2008 dünya krizi ve makro ekonomik etkileri

23
KONU: 2008 EKONOMİK KRİZİNİN MAKRO EKONOMİK NEDENLERİ,TÜRKİYE’YE ETKİLERİ VE ALINAN ÖNLEMLER... *Şahika Poslu 02060901 Ekonomi (t) 2.sınıf Araştırma Projesi

Upload: sahika-poslu

Post on 30-Jun-2015

18.897 views

Category:

Economy & Finance


6 download

DESCRIPTION

2008 Krizinin Dünyaya,Türkiye'ye ve Petrole Olan Etkisi

TRANSCRIPT

Page 1: 2008 Dünya Krizi ve Makro Ekonomik Etkileri

KONU: 2008 EKONOMİK KRİZİNİN MAKRO EKONOMİK NEDENLERİ,TÜRKİYE’YE ETKİLERİ VE ALINAN ÖNLEMLER...

*Şahika Poslu 02060901

Ekonomi (t) 2.sınıf Araştırma Projesi

Page 2: 2008 Dünya Krizi ve Makro Ekonomik Etkileri

2008 Ekonomik Krizi2008 Dünya krizine değinmeden önce finansal kriz hakkında biraz bilgi vermek istiyorum.

FİNANSAL KRİZLER

Finansal sistemin etkin işleyişinin önünde çeşitli engeller vardır. Bunlar arasında en önemli olanı asimetrik bilgi problemidir. Asimetrik bilgi, finansal işlemlerde bir tarafın diğer taraftan daha az bilgiye sahip olmasıdır. Yani borç alan tarafın, borcun geri ödenme potansiyeli ve yatırımların riski hakkında borç veren tarafa göre daha fazla bilgiye sahip olması durumudur. Asimetrik bilgi problemi, finansal sektörde iki önemli sorun ortaya çıkarmaktadır.Bunlar, ters seçim ve ahlaki risktir.

Mishkin, asimetrik bilgi teorisi çerçevesinde finansal krizleri şöyle tanımlamaktadır: “bir finansal kriz, ters seçim ve ahlaki risk sorunlarının ileri boyutlara varması ve böylece finansal piyasalarda, fonların en verimli yatırım fırsatlarına sahip olan ekonomik birimlere kanalize edilmesindeki etkinliğin kaybedilmesi sonucunda ortaya çıkan doğrusal olmayan bir bozulmadır” . Finansal krizler, finansal piyasaları etkisizleştirerek ekonomide ciddi daralmalara yol açarlar. Mishkin, asimetrik bilgi problemini doğuran ve finansal krizlere neden olan dört önemli faktörü şöyle sıralamaktadır;

1) finansal sektör bilançolarındaki bozulma,

2) faiz oranlarındaki artışlar,

3) belirsizlikteki artışlar,

4) varlık fiyatlarındaki değişmeler nedeniyle finansal olmayan bilançoların bozulması.

Finansal krizler, iş çevrimleri ile de ilişkilendirilmektedir. İş çevrimlerinde ekonomilerin genişleme dönemlerinde varlıkların fiyat ve talepleri artmaktadır. Varlık fiyatlarındaki değişimlerle bozulan şirket ve banka bilançolarının iflaslara neden olması, finansal krizlere neden olmaktadır. Bu şekliyle finansal krizler iş çevrimlerini daralmayla sonuçlandırmaktadır .

         IMF finansal krizleri; para, bankacılık ve borç krizleri olarak üçlü genel bir ayrıma tabi tutmaktadır. Ayrıca krizler kaynaklandıkları sektöre göre, özel-kamu ve bankacılık-şirket krizleri; dengesizliklerin yapısına göre, akım dengesizlikler (cari hesap ve bütçe dengesizlikleri) ve stok dengesizlikler (varlıklar ve yükümlülüklerin uyumsuzluğu) ve bu dengesizliklerin kaynaklandığı finansmanın kısa ve uzun vadesine göre likitide krizi ve borç ödeyememe krizi şeklinde de sınıflandırılabilmektedir (IMF, 2002). Yükselen piyasalarda yaygın olarak görülen finansal krizler ana hatlarıyla; bankacılık, para, dış borç ve sistemik finansal krizler olmak üzere dört grupta toplanmaktadır. Çalışmamızın konusunu oluşturan küresel finansal kriz bankacılık ve para krizlerine girdiğinden izleyen kısımda bu krizler hakkında bilgi verilmektedir.

         Bankacılık krizleri, fiili veya potansiyel olarak banka mevduatlarının çekilmesi; bankaların yükümlülüklerini ertelemeleri veya hükümetin büyük ölçekli finansal destekler sağlamak suretiyle bunu önlemeye zorlanmasının söz konusu olduğu durumlarda ortaya çıkmaktadır. Bankacılık krizleri para krizlerinden daha uzun süreli

Page 3: 2008 Dünya Krizi ve Makro Ekonomik Etkileri

olma eğilimi taşımakta ve ekonomik faaliyet hacmi üzerinde daha şiddetli etkilere sahip olmaktadır (IMF, 2002).

Bankacılık krizleri, finansal krizlerin ortaya çıkmasıyla son yıllarda literatürde en fazla tartışılan konuların başında gelmektedir. Bretton Woods sistemi’nin devam ettiği 1950’li ve 60’lı yıllarda sermaye kontrolleri nedeniyle bankacılık krizlerine pek rastlanmamaktaydı. Ancak 1970’lerde sistemin çökmesi ve ardından yaşanan pek çok gelişme ile uluslararası sermayenin giderek daha serbest hale gelmesiyle bankacılık krizlerinin sayısı artmıştır. Ayrıca bankacılık krizleri genellikle bir para kriziyle birlikte gerçekleşmektedir (IMF, 2002). Bankacılık krizlerinin altında yatan temel nedenlere bakıldığında krizlerin tek bir nedeninin olmadığı, bir çok nedenin birleşmesinden oluştuğu ortaya çıkmaktadır.

