1) · web viewakademİk femİnİzm ve Ünİversİte: bu taniŞikliktan ne Çikar?..* ayten alkan**...

26
AKADEMİK FEMİNİZM VE ÜNİVERSİTE: BU TANIŞIKLIKTAN NE ÇIKAR?.. * Ayten Alkan ** Akademik feminizm ve üniversite’yi birlikte analiz edebilmek, tanışıklıklarının tarihini, koşullarını, içeriğini, niteliğini, barışıklık ve gerilim hatlarını ortaya koyabilmek için, birbiriyle ilişkili olan üç düzleme birden bakmak gerekiyor: Bilimsel bilgi birikiminin; (i) tarihi (nasıl ve hangi koşullarda geliştiği) (ii) felsefesi (nasıl bir yapıya sahip olduğu - Spesifik felsefelerin epistemolojik ve metodolojik içermeleri ve sınırlarının neler olduğu) (iii) sosyolojisi (bilim yapan toplulukların davranış ve değerleri, güç ve iktidar ilişkileri, sosyal-normatif gelenek ve baskınlıklar) Bu bildiride akademik feminizmi ve üniversite ile ilişkisini, sıkıca kenetlenmiş bu üç düzlemin “dikey-keseni” olarak alacak, Türkiye bağlamını gözden geçirecek ve sonuç olarak ikisinin tanışıklığından taraflar adına da bilimsel bilgi birikimi adına da bilgi-toplum ilişkisi adına da “ne çıktığı ve daha ne çıkabileceği”ni ortaya koymaya çalışacağım. İlk feminist ütopya olarak bilinen, Christine de Pizan’ın Kadınlar Kenti Kitabı’ nın (15. Yy.) çağdaş İngilizce çevirisine (1982) yazdığı Önsöz’de Marina Warner, çalışmayı, “ölülerin gölgelerine yapılan ve onların anımsanma haklarını geri isteyen bir ziyaret gibidir” benzetmesiyle niteler. Buradan esinlenerek, bu bildiride, bir ölçüde, bugün yaşayan ve geçmişte yaşamış kadınları diyalog içine sokmayı, sözlerimi, onların sözlerinden yardım isteyerek aktarmayı deneyeceğim. Çünkü geçmişte, onların sözüne / bizim sözümüze pek az yer oldu. Tanışıklıktan çıkarılacak ilk ders, sanırım bu. I. Bilimsel Bilgi Birikiminin Tarihi Madun(iyet) Araştırmaları Grubu’nun kurucusu Ranajit Guha’nın yakın zamanda Türkçe’ye, alanındaki ilklerden olan bir kitabı çevrildi: Sömürge halkları tarihsizleştirme pratiğinin işleyişini çözmeye çalıştığı Dünya Tarihinin Sınırında Tarih’ te Edward Said'in başlattığı Şarkiyatçılık tartışmasını yeni bir aşamaya çıkarıyor Guha. * Eğitim-Sen Ankara 5 No’lu Şube tarafından 4-6 Mayıs 2007 tarihlerinde düzenlenen Üniversite ve Üniversite Eğitimi Kongresi ’nde sunulmuş, Türkiye’de Üniversite Sistemi ve Dönüşümü Sempozyumu: Dönüştürülen Üniversiteler ve Eğitim Sistemimiz (der. Servet Akyol vd.) (2008) içinde yayınlanmıştır. ** Doç. Dr., İÜ. Siyasal Bilgiler Fakültesi 1

Upload: others

Post on 27-Dec-2019

13 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: 1) · Web viewAKADEMİK FEMİNİZM VE ÜNİVERSİTE: BU TANIŞIKLIKTAN NE ÇIKAR?..* Ayten Alkan** Akademik feminizm ve üniversite’yi birlikte analiz edebilmek, tanışıklıklarının

AKADEMİK FEMİNİZM VE ÜNİVERSİTE: BU TANIŞIKLIKTAN NE ÇIKAR?..* Ayten Alkan**

Akademik feminizm ve üniversite’yi birlikte analiz edebilmek, tanışıklıklarının tarihini, koşullarını, içeriğini, niteliğini, barışıklık ve gerilim hatlarını ortaya koyabilmek için, birbiriyle ilişkili olan üç düzleme birden bakmak gerekiyor: Bilimsel bilgi birikiminin;

(i) tarihi (nasıl ve hangi koşullarda geliştiği) (ii) felsefesi (nasıl bir yapıya sahip olduğu - Spesifik felsefelerin

epistemolojik ve metodolojik içermeleri ve sınırlarının neler olduğu) (iii) sosyolojisi (bilim yapan toplulukların davranış ve değerleri, güç ve

iktidar ilişkileri, sosyal-normatif gelenek ve baskınlıklar) Bu bildiride akademik feminizmi ve üniversite ile ilişkisini, sıkıca kenetlenmiş bu üç düzlemin “dikey-keseni” olarak alacak, Türkiye bağlamını gözden geçirecek ve sonuç olarak ikisinin tanışıklığından taraflar adına da bilimsel bilgi birikimi adına da bilgi-toplum ilişkisi adına da “ne çıktığı ve daha ne çıkabileceği”ni ortaya koymaya çalışacağım.İlk feminist ütopya olarak bilinen, Christine de Pizan’ın Kadınlar Kenti Kitabı’ nın (15. Yy.) çağdaş İngilizce çevirisine (1982) yazdığı Önsöz’de Marina Warner, çalışmayı, “ölülerin gölgelerine yapılan ve onların anımsanma haklarını geri isteyen bir ziyaret gibidir” benzetmesiyle niteler. Buradan esinlenerek, bu bildiride, bir ölçüde, bugün yaşayan ve geçmişte yaşamış kadınları diyalog içine sokmayı, sözlerimi, onların sözlerinden yardım isteyerek aktarmayı deneyeceğim. Çünkü geçmişte, onların sözüne / bizim sözümüze pek az yer oldu. Tanışıklıktan çıkarılacak ilk ders, sanırım bu.

I. Bilimsel Bilgi Birikiminin TarihiMadun(iyet) Araştırmaları Grubu’nun kurucusu Ranajit Guha’nın yakın zamanda Türkçe’ye, alanındaki ilklerden olan bir kitabı çevrildi: Sömürge halkları tarihsizleştirme pratiğinin işleyişini çözmeye çalıştığı Dünya Tarihinin Sınırında Tarih’te Edward Said'in başlattığı Şarkiyatçılık tartışmasını yeni bir aşamaya çıkarıyor Guha. Şifrelerini çöz(üm)lediği kavramlardan biri de “tarihsiz halklar”. Guha, Tagore'un ünlü serzenişinden yola çıkarak başlatıyor çabasını: "Tarihinizi alın da başına çalın!"“Kadınlar” (hem bir ontolojik kategori, hem bilginin öznesi, hem de nesnesi olarak) bilimin “tarihsiz halkları”ndandır. En iyi haliyle Garp’ın (bilimsel bilgi, üniversite, akademi, akademik disiplinler), karşısında / yok sayarak/ dışlayarak / ikincilleştirerek kendini kurduğu Şark konumundadır. Üstelik geriye doğru bir solukta sayabileceğimiz kadar yakın bir geçmişe değin. Şimdi, bu büyük tarihin içinden bazı anekdotlar aktaracağım:

* Eğitim-Sen Ankara 5 No’lu Şube tarafından 4-6 Mayıs 2007 tarihlerinde düzenlenen Üniversite ve Üniversite Eğitimi Kongresi’nde sunulmuş, Türkiye’de Üniversite Sistemi ve Dönüşümü Sempozyumu: Dönüştürülen Üniversiteler ve Eğitim Sistemimiz (der. Servet Akyol vd.) (2008) içinde yayınlanmıştır. ** Doç. Dr., İÜ. Siyasal Bilgiler Fakültesi

1

Page 2: 1) · Web viewAKADEMİK FEMİNİZM VE ÜNİVERSİTE: BU TANIŞIKLIKTAN NE ÇIKAR?..* Ayten Alkan** Akademik feminizm ve üniversite’yi birlikte analiz edebilmek, tanışıklıklarının

* “Toplumsal olarak değerli bilgi”nin 1 , felsefenin, ortak sözün kamusal dünyasından dışlanmaya dair: Richard Sennett, Perikles Atinası’ndan çok-kültürlü New York’a değin şehrin tarihini insanların bedensel deneyimleri üzerinden anlattığı muhteşem kitabı Ten ve Taş’ta, “Atina demokrasisi” diyor, “erkeklerin bedenlerini teşhir etmesi gibi [gymnasium ve erkekler-arası aşk] yurttaşların da düşüncelerini başkalarına açmalarına [agora-siyaset ve eğitim-felsefe okulları] büyük önem veriyordu.” (s.26) Bu tespit, aslında, eski Yunan’ın -17. Yy.’a değin tıp ve anatomi’ye renk verecek olan- fizyoloji kavrayışıyla alâkalıdır: İnsanların niteliksel değerleri beden ısılarıyla koşuttur. Kadınlar ile kölelerin beden ısısı düşükken, özgür erkeklerin (polites - yurttaşlar)2 beden ısısı yüksekti ve “farklı sıcaklıklara sahip vücutlar için farklı haklar ve farklı kent mekânları” uygundu. Madalyonun öbür yüzü, “soğuk bedenlerin dilsiz bir biçimde acı çekmeyi reddetmelerini ve bunun yerine kendi soğukluklarına şehir içinde bir anlam vermeye çalışmaları”nı anlatıyordu. (s. 27-8) Evin dışına çıkabilen, düşünce okullarına, erkekler-arası tartışma toplantılarına katılabilen kadınlar vardı elbet: Sonradan Rönesans Avrupası’nın kortizanları, Arap-Müslüman toplumlarının cariyeleri, olarak karşımıza çıkacak hetereler3. * Entelektüel emeğe el koyma ve ismine perde çekmeye dair: Christine de Pizan, Kadınlar Kenti Kitabı’nın bir yerinde Novella’yı anlatır: 14. Yy. Bologna Üniversitesi’ndeki ünlü bir hukuk profesörünün, Giovanni Andrea’nın kızıdır Novella. Babasının meşgul olduğu zamanlar, yerine derse girer. Ama güzelliği öğrencilerin dikkatini dağıtmasın diye Novella’nın önüne bir perde gerilir.4 Kadınlar Kenti Kitabı çağdaş İngilizce’ye ancak 1982 yılında çevrilir. Bu baskıya yazdığı Önsöz’de Marina Warner der ki:

“Christine, Novella’nın aslında cinsiyetinin üzerine bir perde çektiğini pekâlâ yazabilirdi; tıpkı Christine’in askerlik etiği üzerine çalışması Şövalyeliğin Yiğitliği ve Silahları Kitabı editörünün 1448’de Christine’in cinsiyeti üzerine bir örtü çekmeye karar verip metni bir erkek tarafından yazılmış gibi gösterecek yönde değiştirmesi gibi. Editör bunu yaparak, okuyucu kaybına karşı kritik bir

1 Daphne Spain (1992) Gendered Spaces adlı çalışmasında, mimari ve coğrafi mekânsal düzenlemeler üzerinden, bir yandan “bilgi”nin iktidar ve ayrıcalıklı olma haliyle ilişkisini, bir yandan da mekânsal ayrışmanın kadınların bilgiye erişimine etkilerini analiz eder. Kurumsal(laşmış) etkinliklerle süreçlerin, içinde gerçekleştikleri mekân bağlamında incelenmesi gereğine (aile-konut, eğitim-okul, üretim-işyeri, siyaset-parlamento, vb. gibi) ve bu sosyal-mekânların taşıdıkları hiyerarşik olarak farklı bilgi içeriklerine dikkat çeker. Hem mekânsal kurumların hem de bu hiyerarşik-farklı bilgi içeriklerinin cinsiyete dayalı toplumsal tabakalaşma ve cinsiyet statüleriyle doğrudan doğruya bağlantısı vardır. O’na göre, mekânın denetimi aracılığıyla bilgiye ve kaynaklara erişim de denetlenir. Kadınlarla “toplumsal açıdan değerli bilgi” arasındaki uzaklık ne kadar fazlaysa toplumdaki cinsiyete dayalı tabakalaşma da o kadar keskindir. (“Space and Status”, s.1-31) 2 Eski Yunan polisinin kamusal-politik-felsefi kent bilgisine hâkim kesimine karşılık gelen polites bugün İngilizce’de bildiğimiz “polite”ın kaynağıdır. Öbür yandan, özel-ekonomik alana (oikos) karşılık gelen çocuklar, köleler ve kadınlar idiot’u oluşturur. Bugün bildiğimiz anlamda idiot’un kaynağı… 3 Artemis ve Afrodit tapınaklarında, soylu erkeklere cinsel hizmet veren sürekli rahibeler. Bu rahibeler daha sonra, tapınaktan ayrılarak, topluma karışmış, “hetere” (fahişe) olmuşlardır. Aile, soyu belli “insan üretim merkezi” iken, hetere, aile-dışı ilişkilerin tarafıdır (Şahin, 1998: 15-6).4 Kısa bir süre önce, bir başka üniversiteden akademisyen arkadaşım anlatıyordu, genç bir asistan kadının “üstüne başına çeki düzen vermesi, çünkü öğrencilerin dikkatini çok çektiği” yönünde uyarıldığını. Bir ilgisi vardır elbet… heterelerin, kortizanların, cariyelerin hikâyesiyle…

2

Page 3: 1) · Web viewAKADEMİK FEMİNİZM VE ÜNİVERSİTE: BU TANIŞIKLIKTAN NE ÇIKAR?..* Ayten Alkan** Akademik feminizm ve üniversite’yi birlikte analiz edebilmek, tanışıklıklarının

önlem alıyordu. Savaşın uygun bir biçimde nasıl yönetileceğiyle ilgili olarak bir kadın tarafından yapılmış bir çalışma, güvensizlikle sarmalanmış müstehzi tavırlara davetiye çıkaracaktı.”

