8 19 8 cumhuriyet k İ t a p - core.ac.uk · 8 19 8 8 aydın baydar, açlan uraz’ın albümü...
TRANSCRIPT
8 1 9 8 8
□ Aydın Baydar, Açlan Uraz’ın albümü“Cumartesi Anneleri”ni tanıtıyor...3. sayfada□ Süha Sertabiboğiu, Tom Robbins’in
“Dur Bir Mola Veri’ini tanıttı.........8.sayfada□ Zeynep Aliye, Turgut Özakmanla “Va-
hidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele” üzerine konuştu.................................. 10.sayfada□ Turgay Kurultay “Türkiye’de Çeviri Eği-
timi”ni değerlendirdi....................13.sayfada
Cumhuriyet
K İ T A PFelsefeci biryazar
m J m
i B V.
Tansu Bele yapıtlarında, bireyin kentlileşme ve kent olgusu içindeki açmazlarım yansıtmaya çalışan yazarlarımızdan biri. Şimdiye kadar dört kitabı yayımlanan Bele’nin yeni kitabı da yayımlanmak, üzere. Bele ile yazarlığı üzerine konuştuk. Yazarlarımız da Bele’nin öykücülüğünü değerlendirdiler.
TANSELİ POLİKAR
- 5
'ayın Tansu Bele; birinci kitabınızın ilk baskısını say lerdelerde Kanye/Gökkuşağı Yayınlan ndan çıktı.
‘Bir Yaz Boyu Akçay’da’ adını taşıyan bu yapıt ilk çağ- nştırmada bir gezi kitabı olarak algılanabilir. Ancak sanının bunu aşıyor, oldukça. ..Yada siz yapıtınızı bir zi kitabı olarak düşünmediniz, tasarlamadınız. Şimdi bıze bu yapıtın oluşma koşullarını kısaca açıklar mısınız?
• ‘Bir Yaz Boyu Akçay’da’mn, Ege kıyılarının önemli kıyı kenti Akçay’da geçirdiğim bir dinlence sonucu ortaya çıktığı doğru. Ama bu, yalnızca sonuçtur. Yapıtı kaleme almadan önceki amacım ise, hiçbir ‘üst kimlik’ taşımaksızın ya da sıradan bir kişi olarak, o kentin sokaklarındaki, evlerindeki, çay bahçelerindeki insanlarının arasına karışmaktı. Denizin içinde birkum tanesi olmaktan korkmadan, yazar/aydın kimlik-
dşilerle birlilİerimi geriye çekerek halktan kişilerle birlikte olmaktı. Açıkçası ben, okur, yazar ya da aydın kişilerimizin
şımaktayım. Bu konuda ülkemizde garipTir ikilem yaşanmakta, sanki... Sözlerim belki biraz ağır kaçacak ama yine de söylemeden edemeyeceğim; herhangi bir konuda edindiği va da göstereceği bilgisel bir marifeti olan herkesin ilk işi kendini öncelikle halkın dışına atmak ve onun beğenisine, yaşayışına sırt çevirmek, sonra da eğer deyim yerindeyse halka hünerini ‘pazarlayıp satmak’ oluyor. Sanırım sanat anlayışımız da böyle. Örnekse; aynı çatı altında bir gün bile birlikte oturmak istemeyeceğimiz, yemelerini içmelerini, müziklerini bile paylaşmadığımız insanlara ‘konferanslar çekip bilgilerimizi sergiledikten sonra ‘ne yazık ki beni hiç anlamadılar’ demek, pek hoşumuza gider biz aydınların... Tıpkı politikacılarımız gibi!
Her neyse; insanın her türlüsüyle tanışıp kaynaşmayı severim ben, çünkü gördüğüm ‘yüz’ ne olursa olsun ardında bir ‘insan vardır benim için, önemli olan da zaten o ‘insan’a ulaşmaktır, ama onun ününe, bilgisine, kariyerine, susuna busuna değil. Kısacası ben Ak çay insanlarıyla birlikte ve tanış olmak istedim, son
ra da bu tanışıklıklarım usul usul, alçaktan akan sular gibi ak kâğıda döküldüler. Kendiliklerinden.
- Evet; dediğimiz gibi kitapta yer alan bölümler -ki genelde portreler olarak nitelendirilebilir, kitap bu bölüm için ‘Yüzlerin Dilinden başlığını kullanıyor-, hem deneme hem de öykü niteliğinde kaleme alınmış. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
- Sayın Polikar; sorunuz yapıtım açısından en ilginç ve önemli saptamayı içeriyor. Şöyle ki; yapıtta ver alan bölümleri gerçekten de hem birer öykü hem de deneme olarak okumak mümkün. Ama -önsözde Sayın Sa-
«ar« ̂1 M 1 r * V^ı i'llt 1 rt İT, 1 ♦" /D, , Î /% T TT \ Î “\ â Î 1 I* t t" t X 1! 1
neKaraören’in çok isabetle vurgulayıp behrttiği gibi- bütünüyle öykü ne de deneme bunlar... Elbette salt
gezi notlan da denemez, çünkü tam anlamıyla bir yazarın yansımaları... Bence kendilerine özgü ya da salt benim insanlarıma özgü bir yapıları var, nedeni bu. Bakın, ben bir edebiyat yapıtının kurgusunu ya da türünü o yapıtı oluşturan koşulların saptadığına inanırım.Örneğin, 19. yüzyıl Avrupa romanını sanayileşen kentsoylu Avrupa'sının doğurması gibi. Dahası romanın ya
2İI1K-da öykünün bölgesel, ülkesel ayrılıklar, yapısal özeli ler taşıması gibi. Örnekleri çoğaltmam sanırım gereksiz; türün özelliklerini belirleyen de saptayan da somut koşullardır yalnızca, demekle yetineceğim, dille konunun -ki bütündürler ve başka örnekler içinde yerellik- leri açısmdan tektirler- ‘özgünlüğü’ olduğu gerçeğini
C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 4 1 2 Devamı 4. sayfada.