Bankacılık sektörü risk üzerine çalışmaktadır. Risk ve getiri dengelemesi yapan bu sektörde kredi riski, likidite riski gibi sektör içi ve faiz oranı riski, döviz kuru riski gibi sektör dışı pek çok risk vardır. Bu doğrultuda bankacılık krizlerinin ortaya çıkmasına neden olan faktörler şu şekilde sıralanmaktadır

1)dışsal ve içsel makro ekonomik büyüklüklerdeki değişkenlik,

2) kredilerde ve sermaye girişlerinde aşırı artışlar,

3) varlık fiyatlarında ani kayıplar,

4) vade ve kur uyumsuzluğuna bağlı olarak bankacılık sisteminin yükümlülüklerinde artışlar,

5) finansal liberalizasyon uygulamalarının altyapısının zayıflığı,

6) aşırı kamu müdahalesi ve krediler üzerinde kontrollerin kaybolması,

7)  ekonominin yapısına, enflasyon veya dışa açıklık düzeyine uygun olmayan döviz kuru rejimleri,

8) muhasebeleştirme, şeffaflık ve yasal düzenlemelerdeki eksikliklerdir.

Para krizi, döviz kurunda keskin bir çöküş olması, hükümetin devalüasyonu ilan etmesi, döviz kuru rejimini modifiye etmesi, sermaye akımlarını sınırlaması veya birkaç saat için para piyasalarını kapatması durumu olarak tanımlanmaktadır .

İkiz Kriz kavramı, para krizleri ile bankacılık krizleri arasındaki etkileşime bağlı olarak ortaya atılmıştır. 1982 yılında Şili’de, 1992 yılında Finlandiya’da ve İsveç’te ve son dönemde Asya’da ortaya çıkan krizler en önemli örnekleridir. Bu konu ile ilgili ilk çalışma, Kaminsky ve Reinhart tarafından ilki 1996 yılında yapılan ve sonraki yıllarda genişletilen çalışmalarıdır. Bu çalışmada, 1970-1995 dönemini kapsayan, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkan bankacılık krizleri ile ödemeler dengesi krizleri arasındaki ilişki ortaya konmuştur . Bundan sonraki çalışma ise, 2001 yılında Glick ve Hutchinson tarafından yapılmıştır. 1975-97 dönemini kapsayan, gelişmiş ve gelişmekte olan 90 ülkede ortaya çıkan bankacılık ve ödemeler dengesi krizleri arasındaki ilişkinin incelendiği bu çalışmada, ikiz krizlerin özellikle finansal liberalizasyonun yaşandığı gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıktığı vurgulanmaktadır.

Page 4: 2008 Dünya Krizi ve Makro Ekonomik Etkileri

2008 Ekonomik Krizi, 2008 yılının son aylarında ortaya çıkan ve dünyanın birçok ülkelerini olumsuz yönde etkileyen ekonomik gelişmelerdir. 1929 Dünya Ekonomik Bunalımıyla kıyaslanan bu kriz özellikle Eylül 2008 ayında gözle görülür hale gelmiştir. ABD'deki taşınmaz mal piyasasının birden değer kaybetmesi ve bunun sonucu olarak tutulu satışlardaki kişisel iflasların artmasının bu krizi tetiklediği sanılmaktadır.

Dünyada baş gösteren kriz mali kriz değil küresel finansal krizdir. Çünkü özellikle finansal sektörde başlayan krizler oradan reel sektöre geçmektedir.Günümüz ekonomileri entegre duruma geldiği için bir ulusal ekonomide ortaya çıkan kriz bütün dünya ekonomilerine sıçramakta, etkilerini oralarda da göstermektedir.Dünya ilk ekonomik krizle 1929 yılında tanışmış daha sonra 1970 ve 1980’lerde bu krizler devam etmiştir. 1990 yılından günümüze kadar da önemli ekonomik krizler yaşanmıştır. Bunlara örnek olarak 1994 ve 95 Meksika krizi, 1997 Güneydoğu Asya krizi 1998 Rusya krizi, 1999 Arjantin krizi ve 2007 yılında başlayan ve hala devam eden Mortgage krizi verilebilir. Dünya ekonomik krizlerinden en çok zararı gelişmekte olan ekonomiler görmüştür. Gelişmiş ekonomiler krizin faturasını bu ülkelere yüklemiştir. Türkiye’de son 20 yılda önemli ekonomik krizler olmuştur. Bunlar; Nisan 1994 krizi, Kasım 2000, Şubat 2001 krizleri ve 2007 yılı Ağustos ayında başlayan, Türkiye’de de etkisini gösteren Mortgage krizidir. Bu krizde İMKB bileşik fiyat endeksine göre 2008 yılı sonu itibariyle menkul kıymetler yaklaşık %38 değer kaybetmiştir.

2008 KÜRESEL FİNANSAL KRİZİN NEDENLERİ

2008 yılında ABD’de ortaya çıkan tüm dünyayı etkileyen finansal krizin nedenleri genel olarak 4 başlık altında toplanmaktadır.

