atatürk kültür merkezi dergisi sayı 2012 j o u r n a l o f ... · 62 62 issn:1010-867-x...

333

Upload: others

Post on 26-Jan-2021

5 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • Nisan, Ağustos ve Aralık Aylarında Yayımlanan Uluslararası Hakemli Dergi

    International Peer Reviewed Journal Published in April, August and December

    A t a t ü r k K ü l t ü r M e r k e z i D e r g i s i S a y ı 2 012

    J o u r n a l o f A t a t ü r k C u l t u r e C e n t e r I s s u e 2 0 1 2

    6262

    ISSN

    :101

    0-86

    7-X

    ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİHYÜKSEK KURUMU

    ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ

    ATATÜRK SUPREME COUNCIL FOR CULTURE, LANGUAGE AND HISTORYATATÜRK CULTURE CENTER

  • TÜBİTAK / ULAKBİM, SBVT (Sosyal Bilimler Veri Tabanı)tarafından dizinlenmektedir.

    Atatürk Kültür Merkezi Dergisi

  • Atatürk Kültür Merkezi Dergisi

    Yıl / Year: Nisan 2012Sayı / Issue: 62

    Kurucusu / Founder Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı (1913-1993)

    Sahibi / Owner on behalf of Atatürk Atatürk Kültür Merkezi Culture Center adına Başkan Prof. Dr. Osman Horata

    Editörler / Editors Doç. Dr. Recep Boztemur (ODTÜ) Uzm. Suzan Gür (AKM Uzmanı) Uzm. Alim Yanık (AKM Uzmanı)

    Yazı İşleri Müdürü / Journal Ömer Çakır Administrator

    Yayın Kurulu / Editorial Board Prof. Dr. Hakkı Acun (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Ali Fuat Bilkan (TOBB ETÜ) Prof. Dr. Nihat Boydaş (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Nurettin Demir (Başkent Üni.) Prof. Dr. Melek Dosay-Gökdoğan (Ankara Üni.) Prof. Dr. Önder Göçgün (Pamukkale Üni) Prof. Dr. Recep Kılıç (Ankara Üni.) Danışma Kurulu / Advisory Board Doç. Dr. Feriha Akpınarlı (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Şerif Aktaş (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Mehmet Ali Bayhan (Atatürk Üni.) Prof. Dr. Yaşar Çoruhlu (Mimar Sinan Üni.) Prof. Dr. Remzi Demir (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Bekir Deniz (Akdeniz Üniversitesi) Prof. Dr. Nevin Güngör Ergan (Hacettepe Üni.) Prof. Dr. Muhsin Macit (Anadolu Üniversitesi) Prof. Dr. Selçuk Mülayim (Marmara Üni.) Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak (Hacettepe Üni.) Prof. Dr. Mehmet Öz (Hacettepe Üni.) Prof. Dr. Mustafa Özkan (İstanbul Üni.) Prof. Dr. Nihat Öztoprak (Marmara Üni.) Prof. Dr. İsmail Öztürk (Dokuz Eylül Üni.) Prof. Dr. Kazım Yetiş (İstanbul Üni.)

  • Yönetim Yeri / Managing Office Ziyabey Caddesi No: 19 06520 Balgat-Ankara, TURKEY Telefonlar / Telephones +90 312. 284 34 25 - 45

    elmek [email protected] web / web www.akmb.gov.tr

    Süreli Yayın Dört Ayda Bir Çıkar

    Abone İşleri / Subscription Vedat Demirbaş +90 312. 284 34 41 Belgegeçer (Faks): +90 312. 284 34 23

    Posta Çek Numarası 212938

    ISSN 1010-867-X

    Kapak Tasarımı / Cover Design Grafiker® Ltd. Şti.

    Sayfa Tasarımı / Page Design Grafiker® Ltd. Şti. 1. cadde 1396. sokak No: 6 06520 (oğuzlar mahallesi) Balgat-Ankara tel +90 312. 284 16 39 Pbx faks +90 312. 284 37 27 elmek [email protected] web www.grafiker.com.tr Baskı Yeri ve Tarihi / Press House and Date Grafiker® Ofset Kazım Karabekir Caddesi Ali Kabakçı İşhanı 85/3 İskitler-ANKARA / +90 312. 384 00 18 Ankara, 16 Nisan 2012 / Ankara, 16 April 2012

    Not: Makalelerdeki görüşlerin sorumluluğu yazarına aittir. Yazıların yayın hakkı merkezimize devredilmiş sayılır. Bu devir sanal ortamda yayımlanmayı da kapsar.

  • İÇİNDEKİLER / CONTENTS

    Beşir AYVAZOĞLU Peyami Safa’nın Hareket Yazıları 1-16 Peyami Safa’s Writings in the Hareket (Movement) Newspaper

    Yunus BALCI Psikanalist Bir Romancının Psikanalizi Yalnızız’da Peyami Safa’nın Psikanalizi Üzerine Bir Uygulama 17-26

    Psychoanalysis of a Psychonalyst Novelist: An Essay on

    PeyamiSafa’sPsychoanalysisinhisNovelYalnızız

    Müzeyyen BUTTANRI Peyami Safa’nın Romanlarında Anne ve Babalar 27-40 Mothers and Fathers in Peyami’s Novels

    Cafer GARİPER Yalnızız Romanında Mekânın Poetikasızlaşması ve Ütopik Dünya Olarak Simeranya 41-58

    The Non-Poetication of Space in Safa’s Novel

    YalnızızandhisSimeranyaasaUtopicWorld

    Önder GÖÇGÜN Ölümünün 50. yılında, Romancı Kimliği ile Bütünleşen Fikir Dünyası İçinde Peyami Safa 59-74

    Peyami Safa in his World of Thought as Integrated to his

    Novelist Character in the 50Th Anniversary of his Death

    Fazıl GÖKÇEK Marcel Brion ve Peyami Safa’nın Attila Hakkındaki Romanları 75-82

    Marcel Brion and Peyami Safa’s Novels about Attila

    Abdullah HARMANCI Peyami Safa Öykücülüğüne Tematik Bir Yaklaşım 83-98 A Thematic Approach to Peyami Safa’s Narrative Method

    İsmail KARACA Peyami Safa’nin Eserlerinde Güzel Sanatlar 99-110 Fine Arts in the Works of Peyami Safa

    Seda Gül KARTAL Peyami Safa’nın Romanlarında İdealist Gençler ve Ortak Özellikleri 111-124

    The Idealist Youth and their Common

    Characteristics in the Novels of Peyami Safa

    Nevzat KÖSEOĞLU Türk Düşünce Hayatında Peyami Bey 125-132 Mr. Peyami Safa in Turkish Thought

    Mehmet NARLI-Berna USLU KAYA Peyami Safa’nın Romanlarında Mutsuzluğun Kaynakları 133-156

    TheSourcesofUnhappinessatPeyamiSafa’sNovels

    Özlem NEMUTLU Peyami Safa’nın Tenkit Anlayışı 157-170

    PeyamiSafa’sUnderstandingofCritique

  • Kamil Veli NERİMANOĞLU Peyami Safa: Dil ve Üslup Üzerine 171-178

    Peyami Safa: On Language and Style

    Sema ÖZHER KOÇ Geriye Dönenlerin Toplumla Yüzleşmesi:

    Peyami Safa’dan “Mahşer” Telaşı 179-190

    WarVeterans’FacingwithSociety:“Mahşer”

    (Armageddon) Anxiety by Peyami Safa

    Mehmet TEKİN Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Romanında

    ‘Ben Anlatım’ Yöntemi ve Sorunları 191-206

    In the Novel the Ninth Ward of External,

    MethodandProblemsof“IExpression”

    Çilem TERCÜMAN Peyami Safa’nın Romancılığında

    Cumbadan Rumbaya’nın Yeri 207-222

    The Place of Cumbadan Rumbaya in the

    Writings of Peyami Safa

    Kemal TİMUR İki Münevverin Dostluğu:

    Peyami Safa-Cahit Sıtkı 223-236

    TwoIntellectuals’Friendship:PeyamiSafa-CahitSıtkı

    Mehmet TÖRENEK Peyami Safa ve TürkDüşüncesi Dergisi 237-250

    PeyamiSafaandtheJournalofTürkDüşüncesi

    Abdullah UÇMAN Peyami Safa’nın TürkİnkılâbınaBakışlar’ı 251-260

    PeyamiSafa’sTürkİnkılâbınaBakışlar

    Sema UĞURCAN Zihniyetlerin Yansıma Alanı Olarak Peyami Safa’nın

    Romanları ve Şahıslar Dünyası 261-276

    Peyami Safa’s Novels and the Characters in the

    Novel Characters as a Domain of the Reflection of Mentality

    Mehmet Emin ULUDAĞ MatmazelNoraliya’nınKoltuğu’nda Gerçekleşen

    Psikolojik Aktiviteler 277-288

    Psychological Activities in Peyami Safa’s

    MatmazelNoraliya’nınKoltuğu

    Kâzım YETİŞ Peyami Safa’nın Türk Romancılığındaki Yeri 289-288

    The Place of Peyami Safa in Turkish Novel

    Ali YILDIZ Peyami Safa’nın Düşünce ve Sanat

    Dünyasında Mistisizm 299-318

    Mysticism in Peyami Safa’s World of Ideas and Art

    Fuat YÖNDEMLİ Hekim Gözüyle “Matmazel Noraliya’nın

    Koltuğu 319-324

    MatmazelNoraliya’nınKoltuğuaccordingtoaPhysician

    Erdem Yayın İlkeleri / Publication Policy 325

  • ÖZFahri Kemal ve Suat Tahsin [Türk] sahipliğinde haftalık olarak yayımlanan ve ilk sayısı 11 Mayıs 1929 tarihinde çıkan haftalık Hareket gazetesinin yazarlarından biri olan Peyami Safa, bu gazetede yeni neslin sözcülüğünü üstlenmişti. Nâzım Hikmet’in yardımcı olduğu Hareket’te Peyami Safa’nın “Varız Diyen Nesil” başlıklı ilk yazısı, Shakespeare ve “Saman Ekmeği” kavgasından sonra “Alay Köşkü Yârânı” diye anılmaya başlanan genç yazarların beyannamesi niteliğini taşıyordu. Yazılarıyla Alay Köşkü’nde faaliyet gösteren Güzel Sanatlar Birliği Edebiyat Şubesi’nin bölünmesine ve istifalara yol açan Peyami Safa, başta Yakup Kadri Karaosmanoğlu olmak üzere eski nesilden yazarlara savaş açmıştı. Bildiride öncesi ve sonrasıyla bu kavga ve Peyami Safa’nın Hareket’te yayımlanan yirmi yedi yazıda sergilediği yaklaşım ele alınmaktadır.

    AnahtarKelimeler: Peyami Safa, Hareket, Nazım Hikmet, Yakup Kadri, Güzel Sanatlar Birliği, yeni nesil, hürriyet.

    ABSTRACTPeyami Safa’s Writings in the Hareket (Movement)

    NewspaperThe Hareket newspaper that belonged to Fahri Kemal and Suat Tahsin (Turk)and was published on the weekly basis, and first published on 11 May 1929, has undertook the role of spokesman of new generation. Peyami Safa was one of the writers of the paper, and the paper received contributions from Nazım Hikmet.

    After the publication of “Shakespeare ve Saman Ekmeği Kavgası”, Peyami Safa’s first article “Varız Diyen Nesil” in Hareket look liked the the declaration of the young writers called “Alay Köşkü Yârânı”. Peyami Safa challenged the authors of the old generation genre, primarily

    Peyami Safa’nın Hareket Yazıları

    Beşir AYVAZOĞLU*

    * Araştırmacı, yazar. İSTANBUL, e-posta: [email protected]

  • B e ş i r A Y V A Z O Ğ L U

    262

    2012Yakup Kadri Karaosmanoğlu, and caused the literature branch of the Fine Arts Association to be divided over his writings. This study examines this struggle and the approach of Peyami Safa in his twenty seven articles published at the Hareket in detail.Key Words: Peyami Safa, the Hareket Newspaper, Nazım Hikmet,

    Yakup Kadri, Fine Arts Association, the New Generation, Liberty.

