dersfelsefe.files.wordpress.com  · web view, organizmanın içsel ve dışsal uyaranlara karşı...

15
2. ÜNİTE PSİKOLOJİNİN TEMEL SÜREÇLERİ 1) DAVRANIŞIN OLUŞUM SÜRECİ 2) DUYUM 3) ALGI 4) YAŞAM BOYU GELİŞİM 5) DÜRTÜ VE GÜDÜLER (MOTİVASYON) 6) BİLİNÇ VE DİKKAT 1) DAVRANIŞIN OLUŞUM SÜRECİ Canlılık özelliği gösteren tüm varlıklara "organizma" denir. İnsan, hayvan ve bitki birer organizmadır. Psikolojinin temel amacı insanı incelemektir. İç ve dış çevreden gelerek duyu organlarını harekete geçiren her türlü etkiye "uyarıcı" denir. "Davranış", organizmanın içsel ve dışsal uyaranlara karşı gösterdiği her türlü tepkidir. Bu tepkiler; yürümek, koşmak gibi doğrudan gözlenebilen hareketler ya da doğrudan gözlenemeyen duygu ve düşünceler olabilir. Davranışların ortaya çıkma nedenlerini açıklamak her zaman kolay değildir çünkü insan karmaşık bir organizmadır. Herhangi bir uyarıcı karşısında bireyin nasıl davranacağıyla ilgili ön deyilerde bulunabilmek için bazı etmenlerin bilinmesi gereklidir. Bu etmenler şunlardır: Organizmanın biyolojik özellikleri (yaş, cinsiyet, zeka düzeyi vb.) Organizmanın geçmiş yaşantı ve deneyimleri (yetiştiği yer,gördüğü eğitim,edindiği bilgi ve alışkanlıklar) Organizmanın içsel durumu (aç ya da tok oluşu, yorgun veya dinç oluşu) İçinde bulunulan çevrenin fiziksel ya da sosyal koşulları (ısı, ışık, ses etkileri, tek başına ya da grup içinde bulunması) Davranışın Nedenlerine Dair Örnekler: (U: Uyarıcı, O: Organizma, T: Tepki) Örnek 1: Aynı uyarıcı, farklı organizmalarda farklı tepkilerin ortaya çıkmasına sebep olur. Örneğin güzel bir çiçek kokusu A organizmasında hoşlanma; kokulara karşı alerjisi olan B organizmasında öksürme tepkisi oluşturabilir. Örnek 2: Aynı organizma aynı uyarıcıya farklı durumlarda farklı tepkiler gösterebilir. Örneğin insanın aç olduğu zaman aldığı yemek kokusu hoşuna giderken tok olduğu zaman midesini bulandırabilir. 1

Upload: others

Post on 09-Aug-2020

10 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: dersfelsefe.files.wordpress.com  · Web view, organizmanın içsel ve dışsal uyaranlara karşı gösterdiği her türlü tepkidir. Bu tepkiler; yürümek, koşmak gibi doğrudan

2. ÜNİTE PSİKOLOJİNİN TEMEL SÜREÇLERİ

1) DAVRANIŞIN OLUŞUM SÜRECİ2) DUYUM3) ALGI

4) YAŞAM BOYU GELİŞİM5) DÜRTÜ VE GÜDÜLER (MOTİVASYON)6) BİLİNÇ VE DİKKAT

1) DAVRANIŞIN OLUŞUM SÜRECİ Canlılık özelliği gösteren tüm varlıklara "organizma" denir. İnsan, hayvan ve bitki birer organizmadır.

Psikolojinin temel amacı insanı incelemektir. İç ve dış çevreden gelerek duyu organlarını harekete geçiren her türlü etkiye "uyarıcı" denir. "Davranış", organizmanın içsel ve dışsal uyaranlara karşı gösterdiği her türlü tepkidir. Bu tepkiler;

yürümek, koşmak gibi doğrudan gözlenebilen hareketler ya da doğrudan gözlenemeyen duygu ve düşünceler olabilir.

Davranışların ortaya çıkma nedenlerini açıklamak her zaman kolay değildir çünkü insan karmaşık bir organizmadır. Herhangi bir uyarıcı karşısında bireyin nasıl davranacağıyla ilgili ön deyilerde bulunabilmek için bazı etmenlerin bilinmesi gereklidir. Bu etmenler şunlardır:

Organizmanın biyolojik özellikleri (yaş, cinsiyet, zeka düzeyi vb.) Organizmanın geçmiş yaşantı ve deneyimleri (yetiştiği yer,gördüğü eğitim,edindiği bilgi ve alışkanlıklar) Organizmanın içsel durumu (aç ya da tok oluşu, yorgun veya dinç oluşu) İçinde bulunulan çevrenin fiziksel ya da sosyal koşulları (ısı, ışık, ses etkileri, tek başına ya da grup

içinde bulunması)

Davranışın Nedenlerine Dair Örnekler: (U: Uyarıcı, O: Organizma, T: Tepki)Örnek 1: Aynı uyarıcı, farklı organizmalarda farklı tepkilerin ortaya çıkmasına sebep olur.

Örneğin güzel bir çiçek kokusu A organizmasında hoşlanma; kokulara karşı alerjisi olan B organizmasında öksürme tepkisi oluşturabilir.

Örnek 2: Aynı organizma aynı uyarıcıya farklı durumlarda farklı tepkiler gösterebilir.

Örneğin insanın aç olduğu zaman aldığı yemek kokusu hoşuna giderken tok olduğu zaman midesini bulandırabilir.

Örnek 3: Farklı uyarıcılar aynı organizmada aynı tepkiyi oluşturabilir.

Örneğin güzel bir manzara, güzel bir müzik, güzel bir tablo insanda heyecan uyandırabilir.

