1 subat sayi49-02/14:layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2013/sayi49.pdfİsimsiz...

24
Aydınlık BU SAYIDA 38 KİTAP TANITILIYOR 1 Şubat 2013 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 49 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . Toplam: 1634 Mutluluğu yaşayan yazar Metin Altıok’tan kalanlar Sevginin absürt yanı üzerine Boom’un delikanlıları: Marquez ve Llosa Fotoğraf: Kadir İncesu Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları İsmet Kür SUBAT TATiLiNE ÖZEL ÇOCUK SAYFALARI ,

Upload: others

Post on 10-Mar-2020

6 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: 1 SUBAT SAYI49-02/14:Layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2013/sayi49.pdfİsimsiz sevgili s. 8 Sevginin absürt yanı üzerine s. 9 Ağızlarda gevelenen gerçek s

AydınlıkBU SAYIDA

38KİTAP

TANITILIYOR

1 Şubat 2013 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 49

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

KITAP.

Toplam: 1634

Mutluluğu yaşayanyazar

Metin Altıok’tankalanlar

Sevginin absürt yanıüzerine

Boom’un delikanlıları:Marquez ve Llosa

Foto

ğraf

: Kad

ir İn

cesu

Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları

Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları

Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları

Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları

Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları

Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları

Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları

Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları

Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları

Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları

Bir asırlık yaşam ve bıraktıkları

İsmet

Kür

SUBAT TATiLiNE ÖZEL

ÇOCUK SAYFALARI

,

Page 2: 1 SUBAT SAYI49-02/14:Layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2013/sayi49.pdfİsimsiz sevgili s. 8 Sevginin absürt yanı üzerine s. 9 Ağızlarda gevelenen gerçek s
Page 3: 1 SUBAT SAYI49-02/14:Layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2013/sayi49.pdfİsimsiz sevgili s. 8 Sevginin absürt yanı üzerine s. 9 Ağızlarda gevelenen gerçek s

1 �UBAT 2013 CUMA 3Aydınlık KİTAP

Geçtiğimiz hafta öğrenciler ara karnelerini aldı. Tatile girmenin

sevinciyle sokaklara atmak isterlerdi kendilerini ama soğuk kış

buna izin verir mi hiç! Artık evde vakit geçirmenin ağına düşmüş

bulunuyorlar. Bu durum, kitap okumayı seven öğrenciler açısından

pek sorun doğurmasa da kitaba ısnamamış olanlar için bir ce-

hennem azabına dönüştü. Gerçi artık bilgisayar önemli bir kur-

tarıcı çocuklar için. Nitekim biz de tatile yeni giren öğrencilerin

ilk haftalarını diledikleri gibi geçirmelerini, aylarca okullarda ya-

rış atı gibi koşturulan beyinlerinin biraz dinlenebilmesi için ilk haf-

ta çocuk sayfamıza yüklenmek istemedik. Ama artık tatilin ilk haf-

tası bitmek üzere ve kitap okumadan geçirilen bir tatil tatil de-

ğildir. O nedenle bizler de bu sayıda çocuklarımıza tatilde oku-

yacakları kitaplar sunduk.

� � �

Kapağımıza ise Türkiye'nin belleğinde iz bırakan isimlerden

biri olan ve geçen hafta 97 yaşında kaybettiğimiz Cumhuriyet ay-

dını İsmet Kür'ü taşıdık. Onun hayatını ve kişiliğini siz değerli okur-

larımıza anlatmaya çalıştık. Bir asra dayanan bir yaşamı iki say-

faya sığdırmak elbette pek mümkün değil ama İsmet Kür yaşar-

ken yaşamını kendi kalemine dökmüş bir isim. Anı kitaplarını oku-

manızı ve bu mavi saçlı kadını daha iyi tanımanızı dileriz. Dö-

neminin siyasal ve toplumsal olaylarını kitaplarında tüm çıp-

laklığıyla anlatan ve bir bellek oluşturan İsmet Kür'ün çocuk ve

gençlik edebiyatına yaptığı katkıları da vurgulamak gerekiyor. Ay-

dınlık Kitap olarak ailesine ve sevenlerine başsağlığı diliyoruz...

İÇİNDEKİLER SUNU

Haftanın Portresi: Mary Shelley s. 4

Metin Altıok’tan kalanlar s. 6

Yola düşüren öyküler s. 7

İsimsiz sevgili s. 8

Sevginin absürt yanı üzerine s. 9

Ağızlarda gevelenen gerçek s. 10

Boom'un delikanlıları: Marquez ve Llosa s. 11

Kapak: İsmet Kür’ün ardından s. 12

Nâzım Hikmet bunu da yapmış! s. 14

Çocuk Kitap s. 15-16

Çocuk-Yeni Çıkanlar s. 17

Yeni Çıkanlar s. 18-19

Tasavvuf ve Postmodernizm s. 20

s. 21

Alıntı Test-Bulmaca s. 22

[email protected]

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Oruçreis Cad. Remzi Özkaya Sok. No:16Bahçelievler / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Yönetim Yeriİstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04

Faks: 0212 252 51 22

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.

adına sahibi:Mehmet Sabuncu

Genel Yayın Yönetmeni:Serhan BollukSorumlu Müdür:

Mehmet Bozkurt

Genel Müdür Yardımcısı (Reklam):Saynur Okuroğlu

Müşteri Temsilcisi (Reklam):Kamile Karakadılar

Aydınlık

KITAP.

Sayfa Sekreteri: Ebru Baysan

Editör: Pınar Akkoç

Yazıişleri: İrem Halıç, Deniz Antepoğlu, Cenk Özdağ

Yazıişleri Müdürü: Damla Yazıcı

Bu kitapları okumaktansa hapis yatmak daha iyidir

Page 4: 1 SUBAT SAYI49-02/14:Layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2013/sayi49.pdfİsimsiz sevgili s. 8 Sevginin absürt yanı üzerine s. 9 Ağızlarda gevelenen gerçek s

1 �UBAT 2013 CUMA4 Aydınlık KİTAP

Cumhuriyetle yaşıt bir isim Hıfzı Topuz.

Türk basın tarihinin duayeni…

1923 doğumlu Topuz. 90 yaşında, her anı

dolu dolu bir yaşam. Ve bu yaşamı bilinen

ve bilinmeyen yönleriyle anlatan bir nehir

söyleşisi kitabı geçti elime: “Ardından Yıl-

lar Geçti”. Remzi Kitabevi Yayın Koordi-

natörü Öner Ciravoğlu sormuş Hıfzı Topuz

anlatmış. Sayfaları çevirdikçe neredeyse

bir asrın akıp gittiğini duyumsuyor insan.

DOKSAN YIL; ÜÇ YA�AMİnsan ömrü yekpare midir? Ya da soruyu

şöyle soralım; doksan yıla kaç yaşam sığar?

“Ben doksan yıla üç yaşam sığdırdım. Bi-

rincisi çocukluğumdan 36 yaşına kadar uza-

nan gençlik ve gazetecilik dönemi. İkincisi

36 yaşından 60. yaşıma uzanan UNESCO

dönemi. Üçüncüsü de öğretim üyeliği ve bi-

yografik roman dönemi…” Böyle özetliyor

yaşamını Topuz.

Anılar, gözlemler, acı-

lar, unutulmayanlar, yarın-

lara bakış…

Neler yok ki kitapta? Ba-

zılarını aktaralım.

Cumhuriyetin 15. yıl kut-

lamalarına izci olarak gittik-

leri Ankara’daki bir heyeca-

nı ömrünce yaşamamış. “Bu

kez enayilik etmeyecektim.

Kolumu sevgilimin boynuna

doladıktan sonra dudaklarına

uzandım. Hiç şaşırmadı ve

kendini bana bıraktı. Gece yine bende uyku

yok. Olayı düşündükçe tir tir titriyordum. Ya-

şamım boyunca böyle bir heyecan anımsa-

mıyorum.”

Sonra yüksek lisans ve doktora için gi-

dilen Fransa’daki maceralar. Paris’teki ilk

gece bilmeden gidilen salaş bir randevu ote-

linde geçer.

Fransız şair Paul Eluard’ın 1952 Ka-

sım’ındaki cenaze törenine katılır arkadaş-

larıyla.

Vatandaşlıktan çıkarılan Avni Arbaş’ın

bunalımlar geçirmesine tanıklık eder.

Soğuk Savaş sonrası hareketli geçen

Paris sokakları…. Öyle günler yaşıyor ki Pa-

ris’te, dönüş için şu sözleri söylüyor: “Pa-

ris’ten ayrılmak bir sevgiliden ayrılmak gi-

biydi. Bitmemiş bir aşklı yarıda bırakmanın

hüznü içindeydim.”

VE UNUTULMAYANLAR“2005 yılında bir pazar günü dostum Ni-

yazi Öktem’le geleneksel alışverişimizi yap-

mış ve Esentepe’ye dönmüştük. Pazardan

enginar almıştım. Biz Niyazi ile terasta bi-

rer kadeh içki içtik. Nezihe mutfakta engi-

nar ayıklıyordu. Niyazi öğle yemeğine ka-

lamayacağını söyleyip çıktı. Ben mutfağa

döndüm. Bir de ne göreyim. Nezihe yerde

yatıyor. Çılgına döndüm, her şey bitmişti…”

Hayat arkadaşının gidişini bu sözlerle an-

latıyor Hıfzı Topuz. Okurken insanı bir hü-

zün buğusu sarıyor.

Başka kimler yok ki hatıralarda. Rasih

Nuri İleri, Sabahattin Ali, Mehmet Ali Ay-

bar, Aydın Boysan, Şahap Balcıoğlu, Ferruh

Doğan, Melih Cevdet Anday, Va-Nular, Or-

han Kemal, Abidin Dino, Fikret Mualla,

Bedri Rahmi Eyüboğlu, Hasan Ali Yücel ve

daha nicesi…

“Nâzım’ı Bursa Cezaevi’nde

ziyaret ettikten sonra izlenimle-

rini aktaran Vala Nureddin’den

son şiirlerini dinlerdik. Ben bun-

ları not etmeye kalkınca: ‘Aman

Hıfzı, bunları sakın kimseye gös-

terme, çocuğun başına iş açılır’

diye sıkı sıkı öğütler verirdi. O

notlarımı hâlâ saklarım.”

Ve bir de Paris’teyken Or-

han Kemal’le mektuplaşma-

lar. Topuz, 28 Aralık 1960 ve 24

Şubat 1961, 13 Ekim 1967 ta-

rihli Orhan Kemal’den gelen üç mektuba yer

veriyor.

Evet, iyi ki bu mektupları saklamışsın

üstat. Bir de görevi yüzünden gerçekleş-

meyen ve içinde ukde olarak kalan TİP mil-

letvekilliği adaylığı. Ve daha nice anılar var

bu kitapta. Her şeye rağmen mutluluk,

iyimserlik ve umut diyen bir ustanın yaşa-

mından süzülen kareler var.

Hadi gelin son sözü Hıfzı Topuz’a bı-

rakalım… “Ben de Nâzım gibi, sonu tat-

lıya bağlanan kitaplar okumaktan, bayıl-

dığım bir müzik parçasının dinlemekten,

başarılı bir oyun izlemekten ve hele hele

çok sevdiğim birileriyle beraber olmaktan,

onları kucaklamaktan çok mutlu oluyo-

rum. Mutluluğun resmini yapamıyorum

ama tadını çıkarta çıkarta yaşıyorum…”

“Mutlulu�un resmini yapam�yorum ama tad�n� ç�karta ç�karta ya��yorum…”

Mutluluğuyaşayan yazar

ŞENOL Ç[email protected]

HAFTANIN PORTRES�

Mary Shelley(30 AĞUSTOS 1797 - 1 ŞUBAT 1851)

Roman�n kahraman� Doktor Victor Frankensteintaraf�ndan yarat�lan ve ismi dahi olmayan “canavar”

asl�nda modern dünyaya ve pozitivizme kar��romantizmin ba�kald�r�s�d�r

Frankenstein’ın yaratıcısı ünlü İn-

giliz yazar Mary Shelley, 1797 yılında

Londra’da doğdu. Babası William

Godwin, dönemin anarşizm savunu-

cularından ünlü bir yazardı, annesi

Mary Wollstonecraft ise önemli fe-

ministlerdendi. Annesini doğumu es-

nasında kaybeden Shelley ömrü bo-

yunca bunun suçlusu olduğunu dü-

şünmüş ve romanlarında da bunun et-

kisi açıkça hissedilmiştir. Annesinin

ölümü nedeniyle babası tarafından bü-

yütülen Shelley edebiyat ve felsefey-

le iç içe yetişti. Küçük yaşta öyküler

yazmaya başladı. 1814 yılında dönemin

ünlü şairlerinden Percy Bysshe Shel-

ley’e âşık oldu ve bir süre sonra ev-

lendiler.

Yazar en çok “Frankenstein ya da

Modern Prometheus” adlı pek çok kez

filme de çekilmiş romanıyla tanın-

maktadır. Henüz 19 yaşındayken ro-

manı yazmaya başlayan Shelley, yarı

uyanıkken gördüğü bir kabustan etki-

lenerek Frankenstein’ı oluşturmaya

başlar ve eşi tarafından da desteklenir.

1818 yılında yayımlanan roman korku

klasiği olarak bilinmekte olsa da esa-

sen korkuya doğrudan gönderme ya-

pan unsurlar barındırmaz. Aksine ro-

manda hem yazarın kendi hayatına

dair detaylar hem de politik gönder-

meler bulmak mümkündür. Roma-

nın kahramanı Doktor Victor Fran-

kenstein tarafından yaratılan ve ismi

dahi olmayan “canavar” aslında mo-

dern dünyaya ve pozitivizme karşı ro-

mantizmin başkaldırısıdır. Öte yandan

psikolojik unsurlar da içeren romanda,

canavar, annesini öldürerek doğan ve

çocuklarını kaybetmiş yazarı da tem-

sil etmektedir. Yaratılanın yaşadığı dış-

lanmışlık ve acılar sebebiyle yaratana

başkaldırmasını anlatmaktadır.

Yazarın “Frankenstein ya da Mo-

dern Prometheus” eserinin dışında

“Lodore” ve “Falkner” isimli roman-

ları da mevcuttur. “The Last Man” adlı

romanı ölümünden once yayımlanan

son romanıdır. Bu romanında insan-

lığı yok olmanın eşiğine getiren veba

salgınından sağ kalanların hayatını

ele alır. Eser, apokaliptik roman özel-

liği taşımaktadır. Ölümünden sonra ya-

yımlanan “Mathilda” romanı ise oto-

biyografik öğeler içermektedir.(Ardından Yıllar Geçti, Hıfzı Topuz,

Remzi Kitabevi, 318 s.)

Page 5: 1 SUBAT SAYI49-02/14:Layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2013/sayi49.pdfİsimsiz sevgili s. 8 Sevginin absürt yanı üzerine s. 9 Ağızlarda gevelenen gerçek s
Page 6: 1 SUBAT SAYI49-02/14:Layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2013/sayi49.pdfİsimsiz sevgili s. 8 Sevginin absürt yanı üzerine s. 9 Ağızlarda gevelenen gerçek s

1 �UBAT 2013 CUMA6 Aydınlık KİTAP

Zaman ilerledikçe mektuplardaki özlem sat�rlardan ta�maya ba�lad�. Bunun üzerineülkesinin sorunlar�na yetememesi ve bunlar� düzeltememesi

Metin Alt�ok’u ac� çeken bir �aire dönü�türdüDENİZ [email protected]

2 Temmuz 1993’de Sivas Madımak

Oteli’nde 33 aydın arkadaşı gibi diri diri

yandı şair Metin Altıok. 1979 senesinde

Bingöl’e felsefe öğretmeni olarak atan-

dığında tek bir hayali var-

dı; zorunlu görev süresi-

ni doldurup Ankara’ya

kızının yanına tayinini is-

temek. Aradan yıllar geç-

ti, Metin Altıok’un tayini

bir sürgüne dönüştü. Al-

tıok, kızına olan hasretini

bir nebze olsun hafiflete-

bilmek için sürgün yılla-

rında hep mektup yazdı.

Kızına yazdığı bu mektup-

lar şimdi Kırmızı Kedi Ya-

yınevi’nden “Metin Altı-

ok’tan Zeynep’e Mektup-

lar” ismiyle kitaplaştı. Biz

de mektupların muhatabı, Metin Altı-

ok’un kızı Zeynep Altıok Akatlı ile yeni

kitabını konuştuk.

Babanızın size yazdığı mektupları ya-yımlama fikri nasıl ortaya çıktı?

Bu mektupları yayımlama düşüncesi

uzun zamandır aklımdaydı. Fakat bir

türlü gerçekleştiremedim. Mektupları

ilk defa Sivas katliamını takip eden yıl-

larda Varlık dergisi istedi ve onlara ara-

larından sadece birkaçını gönderebil-

dim. Mektuplar için hep düşündüm, aca-

ba bu yazılanlar kime ne ifade edecek, sa-

dece beni ilgilendiren özel mektuplar mı

diye. Sonrasında bir kitap fikrimi değiş-

tirmeme sebep oldu. Antonio Gramsci’nin

“Çocuklarıma Mektuplar”ıydı o kitap. Ki-

tabı ilk elime aldığımda ortaokul sırala-

rındaydım. Babasını hiç tanıma fırsatı bu-

lamayan Giuliano’nun mektuplar aracı-

lığıyla babasını çok iyi tanıyabilme ve de-

rin sevgisi hissedebilme şansının olma-

sıydı. Bu kitap benim küçük dünyama çok

şey kattı. Bu kadar güzel baba-çocuk

ilişkisinin birbirlerini göremeden sağla-

nabilmesi bana kendi babam ile olan

ilişkiyi anımsattı. Bu kitap benim için daha

da etkiyici oldu. Doğuda zorunlu görev sü-

resinin bitmesini bekleyen bir öğretme-

nin 1979-1986 yılları arasında sevgili kı-

zına gönderdiği mektuplardı.

Kitabı Silivri’de tutuklu bulunan TuncayÖzkan’ın kızı Nazlıcan’a adadınız. Ne-

den?Mektupları birçok defa kitaplaştırmak

istedim. Aklımda kitabın girişinde benim

babama yazdığım bir mektupla başlayıp

devamında babamın mek-

tuplarını yayımlamaktı. Bir

türlü içime sinmedi yazdık-

larım. Hep bir şeyler eksik

hissettim. Bir gün televiz-

yonda Tuncay Özkan’ın

kızı Nazlıcan Özkan’ı gör-

düm. Adeta kırk yaş ol-

gunluğuyla bütün yaşanan

trajediyi, babasının uğra-

dığı halksızlığı ve bu süre-

ci inanılmaz net bir dille

anlatıyordu. Gencecik bir

kızın böyle bir şeye mec-

bur edilmesinden utanç

duydum. Gerçekten çok etkile-

di beni Nazlıcan. Sabaha karşı bir mek-

tup yazdım Tuncay Özkan’a; kızını gururla

izlediğimi, ne kadar saygı duyduğumu, ba-

balığından ne kadar etkilendiğimi belirt-

tim. Çünkü, o bu kızı

yetiştiren kişiydi. Erte-

si gün mektubu Nazlı-

can’a verdim. Dostlu-

ğumuz böylece başla-

mış oldu. Bundan bir-

kaç ay sonra da ihtiyaç

duyduğum fikir ortaya

çıktı ve kitabın giriş ya-

zısına Tuncay Özkan’a

yazdığım mektubu koy-

dum. Artık kitabın bir

amacı vardı, ben de gö-

nül rahatlığıyla yayım-

layabileceğimi düşün-

düm. Ve bu kitapta Sivas’a dair elbette bir

şey yok; çünkü, babam hayattayken bana

yazdığı mektuplardı. Ben bu kitabın hak-

sızlıklara karşı köşe taşı olmasını istiyo-

rum.

