1-10 Şubat 2012

24
Kamu çalışanları toplu sözleşme hakkı için hükümetle yürüttükleri görüşme- lerde, grev hakkının tanınmasını ve ha- kem kurulunun bağımsız olarak belir- lenmesini talep etmişti. Ancak bu talep hükümet tarafından dikkate alınmayarak tasarı meclise sunuldu. Tasarıya göre toplu sözleşmede tayin edici olan Hakem Kurulu’nun 11 üyesi bulunuyor. Üyelerin 7 tanesi hükümet tarafından belrilenir- ken, 4 üyesi ise sendika konferasyonları tarafından belirlenecek. Böylece grev hakkı yasal olarak kaldırılan kamu ça- lışanları masada da kaybetmiş oldu. Masada AKP f EMEK 8-9 1-10 ŞUBAT 2012 Yıl: 2 Sayı: 29 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net e-posta: [email protected] Devletin 1990’lı yıllarda katlettiği ve ölüm kuyularına attığı binlerce kişi bulunuyor. Bugün kazılar yapılarak kemikler çıkarılıyor, fakat devlet yaptığı katliamı tetikçilerin üze- rinden açıklayarak kendini aklamaya çalışıyor Güncel görevler ve önderlik vasfı üzerine Halkın Günlügü 18 Patronlar kulubü TÜSİAD’ın YÖK ziyareti 14 Devlet erkanından ‘eğitim şart’ tekerlemesi 04 Tecrit işkencesi devam ediyor GÜNCEL fDevlet katlettiği insanların izini kaybettiriyor Fransa ve TC’nin Ermeni Soykırımı raksı GÜNCEL Sf 06-07 Devletin JİTEM merkezinde toplu mezar sf 02-03 sf 12-13 Yıkımlara karşı mahalle- lerine ve evlerine sahip çı- kan Dikmen Vadisi halkı tek seçeneklerinin diren- mek olduğunu söylüyor Van depre- minin ardın- dan buraya gelen 15 ai- leyiz. Bura- ları yıkarlar- sa biz nere- ye gideriz? Kendi evimiz, mahallemiz için savaşıyo- ruz, mücadele ediyoruz. Mü- cadelemizden vazgeçmeye- ceğiz. Dikmen halkı kararlı hegemonyası kapak_Layout 2 1/30/12 2:33 PM Page 1

Upload: ahmet-hakan

Post on 10-Mar-2016

232 views

Category:

Documents


4 download

DESCRIPTION

2011’den bu yana yayınlanan Halkın Günlüğü gazetesi.

TRANSCRIPT

Page 1: 1-10 Şubat 2012

Kamu çalışanları toplu sözleşme hakkıiçin hükümetle yürüttükleri görüşme-lerde, grev hakkının tanınmasını ve ha-kem kurulunun bağımsız olarak belir-lenmesini talep etmişti. Ancak bu talephükümet tarafından dikkate alınmayaraktasarı meclise sunuldu. Tasarıya göretoplu sözleşmede tayin edici olan HakemKurulu’nun 11 üyesi bulunuyor. Üyelerin7 tanesi hükümet tarafından belrilenir-ken, 4 üyesi ise sendika konferasyonlarıtarafından belirlenecek. Böylece grevhakkı yasal olarak kaldırılan kamu ça-lışanları masada da kaybetmiş oldu.

MasadaAKP fEMEK 8-9

1-10 ŞUBAT 2012 Yıl: 2 Sayı: 29 Fiyatı 1.5 TL www.halkingunlugu.net e-posta: [email protected]

Devletin 1990’lı yıllarda katlettiği ve ölüm kuyularına attığıbinlerce kişi bulunuyor. Bugün kazılar yapılarak kemiklerçıkarılıyor, fakat devlet yaptığı katliamı tetikçilerin üze-rinden açıklayarak kendini aklamaya çalışıyor

Güncel görevler ve önderlik vasfı üzerine

Halkın Günlügü

18Patronlar kulubüTÜSİAD’ın YÖK ziyareti14Devlet erkanından

‘eğitim şart’ tekerlemesi04Tecrit işkencesidevam ediyor

GÜNCEL fDevlet katlettiği insanların izini kaybettiriyor

Fransa ve TC’ninErmeni Soykırımıraksı

GÜNCEL Sf 06-07

Devletin JİTEM merkezinde toplu mezar

sf 02-03

sf 12-13

Yıkımlara karşı mahalle-

lerine ve evlerine sahip çı-

kan Dikmen Vadisi halkı

tek seçeneklerinin diren-

mek olduğunu söylüyor

Van depre-minin ardın-dan burayagelen 15 ai-leyiz. Bura-ları yıkarlar-sa biz nere-ye gideriz?

Kendi evimiz,mahallemiziçin savaşıyo-ruz, mücadeleediyoruz. Mü-cadelemizdenvazgeçmeye-ceğiz. Dikmen halkı

kararlıhegemonyası

kapak_Layout 2 1/30/12 2:33 PM Page 1

Page 2: 1-10 Şubat 2012

Halkın Günlüğü 1-10 ŞUBAT 2012güncel02

TC devleti Şırnak-Uludere’deyaptığı kanlı katliamı unuttur-mak için her yolu deniyor. Katli-amdan sağ kurtulanlara iseadeta “neden ölmediniz?” der-cesine baskılar uyguluyor

28 Aralık 2011 günü akşam saatlerinde,Şırnak’a bağlı Uludere İlçesi Ortasu (Ro-boski) Köyü’nde, onlarca köylü, savaşuçaklarıyla bombalanmış ve 34 köylü kat-ledilmişti. Çoğunluğunu çocukların vegençlerin oluşturduğu kervandan, yal-nızca birkaç kişi kurtulmuştu. Devrimci, demokratik ve yurtsever halkgüçlerine yönelik ülke genelinde yapılangözaltı ve tutuklama terörüyle tırmandırı-lan faşist saldırılar, Roboski katliamındagörüldüğü gibi emekçi ve ezilen halka yö-nelik katliamlara yönelerek, direnç mevzi-

lerini komple sindirip teslim alma istemin-den başka bir şey değildir. Bu doğrultudasaldırılar devam ederken şimdi de yapılankatliamı unutturmak ve oldu-bittiye getir-mek isteyen devlet, katlettiği insanların ai-lelerine tazminat vererek olayı geçiştirmekistiyor. Öyle fütursuzca ki sanki Roboski’deinsanlar bombalanmamış, toplu katliamyapılmamış ve bunun sorumlusu devletdeğilmiş edasında ve halkla dalga geçile-rek yapılıyor bu.BDP Grup Başkanvekili Hasip Kaplan, kat-liama dair yaptığı bir açıklamada Roboskikatliamının AKP’yi bitireceğini ifade ede-rek: "90'lı yıllar bölgede DYP/CHP'yi bitirdi,2012'de Roboski katliamı da AKP'yi bitire-cek. Sonuçta kaybeden faturayı ödeyenhalklar ve ülke oluyor. 90'lı yıllarda 74 mil-yonu kirletenler siyaseten tarihin çöplü-ğünde yerini aldılar. 2012'de aynı yoldangidenler de aynı sonuca ulaşacaklardır"dedi. Kaplan, "Terörle mücadele" bahane-

Devletin JİTEM merkezindeKuzey Kürdistan’da 1990’lı yıllarda Kürtulusal mücadelesine karşı yürütülen kirlisavaşta öne çıkan önemli olgulardan biri“faili meçhul” cinayetlerdi. Devletin MİT, Jİ-TEM, Kontr-gerilla üçlü sacayağını oluştu-ran katliam yapılanmaları eliyle gerçek-leştirdiği katliamlar, yarattığı ‘kayıplar’ vetoplu mezarlar ardı ardına açığa çıkıyor. Onyıllardır gizlenmeye çalışılanlar bugününışığında ortada duruyor. Dün mezarlarıgizleyenler bugün bir şekilde açığa çıkan-bulunan ölülerin kemiklerinden korkarakgizlemeye, yok etmeye devam ediyor; dev-let, kaybettiklerinin kemiklerini de kay-betmeye çalışıyor. Örneğin İstanbul AdliTıp Kurumu, Bitlis’in Mutki İlçesi’nde geçti-ğimiz yıl 4 Ocak’ta ortaya çıkarılan 18 kişi-ye ait kemiklerle ilgili DNA ve kimlik tespi-tini hala yap(a)madı. 18 kişiye ait kemik-lerden 12’si gizlice gömülürken, diğer 6 ki-şiye ait kemiklerin akıbeti hakkında isebilgi alınamıyor. Aynı durum Amed’de bu-lunan kafatası kemikleri için de yaşanabi-lir; aileler ve İHD’nin bilgi alamaması, ilgilikurum ve kişilerin bilgi vermemesi bu ka-nıyı kuvvetlendiriyor.

19 kafatası kemiği çıkarıldıAmed’de bir dönem Jandarma İstihbaratve Terörle Mücadele Merkezi (JİTEM) ola-rak kullanılan bina ile Amed Kapalı Hapi-sanesi ve Adliye Sarayı'nın bulunduğu Sa-raykapı'daki restorasyon çalışmaları sıra-sında insan kemikleri bulundu. Toplam 19insana ait kafatası ve kemikler çıkarıldı.Konu üzerine Diyarbakır Barosu, soruştur-mayı yürütün Özel Yetkili CumhuriyetBaşsavcılığı’na başvurarak, kazıların sağ-lıklı yürütülmesi için ceset ve toplu me-zarların tespitinde kullanılan “Yer altı ra-

darı” denilen cihazla çalışılmasını talepetti. Anlaşılan o ki kazılardan cesetler fış-kırmaya devam edecek! Yapılan katliamla-rın ve açığa çıkan cesetlerin ne anlamageldiğini TİHV’in açıkladığı verilere baka-rak görelim.Devlet katlettiklerinin izini kaybettiriyor!Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Yöne-tim Kurulu Üyesi Coşkun Üsterci 1990-2011 yılları arasında tespit ettikleri failimeçhul cinayet sayısının bin 901 olduğunubelirtti. Ancak esas sayının 6-7 bin arasın-da olduğunu tahmin ettiklerini belirtenÜsterci, 1992-1993’teki faili meçhullere iliş-kin dosyaların zaman aşımı gerekçesiyleortadan kalkabileceği uyarısında bulundu.TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu“terör ve şiddet” olaylarındaki yaşam hak-kı ihlallerini inceleme adı altında kurulanalt komisyonda THİV’den bilgi aldı. Devle-tin ihlallere ilişkin bir kayıt ya da çalışmayapmadığını açıklayan TİHV yöneticisi Üs-terci, 1990’larda yoğun insan hakları ihlal-leri yaşandığını belirterek, 1990-94 ara-sında ise faili meçhul cinayetler, yargısızinfazlar, gözaltında ya da hapishanedeölümlerin yaşandığını açıkladı.Üsterci, 1992-1993’teki faili meçhullereilişkin dosyaların, eğer hemen soruşturul-mazsa, zamanaşımı nedeniyle ortadankalkacağını söyledi. Zaman aşımı süresi-nin yaşam hakkı ihlaline yönelik suçlar-da uygulanmamasını, TBMM İnsan Hak-ları İnceleme Komisyonu’ndan isteyenÜsterci, 1990’lı yıllardaki yargısız infazla-rın devletin kontr-gerilla ve kirli savaşyönelimlerinden dolayı yaşandığını vebunun Kürt sorunuyla da alakalı olduğu-

nu belirtti. Üsterci komisyona faili meçhul cinayetle-re ilişkin rapor sundu. Raporda, TİHV ta-rafından tespit edilen 1990-2011 arasın-daki failli meçhul cinayet sayısı bin 901olarak açıklandı. Raporda, yıllara göre failli meçhul cinayet-ler şöyle: 1990’da, 11, 1991’de 31,1992’de 362, 1993’te467, 1994’te 423, 1995’te 166, 1996’da 113,1997’de 65, 1998’de 45, 1999’da 52, 2000’de13, 2001’de 24, 2002’de 8, 2003’te 16,2004’te 8, 2005’te 4, 2006’da 21, 2008’de30, 2009’da 18, 2010’da 9, 2011’de 13. Raporda, yargısız infaz, dur ihtarı ve rast-gele ateş açma nedeniyle yaşam hakkı ih-

lalleri kapsamında bin 684 kişinin hayatınıkaybettiği belirtildi. Buna göre, 1991’de 98,1992’de 283, 1993’te 189, 1994’te 129,1995’te 96, 1996’da 129, 1997’de 98, 1998’de80, 1999’da 63, 2000’de 56, 2001’de 37,2002’de 38, 2003’te 46, 2004’te 35, 2005’te61, 2006’da 49, 2007’de 24, 2008’de 37,2009’da 48, 2010’da 29 2011’de 59 kişi yar-gısız infaz, dur ihtarı ve rastgele ateş açıl-ması nedeniyle yaşamını yitirdi. ‘O kadar pervasızlar ki’Diyarbakır İçkale’deki JİTEM merkezindeortaya çıkarılan insan kemiklerine yöne-lik de açıklama yapan Üsterci, “KemiklerJİTEM’in bulunduğu yerin bahçesinde bu-

1990’lı yıllarda devlet tarafından katledilip toplu şekildeçeşitli alanlara gömülen binlerce kişinin kemikleri günyüzüne çıkıyor

Katliam türlü oyunlarla

2-3_Layout 2 1/30/12 1:01 PM Page 1

Page 3: 1-10 Şubat 2012

siyle muhalifleri hedef alan saldırıları eleştire-rek, "Her şeyden 'terörist' yaratan zihniyet,temel hakları yok eden zulüm sürer mi zanne-diyorsunuz?" diyerek tepkisini dile getirdi.Haklılar kazanırHalkın sessizliğinin kendisini korkuttuğunusöyleyen Kaplan şunları da ekledi: "Türkiyehalkının sessizliği beni korkutuyor. Hapsedilenduyguların öfkenin, isyanın namluda sessizduran bir kurşun gibi beni korkutuyor. Vatangörevini 18 yaşında sınır boylarında yapanyoksul çocuklar ile özgürlük için dağa çıkan 30bin genç parçalanırken insanlık ölüyordu. 20milyonluk bir halkı, özgürlük ideallerini tasfiyeedecek, susturacak esir alacak yeni bir silahhenüz icat edilmedi, haklılar kazanır." Avukatlar katledilen 34 köylününailesiyle bir araya geldiBaro Başkanı Nuşirevan Elçi ve beraberindeki15 avukat, Roboski köyünde yakınlarını kay-bedenlerle bir araya gelerek bu davanın tüm

Uludere'nin davası olduğunu ifade edip, hu-kuki yardımda bulunacaklarını açıkladı.Ziyarette konuşan Şırnak Baro Başkanı Nuşi-revan Elçi, Roboski katliamının hukuki süre-cini takip etmek için bölge barolarındanoluşan bir komisyon kurduklarını belirterek,hukuki süreçte her türlü yardımı yapacakla-rını, ailelerin bir an önce hukuki sürece dahilolması gerektiğini, aksi durumda delillerinkaybedilmesi riskiyle karşı karşıya kalabile-ceklerine dair bilgilendirmede bulundu. Davayagetirilen gizlilik kararından dolayı yaşanan sı-kıntıları da ifade eden Elçi, ailelerin 16 barobünyesinde kurulan komisyona ulaşarak ve-kalet vermesini istedi. Savcılığa çağırılanlarınifade vermek yerine sorgulandığını söyleyenElçi, katliamın aydınlatılması için ifadelerin de-taylı alınması gerektiğine vurgu yaptı. Ailelergenel olarak ne savcılara ne de valilere güven-lerinin kalmadığını dile getirerek, bir an öncehukuki sürecin başlatılarak faillerin yargılan-masını istediklerini ifade ediyor.

031-10 ŞUBAT 2012 Halkın Günlüğü

aşizmin saldırıları yo-ğunlaşarak devamediyor. Gün geçmiyorki yeni bir güne yenibir saldırı, tutuklama,ölüm haberiyle gir-meyelim. Kış şartla-

rından dolayı Türk ordu güçleriyle gerillaarasında yaşanan çatışmalarda azalmaolduğu için bu alandan ölüm haberlerişimdilik gelmemektedir. Fakat devlettıpkı Uludere’de olduğu gibi katliamsıztek bir gün bile geçirmemek için kendisinemutlaka yeni hedefler yaratıyor. Geçmişinfiziki imha saldırılarının farklı bir boyu-tuyla karşı karşıyayız şimdi. Devletinkendi resmi kanallarından da ifade ettiğigibi amaç sözde “sağ yakalamak, ehli-leştirmektir”. Her ne kadar düşmanınbu manipülatif hamleleri bizler için ayanolsa da halkın belirli bir kesiminde ya-nılsamaya yol açtığını da ifade etmeklazım. AKP sözcülüğüyle hayata geçiril-meye çalışılan yeniden yapılandırma vetasfiye sürecinde devletin politikalarınabiat etmeyen, sürecin dışında kalıp, karşıduran ya da “mızmızlık” yapan herkesbir şekilde “cezalandırılıyor”. Bugün kipolitikanın esas belirleyeni de başta Kürtulusal hareketi olmak üzere, komünist-devrimci güçlerin tasfiyesi, baskı, işkenceve özellikle tutuklama terörüyle sindirilipetkisizleştirilmesi, bu yollarda etkili olun-madığı takdirde tümden fiziki imhası veemperyalist efendilerine hizmet için di-kensiz gül bahçesi yaratılması politika-sıdır. Bizler için dün de bugün de niteliğigayet açık olan devlet ve şimdiki temsilcisiAKP aynı faşist karakterdedir. Fakat bu-gün faşizmi yeni keşfeden reformist-revizyonist-küçük burjuva oportünist-lerine birkaç kelamda bulunmakta kaçı-nılmaz bir hal almıştır.TC devleti kurulduğu günden bugüne fa-şist bir öze sahiptir. Emperyalizme uşaklıkekseninde feodal toprak ağaları ve bü-rokrat burjuvalar üzerinden tesis edilengerici bir iktidar gerçekliğiyle yönetiliyoruz.Parlamento maskesi altında faşizminbazen açık bazen gizli uygulaması herdönem hayata geçirilmiştir. Sözde sivilhükümetlerin yönetimde başarısız olduğuya da es kaza emperyalizme hizmettekusur işlediği dönemlerde askeri faşistdiktatörlük gerçekliği hemen hatırlatılmışve fiili olarak iplerin kimin elinde olduğugösterilmiştir. Dünden bugüne devameden bu gerçekliğin yine emperyalist birmühendislik projesi olan AKP ile ciddioranda dezenformasyona uğratıldığınıbelirtmek gerekiyor. 21. yüzyılın hemenbaşında öncesiyle tasarlanmış politika-ların hayata geçirilmesi için tüm dünyadayaratılmaya çalışılan yeni dönem dizaynıiçin ülkemizde AKP seçilmiştir. Bu partiprogramından başkanına, atacağı adım-lardan söyleyeceği sözlere kadar öncedentasarlanmış bir projenin ürünüdür. Veçok çeşitli siyasi yelpazeden kişileri bün-yesinde toplayarak sözde “demokrat”bir role soyunmuş ve 10 yıllık hükümetdöneminin çok uzun bir kesitinde liberal,reformist, revizyonist ve hatta bazı küçükburjuva devrimci örgütlerden dahi destekgörmüştür. “Statükoya karşı mücadele”sloganıyla “derin devletle hesaplaşma”adına yola koyulup, ülkeye gerçek an-lamda demokrasi getireceği vaadindebulunan AKP’ye maalesef inanan kişisayısı oldukça fazla olmuştur. Emper-

yalizmin yeni dönem politikalarını kav-rayamayan, bu minvalde ülkemizdekiyeniden yapılandırma sürecini de doğrubir şekilde okuyamayan geniş bir cenahAKP’den değişim beklemiştir. Kürt ulusalmeselesindeki sahte açılımlar, Ergenekonoperasyonları, yargıdaki değişimler vebir dizi gelişme (bu gelişmelerin hepsiyukarıda bahsini ettiğimiz yeniden ya-pılandırma sürecinin ürünü olup hemtasfiye süreci hem de klik dalaşı olarakyaşanmıştır-yaşanmaktadır) AKP’ye bü-yük puanlar kazandırmış ve AKP sürecikendi lehine çevirerek uzun bir süre bazıdevrimci örgütlerin bile dolaylı desteğinialmıştır (Ergenekon operasyonları sıra-sında “bir tuğla da sen çek duvar yıkılsın”diyenler şimdi faşizmin beton zeminiylekarşılaşmıştır). Fakat adına “denge süreci”diyebileceğimiz bu durum daha fazladevam edemezdi-etmedi de. AKP sistemiçerisinde yerini sağlama aldıktan sonraartık yüzündeki maskeyi takmaya bilegerek olmadığına kanaat getirerek gerçekyüzünü net bir şekilde göstermiş oldu.Açılım politikaları Kürt ulusu ve Alevilerbaşta olmak üzere her türlü farklı milliyetve inancın Türk-İslam sentezi içerisindeasimilasyonuna ve bu güçlerin içindekidevrimci-ilerici dinamiklerin yok edilip,tümden teslim alınmasına vardırıldı.Sözde “derin devletle hesaplaşma” adıaltında bizce açık olan sistemin kontraörgütlenmeleri ve zor aygıtları üzerindekendi hakimiyetini kurma politikası esastabaşarıyla sürdürülüyor. “Yeni Anayasa,darbecilerin yargılanması, 12 Eylül refe-randum vaatleri, Kürt meselesinin çö-züleceği, Alevilerin kendi inançlarını ya-şayacağı…” saymakta dahi zorlandığımızkadar uzun olan bu yalanlar dizisindeyavaş yavaş son perde oynanmaktadır.Ve son dönemde milletvekilinden, avu-katına, sanatçısından, öğrencisine, aka-demisyeninden, gazetecisine kadar bin-lerce kişinin hapishanelere doldurulmasıreformist-revizyonist dostlarımızın(!)faşizmi keşfetmesine vesile olmuştur.Herkes bir kandırılmışlık duygusununhüznünü yaşıyor. “Bu kış ülkeye faşizmgeldi” diyeni de var, “AKP devletleşti” di-yeni de…Günaydın güzel beyler ve bayanlar diyesigeliyor insanın fakat geç de olsa, bu ger-çekliği sıra sadece kendilerine gelincekavramış da olsalar iyidir. Şimdi bir kezdaha TC devletinin gerçek niteliğini, faşistözünü temelleri üzerine oturtarak analizedip, bu faşist iktidara karşı halkın dev-rimci önderliğini tesis etmek için dümenegeçip, öncü ve önderlik görevini yaşam-sallaştırmalıyız. Maoist hareket 40 yıldırülkemizde ve dünyada yaşanan birçokolayda doğru-bilimsel analizler yaparak,perspektif sunmaktadır ve söyledikleriesas olarak tarih tarafından da ispatla-nıyor. Fakat bizim açımızdan meseleninpratik ayağı oldukça yetersizdir. Teorikdoğrularımızı pratikle buluşturmalı, genişhalk kitlelerine götürüp bıkmaz usanmazbir şekilde örgütlenme faaliyetlerindebulunarak doğrularımızı yaşamsallaş-tırmalıyız. Teorimizi tam olarak pratiklebirleştirebilirsek iktidar mücadelesininodağı olmamız için oldukça avantajlı birdönemden geçtiğimizi de net bir şekildegörmüş olacağız. Öyleyse sarılalım günesarılalım saate…

FREFORMİZM FAŞİZMİ KEŞFETTİ

SINIF TAVRI ≫ ismail uçar

e toplu mezar

lunuyor. Failler o kadar pervasızlar ki huku-kun kendilerine dokunmayacağına o kadareminler ki cesetleri uzağa değil hemen orayagömüyorlar” diye konuştu.

Eronat katilleri sahiplendiAKP Diyarbakır Milletvekili Oya Eronat ise Jİ-TEM’i sahiplenerek, “Diyarbakır’da o kemik-lerin bulunduğu yere gittim, kemiklerin re-simlerini gördüm, üst üste gelişi güzeldi. Siz’JİTEM yaptı’ dediniz ve beni şaşırttınız. O ke-miklerin bir arada olmasının bir nedeni ola-bilir, toprak kaymış olabilir, yağmurdan ola-bilir, başka bir şey olabilir” diyerek, faili meç-hul rakamını 4 bin olarak tahmin etti.

Her taşın altı toplu mezarBölge’de, yeri belirlenmiş yüzlerce toplu mezaraçılmayı beklerken, yüzlerce toplu mezarın dayeri bilinmiyor. Şırnak, Amed, Çewlîg, Lîh veBitlis’te açılan 26 toplu mezarda 171 kişinin ke-miklerine ulaşılmıştı. İHD Amed Şubesi’nin ha-zırladığı rapora göre, 253 toplu mezarda 3 bin248 kişi bulunuyor. Geçen yıl Bitlis’in Mutki İlçe-si’nde Jandarma Karakolu’nun bahçesinde yapı-lan kazılarda 18 kişiye ait kemikler bulunmuştu.Dersim’de de 13 Ağustos 2011’de Jandarma Ka-rakolu’nun bahçesinde yapılan kazılarda 15 kişi-ye ait kemikler bulunmuştu. Görgü tanıklarınındaha fazla cesedin olduğunu belirtmesine rağ-men, hem Dersim hem de Mutki’deki kazılarsavcılık tarafından durdurulmuştu.

unutturulmak isteniyor

2-3_Layout 2 1/30/12 1:01 PM Page 2

Page 4: 1-10 Şubat 2012

Halkın Günlüğü 1-10 ŞUBAT 2012güncel haber04

Tecrit işkencesine karşı durmakinsan olmanın gereğidir! İnsanıninsandan koparılması işkence-lerin en büyüğüdür!

Hapishanelere bakıldığında, mevcut hakimsınıfların temsilcisi AKP’nin komşu ülkele-rine demokrasi dersinde iyi bir ‘hoca’lıkyaptığını ve ülkemizdeki tüm muhalifemekçi halk kitlelerine ise tam bir ‘ileri de-mokrasicilik’ oyunuyla faşist diktatörlükuygulayarak hapishane kapılarını sonsuzaçtığını görürüz.

Ülke genelinde mevcut 418 hapishanede2011 yılı verilerine göre toplam 127 bin 831kişinin bulunduğu açıklandı. 2002 yılında59 bin 428 olan tutuklu ve hükümlü sayısı-nın AKP döneminde yüzde 114 artış gös-terdiğini ve hapishanelerin doluluk oranısınırını aştığından yeni hapishaneler yap-mayı planladıklarını her fırsatta ifade et-mektedirler.

Hapishanelerde 36 bin 462’si tutuklu, 17 bin950’si hükmen tutuklu, 73 bin 419 kişi isehükümlü olarak bulunmaktadır. Hapisha-nelerde hükmen tutuklulardan 17 bin 298’ierkek, 654’ü ise kadınlardan oluşuyor.Hükmen tutuklu 12-17 yaş arası erkek ço-cuk sayısı 185, 12-17 yaş arası kadın sayısı6 olarak kayıtlarda yer almaktadır.

Hapishanede hiçbir sınır yok!Yetişkin hükümlü, tutuklu ve hükmen tu-tuklu 125 bin 820 kişinin 7 bin 582 kişisi18-20 yaş aralığında bulunuyor. 18-20 yaşaralığındaki bu kişilerin 213’ü kadın, 7 Bin369’u erkeklerden oluşuyor. Hükümlü, tu-tuklu ve hükmen tutukluların 81 Bin 672kişisi 21-39 yaş aralığında; bin 529 kişisi65-79 yaş aralığında bulunuyor. 80 ve üstüyaşta 78 kişi bulunurken, bunların tamamıerkeklerden oluşuyor. Bunların dışında 8’ikadın, 50’si erkek toplam 58 kişinin ise yaşdurumları bilinmiyor. Toplamda ise 2 bin221 çocuk hapiste.

Devletin yazılı istatistikleri de göz önüne

alındığında hapishanede ehlileştirmedehiçbir şeyin sınırı yok. Yaş, cinsiyet, ırk, dil,din ayırmadığını görmekteyiz. Ancak be-lirtilmesi gereken bir husus var ki, baştasadece mücadelenin öncü-önder kuvvet-lerine yönelik gibi gösterilen F tipi tecrituygulamaları gelinen aşamada toplumsalproje olarak sıradan herkesin kavradığı biraşamaya ulaştı. Bu sebeple belirtmek iste-riz ki; on yıldan fazla süredir tecrit hücrele-rinde yaşanan hak gaspları ve faşist saldı-rılar devam ediyor, yeni bir durum olmadı-ğı gibi, F tipi geçişlerde ödenen bedellerlekazanılmış bir takım göreceli iyileştirme-lerle bugünkü uygulamalar devam ediyor.Düşünceye yasak koyucuların, kağıttankaleme, mektuptan görüşçüye, bir selam-dan bir kucaklaşmaya kadar her şeyi key-

fiyetle değerlendirdikleri hapishane koşul-larında inceltilmiş işkence çeşitleri insanbedeni üzerinde en derin şekilde sürmek-tedir. Tecrit işkencesi insan bedenine yapı-lan en büyük taciz ve tecavüz işkencesidirdemek abartı olmayacak, bir de buna ger-çekten taciz-tecavüz işkenceleri de ekle-nince durumu kimse tasavvur bile ede-mez. Anlatılması da o kadar zorlaşır.

F tipi hapishanelerinde kuruluşundan bu-yana var olan ve tırmandırılan tecrit iş-kencesi kimi kesimler tarafından henüz“fark edilse” de bilinçli bir ölüm mekaniz-ması olarak işletilmeye devam ediyor.

Faşizm sadece bize uygulandığında faşizmolmuyor, bizim faşizmi görmememiz, inkaretmemiz onun olmadığı anlamına gelmi-

Devletin tecrit işkencesi

Devletin Kürt ulusuna karşısaldırıları sınır tanımıyor. Heryaştan binlerce Kürdün hapis-hanelere doldurulduğu ülke-mizde çocuklar için hazırlananeğitim çalışmaları da birer bi-rer yasaklanıyor

TC faşizmi Kürtlerin yaptığı bütün çalış-malara karşı saldırısını her alanda sür-dürmeye devam ediyor. Eğitimin piya-salaşmasına karşı, gönüllü eğitimcilerve BDP’li belediyeler tarafından alterna-tif bir eğitim projesi olarak ortaya çıkanEğitim Destek Evleri, hükümetin yeniyok etme hedefleri arasında yer aldı.

