zagor - konak, İzmirzagor zafer veba salgınının yahudi cemaati üzerine etkisi aklım...

84
Yusuf NALKESEN Alçakgönüllü, sevgi dolu, bilgili, dobra dobra… ZAGOR Futbola sadece kramponlarıyla değil, yüreğiyle adını yazdıranlardan… İhsan ÜNLÜER - Afedersiniz, siz Halikarnas Balıkçısı mısınız? - Ya ne sandın ya? - İzlanda Balıkçısı sandım. Gürol KOCA “Aklım İzmir’de kaldı…” KENT KONAK İLKBAHAR 2017 / 31

Upload: others

Post on 29-Dec-2019

20 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Yusuf NALKESENAlçakgönüllü, sevgi dolu, bilgili, dobra dobra…

ZAGORFutbola sadece kramponlarıyla değil, yüreğiyle adını yazdıranlardan…

İhsan ÜNLÜER- Afedersiniz, siz Halikarnas Balıkçısı mısınız?- Ya ne sandın ya?- İzlanda Balıkçısı sandım.

Gürol KOCA “Aklım İzmir’de kaldı…”

KE

NT

KO

NA

K

İLKBAHAR 2017 / 31

2

3

Manisa Akhisar Oteli (Anafartalar Caddesi)

Nice zamanları birbirine bağladı bu topraklar,nice devirleri, devrimleri ve hayatları da...Kadimliğini her fırsatta vurgulamaktangurur duyduğumuz şehrimiz Konak, herdevrinden izler taşıyor göğsünü gere gere...Dergimiz KNK da, özenle hazırladığımız hersayısında, işte bu binbir rengi çalıyor bu-günün tuvaline ve her dönemin hikâyelerinifısıldıyor usta bir öykü anlatıcısı gibi…

Şehrimizin zengin yaşamından çeşitli du-raklardır sizleri bu sayımızda götüreceğimizyerler... Binlerce yıl öncesinden İzmir’i yan-sıyan, derinlere saldığımız köklü geçmişi-mizin tanığı Agora’nın tarihini bulacaksınızsayfalarımızda... 122 yıl önce basılmış bel-gesel bir kitabın, Smyrna’yla ilgili bölümleride karşınıza çıkacak bu sayımızda: “GalileeAdamının Ayak İzleri ve Havarilerinin Yol-culukları”.

Geçtiğimiz yıl açtığımız Tarık Dursun K.Yazar Evi’nde ağırladığımız çevirmen GürolKoca’nın İzmir günlerini okuma fırsatı da

bulacaksınız. “İzmir hâlâ güzel, Konak kendiiçinde ayrı bir güzel... Ayaklarım beni hepKemeraltı Çarşısı’na götürdü. En çok da in-sanların telaşsız hallerine bayıldım” diyorKoca, sanki bu kadim şehrin tarihten aldığırolü topraklarındaki tüm insanlara nasıl dabölüştürdüğünü hisseder gibi…

Dergimiz, özgürlük mücadelemizi başlatano ilk kurşunun atıldığı günlere de götürüyorsayfalarında sizleri, aslında yeniden nasılvar olduğumuzu bir kere daha kayıt altınaalıyor... KNK’nın bu sayısında daha pek çokkonu başlığımız var.

Ve tabii Yusuf Nalkesen… En güzel beste-lerini İzmir’de yapan bestecimizin hayatıda bu sayımızda...

KNK’nın sayfalarını çevirmeye başladığınızdaeşsiz bir tarih yolculuğudur bizimle payla-şacağınız...

Sema PEKDAŞ / Konak Belediye Başkanı

4 4

6

32

36

54

38

64

48

72

76

14

İki bin yılınuygarlık tarihiAgora’dayazıldı

Tıbbın Anadolu’daki kökleri

Kampana çalanlar

İzmir’deVenediklilerVenedik’teOsmanlılar

Dr. İhsan Ünlüer

İzmir’inmezarlıkları

Smyrna’dangeçenGalilee’ninayak izleri

Gavur Mümin

içindekiler

5 5

60

78

68

42

20 24 30

MiraliMahallesi

Altay’ınsimgefutbolcusuZagor Zafer

VebasalgınınınYahudicemaatiüzerineetkisi

Aklım İzmir’de kaldıBaba Gürkan’ınKemeraltısı

YusufNalkesenen güzelbesteleriniİzmir’deyaptı

İlk kurşun Aydınlığa öncülükeden şehir İzmir

Atatürk İzmirli gençlereCumhuriyet’i nasıl emanet etti

içindekiler

6

İki bin yılın uygarlıktarihi, Agora’da yazılı

Duygu ÖZSÜPHANDAĞ YAYMAN

Fotoğraflar: Atilla ÖZDEMİR

7

8

Mekânların da genetik hafızasıvar. “Cansız varlığın genetiğimi olur!” demeyin. Orayı var

eden taşın toprağın, o toprakta bitenotun ağacın, o taşı elden ele taşıyanıncanı yok mu? Ki kültürler de yüzyıllararasında böyle taşınmıyor mu?

Mekânlar da isimlerinin anlamıyla yaşar.Hikâyesini anlatmaya, adlarından başlar.Bir yere ‘Agora’ denmişse vardır bir hikmetidiye düşünmek gerek. Eski Yunancada‘toplanmak’ fiilinden türetilen, ‘toplanmayeri, kamuya açık alan’ anlamına gelenadını, yüzyıllardır aynı haşmetle taşıma-sına şaşmamak gerek.

Eski Roma İmparatorluğu'nun politik veticari merkezi Smyrna Agorası, Osmanlıİmparatorluğu’nun namazgâhıydı. Hattaderler ki askerler sefere çıkmadan buradatoplanır, namaz kılarlardı. Osmanlı’nın İz-mir’deki ilk pazaryeri de burada kuruldu.Dünyanın yaşayan en eski açıkhava çar-şılarından Kemeraltı ile iki bin yıl önceninalışveriş merkezi Agora’nın dip dibe olması

9

tesadüf değil. Dünyanın kent merkezindekien büyük agorası, antik İzmir’den bugünevarlığını hikâyesiyle taşıyor.

Depremde yıkılıp yeniden yapıldıAgora’nın kuruluşu Helenistik Dönem’egidiyor. Büyük İskender’in Smyrna’yı ikincikez kurduğu Pagos Dağı’nın (Kadifekale)kuzey yamacında, M.Ö. 4’üncü yüzyıldainşa edilir. Ancak Antik Roma zamanında,M.S. 178’deki büyük depremde zarar gö-rür. Roma İmparatoru Marcus Aureliustarafından yeniden kurulur. Roma Dö-nemi’nde kentin devlet agorası niteli-ğindeki bölge, kamu binalarıyla çevrilidir.Dönemin sonlarına doğru, ticari bir anlamkazanır. Osmanlı Dönemi’nde ise mezarlıkve namazgâhtır.

Bugün, kalıntıları üzerinde yeniden yük-selişine tanık olduğumuz Agora, İmpa-rator’un izini taşıyor. Batı girişinde, kemerlikapının kilit taşı üzerindeki büst, Aureli-us'un eşi Faustina’ya Smyrnalıların te-şekkürü niteliğinde. Rivayete göre Faus-tina, depremde yıkılan Smyrna'nın kısasürede tekrar yapılması, inşa faaliyetlerinedaha çok para göndermesi için eşinegözyaşı döker. Bunun üzerine Smyrnalılar,Batı Stoa Kapısı'nın iki bölümden oluşansütunlarından birinin üzerine Faustina'nıngözyaşı döken büstünü, diğerine de Mar-cus Aurelius'un portresini işler.

Kazı ve restorasyona büyük destekÜç katlı inşa edilen Agora’nın günümüze,deprem nedeniyle iki katı ulaşabilmiş.İyon agoralarının en iyi korunmuşu olarak

tanımlanan Smyrna Agorası, dikdörtgenbiçiminde ve ızgara kent planına uygunyapılmış. Ortasında sütunlu galerilerleçevrili, geniş bir avlu bulunuyor. KültürBakanlığı tarafından 1991’de birinci veüçüncü derece arkeolojik sit olarak tesciledilen Agora’da kazılar, Kültür ve TurizmBakanlığı’nın ’Antik Smyrna Kazıları’ kap-samında sürdürülüyor. Kadifekale veAntik Tiyatro ile birlikte yürütülen Agorakazılarına en büyük desteği İzmir Bü-yükşehir Belediyesi veriyor. Belediye,2001 yılında 1/1000 ölçekli Agora veÇevresi Koruma Amaçlı Revizyon İmarPlanı'nı hazırladı. Plan, 2005 yılında sıra-sıyla Konak Belediyesi, Kültür ve TabiatVarlıklarını Koruma Bölge Kurulu ve Bü-yükşehir Belediyesi tarafından onaylandı.Büyükşehir, ‘Agora ve Çevresi Koruma,Geliştirme ve Yaşatma Projesi’ kapsa-mında kamulaştırma çalışmalarıyla antikbölgenin çevresindeki niteliksiz yapılarıortadan kaldırdı, kazı alanının sınırlarınıüç katına çıkardı. Sadece kamulaştırmaya37,5 milyon liranın üzerinde bedel ödendi.2. yüzyıla ait Roma Hamamı, su kanallarıve mozaik döşeme, kamulaştırmalarınardından bulundu. İzmir Büyükşehir Be-lediyesi, kazılara maddi destek de veriyor.Kültür ve Turizm Bakanlığı’yla yapılanprotokol doğrultusunda Smyrna AntikKenti’ne 2017 yılı için ayrılan pay, 1 milyon260 bin lira. Agora’daki nitelikli yapılarada restorasyonla işlev kazandırılıyor. Bü-yükşehir, İzmir Kalkınma Ajansı’nın destekprogramından yararlanarak bir yapıyı‘Agora Kazı Evi’ şeklinde restore etti. İki-çeşmelik Caddesi'ndeki iki tescilli binada restorasyonla ’Agora Müze Evi’ olarakkente kazandırılıyor. Agora'da çıkarılaneserler, burada sergilenecek.

İlk kez 85 yılönce kazıldıAgora’da arkeolojik kazılar 1932-1941’de Rudolf Naumann, Prof. F.Miltner ve İzmir Efes Müzeleri MüdürüSelahattin Kantar tarafından yapıldı.Dikdörtgen formda büyük bir avluetrafında, sütun ve kemerler üzerineinşa edilmiş üç katlı yapı ve merdiveni,Agora hakkında ilk ipuçlarını verdi.Uzun yıllar yapılmayan kazılara, KültürBakanlığı’nın izni, İzmir Valiliği ve Ar-keoloji Müzesi Müdürlüğü işbirliğiyle5 Ağustos 1996'da yeniden başlandı.Çalışmalar, 2001 yılında hazırlananplanın ardından hızlandı ve sistematikhale geldi.

Antik Smyrna'da günlük yaşamİlkçağ coğrafyacısı Strabon, 2000 yıl önceSmyrna’yı, döneminin en güzel kenti ola-

rak tanımlıyor. Yar. Doç. Dr. Akın Ersoybaşkanlığında yürütülen ‘Antik SmyrnaKazıları’ ile bu güzellik, günümüz İzmiriylebuluşuyor. Dönemin kültürel, siyasi, sa-natsal yapılarından izler arasında şüphesiz

en çok ilgi çeken detaylar, M.S. 2. ve 4.yüzyıllar arasındaki Smyrna'nın ve Romadünyasının hikâyesini anlatan graffitiler...Akın Ersoy, Agora'da dünyanın en zenginYunanca graffiti koleksiyonunu ortayaçıkardıklarını söylüyor. İki katta da yeralan duvar yazıları ve resimler, meşe kö-mürü ya da kömür demir karışımı birboya ile veya sivri uçlu nesnelerle kazı-narak yapılmış. Ege Üniversitesi EdebiyatFakültesi'nden Doç. Dr. Cumhur Tanrı-ver'in destekleriyle okunan graffitilerdeneler yazıyor? Kadınlar, erkekler, glad-yatörler, balık ve kuş gibi hayvan resimleri,mimari tasvirler, geometrik şekiller, çiftyönlü balta gibi kutsal objeler var. Savaşve ticaret gemileri, çok detaylı ve büyükresmedilmiş. Aşk, hasret, şükran, kızgınlıkduyguları da yansıyor; adak yazıları, kelimeoyunları, bilmeceler, şifreler de... Kimiyerde tek kelime yazıyor, kimi yerde yedisatır... Akın Ersoy bu yazıların, başka kay-naklardan edinilemeyen ilginç bilgilersunduğunu vurguluyor. Örneğin Romaİmparatorluğu'nda Asya eyaletinin başkentiolan Ephesus'un yanında Smyrna'nın ikinciderecede kaldığı, iki kent arasında reka-betin doğduğu okunuyor. Bir graffiti,Smyrna kastedilerek "Asya'nın birincilerine"ithaf edilmiş. Daha sonra başka biri, buyazının içine “Ephesuslular’a” yazmış.

Akın Ersoy, Türkiye'nin en zengin Osmanlıtabakalarının da Agora'da ortaya çıktığıbilgisini veriyor, şöyle diyor: "1650-1900arasında yaklaşık 300 yıllık bir süreç kazıldı.En zengin Osmanlı portföyü burada. İz-mir'in o dönemini seramik, metal objele-riyle, testilerinden lazımlıklarına, dama-taşlarına kadar görmek mümkün. BurasıTürk döneminde mezarlık olarak kullanıl-mış. Namazgah adı da oradan geliyor. Oyüzden korunmuşluk derecesi yüksek."

"İzmir'in orta yeri…"Agora'nın çevresindeki yaşamın diğeradı Namazgah, bu tarihten geliyor. Şairve şarkı sözü yazarı Şahin Çandır, bu ne-denle doğup büyüdüğü semt için “İzmir’intam ortası” diyor. Çandır’ın sinemaları,fırınları, hamamları, camileri ve insanlarıylaeski Namazgah’ta aradığı izler, bizi beşyüzyıl önceye götürüyor. 1500’lerden buyana varlığı bilinen Türk - Müslümanmahallelerinin ortasında, Musevi mahal-lelerinin kesişme noktasında, kâh Agorakâh Namazgah diye anılan semt, katlıotopark gibi beton bir kültenin arkasınasaklanmış üç mahalleden oluşuyor: Na-mazgah, Pazaryeri ve Yeni mahalleleri.

Namazgah semtinin adı hep Agora ilegündeme geliyor ama arka sokaklarında

10

Smyrna Adliye Sarayı Bilinen en büyük Roma Dönemi bazi-likası, İzmir Agorası’nda bulunuyor. Ortadageniş ve yüksek, yanlarda ise dar ve alçak,ince uzun koridorların paralel uzandığıBazilika, Smyrnalıların adliye sarayıydı.Roma Dönemi sonlarına doğru ticarinitelik de kazandı. Agora’nın doğu ve batıgirişleri, kent meclisi, mermerli yol, RomaHamamı gibi önemli yapılarına da kazı-larda ulaşıldı.

Agora siluetini oluşturan sütunların al-tında, bu antik dünya uyanıyor. RomaDönemi’ne ait çeşme, 2 bin 500 yıldır ara-lıksız akıyor. Aynı döneme ait, iki metreyüksekliğinde ve bir metre genişliğindekisu tüneli de, içinde suyla bulundu. Kadi-fekale’deki suyu Agora´ya ulaştıran tünel,bir dönem dilek kuyusu olarak kullanıldı.Adliye ve kent meclisi surlarının altındakialanda ise kemerler ve taşıyıcı tonozlarınyanı sıra alışveriş merkezi, depolama alan-ları ve Kemeraltı’na çıkış kapıları yer alıyor.

Kazı Başkanı Akın Ersoy, “Agora, RomaDönemi’nde kentin kamu binalarının vealışveriş merkezinin bulunduğu bir alandı.Adliyeye ve kent meclisine gelenler, buarada alt kata inerek alışveriş yapıp zamangeçiriyorlardı” diye anlatıyor bu dünyayı.

Ayrıca, ilk dönem kazılarında çıkarılanZeus sunağı kabartmalarının devamı ol-duğu anlaşılan Tanrıça Vesta kabartması,Denizler Tanrısı Poseidon ile Toprak ve Be-reket Tanrıçası Demeter'e ait kabartmalar,Tanrı Hermes, Dionysos, Eros, Heraklesheykelleri; pek çok erkek, kadın, hayvanheykeli, baş, kabartma, figürin; mermer,taş, kemik, cam, maden ve pişmiş topraktanobjeler de kazılarda ortaya çıkarıldı.

unutulmuş nice tarih hazinesini barın-dırıyor. Emir Sultan Türbesi’nin karşısındaŞeyh Camii’nin yanında, Kadı Avlusu ol-duğu, dava için getirilen hastaların önceburada tedavi edildiği, sonra davanıngörüldüğü anlatılıyor.

Agora kazı alanının doğu tarafında iseadı dünya dinler tarihine yazılmış SabetaySevi'nin evi var. 1626'da Namazgah'tadoğan, 1665'te bağımsız İsrail devletinikurarak dünyanın dört bir yanındaki Ya-hudileri toparlayacak mesih olduğunuyaymaya başlayan, ilk vaazlarına Namaz-gah'ta veren ve kalkışmaya yol açtığı

için Sultan 4. Mehmet tarafından ceza-landırılan Sevi'nin... Bu tarihi kişiliğin evide İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin restoreederek kültürel mirasa kazandırmaya ha-zırlandığı yapılardan. İsrail'in kurulmasıylaçoğu ülkesine göçen, kalanları da Kara-taş'a, Alsancak'a taşınan Musevi komşularise anılarda yaşıyor. Bir zamanlar Ago-ra'nın doğusunda Musevilerin, batısındaise Türklerin yoğun olarak yaşadığı; yaniNamazgah'ın iki cemaatin buluşma nok-tasında yer aldığı anlatılıyor.

Kimler geldi, kimler geçti…Semt, İzmir'in ilk Osmanlı pazaryerini debarındırıyor. 16'ncı yüzyılın ilk yarısındakikayıtlarda Pazar Mahallesi'nin adı var.1885'te Muhtarlık Teşkilatı'nın kuruluşusırasında ise bu isim Pazaryeri olarak yer

11

En büyük zemin mozaiği Batı Anadolu’nun en büyük zemin mo-zaiği, Agora’da bulundu. 900 metrekarelikalanın hemen hemen yarısını kaplayan,geometrik desenlerden oluşan mozaik dö-şeme, büyüklüğü ve yerinde korunmuş ol-ması ile İzmir ve Batı Anadolu için bir ilkniteliğinde. Kazı Başkanı Ersoy, “Mozaiktabanın yaklaşık 200 yıl kullanıldığını gö-rüyoruz. En üst tabaka, M.S. 4. yüzyıla aitolan ikinci evre. Birinci evre mozaik tabanı

ise, M.S. 2. yüzyıla ait. Bir yangın geçirmiş,tahrip görmüş ve onun üzerine yeni birdöşeme oluşturmuşlar. Şimdi biz ikincievre mozaiğine sahibiz” diyor.

Graffiti

alıyor. Semtin girişi Namazgah ise, çıkışıPazaryeri... 1800'lerin başında giysi, sebze,meyve gibi ürünlerin toplu alışverişi -Ke-meraltı dışında- bu pazarda yapılıyor. Azilerideki Altınordu'da ise at pazarı kuruluyor.1960'larda alanı daralan pazaryerinin, butarihlerde kaldırıldığı söyleniyor.

Namazgah'ın artık anılarda kalan sakinleriarasında Burhan Özfatura, Süha Baykal,Ali Galip, Carfiler, Kapanizâdeler var... Ka-panizâdelerin sarayı ve hamamının olduğuanlatılıyor. Eski Agoralıları yetiştiren Mi-sak-ı Milli İlkokulu, 1980'lerde geçirdiğiyangınla yok olmuş. Geriye kalan ihataduvarı da kazı alanının genişletilmesi sı-rasında yıkılmış. Özfatura ve Baykal, semtinen eski bakkalı Behçet Kalabalık'ın müş-terilerindenmiş. Ve daha adı bunca ün-lenmemiş nicelerini anıyor: "İnkılap adlıbir ağabey vardı, baskıcıydı. Sonra GüzelSanatlar Akademisi’nde görev aldı. Daha

eski bakkal Sami Ağabey, tasavvufu se-verdi. 2000'lerdeki ekonomik krizde tu-tunamadı. Güzelbahçe Camcı Durağı’naadını veren, İzmir’in ilk seyyar camcısıVeli Bey buradaydı. Buradan 1950’lerdeGüzelbahçe’ye gidip orada seyyar camcılıkyaptı. Sayfiye yerlerinde daha sadece Le-vantenler, zenginler yaşarken Güzelbah-çe’de ilk yazlık evi yapan da oydu."

Agora’nın semtine uğrayınSemtin yerlileri, burası işyerleri bölgesinedönüşünce ve göçler yoğunlaşınca birerikişer taşınmış. Namazgah Mahallesi Muh-tarı Erol Ertürkmen, "Her yer yıkılıyor, bizayaktayız" diye özetliyor durumu. Maddidurumu iyi olmayanlara yardımcı oldu-ğundan, çocukları okusun diye uğraştı-ğından söz ediyor. Muhtar, Agora'nın do-

12

Arkeoloji vesanat parkı210 hektarlık “Kadifekale-Agora-Kemeraltı” aksı, dev bir ‘arkeoloji vetarih’ parkına dönüştürülüyor. İzmirBüyükşehir Belediyesi ve Konak Bele-diyesi tarafından hazırlanan ve Ba-kanlar Kurulu kararı ile yenileme alanıilan edilen alan; tarihi, kültürü ve eko-nomisi korunup canlandırılarak turizmaçısından bir çekim merkezi halinegetirilecek. Bu kapsamda Agora; Ka-difekale, Kemeraltı, Antik Stadyum veAntik Tiyatro bütünleştiriliyor.

Faustina Kapısı

ğudan göçen en yoksul ve eğitimsiz ke-simle oluşan yeni nüfusuna, belki de bu-rada yaşamanın armağanını sunuyor.

İzmir’in diğer kadim merkezi Basmane ileAgora/Namazgah arasında eski İzmir semt-

leri uzanıyor. Eteğinde Tilkilik'i, sırtlarındaTopaltı'nı, Dolaplıkuyu'yu taşıyor. Vaktiylesokaklarına nakşedilmiş evlerini, konak-larını, o muteber insanlarını, yani kendiniunutmuş; Agora'dan yayılan hazineleriseyre duruyor. "Beni de Agora gibi aslımadöndürseler..." diyor mu acaba?

İzmir’in nüfuzlu ailelerini yetiştiren, insanasaygıyı kuşaktan kuşağa aktaran, Batı ve

İslam medeniyetlerini iç içe yaşatan birmerkez burası. Osmanlı ileri gelenlerinindefnedildiği Emir Sultan Türbesi, az öte-sinde... Oysa şimdi başka seferlerle düş-müş bir kale gibi… Geride bırakılan,hepsi hepsi; sokaklar boyu yıkık cumbalar,

haşmeti yağmalanmış konaklar, müda-hale görmüş camiler ve hamam, bir ikieski esnaf, bir iki eski komşu...

Yalınayak başıkabak çocukların, hava ka-rardıktan sonra buralarda dolaşmayı teh-likeli kılan adamların, kapı önlerinde ma-nav tezgâhlarının başında geçim derdinedüşen kadınların memleketi şimdi Na-mazgah. Agora da olmasa, semtine uğ-ranmayacak.

13

"Tarihi eserdenkaplumbağaçıkaramazsın!"Doğma büyüme buralı NamazgahMahallesi Muhtarı Erol Ertürkmen, birgece Agora kazı alanına girmiş. Oradabulduğu yavru kaplumbağayı almış,eve götürecek. Lakin bekçi engeliylekarşılaşmış: "Bekçi 'Olmaz!' diyor. 'Burasıtarihi eser, hiçbir şey çıkaramazsın.'Sonra izin verdi, götürdüm. Yıllarcabaktım ona, kocaman oldu. Eşime ken-dini sevdiriyordu, ben sevmeye kalkıncakafasını içine çekiyordu. Büyüyüncekötü kokmaya başladı, aldığım yerebıraktım. Sonra gazetede haberini gör-düm; Agora’da kaplumbağa bulundu.Hayvanat Bahçesi’ne götürüldü, diye."

Kapanizade Köşkü

Namazgah Hamamı

G azi Paşa’nın Kurtuluş Savaşımız-daki bir numaralı casusu İzmirliGavur Mümin üzerine; tam kırk

yıl boyunca devlet arşivlerinde, romancımızSamim Kocagöz’ün dizi dibinde, Naci Sa-dullah, Attila İlhan gibi yazarların banakişisel anlatımlarında ve Gavur Mümin’inüyesi olduğu Osmanzade ailesinin tümfertlerinin hatıralarında gezindikten sonra,bu kahramanımızın madalyalarına, hatıradefterlerine, tabancasına, kalpak ve fo-toğraf albümlerine nasıl ulaşıp arşivimekattığımı anlatıp yaşam öyküsünü kısacavermek istiyorum.

Gavur Mümin hatıratınakavuşuyorumNihayet bir gün, Gavur Mümin’in tüm ya-şam öyküsüne kavuştum.

Hem de kendi el yazısıyla hatıralarına, fo-toğraf albümlerine, tüm askeri yazışmave belgelerine…

Osmanzade ailesinin küçük evladı, göbekadı da Mümin Aksoy’u hatırlatması içinailece ‘Mümin’ ismini taşımasına karar ve-

rilen Yeni Asır gazetesi grafikeri merhumsevgili dostum kardeşim Orhan Aksoy, birgün elinde koca bir plastik poşetle çıktıgeldi ve babası Osmanzade Saruhan Ak-soy’dan ona intikal eden (Orhan kardeşimbekar olduğu için, babasının ölümüne ka-dar Bostanlı’daki aile evlerinde babasıylayaşadı) tüm paha biçilmez belgeleri banaarmağan etti. O an kalbim duracak gibi

olmuştu. Ve bana, “Bu hikayeyi gerçek ola-rak ancak sen yazacaksın, böylece dayımınruhu aziz olur” dedi.

Şimdi bu olayı anlatayım.Orhan Abi, benden küçük olmasına rağ-men, herkes gibi ona “Abi” derdim… Çünküonda gizli bir doğal abilik, koruyucu birmeleksi yapı, yiğit bir yürek vardı. Ama

14

İzmirli Gavur Mümin…Gazi Paşa’nın 1 numaralı casusu

Yaşar AksoyUluslararası İzmir AraştırmalarıGenel Yönetmeni

Gazeteci Yaşar Aksoy, 40 yıldır Gavur Mümin konusunu araştıran ve ölmeden önce yakın-larından hatıra ve belgelerini teslim alan tek araştırmacı.

Gavur Mümin (Fotoğraf: Yaşar Aksoy Arşivi)

Orhan Abi, bu babacan görünüşünün de-rinliğinde çok ıstıraplı bir hüzün içerisindeyaşar giderdi… Müzmin mahzundu. Hephüzünlüydü, hep mahzundu, hep birilerini,bir şeyi özler gibiydi… Belki anasını, belkibabası Tarih öğretmeni Saruhan Hocamızı,belki hiç görmediği dayısı Gavur Mümin’i,

belki el bebek gül bebek çocukluğunu,kim bilir olmayan saçları örgülü kızları…Attila İlhan’in dediği gibi “Ne kadınlar sev-miştik, zaten yoktular!”

Bizim gazetenin, Yeni Asır’ın grafikeriy-di… Küçük masasında koca gazetenin

grafik, reklam resimleri ile uğraşır durur,sonra akşamüstü doğru meyhaneye, ikiparça peynir bir şişe rakıya, sonra geceyarısından sonra evine, biralamaya… Hergün böyleydi.

Orhan Abi usta bir karikatürcü idi… Ama

15

Paha biçilmez bir fotoğraf… Gavur Mümin, Çanakkale Savaşı’nda siperde saatine bakarken... İlginçtir, bu fotoğraf için ordu fotoğrafçısıtarafından canlandırma yapılmıştır. (Fotoğraf: Yaşar Aksoy Arşivi – Her hakkı noterlikçe mahfuzdur)

İşte Gavur Mümin’indirekt Mustafa Kemal’ebağlı gizli örgütününtüm liderleri. Aydınteşkilat başkanıHadimizade CevdetBey, Manisa teşkilatbaşkanı EsrapçızadeMehmet Bey,Sultanhisar teşkilatbaşkanı DürükzadeMehmet Fuat Bey veteşkilat genel başkanıOsmanzade MüminBey. 22 Şubat 1923.İzmir Mumcu Kahvesi,Dana Bayramı...Fotoğraf: Yaşar AksoyArşivi – Her hakkınoterlikçe mahfuzdur.

ön plana çıkmayı hiç sevmez, karikatürleriniyayımlatmazdı. Bizim gazetenin karikatürdergisi Gıcık’a bile karikatür verdiği gö-rülmemişti.

Ama bir gün karikatür sergisi açtı… Hemde bir meyhanede… Sergi, rakılı karika-türlerden oluşuyordu… Her şeyi rakı-şarap eskizleri içine hapsetmişti. Sankidünya alkollü bir derya içinde yüzüyordu.Ya aşkın simgesi olan kıpkırmızı bir kalprakı şişesinin etiketi olarak parlamaktaydıya da balıklar Yeni Rakı etiketli şişeniniçinde yüzüyordu. Buna benzer onlarcanefis karikatür İzmir Kemeraltı’nda ŞükranMeyhanesi’nin duvarlarını süslemişti. Benide çağırdı. Kalktık gittik. Kalabalık dahasergi açılmadan içmeye başlamıştı. Herkesrakılı karikatürlere bakıyor, dolanıyor, buarada ellerindeki rakı kadehlerini kafalarınadikiyordu. Orhan Abi koluma girdi, beniyaptığı karikatürün önüne getirdi. Beni,rakı şişesi biçiminde bir İzmir Saat Kulesişeklinde karikatürize etmişti. Üstüne de“Pardayyanlar Hiç Ölmeyecek!” diye yaz-mış. Orhan Abi bana, “Pardayyan gibiadam” derdi. Beni, haksızlıklara karşı kılıçsallayan cesur Fransız şövalyesi Parday-yan’a benzetirdi. Çünkü o yıllar sert ve

yürekli yazılar yazardım. Hatta Yazı İşleriMüdürümüz sevgili kardeşim Yılmaz Özdil(şimdilerin Sözcü gazetesi yazarı) gaze-

tenin patron vekilini bile eleştiren sertyazılarım karşısında beni kibarca ikazeder, biraz dizginlemek isterdi, kulaklarıçınlasın. Orhan Abi, sergi gecesi kulağımaeğilerek, “Abi, yarın sana bir sürprizimvar” demez mi?

Orhan Abi, ertesi gün gazetede yanımagelerek Mustafa Kemal’in Kurtuluş Sava-şı’ndaki 1 numaralı casusu Mümin Ak-soy’un tüm belge, fotoğraf ve evraklarınıbana armağan etti. Ne yazık ki, birkaç yılsonra, merhum Osmanzade Saruhan Ak-soy ve merhume Ayhan Aksoy’un oğulları,Tufan Aksoy ve Mükafat Hanımefendi’ninkardeşi, Gül Ersoy ve Süreyya Karakaplan’ınkayınbiraderi, Kerem ve Cem’in amcası,Efe ve Hakan’ın dayısı, herkesin sevgilisiOrhan Abi, 21 Mayıs 2002 günü vefatedince onu Tepecik morgundan alıp Bos-tanlı Beşikçioğlu Camii’ne ben götür-düm… Gözyaşları içinde Balçova Kab-ristanı’nda aile bölümünde Gavur Mü-min’in yanına gömdük… Ondan bana‘Rakılı Saat Kulesi’ karikatürü ve GavurMümin’in mirası kaldı.

Daha sonra da Orhan Aksoy’un ağabeyiOsmanzade Tufan Aksoy’u, yani Türk ba-

16

Gavur Mümin’i ilk kez ayrıntılı olarak Yaşar Aksoy’a anlatan Osmanzade ailesinin ünlü üyesi romancı merhum Samim Kocagöz.(Karşıyaka’daki evinde, 1984 – Fotoğraf: Ercan İşsever)

Gavur Mümin’in yeğeni ünlü yazar ve gaze-teci Naci Sadullah.

sınının simgelerinden Yeni Asır, Hürriyet,Yenigün gazetelerinin eşsiz yazı işlerimüdürlerinden ve yazarlarından bir büyükgazeteciyi de kaybettik. Çok güzel birinsandı…

Gavur Mümin’in gerçekyaşam öyküsüOsmanzade Orhan Aksoy’dan edindiğimgerçek belgelerin ışığında Gavur Mümin’inhayat hikayesini araştırmam çok uzun yıl-larımı aldı... Yakında yayımlanacak olan700 sayfalık “Gavur Mümin’in Gerçek Ya-şam Öyküsü” kitabımdan hareketle artıkbu büyük kahramanın hayatının kısa birdökümünü verelim. Bu dökümde GavurMümin’in Türk İstiklal Savaşı ile sınırladığımyaşamını sunacağım. Cumhuriyet Döne-mi’nde yaptığı büyük vatan hizmetlerindenasla söz etmeyeceğim. Kurtuluş Sava-şı’ndaki hizmetlerinden kat kat daha önem-li ve değerli Cumhuriyet Dönemi hizmetleri‘devlet ve millet sırrı’ olarak sonsuza kadargizli kalacaktır. Çünkü hem kendisi hemde devlet vicdanı, milli sır olarak kalmasınıuygun görmüştür.

Bu bakımdan magazinci basın ve kolaycı

akademik araştırmacılar “Bu kahramankişinin niçin askeri arşivlerde kaydı yok”diye şikayet etmektedirler. Evet ciddi an-lamda kaydı yoktur ve varsa da asla açık-lanmayacaktır; çünkü bu gavur adam,hem Osmanlı rütbesi hem Kurtuluş Savaşırütbesi hem de Cumhuriyet Dönemi rüt-besiyle muhteşem gizli görevler üstlen-miştir. İsmi; magazin haberleri, hayali si-nema, TV dizileri ve kolaycı akademiktezlerle piyasaya sürülemez. Çünkü vatanhizmeti, reklama ihtiyaç duymaz. Benimbu konudaki son sözüm budur!

Bu arada Gavur Mümin’i eldeki bilgilerledefalarca topluma tanıtmak için yazılaryazmış olan benim gibi alaylı tarihçi olangazeteci yazar Ergun Hiçyılmaz ağabe-yimle, Gavur Mümin romanını yazmış olanhemşehrim Erdoğan Baysal’a sevgi ve say-gılarımı sunuyorum. Gavur Mümin konu-sunda, yıllar süren araştırmalarımda banayardım eden, gizli kozmik bilgilere ulaş-mamı sağlayan Genel Kurmay, Kara Kuv-vetleri personeli olarak, ‘Mustafa Kemal’inaskerleri’ olan tüm muvazzaf ve emekliasker dostlarıma da şükranlarım sonsuzdur.Şeref sözü verdiğim üzere isimlerini kal-bime gömdüm.

Fırtınalı bir yaşam öyküsüGelelim Gavur Mümin’e…

Osmanzade İbrahim Bey’in oğlu olanMustafa Mümin (Aksoy), 1892 yılında İz-mir’de doğdu. 1911 yılında BeylerbeyiYedek Subay Okulu’nu bitirip meslekolarak asker ocağını seçti. TrablusgarpSavaşı’nda 6. Tümen, 16. Piyade Alayı, 1.Bölük Takım Komutanlığı’nda bulundu.Balkan Savaşı’nda Çatalca Savunma Hat-tı’nda görev yaptı, Edirne’nin geri alın-masında bulundu. Cemal Paşa Komuta-sındaki 4. Kolordu’nun Süveyş Kanalı’nayaptığı harekata katıldı. Çanakkale Sava-şı’nda Seddülbahir muharebelerinde görevaldı. Çanakkale savaşında üsteğmendi.1917 yılında 17. Kolordu Komutanlığı em-rine atandı, sonra 1 Mart 1919 tarihliemirle İzmir Jandarma Alay Komutanlığıemrine verildi. Böylece jandarma sınıfınageçmiş oldu. Bu görevi Mart 1920 tarihinekadar sürdü. Yeraltı faaliyetlerine geçeceğiiçin disiplinsizlikler yaptı ve jandarma su-baylığından kaydı silindi.

15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’de Yunanişgali başlayınca Jandarma Yüzbaşı Mümin,Padişah Vahdettin ve İstanbul Hükümeti’ne

17

İşte Gavur Mümin’in Osmanzade Ailesi’nden en yakın akrabaları… 1980 yılı boyunca bu büyük kahramanı defalarca buluştukları YaşarAksoy’a anlattılar. Tarih öğretmeni Osmanzade Saruhan Aksoy, Galatasaray ve Milli takımın ünlü futbolcusu Osmanzade Lütfü Aksoy(Lap Lap Lütfü) ve Diş Doktoru Osmanzade Osman Nail (ünlü Çuval Osman)… (Fotoğraf:Ahmet Aydın)

bağlı bir eski subay görünümünde Yunanişgal komutanlığı ile yakın ilişkiye girdi.İşbirlikçi bir Osmanlı olarak ünlendi. Kendihalkı ona ‘Gavur Mümin’ şeklinde küçültücübir lakabı uygun buldu. Yunan makamla-rıyla yakın ilişki içinde olan dayısı İzmirBelediye Başkanı Hacı Hasan Paşa’nın var-lığı, Mümin Bey’in Yunan çevrelerine sız-masına imkan tanıdı. Oysa Ankara’dakiMilli Mücadele cephesinin, hatta bizzatMustafa Kemal Paşa’nın özel istihbaratelemanıydı.

Trikopis ile takas edildiMümin Bey, çok uzun bir süre akıl almazbir faaliyet içinde kendisine bağlı küçükama etkisi güçlü bir istihbarat ağını dayöneterek çok önemli görevler üstlendi.Kurtuluş Savaşı’nın son döneminde KonyaDelibaş İsyanı asilerinden Bozkırlı HacıMustafa’nın oğlu Hacı Halil Fuat’ın ihbarıüzerine Yunan istihbaratı tarafından farkedilen Mümin Bey, tevkif edilerek idamistemi ile Yunan Askeri Mahkemesi’ne çı-karıldı. İdama mahkum edildi. Ancak Türk

makamlarının elinde bulunan Yunan esir-lerin akıbeti gündeme gelince ölünceyekadar cezaevinde kalması kararlaştırıldı.Atina’ya götürüldü. Mora yarımadasınıngüney doğusunda bulunan PalamadisZindanı’na, sonra Atina yakınında PalisStrataus Hapishanesi’ne atıldı. Türk-Yunanesir değişimi sırasında Mustafa KemalPaşa’nın emri ile bir yıldır esir tutulanYunan Orduları Başkumandanı Trikopisile değiştirildi.

5 Nisan 1923’de özgürlüğüne kavuşan vedoğduğu şehir olan İzmir’e geri dönenMümin Bey, yetkili makamlarca resmensorgulandı ve istihbarat elemanı olduğunuhukuken ispatladı. Rütbesi ve jandarmasubaylığı görevi iade edildi. 30 Eylül-Ocak1926 arasında İzmir İl Jandarma Komu-tanlığı’nda görev yaptı. 1 Mart 1921’denitibaren yüzbaşı, 30 Ağustos 1923’te Bin-başı, 30 Ağustos 1942’de Yarbay, 30 Ağus-tos 1946’da Albay rütbesine yükseltildi.Uzun süre Doğu illerinde görev yaptı.

4.dereceden Mecidiye Nişanı, ÇanakkaleHarp Madalyası, Kafkas Cephesi KılıçlıLiyakat Madalyası ve İstiklal Madalyasısahibiydi.

Sır perdesi arkasındaki yaşamGizli faaliyetleri dilden dile anlatıldığıiçin bir şehir efsanesi olarak ‘Gavur Mümin’ismi ile ünlendi. Ama gerçek yaşamı hepsır perdesinin arkasına gizlendi. Yeğeni

18

Osmanzade ailesinden merhum gazeteci Tufan Aksoy, İzmir Milli Kütüphane’de ailenin enbüyüğü Kurtuluş Savaşı’nda İzmir milletvekili olan Hamdi Aksoy’un fotoğrafı önünde. (Fotoğraf:Yaşar Aksoy – 2005)

Gavur Mümin’in hatıra defteri ve fotoğraf albümünü Yaşar Aksoy’a teslim eden yeğeni, aynıismi taşıyan merhum gazeteci Mümin Orhan Aksoy.

ünlü yazar Naci Sadullah Danış, ünlü ro-mancı Samim Kocagöz, ünlü yazar Attilaİlhan ve ben, uzun yıllar boyunca GavurMümin’den bir efsanevi şahsiyet olaraksöz ettik. Cumhuriyetin erken dönemindeözellikle doğu isyanlarında çok önemligörevler üstlendi, ancak bu çalışmalarıda bilinmedi. Hiç evlenmedi. 24 Ocak1948’de öldü. Mirasçısı yoktu. Kızkardeşiİhsan Hanım’a 3500 lira ödendi amamaaş bağlanmadı. Madalya ve takdirna-

me beratları, askerlik belgeleri, tüm ya-yımlanmamış hatıraları, ismini taşıdığıikinci kuşak yeğeni basın grafikeri rahmetliMümin Orhan Aksoy tarafından, banateslim edildi. Gavur Mümin’i çok yakındantanıyan birinci kuşak yeğenleri olan rah-metli Saruhan Aksoy, rahmetli FerhundeAksoy ve milli futbolcu rahmetli LütfüAksoy ile günler süren sözlü tarih çalış-maları yaparak bu gizli kahramanın sır-larını aydınlatmaya çalıştım.

Naci Sadullah’ın ölüm ilanıAlbay Mümin’in anlamlı yaşamından ke-sitler içeren ölüm ilanı, 25 Ocak 1948 tari-hinde İzmir’de yayımlanan Demokrat isimliyerel gazetede imzasız yer aldı. İlanı ‘eskidost’ imzasıyla akrabası yazar ve gazeteciNaci Sadullah yazmıştı. Bu ilanı veren NaciSadullah, bu gerçeği bana uzun yıllarsonra açıkladı. Şöyle ki:

Mümin Aksoy (bir dost)O, işte adı üstünde bu yurdun soyu sopu,apak bir evladıydı…

Şimdi önümde bir resmi var ki, KafkasCephesi’nde çekilmiştir.

Şimdi önümde bir resmi var ki, ÇanakkaleCephesi’nde çekilmiştir

Şimdi önümde bir resmi var ki, SakaryaCephesi’nde çekilmiştir.

