vatan ve hürriyet...genç kalemler derneği adına; ziraat bankası: 1262 mithatpaşa Şubesi,...

50

Upload: others

Post on 17-Oct-2020

7 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • KÜNYEVatanBir Dergisi

    Yıl:1 - Sayı:12 - Temmuz 2009ISSN:1308-2159

    Genç Kalemler Derneği Adına Sahibiİsmet Anlı

    Genel Yayın YönetmeniŞenay Caner

    [email protected]

    Sorumlu MüdürOnur Kavcı

    Hukuk DanışmanıOnur Burak Pilatin

    ReklâmHasan Rençber

    [email protected] 859 66 53

    Kapak Tasarımı ve DizgiVatanBir Grafik Birimi

    [email protected]

    Dil DenetimiNazik Leylâ ErdalHayrünisa Okyay

    Ümit Z. Nekiş

    Yayının İdare MerkeziÖncebeci Bükülü Sok. Heves Apt. Nu:11/3

    Kurtuluş/ANKARA 0312 430 02 28

    Yayının TürüYaygın Süreli

    BasımeviYeniden Grup Matbaacılık

    Büyük Sanayi Cad. Nu:105Te: 0.312 341 20 08 - 03

    Belge-geçer: 0.312 341 20 02

    Basım Tarihi 25.07.2009 – ANKARA

    Hesap NumaralarıGenç Kalemler Derneği Adına;

    Ziraat Bankası:1262 Mithatpaşa Şubesi,

    Hesap Nu: 49604435-5001 PTT: 5609157

    Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz.Dergide yayınlanan yazılardan yazarlar

    sorumludur.Dergimiz basın - meslek ilkelerine uyma-

    ya söz vermiştir.

    Vatan ve Hürriyet Birliği

    1

    ÖNSÖZ

    Merhaba Sevgili VatanBir Okurları

    Hazırladığımız Aydın ili özel sayısının ardından sıcak yaz günleri-nin sıcak konularını işlediğimiz yeni bir sayı ile karşınızdayız. İl özel sayısının ilki oldukça ilgi gördü. Bundan sonraki dönemlerde de daha zengin olarak illerimizi tanıtmaya devam edeceğiz. Bu konuda siz de-ğerli okurlarımızın ilgi ve desteklerini bekliyoruz.

    Bu sayımızda da gündemi takip etmeye devam ediyoruz. Rusya-Ukrayna doğalgaz anlaşmasındaki gelişmeleri Erke köşemizde Emrah Besçi’nin yorumuyla göreceksiniz. Sonraki gelişmeleri de bir sonraki sayımızda bulabileceksiniz.

    Atatürk ve Bilim, bu sayımızda Atatürk Köşemizin konusunu oluş-turdu. Zeynep Saygı araştırdı ve yazdı.

    Önder Saatçi hocamızın yazısı sahip olduğumuz, taşıdığımız, ta-nındığımız adlarımız üzerine. Oldukça ilginizi çekeceğinizi düşünüyo-ruz. Türkçe köşemizin bir başka konusunu da Şahin Durmuş’un hazır-ladığı, Kutadgu Bilig oluşturdu. Türkçe tabela kararı alan şirin ilçemiz Derinkuyu’yu tanıtmaya çalıştık bu sayımızda.

    Türk Dünyası’nın değişik kesimlerinde Temmuz ayı değişik olayla-ra sahne olmuştur. Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, iki yıl önce Rum ta-rafında yayınlanmış olan bir kitabın iki yıl sonra ve yeniden referan-dum haberlerinin yoğunlaştığı bu dönemde Türkçe olarak yayınlanmış olmasının maksadını bizlere açıklıyor. Şerif Kutludağ hocamız, Barış Harekâtının 35. yıl dönümünde duygu ve düşüncelerini anlatırken, o günlerle özdeşleşen, Ayten Alpman’ın seslendirdiği Memleketim adlı şarkının sözlerini de bulacaksınız.

    Türk Dünyasının bir başka kesiminde, Irak Türkmenlerinin Kerkük’te en büyük katliama uğrayışlarının üzerinden tam 50 yıl geç-miş. Kenan Carboğa, Kerkük Ağıdı isimli şiiri ile sesleniyor. Türk Dünyası’nın diğer kesimlerinden de feryat sesleri gelmeye devam edi-yor.

    Bu ayki öykümüzde, “Bu Yüce Milleti İslam’la Şereflendirdim.”diyen Saltuk Buğrahan anlatıldı Sinan Akpınar’ın kaleminden. zevkle okuya-cağınıza inanıyoruz.

    Geleceğimizin teminatı gençliğin en iyi şartlarda yetişmesi ve eği-tim alması hepimizin amacı ve isteğidir. Gençlerimizin zaman zaman ağına düştüğü ve bütün hayatını olumsuz etkileyen faktörlerden biri-si olan uyuşturucu üzerine açıklayıcı bilgileri Ulaş Tuz hazırladı. Tem-muz ayı, sınav sonuçlarının açıklandığı, tercihler, sıralamalar gibi se-beplerle gençler için oldukça sıkıntılı geçen bir aydır. “Güzel Sanat-lar Liseli Olmak” başlığıyla bir gencin duygularını Atila İnce hocamız dile getirmiş.

    Sanat köşemizi, Ressam Kemal Çelik ile bir başka sanatçımız Me-ral Özcan’ın yaptığı söyleşi oluşturdu.

    VatanBir olarak katıldığımız Ege illeri Tanıtım Fuarı’ndaki izlenim-leri ve bu yılki fuarın dönem başkanlığını yapan Ender Vardar’ın görüş-lerini etkinlik bölümümüzde bulabilirsiniz.

    Bir sonraki sayımızda daha mutlu ve güncel konularla buluşmak üzere sağlıcakla kalınız.

    Şenay CANER0555 859 66 [email protected]

  • İÇİNDEKİLERİÇİNDEKİLERRESSAM KEMAL ÇELİKİLe SÖyleŞİ“BoŞ zamanlarImda resİm yapmadIm. BoŞ zamanlarImda yİne emeklİlİĞe hak etmek İçİn yİrmİ beŞ yIl çalIŞtIm. Bana göre boŞ zaman oydu.”

    SAYFA 26

    Atatürk’ün Bİlİme VerdİĞİ Önem

    Kayserİlİ Bugüne Kadar YapIlmamIŞI YaptIKusura BakmayOn Ama Bİz Bulduk!Orhun AraŞtIrmalarInda Yenİ AdIm%100 Elektrİkle ÇalIŞan Araba ÜrettİkTürk Bİlİm AdamI Robotuyla ABD’de 1. OlduJaponlara İlk Robot Abdülhamiİt’ten

    GAZİANTEP NASRETTİN HOCA İÇİN BULUŞUYOR“Mühendİs Türk KardeŞler” ABD’de En TepedelerÜç Türk’ün BuluŞu Yok SatIyor!ENESCAN ÇETİNER DÜNYA 3.’SÜNEVŞEHİR’DE TABELALAR TÜRKÇE OLACAK

    GÜZEL ATLAR ÜLKESİNDE BİR BELDE DERİNKUYU

    SAYFA 4

    SAYFA 14 SAYFA 18

    SAYFA 11 SAYFA 12

    SAYFA 6-7-8-9-10

  • SAYFA 24 SAYFA 25 SAYFA 34

    ŞİİR KERKÜK AĞIDI SAYFA 16HİKMETLER SAYFA 17DÜŞÜNCE VAR OLMA ÇABASI SAYFA 20YENİ FİKİRLER FUTOL İLE TÜRK BİRLİĞİ SAYFA 21ŞİİR MEMLEKETİM SAYFA 33

    ÖYKÜ SALTUK BUĞRAHAN SAYFA 30TÜRKÇESİ VARKEN SAYFA 36TEŞEKKÜR VE RİCA SAYFA 37TÜRK MUTFAĞI SAYFA 38GEÇMİŞTE TEMMUZ AYI SAYFA 41

    KIBRIS SEVDASI(BİZİM KUŞAKTA) NASIL BAŞLADI?