    Giriş

    Güzel Sanatlar Birliği yönetimi, 1928 yılı başlarında İstanbul’da yaşayan on beş kadar şair ve yazarı davet ederek kendilerinden birliğin edebiyat şubesini kurmalarını ister. Davete katılanlar, bunun için bir kongre düzenlenmesine, bu kongreye edebiyat dünyasında isim yapmış herkesin davet edilerek bir yönetim kurulu seçilmesine karar verir ve davet edileceklerin listesini hazırlamaları için aralarında Peyami Safa’nın da bulunduğu üç kişiyi görevlendirirler. Bu ekip tarafından hazırlanan liste basında gürültü koparmış ve bir hayli dedikoduya sebep olmuştur. 18 Temmuz 1928 tarihinde Alay Köşkü’nde yapılan kongreyi Cumhuriyet gazetesi adına takip eden muhabirin haberindeki ilk cümle, liste kesinleşinceye kadar nasıl sancılı bir sürecin yaşandığını iyi anlatıyor: “Haftalardan beri dedikodusu devam eden Sanayi-i Nefise Birliği’nin 'Üdeba Şubesi' nihayet dün toplanabildi.” Söz konusu habere göre, kongreye davet edilen şair ve yazarlar, önce Alay Köşkü’nün bahçesinde toplu bir fotoğraf çektirir, daha sonra kendilerine tahsis edilen odaya geçerler; yaşlılar bir tarafta, orta yaşlılar bir tarafta, gençler bir tarafta küme küme toplanarak otururlar. Günümüzden seksen küsur yıl önce, dört kuşaktan edebiyatçıları bir araya getiren bu kongrede idare heyetine Peyami Safa, Halid Ziya, Hüseyin Rahmi, Halid Fahri, Yusuf Ziya ve Ahmed Haşim beyler seçilir.1

    Peyami Safa, listenin hazırlanmasında birinci derecede rol oynadığı ve en fazla oyu alarak umumi kâtipliğe seçildiği için ağır eleştirilere uğramıştır. Bir “mübtedi”nin umumi kâtipliğe seçilmiş olması belli ki birilerini çok rahatsız etmiştir.2 Eleştirilere kongreden birkaç gün sonra, Cumhuriyet’te, yönettiği edebiyat sayfasında çıkan “Bir Teşebbüsün Tarihi”3 başlıklı yazısında cevap verirse de dedikodu ve eleştiriler bitecek gibi değildir. Tartışmalar devam ederken, Güzel Sanatlar Birliği’nin Edebiyat Şubesi’ni aktif hale getirmek için programlar düzenlemeye başlayan Peyami Safa’nın ilk faaliyetlerden

    1 “Edibler Dün Alay Köşkü’nde Toplandılar”, Cumhuriyet, 19 Temmuz 1928.

    2 Bu tartışmalar hakkında daha geniş bilgi için bkz. Beşir Ayvazoğlu, “Alay Köşkü Yaranı”, İstanbul’unMeşhurEdebiyatçıları, (haz. Yusuf Çağlar), Kültür A.Ş. Yayınları, İstanbul 2009, s. 16 vd.

    3 Cumhuriyet, 21 Temmuz 1928.

  • Peyami Safa’nın Hareket Yazıları

    3622012

    biri, hapisten çıkarak İstanbul’a gelen Nâzım Hikmet’in Alay Köşkü’nde edebiyat dünyasına takdim etmesidir. Bu teşebbüs, Peyami Safa’nın, sosyalist olmadığı halde nesil gayretiyle hareket ettiğini gösterir. Nitekim Nâzım Hikmet henüz Ankara’da tutukluyken onun ismi etrafında uyanan sempatiye güç kazandırmak ve af ihtimalini yükseltmek amacıyla Vedat Nedim [Tör] tarafından kendisine verilen “Yanardağ” şiirini Cumhuriyet’in edebiyat sayfasında yayımlamıştır.4 Ne var ki gazete, ertesi gün, bu şiirin ve altındaki imzanın kendi görüşleriyle hiçbir alâkasının bulunmadığına dair bir açık lama yayımlayarak Peyami Safa ve Nâzım Hikmet’i son derece zor bir durumda bıra kır. Bu olay üzerine gazetesi ile arası açılan Peyami Safa, bir süre sonra işinden ayrılır.5

    Güzel Sanatlar Birliği’nin Edebiyat Şubesi, Nâzım Hikmet hapishaneden çıkıp İstanbul’a geldikten sonra, Peyami Safa’nın onun için Alay Köşkü’nde düzenlediği toplantılarla yeni bir edebiyat anlayışının merkezi haline gelir. Bir yandan Zekeriya Sertel’in çıkardığı Resimli Ay’da mu sahhih olarak çalışan, bir yandan da Hareket gazetesine yardımcı olan Nâzım Hikmet, daha sonra çatışacakları Ahmet Haşim tarafından bile heyecanla selâmlanır. Ancak bu gelişmelerin tepkilere yol açması kaçınılmazdır ve bir “eski-yeni” kavgasının daha çıkması an meselesidir. Nitekim o günlerde Akşam gazetesince düzenlenen edebiyat anketinde Shakespeare adı etrafında ortaya çıkan fikir ayrılığı, iki nesil arasında aslında var olan çatışmayı da su yüzüne çıkarır. 27 Nisan 1929 tarihli Akşam’da, Shakespeare’in eserlerinin devri geçmiş antika şeyler olduğunu düşünen Hüseyin Suat’ın cevabı yayımlanınca küçük bir kıyamet kopacaktır.6

    Peyami Safa’nın da yazarları arasında yer aldığı Hareket gazetesi yayın hayatına o günlerde başlamıştır (11 Mayıs 1929). Fahri Kemal ve Suat Tahsin [Türk] sahipliğinde, çarşamba ve cumartesi çıkan gazetenin ilk sayısında Nâzım Hikmet’in “Yalınayak” adlı şiirinin yanı sıra, Peyami Safa imzasını taşıyan ve basında “Alay Köşkü Yârânı” diye anılmaya başlanan genç yazarların beyannamesi niteliğindeki “Varız Diyen Nesil” (nr. 1, 11 Mayıs 1929) başlıklı bir yazı yer almaktadır. Peyami Safa, Hareket’teki bu ilk yazısına, yeni nesli kastederek bizde edebiyatın olmadığını yazıp söyleyen eski nesilden yazarlara, bu iddianın, kendilerinden önce ve sonra gelenlere teşmil edilmezse doğru olduğunu belirterek başlar ve yüksek sesle şöyle meydan okur:

    4 Cumhuriyet, 13 Ekim 1928.

    5 Hafta, 8 Haziran 1935.

    6 Bu tartışma hakkında geniş bilgi için bkz. Beşir Ayvazoğlu,Peyami,Hayatı,Sanatı,Felsefesi,Dra-mı, Kapı Yayınları, İstanbul 2008, s. 171 vd.

  • B e ş i r A Y V A Z O Ğ L U

    462

    2012Biz kendimizi inkâr etmiyoruz.“Biz ‘Varız!’ diyen nesiliz, bizde kuvvetimizin şuuru var. Henüz otuz yaşına gelmeyen şairlerimizin bile mısraları, bütün bir

    neslin hafızasıyla dudakları arasında gidip geliyor, yığınları coşturuyor. Halkı da, güzideyi de, ayrı ayrı teshir etmesini bilen romancılarımız var. En fena iktisadî anlarda bile kitaplarını karie okutabilen bir nesiliz. Dört çift garezkâr topuğun tozlu döşemede yaptığı kuru gürültü ve kıskançlıktan gerilmiş dudaklardan çıkan ıslıkla karışık hava kabarcıkları alkışlar ara sında boğuluyor.

    Yığınlar ayaklanıyor ve “Yaşa!” diye haykırıyorlar.Çünkü büyük bir edebiyat doğuyor.Galeyan var!Saltanat arabasından otomobile atlayan ve hâlâ Türk topraklarında

    dolaşan saray edebiyatını parçalıyoruz. Namık Kemal’in başladığı işi de biz bitireceğiz.

    Yığınlar ayaklanıyor ve “Yaşa!” diye haykırıyorlar.Çünkü büyük bir edebiyat doğuyor, büyük bir nesil geliyor. Galeyan var!Kaçılınız, yol veriniz!Hareket’in bir sonraki sayısında da “Veyl Onlara” (nr. 2, 15 Mayıs 1929)

    başlıklı yazısıyla meydan okumaya devam eden Peyami Safa’ya göre, zengin sofralarında lafazanlık ederek vakit geçiren ve edebiyatı bol yemek ve yüksek gelirli mevkiler elde etmek için bir vasıta olarak kullananlar, “Türkiye’de edebiyat yok!” iddiasıyla ciltlerle eser vermiş büyük isimleri yok sayarak kendi kısırlıklarını gizlemeye çalışmaktadırlar:

    Onlar eser yapamadılar, yapamazlardı, çünkü gaye leri, hayat vasıtaları edebiyattı.

    İçlerinde hangisi bir Tevfik Fikret feragati göstere bildi? Hangisi, benliğinin istihkâmları içine çekilerek, ya şama kudretini kendi kendinden alarak ikbal hırsından azade yaşayabildi, içlerinden hangisi bütün hayatını ede bî mefkûresine vakfetti?

    Onların içinde, seciye itibarıyla da, ne bir Namık Kemal, ne bir Tevfik Fikret, ne de bir Hüseyin Rahmi vardır. Bütün hayatını Heybeliada’daki evceğizinde, büyük bir külliyat vücuda getirmeye hasreden Mürebbiye muharriri kadar da olamadılar.

    Onlardan evvelki nesiller, gençliğe büyük derunî cehd, feragat örnekleri vermişlerdi, onlar bu mukaddes teamülü de yıkmağa çalıştılar, ağniya sofralarında yaren lik ettiler.

    Peyami Safa, Hareket’teki “Bugünkü Nesil Kimlerdir?” (nr. 3, 18 Mayıs 1929) başlığını taşıyan üçüncü yazısında, Büyük Harp’in dünyanın her tarafında

  • Peyami Safa’nın Hareket Yazıları

    5622012

    yeni bir neslin ortaya çımasına yol açtığını, Türkiye’de de Mütareke’den sonra edebî hayatına başlayan yazar ve şairlerin yeni bir nesil teşkil ettiklerini, bunların _edebiyat anlayışlarındaki farklılıklar dolayısıyla birkaç gruba ayrılsalar da_ bazı esaslar etrafında birleştiklerini söyler. Öncelikle Türkçede büyük bir inkılâp yaparak Arap ve Acem terkibini kıran ve bin lerce yabancı kelimeyi söküp atan bu nesil, Avrupa’da devrini kapamış edebî cereyanların Türkiye’deki sahte taklit lerine nihayet vermiş, “mesela birtakım symbolisme maymunlarının tuhaflıklarına set çekmiş”, şiir ve nesre en yeni estetik ilkeleri etrafında tazelik getirmişlerdir. Bu bire bin mahsul veren velut, bereketli kafa neslinin “en bariz hususiyetlerinden biri de yalnız kendi kendine benzemesidir.”

    Peyami Safa, “Hâmid Dâhi midir” (nr. 4, 22 Mayıs 1929) başlıklı dördüncü yazısında da Resimli Ay dergisinde Mahmut Yesari’nin Geceleyin Sokaklar adlı eseri tanıtılırken, Abdülhak Hâmid’e sataşılması üzerine görüşlerini açıklamıştır. Abdülhak Hâmid, ona göre, büyük şair olmakla beraber Homeros, Dante, Shakespeare, Goethe, Byron gibi dâhilerin sırasına konulamaz; bir zamanlar çok sevilen fâzıl-ımuhterem, edîb-i lebîb, hakîm-işehîr, üstad-ıbî-nazîr gibi, dâhî-ia’zam unvanı da komik-işehîr unvanı kadar gülünçtür. Ancak Hâmid küçümsenecek, öyle bir kalemde silinip atılacak bir şair değildir. Resimli Ay yazarını “imanın belâhatinden kurtulmak isterken inkârın vahşetine” düşmemesi için uyaran Peyami Safa, kara liste tanzim edilirken dikkatli davranılırsa, kendisi de pençesini “sahte dahilere, safsatacı ve sahte üstatlara içtimaî belahatin taktığı bu iftihar madalyalarını kabarmış gö-ğüslerden söküp atmak isteyen cesur eller arasına” uzatacaktır.

    Beşinci yazı “Kültür Âlemi ve Matbuat” (nr. 5, 29 Mayıs 1929) başlığını taşır. Peyami Safa, bu yazıda Alay Köşkü’nde yaptıkları, çok büyük ilgi gören bir programdan hareketle, “sanat âlemimizde hareket olmadığını söyleyen ve gecelerini poker masası etrafında geçirerek gündüzleri ağır bir uyku içinde pişen ve lapalaşan edebiyat burjuva larının garezkâr homurtularına ve solumalarına rağmen” kervanın yürüdüğünü belirterek genç Türk sanatçılarına, yani “bugünkü nesil”e ilgi göstermeyen basını eleştirmektedir.

    “Edebiyatımızı İnkâr Eden Budalalar” (nr. 6, 1 Haziran 1929) başlıklı bir sonraki yazısında ise edebiyatımızın Şarkla Garp arasında bocaladığını, henüz ne Asyaî tesirlerden tamamıyla kurtulduğunu, ne de Avrupaî nüfuza kendini bütünüyle bıraktığını, esasen bunun imkânsız olduğunu, zira sosyal yapısını değiştirmeyeceği gibi Batı medeniyeti ni inkâr edecek bir güce de sahip olmadığını söyleyen Peyami Safa, “Öyle ise, bu büyük iki tesir altında kalan edebiyatı mız millî seciyesini nasıl muhafaza edebilir? Türk olmak ta ve Türk kalmakta nasıl devam edebilir?” sorusunu da şöyle cevaplandırır:

  • B e ş i r A Y V A Z O Ğ L U

    662

    2012Kendi kendini inkâr etmeyerek. Evet. En mühim nokta budur, kendi

    bâkir ve aslî varlığını inkâr eden bir edebiyat, yabancı harslar tarafından istila edilmeğe mah kûmdur ve millî istiklâlimiz için bundan büyük tehlike düşünülemez.