* “Mecazî olmayan anlamıyla yok edilme”ye dair: 1484 yılında iki Dominiken rahip Papa 8. Innocentus’tan Almanya’da cadılığın kökünü kazımak için izin alırlar. Yaptıkları “araştırma” 1486’da Papalık’ça onaylanır ve yayınlanır: Cadıların Kafasına İndirilen Balyoz (Berktay, 2003a: 219). 12. Yy’dan 17. Yy’a kadar Avrupa’yı, 17. Yy’da New England’ı kasıp kavuran ve aslında sanıldığının aksine, Ortaçağ karanlığının bir barbarlığı değil, modern toplumun doğuşunun yarattığı krizlerin “çözüm yolları”ndan biri olan5 cadı avları, aynı zamanda “bilgi ve yetenek türleri” arasındaki rekabetçi dönüşümün de uzantısıydı: Sözgelimi Balyoz, ebeleri ve şifacıları cadı ilan ederek, kilise üniversitelerinde formel tıp eğitimi almaya başlayan (elbette erkek) doktorların sınıfsal / mesleki çıkarlarını yansıtıyordu (Ehrenreich ve English, 1972).

* “Evrensel Şehir”in 6 surlarına dair : “...Ve birden kendimi çimenlerin üzerinde aşırı bir hızla yürüyor buldum. Ve daha o an, bir erkeğin görüntüsü yolumu kesti. Önce jaketatay giymiş bu garip görünümlü nesnenin el kol hareketlerinin bana yönelik olduğunu anlamadım. Yüzünde dehşet ve öfke ifadesi vardı. Akıldan çok içgüdü yardımıma koştu; o bir kilise görevlisi, bense bir kadındım. Burası çimenlik bir alandı; ileride de bir patika vardı. Çimenlerin üzerinde yürümeye, yalnızca üniversite öğrencilerine ve öğretim üyelerine izin vardı; benim yerim çakıllı patikaydı.(... ) ... Sonra birden, Lamb’in baktığı elyazmasının yalnızca birkaç yüz metre ötede olduğu aklıma geldi; öyle ki, dört köşe avluda Lamb’in ayak izlerini takip ederek hazinenin saklı olduğu ünlü kitaplığa varılabilirdi. ... Gerçekten kitaplığın giriş kapısına varmıştım. Kapıyı açmış olmalıyım, çünkü birden, koruyucu bir melek gibi, ama beyaz kanatlar yerine siyah bir cüppenin dalgalanmasıyla yolu kapayan kır saçlı, kibar, ama bana küçümseyerek bakan bir beyefendi karşımda belirip eliyle geri dönmemi işaret ederek alçak bir sesle, hanımların ancak bir fakülteli eşliğinde ya da bir tavsiye mektubu ile kitaplığa kabul edilebileceklerini üzüntüyle belirtmek zorunda olduğunu söyledi. Ünlü bir kitaplığın bir kadın tarafından lanetlenmesi, o kitaplık için hiçbir şey ifade etmez. O; tüm hazineleri yüreğinin içine güvenli bir biçimde gizlemiş, saygın ve sakin, gönül rahatlığı içinde uyuklamaktadır ve benim açımdan da sonsuza dek uyuklayacaktır. Bir daha hiçbir zaman o yankılanmaları uyandırmayacak, o konukseverliği beklemeyecektim, öfkeyle merdivenlerden inerken buna yemin ettim.” (Woolf, 1992: 8-10).

* Surları aşmaya dair:Böyle sancılı bir tarihin peşinden geliyor işte kadınların o “evrensel şehir”in surlarını aşıp içeri girmeleri.5 Cadı avı furyasının; kapitalist üretime dayalı toplum düzeninin yükselmeye başlaması, yeni merkantilist ekonomik doktrin (bilhassa Jean Bodin üzerinden), yeni doğa bilimleri kavrayışı (özellikle Francis Bacon üzerinden), kadın ve doğanın erkek-egemen bilimsel hâkimiyet altına alınışı, yükselen Protestan kapitalist tüccarlar ve sanayiciler sınıfı ile tarihsel ve analitik ilişkileri için bkz: Maria Mies (1986) Patriarchy and Accumulation On A World Scale. Adı geçen ve birincisi modern rasyonalizmin, ikincisiyse tümevarımcı mantık ile bilimsel deneyciliğin kurucusu kabul edilen her iki filozof / bilim adamı aynı zamanda cadı katlinin yılmaz savunucularıydı 6 “his-story / her-story” tartışmasında olduğu gibi bir sözcük oyunu yapıyorum yalnızca. Üniversite / University / Université’nin etimolojik olarak “site”ye, “şehir”e göndermede bulunan bir açıklamasına rastlamış değilim

3

Page 4: 1) · Web viewAKADEMİK FEMİNİZM VE ÜNİVERSİTE: BU TANIŞIKLIKTAN NE ÇIKAR?..* Ayten Alkan** Akademik feminizm ve üniversite’yi birlikte analiz edebilmek, tanışıklıklarının

Türkiye’de (KSSGM,1999);- 1842: Tıbbiye bünyesinde ebelik eğitimi başladı- 1876: Kız öğretmen okulu (darül muallimat) açıldı- 1864: Kız teknik eğitim okulu açıldı - 1869: Kız sanayi mektebi açıldı- 1915: Kadınlar için ilk üniversite (İnas Darülfünunu) açıldı7 - 1920: İnas Darülfünun öğrencileri protestolar düzenledi, erkek öğrencilerin sınıflarını işgal ederek karma eğitim talebinde bulundular- 1920: Şükufe Nihal, İstanbul Darülfünunu'nun Coğrafya bölümünden mezun olan ilk kız öğrencisi oldu8

- 1921: Sara Akdik, İstanbul Darülfünunu'nun ilk kız öğrencisi olarak Fen Fakültesi Tabiiye kısmında sürdürdüğü öğrenimini tamamladı9

* İçi beni yakar, dışı seni:Önceleri kadınların “eğitim hakkı”nı kazanmaları, kamusal / kurumsal bilginin doğrudan yararlananları ve ona -bu kez adlarını saklamak zorunda kalmadan- katkıda bulunanları konumuna gelmeleri kolayca hazmedilen bir şey olmadı elbette. 20. Yüzyıl başında yapılmış dünya kadar “bilimsel” araştırma var: Koleje devam etmenin kadınların üreme organlarına nasıl zarar verdiğini “ispatlayan” sözgelimi…10 Üreme organları zarar gören kadınlar ısrarla yollarına devam ettiler. Ettiler de, oluşumuna hiçbir katkıda bulunmadıkları bir yapıya eklemlenmenin aynı zamanda ziyadesiyle yabancılaştırıcı olduğunu keşfetmeleri de çok zaman almadı. Devletlerin, komutanların, askerlerin, büyük adamların tarihinde bir şey eksikti… Vajinayı içeri doğru bir penis olarak resmedip tanımlayan anatomide bir sakatlık, klitoral orgazm olan kadınların olgunlaşmamış, penis kıskançlığı çeken zavallılar olduğunu söyleyen klasik psikanalizde bir sorun, ev içi emek süreçleriyle ilgilenmeyen iktisadın sakladığı, toplum sözleşmesine öncel cinsel sözleşmenin nasıl bir iktidarı garantilediğini mesele edinmeyen siyasetbilimin söylemediği, “ev

7 Elif Ekin Akşit (2005), kız okullarının kuruluş sürecini, önceki kısıtlayıcı ve yasaklayıcı devlet yaklaşımlarının artık işlemez hale gelmesiyle, kadınlar ve devlet arasında aksayan irtibatın yeni bir alana taşınması olarak değerlendirir: Ev-içi eğitim devleti dışarıda bırakırken, kızların devletçe eğitimi, devletin denetim dinamiklerinin erkenden devreye girebilmesine yardım edecekti.8 http://www.istanbul.edu.tr/edebiyat/edebiyat/dekanlik/tarihce/index.htm9 http://www.bilimtarihi.org/bilimadamlari/biyografiler/biyografiler.htm10 Söz konusu araştırma ve benzerlerinin denk geldiği dönem I. Dalga Kadın Hareketi’nin eşitlik ve hak eksenli etkilerinin hissedilmeye başladığı dönemdir ve aslolarak Hareket’in kazanımlarına “bilimsel” yanıtlar olarak okunabilir. Tıpkı günümüzde özellikle genetik çalışmalar üzerinden giden “yeni biyolojizm”in ürettiği sayısız –ama illâ ki bir sabit bir bağlı değişken korelasyonlu- bilimsel araştırmanın “cinsiyet toplumsaldır”ın altını oymaya yönelmesi gibi (Ayrıca bkz. Yıldırım Türker, 2005). Yalnızca iki örnek: “Bilim adamları, bir kadının doğurganlığı arttıkça erkeklere çekici gelme katsayısının da arttığını keşfetti” (The Independent ve BBC, Kasım 2005). “İngiliz bir bilim adamı, dayak yiyen kadınların ortalamadan daha yüksek oranlarda oğlan çocuk sahibi olduğunu buldu. … Kanazawa’ya göre, karılarını döven erkekler bugün hapsi boyluyor ve bu da genleri aktarmaya yarayan evrimsel mekanizmayı kesintiye uğratıyor. [dayak yiyen kadınların oğlan çocuk doğurma olasılığının göreli yüksekliği de evrim mekanizmasının bu yeni duruma kendini uyarlaması] … Kanazawa, şiddet eğilimlerinin güçlü genetik bileşenlere sahip olduğunu da sözlerine ekledi.” (World Science, Ekim 2005)

4

Page 5: 1) · Web viewAKADEMİK FEMİNİZM VE ÜNİVERSİTE: BU TANIŞIKLIKTAN NE ÇIKAR?..* Ayten Alkan** Akademik feminizm ve üniversite’yi birlikte analiz edebilmek, tanışıklıklarının

coğrafyanın neresindedir, kadın kentin neresinde”yi yanıtlamayan şehirciliğin sustuğu, koca dayağı ve tecavüzünü mesele edinmeyen hukukun körleştiği...