    Cengİz Topel İsmİ bİr efsane olmuŞtu çocuk ruhumuzda… Her bİrİmİz bİrer Cengİz Topel olmayI hayallerdİk ruh dünyamIzda.SAYFA 22

    SAYFA 39

  • Vatan ve Hürriyet Birliği

    4

    Atatürk’ün Bilime Verdiği Önem“Bizim akıl, mantık, zekâ ile hareket etmek belli özelliğimizdir. Bütün hayatımızı

    dolduran vakalar bu hakikatin delilidirler.” Atatürk

    Zeynep [email protected]

    Önce Atatürkçülük ilkelerini hatırlat-mak istiyorum:1. Cumhuriyetçilik2. Milliyetçilik3. Halkçılık4. Devletçilik5. Laiklik6. Devrimcilik (İnkılapçılık)

    Bütünleyici İlkeler:1. Milli Egemenlik2. Milli Bağımsızlık3. Milli Birlik ve Beraberlik4. Yurtta Sulh Cihanda Sulh5. Çağdaşlaşma6. Bilimsellik ve Akılcılık7. İnsanlık ve insan Sevgisi

    Atatürk’ü her zaman büyük dev-let adamı ve kahraman olarak nite-lendiriyoruz. Bu iki özelliğini ön pla-na çıkarıyoruz. Aslında bu iki özelli-ği kadar belirgin bir özelliği daha var Atatürk’ün önemli bir düşünce adamı olması. Atatürk’ün en büyük özellikle-rinden biri de bilimsel, akılcı ve ger-çekçi bir düşünceyi Türk toplumunun bütün alanlarına egemen kılmak ça-basıdır. Atatürk insan aklına çok de-ğer verirdi. Atatürk’ün kendi ifadesi-ne göre: “Akıl ve mantığın hallede-meyeceği mesele yoktur.” Bu ifade Atatürk’ün tüm yaşamı boyunca te-mel hayat felsefesi olmuştur. Akılcılı-ğı sonucu batı felsefesini araştırıp ince-lemiştir. (Mumcu, (1986)). Akılcılığın zorunlu sonucu bilimselliktir. Bilimler, akıl yolu ile yapılan zihinsel çalışma-lardan çıkar. Akıl ve bilim her türlü ge-lişmenin kaynağıdır.1

    Osmanlı İmparatorluğu’na baktığı-

    mızda gerçekten çok önemli düşünür-ler ve kişiler yetişmiştir ancak medre-seye hiçbir zaman bir deneklik ya da bayan öğrenci veya öğretmen gireme-miştir. Atatürk ülkemizin çağdaşlaş-ması için önümüzde duran tüm engel-leri büyük bir cesaretle ve başarıyla kaldırmıştır.

    Atatürk sadece askeri başarılarının sonuçlarını gözlemekle ve onları de-ğerlendirmekle yetinmemiştir. O’nu, zaferden sonra askerlik yönünden ye-tenekli ve yurtsever arkadaşlarından ayıran özellik düşünce adamı olarak üzerinde durduğu ve kendisini yıllar-dan beri hazırladığı politik, sosyal ve bilimsel ideallerdir.

    Bundan önceki yazılarımda Atatürk’ün eğitime, Türk diline, tari-hine verdiği önemden ve bu konular-da yaptığı çalışmalardan bahsetmiştim. Bunlara ayrıntılı olarak değinmeyece-ğim ama tüm yaptıkları Atatürk’ün bi-lime ne kadar ilgi duyduğunu ve bilim-sel düşündüğünün bir kanıtı.

    Örneğin Atatürk’ün geometriye kazandırdıklarına bakalım “Osmanlı-ca, Farsça ve Arapça karışımı bir cüm-lenin eşdeğeri olan cümleyi verece-ğiz. “Müsellesin, zaviyetan-ı dahile-tan mecmu’ü 180 derece ve müselles-i mütesaviyü’l-adla, zaviyeleri biribi-rine müsavi müselles demektir.” Bu

    1) Atatürk’te Bilimsel Anlayış Tutkusu, Prof. Dr Fikri AKDENİZ

    ATATÜRK

  • Vatan ve Hürriyet Birliği

    5

    cümlenin anlamı şudur:: “Üçgenin iç açıları toplamı 180 derecedir ve eşke-nar üçgen, açıları birbirine eşit üçgen demektir.”

    Atatürk, geleceğin Türkiye’sini ve

    onun Cumhuriyetini sağlam temelle-re oturtmak ve daima ileriye, yeniye ve güzele gidişini sağlamak için akıl ve mantık kuralları çerçevesinde hare-ket etmiş, bağnazlığa, yobazlığa, boş inançlara, diğer bir deyiş ile akıl dışı-cılığa karşı çıkarak, bugünkü çağdaş Türkiye’nin kurulmasını ve gelişmesi-ni sağlamıştır.

    Atatürk “Ben manevi miras olarak

    hiçbir âyet, hiçbir doğma, hiçbir don-muş ve kalıplaşmış kural bırakmıyo-rum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Benim Türk Milleti için yap-mak istediklerim ve başarmaya çalış-tıklarım ortadadır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel mih-ver (eksen) üzerinde akıl ve ilmin reh-berliğini kabul ederlerse, manevi mi-rasçılarım olurlar.” demek suretiy-le ilme ve akla verdiği önemi bir kere daha vurgulamıştır.

    Akılcılığı, Batı’ da bir felsefi akım olarak yerleştiren iki büyük düşünü-rün, R. Descartes ( 1596 – 1650 ) ve I. Kant (1724 – 1804)’ın aynı zaman-da büyük matematikçiler olmaları gibi, Türkiye’ de akılcılık ve bilimsel dü-şünme çağını açan bir büyük insanın, Mustafa Kemal Atatürk’ ün de mate-matikçi olması bir rastlantı değildir. Çünkü böyle bir akımın yerleştirilme-si başarısını, ancak onun temel niteliği-ni yetkin biçimde taşıyan bir insan ger-çekleştirebilir. Bundan dolayı, seçkin akılcı bir kişinin, aynı zamanda seçkin bir matematikçi olması, başarısını ola-ğanüstü kılabilir.

    Atatürk’ün çalışma yöntemi yakın-dan incelendiğinde, uzun bir ön çalış-madan sonra sorunun olgunlaştırıldığı ve son aşamada da radikal niteliği ağır basan bir çözüm yoluna varıldığı gö-rülmektedir.

    Atatürk’ün en belirgin niteliklerin-

    den biri, belki de birin-cisi gerçekçiliğidir. Yal-nız bu gerçekçiliği, sa-dece belirli bir durumun olanakları ve koşulları için geçerli değildir. Za-man unsurunu da devre-ye sokmakta, zaman di-limlerine yayılarak dav-ranış ve tutumunu yön-lendirmektedir. Bu ba-kımdan, Atatürk’ü, te-melinde gerçekçilik ya-tan fakat kapsamı daha geniş olan bir “zamanla-ma ustası” olarak nitele-mek, tam anlamıyla ye-rine oturmuş bir sapta-ma sayılabilir.

    Bu konuda, yıl-lar sonra Ankara Üni-versitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde verdiği konferans-ta İsmet İnönü çok net deyişlerle şöyle konuşur (1960): “Atatürk’ün ekonomik alanda devrim yolu ile hiçbir zorlamada bulunmadı-ğını açıkça ilan etmek isterim. Bu zor-lama yapmamak, rastlantı değil, öze-nin sonucudur. Atatürk’ün hemen ger-çekleştirilecek işlerle, gelişmesi zama-na bırakılacak işler arasında uyumlu bir ayırma yapabilmesinin sonucudur.”

    Atatürk’ün kişiliğini oluşturan bu belirgin nitelik, gerçekçiliğidir. Bütün yaşamı boyunca, hiçbir zaman sürpri-ze oynamamıştır. Üniversite reformun-da da böyle olmuş çalışma yöntemi ve kişiliğini oluşturan temel niteliği, bü-tünüyle sergilenmiştir. Üniversite ka-nununun ani gibi gözüken bir gece de çıkması, aslında uzun ön çalışmaların sonucudur. Bir acelecilik ve yüzeysel-lik yoktur. Şöyle ki;

    • 1924 yılında Muallimler Kurultayı’nın toplanması, tüm eğitim ve öğretime verilecek ağırlıklı önemin ilk belirtisidir.

    • 1923 yılının Şubat ayında İzmir’de toplanan Türkiye İktisat

    Kongresinin aldığı kararlar içinde bulunan dışarıya öğrenci gönde-rilmesi, uygulanmaya konmuştur.

    • Dışarıdan öğretim üyesi getiril-miş ve üniversite konusunda ince-leme ve araştırmalar yaptırılmıştır.

    • İstanbul Edebiyat Fakültesinin “fahri profesörlük” tercihine yaz-dığı teşekkür mektubunda, Ata-türk, “Darülfünün Edebiyat Med-resesi” adını taşımasına rağ-men “fakülte” deyimini anlam-lı biçimde iki defa kullanmıştır.

    • Ve yine çok anlamlı olarak, o yılkı bütçeye, “Darülfünun” için şartlı ödenek konmuştur.

    Üniversite reformu, böylece geç-miş tecrübelerin, çağdaş eğilimlerin ve gerçekçilikten kaynaklanan geniş kap-samlı bilim anlayışının bir sentezi ola-rak yapılmış ve bir gecede uygulanma-sına geçilmiştir.2

    2) ATATÜRK VE BİLİM, Ord. Prof. Aydın SAYILI

    ATATÜRK

  • Vatan ve Hürriyet Birliği

    6

    HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABE

    Kusura Bakmayın Ama BizBulduk!