■ t • ,*>i *, .w , ı ; . *, r . v . .-.».v».-. .v İ t * t ' * « , %W ıYlViVl'l»'ı‘iVIVlV«frtVrtVl,l'ı
Kapak konusunun devamı...
CİHAT KEMAL
GECEYE H l f f l DOCAR
<•“ vurgulayarak...- Kitabı okurken değişik bir duygu
ya kapılıyor insan... Yer yer bir tatil kasabasının yeşilinin, doğallığının betona kurban edilişi var. Hatta bu bizzat orada yaşayanların anızlarından da verilmiş, ayrıca kitabın ilerleyen sayfaları insana hemen oraya gitme, anlatılan yerleri gezip görme isteği veriyor. Böyle bir etkiyi yaratmayı amaçlayan anlatımı seçmenizin özel bir nedeni olabilir mi?
- Bu sorunuz birkaç yönlü. Yanıtlaya- bilmem için de öncelikle kısaca sokaktaki, sıradan insanların arasına karışmak isteğimi neden Akçay’da gerçekleştirdiğime değinmem gerekecek. Bir kez dinlence yöreleri Türkiye’nin en hızlı değişime uğrayan bölgeleri. Hem dağı/taşı/tari- hı/coğrafyası, hem de insanı/insan kalitesi açısından... însanlararası buluşmaları, farıdılaşmaları, kutuplaşmaları, kesişmeleri en iyi gözlemlediğim yerler olarak düşünürüm oraları. Ama bu değişimin, sanıldığı gibi Bodrum türünden -buradaki farklılaşma çok başka bir şey- yerlerde değil, daha kıyı köşe kentlerde çok daha sancılı ve toplumu sarsıcı bir biçimde gerçekleştiğine inanırım. Ayrıca, eğer ben yazdıklarımla okurda ‘hemen
BiSGOTWKH
önüne alınarak çizildi? Genel olarak bir araya geldiklerinde bir bütünü mü oluşturuyorlar? Gezi notlarım ya da anılarını, edebiyat anlayışınızın nasıl bir bölümüne koyuyorsunuz?
- izninizle bu sorunuzu, yapıtınım ‘Son Yazısı’nı oluşturan satırlarımla yanıtlayayım: “Yaşama geldim geleli, çocukluğumdan bu yana çevreme bakmayı severim. Benim için çevreme bakmak benliğimi kuşatan ve saran, bir bakıma oluşturan dünyayı tanımakla eşdeğerdedir çünkü. Bu bakışımın odağını da benim dışımdaki, ama yine benim olan dünyanın insanları oluşturur. Yani benden başkaları. Akçay’ı bunun için yazdım.”
- Bundan sonraki çalışmalarınız konusunda kısaca bilgi verir misiniz?
- Tek amacım roman yazmak. Bu konuda çalışmalarım var, iki çocuk romanım da var. Ama benim istediğim, yuka-
Sayın Bele; bu güzel söyleşi için çok teşekkürler.
- Sayın Polikar; anlamlı sorularınızla bana bu olanağı verdiğiniz için ben teşekkür ederim. ■
P ortre ler ve hüzünler
M eğer ne zor şeymiş bir hüznü paylaşmak!.. Tansu Bele’nin yüreğinde harman ettiği sonra da sırtıma vurup da Akçay’lardan bizlere getirdiği bir kitap dolusu hüznü. Evet, Tansu Bele’nin “Bir Yaz Boyu Akçay’da” (Anı mı, öykü mü, yoksa deneme mi desem?) adlı kitabı geçen günlerde, Kariye Ya-
ymlan’ndan çıktı. Yoksa siz daha okumadınız mı?..Bir hüzün ki anlatılmaz; bir yanma tuz bulaşmış öte yanı reçine kokuyor. O r
tasında bir Akçay var, sokaklarında lağımlar akıyor. Zeytin ağaçları, betonlaştır- dığımız insanlığımıza direne dursun; bir hüzün ki kaynağı çağlar öncesinden... Ta İda’da, Sarıkız’ın gözlerinden çağıldayıp Hazife Hanım’ın yüreğine, Buket’in gözpınarlarma doluyor. Oradan Ören Motoru’na binip Ege’nin turkuazına bulaşıyor. Yüreğimizin kirine boyadığımız Ege, bize betonarme intihar modelleri öneriyor.
Oysa asfaltladığımız Samanyolu’ndan bir yıldız, ışıltısını bizlere ulaştırmaya çalışıyor umarsızca. Bunca kalabalığın, bunca hırgürün içinde, yaşadığımız fast- food yalnızlıkların prangasından sıyrılmaya çalışıyor Tansu Bele. Bir şehre ışıltılı caddelerinden, neon lambalı yozlaşmalarından değil; ara sokaklarından, perdesini hafifçe araladığı belki tek dostu o pencere olan yaşlı kadınlarından, onların öykülerinden başlıyor. İnsanlarından başlıyor Akçay’a ve onların yüreklerinden...
İstanbullu gözleriyle, geldiği bu sahil şehrinde, Anadolu’da yok olmaya yüz tutan kültürlerin izlerini arıyor. Yavaş yavaş tek kültürlülüğün esaretine giren bu renkli şehirde, gerçek çok renkliliğin yani değişik kültür tınılarının peşinden koşuyor... Dünyada sayıh birçok düşünüre ilham vermiş bu topraklarda, Tansu Bele de bir felsefeci olarak kendi insancıl felsefesinin güneş gözlüğüyle bakıyor Ege’nin yakamozlarına...
