a, mülkün sahibi - ahmed el hasan...ve nemrud’un, İbrahim aleyhisselam’ın cemaatine...
TRANSCRIPT
’
Hamd olsun Alemlerin Rabbi olan Allah’a, Mülkün Sahibi’ne,
O Allah ki, göklerin ve yıldızların akışını ayarlar, rüzgarı kontrol eder,
Şafakı ağartır, hükmü yönetir, alemlerin Rabbidir.
Hamd olsun Allah’a.
Onun huşu uyandıran dehşetinden gökler ve içindekiler titreyip ürperir;
Yer ve sakinleri sarsılıp titrer;
Deryalar ve sularında hareket edip yüzen herşey
Hep birlikte heyecan ve kargaşayla kabarır.
Allah’ım, Muhammed ve Al-i Muhammed’e salat eyle,
Kahredici derinliklerde yürüyen gemilere.
Bu gemilere binenler kurtulur,
Onları terkeden boğulur, onlardan öne geçen dönektir,
Onlardan geriye kalan, yok olmaya mahkumdur,
Ve onlara bağlı kalan kurtulur.
Ahmed El Hasan
26 Sefer, 1425 H.
......................................................................................................................................... 4
............................................................................................................ 6
................ 9
............................................................................................................................... 12
: .............................................................................................................................. 12
.................................................................................. 13
............................................................................................................................... 15
........................................................................................................................... 17
................................................................................................. 20
u; Allah’ın Sünnetidir, ve Allah’ın Sünnetinde hiçbir değişiklik bulamazsınız. Ve
Allah’ın Sünnetinde hiçbir sapma bulamazsınız.
Bu; Allah Subhan ve Teala’nın, elçi gönderdiği zaman, köylerdeki insanlar
üzerine Sünnetidir. O svt, onları yoksulluk ve darlıkla yakalamıştır. Ve bu yoksulluk,
yeryüzü insanlarının zorba hükümranlığı yüzündendir. Zira bu, Mısır Firavun’unun,
İsrailoğulları üzerine olan egemenliği gibidir. Ve Nemrud’un, İbrahim aleyhisselam’ın
cemaatine egemenliği gibidir. Para eksikliği, ürün, nesil ve ticaret kıtlığı ile tanımlanan
ekonomik kriz, genellikle insanları, yaşadıkları fesat devletini muhakeme etmeye
sevkeder. Ve sonuçta, onların bazısı Allah’a döner ve O’na dayanır. Ve bununla da, elçiyi
kabul etmek ve ona iman etmek için, bir grup hazırlanır. Lakin, bu İlahi gönderişin
ortasında, Dünya; kendilerine gönderilmiş Elçi’ye arka olduktan sonra, onları cehenneme
götürecek olan günaha sokmak için, insanlara kucak açar. Ve bu insanlar, kendi
yanılgılarına geçersiz bahane olarak, Elçi’ye zafer vermeden, ardına sığındıkları
şüpheleri öne sürürler. Ve onlar zannederler ki, ardına sığındıkları bu şüpheler, hesap
gününde Allah karşısında mağfiret dilemek için yeterli olacaktır.
Ve inananlar, durumun, bundan önce azaba uğrayan ümmetlerinkine benzer olduğu
gerçeğini farkettiklerinde,
derler, ya da özür dilemek için, başka bir bahane bulurlar. Böylece, eğer
fıtratları, onları uyanıklığa çağırıyorsa, onun üzerine, ve eğer müminlerle tartışıyorlarsa,
B
onlar üzerine delil belirlemekle, kendileri için savunma aracı bulurlar. Bu yüzden onlar,
bu yeni konumun, yani; kendi Dünya çıkarlarının ortasındadırlar,
, ve bu zevkin, lütuf ve
mutluluk sarhoşluk halinin doruğunda, farkında olmadıkları an, ansızın azap onları
yakalar,
Ve sonra, hiçbir pişmanlık onlara fayda vermez, ve sesler yükselir:
Ve onlara cevap
gelir:
lçi, İlahi Azabın elleri arasındaki İlahi Rahmettir. Öyleyse, bu Rahmet, nasıl
farkedilebilir? Çok sayıda batıl çağrının arasından Elçi nasıl tanınabilir? Hak nasıl
bilinebilir?
