avrupa bİrlİĞİ sÜrecİnİn tÜrk diŞ …acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/31079/250329.pdfbu...

362
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI AVRUPA BİRLİĞİ SÜRECİNİN TÜRK DIŞ POLİTİKASINA ETKİLERİ Doktora Tezi Hatice YAZGAN Ankara-2009

Upload: others

Post on 17-Jan-2020

32 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

AVRUPA BİRLİĞİ SÜRECİNİN

TÜRK DIŞ POLİTİKASINA ETKİLERİ

Doktora Tezi

Hatice YAZGAN

Ankara-2009

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER

ANABİLİM DALI

AVRUPA BİRLİĞİ SÜRECİNİN

TÜRK DIŞ POLİTİKASINA ETKİLERİ

Doktora Tezi

Hatice YAZGAN

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Çağrı ERHAN

Ankara-2009

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER

ANABİLİM DALI

AVRUPA BİRLİĞİ SÜRECİNİN

TÜRK DIŞ POLİTİKASINA ETKİLERİ

Doktora Tezi

Tez Danışmanı: Prof.Dr.Çağrı Erhan

Tez Jürisi Üyeleri

Adı ve Soyadı İmzası

........ Prof.Dr.Çağrı Erhan.......................... ........................................

..... Prof..Dr.İlhan Uzgel.............................. ........................................

..........Doç.Dr. Mitat Çelikpala.................... ........................................

..........Doç. Dr. Sevilay Kahraman............ ...........................................

..........Doç.Dr. Çınar Özen.......................... .........................................

Tez Sınavı Tarihi ...19/08/2009......

1

AVRUPA BİRLİĞİ SÜRECİNİN TÜRK DIŞ POLİTİKASINA ETKİLERİ

İÇİNDEKİLER ............................................................................................................ 1

KISALTMALAR ......................................................................................................... 4

ŞEKİL VE TABLOLAR LİSTESİ.............................................................................. 6

GİRİŞ ........................................................................................................................... 7

BİRİNCİ BÖLÜM: TEORİK ÇERÇEVE .................................................................16

I. Kavramsal Çerçeve: Avrupalılaşma Kavramı ..................................................16

A. Avrupalılaşma kavramı ve Üye / Aday Ülkelere Uygulanması........................16

1. Avrupalılaşma Kavramının Tanımlanma Sorunu ........................................16

2.Avrupalılaşma Kavramının Çift Yönlü Etkisi: AB ve üye/aday

devlet etkileşimi.........................................................................................24

3. Avrupalılaşmanın Göstergeleri ...................................................................27

a. Avrupalılaşmanın Kurumsal Yapılar Düzeyinde Etki Göstergeleri .......31

b.Avrupalılaşmanın Politikalar Düzeyinde Etki Göstergeleri....................34

B. Avrupalılaşma Kavramının Dış Politika ve Güvenlik Alanına Uygulanması ..38

1.Dış Politika ve Güvenlik Politikasının Diğer Politika

Alanlarından Farklılıkları ............................................................................38

2.Dış Politika ve Güvenlik Politikasının Avrupalılaşması

ve Örnek Ülke İncelemeleri........................................................................41

a. Merkezi ve Doğu Avrupa Ülkeleri örneğinde Polonya ............................44

b. İspanya ..................................................................................................51

c. Yunanistan .............................................................................................58

II. Kuramsal Çerçeve:

Avrupalılaşma kavramı Çerçevesinde AB’nin Üye/Aday Ülkelere Etkilerini

İncelemede Kullanılan Yaklaşımlar.................................................................63

A. Erken Dönem Tartışmaları:

Neofonksiyonalizm / Hükümetlerarasıcılık tartışması ....................................63

B.Yakın Dönem Tartışmaları:

Rasyonalizm/ Konstrüktivizm Tartışması ve Yeni Kurumsalcı Yaklaşım........67

C. İç ve Dış Politika Etkileşimini İnceleyen Yaklaşımlar....................................79

1. İki Düzeyli Yaklaşım (Two level Game) (Robert Putnam) ......................80

2

2. Liberal Hükümetlerarasıcılık Yaklaşımı (Andrew Moravscik) ...............81

III. Avrupalılaşma Kavramı ve Rasyonalist Kurumsalcı ve

Sosyolojik (Konstrüktivist) Kurumsalcı Görüşlerin

Türkiye’ye Uygulanabilirliği ..........................................................................83

İKİNCİ BÖLÜM: AB SÜRECİNİN TÜRK DIŞ POLİTİKASINA ETKİLERİ.......86

I. AB Sürecinin Türk Dış Politikasına Etkileri ...................................................86

A. AB Sürecinin Türk Dış Politikasının “Kurumsal Yapısı”na Etkileri ..............88

1. Türk Hükümetlerinin AB Sürecine Bakışları ...........................................88

2. Dışişleri Bakanlığı’nın AB sürecindeki Yapılanması ...............................99

3. Siyasi Partilerin AB’ye Bakışları...........................................................102

4. AB sürecinin Asker-Sivil İlişkilerine Etkisi ...........................................109

5. Sivil Toplum ve Kamuoyunun AB’ye Bakışı .........................................118

a. TÜSİAD, İKV, Sendikalar vd. ve AB ................................................121

b. Türk Kamuoyu ve AB .......................................................................124

B. AB Sürecinin Türk Dış Politikasına “Siyasa Düzeyinde” Etkisi .................127

1. Soğuk Savaş sonrası AB ve Türkiye .......................................................128

a. Soğuk Savaş Sonrası AB ile ilişkiler ve Türk Dış Politikası ...............128

b. Türkiye ve AB Üyesi Ülkelerin İkili İlişkileri .....................................136

c. Resmi Belgeler ve Müzakere Sürecinde Dış Politika ve

Güvenlik Politikası.............................................................................138

2. Türkiye’nin ABD ve NATO ile İlişkilerinin AB ile İlişkilerine Etkisi .....143

a. Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) kapsamında

karşılaşılan sorunlar ..............................................................................148

b. Irak Savaşı (2003) sırasında Türkiye’nin AB ve ABD ile ilişkileri .....154

3. Türkiye-Yunanistan İlişkileri...................................................................158

a. Ege sorunları .....................................................................................162

b.Türkiye-AB İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu..............................................167

4. Türkiye’nin Orta Doğu Bölgesi ile İlişkileri............................................180

5. Türkiye’nin Rusya ve Kafkasya ile İlişkileri ...........................................195

II. Türkiye’nin AB Dış ve Güvenlik Politikasına Etkileri ....................................198

A. Türkiye’nin AB Sivil Gücüne Etkileri.......................................................202

B. Türkiye’nin AB Askeri Gücüne Etkileri....................................................204

C. Türkiye’nin Orta Doğu, Balkanlar ve Kafkasya/Orta Asya

3

ile ilişkilerde AB Dış Politika/Güvenlik Politikasına Etkileri .....................209

D. Türkiye’nin AB Dış Politikasına Etkilerinin Rasyonalist

Kurumsalcı Perspektiften Değerlendirilmesi.............................................220

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: TÜRK DIŞ POLİTİKASININ AVRUPALILAŞMASININ

DEĞERLENDİRİLMESİ .........................................................................................231

I. Türk Dış Politikasının Avrupalılaşmasının Etki Göstergeleri

Açısından Değerlendirilmesi.............................................................................238

A. Kurumsal Yapı Düzeyinde Etki Göstergelerinin Değerlendirilmesi ...........240

B. Siyasi Düzeyde Etki Göstergelerinin Değerlendirilmesi ............................247

C. Avrupalılaşma Kavramı ve Rasyonalist Kurumsalcı

ve Sosyolojik (Konstrüktivist) Kurumsalcı Görüşlerin Türkiye

Bakımından Değerlendirilmesi .................................................................264

II. Güvenlik Kimliğinde Farklılıklar ......................................................................268

A. Güvenlik Kimliği/Stratejik Kültür Kavramı .............................................268

B. AB Güvenlik Kimliği ..............................................................................270

1. Askeri /Sivil/Normatif (Etik) Bir Güç Olarak AB..................................271

2. Kurumsal Düzenlemeler ve Avrupa Güvenlik ve Strateji

Belgesinin Oluşturulması....................................................................ı285

3. AB Güvenlik Kimliğinin Özellikleri .....................................................292

4. AB’nin “Ortak” Bir Güvenlik Kimliği Oluşturmada

Karşılaştığı Zorluklar..........................................................................295

a.Yapısal Zorluklar............................................................................295

b.Üye Ülkeler Arasında Görüş Ayrılıkları ve AB

Genişlemelerinin AB Güvenlik Kimliğine Etkileri .........................296

C. AB ile İlişkilerde Türkiye ve AB Güvenlik Kimliği Çatışması ..................301

1. Türkiye’nin Güvenlik Kimliği ..............................................................301

2. AB ile İlişkilerde Güvenlik Kimliği Faktörü .........................................314

SONUÇ......................................................................................................................333

KAYNAKÇA.............................................................................................................339

ÖZET.........................................................................................................................355

ABSTRACT ..............................................................................................................358

4

KISALTMALAR

AB Avrupa Birliği

ABD Amerika Birleşik Devletleri

ABGS Avrupa Birliği Genel Sekreterliği

ABSY Avrupa Birliği Siyasi işler Genel Müdür Yardımcılığı

ACP Afrika Karayip Pasifik Ülkeleri

AET Avrupa Ekonomik Topluluğu

AGSK Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği

AGSB Avrupa Güvenlik Strateji Belgesi

AGSP Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası

AİHM Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi

AKÇT Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu

AKP Adalet ve Kalkınma Partisi

ANAP Anavatan Partisi

ASEM The Asia Europe Meeting

AT Avrupa Toplulukları

ATAD Avrupa Toplulukları Adalet Divanı

ATAUM Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi

BAB Batı Avrupa Birliği

BDT Birleşik Devletler Topluluğu

BİO Barış İçin Ortaklık

BM Birleşmiş Milletler

CARDS Community Assistance for the Reconstruction, Development and

Stabilization of the Western Balkans

CHP Cumhuriyet Halk Partisi

CMUK Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu

COREPER Permanent Representatives Committee

DİSK Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu

DPT Devlet Planlama Teşkilatı

DSP Demokratik Sol Parti

DTÖ Dünya Ticaret Örgütü

DYP Doğru Yol Partisi

ECAP European Capabilities Action Plan

EFTA European Free Trade Association

5

EMP Euro Mediterrenean Parnership

ETUC European Trade Unions Confederation

EUPM European Union Police Mission in Bosnia and Herzegovina

EUFOR European Forces in Bosnia and Herzegovina

FP Fazilet Partisi

GAP Güneydoğu Anadolu Projesi

IFOR Implementation Force

IMF International Monetary Fund

ISAF International Security Assistance Force

HAK İŞ Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu

İKÖ İslam Konferansı Örgütü

İKV İktisadi Kalkınma Vakfı

KDP Kürdistan Demokratik Partisi

KEİ Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü

KESK Kamu Emekçileri Konfederasyonu

KFOR Kosovo Force

KİK Körfez İşbirliği Konseyi

KİS Kitle İmha Silahları

KKTC Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti

KOB Katılım Ortaklığı Belgesi

KPK Karma Parlamento Komisyonu

KYB Kürdistan Yurtseverler Birliği

MATRA (Felemenkçe Sosyal Dönüşüm anlamına gelen) Maatschappelijke

Transformatier

MDAÜ Merkezi ve Doğu Avrupa Ülkeleri

MEDA Euro Mediterrenean Partnership

MGK Milli Güvenlik Kurulu

MGSB Milli Güvenlik Siyaset Belgesi

MHP Milliyetçi Hareket Partisi

NATO North Atlantic Treaty Organization

ODGP Ortak Dış Politika ve Güvenlik Politikası

OGT Ortak Gümrük Tarifesi

ÖDP Özgürlük ve Dayanışma Partisi

PHARE Poland and Hungary: Assistance for Restructuring Their Economies

RP Refah Partisi

6

RTÜK Radyo ve Televizyon Üst Kurulu

SP Saadet Partisi

SSCB Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği

STK Sivil Toplum Kuruluşları

SFOR Stabilization Force in Bosnia and Herzegovina

SHP Sosyal Demokrat Halkçı Parti

TACIS Technical Aid to the Commonwealth of Independent States

TAIEX Technical Assistance Information Exchange Unit

TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi

TESEV Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı

TISK Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu

TOBB Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği

TÜRK-İŞ Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu

TÜSİAD Türkiye Sanayiciler ve İşadamları Derneği

TSK Türk Silahlı Kuvvetleri

UAD Uluslararası Adalet Divanı

UP Ulusal Program

UNICE Union of Industrial and Employer’s Association

YÖK Yükseköğretim Kurulu

ŞEKİL VE TABLOLAR LİSTESİ

Şekil 1- Rasyonalist Kurumsalcı ve Sosyolojik/Konstrüktivist Kurumsalcı

yaklaşım çerçevesinde Avrupalılaşma ...........................................................................78

Tablo 1- 1991–1999 yılları arasında Türk Hükümetleri ve AB Alanında Gelişmeler......91

Tablo 2- 1999–2009 yılları arasında Türk Hükümetleri ve AB Alanında Gelişmeler......95

Tablo 3- Avrupalılaşma Tanımları ..............................................................................231

Tablo 4- Etki Göstergeleri Bakımından Avrupalılaşma Kavramının İncelenmesi.........238

Tablo 5-Siyasa Avrupalılaşması ve Siyasi Avrupalılaşma Kavramları .........................239

7

GİRİŞ

Avrupa Birliği (AB) süreci; gerek üye, gerekse aday ülkelerin siyasi,

ekonomik, sosyal ve kültürel yapılarını kurumsal ve siyasi düzeyde etkilemektedir.

AB’nin üye/aday ülkeler üzerindeki etkileri yanında, üye/aday ülkelerin AB

düzeyine aktarımları çerçevesinde açıklanan karşılıklı etkileşim “Avrupalılaşma”

(Europeanization) kavramı ile incelenmektedir. Bu kavram 1990’lı yıllardan itibaren

giderek artan biçimde AB üyesi ülkeler yanında, AB üyesi olmayan ancak AB

etkilerine açık olan ülkeler ve asıl önemlisi AB’ye aday ülkeler için kullanılmaktadır.

AB’ye aday ülkeler; Kopenhag kriterleri, “koşulluluk” ilkesi ve üyelik

müzakereleriyle müktesebatın üstlenilmesi yoluyla sözkonusu kavramın içeriğine

dâhil edilebilir.

1999 yılında gerçekleştirilen Helsinki Zirvesi ile AB’ye aday ülke olarak

kabul edilen ve süreç sonunda 3 Ekim 2005 tarihinde AB ile üyelik müzakerelerine

başlayan Türkiye de, Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde incelenebilecek

değişimlere konu olmaktadır. AB tarafından hazırlanan Katılım Ortaklığı Belgeleri

(KOB) ve buna mukabil Türkiye tarafından hazırlanan Ulusal Program(lar) (UP),

AB’nin Kopenhag kriterleri bağlamında ortaya koyduğu temel yükümlülükler

yanında, AB mevzuatının uygulanmasına yönelik düzenlemelerin hayata

geçirilmesini gerektirmektedir.

Avrupalılaşma kavramına ilişkin çalışmalar 1990’lı yılların başından itibaren

büyük artış göstermiştir. Bu çalışmalarda, Avrupalılaşmanın tanımı ve sınırları

belirlenip, bu çerçeve örnek bir olaya uygulanmaktadır. Bu örnek olay bir ülke

incelemesi olabileceği gibi, bir politika alanı da olabilmektedir. Bu çalışmada da bu

yol izlenecektir. Tezde Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde incelenecek AB’nin dış

8

politika ve güvenlik politikası konusu diğer politika alanlarının aksine gerek

egemenlik ve ulusal kimlik etkeninin, gerekse hükümetlerarası niteliğin ve bunun

uzantısı olarak oybirliği prensibinin ağırlığını koruduğu bir alan olarak farklı bir

nitelik arzetmektedir.

Bu doğrultuda; Avrupalılaşma kavramının farklı tanımlarından hareketle; bu

çalışmanın hangi tanımı esas aldığını belirlemek gerekmektedir. Burada temel olarak

“Siyasa Avrupalılaşması” olarak tanımlanan ve AB Dış ve Güvenlik Politikasının

Türk Dış Politikasına etkileri incelenecektir. Avrupalılaşmanın geniş tanımları farklı

sonuçlara yol açtığından bu sınırlamanın yapılması gereklidir.

Avrupalılaşma çerçevesinde AB’nin etkisi sonucu üye/aday ülkede, dış

politika yönelimlerinin, karar alma süreçlerinin, ilgi ve çıkar alanlarının farklılaşması

gündeme gelmektedir. Üye/aday ülke açısından AB etkisi ile temel dış politika

alanlarında AB ile ortak hareket etme gereği, üçüncü ülkelere karşı ortak tutumlar

belirlenmesi, uluslararası kuruluşlarda tek sesle hareket edilmesi gibi gereklilikler

ortaya çıkmaktadır. Bunun ötesinde AB operasyonlarına katkı sağlanması, üye/aday

ülke silahlı kuvvetlerinin reorganizasyonu, ulusal güvenlik belgelerinde AB’ye atıfta

bulunulması ve politikaların AB eksenli oluşturulması gibi noktalar ön plana

çıkmaktadır. Bu durumda esas olarak AB dış ve güvenlik politikasının kapsamına

AB güvenlik ve savunma politikasının kurumsal yapısına uyum ve AB’nin Üçüncü

Ülkelere yönelik tutumuna uyum konusu girmektedir. Bu son nokta, AB’nin bölgeler

temelindeki politikası ile uluslararası kuruluşlardaki tutumuna uyum durumunu

kapsamaktadır.

AB ile üye/aday ülke arasındaki gündem, mevzuat, politika ve kurumsal yapı

farklılığı Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde incelenmesi gereken önemli bir

9

noktayı oluşturmaktadır. Zira AB mevzuatı ve uygulaması ile üye/aday ülke

arasındaki farklılık ne kadar fazla ise, uyum için AB baskısı o kadar fazla olmaktadır.

Bu durumda tezin amacı bakımından, AB dış politikası ile Türk dış politikası

arasında farkların belirlenmesi önem kazanmaktadır. Farklılık kurumsal yapı ve

siyasi düzeyde incelenmelidir. Aslında AB gibi dış politikası oluşum aşamasında

olan bir entite ile ulus-devlet özellikleri üzerine oturmuş olan Türk dış politikasının

karşılaştırılmasının zorluğu bir yana, egemenlik ve kimlik etkenlerinin yoğun olduğu

bir alanda bizatihi AB’nin karşı karşıya kaldığı zorluklar mukayesede güçlükler

yaratmaktadır. Bunun da ötesinde dış politika alanının AB ortak tarım politikası gibi

AB direktif ve yönetmelikleriyle büyük ölçüde düzenlenmiş ve Avrupalılaşmış bir

alan olmayıp, ortak tutum ve eylemlerle düzenlenmiş hayli politik bir alan olmasının

da konunun sınırlanmasını güçleştirdiğini belirtmek gerekir.

Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde AB ile Türk mevzuat ve uygulamaları

arasındaki farkın ortaya konmasının ötesinde; AB’nin Türk dış politikasını kurumsal

ve politika temelinde etkilemesi, Türk dış politikasının da AB düzeyine

aktarımlarının ne olabileceği üzerinde durulması araştırmanın temel boyutunu

oluşturmaktadır. Bu durum Avrupalılaşma kavramının AB’nin ilgili ülkeye etkisi ve

ilgili ülkenin AB düzeyine aktarımları çerçevesindeki tanımı gereğidir. Üye/aday

ülkenin AB düzeyine getirileri sonucu AB düzeyine aktarılan politikalar, yeniden üye

devletler düzeyinde şekillenmektedir. Her ne kadar aday ülke olması nedeniyle AB

kurumsal yapısı içinde yer almasa da, Türkiye’nin AB düzeyine olası aktarımlarının

belirlenmesi Avrupalılaşma kavramının tam anlamıyla değerlendirilmesi açısından

önemlidir. Bu çerçevede tezin amacı; dış politika ve güvenlik politikası oluşturulması

ve uygulaması açısından AB sürecinin üye ve aday ülkelerde öngördüğü kurumsal ve

10

siyasi değişiklikler çerçevesinde Türk dış politikasının ne derece

Avrupalılaşabildiği/Avrupalılaşamadığının ortaya konmasıdır.

AB ile etkileşim yani Avrupalılaşma sürecinde üye/aday ülkede topyekûn bir

kimlik değişimi olmadan salt kurumsal değişim de yaşanabilmektedir. Bu durumun

bir ileri aşaması, kurumsal uyum yanında belirli güvenlik kimliği niteliklerinin

sıklıkla kullanılmaya ve devletlerin kimliklerinin bir parçası olarak AB’nin kolektif

kimliğini benimsemeye başlamasıdır. Burada, AB dış politikasının devletlerin

kimlikleri üzerine etkisinden hareketle, AB ile etkileşimde olan ülkenin (güvenlik)

kimliğinin nasıl değiştiği konusu önem kazanmaktadır. Bu durumda Türkiye’nin

Avrupalılaşmanın hangi aşamasında olduğunun tespiti kurumsal/siyasi düzey ayırımı

kullanılarak yapılabilir. Bu çerçevede AB’nin Türk dış politikasına etkileri ve

Türkiye’nin AB dış politikasına katkı ve maliyetleri konusu, yukarıdaki etki

göstergelerinin analizi çerçevesinde, kurumsal ve siyasi düzey olmak üzere iki boyut

dikkate alınarak incelenecektir.

Avrupalılaşma kavramı, AB ile üye/aday ülke arasındaki etkileşim sürecinin

tarif edilmesidir. Ancak sözkonusu sürecin nedenini ve nasıl gerçekleştiğini

açıklamamaktadır. Bu sorular, kurumsalcı teoriler ve iç politika-dış politika kararları

arasındaki etkileşimi açıklayan yaklaşımlar ışığında cevaplanabilir. Bu doğrultuda,

kurumsalcı yaklaşımlar yanında, Avrupalılaşmanın etki göstergeleri üzerinde durmak

gerekir. Sözkonusu etki göstergeleri AB’nin üye devlete etkisini ortaya koyan

göstergelerdir. Buna göre bu kapsamda, karar vericilerin AB’ye bakışı, bürokratik

uyum/reorganizasyon ve kamuoyunun bakışı konuları yanında; stratejik kültürde

değişim, kaynak tahsisi ve askeri güç planlaması göstergeleri incelenecektir.

11

Avrupalılaşma kavramı tanımı içinde önemli bir diğer boyutu oluşturan üye

devletlerin AB düzeyine etkileri/aktarımları konusunda ise belli başlı göstergeler

arasında, gündem oluşturma ve Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasının (AGSP)

operasyonel boyutuna katılım gibi konular yer almaktadır. Tüm bunların yanı sıra

üye/aday ülkenin AB düzeyine aktarım kapasitesini belirleyen ölçütler de vardır.

Bunlar sözkonusu devletin idari ve insan kaynakları kapasitesi yanında AB

kurumlarında oy ağırlıklarıyla da belirlenen göstergelerdir.

Avrupalılaşma konusunda üzerinde durulması gereken bir nokta da;

Avrupalılaşmanın etkisi ile diğer etkenleri birbirinden ayırma konusudur. Zira ortaya

çıkan politika değişikliği/kurumsal değişikliğinin AB uyum çalışmaları nedeniyle mi,

küreselleşmenin etkileri ile mi, yoksa herhangi bir iç politik değişme nedeniyle mi

meydana geldiğinin tespitini doğru yapmak gerekir. Bunun yanında,

Avrupalılaşmanın AB ile ilgili ülkenin Üçüncü ülke ve bölgelere ilişkin

politikalarının tesadüfî uyumundan çok, bilinçli olarak

değiştirilmesi/uyumlaştırılması olduğunu belirtmek gerekir.

Tezde ilgili değişkenler tanımlanarak, konu sınırlaması yapılmıştır. Bağımsız

değişken olarak belirlenen AB dış/güvenlik politikası ve bağımlı değişken olan Türk

dış politikası da tez için belirlenen Soğuk Savaş sonrası dönemde ortaya çıkan

özellikleriyle tanımlanmıştır. Türkiye’nin iç siyasi faktörleri ve yapısı “ara

değişkenler” olarak belirlenmiştir. Tezde, Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde AB

ve Türkiye arasında dış politika ve güvenlik alanındaki karşılıklı etkileşim, Soğuk

Savaş sonrası dönem üzerine yoğunlaşmıştır.

Bu veriler ışığında çalışmada cevaplanmaya çalışılan sorular;

Avrupalılaşmanın çift yönlü etkisi dikkate alınarak, ilk olarak yukarıda belirlenen

12

ölçütler ışığında AB Dış ve Güvenlik Politikasının Türk Dış Politikasına etkilerinin

ve ikinci olarak da Türkiye’nin dış ve güvenlik politikası kapsamında olası

aktarımlarını değerlendirmektir. AB ve Türkiye arasında uyumsuz politikalar ve

sorunların çözüm süreci karşılıklı etkileşimin değerlendirilmesi açısından önemlidir.

Farklılıkların belirlenmesi ve bunların Türkiye ve AB’nin güvenlik politikalarının

bütünleşmesinde yapısal birtakım sorunlardan kaynaklanıp kaynaklanmadığı

yönünde bir değerlendirme çalışmanın temel kapsam alanıdır.

Bu çerçevede Tezin Birinci Bölümünde, Avrupalılaşma kavramı ve bu

kavram çerçevesinde kurumların iç politikaya etkilerini inceleyen teorik yaklaşımlara

(yeni kurumsalcı teoriler özellikle rasyonalist (rasyonel seçim) ve

sosyolojik/konstrüktivist kurumsalcılar) yer verilecektir. Öncelikle farklı

tanımlarından hareketle Avrupalılaşma kavramının çerçevesi çizilecek, AB etkisinin

belirlenmesi için etki göstergeleri ve özellikle dış politikanın Avrupalılaşması konusu

üzerinde durulacaktır. AB üyesi ve aday ülkelerin dış politika ve güvenlik alanında

Avrupalılaşmasına örnek incelemeler, Türkiye’nin Avrupalılaşması incelenirken

karşılaştırma yapabilmek açısından önem arz etmektedir. Bu çerçevede Merkezi ve

Doğu Avrupa Ülkeleri’nden (MDAÜ) Polonya ile İspanya ve Yunanistan’ın

Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde dış ve güvenlik politikalarının değişimleri

incelenmektedir. Polonya; Avrupalılaşmanın özellikle kurumsal boyutta yarattığı

etkiler nedeniyle incelenirken; İspanya, Avrupalılaşma kavramının özellikle ikinci

boyutu çerçevesinde AB düzeyine belirgin aktarımları olan bir ülke olmasının yanı

sıra, AB’nin Türkiye’ye karşı temel eleştiri noktalarından olan insan hakları ve

demokrasi konularında benzer deneyimler yaşamış bir ülke olması nedeniyle

önemlidir. Yunanistan ise Avrupalılaşmanın her iki boyutunun incelenmesi açısından

13

incelenmeye değer bir örnektir. Ayrıca, Türkiye ile arasındaki sorunlarda AB

etkisinin açık olması nedeniyle Yunanistan örneğinin anlaşılması büyük önem

taşımaktadır. Nitekim AB üyesi Yunanistan’ın Avrupalılaşması Türkiye ile

ilişkilerine birebir yansımıştır.

Tezin ikinci bölümünde, Avrupalılaşma kavramının AB sürecinin üye/aday

ülkelere etkisi olarak tanımlanan ilk boyutu kapsamında, AB’nin Türk dış

politikasına etkileri, kurumsal düzey ve siyasa düzeyinde incelenecektir. Bu

çerçevede kurumsal düzeyde etki kapsamında, Türk Hükümetleri, Dışişleri Bakanlığı

ve Türk siyasi partilerinin Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde durumları

incelenmektedir. Bunun yanında AB’nin asker-sivil ilişkileri sivil toplum ve

kamuoyu üzerindeki etkilere de değinilmektedir. Bunun amacı; Avrupalılaşma

göstergelerinden biri olan “Seçkin Avrupalılaşması”nın (elite socialization)

gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılması amacı iledir.

AB sürecinin Türk dış politikasına siyasa düzeyinde etkisi, başta ABD ile

ilişkiler olmak üzere, AGSP konuları Yunanistan ile ilişkiler, Kıbrıs ve Ege

sorunları, Orta Doğu, Rusya ve Kafkasya’daki politikalar çerçevesinde

incelenecektir.

İkinci Bölümde ayrıca; Avrupalılaşmanın ilgili ülkenin AB düzeyine etkisi

anlamındaki ikinci boyutu çerçevesinde Türk dış politikasının AB dış ve güvenlik

politikasına etkileri incelenmektedir. Bu çerçevede; Türkiye’nin AB’nin sivil ve

askeri gücü yanında; Orta Doğu, Balkanlar ve Kafkasya/Orta Asya ile ilişkilerde

AB’ye etkileri tartışılacaktır.

Üçüncü Bölümde, tezin ikinci bölümünde kurumsal ve siyasa düzeyinde

incelenen noktaların, farklı Avrupalılaşma tanımları, AB’nin kurumsal ve siyasi

14

düzeydeki etkileri ve Avrupalılaşmanın Türkiye’ye ve Türkiye’nin AB’ye etkileri

bakımından kapsamlı ve karşılaştırmalı bir analizi yer almaktadır. Üçüncü Bölümde

ayrıca sözkonusu analizin verilerinden hareketle; Türkiye ve AB arasında fark

yaratan ve soruna neden olan noktaların kaynaklarının irdelenmesi açısından, AB ve

Türk güvenlik kimliklerinin ana hatlarını incelenmektedir. Bu durum; Avrupalılaşma

kavramı çerçevesinde AB dış politikasının Türkiye’ye etkileri tartışılacaksa, AB dış

politikasının Avrupalılaşma çerçevesinde aktarılan özelliklerinin anlaşılması

açısından da önem taşımaktadır.

Literatürde; Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde siyasi partiler ve çıkar

grupları yanında, anayasal ve hukuki boyut ve politikalar düzeyinde üye/aday

ülkelere AB etkisini inceleyen çok sayıda çalışma mevcuttur. Türkiye’nin

Avrupalılaşması üzerine yapılan çalışmalar da bu akımın etkisiyle son yıllarda artış

göstermektedir.

Nitekim Türk Dış Politikasının Avrupalılaşmasına ilişkin olarak belirli bir dış

politika konusunun Avrupalılaşmasını inceleyen çalışmalar mevcuttur. Bu

çalışmalar, Türkiye’nin başta Kıbrıs olmak üzere, Ege sorunları, Yunanistan ve Orta

Doğu bölgesine ilişkin olarak Avrupalılaşmasını konu almaktadır.1 Ancak tek bir

bölge ya da ülke ile ilişkilerin Avrupalılaşma perspektifinden incelenmesinin bir

sakıncası, diğer bölge ya da ülkelere ilişkin yanlış genellemelere varma olasılığıdır.

Ayrıca Avrupalılaşmanın Birinci Bölümde incelenen çift yönlü yaklaşımından çok,

1 Türkiye’nin Kıbrıs’a ilişkin politikasının Avrupalılaşmasını ele alan bir çalışma için bkz: Kıvanç Ulusoy, ‘The Europeanization of Turkey and its Impact on the Cyprus Problem’, Journal of Balkan and Near Eastern Studies, 10:3, 2008, s. 309-329, Ege sorunlarına ilişkin bkz: Gökçen Yavaş, ‘The Europeanization of the Aegean Dispute Between Turkey and Greece: A Construcivist/Discursive Approach’, Paper to be Presented at the ISA Panel, Contiunity and Change in Turkish Foreign Policy: Ideas, Identities, Institutions, Chicago, March 2007,s. 1-23, Yunanistan için bakınız Harry G. Tzimitras, ‘Europeanization and Nationalism in the Turkish-Greek Rapproachement’, Insight Turkey, Vol.10, No.1 /2008, s. 111-128, Orta Doğu için bkz: Mesut Özcan, Harmonizing Foreign Policy, Turkey, the EU and the Middle East, Aldershot:Ashgate, 2008.

15

AB’nin ilgili ülkede yarattığı değişimler anlamında ilk boyutuna odaklanmış

çalışmalar çoğunluktadır. Türkiye’nin AB’ye aday ülke olması nedeniyle sınırlı kalsa

da, Avrupalılaşmanın ilgili ülkenin AB’ye etkisi anlamındaki ikinci boyutunun2

ihmal edilmesi, karşılıklı çıkar alanlarının belirlenmesini zorlaştıracak ve değişimi

yaratacak yolların belirlenmesini engelleyecektir. Bunun yanında, Türkiye’nin iç

siyasi koşullarına ilişkin değerlendirmelerdeki eksiklikler, konunun önemli bir

boyutunun ihmal edilmesine neden olacaktır. 1999 yılı sonrası Türk dış politikası

gelişmelerinde AB etkisinin aşırı vurgulanması ise,3 diğer etkenlerin rolünün

azımsanması yönünde bir izlenim oluşturma tehlikesi yaratmaktadır.

Bu nedenle tezde, Avrupalılaşmanın kavramsal çözümlemeleri kullanılmakta,

birkaç politika alanında ve kurumsal/siyasa düzeyinde AB etkisi belirlenmekte ve iç

politik durum veri olarak kullanılarak, gelişmeleri etkileyen diğer faktörler de

dikkate alınmaktadır.

Türkiye’nin Avrupalılaşmasının incelenmesi; birbirleriyle göreli olarak

homojen özellikler taşıyan AB üyesi ve aday ülkeler arasında; kültür, din ve kimlik

açısından farklı bir ülke olan Türkiye’nin değerlendirilmesi açısından önem arz

etmektedir.

2 Avrupalılaşma terminolojisini kullanmaksızın Türkiye’nin AB dış politikasına etkilerini inceleyen bir çalışma için bkz: Sedat Laçiner, Mehmet Özcan ve İhsan Bal, European Union with Turkey, the Possible Impact of Turkey’s Membership on the European Union, ISRO, Ankara 2005. 3 Örn: Kemal Kirişçi, ‘Turkey’s Foreign Policy in Turbulent Times’, Chaillot Paper, No: 92, 2006.

16

BİRİNCİ BÖLÜM: TEORİK ÇERÇEVE

I. Kavramsal Çerçeve: Avrupalılaşma Kavramı

A. Avrupalılaşma kavramı ve Üye / Aday Ülkelere Uygulanması

1. Avrupalılaşma Kavramının Tanımlanma Sorunu

Avrupalılaşma (Europeanization) kavramı üzerine yapılan akademik

çalışmalar 1990’ların başından itibaren büyük artış göstermiş, bu durum kavramın

tanımlanması ve sınırlandırılması sorununu da beraberinde getirmiştir.

Avrupalılaşma kavramının çeşitli yazarlarca yapılan farklı tanımları vardır. Bu

tanımlarına bakıldığında; aşağıda inceleneceği üzere, kavramın çok geniş ve çok dar

tanımlarına rastlanmakta ve/veya tanımlar birbirini tamamlayıcı şekilde

kullanılmaktadır. Avrupalılaşmanın geniş tanımlaması; Avrupalılaşmayı kıta olarak

Avrupa etkisini belirtecek şekilde, dar tanımı ise AB etkisini gösterecek şekilde

sınırlamaktadır. Her iki tanım da küreselleşme ile Avrupalılaşma etkileri arasındaki

etkileşime değinmektedir.

Avrupalılaşma kavramının farklı tanımlarına bakıldığında, kavramın

öncelikle AB sürecinde karşı karşıya kalınan değişimlerin açıklanmasında önemli bir

referans noktası olarak kullanıldığı görülmektedir. Bu çerçevede Avrupalılaşma,

aktörleri ve kurumları, fikir ve çıkarları farklı şekillerde etkileyen yapısal değişim

sürecini açıklamaktadır. Makro düzeyde yapısal değişime, daha dar bir tanımlamayla

ise AB politikalarının etkisine işaret etmektedir. Sözkonusu dar tanım dahi kavramın

ne kadar geniş boyutlu olduğunu göstermektedir.4 Avrupalılaşmanın geniş ve dar

tanımından hareketle, kavramın salt AB müktesebatının (Acquis Communautaire)

4 Kevin Featherstone, “Introduction: In the Name of Europe”, The Politics of Europeanization, ed: Kevin Featherstone, Claudio Radaelli, Oxford University Press, 2003, s. 3–4.

17

üye/aday ülke tarafından benimsenmesi5 ve ulusal düzeyde karşılaşılan değişiklikler

anlamında değil, geniş anlamda Avrupa değerlerinin, politika ve kurumlarının

benimsenmesi gerektiği yönünde yaklaşımlar da vardır. Bu durumda Avrupalılaşma,

kimlikler ve kurumlar arasındaki etkileşimi de kapsadığından, sürecin salt politik

değil kültürel ve sosyal bir perspektiften de incelenmesi gerektiği savunulmaktadır.

Claudia Major, Avrupalılaşmanın AB-leşme anlamında değil, daha geniş anlamda

tanımlanmasının hükümetlerarası alanlarda Avrupalılaşmanın tanımlanması

açısından gerekli olduğunu vurgulamaktadır.6 AB ortak dış politika ve güvenlik

politikasının hükümetlerarası niteliğiyle bu kapsama girdiği düşünülmektedir.

Bulmer ve Radaelli’nin tanımı da Avrupalılaşma çalışmalarının en fazla atıfta

bulunulan tanımlarından biridir. Buna göre; Avrupalılaşma; AB politika yapım süreci

içinde oluşturularak, devletlerin ulusal söylem, siyasi yapı ve siyasetlerine entegre

ettikleri; resmi ve resmi olmayan kurallar, süreçler, politikalar, paradigmalar, tarzlar

ve iş yapılış biçimlerinin oluşturulması, yayılması ve kurumsallaştırılmasını ifade

etmektedir.7

Bunun yanında kavramı farklı pek çok açıdan tanımlayanlar vardır. Örneğin

Olsen, Avrupalılaşmanın beş değişik tanımını vermiştir. Olsen’e göre Avrupalılaşma;

AB’nin genişlemesi örneğinde olduğu gibi “dış sınırlarda değişim”, “Avrupa

düzeyinde kurumsallaşma ile gerçekleşen yönetsel düzey”, “siyasi örgütlenme ve

yönetişimin Avrupa dışına ihraç edilmesi”, “birleşmiş güçlü bir siyasi proje olarak

5 Bu yaklaşım AB-leşme (EU-ization) olarak tanımlanmaktadır. 6 Claudia Major, ‘Europeanization and Foreign and Security Policy-Undermining or Rescuing the Nation State?’ Politics: 2005 Vol 25 (3), s.179. 7 Simon Bulmer ve Claudio M. Radaelli, “The Europeanization of National Policy?” Queen’s Papers on Europeanization, No: 1/2004, s. 4.

18

Avrupa” ve “Avrupa düzeyinde kurumların ulusal ve yerel düzeye aktarılması”

anlamına gelmektedir.8

Avrupalılaşma kavramının tanımlaması yapılırken Avrupalılaşma ve Avrupa

Bütünleşmesi arasındaki farka da değinmek gerekir.9 Buna göre; Avrupalılaşma

Avrupa bütünleşmesi ile eşanlamlı değildir. Bütünleşme, devletlerin egemenliklerini

neden ulus-üstü bir birliğe devrettiklerini, başka bir deyişle, devlet ve egemenliğini

inceler. Avrupalılaşma ise, ulusal düzeydeki aktör ve kurumların durumunu inceler.

Bu çerçevede Avrupalılaşma, Avrupa bütünleşmesi içinde bir mekanizmayı

oluşturmaktadır.

Avrupalılaşma kavramı, 1990’lı yılların başından itibaren AB’ye üye ve aday

ülkelerin geçirdiği “değişimleri” açıklamak için sıklıkla kullanılır hale gelmiştir. Bu

durumda, karşılaşılan her değişimin Avrupalılaşma kavramı ile açıklanmasının,

ulusal gelişmeler (hükümet değişiklikleri, reform projeleri, baskı grupları, siyasi

partileri kamuyounun etkileri vs) ya da küreselleşme, uluslararası gelişmeler gibi

uluslararası düzeydeki etkenlerin göz ardı edilmesine yol açacağı ve Avrupalılaşma

kavramının etkisinin abartılmasına yol açacağı şeklinde yaklaşımlar vardır.10 Ancak

yine de AB’nin üye ve aday ülkeler üzerindeki kaçınılmaz bir etkisi olduğu

tartışılmaz bir gerçektir. Artık konu; bunun ötesinde AB etkisinin hangi derecede,

hangi yönde ve hangi mekanizmalarla gerçekleştirildiğidir.

Tezde bu kavram esas olarak AB’nin dış politika alanında ve buna paralel

olarak kurumsal anlamda üye/aday devleti etkileyebilmesi anlamında kullanılacaktır.

8 Johan P. Olsen, “Europeanization”, European Union Politics, ed: Michelle Cini, Oxford: Oxford University Press, 2003 s. 334. 9 Major, op.cit.,s. 178. 10Jordi Vaquer i Fanes, ‘Europeanization and Foreign Policy’, Institut Universitari d’estudis Europeus, Working Paper N. 21, April 2001, http://selene.uab.es/_cs_iuee/catala/obs/Workinsg%20Papers/WP212002.htm, erişim tarihi, 19 Ekim 2007.

19

Bu çerçevede Avrupalılaşma, AB’leşme anlamında kullanılmaktadır. Bu ayırımın

netleştirilmesi özellikle Türkiye örneğinde önem kazanmaktadır. Zira salt

modernleşme anlamında kullanılan bir Avrupalılaşma tanımı Türkiye için Osmanlı

dönemine kadar götürülebilecek bir anlam kazanmaktadır. Oysaki AB

bütünleşmesine eklemlenmek için gerçekleştirilen reform çalışmaları 1990’lı yılların

sonunda Türkiye’ye AB tarafından adaylık statüsü verilmesiyle hızlanmıştır.

Ancak Metin Heper’in belirttiği gibi Osmanlı döneminde başlayan

Avrupalılaşma hareketlerinin günümüzde AB ile bütünleşme anlamındaki

Avrupalılaşmayı kolaylaştırdığını ve hızlandırdığını söylemek mümkündür. 11

Avrupalılaşma kavramının uygulama alanına bakıldığında, kavramın doğal

olarak en başta AB üyesi ülkeler için kullanıldığı görülmektedir. Aday ülkelerin

adaylık döneminde AB’ye uyum için geçirdikleri değişimlerin pek çok çalışmaya

konu olduğu görülmektedir. Aday ülkeler bakımından Avrupalılaşma sözkonusu ülke

AB üyesi olduktan sonra da devam etmektedir. Bunun yanında sözkonusu kavramın

AB üyesi olmayan ülkelerin12 AB ile etkileşimlerini açıklamak için de kullanıldığını

belirtmek gerekir.

Avrupalılaşma ve küreselleşme arasında, Avrupalılaşmanın aslında bölgesel

bir küreselleşme hareketi olduğu şeklinde yapılabilecek bir yorum; AB bütünleşme

hareketinin gelişiminde, ekonomik güdüler yanında, siyasi amacı göz ardı etmek

11 Metin Heper, ‘The European Union, The Turkish Military and Democracy’, South European Society and Politics, 10:1, 2005, s. 33-44. 12 Aralarında İzlanda ve Norveç’in de bulunduğu ülkelerin Avrupalılaşmasını inceleyen bir çalışma için bkz: Per Legreid, Runolfur Smari Steinthorsson, Baldur Thorhalsson, ‘Europeanization of Central Government Administration in the Nordic States’, JCMS 2004 Volume 42, Number 2, s, 347–369, İsviçre örneği için bkz: Clive Church, ‘The Paradoxical Europeanization of Switzerland’, European Business Journal 8, 2, ABI/INFORM Global, page 9 1996, ve Yannis Papadopoulos, ‘Europeanization? Two Logics of Change of Policy Making Processes of in Switzerland’, Working Paper no: 1, National centre of competence in Research: Challenges to democracy in the 21st century (tarih yok).

20

anlamına gelebilecektir. Ancak elbetteki küreselleşme hareketinin bir parçası olduğu

gözardı edilemez.13

Ancak, AB’nin üye/aday devlete etkisi her politika alanında aynı

olmamaktadır. Avrupalılaşmanın yarattığı değişim bir sürece işaret eder ve kimi

zaman bu süreç hayli asimetrik olabilir.14 Buna paralel olarak, üye/aday ülkelerin

AB’nin yarattığı değişimi farklı derecelerde tecrübe ettikleri de bilinmektedir. Hatta

aynı ülke içinde farklı zaman dilimlerinde farklı sonuçlara ulaşıldığı da olmaktadır.

Bu durum aslında ülkelerin iç politik gelişmelerinin AB sürecini etkileyen önemli bir

faktör olduğunu da açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Neticede ulusal düzeydeki

anlayış, tercih ve politikaları oluşturan kurumlar, AB politikalarını yorumlayan ve

uygulayan temel birimlerdir.

AB etkisinin her ülkede aynı olmamasının en önemli nedenlerinden biri de,

sözkonusu karşılıklı etkileşim çerçevesinde etkiye maruz kalan ülkenin AB

politikasını etkileme kapasitesidir. Bununla bağlantılı olarak; AB politikasını

etkilemekte, bir başka deyişle şekillendirmekte daha başarılı olan ülkeler göreli

olarak daha az uygulama problemleriyle karşılaşmaktadırlar.15

Üye/aday ülkenin AB politikasını etkileme derecesi ve AB politikalarını

uygulaması, bir başka deyişle Avrupalılaşmanın aşağıda ayrıntılı olarak incelenecek

çift yönlü etkisinin gereklerini yerine getirmesi, ülkenin siyasi ve idari kapasitesiyle

doğru orantılıdır. Siyasi kapasiteyi, ülkenin AB karar alma mekanizmasındaki siyasi

ağırlığı (Konseydeki oy oranları, AB bütçesine katkı, kamuoyunun AB’ye desteği)

belirlerken, idari kapasitesini ekonomik gücü, karar alma mekanizmalarının dağınık

13 Major, op.cit.,s. 179. 14 Featherstone, op.cit.,s. 4. 15 Tanja A. Börzel, “Shaping and Taking EU Policies: Member States Responses to Europeanization,” Queen’s Papers on Europeanization, no: 2/2003, s.6.

21

olmaması, insan kaynakları, diplomasi tecrübesi gibi etkenler oluşturmaktadır.

Ayrıca, ülkenin AB Komisyonuna mevzuat hazırlıkları sırasında bilgi sağlama ve

lobi yapma konusundaki etkileri de AB politikasını şekillendirmesine yardım

etmektedir.16 AB politikasını uygulama konusunda ise, yine aynı özelliklerin etkisi

kaçınılmazdır. Bunun yanında, üye devlet bünyesinde etkin işbirliği

mekanizmalarının olması, nitelikli personel ve izleme mekanizmalarının varlığı ve

AB hukuk ve düzenlemelerini uygulama kapasitesine sahip güvenilir ve iyi eğitilmiş

personel gereksinimi kaçınılmazdır.17

Aday ülkeler bakımından Avrupalılaşmayı sağlayan önemli etkenlerden biri

koşulluluk ilkesidir. En başta Kopenhag kriterleri gereklerinin karşılanması yanında,

AB fonlarından faydalanmanın farklı politika alanlarında sağlanan ilerlemeye

bağlanmasını ifade eden sözkonusu ilke ile aday ülkeler, ilerleme raporları ve bazı

diğer mekanizmalarla sağlanan izleme ve değerlendirme yöntemleriyle gerekli

değişimi sağlayıp sağlamadıkları konusunda sıkı kurallara tabi tutulmaktadırlar.

Börzel ve Risse, Avrupalılaşmanın ulusal devletler üzerindeki etkisini üç

alanı ayırdederek tanımlamaktadır. Buna göre; “siyasa alanları” Avrupalılaşmanın

etkilerinin inceleneceği ilk boyuttur. Çeşitli alanlarda AB düzeyinde gerçekleştirilen

hukuki düzenlemeler, üye ülke ve uyumlaştırma sürecini yaşayan aday ülkelerin

sözkonusu politika alanındaki gelişme, süreç, kurumsal yapılanma, sorun çözme

yöntemlerini vs derinden etkileyebilmektedir. Özellikle tarım ve çevre gibi

alanlardaki düzenlemelerin büyük bir kısmı ortak politikalar vasıtasıyla AB

düzeyinde gerçekleştirilmektedir. Siyasa dışında; Avrupalılaşma çerçevesinde

incelenmesi gereken ikinci boyut; ulusal düzeyde çıkar oluşumu, çıkar temsili ve

16 Ibid., s. 6-8. 17 Ibid.,s. 8.

22

kamu söylemleri konularının incelenmesi ve üçüncü boyut, resmi ve resmi olmayan

kurumların ve bu bağlamda hükümetlerarası ilişkilerin, ulusal bürokrasilerin, idari ve

yargısal yapıların, makro ekonomik kurumların ve ulusal kimliklerin oluşturduğu

yapıların incelenmesidir.18

Yukarıdaki tanımları tamamlayıcı şekilde ve Avrupalılaşmanın farklı

tanımlarından hareketle AB’nin etki alanları çeşitlendirilebilir. Börzel ve Risse’nin

belirttiği ve yeni kurumsalcıların üzerinde sıklıkla durdukları siyasa

Avrupalılaşmasına ek olarak; yukarıda belirtilen ikinci ve üçüncü boyutlara daha

kapsayıcı bir yaklaşımla tanımlayanlar da vardır.19 Bu görüşe göre; AB’nin ulusal

kurumsal yapılar ve siyasi süreçler üzerindeki etkisi Avrupalılaşma kavramı

kapsamında incelenmelidir. Bu çerçevede ilk olarak, AB’nin ulusal yöneticiler ve

idari yapılar üzerindeki etkisi, ikinci olarakta siyasi partiler, parlamentolar, ulus-altı

birimler ve çıkar grupları üzerindeki etkisi konuları aynı kapsamda

değerlendirilebilir. Bunun yanında Kimlik Avrupalılaşması olarak adlandırılan ve

Avrupa değer ve kimliğinin ulusal kimliklerin yerini almasından çok, bir referans

noktası olarak kabul edileceği ve sözkonusu normların üye ve aday devletler

tarafından benimsenmesinin amaçlanmasını tanımlayan Avrupalılaşma kavramı

ortaya çıkmaktadır. Burada, incelenmesi gereken bir nokta olarak; AB normları

yanında resmi olmayan Avrupa normlarının ve toplumsal olarak uygun kabul edilen

davranışların uyumlaştırılması sözkonusudur. Kimlik Avrupalılaşması; direktif ve

tüzük gibi düzenlemelerin az olduğu bir alan olan dış politika da dahi “biz”

18 Tanja A. Börzel, Thomas Risse, ‘When Europe Hits Home: Europeanization and Domestic Change’, EUI Working Papers, Robert Schuman Centre for Advanced Studies, European University Institute, RSC No: 2000/56, s. 3-5, Börzel ve Risse sözkonusu üç alanı sırasıyla “Policy”, “Politics” ve “Polity” olarak adlandırmaktadır. 19Thomas Diez, Apostolos Agnantopoulos, Alper Kaliber, ‘File:Turkey, Europeanization and Civil Society:Introduction’, South European Society and Politics,10:1,2005, s. 1-4.

23

duygusunu ve dayanışma hissini verdiği için önemli addedilmektedir.20

Avrupalılaşmanın etkilerinin inceleneceği bir diğer boyut, Söylem Avrupalılaşması

olarak tarif edilen, bir başka deyişle, toplumsal söylem ve analizlerde AB konusuna

yapılan atıf ve AB sürecinin dikkate alındığını gösteren analizlerdir.21 Farklı

Avrupalılaşma tanımları birbirinden bağımsız olmayıp, tamamlayıcı ve değişim ve

etkinin farklı veçhelerini tanımlamak için kullanılabilmektedir.22

Avrupalılaşmayı konu alan akademik çalışmaları çeşitli bakımlardan

sınıflandırmak mümkündür. Aşağıda incelenecek olan AB’nin üye/aday ülkeye

etkisini inceleyen çalışmalar çoğunluktayken, üye ülkenin AB’ye etkisini inceleyen

çalışmaların göreli olarak daha az olduğu görülmektedir. Avrupalılaşmanın çift yönlü

etkisi yönünden yapılacak bir inceleme yanında; Avrupalılaşmaya ilişkin

çalışmaların yukarıdaki klasik ayırım ile paralel olarak gruplandırılması da mümkün

gözükmektedir. Bu çerçevede politika alanlarının Avrupalılaşma çerçevesinden

incelendiği pek çok çalışma mevcuttur.23 AB içinde 1. Sütun konularının

Avrupalılaşma çerçevesinde daha fazla incelemeye konu olduğunu belirtmek gerekir.

Politika açısından, üye/aday ülkelerin siyasi partilerinin, çıkar grupları ve

kamuoyunun Avrupalılaşmasının incelendiği çalışmalar da dikkat çekmektedir.24

Kurumsal düzenlemeler yanında, hükümetlerin Avrupalılaşmayı nasıl

20 Ibid., s. 4-6. 21 Ibid., s. 6-7. 22 Türkiye örneğinin incelenmesinde esas itibariyle “Siyasa Avrupalılaşması” tanımı kullanılmakta ancak farklı Avrupalılaşma tanımlarının bir sentezi de dikkate alınmaktadır. (bkz: Üçüncü Bölüm Türk Dış Politikasının Avrupalılaşmasının Değerlendirilmesi başlığı). 23 Örneğin: Carlos Mendez, Fiona Wishlade, Douglas Yuill, ‘Conditioning and Fine Tuning Europeanization: Negotiating Regional Policy Maps Under the EU’s Competition and Cohesion Policies’, JCMS 2006, Volume 44, number 3, s, 581–603. 24 Örneğin: Robert Ladrech, ‘Europeanization and Political Parties, Towards a Framework for Analysis’, Party Politics, Vol: 8; No:4, 2002, s. 389–403.

24

karşıladıklarına dair çalışmalar yer almaktadır.25 Sözkonusu çeşitlilik aslında; ulusal

devlet bakımından her düzeyin Avrupalılaşmaya maruz kaldığının da göstergesidir.

2. Avrupalılaşma Kavramının Çift Yönlü Etkisi: AB ve üye/aday devlet

etkileşimi

Avrupalılaşma süreci, salt AB’nin üye/aday ülkeye etkisini değerlendiren bir

süreç olmayıp, üye/aday ülkenin de AB düzeyini etkilediği karşılıklı bir sürece işaret

eder. İlk düzey kapsamında, AB ilgili alanda mevzuat ve kurumsal düzenlemelerini

üye ülkede uygulamaya geçirilirken, aday ülke düzeyine de koşulluluk ilkesi

çerçevesinde aktarmaktadır. Öte yandan üye/aday ülke sözkonusu etkilerin pasif

alıcısı konumunda değildir. AB; kendi mevzuatı ile üye ülke mevzuatı arasındaki

fark ölçüsünde ulusal düzeye etki etmeye çalışmaktadır. Bu çerçevede Avrupalılaşma

kavramının ikinci boyutunu, üye devletlerin Avrupalılaşma kavramına verdiği tepki

ve cevaplar oluşturmaktadır. Bu bağlamda AB’nin üye-aday devletlere yüklediği,

kural, kurum vs olduğu gibi, devletlerin AB’ye tepki, kendi çıkar ve görüşlerini

iletmelerinden kaynaklanan bir boyut da vardır.26

Bu çerçevede Avrupalılaşma kapsamında AB düzeyi ile üye devlet düzeyi

arasında sürekli ve karşılıklı olarak birbirini yapılandıran aktif bir süreç vardır.27

Zaten AB’yi oluşturan ve politikaları yapan üye devletlerdir. 27 üyenin karşılıklı

çıkarlarının bileşiminden oluşan politikalar, AB düzeyinde sözkonusu karşılıklı

etkileşimle yeni bir kurumsal yapı ve yönetişim alanı ortaya çıkarmaktadır. Bunun

25 Örneğin: Morten Kallestrup, ‘Europeanization as a Discourse: Domestic Policy Legitimisation Through the Articulation of a need for Adaptation’, Public Policy and Administration, Volume 17, No:2, Summer 2002, s. 110–124. 26 Börzel, ‘Shaping and Taking EU Policies: Member States Responses to Europeanization’,s. 1-3. Börzel sözkonusu kavramları sırasıyla (top-down dimension) ve (bottom-up dimension) olarak adlandırmaktadır. 27 Major, op.cit., s.175-177 Yazar bu durumu “cross-loading” olarak adlandırmaktadır.

25

yanında; AB’nin ulusal devlet düzeyine aktardığı politika, düzenleme, norm ve

değerler, sözkonusu devlet tarafından içselleştirilerek yeniden AB düzeyine

aktarılmaktadır. Bu geri-bildirim sırasında ulusal devlet AB’ye uyumdan önceki

durumundan farklı tercih ve çıkarlar oluşturarak AB düzeyine aktarabilir. Bu

durumda AB düzeyinde de üye ülkeden gelen geri bildirime göre yeniden bir

düzenleme gerçekleşebilir.

Avrupalılaşma çerçevesinde iç politikada değişiklik bekleyebilmek için iki

koşul gereklidir. Bunlardan birincisi; kurumsal ve politik düzeyde AB ve ilgili devlet

arasında bir farklılık, bir başka deyişle uyumsuzluğun varlığıdır. Politik ya da

kurumsal düzeydeki uyum ya da uyumsuzluğun derecesi, üye devlet nezdinde uyum

baskısı yaratır ki, bu da değişim için gerekli ancak yeterli olmayan bir gerekçedir.

Bunun yanında, iç politik kurum ve aktörlerin kolaylaştırıcı olarak devreye girmesi

gereklidir. Sözkonusu aktörler uyum sağlamak için gerekli tepkiler vererek,

Avrupalılaşmayı kolaylaştırır ya da zorlaştırırlar.28

AB ile üye devlet arasındaki uyumsuzluk, bir başka deyişle fark “politik” ya

da “kurumsal” boyutta olabilir. AB politikalarının üye devlet nezdinde uygulama

problemlerine neden olması ya da ulusal politik amaçlarla uygulanan tekniklerle

çelişmesi gibi nedenlerden doğan politik uyumsuzluk; ilgili devletin uyum

maliyetiyle karşılaşması ve kendi politikalarını Avrupa düzeyine transfer etmek için

uğraş vermesi ile sonuçlanabilmektedir.29 “Kurumsal” düzeyde farklılık ise ulusal

düzeyde uygulanan kural, işleyiş usulleri ve bunun yanında sözkonusu hukuki

düzene ilişkin kolektif anlayışla çelişen AB kurallarının Avrupalılaşma neticesinde

ulusal düzeye aktarılmasıyla ortaya çıkmaktadır. Avrupalılaşma sonucu, ulusal

28 Börzel, Risse, ‘When Europe Hits Home: Europeanization and Domestic Change’, s. 1. 29 Ibid., s.7.

26

hükümetler diğer ulusal aktörlere nazaran daha imtiyazlı bir konuma sahip olurken,

adem-i merkeziyetçi bir yapıya sahip olan ve ulus-altı birimlere daha fazla otonomi

veren ülkelerde zorluk yaşanmasına sebep olabilmektedir. Avrupalılaşmanın devlet

egemenliği konularında tartışma yaratabildiği söylenebilir.30

Ulusal düzeydeki maliyeti asgariye indirmenin bir yolu, AB politikalarını

ulusal çıkarlar dâhilinde etkilemeye ve şekillendirmeye çalışmaktır.31 Avrupalılaşma,

seçmenlerini ilgilendiren ancak iç politikadaki güçlü muhalefet ya da sınır aşan bir

sorunu teşkil etmesi nedeniyle etkin bir şekilde mücadele edilemeyen konuların

ulusal hükümetler tarafından ele alınmasını kolaylaştırabilir.32

AB politikalarının şekillendirilmesinde konusunda üye devletler arasında

belirli farkların olması kaçınılmazdır. Devletlerin genel anlamda AB’yi etkileme

kapasitelerinin yanında, politika alanlarına göre değişen farklı eğilimleri ve

düzenlemeleri de AB’yi etkileme bakımından üye devletler arasında bazı farklara

neden olmaktadır.

Börzel, üye ülkelerin AB politikasını uygulama kapasiteleri konusunda

değerlendirme yapmak için, üye devletlerin belirli yıllar arasında belirli bir politika

alanındaki AB düzenlemelerini ihlal sayılarını temel almıştır. Buna göre; AB

düzenlemelerinin üye devlet tarafından ihlal edilme ortalaması, ilgili devletin o

politikayı uygulama kapasitesi hakkında bilgi vermektedir.33

30 Ibid., s.7. 31 Börzel, “Shaping and Taking EU Policies: Member States Responses to Europeanization,” s, 4, Nitekim Almanya; ulusal tercihlerini AB düzeyine aktararak, ODGP’nin gelişiminden kaynaklanan uyum sorunlarını azaltmak istemiştir. Bkz: Alister Miskimmon, Germany and the Common Foreign and Security Policy of the European Union, Between Europeanisation and National Adaptation, Palgrave Macmillan, NY, 2007,s.1. 32 Börzel, “Shaping and Taking EU Policies: Member States Responses to Europeanization,” s. 4. 33 Ibid., s, 8. (Börzel bu değerlendirmeyi yaparken, Topluluk hukukuna ilişkin üye devlet uyumluluğu EUI veri tabanını kullanmıştır. www.iue.it/rsc/research/research_tool/compliance).

27

Buna göre, sosyal ve ekonomik açıdan daha üst düzey ve sıkı düzenlemelere

sahip ülkeler, yüksek standartlarını AB düzeyine taşımak konusunda daha istekli ve

ısrarcı iken; çeşitli politika alanlarına göre değişmekle birlikte, daha düşük düzeyde

düzenlemeye tabi olan ülkeler, AB düzeyinde oluşturulmaya çalışılan yüksek düzeyli

düzenleme ve standartlara muhalefet edebilmektedir. Börzel bu duruma en belirgin

örnek olan çevre politikasını vermektedir. Çevre konusunda son derece sıkı

düzenlemelere sahip olan Kuzey ülkeleri, bu düzenlemeleri AB düzeyine taşımak

isterken, Yunanistan, İspanya, Portekiz ve İtalya gibi Güney ülkeleri politika ve

kapasite bakımından AB politikasını şekillendirememektedir. Bu durumda

çoğunlukla kendi tercihlerine uymayan AB politikalarını uygulamak zorunda

kalmaktadırlar.34

Bunun yanında; endüstriyel alanda diğerleri kadar gelişmemiş AB üyeleri,

düşük sosyo-ekonomik göstergelerini koruyarak maliyetlerini azaltmak amacı

taşıyabilmektedir. Zira bu durumda düşük maliyetler, sözkonusu ülkelere

karşılaştırmalı bir üstünlük sağlamaktadır. Ayrıca yüksek standartlar, maliyetli

kurumsal düzenlemeler ve teknoloji gerektirdiğinden sözkonusu ülke bakımından

kabul edilmesi zor hale gelebilmektedir. Buna karşılık yüksek standartlı ve esnek

olmayan düzenlemelerini AB düzeyine taşıyarak, ulusal düzeyde minimum

uygulama maliyetiyle avantajlı duruma geçmektedirler.35

3. Avrupalılaşmanın Göstergeleri

AB ve üye/aday ülkeler arasındaki karşılıklı etkileşim sonucu

“Avrupalılaşmış” bir politika alanı ya da siyasi oluşum ortaya çıkmaktadır. Ancak

34 Ibid., s. 4-5. 35 Ibid., Idem.

28

Avrupalılaşma sürecinin AB’nin yapısı gereği dinamik bir sürece işaret ettiğini

belirtmek gerekir. 1957 Roma Antlaşmasından başlayarak günümüze kadar

gerçekleştirilen Antlaşmalar ve politika alanlarındaki mevzuat çalışmaları üye

devletlerin uyumunu gerektirdiğinden, Avrupalılaşma sürecinin devam ettiğini

belirtmek gerekir. Aday ülkeler ise üyelik müzakereleri yoluyla bu sürece uyum

sağlamaya çalışmakta, üye olduktan sonra da Avrupalılaşmaya devam etmektedirler.

Bunun yanında; AB’nin güvenilir bir güvenlik aktörü olarak ortaya çıkmaya

başlamasının, ilgili devletlerin Avrupalılaşmasını teşvik ettiğini ve kolaylaştırdığı

öne sürülmektedir. Gerçekten de, Maastricht Antlaşması ile kurumsal bir yapıya

kavuşan Ortak Dış Politika ve Güvenlik Politikası (ODGP) düzenlemelerinin ve

ardından oluşturulan AGSP’nin yeni katılan ülkelerin sözkonusu düzenlemelere dâhil

olmalarını kolaylaştırdığı görülmektedir. Bu durum aslında ülkelerin bu

düzenlemelerin dışında kalmama arzuları ile de açıklanabilmektedir.36

Buna rağmen Avrupalılaşma sırasında pek çok sorunun ortaya çıktığı

bilinmektedir. Ancak bu sorunlar, AB kadar, ülkelerden de kaynaklanmaktadır.

Supranasyonal özellik gösteren “Birinci Sütun” konularında, uyumlaştırılması

gereken çok fazla Direktif ve Yönetmelik olmasına rağmen Avrupalılaşma süreci

daha hızlı ve başarılı biçimde gerçekleştirilirken, “Ortak Dış Politika ve Güvenlik

Politikası” ile “Adalet ve İçişlerinde İşbirliği” gibi “İkinci ve Üçüncü Sütun”

konularında, hükümetlerarası nitelikten ve bu alanların politik özelliğinden dolayı

ancak sınırlı düzeyde Avrupalılaşma sağlanabilmektedir. Yine de, dış politika

alanının sözkonusu özelliği göz önünde bulundurularak, “Avrupalılaşma” kavramı

36 Pernille Rieker, ‘Europeanization of Nordic Security, The European Union and the Changing Security Identities of the Nordic States, Cooperation and Conflict’, Journal of the Nordic International Studies Association, Vol: 39 (4): s. 373–379.

29

çerçevesinde gerçekleşen çift yönlü etkileşimin etki göstergeleri üzerinde karar

vermek olasıdır.

Börzel ve Risse’ye göre Avrupalılaşmanın neden olduğu iç değişim üç

dereceli olarak tanımlanabilir. Buna göre; ilk aşamada mevcut kurum, politika ve

uygulama süreçlerini tam anlamıyla değiştirmeden, AB politikalarının iç politika ile

bütünleştirilme düzeyini açıklayan ve iç değişimin oldukça düşük olduğu düzey

tanımlanmaktadır. İkinci aşamada ise ilk aşamadaki kadar düşük bir kabul düzeyi

olmadan, AB politika ve yapılarının, mevcut yapı ve politikalarla kaynaştırılması

sözkonusudur. Bu aşamada da tam anlamıyla bir değişim yaşanmamaktadır.

Avrupalılaşmanın öngördüğü iç değişimin tamamen sağlandığı ve AB politikalarının

ulusal politika ve yapılarla değiştirildiği üçüncü aşamada ise ulusal yapı ve

politikaların öz itibariyle değiştiği görülmektedir.37

Avrupalılaşma neticesinde politik ve kurumsal anlamda AB ile üye devlet

arasında tam bir benzerlik olup olmadığı konusunun da dikkatle incelenmesi gerekir.

Zira politika uygulamalarının “sonuçlarının” üye ülkeler bazında ayni ve kati

sonuçlar doğurması beklenirken, sözkonusu uygulamalar yerine getirilirken

uygulanan araçlar ve bu bağlamda oluşturulan kurumlar farklılık gösterebilmektedir.

Örneğin Ekonomik ve Parasal Birlik gerekleri yerine getirilirken, üye ülkeler

arasında aynı enflasyon ya da bütçe açığı oranlarının sağlanması gerekir. Ancak

ülkeler bazında araçlar konusunda biraz daha esnek olunabilmektedir. Bu çerçevede;

politikalar anlamında benzerlik sağlanması daha kolay olurken, kurumsal anlamda

benzerlik sağlanması daha zor olabilmektedir. Bu durum da politika uyumundan

kastın ne olduğunun açıklığa kavuşturulması gerekir. Politika sonuçları mı yoksa 37 Börzel, Risse, ‘When Europe Hits Home: Europeanization and Domestic Change’, s. 14-15. Börzel ve Risse bu aşamaları sırasıyla; “absorption”, “accommodation” ve “transformation” olarak adlandırmaktadır.

30

politika uyumlaştırılırken kullanılan araçlar ve süreç mi uyumlaştırılmalıdır?38 Bu

çerçevede Avrupalılaşma sonucu kurumsal anlamda benzerliğin sağlanmasının da,

kurumların homojen bir görüntüye sahip olması anlamında algılanmaması gerektiğini

de belirtmek gerekir. Ulusal düzeyde bir kurumsal değişikliğin, ilgili devletin ulusal

idari yapılarının, hukuki/siyasi kültürünün, sosyal ilişki ve kolektif kimliğinin toptan

reddi anlamına geldiği yönünde bir kanıt yoktur. Aksine Avrupalı kimliğinin farklı

AB üyesi ülkelerde algılanış biçimlerinde olduğu gibi, ulusal kimlik temelinde bir

red görülmemektedir.39 Bunun yanında her ülkede uyumu kolaylaştıran ya da

zorlaştıran farklı siyasi kültürler ve kurumlar, veto noktaları/kaynakları olduğunu da

göz önünde tutmak gerekir. Bu bağlamda uyum sürecinde, politika sonuçları

bakımından benzerlik gösteren ülke grupları oluşmasını beklemek olasıdır. Ancak

politik süreçler bakımından farklılıkların sürmesi doğaldır.40

Avrupalılaşma yalın bir biçimde ulusal düzeyde Avrupa/AB etkisiyle oluşan

değişim olarak tanımlanırsa, bu sürecin başlıca mekanizmaları nelerdir? Farklı

politika alanları ve ülkeler için farklı mekanizmalar öngörülebilir. Ancak yine de

Claudia Major’un şu tasnifi genelleme için uygun gözükmektedir. Bunlardan ilki,

ulusal politika/mevzuat ile AB düzeyi arasındaki fark nedeniyle, AB hukukunun

uygulanması gereği ve bu bağlamda AB’nin uyum baskısıdır. İkinci olarak daha çok

hükümetlerararası özellik taşıyan politika alanlarında AB etkisinin doğrudan

gösterilememesi durumlarında, ulusal ve ulus-üstü (supranasyonal) bürokrasiler

arasındaki etkileşimden doğan aktör Avrupalılaşması ve üye devlet yönetimleri

arasındaki sosyal öğrenme süreci yoluyla ulusal düzeydeki aktörlerin beklenti ve

inançlarının değiştirilmesidir. Dış politikanın Avrupalılaşması, hükümetlerarası 38 Ibid., s. 16-17. 39 Ibid.,, s. 17. 40 Ibid., s. 18.

31

niteliğinden dolayı ve ona rağmen, uyum baskısı yerine sosyalleşme ve öğrenme

süreci ile gerçekleşmektedir.41 Major’ın Avrupalılaşma tanımlamasının AB’leşme

olmadığı açıktır. Bunun yanında, AB’siz Avrupalılaşma olabileceğini tartışanlar

vardır.42 Aslında Major’un belirttiği mekanizmalar, Avrupalılaşma sürecinin aşağıda

incelenecek sırasıyla rasyonalist kurumsalcılar ve sosyolojik kurumsalcıların

argümanlarıyla örtüşen araçları oluşturmaktadır.

Ancak dış politikada dahi AB ile “aday” ülkenin uyumunda temel aracın

öğrenme sürecinden çok koşulluluk ilkesi olduğunu belirtmek gerekir.43

Avrupalılaşmanın göstergeleri incelenirken, her ülkenin kendine özgü

özeliklerinin AB süreci ile nasıl bir değişime uğradığının belirlenmesi önem

taşımaktadır. AB’ye üye/aday ülkelerde AB etkisini inceleyen pek çok çalışmada

incelenen ülkenin diğerlerine nazaran ne kadar farklı olduğunun vurgulandığı

görülmektedir. Bu durum MDAÜ örneğinde bu ülkelerin ekonomik azgelişmişlikleri

ve bu duruma bağlı farklılıklar üzerine iken, Yunanistan’ın AT’ye başvurduğu sırada

ekonomisinin zayıf olması, coğrafi olarak sorunlu bir bölgede olması, Ortodoks din

ve kültür özelliklerine sahip olması, İsveç, İrlanda ve Avusturya’nın tarafsızlıkları vs

gibi konularda ortaya çıkmaktadır. Bu durumda her ülkenin Avrupalılaşmasının,

genel göstergeler yanında özel göstergelerinin olması da kaçınılmazdır.

a. Avrupalılaşmanın Kurumsal Yapılar Düzeyinde Etki Göstergeleri

Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde AB ile artan seviyede ilişki, faaliyetlerin

yürütülmesinde üye ve aday ülkelerde devlet yapılanması içinde farklı birimlerin

41 Major, op.cit., s.180-181 ve 186. 42 Ibid., s.187. 43 Frank Schimmelfennig, ‘Costs, Commitment and Compliance: The Impact of EU Democratic Conditionality on Latvia, Slovakia and Turkey’, Journal of Common Market Studies (JCMS), Vol.41, Number 3, s.495.

32

kurulmasını ve/veya yeniden organizasyonunu gerektirebilmektedir. Bunun da

ötesinde AB etkisi sonucu, üye/aday devlette belirli kurumlar arasında yetki

çatışmaları ya da güç değişimleri yaşanabilmektedir. Bu çerçevede incelenmesi

gereken nokta AB etkisiyle üye/aday devlette bürokratik uyumun sağlanıp

sağlanmadığı, başka bir deyişle AB’ye uyum çerçevesinde muadil kurumların

kurulup kurulmadığı konularıdır.

Avrupalılaşma kapsamında; üye/aday ülkelerde Dışişleri Bakanlıkları ya da

Hükümetler bünyesinde yeni düzenlemelerin yapıldığı ülkeler vardır. Sözkonusu

kurumsal düzenlemeler insan kaynağı da gerektirdiğinden ilgili ülkelerin AB

konusunda yetişmiş personel gereksinimi artmıştır. Eski üyelerin genellikle yeni AB

birimler kurmak yerine, mevcut kurumsal yapılarında düzenlemelere gittikleri

görülürken, genellikle MDAÜ’nün yer aldığı son genişleme kapsamındaki ülkelerin

(aşağıda incelenecek Polonya örneğinde olduğu gibi) Soğuk Savaş sonrası

hâlihazırda bir dönüşüm içinde olduklarından yeni kurumlar oluşturduğu

görülmektedir.

Buna ek olarak, Avrupalılaşma sürecinde, kurumsal yapıda üye/aday ülke

devlet içinde yasama, yürütme ve yargı arasında bir güç dağılımı ve değişikliği

olabileceği gibi, devlet ve toplum arasındaki ilişkilerde de değişiklik olabilir.44 Bu

durum aslında konstrüktivistlerin kimlik, değer ve normların değişimi ile radikal bir

değişikliği öngören yaklaşımlarıyla örtüşmektedir.

Bunun yanında AB ile ilişkilerin artması neticesinde AB’ye has müzakere

kültürünün ve politika yapış biçimlerinin de ulusal devletler üzerinde etkili olduğu

44 Apostolos Agnantopoulos, ‘The Europeanisation of National Foreign Policies, A Conceptual Framework and an Empirical Application in Greek Turkish Relations’, Paper presented at the 56th PSA Conference Reading, 3-6 April 2006, s. 10.

33

bilinmektedir.45 Bu çerçevede AB ile iletişim halinde olan devlet yetkililerinin AB

toplantı ve görüşmeleri yoluyla Avrupalılaşmasının önemli kabul edildiği de bir

gerçektir. İşbirliği atmosferi içinde gerçekleştirilen görüşmeler, “biz” duygusunun

güçlenmesi, ulusal tutum ve çıkarların belirlenmesi ve üye ülkelerin birbirlerinin

ulusal hassasiyeti olan konuları anlaması açısından önemli platformlar haline

gelmektedir. Bu yolla ulusal karar vericiler kendi çıkarlarını AB düzeyine daha kolay

şekilde aktarabilmektedirler. 46

Avrupalılaşma neticesinde kurumlar arasında ortaya çıkabilecek yetki

çatışmasına örnek olarak, AB’de ekonomi-politik ayrımının bulanıklaşması

neticesinde, ulusal devletlerde diğer bakanlıkların alınan kararlarda Dışişleri

Bakanlığı aleyhine güç kazanması verilebilir.47 Bu durum aslında AB’nin kendine

özgü yapısından kaynaklanmaktadır. AB düzeyinde dış politika konuları ikinci sütun

kapsamında ele alınmakla birlikte, dış politika karar ve yönelimlerini büyük ölçüde

tayin eden ticaret, tarım, balıkçılık gibi konular ilk sütun kapsamında bulunmaktadır.

Bu durumda üye ülkeler çıkarlarını korumak için diğer üye devletler yanında, ilk

sütun konularında hayli etkin olan AB Komisyonu ve Parlamento gibi kurumlar

nezdinde de aktif olmak durumundadırlar. Bunun yanı sıra, ilk sütun kapsamındaki

konularla ilgili ulusal devlet bakanlıkları ve tarım lobileri, iş çevreleri gibi baskı

gruplarının da ulusal devlet düzeyinde dışişleri bakanlığı kapsamında olan konularda

etkin hale gelmeye başladığı ve Brüksel nezdinde önem kazanmaya başladığı

görülmektedir.

45 Karolina Pomorska,’The Impact of Enlargement: Europeanization of Polish Foreign policy? Tracking Adaptation and Change in the Polish Ministry of Foreign Affairs’, The Hague Journal Of Diplomacy 2(2007), s. 29. 46 Agnantopoulos, ‘The Europeanisation of National Foreign Policies, A Conceptual Framework and an Empirical Application in Greek Turkish Relations’, s. 10. 47 Fanes, op.cit.

34

Bu durumda aslında AB’nin ikinci bölümde değinilecek olan çok katmanlı

yönetişim modeli olarak ifade edilen sui generis yapısının, sivil toplum ve devlet dışı

kuruluşların devlet düzeyinde olduğu kadar AB düzeyinde de etkin olmalarını teşvik

etmesinden kaynaklanmaktadır. Bu durumda Avrupalılaşma sözkonusu birimler

açısından istenilir hale gelmektedir.

Güç değişimine örnek olarak ise, Türkiye’nin AB’nin öngördüğü reformlar

neticesinde askeri seçkinlerin, sivil seçkinler lehine iktidar kaybına uğraması konusu

verilebilir.48

b. Avrupalılaşmanın Politikalar Düzeyinde Etki Göstergeleri

Avrupalılaşmanın politikalar üzerindeki etki göstergeleri, AB politikaları ve

uygulamalarının üye devletlerde ne gibi etkilere neden olduğunu belirlemeye yarayan

göstergeler yanında, üye devletin AB düzeyini şekillendirmesi ve bu düzeye

aktarımları şeklindeki tanımı çerçevesinde incelenmelidir.

AB’nin üye devlete etkisini ölçmeye yarayan kriterler incelendiğinde; karar

vericilerin AB’ye bakışı, seçkin Avrupalılaşması (elite socialization), bürokratik

uyum (bureaucratic adaptation), anayasal/hukuki değişiklikler ve kamuoyunun bakışı

konuları ön plana çıkmaktadır.49 Bu durumda AB’nin herhangi bir politika alanında

üye devlet karar vericilerin ne derece Avrupalılaştığı, AB mevzuatının gerektirdiği

anayasal/hukuki değişikliklerin yapılıp yapılmadığı ve kamuoyunun AB’ye olumlu

yaklaşıp yaklaşmadığının tespitinin yapılması gerekmektedir.

48 Zeki Sarıgil, ‘Europeanization as Institutional Change: The Case of Turkish Military’, Mediterrenean Politics,12:1, 39–57, 2007. 49 Michael E. Smith, ‘Conforming to Europe: The domestic impact of EU foreign policy co-operation’, Journal of European Public Policy, 7:4 October 2000, s. 613–31.

35

Gerçekten de, kamuoyunun AB’ye olumlu yaklaşımı, maliyeti fazla olan AB

politikalarının uygulanması açısından sorun çıkmasını önleyebilmektedir. 50

Bunun yanında yukarıda açıklanan, ülkenin AB politikasını şekillendirme

kapasitesini de etkileyen siyasi karar alma sürecinin ve yapısının dağınıklığı etki

göstergesini doğrudan etkilemektedir. Buradan karar vericilerin durumuna da

değinmek gerekir. Karar vericiler, (burada ilgili devletin resmi yetkilileri/hükümet)

uluslararası bir taahhüde girerken gerek iç, gerekse uluslararası baskılar arasında bir

denge kurmak durumunda kalmaktadır. Buna göre ilk düzey olarak uluslararası

alanda gerçekleştirilen bir anlaşmanın gerekleri, ikinci düzey olan ulusal düzeyde de

onaylanmalıdır. Aksi takdirde karar vericiler seçmenleri nezdinde meşruiyetlerini

yitirecek bir pozisyonda kalabilmektedir.51 Bunun da ötesinde, Avrupalılaşma

kavramıyla incelenebilecek ilişkiler çerçevesinde AB ile ulusal düzey arasında temel

aracı olarak kalan hükümetler, AB kararlarının başlıca şekillendiricileri haline

gelebilmektedir. Ulusal düzeyde, AB düzeyine iletilecek, ya da AB politikalarına

verilecek cevabı oluşturan politikalar için etkin iş çevreleri ya da belirli çıkar grupları

hükümete baskı yapabilir. Bu durumda üye devlet AB düzeyine kendi çıkarını

iletmeye çalışır. AB düzeyinde şekillenen politikanın başlıca uygulayıcısı yine üye

devletlerdir. Bu durumda, ulusal düzeydeki politika yapım sürecine yeteri düzeyde

katılmayan aktörler, uyum maliyetini üstlenmek konusunda da isteksiz olacaklardır.

Sözkonusu politikaların maliyeti konusunda eleştirilecek olan yine ulusal

hükümetlerdir. Hükümetler AB tarafından da bu politikaların uygulanması

50 Börzel, “Shaping and Taking EU Policies: Member States Responses to Europeanization,” s, 7. 51Robert D. Putnam, ‘Diplomacy and Domestic Politics: The Logic of Two Level Games’, International Organizations, Vol.42, No:3 (Summer 1988) s.436.

36

konusunda baskıyla karşılaşmaktadırlar.52 Bu durumda hükümetlerin Avrupalılaşma

konusunda temel muattaplardan biri olarak kritik bir pozisyonunun olduğu açıktır.

Miskimmon, özellikle dış politika ve güvenlik politikası açısından gerekli

bazı etki göstergeleri ortaya koymuştur. Buna göre; Smith’in göstergelerinden

kamuoyunun bakışı ile kurumsal reorganizasyon göstergelerini yanında, kaynak

tahsisi ile askeri güç planlaması göstergeleri de Avrupalılaşma göstergesi olarak

kullanılabilir.53 Kaynak tahsisi ve askeri güç planlaması konuları AGSP için gerekli

tahsisin yapılması gibi özel düzenlemeleri içermektedir.

Fanes, sözkonusu göstergelere çıkarlar ve kimlik konusunu dâhil eder. Burada

Avrupalılaşma neticesinde devletlerin çıkarlarının ne yönde değiştiğine ya da AB ile

etkileşim sonucunda yeni çıkarların oluşup oluşmadığına dikkat etmek gerekir.

Sosyal olarak inşa edilen kimliğin ulusal çıkar tanımını da oluşturduğundan

hareketle, Avrupalılaşma sonucu değişen kimlik tanımının, devletlerin çıkar

tanımlamalarını da değiştirdiğini ve yeniden tanımlamalara sebebiyet verdiğini

söylemek gerekir.54 Stratejik kültür/güvenlik kimliğinde değişim yapısı itibariyle

daha uzun vadede gerçekleştirilebilen bir öğedir.

Avrupalılaşma kavramı tanımı içinde önemli bir diğer boyutu oluşturan üye

devletlerin AB düzeyine etkileri konusunda ise yine Miskimmon’un göstergeleri

incelenmelidir. Bunlar;55 Kurumsal etki, gündem oluşturma ve söylem etkisi, ODGP

içindeki mekanizmalarının kullanılması, AGSP’nin operasyonel boyutuna katılım

konularıdır. Ancak bunun yanında, üye/aday ülkenin AB düzeyine aktarımlarını

52 Börzel, “Shaping and Taking EU Policies: Member States Responses to Europeanization,” s, 4. 53 Miskimmon, op.cit., NY, 2007, s. 186-198. 54 Fanes, op.cit. 55 Miskimmon, op.cit., s.192.

37

belirleyen bir diğer önemli etken devletin AB düzeyindeki etki kapasitesini

belirleyen ve gücünü ortaya koyan göstergelerdir.

Yukarıda incelenen veriler yanında devletlerin Avrupalılaşmalarının

göstergeleri arasında Uluslararası kuruluşlarda tek sesle hareket edilmesi gereğini de

eklemek gerekir. Aslında bu durum, devletlerin Avrupalılaşmasının göstergesi

olması yanında Avrupalılaşmanın sonucu olarak görülebilir.

Bu konunun uzantısı olarak BM oylamalarında AB ülkeleri ile aynı

doğrultuda oy kullanma da Avrupalılaşmanın göstergelerinden biri olarak kabul

edilmektedir.56

Sözkonusu kriterlere ek olarak, Türkiye’ye özgü bir takım kıstaslar

belirlemek mümkündür. Türkiye ile AB arasındaki asimetrik ilişki kadar, AB

gündeminde zaman zaman Türkiye için tam üyelik hedefi dışında alternatiflerin

tartışılması Türkiye nezdinde AB’nin güvenilirliğinin sorgulanmasına neden

olmaktadır. Çifte standartlı yaklaşımlar yanında, Konsey belgeleri, Parlamento

kararları ve Müzakere Çerçeve Belgesi gibi dokümanlardaki muğlâk ifadeler,

Türkiye-AB ilişkilerinde gerginliklere neden olmaktadır. Bu durum Türkiye’nin de

AB reformları için yeterli çabayı göstermemesine neden olabilmekte, neticede

Avrupalılaşma için temel kıstaslardan biri olan kamuoyunun yaklaşımını

etkileyebilmektedir. Bu durumda AB ve ilgili ülke arasında “güvenilirlik” konusu da

dikkate alınması gereken bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.

56 Paul Luif, ‘EU Cohesion in UN General Assembly’, Occasional Papers, No:49, Institute for Security Studies, December 2003, s. 1–79.

38

B. Avrupalılaşma kavramının Dış Politika ve Güvenlik Alanına

Uygulanması

1. Dış Politika ve Güvenlik politikasının diğer AB politika alanlarından

Farklılıkları

1950’lerden itibaren gelişmeye başlayan ve 1970’li yıllardan sonra da

kurumsallaşmaya başlayan AB dış politika ve güvenlik politikasının üye devletler

üzerindeki etkisi kaçınılmazdır.

Dış Politika ve güvenlik politikası, müzakere sürecinde ele alınan bir başlık

olarak uyumlaştırılması konusunda radikal kurumsal ve politik düzenleme

gerektirmeyen bir alan olarak gözükmektedir. Gerçekten de, tarım, çevre ve bölgesel

politika alanlarında, maliyet gerektiren yatırımların yapılması ya da ilgili politikanın

gereklerini yerine getirebilmek için örgüt yapılanmalarında bir kurumun kurulmasını

gerekmektedir. Aday ülkelerin birçoğu, sözkonusu kurumsal değişiklikleri

gerçekleştirebilmek için AB’den mali destek ve eşleştirme projeleri örneğinde

olduğu gibi teknik destek almaktadır.

Dış politika alanında ise AB düzeyinde kurumsallaşmanın henüz tam olarak

sağlanamaması ve politik özellikleri ağır basan bir konu olması sebebiyle diğer

politika alanları kadar maliyet getiren bir düzenlemenin yapılması gerekmemektedir.

Bunun yanında Dış politika ve güvenlik alanındaki düzenlemelerin AB düzeyinde

ortak bir politikanın uygulanmasını sağlayan ve denetleyen Avrupa Toplulukları

Adalet Divanı (ATAD) gibi bir kurumu tamamen dışlaması da, bu alanda ülkeler

düzeyinde ortak bir politikanın oluşturulması ve uygulanmasını zorlaştırmaktadır.

Zira ATAD, önkarar davaları yoluyla Tüzük ve Direktiflerin AB düzeyinde eşdeğer

uygulanmasını sağlamakta çok büyük bir görev üstlenmiştir. Dış politika alanında ise

39

müzakere sürecinde aday ülkelerin ortak tutum ve ortak eylemler gibi Tüzük ve

Direktif kadar bağlayıcılığı ve kapsamı geniş olmayan düzenlemelere uymaları

gerekmektedir.

Yine de dış politika ve güvenlik politikası kapsamında bazı teknik kurumsal

düzenlemeler yanında, AB konusunda bilgili ve tecrübeli personelin istihdamı ve

Acil Müdahale Gücü ya da Muharebe Gruplarına personel gönderme şeklinde bir

takım gerekliliklerin karşılanması gereği üzerinde durulmaktadır.

Siyasi diyalogun sağlanması için de; özellikle aday ülkelerin Dışişleri

Bakanlığı bünyesinde kurdukları “Ortak Ülkeler Ağı” (Associated Countries

Network) ile ODGP kapsamındaki tutum, eylem ve diğer hukuki araçlarla ortak

ülkelerin uyumu konusunda Konsey Sekreteryası ile haberleşme imkânı mümkün

olmaktadır. Bunun için Dışişleri Bakanlıkları içinde bir personelin görevlendirilmesi

gerekmektedir ve bu kişi ODGP dosyasının koordinasyonundan sorumludur.57 Bu da

yine görünür bir maliyet yaratmayan bir organizasyon uyumlaştırılmasıdır.

Ancak; uyum konusunda fazla maliyet gerektirmeyen bir alan olan dış

politika konusu, geleneksel olarak ulusal egemenliğin korunması gereken bir alan

olduğu düşünüldüğünden diğer politika alanlarından farklılaşmaktadır. AB

düzeyinde de hükümetlerarası nitelik arzeden ve bundan dolayı AB dışında başka

uluslararası gelişme ve kuruluşların etki ve katkısına açık olan devletlerin

Avrupalılaşmasının değerlendirilmesi, gerek Avrupalılaşma tanımının belirlenmesi

ve sınırlanması, gerekse AB koşulluluğunun ülkedeki tesirinin belirlenmesinde

metodolojik güçlükler yaratmaktadır.58

57 Pomorska, op.cit., s. 37 Bu işi yerine getiren personel “European Correspondent”olarak adlandırılmaktadır. 58 Major, op.cit., s. 184.

40

Sözkonusu metodolojik zorlukların üstesinden gelebilmenin yollarından biri,

sürecin kronolojik olarak izlenmesidir. Bir başka deyişle, AB sürecinde ilgili devletin

dış politika değişimlerinin uzun bir süreç boyunca takip edilmesidir. Ancak bu da

dış politikada yaşanan değişimlerin farklı birçok iç ve dış faktörlerden etkilenmesi

sebebiyle yeterli olmayabileceğinden birçok metodun bir arada kullanılması

gerekebilir. Claudia Major, tek bir örnek olay/ülke incelemesi yerine, karşılaştırmalı

ve zamana yayılan bir inceleme yapılmasını önermektedir. Bir başka yöntem ise;

sebep-sonuç bağlantısını kurmak için, AB etkisi olmasaydı, üye devletlerin dış ve

güvenlik politikasında X gelişmesi olur muydu, sorusuna cevap vermektir.

Sözkonusu metodlar dahi, AB etkisi incelenirken uluslararası ve ulusal gelişmelerin

dikkate alınmasını gerektirmektedir. Ulusal ve uluslararası şartlar birbirini

destekleyici ya da birbirine karşıt gelişmeler de olabilmektedir.59

Avrupalılaşma çerçevesinde değişim ani olmamakta ve zamana yayılmış

şekilde gerçekleşmektedir. Bu durumda, gelişmelerin kronolojik olarak takip

edilmesi, AB baskı ya da teşvikiyle oluşan politika değişikliğinin gözlenmesi

açısından önemlidir. Sözkonusu değişikliğin salt görünümde bir değişiklik mi, yoksa

temel bir değişiklik mi olduğu konusu ise, uygulamada ortaya konacak politikalarla

izlenebilecek bir sonuçtur.

Aslında sözkonusu metodolojik güçlüklerin bir uzantısı da; Avrupalılaşma

kavramının esas olarak kamu politikalarını analizinde kullanılan bir kavram olarak

ortaya çıkmasından dolayı, dış politika gibi bir alandaki Avrupalılaşma sürecini

değerlendirme de yetersiz kalmasıdır. Bu durumda kamu politikası analizinde

kullanılan yöntem ve kavramlar, dış politika bakımından bir üye/aday devletin AB

dışında küreselleşme nedeniyle karşılaştığı güçlükleri açıklamakta zorlanmaktadır. 59 Ibid., s. 184-185.

41

Bu durumda dış politika Avrupalılaşmasında kullanılan kavramlar, dış politika

analizleri için kullanılan kavramlar değil, kamu politikası analizleri için kullanılan

kavramlardır. 60

2. Dış Politika ve Güvenlik Politikasının Avrupalılaşması ve Örnek Ülke

İncelemeleri

Yukarıda Avrupalılaşmanın politikalar ve kurumlar üzerindeki etki

göstergeleri başlığı altında incelenen noktaların dış politika ve güvenlik politikası

açısından da geçerli olduğu açıktır. Bunun yanında, AB dış ve güvenlik politikasının

diğer ortak politika alanlarına oranla daha az kurumsallaşmış olması ve

hükümetlerarası niteliği nedeniyle Avrupalılaşma çerçevesinde AB’nin üye/aday

ülkelere etkisi ve yarattığı değişim göreli olarak daha az incelemeye konu olmuştur.

Ancak sözkonusu eksiklikler ve hükümetlerarası niteliğe, bir başka deyişle dış

politika konusunun üye devlet egemenliğinde olmasına rağmen, AB dış politikasının

ortak bir takım politika teamülleri ve özelliklerinin ortaya çıktığını söylemek

mümkündür. Bu durumda dış politika ve güvenlik politikasının Avrupalılaşmasının

belirli göstergelerini incelemek yerindedir.

Örneğin AGSP kapsamındaki operasyonlara katkı sağlamak

Avrupalılaşmanın göstergelerinden biridir. Bunun yanında özellikle Türkiye’nin

İlerleme Raporlarında da ifade edilen, AB ortak tutum ve eylemlerine katılma oranı

da Avrupalılaşma göstergesi olarak kabul edilmektedir.

Ancak bu ifadeler salt siyasa Avrupalılaşması olarak dış politika ve güvenlik

alanının incelenmesi bakımından ele alınacak göstergelerdir. Avrupalılaşmanın daha

60 Fanes, op.cit.

42

geniş tanımlarıyla yapılacak bir Avrupalılaşma değerlendirmesi, daha farklı kriterler

göz önüne alınarak yapılmalıdır.

Michael Smith; ODGP içinde uzun süreyle yer almanın, üye devletlere

yapılan geri bildirimler yoluyla dış politika kültürlerinin benzer süreçlere doğru

yeniden yönlendirmelerine yardım ettiğini ve AB örneğinde bunu görmek için yeterli

kanıt olduğunu belirtmektedir. 61

Rieker’e göre; baskın ulusal güvenlik söylemi olarak ifade edilen ulusal

güvenlik kimliği, resmi belgeler ve karar vericilerin konuşmalarından anlaşılır.

Baskın güvenlik söyleminde bir değişme devletin güvenlik kimliğinde bir değişme

olarak algılanmalıdır. Bu örnekten hareketle Avrupalılaşmanın iki anlamı üzerindeki

fark üzerine durulmalıdır. Bunlar, uyum ve öğrenme arasındaki farktır. Birincisi

dışsal faktörlere göre davranışlarının ayarlanması iken, ikincisi tercih ve kimliklerin

değişmesi anlamına gelir. Ancak ilk durum yani uyum, öğrenme sürecinin ilk

aşamasını da oluşturabilmektedir.62 Aslında bu analiz, yukarıda adı geçen söylem

Avrupalılaşmasına da örnek oluşturmaktadır ve salt siyasa Avrupalılaşması değil,

kimlik ve tercihleri kapsayan daha geniş anlamda bir Avrupalılaşmaya işaret

etmektedir.

Yine bu doğrultuda bir yaklaşımla, AB güvenliğinin, geniş biçimde AB

güvenlik kimliğinin dolaylı olarak üye ülkeleri etkilediği söylenebilir. Örneğin; AB

içinde ekonomik ve parasal birliğin sağlanması için uygulanan mali politikalar

savunma harcamalarının azalmasına neden olmuştur. Tek Pazar ve rekabet politikası

gereklerinin savunma politikalarına dolaylı etkileri yanında, savunma ve savunma

dışı alanlar arasında sıkı bağlar kurularak güvenlik kavramının genişlemesi de 61 Smith, op.cit., s. 613–631. 62 Pernille Rieker, ‘From Common Defence to Comprehensive Security: Towards the Europeanization of French Foreign and Security Policy?,Security Dialogue, 37, 2006, s. 513-515

43

sözkonusu dolaylı etkiler arasındadır.63 Rieker; Fransa’nın güvenlik politikasının

Avrupalılaşmasını incelediği çalışmada; Fransa’nın geleneksel olarak ortak bir

Avrupa savunması taraftarı olduğu halde; yıllar içinde bir savunma aktörü yerine,

ekonomik ve diplomatik araçların sıklıkla kullanıldığı ve kriz yönetimine dayanan

Petersberg görevlerinin temelini oluşturduğu kapsamlı bir güvenlik aktörü haline

gelen AB’nin güvenlik kimliğini benimsediğini belirtmektedir. Bu durum Fransa’nın

ulusal güvenlik kimliği söylemlerinde kriz yönetimine daha fazla vurgu yapmaya

başlamasına neden olmuştur. Rieker, bu durumu konstrüktivist bir yaklaşımla

açıklayarak, Fransız karar vericilerin öğrenme süreciyle, geleneksel beklentilerini

değiştirerek yeni bir yaklaşım benimsediklerini belirtmektedir.64 1995 yılında AB

üyesi olan İsveç ve Finlandiya; Petersberg görevlerinin Amsterdam Antlaşması ile

AB mevzuatı içine dâhil edilmesinde belirleyici olmuşlardır. Bu iki tarafsız ülke AB

güvenlik kimliğinin ortak bir savunma sistemi değil, ortak bir güvenlik sistemi

şeklinde evrilmesini tercih etmekteydiler. 65

Bu durumda AB’nin bir güvenlik aktörü olarak özelliklerinin göz önünde

tutulması gerekmektedir. 3. Bölümde incelenecek olan AB güvenlik kimliği

özellikleri, yumuşak güce dayalı, kriz yönetimi odaklı, çok taraflıcılığa dayalı bir

yaklaşımdır. Dış politika ve güvenlik politikasının Avrupalılaşmasının, bir politika

anlamında dar olarak tanımlanması yanında; aday ülkelere uygulanan Kopenhag

kriterleri yoluyla bir değerlendirmesi konuyu daha da genişletecektir. Tezin ilgili

bölümünde inceleneceği üzere AB’nin güvenlik kimliği özellikleri konusunda gerek

literatürde, gerekse uygulamada ciddi tartışmalar yaşanmaktadır. Bu durumda AB

güvenlik kimliğinin dinamik yapısını vurgulamak gerekmektedir. 63 Ibid.,s. 516- 517. 64 Ibid., s. 509-528. 65 Ibid., s. 521.

44

Aşağıda incelenecek Polonya, İspanya ve Yunanistan örnekleriyle,

Avrupalılaşmanın üye/aday ülkeye etkisi ve ilgili ülkenin AB düzeyine etkisi

şeklinde tanımlanan çift yönlü etkisi kapsamında dış politika değişimleri

incelenecektir.

a. Merkezi ve Doğu Avrupa Ülkeleri Örneğinde Polonya

MDAÜ’nün AB’ye katılımı; Türkiye örneğinde olduğu gibi, AB’ye etkileri

bakımından sıklıkla tartışılan bir konu olmuştur. 2004 ve 2007 yılında tamamlanan

bu büyük genişleme, AB’ye katılan ülke sayısının çokluğu ve bu ülkelerin yapısal ve

sektörel politika özellikleri bakımından birbirlerinden farklılıkları nedeniyle AB

kurumsal ve siyasi düzeyinde de birçok yeni düzenlemeye sebep olmuştur.

1998 yılında AB Komisyonunun katılım müzakerelerini açmaya karar verdiği

MDAÜ, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Macaristan, Letonya, Litvanya,

Polonya, Romanya, Slovakya ve Slovenya, Kıbrıs ve Malta ile birlikte aday ülkeler

için uygulanan koşulluluk ve katılım müzakerelerinin Avrupalılaşma çerçevesinde

uygulama alanını belirlemek için de örnek oluşturmaktadır.

John K. Glenn, 2004 yılında AB’ye katılan ve aralarında Kıbrıs ve Malta’nın

da bulunduğu ülkelerin adaylık sürecini incelediği çalışmasında; sözkonusu ülkelerin

katılım müzakereleri sırasında müzakere ettikleri 31 başlığın, ülkeler arasındaki

siyasi ve ekonomik farklılıklara rağmen dikkate değer bir biçimde aynı sürelerde

açılıp, kapandığını, benzer geçiş süreleri ve usulün uygulandığını belirtmektedir.

Örneğin dış ve güvenlik politikası faslı, bu ülkeler için açılan ilk müzakere

fasıllarından biridir. 1998 yılında ilk grup ülke için açılan sözkonusu fasıl, 2000

yılında ikinci genişleme dalgası ülkeleri için de açılmış ve yine 2000 yılı içinde tüm

ülkeler için aynı anda kapatılmıştır. Bu çerçevede aslında ülke bazında

45

değerlendirme yapan AB’nin sözkonusu genişleme dalgası kapsamında son derece

benzer bir politika izlediği görülmektedir. Böylelikle hızlı bir değişim için baskı

yaratmak mümkün olabilmiştir. Bundan çıkan bir başka sonuç, müzakerelerin aday

ülkelerin koşulları tarafından değil, AB tarafından belirlendiğidir.66 Bu durum

aslında müzakere sürecinin, daha doğru bir deyişle MDAÜ’yü içine alan 2004

genişlemesi ülkelerinin müzakerelerinin, teknik olmaktan ziyade siyasi bir süreç

olduğunun da kanıtıdır.

Bunun yanında, konunun Avrupalılaşma çerçevesinde incelenmesi

kapsamında, teknik ve siyasi bir anlayışla yürütülen müzakere sürecinde görüşülen

hususların, sözkonusu ülkeler tarafından nasıl tecrübe edildiği konusu önem

kazanmaktadır.

Bu çerçevede katılım müzakerelerinin başlaması aşamasında aday ülkelerin

tümünün AB’ye üyeliği dış politika gündemlerinin en üst sırasına koymalarına

rağmen, Avupalılaşmaya iç politik durumlarına göre farklı tepkilerde bulundukları

görülmektedir. Buna göre; Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya’daki liberal

koalisyonların AB ile uyumu gerçekleştirmede bir sorun yaşamadıkları, buna karşılık

Slovakya, Bulgaristan ve Romanya’daki milliyetçi koalisyonların AB’ye uyumda

zorluklar yaşadığı bilinmektedir.67

MDAÜ içinde Polonya; Avrupalılaşma çerçevesinde en fazla etkiye maruz

kalan ülkelerden biridir. Soğuk Savaş sonrası bağımsızlığını kazandıktan sonra,

NATO ve AB ile Eski Doğu Bloğu ülkeleri arasında bir dengeyi yakalamak ve yeni

66John K. Glenn, ‘From Nation States to Member States: Accession Negotiations as an Instrument of Europeanization’, Comparative European Politics, 2004 2 s. 3–28. 67 Ibid.,s. 5.

46

bir güvenlik kimliği oluşturmak zorunda kalması;68 ülkenin Avrupalılaşması

incelenirken, AB etkisi yanında uluslararası gelişmelerin etkisini de incelemeyi

zorunlu hale getirmektedir.

Aslında Avrupalılaşma çerçevesinde AB etkilerini özümseme ve kendi

önceliklerini AB düzeyine aktarmada ne oranda başarılı olduğu konusunun

incelenmesinde, Polonya’nın değişim konusundaki istek ve kararlılığının etkisini de

dikkate almak gerekir. Tercihlerinde tarihsel ve kültürel etkenler kaçınılmaz olsa da

Polonya’nın yeni bir güvenlik kimliği oluşturma kararlılığıyla ya da seçeneksizliğiyle

bu sürece başlaması, Türkiye ile karşılaştırma bakımından önem kazanmaktadır. Zira

Türkiye Polonya’dan farklı olarak 3. Bölümde incelenecek coğrafi ve tarihsel

özelliklerinin etkilediği güvenlik kimliği özellikleri ile AB’den farklılaşmaktadır.

Bunun yanında Soğuk Savaş sonrası dönüşümün bazı düzenlemeler

bakımından da Polonya’nın Avrupalılaşmasını kolaylaştırdığını söylemek

mümkündür. Örneğin Polonya Anayasası henüz 1997 yılında oluşturulduğundan,

AB’ye katılım için gerekli şartlar hâlihazırda Anayasaya dâhil edilmiştir.69 Bu durum

da Polonya ile Türkiye arasında bir diğer önemli bir farkı oluşturmaktadır. Polonya

halkı ve seçkinleri ODGP ve AGSP konularına verdikleri destekle,70 Polonya’nın

Avrupalılaşmasında önemli bir etken olmuşlardır. Bu da Avrupalılaşmada bir diğer

kolaylaştırıcı etken olarak ortaya çıkmaktadır.

Ama yine de Polonya’nın Soğuk Savaş sonrası Batı’ya yönelmesinde tarihin

izlerinin olması kaçınılmazdır. Almanya ve Rusya arasındaki sıkışmışlık ve dünya

savaşlarının tecrübeleri, Polonya da bölgesel savunmanın neredeyse obsesyon haline

68 Joanna Kaminska, ‘New EU Members and the CFSP: Europeanization of the Polish Foreign Policy’, Political Perspectives 1 (2),2007, s. 2. 69 Ibid., s. 13. 70 Ibid.,idem.

47

gelmesine neden olmuş, bu durum Soğuk Savaş ertesi başta NATO ve AB olmak

üzere Batılı kuruluşlara başvurmasını hızlandırmıştır.71 Aynı savunma refleksinin

Polonya yanında Türkiye ve Yunanistan gibi ülkelerde de bulunduğunu hatırlamak

gerekir.

Soğuk Savaş sonrası güvenliğini sağlamak için AB’yi yumuşak güç olarak

gören Polonya; güvenliğini sağlamak için sert güce ihtiyaç duymasına rağmen, yine

de NATO ve AB üyeliğini birbirini tamamlayıcı olarak kabul etmiştir. AB üyeliği

Polonya’ya ekonomik fayda yanında bölgesel uluslararası aktör olmak ve kabul

görmek için de fırsat sağlayacaktı.72 Burada Polonya’nın AB üyeliğinin bir fayda-

maliyet analizi ile rasyonal seçim kurumsalcıların açıklamaları ile örtüşen

ifadelerinin olduğu görülmektedir.

Avrupalılaşma sürecinde gerek aday, gerekse üyeliği döneminde Polonya’nın

geçirdiği değişimler incelendiğinde AB’nin Polonya’ya etkisi ve Polonya’nın AB

düzeyine etkisi bakımından yapılacak bir incelemede şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır.