Bugüne kadar yaklaşık 35 merkez ile onbine yakın öğrenciye ders veren eğitimdestek evleri ilk olarak Sur Belediyesitarafından 2004 yılında açıldı. AçılanMehmet Geren Eğitim Destek Evi, 8 yıl-dır SBS’ye hazırlanan yoksul öğrencile-re ders verirken son üç yıldır KuzeyKürdistan’ın onlarca yerinde bu eğitimevleri YGS hazırlık derslerinin yanı sırasosyal ve kültürel faaliyetlerini de yay-gınlaştırarak (Zazaca lehçesi, Aleviinancı öğrenme ) sürdürmekteydi. Dahaönce de bu eğitim evlerini kapatma gi-rişiminde bulunan valilikler özellikleburada ders gören öğrencilerin direniş-leri sonucu geri adım atmış olsalar daGülen cemaatinin sevgi evlerinin(disip-lin evleri, tutuklu evleri beyin yıkama

Kürt müsün, o

Hapishanelerde her geçen gün arttı-rılan tecrit işkencesi protesto edildi.Taksim’de bir araya gelen grup basınaçıklaması gerçekleştirerek hapis-hanelerdeki tecrit işkencesine dikkatçektiler. Taksim Galatasaray Lisesi önünde biraraya gelen Tecrite Karşı MücadelePlatformu üyeleri tecrit saldırılarınadikkat çekip, protesto ettiler. “Tecriteson” yazılı pankart arkasında toplanangrup sık sık, “İçeride dışarıda hücreleriparçala”, “Devrimci tutsaklar onuru-muzdur”, “Devrimci tutsaklar teslimalınamaz”, “Hasta tutsaklar serbestbırakılsın” sloganlarını attılar. Platformadına gerçekleştirilen basın açıkla-masında ise ülkemizde devrimci, yurt-sever ve ilerici kesimlere yönelik içerideve dışarıda uygulanan saldırılara dikkatçekilerek, “2012 yılının ilk ayında dadevrimci tutsaklara yönelik saldırılarhız kesmeden sürdürüldü. Tutsaklarıniletişim ve haberleşme (mektup, te-lefon, görüş hakkı), sağlık, okuma (kü-tüphane, dergi, gazete, kitap hakkı),havalandırma, açık ve kapalı görüşgibi sayılabilecek birçok hakkı keyfiuygulamalarla ve cezalarla gasp edildi.Tutsakların şikayet başvurusu, dilek-çeleri engellendi. Tutsaklara yönelikfiziksel ve psikolojik saldırılar tırman-dırıldı. Hapishanelerden sürgünler vekeyfi nakiller yoğunlaştırıldı.” denildi.Saldırıların devlet tarafından meşru-laştırılmaya çalışıldığının altının çizildiğiaçıklama şu ifadelerle son buldu, “Tümdevrimci demokratik, ilerici kurum vekişileri, emekçi halkımızı tutsaklarıntalepleri doğrultusunda sürdürdükleridirenişi desteklemeye, içeride ve dı-şarıda büyütülen tecridin ancak mü-cadele ile ortadan kaldırılabileceği bi-linciyle devrimci tutsaklarla dayanış-maya çağırıyoruz.”

Saldırılarprotestoedildi

4-5_Layout 2 1/30/12 1:07 PM Page 1

Page 5: 1-10 Şubat 2012

enin yerine konuştumbirkaç cümle... Haddimolmadan… Seni sen gibianlatamam dışarıdan..eksikliğimi bağışla… Be-ceremem sohbeti, tele-patiden yana kusurlu-

yum... Duygularını veremem duygula-rımla, yeteneksizim… Sen beni anlarsın..bundandır ki rahatım... Adına konuşu-yorum, sana sormadan… Konuşmadan önce merakla sorarım: Saç-ların eskisi kadar uzun mu, gözlerin hala‘’çakmak gibi’’ karanlığı seçer mi? Ayaklarınçok üşüyordu, yeterince çorabın var mışimdi?... Karı eziyordun topuğunla, şimdiyeri eziyor musun? Sigara içebiliyor mu-sun, elektrik parası ödemekten sigarayakalıyor mu paran? Aslında sana soracağımçok şey var ama geleceğin güne saklı-yorum… Konuşacağımız o kadar şey varki, sonraya, geleceğin güne saklıyorum!.. Küçülmeyen yüreğin.. dik başından öpü-yorum Tutsak! İroni yaparak adına birkaçsöz söyleyip geçeceğim. Dört duvarı, taban ve tavanı çok severtutsaklar (?!) Mavi boyalı demir kapıyı,pencereyi, demir ranzayı... Bir de demirkapıda “dışarıya” açılan mazgalı… Yıllarcasüren büyük tutku ve okşayan bakışlarlasüzerler tek renkten kuşatan o tek tanı-ğı… Gökyüzünü ‘’sevmezler’’ o kadar; ondandırdört duvara baktıkları kadar bakmazlargökyüzüne… Metre karesi belirlenmiş‘’mutlu yuvalarına’’ bakmaktan bıkmaztutsaklar?!... Bakışı sınırlanarak belirlenmiş, gördüğüseçilmiş, soluduğu ölçülmüş, adımlarıbile biçilmiş tutsaklar… Mevsimlerin değiştiğini buz kesen hücreduvarlarından sezer… Görüş günleri tekbağdır güneş ile… Hani dışarı değil ama‘’yeşil soğan’’ kokan görüşçü!... Hanigörüş sonrası sofrası kurulan düşler…Geleceğe dair planlar, hesaplar, intikam-lar… Ve hapishane kapılarında hakareteuğramış ananın karşısında yaşanan ça-resizlikler… Bilcümle haksızlığa karşıseyre zorlanmış devrimci ruhun boy-nundaki ağır mahpusluk… Sen içerdesinmahpus, ben dışarıda… Çerçevelenmişde olsa gülümseyen sen!.. Kafasında kurar dünyayı... Kabulüdürbedelin en ağırı... Kurgusu onur üzeri-ne… Daralmak bilmeyen enginliği, zincirevurulamaz, içinden koparılıp alınamazözgürlüğü ondan… Hummalı gizlilik içinde konuşmuştuk ge-leceğin eylemini… Planlar yapmış, aksi-likleri gidermiştik… Hesaplanmadık şeylerkalmış geriye, ki sen mahpusa düştüntutsak!... Sen içerde, ben dışarıda… Eşit-lenmemiş dünyanın eşitsizliği, ben sı-cakta, sen soğukta… Siz mahpuslar aç-lıkta, gözü doymayanlar ter ve kan pe-şinde… Yormak ağırıma gidiyor, uzatmadan so-racağım meraklarımı… Üşümediniz mi mahpuslar, gece vaktidemli çay çekmedi mi canınız... Sahildeolmasa bile on adımı geçen yürüyüşüözlemediniz mi? Yıldızları saymaktan fe-ragat edin ama dolmuşa binmeyi, kom-şunun çocuğunu azarlayan kaba sesini

özlemediniz mi? Yer altı çalışmasınıntehlikelerini, dağları, ormanları özleme-diniz mi? Durmaksızın bir şeyler taşıyankarıncayı, tabelasına indirim fiyatlarınıyazan esnafı, pazarcının avaz avaz ça-ğırmasını, sokakta koşuşturan çocukları...İki büklüm maaşını alma yolundaki neneyi,kirli parmağını emerek oğlak otlatan kızçocuğunu, terini silen işçinin alnındankalkan buharı, denize savrulan ekmeğikapmak üzere dalan martıyı, havlayanköy köpeklerini özlemediniz mi ey tut-saklar?! Yaşlı gözleri kurumayan, saçları ağarmış,yüz çizgileri hançer gibi derinleşmiş anayı,titreyen elleri, kucağında odunuyla dönenbabayı özlemediniz mi?! Yeğeniniz okulçağını geçmiş kadar büyümüş, kundaktakiçocuğunuz civan delikanlı olmuş, yıllaroldu komşunuz Ahmet dedenin ölümü...Pür dikkat ıssız gecelerin pusularını at-latmayı özlemediniz mi? Özlemediyse-niz(?!) özleyenleriniz var ey tutsaklar!..Parçalayalım tecridi! Biz dışarıda, siziçerde… Bu kez dışarıdan deneyelim tec-ridi parçalamayı… Gelmeniz için… Bilmem size mi sormalı, neden gelmez-siniz diye?!... Bilirim kardeşlerim… Bilirim de sormadanedemem, dindiremem içimin acısını…Gel derim, koş derim, savaş derim tutsak!Kucaklamak isterim, kavgada sırt sırta…Çok zaman geçti tutsak, ben hala bekle-rim, kavgadayım, beklerim geleceğingünü! Bilirim, en çok kavgayı özlersi-niz… Ne sıcak demli çay, ne başka şey..kavgadan tatlı olamaz… Kavgadasınıziçerde.. ama dışarıdakine koşmak ister-siniz... Dışarıda dövüşmek şartları azbiraz daha eşitlemek... Kavgaya öyle dal-mak… Sen kavgayı ararsın, kavga senimahpus… ‘’ Pencereye’’ takılır her seferinde gözlerim,yollara düşer gözlerim... Günün birindeçıka gelir tutsak diye… Çok şey değiştitutsak ama kavgamız değişmedi daha…Sözümüz var, yerine getirilmek üzerebekler… Sen gelmeden ben gidersemtutsak, kavgam sana emanettir.. sır gibisakla yüreğine, hücrene! Bir not düşeyim sana tutsak! Henüzsoğumadı acılarımız, yaramız kabuk tut-madı daha… Silahın soğumasın diye kar-deşin kavgada, yoldaşların seni bekleryürüyüş kolunda… Mercan sırtlarına akı-yor Munzurlardan birlikler.. tekmilde senyoksun!... Sordular, mahpus olduğunu söyledim…Her kesin selamı var sana mahpus!Bunu asla unutma! Sana son sözüm, evvelce söylenmiş olan-dır, ‘’Sen olmasan da olur ama olmanıisterim’’ ÖZGÜR TUTSAK! Başkalarına son sözüm ise; F tipi hapis-hanelerin kapatılması hedefiyle başla-tılmış olan kampanyayı desteklemeleri,öznesi olup bu kampanyayı yürütmele-ridir. Bu mücadele hepimizin mücadele-sidir; herkes kendi mücadelesi olarakciddiye almalıdır bu kampanyayı. Bu kezdışarıdan başlatalım direnişi, mücadeleyi,kavgayı ve birleşelim içeride bitmeksizinyürütülen direniş, mücadele ve kavgaile…

S

ÖZGÜR TUTSAKLARA İSİMSİZ MEKTUP

UFUK ÇİZGİSİ ≫ bakış can051-10 ŞUBAT 2012 Halkın Günlüğü

merkezleri) yaygınlaştırılması konu-sunda engel olarak gördüğü eğitimdestek evlerini birer birer kapatmayabaşladı. Son olarak Van depreminin ar-dından çadırlarda faaliyet gösteren eği-tim evlerini kapattırarak asimilasyonpolitikalarına hızla devam ediliyor. Eği-tim evlerinin kapatılmasına gerekçeolarak gösterilen nedenlerin arasındaen çok üzerine durulan birinci gündem;bu evlerin çoğunun isminin Kürtçe ol-ması ve evrak eksikliği olarak belirtili-yor. Kapatılan Batman Eğitim Evi hak-kında açıklama yapan Batman Valisiise, “Devletin bir yasası bir hukuku varalternatif eğitimde neyin nesidir, üste-lik devlet onca bütçe ayırıyor eğitimeyetmiyor mu?” sözleri ise kendi huku-

kunu kendi yasasını daha kavrayama-yan bir zihniyeti yine kendi sözleriyleteşhir ediyor. Karara tepki göstereneğitim evleri öğretmenlerinden NasırTaş, eğitim destek evi sayesinde öğren-cilerin lise ve üniversiteye hazırlandığı-nı belirterek, “Bizlere sunulan bu ge-rekçeler en nihayetinde bir halkın yüz-yıllardır inkârını ve imhasını gerçek-leştirmekten başka bir anlayışa hizmetetmemektedir” dedi. Batman BelediyeBaşkanvekili Serhat Temel ise “Bu gen-cecik öğrencileri kurda kuşa yem et-meyeceğiz. Bunun alternatifleri vardır,vakıfsa vakıf, dernekse dernek ne ge-rekiyorsa yapacağız” diyerek bu proje-den geri adım atmayacaklarına vurguyaptı.

yor. Ülkemizdeki hapishane uygulamalarıemperyalist-kapitalist uygulamalardanasla bağımsız ele alınamaz, efendi-uşakilişkilerindeki bağıntıları paralelinde ha-pishaneler politikası da sürdürülmektedir.

Yine tecrit, yine ateş bedendeTecrit politikasına karşı açlık grevine gi-ren çeşitli hapishanelerdeki PKK tutsak-ları Abdullah Öcalan’a destek eylemlerinisürdürürken, Bingöl M Tipi Hapishane-si’nde bulunan Şehmus Anik bedeniniateşe verdi, hastaneye kaldırılan tutsağınhayati tehlikesi devam ediyor. ErzurumHapishanesi’nde bulunan kanser hastasıPKK dava tutsağı Mehmet Aras tedavisiengellendiğinden hayatını kaybetti. ÖlümOrucu sürecinde direnen devrimci-ko-

münist tutsakların birçoğu korsakofluhalleriyle tedavi edilmeden hücrelerdeyaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Re-fakatçi olmadan hücrelerde yaşamını tekbaşına sürdüremeyen devrimci tutsaklaryıllardır tecrit uygulamalarına maruz bı-rakılıyor. Hapishanelerde kanser hastası,tüberküloz, hepatit B ve C bulaşıcı hasta-lığı olan, hapishane koşullarında tedavisimümkün olmayan hastalıklarla boğuşanyüzlerce tutsak var. Özellikle kadın tut-sakların doktor muayenelerinde ‘üçlüprotokol’le daha da derinleşen askerin,gardiyanın bulunması ve kelepçelerin çı-karılmaması işkencesi sürmekte. İlikkanseri Basri Vardar tedavisi sebebiyle 6aylığına tahliye olan tutsaklardan sadecebiri. İstanbul İnsan Hakları Şubesi’nin FTipi Kampanyası’nda ‘içeride çok hastaarkadaşımız var’ diyerek içerinin dışarıyaulaşmayan çığlığını taşıdı. Diğer yandantecridin bir işkence olduğunu, karşı dur-manın da herkesin görevi olduğu ve insa-nın insana susamasının, insanlardanuzaklaştırılmasının da çok ağır bir işken-ce olduğu tespitinde bulunan birçok sa-natçıyla kampanyalar yeniden başlatıldı.

Devlet 159 davadan mahkum edildiDiğer yandan, Avrupa İnsan Hakları Mah-kemesi (AİHM) Başkanı Nicolas Bratza,Strasbourg’da 2011 yılı çalışmalarıyla ilgiliyaptığı basın toplantısında insan haklarısözleşmesinin en az bir maddesini ihlal-den dolayı TC devletinin 159 davada mah-kum edildiğini belirterek, insan hakkınınlüks bir konu olmadığının altını çizdi. Sonekonomik kriz nedeniyle bazı üye ülkele-rin hukuk devleti ve insan haklarının ko-runması konusunun gündemlerindendüştüğünü eleştiren Bratza, yargılamasüresinin uzunluğu, adil yargılama hak-kının ihlali, kötü muamelenin yasaklan-ması, etkili soruşturma hakkının ihlali vemal-mülkiyet hakkının korunmasıyla il-gili şikâyetlerin Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi’ne iletildiğini açıkladı.

devam ediyor

o halde yasak!

4-5_Layout 2 1/30/12 1:07 PM Page 2

Page 6: 1-10 Şubat 2012

Halkın Günlüğü 1-10 ŞUBAT 201206

rmeni Soykırımı’nı SuçSayan Yasa Tasarısı’nınFransa Senatosu’nda ka-bul edilmesi sonrası TCdevleti, sözde tehditleri-nin dozunu arttırarakyaptırım uygulayacağınısöyledi. Emperyalist

devletler tarafından her yıl gündemleştiri-len ve TC devleti tarafından milli bir davahaline dönüştürülüp, üzerinden bin bir po-litikanın yürütüldüğü Ermeni Soykırımımeselesinde Fransa Senatosu ErmeniSoykırımı’nı inkar edenlerin cezalandırıl-masını öngören yasayı onaylamasıyladaha da boyutlanmış durumda. 22 Aralık2011 tarihinde Fransız Parlamentosu’ndakabul edilen yasa tasarısı 23 Ocak 2012 ta-rihinde de Fransa Senatosu’nda onaylana-rak yasalaştı. Fransa tarafından 2001 tari-hinde tanınan Ermeni Soykırımı’nı inkaredenlere, bir yıl hapis ve 45 bin Euro paracezası verilmesi öngörülüyor. 23 Ocak ak-şam saatlerinde başlayan oylamada Sena-to Yasa Komisyonu’nun tasarının gün-demden düşürülmesi yönündeki önerisisaat 19.15 sıralarında yapılan oylamadareddedildi. Tasarının Yasa Komisyonu’nageri dönmesi önerisi de saat 20.30 sırala-rında yapılan oylamada reddedildi. Kulla-nılan 238 oydan 42’si komisyona dönmesi-ni isterken 196’sı ret oyu kullandı. Saat22.24’te yasa tasarısının bir bütün olarakoylanmasına geçildi. Tasarı 86 oya karşı128 oyla nihai olarak kabul edildi. İki büyükgrup olan iktidar partisi Halk Hareketi Bir-liği (UMP) ve Sosyalist Parti senatörleriarasında tasarı üzerine bölünmeler oldu.Ancak çoğunlukta UMP, Sosyalist Parti(SP) ve Komünist Parti (PCF) tasarıyı des-tekledi, çevreciler tasarıya karşı oy kullan-dı. Merkezci ve Cumhuriyetçi grubun ço-ğunluğu tasarıyı destekledi. Fransa ve TCarasında ciddi tartışmalara yol açan yasasonrası iki ülke ilişkilerinin nasıl bir seyirizleyeceği merak konusu olmakla beraberbu ikilinin aralarındaki ekonomik-siyasi-askeri-kültürel ilişkiler ezilen ve emekçi-lere karşı “ebedi dostluklarının” kolay ko-lay bozulmayacağına işaret ediyor.

Ermeni Soykırımı’nı 2001 yılında tanıdıTC devleti tarafından büyük bir tepkiylekarşılanan Ermeni Soykırımı, Fransa ta-rafından 2001 yılında tanınmıştı. Son ya-sayla beraber bu Ermeni Soykırımı’nı in-kar edenlerin cezalandırılması öngörülü-yor. İki ülke ilişkilerine 11 yıldır hiçbir şe-kilde etki etmeyen bu meselenin anidenbüyük bir siyasi hesaplaşma haline dön-üştürülmesi esasta iki ülke siyasetçileri-nin de kendi çıkarları gereği Ermeni Soy-kırımı’nı kullandıklarının en bariz gös-tergesidir. Fransa ve TC tarihine baktığı-mız zaman gerek kendi halklarına ge-rekse başka uluslara, milliyetlere karşıyapılan katliamlarda ortak bir paydadabuluştuklarını görmekteyiz. Söz konusu gerici çıkarları olunca kendikanlı tarihini bir kenara bırakıp başkadevletlere “demokrasi” dersi vermeyeçalışan AKP’nin ise içinde bulunduğudurum oldukça traji-komiktir. Fransa’daonaylanan yasa sonrası düşünce ve ifadeözgürlüğünden dem vuran Erdoğan’ınTürkiye-Kuzey Kürdistan hapishanele-rindeki aydın-yazar-gazetecileri tutuk-latan kendisi değilmiş. Dünyada en çoktutuklu gazetecinin bulunduğu ülkelersıralamasında ilk sıralarda yer alan, dahabir ay önce 34 Kürt köylüsünü savaşuçaklarıyla katleden, işçi, emekçi, öğren-ci, akademisyen, avukat, milletvekilibinlerce kişiyi hapishaneye koyarak sin-dirip baskı altında tutmaya çalışan, Kürtulusunun en temel demokratik hakları-na dahi azgınca saldıran, kendi gerici ik-tidarına biat etmeyen herkesi yok etme-ye çalışan bir iktidarın kalkıp da başka-larına demokrasi dersi vermesi aymaz-lıktan başka bir şey değildir. Fakat budurum sadece ülkemiz hakim sınıflarınaözgü bir durum da değildir. TC devleti bupolitikaların hepsini efendilerinden öğ-renmiş durumdadır. O efendileri değilmidir ki Irak’a, Afganistan’a demokrasi

götüreceğiz deyip, milyonlarca insanınkatledilmesine sebep olan, o efendilerideğil midir ki; her türlü nükleer, kimya-sal silahı yapıp dünya halklarına tehditolarak muhafaza ederken İran’a nükleerprogramından vazgeçmemesi halindesavaş açacağını söyleyen?.. Emperya-list-kapitalist sistemin temel karakteri-dir bu saydıklarımız. Sömürü ve zulümdüzeninin yegane temsilcileri ve yaratı-cıları olan bu sistem aynı zamanda ken-disini dünya halkları için bulunmaz, vaz-geçilmez bir nimet olarak sunmaktan dageri durmuyor.

Ermeni Soykırımı’nı inkar edenlerin ceza-landırılmasını sağlayacak olan yasanınonaylanması sonrası Fransa’ya yöneliktehditler savuran Erdoğan ve AKP’li şure-kası, çeşitli yaptırımların uygulanacağınısöyleyerek Fransa’yı zor günlerin bekledi-ğini ifade ediyorlar. Peki gerçekten durumböyle mi? Hatırlanırsa, Mavi Marmaray ola-yı sonrası da İsrail ile gerginlik yaşayan TCdevleti, İsrail’e yönelik tehditler savurarakyaptırım uygulayacağını söylemişti. Bu teh-ditlerden sonra bir kez daha ortaya çıktı ki,

güncel analizTC devleti tarafından büyük bir tepkiyle karşılananErmeni Soykırımı, Fransa tarafından 2001 yılında ta-nınmıştı. Son yasayla da Ermeni Soykırımı’nı inkaredenlerin cezalandırılması öngörülüyor

E

Fransa ve TC’ninErmeniSoykırımı raksı

TC, Fransa ile ilişkilerini

6-7_Layout 2 1/30/12 1:42 PM Page 1

Page 7: 1-10 Şubat 2012

bırakalım yaptırım uygulamayı iki ülke arasın-da var olan ekonomik-askeri-siyasi ilişkilerdaha da perçinleşmişti. Keza Fransa’ya karşıhavada uçuşan tehditlerin bir anlamı bulunma-maktadır. Kısaca Fransa ve TC arasındaki ilişki-lere göz atınca bunun neden olamayacağını daanlamış olacağız. Fransa ve TC ilişkileri Osmanlı dönemine kadaruzanmaktadır. 16. yüzyılın başlarında başlayandiplomatik ilişkiler daha sonra yoğunlaşarakdevam etmiştir. Sürekli inişli-çıkışlı bir hat izle-yen Fransa-Osmanlı ilişkileri TC’nin kurulması

sonrası da aynı şekilde devam etmiştir. Hatay’ındurumuna ilişkin yaşanan uzun soluklu gerilimve benzeri olaylar yaşansa da esas olarak kar-şılıklı çıkar ilişkileri durumun belirleyeni ol-muştur. TC ile Fransa devleti arasında yapılanticari anlaşmalar şunlardır; Ticaret ve ÖdemeAnlaşmaları 1946; Uluslararası Kara UlaştırmaAnlaşması 1969; Sosyal Güvenlik KonusundaGenel Sözleşme 1972; Karma Ekonomik Komis-yon Kurulmasına İlişkin Protokol 1987; ÇifteVergilendirmenin Önlenmesi Anlaşması (ÇVÖA)1989; Türkiye-Fransa 2000 Anlaşması 1998; De-nizcilik Anlaşması 1996 ve Yatırımların KarşılıklıTeşviki ve Korunması Anlaşması (YKTK) ise2006 yılında imzalanmıştır. TC ile Fransa ara-sındaki ticaret hacmi 11 milyar doları aşmış du-rumda. 2010 yılı rakamlarına göre TC, Fransa’nınen fazla ihracat yaptığı ülkeler sıralamasında 6milyar 264 milyon Euro ile 11. sırada. TC’ninFransa’ya 2010 yılı ihracatı ise 5 milyar 402 mil-yon Euro. Özellikle otomobil yan sanayi, uçak veuçak motorları, eczacılık ürünleri ve plastikhammadde Fransa tarafından ülkemize en çokihraç edilen kalemlerin başında geliyor.Fransa aynı zamanda ülkemizde en çok “yatırı-mı” olan ülkelerden biri. Ülkemizde yüzlerceFransız şirketi faaliyet gösteriyor. Bu şirketlerintoplam yatırımları 8,6 milyar doları buluyor. Tür-kiye-Kuzey Kürdistan’dan 350 firma da Fran-sa’da faaliyet gösteriyor. Bu firmaların yatırım-ları da 500 milyon dolara yakın. Fransa’da yaşa-yan Türkiye-Kuzey Kürdistanlı sayısı 550 bininüzerinde. Yine iki ülke arasındaki ilişkilerin enyoğun olduğu alanlardan birisi de turizm. Ülke-mize her yıl Fransa’dan yüz binlerce turist geli-yor. 2011'in ilk 9 ayında ülkemize gelen Fransızturist sayısı 1 milyon 250 bin kişiye ulaşmış du-rumda. Fransa’nın ülkemize ihracatında başlıcamallar sırasıyla, makine ve ekipmanlar (%24),otomotiv (%21), uçak (%10), plastik hammadde(%7), demir-çelik (%6), eczacılık ürünleri (%5),sanayi kimyasallarıdır (%4).Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın Fransa’ya ihracatı-nın %35’i otomobil ve yan sanayi, %26’sı tekstilve konfeksiyon, %16’sı makine ve ekipman, %5’igıda, %4’ü ise metal ürünlerinden oluşmaktadır.2006 yılı itibarıyla ülkemizde 513 Fransız ser-mayeli şirket bulunmaktadır. Bu şirketlerin 210adedi 2003 yılından sonra kurulmuştur. Fransaülkemizdeki yabancı sermaye açısından AB ül-keleri içinde 4. ülke konumundadır. Toplam yatı-rımların miktarı 1,5 milyar dolardır. Fransız ser-mayesinin ülkemizde sağladığı çalışan istihdamsayısı 40.000 düzeyindedir. Ülkemizdeki yaban-cı sermaye stokunda Fransız sermayesinin payı%7 düzeyindedir.Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın en büyük ilk 500şirketi içinde 6 adedi Fransız sermayeli şirket-lerdir. Bunlar: Renault, Primagaz, Valeo, Alcatel,Lafarge ve Schneinder Electric’tir. Öte yandan,Renault Otomotiv pazarındaki en önemli firma-lardan birisi olup, Total Fina’nın Türkiye enerjisektöründeki payı %8, Carrefour ise kendi ala-nında birinci sıradadır.Sadece bu ekonomik göstergeler dahi AKP ta-rafından koparılan fırtınanın içinin ne kadar boşolduğunu gösteriyor. Bu ekonomik ilişkiler dı-şında siyasi ve askeri alanlarda da Fransa ile TCarasında sıkı ilişkiler mevcuttur. Belirli alanlar-da çıkarlarının çakışması dolayısıyla birbirlerinediş bileseler de bu emperyalist-kapitalist sistemiçerisinde her isteyenin istediği şekilde davra-namayacağı bir kuraldır. Ülkemiz hakim sınıfla-rı, ABD emperyalizminin kendilerine biçtiği mis-yon gereği “güçlü devlet” imajı yaratmaya çalış-maktadır. Özellikle Ermeni Soykırımı gibi on yıl-lardır halkın bilincinde milliyetçi duyguların ok-şanmasına vesile yapılan ve Ermeni kelimesininküfür sayıldığı bir atmosferde böylesi önemli biryasa karşısında göstermelik de olsa kükremekAKP’ye puan kazandırmaktadır. İşte koparılanfırtınanın esasını da bu başlık belirlemektedir.