Müslümanlar; Müseylime, Seccac, Esved ya da Hristiyan alimleri, ya da Yahudi alimleri,
yahut da, Hanefi alimleri arasından, Muhammed sallallahu aleyhi ve alih’i nasıl ayırt
edip, takip ettiler? Bu insanlar naif miydi? Muhammed sallallahu aleyhi ve alih ile olan
hakikati takip etmemek için ve kendi batıl ve bozuk çağrılarının hak oldugunu insanlara
kanıtlayacak, onları özürlü kılan delilleri ve bahaneleri yok muydu?! Hristiyanlar,
Muhammed sallallahu aleyhi ve alih’in onayladığı, bir nebi tarafından getirilen davete
başvurmuyor muydular, ki o nebi, İsa aleyhisselamdı?! Yahudiler, Musa aleyhisselam’ı
takip ettiklerini, ve Hanefiler, İbrahim aleyhisselam’ı takip ettiklerini iddia etmiyorlar
mıydı?! Hanefi, Yahudi, Hristiyan alimleri şöyle söylemiyorlar mıydı:
Onlar söylemiyor muydu ki, elinde olan bir kuş, ağaçtaki 10 kuştan iyidir?! Bilâkis onlar,
ağaçta hiçbir şey görmüyorlardı ve şüphe içinde tereddüt ediyorlardı. Onların ellerinde
bir kuş var mıydı, yoksa bu şeytanın, onları bununla kandırdığı bir hayal ve hile miydi?!
Onlar, Muhammed sallallahu aleyhi ve alih ile şu sözlerle yüzleşmediler mi:
Deli, cin çarpmış, sihirbaz, kahin, yalancı, cahil vb... Hakkın, Elçilerle birlikte olduğu
sonucuna böyle mi varılır?!
Bilgece konuşan Deli.
Cinlerle temasa geçen, Allah’ın sözüyle şeytanları insanlardan uzaklaştıran, kafir cin
ve şeytanların kendisinden kaçtığı bir kimse.
Zamanını dua ve ibadetle geçiren Kahin.
Sadık ve güvenilir olarak tanınmış bir Yalancı!!
E
Alimlere meydan okuyan ve onları aşan ve safsata, aldatma deyip, iftira atmaktan
başka bir cevap bulamadıkları bir ilimle gelen, Cahil!!
Sanırım, bu çelişkiler, hakkın, bu itham edilmiş elçiden taraf olduğunu bilmek için
kafidir. Ve Cinler, o zavallı ve savunmasız yaratıklar, hatta onların en şerlileri bile, Adem
aleyhiselam’ın şerli çocukları – yoldan sapmış alimler - karşısında ne kadar zayıftırlar. O
alimler ki, büyük kapasiteye malik, korkunç yaratıklar diye tarif ettikleri nebilerle
savaşırlar, çünkü onlar biliyor ki, onlardan olan şeytanlar, Allahu Teala’nın âyeterinden
bir âyet, ya da sözlerinden bir söz karşısında, karşı koyamazlar.
Ve onlar biliyorlar ki, o sadık, münzevi ve abid biridir. Ve (bu sebepten); vahyi,
şeytanların indirdiğini söylüyorlar. Böylece de, Cinleri ve şeytanları yaratan Allahu
Teala, onlara cevabında şöyle buyuruyor:
Halbuki, insanların çoğu, yanlışa sürükleyen, enbiya düşmanları olan alimleri, takip
ederler. Ve o alimler, onları kandırır ve enbiyanın getirdiği haktan uzaklaştırıp yanlışa
götürürler,
. Şairler, yani yoldan saptıran alimler; zira, Ehlibeyt aleyhimusselam bize
böyle açıklamıştır;
,
Her zaman, amelsiz alimleri, insanları iyiliğe sevkeden ve kötülükten sakındıran
bulursunuz. Fakat kendilerini iyilik yaparken bulmazsınız, bilâkis o kimseler, yetimin ve
dulun hakkını gaspeder, zayıflara üstünlük taslar ve Allah yolunda cihad etmezler.