* Fark etmeye ve keşfetmeye dair:Halen MIT'de profesör olan ve 1970'lerden bu yana, bilimsel çalışma yapanların kim ve ne olduğunu düşünmeye davet çıkaran Evelyn Fox Keller’ın o yıllara değin11,

“yaklaşımı da, pratiği de bu soruyu akla getirmeyecek kadar, getirse de saçma bulacak kadar erildi aslında. Öyle yetişmişti o da. Feminizm dalgası, onun da gözünü açmış kendine ve çevresine bakabilmişti. Görmüştü ki, bilim dünyası da eril bir dünya. Yeni de değil üstelik, tarih boyunca böyle bu.…Keller, o güne kadar bilimin dilindeki bu eril anlamların doğal, aşikâr bir şey olduğunu düşünmekten olumsal ve iç karartıcı olduğunu düşünmeye başladığında, dahası, bunların da yüzeydeki kozmetik kalıntılar değil, derine işlemiş bir içkinlik taşıdığını görmeye başlayınca bilim tarihinin ve var olan bilim projesinin topyekûn bir sorgusuna girişti. Bu sorgu onu bilimin reddine değil, tam aksine daha güçlü bir sahiplenme ile sorgulanmasına götürdü.” (Temizyürek, 2007)

1970’ler, ne Keller ne de bu sorgulamanın başlayışı için rastlantısaldı. Batı’da İkinci Dalga Kadın Hareketi güçlenmiş ve Kate Millet, Shulamith Firestone gibi aktivistleri kanalıyla Üniversite’yle / akademik olanla da buluşmuştu (Türkiye’de 1980’lerin ortalarından itibaren olacağı gibi):

“Üniversite, salt cinsiyetçi mekanizmasına itirazları değil, kadınların yalnızca üniversite içinde daha görünür olma mücadelesini değil, diğer birçok toplumsal ve bireysel mesele yüzünden, kadın kurtuluş hareketinin söylemlerini kapısından geçirmek zorunda kaldı. Sözünü ettiğimiz süreç, genel hatlarıyla, 1968 sonrasında ikinci dalgasını yaşayan kadın hareketinde temelleniyordu. Bu, kadınların, bedensel, kamusal, insani ve toplumsal tüm hak alanları için verdiği mücadelenin kodlarının üniversite içinde de tartışmaya açılması anlamını taşıyordu.” (Toksöz ve Yamaner, 2006)

Dolayısıyla, “Men in history, Men and the city” gibi başlıklı kitapların “ben”i değil de gerçekten “men”i anlattığı farkedildi. Feminizmin / feministlerin kendisi kadar, aşağıda değineceğim feminist epistemoloji ve metodoloji tartışmalarının da akademiye taşınması bu körlükten, yokluktan, en iyi haliyle ikincilleştirilmeden, bilimsel bilginin, disiplinlerin erilliğinden (yalnızca dili itibariyle değil, sorduğu sorular, sorma biçimi, baktığı yerler itibariyle de) kaynaklıydı. Çok değil, 1970’lerde, “kadınların bilimsel bilgisi” yazılmaya ve anlatılmaya başlandı. Bu nedenle Fatmagül Berktay (2003b), kadınlar için “tarih-öncesi”nin, bu yıllardan öncesi olduğunu söyler. Bilinir İkinci Cins’in o ünlü cümlesi: “Kadın doğulmaz, kadın olunur!” Fakat daha az bilinen bir anekdot vardır:“Bu kitabı yazarak feminist oldun” der Jean-Paul Sartre,“Kitap okunduğunda ve kadınlar için varolmaya başladığında feminist oldum” diye yanıtlar de Beauvoir (akt. Felman, 1993: 12)Çünkü, İkinci Cins’te sorduğu, ve aslında feminizmin akademiye girişinin de motivasyonunu özetleyen kışkırtıcı bir soru vardır: “Kadınlar var mı gerçekten?...”

11 1936 New York doğumlu. Harvard'da teorik fizik ve moleküler biyoloji doktorasından sonra ABD'nin en saygın üniversitelerinde hocalık yaptı. Halen MIT'de Bilim, Teknoloji ve Toplum bölümünde profesör. Sosyal Bilimleri Açın! Sosyal Bilimlerin Yeniden Yapılanması Üzerine Rapor (Metis) kitabını hazırlayan Komisyon'un da üyesi.

5

Page 6: 1) · Web viewAKADEMİK FEMİNİZM VE ÜNİVERSİTE: BU TANIŞIKLIKTAN NE ÇIKAR?..* Ayten Alkan** Akademik feminizm ve üniversite’yi birlikte analiz edebilmek, tanışıklıklarının

Bu sorunun yanıtını, ilk kez okuduğumda gözlerimin dolmasına neden olan 1913 tarihli bir konuşmasıyla, Halide Edip versin isterim:

“Bu kadınlık hareket-i mukaddesesinin sathi ve ibtidai bir tarihini yazarken gönül isterdi ki bu tarihçe, Osmanlı kadınlarının terakki ve tekâmül yolundaki küçük bir tarihçesi olsun. Fakat bugün böyle olmaması bence pek elim değildir. [...] Osmanlı kadınlarının terakki yolundaki mesailerinin henüz bir tarihçesi olmaması onların da bir şey yapmamış olmalarını intiaç etmez. [...] Bugün bu saat ben size böyle hitap ederken, siz beni dinlerken şüphesiz biz de tarih yapıyoruz demektir. Bu tarihçeyi torunlarımız bir konferans dolduracak kadar uzun ve iftiharla yaptıkları zaman, elbet bizim aciz fakat hüsn-i niyet ve samimiyetle dolu bin müşkilatla elde edilen mücadelemizden de bahsedeceklerdir.” (akt. Çakır, 1993: 10)

******Özetle, “kadınlar yok galiba” farkındalığının ardından, akademik feminizmin ilk çabası “kadınları bilim dünyasının haritasına yerleştirmek” yönünde oldu: Mevcut geleneksel disiplinlerin, mevcut akademik çerçevelerin içine kadınların yaşamlarının ve gerçekliklerinin bilgisini katmak, “madalyonun öteki yüzü”nü görünür kılmaya çalışmak. Böylece, eril disipliner bilgi alanlarına “kadınların eklenmesi”yle karakterize olan bir “Kadın ve Her şey” akımı başladı. Akademik feminizmin, büyük ölçüde amprisist olarak niteleyebileceğimiz bu ilk aşamasında, yeni “eğitim ve araştırma konuları” olarak, “kadın ve edebiyat, kadın ve hukuk, kadın ve siyaset, kadın ve çalışma yaşamı” başlıkları ortaya çıktı. Bununla birlikte, zaman içinde Puzzle’ın yeni bulunan parçaları boş kalan yerlere oturmamaya ve / ya da öteki parçaları oynatmaya başladı. Burada, spesifik bilim felsefelerinin epistemolojik ve metodolojik içermeleri ile sınırlarının neler olduğu tartışmasına girmek gerekecek; çünkü aslında konvansiyonel epistemoloji ve metodolojilerin sınırlarına dayanılmıştı. Bununla birlikte, akademik feminizmin erken aşaması diyebileceğimiz bu “haritaya yerleştirme” döneminde dahi, bilim dünyasına “insanlığın bilgisini tam kılmak yönünde ilerlemek” anlamında önemli açılımlar sağlandığını söyleyebilirim. II. Epistemolojik ve Metodolojik AçılımlarAkademik feminizmin temel epistemolojik ve metodolojik eleştirisi; araştırma yapılması, bilgiye ulaşılması, teorileştirme ile iktidar arasındaki ilişkiyi vurgular. İktidarın; anlamı, gerçekliği ve nesne alanlarını kurma, “ussal” olanı “us-dışı”nın ve “öteki”nin karşıtlığında tanımlama yollarından biri de bilimsel bilgi üretimidir. Bu üretim sürecinde genel eğilim, “farklı” deneyimlere dayanan bilgi türlerini gözardı etmek; bunun yanı sıra, araştıran ile araştırılanı, nesnellik üzerine oturan ve hiyerarşik bölünmeye dayanan bir ilişki içinde tanımlamak yönünde olmuştur. Eril ussallık, “kendisini bedeninden, duygularından, değerlerinden, geçmişinden vb. ayırabilen, kendisinin ve düşüncelerinin özerk, bağlamdan bağışık ve nesnel olduğuna inanan bir ‘bilen’” varsayımına dayanır. Herhangi bir toplumsal konum tarafından sarsılamayacağı düşünülen “nesnellik”, bu tür bir ussallığın kendisini “evrensel” saymasına olanak tanır (Rose, 1993: 7).Buna karşılık, feminist epistemoloji ve metodoloji, her şeyden önce, hiyerarşik bölünmenin içinde barındırdığı dikotomilere kuşkuyla yaklaşır. Dikotomik düşünme ve bilgi üretme tarzının, eril bir değerler hiyerarşisi içine yerleştirilmiş bir tahakküm mantığı üzerinden işlediği düşünülür. Us/us-dışı, özne/nesne, akıl/duygu, bilim/halkın bilgisi, bilimsel bilgi/geleneksel bilgi, zihin/beden, uygarlık-kültür/doğa gibi ikiliklerden birinciler erilliğe, ikinciler dişilliğe atfedilir.

6

Page 7: 1) · Web viewAKADEMİK FEMİNİZM VE ÜNİVERSİTE: BU TANIŞIKLIKTAN NE ÇIKAR?..* Ayten Alkan** Akademik feminizm ve üniversite’yi birlikte analiz edebilmek, tanışıklıklarının

Feminizm, bu geleneksel kuramsal bölünmelerin kökenlerini ve belirtilerini sorgularken, hiyerarşik bölünme yerine ilişkiselliğin önemini vurgular, “gerçekliğe bütünsel, bağlamsal bir hem/ve yaklaşımı” (Donovan, 1997: 345)12 sunar. Bununla bağlantılı olarak, “her bir ayrı varlığın kendi çevresine göre tanımlandığı ve gözlemcinin konumsal göreliliğine tabi bir bağlamsal ağ” (Donovan, 1997: 339) gözetilerek, nesnelliğin her zaman olanaklı, dahası istenir bir durum olmadığı savunusu getirilir. Nesnellik yerine “karşılıklı-öznellik ya da özneler-arasılık” (inter-subjectivity), monolog yerine diyalog, araştırılanın nesneleştirilmesi yerine araştıran-araştırılan ilişkisinin daha görünür kılınması önerilir. Kendi (orijinal) disiplinlerinin hâkim felsefelerini dönüştürme çabasındaki feministler,

“… ’iyi araştırma’nın konvansiyonel standartlarının -en az hukuksal, ekonomik, askeri, eğitsel, … kurumların siyasetlerininki kadar- spesifik sosyal grupları ayrımcılığa uğrattığı ya da güçlendirdiğini öne sürdüler. Sosyal araştırma, gündelik yaşamın kaotik ve karmaşık deneyimlerini toplumsal kategorilere dönüştürür –hâkim politik aranjmanları yansıtan kategorilerdir bunlar. Sosyal bilimler, ardından, bu kategorilerdeki insanlar ve ilişkilere nedensel bağıntılar atfeder. Bu nedensel tasvirler, kurumların gündelik yaşamlarımızı yönetebilmelerini olanaklı kılar: Toplumun ekonomik, sosyal, siyaseten en güçsüz kesimlerinin çıkar ve arzularını değil, o kurumların ve kurumları tasarımlayıp yöneten sosyal grupların çıkar ve arzularını karşılayabileceğimiz yöndedir bu olanaklı kılış. Böylelikle, tarafsız araştırma yapma iddiasındaki sosyal bilimler, ‘iktidarın kavramsal pratikleri’ni inşa eder (Smith, 1990). Erkeklerle kadınlar arasındaki ilişkileri kontrol eden iktidar da dahil olmak üzere, iktidarın uygulanmasında sosyal bilimler işbirlikçidir.” (Harding ve Norberg, 2005: 2010)

Kuşkusuz, burada hedef alındığı belirgin olan pozitivist bilim felsefesini eleştirenler yalnızca feministler değil. Kuhn’dan Polanyi’ye, Feyerabend’den Foucault’ya değin geniş bir eleştirel kuram var. Feminist epistemoloji ve metodoloji de bu post-pozitivist hareketin, aynı zamanda eleştirel çalışmalar alanının bir parçasıdır. Özgüllüğü ise, kadınların deneyimlerini dışlayan ya da ikincilleştiren egemen bilgi tanımlarının ve araştırma yöntemlerinin getirdiği yabancılaşmanın üstesinden gelmeye çalışmasından, erkekler üzerine yapılan ya da erkek deneyimlerine dayanan araştırmaların ve bilgi tanımlarının evrenselliği (bütün insanlığı temsil edebileceği) anlayışının karşısında durmasından kaynaklanır. (McDowell, 1993: 306-10)1991 yılında Judith Cook ve Mary Margaret Fonow, alanında sıklıkla göndermede bulunulan bir derleme yayınladılar: Metodolojinin Ötesinde.13 “Ötesinde”den kasıtları bir ölçüde de metodolojinin etik içermeleriydi. Derlemelerinde yer alan makalelerde bazı ortaklıklar saptadılar ve bunları “feminist metodolojinin rehber ilkeleri” olarak tanımladılar: (i) araştırmanın yönetimi sürecini de içerecek biçimde bütün toplumsal yaşamın temel bir özelliği olarak cinsiyetin ve cinsiyet asimetrisinin önemi konusunda, sürekli ve düşünümsel olarak dikkatli olunması; (ii) özgül bir metodolojik araç ve genel bir yönelim ya da görme biçimi olarak, “bilinç yükseltme ve farkındalık”ın merkeziliği;

12 Böyle bir yaklaşım, “duruş noktası” epistemolojisi olarak da adlandırılır (Hartsock, 1996: 43).13 Derlemenin altbaşlığı da çarpıcıdır aslında: Yaşanan / Yaşayan Araştırma olarak Feminist Bilim. 2006’da yayınlanmaya başlayan Amargi dergisi’nin sloganını anımsatıyor: “Yaşamak en önemli akademik faaliyettir!”