Şimdi önümde bir resmi var ki, bu resmindeo, rütbeleri düşmanlar tarafından sökülmüş,hırpanileşmiş bir zabit esvabının içindeve bir Yunan zindanında mahpusken çe-kilmiştir. Fakat bu hırpani kılıklı esir zabitinhalinde, duruşunda, bakışında, KafkasCephesi’nde ‘İkinci Mülazım’, ÇanakkaleCephesi’nde ‘Birinci Mülazım’ olarak veSakarya Cephesi’nde ‘Yüzbaşı’ olarak kah-ramanlara kumanda ettiği günlerin hay-siyet şeref, gurur ve vakarından hiçbir şeyeksilmemiştir.

Ve şimdi önümden bir tabut geçmektedirki, içinde yine o vardır.

O, yani bu memleketin ‘Mümin’ ve ‘Aksoy’luevladı…

Kaynakça:1) Yaşar Aksoy, “Gavur Mümin Efsanesi”, ya-yımlanmamış kitap çalışması,

2) Mehmet Ersin, “Yurdum İçin Savaşırken”,İzmir, 2012,

3) Erdoğan Baysal, “Yüzbaşı Gavur Mümin”,Heyeti Temsiliye’nin İzmirli Casusu, Roman,İstanbul, 2011 (Bu eserin, sunuş yazısındada belirtildiği gibi gerçek kişilerle ve olaylarlailgisi yoktur, ancak dönemin ruhunu yan-sıtması açısından dikkate alınabilir)

4) Yaşar Aksoy, “Kurtuluş Savaşımızın 1 Nu-maralı Casusu Gavur Mümin Üzerine SonSöz”, İzmir Gazete, 15.8. 1980.

5) Araştırmacı yazar Ergun Hiçyılmaz’ınçeşitli yazıları ve televizyon konuşmaları.

19

Gavur Mümin’in (Aksoy) İzmir Balçova Kabristanındaki mezarı.

15 Mayıs 1919 saat 06.30Mayıs ayının tatlı serinliği ile uyandı İzmir…Ağaçlarında tomurcuklanmış rengarenk çi-çekler, kuş cıvıltıları, havayı ısıtmaya başlayangüneş, İzmir'in tertemiz havası, yaşanacakbu günün şehrin tarihine acıyla yazılmasınaengel olamayacaktı.

Güneş uykusuz bir gecenin üzerine doğ-muştu. Ne yukarı mahallelerde oturan Türkler,ne de Punto (Alsancak), Buca ve Bornova’daoturan Musevi, Rum, Ermeni ve Levantenlergece boyunca gözünü kırpmamıştı.

Bugünkü Bahribaba Parkı’ndan aşağıya,Konak’a doğru binlerce insan geliyordu.Yüzleri asıktı, yüreklerinde acı vardı. Bir-birleriyle mırıldanmalarından doğan kocabir uğultu onları takip ediyordu. Kordon,Fransız ve Yunan bayraklarıyla donatılmıştı.Pasaport’a kadar uzanan mahşeri bir kala-balık vardı ve ortalıkta bir bayram havasıhakimdi. Rumlar ellerinde Yunan bayrak-larıyla bağırıyorlardı:

“Zito Venizelos!”

Bahribaba Parkı’ndan gelenler, Konak Mey-danı’nı, Hükümet Konağı’nın önüne kadardoldurmuşlardı. Onlar da haykırıyorlardıhep bir ağızdan: “Ya istiklal ya ölüm!”

Saat 07.30Kordonu doldurmuş binlerce insanın coşkusuYunan gemileri uzakta görünmeye başladı-ğında artmıştı. 30 parçalık deniz filosu, git

20

İlk kurşun

Mutlu TUNCER

gide İzmir’e yaklaşıyordu. Gemilerin yana-şacağı mavnalar bütün gece boyunca çıkışyerlerine çekilmiş ve bağlanmışlardı. Bazıbinaların duvarlarına İzmir’i Yunanlar’a peş-keş çeken yabancı devlet adamlarının re-simleri asılmıştı. Ancak Yunan BaşbakanıElefterios Venizelos’un (Megaliİdea’nın fikirbabası) resmi hepsinden büyüktü. On met-reye beş metre boyutlarındaki dev resim,yedi ressam tarafından bir branda üzerineüç günde yapılabilmişti. Altında ise “Bugünİzmir, yarın Konstantinapol” yazıyordu.

Gemilerden bir kısmı kıyıdan 35-40 metreuzağa demirledi. Birkaçı Kordon’un kalbisayılan Kramer Palas önüne bağlanmış mav-nalara yanaştı. İnanılmaz bir coşku vardı.Bando Yunan marşları çalıyor, sahilde top-lananlar zafer çığlıkları atıyorlardı…

Kara sakallı Hrisostomos (din adamı), yapa-cağı dini ayin için gemiden subayların in-mesini sabırsızlıkla bekliyordu. Ve ilk subayınelini sıkıp onu takdis edip bağırdı:

“Tek Türk kalmasın, hepsini öldürün!”

Artık işgal kuvvetleri önce mavnaya, oradanda karaya çıkıp sahildeki yerlerini alıyorlardıalkışlar ve “Zito” çığlıkları arasında… Buçığlıklara saatler dokuzu gösterdiğinde, AyaFotini Kilisesi’nin çanları ve Rumların Pun-to’daki fabrikalarının düdükleri de eklenmişti.Kıyamet günü gibiydi…

14 Mayıs 1919 Çarşamba (işgalden bir gün önce)Yunan işgali söylentileri İzmir’de yayılmıştı.Kiliselerde, Levanten ve Rum evlerinde ha-zırlık yapılıyordu. Kordonboyu bayraklarladonatılıyor, konfetiler hazırlanıyordu. Yunandonanmasının ertesi gün İzmir’e geleceğive asker çıkaracağı, yani İzmir’in işgal edile-ceği söylentileri zaten birkaç gündür şehirdekabus gibi dolaşıyordu… Türk mahallelerindede haber duyulmuştu. Ancak yine de kimsebuna ihtimal vermiyor ya da vermek iste-miyordu. Söylenti o kadar yayılmıştı ki, bazımahallelerde Rum, Levanten ve Türkler ara-sında huzursuzluk baş göstermiş, Osmanlıaskeri ise Türkler’e müdahale ederek onlarıgözaltına almaya başlamıştı.

14 Mayıs 1919 saat 09.00İngiltere’nin İzmir Konsolosu Morgan, ValiKambur İzzet Paşa’nın makamına giderekAmiral Calthorpe imzası taşıyan notasınıvermişti. Nota öyle çok uzun uzadıya ayrıntıiçermiyordu: “Mondros Antlaşması’nın 7.maddesi gereği; Foça, Urla, Karaburunve Yenikale istihkamlarının Fransız, İngilizve Yunan birliklerince öğle üzeri işgal

edileceğini bildiririz. Kuvvetlerin görevisırasında hiçbir taşkınlığa mahal veril-memesi konusunda gerekli önlemlerinalınmasını sağlayınız.” Aynı nota birkaçsaat sonra İngiliz bir yarbay tarafından 17.Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa’ya dailetilmişti.

14 Mayıs saat 14.30Ali Nadir Paşa, aldığı notayı şifreyle İstanbul’ailetmiş, ayrıca şehre virüs gibi yayılan; “YarınYunan, İzmir’e çıkacakmış” söylentilerinide eklemişti. Beklediği cevap bir saat içindegelmişti. Harbiye Nazırı Şakir Paşa imzalışifreli telgrafta şöyle deniyordu: “Bab-ıAli’nin işgal konusunda hiçbir bilgisiyoktur. Ancak Zat-ı şahanelerinin an-tlaşmaya uyulması hususunda emirlerivardır. Antlaşma şartlarına ehemmiyetleve itirazsız uyunuz. Taşkınlıklara ve karşıgelmelere izin vermeyiniz. Halk arasındakisöylentilere kulak asmayınız. Gerekenemirleri gereken yerlere iletiniz.” Ali NadirPaşa da bu telgrafa eklentiler yaparak, ken-disine bağlı birliklere ivedilikle gönderecekti.Paşa’nın emirleri şöyle olacaktı:

1- İtilaf Devletleri tarafından mütarekenin7. maddesine dayanılarak İzmir ve civarındakiistihkamlar işgal edilecektir.

2- İşgal bugün öğleden sonra başlayacakve İtilaf Devletleri istihkamlara birer müfrezegöndereceklerdir.

3- Bugün gönderilecek olan müfrezelerinistihkamlara varışlarında toplar, kama venişangahlar ve geri kalan bütün kısımlar,müfreze kumandanlarına tamamen teslimedilecek ve istihkamlarda bulunan ko-mutanlar, subaylar ve erler bir araya ge-

lerek, kolordudan verilecek emri bekle-yeceklerdir. Yenikale’de bulunanlar kaledetoplanacaklardır.

4- İstihkamların işgali sırasında katiyen karşıkonulmaması ve kendilerine gereken ko-laylıkların gösterilmesi zat-ı şahanelerininemirleridir.

Vali Kambur İzzet Paşa, sabah saatlerindeeline tutuşturulan notayı iyice okuduktansonra soluğu İngiliz amirallik gemisinde al-mıştı. Notadaki imza sahibi Amiral Calthorpeile görüşmek istemiş ve kabul edilmişti. İzzetPaşa’nın, “Yunan İzmir’e mi çıkacak, doğrumu anladım?” sorusuna Amiral’in cevabınet olmuştu:

- Evet. Kesinlikle doğru anlamışsınız.

- Ancak bu, ahali tarafından kabul edilirgibi görünmüyor, daha şimdiden insanlarprotestolarda bulunuyorlar.

- Siz bütün gücünüzü herhangi bir tatsızolayın çıkmaması için harcayınız. Bunuyapmanızı ısrarla tavsiye ediyorum. Aksitakdirde olaylar hiçbirimizin istemediğişekilde tezahür edebilir. Bu konuda ke-sinlikle kararlı olunuz. Yunan donanma-sının gelişinin engellenmesi gibi bir durumkesinlikle söz konusu değildir…

Vali Kambur İzzet Paşa’nın süngüsü düşü-vermişti…

- Aman efendim, ne demek? Benim buradabulunma sebebim, hazırlıkların ikmalibakımından ne yapabileceğimizi sormak-tı. Zat-ı şahanelerinin emirleri de bu yön-dedir. Elbette asayişin sağlanması bakı-mından gerekli tedbirler alınacaktır. An-cak sizlerin de yardımı gerekecektir…

21

Amiral sert bir tavırla Kambur İzzet Paşa ilegörüşmesini sonlandırmıştı:

- Karadaki kuvvetlerimize gereken emirlerverilecektir!

Vali, Yunan Kuvvetleri’ni karşılamak için ge-rekli hazırlıkları yapadursun, şehir çalkala-nıyor, yer yer gösteriler oluyor, “Yunan bu-raya giremez” diyen insanlar caddeleri dol-duruyordu. Osmanlı Kuvvetleri ise bunlarıengelleme görevlerini yapabilmek için can-hıraş bir gayret içerisindeydi. Karaya çıkanİngiliz askerleri de müdahalelere destek ve-riyordu…

Ve gece 22.00 sularında Amiral’in ikincinotası Vali’ye ve tüm askeri birliklere ulaştırıldı.Calthorpe artık detay vermekten kaçınma-mıştı ve şöyle diyordu:

“Yarın saat 07.00’den itibaren MondrosAntlaşması’nın 7. maddesi gereğince,İtilaf Kuvvetleri adına Yunan askeri kuv-vetleri İzmir’i işgal edeceklerdir. DurumSultan’a ve hükümete bildirilmiştir. Buişgal sırasında Osmanlı Kuvvetleri’ninherhangi bir harekette bulunmaması,asayişin temini konusunda yardımcı ol-maları gerekmektedir. Telgraf haberleş-meleri yarın,15 Mayıs 1919’da, saat07.00’den itibaren İtilaf Kuvvetleri de-netimine geçecek, telgrafhaneler sadeceresmi yazışmalar için, sansürden geçiri-lerek kullanılabilecektir. Herhangi bir taş-kınlık İtilaf devletleri kuvvetlerinin mü-dahalesi ile sonuçlanacaktır.”

Vali İzzet Paşa, bu telgrafı şifreli olarak sarayagöndermişti. Ancak hiçbir cevap alamamıştı.Anlaşılan Vahdettin ve hükümeti artık cevapyazmaktan da vazgeçmişti. O sırada saraydaDamat Ferit ile birlikte olan Sultan durumudeğerlendiriyor ve sadrazamına şöyle diyordu:

- İmzaladığımız antlaşma gereği bunuyapacaklar. Haklarıdır. Eğer biz buna izinvermezsek, Osmanlı diye bir şey bırak-mayacaklar. Hiç değilse şimdi bir karıştoprakta da olsak hanedanlığımızı sür-dürebileceğiz. İzmir’in işgalinde bir karşıçıkma olmaması hepimizin hayrınadır.Dua edelim de her şey yolunda gitsin.

Yunan İzmir'e nasıl çıktı?Yunan’ın İzmir’e çıkmasına 18 Ocak 1919yılında Paris’te karar verilmişti. İtalya bufikrin karşısındaydı. Ancak ABD, İngiltere veFransa’nın desteği Yunan’ın İzmir’e çıkmasıyönündeydi, karar da zaten bu yönde alın-mıştı. Bunun sebepleri aslında gizli anlaş-malarda saklıydı…

Birinci Dünya Savaşı devam ederken, bo-ğazlar gizli anlaşmalarla Rusya’ya verilmişti.

İngiltere yine gizli anlaşmalarla, Ege ve Ak-deniz Bölgeleri’ni İtalya’ya vermekte bir sa-kınca görmemişti. Çünkü Marmara’daki Rus-ların altında güçlü bir İtalya, onların dahaaşağılara girmelerine engel olabilirdi. Rus-ya’nın savaştan çekilmesi, boğazlara İngil-tere’nin yerleşmesine neden oldu. İngiltereise artık boğazların etrafında İtalya’yı iste-miyordu. Öteden beri bölgede hak iddiaeden Yunanistan’ı kışkırtmış, iştahlandırmıştı.İngiliz devleti Yunanistan’dan, Paris BarışKonferansı’na elle tutulur iddialarla gelmesiniistemiş, bu iddiaları destekleyeceklerine dairsözler vermişlerdi. Öyle de oldu. Yunanlaröyle iddialarla Paris Konferansına gittiler ki,hiç kimse Yunanistan’ın Ege’ye çıkmasındabir mahzur görmediği gibi, bunun ivedilikleyapılması konusunda hepsi hemfikir oldular.Peki Yunanistan’ın düzmece iddiaları neydi?Yunan’a göre bölgenin yüzde 60’ı Hıristiyan,yüzde 40’ı Müslümandı. Hıristiyanlar büyükçilelerle yaşamlarını sürdürüyorlardı; ikincisınıf insan muamelesi görüyorlar, evleri ba-sılıyor, Müslümanlar tarafından aşağılanı-yorlar, dövülüyorlar ve hatta katlediliyorlardı.O kadar abartmışlardı ki; ölenlerin sayısınıbile bilemediklerini ifade ediyorlardı. Onlaragöre en çok çileyi de Rumlar çekiyordu. Evleri

yağmalanıyor, yakılıyor, aç kalıyorlardı. Korkuiçindeydiler. Acilen bir devletin bölgeyeçıkıp asayişi temin etmesi gerekiyordu. Buiddialar o kadar çabuk kabul gördü ki; Yu-nanlar bile şaşırmıştı. Oysa İzmir’de yaşa-nanlar konusunda hiçbir fikirleri yoktu. Rum-lar, Ermeniler, Levantenler son derece büyükbir dostluk içinde yaşamlarını sürdürüyorlardı.Özellikle Rumlar Türklerle çok yakın kom-şuluklar kurmuşlardı. Hatta aralarında izdivaçyapanlar bile oluyordu… Ama son birkaçgündür durum değişmişti. Rumlar, “Buradabiz ikinci sınıftık, şimdi siz ikinci sınıfolacaksınız” demeye başlamışlar, “Bizim-kilerin gelmesi yakındır” diye İzmirli Türk-lerle adeta kavgaya girişmişlerdi.

Vatanını seven Allah için gelsin!14 Mayıs gecesi, işgal haberi artık tüm ma-hallelerde konuşulur olmuştu. Bir grup gençİzmir Valiliği’nin önüne yürümüş, valiye notaileten subayların çıkışları sırasında, “Buvatanı sahipsiz sanmayın. Biz ölürüz amayanımızda birçoğunuzu götürürüz” diyeprotestolarda bulunmuşlardı. Daha sonrabir okulda toplanıp, direniş cemiyeti kur-

22

muşlar, kuruculardan Köprülü Kazım,“İşe yarayan ne varsa, silah olarakkullanabileceğiniz her şeyi alın dağ-lara çıkalım ve savaşalım” diye hay-kırmıştı. Bu gençler silahlanarak aynıgece iç bölgelere çekileceklerdi. Osırada İzmir Müdafa-i Hukuk Cemiyetibir bildiri yayınlamış, İzmir halkını millibirliğe ve işgale karşı silahlı direnmeyeçağırmıştı. İzmir camilerinin minarele-rinden de salalar veriliyor, düşmanakarşı birlik ve beraberlikle mücadeleçağrıları yapılıyordu.

Yunan donanmasının geleceğinin ke-sinlik kazandığı 14 Mayıs gecesi artıkdireniş kararının alındığı tarih olmuştu.Camilerden yapılan duyurularla, direnişbildirilerine insanlar uymuşlar, koşaraktoplantı yeri olarak belirlenen BahribabaParkı’na gelmişlerdi. Sayıları 40 bine ya-kındı ve sabaha kadar ateşler yakıp, pro-testo gösterileri yapmışlardı. Sabahınerken saatlerinde gemiler uzaklardangörünmüş, direnişçiler Konak’a doğruyürümeye başlamışlardı.

15 Mayıs 1919 15 Mayıs’ta yürekleri dağlayan görüntülerortaya çıkmıştı. İşte Yunanlar sabahın ilkışıklarıyla ve dev gemilerle gelmişler, birkaçıkıyıya yanaşmış, askerlerini alkışlar ve teza-hüratlar arasında indiriyordu. Yunan ordu-suna mensup 12 bin asker karaya çıkmıştı.Yunan birliklerinin içinde her biri 200 kişidenoluşan İngiliz, Fransız ve Amerikan birlikleride vardı. Papaz Hrisostomos etrafta koşarak,“Türkleri öldürün. Teki bile kalmamalı!”diye haykırıyor, Rumları ve Ermenileri gale-yana getiriyordu. Vali İzzet Bey ve memurlarıise işgal kuvvetlerinin dayatması ile Kor-donboyu’na karşılamaya getirilmiş, ellerinde

Yunan bayraklarıyla “Zito Venizelos!” diyebağırmaya mecbur edilmişlerdi. Hiçbir dirençgöstermemişler, güçleri yettiğince “ZitoVenizelos!” diye haykırmışlardı.

Ancak emperyalistlerin işgali göründüğükadar kolay olmayacaktı. Çünkü İzzet Beyve memurlarından daha farklı düşünenlerçoğunluktaydı… Bu kişiler önce KramerPalas Oteli’nin birkaç yüz metre ötesindetoplanmışlar, daha sonra da Hükümet Ko-nağı’nın etrafında beklemeye koyulmuşlardı.

Bir Yunan alayı, ellerinde bayraklar, arkala-rında da Rumlarla Konak’a doğru gelmişti.Amaçları Valilik makamına girmek ve şehriteslim almalarını simgelemek için HükümetKonağı’na Yunan bayrağı çekmekti…

İlk kurşunTam o sırada gür bir ses duyulmuş ve buses; o kalabalığın, o zafer çığlıklarının ara-sından mermi gibi kulaklara saplanmıştı:

- Durun! demişti… Böyle ellerinizi kol-larınızı sallayarak nereye girdiğinizisanıyorsunuz? Bu kadar kolay mı? Bukadar kolay mı bu şehri işgal etmek!

Askerler durmuştu. Genç bir gazetecininsesiydi bu. Kalabalığın önüne geçmiş,sıra sıra uygun adım hükümete doğrugiden askerleri durdurmuştu. “Bu ka-dar kolay olmaz!” diye haykırıyordu.Aydınlık yüzlü bu genç adam, Hukuk-u Beşer gazetesinin başyazarı HasanTahsin’di…

Hasan Tahsin, elini beline götürdü,tabancasını çıkarttı ve ardı ardınaateşlemeye başladı. Yunan alayı, çilyavrusu gibi dağılmıştı. Askerlersağa sola koşturup siper almışlardı.Hasan Tahsin boşalan tabancasını

doldurmaya koyuldu. Saklanmamış, siperalmamıştı. Yunan’dan karşı ateş gecik-medi… Vücuduna birkaç kurşun isabetetmişti. Sendeledi… Tabancası düşmüştü.Son bir gayretle cebinde sakladığı el bom-basını fırlatabildi. Patlama oldu ve arka-sından sıkı bir kurşun yağmuru… Cansızbedeni yere düşmüş, silahlar susmuştu.Şimdi ortalıkta büyük bir sessizlik var-dı… Askerler onun yanına gelmeye çeki-niyorlardı. Ölmüş müydü sahiden? Birkaçdakika sonra komutanları çıktı ortaya,emirler yağdırdılar askerlere… Arkadanbaşka bir grup asker koştu geldi. Büyükbir güvenlik çemberi oluşturuldu. HasanTahsin çoktan ölmüştü… Cansız yatanbedenine kurşunlar yağdırdılar, yetmedisüngülerle delik deşik ettiler!

İlk kurşunu sıkan Hasan Tahsin’in şehit edil-mesi kıyımın başlangıcıydı. Yunanlar çoluk,çocuk, genç, yaşlı demeden iki binden fazlainsanı öldürecek, evlerini basacak, yağma-layacak ve kadınlara tecavüz etmekten çe-kinmeyeceklerdi. Sokakta yürüyen insanlarabile kurşun yağdıran askerler, süngülerinide kullanarak ortalığı kan gölüne çevire-ceklerdi. Diğer taraftan Vahdettin ise İs-tanbul’dan emirler yağdırıyor; işgal kuv-vetlerinin hoşuna gitmeyecek her davra-nıştan halkı men ediyordu. İzmir kan ağlı-yordu. Her mahalleden feryatlar yükseliyor,acılar yürekleri dağlıyordu…

Ama ilk kurşun sıkılmıştı ve arkası gelecekti.İzmir, direnişin simge şehri olacak ve 9 Eylül1922'de geldikleri gibi geri gideceklerdi.Ancak giderken bu güzel şehri ateşe vermeyide ihmal etmeyeceklerdi.

23

Hasan Tahsin’in gerçek adı Osman Nevres’tir. 15Mayıs 1919 tarihinde İzmir’e çıkartma yapan veseçkin askerlerden oluşan efzon askerlerine ilkkurşunu sıkarak Türk direnişini başlatmıştır. Tah-sin’in sıktığı kurşun, Kurtuluş Savaşı’nın simgesiolmuştur. Bu genç gazetecinin ilginç ve hareketlibir hayatı vardı. Öncelikle siyasetten ve memleketmeselelerinden asla uzak değildi. İttihat ve TerakkiCemiyeti’nin bursuyla Paris Sorbonne Üniversi-tesi’nde Siyasal Bilimler öğrenimi gördü. Öğrenimgördüğü esnada Trablusgarp’ı işgal eden İtalya’yıprotesto etmek için Mısırlı öğrenci lideri ŞeyhDayef ile büyük mitingler düzenlemiş, eylemleryapmıştı. Paris’te İttihat veTerakki ile Teşkilat-ıMahsusa cemiyetlerinde aktif olarak görev almış,birçok toplantı ve miting yapmıştı. İstanbul’a gel-diğinde Osmanlı Devleti aleyhine Balkanları ka-rıştıran İngiliz gizli teşkilatı adına çalışan Buxtonkardeşlerin faaliyetlerini önlemekle görevlendirildi.

Buxton kardeşlere Bükreş’te bir tünelde suikastdüzenleyen Hasan Tahsin yakalanmış, yargılanmışve on yıla mahkum edilmişti. Ancak 1916 yılındaAlmanların Balkanlar’a girmesi ile salıverilmiş veİstanbul’a geri gelmişti. Yurda döndükten sonraverem tedavisi için İsviçre’ye gitmek zorunda ka-lınca tanınmamak için pasaportuna Hasan Tahsinyazdırmıştı. Daha sonra da hep bu ismi kullanmıştı.Hasan Tahsin adı, Silah gazetesini çıkartan vebu nedenle ‘Silahçı Hasan Tahsin’ olarak bilineneski bir bahriye yüzbaşısının adıydı aslında. HasanTahsin Teşkilat-ı Mahsusa’nın silahşörü olarakbiliniyordu. Gazeteci Hasan Tahsin, Kurtuluş Sa-vaşı’nın simgesi olmasının yanında Türk basınınında onur kaynağı olmuştu. İzmir’de bulunan ‘İlkKurşun Anıtı’nın yanı sıra şehrin Gazeteciler Ce-miyeti de her yıl Hasan Tahsin adına mesleki ya-rışmalar düzenlemekte, Hasan Tahsin’i anma et-kinlikleri yapmaktadır.

HASAN TAHSİN KİMDİR

A tatürk, bir ulusun gerçek kurtulu-şunun eğitim işlerinde başarılı ol-makla mümkün olacağını savun-

muş ve “eğitim programlarının toplumsalyaşantımızın gerçeklerine ve çağın ge-reklerine bağlı olması” konusu üzerindedurmuştur. 1923’te Milli Eğitim Bakanlı-ğı’nda bir Halk Eğitim bürosu kurulmuşve halk eğitimi çalışmalarını yürütmekleyükümlü tutulmuştur. 1924 yılında eğitimve öğretimin birleştirilmesinden sonrakiyıllarda çalışmalara hız verilmiş ancak1927-1928 yılları arasında 3.304 adet HalkDershanesi açılarak 64.302 kişinin okur-yazar belgesi alması sağlanmıştır. Bu de-neme, Arap harfleri ile yaygın bir eğitimçalışmasının gerçekleştirilemeyeceğini birkere daha ortaya koymuştur.

Cumhuriyet’in eğitim düzenini geliştirmekiçin uygun bir yöntem bulunması amacıylaTürkiye’ye dünyaca tanınmış bilim adamlarıve eğitimciler davet edilmiştir. Bunlardan

biri de Columbia Üniversitesi öğretimüyelerinden Prof. Dr. John Dewey’dir. 1924yılında tavsiye ettiği ‘Danimarka HalkOkulları’ incelenmiş ve özellikle yetişkin-lerin eğitimi amacıyla Millet Mektepleriaçılmıştır. Millet Mektepleri açılmadanönce, Türk diline ve yazım kurallarınauygun olduğu kadar öğrenilmesi de kolayolduğu bilinen ve adeta uluslararası biralfabe olan Latin kökenli yeni harfler, 1Kasım 1928 tarih ve 11 maddeden oluşan1353 sayılı kanunla yürürlüğe girmiştir.

Harf İnkılâbı, yeni Türkiye Cumhuriyeti’ninBatı kültürüne yönelmesinin ilk ve en büyükbasamağı olarak değerlendirilmelidir. Artıkokuma ve yazma oranının %10’larda olduğutoplumumuzda genç Türkiye Cumhuriye-ti’nin tüm fertleri okuma ve yazmayı kolaycaöğrenebilecek, böylece Türk halkının eğitimseviyesi yükselecekti. Eğitim ve öğretiminyaygın hale getirilmesi için okuryazar sa-yısının artırılması gerekiyordu. Türk milletini

yeni harflerden azami ölçüde faydalandırıpbüyük halk topluluklarını hızlıca okuryazarhale getirerek, halkı aydın bireylerden olu-şan bir topluluk haline dönüştürmek içinMillet Mektepleri faaliyete geçti.

Yeni Türk harflerini en kolay ve çabuk öğ-renen kentimiz İzmir’dir. Yasa çıktığındaİzmirliler, bu harfleri yadırgamamışlardı.Çünkü şehirde yaşamakta olan Levantenler,Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler yüzyıllardırbu harfleri sokak levhalarında, reklam af-işlerinde, faturalarında, senetlerinde, firmazarflarında ve ambalajlarında, yazışmala-rında ve çıkardıkları gazetelerde kullan-maktaydı. Aşağı yukarı her İzmirli Türk degünlük yaşantısında bu insanlarla birlikteolduğundan Latin harflerini tanıyor, birkısmı da bu dillerde okuyor ve yazıyordu.Türkiye’de çıkan ilk gazete 1824 yılında İz-mir’de Fransızca olarak yayınlanan ‘LaSmyrneena’ (İzmirli)’dir. Ayrıca Fransızcaolarak ‘La Spectateur Oriental’ (1827-1837),

24

Aydınlığa öncülük edenİzmir’de 88 yıl önce açılan‘Millet Mektepleri’

Umur SÖNMEZDAĞ

haftalık ‘Courrier de Smyrne’ (1828-1905),‘Journal de Smyrne’ 1834, ‘La Réforme’(1868-1918), ‘Affiches Smyrneennes’, ‘Bulletinde Smyrne’, ‘Imperial’, ‘Le Levant’ gazetelerivardı. İngilizce olarak ‘Impartial’, ‘The SmyrnaMail’, ‘Lloyd Smyrneen’; İtalyanca olarak da‘Eco d’Italia’ gibi Latin harfleriyle basılangazeteler yıllarca satılmıştır. Bunlardan

başka tüm Levantenlerin kendi dillerindeeğitim ve öğretim veren okulları da etkenolmuştur. 1891 yılında merkezde 81 Türkilkokulunda 4.560 erkek öğrenci okurkenmaalesef 1 kız öğrenci yoktu. Buna karşılık60 Rum ilkokulunda 5.442 erkek, 3.492 kızile Levantenlerin 31 ilkokulunda 2.530erkek, 1.270 kız öğrenci Latin harfleriyleöğrenim görüyorlardı. 1917 yılında 55 Türkokulunda 6.359 erkek öğrenci mevcut iken,gayri müslimlerin 77 okulunda 9.464 öğ-renci kendi dillerinde Latin harfleriyle oku-yorlardı.

Bu etkenler, İzmirlileri ‘Yeni Türk Harfleri’nekısa zamanda yaklaştırmıştır. Daha kanunçıkmadan önce İzmir basınının değerli Hiz-met, Ahenk ve Anadolu gazeteleri 9 Ağustos1928 gecesi Atatürk’ün ilk defa Saraybur-nu’nda halka Türk harflerini tanıtmasındansonra, 26 Ağustos 1928 gününden itibarenLatin harflerini sütunlarında tanıtmaya veöğretmeye başlamıştı. Bundan sonraki gün-lerde bir köşede yeni Türk harfleri örnek

kelimelerle yazılmaktaydı. Eylül 1928’denitibaren de konu başlıkları ve küçük hikâ-yeler Latin harfleriyle yazılmıştır. Gazetelerinyeni Türk harflerinin öğretilmesinde önemlibir rol oynadığının bir örneği olarak Hizmetgazetesinde yeni harflerle yazılan “Kaç günkaldı biliyor musunuz?” başlıklı yazıdaşunlar yazıyordu: “Tam on gün… On günsonra size gazeteyi kâmilen yeni harflerlevermeye başlayacağız. Pek tabiidir ki ilkgünlerde sahifeler size karanlık görünecektir.Fakat aradan on beş, yirmi gün geçinceyavaş yavaş karanlığın açıldığını ve yazılarınbirer birer dimağınızda izler yaptığını gö-receksiniz. Bazı zevat ‘okumam’ deyip işiniçinden çıkıyor. Filhakika o zat okumanınve umumi hayatla alakadar olmanın zevkinialmadığı halde şimdiye kadar laf olsundiye gazete okuyor idiyse mesele yoktur.Fakat okumayı ve umumi hayatla alakadarolmayı medeni ve beşeri bir ihtiyaç olaraktelakki etmiş ve bu ihtiyacı ruhunda duy-muşsa imkânı yok gazetesiz yapamaz…Şurada on günümüz kaldığını tekrar edi-yoruz. O zaman zahmet çekmemek içinkendinizi şimdiden hazırlayınız. Her günçıkan yazıları mutlaka okuyunuz. Yalnızyazmak ve bilmek kâfi değildir. Melekeyapmalısınız.” Nitekim gazeteler 02 Kasım1928 gününden itibaren tamamen yeniharflerle basılmışlardı.

Millet Mektepleri nedir?1928 yılında yeni Türk harflerinin kabulününardından halkın yeni harfleri kısa süredeöğrenip daha çok yurttaşın okuryazar ol-masını sağlamak amacıyla yoğun bir çalışmabaşlatılmıştı. Okuma-yazmayı yaygınlaştır-mak için okul çağı dışındaki yurttaşlaraokumayazma öğreten okullar açıldı. BunlaraMillet Mektepleri adı verildi. Millet Mek-tepleri’nin işleyiş düzenini belirlemek içinbir talimatname hazırlandı. Bu talimatna-mede amaç, “Türkiye halkını okuyup yaz-mağa muktedir bir hale getirmek ve onahayatı için gerekli olan ana bilgileri kazan-dırmak maksadıyla Millet Mektepleri teşkilatıvücuda getirilmiştir” diye belirtilmiştir. Butalimatname Bakanlar Kurulu’nun 11 Kasım1928 tarihli toplantısında kabul edilmiş,24 Kasım 1928 tarihinde ise yayımlanmıştı.Aynı gün Mustafa Kemal Paşa’nın ‘Başöğ-retmen’ olması yine Bakanlar Kurulu kara-rıyla kabul edilmiştir. Ancak Millet Mek-tepleri’nin açılmasından sonra bu talimat-namenin yeterli olmadığı görülmüş, yenibir talimatname hazırlanarak 22 Eylül 1929tarihinde Bakanlar Kurulunca kabul edildi.

Milli Eğitim teşkilatına bağlı olarak MilletMektepleri il, ilçe, bucak ve köy kurullarıoluşturuldu. Bunların başlıca görevleri ders-

haneler hazırlamak, ısıtmak, aydınlatmakve donatmak; kayıt, yoklama defterleri,yazı tahtası, tebeşir, defter, kalem, kitapgibi öğretim araç ve gereçlerini sağlamak;yerel ekonomik ve sağlık koşullarını gözönünde tutarak, Millet Mekteplerinin baş-lama ve bitme zamanlarını belirlemek veöğrencilerin derslere devamını sağlamaktı.Valinin başkanlığındaki İzmir İdare Kurulubütçesini yaparken, 1929 yılı başlangıcındaİl Özel İdaresi’nden, belediyeden, çeşitlibağışlardan gelir kaydederken, İzmir Ticaretve Sanayi Odası bütçesinin uygun olma-dığını belirterek yardımda bulunmamıştır.Millet Mekteplerinde görev alan öğret-menlere iki aylık için 30 lira, dört aylık için50 lira ücret ödenecekti. Bu ücretleri deaynı kurullar sağlayacaklardı. Talimatnameyegöre kadın ve erkek, her Türk vatandaşıMillet Mektepleri örgütünün yardımcı uzuv-ları ve talebesiydi.

Millet Mektepleri, talimatname hükmünegöre sabit, gezici ve özel mektepler olaraküçe ayrılacaktı ve her birinin A ve B ders-likleri bulunacaktı. 1929 yılında alınan ka-rarla mevcut üç mektebe ek olarak KöyYatı Dershaneleri ile Halk Okuma Odalarıaçılmış ve böylece Millet Mektepleri 5 un-surdan oluşan mekteplere dönüşmüştür.A dersliklerinde hiç okuma-yazma bilme-yenlerin, B dersliklerinde ise Arap harfleriyleokuma-yazma bilenlerin eğitilmesi amaç-lanmıştır. Bu eğitim esnasında az da olsaaritmetik, sağlık bilgisi ve yurttaşlık bilgiside verilmiştir. Sabit Millet Mektepleri dahaönce okul binası bulunan yerlerde açılmış,ihtiyaca göre kadın, erkek ve karışık olmaküzere derslikler oluşturulmuştur. GeziciMillet Mektepleri, okulu bulunmayan yer-lerde bilhassa da köylerde faaliyetlerinisürdürmüştür. Özel mektepler ise devletkuruluşları, belediyeler, bankalar, demiryoluve liman idareleri ile hapishane gibi yerlerdeaçılan mekteplerdir. Zira yirmiden fazlapersonel çalıştıran şirket, fabrika gibi yerlerkendi çalışanlarına okuma, yazmayı öğret-mekle yükümlüydü. Cezaevlerindeki va-tandaşların da bu eğitimden faydalanmalarıdüşünülmüştü. Hatta altı aydan fazla mah-kûmiyeti olanları, okuma-yazma öğretme-den tahliye eden cezaevi müdürleri hak-kında soruşturma açılabilecekti.

İzmir Valisi Kâzım (Dirik) Paşa’nın başkan-lığında bir heyet Millet Mekteplerinin yer-lerini, öğretmenlerini, çeşitli ihtiyaçlarınıkısa sürede organize ederek, diğer kentle-rimizden çok önce hazırlıkları 32.000 liralıkbir bütçe ile tamamlamıştır. Yapılan çalış-malar arasında yeni Türk harfleri resmîolarak kabul edilmeden önce, İzmir’de buharfleri halka öğretecek olan öğretmenler

25

için 2 Eylül 1928 günü Misak-ı Millî Mekte-bi’nde bir kurs açılmış, bu kursa 60’a yakınöğretmen bir hafta boyunca devam etmiştir.Mekteplerin amaçları ile sağlayacağı fay-daları vurgulayan konferanslar verilmiş, si-nemalarda da mekteplerle ilgili tanıtım ça-lışmaları yapılarak halk aydınlatılmıştır.Mektebe devam edecek öğrenciler, ellerindeyeni harf dövizleri taşıyarak şehrin anacaddelerinde görkemli yürüyüşler yapmış-lardır. Gazeteler, Millî Eğitim Bakanlığı’nıntalimatnamelerini yayımlamış, Millet Mek-tepleri’nden belge alanlara devlet memur-luğunda öncelik verileceği duyurulmuştur.Açılacak dershanelere yaşları 16 ile 45 ara-sında olan herkesin devam etmesini, PolisMüdürlüğü Millet Mektepleri Talimatnamesigereğince sağlamıştı.

Millet Mektepleri açılıyorMekteplerin açıldığı 1 Ocak 1929 günücoşkulu törenler yapılmıştır. Gerek şehrinsokakları, gerekse okullar baştanbaşa Türkbayrakları ve değişik süslerle donatılmış,gece için okullar ışıklandırılmıştı. Okullardaöğrenciler bu yeni günün şerefine göste-riler düzenlemiş, piyesler oynamıştır. Esnafdükkân ve mağazalarını kapatarak, MilletMektepleri açılış törenlerine katılmıştır.Her mektebe üst düzey bir yönetici şerefkonuğu olarak katılarak inkılâbın anlamve önemini belirten konuşma yapmış, İz-mir’deki askerî ve sivil bandolar açılışlardamarşlar çalmıştı. Hanımların derslikleriiçin açılış töreni 15.00’de, erkeklerin derslikaçılış töreni saat 19.00’da yapılmıştır. İlkgünde tüm okul binalarıyla beraber Sa-lepçioğlu ve İkiçeşmelik camileri, Sakarya,Gençler Birliği ve Karantina spor kulüpleri,Asansör, Mumcu ve Damlacık kahveha-

neleri, Eski Salı Tekkesi, askeri gazinolarda dâhil olmak üzere 50 adet Millet Mek-tebi dersliği açılarak öğretime resmenbaşlanmıştır.

Böylesine güzel bir günde açılışlarda birburukluk da yaşanmıştır. Çünkü kanununçıktığı gün (1 Kasım 1928) Milli Eğitim Ba-kanlığı’nda Mustafa Necati Bey bulunu-yordu. Kendisi İzmir’de doğmuş, hukukeğitimini tamamladıktan sonra gazetecilik,mebusluk, bakanlık yapmıştır. Yeni Türkharflerinin kabulü ve özellikle halka yeniharflerin öğretilmesi için planlanan MilletMekteplerinin açılması için geceli, gündüzlüçok çalışmış, kendi sağlığına dikkat etme-mişti. Bu değerli İzmirli Milli Eğitim Bakanıçalışmalarının sonucunu göremeden, tamMillet Mekteplerinin açıldığı 1 Ocak 1929günü apandisitinin patlaması sonucu 35yaşında rahmetli olmuştu.

Milli Eğitim Bakanlığı’ndan, İzmir Milli Eği-tim Müdürlüğüne öğrencilere ücretsiz ola-rak dağıtılması için 60.000 alfabe, 50.000okuma kitabı gönderilmiştir. Şehirde açılanmekteplerin sayısı yeterli olmayınca acilen5 Ocak 1929 günü Balçova’da bayanlarve erkekler için 2, Karşıyaka Ankara mek-tebinde 1, Turan köyünde 1 Millet Mektebidersliği daha açılmıştı. Köylerde ders ve-recek 50 gezici öğretmen de Milli EğitimMüdürlüğü tarafından Dikili, Kemalpaşa,Foça ve Menemen gibi çevre kazalaragönderilmişti.

Uyarı yazılarıBu devrim hareketi sırasında İzmir basınıgörevini en iyi şekilde yapmıştır. HamdiNüzhet imzalı bir yazıda, “Yeni harflerlegönderilen mektuplarda imlâ hatasınınçok olduğu, bu dikkatsizliğe son verilmesigerektiği” ifade edilirken diğer bir yazıdaMehmet Şevki, “Amaç güzel okunaklı, kısayazmak ve kaidelere uymaktır. Muamelelikâğıtların bazılarındaki, el yazılarını okumakadeta imkânsız, zira yeni harflere gözleryeni alışıyor. Böyle rastgele kalem yürütürsekpek faydalı olmayız… Dikkatli, okunaklıyazınız” demekteydi. Ahenk gazetesi yazarı

26

Millet Mektepleri’ne gelir elde etmek için Sarıkışla’nın yanındaki alanda devegüreşleri düzenleniyordu.

İzmir’de yaşayan gayri Müslimler yüz-yıllardır bu harfleri firma levhalarındave zarflarında kullanmaktaydı.

A. Kami imzasıyla hazırlanan bir yazıda da,“Halk şu kış gecelerinde evindeki istirahatınıbırakarak millet mektebine koştuğu haldebazı yerlerde öğretmen gelmedi gibi ce-vaplarla karşılaşmaktadır. Herkesin okumakistediği şu zamanda gösterilecek herhangibir problem, çok fena tesir yapacaktır. Bu-nun için biraz ciddiyet gösterilmesini te-menni ederiz” denilerek idarecilerin dikkatiçekilmekteydi.

