aklaŞim kÜreselleŞme: tehdit mimimoza.marmara.edu.tr/~asoyak/ugureser-kuresellesme.pdf · cari...
TRANSCRIPT
EKONOMIK Y AKLAŞIM 5
KÜRESELLEŞME: TEHDiT Mi YOI<SA FlRSAT Ml? Uğur Eser
Xx. yüzyılın içinde yaşadığımız bu . son çeyreğinde dünya her alanda lib~qıll~~me _çğilj_I}1İerlnin:ğllçl~idlğ!~r~;-~,Yl~~., ~-~~_yj_~!_y~pılar1ilin~ cıaa1.6irmÇiilide so~g_ulan_dığı, yaşamaktadır. Bilim ve teknolojideki ..g~liş_m~~~e~--~ri~_m sis!~~~~ı-;;~~~i -v~~ iş ö_rg!l~len~eleri~i bü_yli~=~~gl§~iiH<Ie~~~~ati~~ş;·-blr · -~9P.llJ!11..dU__ıenini..olııştıınıtL.Lün:ı_k.ınJJ.ill..§A.l foril!lar..ı.. toplumsal _!}l§!il~!:._~ ülkelerin dış düny~jle ilişkilerinin organizasyonu köklü biçimde değişmiştir. Kökleri· mlkrodelilioiiiRfe-· --------· ~ .. ·•
bulunan hızlii-eknoiOjTl<gelışme rekaoetinoiçimini,_p_azarlann y~sını, fınans piyasa!~ nı. d~~i]lmiii§tir'. GurilimUzdet~k~~]C~~sl~ rek~bctyct;nek:l~Ibelirieyenen~o~ neJllii.P-'!:!:.'!.I!~~tf_e k<.:ı.l?E!_edilmektedir. Gelenek~ bloklar oı~~fail(ar"Ren, ~~-~ .Ii!:~S. insan haklan ve hukukun üstü!!l_i_i_ğ~ilJlöegerler ulusal sınırları aşarak .insanlığın yeni ort(lk değerleri halini almıştır. -------· ~- ----------·-- _,__~----------~
Diğer taraftan, etnik ayrımcılık, örgütlü suçlar, göç hareketleri, çevre kirkumesi gibi dünya barışını ve istikrarı tehdit eden gelişmeler de uluslararası toplumun ortak sorunları olarak kabul edilmektedir. -~ i-~~L~!i.l~çJeJ:Ldeğ.liLkll~~l!!~!;gıı _ _(şly~~~ değer yi!_rg!.lı!rını..Y.e.Ji.iJll.JQQlul!l_ düzenintdönüştüren bu yeni oluşum, etkileri açısından buyuK. Sanayi Devrimi ile eş tutulmakiaauveyenr~DirÇa~.§l~!llilÇL~~~~Tötesrtoplunl.~= düzenine~geçişdebiraşamaoıarak'nitelendiriiillektectir. - -=~~~-~~=-~~-~--~-----. .......-..._,_,.,."""""-·--·---,.,.--~ .... --~"""'""""'._ ... ._,, ... ___ ... ___ _
.L~~-?].~{5.L~, .. .Q~ğ~g_\~~J~~-en_:ve,_~:!l':11:9~~~E_::~~?'a~ısı~ı o~~~~u .. ~!_?~E-B.~lene_k~~J ... dü!.~ya dengelerını de degıştırıp yerınden ~~~ta.~'!~.Y~m:Jm ... .:my~ı:.a.r.şı:lss~Q!lanmaya yol açan, bu
-·f§nli'yle-rrVeiirf5tinya·urrZei1i''adını hakeden bu batı merkezli değişi~·:···Cf~iiya.ekoiiom1si-···· ni~-~tek::Iiit:J:mm!i ~91_maya doğru.y öneimesr~.Q!~rimldi-:J<"lir~I~Şı'ı~~;;Jgl9 balization) o larak
adlandırılmaktadır. Tekiüi...diliii~~~ste~inı;_gidildi~ini ai1iatan ve~sas oıa~aÇilırsacH lJ1r ··---·..._-..... ..., . ' ~ _...,.._ ___ ..... -..-"'""""'"""""'~""-
süreç olanküresell~J!!ie, günümüzde üretim, ticaret, sermayeliareKeıled·veTeKılölô]'lnin -iı-··ıP"S1?rüstÜ-bi~ö~~iiik k~~arak··tıseroesUeşmese'-redünya-eKonön11siyle.8er'besTITCaretve uygu~iŞt;öiü-;ü·k~şuiT~;ınCla"i)ü"tlinieşme'olaral(yaŞaiimakiaJif."~.,~--·,"-.. -----·--··-~···".
-----Ne gibi dinamiklerden oluştuğu ve gelişme eğilimi fazlaca tartışılmadan, ınediatik slo
ganların da etkisi altında, genel kabul gören küreselleşme olgusuna ilgi büyüktür. Yüzyıl-
*Doç. Dr., Abant lzzet Baysal Üniversitesi, IIBF Bu çalışma, 25~26 Mayıs 1995 tarihlerinde Bolu'da düzenlenen ve Istanbul Üniversitesi CIGADM) ile Abant !zzet Baysal Üniversitesi (AiBÜ) nin işbirliği sonucu gerçekleşen "YIL BYKP Stratejisi ve Hedefleri "konulu serninere sunulan tebliğin geni~letilmiş ve gözden geçirilmiş hulidir.
Ekononıik Yoklcışım, Cilt 6, sayı 17, Ym: 1995
6 UGUR ESER
lardır süregelmekte olan ulus-devlet sistemi açısından yepyeni bir sorunsal olan küreselleşme, yeni dünya düzeni içinde kendisine yer bulmaya çabalayan çevre ülkeler için büyük bir "fırsat" olarak sunulmaktadır.
Bu yaklaşımın arka planında, yeni yeni oluşan bu dünya düzenine entegre olmanın ~-~~ ~-~~~ ~ ~---r . ~-----·-~-----·--------------"------~'----:-~--·----
çevre ülkere ilen-reKilolojilerin aktarılmJ!~I11 hızlandıracağı, sermayenin bu oölgelei:e ko-layc~raK.acağlVeBatifı iJerT sa!!_~[_!~plumı;ryı~-~kori.oniik~s!Yasarvel<üHurel bit yakın'iaŞmanın. (convergence) yaşanacağı görüşüyardır.-J<.ureselleŞme.slirecine uyunrgosteren mıceıennbuyolla gecikmiş kaikıı1ma1ar1rii"ierçek.ıeŞtir"ec~ki~u~I~i!~J __ §_~_!gele9iicteoüernl1 s~EJisaai-ve1Zultih~LlJY!Vz]ınkanl~rıı1a-sa~ôia(;kı~Eı ~~_g_Q.r~li_güÇ:iii§~rini-kuılanarak dünya.eko~on1isi~in işleyişinden "ulusal" çıkar sağlayabilecekleri söylenmekteC.lir.
• ·-·--···-"""'~~.,., . .:.c.,._;;.-;..."'="-.,.~-"-'-.=..=,.-.='='"~""-"'""--··- ----~-~-___..._ __ -...
Diğer taraftan, küreselleşmenin liberalleşme ile birlikte ele alındığı, IMF ve Dünya 1?--~-----------~----·--------------------------·--------~------.. ----·- . . -'··--·---~~·
B_~sı gibi uluslararası finans kur~!~J!~~g~li_şg,1~lsJ~ ola!l_gııreıeresagl'adikları fi-,n.,g_~j.!~.kanların1bu -·sureceuyuın gösterme şart~ bağladıklag:bllYOı1cletenmrve
----··-..------·-----~- ----------~--- . ·-· . ·-·-·c·=,
tavsiyelerde bulundukları bilinmektedir (ABD Baker Planı, Brady Planı)._ 198tr=~HJaorie-. ,..__ __ , ______ _...._ ... __.___ ~--... ----·--·-------··--...-..~-'· .......... ---minae çoFborçlu ülkelerin ticari banka borçlarının ertelenmesini, borç indirirni/borç yük-lerinin azaltılmasını ve yeniden yapılanma için mali kaynak sağlanmasını dışa açılma, ti~ cari ve mali serbestleşme şartına bağlayan uluslararası finans kuruluşlarının bu tutumu, küreselleşme sürecini yayan ve hızlandıran bir faktör olmuştur.