    Bu yazıdan, Türk edebiyatının varlığından şüphe eden ve bu şüpheyi açık açık dile getiren yazarların bulunduğunu anlıyoruz. Peyami Safa’nın “budala” dediği ve Hareket’teki ilk yazısından itibaren isim vermeden hedef tahtasına koyduğu yazarlardan biri olan Yakup Kadri Bey [Karaosmanoğlu] sonunda sessizliğini bozar; Milliyet’te çıkan “Millî Bir Kütüphane” başlıklı yazısında, “yeni nesil veyahut yeni yetişenler nâmı altında” yeni iddialarla ortaya çıkan zümrenin gösterdiği tereddi manzarasına bakıp da ümitsizliğe kapılmamanın mümkün olmadığını belirttikten sonra şunları söyler:

    Bu zavallı nesil bize bin belâdan arta kalmıştır. Başınızı arkanıza çevirip de on beş on altı senelik bir zaman mesafesini başladığı noktadan bittiği noktaya kadar takip ediniz, mutlaka ürkerek gözlerinizi kapayacaksınız. İşte bugünkü gençlik, bu kaosun içinden, bu uğultulu karanlık ve dolaşık inkılâp dehlizinden çıktı. İtilerek katılarak, ezilerek, sürünerek, bin zahmet ve mahrumiyet arasında bu devrin aydınlığına doğru yürüdü. Eğer daha ilk adımda dizleri titriyor, gözleri uyuşuyor, kulakları uğulduyor, kafaları sersemleşiyorsa bunun kabahati kendilerinde değil, yetiştikleri devrin sayısız fecaatlerindedir. Düşünün ki en büyüğü Harb-i Umumîde daha yirmisini bulmamış bu gençler ekmek yerine saman karışık hamurla beslendiler ve irfan yerine Bâbıâli gündelik matbuatının ısmarlama harp edebiyatından başka bir şey okumadılar. O devirde liselerin son sınıflarındaki manzarayı hatırlayalım. Hemen her biri ikişer üçer talebeden müteşekkil bu tenha, bu ıssız sınıflarda her şey bir hayatın sonunu veya bir ukubetin başlangıcını haber verdi. Bugünün neslini ne kendini dinlemeğe, ne de öğrenip bilmeğe, hatta ne de yiyip içmeğe vakit verdik. Onun içindir ki, şimdi onlardan bir şey istemeğe hakkımız yoktur.7

    Yakup Kadri, çok büyük bir tepki uyandıran bu yazısı yüzünden üniversite öğrencileri ve öğretim üyelerince protesto edilmiştir. Hareket’te ise Suat Tahsin Türk ve Peyami Safa, Yaban yazarına çok ağır eleştiriler yöneltirler. Özellikle “Biz Sizden Değiliz” (nr. 7, 5 Haziran 1929) diye seslenen Peyami Safa’nın yazısı dikkat çekicidir. Birtakım adamların kokmuş ağızlarını büyük harpte ve Sakarya’da memleket kapısından düşmanı kovan gençliğe karşı açarak geğirdiklerini, yağma sofralarında ziftlendikleri havyarın, içtikleri şampanya nın hasretiyle mest olarak bütün bir kahraman gençliğe iftiralarda

    7 “Bir Millî Kütüphane”, Milliyet, 30 Mayıs 1929.

  • Peyami Safa’nın Hareket Yazıları

    7622012

    bulunduklarını, cep hede düşmanla çarpışan kardeşlerinin lokmalarını ağızlarından alarak Alp Dağları’nda yahut portakal ağaçlarının8 altında rehavetle uzanan bu adamların konuşmaya hakları olmadığını söyleyerek doğrudan doğruya Yakup Kadri ve Falih Rıfkı’yı hedef alan Peyami Safa’nın can alıcı cümleleri şöyledir:

    Bugünkü gençlik onlara diyor ki: Cihan Harbi’nde siz has ekmek yediğiniz için biz saman ekmeği yedik; sizi doyurmak için aç kaldık; sizi yaşatmak için öldük!

    Bu ağır eleştiriler üzerine kendini bir açıklama yapmak zorunda hisseden Yakup Kadri, söz konusu yazısında üniversite gençliğini kastetmediğini, Birinci Dünya Savaşı yıllarında yetişmiş neslin belirli bir zümresini hedef aldığını, bugün yirmi beşle otuz yaş arasında bulunan ve “bir nevi yüksek entelektüel ve edebî neslin mümessilliğini iddia eden” bu zümrenin “akıl almaz hezeyanlarını ibret ve dikkatle okuyanların”, onlar için kullandığı “mütereddi” sıfatını bile zayıf ve yetersiz bulacaklarını söyler.9

    Hareket gazetesi, bu yazı üzerine Yakup Kadri’nin önce Bir Serencam adlı romanında Maupassant’ın “La Solitide” (Yalnızlık) adlı hikâyesini intihal ederek nasıl kullandığını gösterir,10 daha sonra onun Rübab dergisinde yayımlanan, “Yeni Lisan” hareketine karşı çıktığı bir yazısından alıntılar yaparak “Lisan inkılâbının mübeşşirleri biziz!” iddiasını çürütmeye çalışır.11 Aynı gazetede, Peyami Safa’nın kaleminden çıktığını tahmin ettiğimiz bir de edebiyat mahkemesi yayımlanmıştır. Necip Fâzıl’ın yıllar sonra Büyük Doğu’da yayımladığı edebiyat mahkemelerinin öncüsü olan bu mahkemenin kararı şöyledir: “Kararname Sureti: İcabı lede’l-müzakere makam-ı iddianın talebi vechile maznunun edebiyat kanu nunun. (...) inci maddesi mucibince tecziyesine ve edebiyat âleminden tardına karar verilmiştir.”12

    Bu yayınlar, Yakup Kadri’yi çok rahatsız etmiştir. İkdam gazetesinde verdiği bir mülâkatta, Peyami Safa ve arkadaşlarını “matbuat âleminin ayaktakımı” olarak nitelendiren Yaban yazarına göre, bu aile terbiyeleri ve malumatları kıt

    8 Yakıp Kadri’nin Birinci Dünya Harbi ve Mütareke devri boyunca İsviçre’de, Alp Dağları’ndaki bir sanatoryumda tüberküloz tedavi görmesi; Falih Rıfkı’nın da Cemal Paşa’nın yanında, Filis-tin ve Suriye’de bulunması kastediliyor.

    9 “Deli… kanlılar”, Milliyet, 16 Haziran 1929.

    10 “Yakup Kadri Bey’in İntihali”, nr. 12, Hareket, 22 Haziran 1929.

    11 “Bir İrtica Vesikası: Edebiyatımız yeniliğe doğru giderken Yakup Kadri Bey bu teceddüde na-sıl ateş püskürüyordu?”, Hareket, nr. 13, 26 Haziran 1929. Yakup Kadri’nin bir de dilde yapılan inkılâbı kendilerinin başlattığı yolunda bir iddiası vardır: “Lisanı o salhurde, yağlı, pis ve bi-çimsiz mıntıkalarından, hırkalarından ve kuşaklarından kurtardık, onu bütün o Arapça kaide-lerinin bağından, Arap ve Acem estetiğinin barbar yaldızlarından, boyalarından kurtardık.”

    12 “Yakup Kadri’nin Muhakemesi”, Hareket, nr. 15, 3 Temmuz 1929.

  • B e ş i r A Y V A Z O Ğ L U

    862

    2012gençler, ömürlerini “meyhaneden meyhaneye sürtmekle” geçirmektedirler. İsim zikretmeden Hareket gazetesinden de “paçavra” diye söz eden ve yazarlarının “gılzet, garabet ve fecaat hususunda”, zaman zaman gazetelerde resimleri görülen “galat-ı hilkat” ucubelerini geçtiğini söyleyen Yakup Kadri’nin Peyami Safa’ya karşı duyduğu ölçüsüz öfke ve nefret şaşırtıcıdır:

    Hele bunlar arasında bir tanesi var ki, büyük bir edibimizin isabetli tarifine göre, bir çekirge vücudu üzerinde bir katır kafası taşır! Edebiyata nisbeti, eski bir şairin sulbünden düşmüş bir cenin olmaktan başka hiçbir şey değildir. Hilkat tarafından daha dünyaya gelirken en feci silleyi yemiş olan, bu bir tarafı sakat ve bütün vücudu çarpık çurpuk zavallıya daha fazla nasıl tokat vurulabilir? Her gün aczinin ıztırabıyla kıvranan ve dört bir yana mezbuhane saldıran bu sokak itinin hakkından gelmek, elini pisliğe sürmekten iğrenenlere düş mez.13

    “Yeni Şiir” (nr. 8, 8 Haziran 1929) başlığını taşıyan sekizinci yazısında, dünyada ve Türkiye’de ortaya çıkan yeni şiir tarzlarından söz eden ve sözü Nâzım Hikmet’in şiirine getirerek onun bir Rus şairine benzediği iddialarına rağmen dünya edebiyatında kendine has bir şiir çeşidinin yaratıcısı olduğunu ileri süren Peyami Safa’nın dokuzuncu yazısı “Matbuat ve Neşriyat Buhranı” (nr. 9, 12 Haziran 1929) başlığını taşımaktadır. Bu yazıda, Naci Kasım’ın MatbuatveNeşriyatBuhranı adlı risalesinden hareketle, harf inkılâbından sonra neşriyatın durduğu, matbaalarda iş olmadığı, kitap satışlarının düştüğü, yazar ve ressamların işsiz kaldıkları, mecmuaların kapandığı, bayilerin borçlarını ödeyemedikleri ve Babıali yokuşunun “büyük bir yangından yirmi dört saat sonraki viraneleri andırdığı” gerçeğinden söz eder. “Hâmid Münakaşası” (nr. 10, 15 Haziran 1929) başlıklı onuncu yazısında da Resimli Ay’ın “Putları Yıkıyoruz” kampanyasında kendisinin durduğu yeri açıklamıştır. Kampanyada Hâmid’in şairliğinin değil, dehasının tartışmaya açıldığını, esasen bunun yeni bir iddia olmadığını, Ömer Seyfeddin gibi birçok yazarın da Hâmid’e verilen o garip “Dahi-i Azam” payesini duyunca kahkahalarını tutamadıklarını anlatan Peyami Safa’nın şu cümleleri, Resimli Ay yazarlarından farklı düşünmediğini göstermektedir:

    Küçük fikir ihtilâflarını büyülterek ortaya sun’i mü nakaşa mevzuları çıkarmak ve böylece edebiyat âleminde kanlı güreşler seyrederek marazî heyecanlarını tatmin etmek isteyenlerin mübalağalarına alet olmayalım. Dâvâ bitmiştir.

    Hâmid’in şair, büyük şair, rakik şair, ulvi şair, filan şair olmadığını iddia eden yoktu. Fakat yüzükoyun sec deye kapanmadıkça yorgun başlarını dinlendiremeyen bir sürü hebenneka mütebasbısların ilâh derecesine çı-

    13 “Yakup Kadri Bey Diyor ki”, İkdam, 27 Haziran 1929.

  • Peyami Safa’nın Hareket Yazıları

    9622012

    kardıkları Hâmid’i arasına almaktan başka emeli olmayan gençlik, onu muhayyel bir semadan hakiki toprağı indir di.

    Resimli Ay tarafından başlatılan kampanya, Shakespeare ve “saman ekmeği” kavgaları bitmeden yeni ve uzun sürecek bir edebiyat kavgasının daha çıkmasına yol açar. Yakup Kadri, İkdam gazetesine verdiği mülâkatta, “Putları Yıkıyoruz” kampanyası dolayısıyla isim vermeden Nâzım Hikmet ve Vâlâ Nurettin’e de “ipten kazıktan kurtulmuş kaşerli sabıkalılar” diye hücum etmiştir. Bunlar öyle sabıkalılardır ki, “daha yirmi beş yaşına basmadan hayatlarının en güzel çağını zindan köşelerinde” çürütmüşlerdir; bazıları da “komünist Çekalarının” Türk kanına bulanmış ellerini öpmeyi ve onlara kasideler söylemeyi bir geçinme vasıtası haline getirmişlerdir. Millî Mücadele sırasında düşmanla savaşmaktan korkarak “Maarif Vekâleti’ni dolandıran ve çaldıkları para ile Karadeniz’i aşıp Bolşeviklere iltihak eden iki vatansızdan biri” şimdi Akşam gazetesinin sütunlarında bir halayık ismiyle soytarılık yaparak halkı güldürmeye çalışmaktadır. Bu taarruzun yalnız kendisine karşı yapılmadığını, “bu salyalı dişler”in sırasıyla “büyük Abdülhak Hâmid’e, Ahmet Haşim’e ve Falih Rıfkı’ya karşı da aynı gayz ile hırladı”klarını söyleyen Yakup Kadri, gerçekten kendisine yakışmayacak bir üslûpla konuşmaktadır:

    Yalnız hayâsızlıktan ve kıskançlıktan kuvvet alan bu gibi taarruzlardan, gözümün önüne gelen manzara şudur:

    Eski İstanbul’un viranelikleri arasından kendi halinde bir adam işine giderken, ansızın bir sürü aç ve uyuz köpeğin hücumuna uğrar. Elindeki bastonunu, bu pis deriden ve kırık kemikten mahlûkatın üzerine indirir, indirir. Fakat köpekler, gene saldırılarına devam ederler; çünkü açlığın ve kuduzluğun verdiği bir fena ateş bunlardaki hayvanî hassasiyeti de iptal etmiştir.