Ve sonunda, azap geldiği vakit, takip edilen kimseler, kendilerini takip edenleri inkar
ederler. Lakin heyhat! O söz gerçekleşecektir,
Ve bundan önce:
Ve o, azapla sonuçlanır,
dalalete sürükleyen hain alimlerdir. Ve onların yuvası, Elçiyle olan
ihtilaflarıdır. Ve onların safsatası, zayıf ve narindir. O halde, kendini, onların zayıf
yuvalarından koruyacak; örümceğin ısırığından; onun bedenine soktuğu zehrinden
uyanacak; hakkı izlemek, batıl ve onun ehlinden kaçınmak için Allah’a dönecek ve tüm
gücün Allah’ın ellerinde olduğunu farkedecek, kuvvetli birisi var mı?
lahi Çağrıları reddetmek, Adem aleyhisselam’ın evlatlarının alışkın olduğu bir
huydur. Hiçbir kavim, kendi Elçisini kucak açarak karşılamaz; bilâkis, onlar onu,
istihza, alay ve nefretle karşılar. Ve, nihâyet onu öldürür ya da sürgün ederler. Ve bu,
şans eseri cereyan eden bir mesele değildir, ya da bir hiçten/tesadüften doğan bir mesele
değildir. Bilâkis o, genelde Elçiyle, onun hak yoldan sapmış halkı arasında vuku bulan
çatışmanın kaçınılmaz sonucudur. O; ıslah etmeyi, adaleti, eşitliği ve şefkâti uygulamaya
çalışır. İnsanları, Allah’ın boyasıyla boyamaya ve onları, Allah’ın Fıtratına döndürmeye
çalışır. Ve insanların amelsiz alimlerden ve zenginlerden olan büyükleri de, önce
kendilerinin hak olduğu ve kendi boyalarının güvenilir olduğu ve onun, Allah’ın
boyasına karşı olmadığı ve kendi batıl fikirleriyle bozdukları fıtratın, doğru fıtrat olduğu
imajını cemaatte oluştururlar. Sonra da, kendilerinin sebep olduğu batılın çoğalmasını,
topluluk içinde şiddetli şekilde sürdürmeye çalışırlar.
Bunun gibi, amelsiz alimler, küçümsedikleri toplulukta, standartları ters gören, hakkı
batıl, batılı hak gibi, şerri hayır, hayrı şer gibi gören, tepetaklak altyapı hazırlar.
Ve Elçilerin, amelsiz dalalet alimleri, sosyeteler ve küçümsedikleri toplumla olan
yüzleşme alanında, her bir Elçi, onlarla yüzleşir. Ki böylece, insanları haberdar ederler
ki, belki hatırlarlar diye.. Ve onlara, Allah’ın günlerini hatırlatırlar ki, ibret alsınlar diye...
Ve öğütler verirler, dikkat edip uyansınlar diye... Ve onları hikmetle uyarırlar, hidâyete
erişmiş olsunlar diye... Ve bu noktada, Nuh aleyhisselam ve halkı arasındaki yüzleşme
alanına girelim. İşte, Nuh aleyhisselam’ın halkı, onu (aleyhisselam) ayıplayıp, alay
ederlerken:
Sonra, onu (aleyhisselam) ölümle tehdit ederlerken:
Nuh aleyhisselam; onun mübarek sözlerine ve aklına, istihza, alay ve nefretten, ve en
sonunda da, ölüm tehditlerinden başka cevap bulamayan; bu iki yüzlü [menkus] halkla
ne yapabilirdi ki?! Hatta içlerinde alimler de vardı, ama amelsiz alimler, dalalet alimleri.
Onlar ilimlerini, hakkı bilmek için kullanmak yerine, tartışmak, safsata ve halkı yoldan
İ
saptırmak ve onları, Nuh aleyhisselam’dan ve onun hak çağrısından uzak tutmak için
kullandılar.