2000'li yılların eşiğinde, gelecekteki beş yılda bu değişiın/dönüşüm sürecine ayak uydurabilmek için çabalayan Türkiye, buna zorlandığı bir döneınde, uygulanmasına 1996 yılında başlanacak olan VII. Beş Yıllık Kalkınma Planı ile birlikte bir dizi Yapısal Değişim Projesi (YDP) yürürlüğe koymaya hazırlanmaktadır. VII. BYKP stratejisinde, yaşanan hızlı küreselleşme sürecinde, Türkiye'nin, "küreselleşmenin avantajlarından en üst düzeyde yararlanma fırsatını yakalamış" olduğu ifade edilmektedir (DPT, 1995a, 25). BYKP metninde ise, "küreselleşmenin yarattığı bütün imkanlardan yaygın bir şekilde yararlanılmasına ihtiyaç bulunduğu" görüşün yer verilmektedir (DPT, 1995b;4) .
... !ür~e iç in -~~~~L?~r. so:.:~.!!Ş-~1 o lal} Jsjireselleşı~2.~.:.e~i n~~·-~,!L.§.fi!:~Ç,LU .. i:J. '(~.~!Jçıjl~-:!!!ldan/fırsatlar!!!Stlııs~ar.aı:l.aııınu<m~~t.!E~~-·bir kararlılık göstermeaen önce, ş~sorul~:!n yanı tla,rmıRxerilmesi. gerekrnektedir.;_Uretim~[li'§fôjilenncrevesei'ifia)iefiareketl er~_cl_e_ki kfue~elle§ıne, TüL~.İY~ gH:ü.lı~.Pü~-~anayileşmede bcli:l"lJir~eŞiği-aşamarnı§.:[an~.!~şrnesi ~j~l)j.§.ı_ kmJJm_~Ç!LfQrnü~ı;ını_yenjl~~Ei~@j_-ve~sanayileşinifülkeİerİearasında ciddi bir verimlilik yak~f!l~§_!!l_'!ŞLQJm_gy_an_ ij1l<el~~~ pu stireCin'avantajlarinoan yararlanilla firsati. ve'recek~!n!~);?-Hızlı kürese.lL~_ş,ı~ıe ile bi~Ükte'"karşıİıkiı ve tek yÖ!iiü ba~ımiılığın afiiiğı
• -·Yeiii !2-~P..Yl!_.~~O:!~de,...Q~i_ı~~~!!ia"ve-aeaeıiin ınekanizmaıa~!~i-g~ıişti fiiie~~~:'ğe-uşınek:te olan ülkelerin "ulusal" çıkarlarmiK.orumasi velophiin kilkınınasını gerçekleşti[:. meslofanaRllıllldir?. TÜrkiye:" gerek k Üresel:""<'-~' gerek .. öölgesel ge Üşme egiiliı!iei-lne-dontik
.... ,....,... ..... ,.._ . ., .......... =""'"' .... ~~~:---,.~-,.~.~"' "--""- -,~,--~-----· - ·------- ___ , _____ ' -- . = _ ... ".7>=-----~--_,.._,.. ....... --...~ ......... ,..-.-
t~h<!!~f~s>-~.t_i~ğ~rJ~nQÜ:rn~siQLY~P~fa~_,.!l..G. .. türden .strat~jilir}zi_~~ileceğini o~-t~ya koymuş ·P-~~~E-~ .. !3~_ç_alı_§_~l)ad_~-Y~'-!t~gğ~lsL~Qml~tas~aoıt v .. eüluıe ye. çalı ş ı i,RÇ_~~~~f:·~-~-~~~--~
r
v.
EKONOMIK Y AKLAŞIM 7
TEKNOLOJiK KÜRESELLEŞME
Küreselleşmenin öz olarak anlamı pazar ekonomisinin dünya çapında egemenliği temelinde üretim, ticaret ve sermaye hareketleri önündeki engellerin ortadan kalkrnasıdır. Yeni yeni oluşmakta olan bu süreç, üretim sistemlerinin ve iş organizasyonlarının dayandığı teknoloji tabanında köklü bir değişim şeklinde kendisini göstermekte ve üretimde küreselleşme olarak adlandırılmaktadır. Üretil{lin küreselleşmesi ile uluslarüstü (transnational) şirketlerin ve doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının önemi artmış, mal ve hizmet ticaretinin önündeki kısıtlamalar kaldırılarak, dünya ticaretinde ciddi bir liberalizasyon ve genişleme sağlanmıştır.
( Üretim ve iş süreçlerinde ortaya çıkan bu değişim, 1970'lerin başında yaşanan ve son
raki yıllarda dünya çapında yayılan iktisadi krizle birlikte, Batı' da geleneksel Fordist kitlesel üretim sisteminin sınırlarına ulaşması ile izah edilmektedir (Dosi vd., 1988). Talep yönlü politikalarla desteklenen ve büyük ve istikrarlı pazarlarda standart malların kitlesel ve seri üretimini gerçekleştiren Fordist üretim sistemi daha 1970'lerin başında işlerliğini yitirmişti. Talebin doyması, tüketici tercihlerinde ve ürün niteliğindeki değişmeler, pazarların daralması, Fordist sistemin üretim ve iş organizasyonundaki bozulmalar (hatalı üretim, aşırı stokla çalışma makinaların boşta kalma süresindeki artış, sık yapılan grevler, işe yabancılaşma vb.) verimlilik artışlarını yavaşlatmış, kar oranlarını düşürerek sermayenin yeterince değerleomesini engeller olmuştu. Verimlilik artışları yavaşlarken, dış pazarlarda özellikle Uzak Doğu Asya Ülkelerinin sanayileşmede gösterdiği başarının sonucu olarak, rekabetin şiddetlenmesi daha 1970'lerde Batılı sanayileşmiş ülkeleri üretimin teknik ve sosyal organizasyonunda değişikiliğe yöneltmiştir. Başlangıçtan beri gelişmesi hızlı sermaye birikimine, yeni yatırımlara ve teknolojik gelişmeye dayalı olan sanayi kapitalizminin, uzun dönemli ve istikrarlı büyümesi ıçın, üretimin teknik-sosyal organizasyonnunu köklü biçimde değiştiren bir yeniden yapılanma kaçınılmaz olmuştu. Post-Fordizm olarak adlandırılan ve üretimin küreselleşmesi sürecinde bir dönüm noktası olan yeni üretim sistemi, işte bir yandan bu daralan pazarlara ve şiddetleneo rekabete uyum sağlama, diğer yandan emek verimliliğindeki yavaşlama ve sermayenin değerlenınesi sürecini kesintiye uğratan kısıtları aşabilme çabasının sonucudur. Artık küçük ve istikrarsız pazarlarda değişken nitelikli talebe cevap veren, üretimin ileri teknolojiye ve nitelikli işgücüne dayalı olarak yapıldığı ve ürün niteliklerinin (kalite, tasarım) ön plana çıktığı yeni bir üretim sistemi sözkonusudur (Duruiz ve Yentürk, 1992). Bugün bu süreç üretim normlarında, tüketici tercihlerinde kurumsal formlarda (devlet, para-kredi, dış ticaret) yaşanmakta olan köklü değişimle karakterize edilmektedir.
Üretimin küreselleşmesi sürecinin en belirgin özelliğinin, mikroelektronikteki gelişmelere (entegre devreler, yarı iletkenler Vb.) bağlı olarak, programlanabilir otomasyon teknolojileriyle donanmış yeni sınai üretim örgütlenmelerinin ortaya çıkması olduğu söylenebilir. Bilgisayar destekli ve nümerik kontrollü makinalar (CNC), bilgisayar destekli tasarım ve üretim (CAD/CAM) sistemleri, işletmelere hatasız üretim ve zengin bir tasarım olanağı sığlaınakta, karar verme süreçlerinde büyük esneklik kazmıdmnaktadır. Batıda ürcüıııiıı
8 UGUR ESER
hızı ve ürün kalitesinin arttığı, en son teknolojileri kullanarak değişik marka ve modelde ürünü üretip sürekli değişen talebe anında cevap verebilen bir sanayi yapısı ortaya çıkmaktadır. Esnek Üretim Sistemi (FMS), Yalın Üretim Sistemi (LPS) ya da Post-Fordizm ve Toyotizm gibi çeşitli isimler verilen yeni üretim sistemlerinin sağladığı esneklik ve verim artışları yeniden yapılanmanın en belirgin özelliğidir. Bütün bir üretim sisteminin oturduğu teknoloji tabanını değiştiren, son derece kapsayıcı ve yayılgan (pervasıve generic) özellikler gösteren yeni teknolojiler (enformasyon teknolojileri, ileri malzeme teknolojileri, biyoteknoloji, gen mühendisliği) mevcut üretim süreçlerini değişikliğe uğrattıklaı·ı gibi, yepyeni ekonomik faaliyet alanlan yaratma özelliğine de sahiptir (Link ve Tassey, 1987; Göker, 1993). Küreselleşme tam da bu alanda yaşanmaktadır ve gelişmekte olan ülkelerin bu sürecin dışında kalma şanslan hemen hiç yoktur. İleri teknolojiyi bir ucundan da olsa yakalayaınamış ülkelerin, dünya üretimi ve işbölümünde bugünden çok daha geri ve çevresel bir konuma gelecekleri söylenebilir. Sürdürülebiler bir büyüme ve hızı! sanayileşmenin teknoloji üretir hale gelebilmekle mümkün olduğu günümüzde, bu sürece uyum sağlama zorunluluğu, ülkeleri sanayi politikalarını yeniden tanımlamaya ve bilim-teknolojisanayi yeteneğini hızla geliştirmeye dönük uzun dönemli stratejiler belirlemeye yöneltmektedir.