Öncelikle AB sürecinin Polonya dış ve güvenlik politikasında ne gibi

değişikliklere neden olduğu incelendiğinde; Polonya’nın, AB dış politikasına

uyumda AB operasyonlarına (Kongo operasyonu gibi) ve Afrika ve Asyadaki insani

yardım hareketlerine aktif olarak katıldığı görülmektedir. Bu durum Polonya’nın

AB’nin savunma alanında başarılı olduğuna dair inancının ve rasyonel bir yaklaşımla

bu durumu karar almada rol oynayabilmek için bir araç olarak kullanabilme isteğinin

bir sonucudur.73 Bunun yanında Polonya, Asya Pasifik ülkeleri ve AB platformu ile

ilişki kurmuş ve Asya-Avrupa (ASEM) bölgesel toplantılarına ve forumuna

katılmıştır. AB üyeliği ile Polonya’nın Afrika ve Latin Amerika’ya olan ilgisi 71 Ibid., s. 2-3. 72 Ibid., s. 3. 73 Ibid., s. 11.

48

artmıştır. Polonya, dünyanın çeşitli yerlerindeki AB operasyon ve faaliyetlerine

katılarak uluslararası alanda söz sahibi olmak ve AB karar mekanizmalarında etkili

olmak güdüsü ile hareket etmektedir. Bu durum Polonya’nın kendi ulusal çıkarlarını

AB düzeyine aktarabilmesi açısından da önemlidir.74 Böylelikle, AB üyeliğinden

önce Polonya’nın ilgi ve çıkar alanlarına girmeyen konular, AB üyeliği sonrası çıkar

alanları haline gelmiştir.

Avrupalılaşmanın üye/aday ülkenin AB boyutuna etkisi anlamında ikinci

boyutu kapsamında Polonya’nın AB’ye etkileri konusunda şu noktalar ön plana

çıkmaktadır. Öncelikle, Polonya ile diğer AB üyelerinin Polonya’nın Doğu

komşularına ilişkin görüşleri farklılık göstermektedir. AB, Komşuluk politikasının

bu ülkeler için yeterli ve gerekli çerçeveyi sağladığını düşünürken, Polonya; Ukrayna

ve Moldova’nın diğer Komşuluk Politikası ülkelerinden farklı olarak AB üye adayı

ülkeler sınıflandırmasına girmelerini istemektedir. Polonya’ya göre AB’nin

uyguladığı koşulluluk Ukrayna’nın gerekli demokratik reformları yerine getirmesini

sağlayacaktır.75 AB’ye resmi katılımından önce de Polonya; Ukrayna ve Beyaz

Rusya’nın da aralarında bulunduğu Doğu ülkelerini AB gündemine sokmak için çaba

sarf etmiştir. Ukrayna örneğinde Turuncu Devrimde AB’yi devreye sokmaya

çabalamıştır. Bu çaba amaçlarına tam anlamıyla ulaşmasa da; AB ve Ukrayna

arasındaki ilişkilerin gelişmesine zemin hazırlamıştır. Beyaz Rusya örneğinde ise

Lukashenka rejimine karşı sıkı önlemler ve vize yasağı konması gibi tedbirlerin

alınmasına önayak olmuştur. Bu çerçevede Polonya’nın Ukrayna, Beyaz Rusya ve

Moldova gibi Doğu ülkeleriyle ilgili gündem oluşturma konusunda başarılı olduğu

74 Ibid., s. 11-12. 75 Ibid., s. 3-4.

49

düşünülmektedir.76 Polonya’nın Soğuk Savaş sonrası en önemli dış politika

amaçlarından biri, yukarıda adı geçen ülkelerde demokrasiyi geliştirmekti. Ancak

kaynaklarının buna yeterli olmaması nedeniyle AB üyeliğini bu amaç için

kullanarak, kendi amaçlarını AB’nin amaçları ile uyumlu hale getirmiştir. Ancak bu

bölgenin Rusya’nın da ilgi ve çıkar alanında olması nedeniyle, AB’nin de

gerçekleştirdiği girişimlerde dikkatli olması gerekmiş, Polonya’nın da AB

gündemine getirdiği bu konularda sözkonusu dengeyi gözetmesini gerektirmiştir.77

Polonya’nın AB’ye uyum sürecinde geçirdiği kurumsal yapı değişiklikleri,

Türkiye ile kıyaslama bakımından önemli özelliklere sahiptir. Polonya dış

politikasını yürüten kurumlar; bürokratik yapıları ile AB’ye uyum için yeterli

olmadıklarından, gerekli düzenlemelerin yapılması zaman almış ve AB dış politika

mekanizmaları ile işbirliğinde gecikmeler yaşanmıştır. 2004 yılında Kabine içinde

AB dış politika konuları ile ilgili toplanan ve Daimi Temsilciler Komitesi

(Permanent Representatives Committee-Coreper) toplantılarına hazırlık yapan bir

Komite ile Bakanlıklar arasında faaliyet gösterecek çok sayıda çalışma grubunun

kurulduğu görülmektedir. Avrupalılaşma sürecinde ihtiyaç duyulacak insan

kaynakları bakımından ise Polonya Dışişleri Bakanlığı AB birimi bünyesinde bir

uzman grubunun kurulması reorganizasyona verilebilecek örneklerdendir.

Brüksel’deki Polonya temsilciliğin de salt dış politika konuları ile ilgilenen bir birimi

mevcuttur. Brüksel’deki yapıda da genişlemeye gidilmiş ve görevli sayısı üçe

katlanmıştır. Polonya dışişleri bakanlığı (insan) kaynakları da AB ile ilişkiler

kapsamında oldukça genişlemiştir.78 Polonya Dışişleri Bakanlığı içinde AB

bütünleşmesi ile ilgili birimin kurulması da 1990’lı yıllarda olmuştur. Konu ile ilgili 76 Ibid., s. 14-15. 77 Ibid., s. 17. 78 Ibid., s, 8-9 ve Pomorska, s. 40-41.

50

personeli yetiştirmenin zaman alacağı ve uzman istihdam etmenin de kaynak azlığı

bakımından imkânsız olduğu dönemde79 Polonya Avrupalılaşmanın etkilerini almaya

başlamıştır.

Bunun yanında Polonya Dışişleri Bakanlığı ve diğer ilgili birimlerde çalışan

personelinin oldukça genç olması; diğer birimlerde çalışan diplomatlarla bir kuşak

farkı da yaratmıştır. Genç personelin, yeni teknolojilere yatkınlık, AB’nin kendine

has politika yapım özelliklerine aşinalık gibi özelliklerinin yanı sıra; önyargısız

yaklaşımları ve uzun ve esnek çalışma saatlerine uygunluğu da tercih sebebi

olmalarını sağlamıştır. Genç diplomatların AB konularını tüm dış politika konularına

baskın şekilde yorumlamaları da geleneksel diplomatlarla aralarında görüş ayrılığının

doğmasına neden olmuştur.80 Polonya’da seçkin Avrupalılaşmasının bir diğer

sonucu; ‘Avrupalılaşmış Profesyonellerin’ başka bir deyişle AB konusunda yetişmiş

personelin, AB kurumlarında daha iyi olanaklarla çalışmak üzere mevcut işlerini terk

etme eğiliminin ortaya çıkmasıdır.81

Polonya’nın AB dış politikasına uyum için geçirdiği kurumsal yeniden

yapılanma; Türkiye ile kıyaslandığında oldukça radikaldir. AB Komisyonu

tarafından hazırlanan İlerleme Raporlarında belirtildiği üzere Türk Dışişleri

Bakanlığının altyapısı oldukça gelişmiş ve insan kaynakları da yeterlidir. Türkiye

zaten dış politika ve güvenlik alanı başta olmak üzere AB ile ilişkileri 1964 yılında

imzalanan Ortaklık Anlaşmasından itibaren kurmaya başladığı için bu çalışmanın

inceleme dönemi olan 1990’lı yıllardan itibaren kurumsal yeniden yapılanma

hususunda Polonya kadar radikal değişiklikler yaşanmamıştır.

79 Pomorska, op.cit., s. 31. 80 Ibid., s. 39. 81 Kaminska, op.cit., s. 12.

51

Avrupalılaşma sürecinde kurumsal anlamda Dışişleri Bakanlığının diğer

Bakanlıklar ve ilgili birimler aleyhine güç kaybetme örneğine Polonya verilebilir.

Polonya’da Kabine içinde etkin bir ulusal koordinasyon sağlanması amacıyla) 1996

yılında bir Komite (Avrupa Bütünleşmesi Komitesi-Committee for European

Integration) kurulmuştur. Avrupa bütünleşmesine ilişkin tüm konuları koordine eden

bu komite, Polonya Dışişleri Bakanlığının geleneksel rollerini paylaşan ve ona rakip

olan bir birim olarak ortaya çıkmıştır. Bu durum Avrupalılaşma sürecinin neden

olduğu kurumsal değişiklikler yanında AB politikalarının uygulamaya geçirilme

talebi nedeniyle Polonya Dışişleri Bakanlığı yetkililerince isteksizlikle

karşılanmasına neden olmuştur.82 Polonya AB’ye girdikten sonra dahi, Polonya

dışişleri bakanlığının dış politika ile ilgili olarak AB ile koordinasyonu sağlamak

konusunda hala istenen düzeyde hızlı hareket edemediği ve uyum sürecine devam

ettiği belirtilmektedir. Ancak yine de Avrupalılaşmanın kurumsal ve bürokratik

kültürde gelişmelerin yaşandığı ve hızlı haberleşme tekniklerinin kullanılması gibi

değişikliklere neden olduğu açıktır. Bir dış politika önerisi hazırlanırken diğer AB

üyelerinin görüşlerini alma ve işbirliğine yakınlık gibi uygulamalar artmıştır.83

Görüldüğü üzere Polonya AB’nin üye/aday devlete etkisi anlamında gerek

kurumsal, gerekse politika alanında önemli değişiklikler geçirmiştir. Sözkonusu

değişiklikler rasyonalist kurumsalcı bir perspektiften izah edilebilir.

b. İspanya

1977 yılında AT’ye tam üyelik başvurusu yapan ve 1986 yılında tam üye olan

İspanya; Avrupalılaşma çerçevesinde gerek AB’nin etkisi, gerekse İspanya’nın AB

gündemine etkileri bakımından önem arzeden bir örnektir.

82 Pomorska,op.cit., s. 33-35. 83 Ibid.,s. 47-51.

52

Kimi yazarlara göre; AB’nin İspanya dış politikasına etkisi, aslında

Franco’nun 1975 yılına ölümünden sonra gerçekleşen siyasi, ekonomik ve sosyal

modernleşme sürecinin bir parçası olsa da; dış politika bakımından karşılaşılan

değişiklikler, demokrasiye geçiş nedeniyle değil, AB üyeliği nedeniyle

gerçekleşmiştir. Zira 1977 yılında demokrasiye geçiş yapılmış olmasına rağmen,

Franco dönemi dış politikasının İsrail ile diplomatik ilişki kurulmaması, Araplara

yakınlık, Latin Amerika kardeşliği, Castro Kübası ile imtiyazlı, ABD ile pragmatik

ilişkiler üzerine kurulu temel dış politika eğilimleri korunmaktaydı. 1981 yılındaki

NATO üyeliği bir tarafa bırakılırsa, İspanya’nın uluslararası alanda prestijine

kavuşması, 1986 yılında AB (o zamanki adı ile AT) tam üyeliği sayesinde

olmuştur.84 Bu tarihten sonra gerek NATO’da etkili bir üye olması, gerekse AB

operasyonları kapsamında dünyanın çeşitli yerlerine asker göndermesi, Orta Doğu’da

barış çabalarının parçası olarak 1991 yılında Madrid’de Orta Doğu Barış

Konferansının gerçekleştirilmesi, Javier Solana başta olmak üzere İspanyolların AB

nezdinde önemli görevler üstlenmesi de bu görüşü destekleyen kanıtlar olarak

görülmektedir.85

Torreblanca’nın İspanya’nın AT’ye uyumu kapsamında “politika uyumu” ve

“politika transferi” olarak tarif ettiği değişiklikler, Avrupalılaşmanın çift boyutlu

etkisini açıklamaktadır. Buna göre ilk boyut kapsamında, bir başka deyişle AB ile

uyum sağlanan durumlarda; İspanya’nın demokratik Batılı devletler nezdinde

edindiği yerin vurgulanması fırsatı doğmuştur. AB uygulamalarından sapan

durumlarda İspanya, AB politikası ile kendi dış politikasını uyumlaştırma yoluna

gitmiştir. Politika transferi ise AB üyeliğinden İspanya’nın ulusal çıkarlarını 84 Jose I. Torreblanca, ‘Ideas, Preferences, and Institutions: Explaining the Europeanization of Spanish Foreign Policy’, Arena working papers, no: 26, 2001 s. 1-6. 85 Ibid.,s. 6-7.

53

korumak ve geliştirmek için faydalanma amacına hizmet etmektedir.86

Torreblanca’nın politika transferinden kasıt, Avrupalılaşmanın çift boyutlu etkisi

kapsamında, üye/aday ülkenin AB gündemine etkisidir.

Buna göre Avrupalılaşmanın ilk boyutu kapsamında AB’nin İspanya dış ve

güvenlik politikasına etkisi, İspanya iç politikasındaki gelişmelere etkisi nedeniyle

olmuştur. AB kurumlarının politikalarıyla; İspanya’da 1982–1996 döneminde

iktidarda olan ve AB yanlısı politikalar uygulayan Sosyalistlerin kimliklerinin

güçlendirilmesi sağlanmış, 1996 yılından sonra iktidara gelen AB karşıtı

muhafazakârların Avrupa ile bütünleştirilmesine çalışılmıştır. Tam üye olmadan önce

İspanya 1982’de; Avrupa Siyasi İşbirliği mekanizması kapsamında birçok faaliyete

katılmış ve bu durum, İspanya dış politikasının Avrupalılaşmasını kolaylaştırmıştır.

Tam üye olmadan Orta Doğu ile ilişkiler başta olmak üzere silahsızlanma, çoklu

ticaret ve yatırım antlaşmaları, uluslararası mali işbirliği konuları, insan hakları ve

demokratikleşme gibi pek çok konuda AB ortak tutumlarını kabul etmiştir. Bu

bağlamda İsrail ile diplomatik ilişkilerini yeniden tesis etmiştir. Bu durumda

üyeliğinden on yıl sonra tam ve net bir AB profiline kavuşmuştur.87

Avrupalılaşmanın ikinci boyutu kapsamında ise; AB gündemine İspanya’nın

AB’ye üye olmasıyla giren konular, Latin Amerika ile ilişkiler ve Akdeniz

politikasıdır.

Koloniyal geçmişi nedeniyle Latin Amerika ülkeleri ile gelişmiş siyasi ve

ekonomik bağlantıları olan İspanya AB üyesi olunca, AB’nin daha önce ilgi ve çıkar

alanına girmeyen Latin Amerika ülkeleri nezdinde sahip olduğu çıkarları korumak ve

geliştirmek için çaba sarfetmiştir. Başka bir deyişle, İspanya kendi dış politika

86 Ibid., idem. Torreblanca politika uyumu için policy convergence terimini kullanmaktadır. 87 Ibid., s. 10.

54

gündemine giren bazı konuları AB düzeyine ithal etmiştir. Latin Amerika

bakımından, İspanya kendisini İspanyolca konuşan dünyanın temsilcisi olarak

uluslararası alanda ortaya koymak için AB’yi kullanmıştır. Hatta Katılım Antlaşması

müzakereleri sırasında; AT’nin İspanya’ya; Latin Amerikadaki ulusal çıkarlarını

koruması ve sürdürmesini destekleyeceği ve katılımı ile bu durumun tutarlılığını

sağlayacağı yönünde bir deklerasyon yayınlanmıştır. Akdeniz bölgesi konusunda ise,

İspanya Fas ile olan sorunlu ilişkilerini AB’in Akdeniz politikası içinde yapıcı

şekilde ve karşılıklı çıkarlara dayalı olarak dönüştürmüştür. Bu çerçevede

İspanya’nın AB üyeliği Avrupa dış politikasının Latin Amerika ve Akdeniz

boyutlarını güçlendirmiştir. İspanya’nın AT’ye katılımı sonrası gerçekleştirilen ilk

zirve toplantısında da Latin Amerika ile ilişkilerin geliştirilmesi, bölgeye yapılacak

yardımlar, ticarette işbirliği gibi konular ele alınmıştır.88 İspanya gibi koloniyal

geçmişi olan ve bu durumu önce Avrupa Siyasi İşbirliği mekanizması, sonrasında ise

ODGP kapsamına yerleştirmekte zorlanan ülkelere Fransa ve İngiltere verilebilir.

Diğer bazı ülkelerin AB dış politikası ile bağdaştırmak konusunda, ilgi alanları ve

koloniyal geçmişleri Avrupa ve Atlantik kapsamında olduğundan fazla güçlük

çekmemişlerdir.89

İspanya’nın AB üyesi olması, Fas ile olan ilişkilerini geliştirmesine yardım

etse de; bu durumu İspanya’nın Birliğe “politika transfer”i yanında “sorun transferi”

olarak görenler de vardır. Kültürel yakınlığın Latin Amerika örneğinde kolaylaştırıcı

olmasının aksine, Fas ile olan ilişkilerde engel olduğunu da belirtmek gerekir. Fas ile

İspanya arasındaki ilişkinin AB’ye sorun transferine neden olması, Fas’ın kuzey

bölgesindeki iki ada da hak iddia etmesi, balıkçılık haklarında anlaşmazlık ve

88 Ibid., s. 11-12. 89 Ibid.,s. 11.

55

İspanya’nın Batı Sahara’ya yakınlığı nedeniyledir. Ancak AB üyeliği ile Avrupa-

Akdeniz ortaklığı stratejisi kapsamında başta balıkçılık hakları olmak üzere pek çok

konunun Brüksel merkezli kararlaştırılması sorunların çözümüne katkıda

bulunmuştur. İspanya; AB yoluyla kurduğu ekonomik ilişkiler ağı ile Fas ile yaşadığı

güvenlik sorunlarını bertaraf edebilmiştir.90 Bunun yanında; Akdeniz konusunda

diğer Akdeniz ülkeleri Fransa ve İtalya’nın katkıları, İspanya’nın 2010 yılında bir

serbest ticaret alanının kurulmasını amaçlayan Avrupa Akdeniz Ortaklığı (Barcelona

Süreci) konusunda gayretlerini arttırmıştır.91

İspanya’nın Fas ve Cezayir ile salt ekonomik değil, terörizm ve önlenemeyen

göç gibi Soğuk savaş risklerinin önlenmesi konusunda da çıkarları vardır ki92, bu

durum AB çıkarları ile ortak bir noktayı oluşturmaktadır. Bu da İspanya dış

politikasının Avrupalılaşmasını kolaylaştıran bir etkendir.

İspanya’nın AB’ye katılımının dış politika alanında politika uyumlaştırması

ve politika transferi yanında politika ikamesine de yol açtığını belirten yazarlar

vardır.93 Politika ikamesinin, İspanya tarafından Avrupalılaşma düzeyinin düşük

olduğu alanlarda ulusal çıkarlarını korumak ve ticaret sapması gibi olumsuz

durumları telafi etmek için başta ekonomik araçlar olmak üzere doğrudan yabancı

yatırımlar, kalkınma yardımları, göç politikaları, ekonomik ve kültürel işbirliği gibi

araçların kullanılması kastedilmektedir. Ancak burada politika ikamesi yapılabilecek

alanın AB içinde üye devlet tarafından yetki paylaşımından ziyade otonomisinin

olduğu bir alan olduğu açıktır. Bunlar, kalkınma, devlet yardımları gibi konuları

kapsamaktadır. İspanya’nın AB’ye katılımı ile Latin Amerika’yı AB gündemine

90 Ibid., s. 13-15. 91 Gonzalo Escribano, and Alejandro Lorca, ‘The Ups and Downs of Europeanization in External Relations: Insights from the Spanish Experience’, Perceptions, Winter 2004-2005, s. 144. 92 Ibid., s. 143. 93 Ibid., s. 131-158.

56

soktuğu açıktır ancak; İspanya’nın ticaret politikası gereklerini uyguladığında Latin

Amerika aleyhine bir ticaret sapması gerçekleştiğinden, (İspanya’nın Latin Amerika

ülkelerine ihracatı artarken, bu ülkelerden ithalatı yarı yarıya azalmıştır) ticari

tercihlerini korumak için İspanya’nın çoğunlukla ekonomik içerikli bazı araçlarla bu

durumu ikame etmesi gerekmiştir. Bu durum; AB politika ve kurumsal

düzenlemelerinin üye devlet ulusal tercihlerini yansıtmadığı zaman; sözkonusu

ülkenin mevcut ekonomik ya da kültürel araçlarla ya da yeni araçlar yaratarak

politikayı belirli bir çerçevede ikame etmesiyle açıklanmaktadır.

Bu durum, AB ile dış politika ve güvenlik politikası uyumu kapsamında ticari

ilişkilerin ele alındığı dış ilişkiler konusunun da dikkate alınma gereğini

vurgulamaktadır.

Bunun dışında, İspanya dış politikasının Avrupalılaşmasının bir maliyeti ya

da öngörülmeyen bir diğer boyutu bulunmaktadır. Bu durum, bir üye devletin belli

bir konuda AB düzeyine taşınan görüşünün o görüşü savunan iktidarın değişmesi

durumunda önceki durumuna dönmesinin zor ve maliyetli oluşu ile ilgilidir. İspanya

sözkonusu tecrübeyi gerek Küba, gerekse Fas ile ilişkilerinde yaşamıştır. Küba

konusunda 1996 yılı öncesi iktidarda olan Sosyalist hükümetin yatırımlar, kalkınma

yardımları ve siyasi diyalog şeklinde gelişen olumlu yaklaşımı AB’yi de etkilemiş ve

başta turist acentaları olmak üzere Küba AB ticaret alanı haline gelmiştir. 1996–2004

yılları arasında iktidara gelen Muhafazakâr hükümet ise Küba’ya karşı tersi bir

politika benimsemiş, sözkonusu politikayı AB düzeyine de taşımak istemiştir. Ancak

AB düzeyinde politika değişikliği mümkün olmamıştır. Fas örneğinde ise

Muhafazakâr hükümet döneminde daha önce Fas ile AB arasında yapıcı ilişkiler

kurulmuşken, Fas ile İspanya’nın Balıkçılık Antlaşması şartlarında anlaşamamaları

57

üzerine, Fas Cebelitarık boğazında bulunan Perejil adasını işgal etmiştir. Başta

Fransa olmak üzere AB üye ülkelerinin Fas’a müdahale etmek istememesi ve AB

kurumlarının olaya hiçbir tepki göstermemesi üzerine İspanya arabuluculuk için

ABD’ye başvurmuştur. Bu durum İspanya’nın Avrupalılaşma kapsamında yaşadığı

dalgalanmalardan birini oluşturmaktadır.94

İspanya dış politika gündeminin oluşturulması sırasında çok etkin olamayan

bazı çıkar ve lobi gruplarının; Brüksel nezdinde çıkarlarını korumak istemesi bir

başka Avrupalılaşma göstergesi olarak ortaya çıkmıştır. Örneğin tarım alanında lobi

ve çıkar gruplarının bu tür faaliyetleri İspanya hükümet yetkililerini tarafından

zaman zaman kontrol edilmesi zor bir hale gelmiştir.95

Torreblanca; İspanya’nın Avrupalılaşma sürecini rasyonalist ve sosyolojik

kurumsalcı yaklaşımları bir arada kullanarak açıklamaktadır. Rasyonalist kurumsalcı

bir bakış açısıyla; AB üyeliği geniş ve sorunlu bir dış politika gündemine, zayıf

ekonomik kaynaklar ve kurumsal yapıya sahip olan İspanya’ya, ulusal çıkarlarını

koruyabilmesi için yeni fırsatlar yaratmıştır. Sonuçta başlangıçtaki niyet AB

açısından böyle olmasa da, İspanya’nın ulusal çıkarlarına hizmet eder konuma

gelmiştir. Elbette ki, İspanya bu konuları AB gündemine taşırken salt İspanya’nın

çıkarını değil; Avrupa’nın çıkarını da vurgulamıştır. Latin Amerika örneğinde

Avrupa’nın çıkarları, ekonomik fayda ve ABD etkisinin dengelenmesi üzerine

kuruluyken; Akdeniz örneğinde, Orta Doğu sorunlarının çözümü ve insan hakları,

demokratikleşme, devlet içi sorunlar gibi konulara odaklanmıştır.96

Bunun yanında dış politikanın kimlik kavramı ile yakından ilişkisi nedeniyle,

İspanya’nın AB üyeliği, muhafazakar ve sosyalist hükümetlerin Avrupa da eşit siyasi 94 Ibid., s. 145-146. 95 Ibid., s. 142-143. 96 Torreblanca, op.cit., s. 14.

58

görüşlerle kendilerini eşit hissetmeleri, uluslararası alanda kabul görmek, prestij ve

etkinlik kazanmak gibi boyutlarıyla, sosyolojik kurumsalcıların bakış açısıyla

açıklanabilecek sonuçlar doğurmuştur.97

İspanya örneği de Türkiye’nin dış politikasının Avrupalılaşması bakımından,

özellikle üye/aday ülkenin AB düzeyine etkisi bakımından izlediği politikalarla

örnek olarak incelenebilecek bir ülkedir.

c. Yunanistan

Yunanistan’ın AB süreci, 1974 yılında sona eren cunta döneminden sonra

demokrasiye geçişi de simgelemektedir. Yunanistan’ın Avrupalılaşma sürecine

modernleşme yanlısı ve Avrupa karşıtı gelenekselcilerin tartışmaları hâkim

olmuştur.98Yunanistan’ın AB üyeliği konusunda Kilisenin AB karşıtı tutumuna karşı,

akademisyen ve siyasi aktivistler AB taraftarlığı yapmışlardır. Kostas Simitis’in

iktidarı döneminde AB taraftarlığı daha da hız kazanmıştır.99 Yunanistan’ın

Avrupalılaşması konusunda yapılan bir diğer tespit; AB’ye üyeliğin Yunanistan’ın

Avrupalı kimliğini güçlendirmesi konusudur.100 Bu özellikler Yunanistan ile

İspanya’nın ortak noktalarıdır. Bu durumda AB taraftarı ve karşıtlığı tartışmasının

salt Türkiye’ye özgü olmadığını belirtmek gerekir.

Ioakimidis, Avrupalılaşma kavramının birbirine karşıt iki tanımını

yapmaktadır. Buna göre Ioakimidis, salt AB baskısına verilen zoraki tepkilerden

oluşan süreç (responsive Europeanization) ve buna karşılık tamamen modernleşmeye

dönük bir bakış açısı ve güçlü bir istek ve niyetle, programlanmış bir süreç olarak

97 Ibid., s. 4. 98P.C. Ioakimidis, ‘The Europeanization of Greece: An Overall Assessment’, EKEM Articles, http://ekem.gr/archives/2002/01/the_europeaniza.html, 10.11.2006. 99 Agnantopoulos, ‘The Europeanisation of National Foreign Policies, A Conceptual Framework and an Empirical Application in Greek Turkish Relations’, s. 28. 100 Ibid., s. 22-23.

59

(intended) Avrupalılaşma kavramlarını ayırmaktadır. Yunanistan’ın durumunu ikinci

Avrupalılaşma tanımı içinde vermektedir. Ancak bunun yanında; 1981 yılında

gerçekleştirilen AB üyeliğinin dönemin iktidarı Pasok tarafından ilk etapta şüpheyle

karşılandığından ve Yunan seçkinleri tarafından da eleştirildiğinden sözetmektedir.

Pasok’un 1980’li yıllardaki AB karşıtlığının 1990’lı yıllarda giderek artan biçimde

AB taraftarlığına dönüştüğü de bilinmektedir.101 Her bakımdan Avrupalılaşmanın ise

1996 yılında Costas Simitis’in iktidarı döneminde olduğu belirtilmektedir. Bugün

sadece Komünist Parti’nin anti-AB’ci söylemlerinin sürmektedir.102

Yunanistan dış politikasının Avrupalılaşması konusunda üzerinde durulan

başlıca konular; Soğuk Savaş Dönemi Doğu-Batı ilişkileri, Orta Doğu Bölgesi, en

önemlisi de, Türkiye, Kıbrıs ve Balkanlardır.

Yunanistan’ın AB üyeliğinde güvenlik ve dış politika öncelikli olarak yer

tutmaktadır. Yunanistan’ın AB üyeliğinde tehdit edici bir faktör olarak Türkiye’nin

yeri ve bu bağlamda savunma harcamalarının yüksekliğinin altı çizilmektedir.103

Hatta Yunanistan’ın yabancı güçlerin olumsuz etkisine yönelik bir korku duyduğu da

belirtilmektedir.104 Bu durumun Türkiye’nin güvenlik kimliği özelliklerinden Sevr

sendromu benzeri olduğunu belirtmek gerekir.

Stelios, Yunanistan’ın Avrupalılaşma sürecine ilişkin literatürü incelediği

makalesinde105; bu çalışmaların Yunanistan dış politikasının Avrupalılaşma süresince

ulusal davalarını terk etmediğini ancak önemlerinin azaldığını ve Yunanistan’ın bu

konulardaki pozisyonunu yumuşattığını ortaya koyduğunu belirtmektedir. Stelios’a

101 Ioakimidis, op cit. 102Stavridis Stelios, ‘The Europeanization of Greek Foreign Policy A literature review’,s, 12 erişim tarihi:10.11.2006. 103 Ibid.,s. 10. 104 Ibid.,s. 12. 105 Ibid., s. 17- 20.

60

göre Avrupalılaşma için asıl test, ulusal davalar (ethnika themata) bakımından

olacaktır. Yunanistan ile Türkiye arasındaki olumsuz ilişkiler nedeniyle,

Yunanistan’ın Maastricht, Amsterdam ve Nice antlaşmalarına bir savunma garanti

maddesi koydurmaya çalıştığı, Avrupalılaşma süresince AB üye ülkeleri yanında AB

kurumlarını da Yunan politikasına yakın bir noktaya çektikleri vurgulanmaktadır.

Yine Avrupalılaşma süresince Balkanlara yönelik Yunanistan dış politikasının başta

İstikrar Paktı olmak üzere AB bölgesel yapılarını kullanarak AB öncelikleri ile

evrildiği vurgulanmaktadır. Bu çerçevede Yunanistan bölge ile ikili ilişkilerinden

çok AB kanallarını kullanır hale gelmiştir.

Arap-İsrail çatışması konusunda, Yunanistan dış politikasının AB dış

politikasına uyumu, bir başka deyişle Avrupalılaşması neticesinde Arap yanlısı bir

politikadan daha dengeli bir politikaya geçildiği ve İsrail ile ilişkilerin geliştirildiği

belirtilmektedir. AB; katılım öncesi dönemde, Yunanistan’dan kendisinden farklılık

arzeden politikasını değiştirmesini talep etmiştir. Konstrüktivist bir yaklaşımla, AB

üyeliği Yunanistan’ın bölgedeki ulusal tercih ve çıkarlarını şekillendirerek kimliğini

yeniden tanımlamasını sağlamıştır. Araplarla kurulan dengeli ilişkiler sonunda; AB

etkisi ile Yunanistan’ın Avrupalılığı ön plana çıkmış, Yunanistan Avrupa ve Doğu

Akdeniz arasında bir köprü rolü oynayarak; Arapların taleplerini AB düzeyine

taşımak yanında; Avrupa değerlerini de Arap dünyasına iletme şeklinde bir etkileşim

yaratılmıştır.106

Yunanistan’ın Türkiye’ye bakışı, tıpkı Türkiye’nin Yunanistan’a yaklaşımı

gibi tarihsel faktörlerden kaynaklanmaktadır. Buna göre Türkiye, Yunanistan

tarafından saldırgan bir imajla resmedilmekte ve ulusal güvenlik açısından temel

106 Apostolos Agnantopoulos, ‘The Europeanization of Greek Foreign Policy Towards the Arab-Israeli Conflict’, Paper Presented at the BISA Annual Conference, Cork, 18–20 December 2006, s. 1–33.

61

tehdit olarak görülmektedir. Hatta kıta sahanlığı gibi bazı teknik konuların dahi bu

perspektiften açıklandığı olmaktadır. Yunanistan’ın AT başvurusunun bir nedeni de

Türkiye’ye karşı denge yaratmaktır.107 Türkiye’de bazı çevrelerin abartılı tehdit

tanımlaması yaptığı düşünülmektedir. Bunun yanında Yunanistan’da da bazı

çevrelerce Türkiye’ye tarihsel olaylarla açıklanan abartılı bir önem atfedildiği açıktır.

Bu durum güvenlik kimliği yansımalarını da oluşturmaktadır.

Bunun ötesinde, Yunanistan dış politikasının Avrupalılaşmasında Stelios’un

yaptığı şu saptama çok önemli gözükmektedir. AB sürecinde Makedonya konusunda

Yunanistan’ın pozisyonu AB pozisyonuna yaklaşırken; Kıbrıs ve Türkiye konusunda

AB; Yunanistan’ın tutumunu benimsemiştir.108 Bu durumda Avrupalılaşma

terminolojisini kullanarak; Avrupalılaşmanın ilk boyutu çerçevesinde AB

politikalarının Yunanistan’ı Makedonya konusunda etkilediğini, İkinci boyut

kapsamında bir başka deyişle, üye/aday ülkelerin önceliklerini AB düzeyine

taşımaları konusunda ise Yunanistan’ın Kıbrıs ve Türkiye konusundaki tutumunun

AB düzeyine taşındığını söylemek mümkündür.

Bunun yanında Yunanistan’ın Türkiye’ye yaklaşımının Avrupalılaşma

kavramı çerçevesinden değerlendirilmesinde, Yunanistan’ın başlangıçta Türkiye’nin

AB üyeliğine verdiği gösterdiği karşıtlığın, önce şartlı kabule, 1999 yılından itibaren

de şartlı desteğe dönüştüğü şeklinde yaklaşımlar vardır. Bu yaklaşım Yunanistan’ın

tutum değişikliğini, konstrüktivist bir yaklaşımla Avrupalılaşma çerçevesinde

AB’nin sınırlandırıcı ve sosyalleştirici etkisine bağlamaktadır.109 Buna göre AB,

Yunanistan’ın politikasını genel AB uzlaşmasını yansıtır şekilde Türkiye-Yunanistan

107 Agnantopoulos, ‘The Europeanisation of National Foreign Policies, A Conceptual Framework and an Empirical Application in Greek Turkish Relations’.,s.13. 108 Stelios, op.cit., s.21. 109Agnantopoulos, ‘The Europeanisation of National Foreign Policies, A Conceptual Framework and an Empirical Application in Greek Turkish Relations’,s. 1-40.

62

yakınlaşması biçiminde tarif etmesine zorlamış, öte yandan Yunan karar vericilerin

Yunanistan’ın ulusal çıkarlarını Türkiye’nin AB üyeliği üzerinden yeniden

oluşturulmasına olanak vermiştir. Bu anlamda ulusal çıkar farklılaşması, ulusal

kimlik değişimini de beraberinde getirmiştir. Bunun yanında Yunanistan resmi

yetkililerin AB siyasi süreçlerini öğrenerek yatkınlık kazanmaları da AB

politikalarını etkileyebilme kapasitelerini arttırmış, böylelikle ulusal düzey ve AB

düzenlemeleri arasındaki uyumsuzluğu azaltmayı kolaylaştırmıştır. AB’nin özellikle

Kıbrıs konusunda Türkiye politikasının şekillenmesinde Yunanistan’ın etkisi de

olmuştur.1101999 Kosova müdahalesinin AB sürecinden bağımsız olarak Türkiye

Yunanistan yakınlaşmasına neden olduğu düşünülmektedir.111 Bu durumda

Avrupalılaşma dışında Türkiye-Yunanistan ilişkilerini etkileyen faktörlere dikkat

etmek gerekir.

AB’nin Türkiye-Yunanistan ilişkilerine etkisi bakımından; Yunanistan’ın

AB etkisiyle Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemesi noktasına varılırken,

Avrupalılaşmanın ikinci boyutu kapsamında Yunanistan’ın AB’nin Türkiye

politikasını şekillendirdiğini de görmek mümkündür.

AB’nin Türkiye-Yunanistan ilişkilerine etkisi ikinci Bölümde

incelenmektedir.

110 Ibid., s. 4-5. 111 Ibid., s. 30.

63

II. Kuramsal Çerçeve: Avrupalılaşma Kavramı Çerçevesinde AB’nin Üye/Aday

Ülkelere Etkilerini İncelemede Kullanılan Yaklaşımlar

Avrupalılaşma kavramı, AB ile üye/aday ülke arasındaki etkileşim sürecinin

tarif edilmesidir. Ancak sözkonusu sürecin nedenini ve nasıl gerçekleştiğini

açıklamamaktadır. Bu sorular, yeni kurumsalcı teoriler ve iç politika-dış politika

kararları arasındaki etkileşimi açıklayan yaklaşımlar ışığında cevaplanabilir.

Konumuz açısından aşağıda incelenecek olan görüşlerin Avrupalılaşma

kavramı açısından değerlendirilmesi yapılacak ve ikinci bölümde incelenecek olan

Türkiye örneğinin teorik altyapısı oluşturulacaktır. Türkiye örneği incelenirken

özellikle yeni kurumsalcı teorilerin kullanılmasının sebebi, uluslararası kuruluşların

ulusal düzeye etkisini inceleyen ve bu bağlamda konumuz açısından uygun bir

metodoloji öngörmesindendir.

Avrupalılaşma süreci kapsamında ilgili ülkelerin karşı karşıya kaldığı

değişimlerin incelendiği çalışmalarda yeni kurumsalcı teorilerin daha çok

kullanıldığı görülmektedir. Ancak kurumsalcı görüşlerin Avrupalılaşma kavramı

çerçevesinde kullanımlarını incelemeden önce; kurumsalcı görüşlerin ortaya

çıkmasına zemin hazırlayan görüşlere kısaca değinilmesinde fayda vardır. Aşağıdaki

teorik yaklaşımların temel argümanlarının verilmesinden çok, konunun

Avrupalılaşma ile bağlantısı incelenecektir.

A. Erken Dönem Tartışmaları: Neofonksiyonalizm / Hükümetlerarasıcılık

Tartışması

Avrupa bütünleşmesinin gelişimi farklı teorik yaklaşımlarla açıklanabilmektedir.

Tarihsel süreç içerisinde farklı gelişmeler yeni teorik yaklaşımların doğmasına da

64

zemin hazırlamıştır. Bunun yanında; bütünleşme hareketinin dönem ve olaylarının

farklı teorik yaklaşımlarla açıklanabileceği, tek bir yaklaşımın bütünleşme hareketini

açıklayamayacağı yönünde uzlaşma olduğu görülmektedir.

Neofonksiyonalizm ve hükümetlerarasıcılık tartışması, 1950’li yıllardan itibaren

başlayan Avrupa bütünleşmesi hareketinin gelişmeye başladığı ilk dönemlerde hayli

etkin olmuş, bütünleşme çerçevesinde karşılaşılan olayları açıklamakta sıklıkla

kullanılmışlardır. Hükümetlerarasıcı görüş, neofonksiyonalizme karşı gelişmiş ve

1980’lerden itibaren ise neofonksiyonalizm ve hükümetlerarasıcılık arasındaki klasik

tartışma ağırlığını kaybederek yerini, rasyonalizm ve konstrüktivizm arasındaki

tartışmaya bırakmıştır. Zaman zaman neofonksiyonalizm ve hükümetlerarasıcılık

arasındaki tartışma yeniden canlansa da; AB çalışmalarında aşağıda incelenecek olan

ve karşılaştırmalı politikada kullanılan kurumsalcı yaklaşımdan faydalanılır

olmuştur. Bu durum, AB çalışmalarının klasik uluslararası ilişkiler teorilerinden

başlangıçta farklı olan yapısını diğer teorilere yaklaştırmıştır.

Avrupa bütünleşme sürecinin ilk yirmi yılında etkin olan ve bütünleşme süreci

gelişmelerini açıklamada kullanılan neofonksiyonalizm (yeni-işlevselcilik)-

hükümetlerarasıcılık tartışmasında, ilk olarak AB hareketinin kurucuları olan Robert

Schuman ve Jean Monnet’nin görüşlerinin çerçevesini ve teorik temelini oluşturan

neofonksiyonalizmin ağırlığı olduğunu belirtmek gerekir.

Neofonksiyonalizm ve hükümetlerarasıcılık görüşleri temelini sırasıyla idealizm-

realizm çatışmasından almaktadır. Neofonksiyonalizm dönemin federalizm ve

işlevselcilik görüşlerinin bileşiminden oluşan bir kuramdır. Avrupa bütünleşmesi

fikrinin temelinde savaşın önlenmesi ve kalıcı barışın sağlanması yatmaktadır. İkinci

Dünya Savaşı sonrası ulus-devletin değil, federal yapılı bir oluşumun barışı

65

sağlayacağı fikrinden hareket eden federalizm, ulus-devletlerin egemenliklerini

federal bir yapıya devretmek konusundaki hassasiyetlerini gözardı ettiği şeklinde

eleştirilerle karşılaşmıştır. Bu eleştiri noktası; fonksiyonalist (işlevselci) görüşün

çıkış noktasını oluşturmuştur.112 Fonksiyonalist görüş ise, Avrupa’da bütünleşmenin

siyasal kaygılardan uzak, salt teknokratik düzeyde teknik görevleri yerine getirecek

uluslararası örgütler yoluyla sağlanabileceğini öne sürmüştür. Bu nokta da,

fonksiyonalizme karşı temel eleştiri noktası haline gelmiştir. Bu çerçevede,

federalizm ve fonksiyonalizme karşı yukarıda belirtilen eleştiri noktaları, sözkonusu

eksikliklerin giderilmesi ile neo-fonksiyonalist teoriyi oluşturmuştur.113

Avrupa bütünleşme hareketinin gelişimi çerçevesinde özellikle ekonomik

nitelikli gelişmeler ve bu gelişmelerin ülkelere genellikle olumlu nitelikteki getirileri,

üye ülkelerin ulus-üstü yapılara egemenlik devrini ve bu çerçevede neofonksiyonalist

görüşün argümanlarını güçlendirmiştir.

Neofonksiyonalistler; devletler yanında hatta onlardan daha fazla, ulus-üstü

kuruluşlar, çıkar grupları ve devlet dışı kuruluşlar ve siyasi partilerin bütünleşme

hareketlerinin itici gücü olduğunu savunmuşlardır. Sözkonusu teorinin, yayılma

(spill over) etkisi, seçkin sosyalleşmesi ve ulus-üstü çıkar grupları hipotezleri 1950’li

yıllardan, 1970’lere kadar, AB (AT)’nin gelişimini açıklamakta kullanıldıysa da,

sonraları başta teorinin kurucularından E. Haas olmak üzere pek çok kişinin

eleştirisine uğramıştır. Yayılma; bir sektörde başlayan gelişmenin başka bir sektöre

yayılması, seçkin sosyalleşmesi de ulus-üstü kuruluşlarda bir araya gelen seçkinlerin

sosyalleşerek, bu kuruluşların çıkarına davranmaya başlayacakları ve kendilerine has

çıkar ve tercihler geliştirecekleri yönünde bir yaklaşıma işaret etmektedir. Ulus üstü 112Sinem Akgül Açıkmeşe, ‘Uluslararası İlişkiler Teorileri Işığında Avrupa Bütünleşmesi’, Uluslarararası İlişkiler, Cilt 1, Sayı 1, Bahar 2004, s. 1–5. 113 Ibid,. s. 6–8.

66

çıkar grupları da; kendi ulusal devletlerini bütünleşme yönünde teşvik eden ya da

zorlayan çıkar gruplarını belirtmektedir. Bu durumda aslında bu gruplar

hükümetlerinin üzerine çıkan bir tavır sergilemektedirler. Ancak başta Fransa’nın

boş sandalye krizi nedeniyle ulusüstü gelişimi sekteye uğratmasıyla ulus devletlern

öneminin gündeme gelmesi gibi gelişmeler olmak üzere, yaşanan değişimler

hükümetlerarası görüşün taraftar bulmasına neden olmuştur.114

1980’lerin ikinci yarısından itibaren neofonksiyonalist ve

hükümetlerarasıcılık görüşleri yeniden canlanmış ve hatta hükümetlerarasıcılık

Andrew Moravscik tarafından yeniden formüle edilmiştir.

Aslında Seçkin Avrupalılaşması ve ulus-üstü çıkar grupları varsayımlarının

bugün AB bütünleşmesini açıklama amacında olan bazı teorilerde de izdüşümlerini

görmek mümkündür. Seçkin Avrupalılaşması tezinin sosyolojik kurumsalcıların

varsayımlarıyla benzeştiği görülebilir. Ulus-üstü çıkar grupları varsayımı bazı diğer

teorilerin varsayımları açıklanırken kullanılmaktadır. Ancak Avrupalılaşma kavramı

çerçevesinde düşünüldüğünde neo-fonksiyonalizmin varsayımlarının yeterli olmadığı

görülmektedir. Zira tezin temel varsayımları çerçevesinde Avrupalılaşma kavramının

temel varsayımları anımsandığında, AB etkilerini alan ve uygulayan temel birimin

ulus devletler olduğu görülecektir. Bu durum Avrupalılaşma etkilerinin her ülkede

neden farklı olduğunun da açıklamasıdır. Avrupalılaşmanın sınırlarının ulusal devlet

gelişmeleri ile belirlendiği temel varsayımından hareketle, neofonksiyonalizmin

devleti göz ardı eden yaklaşımı açıklayıcı olamayacaktır. Ulus-üstü çıkar grupları

varsayımı ise yine bu tez bakımından kullanılamayacak bir varsayımdır. Zira teze

göre Türkiye örneğinde ulus üstü çıkar grupları, dış politika ve güvenlik politikası

alanındaki devlet hâkimiyetinden dolayı yeterince etkili olamamaktadırlar. 114Carsten Stroby Jensen, ‘Neo-functionalism’ European Union Politics, Cini, op.cit.,s. 80-92.

67

Avrupalılaşma çerçevesinde neofonksiyonalizm ve hükümetlerarasıcılık

tartışması; üye devletler ile AB arasındaki etkileşimi açıklar. Buna göre

hükümetlerarası görüş; üye devletlerin AB bütünleşme hareketi çerçevesinde temel

itici güç olduğu varsayımından hareket eder. Buna göre üye devletlerin AB ile

etkileşim düzeyi, devletin çıkarlarını genişletebileceği ve fırsatları

değerlendirebileceği bir ortam sağlayabilme kapasitesi ile şekillenir.

Neofonksiyonalistler ise, üye devletler yerine ulus-üstü (supranasyonal) AB

kurumlarını bütünleşmeyi sürükleyen ana birim olarak kabul eder. Çok-katmanlı

yönetişim yaklaşımına paralel olarak Neofonksiyonalistler, ulusal düzeyde etkin iş

çevreleri ve diğer çıkar gruplarının, ulusal hükümetlerinden bağımsız olarak

çıkarlarını AB düzeyine taşıyarak, bütünleşme hareketine katkıda bulunması

konusunu inceler.115 Neofonksiyonalist ve hükümetlerarası görüşün; ulusal devlet-

AB düzeyi öncüllemesinin ötesinde; ortaya çıkan bir üçüncü görüşe göre ise, Avrupa

bütünleşmesi devletleri ne zayıflatmış, ne de güçlendirmiştir. Avrupa bütünleşmesi

devletleri dönüştürerek, devletin çeşitli düzeylerinin birbiriyle yapıcı ve işbirliğine

dayalı bir sistem içine girmesini sağlamıştır.116

B. Yakın Dönem Tartışmaları: Rasyonalizm/ Konstrüktivizm Tartışması

ve Yeni Kurumsalcı Yaklaşım

Avrupa bütünleşmesinin ilk yirmi yılına hâkim olan neofonksiyonalist-

hükümetlerarasıcılık tartışması, 1980’lerden itibaren yerini ağırlıklı olarak

rasyonalizm-konstrüktivizm tartışmasına bırakmıştır.

115 Börzel, “Shaping and Taking EU Policies: Member States Responses to Europeanization,” s. 2. 116 Ibid.,idem.

68

Başta neo-realizm olmak üzere; aşağıda incelenecek olan liberal

hükümetlerarasıcılık ve rasyonalist / rasyonel seçim kurumsalcılığının da aralarında

bulunduğu rasyonalist teoriler; olması gerekeni değil olanı açıklayan, ulusal çıkar ve

sistemin yapısı gibi varsayımları kullanan, doğa bilimlerinin yaklaşımlarını bir başka

deyişle, pozitivist bir yöntemi benimseyen teorilerdir.117 Rasyonalist teoriler

ağırlıklarını 1970’lerden beri sürdürürken, 1980’lerden itibaren doğa bilimleri

metodlarının sosyal bilimlerde kullanılmasına karşı çıkan ve bu yönüyle normativist

teorilere yaklaşan konstrüktivizm, Avrupa bütünleşmesi kapsamında değerlendirilen

önemli bir teori haline gelmiştir.118

Sözkonusu teorilerden neorealizm, uluslararası işbirliğini inceleme alanı içine

alırken; bütünleşme konusunu incelememiştir. Klasik realizmden; devletlerin güç

mücadelesinin insan doğasından değil, uluslararası sistemin anarşik niteliğinden

kaynaklandığını belirtir yapısı ile ayrılan neorealizm; Avrupa bütünleşmesini, salt

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne (SSCB) denge sağlamak için kurulmuş bir

örgüt olarak açıklamaktadır. Bu durum, bütünleşme hareketinin çok daha kapsamlı

ekonomik ve siyasi dinamiklerini göz ardı etmek anlamına gelmektedir119 ve

neorealizm uluslararası kuruluşların iç politika gelişmelerindeki rollerine

değinmemektedir. Bu nedenle AB ve Avrupalılaşma bağlamında neorealist

yaklaşımlara burada yer verilmeyecektir.

Kurumsalcılığın eski versiyonu (eski kurumsalcılık /old institutioanlism) 19.

Yüzyılın sonlarında Anglo Amerikan yaklaşımında geliştirilmiş ve esas itibariyle

117 Açıkmeşe, op.cit., s. 13-14. 118 Ibid., idem. 119 Ibid., s. 14-17.

69

kamu ve anayasa hukuku ile temel siyasi kurumların resmi işleyişine odaklanmıştı.120

Yeni Kurumsalcılık ise Amerikan Siyaset Bilimcileri James March ve Johan Olsen

tarafından121 1984 yılında davranışsalcılık yaklaşımına tepki olarak oluşturulmuştur.

Sonrasında 1996 yılında Peter Hall ve Rosemary Taylor Yeni Kurumsalcı

yaklaşımları üç ana başlık altında toplamıştır. Buna göre; Yeni Kurumsalcılık;

tarihsel kurumsalcılık, rasyonel seçim kurumsalcılığı (rasyonalist kurumsalcılık) ve

sosyolojik kurumsalcılık olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Rasyonalist kurumsalcılığın

amacı; kurumların güçlerinin göreli olarak değişimini incelemek iken; tarihsel

kurumsalcılar, kurumların uzun dönemli etkilerine, sosyolojik kurumsalcılar ise

kültürün kurumlar bakımından rolüne odaklanmışlardır.122 Burada; rasyonel seçim

kurumsalcılar kurumları, rasyonel davranan aktörlerin oluşturdukları modeller olarak

görür ve kurumların davranışları şekillendirdiğini belirtirken, sosyolojik

kurumsalcılar kurumların kültürel kökleri olduğundan hareketle kültür ve kurumları

neredeyse eşanlamlı olarak kullanır ve sosyal yapının etkilerine atıf yaparlar. Bu

bağlamda rasyonel seçim kurumsalcıları Max Weber’in, sosyolojik kurumsalcılar ise

Emile Durkheim’in mirasçısıdır.123 Konu bakımından tarihsel kurumsalcılık tezlerine

değinilmeyecek; rasyonalist ve sosyolojik kurumsalcılık temel çerçeve olarak

kullanılacaktır.

Yeni kurumsalcı yaklaşım, kurumların etki yarattığı fikrinden hareket

etmektedir. Aslında AB bütünleşme hareketi için kurumsalcı yaklaşımın 120Alistair Cole, ‘Institutions and Institutionalism’ www.cardiff.ac.uk/euros/resources/cole,%20alistair/One%20bis%20Institutions%20and%20institutionalism.ppt, erişim tarihi: 11.01.2009 121 James March ve Johan Olsen, ‘The New Institutionalism: Organizaitonal Factors in Political Life’, American Political Science Review 78 (3), 1984. 122Peter Hall ve Rosemary Taylor, ‘Political Science and the Three Institutionalisms’ Political Studies, XLIV, 1996, s.936-957. 123 Mark Aspinwall, Gerald Schneider, ‘Same Menu, Separate Tables: The Institutionalist Turn In Political Science and the Study of European Integration’, European Journal Of Political Research, 38:1-36, 2000,s.4.

70

kullanılması, teorik bakımdan uluslararası ilişkiler teorileri ve karşılaştırmalı politika

arasında kalmış olan Avrupa çalışmalarının siyaset bilimi disiplini ile bütünleşmesini

de simgelemektedir.124 Kurumsalcı yaklaşımda kurumlar ve aktör tercihleri

üzerinden değerlendirme yapılmaktadır. Kurumdan kasıt, kurallar bütünü ve insan

davranışını belirleyen sınırlılıklardır. Kurumlar, aktörlerin davranışlarını ve

güdülerini yapılandırırken, rollerini de belirler.125 Bir kurum olarak AB’nin

Avrupalılaşma çerçevesinde ulusal yapıları etkilemesi ile değişen ulusal

kurumların/yapıların AB etkisi öncesinden farklı ulusal tercihler oluşturulması

mümkündür. Bu durumda farklılaşan ulusal tercihler AB düzeyine geri bildirimde

bulunabilirler. Bu durumda ilk etapta bağımlı değişken olan ulusal kurumlar, ikinci

durumda bağımsız değişken haline gelmektedir.126

Rasyonalist ve sosyolojik/konstrüktivist kurumsalcıların argümanları ve

metodları arasında belirgin farklar vardır.127 Rasyonel seçim teorisi, bireyleri sosyal

analizin temel birimi olarak kabul eder. Bireyler sabit ve dışarıdan verilen tercihler

arasında seçim yaparlar. Rasyonel seçim mantığına göre; aktörler kârlarını

maksimize etmek için en uygun araçları belirlerler. Bu durumda aktörler stratejik

davranmakta ve diğer aktörlerin de davranışlarını hesaba katarak hareket

etmektedirler.128 Bazı yazarlar; rasyonalizm ile konstrüktivizmin bir kesişim

noktasını bu çerçevede görürler. Buna göre; bireysel ajanlar (agent); dışsal

124J. Jupille, J.A. Caporaso, ‘Institutionalism and the European Union: Beyond International Relations and Comparative Politics’, Annual Review of Political Sciences, 2: 1999; s. 429-431. 125 Ibid.; s. 431-432. 126 Ibid.; s. 439. 127 Sosyolojik ve konstruktivist kurumsalcılık aynı anlamda kullanılmaktadır. Sosyolojik kurumsalcılar, rasyonel seçim kurumsalcılarının belirttiği gibi kurumların aktörlerin salt stratejik hesaplamalarını değil, temel tercih ve kimliklerini de etkilediklerini belirtirler. Bu noktada sosyal konstrüktivizmin yeni kurumsalcılığa etkisi açık olarak görülmektedir. (Hall ve Taylor, op.cit.,s.15.) Sosyal Konstrüktivizm için bkz: Alexander Wendt, Social Theory of International Politics (Cambridge University Press) 1999. 128 Hall ve Taylor, op.cit.,s.942-946.

71

sınırlılıklar (yapılar) içinde hareket ederken, etki de yaratırlar. Bu sınırlılıklar kaynak

eksikliği olabileceği gibi, bilgisel, kurumsal ve sosyal bir sınırlılık da olabilir. Bu

çerçevede, ajan ve yapılar bireysel davranışlarla rasyonel seçim teorisi ile bir araya

gelirken, kollektif sonuçlar yaratırlar. Bu durumda sosyal yapıların bireysel

hareketlerini etkilediğinden hareketle, rasyonalizm ve konstrüktivizm arasında bir

köprü kurulmuş olmaktadır.129

Rasyonel seçim teorisindeki stratejik seçim vurgusu, onu konstrüktivist /

sosyolojik görüşlerden farklılaştırmaktadır.130 Konstrüktivist/sosyolojik

kurumsalcılara göre, March ve Olsen’in çok atıfta bulunulan uygunluk mantığı (logic

of appropriateness)131 kavramı gereği aktör davranışları, uygun davranış kuralları

biçimine getirilmiş kurumlar vasıtası ile belirlenir. Buna göre, aktörlerin doğal,

doğru, beklenen ve meşru oldukları için kurallara uymaları beklenir. Bu durumda

rasyonel seçim teorisinden farklı olarak, aktörler, kâr beklentisi içinde değil,

içselleştirilmiş norm ve kurallar doğrultusunda davranırlar.

Konstrüktivist yaklaşım; ajanların içinde bulunduğu çevrenin maddi olması

yanında sosyal olduğundan hareketle, rasyonel seçim teorisinin de içinde bulunduğu

rasyonalist yaklaşımları, materyalistlikleri ve metodolojik bireysellikleri nedeniyle

sorgulamaktadır. Konstrüktivistler, ajan ve yapı arasındaki karşılıklı yapılandırma

sürecini incelerler. Çıkarların ortaya çıktığı sosyal bağlam bu çerçevede önem

129 Joseph Jupille James, A. Caporaso and Jeffrey T. Checkel, ‘Integrating Institutions: Rationalism, Constructivism and the Study of the European Union’, Comparative Political Studies 2003, 36;7, s. 13. 130 Ibid.,idem. 131 ‘Uygunluk mantığına göre; insan eylemleri, kurumlar halinde organize olmuş, uygun ya da örnek davranış kuralları ile oluşturulur. Kurallara; doğal, doğru, beklenen ve meşru oldukları için uyulur. Aktörler, rol, kimlik, bir siyasi grup üyeliği ve kurumların uygulama ve beklentileri şeklinde sunulan yükümlülükleri yerine getirirler. Sosyal bir oluşumda yer alarak, belirli bir durumda kendileri için uygun (approppriate) olanı yaparlar.’ bkz: G March.. ve Olsen J.P., ‘The Logic of Appropriateness’ Arena Working paper WP04/09 http://arena.uio.no/publications/wp04_9.PDF, 2004, s., erişim tarihi, 12/02/2008.

72

kazanmaktadır. Rasyonel seçim teorisi, stratejik seçimler ve araç ve sonuç

hesaplamaları sonucu alınan ardıl davranışları vurgularken, konstrüktivistler,

öğrenme ve sosyalleşme süreci sonunda alınan uygun/meşru davranışlara

eğilmektedir. Bu durumda kurumlar; diğer bir deyişle sosyal normlar ajanların çıkar

ve kimlikleri üzerinde önemli etkiler doğurmaktadır.132

Rasyonalist yaklaşıma göre uluslararası kuruluşlar; devletlerin çıkarlarını

daha etkin düzeyde izleyebilmelerini sağlayan araçlardır. Buna göre, devletler

arasındaki müzakerelerde ortak bir ortam yarattıkları, tarafsız bir bilgi sağlayıcı rolü

üstlendikleri, arabuluculuk anlamında önemli oldukları için tercih edilirler.

Devletlerin gönüllü olarak üst otoriteye yetki devretmeleri, uluslararası kuruluşların

devletlerin birbirlerini kontrol etmelerine olanak sağlamaktadır. Bu durumda

rasyonalist kurumsalcılar uluslararası kuruluşların araçsal, düzenleyici ve etkinlik

sağlayıcı rollerine vurgu yaparken, sosyolojik kurumsalcılar bu kuruluşlara meşruiyet

sağlayıcı ve özerk nitelikleriyle güçlü oluşumlar olarak bakmaktadırlar.133

Rasyonalist yaklaşımlarda fayda maliyet analizinin ön planda olmasından

hareketle, özellikle rasyonel seçim kurumsalcılarının maliyet anlamında dikkate

aldıkları noktalar arasında; otonomi kaybı gelmektedir. Bir başka deyişle, karar

vericiler ancak siyasi güç kazanacaklarını düşünüyorlarsa otonomi kaybına razı

olabilmekte ve maliyet ödeyebilmektedirler. Fayda analizinde ise; bir birliğe

katılmanın ekonomik faydası ön plana çıkmaktadır.134 Buna karşılık

konstrüktivist/sosyolojik kurumsalcılara göre, genişleme politikaları rasyonalist

teorilerin belirttiğinin aksine ortak kimlik öğeleri ve kültürel faktörler ve değerler ile

132 James, Caporaso and Checkel, op.cit., s. 14–15. 133 Frank Schimmelfennig, Ulrich Sedelmeier, ‘Theorizing EU Enlargement: Research Focus, Hypothesis and the State of Research’, Journal of European Public Policy, 2002,s. 509. 134 Ibid,.s. 511-512.

73

şekillenmektedir. Konstrüktivist yaklaşıma göre; üye ve aday devletler birbirlerini ve

karşılıklı ilişkilerini, bir uluslararası kuruluş olarak (AB) temsil edilen fikirler ve

değerler temelinde inşa ederler. AB bakımından bu değerler, aday ülkenin ne kadar

Avrupalı olduğu, Birliğin temel ilkelerini oluşturan bazı noktalara ne kadar sahip

çıktığı gibi durumlarla ölçülmektedir. Bu görüşe göre; AB üye ülkeleri de genişleme

içine dâhil edecekleri ülkeleri bu değerleri kabul edip etmemelerine göre

değerlendirmektedirler. Bu durumda AB genişlemesi kültürel sınırlara istinaden

sürdürülecektir.135

Yeni Kurumsalcı yaklaşım ile Avrupalılaşma arasındaki karşılıklı etkileşim

kendisini, AB ile üye/aday devlet arasındaki ilişkide/aktarımda göstermektedir.

Buna göre; Rasyonalist Kurumsalcı yaklaşımın “sonuç mantığı” (logic of

consequentialism) izlenerek; Avrupalılaşma sürecinde, AB ile ulusal politik süreçler

ve kurumlar arasındaki farklılık; aktörlere çıkarlarının izlenmesi sürecinde yeni

fırsatlar sunduğu gibi, sınırlılıklar da getirir. Rasyonalist kurumsalcılar, aktörlerin

rasyonel ve sonuç odaklı olduğu yaklaşımından hareket ederek, diğer aktörlerin

davranışlarının gözlemlenip, fayda-maliyet hesaplarının yapılarak belirli stratejik

uygulamalara girdiklerini varsayar. Avrupalılaşma neticesinde oluşan değişikliklerin

fırsatlar yaratması ya da sınırlılıkların aşılması gibi sorunlardan kaçınılması

aktörlerin kapasitesine bağlıdır. Bu kapasiteyi olumsuz ve olumlu yönde etkileyen iki

önemli faktörden sözedilebilir. Bunlar; ülkenin siyasal yapısındaki bazı direnç

noktalarının bir başka deyişle, çoklu veto noktalarının varlığı, diğeri ise,

Avrupalılaşma neticesindeki değişikliğin getireceği fırsatlardan yararlanmak için

gerekli kaynakları sağlayan bazı (resmi) kurumların mevcudiyetidir. İlk durumda,

ulusal politikada Avrupalılaşmaya direnç gösteren çok fazla aktör var ve yetki 135 Ibid., s. 513-515.

74

dağılmışsa, Avrupalılaşma neticesinde kabul edilmesi gereken değişiklik üzerinde

uzlaşmayı sağlamak oldukça zor olacaktır. Bu çerçevede; rasyonalist kurumsalcı

perspektiften bakıldığında Avrupalılaşma; aktörlerin ulusal düzeyde yetki ve

kaynakların yeniden dağılımından kaynaklanan, farklılaşan yetki/güç dağılımı

yoluyla iç değişime neden olmaktadır.136

Sosyolojik kurumsalcı yaklaşımın “uygunluk mantığı” (logic of

appropriateness) gereği ise, Avrupalılaşma; Avrupalı değer, norm, politika ve

anlayışı ve ilgili devletin ikna edilmesi yoluyla değişime yol açar. Değişim, Avrupalı

değerlerin devlete aktarılması, devlet tarafından isteklerinin maksimize edilme

önceliği taşımadan, içselleştirilmesi ve yeni kimliğin oluşturulması yoluyla

gerçekleşir. Bu süreç sonunda devlet çıkar ve kimliğini yeniden tanımlar. Avrupa

düzeyinde ve ulusal düzeydeki farklılığın, yeni kimliklerin geliştirilmesi ve Avrupalı

değerlerin benimsenmesi ile sonuçlanması için gerekli bazı faktörler vardır. Bunlar;

ulusal düzeyde etkinlik gösteren ve ulusal düzeydeki diğer aktörlerin çıkar ve

kimliklerini yeniden tanımlamak için onları ikna ve mobilize edecek resmi

(formel)“değişim birim/ajanları”nın varlığı (change agents/norm entrepreneurs) ile

uzlaşmanın sağlanması ve maliyetin paylaşılmasına yatkın resmi olmayan kurumlar

ve siyasi kültürün varlığıdır.137

Bu duruma örnek olarak, Euro’nun kullanımına ilişkin üye ülke davranışları

verilebilir. Ortak para biriminin kullanılması bakımından bazı ülkelerde ulusal

bankacı ve teknokratlar gibi değişim birimlerinin ortak para birimi lehine parasalcı

söylem kullanması uyum sorunlarını minimize etmiştir. Değişim birimleri, ulusal

yetkilileri Avrupalılaşma neticesinde yeni politikaların kabul edilmesi ve konusunda

136 Börzel, Risse, ‘When Europe Hits Home: Europeanization and Domestic Change’, s. 2, 8-9. 137 Ibid., s,. 2,10-13.

75

ikna etmeye çalışırlar. Uzlaşmacı bir siyasi kültür, Avrupalılaşma ile kabul edilecek

yeni politikanın uyum maliyetini, kazananların, kaybedenleri telafi etmesi yolu ile

azaltmaktadır. Bu çerçevede sosyolojik kurumsalcılar; Avrupalılaşmanın bir

sosyalleşme ve kolektif öğrenme yoluyla devletin Avrupalı değer ve normları

içselleştirerek yeni kimliklerin oluşmasını sağlamasıyla açıklamaktadırlar. Değer,

norm ve uygulamalar bakımından AB ve ilgili ülke arasındaki farklılık ne kadar azsa;

değişikliğin ilgili ülke tarafından içselleştirilmesi o kadar kolay olmaktadır.138 Ancak

normatif farklılığın, iç siyasal aktörlerin yoğun direnci nedeniyle, uyum baskısına

rağmen iç değişime kolaylıkla neden olmadığını da belirtmek gerekir.139

Avrupalılaşma yoluyla sağlanan sözkonusu değişimin bu iki farklı

perspektifle açıklaması birbirini dışlayıcı bir yönde gelişmemektedir. Başka bir

deyişle, rasyonalist kurumsalcı ve sosyolojik kurumsalcı yaklaşım aynı anda ya da

birbirini izleyen şekilde bir devletin Avrupalılaşma sürecini açıklamakta

kullanılabilir.140

Schimmelfennig ve Sedelmeier’in AB’nin Avrupa Serbest Ticaret Birliği

(European Free Trade Assocaition-EFTA) ve MDAÜ genişlemesini karşılaştırdığı

çalışması, gerek rasyonalist ve konstrüktivist görüşlere yer vermesi, gerekse Türkiye

genişlemesinin anlaşılması bakımından da önemlidir. Buna göre; AB’nin 1995

yılında gerçekleştirdiği ve EFTA (İsveç, Finlandiya ve Avusturya) genişlemesinde,

rasyonalist açıklamaların hâkim olduğu görülürken, Doğu genişlemesinde (Eastern

Enlargement) sosyolojik/kültürel faktörlerin ön planda tutulduğu görülmektedir.141

EFTA genişlemesinde, Soğuk Savaşın sona ermesinin sözkonusu ülkelerin tarafsız

138 Ibid., s. 2,10-13. 139 Ibid., s.11-12. 140 Ibid., s. 2-3. 141 Schimmelfennig, Sedemeier, op.cit.,s. 515-516.

76

ve bağlantısız konumlarını değiştirerek AB üyeliğinde önemli bir engelin ortadan

kalktığı belirtilmektedir. Bundan da önemlisi, küreselleşme ve petrol krizinin

olumsuz etkileri ve AB’nin derinleşmesinin dışında kalamamanın bu ülkelerin AB

üyeliği için önemli etkenler olduğu belirtilmektedir. Rasyonalist bir perspektiften

fayda maliyet analizinin yapıldığı bu hesaplama içinde; İsveç ve Finlandiya’da

ekonomik krizin karar vericilerin mevcut ekonomik yapı içindeki korporatist yapıyı

ve muhalefeti kırmada AB faktörünü ve “iki düzeyli yaklaşımı” kullanmalarını

sağlamıştır. Konstrüktivistlerin altını çizdiği kültürel faktörler ise maddi faktörler

kadar söz konusu edilmemiştir.142 MDAÜ’nün AB üyeliği ise; gerek AB, gerekse

sözkonusu ülkeler açısından rasyonalist ve konstrüktivist perspektiften

açıklanabilmektedir. MDAÜ açısından AB üyeliği gerek Avrupalı kimliklerinin

tescil edilmesi, gerekse ekonomik ve siyasi faydalar bakımından konstrüktivist ve

rasyonalist bakımdan açıklanabilir. AB açısından da rasyonalist ve konstrüktivist

açıklamalar yapılmaktadır. Ancak AB bakımından ağırlığın konstrüktivist

yaklaşımda olduğu görülmektedir. EFTA genişlemesinde sözkonusu ülkelerin

ekonomik durumları ve liberal demokratik değerlere bağlılığı değil sadece Birliğe

katılma zamanlamaları ve referandumların sonuçları üzerinde düşünülürken, Doğu

genişlemesinde bu durumun tam tersi söz konusudur.143

AB genişlemesi; aşamalı olarak gelişen resmi ve yatay bir kurumsallaşma

süreci olarak tarif edilirse; kurumsallaşma anlamıyla genişlemeyi, kurumların

çalışılmasıyla ilişkilendirmek mümkün gözükmektedir. Schimmelfennig ve

Sedelmeier’in AB genişlemesi bağlamında yaptığı kurumsallaşma tanımı, aktörlerin

(karşılıklı) etkileşimlerinin normatif bir süreç içinde algılanmasına işaret ederken,

142 Ibid.,s. 517-518. 143 Ibid., s. 520-524.

77

yatay kurumsallaşma genişleme anlamında, bir başka deyişle kurumların norm ve

işleyiş süreçlerinin uygulandığı alanın genişlemesi anlamında kullanılmaktadır.

Resmi kurumsallaşma ise ortaklık anlaşmaları gibi resmi çerçeveye kavuşturulmuş

düzenlemelere işaret etmektedir.144

Bu durumda, klasik bir uluslararası örgüt sayılmayan ancak kendine özgü

özellikleriyle ulusal devlet iç politikalarını etkilemesi kaçınılmaz olan AB’nin,

Avrupalılaşma çerçevesinde etkilerinin incelenmesi bakımından kurumsalcı

yaklaşımlar, teorik çerçevenin oluşturulması bakımından büyük önem taşımaktadır.

Yukarıda bahsi geçen iki yaklaşımın; Avrupalılaşmanın iç değişimi farklı

derecelerde sağlaması konusunda birbiriyle çelişen yaklaşımları vardır. Rasyonalist

kurumsalcılar; yüksek uyum baskısı neticesinde Avrupalılaşma ile ne kadar çok fırsat

yaratılırsa, kaynak dağılımının o kadar değişeceği ve ulusal siyasi aktörlerin ulusal

düzeydeki veto noktalarını bertaraf ederek politika değişikliğine neden olacaklarını

belirtmektedirler. Bu bağlamda yüksek düzeyde uygulanacak bir uyum baskısının

gerekli değişikliğe yol açacağını vurgularlar.145 Sosyolojik kurumsalcılar ise; yüksek

uyum baskısının, aynı derecede bir kurumsal ve siyasi atalete ve dirence yol açarak

iç değişimi önleyeceğini savunmaktadırlar. Yeni norm değer ve kimlikler kısa sürede

yenileriyle değiştirilemez. Bu çerçevede orta düzeyde bir uyum baskısının iç

değişimi sağlamada daha etkin olduğunu savunmaktadırlar.146

Şekilde147 rasyonalist kurumsalcı ve sosyolojik/konstrüktivist kurumsalcı

yaklaşımdan Avrupalılaşma sürecinin işleyişi görülmektedir.

144 Ibid.,s. 500-503. 145 Börzel, Risse, ‘When Europe Hits Home: Europeanization and Domestic Change’, s. 15. 146 Ibid., s. 15. 147Tanja A. Börzel, Thomas Risse, ‘Conceptualizing the Domestic Impact of Europe’, Featherstone ve Radaelli, op.cit., s. 69.

78

Şekil 1- Rasyonalist Kurumsalcı ve Sosyolojik/Konstrüktivist Kurumsalcı yaklaşım

çerçevesinde Avrupalılaşma

Sonuç olarak; rasyonalist kurumsalcılara göre; kurumlar, kimlik ve çıkarları

etkilemez ancak maliyet-fayda hesaplamalarını değiştirirler. Bunun yanında

kurumlar; devletlere çıkarlarını daha etkin bir şekilde izlemelerine yardım edecek

ortaklık araçlarıdır. Buna karşılık konstrüktivist bakış açısıyla, kurumlar aktörlerin

çıkar ve kimliklerini değiştirir. Kurumlar aktörlere sosyal rollerinin gerektirdiği hak

ve yükümlülükleri sağlar.

Rasyonalist kurumsalcılara göre; Avrupalılaşma; Avrupalılaşmaya maruz

kalan ülkenin mevcut yapısını değişime zorlar ve sistemin fırsat yapılarını

değiştirirler. Bu çerçevede Türkiye temelinde incelediğimizde, rasyonalist

kurumsalcı bir perspektiften Türkiye için ne gibi yeni fırsatların/sınırlılıkların ortaya

çıkacağına bakmak gerekir. Fırsatlar, siyasal ve toplumsal aktörler için yeni

ekonomik fırsatlar da olabilir.

79

Dış politika ve güvenlik politikası bakımından Avrupalılaşmada; sosyalleşme

sürecinin kurumsal yapılar ve ilgili karar alma mekanizmaları ve toplantılara katılım

yoluyla gerçekleşeceği açıktır. Sözkonusu alanın hükümetlerarası niteliği ve

Konsey’in bu politika alanındaki ağırlığı; ilgili devletin AB üyesi olmasını

gerektirmektedir. Bu durumda doğal olarak AB’ye aday ülkelerin Konsey’de yer

almayacakları için sınırlı bir sosyalleşme süreciyle karşılaşacaklarını belirtmek

gerekir.

Bu durum Polonya örneğinde de aynı şekilde gelişmiştir. 16 Nisan 2003

tarihinde Katılım Antlaşmasının onaylanmasının ardından aktif gözlemci statüsünü

alan Polonya; ODGP ve AGSP toplantılarına katılım hakkı kazanmış, çalışma

gruplarına dâhil olmuş ve Coreper ve Siyasi ve Güvenlik Komitesine katılım

hakkına sahip olmuştur. Bu durum Polonya’nın Avrupalılaşmasında dönüm noktası

olarak kabul edilebilir. Seçkin Avrupalılaşmasının sağlanması, ulusal düzeyde

sosyalleşmeyi de beraberinde getirmiştir. 148

C. İç ve Dış Politika Etkileşimini İnceleyen Yaklaşımlar

Tezin temel varsayımlarından biri AB’ye tam taahhütte bulunan iktidarlar

döneminde Türkiye’nin Avrupalılaşmasının daha hızlı olduğudur. Bu durum İkinci

Bölümde de inceleneceği üzere AKP iktidarı döneminde belirgindir. Bu durumda

Avrupalılaşma bağlamında iç siyasi durumun veri olarak incelenmesi

gerekmektedir. AKP’nin AB yanlısı tutumunu açıklayabilmek için AB’ye ilişkin

kararların ulusal düzeyde nasıl alındığı ve veto noktalarının tepkilerinin

dengelenmesi ya da bertaraf edilmesi gereğini açıklamak için aşağıda Robert

148 Pomorska,op.cit., s. 39-40.

80

Putnam’ın “İki Düzeyli yaklaşımı” ve bu yaklaşımdan esinlenen Liberal

hükümetlerarası yaklaşım incelenmektedir.

1. İki Düzeyli Yaklaşım (Two level Game) (Robert Putnam)

AB Ortak Dış ve Güvenlik Politikası hükümetlerarası niteliğe sahiptir ve

kararlarının büyük çoğunluğu oybirliği ilkesiyle alınmaktadır. Karar alma

mekanizmasına bakıldığında Konsey’in diğer sütunlara oranla bu politika alanında

daha fazla söz sahibi olduğu görülmektedir. Bu durumda Konsey ilgili üye ülke

Bakanlarının katılımından oluştuğu için, üye devlet temsilcilerinin gerek üye ülke

gerekse AB düzeyinde aynı anda karar verici durumunda oldukları görülmektedir.

Bu özellik; dış politika ve güvenlik konusunu üye devlet temsilcileri bakımından iki

düzeyli yaklaşımı uygulamaya uygun ve hazır hale getirmektedir.

Robert Putnam’ın iki düzeyli yaklaşımına göre; uluslararası müzakereler

devletler bakımından uluslararası düzeyde devletler arasında, ulusal düzeyde de diğer

ulusal aktörler arasında bir başka deyişle iki düzeyde müzakereye tabi olmaktadır.

Hükümetler, ulusal düzeyde gerçekleştirilen müzakerelerde ulusal aktörler arasında

bir uzlaşma sağlamaya çalışır ve bu uzlaşıyı, uluslararası alanda devletler arasındaki

müzakerelerde kullanır. Uluslararası düzeydeki müzakereler sırasında ulusal

düzeydeki uzlaşıyı bozacak taahhütlere girmek istemez. Ulusal ve uluslararası

düzeydeki uzlaşı sağlandığında ise anlaşmaya varılır.149

Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde iki düzeyli yaklaşımı kullananlar; üye

devlet düzeyindeki veto noktalarına (veto-players) vurgu yaparlar. Buna göre; üye

devlet düzeyindeki veto noktaları, ulusal düzeyde onaylanan AB düzenlemelerinin

sayısını da belirler. Veto noktalarının sayısı ne kadar fazla ise, ulusal düzeyde 149 Putnam, op.cit.,s. 427-460.

81

onaylanan AB düzenlemeleri sayısı o kadar azalacaktır. Politikaları uygulama

konusunda veto noktalarının fazlalığı üye devletlerin AB politikalarını uygulama

kapasitesine zarar vermektedir. Bunun dışında kimi zaman ulusal hükümetler, AB

müzakerelerin iki düzeyli niteliği gereği, seçmenlerini ikna etmek için AB

düzenlemelerini öne sürebilmektedir.150

2. Liberal Hükümetlerarasıcılık Yaklaşımı (Andrew Moravscik)

1990’lı yılların başında; liberal akım etkisinde kalan ve klasik hükümetlerararası

görüşe yeni unsurlar eklenerek oluşturulan liberal hükümetlerararası görüşten söz

edilmeye başlanmıştır. Bu görüş, Avrupalılaşmanın iç politikaya etkisini gösteren

teorilerden biri olarak da kabul edilmektedir.

Andrew Moravscik tarafından geliştirilen ve Robert Putnam’ın iki düzeyli

yaklaşımını kullanan liberal hükümetlerarasıcılık yaklaşımına göre; devletlerin

yanında; devletlerin iç politikalarında etkin olan baskı grupları, seçmen tercihleri,

bireyler gibi unsurlar da ulusal çıkarları ve devletlerin davranışlarını etkilemektedir.

Bu yaklaşım; 1990’larda ağırlık kazanan ve uluslararası sistemin anarşik yapısının

sürdüğünü düşünen ancak devletler dışında uluslararası politikada etken olan

aktörlerin fazlalığına, en önemlisi de ekonomik güce, iç politikadaki değişikliklerin

dış politikayı etkisine ve devletler arasında işbirliği ve bütünleşmeye vurgu yapan

niteliliği ile liberal hükümetlerararası görüşe de ilham kaynağı olmuşlardır.151

Liberal hükümetlerarası yaklaşım, üye devletlerin AB ile etkileşimini

açıklarken, neoliberal ve klasik hükümetlerarası yaklaşım tekniklerini

kullanmaktadır. Buna göre üye devletler; ilk etapta; iç politikada etkin unsurları 150 Börzel, ‘Shaping and Taking EU Policies: Member States Responses to Europeanization,’ s. 6-7. 151 Andrew Moravcsik, ‘Taking Preferences Seriously: A Liberal Theory of International Politics, International Organization 51, 4, Autumn 1997, s. 513–553.

82

dikkate alarak ulusal tercihlerini belirlemekte, sonra da AB düzeyinde belirlenen

tercihlerini karşılıklı pazarlıklar yoluyla savunmaktadırlar. Ancak; bu görüş, AB

düzeyinde önemli derecede etkin olan AB kurumlarının etkilerinin göz ardı edildiği

gerekçesiyle eleştirilmiştir.152 Örneğin; ulusal düzeyde AB etkisinin dikkate

alınmaması, AB üye devletlerinin ODGP’yi geliştirirken yaptıkları hesaplamalarda

çok önemli bir yer tutan NATO içindeki gelişmelerde sorun yaratabilir.153

Liberal hükümetlerarası yaklaşıma göre; Avrupalılaşmanın üye ülke için

yarattığı fırsatlar ve neden olduğu sınırlılıklar, ulusal yetkililerin diğer ulusal

aktörlere karşı otonomisini sağlamak suretiyle hareket kapasitesini arttırarak

güçlendirmektedir. Buna karşılık neofonksiyonalistler; liberal hükümetlerarası

görüşün tersine; Avrupalılaşmanın ulus-altı aktörlere yeni kaynaklar sağlayarak,

hükümetlerin aracılığını ortadan kaldırarak, onları devreden çıkarabildikleri

yaklaşımını kullanmaktadırlar. Çok katmanlı yönetişim yaklaşımı ise,

Avrupalılaşmanın tek bir grup ya da birime ayrıcalık vermediğini, ancak birimler

arasındaki karşılıklı etkileşim ve bağımlılığı arttırdığını ve böylece daha çok

işbirliğine dayalı bir yönetişim modelini ortaya koyduğunu belirtmektedir. 154

Liberal hükümetlerarası görüşe sadece Avrupalılaşma bağlamında iç politik

koşulların etkisini açıklayıcı olması bakımından yer verilmiştir.

152 Michelle Cini, ‘Intergovernmentalism’, Cini, op.cit., s.104–105. 153 Miskimmon, op.cit.,s. 8. 154 Börzel, Risse, ‘When Europe Hits Home: Europeanization and Domestic Change’, s. 8.

83

III. Avrupalılaşma Kavramı ve Rasyonalist Kurumsalcı ve Sosyolojik

(Konstrüktivist) Kurumsalcı Görüşlerin Türkiye’ye Uygulanabilirliği

Avrupalılaşma kavramı, AB’ye aday ülke olan Türkiye’ye uygulanabilir.

Türkiye’nin Avrupalılaşmasının incelenmesi, fark (misfit) kavramı, AB etkisi ve

üye/aday devletin AB’ye etkisi, rasyonalist kurumsalcıların fırsat ve maliyet

çözümlemesi, sosyolojik/konstrüktivist kurumsalcıların öğrenme kavramı

çerçevesinde yapılmalıdır.

Avrupalılaşma kavramının teorik çerçevesini oluşturan rasyonalist kurumsalcı

ve sosyolojik/konstrüktivist kurumsalcı yaklaşımın Türkiye’ye uygulanabilirliği

konusunda Frank Schimmelfenning’in AB’nin MDAÜ genişlemesini incelediği

çalışma155 referans olarak kullanılacaktır.

Schimmelfenning çalışmasında; rasyonalist ve sosyolojik/konstrüktivist

kurumsalcı görüşlerin MDAÜ genişlemesini nasıl açıkladığını incelemiştir. Buna

göre, AB üyesi ülkeler ilk aşamada, bireysel kâr/zarar ve maddi çıkar hesaplamaları

neticesinde rasyonel bir karar vererek bu ülkelerle ilişkileri geliştirme kararı

almışlardır. AB Komisyonunun Doğu genişlemesine ilişkin resmi görüşü ve yayınları

da kâr/zarar hesabını açıklamaktadır. Böylece MDAÜ ile ortaklık kuran Avrupa

Anlaşmaları imzalanmıştır. Bu çerçevede rasyonalist kurumsalcı görüş AB’nin bu

ülkelere olumlu yaklaşımını açıklamaktadır. MDAÜ’nün AB’ye katılım ile elde

edecekleri maddi olanaklar ise son derece belirgindir. Bu ülkelerin ekonomik ve

yapısal zorlukları bilinmektedir ve AB’ye katılım yine rasyonalist kurumsalcı

perspektif ile açıklanacak kâr/zarar hesabı doğrultusunda oldukça istenir bir

durumdur.

155 Frank Schimmelfennig, The EU, NATO and the Integration of Europe, Rules and Rhetoric, Cambridge University Press, UK, 2003.

84

Ancak Schimmelfenning; rasyonel hesaplamalarla başlatılan ilişkinin

sürdürülmesi ve geliştirilmesini, bir başka deyişle bu ülkelerin AB üyesi olmalarını

sosyolojik kurumsalcı yaklaşımla açıklamaktadır. Zira başta Fransa olmak üzere bazı

AB üyesi ülkeler, MDAÜ’nün zayıf ekonomik yapılarının AB’ye maliyeti

konusunda oldukça tedirgindir. Bu durumda; AB genişlemesinden yana olan üye

ülkeler ve MDAÜ; genişleme karşıtlarını susturmak için bu ülkelerin AB’ye

katılımlarını Avrupa değerlerinin genişletilmesi, kolektif kimliğin oluşturulması,

normların yaygınlaştırılması şeklinde bir söylemle meşru hale getirmeye

çalışmışlardır. Bu durumda AB kolektif kimlik ve değerlerinin Avrupalılaşma

yoluyla bu ülkelere yaygınlaştırılacağı vurgulanarak, konstrüktivist yaklaşımı

kullanmışlardır. Bu yaklaşım, Avrupa’nın bu ülkelere tarihsel sorumlulukları ve bu

ülkelerin Avrupa’ya dönüş söylemleri ile birleşince genişleme karşıtları pasifize

edilebilmiştir.156 Böylece bu ülkelerin de AB’ye taahhütleri sağlamlaştırılmıştır.

Schimmelfenning konstrüktivist yaklaşımın genişleme karşıtlarını etkisiz hale

getirmek için stratejik bir biçimde kullanıldığı noktasından hareketle, bu durumun

kendisinin aslında rasyonalist bir perspektiften de açıklanabileceğini belirtmektedir.

Bu durumda uluslararası kuruluşların rasyonel analizini yapan rasyonalist kurumsalcı

görüş ile AB’nin liberal değerlerinin uluslararası alana yansıttığı değerleri yayma

misyonunu açıklayan sosyolojik/konstrüktivist kurumsalcı yaklaşımın bir arada

kullanılması MDAÜ genişlemesini açıklamaktadır.

Bu çalışmadan hareketle, MDAÜ için kullanılan bu yaklaşımın Türkiye’ye

uygulanabilirliği tartışılacaktır. Ancak bundan önce; gerek rasyonalist kurumsalcı

yaklaşımın öngördüğü kâr/zarar hesaplanmasının yapılabileceği ard bilgileri, gerekse

konstrüktivist kurumsalcı yaklaşımın öngördüğü Avrupalılaşma yoluyla değer 156 Schimmelfening, bu durumu “rhetoric entrapment” olarak ifade etmektedir.

85

aktarımı ve kolektif kimlik yaratma çabalarının Türkiye bakımından sonuçlarını

görebilmek için İkinci bölüm tartışmalarına bakmak gerekir. Üçüncü bölümde

Schimmelfenning’in MDAÜ için öngördüğü durumun Türkiye’ye

uygulanabilirliğine ilişkin çıkarımlarda bulunulmaktadır.157

157Bakınız Üçüncü Bölüm altında “Avrupalılaşma Kavramı ve Rasyonalist Kurumsalcı ve Sosyolojik (Konstrüktivist) Kurumsalcı Görüşlerin Türkiye Bakımından Değerlendirilmesi” başlığı.

86

İKİNCİ BÖLÜM: AB SÜRECİNİN TÜRK DIŞ POLİTİKASINA ETKİLERİ

AB sürecinin Türk dış politikasına etkileri genel başlığı kapsamında; İlk

Bölümde incelenen Avrupalılaşma kavramının ilk boyutu ve ikinci boyutu

incelenmektedir. Konunun Avrupalılaşmanın her iki boyutu ile incelenmesinin

anlamı; iki boyuttan biri hariç tutularak yapılacak bir değerlendirmenin eksik olacağı

düşüncesiyledir. Ancak AB’ye aday ülke konumundaki Türkiye’nin AB kurumları

karar mekanizmaları ve diğer kurumlar içinde yer almaması nedeniyle AB düzeyine

aktarımlarının hâlihazırda sınırlı olduğunu da belirtmek gerekir. Ancak bu durum

dahi Türkiye’nin AB düzeyine etkilerini dışlamayı gerektirmemektedir.

I. AB Sürecinin Türk Dış Politikasına Etkileri

Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde, AB sürecinin Türk dış politikasına

etkilerinin gerek kurumsal gerekse politik düzlemde incelenmesi gerekmektedir.

Burada kurumsal düzeyden kasıt; İlk Bölümde incelenen Avrupalılaşmanın

bürokratik reorganizasyona sebep olduğu varsayımından hareketle, AB’nin ilgili

ülkenin kurumsal/bürokratik yapısında neden olduğu değişikliklerdir.

Buna göre; ilk olarak Türk dış politikasının uygulamasında etkin olan

kurumsal yapının AB sürecinden nasıl etkilendiği incelenecektir. Bu çerçevede, ilk

olarak hükümetlerinin AB’ye yaklaşımlarına değinilecek, İlk bölümde incelenen iki

düzeyli yaklaşımdan hareketle, Avrupalılaşma sürecinde ne gibi etkilerle

karşılaştıkları incelenecektir. Hükümetlerin incelenmesi; Avrupalılaşmanın önemli

göstergelerinden biri olan kamuoyunun davranışını doğrudan etkilediğinden önemli

bir konudur. Dış politikanın Avrupalılaşması kapsamında en fazla etkilenen

kurumların başında gelen Dışişleri Bakanlığının AB süreci ile ne gibi değişiklikler

87

geçirdiği konusunun ardından; siyasi partiler ve sivil toplumun Avrupalılaşma

sürecinden etkilenmesi konusu incelenecektir. Avrupalılaşmanın kurumsal yapıda

güç değişimlerine neden olduğu yönündeki yaklaşımdan ve dış politikadaki ağırlıklı

konumundan hareketle; AB’nin asker-sivil ilişkilerinde yarattığı değişimler de

Avrupalılaşma bağlamında incelenecek bir diğer konudur.

AB sürecinin Türk dış politikasına etkileri konusunun kurumsal yapıda

değişiklikler ve politikalarda değişiklikler olmak üzere iki düzeyde incelenmesinin

Avrupalılaşmanın safhalarını belirlemesi açısından da büyük önemi vardır.

Nitekim bazı yazarlara göre; AB ile etkileşim yani Avrupalılaşma sürecinde

topyekûn bir kimlik değişimi olmadan salt kurumsal değişim de yaşanabilmektedir.

Bu durumda sözkonusu ülke kurumsal uyum aşamasındadır. Bunun bir ileri aşaması

“öğrenme” aşamasıdır ki, burada kurumsal adaptasyon yanında belirli güvenlik

kimliği göstergelerinin sıklıkla kullanılmaya başlandığı ve uygulamaların genel

durumla tutarlı, istikrarlı ve sürekli devam eden bir yapıya kavuştuğu görülür.

Burada Avrupalılaşma kavramının çift yönlü etkisi çerçevesinde, AB’nin oluşmakta

olan kendine has güvenlik kimliğinin üye ve aday ülkeleri etkilediğini ve değişim

yarattığını, üye ülkelerin de kendi deneyimlerini AB düzeyine aktararak etkileşimi

sağladığını görmek mümkündür. Bu durumda devletler kimliklerinin bir parçası

olarak AB kolektif kimliğini benimsemeye başlarlar.158

Bu çerçevede aşağıda AB’nin aday ülke olan Türkiye’ye dış politika alanında

siyasi ve kurumsal yapıda oluşturduğu etkilerin tartışılması yerindedir. Ancak

kurumsal değişikliklerin, siyasi sonuçlara neden olacağı noktası da göz ardı

edilmemelidir.

158 Pernille Rieker, ‘Europeanization of Nordic Security, The European Union and the Changing Security Identities of the Nordic States’, s. 372.

88

İlk bölümdeki örnek ülke incelemelerinde de; İspanya ve Yunanistan’ın dış

politika uygulamalarının Avrupalılaşması, Polonya örneğinde de belirgin olarak

kurumsal yapının Avrupalılaşmasının etkileri incelenmiştir. Bu bölümde elde edilen

verilerden hareketle, AB sürecinin Türkiye üzerindeki kurumsal ve siyasi etkilerinin

genel değerlendirilmesi Üçüncü Bölümde yapılmaktadır.

A. AB Sürecinin Türk Dış Politikasının “Kurumsal” Yapısına Etkileri

1. Türk Hükümetlerinin AB Sürecine Bakışları

Tezin amacı açısından hükümetler bakımından cevaplanması gereken temel

soru; Avrupalılaşmanın hükümetleri nasıl etkilediğidir. Bir başka deyişle, tezin

inceleme dönemi olan Soğuk Savaş sonrası, AB Türk hükümetlerine nasıl etki etmiş,

hükümetlerin AB düzenlemelerine tepkisi ne olmuştur? Burada bir sınırlama sorunu

ortaya çıkmaktadır. Tezin temel konusu, AB’nin Türk dış politikasına etkisi ise, Türk

hükümetlerinin genel anlamda AB-Türkiye ilişkilerine bakışı konusunda nasıl bir

sınırlama yapmak gerekecektir? Konunun AB-leşme olarak sınırlanması, dış politika

ve güvenlik politikası bakımından hükümetlerin AB sürecinden nasıl etkilendiğini

araştırmayı gerektirmektedir. Bu konu aşağıda AGSP kapsamında karşılaşılan

sorunlar başlığı altında incelenmektedir. Konunun daha geniş bir bakış açısıyla

incelenmesi, Kopenhag siyasi kriterlerinin hükümetler tarafından nasıl ele alındığı

konusunu kapsamaktadır.

Aşağıda (Tablo 1) 1999 yılında gerçekleştirilen Helsinki Zirvesine kadar olan

dönemde ve 1999 yılı sonrasında (Tablo 2) başta Kopenhag siyasi kriterleri olmak

üzere savunma ve güvenlik konularındaki gelişmelerin hangi hükümet döneminde

yaşandığı görülmektedir. 1999 yılının değerlendirme için ana eksen olarak

89

alınmasının sebebi, Türkiye’nin AB’ye aday ülke olarak ilan edilmesinin

Avrupalılaşma üzerinde önemli etkisi olduğu hipotezinden hareket edilmesindendir.

Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) ortaklık için başvurduğu

1959 yılından, 1990’lara kadar Türk hükümetlerinin AB’ye bakışlarında tam

üyelikten sapma anlamında bir yön değişikliği olmamıştır. AB ile bütünleşme

konusunda hükümetler arasında uzlaşma olsa da; ülkeyi tam üyeliğe hazırlayacak

düzenlemeler konusunda gerek AB, gerekse Türkiye’nin zaman zaman

yükümlülüklerini yerine getirmedikleri dönemler olmuştur. Örneğin, Ortaklığı

düzenleyen temel metin olan Ankara Anlaşmasında öngörülen ekonomik

bütünleşmenin sağlanması için Türkiye tarafından vergi indirimleri ve Topluluğun

Ortak Gümrük Tarifesine (OGT) uyum için gerekli düzenlemeler zamanında

yapılmamıştır. AB tarafının da üye ülke vetoları nedeniyle yürürlüğe koymadığı mali

paketler yanında ve Türkiye’nin tam üyeliğini isteyip istemediği yönünde

güvenilirliğini sorgulatan tutumlarına rastlanmaktadır.

Tezin temel inceleme dönemi olarak aldığı Soğuk Savaş sonrasında ise,

1996–1997 yıllarında iktidarda olan Refah partisi (RP) ve Doğru Yol Partisi (DYP)

koalisyonu (54. Hükümet) döneminde RP’nin, 1999–2002 yılları arasında,

Demokratik Sol Parti (DSP)-Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)-Anavatan Partisi

(ANAP) koalisyonu (57. hükümet) döneminde MHP’nin AB karşıtlığı dışında, AB

ile doğrudan bir görüş ayrılığı yaşanmamıştır. 1997 yılı ANAP iktidarı döneminde,

Luksemburg Zirvesi kararları ile Türkiye aday ülkeler arasında sayılmadığında AB

ile siyasi ilişkiler askıya alınmış ve AB karşıtı bir ortam oluşsa da, mevcut iktidar

esas itibariyle AB yanlısı tutumunu korumuştur.

90

RP’nin iktidar ortağı olduğu 54. Hükümetin programı incelendiğinde, diğer

hükümet programlarına oranla AB konusunda daha az değinildiği görülmektedir.

Programda; öncelikle Gümrük birliğinin her iki tarafın karşılıklı menfaatlerine uygun

şekilde işlemesi için gerekli tedbirler ve yasal düzenlemelerin gerçekleştirileceği

yönündeki ifadelere yer verildiği görülmektedir. Gümrük Birliğinin sağlıklı

işlemesinin AB’ye tam üyelik hedefi için gerekli olduğu belirtilmektedir.159 AB ile

ilgili söylemler bu yönde iken, RP ve MHP’nin AB karşıtlıklarının uygulamada

ortaya çıktığını belirtmek gerekir.

Siyasi partilerin AB’ye yaklaşımları konusunda aşağıda değinileceği üzere,

AB taraftarı bir parti olan ANAP iktidarı döneminde 14 Nisan 1987 tarihinde AT’ye

tam üyelik başvurusu yapılmıştır. AB Komisyonunun 1989 yılında yayınladığı

raporunda Türkiye’nin henüz tam üyeliğe hazır olmadığı belirtilerek, Matutes Paketi

olarak bilinen bir İşbirliği Programı üzerinde karar verilmiştir.

AB Komisyonunun İşbirliği Programında Gümrük Birliği’nin

tamamlanmasına öncelik verilmesi, ANAP iktidarının önce tam üyelik hedefi ile

çelişse de, AT’nin Soğuk Savaş sonrası derinleşme (Tek Pazar) hareketine yönelmesi

ve 1995 yılında EFTA genişlemesi gibi önceliklere yer vermesi, Türkiye’yi arka

plana atmasına neden olmuştur. Bu durumda Türk hükümeti,160 muhalefet ve iş

çevrelerinin olumsuz tutumuna rağmen tam üyelik hedefi belirtilmeksizin Gümrük

Birliği hedefi ile yetinmek zorunda kalmıştır.161 Aslında bu durum İlk Bölümde

belirtilen iki düzeyli yaklaşıma önemli bir örnektir. Robert Putnam’ın iki düzeyli

yaklaşımına göre, hükümetler gerek ulusal, gerekse uluslararası düzeyde girecekleri

159 Erbakan Hükümeti Programı, http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/hp54.htm,10.10.2007. 160 Matutes Paketine ilişkin gelişmeler, Yıldırım Akbulut hükümeti (ANAP) döneminde yaşanmıştır. (9 Kasım 1989–23 Haziran 1991). 161 Ilhan Tekeli ve Selim İlkin, Türkiye ve Avrupa Birliği, Ulus Devletini Aşma Çabasındaki Avrupa’ya Türkiye’nin Yaklaşımı, Ümit Yayıncılık, Ankara 2000,s. 206–209.

91

taahhütlerin her iki düzeyde de onaylanmasını sağlamak zorunda kalmaktadırlar. Bu

dönemde de Türk hükümeti, AB tam üyeliği hedefine odaklanan iç politikayı,

AB’nin Türkiye için öngördüğü gümrük birliği hedefine yönlendirmek zorunda

kalmıştır.

Tablo 1- 1991–1999 yılları arasında Türk Hükümetleri ve AB Alanında Gelişmeler

Hükümet

Dönem

Başbakan

Dışişleri Bakanı

AB alanında başlıca gelişmeler

49. hükümet

20.11.1991 25.06.1993

DYP-SHP Başb. S. Demirel

Hikmet Çetin (SHP)

Gümrük Birliği kapsamında gerekli vergi indirimleri ve hazırlıkların yapılması

50. hükümet 25. 6. 1993 5.10.1995

DYP-SHP (CHP) Başb. T. Çiller

Hikmet Çetin (DHP-CHP) Mümtaz Soysal (SHP) Murat Karayalçın (SHP) Erdal İnönü (CHP)

Mevzuat Uyumu çalışmaları Gümrük Birliği hazırlıklarının yoğunlaştırılması 6 Mart 1995 Gümrük Birliği kararı

51. hükümet 5.10.1995 30.10.1995

DYP (azınlık) Başb. T. Çiller

Coşkun Kırca (DYP)

52. hükümet 30.10.1995 6.3.1996

DYP-CHP Başb. T. Çiller

Deniz Baykal (CHP) 1 Ocak 1996 Gümrük Birliği yürürlüğe girdi

53. hükümet 6.3.1996 28.6.1996

ANAP-DYP Başb. M.Yılmaz

Emre Gönensay (DYP)

54. hükümet 28.6.1996 30.6.1997

RP-DYP Başb. N. Erbakan

Tansu Çiller (DYP)

55. hükümet 30.6.1997 11.1.1999

ANAP-Demokrat Türkiye Partisi -DSP Başb. M. Yılmaz

Ismail Cem (DSP)

1997 Lüksemburg Zirvesi 1999 Washington (NATO) Zirvesi

56. hükümet 11.1.1999 28.5.1999

DSP (Azınlık) Başb. B. Ecevit

Ismail Cem (DSP)

Görüldüğü üzere, 1999 yılı öncesinde, sonraki dönemlerde olduğu gibi Türk

hükümetlerinin temel hedefi AB tam üyeliğidir. Ancak bu hedefin daha çok AB

92

tarafındaki algılayış farkı nedeniyle düşürülmek zorunda kalındığı görülmektedir.

Örneğin, 49. Hükümet döneminde de ANAP iktidarı döneminde olduğu gibi tam

üyelik hedefi vardır ve bu amaçla hükümet programında demokratikleşme konusuna

geniş yer verilmiştir. Bu amaçla Ceza Muhakemeleri Usul Kanununda (CMUK)

sınırlı değişiklikler yapılmıştır. Ancak bu dönemde; hükümet programında

açıklandığı üzere AB’ye tam üyelik hedefi korunsa da; Özal döneminin özelliği olan

“ne pahasına olursa olsun müzakerelere” başlamak yönündeki yaklaşım terk

edilmiştir. Bunun yerine belirli kesimlerden alınan tepkiye rağmen Gümrük Birliği

Türkiye-AT ilişkilerinin ana ilkesi haline gelmiştir.162 Gümrük Birliği gereklerinin

yerine getirilmesi için 12 ve 22 yıllık listelerde AT ile uyumun sağlaması için gerekli

vergi indirimlerinin yapılması için hazırlıklar başlamış ve Ocak 1993 itibariyle 12 ve

22 yıllık listelerde %10’luk vergi indirimi ve Türk Gümrük tarifesinin OGT’ye aynı

oranda uyumu için gerekli düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Bu durumda koalisyon

hükümeti iktidarı döneminde AT’nin tercihi olan Türkiye’nin Gümrük Birliği

hedefine yönelmesiyle, ilişkiler bir önceki döneme göre göreli olarak düzelmiştir.163

Gümrük Birliği gereklerinin yerine getirilmesi, bir sonraki hükümet için de

önceliğini koruyan bir hedef durumundadır. 50. Hükümet iktidarı döneminde,

Koalisyon ortakları arasında zaman zaman yaşanan gerginliklere rağmen, Gümrük

Birliğinin gereklerini yerine getirmek üzere 1995 yılının ilk yarısında uyumla ilgili

mevzuat yasalaştırılmıştır. Bu mevzuat arasında; Tüketicinin Korunması Hakkında

Kanun Tasarısı, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun Bazı Maddelerinin

162 Ibid., s. 253–255 ve 261–262. 163 Ibid., s. 268–287.

93

Değiştirilmesine İlişkin Kanun Tasarısı ve birçok kanun hükmünde kararname

bulunmaktadır.164

Özal döneminde AB’ye ilişkin olarak siyasi partiler arasında sağlanan

uzlaşının aksine, 50. Hükümet iktidarı döneminde Gümrük Birliğine ilişkin olarak

özellikle muhalefetteki RP’nin ciddi muhalefeti ile karşılaşılmıştır. RP, Türkiye’nin

Gümrük Birliğine tek yanlı tavizlerle sokulmaya çalışılarak, ülkenin ekonomik ve

siyasi bakımdan zarara uğratıldığı gerekçesiyle Çiller ve Bakanlar Kurulu üyeleri

hakkında gensoru açılmasına ilişkin bir önerge vermiştir. ANAP ve DSP’nin de

Gümrük Birliği’ne ilişkin bazı çekinceleri olmasına rağmen esas itibariyle AB karşıtı

olmadıklarından RP önergesine red oyu vererek soruşturma açılmasını

engellemişlerdir.165

AB’ye uyum için öngörülen Anayasa değişikliği ile ilgili uzlaşma sağlansa

da, gerçekleştirilen değişiklikler gerek AB, gerekse iktidarın beklentilerinin altında

kalmıştır. Anayasa değişiklikleri yanında Terörle Mücadele Kanununda da gerekli

değişiklikler yapılarak Gümrük Birliği’nin uygulanması için gerekli altyapı

hazırlanmıştır.166 50. Hükümet tarafından 1995 yılı içinde gerçekleştirilmesi

planlanan bu Anayasa değişikliğinin hazırlıkları kapsamında ANAP ve DYP’li

muhalif milletvekillerinin böyle bir atılımın AB yolunu açarak Çiller hükümetini

başarıya götüreceğini düşündüklerinden, isteksizlikle karşıladıkları bilinmektedir.167

Bu örnek, AB konusunda ortak bir siyasi irade olmadığını ve siyasi partilerin AB’ye

yönelik tutumlarının birbirlerine karşı tutumlarından çok fazla etkilendiğini ortaya

koymaktadır.

164 Ibid.,s. 438–440. 165 Ibid.,s.449. 166 Ibid.,s. 459 ve 470. 167 Ibid.,s. 457.

94

1999 yılında Türkiye’ye AB’ye adaylık statüsünün verilmesi ile ne gibi

değişiklikler olduğu konusunda; aşağıdaki tablo incelendiğinde, bu tarihten itibaren

Türk hükümetlerinin AB ile uyum çabasına daha hızlı devam ettikleri görülmektedir.

Bu durum, Helsinki Zirvesi kararlarında belirtildiği üzere, AB ile

müzakerelere başlanabilmesi için Kopenhag siyasi kriterlerinin yerine getirilme şartı

yanında,168 AB’nin güvenilirliğinin sağlanması ile de açıklanabilir.

Türkiye’ye göre, AB, Türkiye’ye adaylık statüsü vererek, gelecekte üye

yapmaya hazır olduğunu belirtmiştir. Bu durum, Türk hükümetlerini reform yönünde

daha fazla teşvik etmiştir. Sonraki dönemde gerek AB kamuoyu, gerekse üye ülkeler

nezdinde gerçekleşen tartışmalarda, Türkiye için hâlâ tam üyelik dışında farklı

alternatiflerin tartışılması, güvenilirlik problemini yeniden gündeme getirerek, sorun

kaynağı olma özelliğini korumaya devam etmiştir.