Bu, Nuh aleyhisselam’a, Allahu Teala’dan şöyle vahyolunduktan sonra oldu:
Ve Nuh aleyhisselam’ın sözleri onlara fayda etmedi, onlar ölü gibiydiler ve o
aleyhisselam, onlara sözlerini işittiremiyordu:
Ne de şaşılacak şeydir, bu insanların durumu! Eğer; krallar, kendi batıl dünyevi
liderlikleri için korkuyorlarsa; amelsiz alimler, kendi dini mevkileri için korkuyorlarsa; o
zaman insanlar neden korkmaktalar? İnsanın kendi zincirini, yoldan saptıran alimlerin
eline teslim etmesi; sanki sahibinin, boynuna ip geçirip, nereye isterse oraya götürülen
bir hayvan gibi; akıl karı mıdır? Bir insanın, kendisini cehenneme götürünceye dek,
dalalet imamlarının takipçisi olmasından hoşnut olması, mümkün müdür? O kimse,
Hesap Günü, “ ” derse, bu bahanesinin ona yararı olacağını
mı sanıyor? O günde, dalalet imamları, kendi takipçilerinden uzaklaşacaklar, Allahu
Teala buyurmuştur:
Ve Allah-u Teala buyurmuştur:
Ve lakin heyhat! Büyük ve küçük musibetlerden sonra onlar, bu hayatta, utanç verici
azabı tatmak zorundalar. Sonra, onların götürülecekleri yer, cehennem ve sefil bir yer
olacaktır. Ve Nuh aleyhisselam, kendi kavmini uyarmıştır:
Lakin, öğüt ve uyarı, yardım etmedi. Geriye sadece, Allah’ın yeryüzündeki Halifesi Nuh
aleyhisselam’a karşı haksızlık yapmaları ve son ana kadar onu inkar etmeleri kaldı.
Ve bu hayatta sonuç, azaptır. Ve bu, Nuh aleyhisselam’ın kavmi için, tufanda boğulma
oldu. Çünkü onlar herşeyi kirletip bozdular... Su, onları helak etmeye ve yeryüzünü
onların günahlarından temizlemeye geldi.
Ve Nuh aleyhisselam, kendinden sonra gelen Salih ve Şuayb (aleyhimusselam) gibi bir
duruş sergiledi. Kavmini şikâyet edip, beddua etti:
ydınlatmaların ilk cildinde dedim ki: Nebiler, insanları, Allah’ın Fıtratına – ki O
Teala, tüm insanları bu fıtrat üzere yaratmıştır – yöneltmek üzere gelirler. Ve
sonra, insanları; getirdikleri hak ile; dalalet alimlerinden olan insanlar ve
liderlerin üzerinde oldukları batıl arasında; seçim yapmaya davet ederler. Ve Elçilerin
davetinin başlangıcı; genellikle onların karakterlerine dayanmaktadır. Çünkü, insanlar
onları; iyi davranışlarına, konuşmalarının doğruluğuna ve güven vermelerine göre; bu
karakterleriyle tanırlar. Ancak, insanlar – hatta Elçilere en yakın olanlar bile – fıtratlarını
bozduklarından dolayı, Elçilerin getirdiği hakikatı bilemezler. Bu sebepten, mesele, davet
için delil talep etmekle başlar ve Elçi, yeterli delillerle gelir ki, insanlar onun dürüst
olduğunu bilsinler, fakat onlar ağırdan alır/oyalanırlar:
Talep edilen âyet nedir? Bilimsel bir âyet mi, ruhsal/melekuttan mı, fiziksel mi?!!
Gerçek şu ki, insanların durumu, onlara gönderilmiş Elçinin doğruluğunu kanıtlayan
âyet talep etme hususunda farklıdır. Bazıları, âyet olarak ilim ve hikmeti dikkate alır.
Bazıları, kişinin kendi gördüğü, melekuttan olan âyetleri dikkate alır, ya da; yalan
konuşmaktan sakınan belli bir sayıda insanın, talep edilen âyeti görmesini dikkate alırlar.
Ve bu melekut âyetleri, Keşif (uyanıkken görülen görüntüler) ve sadık rüyalardır. Geri
kalan insanlara gelince, onlar sadece fiziksel bir mucizeyi, âyeti hesap ederler. Ve bu
insanlar, gerçekte, materyalist menkuslardır 1. Ve çoğu kez, hatta fiziksel âyet getirildiği
zaman bile, sayıları az olan ve her daim şek ve şüpheleri olanlar haricinde, inanmazlar.
Ve ellerinizin arasında, Nebilerin çağrıları vardır.
Her halükarde, her biri ayrı ayrı, bu âyetleri burada açıklayacağız:
:
1 Menkus - nefsinin istekleri, aklını kontrol eden kimse
A
Ve belki, Elçilerin çağrılarının en önemli niteliği; ilim, hikmet ve iyi tedbirdir. Fakat
insanların çoğunluğu, Elçinin konuştuğu İlahi hikmet ile, safsatayı ayırt edemezler. Zira;
Allahu Teala'nın yolunun üzerindeki eşkiya olan bu dalalet alimleri, bu safsatalarla,
onlara muhalefet ederler. Ve ayırt edememe, bazı insanların iddia ettikleri ya da hayal
ettikleri gibi, hikmeti ayırt etmedeki zorluk değildir. Bilâkis, bu karışıklığın en büyük
sebebi, insanların Fıtratlarını kirletmiş olmaları, kör gibi olmaları, şarapla sütü ayırt
edememeleridir. Ya da bu, şeytanın aptallığı ve Allahu Teala'nın hikmetidir. Ve maalesef,
tüm devirlerde çoğu insanın durumu böyledir.