Araştırmaların sonuçları, teknolojik küreselleşmenin sanayileşme stratejilerini önemli ölçüde etkilediğini, üretimin teknoloji tabanını değişikliğe uğratan sınai yeniden yapılanmanın, dünyadaki bu hızlı küreselleşme ile bağlantılı olduğunu ortaya koyuyor. Yeni büyüme modellerinde artık teknoloji içselleştiriliyor. İleri teknolojilerin etkin kullanırnın yüksek nitelikli insan gücü ile mümkün olduğu gerçeğinden yola çıkarak, eğitimin (insana yatırımın) önemi ve beşeri sermayenin rolü vurgulanıyor (Romer, 1994; Lucas, 1 988). Teknolojiyi üretebilir hale gelen, taransfer ettiği teknolojiyi geliştirip bir üst düzeyde yeniden üretebilme becerisini gösteren, beşeri sermaye birikimi yoluyla bilim - teknoloji yeteneğini geliştiren ülkelerin, gelişmiş ülkelerle aralarındaki verimlilik farkını kapatarak bir yakınlaşma sağlayacakları, fazla iyimser görülse de, söylenebilmektedir (Barro ve Lee, 1994). Bu arada büyümeyle ilgili literatürün yaşadığı evrime de (teorik- ideolojik kaymaya) bağlı olarak, geçmişte kısıtlayıcı para ve maliye politikalarını dayatan uluslararası kuruluşların (Dünya Bankası) raporları dahi beşeri sermaye birikimi ile uzun dönemli büyüme arasında bağlantı kuruyorlar (World Bank, 1993, 1994).
Genel olarak ticari açıdan daha az korunan bir dünyaya gittiğimiz ve üretim alanında hızlı bir küreselleşmenin yaşandığı doğrudur. Evet, üretim hızla uluslararasılaşıyor, ticaret ve finans piyasaları serbestleşip küreselleşiyor; ancak gelişmişlik aynı hızla küreselleşmiyor. Aksine, bilimsel araştırmalann sonuçları, yeni sanayileşen az sayıdaki ülkeler dışında, kişi başına gelirde ülkeler arasında yakınıaşmaya doğru bir yöneliş olmadığını ortaya koyuyor (Romer, 1 994). Bugün gelişmekte olan bir çok ülkede ekonomik büyüme ve toplumsal kalkınınayı yavaşlatan faktör olan sermaye birikimi yetersizliği, açlık, kötü beslenme, eğitim düzeyinin düşüklüğü sorun olmaya devam ediyor. Bu ülkelerde uygulan~n IMF ve Dünya Bankası kaynaklı istikrar ve yapısal uyum programları, hızlı büyüme ve sanayileşmenin dinamiğini sağlayan tasarrufların ve yatırımların artmasım engelliyor.
EKONOMIK Y AKLAŞIM 9
Teknoloji üretme yarışına katılmak bu ülkeler için giderek güçleşiyor. Teknolojik küresellleşme sürecine bir yerden katılmış ve tekonoloji üretmenin eşiğine gelmiş olan ülkeler ise, bu süreçde daha dikkatli ve ihtiyatlı davranınayı öğrenmiş görünüyorlar.
Teknolojik küreselleşmenin ülkelerin sanayileşme/kalkınma sorunlarını tümden çözeceği şekilde bir "teknolojik iyimserlik" duygusuna kapılmamak gerekmektedir. Bunun önemli bir nedeni, dünya üretimi ve işbölümünün, sayıları fazla olmayan, ancak dünyanın her yöresine yayılan büyük ve küreselleşmiş şirketlerin (global corparatıon) denetimi altında olmasıdır. Merkezin metropol ülkelerinde iktisat politikalarını, uluslararası ticaret ve yatırım kararlarını büyük ölçüde uluslarüstü şirket stratejileri belirliyor ve bu şirketler bir çok ürünle ilgili üretim bilgisini (teknolojiyi) tekellerinde tutuyorlar. Kendi ülkelerinde ücret artışları,sosyal programlar, vergi düzenlemeleri, çevre koruma, iş güvenliği, işçi sağlığı vb. maliyet artırıcı etkilerden korunmak için üretim faaliyetlerini çevre ülkelere kaydıran (delocalızatıon) bu şirketler, bu yolla üretim maliyetlerini düşünne ve korunan pazarlara nüfuz etme olanağını elde ediyorlar. Yaptıkları doğrudan yatırımlar ve kurdukları fason imalat bağlantıları ile üretim (işçilik) maliyetlerini düşürmek, ucuz üretim kaynaklarından yararlanmak ve pazarlara nüfuz etmek imkanını bulan bu şirketler, ticaret ve kambiyo rejimlerini serbestleştirerek, kontrolsüz bir biçimde dışa açılan ülkelerde karlılığı yüksek kısa vadeli portföy yatırımlan yoluyla da büyük kazançlar elde etmektedir. Yeni uluslararası şirket stratejilerine dayalı üretimin küreselleşmesi, yeni imalat teknolojilerinin geliştirildiği ve en çok da bilgi işlem ve iletişim teknolojilerinin geliştiği bir dönemde gerçekleşmektedir.
Teknolojik küreselleşme, işgücü piyasalarını ve istihdamı da değişikliğe uğratmış bulunmaktadır. Üretimin küreselleşmesi ve işyerlerinin esnek otomasyon teknolojileriyle donanmış olması, verimlilik artışı ve rekabet gücü kazanmada yeterli olmamaktadır. Bu nedenle ücretlilik (emek-sermaye) ilişkilerinin, iş süreçleri ve organizasyonunun da küreselleşme sürecinin gereklerine uygun biçimde yeniden düzenlenmesi gerekmiştir.
Üretimin Fordist organizasyonunda özel amaçlı olarak tasarlanmış makinalan kullanarak iş bilgisi ve beceri gerektirmeyen rutin bir işi yapan işgücünün yerini, ürün bilgisine sahip, tasarım, kalite artışı, ürün yenileme, bakım ve onarım süreçlerinde aktif rol alan, çok yönlü beceriye sahip (multi-skilled) esnek bir işgücü almaktadır. Diğer taraftan, hızlı teknolojik gelişmenin önemli bir özelliği, üretim sürecinde işgücü kullanımını özellikle niteliksiz işgücü kulanımını azaltıyor (emekten tasarruf sağlıyor) olmasıdır. Otomasyonun (robotlar) yaygın şekilde kullanılması, gelişmiş ülkelerde işgücü maliyetini önemli ölçüde düşürmektedir. Rutin işlerin önemli bir bölümü, makinalar tarafından devralındığından, önce niteliksiz ya da daha az nitelikli işçiler olmak üzere işgücünün bir bölümü, işlerini kaybetmektedir. Esnek otomasyon teknolojilerinin sermaye-yoğun niteliği, dolayısıyla ernekten tasarruf sağlayıcı özelliktc oluşu, ayrıca niteliksiz ve ucuz işgücünün bu yeni üretim sisteminde artık bir üstünlük olmaktan çıkması istihdam düzeyinde ciddi bir azalmaya yol açmaktadır. Bugün OECD ülkelerinde, son yıllarda hızla artan işsizlikten en fazla etkilenen kesimin bi lgi ve beceri düzeyi düşük işçileri ile herhangi bir beceri/yaratıcılık gerek-
ll ll g
lO UGUR ESEJ{
tirnıeyen işlerde çalışanlar olduğu gözlenmektedir. Bununla beraber, istihdamdaki azalışın niteliksiz/daha az nitelikli işçilerden kayanaklanınadığı, sektörel/ teknolojik gelişmelerle de bağlantılı olarak, işsizliğin büro çalışanları, eğitimli ve yönetici düzeyindekiler arasında da yaygın olduğu söylenebilmektedir.