7

Page 8: 1) · Web viewAKADEMİK FEMİNİZM VE ÜNİVERSİTE: BU TANIŞIKLIKTAN NE ÇIKAR?..* Ayten Alkan** Akademik feminizm ve üniversite’yi birlikte analiz edebilmek, tanışıklıklarının

(iii) araştırma nesnesi ile öznesinin ayrılabileceğini ve kişisel ya da somut deneyimlerin bilimsel olmadığını varsayan nesnellik ilkesine mesafelilik 14; (iv) feminist araştırmanın etik içermeleriyle ilgili olunması ve(v) araştırma ve araştırma sonuçları aracılığıyla kadınların güçlen(diril)mesi ve ataerkil toplumsal kurumların dönüştürülmesine vurgu.“Toplumsala angaje araştırma”, bir başka deyişle, toplumsal sonuçlarını etik ve politik olarak hesaba katan araştırma, bilgi birikiminin genişlemesi anlamında da yeni açılımlar sağlar. Açıktır ki, sosyal değer ve çıkarlar (aslında aşağıda değinilecek “bilimsel bilginin sosyolojisi”nin de bir parçası) bilgi birikiminin genişlemesinin önünde çoğu zaman ciddi engeller haline gelir: Cinsiyetçi, ırkçı, burjuva, Batı-merkezli, heteroseksist, şimdilerde neo-liberal, yeni-milliyetçi değerler –dolayısıyla araştırmalar- tam olarak böyledir. Öbür yandan, sosyal bilimler tarihi; feminist, ırkçılık karşıtı, post-kolonyal, madun, vb. araştırma programlarının sosyal bilim kavrayışı ve birikimini ileriye taşıdığını gösterir. Çünkü bu araştırma programları, eski sorulara yeni perspektifler getirdiği gibi, kendimize ve içinde etkileşimde bulunduğumuz sosyal dünyalara dair yeni sorular sorar. Burada açıkça politik bir perspektiften söz ediyorum. Epistemolojik kriz aynı zamanda politik, ekonomik, toplumsal ve etik bir krizdir. Bu krizler yumağını akademinin içinden –bir ayak mutlaka “dışarı”da durarak- aşmanın yoluysa, kanımca, sosyal, dolayısıyla politik olarak angaje bir araştırma, bilim ve akademik söz gündemi yaratmaktır. Kadın hareketi ile akademik feminizm arasındaki ilişki böyle bir ilişkiydi. Araştırılacak ve çözümlenecek sorun(sal)lar “dışarı”dan geldi ve sonuçlar “içeri”den “dışarı”ya aktı (kadına karşı şiddet, kadınların çifte çalışma günü, siyasal temsil ve katılım, vb.)Bu tür bir “politika ve / ya da sorun merkezli” yaklaşım, disiplinler-arasılık arayışlarını da zorunlu olarak beraberinde getirir (getirmiştir de). Hâkim disipliner paradigmayı politikleştiren ve dönüştürmeyi hedefleyen bir yönelimdir bu. Böylece disiplinler arasındaki sınırlar; farklı “özsel yapılar ya da gerçeklik rejimleri” arasındaki “mücadele alanları” haline gelir. Bird (2001) eleştirel disiplinler-arasılığı; bilginin, soyunma / söküm süreci içinde yeniden tanımlandığı bir entelektüel güçlenme formu olarak tanımlar (ki rastladığım en “güzel” tanımdır). Kadın / cinsiyet çalışmalarının disiplinler-arasılık iddiası / rüyası, aslında “paradigmatik bir kopuş”un işaretleyenidir. Modern anlamda sosyal bilimler, disipliner olarak bölünmüş bir yapı içinde doğup gelişmiştir. Disipliner bölünmüşlüğün kendisi özgül bir “bilme” tarzını ima eder: toplumu, onu bölerek, kompartmanlara ayırarak düşünmek, anlamaya çalışmak, bilgisini üretmek. Bu hâkim paradigmadan ayrılan akademik feminizmin disiplinler arasılık çabası, aslında temel bir kavramsallaştırmasından kaynak alır:

“Disiplinler-arasılık epistemolojik bir tercihtir; toplumsallığın parçalanamaz bütünlüğüne gönderme yapar ve feminizmin temel bir iddiası olan- toplumsal cinsiyetin, toplumsal olguların kurucu ve anlamlandırıcı temel faktörlerinden

14 Sanırım feminist metodolojinin, akademik feminizm içinde dahi en sıklıkla yanlış anlaşılan ilkelerinden biridir “nesnellik iddiası” ile kurulan ilişki. Haraway’in, “duruş noktası kuramı nesnelliğin reddi ya da olanaksızlığı anlamına mı geliyor?” sorusuna verdiği “hayır” yanıtı benim için de geçerlidir: Konumlandırılmış bilgilerin nesnellik kapasitesinin daha yüksek olduğunu söyler Haraway (1988). Buradaki nesnellik, aydınlanmacı bilim geleneğinin nesnelliğinden farklıdır. Bu tür bir bilgi nesneldir, çünkü taraflıdır!.. Postmodernizmdeki gibi uçuşan bir “hiçbir yerden bakış”a yaslanmaz. Aydınlanmacı gelenekteki gibi tanrısal bir “her yerden bakış”a da yaslanmaz. Bu, “bir yerden bakış”a yaslanır ve nereden baktığını da söyler. Kişisellikten arındırılmış değil; insanların yaşamları hakkında konuşan ve kimin konuştuğunu da kendine içeren bir bilgi türüdür bu.

8

Page 9: 1) · Web viewAKADEMİK FEMİNİZM VE ÜNİVERSİTE: BU TANIŞIKLIKTAN NE ÇIKAR?..* Ayten Alkan** Akademik feminizm ve üniversite’yi birlikte analiz edebilmek, tanışıklıklarının

biri olduğu iddiasına dayanır. Diğer deyişle, toplumsallık denen alan cinsiyete dayalı ilişkiler tarafından baştan başa yeniden ve yeniden kurulur; bunun dışında, cinsiyetlendirilmiş –eril/dişil dikotomisi ile iktidarlandırılmış- olmayan bir alan yoktur. Dolayısıyla, sosyal bilimlerin bütün disiplinleri kendi kavram ve yönteme dair araçlarını bu gözlükten bakarak yeniden ve yeniden test etmeli ve toplumsallığı, baştan başa cinsiyetlendirilmiş bir kurgu olarak –baştan sona sınıflara ayrıştırılmış bir kurgu olduğu gibi- yeniden kavramayı denemelidir.” (Sancar, 2003)

Disiplinler-arasılık arayışı (bana kalırsa zorunluluğu) yeni kurumsal arayışları (disiplinlerarası bölümler, araştırma merkezleri gibi) ve yeni politik oluşumları da (dışarısı / içerisi, toplumsal / akademik arasında ilişki ve işbirliğinin yeniden organizasyonu gibi) beraberinde getirmiştir –ki bu izleyen başlığın konusudur.15 ******Özetle, akademik feminizmin üniversiteye taşıdığı sorun, gözden kaçan bir şeyin – kadın ya da toplumsal cinsiyet ilişkileri başlığının- toplum kuramına nasıl ekleneceği sorunu değildir; bir “ben de ben de – izm” meselesi değildir. Nicel ya da nitel araştırma yaparken soruları nasıl hazırladığımızdan (“çalışıyor musunuz?” diye sorduğunuzda köleler gibi çalışan bir dolu kadın “çalışıyorum” demez!) insan hakları ihlâllerini nasıl tanımladığımıza16, bakma yöntemlerimiz kadar baktığımız yerlerle ilgili yeğlemelerin kendisinin salt bilimsel değil, aynı zamanda ideolojik olduğunu asla unutmamaktan (toplumsal yeniden üretim dediğimizde hâlâ devletin sağladığı ya da sağlamadığı hizmetlerden mi bahsediyoruz salt, ya da çalışma deyince bildik anlamda işyerlerine mi bakmakla yetiniyoruz?)17

15 “Sınırları geçmek, ihlâl etmek, köprü kurmak, sınırları politikleştirmek” gibi ifadeler ve imledikleri, feminist teori(ler)de / politikada çok sık kullanılır; böyle bir “özsel” yakınlığı da olduğunu düşünüyorum disiplinler-arasılıkla, dahası disiplinler-üstülük ile. 16 İnsan Hakları Ankara İl Kurulu’nda bir müddet görev yapan bir hukukçu meslektaş, “saçma sapan meseleler geliyor, kadın kocasından dayak yiyip geliyor mesela” deyivermişti bir gün!.. Tepkisi, aslında, insan hakları ihlallerini devlet kaynaklı ihlâllerle sınırlayan bir geleneksel kavrayıştan kaynak alıyordu. 17 Kendi alanımdan (kent ve mekân çalışmaları) bir örnek verecek olursam: Ünlü yeni-marksist şehir sosyologu Manuel Castells, 1990’larda kent çalışmaları için etkili çalışmalardan biri durumuna gelen The Informational City (Enformasyonel Kent - 1992: 2) adlı yapıtında, kapitalizmin yeniden yapılanması çerçevesinde yeni enformasyon teknolojileriyle kentsel ve bölgesel süreçler arasındaki ilişkiyi çözümlemeye girişirken 1970’li yıllarda yaptığı gibi, toplumsal üretim-yeniden üretim çerçevesinde kadın emeğinin önemini yine gözardı eder. Salt kamusal üretim ve yönetim süreçlerinin mekânsal boyutuna odaklanıp kentsel toplumsal yaşam ile oturma alanlarını dışarıda bırakmasını, birincisinin “ideoloji tarafından yanlı kılınmış” olmasına, ikincisinin de “hakkında güvenilebilir pek az görgül araştırma bulunması”na bağlar. “Özel alandaki değişimleri sorgulayabilmek için öncelikle yeni kentsel ve bölgesel dizgenin temel parametrelerini anlamak gereklidir” (Castells, 1992: 5). McDowell (1993: 173), bu kitabı okuduktan sonra -Castells’in 70’li yıllardaki çalışmalarıyla Informational City arasında geçen- “on yıllık bir feminist kuramsallaştırma gerçekten bu denli görünmez miydi ki temel bir kent kuramcısı muhtemelen -eril-işyeri dışındaki her şey olarak anlaşılan toplumsal yaşamı hem ‘ideolojik’ hem de ‘özel’ olarak değerlendirmeyi sürdürebilmektedir” sorusunu yöneltir. Oysa, devletin toplumsal harcamalardaki kısıntılarıyla birlikte kentsel işlevlerin sürdürülmesinde kadınların karşılığı ödenmeyen emeği Castells’in öngördüğünden daha da önemli duruma geldiği gibi, yeni kentsel ve bölgesel dizgeye eklemlenen “özel alandaki üretici etkinlikler” de kayda değer boyutlara ulaşmıştır. Ne var ki, Castells, 1990’larda örneğin New York’ta büyüyen enformel ekonomi alanına koşut olarak emeğin yeniden yapılanması sürecini değerlendirirken (1992: 213-4), esnek, yarı-zamanlı, düşük ücretli, güvencesiz nitelikler taşıyan “sınırdaki” işlerin

9

Page 10: 1) · Web viewAKADEMİK FEMİNİZM VE ÜNİVERSİTE: BU TANIŞIKLIKTAN NE ÇIKAR?..* Ayten Alkan** Akademik feminizm ve üniversite’yi birlikte analiz edebilmek, tanışıklıklarının

kullandığımız analitik araçların cinsiyetler açısından nötr mü olduğunu sürekli olarak sorgulamaya (ev kadınlarının “sınıf”ı nedir söz gelimi?)... kadar bir dolu “yeniden hesapla(ş)ma” gerektirir.