168 Engin I. Erdem, ‘When Domestic Meets International: The Political Transformation of Turkey, 1997–2004’, August 2007, electronic copy available at: http://ssrn.com/abstract=1013126, erişim tarihi, 10.10.2007, s. 14–16.

95

Tablo 2- 1999–2009 yılları arasında Türk Hükümetleri ve AB Alanında Gelişmeler

Hükümet

Dönem

Başbakan Dışişleri Bakanı

AB alanında başlıca gelişmeler

57. hükümet

28.5. 1999 18.11.2002

DSP-MHP-ANAP Başb. B. Ecevit

Ismail Cem (DSP)

Başta ölüm cezasının kaldırılması olmak üzere reformlar, Aralık 1999 Helsinki Zirvesi-Türkiye’nin AB’ye aday ülke kabul edilmesi, 4 Temmuz 2000 Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin Kurulması, 19 Mart 2001 Ulusal Programın Kabul edilmesi, Ekim 2001-Anayasa değişikliklerinin Kabulü, Aralık 2001 Ankara mutabakatı, Ocak 2002 Yeni Medeni Kanunun kabulü, Şubat-Nisan-Ağustos 2002, Birinci-İkinci-Üçüncü AB uyum paketlerinin kabul edilmesi

58. hükümet

18.11.2002 11.03.2003

AKP Başb. A. Gül

Yaşar Yakış (AKP)

Aralık 2002 Kopenhag Zirvesi Kararları (müzakerelerin açılma tarihi için tarih verilmesi), Ocak –Şubat 2003, Dördüncü ve Beşinci AB uyum paketlerinin kabul edilmesi

59. hükümet

14.3. 2003 22.7. 2007

AKP Başb. R.T.Erdoğan

Abdullah Gül (AKP)

Nisan 2003 TBMM AB uyum komisyonunun kurulması, Haziran 2003 AİHM 6 nolu protokolün Meclis tarafından onaylanması, Temmuz 2003 Gözden geçirilmiş Ulusal Programın yayınlanması, Temmuz, Ağustos 2003, Altıncı ve Yedinci AB Uyum Paketlerinin kabul edilmesi, Ocak 2004 AİHM 13 nolu protokolün imzalanması., Nisan 2004 Kıbrıs referandumu, Mayıs 2004 Anayasal değişikliklerin kabulü kadın-erkek eşitliği, basın özgürlüğü, uluslararası sözleşmelerin statüsü, yargının işlevselliği alanlarında yeni düzenlemelerin gerçekleştirilmesi. Temmuz 2004, Sekizinci Uyum Paketinin kabul edilmesi. Eylül 2004 Yeni Ceza Kanununun kabulü. Ekim 2004 tarihinde yayınlanan İlerleme Raporu ile Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini karşıladığının belirtilmesi. 17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi kararları ile Türkiye ile Müzakerelerin başlatılma kararı alınması. Temmuz 2005, Ankara Antlaşmasını Mayıs 2004 tarihinde üye olan yeni ülkelere genişleten Ek Protokolün kabulü, 3 Ekim 2005 AB ile müzakerelere başlanması.Haziran 2006, Müzakerelerde Bilim Araştırma Faslının kapanması. Aralık 2006; Komisyon Türkiye’nin Ek protokolden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirene kadar 8 başlığın açılmayacağı ve geçici olarak kapatılamayacağına karar verilmesi.. 29 Mart 2007 İşletmeler ve Sanayi Politikaları faslında fiili müzakerelerin açılması.17 Nisan 2007 Türkiye’nin AB Müktesebatına Uyum Programının açıklanması. 26 Haziran 2007 İstatistik ve Mali Kontrol fasıllarında müzakerelerin açılması.

60. hükümet

5..09.2007 AKP Başb. R.T.Erdoğan

Ali Babacan (AKP)

19 Aralık 2007 Trans Avrupa Ağları ve Tüketicinin ve Sağlığın Korunması fasıllarında müzakerelerin açılması. 17 Haziran 2008 Şirketler Hukuku ve Fikri Mülkiyet Hukuku fasıllarında müzakerelerin açılması. 19 Aralık 2008 Sermayenin Serbest Dolaşımı ve Bilgi Toplumu ve Medya fasıllarında müzakerelerin açılma kararının alınması.

96

Erdem; iktidarda çoğunluk hükümeti olduğunda ve iktidardaki parti AB’ye

uyum konusunda tam taahhüt içinde ise, Türk siyasi seçkinlerinin (hükümet ve siyasi

partiler) Kopenhag kriterleri çerçevesinde reformları gerçekleştirme gayreti içinde

olduğunu ve böylece AB koşulluluğunun etkisini arttığını belirtmektedir. Bu duruma

örnek olarak 1999–2002 yılları arasında iktidarda olan DSP-MHP-ANAP koalisyon

hükümetine kıyasla 2002–2004 yıllarında iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi

(AKP) hükümeti tarafından gerçekleştirilen reform hareketlerini vermektedir.

Erdem’e göre, tek başına iktidara gelen çoğunluk AKP hükümeti, AB’ye tam taahhüt

düzeyi ile de Kopenhag siyasi kriterlerinin uygulanması ve istenen etkiyi göstermesi

bakımından uygun ortamı yaratmıştır. DSP-MHP-ANAP hükümeti döneminde

Türkiye’de iç siyasi istikrarsızlık ve 28 Şubat süreci 1999 yazında yapılan

reformlarının istenen düzeyde ve etkide gerçekleşmesini engellemiştir. Türkiye’nin

iç politik koşulları yanında uluslararası gelişmelerin Türkiye’nin AB’ye uyum için

gerekli reformlar için zemini hazırladığı düşünülmektedir. Buna göre 1999 yılında

Türkiye’ye aday ülke statüsü verilmesinin de reformları hızlandırdığı

belirtilmektedir.169

1999 Helsinki Zirvesi sonrası mevcut iktidarın da desteklemesiyle gerekli

reformların gerçekleştirilmesinin AB tarafından da memnuniyetle karşılandığı

bilinmektedir. Bu durum AB’nin aday/üye ülkelerde AB gereklerini yerine getirecek

müttefik kesimler istemesi ile açıklanabilir. Bu durum aynı zamanda; AB’nin

dışarıdan bir demokrasi teşvikçisi olarak rolünün büyük ölçüde iç siyasi dinamiklere

bağlı kalmasını da açıklamaktadır. İç (ulusal) siyasi koşulların etkisini yadsımamak

169 Ibid., s. 2.

97

gerekir. Zira AB etkisi, otoriter liderliklerin, güçlü ulusal hareketler ve iç

muhalefetin olduğu ülkelerde daha az etkili olabilmektedir.170

Ancak; Türkiye’nin son dönemde artan Avrupalılaşmasını tek bir partiye mal

etmek hatalı sonuçlar yaratabilecektir. Zira bu dönemde gerçekleştirilen reformlarda

yukarıda da belirtildiği üzere elverişli dış koşulların da etkisini belirtmek gerekir.

Türkiye’ye adaylık statüsü verilmesi elverişliliği yaratan en önemli etkendir. Bunun

yanında, AKP iktidarının AB taraftarlığının da iç politikadan kaynaklanan sebepleri

olduğu bilinmektedir. Bu durum, 28 Şubat süreci sonrası değişen ortam ve gerek iç

gerekse dış politikada meşruiyet kazanmak için gerçekleştirilen bir politika

değişikliğidir. Ancak yine de AKP döneminde elverişli iç ve dış koşulların etkileşimi

ile Avrupalılaşmanın en hızlı evresinde olduğu tespitini yapmak olasıdır.

Bunun ötesinde, AB taraftarı olan AKP’nin prensipte onaylamasına rağmen,

uygulamada sağ seçmen tabanında MHP ile rekabette geride kalmamak için AB

reformlarını uygulama konusunda ne kadar ısrarcı olacağı konusu da,171 dikkate

alınması gereken bir faktör olarak ortaya çıkmaktadır.

DSP-MHP-ANAP koalisyonu dönemi, koalisyonu oluşturan ortakların

ideolojik farklılıkları nedeniyle ilginç bir örnektir. Bu dönemde; AB etkisi ile

reformlar hızla gerçekleşse de, koalisyon ortaklarının Türkiye-AB ilişkilerine yönelik

farklı düşüncelerinin reformların hızını düşürdüğü açıktır. Hatta KOB’daki istemler

konusundaki tartışmalar koalisyonu sarsacak düzeye gelmiştir. Koalisyon ortakları

içinde ANAP en AB taraftarı ortak iken, MHP anadilde eğitim, kültürel haklar ve

idam cezasının kaldırılması konusunda çekincesini her fırsatta öne sürmüş, hatta

170 Ibid., s. 5. 171Haluk Ülman, ‘İç Politika Batağında AB’, http://www.euturkey.org.tr/index.php?p=22344vel=111.06.2002, erişim tarihi: 09.07.2008, Nitekim AKP’nin Kıbrıs konusundaki söylemleri, AB talepleri doğrultusunda atılan adımlara rağmen referendum sonrasında daha milliyetçi bir çizgiye kaymıştır.

98

reform sürecini yavaşlatıcı etki yapmıştır. Ağustos 2002’de kabul edilen ve adı geçen

alanlarda reform öngören paket, Mecliste MHP desteği olmaksızın kabul edilmiştir.

DSP ortada bir tutum izlemesine rağmen Kıbrıs konusundaki hassasiyetini belirtir bir

tutum içinde olmuştur.172 Sözkonusu koalisyon döneminde özellikle DSP ve

ANAP’ın MHP ve AB arasında ciddi bir ikilem yaşadığı görülmektedir. MHP’nin

ulusal birlik ve bütünlüğü tehlikeye düşürecek eylemler olarak addettiği yukarıdaki

konulardaki gelişmeleri engellemekte ısrar etmesi, Ecevit hükümetini AB ve MHP

arasında seçim yapmaya zorlamıştır. MHP ile aynı doğrultuda hareket edilirse,

AB’ye ters düşülmüş olacak ve tam üyelik hedefi gerçekleşemeyecektir. MHP ile

ters düşmek ise, koalisyonu tehlikeye düşürerek, iktidarın devamını

engelleyecektir.173 Bu dönemde diğer siyasi partilerin çoğunluğu AB taraftarı iken ve

‘AB'ye ‘‘Evet!'' diyen seçmenin % 65-70'ine seslenmeye çalışırken; MHP, çok akıllı

bir tavırla, kendisini AB'ye ‘‘Hayır!'' diyen %30-35'lik seçmenin tek temsilcisi haline

getirmektedir.’174Bu durumda, MHP’nin koalisyon ortağı olduğu dönemde takındığı

tavır, AB karşıtı ya da taraftarı olmanın iç siyasi faydası/maliyeti üzerine

hesaplanmış görüntüsü vermektedir.

Bu durum, AB konusundaki reformların gerçekleştirilebilirliğinin iç siyasi

koşullardan doğrudan etkilendiğine önemli bir örnek teşkil etmektedir. Siyasi partiler

ulusal çıkarlar doğrultusunda değil, iç siyasi hesaplara dayalı olarak hareket

etmektedirler.175 Bu da, siyasi irade eksikliği konusunun önemini belirtmek açısından

önemlidir.

172 Erdem, op.cit., s. 16–17. 173Haluk Ülman, ‘Yolun Sonu Göründü’, http://www.dunyagazetesi.com.tr/haberArsiv.asp?id=19249, 17.11.2000, erişim tarihi: 09.07.2008. 174Cüneyt Ülsever, ‘Anap Yan (mı) çiziyor?’, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=84648vep=2, 15.07.2002, erişim tarihi: 09.07.2008. 175 Haluk Ülman, ‘İç Politika Batağında AB’.

99

Türkiye-AT (AB) ilişkileri seçim kampanyalarının her zaman en önemli

malzemesi olmuştur.176 Ancak Gümrük Birliği yürürlüğe girdikten sonra dahi tam

üyelik hedefi çerçevesinde gelişmelerin istenen hızda gelişmemesinin nedenleri

arasında siyasi iradenin etkin kılınamaması ve Türkiyede başta kamuoyu olmak

üzere, basın, siyasi kadrolar ve akademik çevrelerin AB’ye üyelik konusunu ikinci

planda görmesidir.177 Bunun yanında AB’nin çeşitli metinlerinde muğlâk ifadeler

kullanması, sözkonusu metinlerin yorumlanmasında iç siyasi koşulların ve

algılamaların etkili olmasına neden olabilmektedir. Örneğin; Helsinki Zirvesi’nin

Kıbrıs ve Ege sorunlarına ilişkin sonuç bildirgesi kararları; hükümet tarafından koşul

olarak değil, AB üyeliğinde önemli bir merhale olarak algılanarak ve Türkiye

açısından olumlu sonuçlar doğuracak şekilde yorumlanmış ve olası tereddütler

bertaraf edilmiştir.178

Neticede, AB konusunun Türkiye için bir hükümet değil, devlet politikası

olduğunu ancak hükümetlerin iç siyasi çekişmeler nedeniyle reformlar konusunda

yeterli siyasi iradeyi göstermediklerini söylemek mümkündür.

2. Dışişleri Bakanlığının AB sürecindeki Yapılanması

Dışişleri Bakanlıkları; dış politika ve güvenlik politikasının başlıca

uygulayıcısı olarak Avrupalılaşma sürecinden en fazla etkilenen kurumların başında

gelmektedir.

176 Tekeli, İlkin, op.cit.,s.234. 177 Baskın Oran (ed), Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt 2, İletişim Yayınları, Ankara, 2002,s. 343. 178 Ibid.,s. 352–355, Helsinki Zirvesi gelişmelerine ilişkin bir inceleme için bkz: Esra Çuhadar-Gürkaynak, Binnur Özkeçeci-Taner, ‘Decisionmaking Process Matters: Lessons Learned From Two Turkish Foreign Policy Cases’, Turkish Studies, 5,2, s. 56–61.

100

Dışişleri bakanlıkları kurumsal mirası fazla kurumlar olarak, bürokratik

geleneklere diğer ulusal kurumlara nazaran daha bağlı olduklarından AB nezdindeki

gelişmelere daha dirençlidirler. Bu duruma AB düzeyindeki düşük kurumsallaşma

derecesinin de neden olduğunu belirtmek gerekir. Schilbach; 30 yıl boyunca, Avrupa

Siyasi İşbirliği, Tek Avrupa Senedi, Maastricht ve Amsterdam Antlaşmaları gibi AB

dış politikasındaki dört önemli dönemeçte Fransız ve İngiliz dışişleri bakanlıklarının

tepkisini incelediği çalışmasında; bu bakanlıkların hayli yavaş bir gelişme gösterdiği

bulgusuna ulaşmıştır. Farklı yapılanmalara sahip Fransız ve İngiliz dışişleri

Bakanlıkları, özellikle, dış politika ve ekonomik konuları (ODGP ve AT Konuları)

arasındaki farklılığı yansıtan reorganizasyonu sağlama ve AB nezdinde ve üye

ülkeler arasında gerekli iletişimin sağlanması için oluşturulan yapılandırmaya uyum

sağlamada güçlük çekmişlerdir.179 Kurucu ve göreli olarak eski üyelerin dahi

kurumsal anlamda değişikliğe direnç gösterdiği dış politika ve güvenlik konularına,

yeni üyelerin uyum sağlamasının kolay olmayacağı açıktır.

Türk Dışişleri Bakanlığı’nın AB konusundaki kurumsal yapılanmasına

bakıldığında; ilk yapılanmaların 1987 yılında AT’ye tam üyelik başvurusunun

ardından başladığı görülmektedir. Buna göre AB işleri ile ilgili Siyasi İşler Şube

Müdürlüğü 1987 yılında kurulmuştur. Gümrük Birliğinin tamamlanmasının ardından,

1990’ların sonunda AB ile ilgili yapılanmanın daha detaylı hale geldiği

görülmektedir. Buna göre yukarıda adı geçen “Siyasi İşler Şube Müdürlüğü”,

“Avrupa Birliği Siyasi İşler Genel Müdür Yardımcılığı” adını almış; önce “Avrupa

Birliği Ekonomik İşler Genel Müdür Yardımcılığı” olarak kurulan bir diğer dairenin

adı, sonra “Avrupa Birliği Katılım Süreci Genel Müdür Yardımcılığı” olarak

179 Melanie Morisse-Schilbach, ‘Domestic Institutions in European Foreign Policy –Making: Do they matter?’, http://sam.sdu.dk/~mwi/B2_Morisse.pdf, s.36-65.

101

değiştirilmiştir. “Avrupa Birliği Siyasi İşler Genel Müdür Yardımcılığı” (ABSY)

İlerleme Raporlarında da geçen “European Correspondent” görevini yapmaktadır. 180

Bunun yanında Bakanlığa bağlı Brüksel Daimi Temsilciği de AB düzeyinde aktif

görev yapmaktadır.

Türk Dışişleri Bakanlığı, AB sürecinde dış politikaya ilişkin temel uygulayıcı

kurum olmanın yanı sıra, iç reform konusunda da hayli aktif bir politika izlemiştir.

1987 yılından itibaren hızlanan çalışmalarda AB müktesebatı tercümesi

çalışmalarının hızlanmasının yanı sıra, Başbakanlık İnsan Hakları Daire Başkanlığı

yürütülmüş ve 2000 yılında Avrupa Birliği Genel Sekreterliği (ABGS) kurulmuştur.

Kısacası AB konusundaki yapılanma Helsinki Zirvesinden çok daha önce

başlamıştır. AB ile ilgili çalışan personelin birçoğu Bruge Avrupa Kolejinde eğitim

görmüş, çeşitli zamanlarda Brüksel’de görev yapmıştır. Hatta 20–30 sene gibi uzun

süredir bu alanda çalışan Bakanlık personeli mevcuttur.181

Bu bilgiler Türkiye ile Birinci Bölümde incelenen Polonya arasında kurumsal

yapıdaki ciddi farka işaret etmektedir. Polonya, 1990’larda AB’ye uyumu

gerçekleştirebilmek için ciddi bir kurumsal dönüşüme gitmek zorunda kalmıştır.

Altyapı eksikliği nedeniyle, gerek insan kaynağı gerekse mali kaynaklardaki

dönüşümü sağlayabilmek zaman almıştır. Türkiye ise, AB ile ilişkilerinin uzun bir

geçmişe sahip olması nedeniyle, uyum için gerekli altyapı ve insan kaynağını

sağlayabilmiştir. Nitekim Türk dışişleri bakanlığının uygulama kapasitesi

konusundaki başarısı İlerleme raporlarında da belirtilmektedir.

Ancak Türk Dışişleri Bakanlığının kurumsal mirasının, başka bir deyişle Türk

Dış politikasının temel uygulayıcısı olarak kemikleşmiş uygulamalarının ve kendine 180 Yapılanma ile ilgili bilgiler Dışişleri Bakanlığı yetkilisi ile görüşmede elde edilmiştir. (1 Temmuz 2008) 181 Dışişleri Bakanlığı yetkilisi ile görüşme (1 Temmuz 2008).

102

has dış politika yapım tarzının belirgin olduğunu ve bu durumda Polonya gibi radikal

bir AB uyum planına girmediğini de belirtmek gerekir.

Dışişleri Bakanlığı yanında AB sürecinde etkin pek çok diğer kurum

mevcuttur. Burada en başta 4 Temmuz 2000 tarihinde kurulan ve Türkiye'nin AB

sürecince ilgili diğer kamu kurum/kuruluşlarının koordinasyonundan sorumlu ABGS

ve uyum çalışmalarının 1980’li yılların sonunda ilk başladığı kurum olan Devlet

Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı (DPT) belirtilmelidir. Sözkonusu kurumlar ve

aralarındaki koordinasyon sorunlarına ilişkin değerlendirmeler Üçüncü Bölümde yer

almaktadır.

3. Siyasi Partilerin AB’ye Bakışları

Türk siyasi partilerinin AB’ye bakışları, başta kimlik olmak üzere dış politika

yaklaşımları ve genel siyasi görüşlerini ilgilendiren bir konudur. Bu çalışmanın

amacı bakımından konu Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde incelendiğinde, AB

sürecinin siyasi partilerin yaklaşımını dış politik yönelim bakımından nasıl etkilediği

konusuna bakmak gerekmektedir. Bu ifadenin kapsamına, siyasi partilerin AB

konusunu söylemlerinde ve propaganda dönemleri ağırlıklı olmak üzere kamuoyunu

yönlendirmek için nasıl kullandıkları konuları da girmektedir. Kurumsal yaklaşımın

öngördüğü üzere, AB’nin üye/aday ülke üzerinde nasıl bir etki yaptığı, AB değerleri,

normları ve davranışlar üzerinde nasıl etkili olduğunun araştırılması gerekir.

Siyasi partilerin AB konusundaki yaklaşım ve tercihlerinin başta kamuoyu

olmak üzere AB ile ilişkilerin yönünde önemli etkisi olduğu açıktır. Buna göre

iktidarda olan partinin AB’ye desteği fazlaysa, kamuoyunun desteğinin de arttığı

görülmektedir. Siyasi partilerin bir diğer katkısı da; AB üyesi ülkelerdeki siyasi

103

partiler, diğer üye/aday ülkelerde kendi siyasi çizgisine yakın partilerle ilişki

kurabildiklerinden iletişime zemin hazırlayan bir yapının doğmasına olanak

sağlamasıdır.182

Aday ülkeler bakımından Avrupalılaşma sürecinin gelişiminde, aday ülke ile

AB arasındaki ilişkinin sıkılaşmasına bağlı olarak aday ülkenin AB’nin gerektirdiği

yapılanma ve net yaklaşımı daha fazla sergilediği bilinmektedir. Bu çerçevede,

Türkiye’nin AB’ye aday ülke ilan edildiği 1999 Helsinki Zirvesinden sonra siyasi

partilerin AB’ye yaklaşımlarının nasıl etkilendiği konusu önem kazanmaktadır.

Türkiye’deki siyasi partilerin AB’ye yaklaşımlarını etkileyen faktörlerden biri,

partilerin AB’ye üyeliği ulus-devlete bir başka deyişle, ulusal egemenlik devrine ve

ulusal kimliklere karşı tehdit olarak görüp görmemeleri konusudur.

Türk siyasi partileri arasında AB üyeliğini destekleme konusunda bir uzlaşma

olduğu görülmektedir. Merkez sağ ve merkez sol partiler AB üyeliği konusunda aynı

olumlu yaklaşımı gösterirken, radikal sol ve sağ partiler AB üyeliği konusunda

şüpheci bir yaklaşım sergilemektedirler.

Ancak, Türkiye gibi diğer ülkelerde de genel yaklaşım, sağ-sol ayırımının ve

ideolojik yönelimlerin AB karşıtlığı ya da taraftarlığında ölçüt olmamasıdır. Bu

durum özellikle AKP örneğinde oldukça belirgindir. AKP, AB konusuna bakışta,

ideolojinin değil, stratejik davranarak fırsat yaratmanın esas olduğunu

göstermiştir.183 Hatta AKP’nin AB üyeliğine tam destek vermesi, paradoksal olarak

182 Osman Ulagay, ‘AB partisi olmadan Türkiye AB’ye Girebilir mi?’ Milliyet, 29 Mayıs 2006. 183 Gamze Avcı, Turkish Political Parties and the EU Discourse in the Post Helsinki Period- A Case of Europeanization, Turkey and European Integration Accession Prospects and Issues (ed: Mehmet Uğur ve Nergis Canefe), Taylor and Francis e-library, London, 2005,s.194-211.

104

bazı laiklik savunucusu kesimlerin AB’ye karşı tutumlarını yeniden

değerlendirmelerine neden olmuştur.184

1999 yılında koalisyon ortağı olan MHP, prensipte AB üyeliğine karşı

çıkmasa da, AB’nin ulusal egemenlik ve güvenlik bakımından öngördüğü bazı

reformlara karşı çıkmaktadır. Diğer siyasi partileri, radikal sağ ve sol partiler dışında

AB’ye açıkça karşı çıkan MHP ve diğer uçta, AB’yi açıkça destekleyen ANAP ve

AKP arasında değerlendirmek mümkündür. Ancak ANAP dahi, etnik dillerde eğitim

ve Kıbrıs sorununun çözümü için atılması gereken adımlar gibi hassas konularda

sınırlı adımlar atarken,185 AKP’nin bu konularda daha fazla gelişme kaydettiğini

belirtmek gerekir.

MHP koalisyon döneminin sonlarına doğru AB’ye karşı tavrını

sertleştirmiştir. Bu da; AB’nin yakın bir hedef haline geldiğinde karşıtlığın

belirginleştiği yönündeki genel yaklaşımı destekler niteliktedir. Helsinki Zirvesi ile

Türkiye’ye adaylık statüsü verilmesinin ardından, Kopenhag kriterlerinin yerine

getirilmesi için gerçekleştirilecek reformların baskısı Türk siyasi partileri arasında

AB’ye bakış anlamında farklılıkları körüklemiştir.186

Türkiye’de AB konusuna bakış açısı yönünden sol ya da merkez solda yer

alan partiler ulusalcı bir bakış açısı geliştirmişlerdir. Avrupa’daki sosyal

demokratların aksine Türk sosyal demokratları, üçüncü yol, çok-kültürcülük-liberal

uluslararasıcılık gibi konularda aynı doğrultuda davranmamışlardır. 187

184 Philip Robins, ‘Confusion at home, Confusion abroad: Turkey between Copenhagen and Iraq’, International Affairs 79, 3, 2003, s. 554. 185 Ziya Öniş, Domestic Politics, International Norms and Challenges to the State: Turkey-EU Relations in the post Helsinki Era: Turkey and the European Union, Domestic Politics, Economic Integration and International Dynamics, (ed: Ali Çarkoğlu, Barry Rubin), Frank Cass and Company Limited, Great Britain, 2003, s. 16-17. 186 Avcı, op.cit.,s.194-211. 187 Öniş, op.cit, s. 18-19.

105

1999 yılı sonrası özellikle ANAP’ın öncülüğünü yaptığı AB taraftarlığı,

askeri ve güvenlik seçkinleri kadar Cumhuriyetçi ve ulusalcı kanadın da direnişiyle

karşılaşmıştır. ANAP 1994–95 yıllarında muhalefetteyken, iktidarda olan DYP’ye

karşı Gümrük Birliğine muhalefet etmiştir. ANAP genel başkanı Mesut Yılmaz,

AB’ye karşı olmadıklarını ancak, Gümrük Birliğinin aslında bir yükümlülük

olmasına rağmen, Çiller tarafından lütuf olarak sunulmasına karşı çıktığını

belirtilmiştir.188 Aslında bu durum siyasi partilerin AB projesine yaklaşımlarının

siyasi irade ile değil konjonktüre göre belirlendiğinin de bir göstergesidir. Türk siyasi

partilerinin AB’ye yaklaşımları aslında partilerin birbirlerine karşı yaklaşımlardan

doğrudan etkilenmektedir.

2002 seçim döneminde siyasal partilerin AB’ye ilişkin söylemlerinin

incelendiği bir çalışmada189, 23 siyasi partiden 16’sının AB üyeliğine ilişkin olumlu

söylemler geliştirirken, aralarında Bağımsız Türkiye Partisi, Emeğin Partisi, İşçi

Partisi ve Türkiye Komünist Partisinin bulunduğu dört partinin AB karşıtı bir

yaklaşım içinde olduğu görülmektedir. Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) ise

mevcut siyasi partilerin AB taraftarı ve karşıtı söylemlere katılmamakta, konunun

AB’ye hayır ya da evet basitliğine indirgenmeden, AB’nin tüm yönleriyle

değerlendirileceği bir referandum ile ele alınması gerektiğini belirtmektedir. AB

üyeliğini destekleyen partiler de başta AB’nin Kıbrıs politikası olmak üzere, Gümrük

Birliği, Yunanistan ile ilişkiler, Ege sorunları, anadilde eğitim, ölüm cezası, kültürel

haklar konularında eleştirel bir tutum takınmaktadırlar. AB üyeliğine olumsuz bakan

partiler ise, Türkiye’nin AB tarafından parçalanmak ve sömürgeleştirilmek istendiği

188 Tekeli, İlkin,op.cit.,s. 448. 189 Esra Uzel, ‘3 Kasım 2002 Seçim Kampanyası Döneminde Siyasal Partilerin AB ile İlgili Görüşleri’, Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM), Ankara, 2002, s.1-74.

106

noktalarında birleşmektedirler. Tüm partiler için ortak olan nokta, özellikle 1999

Helsinki Zirvesinde Türkiye’nin aday ülke olarak ilan edilmesinden sonra siyasi

partilerin AB ile ilgili söylemlerinde artış olduğudur.

2007 seçim döneminde de AB ile ilişkiler ve Kıbrıs konusu siyasi partilerin

seçim beyannamelerinin üst sıralarında yer alan konular olmuştur. Ancak, bu

dönemde AB konusuna karşı azalan kamuoyu ilgisinin yansımasının neticesinde, iç

politik sorunlarla bağlantılı olarak Irak’ın Kuzeyine operasyon, Kerkük’te

referandum ve terörle ilgili konular yanında, ABD’nin Irak’tan çekilmesi sonucu

Irak’ın durumunun öncelikli olarak seçim söylemleri arasında yer aldığı

görülmektedir.190

Hakan Arıkan’ın Türkiye’nin AB adaylığının onaylandığı 1999 yılı, Ulusal

Programın kabul edildiği 2001 yılı ve Katılım Müzakelerinin açıldığı 2005 yıllarının

önemli dönemeçler kabul edilerek siyasi partilerin AB’ye yönelik söylemlerini

incelediği çalışması, Türk siyasi partilerinin genel görünümünü vermesi açısından

önemlidir. Çalışmada, Merkez Sol partiler, CHP ve DSP; Merkez Sağ partiler;

ANAP, DYP ve AKP ve radikal partiler (İslamcı ve Ulusalcı) Saadet Partisi (SP) ve

MHP’nin yeraldığı yedi siyasi partinin 1999–2006 yılları arasında AB söylemleri

açısından analizleri yapılmıştır.191 Buna göre; Türkiye-AB ilişkileri açısından 1999,

2001 ve 2005 yıllarındaki kritik dönemeçlerde, yukarıda adı geçen siyasi partilerin

190 Cihan Dizdaroğlu, Partilerin Seçim Beyannamelerinde “dış politika ” ve Seçim Sonrası Türk Dış Politikasının Olası Yönelimleri Üzerine Bir Değerlendirme, Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Değerlendirme Notu, 20 Temmuz 2007. 191 Hakan Arıkan, ‘Reconstruction of Nation State, National Identity and Foreign Policy Preferences: The Case of Turkey’s Prospect European Union Membership’, Proceedings of the Third International Conference of European Universities Future of the European Union: Integration, Enlargement and Transatlantic Relations ed: Haluk Özdemir, Bilal Canatan, Kırıkkale, 2007.

107

resmi dokümanlarında AB yanlısı söylemlerin, AB karşıtı ifadelere oranla arttığı

görülmektedir.192 Bu durum tezin argümanını da destekler niteliktedir.

1999–2006 yılları arası dönemde, yukarıda adı geçen tüm siyasi partilerin AB

karşıtı söylemlerindeki ortak noktaların; AB’nin Türkiye’ye çifte standart uyguladığı,

Türkiye’ye zarar verecek gizli bir gündeminin olduğu, AB üyeliğinin Türk kimliğine,

kültürüne ve ulusal egemenliğine tehdit olabileceği, AB’nin Türkiye ve İslam karşıtı

olduğu yönündeki söylemlerdir. Ulusalcı ve İslamcı ağırlığı olan AB karşıtı

söylemler (AB’nin Türkiye’nin İslam kimliğine zarar vereceği, AB’nin Türkiye

üzerinde kültürel ve ekonomik tahakküm kuracağı gibi) MHP ve SP tarafından

kullanılmaktadır. Partilerin kullandığı AB karşıtı söylemler ekonomik ve siyasi

endişelerden önce AB’nin Türk kimlik, kültür ve bütünlüğüne zarar vereceği

yönündeki söylemlerdir. Partiler arasında bir kıyaslama yapıldığında, MHP ve

SP’den sonra DSP ve CHP’nin en fazla AB karşıtı söylem geliştiren partiler oduğu

görülmektedir. ANAP, DYP ve AKP ise diğerlerine nazaran daha az anti-AB’ci

söylem kullanmaktadırlar.193

Yukarıda geçen siyasi partilerin resmi belgelerinde yine aynı dönem içinde

kullanılan ortak AB taraftarı söylemler ise; Türkiye’nin coğrafi ve kültürel olarak

Avrupa’ya ait olduğu, AB’nin Türkiye’ye ekonomik refah getireceği, üyeliğin her iki

tarafça istenen bir durum olduğu, AB’nin Türkiye’ye siyasi, ekonomik ve askeri bir

ortak olarak ihtiyaç duyduğu şeklindeki yaklaşımlardır. ANAP, DYP ve AKP’nin

AB taraftarı söylemleri diğer partilere göre daha fazla kullandıkları görülmektedir.

Ancak siyasi partilerin AB taraftarı ya da karşıtı olarak belirlenmesi kolay değildir.

Spesifik durumlarda her partinin AB taraftarı ve karşıtı söylemler kullandığı

192 Ibid.,s.32. 193 Ibid.,s.33.

108

görülmektedir. SP ve MHP gibi diğer partilere nazaran AB karşıtı söylemlere daha

fazla başvuran partilerin bile AB üyeliğine resmen karşı çıkmadığı görülmektedir.

Değişen derecelerde olmakla birlikte tüm siyasi partiler Türkiye’nin ulusal çıkarları

korunduğu sürece AB’ye karşı değillerdir.194

Helsinki Zirvesi sonrası dönemde özellikle DSP-MHP-ANAP iktidarı

döneminde MHP’nin AB reformlarına olumsuz tavrı yanında AB taraftarı ANAP,

DYP ve AKP’nin AB konusundaki söylemleri örnek olarak incelendiğinde, Türk

siyasi partilerinin AB konusuna bakışlarının, Türkiye’nin AB’ye katılım sürecini

sınırlandırdığını, hızlandırdığını ya da sürece zarar verdiğini söylemek

mümkündür.195

Siyasi partilerin AB’ye bakışlarının sürece etkileri yanında, söylemlerinde

AB konusunu nasıl kullandıklarına bakıldığında, Türkiye’ye adaylık statüsü

verilmesinden sonra siyasi parti söylemlerinde AB üyeliği konusunun

görünürlüğünün arttığı görülmektedir. Bundan da önemlisi, Kopenhag kriterleri ve

diğer AB yükümlülüklerini yerine getirmenin siyasi olarak oldukça maliyetli olması

siyasi partiler arasındaki ayrışmaları arttırmıştır. Bu durum bazı politikacılar yanında

medyanın AB isteklerini Türkiye’nin ev ödevleri şeklinde sunarak karşıtlığı

derinleştirmelerine neden olmuş ve reformların olumsuz sonuçlarından AB sorumlu

tutularak, konunun siyasileştirilmesi sağlanmıştır.196

Kimi yaklaşımlara göre; Türkiye’nin Avrupalılaşma sürecinin devam

edebilmesi için ana siyasi partilerin, radikal partilerin söylemlerini kullanarak onlarla

rekabet etmemeleri gerekmektedir. MHP ve Demokratik Toplum Partisi’nin

milliyetçi söylemleri kullandığı bir ortamda Kıbrıs ve Kürt sorunları konusunda 194 Ibid.,s.34-37. 195Avcı, op.cit.,s.194 -214. 196 Ibid.,s.197.

109

atılacak adımların tek bir partinin üstlenebileceğinden fazla (toplumsal) maliyet

içermesi, iktidar partisi AKP ile ana muhalefet partisi CHP’nin uzlaşmasını

gerektirmektedir.197

Neticede, Türk siyasi partilerinin Üçüncü Bölümde söylem Avrupalılaşması

kapsamında değerlendirileceği üzere AB konusundaki söylemleri sıklıkla

kullandıkları ancak, siyasi irade eksikliği nedeniyle konjonktüre göre davrandıkları

belirtilmelidir.

4. AB sürecinin Asker-Sivil İlişkilerine Etkisi

Öncelikle Türkiye’nin; AB tarafından diğer aday diğer ülkelerden farklı

olarak asker-sivil ilişkileri konusunda daha fazla eleştirildiği görülmektedir. Bu

konuda temel eleştiriler; Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK), Milli Güvenlik Kurulu

(MGK) vasıtasıyla başta önemli dış politika gelişmeleri kadar iç güvenlik konusunda

da ayrıntılı düzenlemeler öngörüp kararlar alması ve siyasetteki yeri gereği hiçbir

kuruma karşı sorumlu olmayan görünümüyle, demokratik niteliği konusunda soru

işaretleri yaratmasıdır. NATO toplantılarında protokol sorunlarına neden olan

Genelkurmay Başkanlığının Başbakanlığa bağlı olması, askeri harcamaların

parlamenter denetiminin olmaması, askeriyenin başta YÖK ve RTÜK gibi devlet

kuruluşlarındaki temsilcileri aracılığıyla varlık göstermesi gibi hususlar da diğer

eleştiri noktalarıdır.

Avrupalılaşma çerçevesinde konunun incelenmesi gereken boyutu; AB’nin

koşulluluk ilkesi gereğince Türkiye için tespit ettiği eksikliklerin Türkiye tarafından

AB süreci içinde ne derece karşılandığı, bir başka deyişle AB etkisinin ne olduğudur. 197 Hakan Yılmaz, ‘Europeanization of Turkey in the Aftermath of July 2007 Elections’, http://hakan_yilmaz.blogspot.com/2008/01/europeanization_of_turkey_in_aftermath_html,12Ocak 2008. Erişim tarihi, 12/02/2009.

110

AB sürecinin Türkiye’deki asker-sivil ilişkilerini nasıl etkilediği konusunda; Türkiye

bazı gerekleri koşulluluk ilkesi gereği yerine getirmeseydi, başta 2003 yılında

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından onaylanan yasalar çıkarılabilir

miydi? sorusuna dikkat etmek gerekir.

AB; 1980’li yıların başından itibaren Türk dış politikasında da etkili bir aktör

olmaya başlayan MGK’nın yapısı ve rolüne ilişkin olarak resmi belgelerinde çeşitli

tespitler yapmıştır. Buna göre, MGK’nın yapısında sivil ağırlığın arttırılması, sivil bir

Genel Sekreterin atanması, görevinin danışma ile sınırlanması, askeri mahkemelerin

sivillerin denetimine tabi tutulması, askeri olmayan kurullardan asker temsilcilerinin

uzaklaştırılması üzerinde durulan başlıca noktalardır.

Buna karşılık Türkiye’nin reform paketleri ile bu konularda nasıl bir

düzenleme öngördüğü şu şekilde özetlenebilir. 2001 yılında 1982 Anayasasının

özellikle MGK’ya ilişkin 118. Maddesinin değişikliğinin de öngörüldüğü önemli

değişiklikler yapılmıştır. Buna göre; kurul üyeleri arasına Adalet Bakanı ve

Başbakan yardımcıları eklenerek; sivil üye sayısı arttırılmıştır. Ayrıca; MGK

kararlarının ‘Bakanlar Kurulunca öncelikle dikkate alınacağı’ şeklindeki ibare yerine

‘Bakanlar Kurulunca değerlendirilir’ şeklinde değiştirilmiştir. Bu durumda;

koşulluluk ilkesi yoluyla kullanılan AB baskısı sonucu gerçekleştirilen reform

çalışmaları sonucu; MGK içinde sivil ağırlığının arttırılmış; bu durumda sivilleşmiş

bir dış politikanın yolunu açmıştır.198

Bazı yazarlar, AB reformları ile ordunun yıllar içinde giderek artan

özerkleşme sürecinin sekteye uğradığını ifade etmektedirler. Buradaki özerkleşme

sürecini; Silahlı kuvvetlerin mali, hukuki ve siyasi denetimden muafiyeti ile Milli 198 Mustafa Aydın, Sinem A. Açıkmeşe, ‘Europeanization through EU conditionality: Understanding the new era in Turkish Foreign Policy’, Journal of Southern Europe and the Balkans, 9.3 (2007), s. 269.

111

Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) aracılığıyla devletin ve tüm toplumsal ilişkilerinin

belirleyicisi olma halini anlamak gerekir. Bu çerçevede AB’nin eksiklik olarak tespit

ettiği noktalar; 2001 ve 2003 yılında Türkiye’nin AB koşullarını gerçekleştirmek

üzere hazırladığı ve kabul ettiği reform paketleri ile TSK’nın gücünü ve vesayetini

zayıflatma ve sistemi sivilleştirme şeklinde karşımıza çıkmıştır.199

Reformların önemi yadsınamaz ise de; gelişmenin asker-sivil dengelerinin

fiili durumunu değiştirmediği yönünde görüşler de vardır. Zira kurulda oy sayısından

çok dengelerin esas olduğu ve askeri siyasi kararlara dâhil eden yapının esas olarak

değişmediği ve bunun da ötesinde; Anayasa değişikliği sonrası alınan MGK

kararlarının gerek AB gerekse Kıbrıs konularında içerik ve üslup açısından önceki

kararlarından farklılaşmadığı düşünülmektedir.200

2001 yılında çıkartılan uyum paketinden sonra, 2003 yılında TBMM

tarafından onaylanan 7. reform paketiyle; MGK yapı ve işleyiş biçimini revize eden

reformlar öngörülmüştür. Buna göre; MGK Genel Sekreterinin atama koşullarında

değişiklik yapılmış ve Genel Sekreterin siviller arasından da tayin edilebilmesinin

yolu açılarak, atama usullerine ilişkin yetki Genelkurmay Başkanlığından alınarak

Başbakanlığa verilmiştir. Kurulun toplantılarının iki ayda bir gerçekleştirilmesi ve en

önemlisi de kurul ve genel sekreterin yetkileri sınırlandırılmıştır. Kurulun istişari

nitelik kazanmasının yanı sıra; Kurul Genel Sekreterinin de MGK kararlarının

uygulanmasını takip ve yönlendirmeyi içeren yetkilerine son verilmiştir. Bunun

yanında; mali denetim konusunda yeni bir düzenleme de uyum paketinin içeriğine

dâhil edilmiştir. Buna göre; Sayıştay’ın denetime tabi olmayan kurumları

denetlenebilmesine olanak sağlayan bir düzenleme getirilmiştir. Bunun dışında yine 199Ali Bayramoğlu, “Asker ve Siyaset”, Bir Zümre, Bir Parti, Türkiye’de Ordu, ed: Ahmet İnsel, Ali Bayramoğlu, Birikim Yayınları, İstanbul, 2004,s. 105–106. 200 Ibid..s. 107–108.

112

7. Uyum paketi düzenlemeleri arasında; sivillerin askeri mahkemelerde

yargılanmasına son veren değişiklik yer almaktadır.

Siyasette askerin rolünün fazla olduğu bir geleneğe sahip bir ülke olan

Türkiye’nin gerekli reformları gerçekleştirmediği takdirde, AB üyeliğinin tehlikeye

girebileceği yönünde yaklaşımlar vardır. Bu çerçevede Türk dış politikasının

kurumsal boyutunda gerçekleştirilen sözkonusu düzenlemelerde, AB koşulluluk

ilkesinin son derece etkin olduğu görülmektedir. Buna rağmen askerlerin dış politika

konusunda görüş beyan etmelerine sıkça rastlanmaktadır.201

Gerçekleştirilen tüm bu düzenlemelerle TSK icra/yürütme yetkilerini

kaybetse de; 2945 sayılı MGK Kanununun 2. Maddesinde zikredilen muğlâk milli

güvenlik tanımının mevcudiyetini koruması nedeniyle, ayırım eksenini siyasi

iktidar/devlet iktidarı bulan ve siyaset alanını daraltarak devlet iktidarını genişleten

simgeleyen askerin varlığının; esas model olarak varlığını sürdürdüğü yönünde

görüşler vardır.202 Bu görüşler, salt kurumsal değişikliklerle başka bir deyişle,

ordunun salt kurumsal fonksiyonlarının reforme edilmesiyle, asıl güç ilişkileri

kırılmadan AB reformlarının amacına ulaşılamayacağının altını çizmektedir.203

Mali denetim hususunda da; ordunun elindeki devlet mallarının

denetlenmesinin gizli olacağı yönündeki düzenleme ile radikal bir değişiklik

getirilmemiştir. Sayıştay’ın askeri mal ve harcamalar üzerindeki denetimi

kendiliğinden ve sürekli hale getirilmeyerek kalıcı nitelikte bir değişiklik

oluşturulamamıştır.204

201 Aydın, Açıkmeşe, op.cit., s. 270. 202 Bayramoğlu, op.cit., s, 111–113 ilgili maddede geçen milli güvenlik tanımı; “devletin anayasal düzeninin, milli varlığı ve menfaatlerinin türlü dış ve iç tehditlere karşı korunması” şeklindedir. 203 Ümit Cizre, 'Problems of Democratic Governance of Civil-Military Relations in Turkey and the European Union Enlargement Zone’, European Journal of Political Research, No:43, 2004, s. 107–125. 204 Bayramoğlu, op.cit.,s. 114–116.

113

1997 yılında görüldüğü gibi ordu artık doğrudan müdahalelerden

kaçınmaktadır. Bu bağlamda; AB süreci Türkiye’de herne kadar asker-sivil

ilişkilerinin demokratikleşmesine katkıda bulunsa da; reformlara rağmen; en azından

uzun bir süre için askerin politikadaki rolünün devam edeceğine ilişkin görüşler

vardır. Türkiye’de ordunun Soğuk Savaş sonrası genel trende uygun olarak sivil

işlere kayan post modern ordu görünümüne geldiğini söylemek mümkün değildir.205

Yakın gelecekte de askerin özellikle bazı hassas alanlarda etkisini sürdüreceğine

ilişkin görüşün başlıca nedeni, Türk siyasi ve toplumsal kültürünün askere bakışında

yatmaktadır.

Geleneksel olarak Türk toplumunda TSK’nın görevinin, gerek laik

cumhuriyetin korunması, gerekse toplumdaki İslami etkilerin dengelenmesi olduğu

düşünülmektedir. Cumhuriyeti kuran kesim olan askerlerin temel amacı;

Cumhuriyetin korunması ve bu doğrultuda laiklik ve birlik beraberliğin

sağlanmasıdır. Türk toplumu kendini asker-millet olarak tanımlayarak, toplumsal

olarak askere olan saygın bakışını günlük yaşantısındaki ritüellerle de

sürdürmektedir. Bu çerçevede TSK siyasal sistem içindeki konumunu toplumsal

meşruiyetini sağlayarak, başka bir deyişle toplumsal düzeyde sağladığı destekle

pekiştirmiştir ve toplumda en çok güven duyulan kurumdur.206 Bu yaklaşımda

TSK’nın kendisini siyaseten ve toplumsal olarak koyduğu yerin büyük etkisi vardır.

TSK sadece askeri işlerle değil, iç ve dış politika ile yakından ilgili ve bu çerçevede

iç ve dış politikaya ilişkin kararların alınma ve uygulanma safhasında hayli aktif

olması gerektiği düşünülen bir kurumdur. Ordunun Kurtuluş savaşı sırasında

205 Aylin Güney, Petek Karatekelioğlu, ‘Turkey’s EU Candidacy and Civil-Military Relations: Challenges and Prospects’, Armed Forces and Society, Vol: 31, No:3, Spring 2005, s. 439-462. 206 Tanel Demirel, ‘Türk Silahlı Kuvvetlerinin Toplumsal Meşruiyeti Üzerine’, İnsel ve Bayramoğlu, op.cit.,s. 345–381.

114

üstlendiği ‘etkin ve kaçınılmaz rol’, savaş yılları ile sınırlı kalmayarak, günümüze

dek sürmüştür. Bu çerçevede; askeri otorite ‘fiili referansını savaş ve iktidar

mücadelesi koşullarından’, ‘fikri referansını ise Kemalizmin topluma ve siyasete

bakışı’ üzerine kurmuştur.207 Bu model; bir süreç haline dönüşerek Cumhuriyetin

kuruluşundan beri sürdürdüğü Ordunun kendi içinde “merkezileşmesi” ve devlet

mekanizması içindeki “özerkleşmesi”208 hareketleriyle pekişmiştir. Özellikle

özerkleşme; ordunun bu rolü ‘iç ve dış siyasetteki belirleyici rolünden ve bu rolü

aracı bir siyasi kurum olmadan doğrudan oynayabilmesinden beslenir’ ve ordunun

mali hukuki ve siyasi denetimden muaf halini gösterir. 209

TSK’nın Türk siyasetindeki etkin ve belirleyici rolünün tarihi ve kültürel

nedenleri yanında; sivil unsurların etkisizliği gibi nedenleri de vardır. Türkiye’de

milliyetçi sağ ile merkez sağ ve sol, TSK ile statünün korunması hususunda paralel

hareket etmektedir. Sivil siyaset unsurları, hareket alanlarını belirlerken ordu

faktörünü sıklıkla dikkate almak durumundadırlar. ‘Hiçbir siyasal grup TSK’nın

devletin bekasını koruma gerekçesiyle hâkim ideolojiyi yeniden tanımlayarak

iktidara müdahale yeteneğini bertaraf edebilmiş değildir.’210

Bazı yazarlara göre, ordunun siyasetteki etkisini sürdürmede en önemli aracı

olan MGK ile artık milli savunma anlayışından milli güvenlik anlayışına

geçilmiştir.211 Devletin milli güvenlik siyasetinin tayin, tespit ve uygulaması

biçiminde ifade edilebilecek MGK’nın görevleri ve iç ve dış siyaseti kapsayan milli

güvenlik anlayışı; beş yılda bir yenilenen MGSB ile ortaya konmaktadır. MGK

207 Bayramoğlu, op.cit.,s. 59-118. 208 Özerklik ifadesini orduyu paralel iktidar odağı anlamında kullanan bir başka yazar: Ümit Cizre, ‘Egemen İdeoloji ve Türk Silahlı Kuvvetleri, Kavramsal ve İlişkisel Bir Analiz’, İnsel ve Bayramoğlu, op.cit, s. 135–139. 209 Bayramoğlu, op.cit.,s. 59-118. 210 Cizre, ‘Egemen İdeoloji ve Türk Silahlı Kuvvetleri, Kavramsal ve İlişkisel Bir Analiz’,s. 144–146. 211 Bayramoğlu, op.cit., s. 78.

115

tarafından hazırlanan MGSB’de temel tehditlerin bölücü ve irticai faliyetler/siyasal

islam olduğu görülmektedir. 1997 yılındaki belgede; Türkiye’nin AB üyelik

hedefinin korunması gereğinin de altı çizilmektedir.212 Bu durum Üçüncü Bölümde

söylem Avrupalılaşması örneğinde incelenmektedir.

Cizre’ye göre; Soğuk Savaş döneminde TSK’nın siyasetteki etkin yeri, bu

dönemde ABD’nin öngördüğü milli güvenlik devleti modeli gereğinin sonucudur.

Ancak Soğuk Savaş sonrası dönemde; savaş tehdidinin azalmasıyla birlikte tüm

dünyada ordular bir meşruiyet ve varoluş krizine girmiş ve orduların demokratik

denetimi ön plana çıkmışken; Türkiye’de ordu; Soğuk Savaş sonrası dönemde de;

‘devletin bekasına dayalı Soğuk Savaş korkularına dayalı bir güvenlik anlayışından

daha sivil ve barışçıl bir gündeme kaydıramamaktadır.’213 Bu görüşün uzantısı;

TSK’nın abartılı tehdit tanımlaması yaptığı ve jeostratejiye atfedilen önem ile

realpolitik’e dayalı bir yaklaşım sergilediğidir.214 TSK’nın iç ve dış tehdit tanımlama

hareketlerini kendi özerkliğini genişletme yolu ve nedeni olarak gören yazarlar

vardır.215

TSK’nın AB konusuna bakışına bakıldığında farklı görüşlerin varolduğu

görülmektedir.

Türk siyasi hayatında 1960, 1971, 1982 ve 1997 yılında doğrudan ve dolaylı

müdahalelerle hayli etkin olan TSK’nın AB ile ilişkilerde başlıca açmazı; Batılılaşma

yanlısı olarak temelde AB’ye üyelik konusuna destek vermesi, ancak AB’nin TSK

için öngördüğü düzenlemelerle siyasetteki etkisinin azalması tehlikesiyle karşı

212 Ibid.,s. 89-90. 213 Cizre, ‘Egemen İdeoloji ve Türk Silahlı Kuvvetleri, Kavramsal ve İlişkisel Bir Analiz’s, 139. 214 İlhan Uzgel, ‘Ordu Dış Politikanın Neresinde’, İnsel ve Bayramoğlu, op.cit., s. 319–326. 215 Cizre, ‘‘Egemen İdeoloji ve Türk Silahlı Kuvvetleri, Kavramsal ve İlişkisel Bir Analiz’, s. 158.

116

karşıya kalmasıdır. Buna rağmen ordu, AB üyeliğini destekleyen halkın gözünde

meşruiyetini kaybetmemek için, AB reformlarına doğrudan karşı çıkmamaktadır.216

Bazı yazarlara göre ise TSK, iç ve dış tehdit tanımlamalarına giderek “öteki”

yaratmakta ve Cumhuriyetin bekçisi rolünü sözkonusu tehditler ve ötekiler üzerinden

yeniden üretmektedir. AB’nin Türkiye’de ordu için yaptığı eleştiriler çerçevesinde

gerçekleştirilen reformlar ise TSK tarafından ancak “kontrol edilebildiği” ölçüde

olumlu karşılanmakta ve aslında AB tarafından istenen değişikliklerinin oldukça

radikal olan yönü layıkıyla değerlendirilememektedir. Buna ek olarak, AB tarafından

eleştirilen noktalar, TSK tarafından Türkiye’nin özel coğrafi konumunun etkisi ve

irtica ve Kürt milliyetçiliği gibi iç tehditler nedeniyle insan hakları ihlalleri ve

demokrasi konusunda bazı eksiklikler yaşanabileceği şeklinde argümanlarla

karşılanmaktadır.217

Bu görüşe paralel olarak; TSK’nın milli dava olarak kabul ettiği, hayati ve

ulusal çıkarların olduğu düşünülen Kıbrıs, Ege Sorunları, NATO ve AGSP ilişkileri,

Irak’ın Kuzeyi ve Kürt sorunu yanında İsrail ile ilişkiler gibi konularda temel karar

alıcı merci olduğu ve bu alanlarda Türkiye’deki diğer dış politika aktörlerine oranla

oldukça baskın şekilde faaliyet gösterdiği, bu durumun kamuoyu ve siyasi iktidarlar

tarafından da meşru kabul edilerek sorgulanmadığı yönünde görüşler de vardır. Buna

göre; TSK, yukarıda bahsedilen iç politikadaki etkinliğini, dış politikada tercihlerinin

belirlenmesinde kullanmış, dış politikada milli dava addettiği konulardaki

hâkimiyetini ise iç politikadaki etkinliğini pekiştirmek için kullanmıştır.218

216 Ayşe Aslıhan Çelenk, ‘The Restructuring of Turkey’s Policy Toward Cyprus: The Justice and Development Party’s Struggle For Power’, Turkish Studies, Vol: 8, no. 3, September 2007, s. 357. 217 Cizre, ‘Egemen İdeoloji ve Türk Silahlı Kuvvetleri, Kavramsal ve İlişkisel Bir Analiz’,s. 151–157. 218 Uzgel, op.cit.,s. 312-314

117

Başka bir görüşe göre ise; ordu, ‘özelde kendi kurumsal bütünlüğüne, genelde

de Türkiye’nin bütünlüğüne zarar vermediği sürece’ Türkiye’nin karşı karşıya

kaldığı iç tehditlerden siyasal İslam ve Kürt milliyetçiliği gibi sorunlar yanında

ekonomik sorunlarla mücadele etme konusunda AB reformlarını desteklemeyi

sürdürecektir. AB Türkiye’nin üyeliği için güvenilir bir yaklaşım sergilemezse,

reformların gerçekleşmesi ile sağlanan asker-sivil uzlaşması önünde bizatihi AB’nin

kendisi engel teşkil edebilecektir.219 Bunun yanında, Yunanistan ile ilişkiler ve PKK

ile mücadelede alınacak tedbirlerin niteliği gibi konulardaki ilerlemenin; TSK’nın

desteği olmaksızın gerçekleşemeyeceği yönünde görüşler de vardır. Buna göre;

TSK; 1997 yılı MGSB’de zikredilen Siyasal İslam ve Kürt Milliyetçiliği gibi

tehditler yanında ekonomik zorluklar, Irak ve AGSP konularındaki endişelerin

bertaraf edilmesinde AB reformlarını en etkili araç olarak görmektedir. Bu görüşe

göre; AB, PKK ile mücadelede askeri değil sivil tedbirlerin öncülüğünü benimsediği

ve Türkiye’ye de bu çerçevede askerlerin değil sivillerin çözüm için çalışmalarını

salık verdiği için, sözkonusu mücadelede sivillerin varacağı mutabakat, ordunun

terörle mücadelede hayatını kaybedenleri gözardı etmeksizin reformları da

desteklemesini sağlayacaktır. Ordunun AB ile ilişkilerde bir kâr-zarar hesabıyla

Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı tehditlerle tek başına mücadele etmenin daha

maliyetli olacağı sonucuna vardığı yönünde görüşler vardır. Ancak ucu açık

müzakere tarihi verilmesi ve tam üyelik hedefi garantilenmeden birçok riskle karşı

karşıya kalınması konusunda ordunun reformlarla ilgili çekinceleri belirebilir.220

Geniş bir bakış açısıyla ise; asker-sivil ilişkilerinin AB sürecinden

etkilenmesi konusu, güvenlik söyleminin küreselleşmenin etkisi nedeniyledir. 219 Ersel Aydınlı, Nihat Ali Özcan, Doğan Akyaz, ‘The Turkish Military’s March Towards Europe’, Foreign Affairs, vol:85, no:1January-February 2006. 220 Ibid.

118

Küreselleşme; içinde medya, iş dünyası, kadın hareketleri, Sivil Toplum Kuruluşları

(STK) yer aldığı sivil aktörlerin politika yapımına katılımını sağladığı gibi, ulus-altı

ve yerel hareketlerle işbirliğini teşvik etmekte ve böylece kültürel çoğulculuk gibi

etkileşimleri de beslemektedir. 1999’dan beri Türkiye’nin STK’larla etkileşimi ve

özellikle sığınmacılarla ilgili politikasını yumuşatması da güvenliğin

küreselleşmesinin işaretleri olarak kabul edilmektedir. Bu durumda geleneksel Türk

güvenlik söylemini zorlayan nedenlerin küreselleşen güvenlik nedeniyle

gerçekleştiği, bu durumun da AB reformlarını hızlandırdığını yönünde yaklaşımlar

vardır.221

Burada vurgulanması gereken husus; tezin amacının, asker-sivil ilişkileri

bakımından mevcut durumun veri olarak kabul edilip, sorgulanmaması ya da

sorgulanması değil; Avrupalılaşmanın sözkonusu duruma etkisini tartışmaktır. Bu

durumda; asker-sivil ilişkilerinin Avrupalılaşma çerçevesinden incelenmesinde;

koşulluluk ilkesinin uygulanması sonucu gerçekleştirilen reformlar ile sağlanan

değişimlerin, görünürde değil, özde olmasının zaman alacağı anlaşılmaktadır. Bu

durumda AB reformların kurumsal yapıda görünürde bir değişiklik yaptığını ancak

yapısal bir değişikliğin sağlanmadığını söylemek mümkündür.

5. Sivil Toplum ve Kamuoyunun AB’ye Bakışı

Küreselleşme etkisi yanında AB’nin kendine has yönetsel yapısı da

Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde aday ülkelerde sivil toplumun politika

yapımına katılmasına teşvik etmektedir. Sivil toplumun göreli olarak dışa kapalı bir

221 Pınar Bilgin, ‘Turkey’s Changing Security Discourses: The Challenge of Globalisation’, European Journal of Political Research, No:44, 2005, s. 175–182. Bilgin, makalede Avrupalılaşma terimini kullanmamakta ancak Küreselleşme ve AB’nin etkisi ile gerçekleşen reformları bir başka deyişle Avrupalılaşmayı aynı anlamda kullanmaktadır.

119

alan olan dış politika alanında etkin olmaya başlaması da bu yapının etkileri

bağlamında incelenebilir.

AB, “çok katmanlı yönetişim”222 olarak adlandırılan; yetkinin, ulusal ve

bölgesel düzeyde kullanılmasına olanak veren kendine has bir yönetim ağı

oluşturmuştur. Bu ağ, bölgesel düzeyde etkin olan kademelerinin de yönetime

katılmalarını teşvik ettiğinden doğası itibariyle sivil topluma açık bir sistemdir.

Bunun da ötesinde AB karar alma sistemi çerçevesinde, AB Komisyonunun önerdiği

mevzuatın, Konsey ve Parlamentonun onayı ile yasalaşmasının ardından, Komisyon

yasaları yerel düzeyde uygulayabilmek için “komitoloji” olarak adlandırılan sistemi

kullanmaktadır. Komitoloji, yerel düzeyde sivil toplum kuruluşları temsilcileri ve

ilgili uzmanlardan oluşan ve yasal boşlukların ilgili uzmanlarca doldurulması yoluyla

işleyen bir sistemdir. Bu çerçevede mevzuat uygulanması aşamasında da sivil

toplumun etkin katılımı olmaktadır.

Sivil toplumun politika yapımına aktif katılımına olanak sağlayan bir başka

mekanizma ise AB bünyesinde kurulmuş olan ve karar verme mekanizmasında

danışma anlamında önemli roller üstlenmiş olan “Ekonomik ve Sosyal Komite”dir.

Komite, AB üyesi olmayan ülkelerdeki sivil toplum kuruluşlarıyla bağlar kurmak ve

politika yapımına ilgili sivil toplum örgütlerinin katılımını teşvik gibi amaçlara

haizdir.223 Nitekim Türkiye de uyumlaştırma çalışmaları kapsamında DPT

bünyesinde Ekonomik ve Sosyal Konsey’i kurulmuştur.

AB’de sivil toplumun (dış) politikaya katılımına olanak sağlayan resmi

kanallar dışında gayri-resmi kanallar da sıklıkla kullanılmaktadır. AB’nin başkenti

222 Bu kavram “Multi-Level Governance” olarak adlandırılmaktadır. 223 Ekonomik ve Soysal Komite ile ilgili ayrıntılı bilgi için. Bkz: The EESC: a Bridge between Europe and Organized Civil Society, http://www.eesc.europe.eu/documents/publications7pdf/booklets/EESC–2007–002-EN.pdf.

120

Brüksel, AB Komisyonu ve Parlamentosu nezdinde lobi yapmak üzere pek çok lobi

kuruluşuna ev sahipliği yapmaktadır. Esas itibariyle AB sistemi, lobiciliğe ciddi

anlamda açık bir sistemdir.224

Ayrıca, AB’nin Anayasa referandumları sırasında doruk noktasına ulaşan

ancak çok daha önce hissedilmeye başlanan “meşruiyet” sorunlarını bertaraf

edebilmek için sivil toplumun katılımını sağladığı ve Avrupalılaşma kavramı

çerçevesinde aday ülkelerde teşvik ettiği de bilinmektedir.

Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde AB’nin neo-korporatist yapısı ve

sözkonusu yapıyı aday ülkelerde de görmek istemesi,225 sivil toplumun (dış)

politikaya katılması için temel çerçeveyi oluşturmaktadır. Sivil toplumun özellikle

dış politika alanına katılımı konusu, AB’nin yapısından kaynaklanan ve yumuşak güç

özellikleri nedeniyle vurgu yaptığı ekonomik ve siyasi kriterler, başka bir deyişle

Kopenhag kriterlerinin uygulanması nedeniyle mümkün olabilmektedir.

Türk dış politikasına sivil toplumun katılımının Soğuk Savaş sonrası

dönemde ve AB adaylık süresince yoğunlaştığı yönündeki tespitin, yukarıda

açıklanan dışsal nedenleri yanında, iç nedenleri de vardır. Nitekim Türkiye’de büyük

iş çevreleri, sendikalar ve diğer sivil toplum kuruluşları, Gümrük Birliği sürecinin

başlamasıyla birlikte, başka bir deyişle AB sürecinin etkilerini hissetmeye

başladıkları andan itibaren sürece dâhil olmanın yollarını aramaya başlamışlardır.226

224 AB’de lobicilikle ilgili bkz: Rinus van Schendelen, Machiavelli in Brussels, The Art of Lobbying in the EU, Amsterdam University Pres, Amsterdam, 2002, s. 131–151. 225 Erhan Doğan, ‘Sendikalar ve Türkiye’nin Avrupa Birliği Siyaseti (Trade Union Confederations and Turkey’s EU Policies)’, Akdeniz İ.İ.B.F Dergisi, (6), 2003, s. 19–43. 226Ibid.,s. 20.

121

a. TÜSİAD, İKV, Sendikalar vd. ve AB

Türkiye’de sivil toplum içinde, başta büyük iş çevrelerini temsil eden Türkiye

Sanayiciler ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) olmak üzere İktisadi Kalkınma Vakfı

(İKV) ve sendikaların giderek artan biçimde seslerini duyurmaya başladıkları açıktır.

Sözkonusu kuruluşlar içinde belki de en etkin olanı sahip olduğu ekonomik

kaynaklar nedeniyle TÜSİAD’dır. TÜSİAD, salt ekonomik değil, giderek artan

biçimde siyasi konulardaki görüşlerini de ifade etmektedir. İKV ile birlikte

Brüksel’de temsilciliği olan TÜSİAD, kritik zamanlarda AB bürokratlarını ziyaret

edip, çeşitli rapor, kitap ve broşürler hazırlayarak, Türkiye AB ilişkilerinde etkisini

göstermektedir. Ayrıca, Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) ile birlikte

AB özel sektörünün temsilcisi olan Union of Industrial and Employer’s Association

(UNICE) üyesidir.

Ancak, iş dünyası içinde AB’ye karşı homojen bir yaklaşım

bulunmamaktadır. TÜSİAD; AB taraftarı iken, Türkiye Türkiye Odalar ve Borsalar

Birliği (TOBB) AB’ye karşı daha şüpheci bir tavır içindedir.

İşçi ve İşveren örgütlerinin süreç içindeki yeri de bu bağlamda incelenmesi

gereken bir diğer konudur. Türkiye AB ilişkilerinin gelişmeye başladığı 1980’li

yıllardan itibaren, sürecin etkilerini hissetmeye başlayan işçi ve işveren örgütleri,

AB’yi ülkenin yapısal sorunlarını aşabilmek için bir alternatif olarak görmeye

başlamışlardır.227

Ancak bu yıllarda işçi sendikalarının AT’ye olan ilgisi ideolojik eğilimlerin

ağır basması ve gündem sıralarının altında yer alması düzeyinde idi. 1987 yılında

tam üyelik başvrusunun gerçekleştirilmesi ve 1995 yılındaki Gümrük Birliği kararı

ile sendikaların AB konusuna ilgisi artmıştır. Bu durum kendisini Devrimci İşçi 227 Ibid. Idem.

122

Sendikaları Konfederasyonu (Disk), Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-

İş), Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Hak-İş) ve Kamu Emekçileri

Konfederasyonu’nun (Kesk) farklı tarihlerde Avrupa Sendikalar Konfederasyonu

(European Trade Unions Confederation-ETUC) üyesi olmaları ve Disk’in Brüksel

temsilciliği açmasıyla da göstermiştir. Sendikaların AB’nin muadil kuruluşlarında

yer almaları, konu ile ilgili politika üretme sürecini de hızlandırmıştır. Bu durum

1997 yılında gerçekleştirilen Lüksemburg Zirvesinde Türkiye’nin aday ülkeler

arasında sayılmadığı dönemde kesintiye uğramamış, aksine hızlanmıştır.228

Türkiye’nin üç büyük sendika konfederasyonu Disk, Hak-iş ve Türk-iş’in AB

ile ilişkilerine bakıldığında; Disk ve Hak-İş’in Türkiye’nin AB üyeliğini

desteklediklerini, muadil AB kuruluşlarına aktif ve istekli olarak katıldıkları

görülmektedir. Türk-İş ise prensipte desteklemesine rağmen, AB üyeliği konusunda

oldukça eleştirel bir tavır takınmakta ve bu eleştirel tutumunu sendikal hakların

ötesinde temel dış politika konularını esas alarak temellendirmektedir. Her üç

sendikanın da AB konusundaki sürecin gelişmesine bağlı olarak faaliyetlerini

arttırdıklarını ancak Türk siyasetinde azalan güçleri nedeniyle etkilerinin sınırlı

olduğunu söylemek mümkündür.229

Sivil toplum tanımı kapsamına gören ve AB konusunda faaliyet gösteren

aralarında Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) gibi vakıf ve

Dernekler230 bulunmaktadır. Son yıllarda sayıları gittikçe artan düşünce

kuruluşlarının da AB’ye ilişkin masalar kurdukları ve yayın faaliyetinde bulundukları

bilinmektedir. Medya ise AB destekçisi ya da karşıtı olarak daha keskin bir ayırıma

tabi tutulmaktadır. 228 Ibid., s. 20-25. 229 Ibid., s. 29-41. 230 Örneğin Türkiye Avrupa Birliği Derneği.

123

Büyük iş çevreleri, işçi örgütlenmeleri ve diğer sivil toplum kuruluşları

yanında üniversitelerin Uluslararası ilişkiler bölümlerine AB ile ilgili derslerin

koyulmasının yanı sıra, başta Ankara Üniversitesi bünyesinde Avrupa Toplulukları

Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM) olmak üzere Üniversitelerde Araştırma

Merkezleri ve kürsüler231 oluşturulmuştur.232 İlgili merkezler AB’ye ilişkin yüksek

lisans ve doktora programları yanında, kısa dönemli kurslar233 da düzenlenmektedir.

Akademik çevrenin konuya ilgi göstermesinin ve ilgili kuruluş ve yetiştirilen öğrenci

sayısındaki artışın Avrupalılaşmanın kurumsal boyuttaki göstergelerini oluşturduğu

açıktır.

Sivil toplum kuruluşlarının Türk (dış) politikasında ne derece dikkate

alındığına bakıldığında, hükümetlerin kendileriyle paralel politikalar izledikleri

sürece sözkonusu kuruluşların görüşlerine itibar ettikleri görülmektedir.234 Bu

durumda, Türk dış politikasının geleneksel devlet merkezli yaklaşımında ciddi bir

değişiklik olmadığı söylemek mümkündür. Bu durum özellikle Türkiye’nin AB’ye

aday ülkeler arasında sayılmadığı Lüksemburg Zirvesi ile 1999 yılında resmi olarak

aday ülke ilan edildiği Helsinki Zirvesi sırasında belirgindir. Lüksemburg Zirvesi

sonrası Türkiye, AB ile siyasi ilişkileri askıya almış, TÜSİAD gibi önemli sivil

toplum kuruluşlarının AB nezdindeki faaliyetlerine aralıksız devam etmişler ve

Türkiye’yi AB süreci içinde tutmaya çalışmışlardır.

231 Üniversitelerin Jean Monnet kürsüleri buna örnektir. 232 Bahçeşehir Üniversitesi Brüksel’de irtibat merkezi açan ilk Türk Üniversitesi olmuştur. http://www.abhaber.com/haber.php?id=11496, erişim tarihi: 12/02/2008. 233AB bütünleşmesinin tarihsel boyutu ve Türkiye-AB ilişkileri yanında, çeşitli AB ortak politikalarına ilişkin uzmanlık kursları ve AB fonlarından faydalanabilmek için Proje hazırlama kursları da bu kapsamda değerlendirilmelidir. 234 Erhan Doğan, ‘AB Katılım Süreci, Neo-Korporatizm ve Türk Siyasetindeki Korporatist Kalıntılar’ Sivil Toplum ve Dış Politika, Yeni Sorunlar, Yeni Aktörler, ed: Semra Cerit Mazlum, Erhan Doğan, Bağlam Yayınları, İstanbul, 2006, s. 49–50.

124

Şayet sivil toplumun dış politikaya katılımını Avrupalılaşma kavramı

çerçevesinde inceleyeceksek, AB’nin Türkiye’ye olan etkisinin yine sınırlı kaldığı ve

gelişmelerin esas itibariyle Türkiye’nin iç siyasi gelişmeleri izin verdiği ölçüde tesis

edildiği tespitini yapmak mümkün gözükmektedir. Zira geleneksel olarak Türk

hükümetleri zaten AB taraftarıdır ve büyük ölçüde AB taraftarı olan sivil toplum

kuruluşları ile aynı safta yer almaktadırlar.235 Bu durumda devlet ve sivil toplum

kuruluşları arasındaki doğal gerilim AB konusunda yaşanmamaktadır. Her ne kadar

sivil toplumun görüşleri müzakere pozisyonları hazırlanırken dikkate alınsa da; bu

durum AB ile müzakereyi gerçekleştiren temel muattabın Türk hükümeti olduğu

gerçeğini değiştirmemektedir. Bu çerçevede aslında sözkonusu sivil toplum

kuruluşlarının Türkiye-AB ilişkilerinde resmi politikaya alternatif değil, onları

tamamlayıcı rol üstlendiğini söylemek mümkündür.

b. Türk Kamuoyu ve AB

Kamuoyunun etkisi ise sivil toplumun dış politikaya katılımından daha etkili

bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Kamuoyunun desteğinin Avrupalılaşmanın

göstergelerinden biri olarak kabul edilmesinin yanı sıra, belirli uluslararası olaylarda

etkili olduğu açıktır.

Nisan-Mayıs 2007 tarihinde gerçekleştirilen araştırma sonucu elde edilen ve

AB Komisyonu tarafından yayınlanan Eurobarometre Türkiye Ulusal Raporu

235 Devlet ile sivil toplum arasında AB konusundaki uzlaşmanın bir diğer nedeni, Türkiye’de büyük iş çevrelerinin kapitalizmi Batılı meslektaşlarına göre daha geç benimsemelerinin yanında, Osmanlıdan gelen bir gelenekle ticaretle uğraşmanın meşruiyetini sağlamak için devlet ve toplumla daha barışık olmalarıdır. Büyük iş çevreleri 1980 sonrası siyasette güçlense de, halen devletin ekonomi ve siyasetteki ağırlığının sürdüğü belirtilebilir.(Ayşe Buğra, Devlet ve İşadamları, İletişim Yayınları, 4. baskı, İstanbul, 2005,s. 16–18 ve 204–205).

125

sonuçlarına göre;236 Türk kamuoyunun AB üyeliğine desteği %52 olarak

belirlenmiştir. Ancak AB’ye duyulan güven konusunda olumlu görüş belirtenler,

%38’lik bir oranla Türkiye’nin AB üyesi ülkeler arasında alt sıralarda yer aldığını

göstermektedir.

Lauren M. McLaren’a göre; Avrupa bütünleşmesine yönelik kamu desteğine

ilişkin olarak yapılan birçok çalışma, bireylerin rasyonel fayda-maliyet

hesaplamalarını incelemektedir. Oysaki bu çalışmaların dikkate almadığı ve AB’ye

kamuoyu desteğini belirleyen en önemli faktörlerden birisi ulusal bağlılıklardan

kaynaklanan farklı kültürlere yönelik antipati/sempati derecesi, bir başka deyişle

algılanan kültürel tehdit düzeyidir. Bu durumda kamuoyu AB’ye destek düzeyi

fayda-maliyet analizinden ziyade kültürel algılamalardan kaynaklanmaktadır.237

Ancak AB bütünleşmesi konusunda yeterli bilgiye sahip olmayan kamuoyunun,

vekiller aracılığı ile destek düzeyini belirlediği de bilinmektedir. Bu vekiller,

genellikle halkın hakkında bilgi sahibi olduğu ve güvendiği hükümetler olabilir.238

Hükümetlerin yukarıda incelenen AB’ye yaklaşımları yanında, kamuoyu

davranışlarını yönlendiren kanaat önderlerinin yaklaşımlarını değerlendirmek

gerekir.

Siyasi olmayan Türk seçkinlerinin (yazar burada iş/sanayiciler, gazeteciler,

akademik ve bürokratik kesimi incelemiştir) AB’ye yaklaşımının incelendiği bir

çalışmada, Türkiye’nin AB ile ilişkilerindeki sorunlu alanlar konusunda Türk

seçkinleri ile AB resmi belgelerinde belirtilen noktalar arasında görüş farkı olduğu

236 Eurobarometer 67, Public Opinion in the European Union, First Results, Fieldwork: April-May 2007, Publication: June 2007, http://ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/eb67/eb_67_first_en.pdf, erişim tarihi: 2.9.2008. 237 Lauren M. McLaren, ‘Public Support for the European Union: Cost/Benefit Analysis or Perceived Cultural Threat?, The Journal of Politics;Vol:64, No:2,(May 2002),s. 551-566. 238 Ibid.,s. 553.

126

görülmektedir. Çalışmadaki bulgularda; Türk seçkinlerine göre AB Komisyonu

tarafından Türkiye için hazırlanan İlerleme Raporlarında belirtilen ekonomik

istikrarsızlık, olumsuz insan hakları sicili gibi eksikliklerden çok, ekonomik sorunlar,

siyasi istikrarsızlık, dini farklılık, nüfusun fazlalığı nedeniyle serbest dolaşım

konusunda sıkıntı yaşanması ve kültürel farklılık sorunları vurgulanmaktadır. Ayrıca

Türk seçkinlerinin Türkiye AB ilişkilerinde Kıbrıs konusuna atfettikleri önem AB

kadar değildir ve Türkiye-Yunanistan arasındaki sorunlar Türk seçkinleri tarafından

engelleyici görülmemektedir. Tüm sorunlara rağmen seçkinler AB’ye katılımın

Türkiye’ye en çok olumlu ekonomik etki yapacağını düşünmektedir ve AB’nin tüm

olumsuz değerlendirmelerine karşın AB’ye girme yanlısıdır. Seçkinler AB’nin

Türkiye’nin dini ve kültürel açıdan farklılığını hissettirmelerinden rahatsızlık

duymaktadır. Araştırmanın bir diğer önemli noktası, görüşülen seçkinlerden

hiçbirinin politikada askerin ağırlığına değinmemesi ve bu durumu Türkiye-AB

ilişkilerinde önemli bir sorun olarak görmemesidir.239

Nisan-Mayıs 2000 tarihinde TBMM üyeleri arasından siyasi partilere göre

seçilen (ANAP, DYP, DSP, FP, MHP) 61 kişilik bir örneklem grubuna yapılan bir

çalışmada da, siyasi olmayan seçkinler yanında siyasi seçkinlerin AB’ye bakışında

benzer sonuçlara ulaşmaktadır.240 Buna göre araştırmaya katılan parlamenterler

tarafından Türkiye-AB ilişkilerindeki iniş-çıkışlara ve dini ve kültürel nedenlerin

getirdiği farklılıkların sıklıkla telaffuz edilmesine rağmen, çoğunluğun yakın

gelecekte Türkiye’nin AB üyeliğine iyimser baktıkları sonucuna ulaşılmıştır.

Çalışmaya katılanlara sorulan sorular, Türkiye’nin AB’ye üyeliğine engel olabilecek

239 Lauren M. McLaren ‘Turkey’s eventual membership of the EU: Turkish elite perspectives on the issue’, Journal of Common Market Studies, March 2000, vol: 38 No: 1, s. 117–129. 240 Lauren M. McLaren ve Meltem Müftüler Baç, ‘Turkish Parliamentarians’ Perspectives On Turkey’s Relations with the European Union,’ Çarkoğlu ve Rubin, op.cit., s. 184-206.

127

temel etkenler üzerinedir. Parlamenterlerin çoğunluğu; AB’nin Türkiye için tespit

ettiği siyasi ve ekonomik eksikliklerden, demokratikleşme, insan hakları gibi siyasi

kısımları üzerine durmuşlardır. Ancak Kıbrıs konusu, AB görüşünün aksine

Türkiye’nin üyeliği için engel olarak görülmezken; siyasi partilerin gerek kendi

içlerinde, gerekse partiler arasında farklı görüşlere sahip oldukları görülmüştür. AB

resmi belgelerinde dile getirilmese de Türkiye bakımından olumsuz olduğu

düşünülen nüfus fazlalılığı konusunun ise Parlamenterler tarafından engel olarak

görülmediği belirlenmiştir. Parlamenterlerin AB üyeliğinin getireceği siyasi

avantajlara geniş yer verdikleri görülmektedir. Ancak çalışmada, AB konusunda

sahip olunan farkındalık ve bilgi düzeylerinin sınırlı olduğu saptaması yapılmıştır.

Bu iki çalışma; Türk siyasi ve siyasi olmayan seçkinlerinin Türkiye’nin AB üyeliğine

olumlu baktıklarını ve desteklediklerini ancak; üyeliğin yakın gelecekte gerçekleşip

gerçekleşmeyeceği konusunda çok iyimser olmadıklarını ortaya koymaktadır.

Araştırma bulgularında, siyasi ve siyasi olmayan seçkinlerin yaklaşımları ile

AB resmi belgelerinde Türkiye için saptanan eksikliklerin birbiriyle örtüşmediği

görülmektedir. Bu durum karşılıklı algılayış farkından kaynaklanmaktadır. AB’nin

tespit ettiği eksiklikler ile Türk seçkinlerinin Türkiye hakkında tespit ettiği

eksiklikler birbiri ile ne kadar örtüşürse, Türk seçkinlerinin o kadar Avrupalılaştığı

yönünde bir değerlendirme yanlış olmayacaktır.

B. AB Sürecinin Türk Dış Politikasına “Siyasa Düzeyinde” Etkisi

AB sürecinin Türk dış politikasına siyasa düzeyinde etkisi incelenirken;

öncelikle Soğuk Savaş sonrası Türk dış politikasının genel hatları verilecek, ardından

AB ile Türk dış politikası ile ilişkilere değinilecektir. AB ile ilişkilerde özellikle dış

128

politika bakımından AB Resmi belgelerinde Türkiye ile ilgili olarak yapılan tespitler

ve çeşitli politikalar bakımından uyum durumları incelenecektir. Bu durumda,

inceleme alanının “Siyasa Avrupalılaşması” ile sınırlandırıldığı görülmektedir.

Aşağıda Türkiye’nin ABD ile ilişkiler yanında, AGSP, Yunanistan ile

ilişkiler, Ege Sorunları, Kıbrıs sorunu, Orta Doğu Bölgesi ile Rusya ve Kafkasya ile

ilişkiler ve politikalar bakımından Avrupalılaşmaya konu olacak gelişmeler gösterip

göstermediğine bakılacaktır. Burada; AB’nin kendi mevcut politikaları bakımından

Türkiye’den bir değişiklik isteyip istemediği yanında Türkiye’nin sözkonusu

politikalar geliştirilirken AB etkisini dikkate alıp almadığının değerlendirilmesi

konuları önem kazanmaktadır. Bir başka deyişle, Birinci Bölümde incelenen

Avrupalılaşma kavramının ilk boyutu çerçevesinde AB’nin Türkiye’nin dış ve

güvenlik politikasına etkileri yanında, Avrupalılaşmanın ikinci boyutu kapsamında

Türkiye’nin herhangi bir politika alanındaki önceliğini AB düzeyine çıkartıp

çıkarmadığı değerlendirilecektir.

1. Soğuk Savaş sonrası AB ve Türkiye

a. Soğuk Savaş Sonrası AB ile ilişkiler ve Türk Dış Politikası

Soğuk Savaşın sona ermesinin Türk Dış Politikası üzerinde çok önemli

etkileri olduğu açıktır. Sovyetler Birliği ve Yugoslavya Federasyonu’nun

dağılmasının sistemik etkileri kadar Türkiye’nin komşu olduğu ülke sayısını

arttırması bakımından da Türkiye’ye etkileri olmuştur. Bunun yanında, Irak’ın

Kuveyt’i İşgali, NATO ve AB genişlemeleri gibi tüm gelişmeler, Türkiye’nin yakın

çevresindeki meydana gelmiştir. Tüm bu gelişmelere tehdit ve sorun çeşitliğini ve

belirsizlik ortamının etkilerini de eklemek gerekir. Ayrıca bu dönem, Kürt

129

ayrılıkçılığının Türkiye’nin bir ulusal güvenlik sorunu ve bölgeselleşen bir sorun

haline gelerek Türkiye iç ve dış politikasında belirleyici bir faktöre dönüştüğü bir

dönemi simgelemektedir. Zira bu dönemde Kürt sorununun dış uzantıları ve ilgili

ülkeler (İran-Irak-Suriye) Türk dış politikasının tehdit sıralamasında önemli yer

tutmaktadır. 241

Tüm bu arkaplan ile birlikte; Soğuk Savaş döneminde NATO’nun

Güneydoğu kanadında çok önemli bir yer tutan Türkiye’nin Sovyetlerin çökmesi

sonucu önemini yitirdiği yönünde tartışmalara konu olduğu görülmektedir. Ancak,

Türkiye Körfez Savaşı’nın ortaya çıkardığı yeni uluslararası ortamda özellikle ABD

için Orta Doğu bölgesine gerçekleştirilecek müdahalelerde eski önemini koruduğunu

ortaya koymuştur.

11 Eylül 2001 olayları sonrası gelişmeler de, Türkiye’nin Soğuk Savaş

sonrası öneminin azaldığı yönündeki görüşleri boşa çıkarmıştır. 1999 yılından

itibaren terörist lider Öcalan’ın yakalanması yanında AB tarafından Türkiye’nin aday

ülke ilan edilmesi gibi gelişmelerin Türkiye’nin bölgesindeki yapıcı rolünü yerine

getirmesine olanak sağladığı yönünde yaklaşımlar vardır.242

Soğuk Savaş sonrası oluşan ortamda, artan milliyetçiliğin de etkisiyle etnik

konularda daha hassas ve çıkarlarına daha duyarlı hale gelen Türkiye geleneksel

politikasından farklı olarak, başta Orta Doğu, Kafkaslar, Orta Asya ve Balkanlar

olmak üzere çevre bölgelerdeki gelişmelerde aktif olduğu bir döneme girmiştir.

Ancak başlangıçta ABD tarafından da desteklenen Orta Asya ve Kafkasya’da izlenen

aktif politika bir süre sonra çeşitli sebeplerden dolayı gündemden düşmüştür.

241 Gencer Özcan, ‘Doksanlı Yıllarda Türkiye’nin Değişen Güvenlik Ortamı’, En Uzun On Yıl, Türkiye’nin Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Gündeminde Doksanlı Yıllar, (der: Gencer Özcan ve Şule Kut) Büke Yayınları, 2. basım, İstanbul, 2000, s. 16–18. 242 Ziya Öniş ‘Turkey and the Middle East After September 11: the Importance of the EU Dimension’, Turkish Policy Quarterly 2(4),s. 83–91.

130

Soğuk Savaşın sona ermesi ile özellikle komşu bölgelerde izlenen aktif

politika Türkiye’nin kimlik krizinin yansımaları olarak görülebilir. Geleneksel

ideolojinin Batıcı yönü, kamuoyunun ise Orta Doğu ve Müslüman halklara olan

sempatisi Türkiye’nin dış politika ve kimlik tartışmalarında belirleyici olmuştur.

Geleneksel Batı ideolojisi halen Türkiye’nin yönetici sınıfının ideolojisi olarak iç ve

dış politikasını belirleyici niteliktedir. 243

Aktif politika, Türkiye’nin kimlik krizinin yansımaları olduğu kadar, Soğuk

Savaş sonrası stratejik önemini kaybettiği şeklindeki argümanların etkisiyle çeşitli

bölgelerde etki alanı arayışına girmesiyle de açıklanabilmektedir.244 Ancak bu

durumu uluslararası koşulların gerekliliği şeklinde gören yaklaşımlar da vardır. Buna

göre; Soğuk Savaş döneminin göreli kısıtlayıcı ortamından sonra ortaya çıkan

uluslararası ortam; Türkiye’ye aktif bir dış politika izleme olanağı sunmuş, Türkiye

de iradesini bu tarz bir politika izleme yönünde kullanmıştır. Gerçekten de bu

dönem, bölgelerin sorun ve etkinlikleriyle gündeme geldiği bir dönemi

simgelediğinden, birçok bölge ile komşu olan Türkiye’nin çevresi girdiği etkinlik

arayışını, uluslararası ortamın yansıması olarak görmek mümkündür.245Aktif

politikanın uzantısı, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya’nın dağılması sonucu

bağımsızlığını kazanan devletlerin, Türkiye’nin çevresinde yeni bir komşular kuşağı

ortaya çıkarması ile Türkiye’nin, birinci kuşak komşularıyla sorunlarını aşmak ve

yeni bir güvenlik ağı yaratmak için bu ülkelerle ilişkilerini geliştirmesidir.246Bunun

yanında Türkiye, bölgede doğrudan taraf olmadığı sorunlara da uluslararası toplumla

243 Mustafa Aydın, ‘The Determinants of Turkish Foreign Policy, and Turkey’s European Vocation’, The Review of International Affairs, Vol: 3, No:2, Winter 2003, s. 326. 244 Melek M. Fırat ‘Soğuk Savaş Sonrası Türk Yunan İlişkilerinde Değişim’, Beş Deniz Havzasında Türkiye, (der: Mustafa Aydın, Çağrı Erhan) Siyasal Kitabevi, Ankara, 2006, s. 268. 245 Şule Kut, ‘Türkiye’nin Soğuk Savaş Sonrası Dış Politikasının Anahatları’, Özcan ve Kut, op.cit.,s. 46–56. 246 Gencer Özcan, ‘Doksanlı Yıllarda Türkiye’nin Değişen Güvenlik Ortamı’, s. 25.

131

birlikte müdahale etmiş ve diplomatik girişimlerde bulunmuştur. Bunlardan bir tanesi

de 1992 yılındaki Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütüdür. (KEİ) Bu tür açılımlar

ile kendini gösteren Türk dış politikası, Soğuk Savaş sonrası dönemde de esas

itibariyle geleneksel dış politikasından sapma göstermemiştir. Aktif diplomasiye

rağmen yine de temkinli, gerçekçi, sınırların güç yoluyla değiştirilemeyeceği ve

toprak bütünlüğüne saygı anlamında statükocu ve diğer bölgelerle ilişkilerini Batı’ya

alternatif değil, Batı’nın gözündeki değerini bu bölgelerdeki faaliyetleriyle

güçlendirme amacında bir politika izlemiştir.247

Burada tezin amacı çerçevesinde, AB sürecinin Türk Dış Politikasına ne gibi

etkileri olmuştur? Soğuk Savaş sonrası politikaların belirlenmesinde AB’nin etkisi

var mıdır? ya da nedir? sorusunun cevaplanması gerekir.

AB ile ilişkiler Soğuk Savaş sonrasına da Türkiye’nin dış politikasında

önemli bir faktör olmaya devam etmiştir. 1987 yılında AT’ye yaptığı tam üyelik

başvurundan olumlu cevap alamayan Türkiye, 1964 yılında yürürlüğe giren Ankara

Anlaşması yükümlülüklerini yerine getirmeye devam etmiştir. 1 Ocak 1996 tarihinde

Katma Protokol gereklerinin yerine getirilmesiyle AB ile Gümrük Birliği tesis

edilmiştir. Bu gelişmelere rağmen, Soğuk Savaş sonrası ilişkilerde AB’nin 1995

yılındaki genişlemeden sonra önceliğini MDAÜ’ye verdiğini ve bu çerçevede

Türkiye ile ilişkisini ikinci planda gördüğünü söylemek mümkündür. AB’nin tek

pazar ve derinleşme-genişleme ikileminin yarattığı konular gibi iç sorunlarına

odaklanması da Türkiye’nin ön planda tutulmamasının diğer nedenleri arasındadır.

1997 yılında AB’ye aday ülkeler arasında sayılmayan, 1999 Helsinki Zirvesiyle

adaylık statüsü verilen Türkiye’nin 3 Ekim 2005 tarihinde müzakerelere başlamasına

rağmen pek çok alanda AB ile sorunlu bir ilişkisi vardır. 247 Şule Kut, op.cit., s. 46–56.

132

AB; Soğuk Savaş sonrası dönemde özellikle Maastricht Antlaşması

düzenlemelerinden de anlaşıldığı üzere, ekonomik anlamdaki kazanımlarını siyasi

alana da yansıtarak, uluslararası alanda bir kimlik ortaya koyma aşamasına gelmiştir.

Bunda, Körfez Savaşı sırasında AB üyelerinin ortak hareket edememeleri noktasının

da belirleyici olduğunu görmek gerekir. Maastricht Antlaşmasına eklenen ODGP

başlıklı sütun, AB’nin Soğuk Savaş sonrası oluşturmaya çalıştığı yapının nüvelerini

oluşturmaktadır. 1998 St. Malo Zirvesi ile ortaya atılan AGSP düzenlemeleri ve 1999

Helsinki Zirvesi ile Hızlı Müdahale Gücü’nün oluşturulması gibi gelişmeler AB’nin

güvenlik ve savunma alanında kendini ortaya koymak için kararlı bir yaklaşım

gösterdiğinin de kanıtları olmuştur.

Ancak AB tarafından Türkiye’ye stratejik önemi nedeniyle Soğuk savaş

yıllarında atfedilen önem, sonrasında AB’nin geçirdiği değişimler sonucu giderek

daha fazla demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi kriterlerin

değerlendirmede ön plana geçmesine neden olmuştur. Başka bir deyişle; AB’nin

Soğuk Savaş sonrası gelişmelerle, ekonomik birlik ötesinde siyasi bir oluşum haline

gelmesinin ve Avrupalı kimliğinin demokrasi, insan ve azınlık hakları, hukukun

üstünlüğü ve komşu ülkelerle barışçıl ve uzlaşmaya dayalı ilişkiler bağlamında

tanımlanmasının Türkiye-AB ilişkilerini doğrudan etkilediğini belirtmek gerekir. Bu

çerçevede; Türkiye’nin 1959 yılında AET’ye yaptığı ortaklık başvurusu Avrupalı

ülkeler tarafından Türkiye’nin stratejik önemi nedeniyle sorgulanmazken; 1990’lı

yıllar sonrasında Avrupanın (güvenlik) kimliğini tanımladığı ilkeler, Türkiye’nin

stratejik öneminin 1950’li yılların sonunda olduğunun aksine, göz ardı edilerek

133

sorgulanmasına ve Türkiye’nin Kopenhag kriterlerinde anlamını bulan şekliyle

değerlendirilmesine yol açmıştır. 248

Burada, AB’nin kendi iç gelişimi kadar, Türkiye’nin siyasi durumunun AB

ile sorunlu bir ilişki yarattığının altını çizmek gerekir. 1990’lı yıllarda PKK terörü ile

mücadelenin insan hakları ihlallerini arrtırması, Türkiyenin ekonomik zorlukları ile

birleşince AB ile ilişkiler kötü etkilenmiştir. 249

Bunun yanında, Soğuk Savaş sonrası yeni Avrupa Güvenlik mimarisinin

dışında kalmak istemeyen Türkiye’nin, 1990’lı yılların başlarından itibaren Avrupa

ile ilişkilerinde sözkonusu güvenlik konusuyla ile ilgili Türkiye-AB ilişkilerinin

genel seyrine ilaveten bazı sorunlar yaşamaya başladığını belirtmek gerekir. 1999–

2001 yılları arasında aşağıda ayrıntılı olarak incelenecek sözkonusu konuda Kıbrıs

sorunu ile bağlantılı olarak halen sorunlar yaşanmaktadır.

Bu çerçevede, Türkiye’nin Avrupa’da 1990’lı yıllardan itibaren ortaya

çıkmaya başlayan yeni güvenlik yapısında durumunun belirsizleşmeye başlaması,

Türk güvenlik seçkinlerinin gözünde ABD, NATO ve İsrail ile ilişkileri daha fazla

ön plana çıkarmalarına neden olmuştur.250

1999 yılında gerçekleştirilen Helsinki Zirvesinde Türkiye’nin AB’ye aday

ülke olarak ilan edilmesi Türk dış politikasına yeni bir ivme kazandırmıştır. Bu

durum AB ile ilişkiler olumlu şekilde geliştikçe, Avrupalılaşmanın arttığına dair

görüşle de örtüşmektedir.

Türkiye’nin AB’ye aday ülke ilan edilmesiyle eşzamanlı olarak AGSP’nin

operasyonel hale getirilmesinin tesadüf olmadığı ve bu durumun Türkiye’nin Avrupa

248 Oran, op.cit.,s. 326-327. 249 Fırat, op.cit., s. 270. 250 Aydın, ‘The Determinants of Turkish Foreign Policy, and Turkey’s European Vocation’s. 326.

134

güvenliğinde oynadığı rolle ilintili olduğu yönünde görüşler vardır.251 Nitekim

üçüncü bölümde incelenecek olan AB güvenlik kimliği başlığı altında inceleneceği

üzere; Türkiye’den enerji güvenliği bağlamında sıklıkla söz edildiği görülmektedir.

Öniş, ekonomik ve siyasi ilişkiler ağı ile çevresiyle ilişki kuran, ikili

çatışmalarda dengeli bir tutum sergileyen ve çatışmaların çözümüne diplomatik bir

yaklaşımla katkıda bulunmaya çalışan bölgesel güçlerle, kuvvet kullanma eğilimi

olan, uluslararası olaylarda realist tutum takınan istikrarsızlık kaynağı ve ikili

çatışmalarda tek taraflı tutum alan bölgesel güçleri ayırmaktadır. Buna göre, Türkiye

1980 ve 1990’larda özellikle PKK ile mücadele, Irak’ın Kuzeyine müdahaleler ve

İsrail ile yakın askeri ilişkiler nedeniyle ikinci kategoriye girerken, 1999 yılından

sonra ilk kategori içine giren özellikler sergilemeye başlamıştır. 1999 yılının dönüm

noktası olmasının sebeplerinden biri, 1999 yılı Şubat ayında Öcalan’ın

yakalanmasının PKK ile mücadelede üstünlük kazanılmasına neden olmasıdır.

Yoğun askeri mücadelenin sona ermesi, Kürt realitesine bakışı yumuşatarak, sivil

girişim ve kültürel haklara daha dengeli bir yaklaşım geliştirilmesini sağlamıştır.

Diğer neden ise 1999 yılı Aralık ayında AB tarafından Türkiye’ye adaylık statüsü

verilmesidir. Adaylık statüsü verilmesinin ardından geçen üç yıllık zaman diliminde

Türkiye devlet-toplum ilişkilerini de içeren eksikliklere rağmen geniş demokratik

reformları hayata geçirmiştir.252

1999 yılının aday ülke ilan edilmesinin etkisi ile Türkiye’nin önemli değişim

geçirdiği şeklindeki yaklaşımlar yanında,253Türk dış politikasının Avrupalılaşma

sürecinin 1997 yılında başladığı yönünde görüşler de vardır. Bunun temel

251 Oran, op.cit.,s.352. 252 Ziya Öniş ‘Turkey and the Middle East after september 11: the Importance of the EU dimension’, s. 83–91. (Yazar burada tanımladığı bölgesel güçleri sırasıyla “benign” ve “coercive regional power” olarak adlandırmaktadır.) 253 Bu doğrultuda bir başka görüş için bkz: Kirişçi, op.cit,.s.11-21.

135

nedenlerinden biri 1997 yılı itibariyle Türkiye’nin iç siyasi ve ekonomik krizlerinin

Türk dış politikasında revizyonu gerekli kılmasıdır. Buna göre; PKK ile mücadelenin

hızla sürdüğü ortamda; iç politikada İslamcı muhalefet güçlenmişti. İç ve dış

politikanın iç içe geçmişliği ile paralel olarak, terörle mücadele ile birlikte ABD ve

İsrail’e odaklı politika, iç politikada irticanın en önemli tehdit olarak kabul

edilmesine neden olmaktaydı. Temel ilkesi Batılılaşma olan Türkiye’nin giderek

daha fazla Orta Doğu sorunları ile birlikte anılması AB süreci içinde imajının

tehlikeye girmesine neden olabilecekti. 28 Şubat süreci ile başlayan ve ABD

politikalarında; Türkiye’nin Batı ile İslamı bağdaştıran örnek olarak güçlendirilmesi

yönündeki değişim, 1998 yılında Suriye ile ilişkilerin gelişmesini, 1999 yılında da

Öcalan’ın yakalanması ile büyük bir aşama kaydetmiştir. PKK ile mücadelede

önemli bir mesafe kaydeden Türkiye’nin önceliği yeniden AB üyeliği olarak

belirlenmiştir.254

Aslında Soğuk Savaş sonrası Türkiye’nin izlediği dış politikada AB etkisinin

belirlenmesi, AB etkisinin küreselleşmeden ayrılmasının en zor olduğu alanı

oluşturmaktadır. Kimlik etkeni nedeniyle Türkiyenin üyeliğinin sorgulanması ve

genel anlamda Türkiye-AB arasındaki sorunlu ilişkiler AB etkisini sınırlamıştır.

Ancak 1999 yılından sonra Türkiye’ye aday ülke statüsü verilmesi ve Ekim 2005

tarihi itibariyle müzakerelerin açılması koşulluluk etkisi dış politika uygulamalarında

AB etkisini dikkate almayı gerektirmiştir. Ancak yine de ilişkilerde yaşanan

belirsizlikler ve gerek AB, gerekse Türkiye tarafında karşılıklı olarak

yükümlülüklerin yerine getirilmemesi ya da sürecin yavaşla(tıl)ması, AB etkisinin

aşağıda inceleneceği üzere sadece sorun çıkarmayan alanlarda gerçekleşmesine

neden olmaktadır. 254 Fırat, op.cit.,s. 270–271.

136

b.Türkiye ve AB Üyesi Ülkelerin İkili İlişkileri

Türkiye’nin Avrupalılaşmasında; Türkiye ile bir birlik olarak AB kadar; AB

üyesi ülkelerle ilişkilerin de değerlendirilmesi gerekmektedir. Sözkonusu gereklilik,

AB üyesi ülkelerin bazı diğer konularda olduğu gibi, Türkiye’nin üyeliği konusunda

da farklı tutumlar sergilemelerinden kaynaklanmaktadır. Ancak ülkelerin

yaklaşımlarının da istikrarlı olmadığı ve konjonktüre göre değişebildiği

gözlenebilmektedir.

Nitekim Lüksemburg Zirvesinde aday ülkeler arasında sayılmayan Türkiye’nin iç

siyasal ve ekonomik koşullarında değişiklik olmamasına rağmen Helsinki Zirvesinde

aday ülke ilan edilmesinin çeşitli sebepleri vardır. Euro alanına katılmak için

savunma harcamalarını kısmak zorunda kalan ve Türkiye ile uzlaşma içine giren

Yunanistan yanında, Almanya’da Türkiye’ye daha ılımlı bir yaklaşım içinde olan

Sosyal Demokratların iktidara gelmesi Türkiye’nin aday ülke olarak kabul

edilmesinde önemli rol oynamıştır.255 Almanya Başbakanı Gerhard Schröder,

Dışişleri Bakanı Joschka Fischer ve 1 Kasım 2004 tarihine kadar AB Komisyonu

Genişlemeden sorumlu Komisyoner Günter Verheugen yanında Türkiye yanlısı

İngiliz hükümeti, Türkiye ile müzakerelerin başlaması için öncülük etmiştir. 256

Bunun yanında Türkiye’ye karşı üye ülke yaklaşımları incelenirken dikkate

alınması gereken bir diğer konu da; üye ülke siyasi seçkinleri ile halkları arasındaki

yaklaşım farklılığıdır. Bu durum; 1959 yılında Türkiye’nin AET’ye başvurusu

sırasında da olduğu gibi günümüzde de geçerliliğini koruyan bir yaklaşımdır.

Helsinki Zirvesi döneminde iktidar Türkiye’nin AB üyeliğine destek verirken,

Alman kamuoyunun Türkiye karşıtlığı bilinmektedir. Bunun yanında dönemin 255 Oran, op.cit.,s.352. 256 Steve Wood, Wolfgang Quaisser, ‘Turkey’s Road to the EU: Political Dynamics, Strategic Context and Implications for Europe’, European Foreign Affairs Review 10: 147–173, 2005, s. 150–151.

137

Fransa Cumhurbaşkanı Chirac Türkiye’nin üyeliğine destek vermiştir ancak Fransız

halkının genel anlamda Türkiye karşıtı olduğu bilinmektedir. Aralık 2004 tarihinde

Türkiye ile müzakerelerin açılması yönünde alınan karar sırasında da; Almanya

Fransa ve Avusturya’nın karşıtlığı yanında; Alman ve İngiliz hükümetlerinin Türkiye

destekçisi olduğu bilinmektedir.257Genel olarak AB kamuoyuna bakıldığında

Türkiye, üyeliği en az desteklenen aday ülke konumundadır.

Üye ülke siyasi seçkinleri ile halkları arasındaki yaklaşım farklılığı yanında;

AB kurumlarının da üçüncü bir aktör olarak farklı bir yaklaşım sergilediği durumlara

rastlanmaktadır.

Türkiye-AB ilişkilerinde üç büyük ülke Fransa, Almanya ve İngiltere’nin

yaklaşımları belirleyiciyken, bazı diğer ülkelerin belirgin yaklaşımları da dikkat

çekmektedir. Örneğin Avusturya gerek seçkinler gerekse kamuoyu düzeyinde yüksek

oranda Türkiye karşıtlığı ile bilinmektedir. Bunun yanında Türkiye ile tarihsel

sorunları ile komşu ülke Yunanistan’ın yaklaşımı zaman içinde değişen niteliğiyle

dikkat çekicidir.

İngiltere geleneksel olarak ABD’ye paralel dış politikasıyla Türkiye’nin AB

üyeliğini desteklemektedir. Türkiye’nin üyeliği; İngiltere’nin tercih ettiği;

derinleşmeye değil genişlemeye dayalı bir Birlik fikrini de destekleyecek

özelliktedir. 258

Fransa ile ABD arasında da; Türkiye’nin AB üyeliğine ABD tarafından

verilen destek nedeniyle görüş ayrılıklarının olduğu bilinmektedir. ABD’nin

Türkiye’nin AB üyeliği için telkinlerde bulunması, başta Fransa olmak üzere bazı

257 Ibid.,s. 147-148. 258 Ibid.,s.154.

138

diğer AB üyesi ülkelerde tepkiyle karşılanmıştır.259 Chirac’ın Türkiye karşıtlığı

konusunda yumuşaması, Fransa’nın Orta Doğu’da oynamak istediği rol ve

Türkiye’de istediği bazı ekonomik ve ticari çıkarlar nedeniyle gerçekleşebilmiştir.260

Fransa ve Türkiye ilişkilerinde özellikle Ermeni sorunu nedeniyle zaman zaman

ilişkilerde gerilim yaşanabilmektedir. Bu sorundan bağımsız olarak Fransa’nın

Türkiye’ye yaklaşımında geleneksel olarak Avrupacı tavrının da etkili olduğunu

söylemek gerekir.

Alman kamuoyu; iktidarların farklılaşan Türkiye yaklaşımlarına rağmen,

Türkiye üyeliği konusunda tereddütlüdür. 1960’lı yıllarda başlayan ve kısa dönemde

başarı, uzun dönemde ise başarısızlığa neden olan misafir işçiler sorununun,

Türkiye’nin üyeliği ile artacağı düşünülmektedir. Bunun ötesinde siyasi mülteci

sayısının da artacağı endişesi Alman kamuoyunun olumsuz yaklaşımının nedenleri

arasındadır.261

c. Resmi Belgeler ve Müzakere Sürecinde Dış Politika / Güvenlik

Politikası

Bu bölümde AB Komisyonu tarafından hazırlanan İlerleme Raporları, KOB

ve diğer AB resmi belgelerinde dış, güvenlik ve savunma politikası çerçevesinde

Türkiye’ye ilişkin görüşlere yer verilecektir. Türkiye’nin dış ve güvenlik

politikasının Avrupalılaşması incelenirken, sözkonusu belgelerdeki faktörlerin veri

kabul edilmesi gerekmektedir.

AB’nin Türkiye için hazırladığı ilk İlerleme Raporu 1998 tarihlidir. 1998–

2008 yılları arasında Türkiye için hazırlanan İlerleme Raporları incelendiğinde dış 259 Ibid.,s. 155. 260 Ibid.,s. 155-156. 261 Ibid.,s.152.