Evet Tansu Bele, bir gün bir marangozluk işi için evinize geldiğinde, Ali koymuştu bu hüznü cebinize size farkettirmeden değil mi? Ve siz onu bulduğunuzda özenle yerleştirmiştiniz bavulunuza... ■
________________ Felsefeci bir yazar________
Tansu Bele
Ah Benim Bir Başıma İstanbul Kadınlığım /Tamu Bele / Edebiyat Gazetesi Yayınları?81 s.
Bircan’ın Günlüğü /Tansu Bele / Gerçek Sanat Yayınları / 64 s.
Geceye Yalnız Doğar/ Tansu Bele / Demet Yayıncılık/96 s.
insanların değil, yerlerin de portrelerinin çizilmesini kastediyorum. Örneğin ‘Şeytan Sofrası ndaki gibi) olduğunu görüyorum. Bir yazar olarak siz, bir de büyük kentten, o yaşamdan gelen bir aydın olarak (kitabın ilk bölümündeki arkadaş evindeki sohbet de bunu biraz belirliyor) bu portrelerin çizimlerine yorumlar getiriyorsunuz, içinde toplumsal, felsefin atta postmodern izlenimler olan... Böylece ortaya çıkan oluşum artık saf görünen değil.Bu konuda neler söylemek istersiniz? Sanırım özel bir yöntemle kurgulanmış tüm bunlar...
- Bu sorunuz da çok açılımlı; ama benim, bütün kökeniyle tam bir kentsoylu olmaklabirlikte kesinlikle ‘seçkinci’ olmayan, aydın ve demokrat tavrımı ilk sorunuza verdiğim yanıtta açıkladığımı sanıyorum. Portrelerimin çizimlerine getirdiğim, içinde toplumsal, felsefi hatta postmodernist izlenimler olan yorumlara gelince... Bu benim yazmsal kişiliğimden kaynaklanan bir özellik, sanırım. Yani benim öyküleme biçemimin bir yansıması. Öykülerim de, bir olayı ya da dünyayı önce parçalara ayırmak, sonra da o parçalardan bir bütüne ulaşmak yapısal özelliğini taşır, ilk bakışta, ilk okuyuşta birbiriyle ilgisizmiş gibi görünen parçalar (ki ben buna postmodernist yanım diyorum) sonuçta b ir araya gelip kendine özgü bir dünya kurarlar. Bu biçem kimilerinde öykümün ‘dokusu seyrek’miş, hatta ‘devinimi yavaş’mış gibi izlenimler yaratabilir, daha dikkatli bir okur bu bilinçli dağılımın ötesindeki birliği ayırt edecektir. Tıpkı yaşamın birbiriyle çelişen, ilgisiz gözüken ayrıntıları içindeki birleştirici özünü görebilmek gibi. Sanırım ‘özel bir yöntemle kurgulanmış’ dediğiniz ve sizin de gözünüzden kaçmayan bir yazım özelliğim bu benim.
- Kitaptaki kişilikler hangi kriter göz
araya gitme’ isteği uyandırabiliyorsam, ne mutlu bana! Çünkü bu şirin kıyı kasabasında yaşanan çoğu ‘traji/komik’ olayların, bütün Türkiye’nin gerçekleri olduğuna inanıyorum. Ama hemen belirteyim; anlatımımı, böyle bir etkiyi yaratmak amacıyla oluşturmadım. Bu kendiliğinden oldu. Benim çok fazla etkile- nişimden. Yoksa yazmaya bilinçli olarak karar vermedim. Bunu gördüklerim ve yaşadıklarım saptadı.
- Sayın Bele, acaba daha sonra tekrar Akçay’a gittiniz mi? Neler değişmiş? Bu konuda söylemek istedikleriniz olacak mı?
• Akçay’a sonradan birkaç kez gittim. Benim altını olumsuzlayarak çizdiğim kimi ‘değişimlerin hiç değişmeden ve kat- merlenerek sürdüğünü görmek beni daha çok üzmekten başka bir işe yaramadı.
- Şimdi ben kitabın oluşturulmasında ağırlığın portreler çizmek (Burada sadece
Bir Yaz Boyu Akçay’da / Tansu Bele / Kariye Gökkuşağı Yayınları/160 s.
S A Y F A 4 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 4 12
Felsefeci hin vazarİSMET KEMAL KARADAYI
F elsefe öğrenimi yapan, özellikle “kadın” konusunda “mastır” dereceli çalışmaları bulunan Tansu Bele’yi ilk, “Ah Benim Birbaşıma İstan
bul Kadınlığım” (Edebiyat G. Yayınları 1990) adlı öykü kitabıyla tanımıştım. Orada ne güzel öyküler vardı: Yaşanmışlıklara, gözlem ayrıntılarına, “yaratı yeteneği”™ ortaya koyup işini “yazmak eylemine dönüştürünce kendi varoluşunun yolunu açmış” olan kadın kişiliğine, bir de “varoluş”la “yokoluş” arasında mekik dokurken “gerçeği bitince düşleri de bitmiş” şiirselliklere dayalı...
“Sanat Olayı dergisi 1986 öykü yarışması birincisi” ve şu sıralarda iyi bir “panelist” olduğunu bildiğimiz Tansu Bele arkadaş ikinci öykü kitabını “Ay Gece-e Yalnız Doğar” adıylaJDemet Yayın-
çıkarmıştııcan’ın Günlüğü” adlı romanıyla “çocukiarı 1993) çıkarmıştır. Bu arada “Bir-
kitapları” vitrinlerinde görünmüştür.
Masalları, denemeleri yayımlanmak üzeredir. Şimdi, işte karşımızda “Bir Yaz Boyu Akçay’da”sı (*) onun...
