19.ulusal kongre

138
1 Değerli Meslektaşlarımız, 19. Ulusal Çocuk ve Ergen Ruh Sağğı ve Hastalıkları Kongresini düzenlemek için yola çıktık. Adana grubu adına tam 10 yıl sonra sizinle buluşmak dileğimiz. Disiplinler arası buluşmaların keyifli ve doyurucu olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle kongrenin disiplinler arası olmasını hedefledik ve ana temayı “mozaik” olarak aldık. Mozaik sanatı binlerce parçalardan oluşan bir bilmece gibi. Saatlerce, günlerce aylarca uğraşıyorsunuz, sonra bir bakıyorsunuz ortaya muazzam bir şey çıkıyor. Bu ana tema ile sizleri Antakya’da tarih ve sanat içeren bir bölgede ağırlamayı istedik. Disiplinler arası kavramı ayrı ayrı disiplinlerin zenginliğini, onların birbiriyle bağlantılı olduğunu, sorunların her zaman tek doğru cevabı olmadığını kabul eder. Bu kavramdan yola çıkarak değişik bilim dallarında bir çok bilim adamını çocuk ve ergen ruh sağğı çatısı altında bir araya getirmeyi planlıyoruz. Nisan 2009’da Antakya’da buluşmak dileğiyle.

Upload: trinhdung

Post on 28-Jan-2017

251 views

Category:

Documents


1 download

TRANSCRIPT

Page 1: 19.Ulusal Kongre

1

Değerli Meslektaşlarımız,

19. Ulusal Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Kongresini düzenlemek için yola çıktık. Adana grubu

adına tam 10 yıl sonra sizinle buluşmak dileğimiz.

Disiplinler arası buluşmaların keyifli ve doyurucu olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle kongrenin disiplinler arası olmasını hedefledik ve ana temayı “mozaik” olarak

aldık. Mozaik sanatı binlerce parçalardan oluşan bir bilmece gibi. Saatlerce, günlerce aylarca uğraşıyorsunuz, sonra bir bakıyorsunuz ortaya muazzam bir şey çıkıyor. Bu ana tema ile sizleri Antakya’da tarih ve sanat içeren

bir bölgede ağırlamayı istedik.

Disiplinler arası kavramı ayrı ayrı disiplinlerin zenginliğini, onların birbiriyle bağlantılı olduğunu, sorunların her zaman tek doğru cevabı olmadığını kabul eder. Bu

kavramdan yola çıkarak değişik bilim dallarında bir çok bilim adamını çocuk ve ergen ruh sağlığı çatısı altında bir

araya getirmeyi planlıyoruz.

Nisan 2009’da Antakya’da buluşmak dileğiyle.

Page 2: 19.Ulusal Kongre

2

EŞ BAŞKANLAR

Ayşe Avcı

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı

Füsun Çuhadaroğlu Çetin

Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı

ONURSAL BAŞKANLAR

Alper Akınoğlu Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Rektörü

Süha Aydın Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Rektörü

Figen Doran

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı

Efser Kerimoğlu Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve

Hastalıkları Anabilim Dalı

BİLİMSEL SEKRETERYA

Ayşegül Yolga Tahiroğlu Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve

HastalıklarıABD

Fevziye Toros Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve

Hastalıkları ABD

Page 3: 19.Ulusal Kongre

3

ÜYELER

Asena Akdemir Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri ABD Başkanı

Necmi Çekin

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp ABD

Nurdan Evliyaoğlu Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Sosyal Pediatri BD

Erbuğ Keskin

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi ABD

Şakir Altunbaşak Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nöroloji ABD

Rasim Somer Diler

Western Psychiatric Institute and Clinic University of Pittsburgh Inpatient Child and Adolescent Bipolar

Services

Ersin Akpınar Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği ABD

İrem Dündar

Adana Sağlık Müdürlüğü Ruh Sağlığı Daire Başkanı

Nureddin Özdener Adana İl Sağlık Müdürlüğü Ruh Sağlığı ve Sosyal Hastalıklar Şubesi

Gonca Gül Çelik

Mersin Devlet Hastanesi

Sunay Fırat Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve

Hastalıkları ABD

Esra Güzel Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve

Hastalıkları ABD

Page 4: 19.Ulusal Kongre

4

Kayhan Bahalı

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları ABD

Özlem Meryem Kütük

Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları ABD

Satı Sanberk

Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları ABD

Serhat Nasıroğlu

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları ABD

Özge Metin

Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları ABD

Duygu Öncel

Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları ABD

Veli Yıldırım

Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları ABD

Mehtap Uzel

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları ABD

Özlem Keskiner

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları ABD

Page 5: 19.Ulusal Kongre

5

Bilimsel Sekreterya

Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Yolga Tahiroğlu Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana

Tel: +90 (322) 338 60 60 / 3246 / 3398 Fax: +90 (322) 338 60 60 e-mail: [email protected]

Doç Dr. Fevziye Toros

Mersin Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Mersin

Tel: +90 (324) 337 43 00 / 1158 Fax: +90 (324) 337 43 05

e-mail: [email protected]

ORGANİZASYON SEKRETERYASI DALYA TURİZM

Kongre & Organizasyon Hizmetleri Telefon : +90 232 464 88 30

Fax: : +90 232 464 88 31 Adres : 1427 Sok. No:19/B 35230 Kahramanlar / İzmir

E-Mail : [email protected]

Page 6: 19.Ulusal Kongre

6

BİLİMSEL PROGRAM

Page 7: 19.Ulusal Kongre

7

14 NİSAN SALI 2009

08:00 - 09:00 Kayıt

09:00- 11:00 Kurs Çocuk İstismarı -1 Resmiye Oral

Kurs Bioistatistik Kursu Gülşah Seydaoğlu

11:00-12:30 Kurs Çocuk İstismarı -2 Resmiye Oral

12:30-13:30 Öğle Yemeği

13:30-15:00

Çocuk Nöroloji Kurs Nörodejeneratif Hastalıklara Yaklaşım Şakir Altunbaşak Nörometabolik Hastalıklara Yaklaşım Neslihan Önenli Mungan

13:30 - 15:30 Kurs Bioistatistik Kursu Gülşah Seydaoğlu

15:00-16:30

Çocuk Nöroloji Kurs Nörogelişimsel Geriliği Olan Çocuğa Yaklaşım Özlem Hergüner Nöbetle Karışan Paroksismal Olaylar Çetin Okuyaz

16:30-17:30 Asistan Kurulu

18:00-19:00 HALK KONFERANSI Atilla Turgay Dikat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu

Page 8: 19.Ulusal Kongre

8

15 NİSAN ÇARŞAMBA 2009

08:00-09:00

SALON A - KURS “Aile İçi Stres Yönetimi” Şükrü Uğuz SALON B - KURS “Sistemik Aile Terapisinde Temel Kavramlar ve Bir Aile Örnekleminde Görüşme Örnekleri Üzerinde Kavramların Tartisilmasi” Asena Akdemir , Sibel Orsel SALON C - KURS “Adli Psikiyatrik Değerlendirme ve Çocuk Koruma Kanunu Uygulamasında Çocuk Psikiyatrisinin Rolü” Ayşen Coşkun

09:00-09:30 Açılış

09:30- 11:00

Salon A PANEL - Yaygın Gelişimsel Bozukluklar Tanı ve Tedavide Güncel Yaklaşımlar Oturum Başkanı: Efser Kerimoğlu Süha Miral Yankı Yazgan Ayten Erdoğan Mehmet Gökşin Karaman Salon B PANEL - Medya ve Çocuk Oturum Başkanı: Ferhunde Öktem Bengi Semerci Nilüfer Pembecioğlu Nurullah Öztürk

11:00-11:15 Kahve Molası

Page 9: 19.Ulusal Kongre

9

11:15-12:45

SALON A PANEL- Selahattin Şenol Paneli Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Oturum Başkanı:Şahnur Şener Cahide Aydın Eyüp Sabri Ercan Özlem Yıldız Öc SALON B PANEL-Farklı Olanla Yaşamak Oturum Başkanı:Neşe Erol Şaziye Senem Başgül Sezgin Kartal Özlem Hergüner

12:45-14:15 Öğle Yemeği (13:00 - 14:00 Lilly Uydu Sempozyumu )

14:15-15:45

SALON A PANEL-Adli Tıp Risk Altındaki Çocuklar ve Göç Olgusu Paneli Oturum Başkanı:Oğuz Polat Ceyda Dedeoğlu Timur Demirbaş Meltem Arıkan SALON B PANEL-Çocuk Ruh Sağlığı Sosyal Pediatri Disiplinler Arası Farklılıklar Oturum Başkanı: Bahar Gökler Nurdan Evliyaoğlu Elvan İşeri

15:45-16:00 Kahve Molası

Page 10: 19.Ulusal Kongre

10

16:00-17:30

SALON A PANEL-Gençlik Hataları Oturum Başkanı:Saynur Canat Erdal Atabek Meral Berkem Ersin Akpınar SALON B SANAL PANEL - Psikopatolojiyle Oynamak Oturum Başkanı:Levent Kayaalp Burak Doğangün Onur Saltuk Dönmez Ayşegül Yolga Tahiroğlu

18:00-19:00

SALON A - Mozaik Kursu Ayşegül Güvenir (www.mozaikci.com) SALON B - Yemek Kursu

20:00 Gala Yemeği

22:00 Antakya Medeniyetler Korosu

Page 11: 19.Ulusal Kongre

11

16 NİSAN PERŞEMBE 2009

08:00-09:00

SALON A - KURS “Aile İçi Stres Yönetimi” Şükrü Uğuz SALON B - KURS “Sistemik Aile Terapisinde Temel Kavramlar ve Bir Aile Örnekleminde Görüşme Örnekleri Üzerinde Kavramların Tartisilmasi” Asena Akdemir , Sibel Orsel SALON C - KURS “Adli Psikiyatrik Değerlendirme ve Çocuk Koruma Kanunu Uygulamasında Çocuk Psikiyatrisinin Rolü” Ayşen Coşkun

09:00- 10:30

SALON A PANEL-"Farklı Dikkat Modaliteleri ve Klinik Uygulamalardaki Yeri Dikkat Şebekeleri ve Pratik Anlamları" Oturum Başkanı:Tümer Türkbay Tümer Türkbay Sennur Zaimoğlu Birim Günay Kılıç Ayhan Cöngöloğlu SALON B PANEL- "Sünnet" Oturum Başkanı:Fatih Ünal Erbuğ Keskin Esin Özatalay Seda Akço

10:30-11:00 Kahve Molası

11:00-12:30

SALON A PANEL- "Çocuklarda Baş Ağrısı" Oturum Başkanı:Emine Öztürk Kılıç Fevziye Toros Aynur Özge Hakan Kar

Page 12: 19.Ulusal Kongre

12

SALON B PANEL- "Korku avcısı Çocuklarda Anksiyeteye Yönelik Bilişsel Davranışçı Bir Müdahale" Oturum Başkanı:Melda Akçakın Oya Sorias Tezan Bildik Arzu Aydın Serap Tekinsav Sütçü SALON C PANEL- "Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Komisyonu Etkinliği" Oturum Başkanı: Ayla Aysev Özgür Öner Birim G. Kılıç İlkiz Altınoğlu Dikmeer Aynur Şahin Aközel

12:30-14:00

Öğle Yemeği (Lunch Box) PANEL-"Tedavi Edilemeyen Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu'nun Bedeli ve Yeni Gelişmeler " Atilla Turgay

14:00-15:30

SALON A PANEL- Adli Tıp "Çocuk Psikiyatrisi Uygulamaları ve Hukuki Sorumluluklar" Oturum Başkanı:Serpil Salaçin Ayten Erdoğan Işık Karakaya Yahya Deryal SALON B KONFERANS-"Çocuk Ruh Sağlığı Hekimliğinde Akıllı Laboratuar Kullanımı " Oturum Başkanı:Suna Taneli Tamer İnal KONFERANS- "Çocuklarda Kaygı Bozukluklar " Oturum Başkanı:Salih Zorloğlu Mücahit Öztürk

Page 13: 19.Ulusal Kongre

13

15:30-16:00 Kahve Molası

16:00-17:30

SALON A PANEL-Çocuk ve Gençlerde Uyku Bozuklukları-İşitme Kayıpları Oturum Başkanı:Şakir Altunbaşak Ülkü Tuncel Onur Çelik Ayşe Arman Bülent Şerbetçioğlu SALON B PANEL-"Çocuk Psikiyatrisi Kliniginde Psikolog-Psikiyatrist Ortak Klinik Çalışma Modeli" Oturum Başkanı:Ayşe Yalın Nilgun Ongider Burak Baykara Neslihan Emiroglu

18:00 Kokteyl Prolanj (Hatay Müzesinde)

Page 14: 19.Ulusal Kongre

14

17 NİSAN CUMA 2009

08:00-09:00

SALON A - KURS “Aile İçi Stres Yönetimi” Şükrü Uğuz SALON B - KURS “Sistemik Aile Terapisinde Temel Kavramlar ve Bir Aile Örnekleminde Görüşme Örnekleri Üzerinde Kavramların Tartisilmasi” Asena Akdemir , Sibel Orsel SALON C - KURS “Adli Psikiyatrik Değerlendirme ve Çocuk Koruma Kanunu Uygulamasında Çocuk Psikiyatrisinin Rolü” Ayşen Coşkun

09:00- 10:30

SALON A PANEL-"Çocuklarda Kronik Hastalık ve Uzun Süre Hastanede Yatış Sorunları" Oturum Başkanı:Füsun Çuhadaroğlu Ümran Tüzün Özden S. Üneri Ayşegül Bilge Rabia Ekti Genç SALON B PANEL- "Bebeklerde ve Küçük Çocuklarda Yeme Bozuklukları" Oturum Başkanı:Gülbin Gökçay Runa Uslu Birim Günay Kılıç Sabri Hergüner

10:30-11:00 Kahve molası

11:00-12:30

SALON A KONGRE KURULU ÖDÜL TÖRENİ

Page 15: 19.Ulusal Kongre

15

12:30-14:00 Öğle Yemeği

14:00-15:30

SALON A PANEL-"Çocuklarda Bipolar Bozukluklar " Oturum Başkanı:Belma Ağaoğlu Nahit Motavallı Rasim Somer Diler Aynur Pekcanlar Akay Neslihan Emiroğlu SALON B KONFERANS-"Çocuğunuzun Teyzesi Olmak" Oturum Başkanı:Necmi Çekin Osman Demirhan KONFERANS-"Epileptik Çocuklarda Ruhsal Sorunlar" Oturum Başkanı:Çetin Okuyaz Özalp Ekinci SALON C KONFERANS-"Kortikal Görme ve Otizm Görüngüsü" Oturum Başkanı:Sema Kandil Sennur Zaimoğlu

15:30-16:00 Kahve molası

16:00-17:30

SALON A PANEL-"Çocuk Ruh Sağlığında Yataklı Tedavi Kurumları" Oturum Başkanı:Ayşen Baykara Taner Güvenir SALON B PANEL-"TÜP BEBEK" Oturum Başkanı:Müge Tamar Hakan Şatıroğlu Burcu Özbaran Gonca Gül Çelik

Page 16: 19.Ulusal Kongre

16

18 NİSAN CUMARTESİ 2009

GEZİ (Halep Turu)

08.00

Keyifli bir gezi geçirmek için Halep’e doğru hareket ediyoruz.

Halep’e varış; Halep Ümevi Camii, Bimaristan Kale,

Kapalı Çarşı, gezerek göreceğimiz yerler arasında.

Öğle yemeğimizi alıyoruz.

Öğle yemeğimizin ardından serbest zaman.

Gezimizin sonunda dönüş için yola çıkıyoruz.

Antakya ya varış.

Page 17: 19.Ulusal Kongre

17

KONUŞMACI ÖZETLERİ

Page 18: 19.Ulusal Kongre

18

Çocuğunun Teyzesi Olmak ve Anne Sevgisi..!

Prof. Dr. Osman Demirhan

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji ve Genetik A.D. Mitolojide kimera, gövdesi insan ve başı kurt görünümünde olan ve bu örnek gibi pek çok kimerik canlı modeli bulunmaktadır. Zoolojide kimera terimi, mitolojik yaratıklardan dolayı kullanılmakta ve farklı zigotlardan kaynaklanmış iki ya da daha çok genotipin veya genetik olarak farklı hücre grubunun aynı canlı ya da insanda bulunması durumu olarak tanımlanır. Kimerizm, kromozom yapıları değişik hücrelerin farklı zigotlardan kaynaklanan bir olaydır. Kan nakli sonucu aynı bireyde farklı kan hücrelerinin karışması ve doğum sırasında çift yumurta ikizlerinde plasenta aracılığı ile intraüterin kan nakli olabilmesi ya da kalıtım yoluyla kimerizm/mozaisizm oluşabiliyor. Hamilelik sırasında az sayıda fötal hücrenin, plasenta yoluyla anne kanına karışmasına mikrokimerizm denir. Mikrokimerizm olgusunun anne sağlığı açısından yararları olduğu anne sağlığını olumlu yönde etkilemesi mantıklıdır. Çünkü sağlıklı bir anne doğacak çocuğun yaşama şansını arttıracaktır (1). Anne kanına geçen fötal kök hücreler daha sonra anne vücuduna dağılmakta deri, karaciğer ve dalak gibi organları oluşturan dokularda, 10 yıllarla ifade edilebilecek sürelerde canlı kalabilmektedirler1. Hemen bütün iç organlara dağılan bu hücrelerin tedavi edici özellikleri olduğu düşünülmektedir. Buna göre, fetal hücreler gittikleri organların özellikle yıkıma uğramış veya yaralanmış bölgelerine göç etmekte ve organların yıkıma uğramış bölgelerinde, ilgili organın hücrelerine benzer yapı ve fonksiyonlar kazanarak organı bir anlamda tamir etmektedirler. Bunun, özellikle rejenere yeteneği olmayan organ ve dokular açısından çok faydalı bir işlem olduğu düşünülmektedir. Bu anlamda fetal hücrelerin sinir sistemi ve beyin dokusunda meydana gelen hasarları tedavi edebilmesi oldukça önemlidir. Son yıllarda çalışmalar özellikle bu yöne kaydırılmıştır. Gebelik sürecinde annenin dolaşım sistemine geçtikten sonra, fetal hücrelerin vücudun çeşitli organ ve dokularına dağılmaları olağandır (Makrokimerizm). Ancak, beynin burada özel bir durumu vardır. Bilindiği beyin, kan-beyin bariyeri denen özel bir yapı tarafından korunmaktadır. Beynin ihtiyaçlarına göre bu bariyerden madde geçişi olmaktadır. Dolayısıyla dolaşımdaki her şey rast gele olarak beyine geçememektedir. Bu bağlamda fetal hücrelerin beyne geçip geçmedikleri oldukça ilgi çeken bir çalışma konusu haline gelmiştir. Bu kök hücrelerin, anne kan-beyin bariyerini de aşabildikleri farelerde rapor edildi. İnsandaki beyin hücreler, birkaç yüz adetlik bölümler halinde, yaşayan farelere enjekte edildiklerinde bu hücreler fare beyninin %0.1’den daha az kısmını oluşturmaktadırlar. Daha sonra, bu hücrelerin fare beyni boyunca dağıldıkları ve fare beyin hücreleri ile uyumlu işlevler kazandığı gözlendi. Daha ilginç olanı, enjekte edilen bu 17 µm büyüklüğündeki insan beyin hücrelerinin 11 µm çapına küçülmeleridir (2).

Buna karşın, anneden de bebeğe kök hücre geçişi gerçekleşebilmekte ve bu olaya mikrokimerizm denilmekte. Kimeralar, dört atasal hücrenin (ayrı ayrı döllenmiş iki yumurtanın) erken gebelik döneminde

Page 19: 19.Ulusal Kongre

19

birleşmesi sonucu oluşurlar (Makrokimerizm). Her hücre populasyonu, kendi genetik karakterini korur ve oluşan canlının bedeni farklı genetik kökenli parçaların bir karışımı şeklinde olurlar (mozaik). Sonuçta, tek canlıda çok kimlik oluşur ve homoloji gösteren fakat farklı resimlerin birleşmesi şeklinde bir oluşum ortaya çıkar. Memeli embriyoları, kendi genotipinden olduğu kadar, farklı genotiplerdeki embriyoların da birleşmesini ve sonuçta tek bir embriyo oluşumunu sağlar. Kimerik canlılar, doğal koşullarda nadir görülürler. Ya da bunlar, sık oluşmakta fakat az fark edilmekte veya çoğunlukla gözden kaçıyor olabilirler. Kimerik hayvanların oluşturulması, embriyonik uygulamalar arasında yer almakta. Bu teknoloji, aynı zamanda, transgenik hayvanların elde edilmesinde de kullanılmaktadır. Kimera oluşumunda ilk modeller, yine başta fare olmak üzere diğer küçük laboratuvar hayvanları oldu. Sıçan/fare ve tavşan/insan kimeraları oluşturuldu; ancak bunlar birkaç gün yaşayabildiler. Bu teknik, daha sonra ekonomik değeri olan çiftlik hayvanlarında da uygulamaya konuldu. Böylece, her hayvan türüne özgü bazı önemli değişiklikler yapılmış oldu. Laboratuar ve çiftlik hayvanları kullanılarak, aynı veya ayrı iki ırka ait embriyoların birleştirilmesi, blastomer, çekirdek, embriyo iç hücrelerinin transferi ve diğer tekniklere dayalı olarak kimeralar oluşturulmakta. 1984 yılında bir kimerik “geep”; bir keçi ve koyundan oluşan ortak bir embriyodan üretildi. Ayrıca tavuk embriyosuna, bıldırcın embriyosunun kısmi enjeksiyonu ile bıldırcın beyinli bir tavuk da üretildi. Bitkilerde de kimerik olgulara rastlanmakta. Konjenital kimerizmin en az yaygın olanı iki sperm tarafından ayrı ayrı döllenmiş iki yumurtanın gelişmesi sonucunda oluşan iki embriyonun ikiz kardeşler oluşturmak yerine, gelişmenin blastomer ya da gastrula evrelerinde birleşerek tek bir canlı olarak doğmalarıdır. Bu organizma iki ikizine ait hücre ve dokuları taşır. Böyle bir organizma, dört gametten oluştuğu için bu olaya tetragametik kimerizm denir3. Sonuçta, doğan kimerik çocuk doğmayan ikizinin DNA'sını da taşımaktadır. Böyle çocuklarda örneğin; deri ile kanın DNA profili birbirini tutmaz. Eğer birleşen iki yumurta aynı cinsiyeti taşıyor ise (XX/XX veya XY/XY) o canlıda, makrokimerizm fenotipik olarak fark edilemez ancak DNA testleri ile teşhis edilebilir. Böyle olgular, daha yaygın olarak bulunabilirler. Ancak, bunlar fenotipik bir belirti vermedikleri için gözden kaçmaktadır. Eğer, birleşen iki embriyo ayrı cinsiyetlere sahip ise oluşan canlı her iki cinsiyetin eşey organlarını taşıyabildiği gibi (hermofrodit, XX/XY) nadiren interseks formu şeklinde de gelişebilir4. Kimerik kişilerde, kan dokusunun farklı iki hücre populasyonundan oluşması, kan grubu uyuşmazlığı, belirsiz eşey organlar ve hermofrodit gibi bulgular ayrı ayrı veya birlikte görülebilir. Böyle kişilerde bazen deri, saç ve gözlerde pigmentasyon görülebilir. Kimerik kişilerde, karaciğer bir kromozom setine sahipken, böbrek farklı bir sete sahip olur. Yani, farklı dokular farklı kromozom kuruluşlarına sahip olurlar. Bedenlerinde birden fazla DNA varlığı ile doğan kimerik vakaların 2003 yılında, 30-40 dolayında olduğu “New Scientist” dergisinde bildirilmiş. Kimera bulgusu, hermafroditler gibi bazı istisnalar dışında, dışardan bakıldığında anlaşılmadığı için rastlantı sonucu ortaya çıkmaktadır. Doğuştan olan kimerik insanların sayısı çok fazla olabilir. Günümüzde, gebelik şansını artırabilmek amacıyla birden fazla döllenmiş yumurtanın anneye transfer

Page 20: 19.Ulusal Kongre

20

edildiği tüp bebek uygulamaları yaygınlaştıkça, iki embriyonun füzyon olasılığının da giderek artacağı ve kimera sayında ciddi bir yükselme olacağı düşünülmektedir. Nitekim, tüp bebek uygulamalarında dizigotik oluşma olasılığının 30-35 kat arttığı bilinmektedir. Bu olay ikizlerle ilişkili sakatlık olasılığını tetiklemektedir. Doğal kimerizmde döller, normallikleri (hermafroditik karakterler ve deri renginin bozulması gibi) göstermedikleri sürece tanınmazlar. Bu durum, yüksek sıklıkta ve tipik olarak bazı çilli erkek kedilerde, cinsiyeti belirsiz hayvanlarda veya cinsiyet davranış bozuklukları gösteren (dişi hücreler beyni, erkek hücrelerinde ise eşey organları oluşturduğu durumlarda) hayvanlarda görülebilir. Son yıllarda, çocuğunu kabul etmeyen bazı annelerde de tetragametik kimerizme rastlanmıştır. Nitekim, böyle üç vakamız bulunmaktadır. Bu annelerden birini ikna edebildik, gereken genetik analizleri yapıldı ve tetragametik kimerizim taşıdığını saptadık. Diğerleri çevrede oluşacak yanlış anlamalardan dolayı çekindikleri için tetkiklere razı olmadılar. Çocuğunu kabul etmeyen böyle bir anneye 2002 yılında İngiltere’de rastlandı5. Tetragametik kimerizm, organ veya kök hücre nakli için de önemli bir uygulama alanı oluşturmaktadır. Kimeralar, iki hücre hattı taşımaları dolayısıyla bu iki hücre hattına yakın dokulara karşı yüksek bir immünolojik tolerans gösterirler. Fare çalışmalarında da, tetragametik farelerin atasal bireylerden elde edilen deri parçalarına karşı yüksek tolerans gösterdikleri bildirildi1. Bundan dolayı, tetragametik insanların daha geniş bir akraba çevresinde veya yabancı bireylerden organ nakillerine olumlu cevap verdikleri bildirilmektedir. Tetragametik kimerizm ile ilgili olarak fareler üzerinde yapılan çalışmalarda; iki ayrı embriyodan elde edilen blastomerler, bir arada kültüre edilerek 34 kimerik fare üretildi. Bunların 12 tanesinde, bir hücre hattından gelişmiş tek bir eritrosit populasyonuna rastlanmasına karşın, diğer dokularında ise iki hücre hattına rastlandı. Tetragametik kimerizmin, tanısında kullanılan moleküler teknikler ve laboratuvar süreçleri de oldukça karmaşık olabilmektedir. Bundan dolayı, bu olgularının toplumda tanısı konulandan daha yüksek oranda olduğu varsayılmaktadır. Örneğin, kimerik bir bireyin kanında çok baskın olarak bir hücre hattı bulunuyorsa, aile çalışmasına başvurulmadan kimerik durum tanımlanamaz. Dolayısıyla, bir çocuğun anne ya da babasını tayin ederken kimerizm durumundan dolayı hatalar meydana gelebilmektedir. Böyle durumlarda, bireylere ait çeşitli dokuların moleküler yöntemler kullanılmak suretiyle kimerizm yönünden araştırılmaları gerekir. Kimerizm yönünden tanı konulması özellikle IVF durumlarında önemlidir. Çünkü embriyoların yakın temas halinde bulunmaları nedeniyle kaynaşma olasılığı arttığı için tetragametik kimerizm sıklığı da artmaktadır. IVF sonrası oluşan hermafrodit kimera olgusu bildirilmiştir4 IVF yöntemi ile oluşturulan gebeliklerde dizigotik gebelik meydana gelme olasılığı 33 kat artıyor. Bu artış aynı zamanda kimerizm gibi ikiz gebeliğe bağlı anormal çocuk riskini de arttırmaktadır. Doğal yollardan meydana gelen kimerizm sıklığı bilinmemektedir.

Tetragametik annelerde gözlenen ve tıp literatüründe çok az rastlanan kendi çocuğunu kabul etmeme tipi ilginç bir davranış “bu çocuk benim çocuğum değil” şekli gelişmektedir. Bu anneler, ruh sağlığı hastalıkları uzmanına başvurmakta ve majör depresyon tanısı almakta hatta intihar

Page 21: 19.Ulusal Kongre

21

etmeyi bile sık tekrar etmektedirler. Nitekim, 2002 yılında İngiltere’de “bu çocuk benim çocuğum değil” diyerek çocuğunu ret eden 52 yaşındaki bir İngiliz kadında, yetmezlik nedeniyle böbrek nakline hazırlık olarak hasta ve yakın aile bireyleri, doku uygunluk testinden geçirilmeleri sonuçunda annenin üç çocuğundan ikisinin biyolojik annesi olmadığı ortaya çıkmıştır5. Bu iki çocuğun, babaya ait HLA haplotipini (tek bir ebeveynden gelen gen ya da gen seti) taşıdığı bulundu. Buna karşın anneden geçmesi beklenen haplotiplerin yerine özgün bir haplotip koleksiyonu rapor edildi. Bunun sonucunda, annenin detaylı fiziki muayenesinde; deride ve gözlerde anormal pigmentasyon bulgusuna rastlanmadı. Doğumunun normal gerçekleştiği ve doğum sırasında veya sonrasında kayda değer bir değişikliğin olmadığı saptandı. Hastanın yazılı izni alındıktan sonra, durumunu aydınlatmak için daha ileri laboratuar tetkiklerinin yapılmasına karar verildi. Bu amaçla anneden, ağız içi epitel hücreleri, sac folikülleri, deri ve tiroid gibi dokulardan DNA örnekleri alındı. Bununla birlikte, kan grup ve HLA tiplendirme çalışması, kan ve deri fibroblast hücre kültürlerinden kromozom analizi, eşey kromozomlarının tespiti, DNA tekrar dizi analizi ve karıştırılmış lenfosit kültürü gibi tetkikler yapıldı. Bu analizler sonucunda, annenin fenotipik olarak normal ve XX/XX kromozom kuruluşuna sahip olduğu ortaya çıktı. Bu annede, çok az bilinen tetragametik kimerizmin bulunduğu ve ayrı ayrı döllenmiş iki zigotun kaynaklanmış olduğu rapor edildi. Daha önce de, kan dokuları tek hücre hattından oluştuğu halde tetragametik kimerizm gösteren başka iki olgunun varlığı da bilinmekteydi. Bu olguların birinde, anne ve çocuğu arasındaki kan grubu farklılığı, annenin biyolojik anne olamayacağını düşündürmüştü. Bu annede de, çocukta rastlanan farklı haplotipin (babadan ve anneden gelmeyen yeni haplotip) annenin ebeveynlerinden çocuğuna geçtiği saptandı (5) .

Şimdiye kadar, “bu çocuk benim çocuğum değil” diyen anneler “deli” olarak varsayılmakta anne, anti-psikotik ilaçların her türlüsüne maruz kalmaktadır. Bu nedenle, böyle annelerin mutlaka kimerizm açısından değerlendirilmeli, buna bağlı olarak yönlendirilmeli ve tedavi edilmesi gerekmektedir. Ancak, bu anneler çocuğun kendisine ait olmadığını nasıl hissetmiş ve anlayabilmişlerdir? Asla emin olmayacaksak ve daha öğreneceğimiz çok şeyler varsa; annenin kök hücreleri, bebeğin beynine geçip orada hayatiyetini sürdürebildiklerine göre; bu durum bir bilgisayarda aynı anda var olan iki işletim sistemi gibi davranıp, örneğin obsesif-kompulsif bozukluk veya psikoz gibi hastalıkların nedeni olabilir miydi ? Bununla birlikte, anne doğurduğu çocuğunun kök hücrelerini beyin ve diğer organlarında uzun yıllar taşıyor ise çocuk annenin içinde demektir. Yani, anne ile çocuğu arasındaki bu genetik birliktelik ve etkileşim annedeki sevgi duygusunun düzeyini mi etkilemektedir? Annelerdeki sonsuz sevgi duygusu ile genetik yakınlık arasında bir ilişki mi var? Binlerce soru…!. Öğreneceğimiz çok şey var ve asla emin olmamalıyız. Özellikle, en emin olduğumuzu zannettiğimiz hallerde bile..!. Kaynaklar 1. Coghlan A. Baby comes with brain repair kit for mum, 20 August 2005, Magazine issue 2513

Page 22: 19.Ulusal Kongre

22

2. Coghlan A. Human stem cells go native in mouse brains. 17 December 2005, Magazine issue 2530 3. Demirhan O, Demirberk B. Tetragametik Kimerizm, Çocuğunun teyzesi olmak..! 54 Bilim ve Teknik Dergisi 2006; 54-57 4. Strain L, John CS, Dean FRCP, et al., A true hermaphrodite chimera resulting from embryo amalgamation after in vitro fertilization.The New England Journal of Medicine .1998; 166-169 5. Yu N, Kruskall MS, Yunis JJ et al., Disputed maternity leading to identification of tetragametic chimerism. The New England Journal of Medicine, 2002; 346(20): 1545-1552

Page 23: 19.Ulusal Kongre

23

Farklı Olanla Yaşamak

Uzm. Dr. Şaziye Senem BAŞGÜL

………kurum bilgisi?……………….. Özür, sakatlık ya da elverişsizlik; engel, bir işi yapılmaz duruma sokan neden olarak tanımlanır. Özürlü doğan bebek uygun ve yeterli eğitim alamazsa engelli bir çocuk ve yetişkin olur. Engelli bireyler yetişmemesi için yapılacak en önemli adım mümkün en erken dönemde özel eğitime başlanmasıdır. Zihinsel engelli çocukların gelişimi hangi zeka düzeyinde olursa olsun, normal çocuklardan farklıdır. Ancak gelişim ihtiyaçları onlarınkinden farklı değildir. Bu çocukların da beslenmeye, sevilmeye, eğitime, başarmaya, kabul edilmeye ve toplumun bir üyesi gibi yaşamaya hakları vardır. Özürlü çocuğun eğitimi, onun bakımından birincil sorumlu olan ve zamanının tamamına yakının birlikte geçiren anne babasından ayrı planlanamaz. Özürlü çocukların anne babalarının eğitiminde aileleri, anne babalığın değişik yönleri ile ilgili bilgilendirmek, bilinçlendirmek ve beceri sahibi yapmak amaçlanmalıdır. Gelişimi normal çocukların günlük yaşam içerisinde farkında olmadan model olma ve az bir yardım ile öğrendikleri becerileri, özürlü çocukların öğrenebilmesi için anne babanın farkındalığına ve ekstra bir gayrete ve düzenli, programlı bir yardıma gerek vardır. Aileye yeterli ruhsal destek, eğitim ve etkin danışmanlık verilmesi önemlidir. Aile cesaretlendirilmeli, güçlendirilmelidir. Anne babalarla grup çalışmaları yapılabilir ve bu arada aile hem bilgilendirilir hem desteklenir. Maalesef, günümüzde halen daha özel eğitim kurumlarının birçoğunda aile eğitimi hizmetleri yetersizdir. Sadece geri bildirimlerle yetinilmektedir. Aileye hazır olmadığı dönemde, yeterli destek olunmadan eğitici rolü verilmesi, sorumluluğun asıl kendilerinde olduğunun hissettirilmesi durumunda, anne baba çok yoğun kaygı, ağır bir sorumluluk hisseder. Bu durumda aile, Çocuğunun yetersizlikleri ile karşı karşıya kalır ve ne yapacağını bilemez, çocuğuna öfkelenebilir, onu zorlayabilir, yoğun suçluluk, yetersizlik ve tükenmişlik duygusu yaşayabilir. Sonunda çocuğun eğitiminden vaz geçebilir, hatta çocuktan uzaklaşabilir. Bebek özürlü doğduğunda, normal çocuk hayali yıkılmış, imge bebek kaybedilmiştir. Doğan çocuk farklı görünüyordur, daha fazla ilgi ve bakım istemektedir, rutin bakımı daha güçtür ve belki de en önemlisi gelecek belirsizdir. Yaşanan ilk şokun ardından inkar edilir, öfkelenilir, suçlu aranır, iki uçlu duygular yaşanır, kendilerine bir ceza olarak algılanır, utanılır ve olumsuz duygular sebebiyle hissedilen suçluluk çok ağır olur. Çok büyük bir acı, çaresizlik, çözümsüzlük ve yetersizlik hissedilir. Sonrasında depresyon dönemine girilir. Çevredekilerin meraklı, acıyan ve sorgulayan bakışlarıyla baş edilemez ve sosyal olaylardan ve çevreden uzak kalınır. Akrabaların ve yakın çevredekilerin tepkileri ile baş edilmeye çalışılır. Eşler birbirlerine karşı suçluluk ve yetersizlik hissedebilir. Planlanmamış ve istenmeyen bir bebek, çok ağır anomalilerin varlığı, çok ağır zihinsel özür, anne babanın ruhsal yapılanmasında

Page 24: 19.Ulusal Kongre

24

yetersizlik, birincil desteklerin yetersizliği, gerçekçi olmayan beklentiler, düşük eğitim seviyesi ve maddi imkanlar yetersiz olduğunda; kabul süreci uzun sürer, yaşanan depresyon ağır olur, çocukla yeterince ilişki kurulamaz. Bunun sonucunda bebeğin duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarının karşılanamaması, bağlanma bozukluğu, anne babada ruhsal hastalık ve anne baba arası evlilik problemleri gelişmesi riski artar. Bu durumda bebeğe gerekli tıbbi bakım ve rehabilitasyonun gecikmesi bir önemli risktir. Diğer bir risk ise, durumun ciddi inkarı sonucu bebeğin normal kabul edilmesi, mevcut durumun yok sayılması ve bebek için gerekli girişimlerde bulunulmamasıdır. Yoğun suçluluk duyguları ile anne babanın aşırı özverili davranması, çocukları için her şeylerinden vazgeçmeleri, tüm zaman ve enerjileri bebeğe harcamaları da bir başka sorundur. Bebeğin planlanmış ve arzulanan bir bebek olması, ,anomalilerin az ve müdahale edilebilir düzeyde oluşu, zihinsel özür derecesinin düşük oluşu, anne babanın ruhsal yapılanmasının yeterli olması, birincil desteklerin iyi ve beklentilerin gerçekçi olması, iyi eğitim düzeyi ve maddi imkanların yeterli olması durumunda ise; kabul süreci daha kısa sürer, yaşanan depresyon daha hafif ve kısa süreli olur, çocukla daha iyi ilişki kurulur. Sonuçta; bebeğin duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarının karşılanması için daha fazla çaba harcanır, bağlanma daha yeterli olur, anne babada ruhsal sorun daha az görülür ve evlilik problemlerine daha az rastlanır. Anne babanın yapılanmasında en güçlü motivasyon bebeğe yapılacak uygun tedavi ve eğitim girişimleri planıdır. Bebek ile ilgili yapıcı girişimler hem anne babanın yasının çözümlenmesine yardımcı olur hem de bebeğin daha iyiye gitmesiyle sonuçlanır ve bunlar döngüsel olarak birbirini tetikler. Artık gelecek için daha gerçekçi umutlar vardır. Özürlü çocuklarda diğerleri gibi çocuktur. Farkları; daha çok emek gerektirmeleri, daha yorucu olmaları, daha zor öğrenmeleridir.

Page 25: 19.Ulusal Kongre

25

Göç ve Risk Altındaki Çocuklar

Prf. Dr. Timur Demirbas

Bahçeşehir Üniversitesi

Son yıllarda medyada yer alan bazı suçlar, her gün kavşaklarda oto camı silmek isterken ya da şehrin işlek caddelerinde kağıt mendil satmaya çalışırken gördüğümüz sokak çocuklarını gündeme getirmiştir. Köylerden kentlere göç, yoksulluk, çocuk sayısının çokluğu, ailenin ilgisizliği, terör gibi toplumsal nedenlerin doğurduğu bir sosyal yara olan sokak çocukları çok olumsuz koşullar altında bulunmaktadırlar.

Türkiye’de 1950’li yıllardan itibaren başlayan, ancak 1960’lı yıllarda artan köyden kente göç olayı ile birlikte, çarpık kentleşme ve gecekondulaşma başlamıştır. 1970’li yıllardan itibaren artan bu çarpık kentleşme, okula gidememe, göç ve gecekondulaşma bir çok sorunla birlikte suçluluğunun da en önemli nedenlerinden birisi olmuştur. Son zamanlarda buraları için “varoş” ifadesinin kullanıldığı da görülmektedir.

Risk altındaki çocuklar dediğimizde de en sık karşımıza çıkan dört grup olduğu görülmektedir. Bunlar: Sokak çocukları, suça itilen çocuklar, çalışan çocuklar ve istismara maruz kalan çocuklar. Aslında bu grubun içine son yıllarda sayıları sürekli artan mülteci çocukları da dahil etmek, onları da bu kategoride değerlendirmek gerekmektedir İşkence ve kötü muamele, çocukların haklarını ihlâl etmede yoğun olarak uygulanan yöntemler arasında yer alıyor. Ülkeler arasında farklılık gösteren unsurları, bu fiillerin yoğunluğu, uygulama şekli ya da bu fiilleri uygulayanların kimliği belirliyor. Çocukların pek çoğu kaçırılarak seks pazarına sokulurken bazıları aileleri tarafından zorlanıyor.

Sokak çocuklarının da içinde bulunduğu çocukların işlediği iddia edilen polis istatistikleri değerlendirilirken, kırsal kesimi kapsayan Jandarma bölgesine ilişkin sayıların yer almadığı unutulmamalı ve çocukların işledikleri suçlarda karanlık alanın yüksek olması nedeniyle bu istatistiklerdeki sayıların gerçeği yansıtmadığı dikkate alınmalıdır.

Türkiye, Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeye taraf olmakla çocukları koruma yükümlülüğünün gereğini yerine getirmek durumundadır. Çocukların korunmasına yönelik yasal düzenlemeler 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununda yer almaktadır. Ancak sadece kanun yapmak sorunların çözümü bakımından yeterli değildir; uzman personel, eğitim ve barınma yerleriyle birlikte kanunların gerektiği gibi uygulanması gereklidir. Bunun yanında, göçü, yoksulluğu ve işsizliği giderici sosyal politikaların önemi de ortadadır.

Page 26: 19.Ulusal Kongre

26

İstismarla Çalışmak; Yasalar, Presedürler, Ensest, Töre, Fuhuş, Çocuk Anneler ve Elimizdeki İmkanlar!!

Sosyal Hizmet Uzmanı Nuran Arpalıgil

Adana Oğuz Kağan Köksal Bakım ve Sosyal Rehabilitasyon Merkezi

Mülkiyeti SHÇEK Genel Müdürlüğüne ait olan bina; SHÇEK Genel Müdürlüğü, Adana Valiliği, Adana Büyük Şehir Belediyesi, Çukurova Üniversitesi, Adana Barosu ve Adana Sokak Çocukları Derneği arasında düzenlenen protokol ve SHÇEK Genel Müdürlüğünün olurları ile Çocuk ve Gençlik Merkezi olarak hizmete açılması uygun görülmüştür. Daha sonra 5395 sayılı ÇKK’nuna istinaden yeniden düzenlenerek Oğuz Kağan Köksal Bakım ve Sosyal Rehabilitasyon Merkezi olarak değiştirilmiştir.

Merkezimiz 8-18 yaşlarında cinsel, fiziksel, duygusal istismar ve ihmale uğramış, alkol-madde bağımlılığı ya da kötüye kullanımı olan, ruhsal sorunları nedeniyle tedaviye ihtiyaç duyan, bunlar ya da başka nedenlerle tekrarlayabilecek istismar yaşatıları için yüksek risk taşıyan ve yaşamı tehdit altında olduğundan korunma ihtiyacı olan kızların rehabilitasyon ve eğitimini sağlamak amacı ile 30 çocuk kapasiteli olarak hizmete açılmıştır.

Merkez multidisipliner hizmet modelidir ve hizmete özel protokol ve iç hizmet yönetmeliğine göre işletilmektedir. İşleyişi Merkez Yürütme Kurulu ve Merkez Danışma Kurulu tarafından düzenlenmektedir.

Merkeze kabulü yapılan her çocuk ile ilgili mahkemeden koruma kararı çıkarılmakta, böylece devlet tarafından ihtiyaçları karşılanmakta ve korunmaktadırlar. Uygun durumlarda aileyi uygulamalarını da (aile dışı istismar olgularında ve eğer bir aile varsa) içerecek biçimde Çocuğa özgü tedavi planı hazırlanmakta bütüncül yaklaşım hedeflenmektedir. Merkezin temel hizmet alanları ruhsal ve fiziksel sağlık hizmetleri, eğitim, mesleki eğitim, sosyal aktivite, adli yardım ve destek, rehberlik, koruma, bakımdır.

2004 Yılında çocuk kabulüne başlanmış, ilk etapta Adana ilin de yaşayan çocuklar kabul edilmekte iken ihtiyaç nedeni ile diğer illerden de çocuk kabulü yapılmıştır. Bu güne kadar 118 çocuk hizmet almıştır.