    Orhun Araştırmalarında Yeni Adım

    Toplumda yüzde 20 oranında gö-rülen migrenin en büyük etkeni Türk araştırmacılar tarafından açıklandı!

    Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Nö-roloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Nöropsikiyatri Merkez Müdürü Prof. Dr Hayrunnisa Bolay ve Hacettepe Üniversitesi Çevre Mühendisliği Öğre-tim Üyesi Prof. Dr. Cemal Saydam’ın çalışmaları migrenin önemli bir nede-

    nini gözler önüne serdi.Rüzgârla taşınan ve

    atmosferde su ve gü-neşle değişime uğra-yan sahra çölü tozları-nın migrene neden ol-duğunu ve bunların bel-li dönemlerde hastalığı tetiklediği ortaya çıktı.

    Bu tozlardan verilen deney hayvanlarının beyinlerinin ağrı merkezinin aktif hale geçtiğini keşfe-den araştırmacılar, bunların alerji, as-tım gibi hastalıkları da tetiklediğini ön-görüyor. Hayrunnisa Bolay, bahar dö-nemlerinde lodosun artmasıyla birlik-te baş ağrısı, yüksek tansiyon, astım ve halsizlik gibi yakınmalarda artış göz-lendiğini anlattı. Ayrıca Bolay, migre-nin toplumda görülme sıklığının yüz-

    de 20 oranında olduğunu, hastalığı te-tikleyen nedenlerin ve mekanizmaların yalnızca bir kısmının tanımlanabildiği-ni, bu eksikliğin de yeni mekanizma ve ilaç arayışlarına gereksinimi arttırdığı-nı ifade etti.

    Çalışmanın, Türkiye’deki çeşitli çevrelerce başka bir ülkede daha önce yapılmadığından, ‘bilimsel’ olarak ni-telendirilmediğini aktaran Cemal Say-dam, “Biz de onlara ‘Bu dünyada ilk çalışma. Kusura bakmayın ama bunu biz bulduk’ diyoruz” şeklinde konuştu. Saydam, sahra tozlarının yoğunluğun-da Türkiye’de en fazla risk altında olan bölgenin Akdeniz olmasına rağmen, Türkiye’nin hemen hemen her nokta-sının lodosa maruz kaldığından risk al-tında olabileceğini ifade etti.

    Kırgızistan Türkiye Manas Üniver-sitesi Türkoloji Fakültesinde dün Nur-din Useev “Orhun yazıtlarındaki Söz Dizimi” konulu doktora tezini savun-du. Tez savunmasına ünlü Kırgız bilim adamları Çetin Cumagulov, Layli Ükü-baeva, Burul Sagınbaeva ve Ayhan

    Çelikbay jüri üyesi olarak katıldılar.

    Üç senelik bir kapsamda yazılan doktora tezi Orhun yazıtlarının söz di-zimi bakımından bilimsel yeni bir araş-tırma olduğu açıklandı.

    Kayserili Bugüne Kadar Yapılmamışı Yaptı

    “Sevgili anne ve babacığım. Ge-lecekte daha yaşanabilir bir dünya bı-rakmak için senden istediklerimi yeri-ne getir. Bu sayede benim değil, tüm dünya için bir şeyler yapmış olacak-sın. Geri dönüşüm sayesinde hem kü-

    resel ısınma hem de çev-re kirliliğini önlemeye katkıda bulunacaksın. Beni çok sevdiğini bili-yorum. Ben de sizi çok ama çok seviyorum. An-nemden atık yağları, ba-bamdan gazete kağıtları ve bitmiş pilleri geri ka-zanıma getirmesini isti-

    yorum. Okulumuzdaki çalışmalara be-nim adıma destek vermenizi her konu-da olduğu gibi bu konuda da bekliyo-rum. Yardımlarınızı esirgemeyeceğiniz için teşekkür ederim.”

    2009- 2010 Eğitim- öğretim yılı-nın ilk kayıtlarının yapılmaya başlan-dığı şu günlerde KAYSERİ’deki Boy-dak İlköğretim Okulu ana sınıfı kayıt-ları için bugüne kadar yapılmamış bir ilke imzasını atıyor. Çocuklarını ana sınıfa kayıt yaptıracak velilere, çocuk-larının ağzından yazılmış bu mektup-la çevreye karşı duyarlı olmaya davet ediyor ve kayıt esnasında yüklü bağış paraları yerine sadece 10 atık pil, 1 lit-re atık yağ ile saksıda çam ve saksı çi-çeği talep ediyor.

  • Vatan ve Hürriyet Birliği

    7

    HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABE

    %100 Elektrikle Çalışan Araba Ürettik

    Türk Bilim Adamı Robotuyla ABD’de 1. Oldu

    Günak’ın, Wolsvagen ve Mercedes firmalarında tasarımcı olarak çalıştığı-nı anlatan Çağlayan, ‘’Murat Günak kardeşimiz Passat’ın, Mercedes C se-risinin hem marka yaratıcısı, hem tasa-rımcısıdır. Kendisinin yüzde 100 elekt-rikle çalışan, yapmış olduğu bir proto-tipi sayın Başbakanımıza görmesi için getirdiler. Sizlerin de gördüğünüz gibi Başbakan arabayı kullandı’’ diye ko-nuştu.

    Aracın, dünyada bu özelliklere sa-hip ilk otomobil olduğunu kaydeden Çağlayan şöyle devam etti:

    “Öylesine güzel bir yatırım, böyle-sine özel ve güzel bir dizayn... İnşal-lah gelecekte dünyanın en önemli mar-kalarından biri olacak. İlk tasarımı, ilk markası olacak, Türk malı, Türk damgasını alacak. Türkiye’de üreti-lecek. Türk sanayicisi Anadolu’daki KOBİ’leriyle beraber üretecek. Son derece önemli. Sayın Başbakanımız arabayı kullandılar. Kendilerine araçla ilgili gerekli bilgileri verdik.’’

    Çağlayan, kendisi-nin de test ettiği aracın kullanımının son derece pratik ve güzel olduğu-nu söyledi.

    Aracın çevreye hiç-bir olumsuz etkisinin bulunmadığını anla-tan Çağlayan, katı yakıt kullanılmayan otomobi-lin güneş panelleri ka-nalıyla bataryasının şarj edilebildiğini söyledi. Çağlayan, “Bana göre Türki-ye açısından dünyanın çok önemli ya-tırım ve markası olacak, tüm dünyaya Türk adını ve Türk imajını duyuracak-tır’’ dedi.

    Günak da sorular üzerine, aracın sı-fır gaz emisyonu olduğunu, sessiz ça-lıştığını belirtti.

    Tasarım üzerinde 2 yıldır çalışıldı-ğını kaydeden Günak, “Beyefendiye gösterdik. Mutlu bir şekilde geri dönü-yoruz’’ dedi.

    Kendisinin Mercedes, Wolsvagen

    ve Peugeot firmalarında tasarım başka-nı olarak çalıştığını ifade eden Günak, bu aracı Türkiye için yaptığını söyledi.

    Bir gazetecinin ‘’Sayın Başba-kan nasıl karşıladı, ne değerlendirme yaptı?’’ sorusuna Günak, ‘’Çok mutlu oldu. Baksanıza araçla dışarıya çıktı’’ yanıtını verdi.

    Bir başka gazetecinin, ‘’Aracın seri üretiminin yapılıp yapılamayacağı’’ sorusuna da Günak, Çağlayan’ı işaret ederek, ‘’Beyefendiye sormak lazım’’ dedi

    ABD’nin en prestijli bilim yarış-malarından 17. Uluslararası İnsan-sız Yer Taşıtları Yarışması’nda (Intel-ligent Ground Vehicle Competition) Türk bilimadamı Mehmet Kemal Ko-camaz, ‘Warthog’ isimli robotuyla bi-rinci oldu.

    ABD Savunma Bakanlığı ve oto-mobil sektörünün öncü firmaları tara-fından sıkı şekilde takip edilen yarış-mada; 30 robotu geride bırakan Wart-hog; herhangi bir insanın yardımı ol-maksızın engelleri aşma, yol üzerinde alternatif yeni rotalar seçebilme gibi özelliklere sahip. Yarışmada ikinci-liği Detroit Üniversitesi, üçüncülüğü ise Princeton Üniversitesi’nden katılan ekipler aldı.