07eyla Zana, İngilizce yayın yapan Kürt Rudaw adlı in-ternet sitesine “Kürtler, kendi topraklarında kendi ge-leceklerini belirleme hakkına sahip olmalı. Özgürlük,özerklik, federalizm ve bağımsızlık da Kürtlerin hakkı”dedi, ardından Frankfurt’ta “Ben silahların bırakılma-sını asla tartışmıyorum; o, Kürtlerin sigortasıdır” de-

meci kıyametin kopmasına yetti. Operasyonlar ve tutuklamalar arttı,dokunulmazlığı olan Zana’nın evi basıldı. Yirmi yıl önce yine milletvekiliyken arkadaşlarıyla beraber yaka paçazindana atılan ve yıllarca özgürlüğünden yoksun bırakılan, çıkar çık-maz da yine adına sayısız dava açılan, partisinin vekilleri hapiste tu-tulan, bitmez tükenmez “siyasal soykırım” operasyonlarıyla binlercearkadaşı zindanlara doldurulan bir Kürt kadını Zana. Kürdistan’dahangi aileyi alırsanız alın, aile boyu ölüm, zindan, esirlik, işkence veacı dolu manzaralarla karşılaşırsınız. Zana da onlardan biri. Zana’nıneşi Diyarbakır eski Belediye Başkanı, kendisi de iki dönem vekillik yap-tığı için dramları göze batıyor. Sessiz milyonların yaşadığı acıların isehaddi hesabı yok. Ölüm orucundayken yanı başımda can veren CemalArat’ın annesinin inanılması zor metanetini yıllar sonra ailenin ner-deyse bütün erkeklerinin bu uğurda birer birer yok edilmesini öğre-nince anlamıştım. Gerçek anlamda “acıyı bal eylemek” buna denir. Zulüm Kürt çocuklarını “küçük generaller”, kadınlarını “demir yürekli”yaptı.Artık uluslararası bir yasa haline gelen “Shelf determinasiyon” ne de-mektir?“Milletlerin kendi geleceklerini özgürce belirleme hakkı” demek değilmi? Hal böyleyken uluslararası toplumun üyesi olan Türkiye’de nedenonca gürültü kopabiliyor. Sen Kıbrıs’ta, Kerkük’te bilmem neredeTürkçe konuşan küçük milli azınlıkların sözde “kendi kendini yönetmehakkı” için savaşa bile girerken, yirmi-otuz milyon Kürt’ün bu hakkınakibirlice meydan okuman zorbalık, vicdansızlık, kan dökücülük ve ırk-çılık değil de nedir? Muharrem İnce, “Bu devlet kan dökülerek kuruldu”derken, Kürtlerin de kan dökerek devlet kurmasını mı istiyor? Ya Kürt-ler binlerce yıl o topraklarda nasıl tutunabildiler sanıyorsun? Evet, ulu-sal devletler, feodal ve emperyalist barbarlığa karşı kan dökülerekkuruldu. Ya siz nesiniz; feodal mi, yoksa emperyalist barbarlardan mı-sınız? Bir yerlere, bazı topluluklara hakim olmak eski barbarlığın birkuralı değil miydi? Osmanlı feodal zorbalık, ulusları köle görme gele-neğinden kopmayan bu politika değil mi sorunu bu denli içinden çı-kılmaz hale getiren. Yüz yıldır bu sorun yüzünden ülkenin yüz binlerceinsanı, yüzlerce milyar doları geçen ekonomik kaynağı yok olmadı mı,düşmanlık kültürünün güvensizlik ve demoralizasyon ortamındaüretme ve kalkınma dinamiğinin ne kadar zarar gördüğünü kim he-saplayabilir! Neden onlarca etnik deseniyle yüzlerce yıl giderek bir-likte yaşamaya alışmış, birbirlerini sevmiş bu halkları ırk ayırımı veeşitsizliği dayatarak birbirlerine düşman ediyorsunuz? Bu güvensizlikpolitikasının yarattığı zemin üzerinde emperyalist güçlerin şantaj yo-luyla sağladığı ekonomik ve siyasal avantajların haddi hesabı yok.AKP, ümmet metoduyla o gelenek içinde Kürt sorununu çözebilece-ğini, daha doğrusu atlatabileceğini sanıyor. “Ulusal cumhuriyet” yerine“İslam Cumhuriyeti” ile herkesin sesini keseceğini düşünenler, 1500yıl önceki çöl yasalarıyla yönetmeye kalkıyor. Sanki 20-30 milyon ki-lometre karelik kara alanı üzerinden 1 milyon kilometre kareyi biletutmayan küçük Anadolu’ya sıkışmanın bu feodal ümmetçi zorbalıkyüzünden değilmiş gibi. Çağdaş dünyada bütün ulusal toplulukların, ekonomik, kültürel, sosyalgelişmeleri için kendi kendini yönetmesi aklın, gerçeğin ve vicdanıngereğidir, bunun başka yolu yok. O sorunun çözümü ne kadar geci-kirse hem ezen ve hem de ezilen ulus o ölçüde zarar görür. Türk hal-kının bir türlü gerçek demokrasi yüzü görmemesinin nedenlerindenbiri budur. Çünkü başka bir ulusu ezen bir ulus özgür olamaz, her şeybunu kanıtlıyor. Emperyalist arsızlıkla çıldırmamış bütün burjuva ulu-sal cumhuriyetler, o hakkın, uygulanabilir şartların bulunması halindebütün milletlerin hakkı olduğunu teslim ederler. Çünkü bu, en masu-mane temel insan haklarının başında gelir. Bir insan topluluğunundoğuştan gelen temel hakları, bir bireyin doğuştan gelen temel hak-larından daha mı az değerlidir? Bir bireye bile illa da ana dilin şu olsun,illa da kendini bu ulustan hissedeceksin denilemezken, koca bir ulusaltopluluğa nasıl bunu dayatabilirsiniz? “Silahı” ezilen bir ulusun “sigor-tası” haline getirenler, onların temel haklarını silah ve zorbalıkla bas-tıranlardır. Kürtlerin ezici çoğunluğunun birlikte yaşamaktan yanaolduğu ve mecbur bırakılmadıkça silaha başvurmak istemediği belli-dir. Fakat silahla bastırma ve inkar politikasının giderek ayrılık ve si-laha sarılma eğilimlerini güçlendireceği de en azından son 30 yıllıktecrübeden bilinir.

L

EZİLENLERİN ORTAK DİLİ

MAYA ≫ arıf bilgingüncel1-10 ŞUBAT 2012 Halkın Günlüğü

i kesebilir mi?

6-7_Layout 2 1/30/12 1:42 PM Page 2

Page 8: 1-10 Şubat 2012

Halkın Günlüğü 1-10 ŞUBAT 2012emek haber08

Kamu emekçilerinin grev hakkını tanıma-yan AKP, 12 Eylül 2010 referandumundatoplu sözleşmenin tanınacağını vaat etmiş-ti. Kamu Sen ve Memur Sen ile bir yıldır ya-pılan görüşmelerin ardından hazırlananyasa tasarısında son dakika değişikliği ya-parak icazetli sendikalarına dahi “son daki-

MasadaAKPhegemonyası

Samsun Gazi Devlet Hastanesi'nde DİSK’ebağlı Dev Sağlık İş Sendikası’na üye oldukla-rı için 6 Ocak 2011’de işten atılan taşeron iş-çilerin çetin kış koşullarına rağmen işlerinegeri dönmek için 369 gündür hastane bah-çesinde çadır kurarak başlattıkları direnişsürüyor.“İşyerimiz hastanedir, terk etmiyoruz, işimi-zi geri istiyoruz” diyerek herkes için daha iyiçalışma koşullarının yaratılması, eksiksiz veengelsiz sendikal hakların sağlanması, işhayatında ayrımcılığa son verilmesi, taşeronköleliğinin ortadan kaldırılması, herkesin in-san onuruna yaraşır bir işe ve yaşanabilirücrete sahip olması için taşeron işçilerininbaşlattığı direniş soluksuz bir şekilde devamediyor.

İşçiler haklarıiçin 369 gündürdirenişte

Çankaya Belediyesi’ne bağlı Belde AŞ ile Sos-yal-İş arasında 12 Eylül 2011’de imzalanantoplu iş sözleşmesine patron uymadı. BeldeAŞ işçileri, büyük umutlarla imzaladıklarıtoplu iş sözleşmesi, patron tarafından boşaçıkarılmasına karşı 8 Şubat’ta iş bırakacak-larını açıkladı.CHP’li Çankaya Belediyesi’ne bağlı Belde AŞile Sosyal-İş arasında imzalanan toplu iş söz-leşmesini tanımayan patron, işçileri temel gi-derlerini dahi karşılayamaz hale getirerekyaşam haklarını ellerinden alıyor. Yaşananhak gasplarına tepki gösteren işçiler; maaş-ları zamanında ve tam yatırılmaz, toplu işsözleşmesinden kazandıkları geriye dönükalacakları ivedi olarak taraflarına ödenmez;şu anki mevcut politika, anlayış ve işleyişdevam ederse Belde AŞ’de yaşamı tamamıy-la durduracaklarını ifade ettiler.

Yaşam hakkımız içindireneceğiz

Taşeron işçiler direnişlerinin 28. günündeson verdikleri direnişlerine, belediye yöneti-minin verdiği sözleri tutmaması nedeniyle,yeniden başladılar.Maltepe Belediyesi taşeron işçileri, belediyeönünde 28 gün boyunca sürdürdükleri dire-nişe, 17 Ocak'ta ara vermişti. İşçilerin kararı,Maltepe Belediyesi Başkanı Mustafa Zen-gin'in sözcüsü olan Yüksel Çiftçi'nin, "sorun-ların çözüleceği" açıklamasından sonra gel-mişti.Belediye yönetimiyle 20 Ocak günü toplantıyapan işçiler, verilen sözlerin güvence altınaalınması için protokol imzalanmasını ve so-runların çözümü için komisyonun oluşturul-masını talep etti. Belediye yönetimi ise talep-leri kabul etmedi. Belediyenin işten atılan 10işçiden sadece 3 işçinin işe geri alımının ya-pılacağını bildirmesi üzerine işçiler 24 Ocakgünü tekrar Maltepe Belediyesi önünde dire-nişe başladı.

Söz yok, direniş var

AKP, referandumdan 18ay sonra, toplu sözleşmehakkına ilişkin hazırla-dığı yasa tasarısını mec-lise sundu

KESK üyeleri, 4688 SayılıKamu Görevlileri SendikalarıYasa Tasarısı'nı protesto et-mek için ülke genelinde alan-lara çıktı

Kamu emekçileri grevli toplu sözleşmetalebinin kabul edilmediği 4688 SayılıKamu Görevlileri Sendikaları Kanu-nu’nun Meclis Başkanlığı'na gönderil-mesi, 26 Ocak’ta KESK tarafından pro-testo edildi. İstanbul, Antep, Adana, Van,Siirt, Mersin gibi şehirler başta olmaküzere kitlesel bir şekilde alanlara çıka-rak protesto eylemi yapan KESK üyele-rine Ankara’da polis saldırdı.

Ankara’da yürüyüşe saldırıYKM önünde toplanıp Plan Bütçe Ko-misyonu’na temsilcilerini göndermekiçin TBMM Dikmen Kapısına yürümek

isteyen kamu emekçileri kolluk güçleri-nin biber gazlı saldırısıyla karşılandı.KESK Genel Başkanı Lami Özgen ve Ge-nel Sekreteri İsmail Hakkı Tombul’un dakatıldığı yürüyüşe, KESK’e bağlı çok sa-yıda sendika başkanı da katıldı. En de-mokratik hak olan yürüyüş hakkınındahi engellenmesine karşı çıkarak bari-katın kaldırılmasını isteyen kamuemekçileri temsilcileri, barikatı oturmaeylemi, slogan ve ıslıklarla protesto etti.Bir süre sonra yürüyüş hakkını fiilenkullanan kamu emekçileri, kolluk güçle-rinin yoğun biber gazı saldırısına maruzkaldı. Barikatı zorlamaya devam edenkamu emekçileri, TOMA saldırı araçla-rıyla tehdit eden kolluk güçlerinin karşı-sında, saldırıyı kamuoyuna teşhir edenkonuşmaların ardından eylemi sona er-dirdi.

Saldırı protesto edildiKESK üyelerinin toplu iş sözleşmesi ta-

sarısını protesto etmek amacıylaTBMM'ye yapmak istediği yürüyüşe po-lisin saldırılması aynı gün protesto edildi.Akşam saatlerinde Yüksel Caddesi İnsanHakları Anıtı önünde bir araya gelenKESK üyeleri, basın açıklaması yaptı. TİSyasasının bilerek, geciktirilerek komis-yonlarda bekletildiğine dikkat çekenKESK Genel Başkanı Lami Özgen, TİSyasasının 15 milyon kişiyi ilgilendirdiğinisöyledi.KESK'in grevsiz toplu sözleşmeyi kabuletmeyeceğini, ülkenin tüm illerinde di-reneceklerini ifade eden Özgen, anayasave uluslararası yasaların verdiği hakkıkullanıp meclise yürümek istediklerinibelirtti.Özgen "Ama yürüyüşümüz keyfi veanti-demokratik bir şekilde engellen-miştir. Bu yetmezmiş gibi üyelerimizebiber gazı sıkılmış, birçok arkadaşımızyaralanmıştır.” dedi.

KESK: 4688 kabul edilemez

8-9_Layout 2 1/30/12 1:10 PM Page 1

Page 9: 1-10 Şubat 2012

ka çalımı” atan AKP, kamu emekçilerinin toplusözleşme hakkını gasp edeceğini gösterdi.

AKP’nin oyalama taktiğiKamu çalışanlarının toplu sözleşme hakları içindüzenlenecek yasa ile ilgili olarak AKP ve kamuçalışanları konfederasyonları temsilcileri arasın-da uzun süren görüşmeler yapılmıştı. Konfede-rasyonlar, toplu sözleşmelerde büyük öneme sa-hip Hakem Kurulu'nun bağımsız olmasını talepetmiş, AKP ise talebi görmezden gelmişti.Son tahlilde AKP, kendi bildiğini yaparak tasarıyımeclise sundu ve Hakem Kurulu'nun 11 üyesinin3'ü Bakanlar Kurulu tarafından, 4'ü ise bakanlartarafından seçilecek. Kalan 4 üye ise AKP’den“bağımsız” olarak belirlenecek.AKP'nin hazırladığı tasarıya göre toplu sözleşmesüreci sonunda anlaşma sağlanamaması halinde,konu 3 gün içinde Kamu Görevlileri Hakem Kuru-lu’na götürülecek.

11 üyeden 4’ü “bağımsız”Hakem Kurulu’nun başkanı, mevcut Yargıtay, Da-nıştay ve Sayıştay başkanları, başkan vekilleri,başkan yardımcıları ya da daire başkanları ara-

sından Bakanlar Kurulu’nun seçeceği biri olacak.

Çalışma Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Hazine Müs-teşarlığı ve Devlet Personel Başkanlığı’ndan birerüye seçilecek, 4 üye olacak.

En az doçent unvanını taşıyan öğretim üyeleriarasından Çalışma Bakanı tarafından belirlene-cek 7 isim arasından Bakanlar Kurulu tarafındanbelirlenecek 1 kişi olacak.

En fazla üyeye sahip konfederasyon tarafından 3,diğer konfederasyonlar tarafından belirlenecek2’şer olmak üzere, sendikalar tarafından önerile-cek 7 öğretim üyesi arasından Bakanlar Kuru-lu’nun seçeceği 1 üye.

En fazla üyeye sahip konfederasyon tarafındanbelirlenecek 2, diğer konfederasyonlar tarafındanbelirlenecek birer üye olmak üzere 4 üye.

Hakem Kurulu, en az 8 üyenin katılımıyla topla-nacak. Kurul, başvuru tarihinden itibaren 5 güniçinde kararını verecek. Kurul, toplantıya katılan-ların çoğunluğuyla karar alacak, üyeler çekimseroy kullanamayacak. Kurul kararları kesin olacakve toplu sözleşme hükmünde sayılacak. Oylama-da eşitlik halinde başkanın oyu belirleyici olacak.

Mevcut düzenlemeden daha geriAKP meclise sunduğu yasa tasarısıyla toplu gö-rüşmeden bile daha geride bir düzenleme getir-mek istiyor. Hizmet kolu toplu sözleşmelerine yerverilmeyen yasa tasarıyla sendikaların varoluşgerekçesini ortadan kaldırmaya çalışılmaktadır.Hizmet kollarına ait mali ve sosyal haklar toplugörüşmelerde olduğu gibi genel toplu sözleşmegörüşmelerinin bir parçası olarak ele alınacaktır.Bu düzenlemeyle yüzlerce belediyede yapılan top-lu sözleşmeler de yok hükmünde sayılacak. Ulus-lararası sözleşmeler hiçe sayılarak yerel yönetim-lerin toplu sözleşme yapmasına yasak getirilecek.

AKP, dikensiz gül bahçesi yaratmak istiyorToplu sözleşmeyi masa başı görüşmeler ve hakem-ler kararlarıyla sınırlayan yasa tasarısında grevlitoplu sözleşme hakkı yasal teminat altına alınma-dığı gibi örgütlenme özgürlüğünün önündeki en-geller de varlığını koruyacak. Kapsamından tarafla-rın belirlenmesine, uyuşmazlık halinden HakemKurulu’nun yetki ve bileşimine kadar özgür bir top-lu pazarlık düzeni ile uzaktan yakından hiçbir ilgisiolmayan, hemen her alanda özgürlükleri tamamenkısıtlamayı hedefleyen yasa tasarısının özüne deruhuna da tamamen yasakçı mantık hakimdir.AKP bu tasarıyla birlikte toplu sözleşme masasındadikensiz gül bahçesi yaratmaya çalışıyor.

091-10 ŞUBAT 2012 Halkın Günlüğü

aman hızla ilerliyor. Yanı başımızda onlarca şeygelişiyor, yer değiştiriyor, kompleks bir çatışkıhalinde süreğen bir ilerleme katediyor. Her dönemkendi bağrında bir dizi gelişmeyle ortaya çıkıyor.Toplumlar değişiyor, sınıflar arasındaki çizgilerdeğişiyor, toplumsal ilişkilerde yeni yeni olay, olgu

ve bunların örgüsü şeklinde ortaya farklı politik araçlar çıkıyor. Zamanın sürekli bir akış içerisinde olduğu, anın ve anlık olaylarınher dönemin içinde farklı bir göz ve zihinle yorumlandığı, bu yo-rumlanışın sonucunda geleneksel aklın darmadağın olduğu gö-rülüyor. Sorunun özüne yansıyan birçok şey biçimsel katagorilere,biçimsel olan yönler de içsel döngüye etkide bulunarak, insanınzihinsel hareketindeki gelişimi sağlıyor. Sonsuz ve sonlu; değişen ve değişmeyen; durağan ve hareketli;bağıntı ve yalın; basit ve kompleks olan sürekli bir değişkenlikiçerisinde. Bu değişim ve altüst oluş sürecinin temel dayanaknoktası ise yine kendi dengelerini yeniden kuran mevcut sisteminhegomonik ilişkileri oluyor. Basit, sıradan, olağan seyrinde gittiğinidüşündüğümüz şeyler, ömrümüzün geri kalan kısmını da yarattığıbağımlılık ilişkisinde derinlik kazanıyor. Özellikle bireyciliğin ve bencilliğin dayatılarak, bireyin metalaştığıbir toplumsal formasyonda yaşıyoruz. Her bireyin kendi yaşamınaaktığı ve bireysel yaşamının bencil yanlarından ödün vermediğibu yaşayış biçimi doğalında kendisine karşı fazlaca bir esnekliği,olgulara karşı da kayıtsızlığı getiriyor. Bu kayıtsız ruh halininyarattığı insan tipolojisi her defasında kendisini sistemin içerisinehapseden hamleler yapıyor. Bu zorunlu yaşamın sorunlu birvarisi haline geliyor. Kendisinde yük gördüğü bütün sorumluluklarıüzerinden atarak kurtuluyor. Bunun sonucunda da sorumsuz vevurdumduymaz bir birey olup çıkıyor.Sistemin arzu ettiği bireyler topluluğu işte bu ruh hali eksenindeoluşuyor. Kendisine yabancı bir toplamla iç içe geçen bu bireyler,edilgen bir yaşamın nesnesi halinde bir eşyanın niteliğini andıracakbütün özellikleri kendi bünyesinde topluyor. Bahsini ettiğimiz tüm gelişmelere kendi sınıfsal çıkarları eksenindeyön veren sistem toplumun günlük yaşamını dahi kontrol altındatutuyor. Nasıl tutumasınki medyadan eğitime kadar yarattığıbütün örgütlenmeler mevcut durumun devamlılığını üretmekiçin büyük bir çaba ile kendi alanında uzmanlaşıyor.Elbette bunlar sistemin kendisini var etmek için zorunlu olarakuyguladığı politikalar. Burada sorunu kendimizden hareketle elealmamız gerektiğinin altını çizmek gerekiyor. Yukarıda tarifiniyapmaya çalıştığımız meseleler özenle irdelenmek durumunda.Sistem sadece askeri ve yargı sistemiyle veya yasal düzenlemelerlesaldırmıyor. Kendi ihitiyacı olan bir kültürel şekilleniş yaratıyor.Yarattığı bu kültürel dokuyla da kendisini yeniden üretiyor.Son dönemlerde ise iyiden iyiye gelişen libarel dalga siyasette dipetkileri yapmış, devrimci söylemler yerine sistemin arzusunukitlenin talebi haline getirmiştir. Devrimci hareket açısından dadurum pek farklı sayılmaz. Kendi görevlerini bir taraftan ulusalmücadeleye diğer taraftan ise liberallere devretmiştir. Şuan isebunun yerini alma çabası vardır. Ancak devrimci bir çıkış yerineburjuva demokrasisi sınırları çerçevesinde bir yönelimle parlementermücadeleye eklemlenmiştir. Egemen sınıfların kendi gündemleri etrafında yarattığı kirlilik vehalkın bilincinde yarattığı bulanıklık ancak ve ancak devrimci öz-nelerin kendi sorumluluklarına sahip çıkması ve önderlik misyonunudoğru oynamasıyla mümkündür.Geçmişten bugüne uzanan devrimci mücadele tarihi içerisindeyaratılan değerler ve bunların emanet ettiği miras ezilenlerinelinde değiştirici ve yıkıcı bir silaha dönüşmek durumundadır.Bunun yolu da bu tarihe sahip çıkarak kitlelerle birleştirmek vepratikte vücut bulan bir özne haline dönüştürmektir. Paris Ko-münü’nden 1917 Ekim Devrimi’ne, Çin Devrimi’nden Büyük ProleterKültür Derimi’ne ve oradan da günümüze uzanan bu miras,binlerce yıllık insanlık tarihinin sınıf mücadeleleri içerisindeyarattığı değerlerin toplamıdır. Bugünün görevi ise bu mirasıgünün en büyük silahı haline çevirebilme yetisini kuşanmaktır.Sistemin yaratmış olduğu birey tipolojisiyle bu durum aşılamaz.Sistemin sınırlarından çıkmak ve yeniyi, geleceği temsil edensınıfsız, sınırsız bir dünyanın kültürel ve siyasal kimliğiyle donanmakzaruridir. Sistemle bağlar koparılamadığı sürece devrimi geliştirmekhayal olmanın ötesine geçemez.

Z

SINIRLARI AŞMADAN DEVRİM OLMAZ

EMEĞİN KÜRSÜSÜ≫ dursun baştuğemek

8-9_Layout 2 1/30/12 1:10 PM Page 2

Page 10: 1-10 Şubat 2012

Halkın Günlüğü 1-10 ŞUBAT 2012yaşam söyleşi10Dikmen Vadisi halkı yıkımlaraAnkara Büyükşehir Belediyesi İ.Melih Gökçek reisliğindeki vur-gun çetesiyle 5-6. Etap’ı kur-mak için Dikmen Vadisi’ndekihalkın evini yıkıyor. Yıkım verant saldırısına karşı halk haklıtalepleriyle direniyor

Dikmen Vadisi halkının 6 yıldır her türlütehdit ve şantaja karşı emekleri ve onurlubir yaşam için verdiği mücadeleyi yalanyanlış beyanlar ve direnişin haklılığını ge-rici burjuva feodal medya eliyle yıkmayaçalışan Gökçek’e halkın cevabı kesin: “Yabombalar yağdırıp evimizi başımıza yıkar,şatolarını inşa edersin. Ya da hakkımızımüzakereleri sürdürerek kabul edersin.”Son olarak yarıyıl tatilinin başladığı ilk günGökçek’in yıkım planını ayrıntılarıyla ha-ber alan vadi halkı, yıkıma karşı can paha-sı bir mücadele, direnişle dayanışma çağrı-sı yapmıştı. ‘Yoğun kar yağışı’ nedeniyleyıkımı ertelediklerini açıklayan Gökçek,“Çünkü provokasyoncular ve CHP’lilerDikmen Vadisi üzerinden ajitasyon yap-mak için bekliyorlardı” şeklinde bir açıkla-ma yaptı. Burjuva-feodal medya üzerindenVadi halkının haklı mücadelesini karala-mak ve yalan söylemekte sınır tanımayanGökçek, ‘yıkımda kararlı oldklarını, havalarısınır ısınmaz yıkımın gerçekleşeceğini’söyledi.Tüm karalamalara ve ona çanak tutan ge-rici medya düzeninin dezenformasyonları-na karşı gerçekleri dinlemek için ses kayıtcihazlarımızı Dikmen Vadisi halkına tut-tuk. Kimi Van depreminin ardından devle-tin kayıtsızlığından kaçarken kendiniVadi’de buluvermiş. Kimi kiracı, kimi elindetapu tahsis belgesiyle yılların emeğini ver-diği evlerinin bir rant planına heba edilme-sine hayır diyor. Hepsi bu yıkım ve talanplanına karşı direnişte birleşiyor.

71 dediler 54 metre kare çıktıSultan Biçerseven: Yaklaşık 25 yıldır Va-di’deyim ve 6 yıllık Vadi’de kalma mücade-lesi içerisinde yer aldım. Son olarak MelihGökçek ve Ankara Büyükşehir Belediye-si’nin çağrısıyla ilk defa barışçıl bir görüş-me gerçekleştirdik. Bu önemli bir görüş-meydi çünkü ‘ideolojik gruplar, teröristgruplar, marjinaller, çapulcular’ şeklindemedyada sıkça telaffuz ettiği bir kesimi ilkdefa görüşmeye çağırıyordu. Bu 6 yıl sonrada olsa Gökçek’in bizim halk olduğumuzukavradığı anlamını taşıyordu. Masaya gittiğimizde bize 16 milyara Doğu-kent’te 200 metre kare arsa vereceğini,daha sonra TOKİ Kusumlar’ da 42 ila 54milyar lira arasında brüt 85, net 71 metrekare olduğu iddia edilen daire teklifi sunul-du. Teklifi mahalleliye iletip değerlendire-ceğimizi söyleyerek ayrıldık. Yine bu süreçiçerisinde evleri görmek istediğimizi be-yan ettik. Mahalleli bir heyetle birlikte Ku-sumlar’daki daireleri görmeye gittiğimiz-de, yerin Ankara’dan soyutlanmış tama-men dağ başı bir yer olduğunu gördük. Bi-nalar dikilmiş fakat hastane, yol, okul her-hangi bir sosyal alanın olmadığı bir yerlekarşılaştık. 71 metre kare net olarak beyanedilen dairelerin araştırmalarımız sonu-

cunda 54 metre kare olduğunu öğrendik.Ama görüşmeleri kesmedik, çünkü bura-da yaşayanların hemen tamamı asgari üc-retle geçinmeye çalışıyor, işsiz, sakat, has-ta insanlar var. Bu açıdan en azından gide-ceğimiz yeni yer ile ilgili en azından öde-meleri sabitleyelim. Onların da ödeyebile-ceği tarzda bir sistemde uzlaşalım istedik.Fakat medyanın çoğunda sadece M. Gök-çek ev veriyor haberleri yer aldı. Fakat buevlerin hangi koşullar altında verildiğiylekimse ilgilenmiyordu. Taraflı basın vemedya kuruluşları aleyhimize haberlerledolup taştı.

TOKİ bizim için ölüm demektiDerdimizi anlatabilmek ve müzakerelerinde sürmesi çabasını sürdürmeye gayretettik. Öte taraftan TOKİ’nin değişken söz-leşme belgelerinde çok ağır şartlar olduğuiçin normal bir vatandaşın bunun altındankalkamayacağını söyleyerek itirazlarımızıiletmeye devam ettik. TOKİ’den 15 yıl va-deyle bize sunulan daireler enflasyon de-ğerlerinin sabit kalması koşulunda bile bu-gün 42 milyar olan dairelerin fiyatının 85;54 milyarlık dairelerin ise yaklaşık 105milyara denk geleceğini öğrendik. Sonu

belirsizliklerle dolu olan bir kâğıdın altınaimza atmak bizim yaşam standartlarımızdüşünüldüğünde ölüm anlamına geliyor.Gökçek’ten fiyatları sabitlemesini isteyin-ce kendisi, TOKİ’nin işlerine hiçbir şekildemüdahale edemeyeceğini sadece enkazbedelleri konusunda yardımcı olabileceği-ni söyledi. 2 bin 750 lira olarak belirlediğienkaz bedelleri konusunda yapılacak eniyi katkı bile sorunumuza çare olamazdı.

Son görüşmede yıkım tehdidiSon görüşmemizde bu sorunlarımızı ko-nuşacağımızı sanırken Gökçek, bizi direkttehditle karşıladı. Ben eşimin işten çıkarıl-dığını, iki çocuğumun hasta olduğunu vebu şartlarda sözleşmeye imza atamayaca-ğımı söyleyince eşin pazara gidip limonsatsın şeklinde alaylı bir tutum takındı.Pazarda limon satmaya kalkışsak bile za-bıtalarının, pazar mafyasının saldırılarınamaruz kalacağımızı söyleyince sinirlendi.Sunduklarını kabul etmezsek yarıyıl tati-linde evlerimizi yıkacağını söyleyerek ma-sadan kalktı. Bize cevap hakkı bile verme-di. Uzlaşma süreci içerisinde böyle bir dillekarşılaşmak Gökçek’e karşı zaten olma-yan güvenimizi gittikçe sarstı. Gökçek’in

tavrı ve tutumunu aktardığımız mahallehaklıyla birlikte TOKİ tartışmalarının üzerikapanmış oldu.

Ya yok edersiniz ya müzakereLimon meselesi beni çok etkiledi, benim-le, eşimin işsizliğiyle alay etmesi bir bele-diye başkanına yakışmazdı. Çünkü onlarbizim sorunlarımızı çözmeleri için seçil-miş kimseler. Bunun ardından mahalle-deki kadınlarla birlikte pazarda satama-yacağımıza göre, Büyükşehir Belediyesi,Başbakanlık binası önünde limon satma-ya başladık, kendileri bile almadılar.Cumhurbaşkanı ve Meclis kapısında li-mon satmamıza dahi izin verilmedi. Li-mon eylemleri kamuoyundan çok iyi tep-kiler aldı. Bu iyi tepkilerin tersine çevir-mek için Gökçek, yıkım geldi, geliyor gibipsikolojik saldırıları sürdürdü. Biz vadililerbu tehditlerden korkmadığımızı defalarcasöyledik şimdi de söylüyoruz. Vadi mese-lesini şiddetle çözemezsiniz. Çok kötüşeyler olur. Ya bombaları üzerimize yağ-dırıp hepimizi yok eder kulelerinizi, sa-raylarınızı diker oturursunuz; ya da barışiçerisinde müzakereleri yürütüp insanla-

Önce Van sonra Gökçek depremi vurduAbdulselam Duran: Yaşanan Van depreminin ardından buradaki gece-kondulara geldik ama bize buraları yıkacaklarını söylüyorlar. Biz Van depremi-nin ardından buraya gelen 15 aileyiz. Buraları yıkarlarsa biz nereye gideriz?Depremden sonra kendi imkanlarımızla geldiğimiz bu gecekondulardan çıkıngidin, nereye giderseniz gidin diyorlar. Biz diyoruz biz nereye gidelim zatendepremde her şeyimizi kaybettik. Burada bir düzen oluşturmaya çalıştık. Çolukçocuğun okuması için geçinebilmek, karnımızı doyurmak, yaşamak için çıkıpgeldik. Ben karton toplayarak günde kazandığım 10 TL ile 7 kişilik aileye bak-maya çalışıyorum. İşimiz yok, ek bir gelirimiz yok, nereye gideceğiz? Bu kardakışta nereye gidelim gelsin yıksın başımıza ne yapalım ki çıkamayız.