Gelişmiş ülkelerde, kısmen konjoktürel özellikler taşısa da, büyük ölçüde emekten tasarruf sağlayan ileri teknoloji kullanımının yol açtığı (teknolojik) işsizliğin yanısıra, küreselleşmiş şirketlerin üretimin bazı aşamalarını maliyetleri düşürmek için ucuz emek bölgelerine kaydınnaları da işsizliğe yol açmaktadır. Teknolojik küreselleşmenin gelişmekte olan ülke işgücü piyasalarına yansıması ise çok daha farklı sonuçlara neden olmaktadır. Bu ülkelerde, sermaye birikimi ve yatırım düzeyinin düşük olması nedeniyle yapısal özellikler taşıyan işsizlik, kısmen de ileri teknoloji kullanımının sonucu olarak yaşanmaktadır. Yeni üretim teknikleri gelişmiş ülkelerde bir yandan işsizliğe yo1 açarken özellikle hizmetler sektöründe bunu kısmen telafi e~ecek, yeni istihdam alanları da yaratmakatadır. Oysa, yeni üretim sistemleri, gelişmekte olan ülkelerde kitlesel işsizliğe yol açmaktadır. İstihdamın azalışında otomasyonun parça parça ve düzensiz bir şekilde yapılanması, teknoloji transferinin denetimsiz ve dağınık olması, ithal teknolojilerin yeni istihdam alanları yaratma yönünde uyarlanıp gerçekleştirilmemesinin de payı vardır.
Emek verimini ve üretimin esnekliğini artıran teknolojik küreselleşme, küçük işletmeciliğin yaygın olduğu, işgücü piyasası parçalı (segmented) ve yeterince esnek olmayan, çalışanları her türlü sosyal güvenlik ve sendikal haklardan yoksun bulunan az gelişmiş ülkelerde emek üzerinde ağır bir baskı oluşturmaktadır. Bu süreç çalışanların henüz yeni yeni kazanmaya başladıkları ekonomik ve sosal haklarda bir geriye dönüşü başlatabilecek niteliktedir. Üretim maliyetlerinin düşürülmesi için sendikal faaliyetlere getirilen kısıtlamalar (sendikasızlaştırma), geçici ve part-tıme emek kullanımı, eve iş verme , işlerin daha düşük ücretle (sendikasız) işçi, çalıştıran taşeron firmalara verilmesi, işyeri sendikacılığı gibi uygulamaların teknolojik küreselleşme sürecinde sermayeye esneklik kazandırdığı bilinmektedir (TIE, 1991 ). Bütün bunlar küreselleşmenin iş süreçleri üzerindeki yansımalarının çok yönlü olduğunu gösteriyor. Yeni tekolojilerin sunduğu fırsatlan/avantajlan değerlendirip kazanca çevirme yönünde bir kararlılık göstermeden önce, bu sürecin kavramsal çerçevesini iyi belirlemek ve gelişmeleri çok yönlü olarak değerlendirmek gerekmektedir.
Bir yandan küreselleşmenin ve çok taraflı serbest ticaret düzeninin (GATT ve Uruguay Round) fırsatlanndan sözedilirken, diğer yandan belki de bu süreci tersine çevirecek olan bölgesel bütünleşme/blokiaşma eğilimlerinin ortaya çıkmış olmasının yol açtığı belirsizlik ortamı da bu değişim sürecinden ihtiyatlı olunması gerektiğini göstermektedir. Bölgeselleşme/bloklaşma (AT, NAFTA vb.) eğilimlerinin giderek güçlendiği bir dünyada, ülkelerin bölge içi ticareti artırmalan nedeniyle, çok uluslu GATT düzeninden uzaklaşılacağı ve yakın gelecekte ülkelerin oraya çıkan bolklardan birine dahil olma yönünde güçlü bir istek duyacakları söylenebilmektedir Diğer taraftan, GATT müzekereleri ve Uruguay Round' da varılan sonuçlarla, dünya ticaretinin ciddi biçimde serbestleştirilmesi yönünde çok taraflı ilke ve kurallar geliştirilirken, sanayileşmiş ülkelerin özellikle rekabet gücünü kay-
EKONOMIK Y AKLAŞIM ll
bettikleri emek-yoğun JI1ıalat sektörlerinde (tekstil, konfeksiyon, tarımsal ürünler) çeşitli tarife dışı önlemlerle (sübvansiyonlar, antidumping, eş etkili vergiler, gönüllü ihracat kısıtlamaları vb.) yeni bir korumacılığa yönelmeleri tam bir çelişki oluşturmaktadır. Gerek bölgeselleşınenin, gerekse yeni korurnacılık eğilimlerinin güçlenip genelleşmesi durumunda, GATT'ın başka bir ifadeyle mal ve hizmet ticaretindeki, finans piyasalarındaki ve üretim alanındaki küreselleşmenin nasıl etkileneceği konusundaapriori olarak bir şey söylemek olanaklı görünmemektedir. Ancak bütün bu gelişmeler, küreselleşen ve de bölgeselleşen bir dünyada, bu sürecin avantajlarından/fırsatlarından yararlanmayı düşünen ülkelerin, başka ülkelerin deneyimlerinden de dersler çıkararak, yeni savunma mekanizmaları geliştirmeleri gerektiğini göstermiştir (Sinha, 1995).
Türkiye'nin küreselleşen dünyadaki yeri nedir? Üretimin küreseUeştiği dünyada, bilimteknoloji ve sanayideki yetenekleriyle rekabet üstünlüğü sağlayan ve üstünlüğe ulaştıkları için serbest ticaret düzenini bütün dünyada egemen kılmaya çalışan sanayileşmiş ülkeler ile Yeni Dünya Düzeni'nin kurumları (GATT, Dünya Ticaret Örgütü (WTO)) karşısında, Türkiye, dünya üretimi ve ticaretinden ciddi bir pay alabilecek midir?
Bu hızlı teknolojik küreselleşme sürecinin dışında kalma şansı olmayan Türkiye'nin, serbestleşme sürecini ulusal kurumlarının kontrolü altına alan düzenlemelerle, kendi kalkınma amacına uygun, uzun dönemli stratejik planlama anlayışına dayalı, yeni bir sanayileşme ve teknoloji yönetimi politikasını ortaya koyması gerekmektedir. Türkiye, 1980'li yıllarda telekomünikasyon alt yapısında çağın ileri teknolojisini kullanır hale gelmiş ve donanım teknolojisinin yurt içinde üretimini gerçekleştirerek ileri teknolojiyi bur ucundan da olsa yakalamıştır. Ancak, Türkiye, henüz kendi ulusal bilim ve teknoloji (B-T) sistemine sahip değildir. Sanayisi bir çok alt sektörü ile teknoloji kullanımının dışındadır. VII. BYKP 'nda. AR-GE faliyetlerine GSYİH'dan aynlan payın yüzde 1.5 düzeyine çıkarılması planlanmıştır, ancak önceki planlarda hedef alınan ve kiritik eşik sayılan yüzde 1 'e bile henüz ulaşılmış değildir. Bunda son 15 yıldır sanayi ve teknoloji politikalarıyla ilgili hiç bir ilke ve politikanın geliştirilmemesinin büyük payı vardır. 1980'li yı11arda uygulanan, 1990'lı yıllarda da sürdürülen sanayileşmeye öncelik vermeyen politikalar, ulusal teknoloji sisteminin/kapasitesinin yenilenmesine olanak verecek bir değişimi engellemiştir. Oysa, Türk sanayiinin bugün geldiği noktada artık niteliksiz ucuz emek, geri teknoloji ve statik kaynak tahsisi düzenlemeleriyle ya da kurulu kapasitelerk yetinerek dış pazarlarda rekabet etmesi artık çok güçtür (Eser, 1995b).