    Geçtiğimiz hafta düzenlenen yarış-maya katılan Kemal Kocamaz, Dela-ware Üniversitesi Bilgisayar Bilimle-ri doktora programı öğrencisi. Aldığı

    ödülün yanında; projesi-nin özel araştırma ödü-lüyle destekleneceği-ni ifade eden genç bilim adamı, ‘’Böyle önemli bir yarışmada ödül aldı-ğım için milletim adına gurur duyuyorum. Be-nim için büyük bir mo-tivasyon kaynağı oldu. Televizyondaki robotla-rı yapmak hayal değil-miş.” dedi. Robotların geleceğin askerî araçları olacağını ifade eden genç bi-lim adamı; robotların kısa bir süre son-ra kendi kendine ilerleyen, hedefi yok eden bir yapıya sahip olacağına dikkat çekiyor. Kocamaz, gelecekteki ABD ordusuna dair ilginç bir bilgi veriyor: “Savunma Bakanlığı bu tarz projelere özel önem veriyor. Hedef, önümüzde-ki 15 yıl içinde kara ordusunun yüzde

    30’unu insansız hale getirmek.” 4 kişi-lik bir ekiple çalıştığını anlatan Kemal Kocamaz, icat ettiği robotunun pratik yararlarını ise şu şekilde sıraladı:

    Savaşta sürücü olmadan bir yerden başka bir yere yük ve mühimmat taşı-ma.

    Birkaç donanım eklenerek tabiatta yeni bitki türleri tespit edebilme.

    Silah eklenerek düşman ve hedefi yok edebilme.

  • Vatan ve Hürriyet Birliği

    8

    2. Abdülhamid’in Japonya’ya 1889’da robot hediye ettiği ortaya çık-tı. ‘Alamet’ adı verilen insan şeklinde robotun özelliği ise sema edip yarım metre yürüyebilmesi ve saat başı ezan okuyabilmesi.

    Osmanlı’nın son dönemine dam-gasını vuran Sultan 2. Abdülhamid Han’ın, günümüzde teknolojiye öncü-lük eden Japonya’ya 1889’da robot he-diye ettiği anlaşıldı. İnsan şeklinde ta-sarlanan ve ismi ‘Alamet’ olan robotun özelliğinde ise yok yok. Araştırmacı-Yazar Oktan Keleş’in arşivinde yer alan Alamet’in orijinal fotoğrafları Yıl-dız Sarayı yangınında zarar görmüş. Ancak fotoğrafın kalan parçaları bile 120 yıl sonra ilk kez gündeme gelen bu ilginç olayı anlatmaya yetecek cinsten.

    GONG YERİNE EZAN SESİ

    Sultan Abdülhamid’in çağdaşı olan Japon İmparatoru Meji’nin yeğe-

    ni Prens Komatsu’nun, gemiyle İstanbul’a ge-lişi ve Sultan’a çeşit-li hediyeler getirmesiy-le başlıyor bu ilginç ta-rihi olay. Sarayda ağır-lanan prensin ardın-dan 1889’da İstanbul’a özel elçiler gönde-ren Japon İmparatoru, Sultan Abdülhamid’e

    Japonya’nın en büyük alameti olan, Büyük Krizantem Nişanı’nın da için-de bulunduğu çeşitli hediyelerle bera-ber bir mektup yollar. Japon İmparato-ru mektubunda Abdülhamid Han’dan, İslâm dini, ilim ve teknolojik gelişme-ler, vakıflar, hayır kurumları gibi konu-larda Japonca veya Fransızca bilgiler gönderilmesini rica eder.

    Abdülhamid Han, saat mekaniği-ni çok iyi bilen ve aynı zamanda Yeni Kapı Mevlihânesi saat sanatkârı Musa Dede’den daha önce hiç yapılmamış, eşi benzeri olmayan, teknolojik bir saat yapmasını ister. Derviş Dede bir fikir ortaya atar ve “Bu saat Semâzen şek-linde olsun. Her saat başı kollarını açıp semâ etsin ve gong çalsın” der. Sultan Abdülhamid Han projeyi inceledik-ten sonra, gong yerine robotun her saat başı ezan okumasını ister. Oktan Ke-leş, robotun yapımından kısa bir süre önce icat edilen gramafon sayesinde ses kaydı alınabildiğini söyledi.

    Ertuğrul Firkateyni’yle Japonya’ya gönderilen Alamet’in şimdiye kadar duyulmamasının belgelerdeki eşan-lamlı ifadelerden kaynaklandığını be-lirten Keleş, “Tarihi kayıtlarda ‘Os-manlı nişanları, hediyelerle beraber Japon İmparatoru’na takdim edilmiş-tir” şeklinde geçiyor. Osmanlıca ni-şan kelimesiyle ve robotun ismi olan ‘Alametí kelimesinin eş anlamı olduğu için robot olan Alamet adeta araya kay-namış” diyor.

    Sultan Abdülhamid Han asrın tek-noloji harikası bu eseri, Ertuğrul Fir-kateyni vasıtasıyla yazılmış özel bir mektup, hediyeler ve nişanlar ile bera-ber Japon İmparatoru’na göndermişti. Firkateyn dönüş yolunda 450 mürette-batıyla birlikte batmıştı.

    Keleş yapılan robotun özelliklerini şu şekilde sıraladı: “Semâzen şeklinde, normal bir insan boyuna yakın, saatli bir robot. Kaideye oturtulmuş gövdesi; saat başı semâ ediyor, bu esnada kol-larını açıyor, gümüş levhalardan yapıl-mış etekleri açılıyor ve aynı anda ezan okuyor. Tüm bunları yaparken yarım metre yürüyor, hem dönüyor ve ezan bitince de tekrar yarım metre geri gide-rek yerine dönüyor; kollarını ve etekle-rini indiriyor. Robotun tamamı gümüş ve altın kaplamadan yapılmıştı. Robo-tun arka kısmında kurma yeri mevcuttu ve yedi günde bir kuruluyordu.”

    Japonlara İlk Robot Abdülhamit’ten

    HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABE

    Gaziantep Büyükşehir Be-lediyesi Halk Oyunları Top-luluğu, Konya’da bu yıl 50.si düzenlenecek olan Uluslar arası Akşehir Nasrettin Hoca Şenlikleri Kültür ve Sanat Festivali’ne katılacak.

    Bu sene 5-11 Temmuz ta-rihleri arası düzenlenecek olan bu görkemli festiva-

    le Gürcistan, Bosna-Hersek, Polonya, Macaristan, Romanya, Arnavutluk gibi ülkeler de davet edildi.

    Gaziantep Büyükşehir Belediye- si’nden ise bu yıl ilk kez katılacak olan Halk Oyunları Topluluğu 34 kişi-lik dansçı ekibiyle katılarak yöresel kı-yafet ve danslarıyla Gaziantep’i temsil edecek.

  • Vatan ve Hürriyet Birliği

    9

    HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABE

    “Mühendis Türk Kardeşler” ABD’de En Tepedeler

    Üç Türk’ün Buluşu Yok Satıyor!

    Üniversite öğrencisi olarak gittikle-ri ABD’de başarıları ile ‘Türk Kız Kar-deşler’ olarak tanınan Sıddıka Demir Velipaşaoğlu ile ablası Prof. Dr. Sema-hat Demir, ülkenin büyük sivil kuru-luşları arasında yer alan The Society of Women Engineers (Kadın Mühendis-ler Derneği)’in yönetimine seçildi. İn-şaat mühendisi olan Sıddıka Demir Ve-lipaşaoğlu, ABD’li rakiplerini geride bırakarak birliğin başkanlık koltuğuna oturdu. Abla Semahat Demir ise karde-şinin yardımcılığını üstlendi.

    Türkiye bilim ve fen alanında iste-nilen gelişmişliğe ulaşamasa da özel-likle yurt dışında görev yapan Türkler başarıları ile göz dolduruyor. Bunlar-dan birisi de ABD’nin büyük sivil top-lum kuruluşları arasında yer alan Ka-dın Mühendisler Derneği’nde yaşanı-yor. 20 bin üyesi bulunan derneğin 60 yıllık tarihinde ilk kez bir Türk baş-kanlığa seçildi. Lisans öğrencisi olarak

    gittiği ABD’de bugüne kadar birçok ödül alan Velipaşa-oğlu, son ola-rak doğum günü olan 21 Mayıs’ta Kadın Mühendisler Birliği’nin baş-kanı seçildi. Fi-nalde 2 ABD’li rakibini geride bırakan Velipaşaoğlu, 1 Temmuz’da iki yıl sü-recek görevine başladı. Velipaşaoğlu’ nun yardımcılığına da kendisine çok yakın bir isim olan ablası Prof. Dr. Se-mahat Demir getirildi.

    Dünyanın yakından tanıdığı, ABD’deki ilk 500 şirket arasında yer alan Microsoft, Yahoo, Google, Ge-neral Motors, General Elektric, Dell, IBM, Dupont gibi firmaların derneğin üyesi olduğu bilgisini veren Sıdıka De-

    mir Velipaşaoğlu, yaptıklarına Obama hükümetinin de inandığını dile getirdi. Pilot programlar uygulayarak açılma amacında olduklarını söyleyen Velipa-şaoğlu, düzenledikleri konferanslara 6 bini aşkın üyelerinin katıldığını, bun-lardan birisini de Türkiye’de yapmayı arzu ettiklerini söyledi.