Dört yılı aşan denyimimiz, verilen hizmetin çok buyutlu olması ve disiplinler arası çalışmanın avantajları yanı sıra güçlükleri de beraberinde getirmesi, hizmet alan hedef grubun kendinden kaynaklanan güçlükleri gibi nedenlerle pek çok zorluk içermektedir. Temel zorluklarımız;

1. Kızların koruma altına alınarak merkeze kabulleri ve merkezden çıkarılmaları aşamasında adli süreçlerin ve diğer resmi sistemlerin yavaş işlemesinden kaynaklanan sorunlar

2. Töre nedeniyle merkeze alınan kızların, geldikleri sosyal ortamdan kaynaklanan, çoğu zaman yaşam tehdidini de içeren korunma ihtiyaçlarına rağmen, mevcut yasa ve yönetmeliklere göre gizlilik ve koruma ilkelerinin sağlanmasının imkânsızlığı

3. Ergen annelerin gebelik, doğum ve doğum sonrası süreçlerinde, fiziksel-ruhsal travmanın yanında bebekten ayrılmak zorunda kalmalarını da içeren güçlüklerin yönetimi

Page 27: 19.Ulusal Kongre

27

4. Fuhuştan gelen, özellikle bunu meslek olarak benimsemiş, rehabilitasyon ve korunma hizmetlerine motive olmayan kızların, kimi zaman tüm grubu etkileyecek ve hatta fuhuşa yönlendirecek biçimde davranmaları riski ile başa çıkmak

5. Fuhuş olguları ile ensest olgularının aynı ortamda tedavi ve rehabilitasyonunun getirdiği güçlükler

6. Tedavi sürecini olumlu bir biçimde tamamlasalar da, tedaviden sonra gönderecek uygun ve güvenli bir ortamın sağlanamaması, bu nedenle kalıcı faydaların sınırlandırılması

7. Özellikle töre, ensest ve fuhuş olgularınının korunması aşamasında, sadece kızların değil tüm merkez çalışanlarının zaman zaman ciddi biçimde tehdit edilmeleri; yaşamlarının tehlikede olduğunu hissetmeleri, ve

8. Alanda çalışan uzmanların azlığından kaynaklanan güçlüklerdir.

Bu çalışma ile, bu güne değin karşılaşılan güçlükler ve sistemin tartışılması, farklı bakış açılarının yakalanması hedeflenmiştir.

Page 28: 19.Ulusal Kongre

28

Çocuk ve Ergenlerin Medya ile İlişkisi

Prof.Dr. Bengi Semerci

Bengi Semerci Enstitüsü

Çocuk ve ergenlerle medya arasındaki ilişki çok boyutludur. Haberler, bilgi verici programlar ve yazılar, diziler ve filmler, reklamlar ve eğlence programları bu ilişkinin yollarıdır. Medyanın her türlü yayının çocuk ve ergenler üzerinde etkisi tartışılmaz. Medyanın etkisi yaş gruplarının özelliklerine göre değişir. 0-6 yaş grubu: Hayal gücü yüksek, taklit eğiliminde, somut düşünen, gerçeği ayırt etmekte zorlanan, olumsuzu olduğu gibi alan, duyduğu herşeyi öğrenen, kadın ve erkek rollerini öğrenen,7-12 yaş grubu: Akranlarının yaptıklarını yapmaya çalışan, soyutu anlamakta güçlük çeken, otoriteyi kabullenen, kahramanlara özenen,12 yaş üstü: kendi akranlarının yaptıklarına ve söylediklerine duyarlı, gruplara girmeye çalışan, riskli davranışlardan hoşlanan, bedene önem veren, cinsellikle ilgilenen olarak tanımlanabilir. Medya, Şiddet, korku, cinsellik, madde kullanımı, suç, ayrımcılık ve konuşma sorunları alanlarında çocuk ve ergenleri etkiler. Şiddet ve suç açısından etkileri, duyarsızlaştırma, güven yitimi, özdeşim ve taklit, şiddetin taktiri ve onayı, yasal olmayan davranışlara özenme olarak çıkar. Korkunun etkisi yaşa bağımlı değişir ve sorun yaratır. Cinsellik üzerine etkisi, küçük çocuklarda yanlış bilgi ve inançlar, erken cinsel uyarılma, yanlış cinsel bilgiler edinme, yanlış ve korunmazsız deneyimleri teşvikdir. Maddelerin aşırı tüketimi, kullanımın olumlu sunumu, özendirmesi ve cesaretlendirmesi olumsuz etkileridir. Ayrıca dini, siyasi, etnik ve cinsiyete bağlı ayrımcılığı körükler.

Çocuk ve ergen medya için aynı zamanda bir malzemedir. Aileler için çocuklara ve ergenlere ilişkin verilecek her türlü bilgi ve haber önemlidir. Bunu bilen medya, tüm dalları ile onları kullanır. Çocuk ve ergenlere ilişkin bilgiler, sorunlar, tüketim malları ve çözüm yolları medyanın malzemesidir. Az sayıda bilimsel ve çözüme yönelik haberin yanında, çoğunluğu bu sorunlara ilişkin haberler alır. Madde kullanımı, cinsel sorunlar, şiddet gibi sorunlar ailelerin korkularını arttıracak şekilde verilmekte, çocuk ve ergenler adeta bir sorun yumağı olarak gösterilmektedir. Oysa gerçek sorunlar, hastalıklar fazla ilgi çekmeyeceği düşüncesiyle yer almamaktadır. Örneğin ergen intiharı haber olmakta, ancak bunun nedenleri aşk, satanizm gibi sansasyonel nedenlere bağlanmakta, ama depresyondan hiç bahsedilmemektedir. Son zamanlarda artan oranlarda çocuk ve gençlere ilişkin dosyalar şeklinde yayınlar vardır. Bu yayınların hemen hepsinin sonu “gençliğin kötüye gittiği” yorumuyla bitmektedir.

Çocuk ve ergenler, haber olarak genellikle üçüncü sayfaları kaplamaktadır. Tecavüz, aşk, cinayet, gasp, uyuşturucu, şiddet, evlilik haberlerinin failleri ve madurları olarak yer almaktadırlar. Bu haberlerin veriliş şeklinde medyanın tutumu, ergenlerin sıkça yakındıkları aile tutumu ile aynıdır. Bazen onlardan genç, bazen de çocuk diye bahsedilmektedir. Bu seçim haberin daha etkin olacağı düşüncesiyle belirlenir. Bazen 15 yaş evlenmek için uygundur, bazen insafsızlık. Bazen sevdiği karşılık

Page 29: 19.Ulusal Kongre

29

vermediğinde onu öldürmek “büyük aşktır”, bazen canilik. Son zamanlarda haber içeriklerinde değişiklik olmamasına karşın, medya yaklaşımı bu haberleri birinci sayfaya taşıma değişimi göstermişitir. Geldikleri sosyo-ekonomik duruma göre de değişmektedir. Üst sosyo-ekonomik düzeyden gelen çocuklar genellikle araba kazaları, magazin haberleri olarak yer alır. Özellikle magazin tarafından 15 yaşdan başlayarak aşkları, kıyafetleri, gezmeleri ile “tanınmış, ünlü” yapılan çocuklar vardır. Daha düşük sosyaekonomik grup ise şiddet, uyuşturucu vb haber kaynakları olur.

Çocuk ve ergenlere ilişkin olumlu haberler medyada az yer almaktadır. Tek-tük verilen başarı haberlerine bakıldığında, başarıdan çok bir şaşkınlık haberi olduğu fark edilebilir. Haber “bunu nasıl başarabildi?” üstüne kuruludur. Tüketimi sürdürmek için reklamlar ya onların çekiciliğinden yararlanır, ya da ertelenemeyen dürtülerini, başarı isteklerini satılması gereken ürünlerle doyuracaklarını bildiriler. DİZİLER ÇOCUKLARI ETKİLER Mİ? Tartışılıp duruyor yıllardır. Diziler çocuklarımızı etkiler mi? Uzun uzun bilimsel araştırmalar okumanıza gerek yok. Ben gelen çocuklara, gençlere bakıyorum görüyorum. Siz evinizde dizi izlettiğiniz çocuklarınıza baktığınızda görüyor, endişeleniyor ve yardım arıyorsunuz. Geçen hafta en çok eleştirilenlerden biri olan, Kurtlar Vadisi dizisinin oyuncusu açıklama yaptı. Kıbrıs savaşında nasıl insan öldürdüğünü anlattı. Bir insan olarak, bir psikiyatrist olarak, bir insanın başka bir insanı savaş koşullarında bile öldürmek zorunda kalmasının acı verici ve travma yaratıcı olduğunu biliyorum. Açıklamaları yapan kişiyi tanımıyorum. Ama sanırım kurtlar vadisi ile ünlenmek onu rolü ile özdeşleştirmiş. O kadar inanmış ki kanunsuz, can alan biri olmanın önemli olduğuna, sanatçı olduğunu, insan olduğunu unutmuş. Orada ki rolü bir psikopat rolü. Hatta o denli özdeşleşmiş ki bu durumla palavralarının, övünmelerinin sadece kendisini değil, ülkesini ve tüm insanlığı yaralayacağını anlamaz olmuş. Savaş suçlusu olarak ülkesinde tutuklanabileceğini, yurt dışına çıktığı anda bir başka ülke tarafından yargılanabileceğini aklına bile getirmemiş. Ya da bunun bile övünülecek bir şey olacağını düşünecek kadar rolle gerçeği karıştırır hale gelmiş. Oysa hayat bir dizi film değil. Ölen insanlar yönetmen “kes” dediğinde canlanmıyor. Ülkelerin itibarları film bittiğinde geri gelmiyor. Ve Çocuklarımız....

İnternetten baktım. Atilla Olgaç 1944 doğumluymuş. Bu yaşta ve deneyimli bir insan rolüne bu denli kapılırsa çocuklar, gençler ne yapmaz. Sonradan bunun bir senaryo olduğunu söyledi ki, gündelik dilde buna uydurma ya da yalan söyleme denir, o diziye hayran olan insanlara nasıl bir örnek olur. O insanlara, çocuklara bu nasıl anlatılır. Henüz soyut düşünceyi bilmeyen çocuklarınız güçlü olmayı, kazanmayı, aklını değil silahını kullanmayla birleştirmez mi? Daha yeni yanı başımızda bir savaş vardı, halende var. Çocuklarımıza insan öldürmenin kötü olduğunu anlatmaya çalışıyorduk. Çocukların öldürülmesinin acısını hissetmeleri için çalışıyorduk. Sonra çok izlenen ve tüm uyarılara karşın çocuklara ve gençlere izlettirilen bir dizinin, üstelik basın tarafından sık sık gerçekle bağdaşlaştırılarak

Page 30: 19.Ulusal Kongre

30

zihinlerin bulandırıldığı bir dizinin kahramanlarından biri bir çocuğu (19 yaş!) öldürmekle övündü. Bu bir hayal bile olsa ciddi bir sorun. Hala medya çocukları ve gençleri etkilemez diyecek var mı? Varsa onlara bu gerçeği anlatabilmek için daha ne olması gerekiyor!

Sonuç olarak, çocuk ve ergenler, medya için iyi bir kaynaktır. Ama bu kaynak iyi ve olumlu kullanılmazsa bizzat medyanın kendisi tarafından tüketilecektir. Bize düşen hem kendimizi çocuklarımızı kullanarak bizi izlemeye, almaya, tüketmeye sevk eden medyanın etkileri konusunda bilinçlenmek ve çocuklarımıza bu değerleri aktarmak olmalıdır. Belki de yanlış seçimler yapma nedenimiz; önemli şeylere gereken önemi vermeyip, gereksiz şeyleri önemli hale getirerek çözümler için çaba göstermekten kaçarak hazır çözümlere ve yaratılmış mutluluklara konma eğilimimizdir.

Page 31: 19.Ulusal Kongre

31

Çocuk Ergen Baş Ağrıları; Epidemiyolojik Temelde Klinik Yaklaşım

Doç. Dr. Aynur Özge

Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji A.D.

Sıklıkla çocukluk çağında başlayan baş ağrıları önemli bir sağlık problemi olmasına karşın gerek aileler, gerekse hekimler arasında yeterince dikkate alınmamaktadır. Oysa 15 yaş altı çocukların %75’i hayatları boyunca en az bir kez baş ağrısı deneyimi yaşadıklarını ifade etmektedirler. Klinik çalışmalara bakıldığında çocuk-ergen yaş grubunda baş ağrısı sıklığı ve özellikle de migren insidansının son 30 yılda anlamlı şekilde arttığı gözlenmektedir. Bu durum konuya olan ilginin artışı dışında çocukların yaşam şekillerindeki değişiklikler ile açıklanmakta ve tüm ülkelerde eğitim bilim, sosyal bilim ve sağlık bilimler açısından önemli uyarı işaretleri taşımaktadır. Genel bir gözlem olarak ergenlik öncesinde baş ağrısı sıklığının kız ve erkeklerde benzer sıklıkta iken, ergenlik sonrası ilerleyen yaşla birlikte kızlarda daha sık gözlendiği bilinmektedir. Çalışmalarda uygulanan yönteme bağlı olarak çocuk-ergen yaş grubunda baş ağrısı sıklığı % 2.8 ile %93.3 arasında değişmektedir. Bu sıklık bildirimlerinde yöntem dışında baş ağrısı tanısı için uygulanan ölçütlerde temel belirleyiciler arasında yer almaktadır. Örneğin migren için 1955 yılında önerilen Vahlquist ölçütleri ile başlayan süreç, 1962 yılında önerilen Bille ölçütleri, 1979 yılında önerilen Prensky -Sommer ölçütleri ve nihayetinde 1988 yılında geliştirilip, 2004 yılında gözden geçirilmiş şekli yayınlanan Uluslararası Baş ağrısı Cemiyeti Ölçütleri ile uygulama alanı bulmaktadır. Baş ağrısı gibi subjektif bir kavramda katı ölçütler pratikte sınırlayıcı olmakla birlikte hastaların doğru tanımlanması ve uluslararası ortak dil oluşturulması açısından da kaçınılmaz olmaktadır. Bizim bu ölçütleri sorguladığımız saha çalışmamız (2-5.sınıflardaki 5562 çocuk irdelendi ve 2002 yılında yayınlandı) çocukluk döneminde tekrarlayıcı baş ağrısı sıklığının %49.2 olduğu, bu çocukların %24.7’sinin gerilim tipi baş ağrısı (GTB), %10.4’ünün ise migren için cemiyet ölçütlerini karşıladığı ve bu bulguların aile ve öğretmen gözlemleri ile desteklendiğini gösterdi. Ölçütler açısından baktığımızda migren tanısında en duyarlı tanı ölçütünün “ağrı şiddeti- %86.6” ve GTB tanısında ise “ağrı süresi- %95.3” olduğunu gösterdi. Keza bu çalışma çocuklarda baş ağrısı tanısında ağrı sırasında çocuğun gösterdiği davranış değişikliğinin ifadelerden daha değerli olduğunu gösterdi.

Çocuk-ergen yaş grubunda saptanan baş ağrısının doğal seyri toplumsal yük ve sağaltım modelleri açısından önemli bir konudur. Bu noktada yapılan uzun dönem izlem çalışmaları çelişkili sonuçlar vermektedir. Bizim henüz yayınlanmamış 6 yıllık izlem çalışmamız ergenlik dönemine gelindiğinde baş ağrısı sıklığının kızlarda daha fazla olmak üzere anlamlı şekilde arttığı (%45.2’ye karşın %78.7, p<0.05), ve tanı tiplerinin yıllar içinde büyük oranda değişiklik gösterdiğini ortaya koydu. Başta migren olguları olmak üzere baş ağrısı ergenlerde günlük yaşam etkinlikleri ve akademik başarıyı olumsuz yönde etkiliyordu. Yine ergenlerde GTB oranı migren ve

Page 32: 19.Ulusal Kongre

32

diğer baş ağrılarına oranla özellikle de sınav kaygısı paralelinde anlamlı artış gösteriyordu. Yine bu yaş grubunda acil önlem alınmasını gerekli kılan ilaç kötü kullanımı dikkati çekiyordu.

Sonuç olarak, çocuk ergen yaş grubunda baş ağrısı sıklığı tüm dünyada anlamlı şekilde artmaktadır. Bu artışta rol oynayan faktörler her toplum için belirlenmeli ve gerekli işbirliği yaratılarak uygun önlemler alınmalıdır. Keza ergenlerde artan ilaç kötü kullanımı ve bunu belirleyen faktörlerin sağaltımı öncelikle ele alınmalıdır. Baş ağrısının çocukların duygu durumları, okul hayatları, sosyal etkinlikleri ve ilişkileri üzerine olumsuz etkileri migren olguları başta olmak üzere dikkatle değerlendirilmeli ve gerekli önlemler alınmalıdır.

Page 33: 19.Ulusal Kongre

33

Çocukluk Çağı Baş Ağrılarının Legal Boyutu

Yrd. Doç. Dr. Hakan Kar

Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp A.D.

Baş ağrısı pediatrinin temel semptomlarından biridir. Çocukluk çağı baş ağrıların organik ve psikojenik nedenleri erişkinlerdeki ile benzerdir. Bunlara ek olarak oldukça nadir olmakla birlikte, istismar çocuk yaş grubunda baş ağrısı semptomuyla karşımıza çıkabilmektedir.

Özellikle kafa travmalarına sekonder ortaya çıkan baş ağrıları, çocuğun fiziksel istismarı açısından araştırılmalıdır. Ayrıca stres ve anksiyetenin psikojenik baş ağrısını tetiklediği göz önüne alındığında bu tür olguların da duygusal istismar ya da ihmal olup olmadığı açısından araştırılması gerekir. Bazen de olgumuzda olduğu gibi, nörolojik muayenesi, laboratuar testleri ve görüntülemesi normal olan ve tedaviye dirençli baş ağrısı olgularının altından cinsel istismar çıkabilmektedir. Olgumuz aurasız migren tanısıyla tedavi gören, tedaviye dirençli 11 yaşında kız çocuğu olup, yapılan çocuk psikiyatrisi konsültasyonunda majör depresif bozukluk tanısı almıştır. Devam eden süreçte yapılan psikiyatrik görüşmelerde, annesinin erkek arkadaşı tarafından defalarca cinsel istismara maruz kaldığını ifade etmiştir. Baş ağrısının başlangıç tarihi, cinsel istismarın başlangıcı ile örtüşmektedir. Olguda adli olgu bildirimi yapılmış ve devamında sanık ceza almıştır. Cinsel istismarı itiraf ettikten ve sanık tutuklandıktan sonra, çocuğun baş ağrısında dramatik şekilde iyileşme gözlenmiştir.

Klinisyenler çocukluk çağı baş ağrısı olgularını değerlendirirken istismar açısından dikkatli ve şüpheci yaklaşmalıdırlar. Çocuktan ve ebeveynlerinden alınan öykülerdeki karşıtlık ve tutarsızlıklar, mutlaka fiziksel bulgular ile karşılaştırılmalıdır. Travmatik lezyonların lokalizasyonu ve yara yaşı, alınan öykü ile uyuşmuyor ise kazadan ziyade fiziksel istismar üzerinde durulmalıdır. Değişik iyileşme süreçlerinde çok sayıda travmatik lezyon, aynı anda vücudun değişik bölgelerinde birçok travmatik lezyon, saç kayıpları, ısırık izleri, ya da sigara yanıkları gibi spesifik lezyonlar, hastaneye başvurmada gecikme, yetersiz hijyen veya kaşeksi gibi durumlarda, mutlaka istismar veya ihmal göz önünde bulundurulmalıdır.

Page 34: 19.Ulusal Kongre

34

“Tüp Bebek” Kavramı ve Anne-Çocuk Ruh Sağlığı

Uzm. Dr. Burcu Özbaran

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. Yardımcı üreme teknikleri birçok ailenin çocuk sahibi olmasını sağlayan yöntemlerdir. Bu yöntemlerin ülkemizde de birçok merkezde uygulanabilir olması konuya olan ilgiyi daha da arttırmaktadır. Literatür incelendiğinde “tüp bebek” olarak doğmuş çocukların psikososyal uyumları, bilişsel işlevleri, anne babanın ruh sağlığı ve evlilik uyumları ile ilgili çalışmalar birbiriyle oldukça çelişkili olmakla birlikte, veriler çalışma yapılan ülkeye göre de değişmektedir.

Bu sunumda, anneliğin nörobiyolojisi, tüp bebek kavramının psikodinamiği üzerinde durulacak, tüp bebek ve ruh sağlığı alanında yapılmış çalışmalar özetlenecek ve Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Polikliniği’nde bu konuda yürütülmekte olan çalışmanın ön verilerine değinilecektir.

Page 35: 19.Ulusal Kongre

35

Akut Lenfoblastik Lösemili Çocuklarda Yaşam Kalitesi ve Yaşam Kalitesini Etkileyen Faktörler

Uzm. Dr. Özden Ş. Üneri

Dr. Sami Ulus Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Psikiyatrisi

Birimi Lösemi çocukluk çağında görülen en yaygın kanser türüdür. Tüm çocukluk çağı lösemilerinin yaklaşık %75’i Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL)’dir. Son 50 yılda ALL tedavisinde kaydedilen başarılar 5 yıllık sağ kalım oranlarını %80’lere taşımıştır. Sağ kalım oranlarında artış sağlandıktan sonra, ilgi tedavi sırasında ve sonrasında ortaya çıkan yan etkileri azaltmaya ve yaşam kalitesi (YK) artışı sağlamaya yönelmiştir. YK sağlıkla ilgili verilerin değerlendirmesinde önemli bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. YK kısaca bireyin nesnel yaşam koşullarından sağladığı öznel doyum olarak tanımlanabilir. Bu sunumda yaygın bir kronik hastalık olan ALL’nin YK’si üzerine etkileri, son yazın bilgisi eşliğinde tartışılacaktır.

ALL’li çocuklarda yapılan YK çalışmaları incelendiğinde bu çalışmaların ilk yıllarda daha çok YK’yi ölçme araçları geliştirmeye yönelik olduğu görülmektedir. Bu alanda yaşanan ve hala devam eden sorun YK ölçeklerini kimin dolduracağı, kaç yaşından sonra öz bildirim ölçeklerinin kullanılması gerektiği ve seçilecek ölçeğin türü olarak özetlenebilir. Yazında ALL’li çocuklarla yapılan YK çalışmalarında daha çok ebeveyn ölçeklerinin tercih edildiği izlenmektedir. Çalışmaların bir kısmında hastalığa özel, bir kısmında genel ölçekler kullanılmıştır. Yapılan çalışmaların bulguları özetlenecek olursak, ALL tanısı tüm ailenin YK’sini etkilemeyebilmektedir. Çoklu, yoğun kemoterapi alan çocukların YK’leri daha az sayıda ilaçla tedavi alanlara göre azalabilmektedir. Cerrahi girişim YK algısını olumsuz etkileyebilmektedir. Ailede başka bir çocukta ya da ebeveynde kronik hastalık varlığı ALL’li çocuğun YK’sini azaltabilmektedir. ALL’li çocuğun yaşı arttıkça YK ile ilgili olumsuz algıları artabilmektedir.

Page 36: 19.Ulusal Kongre

36

Uzun Bir Süreç: Çaresizlikten Umuda

Uzm. Dr. Fatma Varol Taş

Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. Çocuk ve ergen ruh sağlığında yataklı tedavi, ayaktan tedavi olanaklarının yetersiz kaldığı ruhsal bozukluklarda, ayırıcı tanıya gereksinim duyulan klinik tablolarda ve krize müdahale gerektiren durumlarda çok önemli bir olanak sunmaktadır. Özellikle kendine ya da çevresine zarar verme riski yüksek olan, ayaktan tedaviye uyumu yeterli olmayan ancak yoğun ve ağır ruhsal bozukluğu bulunan ya da ayaktan tedavi yöntemlerinin etkisiz kaldığı durumlarda hastanın yatarak tedavisinin sağlanması hem hasta ve ailesi hem de hekimleri açısından önemli yararlar sağlamaktadır. Tüm bunların yanı sıra yatarak tedavi gören çocukların/ergenlerin bir kısmında, ruhsal bozukluğun şiddeti, tedaviye direnç durumları ya da ciddi psikososyal sorunlar nedeniyle yatış süreci de pek çok zorluk içerebilmektedir.

Bu sunumda, çok erken başlangıçlı şizofreni tanısı nedeniyle birkaç yıldır farklı merkezlerde izlenen, şiddetli düzeyde kendisine-çevresine zarar verme ve dezorganize davranışları olan, ilaç tedavisinden de çok az yararlanımı olduğu için izlendiği çocuk psikiyatrisi kliniği tarafından yatış amacıyla servisimize yönlendirilen 13 yaşında bir kız olgunun yatış süreci tanımlanacaktır. Yaklaşık 9 ay boyunca serviste kalan, antipsikotik ilaçların birçoğuna dirençli psikiyatrik belirtileri olan, süreçte elektrokonvulsiv tedavinin de uygulandığı, ciddi psikososyal sorunlar (ailenin İzmir’e göçü, babanın kaybı, vb) yaşayan olgunun yatış süreci hem psikiyatrik tedavisinde hem de taburculuk sonrası rehabilitasyon planlamaları sürecinde diğer disiplinlerle işbirliği konusunda karşılaşılan zorluklar açısından detaylı olarak ele alınacaktır.

Page 37: 19.Ulusal Kongre

37

POSTER BİLDİRİLERİ

Page 38: 19.Ulusal Kongre

38

Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu ve Renk Algısı

*Uzm. Dr. A. Tuğba Bahadır, *Prof. Dr. Yankı Yazgan

*Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

Giriş: Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğunun (DEHB) patofizyolojisinde rolü olduğu öne sürülen hipodopaminerjik işlevsellik DEHB’de gözlenen renkli uyaranları isimlendirme ve renk ayrımı performansındaki eksiklikleri açıklayabilir. Bu eksikliklerin santral ve retinal dopaminerjik hipofonksiyonu yansıtıyor olabileceği öne sürülmüştür [Tannock ve ark 2004]. Yöntem: Araştırmaya Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Polikliniği’nde DEHB tanısı ile takip edilmekte olan rasgele örnekleme ile seçilmiş 7-17 yaş aralığındaki 35 hasta katıldı. Hastalarla yaş, cinsiyet ve el tercihi açısından eşleştirilmiş 41 katılımcı kontrol grubunu oluşturdu. Katılımcıların klinik değerlendirmeleri, Okul Çağı Çocukları için Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi-Şimdi ve Yaşam Boyu Versiyonu ile yapıldı. Çocuklar, Çocuklar için Depresyon Ölçeği’ni; anne/babaları Conners Anababa Derecelendirme Ölçeğini; öğretmenleri Conners Öğretmen Derecelendirme Ölçeğini; anne/baba ve öğretmenler ayrı ayrı DEHB için DSM-IV’e göre değerlendirme listesini doldurdular. Katılımcılara Stroop renk-kelime testi (SRKT), renk ayrımını değerlendirmek için ise Lanthony 40 Renk Tonu Testi (LRTT) (Lanthony 40 Hue Test) önce sağ sonra sol göz için ayrı ayrı uygulandı. Bulgular ve Tartışma: SRKT’nde 7-12 ve 13-17 yaş grubu için DEHB ve kontroller karşılaştırıldığında literatürle uyumlu olarak DEHB grubunun renkli kelimeleri isimlendirme ile ilgili eksiklikler sergilediği saptandı. LRTT’nde 7-12 yaş DEHB ve kontrol grupları karşılaştırıldığında DEHB olan katılımcıların sağ ve sol göz alt testlerinde ve toplamda anlamlı olarak daha fazla hata yaptıkları saptandı. Bu yaş grubunda DEHB ve kontroller arasındaki anlamlı fark sol göz için birçok alt testte daha belirgin olarak saptandı. 13-17 yaş grubunda DEHB ve kontroller karşılaştırıldığında sadece yeşil-mavi alt testi ve sol göz toplam puanında anlamlı farklılık saptandı. Yaşla birlikte LRTT performansının düzelmesinde gelişimsel etkilerin rol aldığı düşünülmektedir. DEHB ve renkli görme ilişkisinin araştırılması, DEHB’yi açıklamak için öne sürülen nöropsikolojik modellerin de aydınlatılmasına katkıda bulunacaktır [Tannock ve ark 2004].

P.001

Page 39: 19.Ulusal Kongre

39

“Makattan Kene Gelmesi”- Bir Munchausen by Proxy Sendromu Şüphesi

*Dr. Ahmet Şenses, *Yrd. Doç. Dr. Koray Karabekiroğlu

*Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

Giriş: Munchausen by proxy sendromu (MBPS) özel bir çocuk istismarı formudur. Aile veya koruyucu, çocukta bir hastalık varmış gibi yapmakta ya da hastalık yaratmakta ve "hasta" çocuğu doktora götürmektedir. Yayımlanan olgular arasında bazı ailelerin eşek arısı veya balarısı gibi böceklerle çocuklarını sokturdukları bildirilmiştir. Olgu Sunumu: 11 yaşında, 5. sınıf öğrencisi kız hastada, yaklaşık 5 aydır zaman zaman artarak devam eden “makatından kene gelmesi”, “karın ağrısı”, “kaşıntı”, “kilo kaybı” şikâyetleri ile çocuk hastalıklarından konsültasyon istendi. Çocuğun kendisinden ve annesinden alınan öyküye göre, bu şikayetlerle başvurdukları tüm hastanelerde yapılan tüm tetkiklere rağmen kene kaynağı tespit edilemedi. Ayrıca Veterinerlik Fakültesi ile yapılan değerlendirmelerde kenenin yaşam döngüsünde bu tip bir taşıyıcılığın olamayacağı bilgisine ulaşıldı. Şikâyetlerinin ilk olarak televizyondaki kene haberlerinden sonra başladığını belirtmekteydi. Yapılan psikiyatrik görüşmelerde annenin çocuğun hastalığı ile çok yakından ilgili oluşu düzelme olmamasında dolayı sıkıntı yaşadıklarını söylese de, eşinden uzak kalmasından hoşnut olduğunu belirtmesi ve bir servis viziti sırasında “kan geliyor mu?” sorusundan iki gün geçtikten sonra annenin hastanın iç çamaşırına “bulaş şeklinde kan olduğunu” söylemesi dikkat çekiciydi. O günlerde annenin kan almak için iğne istediği bilgisi hasta yakınlarından edinildi. Tartışma: Olgumuzda Munchausen by proxy sendromundan şüphe etmek için nedeni bulunamayan ama sürekli tekrarlayan makatından kene gelmesi şikâyeti mevcut idi. Alınan hikâyeden farklı olarak hastanın genel durumu ve laboratuar sonuçları normal olarak saptanıyordu. Psikiyatrik değerlendirmeler sırasında anne ve çocuk arasında bağımlı bir ilişki olması tarafımızdan tanıyı destekler bir bulgu olarak değerlendirildi. Baba “sinirli”, “sürekli küfür eden”, “sevilmeyen”, “uzak” biri olarak tanımlanıyordu. Kolonoskopi gibi ciddi tıbbi girişimlerden sonuç alınamadığı halde anne daha ileri tektiler konusunda istekliydi. Servis yatışı sırasında kan gelmesi şikâyetinin bu konuda bilgi sahibi olduktan sonra oluşması ve hastanede gelen kenenin daha önce ölmüş olduğunun saptanması şüphelerimizi destekliyordu. Hastanın halen Enfeksiyon Hastalıkları servisinde anne dışında bir refakatçi ile izlemi devam etmektedir.

P.002

Page 40: 19.Ulusal Kongre

40

Madde Kullanım Bozukluğu ve Davranım Bozukluğu Olan 5 Olguda Klozapin Tedavisinin

Değerlendirilmesi

*Ali Bacanlı, *Zeki Yüncü, *Burcu Özbaran, *Müge Tamar, *Cahide Aydın,

*Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh sağlığı ve Hastalıkları A.B, EGEBAM

Giriş: Madde kullanım bozukluğunda (MKB) ve psikiyatrik eş tanılar özellikle davranım bozukluğu (DB) sıktır. Bu çalışmada diğer psikofarmakolojik tedavilerle sonuç alınmayan MKB ve DB olgularında klozapin kullanımını tartışmayı amaçladık. Yöntem: Bu çalışmada 2006-2008 yılları arasında EGEBAM’da tedavi gören olguların kayıtları geriye dönük tarandı, MKB (esrar, ekstasy ve alkol) ve DB (zarar verici ve hırsızlık, gasp, kavga, suça yönelik davranışlar) tanıları alan 5 olgunun klozapin tedavisi gördüğü belirlendi. Olgu Sunumları: OLGU-1: 18 y, erkek, Daha önce DEHB nedeniyle kullandığı psikostimülan, ayrıca risperidon/ketiapin tedavilerinden fayda görmemiş, klozapin (idame dozu 400 mg/gün) başlanmıştır. 20 aylık boyunca 4 kez esrar kullanmış ve şuç davranışı görülmemiş, açık liseye yazılmıştır, 10 kg almıştır. Tedavi başında eksen-5 işlevselliğin genel değerlendirilmesi (İGD) 30-40 iken, tedaviden sonra 80 puan almaktadır. OLGU-2: 18y, erkek. DEHB nedeniyle kullandığı psikostimulan/risperidon tedavisinden fayda görmemiş, klozapin başlanmış, 18 aylık dönemde 3 kez esrar kullanmış, başlangıçta 30-40 puan 30 olan İGD puanı, takipte 60-70 olarak belirlenmiş, 30 kg almıştır. Olgu 3: 18 y, erkek, lise 1’den terk. Klorpromazin ve ketiapin tedavilerinden fayda görmemiş, klozapin (idame dozu 300 mg) başlanmıştır. 40 ay boyunca 7 kez esrar kullanmış, eğitimine devam etmiş, başka suç işlememiş, başlangıçta 30 olan İGD puanı, tedavi sonrası 70 olarak belirlenmiş, 6 kg almıştır. Olgu-4: 19 y, erkek. Olanzapin/risperidon tedavilerinden fayda görmemiş, klozapin (idame dozu 200mg/gün) başlanmış, 20 aylık dönemde 2 kez esrar kullanmış, açık liseye ve gazete dağıtım işine başlamış, suç işlememiş, başlangıçta 30 olan İGD puanı takipte 80 olarak belirlenmiş, 20 kg almıştır. OLGU-5: 23, erkek, Flupentiksol/risperidon tedavisinden fayda görmemiş, klozapin (idame dozu 300 mg) başlanmış, 14 aylık dönemde 6 kez esrar kullanmış, sorunları azalarak devam etmiş, başlangıçta 30 olan İGD puanı, takipte 50-60 olarak belirlenmiş, 18 kg almış, bu nedenle tedaviyi kesmiş ve tekrar adli sorunlar yaşamıştır. Tartışma: Klozapin tedavisinin anti-agresyon etkisinin diğer antipiskotiklere göre üstün olduğu bildirilmiş ve diğer seçeneklerinin yararlı olmadığı olgularda tercih edilmektedir. Kilo artışı ergenlerde uzun tedavilere engel oluşturmaktadır.

P.003

Page 41: 19.Ulusal Kongre

41

Aile Öyküsünde YGB Spektrum Bulguları Olan BTA- Yaygın Gelişimsel Bozukluk ve Orta Derecede Mental

Retardasyon Tanılı Bir Ergende Gelişen Major Depresif Bozukluğun Tanısı ve Tedavisi

*Uzm. Dr. Ali Evren Tufan, **Uzm. Psikolog Hüseyin Kutlu

* Elazığ Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi Çocuk Psikiyatri Birimi

** Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri A.D.

Giriş: Yaygın gelişimsel bozukluk (YDB) tanısı duygu durum bozukluklarıyla beraber olabilmesine rağmen tanıda zorluklar yaşanmaktadır (Geller ve DelBello 2003). Bu çalışmada bir ergende YGB ve mental retardasyon (MR) zemininde gelişen major depresif bozukluğun (MDB) tanı ve tedavisi sunulmuştur. Olgu Sunumu: 17 yaş 6 aylık ergen bir kız olan hasta, polikliniğimize “uykusuzluk, sinirlilik, iştahsızlık” yakınmalarıyla getirilmişti. Yakınmaların 6 aydır olduğu, ayrıca kafasını duvara vurarak kendine zarar vermeye çalıştığı öğrenildi. İşlevsellik, sözel çıkış ve iştah azalmıştı. Yakınmaları öncesi veya sırasında cinsel içerikli davranış, enerji ve sözel çıkışta artış, aşırı uyuma, aşırı hareketlilik tariflenmedi. Hastaya 4 yaşındayken Otistik Bozukluk tanısı konulmuş ve 6 yıl özel eğitim görmüştü. Gelişim öyküsünde YGB belirtileri dışında özellik saptanmadı. Hastanın babaannesi, büyük halalarından birisi ve halasının sözel iletişim, göz teması ve sosyal etkileşimde zorlandığı; büyük halaların ve dayısının çocuklarında MR olduğu öğrenildi. Anneye hasta üç yaşındayken MDB tanısı konmuştu. Hastanın annesi, kızlarını tedaviye getirdikleri sırada sertralin kullanmaktaydı ve tedaviden fayda görmüştü. Bulgular: WISC-R sonucunda TZB=41 (Orta Derecede MR ile uyumlu) olarak saptandı. Peabody testinde, alıcı dil puanı 3-6 yaş arasına denk geliyordu (gecekondu normları). Fizik muayene ve tetkikler olağandı. Hastada I. Eksende MDB, Tek Epizot, II. Eksende ise BTA-YGB ve Orta Derecede MR tanıları düşünüldü. Sertralin 25 mg/gün ve ketiapin 25 mg/gün başlanarak, sırasıyla 50 mg/gün ve 100 mg/gün dozlarına titre edildi. Tedavinin üçüncü ayında hastanın başlangıçtaki işlevsellik düzeyine döndüğü saptandı. Aileye psiko-eğitim uygulandı. Tartışma: Gelişimsel bozukluğu olan bireylerde ek psikopatolojinin atlanması “Tanısal gölgeleme” olarak adlandırılır (Sovner 1986). Olgumuzun aile öyküsünün YGB spektrumu açısından yüklü olması, bu öykünün özellikle kadın akrabalarda belirgin olması özgün bir kalıtım biçimini (örn. Maternal imprinting) gösterebilir (Bachelli ve Maestrini 2006).

P.004

Page 42: 19.Ulusal Kongre

42

Çocukluk Çağında Narkolepsinin Modafinil ile Tedavisi: Bir Olgu Sunumu

*Uzm. Dr. Ali Evren Tufan, **Uzm. Dr. İbrahim Durukan, **Yrd. Doç. Dr.

Ayhan Cöngöloğlu, **Doç. Dr. Tümer Türkbay

*Elazığ Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi Çocuk Psikiyatri Birimi **Gülhane Askeri Tıp Akademisi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

Giriş: Narkolepsi, çocuklardaki yaygınlığı bilinmeyen, tanısı klinik görünüm ve/veya polisomnografi ile konan bir uyku bozukluğudur (Mignot 1998). Yazında çocukluk çağı başlangıçlı olgular nadirdir ve tanıda zorluklar yaşandığı bildirilmektedir (Hood ve Harbord 2004). Bu çalışmada bir çocukta gelişen narkolepsinin tanı ve tedavisi sunulmuştur. Olgu Sunumu: 6 yaşında bir kız çocuğu olan hasta, polikliniğimize “hareket zorluğu ve gün içerisinde dalmalarının olması” yakınmalarıyla getirilmişti. Öyküden ayrıca uykuya dalarken ve uyanırken görsel varsanılar, sinirlenme ve üzülme ile düşme ve beceriksizlik şikayetlerinin de olduğu öğrenildi. Yakınmaları üç aydır devam etmekteydi. İşlevsellik, akademik başarı, konuşma azalmış; iştah ve uyku artmıştı. Yakınmaları okula başlama, kardeş doğumu ve geçirdiği bir enfeksiyonun ardından ortaya çıkmıştı. Geçmiş yakınmaların öyküsü: Özellik saptanmadı. Gelişim Öyküsü: Özellik saptanmadı. Aile Öyküsü: Hastanın amcası çocukluğunda epilepsi tanısıyla antiepileptik tedavi görmüş. Bulgular: Elektroensefalogram ve biyokimyasal tetkikler normal sınırlar içerisindeydi. Beyin Magnetik Rezonans görüntülemede patoloji saptanmadı. WISC-R testinde 30 dakika sonunda uykuya meyil hali, baş düşmesi gözlendi. Test sonucunda SZB=107, PZB=104, TZB=106 olarak saptandı. Fiziksel, oftalmolojik ve nörolojik muayenede patoloji saptanmadı. Öykü ve değerlendirmelerle diğer tanılar dışlanan hastada narkolepsi düşünüldü. 25 mg/ gün dozunda sertralin başlanarak, 50 mg/ gün dozuna titre edildi, gün içerisinde uyku zamanları planlandı. Altı haftalık tedavide görsel varsanılar dışındaki yakınmalarda gerileme olmaması üzerine tedavisi sonlandırılarak modafinil 50 mg/ gün tedavisi başlandı ve doz 100 mg/güne çıkarıldı. Tedavinin birinci ayında hastanın yakınmalarının tamamen gerilediği ve başlangıçtaki işlevsellik düzeyine döndüğü saptandı. Aileye ayrıca psikoeğitim uygulandı. Tartışma: Narkolepsinin psikolojik stresörler ve enfeksiyon hastalıkları sonrası gelişebileceği bildirilmiştir (Orellana ve ark. 1991). Çocukluk döneminde narkolepsi tanısı koymak zordur ve DEHB ile ayırıcı tanısı gerekir. Çocuklarda katapleksi yerine beceriksizlik daha belirgin olabilir. Tedavide dopamin, noradrenalin ve serotonin düzeyini artıran ilaçlar denenebilir. Okul öncesi çocuklarda gün içerisindeki uykuların planlanmasının en etkin tedavi seçeneği olabileceği bildirilmektedir (Hood ve Harbord 2004).

P.005

Page 43: 19.Ulusal Kongre

43

Herpes Simpleks Ensefaliti Sonrası Gelişen Çocukluk Çağı Demansı: Bir Olgu Sunumu

*Uzm. Dr. Ali Evren Tufan, **Uzm. Dr. İbrahim Durukan, **Yrd. Doç. Dr M.

Ayhan Cöngöloğlu, **Doç. Dr Tümer Türkbay

*Elazığ Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi Çocuk Psikiyatri Birimi **Gülhane Askeri Tıp Akademisi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

Giriş: Çocuklukta, normal gelişim sonrası uyum becerilerin kaybı ile birlikte bütüncül nörobilişsel yıkım demans olarak adlandırılabilir (Nunn ve ark. 2002). Herpes Simpleks Virüsüne (HSV) bağlı ensefalit (HSE) çocukluk çağı demanslarının önemli nedenlerinden biri olabilir. Yazında olgu sunumları nadirdir ve tanıda zorluklar yaşanmaktadır (Jha ve ark. 2004). Bu çalışmada bir çocukta HSE sonrası gelişen demansın tanı süreci sunulmuştur. Olgu Sunumu: 10 yaşında kız hasta, polikliniğimize “unutkanlık, sinirlilik, takıntılarının olması” yakınmalarıyla getirilmişti. Yakınmaları 1.5 yıl önce HSE tanısı konması sonrası başlamış. Okulun, evinin yerini, ödevlerini, öğrendiklerini unutuyormuş. Zamanı sürekli hatırlatmak gerekiyormuş. Yakınmalara sonrasında beceriksizlik, sakarlık, nesneleri adlandırma ve kullanma güçlükleri eklenmiş. Ders başarısı, konuşma ve iştahı azalmış, arkadaşlarıyla ilişkisi bozulmuş. Uyarılara bağırarak cevap veriyormuş. Kendisiyle ilgilenmesini istiyor, geçmişteki yaşantılarından bahsediyormuş. Ödevlerinin tamamlanıp tamamlanmadığını kontrol ediyormuş. Bunların dışında zorlantılı davranışları yokmuş. Geçmiş yakınmaların öyküsü: Hastaya 2007 yılı Ocak ayında GATA Çocuk Nörolojisi ABD’de tanı konarak valproat 800 mg/ gün başlandığı, yakınmaları için daha önce bir hafta haloperidol 0.4 mg/gün, 8 ay kadar da risperidon 0.5 mg/gün kullandığı, belirgin fayda görmediği anlaşılmıştır. Gelişim ve Aile Öyküsünde Özellik saptanmamıştır. Bulgular: Fizik muayene olağandı. Nörolojik muayenede amnezi, semantik parafazi, konfobulasyon, perseverasyon, agnozi, apraksi saptandı. Beyin Magnetik Rezonans görüntülemede bilateral temporal lobları, sağ oksipital lobu tutan gliozis; sağ temporal lobda belirgin atrofi, özellikle sağ hemisferde belirgin olan ventriküllerde yaygın genişleme saptandı. Bulgular geçirilmiş HSE lehine değerlendirildi. Elektroensefalogramda sağ temporo-oksipital bölgede belirgin teta dalgaları, nadir yavaş dalgalar saptandı ve bulgular fokal, anormal EEG olarak yorumlandı. Diğer laboratuar verileri olağandı. Tanı ve Sağaltım: Hastada eksen 1’de HSE’ye Bağlı Demans, Davranışsal Bozukluk olmayan, eksen 3’de HSV Ensefaliti (geçirilmiş) tanıları düşünüldü. Aileye psikoeğitim uygulandı. Tartışma: HSE sonrası Klüver-Bucy sendromunun yanı sıra amnezi ve demans sık olarak gözlenebilir. Postensefalitik demansın etkin bir tıbbi tedavisi bulunmamaktadır, rehabilitasyonu hakkında ancak birkaç olgu bildirimi mevcuttur (Del Grosso ve ark. 2002).

P.006

Page 44: 19.Ulusal Kongre

44

Liseli Öğrencilerde Kilo Algısını Etkileyen Faktörler

*Prof. Dr. Asena Akdemir, **Doç. Dr. Tacettin İnandı, *Dr. Duygu Akbaş, ***Dr. Akfer Kahiloğulları, *Dr. Mehmet Eren, *Dr. Bahar Sarı Nargis, *Dr.

Ahmet Doğru

*Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri A.D. **Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı A.D.