    Bir rate, yani hiçbir şeyde muvaffak olamayıp bir köşede kalmış şair bozuntularının işi gücü o devirde yetişmiş şöhret, ehliyet ve itibar sahibi edip ve şairler aleyhine ağza alınmaz derecede müstekreh birtakım sözler uydurup bunları vezne sokmaktan ibaretti. İşte bugün modern geçinen bu mülevves klik, bu kadar eski ve bu kadar iğrenç bir an’anenin muakkibi olmaktan başka bir sıfatı haiz bulunmuyor.14

    Nâzım Hikmet, Yakup Kadri’nin bu beklenmedik hücumu üzerine meşhur hicviyesini yazarak Resimli Ay’da neşreder.15 “Putları Yıkıyoruz No 2, Mehmed Emin Beyefendi” başlıklı yazı da aynı sayıda yer almaktadır. Birden büyüyen

    14 İkdam, aynı mülakat.

    15 Resimli Ay, nr. 5, Temmuz 1929.

  • B e ş i r A Y V A Z O Ğ L U

    1062

    2012kavgaya Ahmet Haşim ve Türk Ocağı reisi Hamdullah Suphi Tanrıöver de karışacaktır. Nâzım Hikmet, Yakup Kadri için yazdığı hicviyenin benzerlerini onlar için de yazmakta gecikmez.16 Peyami Safa ise isim zikretmeden Yakup Kadri ve Falih Rıfkı’ya vurmaya devam etmektedir. 17 Özellikle “Değişmek Hakkı” başlıklı yazının son paragrafı çok ağırdır:

    Kalleşliği bir “souplesse”, bir incelik, bir muhite inti bak gibi göstermek isteyen, fakat nihayet bütün hilele riyle teşhir edilen bu adamlar, işte, masum gençlik âleminde manen linç edildiler ve lâşeleri etrafında toplanan kalabalıkların yüzünde, manzaranın verdiği istikrahla, adaletin verdiği sevinç karışıyor.

    Bu arada “eski nesil”den üyeler, “hayatlarını Ankara’da geçirdikleri” ve “çok meşgul ol dukları” gibi bahanelerle Güzel Sanatlar Birliği’nin edebiyat kısmından istifa etmişlerdir. Bütün bu gelişmeleri “Edebiyat Birliği’nde” (nr. 16, 6 Temmuz 1929) başlıklı yazısında anlatan Peyami Safa’ya göre, bunlar aslında sudan gerekçelerdir; çünkü hiç vakitleri olmadığını iddia eden zevat, bir yandan da, şurada burada toplanarak mevcut yönetimi devirmek için planlar yapmaktadırlar. Bir zamanlar, edebiyat birliğinin lüzum suzluğunu savunan bu şahısların bugün yerlerini kapmak için gösterdikleri telaşa güldüklerini söyleyen Peyami Safa, istifa edenlerden üçünün idare heyetinde üye oldukları halde bir yıl boyunca Birlikin semtine bile uğramadıklarını, şimdiyse “Yıkacağız, devireceğiz!” diye ortalığı velveleye verdiklerini anlatır. “Bir Davanın Sonu” (nr. 17, 10 Temmuz 1929) başlıklı yazısında da bugünkü neslin zaferini ilan eden Peyami Safa, muarızlarının sustuğunu, kervan yol aldıkça akisleri azalan yaygaradan kulaklarında sadece hafif bir uğultunun kaldığını, gösterdikleri delillerden hiçbirinin aksi isbat edilemediği için bu yaygarayı sükût addettiklerini söyler.

    “İftiralar Karşısında” (nr. 18, 13 Temmuz 1929) başlıklı yazısından anlaşıldığına göre, bu tartışmalar sırasında Bolşeviklikle suçlanan Peyami Safa’nın bu iddiaya cevabı şöyle:

    Bu davanın ilk yazılarını ben yazdım, intihal ve irtica vesikalarını ben neşrettim, neslimin müdafaasını ben yaptım. Resimli Ay’da büsbütün ayrı bir edebî taarruz cephesi alan arkadaşlarımın siyasî kanaatlerine iştirak et tiğimi gösteren bir tek delil var mıdır? Hatta edebî kanaatlerimde de onlardan ayrıldığımı bu sütunlarda yazma dım mı?

    16 Bu kavganın ayrıntıları için bkz. Kemal Sülker, NâzımHikmet’inPolemikleri, İstanbul 1968; Ergun Göze, PeyamiSafaNâzımHikmetKavgası,İstanbul 1991.

    17 “Kekeme Hatipler”, Hareket, nr. 12, 22 Haziran 1929; “Değişmek Hakkı”, Hareket, nr. 13, 26 Hazi-ran 1929.

  • Peyami Safa’nın Hareket Yazıları

    11622012

    Söylenecek bir tek sözleri kalmış: “Sen Bolşeviksin!”Bunu da tutturamadılar, çünkü ben Bolşevik değilim. Hem bunu söylerken

    içimden gülüyorum. Bu müdafaam pek lüzumsuz bir şey. Edebî bir sütunda kendimi bu tarz da müdafaaya mecbur olacağımı bir saniye düşünmedim.

    Bu iftira bir perdelik bir vodvil mevzuudur. Kısa dramlardan sonra böyle neş’eli bir oyun seyretmek hoşa gider. Büyük davanın son perdesi kapanmıştı, şimdi orta ya bir komik çıkıyor ve pek de iyi temsil edemediği dema gog rolünde herkesi güldürmeğe çalışıyor.

    Bolşeviklikle suçlanmış olmaktan çok rahatsız olan Peyami Safa, “Hür Nesil ve Edebiyatı” (nr. 19, 17 Temmuz 1929) başlıklı bir sonraki yazısında Türkiye’de henüz asıl manasında hürriyetin bulunmadığından söz etmektedir. “Son Hadiseler ve Ercüment Behzat” (nr. 20, 20 Temmuz 1929) başlıklı yazısında ise, son hadiselere değindikten sonra, aynı sayıda “Konak” adlı şiiri yayımlanan Ercüment Behzat’ı (Lav) okuyucuya övgüyle takdim eder. Darülbedayi’in tanınmış sanatkârlarından biri olan ve edebiyata olgun bir eserle girmiş olan Ercüment Behzat’ı yıllardan beri tanıdığını, onun “Türk şiirini maziye bağlayan çürümüş köklerinden kopararak yarının taze unsurlarıyla doldu ran”lardan biri olduğunu söyledikten sonra şöyle bir parantez açar: “Sakın onu da Bolşevik zannetmeyin!”

    Şiir konusuna “Meşrutiyet’i Yapan Edebiyat” (nr. 21, 24 Temmuz 1929) başlıklı yazısında da devam eden Peyami Safa’dan bu sefer ağır bir divan şiiri eleştirisi okuruz. “Divan edebiyatı vatansız bir edebiyattı; şair, yazı ya-zan elinin bileğini sarayın ve hükümetin pençesine kap tırmıştı. Efendisinin şerefini terennüm eden bu köle, il hamını saraydan almazsa hamamdan alıyor, yalnız cinsî ve âşıkane meyillerini söylüyordu” cümleleriyle başlayan bu yazıda Namık Kemal’in oynadığı rol de şöyle özetlenmiştir:

    Edebiyatı saraya ve hükümete bağlayan kemendi Namık Kemal kopardı, şiiri saraydan ve hamamdan çı kardı, şairi kurna ve havuz başından ayırdı, elinden bade kadehini çekip aldı, yere çarptı ve parçaladı, onun kalbi ne mahbup ve tellak sevgisi yerine toprak aşkı verdi, ede biyatı milletin ifadesi yaptı.

    Peyami Safa’ya göre, edebiyatımız Namık Kemal’le birlikte cinsiyetini değiştirip “hisleri uyanık bir dişi mırıltısından gazaplı bir erkek hay kırışına” dönüşür. Ne var ki kendini vatan toprağında bir yanaşma gibi gören Muallim Naci’nin yarım nesli onu “millet yolunda” takip edememiştir. Edebiyat-ı Cedide’yi “Sis” şairini ve sadece şiiriyle değil, hayatıyla da “millet yolunda” gi den İsmail Safa’yı yetiştirdiği için aklayan, bir sonraki neslin edebiyatını ise “tamamıyla ferdî, soluk bir iki ruhî teraneden ibaret” gören Peyami Safa’nın şu cümlelerinde de Yakup Kadri ve Ahmet Haşim gibi şair ve yazarlara sataşma vardır:

  • B e ş i r A Y V A Z O Ğ L U

    1262

    2012Sahte milliyetçiliklerinin köklerindeki çürükleri kendi yazılarıyla ispat

    ettiğimiz ve kimi Araplığıyla, kimi de Acemiliğiyle iftihar eden bu Babil Kulesi güruhu, her devrin hadiselerine kapılarak şahsiyetsizliklerini ilandan başka bir şey yapmadılar. Namık Kemal’in açtığı vatanî ve içtimaî edebiyatı da bugünkü nesil devam ve tekâmül ettiriyor, yığınlar de vam ve tekâmül ettiriyor, yığınlar bu edebiyatta ifadeleri ni buluyorlar; onun için bugünkü neslin yumruğu, bir vu ruşta, seciyesiz bir zümrenin edebî çehresini tanınmaz bir hale getirdi.

    Eski neslin yazarlarını “Edebî Alâka” (nr. 22, 27 Temmuz 1929) başlıklı yazısında da eleştirmeye devam eden Peyami Safa’nın bu ilgi çekici yazısının ikinci bölümü şöyledir:

    Bizden evvelkiler edebî alâkayı daima uyanık bulun durmak için hiçbir şey yapmadılar, birbirlerine inhisar eden alâkaları üç beş kişilik bir zümre içinde kaldı, edebiyata miskinlik ve uyuşukluk getirdikten sonra kendileri de şi kâyete başladılar: “Aman, biraz hava, boğuluyoruz!” di yorlardı. Halbuki bütün pencereleri kapayan, delikleri tı kayan kendileridir, çünkü büyük edebî tecessüslerin uyanmasından, onların acizlerini anlamasından korku yorlardı. Başkaları tarafından boğulmaktansa, herkesle beraber havasızlıktan bunalmağı tercih ettiler.

    Biz camları çerçeveleri kırıyor, uyuyanların kokmuş vücutlarına basarak daha büyük meydanlara atılıyoruz; istiyoruz ki bütün zekâlar uyansın, bütün alâkalar bir mihrak etrafında buluşsun, dikkatler alev alsın ve şüphe ile, inkâr kudretiyle, itimatsızlıkla dolu mütecessis ruh lar, anlamak aşkıyla yansınlar, yansınlar!

    Bütün münakaşalarımızdaki şiddetin saiklerinden biri de can çekiştiğini gördüğümüz edebî alâkayı dirilt mektir. Zekânın dışarı âlemle en büyük rabıtasını yapan dikkat, tecessüs ve alâka melekelerini daima cevval ve atık bulundurmak lazımdır.

    Vakıa, bu muazzam vaveyla ile uykuları kaçanlar, sükûndan harekete birdenbire geçtikleri için evvela ser semleyecekler, sükûnsuzluktan şikâyet edeceklerdir, fa kat uykunun humarı geçtikten, beyinlerinin bütün hücre leri taze bir fikir hayatıyla coşup yaşamaya başladıktan sonra, hepsi, kendilerini uyandıran kurtarıcı elleri du daklarına götüreceklerdir.

    Peyami Safa’nın “Fena fi’s-sanat” (nr. 23, 31 Temmuz 1929) başlıklı bir sonraki yazısı da önemlidir. Bu yazısında, kalemini, fırçasını veya mızrabını sırf para ve şöhret kazanmak için kullananlara değil, kendini sanatında yok etmiş gönüllülere ihtiyaç duyulduğunu, her sanatkârın hürriyeti önce kendi ruhunda ilan etmesi gerektiğini, ebedî olmanın başka bir yolunun bulunmadığını söyleyen Peyami Safa, “Hayır, ben ebedî olmak istemiyorum,

  • Peyami Safa’nın Hareket Yazıları

    13622012

    şöylece, biraz rahat yaşamak ve biraz da şeref almak isti yorum, ta ki namerde muhtaç olmayayım, sevdiğim kadın pantolonumu ütüsüz görmesin ve ismim geçtiği yerde kim olduğunu sormasınlar. Bana bu yeter.” diyenlerin bir daireye müdür olup sanattan çıkmalarını tavsiye etmektedir. Sanatını bol para kazanıp rahat yaşama için kullananları hicvettiği “Sanattan Mandıraya” (nr. 24, 3 Ağustos 1929) başlıklı yazısının son cümleleri de şöyledir:

    Yat, koca amelimanda yat! Şiş koca amelimanda, şiş! Horla koca amelimanda, horla! Uykunun saati şaş masın, kışın, kapısı bacası tıkalı odanda, sobanın başında, yazın sarımsaklı cacığını yedikten sonra çamlıklarda puf la vücudunu çevir, yuvarlan koca amelimanda, yuvarlan! Seni pek yakında sanattan mandıraya göndermek için kalemimizin ucunu yağlı sırtında gezdirmeye hazırlanıyo ruz.