Asıl olan teknoloji üretir hale gelebilmektir. Bu ise bilim ve teknoloji yeteneğinin ve belli bir sanayi kültürünün geliştiriJip yerleştirilmesinden geçmektedir. İleri teknolojinin aktarılması, öğrenilip özümsenmesi ve ekonominin diğer bütün faaliyet alanlarına yayılması uzun bir zaman almaktadır. Kısa dönemde ileri teknolojiyi transfer etmek durumunda olan Türkiye' nin, transfer ettiği teknolojiyi hızla geliştirme ve bir üst düzeyde yeniden üretebilme başarısını gösterebilmesi için, teknolojik değişim süreçlerini planlaması ve uygun teknolojinin seçimi, ithal teknolojilerin yerel koşullara uyumu, teknolojik bağımlılığın önleımıesi konularında ilkeleri ortaya koyan bir teknoloji yönetimi polltikasııw sahip olması
12 UGUR ESER
gerekir. Beşeri sermaye birikiminin uzun dönemli büyüme ve toplum kalkınmasının temel ögesi olduğu gerçeğinden hareketle, "insana yatırım" olanakları güçlendirilmeli AR-GE kurumları ve B-T alt yapısı süratle oluşturulmalıdır. Bu değişim sürecinde kaynak dağılımı süreçlerine gerekli müdahalelerin yapılması bakımından olsun, başta eğitim-öğretim olmak üzere, konulan stratejik hedeflere ulaşılmasını ve denetleyip yönlendirmesini sağlamak yönünden olsun devlete önemli roller düşecektir. Üretimin küreselleştiği, bölgesel bütünleşme ve çok taraflı ticaret anlaşmalannın gelişmekte olan ülkelere bir çok kuralı dayattığı bir dünyada, Türkiye, ulusal kurumlarının gözetiminde, kendi kalkınma stratejisini planlayıp uygulamaya koyacak ve gecikmiş kalkınmasını gerçekleştirecek mekanizmaları geliştirebilmelidir.
FiNANSAL KÜRESELLEŞME
1970'li yıllarda önce ABD, İngiltere ve Japonya' da finans piyasalarını sınırlandırıcı düzenlemelerden arındırmak olarak ortaya çıkan, daha sonra başta Latin Amerika Ülkeleri ol- . mak üzere bir çok gelişmekte olan ülkede uygulanan istikrar ve Yapısal Uyum Politikalarına bağlanan finansal serbestleşme (financial liberalization) politikaları, 1980'1i ve 1990'lı yıllarda küreselleşme sürecinin hızlanmasında etkili olmuştur. 1980-1990 dönemi, faiz oranlarının idari kararlar dışında serbest piyasa koşullarına göre oluştuğu, finans piyasalarındaki çeşitli kontrol ve sınırlandırmaların kaldırılarak sermaye giriş ve çıkışlarının koJaylaştığı bir dönemdir. Para ve kambiyo rejimlerinin serbestleştirilmesi, finansal araçların çeşitlenınesi (futures, options, swap vb.) ve kurumsal yatırırncıların ortaya çıkması bu dönemde rastlar (Seipp, 1990). Bu yıllarda finansal hizmetler en hızlı gelişen sektörlerden biri olmuştur. Bilgisayar ve iletişim teknolojisindeki gelişmelerin bu alana uygulanması (EFT, ATM) bu süreci hızlandırmıştır.
1970'li yıllarda uluslararası sermaye piyasalarında en büyük payı oluşturan ticari banka kredileri ile ilgili işlemlerin payı, azgelişmiş ülkelerin borç krizleri ve ticari kredilerdeki kar marajlannın düşmesinin de etkisiyle, giderek azalmıştır. 1980'lerde doğrudan yatırımlar artmaya devam ederken, tahvil ve hisse senedine yönelen portföy yatırımlarınm hızla ön plana çıktığı görülmektedir. 1980'Ii yıllarda 3-4 milyar dolar düzeyinde olan portföy yatırımlarının tutarı 1994 yılında 100 milyar doları aşmıştır. Sermaye akımının güçlü olduğu 1 970'li yıllarda, toplam sennayenin yüzde 15'i doğrudan yatırımlardan, geri kalan kısımı ticari banka kredilerinden oluşmaktaydı. 1990'1ı yıllara girerken uluslararası sermaye akımlarının yüzde 80'i portföy yatırımları ve doğrudan yatırımlardan oluşmaktadır. 1 983-90 yıllarında doğrudan yabancı sermaye yatırımlarındaki artış oranı yüzde 30'dur ve bu oran aynı dönemde dünya ihracat artışının 3, üretim artışının 4 katı büyüklüktedir (DPT, 1995c). Dünya finans piyasalarında sepekülatif para hareketlerinin günde 1 trilyon doların üzerinde olduğu tahmin edilmektedir.
Geneleksel (Fordist) üretim yöntemlerini kullanarak kitle tüketimine giren ma11arı üretmenin kartık karlı olmaktan çıkmasıa ve reel ekonomiden kaçan sermayenin, finans sektörüne yönelmesi, finansal küreselleşmeyi hızlandıran bir faktör olmuştur. Böylece ulusla-
EKONOMIK Y AKLAŞIM 13
rüstü şirketler tarafından yönlendirilen yatırım fonları, spekülatif para hareketleri şeklinde dünyanın diğer bölgelerindeki getirisi yüksek ve riskli daha düşük faaliyet alanlarına yönelmiştir. Bugün uluslarüstü serınaye metropol ülkelerinde nispi karlılığı daha yüksek hizmet sektörlerinde ve teknoloji-yoğun yeni imalat sanayi dallarında yoğunlaşırken, çevre ülkelerde kısa dönemli, riski daha az ve karlılığı oldukça yüksek finans, ulaştırma,
telekomünikasyon gibi hizmet sektörlerini tercih etmektedir. Yeni yatırımların ileri teknolojiye dayalı oluşu ve büyük finans sermayesini gerektiren bu projelerin uluslararası kuruluşlar (Dünya Bankası) tarafından desteklenmesinin de finans sektörünün büyümesinde rolü vardır.
Çevre ülkelerde, 1980'li yıllarda, mali ve reel sektörlerde gerçekleştirilen reformlarla, ticaret ve kambiyo rejimlerinin serbestleştirilmesi, bu süreci hızlandıran bir diğer faktördür. Esaserı bir çoğu iç ve dış borçların baskısı altında olan bu ülkelerde uluslararası piyasalarda oluşan büyük miktarlardaki bu fonlara güçlü bir talep de oluşmuştur. Bu yıllarda dışa açılan ancak finansman ihtiyacını, yüksek faiz ve yararlanılabilir kaynakların azalması (crowding-out) nedeniyle karşılayamayan şirketler, yeni yeni gelişen ve hızla küreselleşen finans piyasalanndan (eınerging market) fon temin etme olanağını bulınuşlardır. Bu ülkelerde{feel faizlerin çok yüksek ve döviz kurlarının düşük tutulması, önemli arbitraj marjların~ri. oluşmasına yol açmış, "sıcak para" olarak da adlandırılan kısa vadeli sermaye girişlerine ortam yaratmıştır. Finansal serbestleşıneye bağlı sermaye hareketleri, yerli şirketlerin kaynak sağlamasını kolaylaştırırken, hükümetler de büyüme hızlarını düşürmeden ve daha acı reçetelerle tüketimi kısmadan istikrar programlarını sürdürebilme fırsatını yakalamışlardır.
Finansal serbestleşme ve dış mali işlemlerin libaralizasyonunun bu yıllarda dünya ölçeğinde hızla yaygınlaşan özelleştirme faaliyetleriyle de yakın bir ilgisi vardır. Dış ödemelerde ve kamu kesiminde büyük açıklar veren makroekonomik istikrarı sağlayaınamış, büyüme hızları düşmüş olan azgelişmiş ülkeler, 1980'li yıllarda krizden kurtulınayı liberalleşme ve dışa açılma programlarının uygulanmasında aramışlardır. Bu yıllarda bir çok ülkede finans sektörünün büyümesi ve serbestleştirilmesi yönündeki reformlar, dış ticarettİn serbestleştirilmesi, kamu işletmelerinin özelleştirilmesi ve diğer parasal ve mali reformlarla birlikte yürütülmüştür. Bir yandan reel ve mali sektörlerde serbestleşıne yönünde reformlar yapılırken, diğer yandan kamu kesimini küçültüp, zaman içinde tasfiye ederek, özel girişiınciliği ön plana çıkaran özelleştirme programları uygulanmıştır. Mülkiyeti kamuda olan pek çok işletme doğrudan/blok satışiara şeklinde özel kesime devredilıniştir. Özelleştirmelerin bir kısmı, özellikle Latin Amerika örneğinde görüldüğü gibi, borç indirimi anlaşmalarına, yeni borç ödeme planiarına bağlanmış, ya da borçların kamu varlıkları ile takas edilmesi şeklinde gerçekleşmiştir. Bütçeye gelir sağlamak, portföy yatırımlarını özendirmek, yerel sermaye piyasalarını (hisse senetleri piyasasını) ve borsaları geliştir
mek, uluslararası mali kuruluşlara (özellikle alacaklı şirketlere) güven telkin etmek gibi değişik amaçlaı da özelleştirme hareketinde etken olmuştur. Bunun sonucu olarak, uluslararası finans kuruluşlannın da onayıy!?, bu ülkelere büyük mikt<1rlarda sı;-nnaye akımı
başlanııştu.