***Sağlık Bakanlığı Ruh Sağlığı Daire Başkanı Giriş: Ergenlik döneminde beden algısı, boy, kilo gibi fiziksel göstergeler psikolojik gelişim için önemli parametrelerdir. Bu çalışmada gençlerde kilo algısına etki eden faktörler incelenmiştir. Yöntem: Çalışmanın örneklemini Hatay ili sınırlarındaki liselerden olasılıklı bir yöntemle seçilen 2. sınıfta okuyan ve çalışmaya katılmayı kabul eden 1208 öğrenci oluşturmaktadır. Çalışmadan önce gerekli yasal izin, etik kurul onayı ve öğrencilerden bilgilendirilmiş onam alınmıştır. Ölçekler tamamlandıktan sonra her öğrencinin boyu ve kilosu standart aletlerle ve gizli kalacak biçimde ölçülmüştür. Çalışmaya katılmak istediği halde formları eksik bırakan 85 öğrenci bazı değerlendirmelere alınamamıştır. Bu öğrencilere demografik bilgilerinin sorulduğu anket dışında Vücut Şekli Anketi (BSQ), Hopkins Belirti Kontrol Listesi (SCL-90), Beden Kitle İndeksi (BKİ), Diyet Yapma Durumu Ölçümü (Dieting Status Measure) uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmada yer alan öğrencilerin 665’i kız, 543’ü erkek öğrencilerden oluşmaktadır. Grubun yaş ortalaması 15.2 olup, erkeklerin yaş ortalaması 15.3, kızların yaş ortalaması 15.1’dir. Boy ölçüm aralığı 140-193 cm olup, kilo ölçüm aralığı 35-118.4 kg, beden kitle indeksi (BKİ) ortalaması ise 21.1 olarak saptanmıştır. Ergenlerin % 70.5’inin diyet yapmayanlardan; %29.5’inin diyet yapanlardan oluştuğu görülmüştür. Diyet yapma oranı kızlarda anlamlı düzeyde yüksektir. Diyet yaparım diyen grubun BKİ ortalaması 22.98, yapmam diyenlerin ortalaması 20.33 olarak saptanmıştır. Kız öğrencilerin %36.5’i, erkek öğrencilerin %20.8’i hayatlarının herhangi bir döneminde diyet yapmıştır. Kız öğrencilerin %41.2’si, erkek öğrencilerin %20.4’ü daha ince olmak isterken, kız öğrencilerin %26.4’ü, erkek öğrencilerin %16.5’i kendini şişman ya da çok şişman olarak görmektedir. Kendini zayıf gören öğrenci oranı kızlarda %9.3, erkeklerde %17.8 toplamda %13.1 olarak saptanmıştır. Kendini zayıf gören grubun %39.8’i BKİ hesaplamalarına göre de zayıf olan grubun içindedir. Ancak kendini zayıf görenlerin %58.8’i BKİ’ye göre normal grubun içinde yer almaktadır. SCl toplam puanları ile şimdiki kilodan memnun olmama ve diyet yapma uğraşısı istatistiksel olarak anlamlıdır. Grubun BKİ ortalamasına bakıldığında %64’ünün sağlıklı sınırlarında yer aldığı, BKİ arttıkça BSQ puanlarının da arttığı görüldü. Sağlıklı sınırın altında; zayıf olmak bedensel hoşnutsuzluğu artırmıyordu. BKI ve BSQ arasındaki korelasyon 0.41’dir. Tartışma: Gençlerin kilolarından memnun olmaları psikiyatrik bir belirtinin varlığında azalmaktadır. Cinsiyet ve BKİ kilo algısını etkilemektedir. Aynı zamanda kilo algıları Dünya Sağlık Örgütünün sağlıklılık sınırlarından farklı olabilmektedir. Zayıf olma bedensel hoşnutsuzluğa yol açmamaktadır.

P.007

Page 45: 19.Ulusal Kongre

45

Perisentrik İnversiyon (10)(p11.1;q22.1)’un Agresif Davranış ve Hiperaktivite Üzerine Etkisi

*Doç. Dr. Ayfer Pazarbaşı, *Prof. Dr. Osman Demirhan, *Dr. Nilgün

Tanrıverdi, **Prof. Dr. Ayşe Avcı, **Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Yolga Tahiroğlu, *Erdal Tunç, *Dilara Karahan

*Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji ve Genetik A.D.

**Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. Giriş: Agresif davranış ve hiperaktivite, nedeni ve patogenezi tam olarak bilinmeyen genetik nörogelişimsel hastalıklardır. Perisentrik inv(10)(p11.2;q21.2) mutasyonu sitogenetik laboratuarlarında sıklıkla tanımlanmaktadır. Fenotipik olarak sessizdir ve polimorfik bir varyant olduğu düşünülmektedir ancak bazı hastalarda otizm gibi nörogelişimsel hastalıklarla ilişkilendiren raporlar mevcuttur. Yöntem: Karyotip belirlemek amacıyla rutinde yaygın olarak kullanılan G-bantlama boya tekniğini kullanılmıştır. Bulgular: Bu çalışmada; gelişme geriliği, mental motor retardasyonu ve dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan bir erkek çocuğunun klinik ve sitogenetik bulguları rapor edilmiştir. Kromozom analizi sonucunda, 10. kromozomun p11.1 ve q22.1 bantları arasındaki bölgeyi kapsayan geniş bir perisentrik inversiyon saptanmıştır. Probandın anne, baba ve kardeşlerinin karyotiplerinin normal olduğu bulunmuştur. Tartışma: Bulgumuz, inv(10)’un davranış bozukluğu hastalıkları ile ilişkili olabileceğini düşündürmektedir. Bununla birlikte, moleküler çalışmalar, hastalığın patogenezine dahil olan 10p-q kritik bölgesinde yer alan genlerin bulunmasına ve hastalığın daha iyi tanımlanmasına yardımcı olacaktır.

P.008

Page 46: 19.Ulusal Kongre

46

Çocuğun Okula Uyumu İçin Bir Form: Okula Uyum Aile Öneri Formu

*Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Bilge, *Yrd. Doç. Dr. Semlin Şenol, *Yrd. Doç. Dr.

Rabia Ekti Genç, ** Dr. Gülseren Keskin

*Ege Üniversitesi İzmir Atatürk Sağlık Yüksekokulu **Ege Üniversitesi Atatürk Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu

Giriş: Erken çocukluk dönemi 0-6 yaş arasını kapsayan çocuğun en hızlı geliştiği dönemdir. Beyin yapısı ve fonksiyonlarının gelişiminin üçte ikilik bölümü de 0-4 yaş arasında tamamlanmaktadır. Bu nedenle sosyalleşme sürecini yaşayan çocuğun, bu dönemi sağlıklı geçirmesi önemlidir. Erken çocukluk dönemindeki deneyimler beynin çalışma biçimi için belirleyicidir. Okul öncesi dönem olarak da adlandırabilen bu dönem; çocuğun bilişsel, duygusal ve sosyal gelişimi açısından yaşamında çok büyük bir yer tutmaktadır. Çocuklar psikososyal ve zihinsel gelişimleri sırasında karşılaştıkları zorluklara bulundukları gelişim dönemine uygun olarak farklı tepkiler vermektedirler. Çocuklar, kreşe başlama, öğretmen değişikliği, yakın çevreden sevilen birinin hastalığı ya da kaybı, anne baba tartışması ve kardeş doğumu gibi yaşam olayları karşısında zorlanmakta, belirli bir uyum süreci yaşamaktadırlar. Çocuklar olumlu ya da böylesi olumsuz duygularını sözelleştirebilmeyi ancak ilkokula başladıkları dönemde, daha belirgin olarak ise 9-10 yaşlarından sonra kazanmaktadırlar. Duyguların sözle ifade edilemediği dönemlerde yaşanan kaygı bedensel tepkilerle belirtilmektedir. Kreşe ya da okula başlamada zorlanan çocuklarda karın ağrısı, uyku, iştah ya da davranışları ile ilgili tepkiler “zorlanıyorum” ifadesinin bedensel yansımalarıdır. Günümüzde “okul korkusu” yakınması, okul reddi başlığı altında ele alınmakta ve anksiyete, depresyon gibi birçok bozuklukta saptanabilen bir belirti olarak kabul edilmektedir. Çocuk evden ya da bağlandığı kişiden ayrılmasıyla ilgili olarak, gelişimsel düzeyine göre beklenenden daha fazla kaygı yaşamakta ve ayrılma korkusundan ötürü, sürekli olarak, okula ya da yalnız olarak ev dışında başka bir yere gitmek istememektedir. Bu bağlamda aile, okula uyum sürecini zorlaştırabilmektedir. Aşırı koruyucu- kollayıcı tutum sergileyen anne ve babadan oluşan ailelerde çocuk bireyselleşememektedir. Bu nedenle çocuğun daha az zarar alabileceği aile ve çocuğu destekleyen önlemler alınmalıdır. Tartışma: Çocuğun okula uyum sürecini kolaylaştırmaya yönelik bir amaç içeren “Okula Uyum Aile Öneri Formu” her okul öncesi eğitim alacak çocuk aileleri için önerilmekte, bu çalışmada formun tanıtımı amaçlanmaktadır.

P.009

Page 47: 19.Ulusal Kongre

47

Görme Kaybı ve Beden İmgesi: Olgu Sunumu

*Dr. Ayşegül Selcen Güler, **Dr. Ali Görkem Gençer, *Doç. Dr. Ayşe Rodopman Arman, *Prof. Dr. Meral Berkem

*Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

**Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Psikiyatri Kliniği Giriş: Beden imgesi, kişinin fiziksel görünümünün zihinsel temsilini ifade eder. Yeme bozuklukları etiyolojisindeki yeri tartışmalıdır (Fernandez-Aranda ve ark. 1999). Bununla birlikte kişinin bedeniyle ilgili değerlendirmesinde bozulmanın olması, DSM-IV’te yeme bozukluklarının tanı kriterleri arasında bulunmaktadır. Bedenin duruşu ve uzaydaki uzanımını da içeren dış görünümünün zihinsel iz düşümü olarak adlandırılan “beden şeması”nın oluşumunda, görmenin tek başına değil, dokunma ve propriosepsiyon gibi çok sayıda duyu girdisiyle birlikte yer aldığı bildirilmektedir (Maravita ve ark. 2003). Zayıf beden imgesinin ön plana çıkarıldığı görsel medyanın, sosyal ve kültürel bağlamda, yeme bozukluğu etiyolojisinde payı olduğundan bahsedilmekle birlikte (Maravita 2003), yazın bilgisinde görme kaybı olan anoreksiya nervoza olguları bulunmakta, görme duyusunun beden imgesi oluşumundaki rolü tartışılmaktadır (McFarlane 1983). Öte yandan, yapılan değerlendirmede, yeme bozukluğunun ortaya çıkışında bireysel baş etme becerilerindeki yetersizliklerin ve aile ile ilgili faktörlerin, beden algısının etiyolojideki olası rolünün pekiştirici unsurları olduğu göz önüne alınmalıdır (Hamli 2007). Olgu Sunumu: On beş yaşında bir kız hasta Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Polikliniği’ne, yatılı olarak sekiz yıldır devam etmekte olduğu, görme engelli öğrencilere yönelik bir okulun personeli tarafından, yemek yememe ve bayılma şikâyetleriyle getirildi. Hastanın doğuştan itibaren, glokoma bağlı bilateral ilerleyici görme kaybı olduğu öğrenildi. Hasta yedi çocuklu bir ailenin son üyesiydi ve ailesini yılda iki kere, yalnızca tatillerde görmekteydi. Hastanın dört yıldır duygudurumunun depresif olduğu, bir yıldır da bedeninin bazı bölgelerinin şişman olduğuna dair zihinsel aşırı uğraş, referans düşünceleri ve yeme sorunlarının klinik tabloya eklendiği bildirildi. Yakın izleme alınan ve antidepresan tedavisi planlanan hastanın takibinde, görüşme ve Yeme Tutumu Testi (Savaşır ve Erol 1989) ile yapılan değerlendirmede, yeme bozukluğuna dair belirtisinin kalmadığı ancak beden imgesi ile ilgili zihinsel uğraşının devam ettiği gözlendi. Tartışma: Bu sunumda, görme kaybı olan bir ergenin beden algısında bozulma ile belirli klinik tablosu, görme duyusunun bedenle ilgili zihinsel bir temsil oluşturmadaki yeri ve ailesinden ayrı olan bu genç kızda yeme bozukluğunun ortaya çıkışında rol oynayan çevresel değişkenler bağlamında tartışılacaktır.

P.010

Page 48: 19.Ulusal Kongre

48

Çocukluk Çağı Obsesif Kompulsif Bozukluğunda İmmün Etyoloji

*Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Yolga Tahiroğlu, **Uzm. Dr. Kayhan Bahalı, *Prof. Dr.

Ayşe Avcı, ***Uzm. Dr. Salih Çetiner, ****Doç. Dr. Gülşah Seydaoğlu, *****Doç. Dr. Ümit Lüleyap, ***Prof. Dr. Akgün Yaman, *****Biyolog Dilge

Onatoğlu

*Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. **Mersin Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Çocuk psikiyatri Birimi

***Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Merkez Laboratuarı ****Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik A.D.

*****Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji ve Genetik A.D. Giriş: PANDAS olgularında otoimmün nedenlerle merkezi sinir sisteminde nöron kaybı olduğu düşünülmektedir. Hücre kaybı ile ilgili düzenekler henüz tamamen tanımlanmamış olmakla birlikte, programlanmış hücre ölümü (apaptozis) en çok kabul gören teoridir. Bu çalışmada OKB olan ve normal çocuklarda plazma CD-2, CD-4, CD-8, CD-20, CD-95, naturel killer hücre (NKH), tümör nekrotizan faktör-α (TNF-α) ve interlökin-2 (IL-2) düzeyleri karşılaştırılmıştır. Bu değişkenler Apaptoziste rolü gösterilmiş olduğundan tercih edilmiştir. Yöntem: Çalışmaya grubu (ÇG) 4-12 yaşlarında Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) tanısı alan 72 olgu, kontrol grubu (KG) ise benzer yaşlarda 22 çocuktan oluşmaktadır. OKB, Tik Bozukluğu, tonsillektomi ve streptokok enfeksiyona bağlı romatizmal hastalık öyküsü olanlar KG’ ye alınmamıştır. Psikiyatrik tanılar WASH-U-KSADS kullanılarak konulmuştur. OKB belirti Çocukluk Çağı Yale-Brown Obsesif Kompulsif Skalası ile araştırılmıştır. Bulgular: Olguların %79.2’ si en az bir eş tanıya sahiptir. KG’ ye kıyasla ÇG’ de CD-2 (p<0.0003) ve CD-8’ nin (p<0.0011) anlamlı biçimde azaldığı ve NKH’ nin (p<0.0013) arttığı belirlenmiştir. “Sık enfeksiyon” ve “enfeksiyon hastalıklarından sonra belirtilerinde alevlenme” öyküsü olan olguların CD-2 (p<0.029, p<0.011) ve CD-4 (p<0.030, p<0.026) düzeyleri benzer öykülere sahip olmayanlara göre anlamlı biçimde azalmıştır. ÇG’ de CD-2 ve C-4 arasında belirlenen korelasyon (0.54**) KG’ de gözlenmezken; KG’ de CD-2 ve NKH arasındaki korelasyon (0.40**) ÇG’ de belirlenememiştir. KG’ de IL-2 ve TNF-α tüm immünolojik ölçümlerle korele iken (CD-2; 0.46**, 0.23*, CD-4; -0.68***, 0.29*, CD-8; 0.81***, yok, CD-20; -0.43**, -0.22*, CD-95; 0.43**, 0.32*, NKH; 0.32*, 0.35*) ÇG’ nin bu incelemelerinde ilişki belirlenememiştir. Tonsillektomi olmayanlara göre tonsillektomi olan olguların CD-2, CD-4, NKH düzeylerindeki farklılıklarda hafifleme gözlenmiştir. Tartışma: Elde edilen bulgular CD-2, CD-8 ve NKH’ nin çocukluk çağı OKB etyolojisinde rolü olabileceği; CD-2 ve CD-4’ ün immünolojik etyolojiye sahip OKB olgularında önemli bir etmen olabileceği fikrini desteklemektedir. CD-2 ve IL-2’ nin NKH ve TNF-α aktivasyonunu düzenlediği, böylece apaptozisin başlatıldığı bilinmektedir. KG’ nin ve ÇG’ nin immünolojik ölçümleri arasında korelasyonların önemli farklılıklar göstermesi CD-2, IL-2, NKH, TNF-α aracılı apaptozis fikrini desteklemektedir.

P.011

Page 49: 19.Ulusal Kongre

49

Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğunda İlaç Tedavi Yanıtlarını Etkileyen Durumlar

*Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Yolga Tahiroğlu, *Dr. Özlem Keskiner, *Prof. Dr.

Ayşe Avcı, **Dr. Zehra Öztürk, ***Uzm. Dr. Gonca Gül Çelik, *Dr. Serhat Nasıroğlu

*Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

** Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri A.D. ***Mersin Devlet Hastanesi Çocuk Psikiyatri birimi

Giriş: Bu çalışmada dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) olan çocuk ve ergenlerde stimülan ilaç tedavilerine yanıtı etkileyen durumların araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Katılımcılar DEHB nedeniyle stimülan ilaç tedavisi alan 7-17 yaşlarında 314 çocuk ve ergendir. Dikkat eksikliği belirtisinin düzeyini belirlemek amacıyla Stroop-TBAG formu ilk muayenede (ST-ilk), kullanıldığı bir saatte (ST-tedavi) ve 6-8 ay düzenli ilaç kullanan olgularda ilaç tatili sırasında (ST-takip) uygulanmıştır. Televizyon ve bilgisayar kullanma süreleri, solunum sisteminin enfeksiyon hastalıkları, rutin laboratuar incelemeleri, aileye ve çocuğun demografik özellikleri incelenmiştir. Ayrıca İnternette Bilişsel Durum Ölçeği (İBDÖ) ve Klinik Global İzlem (KGİ) puanlaması kullanılmıştır. Bulgular: Olguların 218’ i erkek, 96’ sı kızdır. Günde 4 saatten fazla televizyon izleyenlerin KGİ ortalamaları (p<0.005), ST-takipte belirlenen toplam düzetme hata oranları (TDHO) (p<0.058), ST-tedavi toplam süreleri (TS) (p<0.032) anlamlı biçimde artmıştır ve televizyon izleme sürelerinin artması, ilaç yanıtını azaltmaktadır (p<0.035). Annenin eğitim düzeyinin artması ST-ilk TS (p<0.020) ve TDHO (p<0.0001); ST-tedavi TS (p<0.0026) ve TDHO (p<0.0001); ST-takip TDHO (p<0.045) sonuçlarını olumlu yönde etkilemektedir. Babanın eğitiminin artması ise daha iyi ST-ilk TS (p<0.024) ve TDHO (p<0.022), ST-tedavi TDHO (p<0.011) ile ilişkilendirilmiştir. Serum ferritin düzeyinin artması ilaç yanıtını olumlu yönde etkilerken (p<0.030), total demir bağlama kapasitesinin artması ST-ilk (p<0.014) ve ST-tedavi TS’ lerinde (p<0.001) uzama, ASO düzeylerinin artması ise ST-takip TS’ de uzama (p<0.0001), ST-ilk TDHO’ de artma (p<0.012) ile ilişkilendirilmiştir. Regresyon analizine göre test sonuçlarını olumsuz etkileyen durumlar; ST-ilk ve ST-tedavi TS’ leri için televizyon izleme süreleri (p<0.020, p<0.016); ST-takip TS için adenoid vejetasyon (p<0.034), günlük televizyon izleme süreleri (p<0.035) ve yüksek İBDÖ puanları (p<0.031) olarak belirlenmiştir. Tartışma: Bulgularımıza göre demir eksikliği anemisi ile ilgili etmenler, solunum sisteminin enfeksiyon hastalıkları, televizyon ve bilgisayar kullanma süreleri, problemli internet kullanımı DEHB belirti şiddetini ve tedavi yanıtını etkiliyor olabilir. Kesin yargılardan çok, olası risklere işaret eden ve öncü veriler sunan bulgularımız, daha sistemli takip çalışmalarına önemli bakış açıları sunacaktır.

P.012

Page 50: 19.Ulusal Kongre

50

Dört Atipik Antipsikotik Tedavisinin Karaciğer Fonksiyon Testleri Üzerine Etkisinin Kıyaslanması:

Prospektif Bir Çalışma; Kısa Dönem Bir Aylık Tedavi Sonrası Sonuçlar

*Ayten Erdogan, *Mehmet Goksin Karaman, **Nuray Atasoy, *Nihal Yurteri,

*Esra Özdemir, **Ülkem Öztürk, ***Handan Ankaralı

*Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

**Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri A.D. ***Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik A.D.

Giriş: Atipik antipsikotik ilaçlar çocuk ve ergen popülasyonunda son yıllarda birçok psikiyatrik hastalıkta tedavide kullanılmaktadır. Atipik antipsikotik ilaçlar genellikle karaciğer fonksiyon testlerinde (KFT) asemptomatik yükselmeye neden olduğu erişkinlerde gösterilmiştir. Atipik antipsikotik ilaçların çocuk ve ergenlerde bilinmeyen yan etkilerinin açığa kavuşması uzun yıllar alabilir. Bu çalışmada çocuk ve ergenlerde dört farklı atipik antipsikotik ile tedavisi sonrası KFT değişikliklerini tespit etmek amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya risperidon tedavisi alan 126 çocuk ve ergen, olanzapin tedavisi alan 18 çocuk ve ergen, aripiprazol tedavisi alan 26 çocuk ve ergen, ketiapin tedavisi alan 23 çocuk ve ergen dahil edilmiştir (yaşları 3-18 yaş arası). Tedavi başlanmadan önce ve tedaviden sonraki ilk bir aylık dönemde hastaların KFT değerleri (alanin-aminotransferaz (ALT), aspartat aminotransferaz (AST), gamma gluatamil transeraz (GGT), alkalin fosfataz (ALP) ve serum biluribin) değerlendirilmiştir. Sonuçlar: Tedaviden sonraki iki erkek hastada ALT ve AST düzeyleri tehlike sınırı olarak kabul edilen normal değerlerin üç katı düzeyde artış gösterdiği için tedavi kesilmek zorunda kalınmıştır (olanzapin tedavisi AST ve ALP artışı; risperidon tedavisi ALT artışı). Bir ay tedavi sonrası ölçümlerde ortalama karaciğer enzim ve biluribin düzeyleri dört ilaçla da istatistik olarak anlamlı şekilde tedavi öncesi değerlerden yüksek bulunmuştur. Ancak ortalama karaciğer enzim ve biluribin düzeylerinde yükselme açısından dört ilaç arasında istatiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. Tartışma: Araştırma sonucunda olanzapin, risperidon, aripiprazol ve ketiapin tedavisi sonucunda karaciğer enzim ve biluribin düzeylerinde yükselmeler olduğu tespit edilmiştir. Tedaviden sonraki ilk ayda iki erkek hastada ALT ve AST düzeyleri tehlike sınırında yükselmiş olup risperidon ve olanzapin tedavisi kesilmek zorunda kalınmıştır. Bulgular bu tedavilerin nadir olarak karaciğer enzimlerinde ciddi artış yapabileceğini, sıklıkla klinik önemi olmayan değişiklikler yapabileceğine işaret etmektedir. Bu bulgular karaciğer hasarı açısından risk taşıyan çocuk ve ergen hastalar öncelikli olmak üzere, atipik antipsikotik tedavi başlanmadan önce ve başlandıktan sonra belli aralıklarla KFT düzeylerinin takibinin olası risk oluşumu önlemek açısından önemli olduğunu göstermektedir.

P.013

Page 51: 19.Ulusal Kongre

51

Özgül Öğrenme Güçlüğü Belirtileri Olan ve Olmayan Çocukların Ebeveynlerinin Çocuk Yetiştirme

Stillerinin Karşılaştırılması

*Psk. Belgin Üstün, *Uzm. Psk. İlkiz Altınoğlu Dikmeer, *Hemş. Nuray Yıldırım, *Psk. İrem Öker Aycan, *ÇGE. Uzm. Gönül Erdoğan,*Psk. Başak

Alpas,

*Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D Giriş: Ebeveynlerin çocuk yetiştirme stillerinin çocukların davranışları üzerinde doğrudan etkili olduğu bilinmektedir. Özgül Öğrenme Güçlüğü (ÖÖG) belirtileri olan çocuklarda okuma yazma ile ilgili sorunların yanı sıra davranış ve tutumlar ile ilgili sorunlara da sıklıkla rastlanmaktadır. Yöntem: Mevcut çalışmada, Özgül Öğrenme Güçlüğü (ÖÖG) belirtileri olan ve olmayan çocuğa sahip ebeveynlerin çocuk yetiştirme stillerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Özgül Öğrenme Güçlüğü (ÖÖG) belirtisi olan ve başka psikiyatrik bozukluklar nedeniyle kliniğe başvuran çocuklar ile herhangi bir psikiyatrik bozukluğu olmayan çocukların anne balarına Kişisel Bilgi Formu, Çocuk Yetiştirme Stilleri Ölçeği ve Wender Utah Ölçeği verilecektir. Elde edilen veriler üç grup açısından karşılaştırılacaktır. Bulgular ve Tartışma: Bulgular ilgili yazın ışığında tartışılacaktır.

P.014

Page 52: 19.Ulusal Kongre

52

Bipolar Bozukluğu Olan Bir Ergende Psikotik Depresyon ve Mani Ataklarının Risperidon

Monoterapisi ile Sağaltımı

*Betül Mazlum

*Trabzon Doğum ve Çocuk Bakımevi, Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Birimi Giriş: Çocuk ve ergenlerde akut mani ataklarının tedavisinde duygudurum düzenleyicilerin olduğu kadar atipik antipsikotiklerin de kullanımı söz konusudur ve risperidon dahil diğer atipik antipsikotiklerin bu grup hastada ne kadar etkin ve güvenli olduğuna ilişkin çalışmaların sayısı giderek artmaktadır (Bishop ve Pavuluri 2008). Amaç: Burada psikotik depresyon ve mani atakları risperidon monoterapisinden fayda gören Bipolar I bozukluğu olan bir ergen hastadan bahsedilecektir. Tartışma: Risperidonun da dahil olduğu atipik antipsikotiklerin akut mani ataklarının monoterapisinde etkinliği bilinmekle beraber bu ilaçların bipolar depresyonunda adjuvan tedavi olarak kullanımının faydalarına ilişkin çalışmalar da mevcuttur (Perlis 2007). Bu vaka, özellikle duygudurum düzenleyiciler ile tedavide ilaç uyumunun sağlanmasında sorunların yaşanabileceği ergen hastalarda risperidonun hem depresyon hem de manik atakların akut tedavisinde monoterapi olarak öne çıkabileceğine dair örnek teşkil etmektedir.

P.015

Page 53: 19.Ulusal Kongre

53

Bir Ergende Travma Sonrası Gelişen Ses Tikinin Eşlik Ettiği Konversiyon Bozukluğu Tablosu

*Uzm. Dr. Betül MAZLUM*, **Yrd. Doç. Dr. Ali CANSU**, *Psikolog Şükran

Turhan*

*Trabzon Doğum ve Çocuk Bakımevi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Birimi **Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nöroloji B.D.

Giriş: Konversiyon bozukluğu, altta yatan organik bir sorun olmaksızın, psikolojik stres faktörlerine bağlı olarak kişinin fiziksel durumunda meydana gelen ani değişiklik veya yeti kayıplarıdır. Konversiyon bozukluğunda yaygın olarak görülen semptomlar arasında istemsiz motor hareketler, duyusal bozukluklar ve viseral şikayetler bulunabilir. Olgu Sunumu: Burada bir çocuk ve ergen psikiyatrisi polikliniğine yaptığı ilk başvuruda kafa travması sonrası gelişen ses tiki mevcut olan bir kız ergende saptanan konversiyon bozukluğu tablosundan bahsedilecektir. Tartışma: Tik bozukluklarının etiyolojisinde organik etmenlerin rol oynadığı bilinmektedir. Tik bozukluğu olan bazı hastalarda organik kökenli tiklerin yanında psikojenik tikler de olabileceği gibi bazı bireylerde sadece psikojenik kökenli tikler de bulunabilir. Organik kökenli ve psikojenik tiklerin ayrımı bazen oldukça zor olabilmektedir. Konversiyon bozukluğunda geniş semptom spektrumu içine psikojenik kökenli motor tikler de dahil edilmektedir. Diğer yandan literatürde kafa travması sonrasında bazal gangliyonlarda zedelenmeye ikincil olabilecek motor veya vokal tik geliştiğine dair vaka bildirimleri bulunmaktadır. Bu hasta kafa travması sonrasında akut olarak gelişen, konuşma aktivitesi sırasında azalırken diğer aktivitelerde ve istirahat halinde sürekli devam eden, dakikada 60-70 defaya kadar tekrarlayan, stridorun eşlik ettiği hıçkırık benzeri bir ses tiki ile başvurmuştur. Vokal tik tablosu ile başvurmadan önce hem fiziksel kafa travması, kısa süreli bilinç kaybı hem de psikolojik travma öyküsü bulunması sebebi ile organik kökenli ve psikojenik tik ayrımı bu hastada önem kazanmıştır. Hastada fizik ve nörolojik muayene bulguları normal olup organik etiyolojiyi dışlamak amacı ile yapılan tetkiklerde de (Beyin Tomografisi, Beyin Magnetik Rezonans, Elektroensefalografi) herhangi bir patolojik bulguya rastlanmamıştır. Hastada ses tikinin birkaç gün içinde geçmesi sonrasında bacaklarda paralizi, disosiyatif amnezi şeklinde başka belirtiler de gelişmiş ve hasta konversiyon bozukluğu tanısı ile izlenmiştir. Bedensel ve ruhsal travma sonrası tik bozukluğu gelişen hastalarda organik kökenli tikler yanında psikojenik tik varlığı da mutlaka akla gelmelidir. Ayrıca bu vaka, konversiyon bozukluğunda sadece motor tiklerin değil vokal tiklerin de eşlik edebileceğini göstermektedir.

P.016

Page 54: 19.Ulusal Kongre

54

Yaygın Gelişimsel Bozuklukta Risk Etkeni Olarak Neonatal Hipoglisemi

*Uzm. Dr. Betül Mazlum

*Trabzon Doğum ve Çocuk Bakımevi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Birimi

Giriş: Otistik bozukluk, nedeni tam olarak bilinmemekle beraber hastalarda mevcut genetik yatkınlığın çeşitli çevresel faktörler ve risk etkenleri ile birlikte suçlandığı nörogelişimsel bir hastalıktır. Neonatal hipoglisemi klinik olarak hastalarda hiçbir kalıcı soruna yol açmayabileceği gibi otistik belirtilerin de içinde olduğu çeşitli nörogelişimsel sorunlar için bir risk etkeni olarak bildirilmiştir. Olgu Sunumu: Bu yazıda aynı cinsiyette erkek dizigot ikiz kardeşi sağlıklı gelişim gösteren, erken doğum öyküsüne ek olarak neonatal hipoglisemi öyküsü olan ve yaygın gelişimsel bozukluk tanısı konan bir vakadan bahsedilecektir. Tartışma: Hipoglisemi, iskemi, inme, hipoksi, kernikterus ve travma gibi çeşitli perinatal etkenler beyinde sinaptik fonksiyonun zedelenmesine ve hücre dışında aşırı glutamat birikimine dolayısı ile bu hücrelerin aşırı uyarımına neden olabilir. Glutamat beyinde bulunan en önemli eksitatuvar nörotransmiterdir ve eksitotoksisite, perinatal beyin zedelenmelerinde önemli bir aracı mekanizma olarak anılmaktadır. Glutamat reseptörleri/iyon kanal komplekslerinin bu aşırı uyarımının ortamda kalsiyum artışına ve apoptoz ya da nekroz ile sonuçlanabilecek patogenetik mekanizmalara yol açabileceği söylenmektedir. Hipoglisemiye ikincil olarak tetiklenmiş olabilecek apoptotik bazı süreçler postnatal dönemdeki nöronal apoptotik mekanizmalarda normalden sapmaya ve yaygın gelişimsel bozukluk belirtilerinde önemli bazı nöronal döngülerde kritik öneme sahip nöronlarda apoptoza neden olabilir. Bu teori otizmdeki nöronal görüşler ile de örtüşmektedir. Dizigot ikizlerde geniş otizm fenotipi açısından eş hastalanma oranının % 10’ a ulaşabildiği bilinmektedir. Ayrıca yaygın gelişimsel bozukluk bakımından kız cinsiyet ile kıyaslandığında erkek cinsiyet 4 kat daha fazla risk altındadır. Her ikisi de erkek cinsiyette dizigot ikiz kardeşlerin erken doğumun beraberinde getirdiği tüm risk etkenlerine birlikte maruz kalmalarına rağmen sadece neonatal hipoglisemi öyküsü olan hastada yaygın gelişimsel bozukluk gelişmiş olması, beyin gelişiminin önemli olduğu perinatal dönemde maruz kalınacak metabolik sorunların bu spektrum hastalıklarında etiyolojide rol oynayabileceği yönünde delil teşkil etmektedir. Nörogelişimsel bozukluklarda genetik yatkınlığın ve cinsiyete bağlı faktörlerin önemi inkar edilemez ancak perinatal metabolik risk faktörleri de önlenebilir olması sebebi ile ayrı önem kazanmaktadır ve koruyucu tedbirlerin alınmasının gerekliliği yönünde uyarıcı olmaktadır.

P.017

Page 55: 19.Ulusal Kongre

55

Üniversite Öğrencilerinin Algıladıkları Sosyo-Ekonomik Düzeylerine ve Barınma Yerlerine Göre Psikolojik

Belirtilerinin İncelenmesi

*Yrd. Doç. Dr. Birol Alver, **Yrd. Doç. Dr. Mücahit Dilekmen, *Yrd. Doç. Dr. Mücahit Dilekmen

*Atatürk Üniversitesi, Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi, Rehberlik ve Psikolojik

Danışmanlık A.D. **Atatürk Üniversitesi, Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi, Sınıf Öğretmenliği A.D.

Giriş: Bu araştırmanın amacı, son ergenlik döneminde bulunan (birinci ve ikinci sınıfa devam eden) üniversite öğrencilerinin algıladıkları sosyo-ekonomik düzeyleri ve barınma yerlerine göre psikolojik belirtilerini incelemektir. Yöntem: Araştırma verileri Derogatis (1992) tarafından geliştirilen Şahin ve Durak, (1994) tarafından Türkiye’ye uyarlanan 53 maddeden oluşan Kısa Semptom Envanteri (Brief Symptom Inventory – BSI) ile toplanmıştır. Araştırmanın evrenini, 2006-2007 öğretim yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde öğrenim gören öğrenciler oluşturmaktadır. Örneklem ise, bu gruptan seçkisiz ve orantısız olarak belirlenen 997 öğrenciden oluşmaktadır. Bulgular: Öğrencilerin algıladıkları sosyo- ekonomik düzeye göre dağılımları; 76 kişi (% 7.6) düşük, 864 kişi (%86.7) orta ve 57 kişi (%5.7) yüksek şeklindedir. Algılanan düşük ile yüksek sosyo-ekonomik düzeylere göre, obsesif-kompulsif bozukluk, kişilerarası duyarlılık ve psikotisizim belirti puanları arasında; algılanan düşük ile orta ve yüksek sosyo-ekonomik düzeylere göre ise, depresyon belirtisi puanları arasında anlamlı farklılaşma bulunmuştur. Algılanan sosyo ekonomik düzeylere göre, somatizasyon, anksiyete bozukluğu, hostilite, fobik anksiyete ve paranoid düşünceler belirtilerine ilişkin puanlar arasında anlamlı fark görülmemiştir. Öğrencilerin barınma yerlerine göre dağılımları; 363 kişi (% 36.4) resmi yurt, 168 kişi (% 16.9) özel yurt, 373 kişi (% 37.4) ev ve 93 kişi (%9.3) ailesinin yanında şeklindedir. Tartışma: Öğrencilerin barınma yerlerine göre, resmi yurtta kalanlar ile özel yurtta ve evde kalanlar, evde kalanlar ile özel yurtta kalanların anksiyete bozukluğu; resmi yurtta kalanlar ile evde kalanların fobik anksiyete; resmi yurtta kalanlar ile özel yurtta kalanlar; evde kalanlarla özel yurtta kalanlar arasında paranoid düşünceler belirti puanları arasında anlamlı farklılaşma bulunmuştur. Öğrencilerin barınma yerlerine göre, somatizasyon, obsesif-kompulsif bozukluk, kişilerarası duyarlılık, depresyon, hostilite ve psikotisizim belirtilerine ilişkin puanlar arasında anlamlı fark görülmemiştir.

P.018

Page 56: 19.Ulusal Kongre

56

Bipolar Tip I Bozukluğu Olan Ergenlerde Manyetik Rezonans Görüntüleme ile Amigdala Hacimlerinin

Değerlendirilmesi

*Uzm. Dr. Birsen Şentürk, *Yrd. Doç. Dr. F. Neslihan İnal- Emiroğlu, **Prof. Dr. Handan Çakmakçı, **Uzm. Dr. Taner Çelik, **Dr. Ahmet Ergin Çapar,

***Doç. Dr. Hülya Ellidokuz, *Psk. Ümit Şahin, *Prof. Dr. Süha Miral

*Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. **Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyodiagnostik A.D.

***Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı A.D. Giriş: Bipolar Bozukluk (BB) çocukluk ve ergenlik döneminde önemli morbiditeye neden olan bir bozukluktur. Son yıllarda bu hastalıktaki nörobiyolojik etyolojiyi anlamak üzere araştırmalar artmış ve yeni beyin görüntüleme yöntemleri kullanılmaya başlanmıştır. Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG) bunlardan biridir. Yöntem: Olgu grubunu, DEÜTF Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları AD’de BB tip-I tanısı ile izlenmekte olan 13-19 yaşlarında 17 olgu oluşturmuştur. Çocuklar İçin Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi-Şimdi ve Yaşam Boyu Versiyonu (K-SADS P-L) ve Washington Üniversitesi Çocuk ve Gençler için Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Ölçeği - Şimdiki Zaman ve Yaşam Boyu (WASH-U-K-SADS) duygulanım modülü ile tüm olguların tanıları kesinleştirilmiştir. Kontrol grubunu, üniversitenin epidemiyolojik kapsama alanından seçilen ve psikiyatrik değerlendirme sonucunda herhangi bir psikiyatrik tanı almayan 13-19 yaş arasındaki 12 ergen oluşturmuştur. Tüm hastaların beyin MRG incelemeleri 1,5 Tesla (Gyroscan Intero, Philips, Netherland) MRG cihazı ile standart kafa koili kullanılarak yapılmıştır. Hasta ve kontrol grubunda reformat aksiyel ve sagital kesitlerde amigdala sınırları kontrol edilmiştir. Sınırları belirlenen seri kesitlerden elle yapılan çizim sonucunda mevcut programdan hacim verisi milimetreküp olarak kaydedilmiştir. Olgular ötimik fazda MRG çekimine alınmıştır. Ötimik fazda olma ölçütü, Young Mani Derecelendirme Ölçeği (YMDÖ) ve Hamilton Depresyon Ölçeği (HDÖ) ile değerlendirilmiştir. Her iki ölçekte puanların 7’ nin altında olması ötimik olarak kabul edilmiştir. Bulgular: Olgu kontrol grupları arasında sağ ve sol amigdala hacimlerinde anlamlı bir fark bulunamamıştır. Ancak olgu grubunda hastalık süresi ile sağ ve sol amigdala hacimlerinin negatif korele (sırayla, P=0,026; P=0,031) bulunmuştur. Olgu grubunda risperidon kullananlarda kontrol grubuna göre sol amigdala hacminin daha büyük olduğu görülmüştür (P=0,060). Tartışma: Ergen ve erişkin BB örneklemlerinde yapısal MRG ile saptanan amigdala hacim farkları; erken başlangıçlı BB ile geç başlangıçlı BB arasındaki altta yatan patofizyoloji farklarını gösteriyor olabilir. Ergenlerdeki amigdala hacminde azalma ya da değişikliğin olmaması gibi sonuçların nedenleri ile ilgili sorulara, daha homojen gruplarda ve ilaçsız olgularda yapılacak yapısal ve fonksiyonel görüntüleme çalışmaları ile daha iyi yanıtlar bulunabilecektir.

P.019

Page 57: 19.Ulusal Kongre

57

Anne-Babası Boşanmış ve Evli Olan Çocuklar ile Onların Annelerinin Kaygı Düzeylerinin ve Bunları

Etkileyen Faktörlerin İncelenmesi

*Yrd. Doç. Dr. Burak BAYKARA, **Yrd. Doç. Dr. Nilgün ÖNGİDER

Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. Maltepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü ve Tıp Fakültesi Psikiyatri A.D.

Giriş: Bu araştırmada, boşanmanın çocuk üzerindeki etkilerinin incelenmesi amacı ile boşanmış ve evli anneler ve onların çocuklarının kaygı düzeyleri; ayrıca annelerin yalnız algıları karşılaştırılmıştır. Yöntem: Araştırmanın örneklemi, İzmir ilindeki bir ilköğretim okuluna devam eden anne-babası boşanmış ve evli olan 3-6. sınıf öğrencileri ve onların annelerinden oluşmaktadır. Araştırmaya katılan çocuklara, Çocuklar İçin Durumluluk ve Süreklilik Kaygı Ölçeği ile Bireysel Bilgi Formu; annelere ise, STAI, UCLA Yalnızlık Ölçeği ve Bireysel Bilgi Formu uygulanmıştır. Bulgular: Araştırmanın örneklemi, 39 anne-babası boşanmış olan çocuk (%45.4) ve onların anneleri ile 47 anne - babası evli olan çocuk (%54.6) ve onların anneleri olmak üzere toplam 172 kişiden oluşmaktadır. Örneklemin yaş ortalamaları incelendiğinde, anne-babası boşanmış olan çocukların yaş ortalamalarının 11.5±2.5; boşanmış annelerin yaş ortalamalarının 36.7±6.2; anne-babası evli olan çocukların yaş ortalamalarının, 10.9±1.9 ve evli annelerin yaş ortalamalarının ise, 34.8±3.9 olduğu bulunmuştur. Anne-babası boşanmış olan çocukların durumluk ve süreklik kaygı düzeylerinin, anne-babası evli olan çocuklara göre daha yüksek olduğu (t=4.13 p<.05, t=5.08 p<.05) bulunmuştur. Benzer şekilde, boşanmış annelerin durumluk ve süreklik kaygı düzeylerinin, evli annelere göre daha yüksek olduğu (F=15.08 p<01, F= 24.06 p<.01) bulunmuştur. Ayrıca, boşanmış annelerin kendilerini evli annelere göre daha yalnız hissettikleri (F=19.894 p<.001) bulunmuştur. Tartışma: Hem anne-babası boşanmış olan çocukların hem de annelerinin kaygı düzeylerinin, anne-babası evli olan çocuklara ve onların annelerine göre daha yüksek olması şeklindeki bulgunun, boşanmanın hem çocuklar hem de anneleri üzerinde olumsuz etkileri olduğu şeklinde yorumlanabileceği düşünülmektedir. Literatürde de bu yönde bulgular vardır. Araştırmamızda dikkat çeken diğer bir bulgu ise, boşanmış annelerin kendilerini evli annelere göre daha yalnız hissetmeleridir.

P.020

Page 58: 19.Ulusal Kongre

58

Mirror Movement ve Enkoprezis

*Arş. Gör. Dr. Burcu Akın Sarı, *Prof. Dr. Elvan İşeri

*Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. Giriş: Mirror Movement tek taraflı kasın kasılması sonrası olarak homolog kontrlateral kasta istemsiz kasılma olmasıdır. Örneğin sağ elle yapılan bir hareket (yazı yazmak gibi) aynı şekilde sol elde de görülür. Hafif dereceli formları normal gelişim gösteren çocuklarda görülebilir Bu hafif formlar yaşla birlikte azalma eğilimindedir. Diğer nörolojik bozukluklar olmadan görülen konjenital mirror movement genellikle otozomal dominant olarak kalıtılır. Olgu Sunumu: 10 yaşında erkek hasta kliniğimize sinirlilik, agresyon, dikkat dağınıklığı, mutsuzluk, geceleri altına kaçırma ve kaka kaçırma şikayetleriyle başvurdu. Ailenin ikinci çocuğu olan hastanın ailesinde 3. dereceden akrabalık olduğu öğrenildi. Polikliniğimize Nisan 2007’de başvuran hastanın şikayetlerinin 2 senedir mevcut olduğu belirtildi. Ders başarısı orta idi, okulda dersi dinlemediği, okumayı zamanında öğrendiği, verilen görevleri yerine getirmeyi unuttuğu, öğretmenler tarafından dikkatinin dağınık olduğunun söylendiği belirtildi. Öğretmeninin 1 sene önce değişmiş olduğu bildirildi. Geceleri uyanıp keşke ben de sen de ölsek diyerek ağladığı bildirildi. Bebekliğinden beri haftada 6-7 kez olan geceleri altına ıslatmanın ve kaka kaçırmasının olduğu öğrenildi. Gündüzleri haftada 2-3 kez olan bulaş tarzında kaka kaçırması mevcuttu. Kabızlık problemi vardı. Gelişimsel hikayede bir sorun olmadığı öğrenildi. Soy geçmişte annesinden babanın şizofren hastası olduğu ablasının otistik olduğu öğrenildi. Hastanın baba ve babaannesinde mirror movement bulunduğu bildirildi. Ablanın Kranial MR görüntülemesinde korpus kallosum agenezisi olduğu görüldü. Hastanın nörolojik ve sistemik muayenesinde mirror movement dışında bir patolojiye rastlanmadı. Tartışma: Mirror movement şizofreni ve korpus kallosum agenezisi ile ilişkilidir. Hastanın babasında şizofreni ve ablasında korpus kallosum agenezisi vardır. Otizm ve şizofreni farklı nöropsikiyatrik gelişimsel hastalıklar olmasına rağmen birçok çalışmada aynı genetik faktörlere sahip oldukları gösterilmiştir (Burbach). Korpus kallosum agenezisinin otizmle ilişkili olduğu da gösterilmiştir (Stanfield). Bu nedenlerle mirror movement, şizofreni ve otizmin aynı genetik faktörleri paylaştığı sonucuna varılmıştır. Bu vaka yazında Mirror movement ve Enkoprezisin bir arada bildirildiği ilk vakadır.