“BABAMIN CANI ÇOK ACIRDI”Mektupların satır aralarında babanızınacı çektiği hissediliyor. Metin Altıok’u ya-ralayan sadece kızından uzak olmakmıydı?

Babamın şiirlerini baktığımızda mut-

lu şiir pek yok. Babam şair naifliğine, şair

inceliğine sahip bir insandı ve canı çok

acırdı. Sadece bana olan özlemiyle ilgili

değil. Yapı olarak da dünyanın hallerine

ülkesinin hallerine kendi dünya görüşü pa-

ralelinde yaşananlara karşı çok incinen bir

insandı ve bu incin-

mişliğini şiirine yansıt-

masından ziyade ha-

yatının tüm alanında

hissediliyordu. Ama,

kişilik özelliklerine

baktığımızda karam-

sar, depresif bir insan

değildi. Çok neşeli eğ-

lenceli bir insandı ba-

bam. Fakat mektup-

lardaki özlem çok kes-

kin bir şekilde hissedi-

liyor. Biz hiçbir zaman

yıllarca görüşemeye-

ceğiz gibi ayrılmadık. Babam mektupla-

rında hep önümüzdeki yaz tatilinde, ol-

madı ara tatilde görüşeceğiz diye yazar-

dı. Fakat, bu istek beş yıl boyunca hiç ger-

çekleşmedi. Zaman ilerledikçe mektup-

lardaki özlem satırlardan taşmaya başla-

dı. Bunun üzerine ülkesinin sorunlarına

yetememesi ve bunları düzeltememesi

Metin Altıok’u acı çeken bir şaire dön-

üştürdü.

Mektuplarda babanızın sadece şair yönüdeğil başka yetenekleri de olduğu görü-lüyor. Biraz da babanızın bu yönündenbahseder misiniz?

Babam şiir yazmaya başlamadan önce

ressamlık yapardı. Çetin Sipahi, Orhan

Taylan gibi dönemin ressamlarıyla açtığı

sergilerinin yanında birkaç kişisel sergi-

si de olmuştu. Bunun yanında taşları

yontup heykeller yapardı. Hatta mek-

tuplarda da geçiyor kendi yaptığı heykeller

yüzünden tarihi eser kaçakçısı diye göz-

altına bile alınmıştı. Eğer imkânım olur-

sa babamın çizdiği resimleri Sivas katlia-

mının 20. yılında özel bir sergiyle insan-

lara göstermek istiyorum.

Peki, babanızın öğrencileriyle olan iliş-kisi nasıldı?

Açıkçası babamın öğrencileriyle olan

güçlü bağını onu kaybettikten sonra iyi bir

şekilde anladım. Sivas’ta katledilenlerin

cenaze törenine yüz binlerce kişi geldi.

Bunların arasında babamın Bingöl’den

öğretmen arkadaşları ve öğrencileri de

vardı. Onlarca kişi yanımıza gelip, “biz ba-

banızın öğrencileriyiz” dediler. Hatta ce-

naze töreninde babamın bir öğrencisi

üzüntüden bayıldı. Tüm gazeteler beni o

kızla karıştırdı; “Metin Altıok’un kızı

üzüntüye dayanamadı” diye yazdılar. Şu

an babamın öğrencileri tesadüf müdür bil-

miyorum ama, çoğu sanatla uğraşan,

önemli insanlar oldular. Kimi oyunculuk,

kimi müzik alanında iyi bir yerlere geldi.

Metin Altıok’tan kalanlar“HEYKELLERİ YÜZÜNDEN TARİHİ ESER KAÇAKÇISI DİYE GÖZALTINA ALINMIŞTI”

(Metin Altıok’tan Zeynep’e Mektuplar,Metin Altıok, Kırmızı Kedi Yayınevi, 115 s.)

Deniz Toprak, Zeynep Alt�ok Akatl� ile birlikte...

Metin Alt�ok

Page 7: 1 SUBAT SAYI49-02/14:Layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2013/sayi49.pdfİsimsiz sevgili s. 8 Sevginin absürt yanı üzerine s. 9 Ağızlarda gevelenen gerçek s

Erendiz Atasü’nün ödüllü öyküle-

rinden oluşan “Taş Üstünde Gül Oy-

ması” Everest Yayınları tarafından ye-

niden basıldı. 1997 yılında Yunus Nadi

Öykü Ödülü ve 1998 yılında Haldun Ta-

ner Öykü Ödülü’ne layık görülen kitapta

altı tane öykü yer alıyor. Öyküler tekrar

keşfedilmek ve unutulmamak için oku-

yucuları bekliyor.

Erendiz Atasü, öyküleriyle olduğu

kadar romanları ve denemeleriyle de ön

plana çıkan bir yazar. Feminist özellik-

ler taşıyan öyküleri 1981 yılından bu yana

çeşitli dergilerde yayımlandı. Öykü ve ro-

manlarının yanı sıra kadının özgürlüğü,

cumhuriyet devrimleri, laiklik, kitaplar

gibi konular üzerine yazdığı makale ve

denemeleri Aydınlık ve Cumhuriyet

gibi çeşitli gazetelerde yayımlandı. Eser-

leri ödül almasının yanı sıra çeşitli dil-

lere çevrilmesiyle de dikkat

çekmiştir.

“Taş Üstünde Gül

Oyması” kitabı ise bir-

birinden farklı me-

kânlara ve zaman-

lara okuyucuyu sü-

rükleyen diliyle

önem kazanan öy-

külerden oluşu-

yor. İlk basımı

1997 yılında ya-

pılan eser, Ana-

dolu’dan Mısır’a

kadar uzanan içi-

mizden insanların

öykülerini sunuyor.

Özellikle öykülerin

geçtiği şehirlerde ya-

zarla beraber gezinebil-

meniz öykülerin can alıcı

noktalarından. Yazar, Trab-

zon’dan, Balıkesir’den veya Mı-

sır’dan bahsederken her bölgenin ken-

dine özgü doğal yapısını yalın ve gerçekçi

şekilde betimlediği için kendinizi öykü-

lerin içinde hissedebiliyorsunuz. Öykü-

lere betimlemelerle başlaması, yazarla

beraber yaşıyorsunuz algısını oluşturuyor.

ANLATICIYLA YOLCULUKMekânların yanı sıra öykülerin an-

lattığı in-

sanlar da

içimizden

parçalar ta-

şıyor. Ya-

zarın Ana-

dolu insa-

nını iyi

gözlemle-

yebilmesi

ve anlata-

b i l m e s i

öykülerdeki gerçekçiliği daha da

sağlamlaştırıyor. Hem şehirde yaşayan

insanların ruh halini ve yaşamını rahat-

lıkla kavrayabiliyorsunuz hem de hiç bil-

mediğiniz veya görmediğiniz köydeki bir

insanın yaşamını anlayabiliyorsunuz.

Öykülerde özellikle de ilk öyküde an-

latıcının, zamanın, mekânın değişimi bun-

lar arasında gidiş gelişler yormu-

yor, aksine rahat anlayabildi-

ğiniz için öyküye canlılık

katıyor ve keyif almanı-

zı sağlıyor. Bir diğer

öyküde kendinizi

Ege’de bulduğunuz-

da bir katilin cina-

yetini işlerken ruh

halini ve şair diye

tanıtılan kendi gibi

bir diğer mah-

kûmla arkadaşlığı

ile cinayete meyilli

yanını ehlileştirme-

sine tanık olurken

Nâzım Hikmet ile İb-

rahim Balaban veya

Orhan Kemal arasında

gelişen dostluğu anımsı-

yorsunuz. Betimlemelerin

gerçekçiliği ise Yaşar Kemal ro-

manlarının keyfini yaşatıyor sizlere.

Sonuç olarak kurgusu, dili ve yukarı-

da bahsi geçen pek çok nedenle okuma-

dıysanız yeniliklerle tanışmak için veya

okuduysanız yeniden keşfetmek için sizi

bekleyen öyküler var.

(Taş Üstünde Gül Oyması, Erendiz Atasü,

Everest Yayınları, 125 s.)

DENİZ ANTEPOĞ[email protected]

Yazar, Trabzon’dan, Bal�kesir’den veya M�s�r’danbahsederken her bölgenin kendine özgü do�al

yap�s�n� yal�n ve gerçekçi �ekilde betimledi�i içinkendinizi öykülerin içinde hissedebiliyorsunuz

7Aydınlık KİTAP

Yola düşürenöyküler

Erendiz Atasü

Page 8: 1 SUBAT SAYI49-02/14:Layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2013/sayi49.pdfİsimsiz sevgili s. 8 Sevginin absürt yanı üzerine s. 9 Ağızlarda gevelenen gerçek s

KARANLIĞA MEKTUPLAR

Sen benim hiçbir şeyimsinyazdıklarımdan çok daha az hiç kimse misin bilmem ki nesinlüzumundan fazla beyaz

Attila İlhan“Ne zaman insan ruhunun karan-

lıklarına eğilecek olsam, orada benden

önce bir şair buluyorum.” Kelime diz-

gisinde yanılma ihtimalim olsa da, söy-

lediğinin muhtevası buydu Freud’un.

Yazdığı şiirlerin yanı sıra, bir hikayeci ve

romancı, bir biyografi yazarı olan Zwe-

ıg; insan psikolojisinin gizli dehlizlerin-

de dolandığı metinleriyle, Freud’un

söylemine en uygun yazarlardan biri…

İş Bankası Kültür Yayınları tarafından,

“Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu”

(Brief einer Unbekanten) adıyla dilimize

çevrilen kitap, erkeğinin hiçbir şeyi ol-

duğunu kabullenerek seven, lüzumun-

dan fazla beyaz bir kadının öyküsünü an-

latıyor.

�NT�HARLA YA�AYAN K�TAPOlay örgüsü, sarsıcı bir girişle; ünlü ya-

zar R.'ye, nereden ve kim tarafından

gönderildiği meçhul olan bir mektupla

başlıyor. "Çocuğum dün öldü -üç gün ve

üç gece boyunca o küçücük, pamuk ipli-

ğine bağlı hayat uğruna ölümle savaştım,

kırk saat süreyle, grip onun zavallı, sıcak

vücudunu ateş nöbetleriyle sarsarken, ya-

tağının yanında oturdum. Yanan

alnına serinletici bir şeyler

koydum, onun o tedirgin,

küçücük ellerini gece gün-

düz tuttum. Üçüncü akşam

çöktüm.Gözlerim artık tü-

kenmişti, ben farkına var-

madan kapandı. Üç veya

dört saat boyunca sert san-

dalyede uyuyakaldım ve bu

arada ölüm onu benden

aldı… Biliyorum, biliyorum,

çocuğum dün öldü –şimdi ar-

tık yalnız sen varsın dünyada,

yalnızca sen, benimle ilgili hiçbir şey bil-

meyen sen…”(s:2-3)

Bilinmeyen kadın, mektubunu hazin

bir vedayla nihayete erdirse de, bu son;

intiharla biten türdeş eserlere nazaran,

okuru alt üst eden, onu silkeleyen bir etki

yaratmayacaktır. Aksine okur için, bir ne-

fes alıştır bu… Hikayede okuru sarsan

ana unsur, ünlü yazar R.’nin tanımadı-

ğı bu kadından, yanı başında ölü halde

olduğunu öğreneceği bir çocuğa sahip ol-

ması, onu daima seven kadının ve ken-

di kanından bir çocuğun varlığını öğ-

rendiği an; onları ebediyen kay-

bettiğinin de ayırdına varma-

sıdır. İntihar, okur için bir

nefes alıştır; zira o safhaya ka-

dar Zweıg, gerilim yaratma-

daki ustalığıyla deyim yerin-

deyse okurun zihninde bir

anafor oluşturur.

MEÇHULÜNDUYGUSAL DEV�N�M�

Söz konusu öykü, Zwe-

ıg’ın ölümünden önceki son

eseri olan ve Türkçe’ye “Sat-

ranç”(Can Yayınları,1997) olarak çev-

rilen kitabı kadar bireysel gerilimin tır-

mandığı bir psikoloji yaratmasa da, ya-

zarın zaman zaman diğer eserlerinde de

başvurduğu geri dönüş tekniği sayesin-

de; okuyucuda bir merak uyandırmak-

tadır. Okur, okuma yolculuğunun sonu-

na değin; meçhul kadının duygusal de-

vinimini kavramaya çalışır. Kadın, yazar

R.’ye kimliğini; ancak ölüm anında yaz-

dığı mektupla açıklayacaktır:

“…Bana adımı, nerede oturduğumu

sormadın; senin için tekrar yalnızca se-

rüvendim, adsız olandım, unutuşun sis-

leri arasında bütünüyle eriyip giden

ateşli saatlerdim. Bu defa çok uzaklara

yolculuk yapacağını, iki veya üç ay için

Kuzey Afrika’ya gideceğini anlattın; ben

ise mutluluğumun ortasında titredim,

çünkü kulaklarımın içinde yankılanma-

ya başlamıştı bile: geçti, geçti gitti ve unu-

tuldu! O anda en çok yapmak istediğim

şey, önünde diz çöküp şöyle haykır-

maktı: -Beni de yanına al, yanına al ki,

nihayet bunca yıldan sonra nihayet beni

tanıyabilesin!- Ancak senin önünde öy-

lesine ürkek, öylesine korkak, öylesine

köle ruhlu ve zayıftım ki, sadece şöyle di-

yebildim: -Ne kadar yazık!- Sen de bana

gülümseyerek baktın: -Gerçekten üzü-

lüyor musun buna?” İşte o zaman vah-

şileştim. Ayağa kalktım, sana baktım,

uzun süre gözlerimi senden ayırmadan

baktım. Sonra şöyle dedim: -Benim aşık

olduğum erkek de, hep yolculuğa çıkar-

dı!- (s:50)

1881 yılı Kasım’ının soğuk bir gü-

nünde, kendi iradesi dışında dünyaya ge-

len Zweıg; 23 Şubat 1942’de hayatına son

vermiştir. Bu intihar, yarattığı roman ka-

rakterinin şahsi umutsuzluğundan fark-

lı olarak, toplumsal bir umutsuzluğun so-

nucudur. Hitler Almanya’sının hüküm

sürdüğü bir çağda, insandan doğan ha-

yal kırıklığının sonucu… Notos Dergi-

si’nin, Aralık-Ocak sayısında yer verdi-

ği “Edebiyatta İntihar” dosyasında Fa-

ruk Duman; “Dünyayı Geride Bırak-

mak” başlıklı makalesiyle, Zweig’ın in-

tiharını şöyle yorumlar:

“Aydının tasarlanmış intiharı, dün-

yanın gidişine yönelik güçlü bir yanıt de-

ğil midir? Zweig’ın bitmek bilmeyen

savaşa verdiği yanıt gibi. Kendi kişisel

umutsuzluğunu, güçlü bir yanıta, bir di-

renişe, giderek bir kavrama –Zweig’ın in-

tiharı kavramına- dönüştürmüştür.”

(Notos,s:22)Gerek yaşamı ve kişiliğiyle, gerekse

de edebi üretimiyle tıpkı yazdığı biyografi

kitaplarından birinin Türkçeleşmiş adı

gibi, kendi hayatının şiirini yazan bir ya-

zardır Zweıg. “Bilinmeyen Bir Kadının

Mektubu” kitabının sonsöz bölümünde,

kitabın çevirmeni Ahmet Cemal; Zwe-

ıg’ı Zweıg yapan tarihi atmosferi akıcı bir

üslupla özetlerken, “böylesine, gerçek

anlamda aşk denilebilir mi?” diye sora-

rak, okura bir de tartışma konusu açar.

Bu soruya ilave yapmak suretiyle, tar-

tışmayı genişletmek de mümkün… Bi-

reyin psikolojisi ile bu denli ilintili olan

yazar, her ne kadar kurgu da olsa; aşkın

psikolojisini temel alan bu eseri 1922 yı-

lında değil de, içinde bulunduğumuz

tüketim çağında kaleme alsaydı acaba

nasıl yazardı? Yanıtı size bırakıyorum;

saygıdeğer okur.

(Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu,Stefan Zweig, Türkiye İşBankası KültürYayınları, Çev:Ahmet Cemal, 62 s.)Dipnot: Teknik bir aksaklıktan dolayı , iki hafta ön-ceki ‘‘Altıncı Duyu’’ başlıklı yazıda yazının baş pa-ragrafı yayınlanmamış ve bundan ötürü metnin bü-tünlüğü bozulmuştur. Okurlarımızdan özür dileriz.

1 �UBAT 2013 CUMA8 Aydınlık KİTAP

BENİM AŞIK OLDUĞUM ERKEK, HEP YOLCULUĞA ÇIKARDI…!

Yazd��� �iirlerin yan� s�ra, bir hikayeci ve romanc�, bir biyografi yazar�olan Zwe�g; insan psikolojisinin gizli dehlizlerinde doland���metinleriyle, Freud’un söylemine en uygun yazarlardan biri

DAĞHAN DÖ[email protected]

İsimsiz sevgili

Stefan Zweig

Page 9: 1 SUBAT SAYI49-02/14:Layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2013/sayi49.pdfİsimsiz sevgili s. 8 Sevginin absürt yanı üzerine s. 9 Ağızlarda gevelenen gerçek s

1 �UBAT 2013 CUMA 9Aydınlık KİTAPBABİL BALIĞI

“Bir yere varmak için değil, yol almakiçin dolaşıyorum.”

– Robert Louis Stevenson, Bir Eşekle Seyahat

1977 doğumlu İngiliz yazar Corne-

lius Medvei hakkında ulaşabildiğimiz bi-

yografik bilgiler ne yazık ki bir hayli sı-

nırlı. Yazarın Oxford Üniversitesi Mo-

dern Diller bölümünden mezun olduğu,

bir süre Çin’de öğretmenlik yaptığı dı-

şında bir bilgiye sahip değiliz. Yayımla-

nan kitapları arasında, konuşmaya baş-

layan bir babunu merkeze yerleştirip,

toplumların farklılıklara yaklaşımlarını

ve kabul alışkanlıklarını masaya yatırdığı,

henüz tercümesi bulunmayan ilk kitabı

“Mr. Thundermug” (2006) ve bu kitabı

takiben 2011 yılında, İthaki Yayınları'nın

dilimize yeni kazandırdığı “Caroline: Bir

Gizem Hikâyesi” kitabı geliyor. Bazı kay-

naklarda 2012 yılında

basıldığı söylenen “The

Partisan” kitabına ise

bütün aramalarıma rağ-

men ulaşamadım ve do-

layısıyla henüz okuya-

madım. Yine belirli kay-

naklarda bu kitabının

da 2013 yılında yeniden

baskıya kavuşacağına de-

ğiniliyordu.

Yeni tercüme edilen

“Caroline” kitabı da ya-

zarın ilk kitabı gibi mer-

kezine bir hayvanı yer-

leştiriyor. Caroline, sat-

ranç oynayabilen zeki bir

eşek.