    “Zaferimizden Sonra” (nr. 26, 10 Ağustos 1929) başlıklı yazısında yeni neslin eskilere karşı büyük bir zafer kazandığını ikinci defa kesin bir dille ifade eden Peyami Safa, ancak dinlenmeye haklarının olmadığını, mücadelenin yönünü değiştirip “kendi eksikleriyle, kendi kendileriyle” mücadele ederek büyük hedeflerine doğru yürüyeceklerini söyler. Bu sebeple son günlerde genç edebi zekâların eserlerini yayımlamak ve dergiler çıkarmak için gösterdikleri cehdi sevinçle takip etmektedirler. 1918’den beri sorulan “Bizde niçin harp edebiyatı yok? Sanatkârlarımız niçin millî zaferlerimizi ifade etmi yorlar?” sorusunu da “Harp ve Edebiyat” (nr. 27, 14 Ağustos 1929) başlıklı yazısında cevaplandıran Peyami Safa, Mütareke’den beri yazılan eserle rin harple ilgili parçalarının bir araya getirilmesi halinde ciddi bir harp edebiyatına sahip olduğumuzun görüleceği kanaatindedir:

    Şairle destancıyı, foto muhabiriyle romancıyı birbirine karıştırmayalım ve şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da, büyük mücadelelerimizin bediî mahsullerini damla damla arayalım; çünkü bazen hakiki sanatkârın ruhundan gelen bir damla süzülmüş bir umman demektir ve daha fazlasını istemeğe hacet bırakmaz.

    “Harp ve Edebiyat”ı “Onların İlham Perisine” (nr. 28, 17 Ağustos 1929) başlıklı yazı takip etmektedir. Bu yazıda da, eski nesilden, makyaj yaparak genç görünmeye çalışan dullar gibi dillerini ve üslûplarını değiştiren yazarları eleştiren ve “... biz bü tün bulanık ve pudra kesafeti altında gizlenen buruşukla rı tanıyoruz; bu saçları oksijenli, yüzü boyanmış, dişleri takma, göğsü askılı ilham perisi, merhametimize ve istih zamıza bir damla hayranlık ilave etmiyor” diyen Peyami Safa, isim vermeden yine Yakup Kadri’yi hırpalamaktadır:

    Ruhum, şekerim, gel, bize hatıralarından bahset. Oturduğun Yat Kulübü taraçasında, Adalar’ın arkasına inen akşam güneşine bakarken

  • B e ş i r A Y V A Z O Ğ L U

    1462

    2012senin ağzından bizim din leyeceğimiz yegâne ehemmiyetli mevzu budur. Bize Şehabettin’le Tahsin’in çılgınlıklarını anlat, bize sarışın Ce mal’in dükkânında kıskandırdığın _ve heyhat_ genç yaşla rında soldurduğun âşıklarının hikâyelerini söyle. Bize, Fikret’in şiir kitabının ismiyle çıkan pembe mecmuadaki pembe hülyalarını sayıkla, fakat, ruhum, bize bugünkü aşkından bahsetme, ruhum, heyhat, bugün sevilmeden seven kadınların eski zulümlerini ödedikleri yaştasın ve her biri senin aşkından ölenlerin bedduaları bugün tutuyor, bugün vaktiyle söylediğin yalanları hakikatlerle ödeyeceğin saat çalıyor. Gel, ruhum, bak... Adalar’ın ar kasından güneş çekildi. Başını neslimin dizine kapa, her çam altında bir mezar açıldığı bu derin ve karanlık saatte ses siz sessiz ağla!

    Peyami Safa’nın, 29. sayısından sonra kapandığı anlaşılan Hareket’teki 27. ve son yazısı “Birkaç Vecize” (nr. 29, 21 Ağustos 1929) başlığını taşımaktadır. Aslında bu vecizeler, uzun süren bir edebî tartışmanın özeti gibidir:

    Biz hür terbiye almış bir nesiliz, bunun için hürriyetin manasını her nesilden fazla anlıyoruz.

    İçtimaî tazyiklere en evvel sanatkârın isyan etmesi pek tabiîdir: Yalnız kanuna ve yalnız kendine tabi olan odur.

    Nesiller arasında kin ve cidal olmasaydı tekâmül olur muydu?Eskilerin hücumuna uğrayanlar yaşar, yenilerin hü cumuna uğrayanlar

    mahvolur.Yaratmayan adam sanatkâr değilse, yıkmayan adam da genç değildir.1914’den evvel meslekî hayata girenler, 1918’den sonra tekaüde namzet

    oldular.Umumî harp sanat tarihinde en büyük devri açtı: Renaissance’dan fazla.Niçin mi kavga ediyoruz? Niçin yaşıyorsak.Rahatını arayan adam sanatkâr olmak şöyle dursun sanat dostu bile

    değildir.Kendi ihtiraslarımızda korkmağa başladığımız gün ihtiyarladık demektir.Edebiyatta sakala hürmetimiz var, fakat maziye hür metimiz yoktur.Hakikî inkılâp nesli biziz çünkü zaferlerimizin parsa sını toplamadık.Onlar yediklerini hazmedecek kadar bile kuvvetli ol madılar.Eskilik tarafından taklit edilmeseydi yenilik gülünç olmazdı.“Geliyoruz” dedik ve geldik, fakat onlar gitmeden evvel “gidiyoruz” demek

    cesaretini gösteremediler ve ve da etmeden gittiler.Belki nazarî siyaset değil, fakat amelî politikacılık sanatkârı öldürür. Eskiliğin cilası olan yeniliklerden hazer. Edebiyatın da bitpazarları vardır.İnsandan alkış isteyenler her şeyden evvel onun kol larındaki bağı

    çözmelidirler.

  • Peyami Safa’nın Hareket Yazıları

    15622012

    Türk edebiyatını inkâr etmekle millî zaferi inkâr et mek arasında fark yoktur. İkisini de Türk zekâsı yaptı.

    Eski üyeler bu tartışmalar yüzünden istifa ettikleri için Güzel Sanatlar Birliği Edebiyat Şubesi ciddi bir kriz yaşamış, bunun üzerine başta umumî kâtip olarak görev yapan Peyami Safa olmak üzere, idare heyeti üyeleri, olağanüstü bir kongre toplayıp yeni bir oluşum gerçekleştirmek amacıyla toplu olarak istifa ederler. 19 Eylül 1929 tarihinde Alay Köşkü’nde yapılan kongre sonunda Hüseyin Rahmi [Gürpınar], Halit Fahri [Ozansoy] ve Refik Ahmet [Sevengil] beylerle Halide Nusret [Zorlutuna] ve Şükufe Nihal [Başar] hanımlar idare heyetine seçilmişlerdir. Yeni idare heyetinin 21 Eylülde yaptığı ilk toplantıda başkanlığı Hüseyin Rahmi, umumi kâtipiği Halit Fahri, muhasipliği de Şükufe Nihal üstlenir. Bu kongre sırasında çekilen, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın da göründüğü bir fotoğraf, Resimli Uyanış dergisinde yayımlanmıştır.

    Kâzım Nâmi [Duru] Bey’in bir yazısından, olağanüstü kongrede, Peyami Safa’nın Hareket’te yayımlanan “Hür Nesil ve Edebiyatı” başlıklı yazısında savunduğu ferdî hürriyet ve fikir hürriyeti gibi meselelerin tartışıldığı anlaşılmaktadır. Hangi rejim olursa olsun, kendi idealine göre bir disiplin tesis edeceğini söyleyen Kâzım Nâmi Bey, ferdî hürriyet adına bu disipline karşı obstrüksiyon yapanların yalancı pehlivanlar olduğunu, ferdin hürriyetinin bulunmadığını ve asıl hürriyetin tesamuh mânâsına geldiğini iddia etmiştir.18

    EKLERPeyami Safa’nın Hareket’te Çıkan Yazıları“Varız Diyen Nesil”, Hareket, nr. 1, 11 Mayıs 1929.“Veyl Onlara”, Hareket, nr. 2, 15 Mayıs 1929.“Bugünkü Nesil Kimlerdir? ”, Hareket, nr. 3, 18 Mayıs 1929.“Hâmid Dahi Midir? ”, Hareket, nr. 4, 22 Mayıs 1929.“Kültür Âlemi ve Matbuat”, Hareket, nr. 5, 29 Mayıs 1929.“Edebiyatımızı İnkâr Eden Budalalar”, Hareket, nr. 6, 1 Haziran 1929.“Biz, Sizden Değiliz”, Hareket, nr. 7, 5 Haziran 1929.“Yeni Şiir”, Hareket, nr. 8, 8 Haziran 1929.“Matbuat ve Neşriyat Buhranı”, Hareket, nr. 9, 12 Haziran 1929.“Hâmid Münakaşası”, Hareket, nr. 10, 15 Haziran 1929.“Romanda Seciye ve Tip”, Hareket, nr. 11, 19 Haziran 1929.“Kekeme Hatipler”, Hareket, nr. 12, 22 Haziran 1929.“Değişmek Hakkı”, Hareket, nr. 13, 26 Haziran 1929.

    18 Kâzım Nâmi [Duru], “Edipler İçtimai Münasebetile”, ResimliUyanış, nr. 43/1728, 26 Eylül 1929.

  • B e ş i r A Y V A Z O Ğ L U

    1662

    2012“Tertip Yanlışları”, Hareket, nr. 14, 29 Haziran 1929.

    “Edebiyat Birliği’nde”, Hareket, nr. 16, 6 Temmuz 1929.

    “Bir Dâvânın Sonu”, Hareket, nr. 17, 10 Temmuz 1929.

    “İftiralar Karşısında”, Hareket, nr. 18, 13 Temmuz 1929.

    “Hür Nesil ve Edebiyatı”, Hareket, nr. 19, 17 Temmuz 1929.

    “Son Hadiseler ve Ercüment Behzat”, Hareket, nr. 20, 20 Temmuz 1929.

    “Meşrutiyet’i Yapan Edebiyat”, Hareket, nr. 21, 24 Temmuz 1929.

    “Edebi Alâka”, Hareket, nr. 22, 27 Temmuz 1929.

    “Fena Fissanat”, Hareket, nr. 23, 31 Temmuz 1929.

    “Sanattan Mandıraya”, Hareket, nr. 24, 3 Ağustos 1929.

    “Zaferimizden Sonra”, Hareket, nr. 26, 10 Ağustos 1929.

    “Harp ve Edebiyat”, Hareket, nr. 27, 14 Ağustos 1929.

    “Onların İlham Perisine”, Hareket, nr. 28, 17 Ağustos 1929.

    “Birkaç Vecize”, Hareket, nr. 29, 21 Ağustos 1929.

  • ÖZ20. yüzyılın başlarından itibaren özellikle Freud ve onu takip edenlerin

    psikanaliz üzerine çalışmaları ve bunları sanatçıya ve sanat eserine

    uygulamaları, edebiyat alanında da edebi esere ve yazara karşı yeni bir

    perspektif yaratmıştır. Bu çerçevede metnin en küçük biriminden yazara

    kadar uzanan geniş bir alan psikanalitik bakışın malzemesi haline

    gelir. Bu yazının konusu olan yazar psikanalizi, bir anlamda yazarın

    eserindeki gizli stratejilerini keşfetmeyi amaçlar. Metnin gerçekte

    yazarın bilinçaltının bir yansıması olduğunu varsayarak iç bağlantıların

    arkasındaki gizli anlamları keşfetmeye çalışır.

    Bu yazıda edebiyatımızda bu tarzda bir incelemeye en uygun

    yazarlardan biri olan Peyami Safa’nın Yalnızız romanı ele alınacak ve

    yazar psikanalizi bakımından incelenecektir.

    AnahtarKelimeler: Yazar psikanalizi, Peyami Safa, Yalnızız.

    ABSTRACTPsychoanalysis of a Psychonalyst Novelist: An Essay on

    Peyami Safa’s Psychoanalysis in his Novel YalnızızSince the early 20th century, especially works of Freud and his followers

    on psychoanalysis and psychoanalytical studies regarding the artists

    and arts have created new perspectives in literature. In this context, a

    wide area extending from the smallest piece of the text to the authors

    themselves became a material of psychoanalytic analysis. The subject

    of this article is “psychoanalysis of the writer” and it aims to explore

    the secret strategies of the authors in their works. Assuming the text

    is actually a reflection of the author’s subconsciousness, it tries to

    discover the hidden meanings behind the internal connections.

    Psikanalist Bir Romancının Psikanalizi

    Yalnızız’da Yazarın Psikanalizi Üzerine

    Bir Uygulama

    Yunus BALCI*

    * Doç. Dr, Pamukkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, DENİZLİ, e-posta: [email protected]

  • Y u n u s B A L C I

    1862

    2012This paper tries to analyse Peyami Safa’s novel Yalnızız in terms of

    the psychoanalysis of its author.

    KeyWords: Peyami Safa, Yalnızız, Author Psychoanalysis.