1 H n 1 • If
1 1 .. B u ..
14 UGUR ESER
Sermaye hareb::tkriniıı s'~ıbestlc:şınc~;imk, buglin azgelişrniş iilkekrdl' rcvaçta obn bir kuramın, finansal serbestleşme kuramının, finans alanında dışa açılmanın tasarrufları artırma, sermaye birikimi ve hızlı büyüme için uygun bir ortam sağlayacağına dair önermelerinin de büyük payı vardır. Bu kuram, finans sektöründeki büyüme ve serbestleşmenin yurt içi tasarrufları artırıml ve kaynak tahsisini iyileştirme yönünde olumlu etkilerinden söz etmektedir (Akyüz, 1993). Dünya çapında gelişen piyasalarla bütünleşen ve finans alanında dışa açılan ülkeler, sermaye verimliliğinin yükselmesi ve üretken yatmmların artmasıyla, kişi başına gelirde gelişmiş ülkelere yakınlaşma olanağını da sağlayacaklardır. Son on yılda, bir çok gelişmekte olan ülke, yurtiçi tasarrufları harekete geçirmek, ülkeye yabancı sermaye çekmek ve kaynak tahsisini iyileştirmek gibi amaçlarla iç mali piyasalar ve dış mali işlemlerde serbestleşme politikalarını büyük bir kararlılıkla uygulamışlardır. Yabancıların yurtiçi piyasalarda tahvil, hisse senedi, bono alıp satması, döviz hesabı açtırma repo vb. işlemlerle mali piyasalara girişleri ve bunlarla ilgili sermaye transferleri bugün bir çok ülkede serbesttir.
Bu politikaların uygulamadaki sonuçları, ülkeden ülkeye serbestleşmenin zamanlaması ve yoğunluğuna göre farklılık göstermektedir. Finansal küreselleşmenin yurtiçi tasarrufları artırma ve kaynak tahsislerini iyileştirme yoluyla hem makroekonomik istikrar hem de uzun dönemli büyüme üzerindeki olumlu etkileri konusunda kuramsal tartışmalar sürmektedir (Gregono ve Gudotti, 1995). Bununla birlikte, gerek Latin Amerika gerekse Uzak Doğu Asya ülkelerinin deneyimleri küreselleşen mali piyasalar konusunda bize ilginç ipuçları vermektedir.
Bugün elimizde bu kuramı destekleyecek güçlü ampirik bulgular bulunmamaktadır. Finans sektörünün büyümesi ve finans kurumları arasındaki rekabetin sermayenin maliyetini düşürme ve kaynak tahsislerinde etkinliği artırma yönünde olumlu etkilerinin olup olmadığı tartışmalıdır. Eldeki bulgular, dolayh/dolaysız gözlemler, ticaretin serbestleşmesi ve finans sektörün büyümesinin, hiç bir gözetim mekanizması geliştirilmeden piyasaların kendi işleyişine bırakıldığında kaynak tahsisini bozan, büyümeyi yavaşlatan ve gelir dağılımını daha eşitsiz kılan sonuçlara yol açabildiğini ortaya koymaktadır. Gelir ve istihdam düzeyinin düştüğü durumda gerçekleştirilen finansal serbestleşme tasarruf eğilimi düşük toplum kesimlerine gelir aktarılmasına yol açarak tasarruf oranlarını düşürebilmektedir (Akyüz, 1991).' Finansal serbestleşme sonrası faiz oranlarının yükselmesi, devletten rantiyespekülatör kesimlere (ticari/mali sermaye) gelir aktarılmasına yol açarken, tasarrufların kompozisyonunu da değişikliğe uğratmaktadır. Faiz oranlarının yükselmesiyle reel ve fiziksel aktiflerden çöziilen tasarrutlar, nispi getirisi daha yüksek yerli finansal aktitlere yönelmektedir (Önder vd., 1993).
; Finansal küreselleşme, gelişmiş ve azgelişmiş ülkelerde, uluslararası nitelikteki finansal işlemlerin tüm finansal işlemler içindeki payının artmasından izlenebilmektedir. Az gelişmiş ülkelerde ise, bu süreç daha çok sıcak paraya aşırı bağımlılık, spekülatif hücum ve mali krizler şeklinde yaşanmaktadır. Bu sürecin finansal araçların çeşitlenınesi, yeni finansal kurumların yaratılması ve yabancı sermaye girişinin kolaylaşması gibi olumlu etki-
EKONOMIK Y AKLAŞIM
lerinden söz edilebilir kuşkusuz. Ancak, ülke bazında yapılan araştırmaların sonuçlarınında ortaya koyduğu gibi, uzun süre dış ticarete ve uluslararası finansmana kapalı olan, ticaret ve finans sistemini sıkı bir şekilde kontrol altında tutan ülkelerde hızlı bir biçimde gerçekleştiril~n. serbestleşme hayli kaygan ve istikrarsız bir makroekonomik ortama yol açmaktadır..Latin Amerika ve Afrika ülkelerinin deneyimleri, kamu kesiminin yeniden yapılanması ve kamu mali dengesinin sağlanınası yönünde reformlar gerçekleştirilıneden sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesinin, başarısız sonuçlar verdiğini göstermektedir (Bruno, 1 995)[finansal serbestleşme politikaları uygulansa bile, bunun yavaş ve kontrollü olması ve mutiaka bimu maliyesi reformu ile birlikte düşünülmesi önerilmektedir. Kısa vadeli yabancı sermayeyi özendirmekten kaçınmanın önemini vurgulayan bir çok çalışma, hisse senedi veya kısa vadeli mevduata yönelmiş bulunan spekülatif sermaye girişlerinin gerekli mevzuat ve diğer kurumsal düzenlemelerle denetim altına alınmasının yararlı olacağını belirtmektedir)
Arjantin, Şili, Meksika ve Türkiye' nin yakın tarihleri, zamanlaması ve sıralanması yanlış, yüksek yoğunluklu ve hızlı biçimde uygulanan finansal serbestleşme politikalannın istikrarsızlığı daha da artırdığı, makro dengeleri yeniden kurmak için katlanılan toplumsal maliyetierin (üretim kaybı, işsizlik, gelir dağılımında bozulma) çok daha büyük olduğunu ortaya koymaktadır. Bu süreci hızlı biçimde yaşayan ülkelerden Şili ve Meksika, 1990'1arın başında portföy yatırımı şeklinde gerçekleşen, kısa süreli ve çabuk kaçabilen (volatile) sermaye akımının büyük boyutlara ulaşmasının sıkıntılarını çok yaşamışlardır. Meksika, gelişmekte olan bir çok ülke gibi, büyük miktarlardaki sermaye girişleri ile bütçe ve dış ödemeler açıklarını bu yolla kapatmış, dış borç ödemelerinde bir rahatlama yaşamıştır. Ancak, büyük kısmı kısa sürede kolayca kaçabilen, spekülatif portföy (hisse senedi, tahvil, kısa vadeli mevduat) yatırımlarından oluşan yabancı sermayenin aniden ortaya çıkan kaçışı, Meksika'yı mali krize sürüklemiş ve 1995 yılının hemen başında yeni ve çok daha acımasız bir istikrar paketini uygulamaya koymaya zorlamıştır. Meksika örneği, spekülatif sermaye hareketlerinin ve aşırı derecede "sıcak para"ya bağımlılığın bir ülkeyi nasıl batağa sürükleyebileceğini göstermesi bakımından öğretici olmuştur. Küreselleşmeele fazla hevesli davranan Şili ve Arjantin, bugün yatırımların en düşük düzeylere inmesiyle birlikte, nüfusun büyük bir kısmı yoksulluk çizgisi altında olan ülkelerin başmda gelmektedir. Birleşmiş Milletler raporlarına göre, Latin Amerika ülkelerinde, 1980'lerde mutlak yoksulluk çizgisi altında yer alanların oranı yüzde 40 iken, bu oran 1990'larda yüzde 50'e yaklaşmıştır.