139

politika ve güvenlik politikası bakımından Türkiye ile AB karşılaştırmasının belirli

özellikleri ortaya çıkmaktadır.

İlerleme Raporlarında “Dış, Güvenlik ve Savunma Politikası” faslı, 2004

yılına kadar 27. Fasıl, bu tarihten sonra 31. Fasıl olarak adlandırılmıştır. İlerleme

raporları incelendiğinde,262 raporların ilgili faslının yıllar içinde daha ayrıntılı hale

geldiği görülmektedir. Bu durum, AB ile ilişkilerin giderek artan biçimde

kurumsallaşması ile AB’nin Türkiye’de taleplerinin artması yanında; AB’nin 1999

yılından sonra Türkiye’ye aday ülke statüsü vererek güvenilirliğini sağlamlaştırması

sonucu Türkiye’nin AB politikalarına uyum konusunda faaliyetlerinin artması ile

açıklanabilir.

1998–2008 yılları arasında ilgili faslın incelenmesinde, AB ile Türkiye

arasında belirli konularda uyumlu bir politika izlendiği görülmektedir. AB ile

uyumlu olmayan bazı politikalar ise değişmemiştir. Buna göre; AB ile Türkiye

arasında uyumlu addedilen politikalar, Orta Doğu Barış süreci kapsamında

Türkiye’nin sarfettiği çabalar, Türkiye’nin AB Komşuluk Politikasına verdiği destek,

Terörizm ve Kitle İmha Silahlarının (KİS) yayılması ile mücadele, İran, Afganistan

ile ilişkiler ve Türkiye’nin Balkanlarda AB ve NATO operasyonlarına verdiği destek

konularıdır.

Bunun yanında Türkiye’nin ilerleme raporlarının hazırlanmaya başladığı ilk

yıllardan farklı olarak, Suriye ve özellikle de Yunanistan ile ilişkilerin iyileşmesine

vurgu yapıldığı görülmektedir. AB tutum, eylem ve açıklamalarına Türkiye’nin

262 Türkiye için AB Komisyonu tarafından hazırlanan İlerleme Raporları için bkz: http://ec.europa.eu/enlargement/candidate-countries/turkey/key_documents_en.htm.

140

uyumunun yıllar içinde arttığı da görülmektedir.263 Türkiye’nin AB operasyonlarına

katkısı da sıklıkla üzerinde durulan bir konudur.

Bunun yanında ODGP alanında Türkiye ile AB arasında 10 yıl boyunca

uyumsuz olan konular değişmemiştir. Bunlar, AGSP kapsamında Türkiye’nin

talepleri ve AB ile uyumlu olmadığı belirtilen Kıbrıs politikasının uzantısı olarak

kabul edilebilecek Türkiye’nin, Kıbrıs’ın (ve Malta’nın) NATO ile işbirliği zemini

hazırlayacak Berlin-artı antlaşmalarına katılımını veto etmesidir. Bunun yanında

Türkiye’nin “Konvansiyonel Silahlar ve Çift Kullanımlı Malzeme ve Teknolojilerin

İhracat Kontrolüne İlişkin Wassenaar Düzenlemesi” gibi belirli tedarikçi gruplara

üyelik konusundaki tutumunu AB tutumuyla uyumlaştırmadığı belirlemektedir.

Ermenistan ile kapalı olan sınır ve ilişkiler; Türkiye’nin Uluslararası Ceza

Mahkemesi Statüsünü imzalamaması konuları Türkiye ile AB arasında uyumsuz

olarak kabul edilen diğer alanlardır.

AB resmi belgelerinde dikkate çeken bir diğer husus, Yunanistan ile ilişkiler

ve Kıbrıs konusundaki ifadelerin dış politika ve güvenlik politikası başlığı altında

değil, siyasi kriterler bölümünde yer almasıdır.264

Kurumsal kapasite bakımından Türk Dışişleri Bakanlığı, tüm ilerleme

raporlarında ODGP’nin uygulanması bakımından idari kapasite ve insan kaynakları

açısından yeterli addedilmektedir.

2008 yılı ilerleme raporunda belirtildiği üzere Türkiye AGSP alanında

işbirliğini güçlendirmeyi istemekle birlikte; AGSP içindeki konumu, AB ile ikili bir

263 Örneğin 2007 yılı İlerleme Raporunda Türkiye’nin 46 ODGP deklerasyonundan 45 tanesine uyum sağladığı belirtilmektedir. Oysa 1998 yılı İlerleme Raporunda Türkiye’nin ODGP deklerasyonlarına uyum sağlamak için gayret göstermediği şeklinde ifadelere yer verilmiştir. 2008 yılı İlerleme Raporunda da, Türkiye’nin 124 ODGP bildirisinden 109 tanesine uyum sağladığı; İran (ifade özgürlüğü ile ilgili bir konu), Rusya, Pakistan, Sri Lanka, Çin, Sudan, Beyaz Rusya ve Moritanya’ya ilişkin AB tutumlarının ise Türkiye tarafından izlenmediği belirtilmektedir. 264 Bu konu ile ayrıntılı bilgi Ege sorunları ve Kıbrıs başlıkları altında verilmektedir.

141

güvenlik anlaşması imzalanması hususu ve Avrupa Savunma Ajansı ile idari

düzenlemeler konusundaki anlaşmazlıklardan duyduğu hoşnutsuzluğu dile

getirmektedir. Berlin artı düzenlemelerinin ötesinde Türkiye’nin AB-NATO ilişkileri

konusunda tüm AB üyesi devletleri kapsayacak AB-NATO işbirliğine (Kıbrıs

kastediliyor) karşı çıktığı ve bu durumun AB’nin Kosova ve Afganistan sivil

misyonları bakımından sorun teşkil ettiği belirtilmektedir.

Türkiye için ilk olarak 2001 yılında hazırlanan ve 2003,2006 ve 2008

yıllarında gözden geçirilen KOB265’larda da öncelikle Türkiye’nin Kıbrıs sorununun

çözümüne katkıda bulunması gereğine vurgu yapılmaktadır. Bunun yanında mevcut

sınır anlaşmazlıklarının çözüme kavuşturulma gereği üzerinde durulmaktadır. 2006

yılında hazırlanan KOB’da önceki sorunların uzantısı olarak ek protokolün

uygulanma gereği üzerinde durulmaktadır. Bunun yanında Türkiye’nin uluslararası

kuruluşlardaki tutumlarının, AB ve üye devletlerin politika ve tutumlarıyla tedricen

uyumlaştırılması gereği vurgulanmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken husus; ilk

iki KOB’da ODGP konusunun ele alınmaması; Kıbrıs ve Ege Sorunlarının

Güçlendirilmiş Siyasi Diyalog ve Siyasi Ölçütler altında yer almasıdır.

AB tarafından açıklanan ilk KOB’a istinaden hazırlanan Ulusal programda266

Dış politika ve Güvenlik politikası konusunda, aday ülke olarak Türkiye’nin AB

ortak tutumlarının oluşturulmasına yönelik katkıda bulunma imkânının olmadığı

belirtilmekte, ortak tutumlara ilke olarak uyum sağlanacağı ancak Türkiye’nin

çıkarlarını yakından ilgilendiren konularda istisnai durumların sözkonusu olabileceği

vurgulanmaktadır.

265Türkiye için hazırlanan Katılım Ortaklığı Belgeleri için bkz: http://ec.europa.eu/enlargement/candidate-countries/turkey/key_documents_en.htm. 266 Türkiye’nin hazırladığı AB Müktesebatının Üstlenilmesine ilişkin Ulusal Program (lar) için, bkz: http://www.abgs.gov.tr/index.php?l=1vep=194.

142

2008 yılı sonunda yayınlanan Ulusal Programda; Dış Güvenlik ve Savunma

Politikasına ilişkin 31. Fasıl ile ilgili herhangi bir mevzuat uyumu çalışması

öngörülmediği belirtilmektedir. Ancak İlerleme Raporlarında bir eksiklik olarak

belirtilen Türkiye’nin “Uluslararası Ceza Divanı Statüsü”ne taraf olunması

konusunda gerekli çalışmaları sürdürdüğü belirtilmektedir.

2005 yılında yayınlanan Müzakere Çerçeve Belgesinde267; Kıbrıs sorunu ve

sınır anlaşmazlıklarına ilişkin hükümler bulunmaktadır.

Müzakere sürecindeki duruma bakıldığında; ODGP faslı 3 Ekim 2005

tarihinde AB ile üyelik müzakerelerine başlayan Türkiye’nin, müzakere etmekle

yükümlü olduğu fasıllardan birini oluşturmaktadır. Ancak içeriği itibariyle ortak

tutum ve eylemlerden oluşan sözkonusu politika alanı, gerçek anlamda bir müzakere

ile üstlenilebilecek bir fasıl niteliği göstermemektedir. AB’nin Maastricht Antlaşması

ile oluşturulan sütunlu yapısı çerçevesinde, ikinci sütunu oluşturan ODGP, birinci

sütun yani Avrupa Toplulukları sütunu için kullanılan ve üye ülkeler için kabul

edilmesi ve aday ülkeler için de uyumlaştırılması gereken Tüzük ve Direktifler yer

almamaktadır. ODGP temel olarak hükümetlerarası bir nitelik göstermektedir.

Birçok alanda oybirliği prensibinin sürdüğü bu alanda, aday ülkenin üyelikle birlikte

Ortak Dış Politika ve Güvenlik politikası çerçevesinde oluşturulan ortak tutum ve 267 Bu konu Müzakere Çerçeve Belgesinde şu şekilde ifade edilmektedir. “Türkiye’nin, Kıbrıs sorununa BM çerçevesinde ve Birliğin dayandığı ilkeler doğrultusunda kapsamlı bir çözüm bulunması yönündeki çabalara destek vermeye devam etmesi ve Türkiye ile Kıbrıs Cumhuriyeti de dâhil tüm AB üyesi devletler arasındaki ikili ilişkilerin normalleştirilmesi yönünde ilerleme kaydedilmesi gerekmektedir. Bunun yanında, Türkiye’nin, Ortaklık Anlaşmasından ve bu Anlaşmayı tüm yeni AB üyesi devletlere teşmil eden Ek Protokolden kaynaklanan yükümlülüklerini (özellikle AB-Türkiye gümrük birliği ile ilgili olanlar) yerine getirmesi gerekmektedir. Türkiye’nin iyi komşuluk ilişkilerine koşulsuz bağlılığı ve mevcut sınır anlaşmazlıklarını, gerektiğinde Uluslararası Adalet Divanının yargılama yetkisi de dâhil olmak üzere, Birleşmiş Milletler Şartı uyarınca ihtilafların barışçıl yollardan halli ilkesine uygun olarak çözme taahhüdünün altı çizilmektedir. Katılım sürecinde, Türkiye’nin üçüncü ülkelere karşı uyguladığı politikaları ve uluslararası kuruluşlardaki tutumlarını (bu kuruluşlara ve düzenlemelere tüm AB üyesi devletlerin taraf olması ile ilgili olanlar da dahil), Birlik ve üye devletler tarafından kabul edilen politikalar ve tutumlar ile aşamalı olarak uyumlaştırması gerekmektedir.” Müzakere Çerçeve Belgesi metni için bkz: http://ec.europa.eu/enlargement/candidate-countries/turkey/key_documents_en.htm.

143

eylemleri kabul etmesi ve Acil Müdahale Gücü gibi konularda da katkı sağlaması

beklenmektedir. Bunun yanında Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) ve Birleşmiş Milletler

(BM) gibi uluslararası kuruluşlarda tek sesle hareket etmek amacıyla tutumların

paralel olması beklenmektedir.

Mevcut durum itibariyle, sözkonusu fasıl, Gümrük Birliği’nin, 2004 yılında

AB’ye üye olan ülkelere teşmil ettirilmesi ve akabinde ortaya çıkan sorunlar

nedeniyle askıya alınan sekiz fasıldan biridir.

Bu fasıl esas itibariyle mevzuata eklemlenmesi gereken bir durum

arzetmediğinden teknik olarak müzakeresi kolay bir fasıl olarak kabul edilmektedir.

2. Türkiye’nin ABD ve NATO ile İlişkilerinin AB ile İlişkilerine Etkisi

Türkiye-AB ilişkilerinin genel seyrinin, Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler

kadar, AB ile ABD arasındaki ilişkilerden etkilenmesi kaçınılmazdır.268Türkiye’nin

AB üyeliğine ABD desteği, AB’nin Türkiye’nin aday ülke ilan edilmesi ve

müzakerelerin açılmasını sağlayan önemli faktörlerden biridir. Hatta son kertede

karar alınmasını sağlayan faktör olarak dahi gösterilmektedir.269

Türkiye AB üyeliğini ABD ile ilişkilerine alternatif olarak görmemekte,

gerek AB, gerekse ABD ile ilişkilerini birbirini tamamlayıcı şekilde

değerlendirmektedir.270 Bu durum; AB içinde Türkiye’nin ABD’ye ilişkin tutumunu,

onu farklılaştıran bir öğe olarak gören AB’nin algılama farkına işaret etmektedir.

268 Nitekim, 1997 Lüksemburg Zirvesi sonrası AB’ye aday ülkeler arasında sayılmayan Türkiye’nin durumunun, Balkanlar, Orta Doğu, Kafkasya ve Orta Asya’nın güvenliği yanında, ABD’nin Türkiye’nin AB üyeliğine verdiği destek nedeniyle transatlantik ilişkileri de olumsuz etkileyebileceğini belirtilmiştir. Barry Buzan ve Thomas Diez,‘The European Union and Turkey’, Survival 41(1), 1999,s. 41. 269 Wood ve Quaisser, op.cit,s.150. 270 Türk Dış Politikası Genel Görünüm, http://www.mfa.gov.tr/genel-gorunum.tr.mfa, erişim tarihi, 17 Eylül 2008.

144

Türkiye’nin AB ile ABD arasında sorun teşkil etmesinin nedeni, AB ile

ABD’nin Soğuk Savaşın sona ermesi ile değişen güvenlik ve stratejik anlayışlarıdır.

Soğuk savaş dönemi boyunca stratejik endişeler diğer konuları gölgede bırakmış,

Soğuk Savaş sonrası ise Türkiye ile ilişkiler açısından ABD ve AB arasındaki

farklılıkları ortaya çıkarmıştır. ABD’nin Türkiye’nin AB üyeliği için koşulsuz destek

vermesi, NATO içinde de gerilim yaratmakta, ABD’nin desteği aynı zamanda, halen

Soğuk Savaş anlayışının sürdüğünü göstermekte ve AB ile Türkiye’nin aralarındaki

gerçek sorunları göz ardı etmektedir. 271

Bu görüşün yansıması olarak; ABD Türkiye’nin AB üyeliğine destek

verirken,272 kendine has bir kimlik/ güvenlik kimliği oluşumuna giden AB, farklı

kriterleri nedeniyle veya henüz oluşma aşamasında olan güvenlik kimliğinde

Türkiye’nin yerine henüz net olarak karar veremediğinden Türkiye konusunda her

zaman ABD ile aynı fikirde olamamaktadır.

ABD ve Türkiye stratejik anlamda askeri ittifak içinde olan ülkeler olarak

göreli olarak daha az sorun yaşamaktadırlar, zira bu durumda iç siyasi sorunlar genel

ilişki düzeyinde fazla dikkate alınmamaktadır. Oysa AB ile ilişkiler, askeri ilişkiler

yanında, Türkiye’nin iç siyasi gelişmelerini de içine alan Batılı anlamda bir kimlik

projesinin uyumlaştırılmasını gerektirmektedir. Bu çerçevede Türkiye AB’nin daha

fazla bütünleşmesi, sosyal ve siyasi anlamda her iki tarafın da kendilerini

tanımlamalarını gerektirmektedir. Stratejik alanlarda kabul edilebilir olan

271 Buzan ve Diez, op.cit., s. 46. 272ABD’nin Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemesinin sebebi, “Türkiye’nin ABD önderliğindeki küresel sisteme entegre olabilmesi ve de çevresinin güvenliğine ve istikrarına katkıda bulunabilmesidir, ….. (ayrıca) böyle bir Türkiye daha kolay kontrol altında tutabilecektir”, Tarık Oğuzlu, ‘Modern Devletten Post-Modern devlete: AB Yolunda Türkiye’nin Yeni Güvenlik İkilemi’, Doğu’dan Batı’ya Dış Politika, AK Partili Yıllar, (der: Zeynep Dağı), Orion Yayınevi, Ankara 2006, s. 237.

145

bütünleşme, daha derin bir bütünleşmeyi gerektiren hukuk, ekonomi ve siyasi

alanlarda Türkiye’nin kabul edilemez hale gelmesine neden olmaktadır. 273

Aynı şekilde, Türkiye’nin çevre bölgelerle ilişkileri de, AB ve ABD’yi farklı

derecelerde ilgilendirmektedir. Türkiye’nin NATO ve AB’nin Balkan

operasyonlarında yapıcı rol oynaması ve 1992 yılından başlayarak KEİ’nin

faaliyetleri, Türkiye’nin AB tarafından oynanması istenen köprü rolüne uymakta ve

onaylanmaktadır. Bu durumda, Türkiye’nin Balkanlar ve Karadeniz’deki faaliyetleri

AB ile daha fazla bağ yaratırken, Orta Doğu bölgesindeki açılımları ABD tarafından

daha fazla önemsenmektedir. Bu çerçevede, stratejik açıdan ABD için Türkiye’nin

önemi özellikle Orta Doğu bölgesi için önemlidir. Balkanlar’dan çekilen ABD’nin,

Türkiye ve İsrail’le olan yakın ilişkileri, salt stratejik içerikli sözkonusu müttefiklik

içine kimlik sorunları gibi daha derin konuların karıştırılmasını engellemektedir.

Türkiye için de ABD ile ittifak, AB ile ilişkilerden bağımsız olarak Batı ile olan

önemli bir bağı simgelemektedir.274

Ancak ABD’nin Orta Doğu politikalarının Türkiye tarafından

benimsenmesinin Türkiye’ye yarardan çok zarar getireceği yönünde görüşler de

vardır. Buna göre, ABD kendi politikalarına uygun olarak, Türkiye’nin de başta İran

olmak üzere, Irak, Suriye ve Filistin Yönetimi ile ilişkilerini ABD ile paralel duruma

getirmesini istemektedir. Buna göre, bölgede Amerikan çıkarlarına uygun hareket

eden Türkiye’nin Filistin ile mesafeli ilişkileri olmalı, İsrail ile daha yakın ilişkiler

kurmalı, Irak, İran ve Suriye ile ilişkileri de ABD hedeflerini desteklemelidir. Ancak

özellikle Irak savaşından sonra bölgede artan anti-Amerikancı durum; Türkiye’yi

Amerikan politikaları ve Orta Doğulu komşuları arasında bırakmaktadır. Bölgede ve

273 Buzan ve Diez, op.cit., s.45- 46. 274 Ibid.,s. 48.

146

dünyada hâkim Amerikan karşıtı hava nedeniyle Türkiye’nin Amerikan yanlısı bir

dış ve güvenlik politikası izlemesi kendisine faydadan ziyade maliyet

getirebilecektir. ABD olmaksızın, Türkiye İran ve Suriye ile daha yapıcı ilişkiler

kurabilecektir.275

ABD’nin Orta Doğu ve daha spesifik olarak Irak politikasının Türkiye’nin

AB güvenlik kültürüne entegrasyonunu zorlaştırdığı yönündeki görüşe göre;

ABD’nin başta Irak, Suriye ve İran’a yaklaşımı; bölgede güvenlik endişelerini

arttırmakta ve Türkiye’nin içeride demokratik açılımlarda bulunmasını

zorlaştırmaktadır. Özellikle Irak’ta Kürt milliyetçiliğinin yükselmesi, Türkiye’nin

kendi Kürt sorununu demokratik yöntemlerle çözme sürecini geciktirmektedir. 11

Eylül sonrası gelişmeler, bölgede geleneksel ve geleneksel olmayan tehditleri

arttırarak Türkiye güvenliği açısından soru işaretleri yaratmıştır. Giderek artan

biçimde güvenlik endişeleri hisseden Türkiye için AB güvenlik kimliğine yakın

tarzda toplum odaklı bir anlayış geliştirmek neredeyse olanaksız hale gelmiştir.276 Bu

durumda Türkiye’nin AB güvenlik kimliğine uyumsuzluğu salt kendi siyasal

kültüründen kaynaklanan özelliklerinden değil, uluslararası ortamın etkisiyle gelişen

şartlardan da kaynaklanmaktadır.

ABD ile ilişkiler bir yana, Türkiye’nin AB tarafından tampon ülke olarak

görülmesinin, içselleştirilmeden, dışarıda ve öteki olarak tutulmasının göstergesi

olarak kabul edildiği görülmektedir.277 Bu durumun öncelikle AB hareketinin

seçkinlerin sürüklediği bir hareket olmasından ötürü AB halklarının bütünleşme

hareketini benimseyip sahiplenmemeleri ve genişleme hareketine olumsuz

275 Tarık Oğuzlu ve Mustafa Kibaroğlu, ‘Incompatibilities in Turkish and European Security Cultures Diminish Turkey’s Prospects for EU Membership’, Middle Eastern Studies,44:6, 2008, s. 956. 276 Ibid.,s.952. 277 Ibid., s. 950.

147

yaklaşımdan kaynaklandığını belirtmek gerekir. Bunun yansıması olarak AB üye

ülkelerinde özellikle Türkiye ile ilgili tartışmalar çıkar ile değil, kimlik farklılığı

üzerinden yapılmaktadır. Türkiye’yi tampon ülke olarak görmenin bir diğer nedeni

ise, özellikle 11 Eylül sonrası AB ile ABD’nin birbirlerine ters düşen yaklaşımlar

sergilemeleridir. AB, Irak savaşı sonrası bölgeyi liberal-demokratik normlarla

dönüştürme yoluna gitmekten çok, uzak durmayı tercih etmiştir. AB’ye göre

ABD’nin 11 Eylül olaylarına olan tepkisi, Avrupa güvenliğine yönelik tehditleri

arttırmıştır. Irak savaşı sonrası İslamın tehdit olarak görülmesi, Türkiye’nin

Müslüman nüfusu ile AB içine alınmasını zorlaştıracaktır. AB’nin iç problemlerine

odaklanması ve gelişen güvensizlikle kendini “kale” haline getirerek mücadele

etmesi gerektiği yönündeki görüş, diğer iki görüşün geçerliliğini AB açısından daha

da güçlendirmiştir.278

Avrupalılaşmanın Türkiye ile ABD ilişkilerini nasıl etkilediğine dair bir

takım çıkarımlarda bulunmak olasıdır. Öncelikle ABD’nin Türkiye’nin AB üyeliğine

verdiği destek göz önünde bulundurulduğunda; Türkiye’nin Avrupalılaşmasının

ABD tarafından da istenen bir durum olduğunu belirtmek gerekir. Ancak ABD’nin

dış politikasının AB’den farklılık arzeden realist nitelikli, sert güce odaklı

politikalarından uzaklaşacak ve ABD’nin stratejik öncelik ve taleplerine demokrasi

ve insan hakları odaklı bakarak sorgulayacak derecede Avrupalılaşmış bir

Türkiye’nin, ABD tarafından ne kadar kabul göreceği tartışma konusudur.

Konuya Türkiye açısından bakıldığında, ABD’nin AB güvenlik oluşumuna

verdiği, NATO önceliğinin korunması koşuluyla verdiği şartlı destek, Türkiye’nin

AGSP desteğinin de sınırlarını oluşturmaktadır.

278 Ibid.s. 950-951.

148

Bunun yanında Türkiye ile ABD ilişkilerinin zaman zaman gerginleşen

yapısına rağmen, ABD ile iyi ilişkiler Türkiye’yi diğer AB üyelerinden çok

farklılaştırmamaktadır. AB eski ve yeni üyeleri içinde de Atlantikçi/Avrupacı ayırımı

oldukça nettir.

a. Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) kapsamında

karşılaşılan sorunlar

1990’lı yılların başından itibaren Türkiye ile AB arasındaki en önemli

sorunlardan birini Türkiye’nin AGSP içindeki yeri oluşturmaktadır. Konunun

Avrupalılaşma bakımından incelenmesinde; Türkiye’nin AGSP konusunda

karşılaştığı sorunda, AB sürecinin sorunun çözümüne ne kadar katkıda bulunduğuna

bakmak gerekmektedir.

Öncelikle AB’nin 1990’lı yıllardan başlayarak güvenlik yapılanmasını

oluşturma evrelerine bakıldığında; 1948 Brüksel Antlaşması ile kurulan Batı Avrupa

Birliği’nin (BAB) 1954 yılında yeni üyeleri içine alarak genişlediği görülmektedir.

BAB’ın 1984 yılına kadar oldukça pasif bir güvenlik örgütü olarak kaldığı

bilinmektedir. Bu tarihten sonra aktif hale getirilmeye çalışılan BAB, farklı üyelik

biçimleriyle AB üyesi olmayan ülkeleri de kapsamaktadır. Ortak üyeler, Türkiye’nin

yanı sıra; İzlanda, Norveç ile 2004 yılında AB tam üyesi olan Macaristan, Çek

Cumhuriyeti ve Polonya’dır. 279

BAB; 1992 yılında kabul edilen ve barışı koruma görevleri olarak tarif edilen

Petersberg görevlerini yerine getirme hakkına sahipti. 1998 yılından itibaren İngiltere

ve Fransa’nın öncülüğünde toplanan Saint Malo Zirvesinde, NATO içindeki

279 Türkiye, İzlanda ve Norveç BAB içindeki Ortak Üyelik statüsünü 1995 yılında; Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Polonya ise 1999 yılında kazanmışlardır.

149

faaliyetler olarak tanımlanan Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliğinden, (AGSK)

daha özerk Avrupa savunma faaliyetlerine geçişi ifade eden AGSP’nin temelleri

atılmıştır.280 Sonrasında Üçüncü bölümde ayrıntılı olarak inceleneceği gibi, AB’nin

AGSP’yi kurumsallaştırma faaliyetleri hızla devam etmiştir.

Konunun Türkiye’yi ilgilendiren boyutu; AB savunmasının yukarıda

açıklanan gelişme evreleri ile bağlantılıdır. Buna göre; 1948 yılında kurucu altı

ülkenin savunma amaçlı kurduğu BAB örgütünde 1990’lı yıllarda Ortak Üye

statüsünde olan ve tatmin edici haklara281 sahip olan Türkiye, BAB’ın Amsterdam

Antlaşmaları düzenlemeleri ile AB içine entegre edilmesi yolunun açılması ve 2000

yılında da AB içine alınması ile haklarını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya

kalmıştır. Haziran 1999 yılında toplanan AB Konseyi Cologne Zirvesinde; 2000

yılının sonunda BAB’ın feshedileceği ve tam üyelik dışındaki üyelik biçimlerinin

ortadan kaldırılacağı açıklanmıştır.282 AB içinde savunma ve güvenlik kararları AB

Konseyinde üye devletlerin konsensusu ile alındığından, AB üyesi olmayan Türkiye,

kendisini bir parçası addettiği Avrupa güvenliğinden dışlanmış olacaktı.

Asıl sorun, Soğuk Savaş yılları boyunca Avrupa güvenliğinin NATO ile

sağlanması, Soğuk Savaş sonrası dönemde ise Avrupa’nın kendi güvenlik

yapılanmasını oluşturması çabası neticesinde AB üyesi Yunanistan’nın oluşturulan

güvenlik yapısını başta Kıbrıs ve Ege sorunlarını kendi lehine kullanma olasılığının

ortaya çıkmasıdır. Kıbrıs ve Ege yanında; Türkiye için hayati önemde olan Irak’ın 280 Çınar Özen; ‘ESDP-NATO Relations. Considerations on the Future of European Security Architecture’, The Turkish Yearbook of International Relations (Milletlerarası Münasebetler Türk Yıllığı), Vol. XXXIII, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 2003 s. 232-233. 281 BAB ortak üyeleri, fikir beyan etme ve tasarı önerme hakkına sahipken, üye devletlerce oybirliğiyle alınmış kararları bloke etmemekle yükümlüdürler. BAB Planlama birimine görevli atayabilirler, BAB askeri operasyonlarına katılabilirler. BAB telekomünikasyon sistemi ve Satellite (uydu) merkezi faaliyetlerine katılabilirler. BAB asamblesine katılabilir ancak bütçesine katkıda bulunamazlar. 282Konunun geniş bir incelemesi için bkz: Münevver Cebeci, ‘CESDP: A Turkish Perspective’ http://cide.univ.szczecin.pl/mec3/chapter7 (Mİ 1 Mİ).PDF. s. 142–181, Erişim tarihi: 12/08/2008.

150

Kuzeyi, olası bir Kürt devletinin kurulmasına giden gelişmeler, Dağlık Karabağ’a

ilişkin Azeri-Ermeni çatışması gibi konularda AB’nin yeni oluşumla Türkiye’nin

ulusal çıkarlarına ters düşebileceği endişesidir.283 Bu durumda adı geçen bölgelere

AB müdahalesi Acil Müdahale Gücü aracılığı ile NATO imkânları kullanılmaksızın

salt AB operasyonu olarak da gerçekleşebilecektir. Bunun yanında Türkiye karar

mekanizmasına katılmaksızın, AB’nin NATO olanaklarını kullandığı operasyonlara

katkıda bulunmak zorunda kalabilecektir.

Görüldüğü gibi konunun AB güvenlik yapılanmasının Soğuk Savaş sonrası

dönüşerek NATO’dan bağımsız bir karaktere bürünmesi, Türkiye’nin sözkonusu

oluşuma eklemlenme çabaları olmak üzere iki önemli boyutu bulunmaktadır.

Ancak AB’nin yeni güvenlik yapılanması sorunsuz değildir. AB güvenlik

yapılanmasının gerçekleştireceği operasyonlarda yeterli olanağa sahip olmaması

nedeniyle NATO olanaklarını kullanma gereği doğmuştur. AB’nin NATO imkân ve

askeri olanaklarına otomatik erişim hakkı istemesi, Türkiye gibi NATO üyesi olup

AB üyesi olmayan Avrupalı müttefiklerin kendi istemleri dışında Avrupa

güvenliğinden dışlanmalarına neden olacağı için NATO ve AB arasında sorun

yaşanmasına neden olmuştur. Bu durum; NATO ve AB arasında işbirliğini arttırmak

için yeni arayışlara gidilmesini gerektirmiştir. NATO ve AB arasında sözkonusu

işbirliğinin esasları “Berlin-artı” (2002) anlaşmaları ile düzenlenmiştir. AB’nin

NATO olanaklarını kullanma gereğinin doğması sonucu; Türkiye AB güvenlik

oluşumlarından dışlandığı ve BAB içinde ortak üye sıfatıyla sahip olduğu haklarının

korunması sağlanmadığı takdirde; NATO içindeki veto hakkını kullanacağını

belirtmiştir.

283 Özen, op.cit.,s. 248.

151

Aslında Türkiye’nin endişelerinin yersiz olmadığı da görülmektedir. Zira

NATO çalışmalarına göre Soğuk Savaş sonrası çatışma olasılığı çıkabilecek 16

önemli noktanın 13’ünün Türkiye çevresinde olduğu bilinmektedir. Türkiye, AB’nin

oluşturduğu yeni güvenlik düzenlemeleri ile kendisini izole ederek Soğuk Savaş

yıllarındaki Güneydoğu kanadı savunmasını takdir etmediğini düşünmektedir.

Neticede çevre ülkelerle ilişkilerinde de NATO içindeki imtiyazlı statüsünü

kullanabilen Türkiye’nin, AGSP gibi daha özerk bir nitelik gösteren bir yapılanma

içinde eski ayrıcalıklı statüsünü kaybedebileceği düşünülmektedir.284 Daha da

önemlisi, BAB içinde tatmin edici haklara sahip olan Türkiye’nin NATO’nun 1999

yılında gerçekleştirilen Washington Zirvesinde belirtildiği gibi BAB Ortak üyelerinin

haklarının korunacağı yönündeki kararına uyulmadığı görülmektedir. Bunun yanında

yine Washington Zirvesinde AB’nin NATO askeri imkânlarına erişimininin her

operasyon için ayrı ayrı (case by case) değerlendirilmesi yönünde alınan kararın

devam etmesi Türkiye’nin esas aldığı konulardan biridir. Ayrıca Türkiye’nin

NATO’nun Washington Zirvesi kararlarına atıf yapması, Türkiye’nin aradaki ihtilafı

bir Türkiye-AB sorunu değil; NATO sorunu olarak gördüğünün de kanıtıdır.285 Başta

Helsinki Zirvesi kararları olmak üzere, Nice zirvesinde; NATO olanaklarının

kullanıldığı AB operasyonlarına AB üyesi olmayan NATO müttefiklerinin istedikleri

takdirde katılabilecekleri, sadece AB olanaklarının kullanıldığı operasyonlarda ise

AB üyesi olmayan NATO müttefiklerinin AB üyesi ülkelerin konsensusü ile alınan

karar neticesinde davet üzerine katılabilecekleri belirtilmekteydi. O dönemde

Yunanistan’ın Türkiye’ye yapılacak mali destekleri de veto ettiği göz önüne

284 Ibid., s. 245-251. 285 Türkiye’nin argümanları için bkz: Cebeci op.cit.,s. 160–169.

152

alındığında, Acil Müdahale Gücü operasyonlarına Türkiye’nin katılımı konusunda da

veto kullanabileceği de olasılık dâhiline girmiştir.

Sorun Türkiye ve Yunanistan’ın karşılıklı itirazlarının tatmin edici

düzenlemelere kavuşturulması ile 2001 yılında çözülmüştür. 26 Kasım 2001

tarihinde ABD, İngiltere ve Türkiye arasında üzerinde mutabık kalınan ve 29 Aralık

2001 tarihinde Türkiye tarafından onaylanan Ankara Mutabakatı (ya da orijinal

adıyla İstanbul Mutabakatı) ile Türkiye’nin AB’nin NATO olanaklarını

kullanabilmesine ilişkin vetosu kalkmıştır. Belgede¸ oluşturulan Acil Müdahale

Gücünün NATO üyelerine karşı kullanılamayacağı belirtilmekte ve NATO üyesi

ancak AB üyesi olmayan ülkelerin katılımıyla ilgili tatmin edici düzenlemeler

öngörülmektedir. Buna göre NATO olanaklarının kullanılmadığı AB operasyonlarına

katılımı konusunda da; Türkiye’nin coğrafı yakınlığı ve ulusal çıkarları düşünülerek

taraflar arasında yoğun bir danışma mekanizması oluşturulmuştur. AB’nin NATO

imkânlarını kullandığı operasyonlara Kıbrıs’ın katılmaması da Türkiye’nin

taleplerini karşılamaya yöneliktir. Sözkonusu kararlar AB Konseyinin 2002 yılında

gerçekleştirdiği Kopenhag Zirvesinde de AB kararı olarak tescil edilmiştir.

ABD’nin AGSP’ye yaklaşımı ile Türkiye’nin beklentileri örtüşmektedir.

ABD; NATO faaliyetlerini gölgelemeyecek ve NATO’nun Avrupa güvenliğinde

merkezi rolünü tehlikeye düşürmeyecek Avrupa Güvenlik oluşumlarını

desteklemektedir. Böyle bir oluşum ABD’nin güvenlik alanındaki yük paylaşımını

azaltabilecektir. Nitekim başta Maastricht Antlaşması düzenlemeleri olmak üzere

ABD’nin Avrupa güvenlik yapılanması düzenlemelerine yaklaşımı; NATO’nun

Avrupa ayağının güçlendirilmesi şeklinde olmuştur.286 Madeleine Albright

Türkiye’yi destekleyici biçimde AB üyesi olmayan NATO müttefiklerinin ayırımcı 286 ABD’nin AGSP’ye yaklaşımının geniş bir değerlendirmesi için: Özen, op.cit.,s. 233-237.

153

bir muameleye tabi tutulmaması gerektiği yönünde açıklamalar yapmıştır.287

ABD’nin Türkiye’yi desteklemesinin bir diğer nedeni de; NATO’yu Avrupa

güvenliğinde tek güvenlik örgütü olarak tutma kaygısı ve bu durumun uzantısı olarak

Avrupa güvenlik oluşumlarını İngiltere ile birlikte Türkiye aracılığıyla da kontrol

altında tutmak istemesidir.288

Antonio Missiroli, sözkonusu sorunun yaşandığı dönemde AB ile NATO

arasındaki ilişkide, AB’nin NATO’nun planlama kabiliyetlerine erişiminin önündeki

engeli Türkiye’nin davranışı olarak görmektedir. Türkiye’nin AGSP’ye dâhil olma

yönündeki tavrını uzlaşmaz ve esnek olmayan bir tavır olarak tarif etmekte ve sorunu

askerin Türk siyasi kültüründeki ağırlığına bağlamaktadır. Türkiye’nin uzlaşmaz

tavrının bir süre sonra kendisini gerek ABD, gerekse AB nezdinde güç duruma

düşüreceğini ve üyelik hedefini uzaklaştıracağını belirtmektedir.289

Bazı yazarlara göre; AB bütünleşme hareketi Karl Deutsch’un ifade ettiği

güvenlik topluluğu fikri üzerine kurulduğundan; AB’nin güvenlik ilişkilerinin

yürütüldüğü AGSP mekanizmasının salt AB’nin savunma ve dış tehditlerle

mücadelesi faaliyetlerini yürüten bir politika aracı olmayıp, AB kimliğini ve

değerlerini yayan bir mekanizma olarak görülmesi gerekmektedir. Bu doğrultuda

Kopenhag kriterlerinde ifadesini bulan demokrasi, hukukun üstünlüğü ve serbest

piyasa ekonomisinin gereklerinin yerine getirilmesi gibi hususlar; AB’nin bir Birlik

olarak çevresine de AGSP yoluyla yaymaya çalıştığı değerleri ve bu bağlamda

kimliğini oluşturmaktadır. Türkiye bazı Avrupalı çevrelerce, AGSP’yi salt askeri

287Albright, AB üyesi olmayan NATO müttefikleri için ünlü 3d formülünü sunmuştur. (“no duplication, no discrimination, no decoupling”). 288 Oran, op.cit.,s. 318. 289Antonio Missiroli, ‘EU-NATO Cooperation in Crisis Management: No Turkish Delight for ESDP’, Security Dialogue, Vol:33(1) s. 9–19.

154

nitelikli bir mekanizma olarak algıladığı ve yukarıda bahsedilen değerleri ve

kimliğini göz ardı ettiği yönünde eleştirilmektedir.290

Türkiye’nin Avrupa güvenlik güçlerinin NATO’ya erişimi için vetosunu

kaldırmasını, Türk dış politikasının Avrupalılaşması olarak gören yaklaşımlar vardır.

Buna göre, AB NATO olanaklarına erişim hakkı elde ederken, Türkiye’nin güvenlik

endişeleri de giderilmiştir.291Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde konunun

incelenmesinde; ilk bölümde incelenen Avrupalılaşmanın çift yönlü etkisi kapsamını

göz önünde tutmak gerekir. Avrupalılaşmanın üye/aday ülkenin önceliklerini AB

düzeyine taşıması olarak açıklanabilecek ikinci boyutu kapsamında; Türkiye

AGSP’ye katılım konusundaki öncelik ve hassasiyetini AB düzeyine aktarabildiği

grülmektedir. Avrupalılaşmanın ilk boyutu bir başka deyişle; AB’nin Türk

politikasını etkilemesi şeklinde tanımlanabilecek boyutu kapsamında ise; İlerleme

Raporlarında belirtildiği üzere, uyumsuz politikalar olarak tarif edilmektedir. AGSP

konusunun bir diğer önemli özelliği savunma konusunun askeri ve güvenlik

seçkinlerinin karar alma konusunda hâkimiyetinin çok fazla olduğu bir alan

olmasıdır.

b. Irak Savaşı (2003) sırasında Türkiye’nin AB ve ABD ile ilişkileri

2003 Irak Savaşı sırasında, ABD’nin Irak’a karşı Kuzeyden açacağı cephe için

Türkiye’den talep ettiği desteğin TBMM’de 1 Mart 2003 tezkeresi ile

reddedilmesinin ardından, Türkiye; Irak savaşına karşı olan Fransa ve Almanya gibi

290Hüseyin Bağcı, Ali Yıldız, ‘Turkey and the European Security and Defence Policy (ESDP): From Confrontational to Cooperative Relationship’, The Europeanization of Turkey’s Security Policy: Prospects and Pitfalls, ed: Ali L. Karaosmaoğlu, Seyfi Taşhan, Turkish Foreign Policy Institute, Ankara 2004,s.90–92. 291Kemal Kirişçi “Between Europe and the Middle East the Transformation of Turkish Policy” Middle East Review of International Affairs, vol:8 No:1 2004,s.10.

155

bazı AB üyesi ülkelerle aynı safta yer almıştır. Konunun Avrupalılaşma

çerçevesinden incelenmesi, AB’nin Irak Savaşı sırasında Türkiye’nin politikasını

etkileyip etkilemediği, ya da Türkiye’nin AB politikasına uyum sağlayabilmek için

politikasını AB’ye uyumlu hale getirip getirmediği konusunu araştırmayı

gerektirmektedir.

Türkiye’nin tezkerenin reddi ile bazı AB üyesi ülkelerle uyumlu bir politika

yürütüyor olmasını; Türkiye’nin dış politikasının Avrupalılaşması örneğinde görenler

vardır. Bu görüşlere göre, Türkiye’nin sözkonusu olayda AB ülkeleriyle aynı safta

yer alarak ABD’yi dengelemek istediği belirtilmekte, Irak Savaşı sırasında

hükümetin kararsızlığı sonucu aldığı tutumun etkisi ve terörizmle mücadelede

Türkiye’nin stratejik öneminin anlaşılmasının Türkiye’ye Aralık 2004’te müzakere

tarihi (için tarih) verilmesini sağladığı vurgulanmaktadır.292

Öncelikle, Türkiye’nin Irak Savaşına giden süreçte ABD ile yaptığı

müzakerelerde AB ile ilişkiler konusuna değinilmediği görülmektedir.293 Türkiye ile

ABD arasındaki müzakereler sırasında, ABD tarafından önerilen büyük çapta kara

birliklerinin Türkiye üzerinden Irak’a sevkedilmesi konusunda Türkiye’nin ilk olarak

sınırlı destek vereceği bildirilmiştir. Ancak ABD’nin giderek artan baskısı

neticesinde, karşılıklı olarak belirli noktalarda mutabakat sağlanmıştır. Buna göre ilk

önce geri destek birimlerini oluşturacak ABD kuvvetlerinin kullanacakları, üs, tesis,

liman inşaat ve altyapı çalışmalarının başlatılması ve önceden bir keşif biriminin

belirlenen yerlere sevki konusunda bir tezkere hazırlanmıştır. Buna göre istihkâm

birliklerinin Türkiye’ye gelebilmeleri için Bakanlar Kurulu’nun 5 Şubat 2003 tarihli

292 Bu doğrultuda bir görüş için bkz. Baskın Oran, ‘Türkiye Kabuk Değiştirirken AKP’nin Dış Politikası’, Birikim, Sayı: 184–185, 2004, Birikim Yayınları, www.birikimdergisi.com/birikim/dergiyazdır.aspx?dyid=2865, erişim tarihi: 19.09.2007. 293 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz: Deniz Bölükbaşı, 1 Mart Vakası, Irak Tezkeresi ve Sonrası, Doğan Kitap, İstanbul, Şubat 2008.

156

tezkereyle TBMM’ye başvurmasının ardından, 6 Şubat tarihinde kabul edilen tezkere

sonucu mutabakat muhtırası imzalanmıştır. Ancak, bu birliklerin savaş öncesi

gerçekleştirilecek ön hazırlıklar kapsamında Türkiye’ye girişine izin verilmesinin

ABD’ye bizatihi savaş için destek verileceği anlamında yanlış işaret verildiği

düşünülmektedir. 294

Dışişleri Bakanlığından Deniz Bölükbaşının başkanlığını yaptığı ve Dışişleri

Bakanlığı mensupları ile Genelkurmay Başkanlığından oluşan Türk heyetinin,

Türkiye’nin üzerinde daha sonra mutabık kalınan Amerikan kara birliklerinin

Türkiye üzerinden Irak’a geçmesi konusu yanında, pek çok konu üzerinde müzakere

ettiği görülmektedir. Bunlar; Amerikan kara birliklerinin tabi olacakları hukuk,

Irak’ın Kuzeyinde Türkiye’nin oynayacağı rol, Kürt gruplara sağlanacak silah ve

teçhizat konusunda Türkiye’nin bilgilendirilmesi ve bu bölgede Türk birliklerinin

kuvvet kullanacağı durumlar, Türkiye’nin sağlayacağı lojistik destek hususu ve

Türkmenlerin durumu gibi konulardır.295 Irak’a kara harekâtının gerçekleştirilmesi

için Türkiye’ye konuşlanacak Amerikan birliklerine ilişkin askeri mutabakat metni

yanında, iki belge daha müzakere edilmiştir. Bunlardan biri, “Siyasi Belge” olarak

adlandırılan ve esas itibariyle Türkiye’nin Irak’ın Kuzeyine ilişkin kırmızı çizgilerini

ortaya koyan, özetle Irak’ın toprak bütünlüğünün ve Türkmenlerin haklarının

korunması, Irak’ın doğal kaynaklarının tüm Irak ulusuna ait olduğu hususunun

güvence altına alınması, PKK ile mücadelede çaba sarfedilmesi ve PKK’nın

bölgeden tümüyle temizlenmesi hususları yer almakta ve Türkiye ile ABD’nin bu

konularda birlikte hareket edeceği belirtilmektedir. Diğer belgeler gibi, 1 Mart

tezkeresi içinde oylandığı ve reddedildiği için hayata geçmeyen bir başka belge,

294 Ibid., s. 35–36. 295 Ibid., s. 35–44.

157

Türkiye’ye hibe, kredi yardımları verilmesi ile nitelikli sanayi bölgeleri tesis

edilmesi, Türkiye ile ABD’nin bölgesel ticaretin geliştirilmesi ve Irak ekonomisinin

geliştirilmesine yönelik ortaklaşa hareket planı içeren “ekonomik yardım

paketi”dir.296

Tezkere oylama görüşmeleri sırasında; Türkiye’nin Irak’ın Kuzeyindeki

durumu, PKK ile mücadele ve Türkmenlerin durumu gibi Türk siyasi ve askeri

seçkinleri kadar kamuoyunun da hassas olduğu noktalarda gerçekleştirilen

müzakerelerde Türkiye’nin başlangıçtaki durumdan, başka bir deyişle ABD’nin

başlangıçta Türkiye’ye önerdiği pozisyondan çok daha iyi kazanıma sahip olduğu

görülmektedir. Ancak Türkiye’nin müzakere pozisyonu hakkında milletvekillerinin

yeterince bilgilendirilmediği yönünde yaklaşımlar vardır. 1 Mart tezkeresinin

reddedilme nedenlerine bakıldığında temel olarak, Irak savaşının uluslararası

meşruiyetinin sorgulanması noktasının ön plana çıktığı görülmektedir. 297

TBMM’de gerçekleştirilen oylama öncesi, tezkerenin kabul ya da

reddedilmesinin olası sonuçlarına ilişkin değerlendirmelerde, diğer noktalar yanında,

ABD’nin Türkiye’nin AB üyeliğine verdiği destek üzerinde durulmaktadır.298 Başka

bir deyişle, AB konusuna atıf; tezkerenin reddinin ABD’nin Türkiye’nin AB

üyeliğine verdiği destekte azalmaya neden olacağı şeklinde yapılan yorumlarla sınırlı

kalmaktadır.

Bu durumda Türkiye’nin Irak savaşıyla ilgili özellikle bazı AB üyesi ülkelerle

aynı politikaları uygulamak için 1 Mart tezkeresini onaylamadığı yönünde bir görüş

zorlama olabilecektir. Siyasi seçkinlerin yaşadığı kararsızlık Türkiye’yi tesadüfen

bazı AB ülkeleriyle aynı konuma getirmiştir. Kaldı ki, AB üyesi ülkeler arasında da 296 Ibid., s. 65–75. 297 Ibid., s. 86–88 ve 132. 298 Ibid., s. 79–80.

158

Irak savaşı sırasında ABD tutumunu benimseme ya da karşı olma konusunda ciddi

görüş ayrılıkları yaşanmıştır. Neticede, sözkonusu durumun Türk dış politikasının

Avrupalılaşmasına örnek verilmesi doğru gözükmemektedir. 1 Mart kararı gerek

askeri ve siyasi seçkinler gerekse kamuoyunun yaptığı muhasebe ve karşılıklı

etkileşim sonucu alınmıştır.

1 Mart 2003 tarihinde reddedilen tezkerenin ortaya çıkardığı bir başka sonuç,

güvenlik kimliği öğelerinin önemli taşıyıcılarından biri olan Dışişleri Bakanlığının

ABD ile sıkı pazarlıklar sonucu elde ettiği kazanımlar neticesinde, Türkiye’nin

kırmızı çizgilerinin ve bir anlamda güvenlik kimliği öğelerinin korunmasını

sağlamasıdır.

3. Türkiye-Yunanistan İlişkileri

Türkiye-Yunanistan ilişkileri, AB etkisinin en fazla hissedildiği alanlardan

biridir. Öncelikle Türkiye’nin AB’ye aday ülke ilan edildiği Helsinki Zirvesi

sonuçlarında da belirtildiği üzere; Türkiye AB üyesi ve kendisine komşu olan

Yunanistan ile mevcut anlaşmazlıklarını barışçıl yöntemlerle çözmelidir ifadesi, aday

ülkelere yönelik temel politikasını koşulluluk ilkesi gereğince kesin hükümlere

bağlayan AB’nin diğer bazı resmi belgelerinde299 de sıklıkla vurgulanan bir konudur.

Türkiye ile Yunanistan arasında ilişkilerin giderek iyileşmesini Türkiye’nin

Avrupalılaşmasına bağlayan yazarlar vardır.300 Bu durum doğru olmakla birlikte;

Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin düzelmesinde konunun Yunanistan

299Tüm aday ülkeler için oluşturulan Kopenhag kriterlerinde komşu ülkelerle uyuşmazlıkların barışçı yöntemlerle çözümü yanında Türkiye’ye özel olarak bu konu İlerleme raporlarında ve Müzakere Çerçeve Belgesinde çözüme kavuşturulması gerektiği belirtilen konulardan biridir. 300 Aydın, Açıkmeşe, op.cit.,s. 270-271.

159

boyutu da dikkate alınması gereken önemli bir faktördür. İlişkilerin düzelmesinde

belki de en önemli sebeplerden biri Yunanistan dış politikasının Avrupalılaşmasıdır.

Özellikle 1996 yılından sonra Yunanistan dış politikasının temel amacı

Türkiye’nin AB aday/üyeliğini desteklemek olmuştur. Bunun nedenlerinden biri,

Yunanistan’ın, Lüksemburg ve Helsinki zirvesi arası dönemde AB Parasal alanına

girebilmek için savunma harcamalarını kısma yoluna gitmesi ve Helsinki zirvesinde

Türkiye’ye olan olumsuz tavrını değiştirmesidir.

Bir diğer neden, Yunan iç politikasındaki gelişmelerdir. 1996 yılında Kostas

Simitis’in başbakanlığı döneminde Yunanistan, Soğuk Savaş sonrası koşullarına

uyum için dış politikasını yeniden gözden geçirmiştir. Bu dönemde Yunanistan

Avrupalılaşma sürecini, daha önceki yönetimlerin ulusal davaları ön plana çıkaran,

komşuları ile sorunlu ve Yunanistan’a prestij kaybettiren politikalarını terk ederek

başlatmış ve devam ettirmiştir. Simitis’e göre yeni uluslararası ortamda Yunanistan

için en önemli dış politika yönelimi AB olmalıdır ve politikalar bu yönelime göre

düzenlenmelidir.301 Bu durumda Türkiye ile gelişen ilişkiler Yunanistan’ın iç

gelişmeleri, bir başka deyişle Yunanistan’ın Avrupalılaşması ile doğrudan bağlantılı

hale gelmektedir.

Yunanistan’a göre Türkiye Avrupalılaşırsa, tehdit kaynağı olmaktan

çıkacaktır. Bu durum AB’nin bir güvenlik topluluğu olarak Fransa ve Almanya

örneğinde olduğu gibi birbirine düşman ülkeleri yakınlaştırma özelliğinden de

kaynaklanmaktadır.302 Bunun yanında, Türkiye’nin AB adaylığını destekleyerek,

301 Fırat, op.cit.,s. 257–280. 302Bahar Rumelili, ‘Civil Society and Europeanization of Greek-Turkish Cooperation’, South European Society ve Politics, Vol:10, No:1, April 2005,s.52.

160

Yunanistan’ın Ege ve Kıbrıs uyuşmazlıkları konusundaki talep ve iddialarına

Türkiye tarafından karşı gelinmemesini beklediği yönünde yaklaşımlar vardır.303

1990’ların ikinci yarısından sonra Türkiye-Yunanistan ilişkilerindeki

düzelmede; her iki ülkede yaşanan depremden sonra gerçekleşen karşılıklı

yardımlaşmalar, sivil toplum hareketinin etkileri ve dışişleri bakanları İsmail Cem ve

George Papandreu’nun kişisel gayretlerinin önemli faktörler olduğu açıktır. Ancak

bundan da önemlisi AB’nin; 1999 yılında Türkiye’ye aday ülke statüsü vermesinin

iki ülkenin işbirliğini kolaylaştırdığı ve güçlendirdiğinin de vurgulanması gerekir.

Buna göre, Helsinki Zirve kararlarında her iki ülkenin uyuşmazlıklarının barışçıl

yollarla çözülmesi gereğinin vurgulanmasının ve özellikle de AB etkisinin sorunların

çözülmesi için bir teşvik ve meşruiyet zemini oluşturmasının yanında, Türkiye’nin

adaylığının sivil toplumun Türk-Yunan işbirliği yönünde çalışmasına olanak

sağlayacak mali fon akışını304 sağlaması da gösterilmektedir. Burada AB’nin rolü,

ilgili ulusal aktörlerce AB’nin kendi faaliyetlerine meşruiyet kazandırıcı bir sembol

olarak kullanılma etkisinden kaynaklanmaktadır.305 Neticede gerek Yunanistan,

gerekse Türkiye’nin 1997 yılında başlayan gelişmelerle, Soğuk Savaş sonrası düzene

uyum çabalarının uzantısı olarak Avrupalılaştıkları söylenebilir.306

303 Heinz Jurgen Axt, ‘Relations With Turkey and Their Impact on the European Union’, Southeast European and Black Sea Studies, Vol:5, No:3, September 2005, s,10. Yunanistan’ın Helsinki Zirvesinde Türkiye’nin adaylığını destekleme nedeninin, Ege ve Kıbrıs sorunlarının Yunanistan tarafından Avrupalılaştırılmış olduğu yönünde parallel bir yaklaşım için bkz: Fuat Aksu, ‘Ege ve Kıbrıs Sorunlarının Çözümünde Avrupa Birliği’nin Tutumu’, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Yıl: 2, Sayı:3, Şubat 2004, s. 113. 304 AB Komisyonu 2002 yılında “Türk-Yunan Sivil Toplum Geliştirme Programı” adı altında 8 milyon Euroluk bir fon sağlamış ve gerek Yunan gerekse Türkiye’de yerel düzeyde STK’ların sivil toplum diyaloğuna katkıda bulunmalarını sağlamak üzere tasarlanmış ve çeşitli faaliyetlerde kullanılmıştır. Bunun yanında; 2004-2006 yılları arası dönemde Türkiye ve Yunanistan arasında sınır ötesi işbirliğini geliştirmek üzere 35 milyon Euroluk başka bir Fon kaynağı oluşturularak uygulamaya koyulmuştur. (Rumelili, op.cit.,s.49-50). 305 Ibid.,s.45–56. 306 Fırat, op.cit., s.271–272.

161

Türk-Yunan ilişkilerinin gelişmesinin salt siyasa Avrupalılaşması olarak

görülmemesi gerektiği yönünde yaklaşımlar da vardır. AB’nin siyasi kimliklerin

Avrupalılaşmasında bir referans noktası olarak kabul edilerek, başta sivil toplum

liderleri olmak üzere tarafları harekete geçiren düşüncenin Türkiye’nin adaylığı

olduğu belirtilmektedir.307 Davos görüşmelerinden istenen sonucun alınmaması,

PKK lideri Öcalan’ın Kenya’da Yunan büyükelçiliğinde yakalanması gibi gelişmeler

ilişkileri sekteye uğratsa da; deprem diplomasisi ile bağlayan olumlu süreç;

Yunanistan’ın Türkiye’nin adaylığını veto etmemesi ile değişmiş; 1999 yılından

sonra Türkiye ile Yunanistan arasında turizmden, askeri işbirliğine birçok alanda

ortak faaliyetler oluşturulmuştur. AB de bu işbirliğinde önemli bir boyut olarak

ortaya çıkmaktadır.308 Ancak gerek Yunanistan, gerekse Türkiye 1990’lı yıllara

kadar AB ile ilişkide olmalarına rağmen, her iki ülke arasında gerginlik azalmazken,

neden özellikle 1999 yılından sonra düzelme görülebilmiştir? Bunun en temel nedeni

Türkiye’ye verilen adaylık statüsü ile AB’nin güvenilirliğini sağlaması ve

Yunanistan ve Türkiye’deki siyasetçiler ile sivil toplum önderlerinin hareket edeceği

uygun bir ortam yaratmasıdır. Yunanistan’da Türkiye’nin Avrupalılaşmasının teşvik

edilmesi, Türkiye’de de Helsinki Zirve kararları ile iki ülke arasındaki

uyuşmazlıkların çözümü arasında kurulan bağ, sorunların çözümü için çabaların

arttırılmasını sağlamıştır. Neticede, AB ile amaçlarını gerçekleştirecek ulusal

aktörler, değişim için etkili olabilmişlerdir.309

307 Ibid.,s.46. 308 Ibid.,s.47–48. 309Bahar Rumelili, ‘The Talkers and the Silent Ones, The EU and Change in Greek-Turkish Relations’, University of Birmingham Working Paper Series in EU Border Conflicts Studies, No:10, October 2004, s. 2, aynı doğrultuda bir görüş için bkz: Ayşe Betül Çelik and Bahar Rumelili, ‘Necessary but not Sufficient: the Role of the EU in Resolving Turkey’s Kurdish Question and the Greek-Turkish Conflicts’, European Foreign Affairs Review 2006, 11:203–222.

162

Konunun Avrupalılaşma çerçevesinden değerlendirilmesi, AB etkisi

olmaksızın bu gelişmelerin gerçekleşemeyeceği yönünde olacaktır.

Ancak ilişkilerde dikkate alınması gereken bir diğer nokta, Kıbrıs ve Ege

sorunları konusunun ayrıca değerlendirilmesi gerekliliğidir. Zira Kıbrıs sorunu

nedeniyle Yunanistan pek çok kereler Türkiye’ye yapılacak mali yardımları veto

etmiştir. Bu durumda Kıbrıs taraflar arasında sürekli gerilim kaynağıdır. Aşağıda;

Ege ve Kıbrıs sorunlarına AB sürecinin etkileri tartışılmaktadır.

a. Ege Sorunları

Türkiye ve Yunanistan arasındaki Ege sorunları,310 AB tarafından Kıbrıs

sorunu gibi koşulluluk ilkesi uyarınca Türkiye’nin çözüme kavuşturması gereken

konular arasında sayılmaktadır. Türkiye için hazırlanan ilk KOB’da orta vadede

çözümlenmesi gereken bir konu olarak ortaya konan Ege sorunları konusunda

getirdiği koşulluluk ilkesi gereğince AB’nin taraf olarak ortaya çıktığı görülmektedir.

Bu konuda da Yunanistan’ın Avrupalılaşmanın ikinci boyutu kapsamında kendi

önceliğini AB düzeyine aktarmada başarılı olduğu ve bu konuların çözümünün

Türkiye için hazırlanan resmi AB belgelerine koşulluluk kapsamında

değerlendirilmesini sağladığı görülmektedir. Gerçekten de Yunanistan, Türkiye ile

mevcut sorunlarının ve algıladığı tehdidin aynı zamanda AB’ye yönelmiş tehditler

olduğu yönündeki söylemini AB düzeyine aktarmada başarılı olmuştur.

AB’nin, Türkiye ve Yunanistan taraflarının Avrupalılaşma sürecinin etkileri

ile gerçekleşen ve 1999 yılından itibaren belirgin etkileri görülen ilişkiler

bakımından olumlu bir zemin oluşturduğu söylenebilir. Ancak; Yunanistan’ın AB 310 Burada Ege sorunlarından kasıt; iki ülke arasında deniz sınırlarının belirsizliği, karasuları, Türkiye ve Yunanistan arasında kıta sahanlığı, bitişik ve ekonomik bölge, adaların silahsızlandırılması, ulusal hava sahası, FIR hattı sorunlarıdır.

163

üyesi olarak taşıdığı ayrıcalıkla önceliklerini AB düzeyine taşıdığı noktasından

hareketle, AB’nin koşulluluk ilkesi çerçevesinde Türkiye’den çözüm talep ederek,

çözümün değil sorunun parçası olduğu yönünde görüşler de vardır. Zira sorun ile

çözümü arasında kurulan koşulluluk ilişkisi çerçevesinde Türkiye’den talep edilen

noktalar, Türkiye açısından çıkarlarından ödün vereceği bir noktayı da oluşturmakta

ve Türkiye’yi güç duruma sokmaktadır. Bunun da ötesinde Türkiye ve Yunanistan

arasındaki sorunlar, Türkiye ve AB arasında çözüme kavuşturulması gereken

sorunlar olarak ortaya çıkmaktadır.311 Buna paralel olarak; Ege sorunlarının Türkiye

ve Yunanistan’ın egemenlik alanları ile ilgili uyuşmazlık konuları olmalarına

istinaden uluslararası hukuk çerçevesinde ele alınmaları gerektiği, AB’nin sorun için

hukuki ve teknik anlamda bir çözüm alanı olmadığı yönünde yaklaşımlar vardır.312

Ege sorunlarına AB etkisinin ne olduğunun araştırılması, konunun

Avrupalılaşma çerçevesinden incelenmesi demektir. Öncelikle Ege sorunlarının

Türkiye-Yunanistan arasında nasıl bir seyir izlediğine bakıldığında; 1923 tarihli

Lozan Antlaşmasının çerçeveyi çizen temel metin olduğu görülmektedir. 1976 tarihli

Bern Deklerasyonu ve ardından 1988 tarihli Atina ve İstanbul Mutabakatları

sorunların çözümü için atılan temel adımlardır. Bundan önce; Yunanistan’ın

karasularını 12 mile çıkarma talebi neticesinde, Türkiye’nin bu durumu savaş sebebi

(casus belli) kabul edeceğinin iki ülke arasında gerilimi sürekli tuttuğunu belirtmek

gerekir. 1997 tarihli NATO Madrid Zirvesinde kararlaştırılan Madrid Deklerasyonu

ile Yunanistan’ın tek yanlı eylemlerden kaçınacağını ve Türkiye’nin de kuvvet

kullanma tehdidi olmaksızın barışçıl yöntemler izleyeceği yönünde mutabık

kalınmıştır. 311 Fuat Aksu, ‘Ege Sorunlarının Geleceği ve Türkiye: AB Üyelik Sürecinde Türkiye’nin Seçenekleri’, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Yıl:3, Sayı:5, Temmuz 2005, s. 263- 267. 312 Aksu, ‘Ege ve Kıbrıs Sorunlarının Çözümünde Avrupa Birliği’nin Tutumu’, s. 105.

164

Sorunda AB etkisini açıklayan temel belge 1999 yılında gerçekleştirilen

Helsinki Zirvesi sonuç bildirgesinin 4. Maddesidir. Buna göre; “Avrupa Birliği

Konseyi anlaşmazlıkların BM Anayasına uygun olarak barışçı yoldan çözülmesi

ilkesini vurgular ve aday devletleri devam eden sınır anlaşmazlıkları ve ilgili diğer

konuları çözmek için her gayreti göstermeye davet eder. Bunda başarılı olunamadığı

takdirde anlaşmazlığı makul süre içinde Uluslararası Adalet Divanına (UAD)

götürmelidirler. Avrupa Birliği Konseyi, özellikle üyelik süreci üzerindeki

yansımalarıyla ilgili olarak ve en geç 2004 yılı sonuna kadar UAD yoluyla çözüme

bağlanmalarını teşvik etmek amacıyla devam eden anlaşmazlıklara ilişkin durumu

gözden geçirecektir.” 17 Aralık 2004 Zirvesinde de, çözülmemiş anlaşmazlıkların

UAD’ye götürülmesi konusu üzerinde yeniden durulmuştur. Konu ile ilgili olarak

kamuyouna açıklanmış bir sonuç henüz mevcut değildir, görüşmeler sürmektedir.

Bunun yanında Türkiye için hazırlanan KOB’da Türkiye’nin orta vadede Ege

sorunlarını çözüme kavuşturması gereğinin altı çizilmiştir. Türkiye için hazırlanan

ilerleme raporlarında da Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunlar, “üyelik

kriterleri” başlığı altında, “güçlendirilmiş siyasi diyalog ve siyasi kriterler” başlığı

altında yer almaktadır.

Helsinki Zirvesinde belirtilen Türk-Yunan uyuşmazlıklarının 2004 yılı

sonuna kadar UAD’ye götürülmesi gereği yönündeki kararın Türkiye üzerinde

istenmeyen bir baskı yarattığı, pazarlık gücünün azaltıldığı ve bu tarihin

uyuşmazlıkların UAD yoluyla çözümlenmesi için başvuru tarihi olarak

değerlendirilmemesi yönünde yaklaşımlar vardır.313 Buna göre 2004 yılı sorunun

çözülmemesi halinde tarafların konuyu Divana götürecekleri son tarih değil, o ana

313Aksu, ‘Ege Sorunlarının Geleceği ve Türkiye: AB Üyelik Sürecinde Türkiye’nin Seçenekleri’, s.267–269.

165

kadar ulaşılan mevcut durumu değerlendirecekleri son tarih olarak

değerlendirilmektedir.314

Türkiye’nin Ege sorunlarının çözümü konusunda temel yaklaşımı, sorunların

bir bütün olarak ele alınması, barışçıl ve müzakerelerle kalıcı ve adil bir çözümün

sağlanmasıdır. Ancak bu durumda da çözüm bulunmayan sorunların UAD’ye

başvurmak da dâhil olmak üzere diğer yöntemlerle çözülebileceği üzerinde

durulmaktadır. Bunun yanında Ege denizinin kendine has coğrafi özellikleri olan bir

deniz olmasından hareketle, genel kuralların uygulanmasının Lozan Antlaşması ile

Türkiye ve Yunanistan arasında kurulan stratejik dengeye olumsuz etkileri olacağı

düşünülmektedir.315

Aslında son dönemde her iki ülkenin askeri yöntemlerden çok, ekonomik,

diplomatik ve sosyal araçlarla ilişki kurmaya yönelmesi ve birbirleriyle uzlaşmanın

en uygun yol olduğunu kavramaları, ulusal çıkarları yönünde duyarlılıklarını

korumalarına rağmen ilişkilerde gözle görülür bir iyileşme sağlamıştır. Bu durum

tarafların son 30 yılda çözüme en fazla yaklaştıkları zamandır. Ancak AB’nın

taraflara uygun bir uzlaşı zemini sağlamadığı yönünde yaklaşımlar vardır.316 Buna

göre AB; koşulluluk ilkesi çerçevesinde Yunanistan’ın önceliklerine yer vererek

tarafsızlığını yitirmekte, Türkiye ve Yunanistan arasında asimetrik bir ilişki

yaratmakta ve iki ülke arasındaki stratejik dengeyi bozmaktadır.317

Türkiye ve Yunanistan’ın Ege sorunlarına yönelik irade beyanları ve resmi

düzenlemelerden sorunun çözümü için gerekli ortamın mevcut olduğunu ancak asıl

314Aksu, ‘Ege ve Kıbrıs Sorunlarının Çözümünde Avrupa Birliği’nin Tutumu’,s. 111. 315 Aksu, ‘Ege Sorunlarının Geleceği ve Türkiye: AB Üyelik Sürecinde Türkiye’nin Seçenekleri’, s. 267. 316 Ibid.,s. 270 ve 282. 317 Aksu, ‘Ege ve Kıbrıs Sorunlarının Çözümünde Avrupa Birliği’nin Tutumu’,s. 103-104.

166

sorunun her iki taraf arasında ulusal güvenliğe yönelik tehdit algılamalarından

kaynaklandığı görülmektedir.318

Helsinki Zirvesi sonrası dönemde Ege sorunlarına ilişkin olarak uyuşmazlık

konularına ilişkin tezlerini öğrenmek ve uzlaşma zemini yaratmak üzere müzakereler

gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Bu bağlamda 2002 yılından itibaren taraflar arasında

Güven arttırıcı önlemler kapsamında aralarındaki uyuşmazlık ve işbirliği konularına

ilişkin istikşafi toplantılar sürdürülmektedir. Mart 2002’den beri iki ülke üst düzey

temsilcilerinin Ege sorunlarını görüştüğü kurumsallaşmış bir diyalog mekanizması

mevcuttur. AB’nin rolü sözkonusu görüşmelerin olumlu bir zeminde devam etmesini

sağlamak için uygun bir ortamın yaratılması olmalıdır.319

Ege sorunları çözülmese de, sorunun çözümü için gerekli ortamın ve müzakere

zemininin oluştuğu görülmektedir. Bu bağlamda AB süreci içinde gerek Yunanistan,

gerekse Türkiye tarafından çözüm için atılan adımlar sonucu oluşan olumlu durumu,

bir başka deyişle sorunların Avrupalılaşmasını; güvenlik dilinin kullanımından

kaçınılması, güvenlikleştirme uygulamalarından uzaklaşılması (desecuritization)

şeklinde yorumlayanlar da vardır. Bunu için kanıt olarak, Türkiye, Yunanistan ve AB

söylemlerindeki farklılık gösterilmektedir. Her iki tarafın karar vericileri, konuya

iişkin ulusal hassasiyetlerini korumakla birlikte, söz eylem dilini kullanarak

güvenlikleştirme söyleminden uzaklaşmışlar, böylece karşıtlık değil işbirliği zemini

üzerinde bir ilişki geliştirebilmişlerdir.320

318Aksu, ‘Ege Sorunlarının Geleceği ve Türkiye: AB Üyelik Sürecinde Türkiye’nin Seçenekleri’,s.279. 319 Aksu, ‘Ege ve Kıbrıs Sorunlarının Çözümünde Avrupa Birliği’nin Tutumu’, s. 105-106. 320 Yavaş, op.cit.,s. 1-23.

167

b. Türkiye-AB İlişkilerinde Kıbrıs Sorunu

Kıbrıs konusu; AB tarafından 1999 yılında Türkiye’nin AB’ye aday ülke

olarak kabul edildiği Helsinki Zirvesi kararlarından başlamak üzere, Türkiye’nin

AB’ye üye olmak için çözümüne katkıda bulunması gereken bir sorun olarak

gösterilmektedir. Bu bağlamda, Türkiye’nin AB sürecinde de Kıbrıs, Türkiye’nin AB

üyeliği yolunda bir engeldir. AB’nin Kıbrıs sorununa müdahil olması esas itibariyle,

1990 yılında Güney Kıbrıs’ın AB tam üyelik başvurusunda bulunmasıyla olmuştur.

Avrupalılaşmanın Kıbrıs sorununa etkisini iki boyutlu olarak incelemek

mümkündür. Bunlar; öncelikle bir Birlik olarak AB çerçevesinde Kıbrıs sorununun

uyuşmazlık ve çatışmaların çözümlenmesi çerçevesinde ele alınması; ikinci olarak

da; Kıbrıs sorunu taraflarına AB etkisini incelenmesi boyutlarıdır.321

İlk boyut kapsamında AB’nin soruna etkisi konusunda; Tocci ve Kovziridze,

Annan Planı’nın hazırlanışı sırasında AB çerçevesinin kullanılması noktasını ön

plana çıkartmaktadırlar. Burada; 2002 yılında süren doğrudan görüşmeler sırasında,

tarafların Aralık 2002 tarihinde gerçekleşecek Kopenhag Zirvesinde Kıbrıs’ın AB

üyelik kararını onaylayacağını bildiklerinden hareketle; BM arabulucularının Annan

Planını Kıbrıs’ın AB içinde gevşek ve ortak bir devlet olarak yer alabileceği bir

şekilde tasarladıkları belirtilmektedir. Bu çerçevede Planda Belçika modeli esas

alınarak; bu devletin AB düzeyinde tek sesle temsil edilebilmesi için, resmi devlet

düzeylerinin birbiriyle işbirliği halinde olacağı bir model öngörülmüştür. Başka bir

deyişle, Annan Planı hazırlanırken AB düzeyinde temsil sorunu göz önüne alınarak

bir düzenleme yapma yoluna gidilmiştir. Belçika modelinde ulusal düzeyde

koordinasyonun uzlaşma yoluyla sağlanması öngörülmektedir. AB mevzuatının 321 Nathalie Tocci and Tamara Kovziridze, ‘Chapter 2, Cyprus’, B. Coppieters v.d.,Europeanization and Conflict Resolution, Academic Press, Gent, 2004, http://ecmi.de /jemie/download/12004Chapter2.pdf. Erişim tarihi, 10.10.2007, s.1.

168

uygulanması sırasında da yetki; iç politikadaki ayrım düzenine göre paylaşılacaktır.

Bu durumda eğer devletin parçalarından biri AB mevzuatının yükümlülüklerini

yerine getirme konusunda başarısız olursa ortak devlet kendi yetki alanında

olmamasına rağmen müdahale edebilecektir. Ayrıca Plana ek beşinci kısımdaki

hükümlerde Kuzey ile Güney arasındaki dengeyi gözetmek üzere AB mevzuatının

bazı kısımlarının uygulanmayacağı, istisna tutulacağı yönünde açıklamalar vardır.322

Avrupalılaşmanın Kıbrıs sorunu “taraflarına” etkisi, AB’nin Kuzey Kıbrıs Türk

Cumhuriyeti,323 Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan ve Türkiye’ye etkisi bağlamında

incelenmelidir. Tocci ve Kovziridze’ye göre, Avrupalılaşma çerçevesinde taraflara

AB etkisi bir yandan, sosyal öğrenme ve iç yapıda fırsatların artması yoluyla

tarafların ideolojik yönelimlerini değiştirerek, pazarlık pozisyonlarına etki

bağlamında, öte yandan iç siyasi aktörlerin ideolojik pozisyonlarını ve çıkarlarını AB

söylemini kullanarak meşrulaştırmaları yoluyla olmuştur.324 Ancak AB etkisinin

taraflar açısından her aşamada aynı olmadığını da belirtmek gerekir. Aşağıda

inceleneceği üzere, Annan Planının oylanması sırasındaki son aşamada AB’nin

etkisi, Kuzey ve Güney Kıbrıs siyasi seçkinleri üzerinde oldukça farklıdır.325

AB’nin Kıbrıs Rum kesimine etkisine bakıldığında; öncelikle Kıbrıs’ın

1990’larda başlayan AB sürecinin, sorunun kendi lehlerine gelişiminde pazarlık

pozisyonlarını güçlendirme amacının çok açık olduğunu belirtmek gerekir. AB üyesi

olarak, Türkiye’yi kendi istekleri doğrultusunda güç duruma düşürmek daha kolay

olacaktır.326 Sözkonusu faktörler dikkate alınarak, AB etkisinin Güney Kıbrıs siyasi

322 Ibid., s. 22-23. 323Tocci ve Kovziridze metinde Kıbrıslı Rumlar (Greek Cypriots) ve Kıbrıslı Türkler (Turkish Cypriots) ifadesini kullanmaktadır. 324Ibid., s. 25. 325Ibid., s. 26. 326Ibid idem.

169

seçkinleri üzerindeki etkisinin farklı olduğunu belirtmek gerekir. Cumhurbaşkanı

Klerides 2002–2003 yıllarında eskiye oranla uzlaşmaya daha yakın bir duruş

sergilemiştir. Uzlaşıya daha yakın olmada 1999 Helsinki zirvesinde koşulluluğun

kaldırılmasının da (çözüm olmadan da Kıbrıs AB üyesi olabilir ibaresi) etkisi

olmuştur. Ancak Şubat 2003’te iktidara gelen Papadopoulos yönetiminin Annan

planına olumsuz yaklaşımları, AB üyeliğini garantilemiş bir Kıbrıs’ın üyelik sonrası

elinin çok daha güçleneceğinin bilincinde olması nedeniyledir. Avrupalılaşmanın

Kıbrıs Rum kesimi üzerinde dolaylı etkisi Yunanistan yoluyla olmuştur. Yunanistan

özellikle 1999 Simitis hükümetiyle Türkiye ile ilişkiler bakımından radikal bir

değişiklik öngörerek, AB üyesi bir Türkiye’nin dolayısıyla da çözüme kavuşturulmuş

Kıbrıs’ın Yunanistan çıkarları bakımından daha istenilir bir durum olduğu yönünde

politika değişikliğine gitmiştir.327 Ancak Yunanistan’ın dolaylı etkisine rağmen,

sorun çözülmeden Güney Kıbrıs tüm adayı temsilen 2004 yılında AB’ye alınmıştır.

Rum tarafı, AB üyeliğini garantilediği için çözüm ve uzlaşmaya dayalı bir

tutum sergileme gereği duymamıştır. Zaten temel hedef, AB üyeliğini bir araç olarak

kullanıp, isteklerini bu platform üzerinden gerçekleştirmek ve Türkiye’nin üyeliği

konusunda baskı kurarak, gerekli tavizleri elde etmektir.328 2004 yılında AB’ye tam

üye olan Kıbrıs’ın tutumu; AB dış politikasının kimi zaman üye devletlerin AB

düzeyine taşıdıkları gündemleri nedeniyle zor durumda kalabilmesine örnektir. Buna

göre Kıbrıs gibi yeni üyeler, giderek artan bir biçimde ikili düzeydeki

anlaşmazlıklarını AB nezdindeki pozisyonlarını kullanarak çözümleme/etkileme

yoluna gitmektedirler. Kıbrıs, Türkiye ile müzakerelerin başlaması konusunda veto

kullanmayı denemiştir ve müzakere fasılları açılırken de veto kullanması 327Ibid., s. 26–28. 328Hüseyin Bağcı, Nasuh Uslu, ‘Kıbrıs Sorunu ve AB: Son Gelişmeler ve Tarafların Tavrı’, Dağı, op.cit.,s. 269-270.

170

sözkonusudur.329 Konunun Güney Kıbrıs’ın Avrupalılaşması çerçevesinden

incelenmesi gereken bir boyutunu da bu durum oluşturmaktadır.

Bu durumda, Avrupalılaşmanın çift yönlü etkisi kapsamında; Güney Kıbrıs’ın

kendi önceliğini AB düzeyine taşımak konusunda başarılı olduğunun altını çizmek

gerekir. AB’nin Kıbrıs’a ilişkin tutarlı bir politikasının olmayışı, Kıbrıs’ın AB

üyeliğinin garanti edilmesi, Türkiye ile AB arasındaki asimetrik ilişkinin olması gibi

etkenler, Güney Kıbrıs’ın kendi öncelik ve gündemini AB düzeyine taşımada başarılı

olmasını sağlamıştır.

AB’nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine ne gibi etkileri olduğuna gelince;

öncelikle 1993–2001 yılları arasında; Türk kesim ile AB arasında yetersiz diyalog

nedeniyle ilişkilerin istenen düzeyde tesis edilemediği bilinmektedir. AB’nin

ekonomik yardım teklifleri Türk yöneticiler tarafından iyi niyetli yaklaşımlar olarak

kabul edilmemiştir. Zira KKTC’ye ekonomik ambargo sürdürülmektedir ve

tanınmayan bir ülke olan Tayvan’la ticaret sürerken KKTC ekonomik anlamda izole

edilmiş durumdadır. 1990’lar boyunca KKTC, ancak sorunun çözümü sonrası

ve/veya Türkiye’nin AB üyeliği sonrası Kıbrıs’ın AB üyeliğinin gerçekleşmesi

gereğini savunmuştur. Ancak; Kıbrıs’ın AB üyeliğine yaklaşması; Kuzey Kıbrıs’ta

sivil toplum ve Annan Planı yanlısı Merkez sol partilerin aktifleşmesine ve iktidara

gelmesine neden olmuştur. 1999 yılı sonrası KKTC’nin yaşadığı ekonomik

zorlukların yanı sıra Türkiye ile ilişkiler de sözkonusu gelişmeyi tetikleyen bir diğer

faktördür. Türk iç politikasında ise 1999 Helsinki Zirvesiyle adaylık statüsünün

verilmesinin getirdiği ılımlı havanın etkisi ve Kıbrıs politikası bakımından önceki

hükümetlerden farklı olarak çözüm yanlısı bir politika izleyen AKP hükümetinin

329 Nanette Neuwahl, ‘Turkish EU Accession and EU Foreign policy’, Collegium, No:31; Spring 2005, s.26.

171

2002 yılında iktidara gelmesi de sorunun Türk tarafında olumlu bir etkileşimin

doğmasını sağlamıştır. AKP hükümeti Kıbrıs ile Türkiye’nin AB üyeliği arasındaki

bağlantıyı analiz ederek, politika geliştirmiştir.330 Tocci ve Kovziridze’ye göre,

Türkiye’nin Kıbrıs politikasının dönüşmesinde; Kıbrıs’ın AB’ye katılım sopası değil,

Türkiye’nin AB katılım süreci havucu ve kendi iç politikasındaki dönüşümler rol

oynamıştır.331 Bu durumda AB’nin Kıbrıs sorununa etkisi hem, doğrudan koşulluluk

ilkesi yoluyla politika değişimine neden olması, hem de dolaylı olarak AB etkisi

nedeniyle gerçekleşen iç değişim yoluyla olmuştur.332 Ancak güvenilir AB

taahhütleri olmadan özellikle Aralık 2002’den itibaren sözkonusu politika

değişiminin sınırlı etkileri olacaktır.333

Ancak; Avrupalılaşmanın AB’nin ilgili devlete etkisi kapsamında belirtilen

ve koşulluluk ilkesi ile tanımlanan ilk boyutu konusunda ve iç koşulların değişimi

konusunda tartışılması gereken noktalar vardır.

Öncelikle; AB’nin Kıbrıs’a yaklaşımında eleştirilmesi gereken noktalar

vardır. 1999 yılına kadar BM çatısı altında çözüme kavuşturulmaya çalışılan Kıbrıs

sorununda; Türkiye’nin temel argümanlarından olan 1959 ve 1960 Londra ve Zürih

Anlaşmalarında belirtilen Türkiye ve Yunanistan’ın üye olmadığı hiçbir Birliğe

Kıbrıs’ın üye olamayacağı şeklindeki madde AB tarafından dikkate alınmamıştır.

Sözkonusu argümanların Türkiye tarafından da yeterince dile getirilmediği yönünde

yaklaşımlar da vardır.334 Bu durumda AB’nin temel güvenlik kimliği özelliklerinden

sayılan ve 3. Bölümde incelenen uluslararası hukuk ve meşruiyete verilen önem

dikkate alındığında AB’nin Kıbrıs politikası tartışmaya açık hale gelmektedir. Bunun

330 Tocci, Kovziridze op.cit.,s.29-32. 331 Ibid.,s. 35. 332 Ibid. idem. 333 Ibid. idem. 334 Çağrı Erhan; Bizim Kırmızı Çizgilerimiz Vardı, Siyasal Kitabevi, Ankara 2006, s.170.

172

yanında AB dış politikasının bir başka özelliği olan çok taraflıcılık olarak

adlandırılan uluslararası kuruluşlarla işbirliği konusunda ise, AB’nin BM çatısı

altındaki çözüm gayretlerini desteklemesiyle görüşünü ortaya koyduğu söylenebilir.

Tüm adayı temsil eder şekilde AB’ye üye olması sonrası Güney Kıbrıs,

Türkiye ile müzakerelerde başlıca engelleyici faktör olarak ortaya çıkmıştır. Bu

durumda AB sorunu çözmeden kendi içine ithal etmiştir. Başlangıçta bir Kıbrıs

stratejisine sahip olmayan AB; Türkiye, Kıbrıs ve Yunanistan’ın karşılıklı

sorunlarının ortaya çıkmasıyla bir politika geliştirmeye başlamıştır.335 AB’nin soruna

hazırlıksız yakalanarak, etkin bir strateji geliştirilmediğini belirtmek gerekir.

Gerçekten de, 1999 yılında Günter Verheugen’in Avrupa Parlamentosu ilgili

komitesinin bir önergesine verdiği cevapta; Kıbrıs’ın AB üyeliği öncesinde bazı

büyük ve etkili üye devletlerin Kıbrıs ile üyelik müzakereleri yapılmaması

gerektiğini belirttiklerini, zira Kıbrıs’ın mevcut durumuyla AB’nin dış politika ve

güvenlik mevzuatını ve gereklerini yerine getiremediğini açıklamıştır. Bu noktadan

hareketle, aslında AB içindeki tartışmalarda da AB üyeleri ve kurumlarının Kıbrıs’ın

AB başvurusuna ilişkin olarak net bir stratejilerinin olmadığını, Kıbrıs ile

müzakerelerin sürdürüleceğini ancak soruna ilişkin ne yapacaklarına karar

vermediklerini söylemek mümkündür.336

AB tarafından Türkiye’nin karşısına Kopenhag kriterlerinden ayrı olarak

sürekli olarak çıkarılan Kıbrıs sorunu, Güney Kıbrıs’ın tüm adayı temsilen 1990

yılında yaptığı tam üyelik başvurusu ve 1998 yılında başlanan müzakere süresince

engel olarak görülmemiştir. Fransa başta olmak üzere kimi üye devletlerin, Kıbrıs

335Aylin Güney, “AB, ABD ve Türkiye Üçgeninde Kıbrıs Meselesi”,ed: İrfan Kalaycı, Kıbrıs ve Geleceği, Ekonomi Politik bir Tartışma, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara 2004, s.109–123. 336 Neill Nugent; ‘EU Enlargement and the ‘Cyprus Problem’, Journal of Common Market Studies Vol: 38, No:1, March 2000, s. 147.

173

AB tam üyesi olmadan sorunu çözme gayretlerine rağmen, Türkiye’nin aksine üyelik

konusunda Güney Kıbrıs’a sorun çıkartılmamıştır. Türkiye tarafından eleştirilen

noktalara da sahip olan, ancak iktidardaki AKP hükümeti tarafından AB sürecinde

desteklenen Annan Planının Türk tarafı tarafından kabul edilip, Rum tarafınca

reddedilmesine rağmen AB; Rum tarafı için hiçbir yaptırım öngörmemiştir. Buna ek

olarak, referandumdan kısa bir süre sonra da Güney Kıbrıs Rum Kesimini Birliğe

tam üye olarak kabul etmiş ve KKTC’ye izolasyonları sürdürmüştür.

AB’ye üyeliğinin sorunsuz olmasının sebepleri arasında; MDAÜ ile aynı

genişleme dalgası içinde yer alan Kıbrıs’ın başta yüksek ekonomik göstergeleri

olmak üzere Kopenhag kriterlerini yerine getirme performansı yanında, mikro devlet

olarak AB kurumsal ve politik yapısında herhangi bir güçlük yaratmaması

gelmektedir. Bunun yanında AB bakış açısından Kıbrıs sorunu nedeniyle gündeme

gelecek bir tartışma tam üye olmayan ve hâlihazırda Birlik ile sorunlar yaşayan

Türkiye tarafından dayatıldığında kabul edilemez görülmektedir.337 Bunun yanında

Kıbrıs üyeliği için Yunanistan’ın gayretleri ve adanın kültürel ve stratejik konumu ile

AB için öneme haiz olduğunu da eklemek gerekir.338 Etkili bir diğer neden ise,

Kıbrıs’ın AB’ye katılım sürecinde zorluk çıkartılırsa, Yunanistan’ın MDAÜ’nün AB

üyeliğini veto edeceği endişesidir.

Türkiye’nin Annan Planının KKTC tarafından kabul edilmesi için gösterdiği

gayretler ise, AB tarafından ilerleme ve sorunun çözümü için gösterilen çabalar

olarak görülmektedir. Türk güvenlik seçkinlerince Kıbrıs’a atfedilen önem açıktır.

Stratejik önemi nedeniyle, milli dava olarak görülen bu konuda AB üyeliğini

sağlamak için atılan adımları taviz olarak gören, Türkiye’nin sürekli olarak mevzi

337 Ibid.,s. 134–135. 338 Erhan, op.cit., s. 161–167.

174

kaybettiği ve kırmızı hat/çizgilerinden birinin aşıldığı yönünde yaklaşımlar vardır.

Buna ilaveten AB’nin tam üyelik konusunda ikircikli yaklaşımları, taraflar arasındaki

güven sorununu daha da arttırmaktadır.339

Gerçekten de Kıbrıs; AB ve Türkiye arasında güvenilirlik hususunun ortaya

çıktığı en önemli konulardan biridir. Türkiye’nin bakış açısıyla; AB’nin Güney

Kıbrıs’ın adanın tamamını temsilen AB üyesi olma sürecinde hiçbir önkoşul ve

gayretinin ötesinde bir politikaya sahip olmaması,340 bunun yanında Kıbrıs

sorununun Türkiye için engel olarak görülmesi AB politikasının çifte standartlı

olduğu yönündeki izlenimi güçlendirmektedir. Aslında bu durum genişleme sürecini

bir dış politika aracı olarak gören AB açısından önemli sonuçlar doğurabilecek

niteliktedir. Soruna bu şekilde bir bakış, dış politika açılımları bakımından

hâlihazırda sorunlar yaşayan AB’nin sorun çözme kapasitesine ilişkin de soru

işaretleri yaratmaktadır.

AB’nin dengeli bir yaklaşımla Kıbrıs’ın AB’ye katılımından sonra

Türkiye’ye yaklaşımında sergilemesi gereken tutum çifte uzlaşmanın sağlanması

olacaktır. Buna göre; AB bir yandan Türkiye’nin Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin

taahhütleri ile diğer gerekli düzenlemeleri sağlamasının yanı sıra, tam üyelik

konusunda da sözkonusu koşulları karşıladıktan sonra üye olacağı yönünde güvenilir

bir yaklaşım sergilemelidir.341 Ancak gerek Türkiye’nin iç sorunları nedeniyle AB

üyelik hedefi çalışmalarının zaman zaman kesintiye uğraması, gerekse AB’nin

güvenilirlik sorunlar ve tam üyelik nihai sonucunun halk referandumları gibi sonucu

339 Ibid., s. 10–13 ve 177–182. 340Neill Nugent; AB sürecinde ülkenin ilerlemesine ilişkin detaylı bilgiler hazırlanırken, AB ile işbirliği yapmadığından Kuzey tarafına ilişkin hiçbir bilgiye ulaşılamadığını ve bu durumun pratikte de AB’nin Güney Kıbrıs ile işbirliği yapmaya mecbur bıraktığını belirtmektedir. Nugent, op.cit.,s.138–140. 341 Tocci, Kovziridze, op.cit., s. 38.

175

belirsiz gelişmelere bırakılması, çifte uzlaşmanın sağlanmasındaki güçlükleri

göstermektedir.

Şu an gelinen nokta da Kıbrıs sorunu, Gümrük Birliği’nin yeni AB üyesi

ülkelere teşmil ettirilmesi ve akabinde ortaya çıkan sorunlar nedeniyle müzakerelerde

sekiz başlığın askıya alınmasına neden olmuştur. Bu durumda hükümetin AB ile

uyumlu biçimde yürüttüğü Kıbrıs politikası, Türk güvenlik kimliğinin hassas

addettiği bir nokta olan-Güney Kıbrıs’ın tanınması konusunda, yine eski haline

dönmüştür.

Bu durumda AKP toplumsal desteği kaybetmemek için retorik değiştirerek;

Kıbrıs konusunda eskisinden farklı olarak ulusalcı bir çizgiye kaymıştır. Bu durum

bir bakıma Kıbrıs’ın iç politikadaki söylemlere konu oluş biçimiyle yakından

ilgilidir.342 AKP Kıbrıs konusundaki politikasını iç politikada etkin siyasi gruplar

karşısındaki konumunu güçlendirmek için bir araç olarak kullanmıştır. Kıbrıs sorunu

AKP tarafından salt bir dış politika konusu olarak görülmeyip, iç siyasi aktörlerin

aralarındaki bir etkileşimin sonucudur.343 Bu çerçevede, Kıbrıs sorunu Türkiye

açısından, iç politikasındaki hassas dengeleri de belirginleştirmektedir. Sorun; AB

yanlısı AKP iktidarı döneminde önceki dönemlerden farklı bir seyir izleyerek,

Kıbrıs’ın Türkiye’nin AB üyeliği önündeki engel niteliğinin kaldırılması üzerine

odaklanmıştır. Avrupalılaşma bağlamında dikkate alınması gereken bir başka nokta;

iktidarda AKP değil de; AB politikaları konusunda çekinceli yaklaşımları olan bir

parti ya da koalisyon olsaydı, sözkonusu gelişmelerin yaşanıp yaşanmayacağına

ilişkindir.

342 Çelenk, op.cit.,s. 360–361. 343 Ibid., s. 349–363.

176

Son durumda Kıbrıs konusundaki geleneksel güvenlik kimliği özellikleri,

AB politikalarının benimsenmesinde bir eşik görevi görmüştür.

Kıbrıs sorununun çözümü için gerçekleştirilen; gerek AB, gerekse AB ve

AKP destekçileri tarafından desteklenen ve başarı olarak kabul edilen açılımların;

uzun vadede Türkiye’ye yarardan çok zarar getireceğine ilişkin yaklaşımlar da

vardır. Buna göre; AKP dış destek sağlayarak, iç politikadaki konumunu

sağlamlaştırma yolunda Kıbrıs sorununun çözümünü, AB üyeliğine bağlayıp bir

önkoşul haline getirerek, Türkiye-AB ilişkilerini bizatihi kendi politikalarıyla Kıbrıs

sorununa indirgemiştir. Türkiye’de başta Cumhurbaşkanı, muhalefet partileri, ordu,

kamuoyu ve KKTC’de Denktaş tarafı; Annan Planına çekincelerini belirtirken;

Plandaki derogasyanlar ve diğer düzenlemeler AKP hükümeti tarafından detay olarak

görülmüştür. Referanduma Güney tarafından gelen red cevabına rağmen,

Türkiye’nin AB üyeliği konusunda net cevaplar alamaması AKP’nin Kıbrıs

politikasını eleştiriye açık hale getirmektedir. 344

Kıbrıs’ın başta stratejik önemi olmak üzere tarihsel olarak Türk dış

politikasında statükoculukla simgelenen önemli milli dava niteliği, AKP iktidarının

AB yanlısı çözüm odağında attığı adımların, geleneksel güvenlik kimliği taşıyıcısı

kurumlar tarafından eleştirilmesine neden olmaktadır. Ancak yukarıda özetlenen

gelişmelere rağmen; sorunun çözülmemiş olması bir yana; Güney Kıbrıs’ın hiçbir

yaptırımla karşılaşmadan AB üyesi olması; Türkiye’nin attığı adımların da; özellikle

güvenlik kimliği taşıyıcısı kurumlar tarafından taviz olarak görülmesine neden

olmaktadır.

344Müge Kınacıoğlu, Emel Oktay, ‘The Domestic Dynamics of Turkey’s Cyprus Policy:Implications for Turkey’s Accession to the European Union’, Turkish Studies, Vol:7, No:2, June 2006, s. 261-273.

177

Kıbrıs konusunda AB taraftarı yaklaşımları desteklemeyen askeri seçkinlerin

tavrı açıktır. Askeri ve sivil bürokrasiyi temsil eden “devlet seçkinleri” ile siyasi

iktidarı temsil eden “siyasi seçkinler” arasında Kıbrıs başta olmak üzere dış

politikanın bazı alanlarında; devlet seçkinleri lehine bir karar alma ve uygulama

sahası bulunmaktadır. Alper Kaliber’e göre; devlet seçkinleri Kopenhag okulu

temsilcilerince ifade edilen “güvenlikleştirme” söylemi ile Kıbrıs gibi dış politika

alanlarını teknik ve geniş kitlelerce anlaşılmayacak nitelikte konular olarak ortaya

koymaktadır. Siyasi iktidarlar da Soğuk Savaş yıllarında daha ağırlıklı olmak üzere;

askeri seçkinlerin bu konudaki hâkimiyetini pekiştirici davranışlar sergilemişlerdir.

Güvenlikleştirme söylemi, Kıbrıs’ın stratejik önemi, yavru vatan-ana vatan

benzetmesi, Kıbrıs’ın uçak gemisi gibi algılanması, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın

Türkiye’yi çevreleyeceği gibi jeopolitiği öne çıkarak yaklaşımlardır. Sözkonusu

söylemler yoluyla devlet seçkinleri kendi meşruiyetini yeniden üretme yoluna

gitmiştir. Kıbrıs bu özelliği ile Türk dış politikasının kırmızı çizgilerinden olmuştur.

AKP’nin Kıbrıs politikası ise devlet seçkinlerine karşı siyasi seçkinlerin

yaklaşımlarının ön plana geçtiği bir dönemi simgelemekle birlikte, iç politikada ciddi

bir kutuplaşmayı da beraberinde getirmiştir.345 Bu yaklaşımdan hareketle şu tespit

yerinde gözükmektedir. Devlet seçkinleri; kendi adına kırmızı çizgi olarak gördüğü

dış politika yaklaşımlarını; dış tehditler yanında zaman zaman AKP örneğinde

olduğu gibi siyasi iktidarlar karşısında da savunmak durumunda kalmıştır.

Ancak; sözkonusu güvenlikleştirme söylemi ve Kıbrıs dâhil olmak üzere dış

politika konularında yukarıda bahsi geçen devlet seçkinleri hâkimiyeti; Kıbrıs

konusundaki AB yaklaşımını haklı çıkartmamaktadır. Öncelikle; AB’nin kendisini

345Alper Kaliber ‘Securing the Ground Through Securitized ‘Foreign’ Policy: The Cyprus Case’, Security Dialogue, Vol: 36, No:3; September 2005, s. 319-337.

178

sivil ve normatif güç olarak ortaya koymasından hareketle; öngördüğü çözümün

uzlaşmaya dayalı, uluslararası hukuk kurallarına uygun, çoktaraflıcığa, ekonomik ve

sivil araçlara dayalı olmasını beklemek gerekir. Ancak yukarıda açıklanan AB

politikasının açmazları; AB’nin Kıbrıs’a yönelik olarak tutarlı bir politika ortaya

koyamadığını göstermektedir. Avrupalılaşmanın Kıbrıs sorunu bağlamında

incelenmesinde ele alınması gereken bir diğer nokta da budur.

Türk iç politikasındaki bölünmeler bir yana; soruna şimdiki haliyle bir

çözüm bulunabilmesi için öncelikle AB’nin ve Kıbrıslı Rum liderlerin Türkiye’nin

AB’ye üyeliği konusunda net ve olumlu mesajlar vermeleri ve Güney kesimin AB

üyeliği avantajını kullanarak Türkiye’yi engellemesi ve Kuzey Kıbrıs’ı dışlamasının

sorunun çözümüne katkıda bulunmayacağını idrak etmesi gerekmektedir. AB’nin

bazı yanlışları sürdürerek, geleceğini adaya ipotek etmemesi gerekmektedir.346

TSK ile iktidarın bu olayda karşı karşıya gelmesi ve politikanın açmaza

sürüklenmesi neticesinde; Frank Schimmelfenning’in ifade ettiği;347 rasyonalist

kurumsalcıların kullandığı fayda-maliyet analizinde; AB’ye uyumun iç politikada

maliyeti ve AB koşullarına direnç gösteren kurumların (veto players) etkisi ve sayısı

ne kadar fazlaysa AB’nin etkilerinin o kadar sınırlandığı yönündeki saptaması

yerindedir. Kıbrıs konusunda tavizkâr bir tutum sergilendiğini düşünen kesimler, AB

isteklerine direnç göstererek, konu Kıbrıs Cumhuriyetinin tanınması noktasına

gelince etkili olabilmişlerdir. Net bir üyelik perspektifi vermeden sözkonusu

tavizlerin verilmesi kamuoyunda da AB karşıtı bir yaklaşım oluşturmuştur. Robert

346 ‘Cyprus: Reversing the Drift to Partition’, Europe Report No: 190-10, International Crisis Group, January 2008, s. 26-27. 347 Schimmelfennig, ‘Costs, Commitment and Compliance: The Impact of EU Democratic Conditionality on Latvia, Slovakia and Turkey’, s. 495-501 ve Frank Schimmelfennig, ‘Europeanization Beyond Europe’, Living Rev. Euro.Gov., Vol.2 (2007), No.1, (online article): http://www.livingreviews.org/Ireg-2007-1, erişim tarihi: 2 Ocak 2008, s. 4-8 .

179

Putnam’ın iki düzeyli yaklaşımından hareketle, AKP iktidarının AB düzeyinde

Kıbrıs konusunda çözüm için adım atarken; iç politikada bu gelişmeleri tasvip

etmeyen kesimle de dengeyi sağlaması gerekmiştir.

Kıbrıs konusunun Avrupalılaşma çerçevesinden incelenmesi, Güney Kıbrıs’ın

AB politikasındaki açmaz ve eksikliklerden hareket ederek; kendi öncelik ve

gündemini AB düzeyine taşımakta başarılı olduğunu göstermektedir.

Avrupalılaşmanın Türkiye üzerine etkisi ise koşulluluk ilkesinin varlığına rağmen,

AB ve Türkiye arasındaki güvenilirlik sorunu nedeniyle sınırlı düzeydedir.

İktidardaki AKP hükümetinin çözüm yönünde attığı adımlar; iç siyasi dinamiklerin

etkisi ile belirginleşmiştir.

Bu durumda konunun AB’nin öngördüğü şekilde çözümlenmesi şeklinde tarif

edilebilecek Avrupalılaşmanın mevcut sorunlarla ancak kısmen gerçekleşebildiği

sonucuna varmak mümkündür. Özellikle 1999-2004 yılları arasında AB’nin soruna

dâhil olarak, sorunu dönüştürdüğü ancak çözümleyemediği belirtilmelidir. AB

tarafların pozisyonlarını değiştirememiştir. Sadece Türkiye-Yunanistan arasındaki

ilişkilerin normalleştirilmesine katkıda bulunabilmiş ve çözüm yönünde adım

atılmasını sağlamıştır. Annan Planı referandumu sonrası gelişmeler Kıbrıs sorununun

tekrar iç siyasi söylemlere konu olmasına neden olmuştur. AB’nin güvenilirliğini

sorgulatan politikası, koşulluluk ilkesinin beklenen sonucu vermemesinin önemli bir

nedenidir.348

348 Ulusoy; op.cit.,s.319-328.

180

4. Türkiye’nin Orta Doğu Bölgesi ile İlişkileri

Soğuk Savaşın bitimi ana eksen olarak kabul edilirken; Türkiye’nin Orta

Doğu bölgesine ilişkin Soğuk Savaş öncesi ve sonrası oluşturulan politikalarında AB

etkisinin araştırılması, Avrupalılaşma bağlamında konunun incelenmesi gereken

temel noktasıdır.

Konuya Avrupalılaşma ekseninden bir bakış; öncelikle Türkiye’nin Soğuk

Savaş döneminde izlediği Orta Doğu işlerine karışmama şeklindeki geleneksel

tarafsızlık politikasından; Soğuk Savaş sonrası dönemde aktif politikasına geçişte

AB’nin rolünün incelenmesini gerektirmektedir. Bunun yanında; Türkiye’nin Soğuk

Savaş öncesi döneme göre hayli aktif ve çok boyutlu hale gelen Soğuk savaş sonrası

Orta Doğu politikası; bu şekliyle önceki halinden farklılık arzetse de; bölge ülkeleri

ile ilişkilerin 1990’ların sonuna kadar sorunlu devam ettiği; 2000’li yılların başında

iyileşmeye başladığı görülmektedir. Bu durumda konunun Avrupalılaşma yönünden

incelenmesi, Soğuk Savaş sonrası Orta Doğu bölgesine yönelik Türkiye politikasının

1990’ların sonuna doğru olumlu seyretmesinde AB’nin rolünün araştırılmasını

gerektirmektedir. Bu sorunun mantıksal uzantısı; Türkiye’nin Orta Doğu bölgesine

yönelik politikalarının belirlenmesinde AB’nin dikkate alınıp alınmadığıdır.

Soğuk Savaş öncesi Türkiye ile Orta Doğu bölgesi ülkeleri arasındaki

mesafeli ilişkiler; tarihsel etkenler, coğrafi konum ve ideolojik faktörlerden

kaynaklanmaktadır. Yaklaşık 400 yıl boyunca Osmanlı hâkimiyetinde kalmış olan

bölge, gerek Türkiye gerekse Orta Doğu ülkelerinin ulus devletlerini kurma

sürecinde bu mirasın olumsuz etkilerini taşımıştır. Coğrafi konumu nedeniyle

Türkiye bölgeyle güvenlik nedeniyle ilgilenmiştir. Burada bölgeyle ilgili temel

ikilem; Orta Doğu’nun kronik istikrarsızlığının Batı için Türkiye’nin önemini

181

arttırması, öte yandan bu durumun Türkiye’nin Bölge meselelelerine olan

isteksizliğini pekiştirmesidir. Bunun da ötesinde Türkiye’nin Batılılaşma amacı ve

Avrupa meselelerine ilgisi, Türkiye için Orta Doğu’nun daha az önemli bir bölgesel

kimlik haline dönüşmesine neden olmuştur.349

Körfez savaşı ile başlayan süreçte, Türkiye bölgede aktif bir politika izlemeye

başlamıştır. Körfez krizi sırasında Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın inisiyatifiyle ABD

politikalarına paralel bir politika izlenmiştir. Ancak; bu dönemde Türk iç siyasetinde

ön plana çıkan Kürt miliyetçiliği sorunundan ötürü Irak’taki gelişmelerde

Türkiye’nin söz sahibi olması gerektiği ve Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası stratejik

önemini kaybetmediğini vurgulamak düşüncesinden hareketle atılan adımların, Türk

iç politikasında da görüş farklılıklarını derinleştirdiği görülmektedir. Soğuk Savaş

sonrası ortaya çıkan ortamın zorluklarla olduğu kadar fırsatlarla da dolu olduğu

düşüncesi, Cumhurbaşkanı Özal’ın aralarında yer aldığı kesimi bu fırsatlardan

yararlanma düşüncesine iterken; askeri ve bürokratik seçkinler ile muhalefetin

aralarında yer aldığı kesim geleneksel dış politikanın izlenmesi taraftarı idiler.

Körfez Krizi sırasında sözkonusu görüş farklılığı neticesinde savaşa katılım şeklinde

tezahür eden gelişmeler; Körfez savaşı sonrası Kürt sorununun Irak’ın Kuzeyinde

ortaya çıkan güç boşluğu nedeniyle daha da belirgin hale gelmesi ve Türkiye’nin

ekonomik kayıpları neticesinde temkinli yaklaşımı savunan kesimin elini

güçlendirmiştir. Ancak bu kesim; oluşan yeni ortamda fırsattan çok zorluğun yer

aldığını ve Türkiye için hayati önemdeki tehditlerin Orta Doğu bölgesinden geldiğini

düşünmekteydiler. Bu da neticede bölgede aktif bir politikanın izlenmesinin yolunu

açıyordu. Bu durumda; Körfez savaşı sonrasında meydana gelen gelişmeler,

349 Meliha Benli Altunışık, ‘Redefinition of Turkish Security Policies in the Middle East After the Cold War’, Karaosmaoğlu ve Taşhan, op.cit., s.213–214.