III. Akademinin Kabileleri…Hiç değilse Thomas Kuhn’dan (1962) bu yana biliyoruz: Geleneksel akademik disiplinler büyük ölçüde güç ve otorite ilişkilerince belirlenen, “bilim toplulukları”nın ve / ya da bilim insanlarının kurumsal ve kültürel, düşünsel ve entelektüel etkinliğini çerçeveleyen araçlardır. “Bir akademik disiplin nedir?” sorusuna işlevselci ve mekanistik yaklaşımın verdiği yanıt, “spesifik bir konu ya da nesne gruplandırması (sorunsal) etrafında spesifik bir metodolojiyle yapılandırılmış meşru ve uygun bir bilgi bütünüdür” olacaktır. Bu yaklaşımla, akademik disiplinler bütünlüklü ve türdeş yapılar addedilir. Akademisyenlere ait oldukları disiplinleri ya da çalışma alanlarını sorarız, çünkü “farklı düşündükleri”ni varsayarız. Oysa disiplinlerin kendi içlerindeki farklılaşma, disiplinler arasında olandan az değil. Sözgelimi klasik psikanalitik psikolojiyle bilişsel psikoloji arasında farklılaşan “bilgi ve yöntem yapısı” psikolojiyle sosyoloji arasındakinden daha az belirgin ve önemli değildir. Yanısıra, disiplinlerin kendileri de yöntemleri, konuları, kavramları itibariyle zaman içinde değişir: Coğrafyanın doğa bilimlerinden toplum bilimlerine doğru, fiziksel coğrafyadan insan coğrafyasına, giderek ekonomik coğrafya ve davranışsal coğrafyaya değin evrilip genişlemesinde olduğu gibi. Dolayısıyla, neden ve nasıl disiplinler arasındaki çizgilerin, bilgi bütünü / yapısı içindeki en önemli kategorizasyon / bölünme olduğu üzerine ikna edici bir yanıtımız yoktur. Yanıtın, pek az kabile üyesinin itiraf etmeye cesaret edebildiği üzere akademinin güç ve iktidar ilişkileriyle örülü dehlizlerinde olduğunu düşünüyorum (bunu ilk kez olarak düşünen ben değilim elbet!). Bu asimetrik ilişkiler salt üniversitenin içinde(n) değil, üniversite-toplum arasındaki surların üzerinde(n) de inşa olur: Özetle elitist akademizm denen “illet”18. Akademik kabilelerin eleştirel analiziyle bilim insanı / akademisyen kavrayışının eleştirel analizi birbirine koşuttur. Bedensizleştirilmiş “soyut bilen” kavrayışı19, yakın tarihlerde sorgulanmaya başladı. “Bilen özne”nin bir bedeni olduğunu algılamaya başladık: “çoğunlukla maskeli de olsa karmaşık bir iktidar ilişkileri matriksine gömülü bir beden bu” (Fonow ve Cook, 2005: 2215). Kültürel, sosyal ve sembolik sermayeleriyle ayrıcalıklanmış bu bedenlerin, ayrıcalıklarını çözümlemesini, etnik boyutlarına değinerek, ama cinsiyetsiz bir düzlemde yapmak durumunda kalır. Kadın emeğinin -özellikle göçmen kadınların- “enformel ve yarı-formel hizmet alanları”nda yoğunlaştığını belirtse de (s.24, 166, 182-3, 206) bu durum, rastlantısalmışçasına ya da salt ampirik boyutuyla ele alınır. 18 Belirtmeden geçemeyeceğim: Bu “illet”le son olarak ve en çarpıcı / sarsıcı biçimiyle, yazar, barış girişimcisi, gazeteci Hrant Dink’in 19 Ocak 2007’de öldürülmesinin ardından yüzleşmek durumunda kaldım. Türkiye siyasal ve üniversiter tarihinde spesifik bir “gelenek”le ayırd edilen, o geleneğin içinde ülkenin en kritik zamanlarında “müdahil söz üretmek” unsuru da bulunan bir üniversiter kurumda, eski adıyla Mülkiye, yeni adıyla Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde az sayıdaki bir “meslektaşlar grubu”nun yaptığı bütün “sorumluluk çağrı”ları ne yazık ki çok cılız ve geçici yanıtlarla karşılandı. Bu durumun salt SBF’ye özgü olduğunu düşünmüyorum elbette, “habitat”ım olduğundan en iyi bildiğim örnek. Gerisindeyse, en az konfor düşkünlüğü kadar, kırıl(a)mayan bir pozitivist, nesnel, tarafsız sosyal bilim kavrayışı ve elitizm, ama en az bunun kadar akademiye yaraşmayan bir kadercilik, yılgınlık ve eylemsizlik (praksis anlamında) olduğunu düşünüyorum. 19 Tipik ve en “basit” ifadesi, akademik metinlerde birinci tekil şahıs’tan kaçınmaktır. Olabildiğince pasif cümle kurulması (tespit edilmiştir, gözlemlendi, vb.) ve / ya da birinci çoğul şahıs kullanılması makbuldür (araştırmamızın sonuçları…) Böylece, araştıran / yazan / akademisyen / bilim insanı, “gizli özne” ya da “kutsal özne” haline getirilir.

10

Page 11: 1) · Web viewAKADEMİK FEMİNİZM VE ÜNİVERSİTE: BU TANIŞIKLIKTAN NE ÇIKAR?..* Ayten Alkan** Akademik feminizm ve üniversite’yi birlikte analiz edebilmek, tanışıklıklarının

yitirmeme olanakları, kaçınılmaz olarak status quo’nun ve kabileyi inşa eden geleneklerin devamından geçiyor – bir kurumsal depresyon ve krize değin. (Eril) akademinin sosyal analizini yapan çok az sayıdaki çalışmadan biri olan Homo Academicus’ta Bourdieu (1988) akademiyi, sosyal sınıf ayrımlarını yeniden üreten ve güçlendiren, tamamen muhafazakâr bir kurum olarak tanımlar. Akademideki bu muhafazakârlığa başkaldırı girişimleri, cemaat mensuplarının edinilmiş iktidar çıkarlarının direnişiyle karşılaşır, çünkü akademik güç terkibini sekteye uğratma riskini beraberinde getirir. Söz konusu bilim cemaatlerinin aslında, başka birçok cemaate benzer biçimde “erkek cemaatleri” olduğunu ilk söyleyenlerse feministler oldu. Bourdieu’nun “Homo Academicus”u, gerçekte, eril bir terminolojiyle kendini yansıtan eril bir dünyanın yansıması olarak bir analiz nesnesidir de (Reay, 2000: 13-4). Üniversite, erkeklerce kurulmuş, her düzeydeki normları erkeklerce konulmuş, erkeklerce yönetilen bir egemenlik alanıdır. Aynı zamanda, ağır bir biçimde kontrol altında tutulan, söylemsel hâkimiyetle20 güvenliği sağlanan bir alandır; sözü edilen söylemsel hâkimiyet yaygın olarak modernist, şabloncu, kendi içine ve üzerine kapanmış üst-anlatılara yaslanır. Bütün benzeri hâkimiyet yapı ve mekanizmalarının yönetici ilkesi burada da geçerlidir: Elit çıkarları “herkes”in çıkarlarını temsil eder. Böyle bir işleyişin içinde, her sosyal bağlamda olduğu gibi, “elit ve uyumlu kadınlar” da kendi kariyerlerini riske etmemek ve ilerletmek yönünde –şuurlu ya da şuursuzca- pekâlâ hiyerarşik çalışma tarzlarını benimser ve yeniden üretirler. Dolayısıyla mesele, akademisyen – yönetici kadrosunun cinsiyetler arasındaki sayısal dağılımından21 ibaret değildir: Aynı zamanda araştırma gündem(ler)inin, yeniden üretilen akademik / üniversiter kurum, yapı, kural ve mekanizmaların, teorilerin, gündelik ilişkilerin, müfredatın, vb. norm koyucu kaynak ve yatakları hesaba katılmak durumundadır. Bir başka deyişle, surların içinde dolaşan bedenlerin cinsiyetine değil, surların cinsiyetine bakmak gerekir; ve “operasyon” imkanlarına…Belirtilen çalışmasında Bourdieu, akademideki gerilim hatlarından biri olarak “kurumsal olarak onaylanmış entelektüel geleneğin taşıyıcıları” ile “sapkın” bakış açılarına sahip olanlar arasındaki erk çatışmasını tanımlar (ortodoksi / heterodoksi). Sapkın(lık)lar sıklıkla marjinalize edilir, fakat Bourdieu kimi durumlarda sapkınların “takdis edilmiş günahkârlar” olabilecek kadar takipçi kazanabileceğini de belirtir. Bir kez bu sapkın perspektifler mümtaz makamlarca 20 “Söylemsel hâkimiyet” kavramını, “discursive hegemony – gidimli hegemonya”nın karşılığı olarak, hukuk felsefesi alanında çalışan sevgili meslektaşım Hüseyin Öntaş’a borçluyum. Gidimli, (i) geniş bir kapsamda konudan konuya geçmek, (ii) analitik gerekçelerle yapılan çözme ve eklemleme (iii) “makul-mantıksal” (iv) "söylemsel" anlamlarına geliyor. “İktidardaki söylemler koalisyonu” (Öntaş) olarak ele alırsak, bu sonuncusu, diğer anlamları da kavrıyor. 21 2004-5 akademik yılında Türkiye’deki öğretim elemanlarının %38,5’i kadındı: Profesörlerin %26,5’i, Doçentlerin %31,5’i, Öğretim Görevlilerinin %37,4’ü, Dil Okutmanlarının %56,7’si, Araştırma Görevlilerinin %44,2’si kadın. (Türkiye’nin Yüksek Öğretim Stratejisi Raporu, 2007) 93 üniversitedense yalnızca 7’sinin rektörü kadın. Bu profil, dünya geneliyle karşılaştırıldığında “ileri” bir noktada duruyor. Gerisindeyse, tartışılması bu bildirinin sınırlarını aşacak olan “Türkiye’nin cinsiyet-yüklü modernleşme süreci” ve bu süreçte kadınların özgül kamusala çıkış biçimleri yatıyor. Belirtilmeli ki, yıllar içinde, özellikle 1980 sonrasında kadınların bir meslek olarak akademisyenliğe yönelişi artmakta. Bununsa, doğrudan doğruya, söz konusu dönemde akademisyenlerin, özellikle alt pozisyonlar için, gelirlerindeki ciddi kayıplar, çalışma koşullarının güvencesizleşmesi, özetle neo-liberal ekonomi-politiğin üniversiteyi yeniden yapılandırışıyla bir ilişkisi var: Bir başka deyişle, yoksulluğun kadınlaşması gibi üniversite ve akademisyenlik de kadınlaşıyor (bundan anlaşılması gereken, alanın kadınların hakimiyetine geçmesi değil, göreli olarak güçsüzleşen pozisyonların toplumsal açıdan güçsüzlere devri). Son olarak, oranlara bakıldığında, pozisyonla cinsiyet arasındaki ters orantıya dikkat edilmeli.

11

Page 12: 1) · Web viewAKADEMİK FEMİNİZM VE ÜNİVERSİTE: BU TANIŞIKLIKTAN NE ÇIKAR?..* Ayten Alkan** Akademik feminizm ve üniversite’yi birlikte analiz edebilmek, tanışıklıklarının

kabul gördükten sonra, “doğası gereği sapkın” görülmekle birlikte, yükselen sapkın sınıf tipik akademik baskılardan belli bir bağımsızlık, özerklik ve buna bağlı olarak “pazarlık gücü” kazanır. Pek çok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de “kadın çalışmaları”nın mevcut konumu buraya tekabül eder. ******Bu altbölümün özetini, bir “kişisel” deneyimle yapmanın, açıklık ve anlaşılırlık kazandıracağını düşünüyorum: Sanırım, bulunduğum üniversitede kurumsallaşmış ve meşruiyetini mümtazlara -en azından mümtazların lafzında- kabul ettirmiş disiplinlerarası bir Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı olmasa ve o anabilim dalının, saygınlığını “orijinal” disiplinlerinde de kanıtlamış öğretim üyelerinin ağırlığı benim bulunduğum fakülte ve kardeş fakültelerde olmasa idi, Kent ve Çevre Bilimleri’nde doktora yapan bir “genç akademisyen” olarak kentsel mekâna, yerel siyasete ve yerel politikalara feminist bir perspektiften bakmaya gönül koyduğum doktora tezimi tamamlamam (belki başlamam bile) olanaklı olmayacaktı. Tez önerimi vermeden önce aldığım derslerdeki yeğlemelerimden başlayarak, alan araştırması sürecine ve tez jürisine değin, kâh doğrudan kâh dolaylı olarak “disipliner sınırları ihlal etmek sapkınlığım” nedeniyle “ikaz” edildim ve “geri çağrıldım” (“bir yer”e gitmediğimi, Marksist kent çalışması yapılabileceği gibi feminist kent çalışması da yapılabileceğini anlatmaya çalışma çabalarım boşa gidiyordu, çünkü Marksist perspektif ve metodoloji, uzun bir süredir “ana-akım”dı. Eminim vakt-i zamanında Marksistler de epey bir geri çağrılmışlardır, klasik kentsel düşüncenin mekân-fetişisti, apolitik, nötr, yansız olma iddiasındaki ana-akımına…) Enformel düzlemde ise, şimdilerde “mobbying” (yıldırma) denen tutum ve tavırlarla baş etmek gerekiyordu: SBF’nin kurumsallaşmış “asistan sunuşları”nda sunuşların dönem organizatörü tarafından “karı kız meseleleri ise, istemiyoruz” şakasıyla haftalarca oyalanmam gibi… O süreçte bireysel bir mücadele yeterli olur muydu, emin değilim. Tezimin bitmesine iki ay kala tez danışmanım de jure danışmanlığı bıraktığında, danışmanlığı üstlenecek Kadın Çalışmaları Anabilim dalı başkanı olmasaydı şimdi kitaplaşmış olan, içindeki bilgiyi dönüştürerek Türkiye kadın hareketine katmış olan tezim biter miydi, emin değilim. O (hiç olmayabilecek) tezin ardından “Kentsel Politika ve Toplumsal Cinsiyet” dersini açabilir miydim?... Tekil bir deneyim değil bu (bu türlüsünü zaten “deneyim” olarak niteleyemiyoruz – en azından feminist epistemoloji içinde): Diane Reay’in makalesinin (2000) başlığı içinde geçen “Dross – Süprüntü”, İngiltere Eğitim Standartları Müfettiş Şefi tarafından, ırk ve cinsiyet çalışan araştırmacılarla girdiği bir polemikte, sözkonusu çalışmaları nitelemek için sarf ettiği bir laf…