10-11_Layout 2 1/30/12 1:13 PM Page 1

Page 11: 1-10 Şubat 2012

1-10 ŞUBAT 2012 Halkın Günlüğü 11

rın özgün koşullarına göre bir ayar-lama yaparsınız. Bunun başka yoluyok. Kent ve dönüşüm bu mekânıoluşturan halk için ve halkla yapılanbir şey olmalıdır. Halkı devre dışı bı-rakarak yapılan bir dönüşüm binalarıaltından da olsa güzel olamaz. Kent,saray, villa istemiyoruz. Biz bu top-raklarda uzun yıllar verdiğimizemek, dişimiz tırnağımızla harcadı-ğımız çabanın karşılığını istiyoruz.

Kendi evimiz ve mahallemiz için savaşacağızBayram Onar: Biz yaklaşık otuz se-nedir buradayız ama Gökçek deneninsanla da altı senedir yıldızlarımızbarışmadı. Mücadelemizi veriyoruzama Gökçek denen insan da yirmisenedir bu belediyenin başında amabu kadar senedir burada yerleşmişinsanları ev sahiplerini, kiracılarınıtanımıyor. Bir belediye başkanı kendibelediye sınırları içinde oturan in-sanları bilmiyorsa yazıklar olsun de-mekten başka bir söz kalmaz. De-mek ki bu adamın Ankara’yla, baş-

kanlıkla hiçbir alakası yok. Her insan vatanını, ülkesini dış güç-lere, dış tehditlere karşı nasıl savu-nuyorsa, uğruna nasıl savaşıyorsabizde kendi evimiz, mahallemiz içinsavaşıyoruz, mücadele ediyoruz. Bizmücadelemizden vazgeçmeyeceğiz.Biz diyoruz ki kimsenin canı yanma-sın, kimse incinmesin kimsenin bur-

nu kanamasın. Biz yat, kat, villa daistemiyoruz. Biz diyoruz ki bir insa-nın barına bileceği bir ev neyse bizonu istiyoruz. Beleş de istemiyoruz.Ben asgari ücretle çalışan bir insa-nım, bizi gelirimize göre borçlandırı-lıp, ödeyebileceğimiz bir meblağ be-lirlenmesini istiyoruz. Ama tabii Me-lih Gökçek Ankara’nın yarısına sahipolduğu için bir ekmeğin kaç para ol-duğunu bilmiyordur. Bize terörist,çapulcu diyen Gökçek’e sormak isti-yorum: o zaman buranın yollarınıniye yaptırdınız, otobüs niye verdi-niz? Elektriğini, suyunu niye getirdi-niz? Kendini insan olarak görüyorsabizlere de öyle baksın. Biz evimizinkarşılığını alana kadar gitmiyoruzbunu unutmasın. Resul Türk: Evimizin yerine ev isti-yoruz. İşlerimiz burada, gidersek birde işimizden olup perişan oluruz. Bu-rada barınmak hakkımızdır. 1984’deverilen tapu tahsis belgesini imkân-larımız olmadığı için biz daha sonra(1987’de) yaptık, diye hiçbir hak tanı-mıyorlar.

yaşam

Şırnak'ın İdil İlçesi'nde meningokok-semi hastalığına yakalandığı belirti-len 2 yaşındaki Muhammet Erşekisimli çocuk sevk edildiği DiyarbakırÇocuk Hastanesi'nde tedavi edilme-diği için hayatını kaybetti

AKP tarafından her fırsatta dile getirilen ve her-kesin istediği hastaneye gidebileceği, muayeneolabileceği yalanı üzerine kurulu olan sağlık poli-tikasının Şırnak’ta yaşanan olay sonucu bir kezdaha yalan olduğunu gösterdi. Şırnak’ta meyda-na gelen olayda 2 yaşında bir çocuk hastaneyealınmadığı için ambulansta yaşamını yitirdi.Şırnak'ın İdil İlçesi'nde meningokoksemi hastalı-ğına yakalanan 2 yaşındaki Muhammet Erşek,sağlıktaki yeni uygulamanın kurbanı oldu. 23Ocak tarihinde soğuk algınlığı ve yüksek ateş şi-kayeti ile İdil Devlet Hastanesi Çocuk HastalıklarıServisi'ne kaldırılan Erşek burada yapılan mua-yenede, kış aylarında her yaşta çocukta görüle-bilen meningokoksemi hastalığına yakalandığıteşhisi konuldu. Teşhisin ardından hastaneninAcil Servisi'ne gönderilen Erşek'in hastanede il-gili bölüm olmadığı için başka bir ile sevk edilme-sine karar verildiği, ancak 7 saat boyunca bu ka-rarın uygulanmasının beklendiği belirtildi.Saatlerce süren bekleyişin ardından akşam18.30'da Acil Servis doktoru İhsan Güler gözeti-minde, ambulansla Diyarbakır Çocuk Hastane-si'ne götürülen Erşek'in hastaneye alınmadı vehastane bahçesinde ambulansın içinde bekletil-di. Yakalandığı hastalığın bulaşıcı olması gerekçegösterilerek hastaneye alınmayan Erşek'in teda-visinin yapılmamasına tepki gösteren aileninBDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan'ı aradığı vesaat 21.30'dan sonra gelen hastane doktorlarınınErşek'i ambulansın içinde muayene ettiği belir-tildi. Saatler süren bekleyişe daha fazla dayanamayanErşek, muayene sırasında yaşamını yitirdi. Yaşa-mını yitiren Erşek, ambulanstan indirilmedengece saatlerinde İdil'e getirilerek YenimahalleMezarlığı'nda toprağa verildi. 'Hastaneyi çok gördüler'Erşek'in babası Abdulselam Erşek, oğlunun ih-malsizlikten yaşamını yitirdiğini belirterek,"Hastaneye alınmayan çocuğuma ambulans içe-risinde müdahale eden doktor, kısa süre sonraaraçtan inerek başınız sağ olsun demekle yetin-di. Tamam, başımız sağ olsun ama çocuğumahastaneyi çok gördüler" dedi. 'Bile bile ölüme terk edildi'Yaşananlara tanık olan Erşek'in oturduğu ma-hallenin muhtarı Mehmet Selim Zeyneloğlu ise,Erşek'in hastalığının anlaşılınca defalarca 112,İlçe Kaymakamı ve Emniyet Müdürlüğü'nü ara-yarak yardım talebinde bulunduklarını ancakhastayı kabul edecek bir hastanenin bulunmadı-ğı gerekçesiyle çocuğun saatlerce bekletildiğinisöyledi.Zeyneloğlu, "Kaymakam bey durumdan haber-dar olduğunu, gerekli girişimlerde bulunduklarınıve en kısa zamanda uygun bir hastanenin bulu-nup çocuğun gönderileceğini söyledi. Ancak ço-cuğu kabul edecek bir hastane bulunamadı. 7saat çocuk burada bir sedye üzerinde hiçbir mü-dahale yapılmadan bekletildi. Demek ki uçak,ambulanslar filan hepsi hikayeymiş, durumu bi-rinci derece acil olan bir hasta bile bile ölüme terkedildi. Yaşananlar bir sağlık skandalıdır" dedi.

a karşı direniş dedi Hastaneyealınmayançocuk öldü

5 nüfusa nasıl bakarım Rıfat çakmak: Ben kiracayım yıllardır burada ya-şıyorum. Asgari ücretle çalışıyordum ve son üç aydırda çalışmıyorum. Beş nüfustan sorumluyum ve yal-nız çalışıyorum. Bu evden nasıl çıkar nereye giderim.Bu karda kışta, çocuklarımız okurken ne yapabilirimnasıl bir çözüm bulabilirim ki! Ben kiracıyım ama bu-raların yıkılmasına karşıyım, yıllardır burada yaşıyo-rum. Biz de ülkenin vatandaşıyız. Kırıkkale’den gel-dik. Vatanımız, başkentimiz diye. Aynı memleketinçocuklarıyız bize bunu yapmasınlar yazıktır.

Bayram Onar

Kent ve dönüşüm bu mekânı oluş-turan halk için ve halkla yapılan birşey olmalıdır. Halkı devre dışı bı-rakarak yapılan bir dönüşüm bina-ları altından da olsa güzel olamaz’Sultan Biçerseven

10-11_Layout 2 1/30/12 1:13 PM Page 2

Page 12: 1-10 Şubat 2012

1-10 ŞUBAT 2012 Halkın Günlüğü

Bütün neo-liberal emperyalist spekülasyon-lara, karşı-devrimci stratejilere, sınıf hareketiiçinde bunların izlerini süren eğreti akımlarınçarpıtmalarına ve her renk ya da cinsten bilu-mum gerici safsatalara karşın; keskin sınıfçelişkilerinin ürünü olan sınıf mücadelesi di-namik bir olgudur. Güncel gelişmeler, emper-yalist burjuva liberal saldırıları değil, sınıf çe-lişkileri zemininde cereyan eden sınıflar mü-cadelesinin nesnel kanunlarını doğrulamak-tadır. Gerek dünya ölçeğinde ve gerekse decoğrafyamız sathında yaşanan gelişmeler;emperyalist safsataları olduğu kadar, reviz-yonist, reformist, yasalcı-legalist tüm tasfiye-ci burjuva ideolojik akımları da kökten tersyüz etmektedir. Nesnel koşullar devrimci ha-reketi davet ederken, örgütlü devrimci hare-ketin temsil ettiği devrimci yükseliş yetersiz-dir. Bu bakımdan komünist ve devrimci hare-ket ile genel demokratik mücadele güçlerininörtüştükleri zemini tespit ederek doğru yöne-limlerle mücadeleyi geliştirmek şarttır.

İstisna kabul etmeyen ender doğrulardan biri,proletaryanın devrim ve/veya devrimlereideolojik-politik-örgütsel toplamdaki önderli-ğidir. Proletaryanın bu önderliği olmaksızındevrimlerin proleter devrimci niteliği kusurlukalmakla birlikte, bu özrü bağrında taşıyandevrimlerin proleter dünya devrimine çıkarakkesin zafere ulaşması mümkün olamaz. An-cak o büyük meydan okuyuştur ki, emperya-list dünya gericiliğine karşı kararlı bir savaşı-mı yürütüp yönetme yeteneği gösterir veyoksul dünyanın kurtuluş mücadelesini bü-yük özgürlükle taçlandırabilir… Ne var ki, pro-letarya bu büyük yürüyüşünde kendi dışın-daki devrimci-demokratik sınıf güçleriyle engeniş demokratik mücadele zemininde ve ge-rici düzen ile halk kitleleri arasındaki her çe-lişki düzleminde ilişkilenmek durumundadır.Önderliğin tesisi ancak bununla mümkündür.Devrimci kitlelere rağmen bir devrim tasarısıelitist olmaktan ve teknokratlar nüfuzu ya-ratmaktan kurtulamaz. Halk kitlelerine rağ-men gerçekleştirilen bir iktidarın, tabela adı

ne olursa olsun, devrimci halk kitlelerinin çı-karını temsil eden proletarya iktidarıyla ya-kınlığı olamaz.

Devrim ve komünizm yürüyüşüne bağlamaözelliği ve sınıf karakteri gereği, demokrasimücadelesinin en sağlam ve biricik önderkuvveti hiç şüphesiz ki komünist güçlerdir.Devrimci ve demokrat güçler bu mücadeleninsağlam müttefikleri, itici güçleri ve öznelerin-dendir. Ki, bunu unutmamak ve küçümseme-mek gerekir. Doğrudan komünizm mücadele-sinin özneleri olan komünist güçler, insanlığıngeleceğini konu edinen komünist toplum ide-alleri ve bu ideal uğuruna verdikleri anlamlımücadeleleri gereği daha da seçkindir. Komü-nistlerin devrimci ve demokratlardan ayrıl-dıkları nokta, toplumlar tarihinin ( ya da in-sanlık tarihinin) ilerlemesi karşısındaki yü-kümlülüklerini, göreli toplumsal ilerleme veyabelirli gelişme aşamasıyla sınırlamayıp, bugelişme veya ilerlemeyi en azından devletinortadan kalkması-sönümlenmesine kadartaşımalarıdır. Evet, toplumsal ve tarihsel şart-lara-zorunluluklara bağlı olarak bugündendemokrasi mücadelesi yürüten ama nihai he-def olarak sınıfsız ve sınırsız toplum hedefiylemücadele eden güçler kuşkusuz ki demokrasimücadelesinin en kararlı, en ileri ve en dev-rimci savunucularıdır. En devrimci diyoruzçünkü, salt devrimciliğin ölçütleri toplumsalve tarihsel şartlarda değişkenlik gösterir. Ör-neğin asgari devrim programımız olan YeniDemokratik Devrim aşaması açısından bakıl-dığında devrimin güçleri daha geniş bir yelpa-zeyi kapsar. Bu devrim aşamasında kimi sınıfkatmanları objektif olarak ve devrimden çı-karları olmasından dolayı devrimcidirler. Amabu ara katmanlar, bugünkü devrim aşamasıtamamlanıp azami devrim programı aşama-sına gelindiğinde bu güçlerin belli bir kesimi-nin devrimciliği ekseriyetten ortadan kalkar.Daha da açık ifade edersek; örneğin milli bur-juvazinin sol kanadı demokratik devrim aşa-masında devrimcidir. Yani devrimden yana vedevrimin dostudur. Çünkü, emperyalizm ta-

rafından, komprador bürokratik burjuvazi ta-rafından sömürü ve baskıya maruz bırakıl-maktadır. Ne var ki, demokratik devrim aşa-ması değil de, sosyalist devrim aşamasındamilli burjuvazinin devrimciliğinden söz etmekciddi bir sapma olur…

Burada anlatmaya çalıştığımız şudur: Komü-nistler demokrasi mücadelesini bir devrimmeselesi olarak ele almakla birlikte, bu müca-deleyi komünist topluma kadar öngörürken(ki, komünist toplumda da çelişkilerin başkaözde de olsa varlığını koruyacağını ifade eder-ler; bu dönemde insanlar arası çelişkilerin so-mut tahlilini yapmak şimdiden zor olduğu vebunun salt yorumla sınırlı olacağı açıkken, enazından çelişmenin varlığı meselesini ve özel-likle de doğa ile insan arasındaki çelişmeyinet olarak ileri sürerler.), devrimci ve demo-krat güçler yürüttükleri demokrasi mücade-lesini en ileri olarak bir devrim sürecine kadartemsil ederler. Yani, salt devrimciler devrimi

gerçekleştirerek bu aşamada çakılıp kalırken,komünist devrimciler gerçekleştirdikleri dev-rim aşamasında çakılıp kalmadan onu yenidevrimlerle komünist topluma ulaşıncaya ka-dar sürdürürler. Bunun için en tutarlı demo-kratlar komünistlerdir demek haktır-doğru-dur. İşte komünist olmayan devrimciler ile ko-münist olan devrimciler arasındaki fark bu-dur veya bir yönüyle böyle özet edilebilir.

Bu tartışmayı geçmeden önce; devrimcilerledemokratlar arasında da belirgin farklılıklarınolduğunu belirtmek gerekir. Devrimciler, de-mokrasi mücadelesini son tahlilde bir devrimmeselesi olarak ele alır ve demokrasinin ege-menliği için zora dayalı devrimi öngörürler.Gerici sınıf iktidarlarını devrimci zor yoluylayıkıp yerine devrimci iktidarlar kurarlar. Herdevrimin temel sorunu iktidar olduğuna göre,devrimciler gerçekleştirecekleri devrimledoğrudan siyasi iktidarı hedeflerler. Devrim-cilerin de tutarlı demokratlar olduğunu söyle-

Komünistlerin yaklaşımı MLM ilkeleriyadsımamak kaydıyla, genel olarak sınıfmücadelesinin çıkarlarına göre şekillen-mek durumundadır. Stratejik ilkelerindekatı durmak mutlak suretle gerekliyken;taktik siyasette her ilerici nüveyle birleş-me perspektifi, benimsenmesi gerekendoğru yaklaşımdır. Nihai amaç ve hedef-leri temsil eden ilkeler ancak pratik siya-setlerle vücutlaştırılabilirler. Siyaset vetaktik politika olmaksızın genel teori yada strateji sınıf mücadelesinin görevlerinesirayet edemez, sınıf mücadelesinin tek

tek konularına uyarlanıp yaşamı yeterikadar kavrayamaz. Dolayısıyla ilkelerdekikatılık siyasetteki esneklikle buluşmakdurumundadır. Sınıf mücadelesinin geniş yelpazeye ser-pilen veya toplumdaki çelişmelere bağlıolarak değişik kategoriler ve niteliklerdebeliren görevleri pek tabiî ki sınıf müca-delesi güçlerinin dağınıklığını ve farklı ni-teliklerde bulunmalarını koşullar. Yani,sınıf mücadelesinin ihtiva ettiği tüm me-seleler, genel olarak ezen-sömüren ege-men sınıflarla ezilip sömürülen geniş

toplumsal bileşenler arasındaki çelişme-lerden doğar ya da bu zeminde ifade bu-lurlar. Bu da, iki temel sınıfla birlikte, çö-zülmüş sınıf kalıntıları ve devrimci sınıfara katmanlarından teşkil olan sınıflı top-lumdaki karmaşık ilişki ve çelişkileri,toplumsal formatları, ilerici ve gerici po-zisyonu, bu nitelik esasına bağlı konum-lanışı düzenler. Kısacası, demokratik me-seleden, devrim ve komünizm sorununakadar uzayan mücadele yelpazesi üzerin-de geniş bir ilerici potansiyel hazır bulu-nur. Bu geniş bileşenin siyasi temsilcileri

Devrimindostlarıylabirleşmek

Devrim ve komünizm yürüyüşüne bağlama özelliği vesınıf karakteri gereği, demokrasi mücadelesinin en sağ-lam ve biricik önder kuvveti hiç şüphesiz ki komünistgüçlerdir. Devrimci ve demokrat güçler bu mücadeleninsağlam müttefikleri, itici güçleri ve öznelerindendir. Ki,bunu unutmamak ve küçümsememek gerekir

Mücadelenin güncel görevle

Page 13: 1-10 Şubat 2012

perspektif

mek yanlış değildir. Ancak bu salt devrimcilerkomünizmi hedeflemediklerinden ötürü, ko-münistlerin niteliğini ve genel amaçlarını üst-lenemezler. Toplumsal üretim ve ilişkilerdekigelişmelere paralel olarak daha ileri toplumsalaşamalara adım atamayan bu devrimciler, şa-yet gelişmelere uyum sağlayarak komünisttopluma doğru devrimci ilerleme yolunu be-nimsemezler ise, bu tarih ve toplumsal geliş-meler karşısında nihayetinde gericileşirler. Yagelişmelere ayak uydurarak toplumsal ilerle-yişin dinamiği olurlar ya da bu uyumu sağla-mayıp gelişmenin gerisine düşerek gericileşir-ler. Yani, tarihsel ve toplumsal şartların dayat-masıyla ya komünist olurlar, ya da son tahlildegericileşmekten kurtulamazlar. Parantez aça-lım ki, nitel değişim kendiliğinden olmaz. Yani,devrimciler ya komünistleşir, ya da gericileşirderken; bunu sınıf mücadelesi, ideolojik sava-şım, bilimsel teorinin tesiri vb dışında tasav-vur edemeyiz. Ancak bu donanımı sağladıkla-

rında komünistleşirler…

İşte, bu salt devrimciler komünist toplum bi-linci ve amacına sahip olmadıklarından, bu-nun sosyal pratiği, teorisi ve ideolojik doku-sundan yoksun oldukları için, komünistlerdendaha zayıf ve geri bir niteliği temsil ederlerveya bu yapıları gereği komünistlerden farklı-laşırlar. Salt demokratlar ise, devrim hedefinesahip olmadıkları gibi, bu görevi üstlenmezler.Mevcut düzen veya sistemin anti-demokratiktüm uygulama, politika ve zihniyetine eleştireltarzda karşı çıkar, protestolara vb girerler.Ama bunun ilerisine geçmezler. Zira, bunlargericiliğe, faşizme, emperyalizme, feodalizmekarşı tavır alsalar da, bu tavırları mevcut sis-temin çerçevesi dışına çıkmaz. Sadece bu çer-çeveyi görece zorlar ve iyileştirmeyi kapsar.Yani, demokrasi mücadelesini devrim sorunuolarak ele almaz, bilhassa zora dayalı bir dev-rimi benimsemezler. Bunlar tarihsel şartlardatarifi belirlenen demokratlığın kıstaslarına uy-

gun davranarak tutarlı demokrat olmayı hakedinirler. Ama genel anlamda ya da demo-kratlık mevcudiyetleriyle bunlar demokratlı-ğın ilerisine geçmezler. Çünkü demokratik ni-teliklerini sınırlar ve devrimci nitelikten yalıtıktutarlar. Devrimden tecrit edilmiş bir demo-kratlık veya demokratik mücadele son tahlildedüzene hapsolmuş, siyasi-ideolojik açıdan li-beral ya da objektif olarak reformist durum-dadır. Ancak tarihsel ve toplumsal şartlardailerici-devrimci rol oynayan demokrat ve ay-dınlara asla bu noksanlıklarından ötürü sırtdönemeyiz. Siyasi-ideolojik niteliklerine rağ-men, bunlar, toplumsal kitlelerin aydınlanıpbilinçlenmesinde önemli bir rol oynarlar ki, burol katiyen küçümsenemez. Kuşkusuz ki, mo-dern sınıf mücadelesi tarihinin kadim gücü vesınıflar mücadelesinin nüfuz ettiği tüm gele-ceğin baki kuvveti proletarya ve onun seçkinunsurlarından teşekkül olan komünist parti-sidir. Fakat bu uzun tarihsel davada proletaryamüttefikleriyle birleşmeden veya hakim sınıf-ların azgın sömürü ve terörü altındaki verilişartlarda proletaryanın tarafı olan genişemekçi halk kitleleri proletarya partisi önder-liğinde birleşmeden tarihsel yürüyüşün yol al-ması olası değildir.

Elbette ki, sınıf mücadelesi komünistleri, dev-rimcileri eğitip ilerlettiği gibi, demokratları daeğitip ilerletir. Ki, ilerledikçe demokrat olmaniteliklerini devrimciliğe ve hatta komünistli-ğe taşıyabilirler-taşırlar. Fakat, bunlar dahaileri niteliğe evrildikleri için demokrat katego-risinde değil, ulaştıkları nitelikte değerlendiri-lirler. Yani, demokratların devrimcileşemeye-ceği, komünistleşemeyeceği gibi bir ön yargı-ya sahip değiliz-olunamaz da! Aynı şey dev-rimciler için de geçerlidir; sınıf mücadelesiiçindeki ideolojik-politik etkileşimle dönüşüpkomünist niteliğe geçebilirler-geçerler. Ne varki, bizim tartıştığımız mesele değişim mesele-si değil, değişime rağmen var olan ve olacakrealitedir, siyasi gerçekliktir. Buna uygun ola-rak, komünistler, devrimciler ve demokratlarolacaktır. Ve bunlar, demokrasi, devrim ve ko-münizm mücadelesinde yer tutarak açık vekesin rol oynayacaklardır.

O halde bütün bu meselelerde komünistlerebüyük görev ve sorumlulukların düştüğüaçıktır. Yani, gerek devrimci ve demokratlarınileri doğru dönüşümündeki rolleri gereği, ge-rekse de demokrasi mücadelesinin komünisttoplum mücadelesine kadar geliştirilmesinde,tarihsel şartlara bağlı olarak belirli tarihsel ke-sitlerde kesin ilerici ve devrimci rol oynayanbu kuvvetlerin komünizm davası uğruna doğ-

ru konumlanmasını sağlama, devrim ve ko-münizm mücadelesiyle birleştirme veya bun-ların devrimci-ilerici pozisyonlarını küçümse-meden doğru tespit edip her mücadele kesi-tinde bunları seferber etme, eğitip dönüştüre-rek komünizm mücadelesine kazanma-kat-ma veya bunlarla göreli şartlarda birleşme ye-teneği gösterme sorumluluğu kesin olarakvardır. Bu sorumluluk ve görev alanı, açıkçadayatır ki, komünistler, demokratik ve dev-rimci güçlere doğru yaklaşmak zorundadır.Uzun sınıflar savaşımı tarihi boyunca çeşitlitarihsel kesitlerde devrimlerin birer dinamiğiolan bu kuvvetlerin oynadığı rol önemle gö-rülmek durumundadır. Özcesi, bu ilerici vedevrimci güçlere ‘’Küçük-burjuva devrimcileri,demokratlar’’ vb. diyerek küçümseme, horgörme asla komünistlerin işi olamaz. Bu olsaolsa küçük-burjuva kibridir. Komünistlerindevrimin müttefiklerine, dost ve ittifaklarına,hatta bir fiil devrimin öznesi olan kitlelere üst-ten bakma veya onları öteleme yaklaşımı ola-maz. Olursa, bu, komünistlerin kendi rol vemisyonlarına aykırı davranması olduğu kadar,amaçlarına ve kendi davalarına da yabancı-laşmaları anlamına gelir.

Örneğin ulusal hareketteki demokratik niteli-ğe kayıtsız kalabilir mi komünistler. 34 Kürtköylüsünün hunharca katledilmesine, binler-cesinin tutuklanmasına imza atan gelişmelerbirer zemin değil midir? Kürt kitleleri dinamikbir demokratik güç durumunda değil midir?HES’lere karşı bitmeyen köylü direnişleri, yeniyasalarla darboğaza sürülen işçi ve emekçikitleler mücadele potansiyeli değil midir? Ör-neğin Hrant’ı sahiplenme adına sokakları dol-duran on binler ilerici-demokratik güçlerdir.Bunlar devrimin kuvvetleri-sosyal tabanıdır.Bunlara burun kıvırmak devrimci kitledenuzaklaşmak ve devrimi anlamamaktır. Yineörneğin, Kızıl Hacker’ler isminde bir Hackergrubu var. Gerçekleştirdikleri eylemler ihtisasalanlarına dairdir. Bir çok eylem gerçekleştir-diler ki, bu eylemler kendi zemininde önemliy-dir. En son M. Metiner gericisine karşı sitesiniçökertme biçiminde eylem gerçekleştirdiler.Kısacası bu grup demokratik-devrimci tepki-ler vermektedir. Elbette ki, sınıf mücadelesininsilahlı eylem ve görevleri tartışmasız yerdedurmaktadır. Ama Kızıl Hackerler grubununyaptığı eylemler de demokratik-ilerici değer-dedir ve bu cephe adına hareket etmektedir-ler. Dolayısıyla bu grubun demokratik-dev-rimci-ilerici niteliği küçümsenebilir mi? Buyelpazede bulunan tüm güçler küçük/büyük,önemli/ “önemsiz’’ davranışlarıyla devrimingüçlerini teşkil etmektedir.

anlamında komünist dinamikler dışın-daki potansiyel verili şartlarda verilidevrimciliğe sahiptir. Özcesi, emper-yalist dünya gericiliğinin hüküm sür-düğü dünya coğrafyasının her parça-sında aynı gerici özde ama farklı nite-liklerde karakterize olup biçimlenenbilumum toplumsal sistemlerin hakimsınıfları, toplumun geniş halk yığınları-na baskı ve sömürü temeline dayanangerici zor-şiddet ve faşizmi uygulaya-rak onları devrimci-ilerici kılar, iradesidışında ama objektif olarak büyük bir

devrimci enerjinin birikmesine vesileolurlar. Bir avuç gerici egemenler birtarafta, geriye kalan geniş kalabalıklaröteki tarafta… Devrimin dostları iledüşmanları esasta bu eksende ayrışır-lar. Asgari devrim programımız olan YeniDemokratik Devrim programının ge-çerliliğini koruduğu koşullarda karşı-devrimci sınıflar, devrimimizin hedefi-düşmanı olan emperyalizm, kompra-dor bürokratik burjuvazi ve büyük top-rak ağaları, feodal bey ve aşiret reisle-

rinden oluşan feodal sınıf kalıntılarınıntemsil ettiği sınıflardır. Bunun dışındakalan proletarya, köylülük, küçük-burjuvazi ile milli burjuvazinin sol ka-nadından teşekkül olan sınıf ve ara sı-nıf katmanları, devrimci sınıfları teşkilederek devrimin öncü-önder, itici güçve dost sınıflarını oluştururlar. Devri-mimizin tartışmasız öncü-önder sınıfıve çağımızın en devrimci sınıfı olanproletarya; çeşitli devrim aşamaların-da somutlandığı gibi, esasta stratejikittifakı ve dostu olan diğer devrimci sı-

nıf katmanlarının çıkarlarını temsileder. Bu sınıf katmanlarını çatısı altın-da birleştirerek onları özgürleştirerekgerçek kurtuluşa ve büyük özgürlüğetaşır. Ve elbette büyük özgürlüğe on-larla birlikte yürür. Teorik tartışmalarda sadece zamantüketenlere halk kitleleri sosyal prati-ğiyle çağrıda bulunuyor! Sınıf mücade-lesi kitaplarda değil, gerçek yaşamda-dır! Sosyal pratiğin dilinden anlama-yanlar ve bu pratikten öğrenemeyen-ler asla devrimi anlayamazlar.

eri ve önderlik vasfı üzerine

Page 14: 1-10 Şubat 2012

Halkın Günlüğü 1-10 ŞUBAT 2012kadın haber14Eğitim şart

Geçtiğimiz temmuz ayında İzmir’de bir me-kanda gözaltına alınan ve gözaltı esnasındaişkence gören Fevziye Cengiz’e “sağlam”raporu verilmesi, Sağlık Bakanlığı tarafın-dan onaylandı! Sağlık Bakanı Recep Akdağ,tüm işkencelere, görüntülere rağmen vekamuoyuna her yönüyle yansıyan bu iş-kence olayında Cengiz’e sağlam raporu ve-ren doktorun “görevini yerine getirdiğini”iddia ederek savundu.Karabağlar Polis Karakolu’nda işkence gör-düğü kamera görüntüsüyle belgelenen Fev-

ziye Cengiz’e “sağlam” raporu veren dokto-run yasal çerçeve içinde görevini yerine ge-tirdiğini savunan Akdağ, “Hakkında incele-me ya da soruşturma başlatılmasına gerekduyulmadığını” söyledi. BDP Iğdır Milletve-kili Pervin Buldan’ın Fevziye Cengiz’in kara-kolda işkence görmesiyle ilgili yazılı soruönergesini yanıtlayan Akdağ, “İzmir Ata-türk Eğitim ve Araştırma Hastanesi görevli-leri hakkında bakanlığımızca herhangi birinceleme ve soruşturma başlatılmamıştır.İllerde işkenceye sıfır tolerans ve kötü mua-melenin önlenmesi kapsamında verilen

İşkence “yasal çerçeve”

Ekonomik sorunları yaratan sis-temin kendisi olduğundan, kendi-sini toplumun en küçük birimi çe-kirdek ailede yeniden var etmesiolan sistemin yeniden üretilmesi-dir. Çoğu zaman dikkatten kaçırı-lan bu husus gözlere gerçek an-lamda mil çekiyor

Krizlerini eğitim ve ekonomiyle açıklayan yö-netemeyenler, son süreçte yaşanan tüm olum-suzluklarda geleneksel olarak ‘her şeyin anası’ifadelerine yeni bir kavramı bilinçli ekleme gay-retindedirler. Ekonominin ve eğitimin anası ya-pılan kadınla aile üzerinden topluma aşılamayaçalıştıkları bir başka arka planın açığa çıkarıl-ması gerekmektedir. ‘Eğitim şart’ ve ‘ekonomikbağımsızlık’tan dem vuranların her firsattaaçıklama yapan her bir yetkili konuşan ağzın,bilinçli tırmandırılan kadın katliamlarında dev-let şiddetini gizlemenin perdesi aslında sonunakadar açık. Ancak bizimki gibi ülkelerde em-peryalist-kapitalist sistemin esas aktörlerinindüzenli programları, projeleri çerçevesinde yerliuşakların da manipülasyonu sayesinde bir ger-

çeği anlatmak her geçen gün daha bir çaba zor-laşılor. Çünkü mevcut sorunların kaynağını sis-temde aramayıp, kişi, kurum, kuruluş ve devle-tin yönete(meye)n kademelerinin basamakla-rında arayanlar çoğalınca ve bunu da muhaliflikadına yapınca, piyonlardan kaynağa ulaşmakbir hayli zorlaşıyor.Aile içindeki şiddetten tutalım da üniversite öğ-rencilerinin sınavı kazanıp kazanmama başarı-sına kadar her şeyin ekonomi ve eğitimle açık-lanması bizce de doğru ve doğru olduğu kadarda toplumsal bir gerçektir. Ancak bu durumuyaratan sistemin kendisi olduğundan, kendisinitoplumun en küçük birimi olan çekirdek ailedeyeniden var etmesi sistemin yeniden üretilme-sidir. Çoğu zaman dikkatten kaçırılan bu hususgözlere gerçek anlamda mil çekiyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı’ndan tutalımda Milli Savunma Bakanı’na, Genelkurmay Baş-kanı’ndan tutalım da Emniyet Genel Müdürü’nekadar, Cumhurbaşkanı’ndan tutalım da üniver-site rektörüne kadar AKP manevi haklarla dev-reye girip eşitsizlerin üstünü ‘iyilikçi’ yanılsa-malarla “gönüllü yardımsever”likle örtüp, eko-nomik talanı eğitim üzerinden devam ettiriyor.Kışladan yuvaya, evden barınağa, okuldan fab-rikaya, tarladan dağa çalıştırılandan sömürülü-ne kadar her birini kadın doğurduğu için ve sis-

Emekli emniyet müdürü Dr.Hasan Yağar kadınlara dili vehareketlerinden dolayı öldü-rüldüğünü savundu!