Denetimlerİzmir Millet Mektepleri Heyeti Başkanı olanVali Kâzım Paşa, güncel olayları basındantakip ediyordu. Gazetelerdeki uyarı yazı-larından sonra ilk teftişlerine başlamıştır.2. Karantina spor kulübündeki mektebigezmiş, kulüp başkanı Reşat Bey’den izahatalarak bazı noksanları kendi parasıyla ta-mamlamayı vaat etmişti. Bundan sonraMillet Mektepleri Heyeti toplanarak şehir,4 teftiş bölgesine ayrılmıştır. Buna göre 1.Bölge olan Üçkuyular’dan Duatepe ve Ka-rataş’a kadar olan mektepleri Vali KâzımPaşa ve Muhasebe Müdürü Tahsin Bey de-

netleyecekti. 2. Bölge’de Belediye BaşkanıHulusi Bey, Jandarma Komutanı Nihat, Ba-yındırlık Başmühendisi Emin İsmet Beylergörev yapacaktı. İsmet Paşa Mahallesi’ndenAlsancak’a kadar ki 3. Bölge’de CHP mute-medi Salih ve Polis Müdürü Ömer Beylergörev alırken, Milli Eğitim Müdürü NailiBey de Değirmendağı, Eşrefpaşa, İkiçeş-

melik, Mumcu kahvesi ve İzmirspor kulü-bündeki mektepleri teftiş edecekti. 4. Bölgeolan Karşıyaka mektepleri de CumhuriyetSavcısı Hasan Safiyettin, Defterdar Kemalve Sağlık Müdürü Lütfü Beyler tarafındandenetlenecekti. İlk teftişler sırasında gecederslerinde gerekli aydınlatma için gazlambalarının yetersiz olduğu, camları kırıksınıflar, ısınmak için kullanılan mangal kö-mürünün bulunmayışı, dersler için gereklikitap, kırtasiye ve diğer malzemelerin ye-tersiz olduğu gibi önemli eksiklikler görüldü.Millet Mektepleri İdare Heyeti dersliklererağbetin çok olması karşısında yeterli öğ-retmen olmayışından dolayı münevvergençlerden istifade edilmesine ve yenimasraflar için Belediyeden 500 lira isten-mesine karar verirken, ek gelir elde etmekiçin de; “Millet Mektepleri yararına devegüreşleri yapılacaktır” diye gazetelere ilanvermişti. Heyet çalışmalarını kolaylaştırmakiçin talimatnamenin 47. maddesi gereğince20’den fazla personeli olan kuruluşlardave cezaevinde dershane açılmasını PolisMüdürlüğü yardımıyla sağlamıştı.

1928-1929 döneminde halkın Millet Mek-tepleri’ne gösterdiği yoğun ilgi, içerde vedışarıda aydın bir toplum oluşturma ama-cına ulaşılacağının en büyük göstergesiolarak kabul ediliyordu. Bu konuda iyimserolan Yusuf Ziya Bey, Millet Mektepleri’ninyayın organı Halk Dergisi’nde yayımlananyazısında, “Okumak bazı insanların sandığıgibi, alfabeyi öğrenip yazıyı sökmek, ga-zeteyi hecelemek değildir. Okumak daimiolmalı, ardı arkası kesilmemelidir. Nasılgünde üç öğün yemek yiyorsak, hiç olmazsabir öğün de okumalıyız. Okumuş diye hergün okuyana her gün bilgisini arttıranaderler” diyordu.

Fakat Türkiye genelinde dershaneye devameden öğrenci sayısı 1928-1929 döneminde2.305.466 iken 1929-1930 döneminde %50bir düşüş olmuştur. 1930’dan sonra iseMillet Mektepleri’ne ilginin oldukça azaldığı

27

İzmir Vilayetinde Açılan Millet Mekteplerinin Toplam Sayıları

YıllarÖğretici

ToplamÖğrenen

ToplamDerslik

Toplam MasrafTutarı TL.K E K E K E

1928-1929 157 545 702 14.824 34.342 49.166 302 681 983 55.562

1929-1930 103 353 456 7.578 16.847 24.425 176 371 547 28.625

görüldü. Özellikle Mardin, Maraş, Siirt veHakkâri gibi bazı şehirlerde yoğun ilgi göz-lenmediği gibi, kadınlar bu olanaktan Ba-tı’daki şehirlerde olduğu kadar faydalana-madı ya da geleneksel yapı buna engeloldu. Bu programın uygulanmasında gö-rülen aksaklıkların giderilmesi için ‘TeftişHeyetinin Umumi Raporu’ adı altında 1928-1930 yıllarına ait 12 maddelik bir muhtıra,Milli Eğitim Bakanlığı’na verilmiştir.

Millet Mektepleri’ne devam etmeyenlerhakkında hükümet emirlerine uyulmasıkonusunda takibata başlanıldı. Akşamlarıyapılan yoklamada bulunmayanların isim-leri, polis merkezlerine gönderilmekteydi.Millet Mektepleri’ne devam etmeyerekders alanlar da Millet Mektepleri’nin sınavınagirerek belge almak zorundaydılar. Aksitakdirde kamu kurumlarında ve 20 işçidenfazla kişi çalıştırılan işletmelerde görev al-maları mümkün olmuyordu.

Heyecan ile yeni Türk harflerinin öğrenildiğidönemde maalesef sahte diplomalara darastlanmıştır. İzmir Milli Eğitim Müdürü’nünodacısı Şaban Efendi, müdürlüğün müh-rünü çalmış, odacılıktan ayrılarak bir kah-vehane açmış, oradaki müşterilere kardeşiİsmail ile birlikte 3 liradan 5 liraya kadarMillet Mektebi diploması satmaya başla-yınca yakalanmış ve ceza almıştı.

1928-1929 döneminde halkın Millet Mek-tepleri’ne gösterdiği yoğun ilgi içeride vedışarıda aydın bir toplum oluşturma ama-cına ulaşılacağının en büyük göstergesiolarak kabul edildi. Ancak bu yoğun ilgibir sonraki dönemden itibaren düşmeyebaşladı. Kuruluş yılında yani 1928-1929döneminde Türkiye genelinde 20.489 olandershane sayısı son olan 1935-1936 dö-neminde 2.274’e düştü. Öğrenci sayısı da

1.045.500 kişi iken, 59.206’ya kadar indi.1930’dan sonra ise Millet Mektepleri’ne il-ginin oldukça azaldığı görüldü. Düşüşünnedenleri arasında 1929’da yaşanan dünyaekonomik krizinin yaratığı olumsuz maddiortamın etkisi çok olmuştu. Bu durum,Mustafa Kemal’in gerçekleştirdiği toplumuyeniden yapılandıran radikal devrimlerdenolan ‘Yeni Türk Harfleri’ne muhalif olanlarınhalkı iktidar aleyhine kışkırtmaya başla-masına fırsat vermişse de Harf Devrimi’nintoplumda tutunması sağlanarak önemlibir işlev yerine getirilmiştir.

Anılar Millet Mektepleri günlerini yaşamış olanbazı kimselerle 1978 yılında yaptığım vekoleksiyonumda bulunan röportajlardanbir kısmını birer anı olması nedeniyle aşa-ğıya alıyorum.

İzmir Gümrüğü’nde serbest komisyoncuolarak çalışan 1910 Selanik doğumlu KemalSönmezdağ: “Salepçioğlu kütüphanesindeders verdim. Oradaki öğretmenler, ‘Gel,Fransızca biliyorsun, bize yardım et’ dedilerve gittim. Yaşlılar, gençlerden 40-45 kişivardı. Valinin teftişi sırasında ben de ora-daydım. Öğrencilere birkaç soru sorduktansonra gitti. Gördüklerimden biri de GümrükMüdürü, büyük depoların uygun bir yerinidershaneye çevirdi ve burada personelinegruplar halinde dersler aldırttı. Mesai saa-tinden sonra Hisar önünde Çavuş’un kah-vehanesinde şehirdeki bütün lise, ortaokulöğretmenleri valinin başkanlığında toplanıpöğretim sohbetleri yaparlardı. Her akşam-üstü aynı yerde Kız Lisesi Müdürü ve ede-biyat öğretmeni Süleyman Bey, Vasıf Çınar’ınkardeşi gazeteci Mehmet Esat, eczacı FeritEczacıbaşı, eczacı ve kolonyacı Kemal Aktaş,Tilkilik Eczanesi sahibi Faik Enver, Dr. Behçet

28

Şeref Akdik Millet Mektebi 1930.

Yeni Türk harfleri her ortamda öğretilmekteydi.

Uz gibi İzmir’in tanınmış kişilerinin bulun-duğu 30-40 kişilik grup toplanır, eğitimmeseleleri görüşülürdü.”

Orman Baş Müdürlüğü’nde memur olan1917 Kavala doğumlu Abdülkadir Zırhlı:“Yeni harfler kabul edildiğinde ilkokul sonsınıftaydım. Öğretmenimiz Niyazi Bey bun-dan sonra yeni harflerle öğretim olacak,diplomayı almanız için yeni harfleri öğ-renmeniz gerekiyor dedi. Memnuniyetlekarşıladık. Çünkü Arap harflerini öğrenin-ceye kadar çok dayak yemiştik. Üstelikmolla olan babam da, ‘Oğlum bak, bu harf-ler daha kolay, öğreneceksin. Atatürk bunlarıçıkarttı’ demişti. Kısa bir süre sonra İkiçeş-melik İlkokulu’nda ders veren hocam NiyaziBey’in yanında derslere girdim. 25-30 kişiliksınıfta ders verdim. Öğrencilerimin ekseriyetidoğudan İzmir’e çalışmaya gelmiş olanpalabıyıklı kişilerdi. Bunlardan 2-3 tanesiMezarlıkbaşı’nda hamallık yapıyordu. (A)kursunda bu adam okuma yazma öğrendidedim mi Niyazi Bey diploma veriyordu.Artık memleketlerine mektup yazmaya

başlamışlardı. 15 günde okuma-yazma öğ-renenlerin sayısı çoktu.”

Orman Başmüdürlüğü’nde memur olarakçalışan 1914 Demirci doğumlu Ekrem Ar-gun: “Demirci Belediyesinde memur olarakçalışıyordum. İptidai’deki öğretmenimizHalil (Tüzüner) Hoca, 30-40 kişilik Belediyememurlarını okulda topladı. Bize 15 gündeyeni harfleri öğretti. Bizleri çevre köylerinedağıttılar. Ben gerekli belgeleri yanımaalarak atımla Hoşçalar Köyü’ne gittim. Camiodasında 21 gün ders verdim. Bu esnadaher türlü ihtiyacım imece usulü ile köyhalkı tarafından karşılandı. Kursa küçükçocuklar ve yaşlılardan 13-14 kişi katıldı.Neticede okuma-yazma öğrendiklerinedair yanımdaki belgeleri dağıttım ve De-mirci’ye döndüm.”

Demiryolu emeklisi Uluborlu 1897 do-ğumlu İbrahim Demirağ: “Çamlık Tren İs-tasyonu’nda biletçiydim. Çamlık’ta imkân-larım ölçüsünde gazetelerden istifade ede-rek okuma-yazmayı kendi kendime öğ-rendim. Fakat İzmir’de şefimiz olan EminBey beni çağırttı, ‘Sen neredesin? Arka-daşların 10 gündür yeni harfleri öğrenmekiçin kurslara katılıyor’ dedi. Ben de yeniharfleri öğrendiğimi söyleyince hemenönündeki gazeteyi önüme sürdü ve birhaberi okumamı istedi. Okumaya başlayıncada, ‘Aferin güzel öğrenmişsin, İbrahim Nec-mi’yi (Yeni Harflerimizle Türkçe Dersleriyazarı) bile geçtin’ diye takılmıştı.”

Urla’da ticaret ve ziraatla uğraşan 1908Girit doğumlu Mustafa Uyal: “Eski Rumcabildiğim için bana çok kolay geldi. UrlaBelediyesinin tellalı birkaç defa dolaşıpyeni harflerin açılacak kurslarda öğretile-

ceğini duyurmuştu. Çoğunluğunu gençlerinteşkil ettiği 30-40 kişilik gruplar, İzmir’dengelen öğretmenin halkevinde başlattığıkurslara katıldı. Haftada, on günde birgruplar okuma-yazma öğrendiler mi birsınav verip, belge alıyorlardı.”

1907 Gümülcine doğumlu maliyeci HilmiCandanözlü: “Eski yazı zordu. Yeni harfleriöğrenmeye gazetelerden başladım. Rüş-tiyede Fransızca okuduğum için Latin harf-lerini tanıyordum, bu bakımdan yadırga-madım. Halit Bey İlkokulu’ndaki dershaneyekatıldım. Ders veren herhalde yüksek birmemurdu, öğretmen değildi. 15-20 kişilikbir sınıfta derslerimiz oluyordu. Bizim ders-haneye gündüzleri hanımlar da geliyordu.(A) kursunu bitirdikten sonra kâfi dedilerve bir belge verdiler.”

TRT’den emekli Tekin Özertem’in ‘Babam,Babaannemin Öğretmeniyken’ başlıklı anısı:“Babam Sabri Kemal Bey, Almanca bildiğiiçin Latin harfleri ile okuyup yazmayı bil-mekteydi. Süleymaniye Mahallesi, HakkıBey Sokağı’nın köşesindeki evlerine bitişikküçük dükkânda, arkadaşları ile kurduğuGençler Birliği Kulübü’nü Millet Mektebinedönüştürmüştü. Yeterlilik Kurulundan MilletMektebi Öğretmeni unvanı ve belgesi al-dıktan sonra kulüp binası ile Duatepe veTınaztepe ilkokullarında açılan Millet Mek-teplerinde de öğretmen olarak görev yap-mıştır. Haftada üç gün, en az altı saat dersvermişti. Annesi Zühre Hanım da GençlerBirliği Millet Mektebi’nin ilk öğrencileri ara-sındadır. Babam çocukluğunda kendisineninni söyleyen annesine ve tüm öğrenci-lerine yeni bir ufuk açmak için ABC öğret-miştir. Okuma yazma bilenlerin katıldığıİzmir Gençler Birliği Millet Mektebi’nin ilkB Kursu 1 Ocak 1929 tarihinde başlayıp 28Şubat 1929 tarihinde sona ermişti.”

Kaynakça:- Umur Sönmezdağ; Elif-be’den Alfabe’ye tam 50 yıl,Yeni Asır Gazetesi, 1978, İzmir.

- Yrd. Doç. Dr. Ayvaz Morkoç; Türk Harf İnkılabı İle MilletMektepleri Ve İzmir’deki Uygulamalar, Turkish Studies -International Periodical For The Languages, Teratureand History of Turkish or Turkic Volume 6/1 Winter 2011,p. 1543-1555, Turkey.

- Yrd. Doç. Dr. Saime Yüceer; Türkiye’nin AydınlanmaSürecinde Bir Kültür Devrimi Millet Mektepleri,ucmaz.home.uludag.edu.tr/PDF/ataturk/2002-1.

- Hasan Hüseyin Genç; 1929 İzmir’in Sosyo-Ekonomik veKültürel Yapısı, Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkelerive İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İzmir, 2010.

- Dr. Mustafa Albayrak; Millet Mekteplerinin Yapısı veÇalışmaları (1928 – 1935), Atatürk Araştırma MerkeziDergisi, Cilt; X, Sayı: 29, 1994.

- Mustafa Şahin, Bir Halk Eğitim Çalışması Örneği OlarakMillet Mektepleri, Çağdaş Türkiye Tarihi AraştırmalarıDergisi, Cilt: 1, Sayı: 2, 1992.

29

İzmirli eğitim devrimcisi dönemin MilliEğitim Bakanı Mustafa Necati Bey.

28 Ekim 1923 gecesi yemekte yaşananlarıMazhar Müfit (Kansu) şöyle anlatır:

“Bir gece evvel beraberdik. Mustafa NecatiBey, Vasıf (Çınar) Bey, Yunus Nadi Bey, MahmutEsat (Bozkurt) Bey ve sair arkadaşlar vardı.Mustafa Kemal Paşa gülerek, ‘Ey, çocuklar,yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz’ dedi. Vebana döndü:

‘Erzurum’dan beri ağzından çıkarmadığınCumhuriyet’in işte zamanı geldi. Yarın istediğinkadar Cumhuriyet diye açıkça artık bahse-debilirsin’ dedi. Tabidir ki hepimiz son derecememnun olduk.”

Mazhar Müfit Kansu’dan bu konuda başkabir anı ise:

“Eski Adalet Bakanı ve İzmir Milletvekili Mah-mut Esat (Bozkurt) Bey bir gün Mustafa Kemal’ebaşvuruyor:

‘Paşam, üniversitede devrim derslerinde okut-mak üzere tarafınızdan ‘Cumhuriyet’ sözleriniilk önce nerede, ne biçimde ve kimlerin ara-sında söylediğinizi öğrenmek istiyorum’ diyor.Gazi Mustafa Kemal Paşa kendisine şu karşılığıveriyor:

‘Bunu Mahzar Müfit’ten öğreniniz. O, günügününe bu olayları not etmiştir.’

…Bunun üzerine Mahmut Esat Bey bir mek-tupla bana başvurdu. Ben de yazıyla kendisineyanıt verdim. Bu mektupları yayımlamakla

30

Ahmet GÜREL Araştırmacı - Yazar

Bu yazımda; 23 Nisan1920 tarihinde Atatürktarafından Türk gençleri-ne emanet edilen ‘Cum-huriyet’ kelimesinin Ata-türk’ün ağzından ilk defane zaman çıktığını vesonradan İzmirli gençlertarafından nasıl korun-duğunu anlatacağım.

Atatürk, İzmirligençlereCumhuriyet’inasıl emanet etti

istediğim açıklamayı yapmış olacağım.

…Derslerinizle sevgili gençliğe ve büyük mil-letime çok büyük hizmetlerde bulunduğunuzaeminim. Başarı ve hizmetlerinizin devamınıkalpten diler, anılarımda aktardığım ve sun-duğum gibi hükümetin Cumhuriyet olacağı20 Temmuz 1919 günü Erzurum’da öğrenmişbulunduğumu bildirerek gözlerinden öperim.”

Hulusi Köymen’den Cumhuriyet konulu biranı şöyledir:

“Gazi, Mudanya yoluyla Bursa’ya gidiyordu.Kalabalık bir halk kitlesi tarafından etrafı sa-rılmıştı. Bir kadının, elinde bir kâğıtla Gazi’yeyaklaştığı görüldü. Zayıf bir kadındı. Gazi’ninyolunu keserek, titrek bir sesle:

‘Beni tanıdın mı oğul?’ dedi… Ben sizin Sela-nik’ten komşunuzdum. Bir oğlum var; DevletDemir Yolları’na girmek istiyor. Siz onu alsınlardediniz, fakat müdür dinlemedi. Oğlumu işealmamış. Ne olur bir kere de siz söyleyiniz.’

Gazi’nin çelik bakışlı gözleri samimiyetle par-ladı. Elleriyle geniş jestler yaparak ve yükseksesle:

‘Oğlunu almadılar mı?’ dedi. ‘Ben talimat ver-diğim halde mi almadılar? Ne kadar iyi olmuş.Çok iyi yapmışlar. İşte Cumhuriyet böyle an-laşılacak.’

Kadın kalabalığın içinde kaybolmuştu. VeGazi kendinden geçercesine dolu bir sesle:

‘İşte Cumhuriyet’ten beklediğim sonuç’ diyordu.”

Cumhuriyet’in ilanından sonra Gazi MustafaKemal Paşa Latife Hanım’la beraber Kara-deniz’e bir geziye çıkmıştır. Bu geziyi Mu-zaffer Kılıç’tan dinleyelim:

“Bu gezide kendisine eşlik edenler arasınday-dım. Rize’ye geldik. Yolların düzgünlüğü dik-katini çekmişti. Vali’ye sordu:

‘Yolları nasıl bu hale getirdiniz?’ Vali de anlattı.Bütün yakın köylüleri jandarmalarla toplat-tırmış ve yol onarımında çalıştırmış. Gazi’ninkaşları çatıldı. Oldukça sert bir dille:

‘Vali Bey, ‘corvee’ nedir bilir misin? Öyleyse

ben size söyleyeyim, Angarya demektir. Veşunu da bilmeniz lazım ki, kanunsuz hiçbirvatandaşı işten alıkoyamaz, onu çalışmayazorlayamazsınız. Cumhuriyet’te angaryayoktur.’”

04 Şubat 1924 günü, Akşam gazetesindenNecmettin Sadık (Sadak) Bey, Gazi MustafaKemal Paşa’yla bir röportaj yapmak üzereİzmir’e gitmiştir. Sadak, Uşakizade Köşkü’ndegerçekleşen görüşmeyi şöyle anlatır:

“Gazi’yle bir defa üç, bir defa da dokuz saatgörüştük. Ben ömrümde böyle adam görme-dim ve iddia ederim ki hiçbir memleketteböyle bir adam yoktur. Kendisine sorduğumsorulardan biri şudur:

‘Mademki bu meclis Cumhuriyet’i ilan etmeyekendisini yetkili gördü. O halde bir başkameclis de başka bir oylamayla meşrutiyetilan ederse ne yaparız?’

‘Olabilir. Fakat hepsini sopa ile kovalarız’dedi.”

30 Ağustos 1924 tarihinde Gazi çok güven-diği gençlere Dumlupınar’da şöyle hitapeder:

“Gençler! Cesaretimizi kuvvetlendiren ve devamettiren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz terbiyeve irfan ile insanlık meziyetinin, vatan sevgi-sinin, fikir hürriyetinin en kıymetli örneği ola-caksınız. Ey yükselen yeni nesil! Gelecek sizindir.Cumhuriyet’i biz kurduk; onu yükseltecek vedevam ettirecek sizsiniz.”

1927 yılında Gençliğe Hitabesinde, gençliğeyine görev verir:

“Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk İstiklalini,Türk Cumhuriyeti’ni ilelebet muhafaza ve mü-dafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalininyegâne temeli budur. Bu temel senin en kıy-metli hazinendir…”

‘Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar’adlı kitabımdan alıntı yaparak yazdığım buyazımı “İşte Atatürk’ün istediği gençler bu”diyerek bitiriyorum ve onlarla gururlanıyo-rum…

31

İ nsanlar var oldukça hastalıklar da varoldu. Onlara çare bulmak için de tıpve doktorlar… 8 bin 500 yılı aşan kültür

tarihi boyunca İzmir ve çevresi insanlarınyoğun yaşadıkları bir bölge oldu. Hal böyleolunca hastalıklar ve onlara şifa arayan tıpve sağlıkçılar da insanların yanından ayrıl-madı doğal olarak.

Antik çağın en önemli Asklepionlarından(hastane-tıp okulu) biri İzmir’de, şimdikiVaryant’ın bulunduğu Damlacık semtindebulunuyordu. Hipokrat’tan sonra dünyanınen önemli hekimi sayılan Bergamalı Galende tıp eğitimini burada almıştı. İzmir herdönemde gezginler, tüccarlar, askerler, si-yasetçiler ve meraklılar tarafından çeşitlinedenlerle ziyaret ediliyordu. Hem İzmir’egelenlerin hem de İzmirlilerin başka böl-gelere yapmış oldukları seyahatler, salgınhastalıkların İzmir’e taşınmasına sebep ol-muştu. Bunu önlemek için hastaneler, ha-mamlar ve karantina binaları inşa edilmişti.Üç bin yıl önce Truva Savaşı’nda yaralananaskerlerin tedavi edildiği Agamemnon(Balçova) Kaplıcaları, Tepecik semtindekiUyuz Hamamı olarak adlandırılan Tebhir-hane (Buğuevi), çeşitli hastaneler, Urla Ta-haffuzhanesi ve Karantina hala tıp tarihininizlerini taşıyor.

Hastalar, hastalıklar ve doktorlarTarihin her döneminde hastalıklar, kazalarve yaralanmalar oldu. İnsanlar tedavi olmak,kötü ruhları bedenden uzaklaştırmak veşifa bulmak için hep birilerinden yardımbeklediler. Zaman zaman bir büyücüdenmedet umdular, bazen de bir tanrıya sı-ğındılar. Bir dönem rahip-doktorlar tanrılarınelçiliğini üstlendiler.

Hipokrat sahnede Hipokrat'ın doğduğu ada olan ve antikçağın en önemli üç sağlık merkezindenbirinin bulunduğu Kos yani İstanköy Adasıhemen Bodrum'un karşısındadır. En önemlirakibi, yine hemen karşısında bulunanKnidos’tur. Tıp dünyasının adeta Kabe'siolan bu ada, sağlıkçıların gitmek için canattıkları çok önemli bir çekim merkezi ol-

muştur. Sempozyumlar başta olmak üzere,sağlıkçıların pek çok toplantısına ev sa-hipliği yapan adada ciddi bir turistik po-tansiyel oluşmuştur.

Asklepios Asklepios Yunan mitolojisinde tıbbın vesağlığın tanrısıdır. Tanrı Apollon ve Korinisinoğludur. Asklepios'un kızı sağlık ve temizliktanrıçası Hygeia'dır. Günümüzde çok kul-landığımız ‘hijyen’ sözcüğünün etimolojikkökeni ve anlamını oluşturmaktadır. Ask-lepios'un ölümünden sonra önce kızı Hygeiagörevi devraldı, sonra da oğulları Asklepi-atlar bir lonca düzeni içinde hekimlik mes-leğini asklepionlarda veya gezgin hekimolarak sürdürdüler.

AsklepionlarAntik Yunan ve Roma Dönemi’nde enönemli ve organize sağaltım merkezleri

asklepeionlardı. Bu sağlık kompleksleriaynı zamanda tıp okulları idi. Kapısında"Buraya Ölüm Giremez" yazan asklepe-ionlar, antik tıbbının en önemli yapılarıdır.Zamanında Anadolu'nun batısında, Egeadalarında ve Yunanistan'da iki yüzdençok asklepion bulunduğu tahmin ediliyor.O zamanlar asklepion kurabilmek için Epi-dauros'taki ana asklepiondan izin almakgerekliydi ve Pergamon'da bu başarılmıştır.Epidauros ve Kos’tan sonra en önemliüçüncü asklepion Pergamon'dakidir. Ancakbunlardan da önce bir Knidos (Datça) Ask-lepionu var ki, adı dillere destandır. Hattaburada tedavi yapan ve eğitim veren Ana-harsis'in, Hipokrat'ın hocası olduğu söylenir.

Aristides: Konuşmacı, seyyah ve hastalık hastasıAsklepionlar hakkındaki bilgimizin çoğunuzengin bir ailenin çocuğu olan hatip ve

32

Serdar ÇELENK

Sağlık şehri İzmir

Sağlık Tanrısı Asklepios.

seyyah Aristides'e borçluyuz. Mısır gezisisırasında hastalanan bu seyyah, tekrarSmyrna'ya döndükten sonra tedavi olmakiçin Bergama Asklepionu'na başvurdu.Uzun yıllar burada kalan Aristides, aslındabir hastalık hastasıydı. Daha sonra pekçok asklepionu tedavi olmak amacı ile zi-yaret etti ve burada gördüklerini kalemealdı. İşte bu sağlık merkezleri hakkındakibilgiler, tedavi yöntemleri ve uygulamalarıbize Aristides tarafından aktarılmıştır.

Bergama AsklepionuDönemin en ünlü sağlık merkezlerindenolan Bergama Asklepionu 1 kilometreuzunluğunda sütunlu bir cadde ve Ro-malıların ViaTecta (Pazar Yolu) ismini verdiğibir tören yolu ile Bergama'ya bağlanmıştır.Pausanias'a göre burada M.Ö. 4’üncü yüz-yılda hekimlik tanrısı Asklepios'a adanankutsal suyun bulunduğu alanda bir tapınakyapılmıştı. Helenistik dönemde alanı çev-releyen sütunlu galeriler ve çeşitli yapılarlagenişletilmiştir. Ancak M.S. 2’inci yüzyıldaburadaki yapılar yenilenmiş, onarılmış vebu yapılara ayrıca tiyatro ile bir kütüphanede eklenmiştir. Antik Çağ tarihçileri, ask-lepius sağlık kültünün M.Ö. 5’inci yüzyılınortalarında Bergama'lı Aristakhminos'unoğlu Arkhias tarafından buraya getirildiğiniileri sürmüştür. Söylentiye göre Arkhias,Pindasos Dağı'nda (Madra Dağı) avlanırkendüşerek ayağını kırmıştır. Epidavros'a gi-derek tedavi olan Arkhias, bu tedavi mer-kezini kurarak Bergamalıların hizmetinesunmuştur. Nitekim hekim Galinos, Ask-lepion'un Mysia Dağları'nın eteklerindetemiz havası ve tertemiz suyu olan biryerde kurulduğunu yazmıştır. Aristediesise, “Oradaki hastalar kurtarıcı tanrınınsesini huzur içinde duyarlar" demiştir.

Ünlü doktorlar Anadolu’danM.Ö. 335'te Kalkedonya-Chalcedon / Ka-dıköy'de doğan Herophilos, antik çağın enönemli anatomi bilginlerinden biridir. Pto-lemaios'un kendisine gönderdiği suçlularüzerinde deneyler yapmış ve anatomi bi-liminin ilk kavramlarını geliştirmiştir. Ana-tomi bilimi açısından ilk otopsiyi yapanbilim adamı olarak kabul edilmektedir.Kendi adı ile anılan ve Herophilos Cenderesiadı verilen art kafa kemiğinin arka yüzün-

deki kavşak noktasını bulmuştur. Gözünbölümlerini, karaciğeri, dölyatağı borularınıtanımlamıştır. On iki parmak bağırsağına,dil kemiğine ve akciğer toplardamarlarınailk ad veren odur. Nabzın kalp atışlarıylaeşzamanlı olduğunu da ilk o açıklamıştır.

Anadolu'da yaşamış rakibi Erasistratos(Teos/Sığacık) ile birlikte anatomi bilimininkurucusu olarak kabul edilir. Erasistratos'unhocası da Knidos'lu (Datça) bir hekim olanKyrysippos'tur.

Kapadokyalı AretaeusTıpta günümüzde kullanılan diagnostik yön-temin babasıdır. Kapadokya'da M.Ö. 1’inciyüzyılda doğan Areteus, şeker hastalığını,yüz felci olarak bilinen trigeminal nevralji,migrenle astımı ilk teşhis eden, tanımlayanve bugün de kullanılan isimlerini verenAnadolulu bir hekimdir. Kapadokya dışındaRoma ve İskenderiye'de çalışmıştır.

Bergamalı GalenTıp tarihi açısından Anadolu'nun en önemlihekimi Galen'dir. Ünlü bir asklepios tapı-nağının bulunduğu Batı Anadolu'daki Ber-gama'da dünyaya gelen Galen, genç yaştafelsefe ve hatiplik konusunda eğitim aldı.Babası Nikon'un gördüğü bir rüya ve isteğiüzerine İzmir'e giderek oradaki Asklepion'datıp eğitimi aldı. Daha sonra İskenderiye'yegeçti ve burada anatomiyle ilgilendi.

Buradaki çalışmalarından sonra 28 yaşın-dayken çok iyi bir doktor olarak Bergama'yadöndü, gladyatörlerin tedavi edilmesiylegörevlendirildi. Gladyatörleri tedavi ederkeninsan vücudunu daha yakından tanımaolanağı buldu. Hekimlikteki başarılarındandolayı Roma'ya davet edildi ve İmparator’unaile doktoru oldu. Galen, tedavi çalışmala-rının yanı sıra anatomi, fizyoloji, farmakolojibilimleri ve felsefeyle de ilgilendi. Zamanıntıp bilimine tamamıyla hâkim olan Galen,bu bilim dalını orijinal ilkelere göre yenidendüzenledi. Geliştirdiği araştırma yöntemleriününe ün katmasına, eczacılığın ve sporhekimliğinin babası olarak kabul edilme-sine sebep oldu. Eczacılıkta halen kullanılan‘galenik reçete’ tabiri onun eseridir. Galenos,damarların hava değil sıvı taşıdığını, kas-ların tek tek değil takım hâlinde görevyaptığını, göğüs kaslarının solunumdakirolünü, kalp atışları ile nabız arasındakiilişkiyi açıklamış, omuriliği zedelenen bircanlının felç olduğunu saptamış, sinir sis-teminin önemini ortaya koymuş, sindirimve boşaltım sistemlerini incelemiştir. Ga-lenos'un tedavide üç temel öğeyi prensipedindiğini anlıyoruz: Perhiz, sıcak ve soğukbanyo ile beden hareketleri...

33

Asklepios’un kızı Hygea.

Agamemnon Kaplıcaları (Balçova)

Adanalı Dioskorides (Skoridos)Panadius Dioskorides (M.S. 20-79) Romaİmparatorluğu'nun Kilikya eyaletinde, bugün Adana'nın Kozan ilçesinin güneyindebulunan Anavarza şehrinde doğmuştur.Yunan asıllı Romalı bir hekimdir. İsken-deriye ve Atina'da tıp eğitimi aldıktansonra Neron ve Vespasiyen ordularındahekim olarak görev almıştır. Bu görevlerisırasında başta Anadolu olmak üzere bü-tün Doğu illerini gezmiştir. Bu sırada do-ğadaki bitkileri inceleyerek ilaçlar hazır-lamıştır. Tıbbi bitkilerle ilgili Yunanca ka-leme aldığı kitabının adı ‘Peri Hyles İatri-kes'dir. İlerleyen yüzyıllarda Arapçaya ‘Ki-tab-al Haşayiş", Latinceye ise ‘Materia deMedica’ ismiyle çevrilen bu kitap, 1500yıl boyunca tedavi kitaplarının ana kaynağıolarak kullanılmıştır.

Efesli RufusRufus, Efes'de doğmuş ve tıp eğitimini bu-rada almıştır. İskenderiye'de de eğitim alanRufus'un yaşamının bir döneminde Roma'dabulunduğu düşünülmektedir. Galen'densonra Roma İmparatorluğu’nda en önemliYunan hekim ve anatomisttir. Yazılarındananlaşıldığına göre Rufus, hem pratik uy-gulama yapan bir hekim hem de bir hocadır.Maymunlar ve domuzlar üzerinde anatomikçalışmalar yapan Rufus'un en kayda değergözlemi; nabız ve kalp atımı-sistol arasındakibağıntıyı ortaya koymasıdır. Nabız üzerinekısa kitapçığı önemlidir, çünkü nabzın güzelbir tarifini içermekte ve kalp atımı ile nabızbağıntısını saptamaktadır. Optik kiazmayıilk kez tanımlamış, gözün geliştirilmiş biraçıklamasını (lensten söz etmiştir) yapmış,hijyen konusunda önerilerde bulunmuştur.

Efesli jinekolog SoranusMenander ve Phoebenin oğlu olarak M.S.98’de Efes'te doğmuş, eğitimini tamamla-dıktan sonra Alexandria, Roma ve Efes'teçalışmıştır. (Trajanus-Hadrianus Dönemi)O dönemlerde yaygın olan bir cilt hastalığıyüzünden M.S. 138'de öldüğü sanılmaktadır.Hayatı ile ilgili fazla bir şey bilmesek de,yazdığı 4 ciltlik kitaplarından birçoğu gü-nümüze kadar gelmiştir. "Methodic School"öğretisinin en ünlü temsilcisidir. "Ebelikve Kadın Hastalıkları" kitabında doğumkontrolü ve doğum teknikleri ile ters do-ğum; M.S. 2’nci yüzyılda yazıldığı halde15. yüzyılda daha yeni yeni uygulanmayabaşlanmıştı. Raşitizm hastalığının belirtilerinianlatmış, sinir bozukları ile ilgili önerilerdebulunmuştur. Bu öneriler günümüzde psi-koterapide kullanılmaktadır. Şimdiye dekbulunmuş en eski yazıt olan Eber (M.Ö.1550-1500) yazıtlarından anlaşıldığı üzere,

34

Savaşta yaralanan askere tedavi.

Bergama Asklepionu girişindekiyılanlı sütun.

Galen-Bergama

doğum kontrolü ve kürtaj ilk kez Mısır'datatbik edilmiştir. Kadınlara özel reçetelerile hamileliğini bitirmek isteyen (düşük)ya da hamile kalmak istemeyenlere bitkiselreçeteler hazırlanırdı. Önerilen doğumkontrolleri işe yaramadığı zamanda da, ka-dın kendi bedeni üzerinde hakimiyet sahibiise kürtaj/düşük kaçınılmazdı. Köleler sadecesahibinin izniyle kürtaj olabilirlerdi. Doğumsırasında komplikasyon sonucu hem annehem de bebek tehlikeye girebiliyordu. Bü-tün bunların cevabını arayan Soranus as-lında kürtaja karşıydı. Efes'te kürtaj yasalolmasına rağmen sadece hayat kadınlarınınhamile kalması halinde veya annenin hayatıtehlikedeyse kürtaja yanaşıyordu.

Selçuklular ve Osmanlılarda tıpBugün hastane olarak adlandırılan sağlıkmerkezlerine, Selçuklu ve Osmanlılardagünümüzdekinin aksine şifahane adı veri-liyordu. Yani hasta, hastalık kelimeleri kul-lanılmadan doğrudan sağlığa ve şifayaçağrışım yapılıyordu. Din, dil, ırk ayırımıyapılmaksızın ücretsiz olarak hizmet verilenbu yerlerde daha çok kimsesiz, sokakta

kalmış ya da kalma ihtimali olan insanlarahizmet edilirdi. Bu sebeple büyük geçişyolları üzerine kurulan şifahanelere vakfi-yeler kanalıyla parasal kaynak sağlanırdı.Akıl hastalarına musikiyle tedavi uygulayanSelçuklu ve Osmanlı dönemlerinde, Avru-pa'nın bundan çok uzak olduğunu biliyoruz.

Bugün eczacıların kullandığı tıp ilmini ifadeeden yılanlı simge, Selçuklu dönemindeşifahane simgesi olarak kullanılmıştır. ManisaHafsa Sultan Külliyesi içerisinde bulunanşifahane, Kanuni Sultan Süleyman'ın annesitarafından yaptırılmıştır. Haseki Darüşşifasıkülliye halindedir. Süleymaniye Darüşşifası,Osmanlı İmparatorluğu Dönemi’nde sağlıkmerkezi idi. Topkapı Sarayı içerisinde haremkısmında bulunan şifahane, Mimar Sinan'ayaptırılan Atik Valide Sultan Şifahanesi vedaha pek çok şifahane Osmanlı Dönemi’ndeon binlerce hastayı tedavi etti.

Müzikle tedaviGerek iç hastalıklar, gerekse ruhsal hasta-lıkların tedavisinde müzikten yararlanılmasıoldukça eski bir uygulamadır. 1154’teŞam'da, Selçuklu Türk Atabeyi NureddinZengî tarafından tesis edilen bir hastanedemüzikle tedavi yönteminin kullanıldığınıbiliyoruz.

İzmir, insanların huzur bulduğu bir kent…Tarih boyunca sağlık kenti olarak bilinenİzmir’in bu yönünü öne çıkartamadık maa-lesef. Sağlıklı ve lezzetli yemekleri, tertemizhavası, şifalı suları, muhteşem iklimi, doğasıve kültür varlıkları ile İzmir bir sağlık kentiolmayı fazlasıyla hak ediyor. Sizce?

35

Bergamalı ünlü hekim Galen.

Hernes

2. Bayezid Külliyesi Salk Müzesi Edirne.

Büyük olasılıkla 1960’lı yıllar… İzmir’inKonak Alanı. Alan bugünkü görün-tüsünde değil. İskele daha geride,

Belediye Sarayı, Merkez Bankası, yanındakiSümerbank henüz yok. Yani bu beton yı-ğınları henüz cânım İzmir’in Körfez’denbakılınca albeniyle bizi sarıp sarmaladığıgörüntüsünü bozmamış. Ya da İzmir’denbakış açısıyla Körfez’in görüntüsü yara al-mamış! Kemeraltı’nın ağzından Devlet Has-tanesi’ne doğru SSK Blokları denilen ucubebeton yığını da öyle kalas gibi yatmıyor,çünkü bu bloklar da yok!

O yıllar işte. Anlatıyor Dr. İhsan Ünlüer:

“…Doğduğum İzmir kentindeyim. KonakAlanı’ndaki Milli Kütüphane’nin önündengeçerken genç bir yaşlı adam çarptı gözüme.Aydınlık yüzü, upuzun boyu, bembeyaz saçlarıve elinde kitapla dolu iki filesi vardı. Bakışlarımistem dışı takılmıştı bu genç yaşlıya. Bir yerdenanımsıyordum sanki onu. O da dikkâtle ba-kıyordu. Birdenbire basbariton bir sesle bağırdıadam:

- Merhaba!

- Afedersiniz, siz Halikarnas Balıkçısı mısınız?

- Ya ne sandın ya?

- İzlanda Balıkçısı sandım.

Güldü ve ekledi:

- Nükteli bir adama benziyorsun sen.”

*

1970’li yıllar. Üniversite yıllarım. Cumhuriyetgazetesini her gün alıp okuyorum. Gaze-tenin birinci sayfasına göz atar atmaz arkasayfalarda hemen bulup okuduğum yazarDr. İhsan Ünlüer. Yanlış anımsamıyorsamhaftanın iki günü yazısı yayımlanıyor. TıpHekimi olduğunu biliyorum ama bu yanıbeni ilgilendirmiyor. Köşesinin adı: “OkuOku Budur Sonu!” Günceli mizahla karıştıranmüthiş kıvrak bir kalem. Üstüne üstlükçizimi de var, yazılarına yine kendi elindençıkma karikatürleri de şıpın işi konduru-veriyor. Gerçekten keyif alıyorum yazılarınıokurken. Eskilerin deyişiyle müptelâsıyım.1990 yılının 4 Nisan’ında yaşama gözlerinikapattığını gazete haberi olarak okudu-ğumda; Dr. İhsan Ünlüer için çok üzülü-yorum. Onu özleyeceğimi iyi biliyorum.İçinde bulunduğumuz, kaostan kaosa sü-rüklendiğimiz yaşamakta olduğumuz or-tamın mizahi değerlendirmesini onun ka-leminden artık okuyamayacağıma daayrıca yanıyorum. Bu gerçekten bir boş-lukta kalma duygusu.

Yazılarını iki kitapta toplamış. Sevgi Aşkve Tutkularımız (1972),  Oku Oku BudurSonu (1978).

Ölümünün ardından; Kadın Doğum Uzmanıolmasının dışında operacı, yazar, mizahçı,çizer, radyo programcısı İzmirli hemşehrimizDr. İhsan Ünlüer’i de ne acıdır ki unuttu-ğumuz bir süreç başlıyor. Ara ara usumageliyor günlük tıkanıklıkların tanığı oldu-ğumda tıpkı Aziz Nesin gibi, sonra koşuş-turmacada kafamdan silinip yitiyor. Tâ ki20 Şubat 2005 tarihli Cumhuriyet gazete-sinde, onu anımsayıp hakkında bir sayfalıkgüzel bir yazı kaleme alan, kendisinin dehekim olduğunu düşündüğüm Zeynep Er-doğan’ın yazısıyla karşılaşıncaya değin.