IV. Bitirmeden Önce: Türkiye’deki Ahvale Kısa bir Bakış22

Türkiye’de feminizm, hem politik hem de akademik anlamda antagonistik olarak anti-demokratik bir dönemde, 12 Eylül askeri darbesini izleyen yıllarda, bütün diğer muhalif hareketlerin bastırıldığı bir dönemde canlandı. Nedenlerini tartışmak bu bildirinin sınırlarını aşacak. Çok özetle “vaktin zaten gelmiş olduğu”nu söyleyebilirim. Toplumsal-politik hareketlerin gelecek projelerinin geleneksel sol-sağ içinde biçimlendiği “uzun ve zorunlu sessizlik dönemi”, belli toplumsal gruplar için geçmişin ve geleneğin eleştirel bir değerlendirmesine yerini bırakmıştı (Timisi ve Ağduk Gevrek, 2002: 13) 1940’larda başlayıp

22 Daha kapsamlı ve bildiğim en yetkin değerlendirme ve analiz için bkz.: Serpil Sancar (2003) “Üniversite’de Feminizm? Bağlam, Gündem ve Olanaklar“, Toplum ve Bilim 97. Ayrıca, http://www.bianet.org/2006/05/05/78637.htm

12

Page 13: 1) · Web viewAKADEMİK FEMİNİZM VE ÜNİVERSİTE: BU TANIŞIKLIKTAN NE ÇIKAR?..* Ayten Alkan** Akademik feminizm ve üniversite’yi birlikte analiz edebilmek, tanışıklıklarının

1970’lerde yoğunlaşarak 1980’lerin başlarına gelene değin, “öncü kadın akademisyenler”in (Mediha Esenel, Hamide Topçuoğlu, Nermin Abadan Unat gibi) ilk çalışmaları, “konu”yla ilgili ilk doktora tezleri mevcut akademik disiplinlerin çerçeveleri içinde ortaya çıkmıştı. Sözkonusu çalışmalar aşamalı olarak farklı disipliner uzmanlık alanlarının altında, mevcut disipliner bölünmeleri yineleyen bir tür alt-alanlar yarattı: “hukuk ve kadın”, “siyaset ve kadın”, “ekonomi ve kadın” gibi. Alanın, dönemin perspektifini yansıtan ilk derlemesi 1979’da Nermin Abadan Unat editörlüğünde yayınlandı. 1980’lerin ortalarında, öncü ilk kuşak “akademik misyon”u ikinci kuşağa devrettiğinde, yükselen feminist hareketin politik perspektifi ve epistemolojik eleştirileri odak noktası haline gelmişti. Üniversite içinde feminizmin olanaklılığına ilişkin tartışmalar da bu dönemde başladı. Bu tartışmaların bir ürünü olarak, 1990-99 arasında sırasıyla İstanbul (1990), ODTÜ (1994), Ankara (1995) ve Ege (1999) Kadın Çalışmaları Anabilim dalları, Sosyal Bilimler Enstitüleri’ne bağlı, YL programları yürüten disiplinlerarası programlar olarak kurumsallaştı. Sayılanlar arasında yalnızca ODTÜ, aynı zamanda bir Araştırma Merkezi’ne sahip değil. En yoğun ve en iyi işleyen yapı ise Ankara Üni. Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KASAUM). Araştırma merkezleri, içerisi ile dışarısı, bilgi ile toplum, akademik feminizm ile kadın hareketi arasında köprü vazifesi gören yapılar olarak tasarlanıp ortaya çıktı. Bugün 17 Araştırma Merkezi nominal olarak mevcut, fakat bunların önemli bir bölümü faal değil ya da “feminist çalışma”dan çok “kadın çalışması” yürüten birimler.23 Bu dönemin karakteristiği yalnızca anabilim dallarının, YL programlarının ve araştırma merkezlerinin oluşumu değildi. Akademik feminizmin üniversite içinde olduğu kadar üniversite dışında da hızlı bir kurumsallaşma sürecine girdiğini görüyoruz: Kimileri eğitim ve araştırma etkinliği de yürüten çok sayıda kadın örgütü ve Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi24 gibi özgün yapılar ortaya çıktı. Bir başka deyişle, 1980’lerin başlarında Türkiye feminist hareketinin yükselişi, yalnızca akademik değil, “sivil” alanda da kurumsal sonuçlar yarattı. 1980’lerin sonlarında değin feministler, küçük tartışma grupları, bilinç yükseltme grupları, forumlar gibi esnek örgütlenme tarzlarını izlerken, 1990’ların başları vakıf, dernek, platform ve anabilim dallarına dönüşüme tanıklık ediyordu. Dolayısıyla, “feminist bilgi üretimi ve sirkülasyonu” dediğimizde aslında, başından beri bir ayağın üniversitede olduğu çoğul bir yapılanmadan söz ediyoruz. Anabilim dallarının oluşumuna baktığımızda, kadın çalışmalarının kurucu karakteristiklerinden biri olan disiplinlerarasılık iddiasının, bir niyet ya da programatik bir girişim, bir rüya ya da bir ideal olarak, önemli açılımların yanı sıra belli sorunları da birlikteliğinde getirdiğini görüyoruz. Sosyal Bilimler Enstitülerine bağlı olarak örgütlenmek, kurumsal / bürokratik süreçlerle ilgili belli kısıtlılıklar da yaratıyor. Sorunlardan kimileri doğrudan doğruya akademik özerklikle ilgili: Uzun-23 İçinde “kadın” sözcüğü geçen her çalışmanın, asimetrik toplumsal cinsiyet ilişkilerini merkezine alan eleştirel bir yaklaşımla yapılandırıldığının hiçbir güvencesi yoktur. Epistemolojik tartışmalar çerçevesinde yukarıda özetlenen ilkeler belirleyicidir. Özellikle Kadın Çalışmalarının meşru ve “prestijli” bir alan haline gelmesiyle ve / ya da farklı perspektifler içinde “renk olsun” diye “kadın tematiği”ne çokça rastlanır olmuştur ve önemli bir bölümünde feminist teoriyle /teorilerle ve / ya da ana-akım paradigmalarla tartışmaya giren hiçbir katkı yoktur. 24 Bünyesinde 10 bin’den çok kitap (Osmanlı kadınlarının yazdıkları da dahil olmak üzere), Osmanlı döneminden 42 periyodiğin 1.500’den çok sayısı, 175 Türkiye periyodiğinin 10.bin’den çok sayısı, 250’den çok yabancı periyodik; koleksiyonlar - kadın örgütleri, kadın sanatçılar, gazete kupürü, poster, afiş, kartpostal, fotoğraf, dia, video, özel arşivler; 200’den çok YL ve Dr. Tezi; 1.500’den çok ayrı bası makale mevcut. (Davaz Mardin, 2002) Aynı zamanda bkz: http://www.kadineserleri.org

13

Page 14: 1) · Web viewAKADEMİK FEMİNİZM VE ÜNİVERSİTE: BU TANIŞIKLIKTAN NE ÇIKAR?..* Ayten Alkan** Akademik feminizm ve üniversite’yi birlikte analiz edebilmek, tanışıklıklarının

süreli ve kalıcı kadro yokluğu (Kadın Çalışmaları’nın tek kadrosu geçici süreyle alınan araştırma görevlisi kadrosu, alanda akademik yükselme olanağı yok ve anabilim dalında ders veren akademisyenlerin tamamı iki anabilim dalının yükümlülüklerini birden taşıyorlar) ve sürekli olarak ana yapılardan ve yönetim mercilerinden talep eder konumda olmak ciddi bir kırılganlık yaratıyor. Öbür yandan, kavramın kendisi –disiplinlerarasılık- her bir önceliklendirilmiş kimliği yitirmeksizin işbirliğini ima ettiğinden, birçok durumda “asıl” disiplinin pratik ve konumsal önceliği baskın geliyor (“kent çalışmaları alanındayım ve kadın çalışmalarında da ders veriyorum” gibi…). “Kadın /cinsiyet çalışmaları alanında emek harcayan ve özel olarak tarih, psikoloji, sosyoloji ya da hukuk’ta uzman olan” değil, “kadın / cinsiyet çalışmalarıyla ilgilenen tarihçiler, psikologlar, sosyolog ya da hukukçular” olarak tanımlıyoruz kendimizi. Bu “hiyerarşik çift kimliklilik” halinin birikimsel bilgi ve araştırmanın sistematik görünürlüğü ve eleştirel tartışması üzerine de olumsuz etkileri var: İlgili makalelerin önemli bir bölümünün öncelikli disiplinin alanındaki periyodiklerde yayınlanmasının yeğlenmesi gibi…Ocak 2003’te AÜ. KASAUM tarafından örgütlenen ve alandaki akademisyenlerle öğrencileri bir araya getiren bir Kurultay’da, temel sorunlardan biri olarak “yeterince disiplinlerarası olmamak” dile getirildi.25 Örneğin, “KÇ’de hazırlanan YL tezleri başka bölümlerde yazılsaydı ne değişecekti?” sorusu, aslında, kendini disiplinlerarası olarak tanımlayan KÇ’nin pratikte, belli disiplinlerden gelen ve kendi disiplinlerinin perspektiflerini yeniden üreten akademisyenlerce yürütülüyor oluşuna dikkat çekiyordu. Dahası, ders programlarının içeriğinde geleneksel disipliner bölünmelerin üstesinden gelinebilmiş değil. Sözgelimi, İstanbul Üniversitesi KÇ YL programının (2006-7) 8 dersinden (2005-6) 4’ü “Uluslararası ve Türk Hukuku’nda Kadın, Kadın ve Sosyal Politika, Kadın ve Ekonomi, Toplumsal Cinsiyet ve Siyaset” başlıklarını taşıyor (ötekiler genel bir “bilimsel araştırma teknikleri” dersi ve iki “giriş” dersi: kadın çalışmalarına giriş ve feminist teori). Oysa, kabul etmeliyiz ki, disiplinlerarasılık, ekonomi+siyaset+sosyal politika vb.’nin basit toplamından fazla ve farklı bir şey olmalı. Kuşkusuz, farklı disiplinlerden gelen ve kadın / cinsiyet araştırmaları – öğretimi yapan akademisyenler gerek geldikleri disiplinler gerekse KÇ için önemli açılım potansiyelleri sağlıyor. Bu potansiyelin henüz küçük bir kısmının açığa çıktığını söylemek doğrudur. Her iki taraf için de: Geleneksel disiplin tarafında, KÇ alanında üretilen bilgi ve kritik çok yaygın bir biçimde gözardı edilmektedir. KÇ’nin de ötesinde genel olarak disiplinlerarasılık kavrayışının Türkiye akademik dünyasına pek az sızabildiğini söylemeliyiz; disiplinlerarasılık denen, çoğu durumda çok-disiplinliliktir (multidisiplinerlik). Fakat KÇ sözkonusu olduğunda, buna bir de cinsiyetçi marjinalleştirme eklenir; dolayısıyla kadın / cinsiyet çalışmalarının her bir değersizleştirilme pratiğinde bunun disipliner olmamayla mı cinsiyet asimetrilerini merkezine alıyor olmasıyla mı ilgili olduğunu sorgulamak durumundayız. KÇ tarafında ise, “iç tartışma” yeterince güçlü değildir. Örneğin, mekan kuramının cinsiyet-körlüğünü tartışırız, cinsiyet çalışmalarının mekan-körlüğünü değil...

25 Alanda bir iletişim ağı ve kolektif tartışma zemini sağlayabilmek için ilk Kurultay Mayıs 1996’da KASAUM tarafından düzenlenmişti. Aynı yıl (Kasım 2006), ikinci toplantı İstanbul’da Kadın Eserleri Kütüphanesi’nce düzenlendi. İzleyen yıllarda, biri Çukurova Üni. Araştırma Merkezi, öteki Ege Üni. Araştırma Merkezi’nce olmak üzere iki toplantı daha düzenlendi. Çok kısa bir süre içinde 5 alan toplantısı, Türkiye’deki “akademik alan içi tartışma ve değerlendirme” alışkanlıkları dikkate alındığında, çok yüksek bir profil ortaya koyar.

