sıvadık sayı 4
DESCRIPTION
iki haftalık blog kırıntılarıTRANSCRIPT
Say
ı:4
Umuda Leke Düşürmeden
Tembellik hakkını savunduğum günlerdeyim. Bir kafe sohbetinde, elinde
bir fanzin veya karanlıkta düşüncelere uzandığım zamanların
beklentisindeyim. Boşluk içinde savrulmanın iyi geldiği saatlerde
kafamdaki bin bir hayalle dünyanın ortasında atılmış bir hayaletim.
Eylemsizliğin kanımda dolaşmasını yavaşta olsa kanıksıyorum ama
nedendir bilinmez bu halimi öncesinde hiç anımsamıyorum.
Rüzgâr esiyor, ben duyumsuyor, gözler donuyor ben içimden
gülümsüyorum. Gülmek yakışır herkese fakat halime kızıyorum.
Bu iç bükey haller iyi değil.
...
Uzun bir koridorun ortasında hissediyorum kendimi. Sağım solum zifiri
karanlık. Benimki umuda leke düşürmeden yaşanılan kronik bir
karamsarlık. Paragraflar, saatler, günler geçer ama ben burada
böylece kalırım. Eklentisiz bir duruşla senide kendimi de yakarım. Var
olan bütün boşlukları doldurmak adına, ölüm, kalım ve zevkine...
“Çok dertlenmeyin
artık, düşüncelerimiz
iktidarda olamaz.
Eşitlikten özgürlükten
yana kimse başta
duramaz. Bu düzenin
boku çıkmış zaten.
Erdemli kalırım diyen
ayakta duramaz”
Hastalık vakti
Ona dokunamamak nefes borumdaki bir sızı gibi
Kaçamak buluşan ellerimizi saymazsak bu uzaklık talan edici
Hele bizim ufaklık ne yapıyordur şimdi?
Annesinin karnında dönüp duran o minik dev…
Bir aşağıda bir yukarıda beni arıyordur belki
Seslensem de duyamaz beni
Çatallanan sesim ve titreyen bedeninle lanetlenmişim sanki
…
Şimdi annesi durur başımda
Tülbentle kapattığı ağzına inat
Bana ışıl ışıl bakmakta
Kim bilir belki benim gözlerimde parlıyordur
Durmayan bir inat bu
Hastalıkla akyuvarlarım arasındaki
Bugün tıp benim yanımda olsa da
Söyle okur
Yarını kim bilebilir ki?
Z karanlık odaya kafasını uzattı ve yatağın olduğu taraftan gelen hırıltıları
dinledi. Ne olduğunu anlamak için ışığı açmak istediğinde kısık bir sesle E "
lütfen ışığı açma" dedi. Saatlerdir öylece yatıyordu. Yükselip alçalan ateşi ve
sızlayan kemikleriyle karanlığın içindeydi.
Hamileliğinin son demlerinde olan Z endişeliydi. Kocası ve karnındaki
bebeğinin sağlığı adına didinmekteydi.
E elindeki hapı ağzına götürdü ve içinden "bu son olsun" dedi fakat "son"
uzun bir süre yanına gelemedi.
“Çoğunluğumuzun
sorunu, aslında
gerçek bir soruna
sahip olmaması”
20.yy kızgın adamı
Tommaso Marinetti
AŞK ?
Samimi bir soygundur geçilen yol. Ama
bütün şaklabanları ve fahişleriyle zaaflara
nişan alan bir kandırmacalar
kumpanyasında belki de en masumudur.
Arzu ve yokluklarınızdan faydalanarak,
ürettiğiniz her ekonomik faydadan payını
orantısızca koparır. Sonuna da “aşk”
kelimesini koyarak içinde bulunduğunuz
aldatılmayı sinsi bir tebessümle ululaştırır.
Edebiyat aşkı, sanat aşkı, resim aşkı gibi…
“Yeni yıla falan girmek istemiyorum. Eskinin yenisinden
daha iyi olduğunu düşünürken ben bunun neyini
kutluyorum?”