    Houston Üniversitesi Cullon Mü-hendislik Fakültesi’nin onur derecesi ile bitiren Sıddıka Demir Velipaşaoğlu, 2000 yılında ABD’nin en iyi mühendi-si seçildi.

    Üç Türk işadamının icat ettiği ve Eğimölçer adını koydukları alet bü-yük ilgi topluyor. Üç ortak, ikisi sana-yici biri mimar, su terazisinden dam-layı kaldırdı ve eğitim ile açı ölçme-yi bir araya getirdi. Piyasada 80 Eu-rodan başlayan fiyatlarla satılan dijital ve lazerli sürümlerine karşı patentle-ri kendilerinde olan ve fiyatları 25 lira olan ürünleri ilk ay 20 bin adet sipari-şe ulaştı.

    Vehbi Ateş (50), Recai Öztürk (54), ve Samet Elçi (56) isimli üç işadamı 2008 Temmuz ayında damlalı su tera-zisinden damlayı kaldırıp eğim ve açı ölçmeyi aynı anda yapabilen bir alet üretmeye karar verdiler.

    Üç Ortak 2009 yılı başında kendi isimlerinin baş harfi olan VRS adlı şir-keti kurdular. Mart ayında patentleri-

    ni alıp piyasa-da 80 Eurodan başlayan fi-yatlarla satılan ürünleri, ken-di şirketlerinde 25 liradan baş-layan fiyatlarla satışa sundular.

    Ortaklar ürünün Türkiye siparişlerini tamamladıktan sonra ikinci partinin üretimine başladılar. Üç ortak sonbaharda ürünü Kanada’ ya ihraç edeceklerini açıkladı.

    Ortaklardan Sermet Elçi ise Eği-mölçer adlı aletin hikâyesini şöyle an-lattı:

    “Fikir bir süreden beri kafamdaydı ve çeşitli denemeler yapıyordum. Ko-nuyu aile dostum Vehbi Ateş’e açtım.

    Aletin mekaniği üzerinde ciddi bir ça-lışma yapılması gerekiyordu. Vehbi de arkadaşı Recai’ye konuyu anlattı. Üçü-müz bir araya geldik ve başarılı olur-sak, piyasaya yeni bir ürün çıkarabile-ceğimizi anladık. Mekanik konusunda bütün sorunları Recai çözdü. İlk üreti-mi de onun fabrikasında yaptık. İşlerin büyüyeceğini gördüğümüz için şim-di üretimi Vehbi’nin daha büyük olan fabrikasına taşıyoruz.”

    Aletle ilgili tüm ayrıntıları www.egimolcer.com’dan bulabilirsiniz.

  • Vatan ve Hürriyet Birliği

    10

    HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABER HABE

    ENESCAN ÇETİNER

    DÜNYA 3.SÜ

    Milli Eğitim Bakanlığı ve Kültür Bakanlığının ortaklaşa düzenlediği , Türkcell’in Altın sponsor ve TTNET’in platin sponsor olduğu e-biko Uluslar arası Bilişim Olimpiyatları 11.05.2009 Pazartesi günü Milli Eğitim Bakanlı-ğı Şura salonunda düzenlenen törenle sona erdi.

    Gelecek Bilişimle gelecek sloga-nıyla İnternet üzerinden başlayan baş-vuru ödül töreninin yaşandığı 11 Ma-yıs tarihine kadar yoğun bir süreç izle-di. 20 Ülkenin ve 4900 projenin yarıştı-

    ğı Bilişim olimpiyatlarında Başarı Ko-leji öğrencisi Enescan ÇETİNER Eğle-nerek Öğrenelim ( Animasyon) alanın-da Powerpoint Eğitimi projesi ile Dün-ya 3.lüğünü kazanarak okulunun ve Manavgat’ın gururu oldu.

    Ödül törenine Sayın Ulaştırma Ba-kanı Binali Yıldırım, TRT genel müdü-rü İbrahim Şahin’e, TÜBİTAK Başka-nı Prof. Dr. Nükhet Yetiş, İl Milli Eği-tim müdürü Kamil Aydoğan, Yürütme Kurulu başkanı Doç. Dr. Mustafa Al-kan, Değerlendirme Kurulu başkanı

    Prof. Dr. Şeref Sağıroğlu ve çok sayı-da misafir katıldı.

    Bilişim olimpiyatları yarışmasında Dünya üçüncüsü olan Enescan Çetiner ve Başarı Koleji Bilgisayar öğretme-ni Gülcan ÜNAH, Bronz madalya, di-züstü bilgisayar, cep telefonu ve başarı sertifikası ile ödüllendirildiler.

    15.05.2009 Cuma günü Başarı Ko-lejinde düzenlenen törende ise Enescan ve Gülcan Ünal Başarı Koleji yönetim kurulu tarafından altınla ödüllendirilir-ken okul idaresi tarafındanda birer pla-ket verildi.

    Okul Müdürü Ümit YAPAR, 4 yıllık eğitim süreci içerisinde Bilişim olimpi-yatlarında Büşra GÖDEK’le Türkiye 2.liği kazandıklarını bu yılda Enesca-nın başarı çıtasını Dünya üçüncülüğü-ne çıkardığını ifade etti. Yapar Başarı-sından dolayı Enescan ÇETİNER, Bil-gisayar Öğretmeni Gülcan ÜNAL , Sı-nıf Öğretmeni Terzan SUNTUR ve ai-lesini kutlayarak teşekkür etti.

    Nevşehir’de Tabelalar Türkçe Olacak

    Nevşehir Derinkuyu’da belediye meclisi önemli bir karara imza attı.

    Oy birliği ile alınan karar, bundan sonra ilçe belediyesi içinde mahalle, cadde, sokak ve işyeri tabelalarında Türkçe isim kullanılmasını öngörüyor.

    Belediye Başka-nı Ahmet Balcı “Dili-mizin korunması için ne gerekiyorsa yapıyo-ruz.” dedi. “Kültürü-müzün gelecek kuşak-lara aktarılmasında bü-yük görev üstlenen di,

    toplumsallaşmaya da önemli katkılar sağlamaktadır. Bu nedenle dilimize sa-hip çıkmalıyız. Doğru nesilleri yetiştir-mek için dilimiz korumalıyız. İlçemiz-de de Türkçe olmayan isimlerle kuru-lan iş yerlerinin Türkçe olarak değişti-

    rilmesi; İlçemiz adına güzel bir örnek ve Türkçeyi korumak adına atılan ilk adım olacaktır. Belediye sınırlarımız içinde mahalle, cadde, sokak ve işyeri tabelalarında Türkçe isim kullanılma-lı, daha önceden yabancı isim verilmiş ise, verilen bu yabancı terimlere Türk-çe karşılık bulunarak değiştirilme-si sağlanmalı ve kullandığımız dilimi-zi yabancı terimlerden arındırmalıyız.”

  • Vatan ve Hürriyet Birliği

    11

    GÜZEL ATLAR ÜLKESİNDE (KAPODOKYA’DA) BİR BELDE

    DERİNKUYU

    Yeraltı şehri ile tanı-nan Derinkuyu Nev-şehir iline bağlı bir ilçe. Kapadokya iç daire sınırlarında, il merkezine 20 km. uzaklıkta. 1928 yılından sonra, su çıkarılan kuyula-rın çok derin olması nedeniyle, buraya Derinkuyu ismi verilmiş. Son yıllarda yurdun dört bir yanından bölgeye ya-pılan gezilerde mutlaka ziyaret edilen bir ilçemiz. Derinkuyu adı geçtiğinde ilk aklımıza gelen yeraltı şehri oluyor.

    Derinkuyu yeraltı şehri, Kültür ve

    Turizm Bakanlığına bağlı müze adı ile ziyarete açık. Yeraltına doğru zemi-nin eşilmeye, oyulmaya uygun olması, tünel oyukları ve bölümlerinin zaman içinde ihtiyaca göre çoğalmasına yol açmış. İlçenin eski evlerinin altında-ki mağaraların, bu yeraltı şehri ile bağ-lantılı olduğu düşünülüyor. Yani; İlçe, tamamen tüneller ile yeraltından birbi-rine bağlantılı.