14

Page 15: 1) · Web viewAKADEMİK FEMİNİZM VE ÜNİVERSİTE: BU TANIŞIKLIKTAN NE ÇIKAR?..* Ayten Alkan** Akademik feminizm ve üniversite’yi birlikte analiz edebilmek, tanışıklıklarının

Bütün bu disiplinlerarasılık ya da “eksik-disiplinlerarasılık” ile ilişkili sorunlarla birlikte, yukarıda adı geçen Kurultay’da avantajları da vurgulanmıştır. Kurultay katılımcısı KÇ öğrencileri, farklı alanlardan gelen akademisyen ve öğrenci bileşiminin, bilimsel bilgi üretiminin olmazsa olmaz altyapısal nitelikleri olan “polifoni ve özgür düşünce”ye olanak sağladığının altını çizmişlerdir26. Yanısıra, disiplinlerarasılığın, disipliner ve paradigmatik muhafazakârlığın karanlık köşelerini aydınlatma imkânı sunduğu, ayrı ayrı disiplinlerde sorulamayacak soruların sorulabileceği bir iklim yarattığı söylenmiştir27. Dolayısıyla, 30 yıl önce başka bir bağlamda Mulkay’in (1975) yaptığı “bilim göçmenleri” benzetmesi alana hâkim rengini vermekle birlikte, tam da bu “melezlik potansiyeli” kurumsallaşmış akademik feminizmin varsıllık imkânlarını yaratmaktadır.

Bitirirken… Ya da Başlarken,

İtiraf etmek gerekirse, Eğitim-Sen Ankara 5 No’lu Şube’nin “Türkiye’de Üniversite Sistemi ve Dönüşümü” ana-başlıklı Kongre duyuruları, bildiri öneri ve özetleri için yapılmaya başladığında, sunabileceğim bildiriye ilişkin başlıca iki motivasyonum vardı: Birincisi, Kongre’nin temel tartışma aksının neo-liberal siyasetlerle üniversiter sistemin etkileşimi, daha doğrusu birincisinin ikincisine nüfuzu, ikincisini yeniden yapılandırışı olduğunu biliyordum. Bu gibi “ekonomik yapısal dönüşüm göndermeleri olan”, bir başka deyişle “yüksek siyaset mevzuu” olan tartışmalar çevriminde belli analiz bağlamlarının ikincilleşme, gözardı edilme, önemler skalasında geri plana itilme katsayısının arttığını da… Bu katsayı artışı; dikotomik ve tek yönlü belirlenim ilişkileri içinde düşünme geleneğinin kimi kez dolayımlı kimi kez doğrudan bir sonucu: Birincil çelişki / ikincil çelişki, ekonomik / kültürel, belirleyen / belirlenen vb. gibi… “Alışkanlıklar” üzere, akademik feminizm ve bağlantılı tartışmalar bir refleksmişçesine karşıtlıkların ikinci yanıyla ilişkilenecek ve “cinsiyetsiz bir küreselleşme, neo-liberal siyasetler, yapısal dönüşüm…” Kongresi tecrübe edecektik (yanılmadım da). İkincisi; sosyal bilimlerde, bu Kongre’nin ana tematiği olan süreçlerle de bağlantılı olarak son yıllarda derinleşen kriz (bunu, sosyal bilimler krizi olmaktan öte toplum krizi olarak görüyor ve ikisinin birbirinden ayrıştırılabileceğini düşünmüyorum) ve bu krizin biz “bilimsel eyleyenler” üzerinde yarattığı son derece olumsuz etkiler. Bu etkileri salt Kongre’de sunulan tebliğ başlıklarından dahi okumak olanaklı: “Piyasalaşma, Esnek İstihdam Politikaları, Neoliberal Politikaların Yarattığı Üniversitedeki Çıkmaz Sokak, Dönüştürülen Üniversiteler, Üniversite Devlet ve Piyasa İlişkileri, Üniversitelerde Yabancılaşma ve Yalnızlaşma, İktidarın Gölgesinde Bilim ve Özgürlük Masalı, Üniversitelerde Eleştirel Düşüncenin ve ‘Hakikat’ Arayışının Karşısına Dikilen Duvar: Devlet ve Temsil Ettikleri…”… Tarihsel ve mekânsal olarak sağlamca konumlandırılmış, bütün yakıcılığıyla olgu ve süreçleri tespit ve açık eden, “acı gerçek”liği tartışmasızca ortaya koyan ifadeler ve analiz düzlemleri bunlar. Bununla birlikte, “tespit”in ardından yeni bir 26 Bir KÇ öğrencisi değerlendirmesi için bkz. Satı Atakul (2001) 27 Kent Tarihine Düşünsel Yaklaşım dersini alırken, dersten beklentilerimizin sorulması üzerine, “kamusal-özel alanlar ve bunların cinsiyete dayalı doğası” bağlamında bir tartışma hattımız olup olmayacağını merak ettiğimi söylemiş, “bunun için bir kadın çalışmaları anabilim dalı ve çok kıymetli hocaları var” yanıtını almıştım… İşaret ettiği, birbirine bağlı en az üç anlam vardı: (i) Kadın çalışmaları da kent çalışmaları da yalıtılmış iki ayrı alandır, birbirine temas etmez. (ii) Cinsiyet analizi müstesna olarak kadın çalışmalarında yapılır. (iii) Kent çalışmaları kadın çalışmalarının kendi birikimi ve paradigmasına yönelik eleştirileri doğrultusunda kendini gözden geçirmez!

15

Page 16: 1) · Web viewAKADEMİK FEMİNİZM VE ÜNİVERSİTE: BU TANIŞIKLIKTAN NE ÇIKAR?..* Ayten Alkan** Akademik feminizm ve üniversite’yi birlikte analiz edebilmek, tanışıklıklarının

yol haritası çizilememesi, “çıkış alanları” bulunamaması ya da yaratılamaması durumunda bu vahşi koşulların kendi içine ve üzerine kapanma riski de hayli yüksek – ki mevcut “kriz, yalnızlaşma, kendine, mesleğine, ürününe ve topluma yabancılaşma”yı bu riskin gerçekleşmeye başlamış olmasıyla da alâkalı görüyorum. Bir başka deyişle; yapılar, yapısal dönüşüm süreçleri, belirlenimci ilişkilerin anlaşılması ve analizine gömülmek, her zaman için mevcut ve olası özne’leri yutma ya da belirsiz bir süre için saklı tutma tekinsizliğini bünyesinde taşıyor – hem teorik hem eylemsel anlamda. Bir “çıkmaz sokak” tanımladığımızda, aslında hem akademik hem politik (en geniş anlamında) araçlarımızı da (sosyal bilimciler olarak) kendi elimizden almış ve “praksis”ten öznel(l)iğimizi boşamış oluyoruz. Bu bağlamda, kadın-üniversite ilişkisinin ve akademik feminizmin tarihinden, getirdiği epistemolojik, kurumsal ve politik açılımlardan mevcut genel “tıkanıklık” ve bu tıkanıklığı aşmanın olası perspektifleri adına çıkarılabilecek dikkate değer dersler olduğunu düşündüm: Belki yukarıdaki “hikâye” bir de bu gözle okunabilir. Daha “içeriden”, yani akademik feminizmin kendisini kerte alan birkaç son söz söyleyecek olursam: Dikkati çekmiştir eminim, “kadın çalışmaları” ile “cinsiyet çalışmaları” arasında gidip geldim ve bunun kendisi hala tamamlanmamış bir geçiş aşamasını ima ediyor. Gerçekte, “kadın çalışmaları”, bir başka deyişle “haritaya yerleştirme” aşamasını büyük ölçüde geride bıraktık ve aslında “toplumsal cinsiyet” kavramı icat edildiğinden (bugünkü anlamında ilk kez olarak Ann Oakley -1972- tarafından kullanıldı) 28, bir başka deyişle cinsiyetler bir ilişkisellik içinde tek kategoride kavramsallaştırıldığından bu yana kadınların yaşam ve deneyimlerini serimlemeye uğraşan bütün çalışmalar –sözkonusu ilişkiselliği ve sosyal bağlamı gözardı etmediği sürece- birer “cinsiyet çalışması”. “Sorun”, akademik feminizmin “kadın çalışmaları” başlığıyla kurumsallaşmış ve fakat bunu aşmış –sıfatın miadını doldurmuş- olmasıyla ilişkili. Bununla birlikte, Türkiye’deki alanın bilgi birikimi dikkate alındığında, cinsiyet çalışmalarının içinde erkeklerin ve erkekliğin bilgisine çok az sahip olduğumuz da görülür. Erkekliğe odaklanan ilk derleme 2004 yılında yayınlandı ve ancak şimdilerde yavaş yavaş bir araştırma eylemliliğinin moment kazandığını görüyoruz. Sözkonusu araştırma ve çalışmaların yeni tartışmalar açması, salt cinsiyet kuramlarını değil toplum kuramlarını da daha elleri hakikate dokunur hale getirecek.

28 Cinsiyet / toplumsal cinsiyet ayrımı (i) biyolojik determinizmin / özcülüğün reddine (ii) kadın / erkek bölünmesinin iki yanını da aynı kavram altında (gender) bir araya getirerek ilişkiselliğin kurulmasına, (iii) “kadın sorunu” kavramsallaştırmasının alaşağı edilmesine, bir “toplum sorunu” tanımlaması yapılmasına, (iv) cinsiyet ilişkileri karşılıklı kurulduğu, her iki yanı da kapsadığına göre salt bireysel kimlik, tek tek kadınlar ve erkekler meselesi değil bir “toplumsal dizge ya da toplumsal ilişkiler bütünü” olduğunun işaret edilmesine yaradı. Aslında “toplumsal cinsiyet” kavramı yaygınlık kazanmadan çok önce de birçok yazar ve kuramcı cinsiyet kavramını biyolojik göndermelerinin ötesinde kullanmıştır. Örneğin psikanalist Horney (1986), henüz 1920’lerin sonları ve 30’ların başlarında, geleneksel psikanalizin “anatomi yazgıdır” anlayışından sıyrılıp kişilik oluşumunda toplumsal yapı koşullandırması ve çevre koşulları, kültür karmaşası gibi unsurlara vurgu yapar. 1970’lerin başlarında İngilizce yayınlanan bir dizi feminist tartışmada da henüz gender kavramı kullanılmasa bile, sex’in birincisinin yerini tutacak içerikte kullanıldığı görülür (Brownmiller, 1976; Firestone, 1979; Millett, 1973; Rowbotham, 1975; 1976). Kaldı ki, son 15 yıldır yaratılan yeni kuramsal açılımlar bu kavramsal ikiliğin de işlevini yerine getirip miadını doldurduğunu gösteriyor bize. Aynı Ann Oakley 1997’ye gelindiğinde, “Son tahlilde cinsiyet toplumsal cinsiyetten daha doğal değildir ve kültürel kuruluş cinsiyet için de geçerlidir” dedi.

16

Page 17: 1) · Web viewAKADEMİK FEMİNİZM VE ÜNİVERSİTE: BU TANIŞIKLIKTAN NE ÇIKAR?..* Ayten Alkan** Akademik feminizm ve üniversite’yi birlikte analiz edebilmek, tanışıklıklarının

Öbür yandan, en az cinsiyet çalışmalarının, kadınlık / erkeklik hallerinin araştırılması, yeniden ve yeniden tanımlanması kadar, bütün disiplinlerin ve perspektiflerin bu alanla tartışmaya girmesi de önemli, hatta daha önemli. Nitekim, akademik feminizmin cinsiyetler ve cinsiyet ilişkileri üzerinden orduya, devlete, militarizme, milliyetçiliğe, sınıfsal ilişkilere, uluslararası ilişkilere, modern tıbba, vb. değin geniş bir yelpazede radikal analizleri var ve Türkiye’de bu analizlerle ana-akım disiplin ve perspektiflerin tartışmaya girmekten anlaşılması ve meşrulaştırılması güç bir biçimde kaçındığı görülüyor. “Akademik feminizm ne diyor?”a dair mevcut en gelişkin “akademik” tutum, aslında akademik olmayan bir tutum: hassasiyet (cinsiyet konusunda “duyarlı” (?) olmak) Özellikle sınıf analizine yaslanan perspektiflerdeyse yine en “iyi” haliyle bir massetme eğilimiyle karşılaşıyoruz. Heidi Hartmann (1981) “Marksizm’le Feminizmin Mutsuz Evliliği” başlıklı o ünlü makalesinde, Marksizm'le Feminizm'in 'evliliği'ni, İngiliz örfi yasasında tanımlanan kocayla karının evliliğine benzetiyordu:

“Marksizm ile feminizm tek bir şeydir ve o tek şey de Marksizmdir. Son zamanlardaki [1970’lerden bu yana] Marksizm'le Feminizm'i bütünleştirme girişimleri, feministler olarak bizim gözümüzde doyurucu değildir, çünkü bu çabalar feminist mücadeleyi, sermayeye karşı yürütülen 'daha büyük' mücadelenin içine katmaktadırlar. Benzetmemizi biraz daha ileriye götürecek olursak, bizim ihtiyacımız olan, ya daha sağlıklı bir evlilik, ya da boşanmadır.”