P.021

Page 59: 19.Ulusal Kongre

59

Bir Çocuk Psikiyatrisi Polikliniğinde İzlenen, Yardımcı Üreme Teknikleri ile Dünyaya Gelmiş Hastaların

Özellikleri

*Burcu Özbaran, *Ülkü Akyol Ardıç, *Derya Demirkıran, *Serpil Erermiş, *Hande Kesikçi Ergin, *Saniye Korkmaz Çetin, *Eyüp Sabri Ercan, *Cahide

Aydın

*Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Giriş: Yardımcı üreme teknikleri (YÜT) geliştikçe bu yöntemlerle çocuk sahibi olan anne-baba sayısı da artmaktadır. Literatürde, YÜT ile doğmuş bebeklerde, doğum sonrası daha uzun süre hastanede kalma, çoğul gebelik oranlarının daha fazla olduğunu bildiren çalışmalar bulunmaktadır. Ruh sağlığı yönünden bakıldığında çalışmalardan elde edilen veriler birbiriyle oldukça çelişkilidir. Bu çalışmada, Mayıs 2008 – Şubat 2009 tarihleri arasında, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Anabilim Dalı’ndaki birim polikliniklerinde çeşitli psikiyatrik yakınma veya tanılarla izlenmekte olan, YÜT ile dünyaya gelmiş oldukları belirlenen, çocuk ve gençlerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Hastalar ve anne-babalarıyla yapılan ayrıntılı psikiyatrik görüşmede K-SADS kullanılmış, hastaların mental kapasiteleri değerlendirilmiş, aile özellikleri, anne yaşı, kardeş sayısı gibi sosyodemografik özellikler ve çocuğun fiziksel sağlık durumu kaydedilmiştir. Bulgular: Çalışma kapsamında 10 kız, 16 erkek toplam 26 çocuk değerlendirilmiştir. Çocukların yaş ortalaması 5.92±2.8; annelerin yaş ortalaması 37.91±4.4; babaların yaş ortalaması 43.29±4.7 yıldır. Evde en az 1 en fazla 2 çocuk yaşadığı; ailelerin %84.6’sının birlikte; %7.7’sinin boşanmış ve %7.7’sinde babanın ölmüş olduğu kaydedilmiştir. Annelerin doğum yapma yaşının ortalaması 32.9±3.8’dir. 9 çocuk ikiz eşidir. Hastaların psikiyatrik değerlendirmelerinde 4 çocuğun (%16.6) dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, 3 çocuğun (%12.5) yaygın gelişimsel bozukluk, 1 çocuğun (%4.1) otizm, 4 çocuğun (%16.6) yeme bozukluğu, 3 çocuğun (%12.5) anksiyete bozukluğu, 3 çocuğun (%12.5) obsesif kompulsif bozukluk, 1 çocuğun (%4.1) depresyon, 1 çocuğun psikojenik polidipsi (%4.1), 1 çocuğun (%4.1) fonolojik bozukluk ve 3 çocuğun (%12.5) hafif düzeyde gelişimsel geriliği olduğu görülmüştür. Hastaların 11’i (%42.35) psikofarmakolojik sağaltım ve destekleyici psikoterapi ile 6’sı (%23.1) özel eğitim ile ve 5’i (%19.2) ilaçsız psikoterapi yöntemleri ile izlenmiştir. Tartışma: YÜT ile doğmuş çocukların uzun dönem ruh sağlığı ile çalışmalar oldukça değişik sonuçlar vermektedir. Yöntemin olumsuz etkilerini vurgulayan çalışmaların yanı sıra, olumsuz etkisi olmadığını bildiren çalışmalar da mevcuttur. YÜT’nin Türkiye’deki çocuk ve gençlik ruh sağlığına etkilerini irdeleyecek kontrollü çalışmalara gereksinim bulunmaktadır.

P.022

Page 60: 19.Ulusal Kongre

60

Obsesif kompulsif semptomlarla başlayan prodromal psikoz: Bir olgu sunumu

*Dr. Bürge Kabukçu Başay, *Dr. Fırat Hamidi, **Dr. Cem Çınar, **Doç. Dr.

Baybars Veznedaroğlu

*Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. **Ege Tıp Fakültesi Psikiyatri A.D.

Giriş: Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) genellikle ergenlik ve çocukluk çağında başlayan tedaviye dirençli vakaların nadir olmadığı bir psikiyatrik rahatsızlıktır. Sıklıkla ergenlik döneminde başlayan bir başka rahatsızlık olan şizofreni; zaman zaman OKB’ ye benzer bir klinik görünümde ortaya çıkabilmektedir. Bunun yanı sıra, bazı şizofrenik hastalarda obsesif düşünceler ve kompulsif davranışların bulunması (şizo-obsesif bozukluk), bazen de içgörüsüz OKB hastalarının psikotik bulgular göstermesi, özellikle de çocukluk ve ergenlik döneminde ayırıcı tanı yapmayı güçleştirebilir. Olgu Sunumu: Bu yazıda, EÜTF psikiyatri servisinde obsesyon ve kompulsyonları nedeniyle iki kez ikişer aylık dönemlerle yatarak tedavi gören, yakınmaları okul öncesi dönemde başlamış ve son bir buçuk yıl içinde çok şiddetlenmiş olan, bu nedenle okula devam edemeyen 11 yaşında bir kız olgu ele alınmıştır. Olgunun obsesyonları ilk olarak cinsel ve dinsel doğada başlamış süreç içinde sayma ve biriktirme biçiminde obsesyon ve kompülsyonlar eklenmiştir. Öyküsünde henüz 2-3 yaşlarında iken giysilerine su damladığında annesine üzerini değiştirttiği, vazgeçirilemeyen tutturmalarının olduğu, oyun oynamayı sevmediği, pek fazla arkadaşlık kuramadığı, huzursuz bir çocuk olduğu belirtilmiştir. Olgunun çevreye ve kendine yönelik (başını duvara çarpma, kendini yere atma gibi) saldırgan davranışları olmuştur. Sebebini bilmediği korkuları olduğunu belirten hasta sık sık “İçim sıkılıyor, kendimi öldüreceğim” demiştir. SSRI monoterapisinden, trisiklik antidepresan kombinasyonundan yarar görmeyen hastanın tedavisine antipsikotik eklenmesiyle obsesyonları kısmi düzeyde azalmış, ancak izleminde yeniden şiddetlenmiştir. Bu dönemde birkaç kez işitsel ve görsel varsanı tarif eden hasta bir kez evden kaçmış ve nereye nasıl gittiğini bilmediğini belirtmiştir. Hastada, saldırganlık, dezorganize davranışlar, algısal bozukluk bulunması obsesyonlarla başlayan prodomal psikozu düşündürmüştür. Etkin doz ve sürede antipsikotik ve antidepresan kombinasyonundan yarar sağlanmaması nedeniyle Klozapin başlanmıştır. Tartışma: Birbirine benzer klinik bulguların görülebilmesi nedeniyle OKB- şizofreni ayırıcı tanısının yapılması güç olabilmektedir. Çocuk ve ergen hasta grubunda özellikle içgörünün olmadığı, sosyal uyum ve işlevsellikte belirgin biçimde bozulmaya yol açan dirençli obsesyon ve kompulsyonların görüldüğü olgularda psikotik bir süreç akılda tutulmalı, hastalar yakından, uygun tedaviyle izlenmelidir.

P.023

Page 61: 19.Ulusal Kongre

61

Bir Çocuk Psikiyatrisi Polikliniğinde İzlenen İki Dezintegratif Bozukluk Olgusu: Olgu Sunumu

*Dr. Caner Mutlu, *Yrd. Doç. Dr. Burak Baykara, **Doç. Dr. Semra Hız Kurul,

*Prof. Dr. Süha Miral

*Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. **Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nörolojisi B.D.

Giriş: Dezintegratif bozukluk, doğumdan sonraki ilk iki yıl içinde görünüşte normal bir gelişim olmasına karşın, 2- 10 yaş arasında daha önce kazanılan becerilerin önemli ölçüde yitirilmesi ile karakterize yaygın gelişimsel bozukluklardan biridir. Toplumdaki prevelansının 100000’ de 1.1 ile 6.4 arasında değiştiği ileri sürülmektedir. Erkeklerde kızlara göre 3-8 kat daha sık görülmektedir. Yöntem: Dokuz Eylül Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Anabilim Dalı polikliniğine başvurmuş olan 8 yaşında kız olgu ile 7 yaşındaki erkek olgu, çocuk psikiyatrisi, çocuk nörolojisi ve genetik anabilim dalları tarafından multidisipliner olarak ele alınmış ve Çocukluk Çağı Otizm Değerlendirme Ölçeği ile de değerlendirilmiştir. Bulgular: 8 yaşındaki kız olgunun 3 yaşından itibaren gelişim alanlarında progresif gerileme, verbal ve non verbal iletişimde belirgin gerileme, barsak ve mesane fonksiyon kaybı, motor stereotipiler, sosyal beceri kaybı olduğu öğrenilmiş ve klinik olarak gözlenmiştir. Çocuk nörolojisi tarafından değerlendirilen olguda EEG bozukluğu saptanmış, ancak metabolik açıdan bir sorun saptanmamıştır. 7 yaşındaki erkek olguda 2.5-3 yaş arasında üç kelimeli cümleler kurarken konuşma becerilerinin ve sosyal ilgisinin gerilediği, davranışsal uyumunun bozulduğu bildirilmiştir. Bu gelişimsel sorunların özellikle kardeş doğumu ardından hız kazanması dikkat çekicidir. Değerlendirmeler sonucunda her iki olguya dezintegratif bozukluk tanısı konmuştur. Tartışma: Dezintegratif bozukluk, nadir görülen bir bozukluk. Ancak olasılıkla gerçek prevalansından daha az tanılanmaktadır. Kliniğe başvuran, otistik bozukluk tanısı alan hastaların özellikle 0-2 yaş arasındaki gelişimlerinin daha ayrıntılı incelenmesi, regresyonun ayırt edilmesi ile dezintegratif bozukluk daha fazla tanılanabilir. Kliniğe başvuran bu olguların ayırıcı tanısının tartışılması, olguların bildirilmesi, farklı klinik özelliklerin ortaya konması ile literatüre katkıda bulunulabileceği kanısındayız.

P.024

Page 62: 19.Ulusal Kongre

62

Genç, Sporcu Bir Erkek Hastada Şiddetli Bradikardiyle Seyreden Anoreksiya Nervoza

* Uzm. Dr. Devrim Akdemir, *Dr. Hayati Sınır, *Doç. Dr. Berna Pehlivantürk,

**Uzm. Dr. Murat Şahin, **Prof. Dr. Alpay Çeliker

*Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. **Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Kardiyoloji B.D.

Giriş: Bradikardi sağlıklı ve spor yapan bireylerde hiçbir önemi olmaksızın görülebilmesine karşın sistemik ya da kardiyovasküler bir hastalığın bulgusu da olabilmektedir. Olgu Sunumu: Bu sunumda 16 yaşında, kalp hızında yavaşlama yakınması ile pediatrik kardiyoloji bölümüne başvuran ve daha sonra anoreksiya nervoza tanısı alan erkek bir hasta aktarılacaktır. Hasta başvurudan önce çocuk hastalıkları uzmanı tarafından bulantı ve yemek yemeye karşı isteksizlik nedeniyle değerlendirilmiş ve fizik muayenesinde bradikardi saptanarak pediatrik kardiyoloji bölümüne yönlendirilmiştir. Bulgular: Yapılan incelemelerde bradikardiyi açıklayacak hiçbir organik etyoloji bulunmamıştır. Ancak ciddi bradikardisi olması nedeniyle hastaya geçici kalp pili yerleştirilmiştir. Hastanın yatışı sırasında diyet ve aşırı egzersiz yapma öyküsünden dolayı çocuk ve ergen ruh sağlığı ve hastalıkları bölümünden konsültasyon istenmiştir. Psikiyatrik muayene ve klinik izlem doğrultusunda hastaya anoreksiya nervoza tanısı koyulmuştur ve hastanın tedavisi halen sürmektedir. Tartışma: Bu olgu, ciddi bradikardi etyolojisinde aşırı egzersiz ve diyet yapan genç hastalarda anoreksiya nervoza tanısının düşünülmesi ve bu hastaların ruhsal açıdan değerlendirilmesi gerektiğini düşündürmektedir.

P.025

Page 63: 19.Ulusal Kongre

63

01.01.2008–31.12.2008 tarihleri arasında Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi ve İnönü Üniversitesi Tıp

Fakültesi Çocuk Psikiyatri Polikliniklerine Cinsel İstismar Nedeniyle Adli Değerlendirme için Getirilen

Olguların Değerlendirilmesi

*Yrd. Doç. Dr. Didem Behice Öztop, **Yrd. Doç. Dr. Özlem Özel Özcan

*Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve hastalıkları A.D. ** İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve hastalıkları A.D.

Giriş: Cinsel istismar saptanması en zor olan, çoğunlukla bildirilmeyen ve gizli kalan, kısa ve uzun dönemli etkileri açısından önemli bir olaydır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, özellikle de çocuklar ruhsal örseleyici yaşantılara daha fazla maruz kalmalarına rağmen, ülkemizde kesinleşen ve resmiyet kazanan istismar olgularının sıklığı ve dağılımının yanı sıra istismara bağlı ruhsal travmaların sıklığı ve etkileri ile ilgili veriler de son derece kısıtlıdır. Bu çalışmada; Kayseri ve Malatya olmak üzere Türkiye’de orta Anadolu ve doğu Anadolu’yu temsil edebileceği düşünülen iki ayrı şehirdeki tıp fakültesi çocuk psikiyatri polikliniklerine adli rapor istemiyle başvuran çocukların sosyodemografik özellikleri psikiyatrik tanılarını belirlemek amaçlanmıştır. Yöntem: Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi ve İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatri Polikliniklerine 01.01.2007–31.12.2007 tarihleri arasında adli rapor düzenlenmesi amacıyla gönderilen cinsel istismara maruz kalmış 0-18 yaş arası çocuk ve ergen olgular; yaş, cinsiyet, eğitim, istismar tipi ve sıklığı ile DSM-IV tanı kriterlerine göre belirlenmiş psikiyatrik tanılar açısından retrospektif olarak araştırıcılar tarafından incelenmiştir. Analizlerde SPSS 15.00 İstatiksel Paket Programı kullanılarak deskriptif istatistikler yapılmıştır. Bulgular: Olgular en küçüğü 3 yaş 8 ay, en büyüğü 17 yaş 7 ay olan 89'u kız (% 70), 38'i( % 30) erkek toplam 127 çocuk ve ergenden oluşmaktadır. Cinsel istismarın tipi fiziksel temas içeren bedene cinsel amaçla dokunma şeklindeydi. DSM-IV tanı kriterlerine göre en sık belirlenen psikiyatrik tanılar travma sonrası stres bozukluğu, akut stres reaksiyonu ve uyum bozukluğu olarak belirlenmiştir Tartışma: Çalışmada yazınlarla uyumlu olarak kız çocuklarının daha fazla cinsel istismara maruz kaldığı ve çocukluk dönemi cinsel istismar ile ruhsal bozukluklar arasında güçlü bir ilişki olduğu belirlenmiştir. Bu nedenle çocuk ve ergen ruh sağlığı alanında çalışan uzmanların cinsel istismara bağlı oluşabilecek risk etmenlerini ve psikiyatrik bozuklukları da göz önüne alarak konuyla ilgilenmeleri ve istismara uğramış çocuk ve ergenleri yakından ve uzun süreli takip etmeleri gerekmektedir.

P.026

Page 64: 19.Ulusal Kongre

64

Otistik Bozukluklu Çocuklarda Müzik Terapisi

*Araş. Gör. Dr. Esra Güney,*Prof. Dr. Elvan İşeri,**Yrd. Doç. Dr. Oruç Rahmi Güvenç, ***Azize Andrea Güvenç, Erşan Çırak, ****Doç. Dr. Banu Çaycı,

****Araş. Gör. Dr. Burak Bahar, *Prof. Dr. Şahnur Şener, *****Tümata Grubu *Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

**Müzik Terapisti, ***Ergoterapist ****Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya A.D.

*****Yaşar Güvenç, Emre Başaran, Neslihan Öztürk, Gülten Urallı, Hande Odabaşı, Serap Çelik

Giriş: Müziksel aktivitenin otistik çocuklarda iletişimi, etkileşimi, motivasyonu artırma ve dikkati geliştirme ve sürdürmeyi sağlama yoluyla olumlu etkilerinin olduğunun bildirilmiştir. Müzik terapisi “terapistin, müziksel yaşantı ve hasta ile aralarında gelişen yakınlığı kullanarak hastanın sağlığını düzeltmesine yardımcı olduğu sistematik bir müdahale süreci” olarak tanımlanmaktadır. Psikolojik streslerden sonra rahatlatıcı bir müzik deneyiminin hipotalamik-hipofiz-adrenal aksın strese yanıtını azalttığı gösterilmiştir. Bu çalışmada, otistik bozukluklu çocuklarda müzik terapisinin etkinliğinin ve müzik terapisine nörohormonal yanıtların araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: GÜTF Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları bölümünde otistik bozukluk tanısı ile takip edilen 6-15 yaşlarında 10 olgu, 7 ay süreyle düzenli olarak müzik terapisine alınmıştır. Otistik bozukluk tanısı DSM-IV kriterleri; Otizmin şiddetini ise Çocukluk Otizmi Değerlendirme Ölçeği (ÇODÖ) ile belirlenmiştir. ÇODÖ terapi öncesi ve sonrası tekrarlanmıştır. Terapiden önce dil/sözel iletişim, sosyal etkileşim ve davranış alanlarında yaşadığı kısıtlılık ve güçlüklerin dereceleme skalası ebeveynler tarafından doldurulmuştur. Müzik terapi pentatonik özelliğe sahiptir (tar, kopuz, ney ve su sesi). Olgulardan iki kez (08.00, 12.30) alınan kan örneklerinde; kortizol, adrenalin, noradrenalin ve ACTH düzeylerine bakılmıştır. Bulgular: Çalışmada 6-15 yaşlarında 10 olgu değerlendirilmiştir. Ayda bir 5 saatlik süre ile 4-8 terapi seansı uygulanmıştır. Terapiden sonra ÇODÖ puanlarında anlamlı düşüş belirlenmiştir (p=0.008). Terapiden sonra dil/sözel iletişim (p=0.041), sosyal etkileşim (p=0.24) ve davranış (p=0.007) alanlarında anlamlı düşük saptanmıştır. Seans sayısı arttıkça, davranış skalasından puanların azaldığı görülmüştür (p=0.056; r=0.621). Terapi öncesi ve sonrası hiçbir hormon düzeyinde anlamlı fark bulunamamıştır. Tartışma: Bulgular müzik terapisinin hareketliliği ve basmakalıp-yineleyici davranışları azalttığını; karşılıklı sosyal etkileşimi ve sözel iletişimi arttırdığını destelemektedir. Olguların ortak etkinliklere katılımı, göz teması, anlamlı sözcük sayısı ve çevreye uyumunda artış olmuştur ve ÇODÖ’ye göre otistik belirtilerin şiddetinde anlamlı azalma saptanmıştır. Bizim çalışma bulgularımız müzik terapisinin otistik bozukluklu çocuklarda iletişim becerilerini artırdığını ve tekrarlayıcı davranışları azalttığını gösteren çalışma sonuçlarını desteklemektedir. Terapinin stres hormonları ile ilişkisi belirlenememiştir. Müzik terapisi, otistik bozukluğun tedavisinde özel eğitim desteği ve bireysel psikoterapilere eklenebilecek etkili bir terapi seçeneğidir.

P.027

Page 65: 19.Ulusal Kongre

65

Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Olan Çocuk ve Ergenlerde Ağır Duygudurum Düzensizliği Tanısı

*Dr. Esra Taşgın Çöp, *Prof. Dr. Füsun Çuhadaroğlu Çetin, **Psk. Dr.

Zepnep Tüzün

*Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. **Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastanesi Adolesan Ünitesi

Giriş: Ağır Duygudurum Düzensizliği (ADD, Severe Mood Dysregulation) çocuk ve ergen psikiyatrisi literatüründe yeni bir tanımlamadır. ADD, kronik irritabilite, öfke ve/ veya üzüntülü duygudurumun olduğu; uykusuzluk, fiziksel huzursuzluk, distraktibilite, giricilik gibi aşırı uyarılmışlık belirtileri ve olumsuz uyaranlara artmış tepkisellik ile karakterize bir durumdur. ADD’ nin, komorbid dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) ve karşıt olma karşı gelme bozukluğu (KOKGB)/ davranım bozukluğu (DB) ile bipolar bozukluk arasında bir tanı olduğu düşünülmektedir. Literatürde çocuklarda ADD’ de DEHB yaygınlığı ile ilgili çok az sayıda araştırma olmasına rağmen DEHB’ de ADD yaygınlığını araştıran bir çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmanın amacı klinik bir örneklemde DEHB’ de ADD yaygınlığının ve ADD’nin yönetici işlevler açısından saf ve komorbid DEHB’ den farkının araştırılmasıdır. Yöntem: 8-17 yaşları arasında ilk kez DEHB tanısı alan 95 çocuk ile K-SADS-PL ve KSADS-ADDM (Ağır Duygudurum Düzensizliği Modülü) kullanılarak yarı yapılandırılmış görüşmeler yapılmıştır. Bu örneklemden seçilen, ADD tanısı alan 10 çocuk, saf DEHB tanısı alan 33 çocuk ve KOKGB/DB tanısı alan 12 çocuktan oluşan üç grup, Wisconsin Kart Eşleme Testi (WKET) ve WISC-R ile değerlendirilmiştir. Bulgular: DEHB’ de ADD yaygınlığı %10.5 bulunmuştur. ADD grubunda KOKGB/DB (%80) ve anksiyete bozukluklarının (%60) yüksek oranda olduğu saptanmıştır. Gruplar arasında sözel, performans ve toplam IQ puanları açısından anlamlı bir fark gözlenmemiştir. WKET’ de, ADD olan çocuklarda KOKGB/DB olan gruba göre anlamlı olarak toplam hata sayılarının daha yüksek olduğu ve daha az sayıda kategori tamamladıkları bulunmuştur. Tartışma: ADD grubu DEHB+KOKGB/DB grubundan perseverasyon yatkınlıklarının daha fazla olması ile ayırt edilebilir.

P.028

Page 66: 19.Ulusal Kongre

66

Nörokognitif Test Bataryasında Metilfenidat Etkisi

*Doç. Dr. Eyüp Sabri Ercan, **Uzm. Psk. Öykü Mançe, ***Dr. Fatma Sibel Durak

*Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

**Özel Klinik ***Karşıyaka Devlet Hastanesi

Giriş: Nörokognitif testler aracılığıyla dikkat süresi ve dikkati kaydırma yeteneğinin değerlendirilebildiği bilinmektedir. Bu çalışmada amaç, DEHB olan çocuk ve ergenlerde Metilfenidat öncesi ve sonrasında gerçekleştirilen nörokognitif testler aracılığıyla Metilfenidat etkinliğinin değerlendirilmesidir. Yöntem: 6-18 yaşlarında, Çocuklar için Şizofreni ve Affektiv Bozukluklar için Tanı görüşmesi(K-SADS) ile DEHB tanısı almış 101 olgu çalışmaya alınmıştır. Olgulara bilgisayar ortamında uygulanan nörokognitif test bataryası metilfenidat öncesi ve metilfenidat uygulamasından 1 saat sonra uygulanmıştır. Bu batarya sözlü bellek, görsel bellek, parmak tıklatma, sembol rakam kodlama, stroop, dikkat kaydırma ve sürekli performans testlerinden oluşmaktadır. Sonuçlar altı puan türünde verilmektedir. Nörobilişsel indeks, tüm testlerin, bellek puanı sözlü ve görsel bellek testlerinin; psikomotor hız, parmak tıklatma ve sembol rakam kodlama testlerinin; tepki verme zamanı, stroop testin; bütüncül dikkat puanı, sürekli performans testi, stroop test ve dikkat kaydırma testlerinin; bilişsel uyum puanı, ise dikkat kaydırma testinin ortalaması alınarak hesaplanmaktadır. Sonuçlar: Metilfenidat öncesi ve sonrasında nörokognitif testlerde bellek dışında ön-test ve son-test arasında anlamlı farklılık olduğu bulunmuştur (p<.001). Nörobilişsel indeks puanı ( t= - 10.12, df= 95, p<.001), psikomotor hız puanı ( t= -9.09, df= 99, p<.001), tepki verme zamanı puanı ( t= - 5.31, df= 99, p<.001), bütüncül dikkat puanı ( t= - 11,26 df= 99, p<.001) ve bilişsel uyum puanı ( t= - 11.20, df= 95, p<.001) metilfenidat sonrası anlamlı olarak artış göstermiştir. Olguların bellek puanı tam tersi yönde metilfenidat sonrası düşüş göstermiştir. Buna sebep olarak hafızalarında tutmaları gereken kelime ve şekillerin son testte değişmesine rağmen, olguların ön testte ezberletilenleri işaretleme eğilimi göstermeleri olabilir. Sadece dikkat eksikliği olan olgularla DEHB bileşik tanı almış olguların ön-son test puan değişimi açısından fark bulunmamıştır. Tartışma: Daha önce çoğunlukla Kuzey Amerika kökenli çalışmalarda DEHB’li olguların nörokognitif performanslarında metilfenidatla artış olduğu gösterilmiştir. Bu araştırmada Türkiye’ deki DEHB tanılı olgularda da metilfenidatla nörokognitif performansta anlamlı düzeyde artış olduğu gösterilmiştir. Ölçüm araçları tedavinin gidişini objektif olarak değerlendirmesi açısından klinisyene yardımcı olmak adına önem taşımaktadır.

P.029

Page 67: 19.Ulusal Kongre

67

Yatarak Tedavi Gören Ergenlere İzlemde Neler Oluyor?

*Uzm. Dr. Fatma Varol Taş, *Yrd. Doç. Dr. Taner Güvenir

Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve hastalıkları A.D.

Giriş: Yataklı servislerde tedavi gören çocukların ve ergenlerin taburcu olduktan sonraki tedavi süreçleri büyük önem taşımaktadır. Ancak yazında bu alanda yapılmış çalışmaların kısıtlı olduğu görülmektedir. Çalışmalarda hastanede yatarak tedavi görmenin önemli düzelmeler sağladığı bildirilmektedir. Bu çalışmanın amacı, Türkiye’ de az sayıda bulunan çocuk ve ergen ruh sağlığı yataklı birimlerinden biri olan servisimizdeki tedavinin etkinliğini, hastaların taburculuktan sonraki süreçlerini değerlendirerek saptamaktır. Yöntem: Çalışma, DEÜTF Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Servisi’ nde en az iki hafta yatarak tedavi gören ve taburculuğunun üzerinden 6 ay-1 yıl geçmiş olan hastalarla, Şubat 2008 - Ocak 2009 tarihleri arasında yapılmıştır. Çalışma kapsamında hastalar yeniden çağrılıp değerlendirilmiştir. Hastanın taburculuk sonrasındaki tedavisi, izlem süreci, risklerindeki değişimleri, akran, aile ve okul alanlarındaki ilişkileri ve işlevselliği değerlendirilmiştir. Ayrıca her hastaya Çocuklar için Genel Değerlendirme Ölçeği (CGAS) uygulanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS Windows 11.0 paket programı kullanılmıştır. İstatistiksel değerlendirmede frekans analizleri ile bağımlı gruplarda t-testi yapılmıştır. Bulgular: Çalışma ölçütlerini karşılayan 56 hasta olmuştur. 6 (%10.7) hasta gelmeyi kabul etmemiş, 4 (%4.1) hastaya ise ulaşılamamıştır. Görüşmeye gelen 46 (%82.1) hastanın verileri değerlendirilmiştir. Hastalar 11-19 yaş (ort: 16.2±1.6) aralığındadır. Hastanede kalış süresi 26-136 gün arasında değişmekte olup ortalama 81.3±24.1 gündür. Taburculuk sırasındaki durum ile çalışma kapsamında görüşmelerin yapıldığı zamandaki durum karşılaştırıldığında; bireysel psikopatoloji alanında hastaların kendileri %78.3 (36 hasta), aileler %76.1 (35 hasta) ve hekimler %78.3 (36 hasta için) oranlarında “oldukça/kısmen iyileşti” olarak değerlendirmişlerdir. Yatıştaki CGAS ortalama puanları 40.6±8.8, taburculuktaki 60.7±9.0, görüşme sırasındaki 65.1±11.7’ dir. Yapılan istatistiksel değerlendirmede her üç ölçüm arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.05). Tartışma: Çalışmanın bulguları, serviste yatarak tedavi gören ergenlerin büyük bir çoğunluğunda psikiyatrik hastalıklar, aile ilişkileri ve işlevselliğin diğer alanlarında belirgin düzelmeler görüldüğünü göstermektedir. Bulgularımız yazındaki taburculuk sonrası izlem çalışmalarının bulguları ile de uyumludur. Bu değerlendirme sonuçları kısıtlı sayıdaki yataklı tedavi hizmetlerinin yaygınlaşmasına yardımcı olabilir ve ortak tedavi protokolleri geliştirilmesine ışık tutabilir.

P.030

Page 68: 19.Ulusal Kongre

68

Ergenlerde Somatizasyon ile İlişkili Ailesel Etmenler

*Feryal Çam Çelikel, **Kerim Münir, *Birgül Elbozan Cumurcu, *İlker Etikan

*Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri A.D. **Children's Hospital Boston, Harvard Medical School

Giriş: Ergenlerde somatizasyona etki eden ailesel etmenler hakkında yeterli çalışma yoktur. Bu çalışmanın amacı ergenlerde psikosomatik belirti sıklığını etkileyen ailesel etmenleri belirlemek ve hangi yapısal ve işlevsel etmenlerin etkili olduğunu araştırmaktır. Bu etmenler gençlerin cinsiyetine ve yaşadıkları yere göre ayrı ayrı incelenmiştir. Yöntem: Tokat ilinde okuyan 8. sınıf öğrencilerinden yaşları 13 ile 16 arasında değişen 269’u kız, 273’ü erkek, toplam 542 öğrenci (ort±SD=14.14±0.58) ve ailesine Belirti Tarama Listesi (SCL90R) ve Aile Değerlendirme Ölçeği (FAD) uygulandı. Somatik belirti düzeyi SCL90R’nin somatizasyon alt ölçeği (SCL90R-1) ile ölçüldü. Değişkenler, ailesel etmenler (sosyoekonomik düzey, ailedeki çocuk sayısı, ailenin büyüklüğü) ve anne-babaya dair özellikler (eğitim düzeyleri) olarak iki gruba ayrıldı. Bulgular: Tüm örneklemde (n=542), SCL90R-1 düzeyi, FAD’ın yedi boyutu ile de pozitif korelasyon gösterdi (p<0.05 ya da p<0.001). Grup kızlar (n=269) ve erkekler (n=273) olarak ikiye ayrıldığında, iki grup gençte de somatik sıkıntı ile FAD alt ölçeklerinden yalnızca Duygusal Tepki Verebilme arasında korelasyon gözlenmedi (r=0.098, p=0.114 ve r=0.120, p=0.054, sırasıyla). Grup köy (n=210) ve kent (n=332) yerleşimliler olarak ayrı ayrı incelendiğinde, Problem Çözme (r=0.172, p=0.014) ve Duygusal Tepki Verebilme (r=0.158, p=0.025) alt ölçekleri yalnızca köyde yaşayan gençlerde; İletişim (r=0.224, <0.001) ve Gereken İlgiyi Gösterme (r=0.114, p=0.105) alt ölçekleri ise kentte yaşayan gençlerde somatizasyon belirleyicileri olarak saptandı. Ergenlerdeki somatik belirti bildirimi ile ailenin sosyoekonomik düzeyi, ailedeki çocuk sayısı ya da anne-baba eğitim düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki gözlenmedi. Tartışma: Bulgularımız, gençlerdeki somatik belirti düzeyi ile ailenin işlevsel özellikleri arasındaki ilişkiyi vurgulamakta ve somatizasyonu ele alırken, ergenin bireysel özelliklerinin yanı sıra ailesel etmenlerin de dikkatlice değerlendirmesi gerektiğini ileri sürmektedir.

P.031

Page 69: 19.Ulusal Kongre

69

Madde Kullanım Bozukluğu Olan Ergenlerin, Sağlıklı Ergen ve Bağımlı Erişkinlerle Özsaygı, İçselleştirilmiş

Damgalanma ve Ruhsal Belirti Şiddeti Açısından Karşılaştırılması

*Dr. Fırat Hamidi, *Dr. Bürge Kabukçu Başay, **Yrd. Doç. Dr. Zeki Yüncü, ***Prof. Dr. Hakan Coşkunol, *Prof. Dr. Cahide Aydın

*Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. ** Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Bağımlılık Merkezi (EGEBAM)

***Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri A.D. Giriş: Bu çalışmada MKB’ u olan ergenlerle sağlıklı ergenlerin ve MKB’ u olan erişkinlerin içselleştirilmiş damgalanma, öz saygı ve ruhsal belirti şiddeti açısından karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: EGEBAM’ da MKB tanısıyla izlenen 20 ergen, EÜTF Psikiyatri kliniği, bağımlılık servisinde yatarak tedavi gören 20 erişkin ve çevre bir liseye devam eden ve daha önce herhangi bir psikiyatrik tanı almamış, MKB’ u olmayan 20 sağlıklı ergen çalışmaya alınmıştır. Olgulardan Sosyodemografik Veri Formu, Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği (RBSÖ), Kısa Semptom Envanteri (KSE) ve Ruhsal Hastalıklarda İçselleştirilmiş Damgalanma Ölçeğini (RHDİ) doldurmaları istenmiştir. Olgular sosyodemografik özellikler ve ölçek ve alt ölçeklerden aldıklar puanlar açısından karşılaştırılmıştır. İstatiksel analiz’ de SPSS 13.0 paket programı kullanılmıştır. İstatiksel anlamlılık hesaplanmasında sürekli değişkenler için Kruskal Wallis, ikili grup karşılaştırılırken Mann Whitney U test, kategorik değişkenler için Çapraz Tablo ve Ki Kare Testi kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılan ergenlerin (MKB ve sağlıklı, n=40) yaş ortalaması 15.7±1.7, erişkinlerin yaş ortalaması 42.5±9.6’ dir (n=20). İRHDÖ toplam puanı bağımlı ergen grupta en yüksek bulunmuştur (ortalama puan; bağımlı ergen: 66.15, sağlıklı ergen: 55.32, bağımlı erişkin: 60.00). 3 grup arasındaki bu fark istatiksel olarak anlamlıdır (X²=6.462, df=2, p=0.040, Kruskal Wallis nonparametrik test). İkili grup karşılaştırılması yapıldığında bağımlı ergen grup ile sağlıklı ergen grup arasında anlamlılık elde edilmiştir (Mann Whitney U=100.000, p=0.011). Bağımlı erişkin grup ile bağımlı ergen grup arasındaki fark istatiksel anlamlılık düzeyinde bulunmamıştır (Mann Whitney U=138.000, p=0.093). Gruplar arasında RBSÖ- benlik saygısı alt ölçeği açısından ve KSE toplam puanı açısından anlamlı bir fark saptanmamıştır. (X²=2.250, df=2, p=0.325; X²=1.741, df=2, p=0.419, Kruskal Wallis nonparametrik test). Tartışma: Çalışmada MKB olan ergenlerde içselleştirilmiş damgalanma sağlıklı ergenlere göre daha fazla bulunmuştur. Bu durum, MKB’ u olan ergenlerin daha az sosyal destek almalarına ve tedaviye ulaşım güçlüğüne neden olabilir. Ayrıca çalışma, istatiksel anlamlılık düzeyinde olmamakla birlikte MKB’ u olan ergenlerin kendilerin MKB’ u olan erişkinlere göre daha fazla damgalanmış hissettiklerini göstermiştir.

P.032

Page 70: 19.Ulusal Kongre

70

Genç Kızlarda Depresif Bozukluk ve Adet Döngüsü İlişkisi

*Doç. Dr. Fisun Akdeniz, ** Prof. Dr. Müge Tamar, **Uzm. Dr. Burcu

Özbaran, **Yrd. Doç. Dr. Tezan Bildik

* Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatrisi A.D. ** Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

Giriş: Üreme çağı boyunca, kadınların büyük bölümünde adet kanamasından önceki günlerde farklı şiddette psikolojik ve / veya bedensel belirtiler ortaya çıkmaktadır. Genç kızlarda üreme hormonlarının nörotransmitterler üzerinde düzenleyici etkisi olduğu ve hormon dalgalanmalarının dolaylı olarak ruhsal yakınmalara yol açtığı düşünülür. Bu çalışmada, depresif bozukluk tanısı olan kızlarda depresyon, öfke ve fiziksel belirtilerden oluşan toplam adet öncesi sorun şiddetinin (DRSP toplam puanı) adet öncesi (Luteal evre) ve sonrası (Folliküler evre) dönemlerde değişip değişmediğini belirlemek amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya DSM-IV’e göre Depresif Bozukluk tanısı olan ve antidepresan tedavisi düzenlenen, en az 2 yıldır düzenli adet gören 22 ergen ve 25 sağlıklı kontrol grubu alınmıştır. Hasta grubunda 2–6 ay, kontrol grubunda 2 ay süre ile ileriye dönük olarak, kendilerinin doldurduğu Sorun Şiddeti Günlük Kayıt Çizelgesi (DRSP) kullanılmıştır. Beck Depresyon Envanteri (BDE) adet kanamasından 2 gün önce ve 7. Gününde doldurulmuştur. Bulgular: Hasta ve kontrol grubunda sırasıyla yaş ortalaması 16.5±0.7 ve 16.3±0.7 yaş, menarş yaşı 12.6±1.0 ve 12.6±1.0 yaş, Adet döngü süresi ve adet kanama süresi sırasıyla hasta grubunda 28.5±1.6 ve 5.6±1.7 gün iken, kontrol grubunda, 28.7±2.1 ve 5.2±1.2 gün olarak bulunmuştur. Premenstrüel Sendrom hasta grubunda %40,9, kontrol grubunda %28 sıklıktadır (p=0.351). İkinci (p=0.031) ve beşinci adet döngülerinde (p=0.002); DRSP toplam puanın, Luteal evrede, foliküler evreden anlamlı biçimde yüksek saptanmıştır. Beşinci (p<0.036) ve altıncı (p<0.011) adet döngülerinde luteal evrede ki BDE ortalamaları folüküler vereden anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Tartışma: Çalışmamızda, Depresif bozukluğu olan kızlarda adet dönemlerine göre belirti dalgalanmaların olduğu ve DRSP ve BDE’ye göre depresif bozukluk şiddetindeki artış olduğu gösterilmiştir. Depresif bozukluğu olan hasta grubunun altı aylık izleminde, DRSP toplam puanları 5 ay boyunca adet öncesi dönemde, adet sonrasından yüksek bulunmuştur. Çalışma sırasında özkıyım girişimlerinin (3 olguda) tümü adet öncesi döneme rastlamıştır. Depresif bozukluğun tedavi ve izlemi sosyal etmenlerin yanı sıra, fizyolojik bir etmen olan adet döngüsünü de dikkate almak yararlı olabilir.

P.033

Page 71: 19.Ulusal Kongre

71

Kemik İliği Nakli Olan Çocuklarda ve Annelerinde Travma Sonrası Stres Bozukluğu

*Dr. G. Tekeli, *Yrd. Doç. Dr. Çığıl Fettahoğlu, *Doç. Dr. Esin Özatalay,

**Prof. Dr. Akif Yeşilipek

*Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. **Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Hematoloji B.D.

Giriş: Bu araştırmada Kemik iliği nakli (KİT) olan çocuklarda ve annelerinde Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) öncelikli olmak üzere diğer psikopatolojilerin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kök Hücre Transplantasyon Ünitesi’ nde nakil olmuş 5-18 yaş arası 27 çocuk ve ergen ile anneleri çalışmaya dahil edilmiştir. Kontrol grubunu ise bilinen psikiyatrik ve tıbbi rahatsızlık öyküsü bulunmayan, yaş ve cinsiyet açısından hasta grubu ile eşleştirilmiş 28 çocuk ve ergen ile anneleri oluşturmuştur. Hasta ve kontrol grubundaki çocuklardaki mevcut psikopatolojileri Okul Çağı Çocukları için Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi-Şimdi ve Yaşam Boyu Versiyonu (K-SADS-PL) ile TSSB belirtileri ve bu belirtilerin şiddetleri ise Çocuklar için Travma Sonrası Stres Tepki Ölçeği(CPTSD-RI) ile değerlendirilmiştir. Çocukların annelerinde psikiyatrik belirtiler için Ruhsal Belirti Tarama Listesi (SCL-90), TSSB için Klinisyen Tarafından Uygulanan Travma Sonrası Stres Bozukluğu Ölçeği (CAPS) kullanılmıştır. Bulgular: Hasta çocukların %67’ sinde mevcut en az bir psikopatoloji saptanırken, sağlıklı kontrollerde ise bu oran %54’ dür. KIT olan çocuklarda sağlıklı yaşıtlarına göre sadece Anksiyete Bozukluğu daha fazla görülmektedir (p<0.05). CPTSD-RI’ ye göre KIT olan çocuklarda (N=5 %18,5) klinik anlamlı düzeyde TSSB görülme oranı sağlıklı yaşıtlarından (n=0) daha yüksektir (p=0.004). Hasta çocukların annelerinin kontrol annelere göre daha fazla anksiyete, obsesyon, kişiler arası duyarlılık ve fobi belirtileri olduğu ve bu belirtiler nedeniyle kontrol annelere göre daha fazla sıkıntı yaşadıkları saptanmıştır (p<0.05). Ayrıca bu annelerde kontrol annelere göre daha fazla oranda TSSB bulunmaktadır (p<0.02). Tartışma: Bu çalışmada KIT olan çocuklarda anksiyete bozukluklarının ve travmaya bağlı belirtilerin sağlıklı yaşıtlarına göre daha fazla görüldüğü saptanmıştır. Benzer şekilde bu çocukların annelerinde de genel olarak anksiyete ile ilişkili belirtiler ve TSSB daha fazla görülmektedir. Bu sonuçlar, hastalar tarafından yaşam kurtarıcı olarak kabul edilen kemik iliği naklinde hem hastanın hem de yakınlarının psikiyatrik sorunlar açısından takip edilmeleri gerektiğine işaret etmektedir.

P.034

Page 72: 19.Ulusal Kongre

72

Suisidal Girişimi Olan Ergenlerde Benlik İmgesi ve Aile Etkeni

*Uzm. Dr. Gonca Çelik, **Dr. Veli Yıldırım, **Dr. Özge Metin, ***Yrd. Doç. Dr.

Ayşegül Yolga Tahiroğlu, **Doç. Dr. Fevziye Toros, ***Prof. Dr. Ayşe Avcı, *Çoc. Gel. Uzm. Aylin Örgen, *Sosyolog İffet Karayazı

*Mersin Devlet hastanesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Birimi **Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve hastalıkları A.D.

***Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve hastalıkları A.D. Giriş: Ergenlik dönemi pek çok ruhsal hastalık başlangıcı için riskli bir dönemdir. Suisid girişiminde kendilik gelişimi, aile ve çevre ile olan iletişim kadar gencin bireysel özellikleri de etkilidir. Bu araştırmada psikiyatrik tanılar, benlik imgeleri ve ailelerin evlilik uyumunun suisid girişimi ile ilişkisi araştırılmıştır Yöntem: 2008 Şubat ve 2009 Şubat ayları arasında Mersin Devlet Hastanesi ve Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlıkları A.D. suisid girişimi ile başvuran ergen hastalar sosyodemografik verileri, offer benlik imgesi, evlilik uyum ölçeği, STAI-1-2, Beck depresyon ölçekleri ile değerlendirildi Bulgular: 1 yılda başvuran olgulardan 16 sı (%25) erkek; 48’i (%75) kız hasta idi. Olguların yaş ortalamaları 15,5±1,7, en sık özkıyım şekli 51 (%79,7) ile ilaç alma olarak belirlendi. En sık görülen ruhsal bozukluklar 23 hasta (%35,9) duygudurum bozuklukları,15 hasta yıkıcı davranım bozukluklarıydı. Erkeklerde yıkıcı davranım bozuklukları, kızlarda ise duygudurum bozuklukları daha fazla olmak üzere cinsiyete göre tanı grupları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0,004). Offer benlik imgesi 288; evlilikte uyum ölçeği ortalaması: 40, beck depresyon ortalaması: 17, STAİ-1: 41, STAİ-2: 38,5 puan olarak belirlendi. Tartışma: Literatür bilgileri ile uyumlu olarak ergenlik dönemindeki suisidal girişimlerin aile, akran ve diğer psikososyal etkenlere bağlı olabileceğini ve olgulara bütüncül bir yaklaşım gerektiği sonucuna varılmıştır.