Türkiye Emekli Emniyet MüdürleriSosyal Yardımlaşma ve DayanışmaDerneği’nin yayımladığı “Çağın PolisiDergisi”nin Ocak sayısında, emekliEmniyet Müdürü Dr. Hasan Yağarınyazdığı makale kadın ölümlerininhangi zihniyetin ürünü olduğu tespit-leriyle dolu. Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bağlıAraştırma Planlama KoordinasyonDairesi’nden emekli Dr. Yağar, “KadınCinayetlerinin Panoramik Anatomisi”başlıklı yazısında “Tabii ki kadınımızerkek karşısında fiziki gücü sebebiylemağdur durumdadır ama dili ve hare-ketleri bakımından aynını söylemekmaalesef mümkün değildir. Cinayetle-rin günahı sadece erkeğe yüklene-mez” diyerek kadınların da öldürül-meyi hak ettiğini savundu. Dramatik tarzda ele aldığı kadın katli-amlarının köy ve mezralarda değil, bü-yük kentlerde yaşanıyor olması tesbi-tiyle Yağar, şehir polisiye rolünü de esa-sen açıklıyor. Ancak şehire gelen ka-dındaki değişimin onun itirazlarındanve dinle alakalı olduğunu da belirtme-den geçmiyor. Devletin en tepesindenkadın katliamının koordineli bir şekildeişlendiğinin düğümünü de yazdıklarıylave zihniyetiyle bir bir çözüyor.Kendisine yapılan haksızlıklara, eşit-sizliklere ve ayrımcı yaklaşımlara iti-raz ettiğinde, giyimi-kuşamı, büyükşehirlerde içine girdiği yaşam tarzınında kadının öldürülmesinin nedenleriarasında sayıldığı Araştırma, Planla-ma Koordinasyon Dairesi’nden emeklibir doktor-polis tarafından açıklan-ması esasen devletten yardım isteyenkişilerin daha kooddineli ölümü ve de-

rin sır olarak delilleren de yok edilme-sidir.

Büyük bir psikolog ve sosyolog eda-sıyla kaleme aldığı makalesiyle silahlıbir polis olmasının da kendisine verdi-ği erk gücünü de arkasına alarak ka-dın katliamlarını meşrulaştırılor.

Batı toplumunda erkeğin göreceli ola-rak kadına daha olumlu davranmasınıise ‘‘Hans eşiniz ne kadar güzel! Onuöpebilir miyim?’ dediği zaman, Hanseşini öptürdüğü gibi o zata bir de ik-ramda bulunabilmektedir. Ama aynışeyi toplumumuzun her bir ferdi içingeçerli saymak asla mümkün değil-dir." sözlerini ve farkını Türk erkeğiHasan olarak gösterip, kadını nesneolarak gören anlayışını ve o nesneninherhangi bir sebeple ortadan kaldırıl-ması gereken bir varlık olarak gördü-ğünü de ifşa ediyor. Erkeğin durup du-rurken cinayet işlemediğini, karşı çı-kışın cezasının “ölüm” olduğunun be-lirlemesini dile, söze, dine, geleneğe,göreneğe, hal ve harekete bağlı olarakyapıyor.

Son süreçte N.Ç. davasında 26 teca-vüzcüsüyle “kendi rızasıyla” belirle-mesini içeren Yargıtay kararıyla birlik-te Türk Ceza Kanunu’ndaki tahrik in-dirimini de kapsayan Hasan Yağar’ınzihniyetinin kadına yönelik şiddetekarşı cinsiyetçi yaklaşımın tersi far-kındalığının daha da derinleşeceğin-den kimsenin şüphesi de kalmamışolacak diye düşünüyoruz.

Yağar kadına yağdırdığı cinsiyetçi sal-dırısıyla, kadını öldüren erkeğin gele-ceğinin mağdur ve mundar olduğunubelirterek, Aile ve Sosyal PolitikalarBakanı Fatma Şahin’in ‘üçlü proto-kol’ler eşliğinde devletin koordinatör-lüğünde sığınma evlerinden bile alınıpgötürülen ve iki saat içinde öldürülenkadının durumunun devlet-emniyet-erkek üçgeninde nasıl geliştiğini deçok açıktan sergiliyor.

Koordineli kadınölümleri sırrı!

Geçirdiği rahatsızlık nedeniyle Fi-liz yoldaşımızın vefatının derinüzüntüsünü yaşıyor; ailesine,Arap halkına ve tüm sevenlerinebaşsağlığı diliyoruz.

Antakya -Halkın Günlüğü Gazetesi Okurları

Yakalandığı hastalık sonucu ara-mızdan ayrılan yoldaşımız ZeynelBektaş’ı saygıyla anıyor, değerliailemiz ve yakınlarına başsağlığıdiliyoruz

Halkın Günlüğü Gazetesi

Zeynel Bektaş

ANMA-İLAN

14-15_Layout 2 1/30/12 1:20 PM Page 1

Page 15: 1-10 Şubat 2012

1-10 ŞUBAT 2012 Halkın Günlüğü

utluluk, manevi haklarlaancak sınırlı ölçüde,maddi araçlarla ise enbüyük ölçüde süregider.Bu mutluluk sırrına eri-şen erkek egemen sis-

tem de üretim ilişkilerinde eşit haklardanyararlanan bir toplumu/toplamın ço-ğunluğunun, ancak geçinmek için gereklişeyleri elde etmesine izin verir. Amaartık bunu günümüz koşullarında söy-lemek pek mümkün değildir. Çünkü doy-mak bilmeyen zorbalar, torbanın kesesini,toplamak için daha fazla açmaları ge-rektiğini her fırsatta belirtmektedirler. Hatırlayacak olursak, Şubat 2011’de ‘torbayasa’ için alanlara çıkan ülkemiz emek-çilerine mevsimsel olarak ‘portakal gazı’ylasaldırmıştı polis. Temizlik işçisi kadıneylemcinin gözüne gelen gaz bombasıağır şekilde yaralamıştı ve gözünü kay-betmekten son anda ameliyatla kurtarıldı.Portakal gazıyla başlayan ırkçı saldırılar,yıl boyunca ülkenin dağına, taşına ve enson da kazan bombalarıyla köylere kadardevam etti. Dikkatle görmemizi istiyorlar,çoğunluğun mutluluk dürtüsüne çok iyihitap ediyorlar. Hak ve hukuk eşitliğineköleci ya da feodal toplumun gösterdiğisaygıdan bir nebze fazladır. Ama bu ya-şadığımız 21. yüzyılın koşullarında fazlasıdiye gösterilenin köleci toplumdan azbir fazladır. Daha anlaşılması için, kaçantayı yakalamak için avucunuza az biraztuz alırsınız ve o tay tuzu tatmak içinavucunuzu yalar. Gerçekten de şu andakimevcut durum ezen ve ezilenler açısındanabartısız bunu ifade etmektedir. Amayine de anlaşılması için ezenin kendindengayet emin adımlarla köleleştirmek içinhızla ilerlediği; yaptıkları uluslararası top-lantılardan belirginleşiyor. Ancak ezilen-lerin ise, ezilmekten kurtulmak için te-reddütlü olduğu ‘torba yasa’sından iti-baren her gün yapılan zamlardan, talanhükmüyle çıkarılan kararnamelerindenve vekillerin kıyak maaş zammına karşılıkasgari ücrete yapılan simit parası kadarzamlara gösterilen tepkimelerden gö-rülmektedir. Sorunun asıl öznesi emek-çilerin, bağlı oldukları örgütlü kurumlarınve sendikaların yaptığı basın açıklamasırefleksinden görülmektedir. Son bir ayın haber başlıklarında kadınınmevcut durumuna bakıp da, 8 Mart’ahazırlık çalışmalarına baktığımızda bileher sürecin kendisini hangi zeminde ya-şattığını da görmekteyiz. Çok kadınlaş-tırmadan, Hegel’in sözlerinden 8 Martaçılışımızı yapmak isteriz. “İnsan doğalolarak iyidir dendiği zaman büyük birgerçeğin dile getirildiği sanılıyor, amaunutuluyor ki, insan doğal olarak kötüdürdendiğinde daha büyük bir gerçek dilegetirilmektedir’’ diyor Hegel. Bu sözden,yeni ilerlemeler için başkaldırının eskiyekarşı ve diğer yandan uzlaşmaz sınıfkarşıtlıklarının ortaya çıkışından itibarende egemen olma isteğini barındırdığınıda anlamalıyız. Tarihi gelişmeleri gerçekilericiliğin, kurtuluşun kaldıracı yapabil-meliyiz. Tunus, Mısır, Libya’daki geliş-melerle beklentiye giren kadınların vehalkların hayal kırıklıklarını iyi okumalıyız.Gerçek kurtuluş ve hakları için son sü-reçlerde daha fazla sokağa çıkmasınıdoğru kavramalıyız. Yani bu yıl ki 8 Mart sürecine öyle hazırlıklıgirmeliyiz ki biz kadınlar; yeni ilerlemeler

için tarihsel rolümüzü oynarken bize azbiraz fazlasını verenlerin bize layık gör-düğü mutlulukla yetinmemeliyiz. Bizimhedeflediğimiz sınırsız ölçülerdeki mut-luluk, bütün insanlığın gerçek mutlulu-ğunun da özgürleşmesidir. Ve yine öylebir sınıfsal ve yaşamsal bir pratik sergi-lemeliyiz ki, kendimizi güvenli hissetti-ğimiz alanlarda, rahat ettiğimiz 8 Marttarihsel düşüyle yürümeliyiz. Tarihimizikendimiz yapıyoruz, belirli koşullarda be-lirli öncüllerle hazırlandığımız 8 Mart’ısiyasal, ekonomik koşulların belirlediğioranda, insanların beyinlerine musallatolan geleneksel yaklaşımları da göz ardıetmeden tartışıp/tartışmalıyız. Emeği görünmeyen yaşamdan işe ko-yulursak, çalışma hayatındaki kadınıngüvencesiz, esnek ve işsizlerle işini kay-betme tehdidi altındaki iş güvencesigaspı yaşanan ülkemiz koşullarında üçayı aşkın süredir Van depreminde direnençadır-kent yaşamına dair gündemin yo-ğunluğu ortada. Genel ve kabaca diğer gündemlerimizede değinecek olursak; yozlaşmaya ve ya-bancılaşmaya karşı direnen ve hapis-hanelerde “terörist” diye değerlendiriliptedavi edilmeyen, gazetecisinden aka-demisyenine tutuklanan, sivil polisin eğ-lence merkezinde tekme-tokat linçinedayandığı için “sağlam” raporu alan, 26tecavüzcüsüyle “kendi rızası”yla birlik-teliğine mahkemelerce karar verilen vetahrik indirimiyle katillerine ceza indiri-mine giden mahkemelerin kararına di-renen kadınlar yürüyor. Hamburg’ta tartışmaya açılan ‘alternatifkonseptler’den ulusal ölçünün belirlen-mesi, JİTEM merkezinde katledilenlerinkaybettirilmek istenen kemiklerin AKP’likadın vekili Oya Eronat tarafından ‘he-yelanla sürüklenip bir araya gelmiştir’akıl dışı açıklaması, Roboski’ye kan parasıödenmesinin kademeli bedel artırımıbaşlıklarıyla dolu bir 8 Mart’a yürüyoruz.‘Eğitimsiz ve ekonomiden yoksun ka-dın’ların çocuklarına sahip çıkmamasıyüzünden hapishanelerde bulunan 2 bin221 çocuğun hapishaneye doldurulması,sokağa çıkan çocuğu ailelere para ceza-sıyla terbiye etme, olmadı ailelerden alıp“sevgi evleri”ne kapatılan çocuklarla 8Mart’a yürüyoruz. Depremlerin normalleştiği, ekonomide birtürlü kabul edilemeyen afette soğukta do-narak, ısınmakta yanarak can veren ço-cuklardan geriye kalanlara kol kanat ger-mekten Van’da çadır kentte yatak-yorganolan kadınlarla yürüyoruz 8 Martlara…31 Ocak-2 Şubat 1990’da 5 kadın-5 erkekyoldaşımızın şanlı Nazımiye-Zargovitçatışmasında ölümsüzleşen ON’larındevrimci savaşıyla omuz omuza aştığıTürkiye-Kuzey Kürdistan’ın dağlarındakibuluşması misali emeğin gücüyle ve dev-rimin dostlarıyla 8 Mart’a doğru yürü-yoruz. Şehitlerimize olan devrim sözü-müzle; cinsel, ulusal ve sınıfsal sömürüyüsona erdirme mücadelemizde, barış elçisiPippa Bacca’nın ‘koşulsuz güvenmek is-tiyoruz’ özlemini pratikte buluşturacağız.Kadın ve kızıl 8 Mart’ların coşkusuylabirleşik, kitlesel ve militanca bir mücadeleiçin New York-Chicago’yu aşan 8 Martperspektifiyle alanlarda olacağız. Biz ka-dınlar özlemi pratikle buluşturmaya yü-rüyoruz...

MÖZLEMİ PRATİKTE BULUŞTURMA

ÖNCÜ KADIN ≫ rojda demir

temi yeniden yeniden var ettiği için katle-dilmesi vaciptir diyenlerin düzenidir. Düzendeğişmedikçe de ekonomiyle, eğitimle dedeğişecek bir şey yoktur.Düzenin, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ünİngiltere ziyaretinde, Başbakan Recep Tay-yip Erdoğan’ın Somali yardımında, Başmü-zakereci Egemen Bağış’ın Dünya EkonomikForumu’nda görmekteyiz. Ülkemiz koşul-larında da ekonominin kesesini eğitim ku-rumlarında açanların sürekli ekonomi-eğitim-aile söylemlerinde bulunmasındandaha makul ne olabilir ki? Çünkü bir yeritalan etmek istiyorsanız, önce öveceksiniz,sonra sırtını sıvazlayacaksınız ve içine gi-rerek fethedeceksiniz. Bugün hakim sınıf-ların yaptığı da bu denklemin kendisidir.Aileyi korumak, sevgiyi vurgulamak, ço-cukların ve annelerinin eğitiminden demvurmak…Taban tabana karşıt çıkarları olan sınıflarabölünmüş bir toplumda, dünyada bunu ya-pacaktır. Tekerlemeden başka bir şey yok-tur. Birbirinizi seviniz, cins ve mevki ayrımıyapmaksızın kuçaklaşınız dönemindensonra ekonomi ve eğitim tekerlemesi dev-rede.İsviçre’nin dağ kenti Davos’ta Dünya Eko-

nomik Forumu düzenlenirken, ‘GangsterlerDavos’ta partide’, ‘Fakir, senin yüzünden’yazılı dövizleriyle sadece uluslararası şir-ketlerin CEO'larına ve devlet adamlarınaaçık kapalı bir oturuma çıplak eylemlerleünlü Ukraynalı FEMEN grubu üyelerindenüç kadın demir parmaklıklı duvardan atla-yıp, sızma yaparken polis tarafından gözal-tına alındı. Diğer yandan yüzlerce kişininyaptığı protesto eylemine saldıran polisyedi kişiyi daha gözaltına aldı. Eylemi gerçekleştirenlerin amacı, Da-vos’taki ‘devlet adamları’ndan çok genişhalk kitlelerine seslerini duyurmak iste-meleridir. Çünkü bizler onların bize öğret-tiği tekerlemelerle oyalanırken, o egemen-ler bizim geleceğimiz için oldukça önemlive kaç kuşak sonrasında köleleştirmekiçin yüzyılın projelerini hazırlıyorlar. Foruma ülkemiz adına katılan AB Bakanıve Başmüzakereci Egemen Bağış, ‘Davos’taTürkiye’nin takdir edildiğini, son yıllardakiekonomideki ve dış politikalardaki perfor-mansı, bölgesinde oluşturduğu ağırlığınhavası, olumlu değişiklikleri’ ğöğsünü ka-bartarak anlattığını belirtti. Uluslararası Para Fonu (IMF) BaşkanıChirstine Lagarde forum sırasında katıldığıpanelde Euro bölgesi ülkelerinden krizinyayılmasını önleyecek ve piyasalara güve-ni arttıracak koruma duvarı oluşturmalarıiçin ellerini çabuk tutmalarını istedi. Lagar-de, “ Mevcut durumda hiç kimse güvendedeğil. Bu sadece Euro bölgesi ile ilgili birkriz değil, tüm dünyayı etkileyebilecek yanetkileri olabilir. Uzun ve kısa vadeli bazı ih-tiyaçlar için kesenin ağzını açmamız gere-kiyor ve ben de bu yüzden buraya çantam-la, aslına bakarsanız biraz para toplamakiçin geldim” dedi. Haziranda İstanbul’da yapılacak olan Av-rupa, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Orta Asyazirvelerini de, süper zenginlere ‘para birik-tirin’ diyerek hatırlatan Bağış, egemenlereekonomiyi nasıl büyüteceklerinin şifreleri-ni verirken, yoksul halka da daha fazla sö-mürünün sinyallerini veriyor. Mesele bize anlatılan masallara kanacak-mıyız yoksa baş müzakerecilerin tekerle-melerine son mu vereceğiz? Haziran’da İstanbul buluşmasında baştaçok sevilen aileler, çocuklar, kadınlar,gençler, işçiler, köylüler, ezilen tüm emek-çiler alanlara, eşit haklar için, çıkmalı ve bumasallara bir son vermenin adımını atmalı...

tekerlemesi 15

hizmet içi eğitimler bakanlığımızca teş-vik edilmekte ve desteklenmektedir”diyerek yapılan işkenceyi savundu.

Kimliği olmadığı için işkence gördüİzmir’de ailesiyle birlikte eğlenmeye gi-den Fevziye Cengiz, polisin kimlik kont-rolü sırasında ‘kimliği üzerinde bulun-madığı’ gerekçesiyle gözaltına alınarakKarabağlar Polis Karakolu’na götürül-müş; gözaltına alınmasından itibarenyol boyunca dövülmüş, karakolda da

kelepçelenerek polislerce işkenceye de-vam edilmişti. Yapılan işkence Cengiz’inşikayeti ve ifadeleri doğrultusunda vekarakoldaki kameraların incelenmesiüzerine ortaya çıkmıştı.

Cengiz hakkında ‘yaralama ve hakaret-ten’ dava açıldı

Cengiz hakkında, polisleri “yaraladığı vehakaret ettiği” gerekçesiyle 2.5 yıldan6.5 yıla kadar, polisler hakkında ise “ba-sit yaralama” gerekçesiyle 6 aydan 1,5yıla kadar hapis cezaları istendi.

de savunuldu!

14-15_Layout 2 1/30/12 1:20 PM Page 2

Page 16: 1-10 Şubat 2012

Halkın Günlüğü 1-10 ŞUBAT 2012dünya haber16

Hürmüz Boğazı üzerinden son dönemlerdecereyan eden gerilim, karşılıklı restleşme-leri beraberinde getirdi. İran kendisine uy-gulanacak yaptırımlar karşısında; HürmüzBoğazı’nı kapatmakla tehdit etmişti.

AB’den ambargo kararıAB üyesi ülkeler İran’ın Hürmüz Boğazı’nıkapatma tehditine karşılık, İran’a petrolambargosu uygulanması hakkında kararaldı. Ayrıca İran Merkez Bankası’nın Avru-pa’daki varlıklarını da kısmen dondurmakararı alındı. İran’la ham petrol alımına dö-nük yapılan sözleşmeler 1 Temmuz 2012’desona eriyor. Alınan karara göre AB ülkeleriİran’dan ham petrol alımıyla ilgili yeni birsözleşme yapmayacak. AB üyesi ülkelerham petrol ihtyacını Körfez Bölgesi ülkele-rinden karşılayacak. Bu kararı alırken İran’ın nükleer programı-na akacak kaynağı kesmeyi hedefleyenAB ülkeleri Merkez Bankası’nın varlıkları-nı dondurarak, işlem yapma yasağı koydu.Böylece İran zor durumda kalarak nükleerprogramından vazgeçmeye zorlanacak.AB bu hesapları yaparken ABD’de İran’asavaş gemisi gönderdi. İran’ın Hürmüz’ükapatma tehditi sonrası cereyan eden buolaya İngiltere ve Fransa da destek olarakBasra Körfezi’ne savaş gemisi gönderdi.

Savaş gemileri Basra’daSon günlerde petrol ve gaz alımında uygu-lanacak ambargo ve Hürmüz üzerindendönen tartışmalar İran’ı köşeye sıkıştır-mayı hedefliyor. ABD ve AB açısından du-rumun hassasiyeti salt petrol ve gazla ilgilideğil. Elbette bu durum bu ülkeler açısın-dan oldukça önemli. Zira buradaki yer altıve yer üstü zenginlikleri, önemli bir varlıkanlamı taşıyor. Bu ülkeler kendi varlıkları-nı ticari anlaşmalar ve bölgeye yapacaklarıyaptırımlarla garanti altına alabilecek po-zisyona sahipler. Dolayısıyla suyu ısıtandurum tek başına bu olmadığı gibi, bu dev-letler açısından şimdilik dikkate de alınmı-yor. Burada sözü edilen esas sorun İran’ınnükleer programı ve bura devletlerinin

bölgede siyasi nüfuzu arttırmasıdır.

Zira Hürmüz Boğazı’ndan dünya petrolü-nün yalnızca yüzde 20’si taşınıyor. Ayrıcadeniz yoluyla taşınan petrolün yüzde 35’iHürmüz Boğazı’ndan taşınıyor. Bu da yak-laşık olarak 17 milyon varil petrol yapıyor.İran ürettiği ham petrolü Avrupa veABD’ye; Çin, Hindistan, Güney Kore, Japon-ya’ya yani Asya’ya satıyor. AB ülkelerin-den İtalya ve Yunanistan’ın dışında İran’lapetrol alış verişi çok sınırlı bir seviyede.Bunların tümü gözönünde bulunduruldu-ğunda bu ambargo İran açısından büyükbir tehdit sayılmaz. Ancak sorun petrol ih-tiyacından ve alım satımından çok siyasiüs alanlarını genişletme ve İran’ın nükleerprogramı meselesidir. Keza ABD ve AB As-ya’yı İran’dan ham petrol almamaya iknaetmeye çalışıyor.

İran'ın nükleer çalışmaları üzerinden olasıbir saldırı nedeni olarak görülüyor. Bu me-selede geri adım atmayacağını ve uran-yum zenginleştirme programına devamedeceğini söyleyen İran, Uluslararası AtomEnerji Kurumu’nun taraflı davrandığını veABD’nin uşak kurumu olduğunu ifade et-mişti. Tahran yönetiminin nükleer progra-mında aldığı tutum dış politikada bir sorunolarak dursa da herhangi bir dış müdahalekonusunda iç politikada genel bir ittifakbağı oluşturuyor. Enerji kaynakları ve dıştehditlere karşı silahlanma yoluna gidenİran’ın uranyum zenginleştirme progra-mıyla silahlanma konusunda da bir dengeoluşturmuş olacak.

Siyasi dengeler ve İranAskeri ve siyasi anlamda baskı kurarak vekendi nüfuz alanlarında tutmaya çalışarakbatılı emperyalist devletler İran’ı kıskacaalarak Rusya ve Çin karşısında da etkialanını genişletmiş olacak. İran’ın ABD gü-dümünde nükleer bir tesis oluşturması vesilahlanmış olması bir sorun değilken, si-yasal etkinin başka bir güç tarafındansağlanıyor olması bunun tehtit olarak al-gılanmasına neden oluyor. ABD, AB, Çin ve

Rusya’nın başını çektiği Şangay Beşlisidünyadaki siyasi dengeleri kendi lehindegenişletme çabasında.Tek kutuplu emperyalist tahakkümünkendi arasındaki siyasal nüfuz arttırmahamlelerini kendi içlerinde bir çatışmadanziyade, etki periferinde olan ülkeler üze-rinden inşa ediyorlar. Dolayısıyla bu ülke-lerin üretimden tüketime, yer altı kay-naklarından yer üstü zenginliklerine vesiyasal ilişkilenişlerinden askeri güçlerinekadar hepsini kendi çıkarları üzerinden

ele almaya zorluyor. Böylece her bir grupbir diğerine göre etkinliği artırmış ve dahagüçlü bir otoriteyi tesis etmiş oluyor. Bu ya-rışta açık ara önde giden ABD’nin elinindaha güçlü olduğu açık. AB ülkeleriyleolan temas ve siyasi ekonomik işbirliği deAB’yi burada yer almaya götürüyor. An-cak enerji ihtiyacının büyük bir kısmınıKafkaslar üzerinden sağlayan AB bu ko-nuda net tutum geliştiremiyor. Ayrıca birtaraftan da siyasal bir güç olma arzusubu durumda karar vermesini zorlaştırı-

Hürmüz’de boğaz

Ortadoğu ve Kuzey Afrika yenibir istikrarsızlığa sürükleniyor,yıkılan diktatörlerin yerini alanyeni dikta yönetimler, daha ikti-dar olmadan emperyalist hege-monyanın uşaklığına soyundu

Emperyalist güçlerin çıkar dalaşları vedünya üzerindeki hegemonya yarışları, bu-günlerde Ortadoğu üzerinden şekilleniyor.Arap Baharı adıyla anılan kitle hareketleri-nin yaratmış olduğu etki bu ülkelerde bir-çok dengeyi altüst ederek emperyalist he-gemonyanın yeni uşaklık grişimlerini do-ğurdu. Bugün bu ülkelerin birçoğundauşaklık ilişkileri yeniden tanımlı hale geldive yeni ittifakların oluşmasını sağladı.