O nedenle İzmir’in Topaltı Semtinde do-ğan, yazılarında sıklıkla gurur duyaraksöz ettiği babası ayakkabıcı İsmail Ustaile ev kadını Hediye Hanım’ın, son derecerenkli kişiliğe sahip oğlu Dr. İhsan Ün-lüer’i de KNK sayfalarına mutluluk vegururla taşıyorum, geleceğe bir iz kal-ması adına…

Mizaha nasıl başladığını şöyle anlatmış birröportajında Dr. İhsan Ünlüer:

“Tıpta ‘sıvak’ dediğimiz bir tabir vardır. Meselaşu ıhlamurun içine aspirini atarsınız... Bu,aspirinin sıvakı olur. Yâni ilâcı kamufle edenşey. Belirli bir konuyu anlatmak istiyorsunuz.Mizahı buna sıvak yapıyorsunuz. Ben de he-kimliği anlatmak istiyorum. Bunu mizahasıvadım. Mizah zaten tek başına olduğu za-man mizah değildir. Böyle başladım."

Yaptığım araştırmalar sonucu onunla ilgiliyayımlanmış yazılarda, tıp eğitimini seç-mesinin nedeni olarak yoksul bir kundu-racının oğlu olmasından hareketle, maddisıkıntı yaşatmayacak bir meslek vaat ede-ceği düşüncesinin yattığını okuyorum. An-cak önce eğitimi, ardından da icra ettiğimesleği sırasında içindeki mizah duygusuylaresim yapma ve şarkı söyleme tutkusunuasla ötelememesi kişiliğinin sağlam yanı.Resim ile karikatüre kendini o denli vermiştirki, tüm cerrahi resimlerini ve tıp konusun-daki karikatürlerini tam dört kez İstanbul’da,bir kez de Akşehir’de Nasrettin Hoca Festi-vali’nde, uluslararası düzeyde sergiler.

Yaşamını hekimlikten kazanıyor olsa dakarikatür ve mizah yazılarını ikinci bir uğraşolarak kararlılıkla sürdürmektedir. Bir günDoğan Nadi’den Cumhuriyet’e düzenli yaz-ma önerisi gelir. Ağırlıklı olarak tıp konularınımizah yoluyla ele alacaktır. Yazılarına başlar,çoğu zaman işlediği konuyu çarpıcı kılankarikatürlerle bezer onları. Bu işte büyükbaşarı elde eder. Öyle ki, geniş bir okur

36

Oku OkuBudurSonu!

Dr. İhsan Ünlüer:

- Afedersiniz, siz HalikarnasBalıkçısı mısınız?

- Ya ne sandın ya?- İzlanda Balıkçısı sandım.Güldü ve ekledi:- Nükteli bir adama

benziyorsun sen.”

Lütfü DAĞTAŞ

kitlesi oluşur. İşte o müdavim okurlarındanbiri de ben olurum, Dr. Ünlüer de benimvazgeçilmezim olur. Öyle ki, bu yazılarındanderlenen "Oku Oku Budur Sonu" kitabıbirkaç yılda yedi baskı yapar.

Bir ara İstanbul Radyosu’nda söyleşi prog-ramları yapmış, bunları söylediği şarkılarlasüslemiştir. Öyle ki sonraları sinema eleş-tirmeni Attila Dorsay, bir tango yorumunubulup yayımlamıştır.

Bir de opera sanatçılığı vardır İhsan Ünlü-er’in. Sahneye bariton olarak çıkar.

Üniversitedeki kadın doğum hocası TevfikRemzi Kazancıgil’in yüreklendirmesiyledoktorluk ve opera sanatçılığını bir aradayürütmeye başlar.

Kimi zaman ameliyattan kalan talk pudrası,hastaneden çıkıp sahneye koşan İhsan Ün-lüer’in makyaj malzemesi olacaktır. İhsanÜnlüer; müzik kariyerini İstanbul DevletOpera Stüdyosu’nda beş yıl, İtalyan KültürDerneği’nde üç yıl şan ve müzik derslerialarak yapar. Madam Butterfly operasındaoynadığı Amerikan Deniz Teğmeni Benja-min Franklin Pinkerton başrolüyle haklıbir üne kavuşur.

1960 sonrası üniversitedenuzaklaştırılırİhsan Ünlüer, o sıralar 27 Mayıs 1960 sonrasıüniversiteden uzaklaştırılan 147 öğretimüyesinden biri olduğu için hekimlik göreviniyapamamaktadır. Geçim sıkıntısı olduğun-dan bir ilâç firmasına kapağı atar. İlâç firmasıAmerikan firmasıdır. Bu Amerikan ilaç firmasıyaptığı iş anlaşmasında, çalışanlarına başka

bir işle uğraşmalarını yasaklamıştır. Opera-daki rolünün kimsenin dikkatini çekmeye-ceğini ve böylece iki işi bir arada yürütebi-leceğini düşünür. Ama durum farklı gelişir.Ünlüer, nereden bilsin operada başrolü ala-cağını; isminin sokak ilânlarında afişe edi-leceğini... Oyunun gala gecesinde İstan-bul’daki pek çok Amerikalı doldurur salonu.Gerisini Ünlüer’den dinleyelim:

"Durum hoş olmadığından ve Amerikanilâç firmasındaki işime son verilme korkusuylaüzgündüm. Ama sahnedeki rolümle, çalış-tığım firmanın milliyeti arasındaki özdeşlikbana teselli veriyordu. O gece temsil başladı;ilk perde: ‘Dünya doludur bin türlü heyecanla,bir Amerikan denizcisine vatandır her yer’aryasını attım. Böylece aryanın sonundadünyanın her ülkesinin sahanlığına demiratan uçarı Amerikan askeri olarak Amerikankonsolosu mister, şapkasıyla birlikte Amerikaşerefine kadeh kaldırarak allegretto bağır-mento makamında ‘America Forever! -Ya-şasın Amerika’ diye birinci perdeyi tamam-ladık. Çiçekler ve alkışlar... Oyun bitti.” Evedönüşte öğrenir ki; Amerikan Deniz Teğ-meni Benjamin Franklin Pinkerton rolün-deki başarısıyla alkış alan Dr. Ünlüer, ogünkü süksesine karşın fark edilmiş, ar-dından da firmasındaki işinden atılmıştır.

Sınıf arkadaşı Cerrah TarıkMinkarı, Dr. Ünlüer’i anlatıyor“Fakülte sıralarındayken iki hocamı çok sev-miştim: Prof. Koswig ve Prof. Schwartz. İkiside 1933’te Almanya’dan gelmiş, İstanbulÜniversitesi Tıp Fakültesi’nde görev almışlardı.Prof. Schwartz babacandı, öğrencilerini severve korurdu, şaka yapmaktan hoşlanırdı. Derse

tepsi üstünde, formol içinde kurumuş, bü-zülmüş organlar getirir, bizleri masanın et-rafında toplar, onları bize tek tek gösterir,anlatır, öğretirdi. O gün masanın üstündekurumuş pankreas ve karaciğer dokuları, ay-rıca şeffaf bir bardak içinde, limoni bir miktarsıvı vardı. Hoca gözlerini üstümüzde dolaş-tırdıktan sonra kurbanını seçti. İhsan’ı aşağıyaçağırdı. İhsan Ünlüer askeri tıbbiyeli, uzunboylu, atletik, üstüne okka gibi oturmuş el-bisesiyle ilâh gibiydi. Sonraki yaşantısındadoktor, jinekolog, artist, Carmen’in Don Jose’si,yazar, karikatürist, mukallit, hayat dolu birdostumdu. İhsan aşağı indi, Hoca bir eliniİhsan’ın omzuna koyduktan sonra dersi an-latmaya başladı:

"Bakın çocuklar, sizin kuşak çok talihli! Şimdiidrarda şeker olup olmadığını anlamak içinbirkaç damla ilaç damlatmak yetiyor. Halbukibenim babamın devrinde doktor idrardaşekerin olup olmadığını anlamak için onutadardı" dedi ve masanın üstündeki bardağıniçine parmağını batırdıktan sonra onu yaladı.Bizim soluğumuz kesildi, iğrendik. İhsan’adöndü, onun gözlerinin içine baka baka‘Haydi çocuk, sen de yap!’ dedi. İhsan dondukaldı, parmağını bardağa doğru uzatamadı.Hoca ısrar etti: ‘Haydi çocuk ben denedim,ölmedim, sen de dene!’ İhsan utandı, sıkıldıama direnemedi. İstemeye istemeye sağ eli-nin işaret parmağını bardağa batırdı vesonra onu iğrene iğrene yaladı. Hoca sinsisinsi güldü. Bize dönerek, ‘Hekim, her şeydenevvel çok iyi bir observatör olmalıdır’ dedi.Sonra parmaklarını göstererek; ‘Ben bu par-mağımı batırdım ama şu parmağımı yala-dım. Halbuki genç arkadaşımız aynı par-mağını batırdı, aynı parmağını yaladı!’

Hepimiz şaşkın şaşkın bakar-ken bu kez hoca uzandı, içmeyebaşladı. Yarısına gelince kadehiİhsan’a uzattı. ‘Güzelmiş’ dedi.‘Hadi sen de iç!’

İhsan suratını buruşturdu veöğürdü.

Hoca sakin, ‘Şerbet güzel, niçinkusuyorsun?’

İhsan inanmadı ve içmedi.

Hiçbir derste bu kadar eğlen-medim.”

İyi etmedik mi Topaltı semtidoğumlu hemşehrimiz heki-mimizi anmakla. Yaşadığı kentİstanbul, Kadıköy’de onunadını bir sokağa verdi, bende KNK sayfalarına neon ışık-larıyla yazdım. Işık içinde yat-sın, sevgiyle…

37

Mirali Mahallesi’ni sıklıkla ziyaret eder, eskiİzmir’i solumak isteyen dostlara; mahalleyiServilitepe’den seyredip çıkmaz sokakla-rını gezmelerini, her çıkmaz sokağın farklıöyküsü olduğunu, sayıları azalsa da İzmirmimarisinin özgün değerlerini mahalledebulabileceklerini söyler, bazen de gezile-rine eşlik ederim.

Mirali Mahallesi’nde meyilli arazide inşaedilen, ana kapısına merdivenle ulaşılanServili Mescit, 954 Sokak üzerinde yer alır.Ahşap taşıyıcıları, sıvası dökülmüş duvar-ları, kiremit örtülü kubbesiz çatısı, çürü-müş saçak görüntüsü, mescidin acilenonarılmasının sinyalidir. Prof. Dr. Münir Ak-tepe “İzmir Yazıları&Camiler, Hanlar, Med-

reseler, Sebiller” kitabında; Miralemli tarla-sında, Çoban Çeşmesi’nde, Arap Kuyu-su’nda, Ayvalık karşısında Kanlıdere’de,Taştarla’da ve İzmir’in daha başka semtle-rinde 238 adet zeytin ağacının vakfedildi-ğini, vakıf eseri olan Servili Mescit’in inşatarihi konusunda kesin bilgi olmamaklabirlikte avlusunda Hacı Osman Efendi veSabuncuzadelere ve 1766-1767 tarihlerineait mezar taşları bulunduğunu anlatır.

Cumhuriyet Halk Fırkası Çeşmesi Servili Mescit’in güneyinde, minaresininkaidesinin bulunduğu çıkmaz sokakta, de-vamlı kapalı olan demir kapının arkasın-daki hazirede, İzmirliler tarafından ziyaretedilen ‘Arap Dede’ mezarı, diğer mezarlarlabirlikte kayboldu. Prof. Dr. Münir Aktepekitabında, Mirali Mahallesi’nde Arap Soka-ğı’nda, Abdullah Hoca duvarında bulunançeşmeden bahseder. Eski karakol duvarınabitişik olan cephesi batıya bakan C.H.F(Cumhuriyet Halk Fırkası) Mirali Ocağı ta-rafından inşa edilen bu çeşmenin tekne-sinde ateş yakılsa da, zamana meydan

38

Mirali Mahallesi

Orhan BEŞİKÇİ

Fotoğraflar: Atilla ÖZDEMİR

Kocakapı girişi

okumuş ve ayakta kalmayı başarmıştır.Mescit’in sağ köşesinde, faaliyetini 1960’lıyıllarda sonlandıran Servili Mescit Karako-lu’ndan günümüze, zemin katında bulu-nan taş söveli penceresinden başka bir şeykalmadı. 954 Sokak uzantısında eski İzmirevinin duvarına hayrat olarak yaptırılanSofyalı Mehmet Çavuş çeşmesi de bakım-sız durumda. Mescidin doğu bitişiğindebulunan diğer çıkmaz sokağın girişindekikafes pencereli, ahşap Türk evinin yıkılacakduruma gelmesi, “Eski İzmir evleri yaşatıl-sın” diyenleri ziyadesiyle üzmektedir. 1021Sokak’ta mahalleye sırtını dayamış olanİzmir evinin kapısındaki binek taşı, ulaşı-mın hayvanlarla yapıldığı yıllardan kalanve sayıları gün geçtikçe azalan taşlardanbiridir.

Yukarı mahallenin yüzünügüldüren su tesisiGeçmiş yıllarda mahalle çeşmelerinden,sarnıç ve kuyulardan temin edilen içmesuyu sağlıklı olmadığı için, salgın hastalık-lar en fazla yukarı mahallelerde görülürdü.Yukarı mahalleleri temiz içme suyu ile bu-luşturan ilk su tesisi Servilitepe’de kuruldu.

Halkapınar su tesislerinden Servilitepe’yepompalanan temiz içme suyu yakın za-mana kadar buradan diğer mahalleleretevzi edilirdi. Belçikalı şirketin yukarı mahal-lelere su verme işini neden engellediğiniDr. Sadık Kurt ‘İzmir’de Kamusal Hizmetler1850-1950’ isimli kitabında şöyle anlatır:“1901 yılında yukarı mahallelere su çıkarıl-

ması için belediyece hazırlanan projeler(iki harita) Ticaret ve Nafia Nezareti’ne su-nulmuştur. Ancak girişim, su şirketinin bazızorluklar çıkartması üzerine uzun süre ger-çekleşememiştir. Şirket, iş için gerekenhavuz ve yolların belediyece yapılmasınıistemekte, bazı arazi sahiplerininse zorlukçıkardığını öne sürmekteydi. Ayrıca şirketişe ticari açıdan baktığından, en az 1500abone garantisi istemekteydi. Burada ya-şayan halk çok fakir olduğundan yeterli

39

CHF çeşmesi

Mirali Mahallesi

abone çıkmamakta, bu yüzden proje ge-cikmekteydi. Çok uzun uğraşlardan sonrakumpanya ‘yukarı mahallat’a su çıkarmayıkabul etmiştir. Yapılan anlaşmaya görefabrika ve depoyu şirket yapacak, belediyede yolların düzeltilmesinde kumpanyayayardımcı olacaktır. 1912 yılında Salih Dedekabristanı yakınlarında bir arazi, havuzyapmak için kamulaştırılmıştır. 1913 Hazi-ran’ında yukarı mahallelere su çıkartılmasıhedeflenmiş olmasına karşın, bu tarihteancak borular sipariş edilebilmiştir. 1913Temmuz’unda dağ mahallatına kumpanyasuyu çıkartılması için gereken makine ilediğer araç gereçler Belçika’dan gönderil-miştir. Dağ mahallelerine su çıkartılmasıiçin kullanılacak motor 40 beygir gücündeolup 4 tulumbası vardı. Makine dairesi ile

su havuzunun inşaatı 1914 yılı başında ta-mamlanmış olmasına karşın boru döşemeişi gecikmiş, yukarı mahalle halkının ancakbir bölümü su derdinden kurtulmuştur.Servilitepe’de bulunan tesisler; makinedairesi, malzeme deposu, makinist evi, sudeposu ve bekçi evini içermekteydi.”

Yüz yılı aşan tarihe sahip Servilitepe SuPompa İstasyonu günümüzde kullanılma-maktadır. İzmir su tarihinde adı geçen bi-nanın yapılış öyküsü, müzelik su motorlarıve ekipmanlarıyla su müzesi haline getiril-mesi, Mirali Mahallesi’ne ve İzmir su tari-hine önemli katkı sağlar.

40

Servili Mescit

Servili Mescit Karakolu kapısı

Kocakapı’dan geriye kalan bölüm

Salih Dede

Servili Mescit yanı

Tarihi Kocakapı’nın kemeri Mahallenin diğer önemli yapılarından biride Kocakapı veya Karakapı adı ile bilinenkemerli kapıdır. Kocakapı’nın kemerini ta-şıyan yaklaşık iki metre genişliğinde olanve kesme taştan yapılmış kemer ayakları-nın biri Mirali Mahallesi sınırları içerisindeyerini alır. Araştırmacı yazar İlhan Pınar;‘Gezginlerin Gözüyle İzmir XVIII’ isimli kita-bında, seyyah Richard Pococke’nin, “Kale-den aşağıya 1 mil kadar uzaklıkta ve bu yolüzerinde bir kapıyla çeşitli duvar yıkıntılarıyer alıyor. Duvar karşıdaki tepeye kadaruzanıyor. Sanıyorum şehre girişi kontroletmek gibi bir işleve sahipti” dediğindenbahseder.

Yine aynı kitapta; 1752-1753 yıllarında İz-mir’i ziyaret eden M. Stephan Schulz’un;“Buraya gelirken bahçeleri ve kalenin arka-sındaki dağı geçtikten sonra düzlüğe inme-den eski yıkık bir kapı ile karşılaştık. Türklerburaya Karakapı diyorlar. Bazıları su kemeriolduğunu söylüyor, fakat ben eski şehirdenbir kalıntı olduğunu zannediyorum. Bu eskikapının bulunduğu yerde kısa bir süre önceİsveçli bir tüccar, üç yeniçeri tarafından öl-dürülmüş, katiller hemen yakalanıp idamedilmiş; olay yeniçeriler arasında korkuyayol açmış. Şimdi rahatça gezilebiliyor” şek-lindeki açıklaması yer alıyor.

İkinci örneği olmayan tarihi kapının yıkıkkemerinin bir an önce onarılması, yan du-varları ile birlikte koruma altına alınması,tarihi şehir dokusunun korunması için ge-reklidir. Şehrin giriş kapısı olan Kocaka-pı’nın su kemeri olup olmadığı konusundaşu ana kadar bilimsel çalışma yapılmadı.Duvar güzergahında yapılacak araştırma-lar, bilinmeyenleri ortaya çıkarıp aydınla-tacaktır.

Tarihi duvarda gizemli bir oyukKocakapı Caddesi’nden Ballıkuyu’ya çıkanmerdivenli yolun hemen başlangıcında,Kocakapı’nın doğuya bakan duvar oyu-ğunda, İzmirlilerin sıklıkla ziyaret ettiğiSalih Dede’nin (Sali Dede) mezarı bulun-maktadır. Günümüzde hala pek çok insantarafından dileklerinin gerçekleşmesi umu-

duyla ziyaret edilen yatırın temizliği o ci-varda yaşayan halk tarafından yapılıyor.Adak adayanların horoz kesip dua ettiğive mum yaktığı yatır, özellikle salı geceleri

ziyaretçi akınına uğruyor. 1282 ve 967 so-kaklardan Agora istikametinde 954 Sokak’ıtakip ederek İzmir’in bu kadim mahallesineulaşabilirsiniz.

41

Binek taşı

42

Ahmet Özhan,Behiye Aksoy veTaner Şener ile.

D ostluğumuz 38 yıl sürdü. Tepe-cik'teki iki katlı evine her gittiğimdesadece onun değil, güleryüzlü eşi

Melahat Hanım'ın, oğlu Süleyman'ın verahmetli İnci'nin gözlerinden fışkıran sevgiyifark etmemem mümkün değildi. Diğer ço-cukları Ebru ve Selçuk'u pek görmezdik.

43

Ünlü bestekar Yusuf Nalkesen

en güzel bestelerini İzmir’de yaptı

Tayfur GÖÇMENOĞLU

Şu ev, sadece dostlukların paylaşıldığı birmekan değil, aynı zamanda bir müzik vesanat dergahıydı. Sanatçıların biri gider, di-ğeri gelirdi. Hiçbir misafir, Nalkesen ailesineyük olmazdı, sevgili eşi Melahat Hanım ik-ramda bulunmak için adeta çırpınırdı.

Besteler zuladan çıktıO unutulmaz bestelerin çoğu burada hayatbulmuştu. Ama Yusuf Nalkesen'in aslındapek çok bestesi de tabiri caizse ‘zuladan’çıkmıştı. Onları zamanında bestelemiş vesaklamıştı. Galiba 1970'li yılların başındaünlenen ‘O Ağacın Altı’ da bunlardanbiriydi. Yusuf Nalkesen, hem duygusalhem cesur hem de duygularını gizlemeyenbir sanat adamıydı. Sevdiğine sevgisinialabildiğine gösterir, kızdığına ise kibarlıkedip yumuşak davranmak gibi bir ikiyüz-lülüğü sergilemezdi. Ekspres gazetesindeo yıllarda çok moda olan müzik sayfasınıhazırlamaya başladı. Bu sayfada, her haftaolay yaratacak konulara değiniyor, müzikadına gündem oluşturuyordu. Öğretmen-likten ayrılmış, sadece İzmir Radyosu'ndaudi olarak çalışıyordu.

Sendikal faaliyetin öncüsüBir yazı getirdi. Yazısında; kemani Muam-mer Çetinyay'ın TRT'deki özlük haklarıylailgili bir sorununa değiniyordu. Muammerde kendisi gibi aynı kurumda çalışıyordu.O yıllarda TRT içinde bir sendikal faaliyetbaşlamıştı ve Yusuf Nalkesen, bu hareketinöncüsü konumundaydı. Aynı yıllar, bes-tecilerin, bestelerinin TRT repertuvarınagirmesine izin veren bir sansür kuruluvardı. Bu kurul, bestecileri fıtık ederdi. Ku-

44

Tepecik'teki ilkokulda öğretmenlik yaparken.

Mediha Şen Sancakoğlu ile.

Uzun yıllar Almanya'da yaşayan Yüksel Özkasap sık sık gelir, ondan beste alırdı.

Gönül Yazar'la.

rulun üyeleri, hep hedef adamlar olurdu.O yıllar, kurulun başkanlığını da önemlibir müzik adamı olan Cinuçen Tanrıkoruryapıyordu. Yusuf Nalkesen de Tanrıkorur'atakmış. Bulsa, bir kaşık suda boğacak. Ci-nuçen Bey, aynı zamanda TRT YönetimKurulu'nda. Getirdiği yazıyı okudum. "Ağa-bey, bu yazıyı yayımlarsak başın derdegirer. TRT'deki konumunu unutma" dedim."Boş veeer" dedi. "İnceldiği yerden kopsun.Bu yazıyı yayımlayamazsam bana uykuharam. Ne olacaksa olsun!"

O kadar ısrar etti ve o kadar kararlıydı ki,sırf onun mutluluğu adına yazıyı yayımladık.13 Ağustos 1973 tarihinde TRT'den aldığıyazıyı gösterdi. İşine son vermişlerdi. Sankidaha mutlu olmuştu. Bir dava uğrunabaşına gelen böyle bir şey onu daha dagururlandırıyordu.

Eflatun Nuri’nin yaptıklarıYusuf Nalkesen, artık sadece bir besteciydi.Kendini daha çok bu işe verdi. Türk Müziği,aslında altın dönemini yaşıyordu. Gazinolar,

plak endüstrisi öyle canlı ki, bestelerhavada kapışılıyor. Bir gün Yusuf NalkesenTepecik'teki evini kiraya vereceğini, Kar-şıyaka'da yaşamak istediklerini söyledi.Eve her gidişinde cenaze levazımatçılarınınönünden geçmek, doğrusu moralini bo-zuyormuş. "Sıra sıra tabutları görüp evegidince beste mi yapılır?" diye sitem etti.Kiracı arıyormuş. Yanımda birlikte çalıştı-ğımız ünlü karikatürist Eflatun Nuri vardı,eve talip oldu. Anlaştılar. Bir ay sonra YusufAğabey evde kalan bir eşyasını almaya

45

Zeki Müren,sahnede veplaklarında ençok onunbesteleriniseslendirmişti.

Yusuf Nalkesen, hayatı boyuncapek çok altın plak kazandı. Zeki Çetin'le.

gitmiş. Gördüğü manzara karşısında deliyedönmüş. Koştu geldi. "Yahu evim ne halegelmiş?" Anlattı. Eflatun Nuri karikatüristya, bütün evin duvarlarını karikatürlerledoldurmuş. "Üzerine boya sürerim, bir şeykalmaz" dediyse de Yusuf Ağabey'i yatış-tıramadı. Anlaşmayı bozdular.

Huzur buldu ama kızı İnci…Nalkesen, Karşıyaka'da huzuru bulmuştuama sevgili kızı İnci, amansız bir hastalığayakalandı. Kısa sürede de öldü. Dünyası yı-kılmıştı. Evlat acısının en büyüğünü yaşadı.Cenaze arabası, evine gelmiş, biricik kızınınbulunduğu tabut arabaya yerleştirilmişti.

Ama araç çalışmıyordu. Şoför, "Bir itelim ar-kadaşlar" dedi. O da itti. Ama istemeyerek.Gözyaşları sel olmuş halde. Bir itiyor, bir kı-zının bulunduğu tabuta sarılıyordu. İnci,dünya iyisi, dünya güzeli bir kızdı. Diğerçocukları gibi çok iyi yetişmiş, ana babasevgisi ve saygısı ile büyümüştü.

İnci’nin ölümü dönüm noktası olduOnun ölümü, Yusuf Nalkesen'in hayatındadönüm noktası oldu. Türk Sanat Müziği'ndeyeni bir sayfa açmaya karar verdi. Artık alı-şılmış şarkılar değil ilahiler besteleyecekti.Bülbül Hoca (Mustafa Sakarya) ile anlaştı.Söke Bağarası'nda yaşayan Bülbül Hoca,bestelerini yorumluyor ve bir anlamda on-lara can veriyordu. Zeki Müren bile bu ho-cayı merak etmiş, Bağarası'na gidip kendi-siyle görüşmüştü.

Ama nasıl olduysa oldu, yollarını ayırdılar.Yusuf Nalkesen, Bülbül Hoca'ya küstü. Aynıyıllar, çok sevdiği Zeki Müren'e, Mine Koşan'ada... Hem de ne küsmek. Telefonlarına çık-mıyor, her fırsatta ağzına geleni söylüyorduonlar hakkında.

Onun istediği, birazcık vefa, birazcık saygı,

46

Aynı zamanda diş hekimi olan sanatçı Orhan Şener'le.

Yusuf Nalkesen'leKarşıyaka'dakievinde.

birazcık dostluktu. Özellikle Zeki Müren'iZeki Müren yapan 1960'lı, 1970'li yıllardaSanat Güneşi'nin repertuvarının neredeyseyarısını onun besteleri oluşturuyordu. Birdevlet adamına da çok kırgın olduğunusöylerdi hep. Oğlu Süleyman için bir ricadabulunmuş, yapılmamış. Süleyman da kız-mış, Suudi Arabistan'a gitmiş çalışmakiçin. İstenen şeyse, sadece onun kariye-rinden faydalanmak adına bir şeydi. Yaniöyle torpil falan da istenmemişti. Ve üstelikhemen de yapılabilirdi. Ama olmadı. Oda Yusuf Ağabey'in kara listesine girdi.

Sanat güneşi öldüğündeZeki Müren öldüğünde hemen onu aradım.Çok üzüldü. Ertesi gün Fuar'da İzmir Televiz-yonu önünde bir tören yapılacaktı. Katılıpkatılmayacağını sordum. "Çok isterim. Ölümbaşka bir şey. Bütün küskünlükleri unutturur"dedi. TRT Bölge Müdürü İhsan Öztamer dearamış, "Üstadım, bir konuşma yapar mısın?"diye. Gittim, evinden alıp tören alanına ge-tirdim. Burada öylesine güzel, duygulu birkonuşma yaptı ki. Fonda çoğunu kendi bes-telediği ve Zeki Müren'in seslendirdiği ‘radyoterbiyesindeki’ şarkılar çalıyordu. Ağladı,"İyi günlerimiz daha fazlaydı" dedi. Amayürümekte zorlanıyor, hareketleri kısıtlanı-yordu. Belli ki bir rahatsızlığı vardı. Kimseyeminnet etmeden tedavisini sürdürdü. Ya-şamını idame ettirdi.

Ve bir gün bu dünyadan göçüp gitti.

O da unutulmaz şarkılarla. Unutulmaz in-sanlığıyla, dostluğuyla.

İnci'sinin yanına gitti.

47

Zeki Müren, İzmir'e her gelişinde onu ziyaret ederdi. Ancak son yıllarda bu zi-yaretler gerçekleşmedi. Çünkü araya kırgınlık girmişti.

TRT'den gönderilen ilişki kesme yazısınıgösterirken hiç de üzüntülü değildi.

Hasan Tezel'le.

Emperyalist ülkelerin kışkırtması ile İz-mir’e, Anadolu’ya çıkan Yunan Orduları,Türk halkının direnişi ve Türk ordula-

rının zafer kazanması ile geri çekilirken, BatıAnadolu’da geçtiği her yeri ateşe veriyordu.Tarihin, kimler tarafından yakıldığını kesinolarak yazamadığı, “Rumlar yaktı, Ermenileryaktı, Türkler yaktı” savlarının ileri sürüldüğübir karanlık dönemde, Yunan orduları ileTürk ordularının arasında kalan İzmir, 1922yangınıyla yok olmanın eşiğine geldi. 

İzmir günlerce yandı…Sadece Türklerden oluşan bir Türkiye vesadece Yunanlardan oluşan bir Yunanistanfikri de, asırlardır var olan, bir arada yaşamakültürü de, bu yangınla yok edilmeye kal-kıldı. İzmir yangınından geri kalan kısım,Alsancak (Punta), Kemeraltı, Yahudi ve Türkmahalleleri oldu.

Yangında yok olan, Rumların yaşadığı Fasula,Agios Nikolas ve Demetrius, Agia Katerina,Mortakya ve Ermenilerin Haynots (Basmane)mahalleleri üzerine yeni İzmir kuruldu. Birzamanlar Rum, Ermeni ve Levanten nüfusunyaşadığı bölgenin üzerine ‘Alsancak’ dikilmişadı değiştirilmişti. Cafe de Paris’in bulun-duğu arsaya, İzmir Palas Oteli; SportingClub yerine de Ticaret Odası Lokali kuruldu.Fasula Meydanı’nın yerine, Lozan Meydanıkuruldu ve ona uzanan yolların isimleri de-

ğiştirildi. Galazzio Sokağı, Vasıf Çınar Bulvarıoldu. Rumların yaşadığı, Aya Katerina Ma-hallesi’nde, Fuar’ın 26 Ağustos kapısı ile Na-mık Kemal Lisesi yer aldı. Yanan ŞinadikaMahallesi’nden kalan alanlara, Namık KemalLisesi, Atatürk Spor Salonu yapıldı. Yangınöncesi İngiliz Hastanesi olan bina TurizmLisesi oldu.

Alsancak Garı ile liman ve Kordon’un enkuzey kesimini kapsayan mahalleye ‘Punto’denilirdi. Yangın öncesi, Rum ve Levantenlerinyaşadığı, Gündoğdu Meydanı ve çevresine,Bella Vue ya da Bella Vista denilirdi. Kültürparkalanının Basmane yönündeki yerleşime AyaDemetrios, Aya Nikola ve Çikudya mahalle-lerindeki yangından Evangelistria Kilisesikurtulmuştu ama sonradan yıkıldı. Aya VuklaKilisesi’nin bulunduğu bölge, Basmane’den,Kapılar bölgesi ve Ballıkuyu ‘ya uzanan alan,Rumların yaşadığı semt, İzmir’in koruyucuazizi olan Aya Vukla’nın adını taşıyordu.

İzmir Anadolu’nun en eski yerleşim alanı 2003’teki kazılarla kuruluş tarihi M.Ö. 8 binyılına giden İzmir’in, Anadolu’nun en eskiyerleşimlerinden biri olduğu öğrenildi. 1914Osmanlı nüfus sayımına göre 211 bin nüfusun73 bini Rum, 19 bini Ermeni, 24 bini Musevive 1785’i de, Levanten’di. İzmir’de 198 Orto-doks Kilisesi vardı.  İzmir’in en eski kilisesiYukarı mahallede bulunan Aylos İoannis oTheologos İzmir yangınında hasar görmedive hala ayakta duruyor. Rumlar on fabrikadışında İzmir ekonomisine hâkimdi. 1888yılı verilerine göre İzmir’in en büyük 368tüccarından, 208’i, 78 ticari mümessilinden71’i, 65 avukatından 37’si, 44 bankerinden30’u, 40 kuyumcusundan 27’si, 31 alkol üre-ticisinden 27’si Rum’du. 1922’de ise 125 dok-tordan 103’ü, 50 eczacıdan 35’i Rum’du.

Ermenilerİzmir’e ilk gelen Ermeniler, Kadifekale sem-

tinde, amfitiyatronun üst kısımlarındaki alan-da, Türk Mahallesi’ne yakın bir bölgeye yer-leşerek, bir şapel ve mezarlık kurdular. Sonrakiyıllarda tepelerden ayrılan Ermeniler, kentinmerkezine, Kervan Köprüsü’nün çıkışına yer-leşip, günümüzdeki İzmir Fuar alanının yeraldığı bölgeye, Haynots (Ermenilerin Yeri)adıyla bir Ermeni Mahalle’de kurdular. İzmirErmeni yaşamının kalbi olan Haynots’unkuşkusuz en önemli yapısı merkez kilise St.Etienne’di. Kilise, Reşadiye Caddesi ve Bö-lükbaşı Sokağı’nın köşesindeydi. Bahçesi vePatrikhane binası ile İzmir’in en büyük kili-selerinden biriydi. 1845 yılında yanan kiliseonarılarak yeni baştan inşa edilmişti. Yenikiliseye İtalyan tarzda bir kubbe eklenerekdaha gösterişli bir hal alması sağlandı. Mimarıİstanbul’dan gelen Melkom Yeramian olankilisenin yanındaki patrikhane binası, BaluluKaçadur Gazeryan’ın bağışı ile 1858 yılındayapılmıştı. Kilise 1922 İzmir Yangını’nda ya-narak yok oldu. Bugün temelleri dahi bu-lunmayan kilise; Kültürpark’ın Basmane 9Eylül kapısından girince sağ kesimde yeralmaktaydı. Bu Patrikhane’de, İzmirli Ermenidin adamlarının konut alanları vardı.  HaynotsMahallesi’nde, Saint-Mesrop Erkek Lisesivardı. 1845 yılındaki yangından kurtulanyapı 1886 yılında yenilenmişti. OhannesSpartian bu okula bir laboratuar ile Ermenice,Fransızca, Osmanlıca, Yunanca, İtalyanca,İngilizce ve Rusçadan meydana gelen 2 bin

48

Kampana çalanlar

Mehmet ERDÜL Karataş Kilisesi

eserlik bir kütüphane kurmuştu. Haynotsdışında Azize Hrpsime Kız Lisesi yer almak-taydı. Celali İsyanları, Anadolu ve Kafkasya’yıkasıp kavurduğunda, Nahçivan, Karabağ veYerevan’dan bin kadar Ermeni ailesi, canlarınıkurtarmak için göç etti ve İzmir’e yerleşti.Şah Abbas’ın, 17. yüzyılda Gürcü, Ermenive Çerkes çocukları tutsak olarak İran’a gö-türmesi ve kalanlara uyguladığı sürgün po-litikasından kaçan Ermenilerin bir bölümüde İzmir’e yerleşti. Sultan I. Mahmut, 18.yüzyılda, Osmanlı-İran savaşlarının en yoğunolduğu dönemde, günümüzdeki Ermenistansınırları içinde bulunan Aşdarak, Oşagan vekısmen de Anadolu’nun göbeğindeki An-kara’dan yaklaşık üç yüz aileyi İzmir’e yer-leştirdi. Aynı yıllarda, İsfahan’ın Afganlar ta-rafından yıkılmasından sonra, Ermeni-ler,1722’de Yeni Culfa’dan, 1740’a doğruNahçivan’dan İzmir’e toplu göçlerle geldiler.19. yüzyılda güvenlik ve geçim derdindeolan Erzurum, Tokat, Kayseri, Tiflis, Bursa,İstanbul ve Manisa’dan birçok Ermeni ailesiİzmir’e yerleşti. 1894 ve 1909 tarihleri ara-sında yüzlerce yetim ve mülteci İzmir’e sı-ğındı. 1845 tarihli büyük İzmir yangınındaErmeni mahallesi tümüyle yok oldu. Buyangında var olan Ermenilere ait 900 evdensadece 37 ev yanmaktan kurtarılabildi. İş-yerleri, Hıripsimyants Okulu, Surp IsdepanosKilisesi, arşivleriyle birlikte yandı. St. Gre-guvar Ermeni Hastanesi, 1801’de Hagopve Hovhannes Spartian tarafından kuruldu.Hastane, 1878’de tamamen yenilenmişti.Üç katlı bina, büyük bir meyve bahçesi, birçiçek bahçesi ve bir sebze bahçesiyle çevri-liydi. Hastane bahçesinde ayrı bir klinik yeralmaktaydı. Haynots, on beş kadar hayırya da kültür derneğinin merkezlerinin bu-lunduğu bu semt, Ermeniler için bir vakitgeçirme ve buluşma yeriydi. Haynots Ma-hallesi, iki tiyatro binası, çeşitli kafelere veBasmane Caddesi’nde 1868 yılında açılan‘Okuma Kulübü’ne sahipti.