    Giriş

    Edebiyat araştırmalarının son yıllarda içli dışlı olduğu alanlardan birisi de hiç şüphe yok ki psikanalizdir. Özellikle 20. yüzyılın başlarından itibaren Freud’un ve onu izleyenlerin araştırmalarından hareketle edebiyat metni psikanaliz açısından bir inceleme malzemesi olarak ele alınmaya ve yorumlanmaya başlanır. Edebi metnin en küçük biriminden, metnin yazarına kadar uzanan geniş bir alanı içine alan edebiyat ve psikanaliz ilişkisinin bir tarafını da yazarın psikanalizi oluşturur. Freud’un “bir çocuk oyun oynarken ne yapıyorsa, bir yazar da eserini yazarken aynı şeyi yapar” görüşünden hareketle geliştirilen yazar psikanalizi, bir nevi yazarın eserinde savunma stratejilerini aramayı hedefler. Metinde tekrar eden temalar, fanteziler, kullanılan dil vs. aslında bir anlamda yazarın iç çatışmalarının bir yansıması ve kendini yeniden gerçekleştirmesinin bir yolu olur.

    Psikanalizmin edebiyat metinlerinin yorumlanmasında kullanılmasının ilk önde gelen isimlerinden biri şüphesiz Freud’dur. Metnin, yazarının bilinçaltının bir yansıması olduğu iddiasına bağlı olarak metnin iç dinamiklerini, dil ve üslubunu incelemeye ve gerek buradan hareketle bunu yazan yazarın psikanalizini yapmaya yönelen psikanalitik yöntemin bugün oldukça geniş bir perspektif kazandığı görülmektedir.

    Psikanalitik edebiyat eleştirisi sadece metnin kahramanının psikanalizini yapmakla kalmaz, onun yazarın zihniyle bağlantısını da sorgular; zira yaratıcı süreç de tıpkı rüyalar gibi baskılanmış bilinç ötesinden beslenir. Edebi eser tıpkı rüyalar gibi gerçeklikten beslenen birer fiksiyondur. Dolayısıyla tıpkı rüya analizleri gibi eserin psikanalitik yorumu, bir bakıma yazarın psikanalizine de kapı açmış olur.1 Psikanalitik eleştiri eserde insan davranışlarının kökenini ve gizli kalmış taraflarını çözerken bu gizliliğin boyutu eserin dünyasından yazarına kadar uzanır.2

    Söz konusu edeceğimiz yazarın psikanalizi konusunda Freud, bilhassa YaratıcıYazarlarveGündüzDüşleri isimli yazısında sanatsal yaratım ile çocuk oyunları, gündüz düşleri, fanteziler arasında bir benzerlik bulunduğundan bahseder. Özellikle kurmacaya dayalı metinlerde yazarın gizli arzularının

    1 Hank de Berg( 2003), Freud’sTheoryandItsUseinLiteraryandCulturalStudies, Camden House, N.Y. USA, s.84-85...

    2 Cafer Gariper, Yasemin Küçükcoşkun(2009), DionizyakCoşkununİhtişamveSefaleti-YakupKadri’ninNurBabaRomanınaPsikanalitikBirYaklaşım, Akademik Kitaplar, İstanbul, s.22.

  • Yalnızız’da Yazarın Psikanalizi Üzerine Bir Uygulama

    19622012

    tıpkı çocuk oyunlarındaki stratejiler gibi zenginlik, güç, şöhret, aşk gibi stratejilere dönüştürülerek açığa çıktığını söyler. Fakat gündüz düşçüsü yani yazar bütün bu gizli arzuları; çocukluk rüyalarından, gençlik fantezilerinden gelen tutkuları sosyal ve estetik bir bağlam içine yerleştirerek dönüştürür.3

    Freud, edebi metni bir anlamda rüyaya fakat gündüz rüyalarına benzetir ve rüya yorumlamalarında kullandığı metodu edebi metin ve diğer sanat alanlarındaki ürün incelemelerine de uygular. Ona göre gündüz rüyalarının gece rüyalarından tek farkı “ben” tarafından sosyal çevreye, normlara göre ayarlanmış olmalarıdır. Dolayısıyla bir sanat eseri, yani gündüz rüyası, aslında yazarın gizlemeye çalıştığı bir karakter özelliğinin değiştirme ve gizlemelerle doyuma ulaştırılmasıdır.4 Freud burada bahsini ettiğimiz çözümlemeler ışığında Michelangelo’dan, Leonardo’ya, Shakespeare’den, Dostoyevski’ye, Jensen’e kadar pek çok sanatçı ve edebiyatçının eserini yorumlama girişiminde bulunur.5 Freud’un bu konudaki bir başka görüşü de sanatçı yaratıcılığının doğrudan doğruya nevrozla bağlantılı oluşudur.6 Nevrozun da yaratıcılığın da kaynağı birdir, her ikisi de bilinçdışındaki çatışma alanından beslenir. Bilinçli benin yani egonun, gerçekle ve toplum yasaklarıyla yüzleşmesi sonucu ben tarafından konmuş olan sansürden dolayı dışa çıkamayan içgüdüsel arzular, bir nevi sanat eseri vasıtasıyla bir katarsis yani arınma aracına dönüşür. Eğer bilinçli ben, bunları toplum ve hayat realitesine uyacak bir biçimde açığa çıkarmazsa yani mesela bir sanat eserine dönüştürmezse bunlar histeri, fobi, obsesyon gibi nevrozlarla kendini gösterir; fakat kişinin bunları bilinçli bir çözümlemeyle esere dönüştürmesi de eserin bilinçaltı dili okunduğunda yazarın psikanalizini verir. Yani yaratıcı kişilik, “ben”in kontrolünü gevşeterek bilinçdışı etkileri sanatta yeniliğe dönüştürür ve kendi iç çatışmalarını da çözmüş olur ve bir anlamda kendisini arındırır. Bu görüş Freud’un sanat eserini Aristocu bir bakış açısıyla bir nevi katarsis nesnesi olarak görmesinin bir sonucudur. Fakat burada yazarı bir nevrozlu olarak görmemek lazımdır; bu, ondaki iç çatışmaların kuvveti ile orantılı olan bir yaratıcı tasarımdır, bir çeşit nevrozu önleme çabasıdır.7 Diğer taraftan bütün bu çözümlemelerde Freud

    3 Graham Frankland(2000), Freud’s Literary Culture, Cambridge University Press, Cambridge, s.69.

    4 Gürsel Aytaç (1999), Genel Edebiyat Bilimi, Papirüs Yayınları, İstanbul, s.112-113.

    5 Norman N. Holland(1990), Holland’s Guide to Psychoanalytic Psychology and Literature and Psycho-logy, Oxford University Press, N.Y. USA, s.34.

    6 Freud-Jung-Adler(1981), PsikanalizAçısındanEdebiyat, (Çeviren: Selahattin Hilav) Dost Kitapevi Yayınları, İstanbul, s.71-72.

    7 Alexandre Vexliard(1966 ), “Yaratıcılık Teorileri ve Eğitim”, AnkaraÜniversitesiDilTarihCoğrafyaFakültesi Felsefe Dergisi, (Çeviren: Nusret Hızır), C.4, nr.yok, s.114-115.

  • Y u n u s B A L C I

    2062

    2012psikanalizminin önemli kavramlarının; rüya yorumları yanında, oedipus kompleksinin, cinsel tutkuların, narsistik karakterin de merkezde yer aldığını söylemek lazımdır.

    Psikanalizin edebi metinlere uygulanmasının önemli isimlerinden biri olan Norman Holand da sanat eserinin yazarının bilinçaltında bulunan bir fanteziden kaynaklandığı görüşündedir. Bundan dolayı eğer sanat eseri, gizli bir fanteziyi saklamaya, rüyalarda olduğu gibi üzeri örtük bir biçimde dışa vurmaya hizmet ediyorsa, eserin temelindeki unsurların ortaya çıkarılması, bu oyunun bozulması sonucunu verecektir.8

    Freud psikanalizmini edebi metin bağlamında devam ettiren bir diğer dikkate değer isim Lacan’dır ve onun bu alanda üzerinde önemle durduğu “ayna dönemi”, dolaylı olarak Freud’un ödip kompleksinden beslenir. Bu aşama çocuğun bebekliğinden itibaren kendisini annesinin gözlerinde keşfetmesiyle başlar, kendi dışındaki dünyayı, anne ve babayı diyalektik olarak ve cinsiyet olarak algılamayla devam eder ve narsistik bireyleşme ile son bulur. Ödip kompleksinin Freudien anlayışta temelde cinsiyet merkezli bir diyalektik algı olduğu malumdur. Erkek çocuk baba figürüne karşı anneyi himaye içgüdüsüyle, kız çocuk da anne de gördüğü eşdeğer eksikliği babaya duyduğu ilgiyle tolore eder ve zamanla bu ilgiler dışa doğru açılıp diğer insanlara yönelir ve çocuk kendi bireyselliğini kurmuş olur. Lacan’ın bu alandaki katkısı baba algısını dildeki ve kültürdeki bir koda, yasaya dönüştürmesidir.9 Lacan’a göre metnin dili, bilinçaltı gibi yapılanmıştır ve metindeki tekrarlar, imgeler, dil oyunları yazarın bilinçaltının yansımasıdır. Dilden bağımsız bir özne düşünmek mümkün değildir.10 Diğer taraftan Klein’in çocuk ve oyun ilişkileri bağlamındaki çözümlemeleri de gündüz düşçüsü-yazar ile eseri arasındaki ilişkiyi anlama bakımından önemli ipuçları vermektedir.11 Adler de sanat eseri üretmenin, bedeni veya psikolojik bir eksikliği örtbas etmeye dayalı olduğu fikrindedir.12

    Barthes’ın yazmak konusunda kendi kendine yapmış olduğu şu analiz bunları açıklar niteliktedir: “Yazmak; etrafında dönüp durduğum bu oyunun içinde sıkıştım kaldım. Yazma histerisi ile sosyal yapının bana zorladığı

    8 Oğuz Cebeci (2004),PsikanalitikEdebiyatKuramı, İthaki Yayınları, İstanbul, s.9.

    9 Madan Sarup(1995), PostyapısalcılıkvePostmodernizm, (Çeviren: A. Baki Güçlü), Ark Yayınevi, Ankara, s.20.

    10 Patricia Waugh (2006), Literary Theory and Criticism: An Oxford Guide, Oxford University Press, N.Y., s.206-207.

    11 J.D. Nasio (2008), PsikanalizinYediBüyüğü,(Çeviren: Kenan Sarıalioğlu), Kırmızı Yayınları, İstanbul s.192-199.

    12 Rollo May (2007), Yaratma Cesareti, (Çeviren: Alper Oysal), Metis Yayınları, İstanbul, s.61-62.

  • Yalnızız’da Yazarın Psikanalizi Üzerine Bir Uygulama

    21622012

    genel kabuller, yol göstermeler, işaretler, kodlar arasında mücadele ediyorum… Yazmanın daha derinlerine gitmek istiyorum, sınırlandırılamaz derinliklerine. Artık bir çocuk değilim. Keşfetmeye başladığım şey, ateşli, tutkulu bir zevkin estetiği mi?”13 Foucoult da Yazma Zorunluluğu adlı yazısında Nerval bağlamında yazmanın ve deliğinin birbirine yakın sınırlarından ve her ikisinin de bir var oluş biçimi olduğundan bahseder.14 Şüphesiz ki bu konu üzerinde fikir beyan edenler bunlarla sınırlı değildir. Bir bildiri metni çerçevesinde sınırlı tutmak durumunda kaldığımız yazarın psikanalizi meselesinde Melanie Klein, Margaret Mahler, Bernard Winnicott, Julia Kristeva ve daha pek çok ismi de hatırlamak gerekir.15

    Edebiyatımızda bu tarzda bir inceleme yapmaya en uygun yazarlardan birisi belki de ilki hiç şüphe yok ki Peyami Safa’dır. Bir “facia atmosferiyle” hayata başlayan daha iki yaşında iken babasını ve kız kardeşini on ay içinde kaybeden, hem kocasını ve hem de çocuğunu kaybetmiş bir annenin hıçkırıkları arasında büyüyen, yine çocuk denilebilecek bir yaşta bir kolunu kaybetme korkusuyla yüzleşen bir yazarın16 bütün bu çocukluk tecrübelerini eserine aktarması gayet normaldir.17

    Ele alacağımız Yalnızız romanı18, II. Dünya Savaşı'nın hemen sonrasını anlatır. Samim, Besim ve Mefharet isimli üç kardeş ile Mefharet’in çocukları Selmin ve Aydın birlikte İstanbul’da Yeşilköy’de babadan kalma bir köşkte yaşamaktadırlar. Samim ve Besim bekârdır. Mefharet ise sekiz ay önce kocasını kaybetmiştir. Mefharet’in kızı Selmin’in milliyetçi fikirlere sahip nişanlısı Ferhat, bir akşam Mefharet ile tartışır, bunun üzerine anne Mefharet, Ferhat’ı evden kovar ve kızının Ferhat’la evlenmesine asla izin vermeyeceğini söyler. Bu olayın ardından Selmin’in annesiyle arası açılır ve onu üzmek için hamileymiş gibi davranmaya başlar. Kızının garip davranışlarını fark eden anne Mefharet, bu durumu hazmedemez, şüphe içinde çocuğun babasını araştırmaya başlar. Samim, günlük tutmaktadır. Şüpheci olan Mefharet,

    13 Patrick Mahony(1996), “Pschoanalysis- The Writing Cure”, Writing in Psychoanalysis, (Editörler: Emma Piccioli, Pier Luigi Rossi, Antonio Alberto Semi), Karnac Books, London, s.14.