Uşaklıkta yeni hamlelerTunus’ta yapılan seçimlerin ardından işbaşına gelen hükümet; Mısır’da hala yıkı-lamayan ya da yıkılmayan askeri hükü-met; Libya’da sağlan(a)mayan istikrar;Yemen’de Abdullah Salih’in ülkeyi terketmesiyle devam eden süreç... Bu ülkele-rin her biri bir önceki durumu aratır vazi-yette devam ediyor. Sorun iktidar kavgasıolunca klikler arasındaki uyuşmazlık krizdönemlerinde hat safhaya çıkıyor. Görelibir konsersüs sağlanmış olasa da bunlaruzun erimli olmamakta, çabucak yeni birsiyasi krizi ve silahlı çatışmaları tetikle-mekte.Mısır’da ise Hüsnü Mübarek’ten yönetimidevralan ordu, bu görevi devretme niye-tinde olmadığını Mübarek’in devrilmesi-

Dünya danışıklı dövüşlere

16-17_Layout 2 1/30/12 2:16 PM Page 1

Page 17: 1-10 Şubat 2012

yor. Rusya ve Çin için isedurum diğerlerine görekendini konumlandırmaüzerinden yürüyor. ABD veAB’de cereyan eden kriz vebu ülkelerin finansal sıkın-tısı, ayrıca AB’nin enerji ko-nusunda alternatif bir kay-nağı henüz yeterince sağla-yamamış olması Çin veRusya açısından önemli bir

pozisyon yaratıyor.

İran’ın bu durumdan ve Or-tadoğu’da mezhepsel etkin-liğinden faydalanarak kur-duğu siyasal dengeler rahathareket etmesini beraberin-de getiriyor. Şimdilerde yapı-lan hamlelere rağmen bu üçblok bir uzlaşıya varamadığıtakdirde bir savaş olasılığıgözükmüyor denilebilinir.

1-10 ŞUBAT 2012 Halkın Günlüğü 17

trafiği

nin yıldönümü kutlamalarında da or-taya koydu. O dönem muhalifler her-hangi bir güç kullanmayan ordu şim-dilerde ise yaptığı saldırılara zeminhazırladı. Öyle ya demokrasi geldi, ey-leme ne hacet! Zaten bundan iyisi cansağlığı!

Savaş ganimetleriYemen ve Libya açısından durum halaböyledir. Kaddafi’ye karşı silahlanangruplar birbirleriyle çatışmaya devamediyor. Üstelik karşılarındaki güçlerKaddafi güçleri değil. Kaddafi’ye karşısavaşan güçlerin bu yönlü bir çatış-maya girmeleri kaçınılmazdı, çünkühenüz daha NATO işgali ve Kaddafi’yekarşı çatışırlarken Ulusal Geçiş Kon-seyi kendi aralarında iktidar kavgası-

na başlamıştı. Dün dağıtılan silahlarınbugün toplanamayışı silaha sahipolanların elindeki gücün farkına var-ması ve çıkarlarını sağlama alma ça-bası olarak yorumlanabilir.

Yemen’de ise El Kaide unsurlarınınvarlığı, Şii ve Selefi gruplar arasındadevam eden çatışmalar Salih’ten son-ra da ülkenin ne yöne gideceğine işa-ret ediyor. 30 yılı aşkın bir zamandırülkeyi yöneten Salih; Körfez İşbirliğiKonseyi’nin barış planı çerçevesindekoltuğunu bırakmış ve ülkeyi terk et-mişti. Yapılan anlaşma çerçevesindeAbdullah Salih ve dönemin yöneticikademelerinde bulunanlara “siyasidokunulmazlık” geçici parlamento ta-rafından onaylanmıştı.

sahne oluyor

dünya

Suriye uzunca bir zamandırmuhaliflerin yaptığı eylemlerve Birleşmiş Milletler’in Esadyönetimine karşı uyguladığıekenomik ve siyasi ambargove askeri müdaheleyle meş-gul. Son olarak Arap Birliği degözlemcilerini geri çekme ka-rarı aldı

Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da seferini ta-mama erdiren devletlerin kuşatmasıyeni bir işgalin zeminini de hazırlıyor.Aylardır Suriye’de devam eden kitlegösterilerinde bir kesinti söz konusu de-ğil. Emperyalist devletleri ve onun yereluşaklarını da arkasına alan muhalifler,bir taraftan dış müdahaleye sıcak bak-madıklarını ifade etse de aslında temas-ların özünü bu oluşturuyor. Esad yöneti-minin ülkeyi terk etmesini ve seçimle-rin yapılmasını isteyen muhalifler, şid-det olaylarının sorumlusunun Esad veyönetimi olduğunu belirtiyor.

Arap Birliği Suriye’ye konumlandırdığıgözlemcilerini geri çekme kararı aldı. Bukarar Suriye yönetimi tarafından askeriişgale olanak tanıyacak bir karar olarakbakıldı.

Birleşmiş Milletler (BM)’de gündem ola-rak ele alınan ve Rusya’nın vetosuna ta-kılan askeri müdahale bugün birçokülke tarafından dile getirilse de şimdilikbu durum göze alınamıyor. Bölgesel birsavaşın patlak vererek birçok ülkeyi et-kisi altına alacağını düşünen Arap Birliğiülkeleri ve İsrail, bu durumu daha kont-rollü olarak ele almaktan yana. Yani as-lında dış müdahaleye esas olarak karşıolan yok. Ancak hem Suriye’nin strate-jik konumu hem de Rusya’nın konu üze-rindeki diretmesi şimdilik bu müdahale-yi olanaklı kılmıyor. Tehdit olarak dö-nem dönem öne çıkarılan askeri müda-hale meselesinde Rusya BM Güvenlik

Kurulu’na verdiği önergede dış müda-hale durumunu ortadan kaldıran bazıekonomik yaptırımlara yeşil ışık yak-mıştı. Ancak çıkarlarındaki zedelenme-yi göz önünde bulundururak, Esad yö-netimiyle uzlaşının mümkün olabileceğikonusunda da ısrarını sürdürmüştü.İsrail ile sınır komşusu olan Suriye’ninaynı zamanda Lübnan’da bulunan Hiz-bullah’la da temasları bulunuyor. İsrailsınırında bulunan Golan tepeleri ise İs-rail’e karşı bir tehdit unsuru durumun-da. Esad yönetiminin İran’la olan temas-ları ve bölgedeki etnik gruplarla olanilişkileri, Esad’ın deyimiyle herhangi birmüdahalede Ortadoğu’yu ateş çemberi-nin içine çekecektir. Esad hem İran hemde Rusya ile olan ilişkilerini, Lübnan veHizbullah’la olan ilişkileri ve İsrail’e olansınır komşuluğu üzerinden stratejik birnoktada. Ayrıca deniz ulaşımı, dış tehdi-te olduğu kadar dış yardıma da olanaktanıyor.İsrail bölgede petrol ve doğalgaz aramasıbaşlatmıştı. Bu arama çalışmaları her nekadar barışçıl bir enerji ihtiyacı gibi ak-settirilse de deniz üzerinde bir üs ko-numlandırılması olma ihtimali çok yük-sek. Bu durum TC içinde de tepkiye ne-den olmuş ve TC devleti de bu bölgedearama başlatacağını duyurmuştu. Buzaman dilimi içerisinde Rusya açıktanbölgedeki duruma dikkat çekmiş ve birhamle yaparak bölgeye savaş gemisgöndermişti. Cereyan eden gergin du-rum hala bekleyişini koruyor. Taraflarbirbirlerine karşı çeşitli askeri ve diplo-matik hamleler yaparak mat etme der-dindeler. Ancak şimdilik kimsenin etkinbir hamle yaparak rakibini sıkıştırdığısöylenemez. Gelişmelerin seyri Suri-ye’de etkin bir değişime neden olacakbir durum gibi gözüküyor. Suriye’nin et-nik yapısı, Esad yönetimiyle aralarında-ki ilişkiler, muhalif gruplar arasındakiayrışım, farklı milliyetlerin varlığı ve si-yasal-etnik bir durumun oluşmuş ol-ması, Esad yönetimine geri adım attıra-cak bir tablo sunuyor.

Suriye, şimdi ve sonra...

Ortadoğu’dasular ısınıyor...Karşılıklı teh-ditler ve yap-tırım kararlarıardı ardınageliyor. İranHürmüz Bo-ğazı’nı kapat-makla tehditetti. AB veABD İran’akarşı ambar-go kararı aldı-ğını açıkladı

16-17_Layout 2 1/30/12 2:16 PM Page 2

Page 18: 1-10 Şubat 2012

Halkın Günlüğü 1-10 ŞUBAT 2012gençlik haber18

TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner veheyeti YÖK’ün yeni başkanını zi-yaret etti

1980 Askeri Faşist Cunta’nın ardından kurulanYÖK neo-liberal politikalarını tek tek hayatageçirmeye devam ediyor. YÖK'ün kurulmasınıtakip eden yıllarda özel okullar kurulup yaygın-laşırken devlet okullarında ve üniversitelerdeise tüm olanaklar para karşılığı sunulmayabaşlanmıştır. Üniversitelerde çok cüzi miktardave önemsiz olduğu söylenerek harç uygulamasıgetirilmiş ve kısa sürede har(a)ç halini almıştır.1990’lı yılların sonunda eğitimde yıkımın kılıfıdeğiştirilerek ve postal seslerini de ardına ala-rak Bologna sürecinin inşası örülmeye başla-nıldı. Gelişen bilim ve teknoloji karşısında emekgücünün niteliğindeki değişimin yavaş olmasıdolayısıyla, eğitimin uluslararası sermayeninhızlı değişen ihtiyaçlarına karşılık verememe-sinden kaynaklı bu alanda değişiklikler kendinidayatmaktadır. Bu değişikliklerin ülkemizdeancak Bologna sürecini aktifleştirerek gerçek-leştirilebileneceğini ortaya süren burjuvazi, busüreçle birlikte üniversitelerin asıl sahipleriolan öğrenciler, akademisyenler ve üniversiteemekçilerini dışladı. Üniversitelerdeki konum-ları alt üst ederek, öğrencilerin bir müşteri hali-ne dönüşmesinin adımlarını süreç içerisinde iç-ten içe atmış oldular. TÜSİAD'ın 2008 yılında yayınladığı Yükseköğ-retim Raporu’nda da üniversitelerdeki yönetimmodeli, finansman modeli, istihdam rejimi vebilim-üretim süreci hakkında benzer öneriler-de bulunulmaktaydı. Ülkemizdeki kompradorburjuvazi ile dünya kapitalistlerinin üniversite-

lerin piyasalaştırılması konusundaki görüşleri-nin örtüşmesi tesadüfî bir durum değildir. Budirektifler karşısında YÖK kanununda değişik-lik öngören taslakta, üniversitenin paydaşlarıolarak addedilen kişiler yani “mütevelli heyet”üyeleri, YÖK'ün deyimiyle “iş dünyasının” çeşitlikurumları ve onların temsilcilerinden başkalarıdeğildirler. Bunlar İldeki Sanayi ve Ticaret OdasıBaşkanları, Üniversite Mezunları Derneği Baş-kanı, TMMOB'a bağlı Meslek Odaları, valiliğinbelirlediği Sivil Toplum Kuruluş üyeleri, İlin Be-lediye Başkanı ve Büyükşehir Belediye Başkanı’dır. Özel üniversitelerin neredeyse tümündemevcut olan “mütevelli heyeti” uygulaması2009 yılında kimi devlet üniversitelerinde depilot uygulama kapsamında hayata geçirilmeyebaşlanmıştı.

TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner başkanlığındakiTÜSİAD heyetinin, 13 Ocak 2012 tarihindeYÖK’ün yeni patronu Gökhan Çetinsaya’yı ziya-reti yeni dönemde halk gençliği üzerindeki uy-gulamalarından bağımsız değildir. Tahmin edi-leceği üzere heyet yükseköğretimin yenidenyapılandırılmasıyla ilgili olarak görüş ve öneri-lerini YÖK Başkanı’na sundu. TÜSİAD’ın 2008de yayınladığı raporun değerlendirilmesini deyapan Boyner ve Çetinsay üniversite modeliüzerine konuşmalarda bulundu. Basına kapalıolarak yapılan bu görüşmenin ardında üniver-sitelerde artık daha kapsamlı bir dizi değişikle-rin hayata geçirilmesi planlanmaktadır. Üniver-sitelerde okuyan öğrencilerin öğretim dönem-leri süresince YÖK için müşteri, üniversitesinibitirenlerde TÜSİAD için ucuz iş gücü sağlan-

ması gerektiği üzerine planlamalar yapılmak-tadır. Gelinen aşamaya göz atıldığında, üniver-site kontenjanlarının iki kat arttırılması, üni-versitelere yeni alış veriş merkezlerinin açıl-ması, yeni kafeteryaların, oyun merkezlerininaçılması, üniversite içerisindeki banka şubele-rinin artırılması, harçlarda yapılan büyük zam-lar vb. politikalarla emekçi halkımızın cebinde-ki son parayı da bu sömürü sistemiyle almayıhedefledikleri görülmektedir. Kaldı ki üniversi-telerde laboratuvar malzemelerinin olmaması,niteliksiz verilen eğitimin sonucunda öğrenci-lerin ucuz iş gücünü sağlaması amaçlanmakta-dır. Bu sürecin adını da ‘’yaşam boyu öğrenme’’olarak ifade edebiliriz. TÜSİAD ‘ın YÖK ‘ e sun-duğu raporda yaşam boyu öğrenmeye de deği-nilmiştir. TÜSİAD ın önerileri arasında bulunanyaşam boyu öğrenme üniversite diplomalarınıönemsizleştirirken, diploma yanına kurslarlaseminerlerle özel olarak alınan sertifikalarınbelirleyici olacağı vurgulanmaktadır. Bütün busonuçlar neticesinde üniversitelerde verileneğitimin niteliğinden ve biliminin halk için ol-mayacağının yanı sıra, parası olmayanın oku-maya hakkı olmayacağını bu görüşmeler sonu-cu bir kez daha karara bağlamış bulunmakta-dırlar. Yapılan bu görüşmelerin bütün egemen-ler açısından ortak noktası ise sömürünün nasılkatmerleşerek artırılması olmaktadır. Çünküonlar için üniversite ticarethane, öğrenci veemekçiler de müşterilerdir. Bütün bu realite so-nucunda şu sonuca varmak ise kaçınılmazolandır. Ya araştıran, okuyan, sorgulayan, hak-kını alan ve boyun eğmeyen olacaksın ya da is-keletsiz bir şekilde gönüllü olarak sermayedar-lara kukla olacaksın.

TÜSİAD’ın YÖK ziyareti

akın olarak takip eden okuyucu,geçen yazımızda konu edindi-ğimiz yeniden yapılandırmayıhatırlayacaktır. ‘Yeniden Yapı-landırma’ makalesinde, mikroözet olarak değinmek istediğimiz

–konunun alt başlıklarına girmek, oralarda izlenilensiyaseti deşifre etmek gibi detaylara giremediğimiziçin “değinmek” fiilini kullanmayı uygun görüyo-ruz- nesnellik, gerici bir iktidar, –rengi ister burjuvademokrat isterse burjuva faşist olsun- sömürüve baskı koşullarını halk kitlelerine reva görengerici bir iktidar, yine bu halk kitlelerini kendi sınıfçıkarları doğrultusunda şekillendirmek için, ikistratejik araçtan asla vazgeçmez. Bunlardan birtanesi sömürünün devamlılığı için pervazsızcauygulanan baskı ilişkileriyken, diğer ise sömürünündevamlılığı için “reform” aracının koz olarak kul-lanılmasıdır. Açılımlar fatihi AKP, dönemini sen-tezlediğimiz takdirde, bir yandan acımasızca kat-liamlar, tutuklamalar, fevri uygulamalar görülürken,bir yandan ise “solcuları sağda bırakan” “demo-kratik” okşamaların at başı gittiği görünecektir.İster baskıyla ister baskısız, egemen sistem sü-rekliliğini güçlendirebilmek için her türlü yolu revagörür.Bir önceki makalemizde kaba hatlarıyla bunu vur-gulamıştık. Üstelik bunu, daha yeni bir durumolan, 16 ilde BDP binalarına yapılan “hukuki” saldırısonrasında kaleme almıştık. Fakat hemen bu

olayın ardından öyle bir “gelişme” oldu ki, tümtoplumu ‘pes doğrusu’ dedirtecek türdendin. RecepTayip, partisinin meclis toplantısında yapmışolduğu konuşmada ‘sivil bir eğitim’ için, MilliGüvenlik Bilgisi Dersleri’ni kaldıracağını söyledi.Mademki “sivilleşiyoruz”, biz de ortaöğretimiyakinen ilgilendiren Milli Güvenlik Bilgisi Dersi’ninkaldırılmasının, getirisi ve götürüsü üzerine seslidüşünmeye karar verdik. 28 Aralık 1979 yılında yürürlüğü giren Milli GüvenlikBilgisi Dersi, burjuva-feodal devlet diktatörlüğünün,merkezi devlet yapısına verdiği askeri değerinürünü olarak ele alınmaktadır. ‘Her Türk’ün askerdoğduğu’, ‘her Türk, tüm dünyaya bedeldir’ nida-larının atıldığı gerici hegemonyanın, eğitim müf-redatı kanalıyla daha sistemli hale getirilmesi dö-nemin zorunluluğu olarak ele alındı. Merkezi oto-ritenin en fazla zayıfladığı, devlet erkinin giderekacizleştiği ve komünist-devrimci hareket önderli-ğinde halk muhalefetinin giderek arttığı bir sürecedenk gelmesi tesadüfün ötesinde, varlık nedeninisağlam kazığa bağlamanın ürünü olarak ortayaçıkmaktaydı. Dikkate değer bir husus var ki, o da güvenlik olgu-sunun “milli” bir mesele olduğu ve bir “bilgi” olarakbütün “misak-i milliye” sınırlarına yayılması zo-runluluğuydu. Hâkim sınıflar yönetim sanatınıustaca kullanarak, “bilgi” diye aksettirilen gericiemelleri “milli” çerçeve sınırları içerisinde, ezilenKürt ulusu başta olmak üzere, tüm azınlık milli-

yetleri asimile etmenin bir aracı olarak da kullan-maktaydı. “Kutsallığın” anahtarı “vatan”ın müda-faası için tüm ezilen kitlelerin seferberliği ön ko-şuldu. Bu siyasetle hem ezilen kitlelerin sistemindevamlılığı için biat ettirilecek hem de ezilen ulusve milliyetler ırkçı-şoven politikalara maruz bıra-kılarak asimile edilecekti. Resmi anlamda 33 yıldır uygulanan bu “güvenlik”siyasetinin kimin için güvenli olduğuna bakarsak,ezilen sınıf, ulus ve milliyetlerden binlerce halkevladı katledilip, işkencelerden geçirilip, özgürlüklerikısıtlanmışken, hâkim sınıflar sömürü sultasınadevam ettikleri gözlemlenilmektedir. Bu şu anlamagelir; güvenlik olgusu, sınıflı toplumda bir sınıfındiğer sınıf üzerindeki güvenliğinden başka bir şeydeğildir. Peki, sivil olan ne? Baş faşist Erdoğan’ınmuştuculuğunu yaptığı “sivil eğitim” neyin ürü-nüdür? Aslında kısmen bu grup toplantısında dilegetirildi; ‘AB raporlarında Türkiye’nin eleştirilmesi’olarak deklare edildi. Yani şu “tılsımlı” süreç olarakadlandırılan yeniden yapılandırmada, hâkim sı-nıfların emperyalizmin icazetine tekrardan uygunhale getirilmesi için “hendek” olarak ortada dur-maktaydı. Ama “sivil” kapsayıcılığı ile gizlenilmeyeçalışılan nesnellik, ileri emperyalist devletler baştaolmak üzere, tüm gerici sınıflar kendi güvenlikleriniasla ötelemezler. Devlet olabilmenin yegâne ko-şuludur güvenlik. Ordu, polis, mahkemeler, kurallarsilsilesi hatta ve hatta seçimler, güvenliğin tesisedilmesinde vazgeçilmez birer araç olarak kullanılır.

Sarkozy örneğinde olduğu gibi, kimileriyse sadece“güvenlik” sorununu dile getirerek iktidara kurulur.Bu anlamda, bir dersin kaldırılması o sisteminhalktan yana düzeldiği anlamına gelmez ama gericisınıflar tarafından düzenlendiği anlamına gelir. Çıkarmamız gereken sonuç açıkça şudur: “Sivil”kaftanlar dağıtılarak, sömürü ve baskı dünyasınahükmeden gerici sınıfların diktatörlüklerini, neo-liberaller gibi “sivil” söylemlerle değil, insanlığındaimi kurtuluşu için, ezilenlerin diktatörlüğünü,proletaryanın diktatörlüğünün zorunlu ve mümkün–evet mümkün- olduğunu söyleyerek, yorumla-manın da ötesinde mümkün olana hayat verebil-mek için mücadele ederek ama devrimci yoldanmücadele ederek yıkabiliriz. İnsanın en doğal hak-larından olan öğrenme hakkını, hiçbir zorunlulukkoşulu tanımadan, bilimsel ve ana dilde, sermayeninhükmünde değil doğanın ve onun parçası olaninsanlığın, eril zorbalığının ortada kaldırıldığı birmüfredatla gerçekleştirebiliriz. Hâkim sınıflarınşu ya da bu dersi kaldırıp eklemeleri içerisindebulundukları an ile değerlendirmeyen, daha fazlasınıbekleyenler alternatif bir eğitimi değil, burjuva-feodal eğitimi salık verirler. Toplumun tüm göze-neklerine inen oralarda öğrenip, derleyip sosyalisteğitim kolektiflerine dönüştürecek olan gelecekiçin, ister içinde güvenlik dersi olsun isterse olmasın,her türden şovenist “milli” müfredata karşı çıkarak,yeni toplumu parça parça kuralım. Son not; parçaparça kurmak için yıkmak elzemdir!

YGENÇ YORUM ≫ sinan çakıroğlu“SİVİL” MÜFREDAT

18-19_Layout 2 1/30/12 1:44 PM Page 1

Page 19: 1-10 Şubat 2012

LMANYA: Yeni ortayaçıkan Alman devleti Av-rupa devletler sistemi-nin tam göbeğinde yük-seldi. Kuruluşu diğerdevletlerin çıkarlarına

doğrudan dokunduğu gibi varlığı Avru-pa’nın mevcut büyük güçlerinden hep-sinin nispi konumunu değiştirdi. Diğeryandan Almanya’nın sanayi, ticaret veaskeri alanlarda gösterdiği hızlı büyümeonu yeni ortaya çıkan diğer devletlerdendaha önemli yapıyordu. 1. Paylaşım Sa-vaşı öncesinde ulusal gücü İtalya ve Ja-ponya’nınkini dört kat geçmekle kalma-mış, hem Rusya’yı hem Fransa’yı geridebırakmış, İngiltere’yi de geçmişti. Savaşöncesi Almanya Avrupa’nın ekonomikgüç odağı durumundaydı. Ancak coğraf-yası onu zayıf düşürüyordu. Zira kıtanınmerkezinde yer aldığı için büyümesiaynı anda birkaç büyük güç için tehditolarak görülüyordu. Askeri gücünün ye-terliliği ve Pan-Alman yanlılarının Avru-pa sınırlarının yeniden çizilmesi içinyaptıkları çağrılar Fransızları ve Ruslarıkorkutuyor, birbirilerine yaklaştırıyordu.Alman donanmasının hızla büyümesiİngilizleri ürkütüyordu.1890-1914 yılları arasında Almanya’yıöbür devletler arasında sivrilten, sana-yideki olağanüstü atılımı oldu. Sanayi-nin tüm alanlarında (kömür, çelik, optik,kimya sanayi vb.) diğer devletleri geçti-ler. Bu başarılı gidiş doğal olarak dış ti-caret rakamlarına da yansımış ve ihra-catın üç kat artmasıyla ülkeyi dünyanınöncü ihracatçısı olan İngiltere’ye yak-laştırmıştı. Ticaret filosu da genişleye-rek dünyanın ikinci en büyüğü olmuştu.Bu tarihlere gelindiğinde Almanya’nındünya imalat sanayi üretimindeki payı(yüzde 14,8) İngiltere’ninkini aşmış(yüzde 13,6) Fransa’nınkinin iki buçukkatı olmuştu.Her alandaki büyüme sonucu Avrupa vedenizaşırı bölgelerde Alman nüfuzununartması Alman milliyetçilerinin yayılmaarzularını artırdı. Alman yayılmacılığı-nın önemli olan yönü ülkenin statükoyudeğiştirecek güç araçlarını elinde bulun-durması ve bu tür araçları yaratacakmaddi kaynaklara sahip olmasıydı. Al-manya, Birleşik Devletler dışında, mev-cut paylaşıma karşı çıkacak güce sahipsonradan gelme en önemli Büyük Güç-tü. Ve sınırlarını doğuya ya da batıyadoğru genişletecek olursa, bunu ancakgüçlü komşularının aleyhine yapmakzorunda olan tek yükselen güçtü.BİRLEŞİK DEVLETLER: Savaş öncesi güçdengelerinde meydana gelen tüm deği-şiklikler arasında gelecek açısından enbelirleyici olan Birleşik Devletler’in bü-yümesiydi. İç savaş sona ermiş oldu-ğundan zengin tarım alanları, ham-madde ve teknolojinin elverişli bir bi-çimde evrimi, coğrafi kısıtlamaların ol-mayışı, iç tehditlerin bulunmayışı yerlive yabancı sermayesinin akışı BirleşikDevletler’i olağanüstü geliştirdi.1900’le-

rin başlarında buğday, mısır, şeker, kö-mür, çelik üretimi yüzde 300-800 ara-sında artmıştı. Diğer sanayilerdeki ge-lişme ise yüzdelerle ifade edilemeyecekkadar yüksekti. Birleşik Devletler, öbürbazı güçlerin sahip oldukları ekonomikavantajların tümüne sahipken, onlarındezavantajlarının hiçbiri yoktu.1914’de455 milyon ton kömür üretimiyle İngil-tere’nin 292 milyon tonluk, Almanya’nında 277 milyon tonluk üretiminin birhayli önündeydi. Dünyanın en büyükpetrol üreticisi ve en büyük bakır tüke-ticisiydi. Çelik üretimi kendisini izleyendört büyük devletin üretim toplamınaeşitti. Tüm alanlarda Avrupa’ya rakipkıtaydı ve Avrupa’nın tümünü geçmenoktasına yaklaşıyordu. Muhtemeldirki savaş olmasaydı dahi 1925’te Avru-pa’yı geçecekti. Savaş bu tarihi 1919’açekmiş oldu.Birleşik Devletler’in olağanüstü büyü-mesi uluslararası ilişkilerini etkiledi.Amerikan fabrikalarının ve çiftliklerininaşırı verimliliğe ulaşması, geniş olan içpazarının bu üretimi tüketememe teh-likesini doğurdu. Tarım ve sanayi burju-vazisinin baskısıyla denizaşırı bölgeler-de pazarlar açma ya da açık tutma zo-runluluğu doğdu. Monroe Doktrini ilke-lerinin hilafına Çin’de bir “açık kapı”tut-ma telaşı ve Latin Amerika’da egemengüç olma politikası ülkenin dünya tica-retindeki payını genişletme kaygısınınbelirtilerinden ikisiydi. Birleşik Devletler1860-1914 arasında ihracatını 334 mil-yon dolardan 2.365 milyar dolara artır-mış, kendi pazarı konusunda korumacıtavır aldığından ithalatı 356 milyon do-lardan 1.896 milyar dolarayükselmişti.1906’dan sonra Avrupalıgüçler dikkatlerini Balkanlar ve KuzeyDenizi’ndeki gelişmelere çevirdiklerin-den Birleşik Devletler’i önemsiz bir et-men olarak görseler de 1913’de BüyükGüç sisteminin kıyısında yer alan Birle-şik Devletler 1914’e gelindiğinde bir Bü-yük Güç haline gelmişti. JAPONYA: Japonya yüzyıllardır toprakbeylerinin ve aristokrat ve savaşçı kas-tın (samurai) oluşturduğu, merkezileş-memiş bir feodal oligarşi tarafındanyönetildi. Doğal kaynakların bulunma-ması ve yüzde 20’si tarıma elverişlidağlık arazisi yüzünden Japonya eko-nomik gelişme için gerekli koşullarınhiçbirine sahip değildi. Meiji Restoras-yonu ile 1868’den başlayarak değişimyaşandı. Ancak savaş öncesi sanayidevrimi geçirmesine karşın diğer büyükgüçlerin karşısında sanayi ve mali açı-dan hafif siklet kalıyordu. Savaşın he-men öncesinde bile nüfusunun beşteüçünden fazlası tarım, ormancılık vebalıkçılıkla uğraşıyordu. Tarım devrimigerçekleşmemişti. Böyle olunca sanayipotansiyeli ya da kişi başına sanayileş-me düzeyleri diğerleriyle kıyaslandığın-da onu “Büyük Güçler” listesinin altınaçekiyordu. Japonya’nın Büyük Güç sta-tüsüne yükselmesinde iki etken rol oy-nadı. Bunlardan ilki coğrafi açıdan so-