P.035

Page 73: 19.Ulusal Kongre

73

Çocukluk Çağı Somatizasyonu-Ağrı Yakınması

*Dr. Gülseren Keskin, **Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Bilge

*Ege Üniversitesi Atatürk Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu **Ege Üniversitesi İzmir Atatürk Sağlık Yüksek Okulu

Giriş: Somatizasyon bireyin fiziksel yetersizlik semptomlarını bir hastalıkmış gibi yorumlayıp tekrarlayıcı bir şekilde tıbbi yardım arama davranışını ifade eder. Herhangi bir tıbbi hastalıkla açıklanamayan somatik şikayetler, çocuklarda oldukça yaygındır ve ciddi seyreder. Pediatri kliniğine başvuran okul çağı çocuklarının %20’ sinde somatizasyon tanımlanmıştır. Bir çalışmada 12-16 yaşları arasındaki kızların %10.7’si, erkeklerin %4.5’inde somatizasyon tespit edilmiştir. Bu çalışmada somatizasyonun çocuklardaki boyutunun değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: 1990-2009 arasındaki literatür taranarak somatizasyon ve çocuk ilişkini değerlendiren makaleler incelenmiştir. Bulgular: Çocukluk çağı somatizasyonu sıklıkla yıkıcı ve tekrarlayıcı fiziksel stres ve ağrı ile kendini gösterir. Karın ağrısı ve baş ağrısı en fazla şikayet edilen ağrılardır. Ağrı yakınmaları dışında baş dönmesi, bulantı, yorgunluk en sık görülen belirtilerdir. Nedenleri biyopsikososyal modelle daha kolay anlaşılabilmektedir. Bu modelde biyomedikal, psikolojik, sosyal faktörler somatik şikayetlerin algılanışını açıklar. Stres ve negatif duygulanım psikolojik deneyimlerle ilgili reaksiyonlar, biyolojik parametreleri etkileyerek kalp hızını, dolaşımı ve kas gerginliğini arttırır. Klinik araştırmalar stresin tekrarlayıcı ağrıyı ortaya çıkaran major risk faktörlerinden olduğunu ortaya koymuştur. Çocuğun yaşantısı, yaşıtları ile tedirgin edici ilişkileri, çocuk için birer stresördür. Okul çevresi, yaşıtları tarafından çocuğun taciz edilmesi çocukta tekrarlayıcı ağrıyı ortaya çıkaran faktörlerdendir. Stresör strese karşı geliştirilen reaksiyonu tetiklerken bilinçdışında bu reaksiyon bilinçli hale getirilir ve stresin algılanışı farklılaşır, stresin üzeri somatik semptomlarla örtülür. Çocuklarda psikosomatik şikayetlerden üzüntü, sinirlilik ve irritasyonun hızla arttığı bildirilmiştir. Aynı zamanda somatizasyon akademik ve sosyal işlevleri, aile ilişkilerini bozabilir. Somatik yakınmalar anksiyete bozuklukları, depresyon ve düşük benlik saygısıyla birlikte seyreder. Özelikle çocukluk çağı baş ağrıları yetişkinlik çağındaki psikiyatrik ve fiziksel morbiditeyi arttırmaktadır. Kognitif davranışçı yaklaşımlarla çocuğun baş etme stratejileri geliştirilerek somatoform hastalıklarla baş etmesi sağlanabilir. İçsel kontrol sistemi ile sosyal dışarılamayı başarabilir. Sosyal dışarılama ile diğerlerinin yanında kendini güçlü hissetmesini, semptomlarını kontrol etmesini sağlayabilir. Tartışma: Ebeveynleri ile birlikte farkındalığı arttıracak psikodinamik yaklaşımlar çocuğun adaptif olmayan baş etme mekanizmasını ortadan kaldırabilecektir.

P.036

Page 74: 19.Ulusal Kongre

74

Seksüel Saldırı Mağduru Mental Reartde Olguların Psikiyatrik Değerlendirilmesi

*Yrd. Doç. Dr. Hakan Kar, *Doç. Dr. Nursel Gamsız Bilgin, *Doç. Dr. Halis

Dokgöz, *dr. Ali Metin, **Doç. Dr. Toros Fevziye

*Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp A.D. **Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

Giriş: Mental retarde olguların ve özellikle çocuk ve adolesan çağdaki olguların seksüel saldırıya maruz kalma olasılığının normal popülasyona nazaran oldukça yüksek olduğu bilinmektedir. Cinsel saldırı mağduru mental retarde olguların psikiyatrik değerlendirilmesinde problemlerle karşılaşılmaktadır. Yöntem: Çalışmamızda 2007-2008 yılları arasında Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı cinsel saldırı birimine başvuran seksüel saldırı mağduru mental retarde olguların psikiyatrik değerlendirme sonuçlarının ortaya konularak Türk Ceza Kanunu açısından tartışılması amaçlanmıştır. Bulgular: Çalışmamızda 12 olgunun 5’i hafif mental retarde, 2’si hafif / orta mental retarde, 3’ü orta mental retarde, 2’si ağır mental retarde olarak tespit edilmiştir. Yaşlarına göre yapılan erişkin ve çocuk psikiyatrisi konsültasyonları neticesinde; 5 hafif mental retarde olgunun 3’ünde ve 2 hafif / orta mental retarde olgunun 1’inde olaya bağlı psikopatoloji geliştiği tespit edilmiş olup, orta ve ağır mental retarde olguların hiçbirinde olaya bağlı psikopatoloji saptanamadığı belirtilmiştir. Tartışma: Özellikle orta ve ağır mental retarde olguların durumları itibariyle, Türk Ceza Kanunu’nda cezayı şiddetle ağırlaştırıcı bir düzenleme olan “suçun sonunda mağdurun beden ve ruh sağlığının bozulması hali”nden faydalanamadıkları görülmektedir. Bu mağduriyetin önüne geçilmesi için yeni yasal düzenlemelerin yapılması bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.

P.037

Page 75: 19.Ulusal Kongre

75

Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Olgularında Anne Babaların Çocuklarına İlişkin Belirti

Bildirimlerinin Uyumluluğu

*Dr. Hasan Kandemir, *Uzm. Dr. Kağan Gürkan, *Dr. Ömer Faruk Akça, *Prof. Dr. Ayla Aysev

*Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

Giriş: Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) çocukluk çağının sık görülen nöropsikiyatrik bozukluklarındandır. Tanısal güvenilirliğin sağlanması için klinik değerlendirme sırasında çoklu kaynaklardan edinilen davranış ve belirtilere ilişkin bilgilerin kullanılması önem taşımaktadır. Bu çalışmada klinik başvurusu olan DEHB’li çocukların anne babalarının çocuklarının belirti şiddetlerine yönelik bildirimlerinin uyumluluğunun incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Yaşları 7-17 arasında değişen, Ankara Üniversitesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu ve Özgül Öğrenme Bozuklukları Birimi’ne 2008 yılında ardışık olarak başvuruda bulunan 64 çocuk çalışmaya katılmıştır. DEHB tanısı iki çocuk ve ergen psikiyatristi tarafından DSM-IV-TR ölçütlerine göre konulmuştur. Anne ve babalar Conners derecelendirme ölçeklerini doldurmuşlardır. Bağımsız örneklem t testi ile anne ve babaların bildirimlerine göre alt ölçek puanları arasındaki ilişki saptanmış, Pearson bağıntı analizi kullanılarak ise aralarındaki bağıntı incelenmiştir. Bulgular: DEHB’li çocukların yaş ortalaması 10.83±2.32’dir. Annelerin yaş ortalaması ve eğitim süreleri babalara göre anlamlı olarak düşüktür ( p>0.05). Conners alt ölçek puanları açısından karşı gelme alt ölçeği puanları annelerde anlamlı olarak yüksek iken (p=0.042), diğer alt ölçek puanları arasında fark bulunmamıştır ( p>0.05). Anne baba Conners alt ölçek puanlarının bütün alanlarda (dikkatsizlik, karşıt olma-karşı gelme ve hiperaktivite) anlamlı olarak iyi derecede bağıntı gösterdiği saptanmıştır (r>0.5, p<0.05). Tartışma: Birimimize başvuran bir grup çocuk ve ergenin anne babalarının belirti şiddet ölçümleri büyük oranda uyumludur. Annelerin karşı gelme puanlarındaki anlamlı yüksekliğin annelerin aile içindeki rolüyle ilişkili olabileceği düşünülmüştür. Çoğul kaynaklardan elde edilen bilgilerde farklı noktaların bulunması, DEHB’li çocuk ve ergenlerin değerlendirilmesinde çoklu kaynaklardan alınan bilgilerle karar verilmesinin önemli olduğunu düşündürmektedir.

P.038

Page 76: 19.Ulusal Kongre

76

Özgül Öğrenme Güçlüğü Eğitsel Tedavi Grupları İçin İdeal Süre Ne Olmalıdır?

*Uzm. Psk. İlkiz Altınoğlu Dikmeer, *Çoc. Gel. Uzm. Gönül Erdoğan,*Psk. Başak Alpas, *Psk. İrem Öker Aycan, *Psk. Belgin Üstün, *Hemş. Semiha

Uyaroğlu, *Hemş. Nuray Yıldırım, *Prof. Dr. Ayla Soykan-Aysev

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. Giriş: Özgül Öğrenme Güçlüğü (ÖÖG)belirtileri nedeniyle AÜTF Çocuk Ruh Sağlığı Polikliniğine başvuran çocuklar eğitsel tedavi gruplarına alınmaktadır. Bu grupların ekonomi ve verimlilik açısından değerlendirilmesi için aynı program 8 ve 12 haftalık dönemler halinde uygulanmıştır. Yöntem: 8 ve 12 haftalık gruplara katılan çocukların okuma hızları, yazı hataları ve ebeveynlerin bildirdiği ÖÖG belirtileri grup öncesinde ve sonrasında değerlendirilmiş, gruplar arası karşılaştırmalar yapılmıştır. Bulgular ve Tartışma: Bulgular ilgili yazın ışığında tartışılmıştır.

P.039

Page 77: 19.Ulusal Kongre

77

Renal Transplantasyon Sonrası Çocukluk Çağı Psikozu: Bir Buçuk Yıllık Takip

*Dr. İsmet Esra Zeytinci, **Dr. Esra Güney, ***Prof. Dr. Şahnur Şener

*Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri A.D.

**Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. Giriş: Şizofreni tablosunun 18 yaşından önce başlaması erken başlangıçlı şizofreni olarak bilinmektedir. Erken başlangıçlı şizofreni daha fazla organik etyoloji ve daha kötü prognoz ile seyretmesi açısından erişkin tip şizofreniden ayrılır. Son yıllarda organ nakli birçok son dönem organ yetmezlikli hasta için yaygın olarak kullanılır hale gelmiştir. Transplanta hazırlanan hastaların psikiyatrik açıdan değerlendirilmesi ve takibi hastanın uyumunu artırır. Burada 14 yaşında bir hastada renal transplant sonrası başlayan bir psikoz olgusu bildirilmektedir. Olgu Sunumu: 14 yaşında kız. Üç yıl önce kronik böbrek yetmezliği tanısı alan ve hastalığının 14. ayında kadavradan renal transplantasyon geçirdikten sonrası içe kapanma, duygulanımda anhedoni, sosyal etkileşimde azalma belirtileri gözlenerek takip önerildi. immün sistemi baskılayıcı tedavi olarak mycophenolate 180+360 mg 2x1, sirolimus 1mg 3x1 ve prednizolon günaşırı 5 mg kullanmaktaydı. Bir ay sonra ki değerlendirmede depresif özellikli uyum bozukluğu tanısı ile sertralin 25 mg, risperidon 0.5 mg tedavi başlandı. Transplantasyonun üçüncü ayında hastanın psikotik belirtileri gözlenerek sertralin kesildi. Organik olmayan psikoz tanısıyla risperidon dozu günlük 3 mg’a kadar çıkıldı. Yaklaşık 5 ay sonra yeterli fayda görmemesi üzerine bu tedavi Olanzapin 10 mg ile değiştirildi. 10 aydır kısmi remisyonda takibi sürmektedir. Tartışma: Erken başlangıçlı şizofreni tanısı ile takip edilen hastalarda organik beyin hasarı sıktır. Bizim olgumuzda belirgin bir organik beyin hasarı saptanmamış olmakla birlikte organ nakli gibi bir major cerrahi sonrasında ortaya çıkmış olması öncelikli olarak deliryum ve diğer organik beyin sendromlarını akla getirmiştir. Her hangi bir dönemde hastada bilinç ve oryantasyon değişikliği olmaması ve MR görüntülemede patoloji saptanmaması nedeniyle bu tanılar dışlanmıştır. Hastamızın kullanmakta olduğu immunsupresan tedavilerden prednizolon dışındaki tedavilerin psikiyatrik sorunlarla ilişkilerine dair bir veri saptanmadı. Kullanılan prednizolon dozunun düşük olması ve takipte dozunun azaltılmasına rağmen psikiyatrik belirtilerin artarak devam etmesi psikotik belirtilerin ilaç ile ilişkili olmadığını düşündürmüştür. Nakil hastalarının seçiminde mutlaka ayrıntılı psikiyatrik değerlendirme yapılmalıdır.

P.040

Page 78: 19.Ulusal Kongre

78

Metilfenidat Tedavisi Alan DEHB’li Çocuklarda Depresyon, Anksiyete, Obsesif Kompulsif Belirtiler

ve Yaşam Kalitesindeki Değişim

*Uzm. Dr. Kağan Gürkan, **Dr. Ayhan Bilgiç, ** Serhat Türkoğlu, *Do. Dr. Birim Günay Kılıç, *Prof. Dr. Ayla Aysev, *Prof. Dr. Runa Uslu

*Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. **Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

Giriş: Bu çalışmada Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) olan çocuklarda metilfenidat (MPH) tedavisi ile depresyon, anksiyete ve obsesif/kompulsif belirtilerde ve yaşam kalitesinde bir değişim olup olmadığının belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Ardışık olarak başvuruda bulunan DSM-IV-TR’ ye göre DEHB tanısı konmuş ve daha önce tedavi almamış, 8-14 yaş aralığındaki 45 çocuk ve ergen çalışmaya katılmıştır. MPH tedavisi sırasında başlangıçta, birinci ve üçüncü ayda anne-baba, öğretmen ve çocuk özbildirim ölçeklerine göre DEHB belirtileri, depresyon, anksiyete, obsesif/kompulsif belirtiler ve yaşam kalitesindeki değişimler incelenmiştir. Üç farklı zamanda toplanan veriler tekrarlı ölçümler varyans analizi ile değerlendirilmiştir. Varyans analizi sonrası ikili karşılaştırmalarda Bonferroni düzeltmesi kullanılmıştır (anlamlılık düzeyi p<0.017). Bulgular: Anne-baba ve öğretmen bildirimlerine göre dikkat eksikliği ve hiperaktivite/impulsivite puanları üç aylık MPH tedavisi sırasında anlamlı olarak azalmıştır (p< 0.017). Depresyon (p=0.004), sürekli anksiyete (p=0.000) ve kontrol obsesyon/kompulsyonları (p=0.001) puanlarında da anlamlı bir azalma meydana gelmiştir. Durumluk anksiyete (p>0.017), kuşku, temizlik ve yavaşlık obsesyon/kompulsyonlarındaki (p>0.05) azalma anlamlı değildir. Anne-baba bildirimlerine göre yaşam kalitesi ölçeğinin psikososyal (p=0.001) ve toplam (p=0.009) alt ölçek puanlarında, çocuk bildirimlerine göre ise toplam (p=0.001) alt ölçek puanlarında anlamlı bir artış saptanmıştır. Anne-baba fiziksel sağlık alt ölçeği ve çocuk fiziksel sağlık ve psikososyal alt ölçeklerindeki azalma anlamlı değildir (p>0.05). DEHB belirtilerindeki değişim kontrol edilerek tekrarlı ölçümler varyans analizi tekrarlandığında sonuçlardaki anlamlı düzelmeler anlamını yitirmiştir (p>0.05). Tartışma: Çalışmamızın bulguları DEHB’li çocuk ve ergenlerde MPH tedavisi ile depresyon, sürekli anksiyete belirtilerinde ve kontrol obsesyon/kompulsyonlarında azalma ve yaşam kalitesi puanlarında artış olabileceğini ve bu iyileşmenin DEHB belirtilerindeki düzelmeye ikincil olduğunu düşündürmektedir.

P.041

Page 79: 19.Ulusal Kongre

79

Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Olgularının Anne Babalarında Hiperaktivite Belirtileri ve Olumsuz

Yaşam Olayları

*Uzm. Dr. Kağan Gürkan, **Dr. Ömer Faruk Akça, *Dr. Hasan Kandemir, *Prof. Dr. Ayla Aysev

*Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

Giriş: Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) çocukluk çağının en sık nöropsikiyatrik bozukluğu olup, yüksek oranda kalıtılabilirlik göstermektedir. Bu nedenle psikiyatrik başvuruda bulunan DEHB’li çocukların anne babalarında da bu belirtiler gözlenmektedir. Bu çalışmada klinik başvurusu olan DEHB’li çocukların anne babalarında DEHB belirtilerinin sıklığının belirlenmesi ve okuldan atılma, işten çıkarılma ve boşanma gibi olumsuz yaşam olaylarının ne oranda olduğunun ortaya çıkarılması amaçlanmıştır. Yöntem: Ankara Üniversitesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu ve Özgül Öğrenme Bozuklukları Birimi’ne 2008 yılında ardışık olarak başvuruda bulunan 64 çocuk çalışmaya alınmıştır. DEHB tanısı klinik görüşme ve derecelendirme ölçekleri yardımıyla iki çocuk ve ergen psikiyatristi tarafından DSM-IV-TR ölçütlerine göre konulmuştur. Anne babaların DEHB belirtileri Wender-Utah Derecelendirme Ölçeği (WUDÖ) ile taranmıştır. Anne babalara araştırıcılar tarafından geliştirilmiş okuldan atılma, iş değiştirme, suç işlemeye bağlı hüküm giyme ve boşanma gibi olumsuz yaşam olayları hakkında bilgi toplayan bir anket formu uygulanmıştır. Bulgular: Olguların 51’i erkek (%79.7) 13’ü (%20.3) kız yaş ortalaması 10.83±2.32’dir. WUDÖ’ye göre annelerin toplam belirti puan ortalaması 16.88±12.78; babaların ortalaması 21.09±11.97 ve aradaki fark anlamlı değildir ( p>0.05). Kesme noktası olan 46’nın üstünde yer alan olguların oranı açısından anlamlı fark yoktur (p>0.05). Hiçbir anne babada okuldan atılma saptanmazken, sadece bir baba okulda iken disiplin cezası aldığını bildirmiştir. Ortalama eğitim süreleri annelerde 8.77±3.36, babalarda 10.06±3.34 yıldır (p=0.034). Hiçbir anne baba işten atılmadığını bildirirken, 7 anne ve 10 baba son 5 yılda en az bir kez iş değiştirmiştir. 5 (%7.8) ailede boşanma olduğu bildirilmiştir; TÜİK verilerine göre 2007 yılında boşanma hızı %0.134’dür. Hiçbir anne babada hapse girme ya da hüküm giyme bildirilmemiştir. Tartışma: DEHB’li çocuk ve ergenlerin anne babalarında da DEHB belirtileri saptanmakla birlikte tanısal kesim noktasını aşanların oranı azdır. Boşanma oranlarının klinik başvurusu olan bu grupta yüksek olduğu görülmüştür. Bu konuda daha geniş örneklemli çalışmalara gereksinim vardır.

P.042

Page 80: 19.Ulusal Kongre

80

Yasak-Sevi Olgusunda Asılsız Bildiri

*Uzm. Dr. Kayhan Bahalı, **Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Yolga Tahiroğlu, **Prof.

Dr. Ayşe Avcı

*Mersin Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Çocuk psikiyatri Birimi **Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

Giriş: Yasak-sevi (ensest), yasal olarak evlenmelerine izin verilmeyen kişiler arasındaki cinsel ilişki olarak tanımlanmaktadır. Cinsel istismarın önemli bir alt grubudur. Cinsel istismar ve sonuçları çocuk ve ergen ruh sağlığı hizmetlerinin önemli bir parçasıdır. Bu konuda çalışan uzmanlar asılsız istismar bildirimleri ile de karşılaşabilmektedir. Asılsız bildirim olgularında sağaltım, etik ve adli sorunlar en önemli güçlüklerdir. Bu yazıda cinsel saldırı yakınması ile polikliniğimize başvuran, yasak-sevi olarak izleme alınan ve izleminde asılsız bildiri olduğu ortaya çıkan olgunun değerlendirme süreci sunulmuştur. Olgu Sunumu: F, 16 yaşında, lise birinci sınıf öğrencisidir. Mutsuzluk, ilgi-istek kaybı, ders başarısında düşme yakınmaları olan hasta abisinin yineleyen cinsel saldırıları nedeniyle polikliniğimize başvurmuştur. Yapılan psikiyatrik değerlendirme sonucunda, izlemine karar verilerek, Adana Oğuz Kağan Köksal Gençlik Merkezi’ ne alınmıştır. Tartışma: Asılsız bildirimin değerlendirilmesinde yaşanan güçlükler mevcut literatür ışığında tartışılmıştır.

P.043

Page 81: 19.Ulusal Kongre

81

Okul Reddi Olan Çocuk ve Ergenlerin Ailesel Özellikleri

*Uzm. Dr. Kayhan Bahalı, **Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Yolga Tahiroğlu, **Rrof.

Dr. Ayşe Avcı, ***Doç. Dr. Gülşah Seydaoğlu

*Mersin Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Çocuk psikiyatri Birimi **Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

***Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik A.D. Giriş: Bu çalışmada okul reddi yakınması olan çocukların ailesel özelliklerinin değerlendirilmesi ve okul reddi gelişiminde ailesel özelliklerin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Okul reddi yakınması olan 55 çocuk ve ana babası çalışmaya alınmış, benzer yaş ve cinsiyette çocukları ve ailelerini içeren kontrol grubuyla karşılaştırılmıştır. Ana-babalara sosyodemografik bilgi formu, Beck Depresyon Ölçeği, Toronto Aleksitimi Ölçeği, Durumluk-Sürekli Bunaltı Ölçeği ve Ruhsal Belirti Tarama Listesi uygulanmıştır. Verilerin değerlendirilmesi ki-kare ve Mann Whitney U testi ile yapılmıştır. Bulgular: Annesi ev hanımı ve eğitim düzeyi düşük olan çocuklarda, çalışan ve eğitim düzeyi yüksek annelerin çocuklarına göre anlamlı olarak daha sık okul reddi görülmüştür (p<0,0001). Okul reddi grubundaki ana-babaların bunaltı, depresyon ve aleksitimi düzeyleri kontrol grubuna kıyasla daha yüksek bulunmuştur (sırayla: p<0,0001, p<0,0001, p<0,005). Ruhsal belirti tarama listesine göre, okul reddi grubundaki ana-babalarda, daha fazla ruhsal belirti saptanmıştır (p<0,0001). Ana-baba tarafından çocuğa fiziksel şiddet uygulanması (OR: 9,2 [% 95 GA, 3,2-26,4]; p<0,0001); annede (OR: 9,4 [% 95 GA, 1,1-77,6]; p=0,014), babada (OR: 9,2 [% 95 GA, 2,0-42,8]; p<0,001) ya da çocukta (OR: 5,8 [% 95 GA, 2,3-14,5]; p<0,0001) bedensel hastalık öyküsünün olması; annede (OR: 2,4 [% 95 GA, 1,9-3,1]; p<0,0001), babada (OR: 8,0 [% 95 GA, 1,0-67,6]; p=0,026) ya da geniş ailede (OR: 13,1 [% 95 GA, 2,9-60,0]; p<0,0001) ruhsal hastalık varlığının okul reddi gelişimi için risk etmeni olduğu saptanmıştır. Tartışma: Genetik ve çevresel etmenler, çocuk ve ergenlerde, okul reddi gelişimine katkıda bulunmaktadır. Bu nedenle okul reddi gelişimine katkıda bulunan etmenlerin saptanarak gereken önlemlerin alınması, sağaltım sürecinde, klinisyenlere kolaylık sağlayacaktır.

P.044

Page 82: 19.Ulusal Kongre

82

Anne Sütü Alma Süresi ile 1-4 Yaş Dönemi Psikiyatrik

Sorunları Arasındaki İlişki

*Yrd. Doç. Dr. Koray Karabekiroğlu, *Yrd. Doç. Dr. Seher Akbaş, *Arş. Gör. *Dr. Gökce Nur Taşdemir

*Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

Giriş: Anne sütü ile beslenmenin bebeğin hastalanma ve ölüm oranlarını belirgin olarak azalttığı bilinmektedir ve çocuklardaki çeşitli psikiyatrik sorunları azaltabileceği öngörülmektedir. Bu çalışmada erken çocukluk dönemindeki sağlıklı toplum örnekleminde, anne sütü alma süresi ile psikiyatrik sorunların, özellikle de beslenme ve uyku sorunlarının ilişkisini incelemeyi amaçladık. Yöntem: Samsun ilini temsil edecek şekilde sağlık ocakları aşılama kliniklerine ailesi eşliğinde başvuran 12-42 ay arasındaki çocuklara ulaşmak amacıyla, tüm ilçeler kırsal ve kentsel nüfus oranlarına göre katmanlanmış ve her bir sağlık ocağında çalışmaya dahil edilecek çocukların sayısı belirlenmiştir. Çalışmaya yaşları ortalama 25,76±7,80 (12-42) ay olan toplam 376 çocuk dahil edilmiştir. Anneler Kısa 1-3 Yaş Sosyal Duygusal Değerlendirme Ölçeği’ni (K-1/3-SDD-TR) ve Çocuk Davranış Değerlendirme Ölçeği’ni /2-3 (ÇDDÖ-2/3) doldurmuşlardır. Bulgular: Katılımcılar anne sütü alma sürelerine göre gruplandıklarında, 2 aydan daha kısa süre ve 24 aydan daha uzun süre anne sütü alanların ÇDDÖ-2/3 toplam puan ve K-1/3-SDD-TR psikiyatrik sorun (PS) puanlarının anlamlı olarak daha yüksek olduğu ve bu gruplarda özellikle yeme sorunlarının daha fazla olduğu görülmüştür. Ayrıca, K-1/3-SDD-TR PS puanı subklinik kesme değerinden yüksek olma durumu ile ilişkili etkenleri incelemek için yapılan lojistik regresyon analizinde, anne ve babanın yaşları ve eğitim sürelerine ek olarak anne sütü alma süresinin de psikiyatrik sorun düzeyi ile anlamlı bir ilişki içinde olduğunu ortaya konmuştur (X 2 = 26.47, df= 7, N=337, p<.001) Tartışma: Bu çalışmanın bulguları genel olarak incelendiğinde anne sütü alma süresinin özgül bir etken olarak, çocuklarda ruhsal sorunların düzeyi, özellikle de yeme sorunları ile ilişkili olduğu görülmüştür. 2 aydan daha kısa ya da 24 aydan daha uzun süre anne sütü almanın bir psikososyal risk etkeni olarak görülebileceğine dair kanıtlar elde edilmiştir.

P.045

Page 83: 19.Ulusal Kongre

83

Kronik Baş ağrısı Olan Çocuklarda Psikiyatrik Eş Tanılar

*Dr. Mehmet Fatih Ceylan, *Dr. Esra Güney, **Prof. Dr. Ayşe Serdaroğlu,

*Prof. Dr. Elvan İşeri, **Uzm. Dr. Ebru Arhan

*Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. **Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nörolojisi A.D.

Giriş: Bu çalışmada Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nörolojisi Biriminde baş ağrısı nedeniyle izlenen hastaların komorbid psikiyatrik hastalıklar açısından incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Ocak 2008-Mayıs 2008 tarihleri arasında polikiniğe başvuran 7-18 yaş arası 44 baş ağrısı yakınması nedeniyle izlenen hastaya DSM-IV ölçütlerine göre yapılandırılmış görüşme ve “Okul Çağı Çocukları İçin Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi-Şimdi ve Yaşam Boyu Versiyonu” (Schedule for Affective Disorders and Schizophrenia for School Age Children-Present and Lifetime version =K-SADS-PL) uygulandı. Bulgular: Kronik baş ağrısı ile başvuran 44 hastanın %40.9’u (n=18) psikiyatrik tanı almamıştır. Tek bir psikiyatrik tanı alan hastaların %43.2’sine (n=19) anksiyete bozukluğu, %4.5’ine (n=2) DEHB, %2.3’üne (n=1) depresyon tanıları konmuştur. Komorbid psikiyatrik tanı olarak da hastaların %9.1’i (n=4) depresyon-anksiyete idi. Baş ağrısı hastalarında tekli ve ikili tanılar bir arada değerlendirildiğinde toplamda %52.3 (n=23) anksiyete bozukluğu, %11.4 (n=5) depresyon, %4.5 (n=2) DEHB tanısı bulunmuştur. Tartışma: Bu çalışmada baş ağrısı nedeniyle izlenen hastalarda depresyon ve anksiyete bozukluğunun yaygın olduğu saptanmıştır. Çocuk nörolojisi polikliniklerinde sık görülen kronik baş ağrılarında eşlik eden komorbid psikiyatrik tanıların bilinmesi bu bozukluğu olan çocuklarda tedaviye katkı sağlayacak ve yaşam kalitelerini arttıracaktır.

P.046

Page 84: 19.Ulusal Kongre

84

Epilepsisi Olan Çocuklarda Psikiyatrik Eş Tanılar

*Araş. Gör. Dr. Mehmet Fatih Ceylan, *Araş. Gör. Dr. Esra Güney, **Prof. Dr. Ayşe Serdaroğlu, *Prof. Dr. Elvan İşeri, **Uzm. Dr. Ebru Arhan

*Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

**Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nörolojisi A.D. Giriş: Bu çalışmada Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nörolojisi Biriminde epilepsi nedeniyle izlenen hastaların komorbid psikiyatrik hastalıklar açısından incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Ocak 2008-Mayıs 2008 tarihleri arasında polikiniğe başvuran 7-18 yaş arası 30 primer jeneralize epilepsi hastasına DSM-IV ölçütlerine göre yapılandırılmış görüşme ve Okul Çağı Çocukları İçin Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi-Şimdi ve Yaşam Boyu Versiyonu (Schedule for Affective Disorders and Schizophrenia for School Age Children-Present and Lifetime version =K-SADS-PL) uygulandı. Bulgular: Epilepsi hastalığı nedeniyle başvuran 30 hastanın, %50’si (n=15) hiçbir psikiyatrik tanı almamıştır. Tanı alanların %33.2’si (n=10) tek bir psikiyatrik tanı almıştır. Bunların %16.6’sında (n=5) anksiyete bozukluğu, %13.3’ünde (n=4) depresyon , %3.3’ünde dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) saptanmıştır. Epilepsi hastalarının %16.7’si ise ikili psikiyatrik tanı almıştır. Bunlar sırasıyla DEHB-depresyon (%6.7, n=2) , DEHB-anksiyete (%6.7, n=2), depresyon-anksiyete (%3.3, n=1) idi. Epilepsi hastalarında tekli ve ikili psikiyatrik rahatsızlıklar birlikte değerlendirildiğinde %26.6’sı(n=8) anksiyete bozukluğu, %23.3’ü(n=7) depresyon, %16.7’si (n=5) DEHB tanısı almıştır. Tartışma: Bu çalışmada baş ağrısı ve epilepsi nedeniyle izlenen hastalarda depresyon, anksiyete ve DEHB yaygın olduğu saptanmıştır. Çocuk nörolojisi polikliniklerinde sık görülen epilepsi hastalarında eşlik eden komorbid psikiyatrik tanıların bilinmesi bu bozukluğu olan çocuklarda multidisipliner yaklaşımla daha kaliteli hizmet sunulmasını sağlayacak ve yaşam kalitelerini arttıracaktır.

P.047

Page 85: 19.Ulusal Kongre

85

Travma ve Cinsel Kimlik Bozukluğu: Olgu Sunumu *Araş. Gör. Dr. Mehmet Fatih Ceylan, *Araş. Gör. Dr. Esra Güney, *Prof. Dr.

Elvan İşeri, *Prof. Dr. Şahnur Şener

*Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Giriş: Cinsel kimlik bozukluğu (CKB), kendi cinsiyetinden rahatsız olma, karşı cinsten olma isteği veya ısrarlı bir biçimde karşı cinsiyetle özdeşim kurma ile seyreden bir klinik durumdur. Bu olguda, kız hastada, çocukluk çağı boyunca kronik olarak travmaya uğrayan ve belirtileri ergenlik çağında başlayan CKB olgusundan bahsedeceğiz. Olgu Sunumu: 15 yaşında kız hasta, 3 kız kardeşin en küçüğü, lise 1. sınıfta okuyor. Annesinden alınan bilgiye göre son 2 senedir belirgin olarak saçlarını sürekli kısa kestirme, devamlı pantolon ve gömlek giyme, etek, külotlu çorap, südyen gibi kız kıyafetleri giymeme, daha çok erkeklerle oynama, kendine “Bay X” adını koyma ve komşunun bir kızından hoşlanma şikâyetleriyle annesi tarafından kliniğimize getirildi. Hastanın genel görünümü bebek yüzlü erkek tipindeydi ve depresifti. Kendisinden alınan bilgiye göre babası tarafından kendisinin ve annesinin sürekli dövüldüğünü ablalarının ise babası tarafından evlenene kadar birkaç kez cinsel tacize de uğradığını belirtti. Fakat kendisi cinsel tacize uğramamıştı. Özellikle küçükken babasının ayaklarının altını tornavida ile deldiği olayı sürekli “flashback” şeklinde gözünün önüne geldiğini belirtmektedir. Büyüyünce polis olmak istediğini, annesini bu hayattan kurtaracağını ve babasına muhtaç olmadan annesiyle birlikte yaşayacağını belirtmektedir. Hasta cinsel kimliğinden bahsedilince belirgin disfori yaşadı. Hastaya DSM-IV kriterlerine göre CKB, travma sonrası stres bozukluğu ve depresyon tanıları kondu. Aile öyküsünde baba şizoafektif bozukluk ve alkol bağımlılığı; annede depresyon vardı. Tartışma: Bu olguda anne ve çocuk babadan sürekli şiddet gören, çaresiz bir konumdaydı. İki ablası gerek fiziksel gerekse birkaç kez olan cinsel istismardan dolayı erkenden evlenerek bir nevi baskılardan kurtulmuşlardı. Evde adeta hiç yüzü gülmemiş annesini farkında olmadan bu hayattan kurtarmaya çalışan ikame koca rolüne bürünmüştü. Ayrıca annesi, ablaları gibi sürekli ezilen bir cinsiyet karakterindense daha güçlü erkek modelini benimsemişti. Erkek cinsel kimliğini benimserken “polis” olmak istemesi kendisini ve annesini koruyabileceği daha güçlü bir karakter olarak düşünmüş olabilir. Bu vakada CKB oluşmasında kendisine, annesine ve ablalarına uygulanan travmanın hastalığın etiyolojisinde önemli olduğunu düşünmekteyiz.

P.048

Page 86: 19.Ulusal Kongre

86

Risperidon Tedavisinin Çocuk ve Ergenlerde Lipit Profiline Etkileri

*Mehmet Gökşin Karaman, *Esra Özdemir, *Nihal Yurteri, *Ayten Erdogan

*Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları

A.D.

Giriş: Atipik antipsikotiklerin, kilo artışı ve lipit profil değişikliklerini içeren metabolik yan etkilere neden oldukları bilinmektedir. Bu araştırmada, normoglisemik çocuk ve ergen psikiyatri hastalarında risperidon kullanımının lipit profili üzerine olan etkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya herhangi bir psikiyatrik bozukluk için risperidon kullanılan 5-15 yaş arası 54 hasta dahil edilmiştir. Çalışmada, araştırmanın başlangıcından önceki 2 hafta içerisinde lipit profilini değiştiren ilaç kullanımının olması, diyabet, dislipidemi veya kardiyovasküler hastalıkların bulunması dışlama kriterleri olarak alınmıştır. Araştırmaya alınan hastaların, risperidon kullanılmadan önceki ve tedavinin 4. haftasındaki LDL Kolesterol, HDL Kolesterol, Total Kolesterol ve Trigliserid düzeyleri değerlendirmeye alınmıştır. Bulgular: TC, TG ve LDL düzeylerinde baseline düzeylere göre artış tespit edildi. Cinsiyet, yaş ve hastalık tanılarının TC, TG ve LDL düzeyleri üzerinde herhangi bir etkisi saptanmadı. Tartışma: Bu çalışma verileri risperidon tedavisi ve dislipidemi arasında ilişki olabileceğine işaret etmektedir. Çalışmanın kısa dönem tedavi sonuçlarını değerlendirmesi ve cros sectional olması kısıtlılık olsa da, bu sonuçlar risperidon tedavisi ile lipit parametrelerinde değişik olabileceğine işaret etmesi açısından önemlidir.

P.049

Page 87: 19.Ulusal Kongre

87

3-5 Yaş Grubunda Kurum Bakımındaki Çocuklarda Ruhsal Hastalık Sıklığı ve İlişkili Etmenler

*Dr. Muhammed Ayaz, **Dr. Şaziye Senem Başgül, *Doç. Dr. Işık Karakaya, *Yrd. Doç. Dr. Şahika Gülen Şişmanlar, *Dr. Ahmet Yar, *Dr. Ekrem Şentürk,

*Dr. Sema Dikmen

*Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. **Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Çocuk Psikiyatri Birimi

Giriş: Kurum bakımının çocuklardaki olumsuz etkilerinden söz edilmektedir. Bu çalışmada kurum bakımında yaşayan 3-5 yaş aralığındaki çocukların ruhsal bozukluk sıklığını saptamak, ilişkili etmenleri araştırmak, toplum ve klinik örneklem verileri ile karşılaştırmak amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışma grubu Kocaeli ilinde kurum bakımındaki 3-5 yaş arasındaki tüm çocuklardan, klinik örneklem KOÜ Çocuk Psikiyatrisi Polikliniğine başvuran çocuklardan, toplum örneklemi ise bir başka çalışmanın verilerinden rasgele olarak oluşturulmuştur. Her grubun denekleri yaş ve cinsiyet açısından eşleştirilmiştir. Çocukların sosyodemografik bilgileri çalışmacı tarafından hazırlanan bir form aracılığı ile toplanmış ve ebeveyn ya da kurum bakımındaki çocuklar için çocukla en fazla zaman geçiren bakımveren tarafından Erken Çocukluk Envanteri-4 ölçeği doldurulmuştur. Bulgular: Çalışmaya her bir grupta 34 çocuk olmak üzere toplam 102 çocuk alınmıştır. Gruptaki çocukların yaş ortalaması 4.3±0.75 (min:3, max: 5)’ dir. Her grupta 18 erkek (%52.9) ve 16 kız (%47.1) yer almaktadır. Gruplar deneklerin aldıkları en az bir ruhsal hastalık tanısı açısından karşılaştırıldığında, klinik örneklemde hastalardan 26’sı (% 76.5), kurum çocuklarından 22’si (%64.7), saha örnekleminde çocuklardan 16’ sı (% 47.1) en az bir ruhsal hastalık tanısı almıştır. Aradaki fark istatistiksel olarak anlamlıdır. Kurum çocuklarında Bağlanma Bozukluğu ve Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu(Dikkatsizliğin Önde Geldiği Tip) görülme sıklığı diğer iki gruptan, Karşıt Olma Karşı Gelme Bozukluğu ve Davranım Bozukluğu saha örnekleminden daha yüksek bulunmuştur. Tartışma: Çalışmamızın sonucunda kurum bakımındaki çocuklarda klinik örneklem düzeyine yakın oranlarda ruhsal bozukluk bildirilmiştir. Sonuçlarımız kurum bakımındaki çocukların ruh sağlığının korunması açısından önemli adımların atılması gerektiğini düşündürmüştür.

P.050

Page 88: 19.Ulusal Kongre

88

WISC-R Kısa Form Uygulaması

*Nagehan Demiral, **Mediha Korkmaz, *İnci Altıntaş, *Prof. Dr. Cahide Aydın

*Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

**Ege Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü Giriş: Kısa form geliştirme isteğinin ardında bulunan en temel faktör zaman sınırlılıkları olmaktadır. Kısa test formlarının geliştirilmesi psikometrik anlamda öncelikli olarak bir geçerlik sorunudur. Kısa form ile kazanılan zaman, kaybedilen geçerlik olmamalıdır. Test kısa formlarını geliştirmede: a) madde seçme yaklaşımı b) alttest seçme yaklaşımı olmak üzere iki temel model vardır (Watkins, 1986).Kısa test formu geliştirmek aynı zamanda uzun test formunu da daha etkin, verimli ve yeterli de yapabilmektedir (Donders, 1997). Yöntem: Bu çalışmanın amacı, Türkiye adaptasyonu 1988 yılında tamamlanan WISC-R’ın bir kısa formunun oluşturulmasıdır. Elde edilen verilere alttest seçme yaklaşımı kullanılarak kısa form incelemeleri yapılacaktır. Örneklem 2005-2008 yılları arasında, İzmir ilinde yüksek zeka düzeyindeki çocukların tanılama sürecinde yer alan yaş ranjı 7-12 aralığında olan toplam 596 denekten oluşmaktadır. Bulgular: Örneklemin genel zeka düzeyleri sözel, performans ve tüm IQ için 100-145 IQ aralığındadır (ortalamanın 3 standart sapma üzerinde).100-115 IQ aralığında örneklemin %18’i, 116-130 IQ aralığında örneklemin %58’i ve 131-145 IQ aralığında %23’ü bulunmaktadır. Örneklemin %43’ü kız ve %57’si erkek çocuklardan oluşmaktadır. Sözel IQ ortalaması=123, performans IQ ortalaması= 120 ve tüm IQ ortalaması=123,85’tir. Tüm örneklemde sözel IQ ve tüm IQ korelasyonu 0,81(p<.01), performans IQ ve tüm IQ korelasyonu 0.80(p<.01) derecesindedir. Tüm sözel IQ ile en yüksek korelasyon değerleri genel bilgi (.63), benzerlik (.61) ve yargılama (.62 ) alttestlerindedir. Performans IQ ile en yüksek korelasyon değerleri küplerle desen(.63), parça birleştirme (.63) ve resim tamamlama (.53) alttestlerindedir.

P.051

Page 89: 19.Ulusal Kongre

89

Çocuk Uyku Alışkanlıkları Anketi Geçerlilik ve Güvenilirlik Çalışması

*Dr. Neşe Perdahlı Fiş, *Ayşe Arman, **Pınar Ay, **Ahmet Topuzoğlu,

*Ayşegül Selcen Güler, *Sebla Gökçe İmren, ***Refika Ersu, *Prof. Dr. Meral Berkem

*Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh sağlığı ve Hastalıkları A.B

**Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı A.D. ***Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Göğüs Hastalıkları B.D.

Giriş: Bebeklik, erken çocukluk, okul çağı ve ergenlik dönemlerinin tümünde çeşitli uyku sorunlarına sık rastlanılmaktadır. Uykunun çocukların büyüme ve gelişiminde önemli etkisi olduğu bilinmektedir. Tıpkı yetersiz uyku gibi, aşırı uykululuk halinin de çocuklarda öğrenme güçlükleri ile bağlantılıdır. Standardize edilmiş, ölçekler sınırlı sayıda olup pek çok yayında çocukların uyku sorunları ebeveyn temelli anketlerde tanımlanmaya çalışılmıştır. “Children’s Sleep Habits Questionnaire” (CSHQ), çocukların uyku alışkanlıklarını ve uyku ile ilişkili zorluklarını araştırmaya yönelik tasarlanmıştır. Bu anketin önemli bir özelliği Uluslararası Uyku Bozuklukları Sınıflandırma Sistemi (ICSD) temel alınarak hazırlanmış olmasıdır. Bu çalışmada Çocuk Uyku Anketi-kısaltılmış formunun Türkçe geçerlik ve güvenilirliğinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Ölçek 30 öğrenciye 15 gün arayla iki defa uygulanmıştır. Geçerlilik aşamasında ise İstanbul da çok aşamalı örnekleme yöntemiyle belirlenen 11 ilçeden toplam 70 ilköğretim okulundan 1,2,3 ve 4. sınıf öğrencilerinin ebeveynleri sosyodemografik bilgi formu ve Çocuk Uyku Alışkanlıkları Anketini (ÇUAA) doldurmuştur. Anket sorularını tamamlayan 1749 olgunun verileri incelenmiştir. Bulgular: Güvenilirlik: İç tutarlılık Cronbach alfa katsayısı 0.78 olarak bulundu. Ölçeğin 15 gün içindeki test tekrar test ortalamaları, ortanca ve persantilleri, arasında istatistiksel anlamlılık yoktu (p>0.05) ve korelasyon katsayısı r:0.81 olarak saptandı (p<0.001). Geçerlilik: Katılımcıların %50.8’ i kız, %49.2’ si erkekti (ortalama yaş 8.2±1.2). Yapısal geçerliliği değerlendirmek amacıyla ölçek toplam puanı cinsiyet, yaş, sosyoekonomik düzey (SED) açısından analiz edildi. Cinsiyet ve yaş açısından uyku toplam puanları benzerdi. SED düştükçe uyku ölçeği puanlarının artıyordu (p<0.001). Hareketlilik, dikkatsizlik, sinirlilik, kavgacılık, kurallara uymama gibi davranış sorunları; ayrıca üzüntü, mutsuzluk, endişe, korku, bedensel sorunlar gibi etmenler artmış ÇUAA puanlarıyla ilişkiliydi (p<0.001). Tartışma: Bulgular DEHB, davranım bozukluğu gibi davranış sorunlarının ve depresif, anksiyete ve bedensel yakınmaların uyku sorunlarıyla ilişkisini bildiren yazın bilgisi ile uyumludur. Çalışmadan elde edilen bu bulgu anketin klinik örneklemde de uyku sorunlarını taramada kullanılabileceğine işaret etmektedir. ÇUAA için orta derecede güvenilir Cronbach alfa değerleri elde edilmiştir ve test-tekrar test güvenilirliği de yeterli düzeydedir.

P.052

Page 90: 19.Ulusal Kongre

90

Otizm ve Smith-Lemli-Opitz Sendromu: İki Kardeş Olgu

*Dr. Nihal Karaçayır, **Yrd. Doç. Dr. Şahika Gülen Şişmanlar, *Doç. Dr.