182

Türkiye’nin Orta Doğu’ya ilişkin politikası çerçevesinde ulusal ve uluslararası kimlik

tartışmaları ve değişen jeostratejik koşullar ekseninde değerlendirilmeye

başlanmıştır.350

Bu süreç, Soğuk Savaş öncesi Türkiye ile Orta Doğu ülkeleri arasındaki

ilişkilerin güvenlik eksenli, bir başka deyişle bölgenin tehditlerle mücadeleyi

gerektirdiği söyleminden hareketle Türkiye’nin güvenliğinin ve toprak bütünlüğünün

korunmasına odaklı olmasını gerektirmiştir. Güvenlik eksenli yaklaşım Soğuk Savaş

sonrası dönemin ilk yıllarından 2000’lere kadar devam etmiştir. Bu durum,

Türkiye’nin iç siyasetinde yaşadığı kimlik tartışmaları ve PKK terörü gibi etkenlerle

daha da şiddetlenerek, milli güvenliğini teminat altına alabilmek için bölgede daha

aktif bir politika izlenmesi şeklinde bir söyleme de yol açmıştır. İç politikada tehdit

olarak görülen Kürt Milliyetçiliği ve Siyasal İslamın kaynağı olarak görülen Orta

Doğu bölgesi, 1990’lar boyunca Türkiye ile bölge ülkeleri arasında 1998 yılında

Suriye ile yaşanan kriz gibi olumsuzluklara da yansımıştır. Güvenlik söylemi

ordunun da dış politika yapımındaki etkinliğini arttırmıştır. Bu durum Türkiye ile

İsrail arasındaki ilişkilerin gelişmesinde de önemli bir etken olmuştur.351

Böylece; Türkiye’nin 1990’lı yılların başından itibaren Orta Doğu politikası;

başta Kürt sorunu, Siyasal İslam, su sorunu gibi iç problemleri ile bağlantısı

nedeniyle giderek artan biçimde güvenlikleştirilmiş ve Soğuk Savaş öncesi tedbirli

ve bölge meselelerine karışmazlık şeklinde tarif edilebilecek Türk dış politikası

farklılaşmıştır.352 Başka bir deyişle, Soğuk Savaş döneminde Orta Doğu bölgesi

Türkiye’nin stratejik planlamalarında küçük bir yer kaplarken, 1990’lı yılların

başından itibaren Türk siyasi ve güvenlik seçkinleri tarafından öncelik kazanmaya 350 Ibid.,s. 215–217. 351Özlem Tür, ‘Türkiye ve Orta Doğu: Gerilimden İşbirliğine’, Dağı, op.cit., s. 141–144 ve 149–150. 352 Altunışık, op.cit.,s.214–215.

183

başlamıştır. Bu durumun nedeni; rejimin karşılaştığı iç tehditler ve bu tehditlerin

Orta Doğu’daki uzantıları yanında, Soğuk Savaş sonrası ortamın getirdiği

belirsizliklerdi. Bu durumda Türkiye Orta Doğu’ya ilişkin olarak yeniden bir tehdit

tanımlamasına giderek yeni bir strateji geliştirmiştir. Sözkonusu yeni politika, artık

Türkiye’nin salt Batı ile bağlantısını vurgulayan bir çerçevede değil, rejimin devamı

ve ülkenin toprak bütünlüğünün sağlanması ilkesi üzerine kurulmuştur.353

Neticede; Soğuk Savaş sonrası daha aktif hale gelen Türk dış politikasının

değişen uluslararası koşullar ve bu koşulların Türkiye’nin iç sorunlarını

arttırmasından kaynaklandığı söylenebilir.

Yukarıda açıklanan politika değişikliği sırasında dönemin Türkiye-AB

ilişkilerine bakıldığında ise; Batılılaşma ve onun uzantısı olan AB üyelik hedefi

devam etmekte, hatta 1987 yılında tam üyelik başvurusunda bulunulduğu

görülmektedir. Ancak başvuru sonrası açıklanan AB Komisyonunun görüşünde

Türkiye’nin ehil ancak AB üyesi olmaya hazır olmadığı belirtilmiş ve Matutes Paketi

adı verilen bir program uygulaması başlatılmıştır. Bu durumda Türkiye AB

ilişkilerinin Türkiye’nin beklentilerine cevap verecek düzeyde olmadığı

görülmektedir. Bu dönemde Türkiye-AB ilişkileri seyrinin Orta Doğu bölgesi ile

ilişkilerde dikkate alınan bir veri olmadığı anlaşılmaktadır.

TSK’nın 1990’lı yılların başından itibaren PKK ile mücadeleye hız vermesi,

ordunun dış politikada da ağırlık kazanmasıyla sonuçlanmıştır. Bu durum, AB’nin

insan hakları konusu ve aday ülkelerde askerin demokratik kontrolü konusuna

353 Ibid.,s. 220.

184

verdiği önemle aynı döneme denk gelmiş, bu durum Türkiye’nin AB tarafından

eleştirilere hedef olmasına yol açmıştır.354

Bu dönemde Türkiye’nin özellikle Suriye, Irak ve İran ve İsrail ile

ilişkilerinin seyri dikkate değer gelişmeler göstermiştir.

Suriye ile özellikle 1983 yılından sonra Güneydoğu Anadolu Projesinin

(GAP) başlamasının ardından Fırat ve Dicle suyu paylaşımı nedeniyle gerginleşen

ilişkiler, 1980’li yılların ortalarında Suriye’nin topraklarında PKK’nın faaliyet

göstermesine müdahale etmemesi nedeniyle giderek kötüleşmiştir. 1980’lerin sonuna

doğru su ve terör konuları birbiri ile ilişkilendirilmiş, bir başka deyişle, Türkiye su ile

ilgili anlaşmayı Suriye’nin teröre desteğini kesmesi şartına bağlamıştır. Suriye ile

Yunanistan’ın 1995 yılında imzaladığı askeri işbirliği anlaşması döneminde Türkiye

de 1996 yılında İsrail ile askeri işbirliği anlaşmaları imzalamıştır. Bu anlaşmalar;

Türkiye ve Suriye’nin birbirlerini çeşitli koalisyonlarla çevreleme politikası olarak

yorumlanmaktadır. Bu bağlamda İsrail ile artan ilişkiler, bölgenin diğer Arap ülkeleri

ile kötüleşen ilişkilere rağmen Türkiye’nin Suriye’ye karşı güç dengesi sağlama

isteğinden kaynaklanmıştır.355 1998 yılında Suriye ile Türkiye’nin savaşın eşiğine

gelmesi de Türkiye’nin Suriye’den artan bir şekilde PKK’ya desteğini keserek,

Öcalan’ı Suriye’den çıkarmasını istemesi sürecinin sonucunda meydana gelmiştir.

Ancak Suriye’ye PKK’ya desteğini kesmesine yönelik baskının Irak’taki duruma

ilişkin nedenleri vardır. 1997 yılından itibaren Mesut Barzani’nin Kürdistan

Demokratik Partisi (KDP) ile işbirliği halinde PKK varlığını sınırlandıran Türkiye,

ABD’nin öncülüğünü yaptığı ve KDP ve Celal Talabani’nin Kürdistan Yurtseverler

Birliği (KYB) arasında uzlaşma sağlayan 1998 Washington Anlaşmasının dışında 354 Gencer Özcan, ‘Turkey’s Changing Neighbourhood Policy’, FES Briefing Paper, September 2004,s. 1–2, http://library.fes.de/pdf-files/iez/50027.pdf, erişim tarihi: 11.1.2009. 355 Tür, op.cit.,s. 148–150.

185

kalmıştır. KDP ve KYB arasındaki ittifakın ileride birleşik bir Kürt devletine

dönüşme olasılığı ve süreç sonunda PKK’nın daha da güçlenebileceği ihtimali,

Suriye’nin PKK desteğini kesmesiyle sekteye uğratılabilirdi. Sonuç olarak kriz

Suriye’nin Öcalan’ı sınır dışı etmesi ve imzalanan Adana Protokolü ile

sonuçlanmıştır.356 1998 yılı sonrasında ilişkilerdeki olumlu seyir devam etmiştir.

Adana memorandumundan sonra Suriye ile ilişkiler giderek artan biçimde iyileşmeye

başlamıştır. 2002 yılında Askeri eğitim antlaşması imzalanmış ve karşılıklı üst düzey

ziyaretlerle yeni bir dönem açılmıştır.357

Irak ile ilişkiler Türkiye’nin iç sorunları ile yakından ilgili olduğu için çok

büyük önem arzetmektedir. 1980’li yıllarda Türkiye’nin KDP ve KYB gibi Kürt

gruplara mesafeli yaklaşımı, 1990’lı yılların ortalarından itibaren her iki grubun

birbiriyle çatışmasının birleşik bir gücü engellemesi ve bölgede ortaya çıkması

muhtemel güç boşluğunun PKK terörünü arttırması gibi tehlikeler

oluşturabileceğinden değişmiştir. Böylelikle; özellikle 1997 yılından itibaren KDP ile

işbirliği yapılmış ve Türkiye’nin temel yaklaşımı terörü engellemek için Irak’ın

Kuzeyine yapılan askeri operasyonlar yoluyla aktif bir politika izlemek şeklinde

olmuştur. Özellikle 1995 yılında gerçekleştirilen sıcak takip sonrası, PKK 1997–

1998 yıllarında kontrol altına alınabilmiş ve Türkiye Suriye üzerine odaklanarak

PKK terörünü sona erdirmeye çalışmıştır.358 Bu durumda özellikle Türk iç siyasetine

hâkim olan konuların; Türkiye’nin Irak’a yönelik açılımlarını şekillendirdiğini ve iç

politika-dış politika arasındaki ayırımın ortadan kalkarak, Türk iç siyasetinin Irak

356 Ibid.,s.153. 357 Özcan, ‘Turkey’s Changing Neighbourhood Policy’,s. 3. 358 Tür, op.cit.,s. 147–148.

186

politikasını ipotek altına aldığı görülmektedir.359 Türkiye; Irak’ın toprak

bütünlüğünün korunması konusundaki geleneksel politikasını korumaktadır. Bölgede

inisiyatif alınması konusunda Türk iç siyasetinde yoğun tartışmalar yaşanmaktadır.

Mevcut durumda Irak savaşı öncesi 1 Mart tezkeresinin TBMM tarafından reddinin,

Türkiye’nin Orta Doğu ülkeleri nezdinde itibar kazanmasına neden olduğu

bilinmektedir.

İran ile İlişkilere bakıldığında; Soğuk Savaş sonrası Orta Asya’da Türkiye-

İran rekabetinin belirleyici olduğu görülmektedir. Ancak Orta Asya’da yaşanan

rekabet dışında; İran’ın PKK ve Türkiye’de faaliyet gösteren radikal İslamcı

örgütlere verdiği destek nedeniyle de ilişkilerde olumsuzluklar yaşanmıştır. 1996–97

yıllarında iktidardaki Refah-yol hükümeti döneminde İran ile yakın ilişkiler

kurulmuş ve doğalgaz anlaşması imzalanmıştır. 28 Şubat’a giden süreçte İran ile

yakın ilişkiler Türkiye’de Refah partisi ile askeri bürokratik seçkinler arasındaki

kutuplaşmada önemli rol oynamıştır.360 Bu durumda Türkiye’nin iç siyasi

koşullarının İran ile anlaşmazlık konularını oluşturduğu tespiti yapılabilir.3611999

yılından sonra ilişkilerde iyileşme görülmüştür. Bu yakınlaşmada; ABD’nin Irak

politikasına rağmen, İran ve Türkiye’nin ilişkilerini düzeltmelerinin kendi çıkarlarına

olması ve İran doğalgazının Türkiye’ye taşıyan boru hattının inşası nedeniyledir.

2003 yılında ilişkilerdeki gelişme karşılıklı üst düzey ziyaretlerle ve ekonomik ve

kültürel alanda işbirliği ile belirgin olarak ortaya çıkmıştır. PKK terörü konusundaki

işbirliği iyileşmeyi arttırmıştır.362

359 Meliha B. Altunışık, ‘Güvenlik Kıskacında Türkiye-Orta Doğu İlişkileri’, Özcan ve Kut, op.cit.,s. 321–344. 360 Tür, op.cit.,s.151–152. 361 Özcan, ‘Turkey’s Changing Neighbourhood Policy’,s.4. 362 Ibid.,s. 4-5.

187

Özellikle 1998 yılındaki krizin çözümlenmesi ile Suriye ile olduğu kadar

diğer Orta Doğu ülkeleri ile ilişkilerde de iyileşme dönemine girilmiştir. Bu durumda

bölge ülkeleri ile ilişkilerin normalleşme sürecinin başlangıcı 1998 yılı olarak kabul

edilebilir. PKK’ya Suriye’den desteğin kesilmesi, Öcalan’ın yakalanması ve

PKK’nın gücünün kırılması Güneyden gelecek tehdidi büyük ölçüde azalttığından,

bölge ile ilişkilerin gelişmesine zemin hazırlayan bir ortam oluşmuştur.363 Suriye ile

ilişkilerin düzelmesinin ardından; Mısır ve Irak ile de başta ekonomik olmak üzere

ilişkilerin arttığı bir döneme girilmiştir. İran’da Muhammed Hatemi’nin seçilmesi,

İsrail de Ehud Barak hükümetinin iktidara gelmesi gibi etmenler Türkiye’nin Orta

Doğu politikasının güvenlik ekseninden çıkmasına yardım etmiştir. Sözkonusu

politika değişikliğinde etkili olan ulusal faktörler ise; Türkiye ve İsrail arasında yakın

askeri ilişkileri savunanların ordudan ayrılması ve en önemlisi de iktidar ortağı

DSP’nin Suriye ile gerçekleştirilen barış sonrası komşu ülke ve bölgeler iyi ilişkiler

üzerine kurulu bir dış politikasıyı uygulama olanağı bulmasıdır. Sözkonusu politika;

Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinden bağımsız olarak sözkonusu bölgelerde önemli

roller üstlenmesini öngörmekteydi.364 Bunun yanında, Irak savaşı sonrası Irak’ın

Kuzeyinde kurulacak bağımsız Kürt devleti konusu aynı kaygıları taşıyan Suriye-İran

ve Türkiye’yi birbirine yaklaştırmıştır.365

Aslında 1998 yılından itibaren başta Suriye olmak üzere diğer Orta Doğu

ülkeleri ile düzelen ilişkiler ve buna mukabilen Türkiye’nin bölgeye yönelik

güvenlik eksenli politikadan çıkışın belirli sınırlılıkları mevcuttur. Öncelikle, Irak’ın

geleceğine yönelik belirsizlikler ve ABD’nin politikası Türkiye’nin seçenekleri

363Tür, op.cit.,s.154. 364 Altunışık, ‘Redefinition of Turkish Security Policies in the Middle East After the Cold War’,s.222–225. 365 Tür, op.cit.,s. 164.

188

sınırlamaktadır. Bunun yanında Türkiye’nin ekonomik zorlukları da bağımsız

açılımlar yapmasını önlemektedir. Bunun yanında Arap ülkeleri ile ikili ilişkiler

konusunda Suriye ile süregelen su sorunu, İran ile sorunlar da etkisini

göstermektedir. En önemlisi de Türkiye’de iç sorunların dış politika sorunları ile sıkı

bağıdır.366

Bu dönemde Orta Doğu bölgesine yönelik güvenlik eksenli politikalardan çok

ekonomik ve kültürel alanda açılımların ağırlık kazanmasında 1999 yılında

Türkiye’ye verilen adaylık süreci ve reformların etkisini vurgulayan görüşler vardır.

Bu görüşlere göre; Türkiye 1999 yılında adaylık statüsünü aldıktan sonra AB

adaylığı kapsamında gerçekleştirdiği ekonomik ve siyasal reformların etkisiyle Orta

Doğu ülkelerine daha dengeli bir yaklaşım içine girmiştir. İsrail ile kurulan daha

mesafeli ilişkiler de bu bağlamda değerlendirilmektedir.367 Bunun yanında,

Türkiye’nin başta Suriye ve İran olmak üzere komşu ülkelerle iyi ilişkiler kurmak

istemesinin AB üyeliğinin komşularla sorunlu ilişkiler yüzünden eleştiriye uğramak

istememesi nedeniyle olduğu yönünde yaklaşımlar vardır.368

Bu görüşe paralel olarak; özellikle Irak savaşından sonra, Ocak 2004

tarihinde Suriye devlet başkanının Türkiye’yi ziyaretiyle simgelenen yakınlaşma

isteğinin, ABD tarafından Irak’tan sonra hedef olarak gösterilen Suriye’nin Türkiye

üzerinden AB ile ilişkilerini güçlendirmek istemesi şeklinde yorumlayanlar da

vardır.369 Gerçekten de; Türkiye’nin Suriye ile ilişkilerinin yeniden yapılandırıldığı

dönem, AB’nin de Suriye ile ilişki kurmak için harekete geçtiği döneme denk

366 Altunışık, ‘Redefinition of Turkish Security Policies in the Middle East After the Cold War’,s.226–228. 367Öniş, ‘Turkey and the Middle East After September 11: the Importance of the EU Dimension’,s.83–91. 368 Özcan, ‘Turkey’s Changing Neighbourhood Policy’,s.7. 369 Tür, op.cit.,s. 164.

189

düşmektedir. Keza o dönemde AB ile Suriye arasında bir Ortaklık Antlaşması

üzerinde müzakere edilmekteydi. Irak savaşı sonrası ABD’nin Suriye’ye yönelik sert

tutumu, Suriye’yi AB ile yakın ilişkiler kurmak konusunda gayret sarfetmeye

yöneltmiştir.370 Orta Doğu ülkeleri AB üye adayı Türkiye’yi Suriye örneğinde

olduğu gibi AB’yi etkileyebilecekleri bir kanal olarak görüyorlarsa, bu durum Orta

Doğu ülkelerinin AB’yi ABD karşısında bir güç dengesi unsuru olarak

algılamalarının sonucudur.

1998 yılından itibaren Orta Doğu ülkeleri ile iyileşme sürecine giren ilişkiler,

11 Eylül 2001 saldırısından sonra yeniden bir değişiklik dönemine girmiştir. Bu

dönemde, ABD’nin doğrudan müdahaleleri ile bölgeye tam olarak girmesi, bunun

yanında PKK’nın etkinliğini yeniden arttırması Türkiye’nin müdahale olanaklarını

kısıtlamıştır. Özellikle Irak savaşı sonrası Irak’ın Kuzeyinde PKK faaliyetlerinin

artması, Türkiye’nin 1998 yılı öncesinde olduğu gibi politikalarının güvenlik odaklı

hale gelmesine neden olmuştur. ABD etkeninin Türkiye ve bölge ilişkilerini giderek

artan şekilde etkilediği düşünülürse, Türkiye’nin bölgeyle ilişkilerinin sistemik

faktörlerden oldukça fazla etkilendiği görülür.371

Avrupalılaşma etkisinden söz ediliyorsa, dış politika bağlamında hâlihazırda

herhangi bir bölge ya da uluslararası soruna ilişkin tesadüfen benzer politikaların

uygulanmasından daha çok, ilgili devletin politikalarını AB’ye uyum sağlamak için

bilinçli şekilde değiştirmesini anlamak gerekir. Bu durumda Türk dış politikasının

Orta Doğu bölgesi bağlamında Avrupalılaşması, AB dış politikasına uyum sağlamak

için bilinçli değişikliklere konu olup olmadığının araştırılmasını gerektirir.

370 Steven Everts, ‘An Asset but not a Model: Turkey, the EU and the Wider Middle East’, Centre for European Reform Essays, 2004 , www.cer.org.uk, erişim tarihi: 17/10/2007, s.6. 371 Tür, op.cit.,s. 156.

190

Bu noktadan hareketle, Türkiye ile Orta Doğu arasındaki ilişkilerde AB

etkisinden çok, sistemik etkilerin fazla olduğu tespitini yapmak yanlış değildir. 1999

yılında AB’nin Türkiye’ye adaylık vermesinin etkisinin bölge ülkeleri ile ilişkilerde

iyileşmeye neden olacağını düşünüyorsak, 2001 yılından sonra gelişen uluslararası

olayların etkisi ile bölge ile ilişkilerin yeniden güvenlik odaklı bir eksene

dönüşmesini beklememiz mümkün değildir. Bu durumda Orta Doğu ile ilişkilerde

AB etkisinin sınırlı olduğu çıkarımını yapmamız mümkündür.

Bu görüşe paralel olarak dikkate alınması gereken bir diğer nokta; Suriye ve

diğer ülkelerle iyi ilişkilerin 1998 yılında başlamasıdır. Bu durumda AB ile ilişkilerin

iyileşmesi ve yoğunlaşması ile Avrupalılaşmanın hızlandığı yönündeki genel hipotez

doğrulanamamaktadır. 1997 Lüksemburg Zirvesi’nde Türkiye AB adayı ülkeler

arasında sayılmamış ve ilişkiler kötüleşmiştir ancak 1999 yılında gerçekleşen

Helsinki Zirvesi ile düzelme sağlanabilmiştir. 1998 yılında ilişkilerin düzelmesinde

AB etkisi aramak bu nedenle gerçekçi gözükmemektedir. Ancak; ilişkilerin

normalleşme nedeni AB olmasa da iyileşme sürecinin hızlanmasında AB

reformlarının etkisi var denebilir. Bir başka deyişle, Suriye ve diğer ülkelerle ilişkiler

oluşturulurken Türkiye konstrüktivist bir yaklaşımla kendi politikasını AB ile

uyumlaştırmak için bölgeye yönelik yeni bir politika üretmemiştir. Orta Doğu

bölgesine yönelik politikada, ancak Türk dış politikasında parametreleri belli olan bir

politikanın uygulama sürecinde AB etkisinden sözedilebilir.

Bu durumda, Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası Orta Doğu bölgesine ilişkin

politikasının uluslararası koşullar ile Türk iç politikası ve uluslararası gelişmelerin

karşılıklı etkileşimi sonucu ortaya çıktığı görüşünün daha ağır bastığı görülmektedir.

Burada AB’nin rolünün ancak Türkiye’ye adaylık statüsü verilmesiyle Türkiye’nin

191

kendine daha güvenli bir aktör372 olarak ortaya çıkmasına neden olması ile sınırlı

olduğunu belirtmek gerekir. Buna göre; Türkiye’nin Orta Doğu bölgesine yönelik

güvenlik politikasının değişimi 1990’lı yıllarda bölgede ortaya çıkan yeni stratejik

durumdan fazlasıyla etkilenmiştir. Bölgeden algılanan güvensizlik, Türkiye’de dış

politika ve güvenlik seçkinlerinin ulusal tehdit anlayışları ile de yakından ilgilidir.373

Bu durumda AB etkisi doğrudan değil, dolaylı bir etkidir.

Türkiye ve AB’nin Orta Doğu bölgesine ilişkin politikalarının ne derecede

örtüştüğü konusu, incelenmesi gereken bir diğer önemli boyuttur. Türkiye’nin Soğuk

Savaş sonrası aktif, çok boyutlu ve bölgesel işbirliğine dayalı Orta Doğu

politikasının, ana hatları ile AB’nin Orta Doğu politikası374 ile uyumlu olduğu

görülmektedir. Bölgenin Arap ülkeleri de Türkiye’nin AB adaylığını benimsemekte

ve memnuniyetle karşılamaktadırlar. Ancak burada Türkiye’nin Kürt sorunu, su

sorunu ve kamuoyunun Müslüman halklara sempatisi gibi kimi hassasiyetleri dış

politikasını etkilediğinden, kimi zaman AB ile farklı görüşlerin oluşabileceği de göz

önünde bulundurulmalıdır. Bölge Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinin de önem taşıdığı

bir bölge olmasından dolayı AB-ABD görüş ayrılıklarının en fazla yaşandığı alan

olması itibariyle önemlidir. Türkiye’nin AB ve ABD arasındaki dengeyi her zaman

gözetmesi gerekmektedir. 372 Altunışık, ‘Redefinition of Turkish Security Policies in the Middle East After the Cold War’,s. 213–232. 373 Ibid.Idem. 374 AB; Akdeniz ve Orta Doğu ülkeleri ile geniş bir ilişkiler ağı oluşturmuştur. Barcelona Süreci olarak da bilinen Avrupa Akdeniz Ortaklığı (Euro-mediterrenean Partnership, EMP) Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dan 12 ülkeyi AB’ye bağlayan bir sistem yaratmıştır. EMP’nin mali kolu olan Meda bölgede ekonomik ve siyasi reform projeleri için katkı sağlamaktadır. Çoklu düzeyde EMP temelinde işleyen sistem ikili düzeyde bölge ülkeleri ile imzalanan ikili ortaklık ya da ticari ve işbirliği antlaşmaları yolu ile yürümektedir. Ancak, Suriye ve İran ile anlaşmalar da bazı aksaklıklar yaşanmaktadır. 2003 yılında AB EMP’ye yeni bir ivme kazandırarak AB’nin Akdeniz ve Orta Doğu ile Stratejik Ortaklığı üzerine bir girişim başlatmıştır. Sözkonusu girişim eskisinden farklı olarak ülkelerin farklı gelişimlerine ve ilişki düzeylerine gore AB ile bağlar kurmasına izin vermektedir. İyi yönetişim ve insan hakları üzerine vurgu da önemli bileşenlerdendir. Mayıs 2004’te oluşturulan ve AB’nin dost ülkeler halkası yaratma amacındaki Komşuluk Politikası içine Orta Doğu ve Akdeniz ülkelerinden katılım olmuştur. (Everts, op.cit.s.3).

192

Bölgede AB-ABD dengesi konusunda; Türkiye’nin ekonomik faaliyetler

olmak üzere çok boyutlu politikalarının; ABD’nin Orta Doğu bölgesine doğrudan

müdahaleleri etkisi ile sınırlanabileceği ve olumsuz etkilenebileceği yönünde

yaklaşımlar vardır. Buna göre ABD’nin bölgede bu denli doğrudan yer almasının

Türkiye’nin ulusal çıkarlarını korumak için ABD ile işbirliğine girmeye iteceği ve

bunun da Türkiye’nin Orta Doğu ülkeleri ile işbirliğini geliştirmek için bağımsız

davranışlarını kısıtlayabileceği düşünülmektedir.375

Tüm bunlar yanında; Türkiye ile AB arasında Orta Doğu bölgesine ilişkin

benzer ya da farklı politikalara ilişkin birbiriyle çelişen görüşler vardır.

Örneğin; Orta Doğu ile ilgili konularda daha çok ABD yaklaşımına yakın

olduğu yönünde bir kanaat hâkimse de; bazı yazarlar, Türkiye’nin pek çok konuda

AB tutumuna daha yakın olduğunu belirtmektedir.376 Bu görüşe göre, AB ve Türkiye

tutumlarının en yakın olduğu alanlardan biri Filistin sorunu olarak gösterilmektedir.

Arap-İsrail sorununun çeşitli evrelerinde AB üyesi devletler tam ve net bir birliktelik

sergileyememişler ve bu durum ortak tutumlar doğrultusunda politikalar

geliştirmişlerine engel olmuştur. Türkiye ise 1940’ların başından itibaren sorunun

taraflarına karşı dengeli bir politika ile yaklaşmıştır. Türkiye’nin Filistin tarafına

karşı dengeli yaklaşımının benzerini AB de ilerleyen yıllarda uygulamaya

başlamıştır. Bu görüş, Arap-İsrail sorununun Orta Doğu da önemli bir istikrarsızlık

kaynağı olduğundan hareketle; Filistinlilerin self determinasyon hakkının kabul

edilmesi ve barış sürecinde eşit bir taraf olması gereği yanında İsrail’in var olma

hakkının tanınması şeklinde dengeli bir yaklaşım üzerine oturmuştu. Ancak Türkiye

ve AB (AT) tarafındaki temel farklılık Avrupalıların Sovyetler Birliğinin de yer 375 Tür, op.cit.,s. 166. 376Bülent Aras ve Salih Bıçakçı, ‘Europe, Turkey and the Middle East: Is Harmonization Possible?’ East European Quarterly XL. No: 3, September 2006,s.367–381.

193

aldığı geniş katılımlı bir çözüm önermeleriydi. Sonrasında AB’nin Barselona süreci

ile barış sürecine dâhil olarak, mali destek ve sivil toplumun katılımına yönelik

projelerle sürece katkıda bulunduğu görülmektedir. Ancak 1999 yılında Türkiye’nin

aday ülke ilan edilmesine kadar olan ilişkilerin gerileme döneminde; Türkiye’nin iç

politikadaki kutuplaşmanın da etkisiyle güvenlik odaklı politikalara kaydığı ve Kürt

sorunu ve Siyasal İslam sorunlarını bertaraf edebilmek için İsrail ve ABD ile ittifak

arayışına girdiği belirtilmektedir. Bu durumda AB ile Arap-İsrail sorununda elde

edilen ortak zemin, sonrasında kaybedilmiştir. Ancak Irak savaşı sırasında 1 Mart

tezkeresinin geçmemesi ABD ile ilişkilerde gerilim yaratmış ve 1999 Helsinki süreci

sonrasındaki reformlarla tekrar AB çizgisine yaklaşılmıştır. AB Türkiye’yi Orta

Doğu da önemli bir ortak olarak kabul etmektedir.

Bu görüşe göre, iç politikada reformlar ve demokratikleşme hareketleri ile

kendine güven kazanan Türkiye, aktif bölgesel politika uygulamak konusunda da

başarılı olmuştur. Bu çerçevede AB ve Türkiye’nin genelde Orta Doğu bölgesi

özelde ise Arap-İsrail sorununa yaklaşımları benzerdir. AB adayı Türkiye, Orta Doğu

ülkeleri tarafından da takdir edilmektedir. AB politikalarına tamamlayıcı bir rol

üstlenen Türkiye politikaları AB tarafından desteklenmektedir.377

Buna karşılık; Orta Doğuya ilişkin farklı görüşlerinin Türkiye ve AB’yi

Kıbrıs ve AGSP gibi AB’nin iç sorunu olan konulardan daha fazla zorlayacağı

yönünde görüşler de vardır. Buna göre; AB ve Türkiye arasında Orta Doğu bölgesine

ilişkin farklı görüşler arasında Türkiye’nin İsrail ile yakın ilişkileri ve Kitle İmha

Silahlarının (KİS) yayılması sayılmaktadır. Bu görüşe göre; AB ve Türkiye, KİS’in

yayılmasının ciddi bir tehdit mi yoksa potansiyel bir risk mi olduğu konusunda farklı

görüşlere sahiptir. Türkiye AB’nin aksine Orta Doğu bölgesinden kaynaklanan Kitle 377 Ibid., s. 377–378.

194

İmha Silahlarını tehdit olarak görme konusunda daha duyarlıdır. Türk güvenlik

seçkinleri kitle imha silahlarının üretimi ve yayılmasının önlenmesine ilişkin

uluslararası çabaları da desteklemekte ve bununla ilgili mücadelenin ciddi bir şekilde

ele alınmasını savunmaktadır. AB ülkeleri güvenlik uzmanları ise bu tür silahların

yayılması konusunun abartılmaması gerektiğini ve ülkelerin asi (rogue) devlet olarak

etiketlenmemesi gereği üzerinde durmaktadırlar. Onlara göre, sorunun çözümlenmesi

siyasi dialog yoluyla aşılabilmelidir. En önemlisi de, Türkiye’nin İran, Irak ve

Suriye’ye ilişkin duyduğu tehdit algılamaları konusunda AB ve Türkiye arasında

ciddi bir görüş ayrılığı bulunmaktadır. Bu durumda AB’nin Orta Doğu bölgesinde

Türkiye politikalarını etkilemek bir yana, farklı görüşlerin Türkiye’nin AB üyeliğine

engel olabileceği dahi düşünülmektedir. Buna göre; AB üyeliği; Türkiye’nin Orta

Doğu bölgesi özelinde AB tarafından abartılı bulunan güvenlik söylemlerini

bırakmasını gerektirecektir. Türk güvenlik seçkinleri AB üyeliğinin en azından kısa

sürede mümkün olmayacağını düşündüklerinden, garanti olmayan bir üyelik

karşılığında Orta Doğu bölgesinden kaynaklanan tehditlere maruz kalacaktır. Bunun

yanında Türkiye’nin ABD ve İsrail ile yakın ilişkileri ve olası bir bir füze savunma

sisteminin kurulmasına AB karşıtlığının Türkiye ile farklılık yaratması gibi konular

da önplana çıkmaktadır. Bu konularla bağlantılı olarak, Türk savunma bütçesinin

fazlalığı ve sivil asker ilişkilerinde askerler lehine ağırlık AB’nin Türkiye’ye eleştirel

baktığı konular arasındadır.378 Kibaroğlu; Türkiye’nin Orta Doğulu komşularından

algıladığı KİS tehdidinin kendisini ABD ve İsrail’e yakınlaştırdığını belirtmektedir.

378 Mustafa Kibaroğlu, ‘Turkey’s Threat Perception from the East: A Roadblock in its March Toward the West?’, Karaosmaoğlu ve Taşhan, op.cit., s.53–57.

195

Bu durum, AB üyesi ülkeler ile ABD arasında KİS’e ilişkin farklı politikaların

sonuçlarından biridir.379

5. Türkiye’nin Rusya ve Kafkasya ile İlişkileri

Geleneksel olarak birbirine rakip ülkeler olan Rusya ve Türkiye arasındaki

ilişkiler 1990’ların başında olumlu şekilde seyretmese de; 1990’ların ortasında

ilişkilerin karşılıklı anlayış içinde geliştiği görülmektedir.

1990’ların başında, Sovyetlerin dağılmasından sonra Türkiye’nin Kafkaslar

ve Orta Asya’da izlediği aktif politikanın Rusya Federasyonu tarafından dikkatle

izlendiği görülmektedir. Bu dönemde Türkiye’nin Gürcistan, Azerbaycan ve

Türkmenistan ile yakın ilişkileri de Rusya’da rahatsızlık yaratmıştır. 1993 yılında

ilan edilen yeni dış politika doktrininde, Rusya’nın yakın çevresindeki gelişmeleri

yakından izleyeceği yönündeki yaklaşımın Türkiye’yi de ilgilendiren bir boyutu

vardır. Bunun yanında, Rusya’nın PKK faaliyetlerini destekler tutumu yanında

Türkiye’nin Rusya’yı rahatsız eden Çeçenistan politikası, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru

hattı üzerinde rekabet, Türkiye’nin Türk boğazlarının güvenliği için Rus tankerlerine

geçiş izni vermemesi, S–300’ler gibi anlaşmazlık konuları da vardı.

Ancak gerilimli ilişkilerin 1997 yılı sonlarında değişmeye başladığı

görülmektedir. 16–17 Aralık 1997’de Rus Dışişleri Bakanı Victor Chernomyrdin’in

Türkiye ziyareti ve Mavi akım doğal gaz anlaşmasının imzalanmasının ardından

Rusya’nın PKK desteğine son vermesi ilişkilerde atılan önemli olumlu adımları

oluşturmaktadır. Aralık 1997 tarihindeki ziyaret, ilişkilerde bir dönüm noktasını

teşkil etmektedir. İki ülke arasındaki gergin ilişkilerden her iki tarafında zararlı

çıktığı yönündeki karşıklıklı anlayış, yerini olumlu bir sürece bırakmıştır. Bu 379 Ibid.,s.72.

196

ziyaretin Türkiye’nin AB’ye aday ülkeler arasında sayılmadığı Lüksemburg

ziyaretinden hemen sonra gerçekleşmesi de manidar görülmektedir. Hatta dönemin

Başbakanı Mesut Yılmaz’ın AB ile yaşanan olumsuz deneyimden sonra Türkiye’nin

aralarında Rusya Federasyonunun yer aldığı diğer büyük ülkelerle de ilişkilerin

geliştirilerek, dış politikanın çeşitlendirilmesi yönünde açıklamalar yaptığı

görülmektedir.380 1997 yılından sonra ilişkiler çeşitli zeminlerde gelişmeye devam

etmiştir.

Türkiye ve Rusya’nın son dönemde artan işbirliği, AB tarafından da

memnuniyetle karşılanmıştır. Aslında Rusya’nın AB’nin Türkiye’ye aday ülke

statüsü vermesi sonrası ilk tepkisi olumsuz olmuştur. Ancak Ocak 2005 tarihinde

gerçekleştirilen ziyarette Putin; Rusya’nın Türkiye’nin AB üyeliğine taraftar

olduğunu ve bu durumun Rusya için yeni ticaret kanalları açacağını umduğunu

belirtmiştir.381

Bu durumda Rusya Federasyonu ile ilişkilerin gelişmesinin başlamasına AB

ile olumsuz ilişkilerin vesile olduğu, ancak sonrasında AB adayı bir ülke olan

Türkiye’nin Rusya tarafından da benimsendiğini ve AB’nin ilişkileri hızlandırıcı etki

yaptığını söylemek mümkündür.

Kafkasya’da bulunan diğer ülkelerden, Gürcistan ve Azerbaycan’ın AB, ABD

ve NATO ile ilişkilerini geliştirme isteği içinde oldukları görülmektedir. Sözkonusu

iki ülke ve Türkiye arasında 1994 yılında temelleri atılan ve 2006 yılında işler hale

gelen Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru hattı ve demiryolu projesi gibi bağlantıların olması,

Türkiye’yi Kafkaslar da önemli bir ülke konumuna sokmaktadır. Bu durumda

Türkiye’nin AB adaylığının Gürcistan ve Azerbaycan gibi bölge ülkeleri açısından 380 Özcan, ‘Doksanlı Yıllarda Türkiye’nin Değişen Güvenlik Ortamı’, s. 22. 381Turkey-Russia Relations, www.euractiv.com/en/enlargement/turkey-russia-relations/article-134083, erişim tarihi, 19.07.2008.

197

önemi açıktır. Zaten bu iki ülke AB Komşuluk Politikası çerçevesinde AB ile yakın

ilişkiler kurmuşlardır.

AB’nin yine komşuluk politikası çerçevesinde ilişki kurduğu bir diğer bölge

ülkesi Ermenistan ile Türkiye’nin, 1993 yılından beri kapalı olan sınır yüzünden AB

tarafından İlerleme Raporunda da belirtilen eleştirilere konu olduğu bilinmektedir.

Ermenistan ve Türkiye arasında diplomatik ilişkilerin kurulması ve 1993

yılında Azerbaycan ve Ermenistan arasında artan şiddet olayları neticesinde kapatılan

sınır dışında, Ermenistan işgali altında olan Karabağ ve Türkiye’nin Azerbaycan’a

desteği yanında, 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddiaları nedeniyle ciddi sorunlar

vardır. Türkiye ile bazı AB üyesi ülkeler arasında sözkonusu iddiaların ilgili ülke

Parlamentolarında kabul edilmesi nedeniyle sorunlar yaşanırken; Avrupa

Parlamentosunun 1987 yılında aynı doğrultuda bir karar alması Türkiye ve AB

ilişkilerinin gerginleşmesine neden olmuştur. Ancak AB Komisyonu; Parlamentonun

kararını izlemezken, iddiaların Türkiye tarafından kabulünü, Türkiye’nin AB üyeliği

için bir koşul olarak kabul edilemeyeceğini beyan etmiştir. Hatta AB Komisyonu

Genişlemeden sorumlu Komisyoneri Olli Rehn, Fransız Parlamentosunun bu yöndeki

kararının Türkiye-AB ilişkilerini olumsuz yönde etkileyeceğini de belirtmiştir.382Son

dönemde iki ülke arasında sivil toplum girişimlerinin ve resmi temasların arttığı

görülmektedir.383

AB’nin İlerleme Raporlarında Türkiye’nin kapalı olan sınır konusunda

Türkiye’nin yapıcı adımlar atması gereğine atıfta bulunması, AB Komşuluk

politikası nedeniyle ilişkilerini geliştirmeye başladığı Ermenistan ile aday ülke olan

382 Aybars Görgülü, Türkiye-Ermenistan İlişkileri: Bir Kısır Döngü, TESEV yayınları, Dış Politika Analiz Serisi 8, Mayıs 2008,s.15-16. 383 Türk-Ermeni Uzlaştırma Komisyonu ve Türk Ermeni İş Geliştirme Konseyi faaliyetleri yanında, 2005 yılında Başbakan Erdoğan ve Başkan Koçaryan arasındaki mektup teatisi en önemli örneklerdir. Ibid., s. 21.

198

Türkiye arasında, aday ülkelerin sınır problemlerini AB’ye girmeden çözme gereği

talebinin bir parçasıdır.

Ancak AB’nin iki ülke arasındaki sorunları aşmada ne derece etkili olacağı

konusu tartışmalıdır. Zira AB Komşuluk Politikası kapsamında bulunan

Ermenistan’a oranla aday ülke olan Türkiye politikalarında daha fazla etki

edebilmektedir. Bunun yanında AB Türkiye ilişkilerinde karşılıklı güven sorunu ve

bu sorunu pekiştiren ilişkilerdeki belirsizlik AB’nin, etkin rol oynama konusundaki

potansiyeli konusunda soru işareti yaratmaktadır.384AB’nin inandırıcılığı

konusundaki sorunun, kimi AB üyesi ülkelerin Ermeni iddiaları konusunda Türkiye

aleyhine kararlar almasından kaynaklandığı da açıktır. Bu durumda konunun

Avrupalılaşma boyutundan incelenmesinde AB’nin iki ülke arasındaki sınırın

açılması konusundaki eleştirilerinin henüz istediği sonucu yaratmadığı

görülmektedir.

II. Türkiye’nin AB Dış ve Güvenlik Politikasına Etkileri

Türkiye’nin AB dış ve güvenlik politikasına etkisi konusu, İlk Bölümde

incelenen üye/aday devletin önceliklerini AB düzeyine taşıması anlamındaki

Avrupalılaşmanın ikinci boyutunu oluşturmaktadır. Ancak AB düzeyine etki ve

aktarım konusunun, Türkiye’nin AB’ye üye değil, aday ülke olduğu ve kurumsal

yapılar ve karar alma mekanizmalarında yer almaması nedeniyle sınırlı düzeyde

olduğunu belirtmek gerekir.

Aşağıda Türkiye’nin AB dış ve güvenlik politikasına etkileri konusu esas

itibariyle rasyonalist kurumsalcı bir çerçeveden izah edilmektedir. Başka bir deyişle

AB açısından Türkiye’nin AB dış ve güvenlik politikasına maliyet ve faydası, aynı 384 Ibid.,s. 27–28.

199

şekilde Türkiye açısından AB dış ve güvenlik politikasına uyum sağlamanın getirisi

ve maliyeti dikkate alınmaktadır.

Ancak Türkiye’nin AB’ye girmemesinin Türkiye’nin ve çevresinin

istikrarsızlaşması ve Avrupa’ya yansıtması ve bunun yanında ekonomik ve siyasi

istikrarsızlığa sürüklenerek bizatihi kendisinin tehdide dönüşmesi gibi uzun vadeli

sonuçları nedeniyle daha maliyetli olacağı şeklinde yaklaşımlar vardır.385 Bu

durumda rasyonalist kurumsalcı yaklaşımın öngördüğü fayda-maliyet analizini

yaparken; Türkiye’nin AB dış ve güvenlik politikasına katılım maliyeti yanında

“katılmama” maliyetinin de düşünülmesi gerekir.

Türkiye’nin AB Dış ve Güvenlik Politikasına etkisi konusu; AB resmi

belgelerinde de incelenmiştir.386 Gerek resmi AB belgelerinde, gerekse konuyu

inceleyen akademik metinlerde Türkiye’nin AB dış ve güvenlik politikasına etkileri

konusu her iki tarafın gelecek öngörülerinden bağımsız olarak

değerlendirilmemektedir. Bu durum özellikle, şu an AB ile müzakere safhasında olan

Türkiye’nin AB’ye katılımının ne zaman gerçekleşeceği konusunda kesin bir tarih

öngörülmemesi yanında, dış politika ve savunma konusunun niteliği gereği aday

ülkeler tarafından, daha ziyade üyelik safhasında Avrupalılaşmanın etkilerinin

gözlenebileceği bir alan olmasından kaynaklanmaktadır. Bunun yanında AB’nin hâlâ

oluşum safhasında olan bir birlik olduğunun da hatırlanması gerekir.

Emerson ve Tocci, Türkiye’nin üye olacağı AB’nin ne şekil aldığı ve bu

durumda birçok özel sorunuyla ve özelliğiyle Türkiye’nin ne durumda olacağı

385 Wood ve Quaisser, op.cit.,s. 163-169. 386Commission of the European Communities, ‘Issues Arising From Turkey’s Membership Perspective’, Commission Staff Working Document, SEC (2004) 1202, COM (2004), 656 final, Brussels,6.10.2004,http://ec.europa.eu/enlargement/archives/pdf/key_documents/2004/issues_paper_en.pdf, erişim tarihi: 10.10.2005. Bu belge AB Komisyonu tarafından hazırlanan 6 Ekim 2004 tarihli İlerleme Raporu ve Tavsiye Kararı ile birlikte yayınlanmıştır ve kısaca “Etki Raporu” olarak adlandırılmaktadır.

200

konusunda bazı çıkarımlar yapmıştır. Buna göre; AB klasik anlamda federal bir yapı,

kesin sınırlar ve ortak bir savunma anlayış ile Vestefalya tarzı bir oluşuma mı

bürünecek, yoksa postmodern, kesin bir merkezi otoritenin olmadığı, geçişken

sınırların hâkim olduğu, farklı politika alanlarında farklı ülkelerin öncül olduğu, tekil

değil, çoğul düzenlemelerin hâkim olduğu bir yapıda mı olacak? sorusunun

cevaplanması gerekmektedir. Emerson ve Tocci’ye göre AB’nin şimdiden gelecekte

postmodern bir yapıya kavuşacağı yönünde işaretler vardır. Öncelikle birbirinden ve

eski AB üyelerinden çok farklı özellikleriyle 2004 ve 2007 yılında tam üye olan

MDAÜ gerek ekonomik, gerekse güvenlik alanındaki farklı özellikleriyle AB’nin

mevcut yapısını daha da farklılaştıran bir nitelik arzetmektedir. Bunun yanında

gelecek genişleme kapsamındaki ülkeler yanında, Batı Balkanlar ve komşuluk

politikası içindeki ülkelerin farklı özellikleri de sözkonusu yapıyı zorlamaktadır.

Bunun da ötesinde, AB içinde belirli konularda AB üyesi ya da üye olmayan

ülkelerin belirli politikalara katılarak/katılmayarak hâlihazırda farklı oluşumlara yol

açtığı bilinmektedir. İngiltere, İsveç ve Danimarka’nın Euro alanı dışında kalması,

Schengen alanı dışında kalan üye ülkeler yanında, AB dışından ülkelerin katılması,

bazı dış politika girişimlerinin salt bazı ülkelerce yerine getirilmesi gibi şimdiden

merkezi bir otorite yapılanmasını değil, yetkilerin dağıtılmış ve merkezi bir otorite

içinde toplanmadığı bir alanın varlığı görülmektedir. Bunun yanında, AB’nin 2003

yılından itibaren geliştirmeye başladığı Komşuluk politikası dış sınırların

yumuşatıldığı ve çevre bölgelerle iletişimin yoğunlaştırıldığı ve mesafenin

kısaltıldığı bir ilişki biçimine geçilmiş olması da ortaya çıkmakta olan yapı hakkında

ipucu verir niteliktedir.387 Gelecekte AB’ye girecek Türkiye’nin nasıl özellikler

387 Michael Emerson ve Nathalie Tocci, ‘Turkey as a Bridgehead and Spearhead, Integrating EU an Turkish Foreign Policy, EU-Turkey Working Papers, No:1 /August 2004, Centre for European Policy

201

taşıyacağı konusunda ise, Emerson ve Tocci, AB koşulluluk ilkelerinin de etkisiyle

demokrasi, insan hakları ve hukuk kuralları konusunda hassas ancak bazı geleneksel

stratejik ve güvenlik kimlik özelliklerini de koruyan bir Türkiye’nin devam edeceği

konusunda birleşmektedir. 388

AB Komisyonu tarafından hazırlanan etki raporunda da belirtildiği üzere,

Türkiye’nin AB’ye etkileri konusu, AB’nin halen sorunlarıyla başa çıkmaya çalıştığı

ve şu an yaşamakta olduğu “derinleşme-genişleme” ikilemi dışarıda bırakılarak

incelenemeyeceği gibi; dış faktörler olarak adlandırılabilecek, enerji fiyatları ya da

uluslararası ekonomik ortam dikkate alınmadan da tam anlamıyla

değerlendirilemez.389 Bunun yanında Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin başta AB bütçesi

olmak üzere, ortak tarım politikası ve bölgesel politika gibi yine AB bütçesi ile

doğrudan ilintili konularda ciddi sorunlara yol açacak olması da önemli bir noktayı

oluşturmaktadır. Bunun yanında nüfusunun büyüklüğü nedeniyle Türkiye’nin, başta

Avrupa Parlamentosu, Bakanlar Konseyi, Ekonomik ve Sosyal Komite olmak üzere

nüfusa göre oylama ve ağırlıklı oy düzenlemeleri yapılan AB kurumlarında ciddi bir

oy ağırlığına sahip olacak olması nedeniyle de bazı AB ülkelerini

endişelendirmektedir. Bu durumda diğer AB politika alanlarını kapsayan tüm bu

ciddi sorunlar, Türkiye’nin AB’ye katkılarını salt AB dış ve güvenlik politikası

bağlamında değerlendirmeyi güçleştirebilecektir.

Etki raporunda da belirtildiği üzere, tüm bu olumsuzluklara rağmen, çeşitli

zorluklar barındıran Türkiye’nin AB’ye katılımı konusu iyi yönetildiği takdirde

gerek Türkiye, gerekse AB için önemli fırsatlar barındırmaktadır.390 AB’nin Türkiye

Studies, s. 4–6. 388 Ibid.,s. 6-7. 389 Commission of the European Communities, op.cit.,s. 3. 390 Ibid.,s. 4.

202

için hazırladığı etki raporunda Türkiye’nin AB’ye katılımının dış politika ve

güvenlik bakımından etkileri tartışılırken bazı fırsat ve zorluk/sınırlılıklar üzerinde

durulmuştur. Bu durumda aslında sözkonusu raporun rasyonalist bir perspektiften

değerlendirildiği, bir başka deyişle, fayda ve maliyet analizi yaklaşımını kullandığı

görülmektedir.

Türkiye’nin AB dış ve güvenlik politikasına etkileri konusu temel olarak üç

düzeyde incelenebilir. Bunlar; Türkiye’nin AB’ye katılımının AB sivil gücüne

etkileri, katılımın AB askeri gücüne etkileri ve Türkiye’nin bölgeler temelinde

AB’ye etkilerinin değerlendirilmesi konularıdır. Sözkonusu hususlar belirlenirken,

Avrupalılaşma kavramının çift yönlü etkisi çerçevesinde AB’ye aday ülke olarak

Türkiye’nin AB düzeyine aktarabileceği temel noktaların belirlenmesi de konunun

bir diğer boyutunu oluşturmaktadır. Ancak üye/aday ülkenin AB boyutuna taşıyacağı

konu AB politikalarına salt olumlu nitelikte bir aktarım olmayıp, tersine maliyet

getireceği bir aktarım şeklinde de olabilir. Türkiye’nin durumu incelenirken bu

ayırım da göz önünde tutulacaktır.

A. Türkiye’nin AB Sivil Gücüne Etkileri

Türkiye’nin AB’ye katılımının, Türkiye’nin diğer aday ülkelerden oldukça

farklı özellikleri nedeniyle salt Türkiye-AB arasında değil, üçüncü ülkeleri de

ilgilendiren bir yanının olduğu açıktır. Bu çerçevede öncelikle Türkiye’nin AB’ye

katılımı; Avrupa’nın farklı din ve kültürlere açık olduğunu ve çok kültürlü değerleri

dışlayıcı değil bütünleştirici olduğunu kanıtlayacaktır.391

Özellikle 11 Eylül 2001 terör saldırılarından sonra nüfusunun çoğunluğu

Müslüman bir ülke olarak Türkiye’nin Avrupa’nın demokrasi, insan hakları ve temel 391 Emerson ve Tocci, op.cit., s. 10.

203

özgürlüklere bağlı bir ülke olarak önemli bir model olabileceği konusu AB tarafından

da öne sürülmektedir.392 11 Eylül olaylarının bir başka etkisi; bu tarihten sonra

terörizme karşı bütüncül bir yaklaşım gereğinin kavranması ve bu yaklaşımın Avrupa

güvenliğini etkileyen tüm aktörleri kapsaması gereği çerçevesinde önemli bir aktör

olan Türkiye’nin de göz ardı edilemeyeceği gerçeğinin ortaya çıkmasıdır.393

Türkiye’nin AB’ye katılımı Avrupalı değerler ile Müslüman değerlerin “sembolik”

bir kaynaşmasını simgeleyeceğinden Huntington’ın medeniyetler çatışması tezinin

Türkiye örneğinde çürütülmesi anlamına gelecektir.394

AB’nin farklı kültürde olduğu düşünülen ve nüfusunun büyük çoğunluğu

Müslüman olan bir ülkeyi kabul etmesi, Avrupa içinde yaşayan Müslümanları

olumlu etkileyeceği gibi, AB’nin Orta Doğu ülkeleri ile ilişkilerinde olumlu etkileri

olabileceği düşünülen bir özelliktir. Ancak gerek AB kamuoyu göstergeleri, gerekse

AB bürokratları ve AB üyesi ülkelerin üst düzey yetkililerinin açıklamaları, farklı

kültürel ve dini özellikleriyle Türkiye’nin AB’ye katılımının kabul edilirliği

konusundaki güçlüklere işaret etmektedir.

Ancak yine de; diğer aday ve potansiyel aday ülkelerden coğrafi konumu,

büyüklüğü, kültürel ve dini özellikleri, ekonomik durumu ve güvenlik ve askeri

potansiyeli nedeniyle farklı özelliklere sahip olan Türkiye’nin AB’ye katılımının,

AB’nin bir dış politika aktörü ve sivil aktör olarak güvenilirliğini de etkileyeceği

düşünülmektedir. Bu durumda AB’nin başarısı, Türkiye’yi dönüştürme başarısı ile

doğru orantılı olacaktır. Türkiye’nin katılımında gösterilen başarı, AB’nin sivil aktör

392 Commission of the European Communities, op.cit, s,4. 393 Cebeci, op.cit., s. 179. 394 Meltem Müftüler Baç, ‘Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerine Güvenlik Boyutundan Bir Bakış’, Dış Politika Analiz Serisi, Tesev yayınları 4, 2006, s. 18.

204

olarak konumunu güçlendirecektir.395 Zira genişleme/katılım süreci AB’nin bir dış

politika aracı ve seçeneğidir.396 Bir aday ülkeyi dönüştürmede gösterilen başarı,

AB’nin dış politika çerçevesinde gösterdiği başarı anlamına gelmektedir.

Kimi görüşlere göre Türkiye’nin katılımı; Türk devleti ile Kürt nüfusu

arasındaki uzlaşma, Yunanistan’la yakınlaşma ve Kıbrıs’a ilişkin yapıcı rolü

bağlamında AB’nin çatışma çözümüne katkısını da teyid edecektir.397

Bunun yanında, Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin, AB politikalarının

güvenilirliğinin salt Orta Doğu bölgesi değil; Balkanlar, Kafkasya ve Akdeniz

bölgelerinde de sağlanmasını etkileyeceği düşünülmektedir. Ayrıca; Türkiye’nin

katılımı, AB’nin gündem odağının güney ve güney doğu politikalarına doğru yeniden

dengelenmesine katkıda bulunacaktır. Türkiye’nin katılımının Birliğin sınırlarını

Suriye, İran, Irak ve Kafkasya’ya dayanması nedeniyle Birliğin güney doğu kesimine

ilişkin politika geliştirmesine de yardımcı olabilir. Türkiye’nin katılımı ile Birliğin

Akdeniz nüfusunun genişlemiş AB’nin %40’ını oluşturması sebebiyle, karar alma

sürecindeki dengeleri de etkileyebilecek ve dikkatin Güneye daha fazla çevrilmesine

neden olacaktır. 398

B. Türkiye’nin AB askeri gücüne etkileri

Güvenlik konusu; Türkiye-AB ilişkilerinde; Türkiye’nin AB’ye en fazla katkı

sağlayabileceği alanlardan biri olarak gösterilmektedir. Ancak Türkiye-AB

ilişklerinde yaşanan temel paradoks; coğrafya, kültürel ve dini özellikler ve büyüklük

gibi Türkiye’nin farklılığını oluşturduğu düşünülen ve karşı çıkılan özelliklerinin, dış

395 Emerson ve Tocci, op.cit., s.8-9. 396 Neuwahl, op.cit., s. 11-12. 397 Emerson ve Tocci, op.cit., s.10. 398 Ibid.,s. 8.

205

politika ve güvenlik alanında Türkiye’nin AB’ye katkısını sağlayan özellikler olarak

vurgulanmasıdır.

Nitekim AB Komisyonu tarafından hazırlanan etki raporunda; Türkiye’nin

farklılığını oluşturan etmenlerin; aynı zamanda Türkiye’ye bölgesel ve uluslararası

istikrara katkıda bulunma kapasitesi verdiği de belirtilmektedir. 399

Türkiye’nin AB’ye katılımının fayda maliyet analizinde, AB dış ve güvenlik

politikasına maliyetten çok fayda getireceği ve sözkonusu faydanın Türkiye’nin AB

üyeliği için olumsuz AB kamuoyu davranışlarını etkileyerek, olumluya çevirmek için

kullanılabileceği yönünde yaklaşımlar da vardır. Buna göre; fayda-maliyet analizinde

güvenlik bakımından Türkiye’nin AB’nin getireceği faydalar AB kamuoyları

tarafından dikkate alınırsa; Avrupa halklarının kimlik algıları etkilenerek, Türk

kimliğinin AB tarafından ötekileştirmesinin önüne geçilebilecektir.400 Ancak burada

da, Türkiye-AB ilişkilerinin genel seyrindeki olumsuzlukların güvenlik alanındaki

olumlu katkıları gölgelemesi tehlikesi yanında; çeşitli vesilelerle AB üye ülkeleri

nezdinde gerçekleştirilen referandumlarda gözlendiği üzere; AB konusunda yeterince

bilgilendirilmediği açık olan AB halklarının Türkiye’nin AB’ye katkısını salt

güvenlik açısından ne kadar takdir edebileceği de ayrı bir tartışma konusudur.

Coğrafi konumu ve komşu ülkelerle ilişkileri kadar; NATO içindeki konumu

ve askeri alandaki güç ve donanımının Avrupa güvenliği konusunda kendisine

önemli avantajlar sağladığının farkında olan Türkiye de, bu avantajları çeşitli

vesilelerle dile getirmiştir. Ancak salt güvenlik açısından getirdiği avantajlar

nedeniyle bir ülkenin AB’ye katılmasının olanaksızlığı; AB tarafından, AB’nin

399 Commission of the European Communities, op.cit, s.4. 400 Baç, op.cit.,s. 7–8.

206

NATO’dan farklı olarak değerler üzerine kurulu bir Birlik olduğu401 ve katılım

kriterlerinin hiçbir üye için gevşetilemeyeceği yönündeki yaklaşımlarla

karşılanmıştır.402

Tüm bunlara rağmen; Türkiye’nin jeopolitik konumu, üç kıta ile bağlantısı ve

transit ülke konumunda olması nedeniyle haiz olduğu önem AB tarafından da

yadsınamaz bir gerçektir.403Jeopolitik konumuna vurgu yapılırken, genel olarak

Türkiye’nin enerji kavşağında yer alması yanında Soğuk Savaş sonrası risklerin

Avrupa’ya geçişleri önleyici ve komşu bölgelerin güvenliğine katkı sağlayıcı

niteliğine vurgu yapılmaktadır.404 Ayrıca; Türkiye’nin jeostratejik konumu ve askeri

gücünün AB’nin sert güç anlamında görünürlüğünü arttıracağı ve 2006 yılında

Lübnan’dan AB vatandaşlarının tahliyesindeki rolünden de anlaşıldığı üzere; AB’nin

çevre bölgelerle ilişkilerinde Türkiye’nin lojistik desteğinin göz ardı edilmemesi

gereğinin de altı çizilmektedir.405 Türkiye’nin Avrupa dış ve güvenlik politikasına

jeopolitik konumu nedeniyle sağlayacağı katkının, gelecekte AB’nin uluslararası

alanda nasıl bir aktör olmak istediği ile yakından ilgisi vardır. Bu durumda

Türkiye’nin AB’ye katılımıyla AB’nin sınır komşuları olacak bölgelerde AB’nin

üreteceği politikalar önem kazanmaktadır.406

Türkiye’nin AB askeri gücüne etkileri konusunda öncelikle Türkiye’nin

AGSP çerçevesindeki politikası önem kazanmaktadır. İlgili bölümde ayrıntılı olarak

değinilen Türkiye’nin AGSP’ye katılımı konusunda her iki tarafı tatmin eden

düzenlemeler oluşturulmuştur. Bu çerçevede etki raporunda da belirtildiği üzere

401 Wood ve Quaisser, op.cit.,s. 147. 402 Ibid.,s. 171. 403 Nitekim bkz: Commission of the European Communities, op.cit, s.6. 404 Ibid. 405 Baç, op.cit.,s. 17. 406 Commission of the European Communities, op.cit s. 4.

207

AGSP’ye katılma konusundaki isteği ve NATO ve uluslararası barış koruma

operasyonlarındaki tecrübesi, Türkiye’nin ilgili askeri ve kurumsal yapılara dâhil

edilmesi için olumlu bir altyapı teşkil etmektedir. Bunun yanında Türkiye’nin askeri

harcamalarının fazlalığı ve askeri insan kaynakları bakımından öneminin de altı

çizilmektedir.407

Türkiye’nin NATO ve AGSP operasyonlarındaki tecrübesi Türkiye’nin

ODGP/AGSP’ye eklemlenmesi için elverişli şartlar yaratmaktadır.408 Türkiye,

SFOR, KFOR ve ISAF’ta görev almasınının yanı sıra NATO’nun Barış İçin Ortaklık

(BİO) Programı kapsamında ilgili personele eğitim vermiştir.409Burada Türkiye ile

MDAÜ arasındaki farka da değinmek gerekir. Sözkonusu ülkelerin savunma

alanındaki altyapı yetersizlikleri AB’ye katılımlarında olumsuz anlamda dikkate

alınan bir hususu oluşturmuştur. Türkiye için ise bu husus, Türkiye lehine söylemler

yaratmıştır.

Neuwahl’e göre, Türkiye’nin AB’ye katılımı tam anlamıyla AB’nin bir dış

politika seçeneğidir. Stratejik konumu nedeniyle etki raporunda bahsedilen

getirilerinin yanı sıra, Türkiye’nin AB’ye katılımı, çevre bölgelerle AB’nin

ilişkilerini de birebir etkileyecektir.410 Unutulmaması gereken bir diğer nokta da;

askeri operasyonlardaki tecrübesi ve kaynakları ile Türkiye’nin AB üyeliği

gerçekleşmezse, AB için Türkiye’nin NATO çerçevesindeki desteği de

olmayacaktır.411 Bu görüşe paralel olarak; AB’nin küresel bir aktör olma çabalarının

bir adımı sayılabilecek AGSP’nin oluşturulması ile aynı dönemde 1999 yılında

gerçekleştirilen Helsinki Zirvesinde Türkiye’nin aday ülke olarak kabul edilmesi

407 Ibid.,s. 10. 408 Ibid., idem. 409 Emerson ve Tocci, op.cit., s. 32. 410 Neuwahl, op.cit., s. 11–28. 411 Ibid.,s.16.

208

arasında çok güçlü bir bağ olduğunu düşünenler de vardır.412 Bundan sonra;

Türkiye’nin Kosova barış gücü misyonuna katılması ve Helsinki Güç kataloğu ve

Hızlı Müdahale Gücüne asker göndermesi gibi açılımlar da Türkiye’nin Avrupa

güvenliği kapsamında yeniden pozisyon alması ile açıklanabilir.413

AGSP’nin bir parçasını oluşturan ODGP konusunda, Türkiye’nin kabul ettiği

ortak tutum, eylem ve deklerasyonun sayısının diğer aday ülkelere nazaran az olduğu

belirtilmektedir. Türkiye’nin ulusal çıkarlarını ilgilendiren konular başta olmak üzere

yakın coğrafyası ile ilgili konularda Türkiye’nin AB tutumundan ziyade ulusal

tutumunu sürdürdüğü belirtilmektedir.414

AB-ABD ilişkilerinde önemli bir ihtilaf konusu olan yük paylaşımı

konusunda da; Türkiye’nin sahip olduğu askeri güç olanaklarının ABD ile arasında

daha dengeli bir yük paylaşımı esası yaratma ve ABD’nin endişelerini giderme

konusunda etkisi olacağı düşünülmektedir.415

AB’nin Soğuk Savaş sonrasında güvenlik çıkarları açısından önem verdiği

konuların başında gelen enerji arzı güvenliği, Türkiye bağlamında özellikle

vurgulanan bir noktadır. Coğrafi konumu nedeniyle Türkiye’nin, AB’nin enerji

kaynaklarına erişimini ve kaynakların AB pazarına güvenli şekilde taşınmasında

transit ülke olarak önemli rol oynayacağı düşünülmektedir. Bunun yanında;

Türkiye’nin AB’nin olası tedarik kanallarını çeşitlendirerek gerek Rusya ve Orta

Doğu gerekse Hazar çevresindeki ülkelerden alternatif ihraç güzergâhlarını

412 Wood ve Quaisser, op.cit.,s. 169-170. 413 Ibid.,s. 170. 414 Commission of the European Communities, op.cit,s. 11. 415 Cebeci, op.cit., s. 179.

209

oluşturacağı düşünülmektedir. Türkiye’nin transit ülke görevi yapması, su kaynakları

ve altyapının yönetimi için AB politikalarının geliştirilmesini gerektirebilecektir.416

Yine AB güvenliğini ilgilendiren ulaştırma ve sınır yönetimi konularında da

Türkiye’nin AB’ye katılımının AB’ye önemli etkileri olabileceği düşünülmektedir.

Türkiye’nin AB’ye katılımı sınır yönetimi konusunda aşağıda değinilecek güçlüklere

rağmen iki taraf arasında etkili işbirliğine yol açacak olması sebebiyle önem

arzetmektedir.417

Türkiye’nin Avrupa ile Avrupa’nın güney çevresi arasında kara yolu,

demiryolu, havayolu, deniz ve boru hattı bağlantıları içeren enerji koridoru rolü

artabilecektir. Böylece, Akdeniz bölgesinin ekonomik ve ticari bütünleşmesini

hızlandırabilecek bir etkiye sahip olacağı düşünülmektedir.418

Güvenlik konusunun bir başka boyutu olan terörle mücadele alanında,

Türkiye’nin AB’ye katılımının hâlihazırda varolan işbirliğine katkıda bulunacağı

düşünülmektedir. Kendisi de terörle mücadele eden bir ülke olarak AB tutumunu

desteklemektedir.419

C. Türkiye’nin Orta Doğu, Balkanlar ve Kafkasya/Orta Asya ile

ilişkilerde AB Dış Politika/Güvenlik Politikasına Etkileri

Türkiye’nin adı geçen bölgelerde AB dış ve güvenlik politikasına katkısının,

yukarıda açıklanan AB sivil gücüne katkıları paralelinde olduğu görülmektedir.

Buna göre; Etki raporunda sosyo-ekonomik gelişmesini sürdürdüğü takdirde;

Türkiye’nin Akdeniz, Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya’da istikrarı etkileyecek ve

sağlayabilecek bir ülke olduğu ve bu doğrultuda AB dış politikasına önemli derecede 416 Commission of the European Communities, op.cit,s. 9. 417 Ibid., idem. 418 Ibid., idem. 419 Ibid., idem.

210

etki edeceği belirtilmektedir.420 Türkiye’nin adı geçen bölgelerdeki politikalarının

AB ile uyumlu ve tamamlayıcı olmakla birlikte, Orta Doğu ve insan hakları

konularında farklılık arzeden politikalar olduğu vurgulanmaktadır.421

Aynı doğrultuda bir görüşe göre; potansiyel AB üyesi Türkiye, AB’nin Orta

Doğu bölgesindeki temel girişimlerinden olan Barselona Sürecinde aktif rol

oynayabilecektir. Türkiye kamuoyunda bu durum, tam üyeliğe alternatif olarak

görüldüğü şeklinde yanlış anlamalara sebebiyet verse de, Türkiye’nin Orta Doğu

bölgesine katkıda bulunabileceği bir alan olarak görülmektedir.422

Bununla birlikte Türkiye’nin Orta Doğu ve Orta Asya’nın Müslüman

ülkelerindeki rolüne ilişkin sonuç doğuran 11 Eylül olayları, Batı’nın İslam dünyası

ile karşılıklı diyalog ve anlayışı geliştirmesini gerektirmiştir. Bu durum, önemli

derecede Müslüman nüfusa sahip AB’yi de etkilemiştir. Türkiye’nin, laik ve

demokratik bir ülke olarak Orta Doğu ve Orta Asya ülkelerine model olma

potansiyeli taşıdığı şeklinde yaklaşımlar vardır. Bu görüşlere göre Türkiye’nin

kendini model olarak sunabilmesinin adı geçen bölge ülkelerinin demokratikleşme

yönünde atacakları adımlara bağlıdır.423

Ancak Türkiye’nin Orta Doğu bölgesine model olması konusu tartışmaya

açıktır. Türkiye 11 Eylül saldırılarından sonra özellikle ABD tarafından ılımlı İslam

modeli olarak gösterilmiştir. Ancak; Müslüman ülkelere model olan Türkiye’nin

Avrupa tarafından kabul görmeyeceği ve AB yolunda ilerleyen Türkiye’nin yeniden

Orta Doğu’ya dönüşünü simgeleyeceği yönünde yaklaşımlar vardır. Türkiye’nin 420 Ibid., s. 11. 421 Ibid., s.12. 422 Öniş, ‘Turkey and the Middle East after september 11: the importance of the EU dimension’,s. 83–91. 423 Öniş, ‘Turkey and the Middle East After September 11: the Importance of the EU Dimension’,s. 83–91. AB’ye girmiş bir Türkiye’nin Orta Doğu ülkeleri için istikrar, laiklik ve demokrasi bakımından örnek olacağı şeklinde paralel bir yaklaşım için bkz: Kemal Kirişçi ‘Between Europe and the Middle East the Transformation of Turkish Policy’.

211

model olamayacağı yönündeki bu görüşler, Türkiye’nin Batı ile bağlarının diğer

bölge ülkelerine oranla çok daha erken başladığı ve kurumsallaştığı fikrine ve

ülkenin laik karakterine dikkat çekmektedirler. Bunun yanında AB etkisinin önemi

de yadsınamamaktadır. Buna rağmen; dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün

2003 yılında İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) toplantısında; Türkiye’nin bölgede

demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve piyasa ekonomisinin sözcülüğünü

yapacak konumda olduğunu belirtmesi, Türkiye’nin liderlik rolü almaya istekli

olduğu yönünde yorumlanmıştır. Yine de Türkiye için model ya da köprü olma

rolünün fazla vurgulanmaması, bunun yanında Türkiye’nin AB’ye katılımının AB

için avantaj olduğunun altı çizilmelidir.424

Türkiye’nin Orta Doğu bölgesi ile ilgili olarak AB politikalarına katkısı;

tecrübesi ve bölge hakkında bilgisi yanında kurduğu ekonomik ağlar sebebiyle

olabilir. Ancak Türkiye’nin en önemli katkısının AB’nin çoğunluğu Müslüman

ülkelerden oluşan bölgede sembolik olarak öneminin artması görülmektedir. Herne

kadar AB’nin imajı ABD’den daha iyi ise de; Müslüman ülkelerce Hıristiyan klubü

olarak görülmesinin ve koloniyal geçmişinin olumsuz etkilerinin Türkiye’nin üyeliğe

kabul edilmesiyle düzeltileceği yönünde yaklaşımlar vardır.425

AB tanımlamasında Akdeniz bölgesi Yunanistan ve Kıbrıs yanında Orta

Doğu ülkelerini de kapsar şekilde tanımlanmaktadır. Bu çerçevede etki raporunda

Yunanistan ile ilişkilerin giderek artan biçimde uyumlu hale geldiği ancak Kıbrıs ile

ilgili kimi sorunların devam ettiği belirtilmektedir. Raporda, Akdeniz bölgesinde

AB’nin daha fazla varlık göstermesini Türkiye’nin desteklediği belirtilmekte ve Arap

dünyası ile mevcut ticari ve kültürel ilişkilerini İKÖ yoluyla arttırmaya çalıştığı

424 Everts, op.cit.,s. 7-8. 425 Ibid.,s. 4.

212

belirtilmektedir.426 Tüm sorunlara rağmen Türkiye’nin Irak ile ilgili olarak yapıcı bir

tutum sergilediği ve terörle mücadele ve etnik çatışmaların önlenmesi gibi konularda

komşu ülkelerle işbirliğini teşvik ettiği vurgulanmaktadır. Türkiye’nin Irak’ın

istikrarının sağlanması ve yeniden inşasında, önemli bir ticari partner olarak önemli

roller üstlenebileceği belirtmektedir.427 Zira Türkiye Irak’ın Kuzeyi ile en fazla ticari

ve yatırım ilişkisi olan ve ülke gelişmelerini en yakından izleyen ülkelerden bir

tanesidir.

Suriye ile ilgili olarak, 1998 yılından sonra düzelen ilişkilere atıfta

bulunularak AB ve Türkiye’nin Suriye’ye yönelik olumlu politikalarının; ABD’nin

ülkelere izole eden yaklaşımına oranla daha iyi sonuçlar yaratabileceği

düşünülmektedir.428

İran’la ilişkiler konusunda, gerek Türkiye, gerekse İran tarafında çeşitli

şüpheler varsa da; Irak’ta istikrarın sağlanması ve enerjide işbirliği konularında ortak

çıkarlar mevcuttur. AB, İran için bir doğalgaz pazarı olma potansiyeli

taşımaktadır.429

İran ile Türkiye arasında İran’ın PKK desteği ve rejim ihracı yönündeki

yaklaşımları nedeniyle gergin olsa da; 2003 yılında başlayan karşılıklı ziyaretler ve

Tebriz-Erzurum gaz boru hattının açılmasıyla, ekonomik olarak da gelişmeye

başlamıştır. Gaz boru hattına Avrupanın da ilgisi vardır. Zira İran gazının Avrupa’ya

rekabetçi bir fiyatta ulaşması AB’nin de çıkarınadır.430 Bunun yanında AB’nin,

ABD’nin ve İran’a ilişkin nükleer faaliyet ve Irak’a yönelik tutumu konusundaki

görüşleri Türkiye tarafından da paylaşılmaktadır. Ancak Türkiye’nin İran’a ilişkin

426 Commission of the European Communities, op.cit,s.7. 427 Ibid.idem. 428 Everts, op.cit.,s.7. 429 Commission of the European Communities, op.cit,s.7. 430 Everts, op.cit.,s.6.

213

şartlı etkileşim yönündeki politikası ile AB’nin tutumu; ABD ile kıyaslandığında

birbirine daha yakındır.431 Bu bağlamda AB ile Türkiye’nin İran’a ilişkin ortak çıkar

alanlarının bulunduğu söylenebilir ve ABD’den farklı olarak Türkiye ile AB’nin

İran’a yönelik benzer yaklaşımları açıklanabilir.

Gerçekten de Türkiye, İran’ın nükleer faaliyetlerinin ekonomik amaçlı

olduğunu düşünmekte ve Irak Şiileri ile ittifak halinde bölgede nüfuzunu

artırmamasını istemektedir. Şayet İran bölgede nüfuzunu arttırırsa, Türkiye’nin Orta

Asya ve Kafkaslardaki pozisyonuna rakip olabilir ve Ermenistan ile yakın ilişkileri

Türkiye’nin çıkarlarını zedeleyebilir. Türkiye İran’ın kendisine tehdit unsuru

olmasını istememektedir. Tüm bu nedenlerle, İran’ın Türkiye’nin güvenliğine tehdit

olarak ortaya çıkma olasılığı arttıkça, Türkiye’nin Avrupalılaşma süreci o kadar

zorlaşır tespitini yapmak mümkündür.432 Amerika’nın İran’ı doğalgaz geçişlerinde

dahi transit ülke olarak görmek istememesi ve Türkiye’nin İran ile ikili ilişkilerinin

geliştirilmesine olumlu yaklaşmaması Türkiye ve ABD’nin bölgede çatışan

çıkarlarına yalnızca bir örnektir. 433

İran ile ilişkilerde doğalgaz yönünden AB ile Türkiye’nin ortak çıkarının

ABD ve Rusya ile ilişkiler bakımından da dikkate alınması gereken bir yönü vardır.

Buna göre; ABD enerji hatlarının İran üzerinden Avrupa’ya ulaşması bakımından

ambargo uygulamaktadır. Ancak İran ve Rusya’ya olan enerji bağımlılığı,

Türkiye’nin bölgede ABD politikalarına uymasını zorlaştırmaktadır. Enerji alanında

AB ve Türkiye’yi birbirine yaklaştıran temel nokta bu çerçevede tanımlanabilecek

ortak çıkarlardır. İran’ın uluslararası politikadan tecridine son verilmesi bu çerçevede

Türkiye’nin bir diğer katkısı olarak addedilebilir. 431 Ibid. Idem. 432Oğuzlu ve Kibaroğlu, op.cit.,s.957. 433 Ibid.Idem.

214

Türkiye’nin İran ile artan ilişkileri, AB ile ilişkilerini geliştirmek ve 2003

yılında AB ile İran arasında İran’ın nükleer programı konusunda imzalanan

anlaşmanın gerekleri bakımından olumlu addedilebilir. Bu çerçevede son dönemde

İranlı yetkililerle temaslar ve Türkiye’nin İran’a vize uygulamaması gibi noktaların,

Türkiye’nin AB ve İran arasında köprü olabileceği yönündeki yaklaşımını

güçlendirmektedir.434 AB ve Türkiye’nin İran ile ilişkileri kesmemenin ve diyalog

içinde bulunmak konusundaki ortak çıkarlarının, İran konusunda etkin bir çözüm için

katkıda bulunmalarını gerektirdiği yönünde yaklaşımlar vardır. İran’ın nükleer

faaliyetleri nedeniyle izole edilmesi AB ve Türkiye’nin çıkarına ters olacağından

İran’ın nükleer faaliyetlerine son vermesi konusunda ikna edilmesi, öte yandan ABD

ve İsrail’in İran’a olası bir müdahalesinin aksi tepkiler oluşturabileceği yönünde ikna

edilmesi gerekmektedir.435

İsrail-Filistin sorunu konusunda; Türkiye’de geleneksel olarak siyasi ve

güvenlik seçkinlerinin İsrail’e yakınlığının aksine Türk kamuoyunun Filistin tarafına

yakın olduğu bilinmektedir. AB; İsrail’in en önemli ticari ortaklarından biri olmasına

rağmen, aralarında Filistin sorunu nedeniyle görüş ayrılıkları vardır. AB, Filistin

tarafına en fazla katkı yapan Birlik konumundadır ve İsrail’e eleştirel

yaklaşmaktadır. AB’nin Filistin sorunu konusundaki temel yaklaşımı; müzakere

edilmiş bir çözüm üzerinden, Filistin ve İsrail’in temel güvenlik endişelerinin

giderilmesi, Filistin devletinin mevcudiyetinin sağlanarak, devlet içindeki reformun

(şiddet yanlıları ile mücadele) gerçekleştirilmesi yönündedir.436

Sorunda Türkiye’nin Arap-İsrail sorununda bölgede tarihsel olarak her iki

tarafla olan dengeli yaklaşımlarının AB’nin bölgedeki görünürlüğünü arttıracağı 434 Everts, op.cit.,s. 6. 435 Ibid. Idem. 436 Ibid., s.5.

215

söylenebilir.437 Son dönemde özellikle Suriye ve İsrail arasındaki barış

görüşmelerinde arabuluculuk üstlenmesi örneğinde görüldüğü gibi, Türkiye’nin

bölgede aktif bir rol üstlendiği görülmektedir. Ancak Hamas ile olan yakın ilişkilerin

bölgede İsrail ile ilişkileri nasıl etkileyeceği de eleştirel yaklaşılan bir konudur.

İsrail ile Türkiye son yıllarda da bir dizi stratejik antlaşma imzalayarak

işbirliğini daha da güçlendirmiştir. Orta Doğu Barış Sürecinde Türkiye gerek Arap,

gerekse İsrail ile bağlarını sürdürmektedir. AKP hükümetinin İsrail’e mesafeli

yaklaşımları olsa da; Türkiye’nin İsrail ile göreli iyi ilişkilerinin AB politikalarına

katkısı olabileceği düşünülmektedir. Türkiye ve AB’nin barış sürecinde de birlikte

çalışabilecekleri yönünde yaklaşımlar vardır. Türkiye ve AB’nin soruna

yaklaşımlarının benzer ve taraflarla ilişkilerinin birbirini tamamlayıcı olduğu

düşünülmektedir. Mevcut politikaları göz önüne alındığında, AB ve Türkiye’nin

barışı destekleyici rollerinin işbirliği ile pekiştirilebileceği düşünülmektedir. Pratik

anlamda, temel işbirliği noktalarının; siyasi kurumların reformu, seçimlerin

düzenlenmesi, polis kuvvetlerinin eğitilmesi gibi noktalarda olabileceği

düşünülebilir. Türkiye’nin bu konulardaki katkısının taraflarca da olumlu

karşılanabileceği düşünülebilir.438

Körfez Bölgesinde AB’nin özellikle Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ile

kurumsallaşan ilişkileri bulunmaktadır. Mevcut politikası itibariyle Türkiye ve

AB’nin politikaları uyumludur. Enerji arzı ve terörizmle mücadele üzerine kurulu

olan Körfez ülkeleri ile işbirliğinin, Türkiye’nin ikili ilişkileri ve özellikle Genel

437 Hatipoğlu , op.cit.,s.498. 438 Everts, op.cit.,s.5.

216

Sekreterliğini Ekmeleddin İhsanoğlu’nun yaptığı İKÖ vasıtasıyla

güçlendirilebileceği düşünülebilir.439

AB nezdinde Türkiye’nin güvenlik kimliğinin Orta Doğulu özelliklerini

vurgulamasının AB’nin Türkiye’yi Orta Doğu bölgesinde kendi amaçlarını

gerçekleştirmek için bir destek olarak göreceği şeklinde yaklaşımlar vardır.440 Zira

Orta Doğu’nun kronik istikrarsızlığı AB’nin çeşitli girişimlerine karşın

performansının beklenenin gerisinden kalmasına neden olmaktadır. Bu ülkeler

nezdinde AB güvenilirliğini sağlamak önemli bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır.

Türkiye’nin AB’ye katkısı AB aday ülkesi olarak AB politikalarının bölge

ülkelerince kabul edilebilir olmasını sağlamasıdır.441

Bu durumda Türkiye’nin güvenlik kimliği AB’den farklı olmasına rağmen,

bu yönüyle AB’ye katkıda bulunacağı düşünülmektedir. Bu durumda AB içinde

farklı güvenlik kimliklerini kapsayıcı olma ve dünyanın çeşitli yerlerinden etkin

olma gibi konular bakımından kendi güvenlik kimliği özelliklerini netleştirmesi

gerekmektedir.

Bölgeler bazında Türkiye ile AB arasında en sorunsuz bölgenin (Batı)

Balkanlar olduğu görülmektedir. Balkanlarda, Türkiye’nin hâlihazırda katkıda

bulunduğu AB ve NATO operasyonları ile sorunsuz sürdürülen bir ilişki ağı

mevcuttur. Türkiye Batı Balkanlardaki AB operasyonlarına önemli katkı sağlamıştır

ve sağlamaya da devam etmektedir. Bu bölgede, AB ve Türkiye’nin sorunsuz olma

sebeplerinden biri, Romanya ve Bulgaristan gibi AB üyesi, Hırvatistan ve

Makedonya gibi aday ve Batı Balkanlar gibi İstikrar ve Ortaklık süreci kapsamında

yer alan AB ile sistematik ilişki kurmuş pek çok ülkenin olmasıdır. Bunun yanında 439 Hatipoğlu , op.cit.,s.497. 440 Everts, op.cit.,s. 8. 441 Ibid., s.3.

217

ABD’nin Balkanlarda dengelenmesi gereken bir güç olarak mevcut olmaması da

önemli bir diğer etkendir.

Sovyetlerin ortadan kalkmasının ardından, Türkiye’nin eski Sovyet

nüfuzunun fazla olduğu alanlarda daha aktif bir politika izlemesi, Rusya ile Türkiye

arasında yeni bir rekabete yol açmıştır. Rekabet özellikle Kafkasya ve Orta Asya’da

yoğunlaşmıştır. Ancak yine de Rusya’nın Almanya’dan sonra ikinci en önemli ticari

ortağı olması ve Türk inşaat firmalarının etkin olması nedeniyle rekabet yapıcı bir

ilişkiler ağına dönüşmüştür. Enerji alanında Rusya’nın Türkiye’ye en fazla doğalgaz

ihraç eden ülke olması ve rekabet içindeki enerji çıkarları ve bölgedeki gelişmeler

açısından Türkiye AB’ye girdiğinde, AB-Rusya ilişkilerinin önemini arttıracaktır.442

Bu durumda Türkiye’nin AB’nin Rusya gündemini genişletici etki yapacağını

belirtmek mümkündür.

Türkiye’nin olası katkılarına rağmen, AB ve Rusya arasındaki ilişkilerin

kırılganlığı ve Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerini kontrol altında tutma gereğinin kimi

zaman AB ile çatışan çıkarlara neden olacağı yönünde yaklaşımlar vardır. AB ve

Rusya arasında gerginleşen ilişkilerin Türkiye-Rusya ilişkilerine olumsuz etkileri

olabilecektir.443

AB yaklaşımına göre; Türkiye’nin AB’nin Orta Asya’da siyasi etkisi

açısından yeni bir kanal sağlayacağı düşünülmektedir. AB’ye katılımından sonra

reform geçirmiş bir Türkiye’nin, güçlü tarihsel, kültürel ve ekonomik bağlarını

kullanarak, Orta Asya’nın istikrar kazanmasına yardım edebileceği ve Sovyetler

Birliği’nin çöküşünden sonra siyasi istikrarsızlığa maruz kalan bölgede demokratik

değerlerin gelişmesini teşvik edebileceği yönünde yaklaşımlar vardır. Türkiye’nin

442 Commission of the European Communities, op.cit,s.8. 443 Hatipoğlu, op.cit.s. 496.

218

BİO programının önde gelen yardım tedarikçisi rolü Orta Asya’nın uluslararası

savunma bağlantılarını güçlendirecektir. Ancak AB sınırlarının bölgeye daha yakın

hale gelecek şekilde genişlemesinin muhtemel sakıncaları da olabilecektir. Örneğin,

Etki raporuna göre, Türkiye ve Orta Asya’nın Türkî dillerin konuşulduğu bölgeleri

arasında siyasi ve kültürel bağların varlığı ve ülkelerindeki rejimlere muhalif belirli

Türkî grupların Türkiye’deki mevcudiyeti bölgedeki ülkelerle olan ilişkilerde

gerilimi tetikleyebilir.444 Ancak yine de, Türkiye’nin 1990’lı yılların başında Orta

Asya ülkeleri ile ilişkilerini sıklaştırması ve kurumsallaştırmasının AB çerçevesinde

ilişkileri geliştirmek için uygun altyapıyı sağladığı düşünülmektedir. 445

Etki raporuna göre; Türkiye’nin komşularıyla ihtilaflarını çözmek için

çalışmaya istekli olması koşuluyla, AB’nin Türkiye vasıtasıyla Güney Kafkaslarda

istikrar sağlayıcı bir etkisi olabilecektir. Özellikle Ermenistan ile diplomatik

ilişkilerin kurulması ve kapalı olan sınırın açılmasıyla geliştirilmesi gerekecektir.

Türkiye’nin AB’ye katılma ihtimali, Ermenistan ile olan ilişkilerde uzlaşmaya yol

açmalıdır. Yukarı Karabağ’a ilişkin ihtilaftan dolayı Ermenistan ve Azerbaycan

arasındaki gerilimi yumuşatmaya Türkiye’nin katkıda bulunması da ayrıca önemlidir.

AB’nin Azerbaycan, Gürcistan ve petrol bakımından zengin Hazar Denizini

çevreleyen ülkelerle olan ilişkilerle olan ilişkileri de Türkiye’nin üyeliğiyle

geliştirilebilir.446

Karadeniz Bölgesi de; Bulgaristan ve Romanya’nın AB’ye tam üye olmaları

ile AB’nin önemli bir aktör olmaya başladığı ve bu bölgeye ilişkin politika üretme

durumunda kaldığı bir bölgedir. Türkiye ve AB’nin Karadeniz’e ilişkin ortak

çıkarları birlikte hareket etmeyi olanaklı kılmaktadır. Mevcut KEİ Örgütü 444 Commission of the European Communities, op.cit,s. 7. 445 Emerson ve Tocci, op.cit., s.29. 446 Commission of the European Communities, op.cit,s. 7.

219

kapsamında Türkiye ile AB’nin başta çevre, enerji, ulaşım vs gibi konularda işbirliği

yapması, AB’nin bölgede söz sahibi olması içinde önemli bir fırsat olabilir. ABD’nin

Karadenizde söz sahibi olabilmek için çeşitli girişimleri de AB gücü ile

dengelenebilir.447

Emerson ve Tocci; Türkiye’nin Balkanlar, Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta

Asya’ya yakınlığı nedeniyle; AB’nin Soğuk Savaş sonrası tehditlerle mücadelede

kullanacağı Türkiye’nin özelliklerinin, AB için Türkiye’yi jandarma niteliğine

sokacağını belirtmektedir.448 Bu bağlamda Türkiye’ye Avrupa güvenliği için

öngörülen rolün Soğuk Savaş dönemindekinden pek de farklı olmadığı ortaya

çıkmaktadır. Türkiye tarafından Soğuk Savaş döneminde Sovyetlere karşı yerine

getirilen sınır görevinin, Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan yeni koşullarla bu sefer

Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya’ya karşı ancak AB’nin temel güvenlik kimliği

özelliklerinin (demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, diplomasi, ekonomik

bağlar ve yumuşak güç kullanımı) Türkiye tarafından benimsenerek üstlenilmesinin

istenmesi olduğu söylenebilir.

AB için Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi açısından dönüştürülmesi,

AB’nin Türkiye üzerinden sözkonusu değerler yoluyla Türkiye’nin komşularıyla

ilişki kuracağı için önemlidir. Başka bir deyişle, AB’nin özellikle Soğuk Savaş

sonrası dönemde AB’nin normatif gücünü de temsil eden, aday ülkeler için temel

Avrupalılaşma kriterleri sayılabilecek demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü,

bunun yanında azınlıklar ve komşularla iyi ilişkiler gibi değerler, gerek AB’nin temel

değerlerinin aday/potansiyel aday yansıtılması, gerekse bu ülkeler üzerinden AB’nin

447Hatipoğlu, op.cit., s. 494–495. 448Emerson ve Tocci, op.cit., s.4 ve 33-34. Burada Türkiye’nin özellikleri için “bridgehead” ve “spearhead” ile “gatekeeper” ifadeleri kullanılmaktadır. Metinde “Bridgehead”; bir köprünün düşmana en yakın kısmı,” spearhead” ise bir saldırıyı başlatacak olan aktör olarak tanımlanmaktadır.

220

üçüncü ülkelerle ilişki kurması gereğinden dolayı önemlidir. Bu değerler bakımından

dönüştürülmemiş bir ülke üzerinden diğer ülkelerle ilişki kurulduğunda AB’nin

güvenilirliği azalacaktır.

D. Türkiye’nin AB Dış Politikasına Etkilerinin Rasyonalist Kurumsalcı

Perspektiften Değerlendirmesi

Yukarıda belirtilen Türkiye’nin AB dış ve güvenlik politikasına etkileri AB

resmi belgelerinde de belirtildiği gibi genel anlamda olumlu özellik gösteren

katkılardır. Özetlemek gerekirse; Orta Doğu, Balkanlar ve Akdeniz yanında,

Karadeniz ve Orta Asya bölgelerinde AB ile Türkiye’nin uyumlu ve örtüşen

politikalar izlediği görülmektedir.449

Neticede Türkiye’nin bölgesel düzeyde AB dış ve güvenlik politikaları ile

tamamlayıcılığa dayalı bir işbirliği içinde olduğu görülmektedir. Türkiye ile AB’nin

dış politika bakımından tamamlayıcı rol oynayabileceklerine dair görüş, Türkiye ile

komşu ülkeler ve bölgeler arasındaki ilişkiler bağlamında ortaya çıkmaktadır.

Türkiye; Orta Asya ve Orta Doğu bölgeleriyle yakın kültürel ilişkileri ve tecrübesi

nedeniyle gelişmiş insan kaynakları kapasitesine sahip bir ülkedir. AB’nin mali ve

teknik kaynakları ile birleştiğinde sözkonusu politikalar tamamlayıcı niteliğe

bürünecektir.450 Türkiye’nin AB’ye katılımı AB’nin Orta Doğu ve Avrasya ile

ilişkilerine yeni bir boyut getirecek ve AB’nin bu bölgelerle ilişkilerinin

geliştirilmesini sağlayacaktır.451 Türkiye ile AB dış ve güvenlik politikasının

bütünleşmesi öncelikle, Türkiye’nin komşu olduğu ve Türk dış politikasının temel

odak noktaları olan, Doğu Akdeniz, Balkanlar, Orta Doğu ve Avrasya bölgelerinin 449 Ibid., s. 10. 450 Ibid., s.29. 451 Ibid., s. 33.

221

2003 yılında yayınlanan Avrupa Güvenlik Strateji belgesinde de belirtildiği üzere

temel tehditler olan terörizm, kitle imha silahlarının yayılması, yasadışı ilaç ve insan

trafiği gibi tehditlerin temel kaynakları olan bölgeler olmasından

kaynaklanmaktadır.452 Ayrıca AB’nin Strateji Güvenlik belgesinde de altını çizdiği

temel tehditlerle mücadele de, Türkiye’nin lokasyonu ve olası lojistik desteği

yanında, ideolojik ve kültürel yakınlığının olduğu bölgelerle ilişkilerde medeniyetler

çatışması yerine uyumun sağlanmasında yararlı olabileceği düşünülmektedir.453

Bunun yanında AB’nin geliştirdiği Avrupa Komşuluk Politikası da Türkiye’nin

Doğu komşularını kapsadığından bir anlamda Türkiye-AB komşuluk politikası

(Euro-Turkish neighbourhood policy) haline gelmektedir. 454

Bunun yanında Türkiye’nin Nabucco Projesi kapsamında Avrupa’ya enerji

arzı konusunda önemli bir katkısının olacağı düşünülmektedir.

Çevre bölgelerle Türkiye aracılığı ile geliştirilme potansiyeline sahip ilişkiler

yanında, bu bölgelerde Türkiye ile AB istihbarat paylaşımı, Türkiye’nin güvenlik

alanında önemli bir katkısı olarak görülmektedir.455

Türkiye’nin AB dış politikasına katkıları yanında; AB dışında kalmasının

maliyeti konusunda da çeşitli yaklaşımlar vardır. Örneğin; Türkiye’nin AB üyesi

olarak kabul edilmemesinin, ülke içindeki reform sürecini sekteye uğratacağı ve buna

paralel olarak İsrail-Filistin ve İran konularında ABD politikası ile paralel politikalar

izleme tehlikesi doğacağı da belirtilmektedir.456Bu durumda rasyonalist bir

perspektiften Türkiye’nin AB dış ve güvenlik politikasına etkilerinin fayda/maliyet

452 Ibid, s.3–4. 453 Ibid, s. 4. 454 Ibid. İdem. 455 Ibid., s.32–33. 456 Everts, op.cit.,s. 8.

222

analizi yapılırken, Türkiye’nin AB’ye katılmama maliyetinin de göz önünde

tutulması gerekmektedir.

Yukarıda açıklanan fayda-maliyet yaklaşımının bir diğer boyutu; Türkiye’nin

AB düzeyine taşıyacağı öncelikleri ve sorunları konusudur. Birinci Bölümde örnek

ülke incelemelerinde İspanya, Yunanistan ve Polonya’nın farklılık arzeden ve

kendine has özelliği olarak görülebilecek dış politika konularını AB düzeyine

transfer ettiği görülmektedir. Bu; İspanya için Latin Amerika ve Akdeniz; Polonya

için Ukrayna, Beyaz Rusya ve Moldova; Yunanistan için Kıbrıs konularıdır. AB

üyeliğinden önce Polonya’nın ilgi ve çıkar alanlarına girmeyen konular, AB üyeliği

sonrası çıkar alanları haline gelmiştir. Buna göre Türkiye’nin AB dış ve güvenlik

politikasına eklemlenirken, Avrupalılaşmanın ikinci boyutu kapsamında hangi

önceliklerini ve sorunlarını AB düzeyine taşıyacağı konusuna dikkat etmek gerekir.

Öncelikle; Etki raporunda belirtildiği şekliyle AB ve Türkiye arasındaki

sorunların Kıbrıs sorunu yanında, Ermenistan ile ilişkiler ve Irak konusunda

odaklandığı görülmektedir. Irak’ın Kuzeyi, toprak bütünlüğünün korunmasına

verilen önem, terörle mücadele, Türkmenlerle etnik yakınlık ve Kürt sorunuyla

ilişkisi nedeniyle Irak konusu, Azerbaycan ile yakın ilişkiler, tarihsel olaylar ve

kapalı sınır kapısı nedeniyle Ermenistan konusunda AB ile uyumsuz politikalar

sürmektedir.

Uyumsuz politikalar yanında; Türkiye’nin katılımı ile daha önce AB

gündeminde sıkça yer almayan bazı konuların gündeme gireceği de açıktır. Orta

Doğu bölgesinde önemli yer tutan su konusu, suya erişim, su kaynaklarının yönetimi

ve bununla bağlantılı olarak altyapı projeleri ve sınırötesi işbirliğinin uluslararası

yönetimi konularının Türkiye’nin katılımı ile AB açısından önemli hale gelecek

223

konulardır.457 Bunun yanında, Türkiye’nin komşuları AB’nin komşuları olacaktır ve

AB komşuluk politikası daha fazla gündeme gelecektir.458

Gündeme getirilen bazı konular AB açısından fırsatlar yaratsa da; sorun

yaratma potansiyeli de taşıyan konulardır. Örneğin; Türkiye’nin katılımının bir

sonucu olarak, Türkiye’de ve diğer bölge ülkelerinde bulunan Kürt azınlıklar ile

AB’de mevcut Kürt diasporasının, AB’nin bu ülkelerle ilişkileri üzerinde etkileri

olabilecektir.459 Kürt sorunu yanında, terör konusunun Türkiye’nin AB düzeyine

taşıyabileceği sorunları teşkil edeceği söylenebilir. Daha geniş bir perspektiften, yine

güvenlik konusu ile bağlantılı olarak serbest dolaşımın sağlanması ile Türkiye’de

Avrupa’ya gerçekleşecek göç nedeniyle ortaya çıkabilecek sorunlardan bahsetmek

gerekir.

Türkiye’nin katılımının AB dış ve güvenlik politikası açısından sorun

yaratabileceği bir diğer konu vize ve sınır yönetimidir. Komşu ülkelere karşı serbest

vize politikası izleyen Türkiye, AB’ye uyum kapsamında sıkı sınır kontrolleri ve vize

politikası uygulamak durumunda kalacaktır.460Türkiye’nin komşularına açıklığı ve

vize kolaylıkları göstermesi, özellikle Orta Doğu gibi terörizm tehdidinin yayıldığı

bölgeler açısından AB’nin iç güvenlik öncelikleri bakımından uzlaştırması zor bir

alan olacaktır. Türkiye’nin komşuları ve diğer üçüncü ülkelerle ilişkileri vize

uygulamalarından etkilenecektir461Türkiye’nin tam üyeliği sınır yönetimi alanında

aşılması gereken kaydadeğer zorluklara yol açacak, bununla birlikte, insan

kaçakçılığı, uyuşturucu kaçakçılığı ve yasadışı göç dâhil örgütlü suç alanında

457 Commission of the European Communities, op.cit,s. 8-9. 458 Emerson ve Tocci, op.cit., s. 9. 459 Commission of the European Communities, op.cit,s. 8-9. 460 Emerson ve Tocci, op.cit., s.30–31. 461 Ibid.,s. 29.

224

işbirliğini geliştirecektir.462 AB’nin yeni uzun dış sınırlarının yönetimi, önemli bir

politika sıkıntısı olabilecek ve ciddi yatırıma ihtiyaç duyabilecektir. Organize suçlar,

terörizm, insan ticareti, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı ile mücadele ile beraber göç

ve iltica yönetimi katılım öncesi ve sonrasında sıkı işbirliği ile sağlanacaktır. 463

Bunun yanında Türkiye’nin AB’ye katılımının AB’yi istikrarsız bölgelere

komşu yapacağı yönünde açıklamalar etki raporunda da belirtilmektedir.464 Buna

paralel olarak sözkonusu bölgelerle bağlantılı olarak AB’nin dış ve güvenlik

politikası gündeminin genişleyeceğini de belirtmek gerekir. Bunun yanında,

Türkiye’nin AB’ye katılımı ile AB’nin sözkonusu bölgelerle komşu olması nedeniyle

bu bölgelere ilişkin “sorunların” AB’nin gündeminde üst sıralarda yer almaya

başlayacağı ve Birliğin dış politika açısından bölgelere yönelik katılımının artacağı

yönündeki görüş kabul edilebilir olsa da, AB’nin geliştirdiği kimi kapsamlı

politikalarla geçerliliklerini kaybedecekleri belirtilmelidir. Nitekim AB 2003

yılından itibaren geliştirdiği Komşuluk Politikası bağlamında başta Azerbaycan,

Ermenistan, Gürcistan gibi ülkeler yanında Suriye ile de ilişki kurmuş ve politikalar

geliştirmiştir. Bunun yanında çeşitli krizlere doğrudan müdahale etmesi yanında,

Barselona Süreci ve Orta Doğu Dörtlüsü gibi girişimlere katılması ve çeşitli

bölgelere gönderdiği özel temsilciler yoluyla dünyanın çeşitli bölgelerine ilgisini

belirtmesi de tehlikeli bölgelere komşu olarak, tehlikelere doğrudan maruz kalma

hipotezini zayıflatmış gözükmektedir. Bunun yanında AB’ye 2004 yılından katılmış

olan Kıbrıs yoluyla AB hâlihazırda Orta Doğu bölgesine komşu olmuştur.

Türkiye halen DTÖ bağlamında gelişmekte olan ülke statüsü iddiasında olup,

Doha Kalkınma Müzakereleri sırasında zaman zaman AB tutumlarına açıkça zıt 462 Commission of the European Communities, op.cit,s. 8. 463 Ibid., s. 4-5. 464 Ibid., s. 6.

225

şekilde gelişmekte olan ülkelerin tutumlarından bazılarını savunmuştur. Türkiye’nin

önemli bir gelişmekte olan ülke niteliği AB’nin özellikle ticaretle ilgili fasıllar

bağlamında kalkınma politikalarının yürütülmesine kaydadeğer bir etki

yapabilecektir. Türkiye’nin bu alanlarda diğer AB ülkelerine nazaran çıkarlarının

farklı olması dolayısıyla karar alma mekanizması daha karmaşık hale

gelebilecektir.465

Türkiye’nin üyeliği, AB’nin bölgesel ve küresel ağırlığını arttırabilecek,

bununla beraber özellikle oybirliği gerektiren alanlarda karar almayı

karmaşıklaştırabilecektir. Özetle, Türkiye bölgede istikrarı ve AB’nin ağırlığını

geliştirecek bir faktör olabilecek, fakat aynı zamanda üyeliği dış politika alanında

fırsatların yanında zorluklar da yaratabilecektir.466

ABD ile ilişkiler konusu, Türkiye ile ABD arasındaki stratejik ortalık ve AB

içindeki Avrupacı/Atlantikçi ayırımı nedeniyle özellikle incelenmesi gereken bir

noktayı oluşturmaktadır. Türkiye’nin katılımı ile MDAÜ genişlemesi örneğinde

olduğu gibi, AB içinde Atlantikçi kanadın güçlenmesi şeklinde bir sonuca ulaşılması,

Türkiye ile ABD arasında zaman zaman yaşanan gerginlikler ve Türkiye’nin AB

politikaları ile uyumlu yaklaşımları ile net bir sonuca varmayı güçleştirmektedir.

Türkiye’nin konumunun AB-ABD arasında bir seçim olarak görülmemesi

gerekmektedir. Bu durumda Türkiye’nin AB düzeyine aktaracağı net bir

Atlantikçilik öğesi olmadığı belirtilebilir.

Yine de Türkiye-AB ve ABD arasındaki ilişkilerde, Türkiye’nin AB’ye etkisi

hakkında belirtilmesi gereken hususlar vardır. Bazı yaklaşımlara göre, Türkiye ve

AB’nin stratejik kültürlerinin entegrasyonu ABD’ye de bir mesaj iletecektir. Bu

465 Ibid.,s. 9. 466 Ibid.,s. 10-11.

226

mesaj da çoktaraflıcılık, ılımlılık ve hukukun üstünlüğü destekleyecek niteliktedir.467

Türk güvenlik kültürünün dönüşümü; Türkiye’nin geçmişte askeri güvenlik ve güç

dengesi yaklaşımına daha fazla önem verirken, giderek artan biçimde hukuk,

diplomasi ve ekonomi gibi sivil araçlara vurgu yapan bir yaklaşım geliştirmeye

başlamasıyla açıklanabilir. Bununla bağlantılı olarak Türkiye örneği, AB’nin dış

çapa olarak modernleşme sürecindeki değerini göstermektedir.468

Görüldüğü gibi Türkiye; AB düzeyine özellikle AB’nin çevre bölgelerde

etkin bir dış politika aktörü olmasını sağlayacak özellikleriyle katkıda bulunacaktır.

Ancak kendi iç sorunlarının uzantısı olan terör, Kürt sorunu, su gibi sorunları da AB

düzeyine taşıyarak, gündemi genişletecektir.

Konunun bir diğer boyutu, Avrupalılaşma kavramının ikinci boyutu

kapsamında Türkiye’nin AB düzeyine iletebileceği önceliklerine ilişkindir. Bu konu

Birinci Bölümde de incelendiği üzere; Avrupalılaşmanın maliyetinin telafi

edilmesinin bir yolu olarak görülmektedir. Bu da; konunun Türkiye açısından

taşıyacağı önemi anlamak açısından önemlidir.

Öncelikle Türkiye’nin Orta Doğu bölgesindeki bağları ve tecrübesinin AB

açısından önemli bir katkı olduğu AB tarafından da kabul edilmektedir. Orta Doğu

konusu, Türkiye’nin AB düzeyine götürebileceği bir öncelik olduğu gibi, kendi

aracılığıyla bölgede AB politikalarının görünürlüğünü arttırması bakımından bir

katkı olarak da düşünülebilir. Öncelik anlamında AB düzeyine çıkarılabilecek

konular, kendi iç sorunları ile bağlantılı olarak Irak’a ilişkin politikalardır. Bunun

yanında Filistin sorunu konusunda, Türk kamuoyunun Filistin’e yakınlığı nedeniyle,

bu konudaki Filistin yanlısı bir tutumun AB düzeyine öncelik olarak aktarılması,

467 Emerson ve Tocci, op.cit., s. 34. 468 Ibid., s. 33.

227

AB’nin hâlihazırda Filistin’e yakın ve İsrail’e mesafeli tutumu nedeniyle pek olası

gözükmemektedir. Ancak; Arap-İsrail sorununda işbirliği zemini yaratma

konusundaki girişimleri AB tarafından katkı olarak görülebilir.