Hala, aslında, “boşanma mı bütünleşme mi” sorunsalı yalnızca Türkiye’de değil bütün dünyada tartışılıyor. İlk seçenekte bağımsız cinsiyet çalışmaları akademileri ya da enstitüleri yönünde bir eğilim, ikincisindeyse özerk anabilim dalı ya da bölümlerin giderek ortadan kalkması ve cinsiyete dayalı analizin ana-akım yapılarla bütünleştirilmesi eğilimi dikkati çekiyor. Çoğu durumdaysa, bunlar birbirinin alternatifi değil, tamamlayıcısı olarak deneyimleniyor. Kurumsal değil teorik bağlamdaysa, akademik feminizmin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirdiğini, fakat ciddi bir epistemolojik ve sosyolojik dirençle (ilgili iki düzey) karşılandığını düşünüyorum. Bu direnç hem kurumsal hem teorik anlamda gettolaş(tırıl)mayla kol kola duruyor. Cinsiyet çalışmaları çerçevesinde nelerin tartışıldığına dair hiçbir şey bilmemek Türkiye akademik camiasında hala ayıplanan bir durum değil29.

29 Anabilim dalımıza yardımcı doçentlik kadrosu tahsisi söz konusuydu. Anabilim dalı başkanım uluslararası bir periyodikte yayın sürecinde olan makalemin başlığını sordu, yanıtladım: “gendered structures of local politics in Turkey”. Başvuru dosyaları incelenirken jüri üyelerinin “alan”daki ve “alan-dışı” yayınlara özellikle dikkat ettiğini “kadını filan” karıştırmadan “salt bu alanla ilgili yayın” yapmam gerektiğini söyledi. Bunun bir “konu” ya da “başka alan” olmadığını, yerel siyasete dair bir analiz çerçevesi kadar epistemolojik ve metodolojik bir tercih olduğunu anlatmaya çalıştım… Herhangi bir kent ve çevre bilimleri jürisinde (ve herhangi bir disiplinde ya da disiplinlerarası alanda) “peki bu alandaki cinsiyet merkezli analizler neyi söylüyor” sorusunun (tıpkı “Chicago okulu neyi söylüyor, neo-marksist çalışmaların temel dönüştürücü etkisi ne olmuştur” sorusu gibi) alandaki uzmanlığın test edilmesi adına vazgeçilmez bir soru olacağı ve bu soruya verilemeyecek bir yanıtın ciddi bir disipliner eksiklik olarak değerlendirileceği bir akademik sorumluluk ve etik düzeyini arzuluyorum… Çünkü örneğin, Harvey’in Postmodernliğin Durumu adlı yapıtına bir eleştirisinde R. Deutsch’un (1991) vurguladığı gibi: “Feminizmin kentsel çalışmalara taşıdığı sorun, Harvey’in öngördüğü gibi, gözden kaçan bir şeyin -feminist çözümleme ya da toplumsal cinsiyet ilişkileri başlığının- toplum kuramına nasıl ekleneceği sorunu değildir. Günümüzde feministlerce sorgulanan sorunlar -temsil ilişkileri ve farklılık- orada halihazırda durur. ... ‘Ben de - izm’in bir örneği olmaktan çok ötede feminizmin kentsel çalışmalar için önemi, alanın kendi politika ve sorunlarını gözden geçirmesi isteminde bulunmasıdır” (s.8)

17

Page 18: 1) · Web viewAKADEMİK FEMİNİZM VE ÜNİVERSİTE: BU TANIŞIKLIKTAN NE ÇIKAR?..* Ayten Alkan** Akademik feminizm ve üniversite’yi birlikte analiz edebilmek, tanışıklıklarının

Son olarak, “bilgi”yle kurulan ilişkinin teknik, profesyonel ve / ya da kariyerist bir ilişki olmaktan öte “varoluşsal bir ilişki” olduğu / olması gerektiği konusunda hepimiz hemfikirsek (en azından Eğitim-Sen çatısı altında örgütlü akademisyenlerin bu önermeyi tartışmasız ve içtenlikle benimseyeceklerinden eminim), herhangi bir dönüşüm, yeniden yapılanma, “saldırı” sürecinde (ve sonrasında da) o ilişkinin anlamlı devamını olanaklı kılacak araçlardan tamamen yoksun olmadığımızı düşünüyorum. Bu araçların yüklüce bir bölümü üniversiteden dışarıya açılan kapıların eşiğinde zulalanmıştır ve oraya “dışarı”daki muhalif, piyasalaşmamış, devletle mesafeli, eşitlik-özgürlük-barış şiarlı politik özne ve hareketlerce bırakılmıştır… “Yabancılaşma” illetine karşı birebirdir. Panacea!

KaynakçaAbadan Unat, Nermin (1979) Türk Toplumunda Kadın, Ankara: Ekin Yayınları ve Türk

Sosyal Bilimler Derneği. Akşit, Elif Ekin (2005) Kızların Sessizliği: Kız Enstitülerinin Uzun Tarihi, İstanbul: İletişimAtakul, Satı (2001) “Kadın Çalışmaları Öğrencisi Olmak”, 90’larda Türkiye’de Feminizm

(der. Aksu Bora ve Asena Günal) İstanbul: İletişim. BBC (02 November 2005) “’Hormonal’ Women More Attractive”.Berktay, Fatmagül (2003a) “Salem’in Cadıları: Bir Kerecikliğine Kendi Adını Koymak”,

Tarihin Cinsiyeti, İstanbul: Metis, 218-31.---------- (2003b) ”Tarihyazımında Farklı bir Perspektif”, Tarihin Cinsiyeti, İstanbul: Metis,

15-34.Bird, E. (2001) “Disciplining the Interdisciplinary: radicalism and the academic

curriculum” British Journal of Sociology of Education 22(4)Bourdieu, Pierre (1988) Homo Academicus (tr. Peter Collier) US: Stanford University PresBrownmiller, Susan (1976) Against Our Will , N.Y: Simon & SchusterCastells, Manuel (1991) The Informational City: Information Technology, Economic

Restructuring, and the Urban – Regional Process, Blackwell Pub.Christie, Lucy (02 November 2005) “Fertile Women are More Attractive”, The

Independent.Cook, Judith A. & Mary Margaret Fonow (1991) (eds) Beyond Methodology: Feminist

Scholarship as Lived Research, Bloomington: Indiana Uni. Pr. Çakır, Serpil (1993) Osmanlı Kadın Hareketi, İstanbul: Metis. Davaz Mardin, Aslı (2002) “Görünmezlikten Görünürlüğe: Kadın Eserleri Kütüphanesi ve

Bilgi Merkezi Vakfı” 90’larda Türkiye’de Feminizm (der. Aksu Bora ve Asena Günal) İstanbul: İletişim.

De Beauvoir, Simone (orj. 1949 - 2002) Kadın - İkinci Cins 1.C: Genç Kızlık Çağı (çev. Bertan Onaran) İstanbul: Payel

De Pizan, Christine (orj. 1405 civarı - 1982 ilk çağdaş İngilizce baskı) The Book of City of Ladies (ed. Earl Jeffrey Richards) Persea Books

Deutsch, Rosalyn (1991) “Boys Town”, Environment and Planning D: Society and Space, Vol.9: 5-30.

Donovan, Josephine (1997) Feminist Teori - Amerikan Feminizminin Entelektüel Gelenekleri (çev. Aksu Bora, Meltem Ağduk Gevrek ve Fevziye Sayılan) İstanbul: İletişim.

Ehrenreich, Barbara & Deirdre English (1972) Witches, Midwives, and Nurses: A History of Women Healers, Consortium Book Sales.

Felman, Shoshana (1993) What Does a Woman Want? Reading and Sexual Difference, Baltimore & London: The John Hopkins.

Firestone, Shulamith (1979) Cinselliğin Diyalektiği (çev. Yurdanur Salman) İstanbul: Payel.Fonow, Mary Margaret & Judith A. Cook (2005) “Feminist Methodology: New Applications

in the Academy and Public Policy”, Signs: Journal of Women in Culture and Society, V.30, N.4: 2211-36.

18

Page 19: 1) · Web viewAKADEMİK FEMİNİZM VE ÜNİVERSİTE: BU TANIŞIKLIKTAN NE ÇIKAR?..* Ayten Alkan** Akademik feminizm ve üniversite’yi birlikte analiz edebilmek, tanışıklıklarının

Fox Keller, Evelyn (2007) Toplumsal Cinsiyet ve Bilim Üzerine Düşünceler (çev. Ferit Burak Aydar) İstanbul: Metis

Guha, Ranajit (2006) Dünya Tarihinin Sınırında Tarih (çev. Erkal Ünal) İstanbul: Metis.Haraway, Donna (1988) “Situated Knowledges: The Science Question in Feminism and

the Privilege of Partial Perspective” Feminist Studies 14 (Fall): 575-599.Harding, Sandra & Kathryn Norberg (2005) “New Feminist Approaches to Social Science

Methodologies: An Introduction”, Signs: Journal of Women in Culture and Society, V.30, N.4: 2010-15.

Hartmann, Heidi (1981) "The Unhappy Marriage of Marxism and Feminism", The Unhappy Marriage of Marxism and Feminism (der. L. Sargent) Londra: Pluto Press.

Horney, Karen (1986) Kadın Ruhbilimi (çev. Selçuk Budak) İstanbul: PayelHartsock, Nancy C.M. (1996) “Community/Sexuality/Gender: Rethinking Power”,

Revisioning the Political: Feminist Reconstructions of Traditional Concepts in Western Political Theory (ed. Nancy J. Hirschmann & Christine Di Stefano) USA: Westview Press: 27-51.

KSSGM (1999) Türkiye’de Kadın / Women in Turkey. Kuhn, Thomas (1962) The Structure of Scientific Revolutions [Türkçe baskı 1982 – Bilimsel

Devrimlerin Yapısı]Millett, Kate (1973) Cinsel Politika (çev. Seçkin Selvi) İstanbul: PayelMulkay, M.J. (1975) “Three Models of Scientific Development”, Sociological Review,

Vol.23: 509-26.McDowell, Linda (1993) “Space, Place and Gender Relations: Part-1. Feminist empiricism

and the geography of social relations”, Progress in Human Geography, 17/ 2: 157- 79.

Mies, Maria (1986) Patriarchy and Accumulation On A World Scale: Women in the International Division of Labour, Zed Boks

Oakley, Ann (1972) Sex, Gender and Society, London: Temple Smith. Reay, Diane (2000) “’Dim Dross’: Marginalised Women Both Inside and Outside the

Academy”, Women’s Studies International Forum, Vol. 23, No.1: 13-21. Rose, Gillian (1993) Feminism and Geography: The Limits of Geographical Knowledge, UK:

Blackwell, Polity Press. Rowbotham, Sheila (1975) Women, Resistance and Revolution, Middlesex: Pelican ---------- (1976) Hidden from History, N.Y.: VintageSancar, Serpil (2003) “Üniversite’de Feminizm? Bağlam, Gündem ve Olanaklar“, Toplum

ve Bilim 97 Sennett, Richard (2001) Ten ve Taş: Batı Uygarlığında Beden ve Şehir (çev. Tuncay

Birkan) İstanbul: Metis. Spain, Daphne (1992) Gendered Spaces, North Carolina: Chapel Hill. Şahin, Emine (1998) “Feminizm Bir Başkaldırıdır: Özel Alandan Kamusala Kadın-I-“, Sanat

Eylemi 8: 14-7.Temizyürek, Mahmut (20.04.2007) “Bilim eril mi, dişil mi?”, Radikal Kitap Timisi, Nilüfer ve Meltem Ağduk Gevrek (2002) “1980’ler Türkiyesi’nde Feminist Hareket:

Ankara Çevresi”, 90’larda Türkiye’de Feminism (ed. Aksu Bora ve Asena Günal) İstanbul: İletişim.

Türker, Yıldırım (16 Ekim 2005) “Biyoloji ve Kadın”, Radikal İki.Warner, Marina (1982) “Foreword”, The Book of City of Ladies (ed. Earl Jeffrey Richards)

Persea Boks: xiii-xix. Woolf, Virginia (orj. 1929 – Tr. 1992) Kendine Ait Bir Oda (çev. Suğra Öncü) İstanbul: AFA

Yayınları.World Science (31 October 2005) “Battered Women Have More Sons, Study Finds”YÖK (2007) Türkiye’nin Yüksek Öğretim Stratejisi Raporu.

http://www.yok.gov.tr/index.htm

19

Page 20: 1) · Web viewAKADEMİK FEMİNİZM VE ÜNİVERSİTE: BU TANIŞIKLIKTAN NE ÇIKAR?..* Ayten Alkan** Akademik feminizm ve üniversite’yi birlikte analiz edebilmek, tanışıklıklarının

20