    Derinkuyu yeraltı şehrini gezmek

    için girişten itibaren var olan yön lev-halarını izliyorsunuz. Şehrin giriş ka-tında hayvanların bağlandığı yerler bu-

    lunuyor. Sonra da yiyeceklerin depo-landığı bir başka bölüme geçiliyor. Ye-raltı şehrinin her bir bölümü diğerine dar tünellerle bağlanıyor. Ve her gi-riş değirmentaşı biçimindeki hareket-li kaya kapılarla kapatılabiliyor, bu şe-kilde düşman saldırılarından korunu-yor. Yeraltı şehrinin şarap yapımında kullanılan odaları da var. Şehir toplam 40 metre derinlikte 8 kattan oluşuyor. Şehrin mükemmel bir doğal havalan-dırma sistemi var.

    Derinkuyu’nun yeraltı şehrinden başka eski evleri ve eski kiliseler var; Kapısına kilit vurulan az sayıda ev ha-rap görünüyor. İçinde oturulan evler sağlam. Koruma altına alınan bir de ki-lise var. Bu, diğer Kapadokya kilisele-ri gibi kaya kilisesi değil, taştan ya-pılmış, bu gün kapısı kapalı. Ziyaret-çiler ancak bahçe avlusunun çevresi-ni dolaşarak meraklarını giderebili-yorlar. Bu kilise, Yeraltı şehrinin yüz metre kadar güneyinde bulunuyor. Ay-rıca, ilçe içinde, bugün cami olarak kullanılan, aslında eskiden kilise olan 1860 yapımı, eski bir ibadet yeri daha var. Yapının girişinde şunlar yazıyor;

    “Kilise yapılışı: 1860, camiye çevir-me 1949. Kiliseyi camiye tahsil eden zül celal, kabul et duamızı eyleme me-lal, Ayasofya’nın fatihi Sultan Mehmet ise, bunların da fatihi Mustafa Kemal.”

    Derinkuyu’yu gezip, parkta oturup güzel bir çay içebilirsiniz. Bir hatırlat-ma, müze kartınızı sakın unutmayın.

    GÖRELIM YASAYALIM

    Nuray [email protected]

  • Vatan ve Hürriyet Birliği

    12

    TÜRKÇE ADLAR MI TÜRK ADLARI MI?Yolculukta doğan çocuklara Sefer, yağmurlu gün-de doğanlara Tufan, rüzgârlı günde doğanlara Tayfun. Mübarek gün ve aylarda doğanlara ise Recep, Şaban, Ramazan, Mevlit, Bayram, vb. adlar verilirdi.

    Önder SAATÇİSüleyman Demirel Üniversitesi Öğretim Görevlisi

    Yıllar var ki kendi kendimizle kav-galıyız. Kimli-ğimizi oluşturma kavgasının hem zalimi hem mağduruyuz. Hiç yok-tan kendi başımıza açtığımız dert-lerden öyle muzdaripiz ki kendi ürettiğimiz dertlerimizin şaşkını-yız. Bu satırlarla kendi kendimi-ze bir ayna tutup ezelden beri çö-zemediğimiz şu isimler meselesi-ne birkaç satır da ben ekleyeyim, dedim. Artık, ya ucunu bulamadı-ğımız yün çilesini iyice sarpa sar-dırır, ya da çileyi yumağa çevire-biliriz.

    İsterseniz meseleye şu bildiği-

    miz hadis-i şerifle başlayalım. Ne diyor rahmet peygamberi hatırla-yalım: Sizler kıyamet günü isim-lerinizle ve babalarınızın isim-leriyle çağırılacaksınız, öyleyse isimlerinizi güzel yapın. İşte, çö-zemediğimiz mesele bu... Hangi isimler daha güzeldir: Köküne ka-dar Türkçe olanlar mı, atadan de-deden miras alınanlar mı? Yok-sa çocuklara isim verirken daha başka ölçütler mi vardır. Meselâ, bir zamanlar değerli araştırma-cı, Divanu Lugati’t –Türk tercü-manı Besim Atalay’ın arayıp bul-duğu Türkçe köklerden türetil-miş veya İslâm öncesi tarihimiz-den derlenen Apay, Apakay, Ota-mış, vb. isimler güzel isim verme niyetiyle mi çocuklara verilmiştir, yoksa bunlara milli devlet oluştur-ma sürecinin insan isimlerine yan-sıyan dalgası gözüyle mi bakılma-

    lıdır. Atalay’ın bu çabalarının sürdüğü yıllardan epeyice sonra Oğuz, Kürşat, Bilge, Aybige, vb. isimler güzel isim verme kaygısıyla mı çocuklara kondu, yoksa bu isimler, Türkiye toprakların-da estirilen soğuk savaş rüzgârlarının yıkıntıları arasındaki sığınaklarımız mıydı? Ya Uğur, Deniz, Devrim, vb. isimler, kökü Türkçe olduğu halde Türk ismi olsun diye mi kondu, yoksa bir zamanların aykırı kampına mensup olmanın gururu mu seslendirildi bun-larla… Anlayacağınız mesele karışık; çünkü birkaç asırdır kafalarımız da ka-rışık. Sebebi de basit. Tarihte yolumu-zu kaybetmişiz, mazur görünüz.

    Peki, kaybolduğumuz bu yolculuk-

    ta, daldığımız çıkmaz sokaklardan na-sıl edip de kurtulmalı, bu dehlizlerden düze çıkmak mümkün mü, diye sorar-sanız; ben derim ki pekâlâ mümkün…

    Öncelikle, şunu çok iyi bilmeliyiz

    ki isimlerimiz kimliğimizdir. Bu pen-cereden bakılırsa isimlerimiz hem şah-siyetimizin bir parçası hem de millet varlığı içindeki üyeliğimizdir. Buna göre, asırlarca atalarımızın evlatları-na koyduğu İbrahim, İsmail, İshak, Ya-kup, Yusuf, İlyas, vb. peygamber ad-larını kavmiyetçilik kaygılarına kur-ban etmeyip rahatlıkla Türk adı kabul edebiliriz. Bunları Altan Deliorman’ın gözüyle Yahudi kral adları olarak gös-termek meseleyi iyice çözümsüzlü-ğe itmektir. Bunun yanında eğer gün-lük hayatımızı idare eden manevi de-ğerlerimiz (sabır, şükür, iyiliksever-lik, samimiyet, mukaddesat, kader, ırz, namus,…) hâlâ hayatımızı kuşatmaya

    devam ediyorsa, asırlarca dedeleri-mizin ana babalarımıza lâyık gör-düğü Sabri/Sabriye, Şükrü/Şükri-ye, Hayri/Hayriye, Şakir/Şakire, Mukadder, Mukaddes, Nimet, Şe-ref, İffet, vb. isimleri çocuklarımı-za bugün de rahatlıkla verebiliriz. Bunlardan utanmaya veya bunları dışlamaya gerek yoktur. Hepsi de halis muhlis Türk adlarıdır. Yoksa siz atalarınızın Türklüğünden şüp-he mi ediyorsunuz?

    Ne bu saydıklarımız Arap ad-larıdır, ne de İslâm tarihindeki önemli şahsiyetlerin (Ömer, Be-kir, Osman, Ali, Hasan, Hüseyin, Fatma, Ayşe, Zehra, Rukiye, Zey-nep…) adını almakla Arap olunur. Bu adları taşımak olsa olsa Müs-lümanlığın şanını gösterir! Hem unutmayalım ki bizim atalarımız Türk olduğu kadar da Müslüman-dı. Bana inanmıyorsanız, Yahya Kemal’e kulak verin. Bakın büyük şair, ne diyor:

    Bu günkü Türk babaları hava-sı ve toprağı Müslümanlık rü’yası ile dolu semtlerde doğdular, doğar-ken kulaklarına ezan okundu, ev-lerinin odalarında namaza durmuş nineler gördüler, mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kur’anın sesini işittiler; bir raf üzerinde duran Kitabullah’ı in-dirdiler, küçücük elleriyle açtılar, gül yağı gibi bir ruh olan sarı sahi-felerini kokladılar. İlk ders olarak

    TÜRKÇE

  • Vatan ve Hürriyet Birliği

    13

    besmeleyi öğrendiler; kandil gün-lerinin kandilleri yanarken, rama-zanların, bayramların topları atılır-ken sevindiler. Bayram namazları-na babalarının yanında gittiler, ca-miler içinde şafak sökerken tekbir-leri dinlediler, dinin böyle bir mer-halesinden geçtiler, hayata girdiler. Türk oldular.

    Bununla birlikte, son bir asırda kız çocuklarımıza vermeye başla-dığımız İnci, Çiçek, Gönül; erkek çocuklarımıza verdiğimiz Orhan, Alp, Alper, Alperen, Oğuzhan, vb. isimler de halkımızın beğenisini kazanmış, geleneğinde yerini bul-muş, sağduyusunun eseri, katmer-li Türk adlarıdır ki öncekilerle tat-min olmayanlar bunları tercih ede-bilirler.