Bülent Kara

*Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları A.D. **Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

Giriş: Otistik bozukluk normal gelişimde sapmalarla kendini gösteren bir yaygın gelişimsel bozukluktur. Bozukluğu sergileyen çocuklar toplumsal etkileşim, iletişim, ilgi alanı ve davranışlarda sorunlar yaşamaktadırlar. Bozukluğun etyolojisi kesin olarak bilinmemekle birlikte genetik etkenler başta olmak üzere enfeksiyonlar, gastrointestinal sistem, metabolik ve çevresel faktörler konusunda pek çok çalışma yürütüle gelmiştir. Yine Frajil-X sendromu, Angelman sendromu, tuberoz skleroz gibi pek çok genetik bozuklukta otistik belirtiler görülebilmektedir. Smith Lemli Opitz Sendromu (SLOS) da otizmle en fazla ilişkilendirilen tek gen bozukluğu olarak bildirilmektedir. Bu sendromu sergileyen çocukların %86’ ya varan oranlarda otizm spektrum bozukluğu belirtileri sergiledikleri ve bu nedenle otizmin patogenezini anlamada SLOS’ un iyi bir model olabileceği ileri sürülmektedir. SLOS kolesterol biyosentezinin son aşamasındaki 7-dehidrokolesterol redüktaz enziminin eksikliğinden kaynaklanan bir tablodur. Bu yetersizlik plazma ve tüm dokularda kolesterol düzeyinde azalma, 7-dehidrokolesterol ve onun izomeri olan 8-dehidrokolesterol düzeyinde ise artışa yol açmaktadır. Otozomal resesif geçiş gösteren bu tablo malformasyonlar, gelişimsel nörolojik bozulmalar, zeka geriliği ve davranış sorunları ile kendini göstermektedir. Kolesterolün MSS’ nin gelişimi ve işlevselliğindeki rolü düşünüldüğünde SLOS’ u olan çocuklarda gelişim ve davranış alanlarında sorunların olması olağan gibi görünmektedir. Olgu Sunumu: Bu yazıda otistik belirtilerle Çocuk Ruh Sağlığı kliniğine başvuran ve Pediatrik Nöroloji polikliniğindeki ayrıntılı değerlendirmelerde SLOS tanısı konan 4 yaş 9 aylık (erkek) ve 2 yaş 4 aylık (kız) iki kardeşi sunmak istedik. Tartışma: SLOS ile otizm arasındaki ilişkiyi gözden geçirmeyi ve otistik belirtilerle başvuran çocukların değerlendirilmesinde ayrıntılı fizik muayenenin önemini vurgulamaya çalıştık.

P.053

Page 91: 19.Ulusal Kongre

91

Gelişimsel Gecikmelerin Erken Tespiti Amacıyla Sosyal-İletişim Alana Yönelik Gelişim Tarama Testi

Oluşturulması (SİATT)

*Nilcan Kuleli Sertgil, Prof. **Dr. Gülbin Gökçay

*Okan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü **İstanbul Tıp Fakültesi Sosyal Pediatri B.D.

Giriş: Bebek Ruh Sağlığı alanının amaçlarından biri gelişimsel gecikmelere ve sorunlara sebep olabilecek risk durumlarının erken dönemde fark edilmesi ve girişim programları sunulmasıdır. Bebeklik ve erken çocukluk döneminde gelişimsel gecikmeler az teşhis edilebilmektedir. Gelişimsel gecikmeleri olan ya da risk taşıyan çocukların sağlam çocuk kontrollerinde fark edilmeleri önemlidir. Sağlam çocuk kontrollerinde Gelişim Tarama Testlerinin düzenli olarak kullanılması, gelişimsel sorunların tespit edilme oranını anlamlı ölçüde arttırmaktadır. Gelişmiş ülkelerde sağlık hizmetlerinde, bebeklik ve erken çocukluk döneminde gelişimsel gecikmelerin tespit edilmesi amacıyla kolaylıkla uygulanabilen pek çok Ebeveyn Bildirimli Gelişim Tarama Testleri olmasına rağmen ülkemizde bu tip tarama ölçekleri sınırlıdır. Çalışmanın amacı Türkiye’ de gelişimsel gecikme riski taşıyan çocukların erken dönemde tespit edilmesine olanak sağlayacak “Sosyal-İletişim Alan” odaklı, 06- 24 ay arası bebekler için, ebeveyn bildirimli ve birinci basamak çocuk sağlığı hizmetlerinde de kullanılabilecek bir “Gelişim Tarama Testi” geliştirmektir. Yöntem: Alanyazında sosyal-iletişim alan ile ilgili genel ve ayırt edici gelişim basamaklarından oluşan 143 maddelik bir madde havuzu hazırlanmıştır. Bu maddeler pilot çalışma kapsamında İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Sosyal Pediatri Bilim Dalı Çocuk İzlem Polikliniğinde rutin sağlam çocuk kontrollerine gelen, 6-24 ay arası çocukları olan 100 aile ile yüz yüze görüşme yoluyla uygulanmıştır. Faktör analizi ile ayırt edici özelliği olan maddeler belirlendikten sonra testin son hali oluşturulmuştur. Bulgular: Hayatın ilk yılları beyin gelişimi ve işlevi için en kritik dönemdir. Bu dönemde gelişimsel sorunların tespiti bebek ve ailesinin erken girişimden yararlanması için fırsat sağlar. Tartışma: Çalışma, Türkiye'de sosyal iletişim alan odaklı, ebeveyn bildirimli ve birinci basamak çocuk sağlığı hizmetlerinde kullanılabilme özelliği olan bir ilk test olması açısından önem taşımaktadır. Ülkemizde “Bebeklik ve Erken Çocukluk Dönemi” sağlık hizmetlerinde pratik ve kullanımı kolay, erken tespit özelliği olan, aileler açısından tatmin edici ve gelişimsel anlamda olumlu açılımlar sağlayabilecek ebeveyn bildirimli standardize edilmiş bir tarama testinin düzenli kullanılmasının çeşitli faydaları olacaktır.

P.054

Page 92: 19.Ulusal Kongre

92

Çocuk ve Ergen Psikiyatrisinde Bir Gündüz Kliniği Uygulaması

*Yrd. Doç. Dr. Nursu Çakın Memik, *Yrd. Doç. Dr. Şahika Gülen Şişmanlar, *Yrd. Doç. Dr. Özlem Yıldız Öç, *Doç. Dr. Işık Karakaya, *Prof. Dr. Belma

Ağaoğlu

*Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. Giriş: Çocuk ve ergen psikiyatrisi alanında batılı ülkelerdeki tedavi uygulamalarında önemli bir yeri olan gündüz kliniklerinde, servise yatırılacak kadar ağır ruhsal hastalığı olmayan ancak ayaktan tedavi şartlarında ele alınması zor olan hastaların tedavi edilmesi önerilmektedir. Bu yazıda, Türkiye'de ilk kez Kocaeli Üniversitesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı'nda kurulmuş olan Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Gündüz Kliniği Ünitesi'nde izlenen çocuk ve ergenlerin sosyodemografik özelliklerinin ve tedaviye yanıt oranlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Kocaeli Üniversitesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Gündüz Kliniği’nde 01.01.2008/01.01.2009 tarihleri arasında izlenen hastaların tedaviye yanıt oranları Klinik Global İzlem Ölçeği (CGİ), Çocuklar için Genel Değerlendirme Ölçeği (ÇGDÖ) ve Tedavi Değerlendirme Ölçeği (TDÖ) kullanılarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Gündüz kliniğinde izlenen 10-17 yaşları arasındaki toplam 31 hastanın (10 erkek, 21 kız) ortalama tedavi süresi 5,7 haftadır. Tedaviye yanıt oranı CGİ’ye göre %77,8 bulunmuştur. Hastaların ÇGDÖ puan ortalamaları tedavi sonunda istatistiksel olarak anlamlı oranda artmıştır. TDÖ’ye göre ebeveyn memnuniyeti “iyi düzeyde” (3,38) saptanmıştır. Tartışma: Batılı ülkelerde çocuk ve ergen ruh sağlığı alanında gündüz kliniği uygulamaları uzun yıllardan beri kullanılmakta olmasına rağmen ülkemiz için yeni bir kavramdır. Ayaktan tedavinin yetersiz kaldığı hastalarda gündüz kliniğinin etkili bir tedavi yöntemi olduğu, çocuk ve ergen psikiyatrisinde kullanımının yaygınlaştırılması gerektiği söylenebilir.

P.055

Page 93: 19.Ulusal Kongre

93

Metilfenidat Kullanımı ile Meydana Gelen Priapizim: Bir Olgu Sunumu

*Yrd. Doç. Dr. Nursu Çakın Memik, *Yrd. Doç. Dr. Özlem Yıldız Öç, *Yrd.

Doç. Dr. Şahika Gülen Şişmanlar, *Doç. Dr. Işık Karakaya, *Prof. Dr. Belma Ağaoğlu

*Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

Giriş: Priapizim, cinsel uyarı veya cinsel istek ile ilişkisiz olarak uzamış istenmeyen ereksiyon halidir ve tüm yaş gruplarında görülebilmektedir. Çocuk ve ergenlerde orak hücreli anemi ve malignite en sık görülen sebepleridir. Priapizim sürekli ve geri dönüşümsüz erektil disfonksiyona yol açabileceğinden dolayı önem verilmesi gereken bir belirtidir. Çok sayıda ilacın priapizme yol açabileceği bilinmekte ve bu sayı her geçen gün artmaktadır. Yazın gözden geçirildiğinde ergende psikotrop ilaç kullanımı ile priapzmin meydana geldiği olgular bildirilmiştir. Ancak yalnızca psikostimulan tedavisi ile uzamış ereksiyonun geliştiği bir olgu bildirimine rastlanamamıştır. Bu yazıda, bir ergen hastada yalnızca metilfenidat tedavisiyle meydana gelen Priapizim süreci tartışılmıştır. Olgu Sunumu: Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu olan 14 yaşındaki hastaya metilfenidat 10 mg/gün tedavisi başlanmış, iki ay sonra belirtilerinde yeterli düzelme görülmemesi üzerine metilfenidat 20mg/gün’e çıkılmıştır. Metilfenidat tedavisinde ilaç tatili uygulanmamıştır. 20mg/gün’e çıkıldıktan üç gün sonra cinsel uyarı olmaksızın ortaya çıkan, istenmeyen, tekrarlayan, 45 dakika kadar süren ereksiyon geliştiği bildirilmiştir. İstemsiz ereksiyonlar gün içerisinde 3-4 kez yaklaşık 1 saatlik aralarla meydana geliyormuş. Hasta herhangi bir ağrı duymamasına rağmen bu durumdan çok rahatsız olmuş, utanmış ve sürekli saklamaya çalışmış. Annenin ereksiyonu 2 ay sonra fark etmesi üzerine bu durumun ilaç kullanımına bağlı olabileceğini düşünmüş ve doktoruna anlatmıştır. Yapılan incelemeler sonunda hastanın metilfenidat dışında herhangi bir ilaç kullanmadığı, yasa dışı madde kullanmadığı, priapizme yol açabilecek nedenlerin arasında sayılan hemoglobinopati, orak hücreli anemi ya da kronik myelositik lösemi gibi organik bir rahatsızlığının olmadığı muayene ve tetkiklerle saptanmıştır. İncelemenin ardından ereksiyon metilfenidat tedavisine bağlanmış ve ilaç tedavisi kesilmiştir. Metilfenidat tedavisinin kesilmesinden 3 gün sonra ereksiyon halinin düzeldiği görülmüştür. Tartışma: Metilfenidatın α-2 agonistik etkisi üzerinden libido artışına yol açtığı söylenmektedir. KK. Olguda ortaya çıkan Priapizim yan etkisinin bu mekanizmayla ilişkili olabileceği düşünülmüştür.

P.056

Page 94: 19.Ulusal Kongre

94

Çocuk Psikiyatrisi Konsültasyonu Devlete Ne Kazandırır? (Bir Yapay

Bozukluk Olgusu) *Dr. Onur Burak Dursun, *Dr. Caner Mutlu, *Yrd. Doç. Dr. Neslihan Emiroğlu,

*Doç. Dr. Aynur Akay, **Dr. Benhur Çetin, **Prof Dr. Gül Saylam

*Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve hastalıkları A.D. **Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve hastalıkları A.D.

Giriş: Yapay bozukluk, fiziksel belirti ya da bulguların amaçlı olarak ortaya çıkarıldığı ve/veya bu tür belirti varmış gibi davranılması ile ortaya çıkan bir ruhsal bozukluktur. Bu bozukluk yaklaşık 50 yıldır biliniyor olmasına rağmen yazında çocuk ve ergenlerle ilgili veriler kısıtlıdır. Erken dönemde tanılama, hem hastaların uygun ve etkin şekilde tedavi edilebilmesine olanak tanıması hem de gereksiz sağlık harcamalarının önlenebilmesi açısından önemlidir. Olgu Sunumu: Bu posterde, nedeni bilinmeyen kanamalarının ayırıcı tanı ve tedavisinin yapılabilmesi amacıyla pediatri servisinde planlanan yatışı sırasında tarafımızdan değerlendirilen, bu şikâyetleri ile değişik sağlık kurumlarında defalarca ayaktan ve yatarak tedavi görmüş, 14 yaşında bir kız ergenin tanılama süreci ve uygulanan tedavi yaklaşımları aktarılacaktır. Bulgular: Kanamalara yol açacak organik bir neden tespit edilemeyen hastanın psikiyatrik değerlendirmesi sonucunda; olgunun hasta rolünü benimsemiş olduğu, ebeveyn-çocuk ilişkilerinde bağımlı-hostil öğelerin bulunduğu, ailenin verdiği bilgilerin çelişkili olduğu ve iç görüsünün kısıtlı olduğu gözlenmiş; en invaziv tanısal girişimlere bile gencin büyük bir hoşnutlukla girdiği öğrenilmiştir. Aile ve olgu temeldeki psikiyatrik sorunlara bakmak istememiş, genelde tedavi ekibi ile de öfke dolu ilişki kurmuşlardır. Çocuk ergen ruh sağlığı ekibinin de sürece dahil olmasıyla multidisipliner toplantılar ve ekipler arası bilgi paylaşımı artmış, bunun sonucunda tanıya daha kolay gidilebilmiş ve hastanın izlemi bu doğrultuda planlanmıştır. Olgu düzenli izlem ve tedaviye alınmaya çalışılınca daha önceki tedavi girişimlerine benzer şekilde aile hem psikiyatrik hem de tıbbi tedaviden vazgeçme eğiliminde olmuştur. Bu ve detayına değinilecek diğer nedenlerden dolayı olguda yapay bozukluk tanısı düşünülmüş, ancak tanıya ulaşılana dek hasta sağlık sistemine ciddi anlamda bir maliyet oluşturmuştur. Tartışma: Olgumuzdan elde edilen veriler ışığında, yapay bozukluğun ekonomik boyutu ve hastaların sağlık sistemine maliyeti irdelenmiş; tanı ve tedavi zorluğu nedeniyle süreçte hasta, tedavi ekibi ve sağlık sisteminde doğabilecek olumsuzlukların önlenebilmesi konusunda alınabilecek tedbirler tartışılmıştır.

P.057

Page 95: 19.Ulusal Kongre

95

Psödonöbetli Bir Olgunun Tedavisinde Bütünsel Yaklaşım

*Dr. Ömer Başay, *Dr. Bürge Kabukçu Başay, *Uzm. Dr. Burcu Özbaran,

*Doç. Dr. Serpil Erermiş, *Prof Dr. Cahide Aydın

* Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. Giriş: Psödonöbet elektroensefalografik anormallik ve klasik epilepsi kliniği göstermeksizin gerçekleşen nöbet olarak tanımlanmaktadır. Doğu toplumlarında batı toplumlarına göre daha sık görülmektedir. Görülme sıklığı 10-18 yaşlar arasında artış gösterir. Psödonöbetler, konversiyon bozukluğu, somatizasyon bozukluğu ve dissosiyatif bozukluk gibi bazı psikiyatrik rahatsızlıklarda sık görülür. Olgu Sunumu: 7,5 yaşındaki kız olgu, nöroloji yataklı biriminde nöbet/psödonöbet ayırıcı tanısı ile onbeş ve yirmi günlük iki ayrı yatış dönemi sonrasında psödonöbet olarak değerlendirilip çocuk psikiyatrisi konsültasyon-liyezon polikliniğine yönlendirilmiş. Olgunun hikayesinde 5 yaşındayken cadı gördüğünden bahsettiği, hayali arkadaşlarının olduğu öğrenildi. Bu dönemde ara sıra olan bayılma ve kasılmalarının ilkokula başladıktan sonra günde en az 15-20 kez olacak şekilde sıklaştığı ve bu şikayetleri nedeni ile okula devam edemediği belirtildi. Olguya, psikiyatrik değerlendirme sonucunda, major depresyon tanısı konuldu. Yapılan WISC-R zeka testi “Hafif düzeyde Mental retardasyon” ile uyumlu bulundu. Aile görüşmesinde ailenin çocuğun ikincil kazançlarını desteklediği anlaşıldı. Olgunun depresif bozukluğuna yönelik antidepresan ilaç tedavisi başlandı. Ailenin çocuğa yaklaşımı ele alındı. Eğitim ile ilgili sorunlarını gidermek için öğretmeniyle görüşüldü ve özel eğitime yönlendirildi. Tedavi ve izlem sonucunda 6 ay içerisinde nöbetlerin azalarak sonlandığı görüldü. Takibine belirli aralıklarla devam edilen olgu yaklaşık 2 yıldır nöbetsiz olarak izlenmektedir. Tartışma: Tedavi yaklaşımı ele alınmış, tedavide bütünsel yaklaşımın gerekli ve önemli olduğu vurgulanmıştır.

P.059

Page 96: 19.Ulusal Kongre

96

Subakut Sklerozan Panensefalitte Bilişsel ve Davranışsal Değişiklikler: Bir Olgu Sunumu

*Dr. Ömer Başay, *Dr. Kemal Utku Yazıcı, **Uzm. Dr. Sanem Keskin Yılmaz,

**Doç. Dr. Gül Serdaroğlu, **Prof. Dr. Hasan Tekgül, **Prof. Dr. Sarenur Gökben

*Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

** Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Pediatrik Nöroloji B.D. Giriş: Subakut sklerozan panensefalit (SSPE), erken çocukluk döneminde geçirilen kızamık enfeksiyonu ile ilişkili, ilerleyici ve ölümcül bir nörodejeneratif hastalıktır. SSPE kızamığın endemik görüldüğü yerlerde daha sık görülür. Özellikle, kızamık aşısının yaygınlaşmasından sonra SSPE çok nadir görülen bir hastalık olmuştur. Ülkemizin doğu bölgelerinde batı bölgelerine göre daha sık görülmektedir. Hastalık en sık 5-15 yaş arasında ortaya çıkmaktadır. Olgu Sunumu: Bu yazıda pediatri nöroloji servisine başvurusu sonrasında SSPE tanısı konulan 13 yaşında bir kız olgu değerlendirilecektir. Olgu üzerinden SSPE de görülen bilişsel ve davranışsal değişiklikler ele alınacaktır. Tartışma: SSPE genellikle bilişsel yetilerde bozulma, kişilik ve davranış değişiklikleri ile başlamaktadır. Bu nedenle başlangıçta psikiyatrik hastalıklar ile karıştırılabilir. Okul başarısında belirgin azalma, kişilik ve davranış değişikliği olan olgularda nadir görülen bir hastalık olsa da SSPE akılda tutulmalıdır. Geçirilen hastalıklar ve aşılama öyküsü alınmalıdır. Ayrıca hastalığın sonlanışı düşünüldüğünde aşılama gibi koruyucu toplum sağlık hizmetlerinin önemi bir kez daha açığa çıkmaktadır.

P.059

Page 97: 19.Ulusal Kongre

97

Psödonöbet Tanısından Başka Bir Epileptik Olmayan Fenomen Tanısına: Paroksismal Distoni ile Seyreden

Bir Multipl Skleroz Olgusu

*Dr. Ömer Başay, *Dr. Kemal Utku Yazıcı, **Uzm. Dr. Sanem Keskin Yılmaz, **Prof. Dr. Hasan Tekgül

*Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

** Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Pediatrik Nöroloji B.D.

Giriş: Multipl Skleroz (MS), kadınlarda daha sık görülen, santral sinir sisteminin demiyelinizan bir hastalığıdır. Görme bozukluğu, duyu bozuklukları, ekstremitelerde motor fonksiyon kaybı, denge bozukluğu, cinsel işlevlerde bozukluk, mesane ve barsak sfinkter bozukluğu gibi farklı nörolojik hasarlarla ortaya çıkabilmektedir. Ayrıca, bilişsel işlevlerde bozulma ve psikiyatrik belirtiler şeklinde de kendini gösterebilmektedir. Distoni ise MS de tek başına nadir görülen klinik bir durumdur. Yöntem: Bu yazıda başvurusundan bir ay önce sağ üst ekstremitesinde, sağ ağız kenarında kasılma şikayeti başlayan ve bu süre boyunca farklı zamanlarda çekilen EEG ve video EEG’ler sonucunda psödonöbet tanısı ile izlenen 17 yaşında bir kız olgu ele alınmıştır. Bulgular: Şikayetleri geçmeyen olgunun çekilen Manyetik Rezonans Görüntüleme bulguları MS ile uyumlu bulunmuştur. Bunun üzerine yapılan beyin omurilik sıvısı incelemeleri de MS tanısını desteklemiştir. Olgunun hareketleri distoni olarak değerlendirilmiştir. Tartışma: Olgunun tanı süreci ve tedavisi tartışılmıştır. Psödonöbet olarak değerlendirilen her olguda tam bir nörolojik değerlendirme yapılmasının önemi vurgulanmıştır.

P.060

Page 98: 19.Ulusal Kongre

98

Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Olan Çocukların Belirti Şiddeti İle Anne Baba Psikiyatrik

Belirtilerinin İlişkisi

*Dr. Ömer Faruk Akça, *Dr. Hasan Kandemir, *Uz. Dr. Kağan Gürkan, *Prof. Dr. Ayla Aysev

*Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

Giriş: Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB), tanı konan çocuğu etkilediği kadar diğer aile bireylerini, özellikle de anne babaları etkilemektedir. Diğer taraftan, anne babaların ruhsal durumları DEHB olan çocuklara karşı tutumlarını ve çocukların belirtilerini de etkileyebilmektedir. Bu çalışmada DEHB olan çocukların anne babalarının ölçtüğü belirti şiddetleri ile anne babalarının özbildirim ölçeğine göre psikopatoloji düzeyleri arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Ankara Üniversitesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, DEHB ve Özgül Öğrenme Bozuklukları Birimi’ne 2008 yılında başvuruda bulunan 64 çocuk çalışmanın örneklemini oluşturmuştur. Çocuklara DEHB tanısı anne baba ve çocuklarla klinik görüşme yapılarak en az iki çocuk ve ergen psikiyatristi tarafından DSM-IV-TR ölçütlerine göre konulmuştur. Çocukların DEHB belirtileri Yenilenmiş Conners Anababa Uzun Formu ile belirlenmiştir. Anne ve babalar psikiyatrik belirtilerinin saptanması için SCL-90-R belirti tarama ölçeğini doldurmuşlardır. Bulgular: SCL 90’a göre annelerin ortalama genel belirti indeksi 0.82±0.61, babalarınki ise 0.67±0.50 olarak saptanmış olup, aradaki fark istatistiksel açıdan anlamlı bulunmamıştır (p>0.05). Annelerin somatik şikayetler (p=0.00) ve depresyon belirtileri (p=0.044) alt ölçeklerinde babalara göre anlamlı olarak daha yüksek puanlara sahip olduğu belirlenmiştir. Bağıntı analizi sonucunda anne Conners toplam puanı ile anne depresyon (r=478, p<0.01), anne anksiyete (r=479, p<0.01), anne öfke (r=471,p<0.01), anne obsesif kompulsif belirtiler (r=425,p<0.01) ve anne genel belirti indeksi (r=503,p<0.01) anlamlı olarak pozitif bağıntı göstermiştir. Baba Conners toplam puanı ile de baba depresyon (r=347, p<0.05), baba anksiyete (r=389, p<0.05), baba öfke (r=324,p<0.05), baba obsesif kompulsif belirtiler (r=390,p<0.05) ve baba genel belirti indeksi (r=413,p<0.05) pozitif bağıntı göstermiştir. Tartışma: Sonuçlar DEHB’li çocukların belirti şiddetleri ile anne babalarının psikiyatrik belirti şiddetleri arasında ilişki olduğunu düşündürmektedir. Bu nedenle çocukların uygun tedavisi anne babaların ruh sağlığını olumlu etkileyebilir. Bu çocukların anne babalarının da ruhsal açıdan değerlendirilmesi ve gerektiğinde tedavi için yönlendirilmeleri önemlidir.

P.061

Page 99: 19.Ulusal Kongre

99

Ergenlerin Kendilerini Değerlendirmelerinin Anne Baba Tutumları ve Bazı Değişkenler

*Yrd. Doç. Dr. Özcan Sezer, **Doç. Dr. Leyla Karaoğlu, ***Arş. Gör. Merve

Ünal, *Psk. Dan. Erkan Sezer

*İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik Bölümü **İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi Halk Sağlığı A.D.

***İnönü Üniversitesi, Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölümü

Giriş: Anne babaların çocuk yetiştirme biçimleri ile aile bireyleri arasındaki ilişkiler çocukların pek çok yönden gelişimini etkilemektedir Bu çalışma, lise öğrencilerinin kendilerini değerlendirmelerinin, algıladıkları anne baba tutumları ve diğer değişkenlerle olan ilişkisini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Araştırma kesitsel niteliktedir. Örneklem, altı liseden tabakalı rast gele yöntemle seçilen 549 öğrenciden oluşmaktadır. Verilerin toplanmasında Sosyal Karşılaştırma Ölçeği, Ana Baba Tutum Ölçeği ve bu araştırma için geliştirilen sosyodemografik bilgi formu kullanılmıştır. Toplanan verilerin değerlendirilmesinde korelasyon, Mann Whitney- U Test ve Kruskal Wallis H-Test istatistiklerinden yararlanılmış, hata payı olarak. 05 alınmıştır. Bulgular: Araştırma kapsamına giren öğrencilerin %50,1 (275) kız, % 49,9’u (274) erkektir. Yaş ortalaması 16,08’dir. Kendini değerlendirmenin cinsiyete göre değiştiği ve erkeklerin kızlara göre kendilerini daha olumlu algıladıkları; Sosyal Karşılaştırma Ölçeği puanları ile Demokratik Anne Baba Tutum Alt Ölçeği puanları arasında yüksek düzeyde ve pozitif yönde bir ilişki olduğu (r=.295), Sosyal Karşılaştırma Ölçeği puanları ile Koruyucu / İstekçi (r= -.072) ve Otoriter Anne Baba Tutum puanları (r= -.152 ) arasında negatif yönde bir ilişki olduğu görülmektedir (P< 0.01, n=549). Ergenlerin kendilerini değerlendirmeleri arkadaşlarıyla olan iletişim durumlarına göre anlamlı bir farklılık göstermektedir [ X2 (3) = 19,92, P< 0.01]. İstatistik olarak aralarında anlamlı bir fark olmamasına rağmen, her zaman ya da ara sıra sigara içtiğini belirten ergenlerin Soysal Karşılaştırma Ölçeğinden aldıkları (X=85.09) puanlar, hiç sigara kullanmadığını belirten ergenlere (X=87.70) göre da düşüktür. Tartışma: Ergenlik dönemi bireyin değişik yönlerden gelişiminin en belirgin olduğu bir dönemdir ve bu dönemdeki bazı yaşantılar bundan sonraki yaşamını önemli düzeyde etkileyebilmektedir. Bu nedenle ergenlerin kedileriyle ilgili değerlendirmelerinin olumlu yönde gelişmesi için, okul ve ailenin işbirliği ile onların güçlü yönlerini ortaya çıkartıcı ve zayıf yönlerini geliştirici ortak etkinlikler düzenlenebilir. Bunun için gereksinimi olan anne babalar tespit edilerek, ergenlerin gelişim ihtiyaçları ve istendik anne baba tutumlarının kazandırılmasına yönelik çalışmalar yapılabilir.

P.062

Page 100: 19.Ulusal Kongre

100

Serebral Palsili Çocukların Yaşam Kalitelerini Etkileyen Faktörlerin Değerlendirilmesi: Bir Ön

Çalışma

*Uz. Dr. Dr. Özden Ş. Üneri, **Uz. Dr. Kıymet İkbal Karadavut,

*Sami Ulus Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Birimi

**Sami Ulus Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Birimi

Giriş: Serebral palsi (SP) her 1000 canlı doğumda 2-2.5 oranlarında görülen, kronik bir hareket ve postür bozukluğudur. Sağlıkla ilgili verilerin değerlendirmesinde yaşam kalitesi (YK) değerlendirmeleri 20. yüzyılın 2. yarısından itibaren önem kazanmıştır. SP’li çocuklarda YK ile ilgili çalışmalarda da son yıllarda artış gözlenmektedir. Bu çalışmalarda daha çok ebeveyn ölçekleri kullanılmaktadır. Ülkemizde bu alanda yapılmış az sayıda çalışma bulunmaktadır. Çalışmamızın amacı CP’li çocukların YK’ lerini etkileyen faktörlerin araştırılmasıdır. Yöntem: Çalışma örneklemi Haziran-Aralık 2008 tarihleri arasında Dr. Sami Ulus Çocuk Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon polikliniğine başvuran ve SP tanısı alan toplam 53 hastalardan oluşmaktadır. Olguların ebeveyninden Çocuklar İçin Yaşam Kalitesi Ölçeği (ÇİYKÖ) ebeveyn formunu, Beck depresyon ve anksiyete ölçeklerini doldurmaları istenmiş, sosyodemografik bilgi formu doldurulmuştur. YK ölçek puanlarına çocuğun yaşı, kilosu, SP tipi, Kaba Motor Fonksiyon Sınıflandırma Sistemi (KMFSS) değerlendirmesi, birincil bakım veren ebeveynin yaşı, eğitim düzeyi, Beck depresyon ve anksiyete ölçek puanları, aile gelir düzeyi, çocuğun bakımına evde yardım eden olup olmadığı, çocukta SP dışında ek sağlık sorunu olup olmadığı gibi faktörlerin etkisi araştırılmıştır. Bulgular: 53 olgunun 16’sının ebeveynleri çalışmaya katılmayı kabul etmemiş; toplam 37 olgu ile çalışılmıştır. Çalışmaya katılmayı kabul eden ve etmeyen birincil bakım veren ebeveynler arasında yaş ortalaması, eğitim düzeyi dağılımları, aile aylık gelir dağılımları, çocukların cinsiyet dağılımı ve çocuk yaş ortalamaları açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır (p>0.05). Değerlendirme sonuçlarına göre Fiziksel Sağlık Toplam Puanı (FSTP), Psikososyal Sağlık Toplam Puanı (PSTP) ve Ölçek Toplam Puanlarının (ÖTP) tümü ile sadece anne depresyon ve anksiyete ölçek puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı doğrusal korelasyon saptanmıştır (p<0.05). FSTP, PSTP ve ÖTP annelerin depresyon ve anksiyete ölçek puanları arttıkça azalmaktadır. Tartışma: Ebeveynin ruhsal süreçlerinin yaşam kalitesi değerlendirmelerinde etkisinin önemli olabileceği, bu nedenle mümkün olan durumlarda öz bildirim ölçeklerinin de kullanılmasının yararlı olacağı savını desteklemektedir. Ayrıca SP’li çocuğu olan ebeveynlere psikolojik destek çalışmalarının çocukların yaşam kalitesini nasıl etkileyeceğinin ileride yapılacak çalışmalarda değerlendirilmesinin yararlı olacağı düşünülmüştür.

P.063

Page 101: 19.Ulusal Kongre

101

Çevresel Etmenler ve Ruhsal Belirtiler Üzerine Etkileri

*Dr. Özlem Keskiner*, *Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Yolga Tahiroğlu, *Prof. Dr. Ayşe Avcı, **Dr. Zehra Öztürk, ***Uzm. Dr. Gonca Gül Çelik, *Dr. Serhat

Nasıroğlu

*Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. ** Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri A.D.

***Mersin Devlet Hastanesi, Mersin

Giriş: Çevresel etmenler ruhsal bozuklukların ortaya çıkmasında ve ruhsal belirtilerin şiddetinde etkili olabilir. Bu çalışmada çocuk ve aile ile ilgili çevresel etmenlerin ruhsal belirti şiddeti üzerine etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya ruhsal bozukluğu olan 568 çocuk ve ergen katılmıştır. Farklı belirtileri taramak amacıyla Stroop TBAG Formu, Çocuklar için Depresyon Ölçeği (ÇDÖ), Maudsley Obsesif Kompulsif Soru Listesi (MOKSL), Çocuklar için Durumluk ve Sürekli Kaygı Envanteri (ÇDSKE-1 ve ÇDSKE-2), Conners Aile Derecelendirme Ölçeği (CADÖ), Conners Öğretmen Derecelendirme Ölçeği (CÖDÖ), McMaster Aile Değerlendirme Ölçeği (ADÖ) ve Klinik Global İzlem (KGİ) puanlaması kullanılmıştır. Medya maruziyeti (günlük televizyon izleme ve bilgisayar kullanma süresi), enfeksiyon hastalıkları (sık enfeksiyon, tonsillektomi, adenoid vejetasyon) ve rutin laboratuar incelemeleri (ASO, serum demiri) çevresel etmenler olarak değerlendirilmiştir. Bulgular: En sık belirlenen tanı dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğudur (DEHB) (n:449, %79.0), bunu anksiyete bozuklukları (n:86, %15.1), duygudurum bozuklukları (n:10, 1.8%) ve diğer bozukluklar (n:23, 4.0%) izlemektedir. Sık enfeksiyon geçirme (p<0.0039), annede ruhsal hastalık öyküsü (p<0.007) ve doğum travması (p<0.005) anlamlı biçimde artmış CADÖ ortalamaları ile ilişkilendirilmiştir. Annede ruhsal (p<0.001) ve fiziksel hastalık (p<0.004), ailede ruhsal hastalık (p<0.009) ve doğum travması (p<0.036) daha yüksek ADÖ ortalamalarına; adenoid vejetasyon (p<0.0053) ve doğum travması (p<0.029) artmış MOKSL ortalamalarına işaret etmektedir. Artmış Stroop test süreleri, tonsillektomi (p<0.039) ve annenin çalışmaması ile (p<0.015), artmış Stroop düzeltme-hata oranları (p<0.020) ise yine annenin çalışmaması ile ilişkili bulunmuştur. ASO düzeyi arttıkça Stroop hata-düzeltme ortalamaları anlamlı biçimde arttığı belirlenmiştir (p<0.005). Tartışma: Bulgularımız başta annenin hastalığı ve annenin çalışmaması olmak üzere aileye ait pek çok etmenin ve doğum travmasının çocuktaki ruhsal belirti şiddetine etkisi olabileceği fikrini desteklemektedir. Enfeksiyon hastalıkları ile ilgili değişkenlerin özelikle daha fazla obsesif kompulsif belirti ve daha ağır dikkatsizlik belirtisine işaret etmesi, ruhsal bozukluklarda immünolojik nedenlerin rol alabileceği bilgisi ile uyumludur. Bu çalışmanın bulguları, medya maruziyetinin çocuk ve gençlerde olumsuz etkilerinin olabileceği görüşünü desteklenmektedir.

P.064

Page 102: 19.Ulusal Kongre

102

Cinsel İstismara Uğrayan Ergenlerde Bireysel, Ailesel ve İstismara Ait Özelliklerin Tanımlanarak, İstismara Uğrama ve Psikiyatrik Bozukluk Oluşumu Üzerine

Etkilerinin Araştırılması: Kontrollü Bir Çalışma

*Dr. Özlem Önen Doğan, *Dr. Handan özek, *Uzm. Psk. Lalecan İşcanlı, *Psk. Ümit şahin, *Doç. Dr. Özlem Gencer

*Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

Giriş: Cinsel istismarı (Cİ) takiben çocuk ve ergenlerde çok çeşitli psikiyatrik belirtiler ve davranışsal sorunlar görülebileceği araştırmalarla ortaya koyulmuştur. Bu çalışmada cinsel istismara uğrayan ergen olgularda bireysel, ailesel ve istismara ait özelliklerin tanımlanması ve bu özelliklerin ve başa çıkma mekanizmalarının istismara uğrama ve psikiyatrik bozukluk oluşumu üzerine etkilerinin kontrol grubu ile karşılaştırılarak araştırılmasıdır. Yöntem: Çalışmanın örneklemini 11 -18 yaş arası 31 Cİ olgusundan; kontrol grubu ise pediatri polikliniğine kronik başvuran sağlıklı ergenlerden oluşmaktadır. Tüm olgulara sosyo-demografik veri formu, KSADS, WISC-R ve Stresle Başa Çıkma Yolları Ölçeği (SBYÖ) uygulanmıştır. Bulgular: Olgu grubunda marital sorun 4.2 kat, aile içi şiddet 6.1 kat ve ailede cinsel örselenme öyküsü 5.8 kat daha sıktır. Düşük anne eğitim düzeyi olgu grubunda olma riskini 4.5 kat, babanın alkol kullanımı 2.8 kat artırmaktadır. Cİ yaşı ortalama 12.7±2.2 ve sonlanma yaşı 13.24±1.7 olarak saptanmıştır. İstismarcıların %76,3’ü aile dışındandır; okul personeli, yabancı biri, komşu, erkek arkadaşı, herhangi bir arkadaşı, bir uzak akrabası, hapisteki diğer suçlular ya da kuzeni. Aile içi olgularda; ağabey, öz baba, üvey baba ve abladır. Bir istismarcı kadındır. %47,4 olguda Cİ penetrasyon içermektedir; erkek olgularda penetrasyon daha sıktır. 14 yaşın altında olgularda istismarcıların %74’ü aile dışından, 14 yaş üzerinde ise %75’i aile içindendir. Kontrol grubunun SBYÖ-Aktif Başa Çıkma (ABÇ) alt ölçeği ortalaması olgu grubundan anlamlı biçimde yüksektir. SBYÖ-ABÇ alt ölçeği ile değerlendirildiğinde; düşük anne eğitimi ve aile içi şiddet olgu olma riskini artırıyordu ve ABÇ’deki sağlıksız sonuçlar olgu olma riskini 5,8 kat artmaktadır. En sık tanılar anksiyete bozukluğu ve majör depresif bozukluktur. Olgu grubunda tanıya etkisi olan sosyo-demografik değişkenin sosyo- ekonomik düzeydir. Tartışma: Cİ’de sadece istismar değil, bireyin ve ailenin içinde olduğu çok kapsamlı etmenler söz konusudur. Başa çıkma mekanizmaları da cinsel istismara uğrama ve istismarın sonuçları açısından bireyden bireye önemli farklılıklar gösterebilmektedir. Bulgularımız bazı bireysel ve cinsel istismara ait özelliklerin ve aile işlevlerindeki sorunların çocukların cinsel istismara uğrama riskinde artışa neden olabileceğini düşündürmektedir.

P.065

Page 103: 19.Ulusal Kongre

103

DEHB’ de Atomoksetin ile OROS-metilfenidat Tedavisinin Karşılaştırılması

*Yrd. Doç. Dr. Özlem Yıldız Öç, *Doç. Dr. Nursu Çakın Memik, *Prof. Dr. Şahika G. Şişmanlar*, *Doç. Dr. Işık Karakaya, *Prof. Dr. Belma Ağaoğlu

Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve hastalıkları A.D. Giriş: Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğunun (DEHB) tedavi algoritmalarında psikostimülanlar halen ilk seçenek ilaçlar olmasına rağmen bazı hastalarda psikostimülanlar yanıt alınamamakta ya da tolere edilememektedirler. DEHB tanılı çocuk ve ergenlerin tedavisinde FDA onayı alan stimülan olmayan tek ilaç atomoksetindir. Bu ön çalışmada ülkemizde son bir yıldır kullanılmaya başlanan atomoksetinin yan etki profili OROS-metilfenidat kullanan çocuklarla karşılaştırılarak tartışılmaya çalışılacaktır. Yöntem: Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi polikliniğinde DSM-IV-TR’ a dayalı klinik görüşmeler ve K-SADS değerlendirmesi ile DEHB tanısı konan 8-14 yaş arasındaki 24 erkek çocuk çalışmaya alınmıştır. Çalışmaya alınan çocuklara rastgele atomoksetin (0,5 mg/kg/gün) ve OROS-metilfenidat (18mg/gün) tedavisi başlanarak 1 haftanın sonunda etkin doza çıkılmıştır (atomoksetin:1,2 mg/kg/gün, OROS-metilfenidat:36mg/kg/gün, ortalama 1mg/kg/gün). Çalışmanın 4. haftasında klinik değerlendirme, ebeveynlerden alınan bilgi ve Uyarıcı İlaçlar İçin Yan Etkileri Tarama Ölçeği kullanılarak her iki ilaç grubunda ortaya çıkan yan etkiler değerlendirilmiştir. Bulgular: Atomoksetin kullanan çocuklarda (n=13) en sık görülen yan etkiler iştahsızlık (%77.0), karın ağrısı (%46.2), bulantı (%46.2), uyku hali (%37.9) ve kusma (%15.4); OROS-metilfenidat kullanan çocuklarda (n=11) ise iştahsızlık (%81.8), uyuma güçlüğü (%63.7) ve baş ağrısı (%45.0) olarak bildirilmiştir. Çalışmanın sürdürüldüğü ilk 4 hafta boyunca bulantı ve kusma nedeniyle atomoksetin kullanan 2 çocuk tedaviyi bırakmış, OROS-metilfenidat kullanan grupta ise yan etkiler nedeniyle tedaviyi bırakan hasta olmamıştır. Tartışma: Her iki ilaç grubunda yan etkilerin yanında etkinliğin de değerlendirilmesi, yan etkilerin laboratuar ölçümleriyle (kan basıncı, nabız, EKG, boy ve kilo takibi gibi) uzun dönemde izlenmesi ileriki çalışmalarda daha aydınlatıcı verilere ulaşmamızı sağlayacaktır.

P.066

Page 104: 19.Ulusal Kongre

104

Çocuklarda Kanser Yorgunluğu ve Kronik Yorgunluk Sendromu

*Rabia Ekti Genç, *Selmin Şenol, *Ayşegül Bilge

* Ege Üniversitesi İzmir Atatürk Sağlık Yüksekokulu

Giriş: Genel olarak yorgunluk için bir tanımlama yapmak zor olmakla birlikte normal aktivite sırasında ya da sonrasında tükenmişlik hissi ya da aktiviteye başlamak için yeterli enerji olmadığı hissi olarak tanımlanabilir. Kanserli çocuklarda yorgunluk, kanser veya kemoterapi tedavisi ile ilişkili olarak olağan işlevleri engelleyen sıra dışı, sürekli, subjektif bir his olarak tanımlanmaktadır. Kronik yorgunluk ise en az altı ay süren ve sekiz belirtiden ( bellek ve konsantrasyonda bozulma, boğaz ağrısı, servikal ve aksiler lenf nodlarında hassasiyet, kas ağrısı, çoğul eklem ağrısı, yeni baş ağrısı, dinlendirmeyen uyku, egzersiz sonrası bitkinlik) en az dördünün eşlik ettiği bir sendromdur. Kanser yorgunluğu tedavi sonlandığında ya da kanser iyileştiğinde ortadan kalkarken, kronik yorgunluk çok uzun süre devam edebilir. Her şekilde ve her yaşta yorgunluk yaşayanlar için ızdırap verici bir durumdur. Tartışma: Kronik yorgunluk ve kanser yorgunluğunun azaltılması ve yönetilmesine yönelik çeşitli sağlık disiplinleri bir arada çalışmaktadır. Bu derlemede çocuklarda kanser yorgunluğu ve kronik yorgunluk sendromunun azaltılmasına yönelik girişimler incelenecektir.

P.067

Page 105: 19.Ulusal Kongre

105

Gençlerde Keyif Amaçlı Gaz Soluma Riski: Ani Ölüm

*Uzm. Dr. Ramazan Akçan, **Prof. Dr. Necmi Çekin, **Doç. Dr. Ahmet Hilal, ***Dr. M. Mustafa Arslan

*Adli Tıp Kurumu Şırnak Adli Tıp Şube Müdürlüğü **Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp A.D.

***Mustafa Kemal Üniversitesi Tayfur Ata Sökmen Tıp Fakültesi Adli Tıp A.D. Giriş: Uçucu maddelerin istemli inhalasyonu/kötüye kullanımı, tüm dünyada karşılaşılan bir sağlık sorunu olmakla birlikte, öfori oluşturması nedeniyle özellikle ergenler ve genç erişkinlerde kullanım sıklığı giderek artmaktadır. Söz konusu eylemi -olası sonuçlarını bilmeksizin- keyif verdiğini düşünerek gerçekleştiren bu olgularda, akut kardio-pulmoner etkilenim gibi çeşitli nedenlerle ani ölüm meydana gelebilmektedir. Olgu Sunumu: Arkadaş grubu içerisinde, keyif verici etkisi için, bütan içerikli çakmak gazı tüpünden gaz soluma sonrası ani ölüm meydana gelen ondokuz yaşındaki kadın olgu olay ortamı ve otopsi bulguları ile sunulmaktadır. Tartışma: Bu olgu bağlamında; arkadaş grubu eğilimleri, bireysel ve ailevi özellikler gibi psiko-sosyal faktörlerin etkisiyle çocuk, ergen ve genç erişkin yaş gruplarında sıklığı giderek artan uçucu maddelerin kötüye kullanımı sorununa ve ani ölüm riskine dikkat çekilmesi amaçlandı.