Ve örnek olarak, Müslümanlar’a ulaşmış olan durumu tanımlarsak; bu, Muhammed
sallallahu aleyhi ve alih’in, Kuran'ı mucize olarak getirmesidir. Ve, tüm müslümanlar bu
sözde hemfikirdirler. Fakat, Kuran'ın mucizevi bir âyet olduğunu kim farketmektedir?
Eğer, Muhammed bin Abdullah bu devirde gelseydi, ve Allahu Teala'dan nazil olmuş
yeni bir Kuran Suresi ile yüryüzüne inseydi, Müslümanlar bu Sureyi ayırt edebilir ve
onun Allahu Teala'dan olduğunu teyit edebilirler miydi ki; böylece de, bu gelen şahısın
Muhammed olduğu kanıtlansın?
Ben, tereddüt etmeden derdim ki, çoğu Müslüman; alimler de, cahiller de, ayırt edemez.
Sadece Fıtratını bozmamış Müslümanlar, bu Sureyi ayırt edebilir ve onun Allahu
Teala'dan olan bir âyet olduğunu bilebilirler. Ve, bu nedenle de, bilirler ki, gelen kimse
sıradan biri değildir. Böylece, elde edilmiş sonuç şudur ki, eğer Muhammed bin
Abdullah, bugün Kuran'la gelseydi, Müslümanlar’ın çoğu onu inkar ederdi ve onun
sihirbaz ya da yalancı olduğunu söylerdi.
Buna istinaden, sezgisel olarak, iki mühim soru ortaya çıkmaktadır:
1. Ruhsal/Melekuttan olan âyet nedir?
2. Bu melekuttan olan âyetler, kimler üzerine hüccettir?
Cevap: Melekuttan olan âyetler çoktur. Bunlara ufuklardaki (dünyevi) ve Melekuttaki
âyetler, ve Nefislerdeki âyetleri örnek verebiliriz. Allah-u Teala buyurmuştur:
Yani, Kaim aleyhisselam'ın hak ile birlikte kıyamının gerçek olduğu, onlara belli olsun.
Ve bu âyetlerden:
Basiret nuru, kalbin esenliği ve sükunet. Tabi ki; eğer insan, Allah’ın, tüm insanları
yarattığı Fıtratı üzereyse, ve onu kirletmemişse ya da ihmalkârlıktan sonra hatırlayıp
uyanarak, ona dönmüşse...
Ufuklarda ve nefislerde sağgörü/feraset ve fizyonomi.
Uykudaki sadık rüya.
Uyanıklık halide sadık rüya (Keşif), ve bunlardan:
Namaz zamanı görülen sadık rüya
Rüku zamanı görülen sadık rüya
Secde zamanı görülen sadık rüya
Uyuşukluk/uyuklama zamanı görülen sadık rüya
Kuran okurken görülen sadık rüya
Ebu Abdullah el-Hüseyin aleyhisselama doğru yürürken görülen sadık rüya
Dua ve Allah-u Tealaya yakarış zamanı görülen sadık rüya
İmamların ve Nebilerin (aleyhimusselam) ziyaretgahlarında, mescitlerde ve
Hüseyniyelerde (Şii ibadethaneleri) ve başka çoğu yerlerde görülen sadık
rüyalar
Tüm bu Keşif türleri ve sadık rüyalar, İlahi âyetlerdir, çünkü onlar, Allah'ın emri ve
iradesi olmaksızın oluşmuyor. Onlar, Allah Subhan ve Teala'nın melekleri ve Salih
Kulları tarafından icra edilir ki, onlar, O'nun kelamının önüne geçmezler. Ve, O’nun
emriyle hareket ederler. Böylece bu âyetler, Allah Subhan ve Teala'nın, insanlar üzerine
olağanüstü hüccetidir. Zira o âyetler, O Subhan ve Teala'nın, onlar aracılığıyla insanlarla
konuştuğu sözleridir. Böylece, her kim onu inkar ederse, Allah Subhan ve Teala'yı inkar
etmiş olur, ve bu, küfrün ve inkarın en büyük türüdür. Allahu Teala buyurmuştur:
Yani anlamı; Melekut ve Saltanatın ufuklarında ve insanın nefsinde.. Ki, böylece, onlara
aşikar olsun ki, o gerçektir, yani Kaim aleyhisselam'ın kıyamı (gerçektir), Ehlibeyt
aleyhimusselam tarafından da rivâyetlerde geçtiği gibi; çünkü insanlar onu inkar ederler
ve ona iman etmezler.