1. Likidite Bolluğu

Amerika'da 2000’li yılların başlarından itibaren faiz oranlarının oldukça düşük seviyelerde seyretmesi özellikle dar gelir grubundaki kişiler için kredileri cazip kılmıştır. Özellikle ABD başkanı George W. Bush’un 2004 yılında yeniden başkan seçilmesi ile birlikte,alt gelir grubunun konut edinebilmesi için vergi avantajları gibi birtakım kolaylıklar getirilmiştir. Alt gelir grubuna açılan kredilere çoğunlukla ilk 2 yılı sabit faiz ödemeli, geri kalan yıllarda ise piyasa faiz oranlarına endeksli değişken faiz uygulanmaktaydı. Durum böyle olunca, 2004 yılından 2006 yılına kadar geçen dönemde ABD faiz oranlarının %1,5’lardan %5’e doğru hareketlenmesi, kredi kullanan alt gelir grubunu etkilememiştir. Ancak, 2006 yılı sonlarından itibaren alınan kredilerin yapısı sabitten değişkene dönünce ve kişilerin gelirleri de aynı dönem içerisinde artmayınca,  kredi geri ödemelerinde zorluklar ortaya çıkmıştır. Bu süreçte bankalar herhangi bir işi geliri veya varlığı olmayan kişilere bile kredi vermeye başlamışlardır. Kamuoyunda alt gelir veya NINJA (No income, no job, no asset) kredileri olarak bilenen bu uygulamalar varlık fiyatlarının özelliklede konut fiyatlarının çok hızlı bir şekilde artmasına yol açmıştır. Fakat ABD Merkez Bankası'nın (FED) 2006 yılından itibaren faiz oranlarını arttırması konut sektörünü büyük bir durgunluğa sokmuştur. Konut satış fiyatları önceden kredi verilen seviyeden aşağılara inince dar gelir grubu aldıkları kredileri düzenli olarak ödeyemez duruma gelmişlerdir. Bir kısım

Page 5: 2008 Dünya Krizi ve Makro Ekonomik Etkileri

konut kredisinde başlayan geri ödeme problemleri sonucunda banka portföylerindeki hacizli konut sayısı artmaya başlamıştır. Bankaların bu konutları piyasaya arz etmesi konut fiyatlarında düşüşe yol açmıştır. Bu durumda halen kredisini ödemekte olan bazı konut kredisi kullanıcılarının ellerindeki evlerin değeri kalan kredi ödemelerinin net bugünkü değerinin altında kalmıştır. Dolayısıyla bu kişiler de evlerinin kredi geri ödemelerinden vazgeçmişlerdir.

2.Menkul Kıymetleştirme

ABD’de likiditenin bol olduğu dönemde (2000-2006) menkul kıymetleştirme sayesinde bireyler normalden fazla kredi kullanmışlardır. Risk paylaşımı, yüksek getiri iştahı, bankaların yasal sermaye yükümlülüklerini yerine getirmelerinde kolaylık sağlaması, risk taşımadan ya da daha fazla mevduata ihtiyaç duymadan bankaların yeni kredileri finanse etmelerinin sağlanması menkul kıymetleştirmeyi özendiren hususlardır. Süreç içerisinde menkul kıymetleştirme; dolaşım kabiliyeti olmayan finansal kontratlara dolaşım kabiliyeti kazandırılması olarak işlevsellik kazanmıştır. Menkul kıymetleştirmenin krizin sebeplerinden birisi olarak değerlendirilmesinin ana sebebi bu sayede riskin bir kurumdan diğerine aktarılmasının kolaylaşmasıdır. Örneğin mortgage kredisi veren bir banka kredilerin geri ödemelerini menkul kıymetleştirerek kısmen veya tamamen bir yatırım bankasına veya bir mortgage kuruluşuna satmaktadır. Bu mekanizme kriz durumunda mali sistemi kırılgan bir hale getirmektedir. Şöyle ki banka tarafından yapılan menkul kıymetleştirme sayesinde kredi ödemelerindeki aksama hem krediyi veren banka hem de menkul kıymeti satın alan diğer finansal kuruluşlar için zarar anlamına gelmektedir. Nitekim, FED Eski Başkanı Greenspan krizin sadece kredilerden kaynaklanmadığını asıl nedenin bu kredilerin paketlenerek tekrar satışı olduğunu ifade etmiştir .

3. Şeffaflık

Gelişmiş ülkelerde ve özellikle ABD’de neredeyse birbirinden ayrı her fonksiyon için ayrı bir mali kurum ve mali araç oluşturulmuştur. Bu kurum ve araçlar birbiri ile irtibatlı ve girift ilişkilere sahiptir. Örneğin faiz haddi türev piyasaları ‘forward swap’ işlemlerinden ‘dalgalı swap’e kadar bir çok finansal araç sunmaktadır. Finansal araçların bu karmaşık yapısının anlaşılmasında önemli bir zorluk söz konusudur. Sıradan yatırımcılar için her gün değişen yenileşen ve farklılaşan finansal araçları takip etmek mümkün değildir. Hele de özellikle anlaşılmamak istendiğinde ciddi bir saydamlık sorunu ile karşılaşılmaktadır. Bu krizde banka ve brokerlerın ne çeşit varlıklara sahip oldukları bu varlıkların değerinin ne olduğu hatta bunların muhatabının kimler olduğu yeterince şeffaf olarak belirlenmemiştir. Bu problemler, türev diye adlandırılabilecek kompleks ticari sözleşmelere sahip Lehman Brothers gibi firmaların iflasları sonucu ortaya çıkan riskin hesaplanması ve analiz edilmesini zorlaştırmıştır .

4. Derecelendirme Kuruluşları ve Denetleyici Kuruluşlar

Bankalarla ve diğer mali kuruluşlarla ilgili notlar veren rating kuruluşları bu firmalar tarafından finanse edilmektedir. Hal böyle olunca derecelendirme kuruluşlarının objektif değerlendirme yapma kabiliyetleri azalmaktadır. Diğer yandan

Page 6: 2008 Dünya Krizi ve Makro Ekonomik Etkileri

derecelendirme kuruluşları firmaların finansal problemlerini her zaman tespit edememektedir. Bazen de sorunu kısmen veya çok gecikmeli olarak görebilirler. Son finansal kriz öncesinde de derecelendirme kuruluşları çok etkin çalışamamıştır. Ancak finansal kriz başladıktan sonra kredi notları düşürülmüştür. 