yutlanmış olması sebebiyle başka güç-lerin tehdidinden korunması, doğu As-ya’ya yakınlığının ona yayılmasında di-ğer emperyalist güçlere göre lojistik ko-laylık sağlaması. İkinci sebep ise, moralniteliğiydi. Japonların kendi kültürleri-nin benzersizliğine ilişkin duyguları,moral değerlere verilen önem hem aşırıyurtseverlik hem de özverilerle engelle-nemeyecek bir politik kültürün doğma-sına yol açmış ve stratejik güvenlik ka-dar, pazar ve hammadde bulma ama-cıyla genişleyerek “Büyük Doğu Asya’yı”yaratmak yolundaki istekleri güçlendir-miştir.TOPLU SAVAŞSavaş öncesi Birleşik Devletler, İngiltereve Fransa ile ticari ve mali bağlarınarağmen oyunun dışındaydı. Japonya,İngiliz-Japon ittifakını Çin’de ve OrtaPasifik’te bulunan Alman sömürgeleriniistila edebilmek için fırsat saydı. Bunakarşın İtalya askeri ve sosyo-ekonomikaçıdan zayıf olduğu için 1914’de taraf-sızlığı seçti. Daha sonra savaşa girmesiise savaşın dengelerinde etken olmadı.Bunun yanında Osmanlı’nın Almanyayanında savaşa dahil olması da sava-şın gidişatında belirleyici olmadı. Bo-ğazların kapanması Rusların tahıl ihra-cını ve silah ithalatını engellese de1915’e gelindiğinde Rus buğdayının herhangi bir yere nakli zordu. Batıda dafazla savaş malzemesi bulunmuyordu.Aksine Osmanlı’nın savaşa dahil olmasıYakındoğu’yu Fransız ve İngiliz emper-yalist yayılmacılığına açtı. Alman-Avusturya ittifakının cephe ordularıFransa ve Rusya’nınkinden küçük ol-makla beraber hem iyi eğitilmiş hem desanayi ve teknoloji açısından büyük üs-tünlüğe sahipti. Savaşın bu şekilde ce-reyan etmesi halinde Alman-Avusturyabloğunun galebe çalması ihtimal dahi-lindeydi. Ancak bu sırada Almanya’nınmuhtemel bir saldırıya karşı Belçikaüzerinden Fransa’ya bir ön alma saldı-rısı düzenlemesi İngiltere’de müdaha-leden yana olanlara güç kazandırdı. İn-gilizlerin savaşa girmesi merkezi güçle-rin kara Avrupa’sı dışındaki ikmal kay-naklarına ulaşmasını engellediği gibiİngilizlerin çok büyük olan sanayi vemali kaynaklarının kullanımını ve özerkdominyonlar ve Hindistan’dan sağla-nan askerlerin Almanya’nın sömürgeimparatorluğuna ve Osmanlı üzerinegönderilmesini sağladı. Ancak bunarağmen müttefikler 1917 ilk yarısındayenilgi tehlikesi yaşadılar. Rusya çöker,Fransa gücünü yitirirken ve İngiltere Al-man denizaltılarının karşı ablukası altı-na girerken Almanya zaferin eşiğinegelmiş görünüyordu. İşte o konjonktür-de Amerika’nın da çatışmaya girmesisavaşın kaderini tayin etti.Savaş başlarken, Birleşik Devletler ihra-catçılarının giderek daha çok Batı Avru-pa pazarlarına bağımlı hale gelmeleriWashington’un Almanya karşısında ta-rafsız tavır almasına yol açmıştı. Ama

ticari taşımacılığa karşı Alman denizal-tılarının savaş açmaları ve AlmanlarınMeksika’ya yaptıkları gizli ittifak önerisiAmerika’yı savaşa girmeye ikna etti.Amerika’nın savaşa girişi ekonomik güçaçısından tüm dengeleri değiştirdi veRusya’nın çöküşünü telafi etti. BirleşikDevletler kısa zamanda gerekli askerimalzemeyi üretemediği için bu ekono-mik potansiyeli askeri yeterliliğe dönüş-türmek hemen mümkün olamadı. An-cak süreç içerisinde askeri sanayisinidevreye sokarak gerekli malzemeyi te-min ettiği gibi çok büyük bir kuvveti deseferber edebildi. Bu arada Almanyadoğudaki fetihleri sayesinde elde ettiğive Bolşeviklerin Brest-Litovsk Antlaş-ması ile kabullendikleri Rus toprakların-da bulunan kuvvetlerini Batı cephesineçekerek 1918 mart sonunda İngiliz-Fransız kuvvetlerine nihai saldırıya ha-zırlanıyordu. Ama çok fazla asker kay-bettikleri gibi Almanya’nın ekonomikdurumu da savaş harcamaları sebebiyletehlike işareti veriyordu. Sanayi verimi1913’teki düzeyin yüzde 57’sine düşm-üştü. Tarım ihmale uğramış, verimdüşmüştü. Yiyecek fiyatlarının yüksel-mesi iç huzursuzluğu artırmıştı. Yeterliasker kaynaklarının 1918 temmuzundatükenişi karşısında Ludendorff’un çare-sizliği nasıl kuvvetlerin dengesizliğiniyansıtıyorsa aynı yılın baharında yen-dikleri müttefik birliklerinin gereç yö-nünden iyi durumda olmaları da BirleşikDevletler sayesinde üretim yönündendengesizliği yansıtmaktaydı.1.Paylaşım Savaşı’nın sonucunun ön-ceden belirlenmiş olduğunu söylemekherhalde doğru bir saptama olmaya-caktır. Ancak çatışmanın genel çizgisiy-le –iki taraf arasında baştaki kilitlenmedurumu, İtalya’nın savaşa girmesininsonuç getirmeyişi, Rusya’nın yavaş ya-vaş tükenişi, Amerika’nın yaptığı mü-dahalenin belirleyici oluşu ve sonundamerkezi güçlerin çökmesi- savaşın de-ğişik evrelerinde her iki ittifakın da ya-rarlanabilecekleri ekonomik ve sınaiüretim arasında yakın ilişki kurmakta-dır. İstatistiki rakamlar bu tür nitelikle-re ve yeteneklere her iki tarafın daorantılı olarak sahip olduğunu ve or-taklıkların bunlara orantısız bir biçimdesahip olmadığını göstermektedir.

A1.PAYLAŞIM SAVAŞI ÖNCESİ GÜÇLER DENGESİ (2)

1-10 ŞUBAT 2012 Halkın Günlüğü güncel 19f

EKSEN ≫ ahmet hacalişi k.

İttifak güçlerinin tek üs-tünlüğü 1917’den sonra sa-hip olduğu verimliliktir kisavaşın neticesi için be-lirleyici olan da bu faktörolmuştur. Neticede savaş,sınırları yeniden çizmeklekalmamış Birleşik Devlet-lerin Avrupa’ya adım at-masını ve Amerikan çağınıbaşlatmıştır.

18-19_Layout 2 1/30/12 1:44 PM Page 2

Page 20: 1-10 Şubat 2012

Halkın Günlüğü 1-10 ŞUBAT 2012dosya 20

ajorie Hou-sepian Dob-kin’in, BirKentin Yıkıl-ması, 1922İzmir’i adlıincelemesi1922 yılı İz-m i r ’ i n eo d a k l a n -

masına karşın geniş Osmanlı coğrafyasındakiHristiyan unsurlarının dalga dalga saldırılarlasistemli bir şekilde yok edilmesi ve kadim top-raklarından kazınma tarihinin bir özetidir. Osadece 1922 İzmir’ini resmetmez o günlerinaklettiği gibi, sonrasındaki olayları çeşitlikaynaklardan aktararak okuyucularla pay-laşır.Yaşam şartları tümüyle fetihçilerin zevkinekalmış, ruhsatlı haraç sistemine boyun eğenHristiyanlar var oldukça ve dış fetih olanaklarıvarken iyi işleyen Osmanlı sistemi, bu olanakortadan kalktığında kendi tebaasına yönel-miştir. Dobkin’in sözleriyle yönetici sınıf, üret-kenliğini arttırmak için hiçbir hazırlık yap-mamıştı, dolayısıyla çoğu zaman daha yüksekbir yaşam standardına sahip gibi gözükenHristiyan komşularına dikti gözünü. İç fethinhedefi, Elen kökenli Osmanlı vatandaşlarıylaErmeniler olur.Gerçi yönetici sınıfın dışında kalan Türkler debu sistemin mağdurlarıydılar, fakat vergilerinaslan payını her zaman imparatorluğun asılemek gücünü oluşturan reaya ödemiştir. Os-manlı sisteminde Hristiyanlar, ister kendilerineister mülklerine yönelik olsun, yapılan yan-lışlıklar için adalet aramaları boşunadır.Yunanistan’ın nispeten küçük bir kısmının,Rusya, Britanya ve Fransa’nın büyük yardımıyla,Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlığınıelde ettiği ve diğer Rum yurttaşlarını özgür-leştirme niyetini ilan ettiği 1821’den sonra,Patrik idam edilir1. Artık Müslüman yöneticilerimparatorluktaki diğer Hristiyanlar’ı muhtemelhain ve Avrupalıları da kalleş olarak görmeyebaşlamışlardır. Bu fobi aynı zamanda Hıristiyanunsurlardan kurtulmanın bir bahanesini sağlarve özellikle Hamid tarafından derece dereceuygulamaya konulur. İttihat ve Terakki / 1.Jön Türk ardından Kemalist/2. Jön Türk yö-netimi Hamid’den devralınan politikayı so-

nuçlandıracaklardır.

Jön Türk yönetiminde Hristiyanlara yönelikşiddet dalga dalga yükselir: 1909 ila 1911 ara-sında, Makedonya’nın köy ve kasabalarındakiHristiyan liderler esrarengiz bir biçimde kay-boldular ya da ölü bulundular. Ne gariptir ki,bu kurbanların hemen hepsi Hamit’i devirmehareketinde rol oynamış insanlardı. Selanik’tekiAmerikan Konsolosu George Horton infazlaratanık olmuştu. ‘Program, önde gelenlerin yokedilişlerinin ardından daha sıradan insanlaradoğru genişlemeye başlamıştı,’ diye yazıyordu.‘Selanik sokakları, valiyi ziyarete gelip de ko-caları, oğulları veya kardeşleri hakkında haberalmak isteyen biçare köylü kadınlarıyla doluydu.Aldıkları cevap pek alaycıydı: “Büyük ihtimallekaçıp gitmiş, seni terk etmiştir,” veya “Ame-rika’ya gitmiştir belki de.” Ancak gerçek dahafazla saklanamadı ve çobanlar dağlarda, or-manlarda hendek ve koyaklarda bulunan ce-setlerden haber getirmeye başladılar. … Birsonraki aşama güya “silahsızlandırma” idi. Bu,Hristiyan unsurun silahlarının alınıp Türkler’esilah dağıtılması demekti. Amacın saklanansilahların toplanması olmadığı aramalar sıra-sında uygulanan işkencelerden belli oldu.’

İzmir bölgesinin Türkleşmesi1909’da Kilikya’da soykırımın küçük çapta birprovası yapılır. İttihat ve Terakki’nin yerel yö-neticileri ve Dedeağaç’tan gelen Osmanlı bir-liklerinin koordinasyonu ile Adana’da yirmibeş bin Ermeni’yi katlettiler. Ermeniler Ha-mit’ten nefret ettikleri ve Jön Türk rejiminifiilen destekledikleri için, Adana katliamı an-laşılmaz geldi onlara. Jön Türkler’e olan güveninsarsılmasına rağmen Ermeniler, gönüllü olarakkatıldıkları Balkan Savaşları sırasında, başla-rındaki Türk komutanların emirleri doğrultu-sunda son derece sadakatle dövüşerek Os-manlı’ya bağlılıklarını gösterdiler.Soykırımın ikinci provası Ege ve Trakya’dauygulanır. Bu aynı zamanda Ege Bölgesi’ndekiElen kökenli Osmanlı vatandaşları için sonunbaşlangıcıdır. İttihat ve Terakki MurahhasıMahmut Celal ve Kuşçubaşı Eşref koordina-törlüğünde valiler kaymakamlar ve askeri yö-neticilerce yıldırma, göçtürme ve oldürmelerlekarışık Elen göçü başlatılır. Bu yöneticiler baştaDr. Reşit olmak üzere bu bölgede edindikleritecrübelerle 1915 Soykırımı’nda başrolü ala-

caklardır.Aydın Mebusu Emmanuil Emmanuilidis 1919’dakaleme aldığı Osmanlı İmparatorluğu’nun SonYılları adlı anılarında Hristiyanlara karşı oluşanatmosferi şu sözleriyle nakleder: “1913 senesininson çeyreğinde, İstanbul’u ziyaret eden birisi,yollarda yeni elbiseli, kadife pantolonlu ve ka-falarına siyah kalpak giyen, garip insanlararastlardı. Ancak sonradan anlaşıldı ki bunlarmeşhur fedailerdi. Yani Hristiyanlara karşı alı-nan kararları uygulamak için, İstanbul ve diğerillerde Jöntürkler tarafından kurulan orduydu.Bir taraftan uygulama gücü hazırlanırken,diğer taraftan, yapılmakta olan uygun bir pro-paganda ile, halk yaklaşmakta olan darbeyehazırlanıyordu. Gazetecilik halkın düşüncelerinitahrik ediyordu ve dağıtılan çeşitli günlük ga-zeteler, Rumlara karşı sönmez Türk nefretinikışkırtmayı hedef alıyordu2. Bu yayınların ne-ticesi, Rumlar memlekette var oldukça, Türk-lerin fakir kalacakları, Müslümanların şerefve hayatlarının emin olmayacağı ve devletinde çeşitli tehlikelere maruz kalacağıydı. Balkanhükümdarlarının at üstünde kadın ve çocukcesetleriyle Türk bayrağının üzerine bastıklarınıgösteren fotoğraflar yayımlanıyordu.Üzücüharitalar basılarak, elden giden iller siyahrenkle gösterilip okulların duvarlarına asılarak,altlarına intikam kelimesi yazılıyordu ve Bul-garistan’a ilhak edilen bölge bile yas rengi si-yahla kaplıydı ve bunun da hesabını Hellenizminödemesi gerekiyordu. İntikam ve nefret me-lekleri gibi, yurdun her tarafına konuşmacı vepropagandacılar gönderildi. Bunlardan en fazlalaik olanı Ömer Naci İzmir’e gönderildi. AntiHristiyan nefreti kısa bir zamanda düşünüle-meyecek bir seviyeye geldi.”Rumlara karşı ilk darbe, savaştan önce vurulur.1914 senesinin ilk yarısında, 250.000 [Kuşçu-başı’na göre 1 milyon] Elen kökenli Osmanlıvatandaşı kovularak varlıklarına el kondu vebu şekilde Trakya ile İzmir Bölgesi’nin Türk-leşmesi için, ilk olumlu adım atıldı. Ama bu

yeterli değildi. Bu politikanın olumlu sonuç-lanması için en az 10 yıllık bir sürenin dahageçmesi gerekiyordu.Jön Türkler’in yönetime gelmelerinden itibarenher fırsatta Hamid’den devraldıkları Hristiyanunsurların yok edilme politikalarını dalga dalgauygulamaya koymuşlar ve birinci büyük savaşile birlikte tebaalarına karşı kötü muamele vesoykırımın ruhsatını aldıklarını düşünerekgeniş coğrafyada eş güdümlü olarak gerçek-leştirmişlerdir. 1914’te başlayan savaş Jön Türk-ler’e istedikleri vatandaşlarına karşı Cihadaruhsat sağlar. İstanbul’daki ABD Elçiliği’ndegörevli olan Lewis Einstein şöyle yorumluyordu:“Müttefik filosu Çanakkale’den geçmeyi ba-şaramamış, Boğazlar alınamamıştı, dolayısıylaOsmanlı liderleri istediklerini yapabilirlerdi.”Uğursuz politikalarının trajedisi bu ifadede ya-tıyordu, çünkü “istedikleri şey” demek Erme-niler’in imhası demekti.’ 1915 nisanından iti-baren Ermeni Soykırım süreci ile birlikte Ba-tı’daki Elenler ve Pontoslular için tehcir adıaltında ölüm yolculuğu başlar. Sahildeki veboğazlardaki Elenler İttifak Kuvvetleri lehinecasusluk yaptıkları gerekçesiyle, memleketinselameti için, kıyılardan uzaklaştırılır. Bu bölgeiçin başlatılan uygulama, her tarafta aynı şe-kilde, aynı talimatlarla tatbik edildi. İdari ma-kamlardan yurtlarının boşaltılması için o kadarküçük bir süre veriliyordu ki, kimse yanınaen ufak bir eşyasını bile almaya fırsat bula-mıyordu. Müslüman köylüler ganimet koku-sunu alır almaz, hemen o bölgeye sirayet ettiler.Kovulanlar yürüyüşe başlatıldıkları an, yağ-malar da başlıyordu. Yani kısaca burada daErmenilere yapılanlar tekrar edildi der Em-manuilidis.Osmanlı Mebusu Emmanuilidis, Ermeni Soy-kırımı’nı şu sözlerle ifade eder: Ermeni felaketibütün Türkiye’yi kapsadı. Her şehir, köy, köşe,Ermeni mukimlerinden yoksun kaldı. Yalnızİstanbul, İzmir ve Halep muaf bırakıldı. Bu ora-daki Ermenilerin zarar görmedikleri anlamına

İzmir 1922HRİSTİYAN HAYATI O GÜN İZMİR İSKELESİNDE ÇOKUCUZDU. SONRASINDA DA!‘Ermeni mahallesi mezarlığı andırıyor,’ diye kaydetmiş 13 Eylül’de,bir Fransız subay. Bazı genç kadınlar, kızlar, özellikle de güzelolanları, alıp götürüldüler ve başında nöbetçilerin beklediği bir evetıkıldılar. Devriyeler heveslerini onlardan çıkartıyorlardı

SAİT ÇETİNOĞLU

M

20-21_Layout 2 1/30/12 1:46 PM Page 1

Page 21: 1-10 Şubat 2012

1-10 ŞUBAT 2012 Halkın Günlüğü 21

gelmedi, çünkü İstanbul’da sürgün konvoyunadâhil edilmeleri için, yüzlerce Ermeni tutuk-lanmıştı. İzmir’de Ermeniler azdı. Oradaki asıltehlike kalabalık Rumlardan gelmekteydi veelbette sıra Rumlara da geleceği zaman, oradakiErmenilerin de icabına bakılacaktı.Konsolos Horton 1922 İzmir’inde olanları şu

sözleriyle özetler. ‘Ermeniler’i yok etmek veboş zamanlarda da Rumlar’la ilgilenmek üzerebelli bir plan var gibiydi,’ Horton’un gözlemiEmmanuilis’in sözleri ile örtüşmektedir.

1918’de mütareke ilan edilmesine rağmen Hris-tiyan unsurların emniyeti sağlanmamıştır. Ro-bert Kolejin Müdürü Caleb Gates, barış şartla-rının açıklanmasındaki gecikmenin ve şimdiolduğu gibi, Müslümanların baskın olduklarıbir bölgenin başına Ermeniler getirilirse, ‘yap-tıklarından hiç de pişmanlık duymayan ve Er-menilerle ilgili düşünceleri hiç de değişmemiş’baştan aşağı silahlı Türk ahalinin öfkesininfelaket getireceğinden korkuyordu. Bütün oyaptıklarından sonra, Türklerin, Ermenilerdenödleri kopuyordu ‘ve can korkusu olan bir caniher zaman en tehlikelisidir’. Gates, tüm bölgeyikorumaya yetecek kadar askerin olduğunadair hiç umudu yoktu ve İtilâf ya da Amerikanaskerleri kurtarmaya gelmeden önce Erme-niler’in boğazlanacağından korkuyordu.

Talan ve yağma başlıyorJön Türkler için savaş bitmemiştir. Bir anlamdaiç savaş olarak 1922’ye kadar devam ederek.1922 eylülünde Kemalistlerin zaferiyle sonuç-lanır. Kemalistler İzmir’e Sakallı Nurettin Paşakomutasında girdiklerinde gavur İzmir’i fethederler.

Yağma, talan, öldürmeler ve yangın tam dafethin kendisidir.3

Fetih ordusunun yanındaki Türk askerleriçakşırlı pantolon giymiş, çapraz fişeklik tak-mışlardı ve bir dizi kama taşıyorlardı. Bu bir-liklere bazen çete deniyordu, hoş olaylara vakıf

yabancılar muvazzaf askerlerle çete birlikleriarasında pek ayrım yapmazlardı. Türk liderler,eski asilerden oluşan grupların 1920’de M. Ke-mal’in ordusuyla bütünleşip o tarihten bu yanadisiplin altına alındıklarını kabul ediyorlardı.Bir Birleşik Devletler askerî istihbarat raporunagöre, 1922 yılında, söz edilen disiplin, ‘mükem-mel ve üst rütbelilerin saldıkları korkuyla,vahşetle ve ibretle sağlanıyor’ idi. Aynı raporda,moralin de ‘yağma arzusuyla’ diri tutulduğuyazılıydı.İlk yağmalanacak yerler Ermeni ve Rum dük-kânlarıydı. Şimdilik ara sokaklarda olmaküzere, küçük sivil gruplar işe girişmişlerdi bile;daha sonra, İtalyan ve Türk devriyelerin mü-dahale etmediklerini anlayan askerler de gazagelmişlerdi; kısa süre sonra subayları da katı-lacaktı onlara. Rue Franque’daki gösterişli dük-kanlara girdiler ve kollarının altında dantel vesatenler, ceplerinde saat ve mücevherlerle yü-rüyüp gittiler. ‘Hiçbir müdahaleyle karşılaş-madan veya korku duymadan hareket edi-yorlar,’ diye yazıyor Fransız bir subay. ‘Hiçacele etmiyorlar, en değerli şeyleri alıp kalanıatıyorlar. Neden çekinsinler ki? Polis görevigören devriyeler onlara yardım ediyor.’Yağmalar bir süre sonra yerini silahlı soygunlarabıraktı. O gece Kızılhaçlı Binbaşı Davis Brsitol’atelgraf çeker: ‘Mülteciler ülkeyi terk etmeli yada alınmalılar. Can güvenlikleri yok. Bunun,Milliyetçi Hükümetin ırk sorununun çözümüolarak aldığı son karar olduğuna inanın.Akşama doğru, Türklerin sistematik bir biçimdeErmenilerin peşine düştükleri iyice belli ol-muştu. Konsolos Yardımcıları Park ve Barnes,Litchfield’e doğru yola düzülürken, uçlarındankan damlayan sopalarıyla beş ayrı grubun rıh-tımdaki mülteciler arasında dolaştığına vekurbanlarını aradıklarına tanık olmuşlardı. Bugruplardan birinin bir adamın tepesine çöküpöldüresiye dövdüklerini görmüşlerdi. ‘İnanıl-mayacak kadar vahşice bir şey,’ diyordu Barnes.i

‘Son darbe indiğinde saldırganlardan üç metrekadar ötedeydik. İskeleye yığılıp da denizeatıldığında vücudunda kırılmadık bir kemikkalmadığına emindim.’ Amerikalıların yüzle-rindeki dehşet ifadesini fark eden Türklerdenbiri, kurbanın Ermeni olduğunu açıklamayaçalışmıştı kibarca ve omuzlarını silkerek ‘Başkane yapmalıydık ki?’ demişti. ‘Ermeni mahallesi mezarlığı andırıyor,’ diyekaydetmiş 13 Eylül’de, bir Fransız subay. Bazıgenç kadınlar, kızlar, özellikle de güzel olanları,alıp götürüldüler ve başında nöbetçilerin bek-lediği bir eve tıkıldılar. Devriyeler heveslerinionlardan çıkartıyorlar.Gazeteci Clayton, portatif daktilosunda yenibir destan döktürüyordu: ‘Bakımsız Türk ma-hallesi hariç, İzmir diye bir şey kalmadı. Azın-lıklar sorunu artık sonsuza kadar halloldu.Konsolos George Horton, dehşet, vahşet vemezalim açısından İzmir’in bitişiyle kıyasla-nabilecek tek şeyin Romalar’ın Kartaca’yı im-hası olduğunu düşünüyordu: ‘Üstelik Kartaca’da,hükümetlerinin sorumlu olduğu duruma seyircikalan bir Hristiyan filosu da yoktu.’ Türkleryağmalamış, boğazlamışlardı ve şimdi de kentiyakıyorlardı ‘çünkü kendilerine müdahale edil-meyeceği kanaatini edinmişlerdi, sistematikbir biçimde.’ Ed Fisher’a göre olup bitenler Bul-wer Lytton’ın Pompei’nin Son Günleri’yle kı-yaslanabilirdi ancak.

Körfezde yaşayanlar için: sürgün ve katliam ‘İzmir’den yanımda götürdüğüm en önemli iz-lenim, insan ırkına ait olduğum için duyduğumutançtır.’ diyen Konsolos Horton’un işaret ettiği;‘Ermeniler’i yok etmek ve boş zamanlarda daRumlar’la ilgilenmek üzere belli bir plan dahi-linde hareket edilir. Körfezde, denizin boğulan Ermeni ve Rum ce-setleriyle dolu olduğunu ifade eder GazeteciAhmet Emin Yalman. İzmirli bundan dolayıuzun zaman balık eti yemediğini de ekler.Müttefik güçler için M. Kemal’in Rum ve Er-meniler için canını sıkmanın zamanı hiç değildi.George Horton İzmir’de 100,000’den fazla kayıpolduğunu hesaplamıştır. Onun hesabı çok dahasağduyuludur, çünkü yangından hemen öncekigünlerde İzmir’de kabaca 400,000 OsmanlıHıristiyan’ı (doğma-büyüme İzmirli artı mülteci)varken, 1 Ekim itibariyle en az 190,000’indenhaber yoktu. Amiral Bristol’un kayıp rakamlarıözellikle düşüktür. 2000 rakamını telaffuzeder. Birleşik Devletler temsilcisi Kemalist-lerden imtiyaz peşindedir. İngilizler yüklü si-gorta bedellerini ödememenin4 hesabını yap-makta iken Fransızlar cömert bir teklifte bu-lunup, eğer ‘sağlıklı ve ahlakî bir açıdan’ seçmeşansları olursa, hasat mevsiminde çiftlik işçisiolarak istihdam edilmek üzere yüz ya da ikiyüz mültecinin ‘deneme mahiyetinde sevk’inikabul ediyorlardı.Kendisini bir yabancı geminin güvertesine ata-mayan on binler, kendilerini yeniden göç yol-larında bulurlar. Bu tutsaklardan Bızdıkyananlatımıyla, yerleşim bölgelerinden geçen sür-günleri sivil kalabalık tutsakları sopa, bıçak,kazma ve silahlarla karşılıyormuş. Bazen er-keklerin üstüne rastgele saldırıyorlarmış; bazende daha seçici oluyorlarmış. Her biri adeta öl-dürmeye yeminliymiş gibi hareket ettiklerin-den, fazlasıyla Rum ya da Ermeni ölmüş. ‘Türk-ler’in Ermenilere karşı çok daha hınçlı olduk-larını vurgulamak lazım,’ diyordu Bızdıkyan,kendisiyle yapılan röportajda. ‘Bu bir muamma.Niye öyle olduğunu bilemiyoruz, ama öyleydi.’Bir başka tanık, ‘Bir adamın üstüne, “İşte bu,Ermeni!” diye bağırarak atlarlardı,’ diyordu Aşi-yan. ‘Bazen, aslında çok sağlam bir usul olmasabile, bir adamı Türkçe konuşturur ve aksa-nından anlamaya çalışırlardı. Bazen esmer birRum, sırf Ermeni sanıldığı için öldürülürdü.’

Bu anlatımlar Ayvalık doğumlu çağdaş Elenedebiyatının güçlü kalemi İlias Venezis’in an-latımlarıyla da uyumludur. 31328 numaralı esirVenezis’in esaret günlerini anlatttığı özyaşamöyküsü Esaretin Günlüğü Numara 31328 ‘deesir grup içindeki Ermenilerin kimliklerini giz-lediklerini, çünkü Ermenilerin özellikle aranıpkatledildiğinin örneklerini nakleder.

İyi insanlar da yok değildir: ‘Derken bir günpatronum bana dönüp dedi ki, “Stepan, seniniçin bir şeyler yapacağım; benim mahvım daolabilir, ama yapmazsam da vicdanım rahatetmeyecek. Sana bir Rum adı takacağım, sanabazı belgeler hazırlayacağım ve bu cehen-nemden kurtulup ailene kavuşabilesin diye,seni bir sonraki mahkûm grubuyla Atina’yagöndereceğim. Allah yardımcım olsun!’

Kartaca’nın yok edilmesi ve büyük Roma veLondra yangınları Batı vicdanında bugün bileyankı bulmaktadır, fakat sadece elli yıl öncebüyük bir kentin imha edildiği neredeyse unu-tulmuştur.

1 Gerçekte üç büyük devlet ve onlardan fazla AvusturyaMacaristan İmparatorluğu Kutsal Birlik 1815 Viyana Kongresikararları istikametinde devrime açıkça karşı idiler. Ancakkamuoyunun baskısı altında ve aydınların desteği (bilhassaViktor Hugo) bir derecede yardımcı oldu. Karada Mısır ordusudevrimi zor duruma sokmuştu (1826) ancak Elen denizgücü devrimin direnmesine sebep oldu. Bilhassa üç büyükdevletlerin çıkarlarının çelişmesi sonunda bağımsızlığıntanınmasına yol açtı.

Patrik 9 Nisan 1821 (Paskalya günü) idam edildi. Ancakondan evvel zamanın Şeyh ül İslam'ı Hacı Halil Efendi sür-güne gönderildi. İki din adamı isyana katılmayan Rumlarıntopyekûn katledilmesine karşı çıktılar. Hacı Halil'in eşi ca-dılıkla suçlanarak feci şekilde boğuldu ve Bursa'da çıplakteşhir edildi. Afyonkarahisar'da sürgünde olan Hacı Halilüzüntüsünden beyin kanamasından vefat etti. Bütün bunlarıParis’te elçilik yapmış olan Halet Efendi organize etti.2 Bu gazetelerden birinde iki kız kardeşin güya başlarınagelen bir olay anlatılıyordu. Bir gün iki kız kardeş bir Yunanmağazasından alışveriş yaparlarken, Selanik göçmeni olanbunlardan biri, mağaza sahibinin suratında, bir akrabasınınırzına geçerek, onu öldürmeden önce göğüslerini kesenbir Yunan askerini tanıdı. Böyle ve daha korkunç hikâyelerhalka anlatılıyordu.3 Falih Rıfkı Atay, Çankaya’nın sansürlenmeyen baskısın-da:

“İzmir karanlıkta alev alev, gündüz tüte tüte yanıp bitti.Yangında sorumlu olanlar, o zaman bize söylendiğine göre,sadece Yunanlı kundakçılar mıydı? Bildiklerimin doğrusunuyazmaya karar verdiğim için o zamanki notlarımdan birsayfayı aktarmak istiyorum…..Bu işte Nurettin Paşa’nınhayli marifeti olduğunu söyleyenler çoktu……

İzmir’i niçin yakıyorduk? Kordon konakları, oteller ve gazi-nolar kalırsa, azlıklardan kurtulamayacağımızdan mı kor-kuyorduk?