    Öyle anlaşılıyor ki isim verme

    geleneğimizin insani tarafı unutul-dukça isimlere kaldıramayacak-ları yükler bindirilmiş. Güzel is-min ölçütü gelip geçici ideolojiler-de aranmış. Oysa bir hatıranın ya-şatılması için de güzel isimler ko-nurdu eskiden. Meselâ yolculuk-ta doğan çocuklara Sefer, yağmur-lu günde doğanlara Tufan, rüzgârlı günde doğanlara Tayfun. Müba-rek gün ve aylarda doğanlara ise Recep, Şaban, Ramazan, Mevlit, Bayram, vb. adlar verilirdi. Bura-da biraz durup sormak gerekir, bu isimlerin kökü başka dillerden de olsa bu hatıralar kimin yaşantıla-rıdır, bize kimleri hatırlatmakta-dır!.. Sizi bilmem ama bütün bun-lar bana Bingöl Çobanları’nı hatır-latıyor:

    Daha deniz görmemiş bir ço-ban çocuğuyum.

    Bu dağların eskiden aşinasıdır soyum.

    Bekçileri gibiyiz ebenced bu-raların,

    Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların

    Görmediği gün yoktur sürü pe-

    şinde biziHer gün aynı pınardan doldurup

    testimiziKırlara açılırız çıngıraklarımızla.Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz

    eski yeni,Kuzular bize söyler yılların geçti-

    ğini,Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi

    yüksek;Önümüzde bir sürü, yanımızda bir

    köpek,Dolaştırıp dururuz aynı daüssılayı.Anam bir yaz gecesi doğurmuş

    beni burada,Bu çamlıkta söylemiş son sözleri-

    ni babam;Şu karşıki bayırda verdim kuzuyu

    kurda,“Suna”mın başka köye gelin gitti-

    ği akşam,

    … Peki, çocuklarımıza isim verir-

    ken daracık bir yelpazeye sıkışıp kal-dık mı, diye soranlar vardır belki. Hiç merak etmeyin, o kadar da isim fakiri değiliz. Meselâ bir zamanlar uzun kış gecelerinde veya ramazan akşamla-rında anlatılan hikâyelerin kahraman-larının (Leyla, Şirin, Ferhat, Aslı, Ke-rem) adları neden yeni doğan çocukla-ra verilmesin; sonra kulağınızı müzi-ğimize verin ve bazı makam adlarının pekâlâ insan adı olarak da kullanılagel-diğini hatırlayın: Şehnaz, Dilâra, Sul-tan… Birazcık şiir kitaplarını karıştırın oradan ince ruhumuzun ve zevkimizin eserleri olan isimleri yeniden keşfedin: Nazlı, Gül, Fidan, Lâle, Elif… Yalnız ne olur, bu isimleri ve deminden beri sayıp döktüklerimizi Arap-Acem hay-ranlığı diye bir tarafa atıp da Melis, Melisa, Tuvana gibi köksüz ve ruhsuz adları Türk kızlarına lâyık görmeyin.

    Unutmayın, çocuklarımızın adı

    Mehmet (Muhammed), Mustafa, Ab-dullah, Nuri de olsa; Atilla, Turan, Tü-lay, Tülin de olsa hepsi bizim evlatları-mızdır. Hiç şüpheniz olmasın bu adlar Müslüman bir milletin çocuklarına ve-rilmiş Türk adlarıdır.

    TÜRKÇE

  • Vatan ve Hürriyet Birliği

    14

    Anadolu Güzel SanatlarAnadolu Güzel Sanatlar Liseli Olmak

    Atila İ[email protected] Danışman

    Ailesi ona çok gü-veniyordu. OKS sınavında başarı-lı olmasını, Anadolu Lisesi’ni kazan-masını bekliyorlardı. Sınav yaklaştık-ça hem kendisinin hem de ailesinin he-yecanı kat kat artıyordu.

    Ailesinin bu beklentisini boşa çı-karmamak için adeta gecesini gündü-züne katarak var gücü ile çalışıyordu. Okul, dershane ve evde ders çalışma derken kendini iyiden iyiye test ve ha-zırlık kitapları arasında buluyordu. Bu sınavı kazanmalıyım, ailemin benden istediklerini yerine getirmeliyim, di-yordu.

    İlköğretimin son sınıfında, derslere kendini o kadar kaptırdı ki, sınıf arka-daşları, mahalle arkadaşları ve kuzen-leri ile beraber olamıyordu. Okul çan-tasında test kitapları ve hazırlık kitap-ları vardı. Oysa bu yaşta gençliğini ya-şayacak özel eşyaları olmalıydı. Eski-den bu yaşta gençlerin ceplerinde, gü-zel ve yakışıklı görünmek için ayna ve tarak olurdu… Yüreklerinde sıcak anı-ları olurdu… Şimdi çantalarında kalın kitapları ve içinde binlerce soruları ve şıkları var…

    İlköğretim 8. sınıfta bunları yaşı-yordu… Zira son 3–4 yılı aşağı yukarı böyle geçmişti. Çocukluğunu ve genç-liğini yaşayamıyor ve hayatı erteliyor-du… Anne ve babasının, çocuğumuza güveniyoruz, bizi mahcup etmeyecek, kazanmak zorunda sözleri kulağında yankılanıyordu… Ailede varsa yoksa OKS sınavı konuşuluyor, yapılan mad-di harcamalar ve fedakârlıklar dile ge-tiriliyordu…

    Aslında daha önceleri sınavı kaza-nacağına dair güveni vardı. Ailesinin yoğun beklentisi karşısında iyiden iyi-ye kaygılanıyor ve stresi artıyordu. Sı-

    nav yaklaştıkça heyecanı artıyor, aile-sinin beklentisine ne itiraz edecek hali, ne de ya kazanamasam düşüncesini dile getirecek mecali vardı. Çalışıyor-du, ancak eskisi gibi kafasına bir şey girmiyordu. Odasına kapanıyor, saat-lerce kazanamasam aileme ne diyebi-lirim sorusuna cevap aramaya çalışı-yordu. Bir gün kendi kendine düşündü. Ben mi okuyacağım yoksa ailem mi okuyacak? Kazanırsam, ailemi mutlu etmek için mi kazanacağım? Karın ağ-rısı, baş ağrısı, mide bulantısı, can sı-kıntısı, yorgunluk, isteksizlik yaşıyor-du. Bu sıkıntılarını çoğu zaman aile-siyle paylaşamıyordu.

    Sınav günü sabahı anne ve baba-sı kendisinden önce kalkmış, giyinmiş ve kahvaltıyı hazırlamıştı. “Haydi, ev-ladım, kahvaltını iyi yap, aman bir şey unutma, son kontrollerini yaptın mı?” Sözleri sınav sabahı beyninde deprem gürültüsü gibi zonkluyordu.

    Sınava gireceği okula gelindi. İçeri

    alınırken adeta helalleşir gibi uğurlan-dı. Büyük bir yük üzerindeydi. Artık kurtulmak istiyordu bu ağır yükten. Bu arada karın ve baş ağrısı kendini hafif-ten hafiften göstermeye başladı. Sınav sürecinde iki kez tuvalete gitmek zo-runda kaldı, üçüncüsü için izin alma-ya cesaret edemedi. Karın ve baş ağrısı sınav sürecinde hiç kesilmedi. Bildiği birçok bilgiyi unuttu. Bilgiler ve kav-ramlar kafasında uçuşup durdu da test-lere cevap olamadı. Soğuk terlerini si-lerek sürdü gitti sınav.

    Sınavı zor bitirdi. Dışarı çıktığında annesi ve babası kendine doğru yönel-diğinde, içinden belli belirsiz bir ses ile “Oh kurtuldum.” Dedi. Yaşadıklarını paylaşmak istemedi ailesiyle. Zaten ai-lesinin ilk sözü nasılsın, geçmiş olsun demek yerine, ne kadar soru çözdün demek oldu. Yaptım işte, fena değildi, dedi. Ama bunları söylerken omzu dü-şük, gözlerini boşluktaydı…

    Sınav sonucu açıklandığında, ai-

    EGITIM

  • Vatan ve Hürriyet Birliği

    15

    lede bir hüzün, acıklı ve üzüntülü bir hava… Hesaplaşalım mı hesaplaşma-yalım mı düşüncesi arasında gidip ge-lindi… Sanki evlatları, Anadolu Lise-si…

    Yaşadığı kâbusu üzerinden atma-ya çalışıyordu, kendi kendisine destek oluyordu. Hiç değilse ağrılardan kur-tuldum diyordu. Rahatladığını hissetti, zaman geçtikçe kendini daha iyi hisset-meye başladı.

    Öğretmenleri sen yeteneklisin, seni Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’nde görmek isteriz diyorlardı. Öğretmenle-rin teşvikiyle ailesini ikna ederek Ana-dolu Güzel Sanatlar Lisesi’ne ön kayıt yaptırdı.