Düzenleyici denetleyici kuruluşların da özellikle de FED’in değişen risk ortamına karşı önlem almakta geciktiği söylenebilir. FED başkanı Mayıs 2007 de yaptığı bir açıklamada konut piyasasındaki sıkıntıların ekonominin geri kalanına ve finansal sisteme yayılacağını beklemediklerini dile getirmiştir. Pratikte ise tam tersi olmuş,  konut piyasasında başlayan sorunlar tüm finansal sistemi ve reel ekonomiyi etkisi altına almıştır (Alantar, 2008:4-5).

Birleşmiş Milletler`in “yüzyılın krizi”, Uluslararası Para Fonunun (IMF) ise “dünya ekonomisinin 1930`lardan bu yana karşılaştığı en tehlikeli finansal şok” olarak nitelendirdiği küresel finansal kriz, Avrupa’dan Asya’ya, Japonya’dan Hindistan’a tüm dünya ekonomilerini ağır biçimde etkilemiştir. Kriz sonrasında başta ABD’de olmak üzere tüm ülkelerde krizin ağır yaralarını sarmak için eşine az rastlanır devlet eliyle finansal sistemi kurtarma operasyonları düzenlenmiştir. 

Kriz, kapitalist ekonominin en gözde kurumlarını iflasa sürüklemiştir. Bunlar içinde iflas eden Lehman Brothers, devletleştirilen Freddie Mac, Fannie Mae, Washington Mutual, devlet yardımına muhtaç kalan AIG, UBS, RBS, B&B, Hypo Real Estate, Fortis, değerinin çok altında satılan Merrill Lynch, Halifax, değeri 3 milyar dolara düşen General Motors başta gelmektedir. Devletler yine kamulaştırmalara fonlar kurmaya gidiyor.Neden böyle oldu? Çünkü değişim, kural koyucudan, düzenleyiciden çok daha hızlı gidiyor. Öyle olunca da devlete eski modele dönüp dizginleri ele almak kalıyor. Kapitalizmin tarihsel eksikliği de burada zaten: Gelişimi öngörüp değişimler ortaya çıkmadan önce gereken düzenlemeyi yapamıyor. İçinde bulunduğumuz küresel kriz mali sektörle reel sektör arasındaki uyumsuzluğun artmasından çıktı. Devlet müdahaleleri sonucunda biraz hafifletildi. Tam çözülebilmesi mali sektörün biraz daha değer kaybetmesi ve reel sektöre biraz daha yaklaşmasına bağlı bulunuyor. Kapitalizm şimdiye kadar irili ufaklı birçok kriz yaşadı. Bu kriz de son kriz olmayacak kuşkusuz. Bu krizlerin ortak olan ve olmayan birçok yönü var. Ama tuhaf biçimde çözüm hep aynı yolla oluyor: Krizin üstünü parayla örtmek. Çinlilerin dediği gibi ‘para her türlü ayıbı örter.’ İçinde bulunduğumuz küresel krizden çıkış için geliştirilen yol da yine devletin para saçması. Düne kadar devleti ahmaklık ve özel sektöre engel olmakla suçlayanlar bugün devletin kendilerini ve şirketlerini kurtarmasını ve piyasaya para saçmasını talep ediyorlar. Ne var ki para saçılarak atılan çözüm adımları ahlaki değerleri zedelemekten, kamu maliyesinin disiplinini düşürmeye, enflasyondan rekabeti bozmaya kadar ileride doğabilecek yeni krizlerin altyapısını oluşturuyor

RESESYON

Resesyon;en az iki çeyrekte negatif ekonomik büyüme olarak tanımlanmaktadır.Bazı ekonomik uzmanlara göre kişi başına gelirde düşüşün olmaması nedeniyle ABD ekonomisi resesyon içerisinde değildir.Bazı uzmanlara göreyse enflasyon rakamları katılırsa ABD'nin son iki çeyrektir küçülme içerisinde yer aldığı söylemektedirler. Resesyon nedir sorusu son küresel ekonomik krizle birlikte çok sorulan bir soru haline geldi. Medyada geniş yer alan haberlerden birisi olan resesyon artık sadece ekonomistlerin ve iktisatçıların değil herkesin bilmesi gereken bir konu oldu. Çünkü dünyanın öbür ucunda kıpırdayan bir yaprak bu tarafta fırtınanın habercisi olabiliyor. 

Page 7: 2008 Dünya Krizi ve Makro Ekonomik Etkileri

Resesyonu kısaca tanımlamak gerekirse ekonomide yaşanan durgunluğa resesyon denir.Ekonominin resesyona girmesi için bazı kriterler gerekir,Ekonomik büyümenin nüfus artış hızının altına inmesi,Kişibaşına düşen milli gelirin durağan ve gerileyen haline dönüşmesi,İşsizliğin artması,Ekonomik faaliyetlerin duraklaması ve gerilemesi,Üretim faaliyetlerinin düşmesi,

Ülke ekonomisinin durağan ve geriye gitmesi durumunda resesyon olarak ifade edilir ki resesyon mevcut durumun en hafif ifadesidir.Ülke battı ekonomi çöktü yerine daha teknik ve basit anlamda resesyon denmektedir.Son ekonomik krizlerde haberlerde duyduğumuz ve aslına baktığınızda işletme ve iktisat bilim dalında kullanılan kelimeleri bundan sonra daha da sık duyacağımızdır.