2) DUYUMDUYUM : Duyu organının uyarılması sonucu ortaya çıkan deneyimdir. Çevreden gelen uyarıcılar duyu organlarını uyarır. Bu uyarılar sinirlerden geçerek beyine ulaşır. Buna duyum denir. Duyum, bir ışığın parlaklığı, bir ses tonunun perdesi, kahvenin sıcaklığı gibi ilkel yaşantıları içerir. Duyumun oluşması için;

duyum eşikleri arasında bir uyarıcı,

1

Page 2: dersfelsefe.files.wordpress.com  · Web view, organizmanın içsel ve dışsal uyaranlara karşı gösterdiği her türlü tepkidir. Bu tepkiler; yürümek, koşmak gibi doğrudan

uyarıcıyı beyne ileten sağlıklı duyu organları, uygun bir ortam, uyarıcıyı almaya uygun psikolojik durum olması gerekir.

DUYUM EŞİĞİ : Kişinin bir uyarıcıyı fark etmeye başladığı noktaya denir. Alt ve üst eşik olmak üzere ikiye ayrılır. *Alt eşik, duyumsanabilecek uyarılmaların alt sınırıdır. *Üst eşik, duyumsanabilecek uyarılmaların en üst sınırıdır. İnsan kulağı normalde 20 (alt eşik) ile 20.000 (üst eşik) titreşim arasındaki sesleri alır. Bunların ötesini duyamaz. NOT: Alt ve üst eşik kişiden kişiye ve canlıdan canlıya farklılık gösterir. Örn; köpeklerin duyma alt eşikleri daha düşüktür. Bu sebeple deprem titreşimlerini daha önceden duyarlar. / 20.000'nin üstündeki sesleri Yunuslar duyar ve bu onların kullandığı bir dildir. *Fark Eşiği (Ara Eşik) : Organizmanın uyarıcının şiddetindeki değişmeyi fark edebilmesine denir. Sabit bir değeri yoktur. Örn; 500 wattlık bir ampule 50 watt eklendiğinde ışığın arttığı fark edilmeyebilir. Ampule 200 watt daha eklendiğinde göz, ışığın arttığını çok rahat algılar. Bu 200 wattlık miktar, fark eşiğini gösterir. / Sınıfın sıcaklığı 20 dereceden 21'e yükselirse fark edilmez ama 20 dereceden 28'e yükselirse fark edilecektir.

AŞIRI UYARILMA : Bir iç ya da dış uyarıcının organizmayı normal şiddetin üstünde etkilemesidir. Organizmanın normalin üzerinde uyarıcıya maruz kalmasıdır.

Düğünde aşırı yüksek ses sonrası kulağın çınlaması Uzun süre yoğun çalışmak Aşırı soğuk Uzun süre uykusuz ya da aç kalmak

Aşırı uyarılmanın uzun sürmesi huzursuzluğa, kaygıya, strese, yorgunluğa, gerginliğe, ruhsal bozukluklara, fizyolojik bozukluklara yol açar.

YETERSİZ UYARILMA : Organizmanın uyarılmaya ihtiyaç duyduğu halde, bu uyarımları alamamasıdır.Uzun süre hücre hapsinde kalmakGünlerce gemilerde kalan tayfalarYalnız yaşamakEmekliliğin ilk zamanları

Yetersiz uyarılmanın uzun sürmesi durumunda hayal görme (halüsinasyon), algı bozuklukları, davranış bozuklukları, zeka düzeyinde gerileme, hafıza kaybı, uyumsuzluk, normal yaşam gücünü kaybetme, sinirlilik, gerginlik gibi olumsuzluklar görülür.

DENGELENME (HOMEOSTASİS) : Organizmanın aşırı ve yetersiz uyarılma sonucunda bozulan dengesini kendiliğinden yeniden kurmasıdır.

Organizmanın, beden ısısı yükseldiğinde terleyerek soğumaya veya beden ısısı çok düştüğünde titreyerek ısınmaya çalışması. Kan kaybeden hastaya yeterli ünitede kan verilip dengelenmesiKan şekeri düşünce beynin karaciğere komut vermesi ve karaciğerin depoladığı şekeri kana iletmesi

Dengelenme; uyumu sağlar, bedeni korur, gerilimi ortadan kaldırır, sağlıklı düşünmeyi ve yaşamı sürdürmeyi sağlar.ALIŞMA : Duyu organlarından herhangi birisinin belli bir süre etkisinde kaldığı uyarıcıya tepki vermemesidir.

Tren istasyonu yakınında oturan birisinin teren sesine alışmasıSakin bir semtte oturan birisinin otoban kenarına taşınması sonrası seslerin onu rahatsız etmesi fakat sonra alışmasıParfüm kokusuna bir süre sonra alışmaBaharatçıdaki kokuların bir süre sonra rahatsız etmemesiBir fabrikada çalışmaya başlayan kişinin başta makine gürültülerinden rahatsız olup sonra alışması.

DUYARLILAŞMA :Uyarıcının tekrarı sonucu organizmanın verdiği tepkinin miktarında bir artış olur.Gece sessizliğinde sürekli damlayan musluğun sesi bir süre sonra huzursuzluğa neden olur.Birkaç defa trafik kazası geçiren birinin her fren sesinde korku yaşaması

Alışma ve duyarlılaşmadaki ortak öğe uyarıcıların tekrarlanmasıdır ancak alışmada tepki azalırken duyarlılaşmada tepki artar.

2

Page 3: dersfelsefe.files.wordpress.com  · Web view, organizmanın içsel ve dışsal uyaranlara karşı gösterdiği her türlü tepkidir. Bu tepkiler; yürümek, koşmak gibi doğrudan

DUYARSIZLAŞMA : Duygularla ilgilidir. Duygusal uyarıcıların sürekli sunulması durumunda bireyin bir süre sonra duygusal tepkilerinin azalması ya da yok olması durumu.Alışmanın psikolojik boyutu duyarsızlaşmadır(psikolojik uyum). Fobilerin tedavisinde kullanılır.