“E�EK” FAKTÖRÜ Bay Shaw, emekliliğini bekleyen

ve işi içinde sıkışmış bir karakterdir. Ai-

lesiyle bir tatil sırasında, bir eşekle, Ca-

roline ile karşılaşır. Caroline’a karşı

duyduğu sevgi ve ilgi, onu satın alma-

sına, şehirdeki yaşantısına taşımasına

yol açar. Öykü, Bay Shaw’ın oğlu tara-

fından, ölümünü takiben, gazeteci ar-

kadaşına anlatılmaktadır. Bu tanık an-

latıcının yanında, anlatıyı geliştirecek

şekilde günlük sayfaları, evraklar, ya-

zılar, makaleler ve fotoğraflar da kur-

gunun parçası olarak yer alıyor. Hay-

vanları anlatının parçası haline getiren

edebi eserlere özel bir zaafım olduğu-

nu öncelikle itiraf etmem gerekir (as-

len veteriner hekim olduğum için, bu

özel ilgimi mazur görünüz). Bu sebep-

le, esasında, anlatısında eşeği bulun-

duran edebiyat eserlerinden örnekleri

sıralayarak bir giriş yapmayı düşündüm,

ancak kitapta eşeğin edebiyattaki yeri

üzerine güzel örneklemeler ve anlatı-

lar mevcut olduğundan, okuma zevki-

ni baltalamamak adına bundan geri du-

ruyorum. Kitapta, edebiyattaki yerleri

haricinde yine eşekler hakkında pek çok

eğlenceli bilgi bulunuyor. Özellikle

eşeklerin görünümünün estetik çıka-

rımlarının yapıldığı kısım oldukça ilgi

çekici ve aynı zamanda, eşek en güzel

göze sahip hayvan olmasına karşın,

bizlerin de -özellikle sözlü- edebiyatı-

mızda yer alan yok sayma ve hiçleştir-

melerle ilintili okumalara da yönlen-

dirmeler içeriyor. Şöyle ki yapılabilecek

en iyi iltifat olmasına karşın, sevdiğine

“ceylan gözlü” yerine “eşek gözlü” di-

yene hiç rastladınız mı? Kitaptaki

“eşek” faktörünün yanında “satranç” da

bir hayli hacim kaplıyor.

Ancak tıpkı Stefan Zwe-

ig’in “Satranç”ında oldu-

ğu gibi, okumadan önce

satranç bilgisine sahip ol-

mak anlatıyı sadece daha

zevkli hale getiriyor. Sat-

ranç hakkında herhangi

bir ön bilgisi olmayan

okuru, akıcılıktan ve an-

lamdan alıkoyacak her-

hangi bir faktörü içer-

miyor. Örneğin daha ro-

manın ilk sayfasında

bahsedilen satranç ma-

çını, kitabı bir kenara

bırakıp araştırmak mümkün olduğu

gibi, aynı şekilde bir satranç maçını sa-

dece olduğu şey olarak kabul edip

okumaya devam etmek de mümkün.

Anlatı, Noir kurgulardan fırlamışçası-

na bir gazetecinin ofisinde, merak uyan-

dıran bir “gizem”le başlıyor. Ancak

anlatı ve kurgu bir anda şekil değişti-

rerek, en büyük gizemi hemen okuyu-

cuyla paylaşıyor ve anlatıyı “gizem”den

çekip, yarı-masal yarı-dram, yarı-ger-

çekte yarı-sürrealde gezinen ve me-

rakla sayfa ardına sayfa çevirmeye ne-

den olan bir anlatıya büründürüyor. En

az bir “gizem” kurgusu kadar merak ve

şüphe uyandırıyor ancak bunun için “gi-

zem” kurgularının temel kalıplarını

kullanmıyor. Bu açıdan alternatif kur-

gu yaratımına yönelik güzel bir örnek ol-

duğunu savunabiliriz. Kitabın kurgu-

sundaki temel öğelerden bahsettiği-

mize göre, kitabın katmanlarında, an-

latı içerisinde nelerin bulunduğuna ve

nelerin değerli olduğuna geçebiliriz.

�NSAN VE HAYVANARASINDAK� BA�

Medvei, kitabı kaleme alma dürtü-

süyle ilgili Guardian’a şöyle diyor: “Ço-

cukların hayvanları çok sevdiği doğru-

dur, ancak insanların, içinde hayvanlar

olduğu için bir kitabı çocuk kitabı zan-

netmeleri beni şaşırtıyor. Hayvan ka-

rakterler, çocuk kitabı sınırlamasına

tabi tutulamayacak kadar karmaşık ya-

pıdadır. Hayvanlar aynı zamanda in-

sanların karakterlerini, onlara davra-

nışları yoluyla açığa çıkarmaya yönlen-

diricidir.” Elbette, edebiyattaki pek çok

örneğinden de göreceğimiz üzere Med-

vei’ye, hayvanlar hakkındaki kitapların

aynı zamanda onların sahipleri hak-

kında da (hatta daha fazla yoğunlukla)

olduğu tezine katılmamak imkânsız.

“Caroline”da öykünün katmanlarını

tam da bu sahipler şekillendiriyor. Bay

Shaw üzerinden, bir kaçış yolu olarak

sevgi, sevgi ve tutku arasındaki ayrım,

bağlılık ve sevginin absürtlüğe kaçan

yönlerini yoğunlukla izlememiz müm-

kün. Aynı şekilde toplumun çeşitli ta-

baka ve ilişkilerde, farklı ve tuhaf olana

karşı yaklaşım, ayrıştırma, ötekileştirme

ve benimseme tutumları öykünün içe-

risinde geziniyor. Bir insan ve hayvan

arasındaki kalp ısıtan dostluk ve bağlı-

lık da elbette göz önündeki, kolay an-

laşılacak katman olarak varlığını sür-

dürüyor. Öyle ki bu katmandaki bağlı-

lık ve sevginin altını çizmek ister gibi, ki-

tabın ilerleyen bölümlerinde Şems-i

Tebrizi ve Mevlana arasındaki sevgi, an-

latının küçük bir parçası haline geliyor.

Bir başka katmanda, içinde yaşadığımız

şehirdeki uyurgezer durumumuz üstü-

müze geliyor. Yine kitapta, pek çok eleş-

tirmen tarafından göz ardı edilen, ba-

balara ve oğullarına yönelik katman

da bir hayli ilgi çekici. Kitapta az sayı-

da ve ancak deneyimli okurun ayrım-

sayabileceği mizahi unsurlar da göze çar-

pıyor. Boyd Tonkin’in kitap hakkında-

ki tespiti çok yerinde. Tonkin özetle,

Medvei’nin kitaplarında sinsi bir miza-

hın yattığını ancak bu mizahın, mizah

yapmak değil, düşünmeye karşı ciddi ve

içten bir davet amacıyla kullanıldığını, bu

açıdan da Medvei’nin genç bir Londra-

lıdan çok, Kiev, Prag veya Buenos Ai-

res’ten meçhul bir anlatı ustasına ben-

zediğini dile getiriyor.

D�L OYUNLARINDAN UZAKMedvei’nin üslubuna gelindiğinde

ise dikkati çeken ilk şey, her şeyi olabil-

diğince yalın ve gereksiz süslemelerden,

dil oyunlarından uzak anlatmaya karşı

gösterdiği çaba olacaktır. Bu açıdan ki-

tabın orijinalini de oldukça iyi yansıttığı

için Aslı Tohumcu’nun güzel tercümesini

kutlayalım. Tercümede: “alan” yerine

“olan” (41.sf 2.satır), “ona” yerine “onu”

(107.sf 29.satır), “olduğu” yerine “oldu-

ğunu” (120.sf 16.satır) şeklinde üç yazım

hatası dışında bir hataya rastlamadım. Ek

olarak, bir hata olmamakla beraber 117.

ve 118. sayfalardaki “öğle” kelimesi ye-

rine halk ağzındaki “öğlen” kelimesinin

tercih edilmesi, dile titizlik gösteren

okurda duraklamalara yol açabilecektir.

Sevilebilecek, incelenebilecek ve üze-

rine düşünülecek pek çok noktayı ba-

rındıran Caroline, kısa süreli (2 saatte ki-

tabı okuyup bitirmek mümkün), okuru

yormayan ve kaliteli bir okuma serüve-

ni arayan okura, özellikle tavsiye olunur.

Eğer bu kitabı sever ve sevginin hem sı-

kışık bir hayattan kaçmaya hem de ab-

sürtlüğüne yönelik bir başka “okuma” ar-

zusunda olursanız, tıpkı “Caroline” gibi,

insani tutkunun temellerini sorgulama-

ya yol açabilen, önereceğim iki kitap,

Jean-Philippe Toussaint’in “Mösyö”sü

(Ayrıntı Yayınları, 2000, Orjinali: Mon-

sieur, 1986) ve henüz Türkçe tercümesi

bulunmayan Ben Moor’un “More Tre-

es To Climb” (2009) kitabı olacaktır. Aynı

şekilde, öneri kitapları daha önce okuyup

beğendiyseniz, “Caroline”ı okurken zevk

alma ihtimaliniz de bir hayli yüksektir.

Haftaya görüşmek dileğiyle…

M. SALİH [email protected]

Sevginin absürt yanı üzerine

“Au hasard Balthazar” filminden bir kare

(Caroline, Cornelius Medvei, İthaki Yayınları, Çev: Aslı Tohumcu, 128 s.)

Page 10: 1 SUBAT SAYI49-02/14:Layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2013/sayi49.pdfİsimsiz sevgili s. 8 Sevginin absürt yanı üzerine s. 9 Ağızlarda gevelenen gerçek s

1 �UBAT 2013 CUMA10 Aydınlık KİTAP

Ağızlarda gevelenen gerçekKÜRESELLEŞME ÇİN'DEN NASIL GÖRÜNÜYOR?

Yazarlar�n belki de en çok tart��ma yaratacak tutumlar� sosyalizmin kapitalizmin ba�r�nda,daha evvel kapitalizmin feodalizmin ba�r�nda ye�erdi�i gibi ye�erece�ine yönelik iddialar�d�r

CENK ÖZDAĞ[email protected]

kendini konumlandırması üzerin-

den ele alıyorlar.

Yazarların belki de en çok tar-tışma yaratacak tutumları (ki bu tu-tumu Cem Kızılçeç kendi yazdığı su-

nuşta da sergiliyor) sosyalizmin ka-

pitalizmin bağrında, daha evvel ka-pitalizmin feodalizmin bağrında ye-şerdiği gibi yeşereceğine yönelik id-

dialarıdır. Bu iddia örtük olarak

kendiliğindencilikle bilinçli ve mer-kezi müdahale arasındaki eski tar-tışmayı yeniden gündeme getirmiş

oluyor. Belki de bu yeni gündem

Plekhanovculukla Gramscicilik ara-sındaki teorik karşıtlığın ekonomi po-

litikteki yansımasıdır.Söz konusu eser, böylesi geniş bir

konuyu, büyük bir başarıyla özetlemiş,

teorik tartışmaları uygulamaya, uy-gulamayı teorik tartışmaya yedir-

mişler. Üstüne bir de küreselleşme vesosyalist akımlar arasındaki karşıtlı-

ğı ekonomi, toplumsal formasyon veuluslararası ilişkiler gibi düzlemlerde

işleyebilmişler. Dolayısıyla, Çin'dekiyükselişi anlamak isteyen okurların,

ekonomi, siyaset bilimi, uluslararası

ilişkiler gibi disiplinlerde araştırma ya-pan kişilerin göz ardı edemeyeceği bir

kaynak oluşturmuşlar.

(Dünya Solu ve Çin’in Konumu,Pu Guoliang, Kalkedon Yayınları,

Çev: Pınar Uygun, 296 s.)

Kitaptaküreselle�me,So�uk Sava�

sonras�döneminekonomi

politikyap�s�yla

ili�kisi eleal�narakmasaya

yat�r�l�yor

1990 – 2007 arası yıllarda Türki-

ye televizyonlarında, yorumcular şu

tür klişelerle giriş yaparlardı konuş-

malarına: “Küreselleşmekte olan

dünyamızda”, “dünyanın küresel bir

köy haline geldiği çağımızda”, “sı-

nırların kalktığı global dünyada” vb.

Şimdilerde ise “yükselen Asya kapi-

talizmi”, “Asya kaplanlarının ağırlı-

ğını koyduğu yeni dönemde”, “Çin

ABD'yi yakalarken”, “yeni bir seçe-

nek olan BRICS ülkeleri yükselişe ge-

çerken” türünden laflar çok moda.

Tüm bu konuşmalarda ortak olan

Çin'in büyük bir ekonomik atılım yap-

tığı gerçeğidir. Dolayısıyla, tartışma-

nın bu boyutu çoktan kapanmıştır.

Çin büyümektedir, büyüyecektir ve

Çin'de olan gelişim yenidir.

TANIMLANAMAYANYEN�L�K

Bu yeniliği tanımlamaya gelince,

Çin'deki ekonomik sistemin yeni bir

tür kapitalizm mi veya devlet kapi-

talizmi mi yoksa devlet sosyalizmi mi

ya da sosyalizm mi olduğu

konusunda bir an-

laşmaya varılmaz. Bu

anlaşmazlığın belki

de en önemli nedeni

konuşmacıların ve ya-

zarların politik du-

ruşlarının ve dünya

görüşlerinin farklılı-

ğıdır. Çoğunluk, Or-

taçağ mantığıyla de-

neye, verilere başvur-

madan kara kitaplara

dayanarak uzun uza-

dıya akıl yürütmekte,

laf cambazlığı yap-

maktadır.

YEN�Y� ANLADIK DA ESK�NEYD�?

Yeninin niteliği ve nasıl ortaya çık-

tığı tartışılırken eskinin kimliğinin ne

olduğu tartışmaları laf kalabalığıyla

geçiştirilmektedir. Eski kafalar yeni-

ye bakarken eski seyyahların zaman

zaman yaptığı gibi görmedikleri yer-

leri görmüş gibi, bilmediklerini bili-

yormuş gibi yazmaktadırlar. Bu da

bizi yenilerin yeni ve eski hakkında

düşündüklerini / yazdıklarını öğren-

meye itiyor.

Eskinin adını koyabilirsek ne ol-

duğunu daha rahat tartışabiliriz. Eski

derken yeniye en yakın eskiyi anlı-

yorsak bu hiç şüphesiz “küreselleş-

me” olacaktır. Küreselleşme, bili-

şim teknolojisi sayesinde iletişimin ko-

laylaştığı bir olguyu işaret ettiği kadar,

emperyalizmin belirli bir politikası-

na da denk düşmektedir. Dugin'in de

belirttiği üzere küreselleşmenin bu iki

yanı sürekli birbirinin yerine kulla-

nılarak kafalar karıştırılır: Bir olgu

olarak küreselleşmeyle bir siyaset

olarak küreselleşme çoğu zaman bi-

linçli olarak birbirlerinin yerine kul-

lanılır. Olgu olan küreselleşme ko-

nusunda incelikli bir çok araştırma ya-

pılmakta ve olgunun doğası açığa çı-

karılmaya çalışılmaktadır. Ancak si-

yaset olan küreselleşme konusunda

kafalar hâlâ çok karışıktır. İşte bu ikin-

ci konunun ele alınışına göre küre-

selleşme olgusu üzerine söylenilen-

ler de değişmektedir.

İnternetin yaygınlaşması, İngi-

lizcenin dolaşımda ol-

ması sayesinde sağır

sultanın duyabileceği

şeyler dolaşıma soku-

labilir hale geldi. Ar-

tık, eski ve yeniyi (kü-

reselleşmeyi ve Çin

başta olmak üzere

Asya ülkelerinde uy-

gulanan ekonomi po-

litik rejimi) yeniyi

temsil eden yazar-

lardan, düşünürler-

den okuma şansını

edinebiliyoruz. Kal-

kedon Yayınları 2011 yı-

lında Pu Guoliang ve Xiong Guang-

qing'in kaleme aldıkları “Küresel-

leşme Sürecinde Kapitalizm ve Sos-

yalizm-Dünya Solu ve Çin'in Konu-

mu” adlı eseri Türkçeye kazandırdı.

Pınar Uygun ve Deniz Kızılçeç'in çe-

virisi, Adnan Köymen'in editörlüğü

ve Cem Kızılçeç'in sunuş yazısıyla ka-

zandırılan eser, yukarıda sorduğumuz

sorulara Çin'in içerisinden yanıtlar su-

nuyor.

Söz konusu kitapta küreselleşme,

Soğuk Savaş sonrası dönemin eko-

nomi politik yapısıyla ilişkisi ele alı-

narak masaya yatırılıyor. Küresel-

leşme adı verilen dönemde dünya so-

lunun nasıl konumlandığı ayrıntılı bir

şekilde açıklanıyor. Değişik sosyalist

akımların küreselleşme döneminde

ne durumda oldukları ve küreselleş-

menin somut tezahürleri karşılaştı-

rılarak inceleniyor.

SOSYAL�ST TEOR�DEK�TARTI�MALAR VEUYGULAMALAR

Bu incelemeden sonra Çin'deki

sosyalist akımın bu tartışmada nere-

de durduğu, kendini nasıl konum-

landırdığı tarihsel süreç içerisindeki

uğrakları teker teker saptanarak se-

rimleniyor. Esasında, yazarlar bu sü-

reçleri ele alırken sosyalist teorideki

kimi saflaşmalara yanıt veren yo-

rumları da var. Söz gelimi, kapita-

listlerin mülksüzleştirilmesinin nasıl

olacağı, hangi politikalarla sosyaliz-

min zafere taşınacağı uygulamalar

üzerinden tartışılıyor. Bilindiği gibi

sosyalizm kapitalizmden komünist

topluma geçişi içeren bütün bir sü-

recin adıdır. Yazarlar da bu görüşü

paylaşarak kolektif mülkiyetin nasıl

kazanılacağını, komünizm için bir

ön şart olan bolluk ekonomisinin

nasıl yaratıldığını / yaratılacağını

Çin'in kapitalizm eleştirisi ve solda

Page 11: 1 SUBAT SAYI49-02/14:Layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2013/sayi49.pdfİsimsiz sevgili s. 8 Sevginin absürt yanı üzerine s. 9 Ağızlarda gevelenen gerçek s

1 �UBAT 2013 CUMA 11Aydınlık KİTAP

Boom’un delikanlıları:Marquez ve Llosa

Kitab�, magazinsel unsurlar bulunduran bir kurmaca yerine, ustayazarlar�n tan�kl���nda bir tarih kitab� olarak ele almak gerekiyor

MELİS YALÇ[email protected]

Angel Esteban ve Ana Gallego’nun yaz-

dığı ve Süleyman Doğru tarafından İs-

panyolca aslından çevrilen “Gabo ve Ma-

rio” adlı eser Doğan Kitap’tan yayımlandı.

Konu Latin Amerika yazınının iki büyük ya-

zarının, Gabriel Garcia Marquez ve Mario

Vargas Llosa’nın mektuplaşmaları olunca,

o döneme damgasını vuran olaylardan

bahsetmemek olmaz. Esteban ve Gallego

da öyle yapmış, şair ile mimarın, sözcük si-

hirbazı ile evrenler yaratıcısının biten dost-

luklarını anlatırken, bir yandan Boom dö-

neminin (ve dolaylı olarak o coğrafyanın)

tarihçesini, mektuplar ve o dönemin ta-

nıklarıyla söyleşiler aracılığıyla anlatmışlar.

