04 1099 uhk bildiri · 34 poster bİldİrİler xxxvi. ulusal hematoloji kongresi bildiri Özetleri...

136
Poster Bildiriler

Upload: others

Post on 27-Feb-2020

10 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

Poster Bildiriler

Page 2: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK
Page 3: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

33

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Deneysel Hematoloji/ Gen Tedavisi / Rejeneratif Tıp/ Hücresel Tedaviler

Bildiri: 0280 Poster No: P001

İNSÜLİN BENZERİ BÜYÜME FAKTÖRÜ BAĞLANMA PROTEİNİ 3 PROMOTOR HİPERMETİLASYONU, KRONİK MYELOSİTER LÖSEMİ VE KRONİK LENFOSİTİK LÖSEMİ HASTALARINDA YENİ BİR BELİRTEÇ Mİ? Kamile Öztürk1, Haluk Değirmenci2, Ferit Avcu3, Ali Uğur Ural3. 1Aksaray Üniversitesi, Fen ve Edebiyat Fakültesi, Moleküler Biyoloji Ana Bilim Dalı, Aksaray, 2Hacettepe Üniversitesi, Kimya Mühendisliği Bölümü, Biyomühendislik Ana Bilim Dalı, Ankara, 3Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Hematoloji Bilim Dalı, Tıbbi ve Kanser Araştırma Kısmı, Ankara

Amaç: İnsülin benzeri büyüme faktörü bağlanma pro-teini 3 (IGFBP3), p53 tümör baskılayıcı protein tarafın-dan uyarılan, IGF’lerin biyolojik fonksiyonunu düzenle-mesi yanında, IGF’lerden bağımsız olarak hücre büyüme-si ve ölümünü düzenleyen bir proteindir. IGFBP3 antip-roliferatif ve proapoptotik özelliğinden dolayı tümör bas-kılayıcı bir gen olarak kabul edilmektedir. Tümör bas-kılayıcı genlerin promotor bölgelerindeki CpG adaların-daki sitozinlerin metillenmesi, genlerin transkripsiyonel olarak inaktive olmasına neden olup, kanser oluşumun-daki önemli epigenetik mekanizmalardan birisini oluştu-rur. Bu nedenle IGFBP3 genindeki metilasyon analizinin hastalığın ilerlemesi ve erken tanısı için bir belirteç ola-bileceği önerilmektedir. Hematolojik kanserlerde IGFBP3 geni metilasyonunun değerlendirildiği literatürdeki bu ilk çalışmada, kronik miyelositer lösemi (KML) ve kronik len-fositer lösemi (KLL) hastalarında, IGFBP3 geninin promo-tor bölgesindeki metilasyon durumunu saptayarak meti-lasyonun gen ifade düzeyine etkisi araştırılmıştır.

Yöntemler: Yerel etik kurul kararı alınmasını taki-ben 20 KML, 26 KLL hastası ve yaş-cinsiyet uyumlu 20 sağlıklı bireyden alınan periferik kan örnekleri kullanıl-dı. Kan örneklerinden Fikoll metodu ile hücre izolasyonu yapıldı. Metilasyon analizi için, tüm örneklerden genomik DNA izole edildi ve ardından EpiTect Bisülfit kit kullanıla-rak DNA’lar sodyum bisülfitle modifiye edildi. Metilasyon durumu; IGFBP3 promotorunun metilli ve metilsiz form-larına uygun primerler kullanılarak metilasyon spesifik PCR (MSP) metodu kullanılarak saptandı. Ayrıca meti-lasyon paterninde farklılık gösteren PCR ürünleri ABI 3100 Genetic Analyser (BigDye 3.1 version) sekans ciha-zı kullanılarak nükleotid dizisi saptandı. Genin promo-tor bölgesideki 20 CpG adası metilasyon açısından taran-dı. Metilasyonun gen ifade düzeyine etkisi RT-PCR yönte-mi kullanılarak saptandı. IGFBP3 mRNA düzeyi, β-aktine oranlanarak hesaplandı.

Sonuçlar: Bu çalışma sonucunda, IGFBP3 promo-tor metilasyonunu KML hastalarının %45’inde (9/20), KLL hastalarının ise %73’inde (19/26) saptandı. Sağlıklı bireylerin ise hiçbirisinde metilasyon saptanmadı. Hipermetilasyon, KLL hastalarında KML hastalarına göre daha anlamlı idi (p=0,047). Metilasyonun gen ifadesine etkisi KML hastalarında %15 (3/20) oranında gözlenir-ken, IGFBP3 ifadesindeki azalma, IGFBP3 metilasyonun-daki artış ile ilişkili bulundu.

Tartışma: Bu çalışmada IGFBP3 ifade düzeyinin meti-lasyona bağlı epigenetik olarak baskılanması KML ve KLL hastalarında gözlemlendi. Mutant p53’e sahip hücrelerde metilasyon oranında artışların olduğu rapor edildiği için KML ve KLL arasındaki metilasyon farkının p53 bağımlı

bir fark olduğu düşünüldü. Ancak, IGFBP3 ifade düzeyi-nin metilasyona bağlı epigenetik olarak baskılanmasının hastalığın sebebi mi sonucu mu olduğu açık değildir. Bu nedenle, bu ilişkinin ortaya konacağı ve hipometile edici ajanların da klinik kullanıma girebileceği klinik çalışma-lara ihtiyaç vardır.

Bildiri: 0203 Poster No: P002

STAT3, STAT5A VE STAT5B EKSPRESYONLARININ K–562 LÖSEMİ HÜCRE DİZİSİNDE MODİFİYE SİRNA’LARLA BASKILANMASI VE APOPTOZUN İNDÜKLENMESİ. Burçin Tezcanlı Kaymaz1, Nur Selvi1, Cumhur Gündüz1, Çağdaş Aktan1, Ayşegül Dalmızrak1, Ezgi İnalpolat1, Fahri Şahin2, Güray Saydam2, Buket Kosova1. 1Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Ana Bilim Dalı, İzmir, 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, İzmir

Amaç: JAK/STAT sinyal yolağında görevli STAT3, 5A, 5B genleri sinyal iletiminde ve malinitede eks-presyonu artan genlerin aktivasyonunda görevli nük-leer transkripsiyon faktörleridir ve hematolojik has-talıklarda aktifleşerek lösemi gelişiminde rol alırlar. siRNA’lar, hedef bir genin mRNA’sını yok ederek sustu-rabilen RNA’lardır. Çalışmamızda K–562’de anti-kanser hedefi olan STAT’ların modifiye edilmemiş, kolesterol konjigasyonu ve 2’-FU/FC değişimiyle modifiye edilmiş siRNA’larla muamele edilmesi, mRNA-protein düzeyinde ekspresyonlarının baskılanarak apoptozlarının indüklen-mesi ve JAK/STAT yolağı elemanlarının ekspresyon deği-şimlerinin array yöntemiyle belirlenmesi amaçlanmıştır.

Yöntemler: K–562’de ekspresyonu artmış olan STAT3,5A ve 5B genlerine özgül tasarlanmış siRNA’lar hücrelere uygulanmış ve gen baskılama analizleri 24-96 saatler/6-12 gün için mRNA, 72-96 saatler/6-12 gün için protein düzeylerinde belirlenmiştir. siRNA (100nM) ve transfeksiyon ajanı (6μl)konsantrasyonlarının sitotoksi-sitesi XTT, apoptoz TUNEL metoduyla değerlendirilmiştir. JAK/STAT yolağı elemanlarının ekspresyon değişimleri 6. günde arrayle belirlenmiş, istatistiksel analiz Student T testiyle yapılmıştır(p<0,05)

Sonuçlar: XTT sonuçlarımıza göre kullanılan kon-santrasyonların sitotoksik olmadığı saptanmıştır. mRNA seviyesinde gen baskılama sonuçlarımıza göre STAT3 ekspresyonu S3-FU/FC siRNA’yla 10.-12. günde sıra-sıyla %20,60 (p=0,001) ile %16,51’e (p=0,041), STAT5A ekspresyonu S5A-FU/FC-siRNA’yla 8.-10. günde sırasıy-la %45,26’ya (p=0,041) ve %23,75’e (p=0,000), 12. günde S5A-CHL-siRNA’yla %17,33’e (p=0,038), STAT5B eks-presyonu S5B-FU/FC-siRNA’yla 8.-12. günde sırasıy-la %59,05’e (p=0,009), %44,47’ye (p=0,005), %14,06’ya (p=0,001) düşmüştür. Western Blot sonuçlarımıza göre STAT3,S5A,S5B ekspresyonları 10.-12. günde modifi-ye siRNA’ larla çok yüksek oranda baskılanmış, modifi-ye edilmemiş siRNA’ lar etkinliğini kaybetmiştir. Apoptoz sonuçlarımıza göre 72.–96. saatte apoptotik hücre oranı modifiye siRNA uygulanan gruplarda yüksekken (%29-%98), modifiye edilmemiş siRNA’ların düşük oranda apoptoza neden olduğu (%2-%12), 96. saatten sonra apoptotik hücrenin kalmadığı belirlenmiştir. Array sonuç-larımıza göre STAT3 için “Transkripsiyon Faktörleri”nden A2M ve CEBPB ekspresyonlarının düştüğü, STAT5A için “Sinyal İleticileri”nden STAM, “STAT İnhibitörleri”nden SOCS4 ekspresyonlarının düşerken SOCS1’ in arttı-ğı, STAT5B için “Sitokin/Sitokin Taşıyıcıları”ndan IL20, “Sinyal İleticilerinden” STAM, “STAT İnhibitörlerinden”

Page 4: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

34

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Bildiri: 0195 Poster No: P004

MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK KIRIĞI KONSOLİDASYON FAZI ÜZERİNE ETKİLERİNİN KOYUN MANDİBULA MODELİNDE BİYOMEKANİK TESTLERLE DEĞERLENDİRİLMESİ. Ferit Avcu1, Andaç Aykan2, İsmail Şahin2, Serdar Öztürk2, Senih Gürses3, Pınar Elçi4, Ali Uğur Ural1. 1Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara, 2Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Plastik Cerrahi Anabilim Dalı, Ankara, 3Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Ankara, 4Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Tıbbi ve Kanser Araştırma Kısmı, Ankara

Amaç: Kemik kırığı sonrası yeni oluşan kemik seg-mentin yeterli mekanik sağlamlığa ulaşıncaya kadar gerekli süre olan konsolidasyon fazı 12 haftaya kadar uzamaktadır. Bu süre zarfında hastalar distraktörü üzer-lerinde taşımakta ve enfeksiyon riski veya psikolojik streslerle karşılaşmaktadırlar. Zengin farklılaşma özel-liği gösterebilen mezenkimal kök hücrelerin (MKH) yeni kemik oluşumu ve konsolidasyon fazının kısaltılması üzerine etkileri hakkındaki çalışmalar kısıtlıdır.

Amaç koyun mandibulasında distraksiyon osteoge-nez sonrası uygulanan MKH’lerin yeni kemik oluşumu ve konsolidasyon fazı üzerine etkilerini biyomekanik testler-le araştırmaktır.

Yöntemler: Etik kurul onayı sonrası 8 koyunun sağ ve sol angulus mandibula bölgelerine osteotomi yapıl-dı ve distraktörler yerleştirildi. Her iki tarafta 1mm/gün hızında distraksiyona başlandı. 20 gün süren aktivas-yon süresi sonunda sol alana 8x106 MKH uygulanır-ken, sağ alana aynı miktarda fosfat tamponlu su veril-di. Konsolidasyon periyodu başlangıcından itibaren 3 ve 6. haftalarda toplam koyunlar sakrifiye edildi. Mandibula yarımlarına Universal Testing Machine ile yükleme yapıl-dı. Elde edilen veriler 2-yollu nonparametrik ANOVA testi ve Tukey-Kramer testleri ile değerlendirildi. Biyomekanik testlerle mandibula yarımlarının aksial planda alınan tomografik kesitleri 3 boyutlu rekonstrükte edilerek dist-raksiyon bölgelerinden geçen kesit alanı değerlendirildi. Ölçülen total kesit alanından boş kemik alanları çıkarıl-dı, bulunan sonuç total alana oranlanarak ‘doluluk ora-nına’ ulaşıldı.

Sonuçlar: Onaltı mandibula yarısına uygulanan test-lerle, iki farklı davranış şekli gözlendi. Bunlardan ilki “oblik” kırılan ve kırık hattının distraksiyon bölgesinden geçtiği, kesit alanının trabeküler yapıda olduğu O(+)T tip davranış; diğeri ise kırılma şeklinin “horizontal” oldu-ğu ve kırık hattının distraksiyon bölgesinden geçmediği, distraksiyon hattı kesit özelliğinin kompakt kemik oldu-ğu H(-)K tip davranıştır. Sol mandibula H(-)K tip davra-nış gösterirken, sağ mandibula O(+)T tip davranış gös-terdi ve iki grubun karşılaştırılması sonucunda istatis-tiksel olarak anlamlı ölçüde fark bulundu (p<0.04). Bu iki farklı tip davranış için yapılan istatistiksel analiz ile (Tukey-Kramer) farklı süre uygulamalarında anlamlı bir fark ortaya çıkmadığı gösterildi. Kesitlerin doluluk oranı incelendiğinde 3 haftalık grubun deney taraf mandibula-larında kontrol tarafına göre daha fazla ve kompakt yapı-da kemik oluştuğu izlenmekle beraber doluluk oranı açı-sından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı. 6 haf-talık grupta sağ ve sol mandibulalarda doluluk oranı ara-sında istatistiksel olarak anlamlı fark görüldü (p<0.05).

Tartışma: Bu çalışma ile klinik uygulamalarda tek dozda dahi MKH kullanımının distraksiyon bölgesinde-ki mukavemeti arttırdığı, kemikleşme hızı ve kalitesin-de olumlu etki gösterdiği ortaya konulmuştur. Böylece

SOCS4 ve SOCS5’ in ekspresyonları düşerken, PIAS2’ nin arttığı belirlenmiştir.

Tartışma: Çalışmamızda lösemide yüksek ekspresyon sergileyen bu proteinlerin modifiye siRNA’larla mRNA ve protein seviyesinde baskılanmasıyla hücrelerin apoptoza uğradığı saptanmış, JAK/STAT yolağı genlerinin ekspres-yon değişimleri belirlenmiştir. Böylece modifiye edilmiş/edilmemiş siRNA’ların uzun vadede tümör hücre ölümü üzerindeki etkileri belirlenmiş, JAK/STAT yolağından yeni olası ilaç/terapotik ajan belirlenmesi hedeflenmiştir.

Bildiri: 0126 Poster No: P003

KEMİK HASARLARININ TEDAVİSİNDE MEZENKİMAL KÖK HÜCRELERİN TERAPÖTİK POTANSİYELLERİ; TAVŞAN TİBİASINDA DENEYSEL ÇALIŞMA. Yusuf Baran1, Özgür Sunay2, Zeynep Çakır1, Geylani Can1, Ziya Denek3, İlknur Kozanoğlu4, Mustafa Yılmaz2. 1İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Fen Fakültesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, Urla, İzmir, 2Dokuz Eylül Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı, Balçova İzmir, 3Dokuz Eylül Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Balçova, İzmir, 4Başkent Üniversitesi, Adana Uygulama ve Araştırma Hastanesi, Kemik İliği Transplantasyon Ünitesi Hücre İşleme Laboratuvarı, Adana

Amaç: Mezenkimal kök hücreler (MKH), yüksek çoğal-ma kapasitesine ve birçok hücre türüne farklılaşma yete-neğine sahiptirler. Bu potansiyelleri dolayısı ile rejenera-tif tıpta kullanılabilmektedirler. Farklı nedenlerle oluşan kemik hasarlarının tedavisinde kullanılan en yaygın yön-tem distraksiyon osteogenezistir (kemik uzatma). Ancak, iyileşme süresinin uzun olması ve bu dönemde oluşabi-len kallus çöküşü, uzama kaybı gibi durumlar tedavide başarıyı kısıtlayabilmektedir. Bu çalışmanın amacı, yağ dokudan elde edilen ve kemik hücrelerine farklılaştırılan MKHların yeni kemik oluşumun/süresine olası katkıları-nın araştırılmasıdır.

Yöntemler: Çalışmamızda 21 adet 2.5-3.0 kg erkek Yeni Zelanda tavşanı kullanılmış ve 3 gruba ayrılmıştır (1; negatif kontrol (serum fizyolojik), 2; MKH, 3; kemik hücresine farklılaştırılmış MKH). Elde edilen hücrele-rin, MKH olduğu akım sitometresi ile gösterilmiştir. 2 ve 3. Gruptaki hücreler yeşil floresan proteini (YFP) ile işa-retlenerek distraktör takılmış tavşanların kallus alanına enjekte edilmiştir. Denekler haftalık A/P ve lateral grafi-leri çekilerek takip edilmiş ve sekizinci haftanın sonunda sakrifiye edilerek histopatolojik, biyomekanik ve radyolo-jik açıdan değerlendirilmiştir.

Sonuçlar: Histopatolojik ve immunohistokimyasal analizler, yağ dokudan elde edilen MKHların kemik doku-ya entegre olduğunu göstermiştir. Deney gruplarında kemik kalınlıkları ve milimetrekaredeki osteosit, osteob-last ve osteoklast değerleri kontrol grubundan anlam-lı derecede farklı bulunmuştur. Radyolojik değerlendir-me sonuçları, 3. gruptaki tavşanların 1 ve 2. gruptaki tavşanlara göre kallus alanı oranları ve proksimal-distal kısımlardaki köprüleşme oranlarının daha fazla olduğu-nu göstermiştir. Biyomekanik değerlendirmede ise, mak-simum yüklenme ile güç uygulandığında 3. grubun 1 ve 2. gruplara göre daha dayanıklı olduğunu göstermiştir. 2. Gruptaki tavşanlarda tüm değerlendirmelerin negatif kontrol grubundakilerden daha iyi olduğu belirlenmiştir.

Tartışma: Elde edilen sonuçlar, kemik hücresine fark-laştırılmış MKHların kemik hasarlarının daha etkili teda-visinde iyi bir alternatif yaklaşım olacağı öngörülebilir.

Page 5: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

35

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

ekspresyon değişimlerinin daha geniş hücre serilerinde çalışılarak desteklenmesi ve sonuçların olumlu çıkması halinde lösemi tedavisinde yeni bir yaklaşım getirebilece-ğini düşünmekteyiz.

Bildiri: 0123 Poster No: P006

RESVERATROL UYGULANAN HL60 AKUT MİYELOİD LÖSEMİ HÜCRELERİNDE KANSER YOLAĞI GENLERİNİN EKSPRESYON PROFİLLERİ. Zeynep Çakır1, Geylani Can1, Güray Saydam2, Fahri Şahin2, Yusuf Baran1. 1İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, Urla, İzmir 2Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Hematoloji Bölümü, Bornova, İzmir

Amaç: Resveratrol (3,5,4’-trans-trihidroksistilben), bitkilerde özelllikle kırmızı üzüm çekirdeğinde bulunan antioksidan bir moleküldür. Resveratrol normal şart-lar altında, bitkilerde enfeksiyon, radyasyon ve stre-se karşı sentezlenerek bitkinin zarar görmesini engel-ler. Resveratrolün antioksidan etkilerinin yanı sıra anti-tümör aktivitesine sahip olduğu tarafımızca ve farklı gruplarca yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Akut miye-loid lösemi (AML) tumör hücrelerinin klonal olarak hema-topoietik progenitör hücrelerinden çoğalması ile karakte-rize edilen hematolojik bir kanserdir. Bu çalışmada, res-veratrolün HL60 hücrelerinde etkilediği kanser yolağı genlerinin ekspresyon düzeyleri belirlenerek resvetarolün anti-tümör potansiyelinin moleküler mekanizmaları orta-ya konacaktır.

Yöntemler: Resveratrolün HL60 hücreleri üzerinde-ki sitotoksik etkileri XTT hücre proliferasyon yöntemi ile belirlenmiştir. 72 saat boyunca 10 ve 50 μM resverat-rol uygulanan HL60 hücrelerinden izole edilen mRNA’lar cDNA’ya dönüştürülmüştür. Kanser sinyal ileti yolağın-da (Human Cancer Pathway Finder) görevli 84 genin eks-presyon düzeylerinde meydana gelen değişimler PCR Array yöntemiyle belirlenmiştir.

Sonuçlar: XTT sonuçları resveratrolün HL60 hücre-leri üzerine doz-bağımlı olarak sitotoksik etkileri oldu-ğu belirlenmiştir. PCR array sonuçları değerlendirilir-ken olası deneysel hataları elimine edilmesi amacıyla ekspresyonunda 4 kat ve üzerinde artış/azalış gösteren genler dikkate alınmıştır. 10 ve 50 μM Resveratrol uygu-lanan HL60 hücrelerinde sırasıyla 20 ve 30 genin eks-presyon düzeylerinde 4 kat ve üzerinde artış belirlen-miştir. Aynı dozların 3 ve 6 genin ekspresyonunu ise 4 kat ve üzerinde baskıladığı hesaplanmıştır. Resveratrol, kontrol grubunda sentezlenmeyen 3 genin ekspresyo-nunu yüksek oranlarda tetiklerken, kontrol grubunda sentezlenen 4 genin ekspresyonun ise tümüyle baskıla-mıştır. Ekspresyonunda en yüksek artış gözlenen gen-ler apoptotik (örn. Bax), en fazla düşüş gözlenen genler ise anti-apoptotik (örn. Bcl2) genler olmuştur. Öte yan-dan, bazı büyüme faktörlerinin de mRNA miktarlarında anlamlı artışlar belirlenmiştir. Büyüme faktörlerinin eks-presyonundaki artışlara karşın, hücre ölümünü tetikle-yen yolaklardaki daha yüksek artışlar AML hücrelerinin ölümünü tetiklemektedir.

Tartışma: Resveratrolün AML hücreleri üzerine apop-totik ve antiproliferatif etkileri mekanizmaları ile beraber belirlenmiş ve antikanser ajan olma potansiyeli tarafımız-ca ortaya konmuştur.

Teşekkür: Bu çalışma Türk Hematoloji Derneği tara-fından THD 2008-01YB/051 numaralı proje ile destek-lenmiştir.

MKH’lerin konsolidasyon periyodunu azaltabileceği, kemik kalitesi ile ilgili sorunlu distraksiyon osteogenezi uygulamalarında kullanılabileceği gösterilmiştir.

Bildiri: 0279 Poster No: P005

LÖSEMİ HÜCRE HATLARINDA KAEMFEROL VE SİLİMARİN’ İN HÜCRE DÖNGÜSÜ VE APOPTOZ SİNYAL İLETİM YOLAKLARI ÜZERİNE ETKİLERİ. Zeynep Özlem Doğan Şığva1, Sunde Yılmaz1, Çığır Biray Avcı1, Müsteyde Yücebaş1, Tuğçe Balcı1, Güray Saydam2, Cumhur Gündüz1. 1Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, İzmir 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Hematoloji Bilim Dalı,. İzmir

Amaç: Kanserin altında yatan moleküler mekanizma-ların anlaşılmasındaki ilerlemeler, kanserin tanısında ve tedavisinde gelişmelere yol açmakta; bu durum da daha efektif terapötik etki ve azalmış toksik tedavi ile sonuç-lanmaktadır.Silimarin; (Silybum marianum L. (meryem ana dikeni)’den izole edilen flavolignan yapısındaki bile-şik), ortak adıyla bilinen silibin, silidianin ve silikristin isimli flavonolignanlardır.Silimarin’in hem hücre kültürü hem de çeşitli epiteliyal kanserlerin hayvan modellerinde antikanser ve kemopreventif etkinliğinin varlığı gösteril-miştir.Kaemferol, Epilobium parviflorum (yakı otu)’ dan izole edilmiş flavonoid yapısındaki bileşiktir.Hem kronik hem de akut toksisite çalışmalarda kaemferol’ün kanse-ri önlemedeki önemi vurgulanmıştır.Çalışmamızda; kro-nik miyeloid lösemi modeli olarak seçilen K562’ de kaem-ferol ve silimarin’in apoptoz yolaklarındaki gen ekspres-yonları üzerine etkilerinin ve hücre döngüsü genlerinin ekspresyon değişimleri üzerine etkilerinin araştırılması hedeflenmiştir.

Yöntemler: Silimarin için; 300,00, 150,00, 75,00, 37,50, 18,78, 9,38, 4,69 μM, Kaemferol için; 30, 25, 20, 15, 12,5, 10, 6 μM doz ve 24., 48. ve 72.saatlerde K562 hücre hattındaki sitotoksisiteleri araştırılmıştır.Bitkisel etken maddelerinin sitotoksisite analizi XTT metodu ile çalışılmıştır.Bitkisel etken maddelerin IC50 dozları-na maruz bırakılan K562 hücre hatlarından total RNA izole edilmiş ve 45 apoptotik yolak ve 45 hücre döngüsü kontrol genlerinin ekspresyonları real-time online Revers Transkriptaz PCR (RT-PCR) yöntemi ile çalışılmıştır.Gen ekspresyon değişimleri bitkisel etken madde verilmeyen kontrol K562 hücre hatlarıyla karşılaştırılmıştır.

Sonuçlar: K562 hücre hattında, Silimarin IC50 dozu 72.saate 29,02 μM ve Kaemferol için 9,84 μM olarak sap-tanmıştır.Silimarin IC50 dozu hücre döngüsü kontrol genlerinden G2/M geçişinde sorumlu olan genlerin eks-presyonlarında belirgin bir artış ve apoptoz yoğalındaki apoptozu indükleyen gen ekspresyonlarında da artış sap-tanmıştır.Kaemferol’ün IC50 dozu hücre döngüsü kontrol genleri ve apoptoz yolağındaki genlerin ekspresyonunda belirgin bir artış saptanmamıştır.

Tartışma: Hematolojik malinitelerde hücre döngü-sü kontrol genlerinin ve apoptotik yolak genlerinin kap-samlı olarak araştırılması ile kanser fenotipinin anlaşıl-masında gen düzeyinde önemli bir katkıda bulunulmuş-tur.Gen ekspresyonları değerlendirildiğinde; silimarin’in 29,02μM dozu K562 hücre hattında apoptozu indükle-diği ve hücre döngüsününün G2/M evresinde durdur-duğu şeklinde değerlendirilmiştir.Apoptozun gen ürün-leri, tanı ve tedavi için potansiyel hedeflerdir ve geniş bir alana yayılan hastalıklar için yeni tedavi ve davranış biçimleri geliştirme umudu sunmaktadır.Bitki ekstreleri-nin bu gen profili üzerine olumlu etkileri lösemi tedavi-sinde yeni klinik açılımlar getirebilecektir.Saptanan gen

Page 6: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

36

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

gösteren kronik miyeloid lösemi (KML) hücrelerinin imati-nibe karşı duyarlılıklarını arttırmaktadır. Bu ve daha bir-çok özelliğinden dolayı resveratrol son zamanlarda birçok araştırmacının ilgisini çekmektedir.

Tarafımızca gerçekleştirilen çalışmalarda resveratro-lün KML hücreleri üzerine apoptotik etkileri olduğu belir-lenmiştir. Ancak güçlü bir antikanser ajan olma potansi-yeline sahip resveratrolün hücresel ölümleri hangi meka-nizmalarla gerçekleştirdiği henüz ayrıntılı olarak açıkla-namamıştır.

Bu çalışmada, resveratrolün K562 KML hücrelerin-de kanser oluşumu, gelişimi, yayılması ve dirençliliğini etkileyen 84 genin ekspresyon düzeylerinin belirlenme-si ve dolayısı ile mekanizmaların aydınlatılması amaç-lanmıştır.

Yöntemler: K562 hücreleri, artan dozlarda resverat-role maruz bırakılarak resveratrolün bu hücreler üze-rindeki sitotoksik etkileri XTT hücre proliferasyon kiti ile belirlenmiştir. Ayrıca, 10 ve 50 μM resveratrolün K562 hücrelerinde etkilediği moleküler mekanizmalar Human Cancer Pathway Finder PCR Array ile belirlenmiş ve bu yolla çeşitli moleküler yolaklarda görevli 84 genin eks-presyon analizi yapılmıştır.

Sonuçlar: Resveratrolün K562 hücreleri üzerine doza bağımlı olarak proliferasyonu baskılayıcı etkileri olduğu belirlenmiş ve IC50 değeri (hücrelerin %50’sinin çoğal-masını baskılayan doz) 85 μM olarak hesaplanmıştır. Resveratrolün etkilediği genlerin ekspresyon profilleri-nin tespit edilmesi amacı ile IC50 değerinin altında doz-lar (10- ve 50 μM) belirlenmiştir. PCR Array sırasın-da olası deneysel hataların elimine edilmesi amacıyla 4 kat ve üzerinde artış/azalış gösteren genler seçilmiştir. Elde edilen bulgular, 10- ve 50 μM resveratrole 72 saat boyunca maruz bırakılan K562 hücrelerinde, sırasıyla 25 ve 52 genin ekspresyon düzeylerinde 4 kat ve üzerinde artışlar olduğu hesaplanmıştır. Öte yandan, 50 μM res-veratrol uygulanan K562 hücrelerinde 1 genin ekspres-yon düzeyinde 4 katın üzerinde bir azalma belirlenmiş-tir. Ekspresyon düzeylerinde anlamlı farklılıklar belirle-nen bu genlerin tümör baskılayıcı, apoptoz, metastaz ve/veya anjiogenez ile ilişkili genler olduğu belirlenmiştir. Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında ekspresyon düzeyle-rinde en anlamlı artışlar belirlenen genler, tümör baskıla-yıcı SERPINB5 geni, apoptotik TNFRSF25, FAS ve GZMA genleri olmuştur.

Tartışma: Resveratrolün KML hücrelerinde önemli bir antikanser ajan olma potansiyeli mekanizmal düzey-de ortaya konmuş ve tedaviyi destekleyici bir ajan olarak kullanılabileceği belirlenmiştir.

Teşekkür: Bu çalışma Türk Hematoloji Derneği tara-fından THD 2008-01YB/051 numaralı proje ile destek-lenmiştir.

Bildiri: 0190 Poster No: P009

İNSAN VE SIÇAN KEMİK İLİĞİ KAYNAKLI MEZENKİMAL KÖK HÜCRELERİN İMMUNOFENOTİPİK, GENOTİPİK VE İNCE YAPI ÖZELLİKLERİNİN KARŞILAŞTIRMALI OLARAK İNCELENMESİ. Ayça Aksoy, Özlem Sağlam, Cansu Subaşı, Gülay Erman, Erdal Karaöz. Kocaeli Üniversitesi Kök Hücre Anabilim Dalı

Amaç: Tıp ve yaşam bilimleri alanında yapılan bilim-sel deneylerin çoğu geçmişten günümüze kadar sıçan-lar üzerinde yapılmaktadır.Sıçanların fizyolojik olarak insanlara yakın olması,kolay barınma ve hızlı üreme potansiyelleri,deneylerin neredeyse aynı genotip ve feno-tipe sahip hayvanlar üzerinde yapılabilme kolaylığı ve

Bildiri: 0125 Poster No: P007

MEZENKİMAL KÖK HÜCRELERİN TAKİBİNDE KULLANILAN YEŞİL FLORESAN PROTEİN GENİNİN HÜCRELERE AKTARIMININ OPTİMİZASYONU. Yusuf Baran1, Geylani Can1, Zeynep Çakır1, İlknur Kozanoğlu2. 1İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Fen Fakültesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, Urla, İzmir 2Başkent Üniversitesi, Adana Uygulama ve Araştırma Hastanesi, Kemik İliği Transplantasyon Ünitesi Hücre İşleme Laboratuarı, Adana

Amaç: Embriyonik ve erişkin kök hücrelerin organ yetmezliği, merkezi sinir sistemi hastalıkları, kanser gibi çok farklı hastalıkların tedavisinde kullanım potansiyel-leri vardır. Özellikle rejeneratif uygulamalarda hasar-lı bölgelere uygulanan kök hücrelerin takibi ve iyileştiri-len/oluşturulan yeni dokunun uygulanan kök hücreler-den kaynaklanıp kaynaklanmadığının belirlenmesi son derece önemlidir. Canlı dokuya uygulanan kök hücre-lerin takip edilebilmesi amacıyla floresan ışıma yapabi-len yeşil floresan protein geninin kök hücrelere aktarıl-ması son dönemlerde yoğun olarak kullanılan yöntemler-den biridir. YFP proteininin yaydığı yeşil ışıma immünf-loresan mikroskop veya konfokal mikroskop yardımı ile görülebilmekte, akım sitometresi yardımı ile de kantitatif olarak hesaplanabilmektedir. Bu çalışmada, YFP geninin tavşandan elde edilen mezenkimal kök hücrelere (MKH) aktarılmasında kullanılan farklı transfeksiyon kitlerinin karşılaştırılarak en iyi yöntemin ortaya konması amaç-lanmıştır.

Yöntemler: Tavşandan yağ dokusudan MKHlar izole edilmiş ve bu hücrelerin MKH olduğu akım sitometre-si yardımıyla gösterilmiştir. MKHlara YFP geni içeren pEGFP-C1 plazmid vektörün aktarılması amacıyla beş farklı firmanın yedi ayrı lipid temelli transfeksiyon kiti kullanılmış ve etkinlikleri değerlendirilmiştir.

Sonuçlar: Akım sitometresi ile elde edilen kan-titatif sonuçlar, kullanılan transfeksiyon kitlerinin hücreleri transfekte etme etkinliklerine göre sırasıyla Metafectene-pro (%65), Exgen-500 (%64), Metafectene (%60), Lipofectamine (%59), Polyfect (%47), Turbofect (%40) ve Effectene (%10) şeklinde olduğunu göstermiştir. Öte yandan, transfeksiyon amacı ile kullanılan kit içeri-sindeki kimyasalların hücreler üzerine olası toksik etki-leri açısından değerlendirildiğinde, Metafectene-pro’nun diğerlerine göre anlamlı derecede daha az olduğu belir-lenmiştir.

Tartışma: Bu sonuçlar MKHların in vitro ve in vivo takibinde kullanılan YFP geninin veya moleküler düzey-deki araştırmalarda gen aktarımı için en uygun yöntemin metafectene-pro olduğunu göstermiştir.

Bildiri: 0127 Poster No: P008

RESVERATROLÜN KRONİK MİYELOİD LÖSEMİ HÜCRELERİNDE KANSER SİNYAL İLETİ YOLAĞI GENLERİ ÜZERİNE ETKİLERİ. Melis Kartal1, Geylani Can1, Güray Saydam2, Fahri Şahin2, Yusuf Baran1. 1İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, Urla, İzmir. 2Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Hematoloji Bölümü, Bornova, İzmir.

Amaç: Resveratrol, çeşitli bitkilerin çevresel stres koşulları altında kendilerini korumak amacıyla oluştur-dukları doğal bir antioksidan maddedir. Resveratrolün birçok kanser hücresi üzerinde sitotoksik etkiye sahip olduğu bilinmektedir. Bununla birlikte resveratrol, pros-tat kanseri gibi kanser hücrelerini radyoterapiye karşı daha hassas hale getirmekte ve ayrıca imatinibe direnç

Page 7: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

37

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

sekonder metabolit olarak içeren Phlomis türleri sitotok-sik, sitostatik ve antioksidan aktivite göstermektedir.

Histon H3 kuyruklarının metilasyonu transkripsiyo-nel olarak aktif kromatin ile koreledir ve metil rezidule, histon demetilaz ve lizis spefisik de demetilaz (LSD1) ile enzimatik olarak uzaklaştırılır. Repressor element-1 sus-turucu transkripsiyon korepressörü (CoREST) LSD1’ in 4 subünitinden biridir. Lösemide sıklıkla yeniden düzen-lenmiş olarak bulunduğundan dolayı LSD1 lökomoge-nez gibi kanser gelişiminde potansiyel olarak sorumlu olmaktadır.

Bu çalışmada Phlomis nissolii’ in KML grubunda yer alan ve myeloid seri hücre hattı olan K562’de CoREST transkripsiyonel baskılaması üzerine etkisini kroma-tin immunopresipitasyonu yöntemi (ChIP) araştırılması amaçlanmıştır.

Yöntemler: P. nissolii infüzyon ekstresinin 7,81, 15,63, 31,25, 62,50, 125,00, 250,00 ve 500,00 μg/ml dozlarının K562 hücreleri üzerine sitotoksik etkileri XTT yöntemi ile çalışıldı. ChIP analizleri Q-PCR ile gerçekleş-tirildi. CoREST, “Non-immun Serum” ve “RNA Polimeraz II” antikorları Millipore’ dan sağlandı.

Sonuçlar: K562 hücre hattında P. nissolii infüzyon ekstresinin IC50 dozu 250 μg/ml olarak saptandı. IC50 dozuna maruz bırakılan K562 hücre hattında CoREST ChIP rölatif oranı 5,26 olarak bulunurken maruz bırakıl-mayan kontrol grubunda 3,96 olarak bulundu. P. nisso-lii infüzyon ekstresinin IC50 dozu CoREST transkripsiyo-nel baskılaması yaklaşık % 133 kat arttırdığı saptandı.

Tartışma: P. nissolii Türkiye’ ye endemik bir bitki-dir ve kansere yönelik bir çalışma yapılmamıştır. Lösemi hücrelerinde CoREST’ in transkripsiyonel baskılamasını %133 oranında arttırması oldukça önemlidir ve aktif olan genlerin susturulmasında korepressörü olduğu LSD1 ve diğer repressor faktörlerin etkisini arttırabileceği şeklinde yorumlanmıştır. Bu bulgu geniş hücre serileri ile çalışıla-rak doğrulandığı takdirde lösemi tedavisine yeni bir yak-laşım getirebilecektir.

Bildiri: 0349 Poster No: P011

TİROZİN KİNAZ İNHİBİTÖRLERİNE DUYARLI KRONİK MİYELOİD LÖSEMİ HÜCRE HATTI K562’DEN DİRENÇLİ ALT KLONLARIN OLUŞTURULMASI VE KARAKTERİZASYONU. Seda Baykal1, Halil Ateş2, Zeynep Sercan1. 1Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji ve Genetik Ana Bilim Dalı, İzmir, 2Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji/Onkoloji Bilim Dalı, İzmir

Amaç: Kronik miyeloid lösemi (KML) biyolojisi en fazla çalışılmış kanserlerden birisidir. Bu çalışmalar sonucun-da, ilk tirozin kinaz inhibitörü imatinib mesilat’ın 2002 yılında kullanıma girmesi KML tedavisinde bir dönüm noktası olmuştur. İmatinib, hastaların büyük bir çoğun-luğunda sitogenetik ve moleküler remisyonu sağlamak-tadır. Ancak bir kısım hastada tedaviye karşı birincil ve ikincil direnç gelişimi izlenmektedir. İkincil direnç gelişi-mi sıklıkla Bcr-Abl tirozin kinaz proteinindeki mutasyon-larıyla ilişkilendirilmiştir. Buna karşın birincil direncin altında yatan nedenler tam anlaşılabilmiş değildir. Bunda in-vitro modellerin bulunmayışı da etkilidir. Tirozin kinaz inhibitörlerine dirençli bir hücre hattı, KML ve tedavi-si ile ilgili laboratuar araştırmalarına büyük katkı sağ-layacaktır. Direnç araştırmaları, mutasyon içeren bir BCR-ABL klonunun daha çok fare hücre hatlarına trans-feksiyonu ile yapılmaktadır. Temel ilaç araştırmaların-da büyük yarar sağlayacağından; karşılaştırılabileceği

hastalık modellerinin kısa sürelerde oluşturulabilme-si sayesinde tıp dünyasının vazgeçilmez deney hay-vanlarıdır.Kök hücre ve yenileyici tıp alanında klinik insan çalışmaları günümüzde çok sınırlıdır ve sıklıkla sıçanlar kullanılmaktadır.Bununla birlikte,insanlardan elde edilen kök hücreler sıçanlarda oluşturulan kalp hastalıkları,kanser,Alzhaimer veya Parkinson gibi birçok deneysel hastalık modelinde kullanılmaktadır.Kolay elde edilebilmeleri,farklılaşma,kendilerini yenileme ve prolife-rasyon potansiyelleri,hem otolog ede edilebilmeleri hem de allojenik transplantasyon başarıları sayesinde mezen-kimal kök hücreler (MKH) yenileyici tıp alanında vazge-çilmez kaynaklardır.Çalışmamızda sıçan (sKİ-) ve insan (iKİ-) kemik iliği kaynaklı MKH’lerin çoğalım,immunofenotipik,transkriptik,ince yapı ve farklılaşma özelliklerini karşılaştırmalı olarak incelemeyi amaçladık.

Yöntemler: sKİ-MKH (n=5)ve iKİ-MKH (n=5) gradiyent yöntemiyle izole edildi ve alt-kültür 3 (P3)’e kadar çoğal-tıldı.Tüm deneyler P3 de gerçekleştirildi.Çoğalım indek-sini belirlemek amacıyla MTT testi uygulandı.MKH’lerin immünohistokimyasal özelliklerinin belirlenmesi için; CD31,CD34,CD45,CD71,CD105,CD44,CD105,aktin,SSEA4,tipIIkollajen,GFAP, MyoD,miyozinIIa,miyogenin,nestin,vimentin,osteokalsin,osteonektin ve Ki67,fibronektin,α-düz kas aktin,desmin,nestin,beta tubulin,osteokalsin ve vimentin antikorları ile inkübe edilmiştir.Akım sitometrik olarak CD29,CD45 ve CD90 antikorları için analiz edildi.Ayrıca,gen ekspresyon profilleri RT-PCR ile desteklendi.sKİ-MKH ve iKİ-MKH’de osteojenik,adipojenik,nörojenik ve damar endoteliyal farklılaştırma çalışmalarının yanı sıra elektron mikroskopisi ile ince yapı özellikleri incelen-di.Telomeraz aktiviteleri karşılaştırmalı olarak incelendi.

Sonuçlar: Tüm hücreler akım sitometrik analizler-de CD29 ve CD90 pozitif CD45 negatif idi.Elektron mik-roskobik olarak her iki grupta da ekzantirik,düzensiz şekilli,ökromatik çekirdek mevcuttu ve dilate düz ER sis-ternaları izlendi.Gen ekspresyon profilleri birçok gen bakı-mından benzerdi.Her iki hücre dizisi ekto-(nöronal),endo-(endotel) ve mezoderm(kemik,yağ) germ yapraklarına ait doku hücrelerine farklılaştılar.sKİ-MKH’nin iKİ-’ne oran-la telomeraz enzim aktiviteleri yaklaşık 10 kat fazla ola-rak tespit edildi.

Tartışma: Geçmiş yıllarda yapılan çalışmalar sonu-cunda iKİ-MKH’e göre sKİ-MKH’nin genomik olarak sta-bilitesinin erken ve geç pasajlarda daha düşük olduğu gösterilmiş olsa da farklılaşma potansiyelleri,ince yapı özellikleri,gen ekspresyon profilleri ve immunofenotipik özelliklerinin büyük oranda benzerlik göstermesi ve tüm bunların yanı sıra etik olarak uygunluğu MKH çalışmala-rında uzun yıllar boyunca sıçanların kullanılacağını gös-termektedir.

Bildiri: 0372 Poster No: P010

ENDEMİK BİR BİTKİ PHLOMİS NİSSOLİİ’ İN K562 LÖSEMİ HÜCRELERİNDE COREST TRANSKRİPSİYONEL BASKILAMASI ÜZERİNE ETKİSİ. Müsteyde Yücebaş, Çığır Biray Avcı, Sunde Yılmaz, Zeynep Özlem Doğan Şığva, Tuğçe Balcı, Cumhur Gündüz. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı Bornova İzmir

Amaç: Phlomis [Labiatae, (Ballıbabagiller)] 21’ i ende-mik olmak üzere 34 türü Türkiye’ de bulunmaktadır. Phlomis nissolii (Çalba) Türkiye’ ye endemiktir. Phlomis türleri tonik ve diüretik olarak ülser ve hemoroit teda-visinde Anadolu halk tıbbında kullanılmaktadır. Uçucu yağlar, flavonoitler, iridoitler ve fenetil alkol glikozitlerini

Page 8: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

38

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

değişiklikler olmadığını göstermektedir. CH3 asimetrik bantının tepe noktaları yazılım tarafından tespit edildi ve dirençli hücrelerde ortalama spektrumlarda CH3 asimet-rik gerilmesinin 0,487 cm-1 azaldığı görüldü. CH3 asi-metrik gerilmesindeki değişiklikler hücre membranının iç bölgesinin düzeniyle ilgili olduğundan bu bölgede direnç-li hücrelerde çift tabakalı membranın açil gruplarındaki azalan serbesliği ve membran düzenliliğinin arttığını gös-termektedir.

1780–1478 cm-1 bölgesi: Yapılan normalizasyon temelli sayısal analizde trigliserid ve kolesterol esteri oranının dirençli ve hassas hücrelerde birbirine yakla-şık bulunmuştur. Lipid/protein oranı hassas hücreler-de 0.3061 iken dirençli hücrelerde ise 0.2582’dir. Ayrıca 1745 cm-1 deki kolesterol bantındaki kayma hücre tara-fından depo lipid olarak kullanılan trigliserit molekülle-rindeki yağ asitlerinin türlerinin değişimi göstermektedir.

İkinci türev spektrumları karşılaştırıldığında 1657 cm-1 alfa heliks bandının dirençli hücrelerde azalması absorbansı, kontrol hücrelerindeki 1649 cm-1 random koil bandının artması dikkat çekicidir. İkinci türev çalış-maları ve normalize ortalama spektrumlarında önemli değişiklikler gözlemlenmiştir.

Tartışma: Elde edilen lipid/protein oranları dirençli ve hassas hücrelerde lipid /protein oranlarında bir değişik-liğin olmadığını göstermiştir. Fakat 1740 cm-1 bantının şekil değişimi yağ asit metabolizmasındaki değişiklikler-den kaynaklandığı sonucuna varılmıştır. Amid-I bölgesi-nin normalize ve ikinci türev spektrumlarındaki değişik-likler protein yapısındaki değişikliklere karşılık gelmek-tedir. Amid-I ve Amid-II bölgelerinin değişimi hücre pro-teomunda değişikliğe ilaveten yüksek nilotinib konsant-rasyonunda endoplazmik retikulumda oluşan unfolded protein yanıta bağlı bir denatüre olmuş protein varlığını göstermektedir. CH3 gerilmesi bantlarının frekansların-da azalma dirençli hücrelerde açil zincir ve membran içi yapısal düzenliliği artışına karşılık gelmektedir.

Bildiri: 0456 Poster No: P013

ESKİ BİR İLAÇ, YENİ BİR YAKLAŞIM: PROPRONALOL’UN U266 MULTİPL MİYELOM HÜCRELERİN ÜZERİNE APOPTOTİK ETKİLERİ. Melis Kartal1, İlknur Kozanoğlu2, Hakan Özdoğu3, Faik Sarıalioğlu4, Yusuf Baran1. 1İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, Urla, İzmir, Türkiye, 2Başkent Üniversitesi, Adana Uygulama ve Araştırma Hastanesi, Kemik İliği Transplantasyon Ünitesi, Hücre İşleme Laboratuarı, Adana, 3Başkent Üniversitesi, Adana Uygulama ve Araştırma Hastanesi, Kemik İliği Transplantasyon Ünitesi, Adana, 4Başkent Üniversitesi, Tıp Fakültesi Pediatrik Onkoloji Anabilim Dalı, Ankara

Amaç: Propronalol selektif olmayan β- adrenerjik reseptör blokörüdür ve 1964 yılından bu yana hipertan-siyon tedavisinde kullanılmaktadır. Bunun dışında prop-ronalolun anjina pektoris, anksiyete taşikardisi, aritmi, esansiyel tremor, migren profilaksisi, panik atak ve tiri-toksikozda kullanımı endikedir. Son yıllarda gerek meta-analizlerden elde edilen veriler ışığında ve gerekse in vitro ve in vivo deneysel çalışmalarda, beta reseptör antago-nistlerinin meme, mide, deri ve kolon kanseri ile infan-til hemanjioma’da proliferasyonu ve anjiogenezisi inhi-be ettiği, tümör metastazlarını azalttığı ve apoptozisi art-tığı gösterilmiştir.

Multipl myeloma (MM) hematolojik maligniteler ara-sında ikinci sıklıkla izlenen ve yüksek doz kemoterapi yöntemlerini de içeren çeşitli tedavi seçeneklerine rağmen

duyarlı kontrol hücre hattı da bulunan, tanımlanmış, doğal olarak dirençli bir insan hücre hattının oluşturul-ması hedeflenmiştir.

Yöntemler: K562 hücrelerini 2 yıllık bir süre boyun-ca gittikçe artan konsantrasyonlarda imatinib ile mua-mele ederek tirozin kinaz inhibitörlerine dirençli alt hücre klonları elde ettik ve özelliklerini tanımladık. K562 hücre hattına verilecek artan imatinib dozlarının mikromolar konsantrasyonları belirlenmiş ve 0,1 uM ile başlanılma-sına karar verilmiştir. Her doz artırımından önce kontrol grubuyla eşit sayıda ve benzer canlılık oranında hücre sayılıp ekilmiştir. İmatinib eklenmiş seçici ortamda bulu-nan hücrelere, her hafta kontrol grubuyla karşılaştırma-lı olarak canlılık ve proliferasyon testleri uygulanmıştır. İlaç eklenmiş gruptaki hücreler, kontrol grubuyla ben-zer çoğalma hızında olduğu gözlendikten sonra bir son-raki doza geçilmiştir. Sırasıyla 0,1uM – 0,2 uM – 0,4 uM – 0,8 uM – 1,2 uM - 2 uM - 4uM - 6uM - 8uM - 10uM doz uygulanmıştır.

Sonuçlar: 0,1uM, 0,2 uM, 0,4 uM, 0,8 uM, 1,2 uM, 2 uM, 4 uM, 6 uM, 8 uM ve 10 uM imatinib’e dirençli K562 alt klonları elde edilmiştir. Belirtilen dozlarda imatinib’li ortamda üretilen bu klonların hücre canlılığı ve çoğalma-sı açısından kontrol K562 hücreleriyle herhangi bir farkı bulunmamaktadır. DNA dizi analizi sonucunda en yük-sek direnci gösteren 10 uM imatinib’de üreyen hücre-lerde BCR-ABL kinaz bölgesinde herhangi bir mutasyon saptanmamıştır. Buna ek olarak dirençli klonların sito-genetik ve hücre yüzey belirteçleriyle karakterizasyonla-rı yapılmış ve imatinib’e ek olarak dasatinib, nilotinib ve bosutinib dirençleri ölçülmüştür.

Tartışma: Temel genetik yapısı köken aldığı ata-sal K562 hücreleriyle aynı olan, farklı dozlarda tirozin kinaz inhibitörlerine dirençli hücre hatların geliştirilme-si, KML’nin tedavisinde izlenen direnç mekanizmalarının araştırılmasının yanı sıra temel in-vitro ilaç çalışmaları-na da büyük katkı sağlayacaktır.

Bildiri: 0382 Poster No: P012

NİLOTİNİB DİRENÇLİLİĞİNİN K562 HÜCRELERİ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİNİN FOURİER TRANSFORM İNFRARED SPEKTROSKOPİ (FTIR) YÖNTEMİYLE İNCELENMESİ. Aylin Camgöz1, Çağatay Ceylan2, Yusuf Baran1. 1İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, Urla, İzmir, 2İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Gıda Mühendisliği Bölümü, Urla, İzmir.

Amaç: Bu çalışmada, duyarlı ve nilotinibe direnç-li K562 hücrelerinde makromoleküler düzeyde meyda-na gelen farklılıkların ve dirençliliğe olası etkilerinin FTIR yöntemiyle belirlenmesi amaçlanmıştır.

Yöntemler: K562 hücreleri nM’den başlayarak 2 yıl boyunca artan dozlarda nilotinibe maruz bırakılmış ve 50 nM’ye dirençli K562 hücreleri geliştirilmiş ve K562/NİL-50 olarak isimlendirilmişlerdir. Besi yeri hücrelerden tamamen uzaklaştırıldıktan sonra, 1x PBS ile iyice yıkan-mıştır. Oluşan pellet liyofilize edildikten sonra KBr ile homojenize edilmiş ve 4000-450 cm-1 arasındaki spekt-rumları alınmıştır.

Sonuçlar: 4000-450 cm-1 dalga sayısı arasında alı-nan çoklu spektrumlardan alınan spektrumlar şu iki bölümde incelendi: 2997–2834 cm-1 ve 1780–1478 cm-1.

2997–2834 cm-1 bölgesi: Kontrol olarak alınan K562 hücrelerinde lipid/protein oranı 1.44 iken dirençli hüc-relerde 1.57 olarak bulundu. Bu oranlar dirençli ve has-sas hücreler arasında lipid/protein oranında anlamlı

Page 9: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

39

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

%7, -17 ve 20 artışlar belirlenmiştir. Bu verileri doğrula-mak amacı ile aynı dozlarda sunitinibe maruz bırakılan U266 hücrelerinin kaspaz-3 enzim aktivitesindeki deği-şikler belirlenmiş ve kontrol grubuna kıyasla sırasıyla %10, -30 ve 160 artışlar hesaplanmıştır. Sunitinib uygu-lamasının tetiklediği hücresel ölümler Anexin V yöntemi ile belirlenmiş ve elde edilen sonuçlar 1, 5 ve 10 μM suni-tinibin U266 hücrelerinin %9, -55 ve 98’inde apoptoza yol açtığı belirlenmiştir.

Tartışma: Bu sonuçlar ile ilk defa sunitinibin multipl miyelom hücreleri üzerine antikanser ajan olma potansi-yeli olduğu gösterilmiştir.

Bildiri: 0461 Poster No: P015

CABG HASTALARINDA POSTOPERATİF STATİN TEDAVİSİNİN PARAOKSANAZ3 ENZİM AKTİVİTESİNE ETKİSİNİN GELİŞTİRİLMİŞ YENİ BİR YÖNTEMLE SAPTANMASI. Şermin Tetik1, Yücel Şahin1, Koray Ak2, Selim İsbir2, Sinan Arsan2, Fikriye Uras1, Kevser Turay Yardımcı1. 1Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı, İstanbul, 2Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp-Damar Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul

Amaç: İlaçların aktif metabolitlerinin plazmadaki var-lıkları, ilaç yararlanım koşullarıyla birlikte düşünülür. Statin tedavisi aterojenik lipidlerin azalmasının yanın-da ayrıca lipid oksidasyonunun düşürülmesini sağlar. Bu etkiyi paraoksanaz3 (PON3) enzim aktivitesini arttıra-rak yaptığı ileri sürülmektedir. PON3, antioksidan etkisi-nin yanı sıra statin prodrugları gibi çeşitli laktonları hızlı bir şekilde hidroliz eder. Bu çalışmada postoperatif sta-tin tedavisinin koroner arter bypass graft (CABG) son-rası görülen sistemik inflamatuvardaki etkisi araştırıl-mış, LDL oksidasyonunda koruyucu olduğu ileri sürü-len PON3 aktivitesi ile statin tedavisi arasındaki ilişki-nin geliştirilen yeni bir metod ile değerlendirilmesi amaç-lanmıştır.

Yöntemler: Çalışmaya Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp-Damar Cerrahisi Anabilim Dalı,’na müra-caat eden ve CABG planlanan 30 hasta dahil edil-di. Hastalar, preoperatif dönemde atorvastatin tedavi-si almayan (preoperatif, grup I) ve CABG sonrası 7 gün süresince 20 mg/gün atorvastatin uygulanan grup (pos-toperatif, grupII) olarak ikiye ayrıldı. Preoperatif ve pos-toperatif dönemlerde hasta plazmalarında Lp(a) ve anti ox-LDL antikor düzeyleri ELISA ile, plazma PON3 enzim aktivitesi ters faz yüksek basınçlı sıvı kromatografisi (r-HPLC) ile ölçüldü.

Sonuçlar: Erken dönem postoperatif atorvastatin tedavisi ile plazma Lp(a) (grup I: 539,50±125,35; grup II: 430,39±214,21 mU/mL, p<0.001) ve anti ox-LDL antikor düzeyleri (grup I: 448,35±112,43; grup II: 403,30±135,64 ng/mL, p<0.001) anlamlı derecede düşük bulundu. PON3 enzim aktivitesi atorvastatin tedavisine bağlı ola-rak anlamlı derecede yüksek bulundu. Değerlendirme HPLC’de β, δ-dihidroksi asid formuna dönüşen ve bir 3-hidroksimetilglutaril-CoA redüktazın yarışmalı inhibi-törü olan kimyasal formun “% alan” cinsinden hesap-lanması ile bulundu (grup I: 50,12±11,03, grup II: 90,93±14,21 % alan, p<0.0001).

Tartışma: in vivo yapılan bu çalışma ile CABG uygu-lanan hasta gruplarında postoperatif atorvastatin tedavi-sinin atorvastatinin lipid düşürücü etkisinden bağımsız, anti-oksidan yanıtı desteklediği belirlendi. Statin tedavi-sinin, hiperkolesterolemide HPLC analizi ile in vivo PON3 enzim aktivitesine katkısının belirlenmesinin, uygulana-

küratif bir yöntemin henüz bulunamadığı hastalıklardan biridir. Bu çalışmada, non-selektif β- adrenerjik reseptör blokörü olan propronalolun U266 MM hücre hattı üzerine olan etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır.

Yöntemler: Artan dozlarda propranolola maruz bıra-kılan U266 hücrelerinin çoğalması XTT hücre proliferas-yonu yöntemi ile belirlenmiştir. Propronalolun tetiklediği hücresel ölümler kaspaz-3 enzim aktivitesinde ve mito-kondri zar potansiyelinde (MZP) meydana gelen değişim-ler ve Anexin-V yöntemleri ile belirlenmiştir. Bu amaçla kaspaz-3 kolorimetrik enzim aktivitesi ölçüm kiti, JC-1 MZP belirleme kiti ve Anexin V-FITC kiti kullanılmıştır.

Sonuçlar: 24, 48 ve 72 saat boyunca propronalol uygulanan U266 hücrelerinde propronalolun IC50 değe-ri (hücre bölünmesini %50 inhibe eden ilaç konsantras-yonu) sırasıyla 141, 100 ve 75 μM olarak hesaplanmış-tır. Hücre çoğalma verilerini doğrulamak amacıyla U266 hücreleri 10 ve 50 μM propronalola artan zaman dilimle-rinde maruz bırakılmış ve propronalolun tetiklediği hüc-resel ölümler doza ve zamana bağımlı olarak kaspaz-3 enzim aktivitesindeki artışlar ve mitokondri zarı üzerin-de oluşan por sayısındaki artışlar ile belirlenmiştir. Akım sitometresi yardımı ile gerçekleştirilen Anexin V apopto-tik hücre ölüm belirleme yöntemi, propronalolun zamana ve doza bağımlı olarak apoptozu tetiklediğini göstermiştir.

Tartışma: Elde edilen bulgular bir bütün olarak değerlendirildiğinde, propronalolun MM hücreleri üzerine antiproliferatif ve apoptotik etkileri olduğu gösterilmiştir. Öte yandan, propronalolun hücresel ölümleri mitokondri zarı üzerinde oluşturduğu porlar ve tetiklediği kaspaz-3 enzim aktivitesi ile gerçekleştirdiği gösterilmiştir.

Bildiri: 0244 Poster No: P014

SUNİTİNİBİN U266 MULTİPL MİYELOM HÜCRELERİ ÜZERİNE APOPTOTİK ETKİLERİ. Emel Başak Gencer1, Gözde Güçlüler1, Çoşkun Öztekin2, Yusuf Baran1. 1İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, Urla, İzmir, 2Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çankaya Ankara

Amaç: Multipl miyelom plazma hücrelerinin sayısının kemik iliğindeki artışı ile karakterize edilen bir hemato-lojik kanserdir. Uzun yıllar boyunca, multipl miyelom tedavisinde alkilleyici ajanlar kullanılmış, fakat hasta-ların yaşam süresinin 3-5 yıldan daha uzun olması sağ-lanamamıştır. Multipl miyelom tedavisinde thalidomide, lenalidomide ve bortezomibin kullanılmaya başlanması ile birlikte hastaların yaşam süresinde artış gözlenmiş-tir. Buna rağmen, multiple myeloma hala tedavisi müm-kün olmayan bir kanser türüdür. Sunitinib birçok önem-li hücresel olayda görevli olan tirozin kinazları inhibe eden bir ajandır. Bu çalışmada, sunitinibin multipl miye-lom hücreleri üzerindeki apoptotik etkilerini ve apoptoza götüren mekanizmaları belirlemeyi amaçladık.

Yöntemler: Sunitinibin U266 hücreleri üzerine sito-toksik etkileri MTT hücre proliferasyonu yöntemi ile belir-lenmiştir. Sunitinibin U266 hücreleri üzerine apoptotik etkileri kaspaz-3 enzim aktivitesinde ve mitokondri zar potansiyelindeki (MZP) değişimler ve Anexin-V yöntemleri ile belirlenmiştir. Bu amaçla kaspaz-3 kolorimetrik enzim aktivitesi ölçüm kiti, JC-1 MZP belirleme kiti ve Anexin V-FITC kiti kullanılmıştır.

Sonuçlar: Sunitinibin U266 multipl miyelom hüc-relerindeki IC50 değeri (hücre bölünmesini %50 inhi-be eden ilaç konsantrasyonu) 4 μM olarak hesaplanmış-tır. 1, 5 ve 10 μM sunitinib uygulanan U266 hücrelerin-de, mitokondri zar potansiyelinde kontrol grubuna göre

Page 10: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

40

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

etkisinin varlığı saptanmıştır. Koagülasyon ve immün yanıt mekanizmaları üzerinde olabileceği gibi Ankaferd’in hücre içinde birçok mekanizmayı da etkileyebileceği düşünülmektedir.

Bildiri: 0110 Poster No: P017

DERİN VEN TROMBOZLU HASTALARDA FAKTÖR V R2 (HİS1299ARG) POLİMORFİZMİ. Sezen Ballı1, Hakan Gürkan2, Hilmi Tozkır3, Muzaffer Demir4, Nejat Akar1. 1Çocuk Genetik Bilim Dalı, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara, 2Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, İstanbul, 3Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Edirne, 4Hematoloji Bilim Dalı, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Edirne

Amaç: Pıhtılaşma faktörü V, hemostazda kilit rol oynayan önemli bir kofaktör proteindir. Yanlış anlam mutasyonuna neden olan ve Faktör V geninde bulunan Faktör V Leiden (Arg506Gln) mutasyonu, trombüs oluşu-mu ile sonuçlanır ve mutasyonu taşıyan bireylerin büyük kısmında aktive protein C (APC)’ye karşı dirençli bir pro-tein meydana gelir. Faktör V Leiden mutasyonunun Türk toplumundaki sıklığı %8 olarak belirlenmiştir.

Faktör V genindeki R2 haplotipine adını veren ve genin 13. ekzonunda bulunan A4070G değişimi, prote-inin B domainine denk gelen 1299. pozisyonda, histidin aminoasidinin (R1 alleli) arjininle (R2 alleli) yer değiştir-mesine neden olur. A4070G (R2 alleli) polimorfizmi, fak-tör V düzeylerini etkileyebilir ve tromboz riski ile sonuçla-nan aktive protein C direncine katkı sağlayabilir.

Bu çalışmanın amacı, derin ven trombozu tanısı kon-muş hastalarda ve kontrol grubunu oluşturan sağlık-lı kişilerde, Faktör V geninde bulunan A4070G değişimi-nin incelenmesidir.

Yöntemler: Çalışmada, derin ven trombozu tanısına sahip 110 hasta ve kontrol grubuna dahil edilen 107 sağ-lıklı birey taranmış, hasta ve kontrol grupları, yaş orta-lamaları aynı olan kişilerden oluşturulmuştur. DNA, kla-sik fenol kloroform yöntemi ile izole edilmiştir. Faktör V A4070G değişiminin saptanması için genin 13. ekzonu, uygun primerler kullanılarak polimeraz zincir reaksiyo-nu (PCR) ile çoğaltılmış, elde edilen fragmentler restriksi-yon endonükleaz enzimi, RsaI ile kesime tabi tutulmuş-tur. FVL mutasyonun belirlenmesi içinse, Eş-zamanlı (Real Time) PCR kullanılarak ticari prosedür izlenmiştir.

Sonuçlar: Derin ven trombozlu 110 hastadan 11‘i (%10), FV A4070G değişimini heterozigot olarak taşır-ken, 1 (%0.91) ‘inin değişimi homozigot durumda taşıdı-ğı bulunmuştur.

Kontrol grubuna dahil edilen 107 kişi arasından 6 (0.014%)’sının ise mutasyonu heterozigot olarak taşıdığı saptanmıştır (Tablo 1). Bu iki grubun FVL sıklıkları sıra-sıyla %17.27 ve %19.62 olarak belirlenmiştir.

Tartışma: Çalışma bulguları, Faktör V A4070G değişi-mi bakımından, hasta ve kontrol grupları arasında, ista-tistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığını göstermiş-tir. Sonuç olarak, Faktör V A4070G değişiminin derin ven trombozlu hastalardaki rolünün ne olduğunun tam olarak anlaşılabilmesi için daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.

bilirliği ve tekrarlanabilirliği açısından değerli ve önemli bir yöntem olduğu görüşündeyiz.

Bildiri: 0201 Poster No: P016

ANKAFERD’İN HUVEC HÜCRE MODELİNDE LİPOPOLİSAKKARİT’Lİ VE LİPOPOLİSAKKARİT’SİZ KOŞULLARDA EPCR, PAI-1 VE PAR-1 GEN EKSPRESYONLARI ÜZERİNDEKİ ETKİSİNİN İNCELENMESİ. Afife Karabıyık1, Şükrü Güleç1, Erkan Yılmaz1, İbrahim Haznedaroğlu2, Nejat Akar1. 1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Genetik Bilim Dalı, Ankara, 2Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara

Amaç: Ankaferd; Thymus vulgaris, Glycyrrhiza glab-ra, Vitis vinifera, Alpinia officinarum ve Urtica dioica bit-kilerinden oluşan bir karışım olup, kanamayı durduru-cu etkisi saptanmıştır. Moleküler çalışma mekanizma-sı tam olarak belirlenememiştir. Çalışmamızda, İnsan Umbilical Ven Endotel Hücrelerine (HUVEC) farklı doz ve zamanlarla uygulanan Ankaferd’in endotel ve immün yanıt üzerindeki etkisini araştırmak ve moleküler meka-nizmasının aydınlatılmasına katkıda bulunmak amacıy-la, Endotelyal Protein C Reseptörü (EPCR), Plazminojen Aktivatör İnhibitör 1 (PAI-1) ve Proteazla Aktifleştirilmiş Reseptör-1 (PAR-1) gen ekspresyonları üzerine olan olası etkisi araştırılmıştır. Ayrıca lipopolisakkarit (LPS) mua-melesinden sonra da Ankaferd’in EPCR, PAI-1 ve PAR-1 gen ekspresyonları üzerindeki olası etkisinin gösterilme-si amaçlanmıştır.

Yöntemler: HUVEC’lere 10 μl ve 100 μl’lik konsantras-yonlardaki Ankaferd 5 dk, 25 dk, 50 dk, 6 saat ve 24 saat süreyle uygulanmıştır. Ayrıca immün yanıt üzerindeki etkisinin incelenebilmesi için 10 μg/ml LPS ile 1 saatlik muamelenin ardından hücreler yine aynı zamanlarda ve aynı dozdaki Ankaferd konsantrasyonlarına maruz bıra-kılmıştır. Hücrelerden RNA izolasyonu yapılmış; cDNA eldesinin ardından EPCR, PAI-1 ve PAR-1 gen ekspres-yon düzeyleri incelenmiştir.

Sonuçlar: HUVEC’lere Ankaferd uygulaması sırasın-da yapılan mikroskobik incelemede hücrelerin yüzey-den kalkıp bir araya toplanarak birbirlerine yapıştıkları ve 24 saatin sonunda büyüme ve gelişmelerinin normale döndüğü gözlenmiştir. Bu, Ankaferd’in etkisinin zaman-la azaldığı anlamına gelebilir. Bir saat 10 μg/ml LPS’e maruz bırakılan hücrelerde EPCR ve PAI-1 ekspesyonla-rında artış gözlenmiştir. Ankaferd’in farklı doz ve süre-lerdeki etkisini incelemek amacıyla ilk olarak hücrele-re 10 μl ve 100 μl Ankaferd verilerek 5 dk, 25 dk, 50 dk, 6 saat ve 24 saat sonundaki ekspresyonlara bakılmıştır. Ankaferd ile muamele edilmemiş hücrelere kıyasla yapı-lan hesaplamalar sonucunda, EPCR, PAI-1 ve PAR-1 gen ekspresyonlarında kontrole kıyasla bir azalma gözlenmiş-tir ve bu değişimin zamanla azalması, Ankaferd’in etkisi-ni kaybetmeye başlamasıyla gen ekspresyonları üzerin-deki etkisini de yitirmeye başladığı anlamına gelebilir. Ayrıca ekspresyonlardaki hızlı değişim göz önüne alın-dığında Ankaferd’in artan konsantrasyonlarda etkisini daha da fazla gösterdiği söylenebilir. Böylece Ankaferd’in EPCR, PAI-1 ve PAR-1 üzerinde hem doz hem de zamana bağlı etkisi belirlenmiştir. LPS muamelesi sonrasında da hücreler üzerinde Ankaferd benzer bir etki göstermekte, doz arttıkça daha da etkili hale gelmekte ve zamanla etki-sini yitirmeye başlamaktadır.

Tartışma: Sonuçlar göz önüne alındığında, hemos-tatik ajan Ankaferd’in HUVEC’lerde EPCR, PAI-1 be PAR-1 gen ekspresyonları üzerinde doz ve zamana bağlı

Page 11: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

41

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

metastatik MMP1, MMP2, ITGB5 ve ITGA3 and anjioge-nik IL-8 ve ANGPT2 genlerinin ekspresyonlarını baskıla-mıştır. En yüksek artış apoptotik TNF ve GZMA genlerin-de gözlenirken, en yüksek azalış büyümeyi indükleyen MAP2K1 ve PLAU genlerinde görülmüştür.

Tartışma: Bu çalışmada, nilotinibin güçlü bir onkop-rotein olan BCR/ABL’yi inhibisyonunun yanısıra, niloti-nibin tetiklediği hücresel ölümlerin olası diğer molekü-ler mekanizmalarını belirlemeye çalıştık. Daha da önem-lisi, bu çalışma ile ilk defa, nilotinibin metastatik ve anji-yogenik genlerin ekspresyonunu anlamlı derecede azal-tarak metastaz ve anjiogenezi baskılama potansiyeli gös-terilmiştir.

Bildiri: 0477 Poster No: P019

İNSAN TROMBOSİT VE MEGAKARYOSİTLERİNDE GAS6 PROTEİNİ VARDIR VE GEN ANLATIMI YAPILMAKTADIR. Özlem Bingöl Özakpınar1, Anne Marie Maurer2, Cafer Adıgüzel2, Gülderen Yanıkkaya Demirel3, Mahmut Bayık2, Muzaffer Demir4, Fikriye Uras1. 1Marmara Üniversitesi, Ecazacılık Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, İstanbul, 2Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul, 3Yeditepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi Hastanesi, Kök Hücre Laboratuvarı, İstanbul, 4Trakya Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, Edirne

Amaç: Pıhtılaşma sistemi dışında işlev gören yeni K vitaminine bağımlı plazma proteinlerinin keşfi, 1974 yılında gamma karboksilasyon reaksiyonunun tanım-lanmasından sonra her yıl biraz daha artmaktadır. “Growth arrest specific protein-6” (Gas6), K vitaminine bağlı protein ailesine en son katılan proteinlerden biridir. Antikoagülan bir protein olan protein S ile %44’lük yapı-sal bir benzerlik göstermesine rağmen antikoagülan etki-si gösterilmemiştir. K vitaminine bağımlı pek çok faktö-rün sentezi karaciğerde gerçekleşirken, insan karaciğe-rinde Gas6 proteini çok az; akciğer, barsak, böbrek ve kalp dokularında oldukça yüksek oranda sentezlenmek-tedir. Gas6 proteininin keşfinden sonra özellikle trom-bozda rol oynadığının ileri sürülmesi, potansiyel tera-pötik bir ajan olarak görülmesine neden oldu. Gas6’nın trombozdaki rolünün trombosit fonksiyonlarıyla ilişki-li olduğu gösterilmiştir. Diğer taraftan, literatürde trom-bositlerde Gas6 varlığı ve konsantrasyonuyla ilişkili bil-giler birbiriyle çelişmektedir. Gerek türler arasında sap-tanan farklılıklar, gerekse aynı türde bile çelişkili bilgile-rin mevcut oluşu Gas6 konusunda yapılacak araştırma-lar için önemli bir zemin oluşturmaktadır. Bu çalışma-nın amacı insan trombositlerinde ve onları meydana geti-ren megakaryositlerde Gas6 varlığını gen ve protein düze-yinde araştırmaktır. Bu zamana kadar yapılan çalışma-lar izole trombositlerde yapılmıştı. Trombositleri oluştu-ran hücreler megakaryositler olduğuna göre, incelemeye onlardan başlamanın daha güvenilir sonuçlar vereceğini düşünerek, hematopoetik kök hücreleri kültür ortamın-da farklılaştırarak megakaryositleri elde ettik ve farklılaş-ma basamaklarını Gas6 protein konsantrasyonu ölçüm-leriyle izledik.

Yöntemler: CD 34+ hematopoetik kök hücrelerin megakaryositlere farklılaşması sağlandı. Bunun için, allo-jenik kemik iliği transplantasyonu yapılacak hasta donör-lerinden, aferez yöntemiyle izole edilen mononüklear hüc-relerden önce pozitif ayırımla CD 34+ kök hücreler elde edildi. Daha sonra bu hücreler özgün olarak gerçekleşti-rilen iki aşamalı likit kültür yöntemiyle 21 gün süresince

Tablo 1

FVG1691A

FVA4070G

Hastan=110(%)

Kontroln=107(%) O.R (95%CI) p

G/G R1R1 81 (73.63) 80 (74.76) 1

G/G R1R2 9 (8.18) 6 (5.60) 0.6 (0.2-1.7) 0.5

G/G R2R2 1 (0. 90) - 0.5(0.01-15.11) 0.6

G/A R1R1 12(10.90) 14 (13.08) 1.16 (0.5-2.6) 0.7

G/A R1R2 2 (1.81) - 0.25 (0.01-5.6) 0.7

A/A R1R1 5 (4.54) 7 (6.54) 1.4 (0.4-4.5) 0.7

FV A4070G değişiminin hasta ve kontrol gruplarına ait genotip dağılımları ve hastalık riski açısından değerlendirilmesi

Bildiri: 0124 Poster No: P018

NİLOTİNİB UYGULANAN KRONİK MİYELOİD LÖSEMİ HÜCRELERİNDE APOPTOZ, ANJİOGENEZ, METASTAZ, İNVAZYON, TRANSKRİPSİYON FAKTÖRLERİ, HÜCRE DÖNGÜSÜ VE TÜMÖR BASKILAYICI GENLERİN EKSPRESYON DÜZEYLERİNİN QPCR YÖNTEMİ İLE BELİRLENMESİ. Aylin Camgöz, Geylani Can, Yusuf Baran. İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, Urla, İzmir.

Amaç: Kronik miyeloid lösemi (KML) 9. ve 22. kro-mozomlar arasında gerçekleşen karşılıklı parça değişi-mi sonucu oluşan hematolojik bir hastalıktır. Karşılıklı parça değişiminin ürünü olan BCR/ABL füzyon proteini hücre büyümesi ve çoğalması, apoptoz, yaşlanma, mig-rasyon ve adhezyonu kontrol eden güçlü bir onkogenik proteindir. Bu nedenle, BCR/ABL proteinin aktivitesinin moleküler hedefli ajanlarla önlenmesi bu hastalığın teda-visinde önemli bir dönüm noktası oluşturmuştur. KML tedavisinde kullanılan ilk tirozin kinaz inhibitörü imati-nibe karşı tedavi sürecinde gözlenen direnç vakaları üze-rine, çok daha etkili antikanser ajan, nilotinib, geliştiril-miş ve BCR/ABL pozitif hematolojik kanserlerde tedavi amaçlı kullanılmaya başlanmıştır. Bu çalışmada, niloti-nibin BCR/ABL onkoproteinini engellemesinin yanı sıra, KML hücrelerinde tetiklediği hücresel ölümlerin mekaniz-mal olarak aydınlatılması amaçlanmıştır.

Yöntemler: Hücrelerin %50 sinin yaşayabildiği nilo-tinib dozu (IC50) XTT yöntemi ile belirlenmiştir. Hücre çoğalma eğrilerine göre, 20 ve 50 nM nilotinibe 72 saat maruz bırakılan K562 hücrelerinden Roche High Pure RNA izolasyon kiti kullanılarak bütün RNA’lar izole edil-miş ve ters transkriptaz enzimi kullanılarak cDNA’ye çev-rilmiştir. Cancer Pathway Finder PCR Array kiti ile 84 genin ekspresyon düzeylerindeki değişimler Light cycler 480 cihazı kullanılarak kantitatif olarak analiz edilmiştir.

Sonuçlar: 20 ve 50 nM nilotinib uygulanan K562 hüc-relerinin proliferasyonunda, kontrol grubu ile karşılaş-tırıldığında, sırasıyla %40 ve %55 azalış belirlenmiştir. K562 hücrelerinde nilotinibin IC50 değeri 39 nM olarak bulunmuştur. 50 nM nilotinib uygulanan K562 hücrele-rinde, kontrol grubu ile kıyaslandıktan ve pozitif kontrol grubu 5 genin ekspresyon düzeyine normalize edildikten sonra 41 genin ekspresyon düzeyinde 4 kattan fazla artış, 6 genin ekspresyon seviyesinde ise 4 kattan fazla aza-lış hesaplanmıştır. Öte yandan, 20 nM nilotinib uygula-nana hücrelerde 2 genin ekspresyon seviyesinde 2 katta fazla artış ve 22 genin ekspresyon seviyesinde 2 kat-tan fazla azalış olduğu belirlenmiştir. Nilotinib apoptotik Bax, Serpin5B, GZMA, TNF, TNFRSF25 ve APAF1, hücre döngüsünü kontrol eden CDK2, CDKN2A ve MDM2, ve metastaz inhibitörü TIMP1, TIMP3 genlerinin ekspresyo-nunu tetiklerken, büyümeyi tetikleyen AKT1, IGF1, MYC, NFKB, MAP2K1 ve PLAU, antiapoptotik SNCG ve SYK,

Page 12: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

42

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

de bağdaştırılmıştır. Çalışmamızda bu değişimi taşımak Tromboz, Behçet, DVT ve İnme’li olgularda risk faktörü olması açısından anlamlı bulunamamıştır. Ancak, homo-zigot olarak taşımanın trombozlu olgularda sEPCR sevi-yelerini arttırdığı saptanmıştır (p=0.0001). İntronik bölge-de saptanan IVS-14A/T değişimi kayma modifikasyonuy-la gen ekspresyonu düzenlenmesi açısından önemli olabi-lir. Çalışmamızda bu değişimi taşımak Tromboz, Behçet, DVT ve İnme’li olgularda risk faktörü olması açısından anlamlı bulunamamıştır. Ayrıca plazma çözünmüş EPCR düzeyleri üzerinde de anlamlı bir etkisi saptanamamıştır. p.291V/L değişimi kontrol grubundaki sEPCR düzeyi 255 ng/ul olan bir bireyde saptanmıştır. Bu düzeyin çok yük-sek olması değişimin sEPCR seviyesi üzerinde etkili ola-bileceğini düşündürtmektedir.

Tablo 1. PAR1-506I/D ve IVS-14A/T Değişimleri

PAR1-506D/D PAR1-506I/D OR CI p PAR1-506I/I OR CI p

KONTROL 47 26 8

TROMBOZ 16 8 0.9 0.3-2.3 0,9 1 0.36 0.04-3.16 0,6

BEHÇET 29 21 1,2 0,5-2,6 0,6 8 0,48 0,09-2,48 0,6

İNME 24 16 1,3 0,6-2,7 0,5 2 1,62 0,5-4,7 0,5

DVT 19 13 1,2 0,5-2,9 0,6 8 2,47 0,8-7,5 0,1

PAR1-IVS-14A/A

PAR1-IVS-14A/T

OR CI p PAR1-IVS-14A/T

OR CI p

KONTROL 70 25 2

TROMBOZ 21 5 0,66 0.22-1.95

0,6 1 1,66 0.1-19.3 0,7

BEHÇET 33 14 1,18 0.54-2.57

0,6 1 1,06 0.09-12.1 0,5

Tablo 2. PAR1-506I/D ve IVS-14A/T Değişimlerinin sEPCR Düzeylerine Etkisi

PAR1-506D/D PAR1-506I/D OR CI p PAR1-506I/I OR CI p

KONTROL 91,11 ng/ul 95,27 ng/ul 74,12

TROMBOZ 70,19 ng/ul 68,25 ng/ul 0.92 0.59-1.44 0,7 145 2,53 1.67-3.85 0,0001

BEHÇET 115,3 ng/ul 96,2 ng/ul 0.79 0.53-1.18 0,3 72 0,76 0.5-1.17 0,22

PAR1-IVS-14A/A

PAR1-IVS-14A/T

OR CI p PAR1-IVS-14A/T

OR CI p

KONTROL 89.85 ng/ul 89.36 ng/ul 56,5

TROMBOZ 71.9 ng/ul 103.2 ng/ul 1,44 0.94-2.19 0,08 43 0,95 0.57-1.57 0,86

BEHÇET 98.06 ng/ul 119.21 ng/ul 1,20 0.82-1.81 0,3 70 1,13 0.72-1.78 0,55

Bildiri: 0320 Poster No: P021

HLH HASTALARINDA IL6 VE NQO1 GENLERİNİN PYROSEQUENCİNG YÖNTEMİ İLE GENOTİPLEME ÇALIŞMASI. Ender Coşkunpınar1, Weidong Du2, Andrea Niedehrführ2, E. Marion Schneider2, Uğur Özbek1. 1İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, DETAE Genetik Anabilim Dalı, İstanbul, 2Universitaetsklinikum Ulm, Experimentelle Anaesthesiologie, Genetics Department, Ulm,Germany

Amaç: HLH (Hemofagositik lenfohistiyositozis), T len-fositlerinin ve makrofajların kontrol edilemeyen aktivas-yonu, inflamatuar sitokinlerin (interferon gamma, IL-1, IL-6, TNF alfa, GM-CSF) aşırı üretimi ve hemofagositoz ile karakterize, yüksek ateş, hepatosplenomegali, lenadeno-pati ve sitopeni ile birliktelik gösteren malign olmayan bir immün düzenlenme bozukluğudur. Primer ve sekonder olmak üzere iki sınıfa ayrılmıştır. Ailesel form (FHLH) ola-rak da adlandırılan primer form otozomal resesif kalıtım

megakaryositlere farklılaştırıldı. Megakaryopoez süre-since hücreler morfolojik, immünolojik ve akım sitomet-rik olarak analiz edildi. Kültürün 21. gününde topla-nan megakaryositlerden ve ayrıca sağlıklı kişilerden izole ettiğimiz trombositlerden total RNA izolasyonu yapıldı. Ayrıca kültürün çeşitli günlerinde toplanan örneklerde de Gas6 protein ölçümleri yapıldı. Gas6 geninin varlığı “Revers transkripsiyon”-Polimeraz Zincir Reaksiyonuyla (RT-PZR); kültür medyumu, megakaryosit ve trombosit-lerde gas6 proteininin varlığı ise Western blot, dot blot ve ELISA yöntemleriyle analiz edildi.

Sonuçlar: RT-PZR sonucu trombosit ve megakaryosit-lerde Gas6 gen anlatımının yapıldığı belirlendi. Western blot ve dot blot analiziyle, Gas6 proteininin trombosit ve megakaryositlerde sentezlendiği saptandı.

Tartışma: Bu bulgular, Gas6-trombosit ilişkisinin orta-ya konulmasında yeni ve faydalı bilgiler sağlayacaktır.

Bildiri: 0162 Poster No: P020

TROMBOZ, BEHÇET, DVT VE İNME OLGULARINDA PAR-1 GEN DEĞİŞİMLERİNİN ARAŞTIRILMASI VE BU DEĞİŞİMLERİN SEPCR DÜZEYLERİ ÜZERİNE ETKİSİ. Afife Karabıyık, Nejat Akar. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Genetik Bilim Dalı, Ankara

Amaç: Trombin bir serin proteaz sınıfı enzimi olup,trombine bağımlı hücresel etkiler G-proteinine bağlı reseptörlerin aktivasyonu ile olur. Trombin endotel hüc-releri ve trombositleri proteazla aktifleştirilmiş reseptör-1 (PAR1) üzerinden uyardığı için bu reseptörün hücre yüze-yindeki miktarı ve aktivitesi tromboz ve hemostazda önem-li bir yer tutmaktadır. PAR1 koagülasyonda, inflamasyon-da ve vasküler hemostazda kritik roller oynamaktadır. PAR1’in trombin tarafından kesimlenmesi LDPR↓SFLLRN aminoasit dizisinden gerçekleşmektedir. Endotel üzerin-de APC’ye bağlı yolakların çalışması için EPCR ve PAR-1 gereklidir. APC/EPCR/PAR1 sinyal mekanizmasının koru-yucu ve anti-apoptotik etkileri bilinmekte olup, ayrıca normal ve hasar görmüş damar endotel hücreleri için de hayati bir mekanizma olduğu anlaşılmıştır. Keratinosit gelişiminde katkısı olup,yara iyileşmesinde rol alır.Bu çalışmada, PAR1 gen değişimleri ile Tromboz, Behçet, DVT ve İnme arasındaki olası ilişki incelenerek,bu değişimleri-nin sEPCR ile olan ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır.

Yöntemler: sEPCR seviyeleri bilinen Tromboz ve Behçet olguları, DVT ve İnme olguları ile sağlıklı kont-rollere ait DNA örnekleri ile PAR1 geninin PCR yöntemiy-le taranmasının ardından SSCP tekniği uygulanmış,olası gen değişimine işaret eden farklı bant profili veren örnek-ler DNA dizi analizine tabi tutulmuştur. Promotor bölge-de saptanan insersiyon ise HinfI restriksiyon enzimiyle kesim yapılarak taranmıştır. Elde edilen sonuçlar biyoin-formatik olarak incelenerek gen ifadesi ve sEPCR düzey-leri üzerindeki etkisi araştırılmıştır.

Sonuçlar: PAR1 geni promotor bölgede -506I/D -GGCCGCGGGAAGC insersiyonu, intronik bölgede IVS-14A/T değişimi ve ikinci ekzonda p.291V/L (NT_26623282 G>T) değişimi saptanmıştır. -506I/D ve IVS-14A/T deği-şimleri daha önce tanımlanmış olup, p.291V/L değişimi ilk kez bu çalışmada saptanmıştır.

Tartışma: Promotor bölgedeki bu insersiyon Ets-1 transkripsiyon faktörü için konsensus dizisidir. Promotorun korunan bölgesinde yer alır ve TATA kutu-su eksik genlerde transkripsiyon başlama kompleksidir. Bu insersiyonun sıklığı erkek hastalarda kontrollerden daha az olup, erkeklerde VTE için koruyucu olduğu sap-tanmıştır. Ayrıca koroner kalp hastalığında artan riskle

Page 13: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

43

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Tablo 1. Hasta ve Kontrol Gruplarında NQO1 Genotip Frekansları Dağılımı

Genotip/Allel Hasta n(%) Kontrol n(%) P değeri

NQO1

CC 14(%45.16) 190(%63.97)

TC 16(%51.61) 90(%30.30)

TT 1(%3.2) 17(%5.7) 0.05, X2: 5.86

C 44(%70.96) 470(%79.12)

T 18(%29.03) 124(%20.87) 0.13, X2: 2.20

Tablo 2. Hasta ve Kontrol Gruplarında IL6 Genotip Frekansları Dağılımı

Genotip/Allel Hasta n(%) Kontrol n(%) P değeri

IL6

CC 14(%46.7) 55(%30.8)

CG 12(%40.0) 99(%55.6)

GG 4(%13.3) 24(%13.4) 0.212

C 20(%66.7) 104(%58.7)

G 10(%33.3) 74(%41.3) 0.240

Bildiri: 0414 Poster No: P022

TEK YÖNLÜ VE ÇİFT YÖNLÜ KARMA LENFOSİT KÜLTÜRLERİNİN AKAN HÜCRE ÖLÇER SİSTEMİNDE DNA İÇERİĞİ ANALİZİ İLE ÖLÇÜMÜ: ÖN DEĞERLENDİRME ÇALIŞMASI. Gülderen Yanıkkaya Demirel, Fatma Tuba Akdeniz, Sema Aktaş, Süleyman Sami Kartı. Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Kök Hücre Laboratuvarı, Istanbul

Amaç: Karma lenfosit kültürleri doku grubu uyumu olsa dahi transplantasyon hastalarında olası hücre reak-siyonlarının önceden belirlenebilmesi için kullanılmak-tadır. Karma lenfosit kültürleri sonuçlarının değerlen-dirilmesinde, gama sayacı ile radyoaktif madde olan 3H Timidin ölçümü yerine akan hücre ölçer ile DNA içerik analizi yapılarak, transplantasyon öncesinde olası hücre proliferasyonu hakkında bilgi edinilmesini sağlamaktır.

Yöntemler: Toplam üç hasta ve dört donörden alı-nan tam kan örneklerinden mononükleer hücreler, dan-site santrifüjleme yöntemi ile ayrılmışlardır. Hücre sayımı sonrasında, hem hasta hem donör örneklerinin bir bölü-mü 25 Gy ile ışınlanmıştır. Hem hasta hem donörden alı-nan örnekler kontrol, uyaransızsız ve fitohemagglutinin-le uyarılarak ve çaprazlama kültürler yapılarak her çalış-mada toplam dokuz hücre kültürü flaskı hazırlanmıştır. Örnekler 72 saat %10 FBS içeren RPMI1640 içinde %5 CO2 içeren 37oC inkübatörde kültüre edilmişlerdir. 72 saat sonunda hücreler santrifüjlenip hücre sayımı yapıl-mış, DNA Prep kullanılarak DNA içerik analizi yapılmış, sonuçlar akan hücre ölçer yazılımı ile değerlendirilmiştir.

Sonuçlar: Apoptotik hücre oranı ve proliferasyonda (S fazı hücreleri) olan hücrelerin oranı ile sonuç verilmektedir. Yapılan verifikasyon çalışmalarında, doku tipleme sonuçla-rı tam uyumlu örneklerde proliferasyon oranının <%5 ora-nında olduğu saptanmıştır. Bu değerin üzerinde saptanan sonuçlarda, GVHD riski olduğu öngörülmektedir.

Tartışma: Karma lenfosit kültürlerinin değerlendiril-mesinde; 3H Timidin yerine radyoaktif olmayan DNA pro-liferasyon boyaları kullanılarak akan hücre ölçer ile ana-liz yapılması, rutin çalışma ortamında daha kolay uygu-lanabilir bir yöntemdir. Daha çok sayıda hasta örneği ile inceleme yapılarak eşik değer ve klinik uyarı değerlerinin belirlenmesi hedeflenmelidir.

göstermektedir. Sekonder form ise daha çok viral enfek-siyonlara bağlı olarak ortaya çıkmakta ve “virüs asosi-ye hemofagositik sendrom” olarak da adlandırılmaktadır. HLH her iki cinstede eşit olarak görülebilmekte ve tüm dünyadaki sıklığı yılda 1.2 / 1 milyon vaka olarak belirtil-mektedir. Bugüne kadar yapılmış sınıflamalarda HLH’ye sebebiyet verdiği düşünülen faktörler arasında bilinme-yen mutasyonların varlığı perforin, syntaxin, muncD gibi bilinen mutasyonlardan daha fazla bir yüzdelik değer ile ifade edilmektedir. Ayrıca NQO1 geni aktivitesinde-ki düşüklüğün akut lösemi ile de ilişkili olduğu bildiril-mektedir. NQO1 geni üzerindeki C609T bölgesi polimor-fizminin HLH etiyolojisinde önemli bir rolü olduğu bilin-mektedir. Çalışmamızda NQO1 ve IL6 genlerine ait poli-morfizmlerin HLH hastalığı üzerine etkilerinin araştırıl-ması amaçlandı.

Yöntemler: Bu çalışmada 31 hasta ve 297 kontrol kul-lanılarak NQO1 geni C609G bölgesindeki ve 30 hasta, 178 kontrol kullanılarak IL6 genindeki polimorfizmlerin pyrosequencing yöntemi ile tespiti ve bu polimorfizmlerin HLH hastalığı üzerindeki olası etkileri araştırıldı. Hasta ve kontrol grubundan alınan kanlardan DNA izolasyo-nu yapıldı. İlgili gen bölgesi PCR yöntemi ile çoğaltıldık-tan sonra genotipleme çalışması pyrosequencing yönte-mi ile yapıldı.

Sonuçlar: NQO1 geninde ilgili bölgenin genotip ve allel dağılımları hasta ve kontrol grupları arasında istatis-tiksel olarak anlamlı bir farklılık göstermemektedir (Tablo I). IL6 geninde ilgili bölgenin genotip dağılımı hasta gru-bunda (n=30) %46.6 CC(14), %.40 CG(12), %13.3 GG(4); kontrol grubunda (n=178) % 30.8 CC(55), %55.6 CG(99), % 13.4 GG(24) olarak bulundu.(P: 0.212). Allel dağılım-ları ise hasta grubunda C alleli %66.6, G alleli %33.3 kontrol grubunda ise %58.7 ve %41.2 olarak tespit edil-di.(p=0.24).

Tartışma: Bu sonuçlar ışığında NQO1 geninin ilgili bölgesindeki polimorfizmin HLH hastalığı üzerinde önem-li bir etkisinin olmamasına rağmen IL6 gen CC genoti-pi ve C allelinin frekansı hasta grubunda artmış bulun-maktadır. Ancak bu artış istatistiksel anlamlılık sınırına ulaşmamıştır (Tablo II). Olgu sayısı arttırılarak bu gen-lerin HLH oluşumundaki olası etkilerinin açıklanması planlanmaktadır.

Şekil 1.

Page 14: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

44

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Şekil 1. Macrovipera lebetina obtusa zehrinin 2D-PAGE ile elde edilmiş iki boyutlu protein profili

Erişkin Akut Lösemiler

Bildiri: 0220 Poster No: P024

CUP-LİKE BLASTLAR, FLT3ITD VE NORMAL KARYOTİP AML HASTALARI İÇİN SPESİFİK MİDİR?. Özgür Mehtap, Elif Birtaş Ateşoğlu, Emel Gönüllü, Hakan Keski, Abdullah Hacıhanefioğlu. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Kocaeli

Amaç: FAB sınıflaması AML hastalarının morfolojik sınıflama sağlasa da morfoloji ve klinik arasındaki kore-lasyon bazı hastalar dışında genelde tam değildir. Birkaç çalışmada FMS benzer tirozin kinaz 3 gen mutasyonu ve cup-like morfoloji arasındaki ilişki gösterilmiştir. Flt3 pro-teini olgunlaşmamış hematopoetik ve lenfoid öncü hücre-ler tarafından eksprese edilir bu protein hücrelerin yaşa-mının devam ettirilmesinde ve myeloid hücrelerin olgun-laşmasında önemli görevi vardır. Bu protein AML hastala-rının çoğunluğu ve ALL hastalarının % 50’sinden fazlasın-da sentezlenir. AML hastalarının %20-30 kadarında Flt3 geninde internal tandem duplikasyon mutasyonları göste-rilmiştir.Cup like blastlar literatürde şimdiye kadar yalnız AML hastalarında gösterilmiştir, bizim olgumuz ise farklı olarak ALL tanısı almış ve aynı biçimi göstermiştir.

Olgu: 41 yaşında erkek hasta ani başlayan halsizlik, yorgunluk ve mukozal kanama ile başvurdu. Fizik mua-yenede yaygın peteşi ve splenomegali tespit edildi. Yapılan tam kan sayımında 7.6g/dl hemoglobin, 62700/μL beyaz küre ve 28400/μL trombosit sayısı tespit edildi. Periferik yaymada granülsüz, geniş çekirdekli, belirgin çekirdek-çik içeren blastlar görüldü. İmmun fenotiplemede CD10 %89.38, CD19 %89.56, CD20 %78.86, CD22 %88.5, Anti-TdT %88.18, CD34 %79.73, HLA-DR % 90.41 ve sIgM %0.26 tespit edildi. Hastanın immunhistokimya ile yapılan boyamasında MPO ve CD117 negatif bulunurken CD34 ve CD20 pozitif tespit edildi. Bu bulgular ile hasta akut len-foblastik lösemi tanısını aldı. RT-PCR yapılan incelemede BCR-ABL pozitif bulunurken, Flt3 ITD negatif tespit edildi.

Tartışma: Çalışmalarda Flt3-ITD ve normal sitoge-netiğin cup-like morfoloji ile sıkı bir ilişkisi olduğu vur-gulanmıştır (Tablo). AML’de görülen Flt3-ITD mutas-yonu ile tirozin kinaz reseptör aktivitesi sürekli olarak uyarılarak hücrelerin artışına ve hastalığın ilerlemesi-ne sebep olur.Çalışmalarda bu mutasyonun kötü prog-noz ile ilişkili olduğu gösterilmiştir.Cup like morfoloji gösteren AML hastalarının diğer bir özelliği de HLA-DR ve CD34 ekspresyonun tamamen veya kısmen kaybıdır. Son çalışmalarda cup-like morfolojinin AML hastaların-daki NPM1 mutasyonu arasındaki ilişki gösterilmiştir.NPM1 mutasyonu AML hastalarının yaklaşık %35’inde görülür.Bizim olgumuzda cuplike morfoloji blastların

Bildiri: 0238 Poster No: P023

PROTEOMİK YÖNTEMLER İLE ENGEREK ZEHİRLERİNDEN BİYOTEKNOLOJİK KULLANIM POTANSİYELİ OLAN PROTEİNLERİN TANIMLANMASI. Naşit İğci, Fatma Duygu Özel Demiralp. Ankara Üniversitesi Biyoteknoloji Enstitüsü, Merkez Laboratuvarı Proteombilim Birimi, Ankara

Amaç: Bu çalışmada, Koca Engerek, Macrovipera lebeti-na (Linnaeus, 1758) türünün Güneydoğu Anadolu’da dağı-lış gösteren M. lebetina obtusa (Dwigubsky, 1832) alt türün-den elde edilen zehir örneklerinden proteomik yöntemlerle, biyoteknolojik öneme sahip ve özellikle koagülasyon üzerin-de etkili proteinlerin tanımlanması amaçlanmıştır.

Yöntemler: Ergin iki M. l. obtusa örneğinden zehir sağılmış ve örnekler bir havuzda toplanarak liyofilize edil-miştir. Daha sonra toz örnekler çözülüp Bradford yönte-mi ile miktar tayini yapılmış ve iki boyutlu jel elektrofore-zi (2D-PAGE) ile iki boyutlu protein profilleri elde edilmiş-tir. İki tekrarlı olarak yapılan jeller Sypro Ruby (Bio-Rad) ile boyanmış ve VersaDoc (Bio-Rad) görüntüleme siste-minde görüntülenmiştir. Jel analizleri PDQuest 8.0.1 (Bio-Rad) programıyla yapılmıştır.

Kütle spektrometresi ölçümleri için ilgili protein küme-leri jelden robotik bir sistem ile (SpotCutter, Bio-Rad) geri kazanılmış ve tripsin enzimiyle jel içinde sindirim yapıla-rak peptitler elde edilmiştir. Triptik peptitler matriks eşli-ğinde lazer iyonlaştırıcılı ve uçuş zamanıyla ölçüm yapan (MALDI-TOF) kütle spektrometresi (Waters) ile ölçülerek m/z değerleri elde edilmiştir. Biyoinformatik analizler için oluşturulan engerek veri tabanından ProteinLynx Global Server (PLGS) ile tarama yapılmış ve aynı zamanda Mascot ve Aldente gibi diğer arama motorları da kullanılarak UniProtKB/SwissProt ve NCBI veri tabanları taranmıştır.

Sonuçlar: 2D-PAGE sonucunda M. l. obtusa zeh-rinde ortalama 123 protein kümesi tespit edilmiştir. Proteinlerin yoğun olarak pH 4-8 arasında dağılım göster-diği görülmüştür. Moleküler ağırlık bakımından 200–15 kDa arasında, 50kDa altında yoğunlaşacak şekilde prote-inler görülmüştür (Şekil). Özellikle 50 kDa civarı ve yuka-rısında, izoformların varlığını gösteren yatay sıra oluştu-ran protein kümeleri bulunmaktadır.

Biyoinformatik analizlerde en iyi sonucu Aldente arama motoru vermiştir. Aldente ile çeşitli engerek zehirlerinden metalloproteaz, disintegrin/metalloproteaz, serinproteaz, fosfolipaz A2, L-amino asit oksidaz, C-tipi lektin, sisteince zengin salgı proteini, sinir büyüme faktörü, vasküler endo-telyal büyüme faktörü, disintegrin, hyaluronidaz ve trip-sin inhibitörü olmak üzere 12 protein ailesinden varyant ve izoformlarıyla beraber toplam 117 protein tanımlanmıştır.

Tartışma: Yapılan çalışma sonucunda tanımlanan pro-tein aileleri daha önce farklı türlerin veya M. lebetina’nın zehrinden tanımlanan proteinlerle uyumludur. Özellikle koagülasyon üzerinde etkili olan ve biyoteknolojik ürünlerin çoğunluğunu oluşturan metalloproteaz ve serinproteazla-rın, son yıllarda kanserle ilgili çalışmalarda ön plana çıkan disintegrinlerin ve farklı amaçlarla kullanılabilecek büyüme faktörlerinin tanımlanmış olması, yılan zehirlerinin biyo-teknolojik kullanımıyla ilgili çalışmaların Türkiye’deki tür-ler üzerinden de yapılabileceğini göstermektedir. Ayrıca M. lebetina zehri 2D-PAGE ile ilk defa çalışılmıştır.

Page 15: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

45

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

gamaglutamil transferaz normalin en az iki katı yüksek saptandı. Hastaların sonuçları tablo 2 de özetlenmiştir.

Tartışma: AML hastalarında indüksiyon tedavisi son-rası ciddi nötropeni görülebilir ve bu nötropeni süresi değişkenlik gösterir. Wiernik ve arkadaşları yaptığı bir çalışmada, 3+7 tedavisi sonrası lökosit sayısının 1000/μl’in altında olduğu süreyi ortalama 23 gün tespit etmiş-lerdir. Diğer bir çalışmada lökosit sayısının 1000/μl’nin altında ve nötrofil sayısının 500/μl’nin altında bulundu-ğu ortalama süre, sırası ile 23 (11-59 gün) ve 27 (18-60 gün) gün bulunmuştur. Biz indüksiyon tedavisi alan has-talarımızda lökosit sayısını 1000/μl’nin altında 51, 31, 30 gün olarak saptarken, nötrofil sayısının 500/μl’nin altın-da seyrettiği gün sayısını 56, 31, 30 gün olarak tespit ettik (1,3,5 numaralı hastalar). Bu sonuçları eski çalış-malar ile karşılaştırdığımızda, hedeflenen lökosit ve nöt-rofil sayılarına bizim hastalarımızda daha geç ulaşıldığı görülmektedir. Diğer yandan geçmiş çalışmalardaki löko-sit ve nötrofil sayıları için hedeflenen süre en fazla 59 gün ve 60 gün bulunmuştur. Ancak eski çalışmalarda hasta-ların enfeksiyonları hakkında veya mantar enfeksiyonla-rının olup olmadığı hakkında bilgi verilmemiştir.

Sonuç olarak hastalardaki nötropeni süresinin, yapı-lan çalışmalarda öne sürülen ortalama süreden daha uzun olduğu ve bu sürenin yayınlanan çalışmaların mak-simum nötropeni sürelerine daha yakın olduğu gözlen-miştir. Nötropeninin süresinin uzamasının invaziv man-tar enfeksiyonuyla bağlantısı olduğu iyi bilinmekte-dir; fakat sorulması gereken soru kemoterapiden sonra hepatosplenik kandidiasisin, nötropeninin iyileşmesi-ni geciktirip geciktirmediğidir. Bu olgu sunumu, yalnız 5 hasta üzerindeki gözlemler sonucu elde edilmiştir; doğru sonuçlar için geniş araştırmalara ihtiyaç vardır.

Tablo 1.

OLGU CİSİYET YAŞ HASTALIK TEDAVİ

1 K 31 AML(M4) İndüksiyon

2 K 33 AML(M4) Konsolidasyon

3 K 45 AML(M0) İndüksiyon

4 K 50 AML(M3) 1.İndüksiyon

5 E 62 AML(M0) İndüksiyon

Tablo 2.

1 2 3 4 5

Nötrofil <500/μL gün sayısı 56 25 31 52 30

WBC < 1000/μL gün sayısı 51 24 31 39 30

Plt <100.000/μL gün sayısı 71 32 34 56 40

GGT seviyesi U/L 78 153 147 161 303

ALP seviyesi U/L 126 203 139 93 292

Galactomanan seviyesi (Index) (negative 0.0-0.50)

0.06 0.08 0.20 0.28 0.11

%20’sinde saptandı. AML hastalarını tersine Flt3 genin-de ITD mutasyonu ALL hastalarında daha nadir görü-lür. ALL hastalarının %0-3’ünde Flt3ITD gösterilmiş. Flt3 ve cup-like morfoloji arasındaki ilişkiyi göz önüne alarak biz de hastamızda bu mutasyonu araştırdık ancak nega-tif tespit ettik. NPM1 mutasyonu da ALL hastalarında çok nadir görülür. Yapılan bir çalışmada NPM1 mutasyo-nu ALL hastalarında %0.08 oranında tespit edilmiştir biz olgumuzda sosyoekonomik sebeplerden dolayı bu mutas-yonu değerlendiremedik.Cuplike blastı olan AML hastala-rında çoğu zaman normal karyotip görülürken bizim has-tamızda (9-22) translokasyonu tespit edildi.

Tablo 1. cuplike blast

Tablo 1.

Kussick ve ark 2004

Kroschisky ve ark. 2008

WeinaChen ve ark. 2006

Weina Chen ve ark 2009

FLT3-ITD %84* %70.9 %88** %86*

SİTOGETİK ANORMALLİK %8.3* %18.5* %30** %14*

HLA DR NEGATİFLİĞİ %70* %33.5** %50* %59*

CD34 NEGATİFLİĞİ %68* %93* %71* %82*

* İstatistiksel olarak anlamlı ** İstatistiksel olarak anlamsız

Bildiri: 0246 Poster No: P025

HEPATOSPLENİK KANDİDİYAZİS NÖTROPENİNİN DÜZELMESİNİ GECİKTİRİR Mİ? BEŞ OLGUNUN SUNUMU. Özgür Mehtap, Elif Birtaş Ateşoğlu, Emel Gönüllü, Hakan Keski, Abdullah Hacıhanefioğlu. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Kocaeli

Amaç: Özellikle akut lösemi ve kemoterapi nedeni ile görülen ciddi nötropeni durumunda, hastalar inva-ziv mantar enfeksiyonundan etkilenebilir.Yaygın kan-dida enfeksiyonlarından karaciğer ve dalak sık olarak etkilenir.Nötropeninin süresinin (mutlak nötrofil sayısı <500/ μL), özellikle on günden daha uzun sürmesi hepa-tosplenik kandida enfeksiyonu için en önemli predispo-zan sebeplerin başında gelmektedir.Bu olgu sunumunda hepatosplenik candidiasisi olan beş akut lösemili hastada nötropeni süresi değerlendirilmiş ve bu süre daha önce yayınlanmış olan çalışmalarla karşılaştırılmıştır

Sonuçlar: Hepatosplenik kandidiazis tanılı 5 akut lösemi hastası geriye dönük değerlendirildi. Hastaların özellikleri tablo 1’de özetlenmiştir. İndüksiyon tedavi-si alan 3 hastada tedaviyle tam yanıta ulaşıldı. AML M3 hastası dışındaki 4 hastada ateş dışında bulgu ve belir-ti yokken, AML M3 olan hastada sağ üst kadran ağrısı ve sağ omuz ağrısı vardı.Hastalar hepatosplenik kandidia-sis tanısını ultrasonografi, BT ve MR değerlendirilmesi ile aldı. Ultrasonografi bulguları lezyonlar ile uyumlu bulun-duğu zaman hastaların serum galaktomannan seviyeleri ölçüldü. Hastaların tamamında serum alkalen fosfataz ve

Page 16: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

46

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Penil ülser

Şekil 1. Tedavinin 14. gününde yaklaşık 1 cm çapında, tabanı eritemli ve ağrısız penil ülser

Bildiri: 0415 Poster No: P028

ATİPİK PREZENTASYONLU ALL OLGUSU. Selda Kahraman1, Abdullah Katgı1, Pınar Ataca2, Güler Özcan1, Özden Pişkin1, Mehmet Ali Özcan1, Fatih Demirkan1, Bülent Ündar1. 1Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, İzmir, 2Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir

Amaç: Akut lenfoblastik lösemi (ALL) de, mide tutu-lumu tanı ve/veya relaps esnasında oldukça nadir ola-rak izlenmektedir.Bizde periferik fasial paralizi ile gelen tanı anı hemogram ve periferik yayması normal olan mide başta olmak üzere tüm vücutta yaygın tutulum izlenen ALL hastasını sunuyoruz.

Sonuçlar: 23 yaşında erkek hasta,sağ göz kapa-ğında düşüklük,şiddetli baş ağrısı,kılo kaybı,gece terlemesi,ates yukseklıgı sıkayetleri ile polikliniğimi-ze başvuran hasta değerlendirildi.Hastanın yapılan fızık muayenesınde sağ gözde pitozis ve sol perıfe-rık fasial paralizi izlendi.Dalak,karaciğer kot altı 4 cm palpabl,periferik LAP yoktu.Labaratuar değerlendirme-sinde lökosit 8400 UL,nötrofil.5500 UL,Hb. 13.3 G/DL,MCV. 80,trombosit.337UL,LDH.510 U/L, diğer biyo-kimyasal testler normal sınırlarda idi. Beyin BT ve MR tetkikleri normal idi.Yapılan LP’sinde blastik natürde hücre izlenmedi.Periferik fasial paralizi olarak değerlen-dirilen hastaya steroid başlandı. Hastanın torakoabdomi-nal BT’sinde karacıger vertıkal uzunlugu 20 cm,13 x 9 cm boyutlarında cevresel psodokapsuler gorunumu bulunan kıtle ızlendi.Dalak 14.5 cm,dalak hılusunda en buyu-gu 2 x 1.5 cm capında LAP, mıde duvarında kalınlaş-ma ve buyuk kurvatur komsulugunda en buyugu 2.5 x 2 cm boyutlarında ve mezenterık en buyugu 2.5 x 1.5 cm boyutlarında olmak uzere multıple LAP’ler izlendi.Mide duvarından endoskopik biyopsi alındı. Patoloji sonucu B hücreli lenfoblastık lenfoma ıle uyumlu geldi. Periferik yayması normal olan hastanın kemik iliği aspirasyon- biyopsisisi yapıldı. Kemik iliği hipersellüler, M/E oranı 20 olan %85 L2 tipi blast içeren kemik iliğiydi. Hasta flow sitometresi ile de birlikte değerlendirilerek prekürsör B hücreli ALL-lenfoblastik lenfoma olarak değerlendiril-di.HyperCVAD kemoterapisi verilmesi planlandı. Kronik Hepatit B ‘si olan ve HBV DNA kopyası 1 milyonun üze-rinde olan hastaya entekavir tedavisi başlandı. LP’si tek-rarlanan hastanın bu kez BOS bakısında blastları mev-cuttu. İntratekal metotreksat tedavisi başlandı.Organ tutulumu açısından çekilen PET-CT’sinde tüm vücutta

Bildiri: 0204 Poster No: P026

AKUT LÖSEMİLERDE ERİTROSİT KATALAZ VE KARBONİK ANHİDRAZ AKTİVİTELERİ. Cengiz Demir1, Halit Demir2, Ramazan Esen1, Murat Atmaca3, Eyüp Taşdemir3. 1Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Ana Bilim Dalı, Van, 2Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Kimya Ana Bilim Dalı, Van, 3Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç hastalıkları Ana Bilim Dalı, Van

Amaç: Akut lösemili olguların eritrositlerinde bir anti-oksidan olarak katalaz (KAT) ve karbonik anhidraz (KA) aktivitelerini belirlemek.

Yöntemler: Çalışmaya Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Ana Bilim Dalında akut lösemi tanı-sı konulan olgular alındı. Total 67 Venöz kan örneği alıdı (31 akut lösemili ve 36 sağlıklı olgu). Eritrosit KAT enzim aktivitesi Aebi metoduyla ve KA aktivitesi ise CO2’un hid-rasyonu metoduyla belirlendi.

Sonuçlar: KAT enzim aktivitesi sağlıklı kontrol gru-buyla karşılaştırıldığında akut lösemili olgularda anlam-lı derecede azaldığı (p<0.001) ve eritrosit KA aktivitesinin ise anlamlı derecede artmış (p<0.001) olduğu tespit edildi.

Tartışma: Bizim bulgular akut lösemili olgularda anti-oksidan sistemin yetersiz bir işleve sahip olduğunu gös-terdi. Bundan dolayı atioksidan sistemin lösemi patogene-zinde önemli olup olmadığının ortaya konması için daha geniş ölçekli çalışmalara ihtiyaç olduğuna inanmaktayız.

Bildiri: 0099 Poster No: P027

AKUT PROMİYELOSİTİK LÖSEMİLİ HASTADA ATRA KULLANIMINA BAĞLI PENİL ÜLSER. Zahit Bolaman, İrfan Yavaşoğlu, Umut Çakıroğlu, Gürhan Kadıköylü. Adnan Menderes Üniversitesi Tıp fakültesi İç hastalıkları Anabilim Dalı,-Hematoloji Bilim Dalı,

Amaç: Akut promiyelositik lösemi tedavisinde all-transretinoik asit (ATRA) ile etkili tedavi sağlanmaktadır. Penil ve skrotal genital ülser çok nadir yan etkisi olarak görülebilmektedir.

Yöntemler: Yirmidokuz yaşında erkek hastaya diş eti kanaması başvurduğunda, kemik iliği ve genetik değerlen-dirme ile akut promiyelositik lösemi tanısı konuldu. Sitozin arabinozid, idarubisin ve 45 mg/m2 ATRA kombinasyon kemoterapisi ile remisyon indüksiyon tedavisine başlan-dı. Hastada tedavinin 14. gününde yaklaşık 1 cm çapın-da, tabanı eritemli ve ağrısız penil ülser ortaya çıktı (Şekil). Öyküsünde 1 yıldır zaman oral aftlar ve sırt bölgesindeki aknelerden vardı. Hastanı anti- HIV ve VDRL testi negatif-ti. Göz bakısı normaldi. Nötropenik dönemde yapılan Paterji testinde reaksiyon gözlenmedi. Hemafilus dukreyi için kül-türü negatifti. ASCA (Saccharomyces Cerevisiae Antikoru) antikoru negatifti. Almakta olduğu ATRA tedavisi kesildi. Yirminci gününde penil ülser skarla iyileşti.

Sonuçlar: Hastada immunsupresif dönemde ülserinin oluşması, ASCA antikoru negatif olması, ilacı bıraktık-tan sonra iyileşmesi ve skrotum yerine penil ülser olması sebebiyle ATRA ilişkili genital ülser düşünüldü.

Tartışma: ATRA kullanımına bağlı literatürde az sayı-da skoratal ülser gelişimi bildirilmişken bilgilerimize göre penil ülser yayımlanmamıştır. ATRA tedavisi sırasında penil ülser gelişebileceği düşünülmelidir.

Page 17: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

47

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

cisplatin + 5-FU tedavisi verilmişti. Hasta, bu rejimi tole-re edememiş, 3. kürden sonra eylül 2008 tarihinde doce-taxel tedavisi başlanmış ve 8 kür uygulanmıştı. Bu teda-vi boyunca, akciğer lezyonlarının boyutunda artış olma-mıştı. Bununla beraber, mayıs 2009’da, bölgesel laringe-al nüks ve akciğer metastazlarının boyutunda artış sap-tandı. Bunun üzerine nisan 2009 tarihinde gemcitabi-ne tedavisi başlandı. Gemcitabine tedavisinin başlangı-cında, hastanın hemogramı normalken, 5. kürde, dere-ce 4 trombositopeni ve nötropeni saptandı. Tedavi dur-duruldu, fakat 1 ay sonrasında, hasta hala pansitopenik idi. Periferik yaymada, blastik hücreler ve normoblast-lar görüldü. Kemik iliği aspirasyonunda; hücre içeriğinin %31’inin eritroblastlar olduğu görüldü (Şekil). Kemik iliği örneğinin sitogenetik incelemesinde, 7 hücrenin karyotipi normal bulunurken, 8 hücrede rastgele kromozom kayıp-larının olduğu görüldü ve bu durum, daha önce verilen kemoterapötiklerle ilişkili bulundu. Sonuçta, t-AML (akut EL) tanısı konuldu. Hasta, laringeal karsinom açısından durağan hastalık kabul edildiği için, AML-M6 tedavisine başlandı (cytarabine ve idarubicine).

Tartışma: t-AML tanısı, sitotoksik kemoterapi ve/veya RT öyküsüne dayanır. Hastalığın ortaya çıkması için yaklaşık 5 – 7 yıllık bir gizli dönem gerekir (3). Bununla beraber, bizim hastamızda gördüğümüz gibi, t-AML orta-ya çıkışı için gereken süre, 1 yıl kadar kısa da olabilir. t-AML’den özellikle, kemoterapiden sonra görülen sito-peninin süresi uzuyorsa, birincil hastalık tedavisi için geniş alan RT’si, cisplatin, docetaxel gibi sitotoksik ajan-lar verilmişse şüphelenilmelidir. Ek olarak bu vaka, doce-taxel ilişkili EL’nin bildirildiği ilk olgu sunumudur.

Şekil 1. Eritroblastlar

Bildiri: 0353 Poster No: P030

TİROZİN KİNAZ İNHİBİTÖRLERİ VARLIĞINDA PHİLADELPHİA (+) ERİŞKİN AKUT LENFOBLASTİK LÖSEMİDE TEDAVİ SONUÇLARIMIZ: ÖN RAPOR. Nuran Ahu Baysal1, Şahika Zeynep Akı1, Elif Suyanı1, Zeynep Arzu Yeğin2, Zübeyde Nur Özkurt3, Şermin Altındal1, Merih Kızılçakar1, Kadir Acar1, Münci Yağcı1, Gülsan Türköz Sucak1, Rauf Haznedar1. 1Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Hematoloji Bilim Dalı, Ankara, 2Meram Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Konya, 3Kahramanmaraş Devlet Hastanesi, Kahramanmaraş

Amaç: Erişkin akut lenfoblastik löse-mi (ALL) hastaları arasında çok yüksek riskli olarak

yaygın tutulum izlendi. (RESİM 1-2) Hastanın skrotal usg si yapıldı,sol testıste 19x16x24mm boyutlarında kıtlesel lezyon ızlendi. 1. Kür 1. Kol Hyper CVAD tedavisi sonra-sı kemikiliği aspirasyonunda blastik natürde hücre izlen-medi. 3. İntratekal metoteksat sonrası LP de blastları kaybolan hastaya 6 kez intratekal mtx. verilmesine rağ-men SSS tutulum bulguları gerilemedi Testisteki tutulu-muda 1 kür 2 kol Hyper CVAD tedavisine rağmen geri-lemeyen hastanın kranial ve iki taraflı testis ışınlaması yapıldı. Ardından kemoterapisine devam edildi. Yapılan görüntülemelerinde tutulu alanlarda >%50 regresyon izlenmesine rağmen hasta 2. Kür 2 kol tedavi sonrasında septik şok nedeniyle kaybedildi.

Tartışma: ALL atipik prezentasyonla da karşımıza gelebilmektedir. Başta hemogram, PY, LP bakısı normal olmasına rağmen klinik şüphe halinde tetkiklere devam edilmeli görüntülemelerdeki tutulu alanlardan biyopsi yapılarak tanıya gidilmelidir

Şekil 1. Şekil 2.

Bildiri: 0327 Poster No: P029

LARİNGEAL KARSİNOM TEDAVİSİNDEN SONRA ORTAYA ÇIKAN TEDAVİ İLİŞKİLİ ERİTROLÖSEMİ OLGUSU. Anıl Tombak1, Tolga Köşeci1, Alper Ata2, Ebru Serinsöz Pfeifer3, Eyüp Naci Tiftik1. 1Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Hematoloji Bilim Dalı, 2Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, 3Mersin Üniversitesi Patoloji Anabilim Dalı,.

Amaç: Eritrolösemi (EL), eritroblastların baskın olma-sıyla karakterizedir. Nadirdir; tüm akut miyeloid lösemi (AML) vakalarının %2 – 4’ünü oluşturur (1,2). Birincil ola-rak ortaya çıkan akut EL, ikincil vakalardan daha fazla görülür (2). Bununla beraber, sitotoksik ajanlara ve rad-yoterapiye (RT) maruz kalan hastalar, tedavi ilişkili AML (t-AML) gelişimi açısından risk altındadırlar ve EL vakala-rının yarısının t-AML olduğu bildirilmiştir (3,4).

Yöntemler: Kırk dokuz yaşındaki erkek hasta, hema-toloji bölümümüze pansitopeni nedeniyle konsülte edildi (WBC: 840/mm3, Hb: 11,5 gr/dL, plt: 126.000 /mm3). Hastaya, nisan 2008 tarihinde, laringeal skuamoz hüc-reli karsinom teşhisi konulmuştu ve aynı zamanda akci-ğer metastazı saptanmıştı. Radikal boyun diseksiyonu yapıldıktan sonra, adjuvan RT (13x250 Gy), takiben de

Page 18: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

48

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

beraber olan anemi, trombositopeni, şiddetli lökopeni-ye neden olabilir. Diğer toksik etkileri gastrointestinal bozukluk, stomatit, konjonktivit, geri dönüşümlü karaci-ğer enzim yüksekliği, kardiyojenik nedenli olmayan pul-moner ödem ve dermatittir. Bilinen en sık nörolojik tok-sititesi ise serebellar toksisiteye bağlı ataksi ve konuşma bozukluğu şeklinde gözlenir. Serebral toksisite ise nöbet, demans ya da koma şeklinde ortaya çıkabilir. Bu durum intratekal uygulamayı takiben ya da yüksek doz sistemik ilaç verilen, 50 yaş üzeri ve\veya böbrek işlevleri bozul-muş olan hastalarda görülür. Ancak salt kraniyal sinir tutulumuna bağlı nöropatiler pek sık görülmemektedir. Yüksek doz sitrabin tedavisi uygulanan ve nörojenik işit-me kaybı olan bir olgu sunumunu bildirmek istedik.

Yöntemler: 44 yaşında AML-M4\M5 tanılı kadın hastaya idarubisin+sitarabin (“3+7”) tedavisi verildi. Sonrasında yapılan kemik iliği aspirasyon incelemesiy-le tam remisyon olarak değerlendirildi ve idame tedavi-si yüksek doz (3000 mg/m2) sitarabin olarak planlan-dı. 1. kurs yüksek doz sitarabin sonrası işitme güçlüğü şikayeti olması nedeniyle, hasta Kulak Burun Boğaz has-talıkları (KBB) tarafından değerlendirildi. KBB bölümün-ce yapılan odiyometrik tetkiklerde %50 çift taraflı sen-sörinöral işitme kaybı saptandı. Bu dönemde ototoksisi-teye yol açabilecek ilaç veya benzeri bir ürün kullanma-maktaydı. İşitme kaybına serebellar nörotoksik etkileri bilinen sitarabinin neden olabileceği düşünülerek hasta-ya idame tedavisinin %50 azaltılmış doz olarak verilme-si planlandı. Hasta ototoksisite açısından haftalık odiyo-metri takibine alındı. Hastada sitarabinin nörotoksisite-si açısından yapılan serabellar sistem muayenesi nor-mal olarak değerlendirildi. Kraniyal bilgisayarlı tomog-rafisinde lösemik infiltrasyon lehine bulgu saptanmadı. Tedavisinin %50 azaltılmış doz olarak verilmesine rağ-men hastamızın odiyometrik takiplerinde işitme kaybın-da ilerleme saptandı. Hasta ve yakınları ile işitme kaybı ve tedavi olmaması halinde oluşabilecek riskler görüşül-dü. Hastanın %50 azaltılmış sitarabin tedavisine devam edildi. Ancak 3. yüksek doz sitarabine tedavisi sonrasın-da periferik yayma incelemelerinde miyeloblastlara rast-lanması nedeniyle yapılan kemik iliği aspirasyon ve akım sitometri incelemelerinde tedaviye refrakter/nüks olarak değerlendirildi. Hastaya fludarabin, sitarabine ve idoru-bisin (FLAG-IDA) bazlı reinduksiyon tedavisi başlandı. Ancak hasta tedavi sonrası febril nötropeni ve fırsatçı akciğer enfeksiyonu sonrasında hayatını kaybetti.

Sonuçlar: Sitarabinin başta serebellar toksisitesi olmak üzere nörotoksik bir ajan olduğu bilinmektedir. Ancak sitarabine bağlı ototoksitite bilinen bir yan etki olmaması nedeniyle olguyu paylaşmak istedik.

Bildiri: 0287 Poster No: P032

AKUT BİLİNEAL LÖSEMİDE ÖZGÜN BİR TEDAVİ YAKLAŞIMI. Hüseyin Salih Semiz1, Demircan Özbalcı2, Ülkü Ergene2. 1Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, 2Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Manisa

Amaç: Akut Bilineal Lösemi (ABL), tanım olarak iki veya daha fazla fenotipik özellikte blastik hücrelerin yer aldığı ve bu farklı fenotipteki blastik hücrelerin bir kıs-mının myeloid, diğerlerinin lenfoid işaretleri taşıdığı nadir bir lösemi türüdür. Prognozu iyi olmayan bu löse-mi türünde standart bir tedavi önerisi bulunmamaktadır.

Yöntemler: 58 yaşında kadın hasta beş gündür sağ alt ekstremitede tek taraflı ağrı ve şişlik yakınması ile baş-vurdu. Başvurusu sırasında yapılan fizik bakısında ateş,

değerlendirilen Philadelphia (+) (Ph +) ALL’de tirozin kinaz inhibitörlerinin(TKİ) çoklu kemoterapi (KT) protokolleri-ne eklenmesi, tam yanıt (TY) ve sağ kalım oranları üze-rinde önemli gelişmelere neden olmuştur. Bu çalışmada TKI ların tedaviye katılımından sonra Ph (+) ALL tedavisi ile ilgili donörü olan ve olmayan hastalarda tedavi sonuç-larımızın değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu çerçevede Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji B.D.’da takip-li 18 Ph + ALL olgusunun TKI’nin varlığında elde edi-len tedavi sonuçlarının dosya kayıtlarından geriye dönük analiz edilmiştir.

Yöntemler: Ocak 2005- Ağustos 2010 tarihleri ara-sında takip edilmiş18 hasta [12 erkek, 6 kadın; ortan-ca yaş 32 (17- 63 yıl)] analiz edilmiştir. İndüksiyon teda-visine (13 hastada HiperCVAD, diğer 5 hastada CALGB, BFM 95 ve TLG- ALL protokolü kullanılmıştır) TKI’ü 12 hastada eklenmiştir. İndüksiyon tedavisine dirençli kro-nik myeloid lösemiden dönüşüm 1 ALL olgusu hariç 13 hastada [8 hasta 1. moleküler tam yanıt (MTY), 3 hasta 1. hematolojik tam yanıt (HTY), 2 hasta > 1 HTY] tanıdan itibaren ortanca 198,5 gün (79- 1972 gün) sonra HLA tam uyumlu vericiden (13 kardeş, 1 akraba dışı) allojene-ik kök hücre nakli (AKHN) yapılmıştır.

HLA uyumlu vericisi olmadığı için AKHN yapılama-yan, kemoterapi ve TKI’leri ile tedaviye devam edilen 4 hasta 2 erkek [ortanca yaş 32 (20- 44 yıl)] ve 2 kadından [ortanca yaş 54 (53- 55 yıl)] oluşuyordu.

Sonuçlar: AKHN yapılan 14 hasta 10 erkek [ortanca yaş 30 (17- 55 yıl)] ve 4 kadından [(ortanca yaş 26 (21- 63 yıl)] oluşuyordu. AKHN öncesi Sorror komorbidite indek-si % 50 hastada >=3 olarak saptandı. Hazırlama reji-mi olarak 9 hastada TBI/ siklofosfamid (Cy), 4 hastada busulfan/ Cy ve 1 hastada fludarabin/melfalan kullanıl-dı. Hastalara ortanca 4,2 x 106/kg (1,77- 7,62 x 106/kg) CD34+ kök hücre infüze edildi. AKHN sonrası 4 hastada (% 28,5) idame tedavi olarak TKI kullanılabildi. Ortanca 532 gün (113-2888 gün) takip süresi sonunda 4 hasta MTY’da (% 28,6) izlenirken 10 hasta (% 71,4) (4 hasta nüks, 6 hasta nakil ilişkili nedenlerle) öldü.

AKHN yapılamayan hastalarda indüksiyon tedavisi ile 3 hastada TY elde edilirken 1 hasta tedaviye direnç-li idi. Ortanca gün (114- 730 gün) takip süresi sonun-da 3 hastada ilerleyici hastalık saptandı. Ortanca 621,5 gün (197- 1304 gün) takip süresi sonunda 1hasta MTY’da izlenirken 2 hasta hastalık, 1 hasta infeksiyon ilişkili nedenle öldü.

Tartışma: HLA tam uyumlu kardeş vericisi olan Ph (+) ALL hastalarında AKHN 1. TY’da uygulanmaktadır. Myeloablatif hazırlama rejimleri ile nakil ilişkili ölüm oranlarının yüksek olması bu hastalarda yeni tedavi seçeneklerinin oluşturulması gerektiğini düşündürmek-tedir. Hasta sayımızın az olması nedeniyle AKHN ve KT/TKI kullanımı arasında karşılaştırmalı analiz yapılama-mıştır. Ancak TKI tedavisi öncesi döneme göre kök hücre nakli dışındaki tedavi yöntemleri ümit verici olabilir.