Kitap, sevgili kızı Sedef Belentepe’ye adanmış...O da o kitabı, çizdiği özgün desenlerle bir güzel değerlendirmiş...
“Önyazı”da Sayın Sami Karaören önce, “gezi notları mı, bir dinlenceye çıkışın öykülerimi? ” diye soruyor kitap içindekiler için.
Sonra da şunları söylüyor: “Yıllar önce keyifle okuduğum bu yazılar beni yeniden sardı, bu gezi notları. Hayır, gezi nodarı değil bunlar, birer deneme. Öykü tadı veren denemeler. Bir dinlenceye çıkışın anlatısıyla başlıyor bu deneme- öyküler, bu Akçay izlenceleri... ”
Evet, doğru. Özümsenmiş, tam vuruş- lu saptamalar ve özettir bu değerlendirme.
Öykü ve roman yazarı, felsefeci, denemeci Tansu Bele, kendi deyimiyle “ölüyor” dediği İstanbul’da doğup büyümüş.. Ne ki o aynı zamanda, “Anadolu karşısında bir tür “Çalıkuşu misyonu”nu
£
MUZAFFER UYGUNER
A kçay, bilindiği gibi, Edremit Kör- fezi’nde, Edremit’in batısında bir yerleşim birimidir. Bir zamanlar ağaçlı bahçeler içindeki evlerden oluşur
ken, bugün beton yığınları görüntüsüne önelmiş, geniş bir alanını bu görüntü- erin kapladığı bir kıyı yerleşim birimi durumuna gelmiştir. Tansu Bele, bir yaz tatilini burada geçirmiş ve yaşamdan izlenimlerini Bir Yaz Boyu Akçay’da topladığı yazılarında bize yansıtmıştır.
Tansu Bele, bu kitabının “Yüzlerin Dilinden” bölümünde insanları ve yaşamı
bir yelpazede ortaya koymuştur, ın ikinci bölümünü ise “Kalabalık
ların Dilinden” genel başlığı altında Akçay çevresindeki yaşantıya ayırmıştır. Akçay’a gitmek üzere hazırlanırken, bir arkadaşı, ona neden Akçay’ı düşündüğünü sormuş ve “Orası hiç moda bir yer değil ki artık. Eski. Eskimiş” demiş. Ama, gene de oraya gitmeye karar vermiş. Ak- çay’a gittikten sonraki ilk izlenimleri şöyle: “Kaldırım kıyılarından lağım suları akan sokak aralarına dizili bir yığın beton ev ve bu evlerde tek tek kiraya verilen odalar. Ortak kullanılan tuvaletler, duşlar ve mutfaklar. Çoğu salkım saçak ağaçlarla tıkabasa dolu birtakım bahçelerin içinde /.../. Ama ön caddeler düzgün, bakımlı ve güzel gerçekten, arkada ovaya doğru yayılan, genişleyen o beton azmanlı sokaklara benzemiyor. Evler ine bol ağaçlıklı bahçelerin ortasında urulu. Dikkat ediyorum bunlar da be
ton” (s. 19). Kitapta yer verilen oranın yerlisi Nedim Bey’in dediği gibi, eskiden böyle değildi, her yer ağaç dolu idi. Toprağın her yerinden buz gibi kaynak suları fışkırır, denize akardı.
Bele’ye göre, “bir yeri tanımak da sanırım orda geçirilmiş, yaşanmış olan insan yaşamlarını tanımakla eşdeğer sayılsa gerek. İnsanlarını bilmeden,huyunu, suyunu, denizini, toprağını bilebilmek olası değil. Şimdi Akçay benim için daha yakın, daha içten, daha dost, daha ta- ıdık”. Bu görüşle., Akçay’daki yaşamın
Î
Pis suratlı, kara yosun yüklü bir kaya parçasmın üstünden akmakta” olan deniz içindeki fıskiyeyi de unutmuyor elbette. Uzaktan bir balinaya benzetiyor o kayayı.
Bele, orada yaşadığı günleri genel olarak şöyle açıklamıştır: “Ben yalnızca gezip tozup, yiyip içip denize girmedim burda. Bu kentte, bu kentin insanlarıyla birlikte olmayı denedim. En azından bunu yapmaya çabaladım, düşledim, istedim. Önların insan dünyasmı tanımaya, onlarla kaynaşmaya çalıştım” (s. 150). Sonra da Akçay’a bağlandım, diyor. Ak- çay’ı bunun için yazdığını da açıklıyor kitabın sonunda.
Akçay'lı insanların yaşamlarıTansu Bele, kitabının bu adı verdiği
bölümünde Akçay’lı bazı kişileri tanıtıyor bize. Bir öykü kurgusu içinde, o insanların ailesel ve toplumsal yaşantıları-
yuyor. Bu kişilerden ilk olarak tanıttığı Nedim Bey’dir. Yuvarlak çerçeveli gözlüklerinin ardından küçük kara gözle-
miçme giriveriyor. “Ören Motoru” adlı ya
lda Akçay’ı bütün yönleriyle, kendizısmckurduğu düşsellik içinde görüntülemiştir. Akçay’ın yaşantısı birçok yazısında yer alıyor. Bu arada, “Taş iskelenin hemen yanında”, “cam gibi denizin ortasında havaya fışkırıp duran kaynak suyu.
m, düşüncelerini ve düşlerini ortaya ko-~ ............ ilk olarak t
t çerçev« „ küçük kara gözle
riyle yaşama bakan Nedim Bey, hem genel yaşantısı hem de Akçay’daki yaşantısı ile önümüze serilmiştir. Nedim Bey, bu kadar bina yapılmasından, yapsatçı- lıktan yakınmaktadır, insanların birlikte yaşaması gerektiğine inanır. Turistlerin otellerde kalmamasından yanadır. “Bu otellerde asker kampmda yaşar gibi” yaşanmamasını ister.