P.068

Page 106: 19.Ulusal Kongre

106

Çocukluk Çağı Davranışsal Uyku Bozukluklarına Davranışsal Yaklaşım; 12 Haftalık İzlem

*Sabri Hergüner

*Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Çocuk Psikiyatri Birimi

Giriş: Çocukluk çağı davranışsal uyku bozuklukları (ÇDUB) uykuya geçişte zorlanma ve/veya gece yarısı uyanmalar ile kendini gösteren, okul öncesi dönemde %20–30 görülen, kolaylıkla tedavi edilebilen ancak karmaşık yapıya sahip bir durumdur. ICSD – 2’ye (Uluslararası Uyku Bozuklukları Sınıflaması, 2005) göre ÇDUB’nin alt tipleri; 1-Uykuya dalma, 2-Sınır koyma, 3- Birleşik. Yöntem: Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, Çocuk Psikiyatrisi Kliniği’ne uyku sorunları nedeniyle başvuran ve ÇDUB tanısı alan okul öncesi dönem çocukları (12–60 ay) ve aileleri 3 haftalık tedavi programına alınmıştır. Birinci görüşmede, uyku düzeninin belirlenmesinde ebeveynler tarafından doldurulan bir haftalık Uyku Çizelgesi (Ferber, 2006) kullanılmıştır. İkinci görüşmede uyarlanmış söndürme, uykuya geçiş rutinleri ve ebeveyn eğitimini içeren davranışçı yöntemler kullanılmıştır. Uykuya geçiş süresi, uykuya geçiş için ebeveynlerin kullandığı yöntemler, gece boyunca uyanma sıklığı ve gece boyunca uyku süresi Uyku Çizelgesi üzerinden hesaplanmış ve tedavi etkinliğinin belirlenmesinde kullanılmıştır. Sonuçlar: Çalışmaya 12 – 60 ay arası 32 çocuk ve ailesi katılmıştır. Olguların 7’sinde sınır koyma, 8’inde uykuya dalma, 17’sinde ise birleşik tip bulunmaktaydı. Değerlendirme öncesindeki uykuya geçiş süresi 55,3±18,4; uyanma sıklığı 6,4±3,2; uyku süresi ise 9,8±1,3 saat olarak bulunmuştur. En sık kullanılan uykuya geçiş yardımcıları sallama (n=11) ve emzirme (n=7) olarak bildirilmiştir. Üçüncü haftada yapılan tedavi sonrası değerlendirmede uykuya geçiş süresinin (21,4±7,2dk), uyanma sıklığının (1,6± 0,7) ve gece uyku süresinin (10,9±1,1s) anlamlı olarak arttığı görülmüş, hiçbir aile uykuya geçişte yardımcı kullanmamıştır. Başarısız olduklarını belirten 3 ailede görüşmelere tek ebeveyn olarak katılan olgulardandır. 12 haftalık kontrol değerlendirmesine 24 aile katılmış ve sadece 1 olguda uyku sorunlarında yenileme olduğu belirtilmiştir. Tartışma: Uyku sorunları tedavisinde etkinlik kadar uygulanabilirlik de önemlidir. Bu nedenle uygulanabilirliği aileler için zor olduğundan söndürme yerine uyarlanmış söndürme yöntemi kullanılmıştır. Kısa süreli bir tedavi programında ailelerin %90’ı yöntemleri uygulayabildiklerini ve başarılı olduklarını belirtmişlerdir ki bu daha önce yapılan çalışmalara paralel bir orandır.

P.069

Page 107: 19.Ulusal Kongre

107

Geç Yaşta Başlangıç Gösteren Desentegratif Bozukluk: Bir Olgu Sunumu

*Dr. Saliha Baykal, *Dr. Melih Nuri Karakurt, *Yrd. Doç. Dr. Seher Akbaş

*Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

Giriş: Dezentegratif bozukluk, doğumdan sonraki ilk iki yıl içinde görünüşte normal gelişimin izlendiği, kazanılmış yetilerin on yaşından önce önemli ölçüde kaybedildiği, kötü klinik gidiş ile karakterize bir bozukluktur. Malhotra ve ark. yaptığı bir çalışmada konuşmadaki gerileme en sık gözlenen bulgu olarak saptanmış, oyunlarda bozulma, bağırsak mesane kontrolünü kaybetme, motor becerilerde kayıp bunu takip etmiştir. Yaygın Gelişimsel Bozukluğu olan adolesanlar da şiddetli katatoni benzeri tablolar görülebileceğini bildiren yayınlar bulunmaktadır. Bu sunumda, başlangıç yaşı ve semptomları ile atipik özellik gösteren bir Desentegratif Bozukluk olgusu tartışılacaktır. Olgu sunumu: On yedi yaşında, MR, erkek hasta; psikomotor eksitasyon, ajitasyon, uykusuzluk yakınmaları ile polikliniğimize başvurmuştur. Servise yatırılan hastanın ailesinden alınan öyküye göre, ilk şikayetlerinin 2 yıl önce korku duyma, kendi kendine konuşma şeklinde başladığı, bir hafta sonra katatoni benzeri tablo ile acil servise başvurduğu, Nöroloji tarafından değerlendirildiği ve Kranial MRG, EEG tetkiklerinin normal bulunduğu öğrenilmiştir. Psikiyatri konsültasyonunda, pozitif psikotik semptomlar saptanan hastaya Akut Pikoz tanısı ile Olanzapin tedavisi başlanmıştır. İki yıl süre ile kullandığı bu tedaviden yarar görmüş, katatonik belirtiler kalmamıştır. Servis izlemine alınan hastada Katatonik eksitasyon düşünülerek, Klozapin tedavisi başlanmıştır. Takiplerde göz teması kurmadığı, ışıkları- kapıları açıp kapatma, oturup-kalkma şeklinde stereotipik davranışlarının gösterdiği, kazanılmış dil, motor becerileri, sosyal iletişimi, bağırsak-mesane denetiminde ilerleyici kayıp olduğu, Klozapin tedavisine yanıt alınamadığı görülmüştür. Dezentegratif Bozukluk tanısı koyulan hastaya Risperidon 4 mg/gün tedavisi uygulanmıştır. Bu tedavi ile hastanın stereotipik davranışlarının kalmadığı, ilerleyici yeti kaybının durduğu ve sosyal iletişiminin arttığı gözlenmiştir. Tartışma: Olgumuz hastalık başlangıcının on yaşından sonra olması, akut psikotik tablo ile başlaması, tedaviye rağmen ilerleyici yeti kaybının olması ve kullanılan diğer antipsikotiklere yanıt alınamayarak YGB’de etkinliği bilinen Risperidona cevap alınması açısından ilgi çekicidir.

P.070

Page 108: 19.Ulusal Kongre

108

Cinsel İstismara Uğrayan Çocuk ve Gençlerde Adli Psikiyatrik Değerlendirme ve Ruh Sağlığı

*Uzm. Dr. Saniye Korkmaz Çetin, *Yrd. Doç. Dr. Tezan Bildik, *Burcu

Özbaran, *Doç. Dr. Serpil Erermiş, *Rasiha Kandulu, *Dr. Öznur Akyol , *Serkan Süren, *Prof. Dr. Müge Tamar, *Feyza Umay Sadık Akşit, *Prof. Dr.

Cahide Aydın

*Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

Giriş: Cinsel istismar (Cİ) çocuk ve gençler üzerindeki kısa ve uzun dönemdeki ruhsal etkiler ve toplum sağlığı için önemli tehditler oluşturan sosyal bir sorundur. İstismarın, erken ve geç dönemde ruhsal bozukluklar, ruhsal belirtiler ve davranış problemleriyle ilişkisi gösterilmiştir. Adli kurumlar tarafından istenen rapor, çocuk ve gençlerle ilgili davalarda, mahkeme kararında etkili olmaktadır ve çocuk ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı, klinik psikolog ve sosyal hizmet uzmanından oluşan adli ekip tarafından yapılmalıdır. Bu çalışmada Cİ mağdurlarının sağlığının etkilenip etkilenmediği ile ilgili değerlendirme sonuçları sunulmuştur. Yöntem: Bu çalışmada cinsel istismar mağduru 170 adli olgu geriye dönük olarak incelenmiş; sosyodemografik özellikleri, Cİ türü, DSM-IV’e göre tanıları, WİSC-R zihinsel kapasite testleri ve sosyal incelemeleri, ruh sağlığıyla ilgili rapor kararları değerlendirilmiştir. Bulgular: Olguların 34’ü erkek, 136’sı kızdır; %7,1’i 7 yaş ve altında, %18,2’si 8–12 yaşlarında, %65,3’ü 13–18 yaşlarında, %9,4’ü 18 yaş ve üzerindedir; %31.8’inde farklı düzeylerde mental retardasyon belirlenmiştir. Olgularının % 81,8’inde istismarcı yabancı biridir. Penil-genital penetrasyon %28,8, penil - anal penetrasyon %13.5, penil-oral %3.5, meme-kalça okşama %17.6, teşhircilik %24.7, fuhuşa yönlendirme %1.2 olguda belirlenirken, %10,6 olguda penetrasyon yoktur. Olguların %77,6’sının ruh sağlığı bozulmuş. Ruh sağlığı bozulması ile penetrasyonun varlığı, yaş, zihinsel kapasiyesite ve sosyoekonomik düzey arasında ilişki belirlenmemiştir. Psikiyatrik tanıları: majör depresif bozukluk %50.8, post travmatik stres bozukluğu (PTSB) %27.3, uyum bozukluğu %16.7, depresif bozukluk+ergenlik dönemi sorunları %5.3 olarak belirlenmiştir. Tartışma: Araştırmamızda Cİ mağdurlarının çoğu kızdır; 8–12 yaş aralığındadır; düşük sosyoekonomik düzeydendir ve çekirdek ailede yaşamaktadır. Literatür bilgisiyle uyumsuz biçimde, istismarcıların çoğu yabancı biridir ve penetrasyon oranı %28,8dir. Bunun nedeni çalışmamızda olguların adli rapor düzenlenmesiyle nedeniyle değerlendirilmiş olmaları ve aile içi vakalarının adli kurumlara daha az yansıması olabilir. Olguların %77,6’sının ruh sağlığının bozulduğu kararı adli konseyde oy biriliği ile verilmiştir. Cİ öncesi her hangi bir ruhsal sorunu olanların oranı %14,7’dir. Cinsel istismar mağdurlarında, ruh sağlığı hakkında kararı alınırken, meslek birlikleri toplantılarında tartışılıp ortak görüşler geliştirilmesine ve kurumlar arası işbirliği ve bilgi paylaşımına gereksinim bulunmaktadır.

P.071

Page 109: 19.Ulusal Kongre

109

Gençlik Birimine Başvuran Sorunlu Ergenlerle Bir Psikodrama Çalışması

*Uzm Dr. Saniye Korkmaz Çetin, **Uzm Dr. Nurcan Arslantürk, ***Doç Dr.

İnci Doğaner, *Prof Dr Müge Tamar

*Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. ** Bireysel

***Abdülkadir Özbek Psikodrama Enstitüsü Eğitici ve Süpervizörü Giriş: Psikodrama grup psikoterapisi çocuk ve ergen psikiyatrisi alanında etkin bir yöntem olarak kullanılmaktadır. Bu yöntem iletişim, büyüme ve duygusal öğrenme yönünde geniş esneklik ve açılımlar getirmektedir. Bu yöntemde eşleme, aynalama, rol değiştirme temel teknikleri kullanılmaktadır. Bu çalışmada, DSM IV’ e göre psikiyatrik tanıları ve döneme ilişkin sorunları olan, bireysel psikofarmakolojik tedavileri devam eden, ergenlerde grup psikoterapisi sonrasında sosyal destek algılarını arttırmak ve sorun belirtileri azaltmak amaçlanmıştır. Yöntem: Bu çalışma, E.Ü.T.F Çocuk Psikiyatrisi Anabilim Dalı Gençlik Biriminde Nisan- Ağustos 2008 tarihleri arasında toplam 14 oturum (45 saat) yürütülmüştür. Çalışma 16- 18 yaşları arasında, 5’ i kız, 4’ ü erkek 9 ergenle tamamlanmıştır. Grup çalışması öncesinde ve sonrasında Çocuklar İçin Sosyal Desteği Değerlendirme Ölçeği uygulanmıştır. Gruplar psikodramatik grup psikoterapi eğitimi olan bir terapist ve bir yardımcı terapist tarafından yapılmıştır. Bulgular: Grup oturumlarında rol oyunları, spontan grup oyunları ve protagonist odaklı çalışmalar yapılmıştır. Grup oyunları olarak masal drama, büyü dükkanı, güven havuzu, sırlar oyunu, kör yürüyüşü, grubun seçtiği üyeyi bulma, sihirli ayna, yönlendirilmiş affektif imgeleme, dedikodu ve geleceğe projeksiyon oyunları oynanmıştır. Protagonist odaklı çalışmalarında arkadaş ilişkileri, kendi ebeveynleri ve otorite figürleri ile ilişkiler/ çatışmalar, meslek seçimi gibi temalar işlenmiştir. Bu temalar işlenirken, yaşadıkları farklı duyguların birbirinden ayrıştırılıp adlandırılması, duyguların birbirleriyle ilişkisi ve birbirlerine etkilerini algılama ve kendini tanıma çalışmalarına ağırlık verilmiştir. Tüm grup ortalamasına göre arkadaşlarından aldıkları sosyal destek algısında artma (t=-1.052, p=0.323), aileden (t=-1.375, p=0.225) ve öğretmenden alınan sosyal destek algısında azalma (t=- 0.114 p=0.912) saptanmıştır. Bu farklılaşmalar istatistiksel anlamlılık düzeyine ulaşmamıştır. Toplam sosyal destek algısında grup öncesi ve sonrası arasında farklılaşma saptanmamıştır. Tartışma: Psikodrama grup psikoterapisi, klinik gözlem ve her bir genç için yapılan süreç analizi değerlendirmelerinde, ergenlerin sorun belirtilerinin azalmasında ve işlevselliklerinin düzelmesinde etkili olmuştur. Ayrıca akran ilişkileri içerisinde özerklik ve sağlıklı kimlik gelişimine katkıda bulunmuştur. Ergenlerin tedavi ve destek hizmetlerinde, bütüncül tedavi yaklaşımları içerisinde yer alması önemlidir.

P.072

Page 110: 19.Ulusal Kongre

110

13 Aylık Bir Bebekte Post Travmatik Stres Bozukluğu

*Dr. Sebla Gökçe İmren, *Dr. Ayşegül Selcen Güler, *Doç. Dr. Osman Sabuncuoğlu, *Prof. Dr. Meral Berkem

*Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

Giriş: DSM-IV Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) ölçütlerinin çocuk yaş grubunda kullanılmasında çeşitli ayırt edici özellikler vardır (APA 1994). Üç yaş altı süt çocuklarında travma sonrası belirtilerin algısal, bilişsel ve duygusal değişkenler göz önüne alınarak gelişimsel bir bakışla değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu çocuklarda travma sonrasında bakım verenle bağlanma ilişkisinin bozulması ve huzursuzluk, uykunun bozulması gibi psikofizyolojik belirtileri de kapsayan ek tanı ölçütleri önerilmektedir (Scheeringa ve ark. 1995). Çocukta ortaya çıkan belirtiler ebeveynin fiziksel, ruhsal durumu ve davranışları gibi çevresel değişkenlerle birlikte değerlendirilmelidir (Gurwitch ve ark. 1998). Önemli bir travmatik stres kaynağı olan trafik kazaları sonrasında çocukların yaklaşık 1/3’ünün TSSB geliştirdiği, fiziksel yaralanmanın olduğu durumlarda TSSB belirtilerinin tıbbi sonucu olumsuz etkilediği ve TSSB belirtilerinin küçük yaş grubunda gözden kaçabildiği bildirilmektedir (Langeland ve Olff 2008). Olgu Sunumu: Marmara Üniversitesi Çocuk Psikiyatrisi Polikliniğine huzursuzluk, sık ağlama, kendine zarar verme, anneden ayrılamama ve uyku sorunları yakınmalarıyla 13 aylık bir erkek bebek anne-babası tarafından getirildi. On aylıkken geçirdiği trafik kazasının yol açtığı spinal kord hasarına bağlı olarak emekleme, sıralama gibi motor becerileri kaybetmiş olan bebeğin Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon amacıyla tekrarlayan hastane yatışları vardı. Yapılan görüşmelerde annenin depresif belirtileri olduğu, babanın ise kazaya kendisinin yol açtığı düşüncesiyle yoğun suçluluk duyguları yaşadığı gözlendi. Bebekte TSSB olduğu düşünülerek hidroksizin 10 mg/gün başlandı. Aileye destekleyici psikoterapötik müdahaleler yapıldı, annenin bireysel psikiyatrik tedavisi düzenlendi. Takip sürecinde uykusu düzene giren, gün içinde huzursuzluğu ve kendine zarar verme davranışları azalan hastada ayrıca Diabetes İnsipidus olduğu pediatrik endokrinoloji tarafından saptandı. Tartışma: Bu sunumda trafik kazası, fiziksel yaralanma, hastane yatışları ve annenin depresyonu gibi çoklu travma etkenleriyle karşılaşan olgu bağlamında erken yaşlarda TSSB tanısı ve tedavisinin tartışılması amaçlanmaktadır.

P.073

Page 111: 19.Ulusal Kongre

111

Çocukluk Otizmini Değerlendirme Ölçeği Türkçe Formunun Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması

*Uzm. Dr. Seçil İncekaş, *Yrd. Doç. Dr. Burak Baykara, **Doç. Dr. Yücel

Demiral, *Prof. Dr. Süha Miral

*Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D ** Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı A.D

Giriş: Yaygın gelişimsel bozuklukların değerlendirilmesinde pek çok tanısal araç kullanılmaktadır. Çocukluk Otizmini Derecelendirme Ölçeği (ÇODÖ, The Childhood Autism Rating Scale [CARS]), otizm tanısını koymak ve otizm sendromu olmayan gelişimsel olarak engelli çocuklar ile otizmi olan çocukları ayırt etmek amacı ile geliştirilmiş, 15 maddeden oluşan geçerli ve güvenilir bir ölçektir. Ülkemizde ölçeğin çeviri ve tekrar çeviri çalışmaları Sucuoğlu ve arkadaşları tarafından yapılmış, Türkçe formu dilimize kazandırılmıştır. Bu çalışmanın amacı, Sucuoğlu ve arkadaşları tarafından iç tutarlılık, kapsam geçerliliği ve örneklem grubunun uç grupları için ayırt ediciliği incelenen ÇODÖ’ nün geçerlik ve güvenirlik analizini genişletmektir. Bu amaç doğrultusunda daha büyük bir örneklem grubunda değerlendirmeciler arası güvenirlik, test-tekrar test tutarlılığı, ölçeğin Otizm Davranış Kontrol Listesi (ABC) ve Klinik Global İzlenim (CGI) ile karşılaştırılması yapılmıştır. Yöntem: Çalışma 4-18 yaş arasında, DSM-IV-TR ölçütlerine göre YGB tanısını karşılayan 48, mental retardasyon tanısını karşılayan 48 çocuk ve ergenden oluşan, toplam 96 kişilik bir örneklem ile yapıldı. YGB hastalarına sosyodemografik veri formu, Çocukluk Otizmini Derecelendirme Ölçeği, Otizm Davranış Kontrol Listesi (ABC), Klinik Global İzlenim (CGI), kontrol grubuna ise sosyodemografik veri formu, Çocukluk Otizmini Derecelendirme Ölçeği ve Otizm Davranış Kontrol Listesi (ABC) uygulandı. Bulgular: Çalışmamızda elde ettiğimiz bulgular ÇODÖ’ nün geçerli ve güvenilir olduğu konusunda açık kanıtlar sağlamıştır. Güvenirlik bulguları incelendiğinde Cronbach alfa katsayısı 0,95 olarak bulundu. Değerlendirmeciler arası güvenirlik için korelasyon katsayısı 0.98 olarak bulundu. Test-tekrar test tutarlılığı ölçümünde korelasyon katsayısı 0.98 olarak bulundu. Yapı geçerliğinin değerlendirilmesi amacı ile yapılan faktör analizinde, zihinsel işlevlerdeki tutarlılığı inceleyen 14. madde dışında tüm ölçek maddelerinin anlamlı düzeyde birbirleri ile korelasyon gösterdikleri saptandı. Ölçüt geçerliğinin değerlendirilmesi amacı ile ÇODÖ toplam puanları CGI puanı ve ABC toplam puanı ile karşılaştırıldı, korelasyon katsayıları sırası ile 0,873 ve 0,567 bulundu. Ölçeğin otizmi olan ve olmayan (MR) grup arasında iyi derecede ayırt ediciliğinin olduğu (p< 0.001) gösterildi. Tartışma: Çocukluk Otizmini Değerlendirme Ölçeği standardize ölçüm aracı özelliklerini taşımaktadır.

P.074

Page 112: 19.Ulusal Kongre

112

Çocukluk Otizmini Değerlendirme Ölçeği Türkçe Formunun Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması

*Uzm. Dr. Seçil İncekaş, *Yrd. Doç. Dr. Burak Baykara, **Doç. Dr. Yücel

Demiral, *Prof. Dr. Süha Miral

*Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. **Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı A.D.

Giriş: Yaygın gelişimsel bozuklukların değerlendirilmesinde pek çok tanısal araç kullanılmaktadır. Çocukluk Otizmini Derecelendirme Ölçeği (ÇODÖ, The Childhood Autism Rating Scale [CARS]), otizm tanısını koymak ve otizm sendromu olmayan gelişimsel olarak engelli çocuklar ile otizmi olan çocukları ayırt etmek amacı ile geliştirilmiş, 15 maddeden oluşan geçerli ve güvenilir bir ölçektir. Bu çalışmanın amacı, Sucuoğlu ve arkadaşları tarafından iç tutarlılık, kapsam geçerliliği ve örneklem grubunun uç grupları için ayırt ediciliği incelenen ÇODÖ’nün geçerlik ve güvenirlik analizini genişletmektir. Bu amaçla değerlendirmeciler arası güvenirlik, test-tekrar test tutarlılığı, ölçeğin Otizm Davranış Kontrol Listesi (ABC) ve Klinik Global İzlenim (CGI) ile karşılaştırılması yapılmıştır. Yöntem: Çalışma 4-18 yaş arasında, DSM IV TR ölçütlerine göre yaygın gelişimsel bozukluk (YGB) tanısını karşılayan 48, mental retardasyon (MR) tanısını karşılayan 48 çocuk ve ergenden oluşan, 96 olgu ile yapıldı. Değerlendirmeler aynı görüşmenin video kaydı kullanılarak iki bağımsız klinisyen tarafından yapıldı. Bulgular: Çalışmamızda elde ettiğimiz bulgular ÇODÖ’ nün geçerli ve güvenilir olduğu konusunda açık kanıtlar sağlamıştır. Güvenirlik bulguları incelendiğinde Cronbach alfa katsayısı 0,95; genellenebilirliği destekleyen gruplar arası korelasyon katsayısı 0,96 olarak bulundu. Değerlendirmeciler arası güvenirlik ölçümü amacıyla 46 YGB olgusu iki bağımsız klinisyen tarafından bağımsız olarak değerlendirildi, (korelasyon katsayısı 0.98) ve test-tekrar test tutarlılığı ölçümü amacı ile 48 çocuk aynı klinisyen tarafından 60±10 gün ara ile değerlendirildi (korelasyon katsayısı 0.98). Yapı geçerliğinin değerlendirilmesinde zihinsel işlevlerdeki tutarlılığı inceleyen 14. madde dışında tüm ölçek maddelerinin birbirleriyle koreleydi. Ölçüt geçerliğinin değerlendirilmesi amacı ile ÇODÖ toplam puanları CGI puanı ve ABC toplam puanı ile karşılaştırıldı, korelasyon katsayıları sırası ile 0,873 ve 0,567 bulundu. Ölçeğin otizmi olan ve olmayan (MR) grup arasında iyi derecede ayırt ediciliğinin olduğu (p< 0.001) gösterildi. Tartışma: ÇODÖ standardize ölçüm aracı özelliklerini taşımaktadır. ÇODÖ’nün YGB alanında yapılan çalışmalara ve klinik uygulamaya katkıda bulunacağı düşünülmektedir.

P.075

Page 113: 19.Ulusal Kongre

113

Adli Olarak Başvuran Cinsel İstismara Uğramış Mental Sorunlu Çocukların, İstismar, Psikiyatrik ve

Beden Muayenesi Özellikleri

*Yrd. Doç. Dr. Seher Akbaş, **Yrd. Doç. Dr. Ahmet Turla, *Yrd. Doç. Dr. Koray Karabekiroğlu, ***Uzm. Psk. Tülay Keskin , ****Yrd. Doç. Dr. Ömer

Böke

*Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. **Ondokuz Mayıs Üniversitesi Adli Tıp A.D.

***Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Zihin Engelli Çocuklar Merkezi ****Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri A.D.

Giriş: Bu çalışmanın amacı Mental Retarde (MR) olan istismar kurbanlarının istismar özelliklerinin ve psikiyatrik özelliklerin MR olmayanlarla farkının ve etkilenme boyutunun ortaya konmasıdır. Yöntem: Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Polikliniğine cinsel istismara nedeniyle Ocak 2005, Şubat 2009 tarihleri arasında adli kurumlarca yönlendirilen 7-16 yaş arası 20 MR, 20 MR olmayan yaş ve cinsiyetleri eşleştirilmiş olgu çalışmaya alınmıştır. Mental kapasite değerlendirilmesi Wechsler Çocuklar İçin Zeka Ölçeği (WISC-R) uygulanmıştır. Tüm olguların fizik bakıları yapılmıştır. İstismar özellikleri ve ruhsal durum değerlendirmeleriyle (DSM-IV-TR tanı kriterlerine göre) ilgili bilgiler yapılan psikiyatrik görüşmelerde elde edilmiştir. Bulgular: Adli olarak başvuran MR istismar kurbanları MR olmayanlara göre daha fazla vajinal penetrasyon şeklindeki istismara maruz kalmış, beden muayenesinde daha fazla istismara yönelik anal-vajinal bulgulara rastlanmış, daha fazla akrabaları tarafından istismar edilmişlerdir. Diğer istismar özellikleri açısından her iki grup, benzer şekilde yüksek oranda tehdit almış, birden çok istismar şekline maruz kalmış, benzer sürelerde istismar devam etmiş ve benzer oranda psikiyatrik bozukluk tanısı almıştır. Tartışma: MR olan grup daha şiddetli istismar şekline maruz kalmakta daha çok akrabaları tarafından istismar edilmektedir. Her iki grubun ruhsal etkilenme boyutu benzer ve yüksek oranda bulunmuş olup klinisyenlerin tedavi koruyucu yaklaşımlar açısından her iki grubu da çok dikkatli değerlendirmeleri önemlidir.

P.076

Page 114: 19.Ulusal Kongre

114

Özel Eğitim ve İlaç Alan Otistik Bozukluklu Çocukların ve Otistik Semptomlar Açısından Sekiz

Haftalık İzlemi ve Ek Tanı Özellikleri

*Yrd. Doç. Dr. Seher Akbaş, *Yrd. Doç. Dr. Koray Karabekiroğlu

*Ondokuz Mayıs Üniversitesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. Giriş: Otistik bozukluk şiddetinin derecesi değişkenlik gösteren, etyolojisi bilinmeyen, birey, ailesi ve toplum için önemli etkileri olan gelişimsel bozukluktur. Ülkemiz otistik bozuklukla ilgili başvuru sonrası kısa ve uzun dönem psikiyatrik özelliklerin ve tedavinin değerlendirildiği çalışmalar açısından yeterli değildir. Bu çalışmanın amacı otistik bozukluk tanısı alan hastaların ek tanı ve sekiz haftalık poliklinik izlemi sırasında semptom dağılım özelliklerinin değerlendirilmesidir. Yöntem: Hastalar ve aileleriyle, çocuğa yönelik DSM-IV-TR tanı kriterlerine göre psikiyatrik değerlendirme yapılmıştır. Tanı alan hastaların anneleri başvuru sırasında Otizm Davranış Kontrol Listesi (ODKL) ölçeğini ve Aberrant Behavior Checklist’i (ABC) başvuru sırasında ve birer ay arayla toplam üç kez doldurmuşlardır. Sosyodemografik özellikler, başvuru sırasında hastaya ait hastalık ve tedavi bilgileri, başvuru sonrasındaki tanı ve tedavi bilgileri hasta dosya bilgilerinden elde edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya yaş ortalamaları 4.51±1.62 27 olan 27 otistik çocuk alınmıştır. Çalışmada kullanılan ODKL ölçeğinin ortalaması 70.33±16.80 bulunmuştur. Dikkat eksikliği hiperaktivite sorunları oldukça yüksek oranda (%70.4) bulunmuştur. Başvuru sırasında ilaç ve özel eğitim olan ve almayan otistik çocuklarda ABC puanları arasından anlamlı farklılık bulunmamıştır (p>0.05). Hastaların özel eğitim ve ilaç tedavisi düzenlendikten sonraki sekiz haftalık izlemde ABC’te göre otistik çocuklardaki sterotipi (p=0.003) ve hiperaktivite (p=0.015) davranışlarında anlamlı düzelme bulunmuştur. Tartışma: Otistik bozuklukta dikkat eksikliği ve hiperaktivite sorunları yüksek oranda bulunmuş, düzenlenen özel eğitim ve ilaç tedavilerin sekiz haftalık sürede sterotipi ve hiperaktivite semptomlarını azalttığı görülmüştür. Uygulanan yöntemlerin farklı semptom kümelerine farklı etkisi olabileceğinden, otizmin tedavisinde hem ek tanıların ayrıntılı incelenmesine hem de tedavi yöntemlerinin farklı semptomlara etkisinin daha ayrıntılı değerlendirilmesine ihtiyaç vardır.

P.077

Page 115: 19.Ulusal Kongre

115

Çocukluğun Dezintegratif Bozukluğu’nda Atomoksetin Kullanımı: Bir Olgu Sunumu

*Yrd. Doç. Dr. Seher Akbaş, *Dr. Gökçe Nur Taşdemir, *Yrd. Doç. Dr. Koray

Karabekiroğlu

*Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

Giriş: Atomoksetin’in Otistik Spektrum Bozuklukları’na(OSB) eşlik eden Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu(DEHB) semptomları üzerinde anlamlı ölçüde düzelme sağladığı açık uçlu ve plasebo kontrollü çalışmalar ile gösterilmiştir. Bu sunumda, Atomoksetin ile DEHB semptomlarında belirgin düzelme izlenen Çocukluğun Dezintegratif Bozukluğu olan bir olgu tartışılacaktır. Olgu Sunumu: 10 yaşında kız hasta, iletişim kurmama, hareketlilik şikayetleri ile polikliniğimize getirildi. 5 yaşına kadar gelişiminin normal olduğu, daha sonra içe kapandığı, yaşıtları ve diğer insanlarla sosyal iletişiminin bozulduğu, kendine zarar verdiği, ekolalisinin, stereotipik hareketlerinin, hiperaktivitesinin olduğu öğrenildi. Ebeveynleri, “Psikotik Bozukluk” tanısı ile son iki yıldır Risperidon 1.5mg/gün kullandığını belirttiler. Kısa süreyle Metilfenidat kullandığı; irritabilite artışı ve uykusuzluk şeklindeki yan etkileri sebebiyle kesildiği öğrenildi. Pre-peri natal öyküsünde özellik yoktu. Ailede psikiyatrik hastalık öyküsü yoktu. Normal gelişim basamaklarına uygun olarak kazanılmış olan iletişim ve sosyal etkileşim becerilerinde kayıp olması sebebiyle organik patolojinin araştırılması için hastamız Pediatrik Nöroloji bölümü tarafından değerlendirildi. Nörolojik muayenesi, kanda laktat, amonyak, ürik asit, seruloplazmin, elektrolit düzeyi, açlık kan şekeri, karaciğer enzimleri, ASO, CRP, sedimantasyon, tam kan sayımı, antinükleer antikor, anti-DNA antikor, anti kardiolipin antikor, tandem-MS, tam idrar tetkiki ve idrarda organik asit düzeyi, EEG ve kranial MRG’sinde herhangi bir patoloji saptanmadı. “Çocukluğun Dezintegratif Bozukluğu” tanısı ile Risperidon dozu kademeli olarak 3mg/güne çıkıldı. Hiperaktivite semptomlarına yönelik olarak Klonidin 0.75mg 1+1/2 tablet şeklinde tedavi önerildi. Semptomlarının devam etmesi sebebiyle Klonidin kesilerek, tedaviye Atomoksetin eklendi, dozu kademeli olarak 30mg/güne çıkıldı. Ailesinden ve öğretmeninden hareketliliğinde ve kendine zarar vermesinde belirgin azalma olduğu, dikkat süresinin uzadığı, iletişiminin, sosyal etkileşiminin ve komutlara yanıtının daha iyi olduğu öğrenildi. Tartışma: OSB’da DEHB semptomlarının farmakoterapisi gelişimi normal olan çocuklara göre etkinliğin daha düşük olması ve yan etkilerin daha fazla görülmesi sebebiyle güçtür. Atomoksetin, etkinliğinin yanı sıra düşük yan etki profili sebebiyle OSB ve DEHB olan çocuklarda güvenli bir ilaç gibi görünmektedir.

P.078

Page 116: 19.Ulusal Kongre

116

Dikkat eksikliği Hiperaktivite tanısı olan klinik grup ile normal popülasyonun sosyal karşılıklılık ölçeği ile

karşılaştırılması

*Uzm. Psk. Dan. Selin Ünal, **Dr. Ayşegül Selcen Güler, *Uzm. Psk. Ceyda Dedeoğlu, ***Uzm. Dr. Beril Taşkın, **Prof. Dr. Yankı Yazgan

*Güzel Günler Sağlık Hizmetleri

**Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. ***Maltepe Üniversitesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

Giriş: Sosyal karşılıklılığın olmaması otistik spektrum bozukluklarının (OSB) belirtilerinden biridir. Çalışmalar OSB dışındaki psikopatolojilerde de bu alanda sorun yaşanabildiği gösterilmiştir. Sosyal karşılıklılık ölçeği (SKÖ) ile değerlendirilen sosyal bozulma yalnızca klinik örneklemlerde görülmemekte, toplumda sürekli bir dağılım sergilemektedir. Bu çalışmada özel bir klinikte görülen dikkat eksikliği ve hiperaktivite (DEHB) tanılı çocuklar ile klinik tanısı olmayan toplum örnekleminin SKÖ skorlarının karşılaştırılması amaçlar. Çalışmada ölçeğin Türk örnekleminde standardizasyonunun yapılması da planlanmıştır. Yöntem: 2004 yılında İstanbul da bir ilköğretim okulundaki öğrencilere (N=1180) SKÖ ve Çocuklar için Davranış Değerlendirme Ölçeği (ÇDDÖ) verilmiş; bu ölçekler altı ay sonra rastgele seçilen bir grupta (N= 249) tekrar değerlendirilmiştir. 2006’da ise aynı okulu da içeren 3 ilköğretim okuluna aynı ölçekler (N=3892) verilmiştir. Bu toplum örneklemi içinde ÇDDÖ dikkat skoru yüksek (>70) olan ancak klinik tanısı olmayan bir grup (n=60) ve ÇDDÖ dikkat skoru yüksek olmayan (<70) bir kontrol grubu (n=1075) oluşturulmuştur. Klinik grup, özel bir klinikte DEHB tanısı alan, ÇDDÖ dikkat skorları klinik düzeyde olan hastalardan oluşmaktadır (n=12). Bulgular: Okul örnekleminden ÇDDÖ dikkat skorları 70 üzeri ve altı olan iki grubun SKÖ skorları klinik grubunkiler ile ANOVA kullanarak karşılaştırıldı. Gruplar arasındaki fark anlamlı çıkarken en yüksek SKÖ skorları klinik gruptaydı (ort=90.69 sd=21.54). ÇDDÖ dikkat skorları >70 olan grubun SKÖ ortalaması 72.49±19.25 iken en düşük skorlar ÇDDÖ (m=52.66 sd=15.45) dikkat skoru 70’ in altında olan grupta gözlendi. Okul örnekleminde Sosyal Karşılıklılık Ölçeği’ nin (SKÖ) iç tutarlılığı hesaplandı (n=1072, Cronbach’s alpha=.86). SKÖ Türkçe şeklinin test-tekrar test güvenilirliği 6 ay arayla elde edilen veri ile hesaplandı (n=132, Pearson’s r=.53, p<.01). Bütün örneklemde temel bileşenler faktör analizi ve varimax rotasyonu ile 12 ve 4 faktörlü iki model bulundu. 12 faktör toplam varyansın %48’ ini açıklarken, 4 faktörlü model toplam varyansın %33’ ünü açıklamaktaydı. Tartışma: Sonuçlar empati becerilerini içeren sosyal kognisyon alanının OSB dışındaki başka psikopatolojilerde de etkilenebileceğini göstermektedir. DEHB tanılı çocuklarda sosyal karşılıkta aksamalar olduğu söylenebilir.

P.079

Page 117: 19.Ulusal Kongre

117

Okul Reddi Davranışı Sergileyen ve Takipleri Sırasında Konversiyon Bozukluğu Gelişen Bir Olgu

*Dr. Selma Tural Hesapçıoğlu, *Dr. Zeynep Göker, *Prof. Dr. Sema

Tanrıöver Kandil * Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

Giriş: Okul reddi davranışı, çeşitli internalizan ve eksternalizan davranışlarla belirli karmaşık bir durumdur. Yaygın ve sosyal anksiyete, somatik yakınmalar, depresyon, korku, sosyal geri çekilme, uyumsuzluk, saldırganlık, kaçma ve tutturma benzeri davranışlar izlenebilir. Bu çalışmada okul reddi davranışı nedeniyle polikliniğimize başvuran ve takibi sırasında konversiyon bozukluğu gelişen bir olgunun literatür bilgileri ışığında tartışılması amaçlandı. Olgu Sunumu: KS, 13 yaş, erkek, ilköğretim 8. sınıf öğrencisi. Polikliniğimize ilk kez iki yıl önce, 6. sınıf öğrencisi iken, “4 gündür okula gitmeme” şikayeti ile annesi tarafından getirildi. Olgu 5. sınıfı bitirdiğinde okul birincisi idi, 6. sınıfa daha iyi bir okulda devam etmek istedi. Yeni okulunda bir öğretmeni tarafından azarlanmasının ardından, olguda çok yoğun korku, kaygı ve okula gitmeme davranışı gelişti. Sertralin 50 mg/gün tedavisi başlanan olguda, tedavisinin başlanmasından üç hafta sonra bayılmalar ortaya çıktı. Çocuk acil polikliniğindeki tetkiklerinde organik bir patolojiye rastlanılmayan olgu, bölümümüze konsülte edildi. Olguya DSM-IV tanı ölçütleri esas alınarak “Konversiyon Bozukluğu” tanısı kondu. Tedavisine Risperidon 1 mg/gün eklendi. Takibinde Sertralin 75 mg/gün, Risperidon 1.5 mg/gün ile devam edildi. Okul reddi davranışına yönelik aileye rehberlik ve danışmanlık yapıldı, hastaya haftalık davranışçı ödevler verildi. Bu çalışmada olgunun iki yıllık takibi, uygulanan terapötik yaklaşımlar ve hastanın prognozu tartışıldı. Tartışma: Okul reddi davranışı kendisini ayrılık anksiyetesi başta olmak üzere anksiyete bozuklukları ile birlikte gösterebilir. Bu olguda okul reddi davranışına sekonder olarak ortaya çıkan konversiyon bozukluğu görüldü ve olgu bu yönüyle tartışıldı.

P.080

Page 118: 19.Ulusal Kongre

118

Kohlear İmplantasyon Sonrası Ortaya Çıkan Otistik Belirtiler: Bir Olgu Sunumu

*Dr. Serhat Nasıroğlu, *Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Yolga Tahiroğlu, *Prof. Dr.

Ayşe Avcı, *Psk. Dan. Sunay Fırat

*Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh sağlığı ve Hastalıkları A.B

Giriş: Kohlear implant (Kİ) işitme cihazlarından az ve ya hiç yarar görmeyen ileri derece de işitme kaybı olanlarda kullanılır. Kİ sisteminde çocuğun işittiği günlük sesler şifrelenmiş elektriksel uyarıma dönüşür ve uyarımlarda işitme sinirini uyarır böylece beyinde uyaranların ses olarak algılanması sağlanır. Bu çalışmada Kİ sonrası Yaygın Gelişimsel Bozukluk (YGB) belirtileri gözlenen bir olgunun tartışılması amaçlanmıştır Olgu Sunumu: 9 aylık olgu ilk olarak Kİ adayı olarak değerlendirildi. 2 aylık iken seslere tepki vermemesi nedeniyle yapılan değerlendirmede her iki kulağında %90 işitme kaybı belirlenmiştir. 6 ay işitme cihazı kullanmış ancak fayda görmemiştir. Gelişimi diğer alanlarda yaşıtlarına benzer biçimdedir. İlk görüşmede göz temasının iyi olduğu, yabancıları ayırt ettiği, yabancılarla iletişiminin iyi olduğu gözlendi ve bu gözlemler aile tarafından da doğrulandı. Ankara Gelişim Envanteri Testi’ ne göre (AGTE) takvim yaşı 9 ay iken; genel gelişimi 7 ay, dil gelişimi 7 ay, ince motor gelişimi 10 ay, kaba motor gelişimi 8 ay, sosyal beceri öz bakım gelişimi 6 ay ile uyumluydu. İkinci değerlendirmede 25 aylık olan olguya 6 ay önce Kİ uygulanmıştı. Kİ’ den birkaç hafta sonra başlayan sabit bir nesne etrafında dönme, belirli yiyecekler dışında yemeyi reddetme, göz temasında azalma, çocuklarla oyun oynamama yakınmalarının başladığı öğrenildi. Otizm değerlendirme ölçeği (33.5 puan) YGB tanısını destekliyordu. Bu sırada yapılan AGTE’ ye göre genel gelişimi 14 ay, dil gelişimi 13 ay, ince motor gelişimi 18 ay, kaba motor gelişimi 22 ay, sosyal beceri öz bakım gelişimi 20 ay ile uyumluydu. Olgu “Atipik YGB + Gelişme Geriliği” olarak değerlendirildi. Tartışma: Uyaran eksikliği YGB’ nin en iyi tanımlanmış çevresel nedenlerindendir. İşitme kaybı önemli bir uyaran eksikliğidir, işitme kaybına bağlı YGB belirtileri gözlenen, dahası işitmenin düzelmesinin ardından YGB bulguları düzelen olgular vardır. Bu çalışmada işitmenin düzeltilmesini amaçlayan bir girişiminden sonra gözlenen YGB belirtilerinin olası nedenleri tartışılacaktır.

P.081

Page 119: 19.Ulusal Kongre

119

Bebeklik Depresyonu: Olgu Sunumu

*Dr. Sevcan Karakoç*, *Doç. Dr. Salih Zoroğlu

*İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. Giriş: Anne yoksunluk sendromu olarak bilinen, Spitz tarafından hospitalizm (yuva hastalığı) veya anaklitik depresyon olarak da adlandırılan durumda; anneden uzun süre ayrı kalan veya bakımevine verilen, 2 yaş altındaki bazı çocuklarda gözlenir. Olgu Sunumu: Polikliniğimize 21 aylık erkek bebek konuşmama, huysuzluk ve iştahsızlık sorunları ile annesi tarafından getirildi. Alınan öyküden herhangi bir fiziksel hastalığı olmadığı, mental-motor gelişiminin yaşıtlarıyla uyumlu olduğu, seslenince baktığı, oyun oynadığı öğrenildi. Üç çocuğu olan anne ile baba hasta 4 aylıkken boşanmışlar, diğer çocuklar, 2 büyük kız kardeş babaya; hastamız olan bebek anneye verilmiş. Anne 6 aylık olana kadar bakmış, o dönemden sonra gündüzleri bakıcı ilgilenmekteymiş. Anne, bakıcı veya babada herhangi psikiyatrik hastalık yokmuş. Babasını ayda bir kısa süreli görmekteymiş. Başvurudan önceki ay, hasta 40 günlüğüne babada kalmış. O dönem annesini görmemiş, anneye geldikten sonra sorunlar fark edilerek polikliniğe getirilmişti. Ruhsal durum muayenesinde; seslenildiğinde bakmadığı, huysuz olduğu, karşılıklı oyun oynamadığı, klinisyen ile iletişim kurmadığı saptandı. Gelişimsel bozukluklar dışlanarak bebeklik depresyonu düşünüldü, çalışmak zorunda olan anneye çocuğunun durumu nedeniyle 1 aylık istirahat raporu verildi ve birlikte kaliteli vakit geçirmeleri önerildi. Bir ay sonunda geldiğinde duygudurumu ötimik, afektif katılımı uygun, karşılıklı oyun oynayan herhangi bir psikopatolojik sorunu olmadığı gözlendi. Tartışma: Bu vakadan yola çıkarak literatürdeki bebeklik depresyonu gözden geçirilecektir.

P.082

Page 120: 19.Ulusal Kongre

120

Obsesif Kompulsif Bozukluğu olan Ergenlerde Anne ve Babaya Bağlanma

*Dr. Sevcan Karakoç, *Psk. Tülin Yurtbay, **Doç. Dr. Halim İşsever, *Dr.

Hilal Adaletli

*İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. **İstanbul Tıp Fakültesi Halk Sağlığı A.D.

Giriş: Bağlanma kuramını ilk olarak Bowlby açıklamıştır. Yaşamın ilk yıllarında oluşan bağlanma, daha sonraki psikopatolojik süreci de etkilemektedir. Obsesif kompulsif bozukluk(OKB) günümüz ruhsal hastalıklar sınıflandırma ölçütlerinde kaygı bozuklukları ana başlığında yer alan; tekrarlayıcı biçimde zihni meşgul eden ve kaygıyı arttıran düşünceler ile endişeyi azaltan tekrarlayıcı davranışlarla tanımlanmaktadır. Amaç, OKB’li ergenlerde bağlanma özelliklerinin incelenmesidir. Yöntem: Araştırma grubunu polikliniğimize başvuran 12-18 yaşları arasında 30 OKB’li ergen alındı. Birinci kontrol grubunu oluşturan ve farklı psikiyatrik tanı alan ergenler çalışma grubuyla eşleştirilerek olabildiğince yakın yaş ve cinsiyette olması, öykülerinde OKB ve başka grup anksiyete bozukluğu, zihinsel ve motor gerilik, yaygın gelişimsel bozukluklar, psikoz, epilepsi ve diğer nörolojik bozuklukların olmaması temel alınmıştır. İkinci kontrol grubu; sağlıklı kontrol; de okul rehberlik ve sınıf öğretmenlerince değerlendirilerek okulda ve evde uyumlu, davranış sorunları olmayan başarılı öğrenciler olmaları öngörülmüştür. Tüm gruptaki ergenlerin anne ve babasının sağ ve birlikte yaşıyor olması aranmıştır. Ebeveyn ve arkadaşlara bağlanma envanteri kısa formu (EABE) ile anne ve babaya bağlanmaları ve Sosyotropi-Otonomi ölçeği (SOSOTÖ) kullanılarak tüm katılımcıların bağımlılığa ve özerkliğe dayalı kişilik özellikleri değerlendirilmiştir. Bulgular: Bağlanma özelliklerine bakıldığında OKB grubu ile sağlıklı kontroller arası fark yok, hastalığı olan kontrollerde fark vardı. (p<0.05) Bağlanma puanları karşılaştırıldığında anneye bağlanma puanı ortalama 37,0; baba bağlanma ortalama 35,1; anne baba bağlanma puanı 72,1 iken OKB en yüksek puana ve sağlıklı gruplar ile birlikte ortalama üstü iken, diğer kontrol grubu ortalama altında puanlara sahip bulundu. Sosyotopi ve otonomi puanlarına bakıldığında sağlıklı grup yüksek puanlara sahipken, OKB’li ergenler ikinci sırada ve farklı psikiyatrik tanı alan grup en düşük puanlara sahipti. Tartışma: Çalışmada bağlanma güvenliği ile OKB arasında anlamlı ilişki çıkmaması katılımcıların ergenliğin tüm dönemlerini içeriyor olması etkili olmuş olabilir. Bilindiği üzere geç ergenlik döneminde bağlanma ve duygusal yatırımlar anne ve babadan başkasına aktarılmış olabilir. Genelde kaçıngan özelliklerin olmaması OKB’ yi genel anlamda diğer bunaltı bozukluklarından ayırt etmede kullanılabilir.