Savaşın ardından dünyanın iki bloğa ay-

rıldığı 60’lar, edebiyat, siyaset ve kültür an-

lamında adeta bir devrimler devridir. Sadece

Üçüncü Dünya ülkelerinde değil, tüm

dünyada yeni bir dönemin başlayacağını

müjdeleyen 1959 yılı ise aslında meselenin

özüdür. Politik düzlemde “Güney’in” Ku-

zey’e ilk gerçek meydan okuması Küba

Devrimi’ne tekabül eder. Bir avuç dev-

rimcinin Birleşik Devletler tarafından sö-

mürülen bir adayı ele geçirmesiyle başlayan

dönem, ezilen Latin Amerika’yı ve özellikle

aydınları geri dönülmez bir biçimde de-

ğiştirmiştir. Batista diktatörlüğünün yıkıl-

masıyla, Batı kendini bir anda bir isyanlar

denizinde bulmuş, ne yapacağını bilmeden

yalpalarken komünizm düşmanlığına tu-

tunmuştur. Bu arada Küba Mario Bene-

detti, Garcia Marquez, Elizabeth Burgos

gibi birçok aydın için sığınak olmuş ve La-

tin Amerika yazınını tüm dünyaya tanıta-

cak Boom dönemi başlamıştır.

Çelik ayiniyleupuzun bacalarıgizli saklı bilgeleridenizkızlarının türküsükrallığın anahtarlarıylaKuzey’dir buyuran,ama orada, aşağılarda,başkalarının aldığı kararınacı meyvesine muhtaç bırakırhalihazırdaki açlık.Güçlü umuduylaBir de Güney var.(…)Fransız kornasıylave İsveçli akademisiAmerikan salsasıve İngiliz anahtarlarıylabütün misilleriansiklopedilerive bütün defneleriyleKuzey’dir buyuran.Ama orada, aşağılardaköklerinin yakınında belleğin hiçbir anıyıgizlemediği yerdemeydan okuyanlar var ölümeve adayanlar kendini diğerlerineve imkansız denilen şeyibaşarırlar böylece hep birliktebütün dünya bilsin kiBir de Güney var.*

DÜNYAYI DE���T�RMEKBoom döneminin en önemli özellikle-

rinden biri, “edebiyatın dünyayı değiştirmek

için kullanılabileceği” fikrini ortaya koy-

masıydı. Eylem adamı ile sanatçıyı ayıran

çizgi Latin Amerika’da çok inceydi. Peru’da

Vargas Llosa’nın (kazanamadığı) devlet baş-

kanlığı seçimlerine girmesi, Şili’de Pablo

Neruda’nın (kazanacak olan partinin) baş-

kanlık seçimi kampanyasını yönetmesi bu-

nun en önemli örnekleridir. Tam da burada,

yazarın esas sorumluluğu nedir, tartışma-

sı öne çıkar. Aslında, Sartre’ın ünlü “Ya-

zarın Sorumluluğu” makalesinde savun-

duğu fikirler Latin Amerikalı aydınlarınkine

büyük ölçüde uyar. Yazmak nedir? Niçin

ve kimin için yazıyoruz? Sartre’a göre ay-

dın, yaşadığı dönemin çıkmazlarına, içinde

yaşadığı toplumun sorunlarına sırt çevir-

meyen, eylemlerini bu koşullara göre be-

lirleyen kişidir. Yazar her şeyden önce

haklı bir davayı savunmalıdır, köleliği, em-

peryalizmi savunan hiçbir büyük yazar

yoktur.

Dostoyevski der ki, “Her insan herkes

karşısında her şeyden sorumludur.” Bu

söz, gün geçtikçe doğruluk kazanıyor. Mil-

let topluluğu insan topluluğuna biraz daha

katıldıkça, her insan millet topluluğunda bi-

raz daha kaynaştıkça, her birimiz gittikçe

daha geniş ölçüde sorumlu oluyoruz. Nazi

rejimine karşı koymamış her Almanı bu re-

jimden sorumlu saydık. İster bizde, ister baş-

ka memlekette olsun, ırksal ya da ekono-

mik bir baskı oldu mu, bunu açığa vurma-

yanların her birini sorumlu tutuyoruz. Mil-

letler arasında gidip gelme ve haberleş-

melerin bu kadar kolay olduğu bir çağda,

dünyanın herhangi bir yerinde bir haksız-

lık işlenmişse, hepimiz bu haksızlığın so-

rumluluğunu taşımaya başlarız.**

Boom dönemi Latin Amerika yazınının

temelinde bir devrim hayali var, bu yönüyle

Borges’in, Neruda’nın, Marquez’in, Cum-

huriyet dönemi toplumcu yazarlarımız Ke-

mal Tahir, Fakir Baykurt ve Orhan Kemal

ile benzerlikleri olduğunu söyleyebiliriz. Ke-

malist Devrim’le beraber aydınlarımız İs-

tanbul’un dışına çıkıp Anadolu’yu tanıma

fırsatı buldu, Yunus Emre’yle, Pir Sultan

Abdal’la yeniden tanıştı. Anadolu insanı-

nın yaşadığı zorlukları deneyimledi ve yaz-

dıklarına yansıttı. Yeni kurulan devlet ile ya-

pılan bazı devrimleri halka tanıtmayı ve be-

nimsetmeyi görev addeden Cumhuriyet dö-

nemi aydınları, tıpkı Latin Amerikalı mua-

dilleri gibi siyaset ve halk arasında bir

köprü oldu. Ve Sartre’ı bir kez daha haklı

çıkardı.

Bu kitabı, magazinsel unsurlar bulun-

duran bir kurmaca yerine, usta yazarların

tanıklığında bir tarih kitabı olarak ele almak

gerekiyor. Her ikisi de akademisyen olan ya-

zarların titiz bir çalışmasının sonucu olan

“Gabo ve Mario”, akıcı dili ve başarılı çe-

virisiyle okurlarını hayal kırıklığına uğrat-

mayacak gibi görünüyor.

(Gabo ve Mario, A. Esteban, A. Gallego, Doğan Kitap,

Çev: Süleyman Doğru, 300 s.)

Gabriel Garcia Marquez

Mario Vargas Llosa*Mario Benedetti’nin “Bir de Güney Var” adlı şiirinden.

**Bu metin, Sartre'ın seçme yazılarından oluşturulmuş“Çağımızın Gerçekleri” adlı kitaptan alınmıştır.

Page 12: 1 SUBAT SAYI49-02/14:Layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2013/sayi49.pdfİsimsiz sevgili s. 8 Sevginin absürt yanı üzerine s. 9 Ağızlarda gevelenen gerçek s

Bazı insanların hayatlarını öğrendiği-

mizde “ne insanlar var şu hayatta, dünya-

ya az gelir böylesi,” diyerek imreniriz ya ba-

zen, İsmet Kür o imrenilen insanlardandı

işte. Yaşlılığının o hayat dolu, dışarıya

enerji saçan hali gençlere taş çıkarırdı. Geç-

tiğimiz hafta 97 yaşında bizlere veda etti.

Beyni bedenine söz geçirememişti. El-

bette onun bu duruşuna bakarak söyle-

diklerimizin altında koca bir hayat yaşan-

dı. Bizim “fevkalade”

olarak adlandırdığımız

bu yaşamı İsmet Kür bir

röportajında “Yaşadık-

larımda fevkaladelik gör-

müyorum,” diye yorum-

lamıştı. Bu samimi ve do-

ğal duruşu her yerde ser-

gilemişti. Bize göre onun

hayatının güzelliği uzun-

luğundan öte dolu dolu ya-

şanan ve “üreten” bir ha-

yat olmasıdır. Cumhuriye-

tin aydınlanma kıvılcımının

bir taşıyıcısıydı İsmet Kür.

Bu aydınlık duruş hayatın

pek çok yerinde kendini

gösterdi.

Babası, Abdülhamit'e karşı durmuş,

hürriyet sevdalısı, bu uğurda zindanlarda

zincire vurulmuş, gizli hürriyet kuruluşla-

rında faaliyet göstermiş ve 101 yıla hüküm

giymiş gazeteci ve politikacı Avnullah el-

Kâzımi Bey'di. İsmet Kür babasını 1 yaşında

kaybetmiş ve onu annesinden dinlemişti

hep. Zorluhan ailesi yıllarca büyük kişilikler

yetiştirmiş bir aileydi. İsmet Kür'ün abla-

sı, yazar Halide Nusret Zorlutuna'dır. Böy-

le bir ailede iyi bir eğitimle yetişme şansı-

na erişmişti İsmet Kür. Bu kökten beslenen,

yazar ve eğitimcilikle hayatını sürdüren ve

sona geldiğinde hayata yazar ve heykeltraş

olmak üzere iki başarılı kız (Pınar Kür ve

Işılar Kür) bırakan, bunu büyük bir mü-

cadele ve dik duruşla başarmış bir isim.

CESUR B�R AYDINBir kadın olarak tek başına ayakta

kalmanın, sindirilmemenin (eğitimli bir er-

kek bile olsa kadına bakış, erkek egemen

toplumda netti ve baskı bu egemenliğin has

özelliğiydi. Sadece şekil değişikliğinden

bahsedilebilirdi) bir örneği. Ruhi Su, Ke-

mal Tahir, Füreya Koral vb. pek çok isim-

le uzun yıllar dostluk kurmuş ve aynı mec-

lislerde bulunan bir isim. “Ya-

rısı Roman” kitabında anıla-

rını okurken bir sahnenin per-

de arkasını izliyormuşsunuz

gibi bir duyguya kapılıyorsu-

nuz. Sakınmadan, çarpıtma-

dan anlatılan anılar, bu uzun

ömürde büyük bir ortak bel-

lek sunuyor bize.

Doğan Hızlan'ın da de-

diği gibi “Cumhuriyet kuşa-

ğının öncü insanlarının ül-

kenin her sorununa olan

duyarlılığı ve bütün aksak-

lıkların düzeltilmesi sorum-

luluğunu kendi üstlerinde

hissetmeleri” durumunun bir tem-

silcisiydi İsmet Kür de. Uzun yıllar Cum-

huriyet gazetesinde yazılar yazdı. Döneme

göre oldukça cesur yazılar kaleme aldı. Po-

litikaya hep ilgili oldu. “Onuncu Sigara” adlı

kitabında 12 Eylül ve işkenceleri güçlü bir

anlatımla işledi. İsmet Kür, bir söyleşisin-

de politikaya olan ilgisinden konu açıldı-

ğında “Babamla yaşayabilseydim, fikirle-

rinden faydalanabilseydim, iyi bir politikacı

olurdum” diyor.

Yazarlığının arkasında İsmet Kür, teh-

likeyi seven, hareket halindeki tramvayla-

ra atlayan, birini biraz beğenecek olsa ha-

karete varan kabalıklar yapan bir genç kız,

çocuklarıyla tek kelime İngilizce bilmeden

1950’lerin New York’una giden cesur bir

kadın, torunlarına yük olmasın diye eline

geçen eski fotoğrafları yırtıp atan bir an-

neydi. (Pınar Kür onun için, “Keşke daha

az anlayışlı olsaydı da, ben başkaldırmayı

daha iyi öğrenseydim,” demiştir.)

�SMET KÜR’ÜN “SUÇSUZÇOCUKLAR”I

İsmet Kür, Türkiye’de çocuk ve genç-

lik edebiyatı üzerine ilk bilimsel araştır-

maları yapan aydınlardandı. Osmanlıca ço-

cuk dergilerinden başlayarak bütün süre-

li çocuk yayınları üzerine derin ve kapsamlı

araştırmalar yapmış, ilk çocuk eğitimi ma-

kalelerini yazmış, TRT radyosunda “Çocuk

Saati” programını yaptığı dönemlerde bir-

çok radyofonik çocuk oyunu üretmiştir ve

bunların birçoğu sahnelenmiştir. Televiz-

yonun evlere girmesiyle, yazdığı oyunların

bir kısmı televizyonda yayınlanmıştır. Pınar

Kür için annesi, şair ve doktor, şair ve mil-

letvekili gibi ünvanlara sahip insanlar ara-

sında, şair ve radyo yazarıydı ve dolayısıy-

İSMET KÜR

Bir asırlık yaşam vebıraktıkları

Onun hayat�n�n güzelli�i uzunlu�undan öte dolu dolu ya�anan ve “üreten” bir hayatolmas�d�r. Cumhuriyetin ayd�nlanma k�v�lc�m�n�n bir ta��y�c�s�yd� �smet Kür. Bu ayd�nl�k duru�

hayat�n pek çok yerinde kendini gösterdi

DAMLA [email protected]

1 �UBAT 2013 CUMA12 Aydınlık KİTAP KAPAK

Foto

�raf

: Kad

ir �n

cesu

Page 13: 1 SUBAT SAYI49-02/14:Layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2013/sayi49.pdfİsimsiz sevgili s. 8 Sevginin absürt yanı üzerine s. 9 Ağızlarda gevelenen gerçek s

la hepsinden daha ünlüydü.

İsmet Kür’ün çocuk ve gençlik

edebiyatına yaptığı katkıların teme-

linde, edebiyat çevrelerinin içinde bu-

lunması ve kendini geliştirmesinin

yanı sıra Türkiye sorunları karşısın-

da gerçekçi ve duyarlı olmasının da

yeri vardı. Cumhuriyet gazetesinde

“Suçsuz Çocuklar” araştırma dizisi-

nin yayımlandığı dönemlerde “Ço-

cukların Suç Nedenleri” başlığı al-

tında yaptığı incelemeleri, daha son-

raki araştırmalarda kullanılmış

önemli kaynaklardır. Londra’da “Ço-

cuk ve Gençlik Yazını” üzerine eği-

tim alması, New York Üniversite-

si’nde “Çocuk ve Gençlik Psikoloji-

si” üzerine araştırmalar yapması,

ardından yirmi yıllık Türkçe ve Ede-

biyat öğretmenliği, İsmet Kür’ü ço-

cuk edebiyatı ve psikolojisi alanında

bir referans haline dönüştürmüş-

tür.

Kendi yapıtları arasında en çok

“Onuncu Sigara”yı sevdiğini ve ye-

tişkinler için yazarken daha özgür his-

settiğini söyleyen yazar, sıra çocuk-

lara geldiğinde daha duyarlı, özverili

ve dikkatli olmaya çalışırdı. Kitap-

larında özellikle öne çıkardığı hayvan

temalarıyla, çocuklara insanlara ol-

duğu kadar doğaya ve hayvanlara

karşı da saygılı olmaları gerektiğini

hatırlatmak istedi. Ona göre hay-

vanlar kimi kez insanlara, insanlar-

dan daha çok yardımcı olurlar ve on-

ları mutlu ederlerdi. (Pınar Kür,

onun köpeklere olduğu kadar kar-

galara da düşkün olduğunu belirtmiş

bir söyleşisinde.)

9’DAN 99’A...Çocuk edebiyatına Coşkun’u,

Mavi’yi, Karvera’yı kazandıran İsmet

Kür’ün çocukluğunda Sanvas ve

Sendes adında iki hayali arkadaşı var-

mış. Onlarla konuştukça annesi, İs-

met’in büyüyünce çok yalancı ola-

cağını söylermiş. Ama uyarılara ku-

lak asmayan İsmet Kür, hayal gücü-

nü kağıda dökmeye karar vermiş ve

1927’de ilk şiirini yazmış. “Büyük

Gazi” adındaki şiiri önce Çocuk

Dünyası dergisinde yayımlanmış,

ardından ilkokul 3. sınıf ders kitap-

larına girmiş. Kendini geliştirmek

adına düzyazı çalışmaları yapan Kür,

1931’de de “Mesut Tahayüller” adın-

daki öyküsünü, ilk düzyazı edebiyat

dergisi olan “Muhit”te yayımlatma-

yı başarmıştır.

Ve sonraki seneler içinde, her biri

ayrı yaralara dokunan, ayrı yaşamlara

el uzatan, ayrı dünyaları birleştiren ve

her zaman gerçekleri yansıtan öy-

küler, romanlar yazdı. Devrimlerin,

işkencelerin arasında çocuklar ço-

cukluklarını yitirmesin diye hoşgö-

rüyü, barışı anlatan, hatta insan hak-

larından bile söz edilemezken hayvan

haklarını hatırlatan kitaplar yazdı.

Coşkun ve sevimli köpeği Kuzgun’un

serüvenlerini, Mavi adında, insan-

lardan daha bilge bir köpeğin gece-

kondulardan villalara her türlü insanı

barındıran sokaklardaki maceraları-

nı, baharın yaklaşmasıyla eriyecek

olan kardan adamla küçük kara kö-

peğin dostluğunu yazdığı kitapların-

da İsmet Kür, henüz fakirlik, düş-

manlık gibi kavramlara zihinlerinde

yer olmayan çocuklara, zamanın ve

dostluğun kıymetini anlatırken, aynı

eserlerde, bu kavramlar içinde bo-

ğulan ebeveynlere, eğitimcilere, po-

litikacılara, kendi yarattıkları toplu-

mu tüm çıplaklığıyla sergiledi.

Son zamanlarında verdiği bir

demeçte, yaşlılığın kendisini çok

yavaşlattığını söyleyen İsmet Kür

“97 yaşında bir santimi bile yitiril-

memesi gereken bir nesne zaman,”

demiştir.

O'nun “Yarısı Roman” adlı ki-

tabında “mektupsuz ve zamansız

bir çağ” olarak tanımladığı bugün,

hayatının yarısı roman olan İsmet

Kür'ün ardından bu yazıyla ona el

sallıyoruz.

1 �UBAT 2013 CUMA 13Aydınlık KİTAPKAPAK

Yaşamak, 1945.Zehir Hafiye, 1966. (Yayımlanmamış radyo oyu-nu)Mutlugiller ile Beykoz Serüveni, Kiraz Bayra-mı, 1967.Mutlugiller, 1967-1968. (Yayımlanmamış rad-yo oyunu).Bizimgiller, 1969. (Yayımlanmamış senaryo).Memo ve Ay, 1969.Ay ile İkince Gece, 1969.Memo Masallar Ülkesinde, 1969.Oyuncakların Öfkesi, 1969.Memo Vahşiler Arasında, 1969.Anne Olmak, 1970.Çiçekler Sevgiyle Büyür, 1989.Onuncu Sigara, 1990.Türkiye’de Süreli Çocuk Yayınları, 1991.Mavi’nin Serüveni III, Sokak Köpeği, 1998.Kocaman Bir Örümcektir Zaman, 2001.Karvera, 2003.Coşkun’un Serüveni I, Mutlu ve Zorlu Yıllar,2003.Coşkun’un Serüveni II, Bilinmeyene Yolculuk,2003.Mavi’nin Serüvenleri I, Eski Ev, 2003.Mavi’nin Serüvenleri II, Yeni Dostlar Arasın-da, 2003.Anılarla Mustafa Kemal Atatürk, 2005.Karvera Nereye, 2005.99. Kat Şiirleri, 2005.Yarısı Roman, 2006.Ne Güzel Şey, 2006.Yıllara mı Çarptı Hızımız, 2008.