Bildiri: 0259 Poster No: P031

SİTARABİNE IKİNCİL OTOTOKSİTİTE: OLGU SUNUMU. Hakkı Onur Kırkızlar, Nurşen Gümüş, Seval Akpınar, Muzaffer Demir. Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, Edirne

Amaç: Sitarabin (1-Beta-D arabinofuranosil sitozin; Ara-C) akut miyeloid lösemi (AML) tedavisinde kullanılan en önemli antimetabolittir. Sitarabin özellikle miyelositer seri üzerine etkili,güçlü bir kemik iliği baskılayıcı ajan-dır. Ani gelişen ve belirgin megaloblastik değişikliklerle

Page 19: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

49

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Hematolojik Malignitelerde Sitogenetik ve Moleküler Biyoloji / Immunofenotipleme

Bildiri: 0396 Poster No: P033

TÜRK POPULASYONUNDA AİLEVİ HEMOFAGOSİTİK LENFOHİSTİYOSİTOZ HASTALIĞINDAN SORUMLU MUNC13-4 GENİNİN MUTASYON SPEKTURUMU. Günay Balta1, Selin Aytaç Elmas1, Şule Ünal1, Bahattin Tunç2, Yıldız Yıldırmak3, Nursel Elçioğlu4, Ünsal Özgen5, Tülin Şaylı2, Ümran Çalışkan6, Mehmet Fatih Azık2, Türkan Patıroğlu7, Duygu Uçkan Çetinkaya1, Mualla Çetin1, Fatma Gümrük1, A. Murat Tuncer1, Aytemiz Gürgey1. 1Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Pediatrik Hematoloji Ünitesi, 2SSK Dışkapı Hastanesi, Pediatrik Hematoloji Ünitesi, 3Şişli Etfal EAH, Pediatrik Hematoloji Bölümü, 4Marmara Üniversitesi, Çocuk Genetik Bilim Dalı, 5İnönü Üniversitesi, Turgut Özal Tıp Merkezi, Pediatri Anabilim Dalı, 6Konya Selçuk Üniversitesi, Pediatrik Hematoloji Ünitesi, 7Erciyes Üniversitesi, Pediatrik Hematoloji Ünitesi

Amaç: Ailevi hemofagositik lenfohistiyositoz (FHL), ülkemizde kalıtsal hastalıklar arasında önemli bir sağ-lık sorunu haline gelen, dünyada nadir gözlenesine kar-şın, akraba evlilikleri nedeniyle neredeyse ülkemize özgü hastalık sayılabilecek sıklıkta gözlenen, otozomal çeki-nik bir immun fonksiyon bozukluğu hastalığıdır. Genetik olarak heterojen olan hastalığın patolojisinden sorum-lu genlerden birinde mutasyon gösterilmesi, tedavi edil-mezse ölümcül bu erken çocukluk çağı hastalığının ayı-rıcı tanısı, uygun şekilde tedavisi ve prenatal tanısı açı-sından hayati öneme sahiptir. Bu çalışmada, Perforin ve Syntaxin 11 genleriyle karşılaştırıldığında, çok daha büyük ve polimorfik olması nedeniyle çalışılması çok daha zor olan Munc13-4 genindeki moleküler patolojile-rin aydınlatılarak, mutasyonların coğrafi bölgelere göre dağılımlarının belirlenmesi ve sonuçta hastalarımıza katkı sağlanması hedeflenmiştir.

Yöntemler: 2004-2010 yılları arasında araştırılmak üzere merkezimize yönlendirilen, aralarında akraba evli-liği olan veya aynı köyden ebeveynlerden gelip, HLH tanı kriterlerini taşıyan 180 muhtemel FHL hastası aile birey-leriyle beraber, Munc13-4 geni açısından haplotip ana-lizine alınmış, homozigot haplotip gözlenen hastalarda genin 32 ekzonunda tek tek direkt DNA dizi analizi yapıl-mıştır.

Sonuçlar: Birbirleriyle ilişkisiz toplam 18 ailede (15 akraba evliliği, 3 aynı köy) 8 farklı homozigot mole-küler patoloji saptanmıştır: Güney Doğu’dan 5, Doğu Anadolu’dan 1 olmak üzere toplam 6 ailede sapta-nan Arg214Ter (R214X) nonsense mutasyonunun, Türk populasyonunda gendeki en yaygın, tüm FHL mutas-yonları içerisinde 3. yaygın mutasyon olduğu anlaşıl-mıştır. Doğu Anadolu’dan homozigot Perforin A91V deği-şimi saptadığımız 1 hastada 2135-2137delTCG deles-yon, Doğu Karadeniz ve ilk kez Kala-azar-FHL birlik-teliği gösterdiğimiz kuzey İç Anadolu’dan birer ailede 627delT çerçeve kayması, Doğu Karadeniz’den ikişer aile-de Arg414Cys (R414C) ve Leu403Pro (L403P) missen-se, İç Anadolu’dan ikişer ailede IVS9+1G>T splicing ve Leu1044Arg (L1044R) missense ve kökeni bilinmeyen 1 ailede Arg1065Ter (R1065X) nonsense mutasyonları sap-tanmıştır.

Tartışma: Bu çalışmada, FHL’den sorumlu Munc13-4 geninin Türk populasyonundaki mutasyon specturumu ilk kez çıkarılabilmiş, nadir bir hastalık olmasına ve tüm

lenfadenopati ve organomegali saptanmadı; sağ alt eks-tremite çapı sola kıyasla artmıştı. Doppler USG ile derin ven trombozu tanısı alan hastanın bakılan hemogramda Hg: 10,5 gr/dl, Htc: 31%, WBC: 102300/μL, Plt: 87000/μL idi. Kemik iliği aspirasyonunda; kemik iliğinde görülen çekirdekli hücrelerin %80’den fazlasını atipik mononükle-er hücreler oluşturuyordu; bu hücreler farklı boyutlarda, dar bazofil sitoplâzmalı, çekirdek kromatin yapısı olgun-laşmamıştı, bazılarında 1-2, hatta 3 çekirdekçik bulun-ması üzerine akut lösemi olarak değerlendirildi. Akım Sitometri’de CD5: %29,CD10: %97,1,CD13: %82,5,CD19: %93,CD19+CD5: %28,9,CD20: %46,1,CD22: %91,CD33: 95,8,CD34: %99,8,CD10+CD19: %67,8,TdT: %86,1 saptandı. Blastlarda myeloid ve lenfoid göstergele-rin eş zamanlı salınımı saptandı. ABL tanısı konarak Vinkristine-Sitarabin-Deksametazon-İdarubisin tedavi-si başlandı. FISH’le bakılan t(9;22)’nin %100 müsbet gelmesi üzerine İmatinib 400 mg/gün tedavisi eklendi. Kemoterapinin 42. gününde Hg: 10,9 gr/dl, WBC: 2800/μL PLt: 93000/μL iken tekrarlanan kemik iliği aspirasyo-nunda blast oranı %5’in altında saptandı. İmatinib teda-visi ile taburcu edildi ancak indüksiyon tedavisi sırasın-da ağır fungal akciğer enfeksiyonu geçirdiğinden konsoli-dasyon tedavisi ertelendi. Taburcu olduktan üç ay sonra Hg: 13,4 gr/dl, WBC: 40100/μL, Plt: 57000/μL saptandı. Yapılan periferik yaymada ve kemik iliği aspirasyonun-da tanı anındakilerle aynı görünümsel özelliklere sahip blastik hücreler saptandı. Relaps ABL tanısı ile FLAG-İda kemoterapisi başlanarak, İmatinib’e devam edildi ancak kemoterapinin 11. gününde WBC: 5600/μL saptan-dı, periferik yaymada görülen hücrelerin tamamı blastik hücrelerden oluştuğu için dirençli ABL tanısı düşünülen hastaya 14.07.2010 tarihinde düşük doz Sitarabin kemo-terapisi başlandı. FISH ile t(9;22) % 92 müspet saptanın-ca 23.07.2010 tarihinde Dasatinib 140 mg/gün başlandı. Kemoterapinin 25. gününde Hg: 9,2 gr/dl, WBC: 400/μL, PLt: 13000/μL idi, bunun üzerine 5-Azasitidin tedavisi başlandı. Kemoterapisinin 7. gününde iken genel duru-mu iyi, fizik bakısı normal olan hastanın kemoterapinin 13. gününde Hb: 10,9 gr/dl, Htc: 31,4 %, WBC: 2600/μL, Neu: 1600/μL, Plt: 133.000/μL saptandı.

Tartışma: Taramalarımızda, İmatinib direnci ile sey-reden ve tedavisi kesilerek Dasatinib verilen; ayrıca Dasatinib ile birlikte 5-Azasitidin tedavisi başlanan olgu-ya rastlanmamıştır. ABL, tanısı ve tedavisi oldukça güç nadir bir lösemi türüdür, kliniğimizde halen takip etmek-te olduğumuz vakamızın tedavi sürecini paylaşmak istedik.

Page 20: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

50

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Bildiri: 0307 Poster No: P035

LÖKOMOGENEZ’DE YENİ BİR YAKLAŞIM OLARAK İFADESİNDE ARTIŞ GÖZLENEN GEN 4 (URG4)’ÜN SİNYAL İLETİM YOLAKLARINDAKİ GEN EKSPRESYONLARI İLE KORELASYONUNUN ARAŞTIRILMASI. Yavuz Dodurga1, Yeşim Oymak2, Cumhur Gündüz3, Lale N Şatıroğlu Tufan4, Canan Vergin2, Nazan Çetingül5, Çığır Biray Avcı3, Nejat Topçuoğlu3. 1Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, Denizli, 2Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesi, Hematoloji ve Onkoloji Bölümü, İzmir, 3Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, İzmir, 4Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Anabilim Dalı, Denizli, 5Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, İzmir

Amaç: Şatıroğlu-Tufan ve arkadaşları tarafından yapılmış olan araştırmada, HBV X proteini varlığın-da ekspresyonunda artış gözlenen özgün-yeni bir gen tanımlanmış ve “Up-Regulated-Gene-4 (URG4)” olarak isimlendirilmiştir. Temel yapı karakterizasyonu yapılan URG4’ün tam sekansının 3.607 kb olduğu ve sitoplazma içinde 922 aminoasit içeren bir protein sentezlediği tespit edilmiştir. Ayrıca URG4’ün 7. kromozomun kısa kolunda (7p13) lokalize olduğu ve daha önce tanımlanan genler ile herhangi bir uyum/homoloji göstermediği bulunmuştur (GeneID: 55665, Entrez Nükleotid ID NM_017920).Yeni onkogen adayı URG4’ün ve hücre döngüsünde rol alan bazı genlerin lökomogenezdeki işlevsel rollerinin RNA ifa-desi düzeyinde kantitatif olarak araştırılması amaçlandı. Elde edilecek bulgular ile klinik olarak anlamlı olabilecek yeni bir gen profil modeli geliştirilmesi ve bunların akut lösemide prognostik önemi araştırıldı.

Yöntemler: Çalışmamıza 0-18 yaş aralığında 36 ALL-AML olgusu (15 prekürsör B-ALL, 10 T-ALL ve 11 AML) ve kontrol grubuna ait 6 kemik iliği aspirasyon örneği ayrıca pozitif kontrol grubuna ait 6 kemik iliği aspirasyon örneği ayrıca pozitif kontrol olarak CCRF-CEM (akut lenfoblas-tik lösemi-T hücre) hücre hattı dahil edildi. RNA izolas-yonundan sonra, RT-PZR reaksiyonunun ilk ürünü olan komplementer DNA sentezi gerçekleştirildi. Sonrasında ilgili reaksiyon karışımları hazırlanarak 96 kuyucuklu mikroplaka ve LightCycler 480 Gerçek zamanlı (RT)-PZR platformu kullanılarak kantitatif analiz yapıldı.

Sonuçlar: Ekspresyon analizleri sonucunda T-ALL grubunda, CHEK1, URG4, CCNG1, CCNC, CDC16, KRAS, CDKN2D; Prekürsör B-ALL grubunda CCND2, ATM, CDK8, CHEK1, TP53, CHEK2, CCNG2, CDK4, CDKN2A, E2F4, CCNC, KRAS; AML grubunda CCND2, CDK6 genlerinde ekspresyon artışları, kontrol grubu olgularına göre anlamlı oldukları saptandı. Risk grup-ları içinde URG4 gen ekspresyonu değerlendirildiğin-de, yüksek risk grubunda URG4 geni 40,44 kat, orta risk grubunda 3,27 kat (p=0,031) ve standart risk gru-bunda 3,28 kat (p=0,008) ekspresyon artışı saptandı. İndüksiyon sağaltımına ilk yanıtları yetersiz olan prekür-sör B-ALL ve T-ALL’li olgularda URG4 geninde 53,29 kat artmış ekspresyon gözlendi. Ancak bu artış olgu sayısı-nın azlığı nedeniyle istatistiksel olarak anlamlı bulunma-dı (p=0.29). İndüksiyon sonunda hala remisyon sağlana-mayan iki olguda bu artış 204,48 kat olarak saptandı.

Tartışma: Bu ön çalışmada çocukluk çağı akut löse-milerinde URG4 geni ve hücre döngüsünde yer alan bazı genlerin lökomogenezde etkinlikleri ve prognoz ile ilişki-leri araştırıldı. Lökomogenez ile ilişkili gen profillerinin ve bunların prognoz ile ilişkilerinin saptanması risk grup-

çalışma zorluklarına rağmen 18 FHL ailesindeki patoloji-den 8 farklı mutasyonun sorumlu olduğu tesbit edilebil-miştir. Araştırma sonuçlarından, Munc13-4 gen mutas-yonlarının ülkemizde Perforin’den sonra ikinci sıklıkta gözlendiği, mutasyon spectrumunun diğer FHL genleri-ne göre daha heterojen olduğu, özellikle Doğu Karadeniz bölgesini de içine alan daha geniş bir coğrafyada dağı-lım gösterdiği, belli mutasyonların belli coğrafi bölgeler-de gözlendiği ve bir mutasyonun ülkemizde yaygın olduğu anlaşılmış ve böylece ailelerin önce geldikleri, sonra çevre bölgelerdeki yaygın mutasyonlar açısından araştırılarak, hastaya katkı sağlayabilecek bir süre içerisinde sonuç alınabilmesi olanağı doğmuştur. TUBİTAK (105S386-3193) ve TUBA desteklemiştir.

Bildiri: 0202 Poster No: P034

YÜKSEK ÇIKTILI FISH PANELİ (HIGH – THROUGHPUT FISH ANALYSIS) ANALİZLERİ: HEMATOLOJİK MALİGNİTE ANALİZİNDE HASSAS YENİ BİR TARAMA SEÇENEĞİ. Hakan Savlı, Nilüfer Üzülmez, Deniz Sünnetçi, Esen Gümüşlü, Buket Engüzel, Seda Eren, Zeynep Ünal, Duygu Yavuz, Ramiz Akkoyunlu, Naci Çine. Kocaeli Üniversitesi Tıp fakültesi, Tıbbi Genetik Ana Bilim Dalı, Kocaeli

Amaç: Hematolojik maligniterin tanısınıda bakteri yapay kromozomu (BAC) kullanılarak geliştirilmiş çoklu problar hedef genlerdeki genomik değişikliklerin bulun-masını ve haritalanmasını kolaylaştıran yeni bir tanı yak-laşımıdır. Bu yöntemle, konvansiyonel tekniklerden fark-lı olarak birden çok delesyon-duplikasyon bölgeleri aynı anda taranabilmekte ve hematolojik bir yaklaşım sağla-maktadır. High-Throughput FISH Analises platformları hematolojik malignitelerle ilişkili somatik kromozomların 31 bölgesini içermektedir.

Yöntemler: Bu çalışma kapsamında Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Polikliniği’nden lösemi ön tanısıyla gönderilen 4 olgu analiz edildi. Protokole göre lekelenen DNA örnekleri High-Throughput FISH Analises (BlueGnome Ltd, Cambridge, UK)platform-ları ile hibridize edildi ve taranarak (Agilent Microarray Scanner; Agilent Technologies, Palo Alto, CA) BlueFuse Multi v2.1 yazılımı (BlueGnome Ltd, Cambridge, UK) yar-dımıyla analiz edildi.

Sonuçlar: Elde edilen verilere göre bir hastada, 5(q21.2)-q33.3) bantları arasında 55,414,419.5 bp boyut-larında bir delesyon varlığı saptanmıştır. Bir hastada 7(p22.3-q31.3) bantları arasında 118,801,746.5 bp boyu-tunda, 7(q31.3-q35) bantları arasında 17,543,770.0 bp boyutunda, 7(q35-q36.3) bantları arasında 11,622,058.0 bp boyutunda olmak üzere 3 delesyon varlığı saptanmış-tır. Bir diğer hastada 3q11.2 bölgesinde 558,808.5 bp boyutunda duplikasyon varlığı saptanmıştır. Bir olguda bu panele yönelik bir değişiklik izlenmedi.

Tartışma: Sonuçlanan iki olgu Klinik Hematoloji Anabilim Dalı, tarafından AML-MDS ayrıcı tanısında kul-lanılmış ve verdiğimiz sonuca göre iki hastanın tanı ve tedavileri şekillenmiştir. Elde ettiğimiz ön bulgular BAC tabanlı çoklu FISH arraylerinin hematolojide etkin ve hızlı bir şekilde uygulanabileceğini göstermektedir.

Page 21: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

51

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Kromozom 13 FISH çalışması (In situ)

Şekil 1. Del 13/Monosomi 13

MM Karyotip (Olgu RO)

Şekil 2. Kompleks Anomaliler

MM Karyotip 1 (Olgu FC)

Şekil 3. Kompleks Anomaliler

Bildiri: 0498 Poster No: P037

OVERDE GÖRÜLEN FOLİKÜLER LENFOMA OLGULARININ KLİNİKOPATOLOJİK ÖZELLİKLERİ. Nazan Ozsan1, Brent Bedke2, Mark E. Law2, Gary L. Keeney2, Ahmet Dogan2, Andrew L. Feldman2. 1Ege Üniversitesi Patoloji Anabilim Dalı, İzmir, Türkiye, 2Department of Laboratory Medicine and Pathology, Mayo Clinic, Rochester, MN, USA

Amaç: Overde görülen lenfomaların büyük kısmı B hücre fenotipindedir; bunlar arasında en sık rastlanan tipler Burkitt lenfoma ve diffüz büyük B hücreli lenfo-madır. Overde folliküler lenfoma oldukca nadir görülür

larının daha net belirlenmesini sağlarken ayrıca bunlara yönelik hedef sağaltımları gündeme getirecektir.

Bildiri: 0517 Poster No: P036

MULTİPL MYELOMA HASTALARINDA MOLEKÜLER SİTOGENETİK (FISH) VE SİTOGENETİK ANALİZ SONUÇLARI: TEK MERKEZDEN 106 HASTANIN VERİLERİ. Gönül Ogur1, Fatma Ekici1, Hilmi Atay2, Feride Duru3, Ümmet Abur1, Mehmet Turgut2. 1Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Anabilim Dalı, 2Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Tıp Fakültesi Hematoloji Anabilim Dalı, 3Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji Bilim Dalı,

Amaç: Multiple myeloma, kemik iliğinde plasma hüc-relerinin kontrolsüz çoğalımı temelinde gelişen bir kemik iliği neoplazisidir. Hastalığın denetimi ve tedavisinde genetik değişikliklerin belirlenmesi prognostik bir önem taşımaktadır. Bu nedenle MM lu hastalarda sitogenetik ve moleküler sitogenetik çalışmaların (FISH) rutin ola-rak uygulanmasının önemi giderek artmaktadır. Bu çalış-mamızda Multiple Myeloma tanısı ile merkezimize refe-re edile 106 hastanın FISH ve konvansiyonel sitogenetik analiz sonuçlarını sunmaktayız

Yöntemler: FISH çalışmaları için tüm hastalarda, kro-mozom 13 (13q14; 13q34), kromozom 17p ve kromozom 11q ile ilgili problar [P53(17p13.1) ve ATM (11q 22.3)] kullanıldı. Yine tüm hastalarda en az 2 farklı yöntem-le (Direkt/24 st. inkübasyon) konvansiyonel sitogenetik analiz gerçekleştirildi.

Sonuçlar: Hastaların yaş ortalaması 64, yaş sını-rı 36-83 yıl idi. Hasta grubunun 51 i kadın 55 i ise erkek idi. 106 olgunun 47 sinde (%44.4) FISH ile patolo-jik sonuç elde edildi. Bunlardan %80.9 u (38 olgu) kro-mozom 13 delesyonlarını (del 13q14 ve/veya del 13q34), yaklaşık %20 si ise p53 delesyonları ve ATM değişiklik-lerini yansıtmakta idi (Şekil1). 2 olgu dışında tüm hasta-larda (%98) karyotip elde edildi. 61 olguda (%57.6), kro-mozom anomalisi gösterildi. Bunların hemen tümü yapı-sal kromozomal anomalilerini içermekte idi [del(13q), Y kromozom eksikliği, del(6q), kromozom 1p, 1q, 3p, 3q, 4q, 5p, 7q, 11q, 14q, 15, 17p,19q ve Xq ile ilgili kompleks anomaliler](Şekil 2 ve 3). %12 sinde kompleks yapısal anomalilere, öncelikli olarak hiperdiploid, daha az oranda ise hipodiploid klonlar eşlik etmekte idi. Kompleks kro-mozom anamalisi olan ve hiperdiploid klonlar yansıtan 7 olgudan 3 ünün, excitus olduğu öğrenildi (%43).

FISH ve sitogenetik analiz sonuçları karşılastırıldığın-da 33 patolojik FISH olgusunda karyotipin normal oldu-ğu, 16 olguda ise FISH normal olduğu halde karyotipin patolojik olduğu belirlendi. 12 olguda ise her 2 analiz de patolojik idi.

Tartışma: Multiple Myelomalı hastaların tümünde, gerek sitogenetik gerekse FISH panellerinin hasta taki-bindeki etkin rolleri nedeni ile, rutin uygulanması gerek-tiği kanısındayız.

Page 22: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

52

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

hücre sayısı artışı aferez yöntemiyle yeterli miktarda kök hücre toplanmasına olanak tanır. Ancak olguların %10-30’unda yeterli miktarda kök hücre toplanması başarıla-mamaktadır. Bu durumu olgu ve olguyla ilişkili çok çeşit-li faktörler etkileyebilmektedir. Bu çalışmada bazal CD34 pozitif hücre sayısı ile mobilizasyon başarısı arasında bir ilişki olup olmadığı araştırılmıştır.

Yöntemler: Ekim 2009-Haziran 2010 dönemleri ara-sında periferik kök hücre mobilizasyonu öncesi 35 olgu-nun bazal CD34 değerine bakıldı. CD34 tayini FacsCalibur model akım sitometri cihazı (Becton Dickinson, CA, USA) kullanılarak BD Stem Cell Enumeration kiti ile yapıldı. Olguların 7’u kadın, 28’i erkek olup 17’i multiple miyelo-ma, 10’i NHL ve 8’i hodgkin lenfoma tanısı ile izlenmek-teydi. Olguların 8’u bir basamak, 23’ü iki basamak, 4’ü üç ve daha fazla basamak kemoterapi protokolü almıştı. Olguların 8’i sınırlı alan radyoterapi almıştı. Mobilizasyon rejimi olarak G-CSF (filgrastim 10 μg/kg/gün) veya siklo-fosfamit (4g/m2/gün) +G-CSF verildi.

Sonuçlar: Olguların bazal CD34 pozitif hücre değeri ortanca 1,68/μL (Aralık: 0,05–4,6/μL) tespit edildi. Bazal CD34 pozitif hücre değerlerine göre 3 gruba ayrılan olgu-ların bazal periferik kan CD34 pozitif hücre sayısı, işlem başına toplanan CD34 pozitif hücre sayısı ve ürün top-lam CD34 pozitif hücre sayıları Tablo-1’de özetlenmiştir.

Tartışma: Bazal çevresel kan CD34 pozitif hücre >3/μL üzerinde olanlarda hem işlem başına ürün CD34+ hücre sayısı hem de ürün toplam CD34 pozitif hücre sayısı daha fazla elde edilmektedir. Bu nedenle bazal çev-resel kan CD34 pozitif hücre düzeyi mobilizasyon başarı-sını öngören yeni bir belirteç olarak kullanılabilir. Ancak, mobilizasyon başarısına birçok faktör etki etmektedir. Bu nedenle bu ön sonuçların daha standardize edilmiş ve daha fazla sayıda hastayla yapılan çalışmalarla doğru-lanmasına ihtiyaç vardır.

Tablo-1. Bazal CD34+ hücre değerlerine göre işlem özellikleri

Grup N Bazal çevresel CD34+ hücre

sayısı (μL)

Ürün CD34+ hücre sayısı

(x106/kg)İşlem başına

Ürün CD34+ hücre

sayısı (x106/kg)Toplam

İşlem sayısıOrtanca (aralık)

I 15 0,46(0,05-1) 1,78 3,21 2 (1-4)

II 14 1,9 (1.01-3,0) 3,44 4,35 2 (1-3)

III 6 3,6 (3.01-4,6) 5,10 5,75 1 (1-2)

Bildiri: 0156 Poster No: P039

AKTİVASYON İLE UYARILAN SİTİDİN DEAMİNAZIN TRANSKRİPSİYON SEVİYESİNDE ANTİFOSFOLİPİD SENDROMUNA KATKISI. Veysel Sabri Hançer1, Tuğba Varlık1, Murat Büyükdoğan2, Tuncay Altuğ1, Reyhan Küçükkaya3. 1İstanbul Bilim Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Ve Genetik Anabilim Dalı, 2Gayrettepe Florence Nightingale Hastanesi, Genetik Hastalıklar Tanı Merkezi, 3İstanbul Bilim Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı

Amaç: Antifosfolipid sendromu (AFS), arteriyel ve venöz tromboz eğilimi, tekrarlayan düşükler ve antifosfo-lipid antikorlarının varlığı ile karakterizedir. Sendromun patogenezi tam olarak aydınlatılamamakla beraber, kli-nik tablodan negatif yüklü fosfolipidler ve fosfolipid-protein komplekslerine karşı oluşmuş olan antifosfoli-pid antikorlarının (lupus antikoagülanı, antikardiolipin antikorları ve anti-β2 glikoprotein-I antikorları) sorumlu olduğu düşünülmektedir. Aktivasyon ile indüklenen siti-din deaminaz (AID), antikor dağarcığının çeşitlenmesinde

ve klinikopatolojik özellikleri tam olarak ortaya konmuş değildir. Bu çalışmanın amacı ilk olarak overde tanı alan folliküler lenfoma olgularının klinik, morfolojik, immuno-fenotipik ve genetik özelliklerini araştırmaktır.

Yöntemler: Bu çalışmaya Mayo Clinic, Rochester, MN Patoloji Bölümü arşivinde ilk tanısını over materyalinde almış 16 folliküler lenfoma olgusu dahil edilmiştir. Klinik bulgular incelenmiş. morfolojik özellikler tekrar değerlen-dirilmiş, olgulara ait parafin bloklardan elde edilen kesit-lerde CD20, CD3, CD10, Bcl2 ve Bcl6 antikorları kulla-nılarak immunhistokimyasal inceleme ve LSI IGH/BCL2 dual color dual füzyon probu, BCL6 ve BCL2 için LSI dual color break-apart probları kullanılarak interfaz floresan in situ hibridizasyon (FISH) incelemeleri yapılmıştır.

Sonuçlar: Hasta yaşları 38-73 (ortalama 58) arasında değişmektedir. Evre IE olarak belirlenen dört olguda tek taraflı over tutulumu saptanmıştır. Evre IIE olarak değer-lendirilen üç olguda heriki over tutulumu yanısıra birin-de omentum, diğerinde tuba uterina, üçüncüsünde ingu-inal lenf nodülü infiltrasyonu bulunmuştur. Altı hasta-nın tanı anında ileri evre hastalığa sahip olduğu görül-müştür. Tek over tutulumu ile giden yedi olguda (Evre 1 olguların tümü ve klinik evreleme bilgisine ulaşılamayan üç olgu) WHO grade 3a olup diğer olgular grade 1 ya da 2 olarak saptanmıştır. Olguların tümü CD20 ve Bcl6 pozitif bulunmuştur. CD10 ve Bcl2 EvreIE olan dört olguda ve tek overe sınırlı diğer üç olguda negatif saptanmış, bun-ların dışındaki olgularda pozitif bulunmuştur. FISH ile olguların yedisinde IGH/BCL2 füzyon (tümü Evre II-IV) bulunmuş, IGH/BCL2 pozitif olguların ikisinde ayrı-ca BCL6 rearanjmanı saptanmıştır. Olguların tümün-de ooferektomi uygulanmış olup, bilgisine ulaşılan olgu-lardan 11 hastada kemoterapi ve/veya radyoterapi (RT) uygulanmış, bir hastaya sadece RT verilmiş, Evre IE olgu-ların ikisinde ek bir tedavi verilmemiştir. İzlem bilgisine ulaşılan olgularda, 6 ay ile 14 yıl arasında değişen izlem sonuçlarına göre, üç olgu (tümü Evre III/IV) tanıdan 3, 6, 7 yıl sonra hastalık nedeniyle ex olmuş, üçünün has-talıklı olarak, yedi olgunun hastalıksız olarak yaşamakta olduğu saptanmıştır.

Tartışma: Olguların daha büyük kısmının ileri evre hastalığa sahip olduğu görülmüştür, bu olguların tümü Bcl2 pozitif olup, histolojik derecesi düşük olan (WHO Grade I-II) olgulardır. Tek over tutulumlu, dördü Evre I olduğu bilinen yedi olgunun tümünün, yüksek histo-lojik evre yanısıra immunhistokimyasal olarak CD10 ve Bcl2 negatif, IGH/BCL2 füzyon açısından negatif olduk-ları saptanmıştır. Bu ikinci grup olgunun, yüksek histo-lojik grade/ erken klinik evre birlikteliği gösterdiği bildi-rilen diğer ekstranodal folliküler lenfoma olguları ile ben-zer immünolojik ve biyolojik karakteristikleri içerebilece-ği sonucuna varılmıştır.

Bildiri: 0316 Poster No: P038

MOBİLİZASYON BAŞARISINI ÖNGÖREN YENİ BİR BELİRTEÇ: BAZAL ÇEVRESEL KAN CD34 POZİTİF HÜCRE DÜZEYİ - ÖN SONUÇLAR. Çiğdem Sönmez, Arzu Yurtcu, Mevlüde Kurdal, Funda Aydın, Fatma Özgür, Ayşegül Tetik, Itır Demiriz, Hülya Arslan, Meltem Yüksel, Emre Tekgündüz, Fevzi Altuntaş. Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kök Hücre Nakli Merkezi ve Hematoloji Laboratuvarı Ankara

Amaç: CD34 pozitif erken progenitör hücreler çevre-sel kandaki çekirdekli hücrelerin %0,06’sını oluşturur. Büyüme faktörü ve/veya kemoterapi gibi mobilizasyon rejimleri sonrası çevresel kanda CD34 pozitif progenitör

Page 23: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

53

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

referans alınarak hesaplama yapılmıştır. Hematopoetik hücrelerin >%95 üzerinde verici tipinde olması tam kime-rizm, %5-95 arasında verici tipinde olması karma kime-rizm, <%5 altında verici tipinde olması ise engraftman yetmezliği olarak tanımlanmıştır. Karma kimerik yapı gözlenen olgularda donör lenfosit infüzyonu (DLI) proto-kolü uygulanmıştır. DLI işlemine 1x10E7 CD3+ hücre/kg infüzyonu ile başlanıp yanıta göre 28 günde bir (1/2 log) donör T hücre miktarı artırılmaktadır.

Sonuçlar: AHKN sonrası kimerizm takibi yapılan olgu-ların sonuçları Tablo-1’de özetlenmiştir. Karma kimerik yapı gözlenen iki hastaya DLI yapılmıştır. Bu iki olguda da 28 gün arayla yapılan 2 DLI işlemi sonrası tam kime-rik yapı (1. olgu %56-%96, 2.olgu %72-%96) elde edil-miş olup hematolojik tam remisyonda takip edilmekte-dir. Kimerizm analizinde tam kimerik yapı gözlenmesi-ne rağmen 2 ALL olgusunda da hematolojik aktif hasta-lık saptanmıştır.

Tartışma: AHKN sonrası önemli takip parametrele-rinden biri de kimerizm analizidir. Tedavi başarısı, yeni tedavi kararı ve prognoz hakkında önemli bilgiler verebi-lir. DLI kararı ve takibinde çok önemlidir. Tam kimerik yapı olmasına rağmen bazı olgularda hematolojik aktif hastalık olabilmektedir. Bu nedenle kimerizm sonuçla-rı diğer klinik bulgular ile birlikte dikkatli yorumlanma-lıdır. Sonuç olarak kök hücre nakil üniteleri ile kimerizm laboratuarlarının ortak çalışması, sonuçların kısa süre-de alınması ve birlikte yorumlanması ve takibi rasyonel kimerizm tabanlı tedavi planlamasına olanak verecektir.

Tablo 1. Allojenik KHN sonrası kimerizm sonuçları

n=41 +30. gün +60. gün +90. gün +180. gün +1. yıl

Median %98 %95 %95 %98 %98

Aralık %96-100 %56-100 %72-100 %96-100 %96-100

Bildiri: 0453 Poster No: P041

MİKROSİTER ANEMİ, RİNGSİDEROBLAST İLE KARAKTERİZE REFRAKTER ANEMİ (RARS) VE KRONİK MYELOSİTER LÖSEMİ(KML). ÜÇ FARKLI HASTALIK MI YOKSA TEK Mİ ? BİR OLGU SUNUMU. Özden Özer1, Işınsu Kuzu2, Klara Dalva3, Mutlu Arat4. 1İstanbul Patoloji Grubu, 2Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, 3Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Anabilim Dalı, 4Şişli Florence Nightingale Hastanesi Hematoloji

Amaç: Miyelodisplastik sendrom (MDS) ve kronik miyeloproliferatif neoplazi (KMN) zıt biyolojilerde iki olu-şumdur. İleri evre KMN `de matürasyon anomalile-ri eklenmekte, sitomorfolojik displazi gelişebilmektedir. MDS ile benzeşen bu evreler aynı hastalığın farklı fazla-rı olduğunu yansıtan “ hızlanmış (akselere) faz”, “tüken-me (spent) fazı” terimleri ile tanımlanmaktadır. MDS`den KMN gelişimi rasyonel biyoloji ile örtüşmeyen, genelde görülmeyen bir durumdur. Burada, makrositer anemi ile başvuran, üç yıl RARS tanısı ile takip edilen, EPO + G-CSF tedavisi ardından, BCR-ABL+ kronik miyelosi-ter lösemi (KML) ve mikrositer anemi gelişen yetişkin bir hasta sunulmakta, bu hastalıklar arasındaki genetik, biyolojik ilişki sorgulanmaktadır.

Yöntemler: İzole makrositer anemi ile başvuran 60 yaşında erkek hastada, 2007 yılında kemik iliği biyop-sisinde, RARS tanısı konmuştur. Konvansiyonel sitoge-netik analizde normal karyotip bildirilmiştir (IPSS düşük risk). Üç yıl tedavisiz izlenen hastaya, derinleşen anemi

rol alan 3 reaksiyon için gereklidir. Bunlar Somatik hipermutasyon (SHM), sınıf çevrim rekombinasyonu (CSR) ve gen dönüşümü’dür. AID’in Ig dışı genlerde de DNA hasarı oluşturma ve genom stabilitesini bozma ola-sılığı vardır. Ig genleri SHM geçirirler, fakat bazı istisna-lar dışında mutasyon geçiren hücrelerdeki diğer genle-rin çoğu bundan korunur. Bu genlerin SHM’den korunu-şunun, AID’in düzenlenmiş olmasına bağlı olduğu görül-mektedir. Çünkü aşırı AID sunumu normal B hücrele-rinde SHM gelişmeyen birkaç gende mutasyona neden olmaktadır. Bir çalışmada, AID-/- farelerde dalağın büyüdüğü ve IgM miktarında artış olduğu gösterilmiştir. Çalışmamızda, AID gen ekspresyonunun AFS’ye katkısı-nın varlığı araştırıldı.

Yöntemler: 100 AFS hastası ile 100 sağlıklı erişkin bireyden alınan kan örneklerinden periferik mononük-leer hücreler izole edilip, bu hücrelerden total RNA ayı-rımı gerçekleştirildi. cDNA sentezlenip, hedef gen AID ve referans gen hipoksantin fosforibozil transferaz (HPRT1)’e özgü tasarlanan primer ve problar kullanılarak nicel ger-çek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu (Q RT-PCR) ger-çekleştirildi.

Sonuçlar: Pfaffl hesaplaması ile AFS hastalarındaki hedef gen olan AID’in ortalama mRNA miktarının, sağlıklı erişkin gruptakinin yarısı kadar olduğu saptandı.

Tartışma: AID miktarı, AFS olgularında normalle-rin yarısı kadar olup, hastalık progresyonu ile ilgili bir parametre olabileceği yönünde bulgular elde edilmiştir. Miktar azlığı, otoantikor gelişimini destekliyor görünmek-tedir. Daha geniş serilerde uzun süreli takipler ve çok yönlü analizlerle önemi gösterilebildiği takdirde, sade-ce QRT-PCR ile tetkik edilebiliyor olması nedeniyle klinik kullanımda yararlanılacak bir parametre olabilir.

Bildiri: 0306 Poster No: P040

ALLOJENİK KÖK HÜCRE NAKLİ SONRASI STR İLE KİMERİZM ANALİZİ VE KLİNİK SONUÇLARI: ANKARA ONKOLOJİ HASTANESİ KÖK HÜCRE NAKLİ MERKEZİ DENEYİMİ. Mevlüde Kurdal, Emre Tekgündüz, Çiğdem Sönmez, Meltem Yüksel, Fevzi Altuntaş. Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kök Hücre Nakli Merkezi ve Hematoloji Laboratuvarı, Ankara

Amaç: Son yıllarda hematoloji ve kök hücre çalış-malarında moleküler tekniklerin sayısı ve önemi hızla artmaktadır. Bunlar arasında yer alan Short Tandem Repeats (STR) analizleri ile allojenik hematopoetik kök hücre nakli (AHKN) sonrası kimerizm analizi, dünya-da giderek artan sayıda merkez tarafından uygulanır hale gelmiştir. Ünitemiz Hematoloji-Moleküler Genetik Laboratuarında STR ile kimerizm analizi yapılan 41 olgu-nun verileri geriye dönük olarak analiz edildi.

Yöntemler: Kimerizm işlemi için AKHN öncesinde veri-ci ve hastanın DNA’ları izole edilerek nakil öncesi pro-fil elde edildi. Nakil sonrasında +30.gün, +60.gün, +90.gün, +180.gün ve 1.yılda hastanın profili değerlendiril-di. Verici ve hasta hücrelerinin ayırımında bilgilendiri-ci genetik belirleyicilerden (Allelic Ladder) yararlanıldı. Kullanılan optimal DNA miktarı 0,5-1 ng arasında idi. Ünitede ABI 310 Genetic Analyzer cihazinda AmpFISTR Idendifier PCR Kiti kullanılmakta ve 16 bölge (CSF1PO, D2S1338, D3S1358, D5S818, D7S820, D8S1179, D13S317, D16S539, D18S51, D19S433, D21S11, FGA, TH01, P0X T, vWA) taranmaktadır. STR (GeneScan) ile yapılan kimerizm değerlendirmelerinde, fragment anali-zi ABI GeneMapper v4.0 analiz programı ile otomatik ola-rak yapılarak ve “Leukemia 2001; 15: 303–306” makalesi

Page 24: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

54

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

hepatosplenomegali saptanmış, ek organomegali saptan-mamıştır. Kemik iliği biopsisi, yaygın retikülin fibrozisi zemininde, bol miktarda ekstravaze eritrositin eşlik etti-ği, difüz paternde, berrak, geniş sitoplazmalı, CD20+ B hücreli lenfoid infiltrasyon sergilemiştir. Aspirat, fibro-zis sebebiyle çok düşük selülariteye sahip olmasına rağ-men, yaymalarda geniş sitoplazmalı, tüyümsü sitoplaz-mik membran çıkıntılarına sahip, atipik lenfoid hücrelere rastlanmıştır. Aspiratta çalışılan akımsitometrik immün-fenotiplemede, analiz edilen hücrelerin %35`ini oluştu-ran, B hücre markerları CD19,CD22,CD20, parlak (+), CD10+, CD5-, CD103+, CD11c+, IgD+, FMC7+, yüzey Ig lambda hafif zincir +/monoklonal B hücreli lenfoid proli-ferasyon saptanmıştır. Biopside TRAP (+)`tir.

Sonuçlar: CD10 (+)`liği THL`de alışılagelmedik bir bulgu olmasına rağmen, morfolojik ve diğer immünfenoti-pik bulgular nezdinde THL tanısına ulaşılmıştır. Tanıdan bu yana bir ay geçmesine rağmen, ülkemizin en büyük metropolünde hematoloji yatağı bulunamadığı için henüz cladribin tedavisine başlanamamıştır.

Tartışma: Foliküler lenfoma, olguların %50`sinde CD10 (-) olmasına rağmen, diğer %50`sindeki CD10 (+)`liği sebebiyle olgun B hücreli neoplaziler içinde, CD10 ekspresyonu ile ilişkilendirilmektedir. THL`yi diğer olgun lösemilerden nisbeten en kuvvetle ayıran CD103 birçok kurumda rutin panelde çalışılmadığından, buna kar-şın CD10 sıklıkla rutin panellerde yer aldığından, bu tip bir olgu, sadece immünfenotip nezdinde yanlış bir şekil-de Foliküler lenfoma ile uyumlu olarak yorumlanabilir. CD10 ekspresyonu THL`de ileri derece nadirdir, prognos-tik değeri ortaya konmamıştır. Cladribine iyi yanıt verme-si, tedavisinin farklı olması sebebiyle, foliküler lenfoma-dan ayrımı ileri derece önemli olan bu örnek THL olgusu, hematolojide tanıya sadece destek analiz verilerine daya-narak ulaşılmaması, morfolojik bulgular ile korelasyon içinde tanı konmasının önemini vurgulayan bir örnektir.

Bildiri: 0223 Poster No: P043

İYONİZAN RADYASYONA MARUZ KALMIŞ LÖSEMİLERİN SİTOMORFOLOJİK, İMMÜNOKİMYASAL VE MOLEKÜLER BİYOLOJİK ÖZELLİKLERİ. Hakan Savlı1, Naci Çine1, Daniel F. Gluzman2, Deniz Sünnetçi1, Liliya M. Sklyarenko2, Valentina A. Nadgornaya2, Michael P. Zavelevich2, Stella V. Koval2. 1Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Ana Bilim Dalı, Kocaeli, Türkiye

2R.E. Kavetsky Deneysel Patoloji Onkoloji ve Radyobiyoloji Enstitüsü, Kiev, Ukrayna

Amaç: Çernobil kazasından sonra iyonizasyonlu rad-yasyonun Türkiye’de ve Ukrayna’da lösemi insidansını arttırması beklenmektedir. Uzun dönem iyonizasyonlu radyasyon maruziyeti sonucunda lösemi ve malign lenfo-maların çeşitli biyolojik formlarında rol oynayan genlerin ekspresyonları hakkında çok az bilgi bulunmaktadır. Bu araştırmanın amacı, uzun süre iyonizasyonlu radyasyon maruziyetinin B-KLL gelişim mekanizmalarındaki rolünü açıklığa kavuşturmaktır.

Yöntemler: Kan örnekleri 40 B-KLL hastasından 2008-2009 yılları arasında Kavetsky Enstitüsü’nde top-landı. Tanı için sitomorfolojik, sitokimyasal, immünosito-kimyasal araştırmalar 9 altgruba (Akut Myeloid Lösemi, Kronik Myeloid Lösemi, Akut Lenfositik Lösemi, Kronik Lenfositik Lösemi, Hairy Cell Lösemi, Multipl Myelom, Hodgkin Lenfoma, Non- Hodgkin Lenfoma, nadir mye-loproliferatif hastalıklar) göre Ukrayna’da gerçekleşti-rildi. RNA izolasyonları ve 7 genin (BCL2, BAX, FAS1,

nedeni ile EPO-G-CSF uygulanmış, 50k/ul seviyesine ulaşan, granülositer lökositoz gelişmiştir. Kemik iliğinde FISH ìle %100 t(9;22) (+)`liği saptanmış, Ph+ KML (Sokal ve Euro orta risk) tanısı konarken sayısız halka şeklin-de sideroblastın sebat ettiği saptanmıştır. 2007`de don-durulan kemik iliği aspiratında FISH ile t(9;22) (-) bulun-muştur. MDS`de tipik olarak normokrom ya da makro-siter olan aneminin olguda mikrositer anemiye dönüş-mesi (77fl) kongentinal hemoglobinopati aleyhine olmak-la birlikte, Hb A2`nin de düşük çıkması sebebiyle hasta alfa talasemi açısından taranmış, PCR ile genomik DNA bazında mutasyon saptanmamıştır. Demir tetkikleri nor-mal sınırlardadır. Hastada 400 mg imatinib ile molekü-ler tam yanıt alınmasına rağmen Gr4 hematolojik toksisi-te gelişmiş, EPO ve 300mg İmatinib ile devam edilmiştir. Bu tedavi altında da transfüzyon bağımlılığı devam etmiş ve takiben sitogenetik relaps gelişmiştir. Tekrarlanan kemik iliği biyopsisinde RARS devam etmekte, Ph+ dışında ek sitogenetik anomali gelişmediği anlaşılmıştır. Hasta Nilotinib 2x200mg ile allojeneik hematopoietik kök hücre transplantasyonuna yönlendirilmiştir, transfüzyon bağımlılığı devam etmektedir.

Sonuçlar: Mikrositer anemi, MDS ve KML aynı has-tada mevcuttur.

Tartışma: Miyeloid seriye ait iki neoplaziye aynı has-tada ardışık tanı konulması aralarında klonal ilişki olup olmadığını sorgulatmaktadır. RARS tanısının konduğu zaman t(9;22)`nin (-) oluşu nezdinde hastada iki fark-lı klonun varlığı, RARS ve KML - iki ayrı primer hastalık olarak yorumlanmıştır. Higgs ve ark. (*), MDS`de, genetik bilginin protein seviyesine aktarılmasında yer alan, üre-timden sorumlu mekanizmalardaki anomalilerin MDS`de izlenebilen mikrositik anemiden sorumlu olduğu gös-termiştir. MDS zemininde kazanılmış talasemi olasılığı-nın mikrositozdan sorumlu olduğu sonucuna varılmıştır. Olguda allojeneik HHN ile iki farklı hematolojik neoplazi-de küratif yaklaşım hedeflenmiştir. *Higgs et al. Acquired alpha Thal in MDS. Blood 15.01.2006 V 105 N2

Bildiri: 0473 Poster No: P042

TÜYLÜ HÜCRELİ LÖSEMİDE CD10 EKSPRESYONU. TANIDA, AKIMSİTOMETRİK İMMÜNFENOTİPLEME VE MORFOLOJİK DEĞERLENDİRMENİN YERİ. BİR OLGU SUNUMU. Özden Özer1, Leyla Tarhan2, Cem Ar3, Güven Çetin3, Şebnem İzmir Güner4. 1İstanbul Patoloji Grubu, 2İstanbul Laboratuarları, 3İstanbul Eiğitim ve Araştırma Hastanesi Hematoloji, 4Medical Park Bahçelievler Hastanesi, Hematoloji Bölümü

Amaç: Tüylü hücreli lösemi (THL), tipik olarak sple-nomegali, kemik iliği tutulumu ile ortaya çıkan, löko-sit değerlerinin tipik olarak normal ya normalin altında olduğu bir entitedir. Mutlak monositopeni, THL olguları-nın tümüne yakınında mevcut olup, tüberküloz riskinin artması nezdinde dikkate değerdir. THL, Cladribine dra-matik yanıt vermesi sebebiyle, diğer düşük dereceli len-fomalardan ayrımı önemlidir. THL, B hücre markerları-nın tümünün parlak (+)`liği, diğer B hücreli neoplazilerde (-) olan CD103 (+)`liği yanında, olgun B hücreli neoplazi-lerin birbirlerinden ayırt edilmesinde tarihi değere sahip, CD5 ve CD10 – immünfenotiptedir. Burada, bu tipik immünprofilin aksine CD10 + bir HCL olgusu sunul-makta, immünfenotipleme gibi destek niteliğindeki ana-liz verilerinin, mutlaka morfolojik bulgular ile korelasyon içinde tanıda kullanılmasının önemi vurgulanmaktadır.

Yöntemler: Halsizlik, karın ağrısı ile başvu-ran 52 yaşındaki hastada, anemi, trombositopeni ve

Page 25: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

55

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

için geniş olgu serilerinde yapılacak çalışmalara ihtiyaç vardır. Bulgularımız çalışmamıza ait ilk verilerimizdir.

Bildiri: 0491 Poster No: P045

SURVİVİN (BIRC5) GEN EKSPRESYONUNUN MİNİMAL REZİDÜEL HASTALIK (MRH) TAKİBİNDEKİ ÖNEMİYusuf Özkul1, Hülya Şıvgın1, Mustafa Pehlivan2, Serdar Şıvgın3, Müge Önal1, Leylagül Kaynar3, Fatih Kurnaz3, Bülent Eser2, Sacide Pehlivan4, Munis Dündar1

1Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Anabilim Dalı, Kayseri, 2Gaziantep Üniversitesi,Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Gaziantep, 3Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı,Kayseri, 4Gaziantep üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji ve Genetik Anabilim Dalı, Gaziantep.

Amaç: GİRİŞ: Survivin IAP ailesinin en küçük üyesidir ve ‘baculoviral inhibitor of apoptosis repeat-containing 5’ olarakta adlandırılan geni BIRC5 geni tarafından sentez-lenen bir proteindir. Anti-apoptotik etkilerine ek olarak hem normal hücrelerde hem de malign hücrelerde mito-zu düzenler. Survivin proteini mitoz boyunca tübulin ile etkileşimde bulunarak mitotik iğde lokalize olur ve böyle-ce mitozun düzenlenmesine katkıda bulunur.

Bu çalışmada, survivin (BIRC5) geni ekspresyonu çalışılarak Akut Myeloblastik Lösemi (AML) ve Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL) hastalarında MRH takibi için kullanışlı bir markır olup olmayacağı araştırıldı.

Yöntemler: Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı ve Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı’ndan ALL ve AML tanı-sı alan 25 hasta çalışmaya dahil edildi. 15 AML, 10 ALL hastasından 92 periferik kan (PK) örneği ve 13 AML ve 4 ALL hastasından toplam 42 kemik iliği (Kİ) örneği toplan-dı. Hastalardan tanı anında, ilk remisyonda ve sonrasın-da ortalama 2-3 ay ara ile Kİ/PK örneği alındı. Kontrol grubu olarak 25 sağlıklı bireyden PK örneği toplandı. Örneklerden ilk olarak RNA izole edildi. RNA örneklerin-den Real Time PZR metodu ile vesurvivin gen ekspresyo-nu çalışıldı.

Sonuçlar: Çalışmamızda AML hastalarının tanı anı Kİ örnekleri survivin ekspresyonu kontrol grubu PK örneklerindekinden anlamlı şekilde yüksek bulunmuştur (P<0,05). Aynı zamanda hem AML hastalarının, hem ALL hastalarının tanı anı PK örneklerinde survivin ekspresyo-nundaki artış, kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (P<0,05).

Tartışma: Tanı anındaki ekspesyon düzeyleri anlam-lı olarak bulunmasına rağmen, nüks olan 3 ALL ve 6 AML hastasının survivin gen ekspresyonunda anlamlı bir artış veya azalma izlenmemiştir. Bu durum, survivin gen ekspresyonunun akut lösemilerde MRH takibi için mar-kır olabileceği konusunda olumsuz bir kanı doğurmuş-tur. Bu sonuçlar; gerek hastalardaki lösemi alt tiplerinin farklılığı, gerekse toplamdaki hasta sayısının kısıtlı olma-sı nedeniyle, daha geniş hasta gruplarının yer aldığı çalış-malarla desteklenmelidir.

MYC, P38MAPK, APAF1, P53) Kantitatif Gerçek Zamanlı PZR (LightCycler 1.5; Roche Diagnostic GmbH, Germany) kullanılarak yapılan gen ekspresyon çalışmaları Kocaeli Üniversitesi Tıbbi Genetik Anabilim Dalı’nda yapılarak deney sonuçları analiz edildi.

Sonuçlar: B-KLL populasyonunda P38MAPK, MYC, APAF1, P53 genlerinin ekspresyonlarının sırasıyla 1.579, 3.138, 1.277 ve 1.825 kat azaldığı, BCL2, BAX, FAS1 genlerinin ekspresyonlarının ise 1.197, 1.506 ve 2.476 kat arttığı saptandı.

Tartışma: APAF1’in azalan ekspresyonunun KLL’de kötü prognoz belirleyicisi olduğu ileri sürülmektedir. P38MAPK’ın radyoaktif indüksiyon ile azalan gen eks-presyonu ise spesifik olarak aynı lösemi grubunda göz-lenmektedir.

Bildiri: 0321 Poster No: P044

PH+ KML OLGULARINDA ASS GEN BÖLGESİ YENİDEN DÜZENLENMELERİNİN FISH ANALİZİ İLE DEĞERLENDİRİLMESİ. Beyhan Durak Aras1, Olga Meltem Akay2, Tuba Mutlu1, Vahap Aslan3, Eren Gündüz2, Sevilhan Artan1, Zafer Gülbaş2. 1Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Anabilim Dalı, Eskişehir-Türkiye, 2Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Anabilim Dalı, Eskişehir-Türkiye, 3Eskişehir Özel Ümit Hastanesi Hematoloji Bölümü Eskişehir-Türkiye

Amaç: Philadelphia pozitif (Ph+) KML olgularının %10-15 inde yeniden düzenlenme sonucu oluşan der(9) kırık noktası olan ASS (9q34) gen bölgesinde büyük sub-mikroskopik delesyonlar bildirilmiştir. Prognostik önemi tartışmalı olan ASS (9q34) delesyonları, klasik kemotera-pi ve IFN-alfa tedavisi alan olgularda düşük oranda teda-vi yanıtı ve kötü prognoz ile ilişkilendirilmiştir. Imatinib kullanımı sonrası literatürde yer alan az sayıdaki çalış-mada olgular geç kronik fazda değerlendirilmiştir. Bu çalışmalarda ASS delesyonlarının prognostik önemine ait çelişkili sonuçlar elde edilmiş olmakla birlikte erken kronik faz KML olgularına ait yeterli veri mevcut değil-dir. Çalışmamızda Ph+ KML olgularında ASS gen bölge-si delesyon oranının saptanması ve prognostik etkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

Yöntemler: Çalışmamıza 2001-2010 arasında KML tanısı almış ve Ph kromozomu tanımlanmış yaş dağılı-mı 25-66 olan toplam 26 olgu dahil edildi. Olguların 23 ü yeni tanı aşamasında dahil edilmiş olup 19 una imati-nib, 4 üne hidroksiüre tedavisi başlanırken; 3 olgu takip-te olan KML hastaları olup 2 si imatinib, 1 i hidroksiü-re tedavisi almaktaydı. ASS (9q34) delesyonunun sap-tanması için FISH analizi yapıldı. Çalışmaya dahil edilen olgularda 3.ayda hematolojik yanıt, 12.ayda sitogenetik yanıt ve moleküler yanıt değerlendirildi.

Sonuçlar: Yapılan FISH analizleri sonucu 26 Ph+ KML olgusunun 10/26 (%38.5) sında ASS delesyonu saptan-mıştır. ASS delesyonu saptanan 10/26 hastanın doku-zunda hematolojik yanıt, sitogenetik yanıt değerlendirme-si yapılabilen yedi hastanın ikisinde hem sitogenetik hem moleküler yanıt saptanmıştır. ASS delesyonu saptanma-yan 16/26 hastanın, imatinib tedavisi altında 12.ayını tamamlayan sekiz hastanın yedisinde sitogenetik yanıt, beşinde moleküler yanıt görülmüştür.

Tartışma: Çalışmamız sonucunda ASS delesyonu bulunana olgularımızda sitogenetik yanıt oranımızın daha düşük olduğu izlenmiştir. ASS delesyonunun imatinib alan hastalardaki prognostik değerlendirmesini belirlemek

Page 26: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

56

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Bildiri: 0308 Poster No: P047

HBSAG POZİTİF OLGULARDA HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ: ANKARA ONKOLOJİ HASTANESİ KÖK HÜCRE NAKLİ MERKEZİ DENEYİMİ. Emre Tekgündüz1, İlhami Kiki1, Müfide Çimentepe2, Şerife Koçubaba1, Hülya Arslan1, Itır Demiriz1, Ayşegül Tetik1, Mevlüde Kurdal1, Arzu Yurtcu1, Çiğdem Sönmez1, Meltem Yüksel1, Fevzi Altuntaş1. 1Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği ve Kök Hücre Nakil Merkezi, Ankara, 2Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Mikrobiyoloji Laboratuvarı, Ankara.

Amaç: Hepatit B virüsü yüzey antijeni (HBsAg) taşı-yan hastalarda kök hücre nakli (KHN) virüs reaktivasyo-nu, fulminan hepatit ve mortalite açısından yüksek risk-li bir işlemdir. Akut hepatit olmadığı sürece hematopoe-tik kök hücre nakli açısından mutlak bir kontrendikasyon olmamakla birlikte HBsAg pozitif hastalarda nakil ile iliş-kili morbidite ve mortalite riski artmaktadır. Bu çalışmada ünitemizde KHN yapılan HBsAg pozitif olguların sonuçları-nın geriye dönük olarak incelenmesi amaçlanmıştır.

Yöntemler: Olgular ile ilgili detaylı veriler Tablo-1’de özetlenmiştir. Olguların hepsinde KHN öncesi HBsAg pozitifliği ve anti-HBs negatifliği saptandı. Altı olguya toplam 7 KHN yapıldı. Adefovir kullanan bir hasta dışın-da diğer tüm hastalarda KHN öncesi ve sonrasında lami-vudin ile proflaksi uygulandı. Hiçbir hastada primer has-talığa bağlı karaciğer tutulumu yoktu. KHN öncesinde bir hastada GGT düzeyi normalin 2 katı yüksek saptan-dı. Bunun dışında tüm hastalarda KHN öncesinde serum AST, ALT, GGT, albumin, total ve direkt bilirubin düzey-leri ve protrombin zamanı normal sınırlar içinde izlendi.

Sonuçlar: Hastalar KHN sonrası medyan 3 ay (Aralık: 1-12 ay) süreyle izlendi. KHN sonrası dönemde 3 (%50) has-tada transaminaz, 6 hastada (% 100) ise kolestaz enzimleri-nin düzeylerinde normalin iki katını aşan artışlar izlendi. Bir numaralı olgu progresif hastalık ve fulminan hepatit tablosu ile kayıp edildi. Söz konusu olguda fulminan hepatit sırasın-da HBV-DNA düzeyi saptanamadığından HBV reaktivasyonu olasılığı yüksek olmasına karşın bu konuda kesin bir yargı-da bulunmak mümkün değildir. İki numaralı olguda ise HBV reaktivasyonu izlenmesine karşın aktif hepatit gelişmedi. Bu olgu ikinci KHN sonrası dönemde dirençli hastalık ve sepsis nedeniyle kaybedildi. Geri kalan 4 hastada ise izlem sürecin-de viral reaktivasyon ve fulminan hepatit gelişmedi.

Tartışma: HBsAg pozitif hastalarda KHN karaci-ğer ilişkili morbidite ve mortalite riskini arttırmakta-dır. Ünitemiz deneyimleri iyi seçilmiş, proflaktik antivi-ral tedavi ile nakil öncesi HBV-DNA düzeyleri baskılan-mış olgularda risk-yarar dengesi gözetilerek KHN yapıla-bileceğini göstermektedir.

Tablo 1. HBsAg Pozitif KHN yapılan hastalara ait veriler

Hasta Yaş Cins Tanı KHN Rejim HBV-DNA-I

HBV-DNA-II

Proflaksi

1 46 E NHL Oto R-ICE Negatif Negatif Lamıvudin

2 36 E NHL OtoICE*

BEAMNegatif 13742978/ml Lamıvudin

3 29 E HL Oto BEAM Negatif Negatif Lamıvudin

4 63 E NHL Oto ICE Negatif Negatif Lamıvudin

5 45 K AML Allo Cy/Bu Negatif Negatif Adefovir

6 54 E NHL Oto R-ICE Negatif Negatif Lamıvudin

*: hastaya farklı hazırlama rejimleri ile iki kez otolog kök hücre nakli uygulandı; HBV-DNA.I: transplant öncesi HBV-DNA kopya sayısı; HBV-DNA.II: transplant sonrası HBV-DNA kopya sayısı.

Hematopoetik Kök Hücre Nakli ve Yüksek Doz Tedaviler

Bildiri: 0314 Poster No: P046

ALLOJENİK HEMATOPOİETİK KÖK HÜCRE NAKLİ: ANKARA ONKOLOJİ HASTANESİ KÖK HÜCRE NAKLİ MERKEZİ DENEYİMİ. Emre Tekgündüz1, İlhami Tekgündüz1, Meltem Yüksel1, Mevlüde Kurdal1, Çiğdem Sönmez1, Arzu Yurtcu1, Şerife Koçubaba1, Hülya Arslan1, Ayşegül Tetik1, Itır Demiriz1, Muhit Özcan2, Fevzi Altuntaş1. 1Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hematoloji Kliniği ve Kök Hücre Nakli Merkezi, Ankara, 2Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Ankara

Amaç: Allojenik kök hücre nakli (AKHN) bazı hemato-lojik, onkolojik ve immünolojik hastalıklarda küratif bir tedavi seçeneğidir. Kötü prognozlu hematolojik malignite-lerin tedavisinde ise altın standarttır. Bu çalışmada Mart 2009- Haziran 2010 arasında ünitemizde gerçekleştirilen 41 AKHN işlemleri geriye dönük değerlendirildi.

Yöntemler: Bu tarihler arasında yaş ortancası 35 (Aralık: 18-54) olan; 19 kadın, 20 erkek toplam 39 has-taya AKHN yapıldı. İki olguya ise iki kez AKHN uygulan-dı. Kök hücre kaynağı olarak 35 olguda büyüme faktö-rü ile mobilize edilmiş çevresel kan kaynaklı kök hücre ve 6 olguda da kemik iliği kaynaklı kök hücre kullanıldı. Hastaların tanıları AML (n=21), ALL (n=12), NHL (n=4), HL (n=1), KLL (n=1), MM (n=1) ve Aplastik Anemi (n=1) şeklinde idi. Hazırlama rejimi olarak CyBu (n=21), TBI/Cy (n=16), BuFu (n=2), MelFu (n=1) ve Cy/ATG (n=1) kul-lanıldı. İki hastada da major kan grubu uyuşmazlığı mev-cuttu. GVHH profilaksisi amacıyla siklosporin ve kısa süreli metotreksat (n=29) veya tek başına siklofosfamit (n=12) uygulandı. Haftalık belli aralıklarla rutin RT-PCR yöntemi ile periferik kan CMV-DNA, serum CsA düzeyi ve galaktomannan antijen düzeyi çalışıldı. STR yöntemi ile bazal, +30.gün, +60.gün, +90.gün, +180.gün ve 1.yılda kimerizm analizi yapıldı.

Sonuçlar: İnfüze edilen CD34+ hücre miktarı ortanca 5,8x106/kg (4,3–7,5x106/kg) idi. Ortanca 5 ünite (Aralık: 1-10) ışınlanmış trombosit ve 2 ünite (Aralık: 1-4) ışınlan-mış eritrosit süspansiyonu kullanıldı. Olguların %59’inde febril nötropenik atak gelişti. Nötrofil engrafmanı (>500/μL) ortanca 13 gün (Aralık: 11-21 gün), trombosit engraf-manı (>20.000/μL) ise ortanca 15 gün (Aralık: 12-24 gün) içinde gerçekleşti. Takip süresi içinde sinüzoidal obstrük-siyon sendromu %5, engraftman sendromu %15, akut GVVH %30, kronik GVHH ise %34, CMV-DNA pozitifli-ği %44, CsA nefrotoksisitesi %7 oranında kayıt edildi. İlk 100 günlük transplant ilişkili mortalite oranı %15 olarak tespit edildi. AKHN yapılan olguların halen %72’si hema-tolojik tam remisyonda izlenmektedir.

Tartışma: Ülkemizde endikasyonu olan hastaların ancak %25’ine kök hücre nakli uygulanabilmektedir. Bu nedenle yeni merkezlere ihtiyaç vardır. Yeni açılacak mer-kezlerin aktivasyonu ise ancak ekip, her kademede çalı-şanın katılımı, klinik-laboratuar takım çalışması ve mul-tidisipliner yaklaşım ile sağlanabilir.

Page 27: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

57

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Bildiri: 0490 Poster No: P049

MULTİPLE MYELOMADA OTOLOG KÖK HÜCRE DESTEKLİ YÜKSEK DOZ KEMOTERAPİ AMAÇLI SİKLOFOSFAMİD İLE MOBİLİZASYON SONRASI ÜRÜN KALİTESİNİ BELİRLEYEN FAKTÖRLER. Güner Hayri Özsan1, İvana N.m. Micallef2, Angela Dispenzieri2, Shaji Kumar2, Martha Q Lacy2, David Dingli2, Suzanne R Hayman2, Francis K Buadi2, Robert C Wolf2, Dennis A Gastineau2, William J Hogan2, Morie A Gertz2. 1Dokuz Eylul Universitesi Tip Fakultesi Hematoloji Bilim Dali Izmir, 2Division of Hematology Mayo Clinic Rochester MN

Amaç: Kök hücre destekli yüksek doz kemoterapi multipl myeloma için önemli tedavi seçeneklerinden biri-ni oluşturmaktadır. Başarılı bir işlem için gerekli mini-mum kök hücre sayısı (CD34+ hücre) 2x106/kg dır. Bununla birlikte 5x106/kg dozu üzerindeki uygulama-ların avantajları bazı çalışmalarda gösterilmiştir. Ardışık transplant olarak adlandırılan 2. Transplant uygulama-sının düşünüldüğü durumlarda yine 5x106/kg CD34+ hücre sayısı hedeflenmelidir. Bu çalışmada siklofosfa-mid ile yapılan mobilizasyon işlemi uygulanan hastalar-da başlangıç ve takip sürecindeki faktörlerin kök hücre toplama sonucuna etkileri araştırıldı.

Yöntemler: Çalışmada mayo klinik Rochester, MN’da 2000-2009 yılları arasında multipl myeloma tanısı alıp transplant amaçlı siklofosfamid+büyüme faktörü ile mobilize edilen hastalardaki ardışık 396 kök hücre top-lama işlemi analiz edildi. Toplanan kök hücre miktarı-na göre (CD34+hücre) hastalar öncelikle yeterli (>2x106/kg) ve yetersiz (<2x106/kg) olmak üzere 2 guruba ayrıl-dı. Yeterli grup; optimal (>5x106/kg) ve suboptimal (2-5x106/kg) olmak üzere 2 gruba, optimal grupta hede-fe ulaşmak için gereken aferez sayısına göre (<3,>3)2 ayrı gruba ayrıldı. Gruplarda başlangıç Hemoglobin, lökosit (BK), trombosit (Tr) değerleri, mobilizasyonu takip eden günlerdeki günlük BK, Tr değerleri, Bk ve Tr nadir değer-leri, BK>1 veya nadirden çıkış için geçen süre, periferik kanda CD34+hücre>10 için geçen süre değerleri kıyas-landı.

Sonuçlar: Yetersiz kök hücre toplanan grubun baş-langıç Hb, BK ve Tr değerleri yeterli gruba göre istatik-sek olarak anlamlı bir şekilde düşük bulundu. BK>1 için gereken süre yetersiz mobilizasyon gurubunda daha uzun bulundu(11gün/12 gün p= 0.03). Yeterli grupta BK>1 den CD34+hücre>10’a kadar geçen süre anlam-lı derecede kısa bulundu (0/2 p=0.0005). Yeterli mobili-zasyon gurubunun kendi içinde kıyaslamasında en dik-kat çekici bulgu CD34+hücre>10 için geçen sürenin ve BK>1’den CD34+hücre>10 için geçen sürenin optimal mobilizasyon gurubunda anlamlı derecede kısa olmasıy-dı (p<0.0001). 5x106/kg üzeri kök hücre toplanıp 3’ten az aferez gerektiren grupta CD34+>10 için geçen süre dağı-lımına bakıldığında median sürenin 11 gün olduğu, has-taların %90’ında bu sürenin 14 günü geçmediği gözlendi.

Tartışma: Sonuç olarak özellikle periferik kan CD34+hücre>10 için geçen süre mobilizasyonun sonucu için önemli bir göstergedir, bu sürenin uzaması özellikle yüksek doz kök hücre sayısına gereksinim duyulan has-talarda mobilizasyon stratejisini değiştirmeye yönelik (Ör: AMD3100 eklenmesi) iyi bir gösterge olabilir.

Bildiri: 0439 Poster No: P048

ALLOJENEİK KEMİK İLİĞİ NAKLİ;10 YILLIK AÜTF DENEYİMİ. Sinem Civriz Bozdağ, Sule Mine Bakanay, Erol Ayyıldız, Pervin Topcuoğlu, Ender Soydan, Mutlu Arat, Muhit Özcan, Meral Beksac, Onder Arslan, Nahide Konuk, Gunhan Gurman, Akın Uysal, Osman İlhan. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Ankara

Amaç: Allojeneik kök hücre nakli, bir çok hematolojik malignensi için küratif bir tedavi seçeneği oluşturmakta-dır.Ancak kök hücre kaynağı,olarak periferik kök hücre mi yoksa kemik iliği mi tercih edileceği konusu perife-rik kök hücreden yana gözükse de özellikle daha az graft versus host hastalığı istenen durumlarda halen kemik iliği kök hücre kaynağı olarak kullanılmaktadır.Biz de bu çalışmada son 10 yıldır yapılan allojeneik kemik iliği nakillerinde infüze edilen hücre miktarı ile engrafman arası ilşkiyi sorgulamayı amaçladık.

Yöntemler: 2000-2010 Yılları arasında kök hücre nakli ünitemizde Allojeneik kemik iliği nakli yapılmış olan 102 hasta çalışmaya alındı.Hastalardan akraba dışı nakil olan 2 hasta ve vericiye granulosit koloni stimüle edici faktör verilmiş olan 15 hasta çalışma dışı bırakıldı.HLA tam uyumlu akraba vericiden allojeneik kemik iliği nakli yapılan seksen beş hastanın ortanca yaşı 26(16-57) idi,Erkek /Kadın: 53/32 idi,ortanca vücut ağırlığı ise 65 (39-97) idi.Sağlıklı vericilerin ortanca yaşı 26(11-56),Erkek /Kadın: 40/45 ve ortanca vücut ağırlığı ise 63(24-13) bulundu.Dört hasta dışında bütün hastalara myeloablatif nakil yapılmıştır.

Sonuçlar: Tüm vericilerden toplanan ürün mikta-rı oranca 1155 cc (392-1928)cc iken major kan grubu uyumsuzluğu olan hastalara eritrosit deplesyonu yaıl-dıktan sonra infüze edilen ortanca ürün miktarı 143(78-178) cc olarak bulunmuştur.Toplanan ürünlerde ortan-ca CD34(+) hücre sayısı 2,4(0,3-7,5) x10e6/kg,ortanca total nükleer hücre sayısı(TNC) 2,3(0,5-5,2)x10e8/kg ve ortanca mononükleer hücre sayısı ise 0,59(0,3-3,02)x10e8/kg dır.Hastalarda nötrofil engrafmanı ortanca 16 (11-28) günde trombosit engrafmanı ise ortanca 22 (9-69) günde olmuştur.Dört hasta aplazik dönemdeinfek-siyon nedeni ile kaybedilirken bir hastada primer eng-rafman yetmezliği gelişmiştir, bu hastaya ek hücre veril-miş olup halen tam remisyonda izlenmektedir.İnfüze edi-len cd34 pozitif hücre sayısı 2x10e6/kg altı ve üstü ola-rak gruplanıp;nötrofil ve trombosit engrafman sürele-ri açısından iki grup arasında istatistiksel olarak anlam-lı fark olmadığı gözlendi(sırasıyla p=0.334 ve p=0.080). İnfüze edilen TNC sayısı 2X1Oe8/kg altı ve üstü olan-lar karşılaştırıldığında nötrofil ve trombosit engrafmanı-nın TNC >2X10E8/kg olanlarda daha kısa sürede olduğu gözlendi(p=0,334 ve p=0,080).

Tartışma: Biz bu çalışmada sağlıklı vericiden topla-nan CD34(+) kök hücre sayısından bağımsız olarak nöt-rofil ve trombosit engrafmanının elde edilebildiğini gözle-dik.Her ne kadar Allojeneik periferik kök hücre nakli ile daha hızlı engrafman beklentisi olsa da kemik iliği nakil-lerimizde çok nadir olarak engrafman yetmezliği gözledik.Bu alanda verici özelliklerinin de daha ayrıntılı incelene-ceği daha büyük çalışmalara gereksinim olduğu görül-mektedir.

Page 28: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

58

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Bildiri: 0342 Poster No: P051

ALLOJENEİK KÖK HÜCRE NAKLİ SONRASI NÜKS AKUT LÖSEMİ HASTALARINDA TEDAVİ VE SAĞKALIMI ETKİLEYEN FAKTÖRLER. Fatih Kurnaz1, Leylagül Kaynar1, Bülent Eser1, Fevzi Altuntaş2, Serdar Şıvgın1, Cem Şahin3, Ali Ünal1, Mustafa Çetin1. 1Erciyes Üniversitesi İç Hastalıkları Hematoloji Bilim Dalı, Kayseri, Türkiye, 2Ankara Onkoloji Hastanesi Hematoloji Bilim Dalı, Ankara, Türkiye, 3Erciyes Üniversitesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye

Amaç: Allojeneik kök hücre nakli (KHN) akut lösemi-ler dahil hematolojik maligniteler için küratif bir teda-vi olmakla birlikte nakil sonrası nüks halen önemli bir problemdir. Nakil sonrası nüks eden hastalarda donör lökosit infüzyonu (DLİ) tedavi seçeneklerinden biridir. DLİ tedavisinin etkinliği tümör çoğalma hızı ve tümör yükü yüksek olan hastalarda iyi değildir. DLİ öncesi kemotera-pinin tümör yükünü azaltacağı ve cevap oranlarını iyileş-tireceği düşünülmektedir. Tümör yükünde azalma aynı zamanda verici lenfositleri için graft versus lösemi (GVL) etkisinin gelişmesinde daha iyi bir ortam sağlayabilmek-tedir.Çalışmamızda allojeneik KHN sonrası nüks eden ve FLAG kemoterapisini takiben DLİ alan akut lösemi hasta-larında sağkalımı etkileyen faktörler araştırıldı.

Yöntemler: Mart 2004 ve Ağustos 2009 tarihleri ara-sında allojeneik KHN sonrası nüks eden ve FLAG kemo-terapisi sonrası DLİ yapılan 29 hasta retrospektif olarak değerlendirildi.

Sonuçlar: Hastaların 15’i (%51,7) erkek iken 14 hasta (%48,3) kadın idi. Hastaların median yaşı 26 idi. Hastaların 15’i (%51,7) akut myeloblastik lösemi (AML) iken 14 hasta (%48,3) akut lenfoblastik lösemi idi. AML için sağkalım olasılığı 12. ve 24. aylar için sırasıyla %45 ve %37 iken ALL için sağkalım olasılığı ise 12. ve 24. aylar için %49 ve %16 idi. Birinci yıl sağkalım olasılı-ğı ALL için literatüre göre daha iyi idi. AML için medi-an sağkalım 308 gün iken ALL için median sağkalım 264 gün idi he iki grup arasında anlamlı fark yoktu (p>0,05). Tüm hastalar için ise 1 yıllık sağkalım olasılığı %47 iken 2 yıllık sağkalım olasılığı %31 idi. Hastalar nakil sonrası nüks anında kemik iliği blast yüzdesine göre değerlendi-rildiğinde kemik iliği blast oranı %5 olan hastalarda sağ-kalım olasılığı daha iyi olmasına rağmen kemik iliği blast oranı %5-20 ve >=%20 olan grupla karşılaştırıldığında anlamlı fark görülmedi. Hastaların 13’ünde (%44,8) DLİ sonrası akut graft versus host hastalığı (GVHH) geliş-ti; bir kez DLİ olan hastalara göre birden fazla DLİ alan hastalarda akut GVHH anlamlı olarak daha yüksekti (p=0,03). DLİ sayısının artışı ile birlikte sağkalım avan-tajı elde edilmesine rağmen akut GVHH gelişen hastalar-da sağkalım avantajı görülmedi. Median sağkalım akut GVHH olan hastalar için 514 gün iken akut GVHH olma-yan hastalar için median sağ kalım 234 gün idi (p>0,05). Hastaların 4’ü allojeneik KHN için düşük yoğunluklu hazırlama rejimi alırken 25 hasta standart hazırlama reji-mi aldı. DLİ sonrası median sağkalım standart hazırla-ma rejimi alan hastalar için 273 gün iken düşük yoğun-luklu hazırlık rejimi alan hastalar için median sağkalım 308 idi (p>0,05).

Tartışma: DLİ öncesi fludarabin gibi lenfosit sayısı-nı azaltıcı ajan ihtiva eden kemoterapilerin verilmesi allo-jeneik KHN sonrası nüks eden akut lösemi hastalarının tedavisinde DLİ’nin etkinliğini artırabilir. Birden fazla DLİ alan hastalarda sağkalım sonuçlarının daha iyi olması daha fazla lenfoid hücrenin infüze edilmesi sonrası daha güçlü bir GVL etkisinin ortaya çıkması ile açıklanabilir.

Bildiri: 0421 Poster No: P050

ALLOJENİK KÖK HÜCRETRANSPLANTASYONU YAPILAN VE DEMİR BİRİKİMİ BULUNAN HASTALARDA YENİ BİR ORAL ŞELASYON AJANI: DEFERASİROKS. Serdar Şıvgın1, Bülent Eser1, Leylagül Kaynar1, Fatih Kurnaz1, Elmas Uzer1, Kemal Deniz2, Mustafa Çetin1, Ali Ünal1. 1Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Erciyes Transplant Merkezi,Kayseri, 2Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı,

Amaç: Bu çalışmanın amacı; yeni bir demir şelasyon tedavi ajanı olan deferasiroks maddesinin AKHT yapılan ve transfüzyona sekonder demir birikimi olan hastalar üzerindeki etkinliğinin ve güvenilirliğinin belirlenmesidir.

Yöntemler: Çalışmaya AKHT yapılan ve pre-transplant 1) demir birikimi tesbit edilen (serum ferritin>1000ng/ml olan ve transfferin saturasyonu> %45) 2)KC enzim bozukluğu başka bir sebeple açıklanamayan toplam 23 hasta retrospektif olarak dahil edildi. Deferasiroks bazı hastalara (15/23) tek başına 20mg/kg dozunda verilir-ken, bazı hastalara (8/23) flebotomi eşliğinde verildi.

Sonuçlar: Hastaların 14’ü kadın (%61), 9 tanesi erkek idi (%39). 15 hastada tanı AML iken, 8 hasta ALL idi. Median yaş 31(17-54) bulunurken, median hemoglobin değeri 11,9 gr/dl (7-16) idi. Ortalama deferasiroks kul-lanım süresi 3 ay oldu. Tedaviye post-transplant baş-lama zamanı median değeri 115 gün olarak bulundu. Hastaların 10 tanesinde KC biopsisi ile doğrulanmış hemosiderosis tanısı kondu. Deferasiroks öncesi median ferritin seviyesi 2646(1777-3996) ng/ml iken, tedavi son-rası 1143 (744-2675)ng/ml olarak bulundu. Bu değişim istatistiksel olarak anlamlı idi (p<0,001). Ferritin seviye-si<1000 ng/ml indiğinde tedavisi kesilen hasta sayısı 11 idi (% 47,8).

Karaciğer enzimlerinden ALT median değerleri teda-vi öncesi 49 u/L(18-103) iken, tedavi sonrası değerleri 29u/L (18-48) bulundu. Bu değişim de istatistiksel ola-rak anlamlı idi (p<0,005). Deferasirox kullanımı ile ilişkili olarak en sık gözlenen yan etkiler bulantı ve karın ağrısı idi (3/23). Bu belirtiler özellikle GİS GVHD’si olan hasta-larda daha belirgin olarak gözlendi. Bu hastalarda ciddi bulantı-kusma ve/veya karın ağrısı nedeniyle ilaç kesil-mek zorunda kalındı.

Tartışma: Bizim hastalarımızda ferritin düzeyinin 1000ng/ml altına inmesi, iyi yanıt alınan hastalar-da ortalama 3 ay gibi kısa bir sürede gerçekleşmiştir. Deferasiroks 20 mg/kg dozunda tek başına veya flebo-tomi ile birlikte uygulanması hızlı, etkili ve güvenilir bir tedavi yöntemi gibi görünmektedir. Transplant hasta-larında uygun dozun ne olduğuna dair yeterli bir veri yoktur. Bizim çalışmamızın sonucuna göre post- trans-plant dönemde transfüzyon ihtiyacı olmayan hastalar-da 20 mg/kg dozu (belki de daha düşük dozlar) şelasyon için yeterli görünmektedir. Bu tedavi yöntemiyle özellik-le GVHD öntanısıyla tedavisine başlanan veya immün-supresif ilaç dozları arttırılan hastalarda gereksiz tedavi-nin de önüne geçilmiş olacaktır. Optimal tedavi dozu ve kullanım süresini belirlemek için prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.

Page 29: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

59

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Bildiri: 0258 Poster No: P053

KEMİK İLİĞİNDE FİBROZİS VE ANJİYOGENEZİSİN ENGRAFTMAN ÜZERİNE ETKİSİ. Nurhilal Turgut1, Güner Hayri Özsan2, Sermin Özkal3, Selda Kahraman2, Özden Pişkin2, Mehmet Ali Özcan2, Fatih Demirkan2, Bülent Ündar2. 1Adana Numune Eğitim Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği, Adana, 2Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, İzmir, 3Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Ana bilim Dalı, İzmir

Amaç: Bu çalışmada hematolojik malignitelerde kemik iliğindeki fibrozis ve anjiyogenezisin engraftman sürecisine etkisinin araştırılması amaçlanmıştır.

Yöntemler: Çalışmaya, Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi (DEÜTF) hematoloji bilim dalında 2003-2008 yıllarında otolog (n=37) ve allogeneik (n=3) periferik kök hücre nakli yapılan multipl myelom (n=26), amiloidoz (n=1), plazmasitom(n=1), hodgkin (n=6)-hodgkin dışı (n=6) lenfoma tanılı 40 hasta (yaş ortalaması 48,50±14,31 yıl, 23 erkek, 17 kadın) alınmıştır. Hastaların transplantas-yondan önceki son kemik iliklerinde myelofibrozis dere-cesi 0-3 arasında skorlanmış, anjiyogenezis için birim tümör dokuya düşen damar yoğunluğu (VSD) ve birim alana düşen mikrodamar sayısı (NVES) olarak hesaplan-mıştır. CD 34+ hücre miktarı, fibrozis ve anjiyogenezis için oluşturulan alt grupların nötrofil ve trombosit eng-raftman süreleri açısından varyans analizleri, korelasyon analizleri ve fibrozis ve anjiyogenezisin sağ kalım analiz-leri değerlendirilmiştir.

Sonuçlar: Çalışmaya alınan hastaların hepsinde nöt-rofil engraftmanının olduğu, trombosit engraftmanının ise 37 hastada olduğu saptanmıştır. Reinfüze edilen ürü-nün CD 34+ hücre düzeyine göre yapılan alt grup ana-lizinde; grup 1 (2,5-5x 106/kg) ve grup 3 (>10x106 /kg) arasında nötrofil ve trombosit engraftman günleri açı-sından anlamlı farklılık saptanmıştır (sırasıyla p=0,02 ve 0,03). Korelasyon analizinde de nötrofil ve trombo-sit engraftman günleri ile CD 34+ hücre düzeyi arasın-da istatistiksel olarak anlamlı negatif korelasyon bulun-muştur (sırasıyla p=0,030, r=-0,34 ve p=0,027, r=-0,36). Hastaların 20’sinde (%50) fibrozisin olmadığı, 14 (%35) hastada derece 1, 6 (%15) hastada derece 2 fibrozis oldu-ğu saptanmıştır. Fibrozis ile nötrofil, trombosit ve erit-rosit engraftman süreleri arasında anlamlı korelas-yon saptanmamıştır (sırasıyla rs=0,09 p=0,57, rs=0,22 p=0,18, rs=0,25 p=0,14). Alt grup analizinde ise dere-ce 0 (n=20) ve derece 2 (n=6) fibrozisi olan grupların trombosit engraftman günleri açısından varyans anali-zinde p=0,059 saptanmıştır. Anjiyogenezis için stereolo-jik yöntemle hesaplanan VSD ve NVES ile yapılan değer-lendirmede oluşturulan alt gruplarda nötrofil ve trombo-sit engraftmanı açısından varyans analizlerinde anlam-lı farlılık, korelasyon analizlerinde de anlamlı korelasyon bulunamamıştır. Ancak fibrozis ile VSD ve NVES arasın-da anlamlı pozitif bir korelasyon gözlenmiştir. Sağ kalım analizlerinde fibrozis ve anjiyogenezisin alt grupları ara-sında sağ kalım üzerine anlamlı fark gözlenmemiştir.

Tartışma: Fibrozisin nötrofil engraftmanı üzerine negatif etkisi yoktur. Bunun fibrozis artışına eşlik eden artmış anjiyogenezis ile ilişkili olabileceği düşünülmüş-tür. İleri derece fibrozisi olan olgularda trombosit eng-raftman süresinde uzama görülebilir. Bu grup hastalara verilecek CD 34+ hücre miktarının eşik değeri daha yük-sek tutulmalıdır.

Bildiri: 0418 Poster No: P052

ALLOGENİK KEMİK İLİĞİ NAKLİ SONRASI, OTOİMMÜN TROMBOSİTOPENİ VAKASINDA SPLENEKTOMİ İLE TAM REMİSYON. Güven Yılmaz, Bülent Kantarcıoğlu, Tayfur Toptaş, Işık Kaygusuz, Cafer Adıgüzel, Mahmut Bayık, Tülin Fıratlı Tuğlular. Marmara Üniversitesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Hematoloji Bilim Dalı

Amaç: Allogenik kemik iliği nakilleri sonrasında trom-bositopeni sıklıkla görülmektedir. Bu hastalarda nadir ancak ciddi bir komplikasyon olarak otoımmun trombo-sitopeni gelişmektedir.Literatürde bizim bulabildiğimiz sadece iki vaka mevcuttur.Burada allogenik kemik iliği nakli sonrasında refrakter trombositopenisi olan ve sple-nektomi ile başarılı bir şekilde tedavi edilen bir otoimmun trombositopeni olgusu sunulmuştur.

Yöntemler: Olgu: 54 yaşında erkek hasta.2008 Aralık ayında hastaya Akut Myeloid Lösemi(AML-MO) tanı-sı kondu. Hastaya 2009 ocak-ağustos arasında indüksi-yon ve konsolidasyon tedavileri verildi. Tedaviler sonra-sında HLA tam uyumlu kardeşinden Aralık 2009 da allo-genik kök hücre nakli uygulandı. Şubat 2010 da CMV enfeksiyonu olan hastada aynı zamanda trombositopeni-si oluştu ve CMV tedavisi almasına rağmen devam etti. Hastadaki sebat eden trombositopeni (trombosit değerle-ri 2.000-14.000 arasında),anemi ve lökopeni nedenlerini araştırmak için hastaya iki kez kemik iliği aspirasyonu ve biopsisi yapıldı. Her ikisinde de remisyonda olan hasta-nın kemik iliğinde megakaryositleri normaldi. Hastadan bakılan 60 ve 90.günlerdeki kimerizm %100 donör kime-rizmi idi. Hasta ile donör arasında majör kan grubu uyuşmazlığı(donör A + hasta O+) mevcuttu. Hastada 4.ayda bakılan kan grubu donör kan grubu idi. Hastaya trombositopeni nedenlerini araştırmak açısından viral hepatit, parvovirus, BK ve JC virus, enfeksiyonları bakıl-dı. Hastanın direkt antiglobulin testi (+)’idi. Bakılan trom-bosit antikorlarıda negatif olan hastaya otoimmün trom-bositopeni tanısı ile sırasıyla; 1-2mg/kg dozunda pred-nizolon, IVIG 0,4 g/kg/gün 4 gün, ritüksumab 375 mg/m2 dozunda haftada bir ve toplam 4 kez ve takiben 1gr/gün metil prednizolon verildi. Hastanın trombosit değer-lerinde yükselme olmadı. Hastada trombosit değerleri bu dönemde çoğunlukla 10.000’in altında olmasına rağ-men kanama komplikasyonu olmadı.Hastanın trombo-sit değeri diğer tedavilerle yükseltilemediği için hastaya splenektomi planlandı.Trombosit değeri 14.000 iken has-taya splenektomi yapıldı. Hastanın peroperatif trombo-sit değeri 79.000 post-op 2. saat 74.000 6.saat 64.000 ve 72.saatte 125.000 idi. Hasta halen Lökosit 5600 mm3 Hgb: 11,5 gr/dl ve Trombositleri 170.000 /mcl ile izlen-mektedir.

Tartışma: Erişkinde trombositopeni hematoloji prati-ğinde sık karşılaşılan bir durumdur. Allogenik kemik iliği nakilleri sonrasında trombositopeni sıklıkla görülmekte-dir. Bunun nedenleri arasında graft yetmezliği, primer hastalık relapsı, enfeksiyonlar, ilaçlar ve multipl trans-füzyonlar yer almaktadır. Bu hastalarda nadir olarak otoımmun trombositopeni de gelişmektedir. Literatürde bizim bulabildiğimiz sadece iki vaka mevcuttur. Bu has-taların tedavilerinde, kortikosteroidler, IVIG, Rituxamab ve splenektomi kullanılmaktadır.

Allogenik kemik iliği nakli sonrasında gelişen sitope-nilerde nadir nedenlerden birisi olan otoimmun trombosi-topenininde akılda tutulması gerektiği düşüncesindeyiz.

Page 30: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

60

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Bildiri: 0352 Poster No: P055

DNA LİGAZ IV EKSİKLİĞİ SENDROMU (LIG4 SENDROMU) OLAN İKİ KARDEŞTE HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU. Barış Kuşkonmaz1, Şule Ünal2, Müge Gökçe2, Mualla Çetin2, Fatma Gümrük2, Duygu Uçkan Çetinkaya2. 1Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Kemik İliği Transplantasyon Ünitesi, 2Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji Ünitesi

Amaç: DNA ligaz IV eksikliği sendromu (LIG4 sendro-mu) mikrosefali, büyüme geriliği, düşük doğum ağırlığı, dismorfik yüz bulguları, immün yetmezlik, pansitopeni, klinik ve selüler düzeyde radyosensitivitenin görüldüğü otozomal resesif bir hastalıktır. Ligaz IV proteini çift sar-mal DNA kırıklarının tamiri için gereklidir. LIG 4 send-romunun Nijmegen breakage sendromu (NBS), ataksi-telenjiektazi, ve Fanconi anemisine (FA) benzer bulgu-lara sahiptir. Nadir görülen bu hastalıkta çok az sayıda hematopoetik kök hücre transplantasyonu (HKHT) bildi-rilmiştir. Bu çalışmada HKHT’u yapılan LIG4 sendromlu iki kardeşin sonuçları bildirilmiştir.

Sonuçlar: Vaka 1: Pansitopeni ve büyüme geriliği nedeni ile izlenen 10 yaşındaki kız hastanın anne-babası arasında birinci dereceden akrabalık olduğu, doğum ağırlığının düşük olduğu, tekrarlayan üst solunum yolu enfeksiyonu ve otit geçirdiği öğrenilmiştir. Hastanın fizik muayenesinde vücut ağırlığı, boy, baş çevresi değerleri-nin 3 persentilin altında olduğu, düşük anterior saç çiz-gisi, belirgin nazal köprü, bilateral epikantus varlığı sap-tanmıştır. Kemik iliği aspirasyonu normoselüler olarak değerlendirilmiştir. Hastanın sitogenetik incelemesin-de spontan kırık oranında artış olduğu, DEB ve mitomi-sin C ile indüklenmiş kromozomal kırık çalışması nega-tif olduğu bulunmuştur. NBS açısından yapılan mutas-yon çalışması negatif olarak saptanmıştır. Hastada DEB (-) FA olabileceği düşünülerek tam uyumlu babasından non-myeloablatif rejim kullanılarak ve CD 34 seleksiyo-nu yapılarak HKHT yapılmış, engraftman sağlanamamış-tır (Tablo 1). Hastadan LIG4 sendromu açısından mutas-yon analizi çalışmaları yurtdışına gönderilmiş ve birin-ci transplantasyondan 3 ay sonra hastaya hazırlık rejimi yoğunluğu artırılarak ikinci transplantasyon yapılmış ve engraftman sağlanmıştır.

Vaka 2: Vaka 1’e benzer klinik ve laboratuar özelik-leri olan hastanın mutasyon analizi çalışmasında DNA ligaz IV proteinin 588. pozisyonunda olan lizin amino-asitinin delesyonu ile sonuçlanan (588 del K) hemozi-got trinüklootid mutasyon, 1762delAAG, saptanmış ve LIG4 sendromu tanısı konmuştur. HKHT’u öncesi kemik iliği aspirasyon örneği hiposelüler olarak değerlendiril-miş olup düşük yoğunlukta rejim verilerek tam uyum-lu babasından HKHT’u yapılmış ve engraftman sağlan-mıştır (Tablo 1).

Tartışma: Kemik iliğinin normoselüler olduğu vaka 1’de fludarabin bazlı non-myeloablatif rejim ile ilk trans-plantasyonda engraftman sağlanamaz iken, rejim yoğun-luğunun arttırıldığı ikinci transplantasyonda engraft-man sağlanmıştır. Kemik iliğinin hiposelüler olduğu vaka 2’de fludarabin bazlı non-myeloablatif rejim engraftman sağlanmasında yeterli olmuştur. Bu çalışma sonucun-da HKHT’u yapılacak LIG4 sendromlu hastalarda kemik iliği selülaritesinin hazırlık rejimi seçiminde ve yoğunlu-ğunu belirlenmesinde belirleyici bir faktör olabileceği söy-lenebilir. Vaka 1’de ilk transplantasyonda CD34 seleksi-yonu yapılmış olması da engraftman başarısızlığına kat-kıda bulunmuş olabilir.

Bildiri: 0347 Poster No: P054

ALLOJENEİK KÖK HÜCRE NAKLİ SONRASI PROFLAKTİK ANTİBİYOTİK KULLANIMI AKUT GRAFT VERSUS HOST HASTALIĞI OLUŞUMUNU ETKİLER Mİ?. Fatih Kurnaz1, Leylagül Kaynar1, Bülent Eser1, Serdar Şıvgın1, Cem Şahin2, Ali Ünal1, Mustafa Çetin1. 1Erciyes Üniversitesi İç Hastalıkları Hematoloji Bilim Dalı, Kayseri, Türkiye, 2Erciyes Üniversitesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Kayseri

Amaç: Son yıllarda allojeneik kök hücre nakli (KHN) akut lösemi, lenfoma gibi bir çok hematolojik malignite-de önemli bir tedavi seçeneği haline gelmiştir. Graft ver-sus host hastalığı (GVHH) allojeneik KHN sonrası en önemli komplikasyonlardan biridir. Çeşitli risk faktör-leri GVHH oluşumunda etkilidir. Bu çalışmada Erciyes Nakil Merkezinde allojeneik KHN yapılan hastalarda akut GVHH sıklığının ve akut GVHH’nı etkileyen faktörlerin tespit edilmesi planlandı.

Yöntemler: Çalışmada Mart 2005-Temmuz 2009 tarihleri arasında allojeneik KHN yapılan173 hasta değer-lendirildi.

Sonuçlar: Akraba dışı vericiden nakil yapılan has-taların hiçbirinde akut GVHH gelişmezken, doku grubu uyumsuz (HLA tek uyumsuz) vericiden yapılan nakil has-talarının 5’inde (%20,8) akut GVHH gelişti ve tam uyumlu doku grubu olan hastaların ise 29’unda (%20) akut GVHH gelişti (p=0,6). Toplam 15 (%8,7) hastada CMV tespit edil-mesine rağmen bu hastaların sadece 1’inde (%0,6) akut GVHH gelişmiştir (p=0,3). Myeloablatif rejim alanların 20’sinde (%17,2) akut GVHH gelişirken non-myeloablatif rejim alanların 14’ünde (%24,6) akut GVHH gelişmiştir (p=0,3). 20 hastaya (%11,6) minör kan grubu uyumsuzlu-ğu olan vericiden, 11 (%6,4) hastaya major ve minör kan grubu uyumsuzluğu olan vericiden ve 31 (%17,9) has-taya ise major kan grubu uyumsuzluğu olan vericiden nakil yapıldı. Hastalar ABO kan grubu uyumsuzluğu ve akut GVHH gelişimi açısından değerlendirildiğinde akut GVHH gelişim oranı açısından fark tespit edilmedi (p=0,8). 52 erkek hastaya kadın vericiden (%30) nakil yapıldı. Kadın vericiden erkek hastaya yapılan nakillerde 13 has-tada (%25) akut GVHH gelişti, verici ve alıcı cinsiyetleri-ne göre değerlendirildiğinde akut GVHH gelişimi açısından anlamlı fark yoktu (p=0,14). Hastalar yaş grubu açısından değerlendirildiğinde (<40yaş ve >=40 yaş) iki grup arasın-da akut GVHH gelişim oranı açısından fark yoktu (p=0,9). Hastaların 143’ü proflaktik olarak moksifloksasin alırken, 30 hasta siprofloksasin aldı. Siprofloksasin alan grupta toplam 12 (% 40) hastada akut GVHH gelişirken, moksif-loksasin alan grupta ise toplam 22 hastada (% 15,4) akut GVHH gelişti (P=0,004). Akut GVHH oranı siprofloksasin alan grupta anlamlı olarak yüksek çıktı. TBI alanlar ve almayanlar arasında akut GVHH gelişimi açısından fark tespit edilmedi. Yapılan lojistik regresyon analizinde sip-rofloksasin kullanımının moksifloksasin kullanımına göre [odds ratio (OR): 0,273 (CI%95 L: 0,115 U: 0,645) p=0,003] anlamlı olarak daha yüksek oranda akut GVHH ile ilişki-li olduğu tespit edildi. CMV enfeksiyonu, hazırlık tedavi rejimi, hasta yaşı, ABO kan grubu uyumu, TBI kullanımı, alıcı verici cinsiyet uyumu ve HLA doku grubu uyumu ile akut GVHH arasında ilişki tespit edilmedi.

Tartışma: Çalışmamızda akut GVHH’nı etkileyebi-lecek faktörler değerlendirildiğinde kullanılan proflak-tik antibiyotiğin akut GVHH gelişim sıklığı üzerine etkisi olduğu görüldü. Nakil sonrası kullanılan proflaktik anti-biyotiklerin akut GVHH gelişimi üzerine etkisi in vivo ve in vitro çalışmalarla araştırılmalıdır.

Page 31: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

61

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

fosfamid+ATG’den oluşan non-myeloablatif hazırlık reji-mi kullanılmıştır. CD 34 seleksiyonu yapılan hastalarda graft versus host hastalığı proflaksisi olarak siklosporin A kullanılmıştır. Geriye kalan 8 hastadan yedisinde GVHD proflaksisi olarak siklosporin A+metotreksat, bir hastada siklosporin A+metilprednizolon kullanılmıştır.

Sonuçlar: Vakaların tümünde nötrofil engraftma-nı sağlanmış olup, ortalama nötrofil engraftman süre-si 13.4±2.9 gün (9-19 gün) olarak bulunmuştur (Tablo 1). Graft versus host hastalığı (grade 2) iki vakada (%15.4), veno-oklüzif hastalık (orta derecede) iki vakada (%15.4), hemorajik sistit ise bir (%7.7) vakada gelişmiştir. Çalışmaya dahil edilen 13 hastanın 12’sinde (%92.3) has-talıksız yaşam sağlanmıştır (Tablo 1). Bir hastada trans-plantasyon sonrası zayıf graft fonksiyonu gelişmiş olup akciğer enfeksiyonu nedeni ile kaybedilmiştir.

Tartışma: Fludarabin bazlı non-myeloablatif hazırlık rejimleri konvensiyonel myeloablatif rejimlerin tolere edi-lemeyeceği hastalıklarda yoğun T hücre immünsüpres-yonu yaparak, minimal toksisite ile erken ve kalıcı eng-raftman sağlayabilmektedir. Fludarabin immümsüpre-sif özelikleri yanında antimetabolit olması nedeni ile sito-redüktif etkiye sahiptir. DNA çapraz bağ yapan ajanla-rın aksine Fludarabinin, FA hasta hücrelerinde kromozo-mal bütünlük üzerinde olumsuz etkisi yoktur. Bu özelik Fludarabin içeren non-myeloablatif rejimleri FA hastala-rı doğal bir aday haline getirmektedir. Bizim çalışmamız-da da Fludarabin içeren rejim kullanımı ile FA hastaların-da hastalıksız yaşam oranı %92.3 olarak bulunmuştur.

Tablo 1. Hastaların özellikleri ve transplantasyon sonuçları

Yaş 10.1±3.5 y (5.6-17 y)

Cinsiyet (Erkek) 9 (%69.2)

Donör özellikleri

HLA tam uyumlu kardeş 8 (%61.2)

HLA 1 antijen uyumsuz kardeş 2 (%15.4)

HLA tam uyumlu baba 2 (%15.4)

HLA tam uyumlu anne 1 (%7.7)

Kök hücre kaynakları

Kemik iliği 9 (%69.2)

Periferik kök hücre 3 (%23.1)

Kemik iliği+kord kanı 1 (%7.7)

CD 34 seleksiyonu 5 (%38.5)

Hazırlık rejimi Flu+Cy+ATG

Graft versus host hastalığı proflaksisi

Siklosporin A+metotreksat 7 (%53.9)

Siklosporin A 5 (%38.5)

Siklosporin A+metilprednizolon 1 (%7.7)

Nötrofil engraftmanı 13 (%100)

Nötrofil engraftman günü 13.4±2.9 (9-19 gün)

Akut GVHD (grade 2) 2 (%15.4)

Kronik GVHD -

Veno-oklüzif hastalık (orta şiddette) 2 (%15.4)

Hemorajik sistit 1 (%7.7)

Yaşam oranı 12 (%92.3)

Hastalıksız yaşam oranı 12 (%92.3)

Tablo 1. Hastaların özellikleri ve transplantasyon sonuçları

Vaka 1 (1. transplantasyon)

Vaka 1 (2. transplantasyon)

Vaka 2

Yaş 10 y 10 y 9.5 y

Cinsiyet Kız Kız Erkek

Donör HLA tam uyumlu baba

HLA tam uyumlu baba

HLA tam uyumlu baba

Kök hücre kaynağı Kemil iliği Periferik kök hücre Periferik kök hücre

CD 34 seleksiyonu + - -

Hazırlık rejimi Fludarabin (175 mg/m2)+ siklofosfamid

(40 mg/kg)+ATG

busulfan (6.4 mg/kg)+

siklosfamid (150 mg/kg)+ ATG

Fludarabin (175 mg/m2)+ siklofosfamid

(40 mg/kg)+ATG

Graft versus host hastalığı proflaksisi

Siklosporin A Siklosporin A+MTX Siklosporin A+MTX

Engraftman - + +

Nötrofil engraftman günü

- +12. gün +16.gün

Trombosit engraftman günü

- +26. gün +20. gün

Akut graft versus host hastalığı

- - -

Kronik graft versus host hastalığı

- - -

Veno-oklüziv hastalık - - -

Hemorajik sistit - - -

Sonuç İkinci transplantasyon

Hastalıksız yaşam (+44 ay)

Hastalıksız yaşam (+ 6 ay)

Bildiri: 0350 Poster No: P056

FANCONİ ANEMİLİ 13 ÇOCUK HASTADA FLUDARABİN BAZLI NON-MYELOABLATİF KAZIRLIK REJİMİ KULLANILARAK YAPILAN HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYON SONUÇLARI. Barış Kuşkonmaz1, İlhan Altan2, Şule Ünal2, Selin Aytaç Elmas2, Mualla Çetin2, Fatma Gümrük2, Duygu Uçkan Öetinkaya1. 1Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Kemik İliği Transplantasyon Ünitesi, 2Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji Ünitesi

Amaç: Fanconi anemisi (FA) çeşitli yapısal fiziksel anomaliler, ilerleyici kemik iliği yetmezliği, kansere yat-kınlıkla seyreden, otozomal resesif kalıtım gösteren nadir bir hastalıktır. FA hücrelerinin, kromozomal insitabili-te ve çarpraz bağ yapan alkilleyici ajanlara karşı DNA hipersensitivitesi göstermeleri karakteristik özellikleri-dir. Hematopoetik kök hücre transplantasyonu (HKHT), kemik iliği yetmezliği ile myeloid kökenli kanser önlen-mesi ve tedavisinde tek seçenek olarak görülmektedir. FA hastalarında seçilecek hazırlık rejimi transplantasyon başarısında önemli bir yere sahiptir. Bu çalışmada ünite-mizde FA hastalarında Fludarabin bazlı rejim kullanıla-rak yapılan HKHT sonuçları bildirilmiştir.

Yöntemler: Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Kemik İliği Transplantasyon Ünitesinde, açıl-dığı tarih olan Haziran 1994’den itibaren toplam 23 FA’li hastaya HKHT’u yapılmıştır. Fludrabin bazlı rejim-lerin kullanılmaya başlandığı tarih olan Nisan 2004 ve Temmuz 2010 tarihleri arasında ise toplam 13 FA’li has-taya HKHT’u uygulanmıştır. Bu hastaların verileri ret-rospektif olarak incelenmiştir. Vakaların transplantas-yon ile ilgili özellikler tablo 1’de sunulmuştur. Hastaların ortalama yaşları 10.1±3.5 yıl ve erkek/kız oranı 9/4 idi. Çalışmaya alınan hastaların hepsinde Fludarabin+siklo

Page 32: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

62

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

sayısının çok az olduğu görülmüştür. Bu çalışmada başa-rılı bir şekilde HKHT’u yapılan transfüzyon bağımlı KDA’li bir hasta sunulmuştur.

Sonuçlar: 1.5 aylıkken anemisi saptanan, yapılan incelemeler sonucunda konjenital diseritropoetik anemi tanısı konulan, 3-4 hafta aralarla eritrosit transfüzyonu ihtiyacı olan, fizik muayenesinde hepatosplenomegali-si saptanan, 6 yaşındaki kız hastaya tam uyumlu karde-şinden hematopoetik kök hücre transplantasyonu yapıl-mıştır. Hazırlık rejimi olarak hastaya busulfan (12.8 mg/kg, iv)+siklofosfamid (200 mg/kg)+ATG, graft versus host hastalığı proflaksisi için siklosporin A+metotreksat veril-miştir. Hematopoetik kök hücre kaynağı olarak kemik iliği kullanılmıştır. Hastaya verilen çekirdekli hücre sayı-sı 9.4x108/kg, CD34 sayısı 4.7x106/kg olarak bulun-muştur. Nötrofil engraftman günü +21. gün, trombo-sit engraftman günü +30 gün olarak bulunmuştur. Hastanın izleminde akut GVHD, kronik GVHD, VOD gibi transplantasyon ilişkili komplikasyonlar gözlenmemiştir. Hasta transplantasyon sonrası +32. ayda hastalıksız ola-rak izlenmeye devam edilmektedir.

Tartışma: Başta talasemi major olmak üzere hemog-lobinopatiler dışındaki, transfüzyon bağımlılığı olan ve demir yüklenmesi riski bulanan eritrosit bozuklukla-rında da HKHT’u kür sağlayabilmektedir. Literatürde HKHT’unun uygulandığı KDA’li hasta sayısı oldukça azdır. Bildirilen bu transfüzyon bağımlı KDA’li hastada HKHT’u ile kür sağlanmıştır.

Tablo 1. Hastanın özellikleri ve transplantasyon sonuçları

Yaş 6 y

Cinsiyet Kız

Donör HLA tam uyumlu kardeş

Kök hücre kaynağı Kemik iliği

Hazırlık rejimiBusulfan (12.8 mg/kg, iv)+ Siklofosfamid (200

mg/kg) +ATG

Graft versus host hastalığı proflaksisi Siklosporin A+metotreksat

Engraftman Evet

Nötrofil engraftman günü +21. gün

Trombosit engraftman günü +30. gün

Akut graft versus host hastalığı -

Kronik graft versus host hastalığı -

Veno-oklüziv hastalık -

Hemorajik sistit -

Sonuç Hastalıksız yaşam (+32. ay)

Bildiri: 0355 Poster No: P059

HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU SONRASI NADİR GÖRÜLEN MULTİFOKAL ALANLARDA EKSTRAMEDULLER RELAPS GELİŞEN AML OLGUSU. Talia İleri1, Mehmet Ertem1, Elif Ünal İnce1, Tuğba Belgemen1, Hasan Çakmaklı1, Ünsal Özgen2, Zümrüt Uysal1. 1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Hematoloji Bilim Dalı, 2İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Hematoloji Bilim Dalı

Amaç: Allojenik hematopoetik kök hücre transplan-tasyonu (HKHT) günümüzde akut myeloid lösemi (AML) olgularında başarı ile uygulanmakta olup yüksek oran-da kür elde edilmektedir. HKHT sonrası santral sinir sis-temi (SSS), testis, overlerde izole ekstramedüller relaps

Bildiri: 0315 Poster No: P057

OTOLOG HEMATOPOİETİK KÖK HÜCRE NAKLİ: ANKARA ONKOLOJİ HASTANESİ KÖK HÜCRE NAKLİ MERKEZİ DENEYİMİ. İlhami Kiki, Emre Tekgündüz, Çiğdem Sönmez, Mevlüde Kurdal, Fatma Özgür, Arzu Yurtcu, Şerife Koçubaba, Hülya Arslan, Ayşegül Tetik, Itır Demiriz, Meltem Yüksel, Fevzi Altuntaş. Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hematoloji Kliniği ve Kök Hücre Nakli Merkezi, Ankara

Amaç: Otolog kök hücre desteğinde yüksek doz teda-vi nüks lenfoma ve plazma hücre hastalıklarında başarı-lı ile kullanılmaktadır. Bu çalışmada Ocak 2009- Haziran 2010 arasında ünitemizde gerçekleştirilen 65 otolog kök hücre nakli (OKHN) işlemlerinin geriye dönük olarak değerlendirilmesi amaçlandı.

Yöntemler: Yaş ortancası 48 (Aralık: 15-70) olan; 28 kadın, 36 erkek toplam 64 hastaya 65 periferik OKHN yapıldı. Otolog kök hücre kaynağı olarak büyüme fak-törü (G-CSF;10μg/kg/gün) ile mobilize edilmiş çevre-sel kan kaynaklı kök hücre kullanıldı. Hastaların tanıla-rı şu şekilde idi: Non-Hodgkin Lenfoma (n=26), Hodgkin Lenfoma (n=13), Multipl Miyeloma (n=25), Waldenstrom Makroglobulinemisi (n=1). Hazırlama Rejimi olarak BEAM ± Rituximab (n=26), ICE ± Rituximab (n=13) ve Melfelan ± Bortezomib (n=26) kullanıldı.

Sonuçlar: Nakil edilen CD34 (+) kök hücre miktarı ortanca 5,1x106/kg (Aralık: 2,5–8,8x106/kg) idi. Nakil sonrasında hastalara ortanca 6 ünite (Aralık: 1-10) ışın-lanmış trombosit ve 1 ünite (Aralık: 1-3) ışınlanmış erit-rosit süspansiyonu verildi. Olguların %65’inde febril nötropenik atak gelişti. Nötrofil engrafmanı (> 500/μL) ortanca 10 gün (Aralık: 8-18 gün), trombosit engrafma-nı (>20.000/μL) ortanca 12 gün (Aralık: 8-25 gün) için-de gerçekleşti. 100 günlük transplant ile ilişkili mortali-te %3 tespit edildi. OKHN yapılan olguların halen %64’ü tam remisyonda veya hastalıklı takip edilmektedir.

Tartışma: OKHN kemosensitif bazı hastalıklarda önemli bir tedavi seçeneğidir. OKHN ile ilişkili morbidi-te ve mortalite oranları kabul edilebilir düzeydedir. Yeni açılan bir kök hücre nakli merkezinin başarısında ekip, takım çalışması, fiziki mekân, laboratuarlar, aferez üni-tesi, kan bankası, standart uygulama protokolleri, hem-şirelik bakım hizmetleri, sürekli eğitim programı ve mul-tidisipliner çalışma önemli unsurlardır.

Bildiri: 0345 Poster No: P058

KONJENİTAL DİSERİTROPOETİK ANEMİLİ BİR ÇOCUK HASTADA HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU. Barış Kuşkonmaz1, Şule Ünal2, Ceren Günbey3, Tülin Şaylı4, Duygu Uçkan Çetinkaya1, Mualla Çetin2. 1Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Kemik İliği Transplantasyon Ünitesi, 2Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji Ünitesi, 3Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, 4Ankara Dışkapı Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi

Amaç: Konjenital diseritropoetik anemi (KDA), inefek-tif eritropoez (intramedüller eritrosit ölümü, retiklositope-ni ile beraber anemi, eritroid hiperplazi) ve kemik iliğin-de çok çekirdekli eritrosit öncülleri gibi morfolojik deği-şikliklerinin görüldüğü farklı tiplerden oluşan bir has-talıktır. Anemi dışındaki diğer bulguları arasında, sarı-lık (kronik veya aralıklı), safra taşı, hepatosplenomegali, hemosiderozis ve eritrosit yaşam süresinde kısalma sayı-labilir. Literatür taramasında KDA’li hastalarda hemato-poetik kök hücre transplantasyonu (HKHT) yapılan vaka

Page 33: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

63

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

prognostik indekse (UAPI) göre orta-2 ve yüksek risk MDS olguları erken dönemde yapılan, düşük ve orta-1 risk MDS olguları ise geç dönemde yapılan kök hücre naklinden daha çok fayda görmektedir. Bu çalışmanın amacı, kliniğimizde MDS tanısı ile AHKNH uygulanan hastalara ait verilerin toplanmasıdır.

Yöntemler: Kliniğimizde 1993-2009 yılları arasında MDS tanısı ile kliniğimizde AHKHN uygulanan 47 olgu-nun verileri geriye dönük olarak dosya taraması ile değer-lendirildi.

Sonuçlar: Hasta özelliklerine bakıldığında ortanca yaş 40 (16-64), 16E/31K, MDS alt grubu değerlendiri-lebilen 37 olguda 13RA, 10 RAEB-2, 8 RARS, 5 KMML ve 1 RAEB-1, UAPI verilerine ulaşılabilen 24 olguda 13 I, 7 II ve 4 III tespit edildi. Nakil özelliklerine bakıldığın-da 23 olguda cinsiyet uyumsuz, 23 olguda kan grubu uyumsuz nakil, ortanca çekirdekli hücre miktarının 4,65 (0,30-12,60), CD34+ hücre miktarının 5,26 (0,28-25,89), kök hücre kaynağı 41 perifer kan (PK), 4 kemik iliği(Kİ), 1 PK+Kİ, 1 kordon kanı (KK) ve 46 HLA tam uyumlu kardeş, 1 HLA tam uyulu akraba dışı verici olduğu ve hazırlık rejiminin ağırlıklı olarak busulfan ve fludarabin tabanlı rejimleri içerdiği gözlendi. Tanıdan nakile kadar geçen süre ortanca 11 (2,10-96,57) ay bulundu.Nakil sonrası yan etkilere bakıldığında grade II-IV akut graft versus host hastalığı (AGVHH) %37, kronik graft versus host hastalığı (KGVHH) %57 oranında ve %50’si yaygın KGVHH olarak belirlendi. Nakil ilişkili ölüm %62, nüks ve hastalığa bağlı ölüm ise %21 olarak bulundu. Tüm olgu-lar değerlendirildiğinde ortalama yaşam 56,41±12,74, beş ve on yıllık tahmini yaşam olasılığı ise %31 idi. Hastalık alt grubu ve UAPI’e göre bakıldığında yaşam olasılıkla-rı arasında anlamlı bir fark gözlenmedi (sırasıyla p=0,15 ve p=0,68). Kemik iliği biyopsilerinde fibrosis ile ilgili veri bulunan 29 olgu değerlendirildiğinde ortalama yaşam süresinin fibrozis olan olgularda (n=7) daha düşük oldu-ğu (72,12±19,49’a karşı 10,49±5,32, p=0,22) görüldü.

Tartışma: Sonuçlarımızın daha önce yayınlanan araş-tırmalarla benzer GVHH oranlarına sahip. Yaşam ola-sılıklarına bakıldığında bizim serimizdeki 3 yıllık %35 yaşam olasılığının biraz düşük fakat beş ve 10 yıllık %31’lik yaşam olasılığının iyi olduğu ve bu hastaların çoğununda RA alt grubuna ait olduğu gözlenmiştir.

Bildiri: 0214 Poster No: P061

LENFOMALI HASTALARDA DHAP + G-CSF İLE BAŞARILI PERİFERİK KÖK HÜCRE MOBİLİZASYONU. Eren Gündüz, Olga Meltem Akay, Celil Öncü, Esin Kuş, Gülcihan Demirel, Zafer Gülbaş. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilimdalı

Amaç: Relaps/refrakter Hodgkin lenfoma (HL) ve non Hodgkin lenfoma (NHL) lı hastalarda otolog periferik kök hücre nakli etkili bir tedavi seçeneğidir. Deksametazon, sitarabin, sisplatin (DHAP) protokolü etkinliği yüksek ve kabul edilebilir toksisitesi olan bir kurtarma rejimi ola-rak kullanılmaktadır. Aynı rejimi takiben uygulanan gra-nülosit koloni stimule edici faktör (G-CSF) ile lenfomalı hastalarda başarılı kök hücre mobilizasyonu da sağlana-bilmektedir. Biz de çalışmamızda relaps/refrakter lenfo-malı hastalarımızda DHAP+G-CSF ile yapılan kök hücre mobilizasyonunun etkinlik ve güvenilirliğini araştırma-yı amaçladık.

Yöntemler: Çalışmaya 2008-2009 yıllarında DHAP+G-CSF ile mobilizasyon yapılan 11’i HL ve 9’u NHL’li (7 difüz büyük B hücreli, 1 T hücreli, 1 mantle hücreli lenfoma) 20 hasta (Erkek: 13, Kadın: 7) dahil edildi. Hastaların yaş

yaklaşık %0,6 sıklığında gelişmektedir. Olgumuzu HKHT sonrası erken dönemde farklı ve olağan dışı odaklarda gelişen ekstramedüller relaps nedeni ile sunmak istedik.

Yöntemler: 7 yaşında dış merkezde Hb: 3.6 g/dl, BK: 18500/mm³, PLT: 19000/mm³ bulunan, periferik yayma ve kemik iliğinde %85 blast saptanan hastaya immün-histokimyasal boyamalarda sadece sudan black ile pozi-tiflik elde edilmesi nedeniyle AML-M2 tanısı konulmuş. Sitogenetik analizde t(8;21) pozitif bulunan, SSS tutu-lumu olmayan hastaya “MRC 10 kemoterapi protoko-lü” başlanmış. İlk kür sonrası remisyon sağlanan hasta-da tedavinin tamamlanmasını takiben 6. ayda (ilk tanı-dan 11 ay sonra) kemik iliği relapsı gelişmiş. Uygulanan 1. kür kemoterapi ile 2. tam remisyon elde edilen, teda-vi sürecinde profilaktik kranial radyoterapi uygulanma-yan hasta doku grubu tam uyumlu kardeşinin bulunma-sı üzerine HKHT yapılmak üzere kliniğimize kabul edil-di. HKHT öncesinde kemik iliği morfolojik ve sitogenetik, BOS sitolojik incelemeleri normal bulundu. HKHT süre-cini sorunsuz olarak atlatan hastamız HKHT sonrası 7. ayda sol periferik fasiyal paralizi ile başvurdu. Temporal MR incelemesinde sol internal akustik kanalda 9x6 mm boyutlarında kitle ve mastoidit saptanan hastaya masto-iektomi yapıldı ve kitle mümkün olabildiğince çıkartıldı. İnternal akustik kanal ve mastoit içine yayılım gösteren kitle immünhistokimyasal olarak AML ile uyumlu bulun-du. Kemik iliği incelemesinde remisyonda olduğu sapta-nan hasta HKHT sonrası erken dönemde izole ekstrame-düller relaps olarak değerlendirildi. Tedavisinin planlan-ma aşamasında pulmoner ödem tablosu gelişmesi üze-rine çekilen akciğer BT’de mediastende 7x4 cm boyutla-rında kitle geliştiği ve ekokardiyografide sol atriuma kit-lenin bası yapması sonucu ventriküle akımın güçlük-le sağlanabildiği görüldü. BOS sitolojik incelemesinde lösemik tutulum saptandı. Hastamızda internal akustik kanal, SSS, mediasten tutulumları ile kendini gösteren “multifokal ekstramedüller relaps” geliştiğinin saptanma-sı nedeniyle intratekal tedavi ile birlikte IDA-FLAG kemo-terapi protokolü uygulandı. Kemoterapi sonrasında fasi-yel paralizi, mediastinal kitle yakınmaları kaybolan has-tamızda BOS sitolojik incelemesi normal olarak değerlen-dirildi. Hastamıza takiben kemoterapi ile birlikte krani-al ve mediastinal bölgelere lokal radyoterapi uygulanma-sı planlandı.

Sonuçlar: AML hastalarında transplantasyon sonra-sı ekstramedüller relaps gelişimi nadir olup kemik iliği tutulumu olmaksızın multifokal alanlarda relaps gelişimi çok daha nadir bir durumdur. Nedeni bilinmemekle bir-likte HKHT sonrası graft vs lösemi etkisinin gelişmeme-sine bağlanan bu tablo hastada farklı yakınmaların orta-ya çıkması ile kendini göstereceğinden her zaman akıl-da tutulmalıdır.

Bildiri: 0446 Poster No: P060

MYELODİSPLASTİK SENDROM (MDS) TEDAVİSİNDE ALLOJENEİK HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİNİN (AHKHN) ETKİNLİĞİ (TEK MERKEZ DENEYİMİ). Ender Soydan, Pervin Topçuoğlu, Şule Mine Bakanay, Sinem Civriz Bozdağ, Muhit Özcan, Önder Arslan, Osman İlhan, Meral Beksac, Nahide Konuk, Akın Uysal, Günhan Gürman. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı

Amaç: MDS tedavisinde yeni ajanların gelişimine rağ-men, kök hücre nakli günümüzde hastalıklı klonun kalı-cı olarak ortadan kalkmasını sağlayan tek tedavi seçe-neğidir. IBMTR’ın retrospektif verilerinde uluslar arası

Page 34: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

64

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Tartışma: TVI uygulanan hastalarda geçici paro-tit erken dönemde izlenen ve nispeten sık rastlanan bir komplikasyondur. Kalıcı olmayan bu komplikasyonda semptomatik tedavi yapılması yeterli görülmektedir.

Tablo 1. TVI temelli hazırlama rejimi uygulanan hastalar

Hasta Cinsiyet Yaş Tanı Kök hücre kaynağı TVI dozu Parotit

1 E 26 ALL Kİ 12 Gy -

2 K 50 ALL Kİ 14.4 Gy -

3 E 23 ALL Kİ 12 Gy -

4 E 17 ALL Kİ 12 Gy -

5 E 26 ALL Kİ 12 Gy -

6 E 41 ALL Kİ 12 Gy -

7 K 27 ALL PKH 12 Gy -

8 K 38 ALL Kİ 12 Gy -

9 E 27 ALL Kİ 12 Gy +

10 E 28 ALL Kİ 12 Gy +

11 E 18 ALL PKH 12 Gy +

12 K 20 ALL Kİ 12 Gy +

13 E 41 ALL Kİ 4 Gy +

14 E 53 T-NHL Kİ 12 Gy +

15 K 24 ALL Kİ 12 Gy -

16 E 32 ALL PKH 12 Gy -

Bildiri: 0383 Poster No: P063

HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE NAKLİ: YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ DENEYİMİ. Gülderen Yanıkkaya Demirel1, Sema Aktaş1, Fatma Tuba Akdeniz1, Gülçin Kalaycı Kırcı1, Meral Sönmezoğlu2, Süleyman Sami Kartı1. 1Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, 2Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı

Amaç: Hematopoetik kök hücre nakli (HKHN) başta akut lösemiler ve multipl myelom olmak üzere, hema-tolojik malinitelerde yaygın olarak kullanılan bir tedavi yöntemidir. Ülkemizde de yaklaşık 25 yıldan beri HKHN yapılmaktadır ve HKHN yapan merkez sayısı giderek art-maktadır.

Yöntemler: Bu bildiride Yeditepe Üniversitesi HKHN merkezinde Ekim 2008 ve Eylül 2010 arasındaki sürede gerçekleştirilen toplam 21 HKHN deneyimini aktarmayı planladık. Bu sürede 16 otolog kök hücre nakli (OKHN), 5 allojeneik kök hücre nakli (AKHN) yapıldı. OKHN’lerinin dokuzu multipl myelom, ikisi Hodgkin lenfoma, üçü mantle hücreli lenfoma, biri folliküler lenfoma, biri de dif-füz büyük B hücreli lenfoma hastasıydı. AKHN grubunda ise üç akut myeloid lösemi (AML) ve iki yüksek risk mye-lodisplastik sendrom hastası vardı.

Sonuçlar: Her iki grupta transplantasyona bağlı mortalite görülmedi. Otolog transplantasyon grubun-da 11/16 tam cevap gözlenirken, 5/16 kısmi cevap göz-lendi. Kısmi cevap gözlenen hastalardan biri kromozom 13 delesyonu gösteren MM hastasıydı ve bu hasta nakil sonrası 4. ayda nüks olarak, pnömoni ve septik şoktan kaybedildi. AKHN grubunda 5/5 tam cevap gözlenirken, AML’li bir hasta AKHN’nin 4. ayında nüks olarak 7. ayda septik şoktan kaybedildi.

Tartışma: Sonuç olarak ünitemizde 2 yılda toplam 21 HKHN gerçekleştirildi. Ortalama 11 aylık takipte OKHN

ortalaması 42 yıldı. Lenfoma tanısı 1999-2009 yılları ara-sında konmuştu. Daha önce aldıkları kemoterapi sayı-sı ortalama 7 kürdü. Son aldıkları kemoterapi ile mobi-lizasyon amaçlı verilen DHAP (deksametazon 40 mg/gün 1-4.gün, sitarabin 2 gr/m2/12 saat 2.gün, sisplatin 100 mg/m2/gün 1.gün) rejimi arasındaki süre ortalama 17 aydı. Hastaların yalnızca 3 tanesi daha önce radyoterapi de almıştı. 4 hastaya daha önce 1 ve 1 hastaya da daha önce 2 kez mobilizasyon denenmişti. Mobilizasyon 2 has-tada 3, diğerlerinde 2 kür DHAP sonrası denendi. G-CSF (filgrastim) 5 μg/kg kemoterapi sonrası 1.günde subku-tan olarak yeterli hücre toplanana ya da yetersiz mobili-zasyon kararı verilene dek günde tek doz uygulandı.

Sonuçlar: 20 hastanın sadece 3’ünde ateş gözlen-di. En düşük Hb değerine ortalama 14.günde, en düşük beyaz küre değerine ortalama 12.günde ve en düşük trombosit değerine ortalama 13.günde ulaşıldı. En yük-sek beyaz küre sayısına ulaşılan gün ise 15.gün idi. 20 hastanın 19’unda minimum eşik değer olan >2x106/kg kök hücre sayısına ulaşıldı. Toplanan kök hücre miktarı 7 hastada >5x106/kg, 3 hastada >10x106/kg idi. Yeterli hücre miktarına 6 hastada 1 günde, 9 hastada 2 günde, 3 hastada 3 günde ve 1 hastada 4 günde ulaşıldı.

Tartışma: Çalışmamızdan elde ettiğimiz sonuçlar bir kurtarma rejimi olan DHAP ve G-CSF ile mobilizasyonun etkili ve güvenli bir rejim olduğunu desteklemektedir.

Bildiri: 0311 Poster No: P062

TÜM VÜCUT IŞINLAMASI SEYRİNDE PAROTİT: ANKARA ONKOLOJİ HASTANESİ KÖK HÜCRE NAKLİ MERKEZİ DENEYİMİ. Emre Tekgündüz1, İlhami Kiki1, Şerife Koçubaba1, Hülya Arslan1, Itır Demiriz1, Ayşegül Tetik1, Meltem Yüksel1, İsmet Aydoğdu2, Fevzi Altuntaş1. 1Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği ve Kemik İliği Nakil Merkezi, Ankara, 2Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Konya

Amaç: Tüm vücut ışınlaması (TVI) allojenik hema-topoetik kök hücre nakli (KHN) öncesi kullanılan hazır-lama rejimlerinde tek başına veya farklı kemoterapö-tik ajanlarla birlikte değişen dozlarda kullanılmaktadır. TVI tümör eradikasyonu ve myeloablatif etki açısından önemli bir tedavi yöntemi olmasına karşın erken ve geç dönemde çok çeşitli komplikasyonlara neden olmaktadır. Fraksiyone TVI % 10-30; tek seferde uygulanan TVI % 25-75 olguda geçici parotite neden olmaktadır. Bu çalış-mada TVI temelli hazırlama rejimi sonrası KHN uygula-nan olgularda parotit gelişimi geriye dönük olarak ana-liz edildi.

Yöntemler: TVI temelli hazırlama rejimi uygulanan 16 hastaya ilişkin veriler Tablo-1’de özetlenmiştir. Tüm has-talarda hazırlama rejimi olarak TVI ile siklofosfamit (120 mg/kg) kombine edildi. Olguların 15’ine (% 94) akut len-foblastik lösemi tanısı ile allojenik KHN yapıldı. İki olgu dışında tüm hastalarda (% 88) TVI dozu 12 Gy olarak altı fraksiyonda uygulandı. Parotit tanısı için parotis lojunda ağrı, şişlik ve serum amilaz düzeylerinde artış kullanıldı. Klinik gereklilik halinde parotis loju ultrasonografik ola-rak değerlendirildi.

Sonuçlar: Çalışma sürecinde TVI uygulanan olguların 6’sında (% 38) geçici parotit gelişti. Parotit olan tüm olgu-larda parotit atağının TVI’nın başlangıcından sonraki ilk gün içinde geliştiği görüldü. Hastaların tümünde parotit tablosu 1-3 gün içinde kendiliğinden geriledi. Bu süreçte hastalara semptomatik tedavi uygulandı.

Page 35: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

65

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

direnç gösteren aşırı inflamasyonla seyreden JIA’li hasta-larda genetik HLH varlığının hatırlanması erken tanı ve tedavide başarı sağlayabilir.