Page 8: 2008 Dünya Krizi ve Makro Ekonomik Etkileri
Page 9: 2008 Dünya Krizi ve Makro Ekonomik Etkileri

2008 Yılı Küresel Ekonomi Krizinin Dünya Ekonomisine Etkiler

2005 yılında dünya ekonomisi %4,4 oranında büyümüştür. Bu büyümenin düşük oranda olmasının en önemli nedeni petrol fiyatlarının artmasıdır. 2006 yılında ise ekonomik büyüme hızı 0,7 puanlık bir artışla %5,1’e yükselmiştir. 2007 yılından itibaren küçülmeye başlayan üretim artış hızının, 2009 yılında %3’e düşeceği tahmin edilmektedir. Dünya ekonomisinin 2007 yılından itibaren giderek küçülmesinin en önemli nedeni ABD emlak piyasasında 2007 yılı ortalarında ortaya çıkan Mortgage krizidir. Amerikan ekonomisi, dünya ekonomisine yön veren bir büyüklükte olduğu için, bu kriz dünya ekonomisini olumsuz yönde etkilemiştir. Gelişmiş ekonomilerdeki büyüme hızı dünya ortalamasının altında kalmıştır.Bu ekonomiler 2005 yılında %2,6 oranında büyürken, 2007 yılından itibaren sürekli küçülmektedir. 2009 yılı sonunda büyüme hızlarının %0,5 seviyesine düşmesi beklenmektedir . Gelişmekte olan Asya ekonomilerinden Çin ve Hindistan ekonomisi ile onlardan hemen sonra gelen Rusya ekonomisi 2005 yılından itibaren dünyada en fazla büyüyen ekonomiler olmuştur. Tablo 2.2’de gösterilen dünya ticaretine ait değişim oranlarına göre; dünya ticaret hacmi 2007 yılında %7,2 artış oranı ile 2005 ve 2006 yılından daha düşük seyretmiştir. Dünya ticaret hacmindeki daralma daha da artarak 2008 yılında %2,6 seviyesine düşmüştür. Dünya ticaret hacmindeki bu daralmanın devam edeceği, 2009 yılında %4,1seviyesinde gerçekleşeceği tahmin edilmektedir. Dünya ihracatındaki değişime gelişmiş ülkeler yönünden bakıldığında bu ülkelerdeki ihracatın 2007 yılından itibaren düşüşe geçtiği görülmekte; 2008 yılında %-0,1 ‘e düşmekte ve 2009 yılında ise %2,5 seviyesine düşüceği tahmin edilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin ihracatında da benzer şekilde 2007 yılından başlamak üzere düşüşler görülmektedir. Dünya ticaret hacminin diğer ayağını meydana getiren ithalat ise ekonominin bütün sektörlerinde krizin daha hızlı bir şekilde hissedilmesi ve talebin çok daha kırılgan olması nedeniyle gelişmiş ülkelerde daha fazla olmak üzere, gelişmekte olan ülkelerde de 2007 yılından itibaren sürekli düşmektedir. İhracattaki düşüş oranları kriz nedeniyle talep daralmasından kaynaklanmaktadır. Talep daralması da ekonomik krizin 2007 yılından itibaren başlamasıyla meydana gelmiştir. Dünya ekonomisi 1929 krizinden sonra en büyük ekonomik krizlerden birini yaşamaktadır. Gelişmiş ekonomiler daha önce de belirtildiği gibi ya durgunluk içerisinde yada durgunluğa yakın durumdadırlar. Bu durgunluktan çıkış 2009 yılı itibariyle mümkün değildir . Küresel ekonomide yukarıda belirtilen makro ekonomik göstergelerin dışında, ihraç mallarının fiyatlarında IMF verilerine göre önemli değişiklikler meydana gelmiştir. Ayrıca tüketici fiyatlarındaki artış yani enflasyon oranı da yükselmektedir. Tablo 2.3 e göre ham petrol varil fiyatı 2006 yılında 65,4 dolar iken, 2007 yılında 72,7 dolara, 2008 yılında da 97,3 dolara çıkmıştır.Başka bir anlatımla petrol fiyatları bu yıllar arasında yaklaşık %49 oranında artmıştır. Yine Tablo 2.3’e göre gelişmiş ekonomilerde ortalama enflasyon oranı 2006 yılında %2,4 iken, 2008 yılında %3,4’e yükselmiştir. 2009 yılında ise gelişmiş ekonomilerde enflasyonun %2 seviyesinde gerçekleşeceği tahmin edilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde ise enflasyon oranı 2006 yılında %5,4 iken, 2007 yılında %6,4’e, 2008 yılında da %9,3’e yükselmiştir. 2009 yılında %7,8 oranında gerçekleşeceği tahmin

Page 10: 2008 Dünya Krizi ve Makro Ekonomik Etkileri

yılında da %9,3’e yükselmiştir. 2009 yılında %7,8 oranında gerçekleşeceği tahmin edilmektedir.

Yukarıdaki değerler aşağıdaki tablolara göre verilmiştir;

Page 11: 2008 Dünya Krizi ve Makro Ekonomik Etkileri

ABD RESESYONA GİRDİ. ABD ekonomisi 2007 yılının ilk üç çeyreğinde sırasıyla yüzde 1,5, yüzde 1,9 ve yüzde 2,8 oranlarında büyümüştü. Son çeyrek büyümesi, yıllık bazda yüzde 2,5 olarak açıklandı. Enflasyon yükselişte, 2007 için yüzde 4’ü işsizlik yüzde 5’i geçti. ABD,2008’e cari açık ve bütçe açığı büyümüş olarak girdi.Bunu şöyle bir tabloyla daha iyi açıklarız;

ABD'DE BÜYÜME,İŞSİZLİK,ENFLASYON, CARİ AÇIK

1,6

2,5

3,63,1 2,9

2,22,41,9

3,3 3,4

2,5

4,1

6,0 5,7 5,44,8

4,45,0

-4,4-4,8

-5,5-6,1 -6,2

-5,3

-3,1

-5,1 -4,8

-3,6-3,0

-2,4

-8,0

-6,0

-4,0

-2,0

0,0

2,0

4,0

6,0

8,0

2002 2003 2004 2005 2006 2007

Reel GSYİH Büyümesi(Yüzde Değişim)

Yıl Sonu TÜFE EnflasyonOranı (Yüzde)

Yıl Sonu İşsizlik Oranı(Yüzde)

Cari İşlemler Dengesi/GSYİHOranı (Yüzde)

Bütçe Dengesi/GSYİH Oranı(Yüzde)

AB’Yİ DE ETKİLEDİ : ABD ekonomisindeki mali kriz, mortgage kağıtlarına bulaşmış AB mali sistemini de hemen etkisi altına aldı ve 2008’de ardarda çöküşler yaşandı. Euro bölgesi büyümesi üzerinde bölge dışı etkenlerin yarattığı risk algılaması arttı. Enflasyon AB de de çıkışa geçti.Durgunluk başladı. Bazı AB ülkelerinde negatif büyüme kaçınılmaz.

