiştir. Bu noktadan hareketle; siyasa
Avrupalılaşması kapsamında Türkiye ile AB arasında Türkiye açısından milli dava
olarak addedilebilecek bazı konular dışında çok ciddi bir uyumsuzluğun olmadığı
görülmektedir. AB Komisyonu tarafından hazırlanan etki raporunda da belirtildiği
üzere Türkiye’nin AB güvenliğine coğrafi konumu ve askeri potansiyeli bakımından
katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde bölgesel
temelde bir değerlendirme yapıldığında Kıbrıs, Ege sorunları ve Yunanistan ile
ilişkilerde koşulluluk ilkesinin etkileri ve AB etkisinin her iki taraf için de mevcut
olması nedeniyle Avrupalılaşmanın sağlandığı görülmektedir. Ancak, Orta Doğu
bölgesi açısından Türkiye’nin kendi iç/dış politikasının asıl belirleyici olduğunu ve
Avrupalılaşmanın sınırlı olduğunu belirtmek gerekir. Kurumsal boyutta, AB’nin
Türkiye’de ciddi bir bürokratik yapılanmaya ve AB bürokrasisinin oluşumuna neden
olduğu belirtilmelidir. Ancak seçkin Avrupalılaşması olarak tanımlanan; hükümetler,
siyasi partiler, asker-sivil ilişkileri ve sivil toplumun politika yapımına katılımı
konusunda yapılan bir değerlendirmede AB konusunda siyasi irade eksikliğinden ve
356
devlet merkezli yaklaşımın etkisinin sürdüğünden bahsetmek gerekir. Türkiye’nin
AB’ye etkisi konusunda ise, tezde incelenen İspanya örneğinde olduğu gibi,
Türkiye’nin daha önce AB gündeminde olmayan bir konuyu gündeme getirmesi
gerçekçi gözükmemektedir. Ancak, coğrafi konumu ve farklı nitelikleri ile Orta
Büyüklükte Devlet görüntüsünü kullanmasının AB tarafından desteklendiği
görülmektedir. AB ekonomik desteğinden faydalanarak Orta Asya, Kafkasya, Orta
Doğu ve Akdeniz bölgelerinde aktif politika sürdürülmesi mümkün olabilecektir.
AGSP konusu ise Türkiye’nin kendi önceliğini AB düzeyine taşıyabilmesi anlamında
önemli bir örnektir. Bu noktada Türkiye’nin iç politik gelişmelerinin de dikkate
alınması ve Avrupalılaşmanın iktidarda AB yanlısı bir hükümet olduğunda
hızlandığının altının çizilmesi gerekmektedir. Ancak bu durumda bile Avrupalılaşma
ancak ulusal düzeyde veto noktaları bertaraf edildiği ölçüde gerçekleşmektedir. Veto
noktalarının argümanları AB’nin Türkiye’ye karşı samimi olmadığı düşünülen
davranışları neticesinde kamuoyunun etkisi ile daha da güçlenmektedir.
AB ve Türk dış politikaları arasında asıl uyumsuzluk; Avrupalılaşma
tanımının genişletilip siyasi Avrupalılaşma olarak tarif edilmesi ve içine kimlik
konularının dâhil edilmesiyle ortaya çıkmaktadır. Kopenhag kriterlerine uyum ve
AB’nin kendi içinde yaşadığı güvenlik kimliğine dair tartışmalar Türkiye hakkında
soru işaretleri yaratmaktadır. AB’nin askeri/sivil/normatif güç anlamında güvenlik
kimliğine netlik kazandırması Türkiye’nin yerine de karar vermesini sağlayacaktır.
Bu noktada taraflar arasında güvenilirlik sorunun da altını çizmek gerekir. AB ve
Türkiye’nin karşılıklı taahhütlerini yerine getirmeleri Avrupalılaşma sürecini
hızlandıracaktır.
357
Tüm bunların neticesinde, MDAÜ için kullanılan sosyolojik/konstrüktivist
kurumsalcı argümanların Türkiye için kullanılması Türkiye ile AB arasındaki
güvenlik kimliği farklılığı nedeniyle kısa vadede mümkün olamayacaktır. Ancak
mevcut durumda karşılıklı fayda maliyet analizine dayalı ve Türkiye’nin AB
güvenlik yapılanmasına katkısı üzerine odaklanan rasyonalist kurumsalcı bir
yaklaşımın kullanılması daha gerçekçi gözükmektedir.
358
ABSTRACT
Europeanization concept is utilized to scrutinize the EU’s impact on Turkish
foreign policy in the dissertation. Europeanization is defined as “policy
Europeanization” and therefore basically limited to impact of the EU on Turkish
foreign policy. Top down and bottom up dimensions of Europeanization of Turkish
foreign policy is elaborated which comprises the impact of the EU on Turkish
foreign policy and (possible) effects of Turkey on EU foreign and security policy.
Main hypothesis to be tested is whether the sociological/constructivist institutionalist
approach used for CEEC could be used to define Turkey’s Europeanization.
In the dissertation, Europeanization of Turkish foreign policy is elaborated in
terms of institutional and policy impact. From this polint of view; there is not a
serious deviation of Turkey from the EU foreign policy except some national causes.
Moreoever, as mentioned in the official impact report prepared by European
Commission, Turkey can contribute to European security due to its geographical
location and military sitution. From the evaluation of the regions, it is evident that
conditionality is efficient for Cyprus issue, Aegean disputes and Greece. But here
Europeanization of both sides should be taken into consideration while this is not the
case for Middle East region. Turkey’s domestic problems determine Turkish policy
towards Middle east and Europeanization is limited. From institutional dimension;
EU’s impact is noteworthy and reorganization of Turkish bureaucracy is evident.
However Turkish governments, political parties, civil-military relations and civil
society do not demonstrate the necessary political will for Europeanization and state
centric structure prevails. Thus, in terms of elite socialization there are deficiencies
regarding Turkey’s Europeanization. From the point of bottom-up dimension of
359
Europeanization, it is not realistic to expect Turkey to upload a new regional context
to European agenda as Spain did. However; Turkey’s characteristics including its
geographical location and middle size power status are supported by the EU. Turkey
utilizing the economic support of the EU, can implement an active foreign policy in
the neighbouring regions. ESDP is a topic that Turkey uploaded its priority to EU
agenda. Another point to be mentioned here is the domestic conditions of Turkey.
Europeanization of Turkish foreign policy is accelerated during pro-EU
governments. However even the pro-EU governments should eliminate the veto
points for a smooth Europeanization. Arguments of the veto points are strenghtened
with the EU’s attitute towards Turkey which is also one of the main reasons of
negative public opinion.
Contrary to the relative conformity of Turkey and the EU in terms of policy
Europeanization, basic difference between Turkey and EU reveals when the
Europeanization is defined broadly so as to include the identity matters. Treatment of
Turkey on the basis of Copenhagen criteria and EU’s security identity debates reveal
this fact. When the EU debates on the characteristics of its security identity as
civil/military/normative power status finalized, Turkey’s place will be determined.
Here, credibility of both sides should be mentioned as a determinant factor.
In conclusion; sociological/ constructivist institutionalist arguments used for
CEEC are not appropriate for Turkey in short term due to the security identity
differences between Turkey and the EU. It is realistic to use a cost benefit analysis
used by rational choice institutionalists which focuses on Turkey’s contribution to
European security.