Bir de küçük Buket vardır onu ilgilendiren. “Ufacık takunyalarım merdivenin taş basamaklarına çatçat vurarak” koşan Buket. Aynı evde oturan Selim de ilginç bir kişidir. Hüzünlü bir görüntüsü vardır. “Anlaşılmaz ve garip b ir hüznün bir başına dönüştürerek donuklaştırıyor büsbütün yüzünü. Onu karartıyor, çirkinleştiriyor” . Bele, onun da yaşantısını görebildiği ve düşleyebildiği kadar anlatıyor. Evini kiraladıkları Elafize Hanım da bütün yaşantısıyla, kocasmı yitirmenin hüznü ile anlatılıyor. “Basmamsı birkumaştan dikili, önden düğmeli, kısa kollu, belsiz, erkek gömleği yakalı giysisi” ile de tanırız onu. Arka balkondakiNermin Hanım’ı da tanırız. “Nermin Hanım’ın kısa kesilmiş beyaz saçları, kısa kollu önden düğmeli koyu renkli keten giysileri, titizliği, becerikliliği, masasının üstünde durmadan hüzünlıi alaturka şarkıları çalan radyosu” ile çıkıverdi- ğini görürüz karşımıza. Maraş dondur-
yüklenen aydın kişiler. Ona göre İstanbul, “artık o kadar da önemli değil”dir Anadolu için. Hele de o İstanbul, “değişmek isteyen, buna uyanmış, bunun sancısını çeken Anadolu’nun yanında her gün biraz daha yozluğa kayan İstanbul” ise!.. Ve, “biz büyük kent insanlarının ya da İstanbulluların tatil tatil diye koşarak geldiğimiz bu toprakların insanlarından öğreneceğimiz ne çok şey var" derken, gerekçelerini açıyor, açıklıyor. Çünkü ona göre öyle “ucuz ve basit Bir insan kalabalığı” her zaman söz konusu edilemez ve kendisi de “kültürü ve beğenisi gelişmiş "lerden biri olsa bile “onlardan başkası” olamaz; onları, “yalnız kendi rahatı, lüksü için sömürmek, kullanmak” istemez.. Yazar, aydın ya da gelişkin kişi, halfandan gelen değerleri
tanıyacak, tadacak, paylaşacak ve top-
Akçay'da yaşam...
Bele'ye göre, bir yeri tanımak orda geçirilmiş, yaşanmış olan insan yaşamlarını tanımakla eşdeğer sayılmalı, insanlarını bilmeden, huyunu, suyunu, denizini, toprağını bilebilmek olası değil.
maları satan dondurmacı, kuru dağ otları satan köylü kadın, iskelenin altındaki kumlarda yatan hasta adam tanıdığımız kişilerdir. Tansu Bele, öykü kurgulaması ile, bütün görüntüleri ile tanıtır bunları da.
Bu kişileri betimlemeleri ile de tanıtır bize. Sözgelimi, Nedim Bey’in eşi Fatma Hanım’ı şöyle tanırız: “Yaşlılığının öyle şirin, pamuk gibi yumuk yumuk, öyle capcanlı bir güzelliği var fa! Gerçek bir insandan çok kâğıttan yapılmış düşsel bir kelebeğe benziyor” (s. 34). Buket, “küçük, yuvarlak omuzları, ince kollan arkaya kaymış, göbeğini öne doğru çıkarmış. Çocuk bedeni hırsla kasılmış ve gergin” olarak çıkar karşımıza. Motor gezisinde bir kız ise. “uzun küpeli, deri bilezikli, bu havada deri yelekli,yeşil çiçekli pantalonlu, adidas ayakkabılı, rip kılığıyla” tanıtılmıştır. Hafize nım’ın kızı da değişik davranışlan, görüntüleri ile betimlenmiştir.
Tansu Bele, yakından tanıdığı bu kişilerin yanında, Akçay’daki genel yaşantıyı, toplumsal görüntüleri de yazmıştır. Arkadaşı, ona “en azından halk seni yadırgar. Çünkü sen başkasın onlardan” demişti. Ama, halkın içine girer. Plajlarda, pazarda, lokantalarda, sokakta halkla birliktedir elbette. Oysa Bele, “halkın dışında, dört yanı duvarlarla çevrili, lüks,
luma sunacaktır... O dört bölümlük anlatılarda “insammız”dan kimlerin “Yüzler”!, nerelerin “Kalabalıklar”ı yok ki.. Nedim Bey, Buket, Selim, Hafize Hanım, Arka Balkondaki Kadın, Dondurmacı, Ali, Köylü Kadın, Hasta Adam ile ardından, Pazar Yerinde, Ören Motoru, Lokantada Sarıkız, Kızılkeçili’de ve Ay- valık-Şeytan Sofrası...
“İstanbul’da Bir Arkadaş Evinde” başlayan Akçay gezi ve izlenceleri, dönüp dolaşıp yine İstanbul “evi”ndeki “Son Yazı” ile noktalanıyor... Noktalanıyor ama, 160 sayfalık, “düşün” ve “sanat” a ilişkin ustalıklı not düşüşlerinden bize, ayrıntılarda yitirilmemiş felsefe derinlikleri, toplumcu gerçekçi yorumlar, kültür yoğunluklu bakış ve anlatılar, daha da önemlisi, insancıl sıcaklıklar kalıyor...
Tansu Bele, çektiği fotoğraflardan “Türkçe dil”li, yerel ve evrensel karışımlı, çok değişik, çok güzel resimler üretmiş. Ürün, bizlere, kendi özü ve özelliğiyle başlayıp “çok özel” de kalmayarak akıcı bir biçem içinde kolaylıkla ulaşmış...