Bir doktorun bir süre sonra ölüm vakalarına tepki vermemeye başlamasıSürekli azarlanan bir öğrencinin artık azarlanmayı umursamamasıHer sene sınava giren bir öğrencinin, ilk defa sınava giren bir öğrenci gibi heyecanlanmamasıOkulda sunum yapan öğrencinin heyecanının bir süre sonra normalleşmesi

3) ALGIALGI: Duyu organları tarafından alınan uyarıcıların beyin tarafından yorumlanıp anlamlandırılmasıdır. Örn; Tat almak DUYUM iken tadın ne tadı olduğunu anlamak ALGI'dır. / Koku almamız DUYUM, kokunun çiçeğe ait olduğunu anlamamız ALGI'dır.

Duyum İle Algının Karşılaştırılması Duyum beş duyuda, algı beyinde gerçekleşir. Duyum ham bilgidir, algı işlenmiş yorumlanmış bilgidir. Duyum olmadan algı gerçekleşmez Duyum doğuşla gelirken algı öğrenmeyle sonradan kazanılır Duyum objektif; algı ise sübjektif nitelik taşır. Yani duyum herkeste aynıdır ancak algı kişiye, kişinin

eğitim düzeyine, kültüre, cinsiyete göre değişiklik gösterir.

ALGININ ÖZELLİKLERİ1.ALGIDA ORGANİZASYON (ÖRGÜTLENME): Bir nesneyi, bir varlığı tek tek özellikleriyle değil, bu özellikleri düzenleyerek bir biçime sokup bütün olarak algılarız. Bu düzenleme eğilimine algısal organizasyon denir. Örn; bir insanı önce bütün olarak algılarız, daha sonra göz, saç gibi detayları algılarız.Algıda Organizasyonu Etkileyen Etmenler:

Benzerlik: Birbirine benzeyen nesneler bir bütün halinde algılanır.

Bir futbol maçında aynı takımın oyuncuları forma renginden dolayı birlikte algılanır.

Şekildeki beyaz ve siyah daireler kendi aralarında grup olarak göründüğünden sütunlar değil satırlar algılanır.

Yakınlık: Birbirine yakın nesneleri gruplandırarak birlikte algılama eğilimimiz vardır. Şekildeki daireler geniş bir grup şeklinde algılanmaktan ziyade, üç sütun şeklinde algılanır.

Tamamlama : Algılama sürecinde parçaları eksik olan şekilleri tamamlama, boşlukları doldurma eğilimimiz vardır. Ancak, tamamlanmanın olması için nesnelerin önceden algılanmış olması gerekir.

=> Resimdeki lekelerin zihinde tamamlanarak köpek şeklini çıkarması. Örn; önceden seyrettiğimiz bir reklamın daha sonra sadece müziğini bile duysak reklamın kendisini zihnimizde tamamlarız. / Okulumuzun edebiyat öğretmeni Mahmt öğrtmndir. => beynimiz sesli harfleri otomatik tamamlar.

Süreklilik (Devamlılık) : Uyaranların belli bir süre devam etmesi durumunda bütün halde algılamamız.Örn; denizde uzun süre yüzen bir kişinin, yattığında hala yüzüyormuş duygusunu yaşaması. / Her gün aynı şapkayı giyen bir kişiyi uzaktan gördüğümüzde de tanımamız.

3

Page 4: dersfelsefe.files.wordpress.com  · Web view, organizmanın içsel ve dışsal uyaranlara karşı gösterdiği her türlü tepkidir. Bu tepkiler; yürümek, koşmak gibi doğrudan

Aynı doğrultudaki devam eden çizgiler kesintiye uğrasa bile bütün olarak algılanırlar.

2. ALGIDA DEĞİŞMEZLİK: Nesneleri değişik ortam ve şartlarda yine aynı şekilde algılama eğilimine denir. Değişmezlik ilkesinin işleyebilmesi için nesneleri önceden algılamış olmak

şarttır. Şekil, büyüklük, renk olmak üzere 3 tür algısal değişmezlik vardır. Şekil (Biçim) Değişmezliği: Ne olduğunu bildiğimiz bir nesnenin şekli ne taraftan bakarsak bakalım hep

aynı kalır. Örn; Bir pencereye farklı açılardan bakılsa da pencere hep dikdörtgen olarak algılanır. Büyüklük Değişmezliği: Örn; uçak yükseldikçe evler küçük görünmeye başlar fakat biz nesneleri küçük

olarak değil hep aynı şekilde algılarız. Renk Değişmezliği: Örn; Türk bayrağının gece karanlıkta da kırmızı-beyaz algılanması / Odamızdaki

yeşil renkteki perdeyi gece karanlıkta siyah olarak algılasak da onun yeşil olduğunu yine biliriz. Ancak nesneler yabancıysa renk değişmezliği bozulabilir.

3. DERİNLİK ALGISI: Gerçekte üç boyutlu olan varlıklar, gözün ağ tabakasına iki boyutlu düşer. Ancak yine üç boyutlu algılanır. Bunun sebebi zihnimizin görme ile ilgili bir takım ipuçlarından yararlanmasıdır. -Işığın geliş yönüne bağlı olarak gölgeler birer derinlik algısı yaratır. Parlak ve aydınlık olan yakın , gölgeli olan nesneler uzakmış izlenimi verir. -Birbirine paralel çizgiler uzaklaştıkça birleşiyormuş gibi görünür. Örn; tren raylarının uzaklaştıkça birleşiyormuş gibi görünmesi.

5. ŞEKİL (FİGÜR) - ZEMİN (FON) İLİŞKİSİ: Tüm algılamalarda bir şekil ve zemin ilişkisi vardır. Şekil, arka yüzeyi oluşturan zemin içinde anlam kazanır. Şekil, zeminden daha büyüktür ve belirgindir. Neyin şekil neyin zemin olacağı dış dünyadaki uyaranların kendi özelliği değil, algımızın nesnelere dayattığı bir özelliktir. Dolayısıyla, bir kişiye göre şekil olarak algılanan şey diğeri için zemin işlevini görebilir. Ya da aynı kişi için şekil ve zemin zaman içinde yer değiştirebilir.