Ve Allah Subhan ve Teala, çoğu insanın önemsemeyen, ve ufuklardaki ve nefislerdeki
âyetlerden yüz çeviren olduğunu göz önünde bulunduruyor. Bu sebepten, İlahi
Mesajlara inanmamak, vuku bulması gereken kaçınılmaz sonuç ve son neticedir:
Ve nihâyet, Allah Subhan ve Teala, nefislerdeki ve ufuklardaki âyetlere inanmayan bu
insanları, özellikle de dalalet alimlerini uyarıyor, zira o alimler, yalnızca safsata
kullanırlar ve bu İlahi âyetlerin otantikliğini (sahihliğini) geçersiz kılmak için tartışırlar.
Ve Allah Subhan ve Teala onlara vâât ediyor:
Böylece, bu âyetler olağanüstü hüccetlerdir/delillerdir, ister kendi ehli üzerine olsun,
ister; onlara yakın kimseler ve onlara karışmış kimseler üzerine olsun. Veya en azından
o, ona sahip olmayanların üzerine hüccettir, eğer hüccet onu bereketlendirmemişse, bu,
İlahi çağrıyı araştırmak ve o delille gönderilmiş Elçi'ye iman etmek için onları güçlü
şekilde motive eden bir sebeptir. Fakat maalesef, insanların çoğu, Melekuttan olan
âyetleri önemsemezler, ta ki Dabbetül Arz (yeryüzü canavarı) gelir, ve onların alınlarını
mühürler ki, onlar Allah’ın âyetlerine iman etmezler:
Ve bu son tedavidir, ve son tedavi dağlamadır, gerçi dağlama hayvanlar içindir, insanlar
için değil. Ve o, genelde insanların talep ve ısrarı ile oluşur. Zira bundan önce onlar,
Elçileri ve onların onlara sundukları reddedilemez delilleri, ve Allahu Teala'nın Kendi
mahlukatına; O'nun, fesadı reform etmek amacıyla gönderdiği Velilerinin ve Elçilerinin
çağrısına inanmak için; tecelli ettirdiği, ufuklardaki ve nefislerdeki büyük âyetleri inkar
ettiklerinden dolayı, yetersiz bahanelerle af dilerler:
Ve bu âyetlerin bu son aşamasında, yani fiziksel âyet/mucize aşamasında, azap, âyete
eşlik eder, Allahu Teala buyurmuştur:
Böylece, bir kere, bu âyeti inkar edip, buna karşı pozisyon aldıklarında, azap iner:
Gerçek şu ki, fiziksel âyeti/mucizeyi reddetmek, nefislerdeki ve ufuklardaki âyetlerde
de olduğu gibi, beklenilen şeydir. Zira sadık rüyalar, Allah Subhan ve Teala'nın
gaybından Melekut Alemini inkar edenler, elbette menkus insanlardır. Allahu Teala
buyurmuştur:
Ve azap sözü bu insanların üzerine okundu, çünkü onlar Allah’ın sözlerini reddettiler ve
Elçilerin ellerini ağızlarına doğru ittiler ve onların sözlerini ve öğütlerini dinlemediler:
Ve o insanlar, herbir âyeti/mucizeyi; cine, sihire, ya da başka şeye yorumlarlar, ta ki ağrılı
acılı azabı görünceye dek:
Ve sonunda, inkarcılar, cehennemin kıyısında durdukları zaman, Elçilere nasıl karşı
koyduklarını ve onları nasıl sihirbazlıkla suçladıklarını hatırlayacaklardır. Oysa ki, davet;
onların utanç verici akıbeti için, onları uyarmaya gelir:
azı halklara ilahi azap, bazı zamanlarda, büyük öneme sahiptir. Ve bu (azap);
halk, ideolojik ve yasal sapma konusunda haddi aşmadan, ve o halkın
evlatlarının çoğu değişip, hükümleri tepetaklak görmeye başlamadan, (onlar
hayrı şer, şerri de hayır olarak görür), ve bir Elçi, onlara, sapkınlıklarını ve onları kabul
etmekten ve çalışmaktan alıkoyan sahtekarlıklarını açıklamak için gönderilmeden;
gelmez. Sonra cemaat, Elçiyi reddeder ve kayıtsız şekilde, alay ederek ondan yüz çevirir.