11 Eylül sonrası dönemde, Türkiye’nin Orta Doğu bölgesi ile ilişkilerinde ve

terörizm ile mücadele konusunda AB ve ABD arasında ortaya çıkan görüş ayrılıkları

etkili olacaktır. AB; çoktaraflıcılık, BM’nin rolü ve diplomatik olanakların

kullanılmasna verdiği öncelikle, ABD’nin Afganistan ve Irak politikalarında açıkça

görülen sert-realist ilkelere dayalı, tek taraflı ve askeri çözüm yanlısı

yaklaşımlarından farklılaşmaktadır. Bu farklılık ışığında; Türkiye için uygun strateji,

AB üyeliği için çaba sarfetmek olacaktır. AB’ye yakınlık Türkiye için ABD’ye karşı

daha dengeli bir yaklaşımı beraberinde getirecek ve bölgede yapıcı bir rol

oynamasını kolaylaştıracaktır.469 Bu durumda Türkiye mevcut haliyle uluslararası

koşullar ve iç politika etkileşimi ile oluşturduğu Orta Doğu politikası ile AB

politikası ile uyumlu hareket etmektedir. Bu durumda mevcut haliyle uyumlu olan

politika düzenlemesinin, AB ile uyum sağlamak için bilinçli şekilde AB ile

uyumlaştırmak anlamındaki Avrupalılaşmadan ayırmak gerekir. Ancak ABD etkisini

tam olarak gözardı edemeyecek olan Türkiye’nin AB ve ABD dengesini her zaman

gözetmesi gerekecektir.

Orta Doğu bölgesi konusunda Türkiye’nin bölge ile ilişkileri, AB’nin Orta

Doğu bölgesine şimdiden daha fazla kaynak ayırması ve daha tutarlı politikalar

izlemesini gerektirmektedir. Türkiye’nin katılımı, AB’nin bölgeye yönelik

politikasını derinleştirmesini gerekmektedir. Bölge temel tehditlerin çıkış noktası

olarak zaten dikkate alınması gereken bir bölgedir. Türkiye’nin üyeliği bölgenin

469 Öniş, ‘Turkey and the Middle East after september 11: the Importance of the EU dimension’, s. 83–91.

228

temel konularının AB gündemine taşınmasını hızlandıracaktır. Arap liderleri AB ile

iletişimde Türkiyeyi bir iletişim noktası olarak da görebilirler.470Bunun yanında Orta

Doğu bölgesinde sivil toplum liderlerinin ABD ile kıyaslandığında AB ile daha fazla

etkileşime gireceği düşünülmektedir. Zira ABD yasalarının, herhangi bir STK’ya fon

aktarabilmek için ortaya koyduğu kapsamı geniş ve muğlâk şartlar göz önüne

alınırsa, Filistinlilerin ABD ile etkileşime girmelerinin zorluğu anlaşılır. Bu durumda

Arap sivil toplumunun AB ile olumlu ilişkileri Türkiye’ye bakışlarını da

etkileyecektir.471

Orta Asya konusunda ise; 1990’larda Türkiye’nin bölge ile kısa sürede

ekonomik, kültürel işbirliği ve yardım pogramları ile geliştirdiği ağın, AB ile

ilişkilerde potansiyel olarak avantaja dönüşecek ya da en azından AB ile ilişkilerde

dikkate alınması gereken konular olduğu düşünülmektedir.472 1990’lı yılların başında

Sovyetlerin dağılması sonrasında Türkiye’nin kültürel ve dilsel bağları olan Orta

Asya ve Kafkasya’daki Türkî cumhuriyetlerle ilişkilerinin arttığı görülmüş ve bu

durum ABD tarafından da desteklenmiştir. Ancak sonradan Türkiye’nin yetersiz

ekonomik kaynakları başta olmak üzere bir dizi sebep sözkonusu ülkeler nezdinde

Türkiye’nin istediği rolü oynayamamasına sebep olmuştur. Konuya ekonomik

perspektiften bakış; olası AB üyeliğinin Türkiye’nin ekonomik kaynaklarını

güçlendirerek Orta Asya ve Kafkasya’da oynamak istediği rolü pekiştirebileceği

yönünde bir izlenim yaratmaktadır. Ancak bu rolün de AB’nin beklediği ve

onayladığı kadarıyla hayata geçirilebileceğini belirtmek gerekir. Zaten hâlihazırda

AB’nin bu ülkelerin bazılarıyla Avrupa Komşuluk politikası çerçevesinde ilişkisi

vardır. Ancak yine de; Soğuk Savaş sonrası Türkiye’nin bölgeye olan etkinlik ve 470 Everts, op.cit.,s. 2. 471 Ibid., idem. 472 Ibid.,s. 28.

229

ilgisinin Türkiye’nin yetersiz mali kaynakları nedeniyle azaldığı dikkate alındığında;

AB kaynaklarının bugünün şartlarında Türkiye’nin ekonomik gücünü ikame edeceği

söylenebilir. Bu durumda Orta Asya ve Kafkasya ile ilişkiler, Türkiye’nin AB

düzeyine katkı olarak aktarabileceği bir husustur.

Türkiye’nin AB dış ve güvenlik politikalarına olumlu etkilerini vurgulayanlar

Türkiye’nin sorunlu bölgeler olan Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya ile etnik,

kültürel ve dini bağlarına vurgu yapmaktadırlar. Bu noktanın mantıksal uzantısı;

Türkiye’nin sözkonusu bölgelerle olan dini, kültürel ve etnik bağlarının yapıcı ve

olumlu bir şekilde kullanabilmesidir. Başka bir deyişle, Türkiye’nin sözkonusu bölge

ülkeleri ile iyi ilişkiler içinde bulunmasıdır. Ancak bu durum, AB’nin farklı

açılımlara izin verecek bir yapıda olması ve küresel bir aktör olma konusunda

güvenlik kimliğini oluşturması ile doğru orantılı olacaktır. Çevre ülkelerle ilişkilerin

rasyonalit bir perspektifle Türkiye’nin çıkarları açısından da önemli olduğu açıktır.

Ancak özellikle Orta Doğu bölgesi ile ilişkilerde ortaya çıkan ve Türkiye’nin

kendi içindeki “Laik ve İslamcılar” arasındaki çatışmasının dış politikaya yansıması

biçiminde tarif edilebilecek güvenlik kültürü çatışmasını pekiştiren politika

değişikliklerinin; Türkiye’nin Batı ve özellikle de AB ilişkilerini ikame edecek

şekilde değil, kendi çıkarlarını AB düzeyine aktarmada alternatif bir yol olarak

düşünülmesi gerekmektedir.

Bunun yanında; fayda-maliyet analizinin bir diğer yönü, Türkiye’nin AB

adayı/üyesi bir ülke olarak kazançları ile ilgilidir. Öncelikle Türkiye’nin Helsinki

Zirvesinde AB’ye aday ülke ilan edilmesinin başta Orta Doğu olmak üzere,

Kafkaslar, Orta Asya ve diğer komşu ülkelerde memnuniyetle karşılandığını ve

komşu ülkelerin Türkiye üzerinden AB ile iletişim kurmaya başladığı görülmektedir.

230

Bu durumda Türkiye AB adayı bir ülke olarak çevre bölgelerde daha prestijli bir

konum elde etmektedir. Bunun yanında, AB ile birlikte hareket etmek, uluslararası

kuruluşlar nezdinde de Türkiye’nin konumunu güçlendirecektir. AB platformları ve

kurumsal bazı düzenlemeleri, enformasyon sağlanması ve paylaşılması açısından

olduğu kadar, eşit statüdeki üye devletlerin birbirlerini kontrol edebilmeleri için de

uygun ortam sağlamaktadır.

Neticede; Türkiye’nin AB dış ve güvenlik politikası için yükümlülükten

ziyade avantaj olması, elbette ki, AB’nin uluslararası alanda oynamak istediği ya da

isteyeceği rol ile yakından ilgilidir. Uluslararası politikada etkin bir rol oynamak

isteyen bir AB mi yoksa kendi sınırları içinde hareket eden bir AB mi? Elbette ki,

komşu bölgelerde etkin olmak isteyen bir AB’nin Türkiye’ye ihtiyacı olduğu

açıktır.473

473 Thanos Dokos, ‘Turkey and European Security, An Unusual Candidacy’,Turkey’s Accession to the European Union, ed: Constantine Arvanitopoulos, The Constantinos Karamanlis Institute For Democracy Series on European and International Affairs Center for European Studies Publications, Singer Verlag Berlin Heidelberg 2009, s.84.

231

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: TÜRK DIŞ POLİTİKASININ AVRUPALILAŞMASININ

DEĞERLENDİRİLMESİ

Türk Dış Politikasının Avrupalılaşmasının İkinci Bölümde Avrupalılaşma

kavramının çift boyutlu etkisi kapsamında değerlendirilmesinden bazı çıkarımlar

yapmak olasıdır. Bunun için Türk Dış Politikasının Avrupalılaşmasının hangi açıdan

incelendiğine bakmak gerekir.

Konu; Birinci Bölümde incelenen Avrupalılaşma kavramının çeşitli

tanımlarına göre gruplandırılmıştır. (Bkz: Tablo 3) Burada esas itibariyle dış politika

ve güvenlik politikasının Avrupalılaşması çerçevesinde “Siyasa Avrupalılaşması”nın

incelendiğini belirtmek gerekir. Buna göre; AB dış ve güvenlik politikasının

müzakerelerde belirtilen 31. faslındaki düzenlemeler itibariyle dış politikasının AB

ile uyumu tartışılacaktır.

Tablo 3- Avrupalılaşma Tanımları Avrupalılaşma kavramı (ilk Boyut)

Siyasa

Avrupalılaşması Siyasi Avrupalılaşma Söylem

Avrupalılaşması Kimlik Avrupalılaşması

AB’nin İlgili politika alanındaki (dış

politika, tarım, çevre vs) mevcut

düzenlemelerinin kabul edilmesi

AB’nin ulusal İdari yapılar, yöneticiler,

474siyasi partiler, parlamentolar, çıkar

gruplarına vs. etkileri

AB’nin ulusal söylemler ve resmi belgeler içinde yer

alması

AB kimliğinin ulusal kimliğe etkileri

Bunun yanında Türk dış politikasını etkileyen pek çok değişkenin AB sürecinden

nasıl etkilendiğinin araştırılması, bürokratik yapılar, çıkar grupları, siyasi partiler vs

üzerindeki etkileri de araştırmayı gerektirdiğinden “siyasi Avrupalılaşma” kapsamına

giren kısımlar da mevcuttur. Bu durum Avrupalılaşmada önemli bir veri kabul edilen

seçkin Avrupalılaşmasına ilişkin bilgi edinmek açısından önemli bir konudur. Bunun

yanında Avrupalılaşma kapsamında incelenen “Söylem Avrupalılaşması” 474 Seçkin Avrupalılaşması da bu kapsamda değerlendirilebilir.

232

kapsamında da Türkiye bakımından değinilmesi gereken hususlar vardır. Ancak

Kimlik Avrupalılaşması konusu Türkiye bakımından aşağıda teorik inceleme

kısmında açıklanacağı üzere kısa vadede geçerli olamayacak bir inceleme alanını

oluşturduğundan kapsam dışı bırakılmıştır.

Bu çerçevede II. Bölümde elde edilen verilerden, gerek AB’nin Türk dış

politikasına etkisini ifade eden ilk boyut kapsamında, gerekse Türkiye’nin AB

düzeyine etkisi bağlamında Avrupalılaşmanın ikinci boyutu konusunda bazı

çıkarımlar yapılabilir.

Türkiye ve AB Dış Politikası Farkları

İlk bölümde açıklandığı üzere Avrupalılaşma salt üye değil, aday ülkeler için

de kullanılan bir kavramdır. Kurucu üyeler ve sonradan üye olan Birliğin önemli

ülkelerinin dahi, Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde dış politika da dâhil olmak

üzere çeşitli ulusal politikalarını AB ile uyumlaştırmak için düzenlemeler yaptığı

görülmektedir. Ancak aday ülkeler AB ile asimetrik475 bir ilişki içinde bulundukları

ve AB’ye üye olmak için yeterince istekli oldukları varsayıldığı için, koşulluluk

ilkesi gereğince, AB gerekliliklerini uygulama konusunda üye ülkeler kadar hareket

alanına sahip değillerdir. Bu durum MDAÜ kadar Türkiye için de geçerlidir.

Gerçekten de Türkiye için hazırlanan İlerleme Raporlarında tespit edilen eksiklikler

yanında, KOB’lar, bunun yanında Müzakere Çerçeve Belgesi ve Helsinki ve diğer

ilgili Konsey kararları dikkate alındığında AB müzakere ve uyum sürecinin oldukça

sıkı düzenlemelere tabi olduğu görülmektedir.

2004 ve 2007 yıllarında AB’ye üye olan MDAÜ’nün serbest piyasa

mekanizmasının gereklerini yerine getirmek üzere hızlı bir dönüşüm geçirdiği

bilinmektedir. Bu bağlamda, bu ülkelerin AB üyelik gerekliliklerini yerine getirmek 475 Bulmer ve Radaelli, op.cit.,s. 14.

233

bakımından toplumsal olarak doğrudan bir veto ya da muhalefetle karşılaşılmadığını

belirtmek gerekir. Oysaki Türkiye için aynı şey geçerli değildir. Köklü ve yerleşmiş

güvenlik kimliği özellikleri ve iyi yetişmiş dışişleri personeli ile Türkiye, değişime

ve uyuma yeni AB üyeleri kadar açık olmayabilecektir.

İlk bölümde Avrupalılaşma kavramı incelenirken üzerinde durulan

konulardan biri; AB ve üye/aday ülke arasındaki politika farkıdır. Sözkonusu fark,

gündem farkı olabileceği gibi uygulama ve kurumsal yapılanma farkı da

olabilmektedir. Bu durumda hangi konularda AB dış ve güvenlik politikası ile Türk

dış politikası arasında fark olduğuna bakmak gerekir. Sözkonusu fark, genel politika

eğilimleri açısından olabileceği gibi, güvenlik kimliği özelliklerini yansıtır şekilde

uluslararası olaylara ve bölgelere ilişkin tutum, politika ve yaklaşım açısından da

değerlendirilmelidir.

Avrupalılaşma sürecinde kabul edilen genel yaklaşıma göre; AB süreç ve

uygulamaları ile ulusal devlet uygulama ve süreçleri arasında ne kadar fazla fark

varsa; AB tarafından ilgili devletin uyum sağlamasına yönelik baskı o kadar fazla

olacaktır. Böyle bir politika/ uygulama farkı yoksa ilgili devletin ne rasyonalist

kurumsalcıların belirttiği şekilde fırsatların yaratılması ya da sınırlılıkların ortaya

çıkmasına yol açarak güç değişimine yol açması ne de; sosyolojik kurumsalcıların

vurguladığı gibi kollektif bir öğrenme süreci yaratarak ilgili devletin çıkar ve

kimliğinde değişiklik yaratması sözkonusudur.476 Kopenhag kriterlerinin

uygulanması konusunda AB ve Türkiye düzeyindeki uygulama farkının varlığı

barizdir. Bu çerçevede AB’nin uyum için baskısı da fazla olmaktadır.

Kurumsal yapı ve politika düzeyinde Türkiye ile AB arasındaki farka

değinmeden önce; AB ve Türkiye arasındaki gündem farkını belirtmek gerekir. 476 Börzel ve Risse, op.cit.,s. 6.

234

Türkiye AB üyesi olduğunda AB dış politika gündemini de kendi gündemine dâhil

etmek durumunda kalacaktır. Bu durumda Avrupa Güvenlik Strateji Belgesinde sözü

edilen başta terörizm olmak üzere, Kitle İmha Silahlarının yayılması gibi bazı ortak

Soğuk Savaş sonrası risklerle mücadele konuları konusunda farklılık

yaşanmayacaktır. Ancak çevre konuları gibi AB için daha öncelikli ancak

Türkiye’nin kendi ulusal dış politika gündemi bakımından marjinal kalabilecek

konular bakımından Türkiye ve AB gündemlerinin örtüşmeyeceği söylenebilir.477

Kurumsal yapı düzeyinde Türkiye ile AB arasındaki farka bakıldığında; her

ne kadar AB dış ve güvenlik politikası hükümetlerarası yapıda bir başka deyişle, AB

üyesi ülkeler arasında oluşturulsa da AB’nin kendine has yönetsel yapısının etkilerini

görmek mümkündür. Üçüncü bölümde incelendiği üzere, AB dış ve güvenlik

politikası kapsamında pek çok kurumsal düzenleme oluşturmuş, oybirliği ilkesinin

getireceği açmazları aşabilmek için güçlendirilmiş ve yapısal işbirliği modelleri gibi

çeşitli mekanizmalar geliştirmiştir. AB’nin ekonomik-politik bir aktör olma

özelliğinin yansıması, üye ülke dış politika ve güvenlik politikası uygulama

bakanlıkları/ dışişleri bakanlıkları yanında, AB işlerini koordine eden ve

ekonomi/tarım /ticaret bakanlıklarının da giderek artan biçimde AB dış ilişkilerine

ilişkin kararlara katılma olanağıdır. AB’nin çok katmanlı yönetişim modeli olarak

tarif edilen, çıkar ve lobi gruplarının katılımına açık sistemi de Türkiye gibi merkezi

örgütlenme modeli üzerine kurulmuş bir devlet için hayli farklı bir görünüm

arzetmektedir.

Gündem ve kurumsal yapı farkının ötesinde; Türkiye’nin siyasi yapısından

kaynaklanan bir güvenlik kimliği vardır. Soğuk Savaş dönemi boyunca Türkiye’nin

477AB güvenlik gündemine ilişkin ayrıntılı bilgi “AB Güvenlik Kimliği” başlığı altında incelenmektedir.

235

güvenlik kültürünün özel coğrafyasının getirdiği tehlikeler yanında stratejik değer

söylemleriyle şekillenen coğrafyanın belirleyiciliği yanında; karşılaşılan güvenlik

sorunlarının ulusal güvenlik yaklaşımıyla bertaraf edilmeye çalışıldığı devlet

merkezli ve 1990’lı yıllarda etkisi daha da artan asker odaklı yaklaşımlar olarak tarif

edilmektedir.478 Bu durumun Soğuk Savaş sonrasında da farklılaşmaması AB ile

arasındaki farkı açmıştır.

AB ve Türkiye arasındaki politika farklılıklarına bakıldığında ise bölgesel

düzeyde gerek İlerleme Raporları ve Katılım Ortaklığı belgelerinde, gerekse

yukarıda bahsi geçen etki raporunda esas olarak Kıbrıs479 ve Ermenistan ile ilişkiler

konusunda uyumsuz politikalar olduğu görülmektedir.

AB resmi belgelerinde de belirtildiği üzere, Türkiye, hayati dış politika ve

güvenlik çıkarlarına dokunduğunu düşündüğü konularda AB tutumlarıyla uyumluluk

göstermek konusunda çekingen davranmaktadır. Özellikle coğrafi komşuları olan

Irak ve Kafkaslar ile Müslüman ülkelerde insan hakları ve diğer gelişmeler

konusunda farklı ulusal tutumunu korumakta ısrar etmektedir.480

Kıbrıs ve Ermenistan dışında Türkiye ile AB arasında uyumsuz addedilecek

politikalar, Türkiye’nin sorunlu coğrafi konumu nedeniyle Schengen sınır yönetim

ve vize politikaların uyumlaştırılması konusu ile Uluslararası Ceza statüsünün kabul

edilmesi konularıdır. Bu konular teknik anlamda halledilmesi zorluk arzetmeyen

konulardır.

478 Pınar Bilgin, ‘Türkiye-AB İlişkilerinde Güvenlik Kültürünün Rolü’, Soğuk Savaş Sonrasında Avrupa ve Türkiye ( der:Cem Karadeli) , Ankara, Ayraç Yayınevi, 2003, s.212-213. 4791998 ve 1999 yılı İlerleme Raporlarında Kıbrıs ve Ege sorunları ODGP başlığı altında değerlendirilirken 2000 yılından itibaren siyasi kriterler içine alınmıştır. 480“European Commission Recommendations of the European Commission on Turkey’s Progress Towards Accession”, Brussels, 6 Oct. 2004 COM (2004), 56, s. 9–10.

236

AB ile uyum konusunda ulusal hassasiyetin fazla olduğu konularda adım

atılmazken, diğer konularda ise sorun yaşanmamaktadır. Örneğin Parlamento’da

onaylanan bir antlaşmada, Makedonya’ya ilişkin olarak AB ile aynı terminoloji

kullanılmış,4812005 yılında Özbekistan’da yaşanan Andican olayları neticesinde

AB’nin Özbekistan’a ilişkin olarak öngördüğü yaptırımlara Türkiye tereddütsüz

katılmıştır.482

Etki raporunda da belirtildiği üzere, Avrupa Güvenlik ve Savunma

konularında Türkiye ile AB arasındaki siyasi diyalog 1990’ların ortasından itibaren

artmaya başlamıştır. Sözkonusu diyalog Türkiye ile AB arasında Ortak dış ve

güvenlik politikası konularında giderek artan biçimde örtüşen görüşlere de yol

açmıştır. Türkiye’nin AB deklarasyonları, ortak tutum ve eylemleri ve diğer ODGP

önlemleri ile uyum sağlama derecesine bakıldığında, artan biçimde örtüşen görüşler

sonucu çıkabilir. 483

Genel siyasa dışında daha geniş bir değerlendirmede AB ile Türkiye

arasındaki farklara bakıldığında uyumsuzluğun daha çok olduğu tespitini yapmak

mümkündür. Zira aşağıda ayrıntılı biçimde inceleneceği üzere AB, içinde yaşadığı

çeşitli görüş ayrılıklarına rağmen Soğuk Savaş sonrası genel hatlarıyla yumuşak güç

kullanımına daha eğilimli ve çok taraflıcılığa yakın bir politika izlemeye başlamıştır.

Bunun ötesinde normatif güç olarak adlandırılan ve demokrasi, insan hakları ve

hukukun üstünlüğü gibi kavramlara önem veren yaklaşımıyla kendine özgü bir Birlik

haline gelmiştir. Bu çerçevede aday ülkeler için geliştirilen Kopenhag kriterleri,

481“Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği Arasında Türkiye Cumhuriyetinin Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyetindeki Avrupa Birliği Polis Misyonuna (EUPOL-PROXIMA) Katılımına Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun”, Kanun No: 5480, Kabul Tarihi: 30.3.2006, http://rega.basbakanlik.gov.tr/eskiler/2006/04/20060404-1.htm. 482Güven Özalp, ‘Özbekistan’a AB Yaptırımı’, http://www.milliyet.com.tr/2005/11/16/dunya/dun01.html,16/11/2005, erişim tarihi: 15/06/2007. 483 Commission of the European Communities, op.cit, s. 9.

237

Avrupalılaşma kavramı içinde incelenecek dönüşümler yoluyla dış politika

bakımından daha homojen bir Birlik yaratmaya çalışmaktadır. Bu bağlamda, AB için

salt AB deklarasyonlarının ya da ortak tutum ve eylemlerinin uyumlaştırılması değil,

daha geniş anlamda sınır problemlerinin çözülmesi, azınlık sorunlarının çözüme

kavuşturulması, insan hakları ve demokratikleşme konusunda belirli standartlara

ulaşılması gerekmektedir. Bu çerçevede Türkiye’nin Yunanistan’la yaşadığı kimi

sorunlar, Kürt sorunu gibi konular Türkiye AB ilişkilerinde dış politikada uyum

çerçevesinde geniş anlamda ele alınması gereken konuları oluşturmaktadır. Bunun

ötesinde asker-sivil ilişkilerinde dengenin sivil taraf lehine olacak şekilde

değiştirilmesi AB’nin temel aldığı kriterlerden biridir. Coğrafi konumu ve tarihsel

etkenler nedeniyle Türkiye’nin savunma harcamalarının fazla olması ve militer bir

görüntü vermesi de kimilerince AB’nin sivil görünümüne uymadığı gerekçesiyle

eleştirilse de, sözkonusu durumun Yunanistan gibi ülkeler için de uzun süre geçerli

olduğunu belirtmek gerekir. Kaldı ki, Türkiye’nin sözkonusu askeri gücünün AB’nin

yetersiz yönlerini güçlendirebileceği yönünde görüşler de vardır.

Türkiye ile AB arasında farklılık arzeden güvenlik kültürü öğelerinden biri

de; TSK’nın dış politikadaki ağırlığı ile bağlantılı olarak terörle mücadele konusunda

ortaya çıkmaktadır. Askerin terörle mücadele kapsamında aldığı bazı tedbirlerin AB

tarafından bazı temel hak ve hürriyetlerin korunması konuları ile çeliştiği

düşünüldüğünden, sözkonusu faaliyetlerin Türkiye’nin AGSP içine alınması ve

AB’ye tam üye olması konusunda bir engel oluşturduğu da söylenebilir.484

484 Cebeci op.cit.,s.179-180.

238

I. Türk Dış Politikasının Avrupalılaşmasının Etki Göstergeleri Açısından

Değerlendirilmesi

Etki göstergelerinin değerlendirilmesi bakımından 1. Bölümde ele alınan

kriterleri şu şekilde sınıflandırmak mümkündür. 485

Tablo 4- Etki Göstergeleri Bakımından Avrupalılaşma Kavramının İncelenmesi

Yukarıdaki veriler “Siyasi Avrupalılaşma”yı da içeren bir yaklaşımı yansıtmaktadır.

Konunun salt AB dış ve güvenlik politikası Avrupalılaşması, bir başka deyişle

“Siyasa Avrupalılaşması” çerçevesinden incelenmesi Tablo 5 verilerinin

değerlendirilmesini gerektirmektedir. Aşağıda her iki tablo verilerinin Türkiye’nin

Avrupalılaşması bakımından değerlendirilmesi yer almaktadır.

485 Tabloda yer alan; AB’nin üye/aday devlet etkisi başlığı altındaki veriler, için bkz: Smith, op.cit., s.613-631, Üye/Aday devletin AB’ye etkisi altındaki veriler için bkz: Miskimmon, op.cit.,s. 186-198. 486 Etki göstergeleri başlığı altında yapılan sınıflandırmada kurumsal yapıda ve siyasi düzeyde AB etkisi ile gerçekleştirilen değişikliklerin birbiriyle karşılıklı ilişkisi ve bu bağlamda ayrılmasının zorluğunun belirtilmesi gerekir. Zira kurumsal yapıdaki değişiklikler İlk bölümde incelenen

Etki Göstergeleri 486

AB’nin üye/aday devlete etkisi

(Top-down dimension)

Üye/aday devletin AB’ye

Etkisi (Bottom-up dimension)

Bürokratik Reorganizasyon

(Kurumlar arası çatışma/işbirliği/güç değişimi, yeni birimlerin kurulması)

Kurumsal Uyum

(Kurumsal Yapıda Değişiklikler)

Kaynak Tahsisi488/Askeri Güç Planlaması

Kurumsal etki487

Karar vericilerin AB’ye Bakışı/ Seçkin

Avrupalılaşması (elite socialization)

Gündem oluşturma ve

söylem etkisi489

Yasal değişiklikler

Kamuoyunun Bakışı

Çıkarda Değişim

Siyasi Uyum

Kimlikte Değişim

ODGP içindeki

mekanizmalarının kullanılması, AGSP’nin operasyonel boyutuna

katılım490

Mekanizma Koşulluluk İlkesi (Conditionality)

Hükümetin AB’ye Bakışı (AB üyeliği için siyasi iradenin yerleşmiş olması, hükümetin

koalisyon mu, çoğunluk hükümeti mi olduğu)

Ara değişken

Tarafların (AB ve Türkiye) birbirlerinin güvenilirliği konusundaki görüşleri

239

Tablo 5491-Siyasa Avrupalılaşması ve Siyasi Avrupalılaşma Kavramları

Öncelikle Siyasa Avrupalılaşması, Siyasi Avrupalılaşma ve Söylem

Avrupalılaşması kavramları bakımından Türkiye’nin durumunu incelemek gerekir.

Farklı Avrupalılaşma tanımları birbirinden bağımsız olmayıp, tamamlayıcı ve

değişim ve etkinin farklı evrelerini tanımlamak için kullanılabilmektedir.

İlgili politikalara ilişkin veriler, öncelikle İkinci bölümde AB’nin Türk dış

polikasına etkileri kısmında incelenen kurumsal ve siyasi düzeydeki etki ayırımı

ekseninde değerlendirilecektir. Sözkonusu değerlendirme Tablo 4’ün düzenlenme

kurumsalcıların görüşleri ışığında kurumsal kimliğin değişimine de neden olacaklarından, kimlik konusunu da kapsar biçimde bir değişikliğin yolu açılabilir. Başka bir deyişle, kurumsal değişikliklerin siyasi sonuçları olabilir. 487 Ulusal düzeydeki politika, kurumsal düzenleme ve uygulamaların AB düzeyine götürülmesi anlamındaki kurumsal etkiye örnek olarak, Almanya’nın Fischer Planı ile Güneydoğu Avrupa İstikrar Paktı önerisini AB düzeyine çıkarması verilebilir. Miskimmon, op.cit.,s. 190–192. 488 Kaynak tahsisi konusu; ODGP’ye uyum için ulusal savunma bütçesinin değişimlere konu olmadığı ile ilgilidir. Bkz: Miskimmon, ibid.idem. 489 Üye/aday ülkenin ODGP gündemini ve politikayı belirleme ve etkileme etkisi anlamına gelmektedir. 490 Miskimmon bu noktayı “example setting” olarak adlandırmaktadır. Bkz: Miskimmon, op.cit.,s. 190–192. 491 Burada da siyasa ve siyasi Avrupalılaşma arasındaki farkı görmek mümkündür. Siyasi Avrupalılaşma güvenlik kimliği konularını da kapsadığından siyasa Avrupalılaşmasından daha geniş bir çerçeveden değerlendirilmektedir.

Dış Politika ve Güvenlik Politikasına Uyum

Ortak Tutum, eylem, deklerasyonlara uyum

Kurumsal düzenlemelere uyum

Kopenhag Kriterlerine

Uyum

Bölgeler ve Üçüncü ülkelere karşı ortak

politikalar

Ortak Dış Politika ve Güvenlik

Politikası (ODGP)

Uluslararası Kuruluşlar Nezdinde

tek sesle hareket edebilmek

AB operasyonlarına katılım

Ulusal kuvvetlerin reorganizasyonu

Siyasa

(policy) Uyumu

Avrupa Güvenlik

ve Savunma Politikası (AGSP)

NATO ile ilişkiler

Siyasi

(politics ve polity)

Uyum

Güvenlik Kimliğinde

uyumlaştırma

240

mantığına göre, Avrupalılaşma’nın üye/aday ülkeye etkisi çerçevesindeki ilk boyut

ve üye/aday ülkenin AB düzeyine etkisi anlamındaki ikinci boyut çerçevesinden

yapılacaktır. Bu durumda aşağıda Avrupalılaşma tanım farklılıkları, kurumsal/siyasi

boyut açısından etki ve AB ve üye/aday etkileşimi bakımından birbiri içine geçmiş

üç boyut açısından bir değerlendirme yapılmıştır.

A. Kurumsal Düzeyde Etki Göstergelerinin Değerlendirilmesi

Kurumsal düzeyde Avrupalılaşmanın Türkiye’ye etkileri üzerinde dururken,

esas olarak AB sürecinin Türk dış politikası yapıcı ve uygulayıcısı kurumlar içinde

bürokratik reorganizasyonunun olup olmadığına bakmak gerekir. Sözkonusu

reorganizasyon salt AB ile ilgili yeni birimlerin kurulması anlamında değil, mevcut

kurumlar arasında çatışma, işbirliği ya da güç değişimi gibi değişimler meydana

gelip gelmediği ile de ilişkilidir.

İkinci Bölümde incelendiği üzere; AB etkisi ile gerçekleşen kurumsal

değişiklikler, en fazla dış politika uygulayıcısı kurumlar nezdinde olmaktadır. Türk

Dışişleri Bakanlığı kurumsal mirası olan köklü bir kurumdur. AB ile ilgili yapılanma

1999 yılında Helsinki zirvesi ile Türkiye’ye adaylık statüsü verilmesinden önce

başlamış ancak süreç içinde hızlanmıştır. AB ile ilgili koordinasyondan sorumlu

ABGS ise 2000 yılında kurulmuştur. Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın yürüttüğü

başmüzakerecilik görevini, Ocak 2009 yılı başındaki düzenleme ile Devlet Bakanı ve

Başmüzakereci sıfatı ile Egemen Bağış üstlenmiştir. ABGS ulusal düzeyde müzakere

sürecinde sorumlu başlıca kurum olmasının yanı sıra, fasılların müzakeresinden

sorumlu ilgili bakanlıkların koordinasyonundan da sorumludur.

241

Bunun yanında başta Başbakanlık DPT Müsteşarlığı olmak üzere, AB uyum

faaliyetleri sürdüren ilgili tüm Bakanlıklarda AB birimleri kurulmuş ya da mevcut

birimler geliştirilmiştir.

Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde de Helsinki Zirvesinden sonra AB

Çalışma grubu oluşturulmuştur. Böylece Türkiye’nin AB bürokrasisi oluşturulmuş ve

AB’ye ilişkin eğitimlerden geçirilmiştir. 492

Dış politika ile bağlantılı olmayan ancak Türkiye’nin AB uyum sürecinde

gerçekleştirdiği pek çok kurumsal düzenleme mevcuttur. Bunlar arasında DPT

Müsteşarlığı bünyesinde kurulan Ekonomik ve Sosyal Konsey, AB rekabet

mevzuatını uygulamak üzere kurulan Rekabet Kurumu, DPT Müsteşarlığı Avrupa

Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi (Ulusal Ajans), Hazine Müsteşarlığı

bünyesinde kurulan ve AB Mali fonlarının ihale süreci ve aktarımı konusunda yetkili

olan Merkezi Finans ve İhale Birimi ile Kalkınma Ajansları yer almaktadır. Bunun

yanında Üniversitelerin AB araştırması ve uluslararası ilişkiler eğitimi veren

birimleri bünyesinde veya özerk araştırma merkezleri şeklinde AB araştırma

merkezleri veya kürsüler kurulmuştur.493Üniversitelerin yurtdışı öğrenci ve öğretim

üyesi hareketliliğini sağlamak üzere Ulusal Ajans tarafından koordine edilen AB

Erasmus programı kapsamında not sistemlerini AB ile uyumlaştırmaları da

Avrupalılaşmanın kurumsal düzeydeki etkilerini göstermektedir.

Türkiye ile AB arasındaki kurumsal ilişkiler konusunda, Ankara Anlaşması

ile kurulan kurumlardan Ortaklık Konseyi, Komitesi ve Karma Parlamento 492 Bu eğitimler AB’ye ilişkin yurtiçi ve yurtdışı kurs ve lisansüstü çalışmaları kapsamaktadır. Bu çerçevede AB konusundaki insan kaynağı eksikliğini gidermek üzere AB Komisyonu tarafından finanse edilen “Jean Monnet Burs programı”ndan da bahsetmek gerekir. İlgili Bakanlıklar ve diğer kurumların AB birimlerinde çalışan personelden yarışma sınavını geçmek kaydıyla sözkonusu burs programından faydalananlar bulunmaktadır. Burs sınavı zaten AB müzakere fasıllarından birinde çalışma yapmayı öngörmekte ve bu alanda çalışan kamu personeline tahsis edilen kota miktarı ile de özel sektör ve diğer kurumlara oranla daha fazla hak tanımaktadır. 493 Ataum ve Jean Monnet Kürsülerine İkinci Bölümde ilgili başlık altında değinilmiştir.

242

Komisyonu (KPK), Gümrük İşbirliği Komitesine de AB etkisi ile kurulan kurumlar

olarak belirtilmelidir.

Parlamentolar da dış politika Avrupalılaşmasında önemli derecede etkiye

maruz kalan kurumlardan birini oluşturmaktadır. TBMM içinde bir AB Uyum

Komisyonu bulunmaktadır. Bunun içinde AB teknik desteği alınarak 2008 yılı içinde

tamamlanan bir eşleştirme projesi ile TBMM içinde bir AB Ofisi kurulmuştur.

Türkiye’nin yer aldığı eşleştirme (twinning)494, MATRA projeleri ve AB

Komisyonu çerçevesinde faaliyet gösteren Teknik yardım ve bilgi değişim ofisi

(TAIEX)495 faaliyetleri kurumsal temelde Avrupalılaşmayı sağlayan faaliyetler

arasında sayılabilir. Matra projeleri496 yanında (TAIEX) faaliyetleri kapsamında aday

ülke çalışanları çeşitli AB ülkelerinde seminer ve konferanslara katılma imkânı

bulmuşlardır. Tüm bu faaliyetler Avrupalılaşmayı sağlayıcı etkenlerdir.

Avrupalılaşma neticesinde kurumsal yapıda meydana gelen gelişmeler

bakımından güç değişimine örnek olarak MGK içinde sivil unsurların arttırılması

konusu verilebilir.

Avrupalılaşma neticesinde ulusal düzeydeki kurumlar arasında güç

çatışmalarının uzantısı olarak koordinasyon sorunlarının yaşanması da olası bir

durumdur. Aslında Türkiye bakımından AB bürokrasisi içinde yetki çatışması

yaşanan durumlar olmuştur. Dışişleri Bakanlığı ve DPT Müsteşarlığı arasında

494 Eşleştirme projelerinde aday ülke kurumlarına, bir üye ülke kurumu uyuma tabi bir konuda yol göstermektedir. İhale süreci sonucu seçilen üye ülke temsilcileri çeşitli seminer, kurumsal yol gösterme gibi faaliyetler ile aday ülke temsilcileri ile birebir çalışmaktadır. 495 AB Komisyonu bünyesinde faaliyet gösteren Teknik Yardım Bilgi ve Değişim Ofisi (Technical Assistance Information and Exchange Office –TAIEX), aday ülke bürokratlarına kısa süreli eğitim ve teknik destek sağlamaktadır. 496Örneğin Hollanda hükümeti tarafından organize ve finanse edilen bir projeye göre Türkiye kamu kurumlarında uyum faaliyet birimlerinde çalışan pek çok kişi Hollanda ve Brüksel’de “How to operate in Brussels” adlı çalıştaya katılmıştır. Sözkonusu çalıştayda Brüksel’de nasıl lobi yapılacağı anlatılmakta, AB kurumsal yapısı hakkında detaylı bilgi verilmekte ve uygulamalı çalışmalar yapılmaktadır.

243

Türkiye ile AT (AB) arasındaki ilişkilerin ilk yıllarından itibaren koordinasyon ve

anlayış farklılığının olduğu görülmektedir.

Ayrıca; hükümetlerin AB’ye taahhüt düzeylerinin farklı söylemlere neden

olmasının yanında, Kıbrıs ve Irak konularında geleneksel Türk dış politikasından

farklılık gösteren görüşler sözkonusu olduğunda hükümetler ve devlet bürokrasisi

arasında görüş ayrılıklarının koordinasyon sorunlarına yol açtığı görülmektedir.497

Koordinasyon sorununun siyasi seçkinler ile güvenlik seçkinleri arasındaki

görüş farklılığından kaynaklandığı da belirtilebilir. Güvenlik seçkinleri, ABD ve

İsrail ile Orta Doğu’dan kaynaklanan güvenlik tehditleriyle mücadeleye öncelik

verirken, siyasi seçkinler AB hedefine öncelik vermektedir. Her ikisinin nihai amacı

Türkiye’yi demokratik ülkeler arasına sokmak olarak tarif edilse de, aralarındaki

görüş ayrılıklarının uzlaştırılmasının güç olduğu açıktır.498

Bunun yanında, AB dış politikasının ekonomik araçlarla yönetilmesinin

sonucu, üye devletlerin ekonomi ve ekonomi bağıntılı diğer bakanlıklarının AB

Konseyi499 nezdindeki faaliyetlerinde bir anlamda dış politikayı da etkiler duruma

gelmeleri sözkonusu olabilecektir. Ancak sözkonusu güç değişimi ancak AB’ye üye

olma durumunda sözkonusu olacağından Türkiye’yi hâlihazırda etkilemeyecektir.

497 Örnek bir durum, Dışişleri Bakanlığının, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın Referandumdan once Kıbrıs sorununa ilişkin olarak AB üyesi ülke yetkilileri ile birebir görüşmeler gerçekleştirilmesinden rahatsızlığı noktasında ortaya çıkmıştır. (Philip Robins,’Confusion at home, Confusion abroad: Turkey between Copenhagen and Iraq’, International Affairs 79, 3, 2003, s. 558.) 498 Kibaroğlu, ‘Turkey’s Threat Perception from the East: A Roadblock in its March Toward the West?’, s. 73. 499 Bilindiği gibi AB Konseyi (Council of the European Union), ilgili AB Bakanlarından müteşekkil bir AB kurumudur. Hangi konuyla ilgili toplanılacaksa, üye devletin konu ile ilgili bakanı toplantıya katılır.

244

Kaynak tahsisi/askeri güç planlaması konusunda ise, Türkiye’nin kurumsal

bağlamda başta AB operasyonlarına katkı yaptığı gibi, AB Acil Müdahale Gücü ve

Temel hedef (Headline Goal) gücüne de katkı sağladığı bilinmektedir.500

Avrupalılaşmanın ikinci boyutu kapsamında ele alınması gereken kurumsal

uyum çerçevesinde Türkiye’nin AB düzeyine etkisi konusu ancak Türkiye AB tam

üyesi olduğunda dikkate alınacak bir konudur. Aday ülkelerin AB kurumlarında söz

hakkı bulunmadığından, Avrupalılaşmanın çift yönlü etkisi kapsamında, Türkiye’nin

AB’ye etkisinden söz edilemeyecektir.

Bu çerçevede AB’nin Türkiye’nin kurumsal yapısını değiştirdiğini söylemek

mümkündür. Ancak sözkonusu etkinin dahi, güvenlik kimliğinin çok belirgin

noktalarında beklenen kırılmayı yaratmadığını da belirtmek gerekir.

Bu kapsamda değerlendirilmesi gereken bir diğer konu da İkinci Bölümde

Türk dış politikası oluşturan, uygulayan ve yapımına katkıda bulunan, AB’nin

kurumsal yapıya etkileri başlığı incelenen hükümetler, ilgili bakanlıklar, siyasi

partiler ve sivil topluma ilişkindir. Bu birimlerin Avrupalılaşmadan nasıl etkilendiği

yönündeki veriler, seçkinlerin AB’ye bakışını göstermesi açısından önemlidir.501 Bu

çerçevede kurumsal değişikliklerin siyasi sonuçları bakımından seçkin

Avrupalılaşması göstergelerinin değerlendirilmesi gerekmektedir. 500 Türkiye, AB’nin “Concordia” Harekâtına 11 personel ile katkı sağlamış, 2005 yılı Aralık ayında sona eren “Proxima” isimli AB Polis Misyonu’na da 8 personelle katılmıştır. AB’nin ilk sivil kriz yönetimi harekâtı olan Bosna-Hersek’teki AB Polis Misyonu’na (EUPM) ise 14 personelle katılım sağlanmıştır. Bunun devamı niteliğindeki EUPM-II harekâtına da 4 personelle katkıda bulunmaktadır. NATO İstanbul Zirvesi’nde alınan karar uyarınca, NATO’nun Bosna-Hersek’teki, SFOR harekâtının 2004 yılı sonunda tamamlanmasını müteakiben AB tarafından NATO imkan ve yeteneklerinden yararlanılmak suretiyle, EUFOR-ALTHEA isimli yeni ve ayrı bir harekat başlatılmıştır. Türkiye, EUFOR-ALTHEA harekâtı ile sözkonusu harekât kapsamındaki Entegre Polis Birimine askeri (tabur seviyesinde) ve jandarma unsurlarıyla katkıda bulunmaktadır. Bu çerçevede halen 48’i IPU bünyesinde yaklaşık 255 personel ALTHEA harekâtı kapsamında görev yapmaktadır. Bkz: Türkiye’nin Güvenlik Perspektifleri ve Politikaları, http://www.mfa.gov.tr/i_-turkiye_nin-guvenlik-perspektifleri-ve-politikalari.tr.mfa, erişim tarihi: 31/08/2007. 501 Dış politika kurumsal yapısının AB sürecinden etkilenmesi konusunda incelenen bu veriler, konunun Avrupalılaşma tanımları açısından incelenmesinde; “Siyasi Avrupalılaşma” incelemesi kapsamına girecek verileri de oluşturmaktadır.

245

Buna göre, öncelikle AB sürecinin Türk hükümetlerini “iki düzeyli

yaklaşımı” uygulamaya yönelik bir pozisyona soktuğu belirtilebilir. Genel olarak

Türk hükümetleri AB ile uyumlu bir yaklaşım içindedirler. Ancak yine de; ulusal

hassasiyetin fazla olduğu konularda iç politikada muhalefetin ve veto noktalarının

fazla olması AB sürecinin etkisini sınırlandırmaktadır.

Türk Dışişleri Bakanlığı AB sürecini desteklemekte ancak Türkiye’nin

kendine has dış politikasını izlemeye devam etmektedir. Dışişleri Bakanlığının

AB’ye bakışı; AB ile Türkiye’nin ortak dış politika çıkarlarının uyumda zorluk

yaşanmasını engellediği yönündedir. Türkiye’nin komşu bölgelerle olumlu

ilişkilerinin sürdürülmesinin, AB dış ve güvenlik politikasının yürütülmesine katkıda

bulunacağı düşünülmektedir.502 Dışişleri Bakanlığı Türkiye’nin AB’ye uyum

sürecini salt dış politika anlamında değil, iç reform gelişmeleri bağlamında da

değerlendirmekte, bir başka deyişle bütüncül bir yaklaşım sergilemektedir.

Türkiye’nin AB’ye uyumunu bir “süreç” olarak algılamakta ve sözkonusu süreç

Avrupa kamuoyları gibi kontrol edilmesi güç değişkenlerden etkilendiği için,

olumlu-olumsuz her duruma da hazırlıklı olunması gereğinin altı çizilmektedir.503 Bu

durum Dışişleri Bakanlığının geleneksel temkinli yaklaşımının yansımasıdır.

Hükümetler ve Dışişleri Bakanlığı yanında siyasi partilerin AB’ye

bakışlarından varılacak sonuçlar şu şekildedir. Osmanlı döneminden bu yana izlenen

temel devlet ideolojisi konumunda olan Batılılaşma çerçevesinde hemen hemen tüm

ana siyasi partiler, AB’ye tam üyelik konusunda kimi zaman belirsiz de olsa taahhüt

içine girmişlerdir. Hatta Orta Doğu ve İslam ülkeleriyle yakınlaşmaya ağırlık veren

502 Dışişleri Bakanlığı yetkilisi ile görüşme (1 Temmuz 2008). 503Avrupa Birliği Müktesebatına Türk Bakanlıklarının Uyum Çalışmaları Çerçevesinde “Dışişleri Bakanlığı Müktesebat Uyum Çalışmaları” Paneli, Dışişleri Bakanlığı AB Daire Başkanı Hakan Aytek’in Konuşması, Yayına hazırlayan: Kaya Uysal, ATAUM, Ankara Üniversitesi Basımevi, 2004, s. 15-20.

246

İslamcılar dahi AB ile ilişkiler konusunda dikkatlidirler. Bunun dışında milliyetçi

MHP dahi prensipte AB üyeliğine karşı çıkmamaktadır. Sözkonusu uzlaşıya rağmen,

Helsinki Zirvesi öncesi hiçbir parti AB’nin öngördüğü reformlar konusunda yeterli

gayreti sarfetmemiştir. Başka bir deyişle, ana partilerin hiçbirinin “kültürel haklar”

ya da “Kıbrıs” konuları gibi devlet ideolojisinin temel parametrelerine karşı gelmeye

isteği ve gücü yoktur.504 Ancak 1999 sonrası bu konularda da AB öngörüleri

doğrultusunda adım atılmıştır. Nitekim Kürtçe eğitim ve yayın konusunda atılan

adımlar yanında; Kıbrıs konusunda da İkinci Bölümde açıklanan politika

değişikliklerine gidilmiştir.

Ancak yine de; Türk hükümetleri ve siyasi partileri iç politikadaki bölünme,

çekişme ve hesaplar neticesinde Avrupalılaşma konusunda ortak bir siyasi irade

gösterememektedir. Siyasi partilerin kurumsal düzenlemelerinde AB önemli yer

tutmakta505; söylemlerinde özellikle 1999 yılı sonrasında AB konusunu önplana

çıkartılmaktadır. Çıkar grupları ve kamuoyunun da küreselleşme ve onun tezahürü

olan Avrupalılaşmadan etkilendiği söylenebilirse de; dış politikadaki devlet

hâkimiyeti sarsılmamıştır. Başta TÜSİAD olmak üzere diğer sivil toplum kuruluşları

Türkiye’nin AB sürecinde tamamlayıcı rol oynamaktadır. Resmi müzakerelerin

hükümet ve AB düzeyinde gerçekleşmesi nedeniyle bu kuruluşların sınırlı ancak

gerekli bir etkiye sahip oldukları söylenebilir.

Avrupalılaşma sürecinin, toplumdaki çıkar grupları ve marjinal grupların

seslerini Brüksel’de duyurabilmek için sağladığı mali fonlarla fırsatlar yarattığı bir

gerçektir. Tarım lobilerinin Avrupalılaşması bu durumun en dikkate değer

504 Ziya Öniş, Domestic Politics, International Norms and Challenges to the State: Turkey-EU Relations in the post Helsinki Era, Çarkoğlu ve Rubin, op.cit., s. 16-17. 505 Brüksel temsilciliği açan siyasi partiler bulunmaktadır. ‘CHP Brüksel Bürosu Eylül’de Gelecek’, Radikal,8.7.2008,http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=DetayveArticleID=887374veDate=11.07.2008veCategoryID=78, erişim tarihi: 9.11.2008.

247

örneklerindendir. Ancak; Türkiye’de; İspanya ve Fransa örneklerinin aksine tarım

lobilerinin ekonomik çıkar arayışı çerçevesinde dış politika yapımına katkıda

bulunacak kadar güçlü olmadıkları bilinmektedir. Tarım AB ile Türkiye arasında en

önemli müzakere fasıllarından biri olmasına rağmen, Türk tarım sektörünün

özellikleri ve sorunlarına ilişkin olarak müzakere sürecinde katkı sağlayacak bir sivil

toplum örgütlenmesi bulunmamakta ve Türk tarımı AB düzeyindeki ilgili

kuruluşlarda temsil edilmemektedir.506

B. Siyasi Düzeyde Etki Göstergelerinin Değerlendirilmesi 507

Kurumsal düzeyden sonra, siyasi düzeyde AB’nin Türkiye’ye etkileri

konusunda da bazı somut verilere ulaşmak mümkündür. Yukarıda belirtilen

hükümetler, dışişleri bakanlığı ve siyasi partilerin AB’ye bakışlarının siyasi

sonuçları, Seçkin Avrupalılaşmasının verilerini oluşturmaktadır. Bu kavram

politikalar oluşturulur ve uygulanırken AB sürecinin ne kadar dikkate alındığını

göstermektedir. Yukarıdaki verilerden politikalar oluşturulurken AB’nin dikkate

alınan bir faktör olmakla birlikte, Türkiye’nin iç siyasi sorunlarının uzantısı olarak

komşu devletler ile ilişkisi ve uluslararası ortamdaki konumunun belirleyici olduğu

görülmektedir. Bu durumu belirginleştiren bir başka konu da; AB’nin güvenilirliği

konusunda Türk siyasi seçkinlerinde hâkim olan görüştür. Bu konu aşağıda ele

alınmaktadır.

506 Ahmet Arabacı, ‘Avrupa Birliği Üyelik Sürecinde Tarım Sektöründeki Sivil Toplum Kuruluşlarının Önemi’, II. Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları Kongresi, Çanakkale, Ekim 2005,s. 209-214, www.fatih.edu.tr/~aarabaci/pdf/Avrupabirligi.pdf, erişim tarihi, 10.12.2008. 507 Bu başlık altında Tablo 4 verileri incelenmektedir.

248

AB sürecinin siyasi düzeydeki etkisi, konunun “Siyasa

Avrupalılaşması”508açısından da ele alınmasını gerektirmektedir. Burada, Türk dış

politikasının ODGP’ye uyumu, bir başka deyişle Avrupalılaşması incelenmelidir.

Türkiye AB arasındaki müzakerelerde öngörülen esaslar doğrultusunda

AB’nin ortak tutum, eylem ve deklerasyonlarına uyum yanında, AB’nin oluşturduğu

bir takım kurumsal düzenlemelere uyum konusu da bu çerçevede incelenmelidir.

ODGP’nin parçasını oluşturan AGSP konusunda da başta Acil Müdahale Gücü

olmak üzere, Helsinki amaçları kapsamında belirli askeri taahhüdlerin

gerçekleştirilmesi konusu Siyasa Avrupalılaşması kısmında incelenmesi gereken

konulardır. İkinci Bölümde incelenen İlerleme ve etki değerlendirme raporlarında

AB’nin Türkiye için yaptığı değerlendirmelerden Türkiye’nin Siyasa

Avrupalılaşması konusunda birtakım uyumsuz politikalara rağmen AB ile genel

anlamda uyumlu olduğu görülmektedir. Türkiye tarafından uyum sağlanan ortak

tutum, eylem ve deklerasyon sayısı fazladır ve AGSP kapsamında Türkiye’nin

AB’ye önemli katkıları vardır.

AB’nin siyasa düzeyinde etkisi konusunda; İkinci Bölümde incelenen

Yunanistan ile ilişkiler yanında Ege ve Kıbrıs sorunlarının iktidardaki hükümetin

Avrupalılaşmaya elverişli yapısının da etkisiyle AB sürecinden en fazla etkilenen

alan olduğu görülmektedir. 2002 yılından itibaren Türkiye tarafından atılan olumlu

ve yapıcı adımlara ve Annan planının Güney Kıbrıs tarafından reddedilmesine

rağmen, Kıbrıs’ın AB tarafından tam üyeliğe kabul edilmesi ve hiçbir yaptırımla

karşılaşmaması AB güvenilirliğini zedelemiştir. Bu durum ve son noktada halen

etkili olan güvenlik kimliği özellikleri nedeniyle siyasi/askeri seçkinler ve toplumsal

508 Siyasa Avrupalılaşmasına ilişkin veriler Tablo 5’te yer almaktadır.

249

muhalefet ile karşılaşabilecek ve tavizkâr olarak görülebilecek daha fazla adım

atılmasını da engellemiştir.

Başta Kıbrıs olmak üzere; Yunanistan ile ilişkiler konusunda da AB

koşulluluk ilkesi gereğince Türkiye’nin attığı bazı olumlu adımların Avrupalılaşma

ekseninde değerlendirilmesi, konunun Türkiye’nin iç politika dinamiklerini de

dikkate almayı gerektirmektedir. Sözkonusu politika değişikliklerinin büyük oranda

2002 yılında iktidara gelen AKP döneminde gerçekleştiği göz önüne alınırsa, AB

yanlısı bir partinin iktidarda olduğu dönemde Avrupalılaşmanın hızlanmasının

normal bir veri olarak alınması gerekir. Ancak başta Kıbrıs olmak üzere hassas

konularda yaşanan tıkanmalar ve Ermenistan ile sınırlı adımlar atılması, sözkonusu

hassas konularda güvenlik kimliği taşıyıcısı kurumlar ile karşı karşıya kalındığında

Avrupalılaşmanın durakladığını ortaya koymaktadır. Bu durum başta ordu, bazı

siyasi partiler gibi güvenlik kimliği taşıyıcısı kurumlar ve özellikle de kamuoyunun

halen etkin rol oynadığını göstermektedir. Buna rağmen özellikle Kıbrıs konusunda

son gelişmelere kadar Türkiye’nin AB istek ve çıkarlarına uygun adımlar attığı

açıktır. Bu durumda iktidarda AKP gibi AB yanlısı değil, AB gerekliliklerini yerine

getirmede ihtiyatlı davranan bir hükümet olsaydı bu denli gelişme yaşanabilir miydi

sorusu da aynı derecede önem kazanmaktadır.

Orta Doğu bölgesi konusunda ise daha çok uluslararası gelişmeler ve

Türkiye’nin iç sorunlarının etkisiyle şekillenen bir gelişme sözkonusudur. Orta Doğu

bölgesi ile ilgili olarak, AB ile uyumlu politikaların oluşmasında Avrupalılaşmanın

doğrudan değil, dolaylı etkileri görülmektedir. Rusya ve Kafkaslarla ilişkilerde,

Türkiye’nin AB adaylığının olumlu etkiler yarattığını ancak, bölgede dengeleri

250

gözetici bir yaklaşımla hareket etme gereği ihtiyacının sürdüğünü söylemek

mümkündür.

AGSP konusunda da görüldüğü üzere AB ve Türkiye arasında ortak çıkarın

bulunduğu bir alanda Türkiye; kendisi için önem arzeden bir konuda isteklerini AB

düzeyine aktarabilmiş ve etkili olabilmiştir.

Sonuç olarak; Yunanistan ve Kıbrıs konusundaki gelişmeler için

Avrupalılaşma sürecinin etkisinden söz edilebilirse de, Orta Doğu (Suriye ve İsrail

arasında arabuluculuk girişimleri gibi) ve Kafkaslar/Orta Asya bölgelerindeki aktif

dış politika girişimlerinde Avrupalılaşma etkisini ölçmek güçleşmektedir.

Orta Doğu ülkeleri bağlamında Türkiye’nin iç politikasından kaynaklanan

sorunlar, PKK terörü, Kürt sorunu, su sorunu gibi sorunlar bölge ile ilişkileri ipotek

altına aldığından veto noktaları daha fazla etkili olmaktadır. Bunun yanında Orta

Doğu’da ABD etkenini de belirtmek gerekir. Herşeyden önemlisi, AB baskısı

Yunanistan örneğinde olduğu gibi karşı taraf için mevcut olmadığından Orta Doğu

politikalarında Avrupalılaşmanın daha az olduğunu ve gelişmelerin Türkiye’nin

ulusal gündemi ile belirlendiği tespiti yapmak mümkündür. Neticede tüm

gelişmelerde; AB yanlısı bir hükümet iç politikada veto noktalarını bertaraf

edebildiği ölçüde AB gereklerini yerine getirebilmektedir.

Görüldüğü üzere gerek Kıbrıs, gerekse Ermenistan ile ilişkiler konusu

Türkiye için ulusal çıkarların son derece yüksek ve hassasiyetin fazla olduğu

konulardır. Bu konularda AB tarafından istenen ve kimi çevrelerce taviz olarak

adlandırılabilecek adımların atılması Türkiye içindeki çeşitli çevrelerde tartışma ve

bölünmelere sebebiyet verebilir. Bu durumda Frank Schimmelfenning tarafından dile

251

getirilen, iç politikada daha fazla muhalefetle karşılaşılabileceği düşünülen konularda

adım atmanın zorluğu görülmektedir.

Türkiye ile AB’nin Orta Doğu bölgesine kıyasla Balkanlarda uyumlu bir

politika izlemesinin sebebi; Türk iç politikasından kaynaklanan sorunların bölgeye

yansımaması ve en önemlisi de Balkanlarda AB-ABD karşıtlığı yaşanmamasıdır.

Bunun yanında Yunanistan ile ilişkiler, Ege sorunları ve bir dereceye kadar Kıbrıs

konularının Avrupalılaşmasının nedeni, Yunanistan’ın üye ülke olarak AB etkisini

hissetmesi ve AB’nin Türkiye’ye uyguladığı koşulluluk ilkesinin beklenen etkiyi

vermesinin yanında Türkiye’nin elverişli iç koşullarıdır. Ayrıca AB, çeşitli

eleştirilere konu olsa da; Yunanistan ve Kıbrıs politikaları konusunda da söz sahibi

olmaktadır. Ancak Orta Doğu ve Ermenistan konularında ilgili bölge ülkelerinin AB

ile daha gevşek bağları olduğundan ve baskı uygulanamadığından AB’nin istediği

şekilde bir Avrupalılaşma yaşanması zordur. Ancak yine de Orta Doğu konusunda

örtüşen çıkarlar birlikte hareket edilmesini sağlayabilir.

Bu durumda; Kıbrıs, Ermenistan ve Orta Doğu bölgesine ilişkin kimi sorunlar

bir yana, Türkiye’nin Siyasa Avrupalılaşması bakımından AB ile giderek artan

biçimde uyumlu olduğu görülmektedir.

Avrupalılaşmanın göstergelerinden biri de; BM içinde aynı doğrultuda oy

kullanılmasıdır. Türkiye’nin BM içinde oy kullanma biçimine bakıldığında; 1995–

1997 döneminde AB ile aynı doğrultuda oy kullanma %70’ler oranındayken

(convergence curve); bu oranın 2001 yılında, 1999’da Türkiye’nin aday ülke ilan

edildiği dönemi de geçerek tekrar %80’ler düzeyine çıktığı görülmektedir. İnsan

hakları konusunda da AB ile aynı doğrultuda oy kullanmasına rağmen; Türkiye’nin

252

iç politikadaki uygulamaları ile kullanılan oyları tutarsız bulanlar da vardır.509 Bunun

yanında uluslararası kuruluşlar nezdinde Türkiye’nin çıkarlarının yoğun olduğu

alanlar hariç, Türkiye ile AB tutumları benzerlik göstermektedir.

Tablo 2’de görüldüğü üzere, Türkiye-AB ilişkilerinde AB’nin uyguladığı

koşulluluk etkisini göstermiş ve elverişli iç ve dış şartların etkisiyle AB sürecinde

Kopenhag kriterleri gerekleri ve KOB’larda belirtilen noktalarda reform paketleri

yasalaşmıştır. Uygulama konusunda sıkıntılar yaşansa da, koşulluluk ilkesinin etkisi

yadsınamaz.

Türkiye-AB ilişkilerinde siyasi düzeyinde etki göstergelerinin incelenmesinde

kamuoyunun önemi de tartışılmaz bir gerçektir. Bu durumun dış politikaya

yansıması, Kıbrıs, Ermenistan ve Irak gibi ulusal hassasiyetlerin olduğu konularda

kamuoyunun siyasilerin karar alma süreçlerindeki etkisiyle belirginleşmektedir.

Bunun da ötesinde; siyasi partilerin ya da iktidarların kamuoyu tarafından AB

taraftarı ya da karşıtı olarak kategorize edilmesi de, parti ve iktidarların kamuoyunu

dikkate almalarını gerektirmektedir. Burada kamuoylarının hükümet politikalarından

da etkilendiğinin belirtilmesi gerekir.

Ancak seçkinler düzeyinde AB konusunda sağlanan uzlaşmanın tersine, AB

üyeliğinin fayda ve maliyetine ilişkin bir tartışmanın Türk kamuoyunda yaşanmadığı

ve bu bağlamda AB üyeliği konusunun Türk halkının hayatında çok ciddi bir etkiye

sahip olmadığı yönünde yaklaşımlar da vardır.510 Bu durum AB sürecinde

gerçekleştirilen toplumsal maliyeti fazla olan reformların sorumluluğunu üstlenmek

509 Elisabeth Johansson-Nogues “The fifteen and the accession states in the UN General Assembly: What Future for European Foreign Policy in the Coming Together of the “Old” and the “New” Europe? (2004) 9 EFA Rev pp-67-92. (Wood ve Quaisser, op.cit.,s. 171-172). 510 Avcı, op.cit.,s.196.

253

istemeyen iktidarların ve AB taraftarlığı ve karşıtlığının çok uç tanımlamalarla

kamuyouna yansıtılmasının etkisi vardır.

Bu çerçevede güvenilirlik ve kamuoyu konuları birbirini doğrudan

etkilemektedir. AB’nin güvenilirliğini sorgulatan bir tutum içinde olması kamuoyunu

doğrudan etkilemekte, bu da sarmal biçimde AB ile ilgili diğer tüm aktörlere tesir

etmektedir. Bu durumda bazı reformların toplumsal maliyeti fazla olmaktadır ve

iktidarlar tarafından uygulama kamuoyuna rağmen göze alınamamaktadır.

Bu durumda, ara değişken olarak belirtilen tarafların birbirlerinin

güvenilirliği konusundaki görüşler her iki taraf üzerindeki etkisi açıktır. Türkiye,

Gümrük Birliği kararının yürürlüğe girmesinden ve aday ülke ilan edilmesinden

sonra reform çalışmalarına hız vererek, KOB’da belirtilen birçok konuda olumlu

adım atmıştır. Bu durum AB’nin güvenilirliğini gösteren bir adım attıktan sonra

Türkiye’nin de reformlara hız verdiğini gösteren bir gerçektir.

Güvenilirlik, iç siyasi koşulların dikkate alınması ve reform öngörülerinin

kamuoyu tarafından kabul görmesini de içermektedir. Bu çerçevede; Türkiye’yi

diğer ülkelerden farklı kılan sözkonusu hususların da tanınması anlamına

gelmektedir. AB, kendine has özellikleri olan Türkiye’nin özelliklerini dikkate almak

zorundadır. 511

Oysaki gerek Türkiye, gerekse AB tarafı, zaman zaman güvenilirliklerini

sorgulatan davanışlar içinde olabilmektedir. AB tarafından bakıldığında; özellikle

Yunanistan gibi Türkiye karşıtlığı ile bilinen ülkelerin arkasına

saklanabilmektedir.512 Bunun yanında Türkiye’nin AB’ye aday ülke olarak kabul

edilme kararının oldu-bittiye getirildiği ve uzlaşma sonucu alınmadığı, aslında teknik

511 Neuwahl, op.cit.,s. 28. 512 Wood ve Quaisser, op.cit.,s.149.

254

konulardan sorumlu olan AB Komisyonu dahi içinde Türkiye’nin üyeliğinin AB

bütçesi ve politikalarına maliyetini sorgulayan yayınlar yapıldığı görülmektedir.513

Nice Antlaşması içeriğinde de Konsey ve Parlamento oy ağırlıkları hesaplanırken

Türkiye’nin hesaplara dâhil edilmediği görülmektedir.

Konunun bir başka boyutunu, güvenilirlilik konusu ile de bağlantılı olarak

tarafların karşılıklı olarak birbirlerini algılayış biçimleri oluşturmaktadır. AB’nin

postmodern tarzı güvenlik anlayışının ve buna paralel olarak toplum ve bireyin

odaklanarak benimsenmesi, Türkiye’nin devlet merkezli güvenlik anlayışına ters

düşmekte ve etnik ayrılıkçılık ve radikal islamla mücadelesini zayıflatmaktadır. AB;

Türkiye’nin laik, homojen ve üniter karakteri ile katılım sürecine devam etmesini

sağlamadıkça, Türk devlet seçkinlerinin AB’nin öngördüğü demokratikleşme ve

liberalleşme hareketlerini ve Türkiye’nin Avrupalılaşma sürecini şüpheyle

karşılamaya devam edeceklerini belirtmek gerekir. Bu durumda AB zaman zaman

Türkiye’ye yönelik belirsiz tutumlarıyla güvenilirliliğini zedeleyerek karşılıklı

güvensizliğe neden olmaktadır.514

Türk güvenlik seçkinlerinin Avrupalılaşma/demokratikleşme sürecine şüpheli

yaklaşımının bir diğer nedeni, ABD’nin geniş anlamda Orta Doğu politikaları ile de

bağlantılıdır. ABD’nin Orta Doğu politikaları içinde Türkiye’nin yerinin ılımlı İslam

modeli olarak tarif edilmesi ve bununla bağlantılı olarak ABD’nin desteklediği ve

teşvik ettiği Türkiye’nin Avrupalılaşma/demokratikleşme süreci, Türk güvenlik

seçkinleri tarafından Türkiye’nin laik karakterini kaybedeceği ve İslamlaşacağı

endişesi yarattığından şüpheyle karşılanmaktadır.515 ABD’nin Orta Doğu politikaları

Türkiye’de milliyetçiliğin ve gerek Amerikan gerekse AB karşıtlığı anlamında Batı 513 Ibid.,s. 167. 514 Oğuzlu ve Kibaroğlu, op.cit , s.946. 515 Ibid., s.957.

255

karşıtlığının yükselmesine neden olduğundan, Avrupalılaşmaya uygun zemine izin

vermemektedir. 516

Türkiye’nin başta terörle mücadele gibi iç sorunlarıyla AB ile ilişkilerini

dengelemesi konusu arasındaki ikilem; Irak’ın Kuzeyindeki güç boşluğunun PKK

faaliyetleri için uygun ortam yaratması ve bu nedenle, Türkiye’nin AB’nin

öngördüğü demokratikleşme kriterlerini terörle mücadelede alacağı tedbirler

açısından tehdit edici görmesinde yatmaktadır. Bunun yanında üniter devlet yapısını

devlet ideolojisinin temellerinden biri yapmış Türkiye’de Barzani’nin Türkiye

Kürtleri üzerinde etkisinin artmasından korkulmaktadır. Avrupalılaşma sürecinin

güvenlik boyutu açısından Türk güvenlik seçkinleri açısından bir diğer tedirgin edici

noktası, gerek PKK, gerekse Irak Kürtlerinin Türkiye’nin Avrupalılaşma süreci

devam ettikçe kendilerinin de avantaj kazanacakları şeklinde düşünmeleridir.517

Rieker, Kuzey ülkelerinin Avrupalılaşma yaklaşımı çerçevesinde güvenlik

kimliklerini incelediği çalışmasında, AB’nin güvenilir bir güvenlik aktörü olarak

ortaya çıkmaya başlamasının, sözkonusu ülkelerin Avrupalılaşmasını teşvik ettiğini

ve bu durumu kolaylaştırdığını belirtmiştir.518 Bu durumda Türkiye’nin bir güvenlik

aktörü olarak AB’ye bakışı, Avrupalılaşmasının düzeyini etkileyecektir. Bunun

yanında, Türkiye-AB ilişkilerinin genel anlamda sorunlu olması nedeniyle, farklı

alanlardaki olumsuzlukların güvenlik alanına yansıması kaçınılmaz hale gelmektedir.

Kaldı ki, kimlik etkeninin güvenlik alanına hâkim olması nedeniyle halihazırda

sorunlar yaşanmaktadır.

516Ibid., s.955. 517 Ibid., s.954. 518 Pernille Rieker, Europeanization of Nordic Security, The European Union and the Changing Security Identities of the Nordic States, Cooperation and Conflict, s. 373-379.

256

Bu noktadan hareketle; Siyasa Avrupalılaşması açısından yapılan

değerlendirmede, Türkiye ve AB arasında belirli konular dışında ciddi bir

uyumsuzluk bulunmadığı görülebilir. Ancak asıl uyumsuzluk konunun daha geniş bir

biçimde ele alındığı siyasi Avrupalılaşma tanımı açısından yapılan değerlendirmede

ortaya çıkmaktadır. Zira sözkonusu değerlendirme, stratejik kültür/güvenlik kimliği

gibi yapısal bazı özelliklerin Avrupalılaşmasını gerektirmektedir.

Bu noktadan hareketle; Türkiye’nin AB’ye katılımının Türkiye’nin güvenlik

kültürünü dönüştüreceğini yönünde yaklaşımlar vardır. Türkiye’nin güvenlik ve dış

politika kültürünün dönüşümü, askeri güçten ziyade, diplomasi ve sivil araçlara daha

fazla vurgu yapılması anlamına gelmektedir. 519

Üçüncü bölümde incelenecek AB güvenlik kimliğinin, üzerinde tartışmalar

sürse de, çok taraflı, uluslararası hukuka, çözüme ve uzlaşmaya dayalı bir yaklaşımı

simgelediği bilinmektedir. Türkiye’nin giderek artan biçimde komşu ülkelerle

sorunlarını uzlaşma üzerine kurulu, çok taraflı ve bölgesel bir yaklaşımla çözme

yolunu kullanmasını, AB stratejik kültürüne uyum, bir başka deyişle Avrupalılaşma

olarak değerlendirenler vardır. Ancak bu durumun Soğuk Savaş sonrası ortamın

gereklerinden kaynaklanan aktif politikanın yansımaları olduğunun göz ardı

edilmemesi gerekir. Zira AB ile ilişkiler geliştikçe Avrupalılaşmanın artacağı

yönündeki görüşe göre, 1990’lı yıllarda da iniş çıkış yaşayan Türkiye AB

ilişkilerinin Türkiye’nin aktif politikasını açıklayamadığı dönemler de vardır.

Bunun yanında, gerek Türkiye, gerekse AB tarafının karşılaştığı bazı

zorluklar ve uluslararası olayların Türkiye’nin AB güvenlik kültürüne

sosyalleşme/öğrenme yoluyla entegrasyonunu geciktirici etkide bulunduğu yönünde

yaklaşımlar da vardır. Buna göre; Türkiye 2003 yılındaki Irak savaşından sonra Orta 519 Emerson ve Tocci, op.cit., s. 10.

257

Doğu bölgesinden kaynaklanan bazı güvenlik zorluklarına maruz kalmış, bu durum

da AB’nin dış ve güvenlik politikasının kurumsal düzenlemelerini kabul etmesini

zorlaştırmıştır.520 Bölgesel güvenlik çemberleri teorisine göre, eğer bir ülkenin

çıkarları, çember içindeki diğer ülkelerin çıkarlarıyla yakından bağlıysa sözkonusu

ülke o çemberin parçasıdır. Türkiye’nin güneyinde çoğunlukla geleneksel idare

biçimleriyle zayıf ya da başarısız addedilen devletlerin yer aldığı Hobbesçu güvenlik

kültürünün yansımaları açıkça görülmektedir. Batısında ise aday ülke olduğu AB

ülkelerinden müteşekkil ve Kantçı özellikleri ağır basan güvenlik topluluğu ve

güvenlik yönetişimi kavramlarının yerleşmeye başladığı, iç işlerine müdahalenin

olağan görüldüğü, postmodern özellikleri ağır basan ülkeler topluluğu yer

almaktadır. Türkiye birbirinden oldukça farklı özellikleri olan sözkonusu güvenlik

çemberlerinden güneydeki Hobbesçu güvenlik kültürünün etkilerini hisseder ve

etkilenirken, Batısında bu özelliklerden oldukça farklı olan Kantçı bir güvenlik

kültürünün parçası olmaya çalışmaktadır. Özellikle Irak savaşından sonra, Irak’ta

gelişmeler Türkiye’nin dış ve güvenlik politikasına bu denli hâkim olurken,

Türkiye’nin Kantçı güvenlik çemberinin parçası olması zorlaşmaktadır.521 Buna ek

olarak; AB özellikle 11 Eylül 2001 olaylarından sonra kendi içine daha çok

kapanarak, İslamı bir güvenlik tehdidi olarak algılamaya başlamıştır. Sözkonusu

faktörlerin bileşimi, Türkiye’nin AB tarafından bir güvenlik getirisi-artısı olarak

değil, güvenlik yükü olarak görülmeye başlanmasıdır. Burada özellikle Türkiye’nin

Orta Doğu bölgesine yakınlığının ve ABD ile yakın ilişkilerinin Türkiye’nin AB

güvenlik kültürüne eklemlenmesini zorlaştırdığı belirtilmektedir.522

520 Oğuzlu ve Kibaroğlu, op.cit,s. 946-962. 521 Ibid.,s. 945-946. 522 Ibid.,s. 945.

258

Bunun yanında Türk iç siyasetinde askerin tarihteki müdahalelerle bilinen

rolü de, Türk güvenlik kimliğinin bir öğesi olarak Avrupalılaşma sürecindeki

beklentileri azaltan bir öğe olarak görülmektedir.523 Bu çerçevede Oğuzlu ve

Kibaroğlu tarafından Türkiye’nin AB güvenlik kültürüne entegrasyonunu zorlaştıran

nedenler arasında, bir başka deyişle, Türkiye’nin güvenlik kültürü öğeleri arasında

Orta Doğu Bölgesine yakınlık ve bu bölgedeki güvenlik tehditlerinden doğrudan

etkilenmesi, (coğrafi etken), ABD ile yakın ilişkiler, din öğesi (AB tarafından 11

Eylül sonrası İslamın bir güvenlik tehdidi olarak görülmesi) ve askerin siyasetteki

rolü bileşenleri sayılmaktadır.

Ancak sözkonusu öğelerden ABD ile yakın ilişkiler konusunun AB ile

güvenlik kültürü çatışması yaratacağı konusu da tartışmaya açıktır. Zira AB içinde

Avrupacı/Atlantikçi ayırımı çok net olduğu gibi, 2004 yılında AB’ye katılan MDAÜ

içinde Polonya gibi, 2003 Irak savaşında AB içinde Fransa başta olmak üzere

Avrupacı ülkelerden tepki alan ülkelerin varlığı da bilinmektedir. Polonya’nın

üyeliği salt ABD ile yakın ilişkileri nedeniyle zora sokulmamış ve engellenmemiştir.

Bu çerçevede ABD ile yakın ilişkilerin güvenlik kültürü etkileşimi açısından dikkate

alınması gereken ancak belirleyici olmayan bir faktör olarak değerlendirilmesi

yerindedir.

Bu durumda; coğrafya ve siyasi kültür gibi yapısal nitelikteki bileşenlerden

dolayı; AB’nin Türk stratejik kültür/güvenlik kimliğinde değişim yaratması ve bunun

uzantısı olarak çıkar ve tercihlerini değiştirmesi kısa vadede öngörülebilir bir gelişme

olamayacaktır.

Stratejik kültürün kaynaklarından biri olan siyasi kültürün AB’ye bakışı

doğrudan etkilediği varsayımından hareketle, AB ile bütünleşmenin egemenlik 523 Ibid.,s.959.

259

kaybına yol açacağı şeklindeki varsayımın dikkatle incelenmesi gerekir. Daha geniş

bir çerçeveden bakıldığında; dış politikanın Avrupalılaşması egemenlik kaybı olarak

görülebilirse de; AB düzeyinde dış politika ve güvenlik politikasının hükümetlerarası

niteliğinin ve bunun uzantısı olarak oybirliği prensibinin uzun süre değişmeyeceğini

söylemek yanlış olmaz. Hatta Avrupalılaşma çerçevesinde AB olarak dış politikada

birlikte hareket etmenin ulus devleti kurtaracağını belirten yazarlar da vardır. Farklı

ulusal zorluklarla mücadelenin AB üyesi ülkelerin birlikte bertaraf etmesi daha

olasıdır ve Ortak Avrupa gücünün uluslararası alanda tek bir ulus devletin azalan

kapasitesini güçlendireceği belirtilmektedir.524

Ancak; AB’nin dış ve güvenlik politikasının hükümetlerarası nitelikte olması

ve alınan kararlarda çoğunlukla oybirliği ilkesinin uygulanması; Türkiye’nin AB’ye

bu konuda egemenlik devrinin olmayacağı ve bu bağlamda yapılacak bir fayda

maliyet analizinde bu tür bir maliyet ödemeyeceği şeklinde bir yorum da tam

anlamıyla doğru değildir. Dış politika gerçekten de AB düzeyinde devletlerin

egemenlik yetkilerini korumaya çalıştıkları bir alandır. Ancak; oluşturulmaya

çalışılan AB güvenlik kimliği göz önüne alındığında, üye ya da aday ülkenin

sözkonusu kimlik çerçevesi dışında hareket etmesinin kabul görmeyeceği de açıktır.

Türkiye örneğinin Avrupalılaşma tanımları bakımından “Söylem

Avrupalılaşması” kapsamına giren bazı özellikleri de ortaya çıkmıştır. Milli

Güvenlik Siyaset belgesine AB üyelik hedefinin girmesi konusu söylem

Avrupalılaşmasına en önemli örnektir. Bunun yanında, Türk siyasi partileri AB

söylemini seçim dönemleri başta olmak üzere sıklıkla kullanmaktadırlar. Ayrıca; AB

524 Major, op.cit.,s. 188.

260

haberleri Türkiye’de gazete ve televizyonlar tarafından525gündemde en fazla yer

verilen konulardır.

Avrupalılaşmanın ikinci boyutu, bir başka deyişle üye/aday ülkenin AB

düzeyine etkisi çerçevesinde incelenmesi gereken noktalar aşağıdadır.

Öncelikle Tablo 4’ten takip edilebilecek şu noktalar önemlidir. AGSP

konusunda Türkiye gündem oluştursa da; genel anlamda ODGP ve AGSP

kararlarının üye devletlerden müteşekkil AB Konseyinde alındığı gerçeğinden

hareketle, bu durumun üyelik aşamasında etkili olabileceğini belirtmek gerekir.

Bunun dışında bazı sorunlara rağmen Türkiye AGSP kapsamında operasyonlara

katkıda bulunmaktadır.

Türkiye’nin AB Dış ve Güvenlik politikasına etkisi konusunda, İkinci

bölümde incelenen Türkiye’nin AB dış ve güvenlik politikasına katkıları yanında,

AB düzeyine taşıyacağı ikili bir ayırım yapmak olasıdır. Buna göre Türkiye’nin AB

gündemine getireceği bir başka deyişle AB gündemini genişleteceği konular yanında;

AB düzeyine getireceği sorunlar da vardır. 526

Bu durumda AB etki raporunda da belirtildiği üzere Türkiye’nin askeri güç

kapasitesi bakımından katkı yapacağı düşünülmektedir. Bunun yanında; karşıt

görüşler olmakla birlikte Türkiye’nin Orta Asya, Kafkasya, Orta Doğu ile ilişkiler ve

en önemlisi de enerji güvenliğinin sağlanması bakımından AB güvenliğine olumlu

etkileri olacağı düşünülmektedir. Ancak sorun olarak görülen konular, uzun dış

sınırların yönetimi konusunda sorun arzedebilecek Türkiye’nin serbest vize

525 Medya Takip Merkezi’nin, 1700 gazete, dergi, televizyon kanalı ve haber sitelerinde yayınlanan haberlere göre tek tek raporlanma yoluyla elde ettiği geleneksel ’Yılın Medya Gündemi’ raporuna göre Türkiye’de gazete ve televizyonlar 2008 yılında en çok terör, ardından Avrupa Birliği haberlerine yer vermiştir. ‘AB Haberleri 2008 Medya Gündeminin Üst Sırasında Yer Aldı’, http://www.euractiv.com.tr/ab-ve-turkiye/article/ab-haberleri-2008-medya-gundeminin-ust-sirasinda-yer-aldi-003992, 31.12.2008, erişim tarihi: 12.02.2009. 526 Bu konu ayrıntılı olarak İkinci Bölümde incelenmiştir.

261

politikaları ve terör konusudur. Bunun yanında Orta Doğu bölgesi ile ilişkiler

konusunda önem arzeden “su” konusunun AB gündemine girmesidir.

Avrupalılaşma kapsamında karşı karşıya kalınan değişimlerin incelenmesi;

diğer politika alanlarının dikkate alınmasını gerektirebilmektedir. Nitekim İlk

bölümde görüldüğü üzere AB ticaret politikasının kabul edilmesi, İspanya örneğinde

olduğu gibi ülke ticaretinin coğrafik yönelimini değiştirebilmekte ve dış politikasını

etkileyebilmektedir. Ancak Türkiye AB ile Gümrük Birliği ilişkisi içinde

olduğundan, Türkiye’nin dış politika tercihlerinin Avrupalılaşma çerçevesinde geniş

çaplı bir etkiye maruz kalmayacağı söylenebilir.

Bazı görüşlere göre, Türkiye AB’nin güvenliğin çoklu mekanizmalar ve

kurumsal bütünleşme yoluyla yayılması şeklindeki nevi şahsına münhasır politikasını

da benimsemiştir. Türk hükümetinin Kıbrıs sorununun çözümünü AB ve BM

nezdinde araması gibi örnekler Türkiyenin sosyalizasyon/öğrenme süreci olarak

tanımlanmaktadır.527

Avrupalılaşma sonucu dış politikada ne gibi değişikliklerin ortaya

çıktığı/çıkacağı konusu da bu çerçevede ele alınması gereken konulardan biridir.

Uluslararası kuruluşlarda tek sesle hareket edilmesi gereğinin yanında, üçüncü

ülkelerle ilişkilerde de AB üyesi bir ülke olarak hareket etmek, üye/aday ülkeler

açısından itibar ve güç kaynağı olduğu gibi, üye ülkeler arasındaki dayanışma

duygusunu da arttırmaktadır. Ortak konularda birlikte hareket etme gereğinin ülkeleri

birbirine daha da yaklaştırdığı ve dayanışmayı arttırdığı bilinmektedir.528

527 Everts, op.cit.s. 4. 528 Özlem Terzi, ‘What To Expect From A Europeanised Turkish Foreign Policy?’ 10-11 Temmuz 2008 tarihinde Yeditepe Üniversitesi “Türkiye ve AB: Geçmişten Geleceğe” başlıklı konferansta sunulan tebliğ, http://www.ikv.org.tr/images/upload/file/ozlemterzi.pdf, erişim tarihi: 10.10.2008..

262

Türkiye’nin AB’ye katılımının veya katılma beklentisinin Türkiye ile komşu

ülkeler arasında AB’nin temel değerlerinden olan uzlaşma kültürünün yansımasıyla

olumlu şekilde gelişebileceği şeklinde yorumlar da vardır.529 Bu ifadeden hareketle,

AB üyesi olan bir Türkiye’nin mevcut durumdan farklı olarak komşularıyla

ilişkilerinde farklılık ne olabilir diye bakmak gerekir. AB’nin Türkiye’den beklediği,

Türkiye’nin Kıbrıs sorunu çözümüne katkıda bulunmasıdır. Burada dikkat edilmesi

gereken bir husus, Türkiye AB’ye girdikten sonra, Avrupalılaşmanın ikinci boyutu

çerçevesinde kendi önceliklerini AB düzeyine aktarabileceğinden inisiyatif

alabileceği konusudur. Ancak; tam üyelik konusunda güvenilir bir görüntü

sergilemeyen AB’nin; Kıbrıs politikasında yansızlığını koruyamayan ve eleştiriye

açık politikası ile milli dava olarak görülen böyle bir konuda Türkiye’den ne kadar

taviz bekleyebileceği tartışma konusudur. Ermenistan ile sorunlar konusunda ise,

ilerleme raporları ifadelerinden AB’nin Türkiye’den sınırın açılması ve Ermenistan

ile diplomatik ilişkilerin tesis edilmesi yönünde istekleri olduğu görülmektedir.

Sınırın açılması konusu Türkiye’nin kâr/zarar hesabı ve çıkarları açısından

değerlendirilmesi gereken bir konudur.

AB dış politikasının en önemli başarısı MDAÜ yanında bu denli büyük ve

karmaşık olan bir ülke olan Türkiye’yi dönüştürmek olarak görülüyor530 ve bu durum

AB’nin dünyanın diğer ülkeleri ile ilişki biçimini tanımlıyorsa, Avrupalılaşma

çerçevesinde AB’nin Türk dış politikasından beklediği de Türkiye’nin diğer ülkelerle

ilişkilerinde AB modeline uygun olarak dolaylı, ekonomik ilişki ağının yoğun olduğu

bir yöntemi kullanması olacaktır. Bu bağlamda; Türkiyenin başta komşu ülkeler

olmak üzere diğer ülkelerle iyi ve çok boyutlu ilişkiler kurması beklenmektedir. 529“European Commission Recommendations of the European Commission on Turkey’s progress towards Accession”, op.cit., s. 6. 530 Everts, op.cit.,s. 1.

263

Ancak; Türkiye’nin Orta Asya, Kafkasya, Karadeniz bölgeleri ve Orta

Doğu’da üstleneceği rolün Avrupalılaşma çerçevesinde İspanya örneğinde olduğu

gibi Latin Amerika gibi daha önce AB gündeminde olmayan bir konunun AB

gündemine taşınması kadar büyük bir dönüşümü hedeflemesi çok gerçekçi

gözükmemektedir. AB’nin sözkonusu bölgelerle ilişkileri zaten belirli derecelerle ve

çoğunlukla ekonomik boyutu ile mevcuttur. Türkiye’nin 1990’lı yılların başında

başlayan ve son dönemde Orta Doğu Barış süreci kapsamında Suriye-İsrail

ilişkilerinde arabuluculuk rolü üstlenilmesi ve Kafkasya İstikrar Paktı girişimleri gibi

örneklerde olduğu gibi daha fazla inisiyatif alması, AB üyesi bir ülke olarak gerek

AB gerekse Türkiye nezdinde daha anlamlı ve her iki taraf içinde oldukça istenen bir

durum haline gelecektir.

Türk dış politikasının Avrupalılaşması çerçevesinde gerek AB, gerekse

Türkiye açısından ciddi bir algılama farklılığının bulunduğunu belirtmek gerekir.

Görüldüğü üzere aslında AB güvenliğine katkı ve ortak tutumların benimsenmesi

açısından Türkiye AB Ortak dış ve güvenlik politikasının belirgin hatlarından ciddi

bir sapma göstermemektedir. Bu konu İlerleme raporlarında da belirtilmektedir. Asıl

problem, dış politika ve güvenlik politikasının daha derin bir bakış açısıyla kimlik

konusu ile bağlantılandırılması ve güvenlik kimliği tanımından hareketle Kopenhag

kriterleri çerçevesinde yorumlandığı zaman çıkmaktadır. Bu durumda Türkiye’nin

AB güvenliğine katkıda bulunacağı varsayımını savunanlar Avrupalılaşma kavramını

salt ODGP mevzuatının benimsenmesi ve uygulanması anlamında

yorumlamaktadırlar. Bu durumda Avrupalılaşma AB’leşme ile eşit olarak

algılanmaktadır. Oysaki dış politika ve güvenlik konusundaki katkının salt mevzuatın

benimsenmesi olarak değil daha geniş bir tanımla algılayan kesim Avrupalılaşmayı,

264

kimlik konusunu da içerecek biçimde Avrupa’nın klasik davranış ve teamüllerine,

insan hakları, demokrasi, azınlık haklarına saygı, komşu ülkelerle iyi ilişkiler

çerçevesinde algılamaktadır. Avrupalılaşma kavramını her iki anlamıyla tanımlayan

yazarlar vardır. Türkiye açısından yapılacak bir değerlendirme de; Avrupalılaşma

tanımının netleştirilmesi gereği açıktır. Bu durumda Avrupalılaşmayı AB’leşme

değil, daha geniş anlamda Avrupalılaşma olarak tanımlayan bir yaklaşım, güvenlik

kimliği farklılığından dolayı Türkiye’nin durumunu sorunlu bir Avrupalılaşma olarak

tanımlayacaktır. Bu algı ve tanmlama farkı her iki tarafın farklı davranışlarının

açıklamasıdır.

C. Avrupalılaşma Kavramı ve Rasyonalist Kurumsalcı ve Sosyolojik

(Konstrüktivist) Kurumsalcı Görüşlerin Türkiye Bakımından Değerlendirilmesi

Tüm bu değerlendirmeler ışığında; İlk bölümde Schimmelfenning’in

MDAÜ’nün Avrupalılaşmasına ilişkin görüşlerinin Türkiye’ye uygulanabilirliği

konusunda şu noktalar belirtilebilir.

Öncelikle MDAÜ’nün AB’ye katılımlarında ilk etapta AB düzeyinde

rasyonalist kurumsalcı görüşlerin geçerli olduğu ve sonrasında genişlemenin neden

olacağı maliyetin genişleme karşıtlarının argümanlarında kullanılması nedeniyle,

sözkonusu karşıt görüşleri bertaraf edebilmek için sosyolojik/konstrüktivist

kurumsalcı görüşün kullanıldığı belirtilmişti. Bu durumda MDAÜ’ye Avrupalılaşma

yoluyla aktarılan Avrupalı değer, norm ve kolektif kimlik söylemleriyle AB karşıtları

susturulmuştur. Bu söylemin stratejik olarak kullanılması da rasyonalist bir bakış

açısını yansıtmaktadır.

265

Burada dikkat edilmesi gereken nokta; rasyonalist kurumsalcı, bir başka

deyişle, AB’nin kâr ve zarar hesabına dayanan yaklaşımın MDAÜ için ilk etapta ve

kısa süreli olarak gündemde tutulmasıdır. Sonrasında MDAÜ örneğinde sürecin

gelişiminde konstrüktivist bir yaklaşımın kullanılması, AB ile sözkonusu ülkeler

arasındaki tarihsel bağ ve sorumluluklara atfen oluşturulmuştur. Bir başka deyişle,

AB değer, norm ve kimliğinin sözkonusu ülkeler tarafından içselleştirilmesi, zaten

yapay bir ayrımla Avrupa’dan uzak kalmış ülkeler için varılması gereken bir nokta

ve Avrupanın sorumluluğu olarak gösterilmiştir.

Aynı doğrultuda, Türkiye ile Ankara Anlaşmasında ifadesini bulan ortaklık

anlaşması, Avrupa Anlaşmaları benzeri bir kâr/zarar hesabı ile aktedilmiştir. Ancak

MDAÜ için kullanılan tarihsel sorumluluk argümanının Türkiye’ye uygulanması

gerçekçi gözükmemektedir. Elbette ki en nihayetinde amaç her iki taraf açısından da,

Avrupalı değerlerin benimsenmesidir. Ancak iç siyasi sorunların baskın yapısı ile dış

politika tercihlerini şekillendirmesi ve siyasi kültürün farklılığı, Türkiye’nin

geleneksel Batılılaşma ideolojisi AB ile bütünleşmeyi öngörse dahi, kısa vadede

uyumlaştırılabilecek bir nitelik arzetmemektedir. Zira güvenlik kimliği farklılığı

Türkiye ve AB arasında yapısal bir sorun teşkil etmektedir. Bu farkın Türk iç

politikasından kaynaklandığı da belirtilmelidir. Avrupalılaşma yolunda adım atan

iktidarlar; iç politikada veto noktaları ile karşılaştıklarından iki düzeyli yaklaşımın

açmazlarıyla karşılaşmaktadırlar. Veto noktalarının argümanları, AB’nin güvenilir

olmayan bir tutum ve görüntü yaratmasıyla daha da güçlenmektedir.

Bu durumda Türkiye açısından rasyonalist kurumsalcı perspektifin

gerektirdiği söylemlerin MDAÜ’lerden farklı olarak daha uzun sürede kullanıldığı

bir zaman dilimine gereksinim duyulacaktır. Bu durumda değer, norm ve kimliklerin

266

Avrupalılaştırılmasına vurgu yapan konstrüktivist yaklaşımın kısa vadede

kullanılması gerçekçi değildir.

Bu durum yukarıda incelenen Avrupalılaşma tanımları açısından daha

belirgin hale gelmektedir. Siyasa Avrupalılaşması, bir başka deyişle, ODGP/AGSP

politikasına uyum açısından Türkiye ile AB uyumunun genel anlamda sorunlu bir

yapıda olmadığı görülmektedir. Etki raporunda da belirtildiği üzere Türkiye’nin

AB’ye katılımı güvenlik açısından son derece istenen bir noktadır. Buna göre AB’nin

Türkiye’ye bakışında; Rasyonalist kurumsalcı bir çerçeveden bakıldığında; başka bir

deyişle, salt fayda maliyet analizi verileri kullanıldığında Türkiye’nin AB’ye katılımı

istenen bir noktadır. Ancak; Konstrüktivist bir yaklaşımla; AB’ye uyumun salt

politika gereklerine uyumu değil, daha geniş bir bakış açısıyla güvenlik kimliklerinin

uyumlaştırılmasını kapsadığı görülecektir. Bu çerçevede Türkiye ile AB uyumundan

söz etmek mümkün değildir. Türkiye’nin AB’ye bakışında ise, Türkiye açısından da

rasyonalist kurumsalcı bir yaklaşımın kullanılmasının daha yerinde olduğu

görülmektedir. AB’nin bizatihi kendisi bir konstrüktivist proje olduğundan politika

yanında kimliğin de uyumlaştırılmasının gerektiği açıktır. Bu durumda her iki taraf

açısından da kısa vadede rasyonalist kurumsalcı bir perspektifle değerlendirmenin

yapılması yerinde gözükmektedir. Konsrüktivist bir bakış açısının ise yapısal

farklılıklardan dolayı uzun vadede gerçekleştirilebileceğini belirtmek gerekir.

Konstrüktivist yaklaşımın çıkarların kimliği oluşturduğu şeklindeki

varsayımdan hareketle, Türkiye ve AB arasında fayda-maliyet analizine yönelen

rasyonalist kurumsalcı yaklaşım perspektifinden yapılacak karşılıklı çıkar

değerlendirmesinin uzun vadede kimlik algılamalarını değiştireceği de düşünülebilir.

267

Türkiye’nin AB’ye katılımının rasyonalist kurumsalcı perspektiften

incelenmesinde yapılacak fayda maliyet analizinde; AB Komisyonu tarafından

hazırlanan etki raporunda belirtildiği üzere Türkiye’nin Avrupa güvenliğine getirileri

üzerine yoğunlaşan bir yaklaşım geliştirilmesi yerindedir. Bu durumda MDAÜ’ler

için kullanılan Avrupa’ya dönüş ve Avrupalı kimliği argümanları; Türkiye

bakımından yerini Avrupa güvenliğine katkı argümanlarına bırakabilir. Bu durumda

MDAÜ’ler için stratejik olarak kullanılan kimlik ve değer argümanları yerine

Türkiye açısından stratejik olarak kullanılan Avrupa güvenliğine katkı konusuna yer

verilebilir.

Bunun yanında Sosyolojik/konstrüktivist kurumsalcıların kullandığı uygunluk

mantığının ise Türkiye’nin belirli bir alanda net bir politikasının olmadığı siyasa

alanlarında geçerli olabileceğini belirtmek gerekir. Bu durumun ortaya çıkması;

Türkiye’nin daha önce gündemine girmeyen bir konunun AB nedeniyle gündemine

girmesi ve benimsenmesi durumunda ortaya çıkabilecektir. Örneğin Afrika Karayip

Pasifik ülkelerine (ACP) ilişkin politika buna örnek gösterilebilir.

Bu durumda ilk etapta üzerinde durulacak rasyonalist kurumsalcı yaklaşımda;

(bakınız Şekil 1); resmi yetkililer yanında, sivil toplum kuruluşları, çıkar grupları,

AB konusunda eğitim veren kuruluşlar vs süreçte norm girişimcileri olarak yer

alacaktır.

268

II. Güvenlik Kimliğinde Farklılıklar

Türkiye ile AB arasında dış politika ve güvenlik politikasının gündemi,

oluşturulması uygulanması bakımından belirgin farklar vardır. Sözkonusu farkların

çerçevesini esasen Türkiye ve AB arasındaki güvenlik kimliği farklılığı

oluşturmaktadır.

A. Güvenlik Kimliği/Stratejik Kültür Kavramı

Stratejik Kültür / Güvenlik Kimliği kavramı, 1970’li yıllardan itibaren

üzerinde tartışılmaya başlanan bir kavram olarak uluslararası ilişkiler alanına

girmiştir. Türkiye-AB güvenlik ilişkilerinde belirleyici faktör olarak sözkonusu

kavramın her iki tarafça nasıl algılandığı önem kazanmaktadır.

Tarih, coğrafya ve siyasi kültürün toplamından doğan stratejik kültür,

toplumdaki en etkili sesler olan ve sözkonusu birime göre değişen siyasi seçkin,

askeri yapı ya da toplumun davranış biçimlerinin bir toplamıdır. Savaş ve barış

konularında davranış biçimlerini tanımlar. Buna göre, gelenekler, değerler, davranış

şekilleri, alışkanlıklar, semboller, başarılar ve tarihi tecrübe stratejik davranışı ve dış

politikayı etkiler, güvenlik alanında aktörlerin birbiriyle etkileşimlerini şekillendirir.

Özel ve belirli koşullarda bazı diğer durumlar (kurumsal ya da yeteneksel

sınırlamalar) daha fazla ya da az rol oynayabilir. Stratejik kültür, uluslararası

politikada güç kullanımı, dış tehlikelere hassasiyet, sivil-asker ilişkileri ve stratejik

doktrin konularına ilişkin olarak aktörlerin davranışlarını şekillendirir ve etkiler.

Sözkonusu davranış şekillerinin devamlılık kazanmasıyla strateji teori ve pratiğinde

belirli tarzlardan bahsetmek yerinde olur. 531

531 Ken Booth, ‘Strategic Culture: Validity and Validation’, A Strategic Culture For Europe, Oxford Journal on Good Governance, (ed: Asle Toje) Vol:2, Number I, 2nd issue, March 2005, s, 25-26.

269

Stratejik kültür kavramının göz ardı edilmesi çeşitli problemlere yol açabilir.

Sözkonusu kavramın neden önemli olduğuna gelince, diğer pek çoğu arasında

özellikle şu noktalar sıralanabilir. Öncelikle dost ve düşmanın bilinmesini sağlar ve

stratejik aktörün davranışlarının tanımlanmasını kolaylaştırır. Tarihin öneminin

anlaşılmasını ve güdüler, imajlar ve kendi ve başkalarının davranışların anlama

konusunda doğru sorular sorulmasını sağlar. Bunun yanında iç politika ve dış

(güvenlik) politikası arasındaki yapay sınırın, askeri yapılanmaların ve iç politik

kararların belli bir siyasi kültür bağlamında alındığı karar verme mekanizmaların

etkisiyle olmadığı gerçeğini hatırlatır. Bundan da önemlisi, karşı tarafın

davranışlarındaki irrasyonalitelerin anlaşılması ve açıklanması yanında, kültürel

farklılıkların anlaşılması tehdit algılamalarının değerlendirilmesini sağlar.532

Demokrasilerde stratejik seçimler, belirli amaçlara ulaşmak için güç

kullanımına ilişkin çok büyük ölçüde fikir, norm ve inançlardan etkilenmektedir.

Ulusların geçmişte yaşadıkları travmatik yenilgiler, zaferler ve diğer olaylar,

öğrenilmiş olaylar ve inançlar olarak kolektif hafızalara yerleştirilmektedir. Aksi

halde, Almanya’nın dünyanın çeşitli yerlerine asker göndermedeki isteksizliği,

Polonya’nın Avrupalılara güvensizliği, İngiltere’nin ABD ile yakın ilişkileri ve

Fransa’nın oynamak istediği özerk rol nasıl açıklanabilirdi?533

1977 yılında siyaset bilimci Jack Snyder, seçkinlerin güvenlik ve askeri

konularda, kamuoyunun da göstergelerini yansıtan bir görüş geliştirdiklerini ve bu

bakışın da belirleyici, ayırıcı stratejik düşünüş yarattığını belirtmiştir. Herne kadar,

Soğuk Savaşın sona erişi, devlet davranışlarındaki kültürel yorumları değişikliğe

uğrattıysa da, konstrüktivizm, stratejik kültür çalışmalarına yeni bir soluk 532 Ibid., s. 26-27. 533 Christopher O. Meyer, ‘European Defence: Why Institutional Socialisation is not Enough?’, Toje, op.cit., s.51.

270

getirmiştir.534 Konstrüktivizm, kurumsal süreç, tarih, gelenek ve kültüre bağlı olan

kimlik oluşum sürecine özel önem vermektedir. Alexander Wendt, devlet kimlik ve

çıkarlarının bilgi pratiğiyle sosyal bakımdan yeniden üretilebildiğini belirtmektedir.

Bu bağlamda seçkinler, müzakere edilmiş bir gerçekliği oluşturmada önemli rol

oynamaktadırlar. Bu çerçevede liderler, olasılıkların sınırlarının yeniden

tanımlanmasında kültürün stratejik kullanıcıları haline gelmektedirler. 535

B. AB Güvenlik Kimliği

Bu bölümde tezde bağımsız değişken olarak kullanılan AB güvenlik

yapılanması incelenecektir. Avrupalılaşma, “Siyasa Avrupalılaşması” bağlamında ele

alındığında, AB dış ve güvenlik politikasının üye/aday ülkelere aktarım şeklinde

tanımlanması, bu aktarıma konu olan politikanın özelliklerinin bilinmesini

gerektirmektedir. Başka bir deyişle, Avrupalılaşma ile aktarılan nedir? sorusunun

cevaplanması gerekmektedir. Bu çerçevede; özellikle AB güvenlik kimliği üzerine

mevcut tartışmalara değinilecek ve Avupa güvenlik kimliğinini Avrupalılaşmaya

konu olan aktarımlarına yer verilecektir. Bu durum AB ve Türkiye arasında farklı

güvenlik kimliği özelliklerinin ortaya konması açısından da önemlidir.

Burada AB dış politikasının bir başka deyişle Avrupalılaşmaya konu olacak

dış politika ve güvenlik politikasının genel çerçevesinin çizilmesi gerekmektedir. AB

dış politikasından bahsederken, geniş bir tanımlama ile Maastricht Antlaşmasında

belirlendiği şekliyle Ortak Dış Politika ve Güvenlik Politikası yanında, savunma

konuları, AB dış ilişkileri (buna 1. Sütun konuları da giriyor), AB ekonomik ve dış

yardımları dış politika aracı olarak kullandığından kalkınma ve destek yardımları ve

534 Jeffrey S. Lantis, ‘EU Strategic Culture and US Ambivalence’, Toje, op.cit., s. 55. 535 Ibid., s. 55-56.

271

üye ülkelerin ulusal dış politikalarından bahsetmek gerekir. Başka bir ifadeyle; AB

dış politikasının kaynakları; dış ilişkileri (external relations of the EC), ODGP

kapsamında dış politikanın güvenlik boyutu ve üye devletlerin dış politikalarından

ibarettir.

Ancak “Siyasa Avrupalılaşması” bağlamında konu incelendiğinde, yine de bir

sınırlama yapılması gerektiği açıktır. Bunun için, ilerleme raporlarında belirtilen

hususlar yanında, aday ülkeler için uyumlaştırma şablonu olarak kullanılan fasıl

içerikleri ve müzakereler kapsamında AB Komisyonu yetkilileri tarafından

gerçekleştirilen tarama toplantıları içerikleri ışık tutacak niteliktedir. Bu çerçevede

AB’nin üçüncü ülke ve bölgelere ilişkin politikaları üzerinde durulması

gerekmektedir. Avrupalılaşmanın “Siyasi Avrupalılaşma” şeklinde tanımlanması ise

farklı noktaların dikkate alınmasını gerektirecektir. Bu durumda üye ve bazen de

aday devletin aşağıda değinilecek belirli kurumsal yapılara katılması gerekmektedir.

Bu çerçevede AB güvenlik yapılanması ve düzenlemeleri hakkında bilgi verildikten

sonra, aşağıda Avrupalılaşmanın farklı tanımları çerçevesinde AB tarafından

üye/aday ülkeye aktarımına konu olacak noktalar verilecektir.

1. Askeri/Sivil/Normatif (Etik) bir Güç olarak AB?

Öncelikle dış politika/güvenlik konusunda, AB’nin uluslararası kimliği

hakkında tartışmaların sürdüğünü ve net bir görüş birliği olmadığını belirtmek

gerekir.

Öncelikle, Ekonomik ve Parasal Birlik politikaları ile üye ülkeler arasında

gümrük birliği temelinde ekonomik birliktelik yaratan AB; Soğuk Savaş sonrası

siyasi ve ekonomik güvenliğini sağlamak için çevre bölgelerle ilişki kurmanın çeşitli

272

yollarını geliştirmiştir. Buna göre AB Genişlemesi önemli dış politika stratejilerinden

biri haline gelmektedir. Bu çerçevede Avrupalılaşma olarak tanımlanabilecek AB

mevzuatının aday ülkelere aktarılması, ekonomik ve siyasi değerlerin de

benimsenmesinin sağlanarak uygun ekonomik koşullar yaratmanın bir aracıdır. Bu

görüşün uzantısı olarak, uzun vadede genişleme içine dâhil edilebilecek Batı Balkan

ülkelerinin dâhil edildiği İstikrar ve Ortaklık Süreci ülkeleri de ekonomik yardım

programları (CARDS gibi) ile desteklenmiş bir programa dâhil edilmiştir. Genişleme

coğrafi bir nitelik taşıdığından, genişlemeye dâhil edilmeyen alanlar için farklı

açılımlar geliştirilmiştir. Örneğin, Avrupa Komşuluk Politikası eylem planları ve

ekonomik yardımlarla desteklenmiştir. Barselona Süreci adıyla anılan Euro-med

programı da AB’nin sivil güç göstergesi olarak önemli bütçesiyle stratejik bir amaç

da taşımaktadır. Bunun yanında uzak coğrafyalar için geliştirilmiş ACP ile Lomé

Konvansiyonu da vardır. Bu çerçevede AB’nin güvenliğini sağlamak için çevre

bölgeleri başta olmak üzere yoğun ekonomik programlarla destekli bir sivil güç

misyonuna sahip olduğunu söylemek mümkündür.