Beyaz zemin üzerinde siyah atlar ve binicilerini algılayanlar olduğu gibi, ilk bakışta siyah zemin üzerinde beyaz atlılar algılayanlar olacaktır. Eğer ilk baktığınızda siyah atlılar gördüyseniz bu kez şekil ve zemini değiştirerek beyaz atlıları görmeyi deneyiniz. Ya da tam tersi, eğer ilk baktığınızda beyaz atlılar gördüyseniz, şekil ve zemini değiştirerek siyah atlıları görmeye çalışınız.Aynı egzersizi aşağıdaki diğer resimler için de yapabilirsiniz

Şekil ve zemin ilişkisi sadece görsel algımızı örgütleyen bir özellik değil işitsel algıda da işlevsel olan bir özelliktir. Örneğin; sınıfta ders yaparken aynı anda sınıfın açık penceresinden dışarıda top oynayanların seslerinin geldiğini varsayalım. Eğer siz dikkatinizi derse vermiş iseniz, sizin için hocanın sesi şekil, dışarıdan gelen sesler zemin işlevi görecektir. Dersten sıkılmış bir arkadaşına içinse, dışarıdan gelen sesler şekil, hocanın sesi zemin olabilir. Ya da bir süre sonra siz derse olan ilginizi kaybedip işitsel olarak şekil ve zemin olan seslerin yerini değiştirebilirsiniz.

4. ALGIDA SEÇİCİLİK: Bir çok uyarıcı arasından bazılarını seçip algılama. Örn; bir annenin pek çok ses içinden bebeğinin sesin duyması / Mor rengini çok seven birinin mağaza vitrininde ilk önce mor elbiseyi fark etmesi. / Ders dinlerken dışarıdan bir çok uyarıcı gelmesine rağmen sadece öğretmenin sesini algılamamız. Genellikle algıda seçicilik ile dikkat birbirine karıştırılır. İki durum birbiriyle ilişkilidir ancak aynı değildir.

4

Page 5: dersfelsefe.files.wordpress.com  · Web view, organizmanın içsel ve dışsal uyaranlara karşı gösterdiği her türlü tepkidir. Bu tepkiler; yürümek, koşmak gibi doğrudan

DİKKAT : Bir durum ya da olay üzerinde zihin gücünün toplanmasıdır. Dikkat uzun süreli değildir. Dikkatin bir konudan başka bir konuya geçmesine Dikkatte Değişme (Dikkat Kayması), dikkatin belli bir konuya yoğunlaşmasına Dikkat Toplama (Konsantrasyon) denir.

ALGI YANILMALARIDuyu organlarınca alınan uyaranların olduğundan farklı algılanmasıdır. Algı yanılmalarında duyu organlarının yapısının ve geçmiş yaşantıların etkisi vardır.Algı yanılmaları 2'ye ayrılır: 1) İllüzyon (Yanılsama) 2) Halüsinasyon (Sanrı)

1) İLLÜZYON (YANILSAMA): Bir uyarıcının olduğundan farklı algılanmasıdır. Fiziksel ve Psikolojik illüzyon olmak üzere ikiye ayrılır:Fiziksel İllüzyon: Duyu organlarının ya da uyarıcıların içinde bulunduğu durumdan kaynaklanan hatalı algılamadır ve herkeste aynı biçimde görülür. Örn; yarısı su dolu olan bardağın içindeki kaşığın kırık olarak

algılanması / Ufukta gökyüzü ile yeryüzünün birleşiyormuş gibi görünmesi / Duran bir araçta bulunduğumuzda, yanımızdaki bir diğer araç hareket etmeye başlarsa bizde kendimizi geriye doğru hareket ediyormuş gibi algılarız. Ancak zemin gibi sabit bir ipucunu kullanarak bu durumun farkına varabiliriz.

Resme odaklanınca şekiller oynuyormuş Müler-Lyer illüzyonu Resimdeki fil kaç bacaklı?gibi gözüküyor fakat oynamıyor.Psikolojik İllüzyon: Bireyin içinde bulunduğu psikolojik koşullardan, geçmiş yaşantılardan kaynaklanan illüzyondur ve kişiden kişiye değişir. Ruh hali, kaygı, korku, ihtiyaç ve beklentiler gibi nedenler etkilidir. Örn; karanlıkta yol kenarındaki bir sopayı yılan zannetmek / Yerdeki bir bez parçasının fare olarak algılanması / Karanlıkta yalnız yürüyen birinin duyduğu tıkırtıyı takip ediliyorum şeklinde yorumlaması.

HALÜSİNASYON (SANRI): Gerçekte var olmayan bir uyarıcının varmış gibi algılanmasıdır. Genellikle akıl hastalarında, ateşli hastalıklarda, bazı ilaçları kullananlarda yan etki olarak, madde bağımlılığının yol açtığı krizlerde ortaya çıkar. Halüsinasyonlar hayal ürünüdür. Örn; bir kişinin hiçbir uyarıcı olmadığı halde ölmüş annesiyle konuştuğunu söylemesi / Kişinin devamlı takip edildiğini söylemesi

İllüzyon ve Halüsinasyon Arasındaki Farklar1. İllüzyon için mutlaka bir dış uyarıcıya ihtiyaç vardır (askıdaki montu hırsız zannetmek) Halüsinasyon için bir dış uyarıcıya ihtiyaç yoktur. (bir takım sesler duyduğunu söylemek)2. İllüzyon normal olan her insanda görülen bir haldir. Halüsinasyon anormal durumlarda ortaya çıkar.Örn; gece pencereden bakan bir çocuğun korkudan evin önündeki ağacı canavar olarak algılaması psikolojik bir yanılsama iken herhangi bir ağaç ya da başka bir nesne olmaksızın canavar gördüğünü, canavarın sesini duyduğunu söylemesi halüsinasyon olarak nitelendirilir.