Yazarımızı candan kuduyor, onun bu aratıcı ve başarılı çalışmaları yıllarca ep böyle sürsün diyorum... ■E
konforlu otel, tatil köyü gibi yerlerde özleştirmeden” yana değildir. “Halkın dışında, o halktan yalıtılmış duvarlann ardında, o halfan denizini, kumunu, güneşini kullanıp yatmak istemez. O, memleketi ve insanları tanımak görüşündedir. Onun için halfan içine girer. “Hep ayıp, hep ayıp” demelerim ise yadırgar. Pazar yerindeki yaşantı, itişip kakışmalar, satıcıların davranışları yanında alıcıların davranışları da “Pazar Yerinde” yazısında anlatılmış, halfan harekederi ortaya konulmuştur. “Ali” adlı yazısında ise plajdaki davranışları göstermiştir. “Kı- zılkeçili’de” başlıklı yazısında ise toplumdaki bir kesitin görüntüsü verilmiştir. Mercedes arabadan inen değişik görüntülü insanlar çıkıyor bu kez karşımıza ve onların davranışları da anlatılıyor. Ama, “Ayvalık Şeytan Sofrası”nda ise “Kot pantalonlu, cici bici tişörtlü ya daaltı morlu şortlarıyla, başlarında alafran ga güneş, plaj şapkaları, ellerinde fotoğraf, film makineleriyle, arkalarında pırılpırıl otomobilleriyle” bir toplum var.
Gerçeklere dayanan öykülerBele, denizi ve doğayı da bize görün
tülemiştir. Kazdağları ile Şeytan Sofrası görüntüleri hemen anılabilir.
“Bir takım anlamsız simgeler kayıp geçiyor aklımın aynasından” diyor Şeytan Sofrası ile ilgili yazısmda ve şeytanı düşlüyor. Ama başka yerlerde de düşünce ummamna dalıp gittiğini görüyoruz. Yaşam ile ilgili olarak, “yaşamın asıl gerçeğinden, kendisinden kopuk” düşler de gördüğünü açıklıyor ve onları anlattığına değiniyor (s. 115) “Selim”de ise, sözünü ettiği Selim ile ilgili düşlerini ele alırken hüzün üzerinde durmuş ve onun felsefesini belirtmiştir. “Hüzün nedir?” konusuna biz de eğilmiş oluyoruz böy- lece.
Tansu Bele, Akçay yaşantısmı değişik bölümler olarak ele alıp, değerlendirmiştir. Bunlar, yaşanmış gerçek yaşantının, gerçeklere dayanan öyküleridir. Kişilerin ve toplumun yaşantısı öyküsel bir kurgulama sanatı ile anlatılmıştır. Bana göre, bunlar deneme değil gerçeğin, gerçek kişilerin öyküsüdür. Çok açık bir amatım-
ri
sunun ağır bastığını bir kez daha vurgulamak istiyorum ve başarılı örnekler olarak, gerçek yaşantının, gerçek insanların öyküleri olarak niteliyorum. Bunlar, öykümüzün değişik ve başarılı örnekleri olarak nitelendirilmelidir.
Kitap, fazı Sedef Belentepe’nin resimleri ile de süslenmiştir. ■
şilela, zaman zaman şiirsellik, zaman zaman düşüncenin ya da düşlerin ummamna dalarak yazmıştır bunları. Öykü kurgu-
C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 412 S A Y F A 5
Bir YazBoyuAkçay'da
BEDRETTİN AYKIN
D aha önce dergilerde yayımladığı Akçay yazılarını “Bir Yaz Boyu Akçay’da” adıyla kitaplaştırdı Tansu Bele.
Sami Karaören’in ön yazısı ile sunulan kitap; Gidiş, Yüzlerin Dilinden, Kalabalıkların Dilinden ve Dönüş bölümlerine ayrılmış ondokuz yazıdan oluşuyor. ‘Yazı’ sözcüğünü burada, kitabın hangi yazın türüne girdiğini söylemenin güçlüğü nedeniyle kullanıyorum.
Gerçekten Tansu Bele’nin “Bir Yaz Boyu Akçay’da”sını alışılmış bir gezi notları saymak olası değil. Yapıt her ne kadar, bir yaz dinlencesine çıkış ve dönüş ekseninde başlayıp bitse de; yazarın ustaca çizdiği tipler, güçlü zengin betimlemelerle ver yer öyküye, felsefeci yanının öne çıktığı düşünsel yorumlarıyla da deneme alanına giren, kimi bölümlerde şiirsel tatlar da veren yazılar bunlar. Bu nedenle, ön yazısında Sami Karaören de: “Hayır, gezi notları değil bunlar. Birer deneme... Öykü tadı veren denemeler...” saptamasında bulunuyor.
Bir yapıtın önemi, estetik değerinin yanında, yazarının insana, topluma, doğaya nasıl baktığıyla; kısacası dünya görüşüyle de yalandan ilgilidir. Çünkü yapıtı, yazarm bu tavrı, duruşu, bakışı yönlendirip şekillendirecektir. Daha kitabın ilk yazısı ‘İstanbul’da Bir Arkadaş Evinde’ de, arkadaşının dinlence yeri seçimi için yaptığı öneri ve uyanlarına verdiği yanıtlarda buluyoruz yazar Tansu Bele’nin bireyi olduğu toplum ve onun sorunlarından kendini soyutlamamış, çağının tanığı aydın yazar kimliğini. Halkınbeğeni anlayışını çok ilkel, yaşantısını çok düzeysiz bulduğu için, kendisine halkın gidemediği pahalı lüks otel, tatilköyleri öneren arkadaşına: “O ilkellik ve düzeysizliğin temelinde; o halkın malı, kenti olan yerlerde ve o halkın dışında, o halktan yalıtılmış duvarların ardında, o halkın denizini, kumunu, güneşini kullanıp sömürmen, onları yalnız kendi rahatın için kullanmak istemen yatmakta” diyebilen bir bilincin kimliğidir o.