İsmet Kür’ün yapıtları

�smet Kür, hem yeti�kin edebiyat�nda hem de çocuk ve gençlik edebiyat�nda önemli eserler vermi�tir...

K�z� P�nar Kür ile birlikte

Ablas� Halide Nusret Zorlutuna ile birlikte

Page 14: 1 SUBAT SAYI49-02/14:Layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2013/sayi49.pdfİsimsiz sevgili s. 8 Sevginin absürt yanı üzerine s. 9 Ağızlarda gevelenen gerçek s

Bir süre önce gözlerim bir fotoğraf üç-

lüsüne sıkça takılıyordu. Nâzım Hikmet

vardı fotoğraflarda ve yanında sarışın,

genç bir kadın. Nâzım hem muzip hem

mutlu hem de oturaklı bakıyordu fotoğ-

raflarda. Genç kadınsa çocuklar gibi şen-

di ve yerinde duramadığı fotoğraftan bile

anlaşılıyordu.

Kısa bir araştırmayla öğrendim ki, o fo-

toğraflardaki kadın Nâzım’ın Moskovalı

karısı Vera Tulyakova’ydı. Hani Nâzım’ın,

o hepimizin bildiği, “Vera’ya” şiirini yaz-

masına vesile olan, Nâzım’a “gelsene,

kalsana, gülsene,” diyen kadın. “Çok şü-

kür aşığım. Bana öyle geliyor ki bir tek in-

sana, yüz milyonlarca insana, bir tek ağa-

ca, bütün ormana, tek bir düşünceye, bir-

çok düşünceye ve fikre aşık olmadan ya-

şamak yaşamak değildir” diyen Nâzım’ı

son anına kadar aşkla yaşatan karısı.

VERA VE NAZIMÖyle bir mutluluk, öyle bir sevimlilik var-

dı ki fotoğraflarda, derinlerde bir yerlerde

çocuksu bir güzelliğin, belki de çocukça bir

başlangıcın yattığını düşündürüyordu gü-

lüşleri. Geçen gün, YKY’den çıkan bir ki-

tabı elime alınca öğrendim ki, sahiden de

çocuksu bir tatlılık varmış Nâzım ile Ve-

ra’nın tanışmalarında.

SSCB canlandırma film stüdyosu So-

yuzmultfilm, bir Arnavut halk masalından

çizgi film yapmaya karar verir. Senaryo ha-

zırlanır, iş görüntüleri hazırlamaya kalır. Bu

noktada herkesi bir telaş alır, zira kimse Ar-

navutluk hakkında dişe dokunur bilgi su-

namamaktadır. Danışman aranırken, yö-

netmenlerden birinin aklına Nâzım gelir;

Nâzım’la görüşmeye Vera gönderilir. Nâzım,

Vera’yla gönderilen çizimleri görünce, “Sa-

natta natüralizmden nefret ediyorum. Şim-

di içeri gömleksiz bir adam

girerse bu realizm olur. Ama

pantolonsuz bir adam gelir-

se bu natüralizmdir” der ve

alır kalemini eline, başlar

masalın ana hatlarını, yöre

halkının nasıl giyinip kuşana-

cağını çizmeye. İşini bitirince

sorar: “Neden size bir senar-

yo yazmamı önermiyorsu-

nuz?” Vera bunun bir hayal

olacağını düşünür, işi şakaya

vurur. Ama Nâzım’ın şakası

yoktur. Ertesi gün akşama doğ-

ru Vera’yı arar ve “Bir şeyler buldum. Ben-

ce masalım hoşunuza gidecek” der. Böyle-

ce Vera’yla Nâzım’ın çokça görüşmesine ze-

min hazırlanmış olur. Sonra görüşürler,

evlenirler ve onlar ererler muradına, biz çı-

kalım kerevetine, demeyeceğim, çünkü

Rusya’da Nâzım’a dair onca araştırma ya-

pan yazar M. Melih Güneş’in “Hanene Hu-

zur Dolsun Sevdalı Bulut” adlı kitabında an-

lattıkları bu kadarıyla bitmez.

Nâzım “Sevdalı Bulut” isimli masalını

Vera’ya getirir. Vera’nın sonradan berbat bir

Rusçayla yazıldığını söyleyeceği masalın iç-

eriği, anlatmak istediği aslında Vera’yı ol-

dukça etkiler. Etkilenilmeyecek gibi de

değildir masal; Ayşe adlı yalnız ve zavallı bir

kıza sevdalanan, sırf onun bahçesi yok ol-

masın diye, yok olmak pahasına yağmur

olup yağan sevdalı bir bulutu anlatmakta-

dır. İşin güzelliği, Vera masalı tek beğenen

değildir; masal çokça kişi tarafından sevi-

lir. Masalın senaryosu yazılır, filmi ta-

mamlanır. Bu sırada Nâzım, sıkça görüştüğü

Vera’ya sevdalanmıştır. Kim

bilir, belki de ilk görüşünde

sevdalanmış, masalını sev-

dasından yazmış, hem de

ertesi akşama yetiştirmiştir.

“Sevdalı Bulut” kukla

film olarak 1959’da yayınla-

nır. Film Rusça konuşan

Doğu minyatürleri tadın-

dadır. Ve ne mutlu ki, onca

sene sonra yazar M.Melih

Güneş’in çabası ve Vera

Tulyakova-Hikmet’in ti-

yatro bilimci kızı Prof. Anna Stepova’nın

yardımıyla bu kayıtlar bulunur, dijital or-

tama aktarılır ve DVD’si “Hanene Huzur

Dolsun Sevdalı Bulut” isimli kitabın kapa-

ğına takılır. Ve insanı, “önce kitabı mı

okumalıyım, filmleri mi izlemeliyim?” dü-

şüncesiyle tatlı tatlı kıvrandırır.

NAZIM’�N Ç�ZG� F�LM�Benim için kazanan, önce kitabı okuma

düşüncesi oldu. Ama dayanamadım, ki-

taptaki tatlı anlatının ortalarında bir yerde

kitabı bıraktım, filmleri izlemeye başladım.

DVD’de bulunan iki filmden biri, “Sev-

dalı Bulut” on altı dakika uzunluğunda, ren-

kli, Rusça sözlü, Türkçe altyazılı ve bol

ahenkli. Anlatı şiir gibi akıyor, bu hem alt-

yazıda hem de seste hissediliyor. Sesten kas-

tım hem Andrey Babayev’in müziklerini

hem de filmin Rusça seslendirmesini kap-

sıyor. Nâzım’ın şiirlerinden alışık olduğu-

muz ahenk ve akış öyle ki, film konudan hiç

haberi olmayan birine bile dinletilse, o biri,

işin içinde Nâzım Hikmet’in olduğunu

tahmin edebilir.

DVD’deki diğer film ise, kitapta da an-

latılan “Hanene Huzur Dolsun”. “Sevda-

lı Bulut”tan üç yıl sonra, 1962’de yayınla-

nan “Hanene Huzur Dolsun” diğer filmden

biraz farklı. Kukla film değil, çizgi film me-

sela. Ve hiçbir diyalog içermiyor anlatıda.

Nâzım Hikmet, “Büyük bir değer taşıyan

barış hareketine yardımcı olacak ve bütün

dünyada barışı korumaya yönelik bu film ye-

nilik olsun diye değil herkesçe anlaşılabilir

olsun diye sözsüz yapılmıştır.” diyor duru-

mu açıklamak için. Ve bizi “Sevdalı Bulut”ta

hissedilen ahenkli Rusçadan sonra, “Ha-

nene Huzur Dolsun”da da yarattığı uyum-

la şaşırtıyor. Hiç sözcük kullanılmayan çiz-

gi filmdeki uyumlu akış ve izleyiciyi sıkmayış

içerikle bir oluyor; üstüne bir de sözsüzlü-

ğü buğusuyla örten müzikler geliyor; izle-

yici kendini çizgi filmin içinde buluyor. Ger-

çi, filmin içerdiği siyasi ve tarihsel konular,

en azından çocuklar için, az biraz ön bilgi

gerektiriyor; yoksa yer yer mecazlarla yü-

rüyen anlatı çocuklar için biraz ağır. Tabii

o yıllarda yazdığı belirtilen bir makalede,

“Çizgi filmler yalnızca çocuklar için değil,

büyükler içindir de.” diyen Nâzım için bu

durum şaşırtıcı olmasa gerek. Ve bu çizgi

filmi gören büyüklerin, çocuklar gibi, de-

falarca izlemek istemeleri.

(Hanene Huzur Dolsun Sevdalı Bulut, M. Melih Güneş,

Yapı Kredi Yayınları, 144 s.)

1 �UBAT 2013 CUMA14 Aydınlık KİTAP

Nâzım Hikmet bunu da yapmış!SSCB canland�rma film stüdyosu Soyuzmultfilm, bir Arnavut halk masal�ndan çizgi film

yapmaya karar verir. Senaryo haz�rlan�r, i� görüntüleri haz�rlamaya kal�r. Bu noktada herkesibir tela� al�r, zira kimse Arnavutluk hakk�nda di�e dokunur bilgi sunamamaktad�r

MURAT HATUNOĞ[email protected]

Page 15: 1 SUBAT SAYI49-02/14:Layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2013/sayi49.pdfİsimsiz sevgili s. 8 Sevginin absürt yanı üzerine s. 9 Ağızlarda gevelenen gerçek s

Sakar Cadı Vini’nin maceraları sizi

yepyeni bir dünyaya davet ediyor. Eğer

maceraya ve sihirli şeylere hazırsanız

birbirinden güzel dört öykü sizleri

bekliyor. Sakar Cadı Vini, diğer sıradan

cadılara pek benzemiyor. En az diğer

cadılar kadar sihir yapabi-

liyor ama yaşadığı mace-

ralar diğer cadılara taş çı-

karır cinsten. İsterseniz sü-

pürgeye atlayıp dünyayı

dolaşabilirsiniz, isterseniz

sihirli değneklerden oluş-

muş bir ağaçtan bir sihirli

değnek de siz kapabilirsiniz.

Tabii Sakar Cadı Vini kadar

sakar olmamak şartıyla!

Buram buram macera,

tehlike ve sihir kokan bu

öykülerde Vini’nin yaptığı sakarlıklar

size tanıdık gelecek.

Dünyada 2 milyondan fazla çocu-

ğun okuduğu Sakar Cadı Vini’nin se-

rüvenleri İş Bankası Kültür Yayınları

tarafından Bülent O. Doğan’ın çeviri-

siyle Türkçeye kazandırıldı. Bu seride

Sakar Cadı Vini’nin bilgisayarıyla,

komşularıyla, uzaylı dostlarıyla ve daha

nicesiyle yaşadığı maceralar anlatılıyor.

Vini’nin serüvenleri çoğunlukla talih-

sizlikle başlasa da ve beddualarla de-

vam etse de sonu hep tatlıya bağlanı-

yor. Beddua dediğime bakmayın, as-

lında her biri birbirinden yaratıcı ve kar-

nınızı ağrıtacak kadar güldürücü söz-

ler. “Sakar Cadı Vini’nin Yaramaz

Atı” isimli bu kitapta da yine sakar-

lıktan Vini’nin başına gelen şanssız-

lıkları anlatan dört öykü bulunuyor.

İlkinde tatile gitmeye karar veren

Sakar Cadı Vini, yola çıkmak için ara-

ba yapıyor ancak sürmeyi

bilmiyor! İkinci öyküsünde

bahçesini ziyarete gelecek

çocuklara sürpriz yapmak

istiyor ama her zamanki

gibi eline yüzüne bulaştı-

rıyor. Ardından çay parti-

si macerası ve Vini’nin

yaramaz atının yaramaz-

lıklarıyla Vini’nin sakar-

lıkları birleşince ortaya

yine keyifli bir macera

çıkıyor.

Kitabın bir diğer önemli özelliği

Korky Paul’a ait çizimler. Çizimlerin ya-

zılarla uyumu yerinde ve yazılardaki eğ-

lenceyi tüm detaylarına kadar yansı-

tabiliyor.

İş Bankası Kültür Yayınları karne

gününde yine çocukları unutmuyor.

Klasiklerden oluşan ve her çocuğun

ulaşabileceği uygun fiyatlarla oluştur-

dukları serilerle çocukların kalbini

kazanıyor. Serideki eserler içinde ka-

çırdıklarınız varsa bu fırsatı değer-

lendirmenizi tavsiye ederim.

Hayır, dünyada çok az yaratık 165 mil-

yon yıl boyunca dünyaya hükmeden dino-

zorlar kadar ilgi çekici olma şansını yaka-

layabilir! Yapılan araştırmalara

göre 65 milyon yıl önce ne-

silleri tükenmemiş olsaydı

kendi medeniyetlerini kur-

muş olabilecek kadar akıllı

oldukları düşünülen dino-

zorların nasıl yok olduğu bu-

gün hala tartışılan bir konu ol-

maya devam ederken, çocuk

edebiyatının bol ödüllü yaza-

rı Mavisel Yener son kitabı

“Çılgınlar Sınıfı- Dinozor Ta-

kımı” ile karşımızda… Çıl-

gınlar Sınıfı’nın maceraları

son hızıyla devam ederken,

kahramanlarımız şimdi de di-

nozorlarla ilgili bilinen her şeyi değiştire-

cek olağanüstü bir kanıtın izini sürüyorlar.

Nesli tükenmiş canlılar ile ilgili bir

araştırma yaparak sunum hazırlamaları is-

tenince; Ayşegül, Selda, Fatih ve Doruk-

han’ın aklına yalnızca tek bir dev yaratık gel-

mişti: Dinozorlar! Ancak ödevlerini ha-

zırlarken karşılarına çıkan bir internet si-

tesi onlara dinozorlar hakkında tüm bil-

diklerini unutturuyor, yoksa dinozorlar

kuşlardan mı türemiş? Peki ya bulunan fo-

silin ücret karşılığında satılması, acaba bu

etik mi? Türkiye’de bulunduğu söylenen bu

fosilin peşine düşen Dinozor Takımı, sev-

gili öğretmenleri Fatoş Gü-

neş’in yardımıyla bu sır

perdesinin aralanma-

sına yardım ediyorlar.

Sayfaları çevirdikçe,

despot bir müdür yar-

dımcısına rağmen

Fatoş öğretmenin

kucaklayıcı yakla-

şımıyla çocuk-

ların yara-

tıcı-

lık-

ları-

nı na-

sıl zorla-

dığını gör-

düm. Doğru öğ-

retmen ile çocuklar öğrenmenin ve üret-

menin zevkine varıyorlar, bunu da dersi iş-

lemenin eğlenceli bir yolu haline getiri-

yorlar.

Araştırmalarının so-

nunda fosillerin nasıl oluş-

tuğunu, nasıl çıkarıldığını,

müzeler için nasıl bir araya

getirildiğini öğrenip, dino-

zorların nasıl yok olduğu-

nu hep birlikte tartışan

halleri ise beni istemeden

ilkokulda küme çalışmaları

yaptığımız günlere götür-

dü. İnternetin olmadığı

zamanlardı; konumuzu

en iyi şekilde temsil ede-

bilmek için kütüphane-

lerde saatlerce oturacak kadar fe-

dakar fakat grubumuzun payına düşen tem-

belleri dışlayacak kadar da acımasızdık! Di-

nozorlar Takımı’nın yer yer hırslı ama

asla takım ruhunu kaybetmeyen tavrı ço-

cukların araştırmacı yönünü ve özgüveni-

ni kaşıyor, akıllarda kalan ise yine dostluk

ve paylaşım oluyor. Yani Çılgınlar Sınıfı’nın

bizlere öğrettikleri yalnızca dinozorlarla sı-

nırlı sanıyorsanız yanılıyorsunuz! Bu dört

arkadaş iyi bir ekip olmanın pozitif gücü ile

sınırların ötesine geçmenin iyi birer örne-

ği oluyorlar.

Kitapta oldukça akıcı ve çocuklara hi-

tap eden bir dil kullanılmasının yanında, öz-

türkçeye sadık kalmaya özellikle dikkat edil-

miş, öyle ki “internet” kelimesi yerine bile

“bilgisunar” kullanıldığını gördüğümde

biraz garipsediğimi itiraf etmeliyim. Ço-

cukların eğitimine katkısı olduğunu dü-

şündüğümüz internet gün geçtikçe ço-

cuklarımızın vazgeçilmezleri arasında yer

almakta, ve yazar interneti hazırcılık yü-

zünden araştırmacı olamayan günümüz

gençliğinin aksine “bilgi sunan” bir materyal

olarak işleyerek çocukları düşünmeye da-

vet ediyor. İşte tam da bu yüzden “bilgi-

sunar” olarak öztürkçeleştirilmesinde hiç-

bir sakınca görmüyorum.

Nesilleri 65 milyon yıl öncesinde tü-

kenmiş olan dinozorların hikayesi, görül-

düğü gibi hiç de bitmişe benzemiyor!

BAŞAK ELVAN [email protected]

Dinozorlar Tak�m�, çocuklar�n ara�t�rmac�yönünü ve özgüvenini ka��yor, ak�llarda kalan

ise yine dostluk ve payla��m oluyor

Dinozorlar takımıkanıt peşinde

DENİZ ANTEPOĞ[email protected]

Buram buram macera, tehlike ve sihir kokanbu öykülerde Vini’nin yapt��� sakarl�klar size

tan�d�k gelecek

Cadıları sever misiniz?

1 �UBAT 2013 CUMA 15Aydınlık KİTAPÇOCUK - GENÇ

(Çılgınlar Sınıfı-Dinozor Takımı,Mavisel Yener, Bilgi Yayınevi, 112 s.)

(Sakar Cadı Vini’nin Yaramaz Atı, Laura Owen,

İş Bankası Kültür Yayınları, Çev: Bülent O. Doğan, 96 s.)

Page 16: 1 SUBAT SAYI49-02/14:Layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2013/sayi49.pdfİsimsiz sevgili s. 8 Sevginin absürt yanı üzerine s. 9 Ağızlarda gevelenen gerçek s

1 �UBAT 2013 CUMA16 Aydınlık KİTAP ÇOCUK - GENÇ

“Rufus’un dediğine göre bütün Küçük

Asya’da üretilen yünlü kumaşlar, mer-

mer, kereste gibi mallar

Efes Limanı’na getiriliyor

ve burada Yunanistan’a,

İtalya’ya kısacası bütün dün-

yaya dağıtılıyordu. Aynı şe-

kilde Efes’e gelen mallar

da doğuya akıyordu. Kentte

birçok tüccar bulunuyordu.

Rufus önde, iki kardeş ar-

kada kocaman bir tahta ka-

pıyı itip büyük bir avluya gir-

diler…”

Melissa ve Kares’in

Efes’te yaşadıklarını böyle anlatıyor “Ta-

pınağın Sırrı”. İki kardeş babaannelerini de

yitirdikten sonra kimsesiz kalırlar ve aile-

lerinin köklerini araştırmak üzere Efes ken-

tine giderler. Burada başlarına tuhaf olay-

lar gelse de tarihte büyük değere sahip bu

önemli kente dair birçok şey öğrenirler. Bu

sayede kendi ailelerini de daha iyi tanımayı

başarırlar.