Şekil 1. Hastanın takibi süresince serum ferritin değerleri

Bildiri: 0269 Poster No: P065

BEHÇET HASTALARINDA PROTEAZOM İNHİBİTÖRÜ BORTEZOMİB’İN T-LENFOSİTLERE ETKİLERİNİN İN VİTRO OLARAK İNCELENMESİ. Ferit Avcu1, Meral Sarper2, Kamile Öztürk3, Pınar Elçi2, Aysel Pekel4, Uğur Muşabak4, Salih Pay5, Ali Uğur Ural1. 1Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara, 2Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Tıbbi ve Kanser Araştırma Kısmı, Ankara, 3Aksaray Üniversitesi, Fen ve Edebiyat Fakültesi, Moleküler Biyoloji Ana Bilim Dalı, Aksaray, 4Gülhane Askeri Tıp Akademisi, İmmünoloji Bilim Dalı, Ankara, 5Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Romatoloji Bilim Dalı, Ankara

Amaç: Behçet hastalığı (BH) patogenezinde T hücre aktivasyonu ve artmış sitokin üretiminin rolünü işa-ret etmektedir. Bu çalışmada, Th1 sitokin oluşumunu ve alloreaktif T lenfositleri azalttığı saptanan bortezomib (BOR)’in, BH’nın lenfosit fonksiyonları üzerine olan etki-lerinin araştırılması planlanmıştır.

Yöntemler: Çalışma sağlıklı kontrol (SK), pozitif (Ankilozan spondilit) kontrol (PK) ve aktif BH olan olgu-lardan elde edilen fitohemaglutinin (PHA) ile uyarılmış (U+) ve uyarılmamış (U-) lenfositler üzerinde gerçekleşti-rildi. Lenfositler üzerine artan miktarlarda BOR uygulan-dı ve lenfositler üzerine olan çoğaltıcı etkisi 5. günde XTT ile değerlendirildi. U+ ve U- lenfositler üzerine beş gün 10nM BOR uygulaması lenfosit alt gruplarının oranla-rında ve hücre yüzeyi erken (CD69, CD25) ve geç dönem (HLADR) aktivasyon moleküllerinin ifadelerindeki deği-şiklikler akım sitometrisiyle incelendi. U+ ve U- lenfosit-lerin kültür sıvısında Th1 ilişkili IFN-gama, IL-2 ve TNF-alfa sitokin miktarları EIA yöntemiyle ölçüldü. BOR’in NF-kB m-RNA değişimleri TagMan probu kullanılarak gerçek zamanlı RT-PCR ile değerlendirildi.

Sonuçlar: BH olgularının U+ ve U- lenfositleri üzeri-ne 10nM BOR uygulaması sonucu canlılık oranı % 61,7 ve %41,8 saptandı ve aradaki fark anlamlı bulunma-dı. U+ ve U-lenfositler üzerine beş gün 10nM BOR uygu-laması sonucu aktif BH, SK ve PK olgularında CD2+, CD3+, CD4+, CD8+, CD19+, CD45+, CD8+CD28+ hücre oranlarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptan-madı. Benzer şekilde CD25, HLADR ve CD3+ T hücre (CD3+CD25+, CD3+HLA-DR+) oranlarında da anlamlı bir farklılık bulunmadı. BH’da erken aktivasyon belirteci olan CD3+ T hücre (CD3+CD69+) oranı BH U- lenfositlerine

grubunda toplam sağ kalım %94 bulunurken, AKHN gru-bunda ortalama 4 aylık takipte toplam sağ kalım %80 bulundu.

Hematopoez/ Sitotokinler / Büyüme Faktörleri, Reseptörleri / İlaç Farmakolojisi / Apopitoz

Bildiri: 0233 Poster No: P064

AŞIRI HİPERİNFLAMASYONLA SEYREDEN JUVENİL İDİOPATİK ARTRİTLİ (JIA) ÇOCUKTA HETEROZİGOT PERFORİN W374X MUTASYONU TEKRARLAYAN MAKROFAJ AKTİVASYON SENDROMU (MAS) VEYA HEMOFAGOSİTOZA NEDEN OLABİLİR Mİ ?. Şule Ünal1, Günay Balta1, Hamza Okur1, Selin Aytaç1, Mualla Çetin1, Fatma Gümrük1, Seza Özen2, Aytemiz Gürgey1. 1Hacettepe Üniversitesi, Pediatrik Hematoloji Ünitesi, 2Hacettepe Üniversitesi, Pediatrik Romatoloji Ünitesi

Amaç: JIA’lı hastalarda MAS önemli mortalite neden-lerinden biridir. MAS’ın klinik ve laboratuar kriterle-ri hemofagositik lenfohistiositoz (HLH) ile benzerlik gös-termektedir. Genellikle MAS sadece steroid, IVIG veya siklosporin ile tedayiye yanıt vermektedir. Burada tek-rarlayan kereler dirençli MAS geliştiren olgumuz sunul-muştur.

Yöntemler: Olgu sunumuSonuçlar: İki buçuk yaşında kız hasta yüksek ateş,

diz ağrısı ve deri döküntüleri nedeni ile başvurdu. Fizik incelemesinde deride papüler lezyonlar vardı, karaciğer 3 cm ele geliyordu ve her iki diz ekleminde şişlik bulun-du. Laboratuvar incelemesinde; pansitopeni (hemoglobin, 7.9 g/dl, beyaz küre 21 300 /mm3, trombosit 47 000 /mm3), hiperferritinemi (43.852 ng/ml), sedimentation yüksekliği (75 mm/saat) ve C-reaktif protein (23 mg/dl) yüksekliği saptandı. İlk kemik iliği (Kİ) aspirasyonu nor-maldi. Hastaya JIA tanısı konuldu. Ateş çoklu antibiyo-tik, ateş düşürücü ilaçlar, steroid, siklosporin A, etaner-cept tedavisine yanıt vermedi. Tekrarlanan Kİ aspirasyo-nunda hemofagositoz tesbit edilerek MAS tanısı konuldu ve HLH-2004 protokolu ile tedaviye cevap alındı. On üç aylık tedaviden sonra tedavi kesildi ve hasta 6 ay sonra JIA ve HLH relapsı oldu. Hastada Perforin ekspresyonu % 0.9-2, NK aktivitesi % 9 bulundu. Moleküler çalışmalar hasta ve annesinde Perforin geninde heterozigot W374X mutasyonu varlığını gösterdi. Hasta 4 kez hastahaneye yatırıldı ve her Kİ aspirasyonunda hemafagositoz gözlen-di. Üçüncü yatıştan itibaren aile tedaviye uyum göster-medi. Hastalık hiperferritinemi (267054 ng/ml) (Şekil 1), MAS atakları dışında hiperlökositoz (52 000 /mm3), sedi-mentasyon (109 mm/saat) ve CRP (22.3 mg/dl) yüksekli-ği ile aşırı hiperinflamasyon tablosu gösterdi. Hasta dör-düncü yatıştan sonra ailenin isteği ile taburcu edildi ve evde kaybedildi.

Tartışma: Romotologlar JIA’de oluşan sekonder HLH’yi MAS olarak tanımlamaktadırlar. JIA ve HLH’nin her ikisi de inflamasyonla seyretmektedir. Hastamızda W374X mutasyonunun varlığı hiperinflamasyonla seyre-den JIA’in klinik ve laboratuvar bulgularının abartılı sey-retmesine neden olmuştur. Hastamızda HLH protokolu başlamadan remisyon sağlanamaması ve relapslar JIA yanında genetik HLH mutasyon varlığını düşündürmüş-tür. Bu birliktelik lökositoz, CRP, sedimentasyon yüksek-liği ve özellikle serum ferritin düzeylerinin tedavi almadı-ğı dönemlerde genellikle 100 000 ng/ml üzerinde seyret-mesine neden olmuştur. Sonuç olarak, MAS tedavisine

Page 36: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

66

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

örneği toplandı. Hastalardan tanı anında, ilk remisyonda ve sonrasında ortalama 2-3 ay ara ile Kİ/PK örneği alındı. Kontrol grubu olarak 25 sağlıklı bireyden PK örneği top-landı. Örneklerden ilk olarak RNA izole edildi. RNA örnek-lerinden Real Time PZR metodu ile WT1, VEGFA, NRP1, VEGFR2 genleri için ekspresyon çalışması yapıldı.

Sonuçlar: Çalışmaya alınan 3 ALL, 6 AML hastası nüks etti. Bu hastalardan nüks öncesi alınan örneklerde WT1 ekspresyonunda artış gözlendi. Nüks olan AML has-talarında VEGFA geni ekspresyonunda anlamlı bir azal-ma veya artış izlenmezken 3 ALL (2 hastada t(9;22) pozi-tifliliği mevcuttu) hastasında nüks öncesi örneklerinde VEGFA geni ekspresyonunda artış görüldü.

Tartışma: Erişkin ALL hastalarında, VEGF gen eks-presyonunun nüksün erken tanısında, -başka moleküler markırların varlığında veya yokluğunda- kullanılabilir bir MRH markırı olabileceği gerçeği ortaya çıkmıştır.

Bildiri: 0509 Poster No: P067

HİPOKSİK İSKEMİK ENSEFALOPATİSİ OLAN YENİDOĞAN RATLARDA ERİTROPOİETİNİN NÖROGLOBİN ÜZERİNE ETKİSİ. Yasemin Altuner Torun1, Mehmet Akif Özdemir2, Hilal Akalın3, Arzu Taşdemir4, Ahmet Öztürk5, Türkan Patıroğlu2, Musa Karakukcu2, Yusuf Özkul3. 1Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Hematoloji Bölümü, Kayseri, 2Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Hematoloji Bilim Dalı, Kayseri, 3Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi,Genetik Ana Bilim Dalı, Kayseri, 4Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Bölümü, Kayseri, 5Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyoistatistik ve Tıp Bilişimi Ana Bilim Dalı, Kayseri

Amaç: Son yıllarda yapılan in vitro ve in vivo bir-çok çalışmada eritropoetinin (EPO) nöroprotektif etki-si gösterilmesi üzere klinik kullanıma girmeye başla-mıştır. Nöroglobin(Ngb) son yıllarda bulunan ve meme-lilerin santral, periferik sinir sistemi, retina ve endokrin hücrelerinde gösterilen bir protein olup nöronal dokula-rın oksijen homeostazında önemli rolü olmasıyla beraber hipoksik-iskemik durumlarda da nöronal dokuları koru-yucu etkisi vardır. Bu çalışmanın amacı; akut olarak hipoksiye maruz kalmış yenidoğan ratlarda EPO uygula-masını takiben Ngb ekspresyonundaki değişiklikleri tes-pit ederek EPO’nun nöroprotektif etki mekanizmasında Ngb’in yerini belirlemektir.

Yöntemler: Yedi günlük sıçanlara öncelikle isofluran ile anestezi uygulandıktan neonatal hipoksik-iskemik ensefalopati modeli uygulandı. Bu işlem sonrası sıçan-lar 4 gruba ayrıldı. I. grup sham-operated grup (n: 8), II. grup hipoksi-iskemik grup(n: 8), III. grup hipoksik iskemi sonrası EPO verilen grup (n: 8), IV. grup kontrol grubu (n: 8) olup EPO tedavisi hipoksiden 24 saat sonra başlamak üzere üç gün intraperitoneal 300Ü dozunda verildi. En son EPO dozundan 4–6 saat sonra ve hipoksiden 7, 14 ve 21 gün sonra sıçanların beyinleri ipsi ve kontrlateral ola-rak çıkartılıp RT-PCR ile beyin nöroglobin gen expresyo-nuna bakıldı. Ayrıca beyin ağırlıkları ve parafin kesitleri alınarak beynin histolojik yapısı incelendi.

Sonuçlar: Beyin ağırlıkları açısından hipoksi grubu ile sham, kontrol ve EPO grupları arasında fark vardı. Ngb gen ekspresyonu açısından gruplar karşılaştırıldığında; kontrol ve EPO grubu arasında 3.-7.-14. ve 21. Günler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark yok iken diğer tüm gruplar arasında anlamlı bir fark vardı. Ngb gen expresyonunda zaman dilimleri açısından karşılaş-tırma yapıldığında; 3. Gün ile 7.-14.-21. Günler arsında

(%3,0) göre U+’larda (%36,8) anlamlı yüksek saptan-dı (p<0,001). Bu artış SK U+ lenfositlerine (%16,7) göre de anlamlı yüksek idi (p=0,001). Th1 ilişkili IFN-gama, IL-2 ve TNF-alfa sitokinleri BH U+ lenfosit kültür sıvısın-da anlamlı yüksekti (p<0.001, p=0,008 ve p=0,003), Bu artış, BOR uygulaması sonucunda IFN-gama ve TNF-alfa anlamı derecede azaldı (p=0.018, ve p=0,009). IL-2’deki azalma ise anlamlı değildi (p=0,167). BH’da U+ lenfosit-lerdeki NF-kappaB/p50 ve NF-kappaB/p65(RelA) m-RNA artışı (2,90 ve 3,81) U- lenfositlere göre (1,27 ve 1,64) anlamlı yüksek saptanırken (p=0,043 ve p=0,002), BOR uygulaması sonrası U+ lenfositlerde (0,64 ve 0,58) anlam-lı düşük saptandı (p=0,003 ve p<0,001).

Tartışma: BOR’in BH lenfositleri üzerine etkilerinin in vitro olarak ilk defa test edildiği bu çalışmada, alloreaktif T-lenfosit aracılığı ile gelişen Th1 cevabının, istirahattaki T-lenfositlere göre belirgin baskılandığı gösterilmiştir. BH lenfositleri üzerine in vitro BOR uygulamasının, NF-kB aracılıklı apoptozisi indükleyerek hücrelerin çoğalmasını inhibe ettiği söylenebilir. BH’da BOR’in in vitro etkilerini kanıtlayan çalışmamız, BH’nın tedavisinde bortezomib’in kullanılabileceğini ve daha sonra planlanabilecek in vivo çalışmalara öncülük edeceğini desteklemektedir.

(THD tarafından 07-BF-A No’lu proje ile desteklen-miştir)

Bildiri: 0495 Poster No: P066

MİNİMAL REZİDÜEL HASTALIK TAKİBİNDE YENİ BİR MARKIR: VEGFA. Hülya Şıvgın1, Sacide Pehlivan2, Serdar Şıvgın3, Fatih Kurnaz3, Leylagül Kaynar3, Bülent Eser3, Ali Ünal3, Mustafa Çetin3, Mustafa Pehlivan4, Yusuf Özkul1. 1Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Anabilim Dalı, Kayseri, 2Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji ve Genetik Anabilim Dalı, Gaziantep, 3Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Kayseri, 4Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Gaziantep.

Amaç: Akut lösemilerin tedavisindeki ilerlemeler has-talardaki tedaviye yanıt oranlarını artırmakta ve pek çok hastada hastalıksız sağ kalımı uzatmaktadır. Ancak akut lösemilerde nüksün varlığı hala ciddi bir sorun olarak sürmektedir. Düzenli minimal rezidüel hastalık takibi ile nüksün erken tanınabileceği kabul gören bir yaklaşım-dır. Bu nedenle MRH takibi önem kazanmaktadır Son 10 yılda yapılan çalışmalar AML ve ALL gibi çeşitli hemato-lojik malignansilerde WT1 mRNA’sının overekspresyonu gösterilmiştir. Bu yüzden akut lösemide potansiyel tero-patik hedef ve uygun MRH markırı olarak tanımlanmış-tır. Hematolojik malignansilerde tam rolü anlaşılmasa da Vasküler Endotelyal Büyüme Faktörü (VEGFA) geni ve bazı reseptörlerinin akut lösemilerde aşırı eksprese edil-diğini gösteren çalışmalar mevcuttur.

Bu araştırmanın amacı, Akut Myeloblastik Lösemi (AML) ve Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL) hastalarından alınan kemik iliği (Kİ) ve periferik kan (PK) örneklerin-de WT1 genine alternatif yeni MRH markırları belirleye-bilmektir. Bu amaçla, VEGFA ve onun reseptörleri olan Vasküler Endotelyal Büyüme Faktör Reseptörü 2 (KDR/VEGFR2) ve Nöropilin1 (NP1) genlerinin ekspresyonları-nın MRH takibi için kullanışlı bir markır olup olmayaca-ğınının araştırılması hedeflenmiştir.

Yöntemler: Erciyes ve Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Dahiliye Anabilim Dalı Hematoloji Bilimdalı’ndan ALL ve AML tanısı alan hastalar çalışmaya dahil edil-di. 15 AML, 10 ALL hastasından 92 periferik kan örne-ği ve 13 AML ve 4 ALL hastasından toplam 42 kemik iliği

Page 37: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

67

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Tablo 1.

Heparin 0 U/ml(X ± SD)(min-max)

10 U/ml(X ± SD)(min-max)

20 U/ml(X ± SD)(min-max)

Zaman

0. saat 010.09 ± 1.27a

8.82-11.3612.76 ± 1.08d

10,6-13.84

1. saat 018.81 ± 1.19b

17.62-20.021.52 ± 1,25e20.27-22.77

2.saat 013.90 ± 1.06c12.84-14.96

15.7 ± 1.41f14.29-17.11

0, 10, 20 U/ml heparin konsantrasyonlarındaki lenfoblastlardaki 0., 1. ve 2. saatteki apopitozis oranları a-d, a-b, a-c, d-e, d-f, e-f, b-e, c-f: p= 0,005

Tablo 2.

Heparin 0 U/ml(X ± S.D)(min-max)

10 U/ml(X ± S.D)(min-max)

20 U/ml(X ± S.D)(min-max)

Zaman

0. saat0.98 ± 0.35a

0.63-1.332.36 ± 0.34d

2.02-2.703.30 ± 0.32g

2.98-3.62

1. saat1.05 ± 0.28b

0.77-1.333.58 ± 0.43e

3.15-4.014.65 ± 0.34h

4.31-4.99

2. saat0.94 ± 0.24c

0.70-1.183.05 ± 0.24f

2.81-3.293.66 ± 0.23ı

3.43-3.89

0, 10, 20 U/ml heparin ile inkübe edilen lenfoblastlardaki 0., 1. ve 2. saatteki hücre içi kalsiyum düzeyleri a-d, a-g, d-g, b-e, b-h, e-h, c-f, c-ı, f-ı, d-e, d-f, e-f, g-h, h-ı: p =0.005 a-c, a-b, b-c: p>0,05

Bildiri: 0194 Poster No: P069

ZOLEDRONİK ASİDİN SIÇAN AORTUNDA ENDOTELİAL NİTRİK OKSİT SENTAZ İFADESİ VE DAMAR KASILMASI ÜZERİNE ETKİLERİ. Meral Sarper1, Ferit Avcu2, Oğuzhan Yıldız3, Burak Cem Soner3, Kamile Öztürk4, Pınar Elçi1, Ali Uğur Ural2. 1Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Tıbbi ve Kanser Araştırma Kısmı, Ankara, 2Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara, 3Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, Ankara, 4Aksaray Üniversitesi, Fen ve Edebiyat Fakültesi, Moleküler Biyoloji Anabilim Dalı, Aksaray

Amaç: Zoledronik asit (ZOL), osteoklastların aracılık ettiği metastatik ve metabolik kemik hastalıklarında kul-lanılan azot içeren bifosfonat grubu bir bileşiktir. ZOL’in statin türevlerine benzer şekilde mevalonat yolağında RhoA kinaz gibi küçük GTPaz enzimleri etkilediği göste-rilmiştir. Statin türevlerinin damar dokusu üzerine olum-lu etkileri gösterildiği halde, ZOL’in sağlam damar doku-sunda endotel fonksiyonlarına etkisi ve bu etkinin meka-nizmaları bilinmemektedir.

Bu çalışmada, ZOL’in sıçan aortunda endotelyal nit-rik oksit sentaz (eNOS) ifadesi ve endotel fonksiyonla-rı üzerine olası etkisinin mekanizmalarının araştırılma-sı amaçlanmıştır.

Yöntemler: Endotelli ve endotelsiz izole sıçan aortun-da (n=6) 100 μM ZOL inkübasyonu yapılarak potasyum klorür ve fenilefrin’in oluşturduğu kasıcı etki test edilmiş ve ZOL inkübasyonu yapılmadan elde edilen cevaplarla karşılaştırılmıştır. Ayrıca ZOL’in endotel aracılı ve endo-telden bağımsız etkilerini belirlemek amacıyla, ortam-da ZOL varken ve yokken asetilkolin ve sodyum nit-roprusiat ile oluşan gevşetici etki araştırılmıştır. ZOL’in etkisinde protein geranilasyonunun etkisini test etmek için ise, endotelli ve endotelsiz preparatlarda mevalo-nat yolağının önemli enzimlerinden, farnezil pirofosfat

sham, hipoksi ve kontrol grublarında ipsilateral olarak istatistksel olarak anlamlı fark vardı. EPO grubunda ipsi ve kontlateral olarak ve diğer gruplar arasında istatistik-sel olarak anlamlı bir fark yoktu. Grupların eğri altında-ki alanları karşılaştırıldığında Ngb ekspresyonu kontrol, EPO, sham, hipoksi grubu şeklinde artmakta idi.

Tartışma: Hipoksik iskemik ensefalopati varlığında beyin Ngb gen ekspresyonu fizyolojik bir savunma meka-nizması olarak artış göstermektedir. Bu durum cerra-hi işlemler sonrasında da görülmekte olup EPO tedavi-si verildiğinde ılımlı bir (x3 kat) ngb artışı olmakta olup tek başına hipoksiye (x 20 kat) nazaran belirgin olarak az olması EPO’nun hipoksiye karşı koruyucu etki oluştur-ması sonucunda Ngb’nin azaldığı şeklinde açıklanabilir.

Bildiri: 0119 Poster No: P068

HEPARİNİN LENFOBLASTLAR ÜZERİNDEKİ APOPİTOTİK ETKİSİNİN AKIM SİTOMETRİK DNA ANALİZİ VE HÜCRE İÇİ KALSİYUM DÜZEYİNİN ÖLÇÜMÜ İLE İN VİTRO OLARAK BELİRLENMESİ. Erol Erduran1, Yusuf Gedik1, Yavuz Tekelioğlu2, Tuğba Bayraktar1, Ayşenur Bahadır1. 1Karadeniz Teknik Üniversitesi, Pediatrik Hematoloji Bilim Dalı, Trabzon, 2Karadeniz Teknik Üniversitesi, Histoloji ve Embriyoloji Ana Bilim Dalı,Trabzon

Amaç: Apopitozis programlı hücre ölümü olarak tanımlanmaktadır. Heparinin anti proliferatif, anti hiper-tansif, anti inflamatuar etkilerinin yanı sıra lenfoblast-lar üzerine apopitotik etkisi de bulunmaktadır. Bu çalış-mada, heparinin lenfoblastlar üzerine apopitotik etkisi-ni göstermek için in vitro olarak akım sitometrik analizle DNA analizi ve hücre içi kalsiyum düzeyi ölçüldü.

Yöntemler: 32 yeni B hücreli akut lenfoblastik löse-mi tanısı koyulmuş hastanın kemik iliği örnekleri alındı. Vakaların 14’ü erkek, 9’u kızdı, hastaların yaşları 2-11 arasında değişmekte idi. Lenfoblastlar 0, 10 ve 20 U/ml heparinle muamele edildi; in vitro 0., 1. ve 2. saatte akım sitometrik DNA analizi ile apopitozis ve hücre içi kalsi-yum oranları değerlendirildi.

Sonuçlar: Heparin ile inkübe edilen lenfoblastlar üze-rine ortalama apopitozis oranının 10 ve 20 U/ml hepa-rin konsantrasyonlarında 1. saatte, 0. ve 2. saatlerden daha fazla olduğu tespit edildi (p=0.005). 20 U/ml hepa-rin konsantrasyonundaki ortalama apopitozis oranı, 10 U/ml heparin konsantrasyonundaki apopitozis oranın-dan yüksek bulundu (p=0.005). En yüksek apopitozis 20 U/ml heparin konsantrasyonunda birinci saatte tes-pit edildi (Tablo 1). Hücre içi kalsiyum düzeyleri 0, 10, 20 U/ml heparin konsantrasyonlarında 0. saate göre 1. ve 2. saatlerde belirgin yüksekti. Hücre içi kalsiyum düzeyi 20 U/ml heparin konsantrasyonunda, 10 U/ml heparin konsantrasyonundakine göre daha yüksekti (p=0.005). En yüksek hücre içi kalsiyum düzeyi 20 U/ml heparinle birinci saatte elde edildi (Tablo 2). Heparin ile inkübe edi-len lenfoblastlarda hücre içi kalsiyum düzeyleri, apopito-zis oranları ile orantılı şekilde yüksek bulundu.

Tartışma: Sonuç olarak heparin lenfoblastlarda apo-pitozise neden olmaktadır ve apopitozisle eş zamanlı ola-rak lenfoblastlarda hücre içi kalsiyum düzeyleri artmak-tadır. Hücre içi kalsiyum düzeylerindeki yükselme, hepa-rinin indüklediği lenfoblastların apopitozisinde mito-kondrinin rol oynadığını düşündürmektedir.

Page 38: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

68

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

apopitotik etkisini ekstrensek yolak üzerinden gösterdiği, apopitozisle eş zamanlı fas protoonkogen seviyesinde artı-şın ve Bcl-2 protoonkogen seviyesinde azalmanın bulun-ması ile saptanmıştır(2).Başka çalışmamızda heparin ile inkübe edilen lenfoblastlarda apopitozis saptanmış,

apopitozisle eş zamanlı bakılan kaspaz-3 ve-8 aktive-telerinde artış saptanmış ve heparinin lenfoblastlar üzeri-ne apopitotik etkisini ekstrensek yolak üzerinden

gösterdiği iddia edilmiştir(3)Çalışmamızda, heparin yeni tanı ALL’li hastaların lenfoblastlarında in vitro ola-rak apopitozise neden olmaktadır. Hücre içi sitokrom c düzeylerinde ve kaspaz-9 aktivitelerindeki artış heparinin lenfoblastlar üzerine mitokondri aracılı apopitotik etkisi-ni desteklemektedir.

Referanslar1.Erduran E,et al.Apoptotik effect of heparin on

lymphoblasts,neutrophils and mononuclear cells: results of a preliminary in vitro study. Am J hematol, 61: 90,1999

2.Erduran E,et al.In vitro determination of the apop-totic effect of heparin on lymphoblasts by using DNA nalysis and measurements of Fas and Bcl-2 proteins by flow cytometry.Pediatr Hematol Oncol 21: 383,2004

3. Erduran E,et al. In vitro investigation of the apop-totic effect of heparin on lymphoblasts by using flow cyto-metric DNA analysis and fluorometric caspase-3 and-8 activities. DNA Cell Biol 26: 803,2007

Bildiri: 0236 Poster No: P071

AKKİZ HEMOFAGOSİTİK LENFOHİSTİOSİTOZLU (HLH) HASTALARDA KLİNİK VE LABORATUVAR BULGULARI. Şule Ünal1, Günay Balta1, Hamza Okur1, Selin Aytaç1, Mehmet Ceyhan2, Zuhal Akçören3, Fatma Gümrük1, Mualla Çetin1, Murat Tuncer1, Seza Özen4, Aytemiz Gürgey1. 1Hacettepe Üniversitesi, Pediatrik Hematoloji Ünitesi, 2Hacettepe Üniversitesi, Pediatrik Enfeksiyon Ünitesi, 3Hacettepe Üniversitesi, Pediatrik Patoloji Ünitesi, 4Hacettepe Üniversitesi, Pediatrik Romatoloji Ünitesi

Amaç: Tanı kriterlerinin belirlenmesinyle HLH tanısı alan hasta sayısı artmıştır. İlk sırada enfeksiyon olmak üzere malignansi, ilaçlar, otoimmün ve metabolik hasta-lıklar gibi nedenlere bağlı olarak akkiz HLH gelişebilmek-tedir. Daha önceki bir çalışmamızda 7 yılda 18 hasta-ya akkiz HLH tanısı konulmuş, bunların çoğunun enfek-siyonlara ikincil olarak geliştiği gözlemlenmişti. Son yıl-larda kronik seyirli hastalıkların seyrinde de akkiz HLH geliştiği dikkatimizi çekmiştir. Diğer taraftan akkiz HLH olgularında daha çok altta yatan hastalık tedavisine ağır-lık verilirken son yıllarda ağır seyirli olguların HLH proto-kolleri ile tedavi edilmesinin mortaliteyi azalttığı düşünül-mektedir.Burada Şubat 2005-Mayıs 2009 arasında tanı alan 28 akkiz HLH hastasının bulguları, tedavi cevabı ve prognozu incelenmiştir.

Yöntemler: Hastaların ortanca yaşları 4 yıl(1gün-16 yıl) olup, 20’si erkekti. Hastaların 8’inde anne baba akra-balığı, 5’inde ebeveynler aynı köyden olduğu için, aile bireyleri genetik HLH den sorumlu Perforin, Munc13-4 ve Syntaxin 11 genleri için haplotip analizine alınmış, aile-lerde bu genlerden hiçbirinde homozigot haplotip gözlen-memiştir.

Sonuçlar: Altta yatan primer hastalıklar: 4 bakteri-yel sepsis, 4 juvenil idiopatik artrit (JIA), 3 EBV, 2 pnö-moni, 2 Leishmania, 1 aplastik anemi, 1 hastada bakte-riyel sepsis ile birlikte mikotik enfeksiyon, 1 Salmonella, 1 Brusella, 1 Parvovirüs B19 enfeksiyonu, 1 CMV, 1 SLE, 1 glikojenosis, 1 inflamatuvar barsak hastalı-

ve geranilgeranil pirofosfat varlığında ZOL inkübasyonu sonrası fenilefrin’in oluşturduğu kasıcı etki karşılaştırıl-mıştır. Ayrıca, kantitatif RT-PCR ile sağlam aort prepa-ratlarında ve ZOL varlığında eNOS mRNA ifadeleri ince-lenmiştir.

Sonuçlar: ZOL inkübasyonu, potasyum klorür ve feni-lefrin ile oluşan kasıcı etkiyi anlamlı derecede azaltmıştır. Bu azalma NO-sentaz inhibitörü Nώ-nitro-L-arginin metil ester (L-NAME) 10-4 M ile ortadan kalkmıştır. Ayrıca, ZOL inkübasyonu asetilkolinle oluşan endotel aracılı gev-şetici etkiyi artırmış ve ZOL’in bu etkisi de L-NAME tara-fından ortadan kaldırılmıştır. ZOL inkübasyonu yapılan aort preparatlarında eNOS mRNA ifadesi kontrol grubu-na göre anlamlı derecede (1.52 kat) artmıştır.

Tartışma: NO güncel birçok tedavi yaklaşımının hede-fidir. ZOL, eNOS ekspresyonunu artırarak endotel fonk-siyonlarını ve dolayısıyla vasküler kontraktiliteyi olumlu olarak etkilemektedir. Bu etkisi muhtemelen RhoA kinaz inhibisyonu aracılığıyla oluşmaktadır. Dolayısıyla, ZOL kullanan geniş hasta gruplarında endotel fonksiyonları-nın ve kardiyovasküler olay görülme sıklığının belirlen-mesi bifosfanatların pleiotropik etkilerinin ortaya konu-labilmesi açısından da önem taşımaktadır.

Bildiri: 0144 Poster No: P070

HEPARİNİN LENFOBLASTLAR ÜZERİNE APOPTOTİK ETKİSİNİN AKIM SİTOMETRİDE DNA ANALİZİ, SİTOKROM C VE KASPAZ 9 AKTİVİTELERİNİN FLOROMETRİK VE ELİZA METODLARIYLA İN VİTRO DEĞERLENDİRİLMESİ. Erol Erduran1, Yüksel Aliyazıcıoğlu2, Tuna Zaman1, Ayşenur Bahadır1. 1Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Peditrik Hematoloji Bilim Dalı, 2Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı

Amaç: Heparinin lenfoblastlar üzerine heparinin apo-pitotik etkisini, eş zamanlı lenfoblastlarda sitokrom c seviyesi ve kaspaz-9 aktivitesinin artıp artmadığını tes-pit etmek, heparinin intrensek yolak üzerinden apoptozi-se neden olup olmadığını göstermek

Yöntemler: Hücre canlılık düzeyi %90’ın üzerinde olan 15 yeni tanı ALL’li hastanın kemik iliğinden elde edi-len lenfoblastlar çalışmaya alındı. 0, 10 ve 20 U/ml hepa-rin konsantrasyonlarında inkübe edilen lenfoblastlarda 0,1. ve 2. saatlerde akım sitometri ile apoptozis yüzdeleri ve hücre içi sitokrom c düzeyleri florometrik metodla ve kaspaz-9 aktiviteleri ELİZA metoduyla ölçüldü.

Sonuçlar: 10 ve 20 U/ml heparin konsantrasyon-larında 0. 1.ve 2.saatlerde lenfoblastlarda apopitozis saptandı(p<0.005).10 ve 20 U/ml heparin konsantras-yonlarında 1.saatlerde 0. ve 2. saatlere oranla daha yük-sek apopitozis saptandı(p<0.005).En yüksek apopito-zis 20 U/ml heparin konsantrasyonunda 1.saatte tes-pit edildi.10 ve 20 U/ml konsantrasyonlarında hepa-rin ile inkübe edilen lenfoblastlarda 0.,1.ve 2.saatler-de hücre içi sitokrom c ve kaspaz-9 aktivitelerinde artış saptandı(p<0.05).10 ve 20 U/ml heparin konsantrasyon-larında lenfoblastlarda hücre içi sitokrom c seviyeleri ve kaspaz-9 aktiviteleri 1.saatlerde 0.ve 2.saatlere göre daha yüksekti(p<0.005).En yüksek sitokrom c düzeyi ve kas-paz-9 aktivitesinde artış 20 U/ml heparin konsantrasyo-nunda 1.saatte tespit edildi.

Tartışma: Yaptığımız çalışmada heparinin yeni tanı ALL hastalarında apopitozise neden olduğu, ancak relaps ALL lenfoblastları,sağlıklı kişilerin nötrofil ve mono-sitleri üzerine apopitoziseneden olmadığı gösterilmiş-tir(1). Başka çalışmada heparinin lenfoblastlar üzerine

Page 39: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

69

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

bağlı olduğu düşünülerek CsA tedavisi kesildi ve TDP infüzyonuna devam edildi. Bu dönemde TTP bulguları saptanmadı. 36 saat entübe olarak midazolam ve epdan-toin tedavisi alan hastanın uyandırılma sonrası EEG incelemesinde her iki temporal bölgede sağda daha belir-gin olmak üzere keskin, yavaş (teta-delta) dalga aktivi-tesi saptandı. Kranyal MR incelemesinde patolojik sin-yal değişikliğine rastlanmadı. Hastanın 5 aylık takibinde antiepileptik tedavisi eşliğinde herhangi bir patolojik bul-gusu gelişmedi.

Tartışma: TTP tedavisinde ilk tercih plazmaferez teda-visi iken önemli tedavi seçenekleri arasında siklosporin A yer almaktadır. Yan etkileri arasında tremor, hipertan-siyon, böbrek yetersizliği, elektrolit bozuklukları, sant-ral ve periferik nörotoksisite ortaya çıkabilmektedir. Santral nörotoksisite dendiğinde posterior lökoensefalo-pati (PLE), konvülziyonlar vb sayılabilir. Siklosporin A kullanan hastaların %1.5-6’sında konvülziyonlar görü-lebilir. Konvülziyon nedenleri arasında CsA’nın beyin-de endotel fonksiyonlarını bozduğu ve vasokontrüksiyo-na bağlı beyinde iskemiye yol açtığı düşünülmektedir. TTP kliniği ile CsA yan etkileri arasında büyük bir örtüş-me olması nedeniyle (böbrek yetersizliği, konvülziyonlar, merkezi sinir sistemi bulguları vb) bu bulguların hangi patolojiye bağlı olduğunu ayırmak büyük önem taşımak-tadır. Epileptik satatusla karşılaşıldığında mevcut pato-lojinin hangi etkene bağlı olduğunu saptamak tedavi-ye yön vermede önemlidir. Erken dönemde CsA tedavisi kesilmeli, bulguların etyolojisi hızlıca belirlenmeli ve CsA yan etkisi olduğu gösterilen hastalarda CsA bir daha kul-lanılmamalıdır.

Bildiri: 0142 Poster No: P073

CİVA ZEHİRLENMESİ-BİR AİLE VAKASI. Rahşan Yıldırım1, Fuat Erdem1, Mehmet Gündoğdu1, Yusuf Bilen1, Yalçın Yıllıkoğlu2, Yaşar Nuri Şahin3, Ebru Koca4. 1Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Erzurum, 2Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Bilim Dalı, Erzurum, 3Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya Bilim Dalı, Erzurum, 4Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji, Erzurum

Amaç: Çevre kirliliği artışı insanların yabancı madde-lere maruziyetini artırmıştır. Bu makalede likit formda-ki civa ile zehirlenen, yaşları 20 ila 54 arasında olan aynı aileden beş olgu sunuldu.

Yöntemler: Birinci olgu 54 yaşındaki bayan hasta; öksürük, ateş, gece terlemesi, kilo kaybı, kol ve bacaklar-da ağrı şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Febril nötrope-ni, pnömoni kliniği olan hastada, hızla akut respiratuar distress sendromu (ARDS) gelişti ve yatışının dördüncü gününde exitus oldu. Yirmi dokuz yaşında erkek ve yirmi iki yaşında bayan olan ikinci ve üçüncü olgu; baş ağrısı, diş etlerinde sızlama, el ve ayaklarında uyuşma şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Her iki olguda da elektromiyog-rafi (EMG) ile teyit edilen, toksik periferik nöropati tespit edildi. Civaya en fazla maruz kalan ilk iki olguda nötro-peni görülürken diğer olgularda görülmedi. Yirmi ve yirmi üç yaşında bayan hasta olan dördüncü ve beşinci vaka; halsizlik ve baş ağrısı şikayeti ile başvurdu. Bu hastalar-da yüksek kan civa düzeyleri dışında herhangi bir müs-bet bulgu saptanmadı. Tüm olgularda klinik semptomlar, idrar ve/veya tam kandaki civa konsantrasyonu monito-rizasyonu ile desteklendi. Hastalara, British anti-Lewisite (BAL; dimercaprol; 2,3-dimercaptopropanol) veya DMPS (2,3-Dimercaptopropane-1-sulfonate) ile şelasyon tedavi-si yapıldı. Anneleri olan ilk olgu exitus olurken diğer dört

ğı, 1 Langerhans histiositozu, 1 Kawasaki hastalığı, 1 metamizole bağlı kemik iliği yetmezliği, 1 MDS.

Kan kültüründe 2 hastada E.coli, 1 hastada önce E. coli sonra Proteus Mirabilis, 1 hastada Staphylococcus viridans, 1 hastada Streptococcus intermedius, 1 has-tada Salmonella paratyphi üredi. 21’inde natural killer hücre sayısına bakıldı ve 7’sinde düşük bulundu.

Tedavi: 7 hasta 4-12 hafta arasında HLH-2004 proto-kolu aldı. JIA’lı 3 hasta steroid, siklosporin A ve IVIG ile tedavi edildi. Ağır bakteriyel enfeksiyonlu bir hasta anti-biyotik, IVIG ve 2 doz etoposid aldı. Leishmania (+) has-talar amfoterisin B ile, MDS ve Langerhans histiositozlu hastalar spesifik kemoterapi protokolleri ile tedavi edil-di. Aplastik anemili hasta 1 gün sonra kaybedildiği için sadece semptomatik tedavi aldı.

Prognoz: Kaybedilen 9 hastanın 5’inde kronik has-talık olup bu hastaların altta yatan hastalık nedeniyle kaybedildiği, kalan 4 hastadan 2’sinde neonatal bakteri-yel sepsis, 1’inde CMV enfeksiyonu olduğu tespit edildi. Kemik iliği yetmezliği olan hasta pulmoner kanama nede-niyle kaybedildi.

Tartışma: 1.Enfeksiyondan ilaç kullanımına kadar çeşitli nedenlerin akkiz HLH’ye neden olabildiği,

2.Kronik hastalığı olmayan enfeksiyonlara bağlı geli-şen HLH hastalarında antibiyotik, HLH-2004 protoko-lü, steroid+siklosporin A, IVIG kullanımı ile mortalitenin gelişmediği,

3.Kronik hastalığı olanlarda HLH tedavi ile düzeltilse bile, hastaların kronik hastalığı nedeni ile kaybedildiği,

4.JIA’de HLH geliştiğinde serum ferritinin çok yüksek değerlere ulaşabildiği görüldü.

Bildiri: 0377 Poster No: P072

TROMBOTİK TROMBOSİTOPENİK PURPURA TEDAVİSİNDE SİKLOSPORİN A’YA BAĞLI STATUS EPİLEPTİKUS OLGUSU. Erman Öztürk1, Oral Nevruz2, Ferit Avcu2, Türker Çetin2, Ali Uğur Ural2. 1SB Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği, İstanbul, 2Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Hematoloji Ana Bilim Dalı, Ankara

Amaç: Trombotik trombositopenik purpura (TTP) ADAMTS 13 enzim eksikliği nedeniyle ortaya çıkan mik-roanjiopatik hemolitik anemi tablosudur. Bulguları ara-sında yüksek ateş, sarılık, böbrek yetersizliği, anemi, konvülziyonlar olabilir. TTP tedavisinde plazmaferez, splenektomi, vinkristin, siklosporin A (CsA) kullanılabi-lir. Siklosporin A nadir de olsa status epileptikusa neden olabilmektedir ve TTP’ye bağlı konvülziyon ile ayrımı akut dönem tedavi ve uzun dönem tedavi planlamasında haya-ti önem taşımaktadır.

Yöntemler: Bir yıl öncesinde TTP tanısı ile plazmafe-rez tedavisi gören 22 yaşında erkek hasta, remisyonda takip edilirken, tedavisiz bir yıl aradan sonra kas ağrısı nedeniyle yapılan tetkiklerinde TTP nüksü saptandı. 1 gr metil-prednisilon üç gün ve 20 ml/kg/gün taze donmuş plazma (TDP) tedavisine başlandı. TTP atağında olan has-tanın tedavi ile LDH ve trombosit değerlerinin remisyon ile uyumlu olması üzerine (Hb: 12.6gr/dl, Plt: 255000/mm3, LDH: 426 IU (N: 125-450 IU), kreatinin: 0.9 mg/dl) TDP replasmanı azaltıldı ve uzun dönem tedavi için tedavisine oral CsA 2x4mg/kg eklendi. Oral CsA tedavisi-nin üçüncü günü ani başlangıçlı, status epileptikus baş-laması üzerine hasta entübe edilerek yoğun bakım ünite-sine alındı. Epilepsi atağı sırasında tansiyon magnezyum ve kalsiyum değerleri normal saptandı. Konvülziyonların remisyonda olan TTP’ye bağlı olmadığı CsA tedavisine

Page 40: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

70

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

İnfeksiyon ve Destek Tedaviler

Bildiri: 0511 Poster No: P075

LEVOFLOKSASİNİN KÖK HÜCRE NAKLİ SONRASINDA GELİŞEN BK VİRÜS İLİŞKİLİ HEMORAJİK SİSTİTTE KLİNİK VE MOLEKÜLER YANITLARININ DEĞERLENDİRMESİ. Tayfur Toptaş1, Işık Kaygusuz1, Tarık Kani2, Bülent Kantarcıoğlu1, Güven Yılmaz1, Cafer Adıgüzel1, Tülin Fıratlı Tuğlular1, Mahmut Bayık1. 1Marmara Üniversitesi Hastanesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji-İmmünoloji Bilim Dalı, 2Marmara Üniversitesi Hastanesi; İç Hastalıkları Anabilim Dalı,

Amaç: BK virüs kök hücre nakli sonrasınde görü-len hemorajik sistitin en sık nedenlerinden biridir. Tedavisinde kullanılan en etkin ajan sidofovir olup, ülke-mizde ilaca erişimde zorluklar yaşanmaktadır. Buna rağ-men klinik fayda hastaların ancak %50’sine yakının-da elde edilmektedir. Florokinolonların BK virüs üzerine in vitro etkileri gösterilmiştir. Ancak klinik yanıt oranla-rı düşüktür. Yeni kuşak florokinolonların klinik durum üzerine etkisine yönelik bilgi bulunmamaktadır. Biz burada, kök hücre nakli sonrası BK virüse bağlı hemora-jik sistit gelişen 3 ardışık hastada levoflokasasinin klinik ve moleküler etkilerini sunuyoruz.

Yöntemler: Kök hücre nakli yapıldıktan sonra BK virüsle ilişkili hemorajik sistit gelişen 3 hastada levoflok-sasin kullanımı sonrası elde edilen yanıtlar hasta dosya-larından geriye yönelik olarak incelendi.

Sonuçlar: Akrabadan tam doku uyumlu allojeneik kök hücre nakli yapılan Hasta 1, nakilin 48nci, Hasta 2 49ncu ve Hasta 3 otolog kök hücre naklinin 77nci günün-de makroskopik hematürileri olmaları nedeniyle değer-lendirildi. Her üç hastanın da birincil tanıları akut myelo-id lösemi idi. Üç hastanın da sürekli mesane irrigasyonu gerektirecek düzeyde hematürisi vardı. Hemorajik sistit etyolojisine yönelik yapılan idrar mikroskopik ve kültür incelemelerinde ve adenovirüs, sitomegalovirüs, mikop-lazma ve üreaplazma enfeksiyonlarına yönelik inceleme-lerde herhangi bir patojene rastlanmadı. Hastalar uygun dozlarda immünsüpresif tedavi altında olup, graft versus host hastalığına ilişkin herhangi bir klinik bulgu saptan-madı. Ancak BK virüs her üç hastada da değişik düzey-lerde tespit edildi. Hastalar en az 2 hafta süreyle siprof-loksasin tedavisi aldı, intravesikal risperdal uygulama-sı yapıldı. Hasta 3, bu tedavilere ek olarak hiperbarik oksijen tedavisi aldı. Hematürisinin geçmemesi üzerine ekternal ilyak arter embolizasyonu uygulandı. Hasta 1’e levofloksasin tedavisi başlandı. 1 hafta içinde makrosko-pik hematürisinin tamamen kaybolduğu görülünce diğer iki hastaya da levofloksasin tedavisi uygulandı. Diğer iki hastada da dirençli makroskopik hematüri 1 hafta için-de kayboldu. BK virüs düzeylerini geriletebileceği düşün-cesiyle her 3 hasta da 2 ay süreyle levofloksasin kullan-dı. 2 aylık kullanım sonucunda her üç hastada da idrar-da BK virüs kopya sayısı >%90 azaldı. Bunun üzerine akut myeloid lösemi nedeniyle allojeneik kök hücre nakli yapılan ve ilk 100 gün içinde hematüri gelişen, ancak BK virüs de dahil olmak üzere hiç bir etyolojik neden sapta-namayan bir hastaya da 2 ay süreyle levofloksasin veril-di. Ancak hiç bir klinik yanıt alınamadı.

Tartışma: Levofloksasin, kök hücre nakilleri sonra-sında gelişen BK virüs reaktivasyonu ile ilişkili hemo-rajik sistit kliniği ve idrarda BK virüs kopya sayısı üze-rinde etkilidir. Levofloksasinin virüs üzerine olan etki-si DNA giraz ve DNA tip IV topoizomeraz enzimlerinin

hasta, herhangi bir şikayet ve sekel olmaksızın tabur-cu edildi.

Tartışma: Bu aile olgusu ile; temas ve inhalasyon yolu ile likit formdaki civaya maruz kalan aynı ailenin birey-lerinde görülen farklı derecedeki klinik tabloları bildir-dik. Cilt, kardiyovasküler, solunum, nörolojik gibi bir-çok sistemin tutulduğunu gösteren semptomlarla gelen hastalarda, çok nadir de görülse ağır metallere bağlı kli-nik tabloların akla getirilmesi gerektiğini düşünüyo-ruz. Olgumuz aile olgusu olması yönüyle diğer olgular-dan farklıdır.

Bildiri: 0435 Poster No: P074

ALLOJENEİK HEMATOPOETİK KÖK HÜCRE DONÖRÜNDE LENOGASTRİM UYGULAMASI SONRASI GELİŞEN CİDDİ TROMBOSİTOPENİ. Ahmet Ifran, Cengiz Beyan, Kürşat Kaptan. GATA Hematoloji Bilim Dalı, Ankara

Amaç: Kemik iliğinden ayrılan kök hücrelerin çevre kanından aferez yöntemiyle toplanması ve bu yöntemle allojeneik hematopoetik kök hücre nakli yapılması tüm dünyada kabul gören ve yaygın olarak kullanılan bir yön-temdir. Bu amaçla donöre rekombinant insan granülo-sit büyüme faktörü (rhG-CSF) uygulaması, ki ülkemiz-de lenogastrim ve filgrastim olarak iki ürün mevcuttur, kullanılır. G-CSF uygulamasının donör üzerindeki kısa ve uzun vadede oluşturabileceği yan etkiler çeşitli çalış-malarda ayrıntılı olarak incelenmiştir. Sağlıklı kök hücre vericisinde lenogastrim kullanımı sonrası gelişen trombo-sitopeni olgusu rapor edilmektedir.

Yöntemler: Sonuçlar: Ellialtı yaşındaki sağlıklı erkek allojene-

ik kemik iliği vericisi olarak belirlendi. Akut lenfoblastik lösemi olan erkek kardeşi için kullanılmak üzere nisan 2010 tarihinde kemik iliği çekimi yapılarak, kök hücre nakli yapıldı. Komplikasyonsuz geçen ve engrafman sağ-lanan başarılı naklin 4 ay sonrasında kemik iliği yet-mezliğine bağlı pansitopeni gelişti. Bunun üzerine alıcı-ya hematopoetik kök hücre desteği planlandı. Bu amaç-la donöre 10 mcg/kg dozunda olmak üzere günde 2 kez lenograstim uygulandı ve 5nci gün çevre kanından afe-rez yöntemiyle kök hücre toplandı. Vericinin başlangıç-taki trombosit değeri 221x109/L idi. Aferez işlemi önce-sinde trombosit değeri 95xx109/L olarak ölçüldü. Aferez işlemi sonrasında trombosit değeri 46x109/L’ye düştü. Vericide başka bir komplikasyon gelişmedi. Aferez sonra-sı 4ncü günde trombosit değeri 57x109/L ve 6ncı günde ise 116x109/L oldu.

Tartışma: Hem G-CSFuygulamasının hem de afe-rez işleminin trombositopeni yapabildiği rapor edilmiştir. Trombosit değerlerindeki bu düşüklük G-CSF uygulama-sının mekakaryopoezi geçici olarak baskılamasına bağlı olabileceği düşünülmektedir. Aynı zamanda G-CSF uygu-laması sırasında görülebilen dalak büyümesi ve dalak fonksiyonlarındaki değişimler de trombositopeni gelişi-mine katkıda bulunuyor olabilir. Sağlıklı kişilerde G-CSF uygulamasının ciddi trombositopeni yapabileceği akılda bulundurulmalı ve kan değerleri özellikle afereez işlemi sonrası yakından takip edilmelidir.

Page 41: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

71

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

hastalarda H1N1’e bağlı gelişen HLH ve çoklu organ yet-mezliği sorumlu olabilmektedir.

Tablo 1. Pandemik influenza H1N1 enfeksiyonu olan hastaların özellikleri

Grup 1(n=14)

Grup 2*(n=9)

Grup 3**(n=10)

Belirtiler

Ateş 11 (78.6%) 8 (88.9%) 9 (90%)

Öksürük 14 (100%) 9 (100%) 9 (90%)

Boğaz ağrısı 10 (71.4%) 2 (22.2%) 5 (50%)

Lökopeni 2 (14.3%) 1 (11.1%) 7 (70%)

Nötropeni 2 (14.3%) 2 (22.2%) 7 (70%)

Trombositopeni 1 (7.1%) - 7 (70%)

*vonWillebrand sendromu (vWD) (n=2), mental motor gerilik (n=2), serebral palsi (n=1), spinal musküler atrofi (n=1), ileal atrezi (n=1), astım (n=1), konjenital kalp hastalığı (n=1) **Kemoterapi almakta olan ALL (n=5), relaps ALL (n=1), yeni tanı AML+Bloom sendromu (n=1), yeni tanı AML+Down’s sendromu (n=1), 3 ay önce tedavisi kesilen AML (n=1), metilmalonik asidemi (n=1)

Bildiri: 0133 Poster No: P077

H1N1 VİRUS İNFEKSİYONU GEÇİREN KANSERLİ HASTALARDAKİ RADYOLOJİK BULGULAR. Ayşenur Bahadır, Erol Erduran, Seçil Cezaroğlu. Karadeniz Teknik Üniversitesi, Pediatrik Hematoloji Bilim Dalı, Trabzon

Amaç: H1N1 virus infeksiyonu, immun sistemi zayıf olan kanserli hastalarda, hamile kadınlarda, yaşlılarda ve diğer kronik rahatsızlığı mevcut olan vakalarda öldü-rücü seyredebilmektedir. En yaygın ölüm sebebi solunum yetmezliğidir. H1N1 virus enfeksiyonu geçiren hastalarda akciğerde görülen en yaygın radyolojik bulgu buzlu cam alanları ve nodüler infiltrasyonlardır. Bu çalışmada pan-demik H1N1 enfeksiyonu geçiren kanserli hastalardaki radyolojik bulguların ve lökosit sayısının, mortalite üzeri-ne etkileri tartışıldı.

Yöntemler: Çocuk hematoloji-onkoloji kliniğimize 1-15 Aralık 2010 tarihinde grip benzeri şikayetlerle baş-vuran yedi kanserli çocuk hasta değerlendirildi. Hastalar prospektif olarak beyaz küre sayılarına göre iki gruba ayrıldı. Grup I, WBC > 1.000 /mm3, grup II WBC <1.000 mm3 (Tablo 1).

Sonuçlar: Hastalardaki en yaygın şikayet 38º C den yüksek ateş, öksürük, burun akıntısı ve ishal idi. Fizik muayenelerinde nazal ve postnazal sero-pürülan akın-tı, orofarinkste hiperemi dışında anormal bulgu yoktu. Grup II hastaların hepsinin absolü nötrofil sayısı (ANS) sıfırdı. Solunum sıkıntısı gelişen ve klinik durumu bozu-lan Grup II hastaların tümüne ve grup I deki bir hastaya başvurudan sonraki 2-5 gün içinde göğüs radyografisi ve bilgisayarlı tomografi çekildi. Göğüs radyografisindeki en belirgin bulgu yama şeklinde konsolidasyon, bilgisayarlı tomografideki en yaygın bulgu artmış pulmoner konsoli-dasyon ve buzlu cam görünümüydü. Kanserli hastalarda ilk olarak nötropenik ateş düşünülerek bütün hastalara antipsödomonal etkili antibiyotik ve granülosit koloni sti-mule edici faktör başlandı. Antibiyotik tedavisine rağmen ateşi devam eden ve anormal radyolojik bulguları olan hastalara amfoterisin B eklendi. H1N1 pandemisi olması nedeniyle oseltamivir tedavisi de başlandı. Tüm hastalar-dan H1N1 izole edildi. Grup I deki hastaların hepsi iyileş-ti. Grup II deki hastalarda 4-15 gün içinde akut solunum sıkıntısı sendromu gelişti ve mekanik ventilatöre bağlan-dı. Ancak grup II deki 3 hasta kaybedildi.

inhibisyonunun yanı sıra ikinci kuşak kinolonlara özgü başka faktörlerle açıklanabilir.

Şekil 1. Levofloksasin sonrasında idrarda BK virüs kopya sayıları

Bildiri: 0213 Poster No: P076

PANDEMİK INFLUENZA H1N1 ENFEKSİYONUNUN HEMATOLOJİK SONUÇLARI. Şule Ünal1, Müge Gökçe1, Ateş Kara2, Selin Aytac1, Mualla Çetin1, Murat Tuncer1, Fatma Gumruk1. 1Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji Ünitesi, Ankara, 2Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Enfeksiyon Ünitesi, Ankara

Amaç: Şüphesiz dünyada yaptığı maddi, psikolojik ve beklendiği kadar olmasa da fatal etkileri göz önüne alı-nacak olursa 2009 yılının en önemli sağlık başlıkların-dan birinin pandemik influenza H1N1 virüsü enfeksiyo-nu olduğu söylenebilir. Viral enfeksiyonlar pek çok hema-tolojik bulgulara yol açabilir, öte yandan, değişik hema-tolojik hastalıklarda ve özellikle de hematolojik maligni-telerde virüs değişken bir hastalık seyrine sahip olabil-mektedir.

Yöntemler: Temmuz-Aralık 2009 tarihleri arasın-da kliniğimize başvuran 33 grip belirtileri olan hastanın nazofaringeal aspiratlarında PCR yöntemiyle H1N1 viru-su gösterildi. Hastaların hepsinin kan sayımı ve perife-rik kan yaymaları incelendi. Düşmeyen ateşi ve sitope-nileri olan 6 hastaya kemik iliği aspirasyonu yapıldı. Bu 6 hastada hemofagositik lenfohistiositoz (HLH) açısın-dan serum ferritin, lipid ve plazma fibrinojen ölçümle-ri de yapıldı.

Sonuçlar: Hastaların yaşları 2-17 yaş arasında değiş-mekteydi (22 erkek). Hastalar daha önce bilinen bir kro-nik hastalığı olmayan hastalar (Grup 1, n=14), kemik ili-ğini ilgilendiren bir hastalığı olmayan kronik hastalar (Grup 2, n=9) ve kemik iliğini ilgilendiren kronik hastalığı olan hastalar (Grup 3, n=10) olmak üzere 3 gruba ayrıldı. Hastaların özellikleri Tablo 1’de gösterilmiştir. Nötropeni geliştiren hastaların %91’i, trombositopeni geliştiren has-taların tamamı başvuru öncesi antipiretik kullanmıştı. Tüm hastalara oseltamivir başlandı.

Grup 1’deki 14 yaşındaki 1 hastada HLH ve çoklu organ yetmezliği gelişti ve hasta HLH2004 tedavisine rağ-men kaybedildi. Grup 3’teki hastaların 2’si (5 yaşında, relaps ALL, pnömoni, ARDS ve 5 yaşında, idame teda-vi alan alan ALL, HLH geliştirdikten sonra çoklu organ yetmezliği sonrası HLH 2004 protokolu de başlanmasına rağmen) kaybedildi.

Tartışma: H1N1 enfeksiyonu genellikle hafif grip ben-zeri belirtilerle seyretse de altta kemik iliğini ilgilendiren kronik hastalığı olan hastalarda daha fazla olmak üzere ölümcül seyir gösterebilmektedir. Özellikle kötü seyirden

Page 42: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

72

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Tüm olguların akciğer grafisinde infiltrasyon tesbit edildi. Olguların tamamına Oseltamivir tedavisi 10 gün süreyle vücut ağırlığına göre önerilen dozda uygulandı. Yalnız bir olgu kaybedildi, diğer 7 hasta Oseltamivir tedavisinden fayda gördü, entübasyon ve ventilator gereksinimi olmak-sızın 7-10 gün içerisinde düzeldi. Kaybedilen olgu influ-enza A (H1N1) enfeksiyonu saptandığı sırada AML-BFM 2004 tedavi bloklarından 4.sünü almış ve mutlak nötro-fil sayısı 0’a düşmüştü ve bu derin nötropeni sürecinde H1N1 enfeksiyonuna yakalanan hasta tüm çabalara rağ-men kısa bir sure içinde ARDS tablosu geliştirerek kay-bedildi.

Tartışma: Çocukluk çağı lösemi hastalarında influ-enza A (H1N1) enfeksiyonu özellikle AML ve kemoterapi-nin indüksiyon safhasındaki olgularda daha ciddi seyret-mekte ve mortaliteye neden olabilmektedir. Bizim hasta-larımız içerisinde AML-BFM 2004 tedavi blokları almak-ta olan bir hasta ARDS tablosu geliştirerek kaybedil-di. İnfluenza A (H1N1) enfeksiyonu çocukluk çağı lösemi hastalarında ciddi bir mortalite ve morbidite nedeni ola-bileceği için bütün lösemi hastalarımız ve ailelerine inf-luenza A (H1N1) enfeksiyonuna karşı aşılanmaları öne-rildi. Lösemi olgularımız ve ailelerinin %70’ine aşı yapıldı ve sonraki dönemlerde aşılanan hiç bir olgumuzda H1N1 enfeksiyonu gelişmedi ve herhangi bir kaybımız olmadı.

Bildiri: 0270 Poster No: P079

ÇOĞUL DİRENÇLİ ACİNETOBACTER BAUMANNİİ NOZOKOMİYAL İNFEKSİYONU. Çiğdem Yıldırım Erbay1, Itır Şirinoğlu2, Gülşen İskender1, Cihat Oğan1, Emre Tekgündüz2, Sema Batı3, Yeşim Yiğit4, Hülya Arslan2, Ayşegül Tetik2, Meltem Yüksel2, Fevzi Altuntaş2. 1Ankara Onkoloji Hastanesi, Enfeksiyon Hastalıkları Birimi, Ankara, 2Ankara Onkoloji Hastanesi, Hematoloji ve KİT Ünitesi,Ankara, 3Ankara Onkoloji Hastanesi, Mikrobiyoloji Laboratuvarı,Ankara, 4Ankara Onkoloji Hastanesi, Enfeksiyon KOntrol Hemşireliği,Ankara

Amaç: Günümüzde yeni, geniş spektrumlu antibi-yotiklerin yaygın kullanımına bağlı olarak diğer nonfer-mentatiflerle birlikte Acinetobacter cinsi bakteriler has-tane infeksiyonlarının en sık etkenleri haline gelmiştir. Acinetobacter spp. hastane infeksiyonlarının %13-20’sin-den sorumludur.

Diğer hasta gruplarında olduğu gibi nötropenik has-talarda da dirençli mikroorganizmalarla gelişen infeksi-yonlar artmaktadır. Bu durum daha önce pek fazla kar-şımıza çıkmayan Acinetobacter gibi bakterilerin sık izole edilmesine neden olmaktadır. Bu mikroorganizmalarla gelişen küçük çaplı salgınlar da bildirilmektedir.

Yöntemler: Mikroorganizma tanımlanması ve antibi-yotik duyarlık testleri Mikrobiyoloji Laboratuarında kla-sik yöntemlerle yapıldı, daha sonra VİTEK 2 COMPACT tam otomatize sistemi ile teyit edildi.

Sonuçlar: Kan dolaşımı infeksiyonu ile tanımladığımız 11 hastanın kan kültüründe çoğul dirençli Acinetobacter baumannii üredi. Bu izolatların 9’u (%81,8) tigesikli-ne duyarlı bulundu. İzolatların tamamı seftazidim, sefe-pim, imipenem, siprofloksasin, levofloksasin, piperasilin-tazobaktam, sefoperazon-sulbaktam, TMP-SXT ve tetra-sikline karşı dirençliydi. Gentamisin direnci %72, amika-sin direnci ise %90 idi. Suşların tamamı kolistine duyar-lıydı.

Tartışma:Tigesiklin karbapenamaz üreten Acinetobacter suşlarına karşı etkili bulunmuştur. Diğer Enterobacteriaceae türlerinden farklı olarak Acinetobacter türlerine karşı bakteriostatik etkinliğinden

Tartışma: H1N1 influenza kemoterapi almakta olan ve tedaviye dirençli kanserli hastalarda öldürücü seyret-mektedir. Bu nedenle öksürük,ateş,ishal ve grip benze-ri şikayetleri olan kanserli hastalarda H1N1 enfeksiyonu düşünülerek antiviral tedavi en kısa sürede başlanma-lı ve yoğun bakım önlemleri alınmalıdır. Ayrıca bağışık-lık sistemi baskılanmış olan hastalarda pulmoner asper-gillosis ile H1N1 influenzanın akciğer bulgularının ayırıcı tanısının iyi yapılması gerekmektedir. Beyaz küre sayısı < 1.000 /mm3, absolu nötrofil sayısı 0/mm3 olan, yoğun kemoterapi alan ve tedaviye dirençli kanserli hastalar-da mortalite oranının daha yüksek olduğu gözlenmiştir.

Tablo 1.

Özellik Hasta1 Hasta2 Hasta3 Hasta4 Hasta5 Hasta6 Hasta7

Tanı Akut lenfoblastik

lösemi

Akut lenfoblastik

lösemi

nöroblastom non hodgkin lenfoma

Akut lenfoblastik

lösemi (Relaps)

Akut myeloblastik

lösemi (Relaps)

Akut lenfoblastik

lösemi

Yaş 4 5 4,5 17 8 15 15

Cinsiyet Erkek Erkek Erkek Kız Erkek Kız Kız

Beyaz küre sayısı

1000 1200 2900 27200 300 200 600

Absolu nötrofil sayısı

0 600 1000 19400 0 0 0

Mekanik ventilasyon

Yok Yok Yok Yok Var Var Var

Sonuç İyileşti İyileşti İyileşti İyileşti Öldü Öldü Öldü

Hasta 1,2,3,4 Grup1; Hasta 5,6,7 Grup2

Bildiri: 0486 Poster No: P078

ÇOCUKLUK ÇAĞI AKUT LÖSEMİ OLGULARIMIZDA İNFLUENZA A (H1N1) ENFEKSİYONU. Betül Tavil, Fatih Azık, Vildan Çulha, Abdurrahman Kara, Hasan Tezer, Bahattin Tunç. Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi

Amaç: İnfluenza A (H1N1) salgını Mart 2009’da Meksika’da tesbit edildikten sonra insandan insana bulaş sonucu bütün dünyaya yayılmıştır. Enfeksiyona bağlı mortalite özellikle altta yatan kronik hastalığı olan ve immün sistemi baskılanmış kişilerde daha fazla oran-da gözlenmiştir. Burada Ekim 2009-Ocak 2010 dönemin-de influenza A (H1N1) enfeksiyonu PCR ile kanıtlanmış lösemi olgularımız sunulmuştur.

Yöntemler: Ekim 2009-Ocak 2010 döneminde merke-zimizde akut lösemi tedavisi gören 120 hastadan 8’inde influenza A (H1N1) enfeksiyonu gelişmiştir. Bu süreçte ateş ve/veya solunum yolu enfeksiyonu ile uyumlu kli-niği olan tüm hastalardan nazofarengeal sürüntü örnek-leri özel viral transport solusyonlarında Hıfzısıhha Refik Saydam Viroloji Referans laboratuvarına gönderilmiş, örneklerde RT-PCR yöntemiyle influenza A (H1N1) viral RNA saptanmıştır.

Sonuçlar: İnfluenza A (H1N1) enfeksiyonu kanıtlan-mış olan 8 olgunun 4’ü kız ve 4’ü erkek idi. Yaş ortala-ması 6.7±2.0 yıl (4-10) idi. Sekiz olgunun 3’ü ALL ve 5’i AML tanılarıyla halen kemoterapi almakta idi. Beş olgu kemoterapinin indüksiyon safhasında, 1 olgu konsolidas-yon ve 2 olgu idame safhasındaydı. Hastaların tamamın-da influenza A (H1N1) enfeksiyonu başlangıcında nötro-peni mevcut idi. Olguların 7’si remisyonda, yalnız 1 olgu tanı aldıktan hemen sonra influenza A (H1N1) enfeksi-yonuna yakalandığı için henüz remisyona girmemişti.

Page 43: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

73

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Ateş sekizinci gün düştü. Hastanın ekstübe edildik-ten sonra (konvülziyondan 3 gün sonra) yapılan nöro-lojik muayenesinde konfüzyon, disfazi, yaygın hipotoni, derin tendon reflekslerine azalma saptandı; ense sertliği yoktu. Elektroensefalografi (EEG) ensefalopati ile uyum-lu bulundu. Beyin magnetic rezonans görüntüleme (MRI) ve MRI anjiografisi normaldi. Bilinç bozukluğu nede-ni ile lomber ponksiyon hemen yapılmadı. On beş gün sonra, hastanın genel durumu düzelince alınabilen beyin omurilik sıvısı biyokimya ve sitoloji yönünden normaldi. Kemoterapi yeniden başlandı. Pnömoni, iki hafta içinde, nörolojik bulgular 30 gün içinde düzeldi. Kontrol EEG’si normal bulundu. Fenitoin kesildi. Konsolidasyon tedavi-sinden sonra, hastaya HLA tam uygun kardeşinden allo-jeneik kök hücre nakli yapıldı. Halen +77. günde olan hastanın Karnofsky skoru %100 olup, muayenesi nor-maldir.

Tartışma: Ensefalopatinin, imipeneme devam edilme-sine rağmen düzelmesi, bizleri ensefalopati-imipenemin ilişkisinden uzaklaştırmaktadır. Oseltamivire bağlı nörop-sikiyatrik yan etkilerin (NPYE), ilaç almayanlardaki kadar olması; influenzada NPYE sıklığının normalden yüksek olması, hastamızdaki ensefalitin, bizzat H1N1 tarafın-dan oluşturulduğunu düşündürmektedir. İlgili literatür, H1N1 ensefaliti olgularının çoğunun çocuk olup, hastalı-ğın sadece birinde ölümle sonuçlandığını, bir olguda ise oseltamivir tedavisi altında iken geliştiğini göstermekte-dir. Bu olgu, pandemi sırasında ateş gelişen lösemi has-talarında H1N1 virüsünün de etken olarak akılda tutul-ması gerektiğine dikkat çekmektedir.

Bildiri: 0231 Poster No: P081

ÇOCUKLUK ÇAĞI AKUT LÖSEMİ OLGULARIMIZDA HAYATI TEHDİT EDİCİ BİR KOMPLİKASYON: TİFLİTİS. Betül Tavil, Esma Açoğlu, Neslihan Karakurt, İkbal Ok Bozkaya, Serdar Özkasap, Neşe Yaralı, Bahattin Tunç, Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi.

Amaç: Tiflitis malign hastalıklarda uzamış ve ağır nötropeni sırasında görülen ince ve kalın barsağın haya-tı tehdit eden inflamasyonudur. Mortalitesi çocuklar-da %45’e kadar yükselebilir. Bu çalışmada tiflitis geli-şen olgularımızın takip ve tedavi sonuçları sunulmuştur.

Yöntemler: Ocak 2006-Nisan 2009 yılları arasında akut lösemi tanısı ile takip edilmekte olan 75 hastadan 10’unda (5 AML, 4 ALL, 1 bifenotipik lösemi) (13.3%) ve Nisan 2009-Ağustos 2010 tarihleri arasında takip edilen 64 hastadan 6’sında (3 AML, 3 ALL) (9.4%) tiflitis geliş-miştir. 2006-2009 yılları arasında ALL için St Jude Total XIII; AML için AML-BFM 93 protokolleri; 2009-2010 yıl-larında ALL için ALL-BFM TRALL 2000 ve AML için AML-BFM 2004 protokolleri kullanılmıştır. Tiflitis gelişen 16 olgu retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Tanıda ateş, nötropeni, karın ağrısı şeklindeki klinik triad yanısıra ult-rasonografi (USG) bulguları ile tiflitis tanısı konulmuştur.

Sonuçlar: Tiflitis tanısı konulan 16 olgunun orta-lama yaşı 7.4±4.4 yıl (2-15) idi. Olguların tamamın-da son 15 gün içerisinde yoğun kemoterapi kullanıldı-ğı saptandı. Tiflitis başlangıcında olguların 11/16’sında mutlak nötrofil sayısı <100 ve ortalama nötropeni süre-si 15.1±7.1 (6-25) gün idi. Tüm olgularda tiflitis klinik bulguları olarak ateş, nötropeni ve karın ağrısı görül-dü, ayrıca USG ile tiflitis tanısı doğrulandı. Hastaların tümünde barsak duvar kalınlığında artış saptandı, olgu-ların %68’inde batında serbest sıvı ve lenfadenopati-ler diğer USG bulguları olarak dikkati çekti. Hastalara

dolayı tigesiklini nötropenik hastaların tedavisinde tek başına kullanmadık, imipenem, rifampisinle veya amika-sinle kombine ettik. İmipenem+rifampisin+tigesiklin kul-landığımız 2 olgu şifayla sonuçlandı.

Kolistin, çoğul dirençli Acinetobacter infeksiyonla-rında kullanılabilecek alternatif bir antibiyotiktir. Ancak nefrotoksisite, nörotoksisite ve nöromüsküler blokaj nedeniyle kullanımı sorunlu olan bir antimikrobiyaldir. Parenteral veya aerolize kolistin kullanımı çoğul dirençli A. baumannii pnömonisi için bir seçenek olabilir.

Sonuç olarak çok ilaca direçli A. baumannii ile infek-siyonlar hem oldukça mortal seyretmektedir hem de tedavide alternatifler sınırlıdır. Bu yüzden infeksiyondan korunma oldukça önemlidir; kontrollü antibiyotik kulla-nım politikalarının geliştirilmesi, gerekli laboratuvar des-teğini alarak etkenlerin direnç profillerinin hızla çıkartı-larak ünitelere bildirilmesi ve bulaşı önlemek için el yıka-ma, çevre temizliği, kullanılan medikal araçların dezen-feksiyon ve sterilizasyonu gibi infeksiyon kontrol önlem-lerinin alınması çoğul dirençli bakterilerin görülme sıklı-ğını azaltacaktır.

Bildiri: 0499 Poster No: P080

AKUT MİYELOBLASTİK LÖSEMİLİ BİR ÇOCUKTA H1N1 İLİŞKİLİ ENSEFALİT VE KLEBSİELLA PNEUMONİA BAKTERİYEMİSİ. Lale Olcay1, Seda Öztürkmen1, Zafer Bıçakçı1, Arzu Akyay1, Gülşen İskender2, Kamuran Türker Sayılır2, Nil Çetin3, Saadet Dikmen Menteş4, Özlem Kapusuz4, Mehmet Ertem5. 1S.B. Dr A.Y. Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Pediatrik Hematoloji Bölümü, Ankara, 2S.B. Dr A.Y. Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Enfeksiyon Hastalıkları Bölümü, Ankara, 3S.B. Dr A.Y. Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Bölümü, Ankara, 4S.B. Dr A.Y. Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Bölümü, Ankara, 5Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Pediatrik Hematoloji Bölümü, Ankara

Amaç: Yüzyılımızın ilk yeni influenza A (H1N1) pan-demisi 2009 yılında gerçekleşmiştir. Burada, H1N1 olup, klebsiella pneumonia bakteriyemisi sırasında ensefa-lit gelişen 16 yaşında bir akut miyeloblastik lösemi (M4) hastası sunulmaktadır.

Yöntemler: Geriye dönük dosya incelemesiSonuçlar: AML-BFM-2004 protokolü ile tam remis-

yon sağlanan, sonra febril nötropeni gelişen (Kasım 2009), burun akıntısı, gözlerde sulanma saptanan, akci-ğer grafisi normal olup, Waters grafisi maksiller sinüzit-le uyumlu olan hastaya sefoperazon-sulbaktam, amika-sin, daha sonra teikoplanin başlandı; H1N1 şüphesi ile nazofarinks sürüntü kültürü alınarak oseltamivir eklen-di. Kan kültüründe Klebsiella pneumonia (ESBL+) sap-tanarak, sefoperazon-sülbaktam imipenemle değiştiril-di. Diğer bakteriyel kültürleri negatifti. Ateşin 6.günü kli-nik ve radyolojik olarak pnömoni saptandı; yüksek doz trimethoprim-sulfamethoxazole and klaritromisin eklen-di. Galaktomannan negatif idi. Ateşin 7.günü, jenerali-ze tonik klonik konvülsiyon geçiren hasta kardiyopul-moner arrest oldu. Kardiyopulmoner resisütasyon yapıl-dı; konvülziyonları midazolam ve fenitoin ile kontrol edi-lemeyen hastaya genel anestezi yapıldı, ventilatöre bağ-landı; fenitoine devam edildi. Bu sırada trombosit sayı-sı 27.7 x 109/L, biyokimya, koagülasyon parametreleri, beyin tomografisi normal, kollajen doku işaretleri nega-tif bulundu. Önceden alınan diğer nazofaringeal sürün-tü kültüründe real time RT-PCR ile H1N1 saptandı.

Page 44: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

74

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

laboratuar ve klinik olarak iyi yanıt veren hastaya int-ravenöz immunglobulin verilmedi. Hemofagositik lenfo-histiyositozis (HLH), Hemofagositik sendrom), kontrolsuz hiperinflamasyon ile karakterize çeşitli kalıtsal veya kaza-nılmış immün yetmezlikler zemininde oluşan hayatı teh-dit eden bir durumdur. Dirençli ateş, hepatosplenomega-li, ikter, lenfadenopati gibi önemli klinik bulguları olmak-la birlikte hastalar, felç veya kranial sinir paralizisi gibi merkezi sinir sistemi semptomları ile de başvurabilirler. Sekonder HLH (sHLH) viral, bakteriyel, fungal, parazitik enfeksiyonlarda, sistemik lupus eritamatozus, romato-id artrit gibi otoimmun inflamatuar hastalıklarda, löse-mi, lenfoma, myeloma, melanoma, hepatoselüler karsi-nom, timoma, germ hücreli tümör gibi bir çok malignite-de ve ayrıca organ transplantasyonu gibi immunsupres-yon durumlarında immünolojik aktivasyonun bir sonu-cu olarak, herhangi bir yaşta görülebilir. Literatürde izole brucella ya da EBV+Brucella’ya sekonder HLH olmaması yönüyle sunmayı uygun bulduk.

Bildiri: 0242 Poster No: P083

VAKA SUNUMU: NÖTROPENİ VE TROMBOSİTOZ İLE BAŞVURAN PARVOVİRUS B19 ENFEKSİYONU VAKASI. Elif Birtaş Ateşoğlu, Özgür Mehtap, Hakan Keski, Emel Gönüllü, Abdullah Hacıhanefioğlu. Kocaeli Üniversitesi Hematoloji Bilim Dalı,.

Amaç: Ateş ve sitopenilerle başvuran hastalarda maligniteler ve enfeksiyöz sebepler en sık etkenlerdir. Biz burada ateş, nötropeni, anemi ve trombositoz ile başvu-ran bir Parvovirus B19 virus enfeksiyonu vakasını sunu-yoruz.

Sonuçlar: Elli-sekiz yaşında bayan hasta halsizlik, yorgunluk, gribal semptomlar ve ateşle doktora başvur-muş. Hastaya metamizol sodyum ve sefazolin içeren bir antibiyotik verilmiş. Bir hafta ilaçları kullandıktan sonra hastanın şikayetlerinin devam etmesi ve ağzında lezyon-lar çıkması üzerine tekrar doktora başvuran hastanın yapılan kan sayımında WBC: 956/mm3, Neutrofil: 74/mm3, Hb: 8.51g/dl, MCV: 85 fL, Trombosit: 528.000/mm3 tespit edilmesi üzerine tarafımıza yönlendirilmiş. Hastanın başvurusunda 39 C ateşi mevcuttu ve fizik muayenesinde oral kavitede kandidiasis ile uyumlu beyaz plaklar dışında bir özellik yoktu. Periferik yayma-sında atipik hücre tespit edilemedi.hasta febril nötrope-ni kabul edilerek piperasilin/tazobaktam ve antifungal tedavi başlandı ve sevisimize yatırıldı. Hastanın sedimen-tasyon, biyokimya, hemostaz parametreleri normal sınır-lar içerisindeydi. Hastada bisitopeni ve trombositoz yapa-bilecek etkenler araştırılmaya başlandı. Ön planda enfek-siyoz, ilaca bağlı kemik iliği süpresyonu ya da malig-nite olabileceği düşüncesiyle viral ve bakteriyel testler (Hepatit, HIV, CMV, EBV, Parvovirus B19, brucella,) test-leri gönderildi. Hastaya kemik iliği aspirasyon ve biyop-sisi yapıldı. Hastanın kemik iliğnde megakaryositler-de belirgin artış ve dismorfik değişiklikler, myeloid seri-de totale yakın aplazi tespit edildi. Myelodisplastik send-rom olabileceği düşüncesiyle hastadan 5qdel tahlili gön-derildi. Antibiyotik kullanımı sonrası 2 gün içinde hasta-nın ateşi düştü. Yatışının 13. gününde lökosit ve eritro-sit sayısında yükselme ve trombosit sayısında düşüş göz-lenen hastanın PCR Parvovirus B19 pozitif olarak tespit edildi. Diğer enfeksiyon testleri negatif bulundu. Taburcu edilen hastanın 1 hafta sonra yapılan poliklinik kontro-lünde kan sayımı değerlerinin tamamen normale döndü-ğü tespit edildi.

tiflitis tanısı konulduktan hemen sonra oral beslenme kesilerek, nazogastrik dekompresyon ve barsak istiraha-ti uygulandı. 2009 yılından sonra takip edilen 5/6 olgu-da total parenteral beslenme (TPN) kullanıldı. TPN kulla-nım süresi ortalama 8.8±3.8 gün (5-15 gün) idi. Olgular ortalama 9.5±3.8 gün (5-15) içinde oral beslenmeye baş-landı ve tiflitis tablosundan çıktılar. Antibiyotik ola-rak karbapenem+aminoglikozid kombinasyonu yanısıra anti-stafilokokal ve anti-anaerobik etkili antibiyotikler de kullanıldı. Antifungal kullanımı 5/16 olguda gerekli oldu. Tiflitis olgularımızın hiçbirisinde perforasyon gözlenmedi ve cerrahi gereksinim olmadı. 2006-2009 yılları arasında takip edilen 10 tiflitis olgusundan 2’si septik şok nedeniy-le kaybedildi. 2009-2010 yılları arasında takip ettiğimiz 6 tiflitis olgusu ise medikal tedavi ile düzeldi.

Tartışma: Çocukluk çağı akut lösemilerinde tiflit çoğu kez cerrahi yaklaşıma gereksinim olmaksızın medi-kal tedavi ile başarılı şekilde tedavi edilebilen bir sorun-dur. Özellikle son 2 hafta içerisinde yoğun kemotera-pi almış lösemi olgularında karın ağrısı, ateş ve nötro-peni varlığında tiflitis akla gelmelidir. Tiflitis olgularında erken tanı konularak, hızla medikal tedaviye başlanma-sı mortalite ve morbidite oranını önemli ölçüde azaltacak-tır. Erken tanı yanında destek tedavi olanaklarımızın iyi-leşmesi mortalite oranımızın düşmesinde etkili olmuştur.

Bildiri: 0145 Poster No: P082

EPSTEİN-BARR VİRUS VE BRUCELLA İNFEKSİYONU İLE İLİŞKİLİ HEMOFAGOSİTİK SENDROM. Fuat Erdem, Rahşan Yıldırım, Mehmet Gündoğdu, Yusuf Bilen. Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Erzurum

Amaç: 43 yaşında bayan hasta Mart 2010’da son bir haftadır olan terleme, ateş, kemiklerde ağrı, kilo kaybı şikayeti ile başvurdu. Fizik muayenesinde kan basıncı 100/70 mmHg, nabız 108/dk, ateş 38 ºC idi. Cilt ve kon-jonktivalar soluk, farinks hiperemik, tonsiller hipertro-fik, bilateral servikal ve aksiller bölgede 3 cm çapa ula-şan multıpl lenfadenopati, kot altında 4 cm hepatomega-li ve 5 cm splenomegali mevcuttu. Laboratuar tetkikle-rinde tam kan sayımında lökosit 2.1 X 109/L (%75 lenfo-sit, % 25 nötrofil), hemoglobin 10.3 gr/dl, trombosit sayı-sı 88 x 109/L, retikülosit oranı %1.4 olarak idi. Karaciğer fonksiyon testlerinde aspartat aminotransferaz 294 (<31)U/L, alanin aminotransferaz 59 (<34)U/L, direkt biliru-bin 2,5 mg/dl,indirekt bilirubin 0.8 mg/dl, laktat dehid-rogenaz 1327 (0-250)U/L, gamaglutamil transferaz 94 U/L(<38), total protein 5.7 g/dl, albumin 2.9 g/dl ile hepatit tablosu mevcuttu. Ayrıca triglserit 498 (40-200)mg/dl, ferritin 2000 (13-150) ng/ml, β2 mikroglobulin 6.1(0.7-1.8) mg/L idi. Kemik iliğinde reaktif HLH teşhi-sini destekler şekilde hemafagositozlu olgun histiyosit-ler görüldü. Hastaya klinik, laboratuar ve kemik iliği bul-gularına göre HLH teşhisi kondu. Dekzametazon 10 mg/gün ve Etoposide 100 mg /gün 5 gün süreyle uygulan-dı.Tedavi bitiminde, kemik iliği aspirasyon materyalinden daha önceki gönderilmiş olan EBV ve Brucella serolojile-ri pozitif bulunurken kemik iliği kültüründe de Brucella etken olarak izole edildi. Brucelloz tanısı ile trimetop-rim + sulfametoksazol ve doksisiklin antibiyotikleri baş-landı. EBV pozitifliği olan hastada olası lenfomayı ekar-te etmek için yapılan servikal lenf nodu biyopsisi reaktif lenfoid hiperplazi olarak değerlendirildi. Yatışının onbe-şinci gününde hastanın ateşleri geriledi, karaciğer enzim-leri geriledi, pansitopenisi düzeldi, hepatosplenomegalisi küçüldü ve lenfadenopatileri kayboldu. Verilen tedavilere

Page 45: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

75

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

edilmesi uygun görüldü. İlk kür tedavinin ardından enzimleri tamamen normale dönen hastaya ikinci kür tedavi verildi. Sonrasında ertelenmiş multiple vertebrop-lasti operasyonu yapıldı. Devamında bir kür daha kemo-terapi alan hastaya uygun hazırlıkları yapıldıktan sonra otolog hematopoietik kök hücre transplantasyonu deste-ğinde yüksek doz kemoterapi tedavisi verildi. Bu süreç-te gerek pankreatit ve gerekse primer hastalığı ile ilişki-li herhangi bir sorunu olmayan hasta halihazırda remis-yonda izlenmektedir.

Tartışma: Çeşitli kemoterapötik ajanlara bağlı olarak akut pankreatit gelişebileceği bilinmektedir. MM olgula-rında sıklıkla ilk sırada kullanılan VAD kombinasyonu-nun da böyle bir tabloya yol açabileceği akılda bulundu-rulmalıdır.

Bildiri: 0389 Poster No: P085

AKUT LENFOBLASTİK LÖSEMİLİ BİR OLGUDA RİNO-ORBİTO-SEREBRAL VE PULMONER MİKST FUNGAL İNFEKSİYON. Salih Gözmen, Şebnem Yılmaz, Özlem Tüfekçi, Tuba Hilkay Karapınar, Hale Ören, Gülersu İrken. Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematolojisi Bilim Dalı, İzmir

Amaç: Mukormikozis immün yetmezlikli hastalarda nadir görülen ancak fatal seyredebilen bir fungal infek-siyondur. Rino-orbito-serebral mukormikoz bunun en sık görülen klinik tipidir. Burada akut lenfoblastik löse-mi (ALL) tanısıyla takip ettiğimiz bir olgunun rino-orbito-serebral ve pulmoner mikst fungal infeksiyonu, klinik izlem ve tedavisinin tartışılması amacıyla sunulmuştur.

Sonuçlar: Solukluk şikayeti ile başvuran beş yaşın-da erkek hasta, Kasım 2008’de T hücreli ALL tanısı aldı. Tanıda santral sinir sistemi tutulumu yoktu. Hastaya ALL BFM 95 protokolüne göre kemoterapi başlandı. Tedavinin 16. günü başlayan ve bir hafta süren sol göz kapağındaki yüzeysel hiperemi aniden ödem, ekzoftal-mus ve propitozis şekline dönüştü. Görme kaybı gelişti. Çekilen orbita BT’sinde sol periorbital yumuşak dokular-dan orbita içine ve arkasına doğru uzanım gösteren dan-site artışı saptandı. Dekompresyon ve debridman uygu-landı. Alınan örnekte mikrobiyolojik ve histopatolojik ola-rak etken tanımlanamadı. Lösemik infiltrasyon yoktu. Aspergillus Galaktomannan antijeni negatif bulundu. Kontrol orbito-kranial MR’ında retroorbital alanda ve frontal lobta abse görülerek tekrar debride edildi. Bu kez sinüsten alınan örnekte Mukor spp üredi. Histopatolojik olarak Mukor ve Aspergilloza ait mikst fungal infeksi-yon bulguları mevcuttu. Geniş spektrumlu antibiyotik ve lipozomal amfoterisin B alan hastanın tedavisine voriko-nazol eklendi. İki ay boyunca kemoterapi alamayan has-tanın kemik iliği remisyondaydı. Kontrol MR’da sinüs ve beyindeki absenin antifungal tedaviye rağmen progresyon göstermesi üzerine iki kez daha debride edildi. Bu sıra-da toraks BT’sinde iki adet beş milimetrelik nodüler lez-yon izlendi ve vorikonazol kesilip posakonazol başlandı. Bu tedavi kombinasyonunun başlanması ardından has-tanın bulguları stabilleşti, lezyonlarda gerileme görüldü. Hastanın kemoterapisine tekrar başlandı. İdame tedavi-nin altıncı ayı sonuna kadar oral posakonazol kullandı. Hastanın tedavisinin kesilmesi ardından da bulgularında progresyon gözlenmedi. İdame tedavisi alan hasta halen remisyondadır.

Tartışma: Mukor infeksiyonunda amfoterisin B ilk tedavi seçeneğidir. Amfoterisine yanıtsız veya kısmi yanıt-lı Mukor infeksiyonlarında bir diğer seçenek daha yeni bir antifungal olan posakonazoldür. Bizim hastamızda

Tartışma: Parvovirus B19 enfeksiyonu olan kişi-ler çoğunlukla semptomsuzken, bir kısmında hafif gri-bal semptomlardan derin sitopenilerin yol açtığı kompli-kasyonlara kadar geniş yelpazede yer alan bir tablo eşlik edebilir. Çocuklarda beşinci hastalığa yol açarken, art-ropati, geçici aplastik krizler, saf eritroid aplazi sık orta-ya çıkabilen tablolardır. Ancak, vakamızda ilginç olarak eritroid seri ön planda etkilenmezken, myeloid aplazi ve megakaryositik seride artış ve trombositoz görülmüştür. Literatürde, benzer bulgular gösteren Parvovirus B19 virus enfeksiyonu vakası tespit edilememiştir.

Bildiri: 0303 Poster No: P084

YENİ TANI MULTİPLE MYELOMA OLGUSUNDA VAD KEMOTERAPİSİNE BAĞLI GELİŞEN AKUT PANKREATİT TABLOSU. Selami Koçak Toprak1, Sema Karakuş1, Gül İlhan1, Betül Erişmiş2, Metin Kaya2, Hamiyet Demirkaya3, Pervin Topçuoğlu4. 1Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Ankara, 2Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara, 3Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ankara, 4Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Ankara

Amaç: Akut pankreatit, yüksek morbidite ve morta-lite oranına sahip, oldukça ciddi seyirli bir hastalıktır. İlaçlara bağlı olarak gelişmesi görece ender bir durum-dur. Multiple myeloma (MM) olgusunda uygulanan vink-ristin, adriyamisin ve dekzametazon (VAD) kemoterapisi sürecinde karşılaşılan bir akut pankreatit tablosu sunul-muştur.

Sonuçlar: 64 yaşında kadın hasta özellikle sağ kal-çada şiddetli olmak üzere yaygın vücut ağrısı, halsizlik ve ateş yakınmalarıyla polikliniğimize başvurdu. B2MG, IgA, ESR, total protein belirgin yüksek, albumin ve Hb ise düşük bulundu. Yapılan tetkikler sonucu Ig A/kappa multiple myeloma tanısı konulduktan sonra hastaya VAD kemoterapi protokolü başlandı. Aynı günün akşamın-da karın ağrısı başlayan hastaya abdominal bölge bil-gisayarlı tomografisi çektirildi. Kolelithiazis ve pankreas kuyruk kesiminde, peripankreatik yağ dokusunda mini-mal ödem-inflamasyonla uyumlu dansite artışları sapta-narak, bunun klinik kuşku varsa akut pankreatit lehi-ne yorumlanabileceği öğrenildi. Sonraki gün karın ağrı-sının artarak devam etmesi ve serum amilaz değerinin (8448 IU/L) yüksek bulunması üzerine akut pankreatit düşünülerek oral beslenmesi kesilen hastaya, ateş nede-niyle ampirik olarak imipenem ve kan kültüründe üreme olması üzerine de teikoplanin tedavisi başlandı. Hastanın BISAP skoru 3 olarak saptandı. Takip eden günlerde kli-nik tablosu düzelen ve pankreatik enzim düzeylerin-de azalma saptanan hastanın ateşi kontrol altına alın-dı. Etyolojinin araştırılması amacı ile çekilen MRKP’de kronik pankreatitle uyumlu görünüm izlenmesi, hadi-senin kronik pankreatit zemininde gelişen bir akut alev-lenme olduğunu düşündürttü. VAD kemoterapi protoko-lü birinci kürü eksiksiz şekilde uygulanan hasta, genel durumunun düzelmesi üzerine kontrole gelmek üzere taburcu edildi. İlk kontrolünde; kolestatik enzimleri ile serum amilaz düzeyi hala yüksek olduğu için kemotera-pi ertelendi. Yaklaşık bir ay sonra serum amilaz ile koles-tatik enzimlerin düzeyinin düşme eğilimine girmesi ve fakat hala normal sınırlarda olmamasına karşın multip-le myeloma açısından tedavisinin aksayacağı kaygısı ile hastaya pankreatit açısından daha az riskli bir başka tedavi protokolü (bortezomib-dekzametazon) ile devam

Page 46: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

76

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

bağlama kapasitesi (SDBK) 381 μmol/L, transferin satu-rasyonu (TS) %4.2 ve ferritin 1.5 ng/ml idi. Hastanın eosinofilisi nedeniyle (DEA) gaitada ve kanda parazit incelemeleri yapıldı ve kanda FH serolojisi pozitif bulun-du. Hastada bu klinik ve laboratuvar bulguları ile FH enfeksiyonu, demir eksikliği anemisi ve AC enfeksiyo-nu tanıları konularak, AC enfeksiyonuna yönelik olarak Sulbaktam-ampisilin ve Klaritromisin IV tedavileri, demir eksikliğine yönelik olarak 6 mg/kg/gün dozunda demir tedavisi ve FH enfeksiyonuna yönelik olarak Egaten (Triclabendazole) 10 mg/kg dozunda tek doz şeklinde uygulanmış, aynı doz bir hafta sonra tekrar edilmiştir.

Olgu 2: 14 yaşında kız hastanın bir haftadır devam eden halsizlik, solukluk, baş ağrısı şikayetleri ile hasta-nemize başvurduğu öğrenildi. Hastanın fizik muayene-sinde halsizlik, solukluk ve hepatomegali (2 cm) saptan-dı. Laboratuar incelemelerinde Hb: 7.1 g/dl, total löko-sit sayısı: 12000/mm3, MCV: 58 fl, trombosit sayısı: 689 000/mm3, RDW: %19, periferik yaymasında %24 len-fosit, %20 PMNL, %6 monosit, %50 eosinofil, hipokrom mikrositer eritrositler görüldü; retikülositi %1.2 idi. SD 12 μmol/L, SDBK 473 μmol/L, TS %2.5 ve ferritin 1.5 ng/ml idi. Hastanın yapılan parazit incelemelerinde FH serolojisi pozitif bulunmuş, abdominal USG’sinde hepa-tomegali ve KC hilusunda birkaç adet LAP saptanmıştır. Hastada bu klinik ve laboratuvar bulguları ile FH enfes-tasyonu ve DEA tanıları konulmuş, 6 mg/kg/gün dozun-da demir tedavisi ve Egaten (Triclabendazole) 10 mg/kg dozunda tek doz şeklinde uygulanmış, aynı doz bir hafta sonra tekrar edilmiştir.

Her iki hasta da halen sağlıklı şekilde ayaktan izlen-mektedir.

Sonuçlar: Her iki olgumuz da ağır DEA ve eosinofili ile başvurmuş, eosinofili nedenleri araştırılırken FH tanı-sı almıştır. Her iki hasta da oral triclabendazol ve demir tedavisi ile sağlığına kavuşmuştur.

Tartışma: FH enfeksiyonunun ülkemizde oldukça sık görüldüğü, ancak non-spesifik bulguları nedeniyle göz-den kaçabileceği, özellikle ağır demir eksikliği ve eosinofi-lisi olan çocuklarda akla gelmesi gerektiği bu iki vaka ile vurgulanmak istenmiştir.

Bildiri: 0164 Poster No: P088

ANKARA ONKOLOJİ HASTANESİ KEMİK İLİĞİ ÜNİTESİNDE VANKOMİSİN DİRENÇLİ ENTEROKOK SÜRVEYANSI. Çiğdem Yıldırım Erbay, Emre Tekgündüz, Cihat Oğan, Gülşen İskender, Müfide Çimentepe, Itır Şirinoğlu, Nuran Akay, Şerife Koçubaba, İlhami Kiki, Ayşegül Tetik, Meltam Yüksel, Fevzi Altuntaş. Ankara Onkoloji Hastanesi

Amaç: İmmün kompromize hastalarda vankomisin dirençli enterokok (VRE) ciddi enfeksiyon ve ko-morbitide oluşturur. VRE infeksiyonu ve kolonizasyonu hastane infeksiyonları açısından önemli bir sorundur. VRE kolo-nizasyonu bazı hasta gruplarında (hemotolojik malignite varığı, nötropeni gibi) ve hastaların uzun süre kaldığı bazı ünitelerde (yoğun bakım, KİT gibi) sıktır. Vankomisin, 2 ve 3. kuşak sefalosorinler, metranidazol gibi antibiyotik-lerin uzun süre kullanımı bu riski daha da artırır.

Bu çalışmada Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kemik İliği Ünitesinde yatan, VRE açısından riskli olan hastaların haftalık periyodik rektal sürüntü örneklerinde VRE kolonizasyonu ve VRE için risk faktör-leri incelendi.

da abselerin drene edilmesine ek olarak amfoterisin B ve posakonazol kombinasyonu ve ardından oral posakona-zol tedavisine iyi yanıt alınmıştır.

Bildiri: 0247 Poster No: P086

İFOSFAMİDE BAĞLI GELİŞEN NEGATİF MYOKLONUS. İbrahim Tek1, Selami Koçak Toprak2, Güngör Utkan3, Ayça Koca1, Bülent Yalçın3, Kamil Topalkara4. 1Medicana International Ankara Hastanesi Kanser Merkezi, 2Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Ankara, 3Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara, 4Medicana International Ankara Hastanesi Nöroloji Bölümü

Amaç: İfosfamid antineoplastik ajan olarak özellikle sarkomlar olmak üzere pek çok solid tümör ve lenfoma-da kullanılan alkilleyici bir ajandır. Metabolizması sonu-cu oluşan asetaldehid santral sinir sistemi yan etkilerin-den sorumludur. Genelde nörolojik olarak halüsinasyon ve uykuya meyil gibi istenmeyen etkileri saptanan ifosfa-midin nadiren görülen negatif myoklonus yanetkisini bil-dirmek istedik.

Sonuçlar: Metastatik serviks kanseri nedeniyle 3. basamak kemoterapi olarak ifosfamid ve karboplatin alan hastada tedavinin 3. günü üst ekstremitelerin-de negatif myoklonus geliştiği farkedildi. Yapılan nöro-lojik muayenede; hasta orta derecede konfüydü, yer ve zaman oryantasyonu yoktu. Üst ekstremitelerinde geli-şen negatif myoklonus dışında fokal nörolojik bulgu saptanmadı. Kranial manyetik rezorans görüntüleme-si normaldi, biyokimyasal tetkiklerinde patolojik bulgu yoktu. Elektroensefalogramında metabolik ensefalopa-tiyi düşündüren sürekli, yavaş-yaygın periyodik trifazik geçişli dalgalar saptandı. Tedavi bitiminden 24 saat sonra hastanın bulguları kendiliğinden kayboldu.

Tartışma: Literatür taraması yapıldığında nadiren ifosfamide bağlı negatif myoklonus görülebileceğini sap-tadık. İfosfamid kullanımı sırasında ilacın yüksek doz uygulanması dışında genellikle nörolojik yanetki beklen-mez. Ancak, nadir de olsa normal dozlarda da patolojik bulgular gelişebilmektedir. Nörolojik problemi olan has-talarda ifosfamidin dikkatli kullanılması gerekmektedir.

Bildiri: 0376 Poster No: P087

AĞIR DEMİR EKSİKLİĞİ ANEMİSİ VE EOSİNOFİLİ İLE BAŞVURAN FASCİOLA HEPATİCA OLGULARIMIZ. Betül Tavil, İkbal Bozkaya, Neslihan Karakurt, Neşe Yaralı, Abdurrahman Kara, Bahattin Tunç. Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi

Amaç: Fasioliazis ‘Fasciola Hepatica’(FH) nın neden olduğu bir paraziter enfeksiyondur. Parazit persistan ola-rak safra kanallarında ve karaciğerde yer alır, nadiren diğer organları da enfekte edebilir. Burada ağır demir eksikliği anemisi ve eosinofili ile başvuran ve FH tanısı almış iki olgu sunulmuştur.

Yöntemler: Olgu 1: 10 yaşında kız hastanın uzun süredir halsizlik ve solukluk şikayetleri olduğu, son 2 gündür ateş şikayetinin de eklenmesi ile hastanemize başvurduğu öğrenildi. Hastanın fizik muayenesinde hal-siz, soluk görünüm ve akciğerlerinde (AC) krepitan ral-ler fark edildi. Laboratuvar incelemelerinde Hb: 4.8 g/dl, total lökosit sayısı: 3100/mm3, MCV: 65 fl, trombo-sit sayısı: 155 000/mm3, RDW: %19, periferik yaymasın-da %48 lenfosit, %22 PMNL, %10 monosit, %20 eosino-fil, hipokrom mikrositer eritrositler görüldü, retikülosi-ti %0.8 idi. Serum demiri (SD) 16 μmol/L, serum demir

Page 47: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

77

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

solukluk ve ekimozlar, belirgin hepatosplenomegali mev-cuttu. Tam kan sayımında BK: 25,800/mm3 Hb5,3 g/dl PLT: 19000/mm3 idi. Periferik yaymasında lökoerit-roblastik tablo mevcut, parçalılarda hipersegmentas-yon, hipogranülasyon, pseudopelger huet anomalisi izle-niyordu. Serum B12 ve folik asit düzeyi normaldi. Kemik iliği aspirasyonunda %10 oranında myeloblast görüldü. Granülositer seride ve eritroid seride displazi bulguları ile birlikte eksantrik nükleus yerleşimi olan mononükle-er megakaryositler sıkca görülmekte idi. Ring sideroblast görülmedi. Kemik iliğinin flow sitometrik incelemesinde %10’luk blastik hücre grubunun, M0-M1 tipi myeloblas-tik hücre belirteçlerin taşıdığı görüldü. Kemik iliğinin kla-sik sitogenetik incelemesi ve FISH tekniği ile 5q31 deles-yonunun pozitif olduğu gösterildi. Bu bulgularla hasta-ya 5q delesyonuna bağlı gelişen pediatrik MDS (refrac-tory anemia excess blast-RAEB) teşhisi konuldu. Hastaya Hacettepe AML-MDS tedavi protokolü başlandı. İlk kür-den sonra hastanın kemik iliği remisyona girdi.

Sonuçlar: HLA uygun kardeş donörü bulunmayan hasta, remisyondan iki ay sonra bel ağrısı şikayetiyle baş-vurdu. Torakolomber MR’de L2 vertebra seviyesinde klo-roma ile uyumlu lezyon tespit edildi. Eş zamanlı bakılan kemik iliği aspirasyonunda %40 oranında myeloblast görül-dü. Bu blastlar AML M0-M1 özelliği taşımakta idi. Hastaya BFM 98 yüksek risk AML tedavi protokolü başlandı. Ancak bu protokol ile remisyon elde edilemedi. Bu nedenle fluda-rabin, ARA-C, G CSF ve idarubisinden oluşan (FLAG-İda) kemoterapi uygulandı. Bu tedavi ile de remisyon elde edile-meyen hasta, nötropenik sepsis kliniği ile kaybedildi.

Tartışma: MDS’li olgularda 5q delesyonu, genelde diğer kromozomal anomaliler ile birlikte tespit edilmek-te ve bu durumda prognozu kötü olmaktadır. İzole 5q delesyonu mevcut olduğu zaman erişkin vakalarda iyi prognoz ve düşük lösemiye dönüşüm oranı bildirilmek-tedir. Literatürde bildirilen pediatrik 5q delesyon sendro-mu vakalarının sayısı oldukça azdır. Pediatrik vakalarda prognoz nisbeten daha kötü olmaktadır. Bizim olgumuz-da izole 5q delesyonuna bağlı MDS gelişmiş, bu da kısa sürede AML’ye dönüşüm gösterek kötü prognoz göster-miştir. Seyrek görülen bir klinik durum olması nedeniyle olgu sunumu yapılması uygun görülmüştür.

Bildiri: 0335 Poster No: P090

DOWN SENDROMLU BİR ÇOCUKTA RAŞİTİZME BAĞLI MYELOFİBROZİS. Canan Albayrak1, Davut Albayrak1, Ayşe Ayzıt Kılınç2, Cengiz Kara3. 1Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Bilim Dalı, 2Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, 3Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı

Amaç: Raşitizm çocukluk yaş grubunda görülen sık-lıkla D vitamini eksikliğine bağlı gelişen bir hastalıktır. Raşitizme bağlı myelofibrozis nadir görülen bir komp-likasyondur. Bildirilen vakalar bebeklik dönemindedir. Raşitizmde gelişen sekonder hiperparatroidizm, osteosk-lerozu indükler ve myelofibrozis gelişir.

Yöntemler: On yaşında Down sendromlu uzun süre takipsiz bir erkek hasta ateş şikayeti ile hastanemiz çocuk acil polikliniğine başvurdu. Fizik muayenesinde genel durumu orta, Down sendromu bulguları ve belir-gin büyüme-gelişme geriliği vardı. Vücut ağırlığı ve boyu yaşıtlarının standardının %3’ünden geri idi. Yürüyemiyor sadece oturabiliyordu. Zihinsel gelişimi belirgin geri görü-nümde idi. Batın bombe görünümde karaciğer kosta altında 8cm, dalak kosta altında 6cm palpe ediliyordu.

Yöntemler: Kemik İliği (KİT) Ünitesinde yatan hasta-lardan rektal sürüntü örneklerinde VRE kolonizasyonu ve bu kolonizasyon için risk faktörleri incelendi.

Taramalar bu ünitede yatan tüm hastalarda haftada bir gün rektal sürüntü alınarak yapıldı. Toplam 100 has-tadan 1147 kültür alındı.

Enterekok izolasyonunda enterekok selektif besiyeri olan enterekoksel agar (BBL), tiplendirilmesinde tam oto-matize identifikasyon sistemi (VİTEK COMPACT 2) kul-lanıldı.

Tarama kültürlerinde enterekoksel agarda şüphe-li görülen kolonilerden kanlı agara pasaj yapıldı. Gram boyama ile enterekok düşünülen kolonilerden CLSI stan-dartlarına uygun olarak (VİTEK COMPACT2) sistemi ile identifikasyon ve duyarlılık testleri yapıldı. Vankomisine dirençli suşlar CLSI standartlarına uygun Kirby-Bauer disk difüzyon yöntemiyle konfirme edildi.

Bu yöntemde vankomsin için MİK sınır değeri <4 mg/mL duyarlı, 8-16 mg/mL orta duyarlı, >32 mg/mL dirençli kabul edildi.

Sonuçlar: Taranan 100 hastadan alınan 1147 külltür örneğinin 16 (%1,4) tanesinde VRE üredi (12 suş E. gal-linarum, 1 suş E. faecalis, 2 suş E. casseliflavus, 1 suş E. faecium).

Fenotiplendirilmede 13 suş VAN C, 2 suş VAN A, 1 suşda VAN B tipi direnç saptandı.

Tartışma: Günümüzde, dünyanın hemen her yerinde VRE izole edildiğine dair bilgiler vardır. VRE’nin birçok antibiyotiğe dirençli olması hastane ortamında kolayca yayılmasına neden olmaktadır. Bu yüzden VRE izolasyo-nunu takiben planlanacak sürveyans çalışmaları, infek-siyonun kontrolü açısından çok önemlidir. Bu amaç-la yapılacak perianal sürüntü kültürlerinin duyarlılık ve özgünlüğü oldukça yüksek bulunmuştur.

Sonuç olarak, hematoloji ve KİT gibi yüksek riskli hasta gruplarını takip ederken VRE kolonizasyonu/infek-siyonunun azaltılmasında başta vankomisin olmak üzere kontrollü antibiyotik kullanımı, hastane personelinin eği-timi, mikrobiyoloji laboratuvarlarının etkin kullanılarak ve bu hasta gruplarında periyodik sürveyans çalışmaları yapılmasının kolonizasyon/infeksiyon oranlarının düşü-rülmesinde etkin olacağı kanısındayız.

Kemik İliği Yetersizliği ve Miyelodisplastik Sendromlar

Bildiri: 0260 Poster No: P089

5Q31 DELESYONUNA BAĞLI GELİŞEN PEDİATRİK MYELODİSPLASTİK SENDROM OLGUSU. Hüseyin Tokgöz1, Ümran Çalışkan1, Hasan Acar2. 1Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Çocuk Hematoloji Bilim Dalı, Konya, 2Selçuk Üniversitesi Selçuklu Tıp Fakültesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Ana Bilim Dalı, Konya

Amaç: Myelodisplastik sendrom (MDS), çocukluk çağında nadir görülmekte olup, tüm çocukluk çağı malig-nitelerinin %5’inden azını teşkil etmektedir. Pediatrik MDS vakaları, nötropeni ve trombositopeninin daha sık görülmesi ve nisbeten kötü prognoza sahip olması ile erişkin vakalardan farklılık arz eder. Pediatrik vakalarda klonal sitogenetik anomaliler (monozomi 7, trizomi 8, 5q del,) yaklaşık olarak %70 olguda tespit edilebilmektedir. Pediatrik 5q delesyonu vakaları oldukça az sayıda bildi-rilmiş olup, genelde kötü prognoza sahiptir.

Yöntemler: Üç yaşında kız hasta, son 1 aydır fark edilen halsizlik, yüksek ateş ve burun kanaması şika-yeti ile kliniğimize başvurdu. Fizik muayenesinde ciltte

Page 48: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

78

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Yöntemler: İlk olgu, kronik immün trombositopenik purpura (ITP) tanısı ile splenektomi amacıyla sevk edilen, 55 yaşında erkek hastadır. Splenektomi öncesi örnekle-nen kemik iliği, 55 yaş için hiposelülerdir, mevcut gra-nülositik hücrelerde segmente nötrofil evresine matüras-yon blokedir; hipolobat megakaryositler izlenmiştir. ITP ile açıklanamayacak bu kemik iliği bulguları nezdinde, MDS ayırıcı tanıda irdelenmiştir. İkinci olgu, diş absesi tanısı ile çoklu antibiotik almış hastada, antibiotik teda-visi ardından geliştiği bildirilerek sevk edilen, anemi ve lökopenisi mevcut 38 yaşında bayan hastadır. Kemik iliği 38 yaş için hiperselülerdir, granülopoezis hem miktar-ca baskılanmış, hem de segmente nötrofil evresine matü-rasyon blokedir. Her iki hastada da atipik hücre infiltra-tı saptanmamış, sadece bayan hastada, viral enfeksiyon-da karşılaşılan morfolojide reaktif lenfositler dikkati çek-miştir. Hematopoetik malinite irdelenmek üzere istenmiş, akımsitometrik immünfenotiplemede, neoplazi delili sap-tanmazken, CD4/CD8 oranının 1: 10 olduğu dikkat çek-miş, HIV serolojisi istenmiştir.

Sonuçlar: Açıklanamayan sitopeni sebebiyle kemik iliği örneklenen iki hastada, morfolojik bulgular nezdin-de MDS değerlendirilirken, akımsitometrik immünfeno-tipleme sonuçları HIV`i işaret etmiş, her iki hastada HIV (+)`liği saptanmıştır.

Tartışma: HIV`in hematopoetik hücreleri direk enfek-te ederek, matürasyon anomalileri ve sitopenilere sebep olduğu bilinen bir literatür gerçeği iken, rutin klinik yak-laşımda bu gerçek ihmal edilebilmektedir. HIV, morfo-lojik olarak MDS`nin tüm bulgularını taklit edebilmek-te, hafif, ağır sitomorfolojik displazi, inefektif hematopoe-zis, hiper - hiposelülariteye sebep olabilmektedir. Klonal sitogenetik anomali, objektif blast artışı dokümente edil-medikçe, MDS`nin de ITP gibi bir dışlama teşhisi oldu-ğu unutulmamalı, açıklanmayan sitopenilerde HIV mut-laka test edilmelidir. Akımsitometrik immünfenotipleme verileri, hematopoetik neoplazi açısından negatif olarak yorumlandığında, CD4/CD8 oranında olası bir ileri dere-ce tersine dönmüşlük/CD4+ T lenfosit kaybı atlanmama-lı, hastanın HIV açısından tetkiki hızla tamamlanmalıdır.

Bildiri: 0129 Poster No: P092

MYELODİSPLASTİK SENDROMLU HASTALARIMIZIN DEĞERLENDİRİLMESİ. Engin Kelkitli, M.hilmi Atay, Taner Kaya, Mehmet Turgut, Düzgün Özatlı, Nil Güler. 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Samsun

Amaç: Myelodisplastik sendrom (MDS); inefektif eritro-poez, sitopeniler ve akut myeloid lösemiye dönüşüm gös-terebilen bir grup hastalığı tanımlamak için kullanılan bir terimdir. 50 yaş öncesinde MDS görülme sıklığı çok azdır. Radyoterapi ve kemoterapi uygulananlarda erken yaşlarda tedaviye bağlı olarak MDS görülebilir. Tedavi, hastanın yaşı, genel durumu, MDS’nin alt tipi, kemik iliğindeki blast oranı dikkate alınarak planlanmaktadır. Çalışmamızda 2005-2009 yılları arasında MDS tanısı ile takip ettiğimiz hastala-rın dosyalarını geriye dönük olarak inceledik.

Sonuçlar: Değerlendirmeye 23’ü (% 41,8) kadın, 32’si (% 58,2) erkek olmak üzere toplam 55 hasta alındı. Hastaların ortanca yaşı 69 (43-82) bulundu. Hastaların % 54’ü Samsun % 21’i Ordu ve geri kalan %25 i çoğunluk-la Sinop ile Amasya olmak üzere Rize Artvin ve Giresun ilinden başvurmuşlardı. Başvuru esnasında 54 (% 98,2) olguda Hb 10 gr/dl altında, 28 (% 50,9) olguda nötrope-ni (nötrofil sayısı 1500/mm3 altında), 35 (% 63,6) olguda trombositopeni (Trombosit sayısı 100 bin/mm3 altında)

Tam kan sayımında hemoglobin 5.4g/dl, beyaz küre sayı-sı 5600/mm3, trombosit sayısı 26 000/mm3 idi. Periferik yayma incelemesinde %34 lenfosit, %56 granülosit, %10 monosit, trombositler ikili görüldü. Bisitopenisi olan has-tada öncelikle akut lösemi düşünülerek kemik iliği aspi-rasyonu yapıldı. Hücre sayısı düşük olmakla beraber lösemik infiltrasyon görülmedi. Tekrarlanan fizik mua-yenesinde el bileklerinin geniş olması nedeniyle raşitizm-den şüphe edilerek gönderilen serum biyokimya tetkikle-rinde kalsiyum 5.7mg/dl, fosfor 0.73mg/dl, alkalen fos-fataz 587 U/L idi. 25 OH vitamin D3 düzeyi 5 mikrog/L (30-80) bulundu ve hastaya raşitizm tanısı konuldu. Parathormon düzeyi 348pg/ml (9-78) bulunarak sekon-der hiperparatroidizm gösterildi.

Sonuçlar: Bu bulgularla raşitizme bağlı myelofibrozis düşünülen hastaya kemik iliği biyopsisi yapıldı. Biyopsi sonucu Trikrom ile yapılan histokimyasal çalışmada fib-röz bağ dokusunun yağ dokusunun yerini alacak şekil-de çoğaldığı, retikülin lif dağılımının grade 3-4 düzeyin-de olduğu öğrenildi. Raşitizm tedavisi için Stoss tedavisi (300 000U tek doz vitamin D), kalsiyum laktat ve nötral fosfor başlandı. Hasta koruyucu dozda vitamin D, bes-lenme ve güneşlenme önerileri ile taburcu edildi. Dört ay sonra kontrole gelen hastanın kilo aldığı, karaciğer ve dalağının palpe edilmediği ve tam kan sayımının normal sınırlara ulaştığı görüldü.

Tartışma: Bu vaka Down sendromlu hastada bildirilen ilk raşitizme bağlı myelofibrozis vakasıdır. Myelofibrozis genellikle Down sendromlarında çok sık görülen akut myeloblastik lösemi-M7’ye eşlik eden bir bulgudur. Bu vakada da öncelikle lösemiler ekarte edilmiştir. Vitamin D eksikliğine bağlı myelofibrozisin on yaş gibi ileri bir yaşta görülmesi de vakanın diğer ilginç bir yönüdür. Ancak Down sendromu gibi zihinsel ve motor gerilikle giden bir çok hastalıkta hastaların eve kapatılması güneşten yara-lanamamalarına sebep olmaktadır. Ayrıca bu hastaların tüm besin çeşitlerini tüketememesi besinlerle vitamin alı-mını önlemektedir. Zihinsel ve motor gerilikle giden bir çok hastalıkta yaşam şartlarına bağlı olarak D vitamini eksikliği ve onun nadir bir komplikasyonu olarak myelo-fibrozis akla gelmelidir.

Bildiri: 0489 Poster No: P091

AÇIKLANAMAYAN SİTOPENİLERDE HIV. AKIMSİTOMETRİK İMMÜNFENOTİPLEMENİN HIV TANISINA KATKISI. İKİ OLGU SUNUMU. Şebnem İzmir Güner1, Güven Çetin2, Özden Özer3. 1Medikal Park Bahçelievler Hastanesi, 2İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 3İstanbul Patoloji Grubu

Amaç: Açıklanamayan sitopenilerde, kemik iliği mor-folojik ve immünfenotipik değerlendirmesi, organomega-li ve çevresel kan tutulumu olmadan, sadece kemik iliği infiltrasyonu ile seyreden lenfoid ve myeloid neoplazile-rin tanısında önemli rol oynamaktadır. Net tanıya ulaşı-lan, vakaların dışında, miyelodisplastik sendromun ekar-te edilemediği, subjektivite sınırları içinde, hafif, matü-rasyon anomalileri sergileyen olgular ile karşılaşılmak-tadır. HIV, hematopoetik prekürsör hücre çekirdeklerine direk entegrasyon ile sitopatik etki yaratmakta, MDS`nin tüm bulgularını taklit edebilmektedir. MDS`nin bir dışla-ma tanısı olarak ekarte edilemediği tüm vakalarda, ayırı-cı tanıda irdelenmesi endikedir. Burada, sitopeni sebebiy-le araştılırken, HIV (+) `liği saptanan iki hasta sunulmak-ta, akımsitometrik immünfenotiplemesinin, tanıya katkı-sı vurgulanmaktadır.

Page 49: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

79

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

tremor, amnezi, uykusuzluk ve baş ağrısı gibi klinik durumlara yol açmaktadır. Nörotoksisite patogenezinde vazospazm, doğrudan nörotoksik etkiler, vazojenik ödem, hipertansiyon, tromboz ve mikroanjiopati gibi etkenlerin ön planda rol aldığı öne sürülmektedir.

Yöntemler: 26 yaşında kadın hasta 1,5 aydır baş ağrısı ve çift görme şikâyeti ile başvurdu. Öyküsünde 2002 yılın-da aplastik anemi tanısı alarak Siklosporin 200 mg/gün ve kortikosteroid tedavisi başlandığı ve 8 yıldır bu tedavi-yi aralıksız ve doktor kontrolünde olmadan kullandığı bil-gisi alındı. Kortikosteroid tedavisini kliniğimize başvurma-dan 1 hafta önce kendi isteği ile kesmişti. Fizik muayene-de konjonktivalar soluktu ve hipertrikoz mevcuttu. Hg: 5 gr/dl, WBC: 3100/ μL, Trombosit: 41000/ μL idi. Periferik yaymada % 15 nötrofil ve % 85 lenfosit saptanırken yapı-lan kemik iliği aspirasyonunda hücre dansitesi normal, eritroid seride myeloid seriye göre artış (M/E: 1/2) ve len-fosit sayısında artış saptandı. Hastanın Siklosporin teda-visi kesildi. Yapılan Göz konsültasyonunda iki taraflı ner-vus abdusens paralizisi, optik disklerde kabarıklık ve disk çevresinde kıymık hemorojiler saptanması üzerine yapı-lan Nöroloji konsültasyonunda intrakranial basınç artışı düşünülerek beyin bt çekildi, patoloji saptanmayan hasta-ya lomber ponksiyon yapıldı. BOS basıncı 270 mmH2O idi, kültürlerinde üreme olmadı. Papilödem tedavi açısından Diazoksid tablet 2x1 başlanarak takip edildi. Takiplerde trombosit ve eritrosit transfüzyonu ihtiyacı olmayan hasta kafa içi basınç artışı takibi açısında Nöroloji bölümüne devredildi. Nörolojideki takiplerde Hg düzeyinde düşme devam eden ancak trombosit ve lökosit düzeyi sabit kalan hastaya eritrosit süspansiyonu transfüzyonu veri-lerek taburcu edildi. Takiplerinde çift görme şikâyeti aza-lan hastaya aralıklarla eritrosit süspansiyonu transfüzyo-nu gerekmekte ancak trombosit düzeyi 20000/μL de sabit olarak seyretmektedir.

Tartışma: Siklosporin’in, iki taraflı n. abdusens para-lizisi ile ilişkisi olabileceği belirtilen Openshaw ve arka-daşlarının çalışmasında, kök hücre nakli yapılmış ve siklosporin ile gansiklovir kullanmakta olan hastaların az bir kısmında paralizi saptandığı, ilaçların kesilme-si ile birlikte 72 saat içinde paralizinin gerilediğine iliş-kin gözlem paylaşılmıştır. Vakamızda paralizi hali hazır-da devam etmektedir. Nörotoksisite, siklosporin kulla-nan hastalarda sık görülebilen bir tablodur, kliniğimiz-de takibi yapılan bir hastamız ile deneyimimizi paylaş-mak istedik.

Bildiri: 0100 Poster No: P094

SARKOİDOZDA KEMİK VE KEMİK İLİĞİ TUTULUMU. İrfan Yavaşoğlu1, Hakan Doğan1, Yakup Yürekli2, Firuzan Kaçar Doğer3, Gürhan Kadıköylü1, Zahit Bolaman1. 1Adnan Menderes Üniversitesi Tıp fakültesi İç Hastalıkarı Anabilim Dalı,-Hematoloji Bilim Dalı, 2Adnan Menderes Üniversitesi Tıp fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı, 3Adnan Menderes Üniversitesi Tıp fakültesi Patoloji Anabilim Dalı,

Amaç: Sarkoidozda kemik tutulumu %10-15 oranın-dan iken kemik iliği tutulumu daha azdır.

Yöntemler: Elliiki yaşında erkek hasta 2 aydır hareket-le artan bel ağrısı yakınması ile başvurdu. Zaman zaman beyaz renkli balgam çıkarıyordu. Yirmi yıl önce sarkoidoz tanısı almıştı. Beş yıldır herhangi bir tedavi almıyordu. Akciğerlerde orta ve alt zonlarda bilateral raller mevcuttu. Sakroiliak germe testi pozitif idi. Eritrosit sedimentasyon hızı 42 mm/s, hemoglobin 14.5 g/dl, hematokrit % 43.8, lökosit sayısı 7.100/mm3, trombosit sayısı 376.000/mm3,

ve 24(% 43,6) olguda pansitopeni mevcuttu. Hastaların tanı anında WHO kriterlerine göre sınıflaması tablo 1 de gösterilmiştir. Sitogenetik sonuçlarına göre hastala-rın % 52’sinin normal sitogenetik yapıya sahip olduğu-nu saptadık (Tablo 2). Hastaların IPSS skorlarını hesap-landı ancak hastaların tanıları ile IPSS skorları arasında bir ilişki saptanmadı. 4 yıllık takip esnasında olguların 6 tanesi AML’ye dönüşüm, geri kalan 7 tanesi ise enfeksi-yon olmak üzere toplam 13 olgumuz öldü. 8 olgu 70 yaş üzeri iken 5 olgumuz 70 yaş altında idi.

Tartışma: Sonuç olarak MDS anemi ile AML arasında seyir eden, tanısında kemik iliği aspirasyon ve biopsisi-nin yanı sıra hastalara tedavi rejimi ve prognozu belirle-mek amacı ile sitogenetik çalışmanın da yapılması gere-ken bir hastalıktır. Elde edilen sonuçlarla hastaların IPSS skorunu belirlenmesi gereklidir. Akut lösemiye dönüşüm riski ve enfeksiyona yatkınlık mortalite açısından önem-lidir. Hasta populasyonun yaşlı olması tedavi rejimlerini kısıtlamaktadır.

Table 1. Sitogenetik sonuçlar ve yüzdesi

SİTOGENETİK SONUÇ SIKLIK YÜZDE

Normal 29 52,7

Yetersiz 12 21,8

Del 5q 5 9,1

Trizomi 8 2 3,6

Trizomi 8 ve Monozomi 7 1 1,8

Del 5q ve –Y 1 1,8

-Y ve t(3,21) 1 1,8

Monozomi 4,5,7 1 1,8

Monozomi 5 ve Trizomi 8 1 1,8

Del 5q ve t(1,7) 1 1,8

Del 7q 1 1,8

TOPLAM 100 100

Tablo 2. WHO kriterlerine MDS alt grupları sıklığı ve yüzdesi

TANI SIKLIK YÜZDE

RA-RARS 13 23,6

RCMD-RS 29 52,7

RAEB-1 5 9,1

RAEB-2 4 7,3

MDS - 5q 3 5,5

SEKONDER 1 1,8

TOPLAM 55 100

Bildiri: 0360 Poster No: P093

APLASTİK ANEMİDE UZUN SÜRELİ SİKLOSPORİN VE KORTİKOSTEROİD KULLANIMI İLE BİRLİKTE GELİŞEN NÖROTOKSİSİTE. Demircan Özbalcı1, Ülkü Ergene1, Deniz Selçuki2. 1Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Manisa, 2Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı, Manisa

Amaç: Siklosporin A, güçlü bir immunosupresif ola-rak geniş kullanım alanı olan bir ajandır. Nörotoksisite, nefrotoksisiteden sonra en sık görülen ikinci yan etkisi-dir. Siklosporin başlıca, afazi, ataksi, kortikal körlük, epi-lepsi, ataksi, inme benzeri belirtiler, sanrı, uykusuzluk,

Page 50: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

80

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Bildiri: 0298 Poster No: P095

HEMATOLOJİK ANORMALLİKLİ BRUSELLOZ HASTALARINDA KEMİK İLİĞİ BİYOPSİ BULGULARI. Cengiz Demir1, Mustafa Kasım Karahocagil2, Ramazan Esen1, Murat Atmaca1, Hayrettin Akdeniz2. 1Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Ana Bilim Dalı, Van, 2Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı, Van

Amaç: Bu çalışmada, hematolojik anormalliklerle gelen bruselloz olgularında kemik iliği biopsi bulguları-nı inceledik.

Yöntemler: 48 brusellozlu olgu prospektif olarak ince-lendi. Şikayetler ve fizik muayene bulguları kaydedil-di. Hastaların tam kan, rutin biyokimya testleri, eritrosit sedimentasyon hızı, C-reaktif protein ve serolojik araş-tırmalar gerçekleştirildi. Sitopenili hastalarda kemik iliği biyopsi ve aspirasyonu, kemik iliği incelemesi ve brusel-la kültürü için spina iliaka anterior posterior bölgesinden standart prosedürlere uygun olarak yapıldı.

Sonuçlar: 48 hastanın 35’i (%72.9) kadın ve 13’ü (%27.1) erkek idi. Yaş ortalaması 34.8±15.4 (yaş aralığı; 15-70) idi. 39 (%81.25) olguda anemi, 28 (%58.3) olguda lökopeni, 22 (%45.8) olguda trombositopeni ve 10 (%20.8) olguda pansitopeni tespit edildi. Kemik iliğinin incelen-mesinde 35 (%72.9) olguda hipersellülarite, 28 (%58.3) olguda megakaryositer, 15 (%31.25) olguda eritroid ve 5 (%10.4) olguda da granülositer seride artış tespit edildi. Ayrıca 15 (%31.25) olguda hemofagositoz, 12 (%25) olgu-da granülom ve 9 (%18.75) olguda da eozinofili ve plazma hücre artışı tespit edildi.

Tartışma: Çalışmamız sonuçlarına göre bruselloz-da hematolojik komplikasyonlardan hemofagositoz, mik-rogranülom oluşumu ve hipersplenizm gibi birden fazla mekanizma sorumlu olabilir.

Bildiri: 0239 Poster No: P096

İKİ MERKEZ DENEYİMİ, AZASİTİDİN TEDAVİSİ ALAN MDS’Lİ HASTALARIN RETROSPEKTİF DEĞERLENDİRİLMESİ. Selda Kahraman1, Bahriye Payzın2, Özden Pişkin1, İnci Alacacıoğlu2, Abdullah Katgı1, Mehmet Ali Özcan1, Fatih Demirkan1, Bülent Ündar1. 1Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, İzmir, 2İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği, İzmir

Amaç: Haziran 2007-Temmuz 2010 tarihleri arasın-da MDS tanısıyla Azasitidin tedavisi verilen Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalında izle-nen 17 ve İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde izlenen 5 hasta retrospektif olarak değerlendirildi.

Yöntemler: Sonuçlar: 22 hastanın 11’i kadın 11’i erkekti. Yaşları

35-84 arasında ve otalama yaş 66.18 yıl idi. Tanılarına bakıldığında 12 hasta MDS-RAEB-1, 9 hasta MDS-RAEB-2, 1 hasta KMML-1 idi. ECOG performansları Tablo 1’de, IPSS risk skoru Tablo 2’de, sitogenetik risk skoru ise Tablo 3’de gösterildi.Sitogenetiklerine bakıldığında 15 hasta normal karyotip, 3 hastada kompleks karyotip, 1’er hastada da del5q, del7q ve 47 XY+8 saptandı. Tanı anın-da hastaların ortalama blast sayısı 10.18, LDH.351 U/L, Hb.8,4 G/DL, MCV.94 FL,nötrofil.1550 UL,plt.56000 UL idi. Hastalar ortalama 4.14 kür Azasitidin tedavisi aldı-lar.(28 günde bir 75mg-m2-gün-7 gün)(Tablo.4) 4 kür ve üzerinde tedavi alan hasta sayısı 14 (%63,6), ve ortalama kür sayısı 5.14 idi. Son 1 yılda aldıkları eritrosit transfüz-yon sayısı ortalama 12.14 Ü oarak saptandı. 4. kür tedavi sonrası değerlendirilen 11 hastanın 6’sında parsiyel yanıt

serum kalsiyum 9.6 mg/dl, total PSA 2.7 ng/ml, total pro-tein 6.8 g/dl, albumin 3.3 g/dl idi. PPD 8 mm ve protein elektroforezinde poliklonal gamopati saptandı. Balgamda ARB 5 kez negatif olarak saptandı. Kalça grafisinde kemik pelviste ve femurda kortikal kalınlık artışı görülürken ser-vikal ve kafa grafilerinde kemik yapılar ve yumuşak doku-lar doğal idi. Akciğer grafisinde yaygın retiküler infilt-rasyon vardı. Toraks tomografisinde Evre 4 sarkoidoz ile uyumlu bulgular saptandı.