    14 Michel Foucoult(2006), SeçmeYazılar-6SonsuzaGidenDil, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, s.177-178.

    15 Michael Ryan(2007), Literary Theory-A Practical Introduction, Second Edition, Blackwell Publishing, USA, s.93-100; M.A.R. Habib (2005), Modern Literary Criticism and Theory-A History, Blackwell Publishing, USA, s.571-601.

    16 Mehmet Tekin(1999), RomancıYönüylePeyamiSafa, Ötüken Yayınları, İstanbul, s.13-14.17 Peyami Safa’nın geniş çaplı bir biyografisi için bak: Beşir Ayvazoğlu(1998), Peyami-Hayatı

    SanatıFelsefesiDramı, Ötüken Yayınları, İstanbul.

    18 Bu bildiride romanın şu baskısı esas alınmıştır: Peyami Safa(1985), Yalnızız, Milli Eğitim Bası-mevi, İstanbul.

  • Y u n u s B A L C I

    2262

    2012Besimle birlikte gizlice bu günlükleri okuyarak, çocuğun kimden olduğunu anlamaya çalışır.

    Hatta bir ara günlüklerde geçen gizli sevgiliden hareketle kardeşi Samim’den bile şüphelenir. Selmin ile dayısının hareketlerine kuşku ile bakmaya başlar. Annesinin ısrarlarına ve baskısına dayanamayan Selmin başka bir yalan uydurarak daha önce evlerine gelen ve polis tarafından aranan bir komünist propagandacısı olduğu anlaşılan “aç adam”dan hamile olduğunu söyler. Annesi sinir krizi geçirir fakat Selmin daha sonra hamilelik konusunun yalan olduğunu ve öç almak maksatlı yaptığını itiraf eder.

    Bu arada Samim olmasını arzuladığı dünya düzenini içeren ve adı Simeranya olan ütopik bir ülkeyi anlattığı bir kitap yazmaktadır. Günlüğünde bahsi edilen gizli sevgili ise annesi Necile’yle geçmişte ilişkide bulunduğu Meral’dir ve Meral’in, Samim’in annesiyle olan bağlantısından haberi yoktur. Ayrıca Meral ile Selmin’in nişanlısı Ferhat da kardeştir. Romanın ana karakteri Samim olmakla birlikte temel problem Meral üzerinden yürütülür. Meral çatışmalar yasayan bir genç kızdır ve Samim, Meral ile sürekli konuşarak onu bu buhrandan kurtarmaya çalışır. Bir anlamda yazar mesajlarını Samim vasıtasıyla Meral üzerinden okuyucuya ulaştırır. Bu sırada Meral’in okul arkadaşlarından biri olan ve yaşlı bir adamla metres hayatı yaşayan Feriha Paris’ten gelmiştir. Sık sık Feriha ile görüşen Meral Paris’e gitme sevdasına kapılır. Samim ve Meral’in geleneklere bağlı kardeşi Ferhat, onun Feriha ile görüşmelerini istemez ancak sürekli bir yalan uyduran Meral Feriha ile görüşmeye devam eder. Paris’e gidip orada konservatuar eğitimi almak istediğini söyleyen Meral’in asıl maksadı toplum baskılarından kurtulmak, Paris’te rahat bir hayat yaşamaktır. Samim, sık sık yalan söylemeye başlayan Meral’in yalanlarını yakalamaya başlar ve bu yalanların ardından Meral’den ayrılır. Diğer taraftan Ferhat da Meral’in hayatını tasdik etmez ve onu bu fikrinden vazgeçirmeye çalışır. Bütün bunlara rağmen Meral evden kaçmaya karar verir fakat tam bu fikrini uygulayacakken durumu fark eden Ferhat onu yakalar ve Meral’i odasına hapseder. Odada buhrana kapılan Meral, kendini sorgulamaya başlar. Bu arada sigara içmek üzere çakmağına gaz doldururken benzin eteğine dökülür ve yanarak ölür. Diğer taraftan Meral’in annesi Necile’nin evinde de garip birtakım olaylar yaşanır. Evin hizmetçisi Renginaz kapıya vurulduğunu, ıslık çalındığını duyar, alevlerden ve biri beş geçe yaşanacak bir felaketten bahseder. Bu arada Meral’in annesi Necile kendisine gelen bir telefondan kızının yanarak öldüğünü öğrenir ve bu haber üzerine kalp krizi geçirerek hayatını kaybeder. Samim, Necile’nin evine gittiğinde onun ölmüş bedeniyle karşılaşır.

  • Yalnızız’da Yazarın Psikanalizi Üzerine Bir Uygulama

    23622012

    Yalnızız üzerine yapılan çözümlemeler genellikle romanın kuvvetle kutupluluk, karşıtlık, diyalektik veya ikili düşünme biçimi gibi ilkelere dayandığını söylerler.19 Bu, temelde romanın üst katman anlam seviyesini açıklar nitelikte olmakla birlikte, yukarda söylediklerimize bağlı olarak bir çeşit iç açmazların yorumlanıp dönüştürülmesiyle arındırılması veya çocuk oyunlarının stratejik tavır takınmalarının bir yansıması olduğu ya da aynalama evresine bağlı bir iz düşüm olduğu düşünüldüğünde bu bağlamda ilk ele alınması gereken psikanalitik durum, ödipal dengedir.

    Dikkat edildiğinde romanın kadın kahramanlarının ortak bir kaderi paylaştıkları görülür. Gerçi bütün roman karakterlerinde görülebilen huzursuzluk ortak bir durum olmakla birlikte kadınların en temel benzerliklerinden biri gibi görünen terk edilmişlik psikanalitik bağlamda ele alındığında baba tarafından erken yaşlarda terk edilmiş bir anneyi işaretlemektedir. Samim’in ablası Mefharet birkaç ay önce eşini kaybetmiştir. Yeğen Selmin, nişanlısı Ferhat’tan ayrılmıştır. Meral ve annesi Necile aynı mutsuzluk simgesi kadınlardır.

    Lacan psikanalizinde çocuğun hayal gücü ayna evresi dediği dönemde oluşur. Peyami Safa’nın bu dönemi sancılı geçirdiği malumdur. Baba figürünün yokluğu, aslında romanda yazarın başından beri koymaya çalıştığı diyalektik yapıyı bozar. Yani açık bir dille ifade etmek gerekirse metnin derinliğindeki patriarkal öge, gerek romanın vaka yapısındaki ütopya ve gerçeklik ikilemine ve gerek kadının terk edilmişliği ve cinsellik konularına bir eksiklik oluşturarak şekil vermiş olur.

    Romanda İstanbul gerçek mekânının her iki ucuna konan ve ideal mekân olarak tasarlanan Simeranya ve Paris diyalektik bir tasarım oluşturur. Bunun aynı zamanda yazarın roman boyunca işlemeye çalıştığı kutupluluğa hizmet ettiği sanılsa bile Paris gerçek mekanının karşısına konan Simeranya 2100 yılına ait ütopik bir ülkedir ve bu kutupluluğun bir tarafında boşluk yaratır. Üstelik Paris gerçek mekânının daha çok kadınlar etrafında bir paradigmaya bağlanmış olması ve feminen bir figür yüklenmiş olması ayrıca dikkat çekici bir konudur. Diğer taraftan ütopyanın yani olmayan mekânın sıklıkla romanda yazarın sözcüsü olduğu söylenen Samim yani maskülen figür etrafında şekillendirilmiş olması, metnin doğasından, yazarından kaynaklanan anne-baba diyalektiğine bağlanabilir. Fakat burada erkek imagonun yani Simeranya’nın bir boşluğa dayandırıldığı, bir olmayana dayandırıldığı görülür ki bu bizzat yazarın bilinçaltında bir eksik olarak yer

    19 Gürsel Aytaç(1999), ÇağdaşTürkRomanlarıÜzerineİncelemeler, Gündoğan Yayınları, Ankara, s.93; Beşir Ayvazoğlu, Peyami-HayatıSanatıFelsefesiDramı, s.414-420; Mehmet Tekin,RomancıYönüylePeyami Safa, s.250-276.

  • Y u n u s B A L C I

    2462

    2012alan baba figürüne bağlanabilir. Konu Freudçu bakıştan Jungcu perspektife kaydırıldığında da yani bireysel bilinçaltından kolektif bilinçaltına doğru gidildiğinde yazarın evrensel insanoğlu bilincinden, mitik bilinçten miras aldığı bir arketipin de burada ortaya çıktığından bahsedilebilir. Freud’un mağara veya anne karnı olarak da tanımladığı bu durum, Jungcu anlayışta geriye dönüş ve yeniden doğuş arketipi olarak ifade edilir. Şüphesiz ki bu her ne kadar kahramanın da psikanalizi gibi görünse de aslında Samim şahsında yazarın psikanalitik durumudur. Türk mitolojisinin Türeyiş ve Ergenekon destanlarında olduğu gibi diğer dünya milletlerinin mitik metinlerinde de sıkça rastladığımız bu arketip, geriye dönüş, arınma, saflaşma ve yeniden doğuş bağlamında ebedi dönüş ritüelini içerir ki sonuç yine yazarın romanda “olmak” probleminin arkasına sakladığı gerek bireysel ve gerek evrensel insanın arınma ihtiyacıdır.

    Bu durumun yani baba figürünü her defasında boşlukta kalmasının bir yansıması da yazarın ilk baskıda yer verdiği prolog kısmını daha sonraki baskılarda çıkarmasında bulunabilir. Dikkat edildiğinde aslında bu bölüm romanın diğer üç bölümünde durmadan işleyen temel izleklerin ilk tohumlarını taşıyan bir kısım olması itibariyle romanın genetik doğasının bir prototipi durumundadır. Ve romanın ilerleyen bölümlerinde sık sık bu prologa atıflarda bulunan yazarın, bunun çıkarılmasıyla oluşan kusuru görmemesi düşünülebilir mi20 yoksa metnin babası konumundaki bu kısmın bizzat yazarın bilinçaltı etkileriyle öldürüldüğü, sürgün edildiğini söylemek daha mı uygundur.

    Yazarın bilinçaltında yukarıdaki boşluğa bağlı olarak yer ettiğini söyleyebileceğimiz bir başka durum da Selmin’in hamilelik meselesinde ve Meral ile annesinin öldürülmesinde bulunabilir. Selmin’in gerçekten hamile olmayışı, Meral ve Necile’nin romanın sonunda öldürülüşü ile başka tipte hayat ve yaşama biçimlerine fırsat tanımayan alternatif hayat boşluğu karşımıza çıkar. Her ne kadar bu, yazarın fikri kabullerinin bir aksi gibi duruyorsa da buraya kadar bahsini ettiğimiz boşluklarla birlikte düşünüldüğünde güçlü bir anlam kazanmaktadır.

    Belki de aynı sıkıntının yol açtığı bir başka kırılma ki bundan kastımız _yazarın kendi doğasını ele verdiği yer demektir_ romanın içindeki cinsellikle ilgili imalarda bulunabilir. Bunlardan biri annesinin nişanlısı Ferhat’ı kovması üzerine Selmin’in, annesinden öç alma bahanesiyle hamileymiş rolü yapmasıdır. Selmin’in bu oyununa başta kanan annesi Mefharet bu bebeğin kimden olabileceği şüphesine kapılır. Ve hatta bir ara ağabeyi

    20 Mehmet Tekin, RomancıYönüylePeyamiSafa, s.253-254.

  • Yalnızız’da Yazarın Psikanalizi Üzerine Bir Uygulama

    25622012

    Samim’den bile şüphelenir. Her ne kadar daha sonra bunun bir oyun olduğu ve öç alma hıncıyla yapılmış bir sahtekârlık olduğu ortaya çıksa da böyle bir göndermenin romanın doğasına eklenmiş olması bir figüratif anlam yaratır. Buna benzer bir başka kırılma yine Samim etrafında kurulur. Samim kendisinden yaşça oldukça küçük Meral’le ilişki içindedir fakat Meral’in annesi ile de gençlik yıllarında birliktelik yaşamıştır ve dolaylı olarak yapılan vurgulardan biri, Meral’in Samim’in kızı olma ihtimalidir. Yukarıdaki örneğe benzeyen bu çarpık ilişki vurgusu şüphesiz ki her yazarın sıklıkla başvurduğu bir strateji değildir. Fakat burada bilinç seviyesine yani sosyal ve ahlaki normlarla ilişkili olan yönüne dayalı olarak yazarın geliştirdiği strateji, kahramanını felsefeden, psikolojiye, edebiyata, diğer sanat dallarına, değişik bilim alanlarına ait geniş bir bilgiye sahip kılmasıdır. Belki de Peyami Safa romanlarının genel bir özelliği ve yine belki de romana aktarılan doğal hayat işleyişini öldüren tarafı her zaman için kendini temsil eden bir sözcüyü eserine sokmuş olmasıdır. Bu narsistik bir tavrın yansıması olarak okunabileceği gibi aynı zamanda nevrotik takıntı ve çelişkilerin örtülmesi ve başka bir şekle sokularak sosyalleştirilmesi, ahlakileştirilmesi veya normatif değer yargıları bağlamına oturtularak bir katarsisin gerçekleştirilmesi olarak da görülebilir. Nitekim romanın temel problemlerinden biri insan olmak, birey olmak etrafında şekillendirilen ontik ve psikolojik bağlamdır. Yani bir anlamda yazar, kendi iç açmazlarını, bilinçaltı takıntılarını bilinç seviyesinde milli, ahlaki, evrensel değerlere dönüştürerek çözümleme yoluna girer ve kendisini arınmış hisseder.