Kitabın yazarı Zehra Tapunç, Eskiçağ

Tarihi bölümü mezunu. Efes’i ve burada

yaşayan toplumları anlattığı kitabında bu

alandaki uzmanlığından faydalanmış. Böy-

lece çocukları bilgilendiren ve aynı za-

manda bu alana dair ilgiyi arttıran bir eser

çıkmış ortaya. Bundan önce “Hattuşalı Ha-

taş”, “Kral Midas’ın Çocukları”, “Altın ül-

kesi Lidya” başlıklı kitaplarında da yine 10

yaş üstü çocukların ilgisini çekecek mace-

raları tarih bilgisiyle yoğuran hikayeler oku-

muştuk Tapunç’tan.

“Tapınağın Sırrı”na geri dönecek olur-

sak özetle şunları aktaralım: İki kardeş dö-

neminin en gözde kentini gezerken kentin

kalbi Artemis Tapınağı’nı ya-

kından gözlemlerler ve tapı-

nağın varoluş amacına uygun-

suz biçimde şehrin karanlık in-

sanlarının kirli işlerine paravan

haline getirilmiş olduğunu

keşfederler. Yerli halk ya-

bancılara karşı ürkektir. Ora-

ya yolu düşen her yabancı

gibi Melissa ve Kares’e de

kötü davranırlar. Fakat onlar

içine düştükleri bu ortamın

sırrını çözmeye kararlıdır.

Orada tanıştıkları Rufus ile

birlikte heyecan verici olaylara karışır-

lar…

2011 Tudem Edebiyat Ödülleri’nde

ikincilik ödülüne değer görülen “Tapınağın

Sırrı”, cesur gençlerin izinde, Antik Efes’in

dünyasında esrarengiz olaylara yelken açı-

yor. Bunu yaparken kuşkusuz tarihe dair

gerçek bilgiyle bezenmiş anlatımı sayesin-

de eğitici bir işlev görüyor. İki kardeşin ba-

şından geçen olayların verdiği heyecan ki-

taba bir akıcılık kazandırıyor. Her paragrafta

yeni bir durumla karşılaşan ana karakter-

lerin hikayesi kitabı okunur kılsa da Efes ve

burada yaşamış toplumlara dair aktarılan

bilgiler kimi zaman ağır kaçıyor.

Toplamda yazarın uzmanlık alanın-

dan süzülüp gelen bilgi birikimiyle do-

nanmış anlatım 10 yaş üzeri ve tarihe ilgi-

si olan ya da bu yönde teşvik edilmek is-

tenen çocuklar için keyif verici ve eğitici.

(Tapınağın Sırrı, Zehra Tapunç, Tudem Yayınları, 160 s.)

7 yaşında bir çocuk, bu yaşına dek hiç

olmadığı kadar, hatta hiç kimsenin ola-

madığı kadar şişman. Üstelik bir hay-

li kalabalık olan ailesinde

tek bir şişman yok, hepsi in-

cecik. Sadece onlar değil, tey-

zeleri, amcaları, kuzenleri,

arkadaşları, kısacası herkes…

Kimden bahsettiğimi anla-

mışsınızdır, Günışığı Kitaplı-

ğı’ndan çıkan, son dönemlerin

en iyi çocuk kitaplarından biri

olan “Yerde Ağır Gökte Hafif”

kitabının kahramanı Paula’dan bahsedi-

yorum. Tombul çocuk temalı kitaplar ara-

sında, sevecenliğin, gerçekçiliğin, iyim-

serliğin ötesinde, okuyup da üstüne bol

bol düşüncelere dalacağınız farklı bir

öykü Paula’nın öyküsü.

“Yazın Paula, yüksek

otların arasına uzanıp,

örümceklerle böcek-

lerin, üstünde dolaş-

masına izin veriyor.

Sonbaharda, ku-

rumuş yapraklar

toplayıp onlarla

üstünü örtüyor,

ta ki, burnu dı-

şında her yanı

kırmızı ve sarı

yapraklarla kap-

lanıncaya kadar.

Kışın kara gömü-

lüyor ve bir milyon

kar tanesinin üstüne

yağarak onu sakla-

masını diliyor. İlkba-

hardaysa…”

Yazar böyle anlatınca,

tombul vücudunu insanlardan giz-

lemeye çalışan bir çocuk beliriyor zihni-

mizde. İnsanların alay konusu olan ku-

surlarımızı, onlarından gözlerinden sa-

kınmaya çalışırız ya çünkü. Ya da öyle

yaptığımızı düşünürüz. Aslında yaptığı-

mız, insanların bize hissettirdiklerinden

kaçmaktır. Mesele tombul bir vücudu ser-

gilemekten kaçınmak değil, tombul vü-

cudumuz yüzünden insanların bizde

oluşturduğu utanç duygusundan olabil-

diğince uzak durmaktır. Ne kadar az mey-

dana çıkarsam o kadar az utanırım.

Paula da tombul vücudunu saklamı-

yor karlar altına, her yattığında içe göçen

yatağını, kendisini bir türlü su

üstünde tutamayan havuzu,

Paula’yı her kaldırdıklarında

belleri tutulan amcalarını giz-

liyor. Zaten artık kaldırma-

mayı tercih ediyorlar. Derken

çok uzaklardan gelen Hiram

Amcası, Paula’yı tutup hava-

ya fırlatıveriyor.

Paula havada. Sanki bir an

için yer çekimi denen şey yok

olmuş gibi. “Sırtında yusufçuk kanadı, ka-

nadın üstünde de mendil olan bir tüy

gibi…” Paula dahil herkes şaşkın, yalnız

Hiram Amca hala neye yol açtığının

farkında değil. Paula havada dakikalar

değil, günler değil, mevsimler

geçiriyor ve tek bir gün,

tek bir gece aşağı inmi-

yor. Çünkü, artık iste-

diği huzura sahip.

Tombul vücudu bu

kez daha fazla in-

sanın gözü önün-

de, gökyüzünde

bir zeplin gibi

dolanıp duru-

yor. Ama insan-

ların şaşkın ba-

kışları, gazeteci-

lerin anlamsız so-

ruları Paula’nın

umrunda değil,

çünkü yerdeyken

karların altına gizle-

diği utanç duygusu artık

uçup gitti. O havuzun için-

de hissettiği dayanılmaz ağır-

lık duygusu artık yerini vazgeçilmez

bir hafiflik duygusuna bıraktı.

Peter Schössow’un görüp görebile-

ceğiniz en şirin tombul çocuğu çizdiği,

sonu kalbinizde karıncalanmalara se-

bep olacak “Yerde Ağır Gökte Hafif”i,

hazır bol vaktiniz varken bir an önce oku-

yup bitirin derim. Bazen böyle güzel ki-

taplarda bir adım önde olmak iyidir.

İyi okumalar diliyoruz.

İREM HALIÇ[email protected] PINAR AKKOÇ

[email protected]

2011 Tudem Edebiyat Ödülleri’nde ikinciliködülüne de�er görülen “Tap�na��n S�rr�”, cesur

gençlerin izinde, Antik Efes’in dünyas�ndaesrarengiz olaylara yelken aç�yor

Antik Efes’e gizemlibir yolculuk

(Yerde Ağır Gökte Hafif, Zoran Drvenkar, Günışığı Kitaplığı,

Çev: Suzan Geridönmez, 102 s.)

Paula havada. Tombulvücudu bu kez daha fazla

insan�n gözü önünde,gökyüzünde bir zeplin gibi

dolan�p duruyor

Uç tombul uç

Page 17: 1 SUBAT SAYI49-02/14:Layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2013/sayi49.pdfİsimsiz sevgili s. 8 Sevginin absürt yanı üzerine s. 9 Ağızlarda gevelenen gerçek s

1 �UBAT 2013 CUMA 17Aydınlık KİTAPÇOCUK-YENİ ÇIKANLAR

Filozof Çocuklar Kulübü:Peki Ama Ben Kimim?

Tanner ile onun Alev Kuşu Fi-

repos, Kurt-Canavar Gulkien ve

onun Seçilmiş Binicisi Gwen’le kar-

şılaştıktan sonra güçlerini onlarla bir-

leştirirler. Gwen’in kardeşi Geffen,

onlara ihanet etmiş, Ölüm Maske-

si’nin eksik parçasının Derthsin’in

eline geçmesine neden olmuştur.

Derthsin, bir yandan da maske-

nin diğer üç eksik parçasını ara-

maktadır.

Tanner ve yeni yol arkadaşları,

eksik parçayı Derthsin’den geri al-

mak ve diğer parçaların yerini öğ-

renmek için zorlu bir mücadele ve-

rirler. Bu mücadele sırasında bir de

sürprizle karşılaşacaklardır.

Avantia Günlükleri -Kötülü�ün Pe�inde

Mary Poppins maceraları yine çok

şaşırtıcı, çok eğlenceli, inanılmaz! Bu

maceralarda dilerseniz kuşlar gibi ha-

vada uçabilirsiniz; her şeyi bildiğini sa-

nan Kral’a ders veren kedi olabilirsi-

niz; mermer çocuk için üzülebilir,

nane şekerinden atlara binip kahka-

halar atarak gökyüzünde yarışabilir-

siniz... Peki ya Yükselen Su Parti-

si’nde Tiddy-um-pom-pom müziğiyle

dans etmeye ne dersiniz? Ama acele

edin: Bütün bunları, Mary Poppins

Öteki Kapı’yı açmadan yapmalısınız!

“Mary Poppins Kapıyı Açıyor”,

P.L. Travers’ı dünya çapında üne

kavuşturan altı kitaplık serinin üçün-

cü kitabıdır.

Mary Poppins Kap�y�Aç�yor!

Deniz salyangozu koca kayayı

kaymış dolanmış...

Gözleri bir denize bir rıhtımda-

ki gemilere dalmış...

Bakarken derin bir nefes alıp

içini çekmiş...

“Deniz derin, dünyaysa gepgeniş!

Ah keşke ben de yelken açıp

gezsem çok!” demiş minik salyan-

gozcuk...

Bir salyangoz ve bir balinanın

yerin yüzlerce metre altından, ok-

yanusun derinliklerinden dünyaya

nasıl baktıklarını okuyacaksınız.

Salyangoz ile Balina

Yemeğini arayan tırtılın mace-

raları devam ediyor. “Meraklı Gez-

ginler Serisi”nin ikinci kitabı olan

“Özgürlüğünü Arayan Kelebek”te

serinin ilk kitabında tanıştığımız

tırtıl artık bir kelebeğe dönüşüyor.

Rengârenk kanatlarını çırpan ke-

lebekle birlikte dört farklı mekân-

da geziyoruz.

Hem bir yetişkin ile birlikte

okunabilecek hem de okumayı yeni

öğrenen çocukların ilk kitapları

olarak kütüphanelerinde yer alacak

bu kitabı üç yaş ve üzerindeki tüm

çocuklara tavsiye ediyoruz. Me-

raklı gezginler için yolculuk devam

ediyor!

Özgürlü�ünü ArayanKelebek

Ruby, evinde bir pijama partisi

vermek ister, ama annesinin buna

izin verip vermeyeceğini bilemez. Üs-

telik evde herkese yatacak yer de

yoktur. Tüm arkadaşlarını çağır-

mazsa onlar tarafından dışlanmak-

tan korkan Ruby, herkesin gönlünü

hoş tutmaya çalıştıkça çıkmaza girer.

Acaba arkadaşları ve ailesiyle arası

bozulmadan bu işten sıyrılabilecek

midir?

Gözyaşları, tartışmalar ve mu-

zipliklerle harmanlanmış yeni bir

Ruby Rogers macerası daha...

Ruby Rogers – Oyunbozan

Güneşin neden bazen kırmızı ba-

zen de sarı olduğunu hiç merak ettin

mi? En büyük hayali getir-götür işle-

rinden kurtulup denizlere açılmak

olan Ali yine bir gün babasına yardım

ederken sandalında oturan mutlu bir

adamla karşılaşır. Adam yaptıkları iş-

ten mutluluk duymayan çocuklara

masallar anlatan bir masalcıdır. Ma-

salcının o gün Ali için anlattığı masal

o kadar güzeldir ki, Ali’ye dünyadaki

her şeyin bir sebebi olduğunu gösterir.

Sen de bu kitabı okuyunca, tıpkı

Ali gibi güneşin ve onu kırmızıya

boyayan çocuğun macerasını dinle-

yebilir, hatta güneşi batmadan yaka-

layabilirsin.

Güne�i K�rm�z�yaBoyayan Çocuk

2009 yılında “Mezarlık Kitabı”yla

Newbery Medal alan Neil Gaiman’dan

zekice kurgulanmış eğlenceli bir ro-

man... Konusunu geleneksel Nors mi-

tolojisinden alan “Odd ve Ayaz Dev-

leri”, okuru devlerin ve Tanrıların ül-

kesinde vahşi ve büyülü bir yolculuğa

çıkarıyor.

Vikingler döneminde, Norveç’te

bir kasabada Odd isimli bir çocuk ya-

şar. Odd hep çok şanssız bir çocuk ol-

muştur. Odd kasabadan ormana gitti-

ği bir gün ayı, tilki ve kartalla karşıla-

şır. Bu üç sıradışı hayvanın Odd’a an-

latacakları bir hikâyeleri vardır. Şimdi

Odd, Tanrılar şehri Asgard’ı Ayaz

Devleri’nden kurtarmak zorunda...

Odd ve Ayaz Devleri

Seran Demiral, Final KültürSanat Yay�nlar�, 128 s.

Kaan ile Ece, Sevim’e ait olan bir

defteri okumaya başladıklarında, bil-

medikleri bir dünyayı keşfettiler. Bu

dünya “felsefe” dünyasıydı. Ece,

Kaan, Zeynep, Barış ve Sevim hem

ortak noktalarını, hem de birbirleri-

ne hiç benzemeyen yönlerini görerek,

kim oldukları üzerine düşünmeye

başladılar.

“Filozof Çocuklar Kulübü”ndeki

tartışmaları, serüvenleri, Ece’nin kim

olduğunu keşfettiği bu ilk kitap ile

başladı. Bu kitap aynı zamanda felsefe

tarihine, filozofların dünyalarına açı-

lan bir kapıydı; “Filozof Çocuklar Ku-

lübü”nün sadece meraklı çocuklara ve

gençlere görünen kapısı...

P. L. Travers, Kelime Yay�nlar�,Çev: Semin Say�t, 224 s.

Neil Gaiman, �thaki Yay�nlar�,Çev: Emine Ayhan, 104 s.

Adam Blade, Beyaz BalinaYay�nlar�, Çev: Rose Mary

Samano�lu, 192 s.

Julia Donaldson, Popcore Yay�nlar�,

Çev: Y�ld�r�m Türker, 32 s.

Tülin Koziko�lu, Redhouse Kidz Yay�nlar�, 40 s.

N. Aylin Atilla, MandolinYay�nlar�, 32 s.Sue Limb, Alt�n Kitaplar,

Çev: �pek Demir, 112 s.

Page 18: 1 SUBAT SAYI49-02/14:Layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2013/sayi49.pdfİsimsiz sevgili s. 8 Sevginin absürt yanı üzerine s. 9 Ağızlarda gevelenen gerçek s

1 �UBAT 2013 CUMA18 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR

Esneyen Adam

“Rabıta’nın Zabıtası’, ‘Rabıta’ ki-

tabından 26 yıl sonra yayınlanıyor ve ilk

kaleme alındığından bu yana olaylar ile

kişilerin üzerinde öbeklenen tozları

silkeleyerek, şu anda, büyük Rabıta pla-

nının hangi noktaya varmış bulundu-

ğunu gösteriyor.”

4+4+4’lü eğitim sisteminin bütün

yapı taşlarının nasıl Rabıta örgütü ta-

rafından sabırla hazırlandığını görüyor,

olaya, daha aydınlatıcı bir açıdan bak-

ma olanağını buluyorsunuz. “Rabı-

ta’nın Zabıtası”, Rabıta’nın güncel ha-

lini ortaya serdiği gibi, usta ve çırak iliş-

kisi içinde olmuş olan iki Rabıtalı araş-

tırmacı usta yazarın, gönül ve fikir ra-

bıtasını da ortaya seriyor.

Rab�ta’n�n Zab�tas�

İnanmak günahmış bu cehen-

nemde, tövbemizi boynumuzda taşı-

yoruz. Bildiğiniz bir sır yok mu hâlâ,

koynumuzda saklamak için. Yeter ki

beni artık ele vermeyin. Çünkü her

yeni gün şimdi yabancı bana. Ah, yok-

sa siz de mi kırgınsınız Tanrıya?

Oysa benim sitemim kilitli zamana.

Yalvarırım kum saatini bir kez daha

çevirelim. Yoksa beklemektense öl-

meyi mi seçelim?

Gül Yıldız genç bir yazar. Bu ilk

kitabında, yeni yetme kalemini fü-

tursuzca savuruyor; hayatın içinden,

bu kaosun ortasından geçerken ru-

hunu yaralayanlara. Duyarlı ve kırıl-

gan; ama asla boyun eğmeyen bir dil...

Tutsak Ça�r���m

“Sanatın Tüm Öyküsü”, sanatı il-

kel toplumlardan beri dünya çapın-

da yaşanan toplumsal ve kültürel ge-

lişmeler bağlamına yerleştiren net ve

doğrudan bir tarihsel panoramayla

başlıyor. Kronolojik olarak düzen-

lenmiş bu kitap sanatsal gelişmele-

rin izini dönemden döneme ve akım-

dan akıma sürüyor. Görsellerle des-

teklenen geniş kapsamlı metin, re-

simden heykele, sanatın tüm üslup-

larını barındırıyor. Belli başlı sa-

natçıların çalışma ve fikirlerinin ay-

rıntılı analizleri, bir sanatçının diğer

sanatçıları nasıl etkilediğini ve ça-

lışmalarıyla neye erişmeye çalıştığı-

nı ortaya koyuyor.

Sanat�n Tüm Öyküsü

NTV Yayınları’nın çok satan seri-

sinin son kitabı: Batı sanatını tarih ön-

cesinden alıp günümüze kadar incele-

yen bir rehber: "Sanat".

Mağara resimlerinden Sistine Şa-

peli’nin tavanına, Rembrandt’tan Andy

Warhol’a “Sanat” kronolojik sıraya

göre bütün çağları (Antik dönem, Or-

taçağ, Rönesans) önemli akımları ve ta-

nınmış sanatçıları ele alıyor. Bölüm baş-

larındaki giriş yazılarında o döneme ait

politik, sosyolojik ve bilimsel gelişme-

lerden bahsediyor. Görselleri ve oku-

ması rahat metinleriyle Batı sanatının

kısa ve öz bir tarihçesini sunan “Sanat”,

herkesin edinmesi gereken bir başvu-

ru rehberi.

Sanat

Yirminci yüzyılın en önemli İtal-

yan ve Avrupalı şairlerinden biri

olan Ungaretti, bütün şiirlerini top-

ladığı kitaba “Bir İnsanın Hayatı”

adını vermişti.

Yoğun ve yalın bir dille yazılmış bu

şiirlerde, doğup büyüdüğü İskende-

riye, Afrika’nın uçsuz bucaksız çöl-

leri, kıyılarını yakından tanıdığı Ak-

deniz, yenilik yaratan sanatçılarla ta-

nıştığı Paris, siperlerinde savaştığı

Kuzey İtalya’nın dağları, Brezilya’da

geçen hocalık yılları da dile geliyor-

du bu şiirlerde. Hem de Ungaret-

ti’nin İtalyan diline kendine özgü bir

yalınlıkla kazandırdığı bir ritim ve li-

rizm zenginliğiyle...