Böylece azabın sebepleri; sapma ve bozgunculuktur. Bunun yanısıra, bu sapmayı ve
Allahu Teala'nın Elçilerini tekzip edişini onarmak için, herhangi bir girişimi reddediş de,
azabın inme sebeplerinden biridir.
Ve herhangi bir millette, ideolojik ve yasal sapma, o topluluktaki alimler onu önlediği
müddetçe meydana gelemez, çünkü toplum, Şeriatı saptıramaz ve diğerlerini de bu
sapmayı kabul etmesi için ikna edemez. Ve madem ki alim olmayanların saptırması
mümkün değil, o zaman bozgunculuk yapan kişinin, onlardan (alimlerden) biri olması
lazımdır. Esasen, o çoğu zaman da, onların yöneldikleri liderleridir. Sonra, bu amelsiz
alimlerden bir grubu bu sapmayı o zamana kadar sürdürür ki, nihâyet bozukluk
meydana gelir. Ahlaki bozukluğa gelince, genellikle o, bozgunculuk yapan zorbaların
mevcut olması ve sadık İlahi alimlerin olmayışı, ya da onların azlığı, veya onları
destekleyenlerin azlığı, hatta şehvet düşkünü ve kendi rezil biyografileriyle, insanları,
doğru yoldan saptıran amelsiz alimlerin varoluşu sebebiyle, insanlar arasında artar.
Hatta onlar (amelsiz alimler), çoğu insanın, dinden nefret etmelerine, Nebilerin ve
Vasilerin (aleyhimusselam) öğretilerini reddetmelerine sebep olurlar. Çünkü onlar, bu
öğretilerin, o bozguncu alimlerin öğretileri olduğunu zannederler. Ve dinden soğumuş
bu insanlar, o fesatçı alimleri taklit edenlerden daha uysaldırlar. Zira taklitçiler, o amelsiz
alimleri, kendi sapıklıklarında öyle takip ederler ki, ne eleştirmeye, ne de bu sapıklığa
bakmaya çalışırlar. Hatta, bu fesat çıkaran alimlerin, bu utanç verici gerçeklerini
farketmek için, hiçbir girişimde bulunmazlar. Gerçi, onların hakikati çok açık ve nettir,
ve hiçbir araştırma ve düşünme gerektirmez. Ve bu taklitçiler kördür ve bozguncu
alimlerinin gördüklerinden başka birşey görmezler.
Ve İslam öncesi yaşanmış bu gerçekle, sonucu bilmemiz için çok şeye gerek yoktur. Zira,
bu, Kuran’ın bizlere sunduğu, Allahu Teala tarafından gönderilmiş reformcuları
reddediştir:
B
Bir biri ardınca mesajlar geliyor, ve amelsiz alimlerin ve onlara tabi olanların Nebilere ve
Elçilere (aleyhimusselam) karşı tavrı değişmiyor:
. Onun mesajına
‘
Kibirli alimler; onlar zannederler ki, her kim, onların şeytani safsatalarında, nizamla
yürüyüşlerine ayak uydurmazsa, sefihtir,
,
,
,
.