Kuruluş antlaşmalarında da dış politika konusu yer almamakta ve AB

ekonomik güdülerle yola çıkan bir bütünleşme hareketi olarak görülmektedir. Bu

çerçevede AB; üye ülkelerin heterojen yapılarının farklı tehdit algılamaları yaratması

ve uluslararası ortamın etkisiyle, uluslararası ortamla ilişkilerini ekonomik araçlar

yaratma, ticari ilişkiler kurma gibi sivil aktör olma özelliklerini kullanarak

geliştirmiştir. Ancak özellikle Bosna olaylarında sivil bir gücün savaşan taraflar

arasında barışı sağlayabilmesi konusunda sınırlılıklar ciddi biçimde farkedilmiştir.

AB’ye askeri gücünün olmadığı ya da yeterince güçlü olmadığı şeklinde yöneltilen

eleştiriler, AB’nin ekonomik gücüne paralel bir siyasi güç olarak uluslararası arenada

273

varolmadığının ispatı olarak gösterilmiştir. Gerçekten de AB’nin ekonomik alanda

gösterdiği gelişmeler konusundaki başarısı hakkında bir şüphe bulunmazken, askeri

alanda daima sorgulanmıştır. Buna göre ekonomik güdülerle kurulan Birliğin

siyasi/askeri alandaki gelişmesi daima ikinci planda kalmıştır.

Buna rağmen aşağıda inceleneceği üzere, 1990’lı yıllardan başlayarak AB’nin

dış politika ve güvenlik konusunda gelişme gösterdiği görülmektedir. AB’nin dış

politika ve güvenlik alanında geçirdiği evrim bazı yazarlarca; neofonksiyonalist

teorinin spill over etkisiyle tanımlayan bazı yazarların aksine, Birliğin uluslararası

alanda karşılaştığı birtakım beklenmeyen olaylara (Soğuk Savaş sonrası, Körfez

Krizi, Yugoslavya olayları gibi) hazırlıksız yakalanarak pozisyon alma

mecburiyetinde kalması sonucu düzenlemelerde bulunmasıyla açıklanmaktadır.536

AB’nin askeri alandaki başarısızlığını eleştiren yazarlar, AB’nin; güç

kullanımına bakış konusunda ve dolayısıyla stratejik kültür olarak hala 20. yüzyılın

ikinci yarısının tecrübe ve güvenlik ortamını yansıttığını belirtmektedir. Bu

bakımdan AB, 11 Eylül sonrası dönemde şekillenen uluslararası ortamın gereklerine

cevap vermekte zorlanmaktadır. Başka bir deyişle, AB’nin Soğuk Savaşın sona

ermesinden sonra, caydırıcılık, çevreleme ve yumuşak güç kullanımı konusundaki

ısrarı yeni güvenlik risklerine cevap verememektedir ve Soğuk savaş sırasındaki

alışkanlıklarını sürdürmektedir. Bu görüşe göre; askeri gücün yeni güvenlik

gündemini karşılamak üzere bir araç olarak kullanımı konusu yeniden ele

alınmalıdır.537

536 Adrian Treacher, ‘From Civilian Power to Military Actor:The EU’s Resistable Transformation’, European Foreign Affairs Review Volume:9, 2004, s.49-50. 537Adrian Hyde Price, ‘European Security, Strategic Culture and the Use of Force’, European Security, 13(4),2004,s. 323-324.

274

AB’nin askeri alanda yetersiz olduğu şeklindeki diğer görüşler de, AB’nin

askeri bir aktör olması gerektiği halde olamadığı yönünde odaklanmaktadır. AB’nin

ekonomik ve diplomatik araçlara ağırlık veren sivil güç özelliğinin daha görünür

olduğu belirtilmelidir. Bunun yanında, sözkonusu AB’nin sivil güç niteliğini de;

askeri gücünün eksikliği nedeniyle edinilmiş bir nitelik olarak görenler vardır.538

Soğuk Savaş sonrası aşağıda incelenecek çeşitli düzenlemeler ile askeri ve siyasi

kurumsallaşmanın AB’nin askeri görünürlüğünü arttığı yönündeki görüşler de,

sözkonusu askeri misyonların dahi Pertersberg görevleri gibi daha çok yumuşak güç

özellikleri üzerinde geliştiği şeklinde argümanlarla karşılanabilmektedir.

Bu çerçevede, AB’nin askeri ve sivil güç unsurları arasında denge kurması

gerektiğini vurgulayan görüşlere de rastlanmaktadır. Buna göre; Avrupa temel

öncelik ve vurgusunun nerede olduğuna karar vermeli ve gerek AB, gerekse ABD

sert ve yumuşak güçleri kullanma arasında doğru dengeyi yakalayabilmelidir. AB

açısından terörizm, organize suç, KİS’in yayılması ve başarısız devletler gibi

tehditlerin varlığı tanımlanıyorsa, önleyici politika uygulamaları seçenek olarak

görülebilmelidir. Bunun ötesinde Avrupa’nın sert ve yumuşak güç arasında denge

kurulabilmesi ve transatlantik ortaklığın yeniden değerlendirilmesi, Avrupa’ya salt

ABD’nin kararlarını uygulama dışında farklı politika olanakları da sunacaktır.539

Görüldüğü üzere, AB’nin askeri alandaki yaklaşımları değerlendirilirken ABD ile

ilişkiler gözardı edilememektedir.

Ian Manners’ın literatürde çok atıfta bulunulan makalesinde, askeri ya da sivil

güç olarak betimlenmesinin ötesinde AB’nin sahip olduğu kendine özgü

538 Bu yöndeki bir görüş için bkz: Robert Kagan, Cennet ve Güç, Koridor Yayıncılık, İstanbul, 2005. Kagan, esas olarak ABD-AB arasındaki temel farklılıklara değinerek AB’nin yetersizlikleri üzerinde durmaktadır. 539 Klaus Naumann, ‘Military Needs of a Strategic Culture in Europe’, Toje, op.cit., s. 21–22.

275

nitelikleriyle normatif bir güç olarak adlandırılabileceği belirtilmektedir.540 Buna

göre; AB’nin sivil ya da askeri güç olarak betimlenmesinin, fiziksel güç elde etmenin

farklı yollarla sağlanması bakımından bir fark yaratmadığı belirtilmektedir. Oysaki

AB’nin; barış, demokrasi, özgürlük, hukukun üstünlüğü, insan haklarına ve temel

özgürlüklere saygı yanında, sosyal dayanışma, ayrımcılığı karşı çıkma, sürdürülebilir

kalkınma ve iyi yönetişim gibi yıllar içinde pek çok Antlaşma, deklerasyon ve diğer

yasal düzenlemeler ile garanti altına alınmış pek çok normu uluslararası alanda

korumak ve yaymak şeklindeki misyonunun, tarihsel kuruluş amaçlarına ve devlet

niteliğinden çok farklı yapısal özelliklerine de uygun olarak tanımlanması gerektiği

belirtilmektedir. Manners, AB’nin uluslararası kimliğini oluşturan norm yayma

özelliğini, ölüm cezasının kaldırılması örneğinde, gerek ortaklık anlaşmaları ve

stratejik ortaklıklar, gerekse uluslararası ilişkileri ile pek çok ülkenin ve uluslararası

kuruluşların gündemine sokması ve kaldırılması bakımından incelemektedir. AB,

üçüncü ülkelerle kurduğu ilişkilerde de koşulluluk ilkesi, AB Komisyonu

Temsilciliklerinin faaliyetleri, TACIS ve PHARE programları gibi mekanizmalarla

sözkonusu normların yerleştirilmesini sağlamaktadır. Bu çerçevede, Manners’a göre

AB, askeri ve sivil güç özelliklerine ek olarak, normatif bir güç olarak da

adlandırılmalıdır.541

Ancak; bazı yazarlara göre, barışçıl niteliğin vurgulanmasının tam tersine,

AB’nin kendisini savaşmaya gerek duymayan bir postmodern birlik olarak sunması

yanıltıcı olabilecektir. Bu görüşe göre; Charles Tilly’nin, devletlerin sadece

540 Ian Manners, ‘Normative Power Europe: A Contradiction in Terms’, Journal of Common Market Studies, 40:2, 2002, s. 235–258. 541 AB’nin etik güç niteliğine ilişkin tartışmalar için bkz: Lisbeth Aggestam, ‘Introduction: Ethical Power Europe?’, International Affairs 84:1 (2008) I-II, s, 1-11, Tim Dunne, ‘Good Citizen Europe’, International Affairs 84:1 (2008) s, 13-28, Adrian Hyde Price, ‘A Tragic Actor? A Realist Perspective on Ethical Power Europe’, International Affairs 84:1 (2008),s. 29–44.

276

savaşmadığı, savaşların da devletleri oluşturduğu anlayışının uzantısı olarak, AB’nin

kimlik alanında yaşadığı sorunların üstesinden gelebilmesi için savaşmaya da ihtiyacı

olabilir. Buna göre, savaş ve anarşi olmaksızın, ötekinin tanımlanması ve buna

karşılık, AB’nin kendini tanımlaması da zorlaşacaktır. Bu çerçevede AB’nin mevcut

pasif harekâtlarının aksine, uluslararası alanda kendine yer edinmek için daha aktif

olması gerektiğini vurgulayan yazarlar vardır.542

AB’nin sivil, askeri ya da normatif bir güç olarak kabul edilip edilmeyeceği

yönündeki tartışmalar bir yana; AB güvenlik kimliğinin olup/olmadığı ve nitelikleri

de AB gündeminde sıklıkla gündeme getirilen bir konudur. Bu durumda AB’nin bu

alandaki özellikleri bakımından tam bir fikir birliği olmadığının altını çizmek

gerekir. Süregelen tartışmanın Avrupalılaşma bağlamında Türkiye’yi de ilgilendiren

önemli bir boyutu vardır.

AB’nin bir stratejik kültürünün olup/olmadığının tartışılması, uluslararası

aktörlüğü üzerinde de düşünmeyi gerektirmektedir.543 Öncelikle uluslararası

/stratejik aktörden kastedilen nedir? sorusuna cevap vermek gerekir. Baun; AB’nin

stratejik rolünün tanımlanmasında, çerçeve örgüt (framework organization), ile aktör

örgüt (actor organization) ayırımını esas almaktadır. Buna göre bir “çerçeve örgüt”

olarak AB, çatışmaların önlenebilmesi için şartları hazırlar, çevresindeki ülkeler ve

diğer ülkeleri kendisiyle bütünleşme hedefini göz önüne alarak çatışmaları ve

krizlerini çözmeye ikna eder. “Aktör örgütte” ise AB, çatışmalara doğrudan müdahil

olur ve askeri ve sivil personel tahsis eder. Genel olarak AB’nin çerçeve örgüt olarak

iyi bir fonksiyonu olduğu konusunda tereddüt olmamakla birlikte, aktör örgüt olarak

542 Peter van Ham, ‘Europe’s Strategic Culture and the Relevance of War’, Toje, op.cit., s.39-43. 543 Per M. Martinsen, ‘The European Security and Defence Policy (ESDP) –A Strategic Culture in the Making?’, Paper Prepared for the ECPR Conference, Marburg, 18-21 September, 2003, www.essex.ac.uk/ECPR/events/generalconference/marburg/papers/17/1/Martinsen.pdf ,erişim tarihi: 15.12.2005.

277

kapasitesi, AB’nin stratejik bir örgüt olabilme kapasitesi konusunda da fikir verecek

niteliktedir. Buna göre Stratejik örgüt, askeri güç konuşlandırarak gelişmelere yön

verme ve kontrol edebilme, bunun yanında önleyici nitelikte tedbirler alma yoluyla

gelişmeler içine dâhil olma anlamına gelir. 544

Bunun yanında, AB’nin başarılı/başarısız bir dış politika aktörü olarak

tanımlanıp tanımlanamayacağının güvenliğin tanımıyla yakından ilgili olduğunu

belirten yazarlar vardır. Buna göre güvenliğin dar tanımı; etkin askeri yeteneklere

sahip olmayan AB’yi başarısız gösterirken; geniş bir güvenlik tanımı, askeri yanında

ekonomik ve diğer diplomatik araçların kullanımını gerektirdiğinden AB’yi başarılı

bir aktör olarak değerlendirir.545

AB’nin güvenlik kimliğine ilişkin tartışmalar çerçevesinde, özellikle 1970’li

yıllarda başlayan ve 1990’lı yıllardan itibaren geliştirilen mekanizmalar ve yasal

düzenlemeler bir yana; AB’nin stratejik kültür geliştirme konusunda birçok sorunla

karşılaştığını belirtmek gerekir. En başta üye devletler arasındaki görüş ayrılıkları ve

bunun yansıması olarak NATO ve ABD ile ilişkiler olmak üzere, savunma

bütçelerinin kısıtlılığı, bütünleşmenin en önemli boyutunu oluşturan başta ekonomik

birlik yanında diğer ortak politikalara öncelik vermeleri, AB Genişlemelerinin

yarattığı farklılıklar gibi konular AB’nin bir uluslararası aktör olarak stratejik bir

kültür yaratmasının önünde temel engeller olarak durmaktadır.

Tüm bu güçlüklere rağmen, kimi yazarlara göre, AB’nin gerçek anlamda bir

uluslararası aktör olabilmesi için bir güvenlik kültürü geliştirmeye gereksinimi

544 Michael Baun, ‘How Necessary is Strategic Culture’, Toje, op.cit., s.33- 34. 545 Rieker, ‘From Common Defence to Comprehensive Security: Towards the Europeanization of French Foreign and Security Policy?’, s. 512.

278

vardır, keza bu kültürün temelleri de hâlihazırda mevcuttur.546 Stratejik kültürün

oluşmasına kanıt olarak AB’nin çeşitli güçlüklere rağmen belirli ortak paydalarda

anlaşarak ortaya çıkardığı özellikler yanında; güvenlik ve savunma yapılarının

kurumsallaşması gösterilmektedir. Bir başka deyişle, AB’nin stratejik kültürünün

temellerinin atıldığı ve gelişmekte olduğunu savunanlar; aralarında Avrupa Güvenlik

ve Strateji Belgesinin de bulunduğu ve özellikle 1990’ların başından itibaren

gerçekleştirilen ve yasal ve kurumsal düzenlemelerin dış politika ve güvenlik

politikasında kurumsallaşmayı sağladığını belirtmektedirler. 2003 yılında yayınlanan

Avrupa Güvenlik Strateji belgesinde de, AB’nin erken, çabuk ve gerektiği durumda

müdahale etmeyi öngörecek bir stratejik kültür geliştirmesi gereğinden söz

edilmektedir.547

Bunun yanında; AB’nin ortak bir güvenlik kimliği yaratma konusunda

yaşadığı zorluklar nedeniyle bir güvenlik kimliği yaratamamasının onun, stratejik bir

aktör olmasına engel olmadığı yönünde görüşler de vardır. Bu görüşü savunanlara

göre, AB askeri bir stratejik kültür geliştirmeden de, stratejik bir aktör

olabilecektir.548 Stratejik kültür yokluğunun AB’yi zor duruma sokmayacağı

yönünde görüşlere göre, stratejik kültür bir anda oluşmamaktadır ve liderlik, dış

güvenlik tehditlerine cevaplar, ortak bir kimliğin yaratılması ve iç politikanın

etkisiyle şekillenmektedir. Hiçbir zaman ulusal bir devletin merkezi karar alma

mekanizmalarına sahip olamayacak olan AB’de etkin bir karar alma mekanizmasının

oluşturulması; uluslararası alanda oynamak istediği role anlam kazandırabilir ve bu

durumda bir stratejik kültüre gerek kalmayabilir. Genişlemeler ve üye devletler

546 Elmar Brok ve Norbert Gresch, ‘Paving the Way to a European Culture of Security’, Toje, op.cit., s. 17–19. 547Avrupa Güvenlik Strateji belgesindeki ilgili ifade şu şekildedir. “We need to develop a strategic culture that fosters early, rapid and when necessary, robust intervention.” 548 Baun, op.cit., s. 34.

279

arasındaki güven sorunu aşılmadan stratejik kültürün oluşması olası olmadığı gibi

AB de uluslararası bir aktör olmak için ortak bir kimlik oluşmasını bekleme lüksüne

sahip değildir.549

AB’nin bir barış projesi olarak kalması gerektiğini düşünenler ve stratejik

konuların, stratejik düşünme ve hareket etme kapasitesine sahip olanlara bir başka

deyişle, ABD, NATO ya da bazı Avrupalı devletler koalisyonuna bırakılması

gerektiğini savunanlara göre; AB, geliştirdiği onca kurumsal düzenlemeye rağmen,

askeri araçlarla ne elde etmeye çalışıyor sorusuna bir cevap bulamamıştır. Zira

cevap, aynı zamanda AB’nin siyasi amacını ilgilendirmektedir ve bazıları stratejik

kültürün en sonunda ortaya çıkabilecek bir kavram olduğunu ve bu yüzden

ertelenebileceğini savunmaktadırlar. AB yolun sonuna doğru, amaç ve isteklerinin

doğasını ve nereye kadar gidebileceğini anlayacak, keşfedecektir.550

İhtiyaç duyup duymaması yanında; AB’nin bir stratejik kültüre/güvenlik

kimliğine sahip olup olmadığı konusunda da farklı görüşler argümanlarını; temelde

AB’nin kuvvet kullanımına yaklaşımını, askeri nitelik taşıyan yasal ve kurumsal

düzenlemelerini ve ABD ile ilişkilerini dikkate alarak geliştirmektedirler.

AB’nin güvenlik kimliğinin eksikliklerine rağmen umut vadeden gelişmeler

gösterdiğini düşünenlere göre; özellikle Balkanlarda gösterilen başarısızlık sonrası

AB, dış politika ve savunmada kurumsallaşmayı gerçekleştirerek küresel bir aktör

olma yolunda önemli mesafeler katetmiştir. Bunun yansıması olarak; sadece komşu

bölgelerle değil, Kongo, Sudan (Darfur) gibi farklı bölgelerle de ilgilendiğini gösterir

operasyonlar gerçekleştirmiş, Kafkasya’ya özel temsilciler atamıştır. Ekonomik ve

siyasi araçların birlikte kullanıldığı bütünleşik yaklaşımın yanı sıra, AB’nin dış ve

549 Ibid., s. 36-37. 550 Sten Ryning, ‘Less May Be Better in a EU Security and Defence Policy’, Toje, op.cit., s. 45-50.

280

savunma politikasını yürütmek üzere oluşturduğu kurumsal düzenlemeler de AB’nin

bu alandaki gayretinin ciddiyetini gösterir niteliktedir. Dış politika konusunda

kurumsallaşma AB’nin uluslararası krizlere erken, çabuk ve gerektiği şekilde

müdahale edebilmesini de olanaklı kılmaktadır.551 Bunun yanında daha etkin bir

AGSP izlenmesi için AB kurumları yanında AB düşünce kuruluşlarının ve

kamuoyunun da yoğun teşviki vardır. 552

AB’nin stratejik kültüründe eksikliklerin daha ağır bastığı görüşe göre ise;

AB’nin stratejik kültürünün geliştirilmesi için atılması gereken bazı başka adımlar da

vardır. Buna göre, Hızlı Müdahale Gücü ve Muharebe Grupları dışında özel bir

Avrupa Gücünün oluşturulması, bir AB Güvenlik Konseyi’nin oluşturulması, AB’nin

kolektif savunmasını sağlayacak bir 5. maddenin oluşturulması,553 bir insani güvenlik

doktrininin oluşturulması, kritik altyapını korunması ve askeri bütçe konularında

ortak hareketi de içerecek biçimde savunmanın entegre edilmesi ve ABD ile

ilişkilerin yeniden düzenlenmesi gibi konularda atılacak adımların stratejik kültür

gelişimini sağlayacağı düşünülmektedir. Irak savaşı sonrası “yük paylaşımı”

konusunda Avrupa’ya eskisi kadar söz vermeyen ABD, Avrupa etkin bir stratejik

kültür geliştirir ve sert güç konusuna ciddi bir şekilde yaklaşırsa ilişkilerini AB ile

yeniden düzenleyebilir.554

AB’nin stratejik kültürünün oluşup oluşmadığı konusundaki tartışmalarda;

stratejik kültürün, askeri gücü yönetme ve konuşlandırma süreçleri bakımından

AB’nin askeri alanda meşruiyet kazanması ve tanınması noktalarında tanımlanması

551 Christoph Heusgen, ‘Is there such a thing as a European Strategic Culture’, Toje, op.cit., s. 29-32. 552 Geoffrey Edwards, ‘Is There a Security Culture in the Enlarged European Union?’ The International Spectator, Europe Forum, Istituto Affari Internazionali, 3/2006, s. 16-17. 553 Halihazırda böyle bir dayanışma maddesi vardır ancak askeri konuları kapsamamakta, doğal felaketler karşısında birlikte hareket etmeyi öngörmektedir. 554 Asle Toje, ‘Introduction: The EU Strategic Culture’, Toje, op.cit., s. 12-15.

281

gerçeğinden harekete; şu noktaların analiz edilmesi yerinde gözükmektedir.555

Öncelikle askeri güç olmaksızın stratejik kültürden bahsetmek olanaksız olduğundan,

AB askeri yetenek kazanma konusunda nerededir? İkinci olarak AB, gerçekleştirdiği,

kısa süreli (ad hoc) ve sınırlı askeri operasyonlar yanında özerk bir askeri

operasyonda ne kadar başarılı olabilecektir? AB operasyonlarının sınırlı ve kısa

süreli ve NATO’ya bağımlı olduğu düşünülürse, AB-NATO ilişkileri için ne

söylenebilir?

AB’nin askeri yetenekler konusunda ne durumda olduğu konusuna girmeden

önce; belirtilmesi gereken nokta, pek çok yazarın AB’nin dış politika alanında

kurumsallaşmasını, AB güvenlik kimliğinin oluşması bakımından son derece önemli

bir girdi olarak gördüğüdür. Bunun yanında kurumsallaşmadan kastedilen çerçeveyi

iyi çizmek gerekir. Aşağıda tarihsel çerçeve kısmında incelenecek olan

kurumsallaşma, 1970’li yıllarda başlayan Avrupa Siyasi İşbirliği gelişmelerinden ve

sonrasında Maastricht Antlaşması ile getirilen sütunlu yapıda ODGP

düzenlemelerinden ibaretken; stratejik kültürün temel çıkış noktası olan askeri alanda

gelişmeler daha çok 1998 yılında gerçekleştirilen St. Malo Zirvesinde AGSK’dan,

AGSP’ye geçiş ve buna mukabilen 1999 Helsinki Zirvesi oluşturulan Hızlı Müdahale

Gücü ve sonrasında Güvenlik Strateji Belgesinin oluşturulması ve Avrupa Savunma

Ajansının Kurulması gibi gelişmeler çerçevesinde incelenmelidir.

Bu noktadan hareketle, AB’nin bir güvenlik kimliğinin olup olmadığı

tartışmalarında askeri yetenekler konusu üzerinde önemle durulan bir konudur. 1999

Helsinki Zirvesinde oluşturulan Helsinki Temel Hedeflerinin (Headline Goal)

belirlenmesi, Avrupa Yetenekler Eylem Planları (European Capabilities Action

555 Paul Cornish ve Geoffrey Edwards, The Strategic Culture of the European Union: A Progress Report, International Affairs, 81, 4, 2005, s. 802.

282

Plan), Headline Goal 2010 gibi düzenlemeler yanında, 2003 yılı sonlarında da “savaş

grupları” (battle groups) konsepti ortaya konmuştur. Buna göre; 1500 kişilik küçük

asker grupları, krizlere 15 gün içinde 30 gün boyunca BM desteğiyle müdahale

edebilecek durumda olacaklardır. 2004 yılında kurulan Avrupa Savunma Ajansı da

kurumsallaşmanın önemli öğelerinden biridir.

Askeri alanda atılan adımlara rağmen, gelişmelerini eleştiri ile karşılandığı

noktalar vardır. Helsinki Hedeflerinin 2001 yılında Javier Solana tarafından yapılan

ara değerlendirmesinde, Helsinki Konsey Zirvesinde öngörülen hedeflere ulaşılması

için AB’nin hala stratejik ve teknik yeteneklerinde önemli eksiklikler olduğunun

altını çizilmiştir.556 11 Eylül olaylarından sonra AB’nin operasyonel kabiliyet ve

terörizmle mücadele konusunda fazla bir etkinliğinin olmadığı görülmektedir. Ayrıca

AB üyesi ülkeler savunma harcamalarını arttırma konusunda da oldukça isteksiz

davranmaktadır. AB’nin kriz yönetim operasyonları için sahip olduğu askeri ve sivil

yeteneklerin düşünülenin gerisinde ve yavaş ilerlediği söylenebilir.557 Sözkonusu

yavaşlığın ABD ile askeri teknolojik uçurumu daha da derinleştirdiği ve bununla

ilintili olarak AB’nin stratejik beklentileri ile yetenekleri arasında da farkın giderek

arttığı tespitini yapmak yerinde olacaktır.558 Sözkonusu olumsuz gelişmelere rağmen,

Terörizmle mücadele konusunda özellikle istihbarat paylaşımı konusunda

kurumsallaşmanın ve üye devletler arasında koordinasyonun arttığı görülmektedir.559

Aslında Kongo’da 2003 yılında gerçekleştirilen operasyon, Avrupalı güçlerin

özerk olarak gerçekleştirdikleri bir operasyon olarak göreli bir başarı olarak da

556 Cornish ve Edwards, op.cit., s. 803. 557 AB’nin operasyonel kapasitesini geliştirmek için gerçekleştirdiği faaliyetlerin ayrıntısı için bkz: Nicole Gnesotto (ed.), ‘EU Security and Defence Policy, The First Five Years (1999-2004)’, Institute for Security Studies, Paris, 2004. 558 Cornish ve Edwards, op.cit., s. 806. 559 Ibid.,s. 812.

283

değerlendirilebilir. Irak savaşındaki bölünmelerin tersine burada birliktelik

sağlanabilmiştir.560 AGSP’nin sivil ve askeri bileşenlerinin bütünleştirilmesine ilişkin

endişeler Temmuz 2004’de Gürcistan’da gerçekleştirilen misyon için de söz konusu

olmuştur. Gürcistan otoritelerine yargı reformu konusunda destek olan sözkonusu

misyonun ardından Irak’ta da sembolik düzeyde bir girişim başlatılmıştır.561

AB’nin bir güvenlik /stratejik aktör olarak gelişiminin sağlıklı bir

değerlendirmesi, ancak NATO ile ilişkileri bağlamında yapılabilir. Aslında AB-

NATO ilişkileri, AB-ABD ilişkilerinin ya da ortaklığının yansımasıdır. Kimi zaman

kaçınılmaz olarak adlandırılan bu ortaklığın problemsiz olduğu da söylenemez. Her

iki kurumun birçok üyesi ortaktır ve her bir ülkenin tek bir ordusu ve askeri bütçesi

vardır. Bu durum, gerek NATO, gerekse AB bakımından diğerinin dikkate

alınmamasını olanaksız hale getirmektedir. Bunun da ötesinde birçok AGSP

operasyonu NATO operasyonlarını müteakiben ve NATO desteği ile

gerçekleştirilmiştir. AB’nin stratejik kültür yaratabilmesi ve güvenilirliği

sağlayabilmesi için, AGSP’nin hemen her gelişmesinde NATO ile iyi ilişkiler

kurulması da gerekmektedir. Buna paralel olarak, iki kurum arasında rutin

görüşmeler sürekliliğini korumuştur.56211 Eylül olayları, AB ve NATO arasındaki

işbirliğini arttırmış ve terörizm sürekli gündem maddesi olmuştur. AB-NATO

arasındaki ilişkiler Berlin artı anlaşmalarından sonra ortak kurumların kurulması

gerektiğinden daha da sıklaşmıştır.563 AGSP’deki gelişim, AB ve NATO arasındaki

ilişkilerde gelişme olmazsa gerçekleşemezdi.564 Eksiklik ve sorunlarına rağmen AB

1990’lı yıllardan itibaren önemli gelişme göstermiştir ve artık uluslararası alanda

560 Ibid.,s. 808. 561 Ibid.,s. 809. 562 Ibid.,s. 815. 563 Ibid.,s. 816. 564 Ibid.,s. 817-818.

284

ciddiye alınması gereken bir aktördür. Ancak AGSP’nin gelişimi ve bu çerçevede

AB stratejik kültürü NATO dikkate alınmadan gelişim gösteremeyeceğinden,

NATO ile tamamlayıcılık unsuruna dayalı bir birliktelik yaratılmalıdır.565

NATO yanında ABD ile ilişkiler de AGSP gelişmelerinde dikkate alınması

gereken bir noktadır. Genel olarak ABD politikasının, özel olarak da 11 Eylül sonrası

terörizmle mücadeleye hız veren mevcut yönetimin Avrupa savunma politikası

gelişmelerini gözardı ettiği ve etmeye devam edeceği yönünde görüşler vardır.566

Bunun en önemli neden, 11 Eylül olayları neticesinde Amerikan stratejik

kültüründeki değişimdir. 11 Eylül sonrası Bush yönetimi, terörizmle mücadele

kapsamında “şer ekseni” devletleri üzerinde durmuş ve önleyici vuruş (preemptive

strike) gibi mücadele yöntemlerini hızla hayata geçirmiştir. 1999 Kosova müdahalesi

ile 2003 Irak savaşı karşılaştırıldığında ABD stratejik anlamda ne tür değişiklikler

yaşadığı açıkça anlaşılabilir ve bu durum, teorisyenlerin dış politika şokları nedeniyle

stratejik kültürde değişimler olabileceği yönündeki saptamalarına uymaktadır.567 Bu

durumda, ABD’nin AB’nin AGSP oluşumlarına şüpheyle yaklaşmasının nedeni,

farklı tehdit algılarıdır. 11 Eylül sonrası ABD, terörizm, KİS yayılması gibi konular

üzerinde dururken, Avrupalılar, iç güvenlik, ekonomik istikrar, ülkelerindeki etnik ve

dini uyuşmazlıklar ve Orta Doğu bölgesindeki çatışmaların Avrupa’ya yansımaları

üzerinde yoğunlaşmışlardı.568 Başkan Bush yönetimindeki yeni muhafazakârlar

stratejik kültür algılamalarını şekillendirerek, Avrupa içindeki ayrılıklara katkıda

565 Ibid.,s. 818-820. 566 Lantis, op.cit., s. 56. 567 Ibid.,s. 57. 568 Ibid.,Idem..

285

bulunmuş, hatta bu ayrılığı desteklemişlerdir. Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in

Almanya ve Fransa’yı eski Avrupa olarak nitelendirmesi örnektir.569

2. Kurumsal Düzenlemeler ve Avrupa Güvenlik ve Strateji Belgesinin

Oluşturulması

1950’ler ile 1990’ların ilk yarısına kadar AB uluslararası alanda çok daha fazla

sivil güç olarak tanımlanmaktadır. 1970’lerden başlayan ve üye ülkeler arasında

dayanışmaya dayalı, gevşek bir düzenleme öngören Avrupa Siyasi İşbirliği

girişimlerinden sonra, 1990’lı yıllarda AB askeri kapasitesinin Laeken Zirvesiyle

(Aralık 2001) operasyonel hale gelmesiyle sivil aktör yerine askeri güç olma

yolunda önemli bir adım atan AB, aslında 1997 Amsterdam Antlaşmasında

Petersberg görevlerinin Topluluk mevzuatına dâhil edilmesiyle kâğıt üstünde de olsa

askeri aktör olma yolunda girişimlere başlamıştır.570 1998 yılında gerçekleştirilen St

Malo Zirvesi ise; askeri güç olma yolunda önemli bir adım olmanın ötesinde AB

düzenlemelerinin daha çok NATO içinde ve ondan yardım olarak gerçekleştirildiği

AGSK, Avrupa Güvenliğinin AB’nin bizatihi kendisi tarafından sağlanması

biçiminde özetlenebilecek AGSP’ye geçişi de sağlayarak AB’nin özerk

operasyonlarda bulunuşunun yolunu da açmıştır. Sözkonusu terim farklılığı; yani

kimlik yerine politika sözcüğünün kullanılması artık, ortak bir dış politikanın

“uygulanabilir”liği konusunda olumlu çağrışımlar yaratmaktadır. 571

Sözkonusu gelişmelerin uzantısı, 1999 Helsinki Zirvesinde 2003 yılı itibariyle

50–60.000 kişiden oluşacak ve 60 gün içinde toplayıp harekete geçirebilecek ve bir

569 Ibid., s. 59. 570 Treacher, op.cit., s.49-57. 571 Esra Çayhan, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası ve Türkiye, Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi (3) 2002, s. 48-49 .

286

yıl boyunca görevde tutulabilecek bir acil müdahale gücünün oluşturulması ve bu

gücün Petersberg görevlerini yerine getirmesi, tüm bu yapılanma içinde yer almak

üzere Nice Antlaşması hükümleri gereğince, bir Geçici Siyasi Komite ve Güvenlik

Komitesi ile askeri uzmanlar ve personeli içeren organların göreve başlaması

yönünde alınan kararlardır. 1 Şubat 2003 tarihinde yürürlüğe giren Nice Antlaşması

hükümleri ile kriz durumlarında siyasi kontrol ve yönetim için bir Siyasi ve Güvenlik

Komitesi ile bir Askeri Komite kurulmasını ve BAB’ın kriz yönetim işlevlerinin AB

içine dâhil edilmesini öngörmektedir.

Ayrıca; Askerî Komite’nin altında üye devletlerce gönderilen askerî uzmanlardan

oluşan ve Askerî Komite’ye yardım edecek olan bir askerî kadro, Konsey

Sekreterliği’nin bünyesine dâhil edilmiştir. Bu durum bile AB’nin güvenlik

konusunda daha etkin bir yapıya kavuşmasının bir göstergesi olarak kabul

edilmektedir. 572

Tüm bu gelişmelerin sonucunda, Birliğin ilk askeri operasyonu Mart 2003’te

Makedonya’da (Concordia Operasyonu) gerçekleştirilmiş ve Birlik Bosna’da da

2004 yılından itibaren görev üstlenmiştir. Kıta dışında ilk askeri operasyon 12

Haziran-1 Eylül 2003 tarihleri arasında Kongo Cumhuriyetine (Artemis Operasyonu)

yapılmıştır ve bu operasyon ilk özerk, bir başka deyişle NATO’dan destek almadan

Avrupa dışında gerçekleştirilen operasyondur.573 Ancak unutulmamalıdır ki, AB’nin

gerçekleştirdiği faaliyetler kriz öncesi ve sonrası yerine getirilen misyonlardır ve

572The common foreign and security policy: introduction, http://europa.eu.int/scadplus/leg/en/lvb/r00001.htm,6.11.2007. 573 AB operasyonlarına ilişkin geniş bilgi için bkz: ‘European Security and Defence Policy’, http://www.consilium.europa.eu/cms3_fo/showPage.asp?id=268velang=ENvemode, erişim tarihi: 1.2.2009. Buna göre AB’nin Balkanlar (Bosna-Hersek-Kosova), Güney Kafkasya (Gürcistan), Orta Doğu (Filistin, Irak, Afganistan) ve Afrika’da (Somali, Gine Bissau ve Kongo) ki sivil misyon ve operasyonları devam etmektedir.

287

aslında NATO ve diğer büyük güçler tarafından zaten çözüme kavuşturulmuş

problemlerdir.574

Misyonların fazlalığı ve geniş bir coğrafyaya yayılması uluslararası alanda

AB’ye saygı kazandırmıştır. Bunun da ötesinde, sözkonusu misyonların normların

yayılması için mi, yoksa üye ülke çıkarlarının korunması ve gerçekleştirilmesi için

mi olduğu yönünde farklı görüşler vardır.575

Avrupa Yetenekler Eylem Planı (European Capabilities Action Plan-ECAP)

temelinde, Mayıs 2004 tarihinde AB Konseyi, 2010 yılı için Helsinki Temel

hedefleri (Headline Goal) oluşturmuştur. Burada amaç; mevcut Hızlı Müdahale Gücü

yerine çeşitli eksiklikleri giderecek hareketli ve esnek bir yapı oluşturulmasıdır.

Sözkonusu amaca ulaşmak için atılan belirli adımlar arasında yeteneklerin gelişimini

izlemek için 2004 yılında Avrupa Savunma Ajansının Kurulması yanında 2008

yılında hava taşımacılık mekanizmasının kurulması (aircraft carrier), Avrupa Hava

komandosunun (airlift command) geliştirilmesi ve 2010 yılı itibariyle işler hale

getirilmesi, 2010 yılı itibariyle AB ilgi paylaşım politika ve kurumsal çerçevesinin

hazırlanması vs gibi hususlar yer almaktadır. Tüm bu gelişmelerden, AB’nin askeri

yeteneklerinin gelişmekte olduğu çıkarımını yapmak mümkündür.576

2005 yılında Fransa ve Hollanda referandumlarıyla onaylanmayan ve yürürlüğe

girmeyen AB Anayasası, dış politika ve savunmaya ilişkin kapsamlı düzenlemeler

içermektedir. Sözkonusu düzenlemelerin bir kısmı Konsey Direktifleriyle

düzenlendiğinden hâlihazırda yürürlüktedir. Anayasa’nın yumuşatılmış şekli olarak

tanımlanan Reform Antlaşması da AB’nin dış politika vizyonunun belirlenmesine

yardım edecek özelliktedir. 574 Toje, op.cit., s. 10. 575 Edwards, ‘Is There a Security Culture in the Enlarged European Union?’, s. 16. 576 Naumann , op.cit.,s. 23–24.

288

Temel olarak mevcut gelişmelerle dahi, hükümetlerarası yapı ve oybirliği

prensibinin korunduğu görülmektedir. Ancak oybirliği ilkesinin yaratacağı açmazları

aşabilmek için Avrupa Anayasasında öngörülen esneklik mekanizmaları; başta;

yapısal işbirliği577 olmak üzere; güçlendirilmiş işbirliği578, Birlik Dışişleri makamının

oluşturulması, Avrupa Savunma Ajansının kurulması ve dayanışma ilkesidir. 579

AB Anayasasında ihdas edilen Dışişleri Bakanlık Makamına destek olmak için

bir Avrupa Dış İlişkiler Servisi580 (European External Action Service)

oluşturulmuştur.

Avrupa Savunma Ajansı581 2004/551 sayılı 12 Temmuz 2004 tarihli Konsey

Ortak eylemiyle oluşturulmuştur. Bunun yanında; AB üyesi ülkeler ve üçüncü ülke

katılımcılarına AGSP’nin sivil askeri bileşenleri üzerine kısa kurslar düzenleyen

Avrupa Savunma ve Güvenlik Koleji vardır. Bu Kolej katılımcıların savunma ve

577 Yapısal işbirliği kavramı AB’nin ciddi anlamda bir askeri aktör olma yolunda ilerlediğinin de kanıtı sayılabilir. Tüm üye devletlere açık olacak olan daimi yapısal işbirliğine katılan ülkelerin katkılarıyla savunma kabiliyetleri geliştirilecek ve bu alanda araştırma ve silahlanma Avrupa Savunma Ajansının faaliyetleriyle arttırılacaktır. Yapısal işbirliğine katılım “2010 Amaçları”nda da (Headline Goal 2010) planlanan savaş gruplarına katılımı içermektedir. Daimi Yapısal İşbirliğine katılan üye devletler savunma ekipman yatırımlarının seviyesine ilişkin olarak birbirleriyle işbirliğine gireceklerdir. 578 Güçlendirilmiş işbirliği kavramına göre, kimi üye ülkeler, diğer ülkeleri beklemeksizin, kendi aralarında ve seçtikleri konularda daha yakın işbirliği ve entegrasyona gidebileceklerdir. Bu oluşumun gerçekleşmesi için üye ülkelerin en az 3/1’inin katılım sağlaması gerekmektedir. 579 Jolyon Howorth, ‘The European Draft Constitutional Treaty and the Future of the European Defence Initiative:A Question of Flexibility’, European Foreign Affairs Review Volume:9, 2004, s. 483-484 . 580 AB Anayasası Madde III-296 (3) Bu ofis, üye ülkelerin diplomatik birimleriyle yakın temas halinde çalışacak, Konsey, Komisyon ve üye devlet temsilcilerinden oluşacaktır. Avrupa Dış ilişkiler Servisi kolektif bir Avrupa diplomasisinin oluşturulması için önemli bir fırsat olarak görülmektedir. 581 Avrupa Savunma Ajansının görevleri: Üye devletlerin askeri imkân ve kabiliyet hedeflerinin saptanması ve üye devletler tarafından verilen imkan ve kabiliyet taahhütlerinin yerine getirilip getirilmediğinin değerlendirilmesi, operasyonel ihtiyaçların uyumlu hale getirilmesinin ve etkili, uyumlu tedarik yöntemlerinin kabul edilmesinin teşvik edilmesi, askeri imkan ve kabiliyetler açısından hedeflerin yerine getirilmesi için çok taraflı projeler önerilmesi, üye devletler tarafından uygulanan programların koordinasyonunun sağlanması ve özel işbirliği programlarının yönetilmesi, savunma teknolojisi araştırmalarının desteklenmesi ve gelecekteki operasyonel ihtiyaçların yerine getirilmesini sağlayan teknik çözümler hakkındaki ortak araştırma faaliyetleriyle çalışmaların koordine edilmesi ve planlanması ve savunma sektörünün endüstriyel ve teknolojik tabanının güçlendirilmesi ve askeri harcamaların etkililiğinin arttırılması yönündeki tüm yararlı tedbirlerin belirlenmesine ve gerektiğinde uygulanmasına katkıda bulunulmasıdır.

289

güvenlik konularında ortak anlayış geliştirmelerine yardım ettiğinden, ortak bir

güvenlik kültürünün oluşmasını sağlamaktadır.582

Avrupa Güvenlik Strateji Belgesi 583

2003 yılında yayınlanan Avrupa Güvenlik Strateji Belgesi; (AGSB) AB

güvenlik kimliğinin özelliklerinin belirlenmesinde ve kurumsallaşma da dâhil olmak

üzere gelişmesini takip etmede öncelikle incelenmesi gereken ve Avrupalılaşma

bağlamında üye ve aday ülkelerin referans alacakları bir belgedir. Belge, Avrupa’ya

yönelik güvenlik tehditlerini analiz etmekte ve ortak güvenlik çıkarlarını

tanımlamaktadır.

AGSB’nin tehditlerle mücadele için öngördüğü yöntem salt askeri araçların

kullanılmaması, siyasi, ekonomik ve diplomatik araçların bir arada kullanılmasıdır.

Çok boyutlu tehditlere, aynı nitelikte araçlarla cevap vermek584 AB’nin ana mücadele

yöntemini açıklamaktadır. Bu amaçlar Avrupa’nın stratejik kültürünü çok iyi

açıklamakta ve Avrupa’nın güvenlik anlamında temel vurgusunun ikna diplomasisi

başka bir deyişle yumuşak politika üzerinde olduğunu göstermektedir. Ancak

sözkonusu kavram askeri araçların dışlanmasını değil, son aşamada başvurulması

gereken araçlar olduğu anlamına gelmektedir. Bu da Avrupa stratejik kültürünün

reaktif özelliğini göstermektedir.585 AGSB de beliritlen beş tehdit (terörizm, kitle

imha silahlarının yayılması, bölgesel çatışmalar, başarısız devletler ve organize

582 Edwards, ‘Is There a Security Culture in the Enlarged European Union?, s. 14. 583 A Secure Europe In A Better World, European Security Strategy, Brussels 12 December 2003, http://www.consilium.europa.eu/cms3_fo/showPage.ASP?id=266velang=ENvemode=g, erişim tarihi, 12.02. 2004. 584 Ibid.,s. 7. 585 Naumann, op.cit., s, 21-22, Tojeye göre; AB, strateji belgesinde askeri tedbir ve askeri zor kullanmaya ilişkin ifadelere nadiren yer vermektedir. Tehditlerle başa çıkmakta askeri olmayan tedbirlere değinirken daha çok kriz öncesi ve kriz sonrası düzenlemelere ağırlık vererek geleneksel yaklaşımından sapma göstermemektedir. (Toje, op.cit., s.121-129).

290

suç)586 ile başa çıkmak için salt askeri önlemlerin yeterli olmayacağı açıktır. Belirli

durumlarda askeri önlemler gerekse de, ileri ihracat kontrolleri, siyasi ve askeri

önlemler, baskılar, polis istihbaratı, insani eylemler, hükümetlerin yeniden

yapılandırılması, sivil toplum ve ekonomik altyapı desteği gibi önlemler de

gerekmektedir. Bunun yanında AB’nin temel tehditlerle mücadelede öngördüğü

temel mücadele mekanizmasının başta BM olmak üzere uluslararası kuruluşlarla

etkin işbirliği, Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi hukuk mekanizmalarının

geliştirilmesi ve iyi yönetişimin dünyaya yaygınlaştırılması yönündedir.587

Belge, dış politikanın uygulama çerçevesinin çizilmesi için temel çıkış

noktası niteliği taşımakta ve özellikle BM öncülüğünde çok taraflıcılık, terörizmle

mücadele, Orta Doğu’ya yönelik bir strateji ve Bosna–Hersek için kapsamlı bir

politika oluşturulması konularının ele alınması gerekliliğinin altını çizmektedir. Bu

çerçevede; Avrupa’nın çevresinde güvenliğin sağlanmasına ve genişlemeye yapılan

vurgu588 AB’nin genişlemeyi bir güvenlik stratejisi olarak gördüğünün de kanıtıdır.

Strateji belgesi AB’nin uluslararası alanda yüklenmesi gereken

sorumluluklara ve uluslararası aktör olması gerekliliğine vurgu yapmaktadır. Bu

bağlamda sözkonusu strateji, dünya ekonomisinin önemli bir kısmını elinde tutan

AB’nin ekonomik gücüne paralel bir siyasi güç olarak kendini ortaya koymasının

sonucu olarak kabul edilmiştir.

AGSB’de AB’nin uluslararası krizlere erken ve hızlı müdahale etmesi için bir

stratejik kültür oluşturması gerekliliğinden bahsedilmektedir.589

586 AGSB’de belirtilen beş ana tehdit yanında; “küresel ısınma”nın da endişelenilmesi gereken bir gelişme olarak vurgulandığı yerler vardır. (bkz. A Secure Europe In A Better World, European Security Strategy, op.cit, s. 3 ve 10). 587 Ibid.,s.9-10. 588 Ibid.,s. 7-8. 589 Ibid.,s. 11.

291

AB strateji belgesindeki yaklaşımın ABD stratejik anlayışından oldukça farklı

olduğu görülmektedir. Bu da her iki aktörün uluslararası olaylara farklı

yaklaşımlarının nedenidir. 590

Strateji belgesinin, büyük ölçüde AB içindeki reform gerekliliğinden çok,

Irak krizi sırasında yaşanan görüş ayrılıklarının sonucu olduğu yönünde görüşler de

vardır. Buna göre, sözkonusu belge, Savaş sırasında yaşanan temel problemlere

çözüm olarak hem AB ülkelerinin ortak fikirlerini oluşturabilecekleri bir platform

niteliği taşımakta, hem de ABD ile ilişkilerin düzenlenmesi amacını taşımaktadır.591

2008 yılı Aralık ayında, AB tarafından Güvenlik Strateji belgesinin

uygulanmasına ilişkin bir rapor yayınlanmıştır.592 Sözkonusu belgede, 2003 yılında

yayınlanan AGSB’de belirtilen terörizm, KİS tehdidi vs gibi tehditler yanında Orta

Doğu’daki çatışmalar, yasadışı göç, korsanlık, (AB ilk denizaltı misyonunu

(Atalanta) Somali Kıyısındaki korsanlarla mücadele için gerçekleştirmiştir.) bilgi

sistemleri (siber-güvenlik) ve enerji arzının güvenliği yanında iklim değişikliği,

küresel ısınma ve çevre şartlarının kötüleşmesi, ekonomik krizin olumsuz etkileri

konularına değinilmiştir. AB’nin tehditlerle mücadelede gerekli gayreti gösterdiği

ancak daha etkin olmanın yollarını araması gerektiği belirtilmektedir. Bu belgede de

bir öncekine paralel olarak, barışçıl çözümlere dayalı, askeri tedbirleri ikinci planda

gören ve çok taraflıcığa dayalı bir yaklaşım öngörülmektedir.

590 AB ve ABD güvenlik strateji belgelerinin karşılaştırması ve farklı anlayışlar için bkz: Klaus Becher, ‘Has-been, Wannabe, or Leader,:Europe’s Role in the World After the 2003 European Security Strategy’, European Security 13(4), 2004 s. 353 ve Simon Duke, ‘The European Security Strategy in a Comparative Framework: Does it Make For Secure Aliances in a Better World?’, European Foreign Affairs Review Volume:9, 2004, s. 474-481. 591 Toje, op.cit., s. 120. 592 Report on the Implementation of the European Security Strategy –Providing Security in a Changing World-S407/08, Brussels, 11 December 2008.

292

3. AB Güvenlik Kimliğinin Özellikleri

Çeşitli sorunlarına rağmen AB güvenlik kimliğinin belirli bazı özelliklerinin

ortaya çıktığı açıktır.

Güvenlik kimliğini oluşturan temel etmenlerden biri de tarihsel tecrübelerdir.

AB’nin askeri, sivil ya da normatif bir güç olup olmadığına ilişkin tartışmaların

kaynaklarını da AB tarihi oluşturmaktadır. Burada ortaya çıkan temel argüman, 1951

yılında (Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu) AKÇT’nin kurulmasıyla başlayan

sürecin iki dünya savaşının yıkımını yaşayan ve Fransa ve Almanya arasında kalıcı

barışı sağlamak için ekonomik bütünleşmeyi hedefleyen bir tarihsel sürecin

varlığıdır. Bu durum AB’nin pasifist bir başka deyişle, barışçıl zihniyetini ve sivil

güç unsurlarını kullanmasını açıklamak için kullanılmaktadır.

Gerçekten de, İkinci Dünya Savaşı sonrası karşılaşılan zorluklar Avrupa

ülkelerinin böyle bir savaş ortamı ile tekrar karşılaşmamak için çeşitli tedbirler

geliştirmelerine neden olmuştur. Bu durumda 9 Mayıs 1950 Schuman Bildirgesi ve

sonrasında 1951 yılında AKÇT gibi oluşumlarla yola çıkan Avrupa bütünleşme

hareketinin özünde barışçıl nitelikte olduğunu söylemek mümkündür.

Barışçıl amaçlarla kurulmuş olmanın uzantısı olarak; Rynning’e göre, AB’nin

askeri harekâtlara temel olacak stratejik kültürü geliştirmesi mümkün değildir. Zira

AB tarihsel olarak, içinde savaşın olanaksızlaştırıldığı bir liberal vizyona sahiptir.

AB hiçbir zaman askeri stratejik hesaplamalara girmemiştir. Savunmanın farklı

şekilde gerçekleştirileceği tezini savunmuştur. AB’nin kuruluş amacı zaten barışı

tesis etmektir. Fransa ve Almanya gibi ülkeleri birleştirmek için başlatılan bu

hareketten şimdi farklı bir stratejik kültür yaratması beklenmemelidir. AB savunma

293

kapasitesinin sınırlılıklarının farkında olmalı ve liberal değerlerine sahip çıkmalı,

genişlemelerle tehlikeye düşmeye başlayan iç tutarlılığını sağlamaya çalışmalıdır. 593

Güvenlik Kimliğine ilişkin tartışmalar, tarihsel gelişim ve kurumsal

düzenlemeler ışığında çeşitli eksikliklerine rağmen, AB güvenlik kimliğinin kendine

özgü bir takım özelliklerinin ortaya çıktığı da yadsınamaz.

Bütünleşik (Kapsayıcı) Yaklaşım

Bu bağlamda Avrupa güvenlik kimliğinin önemli bir öğesi olarak kapsayıcı

politikaların izlenmesi sayılmalıdır. Aslında bu nokta sivil ve askeri unsurların da

birleştirilmesini gerektirdiğinden stratejik kültürün önemli bir bileşeni ortaya

çıkmaktadır.

Örneğin; Althea Misyonunda kriz yönetiminin gerek sivil, gerekse askeri

unsurlarını birleştiren bir yaklaşım sergilenmiş, Kosova’da yaşanan kriz, güvenliğin

demokrasi, insan hakları, anayasal ve hukuki ilkeler yanında ekonomik gelişmenin

sağlanmasını içeren bölgesel ve kapsamlı bir yaklaşımla desteklenmesi gereğini

ortaya koymuştur. Özellikle son beş yıl içinde AB, diplomatik, ekonomik ve askeri

araç ve yeteneklerin bir arada kullanıldığı özellikleri kazanmaya başlamıştır.594

Bunun yanında, yine kapsamlı ve çok yönlü politika geliştirme gereğinin

uzantısı olarak Avrupa diplomasisinin de güç ve güvenilirlik kazandığı

düşünülmektedir. AB’nin arabuluculuk rolü İran’ın nükleer teknolojiyi kullanmasına

yönelik olarak da kullanılmıştır. İngiltere, Fransa ve Almanya’nın öncülük ettiği

girişimler, önleyici diplomasi bağlamında dikkate değerdir. Orta Doğu bölgesi bu

bağlamda örnek verilebilir. Bölge AB’ye ekonomik ve ticari bağlarla bağlanmıştır.595

593 Ryning, op.cit., s. 46-49. 594 Brok ve Gresch, op.cit., s. 17-19. 595 Ibid., s. 19.

294

Bütünleşik bir dış politika yaklaşımının önemli bir boyutunu oluşturan

ekonomik araçlar konusunda belirtilmesi gereken nokta; AB’nin küresel bir

ekonomik güç olarak ekonomik stratejik kültürünü yarattığıdır. Gerçekten de AB;

geliştirdiği ağlarla serbest piyasa ekonomisini yayma yoluna gitmiştir.596

Meşruiyetçilik, Uluslararası Hukuka Uygunluk, Çok taraflı Yaklaşım

Aşağıda incelenecek yapısal sorunlara rağmen AB Güvenlik Kimliğinin

ortaya çıkan bir diğer özelliği de; kuvvet kullanımına ilişkin olarak, uluslararası

hukukun sınırlılıklarıyla hareket etmeye özen gösterilmesi konusudur. Bu durum

ABD ile AB’yi birbirinden farklılaştıran temel unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.

AB demokrasi ve liberal değerleri yaymak üzere örgütlenmiştir. Başka bir deyişle,

çevresinde liberal olmayanları dönüştürme güdüsü ile hareket etmektedir.597 Aslında

AB’nin koşulluluk ilkesi çerçevesinde aday ülkelere uyguladığı Avrupalılaştırma

politikasını da bu dönüştürme çerçevesinde incelemek gerekir. Kopenhag

kriterlerinin dış ve güvenlik politikası gereklerinin yerine getirilmesi bağlamında

dikkate alınmasının nedeni de budur.

AB söylemi, savunmadan ziyade güvenliğe vurgu yapmaktadır. Bu bağlamda

esas öncelik bölgesel savunmadan ziyade, sivil ve askeri politikaların bileşimiyle,

çoklu aktörlerle devlet içi çatışmaları önlemek ve toplumları yeniden

yapılandırmaktır. Zira Petersberg görevleri de, yıllar boyunca bazı değişiklikler

geçirse de esas olarak, barışı koruma, barış yapma ve çatışma sonrası istikrarın

oluşturulması açısından savaşan güçlerin rollerine değinmektedir.598

596 Heusgen, op.cit.,s. 29-30. 597Sten Ryning, ‘The European Union: Towards a Strategic Culture?’, Security Dialogue, Vol:34,No:4, 2003, s.479–496. 598 Edwards, ‘Is There a Security Culture in the Enlarged European Union?, s.10.

295

Bu görüşe ek olarak AGSB’de de vurgulandığı gibi, AB çok taraflıcılığa

sıklıkla vurgu yapmaktadır. Bundan kasıt başta Birleşmiş Milletler (BM) olmak

üzere uluslararası kuruluşlarla işbirliği ve uluslararası hukukun üstünlüğü

kavramlarıyla hareket edilmektedir.

4. AB’nin “Ortak” Bir Güvenlik Kimliği Oluşturmada Karşılaştığı

Zorluklar

a.Yapısal Zorluklar

AB’nin gerçek krizlerle başa çıkmada bu kadar sınırlı kalmasının bir nedeni,

karar alma süreci ile bağlantılıdır. Birçok AB üyesi devlet dış politika konularında

egemenliklerinden vazgeçmek niyetinde olmadıkları gibi, birçok konu süregelen

oybirliği ilkesi üye ülkelere veto yetkisi vererek karar almayı zorlaştırmaktadır.599

Gerçekten de, AB dış politikası karar alma sürecinde 2000’li yıllara doğru nitelikli

oy çokluğu ile alınan kararların sayısında artış olsa da, temel olarak oybirliği

prensibinin korunmaktadır. Temel anlamda hükümetlerarası niteliğin uzantısı olan

oybirliği prensibi, eş zamanlı olarak, supranasyonal özellikleri ağır basan AB

Komisyonu gibi kurumların dış ve güvenlik politikası karar alma mekanizmasında

ilk sütunda olduğu gibi etkin şekilde yer almamasının da nedenidir.

Bunun yanında AB’nin kendine has yönetişim yapısının, ulusal devlet karar

alma mekanizmalarından bir hayli farklı olan yapısı ile çeşitli zorluklar ve

alışılagelmişin dışında alışkanlıklarla sürdüğü bilinmektedir. Bu durum da, karar

alma ile ilgili sorunlara neden olabilmektedir.

599 Toje, op.cit., s. 10.

296

b. Üye Ülkeler Arasında Görüş Ayrılıkları ve AB Genişlemelerinin AB

Güvenlik Kimliğine Etkileri

AB’nin ortak bir stratejik kültür oluşturamamasının en önemli nedenlerinden

biri olarak üye ülkeler arasındaki görüş farklılıkları gösterilmektedir.

Buna göre, AGSP yalnızca stratejik konsept ve askeri kapasitelerin

değerlendirilmesi ve birleştirilmesinden ibaret olmayıp, birbirinden farklı ulusal

savunma geçmişleri olan ülkelerin savunmaya ilişkin inanış ve inançların da

bütünleştirilmesine bağlıdır.600 Üye devletler arasında Irak savaşı sırasında ortaya

çıkan görüş ayrılıkları da kısmen farklı stratejik kültüre sahip olmalarından

kaynaklanmaktadır. Ancak daha küçük çaplı harekâtlar için dahi farklı görüşlerin

olması, harekâtlar için kamuoyunun desteğinin sağlanması, BM yetkisi ya da ABD

ile işbirliği konularında farklı görüşlere neden olabileceğinden sorun yaratma

potansiyeli taşımaktadır. Stratejik düşünüşe ilişkin üye devletler arasındaki farkların

anlaşılması, yönetilmesi veya mümkünse azaltılması AGSP’nin başarısı için

elzemdir.601

Gerçekten de AB’nin maddi içerikli yetersizlikleri yanında Avrupa güvenlik

kültürünün oluşumun önündeki en önemli engellerden biri, üye devletlerin farklı

tarihi, coğrafi ve siyasi kültür etkileşimlerinden doğan, bir başka deyişle düşünsel

kaynaklı farklılıklardır.602 Hatta tek bir ülke içinde dahi farklı görüşler

olabilmektedir. Bunun ötesinde AB’nin üç büyük ülkesi, Atlantikçiliğe

yaklaşımlarıyla birbirinden ayrılırken, diğer üye ülkeler arasında da oldukça farklı

görüşler mevcuttur. Aralarında İsveç ve İrlanda gibi tarafsız ülkeler bulunmasın

600 Christopher O. Meyer, ‘European Defence: Why Institutional Socialisation is not Enough?, s. 51. 601 Ibid., s. 52. 602 Sevilay Kahraman,‘Avrupa Birliği’nin Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası’, Avrupa Birliği Politikaları, (Çağrı Erhan, D. S. (ed)), Imaj Yayınevi, Ankara, 2007,S,189

297

yanında, Yunanistan gibi Türkiye etkeni nedeniyle oldukça farklı savunma kültürüne

sahip uluslar da bulunmaktadır. Tüm bu farklılığa, ABD ve NATO ile yakın

ilişkileriyle dikkat çeken MDAÜ’nün eklenmesi ortak bir güvenlik kültürünün

oluşturulmasını daha da zorlaştırmaktadır.603 AB’nin gerçekleştireceği

operasyonlarda ulusal söylemlerin, siyasi ve bütçesel sınırlılıklar kadar gücünü

koruduğunu söylemek mümkündür.604 Buna rağmen belirli özellikler de ortaya

konmuştur.

Güç kullanımına ilişkin olarak da; AB içinde homojen bir davranış şekli

olmadığını belirtmek gerekir. Farklılığın sebebi, güç kapasitesinden ziyade farklı

tarihsel, coğrafik ve kültürel özelliklerden kaynaklanmaktadır. Bu durum farklı

stratejik kültürlerin ortaya çıkmasına da zemin hazırlamıştır. Fransa ve İngiltere güç

bakımından eşit kapasitede olmalarına rağmen, Irak Savaşı sırasında ve transatlantik

ilişkiler bakımından farklı politikalar izlemektedirler. Almanya ise Polonya’dan

önemli ölçüde daha güçlü bir ülke olmasına rağmen Irak savaşına Polonya’nın aksine

karşı çıkmıştır ve sivil güç yaklaşımına yakın gözükmektedir.605 Farklı stratejik

kültürlerin bir nedeni de, her Avrupa ülkesinin 2. dünya savaş ve soğuk savaşı farklı

tecrübe etmesinden kaynaklanmaktadır. Ancak yine de bazı ortak noktalar bulmak da

olasıdır. Örneğin; bunlar savaşın ne pahasına olursa olsun kaçınılması gereken bir

kavram olduğu ve askerin temel görevinin caydırıcılık ve kolektif bölgesel savunma

olmasıdır.606

Bazı yazarlara göre; sorun esas olarak, şu ana kadar stratejik anlamda

bütünleşmenin temelde salt dış politika seçkinleri düzeyinde kurumsal anlamda

603 Edwards, ‘Is There a Security Culture in the Enlarged European Union?, s. 8-9. 604 Ibid., s. 23. 605 Price, op.cit., s.324-325. 606 Ibid., s. 325-327.

298

öğrenme yoluyla sürdürülmesidir. Kurumsal yapıda ve seçkinler düzeyinde alınan

kararlarda, bazen hassas konulara değinilmediği, ertelendiği, bazı üye devlet

temsilcilerinin iş yoğunluğundan etkin bir şekilde katılım sağlamadığı ve bazı

ülkelerin kararlara katılmak için ikna edilmekten çok zorlandığı

gözlenebilmektedir.607 Bunun da ötesinde, üye ülke Savunma Bakanlarının AB

düzleminde çok sık toplanmadığı ve ulusal basının bu konulara pek rağbet

etmeyerek, savunma alanındaki gelişmelere sıklıkla yer vermediği de gerçektir. Bu

durumda teoride konsensüsle alındığı düşünülen kararlar, pratikte ulusal stratejik

kültürlerin yeterince bütünleşmediği bir zeminde gerçekleşmektedir.608 Stratejik

kültürlerdeki süregelen farklılıklara verilecek bir cevap, farklılıkları kabul etmek ve

AGSP yapılanmalarını geliştirmek için daha esnek yollar bulmaktır. Ortak bir

kimliğin olmaması da AB’yi sınırlandırmamaktadır. Stratejik kültür, güvenlik

politikasının araç ve sonuçları ile askeri gücün kullanımına ilişkin görüşlerden

oluşuyorsa, AB üyeleri arasında ulusal askeri doktrinler ve farklı gelenekler

nedeniyle ortak bir kimlikten bahsetme imkânı yoktur. Bu durum AB genişlemesinin

de bir sonucudur.609

Yukarıdaki saptamalardan çıkarılacak sonuçlardan biri, AB içinde ulus devlet

karar alma süreçlerinden farklı olarak, birbirinden tarihsel ve kimlik olarak oldukça

farklı olan ülkelerin ortak çıkarlarını birleştirecek kurumsal mekanizmaların ortaya

konmasına ilişkin güçlüklerin varlığıdır. Bu durum, egemenlik kaybının en yüksek

hassasiyetle karşılandığı dış politika ve güvenlik konularının diğer politika

alanlarından farkını da ortaya koymaktadır. ABD ve NATO ile ilişkiler de dikkate

alındığında; Soğuk Savaş sonrası yukarıda özetlenen birçok kurumsal gelişmeye 607 Meyer, op.cit., s.52 608 Baun, op.cit., s. 33. 609 Ibid., idem.

299

rağmen, dış politika ve güvenlik alanında sivil, askeri ya da normatif anlamda

AB’nin kimliği hakkında tartışmaların sürdüğü açıktır. Sivil güç özellikleri ağır

basmasına rağmen, askeri alanda daha fazla varlık göstermesi gerektiği yönünde

eleştiriler, üye devletler arasında ana eksenini Avrupacı/Atlantikçi ayrışmasında

bulan görüş ayrılıkları ile daha da pekişmektedir. Bu durum AB’nin net bir güvenlik

kimliği ortaya koymasına engel olmaktadır.

Mevcut üye ülkeler arasındaki farklılıklara ilaveten, genişleme yoluyla AB’ye

katılacak ülkelerin AB’nin yapısını daha da değiştireceği açıktır. Türkiye gibi bir

ülkenin AB’ye katılımının sorun yaratması da doğaldır. Bunun yanında, AB içinde

güvenlik kimliği farklılıklarının AB’ye her katılan yeni üyede de ortaya konduğunu

ve sadece Türkiye’ye özgü olmadığını da belirtmek gerekir. Sözkonusu fark

nedeniyle; İngiltere, Danimarka, Yunanistan, İsveç, Finlandiya610 ve Avusturya611

gibi ülkelerin Avrupalılaşmaları sürecinde değişim geçirdiklerini görmek

mümkündür. Bu çerçevede, AB üyesi ülkelerin tarihsel ve kurumsal tecrübeleriyle

şekillenmiş ve kemikleşmiş güvenlik kimliklerinin yanında, bir entite olarak AB’nin

kendine has bir güvenlik kimliğinin ortaya çıkmaya başladığını söyleyebiliriz.

Görüldüğü gibi AB güvenlik kimliğinin belirgin özellikleri ortaya çıksa da;

yapısal sorunlardan dolayı net bir güvenlik kimliği çerçevesinin henüz oluşmadığını 610 Örneğin İsveç’in AB’ye yaptığı tam üyelik başvurusu, güvenlik kimliğinin önemli bir öğesi olarak tarafsızlığının (neutrality) AB üyeliği ile nasıl bağdaştırılabileceği konusunda tartışmalara neden olmuştur. Resmi söylemlerde tarafsızlık yerine bağlantısızlık (non-alignment) ifadelerinin kullanılması ve tarafsızlığın İsveç dış politikasının olmazsa olmaz öğesi olmaktan çıkarılmasıyla sorun çözülmüştür. İsveç AB’ye tam üye olduktan sonra da; ulusal savunma güçlerinin reorganize edilmesi konusunda tartışmalar yaşanmıştır. Bunun sonucunda, bir savunma komisyonu kurulmuş ve bu komisyon Parlamento ile siyasi partiler arasındaki ilişkilerde danışmanlık yapmak ve AB’nin öngördüğü değişiklikler için ulusal uzlaşma sağlamak görevini üstlenmiştir. Finlandiya’da AB üyeliği, geleneksel tarafsızlık politikasını ikame edici bir politika olarak görülmüştür. Bkz: Rieker, ‘Europeanization of Nordic Security, The European Union and the Changing Security Identities of the Nordic States’, s. 371–372. 611 Avusturya ve İrlanda dış politikalarının Avrupalılaşması konusunda bir çalışma için bkz: Marius Osswald, ‘The Europeanization of National Foreign Policy, The Domestic Impact of the European Union Membership on the (Post) Neutral Countries, Ireland and Austria’, Fachbereich für Politik und Verwaltungswiisenschaft Universitat Konstanz, Diplomarbeit (PO99), August 2005.

300

belirtmek gerekir. AB güvenlik kimliğinin özelliklerinin barışçıl bir nitelikte olduğu,

meşruiyetçiliğe, çok taraflıcılığa önem verdiği görülmektedir. Çevre bölgelerle sivil

ve ekonomik araçlara dayalı bir ilişki kurulmaya çalışılmaktadır. Ancak AB’nin

askeri güç niteliğinin geliştirilememesinin, üye ülkeler arasında ABD ve NATO ile

ilişkilere binaen yaşanan görüş ayrılıklarının ve ulusal devletin karar

mekanizmalarına sahip olmayan AB’nin oybirliği ilkesini uygulayamamasının

getirdiği güçlükler net bir kimliğin ortaya konmasını engellemektedir.

Belirgin bir güvenlik kimliğine karar verilmemiş olması, başka bir deyişle

AB’nin askeri/sivil/normatif gücü hakkında tartışmaların varlığının, Türkiye gibi

farklı özellikleri olan ülkelerin AB süreci açısından olumsuz bir özellik olarak

görülmemelidir. Zira oluşum halinde olan bir AB güvenlik yapılanmasının MDAÜ

genişlemesi örneğinde olduğu farklı ülkelerle evrilmesi olanağı vardır. AB

Komisyonu tarafından hazırlanan Etki Raporunda Türkiye’nin askeri gücünün AB’ye

olumlu katkı yapacağı belirtilmektedir. Bu durum da sivil güç unsurları korunmakla

beraber, askeri alanda AB’nin geliştirilmesi yolunun açık tutulduğu tespiti

yapılabilir. AB’nin normatif güç olarak tanımlanması ise, Türkiye’nin AB sürecinde

yasalaştırdığı reformlara rağmen, uygulama safhasında sorun yaratıcı olabilecektir.

Bunun yanında AB dış ve güvenlik politikasının hükümetlerarası nitelik

taşıması, bir başka deyişle, üye devletlerin zımni bir dayanışma duygusu ile hareket

etmelerine rağmen AB düzeyine devredilen yetkilerinin supranasyonal alanlar kadar

olmamasının belirgin sonuçları vardır. Rasyonalist kurumsalcı yaklaşımın mantığına

da uygun olarak bu durum; Türkiye’nin AB düzeyine çıkarmak istediği konuları

savunabilmesine de imkân sağlayacaktır.

301

Avrupalılaşma çerçevesinde Türkiye bakımından konunun derinleştirilmesi,

Siyasa Avrupalılaşması ve Siyasi Avrupalılaşma çerçevesinden bir değerlendirme

yapmayı da gerektirmektedir. Buna göre, Türkiye’nin Siyasa Avrupalılaşması

çerçevesinden yukarıda özetlenen ODGP’nın evrimi aşamasındaki gelişmeler

doğultusunda dünyanın çeşitli bölgelerine ve sorunlarına ilişkin oluşturulmuş ortak

tutum, ortak eylem ve deklerasyonlara uyum sağlaması gerekmektedir. Kurumsal

düzenlemeler açıklanırken üzerinde durulan başta Nice Zirvesi ile oluşturulan siyasi

ve askeri kurumlara katılım yanında, Anayasa metni ile daha da genişletilen yapısal

işbirliği, güçlendirilmiş işbirliği, Avrupa Savunma Ajansı ve Savunma Koleji gibi

kurumsal yapılanmalara katılım konuları da Avrupalılaşma bağlamında uyum

sağlanması gereken kurumsal düzenlemelerdir. Bundan da önemlisi, yukarıda

vurgulanan ulusal farklılıkların varlığını sürdürmesine rağmen, Avrupalılaşmada asıl

önemli olan AB Antlaşmalarında da sıklıkla vurgulanan dayanışma ve işbirliği

ortamının oluşturulmasıdır. Bu bağlamda askeri, sivil ya da normatif güç olarak

farklı tanımlamalarda henüz karar kılınmamış olsa da, ortak bir düzlem yaratma

konusunda girişimler sürmektedir.

C. AB ile İlişkilerde Türkiye ve AB Güvenlik Kimliği Çatışması

1. Türkiye’nin Güvenlik Kimliği

Bir ülkenin dış politikasını etkileyen faktörler incelendiğinde, iki türlü

değişken belirlenebilir. Bunlardan yapısal değişken olarak adlandırılan; statik, uzun

dönemler boyunca gözlenebilen, o anki uluslararası politik durumdan bağımsız ve

günlük olaylardan etkilenmeyen faktörler yanında; konjonktürel değişken olarak

adlandırılan dinamik, iç politika ile uluslararası olayların etkileşiminden kaynaklanan

302

iç ve dış olayların etkisiyle değişebilen faktörler arasında bir ayırım yapmak gerekir.

Yapısal değişkenler arasına coğrafi konum, tarihsel etken, kültürel etken ve diğer

uluslar hakkında yerleşik kanaatler ile uzun dönem ekonomik değişkenler

girmektedir.612 Burada yapısal değişiklikler olarak adlandırılan öğelerin Türkiye’nin

güvenlik kimliği belirleyicileri olduğu açıktır.

Sözkonusu yapısal değişkenlerin Türk dış politikasındaki güçlü etkisi

nedeniyle iç politika değişikliklerine karşın dış politikada bir süreklilik

yakalanabilmiştir.613 Nitekim Türk dış politikasında 1960–1980 yılları arasında

kamuoyu, muhalefet ve aydınların, 1983–91 yılları arasında iş dünyasının, 1990

sonrasında ise ordunun ağırlığının arttığı görülmektedir.614

Türkiye’nin güvenlik kimliğini etkileyen unsurlar, başta Türkiye’nin Batı,

Orta Doğu ve Asya kültürlerinin özelliklerini barındırması anlamında kültürel

boyutun, Osmanlı İmparatorluğunun olumlu ve olumsuz bazı özelliklerinin devam

ettirilmesi anlamında tarihsel boyutun ve Türkiye’nin jeostratejik konumu ve

çevresindeki bölgesel güvenlik çemberlerinin yarattığı güvenlik ikilemleri

bağlamında stratejik boyutun dikkatle incelenmesini gerektirmektedir. Tüm bunların

yanında, Türkiye’nin ekonomik yapı başta olmak üzere iç yapısal özelliklerinin de

dikkate alınması gerekmektedir.615

Orta Büyüklükte bir devlet olan Türkiye’nin sözkonusu yapısal özelliklerin

etkisiyle uyguladığı temel dış politika çizgisi, mevcut sınırların ve dengelerin

612 Aydın, ‘The Determinants of Turkish Foreign Policy, and Turkey’s European Vocation’, s. 307-308. 613 Ibid., Idem. 614 Oran op.cit.,s.73–90. 615 Ibid.,s. 19–29.

303

sürdürülmesi anlamında statükoculuk ve Türkiye örneğinde statükoculuğun

neredeyse izdüşümü sayılabilecek Batıcılık ilkelerinin uygulanmasıdır.616

Türk dış politikasının en önemli unsurlarından biri olan Batılılaşma, kökenleri

Osmanlı İmparatorluğu döneminde bulunabilecek bir noktayı oluşturmaktadır.

Tanzimat döneminde başlayan reformlar, Osmanlı devletinin Batının sözkonusu

dönemde askeri ve toplumsal olarak önemli özelliklerinin benimsenmesine yol

açmıştır.

Kurtuluş savaşında siyasi ve askeri seçkinler, Batılı güçlere karşı

savaşmalarına rağmen, kurulacak yeni devletin dış politika ideolojisinin Batılılaşma

olarak tanımlanmasında hiçbir tereddüt gösterilmemiştir. Batılılaşma ve dış

politikada statükonun korunması politikası temel dış politika öğeleri olarak

belirlenmiştir. Bu çerçevede homojen bir Türk ulusu tanımlaması ile bir ulus-devlet

inşasına başlanan Türkiye’de, Orta Doğu devletleriyle ilişkilerde durgunluk ve Batılı

devletlerde daha sıkı ilişkiler dönemine geçilmiştir. Soğuk Savaş dönemi boyunca da

Orta Doğu devletleriyle asgari oranda ilişki kurulmuştur. Türkiye’nin NATO,

OECD, Avrupa Konseyi gibi Avrupalı kuruluşlar yanında 1959 yılında Avrupa

Ekonomik Topluluğuna ortak üye olarak başvurması geleneksel Batılılaşma

politikasının da bir uzantısı olarak görülmelidir.

İdeolojik olarak Kemalizm, gerek Türkiye’nin genel politikası özelde de dış

politikasında genel yönelimi belirlemiştir. Dış politika açısından önemli Kemalist

nitelikler, ulus devletin bekası, Türkiye’nin muasır medeniyet düzeyine yükseltilmesi

ve realist dış politika yaklaşımıdır.617

616 Ibid.,s. 29–50. 617 Aydın, ‘The Determinants of Turkish Foreign Policy, and Turkey’s European Vocation’, s, s.318.

304

Türkiye’nin coğrafi konumunun güvenlik kimliğinin önemli bir belirleyicisi

olduğu noktasında kimi yazarların sorgulayıcı tutumunun altını çizmek gerekir.

Türkiye’nin güvenlik politikaları açıklanırken coğrafyanın belirleyici ve temel

etkenlerden biri olarak sunulmasının ve değişmez veri olarak ele alınmasını eleştiren

yaklaşımlar da vardır.618 Türkiye’nin güvenlik politikalarının belirlenmesinde en

etkili aktör olan sivil ve askeri bürokrasinin abartılı güvenlik söylemlerinin ve

coğrafi açıdan Türkiye’nin taşıdığı stratejik önemin AB karşıtlarının söylemlerini

yansıttığı şeklinde görüşler vardır.

Örneğin, Öniş’e göre, Türkiye’nin askeri ve güvenlik seçkinlerinin sıklıkla

dile getirdiği Türkiye’nin stratejik önemi nedeniyle Avrupa için vazgeçilmezliğini ve

Türkiye’nin AGSP’ye katkısını vurgulayan argüman eleştiriye açıktır. Zira AB’nin

ortaya koyduğu güvenlik topluluğu kavramı, kuvvet kullanımından ziyade, ekonomik

bütünleşme ve demokratikleşme ile oluşturulan bir yapıdır. Türkiye’nin Avrupa’ya

tek ciddi katkısının güvenlik açısından olduğunu vurgulama Türkiye’nin değerini

düşüren bir söylemin yansımasıdır. Ancak bu güvenlik unsurunun önemsizliğini

vurgulayan bir söylem değil; Türkiye’nin güvenlik alanındaki katkısının, başta

demokratikleşme olmak üzere Kopenhag kriterlerinin göz ardı edilmesine yol

açmaması anlamındadır. Reformların ardından Türkiye güvenlik alanında daha fazla

katkı yapabilecektir.619

Bilgin, Türkiye’nin coğrafyasının, Soğuk Savaş sonrası karşılaştığı güvenlik

sorunları çözümlemede realist bir çizgi izlemesine neden olduğu varsayımının,

coğrafyanın önceden belirlenmişlik ve değişmezlik özelliklerini vurguladığından

hareketle belirli sınırlamalar yarattığını vurgulamaktadır. Bu görüşe göre; ‘güvenlik 618 Bilgin, ‘Türkiye-AB İlişkilerinde Güvenlik Kültürünün Rolü’ s. 210. 619 Öniş, Domestic Politics, International Norms and Challenges to the State: Turkey-EU Relations in the post Helsinki Era’, s. 26-27.

305

kültürü ve coğrafi konum arasındaki ilişki sabit bir coğrafyanın güvenlik politikasını

belirlemesi değildir’…’ikisi arasındaki ilişki karşılıklı olarak birbirini oluşturmak

olarak anlaşılmalıdır.’620

Ancak yine de; Türkiye’nin coğrafi konumu, güvenlik kimliği tanımlanırken

en başta zikredilen noktalardan biri olmaktadır.621 Türk Boğazlarının konumu

yanında, Orta Doğu, Kafkaslar ve Balkanların kesişim noktasında bulunan Türkiye

stratejik önemini daima korumuştur. Batılı devletlerce de Türkiye’nin stratejik

önemine değer verilmiş ve bu anlayış doğrultusunda Türkiye NATO, Avrupa

Konseyi gibi kurumlara üye olmuştur. Türkiye’nin 1959 yılında AET’ye başvurusu

sonucu kabul edilmesinin bir nedeni de Türkiye’nin stratejik önemidir. Hatta 1997

Lüksemburg Zirvesi’nde Türkiye aleyhine çıkan karardan sonra, 1999 Helsinki

Zirvesinde Türkiye’ye adaylık statüsünün verilmesinin, ardından 3 Ekim 2005

tarihine üyelik müzakerelerine başlamasının Türkiye’nin stratejik öneminin

anlaşılması olduğu yönünde görüşler de vardır.

Soğuk Savaş döneminde NATO’nun Güneydoğu kanadını oluşturan ve ABD

ve NATO politikalarının belirlenmesinde en önemli dayanaklardan biri olan Türkiye,

Soğuk Savaş sonrasında da, kaynağını yine coğrafyasından alan, Balkanlar, Kafkasya

ve Orta Doğu için yeni fırsat ve tehlikelerin ortasında bir ülke olarak yeni

söylemlerin odak noktası olmuştur. Aslında Soğuk Savaş sonrası Türkiye’nin

stratejik önemini kaybettiği yolundaki söylemler, Körfez Savaşı sırasında Türkiye’ye

duyulan ihtiyaç neticesinde geçerliliğini yitirmiştir. Bu durumda bir güvenlik kimliği

öğesi olarak Türkiye’nin coğrafik konumunun önemini sürdürdüğünü söylemek

mümkündür. 620 Bilgin, ‘Türkiye-AB İlişkilerinde Güvenlik Kültürünün Rolü’, s. 208-210. 621Örneğin Mustafa Aydın, ‘Securitization of History and Geography: Understanding of Security in Turkey’, Southeast European and Black Sea Studies, Vol:3, No:2, May 2003, s. 163-164 ve 170-172.

306

Bunun yanında coğrafyasının Türkiye’ye getirdiği olumsuz yanlardan da

bahsetmek gerekir. Sorunlu komşularının yanı sıra, topraklarının Asya da mı, Avrupa

da mı olduğu sorusu da Türk kimliğinde bir aidiyet sorunu yaratmaktadır. Sözkonusu

sorunun coğrafyanın ötesinde kültürel ve sosyal boyutlarının da düşünülmesi

kaçınılmazdır. Türkiye’nin farklı kimliğine yapılan vurgular Türkiye-AB ilişkileri

bağlamında gerek Türkiye, gerekse AB içinde en fazla tartışma yaratan alanlardan

birini oluşturmaktadır. Bu sorun, Avrupa’nın sınırlarının da tartışılmasını gündeme

getirmiştir.

Bu çerçevede AB içinde de Avrupa’nın Kuzey-Güney ve Batı sınırlarının

tanımlanmasında bir sorun yaşanmazken, Türkiye’nin içinde yer aldığı Doğu sınırı

konusunda tartışmalar yaşanmaktadır. AB’nin Doğu sınırının, artık coğrafi sınırların

yerini siyasi sınırların alması nedeniyle ortadan kalktığı ve Avrupa haritasının

öncelikle Avrupalıların zihinlerinde çizilmesinden dolayı sözkonusu sınırın

çizilmesinde “değerlerin” önemli rol oynadığı şeklinde yaklaşımlar vardır. 622

Türkiye’nin coğrafyasının dış ve güvenlik politika seçeneklerini belirlediği

açıktır. Çok boyutlu dış politika uygulaması da bu durumun yansımasıdır. Ancak

sözkonusu coğrafi konum nedeniyle abartılı güvenlik ve bölünme söylemleri

eleştiriye açıktır. Zaten, AB üyesi olacağı düşünülen Türkiye’nin askeri güvenlik

anlamındaki endişeleri AB üye ülkeleri arasındaki dayanışma ve prestij nedeniyle

yersiz hale gelecektir.

Bunun yanında Türkiye’nin Batıcılık gibi olumlu etkiler yanında, güç dengesi

politikasının ihtiyatla uygulanması, Osmanlının azınlıklara verdiği geniş haklara

rağmen düşmanla işbirliği ve bağımsızlık isteği gibi istenmeyen hareketlerle

622 Olli Rehn, Avrupa’nın Gelecek Sınırları, Türkiye Bir Köprü mü, Köprübaşı mı yoksa Ergime Potası mı?, (Çev: Onur Şen, Hasan Kaya), 1001 kitap, İstanbul, 2007,s. 87-90.

307

karşılaşılması ve Türkiye’nin bölünme ve dış mihraklar olarak adlandırılan dış

müdahalelere hassasiyeti de Osmanlı döneminden miras kalan özellikler olarak

ortaya çıkmaktadır. Osmanlı’nın oluşturduğu ve azınlıklara göreli özerk bir

yapılanma getiren, onlara dil ve din özelliklerini sürdürmelerine olanak tanıyan

millet sisteminin, 19. yüzyılda artan milliyetçilik havasıyla parçalanmayı

kolaylaştırdığı inancı, günümüz üniter yapı hassasiyeti ile bağdaştırılabilir

niteliktedir.

Türkiye’nin NATO’nun ikinci büyük ordusu olması ve stratejik öneminin

diğer getirilerine rağmen devamlı bir güvensizlik yaşadığı ve eski Başbakanlardan

Mesut Yılmaz’ın ifade ettiği gibi bir ulusal güvenlik sendromu (Sevr sendromu)623

içinde olduğu da belirtilmektedir. Aslında bu, Türkiye’nin güvenlik kimliğinin de bir

parçasıdır. Nitekim Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde toprak kayıplarına

duyulan tepki, Türkiye’nin de bu endişeyi devam ettirmesine neden olmuştur.

Türkiye’nin Sevr fobisinin, Osmanlı İmparatorluğu döneminden miras kalan dört bir

tarafın düşmanlarla çevrili olduğu ve her an hazırlıklı olunması gerektiği yönündeki

politikaların etkisi büyüktür. Osmanlı’nın güç dengesi politikası izlediği dönem

boyunca, yıkılma ve Sevr Antlaşması döneminde, Türk güvenlik kültürünün belirgin

özellikleri arasında belirtilebilecek toprak kaybı ve parçalanma korkusunun oluştuğu

görülmektedir.624Ayrıca Osmanlı imparatorluğunun ekonomik bağımlılığı ve

parçalanmasını hızlandıran kapitülasyonlar ve Düyun-u Umumiye sisteminin de,

Türkiye’nin şimdiki dış ekonomik müdahalelere olan tepkisini ve bu bağlamda

güvenlik kimliğinin unsurlarından birini ortaya koyduğunu söylemek mümkündür.

Yine Osmanlı devleti politikalarının uzantısı olarak kabul edilebilecek yalnız 623 Aydın,‘The Determinants of Turkish Foreign Policy, and Turkey’s European Vocation’, s. 312 . 624 Ali Karaosmanoğlu, ‘The Evolution of the National Security Culture and the Military in Turkey’, Journal of International Affairs, Fall 2000, 54, no 1, s. 202.

308

kalmama ve müttefik bulma endişesi de, Türkiye’nin AB’ye yaklaşma

nedenlerindendir. Nitekim dış politika açılımlarında da, Türkiye AB’yi ABD’ye karşı

bir denge unsuru olarak görmektedir.625Türkiye’nin bugün Yunanistan ve Rusya ile

ilgili politikalarının da geçmişten kaynaklandığını ve Türk güvenlik kültürünün

önemli özelliklerini gösteren örnekleri oluşturduğunu söylemek mümkündür.

1820’lerde bağımsızlığını kazandıktan sonra topraklarını genişletme politikası güden

Yunanistan, Kurtuluş Savaşı tecrübelerinden sonra, günümüze dek gelen sorunlu ve

karşılıklı güvensizliğe dayalı Türk-Yunan ilişkilerinin de başlangıç noktasını

oluşturur.626

Türkiye’nin gerek iç, gerekse dış etkenlerle geleneksel güvenlik kimliğinde

bazı kırılmalar yaşandığı dönemler olduğu görülmektedir.

İç etken olarak öncelikle belirli siyasi partilerin geleneksel yaklaşımlarından

kaynaklanan dönemleri göz önüne almak gerekir. Batılılaşma ve bununla bağlantılı

olarak AB’ye üyelik hedefini Türk güvenlik kimliği öğelerinden biri olarak kabul

edersek, ilkesel olarak AB’ye karşı olmamakla birlikte, AB’nin Kopenhag kriterleri

bağlamında öngördüğü bazı reformlara karşı çıkan MHP yanında, koalisyon ortağı

olarak 1996 yılında iktidara gelen ve AB karşısında İslam ülkeleri birliğini savunan

RP döneminde Batıcılık anlamında güvenlik kimliğinden sapmalar olduğu

saptamasını yapmak mümkündür. Ancak geleneksel güvenlik kimliğinden asıl

kırılma AB karşıtı değil, aksine AB yanlısı olan hükümetler döneminde de

yaşanmıştır. 1983 yılında iktidara gelen ANAP ile 3 Kasım 2002 seçimlerinden tek

başına iktidar olarak çıkan AKP zamanında yaşanan Türk dış politikası gelişmeleri,

bu çerçevede değerlendirilebilir. Her iki parti de geleneksel güvenlik kimliğinde 625 Oğuzlu, ‘Modern Devletten Post-Modern devlete: AB Yolunda Türkiye’nin Yeni Güvenlik İkilemi’, s. 243. 626 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz: Karaosmanoğlu, ‘op.cit., s.202 vd.

309

yarattıkları kırılmalar neticesinde uluslararası işbirliğine daha yatkın bir yaklaşım

sergilemişler, AB ile daha yakın ilişkiler kurmuşlardır. Her iki partinin de Batıcılık

ilkesini sürdürdüğü söylenebilirse de, statükoculuk konusunda başarılı olup

olmadıkları tartışmalıdır.

Başbakan Turgut Özal döneminde başta Dışişleri Bakanlığı olmak üzere

bürokrasinin devre dışı bırakıldığı durumlara sıklıkla rastlanmaktadır. Özal

döneminde Körfez savaşı örneğinde olduğu gibi kişisel ilişkilerle yürütülen ve salt

ABD’ye dayalı olarak sürdürülen diplomasi, Türkiye’nin özerkliğini yitirmesine

neden olmuştur.627 Bu dönemde, Türk özel sektörünün de savunma sanayi alanında

yatırıma yöneldiği görülmektedir. Özel sektör ile ordu arasındaki iş ilişkilerinin

gelişmesi, askeriye’nin devlet merkezli düşünce yapısında değişikliklere neden

olmuştur.628Bunun yanında Orta Doğu işlerine karışmama şeklindeki geleneksel

Soğuk Savaş politikası da değişmiştir. AKP döneminde ise, Soğuk Savaş sonrası

değişen koşulların aktif bir politikayı gerekli kılması yanında özellikle AB ile

ilişkilerde, Kıbrıs ve Ege sorunları gibi milli dava olarak adlandırılan konularda

statükoyu değiştiren ve kimi çevrelerde taviz olarak addedilen politika değişiklikleri,

AB’nin özellikle Kıbrıs politikasındaki eleştiriye açık noktalarla birleştiğinde genel

Türk dış politikası özelliklerinden farklı bir nitelik arzetmektedir.

Dış etken olarak, Soğuk Savaşın sona ermesi, Türkiye’nin güvenlik

kültüründe başka bir deyişle, Türk sivil ve askeri güvenlik seçkinlerinin uluslararası

olaylara bakışında değişikliklere neden olmuştur. Sovyetler Birliği’nin yıkılışı ile

bağımsızlığını kazanan Orta Asya ve Kafkasya’daki Türkî Cumhuriyetler’le ilişkiler

yoğunlaşmış, sözkonusu gelişme ABD tarafından da desteklenmiştir. Bunun yanında

627 Oran , op.cit.,s.49. 628 Karaosmanoğlu, op.cit., s. 209–212.

310

başta Balkanlar olmak üzere, Orta Doğu ve Karadeniz bölgesi de Türkiye’nin dış

politika açılımlarının yoğunlaştığı ve aktif bir dış politikanın izlenmeye başlandığı

bölgeler olarak karşımıza çıkmıştır. Çok taraflıcılığa yönelik bir eğilim Türk dış

politikasında öne çıkmaya başlamıştır. Körfez Krizinde uluslararası koalisyonla

işbirliği, Balkan operasyonlarında alınan aktif görevler ve KEİ’de alınan inisiyatif

söz konusu çoktaraflıcılığın yansımaları olmaktadır. Özellikle Körfez Krizi

Türkiye’nin Orta Doğu işlerine karışmama ve bölge ülkelerinin çatışmalarına taraf

olmama şeklindeki yaklaşımını değiştirmiştir.629 Böylece geleneksel güvenlik

kimliğinden ayrılan bir politika izlenmeye başlamıştır.

Ancak Türkiye’nin tarihsel olarak reelpolitik açısından tutarlı bir davranış

sergilediği yönünde yaklaşımlar da vardır. Buna göre; sözkonusu davranışın

özelliklerinde değişiklik olmuş, yüzyıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğu

döneminde süren baskın saldırgan (dominant-offensive) bir davranış biçiminden,

baskın savunmacı (dominant-defensive) bir özelliğe kaymıştır. Modern Türkiye,

baskın savunmacı reelpolitik geleneğine devam etmektedir. Osmanlı’nın baskın-

saldırgan olarak tanımlanabilecek yapısı 17. yüzyıla kadar sürmüş, bu dönem

boyunca temel amaç, toprak kazanmak, nüfusu arttırarak güç elde etmektir. 1699

Karlofça Antlaşmasından sonra, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü izleyen

dönemde, savunmacı reelpolitik olarak adlandırılabilecek ve büyük devletler arasında

güç dengesi politikası izlemeye dayalı bir politika izlenmeye başlamıştır.630 Bu

politika yoluyla Osmanlı İmparatorluğu yıkılmadan uzun süre dayanabilmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde güvenlik kimliği saldırgan reel politikten,

savunmacı reelpolitiğe kaymıştır. Türkiye Cumhuriyeti döneminde ise savunmacı

629 Ibid., s. 209-212. 630 Ibid., s. 200-201.

311

karışmazlık reelpolitik geleneği liberal ekonomi politikaları ve 1990’larda aktif, çok

taraflı bir dış politikanın uygulanmaya başlanmasıyla değişime uğramıştır.631

Türk güvenlik kimliğinin bazı yönleri konusunda eleştirel yaklaşımlar vardır.

Türkiye’nin geleneksel güvenlik söylemini Cumhuriyetin kuruluşundan beri sivil

askeri bürokrasinin kullandığı toprak kaybı korkusu ve coğrafi determinizm632 olarak

gören bu yaklaşıma göre; bu durumun AB sürecinde sorgulanmaya başlanması AB

yandaşı ve AB karşıtı safların belirginleşmesini de sağlamıştır. Bu yaklaşımda

küreselleşmeye Türkiye’nin verdiği tepkinin rol oynadığı düşünülmektedir. Buna

göre güvenlik gündemini geniş tanımlayan bir ülke olan Türkiye’de,

güvenlikleştirme söylemi sıklıkla kullanılmaktadır.633 Güvenlikleştirme kavramı

konstrüktivist yaklaşımın uzantısıdır. Buna göre, konstrüktivist yaklaşımın temel

varsayımlarından gerçeklerin özneler tarafından nasıl algılandığı ve temsil

edildiğinin söz eylem ile ortaya konması da güvensizliklerin belirlenerek, kendi

kimliğini ortaya koyma sürecini karşılıklı olarak yapılandırır. Bu durumun mantıksal

uzantısı, tehditlerin sosyal ve kültürel olarak devlet yetkilileri tarafından söylem

yoluyla üretilmiş olmalarıdır. Tehditlerin ortaya çıkması bahse konu

güvenlikleştirilme yoluyladır.634 Bu yaklaşıma göre, Türk güvenlik seçkinleri de

Türkiye’nin coğrafyasının daha fazla demokratikleşmeye izin vermeyecek bir ulusal

güvenlik konseptinin kabulünü meşru hale getirmek için kullanmaktadır.635 Bunun

yanında Türk güvenlik kültüründe küreselleşmenin etkisiyle güvenliğe artık daha

fazla araştırma için kaynak ayrılması ve Soğuk Savaş sonrası risklerle askeri araçlar

yanında sivil araçlarla da mücadele edilmesi yönündeki farklı sayılabilecek

631 Ibid., s. 216. 632 Bilgin, ‘Turkey’s Changing Security Discourses: The Challenge of Globalisation’, s. 183. 633 Ibid., s. 175-182. 634Bilgin, ‘Türkiye-AB İlişkilerinde Güvenlik Kültürünün Rolü’ , s.198–200. 635 Bilgin, ‘Turkey’s Changing Security Discourses: The Challenge of Globalisation’, s.186–187.

312

söylemlerde bile askeri araçlar önceliğini kaybetse de geleneksel stratejik

yaklaşımlar geçerliliklerini korumaktadır.636 Küreselleşme etkisi ile ulusal güvenlik

söylemi tartışmaya açılsa da, yakın gelecekte de özellikle askerin siyasetteki ağırlığı

nedeniyle bu söylemde bir değişiklik olmayacağını söylemek mümkündür. Ancak

sivil unsurların etkisizliği ve dış ve güvenlik politikasındaki ilgi eksikliğinin de bu

duruma yol açtığını da belirtmek gerekir.637 ‘Devlet sınırlarının içinde kalan alanın

güvenli, dışında kalan alanın anarşik ve güvensiz olduğu’ şeklinde tarif edilebilecek

içeri-dışarı varsayımına dayalı mevcut ulusal güvenlik anlayışı ile devlet sınırları

dışında başta devlet dışı aktörler ve medya olmak üzere pek çok aktörün ortaya

çıkması şeklinde tarif edilebilecek küreselleşmenin getirdiği güvenlik sorunlarına

etkili çözümler geliştirmenin mümkün olmadığı yönünde yaklaşımlar vardır. 638

Ancak geleneksel güvenlik kimliği eleştirilerinde dikkate alınması gereken

nokta; gerek AB, gerekse Türkiye’nin zaman zaman güvenilirlik sorunları nedeniyle;

Türkiye’nin AB üyeliğinin sonucunun resmi olarak ilan edilmiş adaylık statüsüne

rağmen kimi zaman şüpheyle karşılanmasıdır. Bu çerçevede üye olunana kadar

geçecek ara zamanda; geleneksel güvenlik kimliği savunmaya odaklanmış bir ülke

olan Türkiye’nin yeterli güvenilir ve kesin bir söz olmadan güvenlik açısından

endişeye sürüklenebileceği tedbirleri almaktan imtina etmesi söz konusu

olabilecektir.

Türk güvenlik kimliğinin statükoculukla özdeşleşen Batıcılık ilkesi

konusunda da eleştirel bazı yaklaşımlar vardır. Buna göre; Batılılaşma amacı

Türkiye’nin 1980 ve 1990’lar boyunca kimlik problemine vurgu yapılmasına neden

olmuş, dış politikasında da zaman zaman diğer devletler bakımından kafa karıştırıcı 636 Ibid., s. 193. 637 Ibid., s.194–197. 638 Bilgin, ‘Türkiye-AB İlişkilerinde Güvenlik Kültürünün Rolü’ s. 215.

313

bir nitelik yaratmıştır.639 Bazı yazarlara göre Türkiye’nin Batılılaşma tanımı

problemlidir. Zira Kemalizmin Batılılaşma ya da Avrupalılaşma tanımı dardır,

Türkiye’nin Batı tanımı ile AB’nin “Batı” tanımı arasında fark vardır. Türkiye’nin

Batılılaşma politikası, Avrupa’nın koyduğu çoğulculuk, demokrasi ve insan hakları

konularındaki kuralların gerisine düşmektedir. Bunun yanında, Türkiye’de

Batılılaşma tanımı, Türkiye ve Avrupa arasındaki tarihi ve kültürel farklılıklar

yanında Türkiye’nin kendi içindeki farklılıkları görmezden gelecek derecede dar

şekilde tanımlanmaktadır.640 Buradaki paradoksu değiştirebilmek için çözüm, Rusya,

Japonya ya da İsrail örneklerinde olduğu gibi, Türkiye’nin de “Batıcı” ancak özü

itibariyle Batılı olamayacak bir tanımı benimsemek olacaktır. Bu durumda kendi

kültürel ve kimliksel özelliklerinden vazgeçmeden Batı tipi ekonomik ve politik bir

yapılanmayı benimseyebilecektir. Böylece AB ve Türkiye arasında yaşanan kimlik

problemi çözüme kavuşabilir. 641

Türkiye’nin güvenlik kimliğinin bir öğesi olarak askerin politikadaki rolü

değinilmesi gereken önemli bir noktayı oluşturmaktadır. AB sürecinin kurumsal

temelde etkileriyle azalan rolüne dikkat çekilse de, tarihsel ve kültürel olarak,

ordunun Cumhuriyetin kuruluşundaki rolü, devletin bekasını iç ve dış düşmanlardan

koruma anlayışı gibi etkenler, ordunun Türk siyasetindeki ağırlığının korunduğunu

göstermektedir.

639 Aydın, ‘Securitization of History and Geography: Understanding of Security in Turkey’, s. 170. 640 Buzan ve Diez, op.cit., s. 44. 641 Ibid., s. 49-50.

314

2. AB ile ilişkilerde güvenlik kimliği faktörü

Yukarıda incelendiği gibi, AB Dış ve Güvenlik politikasının Türkiye’ye

etkisinin, bir başka deyişle Türkiye’nin dış politikasının Avrupalılaşmasının

incelenmesinde; AB ortak tutum, eylem ve deklerasyonlarına ve bölgesel politikalara

uyum konusunda Türkiye’nin çıkarlarının ve hassasiyetinin fazla olduğu alanlar

dışında ciddi bir uyumsuzluk olmadığı görülmektedir. Kıbrıs, Ermenistan, AGSP

konuları başta olmak üzere varolan uyumsuzluk noktaları dışında, Avrupalılaşmanın

siyasi Avrupalılaşma şeklinde tarif edilmesi sonucu uyumsuzluğun daha fazla olduğu

görülmektedir. Zira bu durumda başta Kopenhag kriterleri olmak üzere, yukarıda AB

güvenlik kimliği özellikleri kısmında bahsi geçen değerleri yayma üzerine kurulu bir

dış politika oyuncusu olma yolundaki AB ile Türkiye politikalarının uyumlaştırılması

söz konusu olacaktır.

Bu çerçevede AB ile geniş anlamda tarif edilen bir Avrupalılaşma

çerçevesinde uyumsuz addedilen Türkiye’nin güvenlik kimlikleri arasındaki farkın

ne zaman ve nasıl oluştuğu sorusu önem kazanmaktadır.

Öncelikle AB ve Türkiye arasındaki güvenlik kimliği farkının; değişen

uluslararası koşullar neticesinde farklılaşan AB’nin Türkiye’ye bakışından

kaynaklandığı belirtilmelidir. Bu durumda, Soğuk savaş dönemi ve sonrasında

AB’nin güvenlik anlayışı bakımından nasıl bir değişim geçirdiğine ve bu durumun

Türkiye ile ilişkilerini nasıl etkilediğine bakmak gerekir.

Öncelikle Türkiye ile AB (AT) arasında Soğuk Savaş döneminde göreli bir

stratejik kültür uyumunun olduğu görülmektedir. Hatta güvenlik ilişkileri, Türkiye ve

Avrupa’yı İkinci Dünya savaşından sonra birbirine bağlayan en önemli noktadır.

Türkiye’nin Avrupalı kimliği her sorgulandığında; güvenlik ilişkileri Türkiye’yi

315

tekrar Avrupaya bağlama görevi görmüştür. Ancak bu durum Soğuk Savaş ertesinde

değişmeye başlamış ve artık Türkiye’nin Avrupa için yük ve güvensizlik unsuru

olduğu dahi söylenmiştir. Bu durum Türkiye-AB arasında bir “kültür çatışması”na

neden olmuştur.642

Soğuk Savaş dönemindeki uyumun nedenlerinden biri; Türkiye’nin Batı’nın

önemli bir stratejik ortağı olarak NATO üyesi olması, o dönemde ekonomik

bütünleşmeye önem ve ağırlık vermiş olan AB’nin ise güvenliğini, tamamen NATO

aracılığı ile idame ettirmesidir. Böylece, AB güvenlik sorunlarına henüz gelişim

aşamasında olan kendi güvenlik yapılanması yerine NATO düzenlemeleri

çerçevesinde çözüm bulunmaya çalışmıştır. Bu durumda önemli bir NATO üyesi

olan Türkiye’nin Avrupa’nın değerleri ve kimliği açısından değerlendirilmesi

gündeme gelmemiştir.

Türkiye’nin 1959 yılında AET’ye yaptığı ortaklık başvurusuna da

kamuoyunun aksine resmi çevrelerin etkisiyle olumlu bakılmıştır. Bunun nedeni de

stratejiktir. 1980’li yıllardan itibaren stratejik önem nedeniyle Türkiye’ye atfedilen

önem yerini, AB’nin değişen uluslararası kimliği doğrultusunda Türkiye’ye karşı

insan hakları ve demokratikleşme nedeniyle eleştirilere bırakmıştır.643

NATO çerçevesinde gelişen zorunlu birliktelik bir yana; modernizm-

postmodernizm paradoksunda, Soğuk Savaş dönemi boyunca AB’nin modernizm

temellerine vurgu yapması başka bir deyişle, modernizmin o dönem boyunca temel

aldığı ulus-devlet, merkezi ve üniter yapı gibi bazı özelliklerin, Avrupalı devlet

642Pınar Bilgin,‘Clash of Cultures? Differences Between Turkey and European Union on Security’, Karaosmanoğlu ve Taşhan, op.cit., s.25. 643 Oran, op.cit.,s.326-327

316

tanımlaması çerçevesinde Türkiye’ye uyması gibi nedenler, Türkiye ile AB’nin

uyumlu güvenlik kimliklerine sahip olmalarını sağlamıştır.644

Soğuk Savaş döneminde, bireyin ya da toplumun değil, devletin güvenliğine

önem veren bir güvenlik anlayışı mevcuttur ve ideolojik ve kimliksel faktörlerin

henüz tehdit algılamalarında yerini almadığı dar bir güvenlik tanımlamasına gidildiği

görülmektedir. Soğuk Savaş sonrası dönemde ise, artık tehdit kavramının yerini risk

kavramının almaya başladığını, Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi tanımı belli

tehditlerin yerini, nereden geleceği önceden belirlenemeyen unsurlar ve asimetrik

savaş tehdidinin aldığı görülmektedir. Bunun yanında, küreselleşmenin etkileri ile

iletişim olanaklarının artması, bilişim suçlarını ve kapsamı daha da genişletmiştir.

Artık Soğuk Savaş dönemindeki ulus-devlet güvenliğinin sağlanması amacı yerini,

bireylerin ve toplumun korunması da dâhil olmak üzere devletlerin iç işlerinin

önemli hale gelmesine bırakmıştır. Bu durumda Soğuk Savaş sonrası dönemde artık

kolektif savunma değil, kolektif güvenlik kavramının öneminden bahsetmek yerinde

olacaktır. Bir devletin güvenliği, ekonomik güvenlik de dâhil olmak üzere diğer

devletleri de yakından ilgilendirir hale gelmiştir.645 Bu durumda AB’nin kendi iç

dönüşümü yanında, küreselleşen güvenlik ortamının gereklerine cevap verme

refleksinin farklılaşmayı yaratan önemli unsurlar olduğu görülmektedir.