4) YAŞAM BOYU GELİŞİMPsikologlar gelişimi, döllenme ile başlayan ve yaşam boyu devam eden değişme olarak tanımlarlar.

GELİŞİM DÖNEMLERİ

Bebeklik Çocukluk Ergenlik Yetişkin Orta Yaşlılık lik Yaşlılık

5

Page 6: dersfelsefe.files.wordpress.com  · Web view, organizmanın içsel ve dışsal uyaranlara karşı gösterdiği her türlü tepkidir. Bu tepkiler; yürümek, koşmak gibi doğrudan

1. BEBEKLİK DÖNEMİ (0 - 2 YAŞ) :Gelişimin en hızlı olduğu dönemdir. Bebeğin ağırlığı 6 aylıkken doğumundaki kilosunun yaklaşık iki katına, bir yaşında 3 katına, iki buçuk yaşında ise 4 katına ulaşır.

Duyusal GelişimUzun yıllar bebeklerin doğduklarında göremedikleri kabul edilirdi. Bugün görebildiğini biliyoruz ancak görüşteki keskinlik yetişkinden düşüktür. Görüş keskinliği kısa bir süre içinde artar.

İnsan yüzüne duyarlıdırlar ve insan yüzüne diğer nesnelerden daha fazla bakarlar. 12 saatlik bir bebek annesinin yüzünü diğer yüzlere tercih eder. 6 aylık bir bebek anne ve babasının yüzü ile yabancı yüzleri ayırt edebilir. Renk ve şekillerin de farkına varabilir.

Yaklaşık 4-8 aylık bebekler oyuncakların üzeri örtüldüğünde "görmüyorsam yoktur" gibi bir anlayışa sahipken, 8-12 aylık bebeklerde bu görüş farklılaşır. Çocuk nesnenin değişmeyeceğini kavramaya başlarken aynı zamanda artık göz önünde olmayan nesneyi aramaya başlar.

İşitme, doğum öncesinden itibaren vardır. Fetüs, hamileliğin son iki ayında annesinin sesi, müzik vb. sesleri işitebilir ve tepki verebilir. 1 haftalık bebekler bir grup kadın sesi arasından annelerinin sesini ayırt edebilirler.

Bebeğin tat alma ve koklama duyusu oldukça gelişmiş olup, farklı tat ve kokuları kolayca ayırt edebilir. Dokunma duyusu da oldukça gelişmiş durumdadır. Beden ve Hareket Gelişimi2 aylık süreçte yavaş yavaş yüzüstü yattığı yerden başını kaldırabilen bebek, 4 aylıkken küçük bir oyuncağı kavrayabilir. 5 ay sonunda destek olmadan oturabilen bebek, 6 aylıkken artık tutunarak ayağa kalkabilmektedir. 9 aylık dönemde mobilya kenarlarına tutunarak yürüyebilmeye başlar. Algısal GelişimBebeklerin dünyayı üç boyutlu, derinlik algılarının 6-12 aylar arasında emekleme dönemi ile birlikte oluşmaya başladığı görülmüştür. (Araştırmacılar laboratuar ortamında oluşturdukları yapay uçurumla bebeklerde derinlik algısını araştırmışlardır. Cam yüzeyin üzerine bırakılan 6-14 ay arası bebekler, anneleri tarafından çağrılsalar bile yapay uçurumu algılayarak üzerinden geçmeyi reddetmişlerdir.)Dil GelişimiBebek önce tanımlanamayan sesler çıkarır. İkinci aydan itibaren sırasıyla agulama, belirli sesleri çıkarma (ma,da,ba), aynı sesleri tekrarlama (mamama), farklı sesleri bir araya getirme (mabagada) gerçekleşir. 4-6 ay arasında ilk kelimeleri söyleme, 1,5 yaş civarında tek kelimeli cümle kurma başlar. 2-3 yaş arasında kelimeli cümleler kurar.

2. ÇOCUKLUK DÖNEMİ (2 - 12 YAŞ)İlk Çocukluk Dönemi: (2-7 Yaş) / (İşlem Öncesi Dönem) Bu dönemdeki bedensel gelişim hızı bebeklik dönemine göre azalmıştır. Düşünme ben merkezcidir. Bu dönemde çocuk başkalarının bakış açısını kavramakta zorluk çeker. Bazı cansız nesnelere canlıymış gibi davranması da bu döneme rastlar. Çocuğun kafasını çarptıktan sonra gidip masayı dövmesi, kazayla zarar verdiği oyuncak ayısının ağlayacağını düşünmesi bu duruma örnek olarak verilebilir. Bir fırça sopasını at gibi kullanmaya, anne-baba rollerine girerek taklit oyunları oynamaya başlar. Ancak bu dönemde oyun oynayan çocuk kendi isteği doğrultusunda oyun oynamak ister. Başka bir deyişle sosyal etkileşim ve işbirliği henüz bu dönemde gelişmemiştir.

Somut İşlemler Dönemi: (7-11 Yaş) / (Okul Dönemi) Bu dönemde çocuk, gerçek ve hayal dünyası kavramlarını ayırmaya başlayarak masalların artık gerçek olmadığına ilişkin bilişsel yapıyı güçlendirir. Somut işlemler dönemindeki çocuklar benmerkezcilikten uzaklaşmışlardır. Olayları ve dünyayı, başkaları açısından da görebilirler. Ancak bu dönemde, düşünme süreçleri çocuk tarafından gözlenebilen gerçek olaylara yöneliktir. Çocuklar, somut olduğu sürece karmaşık problemleri çözebilirler. Soyut problemleri ise çözemezler.