Sonuçlar: Tc-99m sintigrafisinde kraniyumda, tüm pelvis ve sakroiliak eklemlerde, vertebral kolonda, C7, T1-2 ve T11.vertebralarda ve her iki femurun proximal kesimlerinde yoğun ve diffüz osteoblastik aktivite artışla-rı saptandı (Şekil 1). Lumbosakral bölgenin MR inceleme-sinde patoloji saptanmadı. Bu bulgular sarkoidozun iske-let sistemi tutulumuyla uyumluydu. Kemik iliği biyop-sisinde granülomatoz inflamasyon saptandı (Şekil 2). Hastaya kemik iliği biyopsisi ve teknesyum sintigrafisiy-le sarkoidozun vertebral, iliak kemik ve kemik iliği tutu-lumu tanısı koyularak günde 1mg/kg metil prednizolon başlandı. Ağrısı azalan hasta şu an izlemdedir.

Tartışma: Sarkoidozda bel ağrısı ortaya çıktığında kemik ve kemik iliği tutulumu hatırlanmalıdır.

Şekil 1. Tc-99m sintigrafisinde kraniyumda, tüm pelvis ve sakroiliak eklemlerde, vertebral kolonda, C7, T1-2 ve T11.vertebralarda ve her iki femurun proximal kesimlerinde yoğun ve diffüz osteoblastik aktivite artışları

Şekil 2. Kemik iliği biyopsisinde granülomatoz inflamasyon

Page 51: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

81

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Tablo.4.Vidaza kür sayı

Vidaza kür sayı Sıklık Yüzde

1 kür 3 13,6

2 kür 4 18,2

3 kür 1 4,5

4 kür 6 27,3

5 kür 1 4,5

6 kür 4 18,2

8 kür 3 13,6

Toplam 22 100

Bildiri: 0175 Poster No: P097

DALAKTA NODÜL SAPTANAN HEMOFAGOSİTİK LENFOHİSTİYOSİTOZ OLGUSU. Yasemin Işık Balcı1, Mehmet Seyhan2, Hacer Ergin2, Nuran Sabir Akkoyunlu3, Uğur Koltuksuz4, Nilay Şentürk5, Ebru Uzun1, Sema Yıldırım1. 1Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Hematolojisi, Denizli, 2Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Denizli, 3Radyoloji, Denizli, 4Çocuk Cerrahisi, Denizli, 5Patoloji, Denizli

Amaç: Hemofagositik lenfohistiyositoz (HLH); yüksek ateş, splenomegali, bisitopeni veya pansitopeni, hipert-rigliseridemi ve/veya hipofibrinojenemi, hiperferritinemi, solubl CD25 yüksekliği ve natural killer (NK) hücre akti-vitesinde azalma ile karakterize otozomal resesif geçiş gösteren bir hastalıktır. Kesin tanı için kemik iliği, dalak ve lenf bezleri gibi doku ve organlarda hemofagositozun gösterilmesi gerekmektedir. Burada hemofagositik lenfo-histiyositoz tanısı alan ve dalakta nadir görülen büyük hemofagositik nodüller saptanan hasta sunulmuştur.

Yöntemler: OLGU: Onyedi aylık erkek hasta 3 haf-tadır devam eden ateş yüksekliği, kusma ve iştahsız-lık şikayetleri ile getirildi. Soygeçmişinde babanın lösemi (AML) olduğu öğrenildi. Fizik muayenede vücut ısısı 39.5 ºC idi, karaciğer 3 cm, dalak 2 cm kot altında ele geliyor-du. Diğer sistem bulguları ve nörolojik muayenesi normal olarak değerlendirildi.

Tetkiklerinde hemoglobin 8.03 gr/dl, lökosit 4340/mm³, trombosit 110.000/mm³, AST 346 IU/L, ALT 213 IU/L, ferritin >2000 ng/ml, fibrinojen 100 mg/dl, triglise-rid 337 mg/dl saptandı. CMV, EBV, Parvovirus, Brucella, Salmonella serolojileri gönderildi. CMV Ig M sınırda pozi-tif idi. CMV PCR bakılamadı. Batın USG’de dalak orta kesimde en büyüğü 6x4 cm boyutlarında solid kitle olu-şumları, batın BT’de dalak orta kesimde noduler lezyon-lar saptandı. Yapılan kemik iliği aspirasyonu değerlen-dirilmesinde yoğun hemofagositoz saptandı. Dalaktaki nodüllerden yapılan biyopside hemofagositik sendrom ile uyumlu histopatolojik bulgular görüldü. Genetik analiz için yurtdışına gönderilen serum örneklerinin sonucunda NK hücre aktivitesinde azalma bulundu. Mutasyon ana-liz sonucu bekleniyor. Hastaya HLH-2004 tedavi protoko-lü başlandı. Sekiz haftalık tedavi sonrası ateş yüksekliği kayboldu, dalaktaki nodülleri 1x1 cm’ye geriledi, pansito-penisi düzeldi (Hemoglobin 11 gr/dl, lökosit 6630/mm³, trombosit 231.000/mm³). Biyokimyasal tetkiklerinde AST 26 IU/L, ALT 17 IU/L, ferritin 346 ng/ml, fibrinojen 640 mg/dl, trigliserid 163 mg/dl olan hasta takip ve tedavisi-ne ayaktan devam edilmek üzere taburcu edildi

(PR), 3’ünde AML gelişimi, 1 hastada hematolojik iyileşme (HI), 1 hastada komplet remisyon (CR) sağlandı. 4. kür sonrası blast sayısı ortalaması 12.14 idi. 9 hastada nöt-ropenik ateş (NPA), 4 hastada pnömoni, 1 hastada kolan-jit ve 1 hastada tüberküloz reaktivasyonu gerçekleşti. 2 hasta NPA esnasında kaybedildi. 6 kür sonrası değerlen-dirilen 6 hastanın 3’ü CR’da, 2’si PR’da, 1 hastada kemik iliği CR’ında idi. 8 kür alan 3 hastanın 8. kür sonrası hepsinde hematolojik iyileşme mevcuttu. 8 küre tamam-lanan 3 hasta 6 kür sonrası 2’si PR’da,1’i CR’da olan hastalardı. İzlem sırasında bu 3 hastanın 1’ i AML’ye, 1’i MDS-RAEB-2 döndü, 1 hasta halen tedavi sonrası 6. ayında HI ile takip edilmektedir. Hastalar ortalama 11.68 ay izlendiler. 6 hastada (%27.3) AML gelişimi saptandı. 5 hastada Azacitidin tedavisi esnasında, 1 hastada ise 8 kür tedavi sonrası 5. ayda AML gelişti.AML gelişen 2 hasta 1 kür, 2 hasta 4 kür, 1 hasta 7 kür, 1 hastada ise 8 kür Azasitidin tedavisi almışlardı. 5 hasta Ara C-İda., 1 hastada Klofarabin tedavisi aldı.. Hastaların son duru-muna bakıldığında, 3 hastanın tedavisi devam etmekte, 2 hasta PR’da, 1 hasta CR da tedavisiz(6 kür sonrası CR olan 1 hasta halen CRda, 1 CR ve 1 kemik iliği CR’ ı olan 2 hasta PR da izlenmektedir.), 2 hasta Hydrea ile izlenir-ken, 1 hastada 8 kür sonrası yanıt bozulması nedeniyle Revlimid tedavisi, 2 hastada AML tedavisi almaktadır. 1 hasta izlem dışı kaldı. 4 hasta AML, 2 hastada NPA nede-niyle, 1 hasta GIS kanaması, 1 hasta Cervix ca progres-yonu, 1 hasta miyokard enfarktüsü nedeniyle, 1 hasta-da akciğer aspergillozisi nedeniyle öldü.(Ortalama 11,68 ay takip süresinde toplam 10 hasta öldü.mortalite oranı. %45)

Tartışma: Azasitidin tedavisi için hasta gurubumuz-da yeterli süre tedavi uygulanan hastalarda yanıt oranla-rı literatür ile uyumlu olup takipleri sürmektedir.

Tablo 1. Hastaların ECOG performans skalası

ECOG Sıklık Yüzde(%)

0 2 9,1

1 12 54,5

2 8 36,4

toplam 22 100

Tablo.2.Hastaların IPSS risk skorları

IPSS Sıklık Yüzde(%)

Low 0 0

İntermediate-1 13 59,1

Intermediate-2 6 27,3

High 3 13,6

Total 22 100

Tablo 3. Hastaların sitogenetik risk skorları

Sitogenetik risk skoru Sıklık Yüzde(%)

Low 17 77,3

İntermediate 1 4,5

High 4 18,2

Total 22 100

Page 52: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

82

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

ile kombine kullanımında şelate edilebilir demir kaynağı hakkındaki bilgi sınırlıdır. Bu çalışmada, şelasyon tedavi-si sırasında plazma demir türlerindeki değişimlerin, şelate edilebilir demir havuzunun büyüklüğü ile orantılı olduğu-nu varsaydık. DFP ve kombine tedavilerin öncesi ve son-rasında, üriner demir atılımı (UDA), transüzyonel demir birikimi (TDB), karaciğer demir yoğunluğu (KDY) ve plaz-ma transferrine bağlı olmayan demir (NTBI) ve labil plaz-ma demir (LPI) yoğunlukları arasındaki ilişkiyi inceledik.

Yöntemler: Çalışmada, 12 talasemi major (TM) olgusu bir yıl süresince 75 mg/kg/gün DFP şelasyonu ve 9 olgu aynı dozda DFP yanı sıra haftada 2 gece DFO (40–50 mg/kg, sc) infüzyonu alacağı kombine tedaviye randomize edildi. İki haftalık şelatörsüz dönemin ardından randomi-ze edildikleri tedaviyi alan olgularda, 0, 1 ve 52. haftalar-da plazma NTBI ve LPI elde edildi. NTBI ve LPI örnekleri, bazal ve 52. haftada transfüzyondan hemen önce olmak üzere, son DFP dozundan 10 saat ve kombine tedavi kolunda haftada 2 kez uygulanan DFO dozundan 24 saat sonra alındı. UDA, 0, 1 ve 52. haftalarda 24 saatlik idrar-da ölçüldü. Bir yıl süresince aldıkları total kan volümün-den TDB (mg/kg/gün) hesaplandı.

Sonuçlar: Tedavinin birinci haftasında, hem DFP ve hem de kombine tedavi alan hastalarda, NTBI düzey-leri bazalden anlamlı artış gösterdi. DFP alan olgular-da LPI düzeyleri de tedavinin 1. haftasında anlamlı arttı (p=0.039). Tedavinin birinci haftasında LPI düzeyleri, NTBI düzeyleri ile korelasyon gösterdi. Tedavinin birinci haftasında LPI düzeylerinde bazalden artış, aynı dönem-deki NTBI artışı ile korele bulundu (r=0.52, p=0.002). Birinci haftada plazma NTBI düzeyleri, UDA (r=0.51, p= 0.02) ve KDY (r=0.54, p=0.01) ile doğru ve TDB ile ters orantılıydı (r=0.74, p=0,0001). KDY ve TDB havuzlarının eşit ağırlığı olduğu kabul edilerek, kombine şelate edile-bilir demir havuz indeksi elde edildi. Bu, hem birinci haf-tadaki mutlak NTBI (r=0.72, p=0.003) ve hem de tedavi-nin birinci haftasında NTBI’ın bazalden artışı ile orantı-lıydı. Bu indeks, UDA (p=0.66, p=0,0017) ve 1. hafta LPI düzeyleriyle de anlamlı olarak korele bulundu.

Tartışma: Sonuç olarak DFP ve kombine tedavi ile üri-ner demir atılımı (DFP ile demir atılımında temel yol), kara-ciğer demir yoğunluğu, plasma NTBI ve LPI ile doğru oran-tılı ve TDB ile ters orantılıydı. Bu durum, karaciğer ve erit-rosit katabolizması kaynaklı, 2 temel şelate edilebilir demir havuzunun varlığıyla uyumluydu. Eritrosit kaynaklı demir havuzu, daha az transfüzyon alan hastalarda daha geniş olup, bu hastalar muhtemelen daha büyük oranda inef-fektif eritopoeze sahipti. Şelate edilebilir demirin kayna-ğı, haftada sadece 2 gün DFO uygulanan kombine tedavi olgularında, DFP monoterapisi ile benzer bulundu.

Bildiri: 0373 Poster No: P100

DEMİR EKSİKLİĞİ ANEMİSİ OLAN KADINLARDA LÖKOSİTOZ VÜCUT KİTLE İNDEKSİYLE VE FERRİTİN HEPATOSTEATOZLA İLİŞKİLİDİR. Selami Koçak Toprak1, Mehmet Baştemir2, Mustafa Şahin3, Öznur Aydoğdu4, Sema Karakuş1, İbrahim Tek5. 1Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Ankara, 2Özel Sani Konukoğlu Hastanesi Endokrinoloji Bölümü, Gaziantep, 3Av Cengiz Gökçek Devlet Hastanesi Endokrinoloji Bölümü, Gaziantep, 4Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Ankara, 5Medicana International Ankara Hastanesi Kanser Merkezi, Ankara

Amaç: Kadınlarda, hemoglobin (Hb) miktarının 12 gr/dl.nin altına düşmesi anemi olarak tanımlanır. Hipotiroidi tablosu anemiye yol açabilir. Bununla birlikte ötiroidi

Bildiri: 0475 Poster No: P098

SEA BLUE HİSTİOSİTOZ İLE KARAKTERİZE BİR NİEMANN PİCK HASTALIĞI OLGUSU. Hüseyin Tokgöz1, Ümran Çalışkan1, Bahar Çınar Demir2. 1Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Çocuk Hematoloji Bilim Dalı, Konya, 2Meram Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Konya

Amaç: Sea blue histiositozis (SBH), tanısı morfolojik olarak konulan bir hastalık olup, primer olarak meyda-na gelebileceği gibi, bazı hematolojik hastalıklara (mye-lodisplastik sendrom, myeloproliferatif hastalıklar) ve doğumsal lipid metabolizma bozukluklara (Niemann Pick hastalığı, Fabry hastalığı, seroid depo hastalığı) sekonder olarak meydana gelebilmektedir. Hastalığın kesin sebe-bi bilinmemektedir. Giemsa boyamada tipik deniz mavisi stoplazmalı histiositlerin görülür.

Yöntemler: Biz burada Niemann Pick Hastalığı zemi-ninde gelişmiş olan bir SBH vakasını bildiriyoruz.

Sonuçlar: On yedi yaşında erkek hasta, son iki aydır mevcut olan karın ağrısı ve karında şişlik şikayeti ile baş-vurdu. Fizik muayenesinde belirgin hepatosplenomegali-si mevcut, kilo ve boy persentili %3’ün altında idi. Tam kan sayımında BK: 5,3 Hb: 11,8 PLT: 209000 idi. perife-rik yaymasında bir özellik bulunmayan hastanın kemik iliği aspirasyonunda çok sık olarak deniz mavisi stoplaz-malı histiositlerin olduğu dikkati çekiyordu, birkaç adet lenfosit ve eritrosit fagosite etmiş hemofagositik hücre izlendi, dishematopoetik bulgu, metastatik odak, depo hücresi izlenmedi. Viral serolojisinde bir özellik yoktu. Akciğer grafisi normaldi. Batın US’de hepatosplenome-gali ve karaciğerde yağlanma tespit edildi. SBH ile birlik-te hepatosplenomegalisi bulunan hastada, Niemann Pick hastalığı açısından sfingomyelinaz enzim düzeyi düşük geldi. hastaya Niemann Pick hastalığı zemininde gelişen sea blue histiyositoz tanısı konuldu. Hasta klinik olarak stabil olduğu için tedavisiz izleme alındı.

Tartışma: SBH, ilk kez 1970 yılında Silverstein tara-fından tanımlanan bir sendromdur. Histiyositik infiltras-yona bağlı hepatosplenomegali, anormal karaciğer fonk-siyon testleri, lenfadenpati ve trombositopeni meyda-na gelebilen, Otozomal resesif geçişli bir hastalık olarak tanımlanmıştır. Daha ziyade sekonder formu görülmek-tedir. Hastaların yaklaşık %15’inin siroz nedeni ile kay-bedildiği bilinmektedir. Klasikleşmiş bir tedavi yöntemi bulunmamakta olup, altta yatan hastalığa yönelik yak-laşımlar sergilenmektedir. Bizim hastamızda da Niemann Pick hastalığına sekonder olarak SBH gelişmiştir. Halen klinik olarak stabil bir halde izlenmektedir.

Kırmızı Hücre Fizyolojisi ve Bozuklukları

Bildiri: 0386 Poster No: P099

DEFERİPRON VE KOMBİNASYON TEDAVİLERİ SIRASINDA ŞELATE EDİLEBİLİR DEMİR KAYNAĞININ PLAZMA NTBI VE LPI DÜZEYLERİYLE İNCELENMESİ. Yeşim Aydınok1, Patricia Evans2, Chantal Manz3, John Porter2. 1Pediatrik Hematoloji Bilim Dalı, Ege Universitesi Tıp Fakültesi, İzmir, Türkiye, 2Hematology Department, University College London, Londra, UK, 3Lipomed AG, Arlesheim, İsviçre

Amaç: Desferrioksamin (DFO) ile gerçekleştirilen klinik ve deneysel hayvan çalışmaları, talasemi major olguların-da, hepatositler ve eritrositler olmak üzere, 2 temel şela-te edilebilir demir havuzu olduğunu göstermiştir. Buna karşın, deferipron (DFP) tedavisinin tek başına veya DFO

Page 53: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

83

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Bildiri: 0188 Poster No: P101

HEREDİTER SFEROSİTOZDA MEMBRAN PROTEİN EKSİKLİKLERİNİN ELEKTROFORETİK VE SPEKTROMETRİK YÖNTEMLER İLE ARAŞTIRILMASI. Selen Peker1, Nejat Akar2, Duygu Ozel Demiralp1. 1Ankara Üniversitesi Biyoteknoloji Enstitüsü, 2Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Pediatrik Moleküler Genetik

Amaç: Herediter sferositoz (HS), eritrosit membran proteinlerindeki bozukluk sonucu eritrositlerin morfolojik yapılarını kaybederek küre şeklini almaları, periferik yay-mada sferositik eritrositlerin görülmesi ve artmış osmotik frajilite sonucu değişik derecede anemi, sarılık ve sple-nomegali ile karakterize edilen yaygın bir kalıtsal hemo-litik anemi tipidir. Hastalıkta pozitif aile öyküsü HS ris-kini arttırmakla beraber, bazı sporadik vakalara da rast-lanabilir. Aile öyküsü alınmayan ve atipik seyreden olgu-larda eritrosit zar bozukluğunu belirlemek için kantita-tif analizler gerekebilir. Herediter sferositoz hastalarında membran kaybı eritrosit membran proteinlerinin (ankrin, spektrin, band 3 ve protein 4.2 gibi) eksikliğinden ileri geldiğinden bu proteinlerin kantitatif değerlendirilmesi en doğru diagnostik testtir. Hastalık, membran proteinle-rindeki farklı moleküler bozukluklara göre farklı tipte ve şiddette görülür. Bu çalışmada yüksek hassasiyette pro-tein profilleme ve tanımlama yöntemlerinden elektrofore-tik ve spektrometrik analizlerin tanıda kullanılabilirlikle-rinin tayini amaçlanmıştır.

Yöntemler: Bu amaçla HS olgularına (n: 3) ve kontrol-lere (n: 6) ait EDTA’lı tam kanlar fikol 1077 kullanılarak yoğunluk gradiyenti ayrıştırması ile eritrosit izolasyonu yapılmıştır. Ayrımı yapılan eritrositler gri-beyaz memb-ran elde edilinceye kadar yıkama işlemine tabi tutulmuş-tur. Peletler rehidrasyon tamponunda çözüldükten sonra Bradford yöntemi ile protein miktarları tayin edilmiş-tir. Örnekler 75μg/125μl protein içerecek şekilde rehid-rasyon tamponu ile karıştırılarak pH 3–10 aralıklı 7 cm’ lik tutuklanmış pH gradient (IPG) şeritlere yüklenmiş ve aktif rehidrasyon işlemi yapılmıştır. IPG şeritler 1. boyut ayrım olan izoelektrik odaklama(IEF) işlemine tabi tutul-muş, sonrasında poliakrilamid jellere mekanik olarak yerleştirilerek proteinlerin moleküler ağırlıklarına göre ikinci boyut ayrımları gerçekleştirilmiştir. Jeller Sypro Ruby(BioRad) floresan boyası ile boyanarak VersaDoc (Bio-Rad) sisteminde görüntülenmiş ve PDQuest 8.0.1 (Bio-Rad) ile profil analizleri yapılmıştır. Tripsin enzimi ile peptid eldesi sonrası MALDI-TOF kütle spektrometre-sinde Peptid Kütle Analizleri (PMF), Mascot skorlaması ve Expasy ulaşımlı veri tabanları kullanılarak gerçekleştiril-miştir. PDQuest 8.0.1 programında ifade farklılıkları bu proteinler için kontrol grubu ile kıyaslanmıştır.

Sonuçlar: PMF analizi sonucunda ankrin, spekt-rin alfa ve beta zincirleri, band 4.1 membran proteinleri tanımlanmış ve hasta-kontrol grubunda ifade farklılıkları yoğunluk analizleriyle gösterilmiştir.

Tartışma: Elde edilen veriler doğrultusunda HS tanı-sında kullanılan osmotik frajilite testi sonuçları ile uyum-lu olarak HS hasta grubunda protein profillemesinde spektrin ve ankrin eksiklikleri tanımlanmıştır. Proteomik yöntemlerin özellikle osmotik frajilite testinde sınırda kalan hastalar için güvenilir bir tanı yöntemi olarak kul-lanılabilirliği gösterilmiştir.

tablosunun anemi etyolojisinde yeri olmadığı bildirilmiş-tir. Demir eksikliği anemisi olan ötiroid kadın olgular-da tiroid stimüle edici hormon (TSH, thyrotropin), vücut kitle indeksi (VKI) ve hepatosteatozisin anemi ve tam kan parametreleri ile ilişkisi araştırılmıştır.

Yöntemler: Ağustos 2008 ile şubat 2009 tarihleri ara-sında polikliniğimizde DEA tanısı alan 150 ötiroid kadın hastada -menstrüel çağda-, demir replasman tedavisi önce-si, Hb, hematokrit (Hct), serum demir, serum demir bağ-lama kapasitesi (DBK) ve ferritin başta olmak üzere çeşitli parametreler ile folik asit ve vitamin B12 düzeyleri, VKI, ult-rasonografik olarak saptanan hepatosteatoz ve TSH, antiT-PO, antiTg düzeyleri arasındaki ilişki araştırılmıştır.

Sonuçlar: Olgulara ait yaş ve diğer özellikler tablo-da sunulmuştur. Ultrasonografik olarak değerlendirile-bilen 100 olgunun 13’ünde hepatosteatoz saptanmış-tır. Anemik hastalardaki Hb değeri (MCV, MCH ve RDW de aynı şekilde olmak üzere) ile TSH, antiTPO, antiTg ve VKI arasında bir ilişki saptanamamıştır (p>0,05). Buna ek olarak Hb değeri hepatosteatoz olan ya da olmayan grupta anlamlı olarak farklı değildi (p>0,05). Hastaların lökosit sayıları ile VKI arasında doğru orantılı bir iliş-ki saptandı (r=0,23; p<0,05). Hepatosteatoz olan grup-ta lökosit sayılarının ortalaması daha yüksek bulundu (8,4±1,6 - 7,3±2,2; p<0,05). Hb’nin tersine, ama normal-de beklenebileceği gibi, ferritin ile hepatosteatoz arasın-da da pozitif bir korelasyon saptandı (4,3±1,6 - 3,4±2,5; p<0,05). VKI değerlerini hepatosteatozla ilişkili bulduk (32,9±,1 - 26,5±5,3; p<0,001). B12 değerleri hepatostea-toz ile ilişkili değilken TSH ile pozitif bir korelasyon için-deydi (p<0,05). Folik asit ise hepatosteatoz, VKI, TSH ve antiTPO ile değil ama antiTg ile doğru orantılı bir ifade-ye sahipti (p<0,05). Trombosit değeri 400 bin üzerinde olanların Hb ortalaması diğer gruba göre anlamlı olarak düşük saptandı (9,08±1,5 - 9,75±1,97; p=0,039).

Tartışma: DEA olanların lökosit sayıları yükseldik-çe VKI’nın da yükselmesi normal popülasyonda reaktif lökositozun nedenlerinden birisi olarak sayılabilen obe-zitenin yansıması şeklinde düşünülebilir (Herishanu et al; Eur J Haematol 2006). Ferritin ile hepatosteatoz ara-sındaki ilişki görülebildiği kadarıyla sıkça kronik kara-ciğer parankim hastalığında çalışılmış ve pozitif bulun-muştur. Bununla birlikte çalışmamızda, anemik olgular-da da görece ferritin yüksekliğinin steatoz ile birliktelik göstermesi klinisyenleri demir tedavisi uygularken belki de bir kez daha doz ve süre konusunda dikkatli olma-ya itmelidir diye düşünmekteyiz. Makrositoz, genellik-le tiroid fonksiyonları bozukluklarında görülmekle birlik-te bazı çalışmalarda folik asitin TSH ile pozitif korelasyon gösterdiği görülmüştür (Lippi et al; Am J Med Sci 2008). Çalışmamızdaki B12/TSH korelasyonu ise DEA grubun-da araştırılmaya değer bir sonuç gibi durmaktadır.

Tablo 1. Olguların Özellikleri

Yaş Hb Hct Demir Demir Bağlama

Kapasitesi

Ferritin TSH B12 Folat Lökosit Trombosit Vücut Kitle İndeksi

35,0±10,09

9,86±1,86

30,24±5,81

12,0±7,59

428,0±55,07

3,78±2,5

2,01±1,05

313,0±154,6

7,36±3,53

6,75±2,06

340±110

26,65±5,65

Page 54: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

84

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

ay sonraki kontrolleri ile 30 sağlıklı birey alındı. vWF ve ADAMTS 13 düzeyinin etkilendiği akut koroner sendrom-lu hastalar, gebeler, böbrek yetmezliği, karaciğer has-talığı, malignitesi olanlar, kollajen doku hastaları, aktif enfeksiyonu olanlar, akut inflamasyon halinde olanlar (etiyolojisi ne olursa olsun), klopidogrel, tiklopidin kulla-nan ve glikoprotein IIb/IIIa antagonisti uygulanan has-talar, çalışma dışı bırakıldı. Hastaların ve kontrol grubu-nun ADAMTS 13 ile vWF antijeninin plazma düzeyleri, ELISA yöntemi ile kantitatif olarak saptandı.

Sonuçlar: Hasta gruplarının vWF düzeyi, kontrol gruplarının vWF düzeyinden anlamlı derecede yüksek-ti (p=0,0001). Her iki grubun ADAMTS 13 düzeylerinin kontrol grubuna göre karşılaştırılmasında, istatistik-sel olarak anlamlı bir fark yoktu (p=0,295 ve p=0,082). ADAMTS 13 / vWF oranı, hem ağrılı kriz döneminde, hem de belirtisiz dönemde, kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşüktü (p=0,0001).

Tartışma: ADAMTS 13 ile OHA arasında ilişki saptan-mamışken, OHA’de vWF yüksekliği, vasküler hastalığın bir göstergesi olarak kabul edilebilir.

Bildiri: 0343 Poster No: P103

KRONİK HEMOLİTİK ANEMİ VE İLERLEYİCİ NÖROLOJİK BULGUSU OLAN ÇOCUK HASTADA TRİOZ FOSFAT İZOMERAZ ENZİM EKSİKLİĞİ. Selin Aytaç Elmas1, İlhan Altan1, Göknur Haliloğlu2, Alberto Zanella3, Mualla Çetin1. 1Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Ünitesi, 2Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nöroloji Ünitesi, 3U.O. Ematologia 2 Fondazione IRCCS Ca Granda Ospedale Maggiore Policlinico,Milan

Amaç: Trioz fosfat izomeraz (TPI) homodimerik bir enzim olup glikoliz, glukoneogenez, ve trigiserid sentezin-de görev almaktadır ve eksikliğinde ağır hemolitik anemi, nörolojik disfonksiyon (distoni,tremor, piramidal bulgu-lar, spinal motor nöron tutulumu ile ve ilerleyici nöro-muskuler kayıp) gelişmektedir. Bu mortalitesi ve morbi-ditesi yüksek olan hastalığın tanısının konulması prena-tal tanı ve genetik danışma açısından oldukça önemlidir. Burada oldukça nadir olan hastalığa sahip olgunun kli-nik özellikleri sunulmuştur.

Sonuçlar: 21 aylık kız hasta hemolitik anemi ön tanısıyla bölümümüze sevk edildiğinde öyküsünde Hb düşüklüğünün 4 aylıktan beri mevcut olduğu ve ilk kan transfüzyonunu 12 aylıkken aldığı, 8 aya kadar gelişimi-nin yaşıtlarına benzer olduğu, ancak 8 aydan sonra otu-ramamaya başladığı, konuşamadığı ve yürüyemediği, anne babanın birinci derece kuzen evliliği yaptığı öğrenil-di. Fizik muayenede hastanın supraglottik ve subkond-ral çekilmeleri, abdominal solunumu, hipoaktif DTR ve hipotonisitesi mevcuttu. Hb: 11.4g/dl, Htc: 33.8, Beyaz Küre: 11,4×106/L, MCV: 94,7fL, KK: 3,57, RDW: 12, Trombosit: 433×106/L, retikülosit: %8 idi. Periferik kan değerlendirmesinde ise makrositik eritrositleri, akanto-sitik sferositleri, hafif polikromazisi, bazofilik noktalan-ması mevcuttu. EMG motor liflerde aksonal tutulum-la seyreden simetrik orta şiddette polinöropatiyi destek-lemekteydi. Vit B12: 531pg/ml (200-860), FA: >20mg/ml (3-17), CK: 56U/L (26-192), İKAA: N/N, bulunan hastada ayırıcı tanıda mitokondrial hastalıklar olabile-ceği düşünülerek laktik asit: 27.8(10-14), pirüvik asit: 0,45(0,5-1) incelendi. Osmotik frajilite testi(anne, baba, çocuk),Pirimidin 5’nükleotidaz, G6PD ve piruvat kinaz enzim tayinleri yapıldı ve normal bulundu. KİA da ise eritroid hiperaktivite tespit edildi. Hastamızın hemolitik

HS-Hasta-Kontrol Protein Profili

Şekil 1. İki Boyutlu Jel Elektroforezi ile HS Olgularında Protein Profillerinde Spektrin ve Ankrin Eksikliğinin Üç Boyutlu Olarak Gösterimi

Tablo . Eritrosit membran protenlerinin HS ve kontrol grubunda gösterimi

Spektrin Alfa/Beta Ankrin Protein Band 4.1

A.B (HS) ↓ ↓ ↓

A.Z (HS) ↓ ↓ ↓

B.Ç √ √ √

B.A √ √ √

C.Y (HS?) √ √ √

N.İ √ √ √

N.A √ √ √

S.P √ √ √

Ö.D √ √ √

HS Olgularında ve Kontrol Grubunda Kütle Spektrometresi ile Tanımlanan Proteinlerin Elektroforetik Analizler ile Değerlendirilmesi

Bildiri: 0326 Poster No: P102

AĞRILI KRİZLER İLE BELİRTİSİZ DÖNEMDEKİ ORAK HÜCRELİ ANEMİ HASTALARINDA ADAMTS 13’ÜN PLAZMA SEVİYESİNDE GÖRÜLEN DEĞİŞİKLİKLER. Emre Yengel1, Anıl Tombak1, Mehmet Sami Serin2, Eyüp Naci Tiftik1. 1Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Hematoloji Bilim Dalı, 2Mersin Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmasötik Mikrobiyoloji Bilim Dalı.

Amaç: Orak hücreli anemi (OHA), ciddi hemoliz ile karakterize kalıtsal bir hastalıktır. Bu klinik tablo, orak-laşan alyuvarların, vasküler sistem içinde oluşturdu-ğu tıkanıklıklar sonucu meydana gelen iskemik değişik-liklerle karakterizedir. ADAMTS 13 (A Disintegrin and Metalloprotease with Thrombospondin type 1 repeats), plazmadaki von Willebrand Faktör (vWF) multimerleri-ni parçalayan bir metalloproteazdır. ADAMTS 13 eksik-liği, trombotik trombositopenik purpura (TTP) patogene-zindeki başlıca faktördür. Tromboza eğilimin arttığı bazı hastalıklarda da (iskemik inme, iskemik kalp hastalı-ğı, maligniteler, kollajen doku hastalığı vb.) ADAMTS 13 eksikliği gösterilmiştir. Çalışmanın amacı; ADAMTS 13 ve OHA’nın ağrılı krizi arasında ilişki olup olmadığının gös-terilmesidir.

Yöntemler: Araştırmaya, ağrılı kriz nedeniyle acil ser-vise başvuran 30 OHA hastası ve ağrı geçtikten en az 1

Page 55: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

85

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Tablo 1. Çalışma vakalarının karakteristik özellikleri

Değişken Orak hücre hastaları Kontrol vakaları p-value

Sayı 122 176

Bayan oranı 47.5% (58) 47.7% (84) >0.05

Ortalama yaş (sene) 28.6 ± 10.2 (14-59) 28.6 ± 8.2 (15-58) >0.05

Ortalama vücut ağırlığı (kg) 57.8 ± 11.0 (31-83) 71.6 ± 14.4 (43-111) 0.000

Ortalama vücut boyu (cm) 166.1 ± 9.1 (145-188) 168.5 ± 10.0 (137-195) >0.05

Ortalama VKE† (kg/m2) 20.7 ± 2.9 (14.7-29.9) 24.9 ± 4.3 (17.3-41.2) 0.000

Ortalama APG‡ (mg/dL) 93.9 ± 13.8 (56-119) 94.7 ± 12.0 (63-160) >0.05

Ortalama LDL§ (mg/dL) 74.0 ± 29.8 (24-164) 109.6 ± 29.6 (43-231) 0.000

Ortalama HDL⎮⎮ (mg/dL) 24.4 ± 7.8 (9-45) 42.6 ± 11.0 (24-91) 0.000

Ortalama trigliserid (mg/dL) 120.1 ± 63.9 (31-348) 112.1 ± 65.0 (27-388) >0.05

Ortalama ALT¶ (U/L) 34.9 ± 20.5 (11-125) 56.7 ± 26.6 (20-168) 0.000

Ortalama sistolik KB** (mmHg) 113.3 ± 14.9 (80-150) 118.8 ± 16.6 (80-170) 0.008

Ortalama diyastolik KB (mmHg) 72.3 ± 9.9 (60-100) 83.6 ± 10.7 (60-110) 0.000

*İstatistiksel olarak anlamsız †Vücut kitle endeksi ‡Açlık plazma glukozu §Düşük yoğunluklu lipoprotein kolesterol ⎮⎮ Yüksek yoğunluklu lipoprotein kolesterol ¶Alanin aminotransferaz **Kan basıncı

Bildiri: 0197 Poster No: P105

TALASEMİ MAJOR HASTALARINDA GLİKOZ METABOLİZMASI. Yasemin Işık Balcı1, Kazım Küçüktaşçı2, Abdullah Karaca2, Özgür Sevinç3, Serap Semiz4. 1Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Hematoloji, Denizli, 2Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları, Denizli, 3Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakülsi, Halk Sağlığı, Denizli, 4Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Endokrinoloji, Denizli

Amaç: Talasemi major (TM) hastalarında son dönem-lerde, artan tedavi seçenekleri ile yaşam süresi uzamış fakat yaşam kalitesinin arttırılması için komplikasyonla-rın tanı ve tedavisi daha önemli hale gelmiştir. Endokrin komplikasyonlar içinde glikoz metabolizması ile ilgi-li bozukluklar sıklıkla görülmektedir. TM hastalarında, bozulmuş glikoz metabolizması (BGM) %14-31, diabetes mellitus (DM) %2.3-24 oranında saptanmıştır. Bu çalış-mada, düzenli eritrosit transfüzyonu ve şelatör tedavisi alan TM hastalarında BGM’nin sıklığı ve etkileyen faktör-lerin araştırılması amaçlanmıştır.

Yöntemler: Çalışmaya >=10 yaş, düzenli eritrosit transfüzyonu alan 32 TM hastası alınmıştır. Oral glikoz tolerans testi (OGTT) yapıldı. Açlık kan glikozu (AKG)’nin >100-125 mg/dL olması bozulmuş açlık glikozu (BAG), OGTT’den 2 saat sonraki kan glikozu >=140-199mg/dL bozulmuş glikoz toleransı (BGT), < 140 mg/dL normal glikoz toleransı (NGT), AKG’nin <126 mg/dL veya rastge-le ölçülen kan glikozunun >=200 mg/dL olması DM ola-rak tanımlandı. İnsülinojenik indeks, β-hücre fonksiyon indeks, insülin rezistan indeks değerleri hesaplandı.

Sonuçlar: Çalışmanın sonuçları tablo 1 ve 2’de gös-terilmiştir.

Tartışma: BGM %21.8, DM %9.3 bulunmuştur. BGM’nin yıllık eritrosit tüketim hızı, ferritin, splenektomi süresi ve ALT düzeyinden etkilendiği görülmüştür.

anemisi ve ilerleyici kas güçsüzlüğü bulgularının olma-sı nedeniyle otozomal resesif multisistem hastalığı olan trioz fossat izomeraz enzim eksikliği olabileceği düşü-nüldü ve hastanın triozfosfat izomeraz enzim düzeyi(TPI) 170 UI/gHb(1414-2135) anne: 965 UI/gHb, baba: 783 UI/gHb kontrol: 2765 UI/gHb bulunurken hastamızda mutant allellerin %80’inde gösterilmiş olan ortak mutas-yon Glu104Asp/Glu104Asp homozigot mutasyonu tespit edildi. Anne(Glu104Asp/N) ve babanın(Glu104Asp/N) ise heterozigot taşıyıcı olduğu bulundu.

Tartışma: TPI aktivitesi normalin %10 olan hastamız-da ağır klinikle karakterize olan Glu104Asp mutasyonu gösterilmiş olup kronik hemolitik anemisi olan kas güç-süzlüğü, motor kayıp ve solunum kaslarının tutulma-sıyla birlikte zorlu solunumu, tekrarlayan akciğer infek-siyonu olan hastalarda düşünülmesi gereken bir tanı-dır. Literatürde index vaka ardından ilk prenatal tanı ile sağlıklı doğan çocuk Türk olup akraba evliliğinin yük-sek olduğu ülkemizde hastalığın tanınması önem taşı-maktadır.

Bildiri: 0122 Poster No: P104

ORAK HÜCRE HASTALARINDA BELİRGİN GELİŞME GERİLİĞİ. Mehmet Rami Helvacı1, Salih Çelik2. 1Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hatay, 2Mustafa Kemal Üniversitesi Sağlık Meslek Yüksekokulu, Hatay

Amaç: Orak hücre hastalıkları (OHH), hemoglobin S (Hb S) varlığıyla karakterize bir grup kalıtımsal hastalığı içerir ki, Hb S dünyada 100 yıldır bilinen ve en çok rastla-nılan hemoglobinopatilerden birisidir. Hb S, çeşitli stres-ler sırasında eritrositlerin normal disk şeklini kaybedip orak şeklini almalarına neden olmaktadır. Başlangıçta mevcut stres durumunun düzelmesi sonrasında eritrosit-ler tekrar normal şekillerini kazanabilmekte, ancak tek-rarlayan oraklaşma atakları sonucunda eritrositler hasar görmekte ve yıkıma uğramaktadır. Böylece normalde 120 gün olan eritrosit ömrü 15-25 güne kadar gerileyebilmek-tedir. Bu çalışmada OHH’nın metabolik parametreler üze-rine olan etkilerini anlamaya çalıştık.

Yöntemler: Çalışmaya 122 orak hücre hastası ve 176 kontrol vakası alındı.

Sonuçlar: Hastaların ortalama yaşı 28.6 seneydi. Hastaların ortalama vücut ağırlığı ve vücut kitle endeksi (VKE) önemli oranda geri kalmıştı (71.6’e karşılık 57.8 kg ve 24.9’e karşılık 20.7 kg/m2, her ikisi için de p= 0.000). Benzer şekilde, ortalama düşük yoğunluklu lipoprote-in kolesterol (LDL) ve ortalama yüksek yoğunluklu lipop-rotein kolesterol değerleri hasta grubunda düşüktü (her ikisi için de p= 0.000) (Tablo 1). Muhtemelen düşük orta-lama vücut ağırlığı ve VKE değerlerine paralel olarak, ortalama alanin aminotransferaz (ALT) (p= 0.000) ve sis-tolik ve diyastolik kan basıncı (KB) değerleri de hasta gru-bunda anlamlı şekilde düşüktü (her ikisi için de p<0.01), oysa ortalama trigliserid değeri hasta grubunda yüksek-ti ancak aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı değil-di (p>0.05).

Tartışma: Sonuç olarak, OHH hemen hemen tüm organ sistemlerini etkileyebilmekte ve çok çeşitli klinik sonuçlara sebep olabilmektedir. Bu sebeple hastaların ortalama vücut ağırlığı ve VKE, ve muhtemelen bunlara paralel olarak da ortalama LDL, ALT ve sistolik ve diyas-tolik KB değerlerinde anlamlı düşüklük olması sürpriz değildir, çünkü bu etkileşimler metabolik sendrom başlı-ğı altında iyi bilinmektedir.

Page 56: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

86

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Bildiri: 0261 Poster No: P106

RİTUKSİMAB İLE BAŞARIYLA TEDAVİ EDİLEN BİR İNFANT OTOİMMUN HEMOLİTİK ANEMİ OLGUSU. Hüseyin Tokgöz, Ümran Çalışkan. Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Çocuk Hematoloji Bilim Dalı, Konya

Amaç: Otoimmun hemolitik anemi (OHA), eritrosit-lerin antijenlerine karşı oto antikor gelişimi ile karakte-rize bir klinik tablo olup, zamanında tanı konulup teda-vi edilmez ise önemli bir morbidite ve mortalite nedeni-dir. OHA vakalarında tedavide ilk seçenek kortikostero-iddir. Steroide cevapsız vakalarda splenektomi, siklospo-rin ve immun supresif ilaç tedavileri denenebilir. Dirençli vakalarda rituksimab kullanımı ile olumlu sonuçlar bil-dirilmektedir.

Yöntemler: Biz burada rituksimab ile uzun dönem hastalık kontrolü sağlanan bir dirençli bir infant OHA vakasını sunuyoruz.

Sonuçlar: Altı aylık erkek hasta, son bir haftadır olan halsizlik, solukluk ve ciltte sararma şikayeti ile kliniği-mize getirildi. Herhangi bir ilaç kullanma veya enfeksi-yon geçirme hikayesi yoktu. Fizik muayenesinde cilt ve mukozalar soluk, skleralar ikterik, karaciğer ve dalak 2 cm ele gelmekte idi. Tam kan sayımında BK: 20000, Hb: 3,4 PLT: 220000 idi. Periferik yaymasında belirgin hemo-liz bulguları mevcuttu. Direkt coombs testi (++++), reti-külosit sayısı %10 idi. Serum LDH ve indirekt biliru-bin değerlerinde artma mevcuttu. Viral seroloji (hepatit-ler, CMV, EBV, HIV, Parvovirus) menfi idi. ALPS açısın-dan perifer kanda bakılan double negatif T hücre yüzde-si %1 (normal) geldi.

Hastaya idiyopatik OHA tanısıyla steroid tedavisi baş-landı. Yetmezlik tablosunda olduğu için transfüzyon yapı-larak izleme alındı. Hastanın steroide cevabı çok kısıt-lı olduğu için siklosporin ile tedaviye geçildi. Bu tedaviye rağmen de hasta sık sık ağır anemi atakları ile hastaneye başvuruyor ve transfüzyon ihtiyacı oluyordu. Yaşının çok küçük olması nedeniyle splenektomi yapılmadı. Sağlık bakanlığından endikasyon dışı kullanım onayı alınarak, hastaya rituksimab tedavisi 375 mg/m2/doz, haftada 1 kez, 4 doz olacak şekilde uygulandı. Bu tedaviden sonra hastanın Hb değerleri 12 g/dl civarına yükseldi, retikü-losit sayısı normale geldi, direkt coombs testi negatifleş-ti. Hasta, rituksimab tedavisinden sonra yaklaşık 1 yıldır izlenmekte olup, herhangi bir medikal tedavi kullanma-makta ve Hb değerlerinde düşüş olmamaktadır.

Tartışma: Rituksimab anti CD20 monoklonal anti-koru olup, B hücrelerini selektif olarak etkilemektedir. Özellikle dirençli idiyopatik trombositopenik purpura, trombotik trombositopenik purpura, otoimmun hemolitik anemi ve edinsel hemofili hastalarında rituksimab kul-lanımı ile ilgili başarılı sonuçlar bildirilmektedir. Bizim vakamıza steroid ve siklosporine dirençli olması ve sple-nektomi için de yaşının küçük olması nedeniyle rituk-simab tedavisi uygulandı. Rituksimab sonrası bir yıllık dönemde Hb düzeyleri oldukça iyi seyretti.

Rituksimab tedavisi, genelde iyi tolere edilmekte-dir. Nadiren ağır enfeksiyonlara, nötropeni ve tüber-küloz reaktivasyonuna yol açabilir. Bizim hastamızda bir yıllık dönemde herhangi bir yan etki gözlenmemiş-tir. Rituksimab, steroid tedavisine dirençli, splenektomi-ye uygun olmayan veya splenektomiye dirençli pediatrik vakalarda uygun bir tedavi alternatifi olabilir.

Tablo 1. TM hastalarının özellikleri

Erkek/Kız (n) 17/15

Ağırlık (kg) 50.7±14.7

Boy (cm) 155.2±12.0

BMİ (kg/m2) 20.4±3.8

Testin yapıldığı yaş (yıl) 18.0±4.5

Tanı yaşı (ay) 15.8±22.7

İlk transfüzyon yaşı (ay) 16.4±22.7

Transfüzyon yılı (yıl) 16.5±4.9

Yıllık eritrosit tüketim hızı (mL/kg/yıl) 132.8±19.0

Transfüzyon öncesi hemoglobin (g/dL) 9.2±0.5

Ferritin (ng/dL) 2493.6±1116.0

ALT (U/L) 34.6±26.6

AST (U/L) 39.2±36.8

Splenektomi yapılan hasta sayısı (n) 21 (%65.6)

Splenektomi süresi (yıl) 7.6±6.5

Şelasyon yaşı (yıl) 6.4±9.2

Total kolesterol (mg/dL) 108.0±26.5

Trigliserid (mg/dL) 139.0±77.2

HDL (mg/dL) 30.2±8.8

LDL (mg/dL) 51.9±21.6

Sistolik kan basıncı (mmHg) 105.3±10.7

Diyastolik kan basıncı (mmHg) 63.2±7.2

Bel çevresi (cm) 78.0±10.5

İnsülinojenik indeks 25.2±22.6

ß-hücre fonksiyon indeksi 105.3±62.3

İnsülin rezistan indeksi 1.7±0.9

Tablo 2. Bozulmuş ve normal glukoz metabolizması olan hastaların karşılaştırılması

Değişken NGM (n: 35)

BGM (n: 7) p

Ağırlık (kg) 49.7±14.7 54.2±15.3 0.34

Boy (cm) 154.5±11.9 157.7±12.6 0.49

BMİ (kg/m2) 20.2±4.0 21.0±3.2 0.35

Tanı yaşı (ay) 15.7±23.8 16.4±19.9 0.44

Testin yapıldığı yaş (yıl) 17.6±4.9 19.2±2.7 0.36

İlk transfüzyon yaşı (ay) 16.4±23.8 16.4±19.9 0.59

Transfüzyon yılı (yıl) 15.9±5.2 18.8±2.9 0.12

Yıllık eritrosit tüketim hızı (mL/kg/yıl) 125.2±12.2 160.0±12.9 0.00*

Transfüzyon öncesi hemoglobin (g/dL) 9.1±0.5 9.5±0.3 0.08

Ferritin (ng/dL) 1983.2±615.5 4316.5±669.1 0.00*

ALT (U/L) 28.8±16.8 55.5±43.4 0.03*

AST (U/L) 33.7±30.2 59.0±52.4 0.11

Splenektomi süresi (yıl) 5.9±6.0 13.8±4.4 0.00*

Şelasyon yaşı (yıl) 5.0±2.1 11.4±19.6 0.72

Total kolesterol (mg/dL) 106.8±29.3 112.4±13.6 0.26

Trigliserid (mg/dL) 142.6±85.1 126.1±39.9 0.89

HDL (mg/dL) 30.1±9.6 30.4±6.3 0.73

LDL (mg/dL) 50.4±22.7 57.1±17.5 0.21

Sistolik kan basıncı (mmHg) 106.0±10.3 102.0±13.0 0.45

Diyastolik kan basıncı (mmHg) 63.0±6.3 64.0±11.4 0.94

Bel çevresi (cm) 76.8±9.0 83.4±16.2 0.40

İnsülinojenik indeks 29.4±24.0 12.6±11.3 0.03*

ß-hücre fonksiyon indeksi 114.6±65.5 75.0±40.0 0.10

İnsülin rezistan indeksi 1.7±1.0 1.8±0.9 0.82

BGM: DM (n: 3) + BAG (n: 3) + BGT (n: 1) NGM: Normal glikoz metabolizması p<0.05: Anlamlı

Page 57: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

87

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Yöntemler: Çalışmamıza 2009-2010 yılları arasında hematoloji polikliniğimize demir eksikliği anemisi nede-niyle başvuran hastalardan, öncesinde oral demir replas-man tedavisi almış fakat yeterli cevap alınamamış, eksik-lik anemisi devam eden 50 olgu dahil edildi. Olguların 45 kadın, 5 i erkekdi.Yaşları 23-71 arasında değişip, yaş ortalaması 39,61±12,88 idi. Grubun ortalama hemog-lobin düzeyi 10,1±1,72, ferritin düzeyi 8,8±14,5 idi. Bu olguların 0. saat sabah açlık serum demirine bakıldı. Kan alım işleminden hemen sonra 180 mg ferröz sulfat demir preparatı oral yoldan verildi. Sonra olguların 3. saat açlık serum demiri ölçüldü. İlk serum demir düzeyi ile kıyas-landığında en az 90 mikgr/dl serum demiri artışı olması emilim problemi olmadığı lehine yorumlandı.

Sonuçlar: Oral demir emilim testi uygulanan 50 olgu-nun 44 ünde (%88) minimum 90 ve üzeri serum demirin-de yükselme saptandı. Emilim testi negatif olan (serum demir artışı 90 mikgr/dl den az olan) 6 (%12) olgunun 4 ü kadın, 2 si erkek idi. Bu 6 olgunun 4 ünde kronik aktif gastrit ve helicobacter pylori birlikteliği saptandı. Ancak bu hastalarda Helicobacter eradikasyonu sonrası emilim testi elde olmayan nedenlerle yapılamadı. Olguların hiç-birinde emilim problemi oluşturan gluten gibi yapısal bir hastalık tesbit edilmedi.

Tartışma: Demir eksikliği anemisi nedeniyle teda-vi alan ve hemoglobin düzeyi yeterli ölçüde yükselmeyen azımsanmıyacak sayıda hasta bulunmaktadır. Bu hasta-ların önemli bir kısmında pratikte emilim problemi akla gelebilmektedir. Çalışma sonucunda bu hasta grubunun çoğunda (%88) gerçekten emilim kusuru olmadığı emi-lim testinde yeterli düzeyde artış saptanması ile anlaşıldı. Emilim testinde yeterli yanıt alınamayan az olguda (%12) Helicobacter pylori pozitifliği ile birlikte kronik aktif gast-rit bulunması dikkat çekici idi. Bu tablonun demir emili-mine katkısı izaha muhtaçdır. Bu olgularda Helicobacter Pylori tedavisi sonrası yeniden emilim testi yapılması H.Pylorinin emilim üzerindeki etkisine açıklık getirecek-tir. Bu çalışma bize oral demir tedavisi altında beklenen yanıt alınamayan olguların büyük çoğunluğunda emilim kusuru olmadığını, problemin başka nedenlere bağlı ola-bileceğini göstermiştir. Emilim kusuru tesbit edilen az sayıdaki olguda ise gluten gibi yapısal bir hastalık gös-terilememiştir.

Bildiri: 0423 Poster No: P109

OZON TEDAVİSİNE BAĞLI İMMÜN HEMOLİTİK ANEMİ. Meltem Aylı1, Hilal Tuncer2, Bülent Değertekin3, Halil Değertekin3, Mehmet Çoban3, Ali Kemal Oğuz2. 1Ufuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı. Ankara, 2Ufuk Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hast. Anabilim Dalı, 3Ufuk Ün. Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı.

Amaç: İlaca bağlı İHA etyolojisinde bir dizi ilaç ve kimyasal madde tanımlanmışsa da her gün yeni ajan-lar suçlanmaktadır. Biz de bu bildiri de Ozon tedavisi-ne bağlı olarak ortaya çıkan bir İHA ve immün trombo-sitopeni olgusunu sunarak alternatif Tıp başlığı altında sıklıkla kullanılan bir ajan olan; OZON’a dikkat çekme-yi amaçladık.

Yöntemler: 61 yaşında, kadın hasta hastanemiz acil servisine genel durum bozukluğu ile getirildi. Öyküsünden zayıflama amacıyla intravenöz ozon teda-visi aldığı ve sonrasında genel durumunun yavaş yavaş bozulduğu öğrenildi. Hasta ağızdan kan gelmesi ve genel durum bozukluğu ile bulunduğu ildeki tıp fakültesi has-tanesine başvurmuş. Karaciğer fonksiyon testlerinde yükseklik, trombositopeni ve anemi saptanan hastaya

Bildiri: 0101 Poster No: P107

DEMİR EKSİKLİĞİ ANEMİSİNDE HELİCOBACTER PYLORİ ENFEKSİYONUNUN ÜRE NEFES TESTİ İLE BELİRLENMESİ. Hava Üsküdar Teke, Hediye Uğur. Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği, Kayseri

Amaç: Demir eksikliği anemisi (DEA) en sık görülen anemi şeklidir Demirin kaybı ve absorpsiyonu arasında-ki dengesizlik sonucu ortaya çıkar. Bayanlarda DEA’sinin en sık sebebi aşırı menstrual kanamadır. DEA saptan-dığında mutlaka diğer etyolojik sebepler de araştırılma-lıdır. Olgularda gram negatif bir mikroaerofilik çomak olan, birçok gastroduodenal inflamatuvar ve neoplastik hastalığın etyolojisinde rol oynayan Helicobacter pylori enfeksiyonununun düşünülmesi ve araştırılması gerekir. Helicobacter pylori enfeksiyonununun tanısında endos-kopi ve biyopsi gibi invaziv testler, üre nefes testi ve anti-jen ya da antikor aranmasına dayalı serolojik testleri içe-ren noninvaziv testler kullanılmaktadır.

Yöntemler: Çalışmamıza Şubat-Mayıs 2010 tarih-leri arasında, Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hematoloji polikliniğe başvuran, daha önceden demir tedavisi alıp tedaviye yanıt alınamayan, hemoglobin 12gr/dl altında olan, ve üre nefes testi yapılan top-lam 184 kadın hasta alındı. Serum demiri 60 ve ferriti-ni 10 ng/ml altı düşük, total demir bağlama kapasitesi (TDBK) 350’nin üzerinde olması ise yüksek değerler ola-rak kabul edildi ve hastalara demir eksikliği anemisi tanı-sı konuldu. Hastalara Helicobacter pylori enfeksiyonu-nun saptanması amacı ile oral yoldan radyoaktif karbon (C13 veya C14) işaretli üre alımını takiben üre nefes testi yapıldı.Hastaların ortalama yaşı 34,8±7,5 (16-48) idi. Ortalama laboratuar değerleri; hemoglobin 9,7±1,6 gr/dl, hematokrit % 32,7±4 ortalama eritrosit volümü 70,8±7,5 fentolitre, serum demiri 16,3±13,8, TDBK 439±64 ve fer-ritin ise 4,9± 3,07 ng/ml idi. Tüm hastalara +2 değerlik-li demir preparatları verildi. Etyolojik açıdan sorgulan-dıklarında (menstrual kanama, diyet, PİKA, hematemez, melana, hematokezya, burun kanaması gibi kan kaybı odakları) kadınların %36,3’ünde hipermenore, %3,3’ünde hematokezya, %24,4’ünde PİKA öyküsü olduğu saptan-dı. Olguların %46’sında dispeptik yakınmalar mevcuttu. 184 olgunun 135’inde (%73,4) üre nefes testi pozitif sap-tandı ve Helicobacter pylori eradikasyon tedavisi verildi.

Sonuçlar: Bayanlarda demir eksikliği anemisinin etyolojisinde en sık sebep menstrual kanama olmasına rağmen demir eksikliği anemisi saptanan veya tedavi-ye dirençli hastalarda mutlaka etken olarak Helicobacter pylori’nin akılda tutulması gerekmektedir. Helicobacter pylori’nin saptanabilmesi için ise invaziv testler yerine noninvaziv bir test olan üre nefes testi kullanılabilir.

Bildiri: 0199 Poster No: P108

DEMİR TEDAVİSİNE DİRENÇLİ DEMİR EKSİKLİĞİ ANEMİSİ OLGULARININ DEMİR EMİLİM TESTİ İLE DEĞERLENDİRİLMESİ. İmdat Dilek, Tuba Hacıbekiroğlu, Abdulkadir Baştürk, Sema Akıncı, Buket Ulu. Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hematoloji Kliniği Ankara

Amaç: Erişkinlerde aneminin en sık nedeni demir eksikliğidir. Birçok hastada uzun süre demir prepara-tı kullanılmakta fakat beklenen cevap alınamamaktadır. Biz demir tedavisi altında olan ve beklenen yanıt alına-mayan hastalarda emilim kusurunu oral demir emilim testi yaparak değerlendirdik.

Page 58: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

88

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Yöntemler: Bireyin kan örneğinden DNA izo-lasyonu klasik fenol-kloroform yöntemiyle ger-çekleştirilmiştir. β-globin geni 1 ve 2. ekzon için F: 5’-GGTT GGCCAATCTACTCCCAGGAG-3’ ve R: 5’-GCTCACTCAGTGTGGCAAAG-3’ primerleri kullanıla-rak 536 bç uzunluğunda fragmentler, polimeraz zin-cir reaksiyonu yöntemiyle (PCR) amplifiye edilmiştir. 3. ekzon için ise F: 5’-CAATGTATCATGCCTCTTTGCACC-3’ ve R: 5’-GAGTCAAGGCTGAGAGATACAGGA-3’ primerle-ri kullanılarak PCR ile elde edilen 861 bç’lik fragmentler-den, F: 5’-TGCATATAAATTGTAACTGAT-3’ ve R: 5’-CACT GACCTCCCACATTCCC-3’ primerleri kullanılarak Nested-PCR yöntemi ile 400 bç uzunluğunda fragmentler çoğal-tılmıştır. Amplifiye edilen gen bölgeleri DNA dizi analizi yöntemi ile taranmıştır (Beckman Coulter,USA).

Sonuçlar: 1. β-globin geninin 3. ekzonu, kodon 129’da G>C (Ala-Pro) değişimi heterozigot olarak saptanmış olup, bu değişimin Hb-Crete olduğu belirlenmiştir (Şekil 1,2).

2. β-globin geninin 5’ UTR bölgesinde CD 22’de C-T değişimi heterozigot olarak belirlenmiştir.

Tartışma: Literatürde Hb-Crete ilk olarak New York’da yaşayan Yunanlı bir ailenin üç üyesinde tanımlanmış olup (1) sonrasında Girit adasında yaşayan 2 hastada moleküler düzeyde yapılan çalışmalar ile heterozigot ve homozigotluğu / beta ve delta-beta kombinasyonu göste-rilmiştir (2,3). Yapılan bu çalışma ile de ilk kez Türkiye’de Hb-Crete olgusu saptanmıştır (4,5). Bu olgunun bir özel-liği de 5’ UTR’da CD 22’de C-T değişimini taşımasıdır. Bu yirminci yüzyıl başında Girit’ten Anadolu’ya gerçekleşen yoğun göçe, hastanın da öyküsü dikkate alınarak kalı-tımsal bir işaret olarak alınabilir.

Şekil 1. Beta globin geninin 3. ekzon DNA dizi analizi (Normal)

prednol 120 mg+ folbiol başlanmış, ancak yanıt alınama-mış. Genel durumu kötüleşen hasta hastanemize sevk edilmiş. Hastanın özgeçmişinde; 4 ay önce ozon tedavi-si, kolelitiazis ve 4 yıl önce tedavisi tamamlanan meme ca öyküsü mevcuttu. Fizik muayenesinde; genel duru-mu orta- kötü, şuuru açık, koopere, Solunum sıkıntısı mevcut, TA: 150/80 mmHg, nabız: 109/dk, VI: 37’ C idi. Yaygın ekimozlar, Skleralarda ikter, taşikardi ve solunum sisteminde bilateral bazallerde raller mevcuttu. Hasta hastanemiz yoğun bakım ünitesine yatırıldı. Yapılan tet-kiklerinde patolojik BULGULAR: KŞ: 218 mg/dL, BUN: 46 mg/dL, Kreat: 1.21 mg/dL, AST: 77U/L, ALT: 63U/L, GGT: 1554U/L, ALP: 412U/L, T. Bil: 12.9, İ. Bil: 10.2, LDH: 1064,4 U/L, WBC: 29600, HGB: 8.8, PLT: 70000, D-Dimer: 5.5 idi. Eşzamanlı anemi ve trombositopenisi olan hastanın periferik yaymasında, polikromazi, anizo-sitoz, poikilositoz, yaygın sferositler, belirgin granülositoz ve bol miktarda eritroblast izlenirken trombosit kümesi görülemedi. Direkt coombs: IgG(++++), düzeltilmiş reti-külosit: 5.5, LDH: 1065 U/L, Haptoglobulin: 10 mg/dl olarak saptanan hastaya İHA + toksik hepatit+ Pulmoner tromboemboli tanısı konularak IVIG ve heparin başlan-dı. Ancak genel durumu daha da bozulan hasta solunum ve ardından kardiyak arrest gelişmesi üzerine kaybedildi.

Sonuçlar: Günümüzde ozon yan etkileri ve etkinliğine dair veriler ve bilimsel çalışmalar yeterli olmasa da gün geçtikçe popülaritesi artan bir şekilde kullanılmaktadır. Ozon İV yolla verildiğinde eritrosit membranındaki doy-mamış yağ asitlerinin oksidasyonu ile süperoksit,hidrojen peroksit,hipoklorik asid gibi reaktif oksijen radikalleri ile lipid oksidasyonuna yol açan ve serbest radikal oluşumu-nu tetikleyen bir ajandır..Eritrosit membranının oksidas-yona çok duyarlı olması nedeniyle ozonun özellikle yük-sek dozda verildiği takdirde membran lipid konfigüras-yonunda bozulmaya ve ayrıca antikor oluşumuna neden olabileceği,bu yolla immün aracılı hemolize ve trombosit yıkımına yol açabileceği düşünülmüştür.

Bildiri: 0325 Poster No: P110

TÜRK TOPLUMUNDA İLK KEZ BELİRLENEN HEMOGLOBİN CRETE [Β129(H7) ALA→PRO] OLGUSU. Çiğdem Arslan1, Selda Kahraman2, Hayri Özsan2, Nejat Akar1. 1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Genetik Bilim Dalı, Ankara, 2Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, İzmir

Amaç: Anormal hemoglobin saptanmış İzmirli bir has-tanın kanı ileri incelemeler yapılmak üzere laboratuarımı-za gönderilmiştir.

Olgu: 50 yaşında erkek hasta, İzmir de yaşıyor. Ailesi ile 4 yaşında iken Girit’ten İzmir’e göç etmiş. Kilo kaybı, karında şişlik hissi nedeniyle polikliniğe başvuran has-tanın yapılan tetkiklerinde BK 9.9 UL, KK 7.09 UL, Hb. 14.7 gr/dL, Htc.% 46.4, OEV. 65 FL, RDW 14, diğer biyokimyasal parametreleri normal sınırlarda saptandı. Hemoglobin elektroforezinde %56.8 oranında anormal bir bant belirlendi. Hastanın yapılan Thorako abdominal BT görüntülemelerinde dalak 20 cm, karaciğer 18 cm ve alt torakal vertebralar düzeyinde en büyüğü T11 verteb-ra hizasında 25x20 mm çapında multipl nodüler lezyon-lar izlendi. Bunun üzerine hastaya posterolateral torako-tomi ile paravertebral kitle eksizyonu yapıldı. Bu kitle-nin patoloji sonucuda ekstramedüller hematopoez olarak değerlendirildi. Bası semptomları olması nedeniyle sple-nektomi uygulandı. Splenektomi materyali de konjesyone dalak ve yaygın ekstramedüller hematopoez odakları ola-rak değerlendirildi.

Page 59: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

89

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Bildiri: 0248 Poster No: P112

ŞANLIURFA İLİNDE BETA TALASEMİLİ ÇOCUK HASTALARIN MUTASYONLARI. Ali Ayçiçek1, Ahmet Koç1, Zeynep Canan Özdemi1, Hasan Bilinç2, Abdurrahim Koçyiğit2. 1Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Bilim Dalı, 2Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı

Amaç: Şanlıurfa ilindeki beta-talasemi tanısı ile takip edilen 115 çocuk olgunun beta-globin genindeki mutas-yonların sıklığı araştırmak.

Yöntemler: Vakaların DNA’ları standart fenol-kloroform ile ayrıştırıldı, etanol ile çöktürme işlemi-ni takiben Beta-Globin StripAssay (ViennaLab cat.no. 4-120, Austria) ile -110 [C>T], -87[C>T], -30 [T>A], codon 5 [-CD], codon 6 [G>A] HbC, codon 6 [A>T] HbS, codon 6 [-A], codon 8 [-AA], codon 8/9 [+G], codon 15 [TTG>TGA], codon 27 [G>T] Knossos, IVS 1.1 [G>A], IVS 1.5 [G>C], IVS 1.6 [T>C], IVS 1.110 [G>A], IVS 1.116 [T>G], IVS 1.130 [G>C], codon 39 [C>T], codon 44 [-C], IVS 2.1 [G>A], IVS 2.745 [C>G], IVS 1.6 [T>C], IVS 2.848 [C>A] olmak üzere toplam 22 mutasyon araştırıldı.

Sonuçlar: IVS 1-110 [G-A], IVS 1-1 [G-A], codon 8 [-AA], codon 39 [C>T] tüm mutasyonların %67.7’ni oluş-turduğu görüldü. Çalışılan olguların %72.2 de homozigot, %24.3 de ise heterozigot mutasyon saptanırken, 4 vaka-da (%3.5) mutasyon saptanmadı. Bir vakada ise codon 8/9 [+G], IVS 1.110 [G>A] ve IVS 1.1 [G>A]’den oluşan triple heterozigot mutasyon bulundu. Üçü kardeş olmak üzere 4 vakada iki farklı homozigot mutasyon saptan-dı. IVS 1.110 (G>A) homozigot mutasyon %26.1, hetero-zigot mutasyonu ise %6.1 oranı ile diğer Akdeniz ülkele-ri ve Türkiye’de olduğu gibi en yaygın mutasyon olarak belirlendi. Codon 8/9 [+G] ve IVS 2.745 [C>G]’nin her birinden 2 vaka ile (%1,7) homozigot mutasyonlardan en nadirleri, IVS 1.6 [T>C] bir vaka ile heterozigot mutasyon-ların en nadiri olarak belirlendi.

Tartışma: Şanlıurfa’daki beta-talasemi mutasyonları açısından IVS 1-110 [G-A] en sık olmakla birlikte codon 8 [-AA], codon 39 [C>T] mutasyonlarının diğer bölgelere göre daha sık bulunduğu görülmüştür.

Bildiri: 0317 Poster No: P113

İÇ ANADOLU ŞEHRİ KAYSERİ’DE EVLİLİK ÖNCESİ TALASEMİ/HEMOGLOBİNOPATİ TARAMASI SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ. Çiğdem Karakükcü1, Derya Koçer1, Yasemin Altuner Torun2, Osman Yokuş3, Hatice Keçeli4, Musa Karakükcü5, Mehmet Akif Özdemir5, Türkan Patıroğlu5. 1Kayseri Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Klinik Biyokimya Ana Bilim Dalı, Kayseri, 2Kayseri Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Hematoloji Bilim Dalı, Kayseri, 3Okmeydanı Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Erişkin Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul, 4Kayseri Evlilik Öncesi Trama Merkezi, Kayseri, 5Erciyes Üniversitesi, Pediatrik Hematoloji Bilim Dalı, Kayseri

Amaç: Bu çalışmada, Kayseri ve çevre illerden evli-lik öncesi hemoglobinopati tarama programı kapsamın-da başvuran kişilere yapılan test sonuçlarının değerlen-dirilerek, talasemi taşıyıcılığı ve diğer hemoglobin varyant yüzdelerinin belirlenmesi amaçlandı.

Yöntemler: Bu çalışma kapsamında, Şubat 2009–Ocak 2010 tarihleri arasında evlilik öncesi hemog-lobinopati/talasemi taraması amacıyla, Kayseri Ana Çocuk Sağlığı Merkezi’ne 8676 çift (8676 erkek, 9687 kadın) başvurdu. Bu dönem içinde toplamda 9917 kişi-ye ait hemoglobin zincir analizi sonuçları, EDTA’lı kan

Şekil 2. Hb-Crete saptanan hastanın beta globin geni 3. ekzon DNA dizi analizi

Bildiri: 0425 Poster No: P111

IRAK TÜRKLERİNDE ALFA-TALASEMİ SIKLIĞI. Arjan Esmael, Ayşenur Öztürk, Nejat Akar. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Genetik Bilim Dalı, Ankara

Amaç: Alfa talasemi daha çok Güneydoğu Asya, Akdeniz ve Orta Doğu toplumlarında yaygın olarak görül-mekte olup, genellikle alfa globin geninde meydana gelen gen delesyonları ile ortaya çıkmaktadır. Irak’ta alfa tala-semi gen delesyonlarının sıklığı ile ilgili araştırmalar yapılmasına karşın, çoğunlukla Kuzey Irak bölgesin-de yaşayan Irak Türkleri ile ilgili bilgi literatürde bulun-mamaktadır. Sağlıklı Irak Türkmenlerinde α-thal genin-de -α3.7, -α4.2, --MED ve -α20.5 delesyonlarının sıklığı-nın belirlenmesi.

Yöntemler: Çalışmaya, 39’u Kerkük, 20’si Musul, 10’u Erbil, 10’u Bağdat, 4’ü ise Diala ve Tikrit bölgelerin-den olmak üzere Kuzey Irak’tan toplam 83 sağlıklı birey dahil edilmiştir. DNA izolasyonu periferik kandan fenol-kloroform yöntemiyle gerçekleştirildikten sonra, multip-leks polimeraz zincir reaksiyonu ile de mutasyon analiz-leri yapılmıştır.

Sonuçlar: 83 bireyden 8’inin α-thal olduğu ve Irak’ta yaşayan Türklerde α-thal görülme oranının %9.6 oldu-ğu belirlenmiştir. Üç farklı α-globin genotipi tanımlanmış olup, -α3.7/αα, -α3.7/-α3.7 ve -α3.7/-α4.2 dağılımları sırasıyla %6.0, %1.2 ve %2.4 olarak bulunmuştur. Diğer yandan, --MED ve -α20.5 delesyonları saptanmamıştır.

Tartışma: Türkiye’den yapılan çalışmalarla karşılaş-tırıldığında alfa talasemi insidansının Irak Türklerinde oldukça yüksek olduğu görülmüştür. Bu farklılık da böl-gesel ve etnik farklılıklarla açıklanabilir.

Not: Alfa talasemi gen delesyonları (-α3.7, -α4.2, --MED ve -α20.5), Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Genetik Bilim Dalı’nda rutin olarak çalışılmak-tadır.

Page 60: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

90

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Hastaya 2 mg/kg/gün oral metil prednizolon tedavisi ile birlikte mide koruyucu olarak 30 mg/gün dozunda lan-soprazol ve 1000 mg/gün hidrotalcid başlandı. Bu tedavi-ye 3 ay süreyle devam eden hastanın özellikle sağ bacak-ta uyuşma yakınmasının olması üzerine yapılan fizik incelemesinde ağrı duyusunun sağ fibuler bölgede ve ayak dorsalinde sola göre azaldığı tespit edildi. Tam kan incelemesinde Hb: 14.1 g/dL, MCV: 94 fL, WBC: 10500/μL, platelet 163000/ μL ve Rtc: %1 olan hastanın perife-rik yayma incelemesinde eritrositlerde anizopoikilositoz ve makroovalositoz, nötrofillerde ise hipersegmentasyon saptandı. Serum folat düzeyi 7.4 ng/mL olan hastanın vitamin B12 düzeyi 94 pg/mL olarak ölçüldü. Nakil önce-si ve nakil sonrası 1. yıl kontrolünde serum vitamin B12 düzeyleri normal olan hastada uzun süreli proton pompa inhibitörü kullanımına bağlı gelişen vitamin B12 eksikli-ği düşünüldü. İdrarda MMA negatif olan hastanın serum homosistein düzeyleri normal, intrensek faktör blokan antikor negatif ve spinal MR incelemesi normal olarak bulundu. Lansoprazol tedavisi kesildikten sonra yakın-maları 2 hafta içerisinde düzelen hastanın 1 ay sonraki tam kan incelemesinde MCV değeri 84 fL, periferik yayma incelemesi normal ve serum vitamin B12 düzeyi 164 pg/mL olarak saptandı.

Sonuçlar: Tartışma: Erişkinler üzerinde yapılan birkaç araş-

tırmada uzun süreli H2 reseptör antogonisti ya da pro-ton pompa inhibitörü kullanımının vitamin B12 eksikliği gelişme riskini artırdığı, 12 aydan uzun süreli kullanım-larda bu riskin çok daha belirgin olduğu gösterilmiştir.

Sonuç olarak proton pompa inhibitörlerinin uzun süreli kullanımlarına bağlı olarak vitamin B12 eksikli-ği gelişebileceği unutulmamalı, hastaların serum vita-min B12 düzeyleri düzenli aralıklarla kontrol edilmelidir.

Bildiri: 0267 Poster No: P115

TALASEMİ MAJORLU HASTALARDA KARDİOLOJİK FONKSİYONLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ. Yavuz Delibaş1, Kazım Öztarhan2, Gönül Aydoğan1, Erkut Öztürk1, Zafer Şalcıoğlu1, Ferhan Akıcı1, Hülya Sayılan Şen1, Arzu Akçay1, Deniz Tuğcu1, Nuray Aktay Ayaz1, Aysel Kıyak3. 1İstanbul Bakırköy Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Hematoloji-Onkoloji Kliniği, 2İstanbul Bakırköy Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Kardiyoloji Kliniği, 3İstanbul Bakırköy Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Nefroloji Kliniği

Amaç: Kan transfüzyonu ve şelasyonun temel teda-vi yöntemi olduğu Talasemi Majorda, kardiak komplikas-yonlar önemli mortalite ve morbidite nedenidir. Kardiak fonksiyon bozukluğunun nedenleri, kronik hemolitik anemiye bağlı ventriküler kontraktilite ve kalp debisinde artış, ventriküllerde genişleme gibi bulgular ile demir biri-kimidir. Hastalar genellikle şelasyon tedavisindeki geliş-melere rağmen transfüzyona bağlı demir birikimi sonucu kardiak sorunlarla kaybedilmektedir.

Yöntemler: Çalışmamızda toplam 60 talasemi major-lu hasta ferritin değerlerine (<1500 ng/ml, 1500-2500 ng/ml, >2500 ng/ml), sol ventrikül kitle indekslerine, sol ventrikül diastolik ölçümlerine, 24 saatlik holterde ektopi varlığına göre gruplandırıldı ve bu gruplardaki hastalarda sol ventrikül sistolik, diastolik fonksiyonları ve düz EKG ile 24 saatlik ritm holterindeki veriler değerlendirilerek erken kardiak bozulmanın varlığı ve hangi fonksiyonların erken kardiak bozulmanın işareti olabileceği araştırıldı.

örneklerinde otomatize kapiller zon elektroforezi ile ince-lendi (Capillarys II, Sebia, France). Tam kan sayımı değer-lendirmelerine göre mean corpuscular volume (MCV) 80 fL altı ve/veya mean corpuscular hemoglobin (MCH) düzeyi 27 pg altı olanlar ve hemoglobin (Hb)A2 düzeyi % 3.5 üzeri veya HbF düzeyi % 2 üzeri olanlar talasemi taşı-yıcısı kabul edildi. Ayrıca HbF ile birlikte diğer hemoglo-bin varyantları da tespit edildi.

Sonuçlar: Toplamda 162 kişide beta talasemi taşıyıcı-lığı, 53 kişide ise diğer hemoglobin varyantları tespit edil-di. Beta talasemi taşıyıcılık oranı %1.63 olarak hesap-landı. Ayrıca sıklık sırasına göre 36 kişide HbD-Punjab, 9 kişide HbO Arab, 3 kişide HbE, 1 kişide HbH ve 1 kişi-de HbS varyantları bulundu. 12 kişide HbA2 yüksekliği olmaksızın HbF yüksekliği tespit edildi.

Bir yıl içerisinde 1 çiftte her iki eşte de HbD, 2 çiftte beta talasemi taşıyıcılığı tespit edilip gerekli danışman-lık eğitimi verildi.

Tartışma: Kayseri bölgesinde beta talasemi taşıyıcılık oranı Türkiye ortalamasının altında bulunmuştur. Ayrıca HbD-Punjab ve HbO Arab beta talasemiden sonraki diğer en yaygın varyantlardır. Bir yıllık tarama süreci içeri-sinde sadece 1 kişide HbS taşıyıcılığı tespit edilmiştir. Türkiye İstatistik Kurumu 2008-2009 göç istatistiklerine göre Kayseri Türkiye’nin önemli miktarda göç alan illerin-dendir. Bu göç oranının çevre iller dışında özellikle güney bölgelerimizde yer alan Adana ve Kahramanmararaş’tan olması ve en fazla 20-29 yaş nüfüstan göç alması dikkat çekicidir. Hızlı bir sanayileşme süreci yaşayan Kayseri’ye göç oranının ileriki yıllarda daha da artmasını beklen-mektedir. Bu nedenle hasta çocuk doğumunu engellemek için Kayseri’de evlilik öncesi talasemi tarama programına devam edilmelidir.

Bildiri: 0501 Poster No: P114

KRONİK GVHD NEDENİYLE STEROİD TEDAVİSİ VERİLEN BİR OLGUDA UZUN SÜRE PROTON POMPA İNHİBİTÖRÜ KULLANIMINA BAĞLI GELİŞEN VİTAMİN B12 EKSİKLİĞİ. Orhan Gürsel1, Erman Ataş2, Demet Altun3, Ahmet Emin Kürekçi1. 1Gülhane Askeri Tıp Fakültesi, Çocuk Hematolojisi Bilim Dalı, Ankara, 2Gülhane Askeri Tıp Fakültesi, Çocuk Onkolojisi Bilim Dalı, Ankara, 3Gülhane Askeri Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Ankara

Amaç: Proton pompa inhibitörlerinin uzun süre kulla-nılmasına bağlı gelişen yan etkilerden biri de vitamin B12 eksikliği olup, periferal nöropatiden ataksi, nörogelişimin gecikmesi veya gerilemesi, irritabilite, hipotoni ve nöbet şeklinde karşımıza çıkabilir. Burada HKHN sonrası akci-ğer tutulumlu kronik GVHD nedeniyle steroid tedavisinin yanında mide koruyucu olarak uzun süre proton pompa inhibitörü kullanan ve sağ bacakta uyuşma yakınması ile servisimize başvuran bir hasta sunulmaktadır.

Yöntemler: Beta talasemi majorlu 13 yaşındaki erkek hastaya doku tipi tam uygun kardeşinden Şubat 2009 tarihinde kemik iliği kaynaklı allojeneik HKHN yapıldı. Nakil sonrası akut GVHD dahil olmak üzere herhangi bir komplikasyon gelişmeyen hasta takibe alındı. HKHN sonrası 15. ayda şiddetli öksürük ve solunum sıkıntı-sı nedeniyle başvuran hastanın oksijen saturasyonu-nun pulse oksimetre ile %87 olduğu, fizik incelemesin-de her iki akciğerde solunum seslerinde azalma ve eks-piratuvar ronküsler saptandı. Toraks YRBT incelemesin-de her 2 akciğerde yaygın buzlu cam görünümü saptanan hastaya yapılan bronkoskopi ve akciğer biyopsisi sonu-cunda akciğer tutulumlu kronik GVHD teşhisi konuldu.

Page 61: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

91

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Bildiri: 0225 Poster No: P117

ORAK HÜCRE HASTALIKLARINDA ÇOĞU ZAMAN MORTALİTEYİ TEK BİR SEBEBE BAĞLAMAK OLDUKÇA GÜÇTÜR. Mehmet Rami Helvacı, Hasan Kaya, Hatice Rızaoğlu, Filiz Ertekin, Gamze Hande Kavvasoğlu. Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hatay

Amaç: Orak hücre hastalıkları (OHH), orak hücreli anemi (Hb SS), orak hücre-hemoglobin C, orak hücre-beta talasemi ve orak hücre-alfa talasemi hastalıkları-nı içeren bir kronik hemolitik anemi grubudur. Bunlar hemoglobin S’in (Hb S) homozigot kalıtımı sonucu geli-şen orak şeklini almış eritrositlerin varlığı ile karakteri-zedir. Hb S’in beta zincirinin altıncı noktasındaki gluta-mik asidin yerini daha az polar bir aminoasit olan valin almıştır. Değişik stres şartlarında valin, Hb S’in polime-rizasyonuna neden olmakta ve bunun sonucunda eritro-sitler elastik yapılarını kaybederek orak şeklini almakta-dır. Eritrositlerin elastik yapılarını kaybetmesi hastalı-ğın temel patolojisini oluşturmaktadır ki normalde erit-rositler kılcal damarlardan kolaylıkla geçebilecek şekil-leri kolaylıkla alabilmektedir. Bu oraklaşmış eritrositle-rin neden olduğu damar tıkanıklıkları neticesinde gelişen doku iskemisi ve nekrozları hastalığın nihayi sonucunu oluşturmaktadır.

Yöntemler: Mart 2007 ile Ağustos 2010 tarihleri ara-sında Hematoloji Servisimiz tarafından takip edilen tüm OHH vakaları çalışıldı.

Sonuçlar: Çalışmaya 160 OHH vakası (77’si bayan) alındı. Bay ve bayan hastaların ortalama yaşları sıra-sıyla 29.6 ± 9.6 (16-54) ve 27.4 ± 9.9 (14-59) seneydi. Hastaların 131’i Hb SS, 23’ü orak hücre-beta talasemi ve altısı orak hücre-alfa talasemi hastasıydı. Takip süre-si zarfında dördü bayan olmak üzere toplam sekiz hasta kaybedildi. Kaybedilen bay ve bayan hastaların yaş orta-lamaları sırasıyla 28.5 ± 8.3 (19-39) ve 35.2 ± 16.5 (19-54) seneydi ve hastaların tamamı Hb SS’ti. Kaybedilen bu sekiz hastanın tamamında çeşitli enfeksiyonların tetikle-diği sepsis ölüm nedeniydi, ancak hastaların ikisinde ileri pulmoner hipertansiyon, ikisinde hemolitik kriz ve ikisin-de de karaciğer yetmezliği kliniği sepsise eşlik etmektey-di. Diğer taraftan, iki hastada serebral kanama, iki has-tada kronik serebral iskemi ve enfarkt, 19 hastada femur başı avasküler nekrozu, bir hastada omuz ve bir hastada diz avasküler nekrozu, 21 hastada kronik böbrek hasta-lığı, üç hastada son dönem böbrek yetmezliği, iki hasta-da konjestif kalp yetmezliği, üç hastada OHH dışında her-hangi bir etiyolojik nedene bağlanamayan karaciğer siro-zu, sekiz hastada açık ayak yarası, üç hastada alt eks-tremite derin ven trombozu, iki hastada bronşektazi, bir hastada kronik obstrüktif akciğer hastalığı, üç hastada yaygın diş kaybı, bir hastada evre 2 orak hücre retino-patisi, 33 hastada kolelitiasis ve iki hastada koledokoli-tiasis tespit edildi. Ayrıca 43 hastada kolesistektomi, 14 hastada splenektomi, 12 hastada tonsilektomi, 12 hasta-da total kalça replasmanı, altı hastada apendektomi, yedi hastada apse drenajı operasyonu, dört hastada osteomi-yelit operasyonu, ve bir hastada da priapizm için operas-yon tespit edildi.

Tartışma: OHH neredeyse vücudun tüm organ sis-temlerini etkileyebilen bir sistemik olaylar şelalesidir ve birçok klinik bulguyla karşımıza çıkabilmektedir. Bu sebeple ölüm vakalarında çoğu zaman ölüm nedeni ola-rak tek bir sebep göstermek oldukça güçtür.

Sonuçlar: Ferritin değerlerine göre <1500 ng/ml, 1500-2500 ng/ml ve >2500 ng/ml olarak gruplandırılan hastalarda kardiak fonksiyon bozukluğu (sistolik, diasto-lik) ile ferritin değerleri arasında anlamlı bir ilişki saptan-mamıştır. Diastolik fonksiyonlarda, diastolik ve restrik-tif değişme saptanan hastalarda sistolik fonksiyonlarda bozukluk saptanmamıştır. Çalışmada erken demir biri-kiminini göstermede en erken saptanan patolojinin kalp hızı değişkenlerinde olduğu ortaya konmuştur.

Tartışma: Talasemi majorlu hastalarda aritmi ile baş-layan ve kalp yetersizliğine doğru giden kardiak etkilen-me olmaktadır. Ferritin değerlerinin kardiak demir biriki-miyle korele gitmediğini gösteren değişik çalışmalar var-dır. Bizim çalışmamızda da kardiak fonksiyon bozuklu-ğu ile ferritin değerleri arasında anlamlı ilişki saptanma-mıştır. Kalp hızı değişkenlerinin erken bozulması aritmi-ye eğilimi belirgin olarak arttırmaktadır. Bu çalışmanın erken demir birikimini göstermede yardımcı olan T2*ile birleştirilmesi erken tanı açısından çok değerli olacaktır.

Bildiri: 0176 Poster No: P116

BETA TALASEMİ MAJOR VE TAŞIYICI HASTALARIN SOL VENTRİKÜLER FONKSİYONLARININ DOKU DOOPLER EKOKARDİYOGRAFİ İLE DEĞERLENDİRİLMESİ. Yasemin Işık Balcı1, Dolunay Gürses2. 1Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematolojisi, Denizli, 2Denizli Devlet Hastanesi Çocuk Kardiyolojisi, Denizli

Amaç: Talasemi major(TM), hastalarının en önem-li ölüm nedeni kardiyak fonksiyon bozukluğudur.Doku Doopler Ekokardiografi, miyokardın sistolik ve diasto-lik fonksiyonlarını değerlendiren yeni bir yöntemdir.Bu çalışmanın amacı, demir birikiminin ventriküler fonksi-yonlar üzerindeki etkisini konvansiyonel ve doku doopler ekokardiografi ile araştırmak, sağlıklı çocuk ve talasemi taşıyıcıları(TT) ile karşılaştırmaktır.

Yöntemler: Çalışmaya 29 TM(Grup 1), 28 TT(Grup 2) ve 29 sağlıklı çocuk(Grup 3) alındı. Hastalar ve kontrol grubu 2D, M-mode doopler ve doku doopler ekokardiog-rafi ile incelendi.

Sonuçlar: Her 3 grup arasında yaş, cinsiyet, ağırlık, sol ventriküler diastol sonu çap, sol ventriküler posterior duvar diastol sonu kalınlık, interventriküler septum dias-tol sonu kalınlık, sol atrium diastol çapı ve ejeksiyon frak-siyonu açısından fark yoktu. TM hastalarında sağ vent-rikül E/A oranı düşük bulundu(Et/At: 1.4±0.4 /1.8±0.5 / 1.7± 0.4, p<0.001). TM hastalarında doku doopler eko-kardiografi ile geç relaksasyon pik hızı sol ventrikül(Adm: 10±3.4 / 6.9±1.7 / 7.2±1.2), interventriküler septum (Adi: 8.4±2.4 / 5.9±1 / 6.2±1) ve sağ ventrikül (Adt: 13.7±2.9 / 9.2±1.8 / 10.5±2.3) yüksek bulundu(p<0.001). TM has-talarında erken dönemden geç döneme dek relaksas-yon hız oranı sol ventrikül(Edm/ Adm !.8±0.2 / 2.5±0.5 / 2.7±0.4), interventriküler septum (Edi /Adi: 1.6±0.4 / 2.5±0.5 / 2.5±0.6) ve sağ ventrikül(Edt(Adt: 1.2±0.2 / 1.9±0.3 / 1.8±0.3) düşük bulundu(p<0.001).TM hastala-rında sol ventrikül erken pik hız oranı (E/Edi: 7.5±1.5 / 6.8±1.3 / 6.5±1.2) yüksek bulundu(p<0.01).

Tartışma: Bulgularımız, TM hastalarında diastolik fonksiyonların TT ve sağlam çocuklara göre önemli oran-da bozulduğunu göstermiştir.

Page 62: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

92

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Bildiri: 0107 Poster No: P119

TİAMİN CEVAPLI MEGALOBLASTİK ANEMİ OLGU SUNUMU. Ali Bay1, Mehmet Keskin1, Şamil Hızlı1, Hatice Uygun1, Alper Dai1, Fatma Gumruk2. 1Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Kliniği, 2Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Kliniği

Tartışma: Tiamine Yanıtlı Megaloblastik Anemi Sendromu (TRMA) tiamin taşıyan proteinleri kodlayan SLC19A2 genindeki bozukluk nedeniyle oluşan, otoso-mal resesif kalıtım gösteren nadir bir hastalıktır. Akraba evliliklerinin sık görüldüğü yerlerde daha fazla görülen bu sendromda klinik bulgular infant döneminden adole-san döneme kadar herhangi bir dönemde ortaya çıkabi-lir. Burada anemi ve trombositopeni nedeniyle kliniğimi-ze başvuran ve incelemeler sonucu TRMA tanısı konan 5 aylık erkek hastayı nadir görülmesi nedeniyle sunduk.

Kliniğimize solukluk yakınması ile başvuran 5 aylık erkek hastanın öyküsünden anne babası amca çocukları olan ailenin 3. çocuğu olduğu, doğumdan sonra 3. ayda solukluğunun fark edildiği öğrenildi. Anne babası ve diğer kardeşlerinde anemi saptanmayan hastanın fizik muaye-nesinde cilt ve mukozalar belirgin soluktu, kalp taşikar-dik ve karaciğer kot altında 2 cm palpabl idi. Laboratuar incelemesinde; Hb: 5.8gr/dl, MCV 100fl, BK: 6400/mm3 ve trombosit: 164.000/mm3, retikülosit: %1 ve periferik yaymada belirgin makrositler izlendi. Serum vitamin B12 ve folat seviyesi normal sınırlarda olan hastanın kemik iliği aspirasyonunda belirgin megaloblastik değişiklikler izlendi. Eritrosit suspansiyonu (ES) verilen hastanın 20 gün sonraki kontrolünde hemoglobin değerinin yine düş-tüğü ve trombositopenisinin geliştiği görüldü. Aylık ola-rak ES ve 10 günde bir trombosit aferezi verilerek takip edilen hastanın ilk başvurudan 3 ay sonra kan şekerin-de yükselme saptandı ve diabetes mellitus tanısı kondu. Megaloblastik anemi ile Diabet mellitus birlikteliğinde hastanın TRMA olabileceği düşünüldü ve hastaya tiamin 100 mg/gün başlandı ve mutasyon saptanması için kan gönderildi. Hastanın 1 ay içinde insülin ihtiyacı kalma-dı ve tiamin başlandıktan sonra ES ve trombosit suspan-siyonu verilme ihtiyacı olmadı. SLC19A2 gen mutasyonu pozitif gelen hastaya TRMA tanısı kondu.

Sonuç olarak özellikle akraba evliliğinin sık olduğu bölgelerde nedeni belli olmayan megaloblastik anemiler-de TRMA’nın akılda tutulmalıdır.

Bildiri: 0378 Poster No: P120

KRONİK HASTALIK ANEMİSİ İLE BAŞVURAN VE PET CT İLE DEV HÜCRELİ ARTERİT TANISI KOYULAN BİR OLGU. Ahmet Durmuş, Ahmet Murat Gençer. Numune Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji, Romatoloji,Trabzon

Amaç: Kronik hastalık anemisi; kronik enflamasyon ile seyreden hemen tüm hastalıklarda görülebilen demir eksikliğinden sonra ikinci en sık anemi sebebidir. Bu tür anemiye inflamatuar sitokinler, azalmış eritrosit ömrü, azalmış eritropoetin sentezi, kemik iliği yanıtında yeter-sizlik, demir transferinde blokaj gibi etkenler sebep ola-bilir. Tedavide esas alttaki hastalığın tedavisidir. Burada ateş, halsizlik, zayıflama şikayeti ile başvuran ve PET CT ile Dev Hücreli Arterit tanısı koyduğumuz ve görüntüle-meleri ile de ilginç olduğunu düşündüğümüz olguyu sun-duk. Yukarıda belirtilen yakınmalar ile hematoloji kliniği-ne yatırılan 76 yaşındaki erkek hastanın fizik muayene-sinde önemli özellik yoktu. Yapılan tetkiklerde Hb 9 g/dl, demir 4 μg/dl, total demir bağlama kapasitesi 204 μg/dl,

Bildiri: 0237 Poster No: P118

TALASEMİ İNTERMEDİALI HASTALARIN İZLEMİNDE KLİNİK VE LABORATUVAR BULGULARININ DEĞERLENDİRİLMESİ. Berna Atabay1, Özlem Tüfekçi2, Meral Türker1, Şebnem Yılmaz2, Salih Gözmen2, Tuba Hilkay Karapınar2, Hale Ören2, Gülersu İrken2. 1Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Hematolojisi Kliniği, İzmir, 2Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematolojisi Bilim Dalı, İzmir

Amaç: Talasemi intermedia, talasemi major ve asemp-tomatik taşıyıcılık arasında değişken klinik özellik göste-ren talasemi hastalarının oluşturduğu gruptur. Heterojen klinik özellikleri ve genotip-fenotip ilişkisinin tam belir-lenememesinden dolayı bu hastaların izlem ve tedavile-rinde yol gösterecek net kılavuzlar bulunmamaktadır. Bu çalışmada Talasemi intermedia tanısı ile takip edilen hastaların klinik, laboratuvar ve demografik özellikleri-nin retrospektif olarak incelenmesi, genotip-fenotip iliş-kisinin araştırılması ve mevcut izlem ve tedavi yaklaşım-larının gözden geçirilmesi amaçlanmıştır.

Yöntemler: 9 Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi ve İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Hematoloji Kliniklerinde 1993-2010 yılları arasında talasemi inter-media tanısı ile izlenen 46 hastanın kayıtları retrospektif olarak değerlendirildi.

Sonuçlar: Çalışmadaki 46 hastadan 34’ü (%73,9) kız, 22’si (%26) erkekti. Tanı yaşı ortalama 4 yaş, ortan-ca 3 yaş (13-228 ay) idi. Hastaların ortalama izlem süre-si 10 yıldı. Hastaların %82’si herhangi bir klinik yakın-ma ile başvurduklarında tanı almışken, %13’ü aile tara-ması nedeni ile, %4’ü de klinik yakınma olmaksızın anor-mal Hb değeri ile başvurduklarında tanı almıştı. İlk baş-vuru anındaki en sık klinik yakınma solukluktu (%75). Tanı anında 41 hastadan %77’sinde iskelet değişikli-ği, 39 hastadan %46’sında hepatosplenomegali mev-cuttu. Tanıdaki ortalama Hb değeri 7,13g/dL, ortalama HbF değeri %65, ortalama HbA2 değeri %3,64’tü. En sık rastlanan mutasyonlar sırasıyla IVS-I-110, IVS-I-6, IVS-II-1 ve FSC 8/9’du. Hastaların %92’si en az bir kez kan transfüzyonu almışken, %8’i hiç transfüzyon almamıştı. İlk transfüzyon yaşı ortalama 4,8 yaş, ortanca 3,5 yaştı (12-300 ay). Hastaların %74’ü düzenli olarak transfüzyon alıyorlardı. Düzenli transfüzyonun ilk başladığı yaş orta-lama 5,6 yaş, ortanca 4,1 yaş (12-408 ay) idi. İzlemde % 48 hastada komplikasyon gelişti. Gelişen en sık kompli-kasyonlar sırası ile osteopeni /osteoporoz (%34), büyü-me geriliği (%24), hipogonadizm (%18), kardiyomiyopati (%12) idi. 46 hastadan 25’ine splenektomi yapıldı (%54). Tanı yaşı ile başvurudaki iskelet değişiklikleri ve düzen-li transfüzyon ihtiyacı arasında anlamlı bir ilişki bulun-madı. İlk transfüzyon yaşı, düzenli transfüzyon ihtiyacı, transfüzyon sıklığı ile büyüme geriliği gelişmesi arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı. Tanı yaşı ile başlangıç fer-ritin değerleri arasında güçlü bir ilişki saptandı; tanı yaşı arttıkça ferritin değeri daha yüksek bulundu. Tanı yaşı, ilk transfüzyon yaşı, HbF değeri, düzenli transfüzyon ihti-yacı, tanı anında iskelet değişiklikleri ile beta globin gen mutasyonları arasında anlamlı ilişki bulunmadı.

Tartışma: Talasemi intermedia gibi heterojen kliniği olan hastaların izlem ve tedavisinde daha net kılavuzla-rın oluşturulması, komplikasyonların önlenmesi ve erken tedavisi açısından yararlı olacaktır.

Page 63: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

93

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

ve bir Saf Eritrositer Anemi olgusundan oluşmaktadır. Hastaların 32’si erkek (% 44.4), 40’ı kızdır (%55.6). Yaş dağılımı 8-23 yıl arasında değişmekte olup ortalama 14.2 ±2.1 yıldır.

Sonuçlar: T2* değerleri 5 hastada 10 msn’den düşük (% 7), 40 hastada 10-20 msn arasında (% 55.5) ve 27 has-tada 20 msn’den büyük (% 37.5) olarak bulunmuştur. T2* değeri 10 msn’den düşük bulunan hastaların hepsi Talasemi Major olgularıdır.

Tartışma: T2* ölçümlerinin elde edildiği dönemde hastalarımızın tedavileri gözden geçirildiğinde hastaların % 46’sının Desferrioksamin+Deferipron kombinasyonu, %33.3’ünün Desferrioksamin ve % 16.7’sinin Deferasirox ile şelasyon tedavisi aldığı anlaşılmıştır. Üç hastada şelasyon uygulanmamaktadır. Bildirimizde demir yığı-şımı bulanan hastalarda T2* ölçüm sonuçlarının şelas-yon tedavi seçimlerine etkisi ve prognostik önemi tartı-şılmaktadır.

Bildiri: 0240 Poster No: P122

SAMSUN İLİNDE 2-5 YAŞ ARASI ÇOCUKLARDA DEMİR EKSİKLİĞİ ANEMİSİ PREVELANSI. Özlem Çakmak Yılmaz, Davut Albayrak. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi

Amaç: Demir eksikliği anemisi (DEA), tüm dünyada çocukluk çağının en sık görülen sağlık sorunlarından biri-dir. Uzun dönem etkileri düşünüldüğünde sadece bireysel değil toplum sağlığı açısından da gerekli önlemlerin alınma-sı önemlidir. Korunma yaklaşımını belirlemek için toplum tarama çalışmalarına ihtiyaç vardır. Bu çalışma Samsun il merkezi ve merkez köylerde 2-6 yaş arası çocuklarda demir eksikliği anemisi prevalansını belirlemeyi amaçlamıştır.

Yöntemler: Çalışmaya 01.09.09- 31.12.09 tarihle-ri arasında Samsun il merkezi ve merkez köylerde yaşa-yan sağlıklı görünümlü 169’u kız, 185’i erkek toplam 354 çocuk dahil edildi. Çocukların tam kan sayımları, serum demir ve demir bağlama kapasiteleri ve ferritin düzeyle-ri ölçüldü.

Sonuçlar: Olguların ortalama hemoglobin değeri 12.1±0,85 gr/dl, kızların Hb ortalaması 12,1±0,84 gr/dl, erkeklerin Hb ortalaması 12,18±0,85 olarak saptandı.

Çalışmamızda DEA prevalansı %20, DE prevalansı %28 olarak saptandı. Kızlarda demir eksikliği anemisi oranı %21,9 iken, erkeklerde bu oran %18,4 idi. Yaş grupları-na göre değerlendirildiğinde 2–4 yaş arasındaki çocuklarda DEA prevalansı %20,6, 5–6 yaş arasında %18,8 saptandı. Yaşanan bölgeye göre şehir merkezi, gecekondu mahalleleri ve merkez köyler karşılaştırlıdığında DEA görülme oranları sırasıyla %24,2, %17,7 ve %16,1 olarak saptandı.

2004 yılından itibaren 4 ay-1 yaş arası süt çocukları-na ücretsiz olarak uygulanan oral demir profilaksisi kul-lanımı çalışma grubunda sorgulandı. Çalışmaya katılan 354 çocuğun %28’i demir profilaksisi almamışken %72’si demir profilaksisi almıştı. Profilaksi alan çocukların %17’sinde DEA, %27,6’sında DE saptanırken almayan çocukların %21,2’sinde DEA, %29’unda DE saptandı.

Tartışma: Sonuç olarak yaptığımız bu kesitsel çalış-ma ulusal önlemlere rağmen DEA’nin halen önemli bir çocuk sağlığı sorunu olmaya devam ettiğini göstermekte-dir. Demir eksikliği ve demir eksikliği anemisi tedavi ve koruma için demir kullanımına rağmen kabul edilemez bir oranda yüksektir. Koruma için verilen demire uyum azdır. Bu nedenle gerekli yeni önlemlerin alınarak beslen-menin düzenlenmesi ve hayatın ilk 4-24 ayı arasında pro-filaktik demir kullanımının yaygınlaştırılmaı büyük önem taşımaktadır.

ferritin 1290 ng/ml, B12 123 ng/ml, folik asit 3.98 ng/ml, sedim 120 mm/h, kreatinin 1.6 mg/dl, CRP 14 mg/dl tespit edildi. Periferik yaymada rulo formasyonu dışında özellik yoktu. Bu bulgular ile hastada kronik hastalık ane-misi düşünüldü. Globulin artmış olan hastanın Multiple myeloma açısından bakılan immunoglobilinlerde poliklo-nal gammopati izlendi. Üst ve alt GİS endoskopisi yapıl-dı normal bulundu. Batın-Toraks CT’leri çekildi patoloji izlenmedi. Bundan sonra hastaya kemik iliği aspirasyon-biyopsisi yapıldı ve patoloji tespit edilemedi. Genel durum orta olan hastada yer yer ateşler olmakta idi. Alınan kül-türlerde üreme olmadı. Takip sırasında Hb daha da düşüp semptomatik hale gelen hastaya 2 ünite eritrosit süspan-siyonu transfüzyonu yapıldı. Hastaya PET CT çekildi. PET CT’de her iki karotid arter, her iki suklavian arter, her iki aksillar arter, asendan aorta, desendan aorta, arkus aorta, abdominal aorta, her iki kommon iliak arter ve her iki femoral arter boyunca diffüz hafif-orta derecede art-mış PDG tutulumu izlendi. Büyük arter vaskülitleri açı-sından klinik değerlendirme önerildi. Bunun üzerine has-taya romatoloji konsültasyonu istendi. Romatoloji değer-lendirmede eklemlerde ağrı, şişlik, ısı artışı, sabah tutuk-luğu, yüzde kelebek tarzı döküntü öyküsü, fotosensitivi-te, ağız kuruluğu, gözlerde yanma-batma-kaşıntı öyküsü yoktu. Muayenesinde artrit, temporal hassasiyet yoktu ve tüm nabızlar normal alınıyordu. Bu bulgular ile romatolo-ji hastada Dev hücreli Arterit düşündü ve düşük doz (20 mg/gün) metil prednizolon başlandı. Tedavi sonrası kısa sürede hastada klinik durumda belirgin düzelme, labora-tuar değerlerinden sedimantasyon ve CRP’de düşme oldu, Hb normal değerlere çıktı ve kreatinin 1.3 gr/dl’ye geriledi. Hastanın halen takip ve tedavisi devam etmektedir.

Bildiri: 0278 Poster No: P121

TRANSFÜZYONAL HEMOSİDEROZU BULUNAN HASTALARIMIZDA MİYOKARDİYAL T2* MRI ÖLÇÜMLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: İLK SONUÇLAR. Hülya Sayılan Şen1, Nuray Aktay Ayaz1, Arzu Akçay1, Deniz Tuğcu1, Kazım Öztarhan2, Gülal Bağbancı Karşenas3, Önder Kırdar3, Ender Uysal3, Ferhan Akıcı1, Gönül Aydoğan1, Zafer Şalcıoğlu1. 1İstanbul Bakırköy Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Hematoloji-Onkoloji Kliniği, 2İstanbul Bakırköy Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Kardiyoloji Kliniği, 3İstanbul Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kliniği

Amaç: Transfüzyonel demir yığışımı bulunan hasta-larda birincil ölüm nedeni olarak kalple ilgili komplikas-yonlar bildirilmektedir. Bu riski tanımlamada ve değer-lendirmede günümüze dek kullanılan yöntemlerin yeter-sizliği hep vurgulanmıştır. Serum Ferritin düzeyi, elekt-rokardiyografi, ekokardiyografi, tomografi ve magnetik rezonans tetkikleri kalpteki demir yığışımını gösterme-de yetersiz tetkikler olarak belirtilmelidir. 2000’li yıllar-dan itibaren miyokardiyal T2* MRI ölçümü kalpteki demir yığışımını objektif olarak gösteren ve hastanın prognozu-nu belirleyen kritik bir ölçüm olarak sık uygulanır olmuş-tur. Merkezimizde izlenen ve kronik transfüzyon gereksi-nimi olan hastalarımıza ait ilk T2* MRI ölçümleri ile has-talarımızın miyokardiyal demir yığışımlarının değerlendi-rilmesi amaçlanmıştır. Aralık 2008 ile Temmuz 2010 ara-sında yapılan T2* ölçümleri yanında hastalara ait diğer bulgular ve tedavi rejimleri de gözden geçirilmiştir.

Yöntemler: Değerlendirilmeye alınan 72 hasta; 61 Talasemi Major, 4 Fanconi Aplastik Anemisi, 2 Talasemi İntermedia, 2 Sideroblastik Anemi, 2 Herediter Sferositoz

Page 64: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

94

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

denetleyen trombin jenerasyon testi (TGT) ve trombin olu-şumunda önemli rol oynayan mikropartikül düzeylerinin ölçümü de bu sorunu ortaya koymada önemli bir yol gös-terici olduğu düşünülmektedir.

Ateroskleroz oluşumu, hiperhomosistenemi gibi vas-küler hasarlar vererek erişkin dönemde morbidite ve mortaliteyi etkiliyen obezitenin özellikle erken yaşlarda tromboz açısından gelişebilecek risk faktörlerini sapta-mak ve ileride gelişebilecek risklere karşı dikkat çekmek amacıyla bu çalışma planlanmıştır.

Yöntemler: Bu çalışmaya, ortalama yaşları 11,3 olan 120 obez hasta ve ortalama yaşları 11,2 olan 38 kontrol dahil edilmiştir. Dahil edilen hasta ve kont-rol grubu örnekleri sitratlı tüpe alınarak, -80°C’de sak-lanmıştır. Plazma örnekleri; STA-PROCOAG-PPL KİTİ (DIAGNOSTICA STAGO S.A.S., FRANSA) kullanılarak mikropartikül düzeyleri, START4 Cihazı (FRANSA) tara-fından pıhtılaşma süresi ölçülerek değerlendirilmiş-tir. Ayrıca Thrombin Generation Kitleri (DIAGNOSTICA STAGO S.A.S., FRANSA) kullanılarak, Calibrated Automated Trombogram sistemi ile (Thrombinoscope bv, Thermo Electron Corporation, Hollanda) trombin jene-rasyonu değerlendirilmiştir. Çalışmanın teknik altyapısı Albio Firması tarafından desteklenmiştir

Sonuçlar: Obez hasta grubunda, endotelial mikropar-tikül salınımı kontrol grubuna göre yüksek bulunmuş-tur (p<0.01). Trombin oluşturma potansiyeli incelendi-ğinde reaksiyonun başlama süresi kısalmış, pikin tepe noktasına ulaşma süresi kontrol grubuna göre kısalmış ve trombin oluşumu süresi de yine kontrol grubuna göre daha kısa sürede gerçekleşmiştir (p<0.01). ETP düzeyleri yüksek bulunmuştur. Mikropartikül salınımının artması, trombin jenerasyonunun süresini kontrol grubuna göre obez hastalarda kısaltmıştır. (Tablo: 1)

Tartışma: Yapılan çalışmalarla obez hastalarda tüm protrombotik faktörlerin (fibrinojen, vonWillebrand Faktör VII) yükselmesi, PAI-1’in uyarıcı etkisi ile intörle-kin-6 ve TNF-Alfa miktarının artması, endotel disfonksi-yonu ve koagülopati ilişkisini göstermektedir. Ayrıca obez hastalarda yüksek homosistein düzeyi de yine endotel hasarına yol açarak mikropartikül düzeyini kontrol gru-buna göre arttırmıştır.

Yüksek mikropartikül salınımı, ETP reaksiyonu baş-lama zamanlarını kısaltmış(Lag Time), ETP düzeylerini arttırmıştır. Mikropartikül salınım düzeyinin belirlenme-si tromboz riskinin belirlenmesinde önemli bir veri olarak dikkati çekmektedir.

Obez çocuklarda artmış mikropartikül düzeyi ve kısalmış trombin jenerasyon zamanı gelişebilecek trom-boz riski açısından bir veri olarak karşımıza çıkmaktadır

Tablo 1.

Obez (n: 120) Kontrol (n: 38) P değeri

Mikropartikül oluşum süresi(sn)

26,41 90,36 <0.01

Lag time 3,01 5,31 <0.01

ETP 1903,302 1704,32 0.039

Peak 418,62 321,58 <0.01

tt Peak 5,54 8,54 <0.01

start tail 18,48 26,43 <0.01

Mikropartikül salınımı ve Trombin Jenerasyon Düzeylerinin (Lag Time: Pikin başladığı zaman, ETP: Endojen Trombin Potansiyeli, Peak: Pikin yüksekliği, tt Peak: Pike kadar olan zaman,Start Tail: Kuyruğun başladığı zaman) Hastalık ve Kontrol Gruplarında Dağılımı

Bildiri: 0322 Poster No: P123

TALASEMİLİ ÇOCUKLARDA DEFERASİROKS KULLANIMI: ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ DENEYİMİ. Hatice Emel Özyürek1, Davut Albayrak1, Dilşad Koca1, Tunç Fışgın1, Feride Duru1, Metin Sungur2, Murat Danacı3, Canan Albayrak1. 1Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji Bilim Dalı, Samsun, 2Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Kardiyoloji Bilim Dalı, Samsun, 3Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Ana Bilim Dalı, samsun

Amaç: Demir şelasyon tedavileri ile talaseminin prog-nozunda önemli oranda iyileşme olmuştur. Son yıllarda yeni geliştirilen demir şelatörleri ile hem tedaviye uyum artmış, hem de demir yükünün daha kolay kontrol altı-na alındığı bildirilmektedir. Bu çalışmada deferasiroks tedavisi alan talasemili hastalarımızla ilgili deneyimimi-zi sunduk.

Yöntemler: Deferasiroks kullanan hastalarımızın bil-gileri geriye dönük olarak çıkarıldı.

Sonuçlar: Çalışmaya deferasiroks tedavisi alan beş talasemi majör, bir talasemi intermedialı çocuk alındı. Hastaların yaşları 7 ile 18 yıl arasında olup, üçü kız üçü erkekti. Hastalarımız deferasiroksu 327 ile 816 gün kul-landılar. Hastalarımızın kalp fonksiyonları ekokardiyog-rafi ile düzenli olarak takip edilirken, karaciğer demir yüküde magnetik rezonans görüntüleme ile iki defa değerlendirildi. İlaç 20 mg/kg/gün dozunda başlanarak, talasemi majörlü hastalarımızda 1-10 ay sonra 30 mg/kg/gün dozuna çıkılırken, talasemi intermedialı hasta 20 mg/kg/gün dozunda devam edildi. Talasemi intermedialı hasta ile iki talasemi majörlü hastamızda ferritin düzeyle-ri ilk altı aydan sonra, düştü. Diğer iki hastamızın, birin-de ferritin 2000-2500 ng/ml seyrettiği için ilaç dozu 35 mg/kg/gün dozuna, diğerinde ise ferritin 3500 ng/ml üzerinde seyrettiği için doz 40 mg/kg/gün dozuna çıkıl-dı. Bu yüksek dozlardan sonra bu iki hastamızda da fer-ritin düzeyleri 2000 ng/ml’in altına indi. Bütün hastala-rımızda tedaviye uyum tamdı. Sadece bir hastamızın ila-cın ilk başlandığı hafta bildirdiği bulantı, kusma dışında bir yan etki görülmedi.

Tartışma: Sonuç olarak, deferasiroks talasemili çocuklarda, hastalarımızda olduğu gibi güvenle kulla-nılabilir

Koagülasyon ve Fibrinoliz Bozuklukları

Bildiri: 0147 Poster No: P124

ENDOTELİAL MİKROPARTİKÜLLER İLE TROMBİN JENERASYON TESTİNİN PEDİATRİK OBEZ OLGULARDA İNCELENMESİ. Yonca Eğin1, Nejat Akar1, Gönül Öcal2, Merih Berberoğlu2, Bülent Hacıhamdioğlu2, Şenay Savaş Erdeve2, Zeynep Şıklar2. 1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Genetik Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara, 2Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Endokrin Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara

Amaç: Mikropartiküllerin, salındığı hücre tipine göre vasküler sistem ve enflamasyon üzerine aktif biyolojik etkileri vardır. Mikropartikül düzeyleri ile birlikte trom-bin oluşumunun ölçümü bu mikropartiküllerin düzenle-diği koagülasyon sürecinin ölçümünü sağlar.

Obezite, tromboz açısından fizyolojik edinsel bir risk faktörüdür. Obezitede hiperkoagulabilite eğilimi-nin çocukluk döneminden itibaren risk oluşturma ola-sılığı yüksektir. Koagulasyonun pek çok basamağını

Page 65: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

95

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Tablo 1. FVL (+/+) 57 hasta ve 7 sağlıklı bireyde ilgili gen değişimlerinin genotip ve allel dağılımları.

FV Geni FVL (+/+)Sağlıklı kontrol

n=7 (%)

FVL (+/+)Hasta

n=57 (%)

-426 G/A(promotor)GG

4 (57.1) 46 (80.7)

GA 3 (42.9) 10 (17.5)

AA - 1 (1.8)

A 3 (21.4) 12 (10.5)

A327G(ekzon 2)AA

6 (85.7) 45 (78.9)

AG - 10 (17.5)

GG 1 (14.3) 2 (3.5)

G 2 (14.3) 14 (12.3)

G495A(ekzon 4)GG

4 (57.1) 50 (87.7)

GA 3 (42.9) 7 (12.3)

AA - -

A 3 (21.4) 7 (6.1)

C1470T(ekzon 9)CC

7 (100) 57 (100)

CT - -

TT - -

T - -

G1806A(ekzon 11)GG

7 (100) 57 (100)

GA - -

AA - -

A - -

C2298T(ekzon 13)CC

7 (100) 57 (100)

CT - -

TT - -

T - -

A4070G(ekzon 13)AA

7 (100) 56 (98.2)

AG - 1 (1.8)

GG - -

G - 1 (0.9)

Tablo 2. FVL (+/+) 57 hasta ve 7 sağlıklı bireyde haplotip dağılımı.

FV GEN DEĞİŞİMLERİ

Haplotipler -426 G/A(promotor)

A327G(ekzon2)

G495A(ekzon4)

C1470T(ekzon9)

G1691A(ekzon10)

G1806A(ekzon11)

C2298T(ekzon13)

A4070G(ekzon13)

1 G A G C A G C A

2 A A G C A G C A

3 G G G C A G C A

4 G A A C A G C A

5 A A A C A G C A

6 G G A C A G C A

7 G A G C A G C G

8 A G G C A G C A

9 A G A C A G C A

Haplotip 1-9 57 hastadaki, haplotip 1-5 ise 7 sağlıklı bireydeki kalıtım modelini göstermektedir.

Bildiri: 0457 Poster No: P125

FV GENİNDE YER ALAN POLİMORFİZMLERLE HAPLOTİPLERİN OLUŞTURULARAK FVL HOMOZİGOTLUĞUNDA TROMBOZ OLUŞUMUNA ETKİLERİNİN BELİRLENMESİ. Ayşenur Öztürk1, Muzaffer Demir2, Hakan Gürkan2, Hilmi Tozkır2, Reyhan Diz Küçükkaya3, Ender Altıok4, Ferit Avcu5, Solaf M. Elsayed6, Nejat Akar1. 1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Genetik Bilim Dalı, Ankara, 2Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Edirne, 3İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, İstanbul, 4Acıbadem Hastanesi, İstanbul, 5GATA, Ankara, 6Medical Genetics Center, Mısır

Amaç: Kan pıhtılaşma faktörü V (FV), hemostazda hem prokoagülant hem de antikoagülant yolaklarda önemli bir rol oynayan proteindir. Genetik ve edinsel bozukluklar, FV molekülünün aktivitesini veya ekspresyon düzeyini etki-leyerek trombotik veya hemorajik olaylara neden olabil-mektedir. Bu çalışmada ise, FV geni promotorunda -426 G/A, 2. ekzonda A327G, 4. ekzonda G495A, 9. ekzonda C1470T, 11. ekzonda G1806A, 13. ekzonda C2298T ve A4070G polimorfizmlerinin, FVL mutasyonunu homozigot olarak taşıyan, tromboz geçirmiş ve geçirmemiş bireyler-de taranarak, haplotiplerin oluşturulması amaçlanmıştır.

Yöntemler: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Genetik Bilim Dalı DNA bankasından, daha önce trom-bozun moleküler genetiği konusunda yaptığımız proje-lerle elde etmiş olduğumuz, Faktör V Leiden 1691 G-A mutasyonunu homozigot olarak taşıyan toplam 64 bireye ait örnekler çalışmaya dahil edilmiştir. FVL mutasyonu Light Cycler (Roche, Almanya) cihazında real-time PCR yöntemiyle saptanmıştır. FV geni ilgili promotor ve ekzon-lar uygun primerler kullanılarak polimeraz zincir reaksi-yonu (PCR) yöntemiyle amplifiye edildikten sonra, -426 G/A-->MvaI (promotor), A327G-->AccI (ekzon 2), G495A-->PstI (ekzon 4), C1470T-->EarI (ekzon 9), G1806A-->HphI (ekzon 11), C2298T-->HinfI ve A4070G-->RsaI (ekzon 13) restriksiyon endonükleaz enzimleri kullanılarak RFLP yöntemiyle gen değişimleri taranmıştır.

Sonuçlar: BULGULAR: FVL (+/+) 7 sağlıklı bireyde, -426A (promotor), 327G (ekzon 2) ve 495A (ekzon 4) allel frekansları sırasıyla 0.2, 0.1 ve 0.2, 57 hastada ise sırasıy-la 0.1, 0.1 ve 0.06 olarak bulunmuştur. 4070G (ekzon 13) 1 hastada rastlanırken C1470T (ekzon 9), G1806A (ekzon 11) ve C2298T (ekzon 13) gen değişimleri her iki grupta da saptanmamıştır (Tablo 1). Haplotip olarak sınıflandırılma yapıldığında 9 farklı grup oluşturulmuş ve dağılımlarına bakıldığında ise haplotip 6, 7, 8 ve 9’un sadece hasta gru-bunda bulunduğu saptanmıştır (Tablo 2).

Tartışma: Bu çalışma THD tarafından desteklenmekte olup, elde edilen ön bulgular FVL mutasyonunun 1470C, 1806G ve 2298C ile birlikte kalıtım gösterdiğini, ekzon 4 ile 9 arasında kırılma olabileceğini işaret etmektedir.

Not: Bu çalışma, Türk Hematoloji Derneği Araştırma Projelerine Destek Programı kapsamında “F5 Geninde Yer Alan Polimorfizmlerle Haplotiplerin Oluşturularak FVL Homozigotluğunda Tromboz Oluşumuna Etkilerinin Belirlenmesi” başlığı ile 2010-1 nolu proje olarak kabul edilmiştir.

Page 66: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

96

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Bildiri: 0293 Poster No: P128

ERİŞKİN AĞIR HEMOFİLİK HASTALARDA ASEMPTOMATİK MİKROSKOPİK HEMATÜRİ SIKLIĞI VE PROFİLAKSİ. Mahir Cengiz1, M. Cem Ar2, Ahmet Emre Eşkazan1, Derya Keçeci1, Ayşe Salihoğlu1, Şeniz Öngören1, Emine Gültürk1, Teoman Soysal1, Burhan Ferhanoğlu1, Yıldız Aydın1, Zafer Başlar1. 1İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul, 2TCSB İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 5.Dahiliye, İstanbul

Amaç: Asemptomatik mikroskopik hematüri ağır ve orta dereceli hemofili hastalarında faktör öncesi dönem-lerde %20’lere varan oranlarda bildirilmiştir. Bu çalışma-nın amacı erişkin hemofili popülasyonunda asemptoma-tik mikroskopik hematüri sıklığını saptamak ve profilak-tik faktör replasman tedavisinin mikroskopik hematü-ri gelişmesi açısından koruyucu olup olmadığını belirle-mektir.

Yöntemler: Çalışmaya İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji BD tarafın-dan takip edilen yaşları 19-52 arasında değişen 52 eriş-kin ağır hemofili hastası dahil edilmiştir. Söz konusu 52 hasta toplam 65 başvuru esnasında mikroskopik hema-türi varlığı açısından idrar tetkiki ile değerlendirilmiş ve standart yöntemlerle hazırlanmış idrar sedimentinde >= 3 eritrosit görülmesi mikoskopik hematüri olarak kabul edilmiştir. Hastalar ayrıca idrarda kanama, idrar yapar-ken ağrı, sık idrara gitme gibi üriner sistem semptomları açısından sorgulanmış; profilaktik faktör replasman kul-lanıp kullanmadıkları not edilmiştir. Çalışmaya dahil edi-len hastaların hiçbirinde inhibitör olmadığı gösterilmiştir. Hasta özellikleri Tablo-1’de özetlenmiştir. Hastalar çalış-maya katılmaya gönüllü olduklarına dair yazılı onam ver-miştir.

Sonuçlar: Başvuru sırasında mikroskopik hematü-ri ile karşılaşma sıklığı %10.8 (7/65) olarak bulunmuş-tur. Altmış beş başvurunun sadece birinde hematüri, hastada üriner sistem semptomları ile birlikte gözlen-miştir. Mikroskopik hematüri ile üriner semptom varlığı açısından anlamlı bir ilişki gösterilememiştir (p=0.108). Profilaksi alan hastalarla kanadıkça tedavi gören hasta-lar arasında mikroskopik hematüri gelişme sıklığı açısın-dan anlamlı bir fark saptanmamıştır (p=0.691).

Tartışma: Bu bulgular ışığında iki sonuca ulaşılmış-tır: (1) Hasta anamnezi ve bulgularına güvenerek mikros-kopik hematüriyi dışlamak imkansızdır; (2) Hastanın pro-filaktik tedavi alıyor olması mikroskopik hematüri geliş-mesini engellememektedir. Bu durum özellikle antifibri-nolitik tedavi başlanırken göz önünde bulundurulmalı ve idrar tetkikinde mikroskopik hematürinin yokluğu doğ-rulanmadan tedavi başlanmamalıdır.

Bildiri: 0192 Poster No: P127

REKOMBİNANT FAKTÖR VIII KULLANIMINA GEÇİLEN AĞIR HEMOFİLİ-A HASTASI ÇOCUK VE GENÇLERDE İNHİBİTÖR GELİŞME RİSKİNİN PROSPEKTİF OLARAK ARAŞTIRILMASI: EGE DENEYİMİ. Kaan Kavaklı, Can Balkan, Deniz Yılmaz Karapınar, Yılmaz Ay, Basri Bilenoğlu. Ege Üniversitesi, Çocuk Hastanesi, Hematoloji Bilim Dalı, İzmir

Amaç: İnhibitör gelişmesi hemofili-A (HA) tedavisi-nin en sık ve en ciddi tedavi komplikasyonudur. Akkiz ve genetik risk çok sayıda risk faktörünün rolu olduğu bilinmektedir. Rekombinant FVIII (rFVIII) kullanımı ile inhibitör riskinin plazma kaynaklı FVIII’e (Plz-FVIII) göre daha yüksek olduğu konusunda bazı yayınların olması hemofili kamuoyunda tereddüt yaratmaktadır. Ülkemizde 2008’de piyasaya çıkan rFVIII preperatları (Recombinate/Baxter ve Kogenate-Bayer) merkezimiz tarafından bebek ve çocuk hastalarda giderek ön planda tercih edilmeye başlanmış olup 2.5 yıla varan deneyimlerimiz toparlandı.

Yöntemler: İzlenen hemofili hastalarında en az yılda 1 kez inhibitör taraması yapılmakla birlikte ağır HA gru-bunda 6 ayda 1’e inmektedir. rFVIII’e geçiş yapılan has-talarda 3-6 ayda 1 test olmak üzere test sıklığı arttırıl-dı. İnhibitör titraj testleri Bethesda yöntemiyle Siemens CA-1500 tam otomatik koagulometresiyle gerçekleştiril-di. Yeni tanı bebek ve çocuklar yanı sıra <18 yaş altındaki diğer eski tanılı hastalara da rFVIII’e geçiş (şift) yapılmak-tadır. Veriler henüz plz-FVIII kullanmaya devam eden eski tanılı çocuk ve genç erişkin hastalarla karşılaştırıl-dı. Toplam 60 HA hastasına rFVIII başlandı. Hastaların yaş dağılımı 9 ay-21 yaş iken toplam izlem süresi 34 aydı. Hastalardan 58’inde sorun yaşanmadan tedaviye devam edildi.

Sonuçlar: Yeni tanılı 2.5 yaşındaki bir hastada 12 kullanım günü sonrası HR tipte (5.7 BU/ml) inhibitör gelişti. Diğer hasta ise inhibitör gelişmemesine rağmen geçici deri döküntüleri sonrası tekrar plz-FVIII’e dönülen hastadır. Sonuçta rFVIII’e şift yapılan 47 hastada inhibi-tör gelişimi saptanmazken, yeni tanısı sonrası rFVIII baş-lanan 13 olgunun sadece birinde yukarıda tanımlanan epizodik tedavideki çocukta inhibitör saptandı. Uzun yıl-lardır Plz-FVIII kullanmaya devam eden ve evvelce inhibi-tör geliştirmemiş 62 çocuk ve genç erişkin hemofili hasta-sı da son 3 yılda inhibitör gelişimi açısından takip edildi. Bu hastaların 58’inde inhibitör (-) saptanırken 4 hasta-da inhibitör (+) liği prospektif olarak saptandı. Bunlardan 2’sinde çok saf FVIII, diğer 2‘sinde saf FVIII kullanılmak-taydı. İnhibitör titrajları sırasıyla 8.3–4–10.2–6.2 BU/ml olan olgularının yaşları 4-6-10-5 yıl idi. FVIII kullanım günleri ise 136-35-80-15 idi. 2 hastanın kardeşlerinde de inhibitör (+) öyküsü vardı. Olgulardan birinde takip-te inhibitör kaybolmasına rağmen diğer 3 hasta halen (+) olarak devan etmektedir. Sonuçta son 3 yılda gözlenen toplam 122 ağır HA’dan 5’inde inhibitör gelişimi sapta-nırken, olguların sadece 1’inde rFVIII (1/60), diğer 4’ünde plz-FVIII (4/62) olması ilgi çekicidir.

Tartışma: Rekombinant gruptaki izlem süresinin daha kısa olması yanı sıra diğer grupta ailevi risk taşı-yan 2 hastanın saptanması karşılaştırmayı zorlaştırmak-tadır. rFVIII’in çocuk ve gençlerde inhibitör gelişmesi açı-sından güvenle kullanılabileceği görülmekle birlikte her 2 grupta da inhibitör gelişmesinin mümkün olabileceği ve batı ülkelerinde rekombinant faktörlerin ön planda tercih edildiği hatırlanmalıdır.

Page 67: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

97

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Bildiri: 0436 Poster No: P130

MENORAJİLİ HASTALARDA VON WİLLEBRAND HASTALIĞI VE TROMBOSİT FONKSİYON BOZUKLUKLARININ ARAŞTIRILMASI. Sibel Kabukçu Hacıoğlu1, İsmail Sarı2, Ali Keskin2. 1Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği, İstanbul, 2Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Denizli

Amaç: Doğurganlık çağındaki bayanlarda menstru-asyon bozuklukları yaygın klinik problemdir ve menora-ji bu bozukluklardan en sık olanıdır. Menorajiye neden olabilecek kalıtsal pıhtılaşma bozukluklarının içinde en sık karşılaşılan klinik durum Von Willebrand hastalığı (VWH)’dır. Bu çalışma ile ilimizde menoraji yakınması ile jinekoloji polikliniklerinde değerlendirilen ve lokal jineko-lojik patoloji saptanmayan bayanlarda trombosit fonksi-yon bozuklukları ve VWH sıklığı belirlenmesi amaçlan-mıştır.

Yöntemler: Çalışma, Denizli ilinde jinekoloji polik-liniklerine menoraji yakınması ile başvuran ve yapı-lan incelemelerde jinekolojik patoloji saptanmayan 90 gönüllü kadın hastada yapıldı. Menoraji PBAC (Pictrorial Blood Assesment Chart) skorlama yöntemi ile belirlen-di. PBAC skoru 180 ve üzerinde olanlar çalışmaya alın-dı. Çalışmaya alınan hastalarda; tam kan sayımı, trom-bosit sayı ve morfolojisini değerlendirmek için perife-rik yayma, kan grubu, PT, APTT, fibrinojen, FVIII ve FIX düzeyi, VWF: Ag düzeyi, ristocetin kofaktör aktivitesi ve ADP, kollagen, epinefrin ve ristocetin ile trombosit agre-gasyonu testleri yapıldı.