.:J:<..ısa vadeli sermaye girişine ve sonunda spekülatif patlamayla birlikte ciddi mali krize yol açan gelişmelerin başında, yüksek reel faizler ve ulusal paranın aşırı değerlenmiş olması gelmektedir. Yüksek faiz ve baskı altındaki döviz kuru ile ülkeye spekülatif sermaye akınunı başlatan politikalar, zamanla reel getirilerin önemini yitirmesine neden olmakta, spekülatif faaliyetlerin üretken yatırımlara baskın çıktığı bir ortama yol açmaktadır. Reel ölçülerde hızla değer kazanan ulusal para, özellikle dış ticarete konu olan mallarda göreli fiyat yapısını çarpıtarak sanayiin rekabet gücünti de olumsuz etkilemektedir. Faizlerin yükselmesi kaynak maliyetlerini artırarak şirketleri finansal darboğazlara iinıekte, istikıarsız-
)
16 UGUR ESER
lık ve belirsizlik ortamında kısa vadeli düşünmeye itilen iş düııyası rid;siz, yüksek getirili plasmanlara yönelmektedir. Türkiye'de 1994 yılı ba~larında patlak veren krize, bu krizin sadece finansal nedenlerden kaynaklandığı söylenememekle birlikte, dışardan kaynak aktanmını kolaylaştıran finansal serbestleşme politikalarının önemli katkıda bulunduğu bilinmektedir. 1980'lerin özellikle ikinci yarısında, reel faizlerin hiç bir üretken yatırımın karşılayamayacağı düzeylere ulaşmasıyla, geçmiş yıllarda önemli yatırım faaliyetlerinde bulunan şirketler hızla paranın spekülatif çevriminin yüksek olduğu alanlara yönelınişlerdir. Bu sürece mali sistem de entegre olmuş, asli fonksiyonu sanayi işletmelerinin fon ihtiyacını karşılamak olan bankalar, kısa vadeli, riski az olan plasrnan alanlarına yönelerek, yüksek kazançlar sağlamışlardır.
Faizlerin reel ölçülerde yüksek ve döviz kurlannın düşük tutulması, bir süre sonra ihracatı ve diğer döviz getiren faaliyetleri yavaşlattığmdan (devlüasyonlarla ekonomiye rekabet gücü kazandırmak mümkün olmadığından) rekabet gücü kazanmanın tek seçeneği ücretleri düşürmek olmaktadır. Spekülatif faaliyetlerin baskın çıktığı, yüksek kaynak maliyetinin yatırımlan caydırdığı bir durumda, ytüırımlarda ve verimlilik artışlarında bir atılım gerçekleşmiyorsa, dışa açık stratejinin ve iç dış finansal liberalleşmenin finansal kriziere sürüklenmeden sürdürülebilmesi, ücretierin baskı altına alınınasıyla mümkün olmaktadır. Bu da, gelirin zaten eşitsiz dağıldığı bir ülkede, gelir bölüşümünün emeğiyle geçinenler aleyhine daha da bozulması anlanıma gelir. Yüksek faiz-ucuz döviz politikalarının gelir ve kaynak dağılımını bozan bu tür sonuçlarını, bugün Türkiye'nin de aralarında bulunduğu bir çok ülke yaşamaktadır.)
J Finansal serbestleşme sonrası "sıcak para"ya aşırı bağımlı hale gelmenin bir diğer önemli sonucu da, para ve kur politikalannın speküh1tif sermaye hareketlerine tabi olmasıyla birlikte, hükümetlerin iktisat politikalarını toplumsal ve iktisadi amaçlara göre kullanabilmelerini fiilen olanaksız kılmasıdır. Kambiyo kontrollerinin kaldırılması ve finans piyasalanndaki aşırı serbestleşme dövizi yaygın bir tasarruf aracına dönüştürınektedir. Dövizin bir süre sonra ödeme ve değişim aracı olarak kullanılmasıyla birlikte ulusal para bütün işlevlerini yitirebilmektedir. "Para ikamesi" olarak da adlandırılan ve ulusal paranın işlevlerini yitirmesine yol açan bu yüksek döviz talebi (dolarizasyon), bugün bir çok ülkede parasal yetki kurumlarının etkin politikalar uygulamasını zorlaştırmakta, döviz kurlarındaki istikrarsızlığı artırarak iş dünyası ve reel ekonomiyi ciddi biçimde tehdit etmektcdir (Collıer ve Ma yer, 1992; I-Iıı·st ve Thompson, 1 992). Yüksek faiz ve düşük kur politikasının sürdürülmesi, bir süre sonra kur değişikliği beklemisini de artıracnğından, büyük çaplı bir sermaye kaçışı tehlikesi her an yaşanabilmektedir. Cari açıklardaki büyümenin sürdürülebilir sınırları aşması ve rezerv artışlarının son bulması ile birlikte, önce sıcak para yön değiştirmekte, arkasından dış bankaların kredileri kısması sonucu, mali kriz kaçınılmaz olmak-tadır. ltı , ı, ,
-~c:.~- ~.=") ~ \( 1\ (}\J~-" ~.,,\ !') .. ~ üzel dış sermayeye kapanmak tutarlı bir davranış olnıayacağma göre, diğer yandan
mali piyasaların ve sermaye hareketlerinin serbestleşnıesinin tehlikeli bir oyuna dönüşme olasılığı da göz önüne alındığında, nasıl bir politika izlenmelidir?
EKONOMIK Y AKLA~IM 17
1980'lerde bir çok azgelişmiş ülkede finansal serbestleşme deneyiminin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine, problemin serbestleşmenin zamanlaması ve reformlarm sıı·alanmasından kaynaklandığı görüşünden hareketle tartışmalar finansal serbestleşme için en uygun zaman ve isabetli sıralamanın (sequencing) ne olması gerektiği üzerinde yoğunlaşmıştır (Mc Kırınon, 1994 ). Oysa, Latin Amerika ülkelerinin deneyimi, serbestleşmen in zamanlaması ve sıralamasından bağımsız olarak, yurt dışından bu tür net sermaye girişlerinin denetim altına alınmasının gerekli olduğunu göstermektedir,:;,.finans sisteminin hızlı ve kontrolsüz biçimde dışa açılması, ekonominin makro yönetim araçları olan iktisat politikalarının onu kullananlar (hükümetler ve onun. dışındaki kamu otoriteleri) tarafından toplumsal refahı artırma yönünde denetlenebilınesini fiilen olanaksız hale getirmektedir. Bir kere bu sürece girildikten sonra, iktisat politikası araçları (faiz oranları, dôviz kurları) reel iktisat politikası hedei1erine dönük araçlar olmaktan çıkmakta ve sermaye akımını kontrol etmenin araçlarına dönüşmektedir (Boratav, 1994). Oysa, finans polüikalarının temel işlevi ekonomik istikrarı ve kalkınınayı sağlamak olmalıdır) Bugün başarılı sanayileşme için örnek olarak gösterilen ülkelerin ortak özelliği, finans sistemini, "istikrar içinde kalkınma" hedefiyle uyumlu biçimde kullanabilınelerid@"~:Azgelişmiş ülkelerde hem fiyatlar genel düzeyinin, hem de faiz ve kurların istikrar kaiai1ması kalkınma sorunuyla yakından bağlantılıdır. Sürdürülebilir bir kalkınına hızının tutturulması bakımından önemli araçlardan biri, belki en önemlisi, finans politikası araçlarıdır. Büyük ölçüde gelişmiş ülkelerin ve uluslarüstü şirketlerin gözetimi altında olan finans piyasalarının dünya çapındaki büyümesi, azgelişmiş ülkelere, finans politikalarını kalkınma amaçlarıyla uyumlu kuBanınaya izin verecek gibi görünmemektedir. Bu durum "ulusal" kurumların kontrolünde bir sermaye birikimi ve kalkınma atılımının önemini daha da artırmaktadır. Finansal küreselleşmenin kontrolü, sadece fon akımlarının uzun dönemli üretken yatırımlara yönlendirilmesi bakımından değil, aym zamanda değişken nitelikli sermaye akımları karşısında iktisat politikalarına özerklik/otonoınİ kazandırmak bakımından da gereklidir.