    Diğer taraftan romanın dil ve imaj yapısına bağlı yazar psikanalizminin daha uzun bir çalışmayı gerektirdiğini ifade etmek durumundayız. Toparlandığında Yalnızız’da büyük bir temel teşkil eden diyalektik algının bir tarafının boşluğa dayandığı; bunun da maskülen figürün yazar zihninde yeterince yer etmediğine bağlı olduğu ve yazarın geleneksel değer normlarını dönüştürerek maskülen figür yerine kullandığı söylenebilir.

    KaynaklarAytaç, Gürsel (1999), Çağdaş Türk Romanları Üzerine İncelemeler, Gündoğan Yayınları,

    Ankara.Aytaç, Gürsel (1999), Genel Edebiyat Bilimi, Papirüs Yayınları, İstanbul.Ayvazoğlu, Beşir (1998), Peyami-HayatıSanatıFelsefesiDramı, Ötüken Yayınları, İstanbul.Berg, Hank de (2003), Freud’sTheoryanditsUseinLiteraryandCulturalStudies, Camden

    House, N.Y. USA.Cebeci, Oğuz (2004), PsikanalitikEdebiyatKuramı, İthaki Yayınları, İstanbul.Foucoult, Michel (2006), SeçmeYazılar-6SonsuzaGidenDil, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.Frankland, Graham (2000), Freud’s Literary Culture, Cambridge University Press,

    Cambridge.

  • Y u n u s B A L C I

    2662

    2012Freud-Jung-Adler (1981), PsikanalizAçısındanEdebiyat, (Çeviren: Selahattin Hilav) Dost

    Kitapevi Yayınları, İstanbul.Gariper, Cafer - Yasemin Küçükcoşkun (2009), Dionizyak Coşkunun İhtişam ve Sefaleti-

    YakupKadri’ninNurBabaRomanınaPsikanalitikBirYaklaşım,Akademik Kitaplar, İstanbul.

    Holland, Norman N. (1990), Holland’s Guide to Psychoanalytic Psychology and Literature and Psychology, Oxford University Press, N.Y. USA.

    Mahony, Patrick (1996), “Pschoanalysis-The Writing Cure”, Writing in Psychoanalysis, (Editörler: Emma Piccioli, Pier Luigi Rossi, Antonio Alberto Semi), Karnac Books, London.

    May, Rollo(2007), Yaratma Cesareti, (Çeviren: Alper Oysal), Metis Yayınları, İstanbul.Nasio, J.D.(2008), Psikanalizin Yedi Büyüğü, (Çeviren: Kenan Sarıalioğlu), Kırmızı

    Yayınları, İstanbul.Ryan, Michael (2007), Literary Theory-A Practical Introduction, Second Edition, Blackwell

    Publishing, USA. Habib, M.A.R.(2005), Modern Literary Criticism and Theory-A History, Blackwell Publishing, USA.

    Safa, Peyami (1985), Yalnızız, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul.Sarup, Madan (1995), Postyapısalcılık ve Postmodernizm, (Çeviren: A. Baki Güçlü), Ark

    Yayınevi, Ankara.Tekin, Mehmet (1999), RomancıYönüylePeyamiSafa, Ötüken Yayınları, İstanbul.Vexliard, Alexandre (1966 ), “Yaratıcılık Teorileri ve Eğitim”, Ankara Üniversitesi Dil Tarih

    CoğrafyaFakültesiFelsefeDergisi, (Çeviren: Nusret Hızır), C.4, nr.yok.Waugh, Patricia (2006), Literary Theory and Criticism: An Oxford Guide, Oxford University

    Press, N.Y.

  • ÖZKonusu insan olan romanların şüphesiz en önemli unsuru kahram-

    anlarıdır. Romanlarında insanın içindeki buhranları, tereddütleri

    yansıtmayı amaçlayan Peyami Safa, roman kahramanlarına, devrinin

    siyasî, sosyal ve ideolojik şartlarına ve kendi bakış açısına göre ruh

    ve beden verirken bu kişiler aynı zamanda romanın kendi şartlarına

    göre de teşekkül etmişlerdir. Onun roman kahramanları tek bir

    fikrin, düşüncenin ya da mizacın temsilcileri değildirler. Bulunduğu

    hayat şartlarına uyan, durmadan değişen dinamik gerçek insandırlar.

    “Romancı ne kadar objektif olursa olsun bütün kahramanları yine

    kendisidir.” diyen Peyami Safa’nın romanlarında geçen anne ve babalar

    da, onun kendi annesi ve pek tanımasa da hayalinde şekillendirdiği

    babasından izler taşımaktadır. Yayın hayatına “Server Bedii” takma

    adını kullanarak başlayan Peyami’nin aldığı bu ad, annesinin adıdır.

    Server Bedia Hanım bizce değişik romanlarındaki annelerde bir şekilde

    yaşatılmıştır.

    Yazarın romanlarında geçen anne ve babalar, romanların konularının

    geçtiği I. Dünya Savaşı, Mütareke yılları, Kurtuluş Savaşı ve inkılâp

    yıllarının şartlarında şekillenmişlerdir. Peyami’nin romanlarında

    sözü edilen babaların bir kısmı kayıp, hakkında bilgi alınamamış,

    ölmüş ya da yurt dışına çıkmış olduğu için çocukları tarafından

    aranmakta, beklenilmektedirler. Bazı romanlarda hasta, veremli,

    kanser olup ölmüşlerdir. Yazarın “baba” kahramanları çok belirgin

    olarak verilmezlerken, anneler daha belirgin özellikler taşırlar. Bazı

    romanlarda kahramanların annesi ölmüş, bazılarında alafranga yaşama

    kendisini fazla kaptırmış, yabancılarla eğlence âlemlerinde hoşça vakit

    Peyami Safa’nın Romanlarında

    Anne ve Babalar

    Müzeyyen BUTTANRI*

    * Doç. Dr. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bö-lümü, e-posta: [email protected]

  • M ü z e y y e n B U T T A N R I

    2862

    2012geçiren, ya da evinin kapılarını bu âlemlerin kişilerine açan hafif meşrep

    kadınlardır. Bazı anneler de çocukları tarafından tanınmak istenmezler.

    Biz bu çalışmamızda yazarın on bir romanında söz konusu edilen

    anne ve babaları teker teker tespit edip bunların yazarın annesi ve

    babası ile benzerlikleri olup olmadığını belirlemeye çalıştık.

    Anahtar Kelimeler: Peyami Safa, romanda kahramanlar, anneler,

    babalar

    ABSTRACTMothers and Fathers in Peyami’s Novels

    The most important element of the novels having humans as the

    subject is their characters. Peyami Safa aimed to reflect depressions

    and hesitations of the characters while characterizing them according

    to political, social ideological conditions of the time and the conditons

    of the novels. The characters of his novels were not the representatives

    of a single idea, thought or mood, they were constantly changing,

    dynamic and real people.“Peyami Safa said that all heroes of a novel

    are the novelist himself’, and the parents in his novels were the parents

    of him in his mind, although he did not recognize his father. He started

    his authorship career with the nick name of ‘Server Bedii’ and this name

    was her mother’s name. Server Bedia lived in the mother characters in

    his novels.

    Parent characters in his novels were shaped according to the time

    periods in his novels, World War I, the Independence War, Revolution

    years, some of the fathers in his novels were dead, lost or were in other

    countries and their children were waiting for or trying to find. In some

    novels fathers were ill, or dead due to tuberculosis or cancer. Fathers

    were insignificant, but mothers were well characterized in his novels.

    In some novels mothers were dead or living immorally, in some others,

    mothers did not want to be known by their children.

    In this study, we evaluate the parent characters in Safa’s eleven

    novels and tried to find the similarities between his own parents and

    the characters in his novels.

    KeyWords: Peyami Safa, the heroes in novels , mothers, fathers

    Giriş

    Romanlarımda insan ruhunu veriyorum.”1 diyen Peyami’ye göre

    roman insanı anlatır. “En âfâkî zannettiğimiz romanlar bile, muharririn ruhunu muhayyel kahramanlar vasıtasıyla aksettiren

    1 Göze, Ergun (1993), Peyami Safa, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, s. 95.

  • Peyami Safa’nın Romanlarında Anne ve Babalar

    29622012

    bir otobiyografiden başka bir şey değildir.”2 diyen Safa’nın romanlarındaki karakterler, dolayısıyla da anne ve babalar, onun anne ve babasından izler taşıdığı varsayımından hareketle bu çalışmada Peyami’nin on bir romanındaki anne ve babaları ele aldık. Bunların varsa yazarın anne ve babasıyla ilişkisini ya da yazarın ideal anne ve baba imgesini bulmaya çalışacağız.

    Peyami Safa’nın romanları geleneksel roman tarzında yazılmış olduğundan romanlarındaki anne ve babaları olumlu ve olumsuz anne ve babalar diye sınıflandırıp ortak özelliklerini vereceğiz. Bunlardan yazarın anne ve babası ile ilgili olanlarına işaret edeceğiz.

    Olumlu AnnelerSözdeKızlar’daki3 Mebrure’nin annesi, saraydan çıkma bir Çerkez olup çok iyi bir kadındır. Yazar, iyi kadının meziyetlerini de göreceğimiz bu kadını şu sözlerle tanıtır: “Az konuşur, çok dinler, daima gülümser, dalgın, süzük merhametli bakışlarıyla düşünceli bir sükût içinde yaşamak için insanların yaptıkları çirkinliklerden, meşru sayılan âdilik ve faziletsizliklerden hiçbiri onda yoktu. Yalan söylemeyi bilmezdi, hiç kimseye kini yoktu, hiç kimsenin yalan söyleyebileceğini, kendini aldatabileceğini hatırından geçirmezdi, bütün hayatında, o kadın samur kedisine bile fiskecik vurmadı, göz göre göre bir karınca bile ezmezdi, geniş ve derin merhametinden insanları değil, en ehemmiyetsiz hayvanları ve küçük böcekleri bile mahrum etmedi.” Yazar, Bizİnsanlar’daki4 Vedia Hanım’ın annesini de aynı özelliklerde tanıtır. Canan’daki5 Canan’ın öz annesi de Mebrure’nin annesi gibi Çerkez olup, namusuna düşkün bir kadındır. Kocasının sattığı kızını bulmak için yirmi yıldır dolaşmaktadır. Kızını bulur ama onun ahlâksız bir kadın olduğunu görünce kendi eliyle öldürür.

    Romanların kurgularında ne Mebrure’nin ne de Vedia Hanım’ın annesinin önemli bir işlevi olmasa da kızlarına verdiği iyi terbiye nedeniyle kendilerinden söz edilir. Canan’ın annesi, soy itibariyle kızı ile aynı özellikleri taşır. Meselâ Canan da annesini öldürmeyi aklından geçirir. Canan’ın yetiştiği çevre daha baskın olmuş; Canan, annesinin çok değer verdiği namus meselesine yabancı kalmıştır. Canan’ın annesi, kızını daha yakından tanıdığı için onu öldürerek kızının ahlâksızlıklarına son vermiştir.

    2 Safa, Peyami (1987), BirTereddüdünRomanı, İstanbul, Ötüken Yayınları, s. 783 Safa, Peyami (2000) SözdeKızlar, İstanbul, Ötüken Yayınları, 208s.

    4 Safa, Peyami (1959), Bizİnsanlar, İstanbul, İnkılâp Kitabevi, 270 s.

    5 Safa, Peyami (2000), Canan, İstanbul, Ötüken Yayınları, 229 s.

  • M ü z e y y e n B U T T A N R I

    3062

    2012Romanın ana kahramanının neden olduğu olaylar, bu olayla son bulduğu için Canan’ın annesi roman kurgusunda önemli bir işlev yüklenmiştir.Şimşek’te6 Müfid’in annesi, Mahşer’de7 Nihat’ın ve Muzzez Hanım’ın annesi,

    Canan’daki Canan’ın anneliği Renknaz Hanım, Fatih-Harbiye’deki8 Neriman’ın, Şinasi’nin anneleri, MatmazelNoraliya’nınKoltuğu’ndaki9 Tosun Bey’in annesi hakkında romanlarda çok geniş bilgi olmamasına rağmen muhafazakâr, çocuklarına iyi bir aile eğitimi vermiş kadınlardır. Bazıları çocuklarını babasız büyüt