6

Page 7: dersfelsefe.files.wordpress.com  · Web view, organizmanın içsel ve dışsal uyaranlara karşı gösterdiği her türlü tepkidir. Bu tepkiler; yürümek, koşmak gibi doğrudan

Soyut kavramları, çevresindekileri model alma yoluyla yerinde kullanmalarına rağmen, anlamlarını açıklayamazlar. Bu dönemde ince motor kaslarda gelişmeler hızlanır. Çocuk; piyano, keman çalma, ince kalemle yazı yazma, resim çizme gibi becerileri kazanmaya başlar.

Soyut İşlemler Dönemi (12 Yaş ve İlerisi) Çocuklar soyut kavramları anlayarak etkili bir şekilde kullanabilirler. Bu dönemde çocuklar, çeşitli idealler, fikirler, değerler ve inançları geliştirmeye başlarlar. Okullarda münazara (tartışma) yaparken, bulunduğu gruba benimsemediği bir fikir savunma görevi verildiğinde, tartışmanın hatırı için bu konuda fikir üretip savunabilirler. Somut dönemde olan bir çocuğa “x” ve “y” leri kullanarak matematik anlatmak zor olacaktır. Çünkü onun soyut kavramlar ve semboller ile işlem konusunda zorlanmaktadır. Soyut konuları tam olarak anlaması 12 yaş sonrasını bulacaktır.

3. ERGENLİK DÖNEMİ (12 - 18 YAŞ) Bu dönemde fiziksel, bilişsel ve psikolojik olarak hızlı bir değişim yaşanır. Kızlarda 10-11 yaş aralığında, erkeklerde ise 12-13 yaş aralığında başlayan bu süreçte boy ve ağırlıkta ciddi artış görülür. Ergenlerde soyut düşünce kavramı gelişmiştir. Dünya sorunlarına ilişkin bir çok konuda aralarında tartışabilir ve bu konularla ilgili fikir yürütebilirler. Bazı ergenler herkesin farklı görüşlerde olabileceği konusundaki bilişsel yapıyı tam olarak gerçekleştirememiş olabilir. Bu dönemde ergenler, diğer insanların onları yargıladığını düşünebilirler. Kendilerine akılcı olmayan şekilde önem verdiklerinden ve kendilerini olduğundan farklı görmelerinden dolayı kendileriyle ilgili yanlış kararlar alabilirler. Bu dönemde ergenler çoğunlukla kendilerine bir şey olmayacağını düşünerek, tüm hayatlarını etkileyecek şekilde risk alabilirler. Bu dönemde ergenler anne babanın kuralları ile savaşmaya çalışır. Küçükken kusursuz olarak gördüğü anne babasının kusurlarını far etmeye başlar. Kendisinin daha bilgili ve bazı konularda üstün olduğunu düşünüp aile içi gerilimi arttırabilirler. Ergenlik dönemi "Ben kimim? Yaşam amacım ne?" gibi soruların sorulduğu bir dönemdir. Birey bu aşamada hem cinsel hem de mesleksel olarak benliğini oluşturma çabası içindedir. Kimlik bunalımına girip farklı kimlikleri deneyebilir. Kimliğin oluşmasında anne,baba,öğretmen ve akranların değer yargılarının birbiriyle tutarlı olması kimlik bunalımının çözülmesini kolaylaştırır. 20'li yaşlarla birlikte çözüme ulaşmalı, kimlik oluşmuş olmalıdır.

4. YETİŞKİNLİK DÖNEMİ (18 - 65 YAŞ)Yetişkinliğe geçiş aynı zamanda aileden ayrılma dönemidir. Üniversiteye, askere, iş için başka bir yere gitme, evlenme zamanıdır. Kendi başına kazanma, çalışma,meslek seçme, evlilik, evi idare etme, çocuk yetiştirme, uygun sosyal grup bulma gibi pek çok toplumsal rol ve davranışlar bu dönemdeki yetişkinlerin yerine getirmek zorunda oldukları görevlerdir.

5. YAŞLILIK DÖNEMİ ( 65 YAŞ VE ÜSTÜ) Bu dönemde bedensel fonksiyonlar değişmektedir. Görme yeteneğinin azalması, vücut direncinin azalması, çabuk yorulma,unutkanlık, karamsarlık, tat duyusunun bozulması gibi belirtiler ortaya çıkar. Yaşlılık döneminin beraberinde getirdiği en büyük sorun ruhsal sorunlardır. Yaşlı insanlarda çaresizlik duygusu bezen genellenir ve yaşama karşı öğrenilmiş çaresizlik ortaya çıkmaya başlar. Bu dönemde sevilen insanların hayatını kaybetmesi, bireyleri yaşamdan soğutabilir.

5. DÜRTÜ VE GÜDÜLER (MOTİVASYON)İhtiyaç Dürtü Güdü (Motiv) Güdülenme(Motivasyon) Davranış Doyum

İhtiyaç (Gereksinim) : Organizmada herhangi bir şeyin eksikliğinin duyulması. İhtiyacın giderilmemesi organizmanın dengesinin bozulmasına yol açar.Dürtü : İhtiyacı gidermek için organizmada beliren güce denir. Örn; açlık bir dürtüdür.Güdü (Motiv) : Dürtü güçlenir ve kuvvetli bir hale gelir. Organizma ihtiyacı gidermek için belli bir yönde etkinlik gösterme eğilimine gider. Örn; acıkan kişinin mutfağa gitmesini sağlayan güç güdüdür.

7

Page 8: dersfelsefe.files.wordpress.com  · Web view, organizmanın içsel ve dışsal uyaranlara karşı gösterdiği her türlü tepkidir. Bu tepkiler; yürümek, koşmak gibi doğrudan

Güdülenme (Motivasyon): İstek ve ihtiyaç doğrultusunda harekete geçmek, davranışta bulunmak.Davranış : Güdülenme sonucu davranış meydana gelir.Doyum : İhtiyacı karşılanan organizmanın gerilimden kurtulması.