Sonuçlar: Menoraji yakınması ile çalışmaya alınan 90 hastanın; %13,3’ünde (12/90) VWH, %26.7’sinde (24/90) trombosit fonksiyon bozukluğu, %4,4’ünde (4/90) ılım-lı faktör VIII eksikliği saptandı. %55,6’sında (50/90) herhangi bir patoloji belirlenmedi. Trombosit fonksiyon bozukluğu olarak 1 hastada (%4.1) Glanzman trombaste-nisi, 1 hastada (%4.1) da Bernard Soulier sendromu sap-tandı. Klasifiye edilemeyen trombosit fonksiyon bozuk-lukları içinde en sık bozukluk %29 (7/24) oranında ris-tosetine bozulmuş agregasyon yanıtı şeklinde iken, ikin-ci olarak %16 (4/24) oranında hem ristosetin ve hem de ADP’ye yanıt azalması gözlendi. Üçüncü olarak %12 (3/24) oranında kollajen ve epinefrine bozulmuş agregas-yon yanıtı belirlendi. Bunların dışında 2 hastada (%8.3) ADP’ye, 1 hastada (%4.1) kollajen ve ADP’ye, 1 hastada (%4.1) epinefrin ve kollajene ve 1 hastada (%4.1) da risto-setin ve epinefrine bozulmuş agregasyon yanıtı saptandı.

Tartışma: Ülkemizde menoraji yakınması olan bayan-larda VWH sıklığını belirlemeye yönelik çalışmalar çok azdır. Bu çalışma ile yoğun ve/veya uzamış menstruasyo-nun altında henüz tanı almamış kalıtsal kanama bozuk-luklarının yatabileceği ve bu bozuklukların klinisyenler tarafından mutlak taranması gerekliliği vurgulanmıştır. Böylece VWH saptanan bireylerin hastalık hakkında bil-gilendirilmesi, kanama durumunda veya menstruasyon dönemlerinde desmopressin, antifibrinolitik ajanlar veya faktör konsantreleri gibi hemostatik müdahaleler ile özel-likle menorajili hastalar için en sık problem olan demir eksikliği anemisi sıklığının azaltılması, olası kanama problemlerine karşı alınması gereken önlemlerin belirlen-mesi ve genetik danışmanlık hizmetleri gibi bireylere ve ailelerine yönelik sağlık hizmetlerinin verilmesi mümkün hale gelebilecektir.

Tablo 1. Hasta özellikleri

Grup Hasta (n)

Yaş (yıl) *

Faktör Düzeyi (%)*

Semptom (+)

MH SFK (gün)

Haftalık doz (ünite)

Hemofili A [39] Profilaksi 16 26 0.7 0 3 3750±1080

Kanadıkça 23 32 0.9 0 3

Hemofili B [13] Profilaksi 2 29.5 0.7 0 0 3450±1484

Kanadıkça 11 29 1.0 1 1

Poliklinik Başvurusu [65]

Profilaksi 23 0 3 3

Kanadıkça 42 1 4 20

Toplam 65 28 0.7 1 7

*değerler medyan olarak verilmiştir; Semptom (+): ürolojik semptom/anamnez bulgusu verenler; MH: mikroskopik hematüri; SFK: son kullanılan faktörden itibaren geçen gün sayısı

Bildiri: 0139 Poster No: P129

TROMBOEMBOLİZMDE FAKTÖR V LEİDEN MUTASYONUN ROLÜ: TÜRKİYE’DEN BİLDİRİLEN ÇALIŞMALARIN META-ANALİZİ. Aydan Eroğlu1, Durdu Sertkaya Karasoy2, Nejat Akar3. 1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi -Cerrahi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara, 2Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi, İstatistik Bölümü, Ankara, 3Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Genetik Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara

Amaç: Faktör V 1691 G-A (Leiden) (FVL) tromboembo-lizm gelişiminde rol oynayan en önemli herediter trombo-filik faktörlerdendir. Türk toplumunda FVL sıklığı % 7,9’ dur (% 3,5-15). Türkiye’nin farklı bölgelerinden trombo-embolizmde FVL’nin rolünü araştıran makalelerin sayı-sı artmaktadır. Bu çalışmada, bu konuda Türkiye’ den yayınlanmış çalışmaların gözden geçirilip meta-analizi yapılarak ülke kapsamında genel bir bilgi sağlanması amaçlanmıştır.

Yöntemler: Medline taramasında “factor V Leiden, fac-tor V 1691 G-A, FVL, thrombosis, pulmonary thrombo-embolism, Turkey” anahtar kelimeleri kullanılmıştır. Elde edilen toplam 125 makaleden 31 çalışma pediatrik yaş grubu, 35 makale olgu sunumu, 41 makale Behçet has-talığı, işitme kaybı gibi spesifik bir konuyla ilgili olması, 7 makale kontrol veya çalışma grubunda eksiklik olma-sı, 1 çalışma da derleme olduğu için dışlanmıştır. Meta-analizine kalan 10 çalışma dahil edilmiştir. Tüm analiz-ler için software Comprehensive Meta-Analysis, version 2.2 (Biostat) kullanılmıştır.

Sonuçlar: Meta-analizine giren tromboembolizmli 1202 olguda FVL sıklığı % 22.8 (274 olgu), sağlıklı 1283 olguda % 7.6 (97 olgu) bulunmuştur. Homojenlik testi (Q) yapıldığında çalışma homojen olup Q değeri 9.955 (p=0.354) bulunmuştur ve çalışma homojen olduğu için sabit etki modeli kullanılmıştır. Birleştirilmiş odds oranı (OR) 3.4 (%95 güven aralığı, 2.6-4.5) olup istatistiksel olarak anlamlıdır (p < 0.0001). Olası yanlı yayın olup olmadığını test etmek için rank correlation test kullanıldı (p= 0.17). Ayrıca yanlı yayın olmadığı Begg test (p= 0.21) ve Egger test (p= 0.29) uygulanarak ta doğrulandı.

Tartışma: Meta-analizi sonucunda, Türk toplumunda görülme sıklığı diğer pek çok topluma göre yüksek olan FVL varlığının thromboembolizm gelişiminde önemli bir risk faktörü olduğunu belirtebiliriz.

Page 68: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

98

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Bildiri: 0281 Poster No: P132

HEMOFİLİ HASTALARIMIZDA SEKONDER PROFİLAKSİ SONUÇLARI. Hülya Sayılan Şen1, Nuray Aktay Ayaz1, Selvinaz Edizer1, Arzu Akçay1, Deniz Tuğcu1, Ferhan Akıcı1, Gönül Aydoğan1, Zafer Başlar2, Zafer Şalcıoğlu1. 1İstanbul Bakırköy Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Hematoloji-Onkoloji Kliniği, 2İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Faültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Kliniği

Amaç: Dünya Sağlık Örgütü, Dünya Hemofili Federasyonu ve çok sayıda ulusal sağlık otoritesi hemofi-li hastalarının optimal tedavisi için profilaksiyi önermek-tedir. Sekonder profilaksi genel olarak primer profilaksi tanımının dışında kalan uzun ve sürekli tedaviyi tanım-lar. Amaç primer profilaksi ile aynıdır. Sekonder profilak-si, merkezi sinir sistemi kanaması gibi ciddi kanamala-rın oluşması, değişik bölgelere sık kanamaları oluşma-sı ve hedef eklem oluşması ile ilişkilendirilir. Geç yaş-larda başlanılan bir profilaksi seçeneği olması nedeniyle bu hastalarda artropatilerin daha fazla görüldüğü bilin-mektedir. Yine de kanadıkça tedavi edilen hastalara göre kanama sıklığının azalması, eklemlerin korunması ve fiziksel işlevlerin iyi olması söz konusudur. Bildirimizde 20002 yılından itibaren kliniğimizde uygulamaya başla-dığımız sekonder profilaksiye ilişkin sonuçları sunmayı amaçlamaktayız.

Yöntemler: Toplam 42 hemofili A ve B hastasına ait bulgular geçmişe yönelik incelenmiştir. Hasta grubumuz-da 33 Hemofili A, 6 hemofili B ve 3 inhibitörlü Hemofili A olgusu bulunmakta ve yaşları 6 ay ile 24 yaş arasında değişmektedir (ortalama 13.8 ±4.7yıl). Hemofili A hasta-larının hepsinin F: C düzeyleri %1’in altındadır.Hemofili B olgularının dördü ağır, ikisi orta hemofili olgusudur.

Sonuçlar: Profilaksi nedenlerine bakıldığında, hedef eklem oluşması 33 hastada, merkezi sinir sistemi kana-ması 5 hastada ve değişik eklemlere sık kanama 4 hasta-da saptanmıştır. Hedef eklemler incelendiğinde diz ekle-mi 22 hastada ilk sırayı almakta ve ayak bileği 7 hastada, dirsek eklemi dört hastada, kalça eklemi iki hastada ken-dini göstermektedir. Profilaksi süresi dört ay ile 8 yıl ara-sında değişmektedir (ortalama 3.4±2.2 yıl). Profilaksi için 26 hastamızda plazma kaynaklı faktörler, 7 hastamızda ise rFVIII kullanılmıştır. Hastalarımızın 15’ine ait 22 ekle-me radyoizotop sinovektomi yapılmış ve 12 hastamızda değişik cerrahi girişimlerde bulunulmuştur.

Tartışma: Bildirimizde primer profilaksi şansını yitir-miş hastalarda sekonder profilaksinin önemi tartışılmak-tadır.

Bildiri: 0282 Poster No: P133

SÜT ÇOCUĞUNDA LİGNÖZ KONJONKTİVİT İLE SEYREDEN TİP 1 PLAZMİNOJEN EKSİKLİĞİ. Suar Çakı Kılıç1, Emine Zengin1, Nihal Uyar1, Özgül Altıntaş2, Sema Aylan, Nazan Sarper1. 1Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Hematoloji Bilim Dalı, Kocaeli, 2Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Kocaeli

Amaç: Lignöz konjunktivit, tarsal ve bulbar konjunk-tivada yalancı zarların oluşumu ile seyreder. Otozomal resesif geçişlidir. Tip 1 plasminojen eksikliği sonucunda ortaya çıkar. Göz yaşındaki plazminojenin eksikliği, kon-jonktivada küçük hasarlar sonucu oluşan tamir doku-sundaki zarların eriyememesine neden olur. Epitel altın-da fibrin depolanması ve inflamasyondan oluşan kro-nik mukozal lezyonlarlar görülür. Yalancı zarlar ağız,

Bildiri: 0232 Poster No: P131

VİTAMİN K’YA BAĞIMLI ÇOKLU FAKTÖR EKSİKLİĞİ OLAN OLGU SUNUMU: GGCX GENİNDE YENİ BİR MUTASYON. Şule Ünal1, Sahin Khaniyev2, Matthias Watzka3, Johannes Oldenburg3, Turan Bayhan2, Mualla Cetin1, Fatma Gumruk1. 1Hacettepe Üniversitesi, Pediatrik Hematoloji Ünitesi, 2Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, 3Institut für Experimentelle Hämatologie und Transfusionsmedizin, Bonn

Amaç: Kalıtsal çoklu faktör eksiklikleri nadir olup, de ğişken bir klinik bulgu çeşitliliğine yol açar. Vitamin K’ya bağımlı faktörlerde (Faktör II, VII, IX, X) eksiklikler vita-min K’ya bağımlı gama glutamil karboksilaz ya da vita-min K epoksid reduktaz enzimlerinden birindeki defekt sonucu oluşabilir.

Yöntemler: 15 aylık kız hasta çabuk morarma şikaye-tiyle başvurdu. Hastanın kronik ishali ya da ilaç kullanım öyküsü bulunmamaktaydı. Anne baba akrabalığı olma-yan hastanın aile öyküsünden kız kardeşinin 1 yaşında intrakraniyel kanama nedeniyle kaybedildiği öğrenildi. Karaciğer fonksiyon testleri normaldi. Hastanın 3 mg, iv K vitamini öncesi ve 24 saat sonrası koagulasyon ölçüm-leri Tablo 1’de özetlenmiştir.

Hastanın aynı anda çok sayıda faktör eksikliğinin olması ve bu faktörlerin Vitamin K’ya bağımlı faktörler olup Vitamin K tedavisi sonrası yükselmesi hastada kalıt-sal çoklu faktör eksikliklerinden vitamin K metabolizma-sı ile ilgili bir defekti düşündürdü. Ancak tam düzelme olmaması K vitamini bozukluklarından GCCX geninde bir mutasyon olabileceği lehine olarak değerlendirildi.

Sonuçlar: Yapılan moleküler analizde GGCX geni, egzon 3’te homozigot missens mutasyon (GGCX: c.248 G>C; p.Arg83Pro) saptandı. Hastanın midfasial hipopla-zisi mevcuttu. El bilek grafisinde osteoporoz saptanmadı. Hastaya Vitamin K tedavisi başlandı.

Tartışma: Çoklu faktör eksikliklerinde faktör düzeyle-ri çok ciddi eksiklikler düzeyinde olmamakla beraber ağır klinik seyre neden olabilmektedir. Aile öyküsü ve vita-min K cevabı olgumuzda tanı koymada yol gösterici oln-muştur. Vitamin K’nın kemik metabolizmasındaki rolü de bilinmektedir. Ancak olgumuzun 15 aylık değerlen-dirmesinde kemik grafilerinde osteopeni izlenmemiştir. Hastamız osteopeni açısından da takip edilecektir.

Tablo 1. Hastanın geliş ve vitamin K sonrası koagulasyon ölçümleri

Başlangıç ölçümü Vitamin K sonrası

INR (0.96-1.04) 1,72 1,39

Faktör II (71-116) 27 46

Faktör VII (55-116) 77 60

Faktör IX (47-104) 56 61

Faktör X (58-116) 33 50

Page 69: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

99

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

gastrointestinal perforasyon gibi yan etkilere yol açabilir. İlginç olarak, bevacizumabın koagulasyon ile ilişkili tok-sisite profili hem trombotik hem de hemorajik komplikas-yonları içermektedir. Serebrovasküler olay, geçici iskemik atak, miyokard infarktüsü, derin ven trombüsü, pulmo-ner emboli, intraabdominal trombüsü içeren trombotik olaylar ve epistaksis, hemoptizi, hematemez, gastrointes-tinal kanama, vajinal kanama, beyin kanamasını içeren hemorajik olayların görülme sıklığı bevasizumab verilen hastalarda yüksek bulunmuştur.

Tromboelastografi (TEG) hipokoagulabilite, hiperko-agulabilite ve fibrinolizisin değerlendirilmesinde kul-lanılan konvansiyonal koagulasyon testlerine alterna-tif bir metoddur. Günümüzde modifiye TEG uygulama-sının ulaştığı en son teknolojik nokta rotasyonel TEG (ROTEG veya ROTEM) analizidir. Çalışmamızda bevasizu-mab uygulanan metastatik kolorektal kanserli hastalar-da izlenen koagulasyon bozukluklarının rotasyonel trom-boelastografi (ROTEM®) ile değerlendirilmesi amaçlandı.

Yöntemler: Çalışmaya bevasizumab ve kemoterapi kombinasyonu uygulanan toplam 18 hasta dahil edildi.

ROTEM® ile EXTEM ve INTEM yöntemleri kulla-nılarak CT (pıhtılaşma zamanı=sn), CFT (pıhtı oluşma zamanı=sn) ve MCF (maksimum pıhtı sertliği=mm) para-metreleri değerlendirildi. ROTEM® parametreleri ve rutin testler (tam kan sayımı, PT, APTT, fibrinogen ve D-dimer) tedavi öncesi ve 4., 8., ve 12. kemoterapi kürlerinin ilk günü olmak üzere toplam 4 defa değerlendirildi.

Sonuçlar: Konvansiyonel koagulasyon parametrele-ri; trombosit sayısı, PT, APTT, fibrinojen ve D-Dimer açı-sından 4 ölçüm arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık elde edilmez iken, ROTEM® ile CFT parametre-sinde tedavi öncesi yapılan 1. ölçüme göre 4. ölçümde INTEM (p<0.05) ve EXTEM (p<0.05) yöntemlerinde ista-tistiksel olarak anlamlı bir uzama saptandı. Korelasyon analizinde trombosit sayısı INTEM-MCF (r = 0.627, p<0.01) ve EXTEM-MCF (r = 0.699, p<0.01) ile pozi-tif; EXTEM-CFT (r = -603, p<0.05) ile negatif korelasyon gösterdi. Fibrinojen düzeyi ile INTEM-CFT (r = -0.617, p<0.05) ve EXTEM-CFT (r = -0.512, p<0.05) arasında negatif korelasyon elde edildi.

Tartışma: Sonuç olarak, konvansiyonel koagulasyon taramaları ile ortaya konulamayan antianjiogenetik ajan-ların indüklediği koagulasyon bozuklukları ROTEM ana-lizi ile saptanabilir.

Bildiri: 0155 Poster No: P135

UROKORTİNI PROMOTOR BÖLGESİNİN PEDİATRİK İNME (SVA) HASTALARINDA İNCELENMESİ. Özge Cumaoğulları1, Gülhis Deda2, Nejat Akar1. 1Pediatrik Moleküler Genetik Bilim Dalı, Tıp Fakültesi, Ankara Üniversitesi, Ankara, 2Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı, Tıp Fakültesi, Ankara Üniversitesi, Ankara

Amaç: Urokortin I (UCNI), beynin farklı bölgelerinde (serebellum, hipotalamus), vasküler düz kaslarda ve kalp kasında sentezlenen bir proteindir. UCNI geni, 2p23-21’de lokalize olup 2 ekzon içermektedir. UCNI gen böl-gesinde 23’ü promotor bölgesinde olmak üzere 30 farklı gen değişimi tanımlanmış ancak herhangi bir hastalık ile ilişkilendirilmemiştir. UCNI azalmasının iskemik reper-füzyona yol açtığı ve iskemiye karşı koruyucu etkisi oldu-ğu belirlenmiştir.

Tüm bu veriler ışıgında, pediatrik inme hastaların-da UCNI geninin promotor bölgesinin taranması amaç-lanmıştır.

solunum yolu, renal toplayıcı sistem ve genital yol muko-zalarında da görülebilir. Bazı hastalarda doğumsal, tıka-yıcı hidrosefali bildirilmiştir. Hastalıkla ilgili genetik mutasyonlar saptanmıştır.

Yöntemler: 7,5 aylık erkek hasta, her iki gözde akın-tı ve zar oluşumu yakınmaları ile polikliniğimize geti-rildi. Yakınmalar 15 günlükken başlamış, başvurduğu merkezlerde tanı konulamamış, zaman zaman zarlar göz hekimlerince temizlenmiş ve çeşitli damlalar önerilmişti. Anne ve baba arasında kuzen evliliği vardı. Ailede benzer olgu tanımlanmadı. Fizik muayenesinde diğer sistemlerde patolojik bulgu olmayan hastanın sağ gözde daha belir-gin olmak üzere konjonktivalarında sarı renkli pürülan görünümlü membranlar mevcuttu. Hasta lignöz konjonk-tivit ön tanısı ile yatırıldı. Transfontanel USG’de hidrose-fali saptandı, kranial BT’de tıkayıcı hidrosefali ile uyum-lu aquaduktus darlığı mevcuttu, ancak klinik belirti ver-miyor, girişim gerektirmiyordu. Plazminojen düzeyi (%23, normali 55-145) düşüktü. Hastanın gözlerine plazmino-jen kaynağı olarak annesinden alınan kandan günlük hazırlanan serum ve 5000 IU/ml heparin sodyum 2 saat aralarla damlatılmaya başlandı. Oftalmaloglar operasyon ile zarları temizledi. Zarların patolojisinde hyalinize fibri-nöz yalancı zarlar, yangısal infiltrasyon, reaktif epitelyum artışı saptanarak tanı desteklendi. Operasyondan sonra mevcut tedavisine florometolon (4x1) ve netilmisin(6x1) içeren göz damlaları eklendi. Evde göz damlası olarak kullanılmak üzere hastanın kan grubuna uygun taze kandan hazırlanan plazma steril tüplere 4’er ml konula-rak donduruldu. Tüm damlalara aynı dozda devam edil-mesi önerilerek taburcu edildi.

Sonuçlar: Takipte ilaçlarını düzenli kullandığı iki aylık dönemde konjonktivalar sağlıklı idi. Üçüncü ayda konjonktivit tekrarladı. Damlaların artık önerilen şekilde kullanılmadığı öğrenildi. Gözdeki zarlar tekrar temizlenip, aynı tedavi ile taburcu edildi.

Tartışma: Konjonktivada tekrarlayıcı ve tedaviye dirençli zar oluşumu ile başvuran hastalarda lignöz konjonktivit akla gelmelidir. Serum plazminojen düze-yi düşüklüğünün gösterilmesi tanıyı destekler. Tedavide plazminojen, anistreplase (bakteriyel streptokinaz ve acyl-plazminojen), direkt trombin inhibitörü (argatroban) içeren göz damlaları denenebilir. Ülkemizde bu ilaçlar bulunmadığı için cerrahi girişimi takiben literatürde de denendiği şekilde taze plazma dondurularak hazırlanan damla, heparin ve steroid kullanıldı. Uzun süreli plazmi-nojen kullanımı gerekli olup tekrarlar kaçınılmazdır.

Bildiri: 0210 Poster No: P134

BEVASİZUMAB UYGULANAN METASTATİK KOLOREKTAL KANSERLİ HASTALARDA KOAGULASYON BOZUKLUKLARININ TROMBOELASTOGRAFİ İLE DEĞERLENDİRİLMESİ. Zeki Üstüner1, Meltem Olga Akay2, Müge Keskin1, Hatice Başyiğit2, Cengiz Bal3, Zafer Gülbaş2. 1Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Eskişehir, 2Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Eskişehir, 3Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Biyoistatistik Ana Bilim Dalı, Eskişehir

Amaç: Bevacizumab rekombinan, humanize anti-VEGF antikor olup metastatik kolorektal kanseri, akci-ğer kanseri ve göğüs kanseri tedavisinde standart kemo-terapi ile birlikte kullanılmak üzere onaylanmıştır. Çeşitli tümörlerde klinik etkinliği gösterilmiş olan bevacizu-mab kullanımı hipertansiyon, proteinüri, tromboembolik olaylar, kanama, yara iyileşmesinde komplikasyonlar ve

Page 70: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

100

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

uygun primerlerle PCR(tekniği kullanılarak çoğaltılmıştır. Elde edilen PCR ürünlerinden DNA Dizi Analizi(Beckman Coulter, Anabilim Dalı,) yapılmıştır.

Sonuçlar: 16 Mısırlı hastanın 5 tanesinde heterozi-got, 6 Türk Down sendromlu hastanın 2 tanesinde hete-rozigot, 1 tanesinde homozigot ve 21 Türk sağlıklı bireyin 7 tanesinde heterozigot, 2 tanesinde ise homozigot olarak daha önce 12. intronda (ekzon/intron sınırından 178 baz downstreamda) bulunan ve polimorfizm olarak belirlenen 5 bazlık (TCTTA) delesyon bulunmuştur.

Tartışma: Bulunan delesyon JAK2 V617F pozitif, ve sağlıklı olarak belirlenen çalışma grubunda bulunma-sı sebebiyle Miyeloproliferatif hastalıklar ve tromboz için risk etmeni değildir.

Şekil. TCTTA delesyonu DNA dizi analizi görüntüsü

Bildiri: 0148 Poster No: P137

SAĞLIKLI IRAK TÜRKLERİNDE FAKTÖR V 1691 G-A MUTASYON SIKLIĞI. Arjan J. Esmael. Çocuk Genetik Bilim Dalı, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara

Amaç: Irak’ın toplam nüfusu 32.500.000’dir. Türkmenler bu sayının %10’unu oluşturmaktadır.Bu çalışmoa Irak Türklerinde var olan kalıtsal Faktör V (F V) gen değişimi ile ilgili ilk çalışmadır. Bu çalışmada, sağlık-lı Türkmen toplumunda, Irak’ın 8 farklı bölgesinden top-lanan DNA örneklerinde FVL sıklığının araştırılması, böy-lece sağlıklı Irak Türkleri ile bilgi birikimi oluşturulma-sı ve sağlık politikalarına veri sağlanması amaçlanmıştır.

Yöntemler: Bireylerden alınan kan örneklerinden fenol–kloroform yöntemiyle DNA izolasyonu gerçekleştiril-miştir. Elde edilen DNA’lardan FVL 1691 G-A mutasyonu Light Cycler “Factor V Leiden’’ Mutation Detection System (Roche Diagnostics, USA) ile saptanmıştır.

Sonuçlar: Çalışma sonucunda sağlıklı 84 Irak Türkünde (Türkmen), 4 (%4.8) bireyin taşıyıcı olduğu belirlenmiştir

Tartışma: Daha önce Türk toplumunda yapılan çalış-mada, FVL 1691 G-A mutasyonunun sıklığı %7,9 ola-rak belirlenmiştir (6). Böylece ulusal sınırların dışında yaşayan Türk topluluklarına ait eksik bir bilgi eklenmiş olmaktadır.

Yöntemler: Pediatrik yaş grubunda bulu-nan 32 inme hastası ile 41 sağlıklı kontrol çalış-maya dahil edilmiştir. UCNI promotor bölgesi için F: 5’-CCAAGCCCAGTCTTACAAAT-3’ ve R: -5’TGGTGCTGACCCCGTCCTCT-3’ primeri kullanılarak polimeraz zincir reaksiyonu yöntemiyle 484bç’lik frag-mentler amplifiye edildikten sonra, DNA dizi analizi ile ilgili gen bölgesi taranmıştır.

Sonuçlar: Promotor bölgesinde daha önce tanımlan-mış -535 A-->G (rs6731600 A>G) gen değişiminin hetero-zigotluğu inme hastalarında %12,5, sağlıklı kontrollerde ise %12,2 olarak belirlenmiştir. Her iki grupta da homo-zigotluğu saptanmamıştır (tablo).

Tartışma: Pediatrik inme hastaları ile sağlıklı kontrol-ler arasında ilgili gen değişimi açısından anlamlı bir fark bulunamamıştır. Hasta sayısı artırılarak sonuçlar yeni-den değerlendirilebilir.

Tablo 1.

İnme Kontrol

Genotip n=32 (%) n=41 (%)

AA 28 (87.5) 36 (87,8)

GA 4 (12.5) 5 (12,2)

GG - -

G 4 (6,25) 5 (6,10)

A 60 (93,75) 77 (93,90)

UCNI promotor bölgesi -535 A-->G değişiminin pediatrik inme hastalarında ve kontrol grubunda genotip ve allel dağılımı

Bildiri: 0135 Poster No: P136

14. EKZON JAK-2 V617F NEGATİF OLGULARDA, JAK-2 12. EKZON MUTASYONLARININ TARANMASI. Dilara Fatma Akın, Nejat Akar. Çocuk Genetik Bilim Dalı, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara, Türkiye

Amaç: JAK-2 mutasyonu, Janus kinaz geninde 617. kodon da fenilalanin-valin yer değiştirmesi sonrası ortaya çıkan somatik mutasyondur ve miyeloproliferatif bozuk-luklarda hematopoetik öncül hücrelerde büyüme fak-törlerine karşı aşırı hassasiyete neden olmaktadır. JH2 bazal JAK aktivitesinin inaktivasyonu için önemlidir. JH2 ünitesi, JH1 için düzenleyici bir alt ünite olarak çalışır ve mutasyonlara bağlı olarak gelişen bu alt ünitedeki fonk-siyon kaybı miyeloproliferatif hastalıkların gelişiminden sorumludur. JAK-2 geni 14. ekzonda olan bu mutasyon, Kronik miyeloid lösemi (KML) dışındaki miyeloproliferatif hastalıkların (MPH) çoğuna eşlik ettiği belirlenmiş olup, Polisitemia Vera da (PV) %97, Esansiyel Trombositemi de (ET) %57, İdiopatik Miyelofibroz da (IMF) %50 ilişki-li olarak bildirilmiştir. JAK2 V617F bakımından nega-tif olan miyeloproliferatif hastalarda JAK2 12. ekzonda yeni mutasyonlar tanımlanmıştır. Ekzon 12 mutasyonla-rı JH2 domainin başlangınç bölgesinde bulunmaktadır ve bu mutasyonlar JAK2 kinaz aktivitesinin regülâsyonunu bozması sebebiyle eritropoetin için aşırı hassasiyete sebep olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada; JAK V617F bakımından negatif olan, tromboz tanısı almış Down sendromlu ve Budd-Chiari hastalarda JAK2 12. ekzon mutasyonlarının varlığı araştırılmıştır.

Yöntemler: Çalışmamıza JAK V617F negatif, 16 Budd-Chiari tanısı almış Mısırlı, 6 tromboz tanısı almış Down sendromlu Türk hasta ve 21 Türk sağlıklı birey dahil edilmiştir. Klasik Fenol-Kloroform Yöntemi ile izole edilen DNA örneklerinden, JAK-2 geni 12. ekzon bölgesi

Page 71: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

101

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Sonuçlar: Faktör tedavisine alınan hastanın eklem şikayetleri düzeldi.

Tartışma: Hemofili A, erken tanı ile kanamaların ve sekellerin engellenebildiği bir kronik hastalıktır. Artrit nedeniyle romatizmal hastalık tanısı alan ve antiinfla-matuar tedavi alan hatta cerrahi girişim yapılan olgulara rastlanmaktadır. Hemofili A’nın nadir görülmesi ve mezu-niyet öncesi ve sonrası eğitiminde yeteri kadar yer alma-ması, olgumuzdaki gibi ciddi tanı gecikmelerine ve/veya yanlış tanıya neden olmaktadır.

Bildiri: 0185 Poster No: P139

TEKRARLAYAN DERİN VEN TROMBOZU VE PULMONER EMBOLİ ATAKLARI OLAN OLGUDA PAROKSİSMAL NOKTURNAL HEMOGLOBİNÜRİ VE HOMOZİGOT FAKTÖR V LEİDEN MUTASYONU BİRLİKTELİĞİ. Füsun Özdemirkıran, Zafer Gökgöz, Demet Çekdemir, Nur Akad Soyer, Filiz Vural, Seçkin Çağırgan. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı,; İzmir

Amaç: Paroksismal nokturnal hemoglobinüri (PNH) kronik hemoliz, tromboza eğilim, kemik iliği yetmezliği ile seyredebilen nadir görülen, kazanılmış, klonal hemato-poetik kök hücre hastalığıdır. Eritrositlerde kompleman aracılıklı lizise duyarlılık mevcuttur ve bu kompleman saldırısını engelleyen yüzey proteinlerinin eksikliği ile ilişkilidir. Hastalığın en önemli ve mortaliteye sebep olan komponenti tromboza eğilimdir. Olguların yaklaşık % 40’ında görülen trombotik olaylara venöz sistemde daha sık rastlanmakla birlikte arteriyel trombozlar da görülebi-lir. Aktive protein C rezistansına (APCR) yol açan Faktör V Leiden mutasyonu trombofilinin en sık görülen genetik nedenidir. 34 yaşında erkek hastaya ilk kez 1998 yılında nefes darlığı ve hemoptizi yakınması ile başvurduğu mer-kezde toraks anjioBT, ventilasyon perfüzyon sintigrafi-si ile pulmoner emboli tanısı konmuş. Yapılan alt ekstre-mite doppler ultrasonografide derin ven trombozu sapta-nan olguya o dönemde sosyal nedenlerle etyolojiye yöne-lik ileri tetkik yapılamamış. Bir yıl süre ile warfarin sod-yum tedavisi alan olgu daha sonra kendi isteği ile teda-viyi bırakmış. 2004 yılından itibaren ara ara halsizliği ve koyu renkli kırmızı siyah renkte idrar yapma öyküsü olan olguda demir eksikliği anemisi saptanarak buna yöne-lik tedavi verilmiş. Halsizlik yakınması artan ve spleno-megali saptanan olguya otoimmun hemolitik anemi tanı-sı ile 1 ay süreyle 1 mg/kg/gün steroid ve yapılan teda-viye yanıt alınamadığı gerekçesi ile 2007 yılında splenek-tomi yapılmış. Hastanın daha sonra birkaç kez bacaklar-da şişlik yakınması olmuş ve yapılan alt ektremite dopp-ler ultrasonogrofilerde derin ven trombozu saptanmış. Tromboz etyolojisine yönelik yapılan tetkiklerde Faktör V Leiden homozigot, MTHFR C677T heterozigot mutas-yonu saptanmış. Kısa süreli warfarin tedavisi uygulanan olgu düzenli kontrollerine gitmemiş. 2009 yılında tekrar pulmoner emboli nedeni ile tedavi almakta iken anemi nedeni ile tetkik edilmek üzere kliniğimize yönlendiril-miş. Olgunun başvuru sırasında yapılan fizik muayene-sinde deri ve mukozalarda solukluk dışında patoloji sap-tanmadı. Lökosit: 13000/mm3, Hb: 7,2g/dl Htc: % 23,4 MCV: 87 fl Plt: 464000 /mm3 Ret: %11 D.Coombs (-), LDH: 5355 U/L saptandı. Olguda öykü, klinik ve labo-ratuar bulgularla nonimmun edinsel hemolitik anemi ve paroksismal nokturnal hemoglobinüri düşünülerek akım sitometri yapıldı. Granülositlerde CD55 ekspresyo-nu %21, CD59 ekspresyonu %39 saptandı. Paroksismal nokturnal hemoglobinüri tanısı konulan olguya donör araştırılması yapıldı. HLA tam uyumlu erkek kardeşi

Şekil 1. Irak haritası.Türkmenlerin yaşadığı şehirler

Şekil 2. Kerkük kalesi

Bildiri: 0338 Poster No: P138

HEMOFİLİ-A TANISINDA İLGİNÇ GECİKME. Nergiz Öner, Türkiz Gürsel, Zühre Kaya, Meryem Albayrak, Burcu Belen, Melek Işık, Ebru Yılmaz Keskin, Ülker Koçak. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi,Çocuk Hematoloji Bilim Dalı, Ankara

Amaç: Hemofilili hastalar, faktör eksikliğinin düzeyi-ne göre orta ve/veya ağır tip olarak süt çocukluğu döne-minde, hafif hemofililer ise ileri yaşlarda ciddi bir trav-ma sırasında aşırı kanama ile tanı almaktadır. Bu hasta-lar nadir olarak tekrarlayan eklem kanamaları nedeniy-le kollajen doku hastalığı olarak değerlendirilmektedir. Ailevi akdeniz ateşi tanısı (FMF) ile izlenen ve 13 yaşında hemofili A saptanılan bir olguyu tanı gecikmesine dikkat çekmek amacıyla sunmak istedik.

Yöntemler: OLGU SUNUMU13 yaşında erkek çocuk timpanoplasti ameliyatı için

yapılan preoperatif koagulasyon taramasında aPTT değe-ri uzun (61,8”) bulunarak bölümümüze refere edildi. Öyküsünden diz ve ayak bileklerinde tekrarlayan şişlikler nedeniyle FMF yönünden incelenerek heterozigot mutas-yonu tespit edildiği ve 3 yıldır bu tanı ile kolçisin teda-visi almakta olduğu, özgeçmişinden 2 yaşında kafa trav-ması sonrası oluşan hematomun defalarca ponksiyon ile boşaltılmasına rağmen 2 ay devam ettiği, diş çekiminden sonra kanamalarının uzun sürdüğü, 6 yaşında sünnet-ten sonra kanamasının 5 gün sürdüğü, ilk kez 4 yaşında dizde şişlik başladığı, 5 yaşında 2 kez ayak bileğinde şiş-lik ve deride çabuk morarma olduğu öğrenildi. Fizik ince-lemede sağ dirsekte şişlik ve ağrı dışında patoloji tespit edilmedi. Ultrasonografisinde dirsek eklem içinde kana-ma saptandı. Faktör 8 düzeyi % 1,8 idi.

Page 72: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

102

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Tablo 1. Hastaya uygulanan günlük rFVIIa dozu ve doz aralığının, hemoglobin (Hb) ve USG’ de saptanan kanama boyutları ile karşılaştırmalı şeması

Yatış günleri USG’ de renal subkapsüler

kanama miktarı

Aktive faktör 7 (rFVIIa) günlük

doz aralığı

Aktive faktör 7 (rFVIIa) dozu

(μg/kg)

Hb değeri (gr/dL)

1. gün 13 mm 12x 3 mg 90 12,9

2. gün 17 mm 12x 3 mg 90 11,9

3. gün 18 mm 8x 3 mg 90 10,2

4. gün 8x 3 mg 90 9,7

5. gün 12x 3 mg 90 7,6

6. gün 9 mm* 12x 3 mg 90 7,0

7. gün 12x 3 mg 90 8,5

8. gün 12x 4 mg 120 7,5

9. gün 10 mm** 12x 4 mg 120 11,1

10. gün 8x 3 mg 90 11,3

11. gün 8x 3 mg 90

12. gün 8x 3 mg 90 10,9

13. gün 5 mm*** 4x 3 mg 90 11,9

14. gün 2x 3 mg 90 11,3

15. gün 1x 3 mg 90

*9 mm sağ subkapsüler hematom, sağ böbrek üst orta zonda 25 mm çaplı bir alanda kistik nodüler görünüm (intraparankimal hematom ve laserasyon alanı?) ve mesane içinde 80x64x84 mm boyutunda hematomla uyumlu görünüm ** 10 mm sağ subkapsüler hematom, sağ böbrek üst orta zonda 15 mm intraparankimal hematom ve laserasyon, mesane tabanında 15 mm kalınlıkta hematom *** 5 mm sağ subkapsüler hematom, sağ böbrek üst orta zonda 16 mm intraparankimal hematom ve laserasyon, mesane içinde 8 mm kanama

Bildiri: 0405 Poster No: P141

KANSERLİ HASTALARDA HİPERKOAGULABİLİTENİN DEĞERLENDİRİLMESİ: PROTROMBİN FRAGMAN 1+2 VE ROTASYONEL TROMBOELASTOGRAFİ. Meltem Olga Akay1, Zeki Üstüner2, Hatice Başyiğit1, Canan Demirüstü3, Zafer Gülbaş1. 1Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Eskişehir, 2Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Eskişehir, 3Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Biyoistatistik Ana Bilim Dalı, Eskişehir

Amaç: Kanser ve hemostaz arasında yakın bir iliş-ki mevcut olup çoğunlukla koagulasyonun aktivasyonu şeklinde hemostatik sistemindeki değişiklikler ile karak-terizedir. Venöz tromboemboli (VTE) kanserin ve özellik-le kanser tedavisinin sık bir komplikasyonudur ve artmış mortalite ve morbidite ile ilişkilidir. Kanserli olgularda VTE gelişiminin yaşamı tehdit edici olması nedeniyle VTE gelişim riskini öngören klinik parametreler ve laboratu-ar testleri VTE gelişim riski yüksek veya düşük olguların erken belirlenmesinde ve tedavi planlanmasında yardımcı olabilir. Çalışmamızda tek bir test işlemiyle koagulasyo-nun çeşitli basamakları hakkında bilgi sağlayan rotasyo-nel tromboelastografi (ROTEM®) ve protrombin fragment 1+2 (PF1+2) kullanılarak kanserli hastalarda hiperkoagu-labilitenin değerlendirilmesi amaçlandı.

Yöntemler: Çalışmaya tedavi almamış 40 kanser-li hasta (18 gastrointeitinal sistem, 13 akciğer, 9 diğer) dahil edildi. Kontrol grubunu 14 sağlıklı kadın ve erkek oluşturdu. Çalışma ve kontrol grubunda ROTEM® ile 4 yöntem (Extem, Intem, Fibtem, Aptem) kullanılarak CT (pıhtılaşma zamanı=sn), CFT (pıhtı oluşma zamanı=sn) ve MCF (maksimum pıhtı sertliği=mm) parametreleri, PF1+2 düzeyi ve rutin testler (tam kan sayımı, fibrinogen ve D-dimer) değerlendirildi.

Sonuçlar: PF1+2 ve ROTEM® parametrelerine ait hasta ve kontrol grubu sonuçlarının karşılaştırılması

olan olgu warfarin ve demir tedavisi verilerek izleme alın-dı. Tekrarlayan derin ven trombozu ve pulmoner embo-li öyküsü olan olguda, tromboemboliye eğilim yaratan 2 farklı patoloji, Faktör V Leiden mutasyonu ve PNH birlik-te görüldüğünden sunulması uygun bulunmuştur.

Bildiri: 0245 Poster No: P140

İNHİBİTÖRLÜ BİR HEMOFİLİ A OLGUSUNA GENEL VÜCUT TRAVMASI SONRASI YAKLAŞIM. Neslihan Karakurt, Vildan Koşan Çulha, Ümmü Aydoğmuş, Abdurrahman Kara, Bahattin Tunç. Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi

Amaç: Hemofili hastalarında inhibitor gelişimi has-talığın en ciddi komplikasyonlarından birisidir. Yüksek inhibitor titresi olan hastalarda rekombinant aktive fak-tör 7 (rFVIIa) veya protrombin kompleks konsantreleri (aPCC, PCC) kullanılabilir. Bu ürünlerin kullanımı sıra-sında standartlaşmış bir yöntemle laboratuar takibinin yapılamaması dezavantaj oluşturabilmektedir. Biz de genel vücut travması sonrası inhibitörlü bir hemofili A hastasına yaklaşımımızı sunmak istedik.

Yöntemler: İnhibitörlü hemofili A tanısı ile izlenen 11 yaşındaki erkek hasta 5 basamak merdivenden yuvar-lanma sonrası kliniğimize başvurdu. Geldiğinde genel durumu orta vital bulguları stabildi. Fizik muayene-de sağ dirsekte şişliği, hassasiyeti, hareket kısıtlılığı ve karında yaygın hassasiyeti mevcuttu. Hastanın makros-kopik düzeyde hematürisi oldu. Tam kan sayımında Hb: 12,9 gr/dL, Htc: %38,9, BK: 10300/mm³, MCV: 85,3 fl, Platelet: 254000/mm³ idi. Faktör VIII düzeyi: % 0,42 Faktör VIII inhibitör: 6 Bethesda Ünitesi idi. Hemartroz, renal kapsül içine kanama, iliopsoas kası içine kanama tanıları ile hastaya 90 μg/kg/doz 2 saat ara ile rFVIIa başlandı. Tedavinin süresi, tedavi dozu ve doz aralığına hastanın kliniği, hemoglobin (Hb) değeri ve USG’ de kana-ma boyutlarına göre karar verildi.

Sonuçlar: İzleminde hastanın idrarında pıhtı oluşan, idrar yapmakta zorluğu gelişen hastanın kontrol USG’ sinde mesane içinde 80x64x84 mm boyutunda hema-tomla uyumlu görünüm tespit edildi. Hastaya idrar son-dası takıldı. Hastaya aşırı kanama nedeniyle 2 kez eritro-sit suspansiyonu verildi. Yatışının10. gününde kanama-sı kontrol altına alınan hastanın almakta olduğu aktive faktör VII dozu ve doz aralığı azaltılmaya başlandı. Hasta yatışının 15. gününde genel durumu iyi olarak tabur-cu edildi.

Tartışma: rFVIIa, faktör 8’i by-pass ederek hasar yerinde ortaya çıkan doku faktörü ile kompleks yaparak fazla miktarda trombin oluşumunu sağlayan ya da doku faktörüne bağlı olmaksızın aktive trombositlerde direkt etkileşime girerek hemostazı sağlayan, inhibitörlü hemo-fililerde kullanılabilen rekombinant ajandır. Yarı ömrü kısa olması nedeniyle kanama kontrol altına alınana kadar 2 saatte bir daha sonra doz aralığı açılarak 90-120 μg/kg/doz uygulanır. Kanamanın şiddetine göre tedavi süresinde, dozunda ve doz aralığında konsensüs mevcut değildir. Hemartroz, renal kapsül içine kanama, iliopso-as kası içine kanama tanıları ile hastaya rFVIIa tedavi-si başlandı; tedavi altındayken mesanede kanama ve int-rarenal kanaması gelişince 15 gün süre ile toplam 131 dozda (ortalama 8,7 doz/gün) ve 90-120 μg/kg/doz rFVI-Ia tedavisi uygulandı. Tedavi yaklaşımı için belli bir kon-sensüs oluşması için daha çok çalışmaya ihtiyaç vardır.

Page 73: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

103

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

donmuş plazma ile kanama devam edince ve durdurula-mayınca tetkik ve tedavi için getirilmiş. Hastanede göz-yaşlarının da pembe-kırmızı renkli olduğu, zaman zaman tırnak diplerinde kapiller yatakta kanama olduğu göz-lemlenmiş. Yapılan tetkiklerinde FV %32 düzeylerinde bulunmuş. Diğer koagülasyon testleri normal sınırlar-daymış, yapılan diğer faktör düzeyleri normalmiş.

Tartışma: Yapılabilen normal testlerle Faktör V eksik-liği dışında anormal bulgusu olamayan hastanın ileride bilinen yöntemler dışında değerlendirilmesi ile FV eksik-liğine ek farklı bileşenlerin de klinik tabloyu açıklamaya ışık tutacağı düşünülebilir.

Bildiri: 0160 Poster No: P143

NADİR GÖRÜLEN KALITSAL KAN HASTALIKLARINDA BELİRLENEN GEN DEĞİŞİMLERİ. Didem Torun1, Talia İleri2, Kaan Gündüz3, Nazan Sarper4, Yıldız Yıldırmak5, Yeşim Oymak6, Sinan Akbayram7, Nejat Akar1. 1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Moleküler Genetik Bilim Dalı, Ankara, 2Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Ankara, 3Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı,Ankara, 4Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Bilim Dalı, Kocaeli, 5İstanbul Şişli Etfal Çocuk Hastanesi, Hematoloji Bölümü, İstanbul, 6Hacettepe Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara, 7Yüzüncü Yıl Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Van

Amaç: Bu çalışmada nadir görülen kalıtsal trombo-za yol açan gen değişimleri kapsamında 4 gen çalışılmış-tır: Sistatiyonin beta sentaz (CBS), Fibrinojen beta geni (FBG), Endoplazmik retikulum Golgi intermediate com-partment-53 (ERGIC 53)geni, Myosin Heavy Chain 9 (MYH9) geni

Homosistein, protein yapısında olmayan sülfür-lü bir aminoasittir. Homosistein metabolizmasındaki bazı enzim eksikliklerinin, yüksek homosistein seviye-sine sebep olduğu bulunmuştur. Sistationin ß sentaz (CBS) enzimindeki genetik eksikliklerin, homosisteinüri-ye sebep olduğu ve plazma homosistein seviyesini artırdı-ğı yapılan çalışmalarla tespit edilmiştir.

Fibrinojen karaciğerde sentezlenen, kan plazmasın-da bulunan bir glikoprotein olup, kanın pıhtılaşmasın-da meydana gelen fibrinin öncü maddesidir. Fibrinojenin plazmada az ya da olmaması ile kendini gösteren afibri-nojemi; otozomal resesif geçişli, nadir görülen ve çoğun-lukla akraba evliliği ile ortaya çıkan bir hastalıktır.

Faktör V ve VIII’in kombine eksikliği (F5F8D) ise nadir görülen, otozomal resesif geçiş gösteren, orta derecede kanamalara yol açan bir hastalıktır. Bu hastalık olgula-rın çoğunda faktör V ve faktör VIII’in eksikliğinden çok, “Endoplazmik retikulum–Golgi intermediate compart-ment” (ERGIC-53) isimli hücre içi taşıyıcı proteinin eksik-liği sonucu ortaya çıkar.

Miyozinler sarkomerik miyozinleri, düz kas miyo-zinleri ve kas dışı miyozinlerini olarak üç gruba ayrılır-lar. Memelilerde, kas dışı miyozin ağır zincirin (NMHC) üç farklı izoformu bulunmaktadır. Bunlardan MYH9 geni tarafından şifrelenen NMHC-IIA hücre yayılmasın-da, hareketinde, hücre morfolojisinin korunmasında ve sitokinezde önemli fonksiyonlara sahiptir. Düşük sayıda (trombositopeni) ya da fazla sayıda (trombositozis) ola-bilen trombositlerdeki bir anormallik ya da bozukluk, trombositopati olarak adlandırılır. Bu çalışmada özellikle trombositopeni ile birlikte anılan dev trombosit sendrom-lu hastalar çalışılmıştır.

tabloda verilmiştir. ROTEM® ile CT ve CFT’de kısalma, MCF’de artma hiperkoagulabilite lehine kabul edilmiştir.

Tartışma: Hemostatik fonksiyonları bir bütün olarak değerlendirmeyi sağlayan rotasyonel tromboelastografi (ROTEM®) ve protrombin fragment 1+2 (PF1+2) kanserli hastalarda VTE riskini öngörerek primer tromboprofilak-siden fayda sağlayacak yüksek riskli olguların belirlen-mesinde kullanılabilecek duyarlı laboratuar testleridir.

Tablo 1. Hasta ve kontrol grubuna ait PF1+2 ve ROTEM® parametrelerinin karşılaştırılması

Hasta Kontrol P

n=40 n=16

PF 1+2 96.0 ± 91.4 28.0 ± 10.9 ***

INTEM

CT (sn) 141.1 ± 33.0 132.4 ± 17.3 ns

CFT (sn) 49.6 ± 14.5 79.9 ± 16.8 ***

MCF (mm) 69.6 ± 6.3 57.8 ± 4.8 ***

EXTEM

CT (sn) 52.2 ± 9.2 55.8 ± 5.9 ns

CFT (sn) 55.8 ± 23.8 102.8 ± 23.8 ***

MCF (mm) 70.9 ± 7.5 59.7 ± 5.2 ***

FIBTEM

MCF (mm) 32.6 ± 12.7 14.9 ± 4.6 ***

APTEM

CT (sn) 55.9 ± 9.5 58.8 ± 5.2 ns

CFT (sn) 54.5 ± 20.5 107.8 ± 31.4 ***

MCF (mm) 71.1 ± 6.5 58.2 ± 4.8 ***

Veriler mean ± SD olarak verilmiştir; ns istatistiki önemsiz, *** p value <0.001

Bildiri: 0467 Poster No: P142

FAKTÖR V EKSİKLİĞİNE BAĞLI KANLI GÖZYAŞLARI VE TIRNAK DİPLERİNE KANAMA: BİR OLGU SUNUMU. Yurdanur Kılınç, Barbaros Şahin Karagün, Şaşmaz Hatice İlgen, Antmen Ali Bülent. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi

Amaç: Klinikte olgular bazen ilginç bulgularla veya beklenmeyen bulgularla gelebilir. İlginç ve farklı olguları rapor ederek türk kaynakçamızı oluşturabiliriz.

Yöntemler: Hastanın fizik ve nörolojik muayeneleri, hematolojik laboratuvar değerlendirmesi, hemoztaz test-leri

Sonuçlar: F.G. 13 Y kız çocuğu. Doğumundan sonra 3 aylıkken menenjit geçiren hasta süt çocukluğundan iti-baren 11 yaşa kadar zaman zaman burnu kanıyormuş. Kanamaları özellikle güneşte, yaz mevsimlerinde ve gün-düzleri oluyormuş.Yine vücudunda çarpmayla kolaylıkla morluklar oluşuyormuş.2 yıl evvel bu şikayetleri artma-ya ve spontan kanamaları olmaya başlamış. Önce bur-nundan sonra kulakta, enson da gözyaşlarında kana-ma başlamış.

KBB ve göz doktorlarına gitmişler, sonuç alamamışlar. 2 yıl önce üst dişleri dökülmüş ancak kanaması olmamış. Zaman zaman parmaklarda tırnak yataklarında oluşan, 1-2 dakika süren, tamponla geçen kanamaları olmaya başlamış. Kanama diatezi araştırılırken Haziran 2010’da FV eksikliği tanısı konan hastada Ağustos 2010un ikin-ci yarısından itibaren burnundan, kulaklarından, par-mak yataklarında sızıntı şeklinde kanama olunca ve taze

Page 74: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

104

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Şekil 4. FBG geni 5304 C>T değişimi

Şekil 5. FBG geni 5321 C>T değişimi

Şekil 6. MYH9 geni 3660 T>G değişimi

Şekil 7. MYH9 geni 3814 T>G değişimi

Yöntemler: Bu çalışma kapsamında 1 homosistinüri-li hasta, 2 afibrinojemili hasta, 1 FVF8 kombine eksikliği görülen hasta ve 1 dev trombosit sendromlu hasta çalış-maya dahil edilmiştir. Hastaların kanlarından fenol/klo-roform yöntemiyle DNA’ları izole edildikten sonra, PCR yöntemiyle genlerde yer alan ekzonlara ait primerlerle amplifikasyon yapılmış ve PCR ürünleri DNA dizi analizi yöntemiyle taranmıştır.

Sonuçlar: Nadir görülen kalıtsal kan hastalıklarında gen değişimlerinin saptanması amacıyla yaptığımız çalış-mada belirlediğimiz mutasyonlar tablo 1’de, bu mutas-yonlara ait DNA dizi analiz görüntüleri ise tablo 2’de veril-miştir.

Tartışma: Bu hastalıklara ait çalışmalar, rutin olarak sürdürülmektedir.

Şekil 1. CBS geni 110 bç’lik insersiyon

Şekil 2. CBS geni 833 T>C değişimi

Şekil 3. ERGIC-53 geni 1570 C>T değişimi

Page 75: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

105

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Bildiri: 0108 Poster No: P145

HEMOFİLİ ÇOCUKLARDA TROMBOFİLİNİN FAKTÖR KULLANIMI VE KANAMA TİP VE AĞIRLIĞINA ETKİSİ. Hamit Tüten1, Halit Çam2, Nihal Özdemir3, Fikret Bezgal4, Ayşenur Buyru5, Bülent Zülfikar3, Tiraje Celkan3. 1Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı,İstanbul, 2Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Yoğun Bakım Ünitesi, İstanbul, 3Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul, 4Türkiye Hemofili Derneği, İstanbul, 5Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji, İstanbul

Amaç: Hemofili A, X’e bağlı kalıtım görülen ve faktör 8 eksikliğiyle karakterize bir kanama bozukluğudur. Faktör düzeyi ile hastalığın ciddiyeti genellikle paralellik göste-rir ancak bir grup ağır hemofili hastasında beklenenden daha az kanama görülebilmektedir. Kanama tipi ve şidde-tinde saptanan farklılığın nedeni tam olarak bilinmemek-tedir. Çalışmanın amacı, hemofilik çocuklarda protrom-botik mutasyonların faktör kullanımı ve kanama atakları üzerine etkisinin araştırılmasıdır.

Yöntemler: Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji ve Türk Hemofili Derneğinden takipli orta-ağır hemofili A (faktör < 1% (n: 34); faktör 1-5% (n: 17)) hastası çocuklar (<18 yaş) çalışmaya alındı. Hastaların MTHFR(C677T), Faktör 5 Leiden(G1691A) ve Protrombin (G 20210 A) mutasyonları polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ile çalışıldı.

Sonuçlar: Ocak ve Aralık 2009 tarihleri arasında 51 hasta ve 25 kontrol çalışmaya alındı. Hasta ve kontrol-lerin hiçbirinde faktör V Leiden ve/veya Protrombin G 20210 A homozigotluğu görülmedi. Faktör V Leiden veya Protrombin G 20210 A veya MTFR mutasyonları açısın-dan hasta ve kontrol grubu arasında bir fark saptanma-dı. Faktör V Leiden ve/veya Protrombin G 20210 A pozi-tif saptanan ve bu mutasyonlar saptanmayan hastalar arasında faktör kullanımı, kanama yeri ve şiddeti açısın-dan bir fark bulunmadı. Sadece trombofilik olarak bili-nen MTHFRC677T homozigot olgularda faktör kullanımı-nın beklenenin aksine daha fazla olduğu saptandı (3236 ± 2272 Ü/Kg ve 1653 ± 1322 Ü/Kg (p = 0,015)).

Tartışma: Trombofilik mutasyon varlığının hemofili-li hastalarda kanama tip, şiddet ve tüketilen faktör üze-rine etkisi saptanmadı. Ancak MTHF C677T mutasyo-nunun homozigot olduğu hastalarda faktör kullanımın-da azalma yerine artış bulundu. Çalışmamızda olgu sayı-ları kısıtlı olduğundan saptanan bulguların güvenilirli-ği açısından daha geniş serili çalışmalara ihtiyaç olduğu-nu düşünmekteyiz.

Bildiri: 0402 Poster No: P146

ANKAFERD KAN DURDURUCU’NUN ÜREMİK HASTALARDAKİ ETKİNLİĞİ. Nil Güler1, Melda Dilek2, Burcu Çakar3, Nevzat Selim3, Zelal Adıbelli2, Tekin Akpolat2. 1Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Samsun, 2Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nefroloji Bilim Dalı, Samsun, 3Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Samsun

Amaç: Ankaferd Kan Durdurucu geleneksel bir bitki extresinden geliştirilmiş kanama durdurucu özelliği olan bir üründür. İn vitro ortamda koagülan özelliğini pıhtı-laşma faktörlerini kullanmadan gösterdiği tespit edilmiş-tir. Üremik hastalarda görülen kanamaların önemli bir problem olması sebebiyle, bu ürünü hemodiyaliz işle-minden çıkan hastalarda arteriovenöz fistüldeki arteriel

Tablo 1. Nadir Kan Hastalıklarında Belirlenen Gen Değişimleri

GEN EKZON MUTASYON

Homosistinüri CBS 8*110 bç’lik insersiyon/

833 T>C

Afibrinojemi FBG 4 *5304 C>T

Afibrinojemi FBG 4 5231 C>T

Psedotrombositopeni MYH9 25 *3814 T>G

Psedotrombositopeni MYH9 26 3660 T>G

FV-FVIII Kombine Eksikliği ERGIC-53 Int 11 *1570 C>T

*: ilk kez bu çalışmada tanımlanan mutasyonlar

Bildiri: 0366 Poster No: P144

ORAL ANTİKOAGÜLAN TEDAVİ SEYRİNDE KANAMA KOMPLİKASYONU İLE GELEN HASTALARIN DEĞERLENDİRİLMESİ. Murat Alay1, Cengiz Demir2, Ramazan Esen2, Murat Atmaca1, İmdat Dilek2. 1Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Van, 2Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Ana Bilim Dalı, Van

Amaç: Warfarin dünyada en sık kullanılan oral anti-koagülandır. En önemli komplikasyonu kanamadır. Bu çalışma warfarin kullanan ve tedavi seyrinde kanama komplikasyonu ile hastanemize başvuran hastaların değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır.

Yöntemler: Retrospektif olarak dizayn edilen çalışma-ya 27’si bayan 33’u erkek olmak üzere toplam 60 hasta dâhil edildi. Hastalarda yaş, cinsiyet, warfarin kullanım süresi, kullanım dozu, takip sıklığı, birlikte kullandığı ilaçlar, kanama lokalizasyonu, verilen tedavi, yapılan rep-lasman sayısı ve kanamanın kontrol altına alınma süresi ve ayrıca geliş INR, PT, aPTT değerlerine bakıldı.

Sonuçlar: Hastaların ortalama warfarin kullanım süresi 21,8 ± 32,4 ay (0,5–156), oratalama İNR takip süresi 37,7 ± 66,8 gün (3–390) idi. Hastaların warfa-rin kulanım nedenlerinin başında kalp kapak replasma-nı gelmekteydi. Hastaların ortalama warfarin kullanım dozu 5,1 mg/gün idi ve en sık görülen kanama lokali-zasyonu üst gastrointestinal sistemdi. Olguların 27 (% 44,5)’si majör kanama, 32 (% 55)’si minör kanama ile geldi. Olguların 2 (% 3,3)’si fatal kanama nedeniyle kay-bedildi. Ortalama geliş İNR, Hg, Htc değerleri ile kana-ma tipleri arasında yapılan karşılaştırılmada istatistiksel olarak anlamlı fark görüldü (p<0,05). Hastalara uygula-nan tedavi şekli ve tedavi sonrası kanamayı kontrol altına alma süresi ile kanama tipleri arasında yapılan karşılaş-tırmada istatistikî olarak anlamlıydı (p<0,05). Hastaların 45 (% 75)’i warfarinin etkisini artıran en az bir ilaç kulla-nıyordu. Hastaların 37 (% 61,7)’si İNR kontrolünü düzen-li olarak yapmıştı.

Tartışma: Çalışmamızda gelişen kanama komplikas-yonunun warfarin kullanım süresi, yüksek İNR değeri ve warfarin dışı ilaç kullanımı ile ilişkili olduğu görüldü.

Page 76: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

106

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

IgG, lupus antikoagülanı) varlığı ve faktör VIII yüksekli-ği] saptanan 41 olgu geriye dönük olarak değerlendirildi.

Sonuçlar: En sık saptanan trombofilik defekt MTHFR C677T gen mutasyonu (%53.7) idi. Kırk bir hastanın 22’si (%53.7) (n: 22; 20 ikili, 2 üçlü defekt) birden fazla defek-ti aynı anda taşımaktaydı.

Tartışma: Türk toplumunda MTHFR C677T gen mutasyonu tek ve/veya diğer trombofilik faktörlerle kom-bine olarak, tekrarlayan abortuslu hastalarda en sık rast-lanan herediter trombofili etkeni olabilir.

Bildiri: 0403 Poster No: P148

GEBELİK SONRASI KAZANILMIŞ HEMOFİLİ. Nil Güler. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Samsun

Tartışma: Kazanılmış hemofili nadir bir durum olup; milyonda 1-4 oranında görülür. Erişkin hayatta FVIII’e karşı gelişen antikorların FVIII’i inaktive etmesi ile karak-terize bir durumdur. Nadir görülen bu durumu postpar-tum kanaması olan bir hastada tespit ettik. 24 yaşın-da kadın hastada doğum yaptıktan 10 gün sonra epiz-yotomi yerinde hematom gelişiyor. Kanama sırasında PTT: 47,4 sn (22-35), PT: 12,3 sn, INR: 1.02. Hematom boşaltılıyor.1 hafta sonra tekrar aynı yerde hematom olu-yor. Boşaltmak için konan drenaj tüpünden aşırı kana-ma oluyor. Kanama sırasındaki PTT: 47,3 sn, PT: 12,2 sn, INR: 1.02. TDP (Taze Donmuş Plazma) sonrası kana-ması duruyor.1 hafta sonra bu kez uterustan kana-ma başlıyor. Tekrar TDP veriliyor. Kanama duruyor. Sık kanamalar sebebiyle hematolojiye konsülte edili-yor. Hematolojiye başvurduğunda hastada her hangi bir kanama yoktu. Hemostaz testleri normaldi (PTT 32 sn, PT: 11,7, INR.0,88). Kanama anamnezinin postpartum başlaması sebebiyle FVIII inhibitörü ihtimaline karşı 2 saat inkübasyonlu karışım testi istendi. Bu testteki PTT 30,22 sn ile normaldi. Fakat kanama anamnezinin özel-liği sebebiyle FVIII, von Willebrand Ag ve inhibitör tayi-ni istendi. Faktör VIII % 10, VIII İnhibitör 0,5 BU, von Willebrand Ag normal olarak geldi. Postpartum kaza-nılmış FVIII eksikliklerinde doğumdan sonra antikor-ların spontan azalarak kaybolması mümkün olabilece-ği için kanaması olmayan hastada bir süre beklenilme-sine karar verildi. 1 ay sonra Faktör VIII % 13, inhibi-tör 0,4 BU, Lupus anticoagulant (LA-dRVVT) negatif ola-rak tespit edildi. 4 ay sonra yeni Faktor VIII %11,7, inhi-bitör negatif; PTT 29,5 olan hastaya immünsupresif teda-vi verilmesine karar verildi. 1mg/kg prednol tedavisi baş-landı. 15 günlük tedavi sonrası F VIII düzeyi %78 olarak geldi. Hastanın 1 hafta daha steroid kullandıktan sonra FVIII ve inhibitör tayini yapılmasına ve steroidin azaltıla-rak kesilmesine karar verildi.

hattan çıkartılan iğne sonrası kanamalarda kullanarak etkinliğini test etmek istedik

Yöntemler: 10 erkek 5 kadın ortalama yaşları 45 olan (23-75), toplam 15 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar haftada 3 gün 4 saatlik hemodiyaliz programında olan hastalardı. Antikoagülan ve antiagregan ilaç kullanan-lar, Diyabetes Mellitus hastalığı olanlar, Hepatit C ve B virüs taşıyıcıları çalışma dışı bırakıldı. Hastaların hiç biri 3 hafta öncesine kadar herhangi bir kan ürünü almamış-tı. Çalışma yerel etik kurul onayı ile yapıldı. Hastalara arteriovenöz fistüldeki arteriel hattaki iğnenin çıkarıl-masında hemen sonra 2,5x7 cm(3mL)’lik Ankaferd tam-pon uygulandı. 30 saniyede bir kanama devam ediyor mu diye kontrol edildi. Kanamanın durduğu dakika kayde-dildi. Hastaların 8’ ine çalışmaya alındıklarından sonra-ki ilk hemodiyalizlerinden sonra Ankaferd tampon uygu-landı. Bir sonraki diyalizlerinde aynı boyut ve ıslaklık-ta serum fizyolojik tampon uygulandı. Hastaların 7’sine ise çalışmaya alındıklarından sonraki ilk diyalizlerin-den sonra serum fizyolojik tampon uygulandı. Bir sonra-ki diyalizlerinde ise Ankaferd tampon uygulandı. Böylece 15 hastanın 8’ine ardışık iki diyaliz işlemlerinden ilkinde Ankaferd, ikincisinde serum fizyolojik tamponla müda-hale edilirken; 7’sine ardışık iki diyaliz işleminin ilkinde serum fizyolojik tamponla, ikincisinde Ankaferdle müda-hale edildi.

Sonuçlar: Kanamanın durma zamanı Ankaferd ve serum fizyolojik tamponla sırasıyla 3,4 dakika ve 2,7 dakikaydı. Hastaların hiç birinde her iki tamponla da lokal yan etki gözlenmedi.

İstatistik çalışma Mann Whitney U test kullanılarak yapıldı. Sonuç olarak p değerinin >0,05 olması sebebiyle sonuçlar istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı.

Tartışma: Bizim bilgimize göre bu çalışma Ankaferd ile ilgili üremik insanlar üzerinde yapılmış ilk çalışma-dır. Ankaferd Kan Durdurucunun literatürde başka has-talıklardaki pek çok başarılı kanama durdurucu etkisi-nin bizim çalışmamızda gözlenememesinin başlıca nede-ni üremik hastalardaki kanamanın kompleks olması, tek bir sebebe bağlı olmaması olarak yorumlandı. Ancak daha başka çalışma düzenekleri ile üremik hastalarda-ki etkinliğinin test edilmeye devam edilmesi gerekliğine inanıyoruz.

Bildiri: 0392 Poster No: P147

TEKRARLAYAN ABORTUSLU TÜRK KADIN POPULASYONDA TROMBOFİLİK RİSK FAKTÖRLERİ. Osman Yokuş1, Özlem Şahin Balçık2, Murat Albayrak3, Funda Ceran4, Mesude Yılmaz4, Simten Dağdaş4, Gülsüm Özet4. 1Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği, İstanbul, 2Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara, 3Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara, 4Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara

Amaç: Bu çalışmada, tekrarlayan abortus nedeni ile hematoloji polikliniğine başvuran ve en az bir trombofilik defekt saptanan Türk populasyonda trombofilik risk fak-törleri ve sıklığını değerlendirmek amaçlanmıştır.

Yöntemler: Tekrarlayan abortus öyküsü olan ve bir ya da daha fazla trombofilik defekt [protein S, protein C, antitrombin, aktive protein C rezistansı (APC-R), faktör V Leiden (FVL), protrombin G 20210A (PTG), metilen tet-rahidrofolat redüktaz (MTHFR) C677T gen mutasyonları, antifosfolipid antikorları (antikardiyolipin antikoru IgM ve

Page 77: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

107

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Tartışma: AID miktarı, KLL olgularında normallere göre 8 kat yüksek olup, hastalık progresyonu veya sağ-kalım ile ilgili bir parametre olabileceği yönünde bulgu-lar elde edilmiştir. Genomik instabiliteyi de destekliyor görünmektedir. Daha geniş serilerde uzun süreli takip-ler ve çok yönlü analizlerle önemi gösterilebildiği takdir-de, sadece QRT-PCR ile tetkik edilebiliyor olması nedeniy-le klinik kullanımda yararlanılacak bir parametre olabilir.

Tablo 1. KLL hastaları ve sağlıklı kontrol bireylerinde Q RT-PCR döngü numaraları.

Bildiri: 0369 Poster No: P150

B-KRONİK LENFOSİTİK LÖSEMİLİ HASTALARDA KEMİK İLİĞİNDE RETİKÜLİN LİF ARTIŞI İLE PROGNOZ İLİŞKİSİ. Neval Özkaya1, Murat Alp Öztek1, M. Cem Ar2, Ahmet Emre Eşkazan1, Ayşe Salihoğlu1, Şeniz Öngören1, Hilal Akı3, Zafer Başlar1, Burhan Ferhanoğlu1, Nükhet Tüzüner3, Yıldız Aydın1, Teoman Soysal1. 1İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul, 2TCSB İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 5.Dahiliye, İstanbul, 3İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, İstanbul

Amaç: Kronik lenfositik lösemi (KLL) çevresel kanda küçük, olgun görünümlü lenfositlerin artışı (>5000/mik-rolitre) ile giden lenfoproliferatif bir hastalıktır. Olguların >= %95’inde habis hücre klonu CD 19, CD 5 yüzey antije-ni birlikteliği gösteren B lenfositlerden oluşur. Tanı esna-sında hastaların tamamına yakınında kemik iliği tutu-lumu gözlenir. Tutulum nodüler, interstisyel veya dif-füz şekilde olabilir. Olguların %20-30’unda kemik iliğin-de sekonder fibroz gelişimi bildirilmiştir. KLL’de CD38, ZAP-70, Ig ağır zincir gen mutasyonları, hastalık evre-si gibi bir çok moleküler ve klinik parametre prognostik belirteç olarak ileri sürülmüştür. Bu bağlamda kemik ili-ğinde retiküler lif artışının KLL’li hastalarda prognostik değerinin araştırılması çalışmamızın temel amacını oluş-turmaktadır.

Kronik Lenfositer Lösemi ve Kronik Lenfoproliferatif Hastalıklar

Bildiri: 0098 Poster No: P149

KRONİK LENFOSİTER LÖSEMİDE BİR MUTATÖR OLAN AKTİVASYON İLE TETİKLENEN SİTİDİN DEAMİNAZ (AID)’IN MRNA ANALİZİ. Veysel Sabri Hançer1, Murat Köse2, Melih Aktan3, Reyhan Küçükkaya4, Akif Selim Yavuz3, Meliha Nalçacı3. 1İstanbul Bilim Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Ve Genetik Anabilim Dalı, 2Bakırköy Prof.Dr.Mazhar Osman Ruh Sağlığı Ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, Dahiliye Servisi, 3İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, 4İstanbul Bilim Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı

Amaç: Kronik Lenfositer Lösemi (KLL)’de prognozun değerlendirilmesinde standart metod olarak kullanılan Rai ve Binet evreleme sistemleri, erken evre hastalarda hangilerinin hızlı seyredeceğini ayırmada yetersizdir. Son yıllarda evreleme dışındaki prognoz parametreleri önem kazanmaktadır. Aktivasyon ile tetiklenen sitidin deami-naz (AID) düzeylerinin, hastalık progresyonunu belirle-mede önemli bir parametre olabileceği ileri sürülmüş-tür. AID, antikor dağarcığının çeşitlenmesinde rol alan 3 reaksiyon için gereklidir. Bunlar Somatik hipermutas-yon (SHM), sınıf çevrim rekombinasyonu (CSR) ve gen dönüşümü’dür. Bu reksiyonları Ig genlerindeki tek sar-mallı DNA içindeki sitidinleri deamine ederek başlattığı-na inanılmaktadır. AID’in Ig dışı genlerde de DNA hasa-rı oluşturma ve genom stabilitesini bozma olasılığı var-dır. AID’in bu süreci bir RNA editörü gibi davranmak yeri-ne, deoksi sitidin deaminasyonu ile başlattığını destek-ler nitelikte kanıtlar mevcuttur. Ig genleri SHM geçirir-ler, fakat bazı istisnalar dışında mutasyon geçiren hüc-relerdeki diğer genlerin çoğu bundan korunur. Bu gen-lerin SHM’den korunuşunun, AID’in düzenlenmiş olma-sına bağlı olduğu görülmektedir. Çünkü aşırı AID sunu-mu normal B hücrelerinde SHM gelişmeyen birkaç gende mutasyona neden olmaktadır. Çalışmamızda 50 B-KLL hastası ile 50 sağlıklı erişkin birey AID mRNA mikta-rı açısından analiz edilerek, hastalığa katkısının varlı-ğı araştırıldı.

Yöntemler: 50 B-KLL hastası ile 50 sağlıklı erişkin bireyden alınan kan örneklerinden periferik mononük-leer hücreler izole edilip, bu hücrelerden total RNA ayı-rımı gerçekleştirildi. cDNA sentezlenip, hedef gen AID ve referans gen hipoksantin fosforibozil transferaz (HPRT1)’e özgü tasarlanan primer ve problar kullanılarak nicel ger-çek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu (Q RT-PCR) ger-çekleştirildi. KLL hastaları arasında evrelere göre ve kro-mozomal anormallik bulunuşuna göre AID mRNA düzey-leri incelendi. Rai 0,I,II evredeki olgular ile III ve IV. evre-deki olgular birbirleri ile karşılaştırılırken, Binet A evre-sindeki olgular ile Binet B ve C evresindeki olgular AID mRNA düzeyleri açısından birbirleriyle karşılaştırıldı.

Sonuçlar: B-KLL hastalarındaki AID mRNA miktarı-nın, sağlıklı erişkin gruba göre 8 kat fazla olduğu sap-tandı. Benzer şekilde, yüksek risk gruplarında düşük risk gruplarına göre fazla miktarda bulunduğu tespit edildi. Kromozom anormalliği bulunan bireylerde incelendiğin-de, hem sağlıklı kontrol grubuna hem de kromozom anor-malliğine sahip olmayan hasta bireylere göre fazla mik-tarda bulunduğu saptandı.

Page 78: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

108

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Bildiri: 0256 Poster No: P151

KRONİK MİYELOPROLİFERATİF HASTALIK VE KRONİK LENFOSİTİK LÖSEMİ BİRLİKTELİĞİ: OLGU SUNUMU. Hakkı Onur Kırkızlar1, Seval Akpınar1, Adnan Ata1, Hilmi Tozkır2, Muzaffer Demir1. 1Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, Edirne, 2Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi,Tıbbi Biyoloji ve Genetik Ana Bilim Dalı, Edirne

Amaç: Miyeloid ve lenfoid kök hücreden kaynaklanan habis hastalıkların birlikteliği daha önceden bildirilmesi-ne rağmen oldukça nadir görülmektedir. Daha önceden polisitemia vera ön tanısı almış post polistemik miyelo-fibroz ve hastalık seyrinde kronik lenfositik lösemi (KLL) tanısı konan bir hastanın bulguları paylaşılacaktır.

Yöntemler: 62 yaşında erkek hasta ileri halsizlik ve karında ileri derecede şişkinlik şikayeti ile başvurması üzerine hastaneye yatırıldı. Son 2 yıldır başvurduğu dış merkezlerde aralıklı olarak flebotomi yapıldığını ifade edi-yor. Daha önceden yapılmış olan tetkiklerinde spleno-megalisi (yaklaşık 16 cm) ve hemoglobin düzeyi 18 gr/dl saptanmış, ancak ileri tetkik edilmemiş. Hasta bize başvurduğunda ise lenfosit kaynaklı lökositozu, hafif bir anemisi (Hb: 10 gr/dl), trombositopenisi (81.000/mm3), kasık bölgesine uzanan masif splenomegalisi ve lenfade-nopatisi mevcuttu. Lökosit sayısı 130.000/mm3, lenfosit sayısı 119.000/mm3 olan hastanın periferik yayma ince-lemesinde %90 olgun küçük lenfositleri ve arada ezilmiş hücreleri ile eritroid seride gözyaşı hücreleri mevcuttu. Hastanın boyun, koltuk altı ve kasık bölgesi lenfadeno-patileri fizik muayene ve görüntüleme yöntemleri ile sap-tandı. Periferik kandan ve kemik iliğinden yapılan akım sitometri incelemeleri ile lenf düğümü biyopsi incelemesi de KLL ile uyumlu saptandı. Ancak hastanın daha önce-sinde flebotomi öyküsü bulunması, Hb seviyelerinin yük-sek saptanması, masif splenomegalisinin olması ve kemik iliği biyopsi incelemesinde ‘miyeloproliferatif neoplaziye eşlik eden KLL infiltrasyonu’ ile uyumlu bulguların olma-sı üzerine kronik miyeloproliferatif hastalık (KMPH) açı-sından yapılan moleküler genetik incelemesinde bcr-abl füzyon geni negatif ve JAK2 mutasyon incelemesi pozitif saptandı. Serum eritropoetin düzeyi düşük ve arter kan gazı incelemesinde oksijen saturasyonu normal bulun-du. Hasta bu nedenler ile KLL’nin eşlik ettiği post polis-temik miyelofibroz olarak değerlendirildi. KLL tedaviye yanıt açısından bakılan 17 p delesyonu negatif saptandı. Anemisi ve trombositopenisi masif splenomegaliye bağlı olduğu düşünüldü. 20 kurs dalak radyoterapisi sonra-sı splenomegalisi 15 cm’e gerileyen hastanın Hb düze-yi 12 gr/dl ve trombosit sayısı 170.000/mm3’e yükseldi. Hastanın lenfosit ikilenme zamanının düşük olması üze-rine evre II KLL olarak değerlendirildi ve KLL açısından tedavisiz izlem altında takip edilmektedir.

Sonuçlar: KMPH ve KLL birlikteliği sık rastlanma-yan bir durum olup, iki ayrı klonal hastalığın aynı has-tada izlenmiş olması açısından ilgi çekicidir. Tedavisinde sırasında sorunların çözümünde sıkıntılar yaşanması bu grup hastalarda tecrübe azlığından kaynaklanmakta-dır. Ayrıca bu grup hastaların prognozları konusunda da yeterli veri bulunmamaktadır.

Tartışma:

Yöntemler: Çalışmaya 1999-2009 yılları arasında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji BD Polikliniğinde tanı, tedavi ve takibi yapılan 153 B-KLL hastası dahil edilmiştir. Hastalar, laboratuar ve klinik özelliklerinin yanında kemik iliğinde fibroz var-lığı (retiküler lif artışı) ve derecesi açısından retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Prognoz değerlendirilirken ilk tedaviye kadar geçen süre bir kriter olarak kullanılmıştır.

Sonuçlar: Hasta özellikleri Tablo-1’de verilmiştir. 91 hastada tanı esnasında kemik iliği biyopsi ve aspirasyonu yapıldığı saptanmış olup bu hastaların %83’ünde grade 1 – 3 arasında değişen retiküler lif artışı olduğu tespit edilmiştir. Sonuç olarak, kemik iliğindeki fibrozun dere-cesi ile tedaviye kadar geçen süre arasında ters bir ilişki olduğu ve fibroz derecesinin tedaviye kadar geçen süreyi etkilediği görülmüştür (Şekil-1). Ancak, istatistiksel ola-rak anlamlı fark sadece grade 3 retiküler artış ile diğer düzeyler arasında kaydedilmiştir (p<0.017).

Tartışma: Basit bir uygulama olması açısından kemik iliği retikülin lif skorlaması KLL’de prognoz belirteci ola-rak kullanılabilir. Ancak daha fazla hasta sayısı ile yapılacak prospektif çalışmalarda morfolojik bulguların, TGF-beta gibi fibroz ilişkili moleküller ve diğer prognostik belirteçlerle korelasyonunun araştırılması gerekmektedir.

Şekil 1.

Tablo 1. Hasta Özellikleri

Yaş 65,4 ± 11 yıl

K/E 55/98

Evre (Rai) (n=148)

0 22 (%14,4)

1 53 (%34,6)

2 53 (%34,6)

3 10 (%6,5)

4 10 (%6,5)

ESH (mm/sa) 12

Lökosit (/mm3) 26.000 (1.500 – 526.000)

Hemoglobin (g/dl) 12,9 (7,1 – 19,2)

Trombosit (/mm3)188.000 (17.900 –

531.000)

Artmış LDH 24/104

Kemik iliğinde retikülin lif artışı (n=91) İlk Tedaviye Kadar Geçen Süre (medyan ay)

Yok 15 45

Grade 1 41 21

Grade 2 32 16

Grade 3 3 0

Page 79: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

109

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Şekil 1. FISH sonuçları

Şekil 2. FISH sonuçlarının literatürle karşılaştırılması

Tablo 1. Hastalarımızın Evreleri

EVRE KADIN ERKEK TOPLAM

Evre 0 18 23 41

Evre 1 9 22 31

Evre 2 8 22 30

Evre 3 14 16 30

Evre 4 7 22 29

Toplam 56 105 161

Bildiri: 0130 Poster No: P152

KRONİK LENFOSİTİK LÖSEMİ HASTALARIMIZIN DEĞERLENDİRİLMESİ. Engin Kelkitli, M.hilmi Atay, Yakup Ünsal, Düzgün Özatlı, Nil Güler. 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, SAMSUN

Amaç: KLL olgun B lenfositlerin periferik kan, kemik iliği ve lenfoid dokularda anormal birikimiyle karakterize hematolojik malignitedir. 65 yaş üstü erkeklerde daha sık görülmektedir.Hematolojik maligniteler arasında tedavi-siz izlenen hastalıklardan birisidir.Çalışmamızda 2003 – 2009 yılları arasında Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bölümü’ne KLL tanısıyla başvuran hastalarımızı inceleye-rek; demografik bulgular, kromozom analizi ve bazı prog-nostik faktörleri saptayarak bunları literatürle karşılaş-tırmayı amaçladık.

Yöntemler: KLL tanısıyla takip ve tedavi edilen 161 hastanın dosyası geriye dönük olarak incelendi.Hastalara KLL tanısı Ulusal Kanser Enstitüsü Çalışma Grubu (NCIWG) kriterlerine uygun olarak konuldu. Hastalar modifiye Rai kriterlerine göre düşük, orta ve yüksek risk grubu şeklinde üçe ayrıldı.Hastaların bir kısmı tedavisiz izlenirken bir kısmına da NCIWG tedavi endikasyon kriti-terlerine uygun olarak tedavi verildi. Tedavi verilen hasta-ların bir kısmına klorombusil po 10 mg/10 gün ayda bir uygulandı. Diğer bir kısmına ise fludarabin ve siklofosfa-mid kemoterapi rejimi (fludarabin 25 mg/m2/gün IV ve siklofosfamid 750 mg/m2/gün IV) verildi. Bazı hastala-rımıza (9 hastaya) bu rejime rituximab 375 mg/m2/gün eklenerek tedavi uygulandı. Bu tedavi rejimlerine direnç-li olan 4 hastamıza ise alemtuzumab tedavisi uygulan-dı.Hastalarda kemoterapi sonrası yanıtın değerlendirme-si NCIWG tarafından yayınlanan tedavi yanıt kriterleri-ne göre yapıldı.

Sonuçlar: Çalışmaya alınan hastaların medyan yaş ortalaması 69 idi. 55 yaş altı 16 (%9,9) hasta mev-cuttu. Hastaların evreleri tablo 1 de görülmektedir. Hastalarımızdan 34’üne (%21,1) FISH yöntemiyle gene-tik çalışma yapıldı. FISH çalışılan hastaların 17’sinde (%47) normal, 9’unda (%41) del 13q14, 6’sında (%27) tri-zomi 12, 3’ünde (%14) del 11q22.3 saptandı (Grafik 1). Hastalarımızın 64’üne (%39,8) ya başlangıçta veya takibi-ne göre tedavi uygulandı. Tedavi uygulanan hastalardan 35’inde (%54,7) kısmi yanıt elde edilirken 9’unda (%14,1) tam yanıt gözlendi. Hastalarımızın 12’sinde (%7,4) oto-immün komplikasyon gözlendi. Bunlardan 5’i (%3,1) oto-immün hemolitik anemi, 5’i (%3,1) otoimmün trombosi-topeni hastasıydı. Hastalarımızın ortalama yaşam süresi 44 ay olup 15’i (%9,3) takip sırasında hayatını kaybetti. Ölüm nedeni olarak en sık (~%75) enfeksiyon saptandı.

Tartışma: Hastalarımız da hastalığın görülme yaşı, cinsiyet dağılımı gibi demografik bulgular açısından diğer çalışma grupları arasında fark yoktu.FISH çalışılan has-talarımızda saptanan bulgular diğer literatürlere ben-zer orandaydı (Grafik 2). Tedavi yanıtı açısından ise tam ve kısmi yanıt oranları literatürlere göre düşük saptan-dı. Bunun nedeni olarak monoklonal antikor tedavi seçe-neklerinin kullanım azlığı, hastaların sosyokültürel düze-yi düşük olması nedeniyle tedavi uyumunun tam olma-ması söylenebilir. Otoimmün komplikasyonlar açısından diğer çalışmalarla benzer sonuçlar alındı.

Page 80: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

110

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

nedeniyle hala gizemini koruyan KFH’yi, ayırıcı tanıda karışabileceği bir kısmı malign pek çok önemli hasta-lık olması dolayısıyla, oldukça dinamik bir süreçte başa-rıyla tanı-tedavi ve takip sürecini gerçekleştirdiğimiz bir olgumuz üzerinden sunmayı ve tartışmayı uygun bulduk.

Bildiri: 0460 Poster No: P154

LÖKOSİTOZ İLE KENDİNİ GÖSTEREN TÜYLÜ HÜCRELİ LÖSEMİ: BİR OLGU SUNUMU VE AYIRICI TANIDA DÜŞÜLEBİLECEK TUZAKLAR. Güven Çetin1, Pınar Demir2, Özden Özer3, Bekir Hacıoğlu4, Yusuf Coşkun3, M. Cem Ar1. 1TCSB İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 5. Dahiliye Kliniği, İstanbul, 2TCSB İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 4. Dahiliye Kliniği, İstanbul, 3İstanbul Patoloji, İstanbul, 4TCSB İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 2. Dahiliye Kliniği, İstanbul

Amaç: Tüylü hücreli lösemi (klasik THL) tipik ola-rak splenomegali, normal ya da normalin altında lökosit sayısı ile ortaya çıkan, cladribine tedavisine çok iyi yanıt ile karakterize olgun B hücreli lenfoproliferatif neoplazi-dir. Tipik olarak, tüberküloz riskini arttıran monositope-ni eşlik eder. Burada, alışılagelmiş hemogram değerleri-nin aksine, lenfositoz ile oraya çıkan bir klasik THL olgu-su bildirilmekte, gene lenfositoz ile ortaya çıkan, ancak cladribin tedavisine yanıt vermeyen ve agresif seyirli var-yant THL (v-THL)`den ayrımıirdelenmektedir.

Yöntemler: Halsizlik, karında şişkinlik şikayetleri ile başvuran 37 yaşındaki erkek hastada, lökositoz (WBC: 41k/ul, hafif trombositopeni (Plt: 113k/ul) ve fizik mua-yenede kosta kavisini 15 cm geçen masif splenomegali saptanmıştır. Otomatik cihaz sayımında lökosit dağılımı, mutlak lenfositoz(5.3k/ul) ve monositoz (31k/ul) belirt-mekle birlikte, perifer kan yayması morfolojik değerlen-dirmesinde monosit görülmemiş(<%1), cihaz tarafından monosit sınıfında raporlanmış hücrelerin, tipik inaktif bir lenfositin iki katı büyüklüğünde, merkezi nükleuslu, nadiren nükleolus sergileyen, geniş sitoplazmalı, dağı-nık sitoplazmik çıkıntıları olan neoplastik hücreler oldu-ğu saptanmıştır.

Sonuçlar: Kemik iliğinde, aspiratta benzer hücrele-rin arttığı, biopside eritrosit ekravazyonu eşliğinde hüc-reler arası yayılım gösteren, immünhistokimasal ince-lemede yaygın TRAP çekirdek (+)`liği gösteren CD20 + infiltrat saptanmıştır. Aspiratta çalışılan akımsitometrik immünfenotiplemede, selülaritenin %35`ini oluşturan, CD19+,CD20+, CD22+, CD103+, CD11c+, IgD+, CD25+ FMC7+, CD23-, CD5-, CD10-, fenotipte B hücreli len-foproliferasyon saptanmıştır. Mutlak lenfositoz ile orta-ya çıkan olguda, morfolojik ve immünfenotipik bulgular nezdinde, klasik THL (ICD- O CODE: 9940/3) tanısı kon-muştur. Cladribine tedavis ile 6. günde lökopeni geliş-miş, 14 gün itibari ile lökosit değeri normalize olmuş, bu aşama itibari ile tedaviye yanıt alınmıştır.

Tartışma: Klasik THL nadiren lenfositoz ile ortaya çıkabilmektedir, lenfositoz varlığı refleks olarak v-THL tanısına götürmemelidir. İmmünfenotipik, immünhis-tokimyasal ve morfolojik bulguların birlikte değerlen-dirilmesi, doğru tanı için önem arz eder. Tipik ola-rak nükleolusu belirsiz klasik THL hücrelerinin aksi-ne, v-THL`de prolenfosite benzer tarzda belirgin nük-leolusların varlığı, tipik olarak CD25+, TRAP + klasik THL`nin aksine v-THL`nin CD25-, TRAP – oluşu bu iki entiteyi ayırt etmede kritik parametrelerdir. Benzer kli-nik bulgular ile ortaya çıkabilen splenik marjinal zone lenfoma(SMZL), CD103 -, TRAP – antijen prolifili ile ayırt edilebilir. Nadiren, CD103 ve TRAP (+)`liği, SMZL`da

Bildiri: 0250 Poster No: P153

K İKUCH İ -FUJ İMOTO HASTALIĞ ININ GLUKOKORTİKOİD İLE TEDAVİSİ: BİR OLGU SUNUMU VE LİTERATÜRÜN GÖZDEN GEÇİRİLMESİ. Selami Koçak Toprak1, Selim Yalçın2, Betül Erişmiş3, Özden Altundağ2, Sema Karakuş1, İbrahim Tek4, Handan Özdemir5, Nuray Topçuoğlu6. 1Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Ankara, 2Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara, 3Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara, 4Medicana International Ankara Hastanesi Kanser Merkezi, Ankara, 5Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, Ankara, 6Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ankara

Amaç: Klasik prezentasyonunu, genellikle genç kadın-larda, servikal bölgedeki ağrılı lenfadenopatilerin (LAP) oluşturduğu Kikuchi-Fujimoto hastalığı (KFH), histiyo-sitik nekrotizan lenfadenit olarak da adlandırılmaktadır. Kliniğimizde KFH tanısı koyduğumuz genç bir kadın has-tayı sunmayı uygun bulduk.

Sonuçlar: 32 yaşındaki kadın hasta, polikliniğimi-ze yaygın vücut ağrısı, iştahsızlık, gece terlemesi, boy-nun sol tarafında ağrılı şişlikler ve ateş yakınmaları ile başvurdu. Muayenesinde; sol servikal bölgede neredey-se konglomere olmuş, sert ve ağrılı; sağ servikal bölge-de ise daha az duyarlı ve yine sert, multiple LAP’lar sap-tandı. Bu süreçte hastanın dış merkezden getirdiği hazır patoloji preparatı fakültemizde değerlendirildi. Morfolojik bulgular KFH’yi düşündürse de neoplastik sürecin dış-lanamadığı ve bu nedenle yeni biyopsinin uygun olacağı belirtildi. Toxoplazma IgM, HBs Ag, antiHBs, anti-HCV, anti-HIV, CMV IgM, VDRL, Brucella aglutinasyonu nega-tif saptandı. Anti ds-DNA normal, ANA ve RF negatif bulundu. Angiotensin converting enzyme normal, PPD cilt testi ise negatif bulundu. Tam kan sayımı, biyokimya-sal incelemeler ve koagülasyon testleri normaldi. Periferik yaymada görece lenfositoz saptanan hastanın radyolojik tetkikinde her iki servikal zincir ve submandibuler böl-gede, sol supraklavikuler bölgede konglomerasyon göste-ren multiple LAP’lar ve sol sternocleidomastoid kası pos-teriorundan cilt altına uzanım gösteren sıvı koleksiyo-nu saptandı. Kikuchi öntanısı ile nonsteroid antienfla-matuvar ilaçlar ile ampirik antibiyotik başlanan hastada BT’de abse ile uyumlu olarak değerlendirilen daha önce-ki eksizyonel biyopsi bölgesinden cerrahi drenaj yapıldı. Hastanın ateşinin ısrarcı ve genel durumunun da düş-kün olması nedeniyle tedavisine piperacillin-tazobactam ve teicoplanin eklendi. Sağ servikal bölgeden total LAP eksizyonu yapıldı. Nekrotik debri ile birlikte, histiyosit ve plazmositoid görünümlü lenfositlerin egemen oldu-ğu lenfadenit tanısı konularak klinik bulguların da des-teklemesi halinde öncelikle KFH’nin düşünüldüğü belir-tildi. Bu süreçte gerek antibiyotik ve gerekse nonsteroid antienflamatuvar tedaviye karşın klinik tabloda belirgin bir düzelme görülmemesi nedeniyle, tedricen azaltılmak üzere metilprednizolon 56 mg/gün, başlandı. Azaltılarak verilen kortikosteroid tedavisiyle hastanın ateşi düştü ve gerek sayı ve gerekse boyut bakımından LAP’larda belir-gin bir gerileme kaydedildi. Taburcu edilen hastanın iki ay sonraki poliklinik kontrolünde ise fizik muayene ve laboratuvar değerleri normal sınırlarda bulundu. Hasta gelişmesi olası bağ dokusu hastalığı yönünden takip altında tutulmaktadır.

Tartışma: Özellikle batı toplumlarında görece ender görülen ve fakat etyolojisinin aydınlatılamamış olması

Page 81: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

111

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

ve işitme kaybının kalıcı olmasının engellendiği düşünül-mektedir. Ayrıca olgumuz görme ve işitme azlığı ile baş-vuran olgularda sistemik muayene ve kan sayımının öne-mine dikkat çekmektedir.

Bildiri: 0249 Poster No: P156

KİKUCHİ-FUJİMOTO HASTALIĞI: BİR OLGU SUNUMU. Selami Koçak Toprak1, İbrahim Tek2, Sema Karakuş1, Emel Kaya3, Özlem Azap4, Alev Ok Atılgan5, Derya Kaşkari6. 1Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Ankara, 2Medicana İnternational Ankara Hastanesi Kanser Merkezi, Ankara, 3Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara, 4Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ankara, 5Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, Ankara, 6Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı, Ankara

Amaç: Aynı zamanda histiyositik nekrotizan lenfade-nit (HNL) olarak da adlandırılan Kikuchi-Fujimoto has-talığı (KFH), kendi kendini sınırlama özelliğine sahip, benign karakterli, oldukça ender görülen ve etyolojisi halen aydınlatılamamış sistemik bir lenfadenit tablosu-dur. Merkezimize boynunda yeni başlayan şişlik ve ağrı yakınması ile başvuran erkek hastada, yapılan servi-kal lenf nodu biyopsisi sonucu Kikuchi lenfadeniti tanısı konulmuştur. Geçirilmiş tüberküloz öyküsü bulunan bu hastayı, KFH’nin lenfoproliferatif hastalıklar ve özellikle sistemik lupus eritomatozus (SLE) gibi bağ dokusu has-talıklarıyla ayrıcı tanısının yapılması gerekliliği açısından sunmayı uygun bulduk.

Yöntemler: Otuz beş yaşındaki erkek hasta, boynun sol tarafında bir gün önce başlayan ağrı ve şişlik şikayeti ile başvurmuş, sorgulamasında ateş, halsizlik, kilo kaybı ve gece terlemesi tespit edilmemiştir. Muayenede boy-nun sol tarafında hareketli, 1x1.5 cm boyutunda ve ağrı-lı bir kitle saptanması üzerine yedi gün boyunca geniş spektrumlu antibiyotik ve nonsteroid antiinflamatuvar ilaç tedavileri verilen hastanın şikayetinin gerilememe-si üzerine yapılan tam kan sayımı ve biyokimyasal ince-leme sonuçları normal olarak saptanmıştır. Radyolojik incelemede sol posterior zincirde konglomere karakter-de büyümüş lenf nodları bulunması üzerine lenfoproli-feratif hastalık öntanısıyla total eksizyonel biyopsi yapıl-masına karar verilmiştir. Histopatolojik değerlendirme-de lenf nodunda temel yapının yaygın makrofaj infiltras-yonu ve fokal nekroz odakları nedeniyle kısmen bozul-muş olduğu, lezyonun makrofajlardan zengin olup nöt-rofil ve plazma hücresinin belirgin olmadığı, histopato-lojik bulguların Kikuchi lenfadeniti ile uyumlu olduğu saptanmıştır. Olası tüberküloz yönünden yapılan ayrın-tılı incelemede aside dirençli basil ya da mantar mikro-organizması görülmemiştir. Brucella ve Gruber-Widal aglütinasyonu, VDRL, anti HIV, Toxoplazma IgM ve G, Rubella IgM (IgG: +), Epstein-Barr virus (EBV) IgM (IgG: +), Parvovirus B19 IgM (IgG: +), cytomegalovirus (CMV) IgM, human herpes virus (HHV) tip 6 ve tip 8 serolojik incelemesi ile Anti HCV negatif ve Anti HBs: 44,3 IU/L olarak saptanmıştır. c-ANCA, p-ANCA, C3 compleman ve C4 compleman negatif saptanırken, Anti-dsDNA ise normal sınırlarda bulunmuştur. Bununla birlikte has-tada malar ve diskoid rash, fotosensitivite, oral aft, art-rit, serozit, renal ve nörolojik bozukluk saptanmamıştır. Tedavisiz izlenen hastanın iki ay sonra yapılan kontrol-lerinde öncekine göre konglomere yapısı tamamen kay-bolmuş, boyutları ve sayısı %50’den daha fazla azalmış

da görülebilmekle beraber, bunların çok zayıf ve kısmi nitelikte olması, kemik iliği infiltrasyon paterninin tipik paratrabeküler agregatlar halinde oluşu SMZL tanısın-da yardımcıdır. Monozomi 7`nin bu entitelerin ayrımında belirleyici olabileceğine dair yayınları takip eden çalışma-larda spesifik olmadığı gösterilmiştir.

Bildiri: 0158 Poster No: P155

GÖRME VE İŞİTME AZLIĞI İLE BAŞVURAN OLGUDA KRONİK MİYELOİD LÖSEMİ. Müge Gökçe1, Şule Ünal1, Benan Bayrakçı2, Murat Tuncer1. 1Hacettepe Üniversitesi, Hacettepe Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji Ünitesi, 2Hacettepe Üniversitesi, Hacettepe Tıp Fakültesi, Pediatrik Yoğun Bakım Ünitesi

Amaç: Kronik myeloid lösemi (KML), çocukluk çağı lösemilerinin %1-3’ünü oluşturmaktadır. KML’de; Philedelphia kromozomu myeloproliferasyondan sorum-ludur. Klinik tablo çoğunlukla nötrofilik lökositoz ve sple-nomegali ile karakterize “kronik faz” ile başlar. Eğer bu evrede yakalanmaz ise; hastalık “akselere ya da blas-tik faz”a ilerleyecektir ki bu evrede tedavi başarısı ve sağ kalım kronik faza göre çok daha kötüdür. Hiperlökositoz nedeni ile beyin, akciğer ve böbrek başta olmak üzere hayati önemi olan organlara ait hasar meydana gelmekte-dir. Baş ağrısı, konvülziyon, inme, vertigo, tinnitus, papi-lödem ve işitme kaybı nörolojik semptomlar arasında yer almaktadır. KML için alışılmadık bir başvuru yakınması olarak görme ve işitme problemleri ile başvuran olgumu-zu sunuyoruz.

Yöntemler: On beş yaşında kız hasta, son bir haf-tadır giderek artan görme ve işitme azlığı ile başvur-du. Öyküde geçirilen enfeksiyon, entoksikasyon, ilaç ve madde bağımlılığı açısından özellik saptanmadı. Vital bulguları yaşına uygun idi. Karın muayenesinde dala-ğın kot altından inguinal bölgeye kadar uzandığı ve sert olduğu saptandı. Derin tendon refleksleri normoaktif ve serebellar testleri normaldi. Bilateral ışık refleksi mevcut-tu ancak görme keskinliği; 1 metreden parmak sayacak kadardı. Fundoskopik değerlendirmede; bilateral papi-lödem, eksuda ve hemoraji saptandı. Hemogramında; hemoglobin; 10.4 g/dl, beyaz küre; 455x109/L ve trom-bosit; 868x109/L idi. Periferik yaymada; %18 promiyelo-sit, %12 miyelosit, %8 metamiyelosit, %10 çomak, %32 nötrofil, %16 bazofil ve %4 eozinofil görüldü. Kemik iliği değerlendirmesinde; morfolojik olarak %5, akım sitomet-rik değerlendirme ile %4 blast saptandı. Bu bulgular ile hastada KML’nin kronik fazı düşünüldü. Kranial MR’ında papillit dışında anormallik saptanmadı. Odyogramda sağ kulakta sensoriyonöral tipte işitme kaybı olduğu izlendi. BOS değerlendirmesinde hücre saptanmadı. Alkali hid-rasyon başlandı ve bir kez lökoferez yapıldı. Lökoferez son-rası beyaz küre sayısı 326x109/L’ye düştü. Hidroksiüre (40 mg/kg/gün, bid, po) ve 3 gün düşük doz sitarabin (100 mg/m2/gün, IV) verildi. Görme ve işitme bulgula-rı nedeniyle bir kez intratekal metotreksat ve prednizolon uygulandı. Beşinci gün yapılan görme keskinliği ve işit-me testlerinde belirgin düzelme olduğu görüldü. Yatışının 10. gününde beyaz küre sayısı; 8.1 x109/L ve trombosit sayısı ise; 446 x 109/L idi. Philadelphia kromozomu sito-genetik inceleme ve RT-PCR ve ile pozitif saptandığından imatinib (400 mg/m2, po) başlandı. HLA uygun babadan allojenik kök hücre nakli planlandı

Sonuçlar: Erken dönemde lökoferez yapılarak lökos-taza bağlı vasküler obstrüksiyonun azaltılması, intrate-kal prednisolonun antiödem-antineoplastik etkisini direk koklea ve retina üzerinde göstermesi ile hastanın görme

Page 82: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

112

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

olarak konabilen ve tedavi şekli konusunda kesin önerile-rin bulunmadığı sistemik tip Castleman Hastalığı’nın da düşünülmesi gereklidir.

Bildiri: 0515 Poster No: P158

KARACİĞER TRANSPLANTASYONUNDAN SONRA GÖRÜLEN KEMİK TÜBERKÜLOZUNU TAKİBEN ORTAYA ÇIKAN NONHODGKİN LENFOMA OLGUSU. Betül Erişmiş1, Sema Karakuş2, Selami Koçak Toprak2. 1Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Ankara, 2Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara

Amaç: Post-transplant lenfoproliferatif hastalık-lar, solid organ transplantasyonlarından sonra görü-len oldukça ciddi komplikasyonlardan bir tanesidir. Karaciğer naklinden yaklaşık üç yıl sonra tanı koyup başarıyla takip-tedavisini yaptığımız bir diffüz büyük B hücreli nonHodgkin lenfoma olgusunu burada tartış-mak istedik.

Sonuçlar: 22 yaşında erkek hasta, nisan 2007 tari-hinde Wilson Hastalığına ikincil kronik karaciğer paran-kim hastalığı tanısı almış. Mayıs 2007’de canlıdan kara-ciğer nakli yapılarak ardından değişen dozlarda ve dönem dönem tacrolimus ve sirolimus tedavisi kullan-mış. Nakilden yaklaşık 7 ay sonra, sirolimus 2 mg/gün tedavisi altında izlenmekteyken, önce inguinal bölgede lenfadenopati, devamında da parotis parankimi içerisin-de solid lezyon saptanmış. Benzer şekilde, yaklaşık 2 yıl boyunca vücudunun farklı bölgelerinde lenf nodu büyü-mesi saptanan hastaya toplamda 3 kez farklı bölgeler-den lenf nodu biyopsisi yapılmış. Ancak malignite ya da ek bir hastalık lehine herhangi bir bulguya rastlanama-mış. Son bir yıl içerisinde bel ağrısı şikayeti olan hastaya yapılan tetkikler sonucunda vertebra tüberkülozu tanısı konularak ilk iki ay dörtlü (isoniazid, rifampicin, etham-butol, pyrazinamide), sonrasında yedi ay süreyle ikili (iso-niazid, rifampicin) antitüberküloz tedavi verilerek kesil-miş. Hastanın takibinde bel ağrısı şikayetinin geçmemesi üzerine tekrar yapılan vertebra biyopsisi sonucunda len-foproliferatif hastalık öntanısı konulmuş. Ancak Hodgkin lenfoma/diffüz büyük B hücreli lenfoma ayrımı yapılama-dığı bildirilmiş. Bu aşamadan sonra bölümümüze refe-re edilen hastaya tüm vücut pozitron emisyon tomogra-fisi (PET) tetkiki yaptırıldı. Tetkik sonucuna göre sağ ön servikal lenf nodundan biyopsi alındı. Lenf nodu biyop-si sonucu diffüz büyük B hücreli lenfoma olarak sap-tandı. Ek tetkikleri ile evre 4 olarak kabul edilen hasta-ya devamında toplam 8 kür R-CHOP (rituximab, siklo-fosfamid, adriamisin, vincristin, metilprednisolon) teda-visi verildi. Transplantasyon yönünden almakta olduğu immünsüpressif ilaçları da kontrollü biçimde devam edi-len hastanın kemoterapi sürecinde ek bir sorunu olma-dı. Halihazırda remisyonda olan hasta, düzenli kontrolle-rine gelmektedir.

Tartışma: Hasta nonHodgkin lenfoma tanısı alınca-ya kadar değişken dozlarda olmak üzere tacrolimus ve sirolimus kullanmaktaydı. Lenfoproliferatif hastalığın transplantasyon sonrası ortaya çıkması üzerine hastanın almakta olduğu immünsüpressif ilaç dozları ilgili bölüm tarafından uyarlandı. Hastada santral sinir sistemi tutu-lumu olmaması iyi ve fakat kemik iliği tutulumu olma-sı kötü prognostik etken olarak değerlendirildi. Her ne kadar agresif lenfomalarda kombinasyon tedavisi ilişki-li enfeksiyon ve toksisiteden korkulsa da literatür bilgisi ışığında rituximab içeren kombinasyon rejimi tercih edil-di. De novo lenfoproliferatif hastalıklara göre sonuçları

şekilde multiple lenfadenopatiler saptanmıştır. Hasta, Hematoloji ve Romatoloji poliklinik kontrollerine gelmek üzere gönderilmiştir.

Tartışma: Klinik prezentasyon bakımından benign ve malign pek çok hastalık ile karışabilen KFH’nin lenfade-nopati ayırıcı tanısında akla getirilmesi, böylece gereksiz ve yanlış tetkik ve tedavilerin önlenmesi amaçlanarak bu olgu sunulmaktadır.

Bildiri: 0393 Poster No: P157

CASTLEMAN HASTALIĞI: SİSTEMİK- PLAZMA HÜCRE TİPLİ OLGU SUNUMU. Tuba Hilkay Karapinar, Özlem Tüfekçi, Salih Gözmen, Şebnem Yılmaz, Gülersu İrken, Hale Ören. Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematolojisi Bilim Dalı, İzmir

Amaç: Castleman Hastalığı lenfoproliferatif bir has-talıktır. Tanısı sadece histopatolojik olarak konulabilen Castleman Hastalığı’nın çocukluk yaş grubunda sistemik formunun oldukça nadir görülmesi nedeniyle bu olgunun bildirimi uygun görülmüştür.

Sonuçlar: Yedi yaşında erkek hasta, 8 gün önce baş-layan ateş, öksürük, boyunda bezeler, ishal, yutmada güçlük ve ses kısıklığı yakınmalarıyla hastaneye yatı-rılmış, anemi ve nötropeninin de gelişmesiyle hastane-mize sevk edilmişti. Genel durumu kötü, halsiz, bilinci açık, turgor-tonusu azalmıştı. Ateş yüksekliği, taşikardi-si, solukluğu, bilateral membranöz tonsilliti, sağ ön ser-vikal zincir üst kısmında 4x3 cm ve sol ön servikal zincir üst kısmında 2x2 cm sert- ağrısız- fikse lenfadenopatisi, 5 cm hepatomegalisi mevcuttu. Laboratuvar bulguların-da anemi, nötropeni, eritrosit sedimentasyon hızında ve C-reaktif proteinde artış, direkt Coombs pozitifliği, böb-rek fonksiyon testlerinde bozulma, hipoalbüminemi ve dissemine intravasküler koagülasyon bulguları mevcut-tu. Kemik iliği aspirasyonu incelendiğinde ileri derecede hiposellüler olduğu, miyeloid seride aplazi, azalmış olan eritroid seride displastik değişiklikler, plazma hücrelerin-de belirgin artış ve çekirdek anomalileri saptandı, hemo-fagositoz izlenmedi. Radyolojik tetkiklerinde bilateral akciğerlerde parankim infiltrasyonu, hepatomegali, bila-teral nefromegali ile her iki böbrek parenkiminde hipo-dens lezyonlar izlendi. Hastaya geniş spektrumlu anti-biyotikler, metronidazol, flukonazol, G-CSF, İVİG, taze donmuş plazma tedavisi başlandı. Sağ servikal lenfade-nopatiden yapılan eksizyonel biyopsi sonucu Castleman Hastalığı plazma hücre varyantı ile uyumlu, HHV-8 nega-tif, dokuda EBER negatif sonucu geldi. Masif alt gastroin-testinal sistem kanaması nedeniyle cerrahi girişim gerek-tiren hastada izlenen perforasyonlar nedeniyle hemi-kolektomi uygulandı. Kolektomi materyalinin patolojik değerlendirilmesinde fungal ülseratif kolit saptandı.

Hastaya yüksek doz pulse metilprednizolon (30 mg/kg/gün) tedavisi başlandı. Postoperatif 6 gün süre ile pediyatrik yoğun bakım ünitesinde entübe olarak izlenen hasta izleminin 12. gününde ekstübe edildi. İzleminin 16. gününde nötropeniden çıkan hastanın klinik bul-guları da düzelmeye başladı. Metilprednizolon tedavisi-ne 1mg/kg/gün PO olarak devam edilerek taburcu edil-di, steroid dozu kademeli olarak azaltıldı. Tanıdan 6,5 ay sonra 400C’a ulaşan yüksek ateş ve nötropeni ile geldi. Castleman Hastalığı relapsı olarak değerlendirile-rek metilprednizolon dozu arttırıldı. Hasta halen düşük doz metilprednizolon tedavisi almakta ve poliklinik kont-rolleri ile izlenmektedir.

Tartışma: Benzer sistemik bulgulara sahip hastalarda, çocukluk çağında nadir görülen ve tanısı histopatolojik

Page 83: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

113

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

evreden bağımsız kötü prognoz ile ilişkilidir. Erken yaşta KLL tanısı konan, agresif lenfoma paterni gösteren, 26 ay sonra yaygın nodal tutulum ve kemikte litik lezyon ile nüks eden 11q delesyonlu bu olgudan yola çıkarak, bu delesyonun erken hastalık progresyonu ve sürvi ile yakın ilişkili olduğu söylenebilir.

Lenfomalar/ Araştırmalar/ Transplant Dışı Tedaviler/Biyolojisi

Bildiri: 0427 Poster No: P160

ANTRASİKLİN KEMOTERAPİSİ ALMAKTA OLAN OLGULARDA KARDİYOTOKSİSİTENİN ÖNGÖRÜLMESİNDE, TANISINDA, TAKİBİNDE EKOKARDİYOGRAFİK İNCELEME YÖNTEMLERİ VE SERUM NT-BNP, TROPONİN-I, TNF-ALFA VE ADİPONEKTİN DÜZEYLERİNİN DEĞERİ. Uğur Ünsel Türk1, Fahri Şahin2, Güray Saydam2, Emin Alioğlu1, Bahadır Kırılmaz3, İstemihan Tengiz1, Nurullah Tüzün1, Gülten Sönmez Tamer4, Serkan Saygı1, Ertuğrul Ercan3. 1Central Hospital Kardiyoloji Kliniği, Bayraklı, İzmir, 2Ege Üniversitesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, Bornova, İzmir, 3Onsekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı, Çanakkale, 4Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Kocaeli

Amaç: Ekokardiyografi antrasiklinlerin kardiyotok-sik etkilerinin takibinde yaygın şekilde kullanılmaktadır. Ekokardiyografi ve çeşitli biokimyasal göstergeler günü-müzde yaygın şekilde kullanılmakta olup, subklinik kar-diyotoksisitenin değerlendirilmesi için önerilmektedirler. Kalp yetmezliği populasyonunda NT-Brain Natriuretik Peptid (NT-BNP) tanısal ve prognostik önemi ortaya kon-muş bir biyobelirteçtir. Bu çalışma serum adiponektin düzeylerinin söz konusu populasyonda tanısal değerini araştırmak ve NT-BNP yanı sıra ekokardiyografik göster-geler ile ilişkisini ortaya koymak amacı ile tasarlanmıştır.

Yöntemler: 35 yeni tanı almış DHBL, NHL ve HL olgu-su çalışmaya alındı. Olguların fizik muayeneleri ve eko-kardiyografik değerlendirmeleri yapıldı. Serum adiponek-tin, troponin I, NT-BNP ve TNF-alfa düzeyleri ölçüldü. Benzer ölçümler 12 haftalık kemoterapi protokolü sonra-sında tekrarlandı.

Sonuçlar: Çalışmaya alınan 35 olgudan 30’u takip sürecini tamamladı. Olguların bazal klinik ve demogra-fik verileri tablo 1’de özetlenmektedir. İzlem süresi son-rasında hiçbir olguda kardiyotoksisiteye ilişkin klinik bulgu gelişmedi. Miyokardiyal hasarın göstergesi ola-rak troponin I değerleri tüm olgularda bazalde ve 12. Haftada negatif olarak saptandı. Buna karşın sol ventri-kül ejeksiyon fraksiyonu ve fraksiyonel kısalma değerle-rinde istatistiksel olarak anlamlı azalma eğilimi gözlen-di. (Sırasıyla p=0.016 ve 0.015) Ancak miyokardiyal per-formans indeksleri, E/A ve E/é oranları açısından izlem süresi boyunca anlamlı değişim göstermedi. Olguların takip süresi sonrasında vücut-kitle indeksleri anlamlı olarak azaldı ancak serum adiponektin düzeyi ile anlam-lı korelasyon mevcut değildi. Serum NT-BNP, TNF alfa ve adiponektin düzeylerinde istatistiksel olarak anlamlı değişim görülmedi. (Tablo 2)

Tartışma: Çalışma süresince populasyonumuzda kli-nik kardiyoksisite gözlenmemiş ve kardiyak miyosit hasa-rına ilişkin troponin değerlerinin yükselmemiş olması, buna karşın sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu ve frak-siyonel kısalma değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı

daha kötü olan solid organ nakilleri sonrası ortaya çıkan lenfoproliferatif hastalıklar için halihazırda yüzgüldürücü tedavi seçenekleri araştırılmaktadır.

Bildiri: 0227 Poster No: P159

NODAL TUTULUM VE KEMİKTE LİTİK LEZYON İLE NÜKS EDEN 11Q DELESYONLU KRONİK LENFOSİTİK LÖSEMİLİ OLGU SUNUMU. İpek Yönal1, Hasan Sami Göksoy1, Hasan Dermenci1, Emre Osmanbaşoğlu1, Mehmet Ağan2, Mustafa Yenerel1, Meliha Nalçacı1. 1İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul, 2İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Ana Bilim Dalı, İstanbul

Amaç: Erişkin tip löseminin en sık tipi olan kronik lenfositik lösemi (KLL) çok değişken klinik seyir göste-rir. Erken evrede tedavinin yaşam süresini uzattığı gös-terilmemiştir.

Yöntemler: 30 yaşındaki kadın hastada 26 ay önce kilo kaybı, gece terlemesi, genel durumda bozulma nede-ni ile yapılan muayenesinde sol servikal bölgede lenfade-nopati (LAP), dev splenomegali saptandı.

Sonuçlar: Sol servikal LAP ve kemik iliği biyop-si KLL ile uyumlu bulundu. Boyun BT’de büyüğü sağ servikal bölgede 2 cm olmak üzere bilateral internal juguler,submandibuler, supraklavikuler bölgede multipl LAP, toraks BT’de büyüğü 3 cm bilateral aksiller LAP, büyüğü sağ üst paratrakealde 2.5 cm olan bilateral tra-keobronşial, subkarinal, sağ hiler bölgede multipl LAP, batın BT’de gastrohepatik, paraaortik, parakaval, mezen-terik, bilateral iliak lokalizasyonda büyüğü 8 cm multipl LAP saptandı. Hemogramında lökosit: 13100/mm3, len-fosit: 10800/ mm3, Hb: 8.8 g/dl, trombosit: 91000/mm3 idi. Hastanın yaşı ve hastalığın davranış biçimi nede-niyle lenfoblastik lenfoma kabul edilip BFM faz 1 baş-landı. Kontrol kemik iliğinde %60 atipik lenfosit saptan-dı. Tedavi sonlandırılarak hyper-CVAD başlandı. 2.sik-lus sonrasında kemik iliğinde KLL infiltrasyonu saptan-dı. Kemik iliği sitogenetik incelemesinde %50 46XX, %50 46XX,del(11)(q13q23) saptandı. Tedaviye cevap verme-yen hasta KLL (RAİ evre IV) kabul edildi ve FCR başlandı. 6 kür sonrasında tam yanıt alındı. Uygun akraba verici-si olmayan hasta akraba dışı verici taraması programına alındı. FCR tamamlandıktan 5 ay sonra FISH ile sitoge-netik anormallik saptanmadı. Sırt ağrısı nedeni ile tanı-nın 27.ayında yapılan batın BT’de paraaortik büyüğü 1 cm multipl LAP, bilateral iliak zincirde büyüğü 2x1.3 cm, iliak zincir boyunca 2.7x2.5 cm multipl LAP, para-kolik büyüğü 1.5 cm LAP, sağ femur proksimalinde 4.5 cm litik lezyon, splenomegali (155 mm) saptandı. Toraks BT’sinde T9 vertebra korpus anteriorunda 2.2x1.5 cm litik lezyon saptandı. Kemik iliğinde KLL infiltrasyonu saptandı. Kemik iliği sitogenetik tetkikinde 43-44,X,-X, der(8q),der(9p),-8,-9,-10,11q-,der(12q),der(12q),+mar cp(16) kompleks karyotip özelliği saptandı. Batın içinde ulaşılabilen LAP’den biyopsi, kemik litik lezyondan his-tolojik dokümantasyon ve gerekirse cerrahi müdahale planlandı. Deksametazon tedavisi başlandı. Graft versus lösemi etkisinden istifade edecek histolojik tanı çıkarsa, akraba dışı uygun vericiden kemik iliği transplantasyonu yapılması planlandı.

Tartışma: KLL’de konvansiyonel kromozom analizi ile %50 hastada klonal kromozomal anormallik saptan-maktadır. 11q delesyonlu hastalar genç, ileri klinik evre-deki, yaygın ve büyük periferal, mediastinal veya abdo-minal lenf nodları olan hastalardır. Bu delesyon KLL’de

Page 84: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

114

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

çalışmada polikliniğimizde 14 gün aralarla uygulanan R-CHOP tedavisinin, 21 günlük aralarla uygulanan stan-dart tedaviden farkı olup olmadığı incelendi.

Yöntemler: Çalışmada 30’ u 21 günde bir, 22’ si de 14 günde bir R-CHOP kemoterapi protokolü uygulanan toplam 52 DBBHL hastası yüksek risk grupları ayrı ayrı olmak üzere tam remisyon, genel ve olaysız sağkalımlar açısından değerlendirildi.

Sonuçlar: 30 aylık takip süresince R-CHOP21 gru-bunda olaysız sağ kalım %72, R-CHOP14 grubunda %76 saptandı (p=0,48). R-CHOP21 grubunda genel sağ kalım %87, R-CHOP14 grubunda %85 olarak saptan-dı (p=0,39). R-CHOP21 tedavisi alan hastaların 24’ünde tam remisyon (%80), ikisinde kısmi remisyon (%6,7), dör-dünde de hastalık progresyonu (%13,3) oldu. R-CHOP14 tedavisi alan hastaların 20’sinde tam remisyon (%91), birinde kısmi remisyon (%4,5), birinde de hastalık prog-resyonu (%4,5) oldu. Yüksek-orta ve yüksek IPI risk skorlaması olan hastalarda ortalama olaysız sağ kalım R-CHOP21 grubunda %66, R-CHOP14 grubunda %50 olarak saptandı (p=0,37), genel sağ kalım R-CHOP21 gru-bunda %75, R-CHOP14 grubunda %50 olarak saptan-dı (p=0,27).

Tartışma: Biraz daha masraflı ve emek gerektiren bir tedavi protokolü olan 14 günde bir R-CHOP tedavi-sinin 30 aylık gözlem süresince, tedavi cevabı yönünden 21 günde bir yapılan tedaviden istatistiksel olarak fark-lı olmadığı görüldü. Buna rağmen R-CHOP14 tedavisi-nin daha kısa sürede tamamlanabilmesi nedeniyle hasta ve bazen hekim tarafından tercih edilebilecek bir seçenek olduğu düşünüldü.

Bildiri: 0399 Poster No: P162

NON-HODGKİN LENFOMADA FDG PET/BT GÖRÜNTÜLEMENİN HASTA EVRELEMESİNDE, TEDAVİYE YANITIN DEĞERLENDİRİLMESİNDE VE YENİDEN EVRELEMEDE ROLÜ. Umut Elboğa, Güliz Durak, Mustafa Yılmaz, Sabri Zincirkeser, Y.zeki Çelen. Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Nükleer Tıp A.D

Amaç: Bu çalışmada PET/BT’nin non-Hodgkin len-fomaların (NHL) evrelemesinde, tedaviye yanıtın değer-lendirilmesinde ve relapsların erken teşhisindeki rolünü diyagnostik BT ve takip PET/BT görüntülemelerle karşı-laştırmalı olarak inceledik.

Yöntemler: Ocak 2007 ile Ocak 2009 tarihleri arasın-da 2 yıl süresince Gaziantep Üniversitesi

Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı’nda FDG PET/BT görüntülemesi yapılmış ve

bu görüntülemeye yakın tarihli (1 ay içinde) diyagnos-tik BT çekilmiş NHL tanılı toplam 73 hasta retrospektif çalışmamıza dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen 73 has-taya yapılan 135 FDG PET/BT ve diyagnostik BT görün-tüleri incelenerek lezyonlar saptandı ve karşılaştırması yapıldı. Lenf nodlarında FDG tutulumunun SUV değeri >=2.5 olanlar nodal hastalık, organlardaki FDG artışları ekstranodal hastalık pozitif olarak değerlendirildi.

Sonuçlar: Hastaların 40’ı erkek (% 55), 33’ü kadın (% 45); yaş aralığı 16-83 arasında; ortalama yaş ise 50.62±17.09 yıl idi. Çekimlerin % 79.3’ünde FDG PET/BT ile diyagnostik BT lezyonları uyumlu idi. Uyumlu olarak değerlendirilenlerin % 11’inde PET/BT’de daha fazla nodal lezyon, % 11.9’unda da daha fazla ekstra-nodal lezyon saptandı. PET/BT görüntüleme ile diyag-nostik BT’nin karşılaştırması sonucunda PET/BT’nin duyarlılığı %98.8, özgüllüğü %100, doğruluğu %99.2

azalma eğilimi görülmesi bu ekokardiyografik gösterge-lerin kardiyotoksisite göstergesi olarak kullanımı açısın-dan sorgulanmasını gündeme getirmiştir.Bu faktörlerden etkilenmeyen sol ventrikül sistolik fonksiyon gösterge-si olarak miyokardiyal performans indeksi, daha optimal bir parametre olabilir. Bu çalışma ile ortaya konan bir diğer nokta da kardiyoksik etkilerin ortaya çıkması açı-sından daha uzun süreler gerekebileceğidir. Ancak çalış-ma populasyonuna uygulanan kısa süreli infüzyon pro-tokollerinin ve pik dozun düşük dozlarda olmasının, hiç-bir olgunun mediastinal radyoterapi almamış olmasının, karditoksik etkiler açısından koruyucu rol oynamış olma-sı da muhtemeldir.

Tablo 1. Olguların Klinik ve Demografik özellikleri

Çalışma Grubu(n=35)

Yaş (yıl) 49,76±14,4

Cinsiyet (erkek, %) %60

Boy (cm) 166,93±9,5

Kilo (kg) 71,15± 13

Beden-Kitle İndeksi (kg/m2) 25,47±3,7

Primer Tanı DLBCL (n;%)NHL (n;%)HL (n;%)

13; 3713; 379; 26

Tablo 2.

Bazal 12. Hafta p değeri

Vücut-kitle İndeksi (kg/m2) 25,47±13,7 21,6±3,0 p<0.001*

Adiponectin (ng/ml) 4.54±0,75 5,87±4,24 p=0.106

BNP (pg/ml) 138,61±68,1 155,94±93,9 p=0.877

TNF alfa (pg/ml) 32,43±21,3 22,78±21,4 p=0.018*

E/A oranı 1,12±0,37 1,09±0,40 p=0.629

e’ (cm/s) 14,53±5 13,29±4,1 p>0.05

a’ (cm/s) 14,6±4,3 14,22±4,1 p>0.05

s (cm/s) 16,04±4,1 15,46±3,8 p>0.05

Sol Atrium (mm) 35,5±4,7 35,26±3,7 p>0.05

Fraksiyonel Kısalma (%) 42±5 39±5 p=0.015

Ejeksiyon Fraksiyonu (%) 62,4±8 58,9±7 p=0.016

MPI 0,52±0,11 0,54±0,12 p=0.465

E/e’ 5,76±1,9 5,63±2 p>0.05

Vcf 0,00154±0,0003 0,00156±0,0003 p=0.704

Bildiri: 0466 Poster No: P161

ERİŞKİN DİFFÜZ BÜYÜK B HÜCRELİ LENFOMA OLGULARINDA R-CHOP14 VE R-CHOP21 KEMOTERAPİ PROTOKOLLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI. Mustafa Akdemir1, Hasan Sami Göksoy2, Hasan Dermenci2, Emre Osmanbaşoğlu2, Meliha Nalçacı2, Mustafa Nuri Yenerel2. 1İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul, 2İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul

Amaç: Agresif lenfomaların prototipi olarak kabul edi-len diffüz büyük B hücreli lenfoma (DBBHL) tedavisin-de 21 ya da 14 günde bir uygulanan R-CHOP kemote-rapi protokolleriyle önemli gelişmeler sağlanmıştır. Bu

Page 85: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

115

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

bıraktılar, ve toplam 13 hasta da tedavi sonrasıtakip dışı kaldı. 5 hastanın tedavileri de halen devam etmekte. 28 hasta ise ikinci sıra KT adı. İkinci sıra KT endikasyonla-rı; progressif hastalık 1 hasta,21 hasta ise relaps hasta-lık idi. Relaps oranları açısından alt tipler arasında fark yoktu. Relapsa kadar geçen süre median 6 ay olup grup-lar arasında fark yoktu.Hastaların PFS süreleri incelendi-ğinde ise IPS skoru yükseldikçe PFS anlamlı oranda azal-maktaydı.Aldıklar ikinci sıra KT’ler % 78 ESHAP, % 7,1 EVA %10.7 BEACOPP idi. Toplam 17 hastaya OKİT uygu-landı.100. gün değerlendirme sonuçları Tablo 5’de gös-terildi.Takipte ölen hasta sayısı 5 olup, mortalite neden-leri 3 hastada hastalık progresyonu, 2 hastada ise OKİT esnasında gelişen sepsis idi. Ölen olguların ikisi mixt sel-luler, ikisi noduler sclerozan, birisi de lenfositten fakir tip hodgkin hastalığı idi.

Tartışma: Sonuç olarak; hastaların tanı anında IPS skorlarının hesaplanması prognozun önemli bir göster-gesi olabilir.

Tablo 1. Hastaların IPS skorları

değer sıklık yüzde (%)

0 9 9

1 37 37

2 17 17

3 25 25

4 9 9

5 3 3

6-7 0 0

toplam 100 100

Tablo 2. OKİT sonrası 100. gün değerlendirme sonuçları

sıklık geçerli yüzde (%)

CR 10 62.5

CR-U 1 6.3

PR 2 12.5

SH 1 6.3

veri yok 2 12.5

toplam 16 100

Tablo 3. Tanı anındaki ekstranodal tutulum alanları

sıklık yüzde(%)

yok 84 3

karaciğer 3 5

kemik iliği 5 5

akciğer 4 4

karaciğer ve akciğer 1 1

kemik iliği ve akciğer 1 1

kemik iliği ve karaciğer 1 1

tonsil 1 1

toplam 100 100

olarak hesaplandı. Tedaviye yanıt değerlendirme ama-cıyla yapılan görüntülemelerin istatistiki analizinde ise, PET/BT’nin duyarlılığı %97.6, özgüllüğü %100, doğrulu-ğu %98.9 bulundu. Evreleme endikasyonunda yapılan 23 FDG PET/BT görüntülemenin 20’si (%87.0) BT sonuçla-rı ile uyumlu, 3’ü (%13) BT sonuçları ile uyumsuz; rekür-rens değerlendirme amacıyla yapılan 18 FDG PET/BT görüntülemenin 14’ü (%78) BT sonuçları ile uyumlu, 4’ü (%22) BT sonuçları ile uyumsuz idi. Ancak bu uyumsuz kabul edilen sonuçlarda PET/BT’de saptanan lezyonlar BT’de izlenmemişti.

Tartışma: NHL’de FDG PET/BT evrelemede özellik-le ekstranodal tutulumları göstermede,tedavi sonra-sı rezidüel tümör dokusunu veya remisyonu belirleme-de ve yeniden evrelemede rekürensi saptamada diyag-nostik BT’ye göre daha üstün olup hasta yönetimini etki-lemektedir.

Bildiri: 0337 Poster No: P163

TEK MERKEZ DENEYİMİ: HODGKİN LENFOMALI HASTALARIMIZIN RETROSPEKTİF DEĞERLENDİRİLMESİ. Deniz Kırtay1, Abdullah Katgı2, Selda Kahraman2, Yasin Bakır1, Özden Pişkin2, Mehmet Ali Özcan2, Fatih Demirkan2, Güner Hayri Özsan2, Bülent Ündar2. 1Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İZMİR, 2Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, İZMİR

Amaç: 1999-2010 tarihleri arasında merkezimizde Hodgkin hastalığı tanısıyla izlenen 100 hasta retrospektif olarak değerlendirildi.

Sonuçlar: Hastaların 45’i kadın,55’i erkekti.Yaşları 18-84 arasında olup ortanca yaş 39’du,dağılımda 20-30 yaş ile 60-70 yaş arasında iki pik saptandı.