Emrah ERSAN
Akvaryumu seyreder gibi izliyorum dışarıda
yağan karı. Çatılara düşüyor, ağaç
yapraklarına, soğuk toprağa düşüyor her bir
tane, daha düşmeden biliyorlar
tutunamayacaklarını. Yönüne karar
verememiş rüzgar, bazen olağanca gücüyle
yere düşmelerine izin vermiyor, bazen de
saklıyor kendini taneler neredeyse havada
asılı kalıyorlar. Ben, yıllar öncesinde
buluyorum kendimi.
Lacivert ceket, kravatım, gri pantolonum
üzerimde, kartopu yapabileceğin kaç gün
olmuş ki İzmir’de… Onlardan biri patlıyor
ensemde, geriliyorum hiç sevmem oysa ıslak
şakaları. Hışımla dönüyorum arkama,
dönmemle ikincisinin yüzümde patlaması bir
oluyor. Yüzümde kalan parçalar,
kızgınlığımdan buhar olacak sanki. Gözlerimi
temizliyorum, tam karşımda görüyorum onu.
Ben, soğuğa inat ısıtan gülümsemesine
bakakalıyorum. Üçüncüsünü de isabet
ettirdiğinde patlatıyor kahkahayı, ancak
kendime gelebiliyorum. Yerden
toplayabildiğimi sıkıştırıyorum avuçlarımda,
görüyor, kaçmaya başlıyor kahkahası
yanında.
Kartopu harflere bürünse, ‘merhaba’ olurdu o
gün, atılan kahkaha tanışmanın neşesini
seslendirirdi bizlere. Kar yağdıkça, birlikte
boyanan tuale renk olup düşerdi. Her teneffüs
Karto
pu
Emrah ERSAN
kaçılan kuytular, en mahrem sanılan
öpücüklere, karşındakiyle birlikte kendini
tanımaya birer fırsattı. Ama İzmir’de kar,
sabahtan akşama kadar bile yağmıyor.
Defterlerim var benim, her biri bir kadına
ait. Onların isimleriyle bakıyorum, her göz
dokunuşumda. En eskisinin içi satırlara
bulanık. Anlamlı anlamsız anılar düşmüş
harflere. Hayattan aldığı yılların aksine,
çok sürmemiş sayfalar.
Her bir defter, isimlerinin karakterlerine
bürülü. İkisinin kapakları alabildiğine sert.
Üçüncüsünün dışı, içi kadar yumuşak,
bazen akıp gidiyor avuçtan. Dolu olanın
yanında, boş sayfalarla hepi topu üç defter.
Yan yana değiller aslında, dokunmuyorlar
bile. Hepsi kağıttan, tutkaldan, yine de
farklı biri bir diğerinden.
İkincisi geçmişten tozlanarak gelen,
sararmaya yüz tutmuş sayfaları var. Hiçbir
zaman kıyamadım ona. Belkisi yok ama,
kendi bile anlamazdı kendini. Ondandı
ruhuna verdiği en büyük zararlar. Dışı
sade bir kadife, sıcaklığını bırakırdı her
Deft
erl
eri
m
Rah
ats
ız
Cü
mle
Emrah ERSAN
dokunduğunda. Bazen düşünüyorum da,
en çok dokunuşunu mu özlüyorum, yoksa
sıcaklığını mı karar veremiyorum.
Üçüncüsü, sonuncusu. Bazen dokunmak
dahi gelmiyor içimden. Dışı kapkara, içi
nasıl ‘beyaz?’ onu anlamıyorum.
Sayfalarını doldursam, sanki her kelimesi
aksini anlatacak. Belki beklenmediklerin
satır bulması.. Sonuncu ya, hala sıcak,
duygular titriyor üstünde, sanrılar sancı
olup yer arıyor. Ama özlenemiyor.
Defterlerim var benim, her biri bir kadına
ait.
http://emrahersan.tumblr.com/post/106536398078/su-an-bir-hat-ra
İki kavram ne zaman yan yana gelse,
anlamlarını çekiyorlar derinlerinden,
cümlelere bürünseler, hapsolup kalıyorlar
iki nokta arasında.
Facebook: Photogrefe
Twitter: Photogrefe
Instagram: Photogrefe
Web: efeelmastas.tumblr.com
Twitter: hemrahersan
Instagram: emrah_ersan
Web: ersanemrah.tumblr.com
Fotoğraf: emrahersan.tumblr.com
/ucnoktasivadik