Güdülenmiş davranışta organizma mutlaka harekete geçer. Örn; üniversiteye gitmek isteyen bir öğrenci düzenli çalışır. Eğer gitmek istediğini söylüyor ancak planlı çalışmıyorsa yeterince güdülenmemiştir.

1) FİZYOLOJİK GÜDÜLER (BİRİNCİL GÜDÜLER): Açlık, susuzluk,uyku,solunum,cinsellik, merak, sindirim, boşaltım, annelik gibi biyolojik kökenli güdülerdir.

Doğuştandırlar. Sonradan öğrenilmez. Yaşamsal fonksiyonların devam etmesi için zorunlu olan güdülerdir. Ertelenemez, mutlaka giderilmesi

gerekir. Ömür boyu devam ederler. Öğrenilmemiş ve doğuştan olduğu için hayvan ve insanda ortaktır. Evrenseldirler.

2) SOSYAL GÜDÜLER (İKİNCİL GÜDÜLER): Saygınlık, beğenilme, sevilme, kariyer elde etme, başarılı olma vs.

Yaşantılar sonucu, öğrenme yoluyla ortaya çıkan güdülerdir. Öğrenmeye dayalı olduğu için sadece insanda görülür. Ertelenebilir ya da hiç giderilmeyebilir. Hayati önem taşımaz. İnsana özgü olduğu için kişiye, topluma, kültüre ve zamana göre değişiklik gösterir. Zamanla ortadan kalkabilir.

NOT !! Önce fizyolojik güdüler giderilir sonra sosyal güdülere yönelme olur. Bazı durumlarda sosyal güdüler fizyolojik güdülerden üstün gelebilir. Örn; Vatanı için şehit olmak, Şerefi uğruna intihar etmek, arkadaşı için açlık grevi yapmak, aç bir annenin elindeki son yiyeceği çocuğuna vermesi vs.

Tüm güdüler aynı anda doyurulamazlar. Maslow fizyolojik güdülerden başlayıp, bunlar doyurulduktan sonra toplumsal güdülere doğru ilerleyen güdüler sıralaması oluşturur. Bu sıralama bireyin içinde bulunduğu duruma göre farklılık gösterebilir.

İÇGÜDÜ-Doğuştan getirilen, öğrenilmeden yapılan, değiştirilemeyen kalıtsal davranışlara denir.

-Hayvanlarda görülür ve otomatik davranışlardır. Örümceğin ağ örmesi, kuşların göç etmesi, arının bal yapması,ayının kış uykusuna yatması vs.

-İç güdülerde bir dış uyarıcı bulunmaz.

REFLEKS-Bunlar da doğuştandır, öğrenilmemiştir. Ancak bir dış uyarıcının varlığı söz konusudur.

-Dış uyarıcı karşısında gösterilen ani ve istem dışı tepkidir. Amaç, canlıyı tehlikelerden korumak, zarar görmesini engellemektir.

8

Page 9: dersfelsefe.files.wordpress.com  · Web view, organizmanın içsel ve dışsal uyaranlara karşı gösterdiği her türlü tepkidir. Bu tepkiler; yürümek, koşmak gibi doğrudan

Güdülenmeyi etkileyen içsel ve dışsal faktörler vardır. İçsel faktörler; ilgi, merak, yarışma duygusu, açlık, susuzluk gibi bireyin kendinden kaynaklanan faktörlerdir. Dışsal faktörler ise toplumun ve ailenin beklentileri, arkadaş grubunun eğilimleri, ödül ve ceza, öğretim teknikleri gibi çevresel faktörlerdir.

Davranışçı Yaklaşıma göre güdülenmede dışsal faktörler önemlidir. Güdülenmenin kaynağı pekiştireçlerdir. Pekiştireç, bir davranışın tekrarlanma olasılığını arttıran uyarıcıdır.

OLUMLU PEKİŞTİREÇ: İstenen davranışın yapılma sıklığını arttıran uyarıcılardır. Örn; okulu başarıyla bitiren öğrenciye babasının yeni bir cep telefonu hediye etmesi ya da derse katılan öğrenci öğretmeni tarafından takdir edilirse öğrencinin derse katılma davranışı pekiştirilmiş ve öğrenci güdülenmiş olur.

OLUMSUZ PEKİŞTİREÇ: Ceza almaya neden olan bir uyarıcıdan uzaklaşmaya dönük bir pekiştireçtir. Örn; öğretmeninin kendisine kızacağını düşündüğü için bir öğrencinin konuşmayı bırakması.

Pekiştireçler istenen davranışın sıklığını arttırmak, istenmeyen davranışlardan uzak tutmak amacıyla uygulanır.Davranış yapıldığı halde pekiştireç kesilirse "sönme" durumu olur. Örn; çalışkan başarılı bir öğrencinin öğretmeni tarafından umursanmaması o öğrencinin başarısında düşüşe neden olabilir.

ÖDÜL istenen davranışın, CEZA ise istenmeyen davranışın hemen arkasından verilir. Örn; işinde başarılı olan birine verilen ikramiye ödül, işine sürekli geç kalan birine verilen uyarı yazısı ise cezadır.

Ceza ile istenmeyen davranış geçici olarak durdurulmuş yani bastırılmış demektir. Uygun koşullar oluştuğunda tekrar etme oranı yüksektir. Bu nedenle pekiştireç vermek cezadan daha makbuldür. Örn; çocuğa "neden bilgisayar başında oyalanıyorsun" diye kızmak yerine ona bir kitap verip "bunu okuyup bana anlatırsan seni gezmeye götürürüm" demek gibi.Örn; ödevlerini yapmayan bir öğrenciyi cezalandıran bir öğretmen çocuğun derse olan ilgisini daha da düşürebilir. Fakat eğer öğretmen kim bu ödevi en iyi şekilde yaparsa ona çok sevdiği bir kitabı hediye edeceğim deyip olumlu pekiştireç verirse veyahut kim bu ödevi en iyi şekilde yaparsa diğer ödev sorumluluğundan kurtulacaktır deyip olumsuz pekiştireç verirse olumlu hedefe yönelen davranışlar artar, olumsuz hedefler ortadan kalkmış olur.