Hatta zorbaların bile kalpleri yetime, aça ya da kanadı kırık dul kadına acıyabilir, ve bu
amelsiz dalalet alimleri ve onların takipçileri, bir hayrı olmayan derneklerin ve daha
birçok şeyin sahipleri, – Allah onlara lanet etsin ve yüzlerini kara etsin, ve ayıplarını bu
hayatta açığa çıkarsın ve mundar kafalarını onlarla taçlandırsın – para toplamak için,
dul ve fakir kimselerden yararlanır, sonra bu zulme uğramış ve yoksul kimselerin
yerine, kendileri parayı yağmalarlar. Ve eğer, onlara, onun (paranın) bir kısmını
verecek olurlarsa, değersiz yöntemlerle çok küçük bir miktar verirler. Vallahi, bunu
söylemeye utanç duyuyorum, ve Lut aleyhisselam'ın, bu zamandaki bu acımasız
kavminin, bunu nasıl yaptığına hayret ediyorum. Allah onlardan birinin yüzünü,
dünyada ve ahirette kara etti, ve o neredeyse 60 yaşlarındadır, bir kadın ona gelir, o da
onu içeri alıp kapıları kapatır, ve onu, Mut’a karşılığında ölümsüzlüğe davet eder. Bir
diğeri, 20 yaşlı genç kızla evlenir, kendisi neredeyse 70 yaşlarındadır. Ve bu sapık
kimseler, şehvetlerinin köleleri, son marka arabalara biner, korumalarla gezer. Ben
anlamıyorum bu ödlekler, hain dalalet alimleri neden korkuyor. Ve onlar en pahalı
mobilyalarla döşenmiş lüks evlerde yaşarlar.
Bunlar, Muaviye’nin (Allah ona lanet etsin) takipçileridir ve Süfyan’ın neslinden geri
kalanlardır. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve alih onlardan beridir, hatta onlar, ona bağlı
olduklarını iddia etseler bile. Ve bu menkusların ve Lut kavminin, onları ıslah olmaya
davet eden kimseye cevabı da aynıdır:
, onlar
alçakgönüllü kuzu imajında görünerek, Şu'ayb aleyhisselam'a karşı paranın cezbini,
değersiz pohpohlamalar ve övgüleri kullanır, hatta hizmetler sunarlar,
, , şiddetle savunmaya
geçerler, ‘biz senin muhakemene, sabrına ve davranışlarına karşı kesinlik içindeyiz’,
fakat birkaç saniye sonra, değersiz övgüler ve ayartmalar Şu'ayb aleyhisselam'a karşı işe
yaramayınca, yeni bir dönem başlar; , ileri gelenler şerli
alimlerdir, Nebilerin daimi düşmanları,
Ğer, azap için sebepler sunulduysa, ve kavimleri – özellikle dalalet alimleri ve
onların kör takipçileri – Elçilerini reddedip onlarla alay ettilerse, yeni aşama
başlar. İşte bu, azabın gelişinin başlamasıdır, ve bu, pervasız fırtınanın gelişinin
başlamasıdır ki, önce hoş bir rüzgarla başlayıp, cahil birini uyuşturur ve o, bunun
geçeceğini sanır. Fakat ansızın, herşeyi darmadağın eden fırtınalı rüzgar, Rabbinin
izniyle yetişir:
Azap, Dünyanın, kendilerine gelen Elçileri reddeden insanlara ilgi duymasıyla başlar,
; ve bu 2 nedenden dolayıdır:
İlki: (Dünya) onları arzular; zevkleri ve süsleri içinde boğar. Bu, onlar, ona
uyuşturulduktan, ve onun, (dünya) ilminden, onların tek ve yegane amaçları olduktan
sonra, onların gafletini arttırmak içindir:
Ve ikincisi: dünyevi İlahi azap onlara indiği zaman, onların fiziksel azabını maksimuma
çıkarmaktır. Ve bu, onların, kendileriyle ilgilendiği ve onların da onu kucaklayarak
karşıladıkları Dünyadan ayrıldıkları zamandır,
, kendi utanç verici durumlarını düşünmeden, akıl etmeden.
Ve onlar otoriter ve işgalci zorbanın gölgesi altında çürüyorlar, bu Kutsi hadisi
duymadıkları gibi: “Ey İmranın oğlu, eğer yaklaşan zenginliği görürsen, o zaman, kendi
cezası hızla gelecek olan bir günah söyle.”(el-Kafi, c.2, s.263, hadis 12), ve öyle ki, aldırış
etmeyen kimseler, her zaman onlara gelen bu Dünyanın kendileri için bir mükafat, ve
amellerinin karşılığında ödüllendirildikleri lütuf ve mutluluk olduğunu düşünürler. Ve
gerçek şu ki, o, fırtına öncesi gelen rüzgardır!! Ve gerçekte o, kendi cezasını hızlandıran
bir günahtır!!
Ahmed El Hasan
26 Sefer, 1425 Hicri
Necef El-Eşref
E