AB’nin güvenlik risklerine cevap vermede geliştirdiği yöntemler ve kendi iç

gelişimi neticesinde postmodern bir yapılanma şeklinde ortaya çıkması ile

Türkiye’den farklılaşmasının yanında bazı başka faktörlerden de sözedilebilir.

Buna göre, Türkiye’nin coğrafyasının, Türkiye’nin post-modern bir güvenlik

anlayışı benimsemesine pek olanak sağlamadığı ve modern devlet niteliklerine 644 Oğuzlu, ‘Modern Devletten Post-Modern devlete: AB Yolunda Türkiye’nin Yeni Güvenlik İkilemi’, s.241. 645Ibid.,s. 221-223.

317

devam etmeye zorladığı şeklinde yaklaşımlar da vardır.646 Türkiye’nin Soğuk Savaş

öncesi ve sonrası izlediği temel dış politika yönelimlerinde büyük çaplı bir değişiklik

olmamıştır. Çevre bölgelerde izlenen aktif politika yine temel güvenlik kimliği

parametreleri ihlal edilmeden izlenmektedir. Ancak yine de Soğuk Savaş sonrası

ortaya çıkan tehditlerle mücadele etme gereği de devam etmektedir.

Türkiye ve AB arasında farklı güvenlik politikaları Soğuk Savaş sonrası hayli

belirginleşmiştir. Soğuk Savaş sonrası Türkiye’nin güvenlik gündemindeki

genişleme de devlet-merkezli ve asker odaklı olmuş ve bu durum AB ve Türkiye’nin

güvenlik kültürleri arasındaki farkı daha da arttırmıştır.647AB’nin kendi iç

gelişmelerinin hayli önemli olduğu ve artık bir güvenlik kimliği profilinin ortaya

çıkmaya başladığı göz önüne alınırsa, Türkiye’nin güvenlik kimliğinde Soğuk Savaş

öncesi ve sonrasında ciddi bir değişiklik olmayışı asıl ayrılığı yaratmıştır.

Türkiye Soğuk Savaş sonrası dönemde dışarıya dönük ve aktif bir politika

izlerken, AB, kuruluş amaçlarına da uygun olarak, İkinci Dünya Savaşında yaşanan

maddi ve manevi kayıpların etkisiyle daha içe dönük ve pasifist bir politika

izlemiştir. Nitekim AB’nin insan hakları ve demokratikleşme odaklı politikaları, dış

politikasının da önemli araçları haline gelmişlerdir. Bu çerçevede, ‘Avrupa’nın

jeopolitik ufku daralırken, demokratik ufku genişlemiş, Türkiye’de ise tam tersi

olmuştur. Böylece Türkiye ile Avrupalı müttefikleri arasında Soğuk Savaş sırasında

mevcut olan stratejik kültür birlikteliği ortadan kalkmıştır’648

AB’nin farklılaşan güvenlik kimliğinin etkileri her ülke için farklı sonuçlar

yaratmıştır. Örneğin küçük ülkelerin durumları, Türkiye ile karşılaştırma yapmak

646 Ibid., s.237. 647 Bilgin, ‘Türkiye-AB İlişkilerinde Güvenlik Kültürünün Rolü’, s. 216. 648 Ali Karaosmanoğlu, Türkiye Açısından Avrupa Güvenlik Kimliği: Jeopolitik ve Demokratik Ufuk: Türkiye’nin Dış Politika Gündemi, Kimlik, Demokrasi, Güvenlik, (der: Şaban Çalış, İhsan Dağı, Ramazan Gözen, Liberte, Ankara, 2001, s.67.

318

açısından ilginçtir. Soğuk savaş sonrası ilk on yıl, AB içindeki küçük ülkelerin

güvenlik kimlikleri AB güvenlik kimliğiyle uyumludur. Bu ülkeler geleneksel küçük

ülke güvenlik kimliği özelliklerinden tarafsızlıklarını korumak ve uyuşmazlıkların

barışçıl yollarla çözümü ve yumuşak güvenlik özelliklerini korumuşlardır. Bunun

yanında AB güvenlik politikasının kurumsal özellikleri sözkonusu ülkelerin

otonomilerini koruyarak etkilerini arttırmak şeklindeki özelliklerini sürdürmelerine

yardım etmiştir. ODGP içinde bazı özelliklerden yararlanarak belli politikalara

katılmama hakları olduğu gibi, belirli konulardaki önceliklerini AB gündemine

taşıma imkânı bulabilmişlerdir. Bu ülkeler sözkonusu dönem içinde kendilerini

Soğuk savaş döneminin büyük güç rekabetinden kurtaran AB güvenlik yapılanmasını

benimsemekte güçlük çekmemişlerdir. 649

Ancak orta büyüklükte bir devlet olan Türkiye için durum farklıdır.

Türkiye’nin güvenlik kimliği, başta kavşak noktasında yer alan coğrafyasının

getirdiği zorluklar olmak üzere küçük ülke güvenlik kimliği özelliklerinden farklı

olarak belirli politikalara uymak olarak değil, kendini ortaya koymak olarak tezahür

edebilmektedir. Bunun da ötesinde Soğuk Savaş sonrası dönemden sonra ilk on yıl

içinde yumuşak güç biçiminde tarif edilen AB özellikleri küçük devlet güvenlik

kimliği özelliklerine uyarken, Türkiye kendisini daha aktif bir politika yapılanması

içinde bulmuştur. Bu durumda küçük ülkeler gibi kendisini koruyacak bir şemsiye

arayışından çok, Soğuk Savaş ertesinin ortaya çıkardığı fırsatları kullanabileceği bir

ortam arayışına girmiştir. Bu bağlamda aslında Türkiye’nin AB dış ve güvenlik

politikası gereklerini tam da o dönemde yerine getirmesi kendisini kısıtlayıcı bir

ortamda hissetmesine de sebep olabilecektir.

649Anders Wivel, ‘The Security Challenge of small EU member states: Interests, Identity and the Development of the EU as a Security Actor’, JCMS 2005 Volume 43, number 2, s. 393-400.

319

Soğuk Savaş sonrası belirgin hale gelen güvenlik kimliği farklılığının

kaynağının Soğuk Savaş dönemi politikaları olduğu yönünde yaklaşımlar vardır.

Buna göre; kültürü değişmez, sabit, önceden belirlenmiş olarak gören anlayışın

tersine, konstrüktivist uluslararası ilişkiler kuramlarının yaklaşımı esas alınarak,

güvenlik kültürünün dinamik olduğu varsayılmaktadır. Bu noktadan hareketle,

‘toplulukların kimlik, çıkar ve güvenliklerini temsil ettikleri esnada yeniden

ürettikleri’ kabul edilirse, Türkiye ve AB’nin Soğuk Savaş döneminde güvenlik

kültürlerin yeniden üretilmesi sürecinde birbirlerinden uzaklaşma döneminde

oldukları, farklılığın ortaya çıkışının da Soğuk Savaş sonrası olduğu

düşünülmektedir.650 Soğuk Savaş sırasında Türkiye ve AB güvenlik kültürleri

birbirinden nasıl uzaklaşmışlardır? Öncelikle yine konstrüktivist çerçeve

kullanılarak, gerek AB gerekse Türkiye’nin karşılıklı ilişkilerinden kaynaklanan

güvensizliklerinin sürekli olarak yeniden üretildiği görülmektedir. AB’nin Türkiye

hakkında ürettiği temel güvensizlik, 1950’li yılların başından itibaren oluşturmaya

çalıştıkları asker odaklı ve devlet merkezli olmayan güvenlik topluluğunun

parçalanması korkusunun, Türkiye’ye verilecek serbest dolaşım hakkı gibi

serbestiler, göç olgusu ve Türkiye’nin Kürt sorunu ve terör sorununu Avrupa’ya

ihraç etmesi ile gerçekleşebileceği endişesidir.651Türkiye’nin AB konusunda ürettiği

güvensizlik ise; AB’nin Kopenhag kriterleri çerçevesinde gerçekleştirilmesini

istediği birtakım yasal değişikliklerin, çok özel bir coğrafyada bulunan ve kendine

has sorunları olan Türkiye’nin milli güvenliğini tehdit edeceği endişesidir. 652

Güvenlik kültürlerinin farklılaşmasının yanında, Türkiye ve AB arasında

karşılıklı olarak birbirinin koşullarını anlamama yönünde bir yaklaşım 650Bilgin, ‘Türkiye-AB İlişkilerinde Güvenlik Kültürünün Rolü’, s.194-195. 651Ibid., s.196-205. 652Ibid., s.196 ve 202.

320

geliştirmişlerdir. AB yetkilileri, Soğuk Savaş döneminde NATO’nun sağladığı

istikrar ortamının etkisi ile sert güvenlik tehditleri ile meşgul olan Türkiye’nin

durumunu anlayamazken; Türkiye de AB’nin geliştirdiği güvenlik kültürünün

yarattığı ve Türkiye’nin üyeliği ile pekişecek göç gibi konulardaki AB endişelerini

kavrayamamıştır.653

Bu nokta; Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde yaşadığı güvenlik ikilemine işaret

etmektedir. Türkiye modernizm ilkeleri ile inşa edilmiş bir ulus devlet olarak, post-

modern özellikler arzeden AB süreci ile daha güvenlikli bir yapıya mı kavuşmaktadır

yoksa daha güvensiz bir hale mi gelmektedir? AB açısından yaşanan ikilem ise,

AB’nin uluslararası alanda ortaya koyacağı (güvenlik) kimliğin oluşturulmasında

Türkiye ile ilişkisinin önemli rol oynadığı gerçeğidir.654 Bu durumda, ‘Türkiye AB

için sadece kültürel bir test değil, aynı zamanda da ve daha da önemlisi jeopolitik

testtir’655

Gerek Türkiye, gerekse AB’nin birbirleriyle ilişkileri çerçevesinde ortaya

çıkan güvenlik ikilemi, güvenliklerini sağlamak için kullandıkları yöntem

farklılıkları nedeniyle daha da artmaktadır. Buna göre, AB’nin post-modern anlayışı;

egemenliğin tek bir merkezde toplanmayıp, supranasyonal ve bölgesel anlamda da

kullanılması, çok-kimliklilik, bireyin ön plana çıkması, insan hakları ve liberalizmin

yüceltilmesi ve yaygınlaştırılması şeklinde tezahür etmiştir. Aslında Avrupa’nın

ikilemi de buradadır. AB supranasyonal ve bütünleşme yanlısı olarak gelişimini

sürdürür ve bu şekilde küreselleşme ve Soğuk Savaş sonrası ortam tehditlerini

653 Ibid., s. 217. 654 Oğuzlu, ‘Modern Devletten Post-Modern devlete: AB Yolunda Türkiye’nin Yeni Güvenlik İkilemi’, s. 220 . 655Fuat Keyman, Amerikan Yüzyılı ve Türkiye, http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2vehaberno=2363, 13.07.2003, erişim tarihi, 20.07.2007.

321

bertaraf edebileceğini düşünürken, AB vatandaşları paradoksal olarak,

bütünleşmenin ve genişlemenin ulusal kimliklerini aşındırması gibi bütünleşme

sonucu öngöremedikleri farklı tehditlerle karşı karşıya kalmışlardır. Sözkonusu

ikilemi çözebilmek için AB bir yandan bütünleşme sürecine ağırlık verirken, öte

yandan Soğuk Savaş sonrası dönemin riskleriyle mücadele edebilmek için kendi

toplumsal ve sosyal modelinin çevre ülkelerine yayılması yoluna gitmiştir. Türkiye

gibi modern güvenlik anlayışını devam ettiren ülkelerde ise devletin güvenliği halen

en önemli amaç olarak ortaya çıkmakta, Soğuk Savaş sonrası dönemin tehditleri hala

geleneksel yöntemlerle çözümlenmeye çalışılmaktadır. Sözkonusu yöntem

uyuşmazlığı nedeniyle bu ülkelerin daha az güvenlikli bir yapıya ulaşması olasılığı

yüksek olduğundan ciddi bir güvenlik ikilemiyle karşı karşıyadırlar. Postmodern

anlayışın en önemli özelliklerinden biri, kimlik politikalarının olabildiğince etkin

olmaya başlaması ve bireylerin etnik, kültürel, sosyal kimliklerini meşrulaştıracak

yollar aramasıdır. Bu durumda aksi bir örgütlenme modeline sahip modern devletler

kimlik politikalarında, farklı kimlikleri dikkate alacak şekilde düzenlemeler yapma

gereği duymaya başlayacaklardır ki, bu durum modern devletlerin bizatihi kendileri

tarafından bir tehdit olarak algılanmaktadır.656

Türkiye ile AB’nin güvenlik kimliklerinin farklılaşmasının bir diğer nedeni

de, Türkiye-AB ilişkisinin diğer boyutlarının da etkisiyle karşılıklı olarak gelişen

ilişki tarzında yatmaktadır. Türkiye aslında daha fazla güvenlik elde etmek için

AB’ye yaklaşırken, AB’nin öngördüğü kriterler ve başka birçok nedenin

etkileşimiyle Türkiye’ye net bir üyelik perspektifi vermemesi karşılıklı olarak

güvensizlik yaratmıştır. Bu durumda AB’nin Türkiye için öngördüğü reformlar

656 Oğuzlu, ‘Modern Devletten Post-Modern devlete: AB Yolunda Türkiye’nin Yeni Güvenlik İkilemi’, s. 227–234 ve 236.

322

Türkiye tarafından ülkenin güvenliğini tehlikeye atan adımlar olarak

değerlendirilmiştir. AB üyeliği garanti edilmedikten sonra, sözkonusu üyelik için

atılacak radikal adımların ülke bütünlüğünü tehdit edebileceği yönünde bir kanaat

oluşmuştur.657 Oğuzlu’ya göre, aslında Türkiye’nin güvenlik endişesi olarak gördüğü

konu AB’nin öngördüğü reformlar değil, AB’nin Türkiye’ye üyelik için net mesajlar

vermemesinden kaynaklanmaktadır. AB Türkiye’ye net mesajlar vermedikçe

Türkiye’nin endişeleri devam edecektir. 658

Türkiye’de iç ve dış güvenlik tanımı oldukça nettir. İç güvenliğin tanımında

Kürt milliyetçiliği ve radikal islam ilk sıralarda yer alırken, dış güvenlik realist

perspektiften değerlendirilmektedir.659 AB’nin öngördüğü reformlar, iç güvenliğin

sağlanması konusunda endişelere neden olduğundan, AB projesine Türkiye’de

geleneksel olarak güvenlik kimliğinin taşıyıcısı kurumların şüpheyle yaklaştığı

görülmektedir. Bu durumda geleneksel olarak güvenlik kimliği taşıyıcısı kurumlar

AB reformlarının keskin çizgilerle tanımlanmış ve kırmızı çizgilerle belirlenmiş iç

güvenlik tanımlamalarını ihlal ettiği için AB’ye karşı çıkmaktadırlar.

Bunun sonucu olarak bu kurumlar, Türkiye’de ekonomik istikrarsızlığı,

geleneksel askeri tehditlerden daha önemli gören AB taraftarı grupla karşı karşıya

kalmaktadırlar.660 Nitekim AB taraftarlığını en açık biçimde yapan TÜSİAD, 1997

yılında Türkiye’nin yerine getirmesi gereken reformlara ilişkin hayli tartışma yaratan

bir rapor yayınlamış ve ordu ve bazı kesimlerin eleştirileri ile karşılaşmıştır.

TÜSİAD 2002 yılında da kültürel haklar ve Kıbrıs sorununun çözümü konusunda

girişimlerde bulunmuştur. Bunun yanında, Türkiye’de ordunun ekonomik alanda da

657 Ibid.,s.242. 658 Ibid., s. 243–244. 659 Gülnur Aybet, ‘Turkey and the EU After the First Year of Negotiations: Reconciling Internal and External Policy Challenges’, Security Dialogue 2006:37, s. 529. 660 Ibid.,Idem.

323

ciddi bir ağırlığı bulunmaktadır. Bu durumda TÜSİAD gibi uluslararası iş

çevreleriyle bütünleşmek için kuruluşların çabaları askeri ve güvenlik seçkinleri

tarafından eleştirilmektedir. Zira bazı yazarlara göre bu durumda ordu sahip olduğu

ayrıcalıklı pozisyonunu kaybedecektir ve ordunun ekonomik alandaki ağırlığı, Türk

iş çevrelerinin reformlar için baskı yapmasını sınırlamaktadır.661

Kimi yazarlara göre AB-Türkiye ilişkilerinin nasıl bir seyir izleyeceği her iki

tarafın iç politikaları ve kimlik tanımlamalarıyla yakından ilgilidir. Bu çerçevede,

AB’nin Türkiye ile ilgili kararının AB tarafında Avrupalılığın tanımı ve Türkiye

Avrupalı mıdır? değil midir? sorusuna kilitlendiği belirtilmektedir.662 Aynı

doğrultuda bir başka yaklaşıma göre, güvenlik kültürü farklılığını vurgulayan tezlerin

ötesinde Türkiye ve AB arasında en önemli farkın, ulus üstü/sonrası bir yapılanma

içinde olmayıp, ulus devlet egemenliği pratiklerini sürdüren ve pekiştiren Avrupa ile

öteki olarak gördüğü Türkiye’nin kimlik farklılığıdır. Kimlik farklılığı, AB’nin

Türkiye’yi kabul etmeme/dışlaması için temel neden haline gelmektedir. Bu durum

AB’nin ulus-devlet fikrini aşamamasının sınırlılıklarından beslenmektedir. Buna

göre salt dış politika anlamında değil, iç siyasal bağlamda da ele alınması gereken

Kopenhag kriterleri kapsamındaki demokratikleşme gerekleri yerine getirilirse,

Türkiye’nin dönüştürülebileceği ve AB güvenlik kimliğini benimseyebileceği

yönünde yaklaşımlar, Türkiye’nin AB tarafından tamamen kültürel fark açısından

değerlendirilmesi nedeniyle gerçekçi değildir.663

Ancak bu görüşün aksine; kimlik ve çıkarları değişmez ve önceden

belirlenmiş olarak tarif eden ve Türkiye-AB ilişkilerindeki güvenlik kültürü

661 Öniş, ‘Domestic Politics, International Norms and Challenges to the State: Turkey-EU Relations in the post Helsinki Era’, s. 20-21. 662 Buzan ve Diez, op.cit.,s. 41-42. 663Özlem Kaygusuz, ‘Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerinin Çıkmazları: Güvenlik, Ulus-Devlet Felsefesi ve Kimlik’, Mülkiye Cilt: XXX, Sayı:251,s. 115–129.

324

farklılıklarını uzlaşmaz olarak tarif eden geleneksel yaklaşımların tersine;

konstrüktivist yaklaşımın içinde yer aldığı eleştirel yaklaşımların ilişkileri yapıcı bir

şekilde değerlendirmeyi sağlayacağı şeklinde görüşler vardır. Buna göre; her iki

tarafın güvenlik kültürlerinin farklı gelişimlerini ve nedenlerini anlamanın aradaki

uçurumu kapatmada önemli bir faktör olacağı ve karşılıklı anlayışın geliştirilmesinin,

sözkonusu farkın giderilme ihtimalini de getireceği düşünülmektedir. Bunun yanında

konstrüktivist yaklaşım çerçevesinde, kimlik ve çıkarların birbirini yapılandırdığı

varsayımından hareketle, Türkiye’nin Soğuk Savaş yıllarında Avrupa güvenliğinin

Sovyet tehdidine karşı koruyucu kalkan olduğu söylemi yerine, güvenlik topluluğu

girişimine katkı yaptığı şeklinde bir yaklaşım Türkiye’nin gelecekte yapacağı

katkıları da bu çerçeveden değerlendirmeye yardımcı olacaktır. 664

Türkiye açısından ise güvenlik konusunu da kapsar biçimde AB’ye ilişkin

tartışmaların Türk iç politikasındaki safları belirginleştiği görülmektedir. Buna göre,

Türkiye’nin AB’ye katılımı AB içindeki kimlik sorunları ve tartışmalarını arttırken,

aynı durum Türkiye için de geçerlidir.

Bu durumda, yukarıda bahsi geçen güvenlik ikilemi kavramının uzantısı,

Türk dış politikasında temel tercih ve yönelimlerin belirlenmesinde Türk kimliğinin

analiz edilmesi gereğidir. Buna göre; şu anda süregelen laik Kemalist seçkinler ile

İslamcılar arasındaki kimlik çatışması Türk dış politikası gelişmelerinde büyük rol

oynamıştır.665 Buna göre; Cumhuriyetin ilk yıllarında Kemalist yönetici kesimin

etkisi ile Batı ile bütünleşmeye yönelik bir politika izleyen Türkiye, Türkiye’nin

664Bilgin, ‘Türkiye-AB İlişkilerinde Güvenlik Kültürünün Rolü’, s. 218–220. Aynı doğrultuda bir yaklaşım için bkz: Bahar Rumelili, ‘Negotiating Europe: EU-Turkey Relations from and Identity Perspective’, Insight Turkey, Vol: 10/No.1/2008,s.97-110. Rumelili, Türkiye ve AB arasındaki kimlik farklılığının kendisinin dahi konstrüktivist bir perspektiften bir sosyal yapılandırma ve temsil sonucu ortaya çıkmış bir söylem olduğunu belirtmektedir. (Ibid.,s.99). 665 Yücel Bozdağlıoğlu, ‘Modernity, Identity and Turkey’s Foreign Policy’, Insight Turkey, Vol:10, No:1; 2008, s. 55–76.

325

Osmanlı geçmişi ve İslam dinini temel almadan yeni bir ulusal kimlik geliştirmiştir.

Laik kimliğin ve Batılılaşma amacının önceliğiyle Orta Doğu ülkeleri ile de asgari

düzeyde ilişki kurmaya çaba sarfetmiştir. Yeni bir ulusal kimlik yaratmanın

güçlükleri arasında yönetici seçkinler ile sözkonusu kimliği içselleştirememiş halk

arasındaki uçurum belirgin hale gelmiştir. Yeni bir ulusal kimlik inşasının toplum

içinde yarattığı sosyal ve ekonomik zorluklar, kaynağını Kemalizm ilkelerine

tepkiden alan yeni aktörlerin temellerini atmasına neden olmuştur. 1960’lardan

itibaren gelişmeye başlayan İslamcı hareket ve Soğuk Savaş sonrasında milliyetçi ve

İslamcı unsurların Türk siyasi sahnesinde daha da belirginleşmesiyle geleneksel

yönelimde bir takım değişiklikler yaşanmıştır. Bu durum, İslamcı ve milliyetçi

unsurların Kemalist seçkinler ile çarpışmasının doğurduğu kimlik çatışmasının

uzantısıdır. Sözkonusu çatışmanın Türk dış politikasında yansımalarını da kaçınılmaz

olmuştur. AB ile ilişkiler de İslamcı ve laikler arasındaki çatışmada farklılıkların

yaşandığı en önemli dış politika konusu olmuştur. Türkiye’nin AB ile sorunlu

ilişkileri de Türk ulusal kimliğine ilişkin tartışmalara zemin hazırlamaktadır.

Cumhuriyetçi seçkinlerin Batılılaşma hedefinin son basamağını oluşturan AB üyeliği

konusunda İslamcılar, AB’nin Hıristiyan devletlerin oluşturduğu bir birlik olduğu

yaklaşımında idiler. 1990’lı yıllardan itibaren Siyasal İslam Türkiye’nin Batılı

kimliğini tehdit eder hale gelmiştir. 1995 yılında gerçekleştirilen genel seçimlerinden

sonra iktidara gelen RP, Türkiye’nin AB’den dışlanmasının en önemli nedeni olarak

kültürel ve dini bağları görmekteydi. 2002 yılında iktidara gelen AKP yöneticilerinin

İslami geçmişinin yeniden bir İslamcı-Laik çatışmasının sinyallerini verdiği ve bu

durumun dış politikada yansımalarının görüleceği düşünülmekteydi. Buna rağmen

partinin AB hedefi konusunda gayret göstermesi yanında; Kıbrıs ve ABD ile

326

ilişkilerin gerginleşmesine neden olan Irak savaşı konularında statükonun korunması

şeklinde tarif edilen geleneksel politikasını değiştirdiği de görülmektedir. Çok

boyutlu olarak tarif edilen politika bağlamında Müslüman ülkelerle ilişkilere de özel

önem verilmektedir. Bu durumda Müslüman ülkelerle ilişkiler Batı ile olan

ilişkilerde tamamlayıcı olarak görülmektedir. Bu durumda Türk dış politikasının

geleceği, iç politikada süregelen laik/İslamcı kesim arasındaki çatışmanın uzantısında

seyredecektir.

AB’ye üyelik konusunun Türkiye içinde kimlik tatışmalarını etkilemesi salt

laik/İslamcı ekseninde yaşanmamaktadır. AB, ulus devletlerin egemenliğini

kullanmanın yanında, adem-i merkeziyetçi yapıyı da dikkate alan düzenlemeler

içermesi ve transnasyonal sivil toplum kuruluşlarının da politik yapıya dahil

olmalarını sağlaması nedeniyle, özellikle AB’ye aday ülkelerde iktidarı elinde tutan

seçkinlerle, sahip oldukları imtiyazlı statüyü tehdit etmesi nedeniyle olumsuz bir etki

doğurmaktadır. AB’nin post-modern karakterinin getirdiği çoklu kimliklerin

tanınması konusu, azınlık haklarına vurgu yapılmasına neden olmaktadır. Bu

durumda, modernist, ulusalcı özelliklere sahip ve tek kimlik üzerine vurgu yapan

toplumlarda gerilim yaratabilir. Bunun yanında bu tip ulusalcı tepkilerin salt

Türkiye’ye özgü olmadığını da belirtmek gerekir. Ancak Türkiye’nin tarihi mirası ve

ulus-inşa sürecinin özelliklerine bakıldığında Türkiye’deki gerilimin daha fazla

olduğunu söylemek mümkündür.666Azınlık haklarına ana dilde eğitim ve yayın

haklarının verilmesi konusunda Türkiye’de ciddi muhalefetle karşılaşılmaktadır.

Bunun da ötesinde azınlık tanımı konusunda gerek AB, gerekse Türkiye’nin farklı

yorumlamaları bulunmaktadır. Türkiye’nin azınlık tanımı 1923 Lozan Antlaşmasında

666 Öniş, ‘Domestic Politics, International Norms and Challenges to the State: Turkey-EU Relations in the post Helsinki Era, s.11-12.

327

belirlendiği üzere gayri-müslimleri kapsamaktadır. Bu durumda farklı etnik

kökenden gelenler de Müslüman çoğunluk içinde sayılmaktadır. Azınlık tanımının

yeniden yorumu veya anadilde eğitim konuları özellikle MHP ve ordunun

muhalefetiyle karşılaşmaktadır. 667

Askerin politikadaki yeri de AB’nin hassas olduğu bir konudur ve MGK

askerin ağırlıkta olduğu yapısıyla özellikle eleştirilen bir kurum olmuş, kurumdaki

sivil ağırlığın arttırılması yönündeki eleştiriler çeşitli düzenlemelerin yapılmasına

neden olmuştur. Ancak AB’nin üzerinde durduğu salt kurumsal değişikliklerden çok,

askerin ekonomideki ağırlığı olmak üzere toplumdaki etkisinin sınırlandırılmasıdır.

Ancak AB’nin kısa vadede bu nokta üzerinde çok fazla durması, askeriyeyi AB’den

yabancılaştırmaktan başka işe yaramayacaktır.668Askeri ve sivil bürokrasinin AB

sürecinde gerçekleştirilen reformlar ile ortaya çıkan duruma nasıl tepki göstereceği

de belirsizlik gösteren bir mevzudur. Bununla bağlantılı olarak, ülkenin geleneksel

olarak belirlenmiş güvenlik çıkarlarının yeniden tanımlanması, farklı etnik ve dini

grupların taleplerinin egemenlik kavramı ile nasıl bağdaştırılabileceği hususları AB

reformlarının ne derece uygulanabilir olduğunu da belirleyecektir. Ayrıca Kıbrıs

konusunda her iki tarafça atılacak somut ve yapıcı adımlar belirleyici olacaktır. 669

Tüm bu sorunların ötesinde Türkiye’nin ekonomik durumu AB ile

bütünleşmenin önünde ciddi bir engel olarak durmaktadır. Kronik istikrarsızlık ve

krizler Uluslarararası Para Fonu (International Monetary Fund-IMF) ile yürütülen

programlara rağmen düşük üretim-yüksek enflasyon döngüsündeki Türk

ekonomisinde sorun yaratmaya devam etmektedir. Kopenhag kriterlerinin ekonomik

667 Ibid.,s. 12-16. 668 Ibid., Idem. 669 Aydın,‘The Determinants of Turkish Foreign Policy, and Turkey’s European Vocation’, s. 327–328.

328

performansa ilişkin göstergeleri tatmin edilmezse, siyasi anlamdaki kazanımlar da

boşa çıkabilecektir.670Zira stratejik önemin mutlaka ekonomik istikrarla

güçlendirmesi/pekiştirmesi gerekmektedir.671

Türkiye ve AB arasındaki bahse konu güvenlik kimliği farklılıklarının AB ile

ilişkilerde hayli sorun yaratacağı şeklinde yaklaşımlar vardır. Bazı yazarlara göre;

Türkiye gibi modern yapılı bir devletin, üye devletleri arasındaki geçmiş

deneyimlerden dolayı kuvvet kullanma konusunda oldukça dikkatli davranan ve

güvenlik topluluğu amacına yönelik postmodern özellikleri olan AB içine alınması,

sözkonusu amacı zayıflatacak hatta temellerinden sarsacaktır. Türkiye kimi

çevrelerde, Suriye ve İran’la ilişkileri, Irak’la ilgili politikaları bundan da önemlisi

Yunanistan’la ilişkileri nedeniyle, komşularıyla savaşa hazır bir görüntü vermektedir.

Bunun da ötesinde özellikle Orta Doğu ve Sovyetlerin yıkılmasından sonra ortaya

çıkan boşlukta öncelik almaya hazır orta büyüklükte devlet görüntüsünü

pekiştirmektedir. AB’nin postmodern özellikleriyle aslında Yunanistan’ın da AB’ye

alınması hatadır. Bu durumda Türkiye Orta Doğu’da bağımsız bir bölge gücü gibi

davranırsa AB üyeliği ümidini de kaybetmek durumunda kalacaktır.672 Bunun

yanında Türkiye AB dışında kalarak kendisine komşu bölgelerde daha fazla inisiyatif

alma fırsatını yakalayabilecektir. AB içinde olsa, kendisini belirli bir coğrafyaya

sınırlayacaktır. Oysa dışarıda kalarak bölgeler arasında köprü rolü oynama

konusunda daha fazla avantaja sahip olacaktır. 673

Türkiye sistemik bir perspektiften, merkezi olarak hiçbir bölgeye dâhil

olamayan ancak her bölgeyle bir şekilde ilişkisi olan bir aktör olarak tarif

670 Öniş, Domestic Politics, International Norms and Challenges to the State: Turkey-EU Relations in the post Helsinki Era, s.12-16. 671 Wood ve Quaisser, op.cit.,s. 161. 672 Buzan ve Diez, op.cit., s. 51. 673 Ibid., s. 53.

329

edilmektedir.674 Hatta kimi yazarlar sözkonusu durumu AB açısından olumsuz olarak

görmektedirler. Zira Türkiye çevresindeki bölgelerle yakınlığı nedeniyle, birden

fazla alanda çatışma içine girme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu durumda Türkiye

AB içinde olursa, AB’nin Orta Doğu veya Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)

sınırları içinde bir çatışmaya sürüklemesi olasılığını arttırmaktadır.675 Nitekim

Türkiye’nin İsrail ile olan yakınlığının AB içinde rahatsızlık yarattığı çevreler vardır.

AB Yunanistan nedeniyle içine dâhil olduğu çatışma alanlarının sayısını Türkiye

nedeniyle daha fazla arttırmak istememektedir. 676

Ancak; Türkiye ile AB’nin ortak stratejik çıkarlarının olduğu konusu hemen

herkesçe kabul edilen bir gerçektir. Türkiye’nin üç kıtayı birleştiren coğrafyasının,

Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra da önemini koruduğu da bilinmektedir. AB

açısından Türkiye, AB ile Orta Doğu arasında bir ayırıcı ve Balkanlarda da ortak

olarak kabul edilebilecek bir ülkedir. Türkiye açısından ise, AB genel olarak

Balkanlar, özel olarak Türk-Yunan ilişkileri açısından istikrarlı ve destekleyici bir

ortak olarak algılanmaktadır. Bunun yanında, Soğuk Savaş döneminde Sovyetlere

karşı gösterilen birliktelik, Soğuk savaş sonrası Rusya’ya karşı yeniden harekete

geçirilebilir.677 Türkiye’nin önemi 11 Eylül olaylarından sonra daha fazla ön plana

çıkmıştır.

Ortak çıkar vurgusuna rağmen AB’nin güvenlik bakımından uluslararası

alanda ne kadar etkin olmak isteyeceği yolundaki kaygılar ve Türkiye’nin stratejik

öneminin Avrupa tarafından anlaşılamadığına dair Türkiye’de duyulan endişeler bir

yana; Türkiye’nin AB’nin normatif/etik bir güç olarak ortaya koyması ile çelişir

674 Nitekim Buzan ve Diez, Türkiye’yi diğer bölgelerden ayıran “insulator” ve “ peripheral actor” ifadelerini kullanmaktadır. (bkz: Ibid.,s.47). 675 Ibid.,s.47. 676 Ibid., Idem. 677 Ibid., Idem.

330

şekilde Kopenhag kriterlerinin uygulanmasına ilişkin birtakım aksaklıklar yaşaması

farklılığı gözle görülür kılmaktadır.

Bu durumda, Türkiye ile AB arasında mevcut durum şu şekilde özetlenebilir.

‘Türkiye, Avrupalıların jeopolitik ufkunun genişlemesini ümit etmekte, Avrupa ise

daha fazla demokratikleşmesini beklemektedir. Bu iki beklentiyi uzlaştırmak ise

günümüzün problematiğini oluşturmaktadır.’678

AB’nin güvenlik kimliği açısından Türkiye’den farklılaşması açıkken,

Türkiye’nin güvenlik alanında AB’ye bakışına bakıldığında, temel olarak AB

güvenlik yapılanmasını desteklediği ancak yine de ABD görüşüne paralel olarak

sözkonusu yapılanmanın NATO’yu gölgelememesi gereğinin vurguladığı

görülmektedir. Türkiye ile AB arasındaki güvenlik açısından yaşanan gelişmeler

ilişkinin diğer boyutlarından da olumsuz etkilenmektedir. Yine de Türkiye, kendi

güvenlik kimliği gerekleri ihlal edilmediği sürece AB güvenlik yapılanması içinde

yer almaya isteklidir ve Türkiye’nin Avrupa’da oluşan güvenlik yapılanmasının

dışında kalmamak üzere girişimlerde bulunduğu bilinmektedir.

Sonuç olarak, Türkiye’nin AB ile belirgin güvenlik kimliği farklılığının

ilişkilere nasıl yansıyacağının belirlenmesi önem kazanmaktadır. Bu durumda ortaya

çıkan bir diğer soru; güvenlik kimliği farklılığının salt Türkiye’ye mi özgü olduğu,

eğer değilse Türkiye’yi diğer ülkelerden farklılaştıran öğenin ne olduğudur.

AB genişlemelerine bakıldığında, başta MDAÜ olmak üzere pek çok ülkenin

farklı güvenlik kimliği öğeleri olduğu görülmektedir. Sözkonusu farklılık, İsveç,

Avusturya ve İrlanda örneğinde tarafsızlık öğesi iken, Polonya örneğinde

Atlantikçilik olarak görülmektedir. ABD ile ilişkiler konusu diğer bazı AB üyeleri ile

678 Karaosmanoğlu, ‘Türkiye Açısından Avrupa Güvenlik Kimliği: Jeopolitik ve Demokratik Ufuk’: s.69.

331

de paylaşılan bir özelliktir. Ekonomik bakımdan istikrarsızlık da diğer eski aday

ülkelerle ortak özelliklerdendir. Türkiye’nin coğrafyasından dolayı güçlü bir

ordusunun olması ve savunma bütçesinin fazla olması militer görüntüsü

artırmaktadır. Ancak Yunanistan’ın da savunma bütçesi son dönemde azalmaya

başlasa da alındığı zaman oldukça fazla olduğu görülmektedir. Türkiye’yi bu

ülkelerden farklılaştıran öğeler, başta iç sorunları, siyasi kültürü ve coğrafyasından

kaynaklanan modern devlet özellikleri ile kimlik öğesidir. Burada askerin siyasi

sistemdeki rolü sıklıkla altı çizilen bir nokta olmaktadır. Kimlik öğesinden kasıt AB

ile ilişkilerin daha da derinleştirdiği laik-İslamcı tatışmasıdır. Ancak dikkat edilmesi

gereken husus, farklılık olarak nitelendirilen coğrafya ve din öğelerinin dahi AB

Komisyonu tarafından hazırlanan etki raporunda belirtildiği üzere AB’nin çevre

bölgelerle ilişki kurabilmesi için fırsat yaratacak özellikler olarak betimlenmesidir.

Burada da AB’nin sivil, askeri ya da normatif bir güç olarak, gelecekte uluslararası

alanda aktif rol oynamak isteyeceği varsayımından hareket edilmektedir. Bu

durumda Türkiye’nin farklılığını belirgin kılan coğrafyası ve tarihsel özelliklerinin

getirdiği sorumluluklar AB’nin uluslararası kimliğini güçlendirmek için fırsat olarak

görülmektedir. Ancak güvenlik kimliğinin diğer öğelerinden demokratikleşme, insan

hakları, yumuşak güç özelliklerinin daha fazla kullanılması gibi konular farklılık

olarak daha fazla vurgulanmaktadır.

Bunun yanında; AB dış politikasını yürütürken askeri güç kullanımından

ziyade ekonomik ve ticari ağlara önem verdiği ve Kopenhag kriterleri bağlamında

öngörülen kriterler aday ülkeler için dış politika kriteri olarak da görüldüğünden

Türkiye’nin demokratikleşme bağlamında yaşadığı sorunlar bakımından AB ile

Türkiye güvenlik kimlikleri farklılaşmaktadır. Bu tür farklılıklar, katılım öncesi

332

İspanya, Portekiz gibi ülkeler içinde geçerlidir. Ancak; AB’nin dış politika

bağlamında değerlendirdiği demokratikleşme önerileri, Türkiye’nin Kürt sorununu

ve dolayısıyla Sevr sendromunu arttırmaktadır. Bu bağlamda bir diğer farklılık iç

politika-dış politika farklılığıdır. Dış politikanın yürütülmesinde güvenlik kimliği

öğeleri baskın olduğundan dış politikada hassas olunan konularda uyum ancak iç

politik gelişmeler izin verdiği ölçüde sağlanabilmektedir. Bu durumda uyum

derecesini aslında iç politika belirlemektedir.

333

SONUÇ

Türk dış politikasının Avrupalılaşması; AB’nin Türk dış politikasına etkisi ve

Türkiye’nin AB dış politikasına aktarımları çerçevesinde değerlendirilebilir. Konuya

kurumsal yapıda değişiklik ve siyasi uyum kapsamında bir bakış, farklı sonuçlar

ortaya çıkarmaktadır.

AB’nin Türkiye’de dış politikayı belirleyen ve uygulayan kurumsal yapıya

gerek bürokratik reorganizasyon ve uyum, gerekse söylem açısından etkide

bulunduğu görülmektedir. Ancak, bu verinin Avrupalılaşmanın önemli bir göstergesi

sayılan Seçkin Avrupalılaşması konusunda aynı olumlu sonucu yaratmadığı

belirtilmelidir. Zira Türk hükümetleri ve siyasi partilerinin AB konusunda gerekli

siyasi irade gösterememeleri, sivil-asker ilişkilerinde mevcut durumda yapısal bir

dönüşümün olmaması ve sivil toplumun ancak tamamlayıcı bir rolde olması

nedeniyle Seçkin Avrupalılaşmasının gerçekleştiğini söylemek mümkün değildir.

Politika düzeyinde Avrupalılaşma “Siyasa Avrupalılaşması” olarak

tanımlanırsa, AB dış ve güvenlik politikasının 31. Fasıl olarak belirlenen çerçevesi

içinde Türkiye’nin belirli konular (Kıbrıs, AGSP, Ermenistan, Uluslararası Ceza

Mahkemesi statüsü vs) dışında AB ile uyumlu olduğu görülmektedir.

Ancak sözkonusu uyumun dahi belirli sınırlarının olduğu görülmektedir.

Ulusal hassasiyetlere dokunmayan başka bir deyişle güvenlik kimliği özellikleriyle

çelişmeyen konularda AB’nin koşulluluk ilkesinin gerekleri, iç siyasette AB yanlısı

hükümetler varsa hızlı ve sorunsuz olarak yerine getirilmektedir. Ancak iktidarda AB

yanlısı bir hükümet dahi olsa, içte muhalefete (veto noktalarına) maruz kalan milli

davalarda AB gerekleri yerine getirilmemekte başka bir deyişle Avrupalılaşma

durmaktadır. Buna en önemli örnek çalışmada incelenen Kıbrıs konusudur. Bu

334

konuda Avrupalılaşmayı etkileyen önemli bir öğe, AB dış politikasının belirli yanlış

ve eksikliklerini kullanan Güney Kıbrıs’ın Avrupalılaşma kavramının ikinci boyutu

çerçevesinde önceliklerini AB düzeyine aktarma başarısıdır. Bunun yanında

Yunanistan ile ilişkilerin iyileşmesinin büyük ölçüde AB üyesi Yunanistan’ın

Avrupalılaşmasından kaynaklandığı belirtilmelidir. Türkiye’nin Orta Doğu, Rusya ve

Kafkaslar ile ilişkilerinde ise, AB’nin Türkiye dışındaki ülkeler üzerindeki etkisinin

sınırlı olmasından dolayı, önemli bir etken olamadığını ancak sözkonusu ülkeler

nezdinde aday ülke olmasından dolayı Türkiye’nin ilişkilerini geliştirebildiği

söylemek mümkündür. Ancak bu bölgelerle ilişkilerde Türkiye’nin dış politikasını

belirleyen noktanın kendi iç politikası olduğunu ve özellikle Orta Doğu ilişkiler

bağlamında temel etkenin, Türkiye’nin kendi iç sorunları olan Kürt milliyetçiliği ve

terörizm ile mücadele olduğunu belirtmek gerekir. Bu durumda bu bölgelerle

ilişkilerde AB etkisi sınırlı ve dolaylıdır.

Avrupalılaşmanın üye/aday ülkenin önceliklerini AB düzeyine taşıyabilmeleri

ve politikalarını etkileyebilme anlamındaki ikinci boyutu çerçevesindeki

incelemeden ulaşılabilecek sonuçlar ise şu şekilde özetlenebilir. Türkiye’nin kendi

önceliklerini AB düzeyine taşıması anlamında AGSP konusu önemli bir örnek teşkil

etmektedir. Türkiye bu konudaki endişelerini AB düzeyine aktararak, istediği

düzenlemenin gerçekleşmesini sağlayabilmiştir. Bunun dışında, aday ülke olması

nedeniyle Türkiye’nin AB düzeyine aktarımlarının sınırlı olduğunu belirtmek

gerekir. Ancak yine de; Türkiye’nin enerji arzı güvenliğinin sağlanması, Orta Doğu,

Karadeniz, Orta Asya ve Kafkaslar’daki aktif ve yapıcı politikasının AB açısından da

olumlu kabul edildiğinin ve katkı olarak addedildiğinin belirtilmesi gerekir. Ancak

Türkiye’nin İspanya örneğinde olduğu gibi daha önce AB gündeminde olmayan bir

335

bölgesel ilişkiyi AB gündemine getirmesi pek gerçekçi gözükmemektedir. Buna

rağmen sivil ve askeri alanda, AB’nin gelecekte oynayacağı düşünülen role uygun

olarak Türkiye’nin önemli katkılar yapacağı açıktır. Türkiye’nin AB üyeliği

konusunda yapacağı bir kâr/maliyet hesabında, AB’nin komşu bölgelerde

Türkiye’nin oynamasını istediği role uygun davranmasının çıkarına olduğu açıktır.

AB üyesi olarak çevre bölgelerde kazanılan prestij yanında, AB’nin sağlayacağı

ekonomik olanaklar, Türkiye’nin mevcut eksikliklerinin giderilerek AB ile

tamamlayıcılığa dayalı bir işbirliği geliştirmesine yardım edecektir. AB mekanizması

içinde olmak, ulusal öncelik ve hassasiyetlerinin Yunanistan’ın yaptığı gibi AB

düzeyine ulaştırılmasını sağlayabileceği gibi, bazı milli davaların eskisi kadar sert bir

şekilde savunulamamasına neden olabilecektir. AB içinde olmak diğer üye devletler

ile bilgi ve kurumsal paylaşım açısından da önemlidir. Bunun yanında, AB üyesi

olduğunda daha önce ilgi ve çıkar alanına girmeyen bir konu Türkiye gündemine

gelebilir.

Neticede; Siyasa Avrupalılaşması açısından göreli olarak uyumlu

addedilebilecek Türkiye-AB ilişkileri; kimlik etkeni ile daha geniş bir çerçeveden

tanımlanan Siyasi Avrupalılaşma bağlamında değerlendirildiğinde uyumsuz hale

gelmektedir. Bu durumda; AB ve Türkiye arasındaki asıl fark, AB’nin kendini

giderek etik/normatif bir güç olarak tarif etmesi sonucu ortaya çıkmaktadır.

Avrupalılaşmanın bir güvenlik stratejisi olarak kullanılması nedeniyle, Kopenhag

kriterleri çerçevesinde tarif edilen yumuşak güç özelliklerinin aday ülkeler tarafından

benimsenmesi zımni bir dış politika kriteri olarak kabul edilmektedir. Bu durum

Avrupalılaşmayı “Siyasa Avrupalılaşması” olarak tarif eden yaklaşıma ters bir

biçimde kimlik konusunu da içerdiğinden çok geniş kapsamlı bir tanıma

336

ulaşabilmektedir. Bu durumda iç politika/dış politika ayırımı yitirmekte ve içerde

ekonomik ve daha da önemlisi terörizm gibi sorunlarla mücadele eden Türkiye ile

AB arasındaki fark açılmaktadır. Sorunlu coğrafyasından ve iç politik sorunlarından

dolayı realist bir politika izleyen Türkiye, Müslüman nüfusu nedeniyle de Avrupa

tarafından “öteki” kabul edilmektedir. Sözkonusu farklılığı her iki taraf açısından

daha da sorunlu kılan durum, Türkiye ve AB’nin karşılıklı olarak birbirlerine güven

duymamaları, başka bir deyişle inandırıcılık sorunu yaşamalarıdır.

Bu durumda, güvenlik kimliği farklılığı AB’nin Türkiye’ye politika düzeyinde

etkisini sınırlamakta ve Türkiye’nin iç politikası AB ile uyumda belirleyici

olmaktadır.

Bu görüşün uzantısı olarak; AB ve Türkiye arasında ciddi bir güvenlik

gündemi farklılığı olduğunu belirtmek gerekir. Gündem farkı yanında, dış politikanın

AB’nin kendine has yönetsel yapısı içinde oluşturulup uygulanması açısından da

farklar barizdir. Bu farklılık, Türkiye’nin AB gündemine getireceği bazı sorunlara da

işaret etmektedir. Terör, suya erişim, vize politikaları ve bununla bağlantılı olarak

güvenlik sorunları bu sorunlar arasındadır.

Rasyonalist kurumsalcıların kullandığı fayda-maliyet analizinde; AB’ye

uyumun iç politikada maliyeti ve AB koşullarına direnç gösteren kurumların/ veto

noktalarının etkisi ve sayısı ne kadar fazlaysa AB’nin etkilerinin o kadar sınırlandığı

saptaması yapılmaktadır. Bu çerçevede, güvenlik kimliğinin taşıyıcısı kurumlar ve

söylemleriyle karşı karşıya gelmenin iç politikadaki maliyeti fazla olduğundan

dış/güvenlik politikalarında AB ile uyum sınırlı olmaktadır. AB ve Türkiye arasında

dış politika ve güvenlik alanında paralel politikalar izlenmesi ancak Türkiye’nin iç

politikasında güvenlik kimliği parametreleri ihlal edilmediği sürece mümkün

337

olabilmektedir. AB Avrupalılaşma mekanizması ile ülkelerin güvenlik kimliklerini

ne kadar etkilerlerse o kadar yakın politikalar doğmaktadır. Karar vericilerin

buradaki pozisyonu önemlidir zira güvenlik kimliklerinden ödün verecek ya da bir

bir başka deyişle güvenlik kimliklerinin bazı öğelerini Avrupalılaşma yoluyla AB ile

uyumlaştıracak karar vericilerdir. Karar vericilerin, AB’ye uyum bir başka deyişle

Avrupalılaşmak için iç politikadaki popülaritelerini sarsacak kararlar alması ve

yükümlülüklerde bulunması gerekebilir. Bu durum Türkiye için de geçerli bir

durumdur. Türk karar vericileri iç siyasette güvenlik kimliğininin taşıyıcısı kurumlar

ve seçkinler karşı kaşıya geldiklerinde Avrupalılaşma durmaktadır. Bu durum

özellikle Kıbrıs ve AGSP ve Ermenistan konularında belirgindir.

Bu durumda Türk Hükümetleri de Robert Putnam’ın iki düzeyli yaklaşımı

doğrultusunda AB ve ulusal düzey arasında kritik bir noktada kalmaktadır. Neticede

AB ile dış politikada uyum, bir başka deyişle Avrupalılaşma iktidarda AB yanlısı

hükümetlerin varlığı durumunda daha hızlı olmakla birlikte, güvenlik kimliğinin

hassas addettiği noktalarda yavaşlamaktadır.

Konstrüktivist/sosyolojik kurumsalcı yaklaşımın öngördüğü şekilde,

Avrupalılaşma çerçevesinde kimlik, norm ve değerlerin sosyalleşme yoluyla aday

ülkelere aktarılması ve ortak bir güvenlik kimliği yaratılması mümkün

olabilmektedir. Ancak, güvenlik kimliği çatışmasının uzantısı olarak, AB süreci,

Türkiye içindeki kimlik çatışmasını arttırmakta, Türkiye ile AB arasındaki etkileşim

de AB içindeki kimlik krizini yoğunlaştırmaktadır. Bu durumda, Türkiye ile AB

arasındaki yapısal güvenlik kimliği farklılığının kısa vadede uyumlaştırılması

mümkün olmayacaktır. Bu çerçevede, Türkiye-AB ilişkilerinin değerlerin ve

kimliklerin Avrupalılaştırılabildiğini savunan ve “uygunluk mantığı” yaklaşımını

338

kullanan sosyolojik/konstrüktivist kurumsalcı görüş açısından değerlendirilmesi kısa

vadede gerçekçi gözükmemektedir. Bunun yerine, karşılıklı fayda/maliyet analizini

esas alan rasyonalist kurumsalcı yaklaşımın kullanılması daha uygun gözükmektedir.

Bu da; MDAÜ genişlemesinde genişleme karşıtlarına karşı stratejik olarak kullanılan

kolektif kimlik/değerler ve Avrupa’nın birleştirilmesi argümanlarının yerine, Türkiye

örneğinde Türkiye’nin güvenlik alanında AB’ye katkılarına odaklanan rasyonalist bir

yaklaşımın geliştirilmesi anlamına gelmektedir. AB resmi belgelerinde de belirtildiği

üzere, coğrafi konumu ve bölge ülkeleri ile ilişkileri nedeniyle Türkiye, AB’nin

uluslararası alanda oynamak istediği rol ve güvenlik endişelerini bertaraf etmek

üzere kullandığı stratejiye uygun özellik göstermektedir.

Ancak yine de belirli dış politika ortak çıkar alanlarında birlikte hareket

edilmesi ise ancak; AB’nin Türkiye’ye tam üyelikle ilgili net mesajlar vererek

güvenilir bir aktör olarak kendini ortaya koyması ve gelecekteki güvenlik kimliğine,

bu doğrultuda Türkiye’nin yerine karar vermesine bağlıdır.

339

KAYNAKÇA:

1) Kitaplar ve Kitap Bölümleri

Altunışık, Meliha Benli, ‘Redefinition of Turkish Security Policies in the Middle East After the Cold War’, The Europeanization of Turkey’s Security Policy: Prospects and Pitfalls, ed: Ali L. Karaosmaoğlu, Seyfi Taşhan, Turkish Foreign Policy Institute, Ankara 2004.

____________, ‘Güvenlik Kıskacında Türkiye-Orta Doğu İlişkileri’, En Uzun On Yıl, Türkiye’nin Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Gündeminde Doksanlı Yıllar, Büke Yayınları, 2. basım, İstanbul, 2002.

Arıkan, Hakan, ‘Reconstruction of Nation State, National Identity and Foreign Policy Preferences: The Case of Turkey’s Prospect European Union Membership’, Proceedings of the Third International Conference of European Universities Future of the European Union: Integration, Enlargement and Transatlantic Relations ed: Haluk Özdemir, Bilal Canatan, Kırıkkale, 2007.

Avcı, Gamze, Turkish Political Parties and the EU Discourse in the Post Helsinki Period- A Case of Europeanization, Turkey and European Integration Accession Prospects and Issues (ed: Mehmet Uğur ve Nergis Canefe), Taylor and Francis e-library, London, 2005.

Bağcı, Hüseyin, Ali Yıldız, ‘Turkey and the European Security and Defence Policy (ESDP): From Confrontational to Cooperative Relationship’, The Europeanization of Turkey’s Security Policy: Prospects and Pitfalls ed: Ali L. Karaosmaoğlu, Seyfi Taşhan, Turkish Foreign Policy Institute, Ankara 2004. Bağcı Hüseyin, Nasuh Uslu, ‘Kıbrıs Sorunu ve AB: Son Gelişmeler ve Tarafların Tavrı’, Doğu’dan Batı’ya Dış Politika, AK Partili Yıllar, (der: Zeynep Dağı), Orion Yayınevi, Ankara 2006. Bayramoğlu, Ali, “Asker ve Siyaset”, Bir Zümre, Bir Parti, Türkiye’de Ordu, ed: Ahmet İnsel, Ali Bayramoğlu, Birikim Yayınları, İstanbul, 2004.

Bilgin, Pınar, ‘Türkiye-AB İlişkilerinde Güvenlik Kültürünün Rolü’, Soğuk Savaş Sonrasında Avrupa ve Türkiye ( der:Cem Karadeli) , Ankara, Ayraç Yayınevi, 2003.

_________,‘Clash of Cultures? Differences Between Turkey and European Union on Security’, The Europeanization of Turkey’s Security Policy: Prospects and Pitfalls ed: Ali L. Karaosmaoğlu, Seyfi Taşhan, Turkish Foreign Policy Institute, Ankara 2004.

Bölükbaşı, Deniz, 1 Mart Vakası, Irak Tezkeresi ve Sonrası, Doğan Kitap, İstanbul, Şubat 2008.

Börzel Tanja A., Thomas Risse, ‘Conceptualizing the Domestic Impact of Europe’, The Politics of Europeanization, ed: Kevin Featherstone, Claudio Radaelli, Oxford University Press, 2003.

Buğra, Ayşe, Devlet ve İşadamları, İletişim Yayınları, 4. baskı, İstanbul, 2005.

Cizre, Ümit, ‘Egemen İdeoloji ve Türk Silahlı Kuvvetleri, Kavramsal ve İlişkisel Bir Analiz’, Bir Zümre, Bir Parti, Türkiye’de Ordu, ed: Ahmet İnsel, Ali Bayramoğlu, Birikim Yayınları, İstanbul, 2004.

340

Çarkoğlu, Ali, Barry Rubin (ed.) Turkey and the European Union, Domestic Politics, Economic Integration and International Dynamics, Frank Cass and Company Limited, Great Britain, 2003. Çayhan Esra, Nurşin Ateşoğlu Güney, Avrupa’da Yeni Güvenlik Arayışları: NATO-AB-Türkiye, İstanbul, Afa Yayıncılık, 1996.

Demirel, Tanel, ‘Türk Silahlı Kuvvetlerinin Toplumsal Meşruiyeti Üzerine’, Bir Zümre, Bir Parti, Türkiye’de Ordu, ed: Ahmet İnsel, Ali Bayramoğlu, Birikim Yayınları, İstanbul, 2004.

Dokos, Thanos, ‘Turkey and European Security, An Unusual Candidacy’,Turkey’s Accession to the European Union, ed: Constantine Arvanitopoulos, The Constantinos Karamanlis Institute For Democracy Series on European and International Affairs Center for European Studies Publications, Singer Verlag Berlin Heidelberg 2009. Doğan, Erhan, ‘AB Katılım Süreci, Neo-Korporatizm ve Türk Siyasetindeki Korporatist Kalıntılar’ Sivil Toplum ve Dış Politika, Yeni Sorunlar, Yeni Aktörler, ed: Semra Cerit Mazlum, Erhan Doğan, Bağlam Yayınları, İstanbul, 2006.

Efegil, Ertan, (ed.) Mehmet Seyfettin Erol Türkiye-AB İlişkileri, Orion Yayınları, Ankara, 2007.

Erhan, Çağrı, Bizim Kırmızı Çizgilerimiz Vardı, Siyasal Kitabevi, Ankara 2006. Featherstone, Kevin, “Introduction: In the Name of Europe”, The Politics of Europeanization, ed: Kevin Featherstone, Claudio Radaelli, Oxford University Press, 2003. Fırat, Melek M. ‘Soğuk Savaş Sonrası Türk Yunan İlişkilerinde Değişim’, Beş Deniz Havzasında Türkiye, (der: Mustafa Aydın, Çağrı Erhan) Siyasal Kitabevi, Ankara, 2006.

Güney, Aylin, ‘AB, ABD ve Türkiye Üçgeninde Kıbrıs Meselesi’,ed: İrfan Kalaycı, Kıbrıs ve Geleceği, Ekonomi Politik bir Tartışma, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara 2004.

Hale, William, Turkish Foreign Policy 1774, 2000, Routledge, UK, 2002.

Hatipoğlu, Esra, ‘Müzakere Sürecinde Türk Dış Politikasının Avrupalılaşması ve Ortak Dış ve Güvenlik Politikasına (ODGP) Uyum Tartışmaları’, AB Yolunda Türkiye: Müzakere Sürecinin Ekonomi Politiği (ed: Mehmet Dikkaya), 1. Basım, Alfa Aktüel, İstanbul, 2006.

Jensen, Carsten Stroby, ‘Neo-functionalism’ European Union Politics, ed:Michelle Cini, Oxford: Oxford University Press, 2003.

. Kagan, Robert, Cennet ve Güç, Koridor Yayıncılık, İstanbul, 2005 .

Kahraman, Sevilay, ‘Avrupa Birliği’nin Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası’, Avrupa Birliği Politikaları, (Çağrı Erhan, Deniz Senemoğlu(ed)), Imaj Yayınevi, Ankara, 2007, ss, 189–233.

Karaosmanoğlu, Ali, Türkiye Açısından Avrupa Güvenlik Kimliği: Jeopolitik ve Demokratik Ufuk: Türkiye’nin Dış Politika Gündemi, Kimlik, Demokrasi, Güvenlik, (der: Şaban Çalış, İhsan Dağı, Ramazan Gözen), Liberte, Ankara, 2001.

341

Katzenstein, Peter(ed), The Culture of National Security, Norms and Identity in World Politics, Columbia University Press, New York, 1996. Kibaroğlu, Mustafa, ‘Turkey’s Threat Perception from the East: A Roadblock in its March Toward the West?’, The Europeanization of Turkey’s Security Policy:Prospects and Pitfalls, ed: Ali L. Karaosmaoğlu, Seyfi Taşhan, Turkish Foreign Policy Institute, Ankara 2004. Kut, Şule, ‘Türkiye’nin Soğuk Savaş Sonrası Dış Politikasının Anahatları’, En Uzun On Yıl, Türkiye’nin Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Gündeminde Doksanlı Yıllar, Büke Yayınları, 2. basım, İstanbul, 2002. Laçiner, Sedat, Mehmet Özcan ve İhsan Bal, European Union with Turkey, the Possible Impact of Turkey’s Membership on the European Union, ISRO, Ankara 2005.

McLaren, Lauren M. ve Meltem Müftüler Baç, ‘Turkish Parliamentarians’ Perspectives On Turkey’s Relations with the European Union,’ Turkey and the European Union, Domestic Politics, Economic Integration and International Dynamics, (ed: Ali Çarkoğlu, Barry Rubin), Frank Cass and Company Limited, Great Britain, 2003. Miskimmon, Alister, Germany and the Common Foreign and Security Policy of the European Union, Between Europeanisation and National Adaptation, Palgrave Macmillan, NY, 2007. Nugent, Neill, (ed.), European Union Enlargement, Basingstoke: Palgrave: Macmillan, 2004. Olsen, Johan P., “Europeanization”, European Union Politics, ed: Michelle Cini, Oxford: Oxford University Press, 2003 s. 334.

Oğuzlu, Tarık, ‘Modern Devletten Post-Modern devlete: AB Yolunda Türkiye’nin Yeni Güvenlik İkilemi’, Doğu’dan Batı’ya Dış Politika, AK Partili Yıllar, (der: Zeynep Dağı), Orion Yayınevi, Ankara 2006.

Oran, Baskın (ed), Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt 1 ve 2, İletişim Yayınları, Ankara, 2002.

Öniş, Ziya, Domestic Politics, International Norms and Challenges to the State: Turkey-EU Relations in the post Helsinki Era: Turkey and the European Union, Domestic Politics, Economic Integration and International Dynamics, (ed: Ali Çarkoğlu, Barry Rubin), Frank Cass and Company Limited, Great Britain, 2003.

Özcan, Gencer, ‘Doksanlı Yıllarda Türkiye’nin Değişen Güvenlik Ortamı’, En Uzun On Yıl, Türkiye’nin Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Gündeminde Doksanlı Yıllar, (der: Gencer Özcan ve Şule Kut) Büke Yayınları, 2. basım, İstanbul, 2000.

Özcan, Mesut, Harmonizing Foreign Policy, Turkey, the EU and the Middle East, Aldershot:Ashgate, 2008.

Rehn, Olli, Avrupa’nın Gelecek Sınırları, Türkiye Bir Köprü mü, Köprübaşı mı yoksa Ergime Potası mı?, (Çev: Onur Şen, Hasan Kaya), 1001 kitap, İstanbul, 2007.

Rosamond, Ben, ‘New Theories of European Integration’, European Union Politics, ed: Michelle Cini, Oxford: Oxford University Press, 2003.

342

Schimmelfennig, Frank, The EU, NATO and the Integration of Europe, Rules and Rhetoric, Cambridge University Press, UK, 2003. Skuhra, Anselm (ed), The Eastern Enlargement of the European Union, Efforts and Obstacles on the Way to Membership, (Innsbruck: Studien Verlag) 2005. Smith, Karen, The Making of EU Foreign Policy, The Case of Eastern Europe, Sec.edt., Macmillan, London, 2004. Tekeli, Ilhan ve Selim İlkin, Türkiye ve Avrupa Birliği, Ulus Devletini Aşma Çabasındaki Avrupa’ya Türkiye’nin Yaklaşımı, Ümit Yayıncılık, Ankara 2000. Tür, Özlem, ‘Türkiye ve Orta Doğu: Gerilimden İşbirliğine’, Doğu’dan Batı’ya Dış Politika, AK Partili Yıllar, (der: Zeynep Dağı), Orion Yayınevi, Ankara 2006.

Uğur, Mehmet, Avrupa Birliği ve Türkiye, Bir Dayanak / İnandırıcılık İkilemi, Agora Kitaplığı, İstanbul, 2004.

Uysal, Kaya, (Yay. Haz.) Avrupa Birliği Müktesebatına Türk Bakanlıklarının Uyum Çalışmaları Çerçevesinde “Dışişleri Bakanlığı Müktesebat Uyum Çalışmaları” Paneli, Dışişleri Bakanlığı AB Daire Başkanı Hakan Aytek’in Konuşması,:, ATAUM, Ankara Üniversitesi Basımevi, 2004. Uzel, Esra, ‘3 Kasım 2002 Seçim Kampanyası Döneminde Siyasal Partilerin AB ile İlgili Görüşleri’, Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM), Ankara, 2002, s,1-74. Uzgel, İlhan, ‘Ordu Dış Politikanın Neresinde’, Bir Zümre, Bir Parti, Türkiye’de Ordu, ed: Ahmet İnsel, Ali Bayramoğlu, Birikim Yayınları, İstanbul, 2004. _________, Ulusal Çıkar ve Dış Politika: Türk Dış Politikasının Belirlenmesinde Ulusal Çıkarın Rolü, 1983–1991, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2004. Van Schendelen, Rinus, Machiavelli in Brussels, The Art of Lobbying in the EU, Amsterdam University Pres, Amsterdam, 2002. Wallace, Helen ve Wallace W. (eds) Policy making in the European Union, Oxford: Oxford University Press, 2000. Wendt, Alexander, Social Theory of International Politics (Cambridge University Press) 1999.

2) Dergi Makaleleri ve Konferans Tebliğleri

Açıkmeşe, Sinem Akgül, ‘Uluslararası İlişkiler Teorileri Işığında Avrupa Bütünleşmesi’, Uluslarararası İlişkiler, Cilt 1, Sayı 1, Bahar 2004. Aggestam, Lisbeth, ‘Introduction: Ethical Power Europe?’, International Affairs 84:1 (2008). Agnantopoulos, Apostolos, ‘The Europeanisation of National Foreign Policies, A Conceptual Framework and an Empirical Application in Greek Turkish Relations’, Paper presented at the 56th PSA Conference Reading, 3-6 April 2006.

343

___________, ‘The Europeanization of Greek Foreign Policy Towards the Arab-Israeli Conflict’, Paper Presented at the BISA Annual Conference, Cork, 18-20 December 2006. Aksu, Fuat, ‘Ege ve Kıbrıs Sorunlarının Çözümünde Avrupa Birliği’nin Tutumu’, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Yıl: 2, Sayı:3, Şubat 2004 ________, ‘Ege Sorunlarının Geleceği ve Türkiye: AB Üyelik Sürecinde Türkiye’nin Seçenekleri’, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Yıl:3, Sayı:5, Temmuz 2005. Arabacı, Ahmet, ‘Avrupa Birliği Üyelik Sürecinde Tarım Sektöründeki Sivil Toplum Kuruluşlarının Önemi’, II. Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları Kongresi, Çanakkale, Ekim 2005,s, 209-214, www.fatih.edu.tr/~aarabaci/pdf/Avrupabirligi.pdf. Aras, Bülent, Salih Bıçakçı, ‘Europe Turkey and the Middle East: Is Harmonization Possible?’ East European Quarterly XL. No: 3, September 2006,s,367–381. Archibugi, Mathias Koenig, ‘International Governance as New Raison D’etat? The Case of the EU Common Foreign and Security Policy,’ European Journal of International Relations 2004, 10, 147. Aspinwall, Mark, Gerald Schneider, ‘Same Menu, Separate Tables: The Institutionalist Turn In Political Science and the Study of European Integration’, European Journal Of Political Research, 38:1-36, 2000. Axt, Heinz Jurgen, ‘Relations With Turkey and Their Impact on the European Union’, Southeast European and Black Sea Studies, Vol:5, No:3, September 2005.

Aybet, Gülnur, ‘Turkey and the EU After the First Year of Negotiations: Reconciling Internal and External Policy Challenges’, Security Dialogue 2006:37, s,529–549. Aydın, Mustafa, ‘Securitization of History and Geography: Understanding of Security in Turkey’, Southeast European and Black Sea Studies, Vol:3, No:2, May 2003, pp, 163–184. _________, ‘The Determinants of Turkish Foreign Policy, and Turkey’s European Vocation’, The Review of International Affairs, Vol: 3, No:2, Winter 2003, pp: 306–331 Aydın, Mustafa, Sinem A. Açıkmeşe, ‘Europeanization through EU conditionality: Understanding the new era in Turkish Foreign Policy’, Journal of Southern Europe and the Balkans, 9:3 (2007), s,263–274. Aydınlı, Ersel, Nihat Ali Özcan, Doğan Akyaz, ‘The Turkish Military’s March Towards Europe’, Foreign Affairs, vol:85, no:1January-February 2006. Bache, Ian and Adam Marshall, ‘Europeanisation and Domestic Change: A Governance Approach to Institutional Adaptation in Britain’,Queen’s Papers on Europeanisation No 5/2004.

Baç, Meltem Müftüler, ‘Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerine Güvenlik Boyutundan Bir Bakış’, Tesev yayınları, Dış Politika Analiz Serisi 4, Kasım 2006. Baun, Michael, ‘How Necessary is Strategic Culture’, A Strategic Culture For Europe, Oxford Journal on Good Governance, (ed: Asle Toje) Vol:2, Number I, 2nd issue, March 2005.

344

Baykal, Sanem, ‘Unity in Diversity, The Challenge of Diversity For the European Political identity, Legitimacy and Democratic Governance, Turkey’s EU membership as an ultimate test case, jean Monnet Working paper, NYU School of Law, New York, 09/05. Bilgin, Pınar, ‘Turkey’s Changing Security Discourses: The Challenge of Globalisation’, European Journal of Political Research 44: 2005, s, 175, 201.

Becher, Klaus, ‘Has-been, Wannabe, or Leader,:Europe’s Role in the World After the 2003 European Security Strategy’, European Security 13(4), 2004. Berenskotter, F.S., ‘Mapping the Mind Gap: A Comparison of US and European Security Strategies’, The Security Dialogue, 36:1,2005, pp, 71,92 Booth, Ken, ‘Strategic Culture: Validity and Validation’, A Strategic Culture For Europe, Oxford Journal on Good Governance, (ed: Asle Toje) Vol:2, Number I, 2nd issue, March 2005.

Bozdağlıoğlu, Yücel, ‘Modernity, Identity and Turkey’s Foreign Policy’, Insight Turkey, Vol:10, No:1; 2008, s, 55–76. Börzel, Tanja A., ‘Shaping and Taking EU Policies: Member State Responses to Europeanization’, Queen’s Papers on Europeanisation No 2/2003. Börzel ,Tanja A., Thomas Risse, ‘When Europe Hits Home: Europeanization and Domestic Change’, EUI Working Papers, Robert Schuman Centre for Advanced Studies, European University Institute, RSC No: 2000/56. Brok, Elmar ve Gresch Norbert, ‘Paving the Way to a European Culture of Security’, A Strategic Culture For Europe, Oxford Journal on Good Governance, (ed: Asle Toje) Vol:2, Number I, 2nd issue, March 2005.

Bulmer, Simon J. and Claudio M., Radaelli, ‘The Europeanisation of National Policy?’ Queen’s Papers on Europeanisation No 1/2004. Buzan Barry ve Thomas Diez, 1999, ‘The European Union and Turkey’, Survival 41(1), 41–57.

Church, Clive, ‘The Paradoxical Europeanization of Switzerland’, European Business 8, 2, ABI/INFORM Globa, Journal 1996, Cizre, Ümit, 'Problems of Democratic Governance of Civil-Military Relations in Turkey and the European Union Enlargement Zone’, European Journal of Political Research, No:43, 2004. Cornish, Paul and Geoffrey Edwards, ‘The Strategic Culture of the European Union: A Progress Report’, International Affairs 81, 4 (2005). Criss, Bilge and Pınar Bilgin, ‘Turkish Foreign Policy Toward the Middle East’, Middle East Review of International Affairs, Volume 1, No, 1-January 1997.

Çayhan, Esra, ‘Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası ve Türkiye’, Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi (3) 2002.

345

Çelik, Ayşe Betül and Bahar Rumelili, ‘Necessary but not Sufficient: the Role of the EU in Resolving Turkey’s Kurdish Question and the Greek-Turkish Conflicts’, European Foreign Affairs Review 2006, 11. Çelenk, Ayşe Aslıhan, ‘The Restructuring of Turkey’s Policy Toward Cyprus: The Justice and Development Party’s Struggle For Power’, Turkish Studies, Vol: 8, no. 3, September 2007.

Çuhadar Gürkaynak, Esra, Özkeçeci-Taner Binnur, ‘Decisionmaking Process Matters: Lessons Learned From Two Turkish Foreign Policy Cases’, Turkish Studies, 5:2, 43–78. Diez, Thomas, ‘Turkey, European Union, and Security Complexes Revisited’, Mediterranean Politics, Vol. 10, No. 2, 167–180, July 2005. ____________, ‘Europe’s others and the return of geopolitics’, Cambridge Review of International Relations, 17:2 (2004). Diez, Thomas, Apostolos Agnantopoulos, Alper Kaliber, ‘File:Turkey, Europeanization and Civil Society: Introduction’, South European Society and Politics,10:1,2005.

Doğan, Erhan, ‘Sendikalar ve Türkiye’nin Avrupa Birliği Siyaseti’, Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi, (6)2003, s, 19–43. Duke, Simon, ‘The European Security Strategy in a Comparative Framework: Does it Make For Secure Aliances in a Better World?’ , European Foreign Affairs Review Volume:9, 2004. Dunne, Tim, ‘Good Citizen Europe’, International Affairs 84:1 (2008). Eberlain, Burkard, Dieter Kerwer, ‘New Governance in the European Union,: A Theoretical Perspective’, Journal of Common Market Studies, 2004, Vol: 42 No, 1. Edwards, Geoffrey, ‘The New Member States and the Making of Foreign Policy’, European Foreign Affairs Review, 11:2006. ______________, ‘Is There a Security Culture in the Enlarged European Union?’ The International Spectator, Europe Forum, Istituto Affari Internazionali, 3/2006.

Emerson Michael and Nathalie Tocci, ‘Turkey as a Bridgehead and Spearhead, Integrating EU an Turkish Foreign Policy, EU-Turkey Working Papers, No:1 /August 2004, Centre for European Policy Studies.

Escribano, Gonzalo and Alejandro Lorca, ‘The Ups and Downs of Europeanization in External Relations: Insights from the Spanish Experience’, Perceptions, Winter 2004–2005.

Everts, Steven, ‘An Asset but not a Model: Turkey, the EU and the Wider Middle East’, Centre for European Reform Essays,2004 , www.cer.org.uk. Fanes, Jordi Vaquer i, ‘Europeanization and Foreign Policy’, Institut Universitari d’estudis Europeus, Working Paper N. 21, April 2001, http://selene.uab.es/_cs_iuee/catala/obs/Workinsg%20Papers/WP212002.htm, erişim tarihi, 19 Ekim 2007.

346

George, Stephen, ‘The Europeanisation of UK Politics and Policy-making: the Effect of European Integration on the UK’, Queen’s Papers on Europeanisation, No 8/2001. Glenn, John K., ‘From Nation States to Member States:Accession Negotiations as an Instrument of Europeanization’, Comparative European Politics, 2004 2(3-28). Görgülü, Aybars, Türkiye-Ermenistan İlişkileri: Bir Kısır Döngü, TESEV yayınları, Dış Politika Analiz Serisi 8, Mayıs 2008.

Grabbe, Heather, ‘When Negotiations begin: The next phase in Turkey-EU Relations’, London: Centre for European Reform, 2004. Güney, Aylin, Petek Karatekelioğlu, ‘Turkey’s EU Candidacy and Civil-Military Relations: Challenges and Prospects’, Armed Forces and Society, Vol: 31, No:3, Spring 2005. Gürkaynak, Esra Çuhadar- Binnur Özkeçeci-Taner, ‘Decisionmaking Process Matters: Lessons Learned From Two Turkish Foreign Policy Cases’, Turkish Studies, 5,2.

Hall, Peter ve Rosemary Taylor, ‘Political Science and the Three Institutionalisms, Political Studies, XLIV, 1996, s.936-957. Ham, Peter van, ‘Europe’s Strategic Culture and the Relevance of War’ , A Strategic Culture For Europe, Oxford Journal on Good Governance, (ed: Asle Toje) Vol:2, Number I, 2nd issue, March 2005.

Heper, Metin, ‘The European Union, The Turkish Military and Democracy’, South European Society and Politics, 10:1, 2005, s, 33-44. Heusgen, Christoph, ‘Is there such a thing as a European Strategic Culture’, A Strategic Culture For Europe, Oxford Journal on Good Governance, (ed: Asle Toje) Vol:2, Number I, 2nd issue, March 2005.

Howorth, Jolyon, ‘The European Draft Constitutional Treaty and the Future of the European Defence Initiative:A Question of Flexibility’, European Foreign Affairs Review Volume:9, 2004.

Ioakimidis, P.C., ‘The Europeanization of Greece: An Overall Assessment’, EKEM Articles, http://ekem.gr/archives/2002/01/the_europeaniza.html, 10.11.2006. Jupille, James, Joseph. A. Caporaso and Jeffrey T. Checkel, ‘Integrating Institutions: Rationalism, Constructivism and the Study of the European Union’, Comparative Political Studies 2003, 36;7. J. Jupille, J.A. Caporaso, ‘Institutionalism and the European Union: Beyond International Relations and Comparative Politics, Annual Review of Political Sciences, 2: 1999; s, 429-431. Joenniemi, Pertti, ‘Towards a European Union of a Post-Security’, Cooperation ve Conflict, Vol: 42 (1), 127–148, 2007. Kaliber, Alper, ‘Securing the Ground Through Securitized ‘Foreign’ Policy: The Cyprus Case’, Security Dialogue Vol: 36, No:3; September 2005, s, 319–337.

347

Kallestrup, Morten, ‘Europeanization as a Discourse: Domestic Policy Legitimisation Through the Articulation of a need for Adaptation’, Public Policy and Administration, Volume 17, No:2, Summer 2002, s, 110–124. Kaminska, Joanna, ‘New EU Members and the CFSP: Europeanization of the Polish Foreign Policy’, Political Perspectives 1 (2),2007. Karaosmanoğlu, Ali, ‘The Evolution of the National Security Culture and the Military in Turkey’, Journal of International Affairs, , 54, no 1. Fall 2000.

Kaygusuz, Özlem, ‘Türkiye-Avrupa Birliği İlişkilerinin Çıkmazları: Güvenlik, Ulus-Devlet Felsefesi ve Kimlik’, Mülkiye Cilt: XXX, Sayı:251,s, 115–129

Kınacıoğlu, Müge, Emel Oktay, ‘The Domestic Dynamics of Turkey’s Cyprus Policy: Implications for Turkey’s Accession the European Union’, Turkish Studies, Vol:7, o No:2, June 2006, ss, 261-273. Kirişçi, Kemal, ‘Turkey’s Foreign Policy In Turbulent Times’, Chaillot Paper, No: 92, 2006 ___________, “Between Europe and the Middle East the Transformation of Turkish Policy” Middle East Review of International Affairs, vol:8 No:1 2004. Kubicek, Paul, ‘The European Union and Grassroots Democratization in Turkey’, Turkish Studies, Vol:6, No:3, 2005. Kuniholm, Bruce, ‘Turkey’s Accession to the European Union: Differences in European and US Attitutes and Challenges for Turkey’, Turkish Studies Vol:2, No:1, Spring 2001. Ladrech, Robert, ‘Europeanization and Political Parties, Towards a Framework for Analysis’, Party Politics, Vol: 8; No:4, 2002, s, 389–403. Lantis, Jeffrey, ‘Strategic Culture: From Calusewitz to Constructivism’, Strategic Insights, Volume IV Issue 10 (October 2005). __________, ‘Strategic Culture and National Security Policy’, International Studies Association, 2002. __________., ‘EU Strategic Culture and US Ambivalence’, A Strategic Culture For Europe, Oxford Journal on Good Governance, (ed: Asle Toje) Vol:2, Number I, 2nd issue, March 2005.

Legreid, Per Runolfur et.al.,, ‘Europeanization of Central Government Administration in the Nordic States’, JCMS 2004 Volume 42, Number 2, s, 347–369. Luif, Paul, ‘EU Cohesion in UN General Assembly’, Occasional Papers, No:49, Institute for Security Studies, December 2003, s, 1–79 Major, Claudia, ‘Europeanization and Foreign and Security Policy-Undermining or rescuing the nation state?’ Politics: 2005 Vol 25 (3), 175–190.. Manners, Ian, ‘Normative Power Europe: A Contradiction in Terms’, Journal of Common Market Studies, 40:2, 2002, pp, 235–258.

348

March, James ve Olsen j., ‘The New Institutionalism Organizaitonal Factors in Political Life’, American Political Science Review 78 (3), 1984. _______________, ‘The Logic of Appropriateness’ Arena working paper WP04/09 http://arena.uio.no/publications/wp04_9.PDF, 2004. Martinsen, Per M., ‘The European Security and Defence Policy (ESDP), A Strategic Culture in the Making? Paper presented in the ECPR Conference section 17, Europe and Global Security, Marburg, 18–21 September 2003. Matlary, Janne Haaland, ‘When Soft Power Turns Hard: Is a EU Strategic Culture Possible?’ Security Dialogue, Vol(37)1, pp, 105, 121, 2006. McLaren, Lauren M., ‘Public Support for the European Union: Cost/Benefit Analysis or Perceived Cultural Threat?, The Journal of Politics;Vol:64, No:2,(May 2002). ___________., ‘Turkey’s eventual membership of the EU: Turkish elite perspectives on the issue’, Journal of Common Market Studies, March 2000, vol: 38 No: 1. Mendez, Carlos, et.al ‘Conditioning and Fine Tuning Europeanization: Negotiating Regional Policy Maps Under the EU’s Competition and Cohesion Policies’, JCMS 2006, Volume 44, number 3, s, 581–603. Meyer, Christoph O., ‘Theorising European Strategic Culture Between Convergence and the Persistence of National Diversity’, Centre for European Policy Studies, CEPS Working Document, No: 204, June 2004. ____________., ‘Convergence Towards a European Strategic Culture? A Constructivist Framework For Explaining Changing Norms’, European Journal of International Relations, 11 (4), 2005, pp, 523–549. _____________., ‘European Defence: Why Institutional Socialisation is not Enough?’, A Strategic Culture For Europe, Oxford Journal on Good Governance, (ed: Asle Toje) Vol:2, Number I, 2nd issue, March 2005.

Missiroli Antonio, ‘EU-NATO Cooperation in Crisis Management: No Turkish Delight for ESDP’, Security Dialogue, Vol:33(1)p, 9–26. Moravcsik, Andrew, ‘Why the European Union Strengthens the State: Domestic Politics and International Cooperation’, Center for European Studies Working Paper Series #52, Paper presented at the Annual Meeting of the American Political Science Association, New York, NY (1–4 September 1994). _____________, ‘National Interests, State Power and EU Enlargement’, East European Politics and Societies, Vol. 17, No, 1, pp, 42, 57. ____________, ‘The European Constitutional Compromise and the Neofunctionalist Legacy’, Journal of European Public Policy, 12:2, April 2005, pp, 349–386. ____________,’Taking Preferences Seriously: A Liberal Theory of International Politics’, International Organization 51, 4, Autumn 1997, s, 513-553.

349

Naumann, Klaus, ‘Military Needs of a Strategic Culture in Europe’, A Strategic Culture For Europe, Oxford Journal on Good Governance, (ed: Asle Toje) Vol:2, Number I, 2nd issue, March 2005.

Neuwahl, Nanette, ‘Turkish EU Accession and EU Foreign policy’, Collegium, No:31; Spring 2005, pp, 11–28. Nugent, Neill, ‘Turkey’s Membership Application: Implications for the EU’, Jean Monnet / Robert Schuman Paper Series, Vol:5, No:26, August 2005. __________, ‘EU Enlargement and the ‘Cyprus Problem’,Journal of Common Market Studies Vol: 38, No:1, March 2000, ss, 131–150. Oğuzlu, Tarık, ‘The Impact of Democratisation along the EU Accession Process on the Turkish Foreign Policy’, www.ksg.harvard.edu/kokkalis/GSWS/oguzlu.pdf, 09.08.2007. ___________, ‘The Future of Turkey’s Westernization: A Security Perspective’, Insight Turkey, Vol.9 /Number 3/2007. Oğuzlu Tarık ve Mustafa Kibaroğlu, ‘Incompatibilities in Turkish and European Security Cultures Diminish Turkey’s Prospects for EU Membership’, Middle Eastern Studies, 44:6, 2008,s, 945–962. Oran, Baskın, ‘Türkiye Kabuk Değiştirirken AKP’nin Dış Politikası’, Birikim, Sayı: 184–185, 2004, Birikim Yayınları, www.birikimdergisi.com/birikim/dergiyazdır.aspx?dyid=2865. Osswald , Marius, ‘The Europeanization of National Foreign Policy, The Domestic Impact of the European Union Membership on the (Post) Neutral Countries, Ireland and Austria’, Fachbereich für Politik und Verwaltungswiisenschaft Universitat Konstanz, Diplomarbeit (PO99), August 2005.

Öniş, Ziya, ‘Turkey and the Middle East After September 11: the Importance of the EU Dimension’, Turkish Policy Quarterly 2(4). Öniş Ziya, Şuhnaz Yılmaz, ‘Turkey-EU-US Triangle in Perspective: Transformation and Continuity?’ The Middle East Journal, 59:2, Spring, 2005, pp, 265–284 Özcan, Gencer, ‘Turkey’s Changing Neighbourhood Policy’, FES Briefing Paper, September 2004,s, 1–2, http://library.fes.de/pdf-files/iez/50027.pdf. Özen Çınar, ‘Neofunctionalism and the Change in the Dynamics of Turkey-European Union Relations’, Perceptions: Journal of International Affairs, Vol:III, No:3, September-November 1998, pp, 34-57. ___________; ‘ESDP-NATO Relations, Considerations on the Future of European Security Architecture’, The Turkish Yearbook of International Relations (Milletlerarası Münasebetler Türk Yıllığı, Vol. XXXIII, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 2003 sayfa 231–255. Papadopoulos, Yannis, ‘Europeanization? Two Logics of Change of Policy Making Processes of in Switzerland’, Working Paper no: 1, National centre of competence in Research: Challenges to democracy in the 21st century (tarih yok).

350

Polat, Necati, ‘Identity Politics and the Domestic Context of Turkey’s European Union Accession, Government and Opposition, Vol. 41, No,4, pp, 512–533, 2006. Pollack, Mark, ‘Theorizing the European Union: International Organization, Domestic Polity or Experiment in New Governance?’ Annual Review of Political Science, 2005:8. Pomorska, Karolina,’The Impact of Enlargement: Europeanization of Polish Foreign policy? Tracking Adaptation and Change in the Polish Ministry of Foreign Affairs’, The Hague Journal Of Diplomacy 2(2007). Price, Adrian Hyde, ‘European Security, Strategic Culture and the Use of Force’, European Security, 13(4), 2004. ___________, ‘A Tragic Actor? A Realist Perspective on Ethical Power Europe’, International Affairs 84:1 (2008). Puchala, Donald j. ‘Institutionalism, Intergovernmentalism and European Integration: A Review Article’, Journal of Common Market Studies June 1999 Vol. 37, No. 2, s, 317–31. Putnam, Robert D., Diplomacy and Domestic Politics: The Logic of Two Level Games, International Organizations, Vol.42, No:3 (Summer 1988) s, 427-460. Radaelli, C.M., ‘Whither Europeanization? Concept of Stretching and Substantive Change’, http://www.eiop.or.at/eiop/texte/2000-008.htm, 2000.

Rieker, Pernille, Europeanization of Nordic Security, the European Union and the Changing Security Identities of the Nordic States, Cooperation and Conflict: Journal of the Nordic International Studies Association Vol: 39 (4): s, 369–392. ___________, ‘From Common Defence to Comprehensive Security: Towards the Europeanization of French Foreign and Security Policy?,Security Dialogue, 37, 2006, s, 513-515. Robins, Philip,’Confusion at home, Confusion abroad: Turkey between Copenhagen and Iraq’, International Affairs 79, 3, 2003. Rosamond, Ben, ‘European Integration and Social Science of EU studies: the disciplinary politics of a subfield’, International Affairs, 83:1, 2007, pp, 231–252. Rumelili, Bahar, ‘Civil Society and Europeanization of Greek-Turkish Cooperation’, South European Society ve Politics, Vol:10, No:1, April 2005. ___________, ‘The Talkers and the Silent Ones, The EU and Change in Greek-Turkish Relations’, University of Birmingham Working Paper Series in EU Border Conflicts Studies, No:10, October 2004. ___________, ‘Negotiating Europe: EU-Turkey Relations from and Identity Perspective’, Insight Turkey, Vol: 10/No.1/2008,s,97-110. Rynning, Sten, ‘The European Union: Towards a Strategic Culture?’, Security Dialogue, 2003; 34; 479–496.

351

_________, ‘Less May Be Better in a EU Security and Defence Policy’, A Strategic Culture For Europe, Oxford Journal on Good Governance, (ed: Asle Toje) Vol:2, Number I, 2nd issue, March 2005. Sarıgil, Zeki, ‘Europeanization as Institutional Change: The Case of Turkish Military’, Mediterrenean Politics,12:1, 39–57, 2007. Schimmelfening, Frank, ‘Liberal Community and Enlargement: An Event History Analysis’, Journal of European Public Policy, 9 (4), 598–626, 2002. _______________, ‘Costs, Commitment and Compliance: The Impact of EU Democratic Conditionality on Latvia, Slovakia and Turkey’, Journal of Common Market Studies (JCMS), Vol.41, Number 3, ss, 495–518. ______________, ‘Europeanization Beyond Europe’, Living Rev. Euro.Gov., Vol.2 (2007),No.1, (online article): http://www.livingreviews.org/Ireg-2007-1, erişim tarihi: 2 Ocak 2008, s, 4-19. Schimmelfennig Frank, Ulrich Sedelmeier, ‘Theorizing EU Enlargement: research focus, hypothesis and the state of research’, Journal of European Public Policy, 2002. Schmidt, Vivien, ‘Give Peace A Chance: Reconciling Four (Not Three) New Institutionalisms’, Paper Presented for the Annual Meetings of the American Political Science Association, ( Philadelphia, August 31, September 3, 2006). Smith, Michael E., ‘Conforming to Europe: The domestic impact of EU foreign policy co-operation’, Journal of European Public Policy, 7:4 October 2000: 613-31. Stavridis, Stelios, ‘The Europeanization of Greek Foreign Policy A literature review’,s, 12 erişim tarihi:10.11.2006. Terzi, Özlem, ‘What To Expect From A Europeanısed Turkısh Foreıgn Polıcy?’ 10-11 Temmuz 2008 tarihinde Yeditepe Üniversitesi “Türkiye ve AB: Geçmişten Geleceğe” başlıklı konferansta sunulan tebliğ, http://www.ikv.org.tr/images/upload/file/ozlemterzi.pdf, erişim tarihi: 10.10.2008. Tocci Nathalie and Tamara Kovziridze, ‘Chapter 2, Cyprus’, B. Coppieters v.d.,Europeanization and Conflict Resolution, Academic Press, Gent, 2004, http://ecmi.de /jemie/download/12004Chapter2.pdf. Toje, Asle, ‘The 2003 European Union Security Strategy: A Critical Appraisal’, European Foreign Affairs Review, Volume 10, 2005. _______, ‘Introduction: The EU Strategic Culture’, A Strategic Culture For Europe, Oxford Journal on Good Governance, (ed: Asle Toje) Vol:2, Number I, 2nd issue, March 2005. Torreblanca j, ‘Ideas, Preferences, and Institutions: Explaining the Europeanization of Spanish Foreign Policy’, Arena working papers, no: 26, 2001. Treacher, Adrian, ‘From Civilian Power to Military Actor: The EU’s Resistable Transformation’, European Foreign Affairs Review Volume:9, 2004.

352

Tzimitras Harry G., ‘Europeanization and Nationalism in the Turkish-Greek Rapproachement’, Insight Turkey, Vol.10, No.1 /2008, s, 111-128. Ulusoy, Kıvanç, ‘The Europeanization of Turkey and its Impact on the Cyprus Problem’, Journal of Balkan and Near Eastern Studies, 10:3, 2008, s, 309-329. Wallace, Helen, ‘Europeanisation or Globalisation: Complementary or Contradictory Trends?’, New Political Economy, Vol. 5, No:3, 2000. Wendt, Alexander, ‘Anarchy is what states make of it: the social construction of power politics’ in International Organization, vol. 46, no. 2, 1992. Winrow, Gareth M., ‘Turkey’s Changing Regional Role and its Implications’, Paper presented at the conference titled “Europeanization and Transformation: Turkey in the Post-Helsinki Era”, Koç University, Istanbul, 2-3 December 2005. Wivel, Anders, ‘The Security Challenge of Small EU Member States: Interests, Identity and the development of the EU as a Security Actor’, JCMS 2005 Volume 43, number 2, s, 393-412. Wolf, Klaus Dieter, ‘The New Raison D’etat as a Problem for Democracy in World Society’, European Journal of International Relations 1999; 5; 33. Wood, Steve, Wolfgang Quaisser, ‘Turkey’s Road to the EU: Political Dynamics, Strategic Context and Implications for Europe’, European Foreign Affairs Review 10: 147–173, 2005. Yavaş, Gökçen, ‘The Europeanization of the Aegean Dispute between Turkey and Greece: A Construcivist/Discursive Approach’, Paper to be Presented at the ISA Panel, Contiunity and Change in Turkish Foreign Policy: Ideas, Identities, Institutions, Chicago, March 2007,s, 1-23. Yücel, Gökhan, ‘New Dilemmas of Turkish National Security Politics: Old and New Security Concerns and National Development in the Post–1980 Era’, Paper prepared at the Fourth Kokkalis Graduate Student Workshop at JFK School of Government, Harvard University, Cambridge, Massachusetts, 8–9 February 2002

3) Resmi Belgeler ve Raporlar

A Secure Europe for a Better World, European Security Strategy, Brussels 12 December 2003.

Dizdaroğlu Cihan, Partilerin Seçim Beyannamelerinde “dış politika” ve Seçim Sonrası Türk Dış Politikasının Olası Yönelimleri Üzerine Bir Değerlendirme, Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Değerlendirme Notu, 20 Temmuz 2007.

Erbakan Hükümeti Programı, http://www.tbmm.gov.tr/hukumetler/hp54.htm,10.10.2007.

European Commission, Issues Arising From Turkey’s Membership Perspective, Brussels: SEC (2004), 1202, Commission Staff Working Document, 6 October 2004.

Eurobarometer 67, Public Opinion in the European Union, First Results, Fieldwork: April-May 2007, Publication: June 2007,

353

http://ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/eb67/eb_67_first_en.pdf, erişim tarihi: 2.9.2008.

European Commission, Recommendations of the European Commission on Turkey’s progress towards Accession”, Brussels, 6 Oct. 2004 COM (2004), 56. Gnesotto Nicole (ed.), ‘EU Security and Defence Policy, The First Five Years (1999-2004)’, Institute for Security Studies, Paris, 2004. International Crisis Group, Cyprus: Reversing the Drift to Partition’, Europe Report No: 190-10, January 2008. Müzakere Çerçeve Belgesi metni: http://ec.europa.eu/enlargement/candidate-countries/turkey/key_documents_en.htm. Report on the Implementation of the European Security Strategy –Providing Security in a Changing World-S407/08, Brussels, 11 December 2008.

The EESC: a Bridge between Europe and Organized Civil Society, http://www.eesc.europe.eu/documents/publications7pdf/booklets/EESC–2007–002-EN.pdf. Türk Dış Politikası Genel Görünüm, http://www.mfa.gov.tr/genel-gorunum.tr.mfa, erişim tarihi, 17 Eylül 2008. Türkiye için AB Komisyonu tarafından hazırlanan İlerleme Raporları: http://ec.europa.eu/enlargement/candidate-countries/turkey/key_documents_en.htm.

Türkiye için hazırlanan Katılım Ortaklığı Belgeleri: http://ec.europa.eu/enlargement/candidate-countries/turkey/key_documents_en.htm. Türkiye’nin hazırladığı AB Müktesebatının Üstlenilmesine ilişkin Ulusal Program (lar) : http://www.abgs.gov.tr/index.php?l=1vep=194.

“Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği Arasında Türkiye Cumhuriyetinin Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyetindeki Avrupa Birliği Polis Misyonuna (EUPOL-PROXIMA) Katılımına Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun”, Kanun No: 5480, Kabul Tarihi: 30.3.2006, http://rega.basbakanlik.gov.tr/eskiler/2006/04/20060404-1.htm. Türkiye’nin Güvenlik Perspektifleri ve Politikaları, http://www.mfa.gov.tr/i_-turkiye_nin-guvenlik-perspektifleri-ve-politikalari.tr.mfa, erişim tarihi: 31/08/2007.

4) Internet Kaynakları ve diğer

AB Haberleri 2008 Medya Gündeminin Üst Sırasında Yer Aldı’, http://www.euractiv.com.tr/ab-ve-turkiye/article/ab-haberleri-2008-medya-gundeminin-ust-sirasinda-yer-aldi-003992, 31.12.2008, erişim tarihi: 12.02.2009.

Cebeci Münevver, ‘CESDP: A Turkish Perspective’ http://cide.univ.szczecin.pl/mec3/chapter7 (Mİ 1 Mİ).PDF. s. 142–181. ‘CHP Brüksel Bürosu Eylül’de Gelecek’, Radikal,8.7.2008,http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=DetayveArticleID=887374veDate=11.07.2008veCategoryID=78, erişim tarihi: 9.11.2008.

354

Cole, Alistair, ‘Institutions and Institutionalism’ www.cardiff.ac.uk/euros/resources/cole,%20alistair/One%20bis%20Institutions%20and%20institutionalism.ppt, erişim tarihi: 11.01.2009. Dışişleri Bakanlığı yetkilisi ile görüşme (1 Temmuz 2008).

Erdem, Engin I., ‘When Domestic Meets International: The Political Tranformation of Turkey, 1997-2004, August 2007, available at: http://ssrn.com/abstract=1013126, 19.09.2007. European Security and Defence Policy’, http://www.consilium.europa.eu/cms3_fo/showPage.asp?id=268velang=ENvemode, erişim tarihi: 1.2.2009.

Karayiğit, Yasin, ‘The Analysis of Turkey’s Security Culture in line with the Europeanization Process’, yayınlanmamış master tezi, Bilkent Üniversitesi, Ankara, Eylül 2006. Keyman, Fuat, Amerikan Yüzyılı ve Türkiye, 13.07.2003, http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2vehaberno=2363, erişim tarihi, 20.07.2007. Morisse-Schilbach Melanie, ‘Domestic Instıtutions in European Foreign Policy –Making: Do they matter?’, http://sam.sdu.dk/~mwi/B2_Morisse.pdf,s,36–65.

Özalp Güven, ‘Özbekistan’a AB Yaptırımı’, http://www.milliyet.com.tr/2005/11/16/dunya/dun01.html,16/11/2005, erişim tarihi: 15/06/2007.

The common foreign and security policy: introduction, http://europa.eu.int/scadplus/leg/en/lvb/r00001.htm,6.11.2007.

Turkey-Russia Relations, www.euractiv.com/en/enlargement/turkey-russia-relations/article-134083, erişim tarihi, 19.07.2008.

Ulagay, Osman, ‘AB partisi olmadan Türkiye AB’ye Girebilir mi?’ Milliyet, 29 Mayıs 2006. Ülman Haluk, ‘İç Politika Batağında AB’, http://www.euturkey.org.tr/index.php?p=22344vel=111.06.2002, erişim tarihi: 09.07.2008. ________________, ‘Yolun Sonu Göründü’, http://www.dunyagazetesi.com.tr/haberArsiv.asp?id=19249, 17.11.2000, erişim tarihi: 09.07.2008. Ülsever Cüneyt, ‘Anap Yan (mı) çiziyor?’, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=84648vep=2, 15.07.2002, erişim tarihi: 09.07.2008.

Yılmaz, Hakan ‘Europeanization of Turkey in the Aftermath of July 2007 Elections’, http://hakan_yilmaz.blogspot.com/2008/01/europeanization_of_Turkey_in_aftermath_html12 Ocak 2008. Erişim tarihi, 12/02/2009.

355

ÖZET

Tezde Avrupalılaşma kavramı kullanılarak AB sürecinin Türk dış politikasına

etkilerini incelenmiştir. Kavram, esas itibariyle siyasa Avrupalılaşması tanımı ile

sınırlandırılmış ve tanımı gereği öncelikle AB’nin Türkiye’ye etkileri ve sonrasında

da aday ülke olması nedeniyle sınırlı olsa da Türkiye’nin AB düzeyine (olası)

aktarımları üzerinde durulmuştur. Test edilmeye çalışılan ise MDAÜ’nün

Avrupalılaşma süreci için kullanılan sosyolojik/konstrüktivist kurumsalcı görüşlerin

Türkiye için de kullanılıp kullanılmayacağı noktasıdır.

Bu çerçevede, Türk dış politikasının Avrupalılaşması kurumsal ve siyasi

düzeyde etki kapsamında değerlendirilmiştir. Bu noktadan hareketle; siyasa

Avrupalılaşması kapsamında Türkiye ile AB arasında Türkiye açısından milli dava

olarak addedilebilecek bazı konular dışında çok ciddi bir uyumsuzluğun olmadığı

görülmektedir. AB Komisyonu tarafından hazırlanan etki raporunda da belirtildiği

üzere Türkiye’nin AB güvenliğine coğrafi konumu ve askeri potansiyeli bakımından

katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Avrupalılaşma kavramı çerçevesinde bölgesel

temelde bir değerlendirme yapıldığında Kıbrıs, Ege sorunları ve Yunanistan ile

ilişkilerde koşulluluk ilkesinin etkileri ve AB etkisinin her iki taraf için de mevcut

olması nedeniyle Avrupalılaşmanın sağlandığı görülmektedir. Ancak, Orta Doğu

bölgesi açısından Türkiye’nin kendi iç/dış politikasının asıl belirleyici olduğunu ve

Avrupalılaşmanın sınırlı olduğunu belirtmek gerekir. Kurumsal boyutta, AB’nin

Türkiye’de ciddi bir bürokratik yapılanmaya ve AB bürokrasisinin oluşumuna neden

olduğu belirtilmelidir. Ancak seçkin Avrupalılaşması olarak tanımlanan; hükümetler,

siyasi partiler, asker-sivil ilişkileri ve sivil toplumun politika yapımına katılımı

konusunda yapılan bir değerlendirmede AB konusunda siyasi irade eksikliğinden ve

356

devlet merkezli yaklaşımın etkisinin sürdüğünden bahsetmek gerekir. Türkiye’nin

AB’ye etkisi konusunda ise, tezde incelenen İspanya örneğinde olduğu gibi,

Türkiye’nin daha önce AB gündeminde olmayan bir konuyu gündeme getirmesi

gerçekçi gözükmemektedir. Ancak, coğrafi konumu ve farklı nitelikleri ile Orta

Büyüklükte Devlet görüntüsünü kullanmasının AB tarafından desteklendiği

görülmektedir. AB ekonomik desteğinden faydalanarak Orta Asya, Kafkasya, Orta

Doğu ve Akdeniz bölgelerinde aktif politika sürdürülmesi mümkün olabilecektir.

AGSP konusu ise Türkiye’nin kendi önceliğini AB düzeyine taşıyabilmesi anlamında

önemli bir örnektir. Bu noktada Türkiye’nin iç politik gelişmelerinin de dikkate

alınması ve Avrupalılaşmanın iktidarda AB yanlısı bir hükümet olduğunda

hızlandığının altının çizilmesi gerekmektedir. Ancak bu durumda bile Avrupalılaşma

ancak ulusal düzeyde veto noktaları bertaraf edildiği ölçüde gerçekleşmektedir. Veto

noktalarının argümanları AB’nin Türkiye’ye karşı samimi olmadığı düşünülen

davranışları neticesinde kamuoyunun etkisi ile daha da güçlenmektedir.

AB ve Türk dış politikaları arasında asıl uyumsuzluk; Avrupalılaşma

tanımının genişletilip siyasi Avrupalılaşma olarak tarif edilmesi ve içine kimlik

konularının dâhil edilmesiyle ortaya çıkmaktadır. Kopenhag kriterlerine uyum ve

AB’nin kendi içinde yaşadığı güvenlik kimliğine dair tartışmalar Türkiye hakkında

soru işaretleri yaratmaktadır. AB’nin askeri/sivil/normatif güç anlamında güvenlik

kimliğine netlik kazandırması Türkiye’nin yerine de karar vermesini sağlayacaktır.

Bu noktada taraflar arasında güvenilirlik sorunun da altını çizmek gerekir. AB ve

Türkiye’nin karşılıklı taahhütlerini yerine getirmeleri Avrupalılaşma sürecini

hızlandıracaktır.

357

Tüm bunların neticesinde, MDAÜ için kullanılan sosyolojik/konstrüktivist

kurumsalcı argümanların Türkiye için kullanılması Türkiye ile AB arasındaki

güvenlik kimliği farklılığı nedeniyle kısa vadede mümkün olamayacaktır. Ancak

mevcut durumda karşılıklı fayda maliyet analizine dayalı ve Türkiye’nin AB

güvenlik yapılanmasına katkısı üzerine odaklanan rasyonalist kurumsalcı bir

yaklaşımın kullanılması daha gerçekçi gözükmektedir.

358

ABSTRACT

Europeanization concept is utilized to scrutinize the EU’s impact on Turkish

foreign policy in the dissertation. Europeanization is defined as “policy

Europeanization” and therefore basically limited to impact of the EU on Turkish

foreign policy. Top down and bottom up dimensions of Europeanization of Turkish

foreign policy is elaborated which comprises the impact of the EU on Turkish

foreign policy and (possible) effects of Turkey on EU foreign and security policy.

Main hypothesis to be tested is whether the sociological/constructivist institutionalist

approach used for CEEC could be used to define Turkey’s Europeanization.

In the dissertation, Europeanization of Turkish foreign policy is elaborated in

terms of institutional and policy impact. From this polint of view; there is not a

serious deviation of Turkey from the EU foreign policy except some national causes.

Moreoever, as mentioned in the official impact report prepared by European

Commission, Turkey can contribute to European security due to its geographical

location and military sitution. From the evaluation of the regions, it is evident that

conditionality is efficient for Cyprus issue, Aegean disputes and Greece. But here

Europeanization of both sides should be taken into consideration while this is not the

case for Middle East region. Turkey’s domestic problems determine Turkish policy

towards Middle east and Europeanization is limited. From institutional dimension;

EU’s impact is noteworthy and reorganization of Turkish bureaucracy is evident.

However Turkish governments, political parties, civil-military relations and civil

society do not demonstrate the necessary political will for Europeanization and state

centric structure prevails. Thus, in terms of elite socialization there are deficiencies

regarding Turkey’s Europeanization. From the point of bottom-up dimension of

359

Europeanization, it is not realistic to expect Turkey to upload a new regional context

to European agenda as Spain did. However; Turkey’s characteristics including its

geographical location and middle size power status are supported by the EU. Turkey

utilizing the economic support of the EU, can implement an active foreign policy in

the neighbouring regions. ESDP is a topic that Turkey uploaded its priority to EU

agenda. Another point to be mentioned here is the domestic conditions of Turkey.

Europeanization of Turkish foreign policy is accelerated during pro-EU

governments. However even the pro-EU governments should eliminate the veto

points for a smooth Europeanization. Arguments of the veto points are strenghtened

with the EU’s attitute towards Turkey which is also one of the main reasons of

negative public opinion.

Contrary to the relative conformity of Turkey and the EU in terms of policy

Europeanization, basic difference between Turkey and EU reveals when the

Europeanization is defined broadly so as to include the identity matters. Treatment of

Turkey on the basis of Copenhagen criteria and EU’s security identity debates reveal

this fact. When the EU debates on the characteristics of its security identity as

civil/military/normative power status finalized, Turkey’s place will be determined.

Here, credibility of both sides should be mentioned as a determinant factor.

In conclusion; sociological/ constructivist institutionalist arguments used for

CEEC are not appropriate for Turkey in short term due to the security identity

differences between Turkey and the EU. It is realistic to use a cost benefit analysis

used by rational choice institutionalists which focuses on Turkey’s contribution to

European security.