WHO sınıflamasına göre histopatolojik olarak alt grupların dağılımı %37 mixt selluler,%60 noduler skle-rozan,%2 lenfositten zengin,%1 lenfositten fakirdi. Alt grupların cinsiyetlere göre dağılımında istatiksel ola-rak anlamlı fark yoktu. Hastalar %13 evre I,%41 evre II, %25 evre III ve %21 evre IV idi. B semptomları has-taların %56’sında vardı. Hastaların IPSS risk skorları tablo1’de gösterildi.Tanı anında tutulu lenf nodları %41 servikal, %12 mediastinal, %8 axiller, %23 supraklavi-kuler, %10 inguinalde idi.Extranodal tutulum yüzdesi %16 idi. Ekstranodal tutulu alanlar Tablo 2’de gösterildi.Hastaların %19’unda splenik tutulum,%8’inde Kİ tutulu-mu mevcuttu.Tanıdan önceki semptom süreleri tablo 3’ de gösterilmiştir.Tanı anında ortalama lökosit sayısı 10.4 uL,hemoglobin 12.1 g/dL, sedimantasyon 56 mm/h, PL 350.000 uL, ALT.22 U/L, AST.20 U/L, LDH.309 U/L,bulky hastalık %28’di. Tedavide 38 hasta kemote-rapi,62 hasta RT+KT almıştı.Tedavi cevaplarında alt tip-ler arasında fark yoktu. Uygulanan RT alanları tablo 4’de gösterildi. 5 hasta 2-3 kür, 27 hasta 4 kür, 3 hasta 5 kür, 56 hasta ise 6 kür 1 hasta 7 kür, 8 hasta ise ise 8 kür KT almıştı. 1. sıra KT 98 hastada ABVD rejimi, 2 has-tada ise BEACOPP rejimi olarak uygulanmıştı. 6-8 kür tedavi alan hastalarda 4 kür sonrası ara değerlendirme-de yanıt oranları %4.5 CR, %13.2 CR-U, %50.7 PR, %7.5 SD ve %1.5 PD olup cevaplarda alt tipler arasında fark yoktu. Erken evre olup 3-4 kür KT+RT alanlarla (20 olgu), 6-8 kür KT alanlar(6 olgu) arasında toplam cevap dikkate alındığında fark saptanmadı.Tedavi sonu değerlendirme-de ise yanıt oranları % 28CR, %26 CR-U, %26 PR, %3,1 SD ve %5,2 progresif hastalık olup alt tipler arasında fark yoktu. Toplam 3 hasta tedaviyi kendi istekleri ile yarım

Page 86: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

116

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Tartışma: Çalışmamızda DBBHL’nin iki alttipi arasın-da genel sağkalım, ölüm oranları ve ilk tedaviye yanıt açı-sından anlamlı bir fark saptanamamıştır. Mevcut sonuç-lar immünhistokimyasal olarak yapılan ABH/GMB ayrı-mının prognostik açıdan önem taşımadı izlenimi vermek-tedir. Ancak çalışmanın retrospektif olması ve ABH gru-bundaki olguların medyan izlem süresinin GMB grubun-dan az olması bu duruma yol açmış olabilir. Prospektif, çok merkezli ve çok sayıda hastanın dahil edileceği çalış-malara gereksinim vardır.

Şekil 1.

Tablo 1. Hasta Özellikleri

Alttip [n] Tanıda Yaş (Medyan)

IPI Skoru (Medyan)

Evre (Medyan)

İzlem Süresi (Medyan)

Ölüm İlk KT’ye yanıt

ABH [46] 54.5 1 3 19.5 12/46 33/44*

GMB [31] 55 1 2 31 8/31 25/31

*2 olguda remisyon değerlendirilemedi

Bildiri: 0381 Poster No: P165

NON HODGKİN LENFOMA TANILI HASTALARIMIZIN KLİNİK-PATOLOJİK ÖZELLİKLERİ VE TEDAVİ SONUÇLARI. Sinemis Çelik Yüksel, Hakan İsmail Sarı, Ali Keskin. Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Ana Bilim Dalı, Denizli

Amaç: Bu bildiride Ocak 2005- Mayıs 2010 tarihle-ri arasında kliniğimizde NHL tanısı ile izlenen olguların klinik-patolojik özellikleri ve tedavi sonuçlarının sunul-ması amaçlanmıştır.

Yöntemler: 108 NHL olgusu yaş, cinsiyet, histolo-jik dağılım, evre, ekstranodal tutulum, başlangıç belir-tileri ve tedaviye yanıtları açısından geriye dönük olarak değerlendirildi

Sonuçlar: 108 NHL olgusunun 52’ si (48.1) erkek, 56’sı (%51,9) kadındı. Ortalama yaş 61 (18-92) olarak hesaplandı. Klinik başlangıç %49 olguda yüzeyel lenfa-denopati ile karakterize idi. Ann arbor evreleme sistemi ile evrelendirildiğinde hastaların %47’si ileri evre saptan-dı. Hastalar Dünya Sağlık Örgütü’nün lenfoma sınıflama-sına göre değerlendirildiğinde en sık izlenen histopatolo-jik tip diffüz büyük B hücreli Lenfoma olarak belirlendi (%84). Ekstranodal tutulum 69 (%63,9) hastada gözlendi. Hastaların çoğu 6-8 kür tam doz R-CHOP- 21 kemoterapi rejimi ile tedavi edildi. R-CHOP ile tedavi edilen 94 hasta-nın 72’sinde (%76.5) tam remisyon sağlandı.

Tablo 4. Tanı öncesi semptom süreleri

sıklık yüzde (%)

0-1 ay 10 10

1-3 ay 45 45

3-6 ay 20 20

6 aydan uzun 25 25

toplam 100 100

Tablo 5. Uygulanan radyoterapi alanları

sıklık geçerli yüzde (%)

mediastinal 7 11,1

involfield 35 55,6

mantle 20 31,7

diğer 1 1,6

toplam 63 100

Bildiri: 0375 Poster No: P164

DİFFÜZ BÜYÜK B HÜCRELİ HOGKİN DIŞI LENFOMADA AKTİVE B HÜCRELİ VE GERMİNAL MERKEZ B HÜCRELİ ALTTİP AYIRIMININ PROGNOSTİK ÖNEMİ. Murat Özbalak1, Nükhet Tüzüner3, M. Cem Ar2, Ahmet Emre Eşkazan1, Şeniz Öngören1, Ayşe Salihoğlu1, Güven Çetin2, Zafer Başlar1, Teoman Soysal1, Yıldız Aydın1, Burhan Ferhanoğlu3. 1İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul, 2TCSB İstanbul Rğitim ve Araştırma Hastanesi, 5. Dahiliye, İstanbul, 3İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı,

Amaç: Hodgkin Dışı Lenfomaların %30’unu oluştu-ran Difüz Büyük B Hücreli Lenfomada (DBBHL) prog-noz klinik parametrelere dayalı internasyonal prognos-tik indeks (IPI) üzerinden saptanmaktadır. Ancak, IPI alt-gruplarda tatmin edici sonuç vermemektedir. cDNA mik-rodizin veya immünhistokimyasal yöntemler kullanılarak DBBHL’de Aktive B hücreli (ABH) ve Germinal Merkez B hücreli (GMB) olmak iki alt tip ayırt etmek mümkündür. Çalışmamızda bu iki alt tip ayrımının DBBHL’li hastaları-mıda prognostik önemini belirlemeye çalıştık.

Yöntemler: Çalışmaya 2000-2009 yılları arasında İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji BD tarafından takip edilen 77 DBBHL tanılı hasta dahil edilmiştir. Bu hastaların formalinle fikse edil-miş ve hematoksilen-eozin ile boyanmış lenf bezi mater-yelleri 0.6-mm’lik parçalar haline getirildikten sonra CD 20, CD 10, bcl6, MUM 1 ile boyanmıştır. %30’undan faz-lası monoklonal antikorla boyanan tümör dokusunda CD 10 pozitifliği gösteren olgular doğrudan GMB grubu-na dahil edilmiştir. CD 10 negatif olgularda bcl 6 negatif grup ABH olarak kabul edilmiştir. Bcl 6 pozitif grupta ise MUM 1 pozitifliği ABH, negatifliği GMB olarak tanımlan-mıştır. Bu yöntemle ayrılan 46 ABH ve 31 GMB olgusu sağkalım, nüks, ilk kemoterapiye yanıt yönünden değer-lendirilmiştir.

Sonuçlar: Alt tiplere göre hasta özellikleri Tablo-1’de verilmiştir. ABH ve GMB altipleri sağkalım eğrileri ara-sında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmamış-tır (p=0.77 (Şekil-1). Alttip ile ölüm oranları arasında iliş-ki yoktur (p=0.597). Alttip ile ilk kemoterapiye yanıt ara-sında da bir ilişki gösterilememiştir (0.87).

Page 87: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

117

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Tablo 1. MHL hasta özellikleri

Hasta No

Yaş Cins Evre Ekstranodal tutulum

Önceki tedavi sayısı

Tanıdan itibaren geçen

süre

R-vcd

1 70 E 4 Var 3 25 Tam yanıt

2 50 E 4 Var 4 80 Tam yanıt

3 67 E 3 Yok 3 6Yanıtsız

(tedavi altında progresyon)

4 86 E 4 Yok 3 50 Kısmi yanıt

5 51 E 1 Var 2 5 Yanıtsız

Bildiri: 0161 Poster No: P167

PRİMER MEDİASTİNAL B HÜCRELİ LENFOMA İLE İLGİLİ OLGU SUNUMU. Nilüfer Avcı1, Mehmet Ali Balcı2, Berna Aytaç3, Mustafa Canhoroz1, Erdem Çubukçu1, Ömer Fatih Ölmez1, Özkan Kanat1. 1Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi,Onkoloji Bilim Dalı,Bursa, 2Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi,İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı,Bursa, 3Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi,Patoloji Ana Bilim Dalı,Bursa

Amaç: Pirimer mediastinal B- hücreli lenfoma (PMBL), timustan köken alan, mediastende yerleşim gösteren difüz büyük B hücreli lenfomanın (DLBCL) nadir görülen bir alt tipidir.Tedavide, sıklıkla kombinasyon kemoterapi-si ile birlikte radyoterapi kullanılmaktadır. Ancak optimal kemoterapinin ne olduğu, radyoterapinin sağ kalıma kat-kısının ne kadar olduğu gibi bir takım sorular henüz tam olarak yanıtlanmamıştır.

Bu yazıda PMBL tanısıyla takip ve tedavi edilen bir kadın olgu, bu hastalığın güncel tedavi modalitelerinin tartışılması amacıyla sunuldu.

Yöntemler: Olgunun klinik takibiSonuçlar: 33 yaşında kadın hasta,son iki - üç aydır

kilo kaybı, terleme, öksürük ve nefes darlığı şikayetleri ile polikliniğimize başvurdu. Laboratuvar değerlendirildiğin-de hemogram ve biyokimyasal tetkikleri normaldi. Toraks tomografisinde; ön mediastende 12x10x7 cm boyutların-da kitle, sol plevral aralıkta ve perikardiyumda minimal effüzyon saptandı. PET filminde; mediastende hipermeta-bolik (SUVmax: 5.2) multilobüler, konglomere görünüm-lü lenf nodları izlendi.

Hastaya mediastendeki kitleden tanısal amaçlı tora-kotomi ile biyopsi yapıldı.klinik ve histopatolojik bul-gular ile hastaya PMBL tanısı kondu.Tedavide; rituksi-mab 375mg/m2/1 gün, siklofosfamid 750mg/m2/1 gün, doxorubisin 50mg/m2/1 gün, vinkristin 2mg/m2/1 gün, prednisolon 100mg /5 gün (R-CHOP) 21 günde bir top-lam 6 kür verildi. 6 kür sonunda toraks tomografisin-de ön mediastendeki lezyonun %50’den fazla küçüldü-ğü görüldü. Tekrarlanan PET ile ön mediastende sapta-nan bulguların tama yakın gerilediği, ancak kitlenin SUV değerinin (SUVmax: 5) tedavi öncesi ile aynen sebat ettiği görüldü. Bunun üzerine mediastinoskopik biyopsi yapıl-dı.Alınan biyopside geniş nekroz alanları çevresinde len-foid infiltrasyon gözlenirken maligniteye rastlanmadı. Tutulan alana radyoterapi uygulandı..

Relapsın en sık görüldüğü ilk bir yılın sonunda ise vakamızda relaps gözlenmedi.

Tartışma: üçüncü kuşak kemoterapi rejimleri ile daha yüsek cevap ve daha düşük relaps oranı ile CHOP’a göre bir avantaj sağlansada tedavi süresi daha uzun, hemato-lojik ve non-hematolojik toksisite daha fazladır.

Tartışma: Kliniğimizde takip ettiğimiz NHL hastaları yaş, cinsiyet, histolojik dağılım, evre, ekstranodal tutu-lum, başlangıç belirtileri ve tedaviye yanıtları açısın-dan değerlendirildiğinde, literatürdeki veriler ile benzer sonuçlar elde edilmiştir

Bildiri: 0463 Poster No: P166

RELAPS REFRAKTER MANTLE CELL LENFOMA TEDAVİSİNDE RİTUXİMAB-BORTEZOMİB-SİKLOFOSFAMİD-DEXAMETAZON (R-VCD) REJİMİNİN ETKİNLİĞİ. Seçkin Çağırgan, Füsun Özdemirkıran, Filiz Vural, Demet Çekdemir, Zafer Gökgöz. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, İzmir

Amaç: ’’ Mantle cell’’ lenfoma (MCL) özel klinik bulgu-ları, immunfenotipik ve sitogenetik özellikleri olan agresif seyirli bir lenfoma tipidir. Geleneksel kemoterapi rejimle-ri ile kalıcı remisyonlar sağlanması olası değildir ve ortan-ca yaşam süresi 3-4 yıldır. Hyper CVAD/ Metotreksat, ARA-C rejimi ile ardışık otolog hematopoetik kök hücre nakli ve ‘rituximab’ içeren kombine tedavi rejimleri ile ümit verici sonuçlar bildirilmesine karşın yaşam eğri-sinde plato oluşumunu engelleyen nüksler halen devam etmektedir. Son yıllarda etkili bir antimyelom ajan oldu-ğu gösterilen proteozom inhibitörü bortezomibin MCL’da başarılı sonuçlar sağladığını gösteren çalışmalar hücre içi yolakların MCL tedavisinde önemli hedefler oluştu-rabileceğini göstermektedir. Bu geriye dönük çalışma-da bortezomib temelli R-VCD (Rituximab 375 mg/m2 1. gün- Velcade 1.3 mg/m2 1-4-8-11. günler- Siklofosfamid 500 mg/m2 1. ve 8. günler- Dexametazon 40 mg 1-4-8-11. günler / 3 haftada 1) rejimi ile 2009-2010 yılları ara-sında tedavi edilen relaps / refrakter 5 MCL hastasının ön sonuçları sunulmuştur.

Yöntemler: Sonuçlar: Olguların tümü erkek olup ortanca yaş 67

(50-86) dir. Bir olgu dışında tümü ileri evrede olan has-taların 3’ünde tanı sırasında ekstranodal tutuluş vardı. İlk basamak tedavi olarak R-CHOP protokolü uygulanan hastaların hepsi R-VCD protokolünden önce en az 2 ayrı rejim ile tedavi edilmişlerdi. 2 olguya otolog hematopoetik kök hücre nakli uygulanmıştı. 1-6 kür R-VCD protokolü uygulanan hastaların 2’sinde tam, birisinde kısmi yanıt sağlanmış olup, bir olguda stabil hastalık, bir olguda tedavi altında progresyon gelişmiştir. Tedavi tüm hasta-larda iyi tolere edilmiş, tedavi sürecini etkileyecek önemli bir yan etki gözlenmemiştir. Tam yanıtlı 1 hastaya ardın-dan allogenik kök hücre nakli uygulanmış olup 8 aydır tam remisyonda olarak izlenmektedir. Tedavi altında pre-ogresyon gösteren olgu kaybedilmiş olup diğer dört hasta halen yaşamdadır.

Tartışma: İzlem süresi ve hasta sayısı değerlendirme-si yapılması açısından yeterli olmamasına karşın, kötü prognozlu ve refrakter 5 hastanın ikisinde elde edilen tam yanıt ümit verici görülmektedir ve bu nedenle daha geniş bir hasta grubunda değerlendirilmelidir.

Page 88: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

118

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

ml) ELISA ile teyit edildi. HIV RNA ve CD4 düzeyi istendi. BT’de jugular zincir boyunca posterior servikal zincirlerde en büyüğü 5 mm çaplı lenf nodları, aksiller lenf nodları, hepatosplenomegali ve bilateral renomegali görüldü. Sağ aksiller lenf nodundan yapılan eksizyonel biyopsi sonu-cu yüksek dereceli Hodgkin dışı lenfoma ile uyumlu geldi. LAP biyopsi immunohistokimyasal çalışmasında CD20(-), CD79a(-), LCA(+), Pankreatin (-), CD3(-), CD5(-), CD4(-), CD8(-), CD10(-), bcl-2(-), CD30 zayıf ve fokal (+), ALK(-), CD56(-), CD43(+) ve Kİ67 indeksi %95’den fazla bulundu. T ve B lenfoid hücre belirteçlerinin negatif, plazma hüc-resi yönünde farklılaşmayı gösteren CD38(+), TdT(-) sap-tanması sonucu tanı plazmablastik lenfoma ile uyumlu bulundu. Kemik iliği tutulumu saptandı.

İnfeksiyon hastalıklarının önerisiyle lopinavir, rito-navir ve sitocrin başlandı. Trombositopeni için steroid verildi. İzlemde olgunun üre, kreatinin değerlerinde artış saptanması ve idrar miktarının azalması üzerine hasta-ya çekilen üriner USG’de sol böbrek alt polü ile dalak alt polü komşuluğunda en büyüğü 70.3X41.4mm boyutla-rında konglomere lenfadenomegali, bilateral renomega-li, grade 2 nefropati ve grade 2 hidronefroz tespit edildi. Olgu nefroloji kliniği ile görüşülerek hemodiyalize alınma-sına karar verildi. Kemoterapi başlanamadan tanı konul-masından 3 gün sonra hasta kaybedildi

Tartışma: Plazmablastik lenfoma plazma hücre yüzey belirteçlerinin varlığı ve değişken oranlarda B hücre yüzey antijen ekspresyonu ile karakterize HIV enfekte kişilerde özellikle oral kavitede tanımlanmış agresif seyirli nadir rastlanan bir lenfoma alt tipidir. Plazmablastik len-foma tanısında HIV enfeksiyonunun aranması ve hasta-lığın agresif seyri göz önüne alınarak hızla tedaviye baş-lanması önemlidir.

Bildiri: 0222 Poster No: P169

NADİR BİR KOMBİNASYON; SENKRON OKULER MANTLE HÜCRELİ LENFOMA VE KÜÇÜK HÜCRE DIŞI AKCİĞER KANSERİ. Sinan Ünal1, Selda Kahraman2, Ayten Eraydın1, Abdullah Katgı2, Güler Özcan2, Özden Pişkin2, Mehmet Ali Özcan2, Fatih Demirkan2, Bülent Ündar2. 1Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı,İzmir, 2Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi,Hematoloji Bilim Dalı, İzmir

Amaç: Mantle cell lenfoma, non-hodgkin lenfomala-rın %3-5’ ini oluşturan nadir bir malign lenfoma türü-dür. Genellikle tanı anında evre IV’ tür. Göz tutulumu sıklıkla iki taraflı orbita ve göz kapağı tutulumu şeklinde-dir ve kısa sağ kalımla ilişkilidir. Oküler mantle cell len-foma ve küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) bir-likteliği bugüne kadar bildirilmemiştir. Biz burada orbi-tal kitleden mantle cell lenfoma tanısı almış, tanı anın-da akciğerde tanımlanan kitleden izlemde KHDAK tanısı alan vakayı sunuyoruz.

73 yaşındaki erkek hasta, 2-3 aydır olan sağ gözde daha belirgin her iki gözde şişlik yakınması ile göz has-talıkları servisine başvurmuş. Öyküsünde; 40 paket/yıl sigara içen hastanın, kronik hastalığı ve düzenli ilaç kul-lanımı yok. Yapılan görüntülemelerinde sağ orbitada 4X2 cm, sol orbitada 1X1.5 cm boyutunda solid kitle lezyonu saptandı. Sağ gözdeki kitleden yapılan insizyonel biyop-si (bx) sonucu mantle cell lenfoma olarak gelen hasta-nın evreleme amaçlı yapılan Thorax-batın BT görüntü-lemesinde batında paraaortik kısa aksları 1cm’yi geçme-yen lenf nodları, sol 7. kot lateral kesiminde litik eks-pansil kemik lezyonu, mediastinal patolojik boyutta lenf nodları, sol akciğer üst lobda 3 cm çapında kitle lezyonu

PMBL’da kemoterapiye rituximab eklenmesinin gerek-liliğine dair veriler sınırlı olsada rituksimabın, CHOP kombinasyonuna eklenmesi toksisite oranını artırmaksı-zın cevap oranını artırmış relaps oranını da azaltmıştır. PMBL’da konsolidasyon radyoterapinin yeri, kür oranı ve relaps üzerine olan etkisi açık değildir. Mediastinal rad-yoterapinin özellikle genç hastalarda, sekonder maligni-teler ve kardiyovasküler hastalığı içeren uzun süreli tok-sisiteleri önemlidir. Ancak çalışmalar mediastinal rad-yoterapinin kemoterapiyi takiben oluşan parsiyel yanı-tın komplet yanıta çevrilmesinde etkili olduğunu göster-miştir.

Sonuç olarak, PMBL’nın tedavisi tam olarak net-lik kazanmamıştır. Bu olgunun klinik seyri, DLBCL’nın standart tedavisi olan R-CHOP’un bu hastalıkta etkili olduğunu ortaya koymuştur. Bizim vakamızda uyguladı-ğımız adjuvan RT’nin yararlılığı daha sonradan yapılacak büyük çalışmalar ile ortaya konmalıdır

HE X 100

Şekil 1. HE ile Diffuz Boyanma

Bildiri: 0408 Poster No: P168

HIV POZİTİF PLAZMABLASTİK LENFOMA OLGUSU. Güven Çetin1, Özden Özer2, Bekir Hacıoğlu1, Pınar Demir1, Sevinç Yardımcı1, M. Cem Ar1, Esma Altunoğlu1. 1TCSB İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 5.Dahiliye Kliniği, İstanbul, 2İstanbul Patoloji, İstanbul

Amaç: Plazmablastik lenfoma HIV pozitif hastalar-da özellikle oral kavitede tanımlanmış diffüz large B cell lenfoma varyantı olan bir B hücreli lenfoma türü-dür. İmmunoblastik morfolojisi plazma hücre fenotipi ile karakterizedir. Burada terminal B hücre differansiyas-yonu gösteren ancak CD20/CD79a negatif olarak tes-pit edilen HIV pozitif bir plazmablastik lenfoma olgusu sunulmuştur.

Sonuçlar: Otuzdört yaşında erkek hasta halsizlik, solukluk ve kilo kaybı şikayetleriyle başvurdu. Fizik mua-yenede servikal zincirde bilateral en büyüğü yaklaşık 0,5 cm, bilateral aksiller en büyüğü yaklaşık 1,5 cm lenfa-denomegali, konjuktivalar soluk, karaciğer kot kavsin-de 5 cm, dalak kot kavsinde 4 cm palpabl, traube alanı kapalı olarak saptandı.Ciltte nodüler lezyonlar mevcut-tu. Bunun dışında fizik muayene normaldi. Laboratuvar incelemelerinde beyaz küre 10700/mm3, hemoglobin 9.1 gr/dl, hematokrit %23.6, trombosit 65.000/mm3, BUN 49 mg/dl, kreatinin 1.6 mg/dl, AST 152 U/L, ürik asit 31.5 mg/dl, total protein 6.4 g/dl, albumin 3.1 g/dl, GGT 76 U/L, LDH 4383 U/L (N<243), ferritin 2000 ng/ml, CRP 4.29 mg/dl bulundu. AntiHIV pozitifliği (17.2 mIU/

Page 89: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

119

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Bildiri: 0394 Poster No: P171

İLERİ EVRE HODGKİN LENFOMA HASTALARINDA BEACOPP SONUÇLARI: GAZİ ÜNİVERSİTESİ DENEYİMİ. Elif Suyanı1, Nuran Ahu Baysal1, Zeynep Arzu Yeğin2, Zübeyde Nur Özkurt3, Şahika Zeynep Akı1, Kadir Acaroğlu1, Gülsan Türköz Sucak1, Münci Yağcı1. 1Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Erişkin Hematoloji Bilim Dalı, Ankara, 2Meram Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Konya, 3Kahramanmaraş Devlet Hastanesi, Kahramanmaraş

Amaç: İleri evre Hodgkin Lenfoma (HL) hastaların-da standart tedavi ile %30-40 nüks söz konusudur. Bu sebeple son yıllarda Alman Çalışma Grubunun (GHSG) geliştirmiş olduğu BEACOPP (bleomisin, etoposid, dokso-rubisin, siklofosfamid, vinkristin, prokarbazin ve predni-zon) rejiminin ileri evre HL hastalarında kullanımı gün-deme gelmiştir.

Yöntemler: Bu çalışmada Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Ünitesi’nde Mayıs 2008- Temmuz 2010 tarihleri arasında BEACOPP kemoterapi rejimi ile tedavi edilen 13 ileri evre HL hastasının bilgileri retros-pektif olarak sunulmaktadır.

Sonuçlar: 6’sı erkek, 7’si kadın 13 hastanın ortan-ca yaşı 45,5 (min-maks, 19-60) idi. 1 (%7,6) hasta evre II, 6 (%46,2) hasta evre III, 6 (%46,2) hasta evre IV olup, 11 (%86,6) hastada B semptomu vardı. Histolojik ola-rak 4 (%30,8) hasta nodüler sklerozan, 4 (%30,8) hasta karma hücreli, 1 hasta (%7,7) lenfositten fakir, 1 (%7,7) hasta lenfositten zengin tip iken, 3 (%23,1) hastanın his-tolojik tiplendirmesi yapılamadı. Risk değerlendirme-sinde 8 (%61,5) hastada IPS 0-2, 5 (%38,5) hastada IPS >=3 idi. GHSG’ye göre yapılan risk değerlendirmesin-de bütün hastalar ileri evre olarak tespit edildi. 3 has-taya ise acil tedavi başlanması gerektiği için ABVD baş-lanarak, 1 kür ABVD sonrası, ilaçlar temin edildiğin-de BEACOPP tedavisine geçildi. 1 hastada 5. kür kemo-terapi toksik seyretti ve yoğun bakım ihtiyacı doğdu, bu sebeple tam yanıtta takip edilen bu hastada 5 kür sonrası tedavi kesildi. Hastalara kemoterapinin 8. gününden iti-baren, nötropeniden çıkana kadar 5 μg/kg G-CSF uygu-landı. 2 kür kemoterapi sonrası erken yanıt değerlendir-mesinde, 12 (%92,3) hastada tam yanıt (6’sı doğrulanma-mış tam yanıt), 1 (%7,7) hastada kısmi yanıt elde edildi. Tüm kemoterapiler tamamlandıktan sonra yapılan değer-lendirmelerde ise tüm hastalarda tam yanıt elde edildi. Tam yanıt elde edilen 4 hastanın PET-BT’sinde patolo-jik olmayan FDG tutulumu olması sebebi ile doğrulan-mamış tam yanıt olarak kabul edildi. Ortanca 21,5 ay (min-maks, 11-34)’lık izlemde toplam sağkalım %100 ve ilerlemesiz sağkalım %100 saptandı. Kemoterapi ilişkili toksisite değerlendirmesinde en sık miyelosupresyon: 10 (76,6%) hastada anemi, 3 (%23) hastada trombositopeni 8 (%61,4) hastada nötropeni, bu hastaların 4 (%50)’ünde ise febril nötropeni izlendi. 1 hastada febril nötrope-ni ile eş zamanlı barsak perforasyonu gelişti. Standart BEACOPP tedavisi ile hastaların toksik seyretmesi sebe-bi ile hastalara 2 kürde standart BEACOPP, sonrasında yanıt değerlendirmesi yapılarak standart dozlar 21 günde bir verilmeye başlandı. Bu uygulama ile toksisite ve has-taların tedaviye uyumun arttığı gözlendi.

Tartışma: Sonuç olarak ileri evre HL hastalarında, BEACOPP rejimi ile yanıt oranları daha iyi olmakla birlik-te daha uzun takip sonuçları gerekmektedir.

saptandı. İki kez yapılan transbronşial bx ve bronko-alveolar levajda malignite saptanmayan hastanın akci-ğer lezyonunun lenfomaya bağlı olabileceği düşünülerek R-CHOP kemoterapisi başlandı. Kemik iliği bx si normo-sellülerdi. 2 kür R-CHOP sonrası orbital lezyonları geri-leyen hastanın görüntülemelerinde akciğer parankim lez-yonu ve mediastinal lenfadenopatilerde değişiklik izlen-medi. Bunun üzerine hastaya ikinci sıra KT ye geçilerek 2 kür rituksimab-bortezomib-siklofosfamid-dexametazon kemoterapisi verildi.Sonrasında yapılan değerlendirme görüntülemelerinde tüm lenf bezlerinde ve orbital lezyon-da tama yakın regresyon izlenirken akciğerdeki nodu-ler lezyonda progresyon izlendi. Bunun üzerine hastanın bronkoskobisi tekrarlandı, öncesinde izlenmeyen bron-şiyal kitleden yapılan transbronşiyal bx sonucu KHDAK olarak raporlandı. Mantle cell lenfoma açısından komp-let remisyonda olduğu düşünülen hasta KHDAK açısın-dan vinarelbine po tedavisi ile izleme alındı. Hastanın en son yapılan görüntülemelerinde akciğerdeki lezyon stabil görünümde ve lenfoma açısından da komplet remisyonda olarak izlenmektedir.

Tartışma: Hastamızda başlangıçta akciğerde tanımla-nan lezyona yönelik tanısal girişimlerden sonuç elde edi-lememiş ve hasta mantle cell lenfoma akciğer tutulumu olarak düşünülmüş fakat izleminde kemoterapiye yanıt alınamaması ve akciğerde yeni lezyonların ortaya çıkma-sı üzerine tekrar ikinci primer kanser açısından değer-lendirildi ve KHDAK tanısı aldı. Sonuç olarak; hastalar-da senkron tümör olasılığı akıldan çıkarılmamalı gerekir-se doku tanısı elde etmeye yönelik girişimler yapılmalı ve klinik şüphe halinde tetkikler tekrarlanmalıdır. Bu olgu hem nadir bir birliktelik olması hem de doku tanısı elde etmeye yönelik çaba açısından önemlidir.

Bildiri: 0365 Poster No: P170

HODGKİN HASTALIĞINDA OTOİMMÜN HEMOLİTİK ANEMİ VE EVANS SENDROMU: İKİ OLGU SUNUMU. Cengiz Demir1, Murat Atmaca2, Eyüp Taşdemir2, Mustafa Yılmaz2, İmdat Dilek3. 1Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Ana Bilim Dalı, Van, 2Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Van, 3Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi, Hematoloji Ana Bilim Dalı, Ankara

Amaç: Hodgkin lenfoma otoimmün hemolitik anemi ve trombositopeni birlikteliği nadirdir. Otoimmün hemo-litik anemi Hodgkin lenfomadan önce, tanı sırasında veya tanıdan yıllar sonra ortaya çıkabilir.

Yöntemler: Burada 16 yaşında, servikal lenfadenopa-ti ve hemolitik kriz ile başvuran ve otoimmün hemolitik anemi tanısı alan ve 34 yaşında 2 yıl önce noduler sklero-zan tip hodgkin lenfoma tanısı ile tedavi edilen ve kliniği-mize trombositopeni ve hemolitik anemi ile yatırılıp evans sendromu tanısı konulan iki kadın olgu sunuldu

Sonuçlar: Birinci olgu immünsüpresif ve splenekto-mi tedavilerine dirençliydi. Olguda hemolitik anemi nede-ni ile splenektomi yapıldıktan sonra portal ven trombo-zu gelişti. Hodgkin lenfoma tanısı sonrası uygulan kemo-terapi ile hastanın hemolitik anemisi düzeldi. İkinci olgu immunsüpresif tedaviye cevap verdi. Lenfoma nüksü açı-sından değerlendirilen hastada nüks saptanmadı.

Tartışma: Bu olgular bize nadir de olsa otoimmün hemolitik anemi ve trombositopenin hodgkin lenfoma ile birlikte veya hastalık remisyona girdikten sonra görülebi-leceğini göstermektedir.

Page 90: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

120

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

kolon tutulumu çok nadir olması nedeni ile bu vaka sunuma uygun bulunmuştur.

Yöntemler: Yetmiş dokuz yaşındaki erkek hasta kilo kaybı ve halsizlik şikayeti ile kliniğimize baş-vurdu. Laboratuar tetkiklerinde lökosit değeri: 24.400/μL, Hb: 10.5 gr/dl, lenfosit oranı % 72.1 olarak bulundu. Çevre kanı incelemesinde olgun lenfositoz ve basket hücrele-ri saptandı. Yapılan batın ultrasonografisinde dalak 162 mm idi. Dalak etrafında ve paraaortik en büyüğü 46x29 mm ebatlarında lenfadenopati (LAP) saptandı. Ayrıca sig-moid kolonda en geniş yerin-de 8 mm ölçülen çevresel duvar kalınlaşması mevcuttu. Hastaya kolonoskopi yapıl-dı ve bi-yopsi alındı. Kolon biyopsi sonucu CD 20 (+) ve CD 79 (+) idi ve sonuç foliküler lenfoma tutulumu olarak geldi. Bunun üzerine hastaya çevre kanından akım sito-metri yapıldı. CD 10: % 58, CD 19: % 79, CD 20: % 79, CD 22: % 76, FMC 7: % 73, CD 38+ CD 19: % 79, HLA DR; % 96, Anti Lambda; 77 olarak bulundu. Sonuç foli-küler lenfoma ile uyumluydu. Kemik iliği aspirasyon ve biyopsisi yapıldı. Kemik iliği aspirasyonunda % 50 ora-nında atipik lenfoid hücre infiltrasyonu saptandı. Kemik iliği biyopsi sonucuda foliküler lenfoma tutulumu ola-rak raporlandı. Çekilen tomografileri sonucunda hasta-ya Evre IV EB foliküler lenfoma tanısı ko-nuldu. FLIPI (Foliküler Lenfoma Uluslararası Prognostik İndex) skorla-masına göre hasta yük-sek risk grubunda saptandı. Yaş, performans ve komorbit hastalıkları sebebiyle hastaya R-CVP (Rituksimab-siklofosfamid, vinkristin, prednizon) başlandı. Halen tedavisi devam edi-yor.

Tartışma: Gastrointestinal (GİS) sistem lenfomala-rı tüm GİS tümörlerinin % 1’ ini oluştur-maktadır. GİS, ektranodal lenfomalar için en yaygın tutulum yerlerinden birisidir. Mide tutu-lumu ise, kalın ve ince barsak tutu-lumuna göre daha sıktır. Ancak foliküler lenfomada bar-sak tutulumu oldukça nadir görülmektedir. Foliküler len-fomalar tüm gastrointestinal sistemde görülen B hücre-li NHL’ın % 1-3’ünü oluşturur. Bu olgu; tutulum yerinin nadir görülmesi nedeni ile sunuma uygun bulunmuştur.

Bildiri: 0358 Poster No: P174

BÖBREK TRANSPLANTASYONUNUN 1. YILINDA ORTAYA ÇIKAN NONHODGKİN LENFOMA OLGUSU. Selami Koçak Toprak1, Sema Karakuş1, Turan Çolak2, Elçin Erdoğan3. 1Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Ankara, 2Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Nefroloji Bilim Dalı, Ankara, 3Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara

Amaç: Post-transplant lenfoproliferatif hastalık-lar, solid organ transplantasyonlarından sonra görülen oldukça ciddi komplikasyonlardan bir tanesidir. Gerek diyaliz hastaları ve gerekse normal popülasyona göre böbrek transplantasyon alıcıları lenfoma gelişimi yönün-den belirgin olarak yüksek risk altındadırlar. Bu hasta-lıkların bazılarında hastanın almakta olduğu immünsüp-ressif ajanların azaltılması yoluna gidilirken, bazıların-da da yoğun kemoterapötik tedavi gereksinmesi olduğu görülmektedir. Yurtdışında bir yıl önce böbrek transplan-tasyonu yapılan ve yeni tanı koyduğumuz bir nonHodg-kin lenfoma olgumuzu sunmak istedik.

Sonuçlar: 45 yaşında erkek hasta, yaklaşık 2-3 haf-tadır süregelen boğaz ağrısı, boynun sol tarafında şişlik ve öksürük yakınmalarıyla başvurdu. Öyküsünde hiper-tansiyonu olup, 1 yıl önce Almanya’da amcasından böb-rek transplantasyonu (etyoloji: glomerülonefrit? pyelo-nefrit?) yapıldığı öğrenilen hasta bu şikayetleri nede-niyle kendisine başka merkezde uygulanan parenteral

Bildiri: 0398 Poster No: P172

PRİMER TİROİD LENFOBLASTİK LENFOMA OLGUSU. Selda Kahraman1, Abdullah Katgı1, Fatih Demirkan1, Abdurrahman Çömlekçi2, Sermin Özkal3, Özden Pişkin1, Mehmet Ali Özcan1, Bülent Ündar1. 1Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı,İzmir, 2Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi,Endokrinoloji Bilim Dalı, İzmir, 3Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Ana Bilim Dalı, İzmir

Amaç: Tiroidde Non-Hodgkin lenfoma (NHL) tüm len-fomaların %3’ünü, tiroid kanserlerininde yaklaşık %5’ini oluşturur. Sıklıkla Hashimato tiroiditi ile birliktedir. Kitle diğer tiroid malignitelerine göre daha hızlı büyür.Genellikle B lenfosit kökenlidir. %70 tiroid lenfoması Diffüz Büyük B hücreli NHL iken, %10-27 arasında ise MALT lenfoma bildirilmiştir. Tiroid lenfoblastik lenfoma ise oldukça nadir görülür. 9 vaka sunulmuş, bu hastala-rın çoğunluğu kadın ve yaş ortalamaları ise 72’dir.

Bizde 21 yaşında Hashimato hastalığı zemininde geli-şen primer tiroid lenfoblastik lenfoma olan bir olguyu sunuyoruz.

Sonuçlar: 21yaşında erkek hasta; Aralık 2009’da boyunda hızla büyüyen şişlik yakınması ile Kulak-Burun-Boğaz polikliniğine başvuran hastanın yapılan boyun ult-rasonografisinde tiroid sağ lobda 4 cm’lik nodül tespid edilerek nodülden ince iğne aspirasyon biyopsisi yapı-lır. Biyopside lenfoma olasılığı olması üzerine Hematoloji polikliniğine yollanan hasta tarafımızca değerlendiril-di. Sorgulamasında hastanın boyunda şişlik yakınma-sı dışında ek yakınması, B semptomu yoktu. Fizik bakı-sında periferik lenfadenopati,karaciğer, dalak büyüklüğü yoktu, tiroid sağ lobda sert hareketsiz 3-4 cm çaplı kitle ele geliyordu. Laboratuar değerlendirmesinde lökosit. 5.7 UL, nötrofil. %52, Hb. 14.8 G/DL, Hct.%42.7, Plt. 151UL, sed. 3 mm/h, LDH.139 UL, TSH.9 U.IU/M,ATPO.151 IU/ML, FT3-T4 normal sınırlarda, hepatit markerleri nega-tif idi. Hastaya tiroid sağ lob tiroidektomisi uygulandı. Tiroidektomi materyali patoloji sonucu tiroid B hücreli lenfoblastik lenfoma ile uyumlu geldi. Hastanın evreleme amaçlı yapılan görüntülemelerinde tiroiddeki tutulu alan dışında tutulum saptanmadı. Kemik iliği biyopsisi nor-mosellüler idi. Hasta Hashimato hastalığı zemininde geli-şen Evre 1E tiroid lenfoblastik lenfoması olarak düşünü-lerek postoperatif dönemde L-Tiroksin ve 4 kür R-CHOP tedavisi verildi. Ardından tiroid lojuna radyoterapi uygu-landı. Hasta halen 9. ayında komplet remisyonda olarak izlenmektedir

Tartışma: Sonuç olarak tiroide hızlı büyüyen nodül-lerde lenfoma da akla gelmeli ve patolojik incelemede Anaplastik tiroid kanseri ile ayırıcı tanısı yapılmalıdır.

Bildiri: 0336 Poster No: P173

OLDUKÇA NADİR GÖRÜLEN BİR TUTULUM YERİ: KOLONUN FOLİKÜLER LENFOMA OLGUSU. Murat Albayrak1, Vedat Aslan1, Esra Sarıbacak Can1, Aynur Albayrak2, Harika Çelebi1. 1Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Hematoloji Kliniği, 2Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Patoloji Kliniği

Amaç: Foliküler lenfoma Amerika Birleşik Devletleri’nde en sık görülen ikinci non hodgkin len-foma (NHL) tipidir. Gastrointestinal sistem tutulumu nadirdir. Tüm gastrointestinal sis-temde görülen B hüc-reli non hodgkin lenfomaların %1-3’ünü oluşturur. Gastrointestinal sis-temde NHL tutulum yeri mideden sonra en sık ince bağırsaktır. Folüküler lenfomalarda

Page 91: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

121

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

ateşi ve non-ketotik hiperglisemik koma kliniği nedeniy-le hasta yatırılarak izlendi. 4 kür RCHOP tedavisi sonra-sı hastanın yapılan değerlendirme tetkiklerinde %50’nin üzerinde tutulu alanlarda regresyon sağlanması üzerine Waldeyer halkası, bilateral boyun, infra ve supraklaviku-lar lenf nodu alanına total 39.6 Gy radyoterapi (RT) uygu-landı.RT sonrası hastaya 4 kür daha Rituksimab tedavi-si verildi.Toplam 8 kür KT +RT sonrası yapılan görüntü-lemelerinde hasta CR da olarak değerlendirildi.3 ay sonra hastanın sağ bacak uyluk lateral üst kısmında gide-rek büyüyen sirküler kırmızı-mor renkli ciltten kabarık sert kitle oluşması üzerine hasta tekrar değerlendirildi.. (Şekil 1-2) Mevcut kitleden alınan tam kat derin insiyo-nel biyopsi patoloji sonucu diffüz büyük B hücreli lenfo-ma cilt tutulumu ile uyumlu saptandı. Hastanın yapılan yeni evreleme tetkiklerinde cilt tutulumu dışında tutu-lum izlenmedi. Relaps-refrakter DLBCNHL olarak değer-lendirilen hasta 2. sıra tedavi olan ESHAP tedavisi alma-ya devam etmektedir.

Tartışma: Sonuç olarak; ciltte ortaya çıkan ve antibi-yotik tedavisine cevap vermeyen ülsere nekrotik lezyon-larda ayırıcı tanıda lenfomayı düşünerek gecikilmeden biyopsi yapılması önemlidir

Şekil 1

Şekil 2

antibiyotiklerden yarar görmediğini belirtti. Hastaya yapı-lan sol tonsillektomi sonrası CD20 pozitif diffüz büyük B hücreli nonHodgkin lenfoma (NHL) tanısı konuldu. Ek tetkikleri sonucu evre III A olarak değerlendirilen hastaya Nefroloji Bölümünün önerileri de alınarak R-CHOP kemo-terapi protokolü verildi. Halihazırda takibeden kemotera-pi kürlerine devam etmekte olan hasta genel durumu sta-bil olarak izlenmektedir.

Tartışma: Hasta, NHL tanısı alıncaya kadar değiş-ken dozlarda olmak üzere tacrolimus (en son 2 mg/gün), mycophenolate sodyum (en son 360 mg/gün) kul-lanmaktaydı. Lenfoproliferatif hastalığın genellikle görü-len ve beklenenin aksine transplantasyon sonrası olduk-ça erken dönemde ortaya çıkması nedeniyle immünsüp-ressif tedavi dozları ancak yarı yarıya düşülerek izlen-di. Hastada santral sinir sistemi ve kemik iliği tutulumu ile hipoalbüminemi olarak belirtilen kötü prognostik kri-terler saptanmadı (Evens et al; JCO 2010). Her ne kadar agresif lenfomalarda kombinasyon tedavisi ilişkili enfek-siyon ve toksisiteden korkulsa da literatür bilgisi ışığın-da rituximab ile antrasiklin temelli ajanlar kombine veril-di. 3 yıllık toplam sağkalımı %35-40 arasında bildirilen bu hastalıkta halihazırda yüzgüldürücü tedavi seçenek-leri araştırılmaktadır.

Bildiri: 0434 Poster No: P175

UYLUK CİLDİNDE GENİŞ ÜLSERE KİTLE İLE ERKEN RELAPS OLAN DİFFÜZ BÜYÜK B HÜCRELİ NHL OLGUSU. Selda Kahraman1, Ali Şenkaya2, Abdullah Katgı1, Özden Pişkin1, Sermin Özkal3, Mehmet Ali Özcan1, Fatih Demirkan1, Bülent Ündar1. 1Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi,Hematoloji Bilim Dalı,İzmir, 2Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi,İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, İzmir, 3Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Ana Bilim Dalı, İzmir

Amaç: Lenfomada cildin infiltrasyonu, primer kuta-nöz bir lenfomanın ilk bulgusu olarak veya primer eks-trakutanöz lenfomanın cilt tutulumu olarak (sekonder kutanöz lenfoma) ortaya çıkabilir. Diffüz büyük B- hüc-reli lenfomaların (DLBC-NHL) yaklaşık %30-40’ı primer olarak ekstranodal bölgelerden kaynaklanır. Fakat has-talık nüksünün tek ekstranodal bölgeden kaynaklanması nadirdir. Biz uylukda geniş, noduler cilt tutulumu ile tek-rarlayan bir DLBC-NHL olgusunu sunuyoruz.

Yöntemler: Sonuçlar: 72 yaşında bayan hasta, Eylül 2009’da yut-

kunma güçlüğü, boynun sol yanında şişlik yakınması ile KBB polikliniğine başvuran hastanın yapılan baş-boyun muayenesinde sol mastoid apeksten başlayıp, inferior-da sternokleidomastoid orta 1/2 kısmına kadar uza-nan, angulus mandibula düzeyinde sonlanan sert ağrı-sız semifikse kitle, oral bakıda sol tonsilde tonsil alt polüne kadar uzanan nekrotik görünümlü palpasyon-la sert kıvamlı kitle saptanmış. Çekilen boyun BT’de sol palatin tonsil hipertrofik görünümde olup lümene uza-nım göstermekte, bilateral 2.-3.-4. bölgelerde solda en büyüğü 14 mm çapında konglemere ve bazıları nekro-tik izlenen lenf nodları saptanmış.Sol tonsildeki kitleden yapılan insizyonel biyopsi sonucu DLBCNHL ile uyum-lu gelmiş. Bu tanıyla Hematoloji polikliniğine yönlendiri-len hasta değerlendirildi. Hastanın anlamlı kilo kaybı ve gece terlemesi mevcuttu. Yapılan evrelendirme tetkikle-rinde thorax ve batın görüntülemelerinde patolojik bulgu saptanmadı, kemik iliği biyopsisinde tutulum izlenmedi. Bu bulgularla Evre 2B NHL olarak değerlendirilen hasta-ya 4 kür RCHOP tedavisi verildi.Sonrasında nötropenik

Page 92: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

122

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

(International Prognostic Index) skoru yüksek olan hasta-larda beş yıllık yaşam beklentisi % 50’nin altında olmuş-tur.Rituximab’ın bu tedaviye eklenmesi ile DBBHL hasta-larında tedavi başarısı daha da artmıştır.

Biz bu çalışmada KOÜ Tıp Fakültesinde, günümüze kadar takip edilen DBBHL hastalarının tedavi yanıtları-nı sunacağız.

Yöntemler: 2003-2010 yılları arasında takip edilen toplam 95 YBBHL tanılı hastanın dosyası restrospek-tif olarak tarama ile araştırma yapılmıştır. Hastaların tamamı R-CHOP veya R-CVP (Kalp yetmezliği olan) teda-visi almıştır. Hastaların evrelemesi yapılmış, IPI skorla-rı hesaplanmış ve tedaviye tam yanıt alınan hastaların tedavi sonrası izlemi, hastalığın tekrarlama süresi veya yanıtın devamlılığı ay olarak hesaplanmıştır. Hastaların tedavi yanıtları uluslararası lenfoma çalışma grubunun önerilerine göre değerlendirilmiştir.

Sonuçlar: 48 kadın ve 47 erkek olmak üzere top-lam 95 hastanın dosyası araştırılmıştır. Hastaların genel özellikleri tabloda özetlenmiştir. 95 hastanın 32’sinde (%33.6) lenf nodu dışı tutulum izlenmiştir. 95 hasta-nın 21’i tedavi sırasında takipten çıktığı için ve 8 has-tanın tedavisi halen devam ettiği için 66 tedavi sonrası yanıtları ve izlemi yapılabilmiştir. Tedavisi tamamlanan 66 hastaların ilk tedavi sonrası cevapları incelendiğinde 46 (%69.6) hastada tam yanıt elde edilmiştir. Hastaların 7’si (%10) tedavi sırasında kaybedilirken, 8 (%12.1)has-tada kısmi yanıt elde edilmiş ve 5(%7.5)hastanın verilen tedaviye yanıtsız olduğu görülmüştür. Tam yanıt alınan hastaların hastalıksız sağ kalım süreleri ortalama 21 ay bulunmuştur (1-78 ay). Tam yanıt alınan ve nüks olan 10 hastada nükse kadar geçen süre ortalama 10,5 ay(3-39 ay) tespit edilmiştir. Tedavisi tamamlanan 66 hastanın IPI skorlarına göre yanıtları değerlendirildiğinde IPI skoru 0-2 arası olan 56 hastanın 49’unun (%74) yanıt alındığı görülürken IPI skoru 3-4 olan 10 hastanın 5’inde yanıt elde edilmiştir. (p=0,017). IPI skoru 0-2 olan ve yanıtsız 7 hastanın 5’inin extranodal olduğu görüldü.

Tartışma: R-CHOP tedavisi ile DBBHL tedavisi ile 3 yıllık olaysız sağ kalım oranları genç hastalarda %59’dan %79’a çıkarken yaşlı hastalarda 5 yıllık oran %29’dan %47’ye çıkmıştır. Bizim hastalarımızda toplam yanıt %81.7 saptanırken tam yanıt %69.6 tespit edilmiştir. Yapılan çalışmalarda R-CHOP tedavisi ile tam yanıt oran-ları ortalama %61 saptanmıştır. Yapılan çalışmalarda IPI skoru yüksek ve düşük olanlarda tam yanıt oranı sıra-sı ile %44 ve %87 saptanmıştır. Kendi hastalarımızda da yüksek riskli ve düşük riskli ipi skorulu hastalar arasın-da tam yanıt oranları anlamlı farklı saptanmıştır. Bizim hasta grubumuzda tedavi yanıtsız 12 hastanın 7’si extra-nodal bulundu.

Bildiri: 0401 Poster No: P176

ROSAİ – DORFMAN HASTALIĞI: OLGU SUNUMU. Mesut Ayer1, Müge Özarı2, Mustafa Yenigün2, Bayram Veyseller3, Levent Ümit Temiz2, Esra Ataoğlu2, Faik Çetin2, Gülnar Gülaçtı2. 1SB Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Polikliniği, 2SB Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 4. Dahiliye Kliniği, 3SB Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, KBB Kliniği

Amaç: Rosai-Dorfman hastalığı (RDH) lenf nodu sinüslerinde ve ekstranodal alanların lenfatiklerinde his-tiyosit hücrelerinin neoplastik olmayan artışı ile tanımla-nan seyrek bir hastalıktır.RDH dünya çapında gözlenir ve çocukluk-genç erişkinlik döneminde daha sıktır.bu yazı-mızda 42 yaşında bir bayan hasta sunulmuş ve literatür eşliğinde tartışılmıştır.

Yöntemler: 42 yaşında bayan hasta ilk kez 2006 yılın-da 5 gün içinde sol sternokleidomastoid kas üzerinde gelişen 5*5 cm lik sert,sıcak,ağrılı,hassas lenf bezi büyü-mesi ile Haseki E.A.H. Hematoloji polikliniğine başvuru-du.10 gün boyunca seftriakson 1 gr 2*1 ve metranidazol 500 mg 2*1 I.V. olarak alımış. Lenfadenomegalileri gerile-yen ve enfeksiyon belirteçleri normalleşen hasta oral anti-biyoterapi ile taburcu edilimiş.2009 yılında hastanın bu kez aksiler bölgede lenfadenomegalisi gelişmiş.İ.Ü.İT.F. de biopsi yapılmış.Bir patoloji saptanmamış.Hasta son 1 yıldır anemisi nedeniyle poliklinik düzeyinde takip edilirken,yüksek sedimantasyon gelişmesi,sağ suprakla-viküler bölgede 2*2 cm lik ve sol SKM kası 1/3 üst kıs-mında 1*1 cm lik LAP palpasyonu üzerine tetkik edili-di.Boyun BT de: Sağ jugulodigastrik fossada ve poste-rior servikal zincirde yaklaşık 23*17 mm boyutlarında birkaç adet lenfadenopati ve lenf ganglionu izlenmiştir. Toraks BT sinde: Sol supraklaviküler bölgede yaklaşık 15*11 mm boyutlarında lenfadenopati izlenmiştir.Karın BT sinde: Sol paraaortik bölgede böbrek hilusları seviye-sinde en büyüğü yaklaşık 9 mm çapında birkaç adet lenf ganglionu,sol inguinal bölgede yaklaşık 22*22*27 mm boyutlarında lenfadenomegali mevcuttu.

Sonuçlar: LAP patolojisi: Fibrotik, kalın,yer yer kom-partmanlara ayrılmış lenf nodu yapısı izlenmektedir.Sinüsler açık ve geniştir.Sinüsler içinde histiositik hücre proliferasyonları mevcuttur.Seyrek olarak regresif germi-nal merkezlere rastlanmıştır.Parankim alanında plazmo-sitoz gözlenmiştir.Sinüsler içindeki histiositlerde sitop-lazma içinde vakuoller halinde fagositik hücrelere rast-lanmıştır.

Tartışma: RDH seyrek görülen ve özellikle ilk 2. dekad da gözlenen iyi seyirli baş boyun kitlelerinin ayırıcı tanı-sında akıla tutulması gereken bir hastalıktır.Bizim hasta-mız 42 yaşında bayan idi,yaşı kriterlerin üstünde olması-na rağmen tanı konularak hastanın 5 yıldır süren araştı-rılması sona ermiş ve takibe alınması sağlanmıştır.

Bildiri: 0219 Poster No: P177

KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİNDE TAKİP EDİLEN DBBHL HASTALARININ TEDAVİ SONUÇLARI. Özgür Mehtap, Elif Birtaş Ateşoğlu, Emel Gönüllü, Hakan Keski, Abdullah Hacıhanefioğlu. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Kocaeli

Amaç: Diffüz Büyük B Hücreli Lenfoma (DBBHL) tüm Hodgkin dışı lenfomaların %30’unu oluşturur. Bu hasta-lar tedavi edilmez ise çok kısa yaşam süresine sahiptir-ler, ancak günümüzde tedavi ile % 50 üzerinde tam iyi-leşme sağlanmıştır. Yapılan araştırmalar ile CHOP teda-visi ile oldukça iyi yanıtlar elde edilmiştir. Özellikle IPI

Page 93: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

123

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

göreceli kantitasyon ve tam kantitasyon değerlendirme-si için gerekli standart eğri hazırlandı. Benzer bir çalış-ma referans geni olan ABL için de yapıldı. Duyarlılığın belirlenmesi için K562 hücreleri, BCR/ABL kimerik gen ürününü taşımayan RS4;11 hücreleri ile toplam 100000 hücrede, 0, 1,10, 100, 1000, 10000 ve 100000 K562 hüc-resi olacak şekilde karıştırıldı. Karıştırılan hücrelerde gerçek zamanlı PCR reaksiyonları gerçekleştirildi.

Sonuçlar: Tedavi takibinde bir KML hastasında BCR-ABL/ABL oranı hastanın moleküler yanıtının izlenmesin-de temel değerdir. Kullandığımız yöntem ile hem göre-celi hem de tam kantitasyon sonucunda bu oranı elde etmek mümkündür. Değişen oranlarda BCR/ABL pozi-tif hücre bulunduran örnekler analiz edildiğinde görece-li kantitasyon için elde ettiğimiz değerler ve bunların log tabanlı grafikteki değişimleri Şekil 1 ve Şekil 2’de veril-miştir. Tüm çalışmalar en az üçer kere, farklı zamanlarda tekrarlanmış ve benzer değerler elde edilmiştir. Optimize etmiş olduğumuz yöntemin 100000 hücrede 1 adet BCR/ABL pozitif hücreyi tekrarlanabilir şekilde saptayabilecek duyarlılıkta olduğu doğrulanmıştır

Tartışma: KML’nin moleküler yanıt takibinin tayin edilmesinde, oluşturduğumuz iç kontrol ve standartlar ile laboratuvarın yöntem üzerindeki kontrollünü arttı-ran, göreceli olarak maliyeti az, tekrarlanabilir ve güveni-lir sonuçlar elde edilmektedir.

Şekil 1. Tam kantitasyon sonucu BCR-ABL(+)/BCR-ABL(-) hücre değerlendirmesi

Şekil 2. Göreceli kantitasyon sonucu BCR-ABL(+)/BCR-ABL(-) hücre değerlendirmesi

Tablo

CİNSİYET

KADIN 48

ERKEK 47

YAŞ ORTALAMASI 57(19-92)

KADIN 52(19-92)

ERKEK 58.5(22-83)

IPI SKORU

0-1 56 (%58.9)

2 25 (%26.3)

3 10 (%10.5)

4 4 (%4.2)

EVRE

I 50 (%52.6)

II 11 (%11.5)

III 22 (%23.1)

IV 12 (%12.6)

Miyeloproliferatif Hastalıklar ve Kronik Miyelositer Lösemi

Bildiri: 0329 Poster No: P178

KRONİK MİYELOİD LÖSEMİ MOLEKÜLER YANIT TAKİBİNDE YAYGIN OLARAK KULLANILABİLECEK STANDARTLARIN GELİŞTİRİLMESİ VE OPTİMİZASYONU. Hakkı Ogün Sercan, Zeynep Sercan. Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji ve Genetik Ana Bilim Dalı, İzmir

Amaç: KML tedavisinde tirozin kinaz inhibitörleri-nin yüksek etkinliği, moleküler yanıt takibi gereksinimi-ni doğurmuştur. Hastalarda tedavinin takibi gibi zamana yayılmış analizlerde bir gen ürününün göreceli ve/veya tam kantitasyonunu için bir standarda ihtiyaç duyul-maktadır. Piyasada ticari olarak kullanılan birçok kan-titasyon kiti, kendi içerisinde bir standart eğriyi oluştur-mayı sağlayacak kontrolleri sağlamaktadır. Ancak bun-ların kullanımında test maliyet artışı, kitin uygun koşul-larda saklanmaması, belirli firmalara bağımlılık, belirli marka aletlere bağımlılık, sonuçların değerlendirilmesin-de farklılıklar gibi çeşitli güçlüklerle karşılaşılabilmekte-dir. Bunların yanında ticari olarak satılan kitlerin büyük çoğunluğu ancak göreceli kantitasyon yapabilmekte, tam kantitasyon mümkün olmamaktadır. Amacımız KML’de moleküler yanıt tayininde test maliyetini düşürebilecek, hem tam hem de göreceli kantitasyona uygun, standart eğrilerin laboratuar tarafından istenildiği an kontrol edi-lebildiği, kullanılacak sarf ve alet yelpazesini genişletebi-lecek iç kontrollerin geliştirilmesi ve kullanılıma sokul-masıdır. Bu amaçla geliştirilen vektörler ve yöntem ile kontrol/doğrulama çalışmaları aşağıda verilmiştir.

Yöntemler: K562 hücrelerinde BCR-ABL’e özgü pri-merler kullanılarak amplifikasyon gerçekleştirildi ve ürün TA klonlama vektörüne klonlandı. Koloni seçimi ve plaz-mid izolasyonu ardından vektör konsantrasyonu ve mik-rolitredeki kopya sayısı hesaplandı. 1000000, 100000, 10000, 1000 ve 100 plasmid kopya/ul konsantrasyon-da 5 farklı dilusyon oluşturuldu. Bu plazmid dilüsyonları kalıp olarak kullanılarak, hedef genimiz olan BCR/ABL’in

Page 94: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

124

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Şekil 1. VAS(+): Vasküler komplikasyon görülen VAS(-): Vasküler komplikasyon görülmeyen

Şekil 2. VAS(+): Vasküler komplikasyon görülen VAS(-): Vasküler komplikasyon görülmeyen

Şekil 3.VAS(+): Vasküler komplikasyon görülen VAS(-): Vasküler komplikasyon görülmeyen

Bildiri: 0318 Poster No: P180

TEK MERKEZ DENEYİMİ ;KRONİK MYELOPROLİFERATİF NEOPLAZİLİ HASTALARIN RETROSPEKTİF DEĞERLENDİRİLMESİ. Serdar Kalkan1, Selda Kahraman2, Abdullah Katgı2, Gökmen Sevindik1, Özden Pişkin2, Mehmet Ali Özcan2, Güner Hayri Özsan2, Fatih Demirkan2, Bülent Ündar2 1Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, izmir. 2Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı,İzmir

Amaç: Dokuz Eylül Üniversitesi Hematoloji Bilim Dalı tarafından izlenen 57 Esansiyel Trombositoz (ET), 29 Polisitemia Vera (PV), 4 akut miyelofibrozis hastası ret-rospektif olarak değerlendirildi.

Yöntemler: Sonuçlar: Hastaların 44’ü kadın (%48,9),46’sı erkek-

ti.(%51.1).Yaşları 27-90 arasında ortalama 58,21 yıl idi. Hastaların 68’i 65 yaş altında (%75.6), 22 hasta 65 yaş üstünde idi.(%24.4). Hastaların ortalama izlem süresi 40,22 ay idi. 57hastaya tanı anında kemik iliği

Bildiri: 0422 Poster No: P179

POLİSİTEMİA VERA VE ESANSİYEL TROMBOSİTOZLU HASTALARDA PAI-1, APO E VE ACE GEN POLİMORFİZMİ. Özgür Mehtap1, Elif Birtaş Ateşoğlu1, Emel Gönüllü1, Hakan Keski1, Yıdıray Topçu2, Abdullah Hacıhanefioğlu1. 1Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, 2Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı

Amaç: Polisitemia vera (PV) ve esansiyel trombositoz (ET), tromboz komplikasyonları ile karşımıza gelebilir. Bu komplikasyonlarla ilgili, birçok faktör araştırılmıştır.

Doku plazminojen aktivatörü, plazminojenden plaz-mine dönüşümü sağlar. Plazminojen aktivatör inhibitör-1 (PAI-1) ise bu durumu inhibe eder. PAI-1 fazla salınımı patolojik fibrin birikimine ve trombotik olaylara neden olur. PAI-1 geni 7. kromozom üzerindedir. Bu genin polimorfizmi, her allelde ardışık dört guanozin (4G) ve beş guanozin (5G) bulunduran promotor bölgede tanımlanmıştır. Buna göre 4G/4G, 4G/5G ve 5G/5G olmak özere üç genotip oluşur.

Apolipoprotein (apo) ε, apolipoprotein gen ailesinin bir üyesidir ve 19. kromozomda bulunur. Apo ε genindeki polimorfizme bağlı olarak farklı yapılarda apo E oluşabi-lir. Bu gendeki polimorfizim ε2, ε3, ε4 tarafından 3 farklı allel ile oluşturulur ve oluşturduğu proteinler E1, E2 ve E3’tür. Bu polimorfizme göre 2/2, 3/3, 4/4, 2/3, 2/4 ve 3/4 olmak üzere altı tip fenotip meydana gelir.

Anjiotensin dönüştürücü enzimin (ACE) endotel ve epitel hücre yüzeyinde dağılımı yaygındır. ACE geninin 16. intronunda insersiyon/delesyon polimorfizmi tanım-lanmıştır ve buna göre I/I, I/D ve D/D genotipi bulunur.

Çeşitli çalışmalarda bu üç gendeki polimorfizimler ile kardiovaskuler hastalıklar ve trombotik olaylar arasında-ki ilişkiler incelenmiştir.

Biz bu çalışmada daha önce araştırılmayan, PV ve ET tanılı hastalarda bu üç gendeki polimorfizmi ve bunların trombotik olaylarla ilişkisini değerlendirdik.

Yöntemler: 33 ET ve 31 PV tanılı toplam 64 hasta değerlendirildi. Arteryel ve/veya venöz trombotik olay-lar (İskemik inme, geçici iskemik atak, akut myokard infarktüsü, unstabil göğüs ağrısı,arteryel tromboz, retinal arter/ven tıkanıklığı, venöz trombozlar)komplikasyon ola-rak değerlendirildi. Hastaların genetik incelemeleri rever-se hibridizasyon yöntemi ile yapıldı.

Sonuçlar: 64 hastanın 29’unda (%45) komplikasyon görülmüştür. Vasküler komplikasyon olan ve olmayan hastalar karşılaştırıldığında tanımlanan polimorfizmlerin hiçbiri diğerine göre anlamlı çıkmamıştır (% oranları şekil 1-2 ve 3 olarak gösterilmiştir). Komplikasyonlu hastala-rın %34’ünde JAK2 pozitif bulunurken, vasküler kompli-kasyon olmayan hastalarda oran %35 tespit edilmiştir ve anlamlı fark bulunmamıştır

Tartışma: PV ve ET hastalarının yaklaşık %50 sinde tromboz komplikasyonu görülür. PAI-1 geni 4G allelinin, PAI-1 düzeyini arttırarak tromboza eğilim yarattığı göste-rilmiştir. Yapılan çalışmalar, Apo ε polimorfizminin koro-ner kalp hastalığı açısından bağımsız bir risk faktörü olduğunu göstermiştir. Meta analizlerde ACE geni D/D polimorfizmi kardiovasküler hastalıklarla ilişkili bulun-muştur. D/D genotipi, diğer genotiplere oranla venöz trombozu da hafif düzeyde arttırabilir. Biz çalışmamız-da, bu üç gen polimorfizmi ile PV ve ET’lu hastalarımız-da tromboz gelişimi arasında istatistiksel olarak anlam-lı ilişki bulamadık. Literatürdeki diğer çalışmaların aksi-ne çalışmamızda JAK2 mutasyonu varlığı ile tromboz ara-sında ilişki tespit edemedik

Page 95: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

125

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Tablo 1. Kemik iliği fibrozis derecesi

Kemik iliği fibrozis Sıklık Yüzde

Kemik iliği yapılmamış. 33 36,7

Fibrozis derece 1 28 31,7

derece 2 8 8,9

derece 3 5 5,6

derece 4 2 2,2

normal 14 15,6

Total 90 100

Tablo 2. Batın ultrasonografisi sonuçları

Batın usg Sıklık Yüzde(%)

Yapılmamış 14 15,6

Normal 43 47,8

Hepatomegeli 4 4,4

Splenomegali 15 16,7

Hepatosplenomegali 14 15,6

Total 90 90

Tablo 3. Troımbotik risk skalası

Trombotik risk yaş tromboz sayı

Düşük risk <65 yaş yok

Orta risk <65> yaş <3

Yüksek risk >65 >3

Tablo 4. Hastaların trombotik risk skalası değerlendirmesi

Trombotik risk Sıklık Yüzde(%)

Düşük risk 40 44,5

Orta risk 30 33,3

Yüksek risk 20 22,2

Toplam 90 100

Tablo 5. Hidroksiüre tedavisi yan etkileri

Yan etki Sıklık yüzde (%)

Gelişmedi 78 86,7

Malleol ülseri 3 3,3

Grade 2-3 anemi 1 1,1

Grade 2-3 lökopeni 5 5,6

Bisitopeni 1 1,1

Pansitopeni 1 1,1

Diare 1 1,1

Total 90 100

biyopsisi yapılmıştı. 14 hastada fibrozis yokken, 28 has-tada 1. Dereceden fibrozis izlendi. (Tablo 1).58 hastada JAK2V617F mutasyonu bakılmazken (%64.4),17 hastada pozitif (%18,9),15 hastada negatif(%16.7)olarak saptan-dı. Tanı anında batın ultrasonografisi 76 hastaya yapıl-dı.(Tablo 2) Tanı anında ortalama Hct.%43, lökosit 11.2 UL, plt. 722000 UL idi. Hastaların trombotik risk skor-ları Tablo 3 ve 4’de gösterildi.16 hasta sigara içerken 13 hastada hiperlipidemi,10 hastada Tip 2 DM,31 has-tada hipertansiyon, 16 hastada KAH mevcuttu.20 has-tada KMN tanısı almadan önceki 2 yıl içinde trombotik olay yaşadıkları sorgulandı. Tromboz geçiren hastaların HT,DM,KAH,HL,sigara içimi, cinsiyet,yaş,lökosit,Htc,plt değerleri kıyaslandığında aralarında istatiksel fark yoktu. Trombotik risk skoruna göre kıyaslandıklarında yük-sek riskte olanlarda tromboz daha fazla idi. Hastaların 70’i (%77.8) izlemde ASA, 11 hastada (%12.2) antikoagü-lan kullanmaktaydılar. Hastalara tanıdan ortalama 3.98 ay sonra sitoreduktif tedavi başlandı, en fazla hidroksi-üre tedavisi almaktaydılar. (%61.1) (Tablo 3) Takip sıra-sında 7 hastada bir trombotik hadise gelişti.(%7.7) 3’ü arteryel, 4’ü venöz sistemde idi.(Tablo 4) Arteryel sistem-de trombozu olan 3 hasta ASA, Clopidogrel, venöz sistem-de trombozu olan 4 hasta antikoagülan tedavi kullandı-lar. Tromboz esnasında 6 hasta hidroksiüre-ASA, 1 hasta anagralide-antikoagülan tedavi almaktaydı.Tromboz geli-şim esnasında ortalama hct.%40.14, lökosit.9800UL, plt.549000 UL idi. 7 hastada diyabetik değildi ve siga-ra kullanmıyordu. 6 tromboz hastası ET, 1 hasta PV idi.Trombotik risk skoru yüksek olan 20 hastanın 7’sinde takipte tromboz gelişti

Takip sırasında 1 hastada AML,1 hastada KMML gelişti. 1 hastada intrakranial hemoraji, AML olan hasta-da hastalık progresyonu nedeniyle kaybedildi.

Hidroksiüre tedavisi esnasında gelişen yan etkiler Tablo 5’degösterildi.Anagralid kullanan 1 hastada uns-tabil angina gelişmesi üzerine ilaç kesildi. Hidroksiüre 4 hastada grade3-4 hematolojik yan etki, 2 hastada ise tedaviye yanıtsızlık nedeniyle kesildi.

Takipler esnasında 9 hastada kanama bulgusu göz-lendi.(%10) 4 hastada GIS kanama, 1 hastada ölümcül cranial kanama, 2 hastada burun kanaması, 2 hasta-da yoğun menometroraji izlendi. Kanayan hastaların 4’ü PV,4’ü ET,1’i MF idi. 2 hasta ASA 100 mg, 1 hasta anti-koagülan tadavi, 6 hasta ise tedavi almıyordu.

Tartışma: KMN’li hastaların izleminde tanı anında trombotik risk skorunun hesaplanması antiagregan ve antikoagülan tedavinin gerekliliği açısından yol gösteri-ci olacaktır

Page 96: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

126

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

daha kapsamlı çalışmaların yapılmasına ihtiyaç olduğu düşünüldü.

Bildiri: 0367 Poster No: P182

‘MİYELOPROLİFERATİF NEOPLAZMLARDA MPL W515 K/L MUTASYONLARI’. Timur Selçuk Akpınar1, Veysel Sabri Hançer2, Meliha Nalçacı3, Reyhan Diz Küçükkaya4. 1İstanbul Tıp fakültesi İç Hastalıkları Anabilim dalı İstanbul, 2İstanbul Bilim Üniversitesi Tıbbi Biyoloji ve Genetik Anabilim Dalı, 3İstanbul Tıp Fakültesi İç Hastalıkları İç Hastalıkları Anabilim Dalı Hematoloji Bilim Dalı, 4İstanbul Bilim Üniversitesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Hematoloji Bilim dalı

Amaç: Dünya Sağlık Örgütü 2008 sınıflama sistemi-ne göre miyeloproliferatif neoplazmlar (MPN) kronik mye-loid lösemi (KML), polisitemia vera (PV), esansiyel trom-bositoz (ET), primer myelofibroz (PMF), mastositoz, eozi-nofilik lösemi, kronik nötrofilik lösemi ve “sınıflandırıla-mayan MPN”yi içermektedir. KML “Philadelphia” (Ph) kro-mozomu ve BCR-ABL pozitifliği ile bu gruptan ayrılmak-tadır. 2005 yılında tanımlanan JAK2 V617F mutasyonu PV’li hastaların %95’inde, EF ve PMF’li hastaların yakla-şık yarısında bulunmaktadır. MPL, trombopoitein (Tpo) reseptörüdür ve yüksek oranda erken hemopoetik pro-genitörler ve megakaryositik kökendeki hücrelerde bulu-nur. Son yıllarda ET ve PMF hastalarında MPL geninin mutasyonları tanımlanmıştır. En yaygın iki MPL mutas-yonu W515L (triptofan yerine lösin geçişi) ve W515K (trip-tofan yerine lisin geçişi) olarak ifade edilir. Bu çalışmada amacımız Ph kromozomu negatif ET ve PMF hastalarında MPL gen mutasyonu (W515K/L) sıklığını araştırmaktır.

Yöntemler: Çalışmaya 77 hasta (46’sı kadın, 31’i erkek) ve bu grupla yaş ve cinsiyet açısından uyumlu 42 sağlıklı kontrol dahil edilmiştir. PV grubu yüksek oran-da JAK2 V617F mutasyonu taşıdığından çalışmaya dahil edilmemiştir. Dünya Sağlık Örgütü kriterlerine göre has-taların 66’sı ET, 11’i PMF tanısı almıştır. Periferik kan örneklerinden polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) yöntemi ile iki MPL somatik gen mutasyonu (W515K and W515L) ve JAK-2 V617F mutasyonu araştırılmıştır.

Sonuçlar: Çalışmamızda sağlıklı kontrolde MPL W515K, W515L mutasyonları ve JAK-2 V617F mutas-yonuna rastlanmamıştır. Hasta grubunda JAK-2 V617F mutasyonu 29’u ET, 6’sı PMF olmak üzere toplam 35 olguda gösterilmiştir. Hasta grubunda sadece 2 PMF olgusunda MPLW515 mutasyonları saptanabilmiştir, bu olgularda JAK-2 V617F mutasyonu bulunmamakta-dır. MPLW515 mutasyonları taşıyan 2 olgu da uzun takip sürelerine (124 ay ve 71 ay) sahiptir, tromboz veya kanama komplikasyonları gelişmemiştir, ek sitogene-tik anomali taşımamaktadır. Sonuç olarak, hasta guru-bunda MPLW515 mutasyonları görülme oranı %2.6, JAK-2 V617F mutasyonu negatif olgular içinde MPLW515 mutasyonları görülme oranı %4.8 olarak saptanmıştır.

Tartışma: MPLW515 mutasyonları Ph kromozomu ve JAK-2 V617F mutasyonu saptanmayan olguların ancak küçük bir kısmında klonal hastalığı göstermede yardım-cı olabilir.

Bildiri: 0334 Poster No: P181

ESANSİYEL TROMBOSİTOZ TANISIYLA İZLENEN OLGULARDA JAK-2 GEN MUTASYONU VE KOMPLİKASYONLARLA İLİŞKİSİ. Murat Bayram1, Vildan Özkocaman2, Fahir Özkalemkaş2, Rıdvan Ali2, Mutlu Karkucak3, Tülay Özçelik2, Gönül Irmak2, Tahsin Yakut3, Ahmet Tunalı2. 1Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Bursa, 2Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, Bursa, 3Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Anabilim Dalı, Bursa

Amaç: Esansiyel Trombositoz (ET) olgularının klinik yakınmaları olmadan da ilk bulguları kanama ve trom-boz olabilir. ET trombosit sayısının arttığı, kemik iliğinde megakaryositlerde proliferasyonla kendini gösteren, mye-loproliferatif hastalıklar grubunda, klonal bir kök hücre hastalığıdır. Bu çalışma ET olgularının tanı anındaki kli-nik ve laboratuvar bulguları, oluşan komplikasyonlar ve Janus Kinaz 2 (JAK 2) gen mutasyonu ile olan ilişkilerini değerlendirmek amacıyla yapılmıştır.

Yöntemler: Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Erişkin Hematoloji Bilim Dalı Polikliniğine 2005 Ocak - 2010 Mayıs ayları arasında başvuran, ET tanısıyla izlenen ve JAK 2 gen mutasyonu bakılan 78 hastanın dosyaları kli-nik ve laboratuvar bulguları açısından geriye dönük ola-rak incelenmiştir. Elde edilen verilerin değerlendirmesin-de yüzdelik hesaplaması ve ki-kare testleri kullanılmıştır.

Sonuçlar: Çalışmadan elde edilen verilere göre çalış-ma kapsamına alınan hastaların yaş ortancası 53 (26±81) yıl, %65,4’ ü kadın ve ortalama hastalık süresi 27 (14±64) aydır. Hastaların tanı sırasında ortalama %15,4’ ünde splenomegali, %47,4’ ünde JAK 2 gen mutasyonu pozitif-dir. Ayrıca ortalama %64,1’inin tanı sırasında kemik iliği biyopsi ve aspirasyonuna ulaşılabilmiştir. Bunların orta-lama %52’ si hipersellüler, %48’ i normosellüler kemik iliği olup tümünde megakaryositer seride artış mevcut-tur. Artışın niteliğine bakıldığında %16’ sında ileri dere-cede hiperplazi, %12’ sinde hafif derecede hiperplazi sap-tanmıştır. Kemik iliğinde retiküler lif artışı ise ortala-ma % 48 olup, bunların %33,3’ ü ileri derece, %16,7’ si orta derece, %50’ sinde hafif derecede bir artış var-dır. Granülositer seride %12 oranında hiperplazi mev-cut iken, %88 oranında kesintisiz maturasyonlu koloni-zasyon saptanmıştır. Eritroid seride ise %6’ sında relatif olarak azalma, %10’ unda hiperplazi, % 84 oranında ise normoblastik maturasyonlu kolonizasyon olup kollajen fibrozis görülmemiştir. Laboratuvar bulgularına bakıl-dığında ise ortalama Lökosit: 9110/mm³ (4000±12400), Hemoglobin: 13,3 gr/dl (9,0±16,2), Trombosit: 995500/mm³ (550000±2400000)’ dir. Hastalarda komplikasyon olarak %46,2’ sinde tromboz ve kanama birlikte gelişir-ken, bunlardan %47,4’ ünün JAK 2 pozitifliği olduğu görülmüştür. JAK 2 pozitifliği ve gelişen komplikasyon-lar arasında ilişkiye bakıldığında JAK 2 pozitif olgularda komplikasyonların fazla oluşu istatistiksel olarak anlam-lı bulunmuştur (p<0.05).

Tartışma: ET vakalarında tanı anında görülen trom-bositoz, splenomegali ve kemik iliği bulguları değerlendi-rilerek; kanama ve tromboz sıklığının arttığı, JAK 2 gen mutasyonu pozitifliğinin komplikasyonlarda bir artışa neden olduğu görüldü. Bundan dolayı JAK 2 gen mutas-yonu pozitif saptanan hastalarda tromboz ve kanama komplikasyonları açısından daha dikkatli olunması öngö-rüldü. Diğer çalışmalarla benzer oranda saptanan JAK 2 gen mutasyonu pozitifliğinin tanı için önemli bir kri-ter olabileceği saptandı. JAK 2 gen mutasyonu ile ilgili

Page 97: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

127

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

altında olup, poliklinikte en son 16.08.2010 tarihinde muayene edildi. Organomegalisi olmayan, tam kan sayı-mında; lökosit: 8050/mm3 (dağılım normal) Hb: 15.3 g/dL Hct: % 47.3 Plt: 214000/mm3 tespit edilen hastanın kontrol akciğer grafisinde bir patoloji yoktu.

Tartışma: İM tedavisi altında gelişebilen interstisi-yel pnömonitis seyrek de olsa görülebilen bir komplikas-yon olup, KML hastaları bu olası komplikasyon açısından da takip edilmelidir. Bizim hastamızda gelişen ve steroid tedavisi ile gerileyen interstisiyel pnömonitis tablosunun da İM ile ilişkili olma ihtimali yüksektir.

Bildiri: 0462 Poster No: P184

AKUT MİYELOBLASTİK LÖSEMİYE DÖNÜŞÜM SIRASINDA TRİZOMİ 8 POZİTİF BULUNAN ESANSİYEL TROMBOSİTEMİ OLGUSU. Bahriye Payzın1, İnci Alacacıoğlu1, Haşim Erdinç Yeter2. 1Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği, İzmir, 2Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 3. İç Hastalıkları Kliniği, İzmir

Amaç: Üç yıl önce esansiyel trombositemi (ET) tanı-sı alarak hidroksiüre (1000-1500 mg/gün) ve ASA teda-visine başlanan 72 yaşındaki erkek hastada yaklaşık 15 gün ile bir ay arasında değişen sürelerde yapılan izlem sırasında ilaç dozunda azalmaya ya da ilacın kesilmesi-ne neden olan grade 3-4 trombositopeni gelişmesi dik-kat çekti. Ocak 2009’da tekrarlanan kemik iliği aspi-rasyonu ve biyopsisinde yeni bir bulguya rastlanma-dı. Sitogenetik inceleme normal karyotip olarak rapor-landı. FISH analizinde t(9;22) negatif bulundu. Yaklaşık 2,5 yıl devam eden hidroksiüre tedavisi sonlandırıla-rak anagrelid (1mg/gün) başlandı ve hastanın trombo-sit sayısı bu tedavi ile normal sınırlarda kaldı. Ph kro-mozomu sitogenetik ve PCR incelemesi ile negatif bulun-du. Altı ay kadar önce hastanın lökosit sayısında hidrok-siüre tedavisi altında iken progresyon görüldü. Lökosit: 34.900/mikrol, hgb: 12,4 g/dl, trombosit: 378.000/mik-rol, çevresel kanda %90 blast bulundu. Kemik iliğinin immunohistokimyasal değerlendirmesi (CD-117, CD-34, CD-7 pozitif, myeloperoksidaz fokal pozitif) ve akım sito-metri incelemesi (CD 45, CD 7, CD 33, HLA DR, CD 34, CD 71, CD 117, CD 38 pozitif) ile AML M1 tanısı aldı. Sitogenetik değerlendirme ile yeterli metafaz elde edi-lemedi. FISH ile %33 oranında trizomi 8 pozitifliği sap-tandı. Ayrıca bakılan 5q delesyonu, monozomi 7, t(9;22) negatifti. Hastaya uygulanan 2+5 indüksiyon kemotera-pisi ile kemik iliği blast sayısı %4 olarak sayıldı. İkinci 2+5 kemoterapisi ile indüksiyon kemoterapisi ile hasta-nın kemik iliğinde hipersellülarite, blast oranı: %1, hipe-raktif, displastik megakaryopoez ve trombositoz bulguları ile ET ile uyumlu bulgulara dönüş gözlendi. AML yönün-den tam remisyonda olan hastaya aylık sitarabin/ 6-tiyo-guanin idame tedavisi uygulamasına geçildi. Hasta idame tedavisinin 6. ayındadır. ET diğer kronik miyeloprolifera-tif (MPD) hastalık tiplerinden daha uzun sağkalım süreli ve yaklaşık %3-5 gibi düşük blastik dönüşüm oranı gös-teren multipotent kök hücrelerin kolanal bir hastalığıdır. Hidroksiüre tedavisinin lösemik dönüşüm riskini arttır-dığı gösterilememiştir. Karyotipik inceleme ET tanısında normaldir. Bizim hastamızda da trizomi 8 bulgusu teda-vinin 3. yılında ortaya çıkmıştır. Lösemik dönüşüm gös-teren ET olgularında trizomi 8 oranı %15,3 olarak bil-dirilmiştir. Tizomi 8’in lösemik dönüşüm gösteren ET hastalarında kemoterapötik ajanların kullanımı ile ilgi-si olduğu gösterilememiştir. Trizomi 8, hastamızın löse-mik dönüşümdeki patogenezinde yer almış olabilir. Bu

Tablo 1. Hasta grubu olguların dağılımı

Min-Max Ort± SD

Yaş (yıl) 20-77 49,89±14,01

Hastalık süresi (yıl) 1-21 7,84±4,45

Lökosit(103/μL) 1,30-27,50 10,92±4,80

Hb (g/dL) 6,70-22,70 12,99±2,51

Hct (%) 19,5-72,80 38,72±7,65

Trombosit (103/μL) 44-1700 870,44±374,53

N %

Tromboz 15 19,5

MPLW 515 mutasyonu 2 2,6

JAK 2 Mutasyonu 35 45,5

Bildiri: 0510 Poster No: P183

KRONİK MİYELOİD LÖSEMİLİ BİR OLGUDA İMATİNİB MESİLAT TEDAVİSİ ALTINDA GELİŞEN İNTERSTİSİYEL PNÖMONİTİS. Ayşe Salihoğlu1, Ahmet Emre Eşkazan1, Serdar Erturan2, Teoman Soysal1. 1İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Hematoloji Bilim Dalı, 2İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı

Amaç: Kronik miyeloid lösemi (KML) hematopoe-tik kök hücrenin klonal bir habis hastalığıdır. KML’nin birinci basamak tedavisinde imatinib mesilat (İM) kulla-nılır. Hematolojik toksisite, sıvı retansiyonu, ödem, ishal, karın ağrısı, bulantı-kusma, kas krampları, deri dökün-tüsü gibi yan etkileri görülebildiği gibi çok sık olmayarak da akciğer toksisitesine de neden olabilir. Burada kro-nik faz KML tanısı olan ve yaklaşık 2 yıl İM tedavisi kul-lanıp, akciğer toksisitesi gelişen 43 yaşında erkek olgu sunulacaktır.

Sonuçlar: Mayıs 2008’de tanı koyulmuş kronik faz KML hastasına 400 mg/gün İM tedavisi başlanmış ve 18. ay sonunda major sitogenetik yanıtı olan hasta Şubat 2010’da nefes darlığı ile polikliniğe başvurdu. Tam kan sayımında herhangi bir anormallik bulunmayan ve daha önceden nefes darlığı yakınması olmayan ve 3 yıldır siga-ra kullanmayıp, daha öncesinde 15 yıl boyunca hafta-da 1 paket sigara içen hasta göğüs hastalıkları polikli-niğinde değerlendirildi, toraks bilgisayarlı tomografisin-de (BT); her iki akciğer üst lob apikal kesimi, posterior alanlarda, bilateral alt lob süperior segmentlerde, poste-robazal kesitlerde, sağda orta lobda, solda lingulada bir-leşme eğiliminde yamalı tarzda düzensiz sınırlı paranki-mal konsolidasyon alanları tespit edildi. Hasta bronşiyoli-tis obliterans-organize pnömoni olarak kabul edildi. Olası ilişkisi nedeniyle İM tedavisi kesildi, bu arada hastanın balgam incelemesinde direkt bakı ve kültürde herhangi bir mikroorganizma yoktu, aside dirençli bakteri görül-medi. Akut faz yanıtı ve ateşi olmayan hastaya bronkos-kopi ve bronkoalveolar lavaj (BAL) uygulandı. BAL örne-ğinde bakteri, mantar veya tüberküloz lehine bulgu tespit edilmedi. Solunum fonksiyon testinde (SFT) restriksiyon bulguları olan hastaya 80 mg/gün metilprednizolon teda-visi başlandı. Steroid tedavisi altında semptomatolojisi ve akciğer grafisi ile SFT bulguları gerileyen hastada steroid tedavisi azaltılarak kesildi ve KML açısından İM tedavisi-ne sub-obtimal yanıtı bulunması ve pulmoner toksisite-si olması olduğundan ikinci kuşak tirozin kinaz inhibitö-rü olarak nilotinib 2x400 mg/gün tedavisine geçilmesine karar verildi. Hasta halen 800 mg/gün nilotinib tedavisi

Page 98: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

128

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

ile benzerlik göstermektedir. KML’li erkeklerin ve eşle-rinden sadece 18 çiftin doğum kontrol yöntemi kullan-dığı belirlendi. İM kullanan kadın hastaların gebelikle-ri konusundaki bilgilerin büyük bölümü literatüre yan-sımış durumdadır. Buna karşılık İM kullanan erkekle-rin eşlerinin gebelikleri konusundaki bilgiler çok daha azdır. Çalışmamız imatinib kullanan olgularımızın eşleri-nin gebelik sorunlarını incelemekte olup bu konuda daha sağlıklı karar verebilmek için daha fazla olgu sayısını içe-ren çalışmalar yapılmasına ihtiyaç vardır.

Bildiri: 0117 Poster No: P186

2 MERKEZ DENEYİMİ: KRONİK MİYELOİD LÖSEMİLİ HASTALARDA İMATİNİB MESİLAT TEDAVİSİNİN SONUÇLARI. Emine Mercan1, Selda Kahraman2, Fatih Demirkan2, İnci Alacacıoğlu3, Bahriye Payzın3, Nurhilal Turgut4, Mehmet Ali Özcan2, Özden Pişkin2, Güner Hayri Özsan2, Bülent Ündar2. 1Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, İZMİR, 2Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı,Hematoloji Bilim Dalı,İZMİR, 3İzmir Atatürk Eğitim Hastanesi,Hematoloji Kliniği,İzmir

4Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği, Adana

Amaç: Kronik myeloid lösemi (KML) tedavisinde; günümüzde imatinib mesilat (IM-STI571) ilk tedavi seçe-neğidir. IM tedavisi ile daha iyi hematolojik, sitogenetik ve moleküler yanıt elde edilmekte, daha iyi ortalama sağ kalım ve progresyonsuz sağ kalım sağlanmaktadır. Biz çalışmamızda Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi ve İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hematoloji kliniklerinde izlenen ve IM ile tedavi edilen 84 KML vaka-sında hematolojik, sitogenetik ve moleküler yanıtlar ile hastaların klavuzlara uygun şekilde izlenip izlenmediği-ni değerlendirdik.

Yöntemler: Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi ve İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma hastanesi hematolo-ji kliniklerinde Ocak 1999-Mart 2010 tarihleri arasında izlenen 84 Ph (+) KML vakası çalışmaya alındı. Standart 400 mg/gün IM tedavisi alan hastaların hematolojik, sitogenetik ve moleküler yanıtları değerlendirildi.

Sonuçlar: Hastaların 44’ü kadın (%52.4), 40’ı erkek (%47.6) idi. Yaşları 22-83 arasında ve yaş ortalamala-rı 52,98(±14.8) yıl, ortanca yaş 54.5 olarak saptandı. Ortalama takip süreleri 47,4 ay ve tanı anında 80 hasta kronik fazda (%95,2), 4 hasta akselere fazda (%4.8) idi.

Hematolojik yanıt ortalama 2.42 ayda sağlandı. Tam hematolojik yanıt (THY) oranı üçüncü ayda %88,1, altın-cı ayda %90,8, 12.ayda %93 ve 18.ayda %96,9 olarak bulundu.(Tablo 1)

12. ayda 57 hastanın sitogenetiği bakılmıştı (%67.9). Bunların %75.4’ünde tam sitogenetik yanıt (TSY)), üç hastada kısmi sitogenetik yanıt(KSY) (%5.3), üç hastada minör sitogenetik yanıt (MSY) (%5,3), bir hastada mini-mal sitogenetik yanıt (%1.8) elde edildi. Dört hastada ise sitogenetik yanıt elde edilemedi (%7,0). Üç hastada ise örnek yetersizdi (%5,3). (Tablo 2)

18. ayda hastaların 38’inin moleküler yanıtına bakıl-mıştı (%45.2). Bu hastaların 24’ünde tam moleküler yanıt (%63.2), 10 hastada major moleküler yanıt (%26,3), dört hastada ise moleküler yanıt alınamadı (%10,5).(Tablo 3)

IM kullanımı esnasında 22 hastada derece 3-4 hema-tolojik yan etki gelişirken (%26,2), 12 hastada rash (%14,3), 10 hastada periorbital ödem (%11,9), 10 hasta-da bulantı (%11.9), dokuz hastada miyalji-artralji (%10,7) gelişti. IM tedavisi altında bir hasta akselere faza, bir

olguyu esansiyel trombositeide genellikle görülen nispe-ten monoton tedavi ve izlem sürecine uygunluk gösterme-yen klinik gidişe, izlem sırasında gelişen AML ve trizomi 8 birlikteliğine dikkat çekmek amacı ile sunduk.

Bildiri: 0505 Poster No: P185

İMATİNİB MESİLAT KULLANAN KRONİK MİYELOİD LÖSEMİLİ ERKEK HASTALARIN EŞLERİNDE GÖZLEMLENEN OBSTETRİK SORUNLAR-TEK MERKEZ DENEYİMİ. Dilek Keskin1, Ahmet Emre Eşkazan2, Burcu Aydın3, Nihal Esatoğlu1, Emine Gültürk2, Ayşe Salihoğlu2, Muhlis Cem Ar4, Şeniz Öngören2, Zafer Başlar2, Burhan Ferhanoğlu2, Yıldız Aydın2, Rıza Madazlı3, Teoman Soysal2. 1İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, 2İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı/Hematoloji Bilim Dalı, 3İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, 4TCSB İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi 5. Dahiliye Kliniği

Amaç: Günümüzde kronik miyeloid lösemi (KML)’nin birinci basamak tedavisinde imatinib mesilat (İM) kul-lanılır. Gebeler ve emziren kadınlarda İM kullanılma-sı uygun değildir. Ancak KML tanısı olan ve İM kullanan erkeklerin eşlerinin gebeliklerinde problemler olup olma-dığı iyi bilinmemektedir. Bu çalışmanın amacı 9 ay veya daha uzun süre ile KML tanısıyla İM kullanan erkek has-taların eşlerinin gebeliklerinde problem yaşayıp yaşama-dıklarının sorgulanması ve bunların kontrol grubu ile karşılaştırılmasıdır.

Yöntemler: Hematoloji polikliniğinimizde KML tanı-sıyla İM kullanan 28 erkek hasta (Grup-1) ve eşlerinin (Grup-2) anket sorularını cevaplandırmaları istenmiştir. Kadın hastalıkları ve doğum hastalıkları anabilim dalı gebe polikliniğinden takip edilmiş 37 gebe (Grup-3) ve eşleri (Grup-4) de kontrol grubu olarak alınmıştır.

Sonuçlar: Erkek KML hasta grubunda (Grup-1) ortan-ca yaş 47 (26-55) gebe kontrollerin eşlerinin (Grup-4) ortanca yaşı ise 35 (25-51) olarak bulundu. KML hasta-larının eşlerinin (Grup-2) ortanca yaşı 42.5 (27-56), gebe kontrollerin (Grup-3) ise 30 (20-45) idi. KML hasta gru-bunun ortalama İM kullanma süresi 50.6 aydı (9-132). Eşlerinin İM kullanımı süresi içinde toplam 3 kadın-da 4 gebelik tespit edildi. Birinci gebede gebelik normal zamanında ve normal doğum ağırlığında, ikinci gebede gebeliğin düşük ile sonuçlandığı, üçüncü gebede ise bir düşük, bir de zamanından erken ve düşük doğum tartı-lı olmak üzere iki gebelik olduğu görüldü. Çiftlerden biri-nin İM kullanımı öncesinde atriyal septal defekti bulunan bir çocuğa sahip oldukları anlaşıldı. 2.gruptaki kadınla-rın 9’unda toplam 10 düşük vardı ve bunların sadece 2’si eşleri İM kullandığı dönemde gerçekleşmişti. Kontrol gru-bunda evlilik süreleri boyunca düşük sayısı ise 10 gebede 15 olarak belirlendi. Grup-2’ye ait demografik özellikler Tablo-1’de sıralanmıştır. Kontrasepsiyon uygulama oran-larına bakıldığında KML’li erkekler ve eşlerinden 18 çif-tin (18/28-%64) çeşitli kontrasepsiyon yöntemleri uygu-ladıkları tespit edildi.

Tartışma: Gebelik kaybı toplumda sık görülmekte-dir. Döllenen yumurtaların yaklaşık %30-50’sinde spon-tan abortus görülebilmektedir. Bizim İM kullanan erkek hastalarımızın eşlerinin 9 tanesinde 10 düşük (9/28), kontrollerde ise 10 gebede 15 düşük (10/37) görülmüş olup, bu sayılar verilen oranlar ile örtüşmektedir. İM kullanan KML’li erkeklerin eşlerinin bu süre boyunca 3 tanesinde 4 gebelik gerçekleştiği ve bunlardan 2’sinin düşük ile sonuçlandığı görüldü ki bu da bilinen oranlar

Page 99: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

129

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

önemlisi, primer ya da otonom trombositozisde trombosit fonksiyonlarının da bozulmasından ötürü trombohemo-rajik komplikasyonların ön planda olmasıdır. Ön sonuç-ları sunulan bu çalışmada ortalama trombosit hacmi (MPV; 7-12 fL) değerlerinin birincil ve ikincil trombosito-zisde birbirinden farklı olup olmadığına bakıldı.

Yöntemler: Retrospektif gerçekleştirilen bu çalışma-da trombosit sayıları 450.000/uL ve üstü olan hastalar birincil (BT) ve ikincil trombositozis (İT) olmalarına göre iki gruba ayrıldılar. Esansiyel trombositemi için Dünya Sağlık Örgütü’nün 2008 yılı myeloproliferatif neoplazmlar için tanısal kriterlerinden yararlanıldı. İkincil trombosito-zisi oluşturan gruptaki hastaların hepsinde demir eksik-liği anemisi olup, herhangi bir tedavi kullanılmadan elde edilen sonuçları değerlendirmeye alındı. Proje sonunda bu gruptaki tüm hastaların uygun doz ve sürede demir tedavisi sonrası trombosit değerlerinin normal sınırlara gerilediği görüldü.

Sonuçlar: BT grubunda 23 (yaş: 19-87; ortanca: 65) ve İT grubunda 26 hasta (yaş: 16-80; ortanca: 43,5) sap-tandı. Gruplara göre hastaların özellikleri tabloda sunul-muştur. BT grubunda trombosit sayısı İT grubuna göre belirgin olarak yüksek bulundu (ortalama 995.500’e karşılık 548.959; p=0,000). Bununla birlikte esansiyel trombositemili hastaların MPV değerleri de İT grubuna göre anlamlı olarak yüksek çıktı (8,819’a karşılık 7,607; p=0,007).

Tartışma: Esansiyel trombositeminin de içinde bulunduğu myeloproliferatif hastalıklarda trombositle-rin membran ve adenin nükleotid içeriklerinin anormal oldukları; üstelik ADP, epinefrin ve kollajenle agregas-yon testlerinin de bozuk olduğu bilinmektedir. Belki de ön sonuçlarını sunduğumuz çalışmamızda da görüldü-ğü gibi; primer trombositozisli grupta artmış olan MPV, trombopoezisdeki disregülasyonun, trombosit memb-ran ve adenin nükleotid bozukluklarının bir yansıması şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Ek olarak, literatürde-ki bazı çalışmaların tersine iki grup arasında trombosit sayısının fazla olduğu grupta MPV de yüksek bulunmuş-tur. Klinisyenlerin halihazırda fazla ilgi göstermedikleri MPV değerlerine bakarak trombositozisle gelen bir olguda tanı ve etyolojiye yönelik öngörüde bulunmak için henüz erken de olsa kısmen sonuçlarını sunduğumuz bu çalış-mada MPV’nin görece yüksekliğinin primer hastalık lehi-ne olduğu söylenebilmektedir.

Tablo 1. Her iki grup olgularının özellikleri

Birincil Trombositoz İkincil (reaktif) Trombositoz

Trombosit 995.000 548.959

MPV 8,819 7,607

Hb 13,50 9,18

Ferritin 24 4,9

CRP 1,7 3,3

Lökosit 8480 8330

hasta blastik faza geçti. Üç hastanın yan etki nedeniy-le, dokuz hastanın ilaç direnci, bir hastanın yan etki ve ilaç direnci nedeniyle ilacı değiştirildi (%15.5). Dört hasta Dasatinib, sekiz hasta Nilotinib, bir hasta ise Nilotinib ardından dirençli olması nedeniyle Dasatinib tedavi-si aldı. Hastaların ortalama sağ kalım süreleri 48,54 ay (3-132 ay), tedavi başarısızlığına kadar geçen süre ise ortalama 30,67 ay (9-61 ay) olarak saptandı.

Tartışma: Kronik faz KML’de IM halen tolere edilebi-lir ve etkin bir tedavi seçeneği olarak ilk sıradaki yerini korumaktadır. Yeni tirozin kinaz inhibitörleri dahil, daha etkin ve küratif tedavi için yeni çalışmaların yapılması ve hastaların takibinde özelliklede moleküler yanıt değerlen-dirilmesinde laboratuvar yöntemlerinde standardizasyon yapılması gerekmektedir.

Tablo 1. 3. Aydaki hematolojik yanıt oranları

Hematolojik yanıt Sıklık Yüzde(%)

Var 74 88,1

Yok 10 11,9

Toplam 84 100

Tablo 2. 12. Aydaki sitogenetik yanıt oranları

Sitogenetik yanıt Sıklık Yüzde(%)

Komplet Sitogenetik Yanıt (0 Ph +) 43 75,4

Parsiyel Sitogenetik Yanıt (1 - 35 Ph +) 3 5,3

Minor Sitogenetik Yanıt (35 - 65 Ph +) 3 5,3

Minimal Sitogenetik Yanıt (66 - 94 Ph +) 1 1,8

Sitogenetik Yanıt Yok (Ph > 95) 4 7,0

Yetersiz Örnek 3 5,3

Toplam 57 100,0

Tablo 3. 18. Aydaki moleküler yanıt oranları

Moleküler yanıt Sıklık Yüzde (%)

Major Yanıt 10 26,3

Tam Yanıt 24 63,2

Yanıt Yok 4 10,5

Toplam 38 100

Bildiri: 0346 Poster No: P187

TROMBOSİTOZİSİN AYIRICI TANISINDA “ORTALAMA TROMBOSİT HACMİ”. Betül Erişmiş1, Selami Koçak Toprak2, Sema Karakuş2, Gül İlhan2, Neslihan Andıç2. 1Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara, 2Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, Ankara

Amaç: Belki de zemininde pek çok farklı etyolojik neden yattığı için, trombositozisin ayırıcı tanısı genellikle aşikar değildir ve zordur. Reaktif ya da ikincil trombosito-zis olarak adlandırılan antite; kan yapımının-üretiminin hızlandığı durumlarda, enfeksiyöz,-enflamatuvar hasta-lıklar, demir eksikliği anemisi, splenektomi ve neoplazm varlığında “rebound” tarzında görülebilmekte olup trom-bosit üretiminin normal yolaklarının ve düzeninin kay-bolduğu “otonom” trombositozisden mutlaka ayrılmalıdır. Zira bu iki farklı grupta trombosit sayılarının ulaşabile-ceği maksimum düzey değişiklik gösterebildiği kadar asıl

Page 100: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

130

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

tutuluşlu ileri dönemdeki HES hastalarında bile imati-nib mesilat tedavisi ile çok iyi yanıt alınabileceğini ve bu tip hastalarda da kullanılması gerektiğini göstermektedir.

Bildiri: 0357 Poster No: P189

MİYELOPROLİFERATİF NEOPLAZMLARDA JAK2V617F MUTASYONU İLE KANAMA, TROMBOZ VE TROMBOSİT FONKSİYONLARININ İLİŞKİSİ. Gülsüm Akgün Çağlıyan1, Hakan İsmail Sarı1, Lale Şatıroğlu Tufan2, Ali Keskin1. 1Pamukkale Üniversitesi İç hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı,Denizli, 2Pamukkale Üniversitesi Tıbbı Biyoloji ve Genetik Anabilim Dalı,

Amaç: Miyeloproliferatif neoplazmlar (MPN); multi-potent progenitör hematopoietik hücrenin transformas-yonundan ortaya çıkan klonal hematopoietik hastalık-lardır. JAK2 mutasyonunun keşfinden sonra MPN’ ların sınıflaması ve tanı kriterleri değişmiş, Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) yeniden revize edilen kriterlerinde JAK2V617F mutasyonu varlığı tanı kriterleri içine gir-miştir. Bu çalışmada 60 MPN tanılı hastada JAK2V617F mutasyonu ile kanama, tromboz ve trombosit fonksiyon-ları arasındaki ilişki araştırıldı.

Yöntemler: Çalışma Pamukkale Üniversitesi hemato-loji kliniğine başvuran ve yapılan incelemelerde WHO’nun revize edilen kriterlerine göre MPN tanısı alan hastalarda yapılmıştır. Çalışmaya 30’u PV, 28’i ET ve 2’si IMF olmak üzere toplam 60 hasta alındı.

Sonuçlar: Çalışmaya alınan 60 hastanın %65’inde JAK2 mutasyonu pozitif bulundu. JAK2 mutasyon sık-lığı PV’lı hastalarda %83,3, ET’lu hastalarda %42,9 ve IMF’li hastalarda %100 olarak saptandı. Tüm hastala-rın %33,3’ünde kanama izlendi. JAK2 mutasyonu pozi-tif olan hastaların %41’inde kanama izlenirken, JAK2 mutasyonu negatif olan hastaların ise %19’unda kana-ma izlendi. JAK2 mutasyonu pozitif olan hastalarda, JAK2 mutasyonu negatif olan hastalara göre kanama-nın daha sık gözlenmesi klinik açıdan anlamlı olmasına rağmen istatiksel olarak anlamlı bulunamadı (p=0.085). Tüm hastaların %50’ sinde ise trombotik olay saptan-dı. JAK2 mutasyonu pozitif olan hastaların %64,1’ inde tromboz gözlenirken, JAK2 mutasyonu negatif olan has-taların %23,8’inde trombotik olay izlendi. JAK2 mutas-yonu pozitif olan hastalarda trombotik olayların daha sık olması istatiksel olarak anlamlı bulundu (p= 0.003).

Tüm hastaların %80’inde (48/60) trombosit fonksiyon bozukluğu bulundu. JAK2 mutasyonu pozitif olan hasta-ların %76,9’unda (30/39), JAK2 mutasyonu negatif olan hastaların ise % 85,7’ sinde (18/21) trombosit fonksiyon testlerinde bozukluk saptandı. PV tanılı ve JAK2 mutas-yonu pozitif olan hastaların %72’ sinin (18/25) trombo-sit fonksiyonlarında bozukluk saptanırken, PV tanılı ve JAK2 mutasyonu negatif olan hastaların ise %100’ünde (5/5) bozukluk saptandı. ET tanılı ve JAK2 mutasyo-nu pozitif olan hastaların %83,3’ ünün (10/12) trom-bosit fonksiyonlarında bozukluk saptanırken, ET tanılı ve JAK2 mutasyonu negatif olan hastaların %81,3’ünde (13/16) bozukluk saptandı. Myelofibrozis tanılı 2 hasta-nın, 2’sinde de JAK2 mutasyonu pozitifti ve 2’ sinin de trombosit fonksiyonları bozuktu

Tartışma: Yaptığımız çalışmada JAK2 mutasyonu pozitif olan hastalarda, JAK2 mutasyonu negatif olan hastalara göre kanama ve trombozun daha sık izlenme-si, bu mutasyonun varlığında kanamaya ve tromboza eğilimin arttığını düşündürmektedir. Öte yandan, JAK2 mutasyon varlığı ile trombosit fonksiyonları arasında net

Bildiri: 0424 Poster No: P188

FIP1L1-PDGFRA YENİDEN DÜZENLENMESİ REAL-TİME PCR İLE GÖSTERİLEN VE İMATİNİB TEDAVİSİNE İYİ YANIT VEREN HİPEREOZİNOFİLİK SENDROMLU BİR OLGU. Nur Selvi1, Mustafa Pehlivan3, Burçin Tezcanlı Kaymaz1, Çağdaş Aktan1, Ayşegül Dalmızrak1, Ezgi İnalpolat1, Güray Saydam2, Mehmet Yılmaz3, Vahap Okan3, Nejat Topçuoğlu1, Buket Kosova1. 1Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji Ana Bilim Dalı, 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bililm Dalı, 3Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bililm Dalı

Amaç: Hipereozinofilik sendrom (HES) süregen eozi-nofili (min 6 ay için >1500/μL) ve değişik organlarda eozinofiliyle ilişkili fonksiyon bozukluğuyla karakterize heterojen bir hastalık olup, son döneme kadar etkin bir tedavisi tanımlanamamıştır. Ancak bazı HES olgularının BCR-ABL, c-kit ve FIP1L1-PDGRFA tirozin kinazları inhi-be eden imatinib mesilat kullanımıyla klinik ve hemato-lojik iyi yanıt verdikleri bildirilmiştir. Bu olguların tirozin kinaz aktivitesine yol açan ve 4q12’ de interstisyel deles-yon sonucu oluşan FIP1L1-PDGRFA füzyon genini taşı-yıp, yüksek serum triptaz düzeyleri, doku fibrozisi, kötü prognoz ve imatinibe yanıtla karakterize kronik myelop-roliferatif hastalık özellikleri gösteren bir HES alt grubu-na girdikleri anlaşılmıştır.

Bu çalışmada, kronik myeloproliferatif hastalık özel-likleri gösteren multisistemik tutuluşlu HES’li bir olgu-da imatinib tedavisine dramatik bir yanıt tanımladık. 48 yaşındaki bu erkek olgunun, 1 yıldan bu yana giderek artan halsizlik, efor dispnesi (Class III), öksürük ve alt ekstremitelerde şişlik yakınmaları vardı. Yatışındaki fizik bakısında genel durumunun orta, yatağa bağımlı, ECOG performans durumu 3, karaciğer 4 ve dalak 2 cm palpabl ve pretibial 2+ ödem; laboratuvar incelemelerinde, löko-sit 30570/mm3 (%65 eozinofil), Hb 12 gr/dL, Hct %37, trombosit 33400/mm3, periferik yaymada dev trombo-sitler ve hipogranüler nötrofiller, üre 40 mg/dL, kemik iliğinde eozinofilik seride belirgin artış (%60) eşliğinde megakaryositlerde artış ve derece I myelofibrozis, toraks HRCT’de yaygın kaba retikülonodüler patern değişikliği ve yer yer buzlu cam dansiteleri, ekokardiyografide sağ kalp boşluklarında ileri derecede genişleme ve sol kalp boşluklarına bası, pulmoner arter basıncı 125 mmHg, ileri derecede triküspid yetmezliği, sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu %55 olarak belirlendi.

Yöntemler: Kİ örneğinde FIP1L1-PDGFRA füzyonu, DNA/RNA seviyesinde iki farklı protokolle incelenmiş-tir. Transkripte özgül olarak dizayn edilip sentezlettiri-len primer ve problarla ve probsuz olarak, kit manuelle-ri doğrultusunda oluşturduğumuz reaksiyon protokolle-ri gerçek-zamanlı PCR cihazı LightCycler ver: 2.0’ a uyar-lanmıştır.

Sonuçlar: Sonuçta her 2 PCR yöntemiyle de füz-yon transkripti RNA düzeyinde pozitif saptanmıştır.Tedavisinde imatinibe (200 mg/gün) başlandı ve 2. haf-tadan itibaren klinik bulgularında düzelme görüldü. Son fizik bakısında genel durumunun iyi, ECOG performans durumu 1, efor dipnesi class I, ödemsiz, karaciğer 1 cm ve dalak nonpalpabl, lökosit 9610/mm3 (%68 nötrofil,%2 eozinofil), Hb 15.8 gr/dL, Hct %50, trombosit 246000/mm3, albumin 4.3 gr/dL, EKG’ de pulmoner arter basın-cının 90 mmHg’a düştüğü, SVEF’nunu 60’a yükseldiği ve Kİ’ de eozinofilik serinin normal olduğu belirlendi.

Tartışma: Olgumuz myeloproliferatif hastalık özellik-leri taşıyan, fibrotik bulgular ile seyreden, multisistemik

Page 101: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

131

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Şekil 1. Patolojik görünüm

Bildiri: 0324 Poster No: P191

EOZİNOFİLİ: KRONİK MİYELOİD LÖSEMİLİ BİR HASTANIN TEK ANORMAL BULGUSU. Anıl Tombak, Özkan Tekin, Eyüp Naci Tiftik. Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Hematoloji Bilim Dalı.

Amaç: Eozinofili, çeşitli hematolojik malignitelerin tanısal delilidir. Miyelopoetik neoplazilerde eozinofiller, malign klondan köken alırken, lenfoid neoplazilerde ve reaktif durumlarda eozinofili sıklıkla eozinofilik sitokin-lere bağlı gelişir. Eozinofili ile kendini gösteren miye-loid maligniteler; kronik miyeloid lösemi (KML), kronik eozinofilik lösemi, diğer miyeloproliferatif lösemiler, bazı akut lösemiler, mast hücre hastalıkları ve miyelodisplas-tik sendromların bazı nadir formlarıdır. Bu tür hastalık-ların tanısı için, kemik iliği incelemesi ve immünohisto-kimyası, moleküler tetkikler, sitogenetik analiz ve etkilen-miş olası organ sistemlerinin değerlendirilmesi gerekir. Burada, tek bulgusu eozinofili olan ve KML tanısı konu-lan vaka, izole eozinofililerde, parazitik vb. benign hasta-lıklar dışında ayırıcı tanıda, malign hematolojik hastalık-ların da düşünülmesi amaçlanarak bildirilmiştir.

Yöntemler: Altmış altı yaşındaki erkek hasta, ocak 2010 tarihinde hematoloji bölümümüze, hemogramında eozinofili olması nedeniyle konsülte edildi. Hastanın belir-gin bir şikayeti yoktu. Kronik böbrek hastalığı ve hiper-tansiyon nedeniyle nefroloji bölümünün takibi altınday-dı ve fosinopril sodyum, klopidogrel, rosuvastatin teda-visi altındaydı. Fizik muayenesi normaldi. Tetkiklerinde; WBC: 9.000/mm3, nötrofil: 4750/mm3, eozinofil: 2.000/mm3, Hb: 13,9 gr/dL, plt: 321.000 /mm3, kreatinin: 2 mg/dL, IgE: 82 IU/mL olarak bulundu. Geriye dönük bakıldığında; hastanın 2002 tarihinde bakılan hemogra-mında da eozinofilisi (3.550/mm3) olduğu görüldü. Gaita incelemesinde parazit saptanmadı. Periferik yaymada; %25 oranında eozinofil saptandı, bazofil artışı yoktu. Kemik iliği aspirasyonunda; %15 oranında eozinofil ve eozinofilik miyelosit saptandı. Miyeloid/eritroid oranı 9/1 olarak bulundu (Şekil). Periferik kandan RT-PCR yönte-miyle bakılan t(9;22) (bcr: abl): 0,000029 kopya/mL ola-rak bulundu. Kemik iliği sitogenetik analizi ise; 46,XY (4 hücre) olarak raporlandı. Hipereozinofilik sendrom açı-sından ilk tanı anında bakılan FIP1L1 mutasyon ana-lizinde mutasyon saptanmadı. Kalp, akciğer ve santral sinir sistemi fonksiyonları normaldi.

Sonuçlar: Bu bilgiler ışığında hastaya KML tanı-sı konularak imatinib 300 mg/gün başlandı. (kreatinin yüksekliği nedeniyle doz azaltıldı). Tedavinin 1. ayında

bir ilişki saptanmamakla birlikte, bu durum çalışma-ya alınan hasta sayısının yetersiz olması veya MPN’larda görülen trombosit fonksiyon bozukluğunun JAK2 mutas-yonundan bağımsız olduğunu düşündürmektedir.

Bildiri: 0096 Poster No: P190

KRONİK MİYELOİD LÖSEMİDE MEMEDE GRANÜLOSİTİK SARKOM. Gürhan Kadıköylü1, İrfan Yavaşoğlu1, Füsun Taşkın2, Zeliha Çetin3, Muhan Erkuş3, Zahit Bolaman1. 1Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Aydın, 2Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Aydın

, 3Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji, Aydın

Amaç: Granülositik sarkom ekstramedüller blastik hücre infiltrasyonu ile karakterize olup akut ve kronik miyeloid lösemide (KML) ve miyelodisplastik sendromda sık görülür. KML’li hastaların %10’unda granülositik sar-kom izlenirken en sık kemik, lend nodları, deri ve yumu-şak doku tutlur. Memede ise granülositik sarkom olduk-ça nadir olup literatürde otuz olgu izlenmiştir.

Yöntemler: Sonuçlar: 50 yaşında bayan hasta bir yıl önce halsiz-

lik, boyunda şişlik, gece terlemesi ve kilo kaybı ile klini-ğimize başvurdu. Fizik muayenesinde solukluk, servikal multiple lenfadenopati, sağ kolda çap farkı ve hepatosp-lenomegali saptandı. Hemoglobin 10 g/Dl, lökosit sayı-sı 36.000/mm3, trombosit sayısı 889.000/mm3, erit-rosit sedimentasyon hızı 62 mm/s, periferik yaymada %70 blast, kemik iliğinde hipersellülarite, megakaryo-siter ve miyeloid hiperplazi %22 blast, PAS (+), S.Black (-), kemik iliğinin akım sitometrisinde CD13,133 zayıf pozitif, CD19,45,41,71(+)’idi. Sitogenetik, FISH ve PCR ile Ph(+) saptandı. Hasta blastik faz KML ve subklavi-an ven trombozu kabul edilerek imatinib 600 mg/gün ve DMAH+warfarin başlandı. 3.ay değerlendirmede perife-rik yayma ve kemik iliğinde blastların devamı, Ph poziti-liğinin devamı nedeniyle mutasyon analizi yapıldı nega-tif bulundu. Dasatinib 140 mg/g başlandı. Allojeneik kök hücre transplantasyonu için verici araştırılmasına gidil-di. 1 ay sonra hastada nefes darlığı ve sağ memede ağrısız ceviz büyüklüğünde kitle yakınmaları gelişti. Hastanın blastları sürüyor ve plevral Grade III transüda tarzında effüzyon ortaya çıkmıştı. Meme USG’sinde kitle ve biyop-si ile granülositik sarkom (CD13, 133, MPO pozitif blas-tik hücreler, Şekil 1) saptandı. Hastaya dasatinibe bağlı perikardiyal effüzyon nedeniyle nilotinib 800 mg/g ve 7 gün sitozin arabinozid ile 3 gün idarubisin kombiansyo-nu başlandı. Şu anda tedavisi sürmekte ve daha sonra radyoterapi uygulaması sonrası HLA uyumlu kardeşin-den transplantasyon planlanmaktadır.

Tartışma: Granülositik sarkom akut lösemi ile eşza-manlı, nüks ya da kemik iliği tutulumu olmaksızın orta-ya çıkabilir. Akut lösemi tedavisi ve radyoterapi ile yanıt oldukça iyidir. Bazı olgularda transplantasyon uygulan-mıştır. Memede granülositik sarkom ise nadir görülmesi-ne rağmen akla gelmeli ve meme kanserinden histopato-lojik olarak ayırıcı tanı yapılmalıdır.

Page 102: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

132

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Tartışma: İmatinib tedavisi ile hastaların büyük kıs-mında hematolojik, sitogenetik yanıtlar alınır. Ancak bir kısmında önce yanıt elde edilmesine rağmen yanıt kaybı görülebilir bir kısmında da hiç yanıt olmayabilir. Ayrıca ilaca intolerans da gelişebilir. Böyle durumlarda ikinci kuşak tirozin kinaz inhibitörleri kullanılabilir. Bu ilaç-lardan biri Dasatinib’dir. Dasatinib, Abl enzimin aktif ve inaktif formlarına bağlanır, Src kinazı da inhibe eder-ken İmatinib selektif Bcr/Abl tirozin kinaz inhibitörü-dür. T315 mutasyonu olmayan hücrelere karşı imatinib-ten daha güçlü etkiye sahiptir. Tedavide non hematolojik yan etkiler daha ılımlı ve tolere edilebilirdir. Hematolojik yan etkiler doz modifikasyonu ile kontrol altına alınabi-lir. Dasatinib, İmatinibe intolerans veya direnç durumun-da kullanılabilecek tirozin kinaz inhibitörlerinden biridir.

Bildiri: 0103 Poster No: P193

NADİR GÖRÜLEN MYELOPROLİFERATİF BİR HASTALIK, MASTOSİTOZİS: OLGU SUNUMU. Hava Üsküdar Teke, Hediye Uğur. Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği, Kayseri

Amaç: Mastositozis, mast hücrelerinin anormal pro-liferasyonu ve mast hücre mediatörlerinin salınımı ile karakterize, kutanöz veya sistemik, nadir görülen, hete-rojen bir grup hastalıktır. Myeloproliferatif hastalıklar içerisinde yer alan mastositozis, klonal bir kemik iliği hastalığıdır. Klinik gidiş benign veya agresif olabilmekte-dir. Kutanöz mastositozis grubunun sistemik mastosito-zislerden farkı mast hücre infiltrasyonunun deri ile sınır-lı olmasıdır. En sık görülen formu ise ürtikerya pigmen-tozadır.

Bu yazıdaki amacımız nadir görülen bu hastalığın tekrar gözden geçirilmesi ve tek başına cilt tutulumunun olduğunu söyleyebilmek için mutlaka bu hastalara kemik iliği incelemesinin de yapılması gerektiğidir.

Yöntemler: Olgumuz 44 yaşında erkek hasta. Sorgulamasında 6 yaşından bu yana tüm vücudunda (gövde ön yüz ve üst ekstremitelerde daha belirgin) olan eritemli, deriden hafif kabarık, çok sayıda kahverengi-kırmızı papüler lezyonlar ile başvurdu. Yapılan değer-lendirmeler sonrası 1999 ve 2009 yıllarında alınan cilt biyopsilerinin ürrtikerya pigmentoza ile uyumlu oldu-ğu saptandı. Hasta 2010 Mayıs ayına kadar herhangi bir tedavi almamıştı. Sistemik tutulum açısından değerlen-dirilen hastanın yapılan tam kan sayımı, biyokimyasal parametreleri, EKG, EKO, kemik garfileri, HRCT ve solu-num fonksiyon testleri normal saptandı. Abdominopelvik ve thoraks tomografilerinde lenfadenopati veya hepatosp-lenomegali izlenmedi. Tam kan sayımı normal olsa da kemik iliği tutulumu açısından kemik iliği aspirasyon-biyopsisi yapıldı. Kemik iliği biyopsisinde paratrabeküler, interstisyel ve perivasküler oval, yuvarlak, lobüle, yer yer iğsi eksantrik nükleusa sahip, geniş, eozinofilik sitoplaz-malı CD117 ile diffüz pozitif, toluidin mavisi ile metakro-matik boyanan mast hücre infiltrasyonu izlendi. Kemik iliğindeki mast hücre oranı yaklaşık %40 olan olgumuz ‘sistemik mastositozis’li olarak kabul edildi. Fakat mast hücre infiltrasyonuna bağlı bozulmuş organ fonksiyonu olmaması nedeni ile sistemik tedavi uygulanmadı. PUVA tedavisi verilen hastanın lezyonlarında %20 oranında gerileme saptandı.

Sonuçlar: Sonuç olarak; mastositozisin tek başına cilde lokalize olan tipi olan ürtikerya pigmentoza tanı-mını yapabilmek için sistemik tutulumun ekarte edilme-si gerekir. Cilt tutulumu olan hastaların kan sayımları

eozinofili tamamen düzeldi. Ancak imatinib ile ilişkili ciddi dermatit olması üzerine nilotinib tedavisine geçildi. Hastanın klinik takibi devam etmektedir.

Tartışma: Eozinofili, KML’nin sık bir bulgusudur ve sıklıkla akselere fazı işaret eder. Ancak nadiren de olsa eozinofili, bizim vakamızda olduğu gibi, KML’nin tek anor-mal bulgusu olabilmekle beraber, bu nadir durumun sık-lığı bilinmemektedir. Yüksek eozinofil sayısı, kalp, akci-ğer ve merkezi sinir sisteminde fonksiyon bozukluklarına yol açabilir. İzole eozinofililerde, benign hastalıklar dışın-da, KML gibi maligniteler de mutlaka akla getirilmelidir.

Şekil 1. Kemik iliği aspirasyonu

Bildiri: 0331 Poster No: P192

İMATİNİB DİRENÇLİ VEYA İNTOLERAN OLUP DASATİNİB KULLANAN HASTALARIN TEK MERKEZ DEĞERLENDİRMESİ. Funda Ceran, Simten Dağdaş, Ümit Üre, Gül Tokgöz, Mesude Yılmaz, Gülsüm Özet. Ankara Numune Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Hematoloji Kliniği

Amaç: Tirozinkinaz inhibitörleri(TKI) kronik myelosi-ter lösemi(KML) hastalarının büyük kısmında yanıt sağ-layan hedefe yönelik ajanlardır. Imatinib KML tanısı alan hastalarda ilk seçenek tedavidir.

Yöntemler: Biz daha önce KML tanısı alıp Imatinib tedavisi altında direnç veya intolerans gelişen, Mart 2007 ile nisan 2009 tarihleri arasında Dasatinib tedavisine başlanan hastaları değerlendirdik.

Sonuçlar: Hastaların 5’i erkek 2’si kadın, yaşla-rı 30 ile 57 arasındaydı. Imatinib tedavi süreleri 19-54 ay, ortalama 34 ay idi. Bu hastaların 5’inin yanıt kaybı 2’sinin intolerans nedeniyle tedavileri Dasatinib ile değiş-tirildi. Yanıt kaybı sebebiyle tedavi değişen hastaların iki-sinde aynı zamanda intolerans da mevcuttu. Intolerans nedenleri arasında nötropeni, pansitopeni, anemi ve bulantı vardı. Tüm hastalara 100 mg/gün tek doz oral tedavi başlandı. Tedavi öncesi hastalardan İmatinib direnci olup olmadığını belirlemek için mutasyon analiz-leri gerçekleştirildi. Hiçbir hastada mutasyon saptanma-dı. Tedavi süreleri 19 ile 34 ay arasında ve halen devam etmektedir. Dasatinib tedavisi ile 5 hastada tam mole-küler yanıt elde edildi. 2 hastada İmatinib ile hematolo-jik remisyon kaybı da olduğundan Dasatinib ile hemato-lojik remisyon kısa sürede sağlandı ve parsiyel sitogene-tik yanıt alındı.

Page 103: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

133

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Olgumuzda da olduğu gibi, PV ile takip edilen hasta-larda kan tablosunda değişiklik olması durumunda akut lösemiye dönüşüm yanı sıra KML dönüşümünün de ola-bileceği akılda tutulup beraberinde sitogenetik inceleme yapılmalıdır.

Bildiri: 0362 Poster No: P195

KRONİK MİYELOPROLİFERATİF HASTALIKTA JAK-2 V617F MUTASYONU SONUÇLARIMIZ. Bahriye Payzın1, İnci Alacacıoğlu1, Kaan Savaşoğlu2, Belgin Berber Mutlu2. 1Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği, İzmir, 2Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Genetik Laboratuvarı, İzmir

Amaç: Çalışmamızda kronik miyeloproliferatif hasta-lık (KMPH) tanısı Dünya Sağlık Örgütü’nün 2008’de yap-tığı miyeloid malign hastalıklar sınıflamasına uygun ola-rak konulan ve BCR/ABL gen ürünü negatif olan 62 has-tada JAK-2 V617F mutasyonunu araştırdık. Otuz üç kadın (%53,2), 29 erkek (%46,8) hastanın ortanca yaşı: 50 (28-78) idi. Tanı sırasında verisi bulunan 57 hasta-nın 36’sında splenomegali (%61) saptandı. Laboratuvar tetkiklerindeki ortanca değerler; hematokrit: %47 (22-66), hemoglobin: 15,6 (8-23) g/dl, lökosit: 13,7 (6,3-73) x109/l, trombosit: 838,5 (113-1954) x109/l, serum erit-ropetin: 3,6 (1-43,8) mIÜ/ml, serum ferritin: 27,4 (4-340) ng/ml, serum vitamin B12: 409 (180-1735) pg/ml ola-rak belirlendi. Klinik değerlendirme ve kemik iliği biyop-sisi sonuçları ile 26 hasta (%42) polisitemia vera (PV), 24 hasta (%39) esansiyel trombositemi (ET), 4 hasta (%7) primer miyelofibrozis (MF), 7 hasta (%11) tiplen-dirilemeyen KMPH, bir hasta (%1,6) sekonder polisite-mi tanısı aldı. Polimeraz zincir reaksiyonu (RT-PCR) ile JAK-2 V617F mutasyonu %5-12,5 pozitif 2 hasta (%3,2), %5-12,5 pozitif 9 hasta (%14,5), %31-30 pozitif 14 hasta (%22,6), %50-78 pozitif 18 hasta (%29), %78-100 pozitif 8 hasta (%12,9) ve negatif sonuçlu 11 hasta (%17,7) bulun-du. JAK-2 pozitifliği KMPH tanısı kesinleşen 61 hasta-nın 51’inde (%83,6) saptandı. PV hastalarının 16’sında (%61,5) ve ET hastalarının 14’de (%58) JAK-2 mutasyo-nunun pozitiflik değeri %50-100 arasında bulundu. ET hastalarının 6’sında ve MF hastalarının 2’sinde negatif sonuç elde edildi. Mutasyon testi negatif bulunan PV has-tası yoktu. Çalışmamızda JAK-2 V617F mutasyonunun varlığı PV hastalarında %100, ET hastalarında % 77, MF hastalarında %50 oranında pozitif bulundu.

Multipl Miyelom ve Plazma Hücre Hastalıkları

Bildiri: 0297 Poster No: P196

MULTİPL MİYELOMLU HASTALARDA ÇEŞİTLİ TEDAVİ SEÇENEKLERİNDE KEMİK SPESİFİK ALKALEN FOSFATAZ DÜZEYLERİ. Güven Çetin1, M. Cem Ar1, Seniz Öngören2, Ahmet Emre Eşkazan2, Zafer Başlar2, Teoman Soysal2, Burhan Ferhanoğlu2, Birsen Ülkü2, Yıldız Aydın2. 1TCSB İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 5.Dahiliye, Hematoloji, İstanbul, 2İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul

Amaç: Multipl miyelomda (MM) kemik spesifik alka-len fosfataz (KAF) düzeyleri ile kemik ağrısı, litik lezyonlar ve kemik fraktürleri arasında anlamlı ilişki olduğu gös-terilmiştir. Bu çalışmada MM tedavi protokolleri ile KAF düzeyleri arasında ilişki olup olmadığını araştırdık.