Yukarıya alıntıladığım diyalektik söyleşiye bakarak Tansu Bele’nin kuru bir gerçekçilik edebiyatı yaptığı izlenimi uyansın istemem. O, konuk olarak bulunduğu güzel evin pencerelerinden son ışıklarını toplayıp götüren güneşin ardından, kristal vazodaki güllerin garip bir hüzne dalışını görebilen; yarılan kavunun ortaya çıkan ıslak turuncu karnının bütün utangaçlığını duyabilen lirik bir şairdir özünde.
Tansu Bele, kendi deyimi ile çevresine bakmayı seven biri. Onun için, çevresine bakmak, benliğini kuşatan ve saran, bir bakıma oluşturan dünyayı tanımakla eşdeğededir çünkü. Bakışının odağını da kendisi dışındaki, ama yine kendisinin olan dünyanın insanları oluşturur. Yani kendisinden başkaları. “Bir Yaz Boyu Akçay’da”da doğasıyla, insanıyla işte bu bakışın ekranına yansıyan Akçay görüntülerinin öykülerini buluyoruz. Kimler yok ki o ekranda... Hafize Hanım’ın acılı hüznü, yuvarlak çerçeveli gözlüklerinin ardında küçük kara gözleriyle Nedim Bey’in yaşlı, yalnız yüzü, hüznün ta kendisi diyebileceğiniz Selim, Şeytan
sız doga
Sofrası’nm anımsattığı çağdaş şeytan tip- rbetçi çocuk-
Daska b ir dildeleri, ana dilini bilmeyen ların dramında, kendi düşünürken, çocuklarıyla başka bir dilde konuşmanın burukluğu ve tadına doyulmayan şiirsel bir anlatımla çizilen eş-
güzellikte betimle
meleri...Kentlerde ve
insanımızda büyüme, gelişme, yenileşme adına gözlemlediğiniz yozlaşma karşısında siz de Tansu Bele ile birlikte düşünecek, sorgulayacaksınız sizi tedirgin eden bu oluşumu: “Az önce o n u n l a y d ı k , şimdi yok! Yerinde başka bir şey var. Değişimin yasası bu. Bu yasa, çocukluğumda nasıl
korkutur, ağlatırdı beni. Her şey değişiyor, eskiyenin yerine yenisi geliyor. Peki, eski ne oluyor? Onun yerine gelen yeni, eskinin yerini tutacak güçte midir her zaman? Ondan daha mı güzeldir? Oysa yeninin güzel olduğuna inanmaktan baş
ka elimizden ne gelir? Ondan güzellikler yaratmak... Yoksa çekilmez olmaz mı yaşamlarımız? Bir de... Kafamı hâlâ kurcalayan bir şey daha var, deli gibi büyüyen bu kendere sormak isterdim ben: ‘Seni böylesine çarçabuk büyütürken, sana ana dilini de öğretiyorlar mı acaba çocuğum? Yoksa başka dilleri öğrenesin diye unutturmaktalar mı onu da sana? Öyle ya, dünyaya ayak uydurmak için ne gerek artık sana Türkçe? Yabancılarla birlik olabilmen için, onlara ben- zeyebilmen, kendini beğendirmen, onlar gibi uygarlaşabilmen için, onların dilini belleyip konuşman senin neyine yetmez? İşte park! Yine eskisi gibi çiçekler içinde... Zakkumların hiç değişmiş olduğunu görüp sevinç içinde kalıyorum... Sular nasıl da soğuk ve derin. Tıpkı eskisi gibi.”
Salon bana: “Tansu değişimin, gelişimin, yenileşmenin karşısında eskiyi özlüyor, savunuyor” demeyin. O yenileşme adına yozlaşmanın, çirkinleşmenin, kimlik yitiminin karşısmda.
Siz en iyisi, alın okuyun “Bir Yaz Boyu Akçay’da”yı. Daha doğrusu Tansu Bele’nin gözleriyle, yüreğiyle izleyin bu güzellikleri. ■
Küçücük, incecik bir şiir kitabı: Kurumuş Gül Ağacı. Handiyse durup dururken çıkagelmiş bir kitap. Kimi kısa, kimi uzunca 5 6 şiir sığışmış içine. “Sürgün” terimine sık sık rastlanıyor.Bu doğal. Güray Öz bir siyasi göçmen.
AYDIN ENGİN
A dını 68 kuşağı arasında duymuş- luğumuz var. Adını Türkiye sosyalist hareketi içinde duymuşlu- ğumuz da var. 12 Mart karanlıklarında,
12 Eylül cehenneminde bile hep yumuşacık gülüşlü, sesini yükseltmeksizin du- ruşlu bir Güray Öz tanıdık. Ama şiir yazdığını bilmezdik doğrusu. Hatta şiirle böylesine sıkı fıkı olduğunu da. 68 kuşağı bizi besbelşairine sorduk:
“Bugüne kadar neredeydin?”- Çok özel ya da derin bir yanıtı yok bu
sorunun. Şiirlerimi yayımlamadım, çünkü şiir nasıl iş olsun, sür de yazılsın diye
n şaşırtmaya devam ediyor, edecek elli. Şür evreninin bu beklenmedik
yazılamıyorsa, yayımlamak da öyle. Şiiriyeazmak benim içimden gelen b ir uğraş.