YahudilerYahudilerin İzmir ve civarında ne zamandanberi yaşadıkları tam olarak belirlenemiyorancak, bölgedeki geçmişlerini M.Ö. 530’a

kadar gerilere götüren tarihçiler bulunuyor.İber Yarımadası’nda yaklaşık bin yıldır varlığınısürdüren Yahudiler 15. yüzyılın sonlarındaya dinlerini terk ederek Hıristiyan olmalarıya da ülkeyi terk etmeleri arasında bir tercihezorlanmışlardı. Bu nedenle, birçok Yahudi’ninHıristiyanlığa girdiği yazılıp konuşuluyor.Ancak Hıristiyanlığa girmeyi reddettikleriiçin yine birçok Yahudi 1492 yılında bölgedensürgün edilmişti. Göçler ilk başta İtalya veKuzey Afrika ülkelerine olmuştu. BuralardakiSefarad Yahudilerinin büyük çoğunluğu isedaha sonra Akdeniz havzasına göç etmişti.1492’de İspanya ve 1497’de Portekiz’denkovulan Yahudiler Osmanlı topraklarına sı-ğınarak canlarını korumuşlardı. Tarih sayfa-larında, o tarihlerde Osmanlı topraklarınayaklaşık olarak 12 bin ailenin geldiği yazıyor.1800’lü yıllarda İzmir Yahudilerinin içindeyaşadıkları ortam ‘yoksulluk, dilencilik, eğretiyaşam koşulları’ şeklinde anlatılıyor. Yüzyılınsonunda Yahudi cemaat üyeleri ticari açıdangüçlenmeye başladılar. Bu güçlenen sınıfGöztepe, Karantina ve Karataş’a yerleşti.Böylece 20. yüzyılda Havra ve Göztepe-Ka-rataş olmak üzere iki Yahudi bölgesi oluştu.Cumhuriyet öncesi dönemde İzmir’de Ya-hudilerin yaşadıkları mahalleler, Yahudi adıtaşımakla birlikte 1923 yılında adları, Ha-hambaşı Mahallesi, Güzelyurt, ‘Sonsino’ ise‘Oruçisa’ olarak değiştirilmişti. Birinci DünyaSavaşı sonrasında Yahudiler İstanbul veTrakya ile İzmir ve Batı Anadolu bölgesindeyoğunlaşmışlardı. İzmir, İstanbul’un ardından,Yahudi nüfusu açısından ikinci sıradaydı vebu insanların büyük çoğunluğu Karataş sem-tinde ikamet ediyordu. İzmir Yahudileri dinive sağlık ihtiyaçlarını kendi cemaatleri içe-risinde rahat bir şekilde karşılayabilmekamacıyla bir takım dini kurumlar ve hasta-neler kurmuşlardı. İzmir’de, Etz Hahayim,Şalom, Foresteros, Pinto, Bakış, Sonsino, Sin-

yora Giveret ve Portekiz sinagogları vardı.Şalom Sinagogu, Hayim Eskapa dönemindekullanımdaydı ve on dükkândan elde edilengelirler ile sinagogun giderleri karşılanıyordu.1800 ve 1841’de restore edilmişti. Yine 17.yüzyılda yapıldığı söylenen Sonsino Sina-gogu’nun yapımında, mimari açıdan 1592yılında yapılan Hisar Camii’nden esinlenildiğiileri sürülüyor. 1908’de sinagogların İzmir’dekisayısı 17’ydi. Karşıyaka Alaybey’de Kal KadoşSinagogu, Bornova’da Algranti Sinagoguvardı. En büyük sinagog 1907’de henüzinşaat tamamlanmadan ibadete açılan Ka-rataş Beit İsrail Sinagogu’ydu. 1908 yılında,Çeşme’de 3, Tire’de 2, Bergama ve Mene-men’de birer sinagog vardı.  Varyant’takiBahribaba mezarlığında bulunan bir mezartaşındaki 1565 tarihi, 16. yüzyılda İzmir’debir Yahudi mezarlığının var olduğunu gös-teriyor. 20. asrın başlarında ise, Bahribaba(Maşatlık), Gürçeşme (Kançeşme) ve Bor-nova’da Yahudi mezarlıklarının olduğu söy-leniyor. İzmir’de, yoksullara, hastalara, yaş-lılara, işsizlere,  yetim ve kadınlara, göçmen-lere yönelik olmak üzere Fukaraperver Ce-miyeti, Talmud Tora Beyan Komitesi, İyi Niyet(Buena Velundat), Aşevi, Malbuş Aronim,Bigde Kodeş, Oel Moed ve Dansa gibi Yahudiyardım kurumları vardı. 1642 yılında Eskapatarafından kurulan Kutsal Mezarlık Kurumu(Hevra Kaduşa şel Kabarim) hasta ve yaşlılarahizmet veren bir kurumdu. İşsizlere yardımetmek amacıyla da 1902’de biçki-nakış kurs-larının yanı sıra ‘Evrensel İsrail Birliği’ tara-fından ziraat ve çırak okulları kurulmuştu.Cemaat içerisindeki yoksullara, yetimlere vekadınlara bakmak için Yoksullar Yurdu (La-zaretto), Yetimler Yuvası, Yetimler Kurumu(Hevrat Yetumot), Kız Çocuklarına Yardım(Ezra la Yeladot) ve Mohar u Matan gibi yar-dım kurumları oluşturulmuştu. Yahudi ce-maatinin kullanımında olan Kemeraltı böl-gesindeki Algazi, Bikur Holim, Şalom (Ay-dınlılar), Etz Hahayim, Sinyora Giveret, Al-sancak’taki Şaar Aşamayim, Karataş’taki Beitİsrail, Roş Aar (Tepebaşı) gibi 8 sinagogvardı. Karşıyaka, Alaybey’deki Kaal KadoşSinagogu da cemaat yokluğu nedeniylemüze oldu. Kemeraltı Havra Sokağı’nda, Al-gaze Havrası’nın karşısında Şalom (Aydinlis)Sinagogu vardı. Sinyora Giveret Havrası,Bikur Holim Havrası, Bizans devrinden kalmaEtz Hayim (De Ariva) Sinagogu, Talmut Tora(Hevra) Sinagogu, konumlandığı AlgazeHavrası Sinagogu hala hizmet veriyor. SarayOteli olarak kullanılan bina, aslında Kortijoadıyla bilinen İzmirlilerin Yavuthane dediğiyoksul Yahudi ailelerin yaşadığı mekândı.Bu Kortijo’nun tapu kayıtlarında vasfı Yahu-dihane olarak geçiyor. İzmir’de, Müslüman-larla Yahudiler birbirine bitişik mahallelerdeyaşadılar, birbirlerinin dinî inançlarına saygılı

49

Aya Fotini Kilisesi

oldular. Müslüman ve Yahudi ailelerinin ya-şadığı mahalleler Frenk Mahallesi’ne kıyasladaha gösterişsiz ve bakımsızdı. Osmanlı Dö-nemi’nde farklı kültürde ve dinlerde yaşayaninsanların kendilerine ait ortak yaşam ser-giledikleri mahalleleri vardı. İzmir kent tarihi,Yahudiler ile Müslüman Türklerin birbiri ileiç içe bir yaşam sürdürdüğünün kanıtlarınasahip. İzmir’de Müslüman Türk Mahallesi ileYahudi Mahallesi yan yanadır. Basmane’deyer alan Hurşidiye Mahallesi’nde MüslümanTürkler ile Yahudiler bir arada, iç içe yaşı-yorlardı. Türkler ve Yahudiler, İzmir’de yüz-yıllarca, aynı caddeyi ve sokakları kullanarakcamilerine ve sinagoglarına gittiler, birbir-lerinin düğünlerine, cenazelerine katılıp bay-ramlarını kutladılar…

Yahudi bayramlarıYahudi bayramlarına göz atmadan konuyagirmek eksik anlatım olur. Bir öykü ile baş-layalım. Purim, Yahudi takvimindeki enneşeli bayramlardan biridir. Yahudilerin eskiİran’da yok edilmekten kurtulmalarını kutlar.Purim’in hikâyesi Eski Ahit’te ‘Ester’in Kita-bı’nda anlatılır. Hikâyenin kahramanları, eskiİran’da yaşayan çok güzel bir genç Yahudikızı olan Ester’le onu kızı gibi yetiştirmişolan kuzeni Mordehay’dır. Ester, İran KralıAhaşveroş’un sarayına gelin gider. AhaşveroşEster’i bütün öbür kadınlarından daha çoksever ve onu kraliçe yapar. Bu süre içindeMordehay’ın tavsiyesi ile kimliğini saklamışolan Ester’in Yahudi olduğunu bilmez. Hi-kâyedeki kötü adam Kral’ın bencil ve kibirliveziri olan Aman’dır. Aman, kendisinin kar-şısında eğilmeyen Mordehay’dan nefret ederve bu nedenle bütün Yahudileri cezalandır-mayı planlar. Kral’a; “Hükmettiğiniz diyar-larda kendi halkınızın içinde, farklı kanun-larla yaşayan ve Kral’ın kanunlarına boyuneğmek istemeyen bir zümre var. Bu kişilerehoşgörü Kralımıza yakışmaz“ deyince KralYahudilerin kaderini Aman’a bırakır. Amanda bütün Yahudileri öldürmeyi planlar. Du-rumu öğrenen Mordehay, Ester’i Yahudileradına Kral Ahaşveroş ile konuşmaya iknaeder. Bu durum Ester’i tehlikeye atar çünküKral’ın karşısına çağırılmadan çıkmanın cezası,çoğunlukla ölümdür. Ester kendini hazırlamakiçin üç gün boyunca oruç tuttuktan sonraKral’ın karşısına çıkar. Kral onu sıcak vesamimi karşılar. Ester daha sonra Kral’a veziriAman’ın Yahudilere karşı kurduğu tuzakları,entrikaları anlatır. Yahudiler kurtulur veAman darağacına asılır.

Purim Bayramı Genellikle Mart ayına düşen, Yahudi takvi-mindeki Adar ayının 14’üncü günündekutlanır.

13 Adar tarihi Aman’ın Yahudileri öldürmeyiplanladığı, Yahudilerin hayatlarını kurtarmakiçin düşmanlarıyla çarpıştıkları gündür. Artıkyıllarda iki Adar ayı olduğundan, Purim ikinciAdar ayında, Pesah’tan bir ay önce kutlanır.Purim sözcüğü  ‘kura’ anlamına gelir veAman’ın katliamın gününü saptamak içinseçtiği kurayı temsil eder. Purim’de karnavalgibi kutlamalar yapmak, temsil ve parodiler

sahnelemek gelenekseldir. Purim’de diğerbayramlarda olan kısıtlamalar yoktur ancakbazı kaynaklara göre bayrama saygı olarakiş yapmamayı önerir.

Roş Aşanaİbranicede Roş Aşana  yılın başı veya  yılınbirinci günü demektir. Roş Aşana’dan sekizgün sonraya denk gelen Yom Kipur Yahuditakviminin en önemli bayramıdır. Yom Ki-pur, kefaret, günah çıkarma günü anlamınıtaşır. Ruhun arındırıldığı, geçmiş yılın gü-nahları için özür dilendiği bir gündür. YomKipur günü, hiçbir iş yapılmaz. Yahudiler ogün yemek yemezler ve su içmezler. Yıkan-mak, kozmetik veya parfüm gibi maddelerivücuda sürmek, deri ayakkabı giymek vecinsel ilişki Yom Kipur’da yasaktır.

Sukot BayramıYom Kipur’dan beş gün sonra başlar. Yılınen kutsal, en vakur bayramından en neşedolu olanlardan birine geçiştir. Tarihi yöndenSukot, İsrailoğulları’nın çölde geçici barı-naklarda yaşayarak dolaştığı kırk yılı temsileder. Zirai olarak Sukot hasat bayramıdır.Sukot kelimesi  çardaklar  anlamına gelirve  geçici barınaklara gönderme yapmakiçin kullanılır. Yahudilere bu bayramda, çöldegeçirdikleri kırk yılı hatırlamak için, çardaklarınaltında yaşamaları buyrulmuştur.

Işıklar Bayramı HanukaYahudilerin, yeniden adama bayramıdır. Bü-yük dini simgesi açısından değil, Noel bay-ramına yakınlığı yüzünden Batıda en çokbilinen Yahudi bayramıdır. Yahudi olmayanbirçok kişi bu bayramı Yahudi Noel’i olarakdeğerlendirirler. İbranicede adama veyakutsama anlamına gelen Hanuka, Yunanhükümdarı Antiokus’un askerlerinin kutsi-yetini kirlettiği Kudüs’teki kutsal tapınağıntekrar adanmasına dayandırılır.

Hanuka Roş BayramıAşana, Yom Kipur, Sukot ve Pesah kadarönemli bir dini bayram değildir. Tek dini ge-leneği kandil veya mum yakmaktır. Mumlar,Menora ya da Hanukiya denilen dokuz kolluözel bir şamdanda, her gece için bir mum,ayrıca bir de onlara  “hizmet” eden  “şa-maş” (hizmetkâr) bir mum yakılır.

Hamursuz Bayramı, Şavuot ve Sukot ilebirlikte Tarihi ve zirai önemi olan üç büyükbayramın birincisidir. Yahudi takvimininNisan ayının 15’inde kutlanır. Pesah sözcüğüİbranicede geçmek veya atlamak anlamındabir kökten gelir. Yahudi inanışına göre, Mı-sırlıların ilk doğan çocuklarını öldürmeyegelen Tanrı’nın Yahudi evlerini atlamasını,

50

Ermeni Mahallesi

Agia (Aya) Fotini Rum OrtodoksKilisesi’nin çan kulesi. İzmir’in engörkemli kiliselerinden biriydi.

Bella Vue

yok sayılmasını simgeler. Pesah ayrıca Ku-düs’teki tapınakta kurban edilen kuzuyaverilen addır. Bu bayram Bahar Bayramıolarak da anılır. Pesah’la ilgili en belirgingelenek Yahudi evlerin hametsten (mayalıhamur) arındırılmasıdır. Bu, Yahudilerin Mı-sır’dan aceleyle çıkarken ekmeklerinin ma-yalanmasına bile vakitleri olmadığını hatır-lamak içindir. Pesah’ta yenilen buğdaydanyapılmış mamulün adı ‘matsa’dır. Hamursuzdemektir Matsa. Matsa mayasız ekmektir,un ve su karışımını çok çabuk pişirerekyapılır. Yahudilerin Mısır’dan kaçarken ace-leyle pişirdikleri ekmek budur. Pesah’ın ilkgecesi Yahudiler aileleriyle birlikte, kendi-lerine hürriyetin önemini ve köleliğe hayırdediklerini hatırlatan, pek çok geleneksel,çok eskilerden kalmış olmaları dolayısıylasaygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen,yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alış-kanlıklar, bilgi, töre ve davranışların uygu-landığı bir yemek yerler. Bu bayramın diğerönemli bir mesajı da bütün yabancılarıevine kabul etmektir, çünkü bu onlara ata-larının Mısır’da yabancı olduklarını hatırlatır.Bu yemeğin adı, İbranice anlamı düzenolan sederdir. Seder’de sadece ‘kırmızı KaşerLepesah şarap’ kullanılır. Şarap, neşe vesevinci; kırmızı ise ‘kan’ı simgeler.

Kan, Yahudilerin, esaret günlerinde nasıleziyet çekip, içlerinin kanadıklarını ifade et-mektedir. Mısır’dan çıktıkları günden bir ak-şam önce, Yahudilerin, Mısır’da kutsal sayılankuzuyu kesip, kanını evlerinin kapısına sür-dükleri ve son felaket olan ailenin ilk erkekçocuğunun ölümünün gerçekleşmediğineinanılır. Yahudiler de, Pidyon Ha Ben, ya dakısaca  Pidyon, ilk doğan erkek çocuğuKudüs Tapınağı’ndaki görevlerinden azatetmek için çocuğu bir Kohen’den kurtarmakadına yapılan bir ayindir. İbranicedeki Pidyonsözcüğünün Türkçede tam sözlük karşılığıfidyedir. 

Antik çağlardaki inanca göre, insan veyahayvan, her canlıdan ilk doğan Tanrı’ya aitti.Ailenin ilk doğan erkek çocuğuna Ben Be-hor adı verilir ve Behor, büyüyünce Tanrı’yahizmet edecek şekilde yetiştirilirdi. Bu kişiler,Kutsal Tapınakta (Bet Amikdaş) din görevlisi,hizmetkâr veya müzisyenlik vazifelerini gö-rürlerdi. Yahudilerin ülkesinden serbestçeçıkmalarına izin vermeyen Mısır halkını, Tanrıüst üste gönderdiği on ayrı bela ile ceza-landırır. Bu cezaların onuncusu ve sonun-cusu  ‘Makat Behorot’tur. İlk doğan hererkek canlının (Ben Behor’un) ölmesi de-mektir bu... Göç anlatısında Tanrı’nın; onbelayı Mısırlıların üzerine musallat ederek,İsrail çocuklarını kölelikten kurtarılmasınayardım ettiği yazılıdır. On belanın sonuncusu,her evde ilk doğan çocuğun ölmesi oldu-

ğundan, İsrailli’lerden evlerini kuzu kanıylaişaretlemeleri istenilmiştir. İnanışa gör, böy-lece, bu son bela onların evlerine dokun-madan üzerlerinden geçecektir.

Kan iftirasıRumların toplu olarak yaşadığı her yerleşimbiriminde, Yahudilerin Hamursuz Bayramı yak-laştığında bir Kan İftirası olayı gündeme ge-liyordu. Kan İftirası veya Kan Suçlaması, Ya-hudilerin, çocukların kanlarını dini ayinlerdeve bayramlarda kullandıkları yönündeki iftirave suçlamalardı. Bu iftiraya göre, YahudilerinPesah Bayramı’nda Matsa yapabilmeleri içininsan kanına ihtiyacı vardı ve yine bu suç-

lamaya göre Hıristiyan çocukların kanlarıtercih edilirdi. Tarih içinde bu iddialar, Av-rupa’da Yahudilere işkence etmek için kul-lanılmıştı. Tarihin her dilimde, sebebi bilin-meyen çocuk ölümlerinden kan iftirası so-rumlu tutulurdu. Bazen de kurban edildiğiiddia edilen kişiler şehit mertebesine ko-nulup onun adına kültler oluşturuldu. Kimizaman, bu kişiler azizleştirildi. Yahudi gele-neğinde kan ve kurban uygulamasınınesası Yahudi karşıtlığı veya Yahudi düşman-lığı; Yahudilik dinine, ırkına, kültürüne veyamilletine karşı duyulan düşmanlıkla uydu-rulan   işkence ve insan kurban hikâyeleri,Yahudilik öğretilerine ters düşüyordu. 

Tora’daki ‘On Emir’ cinayeti yasaklıyorduAyrıca herhangi bir canlının yemekte kanınınkullanılması Kaşer kurallarına aykırıydı. Kur-ban edilen hayvanların kanları tüketilemez;kanın akıtılması ve toprakla örtülmesi ge-rekirdi. Levililer kitabına göre kurbanın kanısadece Kudüs Tapınağı’ndaki Altar’a konu-labilirdi. Hıristiyanların başlattığı kan iftiralarıdöneminde Tapınak bulunmuyordu ve bu-nun yanı sıra, insan etinin tüketimi de kaşerkurallarına aykırıydı. Hayvan kurbanı antikYahudilikte yer alırken, Tanah ve Yahudi öğ-retileri insan kurbanının şeytani olduğunuve pagan Kenanlılarla, İbraniler arasındakifark olduğu anlatılıyordu. Yahudilerin bu tipibadetlerde bulunması yasaktı ve bu türibadetlere bulaşanlar cezalandırılırdı. HattaKohenlerin ölünün bulunduğu odada dahibulunması yasaktı. 19. yüzyılın ikinci yarısındaOsmanlı topraklarında yaşayan cemaatlerdenözellikle Rumlar ile Yahudiler arasında ‘Kanİftirası’ diye adlandırılan olaylardan biri deİzmir’de meydana gelmişti.

Kampana çalanlarİzmir’in, Konak  ilçesinde  Aya Fotini Kili-sesi adında bir Ortodoks Kilisesi vardı. Evet,vardı ama o kilise yandı, kilisenin son pis-koposu Hrisostomos Yunan işgali sırasındaöldürüldü, kilise 1922 İzmir Yangını’nda  ha-rabeye döndü, yıkıldı ve yok oldu.  Günü-müzde İzmir’de aynı adı taşıyan modernOrtodoks Kilisesi’nin aynı adı taşıması dışında

51

İzmir Yangını haritası. Mahalleler eski isimleriyle belirtilmiştir.

(levantineheritage.org)

Punta

Mesrobyan Okulu Fen Laboratuvarı.Kordon ve tramvay hattı - 1890

bu yapıyla bir bağı yoktur. Kilisenin çankulesi İsa’nın 33 yaşında ölmesine atıf ya-pılmak amacıyla, 33 metre yüksekliğindeinşa edilmişti. İnşa edildiği dönemde İzmir’inen yüksek yapısıydı. 1893 yılında bu kuleyemonte edilen saatle, saat kulesi olarak kul-lanılmaya başlanmıştı. Bu kulenin Yunanis-tan’ın, Nea Smirni kentinde bir kopyası varhala... 1793 yılında tamamlanan, şimdilerdevar olmayan bu tarihî kilise, aynı zamandaİzmir’in metropolitlik merkeziydi.

Bizim anlatacaklarımız, bir bölümü ile şuyanıp kül olan, Aya Fotini Kilisesi ile ilgi-lidir.

1901 yılında Aya Fotini Kilisesi Başpiskopo-su’na bir Rum kadın gelir. Kadın, AnastasKonstantin Kalikiopulo adlı, Sakız Adası’ndadoğmuş, İzmir San Dimitri Mahallesi’ndeoturan 17 yaşındaki bir çocuğun annesidir.Oğlu İzmir’de  ‘Xenopoulo et Cie’ adlı çokbüyük bir tuhafiyecide çalışmaktadır. İşteneve dönmemiştir. Üç gündür kayıptır; annesituhafiyeciye gider. Oğlunun işyerine de git-mediğini öğrenmiştir. Başpiskopos’tan oğ-lunun bulunması için yardım ister. İddiayagöre, Başpiskopos kadına, “Oğlun artık yok.O bir melek oldu” der. Kadın gözyaşları iledöner oturduğu mahalleye. Komşularınadurumu anlatır. Mahalleli ayaklanır. 22 Mart1901 günüdür. Yahudilerin Hamursuz Bay-ramı’nı kutladıkları günlerdir o günler…Başpiskopos’un, anneye söylediği sözler,mahalle sakinleri tarafından, “yaklaşan Ha-mursuz Bayramı nedeniyle ve dinsel inanç-larından ötürü çocuğu Yahudilerin katlettiğişeklinde” yorumlanır... Mahalleli ayaklanmışsöylentiler yayılmıştır. Rumlar Aya Fotini Ki-lisesi önünde toplanırlar. Rumlarla Yahudilerarasında kavgalar, çatışmalar başlar. Yahudilerdövülür, hakarete uğrar. 27 Mart Çarşambagünü çatışmalar büyüyünce, Yahudi cemaatiönde gelenleri İzmir Valisi Kâmil Paşa’yabaşvurarak olaylara engel olmasını isterler.Aya Fotini Kilisesi’nin içi, avlusu ve civarışehrin dört bir yanından gelen, taşkınlık ya-pan Rumların toplanma yeri olmuştur. Kiliseçanları sürekli çalınarak halkın toplanmasınaçağrı yapılır. Çan seslerini duyanlar, AyaFotini Kilisesi’ni doldurur, insanlar Kilise bah-çesinden sokaklara taşar.

29 Mart günü toplananları sayısı binlercekişiyi aşar. Rum kalabalığın kilise önündetoplanması üzerine, önlem olarak Yahudilereait dükkanlar kapatılır. Manisa ve Aydın’dantakviye olarak iki alay asker getirtilir. ValiBaşpiskopos’a kiliseyi boşaltmasını ve içeri-dekileri evlerine göndermesini emrettiğindeBaşpiskopos, “Kilise herkesindir. Müminlerindua etmesini engelleyemem“ yanıtını ver-diğinde Vali asayiş güçlerine, kalabalığın

dağıtılması emrini verir. Göstericileri kontroletmek için güvenlik kuvvetleri, süngü takmakzorunda kalırlar. Çıkan arbedede 1 kişi ölür,15 kişi ağır yaralanır. 42 kişi gözaltına alınır.

Bir yandan kayıp çocuğun aramasını sürdürengüvenlik güçleri İzmir’e giriş çıkış noktalarındadenetim ve kontrollerini sürdürmekte, kah-vehanelerde, insanların toplu bulunduğuyerleşimlerde kimlik kontrolü yapmaktadırlar.Kaybolan, kaybolduğu sanılan, Hamursuz

Bayramı nedeniyle, dinsel inançlarla katle-dildiği düşünülen ve Başpiskopos’un “Oğ-lunuz bir melek oldu“ dediği iddiaedilen Konstantin Kalikiopulo Anastas, Ur-la’dan dönüşte, soluklanmak üzere oturduğuGöztepe’deki bir kahvehanede yakalanır.Çocuk önce Vali’ye sonra Vali’nin emri üzerineBaşpiskopos’a gönderilir. Anastas yaşadığınınkanıtlanması amacıyla, tüm şehirde dolaş-tırılır. Yapılan incelemeler ve alınan ifadelersonrası, Anastas’ın bir adamla niteliği meçhulbir ilişkisinin olduğu, adamın Anastas’ın pat-ronuna mektuplar yazarak durumu anlattığıpatronun da bu mektupları Anastas’ın ağa-beyine gösterdiği anlaşılır.  Mektupların iç-eriğine kızan Anastas’ı ağabeyinin azarladığı,bunu üzerine de Çeşme ve Urla’daki arka-daşlarını yanına kaçtığı öğrenilir. Kilise yet-kilileri toplumu sakinleştirmek amacıyla ça-lışmalar yaparlar. Başpiskopos, iki kilisedeYahudilerin Hamursuz Ekmeğine Hıristiyankanı eklemek için, cinayet işlediklerine dairasılsız efsane üzerine bir bildiri hazırlar veAllah’a inananların, daha insancıl ve Hıristi-yanlığa daha uygun davranışlarda bulun-masını ister.

Rumların sanık olduğu ‘Kampana ÇalanlarDavası’ 13 Temmuz 1901 günü İzmir Ad-liyesi’nde başlar.

Çoğunluğunu Rum ve Ermenilerin oluştur-duğu on avukat, savcılık tarafından hazırlananiddianamede olayın, isyana teşvik, kasıtlıeylemler, düzeni bozmak gibi isyancılıkve ayaklanma kapsamında ele alındığını, ‘Kanİftirası’ ile ilgili konunun hiç ele alınmadığınıgözlemler. Polis tutanakları, ifadeler, olayınasayiş ile ilgili yönünü ele almaktadır. Savcıiddianamede, cemaatler arası bir çatışmadansöz etmemektedir. Sanıklar, 9 Mart 1901günü Aya Fotini Kilisesi avlusunda ve çev-resinde toplanarak, halkı suça teşvik etmek-tedirler. Osmanlı Ceza Kanunu’nun konu ileilgili maddelerinde, suç olarak belirlenendavranış ve eylemlerin hazırlanmasına ka-tılan, kolaylaştıran ve gerçekleştirilmiş ey-lemlerden söz edilmektedir. Devlete karşısilahlı isyan, halk arasında çatışma yaratmak,gasp, yağma ve yörede, ülkede tahribatındüzenlenmesinin cezalandırılması hüküm-leri yasanın 58’inci maddesinde yer almak-tadır. Savcının talebi bu yöndedir. Avukatlardevlete karşı hiçbir eylem olmadığını, silahlıbir isyandan söz edilemeyeceğini bunaait bir delil olmadığını savunurlar. İkinciAbdülhamit Dönemi siyasi bunalımlarınyaşandığı, komploculuk iddiaları ile insan-ların tutuklandığı, işkence gördüğü, sür-güne gönderildiği bir dönemdir. Savcınıniddianamesini ayaklanma, kalkışma, devletekarşı düzeni bozma iddialarını ileri sürmesi,günün siyasal ortamının göstergesidir.

52

Ermeni Mahallesi

Bella Vue

Hıristiyan avukatlar savunmalarında Padişah’amethiyeler düzerler. Azınlıkların barış veuyum içinde yaşamalarına izin verdiğini öneçıkartmaya çalışan ifadeler kullanırlar. Os-manlı’da azınlıkların içinde bulunduğu barışve huzur ortamına, Avrupalılar tarafındanKan İftirası’nı ortaya atarak önyargılı bir an-layışla toplumlar arasına fitne sokmak iste-dikleri ileri sürülür. Savunma avukatları, cahilhalkın kandırılması amacıyla ortaya atılanbu tür batıl inançların giderilmesi ve çözümiçin eğitimin geliştirilmesini önerirler.

Kampana yas işareti olarak çalınırAvukatlar, olayın siyasi boyutunu geri planaitmek istemektedirler. Onlara göre, olaylarınbaşladığı ilk gün, halk ibadet etmek amacıylakiliseye gelmiştir. Ertesi gün dedikodular or-taya çıkınca meraklı sayısı artmış, toplanankalabalığı daha iyi görebilmek amacıyla bazıkişiler çan kulesine çıkmışlardır ve kampanabir yas işareti olarak çalınmıştır. Kalabalığıntoplanmasının amacının asayişi bozmak veisyan çıkartmak olmadığını, BaşpiskoposuVali’ye göndermek için toplandıklarını ilerisürerler. Avukatlara göre, ‘Kampana Çalan-lar’, Ceza Kanunu’nda yer alan kalkışma ey-lemini işlemediklerinden yasanın öngördüğücezayı hak etmemektedirler. Yahudi avukatlarda olayın aslında bir tarih sorunu olmadığını,ruh bilim sorunu olduğunu, Kan İftirası so-rununun bir nefret, cehaletten kaynaklananaşağılayıcı bir görüş olduğunu ifade ederler.

Dava bir ay sürerBir aydan fazla süren dava ile ilgili olarak,17 Ağustos 1901 günü mahkeme kararınıaçıklar. 29 sanık beraat eder. 13 sanık 7 ay15 gün hapse mahkûm edilirler. İzmir’deyaşayan cemaatlerin birbirleriyle sorunlarıyoktu. Kavgasız gürültüsüz yaşıyorlardı. Din-

lerini ve kültürlerini özgürce yaşayacaklarıortama sahiptiler. Ancak ekonomide, ticarettedurum böyle değildi. Yahudi işadamları, ge-nellikle Ermeniler tarafından yapılan işpor-tacılığı sevmezlerdi. Zaman zaman sokakta

komşular arasında değil ama çarşı pazardaiki cemaat arasında ekonomik çatışmalarortaya çıkıyordu. 

Ustalarına rakip oldularYahudilerin zanaat mektepleri vardı. Buokullarda gençler eğitiliyor, toplumsalyapı ve ekonomik atılım yapacak insanlaryetiştiriliyordu. Bu okullardan mezun olan-lar, Rum işverenlerin, Rum ustaların ya-nında çalışıyorlardı. Rum ustaların yanındamarangozluk, demircilik, tekerlekçilik, mat-baacılık, tornacılık mesleklerini öğrenenlerbir süre sonra kendi adlarına işyerleriaçıyor, ustalarına rakip oluyorlardı. Tarih,Rumların, Kan İftirası bahanesi ile Yahudiçırak çalıştırmalarının son bulduğunu dayazıyor. Gerçek olan, cemaatler arasındakigerginliklerin nedeni dinsel ya da cemaatlerarası kültürel çatışmalar değil, ekonomikçıkar çatışmasının insan yaşamında varolmasıdır.

Kaynakça:Akurgal, Ekrem, Eski İzmir I, Yerleşme Katları ve Athe-na Tapınağı, Ankara, 1983.Alalu, Suzan, Sara Yanarocak, Yahudilikte Kavram ve De-ğerler, Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın, İstanbul, 1996Arslan, Hammet, “Tarih Boyunca İzmir Yahudileri:Yedi Kiliseler, Sürgün, Cemaatleşme Süreci ve ModernDurum”, Bütün Yönleriyle Yahudilik, Tarih Boyuncaİzmir Yahudileri Türkiye Dinler Tarihi Derneği Yay.,Ankara, 2012.Arslan,  Hammet Doç. Dr., DEÜ, İlahiyatFak. [email protected] Geçmişten Günümüzeİzmir Yahudileri: Yerleşme, Kurumsallaşma Süreci veMevcut DurumBaşgelen Nezih, Eski Kartpostallarda Şehir Güzeli İz-mir, 2010.Esther Benassa, Tarih Toplum Dergisi Cilt 5 Sayfa 364 /370https://mbasic.facebook.comHür Ayşe, [email protected],1922’de ‘Gâvur İz-mir’i kim yaktı?kemeraltı.com/izmirdeki-kiliselerNahum Henri, İzmir Yahudileri, 2000.Serce Erkan,www.academia.edu/İzmir Mahalleleriteam-aow.discuforum.infoTatlıbal Engin,www.egemeclisi.com/haber/izmirin rum mahalleleri.Vardar Nilay,bianet.org/bianet/azinliklar/ bir zaman-lar izmir de RumlarVikipedi, özgür ansiklopediwww.5harfliler.com/kartpostallarda kalan kozmo-polit izmirwww.alasayvan.net, Eğitim Arşivi,Tarih Arşivi, Osman-lı Tarihi, Osmanlının gayrimüslimlere karşı tutumuwww.eskieserler.com. Osmanlı Devleti’nde Gayrimüs-limlere Tanınan Din ve Vicdan Hürriyetiwww.izmirkulturturizm.gov.tr/havralar-sinagoglarwww.izmirkulturturizm.gov.tr/İzmir’in büyük yangın-da kaybedilen kiliseleriwww.levantineheritage.comwww.salom.com.tr/haber, basmane semtinde yahudiIzleri 2www.salom.com.tr/haber,Izmir karatas hastanesi veyahudi izleri

53

Aya Fotini eski kilise

Saint Stephen Ermeni Kilisesi. BugünküBasmane çevresindeki Ermeni Mahal-lesi’nin en büyük kiliselerinden biri.

"A ndré Malraux; mezarlıklar, definâdetleri ve mezar taşlarının birmedeniyet için en önemli kimlik

göstergesi olduğunu belirtir. Bu anlamdaOsmanlı mezar taşları ve cenaze törenleriOsmanlı insanının temel niteliğini gösterir;tevazu ve ölümün soğukkanlılıkla karşı-lanması, hatta ölümün hayata ısındırılma-sı…” der değerli tarihçimiz İlber Ortaylı.1

Mezarlıklar, uygarlık tarihinin başlangıcın-dan bu yana hemen her toplum için özelönem kazanmış alanlardır. Özellikle Ana-dolu’da var olmuş uygarlıklarda bu önemdaha da belirgindir. Ayrıca başta Müslümantoplum olmak üzere tekil olarak bazı me-zarların da özel öneme sahip olduğu ayrıbir konudur. Yatırlar, dedeler, türbeler bun-lara örnektir ve İzmir şehri de bu tür me-zarlar açısından oldukça zengindir. Buyazıda sadece mezarlık alanlardan söz et-meye çalışıp türbe, yatır ve dedeleri birbaşka çalışmaya bırakacağız.

Yerleşim geçmişi 8500, kentsel geçmişi5000 yıl önceye giden İzmir’de elimizdeayrıntılı bilginin bulunduğundan söz etmekolası değildir. Antik Dönem Smyrna’sınınNekropol olarak adlandırılan kent mezar-lıkları ile ilgili net bulgular pek azdır. Budönemde mezarlıkların sur dışı alanlardabulundukları gerçeğinden yola çıkarsak,kent kapılarının dışına uzanan yollar bo-yunca mezarlıkların da yer aldığını düşün-mek yanlış olmaz. Yakın zamanda KonakBelediyesi desteğinde sürdürülen AltınparkArkeolojik Alanı’nda yapılan kazı çalışma-larında bulunan ve Roma Dönemi’nde dekullanıldığı anlaşılan Helenistik Dönem’eait mezar stelinin yanı sıra şehrin yukarımahallelerinden Zafertepe ile Kadifekale’ninYeşildere yamacında bulunan lahitler, me-zarlıkların bu bölgelerden çok da fazlauzaklarda bulunmadığının kanıtıdır.

Bu varsayımlardan yola çıkarak son iki yüz-yılda yerleşim alanlarını yoğun biçimdekuşatan mezarlıkların, Antik Dönem’de dekullanılan alanlar olduğunu söylemek aslayanlış olmayacaktır. Bu mezarlıklar genişanlamda İzmir’de yaşayanların bağlı bu-lundukları dinlere göre ayrılmışlarken ba-zıları da Alman Mezarlığı, İngiliz Mezarlığı

ya da Hollanda Mezarlığı gibi milliyetleregöre ayrılmışlardır.

Bilindiği gibi bölgede Müslüman nüfusu11. yüzyıldan itibaren görülmektedir. Seyrekolan bu nüfus 14. yüzyıldan itibaren sayısıhızla artan ciddi bir yoğunluk gösterir.

İzmir çevresindeki birçok köy mezarlığındaeski yüzyıllara uzanan mezar taşlarının bu-lunduğu mezarlıklar varlıklarını günümüzekadar korumuşlardır. Ancak bu yazı İzmirşehri merkezli olduğundan bu tür gömüalanlarından söz etmeyi de bir başka ça-lışmaya bırakıyoruz.

54

Zaman içinde İzmir’deMüslüman mezarlıkları

Yaşar ÜRÜK

1922 İzmir Yangını öncesine ait bu fotoğrafta önde yer alan AyaYorgi Kilisesi kubbesinin hemen üstünde görülen ağaçlıklı alan,Emir Sultan Türbesi'ni de içine alan Şeyh Camii Mezarlığı’dır.

Bu alanda şehrin son iki yüz yıllık geçmişinebakmaya Müslüman mezarlıklarından baş-larsak; 19. yüzyıldaki en önemli ve büyükMüslüman mezarlığının, günümüzün Eş-refpaşa semtinde varlığını bildiğimiz UluMezarlık olarak da anılan ve yedi ayrı me-zarlığın birleşiminden oluşan alan olduğunusöyleyebiliriz. Bu alanı, kuzey-güney aksındamezarlığın ortasından geçen ve İkiçeşmelikyokuşunun devamı olarak sayabileceğimizUlu Yol, altlı üstlü olarak böler. Doğu-batıaksında ise Damlacık Deresi’nin iki yanındayer alan mezarlık alanların batı kıyısı De-ğirmendağ üzerinde muhteşem büyük-lükteki Asklepios Tapınağı kalıntıları ile ya-kınlarında yer alan ve ondan çok dahaküçük boyuttaki Vesta Tapınağı kalıntısınakadar dayanır. Değirmendağ’da Sağlık Tan-rısı Asklepios adına yapılmış olan RomaDönemi tapınağı çizimlerinin özellikle 20.yüzyıl öncesi çizilmiş birçok şehir planındavar olduğu görülmekteyse de, bu yapı gü-nümüze ulaşamamıştır. 1933 yılında Dam-lacık Mezarlığı altında, Kılcı Mescit yanındabulunan 270 metre uzunluğunda ve ikimetre genişliğindeki bodrum ve yöredeki

benzer dehlizler, tapınağın bulunması içinkazı çalışmalarının hızlandırılmasına nedenolmuşsa da sonuç alınamamıştır.

Coryphée Tepesi Bu arada Değirmendağ adının Konak veKarataş’a doğru inen sırtlarda yükselerek,Eşrefpaşa ve Katipoğlu sırtlarındaki düz-lüklere ulaşan ve adını 19. yüzyıl ortalarınakadar üzerinde bulunan rüzgar değirmen-lerinden alan tepe olduğunu da ayrıca be-lirtmekte yarar vardır. Bu tepenin azınlıklararasındaki bir dönem kullanılan adı ‘Coryp-hée Tepesi’dir. Değirmendağ yamaçlarına,1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonraİzmir’e gelen Müslüman göçmenler yer-leştirilir ve yöre, özellikle Halil Rıfat Paşa’nınvaliliği döneminde gelişir. 19. yüzyıl orta-larına kadar aralarındaki geçiş yolları veDamlacık Deresi ile yedi parça görünü-mündeki olan bu mezarlığın, yirminci yüzyılilk çeyreğinde, çevredeki konutların da sı-kıştırmasıyla biraz daraldığı ve geniş gö-rünümlü sekiz bölümden dört bölümlühale döndüğü görülür. Genel olarak UluMezarlık adıyla andığımız bu geniş alanıoluşturan bölümlerin de kendi içlerindeadları bulunmaktadır. Bunlardan kesin ola-rak bildiklerimizden bazılarını şöyle sırala-yabiliriz:

Damlacık Mezarlığı: Damlacık semtinde, aynı adlı cami yanındavar olduğu bilinen mezarlık alan. O dö-nemde sözü geçen küçük bir mahalle camiiolan Damlacık Camii, günümüzün süslüpüslü ve görkemli Fatih Camii halini almıştır.Sözü geçmişken Damlacık Deresi’nden ikisatırla söz etmek isterim. Bu dere, 18. yüzyılbaşlarına kadar, Hıristiyan ve Yahudi me-zarlıkları ile birlikte şehrin batı sınırını oluş-turan ve günümüze yer üstünde ulaşmayanakarsudur. Günümüzde Kadın Hastalıklarıve Doğum Hastanesi binası olarak kullanılaneski Gureba-i Müslimin ya da MemleketHastanesi binası bu derenin ağzında inşaedilmiştir.

Sinan Dede Mezarlığı:Uluyol Mezarlık mahallinin, Eşrefpaşa’danİkiçeşmelik yönünde uzanan Uluyol’unüzerinde yer alan bir bölüm mezarlık alan.Burada sözü geçen Uluyol’u günümüzdeİkiçeşmelik’ten Bayramyeri’ne giden Eşref-paşa Caddesi’nin o bölümdeki ilkel haliolarak düşünebiliriz.

Eşrefpaşa Mezarlığı: Adından da anlaşılacağı gibi Ulu Mezarlıkmahallinin batı bölümünde yer alan me-

zarlıktır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında bir bö-lümü park haline getirilmiş, diğer bölümüde Bayramyeri adıyla, bayram günleri sa-lıncak, dönme dolap ve benzeri oyuncak-ların kurulduğu bir eğlence alanı olarakkullanılmaya başlanmıştır. Bu ad günümüzesemtin adı olarak ulaşmıştır. Bu alana ayrıca1950’lerde nikah dairesi inşa edilmiştir.

Kanlıdere Mezarlığı: Yine Uluyol üzerinde ancak Damlacık Deresiyanında yer alan Müslüman mezarlığıdır.Mezarlığın adı bize Damlacık Deresi’ninbir dönem Kanlıdere olarak da adlandırıl-dığını düşündürmektedir.

Paşa Mezarlığı: Uluyol’un geçtiği bölümün kuzey yönünedoğru olan alanda yer alan bu Müslümanmezarlığı, günümüzün öğretmenevininbulunduğu alanda yer almaktaydı.

Sarımsak Dede Mezarlığı: Bulunduğu yer, sonraları Eşrefpaşa pazaryeri olarak kullanılan alandır. Zaman içindeSarımsaklı Mezarlığı olarak da anılmıştır.Sözünü ettiğim ve bütünü oluşturan me-zarlıkların en önemlisi olarak kabul edebiliriz.Vali Rahmi Bey zamanında Karataş’taki me-zarından alınan Bahri Baba’nın kemikleride buradadır . Bu mezarlığa ayrıca defne-dildiği bilinenler arasında, 19. yüzyıl baş-larında İzmir serdarı olan CamgözoğluSüleyman Ağa ve ailesi, Köprülüler Döne-mi’nde Venedik Devleti ile yapılan BozcaadaDeniz Savaşı kahramanlarından, DonanmaKumandanı Maryoloğlu Mustafa Paşa ileSultan III. Selim’in öldürülmesinden sonrasürgün edildiği İzmir’de öldürülen MoralıKöse Musa Paşa da vardır.

Uluyol Eşrefpaşa Caddesi’ne dönüşürUlu Mezarlık, 20. yüzyıl başından itibarenönceleri çevredeki yerleşim bölgelerininsıkıştırması ile adım adım küçülmeye başlar.Ardından, sonraları Eşrefpaşa Caddesi’nedönüşecek Uluyol’un düzenleme çalışmalarıbu kez mezarlık alanı, merkezinden etkiler.Son olarak da yolun iki tarafında da kalanmezarlar Dr. Behçet Uz’un belediye baş-kanlığı döneminde kaldırılarak Cici Parkve Cumhuriyet Koruluğu oluşturulur.

Fazla büyük olmasalar da bölgeye yakınkonumda olan Ballıkuyu’daki Cumhuriyetöncesi dönemine ait iki Müslüman mezar-lığından söz etmek isterim. Bunlardan biriBallıkuyu semtindeki aynı adla anılan me-zarlıktır. Sonradan yapılaşmaya açılmıştır.Diğeriyse, artık günümüzde olmayan Topaltı

55

İlköğretim Okulu’nun bulunduğu alandayer alan Çalı Mezarlığı’dır. Bu mezarlık da1885 yılında bölgeye yerleştirilen Rumeligöçmenlerinin kurduğu yüz evle gelişimibaşlayan Halidiye Mahallesi tarafından ku-şatılmıştır.

İzmir’de Cumhuriyet öncesi dönemine aitolan ikinci büyük Müslüman mezarlığı iseKemer’de, Yeşildere kıyısında bulunan me-zarlıktır. Mezarlığın yanında kurulduğu Ye-şildere, Seydiköy yakınlarında doğar vekaynağından itibaren sırasıyla Yobaz, Irmak,Aktepe, Günerçam, Emrez dereleri ile Uzun-dere; ardından Kozağaç, Çitlembik, Çamlık,Armutlu ve Dicle derelerinin sularını daalarak, İzmir şehrine ulaştığı yerde ŞirinyerDeresi ya da Yeşildere adıyla Mersinli ya-kınlarında İzmir Körfezi’ne dökülür. Bazıkaynaklarda, hatta günümüzde yanlış olarak‘Meles Çayı’ denilen ve halk arasında ‘SinekliÇayı’ olarak da anılan bu akarsuyun geçtiğivadinin 19. yüzyıldaki adı ‘St. Anne Vadisi’dir.O dönemlerde geniş bahçeliklerle kaplıvadide ayrıca birkaç su değirmeni ile Katolik,Protestan, Ermeni ve Yahudi mezarlıklarıbulunmaktadır. Bu mezarlıklar günümüzdeyerleşim yerleri içinde kalmışlardır.

Şehir geliştikçe mezarlıklardış alanlara yönelirYeşildere kenarında, günümüzdeki KemerKöprüsü’nün iki yanında yer alan mezarlık,İzmir’deki Müslüman mezarlıklarının enönemlilerinden biridir. İzmir-Aydın demir-yolunun Kemer geçişindeki hat ile Yeşilderearasında yer alan ve Kemer-Tepecik yolunun

içinden geçtiği bu mezarlık dört bölümdenoluşmaktadır. Güneybatı yönündeki kıs-mının bir bölümü Yeşildere’nin Basmane’yeyakın kıyısında yer almaktadır. Hiç kuşkuyok ki bu mezarlık şehrin büyümesine uy-gun olarak, Ulu Mezarlık’tan sonra tercihedilen bir alan olmuştur. Mezarlık alanlardaşehir geliştikçe şehir dışı alanlara yönelmeeylemi Yahudi, Katolik ve Ortodoks me-zarlıklarda da görülür. Bu dinlere ait me-zarlar da şehir merkezinde kalan alanlardansonra 20. yüzyıl ikinci yarısında ikinci ba-samak bölge olarak bu yöreyi seçmişlerdir.Yerleşim alanları buraya ulaştıktan sonrayeni mezarlık alanları doğal olarak bir adımdaha ileriye gitmişlerdir. Buna örnek olarakAltındağ’daki Müslüman ve hemen karşı-sındaki Ortodoks Rum mezarlıkları ile birazdaha ilerideki Yahudi mezarlığını göste-rebiliriz. Kemer Müslüman mezarlığı, yer-leşimin Basmane yönünden Yeşildere’yedoğru genişlemesi ve özellikle Tepecik’inaldığı göçlerle hızla büyümesi sonucutarihe karışmıştır.

İzmir’in birçok bölgesi gibi Basmane semtive çevresi de önemli mezarlık alanlarınıbarındırmıştır. Bunların en büyüğü Kocakapıya da Karakapı adlarıyla bildiğimiz mezar-lıktır. Servili Mescit yönünden gelen ve gü-nümüzde 954 Sokak olarak bildiğimiz Ka-rakapı Caddesi tarafından adeta ortadanikiye bölünerek geçilen bu mezarlık alan,Cumhuriyet döneminde imar yoluyla kal-dırılmıştır. Kazanılan alanda günümüzdeBallıkuyu Aile Sağlığı Merkezi, Mehmetçikİlkokulu, İbni Sina Ortaokulu, Vali Kazımpaşaİlkokulu ve Polis Şehitliği bulunmaktadır.

Az bilinen şehitlikHer ne kadar bu yazıda sadece mezarlıklarıanlatıyorsam da İzmirlilerin az bildiği buşehitlikten kısaca söz etmek gerekir. 15Mayıs 1919 günü İzmir’in işgali sırasında,işgal gücünün yaptıklarına karşı çıkıp di-renişleri sırasında şehit olan polis memurları,Kocakapı Mezarlığı’na defnedilirler. Bu eskimezarlık kaldırıldıktan sonra şehit polislerinmezarlarının bulunduğu yere İzmir Bele-diyesi tarafından yaptırılan anıt 30 Ekim1935 tarihinde açılır. Anıta, 1973 yılında,Cumhuriyetin 50. yılı anısına konulan ki-tabede şunlar yazılıdır: “Yüce Türk Ulusu.Tarih boyunca esaret zincirlerini kırarakhür yaşamaya alışmış asil milletimizin ev-latları, 15.5.1919 tarihinde Yunan ordularınınİzmir’i işgali sırasında da zulme karşı çıkarakhunharca şehit edilen ve adını ilk kurşunanıtına yazdıran polis memuru 387 apoletsayılı Hüseyin Avni Efendi ile arkadaşlarıburada yatmaktadırlar...” Anıtın gövdesindeayrıca şehit polislerin adları yazılıdır: HüseyinAvni Efendi, Apolet 387; Kemal Efendi; M.Fahrettin Efendi, Apolet 456; Y. Şerif Efendi,Apolet 315; M. Sabri Efendi, Apolet 68;Hamza Efendi, Apolet 7; İhsan Efendi,Apolet 69; M. Fahri Efendi, Apolet 47.

Mezarlıktı, park olduBasmane semtinin önemli mezarlık alan-larından biri olan Faik Paşa Mezarlığı, FaikPaşa Mahallesi’nde, 960. ve 968. sokaklararasındaki alanda yer alan Müslüman me-zarlığıdır. Kemer Köprü’den gelip Agora’yauzanan antik yol üzerinde yer alan mezarlık,Cumhuriyet’in ilk yıllarında Faik Ener Parkı’nadönüştürülse de Altınpark adı daha yaygınolarak kullanılır ve semtin adı olur. Parkalanının içine sonraki yıllarda belediyehizmet binası ile Şehit Fethi Bey Ortaokuluinşa edilir. 2000’li yılların başlarında hizmetbinası inşaatı için yapılan kazıda tarihieserler çıktığından, alan koruma altına alın-mış ve sürdürülen kazılarda Roma Döne-mi’ne ait yerleşim ortaya çıkarılmıştır.

Hemen yakınındaki bir başka mezarlık alanise aynı adı taşıyan cami ile özdeşleşmişancak günümüze ulaşmayan ÇorakkapıMezarlığı‘dır. Semte adını veren Basmahaneyanında yer alan, ancak Basmane Garı veİzmir-Kasaba demiryolu inşası sırasındabüyük bölümü istimlak edilen mezarlığıngeri kalan kısmı da 1933 yılında NamazgahMezarlığı ile birlikte kaldırılmıştır.

Bir başka cami yanı mezarlık alan da ŞeyhCamii Mezarlığı’dır. Altınordu Mahallesi’nde,961. Sokak’ta yer alan caminin yanındakibu mezarlık alan içinde Emir Sultan Türbeside bulunmaktaydı. 19. yüzyıl sonlarına

56

Luigi Storari planında, Eşrefpaşa çevresi ve Değirmendağ üzerinde Ulu Mezarlıkbölgesi. (1856)

kadar kullanıma açık olan mezarlık, şehiriçinde kalan benzerleri ile birlikte kaldırılır.Uzun yıllar bakımsız kalan cami Cumhuri-yet’in ilk yıllarında Devlet Demiryolları ta-rafından depo olarak kullanılır. 1940’lıyılların ikinci yarısında yapılan onarımdansonra ibadete açılır. Bu arada mezarlıkalanın bir bölümüne, günümüzde kulla-nılmayan Yıldırım Kemal Bey İlkokulu inşaedilirken, önceleri yazlık sinema bahçesiolarak kullanılan diğer bölüm daha sonraları

Fuat Mensi Dileksiz Parkı olarak düzenlenir.Park alanı günümüzde harap ve bakımsızdurumdadır.

Bir diğer önemli mezarlık alan ise Mezar-lıkbaşı semtine ad vermiş olan iki mezar-lıktan biri olan Alaybeyi Mezarlığı’dır. Bumezarlık alanın yeri günümüzde AnafartalarCaddesi’nin Tilkilik yönü giriş ağzıdır. Bumezarlık Kocabahçe Mezarlığı adıyla daanılmıştır. Söz konusu mezarlık kaldırıldıktan

sonra kazanılan alan bir tür pazaryeri olarakkullanılmaya başlanır ve bu durum 1935yılına kadar sürer. Daha sonra sıra sıra dük-kanların yapılandığı bu alanda günümüzdekatlı otopark bulunmaktadır.

Diğer ve daha büyük mezarlık alan ise gü-nümüzdeki Agora kazı alanı sınırları içindekalan mezarlıktır. Birçok kaynakta günü-müzdeki Agora kazı alanının bütününükapsadığı belirtilirse de aslen böyle değildir.Mezarlığın, günümüzdeki kazı alanının birbölümünü kapsadığı, planlardan anlaşıl-maktadır. Bu mezarlık kazılarla birlikte kal-dırılmış ve taşınamayan bazı kemikler he-men yanda bulunan küçük parka konulanbir nişane sütunun altına gömülmüştür.

İzmir şehir merkezinde buraya kadar ak-tardıklarımın dışında da çok sayıda Müs-lüman mezarlığı vardır. Ancak bir yazı içindehem bunların hem de diğer dinlere aitolanların tamamını aktarmak olanaksızdır.Bu nedenle bu çalışmayı Müslüman me-zarlıklarının bazılarından daha söz edip ta-mamlamak doğru olacaktır.

İzmir’deki tarihi mezarlıklardan biri Ko-nak’ta bulunan Sulu Mezarlık ya da SuluMezar’dır. 20. yüzyıl başlarına kadar varlığısüren bu mezarlık, 853. Sokak ile MuciburRahman Caddesi’nin kesiştiği köşedekiblokta yer almaktaydı. Mezarlık kaldırıl-dıktan sonra yerinde inşa edilen Olstontütün mağazası 1980’lerin sonunda yıkı-

57

Servilerin olduğu alan, Ulu Mezarlık bölgesindeki Paşa Mezarlığı'dır.

Lamec Saad planında, Kemer Köprü ve Kocakapı mezarlıkları yerleşimi. (1876)

larak, daha büyük bir işhanı inşa edilmişsede bu han da geçtiğimiz aylarda dahayeni bir yapı için yıkılmış fakat keşif kazı-sında temellerden tarihi eser çıktığı içininşaata başlanamamıştır.

İzmir’de, şehir merkezinde kalan alandasözü edilecek daha çok sayıda Müslümanmezarlığı ve bunların da bazılarının zamaniçinde yaşanmış ilginç öyküleri var. Ancakyazıya da bir yerde nokta koymak gerek.Gene de bazılarının hiç olmazsa adlarındansöz etmek istiyorum.

Büyük Park mezarlık idiKarabağlar’da, adını hemen yakınında yeralan ve o noktada geçiş yıllar önce KöprülüFazıl Ahmet Paşa tarafından sağlandığıiçin, adını bu adla anılan köprüden alanPaşaköprüsü mezarlığı bunlardan biri iken;Bornova’da, günümüzde Büyük Park olarakkullanılan alandaki mezarlık bir diğeridir.Bornova’da 20. yüzyılın başına kadar me-zarlık olan bu alan Vali Rahmi Bey tarafındankaldırılmış ve 1940 yılında da park halinegetirilmiştir. Bornova’da ayrıca İstanbulCaddesi kenarında yer alan bir başka büyükmezarlık alan da 1928 yılında gömüye ka-patılıp yerine Bayraklı yolu üzerindeki yenibir mezarlık kullanılmaya başlanmıştır. Za-

manla burası da dolduğundan bu kez gü-nümüzdeki mezarlık 1967 yılında gömüyeaçılmıştır. Bölgedeki Hacılarkırı, Işıkkent,Eski Çamdibi, Gültepe Pınarbaşı mezarlıklarıda ayrıca kayda değerdir.

Karşıyaka bölgesinde başta Soğukkuyu ol-mak üzere Dedebaşı, Örnekköy, Naldöken,Serinkuyu mezarlıkları; İkiçeşmelik sem-tinde, Çukurçeşme mevkiinde günümüzeulaşmayan aynı adlı mezarlık; Bozyaka’daaynı adla anılan bölgede İmarethanelerMezarlığı ve Kibar Mahallesi’nde, Eski İzmirCaddesi kenarında gömüye kapalı İzmirMezarlığı. Sonuçta mezarlıklar geçmişi ge-lecek yüzyıllara aktaracak tarihimizin par-çasıdır ve özen göstermeliyiz.

KAYNAKÇA:1- “Osmanlılar ve Ölüm” Türkçe baskı önsözü,s. 9, İletişim Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 2016

2- Bu dere ve bölge hakkında daha genişbilgi için: “Santa Veneranda’dan Su CennetiDamlacık’a “Yaşar Ürük, KNK İlkbahar2015/23, s. 42-47

3- Bahri Baba’nın kemikleri mezarlığın kal-dırılması sırasında Asri Mezarlığı’na taşın-mıştır.

4- Günümüzde il alay komutanı.

5- 14 Haziran 1698 tarihinde Bozcaada açık-larında meydana gelen savaşta Kaptan-ıDerya Mezomorto Hüseyin Paşa komuta-sındaki Osmanlı Donanması, Amiral Molinokomutasındaki Venedik donanmasını ye-nilgiye uğratır ve Kuzey Ege adalarının Ve-nedik tehdidi altına girmesine engel olur.Ancak bu zafer 1699’da biten savaşın seyrinebüyük bir etkisi yapmaz.

6- Vefatından sonra İzmir’de gömülmesi ileilgili olarak hakkında ayrıca çalışma yaptı-ğımız Maryoloğlu Mustafa Paşa’nın adındanEvliya Çelebi de Seyahatnamesi’nin Rume-li’deki Hâkâniye Kalesi bölümünde söz eder.(“Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seya-hatnamesi” Haz. Seyit Ali Kahraman, 5.Kitap, 2. Cilt, s. 417, Yapı Kredi Yayınları, İs-tanbul 2010)

7- Musa Paşa, İstanbul’un Yenişehir-Fenersemtinde doğar. Dedesi eski sadrazamlardanMoralı Osman Paşa’dır. Taşrada zor bir işolan vergi tahsilâtı görevinde çalışır. Trab-lus-Şam Eyaletindeki vergi tahsilinde yaşanansorunları gidererek gelirleri artıracağı vaa-dinde bulunduğundan, vezir rütbesiyle Trab-lus-Şam valiliği görevine atanır. Ancak bugörevindeki başarısızlığı ve yolsuzlukları se-

58

Ulu Mezarlık alanının Hisar Camii üzerinden görünümü.

bebiyle unvanı ve görevi elinden alınarak,mal varlığına el konulup Kıbrıs’a sürgünegönderilir. Bir müddet sonra iade-i itibarla,asi Pasbanoğlu üzerine gönderilirse de bugörevinde de istenilen başarıyı gösteremez.Ardından sırasıyla Selanik, Berkofça ve sonolarak İnebahtı muhafızlığı görevlerine ata-nır. Altı ay kadar burada hizmet ettiktensonra Mısır valisi tayin edilir. İskenderiye’yekadar gitmesine rağmen Kavalalı MehmetAli Paşa’nın korkusundan karaya ayak ba-samaz. Buradan tekrar Selanik’e gittiği sıradasadrazam vekili olarak yeni görevi için İs-tanbul’a çağırılarak rikâb-ı hümayun kay-makamlığı görevine getirilir. III. Selim’in ölü-müyle sonuçlanan ve Kabakçı Mustafa İsyanıolarak bilinen olaylardaki rolü nedeniylegörevinden ikinci kez azledildikten sonrabazı kaynaklara göre sürüldüğü İstanköy’debazı kaynaklara göre de İstanbul’da 14Ağustos 1808 tarihinde idam edilir. Ancakmezarının bazı kaynaklarda İstanbul EyüpMezarlığı bazı kaynaklara göre de İstanköy’de

bulunduğu bilgilerine karşılık kayıtlarda bu-lunacak biçimde İzmir’de olması çok ilginçtir.Bu konu da araştırmalarımız arasındadır.

8- Bu alana hemen komşu bulunan KumruluMescid’in, İzmir tarihinde adı kaybolmuş vebölgede olduğu kayıtlı Bitpazarı Mescidi ol-duğu da düşüncelerimiz arasındadır.

9- 1927 yılında hizmete giren okula adı ve-rilen Yıldırım Kemal Bey, İzmir Nüfus Mü-dürlerinden Hasan Askeri Bey’in oğludur.Veteriner okulunu bitirdikten sonra orduyagirer ancak ciğerlerinden hasta olduğu içinmenzil hastanesine yatırılır. İzmir’e girecekolan birliklerin arasında olmak istediği içinarka arkaya yazdığı etkili dilekçelerle başarılıolur ve Fahrettin Altay’ın komutasındakikolorduya bağlı İkinci Süvari Alayı’na alınır.Kaçış halinde olan Yunan ordusunun mer-kezle irtibatını kesme görevini alan bu alayınbirlikleri 27 Ağustos 1922 günü Küçükköyİstasyonu’nu basar ve Yıldırım Kemal birtelgraf direğine tırmanırken düşman kurşunu

ile şehit olur. Aile efradı sonraları Yıldırım-kemal soyadını alırken, Küçükköy İstasyo-nuna da gazeteci Nevzat Ekrem Yazman’ınönerisiyle Yıldırım Kemal adı verilir.

10- Parka adı verilen ressam Fuad MensiDileksiz 1880 yılında İzmir’de doğar. Ortaöğreniminden sonra Fransa’ya giderek resimöğrenimi görür. Trablusgarp Savaşı’ndansonra bir dönem İngilizlere esir düşen sanatçı1914 yılında İzmir’e yerleşir. Çanakkale zaferinedeniyle yaptığı ve Poligon’a dikilen birheykeli işgal sırasında Yunan birlikleri tara-fından tahrip edilir. Cumhuriyet’ten sonra1932 yılında açılışı yapılan İzmir AtatürkHeykeli yapımında Canonica’nın yanındaçalışan Dileksiz, sanatçı ile birlikte Avrupa’nınbirçok ülkesinde anıt heykeller yapar. Sonyıllarında Ege Bölgesi’ni gezerek Aydın, Ber-gama, Dikili ve Ayvalık’ta bu bölgelerin re-simlerini yapan sanatçı yaşamının son dö-nemlerini geçirdiği Tire’de 28 Mayıs 1965tarihinde hayata veda eder.

59

Fotoğrafın ortasında görülen Katipzade Konağı arkasındaki ağaçlık alan Sulu Mezarlık’tır.

Deniz ulaşımının, göçlerin ve ticariaktivitelerin etkisi altında toplum-lararası ilişkilerin yoğunluk kazan-

maya başladığı 18. yüzyıl, salgın hastalıklarıngeniş coğrafi alanlara yayıldığı zaman dilimiolarak tarihe geçti. Yukarıda saydığım fak-törler, kentleri geliştirdi ve kalkındırdı. Fakatyol açtığı nüfus artışı, çevre kirliliğini vesalgın hastalıkları da beraberinde getirdi.18. yüzyıldan itibaren bazı Osmanlı kent-lerinin diğer kentlere nazaran daha sıksalgın hastalıklarla yüz yüze geldiğini gö-rüyoruz. Bu yüzyılda önemli bir liman kent

olan İzmir, salgın hastalıklar konusundailk üçe girebilecek bir performansa sahipti.Hastalıkların kaynağı ya da taşıyıcısı olmapotansiyeline sahip ticaret kervanları, ticaretgemileri, ulakları, göçmenleri, sosyal et-kinlikleri, kışlası ve askerleri vardı. İç böl-gelerden kervanlarla gelen tarım ürünleriya da ticaret gemilerinin getirdiği emtia,İzmir’in ambarlarında depolanıyordu. Buambarlar, veba salgınları sırasında hastalığıyayabilecek kapasiteye sahip olan fare ko-lonileri için uygun yaşam alanlarıydı. Coğrafiyapısı ve iklim koşulları da salgınlar içinelverişli bir ortam hazırlıyordu. Ayrıca kentsık sık deprem ve yangın felaketleri ilekarşı karşıya kalıyor; çoğunlukla bu fela-

ketleri veba salgınları izliyordu.

İzmir halkının özellikleri geniş bir yelpazeoluşturuyordu: Yelpazenin bir ucunda kendiinanç sistemi, kapalı aile yaşantısı ve dahaçok tarıma dayalı ekonomisi ile kent nüfu-sunun büyük bir kısmını oluşturan Müslü-man Türkler yer alıyordu. Diğer ucunda isekökenleri gereği aslında Batılı inanç, gele-nek, görenek ve yargı değerlerine bağlıiken doğululaşma sürecine girmiş, Batılıırkdaşları tarafından da Levanten yani Do-ğulu olarak tanımlanan bir grup ile Rumlar,Ermeniler ve Yahudiler konumlanıyordu.Her grup ayrı bir mahalleye sahipti. Ma-halleler, planlı ve düzenli bir yapılaşmadanyoksundu. Sokaklarından ise pislik akıyordu.

60

İzmir’in veba ve kolera salgınları Yahudicemaati üzerinde nasıl bir etki yarattı?

Dr. Siren BORA

Kentin en güzel sokağı olarak ünlenenFrenk Sokağı, 1764-1765 yıllarında “içindeçirkefli bir derenin aktığı, sokağa benzer birtarafı olmayan” bir dar geçitten ibaretti.1826 yılında kentin “Sokaklarında başıboş,sahipsiz, ancak Türklerin hiçbir şekilde do-kunmadıkları, hatta çoğu kez yiyecek vererekbesledikleri köpekler dolaşıyordu. Zamanzaman yünleri pislenmiş iri kuyruklu koyun-larla ineklerin de buralarda dolaştıkları gö-rülüyordu. Sokaktan gelip geçen insanlarada sürtünen ve bu hayvanlar, ayrıca bazende ısıran köpekler, kentin genel pisliğini birazdaha arttırıyordu…” 1830 ve 1831 yıllarında,“Birçok sokak hiçbir zaman kaplanmamıştı;kaplanmış olanlar da o kadar kötü bakıl-mışlardır ki, oralarda yürümek zordu. Yolüzerinde sık sık rastlanan ve kimsenin ka-patmadığı çukurlardan iğrenç kokular çıkı-yordu. Birçok sokakta, çamurlu bir dere, dahadoğrusu, iki yanında kaldırım bulunan, açıkbir lağım görülüyordu.”

1700 ile 1850 yılları arasında, 150 yıllık za-man diliminin en az 80 yılında İzmir vebaile birlikte yaşadı. 1784 yılına kadar vebadaha çok Osmanlı Devleti’nin Avrupa’dakitopraklarında hüküm sürdü. İzmir’de görülsedahi, salgın kısa süreliydi. Bu tarihe kadarortaya çıkan veba salgınlarının diğer birözelliği bölgesel olmalarıydı. Yani veba sa-dece İstanbul, Makedonya, Bulgaristan yada Sırbistan gibi tek bir kentte veya bölgedeçıkıyor ve orada kalıyordu. 1784 yılı salgıniçin bir dönüm noktası oldu. Veba Osmanlıtopraklarında hızla yayıldı. İzmir’de; Bas-mane-Agora-Kestelli arasındaki topografikalandaki mahallelerinde yaşayan Yahudi

Cemaati acaba salgın hastalıklar sırasındane yaptı, nasıl bir tepki gösterdi, ne türönlemler aldı? Salgın hastalıklar cemaatiçerisinde ne ölçüde etkili oldu?

Açıkçası 18. yüzyılın salgın hastalıkları sı-rasında İzmirli Yahudilerin neler yaptığınailişkin ayrıntılı bilgiye sahip değiliz. Elimiz-deki bilgiler ne yazık ki son derece kısıtlı.Bu yüzden kısa bir özet vermekle yetine-ceğim. İkiçeşmelik Caddesi üzerindeki BikurHolim Sinagogu, veba salgınlarında hastaneolarak kullanıldı. Öte yandan, salgınlar sı-rasında kenti terk etmek geleneksel biruygulamaydı. İzmir Yahudileri de bu gele-neksel yöntemi benimsediler. Salgın dönemiboyunca çevre yerleşim birimlerine ve ada-lara sığındılar.

İzmir, 1831 yılında veba ile birlikte gelenkolera hastalığı ile ilk kez tanıştı. 1831-1832 kolera salgını önce Yahudi mahalle-lerinde başladı. Oradan kentin diğer semt-lerine yayıldı. Salgın sırasında 17.000 kişihastalandı. Yaklaşık 7000 kadarı hayatınıkaybetti. Salgının en şiddetli aşamasında,günde yaklaşık 300 kişi ölüyordu. 1831-1837 yılları arasında bir kolera (1834) vebir veba (1835) salgını oldu. 1837 vebasalgını en çok Müslüman Türkleri ve Ya-hudileri etkiledi. 1837 veba salgını sırasındaİzmir Yahudi nüfusu 8000’di. 457 kişi has-talığa yakalandı. 160 kişi iyileşti, 297 kişiöldü. Demek ki İzmirli Yahudiler arasındahastalığa yakalanma ve ölüm oranı oldukçayüksekti. Her 1000 kişiden 60’ı vebaya ya-kalanmış ve hastalığa yakalananların %67’siölmüştü. Bu salgın adeta bir dönüm noktası

oldu. 1827 yılında Hahambaşı Mahalle-si’nde kurulan Yahudi Hastanesi 1837 vebasalgını sırasında genişletildi. Aynı yıl La-zaretto (Karantina Binası) ve Midraş KadoşHospital (Kutsal Hastane Enstitüsü) kuruldu.Ardından da salgın hastalıklardan ölenlerindefnine tahsis edilecek olan mezarlıkarazisi satın alındı. Bu arazi, GürçeşmeMezarlığı’nın arazisiydi. Görüldüğü gibidört aşamalı, modern ve sistemli bir çalışmayürütülmüştü.

Acaba Gürçeşme Mezarlığınasıl satın alındı?Yaklaşık olarak 19. yüzyılın ortalarında,İzmir Yahudi Cemaati’nden Direm Yakonive Lion isimli şahısların aileleri arazi ya daaraziler satın aldılar ve yıllık bir bedel kar-şılığında defin için cemaatin kullanımınatahsis ettiler. Öte yandan İzmir Yahudi Ce-maati Başkanı N. Tarika tarafından AllianceIsraelite Universelle başkanına yazılan 5Ocak 1921 tarihli bir mektupta, İzmir YahudiCemaati tarafından satın alınan bir mezarlıkarazisinden söz ediliyordu: “…Önceki yıl-larda, Osmanlı yönetiminden bir mezarlıkarazisi satın alındı ve salgın hastalıklardanölen cemaat mensuplarımız bu araziye def-nedildi. Arazi kent dışında ve oldukça uzak-tadır…” İzmir Yahudi Cemaat Başkanı N.Tarika’nın mektubunda söz ettiği mezarlık,muhtemelen Direm Yakoni ile Lion adlı şa-hısların aileleri tarafından İzmir Yahudi Ce-maati’nin kullanımına tahsis edilen arazi-lerdi. Yine muhtemelen üç belgede sözüedilen arazi, bugün Gürçeşme Yahudi Me-

61

zarlığı olarak bilinen alandı. Gürçeşme Me-zarlığı’nda yaptığım incelemeler sırasında1850 yılına ait toplu definler saptadım:Mezarlığa 1 Ocak 1850 tarihinde 59 kişidefnedilmişti. Mezar taşları üzerinde def-nedilenlerin adları mevcut değildi. Söz ko-nusu mezarların bazısında 2, bazısında 3,bazısındaysa 4 hatta 5 kişi bir arada toprağaverilmişlerdi. İzmir’de 1849 yılında bir vebasalgını yaşandı. Gürçeşme Mezarlığı’ndaki1 Ocak 1850 tarihli mezarlar, muhtemelenveba salgını sırasında ölen Yahudilere aitolmalıydı. Salgın sırasında hayatını kaybe-denler bir arada defnedilmişlerdi.

Yahudiliğe göre bulaşıcı hastalıklar ilahicezalardı. Tora Vayikra’da; “Tsaraat Kanunları”başlığı altında bulaşıcı hastalıklar, teşhisive onlardan korunma yolları ayrıntılı olarakanlatılıyordu. İbranice olan Tsaraat’ın an-lamının uzun bir süre, cüzam (lipra) olduğusanılmıştı. Ancak bu ayette Tsaraat ile vur-gulanan; insanın bedeni dışındaki değil,bedeni içindeki kusurlardı. Sözgelimi bun-lardan biri olan “Laşon Ara” (dedikodu,iftira), Tora’da sık sık dile getiriliyordu. Kötükonuşmanın zerresi bile yasaklanmıştı. La-şon Ara’nın büyük bir suç olarak nitelen-dirildiği, bu suçu işleyen kişilere verilencezalardan da anlaşılıyordu. Başkası hak-kında kötü konuşanın ölümle cezalandırı-labileceği dahi ima ediliyordu: “Ölüm veyaşam dilin gücü dahilindedir.” Öte yandanTora Vayikra’da ve Tora Devarim’de sıkçavurgulanan hastalık iki farklı kavram olarak

olarak ele alınıyordu: Holi-hastalık ve mad-ve-illet. Ancak aralarında eşgüdümsel birbağ mevcuttu. Başka bir deyişle, madditemizlik ile manevi temizlik arasındakidoğrudan ve sıkı ilişki, holi ve madve ileifade ediliyordu. İnsanların bildiği doğalhastalıklar holi olarak; Mısır’dan çıkış öncesiorada görülmüş olan doğaüstü ve alışıl-madık rahatsızlıklar (çıbanlar gibi) madveolarak tanımlanıyorlardı. Tora’da sıkça sözüedilen maddi bereket, fiziksel sağlığın ol-madığı bir ortamda hiçbir anlam ifade et-miyordu. Hastalıkların uzak olacağı garantiside halkın mitsvalara (şer’i kurallar) uygunyaşaması şartı ile geçerliydi. Ama halkemirlere itaat etmezse tam tersi olacaktı.Burada vebanın ve koleranın, İzmirli Ya-hudiler tarafından madve olarak nitelen-dirildiği düşünülebilir. Eğer hasta tedaviedilemez ve ölürse, illet yani madve teşhisikonuluyordu. Böylece hastanın tedavi aşa-masında ümitsizliğe kapılması engelleni-yordu. Ancak ölüm gerçekleştiği zamansalgın hastalık, ceza ya da lanete dönüşü-yordu. O halde salgınlarda ölenler ceza-landırılanlardı. Bu bağlamda mezarlık içe-risinde ayrı bir yere ya da ayrı bir mezarlığagömülmeleri zorunluydu. Öte yandan sal-gın hastalıklardan korunmanın temel ko-şulu tecritti. Hastalığa yakalananlar ve has-talıktan ölenler, taşıyıcı oldukları için tecritedilmeliydiler. Dolayısıyla kentin uzağındakimezarlığa defin, son derece çağdaş birhastalıktan korunma yöntemiydi.

Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde yer alan1869 tarihli mezarlık krokisi üzerinde Gür-çeşme Yahudi Mezarlığı’nın adına rastla-madım. Mezarlık ya jardin yani bahçe olarakadlandırılan araziydi ya da Katolik ve Pro-testan mezarlıklarının tam karşısında bu-lunan Kançeşme Mahalli yazılı olan alan-daydı. Kent merkezinden oldukça uzaktaolan bu bölge, 19. yüzyılın ortalarındanitibaren mezarlık bölgesi olarak adlandı-rılmıştı. Burada yer alan Kervan Köprüsü’nünbir tarafında Müslüman Türk mezarlıkları,diğer tarafında Alman, Hollanda ve İngilizmezarlıkları mevcuttu. Müslüman Türk Me-zarlığı ile Alman, İngiliz ve Hollanda me-zarlıkları arasında kalan alanda ise GürçeşmeYahudi Mezarlığı yer alıyordu. Mezarlık,1933 yılına değin defin işlemleri için kulla-nıldı. Bu tarihte Altındağ Mezarlığı’nın açıl-ması sonucu defin işlemlerine kapatıldı.Gürçeşme Yahudi Mezarlığı, yaklaşık olarak19.000 metrekarelik bir alana sahipti. İçinde9478 adet mezar mevcuttu. Karayolları Ge-nel Müdürlüğü’nün 2013 yılında, İzmir Ko-nak Tünel Varyant girişinde yaptığı inşaatkazısı sırasında bulduğu mezar taşlarınınilk bölümü Smyrna Agorası’na götürüldüve envantere kaydedildi. Öte yandan, sözkonusu kazının devamı sürecinde pek çokmezar taşı ve kemikler ortaya çıkarıldı.Hepsi 2013-2015 yılları arasında GürçeşmeYahudi Mezarlığı’na taşındılar. Böylece Gür-çeşme Yahudi Mezarlığı’ndaki mezar taş-larının sayısı da arttı.

62

Kaynakça:I- Başbakanlık Osmanlı Arşivi Belgeleri(İstanbul):BOA, Bab-ı Ali Evrak Odası Sadaret Defte-ri/271,

BOA. Hariciye Tercüme Odası Belgeleri 431/35.03.01.1859 tarihli belge.

BOA, İrade Hariciye Belgeleri 45/2119.

BOA, İrade Meclis-i Vükela Belgeleri 123/3149.

BOA, Meclis-i Vükela Belgeleri 878/20.

BOA, A.) Mektubi Mühimme Belgeleri 338/39.

BOA, A.) Mektubi Umumi Belgeleri 262/99.11. R. 1273 tarihli belge.

BOA, Sadaret A. 9. Mektubi Belgeleri 121-1.

II-Archives Historique de I’Alliance Is-raelite Universelle (Paris):AAIU, Henri Nahum, “The Jews in Smyrnaof confinement at the opening to theworld’’, Journal of Muslim Worlds and theMediterranean, (online) 107-110, postedMay 4, 2005, accessed June 18, 2014.URL:.http://remmm revues. org/2799.

AAIU, Turquie II C 8-14 Smyrne, TARICA, 5Ocak 1921 tarihli mektup.

III-Kutsal KitaplarKitabı Mukaddes – Eski ve Yeni Ahit, İstanbul1988.

Tora Bereşit, 1. Kitap İstanbul Eylül 2002.

Tora Şemot, 2. Kitap İstanbul Kasım 2007(2. Baskı).

Tora Vayikra, 3. Kitap İstanbul Nisan 2006.

Tora Bamidbar, 4. Kitap İstanbul Mayıs2010.

Tora Devarim, 5. Kitap İstanbul Temmuz2009.

IV-KitaplarBarnay, Yaakov, On the History of the Jewsin the Ottoman Empire-Aspects of Material

Culture, New York 1990.

Besalel, Yusuf, Yahudilik Ansiklopedisi, İs-tanbul (cilt 1) Mayıs 2001.

Besalel, Yusuf, Yahudilik Ansiklopedisi, İs-tanbul (cilt 2) Ekim 2001.

Beyru, Rauf, 19. Yüzyıl’da İzmir’de Sağlık So-runları ve Yaşam, İzmir (İzmir BüyükşehirBelediyesi Kent Kitaplığı Yay.) Mart 2005.

Bora, Siren, İzmir Yahudileri Tarihi 1908-1923, İstanbul 1985.

Bora, Siren, Karataş Hastanesi ve ÇevresindeYahudi İzleri, İzmir 2015.

De Scherzer, Charles, Smyrne-Consideree aupoint de vue geographique, economique etintellectuel, Leipzig 1880 (second edition).

Ekştayn, Şimon Ari Leyev, Sefer Toledot Ha-Habif-Toledot Hayav vepaulav şel RabeynuHayim Palaçi, Yeruşalayim 1999.

Franco, Mois, Essai sur I’Histoire des Israelitesde L’Empire Ottoman-depuis les origines jus-qu’a nos jours, Paris 1897.

Galante, Avram, Histoire des Juifs d’AnatolieLes Juifs d’Izmir (Smyrne), İstanbul 1937.

Galante, Avram, Histoire des Juifs de Turquie– Les Juifs D’Izmir(Smyrne), İstanbul (Issis),tome 3, t.y.

Gürkan, Salime Leyla, Yahudilik, İstanbul(gözden geçirilmiş 4. Baskı) Haziran 2012.

Karayaman, Mehmet, 20. yüzyılın ilk yarısındaİzmir’de Sağlık, İzmir (İzmir Büyükşehir Be-lediyesi Kent Kitaplığı Yay.) Nisan 2008.

Nikiforuk, Andrew, Mahşerin Dört Atlısı -Salgın ve Bulaşıcı Hastalıklar Tarihi, İstanbul(çeviren Selahattin Erkanlı) 2001.

Panzac, Daniel, Osmanlı İmparatorluğu’ndaVeba (1700-1850), İstanbul (Tarih Vakfı YurtYay.) Ekim 1997 (çeviren Serap Yılmaz).

Pınar, İlhan, Osmanlı Dönemi’nde İzmir’deBir Cemaat İzmir’de Alman İzleri 1752-1922,

İzmir (İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Ki-taplığı Yay.) Ağustos 2013.

Serçe, Erkan, Tanzimattan Cumhuriyete İz-mir’de Belediye 1865-1945, İzmir (DokuzEylül Yay.) 1998.

Yaranga, Olaf, XIX. Yüzyılın İlk YarısındaFransız Gezginlerin Anlatımlarında İzmir,(İz-mir Büyükşehir Belediyesi Kent KitaplığıYay.) Mart 2002.

Zorlusoy, Hasan, (XVII.Yüzyıldan Günümüze)Fransız Gezginlerin Gözüyle İzmir, İzmir (İzmirBüyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı Yay.),Şubat 2013.

V-MakalelerBarnay, Yaakov, “Raşit HaKehila HaYahuditbeİzmir betkufa HaOtomanit” Peamim, n.12 (1982).

Başan, Eliezer, “Sırefot ve Reidot Adamabeİzmir bemeot heyyudzayn yudtet ve-teuda al haşemat Yadim behetzta”, Migge-dem Umiyyam, 2 (1986).

Beyru, Rauf, “XIX. Yüzyıl İzmir’inde SalgınDönemleri ve Yaşam”, İzmir’in Sağlık TarihiKongresi 1-3 Aralık 2005 Bildiriler, İzmirEylül 2009.

Dumont, Paul, “Jewish Community in Turkeyduring the last decades of the nineteenthcentury in the light of the Alliance IsraeliteUniverselle”, Christians and Jews in the Ot-toman Empire, vol. 1 New York 1982.

Pınar, İlhan, “Bir Önyargının Yükselişi veDüşüşü ya da Avrupalı Seyyahların BakışAçısından Osmanlı Dönemi İzmir’inde Türk-lerin Veba ile Mücadeleleri”, İzmir’in SağlıkTarihi Kongresi 1-3 Aralık 2005 Bildiriler, İzmirEylül 2009,s.s. 302-320.

Ülker, Necmi, “Batılı Gözlemcilere Göre XVII.Yüzyılın İkinci Yarısında İzmir Şehri ve TicariSorunları’’, Tarih Enstitüsü Dergisi, F.21 İzmir,s.s. 335-347.

63

Mezarlık bölgesi (Bugünkü Yenişehir pazaryeri civarı)

Smyrna/İzmir tarih boyunca dünyanınilgisini çekmiş, önce ‘La Perle de L’İo-nie Smyrna’ İyonya’nın Yıldızı Smyrna,

daha sonra da Petit Paris-Küçük Paris olarakanılmış önemli bir kenttir. Tarihi, örenyerleri, yeraltı ve yerüstü endüstriyel, ma-densel ve tarımsal hammadde zenginliğinedeniyle önemli bir merkez olmuştur.Batı Anadolu’nun dünyaya açılan kapısı ol-masının yanı sıra seyyah, arkeolog, dinadamı ve maceraperestlerin uğradığı, Le-vant’ın başkenti haline gelmiştir.

Smyrna ve İzmir üzerine onlarca kitapyazılmış ve yayımlanmıştır. Sizlerle bu ya-zımda 122 yıl önce basılmış belgesel birkitabın Smyrna ile ilgili sayfalarını pay-laşmak istiyorum. Tam adı ‘Earthly Foots-teps of the Man of Galilee and the Jour-neys of his Apostles’ olan ve günümüzde‘Galilee Adamının Ayak İzleri ve Havarile-rinin Yolculukları’ olarak tercüme edilenbu albüm kitap 1895 yılında ThompsonPublishing Company’nin İncil Sanat Seri-si’nden çıkmıştır.

Amerika Metodisti, piskopos ve teologJohn H. Vincent (1832-1920) önderliğinde,İlahiyat Doktoru, Birinci Metodoloji Kilise-si’nin Metodisti Rev. James W. Lee (1849-

64

Smyrna’dan geçen Galilee’nin ayak izleri

Tufan ATAKİŞİ

Foto 1.

Foto 2.

1919) ve fotoğrafçı Robert E. M. Bain (1858-1932), yayınevi için İsa’nın (bu gün Ürdün,Lübnan, İsrail, Filistin sınırları içinde kalanbölge) yaşamının geçtiği önemli yerleri vetarihi yapıları fotoğraflamıştır. Böylece okutsal topraklara seyahat edemeyen Ame-rikalıların duygusal ve manevi bir bağ kur-ması amaçlanmıştır. Her sayfada bulunanfotoğrafın altına konu ile ilgili bilgi veril-dikten sonra İncil ile ilgili ayetler ilave edil-miştir. Bu kapsamlı çalışma önce 29 Ekim1894-15 Nisan 1895 tarihleri arasında 25fasikül olarak yayımlanmış, ardından kitapolarak hazırlanmış ve basılmıştır.

Kitapta yer alan tanıtımda şunlar yazılmış:“Roma’dan Kudüs’e kadar süren bu yolculukta;Galilee Adamının Ayak İzleri’ni, Rab’bin veHavarilerinin dünyevi yaşamının geçtiği yer-lerin 384 orijinal fotoğraf görüntüsü, dinibilgiler, tanımlar ve tutulan notlar…

Mesih’in doğduğu, büyüdüğü, vaftiz edildiği,mucizelerin gerçekleştiği ve vaazların yapıldığıkutsal kılınmış mekanlar ve çarmıha gerili-şi… Baş Piskopos John H. Vincent, DD., LL.D. ve Piskopos Rev. James W. Lee, DD.’nindini yorumları ve Robert Edward Mather Ba-in’in çektiği fotoğraflarla beraber…”

İki din adamı ve bir fotoğrafçıdan oluşanve 1894 yılının başlarında Roma’dan yolaçıkan ekip, Brindisi’ye ulaştıktan sonradeniz yoluyla önce Atina ve Selanik’i, dahasonra da Smyrna ve Efes’i dolaşıp fotoğ-raflamışlardır. Ardından tekrar deniz yoluyla

Kıbrıs’a uğradıktan sonra Beyrut’a varanekip, ilkbahar ve yaz ayları boyunca yukarıdabahsettiğimiz kutsal toprakları dolaştıktansonra Hıristiyanların mukaddes kenti Ku-düs’e gelmişler, daha sonra da Mısır’a geç-mişlerdir. Yaklaşık 6 ay süren bu yolculuksüresince; sekiz erkek yardımcı, dört at veyedi katır ile kişisel eşya ve kamp malze-melerinin dışında, her biri 70 pound (32Kg) ağırlığa sahip olan 9 sandık 17.4x25.6cm ebadında cam fotoğraf plakası taşın-mıştır. Yolculuk boyunca fotoğrafların ya-rıdan fazlası Filistin ve Kudüs’te çekilmiş,notlar alınmış, haritalar hazırlanmış, sosyalve dini bilgilerle dolu o dönem için ilginç

sayılabilecek çok önemli bir belgesel ha-zırlanmıştır.

Smyrna ve EfesGezinin Türkiye ayağında ise Smyrna’daSt. John’un öğrencisi Smyrna PiskoposuSt. Polycarp’ın mezarı ve Efes’te de St. JohnKilisesi kalıntıları albüm-kitapta yerini al-mıştır. 1894 yılında çekilen, ikisi Efes’e aitolmak üzere on fotoğraf ve açıklamalarlaSmyrna’nın XIX. yüzyıl sonlarındaki duru-muna ait bilgi ve fikir sahibi oluyoruz.

Kitabın Smyrna ilgili bölümü, Aziz I. John’unbir söylemi ve kentin tanıtımı ile başlıyor:

65

Foto 4.

Foto 3.

”Başından beri olan, gördüğümüz, gözleri-mizle gördüğümüz, baktığımız ve ellerimizledokunduğumuz, ‘Yaşamın Sözü’ olarak ilanediyoruz”, “Smyrna, Asya’nın en zengin veen güçlü devletlerinden olan İonların ünlübir liman kentidir. Burada yaşayanlar lükseve özgürlüklerine çok düşkündür. Homeros’unbu topraklarda doğduğu söyleniyor.Smyrna’daki kilise, Aziz John’un bahsettiğiAsya’daki yedi kiliseden biridir. BugünSmyna’da yaklaşık 200 bin sakin vardır veLevant’ın en önemli ticaret merkezidir. Şehrinticaretini kontrol eden ve burada yaşayan

çok sayıda müreffeh Yahudi vardır. Bizdenönce yapılmış birkaç minare görüyoruz, buda Muhammed’in küçük etkisini göstermek-tedir. Smyrna, güzel ve iyi inşa edilmiş birşehirdir.”(Foto 1)

Hemen sonraki sayfada yazanlar şöyle:“Smyrna, Aeolian tarafından kuruldu; İyonve Dor dönemi kolonilerinden... Smyrna’dayıllar sonra Küçük Asya’nın yedi kilisesindenbiri yer alacaktı. Bu aynı zamanda Polycarp’ınevi oldu ve bu resim şehidin mezarının ya-nından alındı. Smyrna halkının Tanrı ile

olan ilişkisi, M.Ö. 1000’de başladı. Kırık birkemer arasından görülen Akdeniz şehriSmyrna.” (Foto 2)

Bu sayfa da vahiy ile başlıyor: “ Efsane’dekirıhtımın resmini veriyoruz, çünkü bu, İsa’nınbildirgesini açıklamaktadır. Belki de dünyadakendi topraklarının dışında Yahudilerin böylekalabalık olduğu bir şehir yok. Ticari yollarınkesiştiği Smyrna’da daha büyük bir konumagelmişler. Burada, dünyanın en iyi Türk halılarıve diğer ince halı kumaşlarının pazarı vardır.Smyrna, 200 binden fazla nüfusa sahip birşehirdir. Rıhtım bir mil veya daha fazla uzanancaddedir ve kentteki en önemli yerlerden bi-ridir.” Demiryolu hatları ve yol, limana kadargidiyor; gemiler limana bağlanıyorlar. Binalaryolun kara tarafını çiziyor; arka planda dağlargörülüyor.” (Foto 3)

4. sayfadaki fotoğraf altı açıklamada, BaşPiskopos John H. Vincent, DD, LL. D. vePiskopos Rev. James W. Lee, DD’nin St.Polycarp ile ilgili yazdıkları çok ilginç: ”Bufotoğraf, Smyrna körfezine bakan dağdan,Smyrna Piskoposu St. Polycarp’ın şehit edildiğive gömüldüğü bir noktadan alındı. St. Poly-carp, St. John’un öğrencisiydi ve kilisenindüşmanı olan Marcus Aurelius ve LuciusVerus Roma İmparatorları döneminde ya-pılan zulüm altında şehit düşürüldü. Poly-carp’dan inançlarından vazgeçmesi istendi.Polycarp, “Seksen altı yıl boyunca ona hizmetettim ve o asla yanlış yapmadı. Ve şimdi

66

Foto 5.

Foto 6.

beni kurtaran tanrıma nasıl küfredebilirim?Polycarp canlı canlı yakıldı. Bu uzun boylusedir ağacı, küllerinin gömüldüğü yere işaretediyor. Smyrna ve çevresini buradan dahagüzel gözleme olanağı yoktur. Buradanşehri, denizi ve dağları görüyoruz.”Smyrna’da tepe mezarlığı ve mezarlık; Me-zarlık yakınında veya mezarlığında iki uzunsedir ağacı vardır.” (Foto 4)

Bu fotoğraf 1890 yılında inşa edilen Pier’inönündeki rıhtım. Her zaman olduğu gibigemiler bağlanmış: “Smyrna, Küçük Asyasahilinde harika bir şehirdir. Bugün İslamdünyası içinde de en güzellerinden biri olanSmyrna Limanı, iki ulus arasında dağılmışdurumda. Rıhtım yaklaşık yedi ya da sekizmil uzunluğunda, kentin batısına doğruuzanmaktadır. Çok sayıda gemi büyük ticaretnedeniyle kente gidip gelmektedir. Bu yüzdendünyanın en önemli kozmopolit yapı, düşünceve görgü kuralları geçerlidir.” (Foto 5)

6. sayfaya Pier’in mendirek tarafının fo-toğrafı konmuş. Gümrük kulübesi hemenönde gözüküyor: “Smyrna’daki Gümrükİskelesi’nin resimlerini burada veriyoruz çün-kü burası Küçük Asya’daki en büyük şehir-lerinden biridir. Bu şehirde önde gelen ticaretkuruluşlarının birçoğu yabancılara ait. Bu-rada yaşıyorlar ve miraslarını, çevrelediğiTürkler’in karşısında tutuyorlar. Günümüzdebu şehirde kendileri tarafından yönetilenbirçok büyük ticaret evi var. Pier’in mendirektarafı; iskele çuval, sandık, fıçı ve çeşitli eş-yalarla doludur; mendirek tarafında birkaçgemi görülüyor.” (Foto 6)

Kentin genel görüntüsü süslüyor bu sayfayı:“Smyrna yaklaşık 200 bin nüfuslu güzel birşehirdir. Saint John’un öğrencisi olan Polycarpburada yaşadı ve şehit düştü. Mezarı şehrinmanzaralı bir tepenin üzerindedir. O yıllardada kentteki yerleşim yoğunluğu göze çarpıyor.Tepeden şehir ve körfez manzarası.” (Foto 7)

Kitabın Smyrna’ya ayrılan bölümünün so-nunda iç limanda kıçtan kara yapmış tek-neler görülüyor: “Şiirin yüce bir örneği olanHomerus Smyrna’da doğmuştu. Homeros’unkendi şehirlerinde doğduğunu iddia edenlerolsa bile bu kabul görmemiştir. Limanda bü-yük buharlı ve yelkenli gemiler, birkaç küçüksandal görülüyor.” (Foto 8)

Smyrna’ya ayrılan sayfalar bu kadar. Ekipdaha sonra Efes’e gidip orada da fotoğrafçekiyor. Kitabın 1895 yılında yayımlanma-sından sonra Robert EM Bain Bain, UlusalFotoğrafçılar Konferansı’ndaki bu yolculuktaçektiği fotoğraflarıyla ödül kazandı.

Kaynakça:Thompson Publishing Company (New York- ABD)Pensilvanya Üniversitesi Kütüphanesi (Pen-silvanya - ABD)Kongre Kütüphanesi (Washington DC - ABD)Fotoğraflar:Robert Edward Mather BAIN(Copyright 1894 By. R. E. M. Bain)

67

Foto 8.

Foto 7.

Türk basınına özellikle İzmir basınınadeğerli hizmetlerde bulunan ve pekçok öğrenci yetiştiren Gürkan Ertaç,

basın camiasında Baba Gürkan olarak anılır.Öz be öz İzmirli olan gazeteci-yazar GürkanErtaç 59 yıldır medyadaki çalışmalarını veatılımlarını sürdürüyor. Ertaç 76 yaşında,yazıları ve eserleriyle gençlere yol gösteriyor,üretkenliğini sürdürüyor. Gürkan Ertaç,medyadaki trajikomik anılarını ‘BasındaHoş Sada’ isimli kitabında toplamıştı. Şimdide İzmir’in kalbi, tarihi çarşısı Kemeraltı’nın70 yıl önceki halini enine boyuna inceledi.Tarihe ışık tutacak yönleriyle okurları bil-gilendiren ‘Bir Sevdadır Kemeraltı’ isimlikitabını yazdı. Her İzmirlinin kütüphane-sinde Gürkan Ertaç’ın ‘Bir Sevdadır Kemeraltı’adlı kitabı yer almalı. Kitabın gelirinin İzmirİl Fakirleri Derneği’ne bağışlanması ayrı biranlam taşıyor. Kitap, bu dernekten teminedilebilir. Gazeteci-yazar Gürkan Ertaç, ‘Be-nim İzmirim’e konuk oldu. Ancak öncesindebasın camiasındaki adıyla Baba Gürkan’ıbilmeyen okurlarımıza tanıtalım.

89 gazetecinin arasında ilk 10’a girdiGürkan Ertaç 1940 yılında İzmir’dedoğdu. Namık Kemal Lisesi’ni bitirenErtaç, öğrencilik yıllarında voleybol,basketbol ve atletizmde başarılar eldeetti, uzun yıllar üst düzey hakemlikyaptı. Gazeteciliğe 1958’de SabahPostası’nda spor muhabiri olarakbaşlayan Gürkan Ertaç, Ege Ekspres,Hürriyet, Günaydın ve Yeni Asır ga-zetelerinde tam 55 yıldır, muhabir,spor müdürlüğü, koordinatörlükve yazar olarak hizmetini sürdürü-yor. Görsel medyanın İzmir’de te-mel atıp yerleşmesine SKY TV veEge TV’de haber ve spor müdür-lüğüyle katkıda bulunan Ertaç,uzun yıllar Türkiye Spor YazarlarıDerneği İzmir Şube Başkanlığı

ve genel merkez yöneticiliği yaptı.İzmir Gazeteciler Cemiyeti (İGC) Şeref Divanıüyesi olan Ertaç yine İGC tarafından ‘YaşayanSembol Gazeteciler Ödülü’ne layık görüldü.Atina’nın Olympia kentinde düzenlenenolimpiyat kursunda Türkiye’yi temsil edenErtaç’a, dünyaca ünlü 89 gazeteci arasındayapılan sınavda ilk 10’a girmesi nedeniyleonur sertifikası armağan edildi. EskişehirAnadolu Üniversitesi, medyaya Türkiye ça-pında yaptığı hizmetler nedeniyle Ertaç’aözel ödül verdi. İzmir semtlerinin tarihselgelişimini inceleyen seri yazılar yazan, ilginççalışmalar yapan Ertaç, o kadar çok ödülaldı ki, hepsine yer vermeye kalksak tümsayfayı kaplayabilir. Ertaç çok sayıda onurödülü de aldı. İzmir İl Fakirlerine YardımDerneği’nde danışman olarak görev yapanGürkan Ertaç, çeşitli sosyal ve yardım ku-ruluşlarında etkin faaliyetleriyle de tanınıyor.Karşıyaka Belediyesi, Örnekköy’de bir parkaismini verdi.

68

Gürkan Baba ve Kemeraltı İzmirli gazeteci-yazar Gürkan Ertaç,basın camiasındabilinen adıyla BabaGürkan, ‘BirSevdadır Kemeraltı’adlı kitabında;ticari, sosyal,kültürel, tarihi birçarşıyı anlatmanınötesinde bir kentingeçmişine mercektutuyor.

Neslihan PERŞEMBE

Kitabınızın 31’inci sayfasında “Ke-meraltı’nda kendinizi evinizde his-sedersiniz” demişsiniz. Bu his gü-nümüzde kaldı mı?Günümüzde kalmadı. Özellikle hipermarketolayları, Kemeraltı’na günübirlik girmeyiadet haline getiren İzmirlilerin ayağını kesti.Kemeraltı’nda da yemekler fast food vekebaba döndü. Eskiden İzmirliler gününmuhasebesini yaparken, “Bugün de Ke-meraltı’na gittik, şuraları dolaştık, buralarıgezdik. Şu vitrinlere baktık. Yeni mallargelmiş” derlerdi. Eskiden satın alma gücüde vardı. Göç de Kemeraltı’nı olumsuz et-kiledi. Kemeraltı insanların bir yaşam biçimiolmaktan çıktı.

Kitabınızda Atatürk ve Celal Bayargibi yer verdiğiniz ölümsüz isim-lerden bazılarını okurlarımızla pay-laşır mısınız?Ulu Önder Atatürk’ün; ayakkabılarını Ke-meraltı’nın girişindeki Halim Alanyalı pa-sajında dükkanı bulunan kunduracı KazımUsta’ya ısmarladığını, onun dışında kim-seden almadığını biliyor musunuz? Gem-lik’te doğan ama 1913’te İzmir’e gelip siyasihayatını İzmir’e adayan, Altay Gençlik veSpor Kulübünün kurucularından Türkiye’nin3. Cumhurbaşkanı, Atatürk’ün son Başba-kanı Celal Bayar’ın; henüz hiçbir resmigörevi olmadığı devirlerde buruşuk pan-tolonlarını kapıcı Cemal’e ütülettiğini veKemeraltı’ndaki Demokrat İzmir gazetesindeütüleme işinin bitmesi için uzun külotlanasıl beklediğini bilir misiniz? Atatürk’ünİzmir’e geldiğinde dinlenmekten zevk aldığıMeserret Oteli’ni nasıl unuturuz ya da Pa-ris’te dünyanın hala hayran kaldığı EyfelKulesi’nin mimarı Gaston Eiffel’in inşa ettiğitarihi güzel İzmir Hanı nasıl hayranlıkla iz-lenirdi. Tüm bunlar, ‘Bir Sevdadır Kemeral-tı’nın önemli anekdotları.

İzmir için önemli olan 9 Eylül es-kiden nasıl kutlanırdı?9 Eylül, İzmir için bir tarihi bayramdı. Coş-kuyla, en görkemli şekilde kutlanırdı. 9Eylül sabahı Belkahve’den süvariler yolaçıkar, iki koldan şehre giriş yapardı. Birincikol Alsancak Kordon Boyu’nu takiben Ko-nak’a gelir, ikinci kol da Altındağ-Tepecik-Basmane yoluyla, Dönertaş’tan AnafartalarCaddesine girerek Konak’a ulaşırlardı. İkibirlik Vilayet Konağı önünde birleşir, birlikler,komutanın emriyle selam durarak, konağınbalkonunda göndere Türk Bayrağı çekilirdi.Atlı süvariler, atların parke taşlar üzerindenallardan çıkan kıvılcımlar saçarak, halkıncoşkusuyla Kemeraltı’nı boydan boya ka-tederdi. Kemeraltı dolup taşardı. Çarşı’nın

her iki yanı mahşer gibi olurdu. Dede, nine,anne, baba, çoluk çocuk herkes askerlerinresmi geçidini izlemek için hazır beklerdi.Askerler geçerken Türk Bayrakları sallanır,gözyaşları salıverilirdi. Hoparlörlerden demarşlar çalınırdı.

Kitabınızda okurları Kemeraltı’ndanasıl bir geziye çıkarıyorsunuz?Okurlar, Tarihi Sarı Kışla’dan başlayarak Ke-meraltı’nın 70 yıl öncesini turluyor ve HisarCamisi’ne kadar gidiyor. Kemeraltı’nın enmüstesna ismi Eczacıbaşı Holding ve Al-tınordu’nun kurucusu Süleyman Ferit Ec-zacıbaşı Bey’den tutun da, İzmirlilerin büyükbir dayanışma göstererek yarattıkları mo-dern devlet hastanesinden nasıl bir sağlıkyuvası haline dönüştüğünü, o devrin enünlü hekimlerinden Dr. Mustafa Enver

Bey’in, Vali Kamil Paşa’ya başvurarak, eskicephaneliğin bulunduğu yerin, Padişah’tanalınan izin üzerine hastaneye nasıl dönüş-tüğünü öğreniyoruz. Pasaj içinde, İzmir eş-rafının müdavimi olduğu Şükran Lokantasıve sahibi Edip Bayat; üzerinde o devirdeKemeraltı’nda işi olanların kaldığı ŞükranOteli; TBMM’deki İzmir milletvekillerindenNecip Kalkan’ın, Havra Sokağı’nda miniminielleriyle limon ve sabun sattığı; dünyacaünlü modist Zuhal Yorgancıoğlu; seramik-teki gururumuz Ümran Baradan, gazete-ci-sinemacı Hüseyin Baradan’ın Kemeral-tı’nın gülleri olduğunu; Sefer Usta’nın (Özsüt)Kestelli Caddesi’ndeki 6 metrelik dükka-nından Türkiye çapındaki tatlı imparator-luğuna nasıl dönüştüğünü, Halikarnas Ba-lıkçısı’nın uğrak yeri Kemeraltı’ndaki mey-haneleri hep kitabımda anlattım.

69

Benzinci Kör Hafız

Özellikle nişan, düğün, sünnet,mezuniyet gibi mutlu günlerdeKemeraltı’na gelinirdi değil mi?Evet. Mesela Şadırvanaltı Camisi’nin altıtamamen sünnet ve gelinlik üzerine yö-neltilmiş bir meslek grubunun bulunduğuyerdir. Bu gelenek sürdürülmektedir. Ke-meraltı’na gıda ve diğer mamülller içinalışveriş yapmaya gidenler, artık hipermar-ketlere gidiyor. Yeni Karamürsel İzmir’deaçıldıktan sonra Sakız Pazarı, babamınsahibi olduğu Memurlar Bakkaliyesi, PertevSusup Bakkaliyesi gibi 3 önemli ismin yanısıra gıda sektöründe çalışan gruplar vardı.Hipermarketlerdeki imkanların bireysel po-tansiyellerin önüne geçmesiyle bu gruplarda mücadele edememeye başladı. Ali Galip,şeker ve mamülleri özelliğini sürdürüyor.Özsüt, Türkiye çapında gelişti. ZamanındaKestelli Caddesi’nde Sefer Usta, 6 metrelikdükkanda kazandibi ve diğer mamülleriyapardı. Oradan çarşı içine geçtiler. Evlatlarısayesinde büyütülerek bir tatlı imparator-luğuna dönüştürüldü.

Bir devre imza atan gazetelerKemeraltı, içinde barındırdığı gazeteleri vekitapçılarıyla da anılırdı. Bir devre imzaatan Demokrat İzmir, Sabah Postası ve EgeEkspres gibi gazetelerin İzmir’in gazetecilikyaşantısına katkılar yaptı. Nihat Dağdelen’in‘Hareket’ diye tek sayfalık bir gazetesi ya-yımlanırdı. Medyanın ağırlığı Kemeral-tı’ndaydı. Kemeraltı’ndan doğup büyüyenve Türkiye’de kitabevleri çığırını ilk açanve mazisi 100 yılı geçen Yavuz Kitabevihâlâ yaşatılıyor. 1913 yılında Hüsnü ve Fah-rettin Bey’ler tarafından Ragıpzade Bira-derler adıyla kurulan ve Atatürk’e ilk kitabıarmağan eden Yavuz Kitabevi sahiplerinesoyadlarını bizzat Büyük Atatürk Kitapçıolarak vermiş. Kuruluşunun 100. yılını kut-layan ve sürekli atılımlar yapan Yavuz Ki-tabevini şimdi Fahrettin Bey’in çocuklarıBirgül Hanım ve Ali Ragıp Bey devam etti-riyor. Türkiye 1. İktisat Kongresi’nde yeralan ilk önemli müesseselerden biridirYavuz Kitabevi.

Kitabınızda Kemeraltı’nı ticari, sos-yal, kültürel ve tarihi dokusuylatanıtırken, hafızalarda yer alan in-sanlarını da anlatıyorsunuz. Bu ki-şilerden Benzinci Kör Hafız’a de-ğinirken, “Ona vefalı davranmadık”diyorsunuz. Bu vefasızlık günü-müzde İzmir’de arttı mı?Benzinci Kör Hafız, Kemeraltı’nın bir sem-bolüydü. Yaşlandıktan sonra bir kenara atıl-mamalıydı. Üstelik Milli Mücadele’nin gazi-

70

Gürkan Ertaç

siydi. İzmir’in sosyal faaliyetleri yürüten der-nekleri çok az. İzmir ismi taşıyan kaç dernekvar? İzmir olarak bu konuda gelişemedik.Konyalılar Derneği, İzmir’de daha etken.

Spor, hem yaşamınıza hem de ga-zeteciliğinize damga vurdu. İz-mir’de futbol takımları sizce nasılgüçlenebilir?İzmir takımları taşıma suyla değirmen dön-dürmeye çalışıyor. Büyük paralarla yıldızfutbolcuları transfer ederek başarıya ula-şılacağını zannediliyorlar ama yanılıyorlar.Karşıyaka ile Göztepe’nin durumları ortada.Bunun tek çıkış yolu; kulüplerin altyapıyaeğilmeleridir. Altınordu’dan Seyit MehmetÖzkan’ın yarattığı gençlerle yücelttiği, eldeettiği başarılar ortada. Altay da yine genç-lerle ligde ayakta durmayı başarıyor. Bununkesin çözümü; geçmişte olduğu gibi Mus-tafa Denizlilerin, Ayhan Ermanların, NevzatGüzelırmakların, Halil Kirazların yetiştiğiyuvalardır. Ayrıca kulüplere belediyelerindestek olması şarttır. Diğer kentlerde bunuyaşıyoruz. İzmir’deyse maalesef bu birlik-teliği göremiyoruz. Bu gidişle İzmir takım-larının hiçbirisi süper lige çıkamaz.

Türkiye’nin birçok ilini dolaştınız.Kemeraltı gibi bir çarşıya rastla-dınız mı?Rastlamadım. İstanbul’daki Kapalı Çarşı’dansöz edilir ama Kemeraltı’nın yerini tutmaz.Burası geniş bir yelpazeye hitap eden açıkbir fuar gibidir.

Genç gazetecilere önerileriniz ne-lerdir?Gazeteci önce kendisini sonra da kurulu-şunu temsil ettiğini bilerek, kılığına, kıya-fetine, davranışlarına dikkat etmeli. Temizkıyafetin, saygıda kusur etmemenin paraylapulla ilgisi yoktur. İşinizi seveceksiniz. Çokmeşakkatli bir meslektir. Gazeteci evlenir-ken, eşine belli bir mesaisi ol-madığını, aile ilişkilerindebu nedenle pürüzler ola-bileceğini önceden uzunuzun anlatmalı, kabul et-tirmelidir. Aksi halde ömürboyu tartışmalara, ayrılma-lara kadar giden sorunlarsöz konusu olur. Kesinlikleişinize ve randevunuza 10dakika önce gidin. Özellikletrafik bahanesi sizi hiç kur-tarmaz. Türkiye’de bu tip ba-hane ve gecikmeler kabulediliyor ama Avrupa’ya, Ame-rika’ya gidin, sizi kimse bek-lemez ve bir daha da ciddiye

almaz. Ülkemizde rötarlar normal sayılsada, yabancı ülkelerde uluslararası trenler,peronlara dakik varırlar. Hatır ve çıkar kar-şılığı haber yapmayın. Bir maddi kaynağıo zaman size sağlayanlar, sonra bedelinikötü ödetirler. Medyada çalışırken dostunuzçok olur, ayrıldığınızda size selam verenbile çıkmaz. Önemli olan; işinizde karakterve kişiliğimizle kendimizi iz bırakmaktır.Geçmişimizden aldığımız en önemli öğüt;“Kalemini kır, sakın satma”dır. Yalan (aspa-ragas) haber yapmayınız. Doğru haber, engüzel haberdir. “Yalancının mumu yatsıyakadar yanar” denilir. Belki birkaç kez okurualdatabilirsiniz ancak adınız yalancıya çı-karsa, sizi artık kimse okumaz. Spor branş-larının kurallarını, mahcup olmamak içinaz çok bilmelisiniz. Aksi halde basketbol

maçında, “Gol!” diye bağırırsınız. Tenis ma-çında da, “Adam 40-0 öne geçmiş, artıkyenilmez” dersiniz. Oysa 40 sayısının tenisteanlamı farklıdır ve fazla önem taşımaz. Bü-yüklere saygılı, arkadaşlarınıza sevgiyleyaklaşın çünkü ailenizden çok onlarla ha-yatınız geçiyor. Acıyı tatlıyı paylaşıyorsunuz.Kentinize mülkü amirleri ve sivil toplumörgütleriyle sahip çıkın. İzmir Türkiye’ninincisidir ama bizim şehrimize borcumuzutam anlamıyla ödediğimiz söylenemez. İz-mirlileri saygıyla yad ediyorum.

Hayalinizde nasıl bir İzmir var?İzmir’e dair beni üzen, kahreden olaylarınbaşında Osman Kibar ve Rauf Onursal za-manında 1. Kordon’un imara açılıp 9 katverilmesi, güzelim Rum evlerinin de yıkıl-

ması, imbatın kesilmesidir. İs-tanbul’un 25 milyon nüfusuvar ve hâlâ sahil şeridinde de-nizi koruyorlar. İzmir’de denizdoldurularak yer kazanılmayaçalışıldı. Mithatpaşa Caddesikeşke eski halinde kalsaydı.Deniz ileri alınmasaydı. Eskiİzmirliler İkiçeşmelik ve Eş-refpaşa’da otururlardı. İmbatestiğinde oralardan hisse-dilirdi. Hayalimdeki İzmir’de,imbatın hissedildiği o eskigünlerin mimari yapısı var.İzmirli olarak İzmir’de iş bu-lamıyorsunuz. Bu önemlisorunun çözümlenmesigerekiyor.

71

Avrupa ülkelerinde çalışan Türk işçileri Ve-nedik Brindisi’den araçlarıyla bindikleriferibotlarla memleketlerine rahatça ulaşma

olanağına kavuşmuşlardı. 584 yolcu ve 100 oto-mobil kapasiteli Avrupa’nın en yeni ve ucuz fe-ribotunda kişi başı ücret 252 ile 1600 lira arasındadeğişirken, köpeklerden 36, kedilerden ise 27lira alınıyordu. Arabalarını garaja teslim edenyolcular, isterlerse; tek veya çift yataklı, duşlu,tuvaletli 294 kamaradan birini seçiyor, isterlerse;ucuz fiyatlı ‘tayyare koltuk’ denilen pulman kol-tukların sıralandığı 122 kişilik salonda yolculukediyorlardı. Feribotta kamarotundan çarkçısına,aşçısından kaptanına Türk kökenli personellekarşılaşınca vatan topraklarına adım atmış gibimutlu oluyorlardı.

O yıllarda İtalyan ve Yunan gemileri yerine Ak-deniz’in incisi Türk yolcu gemileri tercih edil-mekteydi. İzmir-Venedik arasında karşılıklı bir tu-rizm hareketi başlamıştı. Venedik’e gidenler mayo,manto, pardösü, ayakkabı, çanta, İtalyan sera-mikleri ve Murano camları satın alıyorlardı. Yolcularaldıkları kıyafetleri içlerine giyerek, cam ürünlericeplerine doldurarak sıkıntısız bir şekilde güm-rükten geçiyorlardı.

İzmir ile Venedik kentlerinin ilişkileri çok eskileredayanmaktadır. 1573-1645 yılları arasında Os-manlı-Venedik ticari ilişkileri doruk noktasınaulaşmıştı. Venedik gemileri Osmanlı karasularındaseyir halindeydi. Dersaadet ve Serenissima tüc-carları karlı günler yaşıyorlardı. Osmanlı devletininbaşkenti; günümüz Türkçesiyle ‘mutluluk vesaadet kapısı’ olarak, Venedik de; ‘en mutlu belde’olarak anılırdı. Mutluluğu hedefleyen iki devletGirit’in şarap ve köle ticareti yanında, tüm Akde-niz’e sahip olma arzusuyla karşı karşıya gelmişti.Osmanlı İmparatorluğu ile Venedik Cumhuriyetiarasında 1645’de başlayan savaş 25 yıl sürmüş,

1669 yılında son bulmuştu. Girit Savaşı ile mutluilişkiler kesintiye uğramış, iki devlet de çok ciddişekilde yıpranmış, gelişmekte olan diğer devlet-lerin önü açılmıştı.

Venedik’in ticari başarısının altında askeri güceve diplomasiye verdiği önem yatmaktaydı. Savaşıkaybeden Venedik’in ilk yaptığı şey, Osmanlı ileticari anlaşmalar gerçekleştirip, Girit’teki parasalçıkarlarını kollamak olmuştu. Bu arada İzmir’ede Francesco Lupazzoli balyos ‘Bailo’ (elçi) olarakatanmıştı. Kumaş ticareti yapan Francesco Lu-pazzoli, Ege Bölgesi’ndeki ilişkilerini kullanarakGirit Savaşı sırasında Venedik için bilgi toplamış,Ege adalarını inceleyen bir çalışma yapmıştı.1587’de Casale Monferrato’da dunyaya gelen Lu-pazzoli 1702’de İzmir’de hayata gözlerini yumanadek Ege bölgesinde aktif bir istihbarat ve diplomasigörevi yapmıştı.

1453 yılında İstanbul'un fethinin ardından Ve-nedikliler, Bizans dönemindeki ticaret koloni-lerinin varlığını sürdürebilmek için Osmanlılarlaanlaşma olanağı aramışlardı. Venedik elçisi Bar-tolommeo Marcello'nun çabalarıyla 18 Nisan1454 tarihinde bir ticaret anlaşması imzalanmıştı.Bu anlaşmayla satılan mallarda %2 vergi öden-mesi koşuluyla Venedik ve Osmanlı tüccarlarınakarşılıklı serbestlik sağlanmıştı. Venedik Cum-huriyeti'nin İstanbul'daki sürekli ilk balyosu Bar-tolomeo Marcello olmuştu. Venedik’in İzmir’de1594 yılından itibaren konsolosu vardı. Ayrıca;Ankara, Aynaroz, Milos (Değirmenlik), Gelibolu,Halep, Suriye, Şam, Kahire, Kıbrıs, Kili (Ukrayna),Nikola (Girit), Kudüs, İskenderiye, Dimyat (Mısır),Mora, Naksos, Sakız ve Silivri’de de Venedik’eait konsolosluklar bulunmaktaydı.

Venedik Dükası yerine Osmanlı SultanisiTicarette başarılı olan Bizans, Akdeniz limanlarındahatta Hint kıyılarında bile geçerli olan bir parayasahipti. İmparatorluğun batısındaki Venedik ise

Bizans'a bağlı bir eyalet konumundaydı. Venedikgüçlü bir donanmaya sahip olmaya başlayıncaönemli bir askeri güç haline gelmiş, 803 yılındabağımsızlığını kazanmıştı. 1100 yıllarından sonra,Bizans’ın içine düştüğü darlık, parasının değerinindüşmesine neden olmuştu. 1200’lü yıllardaDoğu Akdeniz Bölgesi’nden elde edilip İzmir’denBizans ülkesine giren Venedik’in altın sikkesi‘Düka’ geçer para olmuştu. ‘Sultani’ denilen ilkOsmanlı altın sikkesi Fatih Sultan Mehmet dö-neminde, 1477’de basılmıştı. Buna karşın, ‘VenedikDükası’ Osmanlı ülkesinde 16. yüzyıla kadar ge-çerli akçe olarak kalmıştı.

Bizans’ın yazlık başkenti İzmir-Kemalpaşa1185'te çıkan bir ayaklanmaya kadar Bizans’ınbaşkentinde gittikçe kalabalıklaşan bir Venedik-Ceneviz (Latin) kolonisi oluşmuştu. 300-400 binnüfuslu İstanbul’da yaşayan 60-70 bin kolonicitoplumun şiddetli tepkisi sonucu katliama uğra-mıştı. Bu durum Venedik'in 1204 Haçlı seferleriniMısır'a değil de, İstanbul'a yöneltmesi için bir

72

İzmir’de VenediklilerVenedik’te Osmanlılar

Uz. Dr. Metin ÖZER

Fotoğraflar: Ali BOZOĞLU (ARŞİV)

gerekçe olmuştu. 13 Nisan 1204'de Venedik’inkudretli yöneticisi Enrico Dandolo “Kafirin beteriKudüs’te değil İstanbul’dadır” söylemiyle 4. HaçlıSeferi’ne çıkan orduları İstanbul’a yöneltmişti.97 yaşındaki Dandolo, gençliğinde Bizans İmpa-ratoru tarafından gözleri neredeyse tamamenkör edildiğinden, kin ve nefret doluydu. İstanbulve Ayasofya Katoliklerin eline geçmişti. İstanbul’dakatliam ve soygun 3 gün sürmüş, İstanbul’untüm zenginlikleri talan edilmişti. Hipodromun(Sultan Ahmet Meydanı) güzelliğine güzellikkatan ve M.Ö. 4. yüzyılda yaşayan Yunan heykel-tıraş Lisippos’un eseri olduklarına inanılan, mermersütunlar üzerinde yükselen dört bronz at heykelide Venedik’e kaçırılmıştı. Günümüzde bu at hey-kellerinin asılları binanın içinde korunurken, kop-yaları San Marco Bazilikası’nın dış cephesindegörülmektedir.

57 yıl sürecek Katolik Latin Krallığı kurulmasındansonra  Ortodoks Bizans’ın asil ve güçlü aileleriBatı Anadolu'ya sürgüne gitmişlerdi. Theodore1. Komnenos Laskaris (1205–1221) Batı Anado-lu'daki egemenliğini pekiştirip başkent İznikolmak üzere yeni bir Bizans devleti kurmuştu.Yeni Bizans Devleti’nin başkenti İznik olmasınakarşın, yönetimin ağırlığı Magnesia (Manisa),Smyrna (İzmir) ve Nymphaion (Nif-Kemalpaşa)olmuştu. Özellikle Kemalpaşa devletin yazlık baş-kenti olmuş, İzmir ve civarındaki topraklar imaredilmiş; tersaneler yenilenmiş, bölgede yeni ma-nastırlar yapılmış, Manisa ve Kemalpaşa’da kü-tüphaneler ve kültür merkezleri kurulmuştu.

İzmir’de Venedikliler1261 yılında İstanbul’u tekrar ele geçiren Mikhael8. Paleologos Nymphaion Antlaşması (Nif-Ke-malpaşa) ile İzmir limanını kendisine destek olanCenevizlilere teslim etmiş, Nif Antlaşması’yla İz-mir'de yerleşim hakkını elde eden Cenevizlilerkentte ticari açıdan etkin bir konuma yüksel-mişlerdi. Venedik de 1082 ve 1219 yıllarındayaptığı anlaşmalarla İmparatorluğun bütün li-manlarında Gümrük vergisi ödemeden serbestticaret yapma hakkına sahip olmuştu. İzmir’deCeneviz ve Venedikli tüccarların rahatça ticaretyapabilmesi için kıyı boyunca yerleşmişler (gü-

nümüzde Hisar Camii'nin bulunduğu iç limanınağzından kuzeye doğru), burada evler ve iba-dethaneler inşa etmişlerdi.

14. yüzyıldan beri İzmir'de Katolik Misyonerlerinvarlığı bilinmektedir. 1689 yılında ibadete açılmışolan St. Maria Kilisesi'nin kayıtlarında halen va-tandaşımız olarak yaşayan İtalya kökenli kişilergörülebilmektedir. İzmir, 1317 yılında bir TürkmenBey'i olan Aydınoğlu Umur Bey'in denetimi altınagirse de liman bölgesi Latinlerde kalmaya devametmişti.1680'e gelindiğinde İzmir’de Ceneviz veVenedik ticaret hakimiyeti Fransızlara geçmiş,konsolosluklarla ticarethaneler Frenk Caddesineve Punta’ya yerleşmişti. İhracat ve ithalat limanıolan İzmir İstanbul’u hem ekonomik, hem desosyokültürel alanda geride bırakmıştı. Geneldeithalat yapılan İstanbul’da malları depolamayagerek kalmıyor, dağıtım limandan yapılıyordu.Venedik Balyosları da liman yerine saraya yakınolmaya özen gösteriyor, önceleri Sultanahmet’e,daha sonraları Beyoğlu’ndaki Venedik Sarayı’nayerleşiyorlardı.

İzmir’de tüccarların binalarının arkası denize açıl-makta, rıhtım olmadığı için açıkta demirleyengemilerdeki mallar, sandallarla indirilmekteydi.Deniz kıyısındaki her bina hem ev, hem de bir ti-carethane işlevi görmekteydi. Ayrıca tüccarlarkıyıdaki bu binalarda kendilerini güvende his-setmekte, mallarını burada depolayıp, olumsuzbir durumda açıkta bekleyen gemilere hızlıcaulaşıp, kaçabilmekteydiler. 1778’de yaşanan dep-rem ve ardından Frenk Mahallesinde çıkan yan-gında Fransa, İngiltere, Venedik, Napoli, Ragusa(Dubrovnik) konsolosluklarıyla, Fransız ve Rumtacirlerin mağazaları ve birçok han yok olmuştu.1922 ‘de Frenk Caddesi tamamen yandığından,bu yapılar günümüze ulaşamamıştır.

Eski Foça’yı Venedikliler, YeniFoça’yı Cenevizliler kurmuş1082’de yapılan anlaşmaya göre Venedik, Bizans'ıntüm limanlarında vergi vermeden ticaret yapmahakkını kazanmıştı. Bu durum Venedik’in Bizans’tanüstün bir hale gelmesini sağlamıştı. Bizans hemözgürlüğünü kaybetmiş, hem de Batı’ya bağlıbir devlet olmuştu. Aynı yıl Phokaia'da (Foça) birVenedik ticaret kolonisi kurulmuştu. Piri Reis, 16.yüzyıl başlarında Ceneviz tüccarlarından bir gru-bun Yeni Foça'da bulunduğuna tanıklık etmiştir.1512'de hazırladığı Kitab-ı Bahriye adlı yapıtındaşu bilgileri vermiştir: “Foça hakkında şöyle bir ri-vayet vardır: Eski Foça'yı evvela Venedik tüccarlarıkurmuşlardır. Yeni Foça'yı Ceneviz tüccarları kur-muşlardır. Ceneviz tüccarları kendi kumaşlarınıve diğer eşyalarını getirmek için bir depo yapmaküzere yer talep ederler. Böylece de Yeni Foça ku-rulmuş olur. Ben Ceneviz tüccarlarının Yeni Foça'da

oturduklarını gördüm. Fakat şimdi dağılıp git-mişlerdir…”

Türklerde denizcilik1092’de iyice güçlenen İzmir Emir’i Çaka Bey deVenediklere imtiyazlar vererek ticaretin gelişmesinisağlamıştı. Çaka Bey tutsak olarak bulunduğudönemde en büyük merakı İstanbul’daki tersa-neleri gezmekti. Denizciliğin önemini çok iyikavramıştı. 1. Komnenos zamanında İstanbul’dankaçarak İzmir’e yönelmiş, Karataş semti civarındabulunan tersaneyi ve çalışanlarını örgütleyerekyeni gemiler yaptırmış, bir donanma kurmuştu.Bu nedenle 1081 yılı Deniz Kuvvetleri’nin kuruluşyılı olarak kabul edilmektedir. Genç Türkiye Cum-huriyeti de Çaka Bey’in izinden yürümüş, 20Nisan 1926’da kabul edilmiş olan Kabotaj Kanunu,1 Temmuz 1926’da yürürlüğe girmişti.

İzmirliler bilinen ilk Türk Amirali Çaka Bey’in büs-tünün 80’li yıllarda Gümrük Meydanı’nda olduğugünleri hatırlamaktadır. Ülkemizdeki ilk Türk ter-sane alanı olan Karataş semtindeki sahilde ÇakaBey’in anıtlaştırılması, Türk bayraklı gemilerinonu selamlamaları, gelecek nesillere bırakılacakkutlu bir mirastır.

Çaka Bey’in denize olan tutkusunu Türk kökenindearamak uygun olur. Türkler yüzlerini denize dön-düklerinde büyük başarılara imza atmışlardır.Hazar Denizi (Gölü) ve Baykal Göl’ünün kıyılarıTürkler tarafından çok eskilerden beri yurt ol-muştur. Türkçede ‘Hazar’ kelimesi, ‘Barış’ veya‘Sabit meskeni olanların oturdukları ülke’ anla-mında iken, ‘Baykal’ kelimesi, ‘Zengin Göl’ veya‘Bayakhal= Büyük Deniz’ anlamındadır. Bu göldekiOlhon Adası’nda yapılan kazılarda Türkçe yazılıanıtlar ve kaya yazıları bulunmuştur. Baykal Dağ-ları’ndan çıkan Lena Nehri’nin kıyısında M.Ö. 14-12 bin arasına tarihlenen kaya resimlerinde tek-neyle yolculuk yapanlar görülmektedir. Günü-müzde Orta Asya coğrafyasına göz attığımızdabüyük iç denizlerin ve ırmakların olduğu, çölleşmişbölgelerin bir zamanlar denizlerle kaplı olduğugöze çarpmaktadır. Ayrıca arkeolojik olarak yaklaşık12 bin yıl önce dünyanın büyük bölümünün buz-larla kaplı ve Karadeniz’in de tatlı suyla doluolduğu saptanmıştır. Dünya’nın M.Ö. 5600 yıllarıcivarında ısınmaya başlamasıyla birlikte buzlarıneriyerek dünya genelinde büyük sel baskınlarınayol açtığı ve okyanus sularıyla karışan sel sularının600 yıl boyunca boğazları aşıp Karadeniz’i tuzlusuyla doldurduğu tespit edilmiştir. Karadenizçevresinde yaşayan yüksek uygarlık seviyesineulaşmış topluluklar göç etmek zorunda kalmış,tarım yanında denizcilik yeteneklerini de Avrupa’yave Anadolu’ya ulaştırmışlardı. İklim değişikliklerive Truva Savaşı gibi kitlesel çatışmalar sonucuda topluluklar yerlerinden koparak Batı’ya yö-nelmişlerdi.

73

Çaka Bey Gümrük.

Bellini’nin Fatih Sultan Mehmet portresi.

Venedik ve Cenevizlilerin kökeni AnadoluMarsilyalılar’ın Foça’dan giden Lidyalılar’ın torunlarıolduğu anlatılmaktadır. 8 Ağustos 2001 tarihligazetelerde “Demir atlı süvariler” başlığıyla yeralan haberlerde; “Ataları Enetler'in 3200 yıl öncegeldikleri Bartın'a varmak için yola çıkan Venetolubisikletçiler” anlatılmaktadır. Padova Üniversitesiöğretim üyesi Prof. Ugo Silvello, Veneto halkınınköklerinin Anadolu'da Bartın’a dayandığı ortayaçıkarmıştır. Homeros, İlyada Destanı'nda; “Tro-yalılar'ın yanında savaşa katılan ve ülkelerine dö-nemeyen Enetler’in yerleşebilecekleri yeni biryer bulmalarına galip Akha’ların izin verdiğini”anlatır. Ayrıca, “Paflagonia (Batı Karadeniz) top-raklarından gelen Enetler’in (Demir Atlar Ülkesi’ninhalkı) günümüzdeki İtalya'nın Veneto halkınınataları olduğunu” söyler.

Venedik, kuzeydoğu İtalya'da birbirine köprülerlebağlanan 118 adanın üzerine yerleşmiş, denizcive tüccar bir devletti. Venedikliler, belki de Do-ğu’dan gelmiş olmanın da etkisiyle yüzlerini do-ğuya çevirmişler, ülkelerini; ‘Porta dell’Oriente’yani ‘Doğu’nun Kapısı’ olarak adlandırmışlardı.Venedik, Doğu’da sadece Osmanlılarla değil,Anadolu Selçuklularıyla, Memlükler, Safeviler veİranlılarla da ticari ilişkiler kurmuşlardı.

Venedik’te Türkler ve karnavallarVenedik karnavallarında Osmanlı giysileri içeri-sindeki kişiler geçmişin anılarını canlandırmaktadır.Şubat ayındaki ‘Venedik Karnavalı’ geleneksel‘Türk’ün Uçuşu’ gösterisiyle açılmaktadır. Töreninkökeni, genç bir Türk akrobatın rıhtıma bağlı birgemiden gerilmiş bir halat üzerinde Aziz MarkBazilikası'nın çan kulesine kadar tırmanmasınadayanmaktadır. Regata Storica veya Tarihi GondolFestivali her yıl Eylül ayının ilk pazar günü Venedik'inen büyük kanalı olan Grand Kanal'da yapılmaktadır.Kökleri 13. yüzyılın ikinci yarısına dayanan festivaldemuhteşem şekilde süslenmiş kayıklarla yapılanyarışlar düzenlenmekte, törenin sonunda tarihigiysileriyle halk geçiş yapmaktadır.

Venedik’te şehrin bazı bölgelerinde Türk izlerinerastlanmaktadır. Selçuklular döneminde Venedik’teTürk tüccarlarının dükkanlarının bulunduğu veburada modası geçmiş Çin ipeklerinin satıldığı

ileri sürülmektedir. 8 Mart 1220 tarihli Barış veDostluk Antlaşmasıyla Venediklilere Selçuklu ül-kesinde ticaret yapma serbestliği tanımıştı. Ve-nedikli tüccarlar İzmir civarından buğday, tuz,sakız, ipek, balmumu, yün ve yer yağı (hampetrol), Germiyan Beyliği’nin başkenti Kütahya’dankumaş boyamada kullanılan şap yanında buğday,bal mumu, pirinç ve eğrilmemiş kenevir gibihammaddeler alırken, kumaşlar, gümüşten eşyalar,şarap ve sabun getirmişlerdi.

Türklerin ticaretle ilgilenmediklerine dair yanlışbir kanaat vardır. Türklerin tarih boyunca yurtedindikleri yerlere bakılırsa ticaret yolları üzerindeoldukları ve kervanlarla uzak ülkelere gittiklerigörülecektir. Osmanlı tüccarlarının Londra’yakadar giderek ticaret yaptıkları bilinmektedir.Osmanlı tüccarlarının Venedik’te yaşadığı sı-kıntıların benzerini Venedikliler de Osmanlı top-raklarında yaşamış, özellikle dil, din, gelenekgörenek farklılıklarından doğan anlaşmazlıklaroluşmuştu. Osmanlı tüccarları kendi dilleriyleticaret yapmaya ve haklarını aramaya çalışırken;Venedik, genç bürokratlarına Türkçe öğretmekamacıyla okul açmıştı.

Osmanlı kökenli Venedikliler -Venedik kökenli Osmanlılar 1573 yılında Venedik’teki Rialto pazarının yakın-larında açılan ilk Türk hanında Osmanlı tebaası75 Müslüman ve 97 Yahudi tüccar bulunmaktaydı.Daha sonra 1621 yılında içinde Bosnalı, Arnavutve Anadolu’dan gelen tüccarları barındıracakolan yeni bir bina hizmete girmişti. Şehirde çeşitlibinalarda kalan Türk tüccarlar, en sonunda Fon-daco Dei Turchi veya ‘Türk Hanı-Kervansarayı’adlı binaya yerleştirilmişlerdi. Burası Türk tüccar-larının ikamet ettikleri bir otel, mallarını muhafaza

74

Pargalı İbrahim

Truva Feribotu

Ankara Feribotu

Kılıç Ali

ettikleri bir depo, aynı zamanda ticaret yaptıklarıbir merkezdi. Binada aynı anda 120 tüccarın ba-rınması sağlanmıştı. Osmanlı tüccarları handa1838’e kadar ikamet etmişlerdi. Sadullah İdrisiadlı son Osmanlı tüccarının binayı terk etmeyezorlanmasıyla Fondaco Dei Turchi boş kalmıştı.Günümüzde bu bina Venedik Doğa Tarihi Müzesiolarak kullanılmaktadır.

Osmanlılarla Venedikliler arasındaki savaşlar vekarşılıklı korsan saldırıları sırasında ele geçirilenesirler için yakınlarından fidye alınamazsa, esirpazarlarında satılırlardı. Esirlerin din değiştirmeyezorlanmaları yaygın bir uygulamaydı. Venedik’tetutsak ‘Calle Delle Turchette’ veya ‘Küçük TürkKadınlarının Caddesi’ ismini tutsak edilen gençbakirelerden almıştı. Katolik inancına döndürülmekistenen bu kızlar ‘Casa dei catechumeni- Acemievi’ denilen binalara yerleştirilmişlerdi. 30 Mayıs1688’de burada ‘Emine’ isimli kız ‘Anna’ ismiylevaftiz edilmiş, 14 Mart 1767’de vefat etmişti.

Osmanlı sarayına köle olarak gelen ve devletteen üst mevkilere ulaşan Venedik ve Ceneviz kö-kenliler vardı. 12. Padişah 3. Murat'ın annesi veHaseki (Roxelana) Hürrem Sultan'ın gelini NurbanuSultan (Olivia) ve 13. padişah 3. Mehmet’in annesiSafiye Sultan (Bafo) Venedikliydi. 28’inci Padişah3. Selim’in annesi 2. Mihrişah Sultan (Agnes) Cen-eviz kökenliydi. 1602’de vefat eden HaremağasıGazanfer, Kaptan Uluç Hasan Paşa (999-1590),Dalmaçya’da Venedik’e ait olan Parga Adası’ndandevşirilmiş Sadrazam Pargalı İbrahim Paşa (Theo)(1493-1536), Osmanlı korsanıyken Kaptan-ı Deryaolan Uluç Ali Reis (Giovanni Dionigi Galeni) (1500-1587) bunlar arasında en çok bilinenlerdir.

Fatih’in tablosu, Kanuni’nin altın miğferi, Nurbanu Sultan’ın sandığıVenedik’ten Osmanlı limanlarına iskemle ve ma-salar, sarıklar için cam sorguçlar, mücevher kris-tallerle süslü kutular, çeşitli türde saatler, aynalar,parmesan peynirleri, şahinler ve toplumun üst

katmanlarındaki hanımlar tarafından sevilenminik köpekler gönderilirdi. Osmanlı Devleti’ninbütün kağıt ihtiyacını Venedik karşılardı. Kuran’ınArapça ilk baskısı 1537-1538’de Venedik’te ya-pılmıştı.

26.06.2014 tarihli gazetelerde, “1583 yılında Top-kapı Sarayı için sipariş edilen eşyaları taşırkenbatan gemiden çıkarılan eserler Türkiye'ye geti-riliyor” başlıklı bir haber vardı. 3. Murat'ın annesi(Olivia) Nurbanu Sultan'ın sipariş verdiği eşyalarkaza sonucu Adriyatik'te denize gömülmüştü.432 yıl sonra batıktaki çelik bir sandıktan 54metre boyunda dokunmuş kırmızı ipek kumaş,Murano Adası’nda yapılan cam eşyalar, aynalar,pencere camları, şamdanlar, 300 gözlük, vazo veheykeller çıkmıştı.

Venedikli kuyumcular ve ressamlar Osmanlı Dev-leti’nde oldukça ünlüydü. Fatih Sultan Mehmetbir ressam istemiş, onlar da Gentile Bellini’yi yol-lamışlardı. Bellini bir madalyon, saray hamamıiçin freskler ve sultanın meşhur bir portresiniyapmıştı. 1532’de Kanuni Sultan Süleyman için115 bin duka değerindeki taşlarla süslenmiş altınmiğfer ısmarlanmıştı.

Anılarda kalan gemi yolculuklarıİzmir’den Venedik’e ilk seferi yapan feribotun is-minin ‘Truva’ olarak seçilmiş olması her iki kentinAnadolu kökenine tarihsel bir vurgudur. Her ikiside köklü tarihleri ve kültürleriyle öne çıkmaktadır.Konumları itibariyle önemli limanlar olan İzmirve Venedik, pek çok liman kenti gibi yükselişleriniticarete borçludur.

Günümüzde dünya ticaretinin yaklaşık %90’ı de-nizyolu ile gerçekleşmektedir. Dünyada yıllık 20milyon kruvaziyer yolcusu vardır. Bu büyük pazarrekabeti arttırmakta; yüksek hizmet ölçülerinesahip, konaklama, yemek, eğlence seçeneklerisunan yolcu gemilerine ve yük kapasitesi fazlaolan taşımacılık gemilerine gereksinimi ortayaçıkarmaktadır. Gemilerin boyutunun sürekli art-ması limanların geliştirilmesini zorunlu hale ge-tirmiştir. Venedik Limanı’nda yenileme çalışmalarıtamamlanırken, İzmir Limanı halen zamana ayakuydurmaya çalışmaktadır.

2004 yılında son olarak Ankara, Samsun ve Kara-deniz feribotları da Özelleştirme İdaresi Başkanlığıtarafından satılmış olduğundan, deniz yolculu-ğunu tercih edenler yabancı gemilere yönelmiştir.Venedik’e gitmek isteyenler gazetelerde ve in-ternette sadece yabancı kruvaziyer gemilerinilanlarıyla karşılaşmaktadır. Ülkemiz üzerinde oy-nanan kanlı oyunlar sonucu, yabancı gemilergüvenlik gerekçesiyle limanlarımıza yanaşma-makta veya sefer sayılarını çok aza indirmektedirler.Türk yolcuların kruvaziyer gemilere ulaşmak içinuçakla Atina veya Venedik’e gitmeleri gerekmek-tedir.

Yolcuların Alsancak Limanı’ndan çıkan Türk ge-milerinden yakınlarına el salladığı günler dahadün gibidir. 1983’de ‘Yerli Aşk Gemisi’ olarak daanılan Ankara Feribotu’nda Ajda Pekkan’ın assolistolarak yer aldığı yılbaşı programı unutulmamıştır.Dünya çapında ünlü Macar asıllı kemancı Darvaşve Fehmi Ege Tango Orkestrası’nın konserleri eş-liğinde yapılan rüya seyahatler anılarda kalmıştır.

75

Venedik’te Osmanlı heykeli.

Truva Gemisi havuzu.

Osmanlı Venedik Antlaşması

Türk Kadınlar Sokak.

Türk Han

Futbol her şeyiydi Zafer Bilgetay’ın.Futbolla yatar futbolla kalkardı. Daha 16 yaşındaydı lisans çıkarttı-

ğında.

Ankara’da Petrolofis’te genç takımdaydı.

Hayaliydi TV’lerde her gün maçlarını sey-rettiği dönemin topçuları Beckenbauer,Müller, Cruyff, Breitner, Krol, Cabrini, Maz-zola gibi klas futbolcu olmak.

Onu ilk keşfeden, A Takımı formasını teslimeden; İsmet Arıkan oldu.

Genç Milli Takım’a çağrıldı.

‘Rüzgarın Oğlu’ Zeynel Soyuer ay-yıldızlıformayı kuşanmasını istediğinde 17 yaşın-daydı.

Ayakları titriyordu, kalbi duracak gibiydiheyecandan Romanya maçına çıkarken.

Sonra 1974 Avrupa Üçüncüsü Milli Ta-kım’da oynadı.

Kimler yoktu ki kadroda ?

Raşit Çetiner, Kaleci Göztepeli Ercan Er-temçöz, Best Bülent, Yarkın, GalatasaraylıCüneyt Tanman, Adanasporlu Şevket, An-tepli Ceyhun takım arkadaşlarıydı.

Avrupa dönüşü bütün takımlar sıraya girdiZafer Bilgetay’ı transfer etmek için.

Beşiktaş atik davrandı. HavaalanındanCeyhun ve Bülent ile beraber kaçırıldı.

O günlerde futbolcu kaçırması çok mo-daydı ya(!)

Kara Kartal’da forma şansı bulamadı.

Nedeni; statüye göre o yıllarda bir amatörfutbolcuya yer verebiliyordu profesyoneltakımlar.

Dönemin Başkanı Mehmet Üstünkaya ileAltay Başkanı merhum Esin Özgener iyidosttu. Üstünkaya, Zafer’i Altay’a verdi.

Formayı bir geçirdi üzerine 1975’te; bir

daha 1986’da çıkardı!

Canını dişine takarak oynardı sahada.

Çok maçı -sakat sakat da olsa- tamamlardı.

Taraftar savaşçılığını çok sevdi.

Atletik bir vücuda da sahipti.

Sanki mitolojiden fırlamış bir kral figü-rüydü.

Lakabı; o günlerin ünlü çizgi roman kahra-manı ‘Zagor’ oldu.

Zagor aşağı, Zagor yukarı.

Neredeyse ismini unutacaktı…

Eşi Nalan bile evde Zagor diye hitap edi-yordu(!)

Tam 11 yıl oynadı Altay’da.

Çıkmadığı maç sayısı sadece üçtü.

Öylesi istikrar abidesiydi.

Siyah-beyazlı takımın Türkiye Kupası Şam-piyonu olduğu kadronun yıldızlarındandı.

Büyük Mustafa’nın (Denizli) Galatasaray’agidişinden sonra ‘kaptanlık pazubandı’ ko-lundaydı.

Milli Takımımızın 250. golünü atmak onanasip oldu (1980 İslam Oyunları 3-0’lıkSuudi Arabistan maçında)

Tam 37 kez Milli oldu.

Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş; hersezon transfer listesine aldı.

Ama Zafer hep ‘Altaylı’ kalmak istedi.

Çok büyük paraları reddetti!

76

İzmir’in 103 yıllık kulübüAltay’ın simge futbolcusu

Zagor Zafer

Atilla KÖPRÜLÜOĞLU

Bir Altay-Göztepe maçıydı şimdi tarih olanAlsancak’ta.

Sarı-kırmızılı ekibin kaptanı ‘Cengaver’ la-kaplı İsmail Sütçü ile bir hava topunda çar-pıştı Zagor.

İsmail yerden kalkamadı. Kanlar içindeydiyüzü gözü…

Zafer Bigetay’ın maç bitiminde kram-ponlarıyla forması üzerinde hastaneyenasıl koştuğunu, burnu kırılan İsmail’inbaşından saatlerce ayrılmadığını fotoğ-raflı haberleştirmiştim o günlerin Günay-dın gazetesinde.

Böylesine de içten, yufka yüreklidir!

Candan Tarhan çok saygı duyduğu bir tek-nik direktördü.

Altay’dan Bakırköyspor’a giderken Zafer’ide götürmek istedi.

Bunca yıl hizmeti dokunmuş topçusunakolaylık gösterdi Altay Kulübü.

İki yıl Yeşil-siyahlı takımda oynadıktansonra bir jübile ile profesyonel futbolcu-luğa nokta koydu.

Kopması mümkün değildi futboldan.

Teknik direktörlük kursuna gitti.

O kurstan Fatih Terim ile mezun oldu.

Sırasıyla; Bigaspor, Manisaspor, Altınordu,Petkimspor, Altay, Dardanelspor, Mersinİdmanyurdu, Karşıyaka, Pazarspor, DenizliBelediyespor, Bucaspor’da çalıştı.

Günümüzün ‘Proje Takımı’ Altınordu’nun

altyapı koordinatörlüğünü üstlendi.

Bugün liglerde oynayan pek çok futbol-cuyu keşfedendir Zagor!

Hala yeni yetenekleri futbolumuza kazan-dırmanın çabasındadır!

Bir güzel yüreklidir Zafer Bilgetay.

Gülümsemesi eksik olmaz yüzünden.

Dost kere dost canlısıdır.

Brezilyalı Bilge Coelho’nun şu dizeleriniher fırsatta dillendirir:

“Bizde birine isteyerek sarıldığımızda öm-rünün bir gün uzadığına inanılır!”

Bugün nereye gitse futbolun sevdalılarıZagor Zafer’i gördüklerinde hemen sevgiçemberine alırlar.

O da onların her birini, isteyerek sevgi veumutla sarılır.

Zafer Bilgetay, futbola sadece krampon-larıyla değil yüreğiyle adını yazdıranlar-dandır.

77

Fatih Terim, Büyük Mustafa ve Zafer.

Zafer Bilgetay

Zafer

Fatih

B. Mustafa

Zafer

B ir çift, takside, gecenin geç bir saa-tinde, Tokyo caddelerinde dolaşıyor.Taksi şoförü bir saatlik bu özel

geziyi tasarlamış, her hafta belli günlerde,belli bir ücret karşılığında, müşterileriniTokyo’nun önemli yerlerine taşıyor, onlaraoraları kısaca tanıtıyor. Taksi, bina ormanlarıarasından geçiyor ve duruyor. Şoför vemüşterisi olan çift taksiden iniyor. Şoför,“Şu karşıdaki bina Mitsubishi’nin genel

müdürlük binası” diyor gururla. Çiftin evlilikyıldönümleri olduğunu öğreniyoruz, şoförtaksiden küçük bir şişe şampanya ile ikiplastik kadeh çıkararak onlara jest yapı-yordu. (jest de ücrete dahil elbette)

Yukarıdaki sahne NHK World’de izlediğimbir programdan. Kapitalist dünyanın şehir-lerinde, Japonlar gibi geleneklerine bağlıolmak da kâr etmiyor anlaşılan. Veya insanher yere kolayca uyum sağlayabiliyor, ondan.Yine de imkânları olsa insanlar, şehirde üstüste, tıkış tıkış yaşamak yerine, bahçeli ev-lerde yaşamayı tercih ederler herhalde. Go-

78

Gürol KOCAÇevirmen

Aklım İzmir’de kaldı

ogle Earth’te dolaşırken, Bursa’da çocuk-luğumun geçtiği mahalleye bir uğrayayımdedim. Bir gökdelenler kümesiyle karşılaş-tım, içim burkuldu. O iki boyutlu görüntüde,gökdelenlerin gölgesi çevrelerine yayılmış,adeta bombardımana uğramış bir mahallekalıntısı bırakmıştı geride. Keza, yıllarca ya-şadığım İstanbul’da da aşina olduğum me-kânların birer ikişer kapandığına, yıkıldığınaşahit oldum. Uzaktan, mesela Kınalıada’danbakınca İstanbul’un nasıl korkunç bir istilaaltında olduğu apaçık görülüyor. Her tarafıdevler ele geçirmiş, insanları yiyip yutmuş,gözlerini istila edilecek başka yerlere çe-virmiş bekliyorlar gibi.

Konak’tan bakınca Karşıyaka da öyle gö-ründü gözüme. Bina devleri gözlerini dikmiş

öylece bekliyorlardı sanki, bir açığını bulupkalan yerlere saldırabilir miyiz diye. Neyseki deniz var ve İzmir hâlâ güzel, Konakkendi içinde ayrı bir güzel. Konak’ta bu-lunduğum süre içinde ayaklarım beni hepKemeraltı Çarşısı’na götürdü. Oradaki dük-kânları, alışveriş yapan veya aylak aylakdolaşan insanları seyrettim, esnaf lokanta-larına uğradım. İnsanların en çok da telaşsızhallerine bayıldım. Konak’ta hemen heryerin yürüme mesafesinde oluşu da benicezbeden özelliklerinden biriydi, Opera Bi-nası, hemen yanında kütüphanesi, tiyatrosu,sinemaları… Şehrin içinde yürünebilecekyerlerin oluşu bile bir nimet artık. KıbrısŞehitleri Caddesi de; bütün o canlılığıyla,ara sokaklarındaki meyhaneleri, kafeleri vekitapçılarıyla ister istemez İstiklâl Caddesi’ni

hatırlattı bana. Artık eski canlılığı kalmayan,her yeri tarumar edilmiş İstiklâl Caddesi’nineski güzelliğini buldum orada. Konak’takimisafirliğim sırasında kaldığım Tarık DursunK. Yazar Evi’nin bulunduğu MithatpaşaCaddesi’nde dolaşmaktan da büyük keyifaldığımı söylemeliyim. İzmir’e ayak bastı-ğımın ertesi günü, Yazar Evi’nin sokağındakimerdivenlerden iner inmez, sağdaki dük-kânların önüne sokak köpekleri için yastık-ların, hatta yatakların konulmuş olduğunugörünce, tamam dedim, doğru yerdeyim.Birkaç adım ötede sesi İzmir’le özdeşleşmişDarioMoreno’yla da karşılaşınca İzmir’deolduğuma iyice kani oldum. MithatpaşaCaddesi’nde ara ara korumaya alınmış eskiRum evleri dışında İzmir’in tarihi çehresinihatırlatacak pek bir şey kalmamış ama maa-lesef. Dik merdivenli sokaklardaki evler,her ne kadar yerlerine inşa edildikleri eskievler kadar albenili olmasalar da, o evlerinanılarını hâlâ yaşatıyorlar. Ama caddeninkarşı tarafı pek öyle değil gibi, deniz kısmıhariç tabii. Sonradan öğrendiğime göre dezaten caddenin bulunduğu yer denizmiş,yürüyüş güzergâhım da sahil boyu. Demekki daha önce bir veya birkaç kez beton isti-lasına uğramış buraları. Bu istilalar devamedecek muhtemelen, ama karşısındaki di-renç giderek artacak ve umarım bir günkaybedilenlerin yerini yeni güzellikler alacak.İzmir’de iki hafta kadar kaldım ama elimdekiişle de ilgilenmem gerektiği için başka yer-lerini dolaşamadım. Bu kısa sürenin içineİzmir’i sığdırmak mümkün değil elbette.Eve döndüm, tekrar görüşmek için bahaneolsun diye aklımı İzmir’de bırakarak.

79

80

AKS 110ACİL SERVİS 112POLİS İMDAT 155 JANDARMA 156SU ARIZA 185CENAZE HİZMETLERİ 188

Otogar (İzotaş)0 232 472 10 10Üçkuyular Terminali0 232 259 88 62Adnan Menderes Havalimanı0 232 274 26 26THY 0 232 484 12 20TCDD Basmane Garı0 232 484 53 53TCDD Alsancak Garı0 232 464 77 95Denizcilik İşl. (Liman)0 232 425 87 00Konak BelediyesiEvlendirme MemurluklarıFuar Evlendirme Memurluğu0 232 425 24 60Eşrefpaşa Evlendirme Memurluğu 0 232 250 25 05Gültepe Evlendirme Memurluğu0 232 457 49 90Güzelyalı Ümit BesenEvlendirme Memurluğu0 232 285 05 00

Valilik0 232 455 82 82Büyükşehir Belediye Başkanı0 232 293 12 00İZFAŞ 0 232 497 10 00Ege Serbest Bölge Md.0 232 251 35 94TRT Bölge Md.0 232 463 02 03Basın Yayın ve Enformasyonİl Müdürlüğü0 232 489 42 91Emniyet Müdürlüğü0 232 489 05 00Güney Deniz Saha Komutanlığı0 232 463 01 00Hava Eğitim Komutanlığı0 232 285 96 50İl Gençlik ve Spor Müdürlüğü.0 232 464 82 08İl Müftülüğü0 232 441 82 01Meteoroloji Bölge Müdürlüğü0 232 285 39 65Defterdarlık0 232 483 09 25Milli Eğitim Müdürlüğü0 232 477 21 00Ulaştırma Bölge Müdürlüğü0 232 495 20 00Ege Bölgesi Sanayi Odası0 232 441 09 09İl Sağlık Müdürlüğü0 232 441 81 11Çevre İl Müdürlüğü0 232 341 68 00Dokuz Eylül Üniversitesi0 232 464 80 47Ege Üniversitesi0232 388 01 10Yüksek Teknoloji Enstitüsü0232 750 60 00

Hastane PoliklinikAĞIZ BİRLİĞİ AĞIZ VE DİŞSAĞLIĞI POLİKLİNİĞİAli Çetinkaya Bulvarı No: 34/1 Alsancak Tel: 0232 463 86 88ATA DİŞ POLİKLİNİĞİVasıf Çınar Bulvarı Çelebi Apt.No: 25 K:2 D:4 AlsancakTel: 0 232 464 86 26ATAKALP HASTANESİ1418 Sok. No: 16 KahramanlarTel: 0 232 483 14 14

DENTAKİD ÖZELSAĞLIK HİZMETLERİKıbrıs Şehitleri Cad. No: 53/4 Alsancak Tel: 0 232 465 11 05DENTORİON AĞIZ DİŞESTETİK MERKEZİMustafa Bey Cad. No:1/1 D:18Alsancak Tel: 0 232 464 88 11DIET INN BESLENME VEDİYET DANIŞMA MERKEZİKıbrıs Şehitleri Cad. Mayıs Apt.No: 4/7 Alsancak Tel: 0 232 463 53 67 - 463 53 29DİZDARER ÖZEL SAĞLIK1394 Sok. No: 11 D:9 AlsancakTel: 0 232 464 04 06DOĞU-ŞAN ÖZEL AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI POLİKLİNİĞİCumhuriyet Bul. No: 181 D:3 Alsancak Tel: 0 232 421 59 65DR. CEVDET TUĞRUL MEME MER. ANKA ÖZEL SAĞLIKAli Çetinkaya Bul. No: 58/1Alsancak Tel: 0 232 446 84 75DUYMER İŞİTMECİHAZLARI MERKEZİ1720 Sok. No: 2 KarşıyakaTel: 0 232 364 22 59Kıbrıs Şehitleri Cad. No: 4 Alsancak Tel: 0 232 463 74 55EL MİKROCERRAHİORTOPEDİTRAVMATOLOJİ HASTANESİ1418 Sok. No: 14 KahramanlarTel: 0 232 441 01 21GELİŞİM EGE SPECTTEŞHİS MERKEZİMimar Sinan Cad. No: 13/1 Kahramanlar Tel: 0 232 464 22 32 İDEAL AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI POLİKLİNİĞİTalatpaşa Bul. No:16 D:1 Alsancak Tel: 0 232 463 09 39www.idealclinic.comİLGİM KADIN HASTALIKLARIVE DOĞUM MERKEZİTalatpaşa Bul. 1434 Sok. No: 1/6 Alsancak Tel: 0 232 463 89 29www.ilgim.com.trİRENBE TIP VE TÜP BEBEK MERKEZİTalatpaşa Bul. 1436 Sok. No:6 Alsancak Tel: 0 232 464 58 88 (pbx)KENT HASTANESİ8229 Sok. No:30 ÇiğliTel:0 232 386 70 70KÜLTÜR TIP LABORATUVARI1394 Sok. No: 11 AlsancakTel: 0 232 464 42 32LAMED ÖZEL SAĞLIK HİZM.1359 Sok. No:1 K:2 D: 5-6Umut Sitesi AlsancakTel:0 232 464 22 33ÖZEL ÇINARLI HASTANESİAnadolu Cad. No: 14 ÇınarlıTel: 0 232 462 27 27ÖZEL KENT TIP MERKEZİKıbrıs Şehitleri Cad. No: 140 Alsancak Tel: 0 232 488 28 28RETİNA GÖZ MERKEZİTalatpaşa Bul. 1488 Sok. No:3 Alsancak Tel: 0 232 464 49 49 STAR KADIN SAĞLIĞI Ali Çetinkaya Bul. No: 66/4Alsancak Tel: 0 232 464 71 51 TALATPAŞA TIP LAB.Talatpaşa Bul. No: 61/2 Alsancak Tel: 0 232 463 08 97

TÜRK KANSER ARAŞTIRMAVE SAVAŞ KURUMU İZMİRMahmut Bozkurt Cad. No: 47 /2 Alsancak Tel: 0 232 464 85 84YAŞAM LABORATUVARIKıbrıs Şehitleri Cad. 1447 Sok. No: 6/1Alsancak Tel: 0 232 464 55 64ZÜBEYDE HANIM TIP MERKEZİZübeyde Hanım Cad. No: 39/B Alaybey Karşıyaka Tel: 0 232 366 22 77

SEMT MERKEZLERİNazime-Sacide Akarcalı Semt Merkezi2814 Sok. No: 7Tel: 0 232 445 29 06Mersinli/İzmirBasmane Semt Merkezi1299 Sok. No: 7 Basmane(Oteller Sokağı) Tel: 0 232 445 93 79Agora Semt Merkezi806 Sok. No: 7 Patlıcan Yokuşu/Agora Tel: 0 232 483 05 98 Saadet Mirci Semt Merkezi843 Sok. No: 50 İkiçeşmelik Tel: 0 232 425 35 10İsmetpaşa Anı Evi360/1 Sok. No: 5 İsmetpaşaBallıkuyu Semt MerkeziKocatepe Mah. Hacı Efendi Cad.No: 232 Ballıkuyu Tel: 0 232 446 00 40Eşrefpaşa Semt Merkeziİkiçeşmelik Cad. No: 5 Cicipark İçi Tel: 0 232 250 71 00Gültepe Semt MerkeziPlevne Cad. No: 18 Gültepe Tel: 0 232 433 25 77Kadın Danışma Merkezi442 Sokak No:73 Konak Tel: 0 232 425 35 01Mehmet Ali Akman Semt Merkezi4/1 Sokak No: 6 DiyarbakırApartmanı Güzelyalıİleri Yaş Sağlıklı Yaşam MerkeziHalil Rıfat Cad. No:380 KonakTel: 484 53 00/2984Tarık Dursun K.Yazar Evi269 Sokak No:12 KarataşTel:0 232 422 52 36

AKSAN OTELİGaziler Cad. No: 214-216 Basmane Tel: 0 232 441 70 61ANEMON İZMİRMürsel Paşa Bul. No: 40 Kahramanlar Tel: 0 232 446 36 56ANEMON FUAR OTEL1362 Sok. No: 57 Montrö AlsancakTel: 0 232 446 06 46BABADAN OTELİGaziosmanpaşa Bul. No: 50 Çankaya Tel: 0 232 483 96 40 BALCA OTEL1484 Sok. No:11 Alsancak Tel: 0 232 422 30 74BEYOND HOTELKızılay Cad. 1376 Sok. No: 5Alsancak Tel: 0 232 463 05 85

NE NEREDE?... NE NEREDE?...

81

NE NEREDE?... NE NEREDE?... NE NEREDE?... BLUE BOUTİQUE HOTELMürselpaşa Bul. 1265 Sok. No: 13Basmane Tel: 0 232 484 25 25COMFORT OTELMürselpaşa Bul. No: 159 Tel: 0 232 425 26 00CROWNE PLAZACrowne Plaza İzmir 10 Sok. No: 67 İnciraltı Tel: 0 232 292 13 00OTEL DOKUZ EYLÜLMustafa Kemal Sahil Bul. No: 273Küçükyalı Tel: 0 232 445 94 80EGE PALAS OTELİCumhuriyet Bul. No:210 Alsancak Tel: 0 232 463 90 90EGE SAĞLIK OTELİEge Üniversitesi ArkasıBornova Tel: 0 232 373 48 62İSMİRA OTEL Gazi Osman Paşa Bul. No: 26 Alsancak Tel: 0 232 445 60 60İZMİR HİLTONGazi Osman Paşa Bul. No: 7 Alsancak Tel: 0 232 497 60 60 İZMİR PALACEVasıf Çınar Bul. No: 2 Alsancak Tel: 0 232 421 55 83KARACA OTELİ1379 Sok. No: 55 Alsancak Tel: 0 232 489 19 40KAYA PRESTİGETel: 0 232 483 03 23 KİLİM OTELAtatürk Bulvarı AlsancakTel: 0 232 484 53 40 KORDON OTELAkdeniz Cad. No: 2 Pasaport Tel: 0 232 425 04 45MOVENPİCK HOTEL İZMİR Cumhuriyet Bul. No: 138 Pasaport Tel: 0232 488 14 14OLİMPİYAT OTEL945 Sokak No:2 Basmane/İzmirTel:0 232 425 1269OTEL MARLAKazım Dirik Cad. No: 7 Pasaport İZMİR Tel: 0 232 441 40 00Faks: 0 232 441 11 50OTEL BAYLAN1299 Sok. No: 8 Basmane Tel: 0 232 483 01 52OTEL KAYAGazi Osman Paşa Bul. No: 45Alsancak Tel: 0 232 483 97 71PALM CITY OTELMürsel Paşa Bul. No: 149Basmane Tel: 0 232 445 80 80RESİDENCE BUTİK OTELMürsel Paşa Bul. No: 28 Basmane Tel: 0 232 441 90 90SC INN BOUTIGUE HOTELMürsel Paşa Bul. No: 2 Basmane Tel: 0 232 446 54 00SUSUZLU ATLANTİS OTELGazi Bul. No: 128 Çankaya Tel: 0 232 483 55 48SWISSOTEL GRAND EFESGazi Osman Paşa Bul. HeykelTel: 0 232 414 00 00OGLAKCIOGLU PARK BOU-TIQUE HOTEL1367 Sokak No:9 BasmaneTel: 0232 425 33 33YUMUKOĞLU OTELŞair Eşref Bul. 1371 Sok. No: 8 Çankaya Tel: 0 232 483 65 65

ATATÜRK İL HALKKÜTÜPHANESİTel: 0 232 425 08 97İZMİR DEVLET TİYATROSUTel: 0 232 445 89 41 İDT KONAK SAHNESİTel: 0 232 483 50 35 İSMET İNÖNÜ SANAT MERKEZİTel: 0 232 489 09 26İZMİR TİYATRO BAB-I SANAT SAHNESİŞehit Fethi Bey Caddesi PasaportTel: 0 232 446 77 95DEÜ SABANCIKÜLTÜR SARAYITel: 0 232 441 90 09HAMLE TİYATROSUTel: 0 232 446 88 57 İZMİR DEVLET OPERA VE BALESİTel: 0 232 441 01 73İZMİR DEVLET SENFONİORKESTRASITel: 0 232 489 09 26İZMİR SANATTel: 0 232 483 63 34KARŞIYAKA AÇIK HAVATİYATROSUTel: 0 232 362 61 61

KONAK BELEDİYESİ TÜRKANSAYLAN ALSANCAK KÜLTÜRSANAT MERKEZİKıbrıs Şehitleri Cad. No: 12 AlsancakTel: 0 232 422 52 36KONAK BELEDİYESİSELAHATTİN AKÇİÇEKEŞREFPAŞA KÜLTÜR MERKEZİİnönü Cad. No: 2/1 BayramyeriTel: 0 232 262 45 90 - 262 99 84KONAK BELEDİYESİ GÜZELYALI NAZIM HİKMETKÜLTÜR MERKEZİ32 Sok. No: 4 Fuat Göztepe ParkıGüzelyalı Tel: 0 232 224 24 30KARATAŞ DARİO MORENOSANAT MERKEZİTurgut Reis MahallesiDario Moreno Sokak0 232 422 52 36AHMED ADNAN SAYGUNSANAT MERKEZİ (AASSM)Mithatpaşa Cad. 1087 Sok.Güzelyalı Tel: 0 232 293 38 00ALMAN KÜLTÜR MERKEZİTel: 0 232 489 56 87EÜ ATATÜRK KÜLTÜR MER.Tel: 0 232 483 85 20FRANSIZ KÜLTÜR MERKEZİCumhuriyet Bul. No: 152Alsancak Tel: 0 232 466 00 13KEDİ KÜLTÜR SANAT MER. Atatürk Cad. No: 86/A Alsancak Tel: 0 232 464 99 35 www.kedikultursanat.orgNARLIDERE BELEDİYESİKÜLTÜR SANAT MERKEZİTel: 0 232 238 80 55TÜRK-AMERİKAN DERNEĞİTel: 0 232 464 20 95TÜRK-İTALYAN KÜLTÜR DER.Kıbrıs Şehitleri Cad. No: 58 Alsancak Tel: 0 232 421 52 42ZİYA GÖKALP KÜLTÜR MER.Tel: 0 232 366 44 59

AFM PASTELTel: 0 232 489 22 00AGORATel: 0 232 277 25 25BATITel: 0 232 347 58 25CİNEBONUS KONAK PİERTel: 0 232 446 90 40DESEM SİNEMALARITel: 0 232 422 53 10 KARACATel: 0232 445 87 13- 445 87 76

KONAK BELEDİYESİNEŞE VE KARİKATÜR MÜZESİTel: 0 232 465 31 05KONAK BELEDİYESİİZMİR MASK MÜZESİTel: 0 232 465 31 07KONAK BELEDİYESİÜMRAN BARADAN OYUN VE OYUNCAK MÜZESİTel: 0 232 425 75 13KONAK BELEDİYESİ RADYO VE DEMOKRASİ MÜZESİTel: 0 232 484 14 83KONAK BELEDİYESİ KADIN MÜZESİTel: 0 232 484 04 81-489 45 22AGORA AÇIKHAVA MÜZESİTel: 0 232 483 46 96ARKEOLOJİ MÜZESİTel: 0 232 489 07 96ATATÜRK MÜZESİTel: 0 232 464 80 85BERGAMA MÜZESİTel: 0 232 631 28 83ÇEŞME MÜZESİTel: 0 232 712 66 09EFES MÜZESİTel: 0 232 892 60 10ETNOGRAFYA MÜZESİTel: 0 232 489 07 96İNÖNÜ ANI EVİTel: 0 232 422 52 36İZMİR RESİM VE HEYKEL MÜZESİTel: 0 232 482 03 93ÖDEMİŞ MÜZESİTel: 0 232 545 11 84

TABİAT TARİHİ MÜZESİTel: 0 232 388 26 01TCDD MÜZE VE SANAT GALERİSİTel: 0 232 464 31 31EGE ÜNİVERSİTESİ KAĞIT VEKİTAP SANATLARI MÜZESİTel: 0 232 374 59 31

ÇAĞDAŞ YAŞAMI DES.DERNEĞİ1451 Sok. No: 17/3 Alsancak Tel: 0 232 464 33 59EGE ORMAN VAKFI1452 Sok. No: 10/A K:3Tel: 0 232 464 51 60İZMİR DAĞCILIK VE DOĞASPORLARI İHTİSAS KULÜBÜ1456 Sok. No: 96/3 Alsancak Tel: 0 232 421 30 10 0 541 421 30 90İZMİR FOTOĞRAF SANATI DER.1457 Sok. No: 12/3Alsancak Tel: 0 232 464 32 12İZMİR KÜLTÜR SANATEĞİTİM VAKFIMithatpaşa Cad. No: 38 Karataş Tel: 0 232 482 00 90YENİ YÜKSEKTEPE KÜLTÜR DER.1482 Muzaffer İzgü Sokağı No: 5Alsancak Tel: 0 232 464 57 391710 Sok. No: 11 KarşıyakaTel: 0 232 381 67 76

ADNAN MENDERES HAVALİMANITel: 0 232 274 26 26İL TURİZM MÜDÜRLÜĞÜTel: 0 232 483 51 17BERGAMA Tel: 0 232 631 28 51ÇEŞME Tel: 0 232 712 66 53FOÇA Tel: 0 232 812 12 22SELÇUK Tel: 0 232 892 63 28

ABD Tel: 0 232 464 87 55İNGİLTERE Tel: 0 232 463 51 51İTALYA Tel: 0 232 463 66 76-96YUNANİSTAN Tel: 0 232 464 31 60

T İ M S A L # A B A N AA D İ # K R O K O D İ LL E N T O # R A Y # T EE # S E R D A R # L E YB E K A # E N E Z E # HE T # L A M # T A B U ## F İ İ L E N # N A M EK A N # P # U K # L A RA L A N # D R O S E R AR # K E Z A # Ş A P # TA G # N İ M B U S # K #D Ü Z E Y # A C I G Ö LU C A # A R Z U # A S AL E T O N C A # Ö Z E K

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12

1

2

3

4

5

6

7

8

9

10

11

12

13

14

1. Duyularla ifade

edilemeyen bir şeyi belirten

somut nesne veya işaret,

simge - Kastamonu iline bağlı

ilçelerden biri 2. Değersiz,

sıradan, hiçbir özelliği

olmayan - İşlenmiş timsah

derisi 3. Boyunduruk - Trenin

üzerinde hareket ettiği

demirden yol - Sıhhi tesisatta

su borusunu üç yönlü

kullanabilme durumuna

getiren parça 4. Başkomutan

- Rumen para birimi

5. Kalıcılık, ölmezlik - Cılız,

zayıf 6. Meyvede çekirdekle

deri arasındaki bölüm

- Mikroskopta kullanılan dar,

uzun cam parçası

- Yasaklanarak korunan

7. Gerçekten yaparak,

çalışarak - Mektup

8. Damarda dolaşan kırmızı

sıvı - Birleşik Krallık' ın

İnternet kodu - Bir çoğul eki

9. Bir çalışma çevresi - Böcek

yiyen bir bitki 10. Aynı

biçimde - İnce kum ve

çimentoyla yapılan döşeme

sıvası 11. Gümüş' ün simgesi

- Kara bulut 12. Bir kursun

basamaklarından her biri

- Nevşehir iline bağlı

ilçelerden biri 13.Yüce,

yüksek - İstek, dilek

- Fotoğrafta duyarlılık değeri

14. Letçe dili - Merkez

1. Öğrenci - Çok zehirli birörümcek türü 2. Düşünce - Eski dilde 'çocuklar' - Giresuniline bağlı ilçelerden biri 3. Belarus' un başkentiDogma - Kişi 4. Yükselme,yücelme - Halk dilindebüyükanne 5. Üç veya dahaçok sesin bir arada tınlaması - Yiğit, kahraman - Zarar

6. Lorentiyum elementininsimgesi - Söyleme, sözsöyleme - Üzeri toprak kaplıev - Tayvan' ın plaka kodu 7. İki büyüklük arasındakibağıntı Aydınlık, ışık - Mobilyanın uzunluğuncakonulan dar ayak 8. Kira gelirigetiren mülk - Koşuya katılanyarışçı 9. Bir şeyin tabanı ileen yüksek noktası arasındakiuzaklık -Sanma, sanı - Küf veçürük gibi kokan 10. Sayma,

sayılma - Ağzına kadar dolu,

silme - İçinde bulunduğu

kabın her yanına yayılma

özelliğinde olan akışkan

madde 11. Nasıl, niçin - Çare

Bıyığı, sakalı çıkmayan

12. Bir şeyin veya bir

kimsenin karşısında olma, leh

karşıtı - Er, onbaşı ve

çavuşlara verilen genel ad

- Amerikan elmasından

çıkan zamk

82

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12

1

2

3

4

5

6

7

8

9

10

11

12

13

14

BULMACA... BULMACA... BULMACA... BULMACA... BULMACA...

SOLDANSAĞA

YUKARIDANAŞAĞIYA