Davranışçı yaklaşımın bakış açısını eleştiren Bilişsel Yaklaşıma göre güdülenmede içsel faktörler daha önemlidir. Birey inançlarının, değerlerinin, beklentilerinin ve amaçlarının etkisiyle içsel olarak güdülenmişse ödüle ya da cezaya ihtiyaç duymaz. Örn; içsel güdülenmeye sahip bir öğrenci, öğretmenin takdirini kazanmak için değil derse ilgi duyduğu ve öğrenmek istediği için soru sorar ve derse katılır.

6) BİLİNÇ VE DİKKATBilinç, kişinin kendisi ve çevresinin, anılarının, düşüncelerinin farkında olması durumudur. Örn; dışarıdan gelen güzel bir koku, parlak bir ışık dikkat çeker. Bu derumda bilinç aktif bir şekilde devreye girer. Bilincin içten ya da dıştan gelen tüm uyarıcıları fark etmesi mümkün değildir. Bu yüzden bilinç bazı uyarıcılara dikkat ederken bazılarına etmez. Bilincin dikkat etmediği , pasif kaldığı bir çok uyaran bilinçaltında depolanır. Bilinçaltı , bilincin yönetmediği bölgedir. Bizim kontrolümüz dışında işlem yapar. Freud'un buz dağı benetmesinde, buzdağının en altta kalan ve bastırılmış duyguların bulunduğu kısımdır bilinçaltı. Öyle kolaylıkla hatırlanabilecek bir yapıda değildir. Hipnoz, rüya analizi gibi yöntemlere başvurularak bu alana ulaşılmaya çalışılır. Bilinç ise suyun üstünde kalan üst kısımdır ve burada farkındalık vardır. Bilinç öncesi ise, belirli bir anda bilinçte bulunmayan fakat kolaylıkla anımsanıp hemen bilince çağrılabilen anı ve yaşantıların bulunduğu yerdir. Burası bilinç ile bilinçaltı arasında köprü görevi görür.

DİKKAT: Organizmanın bir uyarıcı üzerine yoğunlaşmasıdır. Aktif ve pasif olmak üzere 2'ye ayrılır. Aktif (Seçici) Dikkat, irade ile gerçekleştirilen ve bireyin kendi çabasının ürünü olan dikkattir. Örn; birçok uyarıcının olduğu gürültülü bir ortamda kişinin kendi çabası ile dikkatini okuduğu kitaba vermesi.Pasif (İrade Dışı) Dikkat, dış etkenlerin doğrudan etkisi ile oluşan dikkattir. Örn; sınıfta ders dinleyen öğrencinin dikkatinin şiddetli gök gürültüsü sesine yönelmesi.

9

Page 10: dersfelsefe.files.wordpress.com  · Web view, organizmanın içsel ve dışsal uyaranlara karşı gösterdiği her türlü tepkidir. Bu tepkiler; yürümek, koşmak gibi doğrudan

FARKLI BİLİNÇ DURUMLARI

UYKU VE RÜYALAR: Uyanıklığın geçici olarak kesintiye uğradığı uyku sırasında ses, koku ve dokunma gibi uyarıcılara duyarlılık azalır. ancak bu uyarıcılar tamamen ortadan kalkmaz.

Uyku ve rüyalar üzerine yapılan araştırmalarda laboratuar ortamında uyutulan deneklerin göz bebeklerinin, uykunun belli dönemlerinde hızlı hareket ettiği görülür. Bu döneme "hızlı göz hareketleri" anlamına gelen İngilizce "rapid eye movement" kelimelerinin baş harflerinden oluşan REM dönemi denir. Bu dönemin dışında kalan döneme NONREM dönemi denir. NONREM döneminde göz hareketleri, nabız ve kalp atışları yavaşlar.

Yaklaşık 8 saatlik bir uykuda beş kez REM uykusu yaşanır. Rüyaların büyük bir bölümü REM uykusunda görülür. Bu dönemde görülen rüyalar genellikle hatırlanır. NONREM uykusunda ise rüya az görülür ve görülen rüyalar genellikle hatırlanmaz.

Uyku ve rüya fizyolojik bir ihtiyaçtır. Uyku ihtiyacının karşılanmaması bilişsel ve motor becerilerin performansında düşüş, dikkat ve konsantrasyon eksikliği, kaygı, hırçınlık gibi sorunlara yol açabilir. Bu tür sorunlar REM döneminde uyandırılarak REM uykusu ve rüya görmesi engellenen deneklerde de gözlenir. Bu araştırmalar insanların uyku kadar rüyaya da ihtiyacı olduğunu gösterir.

HİPNOZ: Yapay bir uyku halidir. Ne tam bir uyku ne tam bir uyanıklıktır. Bilinç uyuşmuştur ancak duygular etkisini sürdürür. Birey terapistin söylediği her şeyi duyar ve kendi düşüncelerinin de farkındadır. Hipnoz halinden çıktıktan sonrada her şeyi hatırlar.

MEDİTASYON: Bir çok kültürde ve dinde uygulanan manevi bir arınma tekniğidir. Temel amaç zihnimizden uzaklaştırmak istediğimiz düşüncelerden kurtulmak, istenilen doğru şeyleri düşünmeyi öğrenmektir. Bunun başarılmasıyla kişi iç huzura ve sakinliğe ulaşır. Zihinde bir duruluk oluşur. Bu duruluk ise konsantrasyonu arttırır ve kendimizi kontrol etmeyi sağlar, yaşam kalitesi yükselir. Hepsinin toplamında ise kişinin öz saygısı, öz güveni, yaşama gücü ve mutluluğu artar.

10