" ın " ıyukimliği ile tanınma
yazIlkgençlik yıllarımdan bu yana hep yazdım. Yazdıklarımı yayımlama ya da böyle bir kimlikle, şairduygusu yoktu bende. Bu ilk kitabı yayımlamaya karar verdiğim zaman bile iyi bir şey yapıp yapmadığımdan emin olamadım. Yalnız şunu biliyorum; çok iddialı sözler söylemek istemem, ama benim yazdıklarım iyi ve güzeldir. İnsanın derin hallerini, hüzünlerini, coşkusunu anlatmayı ve bunu şiir ya da kısa hikâyelerle, kısa yazılarla ama çok yüksek bir sesle değil, fısıltıyla anlatmayı seviyorum. Konuşurken kelimeler uçup gidiverdiği için konuşmayı çok fazla sevmiyorum. Bence insanın hallerini, hayatın yoğunluğunu kaybettirmeden soyutlayabilme- nin en iyi yolu şiir ve müzik.
Şiir kitabı nasıl okunur?Bir şür kitabı nasıl okunur? Gaüba ön
ce şöyle bir karıştırılır, sonra belki baştan, belki gözün takılıverdiği sayfalardan birinden tadını çıkarmacasına okunur. Bazen tadı çıkar, bazen... Güray Öz’ün kitabını daha karıştırırken dizeler durduruyor sizi. “İşte bir cebimden aşk çıkıyor / öbüründen unutulmuş bir sevgili / solmuş bir gül usulca dokunuyor yüzüme / sorgusuz sualsiz bir aşk iniyor
Güray Özün şiirleri
kurumuş gül ağacı
gözlerimden aşağı’’diyen dizeler. Birkaç sayfa beride de “ve kalıcı hiçbirşey olmayacak hayatta bildiğin g: gözkapaklanmı
;ibi /iginjlannia ör
teceksin benden kalan her şeyi / her şeyi gözkapakların- la” dizeleri durdurmuştu zaten. Tam
şiirin tadı çıkarken, örneğin bir başka sayfada “geceyi geriye doğru yürüdüm önce” diyen başlayan bir dize gözkırpar- ken, sayfalardan birinde gözünüzü de kulağınızı da tırmalayan bir dize: “içki içerken boğazdan aşağı kayan sıcaklık başka şeyde yok m u”.
Soruyoruz: Şiir işçiliğinde bir özen eksikliği mi bu?
- Şiirin ağır basan yanının işçilik olduğunu sanmıyorum. Oturup keümelerle oynayarak ya da fantezüerle iyi şür yazılmıyor. Şairlerin yoğun yaşayan insanlar arasından çıktığını (ama hızlı yaşamakla
yoğun yaşamak her zaman aynı şey de- ğü), şürin yoğun yaşamanın ve soyut dü- şünebümenin, nihayet yalınlığı yakala- yabümenin sonucu olduğunu sanıyorum. Tersi moda olsa da çılgınlıklardan değü, derinliklerden şiir çıkabüir; o da çıkarsa. Benim şürlerimi yayımlamak için neredeyse ellisine merdiven dayamayı beklememin nedeni belki de bu. Bunun bir öğünme sayılmamasını düe- rim. Çünkü derinlik çoğu zaman acıyla, hüzünle, insanı yoran sevinçlerle karışık bir durumdur.
Siyasi göçmenKüçücük, incecik bir şür kitabı: Kuru
muş Gül Ağacı. Handiyse durup dururken çıkagelmiş bir kitap. Kimi kısa, kimi uzunca 56 şiir sığışmış içine. “Sürgün” terimine sık sık rastlanıyor. Bu doğal. Güray Öz bir siyasi göçmen. Ama niç bir şür bir özgeçmişten söz etmiyor. Ama bir kuşağın acıları, kederleri, yenü- gi ve umutlan sızıyor dizelerden. Güray Öz bunu doğruluyor:
- Ben bir göçebeyim. 68 kuşağı denilen, ne olduğu pek beürgin olmayan bir kuşağın insanlarındanım. Bizim 68 kuşağı, adını benimsediği Batı Avrupalı 68 kuşağından farklıdır. Yazmasalar da şür gibi yaşayan insanların kuşağındanım ben. Benim kuşağım , hayatın içine cesurca dalan, yenmek ve yenilmek kavramları ile pek fazla zaman harcamayan, haksızlıklara karşı çıkan, insanları kurtarmayı deneyen, cesaret ve kendini aşma kavramları ile yaşayan bir kuşak. Bu kuşağın başına gelenlerin, onların yaşadıklarının bir benzerini de ben yaşadım. Çok kendine özgü, anlatılmasından özel anlamlar çıkarılabüecek bir hayat hikâyesi değü. Benim hayat hikâyem önemli değil. Ama yaşadıklarımın, gördüklerimin bende bıraktığı izler, bana acı yâ da sevinç veren, artık tek tek bireylerin hikâyeleri olmaktan çıkan hikâyeler önemlidir.
Güray Öz uzun süredir, epey uzun süredir Almanya’da yaşıyor. Daha epey oralarda kalacak gibi üstelik. Ama şiirleri Türkiye. Şiirlerinde hep Türkiyeninsanlan var. Yanıtı yanılmadığımızı gösteriyor:
- Türkiye ve insanları son 30 ydda çok yoğun yaşadı. Yoğun yaşamaya da devam ediyor. Bu yoğurduktan iyi edebiyat ve şiir çıkar. Çıkıyor da. Sonra... Sonra kendisiyle ciddi bir şeküde dalga geçebilen insanlarız biz. Akdenizlüer böy- iedir. Kısacası dingin bir toplum değÜiz biz, şür çıkar bizden. ■
Kurumuş Gül Ağacı / Güray Öz / Toplum Kitabevi / 64 s.
S A Y F A 6 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 4 12
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi