50. yil - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/d001567n/1973/1973_tuncc.pdfasrın çetin fikir...
TRANSCRIPT
.A.N'KARA ÜNİVERSİTESİ İLİHİY.A.T F.A.KÜLTESİ Y.A.YINL.A.RI NO. : 117
50. YIL
A N ·K A R A Ü N 1 V ER S 1 TE S 1 B A S I M E V 1 ı 9 7 3
CUMHURiYETiN 50 YiliNDA KHAM iLMi SAHASINDAKi ÇALIŞMALAR
Dr. Cihad TUNÇ
Cumhuriyet devrindeki Kelam ilmi sahasındaki çalışmalara göz atmadan önce, bu ilim hakkında tamamlayıcı mahiyette kısa bir bilgi vermeyi uygun görerek Kelam ilminin tarifi, gayesi ve diğer ilimler arasındaki yeri gibi hususlada yazımıza başlamak istiyoruz; yardım her an kendisine hamdettiğimiz Yüce .Al.lah'tandır.
Lügatta Kelam kelimesi şu manalara gelir:
1) Kelam, muayyen bir fikir ifade eden söz veya lafız demektir.
2). Kelam, sözün ifade ettiği manadır.
Muayyen bir ilim manasma gelen Kelam ise, mevzuuna ve gayesine göre iki şekilde tarif edilebilir:
a) KeH\milmi, Allahu Tealanın zat ve sıfatlanndan, peygamberlikle ilgili meselelerden, mebde (başlangıç) ve ma' ad (son buluş ve dönüş) itibariyle yaratılmış olanların hallerinden islam kanunu üzere bahseden bir ilimdir. .
b) Kelani· ilmi kesin deliller ileri sürerek, şüpheleri yok etmek suretiyle islam alddesinin esaslarını ilim ışığı altında tetldk ve müdafaa eden bir ilimdir.
' Bu tariflerdep. de anlaşılacağı üzere kelam, islam akidesi üzerinde vuk.ıı' bulan münazara ve münakaşalardan doğmuş bir ilimdir, yani kelam ilmi muhtelif kanaattaki şahısların karşılıklı konuşmalarından (kelamından) doğmuş olduğu için bazılarının görüşüne göre bu ilme "kelam" denmiştir. Görüldüğü üzere kelimenin lügat manası ile ıstılah manası arasında böyle bir münasebet bulmak mümkündür. Gerçekten de bu ilme ancak hicri ın. miladi IX. asrın çetin fikir mücadeleleri neticesinde "Kelam" adı verilmiştir. Ilieri II. asrın büyük müctehidlerinden olan İmanı-ı 'azam EbU Hanife (80- 150/699-767) bu ilme "elfıkbu'I-ekber" adını vermiştir. Ayrıca bu ilıne, islam akidesiyle olan sıkı münasebeti sebebiyle "akaid ilmi". diyenler olduğu gibi, islam dininin temellerinden bahsettiği için "usul ilmi" diyenler de vardır.
292 CİKA.D TUNÇ
Kelam ilminin mevzuu:
Yüce Allah'm zat ve sıfatları, risalet ve nübüvvet meseleleri, mevcud olması hasebiyle her mevcud· olan şey ve islam alddesini isbata ve müdafaaya yardım eden her ma'lOm, kelam ilminin mevzuunu teşkil eder.
Kelam ilminin gayesi ve faydaları:
Kelam ilmi hakkı aramak, batıldan uzaklaşmak suretiyle dünya ve ahirette saadete ulaşmak için akli ve nakli deliHere dayanarak bize yol gösteren ve bizi taklidcilikten kurtaran islami bir ilimdir. Buna göre kelam ilmi sahibini taklidcilikten kurtarıyor, tahkik mertebesine ulaştırıyor. İlim de kalbi yakin nuroyla pariatıp insanı irşadediyor ve inad edenleri akıl yeliyle inandırıyor. Aynı zamanda islam alddesini bir takım dalalette kalmış kimselerin şüpheleriyle sarsıntıya uğramaktan
koruyor. Ayrıca ilahiyat ve nübüvvet sabit olunca, tefsir, hadis, fıkıh, usulu'l-fıkıh ve ahlak gibi ilimierin mevcudiyetine imkan vererek islam ahkamını muhafaza ve müdafaa ediyor.
KeHim ilmiyle müsbet ilimler ve felsefe arasındaki münasebet ve ayrılıklar:
ı<;elam ilminin mevzuu itibariyle yapılan tarifinden anlaşılacağı üzere, bu ilim mebde ve ma'ad itibariyle rİıüsbet ilirnlerden, islam kanunu üzere kaydıyla da felsefeden ayrılır.
Müsbet ilimler dediğimiz fizik, kimya, biyoloji, matematik v.s. gibi ilimler kelam ilmi gibi şu alemde mevcud olan eşyamn hallerinden bahsettikleri için mevzuları yönünden kelam ilmiyle birieşiderse de, takibettikleri metod ve gaye bakımından bu ilimden ayrılırlar. Çünkü müsbet ilimler tecrübe ve his sahasına dahil olan hadiselerin meydana gelişinden ve bu hadiselerin keyfiyetinden mevzu ve unsurlarından bahsederler. Tecrübe ve his sahasına dahil olmıyan hadiseleri tetkik etmek selahiyetme sahib değildirler. Zaten bu gibi hadiseler onlann mevzuları dışında kalır. Ayrıca mevzulanru teşkil eden hadiselerden de mebde ve ma'ad itibariyle bahsetmezler; yani bu hadiseler nereden meydana geliyor, bunlann ilk ve asıl mucidi kimdir, asıl ve yüksek sebebi nedir, bunların yaratılışındaki hikmet ve son gaye neden ibarettir? şeklindeki meseleleri nazarı itibare almazlar. Çünkü bu hususlar müsbet ilimierin selaltiyetleri dahilinde değildir. Bu gibi ilimler ve fenler yalnız hususi hadiseleri ele alırlar, bu hadiselerin nasıl ve nereden
CUl\liiURİYETİN 50 YILINDA ~ilir İLMİ 293
vücude geldiğini araştırır, ikinci derecedeki sebeblerini terkederek, tabi olduklan bir kısım kanunları keşfe çalışırlar. Halbuki insan oğlu yaradılışı icabı bir şeyin nasıl ve neden olduğunu öğrenmekle yetirımeyip,
belki onun mel;>deini, yaradılışının hikmetini ve sonunu da öğrenmek ister. İnsan bu hakikatleri yakinen öğrenmedikçe, tecessüs ve ruhi heyecanlarmdan kurtulamaz~ İnsanın -bu arzusunu yerine getirmek selahiyeti kelam ilmiyle felsefeye aittir.
Böyle olmakla beraber felsefe, yani Metafizik de, mebde ve ma'ad itibariyle mevcud olan şeylerin hallerinden bahseder. Bunları yoktan vareden Yüce Allah'ın zat ve sıfatiarını tetkike çalışır, fakat bu hususta rnücerred kanun akla tabi' olur. Sırf zihni muhakeme ile hükmederek bir takım faraziyelere kıyınet verir. Neticede çıkardığı sonuçlann dini akidelere ve şer'i kaidelere uygun olup Qlrnadığına dikkat etmez.
Kelam ilmi ise mevzuu bahs edilen meselelerde hem akli kaidelere müracaat eder, hem de islam kanununa, şer'i kaidelere, yani Kitab ve Sünnetle sabit olan dini esaslara riayet eder. Akli delillerle isbat ettiği bir çok meseleleri nakli delillerle de teyide çalışır. Bu sayede hem bütün mevzuları şer'i usullere uygun bir şekilde ele alır, hem de müsbet ilimierin ve felsefenin bahsetmediği bir çok hakikatleri tetkik edip ortaya çıkarır. Doğru haberde ak.fa aykırı hiç bir şey yoktur. Kelam sahasında akıl ile nakil yanyana yürürler. Kelam ilminin meselelerinde ilim ile din ayrılığı ve aykırılığı yoktur. Akla istinad eden esaslarda akla uymayan şeyler görülürse de, bunlar islamiyete somadan sokulmuş olanlardır ki, bunlar ya kötü niyetle islama dahil edilmiş, ya da mezheb gayretiyle işlenmiş şeylerdir. Bu hususta pek çok misaller verinek mümkün ise de, bu kadarlık bir girişle yetinerek asıl mevzuya girmeyi münasib görüyoruz.
Cumhuriyet devrindeki kelam ilmi sahasındaki çalışmaları aşağıdaki şekilde üç kısma ayırarak incelemenin doğru olacağını sanıyoruz.
I- 1923 den 1933 e kadar olan devre, II- 1933 den 1949 a kadar olan devre,
lll- 1949 dan zamanımıza kadar olan devre.
1- 1923 den 1933 e kadar olan devre:
Bu devrede ilk eser olarak !smail Hakkı lzmirli'nin "Yeni İlın-i KeH!m" adlı eserini görüyoruz ki, bunun I. cildi "Tetkikat ve telifatı islamiye heyeti". neşriyatınırl 3 numaralı eseri olarak İstanbul'da Evkaf-ı islamiye Matbaasında 1922 yılında basıhruştır. Eserin ll. cildi
294 CİIUD TUNÇ
ise Daru'l-fünun ilahiyat Fakültesi neşriyatının 1 numaralı eseri olarak İstanbul'da Matbaay-ı Ami{ede 1924 yılında basılmıştır. Bu eser arabca kaynaldardan faydalanılarak yazılan bu devredeki ilk türkçe eserlerden biri olması hasebiyle bu devredelci neşriyat arasında oldukça mühim bir yer işgal eder. Hatta diyebiliriz ki, bu eserin tertibi ve mevzulan, daha sonra bu mevzuda yazılan eseriere de rehberlik etmiştir.
Bununla beraber İsmail Hakkı İzmirli, bu eserini yazmadan önce, 1917 de "Muhassalu'l-keHim ve'l-hikme"1 adıyla kaleme aldığı 200 sahifelik bir kitabının mukaddimesinde asnmızın ihtiyaçlarına uygun bir kelam ilminin proğramını aşağıdaki şekilde vermektedir:
"Fahreddin er-Razi'nin mükemmelleştirdiği kelam ilmi ve bu güne kadar resmi olan kelam ilmimiz tabiiyat, felekiyyat meselelerini içine alıyordu. Tabüyyat ve felekiyyatdaki faraziye ve nazariyeter de e~lci faraziye ve nazariyelerdi. Fizik, kimya ve biyoloji müstakil bir ilim olarak görülınüyordu, tabiatıyla terakki etmiş fenler de yoktu. Felekiyat da Batlamyus hey'eti idi. Acizleri tarafından yazılacak olan kelam ilmi tabmyyat ve felekiyatı doğrudan doğruya ihtiva etmiyecek, bahsettiği şekilde en yeni nazariyeleri göz önünde bulunduracaktır. Evvelce tabiyyat ve felelciyyat küli bir ilim olan felsefenin şube
lerinden sayılıyordu. Kelam ilmi felsefe ile mezcedilıniş olunca, ·bunun bir neticesi olarak tabüyyat ve felekiyat ile de mezcedilmiş olduğWidan tabüyyat ve felekiyyat meselelerinden doğrudan doğruya bahsediyordu. Halbuki asırlardan beri terakki eden ilimlerle tabüyyat ve felekiyyat felsefeden ayrılarak müstakil birer ilim 'oldular.
"Telifi düşünülen bu kelam ilmi, bütün ilimlerde hak:iı:n olan yeni felsefe ile mezcolunarak, her nekadar tabiiyat ve felekiyyat meselelerini doğrudan doğruya muhtevi olınıyacaksa da, neticelerini kanunlarını tetlcik edecek ve zikredilen meseleleri dolayısıyla içine alacaktır.
"Bu kelam ilmi, hissen bilinenlere, fenlerin kat'iliğiııe ve ilmin kanunlanna aykırı olmayıp nassa, yani lcitab ve sünnete vaki' olacak asrımızın şüphelerini yine asnmız ilminin kanunlarıyle red ve iptal edecektir.
"Bu kelam ilmi, islam fırkalarının inandıkları prensibleri, islamın fikri hareketleri ve keHim ilminin muhtelif safhaları gibi şimdiye kadar ihmal olunan mühim mevzuları içine alacaktır.
"Ayrıca bu kelam ilmi, mu' tezilenin vazedip bilahare, Küllabiyye
· 1 İsmail Hakkı İzmirli, Mubassalu'l-Kelam ve'l-Hikme, Evkaf-ı İslamiye Matbaası, İstanbul 1917.
CUMB.UBh""ETİN. 50 YILI.NIM. KELAM İLlllİ 295
ve Eş'ariye ve diğer kelam fırkalannı.n da kabul ettiği (a'raz ve cevher) metoduna istinad etmiyecek, bunda da bir yenilik şuyu bulacaktır"2•
İşte bu şekilde tasarladığı kelam ilmini İsmail Hakkı İzmirli, önce "Mubassalu'l-keHim ve'l-hikme" adlı eserinde muhtasar bir şekilde inceledikten . sonra, yukanda bahsettiğimiz iki cildiilc "Yeni ilm-i KeHim"ında mufassal olarak tedvin etmiştir. Bu eserinde yukanda naklettiğimiz esaslar dahilinde kelam ilminin mevzularını şöylece tesbit ediyor:
I. cildin giriş kısmında "Kemalat-ı İnsaniyye"den sonra, kelam ilminin tarifi, kelam ile felsefe ve müsbet ilimler arasındaki münasebet, kelam ilminin mevzuu, meseleleri, mebadi ve bu meselelerin asrın ihtiyacına gÖre tahvili, kelam ilminin fayda ve gayesi, Kur'anı kerirnin "haber, emir, tezkir" üzere deveran ettiği, Kur'anın bir fen kitabı olmadığı ve yeni kelam ilminin yazıhş şekli gibi hususlar ele alınmıştır.
Birinci fasılda şer'i hükümler, şer'i hükümlerin kaynakları, marifet yolu, ilmin sebebleri, marifet nazariyesi ve yakin dereceleri yer almaktadır.
İkinci fasılda islami ilimierin tedvin şekli, ehli sünnet ve ehli bid'at: Selefiyye veya Eseriyye, mütekellimler, Ma'turidiyye, Eş'ariyye, ehli bid'at ve dalalet, başlıca ehli bid'at fırkaları ele alınmıştır.
Üçüncü fasıl islam felsefesine ait olmakla beraber, bu fasılda "eski felsefenin yıkılına sebebleriyle yeni felsefenin memleketimize girişi ve gelişimi" kısımları bilhassa önemlidir. Ayrıca "Tasavvuf, Batıniyye ve bu gün mevcud olan fırkalar" bölümleri de bu fasılda yer almaktadır:
Dördüncü fasıld;t ehli sünnet fıkhı etraflıca ele alınmaktadır. Bu faslın son bölümünde ehli bid'a fıkhına da yer verilmektedir.
Beşinci fasılda "mebadiyi evvel, mebde-i ayniyet, mebde-i sebeb, mebadiyi evvelin zati olan vasıfları; imkaıu ve ademi imkanı, bahis konusudur.
Altıncı fasılda vücud ve zat, vücudi zihni, vücudi ayni, vücudi has, vücudi mutlak ve vücudun yüksek vasıfları izah edilmektedir.
Yedinci fasılda madde ve ruh, yani tabiat-ı madde, hudus-i madde, cisimlerin tahlili, hayat ve rilh bahis konusudur.
2 İsmail Hakkı İzmirli, Mubassalu'l-Kelftm ve'l-Hikıne, İstanbul1917, s. 15, 16,17. (Naklettiğimiz. kısımlar biraz sadeleştirilerek alınmıştır).
296 CİHAD TUNÇ
II. cildde şu mevzular vardır:
Birinci fasılda pek çök delillerle Yüce Allah'ın varlığının isbatı ele alınmış ve sık sık yeni felsefenin bu husustaki takrifleri de etraflıca zikredilmiştir. Ayrıca Yüce Allah'ın isbatı haklandaki umumi şüpheler, mihanikiyye mezhebi, maddecilerin şüpheleri, maddecilerin mezhebinin zaafı, yeni fizik, maddecilerin mezhebi ilmi neticelere istinad etmez, maddecilerin tarihçesi gibi mevzuları da ele alır.
İkinci fasılda Yüce Allah'ın isimleri, sıfatları, vahdaniyyet, zat, sıfat ve ef'al, tevhid-i ilmi, tevhid-i i~adi, şirkin çeşitleri bahis konusu-dur. ·
Üçüncü fasılda sübfıti sıfatlar: hayat, ilim, irade, kudret, semi', basar, kelam sıfatı, selefiyye, ittihadiyye, lafziyye, işrakiyye ve iktiraniyye mezhebieriyle diğer mezhebler ve felsefe mezhebi, tekvin sıfatı, zat! ve fiili sıfatlar, hikmetin tamamı, elem ve lezzet nazariyesi, hikmeti ilahiyyenin esasları, yeni felsefeye göre ilahi sıfatıardan bahsedilmektedir.
Dördüncü fasılda Allah'ın fiilleri, alemin yaradılışı, vücudiyye mezhebi ile maddecilerin mukayesesİ, sfıfiyye ve fena mertebeleri, vahdeti vücud ve vahdeti vücuda muarız olanlar, "eslah olanı yaratmak" nazariyesi, hidayet ve dalalet, saadet ve şekavet, cehennernin ebediliği hakkındaki mezhebler, kader meselesi, cebriyye, kaderiyye ve icabiyye mezhebleri, kaza, hayır ve şer, yeni felsefenin anlayış şekli, kıymeti alem, rızık ve ecel meselesi gibi bahisler ele alınmıştir.
Her iki cildin sonunda istifade edilen arabca ve fransızca kaynakların listesi de yer almaktadır.
izmirli, hakikaten bu eserinde ilk defa olarak kelam mevzularını toplu bir şekilde ele alarak tetkik etmiş ve ketamın mevzularını felseden ayırmış, fakat yeri geldikçe de, felsefeyle mukayese etmiştir. Yoksa bilhassa sonralçilerin yaptığı gibi kelam mevzularını felsefenin içine sokarak, ağırlık noktasını felsefi görüşlere verip mütekellimlerin bunlara verdikleri cevablarla meşgul olmamıştır. Belki bu metod, Fahreddin er-Razi ve ondan sonrakilerin yaşadıklan zamanın ihtiyacı için zaruri idi. Malumdurki o devirde ilmi keHim felsefenin yerini almışdı ve alimierin çoğu arabcaya terceme edilmiş eserlerle meşgul oluyordu. Halbuki 20. asrın başlarında ihtiyaç tamamen farklıydı ve kelam mevzulannın ele alınıp incelenmesi icabediyordu. Yukarıda belirttiğimiz üzere izmirli bu ihtiyaca cevap olması maksadıyla "Yeni İlın-iKe-
CUMHURİYETİN so YILINDA KELAıll İLliiİ 297
lam"ını meydana getirmiştir ki, bu eser Daru'l-Fünfın İHihiyat Fakültesinde ders kitabı olarak okutulmuştur.
Bununla beraber şunu da ilave edelim ki, bu mevzulardan bazılarını izmirli'd~n önce ele alanlar yok değildir, mesela; Elmaldı İl01ndi Yazrr, Fransız filozoflarından Paul lanet ile .Gabriel Seai/le'nin beraberce yazdıkları "Histoire de la Philosophie"nin Ecoles et Problemes kısmım "Metalib ve Mezahib" ismiyle türkçeye çevirirken, ilave ettiği dip notlarda bazı kelam meselelerine dolayısıyle temas etmiştir. Bahsi geçen terceme İstanbul'da Matbaayı Amire'de 1922 de basılmıştır.
Bu devrede neşredilıniş olan pek kıymetli eserlerden biri de o zamanlar Daru'ş-şefaka'da kelam ilmi ve siyeri enbiya dersleri muallimi olan Ömer Nasuhi Bilmen'in "Muvazzah İlın-i KeHim Dersleri" adlı kitabıdır. Bu kitabİstanbul'da 1923 yılındçı Evkafı islaıniyye Matbaasında basılmıştır. Ömer Nastihi Bilmen bu kitabını Lise müfredat Proğramlarına göre hazırlamıştır. Başlı başına muhtasar ve faydalı olan akaid risalesi kısmı metin olarak nazarı dikkate alınırsa, "izah~' başlığı taşıyan ikinci kısım da metnin şerhi mahiyetindedir.
Bu kitab şu kısımlardan meydana gelmiştir:
Giriş kısmı lll sahife olup üç kısma ayrılmıştır. 1. kısımda keH\m ilminin tarifi, müsbet ilimlerle felsefe arasındaki fark, kelam ilminin mevzuu, faydası ve gayesi, tarihçesi, ilk ehli sünnet kelamcılarının kısa tercemeyi halleri, islam fırkalan, başlıca felsefe meslekleri, isla:mt iJ imlerin tedvin şekli, fıkhi mezhebler ve ictihad balıisieri bulunur. 2. kısı.ı:iıda dinin ma4iyeti, insanların din vaz edemiyecekleri, dinlerin tarihçesi, saadeti beşeriyyeyi temin için dinin lüzilınu, islam dininin diğer diniere nazaran mükemmelliği gibi hususlar bulunur,
3. kısımda itikadi, arneli ve ahlaki hükümler, iman, islam, ikrar ve şahadet, icmali ve tafsıli iman, imanın muhafazası, taklidi ve İstidIali iman gibi bahisler vardır.
Birinci bölüm ilahiyata ait olup Allah'a iman bahsini ınufassal bir şekilde içine alır. Yüce Allah'ın zat ve sıfatlarından burada bahsedilir.
İkinci bölüm peygamberlik meselelerine ait olup peygamberlere iman bahsi birinci faslı, son peygamber Hz. Muhammed'e dair olan hususlar da ikinci faslı meydana getirmektedir.
tJçiincü bölüm ilahi kitabiara lman bahsini ihtiva eder. Dördüncü
398 cİHAD 'l'UNÇ
bölüm meleklere iman bahislerini, beşinci bölüm kaza ve kader meselelerini, ve altıncı bölüm d~ ahiret günüyle ilgili balıisieri muhtevidir.
Hatime kİsmı ise "Kainatın· bazı elvahı bediası" başlığı altında Semavat ve sema hakkındaki Batlamyus ve Kopernik nazariyeleri, arş ve kürsi, levh ve kalem, sabit ve hareketli yıldızlar hakında malumat, yeryüzünün teaddüdü, yerin teşekkülü, zelzele sebebi, bulutlar ve yağmur hususundaki Kur'anın beyanları, kainatın elvahını temaşa gibi bahisler bir araya getirilmiştir.
Bu kitab ehem.miyetine binaen önce 1955 de latin harfleriyle ikinci baslası, 1959 da üçüncü baslası yapılmıştır; fakat latin harfleriyle yapılan bu iki baskısında da hemen hemen hiç bir şekilde müellifin üslübunun sadeleştirilmesine gidilmemiştir.
Bu devreye ait diğer bir ki tab da M. Şercifeddin Yalıkaya'nın "KeH\m Tarihi" isimli küçük bir kitabıdır. Bu kitab İstanbul Daru'l-fi.inün İHihiyat Fakültesi Talebe Cem.iyeti neşriyatındandır, İstanbul Daru'lfünün matbaasında 1922 de basılmıştır. !vf. Ş. Yaltkaya bu muhtasar kitabında Basra'da ortaya çıkan Mutezile "kaderiye", ilm-i leelam ve mutezile, vasıliyye, huzeyliye, nazzam.iyye, haitiyye, hadsiyye, şehamiyye, el-esavera, cahıziyye, cubbaiyye, behşem.iyye gibi fırkalan incelem.iştir. Bu kitab iki lasırndan ibarettir. Birinci lasırn 144, ikinci kısım 80 sahifedir.
Bu devrenin son senelerinde basılan kitablar arasında "Mızraklı
ilmi Hal" diye bilinen asıl adı "miftahu'l-Cenİıet" olan bir kitab vardır ki, Ahmed Halid tarafından "Yeni Mızraklı ilr.ni FHH": adıyle 1931 de, Mehmet Şakir tarafından "Haltiki ve ilaveli Mızrakli ilmi Hil" adıyla 1933 de ve Süleyman Tevfik Zorluoğlu tarafından da '~Mükemmel
Mızraklı ilmi Hal" adıyla 1933 de İstanbul'da basılmıştır. Mevzulan şunlardan ibarettir:
Gusl, teyemmüm, abdest, namaz, oruç balıisierini farz, vacib. ve sünnetleriyle izah ettikten sonra, imanın şartlan: Allah'a, meleklere, kitablara, peygamberlere, kaza ve kadere, ahiret gününe iman etmek, arneli ve itikadi mezhebler, şer'i deliller: Kitab, sünnet icma' ve la.yas, evlenme bahsi, kadın ve erkeğin hukuku ve ölüm hali.
Halk arasmda çok okunan ve herkesçe bilinen bir kitab olduğu için, onu da buraya aldıle Haddi zatında yukarıda zilerettiğimiz mevzuIarı çok lasa bir şekilde beyan etmektedir. Bir misal olması için müellifin ka dere iman hususunda yazdıklarını nakledelim: "Kadere iman ettim demek, hayır ve şer, olup olacak cümlesi Yüce Allah'ın
CUliiHURİYETİN 50 YILİNDA KELAM İL!ı[İ 299
takdiriyle, dilemesiyle, yaratınasıyla, levh-i mahfuza yazınasıyla . olduğuna inandım, demektir." 3
Şimdi de bu devrede neşredilmiş olan İstanbul Daru'l-Fünun ilahiyat Fakültesi. Mecinualarındaki kelam ilmiyle ilgili makalelere gözatalım.
Kasım 1925 de Şeyhzadebaşı Evkclf Matbaasında basılan Darü'lFünfın İlahiyat Fakültesi mecmuasının ı. sayısının 58-ı ı9 Sahifelerinde M. Şemseddin Günaltay'ın "Mütekelliınin ve Atom Nazadyesi" adlı
makalesi yer almaktadır. M. Ş. Günaltay bu makalesinde isH1miyetin Arabyarımadası dışına çıktığı anda, yayıldığı sahalardaki, bilhassa
- Irak, İran, Suriye ve Mısır' daki İslamiyetten önceki din ve inançlardan bahisle, cahiliyye devrinde Haşimilerle Emeviler arasındaki ni. ücadelenin islamiyette de devamı neticesinde Sıffin muharebesinin meydana geldiğini ve buradan da Bedevi arablann ruhu ile gayri ara b yani Mevali ruhunun ortaya çıktığını, neticede Hariciye ve Şia mezhebierinin zuhur ettiğini ifade etmektedir. Bu fırkaların ortaya çıkmasına sebeb olan siyasi mülahazalann Emevi halifelerinden Abdu'l-Melik ve Haccac b. Yusuf'un istibdadları neticesinde yatıştırılıp siyasi sükunet iade edilince, fikri hareketin itikad sahasında kendini gösterdiğini, usfıle ait olan bu yeni ihtilafların ilahiyat meselelerinden bilhassa tevhid hakkındaki telakkilerden doğduğunu beyanla, tevhid=Monotheisme aslında felsefeninenmühim mevzularından biri olması hasebiyle akide sahasında kalmayıp, -pek çok dinlerin ve fikirlerin mücadele sahası olan Irak'da bu akidenin ilk defa tahlil edilmeye başlandığını ve Allah'ın zatı, sıfat..: ları, kudreti, ilmi, iradesi, eseri, hilkati hakkında çeşitli telakkilerin baŞ gösterdiğini ortaya k<_?yuyor. Çok geçmeden bunlann yanı sıra insanın hürriyeti meselesi, kaza kader meseleleri, hayır ve şercin tek ilaha isnadı, Hz. Aişe ile Hz. Fatıma'nın, enbiya ile meleklerin efdaliyeti, heyillanın ibtali, cüz'i la yetecezza=Atomun isbatı gibi huslısların da ihtilaf mevzuu olduğunu beyanla kelam ilminin kısa bir tarihçesini yapmakta ve bu ihtilaflar neticesinde ortaya çıkan fırkalardan da kısaca bahsetmektedir.
M. Ş. Giinaltay, mütekellimlerin Selefiyeden metod itibariyle uzaklaştığını şu şekilde açıklıyor: "Selefi ye itikadi meselelerde derinden derine düşünüp fikir yürütmeyi uygun bulmuyor, nasda varid olan an' ane tarikiyle gelen şeyleri aynen kabul ediyorlardı. Mütekellimler ise ken-
3 Mızraklı İlınihai (miftiihu'l-Cennet) Matbaayı Osmaniye, İstanbul, 1888, s. 67. (Elimizdeki bu eski harflerle yazılmış nüsha 1931 ve 1933 senelerinde latin harfleriyle neşredilmiştir).
300 CİH.AD TUNÇ
dilerini bu hareketsizlikten kurtarmış ve geniş bir saha üzerinde yürümeye başlamakla, yalnız kitab ve sünnetin natık olduğu meseleleri derinlemesine incelemekle yetiiımeyip nassın natık ve sahih sünnetin va rid olmadığı meseleleri de tetkik etmekten çekinmemişlerdi. Böylece mü· tekellimler Selefiyeden uzaklaşmış oldular." Gazali'nin ( Ö: 505/1111) Eş'ari kelamında yaptığı şu üç yenilikte zikredilmektedir: 1- Mantık usüllerinin kabulü, 2- delillerin birbirini in'ikas etmesinin reddi, 3--: kelama felsefi mevzulann ilavesi.
Bunlardan sonra M. Ş. Günaltay, mütekellimlerin Atom nazariyesini izah ederek, mütekellimlerin kainatın hadis olduğuna istinad ederek, bir yaratanın lüzfununu isbat etmek, diğer. bir tabirle fizikten metafiziğe çıkabilmek için atom nazariyesini kurmuş olduklarını belirtiyor. Bu atom nazariyesini nıufassal bir şekilde izah ettikten sonra mütekellimlerin" "İsbatı vacib delillerini" ayrı ayrı zikfediyor.
Aynı mecbuanm Mart 1926 da çıkan 2. sayısında İsmail Hçıkkı İzmirli "Dürzi Mezhebi" başlıklı bir makale yazmıştır. Bu makalede İzmirli, önce islam fırkalarının ortaya çıkış sebeblerini, Dürzilerin ortaya çıkışına kadar Şia mezhebincieki değişiklikleri, İsmailiyye ve Batıniyyenin ortaya çıkışlarını, Batıniyyenin akidesini, davet mertebelerini, yani Batıniyyenin insanları kolayca avlamak için kullandıklan altı çeşit hiylelerini, Hakim Biemrillahın nesebini, fikirlerini, yaptığı işleri ve Hakim'in ortadan kalkmasım ve Dürziliğin imani ve arneli hükümlerini ayrı ayrı ele alıp tetkik ediyor. İ. H. İzmirli mecmuanın 3. sayısında aynı mevzuya devam etmektedir.
Bahsi geçen 2. sayıda M. Şerafeddin Yaltkaya, "Mutezile ve Hasen ve Kubuh" adıyla bir makale yazmıştır. Bu makalesinde Yaltkaya, Mutezileye göre hasen ve kubuh meselesini, kaderiyenin ne şekilde kaderin yok olduğunu iddia ettiklerini, mutezilenin ilk müni.essillerini, bunlara islamda hür mütefekkirler denilip denilmiyeceğini, mutezilenin en muteber görüşlerinin iki istikamette ortaya çıktığını, Yunan felsefesiyle teması, Silibiler ve Mezdehizm'i, Ebu'l-Huzeyl ve talebesi Nazzam'ın görüşlerini, hasen ve kubuhun akli mi yoksa şer'imi olduğunu ele alarak incelemiştir.
Gene Daru'l-Fünun Ilahiyat Fakültesi mecbuasının 5-6. sayısında İsmail Hakkı İzmirli büyük mütekellimlerden olan EbU Bekr Bakillani'nin (ö. 403/1012) hayatım, ilmi değerini, yani Bakiliani ilim sahasına atıldığı zaman tesis etmiş olan felsefe ve kelam medreselerini, Baki/ltini'ye gelinceye kadar mühim rol oynayan mütekellimleri, ilim
CUMHURİYETIN 50 YILINDA K.ELİM İL?ı:!İ 301
tahsil ettiği hocalannı ve muasır alimler i, yolunu, yani eş'ari olup eş'ariliği kuvvetlendirip yayanlar meyanında olduğunu, eş'ari mezhebini zamanına göre islah ve tehzib ederek isnad ettiği deliller için akli mukaddimelere lüzfım gördüğünü, cüz-i layetecezza (Atom), boşluk, arazın arazile kaim olamaması, arazıniki zamanda kalamaması gibi pek çok akli meseleleri zikrettiğini ve bunları kelami roukaddimelere dahil ettiğini, delillerin in'ikasına cevaz vererek, mantık usullerine, Aristo Mantığına şiddetle karşı geldiğini, kelami roukaddiroelerin ehe:mrniyet derecesini belirttiğini, ve kelam meselelerinden Beka, müslüman olmıyanın dünyada Allah'ın nimetine nail olup ol.roıyacağı, keHim-ı İlahinin işitilip işitileroiyeceği, sıfatı haberiyye, kulun kudreti, roücerredler, hasen ve kubuh, zuluro mukadderroidir değilmidir, meleklerden ve nebilerden hangisi efdaldir, nübüvvetin sübfıtu, i'cazı Kur'an rUh, iman gibi mevzularda Baki/liini'nin görüşl~rini, fıkıh usulü meselelerindeki görüşlerini, fikirlerini ve telif ettiği eserleri bu makalesinde tafsilatıyla ortaya koymaktadır.
Aynı sayının 278-312. sahifelerinde Kıvameddin Burslan "İmam-ı Ahmed'in Bir Eseri" adlı makalesinde Ahmed b. Hanbel'in Revan köşkü kütüphanesinde 510 nurnarada kayıtlı bulunan ''Kitabu'r-redd 'ala'zzanadıkati ve'l-cebmiyye" adlı kitabını bahis konusu ederek, kitabın fotokopi olarak metnini ve açıklayıcı nottarla beraber arabca metnin türkçesini de vermektedir. Eserin eheroroiyetinden ve faydasından
bahsedildikten sonra tercemeye geçiliyor. Önce Cehm b. Safvan'ın müşriklerden bir grupla yaptığı konuşma zikrediliyor. Cenab-ı Hakkın kelamı, Kur'aıun vahiyden başka bir şey olmadığı gibi pek çok hususla da. cehmiyeye cevap verilmektedir.
Aynı mecmuanın Ağustos 1928 tarihinde basılan 9. sayısında ismail Hakkı izmirli, İmamu'l-Harameyıı Ebu' I-Meali el-Cüveyni'nin (419-478 /1028- 1080) hayatını, ilmi değerini, yolunu, yani eş'ari oluşunu, taliroatını, telif ettiği eserleri ve talebelen hakkında kıymetli bilgiler vermektedir. Burada bizi, yani kelam ilmini alakadar eden husus malum olduğu üzere pek mümtaz bir mütekelliro olan Cuveyni'nin ilmi değeri, takip ettiği yolu ve talimatıdır. izmirli, Cuveynt'nin kelam ilmindeki malzemesinin Kadi EbU Bekr Bakiliant ile EbU ishak İsfera'tnz'nin kelam.larıyla, EbU HaŞim Cubbô.'l'nin kelamının hülasası olduğunu, fakat asıl mayasının Baki/ltint'nin kelamı olduğunu beyan eder.
Bu mecmualann 12., 13:, 14. ve 15. sayılarında M. Ş. Yalıkaya "İslamda ilk fikri hareketler ve dini Mezhebler" adlı bir seri makale yazmıştır. Bu makaleler kelaro ilmi bakımından mühim ise de
302 CİHAD TUNÇ
bilhassa mezhebler tarihi bakımından daha da önemlidir. Bilhassa 14· ve 15. sayılarda Havaric, Şia, Mürcie, Kaderiyye yahud Mutezile, Cehmiye, Eş'ariyye adlı bölümler bu fırkalann ortaya çıkışları, kelami görüşleri, muhtelif bölümleri ve Eş'ari ile ihtilaf ettikleri maddeler bakımından pek önemlidir.
Aynı mecmualardan Aralık 1930 da neşredilen 17. sayısında M. Ş. Yaltkaya, Ebu'l-Berakat el-Bağdadi (454-547 f 1062-1152) hakkında bir seri makaleye başlıyarak bunu aym mecmuaların 22. sayısına kadar devam ettirmiştir. Önce Ebu'l-Berakat'ın hayatını yazan M. Ş. Yaltkaya sonra onun Kitabu'l-Mu'teber'ini tahlil etmiştir. Kelama ve felsefeye ait balıisieri içine alması bakımından bu kitabın konumuzia ilgili olan kısımlarının başlıklarını buraya almayı uygun gördük.
A-İlahiyat 1- Fizik ötesi, mevzuu ve gayesi, 2- ilmi ilahi ve ilahiyat, 3- cevherlerin ve arazların cinsleri, 4- vücud ve mevcud ve bunların vacib ve mümkine ayrılmaları, 5- Alemin hudusuna kail olanlarla kıdemine kail olanlar ve bunların delilleri, 6- ilahiyata ütalluku itibariyle zaman, 7- illet, malul, ve fa'il, meffil ve mebde, 8- Allah'ın ilmi mevcudatı ihata etmez diyenierin sözleri, 9-Allah'ın ilmi ve eşyayı
mar.ifeti, 10- Allah'ın zati sıfatları, ll- Mebde'i evvelin zatı ve bunu marifet, 12- Kaza ve Kader v.s.
Bu mecmuaların 23. sayısında M. Ş. Yaltkaya, Darü'l.,Fünfin ilahiyat Fakültesinde "Türk Kelamcıları" mevzuunda verdiği konferansını makale haline getirmiştir. Bu yazısında Türk kelamcılarını iki gruba . ayırmaktadır: ·
I- Osmanlılardan önceki Türk lı::elamcıları:
1- İbnu'l-İiışit, asıl adı Ebu Bela Ahmed b. Ali'dir. Hatibi Bağdadi'ye göre hicri 326 senesinde 56 yaşında iken vefat etmiştir. Bu zat İbn u' n-N ed im' e göre kelamın ilk mümessillerinden olan· mutezilenin en muktedir reisierinden biridir. Kelama, fılaha ve tefsire dair eserleri vardır.
2- EbU Mansur Maturidt (ö. 333/944). Hanefilerin i'tikad esaslannı mutezileye ~arşı müdafaada muvaffak olmuş kelam ve tefsire dair pek kıymetli eserler yazmış değerli bir alimdir.
3- Ebu'l-Ma·in Meymun b. Muhammed en-Nesejt (ö: 508/ 1114) Maturidi kelamcılarının en meşhurlarındandır. Kelama dair mühim eserleri "Tebsiratü'l-Edille, Bahru'l-Kelap:ı ve et-Temhid"dir.
CUMHURİYETİN 50 YILINDA _KELAM İL?ıiİ 303
4- Necmeddin EbU Hafs Ömer en-Neseft (461,462- 537/ 1068,69-1 142). Bu zatm Sa'deddin Teftazani'nin şerh ettiği bir akaid metni vardır.
5- Sirôcuddin Ali b. Osman el-Oşf (ö: 569 /1173). Bu zat kel~ma dair "Bedu'l-emali isimli kasidesiyle meşhu~dur. . .
6- Menkübers b. Yalın kılınç (ö: 652/ 1254) kelamcı ve fıkıhcı idi. Meşhur eseri "en-Nfiru'l-Canii'dir". ·
7- Ubeydullalı b. Mes'ud b. Tacuş-şert'a (ö: 747/1346), Ta'dilu'l'ulfım adıyla yazmaya başladığı eseriyle bütün mütedavil.olan ilimlerde umumi bir islah yapmak istemişti. Önce Mantık'ı ta' dil edip Fatiha'nın yedi ayetini takib ederek kelamın ta'diline girişmiştir. Üçüncü kısmı da hey' et ilmi teşkil etı.nektedir, fakat ·bu kısmı da tamamladıktan _soiıi:a vefat etmiştir.
ll- Osmanlılar devrinde metin yazanlar:
1- Hızır bey (ö: 863/ 1458) Fatih devri alimlerindendir. Bursadaki I. Sultan Mehmet medresesinde müderrislik yapmıştır. 100 beyitlik Kasidey-i Nfiniyye'yi yazmıştır.
2- İbni Hüinanı (ö: 861/1456); KeHl.ma dair "Musa yere" isimli metin yazanlardan biridir. Hidaye'ye yazdığı "Fethu'l-kadir" de pek meşhurdur.
3- lbni Kemal (ö: 940 /1533), kelama dair Tecridu't-Tecrid isimli bir eser yazıp kendisi şerh etıiliştir.
4- Taşköprü zade (ö: 961/1553), kelamdan yazmış olduğu metne "Me'alim" isriıini vermiştir.
5- Abdu'l-Bakl Arif efendi (ö: 1124/ 1712), kelama dair ••Menahic" adlı türkçe bir metin yazmıştır.
Osmanlı devrindeki Şerhciler:
1- Şemseddtn Ahmed Hayall (ö: 875/1470), Teftezani'nin akaid şerhine ve tecrid başiyesine başiyeler yazmıştır.
2- Ali Kuşçu (ö: 879/1474) Nasruddln Tfisl'nin tecridlni şerh etmiştir.
3- Ekmelüddin Bayburti * (711-786/1311-1384), Tecrid;i şerh edenlerden biridir.
* M.Ş. Yaltkaya'nın asıl ismini Muhammed b. Ahmet Ekmeluddin Baybarti diye gösterdiği bu alim, Muhammed b. Mahmud Ekmeluddin Baberti olup Bağdlid yakınındaki Babert'te doğmuştur. Bizim Bayburt ilcemizle alakası yoktur. k.şl. Brockelmaoo "Geschichte der Arabischen Literatür" G II, s: 80/96 ve S II, S. 89. ·
304 CİB.A.D TUNÇ
4- Kasım b. Kutlubuğa (802- 879 1 1399-1474), İbni Hümam'ın Musayere'sine. şerh yazmıştır.
Bahsi geçen mecmuaların Aralık 1932 tarihli 24. sayısında M. Şerafeddin Yaltkaya, ''Kelam Savaşları" başlıklı bir makale yazmıştır. Bu makale bilhassa kelam tarihi bakımından kıymetlidir. Müellif, bir görüşe göre kelam ilmine "Kelam" isminin verilmesine sebeb olan, Allah'ın sıfatlarının felsefi bir görüş ile münakaşaya mevzu yapılarak pek çok gürültüYerin koparıldığı Basra'daki fikri hareketlerden tarihi bir seyir içerisinde ana hatlanyle bahsetmektedir. Basra'daki bu ilk fikri harekette, kadere iman meselesinin kÖkünden sarsıldığı, beşeri iradenin istiklaliyle ezeli iradenin istiklalinin telifinin mümkün görülmediği, kaderi nefyeden bu fildrle beraber Allah'ın irade sahibi, gören, işiden, konuşan, seven, acıyan, sevmeyen '(e gazabeden sıfatıarını ve füllerini nefyedip inkara doğru giden bir hareketin de belirmeye başladığını, bu hareketlerin ilk mümessillerini, şuurlu veya şuursuz olarak Yunan, Hind ve Harran felsefelerinin tesirleri altmda islam dininin, nasslara karşı bu aykırı hareketlerde bulunmuş olan Mutezile-Cehıniye'ye karşı . savaş açmış olan alimleri ve bunların Allah'ın sıfatları ve Kur'an hakkındaki görüşlerini, bu felsefi fikirleri destekleyen Abbasi halifelerini, bu halifeler zamanında vuku' bulan Mutezile-Cebriye ve KüllabiyeEş'ariyye taraftarlığını ve bu mezhebierin fikri siyasi mücadelelerini, bu mezhebierin ileri gelen reisierinin fikirlerini ve bu fikirlerinden dolayı memleketinden sürülenleri, hapsedilen veya öldurülenleri yahud ta Kadiyu'l-Kudat mertebesiyle taltif edilenleri, ta Fahreddin Er-Razı (606 1 1209) ve Diyarbekirli Seyfeddln'e (doğumu 5501 1155, den sonra) kadar teker teker ele alarak kıymetli bilgiler vermiştir.
Şimdiye kadar takib edegeldiğiıniz eserlerden ve makalelerden anlaşılacağı üzere kelam ilminin mevzulannm ağırlık noktasını Allah'ın sıfatları bahsiyle buna bağlı olan kader ve kaza meselesi teşkil etmektedir. Bu itibarla bizde bu sahadaki çalışmalarda ortaya çıkan gelişmeleri tesbit edebilmek için burada zikrettiğiıniz eser ve makalelerdeki kaza ve kader hakkında serdediten görüşleri özet olarak nakletmek ve icabeden yerde kanaatimizi söylemek suretiyle· bu gayeye ulaşacağımızı umuyoruz.
!smail H akk1 i zmir/i, yeni İ Imi KeH1m'ında kader ve kaza mevzuunda şunları yazmaktadır:
CUMHURh""ETİN 50 YILINDA K.ELAM İLMI
"Kader, Cenab-ı Hakkın ezelde mahh1kun sıfatıarını bilmesidir ki, zati sıfatiardan ilim, irade sıfatiarına racidir, kadimdir. Allah~ın ezelde her şeyi, hasen kubuh, zarar fayda, hallerine dair kendisinde ne bulunacaksa zaman ve mekandan neye havi alacaksa, sevab ve ikabtan kendisine ne te·reddüp edecekse öylece tahdid eylemesidir. Eşyayı iradesine mutabık olarak takdir etmek de denir.
"Eş'ari'ye göre kader, Allah'ın eşyayı, irade ettiği tarz üzere icad etmesidir, yahud iradeyi ezeliyyenin mahsus olan vakitlerde eşyaya tealluk etmesidir ki, fiili sıfata racidir, hadistir.
"Allah mevcud olan ve olmıyan her şeye kadirdir, hiç bir hareket ve sükun yoktur ki, Allah'ın iradesiyle olmasın. Kulların bütün fiilieri Allah'ın halk etmesi, iradesi, hükmü, kaza ve kaderiyledir. Allah'ın irade ve kudreti şamildir, ancak insarun ihtiyan yok edilmiş değildir. Saadet ve şekavet yoluna insan kendi ihtiyı;ı.riyle girer. "Herşey Allahtandır" demek, kader yaratılması ve takdiri itibariyle Allah'a mensub· dur demektir. "Bizdendir" demek de, kesb ve ihtiyar itibariyle bizdendir, demektir.
"Gerek kasd ve ihtiyara bağlı olmıyan tabii fiiller, gerekse kasd ve ihtiyar ile olan ihtiyari fiilierin hepsi Allah'ın mahlukudur, Allah'ın kader ve kazasıyla vücud bulurlar. Çünkü bir şeyi kudret ve ihtiyar ile yaratmak, mutlaka o şeyin teferruatını bilmeye bağlıdır, bizim hareket ve sükUnumuzun teferruatına şuurumuz yeterli değildir. Bizde hem kudret vardır, hem irade; kudret müessirdir, fakat balık değildir, Halıkancak Allahdır. Bizde kudreti külliye yani mümkün olan fj.ilerin lıusUI ve vücudunda tesir etmek şanindan olan bir kudret vardır.
. "Bizde irade de vardır. İradeyi külliye yani mümkün olan bütün fiil ve terkden birini tercih etmek şamndan olan irade Allah tarafından verilmiştir.
"Kadere iman vacibdir, fakat onunla ihticac caiz değildir, yani bir kötülüğü işleyip sonra "kaderim böyle imiş" demek caiz olmadığı gibi, kadere i'timaden esbaba tevessülü terk etmek de caiz değildir, çünkü mukadderat mechulümüzdür.
"Kaza; zeval kabul etmeyen, alıkarn ve itkanı tam ile beraber fiilden ibarettir, icad demektir ki, fiili sıfata yani tekvin sıfatına racidiı:, kadimdir. Eş'ariye göre, Allah'ın eşyayı layezelde nasıl olacak ise, öylece ezelde irade etmesidir ki, zat sıfatına racidir, kadimdir. Bütün Maturidilerce "kader ve kaza", bütün Eş'arilerce de "kaza ve kader" denir.4
4 İsmail Hakkı İzmirli, Yeni ilm-i Kellim, İstanbul, 1924, s. 200-203 ve 208.
306 CİRAD TUNÇ
Muvazzab ilmiKelam Dersleri adlı eserin müellifi olan Ömer Nasuhf Bilmen de bu mevzuya dair şunları yazıyor:
"Kaza ve kadere iman etmek farzdır. Bu iman; haddi zatında Allahil Tealaya imana dahildir. Çünkü kader; olacak şeylerin zaman ve mekanını, evsaf ve havassını vesair tefasilini Allahu Teala Hazretlerinin bilip ezelde takdir ve tahdid etmesinden ibaret olduğundan ·ilim ve l.rade sıfatına racidir. Kaza dahi; Hak teala hazretlerinin irade ve takdır buyurmuş olduğu şeyleri zamanı hulCıl edince, ilim ve iradesine muvafık olarak icad buyurması demek olduğundan tekvin sıfatı celilesine racidir. Binaenaleyh Cenabı Allah'ın mülcevvini kainat olduğuna ve ilim ve iradesinin bütün cüz'iyat ve külliyata şamil bulunduğuna mu'tekid olanlar kaza ve kadere de iman etmiş olurlar. Şu kadar ki ehemmiyeti mahsusasına binaen kaza ve kadere imanın farziyeti ayrıca tasrili edilmiştir." s
Böylece bu devreyi İstanbul Daru'l-FünOn İlahiyat Fakültesinin kapandığı6 1933 yılına kadar getirmiş olduk. Şimdi ikinci devreye geçiyoruz.
ll- 1933 den 1949 a kadar olan devre:
Bu devrede neşredilen eserlerden bazılan şunlardır:
1- Ahmet Harndi Akseki'nin şu sıralarda 25. baskısı yapılacak olan ~·isUim Dini-İtikad, ibadet ve ahlak adlı kitabıdır ki, ilk defa Ankara ideal basımevinde 1935 de basılınıştır. Bu kitabın konumuzu alakadar ·eden kısmı itikad böli.imüdür: Bu bölümde A . H. Akseki dinler ve mezhebler hakkında umumi bilgiler verdikten sonra, lınan bahsine
· geçmektedir. İman bahsi de şu kısımlardan ibarettir: Allah'a lınan, Allah'ın sıfatları, meleklere iman, Allah'ın kitabiarına iman; Peygam?erlere lınan, ahiret gününe iman ve kadere iman.
Müellifin kaza ve kader hakkında yazdıkları şunlardır: "İmanın esas temellerinden biri de kadere imandır. Allahu Teala
ezelden ebede kadar olacak şeylerin zaman ve mekanını, evsa.fım, havasını, elliasıl ne şekil ve ne zaman olacaklarsa onların hepsini ezelde -daha onlar yok iken- bilip o suretle tahdid ve takdir buyurmuş olmasına kader del!ir ki, ilim sıfatına racidir.
"Cenab-ı Allah'ın ezelde ir~de ve takdir buyurmuş olduğu şeylerin zamanı gelince her birisini ezeldeki ilim ve irade ve takdire uygun bir
5 Ömer Nasübi Bilmen, Muvazzah İlm-i Kelam Dersleri, İstanbul, 1923, s. 224. 6 Dünya Üniversiteleri ve Türkiye'de Üniversitelerin Gelişmesi; Derleyen: Dr. E.
Hirş, İstanbu11950, s. 287-288.
CUMHURİYETİN 50 YILINDA KEL.lıt İLliiİ 307
suretle icad ve halk buyurması da kazadır ki, tekvin sıfatına racidir. "işte Maturidl'den menkül olan asıl tarif budur.
"Şöyle de tarif edilir: AJlahu Tealanın sonradan 9laca~ ·şey_lerin hepsini, nasıl Qlacaklarsa öylece, ezeld~? bilmiş olması Kazadır. Vakti gelince her şeyi, ilim ve iradeyi ezeliyyesine mutabık bir surette icad buyurması da kaderdir (Bu ·da Eş'ari'nin tarifidir).
"Kaza ve kadere iman ilim, irade ve tekvin sıfatıarına iman demektir. Yaratan yalnız Allah'dır. İnsanın kendi dilemesi ve istemesiyle işlediği işleri vardır. İnsanların irade ve ihtiyar sahibi bir malıluk olması da Cenab-ı Hakkın dilemesi ve takdir buyurmasıyla olmuştur. Allah insanın istediğini yapabilir bir surette olmasını dilemiş ve öylece bir kudrette yaratmıştır. Bunun içindir ki, insanlar kendi istek ve ihtiyarı ile bir şey yapmak iktidarına malik~irler. İki ellietten birini tercih ve ilitiyar edebilirler. Sevab ve ikaba ve mesuliyete de, ihtiyari olan bu işlerine göre istihkak kazanırlar. Kul iradesini hangi tarafa saıfederse Allah onu yaratır. İyi veya kötü, iki ellietten birini beyenerek seçip almak kula ait bir işdir.
"Kaza ve kader ile ihticac olunamaz. Yani bir insan: "Allah böyle takdir etmiş, ben ne yapabilirim" deyip de günah olan bir şeyi yapmaya kalkışamıyacağı gibi, böyle bir fenalığı irtikab ettikten sonra da: "Ben ne yapayım, Allah'ın takdiri böyle imiş" diye kendisini mazur gösteremez. Kaza ve kader deyip te çalışmayı bırakmak caiz olmaz" .7
2- M. Harndi Erdem, Ruhu İslam -Akaid Kısmı-, İstanbul, Aydınlık Basımevi 1939.
3- Reşit Halil İnanç, Akidei İslam, 2. cüz İstanbul 1945, 1948, 3. cüz, 1954 .
. 4- Mehmet Hatiboğlu (Burdurlu), Ana Kaynaklara Göre· İslam Dinj -Usul ve Tatbikat, İstanbul 1946.
Burdur'un mümtaz aliınlerinden "Hatib Hoca" ismiyle müştehir Mehmet Hatiboğlu (1877 - 1945) tarafından yazılmış olan bu ·eseri burada zikretmemizin sebebi, merhum müellifm henüz o devirele isHimiyetin tatbikatını beyenmeyip, müslümanları irşad maksadıyla yaşadığı zaman itibariyle yeni bir anlayış içerisinde meseleleri ele almış olmasıdır. Şöyleki müellif kitabının önsözünde "Şu cihet şayanı dikkattir ki, bu gün acınacak bir halde bulunuyoruz. Çünkü islam dini namı altında bir çok türkçe eserler
7 Ahmed Harndi Akseki, İslam Dini (İtikad, İbadet ve Ahlak), Ankara 1965, 24. Baskı, s. 96-98.
308 CİUAD TUNÇ
çıkmıştır. Maalesef bunların içindeki meselelerin çoğu ictihadi fikirler, lcıyasi reyler ve kanaatlerden ibaret olduğu için -bunlara islam dini denmekten ziyade, tağlih tarikiyle ictihadi bilgiler, kıyasi meseleler demek daha doğru olur. Çünkü islam dini ancak Kitab ile Sünnetten alıntr ve ona dayaıur. Neşredilen eserlerin çoğu ise mezhebi taassuba dayanmaktadır. Bunun için elimizde yalnız Kitab ile Sünnetten alınma türkçe bir kitabmuz olmadığından Allahın avnü inayetiyle bu vadide bir din kitabı vücude getirmek istedim ve bu eseri yazmaya başladım"8, diyor.
Müellif Kıyas'ı dinden kabul ~tmemekle beraber ümmetin ihtilafının da rahmet olmıyacağını beyan ederek, bu hususta ağızlarda dolaşan sözlerin hadis olmadığını da bildirmekte ve müctehidlerin Kitab ve Sünnete muhalif olan ictihadlanna, reylerine uyulmak lazım değildir demektedir.9 Ayrıca dört mezlıeb imamının "Bu benim reyimdir, benim sözüm Kur'an ve Hadise muvafık düşerse alırsınız, muhalif olursa atarsınız", "Ben beşerim. Hata da ederim, isabet de. Kitab ve Sünnete muvafık olan reyimi alın, muhalif olanı bırakın", "Sakın hiç bir İdm- · seyi taklid etmeyin, taklidcilik, gözlü adamları gözsüz eder, esaret altında yaşatır. Kitab ile Sünnete sarılın" dediklerini de nakleder10
•
İşte bu anlayış içerisinde Oruç bahsinden işe başlayıp, bu husustaki meseleleri Kitab ve Sünnete göre değeı:lendirmiştir. Merhumun niyyeti bu usul ve anlayışı islamın bütün meselelerine tatbik etmekti, fakat ömrü vefa etmediği için diğer bahislerle meşgul olamainış, ama bu eserini bu hususta bir örnek olarak bırakmıştır. Ayrıca Kaza ve kader hususunda da şu kıymetli mütalaalan vardır: "Kaza ve kader kelimeleri emri mülazemedir. İster kaza_ ve ~ader densin, isterse kader ve kaza densin. Kaza lügatta: kesrnek ayırmak manalarma gelir. Bir devayı kesip atan kimseye "Kadi" denmesi bu mana itibariyledir", diyerek meseleye girmiş, diğerlerinin yaptığı gibi, Maturidi'ye göre şöyledir, Eş'ari'ye göre böyledir, diye bir nakllde bulunmamıştır. Müellif bu mevzuya şu şekilde devam etmektedir: "Allah'a inanmak farz
. olduğu gibi, O'nun kaza ve kaderine inanmak ta farzdır. Kaza ezelde olan şeyler, kader de layezelde olan şeylerdir. Yahud bunun aksidir. Kaza, bütün mümkinatın "Levh-i Mahfuz"daki fihrist tertibatında yazılışına; şartların husulünden ve esbabına tevessülden soma zamanı gelince salıayı vücuda çıkmasına da kader denir.
. 8 Mehmet Hatiboğlu (Burdur'lu Hatibhoca), Ana Kaynaklanna Göre İsliim Dini, Istanbul, 1946, s. 34.
9 a.e. s. 28-29. lO a.e. s. 32-33. .
CUMHURİYETİN 50 YlLlNDA. KEriM İL!IIİ 309
"Şu halde Levh-i Mahfuz Allah'ın bir pHim hükmündedir ki, asla ve kat'a hatadan mahfuzdur. Bütün ef'ali ibad, Allah'ın halkı, iradesi, hükmü kaza ve kaderiyledir. Mü'minin imanı, kafirin küfrü hep onun iradesiyle, kaza ve kaderiyledir. Ama bu babta cebir yoktur. Çünkü Cenab-ı Hak insana bir irade vermiş ve onu faili muhtar (istediğini yapmakta serbest) kılmıştır. İnsan bu ihtiyarını isterse iyi yola, isterse kötü yola sevkeder. Cenab-ı Hak da halkeder. Kul gücünün yetmiyeceği şey ile mükellef değildir. Bizde hem kudret vardır hem irade ve hem de müessirdir. Fakat halik değildir. Halik ancak Allah'dır. Bizdeki kudret mümkün olan fiilierin husülünde tesir eder. İrade ise mümkün olan fiilierin işlenmesi ile işlenmemesinden birini tercih eder. Bu kudret ile irade Allah tarafından kullanna verilmiş birer sıfattır. Şu suretle iradeyi külliye fiil ile terkten ibaret olan iki cihete denir. iradeyi cüz'iye bu iki ellietten birisini tercih ve ihtiyar etmeye denir. Allah'ın iradesine de iradeyi kamile, kudreti kamile denir.
Binaenaleyh: Beşer bir ihtiyara maliktir, saadet veya şekavet yollarına kendi ihtiyanyla gider, kaza ve kader de kulların, beşerin bu husustaki ilıtiyarına muvafık olarak tecelli eder. Kadere iman vacibtir, fakat onunla ihticac olunmaz ...... " 11
5- Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İsHim İlmihali, Bürhaneddin Erenler Basımevi, İstanbul 1947.
Bu eser ilk defa 16 cüz halinde 744 sahi.fe olarak neşredilmiştir. Sonralan müteaddid baskıları yapılmış ve her birine "Kitab" ismi ve.rilen on cüzdep. ibaret hale gelmiştir. Bunlardan 1. Kitab 47 sahife olup iti,kada dair şu konular yer almaktadır: Hakiki bir diuin mahiyeti ve başlıca dinler, islam dininin umumiyeti ve mes'ud neticeleri, iman ile islamın mahiyetleri ve şartları, Allahu Tealaya ve sıfatianna iman, peygamberlere ve semavi kitabiara iman, Kur'anı kerinıin nasıl bir ilahi kitab olduğu ve ihtiva ettiği hakikatler, meleklere, ahirete, kaza ve kadere iman, itikadda ehli sünnet imamları, itikadın manası, İmaını Maturidi ve İmaını Eş'ari.
Bu kitabta kaza ve kader haklcında Ömer Nasulıi Bilmen şunları yazıyor:
"Bu kainatta her ne vücude gelirse, Mutlaka Allah'ın bilmesiyle, dilemesiyle, yar;ı.tmasıyla vücude gelir. Binaenaleyh her hangi bir şeyin muayyen bir vechile vücude gelmesini Cenab-ı Hakkın ezelde dilemiş olmasına "kader" denir. Ve Hak tealanın böylece dilemiş olduğu her
1 I a.e. s. 155-157.
310 CİHAD TUNÇ
hangi bir şeyi zamanı gelince meydana getirmesine "kaza" denir. MeseHi; her hangi bir insaıJ.ill filan günde vücude gelmesini Allah'ın dilemiş olması · bir kaderdir. O insanın bu takdir edılmiş günde vücude getirilmesi de bir kazadtr. Kaza ve kader insanların iradelerine, kudretlerine ve çalışıp kazandıkları şeylerden mes'ul olmalarınamani değildir. Şöyleki: Allah insanlara bir kudret, bir ihtiyar vermiştir. Bir insan kendi k-udretini, ihtiyarını bir işe sarfeder, buna "kesb" denir. Allah da dilerse o işi o insanın isteğine göre yaratu·: Bu da bir kazadır, bir halkdır. Binaenaleyh insanın bu kesbi, kendi ihtiyariyle, kendi iradeyi cüziyesiyle olduğundan bunun mahiyetine göre mes'ul olması lazım gelir. Yoksa "Ne yapayım, kader böyle imiş" ·diye kendisini mes'uliyetten azade sayamaz.
"Ma'mafih bir insan, bir işi yapacağı zaman kaderin nasıl olduğu
nu bilemez. Kendi düşüncesine, arzusuna göre hareket eder. Artık nasıl zuhur edeceğini ev-velce bilmediği bir Icadere kendi işini isnad ederek kendisini bunun mes'uliyetinden beri' görmeye hakkı olamaz" .12
6- Bu devreye ait bir başka eser de Numan Kurtulmuş'un "Amentü Şerhi" adlı eseridir ki, bu kitab ilk defa 1943 de basılmış olup, 1971 yılına kadar 15 defa basımı tekrarlanmış olduğunu bu tarihi taşıyan
nüshasından anlıyoruz.
Müellif bu kitabta imanın altı esasını şerbetmektedir. Fakat bu şerbi yaparken islamın şartlarını da icabeden yerlere serpiştirmek suretiyle tam bir ilmihal kitabı meydana getirmiştir. Biz burada önce yine kaza ve kader hakkında müellifin yazdıklarını zikredeceğiz: "Kader, hayır ve şerrin Allahu tealadan olduğuna inandım demektir. Kaderi inkar eden Allah'ın sıfatıarını inkar etmiş olur. (Her şeyin olacak halinin Hak Tealanın ilminde sabit olmasına kaza, levhi mahfuzda hasıl olmasına da kader) denrniştir. Bazıları da (Ezelden ebede kadar bütün mevcudatın balinin olacağı veebile levh'a ya~ası kaderdir ve bütün kaderierin vücude gelmesi de kazadır) diye tarif etmiŞler.dir. Bazı ayeti kerimeler delaletiyle bu tarif daha muvafıktır" .13
Görüldüğü üzere Numan Kurtulmuş'un kitabına aldığı kaza ve kader tarifleri, buraya kadar bu roeselede yazdıklarım zikrettiğimiz A. H. Akseki, ·Mehmet Hatiboğlu ve ö. N. Bilmen'in tariflerinden farklıdır. Bu müelliflerden A. H. Akseki Maturidi'ye göre Kader ve kazayı tarif etmekle beraber Eş' ari'nin kaza ve kader tarifini de vermek-
12 Ömer NasCılıi Bilmen, Büyük İslam ilmihali, Birinci kitab, İstanbul1962, s. 42-45. 13 Nurnan Kurtulmuş, Amentü Şerhl, İstanbul, 1971, 15. Baskı s. 416.
' CUMHUR.İYETİN 50 YILINDA KELAi\I İLlllİ 311
tedir. M. Hatiboğlu Eş'ari'nin tarifini benimsemekle beraber, tarifinin sonunda "yahud bunun aksidir" demekle Maturidi'nin tarifini de zikretmiş oluyor. Nurnan Kurtulmuş, "kader, hayır ve şerrin Allahu Tealadan olduğuna inandun" demektir, şeklindeki cümleyi yazmakla, İmamı Azam Ebu Hanifenin tarifini alınış olduğu ortaya çıkıyor. Fakat p~rantez içerisinde naklettiği tarifler şimdikilerden çok değişiktir. Şöyle ki "her şeyin olacak halinin Hak Tealanııı ilminde sabit olmasına kaza, Levhi mahfuzda hasıl olmasına kader denir." Bu tarifteki kaza tarifi Eş' ari'nİnkine uyuyorsa da, kader tarifini nereden aldığını bilemiyoruz. Yani olacak hallerin levhi mahfuzda hasıl olmasına kader denmesi husus~ düşünülecek bir durumdur. Her nekadar İzmirli'nin "Yeni ilmi Kelam"ında ilk yaratığın kalem olduğuna ve Allahın emriyle I ev hi mahfuzu yazdığına işaret ediliyorsa da, bu işin kader olarak tarif ve tavsif edildiğine rastlamadık Nurnan Kurtulmuş da bu tarifi nereden aldığırta dair bir şey söylemiy9r. İkinci tarife de kitabında yer verdiğine göre birinciyi benimsememiş görünüyor. Kitabının ön sözünde istiklal harbi malullerinden emekli bir binbaşı olduğunu söyleyen ·m.üellifin, kitabının hiç bir yerinde isimlerini zikretmediği eserlerden istifade ile bu ilmihal kitabını yazmış olduğu kanaatindeyiz.
Böylece II. devreyi 1949 a kadar getirdikten sonra III. d~vreye başlıyacağız ki, bu tarihi seçmemizin sebebi, Ankara Üniversitesinin bir Fakültesi olarak Ankara'da ilahiyat Fakültesinin 1949 da açılmış olmasıdır.
Ill. 1949 DAN ZAMANll\1IZA KADAR OLAN DEVRE:
1- Yusuf Ziya Yörükan, İslam Akaidine dair eski metinler, İstanbul 1953, A. ü. ilahiyat Fakültesi yayınlarındandır.
Y. Z. Yörükan bu kitabında Ebfı. Mansfır el-Matur!di'nin Tevhid Kitabıyla Akaid risalesini türkçeye çevirmiş ve adı geçen bu iki eserin Arapça metnini neşretmiştir.
Bu metinlerden birincisi olan "Tevhid Kitabı" şu konuları içine almaktadır: Allah ezeli ve ebedidir. Bütün sıfatlanyla vahittir, Yalıdamyetin manası, Allahın maddi sıfatıarını nasıl anlamak lazım, Allah tasavvur olunur, Allahın ezeli sıfatları, Allahın ilahl isimleri ve sıfatlarının nevileri, sıfatlar Allaha izafe edilir, Allahın sıfatları ayrıca vasıflanamaz, Allahı sıfatlandırmada kıstas ve Tevhidin manası.
İkinci metin olan "Akaid Risalesi"inde şunlar bulunur:
312 ciHAD TUNÇ
ilim meselesi, alemin sani·i, Allah birdir, Allah maddi bir varlık değildir, isim ile müsemma, Allabın görünmesi, Allalım sıfatları, Kur'an ezelidir, "Allah arş üzerinde" ayetinin manası, insan hürriyeti (Ef'al-i ibad) meselesi, insanın gücü, fü}.in manası, istitaanm şümulü iş
lenen günahlarda Allahın meşiyeti ve rizası varmıdır? Allahın rızası, tevlid meselesi, ecel meselesi, haram olan bir şeye rızık denir mi? Allah insanlara en uygun ne ise onu yapar, ilim ve fıkıh iman meselesi, iman ve islam nedir, mukallidin imam makbulmudur, imanda istisna (ben Mü'minim İnşallalı demek), saadet şekavet, iyiyi emir kötüyü nehyetmek, kabir azabı, cennet ve cehennem, melekler peygamberler, evliyanın kerameti, efdal olanlar meselesi, imarnet ve lU,lafet meselesi.
Y. Z. Yöriikan bu mevzuları icap eden yerlerde dip notlar koymak suretiyle daha da açıklayıp izah etmiştir. Görüldüğü üzere burada zikredilen mevzular leelam ilminin meseleleridir. Maturidi bu iki eserinde yukanda zikrettiğimiz mevzulardak:i görüşlerini kısaca ortaya koyduktan sonra bu meselelerdeki Kaderiye-Mutezile, Cebriye'nin kanaatlerine de gereken cevapları vererek onların bu fikirlerinin yersiz olduğunu göstermeye çalışmıştır. Böylece ehli sünnet leelamını
ehli bid'ata karşı müdafaa etmiştir. Y. Z. Yöriikan Maturidi'nin Akaiddeld sistemini derli toplu bir bütün halinde gösteren bu iki eseri tercüme ederele metinleriyle beraber neşretmek suretiyle ilme hizmet etmiştir.
2- Nafiz Damşman, KeHim İlmine Giriş, Ankara 1955 A. Ü. İlalıiyat Fakültesi yayınlarındandır. Bu eserde müellif önce kelam ilminin tarifini ve "Kelam" tabirinin lügat manalanru verdikten sonra bu ilmin menşeinden bahsetmektedir. Sonra kitabında şu konulara yer vermektedir: İlk kaderiyeci mütekellimler ve itizal kelimesinin zuhuru, leelarnın temas ettiği mevzular ve bu mevzulan kendi ala.l ve düşünüşlerine göre cevaplandırmaya kallaşan meşhur fırkalar: 1- Hariciler, 2- Şiiler, 3- Müşebbihe, 4- Mutezile ve kaderiyeciler. İtizal pren~iplerinin esaslan ve bu esasların zamanla tekamülü, mutezilenin en parlak devrinde pozitif ilim1er, mutezilenin meziyet ve kusurlan, itizalin yıkılışı, mu tezilenin başlıca kısımları: Mürci'e, Cebri ye, Sıfatiye (Eş'arilik ve Maturidilik). İtizalin yıkılışından sonra kelam, Bala.lHini, Gazali, son müslüman kelamçılar. Mutezile reisierinden Amr b. Bahri'lCahız'ın biyografisi ve eserlerinden parçalar.
Müellifin, kitabın ön sözi.inde de belirttiği gibi, bu kitap, islam mütefekkirlerinin asırlarca uğraştıkları bir ilmin mukaddemesi mahiyetin-dedir. ·
CuMHURİYETİN 50 YIL-INDA KELlıi İL.'\1İ 313
İslam dünyasında nakli ve akli temayüllerin çarpıştığı ve dindarlada serbest düşünce sahiplerinin uğraştıklan bahisler hakkında bir fikir verriıek bakımından faydalı bir eserdir. Kitabın sonuna, akılcı mutezile fırkasının reisierinden olan Cahız'ın eserlerinden örnekler verilmek suretiyle, Cihız'ın yaşadığı miladi 9. asırda akıl, ktyas ve muhakemenin, o devrin tefekküründe nasıl bir rol oynadıklarını göstermeleri bakımından önemlidir.
3- Fıkhı Ekber ve izahı, Çev. ve açıklayan: Sabit Ünal, Ankara 1957. İmamı Azam EbU Hanife'nin yazmış olduğu bu eser, Ebu'l-Münte/ı{ı tarafından şerh edilmişti. Sabit Ünal da bunu türkçeye kazandırmalda ilim adına hizmette bulunmuştur. Kitabın içerisinde iman esasları yer almaktadır. Şöyleki-: Allah'a, Allah'ın sıfatlarıua, melelderine, kitablanna, peygamberlerine öldükten sonra dirilmeye, kadere, yani hayır ve şerrin Allah'ın takdiri ile olduğuı1a, hesaba, mizana, cennet ve cehenneme inandım, bunların hepsi haktır demenin izahı yapılıyor. Sonra İhlas suresinin manası verilerek izah edilmiştir. Ayrıca Allah'ın zati, fi'ili sıfatları; Kur'anın Allah kelamı oluşu, küfür ve iman meseleleri, hareket ve sükuna ait kulların türlü işleri, iyi ve fena işlerin. hükmü, büyük günahlar meselesi, mucize, kedimet, Allah'ı görmek meselesi, iman-islam ikisi de birdir. Diningeniş manası, ve bunlara benzer mevzularda teker teker ele alınıp izah edilmiştir.
Yukarıda gördüğümüz gibi kader, hayrın ve şerrin Allah'ın takdiri ile olmasıdır, yani kader takdir olunmuş demektir. İmaını Azam'a .
. göre, "Allah'u Teala eşyayı bir şeyden yaratı:İıadı. Allah eşyayı yaratmazdan evvel ezelden bilir. Eşyayı vücude getirmeden önce takdir ve kaza eden O'dur. Gerek dünyada ve gerek ahirette her şey, O'nun dilemesiyle, O'nun bilmesiyle, takdir etmesiyle, hüküm ve kaza eylemesiyle; levhi mahfuza yazmasıyladır. Fakat levhi mahfuza yazması vasıf suretiyledir, hükmetmekle değildir. Kaza kader ve meşiyyet de Allah'ın ezeli ve keyfiyeti bizce anlaşılınayan sıfatlarıdır" 14
•
"İmamı Azam"ın, "Levhi mahfuza hüküm suretiyle yazmadı, vasıf suretiyle yazdı" demekten maksadını Ebu'l-Müntelıa şöyle açıklıyor: "Hak Teala levhi mahfuza bir şeyin vasıfsız, sebebsiz mücerred bir hüküm Ue vukua gelmesini yazmadı. Mesela; Ali mü'min olsun, fakat Veli kafirlik etsin diye yazınadı. Böyle yazmış olsaydı, Ali :imana zorlanmış, Veli de mecburi olarak imansız kalmış olurdu. Çünkü Allah'ın bir şey hakkında vermiş olduğu hüküm muhakkak yerini bula-
14 Fıkhı Ekber, çev. Sabit Ünal, Ankara 1957, s. 36-38.
31<1 CİBAD TUNÇ
cak, o şey o hükme mutabık olarak vukua gelecektir. Allah'ın hükmü~ nü hiç bir kuvvet tersine çeviremez. Fakat Allah öyle hükm.etmedi, levhi mahfuza şöyle yazdı: Ali kendi ihtiyariyle, kendi intihabı ve kudretiyle mü'min olacak, iman edecek, küfrü istemiyecektir. Veli de kendi istek ve intiha.bı ile kafir olacak, iman etmiyecek, küfrü isteyecektir."15
4- Hüseyin Atay, Kuran ve Hadis'de İman Esasları, Ankara 1959.
Bu eserde de din, ilim ile irade, akıl ve iman hakkında bilgi verildikten sonra imanın altı şartı Kur'an ve hadisiere göre açıklanmıştlr. Kadere iman bahsinde mü el lif şunları yazmıştır:
"Ehli Sünnete göre, kadere inimmak imarun şart ve esaslarından altıncısı ise de, bu çetin ve münakaşalı bir konudur. Kader ile Allah'ın kudretinin münasebeti uzun bir incelemeye muhtaçtır." dendikten sonra Kamer 49- 50, Nisa 76- 77, Araf 178. ayetlerinin manaları verilerek
. kader ve kazanın tarifleri yapılıyor: "Allahın bir şeyi olmazdan önce ne zaman olacağıru, nerede olacağını ve nasil olacağını bilmesine kader denir. Bu kader, yani ilmi ilahide yazılı olanların, dış alemde yaratılıp meydana gelmelerine kaza denir. Kaza kader'e uygundur." Ve sonra da "Allah herkese hayır ve şer, küfür ve iman yollarını gösterdi".16
"Dileyen inansın, dileyen kMir olsun".17 "Ve kim iyilik getirirse ondan daha iyi mükafata nail olur, her kim de kötülük ile gelirse, kötülükleri kadar cezalanırlar"18 ayetlerinin manalan verilmektedir. Ayrıca kadere imanla ilgili altı hadisin manaları da yazılmıştır.19
5- Kemal Edip Kiirkçiioğlu, İslam dini'ne Toplu Bir Bakış, Ankara, 1961. Müellif bu küçük eserinde imanın altı esasının açıklamasım yaptıktan sonra "İslam dininde ibadet" bölümünde de islamın beş esasmdan bahsetmiştir.
Kadere iman bahsinde şunları bııluyoruz: "Olam ve olacağı, Allah ezelde takdir buyurmuştur. Olana ve
olacağa halkımız "alın yazısı" adını verir ve değişmez bir gerçeğe terceman olarak "yazılan bozulmaz" der. Evet, yazılan bozulmaz. Lakin Allah, insana akıl ve idrak vermiştir. Akıl: bayrı şerden ayırma kudreti, İdrak: hayri şerretercih etme kabiliyetidir. O kudrete ve bu kabiliyete "Cüz'i irade" adı konulmuştur. Ateş: yakıcıdır; iğne: batıcıdır.
15 a.e. s. 37- 38. 16 Beled suresi: 10. 17 Kehf suresi: 29. 18 Kasas sıuresi: 84. ı9 Hüseyin Atay, Kur'an ve Hadiste İnian Esasları, Ankara 1959, s. 80-92.
cı:n\ınuruYETİN 5ö YlLıN'nA K.ELİM iLMi -315
Buna rağmen insan, kendini ateşe atarsa ve iğne, insana, sırf kendi hatası yüzünden batarsa suç kimindir? Ateşin mi iğnenin mi? Elbette ne ateşin, ne. de iğnenin; şüphe yok ki insanın!... Allah'ın ıi:ı.uradı; hayırdır; şer değil! Rızası ,hayırdadır, şer'de değil!.:"20
6- Dr. Hüseyin Atay, Kur'ana göre iman esasları, Ankara 1961. . '
Müellifin doktora tezi olan bu eser, iki bölümden ibarettir. I. Bölümde; Allaha iman, uluhiyet sıfatları, Allahın varlık alemiyle ilgili sıfatları, meleklere, kitaplara, Peygamberlere ve . ahirete iman, II. Bölümünde ise: Kur' anın takib ettiği umumi metodlar, Kur'anın Allah
. anlayışını ortaya koyarken takibettiği hususi metodlar gibi konular bulunur.
Müellifin ahirete iman bölümünden sonra "Kader meselesi" diye müstakilen ele aldığı kısımda şu açıklamayı buluyoruz:
"Böylece Kur'ana göre iman esaslarını incelemiş bulunuyoruz. Görüldüğü _üzere imanın Kur' ana göre tesbit ve açıklamaya· çalıştığımız
bu esasları arasında "kader"e iman bulunmamaktadır. Gerçi Kur' anda "kader" ve "kadr" kelimeleri geçmektedir. Ancak bu kelimeler, mllctar, ölçü, bir şeyi bir ölçüye göre tayin •ve tahsis etmek ve bir hikmete göre yapmak manalarma gelmektedir.
Kadr ve takdir kelimelerinin Allah'a isnadı O'nun yaptığı işlerin bir nizamı, ölçüsü ve hik.meti olduğunu bildirir. Yaptığı işleri bir hikmet dairesinde yapar. Lüzumsuz, manasız, gelişi güzel, rastgele iş yapnia- . dığını ~fade eder. Bunun için herşeyin bir ölçüsü n:llktan ve uyduğu bir nizarnı vardi.r. Kur'andaki şu ayetler bu mananın · delilid.if21
" denil erek ayetlerinin mealieri ve açıklamaları verilmektedir.
Bu açıklamalardan sonra Doç . . Dr. Hüseyin Atay şu netjceye ulaşıyor:
"Görülüyor ki, "kader" kelimesi Kur'ancia bir ölçü dahilinde tayin etmek, her şeyi bir ölçü ve nizama göre tanzim edip tedbirleriıek-: tir. Kader kelimesinin diğer kullanışiarında alacağı mananın miliverini tesbit ettiğimiz bu mana teşkil eder, diğer manalar buna -irca .edilir. O halde Kur'anda zikredilen "kader~' ve "takdir" kelimelerinin Hz. . . . . .
Peygamberin vefatından sonra ortaya çıkan türlü fikirler neticesinde istilahi bir mana alan "kader" ·ile alakası yoktur. Kur~anda zikredilen bu kelime Allah'ın yaptığı iş ve yarattığı nesnelerin bir hikmete göre
20 Kemal Edib Kürkçüoğlu, İslam Dinine Toplu Bir Bakış, Ankara 1961, s. 16. 21 Hüseyin Atay, Kur'an'a Göre İman Esasları, Ankara 1961 s. 89.
316 CİHAD TUNÇ
yapıldıklarını ifade eder ve kainatta düzensizlik ve nizamsızlık bulunmadığını ve hiç bir nesnenin kendi kendine tesadüfen olmadığını bildirir. Bundan dolayı Kur'anda zikredilen "kader" kelimesi ve türlü iştikaklan insanın iradesini mecburi olarak harekete geçiren ezeli bir yazının mevcud olduğunu isbat etmez. Bunlar sünnet-i ilahiyyenin başka bir şekilde ifade edildiğini gösterir". 22
İman esaslarına temas eden hadisleri de inceleyen müellif, bu hadislerin sahabeden sonra üçüncü raviye kadar birer kişi tarafından rivayet edildilderini de tesbit ederek şu neticeye vanyar: "Bu hadisler haberi ahaddu. Açıklık, seçiklik ve kat'iyet iktiza eden iman hususunda haberi alıadın kabul edilmemesi Ehli Sünnetce de kaideleştirilmiş olduğundan bu hadisiere dayanarak iman esaslarına, kadere inanmak gibi başka bir esas eklemek i s lamiyetİn ruhuna aykırı hareket etmek olacaktır".23
Sonra Hadid s~resinin "Musibetler yaratılmadan ·önce bir kitabtadır" mealindeki 22. ayetini ele alarak şu neticeyi çıkarıyor: "Görülüyor ki bu ayet de daha önceden yazılmış bir kadere uymak zorunda kalındığmı ifade etmemektedir. O halde şöyle demek müİnkün olsa gerektir: İman esaslan arasında kader bulunmamaktadır, fakat an;ı.eli hayatta kader olabilir. Olan şeylerin yazılı oluşu ifadesi sünneti ilahiyyeye göre cereyan edeceğini gösterir; bunu vasıf, yani şartlayazdı olduğu ile ifade etmişlerdir".u
Rad suresinin "Allah dilediğini siler ve dilediğini tesbit eder. Ana k.itab O'nun yanındadu" mealinde olan 39. ayetiriden de şu netice çıkarılıyor:
"Bu_ayet değişmez surette yazılı kader manasını nefyeder. Çünkü Allah istediğini siler; istediğini yapar demek, bir kader yoktur demektir. Silmesi ve tesbit etmesi ilahi kanunlara bağlıdır. Eğer bütün geçmiş ve gelecek hadiseler levhi mahfuzda yazılmış, çizilmiş ama Allah. bunlardan istediğini siler, istediğini .bırakır denecek olursa, bu, yazılı kaderin silindiğini kabul ettikten sonra ezelde her şeyin yazılıp yazılmamasınıninsan üzerine cebri bir tesiri olmadığını kabul etmekdemektir.2s
Do,ç. Dr. Hüseyin Atay, Tevbe suresinin 50-51 .ve Ahzab suresinin 38. ayetlerini ·de tetkik ettikten sonra: "Biz bu ayetlerden de ezelde
22 a.e. s. 91. 23 a.e. s. 92. 24 a.e. s. 93. 25 a.e. s. 94.
317
yazılmış . ve değişmez bir kader manasının çıkarılabi.leceğine kani deği-liz" 26 demektedir. ·
Şu sözlerle de bu mevzuyu bitiriyor: "Kur' anda yukarıda incelediğimiz gibi malum manada anlaşılan kader manasıriı destekler görünen ayetlerin kevni olaylarla. ilgili olduğunu ve ruhi bir davranış olan imanla bir münasebeti bulunmadığını gördük. ·
"Kaderin ruhi bir davranış olan irade ile bir ilgisi olmayınca bütün insaniann istediklerini yapmakta tam kuc4"ete ve selahiyete ·sahib olup olmadıklarını Kur'an açıklamıştır. Kur'an insaniann iradeleri oldu..: ğunu, istediklerini yapabileceklerini ve daha önce onları muayyen işleri işlemeye zorla sürükleyen bir kader olmadığını ifade ederken işlerinin ve güçlerinin her an Allah'ın iradesinin ve kudretinin kontrolünde olduğunu, her an Allah'ın müôahale edebileceğini bildirmiştir.
"Kur'an baştan başa bu ruhu taşımakta ve buna dair açık manalı ayetleri ihtiva etmektedir. Bu ayetler içinde insana tam sorumluluğu yükleten ayetler olduğu gibi, her şeyi AJ..Iah'ın yaptığını bildiren ayetler de vardır. Yukarıda dediğimiz gibi insana irade hürriyeti veren ayetler insana raci olup neleri yapabileceğini gösterir, insandan iradeyi kaldıran ayetler Allah'a raci olup insanın gücünün sınırını tayin ederler".27
Doç. Dr. Hüseyin Atay'ın kader meselesi hakkındaki görüşlerini, diğerlerine nazaran daha uzıın olarak buraya almamızın sebebi. Onun, buraya kadar eserlerinden ve makalelerinden örnekler naklettiglmiz
. diğer müelliflerin bu meselede naklettiklerinden ve serdettikleri fj.kir- · lerinden farklı .bir yol takib ederek, ·kitabından burada naklettiğimiz farklı neticelere ulaşmış olmasıdır. Asırlardan beri pek çok riıünakaşalara, münazaralara sebeb olan, farklı fikirler üzerinde birleşen kimselerin m~ydana getirdiği çeşitli mezhebierin ortaya çıkmasında büyük rol 9ynayan ve nihai hal .Çaresini söylemeye insaniann gücü yetmiyen bir meselede Sayın Atay, arap lisanına olan kuvvetli vukfıfu · ve kaynaıc eserleri ·titizlikle tetkik etmesi sebebiyle Kur'an-ı Kerime istinaden bu neticelere ulaşmıştır. Zaten kitabına verdiği isimden de anlaşılacağı üzere, iman esaslarını Kur'ana göre tetkik ve tesbit etmeye çalışmış, diğerlerinin yaptığı gibi mezheb imamlannın fikirlerini kitabında nakletmekten kaçınmıştır. Zaten bu metodun özlemi içhsinde olduğunu, II. devrede Burdur! u Merhum M. Hatiboğlunun öncülüğünü yaptığı gayreti III. devrede devam ett_irenlerin başında geldiğini · bu
26 a.e. s. 95. 27 a.e.- s. 96-97.
aıa CİRAD TUNÇ
eserının "Giriş"indeki şu cümlelerden anlıyoruz: "D inin esaslarını ortaya koyarak, dinle ilgisi olmıyan hususlan kolayca farkedebilmek için. şüphesiZ, dinin iman esaslarını Kur'andan çıkarmak gerekirdi. İşte bu konuyu ele alırken, islam toplumunun· bu ihtiyacını karşılamayı gaye edindik." · ·
7- FuzUli, · Matla'u'l-İtik~d, neşreden: Muhammed b. Tô.vft atTand, çevirenler: Esat Coşan ve Kemal Işık, Ankara, 1962 (A. Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi yayınlarından).
Bu eserde şu konular yer alınaktadır: İliın :ve marifenin mahiyeti, Allab.'ı bilmenin gerekliliği, bilginin
kısımlan, bilgi yolları, kainatın . mebdei, alemin cüzleri, alemin sıfat-ları, insanın: ıriab.iyeti, cinler'in mevcudiyeti ,önceden bilinmesi gereken hususlar, devir ve teselsülün çürütülm:esi, Vacibu'l-vücudun mevcudiyeti (Allah'ın zatı), Allah'ın sıfatları, Allah'ın fiilleri, güzellik ve çirkinli.k, hayır ve şer, bir şeyin Allah üzerine gerekli olup olmaması, insanların. peygamberlere olan ihtiyaçları, peygamberlerin ismeti, Peygamberhni.zin nübüvveti, Peygamberimizin diğer peygambeİ'lerden ustünlüğü, i.mamet, Haşir, ruhun ölümden sonra ve Bas'dan önceki durumu, onun Iezzet ve ele~ duyması, Mizan, Sirat ve Hesab.
Fuzuli bütün bu konulara, bazan Yunan ve islam filozoflannın, bazan da mütekellimlerin veya müslümanların keşif ehli olan· Sofilerin ·. görüşlerine uygun olarak çok kısa bir şekilde temas etmiştir. Mesela; Hayır ve Şer mevzuunda şunları buluyoruz: Önce filozoflara_göre şer ve hayır nazariyesini verip, İbn_ Sina'ya göre hayır·. ve şer tarifleriiii yapıyor. Eş'ari ve matezilenin hayır ve şer anlayışlarını ve birbirlerine verdikleri cevaplan naklettikten sonia, şu sözlerle bu mevzuyu tamamlıyor: "Görünüşe göre, her iki fırkanın da fikrinde şirk değil, edebe riayet bakımından bir israr bUlunmaktadır. Eş'ariler, yaraticılık sıfatının Allah'tan başlısına itlak olunmamasını,. mutezile ise kötü fiil-Ierin kuİdan başkasına isnat edilmemesini murat ediyorlar"28
• • ·
8- Dr. Ali Arslan Aydın, İsHim İnançları ve Felsefesi (Tevhid ve Kel~) Ankara 1964. · ·
Bu eserin mevzuları şöyledir: Kelam ilminin tarifi, mevzuu, mesaili, fayda ve gayesi, diğer ilimler arasındaki yeri, tevhid ve kelam ilminin tarihçesi, doğuşu ve geçirdiği devreler; şer'i hükümler ve kaynakları; dini ve akli deliller, ilmin sebebleri ve yollan, akli hükümler ve özellikleri; İmanın hakikati ve amel ile olan münasebeti, . Allaha
28 Fuztlli, Matla'u'l-İtikad, çev. Esat Coşan, Kemal Işık, Ankara 1962 s. 49.
CUMHURİYETİN 50 YILINDA KELA.l\1 İLlltİ 319
iman ve vücudunu isbat eden deliller, Allahu · tealanın mukaddes sıfatları, Allahu tealanı.ıi fiileri, Halk-ı ef'ali ibad konusundaki mezhepler, cebriye, kaderiye, ve Currihur-ı mu'tezile mezhebi, eş'ariye maturidiye, hayır v~ şer, kaza ve kader meselesi;rızık, ecel; hüsün ve kubuh meseleleri, melekler ve meleklere iman, ilahi kitaplat ve ·mUkaddes kitaplara iman. ·
Müellif iman esaslarından peygamberlere ve ahir~te im~n balıisterini bu kitabına almamişhr.Bunları müteaddid defalar haber verdiği, bu kitabına ikinci cilt olacak o lan eseri için ayıiTmş olsa gerektir. Bunuilla be raher bu kitabın 1969 da ikinci baskısım yaptığı halde bu güne kadar zikti geçen bu ikinci. cilt neŞredilmemiştir. Bu eseriıı tertib ve konulan yönünden İsmail Hakkı İzmirli'nin Yeni ilmi KeHim'ının tesirinde kaldığı ilk anda göze çarpmaktadır*. Kaza ve kad.er meselesinde Dr. Ali Arslan Aydın, kaza ve kadere iman,iman esaslarındandır dedikten sonra kaza ve kaderin lügat manalarını veriyor, Maturidi ve Eş'ariye göre isti.J.ah manalarını da kaydettikten sonra bu.meselenin "Halk-ı ef'ali ibad" bahsiyle ilgisini göstermektedir. Bu konudaki kaderiye, cebriye ve icabiyye mezheplerinin ·fikirlerini ve iptalini de bu "bahsin sonuna · koymuŞtu~.
Müellif bu eserini neşretmeden önce bu kitaptaki · konulardan bazılarını "islam mecmuası"nda. ve "Diyanet İşleri Başkanlığı. I?ergisi"nde yayınlaiİllŞtir. Sonra Yüksek İslam Enstitülerinde okunmak üzere bu kitabını yazdıktan sonra "1969 da "İslam' da iman ve Esasları" adlı bir eser daha neşretmiştir. Bu eseri, önsözünde belirttiği gibi "her müslümanın bjldiği" Amen:tü"de sayılan iman esaslannın her b4ine bir bölüm ayırhıak ve. "İman" ile ilgili konuliı.rı ayh bir bölüı;nde toplamak suretiyle yedi bölümden ve dine, akideye olan ihtiyacı ·belirten bir "Giriş"ten meydana gelmiştir" .29 Bu kitabındaki p~k çok lasımlar yukarıda zikredilen "İslam inançlan ve felsefesi" adlı kitabiiıdakilerle ayıp.dır. · · ·
9- Dr. Kemal Işık, Mutezilenin Doğuşu ve Kelami GörÜşleri, Allkara 1967 .. (A. Ü. ilahiyat Fakültesi yayınlarındandır).
Müellifin doktora tezi olçın bu eser şu şekilde planlanmıştır:
Mutezilenin doğuşunu ~azır la yan sebebler, . mutezilenin doğuşu, gelişmesi ve çökmesi, mutezilenin · kelai:ni görüşlerii::ıden beŞ prensibi ve izahları; mutezileİrin diğer görüşleri: Allahın görülüp görülme~e~i,
* ·Krş. İzmirli, Yeni ilmi k·elam, I. cild: İstanbul 1922, s . 5'-7 ile Dr. Ali A. Aydın; s. 12-18. . . . ·. . .