P.083

Page 121: 19.Ulusal Kongre

121

Erken Çocukluk Döneminde Çocuklarda Resim Yaşı ve İlişkili Faktörler

*Uzm. Dr. Şaziye Senem Başgül, **Hemş. Gülcan Başar Akkaya, *** Doç dr.

Nilay Etiler, ****Prof. Dr. Ayşen Coşkun

*Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. **Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Zihinsel Engelliler Öğretmenliği B.

***Kocaeli Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı A.D. ****Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi.

Giriş: Plastik Sanatlar ve İnsan Psikolojisi üzerinde yapılan bazı çalışmalar her iki konu arasında doğrudan bağlantılar saptamaya yöneliktir. Çocuk resmindeki gelişim beş evreye ayrılır. Karalama evresi (2-4 yaş), şema öncesi dönem (4-7 yaş), şematik dönem (7-9 yaş), gerçeklik dönemi (9-12 yaş), görünürde doğalcılık dönemi (12-14 yaş). Çalışmamızda ülkemizde erken çocukluk dönemindeki çocukların resim yaşını saptamak, resim yaşının hangi sosyodemografik verilerden etkilendiği ve ruhsal hastalıklarla ilişkisini araştırmak amaçlanmıştır. Yöntem: Araştırma, saha ve klinik olmak üzere iki örneklemden oluşmaktadır. Saha örneklemi İzmit Merkez Sağlık Grup Başkanlığı bölgesinde yaşayan 3-5 yaşlarındaki çocuklardan sağlık ocakları kayıtlarından randomize olarak seçilmiştir. Klinik örneklem ise K.Ü.T.F. Çocuk Ruh Sağlığı Polikliniği’ne başvuran 3-5 yaşlarındaki çocuklardan oluşturulmuştur. Çocuğun ve ailesinin sosyodemografik bilgileri alınmış; DSM IV ölçütlerine göre psikiyatrik değerlendirme yapılmıştır. Çocuğa “bana bir çocuk resmi yap” komutu verilerek resim çizmesi istenmiştir. Resimler bir resim öğretmeni tarafından incelenmiş ve öğretmen çocuğun klinik değerlendirme sonuçları, yaşı ve cinsiyetinden habersiz olarak yaş saptamasında bulunmuştur. Resim yaşı, takvim yaşı ile resim öğretmeninin saptadığı yaş kıyaslanarak hesaplanmıştır. Bulgular: Çalışmaya 3-5 yaşlarında toplam 204’ü saha; 105’i klinik örneklem; toplam 309 çocuk katılmıştır. Bunların 187’si (%60.5) erkek, 122’si (%39.5) kızlardır. Yaş ortalaması 3.94±0.81 olarak bulunmuştur. Cinsiyet; annenin çalışıyor olması; kardeşinin olması; ebeveynlerin yaşları ve eğitim düzeyleri ile resim yaşı arasında anlamlı ilişki gösterilememiştir (p>0.005). Kreşe giden çocuklarda gitmeyenlere oranla resim yaşı daha büyük olarak saptanmıştır (p<0.005). Düşük doğum ağırlığı olan çocukların resim yaşları anlamlı oranda geri bulunmuştur (p<0.005). Tırnak yeme, parmak emme ve saptanan hiçbir ruhsal hastalık ile resim yaşı arasında anlamlı ilişki saptanmazken (p>0.005), mastürbasyonu yapan çocuklarda resim yaşı daha geride bulunmuştur (p<0.005). Tartışma: Çalışmamızın sonuçlarına göre; çocukların cinsiyetleri, anne baba eğitim düzeyleri, annenin çalışıyor olması çocukların resim yaşlarını etkilememektedir. Düşük doğum ağırlığı olan ve kreşe gitmeyen çocuklarda resim yaşları daha geridir. Çocuklardaki hiçbir psikopatoloji resim yaşını etkilemiyorken, mastürbasyon yapan çocuklarda resim yaşı daha geridedir. Bulgularımız posterde literatür eşliğinde daha ayrıntılı olarak tartışılacaktır.

P.084

Page 122: 19.Ulusal Kongre

122

Denizli Devlet Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Polikliniğine Başvuran Olgularda Sosyodemografik

Özellikleri ve Tanıları

*Dr. Şermin Yalın, **Dr. Melike Ceyhan Balcı Şengül

*Denizli Devlet Hastanesi Psikiyatrisi Birimi **Denizli Devlet Hastanesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Birimi

Giriş: Çocuk ve ergen psikiyatri polikliniğine başvuran olguların sosyodemografik özelliklerinin ve tanılarının araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Denizli Devlet Hastanesi Çocuk Psikiyatrisi Polikliniği’ ne Ağustos 2008- Ocak 2009 tarihleri arası 6 aylık süreçte başvuran olguların bilgisayar sisteminde kayıtlı olan verileri geriye dönük olarak incelenmiştir. Bulgular: 6 aylık süreçte toplam 4420 muayene yapılmış, 2954 yeni hasta görülmüş olup olguların 819’ u (%27,7) heyet polikliniğinde görülmüştür. Olguların % 61,6’ sını erkekler kalan %38,4’ ünü kızlar oluşturmaktadır. Başvuran olguların yaş dağılım aralığı; 1-6 yaş aralığında %29, 7-12 yaş aralığında %50.8, 13-18 yaş aralığında % 20.2’ dir. Olguların sağlık güvenceleri değerlendirildiğinde SSK %48,9, Bağkur %12,1, Resmi kurumlar %11,1 Yeşil kart %9,3, sosyal güvencesi olmayan 18 yaş altı %13,7, Emekli sandığı % 1,3, ücretli %3,6 olduğu saptanmıştır. Olguların tanıları değerlendirildiğinde yıkıcı davranış bozuklukları%25,2, anksiyete bozuklukları % 20,6, duygudurum bozuklukları % 5,8, dışa atım bozuklukları %6,4 ilişki sorunları %4,3, diğer bozukluklar %19 ve sorunu olmayanlar %18,7 olarak belirlenmiştir. İspanya, Amerika ve Türkiye’ deki diğer çalışmalarla da benzer bulunmuştur. Tartışma: Bu çalışmada saptanan bulgular, çocuk psikiyatrisi polikliniği hizmetlerinin iyileştirilmesinde yararlı olabilir.

P.085

Page 123: 19.Ulusal Kongre

123

Denizli Devlet Hastanesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Polikliniğinde Değerlendirilen Adli Olguların

Özellikleri

*Dr. Şermin Yalın, **Dr. Melike Ceyhan Balcı Şengül

*Denizli Devlet Hastanesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Birimi **Denizli Devlet Hastanesi Psikiyatrisi Birimi

Giriş: Çocuk ve ergen psikiyatri polikliniğine başvuran adli olguların özelliklerinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Denizli Devlet Hastanesi Çocuk Psikiyatrisi Polikliniği’ ne Ağustos 2008-Şubat 2009 tarihleri arası 6 aylık süreçte başvuran olguların kayıtlı olan verileri geriye dönük olarak incelenmiştir. Bulgular: 6 aylık süreçte toplam 16’ sı kız 15’ i erkek olmak üzere 31 olgu değerlendirilmiştir. Olguların yaş gruplarına göre dağılımı; 1-6 yaş arasında 1 olgu, 7-12 yaş arasında 9 olgu, 13-18 yaş arası 21 olgu olarak saptanmıştır. Adli değerlendirmelerde 17’ si iddia edilen fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinin gelişip gelişmediğinin belirlenmesini, 10’u beden ve ruh sağlığının etkilenip etkilenmediğinin belirlenmesini,4’ü evlenmesine engel bir ruh sağlığı sorununun olup olmadığının belirlenmesini, 1’i aileye tesliminde beden ve ruh sağlığı açısından bir engel olup olmadığının belirlenmesi istenmiştir. Tartışma: Bu çalışmada saptanan bulgular, çocuk psikiyatrisi adli poliklinik hizmetlerinin düzenlenmesi ve iyileştirilmesinde yararlı olabilir.

P.086

Page 124: 19.Ulusal Kongre

124

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatri Polikliniğinde Değerlendirilen Adana Adli Olgularının

Adliye Sürecinin İrdelenmesi

*Uzm. Psk. Dan. Sunay Fırat, *Uzm. Dr. Esra Güzel, *Prof. Dr. Ayşe Avcı, **Prof. Dr. Necmi Çekin

*Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

** Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp A.D.

Giriş: 2005 yılı Haziran ayından itibaren yürürlüğe giren yeni Türk Ceza Kanunu madde 103/6 ve çocuk koruma kanunu kapsamında adli çocuk olguların ruh ve beden sağlığının bozulup bozulmadığı sorusu giderek artan oranlarda adli olgu heyetlerine sorulmaktadır. Düzenlenen raporların, cezaların belirlenmesinde ne kadar ve nasıl etkili olduğu ise bu alanda çalışanlar tarafından yeterince bilinmemektedir. Bu çalışmada; adli çocuk olguların mahkeme süreçlerinin irdelenmesi, düzenlenen adli raporların sürece olan etkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: 2007-2009 yılları arasında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatri polikliniğimize Mahkeme ya da Savcılıklar tarafından gönderilen ve adli olgu heyetimizde değerlendirilen 50 olgu random usulü seçildi. Adana Adliyesinde mahkeme süreci devam eden ya da tamamlanmış olguların geriye dönük olarak Ulusal Yargı Programı (UYAP) sisteminden elde edilen iddianame, gerekçeli karar ve karara ilişkin verileri toplandı. Olgular suç türü, ceza süresi, suç ve ceza kararı üzerinde adli raporların etkisi, rapor süreci ve raporu düzenleyen kurumlar açısından değerlendirildi. Tartışma Ruh ve beden sağlığının bozulduğu kararının cezayı ciddi oranda arttırdığı ve Mahkemeler in kararlarında raporların dikkate alındığı belirlenmiştir.

P.087

Page 125: 19.Ulusal Kongre

125

Yaygın Gelişimsel Bozukluk Tanısı Almış Çocukların Annelerinin, Çocuğun Eğitimine Aktif Katılım

Programı

*Uzm. Psk. Dan. Sunay Fırat, **Özel Eğt. Uzm. Kerim Yıldırım, **Çocuk Gelişim Uzm. Zeynep Oya Şekeroğlu, *Prof. Dr. Ayşe Avcı, *Uzm. Dr. Esra Güzel, ***Uzm. Psk. Dan. Serdal Gökayaz, ***Öğ. Gör. Dr. Yaşar Sertdemir

*Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

** Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Alanı *** Çukurova Üniversitesi, Medikososyal Merkezi

**** Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyoistatistik A.D.

Giriş: Özürlü çocukların anne-babalarıyla yapılan aile eğitimi çalışmaları, bireysel ve grup çalışması şeklinde yürütülebilmektedir. Anne-baba eğitimiyle ilgili olarak yapılan birçok araştırmada; anne-babaların, birçok beceriyi çocuklarına öğretebildikleri, çocuklarının eğitimine katılabildikleri, çocuklarının eğitimiyle ilgili olarak kendilerine sunulan eğitim hizmetlerinden faydalanabildiklerine ilişkin bulgulara rastlanılmaktadır. Yöntem: Çocuk Psikiyatri Polikliniğine başvuran ve Yaygın Gelişimsel Bozukluk tanısı almış 20 çocuğun anneleri çalışmaya alınmıştır. Hazırlanan 7 haftalık program haftada 1 grup oturumu şeklinde bilgi verici, uygulamalı olarak yapılmıştır. Yedi haftalık bu programda Milli Eğitim Bakanlığının otistik çocuklar için hazırladığı eğitim programı dikkate alınarak hazırlanmıştır. Bu programda öğrenmeye hazırlık becerileri, iletişim becerileri, sosyalleşme ve oyun, akademik öncesi, problem davranışlarla baş etme ve özbakım becerileri konularında annelere eğitim verilmiş ve sonuçları tartışılmıştır. Tartışma: Yapılan istatistik analizleri sonucunda annelere verilen haftalık eğitimlerden fayda gördükleri ve çocuklarının eğitimine katkıda bulundukları saptanmıştır.

P.088

Page 126: 19.Ulusal Kongre

126

İşitme Engellilerde Otistik Bozukluk Sıklığı ve Eşlik Eden Risk Faktörleri

*Dr. Timur Şefketoğlu, *Prof. Dr. Nahit Motavalı Mukaddes

*İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

Giriş: Otistik Bozukluk (OB)’ un %9-37 oranında başka bir nörolojik durum veya medikal bozukluk ile birlikteliği rapor edilmektedir. Otistik Bozukluk ile işitsel yetersizliklerin birlikteliğine dair bazı çalışmalar bulunmakla beraber, işitme engellilerde otizm prevalansına dair çalışma nadirdir. Bu nedenle bu çalışma işitme engeli olan çocuk ve gençlerde otistik bozukluk sıklığını sistematik olarak incelemeyi ve işitme engelli bireylerde otizme eşlik eden ilişkili risk faktörleri de saptamayı amaçlamaktadır Yöntem: Çalışmaya Fatih ilçesi Mimar Sinan İşitme Engelliler İlköğretim Okulunda öğrenim gören yaşları 5-17 arasında değişen 272 işitme engelli çocuk ve ergen dâhil edilmiştir. Olguların değerlendirmesi iki aşamada gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın birinci aşamasında katılımcıların tıbbi dosyaları, özgeçmiş bilgileri, ebeveyn ve öğretmenlerle doldurulan Otizm Davranış Kontrol Listesi (ODKL), ve her sınıfta sınıf içi gözlemleri ile muhtemel Otistik Bozukluk vakaları saptanmıştır. ODKL’ de 45 üzeri puan alanlarla gözlem esnasında şüphelenilen 105 katılımcı ile ikinci aşamaya geçilmiştir. İkinci aşamada “muhtemel olgularla “psikiyatrik görüşme yapılmıştır. Bu görüşmede Çocukluk çağı Otizm Derecelendirme Ölçeği (ÇODÖ) ,ve DSM-IV tanı ölçütlerine göre OB tanısı konmuştur. Bulgular: Psikiyatrik değerlendirme ve ÇODÖ sonrası 272 katılımcının 14’ ünde (%5,1) Otistik Bozukluk tanısı saptanmıştır. Otistik Bozukluğun eşlik ettiği işitme engelli katılımcılar, Otistik Bozukluğun eşlik etmediği işitme engelli katılımcılarla prenatal, perinatal, postnatal risk faktörleri açısından karşılaştırılmıştır. Otizmin eşlik ettiği grupta MSS’yi etkileyen hastalıklar(epilepsi, serebral palsi, görsel yetersizlikler) ( p=0,026 ) , zihinsel işlevsellikte yetersizlikler ( p=0,005 ) ve düşük doğum tartısı ( p=0,025 ) daha yüksek oranda bulunmuştur. Tartışma: İşitme engelli bireylerde OB sıklığı genel popülâsyondan daha yüksek bulunmuştur. Bu grupta otizmle ilişkili en önemli risk faktörleri MSS hastalıklarının varlığıdır. İşitme engeli ve MSS hastalıkları bulunan bireyler otizm oluşturma açısından risk grubu olarak göz önünde bulundurulmalıdır. Bu bireylerde görülen sosyal -duygusal kısıtlılıklar otizm açısından ele alınmalı ve erken yaşta ilk müdahaleler yapılmalıdır.

P.089

Page 127: 19.Ulusal Kongre

127

Uzun Süreli Metilfenidat Kullanımı Genç Sıçanların Striatumunda Lipit Peroksidasyonunu İndükler

*Doç. Dr. Tümer Türkbay, **Yrd. Doç. Dr. Turgut Topal, *Yrd. Doç. Dr. Ayhan Cöngöloğlu, **Dr. Bülent Uysal, ***Tuncer Çaycı, **Doç. Dr. Ahmet Korkmaz

*Gülhane Askeri Tıp Akademisi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. **Gülhane Askeri Tıp Akademisi Fizyoloji A.D.

***Gülhane Askeri Tıp Akademisi Biyokimya ve Klinik Biyokimya A.D. Giriş: Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu çocukluk çağında en sık tanısı konan nörodavranışsal bozukluktur ve okul çağı çocuklarının %3-7’sini etkilemektedir. Metilfenidat dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tedavisinde etkinliği gösterilmiş olan ve en sık reçete edilen psikostimulandır. Uzun süreli metilfenidat kullanımının beyin üzerine olası olumsuz etkileri ile ilgili kaygılar bulunmaktadır. Metilfenidat tedavisi sıklıkla okul çağının ilk yıllarında başlamakta ve erişkin yaşama kadar devam etmektedir. Bu nedenle metilfenidat tedavisinin tedavi edici etkilerinin mekanizmalarını ve olası olumsuz etkilerinin beyin ve onun gelişimi üzerine uzun süreli etkilerini ortaya koyabilmek için çok sayıda çalışmalar yapılmaktadır. Psikostimülanların amfetamin ailesi, beyindeki dopaminerjik ve serotonerjik sistemlerde kalıcı bozukluklarla ilişkilendirilmektedir. Bazı çalışmalarda bu bozuklukların dopamin ve glutamat tarafından oluşturulan reaktif oksijen türlerinin bir sonucu olabileceği ileri sürülmüştür. Ancak uzun süreli metilfenidat kullanımının beyindeki olası olumsuz etkileri hakkında çok az bilgi mevcuttur. Bu çalışmanın amacı metilfenidatın beynin farklı bölgeleri üzerine olası olumsuz etkilerini değerlendirmek için antioksidan sistemin ve lipit peroksidasyonunun araştırılmasıdır. Yöntem: Çalışma dört-haftalık 30 erkek Wistar sıçanı üzerinde yapılmıştır. Sıçanlar üç gruba ayrılmış, sırasıyla ilk iki gruba 2mg/kg (n=10) ve 10mg/kg (n=10) metilfenidat, kontrol grubundaki sıçanlara ise (n=10) serum fizyolojik verilmiştir. Uygulama beş hafta boyunca, ilacın insanlara uygulama şekline uyumlu olarak gavajla oral yoldan ve günde iki kez yapılmıştır. Beşinci haftanın sonunda sıçanların hipokampus, serebellum, striatum ve frontal kortekslerinde süperoksit dismutaz, glutatyon peroksidaz ve malondialdehid düzeyleri ölçülmüştür. Bulgular: Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, 2mg/kg ve 10mg/kg dozlarında metilfenidat striatumda malondialdehid düzeylerini artırdı (p<0.01). 10 mg/kg metilfenidat verilen grupta 2 mg/kg metilfenidat verilen grupla karşılaştırıldığında sadece frontal kortekste süperoksit dismutaz aktivitesinde bir azalma bulundu (p<0.05). Bununla birlikte, glutatyon peroksidaz aktivitesinde gruplar arasında bir farklılık saptanmadı. Tartışma: Bu çalışma 2mg/kg ve 10mg/kg dozlarında uzun süreli metilfenidat tedavisinin genç sıçan beyinlerinin striatumunda lipit peroksidasyonuna neden olduğunu ileri sürmektedir. Buradan yola çıkarak olası metilfenidatın kaynaklı oksidatif stresin önlenmesi için antioksidanların tedaviye eklenmesinin uygunluğunun araştırılması gerekli görünmektedir.

P.089

Page 128: 19.Ulusal Kongre

128

Fiziksel İstismara Uğrayan Grupta Ruh Sağlığı Nasıl Desteklenebilir?

* Türkan Yılmaz Irmak, *Şeyda Aksel

*Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü

Giriş: Fiziksel istismarın, yaralanma, davranış problemleri, depresyon, içselleştirilmiş problemler ve uyum problemleri gibi gelişim üzerindeki sonuçları literatürde tanımlanmaktadır. Ancak son yıllarda, istismar yaşantısının ardından yeterlilik sergileyen bireylerin var olduğunu belirten çalışmalar da görülmektedir. Bu çalışmalarda istismarın ardından yeterliliğe katkıda bulunan özellikler, ebeveynle ya da aileyle ilişkiler, benlik saygısı ve denetim odağı gibi bireysel özellikler ve aile dışı destek başlıkları altında incelenmektedir. Araştırmacılar sergilenen yeterlilik üzerinde etkili olan koruyucu ve risk faktörlerinin belirlenebilmesi için risk grubunun, risk altından olmayan grupla karşılaştırılarak incelenmesinin önemini vurgulamaktadırlar. Bu çalışmada fiziksel istismara uğrayan ve uğramayan gruplarda aile ile ilişkili özelliklerden bağlanma, bireysel özelliklerden benlik sayısı, denetim odağı ve aile dışı destek özelliklerinden algılanan arkadaş desteğinin, ruh sağlığı belirtileri üzerindeki etkisi incelenmiştir. Yöntem: 12-17 yaş arası ilköğretim ve lise ve lise dengi okullara devam eden 216 fiziksel istismara uğrayan ve istismar ve ihmale uğramayan 302 ergen bu araştırmanın örneklemini oluşturmaktadır. Çalışmada, ruh sağlığı alanındaki yeterlilik, Kısa Semptom Envanteri; anneye bağlanma, Ebeveyn ve Arkadaşlara Bağlanma Envanteri; benlik saygısı, Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği; denetim odağı Nowicki-Strickland Denetim Odağı Ölçeği ve arkadaş desteği Algılanan Arkadaş Desteği Ölçeği ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Bağlanma, benlik saygısı, denetim odağı ve arkadaş desteğinin ruh sağlığı alanındaki yeterliliğe katkısını incelemek amacıyla istismara uğrayan ve uğramayan gruplar için çift yönlü varyans analizleri (ANOVA) yapılmıştır. Bağlanma, benlik saygısı ve denetim odağı istismara uğramayan grupta ruh sağlığı belirtilerini etkilemezken istismara uğrayan grubun belirtilerini etkilemektedir. İstismara uğrayanlar arasında güvenli bağlanan, yüksek benlik saygısına sahip ve içsel denetim odağına sahip olan ergenlerin bu özelliklere sahip olmayanlara göre daha düşük ruh sağlığı belirtileri gösterdiği bulunmuştur. Tartışma: Sonuç olarak, fiziksel istismara uğrayan ergenlerin ruh sağlığının desteklenmesi için yapılacak müdahale çalışmalarında ebeveynle ilişkilerin, benlik saygısının ve iç denetim odaklılık özelliklerinin geliştirilmesi önerilmektedir.

P.090

Page 129: 19.Ulusal Kongre

129

Cinsel İstismar Sonrası Obsesif Kompulsif Bozukluk Gelişen Üç Olgu

*Dr. Ülkü Akyol Ardıç, * Doç. Dr. Serpil Erermiş, * Dr. Rasiha Kandul, *Doç. Dr. Eyüp Sabri Ercan, *Uzm. Dr. Burcu Özbaran, *Prof. Dr. Cahide Aydın

*Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

Giriş: Cinsel istismar bir yetişkin ya da kurbana göre en az dört yaş büyük kişilerin çocuk ya da ergeni kendi doyumu için kandırarak zorlayarak ya da mecbur bırakarak yaptıkları kompleks ve örseleyici bir yaşam olayıdır. Bu çalışmada Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi polikliniğine cinsel istismar sonrası obsesif belirtileri başlayan olguların değerlendirilmesi amaçlanmıştır Yöntem: Bu çalışmada Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi polikiliniğine cinsel istismara uğrayan hastalar arasında obsesif kompülsif bozukluk (OKB) belirtileri gösteren 3 olgu ile ilgili bilgilere yer verilmiştir. Bulgular: Olguların hepsinde cinsel istismar sonrası OKB belirtileri başladığı, hepsinde temizlik obsesyonları, el yıkama kompulsiyonu olduğu ve istismarın aile içi olduğu anlaşılmıştır. Olgu-1: 5 yaş 6ay erkek, sinirlilik, huzursuzluk, aile üyelerine karşı (baba, babaanne, hala) olumsuz düşünceler, korkulu rüyalar görme, gece ağlayarak uyanma ve sürekli ellerini yıkamak isteme, ölüm düşünceleri, ellerini kullanmak istememe, ellerini nedenini açıklamadan siyaha boyama gibi özellikler olduğu belirtilmiştir. Olgunun izlem sürecinde babası tarafından cinsel istismara uğradığı anlaşılmıştır. Olgu-2: 5 yaş 7ay kız, hırçınlık, uykuya dalmakta güçlük, babaya ve ailenin diğer erkek üyelerine karşı hostil davranışlar, sürekli ellerini yıkamak isteme, düzen ve simetri takıntısı gibi şikayetlerle getirilen olgunun dayısının oğlunun cinsel istismarına uğradığı anlaşılmıştır. Olgu-3: 4 yaş 8 ay erkek, huzursuzluk, uyku ve iştah problemleri, korkular ve özellikle beyaz bir şey gördüğünde ya da beyaz kelimesini ellerini çok uzun süre yıkama şikayetleriyle getirilen olgunun misafirliğe gittiği yakın bir akrabanın cinsel istismarına uğradığı anlaşılmıştır. Tartışma: Yapılan çalışmalarda erkeklerin %14.2’sinin, kadınların %32.3’ünün çocukluk çağında cinsel istismara maruz kaldığı anlaşılmıştır. Genel maruziyet sıklığı % 10-40 arasındadır. Cinsel istismara maruz kalmanın bu kadar sık olması, aile öyküsünde OKB alınmayan çocuklarda ani başlayan OKB belirtilerinde cinsel istismarın da sorgulanması gerekebileceğini düşündürmüştür. Çocukluk çağında düzen ve sıralama obsesyonları ön sıradayken cinsel istismara maruz kalan çocuklarda temizlik obsesyonlarının birinci sırada yer alması dikkat çekicidir.

P.091

Page 130: 19.Ulusal Kongre

130

Ergenlerde Anksiyete ve Depresyonun Bilişsel Hatalarla İlişkisi

*Yağmur Suadiye, *Yrd. Doç. Dr. Arzu Aydın

*Mersin Üniversitesi Fen Edebiyet Fakültesi Psikoloji Bölümü

Giriş: Araştırmalar çocukluk ve ergenlikte anksiyete ve depresyon belirtilerinin erişkinlikte gözlenen psikiyatrik sorunlarla ilişkisine işaret etmektedir. Anksiyete ve depresyonun altında yatan etiyolojik faktörler ve mekanizmaların anlaşılması ise tedavi ve erişkinlikte ortaya çıkabilecek sorunları önleme açısından son derece önemlidir. Bilişsel bakış açısına göre anksiyete ve depresyon gibi duygusal sorunların temelinde bazı hatalı ya da olumsuz düşünce biçimlerinin olduğu varsayılmaktadır. Temel bilişsel hatalar; felaketleştirme, aşırı genelleme, kişiselleştirme ve seçici soyutlama olarak isimlendirilmektedir. Bu çalışmanın esas amacı ergenlerde anksiyete ve depresyonla bilişsel hatalar arasındaki ilişkinin incelenmesidir. Yöntem: Araştırmada klinik grup, çocuk psikiyatrisi kliniklerine başvuran 20’si anksiyete bozukluğu, 16’sı depresyon tanısı almış 36 çocuktan oluşmuştur. Kontrol grubu ise klinik grupla eşleştirilmiş ve hiçbir bozukluğu olmayan 33 çocuktan oluşmuştur. Çalışmaya katılan ergenlerin yaş ranjı 12-17 (ort= 14.57±1.73) olarak belirlenmiştir. Çalışmada demografik bilgilerin alındığı bir bilgi formu ile birlikte Çocuklar İçin Durumluk-Sürekli Kaygı Envanteri-Sürekli Kaygı Formu, Çocuklar için Depresyon Ölçeği (ÇDÖ) ve Çocuklar için Olumsuz Bilişsel Hatalar Ölçeği (ÇOBHÖ) kullanılmıştır. Bulgular: Yapılan korelasyon analizlerine göre ÇDSKE-SK ile ÇOBHÖ’nün tüm alt ölçekleri arasında anlamlı ilişki (.55-.81) olduğu bulunmuştur. Buna karşın ÇDÖ ile ÇOBHÖ’nün sadece aşırı genelleme alt ölçeği arasında (.56) anlamlı ilişki olduğu gözlenmiştir. Yapılan çoklu regresyon analizleri göstermiştir ki aşırı genelleme türü bilişsel hatalar her iki tanı grubu için de en anlamlı yordayıcıdır. Tartışma: literatürdeki bazı araştırmalarda belirtildiği gibi depresyon ve anksiyetede bu iki farklı tanıya özgü bilişsel hataların varlığını desteklememektedir. Her iki tanı grubunda da aşırı genelleme (tek bir olaydan hareketle genel bir sonuca ulaşma) türü bilişsel hataların yordayıcı olduğu anlaşılmaktadır. Buna karşın anksiyete bozukluğu ile bilişsel hatalar arasında depresyona kıyasla oldukça güçlü bir ilişki vardır.

P.092

Page 131: 19.Ulusal Kongre

131

Kabuki Make-Up Sendromu Tanısı Olan Bir Olguda Otistik Belirtiler

*Dr. Yasemin Tarzdeh, *Dr. Ayşegül Selcen Güler, *Prof. Dr. Meral Berkem

* Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. Giriş: Kabuki make-up sendromu (KMS), 1981 yılında Japonya’da tanımlanan, otozomal dominant veya X’e bağlı resesif geçişli olabileceği bildirilen, çok sayıda konjenital anomali, mental retardasyon ve sosyal etkileşimde bozulma ile seyreden, nadir görülen bir sendromdur (Van Lierde ve ark. 2000). Her hastada olmamakla birlikte, tipik yüz görünümü (ektropion, kulak kepçelerininin geniş ve düşük olması, geniş alın, geniş ve basık burun kökü), kalp anomalileri, böbrek ve üriner sistem anomalileri, işitme kaybı, hipotoni, nöbetler, iskelet anomalileri ve doğum sonrası büyüme gecikmesi görülebilmektedir. Hastaların çoğunda zihinsel gelişimde aksamalar görülmekte, zihinsel gelişimin daha iyi olduğu olgularda konuşma ve ince motor becerilerinde zorluklara rastlanmaktadır (Yavaşcan ve ark. 2006). Konuşma ve dil gelişiminde gecikmenin yanı sıra, konuşması olanlarda artikülasyon problemlerinin görülmesi, ağız kaslarında hipotoni ve zayıf koordinasyon becerilerine bağlanmaktadır (Adam ve Hudgins 2004). Sosyal etkileşim ve iletişim becerileri ile motor alanda gelişimsel problemlerin olmasıyla otistik-benzeri davranış özellikleri sergileyen bu olguların multidisipliner bir yaklaşımla değerlendirilmeleri gerekmektedir (Akın ve ark. 2008). Olgu Sunumu: Bu sunumda, Marmara Üniversitesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları polikliniğine, konuşma gecikmesi ve sosyal etkileşimde belirgin bozulma sebebiyle başvuran, gelişimsel değerlendirmesinde kaba motor becerileri dışında bütün alanlarda yaşıtlarından geri olduğu tespit edilen, KMS tanılı 4 yaşındaki bir erkek çocukta, otistik davranış örüntüsünün tartışılması amaçlanmaktadır.

P.093

Page 132: 19.Ulusal Kongre

132

İlköğretim Çağındaki Kızlarda Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu: Kliniğe Başvuran Bir Grupta

Sosyodemografik, Eş Tanı ve Psikososyal Özelliklerin Değerlendirilmesi

*Uzm. Dr. Zeynep Aslan, **Doç. Dr. Ayşe Rodopman Arman

* Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Ruh Sağlığı

ve Hastalıkları Bölümü ** Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

Giriş: Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), çocuk psikiyatrisi alanında en sık görülen ve hem erkeklerde hem de kızlarda geçerli olan bir tanıdır. Buna karşın çalışmalar daha çok okul çağı erkeklere odaklanmış durumdadır. Bu çalışmada kliniğe başvuran ve DSM-IV’e göre DEHB tanısı alan ilköğretim çağındaki kızların sosyodemografik, eş tanı ve psikososyal özelliklerinin kontrollerle karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi polikliniğinde DEHB tanısı ile takip edilmekte olan, rastgele örnekleme ile seçilmiş 6-14 yaş arasında 70 kız hasta ve bunlarla yaş açısından eşleştirilmiş 60 sağlıklı kız çocuk kontrol grubu olarak alınmıştır. Katılımcıların sosyodemografik özellikleri ayrıntılı bir form ile, klinik değerlendirmeleri Okul Çağı Çocukları için Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi- Şimdi ve Yaşam Boyu Şekli ile, DEHB belirtileri ve davranış özellikleri Conners Anababa Değerlendirme Ölçeği, Conners Öğretmen Formu, DSM-IV'e Dayalı Yıkıcı Davranış Bozukluklarını Tarama ve Değerlendirme Ölçeği, Güçler ve Güçlükler Anketi, olumsuz yaşam olayları ayrıntılı bir listeyle, sosyal ve okul alanındaki işlevsellikleri genel performans değerlendirmesi formu ile değerlendirilmiştir. Bulgular: DEHB olan kızlar kontrollere göre okul başarıları daha düşük, akran ilişkileri, anne baba ve kardeş ilişkileri daha sorunlu olarak; eş tanı ve ailelerinde DEHB öyküsü sıklığı daha fazla oranda bulunmuştur. Bileşik alt tipte en sık eş tanılar sırasıyla anksiyete bozuklukları, karşıt olma karşı gelme bozukluğu; dikkat eksikliği baskın alt tipte ise anksiyete bozukluğu, özgül öğrenme bozukluğu belirtileri olarak bulundu. Hasta grubunda tüm ölçek puanlarını aileler öğretmenlere göre daha sorunlu bildirmiştir. Tartışma: Bu bulgular DEHB’nin kız çocuklarında psikiyatrik, akademik, sosyal ve davranışsal alanlarda bozulmaya neden olduğunu ancak işlevsellik üzerine etkilerinin çoğunlukla okul çağlarında fark edildiğini düşündürmektedir.

P.094

Page 133: 19.Ulusal Kongre

133

Tourette Bozukluğu ve Bipolar Affektif Bozukluk Birlikteliği ile İlgili Bir Olgu

*Dr. Zeynep Göker, *Dr. Selma Tural Hesapçıoğlu, *Prof. Dr. Sema

Tanrıöver Kandil

* Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D. Giriş: Tourette Bozukluğu, çocuklukta başlayan, hem süregenlik hem de eşlik eden davranış sorunları açısından diğer tik bozukluklarından belirgin biçimde ayrılan, kronik nöropsikiyatrik bir bozukluktur. Bozukluğa eşlik eden çok çeşitli başka psikiyatrik bozukluklar bulunmasına karşın, bipolar affektif bozukluğun eşzamanlı görüldüğü olgularla ilgili yazılanlar literatürde sınırlı sayıdadır. Olgu Sunumu: YB, 14 yaşında, kız, ilköğretim 8. sınıf öğrenci. Hastanın 6 yıldır süregelen, zaman zaman şiddeti azalıp artan, motor ve vokal tikleri vardı. Takipleri sırasında mevcut tiklerine aşırı hareketlilik, konuşma hızında artma, öfori/disfori, düşünce akışında hızlanma, dikkatini toplayamama ve öfke nöbetleri eklenen hastaya “Bipolar Affektif Bozukluk” tanısı kondu. Eksen-II’sinde Hafif Düzeyde Mental Retardasyonu vardı. Olgunun annesi panik atak ve depresyon tanıları ile tedavi alıyordu. Babada sigara ve alkol kullanım öyküsü mevcuttu. İki amcasında da tik bozukluğu vardı. Tartışma: Bu olgu nedeni ile literatürdeki son yayınlar gözden geçirilerek Tourette Bozukluğu ve Bipolar Affektif Bozukluk birlikteliği tartışıldı.

P.095

Page 134: 19.Ulusal Kongre

134

Tırnak Yeme Davranışı Gösteren Çocuk ve Ergenlerde Psikiyatrik Bozuklukların Araştırılması

*Dr. Zeynep Göker, *Dr. Mutlu Karakuş , *Dr. Selma Tural Hesapçıoğlu , *Dr.

Kadir Serdar Sarp, *Prof. Dr. Sema Tanrıöver Kandil * Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalıkları A.D.

Giriş: Tırnak yeme, çok sıklıkla karşılaşılan bir davranış olup, bu davranışın düzeltilmesine yönelik müdahaleler her zaman başarılı olmamaktadır. Altta yatan ya da eşlik eden bir psikiyatrik durumun varlığını saptamak, bu davranışa yönelik müdahaleleri etkili kılacaktır. Bu çalışmada tırnak yeme davranışı gösteren çocuk ve ergenlerde psikiyatrik bozukluk varlığı ve arasındaki ilişki araştırıldı. Yöntem: 20 Kasım 2008 - 2 Şubat 2009 tarihleri arasındaki süre içinde Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk-Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Polikliniğine herhangi bir nedenle başvuran çocuk ve ergenlerden tırnak yeme davranışı gösterenler seçildi. Dışlama ölçütleri olarak; yaşı 7’nin altında olanlar, yaygın gelişimsel bozukluk, mental retardasyon, psikotik bozukluk ve epilepsi bulunanlar çalışma dışı tutuldu. Olgular polikliniğimize ait “Yarı Yapılandırılmış Görüşme Formu” kullanılarak ve DSM-IV tanı ölçütleri esas alınarak değerlendirildi. Polikliniğimize ilk kez başvuran 530 olgunun [n=340’ı erkek (%64.1), n=190’ı kız (%35.9)] kabul edilme ölçütlerini karşılayan 42’sinde [tüm başvuruların %7.9’unda, (n=22’si kız (%52.4), n=20’si erkek (%47.6)] tırnak yeme davranışı gözlendi. Bu çocuk ve ergenlere dudak koparma, saç koparma, derisini yolma, diş gıcırdatma davranışı varlığı da sorgulandı. Bulgular: Tırnak yeme davranışının azımsanmayacak bir oranda bulunduğu gözlendi. Bu çocuk ve ergenlerde gözlenen psikiyatrik bozukluklar Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (n=12, %28.6), Başka türlü adlandırılamayan anksiyete bozukluğu (n=11, %26.2), Depresif bozukluk (n=7, %16.7), Ayrılık anksiyetesi bozukluğu (n=4, %9.5), Karşı olma karşı gelme bozukluğu (n=3, %7.1), Dışa atım bozuklukları (n=3, %7.1), Obsesif-kompulsif bozukluk (n=1, %2.4) ve Uyum bozukluğu (n=1, %2.4) şeklinde idi. Tırnak yemeye başlama yaşı ile eşlik eden psikiyatrik bozukluk arasında bir ilişki bulunamadı. Tırnak yeme davranışının şiddeti ve sıklığı ile herhangi bir psikiyatrik bozukluk arasında anlamlı bir ilişkili bulunamadı. Olguların %9.5’inin (n=5) anne-babasının major depresif bozukluk nedeniyle tedavi aldıkları saptandı. Tartışma: Tırnak yeme davranışı, çocuk-ergen ruh sağlığı ve hastalıkları polikliniklerine başvurularda azımsanmayacak bir bölümü oluşturmaktadır. Psikiyatrik değerlendirme sırasında tırnak yemenin mutlaka sorgulanması, stereotipik ve kendine zarar verici davranışların gözden kaçırılmaması için gereklidir.

P.096

Page 135: 19.Ulusal Kongre

135

İNDEKS

Page 136: 19.Ulusal Kongre

136

A A. Evren Tufan, 43, 45 A. Tuğba Bahadır, 37 Ahmet Doğru, 47 Ahmet Hilal, 112 Ahmet Şenses, 91 Ahmet Turla, 132 Ahmet Yar, 108 Akfer Kahiloğulları, 47 Ali Evren Tufan, 41, 43, 45 Ali Görkem Gençer, 52 Alpay Çeliker, 59 Arzu Aydın, 12, 157 Asena Akdemir, 3, 8, 11, 14, 47 Ayfer Pazarbaşı, 49 Ayla Aysev, 12, 80, 84, 120 Aynur Özge, 11, 29 Ayşe Avcı, 2, 49 Ayşe Rodopman Arman, 52, 152 Ayşe Serdaroğlu, 93, 99 Ayşegül Bilge, 14, 50, 72, 74, 76,

78, 122 Ayşegül Selcen Güler, 52, 130,

159 Ayşegül Yolga Tahiroğlu, 2, 5,

10, 49 Azize Andrea Güvenç, 61

B Bahar Sarı Nargis, 47 Banu Çaycı, 61

Belma Ağaoğlu, 15, 113, 115 Bengi Semerci, 8, 25 Berna Pehlivantürk, 59 Birgül Elbozan Cumurcu, 70 Burak Bahar, 61 Burcu Akın Sarı, 55 Burcu Özbaran, 15, 33, 57, 117,

123, 154 Bürge Kabukçu Başay, 117

C Cahide Aydın, 9, 57, 110, 117,

154

D Derya Demirkıran, 57 Devrim Akdemir, 59 Dilara Karahan, 49 Duygu Akbaş, 47

E Ebru Arhan, 94, 99 Ekrem Şentürk, 108 Elvan İşeri, 9, 55, 61, 93, 99,

104 Emre Başaran, 61 Erdal Tunç, 49 Erşan Çırak, 61 Esra Güney, 61, 82, 93, 99, 104 Esra Taşgın Çöp, 66 Eyüp Sabri Ercan, 9, 154

Page 137: 19.Ulusal Kongre

137

F Feryal Çam Çelikel, 70 Fisun Akdeniz, 123 Füsun Çuhadaroğlu Çetin, 2, 66

G Gökce Nur Taşdemir, 86 Gökçe Nur Taşdemir, 145 Gül Serdaroğlu, 118 Gülseren Keskin, 50, 72, 74, 76,

78 Gülten Urallı, 61

H Hakan Kar, 12, 31 Hande Kesikçi, 57 Hande Odabaşı, 61 Hasan Kandemir, 80, 84, 120 Hasan Tekgül, 119 Hayati Sınır, 59 Hilal Adaletli, 147 Hüseyin Kutlu, 41

I Işık Karakaya, 12, 108, 113, 115

İ İbrahim Durukan, 45 İnci Altıntaş, 110 İsmet Esra Zeytinci, 82

K Kadir Serdar Sarp, 166 Kağan Gürkan, 80, 84, 120 Kemal Utku Yazıcı, 118, 119 Kerim Münir, 70 Koray Karabekiroğlu, 86, 91,

132, 139, 145

M M. Mustafa Arslan, 112 Mediha Korkmaz, 110 Mehmet Eren, 47 Mehmet Fatih Ceylan, 93, 98,

103 Melih Nuri Karakurt, 105, 106 Meral Berkem, 10, 52, 130, 159 Muhammed Ayaz, 107, 108 Murat Şahin, 59 Mutlu Karakuş, 166 Müge Tamar, 15, 123

N Nagehan Demiral, 109 Necmi Çekin, 3, 15, 111, 112 Neslihan Öztürk, 61 Nilgün Tanrıverdi, 49 Nursu Çakın Memik, 113, 115

O Oruç Rahmi Güvenç, 61 Osman Demirhan, 15, 18, 49 Osman Sabuncuoğlu, 130

Ö Ömer Başay, 117, 118, 119 Ömer Böke, 132 Ömer Faruk Akça, 80, 84, 120 Özden Ş. Üneri, 34 Özlem Yıldız Öç, 113, 115

R Rabia Ekti Genç, 14, 50, 122

S Saliha Baykal, 106 Sanem Keskin Yılmaz, 118, 119

Page 138: 19.Ulusal Kongre

138

Saniye Korkmaz Çetin, 57, 123 Sarenur Gökben, 118 Sebla Gökçe İmren, 130 Seher Akbaş, 86, 106, 132, 139,

145 Selma Tural Hesapçıoğlu, 163,

165, 166 Selmin Şenol, 122 Sema Dikmen, 108 Sema Tanrıöver Kandil, 163,

165, 166 Serap Çelik, 61 Serpil Erermiş, 57, 117, 154 Sevcan Karakoç, 147

Ş Şahika Gülen Şişmanlar, 108,

113, 115 Şahnur Şener, 9, 61, 82, 104 Şaziye Senem Başgül, 9, 108 Şeyda Aksel, 150

T Tacettin İnandı, 47

Tezan Bildik, 12, 123 Timur Demirbaş, 9 Tülay Keskin, 132 Tülin Yurtbay, 147 Tümer Türkbay, 11, 43, 45 Türkan Yılmaz Irmak, 150

Ü Ülkü Akyol Ardıç, 57, 154

Y Yağmur Suadiye, 157 Yankı Yazgan, 8, 37 Yasemin Tarzdeh, 159 Yaşar Güvenç, 61

Z Zepnep Tüzün, 66 Zeynep Aslan, 152 Zeynep Göker, 163, 165, 166