AB'DE BÜYÜME,ENFLASYON,İŞSİZLİK

0,9 0,8

2,11,6

2,7 2,62,3

2,02,4 2,2

1,9

3,1

8,5 8,79,0

8,7

7,8

7,2

0,80,4

0,8

0,1-0,1

0,2

-2,6

-3,1-2,8

-2,5

-1,6

-4,0

-2,0

0,0

2,0

4,0

6,0

8,0

10,0

2002 2003 2004 2005 2006 2007

GSYİH (Yüzde Değişim)

TÜFE Oranı (Yüzde)

İşsizlik Oranı (Yüzde)

Cari İşlemler Dengesi/GSYİHOranı (Yüzde)

Bütçe Dengesi/GSYİH Oranı(Yüzde)

Page 12: 2008 Dünya Krizi ve Makro Ekonomik Etkileri

JAPONYA’YA DA BULAŞTI. Japonya mali sistemi de , ABD’deki mali sarsıntıdan payını aldı. “Dandik bono”ları alan Japon bankalarında da yaprak dökümü başladı. Japonya ekonomisi 2007’de üçüncü çeyrekte yüzde 2 oranında büyüdükten sonra son çeyreği 1,8 ile biraz geride kapadı. enerji fiyatları artışının süreceğine yönelik beklentiler, tüketici enflasyonunun artmaya devam edeceği beklentisini güçlendiriyor.

jAPONYA'DAN GÖSTERGELER:2002-2007

0,3

1,4

2,7

1,9

2,42,1

-0,3 -0,4

0,2-0,1

0,3

0,7

5,5

4,9

4,5 4,4

4,03,8

2,93,2

3,7 3,63,9

-1,0

0,0

1,0

2,0

3,0

4,0

5,0

6,0

2002 2003 2004 2005 2006 2007

Reel GSYİH Büyümesi(Yüzde Değişim)

Yıl Sonu TÜFE EnflasyonOranı (Yüzde)

Yıl Sonu İşsizlik Oranı(Yüzde)

Cari İşlemler Dengesi/GSYİHOranı (Yüzde)

DÜNYA EKONOMİSİNDE TOPTAN KÜÇÜLME : Başlangıçta kötümser olmayan IMF, kriz karşısında , 2008’de üç kez büyüme tahminlerini değiştirdi. IMF’ye göre, 2009’da Türkiye’de büyüme , dünya ekonomisi ortalaması olan yüzde 3’e düşecek. IMF, 2009’da büyüme oranının , ABD’de yüzde 0,1, AB’de yüzde 0,6’ya ,Japonya’da yüzde 0,5’e düşeceğini, Çin’in dahil olduğu yükselen pazarlarda ise büyümenin yüzde 7,7 olacağını öngörüyor.

Kriz ve Büyüme;2007-2009,%, (IMF Tahminleri)

0

5

10

15

2007 5 2 8,6 5,9 4,6 2,1 10 3,1

2008(T) 3,9 1,6 7,2 6,4 3,5 0,7 8,4 1,7

2009(T) 3 0,1 5,7 5,9 3 0,5 7,7 0,6

Dünya ABD BDT(Rusy Orta Doğu Türkiye Japonya Yükselen AB

Page 13: 2008 Dünya Krizi ve Makro Ekonomik Etkileri

KÜRESEL FİNANSAL KRİZİN TÜRKİYE EKONOMİSİNE ETKİLERİ

Türkiye ekonomisi, 2008 yılının üçüncü çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 0,5 oranında büyümüştür. Yılın ilk dokuz ayındaki büyüme yüzde 3 oranında gerçekleşmiştir. Büyüme hızında meydana gelen bu yavaşlamanın temelinde hem iç hem de dış talepte yaşanan yavaşlama yatmaktadır. 2001 krizinden bugüne büyümenin motoru olan yurt içi nihai tüketim ilk defa daralmıştır. Tüketimtalebine ilişkin diğer göstergeler de son çeyreğe ilişkin olumsuz işaretler içermektedir. Yurt içine yapılan otomobil satışları keskin bir düşüş ile üçüncü çeyrek ortalamasının oldukça altında gerçekleşmiştir. Son dönemde açıklanan tüketim endekslerinin mevsimsellikten arındırılmış değerleri, özel tüketim talebinde bir miktar toparlanma gösterse de hala düşük seviyelerde bulunmaktadır. Tüketim malları ithalat miktarı da, başta binek otomobiller ve dayanıksız mallar olmak üzere, düşüş eğilimini sürdürmüştür.