29 Dr. Ali Arslan Aydın; İslamdaİman ve ESasları, İstanbiıl1969, s. 10 • .
320 CİHAD TUNÇ
Kur'anın yaratılmış olup olmaması, hüsün ve kubuh, akil ve nakil meselesi. Dr. Kemal Işık eserinin önsözünde de belirttiği gibi kelam tarihinde gerek tevhid sistemleri ve gerekse hür düşünceyi temsil etme-
. leri bakımından dikkati çeken ve ayrıca akılcı bir yol takip etmiş oldukları için de islam aleminde kültür tarihi yönünden büyük bir önem taşıyan mutezile mezhebini arapça yazma ve basılmış kaynaklardan istifade ederek bu mevzuda dilimizde yazılmış ilmi eserlerden ilkini meydana getirmiştir. Bu tetkikimizde de gösterdiğimiz gibi 1. H. lzmirli ve Ö: N. Bilmen'in kitaplarındaki mu tezile bahsinden başka, M. Şerafettin Yaltkaya, Daru'l-fünun ilahiyat Fakültesi mecmuasının Mayıs· 1930 tarihli 15. sayısında "Kaderiye yahut Mutezile" adlı · bir makale ile aynı mecmuanın Aralık 1932 tarihinde çıkan 24. sayısındaki "Kelam Savaşları" adlı makalesinde bu mezhep hakkında muhtasar malumat vermiştir. Daha sonra bu mevzuyla ilgili olarak A. D. İlahiyat Fakültesi Dergisinin 1964 yılına ait 12. sayısında Doç. Dr. lbrqlıinı Agah Çubukçu "Mutezile ve Akıl Meselesi" adlı makalesi ile bu çalışmanın öncüsü olmuştur. Bunun1a ilgili diğer bir çalışma da Doç. Dr. Talat Koçyiğit'in A. ü. ilahiyat Fakült~si dergisinin 1968 yılına ait 26. sayısında . neşredilen "Cehmiyye (Mutezile) de Akılcılık" adlı makalesidir.
Bun1ardan başka Fakültemizin ·dergisinde neşredilen Kelam ilmi sahasındaki makaleleri de çok kısa olarak burada zileretmek gerekmektedir. Mesela; dergimizin 1967 yılına ait 15. sayısı)lda Dr. Hüseyin Atay, "İslamda o,gun İnsan" (İnsan-ı Kamil) başlıklı · bir makale yazm,ıştır. İsmail Hakkı i zmir/i, yukarıda zikrettiğimiz "Yeni ilmi Kelam"ın I. cildinin "Giriş" kısmında "Kemalatı İnsaniye" adı altinda kısa da olsa bu konuya yer vermiştir. Sayın Dr. Hüseyin Atay bu· m~alesinde bu konuya genişce eğilmiş, insan oğlunun kenöisi ile beraber yaşayan ve canlı olarak gözünün önünde bulunması gereken bir insanın tesirinde daha çabuk kalacağını, bu itibarla her nesilde bu üstün ve örnek insanın yaşayan bir şahıs olması lüzumunu beyanla, Kur'ana göre herkesin kendine uygulayabileceği ve uygulaması gereken üstiin insan vasıflarını şöyle ce sıralamıştır:
1- Adalet (dürüstlük), 2- İyi niyyetlilik (ihlas, Takva), 3- Başkasını istismar etmemek, 4- Doğruluk (Sıdk), 5- İffetli olma.
1968 yılına ait Dergimizde bulunan "Kur'anda Bilgi Teorisi" adlı makalenin sahibi olan Doç. D~·. Hüseyin Atay, bilginin imkanı, mahiyeti ve kaynakları hakkında ileri sürülen görüşlere kısaca temas ettikten sonra bu husustaki Realistlerin, İdealistlerin görüşleriyle Tekçi görüşü
CUMHURİYETİN 50 YILINDA ~LAM İLMİ 321
ele alıp incelemenin yanı sıra, bu konuyu ele ~lmaktaki maksatlarını da şöylece açıklıyor: Kur'am Kerimin bugün ve gelecekte ilim anlayışına ışık tutacak prensibi, her zaman sağlam ilim yapma ve ona dayanmaya verdiği. önemi' belirtmek, ilimsizlikten, cehaletten, safsatadan kurtarmak için gö'sterdiği titizliği anlatmaya çalışmaktadır.
1969 yılına ait Dergimizde Doç . . Dr. H. Atay, "Memleketimizde ilim ve Din Anlayışı Üzerine" adıyla yazdığı makalesinin, "Yüksek Din Anlayışım Hazırlayacak Olan Öğretim Üzerine Düşünceler" başlıklı IV. bölümünde Kelam ilmi derslerinin nasıl aleutulması gerektiğine temas ederek, memleketim.iıin, islami meseleleri islamın ana kaynaklarından tetkik edip inceleyen kelamcıların ve bu zatların l?u anlayış ve metodla zamanımızın ihtiyaçlarına cevap olabilecek tarzda kaleme alacakları eserlerin de özlemi içerisinde olduğunu bellitmek-~di~ .
Aynı Dergimizde bulunan "KQr'aoa Göre Münazara Metodu" isimli makalesinde de, inanmıyanlarla Kur'am Kerimin Münazara ve mücadele ederken takib ettiği yolları, ayetlerin _mealleriyle ortaya koyup tesbit ettikten . sonra, yeni çalışmalarda Kur' ana yönelmenin zaruretine, dini akideyi orta çağın ilim verilerinden ve nakillerinden kurtarmaya çalışma gayretine, Kur' anın yeni ·ilimlere göre de izah edilip anlaşılabileceğine ve her asırda müslümanlara ışık tutacağına temas ediyor . .
Bütün bunlardan sonra netice olatak şunları da kaydetmekte fayda . millahaza ediy~ruz. GÖrüldüğü üzere Cumhuriyetin ilan.ı.ndan hemen sonra,asrın ve iç'inde yaşanılan zamanın ihtiyaçlarına cevap verebilecek, felsefeden ayrılmış, islamın temel kaynaklan olan Kur'an ve Hadise dayalı bir Kelam ilminin yeniden tedvin edilmesine ihtiyaç b.issedilıı'ıiştir. Bu ihtiyacı 1923 ila 19_33 seneleri arasmda Darul-Fünun İ1ahiyat Fakültesi müôerrisi olan İ. H. İzmirli ile Kelam Tarihi müderrisi olan M.Şerafeddfn Yalıkaya ve o zamanlar Daroş-şafakayı İslamiye'de İ1mi Kelam ve Siyeri Nebi muallim.i olan Ö .. N: Bilmen ilk defa hissedenlerden olduklan için eserler ve makaleler yazmaya başlamışlardır.' Görüldüğü üzere. bu hamlelerin öncülüğünü yapan Darul-Fünun İlalıiyat Fakültesi öğretim kadrosuyla, bu zatların ilı:nl, Kur'an ve hadise dayalı neşriyatlarıdır. Fakat 1933 de İlah.iyat fakültesinin kapanmasından sonra, bu ilmi çalışma önderliği de ortadan kalkmış, gene yazımızın 19-24. sahifelerinde göstermeye çalıştığımız vechile, Burdurlu merhum Mehmet Hatiboğlu'nun da adı geçen eserinde belirttiği gibi, islam dini ve aleidelerini Kur'an ve hadisiere göre ele alıp tetkik etmek ve
322 CİRAD TUNÇ
onlara dayanarak netiçelere ulaşmak gayreti yerine bir mezheb taassubu başlaiDJŞ, ictihad ve lçıyasa daha fazla ehemmiyet verilerek yazılan eserler de islami olmaktan çıkmıştır. Hemen· şurada zikretmek istediğimiz misaller bize bu hususta kesin bir fikir verecektir. Mesela; bu devredeki eserler arasında zik.rettiğimiz 1888 de · 3. baskısı yapılarak o zamamn "Maarif Nezareti"nin de ruhsat namesini haiz olan "Mızraklı İlmihal"in latin harfleriyle müteaddid defalar hasıldığını gördük. Bu kitabda yemek yemenin adabından bahseden kısİmdan bir kaç şey nakledelim: Yemekten önce ve sonra el yıkamanın faydalan arasında
. şunlar sayılıp dökülmektedir: 1- A,rşu Ralıman altında bir melek ey mü'min senin günahların affoldu diye nida eder, ·2- Kur'anın ayetleri sayısınca sevap alır, 3- İnsanın bedenindeki damariann sayınca sevab alır, insan bedeninde 365 damar vardır, 4- bedeninde olan kıllar sayısınca sevab olur, 5- rahmet deryasına gark olur, 6- vefat edince şehid .olur ... " .30
Pekala bilinen bir gerçektir kii yemekten evvel ve sonra eUeri yıkamanın faydalan pek çoktur. Her şeyi elimizle tutup, dokunup, baktığıınız, ve her türlü işlecimizi de ellerimizle yaptığımız için ve her tarafa öncelikle elierin uzanması sebebiyle, en fazla kirlenen, mikroplara· bulaşan organımız şüphe .yok ki ellerimizdir. Hatta çatal, kaşık ve · bıcak kullanarak yemek yemiş dahi olsak, gene de elletimizi kullanmay~, su içeceğimiz bardağı tutmaya, ekmeyi koparmaya mecburuz. Öyleyse önce ellerimizin yıkanmak suretiyle mikroplardan temizlenmesi lazımdır ki, yediğimiz gı4alarla ellerimizdeki mikroplan bünyem.ize almıyalim.
Bu kitabın yazıldığı ve I 888 de 3. baskısının yapıldığı devrede, belki halka mikroplan anlatmak zor olurdu, fakat bu şekilde hiç tereddüt etmeden dini hükümlere bağlayıp fetvalar vermek de doğru olmazdı. Evet yukanda da belirttiğimiz gibi, yemekten evvel ve sonra elleri yıkamak pek çok faydalan olan bir sünnettir, fakat bütün günahlan affettirecek ve hatta şehidlik mertebesine kadar ulaştıracak bir ibadetmiş gibi gösterilmemelidir. Görülüyor ki, henüz o devrelerde gerçek din alimlerinin yanı sıra, meseleleri basit gören, her şeyi dine, sevaba bağlamaya çalışan ve bu sathi ve şahsi görüşlerini kitap haline getiren zatlar da mevcud imiş.
İkinci misalimizi de Nurnan Kurtulmuş'un yukanda bahşettiğimiz "Amentü şerhi"inden vermek istiyoruz. Bu kitabın Cenaze balısindeki
30 Feridlın Ahmed et-Tevki'i Mızraklı ilmihal (Müftahu'l-Ceanet) İstanbul 1888. 3. Baslo, s. 81-82.
CUliiHURİYETİN so YILINDA KELAM İLMİ 323
"Ahidname" dikkatimizi çekti. Bu ahidname arapça olarak Y.azılmış uzunca bir . düadır. N. Kurtulmuş bu hususta şunları yazıyor: '~Allah u Tealaya arzuhal demek olan bu ahidnameyi yazıp ölürrün göğsü hizasından yukar~, yüzüne karşı sağ tarafa toprağa iliştirip bu dUa hürmetine ölürrün rahmetle muamele görmesini mevlamızdan dilemeliyiz»l1
•
Düanın arapça metni ve türkçe tercemesi de mevcuddur. Evet cenaze için düa etmek l~dır ve yapılmaktadır da, fakat böylesine bir şekilciliğe ana kaynaklarda rastlamadık Ayrıca N. Kurtulmuş, "J?eygamberimizin Mucizelerinden Bazıları" başlıklı bölümde mevzuya şöyle giriyor: "Hz. Peygamberin mucizeleri pek çoktur. Üç ayet bir mucize olduğuna göre, Kur'an 2222 mucizedir" .32
Evet Kur'am Kerim Hz. Peygamberin en büyük mucizesidir, ama üç ayetin bir mucize olacağı nereden çıkarılnuş ve buna göre bir matematik işlem yapılarak 6666 ayet 3 e bölünerek 2222 elde edilmiştir. İşte ilk defa 1943 de neşredilen ve 1971 de 15. baskısı yapılan bir eserde meselelerin nekadar basitleştirildiği, şahsi görüş ve gayri ilmi ictihadlara dayandırıldığı açıkca görülmektedir.
Burada bu misalleri daha da fazlalaştınnaktan kaçınıyoruz. Bununla beraber şunu da zikretmeliyiz ki, buraya isimlerini alamadığımız islam akidesine ve inançlarına dair gerek 1 O ila 30 sahifelik risaleler halinde, gerekse kitap halinde maalesef ilmi olmaktan uzak pek çok kitap neşredilmiştir.
İşte yazım.ızda üçüncü devreyi başlatan bir amil olarak ele aldığımız Ankara'da İlahiyat Fakültesinin açılmasıyla, bu fakültenin dini otoriteyi ele alma gayretleri ve Diyanet işleri Başkanlığı te'şkilatının
gelişmesi neticesinde I. devrede gördüğümüz gayretli hamleler yeniden gelişmeye başlayınca, islamın meseleleri ve islam akidesi Kur'an ve hadisiere göre tetkik edilerek neticelere ulaşmak gayreti sayesinde aradaki ilm1 hoşluklar telafi edilmektedir .. Kelam sahasındaki çalışmaların Il devresinde eserinden ve metodundan bahsettiğimiz Burdurlu merhum Mehmet Hatiboğlu'n?n candan istediği ve öncülüğünü yaptığı islam dio.ini Kur'an ve hadislerden tetkik etme· usulüne III. devrede bilhassa İlahiyat Fakültesinin genç öğretim üyeleri tarafından cİa ihtiyaç duyularak dinin esaslarındanmış gibi gösterilen hususların dinle ilgisi olmadığını ortaya koyma gayretleri de gelişmektedir.
Bu sahadaki ilmi gelişmelerden biri de şudur: 1965 yılından beri Fakültemiz mezunlan arasında yapılan seçme imtihanı neticesinde
31 Nurnan Kurtulmuş, Amentü Şerhi, lstanbul1971, 15. Baskı s. 408. 32 a.e. s. 283.
324 CİlL\.D TUNÇ
diğer fakültelerde olduğu gibi, Milli Eğitim Bakanlığı hesabına Avrupa Ülkelerine Doktora yapmak üZere talebeler gönderilmektedir. Bu ta~ebeler doktoralarını oraiarda ·başarıyla yaptıktan sonra yurdumuza dönüyorlar ve fakültelerimizin muhtelif kürsülerinde vazifeye başlamak suretiyle, salıalariyle ilgili mevzularda çalışmak ve ilerlemek imkanlarını da buluyorlar.
Bununla beraber Cumhuriyetin ikinci 50 yılında bu metod ve anlayış içerisinde bu sahadaki çalışmalann ve gayretlerio daha da gelişeceğini ümit ediyoruz.