Bat�k Liman ve Ba�ka�iirler

Doç. Dr. Hüner Tuncer, on beş yıl

boyunca aralıklarla çalıştığı Avusturya

ve Danimarka arşiv ve kütüphanele-

rinden elde ettiği bilgileri, yalın ve akı-

cı üslubuyla okuyucunun bilgisine su-

nuyor. Bu kitap, Avusturya Başbakanı

Metternich hakkında ülkemizde ya-

pılmış ilk monografik çalışma. Avru-

pa’da XIX. yüzyılın ilk yarısında tutu-

culuğun simgesi olarak gösterilen Met-

ternich’in bazı görüşleri şöyle: “Hükü-

met, devrimci güçleri bastırmalı ve

bunlara karşı savaşmalı. 1832’de Av-

rupa’da tek bir ciddi sorun vardır; o da

devrimdir. Devrimler, halk yığınlarının

zenginleri soyma girişimleri ve bir doğa

felaketidir.”

Metternisch’in Osmanl�Politikas�

Loan James bu önemli çalış-

masında günümüzden 300 yıl geri-

ye uzanarak altmış büyük mate-

matikçinin biyografilerini kaleme

alıyor. Kitap matematikçilerin bi-

limsel başarılarının yanı sıra her biri

oldukça merak uyandırıcı yaşam öy-

küleri üzerinde de titizlikle duruyor.

Kronolojik olarak düzenlenmiş bi-

yografilerle matematiğin yıllar için-

de hangi toplumsal koşullarda ge-

liştiğine dair çarpıcı bir tablo su-

nuluyor. Bilimsel ve teknik ayrıntı-

ları asgaride tutan kitap konuya ilgi

duyan bütün okurları modern ge-

lişmeleri kolayca izlemeye davet

ediyor.

Büyük Matematikçiler

Feryal Tilmaç, Yap� KrediYay�nlar�, 112 s.

Bu öyküler sanatın ve düşüncenin

etrafını karbonmonoksit bulutu gibi sa-

ran popüler kültüre, aslolanın değer-

sizleştirilmesine, görünme derdine,

temelsizliğe, kültürsüzleşmeye, aşkın,

inancın, etiğin, vicdanın kalıplara dö-

külmesine, aynılaştırma çabalarına,

içi boş klişelerin tümüne ve dayatma-

lara ve hoyratlıklara ve özensizliklere

kendi halinde bir karşı çıkıştır.

“... bitap düşene kadar kendimi,

hissettiklerimi, arzumun nesnesini, bu

nesnenin sahiden de bir nesne olma-

sının garipliğini, içine düştüğüm im-

kansızlığı, zaten hissettiklerimi aşk

yapan gizin tam da bu imkansızlıkta

yattığını tartıp döküyordum.”

Gül Y�ld�z, Marjinal Kitap, 80 s.

Joan James, �� Bankas� KültürYay�nlar�, Çev: Cumhur Öztürk, 611 s.

I��k Kansu, um:ag Yay�nlar�, 120 s.

Kolektif, Hayalperest Kitap, Çev:Firdevs Candil Çulcu, Gizem

Aldo�an, 576 s.

Kolektif, NTV Yay�nlar�, Çev:Derya Nüket Özer, 512 s.

Hüner Tuncer, KaynakYay�nlar�, 192 s.

Giuseppe Ungaretti, Can Yay�nlar�,Çev: Cevat Çapan, 112 s

Page 19: 1 SUBAT SAYI49-02/14:Layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2013/sayi49.pdfİsimsiz sevgili s. 8 Sevginin absürt yanı üzerine s. 9 Ağızlarda gevelenen gerçek s

1 �UBAT 2013 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR

Romanov Komplosu

Politika, sömürenlerin süregelen

egemenliğine destek veren ideolojiler

bütünü müdür?

Okan Gökay Emgengil bu kitabı-

na, uygarlıklar kavramıyla girerek

Doğu-Batı çelişkisinin çarpıcı bir sor-

gulamasını yapıyor. İnsanlığın bar-

barlık-uygarlık aşamasından tekrar

barbarlığa geçiş sürecini anlatıyor.

Emgengil okuyucuyu, siyasal ideolo-

jiler, devrimler ve stratejik rekabet mer-

kezleri arasında, çarpıcı bir yolculuğa

çıkarıyor. Politika konusunda, Eski

Yunan’dan günümüze kadar bize an-

latılan birçok kavramın gerçekleri

yansıtmadığını düşünen yazar, fena hal-

de kandırıldığımıza inanıyor...

Barbarl�ktan Uygarl��aPolitika ve Devrim

“Rekabetçi bir dünyada engelleri

aşarak ilerleme stratejileri sunan ‘na-

sıl yapmalı’ kitaplarının tersine bu ki-

tabın amacı okurun mücadele dünya-

sından çıkarak sonsuz olasılıklar ev-

renine yelken açmasına yardımcı ol-

maktır. Gündelik yaşamda bizi engel-

lediğini düşündüğümüz birçok koşulun

sadece varsayımlarımızın çerçevesinden

bakıldığında öyle göründüğünü öne sü-

rüyoruz. Aynı koşulları başka bir çer-

çeve içinde ele aldığımızda yeni yolla-

rın açıldığını görürüz. Kitabın her bö-

lümünde bu yaklaşımın başka bir yö-

nünü sunuyor ve sonsuz imkânları ha-

yatınıza taşımanın yeni bir yolunu ta-

rif ediyoruz.”

Ya�am Sanat�ndaUstala�mak

Kathi Weeks, “Feminist Özne-

lerin Kuruluşu” adlı çalışmasında,

1980’li yıllarda yürütülen moder-

nizm/post-modernizm tartışması-

nın ötesine geçerek, günümüzde fe-

minist öznelerin kuruluşuna dair

yeni olanaklar üzerine düşünmenin

önünü açıyor. Modern ve post-mo-

dern özne kuramlarının ve bunların

felsefi temellerinin, feminist dü-

şünce ve pratik üzerindeki etkilerini

tarihsel bir yaklaşımla inceliyor. İs-

ter metafizik isterse doğallaştırıcı ol-

sun özcü yaklaşımların dışında özcü

olmayan bir feminist yaklaşımın

nasıl kurulabileceğini araştırıyor.

Feminist ÖznelerinKurulu�u

“Kahverengi Veba”, Hitler fa-

şizminin bir ifadesidir. Hızlı ve fark

ettirmeden nüfuz eden oldukça

yaygın kitlesel bir hastalıktır. Onu

gören, teşhis eden, ona seslenen ve

ona karşı mücadeleye çağıran bir ta-

nımlamadır. Bugünden oldukça

uzakta, geçmişte kalmış gibi duran

ancak yağ lekesi gibi etrafta geniş-

lemeye devam eden faşizmin gü-

nümüz dünyasındaki şifrelerinin

en önemli tarihsel belgelerindendir.

Zamanını ve Almanya’yı aşarak

bugünlere ışık tutacak, her zaman

olası tehlikelere karşı uyanık kal-

mayı sağlayacak tanıklıklar ve de-

neyimler silsilesidir...

Kahverengi Veba

Müslüman ülkelerin başkentleri-

ne ulaşan İstanbul’un fethi haberi se-

vinç ve coşku ile karşılanıp camilerin

kandilleri sabaha kadar yakılırken

Hırıstiyan dünyasında ise büyük bir

üzüntüye ve acıya sebep olmuştur. Du-

kas, bu acıyı Eski Ahid’deki Yeremi-

ya’nın Kudüs üzerine yazdığı ağıtlar-

dan alıntı yaparak şöyle haykırır: “Ey

güneş titre! Ey arz, sen de titre ve adil

hâkim olan tanrının günahlarımız

için neslimizi tamamen terk ettiğinden

ağla ve inle! Bakışlarımızı gökyüzüne

çevirmeye layık değiliz, yalnız yüzü-

müzü yere koyarak tanrıya hitaben,

‘Adilsin ve kararların adalete dayan-

maktadır!”

�stanbul’un Fethi

Elinizde tuttuğunuz bu kitap N. K.

Krupskaya tarafından halk eğitimi ve

politeknik eğitim konularının değişik

yönleri ve detayları ile kaleme alınan

ve sosyalist toplumun inşasında pe-

dagojik eğitim ve aydınlanma çalış-

maları, yeni nesillerin eğitilmesi ve ye-

tiştirilmesi konuları üzerine yoğunla-

şan makalelerinden oluşmaktadır.

Krupskaya, yeni sosyalist okul hak-

kında kaleme aldığı makalede bilime

ve Marksist-Leninist çizgiye sadık ka-

larak, okulun sosyalizm koşullarında

nasıl olması gerektiği, çalışma ve emek

ekseninde, politeknik eğitim konula-

rında bilimsel sosyalist bakış açısını ay-

rıntılı bir şekilde ortaya koymaktadır.

“Ekim sonu, yılın büyük okuma se-

zonu başlar. Şu andan Noel’e kadar

akşamlar uzar, çimler ve bahçe uzun

bir kış uykusuna yatar ve serin hava-

lar, kır yürüyüşlerine ve semt gezinti-

lerine ve ardından da iç ısıtan içe-

ceklere davetiye çıkarır. Bu, pazen

gömlek ve yün battaniye havasıdır. Bu,

hayalet hikayelerinin, yavaş yavaş

okunan tarihi romanların ve macera-

cı cesurların heyecanlı öykülerinin

zamanıdır.” Ve mevsim hafif bir kışa

sarmaya başlar O karanlık, sıcak,

uzun gecelerde zihninizde sıcak, keyf-

li, masalsı, arkakik bir tat bırakacak

olan “Yaylı Bacak Jack” tüm bu ko-

şulları düzgünce harmanlıyor.

Lenin ve Halk E�itimi Yayl� Bacak Jack

Glenn Meade, K�rm�z� KediYay�nevi, Çev: Ali Cevat

Akkoyunlu, 504 s.

Dr. Laura Pavlov, 20. yüzyılın en bü-

yük muammalarından birine ışık tuta-

cak bir gizemi çözmek üzeredir. Rus-

ya’nın Yekaterinburg şehrinde yapılan

bir kazı sırasında, son Çar ve ailesinin

1918 yılında infaz edildiği bölgede,

buz içinde bozulmadan kalmış bir ce-

set bulunur. Bu yeni bulgu, Romanov

ailesinin ortadan yok olmasıyla ilgili yeni

ipuçları sağlar. Ülkemizde de geniş bir

okur kitlesine sahip olan Glenn Mea-

de, tarihsel gerçeklere dayanarak yaz-

dığı Romanov Komplosu’nda, savaşın

zor koşullarında, temelinde tarihin en

çarpıcı olaylarından birinin olduğu,

aşkın ve dostluğun sınandığı, nefes

kesici bir hikâye anlatıyor.

Benjamin Zander, Rosamund StoneZander, Optimist Yay�n Da��t�m, Çev:

Evin Kantemir, 236 s.

Mark Hodder, Alt�k�rkbe� Yay�nlar�,Çev: Gonca Gülbey, 480 s.

Okan Gökay Emgengil, BerfinYay�nlar�, 451 s. Kathi Weeks, Otonom Yay�nc�l�k,

Çev: �lkay Özküralpli, 240 s.

Daniel Guerin, Habitus Kitap,Çev: Volkan Yalç�ntoklu, 160 s.

Nadezhda Krupskaya, Evrensel Bas�m Yay�n,

Çev: Özgür Metin Demirel, 136 s.

Dukas, Kabalc� Yay�nevi, Çev:V. Mirmiro�lu, 244 s.

Page 20: 1 SUBAT SAYI49-02/14:Layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2013/sayi49.pdfİsimsiz sevgili s. 8 Sevginin absürt yanı üzerine s. 9 Ağızlarda gevelenen gerçek s

1 �UBAT 2013 CUMA20 Aydınlık KİTAP

Tasavvuf ve postmodernizmBu kitap, �bni Arabî’nin tüm zamanlar�n varolu�çusu ya da postyap�salc�s�

oldu�unu iddia etmek yerine, tasavvufu ve yap�sökümü anlamay� amaçl�yor

Ian Almond’un kitabının Türkçe bas-

kısına yazdığı önsöze bakılırsa kitap,

1999-2000 yılları arasında altı aydan uzun

süren bir zamanda Kayseri, Talas’ta ka-

leme alınmıştır. Yazar, İbn Arabi’ye olan

ilgisini, ‘bir arkadaşım, ilahiyat profesö-

rü ve Sufi şair’ diye nitelediği Turan

Koç’a bağlamakta, daha da

önemlisi, bir edebiyatçı ola-

rak mistik düşünceye ilgisi-

nin doktora yıllarına değin

geriye gittiğini söylemekte-

dir. Doktora tezi, İbn Ara-

bi’nin vefatından yirmi yıl

sonra bir Alman kasabasın-

da doğan ve “Tanrı’ya beni

Tanrı’dan kurtarması için yal-

varıyorum” diyen Hıristiyan

mistik Meister Eckhart üze-

rinedir.

Ian Almond incelemesine, Orhan Pa-

muk’un “Kara Kitap” adlı romanından bir

alıntıyla başlıyor.

PAMUK’UN �BN� ARAB� �AKASI“O ara biri ‘en büyük egzistansiyalist’in

İbni Arabî olduğunu, Batı’dakilerin yedi

yüz yıl sonra, yalnızca ondan çalıp çırpıp

taklit ettiğini yazmıştı.” Bütün düşünce ta-

rihi, belki de el altından yapılan hırsızlı-

ğın itinalı bir belgelendirmesinden başka

bir şey değildir. Bugün Batı’da Herakleitos

ve Augustine’den Aquinas’a, varoluşçu-

luğun öncüleri sayılabilecek şahsiyetler

güncelliklerini korurken, Pamuk, Do-

ğu’daki İslamcı/milliyetçi odakların, Ba-

tı’nın temelleri üzerindeki hak iddiaları-

na bir örnek olarak İbni Arabî’yi kullan-

maktadır. Modern kültürü ve yüzyılların

bütün düşüncelerini tek bir kültürel kay-

nak adına yeniden kendilerine mal eden

birçok eleştirmendeki bilindik yerel iç-

güdüleri, parodileştirme yoluyla ifade

etmektedir Pamuk. Arabî’nin Dante’nin

“İlahi Komedya”sı üzerindeki iddia edi-

len etkisi, birçok hüsnükuruntu tadında-

ki hermenötik arasından bir örnek olarak

alıntılanmıştır. Ama bu kitap, Pamuk’un

şakasındaki gibi, İbni Arabî’nin tüm za-

manların varoluşçusu ya da postyapısal-

cısı olduğunu iddia etmek yerine, tasav-

vufu ve yapısökümü anlamayı amaçlıyor.

Bu çalışmanın niyeti bir 13. yüzyıl muta-

savvıfını bir postmodern teorisyene çe-

virmek olmadığı gibi Jacques Derrida’yı

da İslâmîleştirmek veya yazılarını İslâmî

mistik bir forma dönüştürmek değildir.

İbni Arabî ile Derrida arasındaki ilişki tam

olarak nedir? Bir mutasavvıfın kullandı-

ğı kelimeler, “gerçekten bir ateist gözüy-

le bakılan” çağdaş bir Fransız teorisye-

ninin çalışmalarıyla benzerlik arz edebi-

lir mi? Yapısökümün metaforları, stra-

tejileri ve motifleri bütün anlamlarını

tasavvufla bir mukayese bağla-

mında değiştiriyor mu? İbni

Arabî bize Derrida’yı farklı

şekilde okumayı öğretebilir

mi; ya da Derrida İbni Ara-

bî’yi?”

AYNI TEMELDE �K�FARKLI ARGÜMAN

Ian Almond, ortaya attığı

sorulara yanıt bulabilmek için,

yapıtı giriş hariç dört ana bö-

lüme ayırıyor. İlk bölümde, “Aklın Zin-

cirleri” başlığı altında, Sufi düşünce ile Ya-

pısökümün rasyonel düşünce ve rasyonel

metafizik karşıtlığını, bir tür özgürleşme

projesi olarak sunuyor. Bu bağlamda,

İbn Arabi’nin Hakk’ın ya da Tanrı’nın

özünün bilinemeyeceğini gösterirken kul-

landığı argümanlar ile, Derrida’nın dif-

ferance kavramsallaştırmasının ortak

noktalarını gözler önüne seriyor. Literal

olarak ne bir kelime ne de bir kavram olan

Derrida’nın differance terimi, Tanrı veya

bir tür apofatik/nagatif teoloji ile bağ-

daştırılmaya çalışılıyor. Yazar bölümün so-

nunda, Hakk ile Differance esrarengiz bir

biçimde benzer görünüyorsa, birtakım or-

tak özellikleri –isimsizlik, radikal ötekilik,

somutsuzluk/görünmezlik/düşünülmez-

lik zamansalsızlık ve bunların yanında on-

ların paradoksal meydana getirme işlev-

leri- paylaştıklarından dolayıdır, diyor.

“Hayrete Düşmenin Dürüstlüğü” ana

başlığını taşıyan ikinci bölümde, yazar, İbn

Arabi ve Derrida’da ortaya çıkan karı-

şıklık, karşıtlık, şaşırma, söylenmeyeni bu-

lup ortaya çıkartma, şaşkınlık yaratma ve

sistem karşıtı olma gibi unsurlardaki

benzerliklere dikkat çekmektedir. Ona

göre, Derrida ve İbn Arabi’nin şaşkınlı-

ğa karşı tutumları, onların sistemlere ve

sistem inşa edenlere karşı itimatsızlıkla-

rı, serahati belli bir durumun cahilliğin-

den gelen bir illüzyon olarak tasvir et-

meleri, kendisini açığa vurmadan bütün

tecellilerin/metinlerin içine işleyen di-

namik belirli bir kuvvet anlayışları, hak-

kında düşünmeyi deneyenler için Öteki’ye

bir anlık bakışa izin veren hayret maka-

mında olan inançları…

Tüm bu gözlemler bizi hay-

ret ve şaşkınlığın kaçınıl-

mazlığı sonucuna iletmek-

tedir. “Kitabın Bilgeleri”

adlı üçüncü bölüm, İbn

Arabi’nin kutsal metinlere

yönelik geliştirdiği herme-

nötik ile Derrida’nın post-

modern yapısökümcü her-

menötiği karşılaştırılıyor.

Her iki yaklaşımda da, ra-

dikal öznelci vurgu, yani

metnin yazarının, bağla-

mın, kanonun ölümü ön

plana çıkarılıyor, İbn Ara-

bi’nin Kuran’ın her şeyi

içerdiği, sınırsız bir umman olduğu, Tan-

rı’nın her an farklılaşarak tecelli ettiği te-

masıyla, Derrida’nın her metnin münasip

tek anlamı yoktur, aynı özne bir metni

ikinci kez okuyamaz, anlam sürekli say-

damlaşır temaları benzeştiriliyor. Dör-

düncü bölümde ise, “Zevk-i Esrar ve

Boşluk” ana başlığı altında, sır ve illüzyona

ait iki düşünürün görüşleri ele anlıyor.