Bu gelişmelere paralel olarak, sanayi üretim endeksi Ağustos 2008 döneminden bugüne sert bir şekilde gerilemiştir. İmalat sanayi kapasite kullanım oranları ise Şubat 2001 krizindeki seviyelerinin altına inmiş ve hatta serinin başlangıç yılı olan 1991 yılından bugüne en düşük seviyesine gerilemiştir. İthalatın ihracattan daha hızlı yavaşlaması sonucunda ise net ihracatın büyümeye katkısı üçüncü çeyrekte pozitif olmuştur. Ancak, küresel ekonomik faaliyetin yavaşlaması, Türkiye’nin ihracat pazarlarını da olumsuz etkilemektedir. Önümüzdeki dönemde Türkiye’nin ihracat artış hızında hem fiyat hem de miktar bazında bir yavaşlama beklenmektedir. Bununla birlikte, yurt içi talepteki yavaşlamaya ve TL’nin değer kaybına bağlı olarak benzer bir gelişme ithalatta keskin bir yavaşlama olarak kendini göstermektedir. Bundan dolayı 27 çeyrektir kesintisiz büyüyen Türkiye ekonomisinin son çeyrekte daralması beklenmektedir.

Türkiye’de Dönemler İtibariyle GSYİH Büyüme Oranı;

Page 14: 2008 Dünya Krizi ve Makro Ekonomik Etkileri

Reel sektördeki duruma baktığımızda, dış finansmana erişim imkanlarınınazalması, belirsizlik dolayısıyla ekonomik birimlerin daha likit portföy tercihlerine yönelmesi ve bankaların kredi arzına temkinli yaklaşmaları nedeniyle reel sektörünfinansman sorunu çekmesine yol açmıştır. Reel sektörün 2008 yılı Eylül ayındaki net pozisyon açığı 86 milyar ABD doları olarak gerçekleşmiş, Kasım ayında açık 8,9milyar ABD doları azalarak 78 milyar ABD dolarına gerilemiştir. Banka dışı özel kesim 2001 krizinde dahi yüzde 100’ün altına düşmeyen uzun vadeli borç döndürme oranlarına sahip olmuş, 2008 yılı sonuna göre yüzde 335 olan bankaların uzun vadeli borç döndürme oranı 2008 yılı sonu itibarıyla yüzde 108’e düşerken, banka dışı özel kesimin yenileme oranı yüzde 215’ten yüzde 191’e inmiştir. Açılan ve kapanan işletme sayısı reel sektörün durumu hakkında çok önemli bir göstergesir.2007 yılı Ekim ayında 4126 şirket ve kooperatif kurulurken, 2008 yılının aynı ayında bu rakam 3026 adet olarak gerçekleşmiştir. Başka bir anlatımla kurulan işyeri sayısında %26,7 oranında bir azalma meydana gelmiştir.

Bankacılık kesimine baktığımızda şöyle bir resim görüyoruz. Türkiye’de bugüne kadar bankacılık sistemine yönelik bir nakit önlem paketine ihtiyaç duyulmamıştır. Bunun en önemli nedeni Türkiye’nin benzer bir paketi, 2001 yılında yaşanan krizin ardından ve kamu bütçesine ağır bir yük getirme pahasına uygulamışolmasıdır. Diğer bir deyişle, birçok ülkenin finans piyasalarına yönelik getirdiği kurtarma paketlerinin ve düzenlemelerin birçoğu, Türkiye’de Şubat 2001 krizi sonrasında zaten uygulanmıştır. Türkiye’de mevduatın krediye dönüşüm oranının yüzde 80 gibi yüksek bir seviyede olması ve bankaların sermaye yeterlilik oranlarının yasal sınırın üzerinde seyretmesi yaşanan krizin bankacılık sektörü üzerindeki etkisini sınırlamaktadır. Ayrıca bankamız bünyesinde yapılan senaryo analizleri tahsili gecikmiş alacak dönüşüm oranına uygulanan 15 puanlık artış şoku olması durumunda dahi sektörün sermaye yeterlilik oranı yasal sınır olan yüzde 8’in üzerinde kalarak yüzde 10 düzeyinde gerçekleşeceğini göstermektedir.

Krizin Petrol Piyasasına Etkileri

Türkiye petrol piyasalarında son derece önemli ve büyük bir etki yaratan talep daralması, fiyat riski ve zorunlu stokların bilanço etkilerinin yanı sıra 2009 yılının Haziran ve Temmuz aylarında piyasalara yapılan fiyat müdahalesi ile kriz dönemini Türkiye petrol sektörü açısından son derece ağır bir tablo haline dönmesine neden olmuştur. Çünkü petrol sektörü bir taraftan kriz nedeni ile dünya petrol piyasalarında ortaya çıkan fiyat riskini taşımak durumunda kalmış ve aynı zamanda piyasalara yapılan fiyat müdahalesi ile karlılıklarını yitirmiştir. Bu durum her ne kadar akaryakıt sektöründe uygulanan yüksek vergi politikası nedeni ile cirolar üzerinden hesaplanan en büyük şirketler sıralamasında önemli petrol şirketlerinin yerini değiştirmedi ise de ciro üzerinden karlılıkları değerlendirildi, kriz döneminin petrol sektörü için oldukça önemli sonuçları olduğunu ortaya koymuştur.Küresel finans krizi ülkemiz petrol sektöründe çok yönlü etkiler yaratmış önemli sonuçlar

doğurmuştur.

Page 15: 2008 Dünya Krizi ve Makro Ekonomik Etkileri

Bunlar;

*Piyasadaki likidite sorunu nedeni ile artan alacakların oluşturduğu ilave finansman yükü;

*Uluslararası piyasalarda petrol ve ürün fiyatlarındaki büyük salınımların zorunlu petrol stokları nedeni ile şirketler üzerine getirdiği fiyat riskleri ve yüksek ilave maliyetler;

*Talep daralması nedeni ile pazarda küçülme;

*2009 yılında petrol piyasasına yapılan fiyat müdahalesi;

*Akaryakıtlar ve akaryakıt harici ürünler arasındaki yüksek vergi farklılıkları nedeni ile ortaya çıkan kaçak ve hileli akaryakıt 10 numara yağ gibi ciddi haksız rekabet unsuru olan ve piyasa düzenini bozan uygulamalar;

Olarak özetlenebilir. Bu yapısı ile küresel finans krizi döneminde Türkiye petrol sektörü, dünya petrol sektöründen farklı ve ilave olarak yerel bazda , kriz sonrası dönemde finansal risk ve sorunların yanı sıra önemli regülasyon sorunları ve haksız rekabet konuları ile karşı karşıya kalmıştır.