Finans sisteminin kalkınma hedefleriyle uyumlu, ulusal kurumların gözetiminde yönlendirilmesinin iyi örneklerini Doğu Asya ülkeleri vermektedir. Bu ülkelerde, özellikle Güney Kore ve Japonya' da, devletin kaynak tahsisini yönlendirebildiği bir finans sistemi oluşmuştur. Güney Kore hükümetlerinin finansal reformlara yaklaşımı ani ve süratli olmaktan çok, ihtiyatlı ve yavaş olmuş, sermaye hareketleri devletin düzenleyici müdahalelerine tabi tutularak, büyük çaplı sermaye giriş ve çıkışiarına izin verilmemiştir. Bu ülkede sanayileşmenin erken ve ileri aşamalannda devlet önemli roller üstlenmiş, sermaye maliyetini düşürmek için, fiyatları (faiz oranlarını) piyasalarda belirlenen düzeylerinden düşük, yani "hatalı" belirlemiştir (Amsden, 1993). Japonya'da, Ulusal Ticaret ve Sanayi Bakanlığı (M.I.T.l.) yeni teknolojiler geliştiren firmalara tercilıli kredi kullandırmış, kaynak maliyetini düşük ve istikrarlı tutan düzenlemelerle uzun vadeli sanayileşme perspektifine göre yatırımlar için uygun bir ortam hazırlanmıştır (Amsden, 1989; Somel, 1992). Devletin finans piyasalarının işleyişini düzenleyen, sermaye akımlarının kararlılığını sağlayan ve faiz oranlarındaki istikrarsızlığın reel sektör üzerindeki etkisini en aza indiren müdahalelerine sanayileşmiş ülkelerde de rastlamak mümküdür (Stiglitz, 1994). Bugün başarılı sanayileşmenili iyi üırıcklcrini oluşturan bu ülkeleı in, Lntiıı Amerika ülkelerinden farkıl olnrak, hi··
18 lJ(~UR ESEF?.
reselleşme sürecine ihtiyatla yakla~tıkları, ticarette ve finansmanda göreli olarak daha l:o
rumacı oldukları gözlenmektedir.
Küreselleşen bir dünyada kendisine yer bulmaya çalışan Türkiye' nin, eğer bu sürecin dışında kalamayacak ve karşılıklı bağımlılık ilişkisi kuracaksa, "fırsatlar" yanında olası "tehdit" unsurlarını da değerlendirmesi ve süreci yüceltıneden ulusal çıkarlarını gözeten bir anlayışla kendi savunma mekanizmalarını geliştirmesi gerekir. Aksi halde, yeni yeni oluşmaya başlayan dünya düzeninin kurumları, kendisini koruyucu mekanizmalan tireteme
yen ülkeleri hızla geri ve çevresel bir konuma itecektir.
EKONOMIK Y AKLAŞIM 19
KAYNAKÇA
AKYÜZ,Y., '199l),"Financıal Liberalizatıon ın Developing Countnes: A Neo-Keynesıan Approach", UNCTAD Dıscussıon Paper, No:36, March.
------------, (1993), "Fınancıal Liberalization: The Key Issues", UNCTAD Discussion Paper, No:56, March.
-------------, (1994 ), "Ekonomide Liberalleş me ve Sanayileşme Latin Amerika Deneyimi,", iktisat, işletme ve Finans, Sayı:96, Mart.
AMSDEN, A., (1989), Asıa's Next Giant, South Korea and Late Industrialization, New York, Oxford Üniversity Press.
AMSDEN, A., (1991), "Diffusion of Development: The Late Industrializing Model and Greater East Asia", AEA Papers and Proceedings, May, 81(2), s.282-286.
---------------, (1993), "East Asian Financıal Markets: Why So Much (And Fairly Effective) Government Intervention?", UNCTAD Dıscussion Paper, No:56, March.
BARRO, R.J, ve Lee, J.W. (1994), "Losers and Winners in Economıc Growth" Proceedings of te/ı World Bank, Annual Conference Development Economıcs, 1993, s.267-297.
BORATAV,M. (1994),"İktisadi Kriz üzerine Bazı Gözlemler", iktisat, Işletme ve Finans, Sayı: 100, Temmuz.
BRUNO, M. (1995), "Development Issues in a Changing World: New Lessons Old Debates Open Questions", Proceedings of the Worl Bank, Amıual Conference On Development Economıcs, 1994, Washington D.C.
COLLIER, P. ve MA YER, C. (1992), "The Assessınent: Financial Liberalization Financial Systems and Economic Growth" ,Oxford Review of Economic Policy, 5(4), s. 1-12.
DEVLET PLANLAMA TEŞKiLATI (DPT) ( l995a), VII. Beş Ytlltk Kalkınma Plam Stratejisi (1996-2000).
DEVLET PLANLAMA TEŞKiLATI (DPT) (1995b), Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 1996-2000, Taslak, Haziran.
DEVLET PLANLAMA TEŞKiLATI (DPT) (1995c), Dünyada Küreselleşme ve Bölgesel Bütünleşrne, VII. BYKP Özel ihtisas Komisyonu Raporu, Ankara.
DOSİ.G, FREEMAN.C., NELSON.R ve SOETE,L. (1988), Technical Change and Economıc Theory, Pinter Publishers, London.
DURUİZ, L. ve YENTÜRK, N. (1992), Facing the Clıallenge: Turkish Automobille, Steel and Clotlıing Industries, Respanses to the Post-Fordist Restructuring, Ford Foundation, İstanbul.
ESER,U. (1994),"Yeniden Sanayileşme Sürecinde Türkiye'de Sanayi Politikaları", Değişim Sürecinde Türkiye Sanayi Senıpozyumu, Bildiriler, TMMOB, 23-24 Aralık 1994, Ankara.
ESER,U. ve ESER,K. (1995), Türkiye'de Sanayi Sektörünün Yapısı ve Gelişme Eğilimi, Kamu ve Özel Imalat Sanayi Sektörüleri Ayrımında Nice[ Bir Çözümleme, Türk Harb-iş Sendikası Yayını, Nisan, Ankara.
FISLOW,A. (1994), "Economıc Development in the 1990s", World Development, 22(12),s. 1825-1832
•
20 UGUR ESER
FREEMAN,R.B. ( 1 993), "La bor Market Institutions and Policies: H.: Ip on Binderence to Economıc Development?" Proceedings of the World Bank, Annual Conference on Developent Economıcs, 1992,s.l17-144.
GÖKER,A. (1993), " Türkiye Sanayiinde Rekabet Gücü ya da Teknoloji Faktörü", 1993 Sanayi Kongresi, TMMOB,Ankara.
GREGORIO,J. ve GUIDOTTI,P.E. (1995), "Financial Development and Economic Growth", Word Development, 23 (4), s. 433-448. HIRST, P. ve THOMPSON, G (1992),"The Problem of Globalızation: international Economic Relations, National Economıc Management and Farmatıon of Trading Blocks", Economy and Society, 21(4), November.
LİNK, A.N. ve TASSEY,G. (1987), Strategies For Technology Based Competitition, Lexington Books.
LUCAS,R.E. (1988), "On the Mechanics of Economic Development" Journal of Monetary Economics, 22,s.3-42.
Mc KINNON, RI. (1994), "Gradual versus Rapid Liberalization in Socialist Economies: The Problem of Macroeconomic Control", Proceedings of the World Bank, Annual Conference on Development Economıcs, 1993, Washington D.C.
ÖNDER, i., TÜREL,O., EKİNCİ,N. ve SOMEL,C. (1993), Türkiye'de Kamu Maliyesi Finansal Yapı ve Politikalar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Ekim, İstanbul.
ROMER, P.M. (1994), "The Origins of Endogenous Growth", The Journal of Economıc Perspectives, Winter, s. 3:-22.
SEİPP, W. (1990) ,"The Financial Marketsin the year 2000", Conımerzbank, June. SİNHA,R. (1995), "Economıc Reform in Developing Countries: Some Canceptual Issues",
World Development, 23(4), s. 557-575. STIGLITZ, J. (1994), "The Role of the State in Financial Markets", Proceedings of the
World Bank, Annual Conference on Development Economıcs, 1993, Washington D.C. TRANSNATIONAL INFORMATION EXCHANGE (TIE) (1991), lnternatıonal Meeting
on Toyotizm in the Car S ector, Barcelona, 10-13 April 1991. WORLD BANK (1994), Proceedings of the World Bank Annual Conference on Develop
ment Economıcs, 1993, Washington D.C.