Ian Almond, yapıtın sonlarına doğru,

yeni Platonculuğun Tanrı hakkındaki

negatif konuşmasına atıf yapıyor. Böyle-

likle İbn Arabi ile Derrida’nın ortak kay-

naklarına değiniyor. Bu değiniden sonra

şöyle diyor:

“Hiç şaşırtıcı olmayan bir şekilde, en

sonunda vardığımız sonuç, İbn Arabi

gibi Sufi düşünürlerin Tanrı hakkında ko-

nuşmasının Derrida gibi post-yapısalcı dü-

şünürlerin yazı hakkında konuşmasına es-

rarengiz bir biçimde bir benzerlik arz et-

mesidir. Ne yazı ne de Hakk hiçbir zaman

bir şeyler için bir merkez olarak yeteri ka-

dar durmamaktadır; bu çalışmada öne çı-

kardığım birbirinden yedi yüzyıl uzak

olan bu iki düşünür, kendi akranlarının bu

duruma karşı körlüklerini akla getirme-

ye cüret ettikleri için şiddetle kınandılar

ve kötülendiler... ”

TASAVVUF VE YAPISÖKÜMÜYapıt, bir bütün olarak bakıldığında,

Tasavvuf ve Yapısökümü arasında ilişki

kurmak isteyenlere, ideolojik olarak Ya-

pısökümün temellerinin Batı’dan önce İs-

lam dünyasında atıldığı iddiasını görme-

yi arzulayanlara, daha da önemlisi Batı

kültürüne İslamın katkısı konusunda bir

şeyler duyma beklentisi içinde olanlara

pozitif hiçbir katkıda bulunmuyor. Çeviri

dili olarak metni bir parça sıkıntılı olsa da

yapıt, kanımca ufuk açıcıdır; nesnel te-

melleri göz ardı eden, metnin kendinde

bir anlamının olmadığını söyleyen her-

menötik yaklaşımı benimseyenler için il-

ginç bir zihin jimnastiği içeriyor. Tabi nesn-

elci bir hermenötük yaklaşımı benimse-

yenler için, Derrida gibi şöhretli bir mo-

dern filozofun differance gibi temel bir te-

riminin Yeni Platoncu mistik temele da-

yandığını görmeleri, yorum anlayışının

mistik, Batıni-ezoterik geleniğin kısmi re-

formlarla bir tür tekrarı olduğunu fark et-

meleri oldukça aydınlatıcı olacaktır.

Kitap, İbn Arabi ve Derrida’nın met-

ni anlamsızlaştıran hermenötik yaklaşı-

mını özlü bir biçimde ortaya koymasına

rağmen, bunun hakkında tek bir eleştirel

deyişe yer vermiyor. Bu durum, Ian Al-

mond’un kendi hermenötik yaklaşımı

konusunda bir fikir verdiği gibi, kitabın

kendinde anlamlılık sorunu bakımından

ilginç bir çelişkiye yol açıyor. Dikkatimi çe-

ken bir diğer önemli husus, İbn Arabi’nin

Hakk’ın ya da Tanrı’nın tanımlanamaz-

lığını, sınırlandırılmazlığını ortaya ko-

yarken, Mutezile ve Eşarileri karşı karşı-

ya konumlandırması ve sanki ilkinin tü-

müyle aşkıncı ikincisinin ise tümüyle iç-

kinci bir Tanrı tasavvuru ortaya koyu-

yormuş gibi sunulmasıdır. Oysa bu sav

Mutezile ve Eşarileri doğru yansıtma-

maktadır. Yine Eşarilerin tümüyle pozi-

tif bir teoloji yanlısı gibi gösterilmeleri de

bana gerçekçi gelmiyor.

(İbn Arabî ve Derrida: Tasavvuf ve Yapısöküm,

İan Almond, Ayrıntı Yayınları, Çev: Kadir Filiz, 176 s.)

HASAN AYDINOMÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

Page 21: 1 SUBAT SAYI49-02/14:Layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2013/sayi49.pdfİsimsiz sevgili s. 8 Sevginin absürt yanı üzerine s. 9 Ağızlarda gevelenen gerçek s

1 �UBAT 2013 CUMA 21Aydınlık KİTAPGÜLDEN TERAZİ

MECİT Ü[email protected]

“Taaşşuk-u Talat ve Fitnat”ı bilme-

mesi olanaksız olan Tanpınar’ın “İnti-

bah”ı ilk romanımız kabul ederek Şem-

settin Sami’nin 1872-73’te üç cüz ya-

yımladığı bu eserini romandan sayma-

dığı anlaşılıyor. Tanpınar’ın “şark hikâ-

yesi” dediği Leyla ile Mecnun, Ferhat ile

Şirin, Kerem ile Aslı gibi geleneksel halk

hikâyelerinden başka, batı romanından

da birçok özelliğin bulunduğu Talat ve

Fitnat’ın Aşkı romanının özelliği ve

önemi, kendi zamanında anlatım dili ve

konusu bakımından yeni ve yerli olma-

sından gelmektedir. Daha önce de yaz-

dığım gibi, Talat ve Fitnat’ın Aşkı baş-

ta olmak üzere, modern Türk romanı-

nın başlatıcısı Halit Ziya Uşaklıgil’e

gelinceye dek ilk Türk romanlarının

hemen hepsi, bu türün ilk örnekleri ol-

manın tüm kusurlarını taşıma özverisi-

nin bir kısmını ortaklaşa üstlenmişlerdir.

Kendilerine Yeni Osmanlılar di-

yen/denilen daha geniş bir aydınlar ku-

şağı söz konusu olduğunda bu özveriyi

sadece edebiyat ve romanla da sınırla-

yamayız. Sanat ve edebiyatın diğer alan-

ları kadar siyasal düşünüş ve eylemde de

ilk olmanın özverisi, birçok hata, kusur

ve eksiğin yükünü de üstlenmeyi kabul

etmektir.

TANPINAR’IN HAKB�L�RL���

Namık Kemal’in, 19. yüzyıl Türki-

yesi’ne ait bir aşk ve ölüm hikâyesini an-

lattığı İntibah, roman alanındaki ilk-

lerden biridir. İntibah başta olmak üze-

re, günümüzün edebi-estetik birikimiy-

le baktığımızda hata, eksik ve acemi-

liklerini kolaylıkla saptayacağımız Ser-

güzeşt, Zehra, Felâtun Bey ile Râkım

Efendi, Turfanda mı Turfa mı, Araba

Sevdası gibi daha başka romanları yazılıp

yayımlandıkları koşulları düşünerek ele

almak, bu hata, eksik ve acemilikleri on-

ların özellikleri olarak görmemizi sağ-

layacaktır. Hangi edebi anlayışa bağla-

nırsa bağlansınlar, bu romanlar yazılıp

yayımlandıkları devrin gerçekliğinin -

kendiliğinden ya da tercihan- birer par-

çası ve yansıtıcısıdırlar.

Hak bilir Tanpınar, Namık Kemal ve

eserine yönelik onca eleştirisine karşın,

Tazimat dönemi edebiyatı mensupları-

nın koşullarının zorluğunu da anlar ve

teslim eder:

“İntibah’ın, Cezmi’nin, Letaif’i Ri-

vayat’ın acemilikleri bizi ister istemez sa-

nat meselelerinde başka türlü derinleş-

meye götürür. Onların giriştikleri işte el,

dil, göz, hepsi kendilerine sırt çeviri-

yorlardı.” (Edebiyat Üzerine Makaleler,

Dergah Yayınları, 2. Basım, Eylül 1977,

İstanbul, sf. 63).

Nitekim, Arapça ve Farsçanın ege-

menliği altındaki Türk yazı dili, o yıllarda

henüz hikaye ve romanın gerektirdiği

kıvraklığa ulaşamamıştır ve ancak, yazı

dili konuşma diline yaklaşabildiği ölçü-

de gerçekleşebilecektir. Bu durum kur-

gu, anlatı ve tasvir geleneği açısından da

böyledir. Batıda romanın resim sanatıyla

yakın ve yoğun ilişki içindeki gelişimi ha-

tırlanacak olursa, görsel sanatı tek bo-

yutlu minyatürle sınırlı, gülü, lâleyi,

kaşı, kirpiği anlatmakta alabildiğine in-

celmiş bir edebiyat mensubunun yapa-

cağı doğa tasvirinin nasıl bir şey olaca-

ğı bu ilk örneklerden de izlenebilir.

MÜZEYYEN B�R ÇAMLICATASV�R�

Namık Kemal’in “Hançerli Hanım”

adlı meddah hikâyesinden esinle, ro-

mantizm akımının etkisiyle yazdığı İn-

tibah’ın başındaki yaklaşık dört sayfayı

bulan Çamlıca tasvirinden de bu durum

kolaylıkla görülebilir. Bu uzun tasvir,

kimi eleştirmenlerce Namık Kemal’de-

ki romantik etkinin en somut örneği ola-

rak gösterilmiştir. Ancak eski nesrin

müzeyyen (süslü) üslubunun egemen ol-

duğu tasvirde Çamlıca’dan pek bir

şey bulunmadığı da bir gerçektir.

Magosa Kalesi’nden denize ba-

karak kalemini hokkasına batı-

ran Namık Kemal’in romancı

muhayyilesi, onun şair duyu-

şunu kâğıda dökmektedir as-

lında. Yazar, sık sık anlatıcı

olarak girer araya, sorular so-

rar, açıklamalar yapar, gö-

rüşlerini söyler. Olağanüstü

rastlantıların, tek yönlü ki-

şilerin –iyiler çok iyi, kötüler

çok kötü- kendi özgür ira-

deleriyle davranamadıkları

romanda peş peşe gelen ci-

nayet ve ölümler İntibah’ı bir

yandan da polisiyeye çevirir.

EDEB�YATÇA DERSALINMAYACAKK�TAPLAR

Kapı Yayınları roman sanatımı-

zın ilk örneklerini yayımlamakla hem

bu yapıtlara yeniden yaşarlık kazandı-

rıyor hem de roman okurunu Türk ro-

manını en başından okumaya davet

ediyor. Keşke bu romanların başına ya-

yınevi adına yazılmış hep aynı yazıyı koy-

mak dışında ilgili romanla ve yazarıyla

ilgili daha geniş değerlendirmelere ve

varsa yazarlarının kendi kaleme almış ol-

dukları önsözlerine de yer verilebilse.

Bir- iki romanda bu yapılmış; ama, keş-

ke Namık Kemal’in İntibah’a yazdığı

mukaddimeye de yer verilse idi.

İntibah Mukkadimesi, kitap, 1876’da

adı değiştirilerek yayımlanmasına izin

verildiğinde metinden çıkarılmıştı.

1908’de Faik Reşat’ın bu önsözü bulup

“Edib-i Âzam Namık Kemal” adlı kita-

bında yayımlamasıyla mukaddime ye-

niden gün yüzüne çıkmıştır.

İntibah Mukaddimesi, kitapları ah-

laki nedenlerle sakıncalı bulup yasak-

layan veya yasaklamak isteyen zihniyet

üze-

r i n e

137 yıl

önce yazılmış bir

eleştiri yazısıdır. Gazetelerde Kınalı-

zade Ali Çelebi’nin Şam Beylerbeyi Ali

Paşa adına 1564’de yazdığı ahlak kitabı

“Ahlâk-ı Alâî” ile,

Arap şairlerinden Harirî’nin 495-

504 yılları arasında Haris bin Ham-

mam’ın ağzından yazdığı Ebû Zeyd Sü-

rûcî’nin başına gelenleri anlatan hikâye

antolojisi “Makaamat-ı Harırî”nin çe-

virilerinin, yazılmakta olan hikâye ve ro-

manlar yerine edebiyatça ders alınacak

kitaplar olarak önerilmesi üzerine yaz-

dığı eleştiride Namık Kemal, ders alın-

mak için o kitapların okutulmasından-

sa gereken süre kadar hapishanede kal-

mayı yeğ tutmaktadır.

Mukaddimeyi bugüne değen yanla-

rı ile bir başka yazıda ele almak üzere…

Bu kitapları okumaktansa hapisyatmak daha iyidir

NAMIK KEMAL’İN KİTAP YASAKLAYANLARA KARŞI 137 YIL ÖNCEKİ TAVRI

Magosa Kalesi’nden denize bakarak kalemini hokkas�na bat�ran Nam�k Kemal,�ntibah’ta �air duyu�unu kâ��da dökmektedir asl�nda. Tek yönlü ki�ilerin kendi özgür

iradeleriyle davranamad�klar� romanda pe� pe�e gelen cinayet ve ölümler, �ntibah’� biryandan da polisiyeye çevirir

Page 22: 1 SUBAT SAYI49-02/14:Layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2013/sayi49.pdfİsimsiz sevgili s. 8 Sevginin absürt yanı üzerine s. 9 Ağızlarda gevelenen gerçek s

Soldan sağa1. Resimdeki yazar2. İsrail'in plakası - Satürn ge-

zegeninin beşinci uydusu - Özde-yiş

3. Gezegenimizin uydusu - İki-yüzlülük - Köpek - Tel, sicim veyaiplikten kafes şeklinde yapılmışörgü

4. Acem pirinciyle pişirilen biretli pilav türü - Hafniyum'un sim-gesi - Doğanın

sebep olduğu yıkım, kıran5. "... Gündüz Kutbay" (ney üs-

tadı) - Japonya'da buda rahibesi -Osmiyum’un simgesi - Hırvatis-tan'da bir liman kenti

6. İnanılan düşünce, kanaat -Omurgayı oluşturan küçük ke-miklerin her biri - Galyum’un sim-gesi - Stronsiyum’un simgesi

7. Üvey olmayan - Genellikleuluslararası karayolu taşımacılı-ğında kullanılan büyük kamyon -Figür

8. Yerleşim alanları dışında ka-lan açıklık yer - Bir devletin ege-menliği altında bulunan toprakla-

rın tümü, diyar, memleket9. Eskiden savaşçıların taşıdığı

yassı ve çoğu daire biçiminde olankorunmalık - Bir yüzölçümü biri-mi - İridyum'un simgesi

10. Nikel'in simgesi - Kiloamper(kısa) - İlaç, merhem - Akümüla-tör (kısa)

11. Arap edebiyatında bir şiirtürü - Kayak - Testi

12. Metal üzerine kazıda ya daahşap tornasında kullanılan çelikkalem - Divan edebiyatında gaze-lin ilk beyti - Gümüş'ün simgesi

13. Magnezyum'un simgesi -Eşek sesi - Cam, çini, toprak,vb.'den yapılmış derince çanak -Gümüş ve altın sırma tellerle ka-rışık dokunmuş ipekli kumaş

14. Tanrı - Rusça'da “evet” - Li-mited (kısa) - Bir meyve

15. Resimdeki yazarın bir eseri- Bir devleti başka bir devlet ka-tında temsil eden kimse, sefir

Yukarıdan aşağıya1. Resimdeki yazarın bir eseri -

Yayla evi2. Arnavutluk'un plakası - Bir

kimseyi herhangi bir konuda uyar-ma, uyarı - Mezopotamya pan-teonunda tüm tanrıların babasıve kralı olan gök tanrısı - Çok sıkdokulu ve sert bir seramik hamu-ru türü

3. Saha, meydan - İklimlemecihazı - En kısa zaman parçası, lah-za

4. Sancağı, yelkeni ya da sereniaşağı alma - Köleye ya da cariye-ye özgürlüğünü geri verme - Arap-lar'la ilgili

5. Helyum'un simgesi - Voltam-per (kısa) - Uzak - Bir geçmiş za-man eki

6. İsviçre'de bir nehir - İnciAral'ın "Orhan Kemal RomanÖdülü"ne layık görülmüş kitabı -ABD Havacılık ve Uzay Dairesi -Tavlada "iki" sayısı

7. Kuruntuya düşürme - Da-marlarda dolaşan yaşamsal sıvı

8. Bir ışık demetinin ayrıldığı ba-sit renklerden oluşmuş görüntü -Dolaylı anlatım

9. Bir işi, bir görevi yerine ge-tirme - Ordu (kısa) - Hiçbir zaman;katiyen

10. Numara (kısa) - Favori -Zehirli bir örümcek türü - Sanatıtemel değer sayan kimse

11. "... Kaptan" (ressam) - Ger-manyum'un simgesi - Bilerek ya-pılan iş ve fiil - Bir bulunma hali eki

12. Edebiyat, yazın - Rüzgar13. Alamet, nişan - Tantal'ın

simgesi - Vilayet - Altın'ın simge-si - Bir İngiliz uzunluk ölçüsü bi-rimi

14. Fas'ın plakası - Nazi polis ör-gütü - Dar ve hafif, düz dipli bir ya-rış teknesi türü - Kılaptan ipekle iş-lenmiş, kalın ve iri desenli bir türkumaş

15. Resimdeki yazarın bir eseri

BULMACA

ALINTI-TEST

Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?

1 �UBAT 2013 CUMA22 Aydınlık KİTAP

Bir gün gözünüzü açacaksınız ve bahçeniz yem-yeşil olacak, uzamış çimenler çiy damlacıklarıylaparıldayacak, güller kızıl renk tomurcuklar ve-recek; ağaçlar yaşlı, geniş yaprakları koyu renkve dipdiri olacak. Nemli gölgelerin altından hafifbir küf kokusu yayılacak.

1 Özetle iktidar biçimselleştirme, dünyayı yenidenyorumlama ve yönetilebilirliğini artırma kaygısı

ile dünyayı oluşturan öğeleri yeniden sınıflandır-maya ve gerçekliği tayin etmeye çalışır. Bunu dakurumları aracılığıyla yapar. Çünkü kurumların bi-reyleri yeniden ve daima şekillendirici özelliklerivardır. Ve tabii istikrarlıdır.

2 İleri zekalı olduğunu söyleyenler var. Böyle söy-lemelerinin başlıca sebebi zor kelimeleri bilmek

için fazla küçük olduğumu düşünmeleri. Bildiğimzor kelimelerin bazıları şunlar: sefil, felaket, pirü-pak, patetik, dehşetengiz. Aslında ileri zekalı ol-duğumu söyleyenlerin sayısı fazla değil. Sorun şuki, ben fazla insan tanımıyorum.

3

a)

b)

c)

d)

e)

Bahçe - Marguerite Duras

Gizli Bahçe - Frances Hodgson Burnett

Bahçe Partisi - Katherine Mansfield

Beton Bahçe - Ian McEwan

Bahçıvanın Bir Yılı- Karel Çapek

a)

b)

c)

d)

e)

Hapishanenin Doğuşu - Michel Foucault

Hapishane Defterleri - Antonio Gramsci

Kayseri Cezaevi Günlüğü - Celal Bayar

Hapishane Çağı - Işık Ergüden

Kara Arşiv- Ali Yılmaz

a)

b)

c)

d)

e)

Tavşan Deliğinde Fiesta - Juan Pablo Villalobos

Dinle, Küçük Adam - Wilhelm Reich

Yaşama Uğraşı - Cesare Pavese

Cebi Delik - Paul Auster

Gelmekte Olan Ortaklık - Giorgio Agamben

Bu haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(e) 2-(e) 3-(a)

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ

Page 23: 1 SUBAT SAYI49-02/14:Layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2013/sayi49.pdfİsimsiz sevgili s. 8 Sevginin absürt yanı üzerine s. 9 Ağızlarda gevelenen gerçek s
Page 24: 1 SUBAT SAYI49-02/14:Layout 1aydinlikgazete.com/images/dosyalarim/kitapeki/2013/sayi49.pdfİsimsiz sevgili s. 8 Sevginin absürt yanı üzerine s. 9 Ağızlarda gevelenen gerçek s