1.Harp’te Ermeniler tehcir edildiği vakit, Anadolu şehir vekasabalarının oturulabilir ne kadar mahalle ve semtlerivarsa, yine bu korkuyla yakmıştık(…) Bunda bir aşağılıkduygusunun da tesiri var.Bir Avrupa parçasına benzeyenbir köşe, sanki Hristiyan ve yabancı olmak, mutlaka bizimolmamak kaderinde idi. İzmir’i arsa halinde bırakmak şehrinTürklüğünü korumamaya kâfi mi gelecekti?”4 Savaş’ın bitiminden sonra İzmir yangını ile ilgili 150civarında dava açıldığı Amerikan kaynaklarından bildirilir.Konsolos Yardımcısı Frederick O. Bird’ün 24 Haziran 1924tarihli raporunda : “…İngiliz şirketinin poliçe sahiplerinden,mülkleri terk edilmiş mallar kanuna maruz kalan, ikametgaholarak sigorta edilmişken sonra dış (yabancı) devletlerdairesi ve ikametgah olarak kullanılan ve İzmir yangınındansonra bir kaç ayda mülkleri yok edilmesine rağmen poliçekarşılığının ödenmesinin reddedildiği Ermeni kökenli Türkyurttaşı biri için, garanti edilmiş ödemeyi yapmayı reddedenşirket, mallar yok edildiği zaman mülkiyet hakkının o kişideolmadığını varsaymıştır.” Denilmektedir. Böylece yangınkurbanlarının tazminatları ödenmez ve sigorta şirketleriülkeyi terk ederler.

21 Temmuz 1924 Cumhuriyet Gazetesi’ndeki yargı ilginçtir.Hükümet kendini varis tayin eylemiştir:

“Yangının savaş zamanı olması ve İzmir’in de savaş alanındaolması fikrini savunan sigorta şirketleri tazminat taleplerinireddetmektedirler. Bu çekişmenin üstüne, mükümet, şir-ketleri ya tazminat taleplerini ödemeye ya da Türkiye’dekifaaliyetlerini sona erdirmeye çağırdı. Şirketler yüksek meb-lağdaki tazminat değerlerini ödemek yerine İzmir’deki of-islerini kapatmayı ve oradan çekilmeyi tercih ettiler.

Hükümet, Rum veya Ermeni mültecilerine ait olan ve dörtteüçü yok olan binalardan dolayı en buyuk tazminat talebinesahiptir. Tüm terk edilmiş mallar hükümete geri döndüğünegöre, yangın zararlarının büyük payı hükümete düşüyorve Terk edilmiş Mallar Komisyonu adına hükümetin tazminattalebi 12 milyon dolardır.”i Barnes’in Dışişlerine raporu, 18 Eylül 1922. NA,

f İzmir 1922 dosya

20-21_Layout 2 1/30/12 1:46 PM Page 2

Page 22: 1-10 Şubat 2012

Halkın Günlüğü 1-10 ŞUBAT 2012röportaj22fYüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi, YılmazGüney Vakfı’nın da katkılarıyla 2. YılmazGüney Kültür ve Sanat Festivali’ni düzenli-yor. Siz ilk festivalde de değerlendirme ku-rulunda yer almıştınız. İlk festivalindeneyimlerinden de yola çıkarak festivalleilgili düşüncelerinizi paylaşır mısınız?Festivalin her şeyden önce Yılmaz Güneyadına yapılıyor olması bile başlı başına birdeğer. Bir de bu festivalin içinin Yılmaz Gü-ney’in devrimci, toplumcu, sanatçı kişiliği-ne yakışır değerlerle doldurulması da budeğere değer katıyor… Kapitalizmin ege-menliğine karşı; hiçbir parasal ödül olma-masına karşın yüzlerce sanat üreticisininYılmaz Güney adına düzenlenen bu festi-vale çıkarsız, pazarlıksız, içtenlikle katıl-maları ve binlerce sanatseverle buluşma-ları umutlarımızı yeşerten, çoğaltan birolgu. Festivalin kataloğunun yayımlanma-sı da yaratılan güzelliklerin, değerlerin so-mut göstergesi olmuş… Elimizdeki sıcacıkbir ekmek gibi… Sıcak, paylaşılmaya ha-zır…Festivalin düzenlenmesine emeklerini su-nan arkadaşların içtenliğini, ciddiyetini,heyecanını bildiğim için söylüyorum; bu yılikincisi düzenlenen festival her şeyiyle il-kinden daha ileride olacaktır… Bu daumutların, paylaşımların ve direngenlikle-rin daha da çoğalması demektir…

Bedelleri göze alarak çizmek

f1. Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Festi-vali’nde karikatür dalı oldukça ilgi gördü,uluslararası boyutta katılım oldu. Karika-tür sanatçılarının sinemada simgeleşenYılmaz Güney adına düzenlenen bu festi-vale dönük yoğun ilgisini nasıl açıklıyor-sunuz?Karikatürün olmazsa olmazı diyebileceği-miz yanı muhalif niteliği. “Cennette mizahyok” der Mark Twain… Baskıların, savaşla-rın, sömürünün, açlığın olduğu bir dünyadatoplumcu, ilerici, isyancı ruhuyla kendiniortaya koyan bir sanat dalıdır karikatür…Diğer sanat dallarına göre daha sert tepkiverebilen, hızlı hareket edebilen ve rahat-sız etmekte pek üstüne olmayan bir sanatdalı… Bu bağlamda karikatür sanatçıları-nın bu festivale ilgisinin nedenlerini sine-masıyla, edebiyatıyla, politik kimliğiyledevrimci, muhalif, toplumcu bir Yılmaz Gü-ney’de aramak gerekir…

fAlternatif-muhalif üretim zeminindeyer alan sanatçıların bir buluşma, daya-nışma, kolektif üretim zeminine ihtiyaçduyduğu söylenebilir mi? Festivalin bu an-lamda bir işlevi olabileceğini düşünüyormusunuz?İşten atmalarla, yok sayılmalarla, tehdit-lerle, yalnızlaştırmalarla, karalamalarla,yargılamalarla, cezalandırmalarla vb. yön-temlerle muhalif sanatçıların susturulma-ya çalışıldığı bir dünyadayız… Bu susturmayöntemlerinin faşizan baskı boyutundauygulandığı şu günlerde elbette alternatif-muhalif üretimde bulunan sanatçılarındaha sağlam ayakta durabilmeleri gereki-yor… Bu da birliktelikten, örgütlülüktengeçiyor… Sanatçıların içinde yer aldıklarıpek çok örgütlülük var ancak bu örgütlü-lüklerin faşizan baskılar karşısında genel-de pek sağlam bir duruş sergilediklerinigörmedim. Festivalin, -belli bir süre içinde olsa- muhalif sanatçıları bütünleştiren,üretilen eserleri insanlarla buluşturan, ile-tişim olanaklarını arttıran bir yanı var…Ancak festival bitince çoğunlukla bunlarda bitiyor… Bu birlikteliği aşmak ve muha-lif sanatçıları ortak bir zeminde buluştur-mak için etkinliklerin yalnızca festival sü-

recinde değil, yıl boyunca ve süreklilikiçinde gerçekleştirilmesi gerekir… Böylebir süreç daha güçlü ve bütünlüklü birlik-telikleri, eylemlilikleri, üretimleri, payla-şımları getirecektir…

fKarikatür sanatını diğer sanat dallarıylakarşılaştırdığınızda ülkemizdeki durumu,yaygınlığı, ulaşılabilirliği, eğitim olanaklarınedir? Diğer sanat dallarına oranla karikatüründaha parlak bir durumda olduğunu söyle-yemeyiz. Ülkemizde sanatın, sanatçının,özgür düşünme ve üretimin hangi bedelle-ri ödeyerek var olabildiğini biliyoruz… Bu-gün yeteneğiniz, yaratıcılığınız, özgünlü-ğünüz ölçüsünde değil de, sermayeye ya-kınlığınız ya da onlar için tehlikesiz eserlerortaya koyduğunuz ölçüde ünlü olduğu-nuz, maddi karşılığını o oranda bulduğunuzbir sistemin egemenliği vardır. Karikatü-rün doğasında olan muhalif olma, karşıgelme, sivri dilli olma gibi niteliklerini dedüşünürsek karikatürün bu sömürücüsistemde baştan kaybettiğini söyleyebili-riz… Ama bu kaybediş karikatürün gerçek

anlamda karikatür olma niteliğini kazan-masıdır aynı zamanda… Çünkü sermayeyeeklemlenmeyen özgür yanıyla karikatürburadan çıkıyor…

Günümüzde basında yer alan çok az çizerarkadaşımız gerçek anlamda karikatür çi-zebilmektedir… Bunu da çeşitli bedellerigöze alarak ve zaman zaman sansürlerdende geçerek yapabilmektedirler… İktidaryandaşı gazetelerin çizerlerinin çoğunluğuda “muhalefete muhalif” olan yeni bir ka-rikatür anlayışı geliştirmişlerdir… Bu du-rum, yani sermayenin ve iktidarın güdü-münde olma durumu karikatürün ruhunaihaneti getirmiştir… Bir de mizah dergileri-nin pazardan pay alma kaygısıyla ürettiğikarikatür anlayışı var… Evet, dergileriyle,sanal ortamıyla karikatür ülkemizde yay-gındır ama ne yazık ki sermayeye göre bi-çimlenen ve ruhunu teslim etmiş bir kari-katürdür bu…

Ama tüm bu olumsuzluğun içinde umut davar elbette… Hiçbir çıkar gözetmeden ina-dına üretmeyi sürdüren çizerlerimiz devar… Bunlar sergilerle, yarışmalarla, inter-

net siteleriyle, çizdikleri az sayıdaki dergive gazetelerle var olabilen Donkişotlar…Bu Donkişotların ülkemizin farklı şehirle-rinde çocuklara, gençlere dönük karikatüratölyeleri kurduklarını, bu alanda istekliolanlara eğitim verdiklerini de düşünürsekumut içinde umut diyebileceğimiz bir du-rumdur bu… Karikatürde eğitim olanaklarıda buradan çıkmaktadır…

Sanat siyasetle ilişkilidirfKarikatür sanatına ilişkin mizah dergi-leriyle sınırlı bir algı var. Karikatür yalnızcabir mizah figürü müdür? Değilse nasıl ta-nımlanabilir? Haklısınız, karikatür deyince piyasadakimizah dergileri geliyor akla ve bu dergile-rin dışında var olabilen estetiksel ve sa-natsal nitelikteki kalıcı karikatürler ya-bancı geliyor insanlara… Sanat okuyucusukitlenin beğenisine uygun, haftalık tüketi-len, bol yazılı, cinsel, siyasal sömürününkullanıldığı yoz bir karikatür anlayışı ege-men bu dergilerde. Okuyucu onları, onlarda okuyucuyu besliyor ve bu yozluk sürü-yor… Her yeni çıkan dergi de bu eskiyi sür-

Karikatürbir eylemdir

Festivalin düzenlenmesine emeklerini sunan ar-kadaşların içtenliğini, ciddiyetini, heyecanını bil-

diğim için söylüyorum; bu yıl ikincisi düzenlenenfestival her şeyiyle ilkinden daha ileride olacaktır… Buda umutların, paylaşımların ve direngenliklerin dahada çoğalması demektir… ‘

Sanatın sanatçıyı, sanatçının da ürünleriyle toplumu kucakladığı düşünüldüğünde ortaya çıkan eserin büyüklüğüdeğişim dinamiğini de kendisiyle birlikte yaratır. Doğal ve toplumsal olan ilişkilerin harmanlandığı ve yeni bir düşseldünyanın somut gereçlerini yaratan sanat, her toplumun kültürel ve gelişmişlik düzeyinin bir yansımasını oluşturur.Sanat ve sanat eserleri ne kadar toplumsallaşmış ve toplumsal ilişkilerin içerisinde gelimişse toplum o kadar ileri birduruma gelir. Bu hem sanatsal bir seyir hem de üretim için geçerli kritik bir durumdur. Günümüz dünyasında sınıflı toplumlar gerçekliği sanatı da belirli bir grup eline teslim etmiş ve toplum büyük birbölümünü, ki bunlar ezilenlerdir, bundan uzaklaştırmıştır. Yani sanatı elitleştiren bir katagoriye hapsetmiştir. Halkınsanata ve sanatsal üretimlere karşı duyarlılığı ve konuya olan yakın ilişkisi halkın safında yer tutan sanatçı ve sanatmerkezlarinin görevi ve sorumluluğundadır. Elbette bu en son kerte de sınıf mücadelesinden bağımsız yürütülemez.

f Aşkın Ayrancıoğlu

Sanat, toplumların kültürel ve gelişmişlik d

22-23_Layout 2 1/30/12 2:19 PM Page 1

Page 23: 1-10 Şubat 2012

231-10 ŞUBAT 2012 Halkın Günlüğü

dürüyor… Bir öncekinin prototipi oluyor… Sö-mürgeci sistemin yarattığı bunaltıdan kurtul-mak isteyenlerin –özellikle de üniversite gen-çliğinin- eğlenmek için, sorunlardan kısmenuzaklaşmak için sığındığı geçici bir liman budergiler… Bu dergilerin sisteme karşı bir bilinçüretmek şöyle dursun, sisteme karşı olan bi-linçleri ehlileştirme görevini yerine getirdiğinisöylemek yanlış olmaz… Kapaklarında az buçukilerici/muhalif bir görünümü olsa da büyükoranda demin sözünü ettiğimiz bir yozluk ege-mendir… Sol gösterip sağ vurmaktalar…Karikatür; bu piyasa dergilerinin basit bir figürüolmanın çok uzağında gerçekçi, toplumcu birbilinçle ve estetiksel değerlerle üretildiği orandaözgür, iğneleyici, yol gösterici olabilir. Yırtıcıdır,rahatsız edicidir… Tokat atar… Dayak yiyeceğinibilse de kaçmayan bir yaramaz çocuktur o. İştebu karikatür daha çok insanla buluşarak, insaniçin, gelecek güzel günler için var olma ruhunusüreklileştirebilir. Bu süreklilik içinde karika-türle buluşan bilinçler daha sorgulayıcı dahaumutlu olur. Karikatür bir eylemdir.

fSanata siyasetten bağımsız, sınıflar üstü biranlam yükleniyor? Karikatürle siyasetin bir

ilişkisi var mıdır? Sınıfsız bir dünyada sanatın da konumu bugün-künden elbette çok farklı olacaktır. Ama sınıflarsavaşı sürerken sanatı sınıflar üstü tanımlama-ya çalışmak egemen sınıfların saflarında yer al-makla aynıdır… Sanat, düşünsellikten damıtılanduyarlılıkların en yoğun ve en üst düzeyde es-tetiksel değerlerle biçimlenmesiyse; savaşlarıy-la, yıkımlarıyla, sömürüsüyle yaşanan acılaragözünü kapamak olanaklı mıdır? Sanatın da vedolayısıyla karikatürün de siyasetle mutlaka birilişkisi vardır. Yaşanan gerçeklikten kopuk ol-mak ve öyle üretmek ancak kaçış sanatını do-ğurur. Kaçmamak ise karikatürün doğasındavardır. Sonuçta ülkeler ve dünya belli siyasalgüçlerin egemenliğindedir… Sömürü ilişkilerinimeşrulaştıran anlayışlarla insanın sömürüsüzbir dünyada mutlu ve özgür yaşamasını savu-nan anlayışların çatışması vardır. Bu çatışmadasanatın/karikatürün de bir safı olmalıdır. İştesiyasetle ilişki burada kaçınılmaz olmaktadır.Hangi tarafta yer alırsanız alın, isterseniz suyasabuna dokunmayanlardan olun, bir taraftası-nız demektir. Bu bir bilinç ve tercih sorunudur.Sanata/karikatüre yakışan taraf ise, üreten, vareden insanın tarafıdır.

ıl 1993. Güneşli, serin, kuş düğünü bir gün. Ben-cilliğimi, parçalı halimi gerilere doğru iteklemiş,bütünlüklü, kaygısız ve paylaşımcı bir iklim içinegirmiştim. Telefon öttü. Kaldırayım mı kaldır-mayayım mı diye tereddüt ettim. Kafadarım,laklakçı Göçmen Dede olabilirdi. Çenesine yol

verdi mi, en az bir saatimi bağlardı, sınırları secereyle çizilmişmalum hikayeleriyle. Dedemin dedesinin dedesiyle dedenindedesinin dedesi dayıoğluydu. Çık işin içinden. Telefonun ötüşüısrar çizgisine oturunca, kaldırdım ahizeyi. Sesi çıkaramadım.“Kusura bakmayın, tanıyamadım.” Yumuşak, ferahlatıcı bir ses:“Ben Fakir.” Düşündüm. Melbourne’de Fakir. “Yine çıkaramadım.”Kablonun öteki ucunda hafif bir bekleyiş. Gülümseyişini duyumsargibi oldum. “Fakir Baykurt.” Şaşırdım. Sevinç ve coşkuyla, “Oooabiciğim bu ne sürpriz? Nerden ediyorsun?” “Haberin yok mu,ben Melbourne’deyim. Adresini ver sana uğrayacağım. Müsaitmisin?” “Hiç müsait olmaz olur muyum, buyurun, bekliyorum.”Bir saat sonra, Kültür Derneği’nden bir arkadaşla birlikte geldi.Kapıda kucaklaştık. İçeri girer girmez, salonu şöyle bir süzdüve karşı duvardaki tabloya doğru yürüdü. Eş zamanlılığınıyitirmiş, kendileriyle özdeş olmayan varlıklar ve hakikatler ku-yusuna ve kuyuyu saran yamuk kafalara dikkatle baktı. Renkleri,ışıltıları hassasiyetle dinleyen, içine taşıyan ve onlara duygularıyladokunan bir insanla yan yana olduğumu düşündüm. Başınıçevirdi, o sade, derviş haliyle, “Senin Fransa’daki sergini gezdim,”dedi. “Vaktin varsa, buradaki müzeleri birlikte gezelim. BanaAborjin resimlerinin hikayesini anlat.” “Memnuniyetle,” dedim.Sevdiğim ressamları sordu. Onlar hakkında söylediklerini din-leyince, resim dünyasına derin bir ilgi duyduğunu anladım.Evde bulunan herkesle yakından ilgilenişi; ışığa, yalınlığın gücünekendini vermişçesine dinleyişi; nasihatçı, egemen bir edaylaonları bilgi değirmeninde öğütme eğilimi içine girmeyişi, kendisinekarşı kısa zamanda bir sempatinin oluşmasına yol açtı.Merakımı ve sorularımı, gençliğimde beni etkileyen romanlarıüzerinde yoğunlaştırdım. Ve konuşurken, diline, mantığına, ça-basına dikkat ettim. Bakışlarını tek bir kişide yoğunlaştırmıyor,herkese yayıyor; kendisini mesken tutmadan, kendi hakikatinindışında özgürce gezinen, duru, sakin bir dille konuşuyordu.Kaplumbağalar’ı, uzun bir hazırlık aşamasından sonra, oturup45 günde yazdığını anlattı. Gösterime çıkması engellenen Yı-lanların Öcü filmini, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’le birlikte iz-lediğini ve Gürsel’in, “Çok güzel, sakıncasız bir film,” demesiüzerine filmin gösterime girdiğini, yalın ve ironik bir şekilde an-latışını yıllarca anımsadım.Müfettişlik döneminde, gittiği her köyde, yaşlı kadınları dinlemeyiadet haline getirmesi; romanları ve öyküleri yazarken, onlarınanlatılarından yararlanması; Türk Dil Kurumu’na altı yüzdenfazla sözcük kazandırmış olması, aklımda kalan noktalardı.Toplantı günlerinde, salona erken gelmesi, bir yerde oturmaması,gelenlerle tanışması, alışılmadık bir tevazu ve içtenlikle sohbetetmesi, dikkatimi çekti hep. Kendisini, insanın özüne götürecekyolları ve biçimleri ısrarla arayan bir insan gibi davranıyordu.Sanatı, yaşadığımız evreni güzelleştiren, onun özünden doğan,başka bir evren olarak görüyordu.Konferansında, İstiklal Marşı’ndaki bazı bölümlere eleştirelyaklaşınca, dinleyicilerden birisinin sert eleştirilerine maruzkaldı; fikrinden ve o güleç, ipeksi edasından ödün vermedi hiç.“Sanatta ideoloji olmaz,” diyen birisini, “İdeolojisiz sanat yoktur,”diye yanıtladı.En son, Duisburg’ta, bir edebiyat panelinin ve benim resim ser-gimin olduğu bir kültür etkinliğinde buluştuk. Rıza arkadaşınyönettiği panelde, Fakir, Şükrü Erbaş, Mehmet Çetin, ben vesanırım bir kişi daha vardı. Sergiyi Fakir, ben ve Ali Yıldırımbirlikte gezerken, “Sana bir resim hediye etmek istiyorum,sergiden seç bir tane,” dedim. Şaşırdı, bir çocuk sevinci vemahcubiyetiyle teşekkür etti. “Sen seç,” dedi. Kabul etmedim.Serginin en sevdiğim üç tablosundan birisini, “Nasreddin Hoca”yıseçti.Gündüzleyin yıldızları, geceleyin de güneşi seyreden alçakgönüllüdervişin vakitsiz ölümü, öyle sanıyorum ki en çok, Melbourne’ligöçmenleri üzdü. Fakir’le birlikte çektirdikleri resimleri duvarlarınaastılar. “Ne güzel insandı” sözünü yıllarca duydum onlardan.

YFAKİR

ANTAGONİZMA≫ muzaffer oruçoğlu

S

Ancak her bir sanatçı ve sanat merkezleri bu nüveleri buralardan yaratabilir.Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi (YÇKM)’nin, Yılmaz Güney Vakfı’nın da katkılarıyla, ör-gütlediği ve bu yıl ikincisi düzenlenen festival çıkışı itibarıyla buna hizmet etti, ediyor.İşte bu çalışmalardır ki toplumun derinliğine nüfuz etmiş yaratıcılığı elitist yaklaşmadanderinlikten çıkarıp yine ezilenlerin elinde güçlü bir silaha çevirecektir. Yılmaz Güney Kültür Sanat Festivali’ne dair değerlendirme kurulunda olan sanatçılarlaröportajlarımıza devam ediyoruz. Bu yıl ikincisi düzenlenen festivalin ilkinde de karikatürdalında değerlendirme kurulunda yer alan sanatçı Aşkın Ayrancıoğlu ile birinci festivalinışığında deneyimleri ve festivale dair düşünceleri üzerine konuştuk.

düzeyinin bir yansımasıdır

22-23_Layout 2 1/30/12 2:19 PM Page 2

Page 24: 1-10 Şubat 2012

Dewleta Tirk bi rêxistina kontra ve aku bi destê xwe ve sazkiriye mirovênkomunîst, şoreşger, demokrat û we-latparêz îmha kir. Bi van êrişên îm-hayên ku îro jî hê berdewam dikin vebi hezaran mirov an yek bi yek an jîbi komî hatiye qetilkirin û avêtineçelên mirinê. Dewleta Tirk wek wen-dakirina mirovên zindîmirovên mirîjî veşart.Dewleta faşîst her derê axa Kurdis-tanê bi hestiyê mirovan ve dagirtiye.Vê demê jî ji bo ku xwe derxe paqişi-yê hestiyê mirovên ku qetilkiriye jiçelên mirinê derdixe. Amed bi hêladewletê ve bi bargeha JÎTEM’ê bikarê xwe dianî cîh. Di vir de hat xu-yakirin ku bi dehan mirov di van çe-lên mirinê de hatine qetilkirin û dikolanan de hestiyê van mirovanahatin derxistin.Ev hestiye ku aydê mirovên ku dibinçavkirinê de hatin qetilkirin divan çelên mirinê de hatin derxistinbi derewên ji bo testa DNA’yê bi ve-şartî ji nû ve tên çel kirin. Hêlekî bigotinên reşiyê ronî dibe propagandatê kirin di hêla dinê jî bi van kirinênve tarîyê dixe tarîreşk. Çimkî di vêdemê de ne dest didin kujeran ne jîdewlet bi tesbîtkirina nasnameyanve komkujiyê dipejirîne. Bi girêdayîve bilî propagandayê tu tişt çê nabe.Bi rastî jî dewlet nikare xwe darizîne.

Ne zindî, mirî jî wendakirin

rişên ku hember Kurdan pêktênê her çiqas navnîşanênwan bênê guhertin jî çawa-niyên wan nayên guhertin.Dewleta ku bingeha xwe liser polîtîkaya îmha û înkar-

kirinê ava kiriye, têkiliyên xwe li hembernetewe û netewatiyên cuda bi vê kon-septê bi kar aniye û bi kar dine. Êrişên kudi nava sînorên xwe de dimeşîne di are-naya navneteyewî de jî berdewam dike.Dewlet di têkiliyên xwe yên dîplomatîkde bazara li ser kêmar û neteweyê Kur-dan jî wek kozekî hildide dest. Bi vê yekêjî dixwaze arenaya navneteweyî de nete-we û netewatiyan bike hedef.Ev rewşa divêtiya çawaniya siyasiya TC’êîmha û înkar ji van dewletan re bû yeşîara bingehîn. Netewe û kêmarên dinava xwe de hetta komkujiya gelên kuerdnîgariyan de dagir dikin bi van dew-letan tênê zanîn.Têkiliyên di navbera efendî û nokerandeên sîyasî jî dîsa li ser van komkujî, jeno-sîd û înkaran pêşve diçe. Bazarên ku liser înha û înkarê pêk tê caran bi komku-jiyê caran bi jenosîdê caran bi ambargo-

yên aboriyê caran jî bi êrişên siyasi ve biawayê cuda berdewam dike. Yên ku vanabi eşkere îfade dike dawiya wan bi êrişênvan dewletan ve tên bersivkirin.

Sazî, komar û takekesên ku girêdayê ne-teweyên Kurdên ku di welatê me de nin jîheman êrişan nesîbên xwe hildan. Aka-demîsyen, parêzer, nivîskar, hunermend,siyasetmedar, rojnamevan… Kategoriyawî an jî pîşeyê wî çi dibe bila bibe di vîwelatî de hedefa êrişan de Kurd in. Buye-ra herî dawî jî 22’ê Çile de weşana RojTV’yê ku bi hêla Eutelsat’ê ve hat birînêrişa arenaya navneteweyî bû û Roj TVarenaya navneteweyî de waşanên xwebikar dianî û nasnameya Kurdan dipa-rast. Dema berê jî di derheqê Roj TV’yê debi dehan doz hatibûn vekirin û dîroka 10’êÇile de ji hêla Dadgeha Bajarê Kopenhag’êve bi îdeaya biştgiriya PKK’ê 5,2 milyon“ceza” ji Roj TV’yê re hat dayîn. Lê belêbiryara rawestandina weşanê nedabû.Piştî ku dadgehê ev biryara xwe daxuyakir, Eutelsat’ê 19’ê Çile de daxuyanî da ûgot “Me biryar hildaye ku em ê weşanaRoj TV’yê li ser ûydiyên xwe rawestînin”û 22’ê Çile de ev biryara bi kar anî.

Eutelsat’ê biryara Dadgeha Bajarê Ko-penhag’ê a ku 10’ê Çilê de derheqê RojTV’yê de ji bo “piştgiriya PKK’ê” da ji bir-yara xwe re sedem nîşan da û got “Dibinê van mercan de ji ber ku weşanênRoj TV’yê ên ku çalakiyên terorê diweşî-ne ji ber vê Eutelsat naxwaze bibe berpi-siyar û biryara rawestandina weşanêdaye”.

Fransa hisedarê Eutelsat’ê ye û navendawê jî li Parîs’ê ye. Ev biryara ku bi yek hêlîhatiye hildan ji hêla Roj TV’yê ve hatejermezarkirin û daxuyaniyek pêk anîn.Di daxuyaniyê de waha gotin, “Di biryara10’ê Çilê de daxwaza rawestandina we-şanên Roj TV’yê hate redkirin, lê belê jibo hinek weşanan cezayê pera hat da-yîn. Roj TV’yê jo bo biryara Dadgeha Da-nîmarka’yê di dadgeha ser de îtîraz kiri-bû. Hê ev dema bikar nehatiye û dadgehaser jî biryara xwe nedaye, li hember vanrawestandina weşanê bi raste rast îhlal-kirina dadiyê ye. Bê guman ev biryarabêdadî û bikêf a fîrmeya Eutelsat’ê enca-mê zordarî û hevkarî kirina dewleta Tirke”. Roj TV ji bo vê biryarê bide rakirinêdest bi dema dadiyê kir.

Êrişen ku li hember çapenemiya Kurd pêk tê bi êrşên navneteweyî berdewam dike. Di welatê me dedi êrişên bi navê KCK’ê de bi sedan rojnamevanên Kurd hatin girtin û weşana ROJ TV’yê a ku peyv-dariya Kurdan dike bi hela fîrmaya Eutelsat’ê hate birîn.

ROJANEYA GEL

1 YILLIK ABONELİK ÜCRETİ: Yurtiçi 54 TL Yurtdışı 108 EUROHalkın GünlüğüHESAP NUMARALARI Ertaş ÖZTÜRK adına İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (TL) 1002 30000 1153314 İş Bankası İst. Aksaray Şubesi: (Euro) 1002 301000 1107308 İş Ban. İst. Aksaray Şubesi: (CHF) 1142699 İş Bank. İst. Aksaray Şubesi: (Sterlin) TR110006400000210021174906

KAR DE LEN BA SIM-YA YIM REK LAM GÖS TE Rİ OR GA Nİ ZAS YON Lİ MİTED ŞİRKETİ Sa hi bi ve Ya zı İş le ri Mü dü rü: Hıdır Gürz Ya yın Tü rü: 10 Günlük Siyasi Gazete-Bölgesel Sü re li- Yönetim Yeri: Büyükparmakkapı Sokak NO: 22 Kat: 5 BEYOĞLU/İSTANBUL

Teknik Hazırlık: Kar de len YayımcılıkMahmut Şevket Paşa Mah. Sivas Sok. No:2 Kat:3 Okmeydanı/İSTANBUL Tel-Fax: (0212) 238 37 96

Bas kı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah.Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok YenibosnaBahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18

Çapemeniya Kurd tê berbestkirin

Ê

24_Layout 2 1/30/12 2:42 PM Page 1