Yöntemler: Çalışmamıza İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı,

normal olsa dahi mutlaka kemik iliği değerlendirilmeli ve kemik iliği aspirasyon-biyopsisi yapılmalıdır.

Bildiri: 0104 Poster No: P194

PH KROMOZOMU POZİTİF KRONİK MYELOİD LÖSEMİYE DÖNÜŞÜM GÖSTEREN POLİSİTEMİA VERA OLGUSU. Hava Üsküdar Teke1, Olga Meltem Akay2, Eren Gündüz2, Beyhan Durak3, Zafer Gülbaş2. 1Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği, Kayseri, 2Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, Eskişehir, 3Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Genetik Anabilim Dalı, Eskişehir

Amaç: Polisitemia vera (PV), Philadelphia kromo-zomu (Ph) negatif kronik myeloproliferatif bir hasta-lıktır. Hematopoietik stem hücrelerinden kaynak alan, JAK-2 tirozinkinaz mutasyonu ile ilişkili klonal bir has-talıktır. PV’li bazı olgular myelofibrozis, myelodisplazi ve akut myeloid lösemiye dönüşebilir. PV’den kronik myelo-id lösemiye (KML) dönüşüm ise nadir görülmektedir. Biz de JAK-2 mutasyonu negatif olan, Ph kromozomu pozitif KML’ye dönüşüm gösteren PV olgusunu sunduk.

Yöntemler: 63 yaşında bayan hasta. Ağustos 2002’de sol kolda uyuşma, sol elde tutamama şikayetleri ile baş-vuran hastanın yapılan tetkiklerinde hemoglobin (Hb) 18,1 gr/dl, hematokrit (htc) %53.5, lökosit 13,9x103/UL, nötrofil %76,5, eozinofil %3,8, bazofil %1,8, plate-let 652x103/UL saptandı. Fizik muayenesinde yüz ple-torik görünümde, traube kapalı, dalak midklavikuler hatta kot altı 2 cm palpabl ve sol kolda monoparezi mev-cuttu. Serebral tomografide sağ hemisferik iskemisi sap-tandı. Arter kan gazında oksijen saturasyonu %96,7, b12 vitamin düzeyi 262pg/ml (211-911), ferritin 16 ng/ml (10-400), serum eritropoietin düzeyi 2,0 m/IU (4-25) idi. Kemik iliği aspirasyonu ve biyopsisinde eritroid mye-loid oranı ½, hipersellüler idi. Hastaya Polisitemia Vera Çalışma Grubu (PVSG) tanı kriterlerine göre PV tanı-sı konularak flebotomi, asetilsalisik asit ve hidroksiüre (0,5-1 gr/gün) tedavisi başlandı. 8 yıl boyunca fleboto-mi ve hidroksiüre ile polisitemisi takip edilen hasta Ekim 2009’da halsizlik, genel vücut ağrısı yakınmaları ile baş-vurdu. Hastanın hb 11,1 gr/dl, lökosit 81,1x103/UL, %67,8 nötrofil, %8,6 lenfosit, %3,8 monosit, %1,5 eozino-fil, platelet 1142x103/UL saptandı. Periferik yaymasında blast, promyelosit, immatür granulositler izlenerek akut lösemi dönüşümü ön tanısı ile kemik iliği aspirasyon, biyopsi ve sitogenetik inceleme yapıldı. Kemik iliği aspi-rasyon ve biyopsisinde megakaryositler artmış, immatür granulositik seri artmış, bunlar arasında eozinofilik seri fazlaca artmış, blast oranı %3 idi. FISH ile Ph translokas-yonu %66,06 pozitif saptandı. Hastaya PV’den Ph kromo-zomu pozitif KML dönüşümü tanısı ile imatinib mesylate 400mg/gün başlandı.

Sonuçlar: Kronik myeloproliferatif hastalıklar ara-sında myelosupresif tedavi nedenli ya da doğal seyrin-den dolayı bir subgruptan diğerine geçiş mümkündür. Radyoaktif fosfor ve alkali ajanların lökomojenezis için predispozan oldukları, iyonize radyasyonun da KML insi-dansında artışa neden olduğu bilinmektedir. Olgumuzun eski preparatlardan Ph kromozomu için FISH anali-zi başarısız olmuştur. PV’nin KML’ye dönüşümü klonal değişim mi yoksa myelosupresif tedaviye sekonder mi tar-tışılabilir ancak hastamızın hidroksiüre dozunun düşük ve kullanımının ise aralıklı olması myelosupresif tedaviye sekonder olma olasılığını azaltmaktadır.

Page 104: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

134

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

ve kolon kanseri başta olmak üzere prostat, over ve meme kanseri dizilerinde apoptozu arttırdığı saptanmış-tır. Özellikle GOS ve Zoledronik asitin birlikte uygulan-masının over ve prostat kanseri hücre dizilerinde siner-jik etki gösterdiği ve apoptozu arttırdığı gösterilmiştir. Proteazom inhibitörü Bortezomib(BOR)’in vitro ve in vivo antitümör etkinliği ispatlanmış olup başta multipl miye-lom (MM) olmak üzere bazı malign hastalıklarda klinik kullanıma girmiştir. MM’da BOR’in GOS ile birlikte kul-lanımı ise daha önce hiç denenmemiştir. Çalışmamızda GOS’ün in vitro koşullarda multiple miyelom modeli olan U-266 hücre dizisi üzerine etkilerinin saptanması ve BOR ile birlikte kanser tedavisinde kullanılabilirliğinin in vitro araştırılması amaçlandı.

Yöntemler: Bu amaçla öncelikle tek başına değişen dozlarda GOS ve BOR uygulaması sonrası 72. saatte MTT metodu ile ayrı ayrı IC50 değerleri elde edildi. GOS ve BOR tek başına ve birlikte uygulandıktan sonra hücre canlılığındaki azalmanın birleşim sonuçları için CalcuSyn istatistik programı ile izobologram analizi uygulandı.

Sonuçlar: GOS ve BOR için IC50 değerleri sırasıyla 6μM ve 17nM olarak belirlendi. İki ilacın IC50 dozlarında birlikte uygulanması ile U-266 hücrelerinin çoğalmasın-da daha belirgin azalma gözlendi (p<0,001). İzobologram analizi sonrası elde edilen birleşim indeksinde GOS’ün IC25 değerinde kuvvetli sinerjik ve IC50 değerinde ise sinerjik etki gözlendi.

Tartışma: Sonuç olarak GOS’ün tek başına uygu-lanmasının MM hücre dizisinin çoğalmasını engellediği, BOR ile birlikte kullanımında ise sinerjik sitotoksik etki oluşturduğu gösterildi. Bu çalışmanın in vitro etkilerinin ayrıntılı şekilde saptanması için birden fazla MM hücre dizisi üzerine uygulanması, in vivo çalışmalar ile de des-teklenerek MM’da klinik uygulama için etkinliğinin daha ayrıntılı olarak belirlenmesi önerilir.

Bildiri: 0459 Poster No: P198

İLAÇ DİRENÇLİ MULTİPLE MYELOM HÜCRE HATLARINDA FARKLI ONKOGEN İFADELERİNİN İNCELENMESİ. Pelin Mutlu1, Ali Uğur Ural2, Ufuk Gündüz1. 1Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Biyoloji Bölümü, Ankara, 2Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Hematoloji Bölümü, Ankara

Amaç: Multiple myelom (MM) plazma hücrelerinin kontrolsüz bir şekilde çoğalmasıyla meydana gelen hema-tolojik bir kanser türüdür. Hastalığın tedavisi sırasın-da görülen çoklu ilaç dirençliliği kemoterapi başarısını olumsuz yönde etkileyen önemli bir faktördür. Çoklu ilaç dirençliliğine neden olan ve bugüne kadar çalışılan pek çok mekanizma vardır. Bunlardan bazılarının ABC taşı-yıcı proteinler, apoptozdan sorumlu proteinler, JAK-STAT sinyal yolağında yer alan proteinler, ekstrasellüler mat-riks ve hücre adhezyon moleküllerinin ifadelerinde mey-dana gelen değişiklikler sonucu olduğu ifade edilmiş-tir. Bunlardan başka kanser oluşumu ve gelişimi açısın-dan onkogenlerin de büyük önem taşıdığı bilinmektedir. Genel olarak kanserde birden fazla onkogen aktiftir. Bu çalışmada, multiple myelom tedavisinde sıklıkla kullanı-lan Prednizon, Vinkristin ve Melphalan’a direnç kazandı-rılmış RPMI-8226 ve U-266 MM hücre hatlarındaki fark-lı onkogen ifadeleri duyarlı RPMI-8226 ve U-266 hücrele-ri ile karşılaştırılmış ve ilaç dirençliliği açısından önemli olabilecek onkogenler belirlenmeye çalışılmıştır.

Yöntemler: RPMI-8226 ve U-266 hücre hatlarına artan dozlarda Prednizon, Vinkristin ve Melphalan uygu-landı ve dirençlilik gelişimi XTT yöntemi ile belirlendi.

Hematoloji Bilim Dalı’nda Kasım 2006 – Temmuz 2008 tarihleri arasında MM tanısı ile takip ve tedavi edilen, yeni tanı veya nüks aktif hastalığı olan 88 ve tedavi son-rası remisyona girmiş 26 hasta olmak üzere toplam 113 MM olgusu dahil edildi. Hastaların 52’si kadın (%40), 61’i (%60) erkekti. Ortalama yaş 60.5 olup, hastaların yaşları 30 ve 84 arasında değişmekteydi. Hastalar, çalış-maya dahil edildiklerinde başlanması planlanan tedavi protokolüne göre melfalan-prednizolon (MP), vinkristin-adriamisin-deksametazon (VAD), talidomid, bortezomib ve tedavi gerektirmeyenler olmak üzere 5 gruba ayrıl-mıştır. Buna göre MP grubunda 25, VAD grubunda 20, Talidomid’de 17, Bortezomib’de ise 25 hasta yer almış-tır. Tedavisiz gruptaki olgu sayısı 26’dır. Tüm hastalarda tedavi öncesi/başlangıç (0.ay) ve tedavinin/izlemin 3. ve 6. ayında KAF düzeyleri çalışılmıştır.

Sonuçlar: MP, VAD, talidomid gruplarının kendi için-deki 0, 3.ay ve 6.ay KAF değerleri arasında anlamlı bir fark gözlenmezken bortezomib grubunun 0, 3.ay ve 6.ay KAF ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir değişim saptanmıştır (p=0,002). Bu hasta grubunda 6. ay KAF ortalamaları tedavi öncesi ve 3.ay KAF ortalamaların-dan istatistiksel olarak yüksek bulunmuştur (p=0,003). Tedavisiz grupta da 0., 3. ve 6.ay KAF ortalamaları ara-sında istatistiksel olarak anlamlı bir fark gözlenmiştir (p=0,0001). 3. ve 6.ay KAF değerleri başlangıç değerlerine göre yüksek bulunmuştur (p=0,001, p=0,035).

Tartışma: Bu verilere göre bortezomib kullanan grup-ta KAF değerinin tedavinin 3. ve 6. aylarında başlangı-ca nazaran daha yüksek olması artmış osteoblastik akti-vite ve dolayısıyla kemik hastalığında düzelme ile açık-lanabilir. Kemoterapi ile sağlanan sistemik düzelmenin kemik hastalığının düzelme derecesi ile paralellik gös-termediği, plato döneminde artmış osteoklastik aktivi-tenin morbidite nedeni olabileceği bildirilmiştir (32, 33). Bortezomib dışı tedavi kullananlarda KAF düzeylerinin değişim göstermemesi uygulanan tedavilerin osteoblast/osteoklast dengesine etkili olmaması şeklinde yorumla-nabilir. Tedavisiz izlenen grupta KAF değerlerinin 3. ve 6. aylarda yapılan kontrollerde anlamlı olarak yüksek bulunması ise bu gruptaki hastaların çoğunun remisyon-da (tam ve/veya tama yakın) olması ve bu nedenle oste-oklastik aktivitelerinin az osteoblastik aktivitelerinin art-mış olmasına bağlanabilir. Yeni kuşak tedavi seçenekle-ri içinde yer alan protozeom inhibitörleri ve nükleer fak-tör κB ligand aktivatör inhibitörlerinin bifosfanatlarla bir-likte kullanımı ile MM’ye bağlı kemik hastalığı tedavisin-de daha olumlu sonuçlar elde etmek mümkün olacaktır.

Bildiri: 0443 Poster No: P197

GOSİPOL VE BORTEZOMİB’İN BİRLİKTE İN VİTRO UYGULANMASI U-266 MULTİPL MYELOM HÜCRE DİZİSİ ÜZERİNE SİNERJİK SİTOTOKSİK ETKİ GÖSTERMEKTEDİR. Pelin Mutlu1, Meral Sarper2, Pınar Elçi2, Ferit Avcu3, Ali Uğur Ural3. 1Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Biyoloji Bölümü, Ankara, 2Gülhane Askeri Tıp Akademisi, AR-GE Mrk. Tıbbi-Kanser Araştırma Kısmı, Ankara, 3Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Hematoloji Bilim Dalı ve AR-GE Mrk. Tıbbi-Kanser Araştırma Kısmı, Ankara

Amaç: Gosipol (GOS) pamuk tohumundan elde edilen doğal bir polifenol bileşiğidir. İlk olarak 1960’larda Çin’de erkeklerde infertiliteye neden olduğu ortaya konulmuş ve daha sonra bu molekülün çeşitli tümör hücrelerindeki çoğalmayı engelleyici etkileri incelenmeye başlanmıştır. Yapılan çalışmalarda GOS’ün özellikle malign melanom

Page 105: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

135

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

CRP ve toplam sağkalım (OS) bakımından herhangi bir ilişki saptanamadı. Buna karşın, p16(-) Rb(-) olanların (n: 39) OS’lerinin Rb(+) olanlara (n: 18) göre daha uzun oldu-ğu bulundu (49/39 ay). p16’sı (+) iken Rb(-) olan tüm olgu-ların bariz olarak daha kısa bir toplam sağkalıma sahip oldukları görüldü (42/84 ay; p=0,006). Tüm olgular ara-sında en kötü yanıtın ilk tedavi (%47,3) sonunda elde edil-diği ve bunun ancak otolog transplantasyon (%18,3) ile iyileştirilebildiği görüldü. Otolog transplantasyonun tüm olgular için (58/34 ay; p=0,0) ve fakat daha çok Rb ve/veya siklin A(-) olanlarda OS’yi arttırdığı belirlendi (tablo). Başlangıç tedavisine yanıtın OS’yi etkilemediği saptandı. Bununla birlikte ilk tedavi sonrası seçeneklerde yanıtın daha da iyileştirilemediği olgularda OS’nin belirgin olarak kısaldığı görüldü (5 yıl OS 34/44 ay; p=0,022) (şekil). OS’si kısa olan bu grubun akıbetinin ISS, yaş, B2MG ya da yük-sek/düşük proliferatif dereceye sahip grup sınıflandırılma-sından bağımsız olduğu saptandı.

Tartışma: Toplam sağkalımı ilk tedaviye verilen yanı-tın derinliğinin değil, ardından verilen yeni ajanları içeren rejimlerin ya da otolog transplantasyonun uzattığı (34/44 ay; p=0,022) ve bunun da özellikle düşük LDH düzeyleri ile birlikte olduğu dikkati çekmiştir. Özellikle Rb ve/veya sik-lin A negatif olanlarda daha belirgin olmakla birlikte bütün hastalarda otolog transplantasyon OS’yi uzatmaktadır.

Şekil 1. İndüksiyonu takiben verilen ikinci sıra tedaviye alınan yanıtın toplam sağkalıma etkisi

Tablo 1. Hücre Döngüsüyle İlişkili Belirteçler ve Toplam Sağkalım

Tx Durumu Belirteçler Olgu Sayısı Toplam Sağkalım (ay)

Otolog Tx (-) Siklin A(+) 8 31,6

Otolog Tx (-) Siklin A(-) 41 71

Otolog Tx (-) Rb(+) 16 58,2

Otolog Tx (-) Rb(-) 32 55,6

Otolog Tx (-) Siklin A(+) Rb(+) 3 29

Otolog Tx (-) Siklin A(-) Rb(-) 23 30,1

Otolog Tx (+) Siklin A(+) 12 61,9

Otolog Tx (+) Siklin A(-) 39 91,3

Otolog Tx (+) Rb(+) 11 54,4

Otolog Tx (+) Rb(-) 40 91,5

Otolog Tx (+) Siklin A(+) Rb(+) 6 46

Otolog Tx (+) Siklin A(-) Rb(-) 34 56,9

Dirençli ve duyarlı hücrelerdeki farklı onkogen ifadele-ri mikroarray yöntemi ile gösterildi. İstatistiksel analiz yöntemi olarak t-test kullanıldı ve duyarlı hücrelerdekine oranla 2 kattan daha az veya fazla ifade edilen onkogen-ler değerlendirmeye alındı.

Sonuçlar: Ras süper ailesi onkogenleri Prednizon’a dirençli MM hücre hatlarında artarken, Vinkristin ve Melphalan’a dirençli gruplarda önemli bir değişiklik olma-dığı gösterildi. ETS1 ve ETS2 genlerinin hem Prednizon’a hem de Vinkristin’e dirençli hatlarda azaldığı belirlen-di. YES1 ve FYN onkogenleri Vinkristin’e dirençli hat-larda artarken, YES1 ve ACT2 Melphalan’a dirençli hat-larda arttığı bulundu. Bunlardan başka ubikuitine özel proteazlardan USP4 ve USP6 sadece Vinkristine dirençli hatlarda artmakta, NFkB ise Vinkristin’e ve Melphalan’a dirençli hatlarda artarken Prednizon’a dirençli hatlarda azalmaktadır.

Tartışma: MM tedavisi sırasında kullanılan fark-lı ilaçların farklı onkogen ifadelerini değiştirdiği in vitro koşullarda bu çalışmada gösterilmiştir. Ancak çoklu ilaç dirençliliğine neden olan pek çok mekanizma var olduğu için bu mekanizmaların toplu bir şekilde değerlendirilme-si ve in vivo koşullarda da benzer deneylerin tekrarlan-ması gerekmektedir.

Bildiri: 0296 Poster No: P199

İNDÜKSİYONA KEMOSENSİTİF VE/VEYA FOSFORİLE RETİNOBLASTOMA İLE SİKLİN A İFADESİ TAŞIMAYAN MULTİPLE MYELOMA OLGULARI, OTOLOG KÖK HÜCRE TRANSPLANTASYONU DESTEĞİNDE YÜKSEK DOZ TEDAVİDEN DAHA ÇOK YARAR GÖRMEKTEDİRLER. Selami Koçak Toprak1, Gülşah Kaygusuz2, Nazmiye Kurşun3, Duygu Özü1, Merih Kızıl Çakar1, Işınsu Kuzu2, Meral Beksaç1. 1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloj Bilim Dalı, Ankara, 2Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı, Ankara, 3Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik Anabilim Dalı, Ankara

Amaç: Multiple myeloma (MM) hastalarında, plazma hücreleri için düşük çoğalma potansiyeli ve düşük plazma labelling indekse sahip olmak, başlı başına birer prognos-tik etken olarak kabul edilmektedir. Miyelom tedavisinde prognostik belirleyiciler konusunda henüz güçlü ve evren-sel kabul gören bir standarda ulaşılabilmiş değildir.

Yöntemler: 2007 öncesi yeni tanı konulan 106 MM hastasının kemik iliği ve plazmositoma örneklerinde sik-lin A, D1, D2, D3, fosforile retinoblastoma (Rb), p16, p21, p27 ve Ki67 ifadeleri araştırıldı. 100 olgudan 65 yaş altındakiler (n: 51), indüksiyon tedavisi olarak VAD, ikin-ci sıra olarak, indüksiyon tedavisine alınan yanıta göre değişmek üzere yeni ajan (talidomid, bortezomib) içeren kombine kemoterapi ya da otolog kök hücre transplan-tasyonu desteğinde yüksek doz tedavi almışlardır. Yaşlı hastalar (n: 49) ise en az bir yıl indüksiyon tedavisi gör-müşlerdir. İkinci sıra ve daha üstü tedavileri almış has-taların %94,2’ne yeni ajanlar verilmiştir.

Sonuçlar: Olguların %55,4 ile 88,5’inde CDKI negatif bulundu. Siklin D1, D2, D3 ve A ifadeleri %29,2; 21,7; 5,7 ve 19,8 iken Rb ise %25’di. Sadece siklin D2’nin Ki67 var-lığı ile ilişkili olduğu görüldü (p=0,027). p16 negatif olan olguların büyük çoğunluğunda siklin A da negatif saptan-dı (p= 0,001). Hastaların çoğunluğunda hem Rb, hem p16 negatif olarak bulundu (p=0,037). Hastalar yüksek prolife-rasyonlu olmak üzere grup (g) 1 (siklinD+, p16-), g 2 (sik-linA+, p21-), g 3 (siklinA+, Rb+) ve düşük olacak şekilde g 4 (Rb-, p16+) ve g 5 (siklinA-, Rb-) şeklinde değerlendirildi-ler. Risk grupları arasında siklin, CDKI, ISS, B2MG, LDH,

Page 106: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

136

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Bildiri: 0363 Poster No: P201

GEÇİCİ PANSİTOPENİ VE KEMİK İLİĞİNDE REAKTİF YOĞUN PLAZMA HÜCRE ARTIŞI: OLGU SUNUMU. Füsun Özdemirkıran1, Nazan Özsan2, Filiz Vural1, Mine Hekimgil2, Seçkin Çağırgan1. 1Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, İzmir, 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Bilim Dalı, İzmir

Amaç: 61 yaşında kadın hasta öksürük, ateş yük-sekliği yakınmaları ile başvurduğu merkezde, antibiyo-tik tedavisine (amoksisilin-klavulanik asit) yanıt alına-maması ve pansitopeni saptanması üzerine merkezimi-ze sevk edildi. Fizik muayenesinde genel durumu orta, aksiller ateş 38,5 C, deri ve mukozalar soluktu. Akciğer oskültasyonunda sağ alt ve orta zonlarda raller mevcut-tu. Laboratuar incelemelerinde Hb: 8,7g/dl, Htc: %26, Lökosit: 204/mm3, Nötrofil 96/mm3, Plt: 10000/mm3, LDH: 217 U/L, CRP: 31,79 mg/dl, serolojik tetkiklerde EBV, CMV, Parvovirus ve HIV negatif saptandı. PA AC grafisinde ve toraks tomografisinde sağ alt lobda pnömo-nik infiltrasyon saptandı. Kemik iliği biyopsisinde kemik iliği hiposellüler, tüm hücre serilerinde belirgin azal-ma mevcuttu. Hücrelerin % 96’sını matür ve birkısmı binükleer ve atipik formlarda plazma hücreleri oluştur-maktaydı. İmmunohistokimyasal inceleme CD138 plaz-ma hücre oranı artmış ve kappa ve lambda mikst sap-tandı. Serum protein elektroforezinde gamma bandın-da poliklonal bir artış mevcuttu. Hastaya febril nötro-peniye yönelik parenteral karbapenem ve G-CSF tedavi-si uygulandı. 48. saatte ateş yanıtı sağlanan hastada 3. haftada radyolojik, laboratuar ve klinik düzelme gözlen-di.(lökosit: 45000/mm3, Hb: 9,9 g/dl Htc: % 29,7, PLT: 101000/mm3). Tekrarlanan kemik iliği biyopsisinde sel-lülarite artmış, iliğe ait tüm hücre serilerinde artış, plaz-ma hücreleri %5-7 oranında kappa ve lambda hafif zin-cirleri ile mikst pozitif saptandı. Hasta ayaktan taki-be alındı. Olgunun öyküsünde 3 yıl önce tonsillofaren-jit nedeni ile amoksisilin-klavulanik asit uygulandığı ve genel durumunda bozulma nedeni ile yapılan tetkiklerin-de pansitopeni saptandığı kemik iliği biyopsisi önerildiği, hastanın kabul etmediği, parenteral antibiyotik ve des-tek tedavi uygulandığı, kan tablosunun tedavi sonrasın-da düzeldiği öğrenildi.

Tartışma: Kemik iliğinde reaktif plazma hücre artışı kronik enfeksiyonlar, otoimmun hastalıklar, bağ dokusu, hemapoetik ve non-hemapoetik malign hastalıklarla bir-likte görülebilir.Ancak, genellikle %10-20 nadiren % 50 oranına ulaşır. Olgumuzda %96 oranında plazma hücre infiltrasyonu mevcuttu. Morfolojik olarak plazma hücre diskrazisi ile karışabilecek bu durum, protein elektro-forezi ve immunohistokimyasal incelemelerde klonal bir artış saptanmaması nedeni ile reaktif olarak değerlen-dirildi. Literatürde yoğun reaktif plazma hücre artışı ve kemik iliği yetmezliği ile seyreden nadir birkaç pediat-rik olguda bir yıldan kısa süren izlemlerinde ALL geliştiği bildirilmiştir. Olgunun bir yıllık izleminde klinik ve labo-ratuar olarak hematolojik bir patoloji saptanmamıştır. 3 yıl önce de amoksisilin klavulanik asit kullanımı sonrası benzer bir atak geçirmiş olması, ilaca bağlı aplazi eşliğin-de reaktif poliklonal plazma hücre infiltrasyonu geliştiği-ni düşündürmektedir. Literatürde nadir rastlanan reaktif yoğun plazma hücre artışı gösteren ve morfolojik olarak plazma hücre diskrazisi ile karışabilecek bu olguyu sun-mayı uygun bulduk.

Bildiri: 015 Poster No: P200

MULTİPL MİYELOM TANILI HASTALARDA SERUM CTX DÜZEYİ VE KULLANILAN BİFOSFONAT TEDAVİSİ SONRASI OLUŞAN ÇENE NEKROZU İNSİDANSI İLE SERUM CTX DÜZEYİNİN İLİŞKİSİ. Munkhtsetseg Banzragch1, Meliha Nalçacı1, Sevgi Kalayoğlu1, Melih Aktan1, Fırat Selvi2. 1İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul, 2İstanbul Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Ağız Diş Çene Hast. ve Cerr. Anabilim Dalı, İstanbul

Amaç: Bifosfonatların kullanılması multipl miyelom-da kemik hastalığının tedavisinde standart ve etkin bir tedavi yöntemidir. Bifosfonatlar etkisini osteoklast hücre-sini hedef alarak gösterir ve kemik rezorpsiyonunu baskı-lar. Son yıllarda bifosfonat tedavisi alan hasta sayısı art-tıkça bu hastalarda çene nekrozu geliştiği daha sık ola-rak saptanmaya başlanmıştır. Bifosfonat tedavisine bağ-lanan bu yan etkinin tam insidansı bilinmemekle beraber özellikle miyelom hastalarında insidans daha yüksek gibi görünmektedir. Bifosfonat kullanımı ile ilişkili çene nek-rozu tam tedavisi olmayan, çoğu vakada ameliyat gerekti-ren ve kemik kaybına neden olabilen ağır bir yan etkidir. Çene nekrozu riskini belirleyen spesifik bir test bulun-mamaktadır. Serum CTX (C terminal telopeptid) düzeyi kemik rezorpsiyonu yapan hastalıklarda ve antirezorptif tedavide ölçülebilir. Marx ve ark.2007 çene nekrozu geli-şimi ile düşük CTX düzeyinin ilişkili olabileceğini göster-se de henüz çene nekrozu riskini belirleyen standart tanı yöntemi yoktur. Kemik yapısında bulunan tip 1 kolajen osteoklastlar tarafından yıkıldıkça seruma CTX beta izo-merleri karışır. Serum CTX, Elecsys B-CrossLaps yön-temi ile saptanabilir. Bu prospektif çalışmada Şubat 2009-Şubat 2010 tarihleri arasında kliniğimizde izlenen 25 yeni tanılı (çalışma sırasında tanı konulan ve tedavisi başlanan) ve 25 eski (çalışmadan önce multipl miyelom tanısı konmuş ve bifosfonat tedavisi almakta olan) top-lam 50 miyelom hastası değerlendirildi. Bifosfonat kul-lanan multipl miyelomlu hastalarda çene nekrozu insi-dansi ile bifosfonat tedavisi başlanan hastalarda serum CTX düzeyinin çene nekrozu gelişme riskini belirlemede-ki yeri araştırıldı.

Yöntemler: Yeni miyelom grubuna başvuruda, bifos-fonat tedavi başlamadan, devamında 6. ve 12.ay olmak üzere 6 ay ara ile eş zamanlı CTX düzeyi ve çene muaye-nesi takibi yapıldı. Diş Hekimliği tarafından ek önerileri oldukça daha sık ara ile değerlendirildi ve gerekli görü-len diş sağlığı, çene nekrozu önleyici tedaviler yapıldı. Eski miyelom grubunda çalışma süresi içinde ilk rutin kontrolu sırasında, sonrası 6 ay ara ile 2 kez eş zaman-lı CTX, çene muayenesi yapıldı.Çene muayenesinde çene nekrozu riski saptanan tüm hastalarda önleyici tedavi-ler yapıldı.

Sonuçlar: Yeni tanılı hasta grubunda çalışma süre-si içinde çene nekrozu saptanmaz iken miyelom tanısı ile tedavisine başlanmış ancak bifosfonat kullanımı önce-si diş muayenesi ve gerekebilecek tedavilerin yapılmadığı eski tanılı hasta grubunda 6 hastada çene nekrozu sap-tandı. Bu hastalar ortalama 21 ay (7-36) bifosfonat teda-visi kullanmıştı. Bu hastalarda serum CTX düzeyi düşük (ortalama 0.234 ng/ml) bulundu. Önleyici tedavisi alan tüm hastalarda çene nekrozu gelişmedi.

Tartışma: Sonuç olarak, bifosfonatın olası ciddi bir yan etkisi olan çene nekrozu gelişimini azaltmak için en önemli işlem koruyucu tedbirlerin alınmasıdır. Düşük CTX düzeyi ise tedavi altındaki hastalarda gelişmekte olan çene nekrozunun habercisi olabilir.

Page 107: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

137

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

edilen deri tutulumu olan lambda hafif zincir multiple myelomu tanısı alan bir vakayı sunduk.

Olgu: 58 yaşındaki kadın hasta Temmuz 2007 de lambda hafif zincir multiple myelom tanısı almış. 6 kür Vincristine, Adriamycine ve Dexamethezone (VAD) kemo-terapisi ile komplet remisyon (CR) sağlanmış ancak oto-log kemik iliği transplantasyonunu kabul etmemiş. Hasta 2009 da merkezimize kemik ağrısı ve vertebralarda litik lez-yon ile başvurdu. Yapılan serum ve idrar immünelektrofo-rezde lambda hafif zincir tespit edildi; kemik iliği aspiras-yonunda %40 plazma hücresi mevcuttu. Hastaya bu bul-gularla lambda hafif zincir myelomu Evre ıııA tanısı kondu. 6 kür Bortezomib, Cyclophosphamide ve Dexamethezone tedavisi verildi. 6. kür sonrasında yüzde, bilateral üst ve alt ekstremitede ve abdomende multiple eritematoz lez-yonlar ortaya çıktı.(Şekil 1) Bu nodüllerden yapılan biop-si de lamda ile pozitif boyanan eksantrik yerleşimli nükle-usu bulunan basofilik stoplazmalı plazma hücreleri izlendi. Lezyonlara yönelik radyoterapi verildi ancak gerileme olma-dı. Multiple myeloma cilt tutulumuna yönelik sitemik teda-vi olarak Bortezomib (1.3 mg/m2 1, 4, 8, 11, 22, 25, 29, 32. günler), Melphalan (9 mg/m2 oral 1–4.günler) Prednisone (60 mg/m2 1–4günler) Thalidomide(100 mg 1–28.günler), (VMPT) başlandı. 2 kür sonrasında kutenöz nodullerde reg-resyon izlendi.(Şekil 2) Ancak hasta gram negatif septisemi-ye sekonder kardiyak arrest ile kaybedildi.

Tartışma: Multiple myelomlu hastalarda deri turtu-lumu sıklığı tam olarak bilinmemektedir ancak oldukça nadir bir durumdur. En sık boyun, abdomen, ekstremi-teler ve yüzde görülür. Deri tutulumu ile immunglobulin tipleri arasındaki ilişkinin araştırıldığı çalışmalarda lamb-da hafif zincir tipinde daha sık olduğu bulunmuştur. Deri tutulumu varlığında tedavi konusunda fikir birliği yoktur. Proteozom inhibitörlerinin etkili olduğu söylenmektedir. Deri tutulumu olan hastaların prognozları daha kötüdür. Bizim hastamızda 6 kür Bortezomib, Cyclophosphamide ve Dexamethezone tedavisi aldıktan sonra lezyonların ortaya çıkması ve Bortezomib, Melphalan Prednisone Thalidomide (VMPT) tedavisin 2 kürden sonra lezyonlarda gerileme olması Bortezomib ve Thalidomid birlikte kullanı-mının daha etkili olabileceğini düşündürmektedir ancak daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.

Şekil 1. Abdomende ve yüzde multiple kutenöz lezyonlar

Şekil 2. Abdomen ve yüzdeki lezyonlarda regresyon

Bildiri: 0178 Poster No: P202

MULTİPLE MYELOMA HASTALARINDA SERUM MONOKLONAL HAFİF ZİNCİR ARTIŞI İLE BÖBREK YETMEZLİĞİ İLİŞKİSİ. Onur Çakmak1, Nergiz Erkut2, Mehmet Sönmez2, Şükrü Ulusoy3, Ümit Çobanoğlu4, Gülsüm Özkan3, Mustafa Yılmaz2, Ercüment Ovalı2. 1Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Trabzon, 2Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Trabzon, 3Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nefroloji Bilim Dalı, Trabzon, 4Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Trabzon

Amaç: Multiple myeloma (MM) anormal miktarda immünoglobülinin (Ig) sentezlendiği destrüktif kemik lez-yonları, anemi, hiperkalsemi ve/veya böbrek yetmezliği ile giden malign plazma hücre hastalığıdır. Hastalığın görülme sıklığı erkeklerde 100.000/6.9, bayanlarda 100.000/4.3 olup yaşla birlikte artış göstermektedir. MM’da böbrek yetmezliği önemli morbidite ve mortalite nedeni olup tanı anında hastaların %20-40’ında izlenmektedir. Böbrek yet-mezliği monoklonal hafif zincir toksisitesi, hiperkalsemi, hiperürisemi, dehidratasyon, nefrotoksik ilaçlar ve kont-rast madde kullanımına bağlı olarak görülebilmektedir. Monoklonal hafif zincir özellikle distal tubuluslarda biri-kerek obstrüksiyona neden olmakta ve bunun sonucunda böbrek yetmezliği gelişebilmektedir. Bu çalışmada MM’lu hastalarda serum monoklonal hafif zincir düzeyi ile böb-rek yetmezliği arasında bir ilişki olup olmadığı araştırıldı

Yöntemler: Çalışmaya Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalında takip edilen 157 MM’lu hasta (99 erkek, 58 kadın) alındı. Hastaların yaş ortalaması 64.3 ± 11.1 (25-93) olup, 75’i Ig G, 36’sı Ig A, 16’sı kappa hafif zincir, 13’ü lambda hafif zincir, 17’si non sekretuar MM idi. Tüm hastaların tanı kriterlerini takiben serum hafif zincir düzeyleri ve oranları hesaplandı.

Sonuçlar: 54 hastada böbrek yetmezliği saptandı. Bunların 20’si Ig G, 8’i Ig A, 9’u kappa hafif zincir, 9’u lambda hafif zincir, 8’i non-nonsekretuar tip MM idi. Böbrek yetmezliği olan hastaların 8’i sıvı replasmanı ile düzelirken 22’i ise diyaliz ihtiyacı gösterdi. Geri kalan 24 hastada diyaliz ihtiyacı olmamasına rağmen böbrek yet-mezliğinde düzelme izlenmedi. Diyalize alınan 22 hasta-nın sadece 5’inde diyaliz ihtiyacı düzeldi. Böbrek yetmez-liği olan hastalarla olmayan hastaların serum hafif zin-cir oranı değerlendirildiğinde (kappa/lambda veya lamb-da/kapa) anlamlı fark olmadığı saptandı. Benzer şekilde hastaların serum hafif zincir düzeyleri ile böbrek yetmez-liği gelişimi arasında korelasyon mevcut değildi.

Tartışma: Sonuç olarak MM’lu hastalarda böbrek yet-mezliği gelişimi ile serum hafif zincir düzeyi arasında bir ilişkinin olmadığı gözlendi.

Bildiri: 0218 Poster No: P203

LAMBDA HAFİF ZİNCİR MYELOMU OLAN HASTADA DERİ TUTULUMU. Engin Kelkitli, M.hilmi Atay, Ferdi Taş, Düzgün Özatlı. 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı

Amaç: Multiple myeloma anemi, monoklonal gamo-pati, kemik ağrısı ve/veya litik lezyonlar, hiperkalsemi ve renal yetmezlik karakterize neoplastik plazma hücre diskrazisidir. Multiple myelom tüm malignitelerin %1 ini hematolojik maliginitelerin %10 unu oluşturur. Özellikle böbrek ve kemikleri etkilemekle birlikte çeşitli organları etkileyen sistemik bir bozukluktur. Deri tutulumu yaygın değildir. Biz burada Bortezomib, Melphalan, Prednisone and Thalidomide (VMPT) ile başarılı bir şekilde tedavi

Page 108: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

138

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

saptanmış. Kranial MRI da sfenoid sinusu dolduran kontrast tutan suprasellar kitle saptanan olgu non-fonksiyone pituiter adenom ön tanısı ile operasyon için nöroşirürji kliniğine yönlendirilmiş. Transsfenoidel cer-rahi ile opere edilen olgunun patolojik incelemesi plaz-masitom ile uyumlu saptanmış. PET/CT’ de suprasel-lar bölgede klivusu destrükte eden bilateral sfenoid sinü-se doğru da uzanım gösteren plazmositomla uyumlu ola-bilecek, 37 mm çaplı, suv değeri maksimum 13,5 …...olan kitle saptanan olgu ileri tetkik ve tedavisinin plan-lanması için kliniğimize yönlendirilmiş. Nörolojik yakın-maları dışında herhangi sistemik bir yakınması olma-yan olgunun, yapılan ileri incelemelerinde Hb: 12.8 gr/dl, Htc: %39.7, Lök: 5500/mm³, Plt: 260000/mm³, alb: 4,5 g/dl, glob: 3,6 g/dl, Cr: 0,8 gr/dl, Ca: 9,5 gr/dl, Sed: 12mm/h, Beta2-mikroglobulin: 1694 mg/dl, IgG: 1940 mg/dl, IgA: 118 mg/dl, IgM: 142 mg/dl, Kappa: 545 mg/dl, Lambda: 56 mg/dl saptandı. Kemik iliği aspi-rasyon ve biyopsisinin histopatolojik incelemesinde sel-lülarite %60 olarak değerlendirildi. %30 oranında çoğu atipik morfolojide plazma hücresi immunohistokimya-sal incelemede kappa IgG pozitif saptandı. Serum pro-tein elektroforezinde monoklonal pik, serum immun fik-sasyon elektroforezinde IgG Kappa monoklonal gammo-pati saptandı. 24 saat idrar protein elektroforezinde pro-tein atılımı düşüktü ve monoklonal gammopati gözlen-medi. Sitogenetik incelemesi 46 XX ile uyumlu saptandı. Kemik surveyde litik lezyon saptanmayan hastaya supra-sellar plazmositom nedeni ile küratif radyoterapi 25 gün süre ile 45 Gy uygulandı. RT sonrası nörolojik bulguları tamamen düzelen olgu, suprasellar plazmositom ile pre-zente olmuş multipl myeloma olarak değerlendirilerek bortezomib-dexametazon tedavisine başlandı. Halen kli-niğimizde takip ve tedavisi devam eden olguyu literatür-de nadir görülen ve nonfonksiyone pituiter adenomu tak-lit eden supresellar plazmositom ile ortaya çıkan, multipl myeloma nedeni ile sunmayı uygun bulduk.

Bildiri: 0207 Poster No: P206

HEPATİT B TAŞIYICILIĞI ZEMİNİNDE HEPATOSELÜLER KARSİNOM GELİŞEN EVRE IIIA MULTİPL MYELOMLU OLGU SUNUMU. Tuncay Şahutoğlu1, İpek Yönal1, Ayşe Nilgün Kul1, İbrahim Öner Doğan2, Kadir Demir3, Meliha Nalçacı1. 1İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul, 2İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Patoloji Ana Bilim Dalı, İstanbul, 3İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Gastroenterohepatoloji Bilim Dalı, İstanbul

Amaç: Multipl Myelom (MM) anemi, serum ve/veya idrarda monoklonal protein, kemik ağrısı, kemik litik lez-yonları, hiperkalsemi ve böbrek yetersizliği ile karakteri-ze neoplastik plazma hücre diskrazisidir.

Sonuçlar: 49 yaşındaki erkek hastada 11 ay önce halsizlik nedeni ile yapılan tetkiklerinde sedimentasyon yüksekliği saptanmış. Dış merkezde yapılan kemik iliği biyopsisinde %38 plazma hücresi, %40-50 CD20 düşük gradlı lenfosit infiltrasyonu (nodüler ve yama tarzında) tespit edilmiş. Karaciğerde nodüler lezyon saptanması üzerine yapılan karaciğer tru-cut biyopsi sonucu hepa-toselüler lezyon ve komşu alanlarda plazma hücre dife-rensiasyonu gösteren düşük gradlı B hücreli neoplastik infiltrasyon olarak rapor edilmiş. AFP düzeyi normal sap-tanmış. 6 ay önce bilim dalımıza yönlendirilen hastanın hemogramında: lökosit: 1970/mm3, Hb: 7.9 g/dl, trom-bosit: 112000/mm3, M-spike: 1.6 g/dl, ESR: 120 mm/

Bildiri: 0385 Poster No: P204

PRİMER DİFFÜZ TRAKEOBRONŞİAL AMİLOİDOZ: OLGU SUNUMU. Füsun Özdemirkıran1, Filiz Vural1, Serra Kamer2, Selen Bayraktaroğlu3, Nur Akad Soyer1, Seçkin Çağırgan1. 1Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, İzmir, 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, İzmir, 3Ege Üniversitesi Tıp fakültesi, Radyoloji Ana Bilim Dalı, İzmir

Amaç: 57 yaşında erkek hasta 20 yıldır devam eden ve son 6 aydır şiddeti artan ses kısıklığı ve yeni geli-şen nefes darlığı yakınması ile başvurduğu kulak burun boğaz kliniğinde yapılan larengeal biyopside amiloid biri-kimi saptanması üzerine ileri inceleme için kliniğimi-ze yönlendirildi. Öyküsünde 1 yıl önce de larengeal polip nedeni ile operasyon öyküsü olan olgunun, o dönem-de yapılan histopatolojik incelemesinde özellik saptan-mamış. Başvuru sırasında yapılan fizik muayenesi nor-mal. Laboratuar incelemelerinde lökosit.6130 /mm3, Hb 14,3 g/dl, Htc %46,9 trombositler 324000/mm3, sedi-mentasyon: 30 mm/h, serum albumin: 4,4 g/dl, globu-lin 2,9 g/dl, CRP, karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri normal sınırlarda. saptandı. Olgunun toraks bilgisayarlı tomografisinde larinks, trakea ve ana bronş duvarların-da diffüz ve yaygın kalınlaşma saptandı. Yapılan bron-koskopik incelemede vokal kord, trakea, sağ ve sol ana bronşlarda diffüz nodüler kalınlaşma ve alınan biyop-si örneklerinin histopatolojik incelemesinde amiloid biri-kimi saptandı. Karın ciltaltı yağ dokusu, rektum muko-zası, kemik iliği biyopsilerinde amiloid birikimi saptan-mayan olgunun yapılan ekokardiyografisi olağan sınır-lardaydı. IgG, IgA, IgM, kappa ve lambda düzeyleri sıra-sıyla 1200,165, 47, 265 ve 140 mg/dl (normal sınırlarda) saptandı. Serum ve 24 saat idrar protein elektroforezi ve immun fiksasyon elektroforezinde monoklonal gammo-pati saptanmadı. Primer trakeobronşial amiloidoz olarak değerlendirilen olguya lokal 20 Gy radyoterapi uygulandı. Tedaviden 3 ay sonra belirgin semptomatik düzelme, 6 ay sonra da radyolojik yanıt elde edildi. Amiloidoz, ekstrase-lüler matrikste fibriler yapıda protein birikimi ve bunun sonucunda doku ve organ disfonksiyonuyla karakterli heterojen bir hastalıktır. Lokal ve sistemik olarak iki ana sınıfa ayrılır. Trakeobronşial amiloidoz primer amiloido-zun nadir görülen lokalize bir formudur. Literatürde vaka sunumları şeklinde tanımlanmış çeşitli tedavi protokol-leri mevcuttur. Bronkoskopik rezeksiyon ve stent uygu-lanması, lokal veya sistemik medikal tedaviler (steroid, melfalan vb..), karbondioksit lazer tedavisi, radyoterapi ve semptomatik olmayan olgularda izlem önerilmektedir. Lokal radyoterapinin etkili olduğunu bildiren az sayıda olgu sunumları vardır. Bizim olgumuzda da klinik ve rad-yolojik yanıt alınmıştır ve 18 aylık izlemde nüks gözlen-memiştir. Trakeobronşial amiloidozda radyoterapi güven-le uygulanabilecek bir tedavi seçeneğidir.

Bildiri: 0187 Poster No: P205

SUPRASELLAR KİTLE İLE ORTAYA ÇIKAN MULTİPLE MYELOMA OLGUSU. Füsun Özdemirkıran1, Demet Çekdemir1, Nur Akad Soyer1, Zafer Gökgöz1, Serra Kamer2, Seçkin Çağırgan1. 1Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, İzmir, 2Ege Üniversitesi Tıp fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı, İzmir

Amaç: 66 Yaşında kadın hastanın başağrısı, görme bozukluğu ve göz kapağında düşüklük yakınması ile baş-vurduğu nöroloji kliniğinde yapılan muayenesinde diplo-pi, bitemporal hemianopi ve sağ 3. kranial sinir tutulumu

Page 109: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

139

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Sonuçlar: Olguların %98.5’inde tam remisyon sağ-landı. Yaş ve başlangıç lökosit sayısına göre OS ve GS’de anlamlı fark bulundu (p=0.03). Sekizinci gün steroid ve 15.gün kemik iliğinde kemoterapi yanıtı iyi olanlarında OS ve GS belirgin yüksekti (p=0.001). Standart (%95.5) ve median risk grubunda (%82.7), yüksek risk grubuna (%56) göre daha yüksek OS saptandı (p=0.0001). Olaysız sağkalım, B ve T hücreli ALL’de %81,5 ve %65.6 olarak bulundu. Adolesan yaşta ki olgularda OS %64.6 bulun-du. Beş yıllık OS ve GS %78.4 ve %79.9 idi. Relaps oranı %22 (n: 76) idi. Ölüm 343 olgunun 69’unda (%20.1) görüldü. En önemli ölüm nedenleri enfeksiyon ve relaps-dı. İlaç toksisitesi nedeni ile ölüm gözlenmedi.

Tartışma: BFM 95 protokollerinin bu 2 merkezde başarı ile uygulandığı saptanmıştır. Destek tedavini art-tırılması ve minimal rezidüel hastalığın rutin olarak çalı-şılması ile sağ kalım oranlarının yükseltilebileceği düşü-nülmektedir

Bildiri: 0468 Poster No: P208

BİR SEKONDER LÖSEMİ HASTASINDA GELİŞEN NON BAKTERİYAL TROMBOTİK ENDOKARDİT. Seda Öztürkmen1, Ayşenur Paç2, Lale Olcay1. 1S. B. Dr. A. Y. Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Pediatrik Hematoloji Kliniği, Ankara, 2T. C. Türkiye Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Pediatrik Kardiyoloji Kliniği, Ankara

Amaç: Rekürren medulloblastom nedeniyle tedavi uygulanmış beş yaşındaki kız hastaya, sekonder B-ALL nedeniyle, servisimizde TRALL-BFM-2000 tedavi proto-kolü başlandı.Kemoterapi ve antibiyoterapi uygulamala-rı sırasında hemoglobin ve trombosit düşüklüğü nedeniy-le sık transfüzyon yapıldığı dikkati çeken hastanın peri-ferik yaymasında anizositoz, poikilositoz, şistosit ve göz-yaşı hücreleri saptandı. Aspartat aminotransferaz(AST) 56U/L(10-47U/L), alanin aminotransferaz(ALT) 245U/L(24-49U/L) iken direkt Coombs testi pozi-tif bulundu. Laktat dehidrogenaz(LDH), total biliru-bin ve idrar bulguları normal olan hastanın haptoglo-bini 1100mg/dl(360-1950), plazma serbest hemoglobini 34.2mg/dl(<5) idi.

Direkt Coombs testi pozitifliğinin sık transfüzyona bağlı olabileceği düşünüldü. İmmün olmayan hemolitik anemiler açısından, hastanın öncelikle, subklavien vene port takılmasından sonraki ekokardiografisinde(EKO) port ucunun sol ventrikül apeksine kadar uzanıyor olmasından dolayı portu değiştirildi. Port değişimi son-rasında, enfeksiyon nedeniyle kemoterapiye ara veril-miş olmasına rağmen, transfüzyon bağımlılığı ve peri-ferik yaymada şistositlerin varlığı devam etti. Karaciğer enzimleri tekrar yükselerek AST 139U/L, ALT 145U/L’ye ulaştı. LDH 741U/L(155-280), total bilirubin 2.46mg/dl(0.3-1.2), retikülositi %0.68 olan hastanın haptoglobini <58.3mg/dl’ye kadar düşerken plazma serbest hemoglo-bini en fazla 34.2mg/dl olmak üzere yüksek seyretti. Port takılı olduğundan, tekrarlanan EKO’sinde, daha önce var olmayan mitral ve aort kapaklarında eser derecede yet-mezlik saptandı.

Ateşle birlikte aralıklı kardiyak üfürüm duyulması nedeniyle, enfektif endokarditten şüphelenilerek tekrar-lanan EKO’lerinde aort ve mitral yetmezliğin devam etme-si dışında bulgu saptanmadı. Periferik kan kültürlerinde üreme saptanamayan hastada nonbakteriyal trombotik endokardit(NBTE) açısından, transözefageal EKO(TEE), genel durumu elvermediğinden yapılamadı; fakat profi-laksi dozunda düşük molekül ağırlıklı heparinle(DMAH)

saat, IgG düzeyi: 7.13 g/dl, beta2 mikroglobulin düzeyi: 4.6 mg/L saptandı. Serum ve idrar hafif zincir düzeyle-ri normal saptanan, kemik litik lezyonları olmayan, kre-atinin düzeyi normal olan hasta Durie-Salmon evreleme-sine göre evre IIIA MM olarak kabul edildi. HbsAg taşıyı-cılığı bilinen hastada lamuvudin tedavisine devam edile-rek VAD (vincristine, adriablastina, dexametazon) kemo-terapisine başlandı. Batın MR’ında karaciğerde 5.5 ve 1.5 cm çapında 2 adet hepatoselüler karsinomla (HCC) uyumlu lezyon saptanan hastada bakılan AFP düzeyi: 56 ng/ml idi. Dış merkezdeki karaciğer tru-cut biyopsisi İTF Patoloji Anabilim Dalı ile konsülte edildi. HCC ve etrafın-da düşük gradlı B hücreli lenfoma ile uyumlu infiltrasyon olarak rapor edildi. Sağ hepatik arterin beslediği kitle lez-yona yönelik transarteriyel kemoembolizasyon uygulan-dı. İşlemi komplikasyonsuz tamamlanan hasta VAD ve lamuvudin tedavisi ile sorunsuz izlenmektedir.

Tartışma: MM’da sekonder malignitelerin teşhis edil-mesi nadirdir. Bu tümörün sekonder malignite insiden-si için risk faktörü olup olmadığı tartışmalıdır. 210 kişi-yi içeren retrospektif bir çalışmada MM’lu hastaların %6.2’sine sekonder malignitelerin eşlik ettiği bildirilmiş-tir. Eşlik eden en sık tümörler HCC, prostat adenokar-sinom, yumuşak doku sarkomu ve akciğer adenokarsi-nomu olarak rapor edilmekte birlikte sırasıyla kolanjio-karsinom, endometrium ve mesane kanseri takip etmiş-tir. Sekonder tümörlerin eşlik ettiği myelom olguları sık-lıkla IgG tipi olarak bildirilmiştir. Bu çalışmada, MM’lu hastalarda sekonder malignite gelişiminin genel popülas-yondan daha sık olmakla birlikte kanserli hastalardaki sekonder malignite insidensinden daha yüksek olmadığı belirtilmiştir. 317 HCC’lu hastayı içeren başka bir çalış-mada en sık B hücreli immünoproliferatif kanserler (7 non-hodgkin lenfoma, 2 MM ve bir kronik lenfositik len-foma) olmak üzere %10.1 hastada ekstrahepatik primer malignitenin eşlik ettiği bildirilmiştir. Evre IIIA IgG tipi MM’lu, karaciğerdeki kitle sonucunda HCC tanısı alan ve kemoembolizasyon başarıyla uygulanan bir olgu nadir birliktelik nedeniyle sunulmaya değer bulunmuştur.

Pediatrik Akut Lösemiler

Bildiri: 0479 Poster No: P207

ALL BFM 95 PROTOKOLÜ İLE 15 YILLIK SONUÇLAR. Adalet Meral Güneş1, Hale Ören2, Birol Baytan1, Şebnem Yılmaz2, Melike Sezgin Evim1, Salih Gözmen2, Özlem Tüfekçi2, Tuba Karapınar2, Gülersu İrken2. 1Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Hematoloji Bilim Dalı, Bursa, 2Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Hematoloji Bilim Dalı, İzmir

Amaç: Çocukluk çağı ALL tedavisi sonuçlarında son 20 yılda belirgin ilerleme saptanmıştır. Gelişmiş ülkeler-de 5 yıllık olaysız sağ kalım oranı %30’lardan %80-90’lara yükselmiştir.

Bu çalışmamızda Uludağ ve Dokuz Eylül üniversite-leri Çocuk Hematoloji Bilim Dallarında 1995–2009 yılla-rı arasında ALL tanısı alan ve ALL BFM 95 protokolü ile sağaltılan olguların sonuçları değerlendirilmiştir.

Yöntemler: Geriye dönük olarak ALL tanısı alan 343 çocuk (E/K: 200/143, ortalama yaş: 6,7±4.2;1–17.5 yıl) değerlendirildi. Yaş, cinsiyet, başlangıç lökosit sayı-sı, 8, 15 ve 33. gün kemoterapi yanıtları ile risk grup-larına göre genel sağkalım (GS) ve olaysız sağkalım (OS) oranları Kaplan Meier yaşam analizleri ile değerlendiril-di. Metotreksat dozu azaltılmadan 5 g/m2 olarak verildi.

Page 110: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

140

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Bildiri: 0391 Poster No: P210

AKUT LENFOBLASTİK LÖSEMİLİ ÇOCUKLARDA İNDÜKSİYON TEDAVİSİ SIRASINDA PROTEİN Z DÜZEYLERİNİN ARAŞTIRILMASI. Aydan Çankal1, Şebnem Yılmaz2, Özlem Tüfekçi2, Salih Gözmen2, Tuba Hilkay Karapınar2, Faize Yüksel3, Canan Vergin4, Gülersu İrken2, Hale Ören2. 1Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir, 2Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematolojisi Bilim Dalı, İzmir, 3Dokuz Eylül Üniversitesi Hematoloji Laboratuvarı, 4Dr. Behçet Uz Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Kliniği, İzmir

Amaç: Çocukluk çağının en sık görülen maliyn has-talığı olan akut lenfoblastik lösemide (ALL) indüksiyon tedavisinde steroid ve L-asparajinaz’ın (ASP) birlikte kul-lanımı ile hastalarda tromboz ve kanamaya eğilimin arttı-ğı iyi bilinmektedir. ALL’li olgularda steroid ve ASP kulla-nımının koagülasyon kaskad proteini olan protein Z (PZ) düzeylerini nasıl etkilediği konusunda bir çalışmaya rast-lanmamıştır. Bu çalışmanın amacı ALL’li pediatrik olgu-larda indüksiyon tedavisi sırasında PZ düzeylerini sapta-mak, steroid ve ASP tedavisi ile plazma PZ düzeyi arasın-daki ilişkiyi araştırmaktır.

Yöntemler: Çalışmaya Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Bilim Dalı ve İzmir Dr. Behçet Uz Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Hematoloji-Onkoloji Kliniği tarafından takip ve tedavisi yapılmak-ta olan ALL’li çocuklar dahil edildi. Çalışma grubuna yeni ALL tanısı almış ve ALL BFM-95 protokolü indüksi-yon tedavisi alacak olan 24 çocuk alındı. Kontrol grubu olarak akut ya da kronik sistemik hastalığı, ilaç kulla-nımı olmayan ve ailesinde hematolojik hastalık öyküsü bulunmayan, çalışma grubu ile yaş ve cinsiyet açısından uyumlu 39 çocuk alındı. Çalışma grubundan ALL BFM-95 kemoterapi protokolü tedavi şemasına göre tedavi baş-langıcında hiç kemoterapi uygulanmadan (PZ0) ve steroid uygulaması ile birlikte ASP tedavisinin verildiği 12. gün (PZ1), 15. gün (PZ2), 18. gün (PZ3) ve 21. gün (PZ4) teda-vi öncesinde, kontrol grubu çocuklardan ise bir kez peri-ferik kan örnekleri alındı. PZ düzeyleri enzim immunoas-say (ELİSA) yöntemi ile ölçüldü.

Sonuçlar: Çalışma ve kontrol grubundaki çocukla-rın ortanca yaşı sırayla 5,8 yaş (17-170 ay) ve 5,4 yaş (22-222 ay) idi. Çalışma grubunda 12 (%50) kız, 12 (%50) erkek, kontrol grubunda 19 (%48,7) kız, 20 (%51,3) erkek çocuk vardı. Ortalama PZ0 düzeyi çalışma grubun-da 1,628±0,485 μg/ml (minimum 0,976 μg/ml, maksi-mum 2,909 μg/ml), kontrol grubu PZ düzeyleri ortalama-sı ise 1,672±0,662 μg/ml (minimum 0,705 μg/ml, maksi-mum 3,40 μg/ml) saptandı. Çalışma grubu PZ0 dönemi ve kontrol grubu PZ düzeyleri ortalaması arasında istatis-tiksel fark gözlenmedi. Çalışma grubunda PZ0 ve sadece steroid tedavisi verilen PZ1 döneminde alınan kanda PZ düzeylerinde istatistiksel anlamlı olmayan hafif bir artış olduğu dikkati çekti. PZ0-PZ4, PZ1-PZ2, PZ1-PZ3, PZ1-PZ4 ve PZ3-PZ4 dönemlerindeki PZ düzeylerinde istatis-tiksel anlamlı düşüş olduğu gözlendi. Tedavi boyunca PZ düzeyleri düşük olanlar dahil hiçbir hastada kanama ve semptomatik tromboz komplikasyonu izlenmedi.

Tartışma: ALL indüksiyon tedavisi başlangıcında, tanı sırasında PZ değerleri kontrol grubu ile benzerdi. PZ düzeylerinde yalnız steroid tedavisi ile istatistiksel anlam-lı olmamakla birlikte hafif bir yükselme saptanırken, ste-roid ve ASP kullanımı ile indüksiyon tedavisinin ilerleyen dönemlerinde istatistiksel anlamlı düşüş görüldü. Ancak

birlikte rölaps tedavisi başlandı. Hastada DMAH profilak-sisinin 10.gününde ancak TEE yapılabildi ve aort kapa-ğında sol koroner küspitten aortaya doğru uzanan ince serbest hareketli uzantılar görülmesi üzerine NBTE düşü-nülerek heparin dozu tedavi dozuna arttırıldı. İki ay son-raki kontrol TEE’nin normal olması üzerine DMAH teda-visi kesildi. İzleminde AST, ALT, LDH, total bilirubin, haptoglobin değerleri normale dönerken plazma serbest hemoglobini 7.1mg/dl’ye kadar düştü.

Malignensileri de içeren değişik inflamatuvar sebep-lerden kaynaklanan, artmış pıhtılaşma durumuna bağlı olarak, hasarsız kalp kapakları üzerinde fibrin ve trom-bositten zengin pıhtı oluşumu ile karakterize NBTE solid tümörlerde sık görülmekle birlikte hematolojik malignen-silerde nadirdir. NBTE’de kapak yetmezliğinden ziyade sistemik veya pulmoner tromboemboli görülür ve tanıda en duyarlı yöntem TEE’dur. Hastamız özellikle hematolo-jik kanserlerde nadir görülen ve tanısı zor olan NBTE’ye dikkat çekmek amacıyla sunulmuştur.

Bildiri: 0370 Poster No: P209

AKUT LENFOBLASTİK LÖSEMİDE TESTİS NÜKSÜ. Çetin Timur, Aylin Canbolat Ayhan, Asım Yörük, Betül Çakır, Endi Romano, Meryem Erat, Müferet Ergüven. İstanbul Göztepe Eğitim Araştırma Hastanesi, Çocuk Hematoloji-Onkoloji Servisi, İstanbul

Amaç: Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL) tanısı alan erkek çocuklarda testis relapsı yüksek doz metotrek-sat uygulanması ile azalmasına rağmen bir sorun olarak devam etmektedir.

Çalışmamızda hastalarımızda testis relapsı oranları-nı, relaps zamanlarını ve prognozlarını saptamak amaç-lanmıştır.

Bu amaçla Ocak 2000-Ocak 2010 yılları arasın-da merkezimizde ALL tanısı ile remisyonda iken izlenen 114 erkek hasta testis nüksü açısından değerlendirildi. Nüks oranı %4.1 (5/114) idi.Bu hastaların ilk tanı yaşla-rı 3.5, 5, 7, 7.4 ve 15.8 yıl ve median yaş 7 idi. İlk tanı-ları ve risk grupları 3 hastada common ALL-MRG, 1 has-tada common ALL-HRG ve 1 hastada T-hücreli MRG idi. Testis nüksü 1 hastada ilk tanıdan 3 yıl, 1 hastada 3.5 yıl, 2 hastada 4 yıl ve 1 hastada 4.5 yıl sonra saptandı.Nükslerin ikisi kombine (testis ve kemikiliği), 3’ü izole testis nüksü idi. Hastalara BFM 2002 residiv protokolüne uygun olarak radyoterapi ve kemoterapi verildi. Kombine nüks saptanan her iki hasta hastalıkta progresyon sonu-cu kaybedildi. İzole testis tutulumu olan 3 hasta halen remisyonda (6, 29, 45 ay) olarak izlenmektedir.

ALL tanılı erkek çocuklarda testis nüksü ciddi bir risk oluşturmaktadır. Nükslerinin erken dönemde saptanma-sı prognoz açısından önem taşımaktadır.

Page 111: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

141

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Şekil 1. 165 delT DNA dizi analizi görüntüsü

Şekil 2. Normal dizi DNA dizi analizi görüntüsü

Bildiri: 0444 Poster No: P212

ÇOCUKLUK ÇAĞI LÖSEMİLERİNDE JAK-2 GENİ 12. EKZONDA İLK KEZ TANIMLANAN BİR GEN DEĞİŞİMİ. Dilara Fatma Akın1, A. Emin Kürekçi1, Çiğdem Arslan2, Üstün Ezer1, Nejat Akar2. 1Özel Lösante Lösemili Çocuklar Hastanesi, Ankara, 2Çocuk Genetik Bilim Dalı, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara

Amaç: Lösemi, çocukluk çağında en sık görülen kanser tipi olup, 15 yaş altındaki çocuk kanserlerinin %31’ini, 20 yaş altındaki kanserlerin ise %25’ini oluş-turmaktadır. Lösemi gelişimi tek bir faktör etkisi altında olmayıp, çok sayıda kalıtsal, edinsel ve çevresel etmenle-rin çeşitli mekanizmalar ile lösemiye neden olduğu bilin-mektedir. Çeşitli sitogenetik bozuklukların ve moleküler değişimlerin lösemilerin patogenezinde ve prognozunda belirleyici olduğu bilinmektedir.

Miyeloproliferatif hastalıkların gelişiminde varlığı gös-terilen ve diğer lösemilerin etyopatogenezinde de etkisinin araştırılmaya başlandığı JAK-2 geni mutasyonları dikkat çekici konu haline gelmiştir. JAK-2 bir tür tirozin kinaz olup, bağlantılı olduğu hücresel mekanizmalarda birçok proteinin fosforilasyonunu yaparak aktive etmekte, hüc-resel gelişim ve çoğalmayı indüklemektedir. JAK/STAT yolunun belli bazı durumlarda, interferon aktivasyonu aracılığı ile neoplastik hücre büyümesini kontrol ettiği ve malign dönüşümü tetiklediği belirlenmiştir. Bu malign sürecin gelişiminde protein tirozin kinazlarda oluşan

PZ düzeylerinde düşüklüğe rağmen hastalarda sempto-matik tromboz ya da kanama komplikasyonu gelişmedi.

Bildiri: 0447 Poster No: P211

ÇOÇUKLUK ÇAĞI LÖSEMİLERİNDE NUCLEOPHOSMİN (NPM-1) GENİ 12. EKZON MUTASYONLARININ TARANMASI. Dilara Fatma Akın1, A. Emin Kürekçi1, Çiğdem Arslan2, Üstün Ezer1, Nejat Akar2. 1Özel Lösante Lösemili Çocuklar Hastanesi, Ankara, 2Çocuk Genetik Bilim Dalı, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara

Amaç: Çocukluk çağı kanserleri içinde dünyada ve ülkemizde birinci sırayı lösemiler almaktadır. Lösemi gelişiminde tek bir faktör olmayıp, çevresel ve genetik etmenler birlikte rol almaktadır. Sitogenetik bozuklukla-rın ve moleküler değişimlerin lösemilerin patogenezinde ve prognozunda belirleyici olduğu bilinen bir gerçektir. Nucleophosmin (NPM-1) geni AML’de mutasyonların en fazla görüldüğü gendir. 12. ekzon mutasyonlarının yetiş-kin akut miyeloid lösemide (AML) görülme sıklığı %35 iken çocuklarda bu sıklık %8-10’dur.

Nükleer protein B23/ Numatrin/ NO38 şeklinde de isimlendirilen moleküler şaperon olarak ifade edi-len NPM, çekirdek/çekirdekçik ve sitoplazma arasında işlevsel bir proteindir. NPM proteinini kodlayan NPM–1 geni 5q35‘te konumlanmıştır ve 12 ekzon içermekte-dir. Ribozom biyogenezinde, sentrozom duplikasyonun-da, genomik stabilitenin sağlanmasında, hücre bölün-mesi, apoptozis ve p53’ün stabilazyonu ve aktivasyonun-da önemlidir. Prostat, ovaryum ve kolon kanserlerinde NPM-1 proteinin aşırı ifadelendiği ve hematolojik kanser-lerde NPM–1 geninde sıklıkla kromozomal translokasyon-lar olduğu yapılan çalışmalarda belirtilmiştir. Genin 12. ekzonunda meydana gelen heterozigotluk ya da çerçe-ve kayması şeklinde görülen 55 farklı somatik mutasyon tanımlanmıştır ve bu mutasyonlar nedeni ile NPM pro-teinin sitoplazmik lokalizasyon fonksiyonunu kaybettiği bildirilmiştir. Bu çalışmada; çocukluk çağı lösemilerinde NPM-1 geni mutasyonlarının varlığının araştırılması, bu mutasyonun tanısal bir değer göstergesi olarak kullanıl-masının sorgulanması amaçlanmıştır.

Yöntemler: LÖSANTE Lösemili Çocuklar Hastanesinde akut lenfoblastik ya da miyeloid lösemi tanısı almış 18 çocuk dahil edilmiştir. Klasik Fenol-Kloroform Yöntemi ile izole edilen DNA örneklerinden, NPM-1 geni 12. ekzon bölgesi uygun primerlerle PCR (Polimeraz Zincir Reaksiyonu) tekniği kullanılarak çoğaltılmıştır. Elde edilen PCR ürünlerinden DNA Dizi Analizi (Beckman Coulter, ABD) yapılmıştır.

Sonuçlar: Akut lenfoblastik/ miyeloid lösemi tanısı almış 18 çocuktan, ve 2 tanesinde daha önce tanımlanan, 3’UTR (165delT) regülasyon bölgesinde olduğu bildirilen T delesyonu bulunmuştur.

Tartışma: Bulunan delesyon, mutasyon veri tabanla-rında araştırıldığında klinik ile ilişkilendirilmediği fakat genin m-RNA stabilazyonunu sağlayan 3’UTR ve regülas-yon bölgesinde olduğu bildirilmiştir.

Page 112: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

142

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Bildiri: 0215 Poster No: P213

LÖSEMİLİ ÇOCUK HASTALARIN NÖTROPENİK ATEŞ ATAKLARINDA İZOLE EDİLEN MİKROORGANİZMALARIN, ENFEKSİYON ODAKLARININ VE UYGULANAN TEDAVİLERİN RETROSPEKTİF OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ. Zeynep Canan Özdemir1, Ahmet Koç1, Ali Ayçiçek1, Berna Kırhan2, Hasan Kapaklı2. 1Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Bilim Dalı, Şanlıurfa, 2Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Şanlıurfa

Amaç: Lösemili çocuk hastaların nötropenik ateş ataklarını değerlendirerek izole edilen mikroorganizma-ları, enfeksiyon odaklarını ortaya koymak ve uygulanan antibiyotik tedavilerini inceleyerek literatürde sunulan bilgiler ile birlikte değerlendirmektir.

Yöntemler: Ocak 2008 ile Haziran 2010 tarihle-ri arasında Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Bilim Dalı’nda akut lösemi tanısı ile izlenen ve kemoterapi almakta olan 48 çocuk hastada, toplam 136 nötropenik ateş atağı retrospektif olarak dosya kayıtla-rından incelendi.

Sonuçlar: Çalışmaya alınan hastaların 40’ı akut len-foblastik lösemi (%83,3), 8’i akut myeloblastik lösemi ve 21’i kız (%43,8), 27’si erkek (%56,2) cinsiyette idi. 136 nötropenik ateş atağının 44’ünde (%32,3) kan, 14’inde (%10,3) idrar, 10’unda (%7,4) yara yeri kültürü olmak üzere 68 (% 50) atakda kültürde üreme tespit edildi. Kan kültüründe en sık üreyen mikroorganizma gram (+) koklar (%63,8) olup, bunlar içerisinde en sık izole edi-len metisiline duyarlı koagülaz (–) stafilokok aureus (% 20,5) idi. En sık gözlenen enfeksiyon odağı ağız içi muko-zit olup, kan kültüründe gram (+) kok üreyen vakaları-mızda en sık gözlenen enfeksiyon odağı ağız içi mukozit, selülit ve paronişi gibi yumuşak doku enfeksiyonları idi. Atakların tedavisinde en sık kullandığımız ampirik antibi-yotik tedavisi sefalosporin ile birlikte amikasin kombinas-yonu olup, başarı oranı %92,6 olarak bulundu.

Tartışma: Sonuçlarımız, literatürde belirtildiği gibi günümüzde gram (+) etkenlerin daha fazla görüldüğü bilgisi ile uyumlu bulunmuştur. Bununla birlikte ampi-rik antibiyotik tedavisi seçeneği olarak sefalosporin ve amikasin kombinasyonunun başarılı olduğunu göster-miştir. Gram (–) mikroorganizmaların insidansı ise daha düşük bulunmuştur. Çalışmamız Güneydoğuanadolu Bölge’sinde yapılan ilk çalışma olması nedeni ile referans özelliği taşımaktadır.

Tablo 1. Kan kültüründe üretilen mikroroganizmaların sıklığı

Gram (+) bakteriler n % Gram (-) bakteriler n % Mantarlar n %

MSSA 9 20,5 G (-) basil 3 6,8 C. Albicans 6 13,6

Corynebacteria spp 5 11,4 Enterobakter 2 4,5 Aspergillus 1 2,3

Streptokok spp 5 11,4 P. aeruginosa 1 2,3

Enterokok 4 9,1 S. maltophila 1 2,3

MRSA 2 4,5 Enterobacteraerogenes 1 2,3

S. aureus 1 2,3 K. pnömonia 1 2,3

S. pnömonia 1 2,3

MSSA ve S. pnömoni 1 2,3

Toplam 28 63,8 9 20,5 7 15,9

mutasyonlar önemli bir yer tutmaktadır. JAK-2 geni 12. ekzonda yeni mutasyonlar tanımlanmıştır. Ekzon 12 mutasyonları JH2 domainin başlangıç bölgesinde bulun-maktadır ve bu mutasyonlar JAK-2 kinaz aktivitesinin düzenlenmesini bozması sebebiyle eritropoetin için aşırı hassasiyete sebep olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada, çocukluk çağı lösemilerinde JAK-2 geni 12. ekzon mutas-yonlarının varlığının araştırılması, bu mutasyonun tanı-sal bir değer göstergesi olarak kullanılmasının sorgulan-ması amaçlanmıştır.

Yöntemler: LÖSANTE Lösemili Çocuklar Hastanesinde akut lenfoblastik ya da miyeloid lösemi tanısı almış 14 çocuk dahil edilmiştir. Klasik Fenol-Kloroform Yöntemi ile izole edilen DNA örneklerinden, JAK-2 geni 12. ekzon böl-gesi uygun primerlerle PCR (Polimeraz Zincir Reaksiyonu) tekniği kullanılarak çoğaltılmıştır. Elde edilen PCR ürün-lerinden DNA Dizi Analizi (Beckman Coulter, ABD) yapıl-mıştır.

Sonuçlar: Akut lenfoblastik/ miyeloid lösemi tanısı almış 14 çocuktan 1 tanesinde mutasyon taraması sonu-cunda, İnsan gen mutasyon veri tabanında tanımlanma-mış bir gen değişimi saptanmıştır: 12. ekzonda 1584delG delesyonu. Çocuklardan 6 tanesinde daha önce tanım-lanan, 12. intronda (ekzon/intron sınırından 178 baz downstreamda) bulunan ve polimorfizm olarak belirlenen 5 bazlık (TCTTA) delesyon saptanmıştır.

Tartışma: Bulunan 1584delG değişim, arjininden serin aminoasidinin kodlanmasına neden olarak yanlış anlam mutasyona sebep olduğu bulunmuştur. 5 bazlık (TCTTA) ise delesyon ise literatürde klinik ile ilişkilendi-rilmemiştir.

Şekil 1. 1584 delG DNA dizi analizi görüntüsü

Şekil 2. Normal dizi DNA dizi analizi görüntüsü

Page 113: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

143

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

analizinde; anyon açığı yüksek metabolik asidoz saptan-dı (pH: 7.05, HCO3: 9.3 meq/L ve baz açığı: -19). Laktat değeri ise; 62 mmol/l idi (0-2.2 mmol/l). Sedimentasyon değeri 4 mm/saat ve C-reaktif protein 0.9 mg/dl idi. İdrar ve kan aminoasit değerlendirmesinde özellik saptanma-dı. Bikarbonat replasmanı yapılmasına karşın kan gazı analizinde belirgin düzelme olmayan hasta servise yatışı-nın 4. gününde batın ultrasonografisinde; bilateral böb-rek boyutlarında ve ekojenitede artma saptanması üze-rine bölümümüze danışıldı. Periferik yaymada %2 atipik hücre görüldü. Kemik iliğinde %100 L1 blastlar saptanan hasta, akım sitometrik inceleme ile CALLA (+) B hücre-li ALL tanısı aldı. BOS değerlendirmesinde lösemik tutu-lum izlenmedi. Modifiye St Jude T15 protokolüne göre hastaya 20 mg/kg/gün dozunda oral yüksek doz metilp-renizolon (YDMP) tedavisi başlandı. YDMP tedavisinin 3. gününde metabolik asidoz düzeldi. Tedavinin 15. günün-de ultrasonografide karaciğer ve böbrek boyutlarında küçülme olduğu görüldü. Hasta halen idame tedavisinin 56. haftasında ve remisyonda izlenmektedir. Klinik izlemi sırasında tekrar LA gelişmemiştir.

Sonuçlar: Çocukluk çağında akut lösemilerin atipik belirti ve bulgularla ortaya çıkabileceği ve nedeni açıkla-namayan, dirençli LA durumlarında hematolojik malig-nitelerin de ayırıcı tanıda düşünülmesi gerektiği unutul-mamalıdır.

Bildiri: 0482 Poster No: P216

ÇOCUKLUK ÇAĞI RELAPS/DİRENÇLİ LÖSEMİSİNDE KLOFARABİN TEDAVİSİ. Mediha Akcan, Funda Tayfun, Vedat Uygun, Gülsün Tezcan Karasu, Volkan Hazar, Mehmet Akif Yeşilipek. Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Hematoloji-Onkoloji Bilim Dalı, Antalya

Amaç: Akut lösemi en sık görülen çocukluk çağı kan-seridir. Tedavide ki tüm gelişmelere rağmen relaps lösemi en sık görülen dördüncü kanserdir ve tedavisinde istenen kür oranları sağlanamamıştır. Akut lösemi tedavisinde önemli diğer sorun da dirençli lösemidir. Dirençli lösemi-de standart bir tedavi yaklaşımı yoktur. Relaps/dirençli lösemi için kür oranlarının yükselebilmesi için yeni teda-vi ajanlarına ihtiyaç vardır. Bu alanda yeni bir kemotera-pötik olan klofarabin bir tedavi seçeneği oluşturmaktadır. Klofarabin içeren tedavi protokollerini kullandığımız dört relaps/dirençli lösemi hastası bu sunumda tartışılmakta-dır. Hastaların özellikleri Tablo I’de verilmiştir.

Tartışma: Relaps/dirençli lösemi tedavisindeki önem-li aşamalardan biri klofarabin içeren tedavi protokolleri-dir. Biz de 4 relaps lösemi hastamızda (3 ALL, 1 AML) klo-farabin içeren tedavi protokollerini uyguladık. Hastalarda tedavi ilişkili yan etki olarak hepsinde febril nötropeni ve mukozit görülmüştür, birinde sadece palmar eritem geliş-miştir. Hastaların hiçbirinde literatürde belirtilen karaci-ğer fonksiyon testlerinde yükseklik, venookluzif hastalık, cilt döküntüsü, tümor lizis sendromu ve sitokin-salınım sendromu görülmemiştir. Biz de klofarabinin çocuklarda güvenle kullanılabileceğini düşünmekteyiz. Remisyonda olan hastamız için kemik iliği transplantasyonu planlan-mıştır. Hastalardan üçü primer hastalığın remisyona gir-memesi nedeni ile kaybedilmiştir. Hastalarımızdan klo-farabinin ile remisyona girme oranı literatürle uyumlu bulunmuştur. Çocukluk çağı relaps lösemi tedavisinde klofarabin içeren tedavi protokolleri uygulanabilecek bir tedavi seçeneği oluşturmaktadır.

Bildiri: 0465 Poster No: P214

ÇOCUKLUK ÇAĞI LÖSEMİLERİNDE FLT3 / ITD MUTASYONLARI. Göksel Leblebisatan, Kılınç Yurdanur, Bayraktaroğlu Olga Saide, Şamaz Hatice İlgen, Antmen Ali Bülent. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi

Amaç: FLT3 reseptör ve ITD mutasyonlaru hücre yaşamı, hücre düfferansiyasyon ve proliferasyon yollarıy-la ilgilidir;bu reseptörlerdeki değişiklikler çocukluk çağı lösemilerinde prognoz ve diğer klinik parametreleri etkile-yebilirler. ALL tanısı alan 53 çocuk hasta ve AML tanılı 16 hasta sitomorfolojik, immünohistokimyasal ve immüno-akım sitometrik bulguları ve FLT3 ve ITD mutasyonları yönünden değerlendirildi.

Yöntemler: FLT3 VE ITD Real-time PCR yöntemi ile çalışıldı.

Sonuçlar: FLT3/ITD mutasyon dağılımı ALL and AML grouplarında: ALL grubunda sadece 1 hastada ve AML grubunda 4 hastada saptandı. ALL grubundaki hasta 8 yaşında bir erkek çocuğuydu, pre-B ALL-L1 grubunday-dı, remisyonda ve yaşamaktadır. AML grubundaki 4 has-tada: 3 hastada relaps görüldü ve relaps devresinde kay-bedildiler. AMLli hastalarda FLT3/ITD mutasyonları-nı taşıyan ve taşımayan hastalar arasında mortalite ve morbidite yönünden istatistiksel anlamlı farklılık yoktu.(p0.05). Tüm ALL grubuda 4 hasta homozigot, 15 hasta heterozigot durumda ITD mutasyonunu taşıyordu.

Tartışma: Sonuçta, çalışma göstermiştir ki FLT3/ITD mutasyonlarının akut lösemi hastalarında hiçbir prog-nostic önemi yoktur. Mutasyonlar AML grubunda ALL grubundan daha sık bulunmuştur.; AML grubunda mor-talite veya morbidite değişikliğine yol açtığına dair kuv-vetli kanıtlar yoktur. Çalışmamız sınırlı sayıda hastada yapıldığından, genellemeden kaçınmalı ve çalışma grubu-nun sayısını arttırarak daha tutarlı sonuçlara ulaşabiliriz

Bildiri: 0159 Poster No: P215

LAKTİK ASİDOZ İLE BAŞVURAN ÇOCUKLUK ÇAĞI AKUT LENFOBLASTİK LÖSEMİ OLGUSU. Müge Gökçe, Şule Ünal, Selin Aytaç, Mualla Çetin, Fatma Gümrük, Aytemiz Gürgey. Hacettepe Üniversitesi, Hacettepe Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji Ünitesi

Amaç: Çocukluk çağında laktik asidoz (LA) sıklıkla; sepsis, şok ve dehidratasyon gibi durumlarda doku hipo-perfüzyonu ve hipoksiye bağlı olarak ortaya çıkmakta-dır. Hematolojik malignitelerde; LA’un patogenezi, çok iyi bilinmemekle birlikte, blastlardan anaerobik glikoliz ile aşırı laktat üretimine ve organ infiltrasyonu nedeni ile laktatın hepatik/renal atılımının azalmasına bağlı olduğu düşünülmektedir. Tanı anında, LA olması kötü prognoza işaret etmektedir. Burada, detaylı incelemeler sonucun-da laktik asidoz nedeni aydınlatılamamış ancak hemato-lojik değerlendirme sonrası akut lenfoblastik lösemi (ALL) tanısı almış olgumuzu sunmaktayız.

Yöntemler: On üç yaşında erkek hasta yaklaşık 2 aydır devam eden halsizlik, kilo kaybı ve zaman zaman olan kemik ağrısına son 1 haftadır karın ağrısı eklenme-si üzerine hastanemiz acil polikliniğine başvurdu. Vital bulguları ve büyüme gelişmesi yaşına uygun olan has-tanın muayenesinde; karında hafif hassasiyeti mevcut-tu. Karaciğer midklavikular hat üzerinde subkostal 3 cm palpe edildi. Diğer sistem bulguları doğaldı. Tam kan sayı-mında, hb; 13.6 g/dl, beyaz küre; 8.4 x109/L ve trombo-sit sayısı; 256 x109/L idi. Açlık kan şekeri; 97 mg/dl, karaciğer ve böbrek fonksiyon testleri normal sınırlar-daydı. Laktat dehidrogenaz 1116 IU/L idi. Kan gazı

Page 114: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

144

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

başlandı. Tedavi kesiminden 2 yıl sonra periferal fasiyal paralizi nedeni ile tekrar başvuran hastanın temporal MR görüntülemesinde; sol temporal kemikten orta ve posteri-or kraniyal fossaya doğru uzanım gösteren GS ile uyum-lu kitle saptandı. Kemik iliği ve beyin omurilik sıvısında lösemik tutuluma rastlanılmadı. Doku biyopsisi GS ile uyumlu geldi. Relaps tedavi protokolü başlanan hastanın aile içi uygun donörü olmadığından başlatılan akraba dışı HLA uygun donör taraması devam etmektedir.

Olgu 3: İki yaşında kız hasta periorbital ödem nede-ni ile başvurduğunda bakılan kan sayımında anemi ve trombositopeni saptanınca lösemi şüphesi ile tarafımı-za yönlendirildi. Periferik kan yaymasında 8% atipik hücre saptanınca yapılan kemik iliğinde > %30 miyelob-last olduğu görüldü. Sitogenetik inceleme de t(8;21) pozi-tif saptandı. AML protokolü başlanan hastanın indüksi-yon sonrasında kemik iliği remisyonda idi. İdame tedavisi sırasında sol postauriküler alanda kitlesi gelişen hastaya yüksek doz metilprednizolon verilince kitle kaybolduğun-dan GS olarak değerlendirildi. Hastaya HLA tam uygun kardeşinden KİT yapıldı ve halen sorunsuz izlenmektedir.

Sonuçlar: GS’un, AML’nin tanı ve/veya relapsında karşımıza çıkabileceği ve kötü prognoza işaret ettiği unu-tulmamalıdır

Bildiri: 0361 Poster No: P218

SERVİKAL SPİNAL BÖLGEDE İZOLE GEÇ EKSTRAMEDÜLLER RELAPS GELİŞEN AKUT LENFOBLASTİK LÖSEMİ OLGUSU. Talia İleri, Tuğba Belgemen, Elif Ünal İnce, Hasan Fatih Çakmaklı, Mehmet Ertem, Zümrüt Uysal. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Bilim Dalı

Amaç: Leptomeningeal tutulum şeklinde SSS (santral sinir sistemi) relapsı sık görülmesine karşın solid intras-pinal kitle ile kendini gösteren izole ekstramedüller relaps oldukça nadir görülen bir durumdur. Bu nedenle idame tedavisi almakta iken izole olarak servikal spinal bölgede relaps gelişen akut lenfoblastik lösemi (ALL)’li 14 yaşında bir olgumuzu sunmak istedik.

Sonuçlar: OLGU: 12.5 yaşında ateş, solukluk, kemik ağrılarıyla başvuran, hepatomegali, peteşi ve ekimozlar saptanan kız hastada Hb: 10.6 g/dl, BK: 13.800/mm³, PLT: 15.000/mm³, periferik yaymada %44, kemik ili-ğinde %74 blast saptanarak akut lösemi tanısı konul-du. PAS, MPO, asit fosfataz ve nonspesifik esteraz boya-maları negatif saptanan hastanın akım sitometri sonu-cu miyeloid varyant-pre-B ALL ile uyumlu bulundu. Sitogenetik olarak (MLL ve t(9,22) dahil) hem iyi hem de kötü prognostik risk faktörleri saptanmadı. Mediasten ve SSS tutulumu olmayan hastaya yaşı nedeniyle Children’s Oncology Group (COG) yüksek risk B prekürsör ALL teda-vi protokolü (COG AALL 0232) başlandı. İndüksiyonun 29. gününde remisyon sağlandı ve kemoterapi protokolü doğrultusunda konsolidasyon, ara idame I (yüksek doz- 5 gr/m²/doz, 2 hafta ara ile 4 doz metotreksat içeren) ve geç intensifikasyon I tedavileri verildi. İdame tedavisinin 12. ayında (1. tam remisyon sonrası 19. ayda) sol el bile-ğinde ağrı, sol el 4. ve 5. parmaklarda uyuşma yakınma-ları ile başvurdu. ENMG’de solda C5-6’da kök lezyonu ve distal aksonal polinöropati saptandı. Servikal vertebra MRI’da C7-T1’de nöral foramenleri infiltre eden 2x1 cm büyüklüğünde yumuşak doku lezyonu görüldü ve beyin cerrahisi bölümünde tamamen çıkarıldı. Histopatolojik olarak prekürsör lenfoblastik lösemi, immünhistokimya-sal olarak Pre-B ALL ile uyumlu bulunması üzerine kit-lenin ALL-ekstramedüller relapsı olduğuna karar verildi.

Tablo 1. Olguların özellikleri

Özellikler/Olgular 1 2 3 4

Tanı ALL ALL ALL AML-M4

Risk grubu MRG MRG MRG Standart

Tedavi sırasındaki yaş

13 yaş 5 yaş 9 yaş 6 yaş

Cinsiyet Erkek Kız Kız Kız

İlk protokol TRALL-BFM2000

TRALL-BFM2000

TRALL-BFM2000

MRC-UK 12

Relaps protokolü REZ BFM ALL REZ BFM ALL REZ BFM ALL FLAG-IDA

Sitogenetik anormallik

Yok t(12;21) Yok t(12;21)

Klofarabin protokolü

Klofarabin, Etoposid,

Siklofosfamid

Klofarabin, Etoposid,

Siklofosfamid

Klofarabin, Etoposid,

Siklofosfamid

Klofarabin, Sitarabin

Klofarabin dozu (indüksiyon)

20 mg/m2/doz 5 gün

20 mg/m2/doz 5 gün

20 mg/m2/doz 5 gün

40 mg/m2/doz 5 gün

Klofarabin dozu (konsolidasyon)

40 mg/m2/doz 5 gün

40 mg/m2/doz 5 gün

40 mg/m2/doz 5 gün

40 mg/m2/doz 5 gün

Sonuç Ölüm(dirençli hastalık)

Remisyon Ölüm(dirençli hastalık)

Ölüm(dirençli hastalık)

Bildiri: 0169 Poster No: P217

TEMPORAL KEMİK YERLEŞİMLİ GRANÜLOSİTİK SARKOM GELİŞEN AKUT MİYELOİD LÖSEMİ OLGULARIMIZ. Müge Gökçe, Ayşe Derya Buluş, İlhan Altan, Selin Aytaç, Barış Kuşkonmaz, Şule Ünal, Mualla Çetin, Fatma Gümrük, Murat Tuncer. Hacettepe Üniversitesi, Hacettepe Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji Ünitesi

Amaç: Granülositik sarkom (GS); immatür miyelo-id hücrelerin kemik, yumuşak doku, cilt, lenf bezi gibi dokulara göçü sonucu ortaya çıkan neoplastik bir olu-şumdur. En sık akut miyeloid lösemi (AML) ile bera-ber görülmekle beraber tüm miyeloproliferatif durum-larda ortaya çıkabilir. GS; lösemiden önce ya da berabe-rinde görülebilir ve genellikle kötü prognoza işaret eder. Burada, temporal kemik yerleşimli GS geliştiren 3 olgu-muzu sunmaktayız.

Yöntemler: Olgu 1: Beş yaşında erkek hasta sol peri-feral fasiyal paralizi nedeni ile başvurduğunda çekilen görüntülemesinde mastoid kemik içinde kitle saptanın-ca biyopsi yapıldı. Doku örneğinin immunohistokimya-sal değerlendirilmesi; CD43 (+), CD68 (+), MPO (-) GS ile uyumlu bulundu. Kemik iliğinde ve beyin omurilik sıvı-sında lösemik tutuluma rastlanılmadı ancak sitogenetik olarak tüm metafazlarda inv (9)(p11q13) saptandı. AML protokolü başlanan hastanın kitlesi indüksiyon ve kon-solidasyon sonrası tamamen kayboldu. İdame tedavisine geçildiğinde fasiyal paralizi tekrarladığından 20 Gy lokal radyoterapi verildi ve AML BFM 2004 protokolüne geçil-di. Fasiyal paralizisi gerileyen hastanın tanıdan 10 ay sonra tedavi altında iken, şiddetli kemik ağrıları başladı-ğı için çekilen uzun kemik MR görüntülemelerinde meta-fizlerde lösemik tutulum ile uyumlu bulgulara rastlanıldı. Kemik iliği değerlendirmesinde 21% blast olduğu görül-dü. Yüksek doz sitarabin içeren bir tedavi bloğu sonrası kardeşinden kemik iliği nakli planlandı.

Olgu 2: İki yaşında erkek hasta sol temporal bölge-de 8x9 cm boyutlarınde kitle nedeni ile başvurduğun-da yapılan kemik iliği incelemesinde %62 oranında Auer cisimciği içeren, HLA DR (-) miyeloblastlar olduğu görül-dü. AML M3 tanısı konulan hastaya tedavi protokolü

Page 115: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

145

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Transfüzyon Tıbbı/ Aferez/ Hücre İşlenmesi

Bildiri: 0487 Poster No: P220

KARDİYOPULMONER BYPASIN DOLAŞIMDAKİ ENDOTELİYAL ÖNCÜL HÜCRE ORANLARINA ETKİSİNİN ARAŞTIRILMASI. Çağdaş Baran1, Klara Dalva2, Serkan Durdu1, Çağın Zaim1, Pervin Topçuoğlu2, Önder Arslan2, Ahmet Rüçhan Akar1. 1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi, Ankara, 2Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dahiliye/Hematoloji, Ankara

Amaç: Bu çalışmada, koroner arter bypass cerrahisi-ne (KABG) alınan hastalarda kardiyopulmoner baypasın (KBP) etkisiyle endoteliyal öncül hücre (EÖH) miktarların-daki değişim ölçülerek, perioperatif süreçte klinik veriler-le arasındaki bağlantı araştırılmıştır.

Yöntemler: Çalışmaya, Şubat 2010-Mayıs 2010 tarih-leri arasında KPB eşliğinde izole koroner arter bypass cerrahisi yapılan 50 ardışık hasta (32 erkek/18 kadın, yaş: 61.2±7.6, 45–75) alınmıştır. Bir ay içinde geçiril-miş miyokard enfarktüsü, acil cerrahi, konkomitan kar-diyak cerrahi prosedür gereksinimi, kronik böbrek, kara-ciğer, immun sistem hastalığı bulunan hastalar çalışma dışı bırakılmıştır. Çalışmanın primer sonlanım noktası üç farklı zamanda (preoperatif, Z1; postoperatif 6. saat, Z2; ve postoperatif 5. Gün, Z3) EÖH miktarları (hücre/100μl) olarak belirlenmiştir. EÖH’ler, venöz kan örneklerinin flow sitometrik analiz yöntemi ve antijen kapılama tek-niğiyle (CD34+, VEGFR2+, CD133+, CD45-) saptanmış-tır. Sekonder sonlanım noktaları, yüksek duyarlı akut faz reaktanı (hsCRP) ölçümleri, hastalardaki klinik veri-lerin kaydedilmesi ve bunlarla EÖH miktarları arasında yorumların yapılmasıdır.

Sonuçlar: EÖH ölçümleri 3 farklı zaman noktasın-da anlamlı farklılıklar göstermiş olmakla birlikte pos-toperatif 6. saatte pik yapmıştır. (Z1, 194.2±40.0; Z2, 362.7±144.4; Z3, 243.2±73.4, p < 0.001). Paralel olarak hastaların hsCRP düzeylerindeki değişim (Z1, 2.2±1.5; Z2, 96.9±3.6; Z3, 11.4±4.1, p < 0.001) EÖH sayılarıy-la anlamlı olarak korelasyon göstermiştir. Postoperatif takiplerde 7 hastada atriyal fibrilasyon (AF) gözlenmiştir. AF’a giren 7 hastanın EÖH sayıları sinüs ritmini koru-yan 43 hasta ile karşılaştırıldığında postoperatif 6. saat-teki EÖH sayısı istatistiksel olarak düşük bulunmuştur (260.2±120.7 vs 379.4±142.1, p=0.043)

Tartışma: Koroner baypas cerrahisine alınan hasta-larda EÖH miktarları postoperatif 6. saatte yaklaşık 2.0 kat yükselmekte ve postoperatif 5. gün preoperatif değer-lere yaklaşmaktadır. Bu çalışma; kardiyopulmoner bypas sonrası postoperatif AF gelişimi ile yetersiz EÖH salınımı ve inflamatuvar mediyatörler arasında bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır.

Bildiri: 0097 Poster No: P221

10 YILLIK TERAPÖTİK AFEREZ SONUÇLARIMIZ. Gürhan Kadıköylü1, İrfan Yavaşoğlu1, Ayça Özkul2, Ali Akyol2, Vahit Yükselen3, Engin Güney4, Zahit Bolaman1. 1Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Aydın, 2Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Aydın, 3Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji Bilim Dalı, Aydın, 4Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Endokrinoloji Anabilim Dalı, Aydın

Amaç: Terapötik aferez (TA); hematoloji, onkoloji, nöroloji, immunoloji-romatoloji, dermatoloji, nefroloji ve

Bu dönemde ve sonraki iki kontrolde beyin omurilik sıvısı ve kemik iliği tutulumu yoktu. Çekilen torakal-lumbosakral MRI, torako-abdomino-pelvik BT, krani-yal MRI ve total vücut PET incelemeleri normal bulun-du. İzole geç ekstramedüller (servikal spinal) relaps ola-rak kabul edilerek yüksek doz metotreksat (5 gr/m²) ve yüksek doz sitozin arabinozid (3 gr/m²/doz, 12 saatte bir 4 doz, 3 hafta ara ile) içeren COG ALL geç izole ekstrame-düller relaps tedavi protokolü (COG AALL 02P2) başlandı ve aynı zamanda lezyon bölgesine lokal radyoterapi uygu-lanması planlandı.

Tartışma: SONUÇ: ALL’li hastalarda ekstramedül-ler relaps en sık SSS ve testislerde görülür. Nadiren izole meme, prostat, over, konjuktiva, sinüs, böbrek ve int-raspinal relapslar da bildirilmiştir. Kraniyal tutulum olmaksızın izole solid intraspinal kitle şeklindeki relaps-lar oldukça nadir olup, konsolidasyon döneminde yük-sek doz metotraksat tedavisi sonrası görülmemekte-dir. Olgumuz ara idame I tedavisi sırasında yüksek doz metotreksat tedavisi almasına rağmen, idame tedavi-si altında servikal spinal bölgede izole geç ektramedül-ler relaps gelişmiş nadir bir olgu olması nedeniyle sunul-maktadır.

Bildiri: 0471 Poster No: P219

ÇOCUKLUK ÇAĞINDA JUVENİL MİYELOMONOSİTİK LÖSEMİ. Barbaros Şahin Karagün, Yurdanur Kılınç, Atila Tanyeli, Ali Bülent Antmen, Hatice İlgen Şaşmaz, İbrahim Bayram. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi

Amaç: Çocukluk çağında JMM(juvenil miyelomono-sitik lösemi) bebeklik ve erken çocukluk çağında görü-len, özelliklemonositik ve granülositik seride aşırı proli-ferasyonla seyreden klonal bir hemopoetik bozukluktur. Belirgin hepatosplenomegali en önemli klinik bulgudur. Tüm hastalarda absolü monositoz, anemi ve trombosito-peni ile birlikte belirgin lökositoz vardır. Prognoz yönün-den dikkatle izlenmesi gereken hastalar grubudur.

Yöntemler: CBC, PY, kemik iliği aspirasyon yayma-sı rutin ve spesifik boyaları, akım-hücre ölçerde hücre gruplarının tanımlanması

Sonuçlar: Çukurova Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji ve Pediatrik Onkoloji Klikleri’nde tedavi edilen toplam 13 JMML’li hasta dokümante edil-miştir. Veriler hasta kayıtlarından klinik ve laboratuar kayıtları retrospektif olarak derlendi. Hastalardan hiçbiri-nin uygun kök hücre vericisi yoktu. Hastaların E/K oranı 5/8;en küçüğü 1aylık, en büyüğü 24 aylık idi. Tanı sıra-sında 6 hasta 12 aylıktan büyük idi. Bütün hastalar fark-lı ajanlarla karşılaştırmalı tedavi rejimleri aldılar. Bunun nedeni başvuru sırasında uygulanan standart tedavi pro-tokollerinin hastalar için farklı olmasıydı.

Tartışma: Hastalardan 7’si sepsis nedeni ile,2 hasta izlemde yitirilmiş, 4 hasta remisyonda veya tedavide yaşamını sürdürmektedir.

Page 116: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

146

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

yetersizliğine ilerleyebilen bir tablodur. Tedavisinde plaz-maferez ve intravenöz immunglobulin (İVİG) gibi imun-modulatör tedaviler tercih edilmektedir. Tromboza eğili-mi olan ve hemodinamik açıdan stabil olmayan hasta-larda İVİG tercih edilirken; ilk semptomun ortaya çıkışı ile progresyon arasında geçen süre kısa olan hastalarda plazmaferez ön planda tercih edilmektedir. İleri yaş (>60 yaş), solunum desteği ihtiyacı, hızlı progresyon (<7 gün) ve aksonal tutulum kötü prognoza işaret eder.

Yöntemler: Kasım 2008 ile Temmuz 2010 yılları ara-sında Trakya Tıp Fakültesi Nöroloji Bilim Dalı’nda GBS tanısı ile izlenen 8 hastaya plazmaferez tedavisi uygulan-dı. Bu hastaları incelediğimizde; 2 kadın, 6 erkek hasta-mız vardı. Hastaların yaş ortalaması 53.25 yıl (25-73)’dı. Hastaların ilk başvuru anında 6’sında el ve ayaklarda uyuşma, 1 hastada karın ağrısı ve 1 hastada ishal şika-yeti mevcuttu. Hastaların hepsinde tanı anında motor defisit vardı. 8 hastadan 4’ünde progresyon ve solunum yetersizliği nedeniyle mekanik ventilasyon ihtiyacı duyul-du. Hastaların 7’sinde plazmeferez sırasında albumin kullanılırken 1 hastada taze donmuş plazma kullanıldı. 8 hastaya toplam 36 seans plazmaferez (ortalama 4.5) ve hepsi 1 volüm olacak şekilde uygulandı. Plazmeferez sıra-sında hastalarda elektrolit dengesizliği, katater ve antiko-agulan ile ilişkili yada infeksiyona bağlı bir komplikasyon gelişmedi. Üç hastada plazmeferez öncesi İVİG uygulandı.

GBS tanısı ile plazmeferez uygulanan 8 hastadan 2’si tedaviye rağmen hayatını kaybetmiştir. Geri kalan 6 has-tadan 3’ünde tedavi sonrası gerilemesine rağmen motor defisit devam ederken diğer 3 hastada motor defisit sap-tanmadı.

Sonuçlar: GBS mevcut tedavi rejimlerine rağmen progresif seyredebilen ve yaklaşık %8-12 arasında mor-talite ile sonuçlanabilen bir hastalıktır. Plazmaferez ihti-yacı olan 8 hastanın 2’si hayatını kaybetmiştir (ortala-ma %25). Ancak hayatını kaybeden 2 hasta da tanı anın-da kötü prognoz ölçütlerini taşımaktaydı. Aynı zamanda plazmaferez ve İVİG birlikte uygulanmasının klinik yarar sağladığına dair bir çalışma olmamakla birlikte, iki tedavi rejimini birlikte uygulanmış olan 3 hastanın 2’sinin haya-tını kaybetmesi bu görüşü desteklemektedir.

Tablo 1. Guillan Barre Sendromunda Plazmaferez

Hasta 1 Hasta 2 Hasta 3 Hasta 4 Hasta 5 Hasta 6 Hasta 7 Hasta 8

Cinsiyet K E K E E E E E

Yaş 64 51 70 25 46 73 74 27

İlk Şikayet El ve ayakta

uyuşma

İshal Karın Ağrısı

El ve ayakta

uyuşma

El ve ayakta

uyuşma

El ve ayakta

uyuşma

El ve ayakta uyuşma

El ve ayakta

uyuşma

Motor Defisit Var Var Var Var Var Var Var Var

Mekanik Ventilasyon Var Var Yok Yok Yok Var Var Yok

İVİG Yok Yok Var (5 gr) Yok Yok Var (2 gr) Var (5 gr) Yok

Plazmaferez Var Var Var Var Var Var Var Var

Siklus sayısı 5 defa 3 defa 4 defa 6 defa 4 defa 8 defa 2 defa 4 defa

Replasman Sıvısı Albumin Taze Donmuş Plazma

Albumin Albumin Albumin Albumin Albumin Albumin

Tedavi Sonrası Motor Defisit

Var Var Yok Yok Yok Var Var Yok

Prognoz Sağ Sağ Sağ Sağ Sağ Exitus Exitus Sağ

Guillain barre sendromunda plazmaferez yapılan hastaların özeti

endokrinolojide çeşitli hastalıklar ve sendromların teda-visinde birincil ya da yardımcı tedavide etkin olarak kul-lanılan bir tedavi şeklidir. Bu geriye dönük çalışmada Tıp fakültemizde yapılan 10 yıllık TA endikasyonları ve komplikasyonları içeren sonuçları değerlendirildi.

Yöntemler: 2000-2010 yılları arasında Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesinde 90 hastaya (51 erkek, yaş ortalaması 53±16 yıl) olan 612 TA işlemi ger-çekleştirildi. ASFA 2007 kriterlerine göre kategoriler ve komplikasyonlar değerlendirildi. İşlem öncesi ve sonrası hematolojik parametreler SPSS 14.0 kullanılarak two-paired student-t testi ile karşılaştırıldı ve p<0.05 olan değerler anlamlı kabul edildi.

Sonuçlar: ASFA 2007 kriterlerine göre değerlendiril-diğinde; hepsi Kategori-II olan 17 miyeloproliferatif has-taya (13’ü esansiyel trombositemi, 4’ü polistemia vera) 25 işlem terapötik tromboferez işlemi yapıldı. 11 hastaya (6’sı akut miyeloid, 3’ü akut lenfoblastik, 1’er tanesi kro-nik lenfositik ve kronik miyeloid lösemi) 10’u Kategori-III, 5’i kategoriye girmeyen toplam 15 terapötik löko-ferez işlem uygulandı. 58 hastaya 556 terapötik plaz-ma değişimi (TPD) yapıldı. TPD yapılan hastalar; nöro-lojik (9 Guillain-Barre, 4 kronik inflamatuar demiyeli-nizan polinöropati, 1’er tane paraneoplastik sendrom ve miyastenia gravis) hematolojik (11 trombotik trombosito-penik purpura, 7 multipl miyelom, 1 akut miyeloid löse-mi), immunolojik-romatolojik (7 sistemik lupus eritema-tozis, 1 katastrofik antifosfolipid sendromu), metabolik (9 hipertrigliseridemi ve 3 hipertrigliseridemiye bağlı akut pankreatit), nefrolojik (1 mikroskobik poliarteritis nodo-sa) ve dermatolojik (pemfigus vulgaris) idi. 556 TPD işle-minin 510’u kategori-I, 5’İ Kategori-II, 14’ü Kategori-II, 5’i Kategori-III, 1’i Kategori-IV ve 25’i de kategoriye girmiyor-du. Çift filtrasyon ASFA 2007’ye göre kategorize edilme-miş 4 hastaya (2 hipertrigliseridemi, 1’er AML-trombosit direnci ve pemfigus vulgaris) 16 işlem yapıldı. Terapötik tromboferez sonrası hemoglobin ve lökosit değerleri değişmez iken (p>0.05), trombosit sayısı istatistiksel ola-rak anlamlı derecede 1.465±455x103 ‘den 935±305x103 ‘e düştü (p<0.001). Terapötik lökoferez sonrası hemog-lobin ve trombosit sayısı değişmezken (p>0.05), lökosit sayısı istatistiksel olarak anlamlı derecede 235±137x103 ‘den 203±122x103 ‘e düştü (p=0.035). TPD ise hemato-lojik parametreleri etkilemedi (p>0.05). TA işlemlerinin %90’nında santral ven kullanıldı. TA işlemleri sırasında %13 komplikasyon izlendi ve işlemlerin %3’ü sonlandırı-lamadı. En sık ortaya çıkan komplikasyon vasküler-cihaz ilişkili (%3) ve hipotansiyon (%4) idi. TA işlemleri arasın-da komplikasyon bakımından fark saptanmadı (p>0.05).

Tartışma: Merkezimizde yapılan TA işlemlerinin çoğu hematolojik, nörolojik ve metabolik hastalıklarda yapıl-makta ve ASFA 2007 kriterlerine uygun olmaktadır.

Bildiri: 0182 Poster No: P222

GUİLLAİN BARRE SENDROMLU HASTALARDA PLAZMAFEREZ ETKİNLİĞİ: TRAKYA ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ KAN MERKEZİ DENEYİMİ. Hakkı Onur Kırkızlar1, Selahattin Kat2, Seval Akpınar1, Nilda Turgut2, Kemal Balcı2, Baburhan Güldiken2, Muzaffer Demir1. 1Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Hematoloji Bilim Dalı, 2Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Ana Bilim Dalı

Amaç: Guillian Barre Sendromu (GBS), periferik sinirleri hedef alan bir grup immun aracılıklı hastalığı tanımlar. Klinik olarak hızlı ve progresif seyirli, assen-dan paralizi ile arefleksinin eşlik ettiği ve hızla solunum

Page 117: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

147

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Bildiri: 0276 Poster No: P224

EDİNSEL HEMOFİLİ TEDAVİSİNDE BONN-MALMÖ PROTOKOLÜ: OLGU SUNUMU. Suphi Başlar1, Aynur Uğur Bilgin1, Muhit Özcan1, Erol Ayyıldız2, Osman İlhan1. 1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Hematoloji Bilim Dalı, 2Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Hemaferez Ünitesi

Amaç: Burada kliniğimize burun kanaması, vücutta yaygın morluklar, idrarda kanama yakınmaları ile baş-vuran ve edinsel hemofili tanısı alarak tedavi edilen 78 yaşında bir erkek hasta sunulmuştur.

Yöntemler: Hastanın fizik muayenesinde çok sayıda ekimoz ve hematom saptandı. Anormal laboratuar bul-guları; Lökosit: 12,3x109/L, hemoglobin: 7,3 g/dl, aPTT: 157sn şeklindeydi. Hastanın bu bulguları ve yüksek aPTT değerinin karışım testi ile normale dönmemesi pıhtılaş-ma faktörlerine karşı inhibitör gelişimini düşündürmek-teydi. Bunun üzerine yapılan tetkiklerinde faktör VIII: C aktivitesi: %3,9 ve faktör inhibitörü düzeyi: 9,6 BU tes-pit edildi ve hastaya Edinsel Hemofili A tanısı konuldu. Etyolojiye yönelik yapılan araştırmalarda herhangi bir patolojik duruma rastlanmadı. Özgeçmişinde kronik obs-trüktif akciğer hastalığı vardı.Kanamayı kontrol etmeye yönelik Rekombinan FVIIa (rFVIIa NovoSeven®) 0,09g/kg (3 kez) uygulandı. Akut kanama problemi düzelen ve takibe alınan hastanın poliklinik izleminde yapılan tet-kik sonuçlarında faktör VIII: C ve faktör İnhibitör düzey-leri %0,4 ve 44 BU gelmesi üzerine immünsüpresif tedavi (siklofosfamid 1 mgr/kg/gün ve metil-prednizolon 1mgr/kg/gün) başlanmasına karar verildi. Klinik olarak tedavi-ye yanıt alınmadığı düşünülen hastanın 1. ayında yapı-lan kontrol tetkik sonuçları; faktör VIII: C aktivitesi ve inhibitör düzeyi 2% ve 52,8 BU olarak geldi. Bunun üze-rine hastaya Bonn-Malmö Prototokolü [immünadsorbsi-yon 1-5 gün, 0,3g/kg intravenöz immünglobulin 5-7 gün, faktör VIII replasmanı (düzeyi %50-80 arasında tutula-cak şekilde) 100Ü/kg her 6 saatte bir, oral siklofosfamid 1mg/kg/gün ve metil-prednizolon 1mg/kg/gün] uygu-lanmasına karar verildi.

Sonuçlar: Tedavinin 2. gününden itibaren klinik ola-rak kanama problemi kalmayan hastanın laboratuar bulguları 3. günde normal sınırlar (aPTT: 31,3 sn, fak-tör VIII: C: % 81,7 ve faktör inhibitörü yok) içerisindeydi. İmmünsüpresif tedavileri poliklinik takiplerinde azaltıla-rak kesilen hasta şu anda tedavinin 3. ayında olup kli-nik ve laboratuar olarak sorunsuz olarak izlenmektedir.

Tartışma: Edinsel hemofili koagulasyon faktörlerine karşı gelişen otoantikorların neden olduğu otoimmün bir hastalık olup son derece nadir görülen bir kanama hasta-lığıdır. Etyolojisinde başta otoimmün hastalıklar, malig-niteler gibi bir çok neden sıralanmakla birlikte olgula-rın % 50 sinde herhangi bir neden gösterilememekte-dir. Burada kliniğimize burun kanaması, vücutta yaygın morluklar, idrarda kanama yakınmaları ile başvuran ve edinsel hemofili tanısı alarak tedavi edilen 78 yaşında bir erkek hasta sunulmuştur. Burada faktör replasmanı ve immunsupresif tedaviye yanıt alınmayan, Bonn-Malmö Prototokolu ile yanıt alınan bir hasta sunulmuştur. Sonuç olarak olgumuzda da izlenildiği üzere mevcut teda-vilere yanıtsız olgularda immünadsorsiyonun dahil oldu-ğu kombinasyon tedavisinin uygulanması hastayı teda-vi ederek kanama komplikasyonlarının getireceği ölüm riskinden korumakla birlikte sürekli faktör replasmanı sonucu oluşacak maddi yükü ortadan kaldırmaktadır.

Bildiri: 0255 Poster No: P223

GEBELİKTE HİPERTİROİDİNİN OPERASYONA HAZIRLIĞINDA PLAZMAFEREZ. Yeliz Kömürcü1, Neslihan Soysal1, Hakkı Onur Kırkızlar2, Seval Akpınar2, Atakan Sezer3, Betül Ekiz Bilir1, Muzaffer Demir2. 1Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Endokrinoloji Bilim Dalı, Edirne, 2Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, Edirne, 3Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı, Edirne

Amaç: Gebelikte hipertirodinin tedavisi sırasında bir-çok problemle karşılaşılabilinir. Antitiroid ilaçlar ve iyo-ditler plasentayı geçerek fötüste guatr ve hipotiroidizme yol açabilir. Beta-blokerlerin uzun süreli kullanımı ise plasentanın küçük kalmasına, rahim içi gelişme gerili-ğine, fötüste bradikardi ve hipoglisemiye neden olabilir. Tiroid hormon sentezini ve salınımını bloke ederek tiro-id hormonlarını normal düzeye indirmek günler sürebi-lir. Tiroid hormonlarının düzeyini hızlı bir şekilde düşür-menin gerekli olduğu klinik durumlarda ise plazmaferez uygulaması etkin ve güvenilir bir yöntemdir.

Yöntemler: 22 yaşında ve 14.gebelik haftasında olan kadın hasta, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Doğum ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Polikliniği’ndeki rutin kontrolleri sırasında Serbest T3 (FT3): 5.61 pq/ml, Serbest T4 (FT4): 1.73 nq/dl ve Tiroid Stimule eden Hormon (TSH): <0.015mIU/ml saptanması üzeri-ne Endokrinoloji Polikliniği’nde takip edilmeye başlandı. Hastanın bakılan Tiroid Stimüle Edici Hormon Reseptör Antikoru (TRAb): 42.54 U/l saptandı. Tiroid ultrason (USG) incelemesinde; tiroid sağ lob 16x19x43 mm, sol lob 18x20x45 mm ve isthmus 2 mm olarak ölçüldü; her iki lob heterojen yapıdaydı ve nodül izlenmedi. Hasta mevcut kliniği ile Graves Hastalığı olarak değerlendirilerek propil-tiourasil (PTU) tablet 3x1 başlandı. Ancak tedavinin ikin-ci haftasında hastanın ellerinden başlayarak, tüm vücu-da yayılan kaşıntı, kızarıklık ve özellikle göz çevresi ve dudaklarda olmak üzere tüm vücutta şişme olması üzeri-ne acil servise başvuran hastada; PTU kullanımına bağlı anjioödem düşünüldü. PTU kesilerek düşük doz steroid ve antihistaminik tedavisi yapıldı. Düşük doz beta bloker ile yakından izlenen hastaya hipertiroidiye yönelik medi-kal tedavi verilemememesi ve 2.trimester içinde olması üzerine total tiroidektomi yapılması planlandı. Gebeliğin 18.haftasında olan hastaya operasyon öncesi ötiroidi sağ-lamak icin plazmaferez yapılmasına karar verildi. Iki sik-lusda replasman sıvısı olarak taze donmuş plazma ve bir siklusda albumin kullanılarak toplam 3 siklus 1 volüm ile plazmaferez yapıldı. Plazmaferez işlemleri öncesin-de ve sonrasında Kadın Doğum ve Hastalıkları Anabilim Dalı, tarafından anne ve fötüs kontrol edildi. İşlem sıra-sında elektrolit dengesizliği, kateter yeri ve antikoagülan ile ilgili komplikasyon gelişmedi. Plazmaferez işlemi biti-minde hastada FT3: 3.82 pq/ml FT4: 1.58 nq/dl ve TSH: 0.02 mIU/ml saptandı. Hastaya Genel Cerrahi Anabilim Dalı,’da total tiroidektomi operasyonu yapıldı. Operasyon sonrası hastada ve fötüste komplikasyon gelişmedi.

Sonuçlar: Gebelik gibi ilaç kullanımının riskli oldu-ğu durumlarda plazmaferez ile otoimmun antikorların ve toksik ürünlerin kandan geçici bir süre ile uzaklaş-tırılması asıl tedaviye hazırlık açısından oldukça önem-lidir. Plazmaferez ile hastaların operasyona hazırlığı da önemli bir seçenektir. Literatürde oldukça nadir görülen bu olgu sunumunda gebe ve hipertiroidili hastanın ope-rasyona hazırlığı anne ve fötüs açısından sorunsuz ola-rak gerçekleştirildi.

Page 118: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

148

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Trombosit Bozuklukları/Tromboz ve Antitrombotik Tedavi

Bildiri: 0407 Poster No: P226

SARKOMLU HASTALARDA EDİNSEL AKTİVE PROTEİN C REZİSTANSI. Nur Soyer1, Burçin Keçeci2, Zuhal Eroğlu3, Serra Kamer4, Çağrı Özçelik2, Seçkin Çağırgan1, Murat Tombuloğlu1, Dündar Sabah2, Ayhan Dönmez1. 1Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, İzmir, 2Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı, 3Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, 4Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı

Amaç: Kanserli hastalarda artmış tromboz riskinin edinsel aktive protein C rezistansı (eAPCR) ile ilişkisi gös-terilmesine rağmen Sarkomlu hastalarda ayrıntılı bilgiler yoktur. Çalışmamızda sarkomlu hastalarda klinik olarak saptanabilen tromboz sıklığını ve eAPCR (tanı ve tedavile-ri sonrasında) varlığını araştırdık.

Yöntemler: Ocak 2007 ve Haziran 2009 yılları arasın-da Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji kliniğinde sarkom tanısı alan 52 hasta (tanı ve teda-vi sonrası dönemde) ile 52 sağlıklı kontrol (yaş ve cinsi-yet uyumlu) olgusu ileri dönük olarak (etik kurul karar no: 06-6.1/9, kullanılan kitlerin desteği: Roche müstah-zarları sanayi) onam formları alındıktan sonra çalışmaya kabul edilmiştir. Normalize APC sensitivite oranı (nAPC-SO) ve FV Leiden (FVL) mutasyonu bakılarak eAPCR geli-şen vakalar ortaya konmuştur. Ayrıca hastaların Faktör (F) V ve FVIII düzeyleri belirlenmiştir. İstatistik değerlen-dirmelerde nonparametrik yöntemler kullanılmış, anlam-lılık eşik düzeyi p= 0.05 olarak kabul edilmiş ve sonuçlar ortanca (sınır) olarak sunulmuştur.

Sonuçlar: Hastaların tanı döneminden tedavi sonrası döneme kadar geçen takip süreleri 6.5 (3 – 13) ay bulun-du. Altısı hasta grubunda olmak üzere 12 (% 11.6) olgu-da FVL mutasyonu saptandı. Değerlendirmeler bu olgu-ların dışlanmasından sonra yapıldı. Uygulanan tedavile-re dirençli bir (% 2.17) hastada klinik olarak saptanabilen tromboz izlenirken kontrol grubunda tromboz izlenmedi. nAPCSO değerleri tanı (% 87.25), tedavi sonrası (% 94.35) ve kontrol grubunda (% 106) farklı (p< 0.0001) bulundu. eAPCR gruplara göre sırasıyla % 13, % 0 ve % 4.2 olarak saptandı. FVIII düzeyleri gruplar arasında farklı bulun-mazken, FV düzeyleri tedavi sonrasında (178.1 U/dl) tanı dönemine (147.5 U/dl) göre anlamlı yüksek bulundu (p< 0.001). Tedavi sonrası dönemdeki hastaların FV düzeyle-ri ile nAPCSO değerleri arasında tersine ilişki (r= -0.38, p< 0.02) saptandı. nAPCSO değerleri hasta grubumuz-da, tedavi sonrasında tanı dönemine göre anlamlı yük-selmesine karşın tromboz saptanan hastamızda tedavi sonrası dönemde (% 79) tanı dönemine (% 91) göre belir-gin azalmıştır.

Tartışma: Sarkomlu hastalarda (a) yakın zamanda yayınlanan geriye dönük çalışmalar ile uyumlu olarak artmış VTE sıklığını, (b) literatürde ilk olarak tanı ve teda-vi sonrası dönemde nAPCSO düşüklüğünü, (c) tanı sıra-sındaki eAPCR oranının (% 13) kontrol grubuna (% 4.2) göre yüksek olduğunu ve (d) bu yüksek orandaki eAPCR varlığının tedavi sonrasında kaybolduğunu (% 0, bakı-lamayan bir hasta hariç) ortaya koyduk. Ayrıca ilerleyi-ci hastalığı olan olgularda nAPCSO değerlerindeki belir-gin düşüşün tromboz yönünden uyarıcı bir faktör olabi-leceği düşünülmüştür.

Bildiri: 0183 Poster No: P225

PANDAS SENDROMUNDA PLAZMAFEREZİN ETKİNLİĞİ: OLGU SUNUMU. Hakkı Onur Kırkızlar1, Yasemin Küçükuğurluoğlu2, Seval Akpınar1, Serap Karasalihoğlu2, Muzaffer Demir1. 1Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Hematoloji Bilim Dalı, 2Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı

Amaç: PANDAS (Pediatric Autoimmune Neuropsychiatric Disorder Associated with group A strep-tococci) sendromu nadir görülen streptokok infeksiyo-nun yol açtığı çocukluk çağı otoimmun nöropsikiyat-rik bir hastalıktır. Hastalık geçirilmiş bir A grubu beta hemolitik streptokok infeksiyonu sonrası gelişen obse-sif kompulsif bozukluk ya da Tourette sendromu benze-ri tik hareketlerinin oluşumu ile ortaya çıkar. Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü’ne (NIMH) göre tanı sırasında; obsesif/kompulsif bozukluk veya tik bozukluğu, 3 yaş ile ergen-lik arasında başlaması, aniden başlaması veya dramatik alevlenmelerle karakterize olması, başlangıç yada alev-lenme ile streptokok infeksiyonu arasında zamansal iliş-ki olması ve alevlenme sırasında anormal nörolojik bul-guların var olması gerekmektedir. Tedavi olarak steroid, antibiyoterapi ve immunomodulatör (İntra Venöz İmmun Globulin-IVIG ve plazmaferez) kullanılmaktadır.

Yöntemler: 12 yaşındaki erkek hasta yaklaşık Mart 2007’den beri PANDAS sendromu tanısı ile Trakya Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı tarafından izlem ve tedavi-si yapılmaktadır. İlk tanı sonrası hasta karbamazepin, fenitoin, valproat, propranolol ve aylık benzadin penisi-lin profilaksisi altında izlenirken atak nedeniyle ilk ola-rak tedavisinin 6. ayında, Eylül 2007’de pulse steroid uygulanmış. Arada alevlenmeler nedeniyle Kasım 2007 ve Ağustos 2008’de pulse steroid tedavisi tekrarlanmış. Pulse steroide rağmen hastanın tik bozukluğunda artma olması üzerine Kasım 2008’de pulse steroide ek olarak İVİG (1 gr/kg/gün/2 gün) uygulanmış. Hastanın takiple-rinde tik hareketleri nedeniyle kullandığı antipsikotik ve antikonvulzif ilaçlar kesilerek risperidon, topimarat, klo-mıpramin hidroklorür, paroksetin ve pimozide başlan-mış. Ancak medikal tedavi altında semptomlarında ilerle-me olması nedeniyle hasta Ağustos 2009’da ileri tetkik ve tedavi için interne edildiğinde, hastaya plazmaferez uygu-lanmasına karar verildi. Hastaya intravenöz katater takı-lıp, replasman sıvısı olarak albumin kullanılarak 1 volüm ile 5 seans plazmaferez uygulandı. İşlem sırasında hasta-nın elektrolit dengesizliği, katater yeri ve antikoagulan ile ilişkili komplikasyon gelişmedi. Hastanın 5 seans sonrası tik bozukluğunda belirgin azalma saptandı. Hasta yakla-şık bir yıldır mevcut antipsikotik ve antikonvulzif tedavisi altında yeni bir alevlenme atağı olmadan polikinik takip-leri devam etmektedir.

Sonuçlar: Plazmaferez ile B lenfosit hücrelerinin reseptörleri veya Fc reseptörleri aracılığıyla hücre içi ile-tişimi başlatan immunglobulinler ve immunomodula-tör etkiler gösteren sitokinler yada hormonlar vücuttan uzaklaştırılır. Bunun sonucunda PANDAS sendromunu tetikleyen immun mekanizmaların önüne geçilebilinmek-tedir. Nadir görülen bir hastalık olması ve plazmaferez tecrübelerinin bu olgularda az olması nedeniyle PANDAS sendromunda plazmaferezin etkinliğini belirleyen daha fazla olgu sunumlarına ihtiyaç vardır.

Page 119: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

149

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

oluşmakta, akraba evliliğinin sık olduğu toplumlar-da daha sık görülmektedir. Bu çalışmada, bölümümüz-de izlenen Glanzmann trombastenili hastaların klinik ve laboratuar verileri retrospektif olarak incelenmesi amaç-lanmıştır.

Yöntemler: Ocak 2002-Haziran 2010 tarihleri arasın-da Hacettepe üniversitesi Çocuk Hematoloji bölümünde izlenen 28 Glanzmann thrombastenili vakanın 13’ü kız, 15’i erkek olup, tanı anında yaşları median 36 ay (2,5-180 ay) idi. İlk kanama atağı anındaki ortanca yaşları 36 ay olan (1-180 ay) hastaların 3’ünde tanı, kardeş hikaye-sinin pozitif olması nedeniyle araştırıldığı için konuldu. Hastaların 25’inde anne-baba arasında akrabalık öykü-sü vardı, hastaların tanısı flowsitometri ile de (CD41 ve CD61) olarak konfirme edildi.

Sonuçlar: Hastaların izlemlerinde gözlenen en sık kanama tipi epistaksis olup (n=18, %64) diğer hafif mukozal kanamalar (peteşi, ekimoz, diş eti kanama-sı) hastaneye en sık başvuru nedenini oluşturmaktay-dı. Diğer kanamalar ise, tonsiller(n=2), gastrointestinal (n=2), hemartroz(n=1), intrakranial(n=1), menoraji(n=3), ve 1 hastada travma sonrası subkonjüktival kanama idi. Sünnet sonrası kanama 3 hastada, diş çekimi sonrası kanama ise 7 hastada gözlendi. Rekombinant faktör VIIa 90μg/kg (2 doz) dozunda trombosit transfüzyonuna ref-rakter, hayatı tehdit eden kanaması olan 4 hastada kul-lanılmış olup, bu kanamalar kapsül endoskopi sonrası kolonda multipl anjiodiplazi tespit edilen hastadaki gast-rointestinal kanama atağı, subdural hemoraji, menoraji ve ağır epistaksisli olgulardı.

Tartışma: Glanzmann trombastenili hastalarımızdaki kanama atakları hafif kanamalardan hayatı tehdit eden kanamalara kadar klinik olarak değişkenlik göstermekte-dir. Bu heterojen klinikte hastalarımızın hiçbirinde kana-ma nedeniyle mortalite gözlenmemiştir.

Bildiri: 0163 Poster No: P229

SÜREĞEN İDİYOPATİK TROMBOSİTOPENİK PURPURA (İTP) HASTALARINDA TROMBOSİT YIKIMIDA CD5 B LENFOSİTLERİN VE KOMPLEMAN SİSTEMİNİN ROLÜ VE TEDAVİ İLE İLİŞKİSİ. Fatma Kaya1, İsmet Aydoğdu2, İsmail Reisli3, Emine Kaya1. 1Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Konya, 2Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Hematoloji Ana Bilim Dalı, Konya, 3Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Pediatrik Allerji İmmünoloji Ana Bilim Dalı, Konya

Amaç: Bu çalışmanın amacı; süreğen idiyopatik trom-bositopenik purpura tanısı konulan hastalarda trombo-sitlerin immün yıkımında, CD5+ B lenfositlerin ve komp-leman sisteminin rolünü ve tedaviyle ilişkisini araştır-maktır.

Yöntemler: Süreğen İTP tanısı konulan yirmi hasta ve sağlıklı kontrol grubu çalışmaya alındı. Çalışmaya alınan hastaların tedavi almadan önce trombosit sayı-sı, lenfositler üzerinde CD5, CD19, CD5+CD19, trombo-sitler üzerinde CD41a, alyuvarlar üzerinde CD55+CD59 ekspresyon oranı çalışıldı. Tedavi sonrası hasta grubun-da trombosit sayısı bakıldı. Diğer parametreler teda-vi sonrası değerlendirilmedi. Kontrol grubundaki sağ-lıklı olgularda önce trombosit sayısı, lenfositler üzerin-de CD5,CD19,CD5+CD19, trombositler üzerinde CD41a, alyuvarlar üzerinde CD55+CD59 ekspresyon oranı çalı-şıldı. İki grup arasında trombosit sayısı, CD5, CD19, CD5+CD19, CD41a, CD55+CD59 ekspresyon oranları karşılaştırıldı.

Bildiri: 0209 Poster No: P227

RENAL TRANSPLANTASYON HASTALARINDA KALSİNÖRİN İNHİBİTÖRLERİNİN ENDOTEL VE TROMBOSİT FONKSİYONLARİ ÜZERİNE ETKİSİ. Garip Şahin1, Meltem Olga Akay2, Cengiz Bal3, Ahmet Uğur Yalçın1, Zafer Gülbaş2. 1Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Nefroloji Bilim Dalı, Eskişehir, 2Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Eskişehir, 3Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Biyoistatistik Ana Bilim Dalı, Eskişehir

Amaç: Posttransplant dönemde kardiyovasküler mor-talite renal transplant alıcılarında önemli bir sorundur. Konvansiyonel koroner risk faktörlerine ilave olarak koa-gulasyon anormallikleri renal transplant alıcılarında izle-nen hiperkoagulabl durumdan sorumludur. Renal trans-plantasyon renal fonksiyonları düzelterek kardiyovas-küler risk faktörlerini azaltmakla beraber immünsüpre-sif ajanların kullanımına bağlı yeni kardiyovasküler risk gelişimine neden olabilir. Çalışmamızda, renal transplan-tasyon hastalarında kalsinörin inhibitörlerinin endotel fonksiyonu, trombosit aktivasyonu ve trombosit agregas-yonu üzerine etkisi araştırıldı.