Krize Karşı Alınabilecek Önlemler

· Mevcut ortamda şirketlerin nakit akımlarındaki dengesizlik, ilk aşamada likiditeyi, sonrasında ise iflas riskini artırmaktadır. Dolayısıyla şirketlerin mevcut kredi portföylerinin korunması ve/veya genişletilmesi önem arz etmektedir.

· Uluslararası fon akımlarının daralmasıyla, bankacılık sektörünün ve bankacılık-dışı reel sektörün dış borcunun sürdürülebilirliği azalmıştır. Gelişmiş ve gelimekte olan ülkelerde hükümetlerce bu riskin azaltýlmasýna yönelik tedbirler alındığı gözlenmektedir. Türkiye'de de benzer bir yapının kurulması gerekmektedir.

· Son dönemde piyasaları rahatlatmak üzere alınan para politikası önlemleri, kredi mekanizmasındaki tıkanıklık nedeniyle beklenen etkiyi göstermeyecektir. Para politikası ile daha etkin sonuçlar elde edebilmek için kredi kanalının açılmasına yönelik önlemler son derece önemlidir.

· Gerek iç gerekse dış kredi mekanizmalarına yeniden işlerlik kazandrılması için kredilere kamu garantisi sağlanması önemli bir politika aracı olmalıdır. Bu çerçevede oluşturulacak sisteme bankaların da gönüllü katılımının sağlanması için, döviz ve TL likiditesini artırıcı önlemler gibi, özendirici ve güven verici ek önlemler de alınmalıdır.

Page 16: 2008 Dünya Krizi ve Makro Ekonomik Etkileri

· Ancak siyasi ve ahlaki rizikoyu en aza indirmek ve hakkaniyeti garanti etmek için, tasarlanacak mekanizmaların son derece özerk, şeffaf ve hesap verebilir olmasına özen gösterilmelidir.

· Kredi sistemine işlerlik kazandırılmasına yönelik tedbirlerin yanında, hanehalkının harcama imkânlarını artýrmaya yönelik tedbirler de, önerilerin bütüncül ve dengeli olmasını sağlamak amacıyla ele alınmalıdır. Bu kapsamda, düşük gelirli grupların gelirlerini artırıcı tedbirler alınmalıdır.

Yukarıdaki şekilde önlemler, dikkate değer getirilere sahip olmakla birlikte, kısa vadede bütçe dengesinde bozulmaya yol açabilecektir. Bu bozulmayı telafi etmek için orta-vadeli bir “mali kural”ın benimsenmesi, önerilen tedbirlerin başarısı için ön koşul niteliğindedir. Ayrıca, kısa dönemdeki mali gevşemenin orta-vadeli mali kural çerçevesinde ileride telafi edilirliği garanti altına alınmış olacağından, iç talebi artırıcı politika uygulamalarında manevra alanı da genişlemiş olacaktır. Bununla birlikte, Uluslararası Para Fonu (IMF) ile yürütülen görüşmelerin ivedilikle sonuca bağlanması güvenin yeniden tesis edilmesine ve döviz cinsi kredi imkânlarının artmasına katkıda bulunacaktır.

Diğer bir deyişle makro politikalarla önlemler ;

• IMF’DEN UZAK DURULMALI, ÇALIŞANLARIN KATILIMIYLA YENİDEN BEŞ YILLIK VE YILLIK PLANLAR YAPILMALI, PLANLAR KAMUYA EMREDİCİ, ÖZEL SEKTÖRE YOL GÖSTERİCİ OLMALIDIR.

• YENİ PLANLAMA DÖNEMİNDE KAMUYA ENERJİ, İLERİ SANAYİLEŞME VE BÖLGESEL ADALET SAĞLAMA GÖREVLERİ VERİLMELİDİR.ÖZELLEŞTİRMELER DURDURULMALIDIR.

• ZORDAKİ FİRMA VE BANKALAR KAMULAŞTIRILIRSA YÖNETİMLERİ ÇALIŞANLARIN ÖZYÖNETİMİNE BIRAKILMALIDIR.

• GÜMRÜK BİRLİĞİ ASKIYA ALINMALI, YIKICI İTHALAT ÖNLENEREK YERLİ ÜRETİM VE İSTİHDAM DESTEKLENMELİDİR.

• SERMAYE HAREKETLERİNE KISITLAMA GETİRİLMELİ, DIŞ YATIRIM YERİNE İÇ YATIRIM ÖZENDİRİLMELİ, SICAK PARA GİRİŞ VE ÇIKIŞINA KONTROL GETİRİLMELİDİR.

• YEREL YÖNETİMLERE DAHA ÇOK YETKİ VE KAYNAK SAĞLANMALI : VERGİ REFORMU YAPILMALI, İÇ BORÇLAR YENİDEN YAPILANDIRILMALIDIR.

• GÜNEYDOĞU –KÜRT SORUNUNA BARIŞÇI ÇÖZÜM PAKETİ GELİŞTİRİLMELİ VE UYGULANMALIDIR

Page 17: 2008 Dünya Krizi ve Makro Ekonomik Etkileri

Kaynakça;

http://www.petder.org.tr

iibfdergi.kmu.edu.tr

http://iibf.sdu.edu.tr/dergi/files/2010_1_19.pdf

http://tr.wikipedia.org

http://mpra.ub.uni-muenchen.de/29470/1/Kibritcioglu_20100924-Turkce-working_paper.pdf

Enerjy Report Dergisi,Temmuz 2010 sayısı