Yöntemler: Siklosporin/mikofenolat mofetil/metilp-rednizolon kullanan 37 hasta ve takrolimus/mikofeno-lat mofetil/metilprednizolon kullanan 25 hasta olmak üzere toplam 62 renal transplant alıcısı ve 16 sağlık-lı kontrol çalışmaya dahil edildi. Hasta ve kontrol gru-bunda tam kan sayımı, protrombin zamanı (PT), aktive parsiyel tromboplastin zamanı (APTT), fibrinojen düzeyi, D-Dimer, açlık kan şekeri, lipid profili, asimetrik dime-til arjinin (ADMA), sP-selektin düzeyleri ve optik agregas-yon yöntemi ile agonist olarak kollajen, adenozin difosfat (ADP), ristosetin ve epinefrin kullanılarak trombosit agre-gasyon testleri değerlendirildi.

Sonuçlar: ADMA düzeyi siklosporin kullanan hasta-larda takrolimus kullanan hastalar ve sağlıklı kontrol-lere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek saptandı (p<0.05). Tüm agonistler (kollajen, ADP, ris-tosetin, epinefrin) ile indüklenen trombosit agragasyo-nu siklosporin kullanan hastalarda takrolimus kulla-nan hastalar ve sağlıklı kontrollere göre düşük saptandı ancak istatistiksel olarak anlamlı bir fark elde edilmedi (p>0.05). Siklosporin düzeyi ile ADP ile indüklenen trom-bosit agregasyonu (r = -0.43, p<0.01), ristosetin ile indük-lenen trombosit agregasyonu (r = -0.40, p<0.05), epi-nefrin ile indüklenen trombosit agregasyonu (r = -0.41, p<0.05) ve kollajen ile indüklenen trombosit agregasyonu (r = -0.43, p<0.01) arasında negatif korelasyon saptan-dı. sP-selektin düzeyleri siklosporin kullanan hastalarda takrolimus kullanan hastalar (p<0.05) ve sağlıklı kont-rollere (p<0.01) göre istatistiksel olarak anlamlı derece-de yüksek saptandı.

Tartışma: Renal transplant hastalarında siklosporin kullanımının trombosit aktivasyonu ve endotel disfonk-siyonuna neden olarak posttransplant dönemde izlenen kardiyovasküler mortalite artışından sorumlu olabilece-ğini diüşünmekteyiz.

Bildiri: 0359 Poster No: P228

GLANZMAN THROMBASTENİSİ: HACETTEPE DENEYİMİ. Selin Aytaç Elmas, Şule Ünal, Mualla Çetin, Aytemiz Gürgey, Fatma Gümrük. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Ünitesi

Amaç: Glanzmann thrombastenisi nadir bir gene-tik trombosit fonksiyon bozukluğu olup glikoprotein IIb/IIIa kompleksinin disfonksiyonu yada eksikliğine bağlı

Page 120: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

150

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

4 (HPF4) kompleksi trombosit yüzeyindeki FcγIIa resep-törü ile çapraz bağ kurarak trombosit aktivasyonu sağ-lar. Literatürde sunulan bir kaç olgu sunumunda psö-dotrombositopenide anti-HPF4 antikorlarının varlığı gös-terilmiştir. Çalışmamızda psödotrombositopenili olgular-da anti-HPF4 antikor varlığı araştırılmıştır.

Yöntemler: Çalışmamıza 48 PTCP tanısı almış olgu ve kontrol grubu olarak 36 sağlıklı kişi dahil edildi. PTCP ve kontrol grubundan alınan -80 derecede dondurularak saklanmış serum örneklerinde anti-HPF4 antikor varlı-ğı ASSERACHROM® HPIA Detection of Anti-Heparin-PF4 Antibodies by Enzyme Immunoassay kiti kullanılarak değerlendirildi.

Sonuçlar: Anti-HPF4 antikoru PTCP’li grupta 12 olgu-da anlamlı olarak pozitif saptandı (p<0.001). Kontrol gru-bunda antikor pozitifliği gözlenmedi. Heparin deriveleri kullanan toplam 4 PTCP’li olgudan birinde kanama klini-ği olmaksızın anti-HPF4 antikor pozitifliği izlendi. Antikor pozitifliği bayanlarda anlamlı olarak daha yüksekti. Antikardiyolipin antikoru (AKA) ve anti nükleer antikor (ANA) pozitivitesi ile beraber anti-HPF4 antikor pozitifli-ği artmış bulunmakla beraber istatistiksel olarak anlam-lı düzeyde değildi.

Tartışma: PTCP’li olgularda anti-HPF4 antikoru anlamlı olarak yüksektir. Bu antikorun varlığı, PTCP için bağımsız bir risk faktörüdür. Klinik pratikte bu antiko-run pozitifliği durumunda ve heparin tedavisi altında olan hastalarda yanlış tanılara yol açmamak ve tedaviyi gereksiz olarak değiştirmemek için psödotrombositopeni akılda tutulmalıdır.

Bildiri: 0494 Poster No: P231

AKUT SEREBRAL İSKEMİ ALT TİPLERİNDE TROMBOSİT-LÖKOSİT AGREGATLARI. Burhan Turgut1, Nilda Turgut2, Yahya Çelik2, Emre Tekgündüz3, Gülsüm Emel Pamuk3, Muzaffer Demir3. 1Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, 2Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, 3Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı

Amaç: Serebro-vasküler hastalıklar Dünya genelinde-ki ölümlerin en sık ikinci, kalıcı sakatlığın birinci nedeni-dir. Bu hastalıklarının patofizyolojilerinin daha iyi anla-şılması yeni tedavi yaklaşımları geliştirilmesi acısından önem taşımaktadır. İskemik kardiovasküler hastalık-lar etiyolojileri ve patofizyolojileri temelinde “Trial of Org 10172 in Acute Stroke Treatment (TOAST)” kriterleri kul-lanılarak 3 alt gruba ayrılarak incelenmektedir; büyük damar hastalığı, kardio-emboli ve küçük damar hastalığı. Çalışmamızda iskemik serebrovasküler hastalık alt tiple-rinin trombosit aktivasyonu ve trombosit lökosit agregat-ları oluşumu acısından karşılaştırılmaları amaçlanmıştır.

Yöntemler: Akut iskemik serebro-vasküler hastalığı olan 72 hasta çalışmaya alındı. Hastaların 31’inde büyük damar hastalığı, 21’inde kardio-emboli ve 20’sinde küçük damar hastalığı vardı. Ayrıca 33 sağlıklı gönüllüden kont-rol grubu oluşturuldu.Trombosit P selektin (CD62P) ekspresyonu, trombosit monosit agregatları (TMA) ve trombosit-granülosit agregatları (TGA) akım sitometri ile çalışıldı. Rutin tetkikleri dışında hastaların serum CRP düzeyleri ölçüldü.

Sonuçlar: Trombosit-monosit ve trombosit-granülosit agregatları büyük damar hastalığı grubunda kontrol gru-buna göre daha yüksekti (P=0,002 ve P<0,0001). Benzer şekilde küçük damar hastalığı grubunda TMA ve TGA

Sonuçlar: Çalışmamızda süreğen İTP tanısı alan has-talarda CD5+CD19 B lenfosit oranı(p= 0,01) kontrol gru-buna göre anlamlı yüksek saptandı. Hasta grubunda CD5 ekspresyon oranı kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düşük saptandı(p= 0,04). CD55+59 eks-prese eden alyuvar oranı (p<0.05) ise hasta grubunda anlamlı yüksek saptandı. Kontrol grubunda CD41a eks-prese eden trombosit oranı (p= 0,001) süreğen İTP tanılı hasta grubuna kıyasla anlamlı yüksek saptandı. CD 41a ekspresyonu ile trombosit sayısı arasında anlamlı ilişki tespit edilmiş olup ciddi trombositopenisi olan hastalarda CD41a ekspresyonu azalmış olarak bulunmuştur. Hasta grubunda steroid tedavisine yanıt açısından CD yüzey antijenleri arasında anlamlı ilişki saptanmadı.

Tartışma: Çalışmamızda süreğen İTP tanısı alan has-talarda sağlıklı kontrol grubuna göre CD5+CD19 B len-fosit oranı kontrol grubuna göre anlamlı yüksek sapta-nırken, CD19+ B lenfosit oranı anlamlı olmasa da yük-sek saptandı. Daha önce yapılan çalışmalara ve bizim çalışmamıza dayanarak CD19+ ve CD5+CD19 B lenfo-sitlerin süreğen İTP hastalarında otoimmün mekanizma-da rol oynadığı düşünülebilir. Tek başına CD5+ lenfosit oranının ise süreğen İTP gelişimindeki rolü net değildir. CD55+59 eksprese eden alyuvar oranı ise hasta grubun-da anlamlı yüksek saptandı. Çalışmamızda ayrıca sağlıklı kontrol grubunda CD41a eksprese eden trombosit oranı süreğen İTP tanısı alan hasta grubuna kıyasla anlam-lı yüksek saptandı. Çalışmamızda CD 41a ekspresyonu ile trombosit sayısı arasında anlamlı ilişki tespit edilmiş olup ciddi trombositopenisi olan hastalarda CD41 a eks-presyonu azalmış olarak bulunmuştur.

Bildiri: 0464 Poster No: P230

PSÖDOTROMBOSİTOPENİK OLGULARDA ANLAMLI ANTİ-HEPARİN-PLATELET FAKTÖR 4 ANTİKOR POZİTİFLİĞİ. Özlem Şahin Balçık1, Derya Akdeniz2, Handan Çipil3, Sema Uysal4, Ayşe Işık2, Ali Koşar1. 1Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara, 2Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara, 3Elazığ Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hematoloji Kliniği, Elazığ, 4Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı, Ankara

Amaç: Psödotrombositopeni (PTCP), etilen diamin tetra asetik asidin (EDTA) antikoagülan olarak kullanıl-dığı durumlarda yaygın olarak karşımıza çıkan, plate-letlerin kümeleşmesi ve lokal birikimlerine bağlı olarak görülen, otomatik kan sayım cihazlarında platelet sayısı-nın yalancı düşük saptanmasıdır. Platelet sayısının diğer antikoagülanların kullanımı veya kesin tanı yöntemi olan periferik kan yaymasında normal olduğu gözlemle-nir. Sitrat, oksalat ve heparin gibi kan örneği tüplerinde, daha az kullanılan diğer antikoagülanlarda psödotrom-bositopeni çok daha nadir olarak gözlenir. Bu laboratu-ar değeri anormalliği, EDTA ile antikoagüle edilmiş olan kanda bulunan otoantikorların plateletlerle reaksiyonu sonucu oluşmaktadır. Psödotrombositopeninin gerçek trombositopeni olarak algılanması birçok gereksiz tetkik yapılmasına ve yanlış terapötik yaklaşımlara neden olur. Heparinle indüklenen trombositopeni-tromboz (HITT); trombosit sayısında hafif ve geçici bir düşmeden, ciddi tromboz ve yaygın damar içi koagülasyon (DİK) gelişmesi-ne kadar değişen, heparin tedavisinin tehlikeli bir komp-likasyonudur. Heparin plazmada tedavi edici konsant-rasyonlarda bulunduğu zaman (0.1- 0.4 U/ml) trombo-sitlere direkt olarak bağlanabilir. Heparin-platelet faktör

Page 121: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

151

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

hastaların aile bireylerinde makrotrombositopeni varlığı araştırışlırken, kendileri de katarakt, sağırlık, hematüri gibi bulgular yönünden tetkik edilmelidir. Ayrıca bu has-taların ağır kanama yakınmalarının olmaması da bu grup hastalıkların dikkat çeken bir bulguısudur. Bu nadir ve heterojen grup hastalıklarda yapılacak moleküler ana-lizler hem kesin tanının konulmasında, hem de makrot-rombositopeni yapabilecek diğer bir durum olan Bernard Soulier sendromunun taşıyıcılığının dışlanabilmesinde yardımcı olacaktır.

Bildiri: 0136 Poster No: P233

AKKİZ HEMOFİLİ OLGUDA RFVIIA KULLANIMINA İKİNCİL GELİŞEN GEÇİCİ İSKEMİK ATAK. Abdullah Katgı1, Selda Kahraman1, Vahit Demir2, Güler Özcan1, Özden Pişkin1, Mehmet Ali Özcan1, Fatih Demirkan1, Bülent Ündar1. 1Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Erişkin Hematoloji Bilim Dalı, İzmir, 2Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir

Amaç: Akkiz hemofili, faktör VIII’e karşı otoantikor gelişimi nedeni ile ortaya çıkan yaşamı tehtid eden bir hastalıktır. Kanama kontrolunde kullanılan ajanlarla tromboembolik komplikasyonlar gelişebilir. Biz de Faktör VIII inhibitörüne bağlı kanama ile gelen, rFVIIa ve stero-id tedavisi ile başarılı tedavisi sağlanan ancak izleminde stroke geçiren bir olguyu sunduk.

Yöntemler: 69 yaşında erkek hasta, ani başlayan dispne ve disfaji şikayeti ile hastanemize başvurdu. Fizik muayenede göğüs ön duvarında yaygın ekimoz, farinks arka duvarında, dilde ve bilateral boyunda şişlik mev-cuttu. Nazal endoskopisinde uvula arkasında aktif kana-ma ve hematomla daralma saptandı. Hastanın öyküsün-de herhangi bir hastalığı, yakın zamanda ilaç kullanımı yoktu. Tam kan sayımında hemoglobin 10,1 gr/dL hemo-tokrit %32,6, MCV.85, trombosit. 280 x 109 / L, beyaz küre. 7100 x 109/L, aktive parsiyal tromboplastin zama-nı: 65,1 sn, protrombin zamanı: 12.5 sn., açlık kan şekeri 90 mg/dL, kreatinin: 0.79 mg/dL ALT: 12 mg/dl AST: 22 mg/dl, trigliserid: 109 mg/dl, total kolesterol: 379 mg/dl, LDL: 300 mg/dl, Factor VIII; %1.68 ve factor VIII inhibi-tor: 36 bedhasta unitesi olarak saptandı.Dispnesinin art-ması nedeni ile hastaya acil trakeostomi açıldı.

Hastaya Akkiz hemofili tanısı konularak rFVIIa teda-visi başlandı (90 Mgr/kg/IV bolus).ve 4-6 saat aralar-la tekrarlandı.. 3. gününde kanama kontrol altına alın-dı. Bu dönemde bakılan aPTT değeri normal sınırlardaydı ve inhibitör eradikasyonu için kortikosteroid tedavi baş-landı. (metilprednizolon: 1 mg/kg/gün). Birinci haftanın sonunda bakılan Faktör VIII aktivitesi %97 idi. Klinik ola-rak stabil olan hastada aniden sol hemipleji ve ardından status epileptikus gelişti. Nöbetleri kontrol altına alına-mayan hasta entübe edilerek dahiliye yoğun bakıma alın-dı. Görüntülemelerinde konvansiyonel ve difüzyon MR’da akut enfarkt saptandı.

Hastanın izlemi devam ederken akkiz hemofili etyo-lojisine yönelik yapılan antikardiyolipin İgM, IgG, ANA, ENA paneli, toraks, batın görüntülemeleri, tümör belir-teçleri normaldi.. Tromboembolinin sekonder nedenleri-ne yönelik bakılan MTHFR, Faktör V leiden ve protrombin gen mutasyonu saptanmadı. Protein C, S ve Antitrombin III aktiviteleri normaldi.

Yoğun bakım izleminin beşinci gününde entübasyon ihtiyacı ortadan kalkan ve hemiplejisi gerileyen hasta hematoloji servisine alındı. Sonraki izlemlerinde nörolo-

kontrol grubuna göre yüksekti (P=0,004 ve P<0,0001). Buna karşın, kardio-embolik grup ile kontrol grubu ara-sında bu agregatlar acısından istatistiksel olarak anlam-lı fark yoktu. CD62P ekspresyonu büyük damar hastalığı (P=0,003),kardio-emboli (P=0,022) ve küçük damar has-talığı grubunda (P=0,02) kontrol grubuna göre daha yük-sekti. Serum CRP düzeyi bütün hasta gruplarında kont-rol grubuna göre daha yüksekti (bütün karşılaştırmalar-da P<0,0001).

Tartışma: Bulgularımız, trombosit-lökosit etkileşimi-nin büyük ve küçük damar hastalığına bağlı akut sereb-ral iskeminin patofizyolojisinde önemli rolü olabileceğini göstermiştir. Kardio-embolik akut serebral iskemide ise trombosit aktivasyonunun, trombosit lökosit agregatla-rı oluşumuna önemli katkısı olmadığını düşünülmüştür.

Bildiri: 0230 Poster No: P232

BERNARD SOULİER SENDROMU DIŞINDAKİ MAKROTROMBOSİTOPENİLER: TEK MERKEZDEN 10 YILLIK DENEYİM. Şule Ünal, Selin Aytac, Baris Kuskonmaz, Aytemiz Gurgey, Murat Tuncer, Mualla Cetin, Fatma Gumruk. Hacettepe Üniversitesi, Pediatrik Hematoloji Ünitesi

Amaç: Kalıtsal makrotrombositopeniler X’e bağlı, oto-zomal resesif ya da otozomal dominant geçiş gösterebilen pek çok nadir hastalıktan oluşmaktadır. Bernard Soulier Sendromu dışındaki kalıtsal makrotrombositopeniler tüm trombosit hastalıkları arasında küçük bir grubu oluşturmaktadır. May Hegglin anomalisi, Sebastian pla-telet sendromu ve Fechtner sendromu iyi bilinen mak-rotrombositopeni sendromlarındandır; öte yandan GATA 1 mutasyonuna sahip X’e bağlı makrotrombositopeniler yakın zamanda tanımlanmıştır. Burada 1999-2009 yılla-rı arasında takip edilen, tanı yaşları 2 ay-17 yıl arasın-da değişen 20 makrotrombositopenili olgu sunulmuştur.

Yöntemler: Hastalarda Bernard Soulier sendromu, akım sitometri ve trombosit fonksiyon testleri ile dışlan-mıştır. Hastaların lökosit inklüzyon cisimcikleri açısın-dan periferik yaymaları incelenmiş, ayrıca ileri işitme ve görme muayeneleri yapılmıştır. Birinci derece yakınları-nın kan sayımları ve periferik yaymaları da değerlendi-rilmiştir.

Sonuçlar: Olguların 16’sı (80%) erkek olup 4 olgu daha önce değişik hastanelerde kronik İTP tansıyla izlen-miş ve steroid ve intravenöz immunglobulin tedavilerine yanıtsız olarak değerlendirilmişti. Kolay morarma şika-yeti olan 2 hasta dışında hiçbir hastamızda kanamaya yatkınlık yakınmaları yoktu. Üç olgumuzun aile birey-lerinde de otozomal dominant kalıtıma işaret eden kalı-tım paterninde makrotrombositopeni saptandı. Bu has-talarımızın 2’sinde anne baba arasında akrabalık mev-cuttu. Ortalama trombosit sayısı 69.2±36.7 x109/L (18-135) olarak ölçüldü. Serideki tüm hastaların periferik kan yaymalarında dev trombositler görülürken, 1 olguda Döhle benzeri lökosit inklüzyonları görüldü. Bir hastada eşlik eden Alport sendromu ile Fechtner sendromu tanı-sı düşünüldü. 17 yaşındaki 10 yıldır splenomegali, mak-rotrombositopeni ve anemi ile izlenen hastada X’e bağlı trombositopeni ve diseritropetik anemi tanısı konuldu. Sensorinöral işitme kaybı olan diğer bir hastada progre-sif sensorinöral sağırlık sendromunun eşlik ettiği makrot-rombositopeni tanısı (OMIM 600208) konuldu.

Tartışma: Makrotrombositopenik hastalarda, Bernard Soulier sendromu dışındaki daha nadir görülen makrot-rombositopeni sendromları ayırıcı tanıda akılda tutul-malıdır. Özellikle rezistan kronik İTP tanısıyla izlenen

Page 122: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

152

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Tablo 1. 70 yaş ve üzeri hasta ve kontrol gruplarına ait genotip dağılımları ve sıklıkları

PAI-1 70 yaş ve üzeri Kontroln=221(%)

70 yaş ve üzeriHasta

n=170(%)

OR CI(%95) p

5G/5G 30(13.57) 43(25.29) 1

4G/5G 148(66.96) 96(56.47) 0.45 0.26-0.77 0.003

4G/4G 43(19.45) 31(18.23) 0.50 0.26-0.96 0.03

Bildiri: 0319 Poster No: P235

ERİŞKİN İDİOPATİK TROMBOSİTOPENİK PURPURALI HASTALARDA ORTALAMA TROMBOSİT HACMİ (MPV) VE ŞİDDETLİ KANAMA İLİŞKİSİ. Mustafa Yılmaz1, Ahmet Durmuş2, Elif Akdoğan3, Nergiz Erkut1, Mehmet Sönmez1, Ercüment Ovalı1. 1KTÜ Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, 2Trabzon Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 3Rize Devlet Hastanesi

Amaç: Yapılan çalışmalarda ITP’lı hastalarda ileri yaş ve önceden kanama öyküsünün olmasının şiddetli kan-malar için yüksek risk faktörü olduğu saptanmıştır. Bu çalışmada ITP’lı hastalarda ortalama trombosit hacminin (MPV) şiddetli kanamalarla ilişkisinin olup olmadığının irdelenmesi planlanmıştır.

Yöntemler: Çalışmaya Ocak 2008- Haziran 2009 yılla-rı arasında KTÜ Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı ser-vis veya polikliniğine başvuran, ITP tanısı konulan sıralı 50 erişkin hasta dahil edilmiştir. Tedavi gerektiren trom-bositopeni (trombosit sayısı<30.000 mikroL) varlığı diğer bir dahil edilme kriteri olarak kabul edilmiştir. Kanamaya eğilim oluşturan başka bir hastalığı olan veya kanama-ya yol açabilecek ilaç kullanan hastalar çalışma dışı bıra-kılmıştır. Hastanede izlem gerektiren hematom, epistak-sis, melena veya menorajili hastalar, hayatı tehdit oluştu-ran kanaması olan hastalar veya transfüzyon gerektiren kanaması olan hastalar şiddetli kanama grubuna dahil edilmiştir. Asemptomatik hastalar veya peteşi-purpura-ekimöz gibi hafif kanaması olan hastalar diğer gruba dahil edilmiş; yaş, trombosit sayısı ve MPV değerleri açı-sından şiddetli kanama grubu hastalarla karşılaştırılmış-tır. MPV değerleri tam kan sayım cihazı (auto counter) ile ölçülmüştür.

Sonuçlar: Çalışmaya dahil edilen hastaların 12’si erkek, 38’i bayandı. Şiddetli kanama grubuna 7 hasta, diğer grupa 43 hasta dahil edildi. Gruplar arasında yaş yönünden anlamlı bir farklılık saptanmadı (şiddetli kana-ma olmayan hasta grubu 44±19 yıl, şiddetli kanama olan hasta grubu 57±20 yıl). Her iki hasta grubu arasın-da trombosit sayısı yönünden fark yoktu (şiddetli kana-ma olmayan grup 10.000 ±7.900/mikroL, şiddetli kana-ma olan grup 6142±1676/mikroL). MPV değerleri şiddetli kanama olan grupta istatistiksel anlamlı derecede düşük bulundu (şiddetli kanama olmayan grup 8.7±1.3 fL, şid-detli kanama olan grup 6.9±1.0 fL; p<0.01).

Tartışma: Bu çalışmada şiddetli kanama ile seyre-den ITP hastalarında, asemptomatik veya hafif kana-ması olan hastalarla karşılaştırıldığında trombosit sayı-sı ve yaş yönünden bir farklılık gözlenmemiştir. Ancak MPV’ün şiddetli kanaması olan ITP hastalarında, şiddet-li kanaması olmayan hastalara oranla daha düşük oldu-ğu bulunmuştur. Bulgular ITP’lı hastalarda düşük MPV değerlerinin şiddetli kanama için bir risk faktörü olabile-ceğini düşündürmektedir.

jik durumu tamamen düzeldi, aPTT düzeyi ve Faktör VIII aktivitesi normaldi, inhibitör saptanmadı.

Hasta oral prednisolon tedavisi ile taburcu edildi. 3 ay içerisinde steroid dozu azaltılarak kesildi. Hasta halen taburculuğunun altıncı ayında hematoloji polikliniğin-den aPTT ve FVIII aktivitesi normal olarak izlenmektedir.

Sonuçlar: Tartışma: Akkiz hemofilide başarılı bir inhibitör era-

dikasyonu sonrası artmış serum FVIII seviyesi bağımsız bir trombotik risk faktörüdür. Akkiz hemofilili hastalarda kanama kontrolunde rFVIIa kullanımı durumunda trom-botik strok açısından dikkatli olunmalıdır.

Bildiri: 0141 Poster No: P234

TÜRK TOPLUMUNDA TROMBOTİK RİSK ETMENLERİNİN UZUN YAŞAM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ. Zerrin Gülin Gülbahar, Dilara Fatma Akın, Sezen Ballı, Nejat Akar. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Genetik Hastalıklar Bilim Dalı, Ankara

Amaç: Birçok kalıtsal ve edinsel faktör insan yaşam süresi üzerinde rol oynar. Uzun yaşam, kişiyi kardiyo-vasküler hastalıklardan koruyan, genetik olarak olum-lu etkiye sahip faktörlerle ilişkilidir. Çalışmamızın amacı, Faktör V A4070G (R2 alleli), Plazminojen aktivatör inhi-bitör (PAI-1) -675 4G/5G, Protrombin (PT) G20210A, Metilentetrahidrofolat redüktaz (MTHFR) C677T ve Anjiyotensin dönüştürücü enzim (ACE) I/D değişimle-ri gibi bazı kardiyovasküler ve trombotik risk faktörleri-nin değerlendirilmesi ve bu trombotik risk faktörlerinin; trombozlu hasta ve sağlıklı kontrollerde, Faktör V Leiden mutasyonu ile birlikteliğindeki rolünün belirlenmesidir.

Yöntemler: Çalışma grubunu oluşturan hasta ve sağ-lıklı bireyler, 0-18 ve 70 yaş ve üstü olmak üzere iki fark-lı gruba ayrılmıştır. Kan örnekleri toplanmış, fenol klo-roform yöntemi kullanılarak DNA’lar izole edilmiştir. FV, PAI-1 ve ACE genlerinin çoğaltılması için polimeraz zin-cir reaksiyonu (PCR) kullanılmıştır. FV 4070 ve PAI-1 -675 değişimlerini belirlemek için çoğaltılan PCR ürünle-ri uygun restriksiyon endonükleaz enzimleri ile kesilmiş-tir. FV 1691 G-A, PT 20210 G-A, MTHFR 677 C-T deği-şimleri ise eş zamanlı (Real- Time) PCR ile belirlenmiştir.

Sonuçlar: FV A4070G, PT G20210A, MTHFR C677T ve ACE I/D değişimlerinin, FVL mutasyonunu taşıyan ve taşımayan örneklerde, tromboz için herhangi bir etkisi-nin olmadığı gösterilmiştir. PAI-1 4G allelinin, bu deği-şimi heterozigot ve homozigot olarak taşıyan 70 yaş ve üzeri hasta grubunda, koruyucu etkiye (sırasıyla, O.R 0.45; p=0.003, OR 0.5; p=0.03) sahip olduğu gösterilmiş-tir (Tablo 1). 5G allelinin ise homozigot olarak taşınma-sı durumunda tromboz açısından risk getirdiği (OR 1.95; p=0.05) bulunmuştur

Tartışma: Çalışmamızda, hemostazla ilişkilendiril-miş ve kardiyovasküler risk göstergeleri olarak belirlen-miş bu polimorfizmlerden PAI-1 dışındakilerin, genç ve yaşlı gruplar arasında, istatiksel olarak anlamlı bir deği-şimleri olmadığı belirlenmiştir. PAI-1 4G allelinin, yaşlı gruplarda koruyucu bir etkiye sahip olduğu ve 5G alleli-nin homozigot olduğu durumda hastalık için risk getirdi-ği bulunmuştur.

(Bu çalışma, Ankara Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri komisyonu tarafından 08B3330008 proje numa-rası ile desteklenmiştir.)

Page 123: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

153

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Bildiri: 0228 Poster No: P237

KABUKİ SENDROMUNA EŞLİK EDEN EVANS SENDROMU. Burcu Belen, Zühre Kaya, Meryem Albayrak, Nergis Öner, Melek Işık, Ebru Yılmaz Keskin, Ülker Koçak, Türkiz Gürsel. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji Bilim Dalı,

Amaç: Kabuki sendromu (Kabuki make-up send-romu, Niikawa-Kuroki sendromu), özgün kromozomal bozukluk olmaksızın karakteristik yüz görünümü, men-tal gerilik ve iskelet anomalileri ile birlikte immun bozuk-lukların görüldüğü nadir bir sendromdur. Kabuki send-romlu olgularda immun trombositopenik purpura (ITP), otoimmün hemolitik anemi (OHA) ve tiroidit gibi otoim-mün hastalıklar bildirilmiştir. Evans sendromu (ITP ile birlikte OHA) çocuklarda ağır seyreden bir otoimmün hastalık olup, Kabuki Sendromu ile birlikteliği nadirdir.

Yöntemler: Coombs pozitif hemolitik anemi ve ITP saptanılan 2 yaşındaki bir kız çocukta, boy kısalığı, mik-rosefali, mental motor retardasyon, kepçe kulak, hiperte-lorizm, basık burun kökü, brakidaktili bulgularının olma-sı nedeni ile Kabuki Sendromu tanısı konuldu. Hastanın serum immunglobulin düzeyleri düşük, karyotip incele-mesi normaldi.

Sonuçlar: Steroid ve intravenöz immunglobin tedavisi ile anemi ve trombositopenisi düzeldi, ancak 2 ay sonra her ikisi de tekrarladı.

Tartışma: Kabuki Sendromuna neden olan genetik bozukluk ve eşlik eden otoimmün hastalıkların nedenleri henüz aydınlatılabilmiş değildir. Sunduğumuz olgu, ITP ve/veya OHA li çocuklarda konjenital anomali varlığının dikkatle araştırılması, diğer taraftan Kabuki sendromu tanısı konulan çocukların, otoimmün sitopeniler yönün-den yakın izlenmesi gerektiğini göstermektedir.

Bildiri: 0301 Poster No: P238

DİRENÇLİ KRONİK İMMUN TROMBOSİTOPENİK PURPURA NEDENİ İLE RİTUXİMAB UYGULANAN OLGULARIMIZ. Füsun Özdemirkıran, Zafer Gökgöz, Nur Akad Soyer, Filiz Vural, Fahri Şahin, Güray Saydam. Ege üniversitesi Tıp Fakültesi,Hematoloji Bilim Dalı,İzmir

Amaç: İdiopatik trombositopenik purpura (İTP), trombositlerin retikülo endoteliyal sistemde özellikle dalakta yıkımı ile karakterize otoimmun bir hastalıktır. Glukokortikosteroidler, semptomatik hastalarda standart başlangıç tedavisidir. Tedaviye %70-80 oranında yanıt alınmakla birlikte bu yanıt çok uzun süreli olmamakta-dır. Splenektomi, steroide yanıtsız veya bağımlı olgularda uygulanan ikinci basamak tedavi seçeneği olmakla bir-likte, %40 oranında yanıtsızlık yada erken nüks gözlene-bilmektedir. Bu tür olgularda farklı sitotoksik ve immun-supresif tedaviler kullanılsa da sonuçlar çok yüz güldü-rücü olmamaktadır. Rituksimab, steroid, splenektomi veya immunsüpressif tedaviye yanıt alınamayan direnç-li vakalarda kullanılabilecek bir tedavi seçeneği olabilir. Burada splenektomi sonrası nüks gelişen ve farklı teda-vi seçeneklerine yanıt alınamayan 4 olguda rituksimab tedavisi ile tecrübelerimizi sunduk.

Yöntemler: . Olguların 3’ü kadın, 1’i erkekti, tüm olgular ilk basamak tedavi olarak steroid almış ve direnç-li hastalık nedeni ile splenektomi uygulanmış hastalardı. Rituximab kullanımı öncesinde alternatif tedavi seçenek-lerinden (steroid, anti-D, splenektomi, IVIG, azathioprin, siklofosfamid, danasol, vincristin gibi) en az 4 ‘ü uygulan-mış olguların, tümünde trombosit değerleri 20 x109/L ’in altındaydı. Rituximab tüm hastalara 375 mg/m2 dozda

Bildiri: 0111 Poster No: P236

HERMANSKY-PUDLAK SENDROMU: 3 OLGU SUNUMU. Emre Çelik, Murat Bulut, Nihal Özdemir, Tiraje Özdemir. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Bilim Dalı,

Amaç: Hermansky –Pudlak Sendromu (HPS) okulo-kutanöz albinizm ve trombosit agregasyon bozukluğu ile karakterize otozomal resesif geçişli bir hastalıktır.

Yöntemler: Kliniğimizde tanı konulan 3 olguyu sun-mak istedik.

Sonuçlar: Olgu 1: Üç yaşında kız hasta, okuloku-tanöz albinizm nedeniyle göz ve tekrarlayan enfeksi-yonlar nedeniyle imünoloji bölümlerinde takip edilir-ken Chediak-Higashi ön tanısıyla tarafımıza yönlendiril-di. Anne ve baba arasında akrabalık olan hastanın kolay morarma şikâyeti mevcuttu. Periferik yayması Chediak-Higashi ile uyumlu bulunmadı, soluk trombositleri izlen-di. Trombosit agregasyon testlerinde epinefrin ve adrena-linle düşük dalga görüldü. Hastaya HPS tanısı konuldu.

Olgu 2: Dokuz yaşında kız hasta 4 yaşından itibaren vücudunda yaygın ekimozları ve burun kanaması nede-ni ile izlendiği dış merkezde yapılan tetkiklerinde kanama zamanı uzun (10dk) bulunması üzerine merkezimize vWF eksikliği tanısı ile yönlendirilmişti. Anne ve baba arasın-da akrabalık olan hastanın fizik muayenesinde nistag-mus saptandı. Göz muayenesinde albinoid fundus sapta-nan hastaya HPS tanısı konuldu. Trombosit agregasyon testlerinde epinefrin ve adrenalinle düşük dalga görüldü.

Olgu 3: Altı yaşında kız hastanın, 3 yaşından beri vücudunda ekimozları ve bacak ağrısı nedeniyle roma-toloji bölümünde tetkik edilirken hemolitik anemi düşü-nülerek tarafımıza yönlendirilmişti. Anne ve baba arasın-da akrabalık olan hastanın fizik muayenesinde saç rengi açık ve gözlerde nistagmus saptandı. Göz muayenesinde her iki fundusta hipopigmente alanlar saptanan hastaya tetkikleri sonrasında HPS tanısı konuldu.

Tartışma: Albinizm, göz problemleri (fotofobi, şaşı-lık ve nistagmus gibi) ve trombosit fonksiyon bozuklu-ğu HPS’nin 3 önemli bulgusudur. HPS’nda ilave olarak pulmoner fibrozis, granulomatöz kolit, böbrek yetmezli-ği, kardiyomiyopati gelişebilir ve 4.-5. dekat gibi erken dönemde ölüme yol açabilir. Bu patolojilerin, lizozom-larda ceroid birikimine bağlı olduğu düşünül mekte-dir. Deride değişen miktarlarda pigment depolanır. Tanı klinik olarak konulur. Göz bulguları ve albinizm eşlik eden trombosit agregasyon bozukluğu olan hastalarda HPS’dan şüphelenilmelidir. Trombosit agregometresin-de sekonder dalga eksikliği veya yokluğu ve trombosit-lerin elektron mikroskopisinde delta granullerin yoklu-ğu tipiktir. Delta granuller ATP, ADP, kalsiyum ve sero-tonin depolar. Gerektiğinde bunları sekrete ederek, diğer trombositleri aktive eder ve agregasyon cevabını artırırlar. Bu olgularda Protrombin zamanı, parsiyel tromboplastin zamanı ve trombosit sayısı genellikle normaldir. Kanama zamanı genellikle uzun bulunur ancak %25 oranında normal de olabilir. Takipte körlük ve akciğer fibrozuna ikincil gelişen solunum yetersizliği en önemli komplikas-yonlardır. Klinikte ağır kanama pek sorun olmamaktadır.

Page 124: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

154

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Yöntemler: 3 yıl önce, bulanık görme, bulantı, ishal şikayetleri ile acil dahiliye birimine başvuran 21 yaşında erkek hastada solukluk, ikter ve yüksek ateş saptandı.

Sonuçlar: Lökosit: 19.100/mm3, Hb: 15.4 g/dl, Htc: %46.2, trombosit: 61.000/mm3, LDH: 1627 IU/l, total bilirubin: 4.06 mg/dl, indirekt bilirubin: 3.6 mg/dl, peri-ferik yaymada: her sahada 3-4 adet fragmente eritrosit-ler saptanması üzerine TTP tanısı konularak 40 ml/kg/gün TDP ile plazmafereze başlandı. 1 mg/kg/gün pred-nizolon başlanarak 2 hafta sonra kesildi. Üç gün boyun-ca yapılan plazmaferez sonucunda trombosit 238000/mm3, LDH düzeyi 421 IU/l saptandı ve plazmafere-ze ara verildi. Üçüncü hafta sonunda sol kolda uyuş-ma ve konuşmada bozulma şikayeti ile birlikte trombosit 62000/mm3, LDH 1049 IU/l idi. Periferik yaymada aşi-kar fragmantasyonu görüldü ve üç gün boyunca plazma-ferez uygulandı. Trombosit: 236000/mm3’e kadar yük-seldi. Üç ay sonra hastalık bir kez daha tekrarladı ve yine üç gün içinde düzeldi. Hematoloji polikliniğinden sık aralıklarla takip edildi ve üçüncü yılında hastalık bir kez daha tekrarlayınca yine üç günlük plazmaferezle teda-vi edildi. ADAMTS13 enzim düzeyi, ADAMTS13 aktivitesi ve ADAMTS13 inhibitör düzeyleri bakıldı; aktivite 9 (50-110), antijen düzeyi 0.08 (0.5-160), antikor düzeyi 7 (<16) olarak saptandı. Bu değerlerin düşük saptanması üzerine yetişkin başlangıçlı konjenital TTP tanısı konulan hasta-ya 3 haftada bir 10 ml/kg TDP ile profilaksi tedavisi baş-landı. Tedavinin beşinci ayını dolduran hastanın izlem ve tedavisi sürmektedir.

Tartışma: Konjenital TTP’ nin klinik spektrumu çok genişdir. Çoğunluğu 8-10 yaşlarında olmakla birlik-te yenidoğan ve yetişkin dönemde de ortaya çıkabilir. Konjenital TTP plazma tedavisine hızlı yanıt veren tekrar-layan trombositopeni ve hemolitik anemi atakları ile sey-reder. ADAMTS13 enziminin yarı ömrü 2-3 gün olmasına rağmen çalışmalar 2-3 haftalık aralarla 10ml/kg dozun-da TDP verilmesinin tekrarları önlemede oldukça etkili olduğunu göstermektedir. Biz de üçüncü yılında konjen-tal TTP olduğunu belirlediğimiz hastamızı hem tanı hem de tedavi seçenekleri konusunda eğitici olması açısından bildirmek istedik.

Bildiri: 0354 Poster No: P240

ADÖLESAN DÖNEMDE TANI ALMIŞ OLAN HOMOZİGOT PROTEİN C EKSİKLİĞİ OLAN OLGU. Selin Aytaç Elmas1, İlhan Altan1, Şule Ünal1, Grethe Skretting2, Mualla Çetin1. 1Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Ünitesi, 2Oslo Üniversitesi, Ulleval Hastanesi, Hematoloji Bölümü,Oslo, Norveç

Amaç: Protein C (pro C) Vit K’ya bağlı plazma glikop-roteini olup FVa ve FVIIIa’yı proteolitik olarak inaktive etmektedir. Pro C eksikliği genellikle ağır klinik gidişli venöz trombozlara neden olmakta, ağır eksiklikleri yeni-doğan döneminde hayatı tehdit eden trombotik kompli-kasyonlara yol açmaktadır. Ağır pro C eksikliği cok daha nadir olarak çocukluk çağı ve genç erişkinlerde de tanı alabilmektedir. Asemptomatik pro C eksikliğnin sağlık-lı bireylerdeki sıklığı 1/200 bin-1/500 bin olarak rapor edilmiştir. Homozigot yada compound heterozigot pro C eksikliği insidansının 4 milyon doğumda bir olduğu öngö-rülmektedir. Burada adölasan dönemde homozigot pro C eksikliği tanısı almış olgu sunulmaktadır.

Sonuçlar: 13 yaşında erkek hasta sol ayakta 2 gün-den beri devam eden soğukluk, haraketle ağrı şikaye-ti nedeniyle bölümümüze başvurdu. Hastanın öyküsün-den 11 yaşında iken merdivenden düşme sonucu sağ

haftada bir olmak üzere toplam 4 hafta süre ile uygu-landı. Tedavi sırasında hastalarda herhangi bir toksisite yada yan etki gözlenmedi. Trombositlerin 100x109/L’in üzerinde olması tam yanıt, 50-100 x109/L olması kısmi yanıt, tedavi gereksinimi olmadan 50x109/L altında olması hafif yanıt ve tedaviye ihtiyaç duyulan bulgular-la birlikte; trombosit sayısının 50x109/L altında olması yanıtsızlık olarak kabul edildi.

Sonuçlar: Olgulardan ikisinde tam yanıt, diğer ikisin-de ise kısmi yanıt gözlendi. Kısmi yanıt gözlenen olgular-dan bir tanesinde tedaviden 6 ay sonra nüks gözlenirken diğer olguda tedavi sonrası 3. Ayda kısmi yanıt devam etmektedir. Tam yanıt alınan olgulardan birincisinde 14 ay, diğerinde ise 26 aylık izlem süresince yanıt kaybı göz-lenmedi. Rituximab otoreaktif B hücre klonunu baskıla-yarak birçok otoimmün hastalığın tedavisinde kullanıl-maktadır. K. ITP tedavisinde kullanımı ile ilgili farklı kli-nik sonuçlar bildirilmektedir. Ancak çoklu tedavi rejimle-rinden sonuç alınamayan 4 olgunun ikisinde rituximab tedavisi sonrasında tam yanıtın, 1 yıldan uzun süren izlemlerinde devam etmesi sevindiricidir.Tedavi sırasında ve sonrasında herhangi bir akut toksisite ve yan etki göz-lenmemesi dirençli olgularda daha erken dönemde kul-lanılabilecek bir tedavi seçeneği olabileceğini düşündür-mektedir.

Tablo 1.

Hasta No

Yaş Cinsiyet Splenektomiyekadar geçen

süre (ay)

Önceki tedavi sayısı

RituximabKullanımına

geçen süre(ay)

RituximabÖncesi

Trombosit (mm³)

Tedaviyanıtı

Rituximab sonrası İzlem

Süresi (ay)

1 41 K 5 7 148 9000 Kısmi 3

2 24 K 17 5 115 18000 Kısmi* 7

3 52 E 24 4 42 3000 Tam 14

4 49 K 4 6 10 14000 Tam 26

* 6. ayda nüks

Bildiri: 0485 Poster No: P239

KONJENİTAL ADAMTS13 EKSİKLİĞİNE BAĞLI TEKRARLAYAN TROMBOTİK TROMBOSİTOPENİK PURPURA TEDAVİSİNDE PROFİLAKTİK TAZE DONDURULMUŞ PLAZMA UYGULAMASI: OLGU SUNUMU. Hasan Sami Göksoy, İpek Yönal, Ömer Kaya, Emre Osmanbaşoğlu, Mustafa Yenerel, Tanju Atamer. İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul

Amaç: Trombotik trombositopenik purpura (TTP), mikroanjiyopatik hemolitik anemi, trombositopeni ile kendini gösteren, mikrovasküler trombozlarla çoğul organ yetersizliğine yol açabilen nadir bir hastalıktır. Patogenezinde çok büyük von Willebrand faktörü multi-merlerini daha küçük parçalara ayıran enzimde eksiklik sorumludur. Erişkinlerde bu eksiklik çoğunlukla otoim-mun nedenlere bağlı ortaya çıkmaktadır. Konjenital TTP ilgili enzimi kodlayan ve ADAMTS13 olarak adlandırılan gendeki mutasyonlar sonucu enzim yapımındaki kusur-lara bağlı gelişmektedir. Edinsel enzim eksikliğine göre daha sık tekrarlayan bu hasta grubunda ataklar profi-laktik taze dondurulmuş plazma (TDP) transfüzyonları ile önlenebilmektedir. Adolesan döneminde ortaya çıkan ve tekrarlamalar nedeniyle değerlendirildiğinde konjeni-tal TTP tanısı konulan erişkin bir hastanın tanı ve tedavi özellikleri sunulmuştur.

Page 125: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

155

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

patogenezde sorumlu olabileceği gösterilmiştir. Bu çalış-mada spelenektomi yapılmış refrakter/relaps kronik ITP’li hastalarında, kemik iliği ve dalak CD20 (+) B lenfo-sit oranlarının tedavi yanıtına etkisi araştırıldı.

Yöntemler: Çalışmaya Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalında 2007-2009 yılları arasında refrakter/relaps kronik ITP tanısıyla splenekto-mi yapılan 18 hasta (12 erkek, 6 kadın) alındı. Hastaların yaş ortalaması 36.4 ± 17.6 (16-69) idi. Hastaların sple-nektomi öncesi yapılan kemik iliği örneklerinden ve sple-nektomi materyallerinden monoklonal antikor ile CD20 pozitif B lenfosit populasyonu saptandı.

Sonuçlar: Hastaların 12’sinde splenektominden sonra düzelme saptanırken, 6‘sında splenektomi sonrasın-da düzelme izlenmedi. 10 hastada (%55.6) kemik iliğin-de CD20 (+) B lenfosit oranı %1’den az iken, 8 hastada (%44.4) kemik iliğindeki CD20 (+) B lenfosit oranı %1-5 arasında idi. Splenektomiye cevap ile kemik iliği CD20 (+) B lenfosit oranları arasında ilişki saptanmadı. Kemik iliği CD20 (+) B lenfosit oranı %1’den az olan ve CD20 (+) B lenfosit oranı %1-5 arasında olan hastaların incele-nen dalak mikroskopisinde dalaktaki CD20 (+) B lenfosit maksimum ortalama folikül çapı, minimum ortalama foli-kül çapı, ortalama folikül alanı ve dalak ağırlığı ile tedavi yanıtı arasında ilişki gözlenmedi.

Tartışma: Sonuç olarak kronik ITP hastalarında kemik iliği ve dalak CD20 (+) B lenfosit oranları ile sple-nektomiye cevap arasında bir ilişki olmadığı gözlenmiş olup, bunun daha fazla hasta sayısı ile desteklenmesinin uygun olacağı kanaatine varılmıştır.

Bildiri: 0186 Poster No: P242

ÜLKEMİZDE TEKRARLAYAN DÜŞÜKLÜ KADINLARDA TROMBOFİLİ NEDENLERİ: ÖN ÇALIŞMA RAPORU. Cengiz Beyan, Kürşat Kaptan, Ahmet Ifran. Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hematoloji Bilim Dalı, Ankara

Amaç: Tekrarlayan düşükler sterilitenin en sık görü-len nedeni olup birçok çalışmada trombofilinin tekrar-layan düşükler için ana bir neden olduğu bildirilmiştir. Bizim çalışmamızın amacı tekrarlayan düşükleri nedeni ile kliniğimize sevk edilen olgularda trombofili nedenle-rini ve sıklığını belirlemek olup burada çalışmamızın ilk sonuçları sunulmuştur.

Yöntemler: Çalışma, yaşları 28,22 ± 4,00 yıl (aritme-tik ortalama ± standart sapma) (21-37 yıl) olan 55 kadın-da gerçekleştirildi. İki veya daha fazla ilk trimester düşü-ğü olan olgular ile bir veya daha fazla geç dönem düşüğü olan olgular çalışmaya alındı. Genital organlara ait ana-tomik bozukluk veya kromozom anormalliği tespit edi-len olgular çalışmaya alınmadılar. Tüm kadınlar faktör V Leiden, protrombin 20210 G→A ve metilen tetrahidrofo-lat redüktaz 677 C→T gen polimorfizmleri, aktive prote-in C direnci, antitrombin, protein C ve S eksikliği, lupus antikoagulan ve antikardiyolipin antikorlar IgG veya IgM varlığı, faktör VIII aktivitesinde artış, hiperhomosisteine-mi, hiperfibrinojenemi ve kısa aktive parsiyel tromboplas-tin zamanı varlığı gibi kalıtsal ve/veya edinsel trombofili nedenleri yönünden araştırıldılar.

Sonuçlar: Olgularda düşük sayısı 2-4 arasında deği-şiyordu (medyan 2). Bir olgu hariç tüm olgularda ilk trimesterde düşük öyküsü mevcut olup, 14 olgu geç dönemde düşük tanımlıyordu. Yedi olgu daha önce en az bir sağlam ve sıhhatte çocuk doğurduğunu ifade edi-yordu (sekonder tekrarlayan düşük). Bizim verilerimi-ze göre tekrarlayan düşüklü kadınların %47,3’ünde en az bir trombofili nedeni mevcuttu. Bu oran üç veya daha

bacağının atele alındığı ve sonrasında sağ bacakta derin venöz tromboz nedeniyle kumadinize edildiği, kuma-din tedavisi sırasında aynı bacakta morluklar ve yaralar geliştiği bu nedenle LMWH tedavisi ile tedavisine devam edildiği öğrenildi. Düşük molekül ağırlıklı heparin(DMAH) tedavi kesiminin 2. ayında sol bacaktaki şikayetleri-nin başladığı ve 3. derece akraba evliliği olan ebevynler ve diğer aile bireylerinde tromboz hikayesinin olmadı-ğı öğrenildi. Hastanın fizik muayenesinde sol alt ekstre-mitede dorsalis pedis ve tibialis anterior nabızları alına-madı, sol tibialis posterior nabzı zayıf, sağ alt ekstremi-tede sola göre çap farkı mevcuttu.Akut arterial trombo-zu ön tanısı ile hastaya yapılan Doppler USG ‘de popli-teal arterde 10 cm’lik alanda akım olmadığı BT anjiogra-fide ise sol alt ekstremitede derin femoral arterde, yüze-yel femoral arterin distal 6 cm’lik segmentinde, peroneal arterin distal kısmında, dorsalis pediste oklüzyon bulgu-ları tespit edildi. Antiplatelet ve DMA tedavisine başlanan hastanın FV Leiden, MTHFR, Protrombin 20210 A mutas-yonları normal olan hastanın aktive pro C resistansı 226 sn(120-300) ve pro C aktivitesinin ise %6 (70-130) oldu-ğu görüldü. Anne ve baba pro C aktiviteleri ise sırasıyla %57 ve %64 idi. Protein C düzeyi düşük bulunan hastaya TDP tedavisi de başlandı. Hastanın öyküsünde de kuma-din tedavisi sırasında ciltte nekroz gelişimi olması nede-niyle homozigot pro C eksikliği düşünüldü. Pro C geninin ekson 9 sekanslamasında olgumuzun homozigot pro C eksikliğine sahip olduğu gösterildi

Tartışma: Pro C eksikliğinde 200 den fazla mutas-yon tanımlanmış olup, CG->TG ve CG->CA değişiklik-lerini içeren mutasyonlar daha sık olarak bildirilmiş-tir Hastanın DMAH ve antiplatelet tedavisinin 3. ayın-da kontrol Doppler USG, sol alt ekstremite arterlerinde monofazik akım paterni, yüzeyel femoral arter 1/3 dis-talinden popliteal arter proksimaline uzanan trombüs tespit edildi. Hasta halen asemptomatik olup, tedaviye devam etmektedir.

Tablo 1. İndeks vaka ve ailesinin pro c aktiviteleri

Olgu Baba Anne Kardeş

C -> T Homozygote TT Heterozygote CT Heterozygote CT Heterozygote CT

Pro C activitesi 6 % 64 % 57 % 37 %

Bildiri: 0177 Poster No: P241

REFRAKTER/RELAPS KRONİK İDİYOPATİK TROMBOSİTOPENİK PURPURA TANISIYLA SPLENEKTOMİ YAPILMIŞ HASTALARDA KEMİK İLİĞİ VE DALAK CD20 (+) B LENFOSİT ORANININ TEDAVİ YANITINA ETKİSİ. Nergiz Erkut1, Ümit Çobanoğlu2, Mehmet Sönmez1. 1Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Trabzon, 2Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Trabzon

Amaç: İdiyopatik trombositopenik purpura (ITP), trombositlerin otoantikorlar aracılığı ile retiküloendo-telyal sistemde erken yıkılması sonucu gelişen otoim-mün bir hastalıktır. Hastalığın erişkinlerde görülme sık-lığı 100.000/3.6 olup, bayanlarda erkeklerden daha fazla gözlenmektedir. Kronik ITP hastalarının yakla-şık % 30’unun tedaviye rağmen düzelmediği izlenmek-tedir. Hastalığın etyopatogenizi tam olarak bilinmemek-le birlikte immün sistem değişimleri patogenezde önem-li rol oynamaktadır. Son zamanlarda yapılan çalışmalar-da antikor sentezinde etkin görev alan B lenfositlerinde

Page 126: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

156

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

1450mikrog/L bulundu. Ateşi olan ve C-Reaktif Proteini yüksek olan hastadaki trombüsün enfekte olduğu düşü-nüldü. Trombüsün cerrahi çıkarılması veya trombolitik tedavi uygulaması açısından konsey yapılan hastaya cer-rahi işlemin de çok yüksek septik emboli riski taşıma-sı nedeniyle sistemik intravenöz yolla doku plazminojen aktivatörü uygulanmasına karar verildi.

Sonuçlar: Hasta Yoğun Bakım Ünitesine alınarak yakın monitörüzasyonla doku plazminojen aktivatörü 0.3mg/kg/saat dozundan günde altı saat olmak üzere üç gün arka arkaya verilmesi planlandı. İlk dozun erte-si gününde yapılan ekokardiyografik incelemede trom-büsün tamamen kaybolduğu görüldü. Hastada sep-tik emboli veya kanama gibi bir yan etki gözlenmedi. Tedaviye devam edilmedi.

Tartışma: Bu vaka sebebiyle doku plazminojen akti-vatörünün kullanımının riskli olduğu trombüsün büyük ve septik bulguların mevcut olduğu çocuk vakalarda cer-rahi trombüs tedavisi tartışılarak çok yakın yoğun bakım izlemiyle uygulanabileceğini düşünüyoruz.

Bildiri: 0428 Poster No: P244

GEÇ TANI ALMASINA RAĞMEN TROMBOLİTİK TEDAVİ UYGULAMASINDAN YARAR GÖREN PEDİATRİK AKUT ARTERİYEL İSKEMİK İNME OLGUSU. Elif Ünal İnce1, Talia İleri1, Hasan Çakmaklı1, Tanıl Kendirli2, Suat Fitöz3, Serap Teber Tıraş4, Arzu Yılmaz4, Gülsüm Türkcan5, Tuğba Belgemen1, Mehmet Ertem1, Zümrüt Uysal1. 1Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Hematoloji Bilim Dalı, 2Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Yoğun Bakım Ünitesi, 3Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyodiagnostik Anabilim Dalı, 4Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Nöroloji Bilim Dalı, 5Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı

Amaç: Çocukluk çağı akut arteriyel iskemik inmeleri-nin (AAİİ) klasik tedavi klavuzlarının çoğunda güvenirlilik çalışmalarının yetersizliği nedeniyle trombolitik “Tissue Plasminogen Activator” (tPA)] tedavi uygulaması net ola-rak yer almamakta, literatürde tek olgu sunuları şeklinde çok az olgu bulunmaktadır. Tedavi şekli de erişkin has-talar için oluşturulmuş kılavuzlara göre düzenlenmekte, kontrendikasyonun olmadığı durumlarda ve klinik bulgu gelişiminden sonraki ilk 3 saat içinde uygulanırsa yarar-lı olabileceği belirtilmektedir.

Yöntemler: AAİİ sonrası 8,5. saatte, tPA uygulaması ile radyolojik ve klinik düzelme görülen, tedaviden komp-likasyonsuz olarak yararlanan hastamızı sunuyoruz.

Sonuçlar: Beta talasemi major tanısı ile izlenen, doku grubu tam uyumlu babasından sorunsuz olarak HKHT uygulanan 5 yaşında erkek hasta, HKHT sonrası 8. ayın-da sol elini oynatamama, konuşmada zorluk, dilinde dolaşma yakınmalarıyla başvurdu. Hemen sonrasında bilincinde bozulma ve bilinç kaybı, gözlerde sağa devias-yon ve sol hemiparezi tablosu ile yoğun bakıma yatırıl-dı. Beyin MRG’de bilateral çok sayıda akut enfarkt alan-ları, MR anjiyografide (MRA)(Şekil 1) de sağ orta serebral arterde (OSA) tam tıkanma, sol internal karotid arter(İKA) ve sağ anterior serebral arterde(ASA) incelme görüldü. AAİİ tanısı konularak bilinç kaybından sonraki 8,5. saat-te trombolitik tedavi olarak 0,3 mg/kg/saat dozunda tPA 6 saat süresince, beraberinde 10 ü/kg/saatten hepa-rin infüzyonu ile birlikte verildi. tPA öncesinde plazmi-nojen desteği için bir kez taze donmuş plazma verildi. Heparinizasyonda hedeflenen aPTT normalin 1,5-2 katı olacak şekilde sürdürüldü. Uygulama sırasında tPA veya heparinizasyona bağlı komplikasyon gelişmedi. Tedavinin

fazla düşüğü olan olgularda %39,1, geç dönem düşüğü olan olgularda %28,6, sekonder tekrarlayan düşüğü olan olgularda ise %57,1 idi. Olgularda tespit edilen trombofili nedenleri ve sıklıkları Tablo’da gösterilmiştir.

Tartışma: Çalışmamıza ait ön bulgularımız ülkemiz-deki tekrarlayan düşüklü kadınlarda trombofili nedenle-rinin rolünü vurgulamaktadır.

Tablo 1. Olgularda Tespit Edilen Trombofili Nedenleri

Trombofili Sebebi Anormallik Sıklık (%)

Faktör V Leiden gen polimorfizmi (n=52)

heterozigot/homozigot %9,6 (%1,9 homozigot)

Protrombin 20210 G→A gen polimorfizmi (n=52)

heterozigot/homozigot %3,8 (heterozigot)

Metilen tetrahidrofolat redüktaz 677 C→T gen polimorfizmi (n=29)

homozigot %20,7

Aktive protein C direnci (n=44) <120 saniye %18,2 (%6,8 faktör V Leiden negatif)

Antitrombin eksikliği (n=55) <%80 %0,0

Protein C eksikliği (n=55) <%70 %1,8

Protein S eksikliği (n=55) <%60 %7,3

Lupus antikoagulan varlığı (n=40) pozitif %0,0

Antikardiyolipin antikorlar IgG ve/veya IgM varlığı (n=40)

pozitif %0,0

Yüksek faktör VIII aktivitesi (n=27) >%200 %11,1

Hiperhomosisteinemi (n=39) >15 μmol/l %7,7

Hiperfibrinojenemi (n=35) >500 mg/dl %2,9

Kısalmış aktive parsiyel tromboplastin zamanı (n=40)

<26,5 saniye %5,0

Bildiri: 0411 Poster No: P243

İNTRAKARDİAK DEV TROMBÜSÜN DOKU PLAZMİNOJEN AKTİVATÖRÜ İLE BAŞARILI TEDAVİSİ. Canan Albayrak1, Davut Albayrak1, Metin Sungur2, Ozan Özkaya2, Gönül Dinler2, Nazik Aşılıoğlu2. 1Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Bilim Dalı, 2Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı

Amaç: Doku plazminojen aktivatörünün çocuklarda trombüs tedavisinde kullanımı ile ilgili az sayıda vaka bil-dirimi mevcuttur. Bu yazıda doku plazminojen aktivatö-rünün dev ve septik intrkardiak trombüsü olan bir çocuk hastada başarılı kullanımını bildirdik.

Yöntemler: Onaltı yaşında kız hasta dört yıldır kronik böbrek yetmezliği tanısıyla hemodiyaliz ile tedavi altında-dır. Böbrek biyopsisinde postenfeksiyöz diffüz prolifera-tif glomerülonefrit rapor edilmiştir. İki yıl önce derin ven trombozu ve vena kava inferiyor trombozu geçiren has-tanın tromboz nedenleri araştırıldığında kalıtsal neden-lerden MTHFR gen polimorfizmi heterozigot olarak tes-pit edilmiş ve homosistein düzeyi yüksek bulunmuş-tur. Akkiz trombüs nedenlerine bakıldığında tekrarlayan hemodiyaliz kateter uygulamaları ve kateter enfeksiyon-ları mevcuttu.

Ateş ve solunum sıkıntısı nedeniyle hastaneye baş-vuran hastanın akciğer grafisinde pulmoner emboliden şüphe edilerek çekilen ventilasyon-perfüzyon sintigrafi-sinde sağ ve sol akciğerde hipoperfüzyon görülerek pul-moner emboli tanısı konuldu. Ekokardiyografik incele-mede süperiyor vena kava ile sağ atriyum birleşim yerin-den triküspit kapağa doğru uzanan 30X10mm boyutla-rında mobil dev intrakardiak trombüs görüldü. D-dimer

Page 127: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

157

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

Bildiri: 0356 Poster No: P245

ÇOCUKLUK ÇAĞI TROMBOZLARINDA TROMBOLİTİK TEDAVİ VE SONUÇLARI. Selin Aytaç Elmas, Şule Ünal, İlhan Altan, Müge Gökçe, Derya Buluş, Mualla Çetin, Fatma Gümrük, Aytemiz Gürgey. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Ünitesi

Amaç: Çocukluk çağında trombozun etkin biçim-de eritilmesi amacıyla doku plasminojen aktivatör (DPA) tedavisi, son yıllarda gerek arterial ve gerekse venöz trombozlarda artan oranda kullanılmaktadır. Literatürde DPA kullanımının %50-64 trombüsde tam düzelme sağ-ladığı ancak %6-22 minör kanama, %15-30 major kana-ma komplikasyonu gelişebileceği öte yandan hastaların %15’inde kısmi düzelme sağladığı, %21’in de ise trom-büste değişiklik olmadığı bildirilmektedir. Bu çalışma-da, bölümümüzde tromboz tanısı ile izlenen ve sistemik DPA uygulanan vakaların özellikleri ve DPA sonrası klinik durumlarının incelenmesi amaçlanmıştır.

Yöntemler: Ocak 2003 ve Ağustos 2010 yılları ara-sında bölümümüzde tromboz tanısı alan 197 hastanın 27’sinde sistemik DPA kullanılmıştır. Kateter içi trom-boz nedeniyle DPA kullanılan vakalar çalışma dışı bıra-kılmıştır.

Sonuçlar: Yirmiyedi vakanın 4 ‘ü kız, 23 ‘ü erkek olup tanı aldıkları anda median yaşları 42 ay(10-276 ay) idi. Hastaların 20 ‘sinin alta yatan hastalıkları vardı. Tromboz için ek risk faktörleri ise 8’inde infeksiyon, 5’inde kateter, 1’inde travma, 3’ünde operasyon öyküsü, 5’inde kon-jenital kalp hastalığı ve 1’inde pozitif aile hikayesi idi. Herediter protrombotik risk faktörleri incelendiğinde ise 7 vakada heterozigot FV leiden mutasyonu, 1 vaka-da homozigot protrombin mutasyonu tespit edildi. DPA uygulanan hastaların tümünde tromboz akut olup, DPA uygulaması öncesinde hastaların 6’ sında birkez, 1’inde 2kez ve 1’inde 3 kez trombüsün tekrarladığı görüldü. DPA uygulanan ataklar ise Juguler ven (n=2), IVC(n=3), renal ven(n=3), pulmoner tromboemboli(n=6), DVT(n=2), portal ven(n=2), kardiak tromboz(n=9) idi. Hastaların tedaviyi (0.03mg-0.6mg/kg/saat) dozunda 6 saatlik kürler halin-de ortalama 2 kür halinde aldıkları görüldü. DPA tedavi-si sonrası 13(%48) hastanın trombozu kayboldu, 7(%26) vakanın trombozu devam etmekteydi, 7(%26) vakada ise parsiel düzelme oldu. Hastaların son durumlarına bakıl-dığında ise primer hastalık ve tromboz nedeniyle 2 vaka-nın ex olduğu, diğer vakaların ise yaşadığı görülmüştür. DPA tedavisi sırasında 6(%22) vakada minör kanama olması nedeniyle tedavi sonlandırıldı.

Tartışma: DPA ile tedavi sonuçlarımız her ne kadar literatürle benzer olsa da, daha geniş serilerde ve stan-dart DPA dozlarıyla karşılaştırma yapılmasının gerekti-ği görülmektedir.

Bildiri: 0380 Poster No: P246

AKUT KORONER SENDROMDA ORTALAMA TROMBOSİT HACMİ. Rıdvan Nercan1, Cengiz Demir2, İmdat Dilek3, Müntecep Aşker4, Murat Atmaca1. 1Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Van, 2Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Ana Bilim Dalı, Van, 3Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi, Hematoloji Ana Bilim Dalı, Ankara, 4Yüksek İhtisas Hastanesi, Kardiyoloji Bölümü, Van

Amaç: Koroner kalp hastalığında risk faktörlerinin tanımlanması gerek akut koroner sendromların önlen-mesinde, gerekse prognozu tahmin etmede büyük önem taşımaktadır. Bu çalışmada akut koroner sendrom ile

bir gün sonrasında sol alt ekstremitede hareketlenmeyle klinik düzelme izlendi. Trombolitik tedavi başlangıcından 12 saat sonra çekilen kontrol MRA’de (Şekil 2) sağ OSA’da akım izlendi ve trombüsün eridiği görüldü. İnme etiyoloji-sine yönelik yapılan protrombotik risk faktörü inceleme-lerinde MTHFR C677T homozigot mutasyon dışında risk saptanmadı (protein C, protein S, antitrombin, homosis-tein, faktör VIII, fibrinojen, lipoprotein a, antikardiolipin ve antifosfolipid antikorları, Faktör V Leiden, protrom-bin 20210). İnmeye neden olabilecek vasküler patolojile-rin araştırılması amacıyla yapılan konvansiyonel anjiyog-rafide sol İKA tıkalı ve kollateral oluşumu görüldü. Moya moya hastalığı, karotid arter diseksiyonu, geçici serebral arteriopati, vaskülit lehine bulgu saptanmadı. Hastanın halen hafif disfazisi ve sol üst ekstremitede kuvvet azlı-ğı azalarak devam etmektedir. Hastada antikoagulasyon düşük moleküler ağırlıklı heparinle sürdürülmektedir.

Tartışma: Çocukluk çağında AAİİ olgularında radyolo-jik kesin tanı için çoğu zaman kritik ilk 3 saat geçirilmiş olmaktadır. Böyle durumlarda bile uygun tedbirler alına-rak, tedavi riskleri ve hastanın yararları değerlendirile-rek trombolitik tedavinin dikkatli bir şekilde uygulanma-sının mortalite ve morbiditeyi azaltabileceği kanısındayız.

Şekil 1. Trombolitik tedavi öncesi MR anjiografi

Şekil 2. rombolitik tedavi sonrası MR anjiografi

Page 128: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

158

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

kavernoz sinus bölgesi ile supraklinoid segmentte dissek-siyonla uyumlu olabilecek azalmış kalibrede akım tes-pit edildi. Hastanın asetilsalisilik asit(ASA) tedavisinin 1. ayında bulguları geriledi, tedavinin 6.ayında major nöro-lojik sekel olmaksızın hastanın izlemine devam edilmek-tedir. Olgu 2(9Y,E): Artmış fiziksel aktiviteli oyun sırasın-da aniden bayılma ve bilinç kaybı yakınması olan hasta-nın sağ santral fasial paralizi ve sağ hemiparezisi mev-cuttu. MR anjiografide sol ICA da azalmış kalibrede akım ve supraklinoid ICA da stenoz tespit edildi. Hastaya ASA ve LMWH tedavisi verildi. LMWH’i 6 ay süreyle kulla-nan hastanın izleminde hemiparezisi düzelmişti. Olgu 3(13Y,E): Futbol oynarken kafa travması geçiren hasta-nın sağ santral fasial parazi ve sağ hemiplejisi mevcuttu. Beyin MRG de sol MCA sulama alanında subakut infakt ve sol ICA supraklinoid segmentte azalmış kalibrede akım tespit edildi. ASA tedavisi verildi, 5 ay sonraki kontrol MR anjiografideki bulgular gerilememiş olup semptom-larında azalma vardı. Olgu 4(8y;K): Xedorma pigmento-sum tanısıyla izlenen hasta kafa travması sonrası solda kuvvet kaybı yakınmasıyla başvurduğunda sol hemipleji tespit edilmişti. MRG anjiografide sağ vertebral arterdeki disseksiyona bağlı olarak subakut serebral infakt tespit edildi. LMWH tedavisi verildi ve tedavinin 6. ayında has-tanın hemiplejisi düzeldi.

Tartışma: Bölümümüzdeki kranioservikal arterial dis-seksiyon sıklığı %6.2 olup literatürle karşılaştırıldığın-da daha düşük olduğu görülmektedir. Ancak tanı büyük oranda disseksiyondan kuşkulanılması ve uygun görün-tüleme tekniklerinin kullanılması ile konulmaktadır. Kafa ve/veya boyuna künt travmalar sonrası nörolojik bulgu geliştiren çocuklarda özellikle disseksiyondan şüphe edil-meli ve travma sonrası BT de iskemik infaktların ilk 12 saat içinde bulgu vermemesi nedeniyle bu hastalarda dis-seksiyona ait olan karakteristik radyolojik bulguları gös-terebilmek için MR/ MR anjiografinin çekilmesi gerek-mektedir

Bildiri: 0300 Poster No: P248

KEMOTERAPİ SONRASI GELİŞEN REAKTİF TROMBOSİTOZA İKİNCİL AKUT MİYOKARD İNFARKTÜSÜ: OLGU SUNUMU. Hakkı Onur Kırkızlar, Nurşen Gümüş, Seval Akpınar, Muzaffer Demir. Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Hematoloji Bilim Dalı Edirne

Amaç: Çevre kanında trombosit sayısının 400000/mm3’ten daha yüksek olması trombositoz olarak tanım-lanır. Başlıca trombositoz nedenleri miyeloproliferatif/miyelodisplastik hastalıklar ve reaktif trombositozlardir. Reaktif trombositozda trombosit sayısındaki artış geçici-dir. Temelde yatan hastalığın tedavisi ile normale döner. Trombotik ve hemorajik komplikasyonlar ise daha sey-rektir. Genel olarak 40 yaşından genç, daha önce her-hangi bir trombohemorajik hastalığı olmamış, belirgin ateroskleroz risk faktörleri taşımayan hastalar rutin ola-rak tedavi edilmezler.

Yöntemler: Akut miyeloid lösemi (AML) -M2 tanı-sı alan 36 yaşında kadın hastaya idarubisin+ sitarabi-ne (“3+7”) tedavisi başlandı. Trombositopenik olan has-taya, trombosit 10000/mm3 altındaki değerlerde afarez trombosit replasmanları yapıldı. Ancak trombosit replas-manlarına yanıtsızlık gelişti. Replasmandan 1 saat son-raki hemogram ve periferik yayma incelemelerinde artış 5000/mm3’ten az olması nedeniyle hastada alloimmun trombositopeni düşünüldü ve 3 gün 90 mg/gün intra venöz immunglobulin (IVIG) tedavisi verildi. Bu tarihten

risk faktörü olabileceği düşünülen trombosit hacmi ara-sındaki ilişki araştırıldı.

Yöntemler: Çalışmaya, 69 akut miyokard infarktüs-lü (AMİ), 73 kararsız angina pektoris ve 72 kararlı angi-na pektorisli olmak üzere toplam 214 hasta dahil edil-di. Atipik göğüs ağrısı olan ve koroner anjiyografilerinde patolojik bulgu saptanmayan 45 olgu ise kontrol grubu olarak seçildi. Akut koroner sendromlu hasta grubu-nun kan örnekleri hastaneye yatışlarında, diğer olgular-da ise hastaların rutin takiplerinde alındı. İstatistiksel analiz “Tek yönlü varyans analizi (ANOVA)” ve post-hoc Tukey HSD ile yapıldı. P< 0.05 istatistiksel olarak anlam-lı kabul edildi.

Sonuçlar: Ortalama trombosit hacmi (TH) ve trombo-sit sayıları sırasıyla; kararsız angina grubunda 9,0 ± 1,0 fl ve 239,6 ± 59,2 x 109/L, AMİ grubunda 8.9 ± 0.8 fl ve 228.5 ± 74.1 x 109/L, kararlı angina grubunda 7.5 ± 0.6 fl ve 268.3 ± 73.5 x 109/L, kontrol grubunda ise 7.2 ± 0.6 fl ve 285.5 ± 80.9 x 109/L olarak bulundu. Kontrol grubu ile kararsız angina ve AMİ grubu karşılaştırıldığında orta-lama TH anlamlı olarak düşük, trombosit sayısı daha yüksek saptandı (sırasıyla p<0.001, p<0.001, p=0.004, p<0.001). Ortalama TH açısından; kararlı angina grubu, kararsız angina ve AMİ grubu ile karşılaştırıldığında TH anlamlı olarak daha düşük saptandı (sırasıyla p<0.001, p<0.001), kararlı angina grubu ile kontrol grubu karşılaş-tırıldığında anlamlı fark saptanmadı (p=0,126), kararsız angina grubu ile AMİ grubu karşılaştırıldığında anlamlı fark saptanmadı (p=0.999). Trombosit sayıları açısından; kararlı angina grubu ile kontrol grubu ve kararsız angina grubu karşılaştırıldığında trombosit sayıları anlamlı ola-rak farklı bulunmadı (sırasıyla p=0.586, p=0.076), karar-lı angina grubu ile AMİ grubu karşılaştırıldığında trom-bosit sayısı anlamlı olarak yüksek saptandı (p= 0.006). Kararsız angina ile AMİ grubu karşılaştırıldığında anlam-lı fark saptanmadı (p= 0.791).

Tartışma: Akut koroner sendromlu hastalarda, trom-bosit sayılarının azaldığı ve ortalama trombosit hacimle-rinin arttığı saptandı.

Bildiri: 0351 Poster No: P247

ÇOCUKUK ÇAĞINDA GÖRÜLEN KRANİOSERVİKAL ARTERİAL DİSSEKSİYONA BAĞLI SEREBRAL İNFAKTLAR. Selin Aytaç Elmas, Şule Ünal, Mualla Çetin, Fatma Gümrük, Murat Tuncer, Aytemiz Gürgey. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Ünitesi

Amaç: Kranioservikal arterial disseksiyonlar çocuk-luk çağı arterial iskemik inmelerin önemli bir nede-ni olup görülme sıklığı %7.5-%20 arasında değişmekte-dir. Travma ve/ veya altta yatan damarsal yapısal defekt-ler bu vasküler hasarı tetikleyebilir. Serebral infakta yol açan disseksiyonlar çocukluk çağında nadir görülmele-ri ve disseksiyonda tedavinin de tartışmalı olması nede-niyle bölümümüzde takip edilen serebral infaktlı hasta-lar değerlendirilmiş ve bu hastalar içinde kranioservikal disseksiyon tanısı konulmuş hastaların ayrıca incelen-mesi amaçlanmıştır.

Yöntemler: Bölümüzde akut arterial serebral tromboz tanısı ile izlenmiş 64 vaka değerlendirilmiş ve bu hastalar içinden 4’ üne kranioservikal arterial disseksiyon tanı-sı konulmuştur.

Sonuçlar: Olgu 1(9Y,E): Bisikletten düşme sonra-sı kafa travması geçiren hastanın ilk değerlendirmesin-de sol hemipleji ve sol santral fasial paralizisi mevcut-tu. BT anjiografide distal internal karotid arterde petroz

Page 129: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

159

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

heterozigot, 3’ü(%10) homozigot olmak üzere toplam 13(%43,3) olguda saptandı. Faktör V1299 mutasyonu ise 4(%13,3) olguda saptandı. Olguların tümü heterozi-got idi. Faktör II G20210A mutasyonu ise, tümü hete-rozigot olmak üzere toplam 3(%10) olguda bulundu.. Hastaların 5’inde(%16,6) aynı anda üç farklı mutasyon bir arada bulunurken, 9(%30) olguda iki mutasyon sap-tandı. Hastaların 25’inde (%50) pulmoner tromboembo-li, 8(%26,7)’inde DVT, 7(%23,3)’sinde SVO, 2(%6,7)sinde portal ven trombozu, 2’sinde(%6,7) tekrarlayan abortus, 1(%3,3) hastada retinal ven trombozu bulundu.

Tartışma: Faktör V Leiden mutasyonunun beyaz ırk-taki görülme sıklığı %3-12 arasındadır. İlk venöz trom-boemboli atağında faktör V Leiden homozigotluğu %1,5, heterozigotluğu ise %7-20’dir. Herediter trombofili olgula-rında ise Faktör V Leiden mutasyon oranı %50’lere ulaş-maktadır. Bizim çalışmamızda Faktör V G1691A sıklığı %43,3, faktör V 1299 mutasyon sıklığı %10 olarak sap-tanmıştır.

MTHFR gen mutasyonu sıklığı sağlıklı bireylerde %2-15, ilk venöz tromboemboli atağı geçirenlerde %10-25 olarak bildirilmiştir. Ülkemizdeki benzer çalışmalar-da homozigot mutasyon oranı %5, heterozigot mutasyon oranı ise %35 olarak bildirilmiştir. Bizim çalışmamızda MTHFR C677T mutasyonu sıklığı %46,6, MTHFR A1299 mutasyonu sıklığı ise %56,6 olarak saptanmıştır.

Faktör II G20210A sıklığı sağlıklı bireylerde %0,06-2, ilk kez venöz tromboemboli atağı geçirenlerde %6-7,1 olarak bildirilirken, herediter trombofili olgularında sık-lık %20 olarak belirtilmiştir. Bizim olgularımızda Faktör II G20210A sıklığı %10 olarak saptanmıştır.Tekrarlayıcı trombotik atak geçiren bireylerde birden fazla mutas-yonun aynı anda bulunması venöz tromboemboli görül-me sıklığını artırabilmektedir. Hastalarımızın %46,6’sının birden fazla mutasyonu aynı anda taşıması mutasyon oranlarının benzer araştırmalara göre daha yüksek sap-tanmasına neden olmuş olabilir.

Bildiri: 0184 Poster No: P250

VENÖZ TROMBOEMBOLİZM TANISI ALMIŞ HASTALARDA ETİYOLOJİK RİSK FAKTÖRLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ. Şeniz Sarıtaş Gök1, Sema Karakuş2, Nihat Gök1, Selami Koçak Toprak2, Figen Atalay2. 1Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara, 2Hematoloji Bilim Dalı, Ankara

Amaç: Venöz tromboembolizm (VTE); hematolojik hastalıklar arasında sık görülen, pekçok nedene bağlı olarak gelişen ve ölüme yol açabilen; ancak önlenmesi mümkün bir hastalıktır. Bu çalışma hastanemizde venöz tromboemboli tanısı almış hastalarda etiyolojik risk fak-törlerinin değerlendirilmesi amacıyla yapıldı.

Yöntemler: Bu çalışmada Ocak 2003 – Aralık 2008 tarihleri arasında VTE tanısı almış 110 hasta geriyedö-nük olarak etyolojik risk faktörleri açısından incelendi.

Sonuçlar: Hastanemize yatan hastalar arasında trom-boz sıklığımız 20.5/10.000 idi. Çalışmaya katılan hasta-ların yaş ortalaması 54,4 ± 17,3 bulundu. Hastaların 26’sı (%23,6) 40 yaş altı, 41’i (%37,3) 40-59 yaş arası ve 43’ü (%39,1) 60 yaş ve üzeri grupta yer alıyordu. Hastaların 41 (%37,3)’de ekstremitede, 18’de (%16,4) karın içi böl-gesinde ve 51’nde (% 46,4) sadece PTE, 17’nde (% 15,46) PTE ile beraber DVT tanısı mevcuttu. 60 yaş üzeri grup-ta fibrinojen ve homosistein düzeyleri diğer yaş grupların-dan daha yüksek bulundu (p<0,05). Hemostatik risk fak-törlerinden Antitrombin (AT) extremitede trombozu olan-larda, Protein C (PC) karın içinde trombozu olanlarda

sonra tedrici olarak trombosit sayıları arttı ve trombo-sitoz gelişti. Yapılan kemik iliği aspirasyonu inceleme-sinde tam remisyon olarak değerlendirilen, trombosito-zu (1.271.000/mm3) mevcut olan hasta idame tedavisi-ne gelmek üzere taburcu edildi. Hastanın yaşının genç olması, daha önce tromboz öyküsü olmaması ve reak-tif trombositoza bağlı olması nedeniyle trombositozu için ek tedavi verilmedi ve sık hemogram takibi öneril-di. Hasta 1. kür yüksek toz sitozin arabinosid tedavisini almak üzere servisimize alındığında rutin çekilen kont-rol elektrokardiyografisi (EKG) incelemesinde ilk yatışı-na göre dinamik değişiklik izlendi. Kardiyoloji tarafindan değerlendirildi ve subakut anteroseptal miyokard infark-tüsü tanısı ile koroner arter anjiografi incelemesi yapıldı. Anjiyografide sol ön inen dal 2. kısım sonundan başlayan distale kadar devam eden uzun tromboze lezyon saptan-dı. Hastaya antiagregan ve antikoagulan tedavisi başlan-dı. Tromboz ayırıcı tanısı açısından bakılan lipoprotein-a, homosistein, antifosfolipit antikorları ve faktör V düze-yi normal saptandı. Aynı zamanda Faktör II-G20210A, Faktör V Leiden ve MTHFR mutasyonu homozigot sağlam olarak saptandı. Hasta şu anda 4 kurs yüksek doz sita-rabine tedavisi sonrası halen remisyonda izlenmektedir.

Sonuçlar: Etkeninden bağımsız olarak trombositoz sonucu vazomotor, trombotik ve hemorojik komplikas-yonlar gelişebilir. Bu komplikasyonlar miyeloprolifera-tif/miyelodisplastik hastalarda reaktif trombositoza göre belirgin olarak daha sık izlenir. Trombositoza bağlı trom-botik komplikasyonlar yüksek risk profiline sahip hasta-larda (>60 yaş, daha önceden tromboz öyküsü, eşlik eden sigara kullanımı, hipertansiyon ve obesite gibi durumla-rın mevcudiyeti) daha sık rastlanır. Kemoterapi sonra-sı reaktif trombositoz gelişen hastamız hiç bir risk fak-törü taşımamasına rağmen akut miyokard infarktüsü geçirmesi nedeniyle bu olgu sunumunu sizinle paylaş-mak istedik.

Bildiri: 0265 Poster No: P249

HEREDİTER TROMBOFİLİ OLGULARIMIZ. Sema Akıncı1, Abdülkadir Baştürk1, Tuba Hacıbekiroğlu1, Muhammed Bülent Akıncı2, Handan Çipil3, İmdat Dilek1. 1Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi, Hematolojı Ana Bilim Dalı, Ankara, 2Numune Eğitim Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkolojı Ana Bilim Dalı, Ankara, 3Elazığ Eğitim Araştırma Hastanesi, Hematoloji Bölümü, Elazığ

Amaç: Günümüzde tromboembolik olaylara sık rast-lanmaktadır. Tromboz etyolojisinde herediter trombo-fili nedenleri sıklıkla saptanmaktadır. Bunlar arasında Faktör V Leiden mutasyonu, G20210A protrombin gen mutasyonu, MTHFR gen mutasyonu en sık rastlananlar-dır. Bu çalışmada tromboz nedeniyle tarafımızdan takip edilen olgularda saptanan mutasyonların dağılımı retros-pektif olarak incelendi.

Yöntemler: Çalışmamıza toplam 30 olgu dahil edil-di. Hastalarda MTHFR C677T, MTHFR A1298, faktör V G1691A, faktör V 1299, faktör II G20210A mutasyonla-rından oluşan 5 mutasyon çalışıldı.

Sonuçlar: Çalışmaya yaşları 18-66 arasında deği-şen, yaş ortalaması 41,96±14,62 olan 21’i(%70) kadın 9’u (%30) erkek toplam 30 hasta dahil edildi. Olguların 14(%46,6)ünde MTHFR C677T mutasyonu saptandı. Bunların 10’u(%33,3) heterozigot, 4’ü(%13,3) homozi-got olarak bulundu. Olguların 17’sinde (%56,6) MTHFR A1298 mutasyonu saptandı. Bunların 7’si(%23,3) hete-rozigot 10’u(%33,3) homozigot olarak değerlendiril-di. Faktör V G161691A mutasyonu ise 10’u(%33,3)

Page 130: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

160

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

de mevcut ise hastanın tedavi yönetiminde önemli prob-lemler yaşanabilir.

Yöntemler: On beş yaşında erkek hasta, bir haftadır mevcut olan yüksek ateş, halsizlik şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Fizik muayenesinde cilt ve mukozalar soluk, skleralar ikterikti, organomegalisi ve lenfadenopatisi yoktu. Tam kan sayımında BK: 2,300/mm3, Hb: 6,5 g/dl PLT: 12000/mm3 idi. Periferik yaymasında hemoliz bul-guları mevcut, trombositler nadir tekli idi. Böbrek fonksi-yon testleri anormaldi, hematüri ve proteinurisi mevcut-tu. Direkt coombs testi (+++) geldi, retikülosit sayısı %9 idi. Kemik iliği aspirasyonunda malignite bulgusu yoktu, normoblastik eritroid hiperplazi, genç megakaryositlerde artma görüldü. Plevral ve perikardiyal efüzyon, asit sap-tandı. Antinükleer antikor ve andi dsDNA müsbet, C3 ve C4 düzeyi düşük geldi. Hastaya SLE zemininde gelişmiş olan Evans Sendromu tanısı konuldu. Steroid tedavisi başlandı, fakat sitopenileri dirençli olduğu için tedaviye siklofosfamid eklendi.

Sonuçlar: Hastada yatışının 10.gününde genel durumda bozulma, hipotansiyon, bilinç bulanıklığı mey-dana geldi. Akut batın tablosu olduğu için çekilen batın US ve CT ile hastada spontan dalak rüptürü ve batın içi yaygın hemoraji belirlendi. Tam kan sayımında Hb: 5,9 g/dl PLT: 10000 idi. Uygun hidrasyon desteği veril-di, hematokrit takibine alındı, eritrosit ve trombosit süs-pansiyonu verildi. Trombositopenisi sebat etmekle bir-likte hızlı Hb düşüşü olmadı. Çocuk cerrahisi bölümüne danışıldı, konservatif yaklaşım önerildi. Hastanın taki-binde batın içindeki kanama rezorbe oldu, kliniği gide-rek düzeldi. Steroid ve siklofosfamid tedavisi ile tedavi-nin ikinci haftasında trombosit sayısı yükselmeye başla-dı, direkt coombs testi negatifleşti. Bir ay içinde sitopeni-leri düzeldi. Böbrek fonksiyonlarında ve santral sinir sis-temi bulgularında düzelme oldu.

Tartışma: SLE, medikal tedavilere dirençli sitopeni-lere yol açabilen bir hastalıktır. SLE’li olgularda nadi-ren spontan dalak rüptürü bildirilmiş, bu durum genel-likle dalakta aşırı büyüme ve konjesyon ile ilişkilendiril-miştir. Bizim olgumuzda ilginç olarak dalak büyüklüğü yoktu. SLE’nin dalak tutulumu vasküler düzeyde mevcut olup, karın içi basıncını artıran herhangi bir manevra ile dalak rüptürü meydana gelmiş olabilir. Dirençli anemi ve trombositopeniye rağmen, cerrahi uygulanmadan destek tedavisi ile hastanın kliniğinin düzelmesi ilgi çekicidir. Dışarıdan verilen trombositlerin, immunojenik yıkıma rağmen akut etki ile kanama kontrolüne yardımcı olmuş olabilir. SLE’li hastalarda ortaya çıkan Evans sendromu tablosunda siklofosfamid kullanılması, SLE’nin diğer sis-temik bulgularının yanı sıra hematolojik olarak düzelme-sine katkı sağlamaktadır.

Bildiri: 0480 Poster No: P253

AĞIR TROMBOTİK ATAKLAR VE BUNA BAĞLI UZUV KAYBI GELİŞEN PAROKSİSMAL NOKTÜRNAL HEMOGLOBİNÜRİLİ HASTADA ECULİZUMAB TEDAVİSİ. İpek Yönal, Hasan Sami Göksoy, Abdurrahman Demir, Emre Osmanbaşoğlu, Hasan Dermenci, Mustafa Yenerel, Meliha Nalçacı. İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul

Amaç: Klasik olarak gece hemoglobinürisi ve kro-nik intravasküler hemoliz bulguları ile kendini göste-ren paroksismal noktürnal hemoglobinüri (PNH), hema-topoietik kök hücrenin klonal bir hastalığıdır. Kök hüc-renin edinsel, somatik bir mutasyonu sonucu oluşan

ve Protein S (PS) de PTE tanılı hastalarda azalmış ola-rak bulundu. Eşlik eden sistemik hastalıklar açısından hiperlipidemi 40-59 yaş, hipertansiyon, diabetes melli-tus ve koroner arter hastalığı 60 yaş üzerinde daha sık görüldü (p<0,05). Tromboza eşlik eden diğer risk faktör-lerine bakıldığında; 10 hastada (% 9,1) immobilizasyon, 13 hastada (% 11,8) geçirilmiş cerrahi, 5 hastada (% 4,5) malignite, 15 hastada (% 13,6) obesite, 42 hastada (% 38,2) sigara içimi ve 11 hastada (% 19,3) hormon kulla-nım öyküsü mevcuttu. Faktör V Leiden 32 kişide (%38,1) heterozigot, Protrombin 20210A 16 kişide (%19,5) hetero-zigot, MTHFR 37 kişide (% 52,9) heterozigot, 5 kişide (% 7,1) homozigot mutant olarak saptandı. Genetik mutas-yonlar açısından hem yaş grupları hem de tromboz loka-lizasyonları arasında fark bulunmadı (p>0,05).

Tartışma: VTE sistemik bir hastalık olup, klinikte sık görülmektedir. Hastaların uygun yöntemlerle değerlendi-rilip tanıları erken konarak kalıtsal ve edinsel risk fak-törlerinin endikasyonu olan hasta grubunda incelen-mesi gerekmektedir. Özellikle hastanede yatan ve venöz tromboemboli gelişme riski yüksek olan hasta grubun-da uygun dozda önleyici antikoagülan tedavi başlanması VTE gelişme riskini düşürerek, bu hastalıkla ilgili gelişe-bilecek morbidite ve mortaliteyi de azaltacaktır.

Bildiri: 0340 Poster No: P251

KRONİK İDİYOPATİK TROMBOSİTOPENİK PURPURALI HASTALARDA BAZI OTOİMMÜN HASTALIKLARLA İLİŞKİLİ OTOANTİKORLARIN SIKLIĞI. Cengiz Demir1, Ramazan Esen1, Murat Atmaca2, Servet Efe2. 1Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Ana Bilim Dalı, Van, 2Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Van

Amaç: Kronik İTP’li hastalarda antinükleer anti-kor (ANA), tiroid antimikrozomal antkor (AMA) ve anti-tiroglobülin antikor (ATA), anti-gliadin antikor (AGA) IgA-G, anti endomisyum antikor (EMA) IgA-G ve doku transglutaminaz (tTG) IgA-G antikor pozitiflik sıklığını belirlemek.

Yöntemler: 87 kronik İTP, 95 sağlıklı kontrol grubun-da mevcut antikorlar çalışıldı. ANA titers, AMA, ATA, AGA IgG-A ve EMA IgG -A antikorları immünofloresan meto-duyla, tTG IgG-A ELISA ile test edildi.

Sonuçlar: ANA,ATA, AMA, AGA IgA-G ve tTg IgA-G antikor pozitifliği hasta grubunda istatistiksel açıdan anlamlı olarak yüksekti sırasıyla, (p: 0,007, p<0.001; p=0.008, p<0.001; p=0.007 p=0.029; p=0.023).

Tartışma: Kronik İTP’de otoantikor pozitifliğinin uzun dönem etkilerinin ve klinik önemlerinin saptanması için daha geniş çalışmlara ihtiyaç vardır.

Bildiri: 0254 Poster No: P252

SİSTEMİK LUPUS ERİTEMATOZUS ZEMİNİNDE EVANS SENDROMU GELİŞEN BİR OLGUDA SPONTAN DALAK RÜPTÜRÜ. Hüseyin Tokgöz1, Ümran Çalışkan1, Bülent Ataş2, Orhan Özbek3. 1Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Çocuk Hematoloji Bilim Dalı, Konya, 2Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Çocuk Nefroloji Bilim Dalı, Konya, 3Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Radyoloji Ana Bilim Dalı, Konya

Amaç: Travmatik olmayan dalak rüptürü, hematolo-jik, neoplastik ve infeksiyöz hastalıkların seyri sırasın-da görülebilen nadir bir komplikasyondur. Yüksek mor-talite oranı nedeniyle erken tanı konması ve tedavi edil-mesi hayat kurtarıcıdır. Dalak rüptürü gelişen bir siste-mik lupus eritematozus (SLE) vakasında trombositopeni

Page 131: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

161

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

değerlendirmek ve literatür bilgileriyle karşılaştırmak amaçlanmıştır.

Yöntemler: Bu çalışmada hastanemizin hematoloji bölümüne 2010 yılı içinde tromboz ile başvurup, trombo-fili taraması yapılan 15-60 yaş arasında toplam 33 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Trombofili tetkiki ola-rak protein C, protein S, antitrombin III eksikliği, akti-ve protein C rezistansı, faktör V Leiden (FVL), protrom-bin 20210A (PT 20210), metilentetrahidrofolat redük-taz (MTHFR) gen mutasyonları, antifosfolipid antikorla-rı (AFA), faktör VIII ve homosistein yüksekliği araştırıldı.

Sonuçlar: Hemostatik süreçteki hassas dengenin bozulması trombofiliye yol açabilir. Trombozlar en yay-gın morbidite ve mortalite nedenleri arasında gelmekte-dir. Trombofili etkenlerinin sıklığı, etnik farklılık ve coğ-rafi bölgelere göre değişebildiğinden, her toplum trom-boz kliniği ile başvuran hastalarda öncelikle sık görülen trombofili etkenlerini araştırmalıdır.

Bildiri: 0112 Poster No: P255

NON-HODGKİN VE HODGKİN LENFOMA TEDAVİSİ SONRASINDA GELİŞEN İMMÜN TROMBOSİTOPENİK PURPURA: 2 OLGU SUNUMU. Nihal Özdemir, Emre Çelik, Tiraje Celkan. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul

Amaç: İmmün trombositopenik purpura çocukluk çağında en sık görülen trombosit hastalığıdır. İmmün trombositopenik purpura (İTP), KLL gibi lenfoprolifera-tif hastalıkların tanı sırası yada öncesinde sık görülen bir bulgusudur ancak non-Hodgkin lenfoma (NHL) ve Hodgkin lenfoma (HL) olgularında nadir görülür.

Yöntemler: Tedavi sonrası tam remisyonda izlenirken İTP gelişen NHL ve HL olgularımızı sunduk.

Sonuçlar: Olgu 1: On yaşında asit, karaciğer-dalak ve lenf bezlerinde büyüme nedeni ile incelenerek Burkitt lenfoma (evre 4 risk grubu 3) tanısı konulan, takibinde böbrek yetersizliği gelişerek dialize giren ve 6 kür yüksek risk BFM-NHL kemoterapisini aldıktan 1 yıl sonra remis-yonda izlenirken, viral ÜSYE sonrasında trombositopeni gelişen olguya tetkikleri ve kemik iliği aspirasyon sonu-cunda İTP tanısı konuldu. Yüksek doz steroid tedavisi-ne (3 gün 30mg/kg) tam yanıt alındı. Hasta halen takipte olup, lenfomasının 14., İTP sinin 10. yılında tam remis-yondadır.

Olgu 2: Ondört yaşında kız hasta, sol boyun ve kol-tuk altında şişlik ve gece terlemesi nedeni ile incelenerek Hodgkin lenfoma (Evre IIIB) tanısı ile 6 kür ABVD (adri-amisin, vinblastin, bleomisin, DTIC) ve etkilenen alana radyoterapi (RT) tedavileri aldı. Hastanın tedavi sonra-sı kontrol PET’i tam remisyonla uyumluydu. Kemoterapi bitiminden 10 ay RT bitiminden 6 ay sonra yaygın ekimoz ve peteşi nedeniyle başvurdu. Kan sayımında trombosi-topeni saptanan hastanın eşlik eden enfeksiyonu yoktu, viral serolojisinde özellik saptanmadı. Kemik iliği aspi-rasyon sonrasında İTP tanısı konuldu. IVIG’e ve yüksek doz steroide parsiyel yanıt veren hasta halen lenfoması-nın 18. İTP’sinin 3. ayında düşük doz kortikosteroid teda-visi ile izlemdedir.

Tartışma: Literatürde İTP ve NHL/HL ilişkisi ile ilgi-li az sayıda olgu bildirilmiştir. Prognoz üzerine etkisi tam olarak bilinmemekle birlikte, İTP’nin lenfomalarda nük-sün erken bulgusu olabileceği vurgulanmaktadır, ancak bizim NHL olgumuz bu hipotezi desteklememektedir, Hodgkin olgumuzda ise henüz izlem süresi çok kısadır.

hastalık hemopoietik sistemin 3 hücre dizisini de etkiler. En tipik bulgu eritrositlerin, komplemanın hemolitik etki-sine karşı duyarlı hale gelerek düşük pH’ da intravaskü-ler hemolizin gelişmesidir. Morbidite ve mortalitenin en önemli nedenlerinden biri tromboza eğilimdir. Ağır venöz ve arteryel trombozlarla seyreden, eculizumab tedavisiyle yaşam kalitesi arttırılan bir PNH olgusu sunuldu.

Yöntemler: 50 yaşında erkek hastamıza 22 yıl önce aplastik anemi (AA) tanısı konularak kortikosteroid, oksi-metolone ve siklosporin tedavileri ile izlendikten sonra ikinci yılında antilenfositer globülin uygulanmıştır.

Sonuçlar: Sitopenileri devam eden ve altı yıl sonra hemolitik atağı ortaya çıkan hastada AA-PNH sendromu düşünülerek asit ham testi yaptırılmış ve pozitif bulun-muştur. Kortikosteroid tedavisiyle izlenmiş ve iki yıl sonra Budd-Chiari Sendromu gelişmesi üzerine tedavi-sine warfarin sodyum eklenmiştir. Kortikosteroid teda-visine bağlı Nocardia ampiyemi, katarakt ve osteopeni gibi komplikasyonlar gelişmiştir. Beş yıl önce tekrarlayan hemolitik ataklar nedeni ile oksimetolone tedavisi yeni-den başlanan hastada ilaca bağlı hepatotoksisite geliş-mesi nedeniyle bir ay sonunda kesilmiştir. Yedi ay önce sol ayak 1. ve 2. parmak distalinde nekroz gelişen hasta-da distal iskemi nedeniyle iki parmağı da ampüte edilmiş ve antikoagulan tedavisi düşük molekül ağırlıklı heparin ile değiştirilmiştir. Üç ay önce sol alt ekstremitede tek-rarlayan arteryel trombotik atakları nedeni ile debrid-man uygulanmış ve derin doku kültüründe Psödomonas üremesi üzerine antipseudomonal tedavi başlanmıştır. Tekrarlanan akım sitometrik incelemesinde nötrofillerde CD55: %70.8, CD59: %4.9 olarak saptanmıştır. Yara iyi-leşmesi geciken ve diğer parmaklarının da siyanotik görü-nüm aldığı hastamıza eculizumab tedavisine başlama kararı alınmıştır. Bu tedaviyle yara iyileşmesi hızlanmış ve altı hafta içinde yaraları cerrahi olarak kapanabilecek hale gelmiştir. Daha önce hemolitik ataklara bağlı ayda üç ünite eritrosit süspansiyonu ihtiyacı olan hastamı-zın bir ay içinde transfüzyon ihtiyacı ortadan kalkmıştır.

Tartışma: PNH’de tromboz patogenezi net değil-dir. Trombositler dahil tüm kan hücrelerinin yüzeyinde kompleman uyarısını düzenleyen proteinlerdeki eksik-lik, bu hücreleri kompleman ile ilişkili aktivasyona veya parçalanmaya daha hassas kılmaktadır. Kronik hemolize bağlı serbest hemoglobin salınımı, nitrik oksid tüketimi, endotelyal disfonksiyon ve trombosit aktivasyonu trom-boza eğilim yaratan nedenler arasında kabul edilmek-tedir. Eculizumabın tromboz üzerine etkileri tam orta-ya konulamamış olsa da tromboz patogenezi ve hemoliz üzerine olan olumlu etkisini birlikte değerlendirdiğimizde küçük damar dolaşımı üzerinde de iyileştirici bir etkisi-nin olabileceğini düşünmekteyiz.

Bildiri: 0433 Poster No: P254

TROMBOZ İLE BAŞVURAN GENÇ HASTALARDA TROMBOFİLİK RİSK FAKTÖRLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ. Esra Sarıbacak Can, Murat Albayrak, Vedat Aslan, Harika Çelebi. Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hematoloji Kliniği. ANKARA

Amaç: Artan tromboz riski hiperkoagulabilite veya trombofili olarak bilinmektedir. Trombofili geniş bir kalıt-sal veya edinsel nedenlerden kaynaklanabilir. Arteryel ve venöz trombozlar en yaygın morbidite ve mortalite neden-leri arasında gelmektedir. Çalışmamızda, tromboz ile baş-vuran ve trombofilik defekt saptanan 50 yaş ve altı has-talarımızda tespit edilen trombofilik defektleri, sıklığını

Page 132: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

162

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

testi kullanılarak karşılaştırılmıştır; p < 0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir.

Sonuçlar: Çalışmaya alınan ağır hemofili hastalarının yaş ortalaması 31, ortalama eğitim süreleri 9.5 yıl bulun-muştur. Hastaların 48’i kanadıkça faktör replasman tedavisi alırken, 17’si sekonder profilaksi kullanmaktay-dı. Kanamalardan en çok etkilenen eklemler sırasıyla diz (% 64.6), dirsek (% 55.4), ayak bileği (%49.2), omuz (% 36.9), kalça (% 20.9), el bileği (% 16.9) ve bel (% 16.9) idi.

MDHAQ anketleri değerlendirildiğinde; hasta ve sağ-lıklı kontrol grubunun fiziksel aktivite skorları, ağrı, ağrı şiddeti, yorgunluk, hastanın kendini nasıl bulduğu skor-ları arasında istatistiksel anlamlı farklılık (p<0.05) sap-tandı.

SF-36 anket sonuçları değerlendirildiğinde; tüm alt skorlarda (fiziksel fonksiyon,fiziksel sorunlara bağlı rol kısıtlılıkları, ağrı, genel sağlık, vitalite/enerji, sosyal fonk-siyon, emosyonel sorunlara bağlı rol kısıtlılıkları, mental sağlık ve toplam mental ve fiziksel skor toplamları) hasta grubunun skorları kontrol grubuna göre istatistiki olarak anlamlı derecede (p < 0.05) kötü bulundu.

Tartışma: Hemofilik artropati, özellikle faktöre kısıt-lı erişebilen erişkin hemofili hastalarında yaşam kalite-sini belirleyen en önemli etkendir. Hemofilik artropati-nin boyutu ve hastalar üzerindeki etkisini ölçen çeşitli klinik ve laboratuar skorlama sistemleri geliştirilmiştir. Ancak bu yöntemler, hastanın hastalığı nasıl algıladığı ve hastalığın hastanın günlük aktiviteleri ile sosyal yaşamı-nı ne düzeyde etkilediği gibi bilgileri hekime aktarmada yetersizdir.Ülkemizde erişkin hemofili hastaları üzerin-de yapılmış geniş çaplı yaşam kalitesi çalışmaları yoktur. Çalışmamızda ağır hemofilili hastaların skorları her iki yaşam kalitesi anketinde de sağlıklı kontrollerden anlam-lı ölçüde farklı bulunmuştur.

MDHAQ, kısa sürede hasta tarafından doldurulabil-mesi, parametreleri görsel olarak derecelendirmesi, eklem bulguları üzerine parametreler içermesi açısından hemo-fili hastalarının takibinde kullanılabilecek uygun bir yaşam kalitesi değerlendirme aracıdır.

Bildiri: 0339 Poster No: P258

ERİŞKİN LÖSEMİLİ HASTALARDA HASTA-HEKİM İLİŞKİSİ: TIP ETİĞİ PERSPEKTİFİNDEN DEĞERLENDİRME. Elif Atıcı. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıp Tarihi ve Etik Ana Bilim Dalı, Bursa

Amaç: Hasta-hekim ilişkisinin etik değerlendirilme-si, sağlık hizmetlerinin kaliteli yürütülmesinin önko-şullarındandır. Yaşam kalitesinin etkilendiği hastalık-larda, hasta-hekim ilişkinin etik boyutu daha çok öne çıkmakta, her hastalığın kendine özgü tıbbi sorunları hasta-hekim ilişkisini ve tıp etiği ilkelerinin uygulanabi-lirliliğini etkilemektedir. Çalışmada lösemili hastalarda, hasta-hekim ilişkisinin tıp etiği açısından değerlendiril-mesi hedeflenmiş, hastaların beklentilerini, hekimin yak-laşımını ortaya çıkarmak, hastalığa özgü etik sorunları saptamak amaçlanmıştır.

Yöntemler: Lösemi tedavisi gören 106 hasta ve hasta-ların takip-tedavisinde etkin olan 50 hekime anket form-ları uygulandı. Formlarda hasta-hekim ilişkisi türü, bil-gilendirme, tedaviye katılım gibi parametreler alt başlık-larda değerlendirildi.

Sonuçlar: Hastaların %81.1’inin hekiminden bekledi-ği davranış biçimi karşılıklı katılıma dayalı modelken bu beklentinin karşılanması %39.6’dır. Hastaların %72.6’sı hekimin yeterli zaman ayırdığını, %27.4’si empatik yak-laşımda bulunduğunu belirtirken, bu oran hekimlerde

Bildiri: 0149 Poster No: P256

SAFEN VEN KORONER BAYPAS GREFT TIKANIKLIĞINDA ASPİRİN DİRENCİ. Selime Ayaz1, Sevinç Yılmaz1, Göksel Çağırcı2, Dursun Aras2. 1T Yüksek İhtisas Hastanesi Hematoloji Bölümü, 2T Yüksek İhtisas Hastanesi Kardiyoloji Bölümü

Amaç: Otolog safen venler koroner arter baypas cer-rahisinde, yüksek greft tıkanıklığı insidansına rağmen sıkça kullanılmaktadır. Antiplatelet ilaçların baypas son-rası erken dönemde başlanması greft tıkanıklığı insi-dansını azaltmaktadır. Biz bu çalışmada, safen ven greft (SVG) tıkanıklığı olan hastalarda PFA-100® (Platelet Fonksiyon Analizörü) yöntemini kullanarak aspirin diren-cini araştırdık.

Yöntemler: Koroner angiografi yapılan 44 hasta ince-lendi. Hastalar SVG açıklığına göre 2 gruba ayrıldı. SVG tıkanıklığı olan hastalar, SVG’i açık olan hastalarla kli-nik, angiografik ve laboratuar parametreleri açısından karşılaştırıldı.

Sonuçlar: Onüç (%29.5) hastada aspirin direnci vardı. SVG tıkanıklığı olan ve olmayan hastalardaki aspirin direnci benzerdi (%35 ve %24, p= 0.4). İki grup arasında başlangıç özelikleri ve ortalama Kollagen/ADP, Kollagen/Epinefrin değerleri açısından fark yoktu. Çoklu değişken analizlerinde, SVG tıkanıklığı riskini arttıran tek değiş-ken hiperlipidemi idi. Aspirin direnci olan ve olmayan iki grup klinik özellikler ve majör kardiyovasküler risk fak-törleri açısından karşılaştırıldığında, iki grup arasında fark yoktu. Fakat, ortalama trombosit hacmi, Kollagen/ADP ve Kollagen/Epinefrin değerleri aspirin direnci olan grupta daha yüksek idi. Kollagen/Epinefrin ile ortalama trombosit hacmi ve hemotokrit arasında negatif korelas-yon vardı.

Tartışma: Aspirin direnci SVG tıkanıklığında önemli bir rol oynamamaktadır

Yaşam Kalitesi / Etik / Hukuk / Sosyal İçerikler

Bildiri: 0295 Poster No: P257

ERİŞKİN AĞIR HEMOFİLİ HASTALARINDA YAŞAM KALİTESİ. Deram Büyüktaş1, M. Cem Ar2, Ahmet Emre Eşkazan1, Ayşe Salihoğlu1, Emine Gültürk1, Şeniz Öngören1, Teoman Soysal1, Burhan Ferhanoğlu1, Yıldız Aydın1, Birsen Ülkü1, Zafer Başlar1. 1İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul, 2TCSB İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 5.Dahiliye, İstanbul

Amaç: Çalışmamızda ülkemiz koşulları nedeniyle çocukluk çağında ve kısmen günümüzde faktör replas-man tedavisine erişimi kısıtlı olan dolayısıyla ileri dere-cede hemofilik artropatisi bulunan bir erişkin hemofili popülasyonunda sağlık ilişkili yaşam kalitesi parametre-lerinin sağlıklı kontrollerle karşılaştırılması amaçlanmış-tır. Çalışmanın ikincil amacı da ağır erişkin hemofilide ilk kez kullanılacak olan MDHAQ (Çok boyutlu sağlık değer-lendirme anketi) anketinin yeterliliğinin gösterilmesidir.

Yöntemler: Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı’nda takip edilen 65 tane faktör düzeyi < %1 olan ağır hemofili hastası çalış-maya alındı. 53 sağlıklı erkek hasta kontrol grubu ola-rak seçildi. Hasta ve sağlıklı kontrollere SF-36 ve MDHAQ isimli 2 adet sağlık ilişkili yaşam kalitesi anketi verile-rek doldurmaları istenmiştir. Sonuçlar Mann-Whitney-U

Page 133: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

163

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

(std ± 5.7), hemofilide 18.48 (std ± 6.7) sağlıklı grupta 15.83 (std ± 5.8) saptanmıştır. Sağlıklı kontrol grubu-na göre çocuğu kanser ve hemofili tanısı alan annelerde, obsesyona yatkın anne sayısı anlamlı olarak daha fazla bulunmuştur (p=0.031). Fakat kanser ve hemofili tanısı almış çocukların annelerinde obsesyona yatkınlık sıklığı açısından fark saptanmadı (p=0.043).

Tartışma: Obsesif kompulsif davranış özellikleri bire-yin yaşam kalitesini etkilemektedir. Yaşam kalitesini etkileyen bu durumun kronik hasta gruplarından kan-ser ve hemofili hastalarında artmış olması yaşam kalite-si yanında tedaviye uyumu da zorlaştırabilir. Bu neden-le bu hasta gruplarının izlendiği merkezlerde hastalara ve annelere psikososyal destek verilerek ruh sağlığının iyi-leştirilmesi uygun olacaktır.

Bildiri: 0266 Poster No: P260

HEMATOLOJİK MALİGNİTELİ HASTALARA BAKIM VERENLERİN YAŞADIĞI GÜÇLÜKLERİN BELİRLENMESİ. Yasemin Karacan, Vildan Özkocaman, Murat Bayram, Rıdvan Ali, Fahir Özkalemkaş, Tülay Özçelik, Melice Dede, Gönül Irmak, Ahmet Tunalı. Uludağ Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Bursa

Amaç: Çalışma, kanser hastasına bakım veren hasta yakınlarının duygusal ve sosyal sorunlarını ve bu sorun-lar arasındaki ilişkiyi saptamak amacıyla yapılmıştır.

Yöntemler: Çalışma tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Çalışmayı Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Polikliğine 02 -20 Ağustos 2010 tarihleri ara-sında başvuran ve hematolojik malignite tanısıyla teda-vi ve bakım alan hastaların yakınları oluşturmuştur. Örneklemi çalışmayı kabul eden 77 hasta yakını oluştur-maktadır.. Çalışmanın verileri, hasta yakınlarına uygula-nan Tanıtıcı Bilgi Formu ve Duygusal ve Sosyal Sorunları Belirleme Formu yoluyla toplanmıştır. 2003 yılında Babaoğlu ve Öz tarafından geçerlik güvenirliği yapılan ölçek toplam 52 maddeden oluşmuştur. Ölçekte 7’ si duy-gusal sorunları, 6’ sı sosyal sorunları belirleyen toplam 13 alt grup bulunmaktadır. Her madde karşısında 0-2 puan arasında puanlanmış olan 3 seçenekli cevap yer almaktadır. Evet, cevabı 2 puan, bazen cevabı 1 puan, hayır cevabı için 0 puan verilerek toplam puanları hesap-lanmıştır. Veriler SPSS 11.5 paket programında sayı, % dağılımı ve ki-kare ve %1 ve %5 anlamlılık düzeyinde korelasyon analizi yapılarak değerlendirilmiştir.

Sonuçlar: Çalışmadan elde edilen bulgulara göre, çalışma kapsamına alınan hasta yakınlarının %59.8’ i 30-51 yaş grubu, %66.2’ si kadın, %77.9’ u evli, %40.3’ ü hastanın eşi, %77.9’ u hasta ile aynı evde yaşıyor, %35.1’ i ev hanımı ve %48.1’ inin geliri giderlerini karşılamamak-tadır. Hastalarına verdikleri bakım sürelerine bakıldığın-da %50.6’sı 0-1 yıl arası ve %50’si ise hastanın yanında tam gün bakım verirken, %59.7’ si hastanın bakımını tek başına sürdürmektedir.

Tartışma: Hastaların duygusal sorunlarındaki en fazla değişim karar vermede çatışma: 5.67±2.16 alanın-dadır. Ümitsizlik (5.55±2.16) ve anksiyete (5.25±2.16) hasta yakınlarının en sık yaşadığı diğer duygusal sorun-lardır. Literatürde ise kanserli hastaya bakım veren eşler-de depresyonun en sık rastlanan duygusal sorun olduğu vurgulanmaktadır. Hastaların sosyal sorunlarındaki en fazla değişim: 5.32±2.10 bakım verici rolünde zorlanma alanındadır. Eğlence faaliyetlerinde değişim (5.14±2.04), günlük işleri sürdürmede yetersizlik (5.09±2.00) ve rol performansında değişim (5.09±2.02) hasta yakınlarının en sık yaşadığı diğer sosyal sorunlardır. Konu ile ilgili

sırasıyla %42.0-%58.0’dir. Tanısını bilen hasta oranı %48.1, hastalığı-tedavisi hakkında herşeyi bilmek iste-yen hasta oranı %49.1’dir. Herşeyi bilmek isteyen has-taların %59.6’si tanılarını bilmektedir. Bu hastaların %63.5’ine hastalık-tedavileri hakkında bilgilendirme yapılmıştır. Her konuda bilgi verdiğini söyleyen hekim oranı %14.0’dır. Hastaların %42.4’ü hastalıkla, %62.5’i tedaviyle ilgili bilgilendirmeyi yeterli bulurken, hekim-lerin %12’si yaptıkları bilgilendirmeyi yeterli bulmakta-dır. Bilgilendirmenin yetersiz bulunma nedenleri has-talarda daha çok hekime (%87.5), hekimlerdeyse has-taya bağlı nedenler (%65.8) olarak sıralanmaktadır. Hastaların %72.6’si bilgilendirmenin hasta için yarar-lı olduğuna, %94.3’ü hastanın tedavisine katılımını sağ-layacağına inanmaktayken bu oranlar hekimlerde sıra-sıyla %92.0-%66.0’dır. Hastaların %35.8’i, hekimlerin %96.0’sı hastanın tedavinin yan etkisi-zararlarını bil-mesinin tedavi reddine neden olabileceğini belirtmek-tedir. Hastaların %57.3’ü kendilerinden onam alındığı-nı, hekimlerin %90.0’ı hastaların onamını aldığını ifade etmektedir.

Tartışma: Hastaların karşılıklı katılıma dayalı hasta-hekim ilişkisini tercih etmesi toplumda değişen bir anlayış olduğunu göstermektedir. Ancak hastaların bu tür ilişkinin gerekenleri hakkında farkındalık düzeyleri düşüktür. Hastalar açısından tanılarını bilme durumu, hekimler açısından prognoz, tedaviden beklenen başa-rı ilişki biçimini etkilemektedir. Hasta merkezli ilişkide empatinin kullanılması gerekmektedir. Bilgilendirme ve onam alınmasında hekimlere beceri kazandırılmalıdır. Hastaların beklentilerinin analiz edilmesi, hastanın bil-gilendirilmesinde kademeli aydınlatma öngörülmelidir. Hasta-hekim ilişkisinde etik ilkelerin gözetilmesinde tıp etiği eğitimine verilen önemin artırılması, sürekliliğinin sağlanması gerekmektedir.

Bildiri: 0502 Poster No: P259

KANSER VE HEMOFİLİ TANISI ALMIŞ HASTALARIN ANNELERİNDE OBSESİF KOMPULSİF BOZUKLUĞA YATKINLIĞIN DEĞERLENDİRİLMESİ. Arife Kaygusuz, Yeşim Oymak, Ayşen Türedi, Yöntem Yaman, Gülcihan Özek, Özgür Cartı, Canan Vergin. Dr Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi

Amaç: Kronik hastalıklar grubunda yer alan kanser ve hemofili hastalarının annelerinde Obsesif Kompulsif bozukluğa yatkınlığın değerlendirilmesi amacıyla; kanser ve hemofili hasta anneleri ile kontrol grubu olarak kronik hastalığı olmayan çocukların anneleri çalışmaya alındı.

Yöntemler: Çocuğu kanser ve hemofili tanısı almış 55 anne ile kontrol gurubu olarak 30 sağlıklı çocuğun anne-lerinden veriler toplandı.

Annelere ülkemizde geçerlilik ve güvenilirliği Erol ve Savaşır tarafından gösterilen Maudsley Obsesif Kompulsif Soru Listesi (MOKSL) ve sosyodemografik bilgi topla-ma anketi uygulandı. MOKSL doğru ve yanlış biçiminde yanıtlanan obsesif kompulsif belirtilerin türünü araştır-mak ve obsesif hastaları diğer nevrotik hastalardan ayırt etmek için geliştirilen bir öz bildirim ölçeğidir. Doğru ola-rak işaretlenen soru için 1 puan verilirken 11 numara-lı soru hayır olarak işaretlenirse bir puan verilmektedir. Ölçeğin kesme puanı 19 olarak alınmıştır. Veriler yüz yüze görüşme yöntemiyle elde edilmiştir.

Sonuçlar: Araştırmaya alınan annelerin yaş ortala-ması yıl olarak kanser tanılı grupta 32 (std ± 6.5) hemo-fili grubunda 31 (std ± 5.4) sağlıklı grupta ise 29 (std ± 5.3)’dur. Obsesyon puan ortalamaları ise kanserde 20.33

Page 134: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

164

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

düzeyi olduğu görüldü (kappa: 0.76, AC1: 0.78). Özellikle akut lösemi, plazma hücre displazileri ve kronik myelop-roliferatif neoplazi tanıları için hemfikirlilik mükemmel-di (sırasıyla kappa: 0.91, AC1: 0.90; kappa: 0.92, AC1: 0.91; kappa: 0.91 ve AC1: 0.91). Demir eksikliği anemisi tanısında hemfikirlilik zayıfken (kappa: 0.31, AC1: 0.22), diğer tanılarda kabul edilebilir düzeylerdeydi.

Tartışma: Hematologlar tarafından yapılan kemik iliği değerlendirilmeleri çoğunlukla ön tanı olarak hema-topatolojik değerlendirmeye yakındır ve değerlidir. Hematopatolojik tanının gecikebileceği ve acil tedavi gerektiren hastalarda karar verdirici olabilir.

Şekil 1. Hematolog ve hematopatologların hemfikirlilik düzeyleriVeriler kappa veya AC1 ± standart hata (Güvenlik aralığı) şeklinde verilmiştir.

Bildiri: 0262 Poster No: P262

HEMATOLOJİK MALİGNİTELİ HASTALARIN TIP DIŞI UYGULAMA YAPMA DURUMU. Yasemin Karacan, Vildan Özkocaman, Murat Bayram, Fahir Özkalemkaş, Rıdvan Ali, Tülay Özçelik, Melice Dede, Ahmet Tunalı. Uludağ Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Bursa

Amaç: Günümüzde kronik hastalıkların artması-na bağlı olarak doğaya dönüş akımı, her alanda oldu-ğu gibi sağlık alanında da tüm dünyada hızla yayılmak-tadır. Ülkemizde tıp dışı uygulamaların kullanımına iliş-kin geniş çaplı bir çalışma bulunmamakla birlikte kanser hastalarının %39.2 ve %61.1 arasında alternatif tedavi yöntemlerini kullandıkları belirtilmiştir. Bu çalışma mer-kezimize başvuran hematolojik malignite hastalarının tıp dışı uygulamalarını saptamak amacıyla tanımlayıcı ola-rak yapılmıştır.

Yöntemler: Çalışma, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Polikliniğine 02 -20 Ağustos 2010 tarihleri arasında başvuran ve hematolojik malignite tanı-sıyla takip edilen 75 hastadan oluşmaktadır. Çalışmanın yapılabilmesi için etik kurul ve hastalardan yazılı izin alınmıştır. Verilerin toplanmasında araştırmacılar tara-fından tıp dışı uygulamalarla ilgili literatüre dayalı ola-rak ha¬zırlanan soru formu kullanılmıştır. Soru formu bireylerin sosyo-demografik özelliklerini ve uygulamala-rını, uygulama amaçlarını ve süresini kapsayan sorular-dan oluşmaktadır. Soru formu hastalarla bire-bir görüş-me yöntemiyle doldurulmuştur. Verilerin değerlendiril-mesinde SPSS 11.5 paket programı kullanılmış olup sayı, yüzdelik ve ki-kare testleriyle değerlendirme yapılmıştır.

Sonuçlar: Çalışmanın sonuçlarına gore; hastala-rın ortanca yaşı 50, %57.3’ ü erkek, %81.3’ ü evli, %41.3’ü ilkokul mezunu, %29.3’ ü ev hanımı, %94.7’ si SGK’lı, %28’i multiple myelom, %72’sinin başka kronik

çalışmalara bakıldığında kanser hastasına bakım veren-lerde rol performansında ve sosyal etkileşimlerinde deği-şimin en sık yaşanan sosyal sorunlar olduğu saptan-mıştır.

Kanser hastasına bakım verenlerin duygusal ve sos-yal değişim yaşamaları nedeniyle sağlık ekibinin öncelik-le hastasıyla ilgili bilgi gereksinimini karşılaması gerekir. Bakım vericilerin günlük rutinlerini de gerçekleştirdiği düşünülerek sosyal kaynaklar ve diğer destek sistemle-rinin de farkındalığı sağlanmalıdır. Duygusal sorunların azaltılmasına yönelik baş etme becerisi ve problem çözme becerisi kazandırılması önerilir.

Bildiri: 0512 Poster No: P261

KEMİK İLİĞİ ASPİRASYONLARININ MİKROSKOPİK DEĞERLENDİRMESİ: HEMATOLOG VE HEMATOPATOLOGLARIN HEMFİKİRLİLİK DÜZEYİ. Tayfur Toptaş1, Merve Sungurtekin2, Gülşah Gökoğlu2, Melek Gün2, Tevfik Gazi Kaşıkçı2, Güven Yılmaz1, Bülent Kantarcıoğlu1, Işık Kaygusuz1, Cafer Adıgüzel1, Süheyla Bozkurt3, Tülin Fıratlı Tuğlular1, Mahmut Bayık1. 1Marmara Üniversitesi Hastanesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul, 2Marmara Üniversitesi Hastanesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul, 3Marmara Üniversitesi Hastanesi, Patoloji Anabilim Dalı, İstanbul

Amaç: Hematologların mikroskopik değerlendirmele-rinin, tanısal değerlendirmede daha karmaşık yöntemle-ri de kullanan hematopatologların tanılarıyla hemfikirli-lik düzeyi bilinmemektedir. Biz, bu çalışmada kemik iliği aspirasyon yaymalarının değerlendirilmesi sonucunda söylenecek ön tanı konusunda hematolog ve hematopa-tologların hemfikirlilik düzeylerini araştırmayı amaçladık.

Yöntemler: 2008-2009 yılları arasında bilim dalımız-da yapılmış olan kemik iliği aspirasyon ve biyopsilerinden rastgele seçilmiş 569 örneğe ait hematopatoloji raporu ve kemik iliği aspirasyon yaymalarını arşivimizden ve hasta dosyalarından taradık. Hematopatoloji raporu olmayan veya kemik iliği aspirasyon yaymasına ulaşılamayan 169 örnek ve partikülsüz aspirasyon yayması olan 75 örnek çalışma dışında tutuldu. Hematopatoloji raporu ve par-tikül içeren 325 yayma, 12, 24 ve 120 ay mikroskopik inceleme tecrübesi olan ve haftada ortalama 15 yayma değerlendiren 2 hematoloji yan dal asistanı ve 1 hemato-loji uzmanı tarafından değerlendirildi. Gözlemciler arası hemfikirliliği tespit etmek için, örneklem içinden rastge-le seçilmiş 10 yaymanın 3 hematolog tarafından 8 fark-lı tanı ile kodlanması istendi. Uygulanan kodlamanın uygulanabilirliğini değerlendirmek ve gözlemcilerin kod-lamaya alışabilmelerini sağlamak için örneklem içinden 30 yayma ile bir pilot test yapıldı. Gözlemcilerden daha önceden belirlenen 11 tanı kodunu kullanarak yaymala-rı değerlendirmeleri istendi. Elde edilen sonuçlar patolo-ji raporuyla karşılaştırıldı. 325 yayma 3 hematologa pay-laştırıldı ve sonuçlar patoloji raporlarıyla karşılaştırıldı. Hemfikirlilik karşılaştırmaları Cohen ve Fleiss kappa ve AC1 istatistikleriyle yapıldı. Kappa ve AC1 değerlerinin en az 0.70 olması durumunda hemfikirliliğin yeterli olduğu, 0.40’ın altında ise hemfikirliliğin olmadığı kabul edildi.

Sonuçlar: BULGULAR: Hematologlar için gözlemciler arası hemfikirlilik düzeyi yeterli bulundu (kappa: 0.84, AC1: 0.84). Pilot testte de hemfikirliğin yeterli bulunması nedeniyle (kappa: 0.68, AC1: 0.71), kodlama uygulama-sında herhangi bir değişiklik yapılmaksızın tüm örnek-lem değerlendirildi. Tüm örnekler için hematologlar ve hematopatologlar arasında oldukça iyi bir hemfikirlilik

Page 135: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK

165

P O S T E R B İ L D İ R İ L E R

XXXVI. Ulusal Hematoloji KongresiBildiri Özetleri Kitabı

hastanede görev yapan Kemoterapi, Radyoterapi, Onkoloji Ağırlıklı Servis, Yoğun Bakım, Acil Servis çalışanları oluş-turmaktadır. Araştırmaya gönüllü olarak 63 sağlık çalı-şanı alınmıştır. Araştırmanın yapılabilmesi için gerekli kurumsal izin alınmıştır. Veri toplama aracı olarak araş-tırmacı deneyimleri ve literatür araştırma sonucu gelişti-rilen anket formu kullanılmıştır. Anket formları katılım-cılara elden teslim edilmiştir. Veri analizleri Excel progra-mında yüzdelik analizleri yapılarak sonuçlanmıştır.

Sonuçlar: Çalışanların %69,84’ü ölümcül bir tanı almanın, %41,27’si kayıp yaşamanın umut düzeyini etki-lediğini ifade etmiştir. Çalışanların %92,6’sı kanser tanı-sının umudu etkilediğini ifade etmiştir. Çalışanların %88,89’u mesleki hayatı boyunca umudu geliştirmek için belli stratejiler geliştirdiğini bu stratejilerin de ağır-lıklı olarak yaptığı işe inanmak (%62,32), kendini motive etmek (%46,3), sosyal ilişkilerini güçlendirmek (%36,51) olarak ifade etmişlerdir. Çalışılan bölümde umudunu yitiren hasta ve hasta yakınlarına nasıl destek olunduğu-na bakıldığında en çok kullanılan yöntemler arasında ilk üç sırayı; iyi bir dinleyici olmak, hasta/hasta yakınını bil-gilendirmek, motivasyonu artırıcı aktivitelerde bulunmayı sağlamak oluşturmaktadır.

Tartışma: Çalışanlar kurum içi sosyal aktivitelere yönlendirilebilir, motivasyon eğitimine katılmaları sağla-nabilir ya da çalışanların motivasyon hakkındaki görüşle-ri alınarak buna göre girişimlerde bulunulabilir.

hastalığının olmadığı, %85.3’ünün ailesinde sağlık per-soneli bulunmadığı, %5.3’ünün yakın çevresinde tıp dışı uygulama kullanıldığı görülmüştür.

Çalışma sonuçlarına bakıldığında tanı sonrası hasta-ların %30.7’ si bitki, %28’i karışım, %4’ ü vitamin, %1.3’ ü kaplumbağa kanı kullandığı ayrıca ortalama %24 dini uygulamalar (kuran okuma, namaz kılma) ve %2.7 ora-nında spor yaptığı görülmektedir

Tartışma: Hastaların tıp dışı tedavileri genellikle kür amaçlı kullandığı görülmektedir. Tıp dışı uygulamalar kanser tedavisi sırasında kullanılan uygulamalarla etki-leşerek olumsuz sonuçlara yol açabilmektedir. Bundan dolayı sağlık profesyonellerinin hastaları bütün olarak değerlendirmeleri, hastaları ve ailelerini tıp dışı uygula-maların olası yan etkilerine karşı bilgilendirmeleri öne-rilmektedir.

Bildiri: 0445 Poster No: P263

KANSERLİ HASTALAR VE HASTA YAKINLARININ UMUDUNUN GELİŞTİRİLMESİNE YÖNELİK SAĞLIK ÇALIŞANLARININ GÖRÜŞ VE ÖNERİLERİ. Kıymet Yılmaz, Sultan Öztürk, Özge Koçak, Sinan İrtegün. Acıbadem Sağlık Grubu

Amaç: Çalışma özel bir hastanede kanserli hastalar ve hasta yakınlarının umudunun geliştirilmesine yönelik sağlık çalışanlarının görüş ve önerilerini etkileyen faktör-leri ortaya koymak amacıyla yapılmıştır.

Yöntemler: Araştırma tanımlayıcı ve kesitsel olarak yapılmıştır. Araştırmanın evrenini çalışmanın yapıldığı

Page 136: 04 1099 UHK Bildiri · 34 POSTER BİLDİRİLER XXXVI. Ulusal Hematoloji Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı Bildiri: 0195 Poster No: P004 MEZENKİMAL KÖK HÜCRE KULLANIMININ KEMİK