    Bir akşam yemeği sonrasında çok mahcup ve masum bir eda ile Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’nde okuma iste-ğini ailesine açtığında, hayır sen oku-yacaksın, Genel Lise’ye devam ede-ceksin denildi.

    Okulun açtığı hazırlık kursları-na bile katılamadı. Yeteneğini geliş-tirmek, ilgi duyduğu eğitimi almak ve mutlu olmak istediği okulda okumak istiyordu. Ailesini zoraki ikna etti, sı-nava girme konusunda. Sınava da az bir zaman kalmıştı.

    İlköğretim okulundan branş öğret-menini buldu. Sınavda ne soruyorlar ve nasıl bir mülakat yapacakları konu-sunda kısa bir araştırma yaptılar. Za-

    man çok kısaydı, 3–4 gün kalmıştı. Öğretmeni ile sınav taktiği ve sınav süreci hakkında biraz çalıştılar…

    Belki OKS’ de böyle doyurucu ve iştahlı bir heyecan yaşamamıştı. Tat-lı ve mutluluk veren bir heyecan için-deydi. Kararlı ve inançlıydı, artık ka-fası karışık değildi… “Ah bir girebil-sem” diye içinden geçiriyordu.

    Uygulama sınavları iyi geçmiş sayılırdı, o kadar iyi hissediyordu ki kendini ne karın ağrısı vardı ne de baş ağrısı… Son sınav mülakat sına-vıydı. Jürinin karşısına geçti, karar-lı ve güçlü duruşunu gösterdi onlara, ne olmak istediğini ve ne olduğunu güven içinde anlattı.

    Sınav sonuçlarının ilan edileceği gün sabah erken okulun bahçesinde, karar anını beklemeye koyuldu. Ka-zananların listesinin açıklandığında, sonlarda sınavı kazandığını görünce ayaklarını yerden keserek havaya zıp-ladı, büyük bir sevinç ve mutluluk ni-daları fırlattı havaya… Koşarak, nefes içinde eve koştu, ailesine sarıldı… Bü-yük bir sevinç yaşadı.

    Okulun ilk günüydü, üniformasını giymiş tören saatini bekliyordu, ade-ta kuş gibi hafifti. Kendini geliştire-ceği ve bütünleşip kaynaşacağı bir sa-nat alanına merhaba diyordu. OKS sü-recinde ağrıyan bedeninin yorgunluğu gitmiş, kendini yeniden keşfetmenin sevinci içindeydi…

    Okulun rehber öğretmeni okulu ve bölümlerini tanıttı, kısaca okul hak-kında bilgi verdi. Duvarlarda sanat re-simlerini gördü, odalarda müzik çal-gı seslerini duydu, öğretmenleri sanat tevazusu içinde ilgi gösteriyor, her ta-raf tertemiz, üst sınıflardaki öğrenciler ağırbaşlı ve saygılılar…

    Gün geçtikçe okulunu daha çok sevdi. Hayalleri çoğaldı, yüreği güç-lendi, kendini sevdi, yaptığı işten çok zevk aldı, işi ile bütünleşti, her gün eve umutla gitti.

    Artık o çok mutlu birisi, AGSL’li olmanın haklı gururunu yaşıyor…

    EGITIM

  • Vatan ve Hürriyet Birliği

    16

    Bundan tam 50 yıl önce Irak Türkmenleri Kerkük’te en büyük katliama uğradı. İlk değildi ancak o tarihe kadar yapılanların en büyüğüydü. Bu sebeple 14 Temmuz 1959 milat sayıldı. O tarihten bugüne kadar katliamlar devam etti. Ne acıdır ki, onca za-man içinde dindirilemeyen acılara bir de 2003 miladı eklendi. Ve o gün bugündür kan ağlıyor Musul, Kerkük, Telafer. Irak Türkmen Cephesi, bu kadar acıyı bir güne sığdı-ramadı. 14–20 Temmuz tarihlerini Irak Türkmenleri Şehitler Haftası olarak ilan etti.

    İşte bu hafta münasebetiyle, şehit karındaşlarımızı bir kez daha rahmetle anar-ken, yürek dağlayan bu haykırışa bir daha kulak verelim.

    Oğuzam Türk menem… Bayatlardan Türkmenem… Damarlarındaki asil kan As-lına çektiğin ırk menem… Yaprağın asılı dallar, Gövdeni taşıyan kök menem… Yolu-nu gözleyen yar Aşkınla çarpan yürek menem… Can içre canan bilmişem gavim gar-daş, Nerdesen…

    Kerkük Ağıdı

    Sitem sana Türkiye’m, sana aziz milletim Dilim dilim derimi yüzüyorlar nerdesin? Öksüz kaldı lisanım, geleneğim, âdetim Hoyratıma, türküme kızıyorlar nerdesin?

    Türkçe konuşuyorum, seninle aynı dilden Nasıl anlamıyorsun düştüğüm korkunç hâlden? Fayda beklemiyorum vallahi yaban elden Üzerimi kalemle çiziyorlar nerdesin?

    Bölüştüler sırtlanlar illeri, bölgeleri Hani dönme olanlar, haçlının gölgeleri Yaktılar nüfustaki tarihi belgeleri ‘Burda Türkmen yok’ diye yazıyorlar nerdesin?

    Kardeşinim ben senin zor mu bunu anlamak? Yalvarıyorum sana kapında ağlayarak İstersen aç tarihi Misak-ı Milli’ye bak Onu bildiklerinden eziyorlar nerdesin?

    Bugün zulüm altında mahcup doğan bebekler Anayurt’tan dört gözle umutlu haber bekler Dün senin kemiğinle zincir kıran köpekler Dişini gösteriyor, azıyorlar nerdesin?

    Çanakkale’de vardım, Galiçya’da her yerde Koyun koyuna öldük Yemen’deki siperde Kurban olam ne olur muhtaç etme nâmerde Sahipsiz belliyorlar, üzüyorlar nerdesin?

    Bomba yüklü kamyonlar yol açarak mermiye Söndürmeye geliyor yurdumu söndürmeye Ben burada Türkmen’im sadece Türk’üm diye Güpegündüz kurşuna diziyorlar nerdesin?

    Hiç tepki vermiyorsun, sabrına şaşıyorum Unuttu mu diyerek şüpheye düşüyorum Bilmiyorsan bil artık soykırım yaşıyorum! Kerkük’ten Türk adını kazıyorlar nerdesin?

    Kenan CARBOĞ[email protected]

    TÜRK DÜNYASI

  • Vatan ve Hürriyet Birliği

    17

    AŞKTAN HABEREy dostlarım yürek ciğer oldu kebapHakikatlı aşık candan geçer olurAşk ateşi gönül evi kıldı harapO sebepten akıl fikir gider olur

    Aşksız kişi adam değil anlayınızSevgisizler şeytan kavmi dinleyinizAşktan başka sözü eğer söylersenizElinizden iman İslam gider olur

    Meyhaneye giren aşık sırrı açıkBağrı pişer yaşı akar gözü ağlarBoşta yürür nerde olsa hane viranŞeksiz bilin vahdet meyi içer olur

    Ömrü boşuna gidenler aşkı bilmezCandan geçen divaneyi göze almazHu sohbeti kuran yere koşup gelmezCan ve gönlü taştan beter katı olur

    Allah’ın secdiği daim ağlar yürürHak’tan korkar razın söyler seher dururYahya gibi durmaz ağlar matem tutarBu dünyayı arkalara atar olur

    Aşıkların işi odur söz ve güdazAşıkların istekleri oruç namazMahşer günü göz yaşıdır Hak’ka niyazArif aşık derd ve elem tartar olur

    Aşıkları melametten kaçmaz olurNâdânlara iç sırrını açmaz olurNamertlere inci cevher saçmaz olurİçlerine acıları atar olur

    Hoca Ahmet Hak sözünü söyler daimHak’tan özge sözler demek olmuş haramOruç tutsa yeri olur Daru’s selamBağışlanma denizine batar olur

    H İ K M E T L E RHİKMETLER

    Kaynak: Zeybek, N.K. (2003), Ahmet Yesevi Yolu ve Hikmetler, Ankara: Ay Basım Yayınları

    HOCA AHMET YESEVI’DEN

  • Vatan ve Hürriyet Birliği

    18

    EROİNŞEYTANIN TOZU

    Ulaş [email protected]

    İnsanlık tarihinin başlangıcından itibaren uyuşturucu maddelerin keyif verici, ağrı giderici, hastalıkları iyi-leştirici olarak kontrollü ve kontrolsüz olarak kullanıldığı bilinmektedir. İlkel toplumlarda, kabile ayinlerinde ve er-kekliğe geçiş törenlerinde “değiştiril-miş bilinç durumları” denilen, gün-delik bilinç düzeylerinden daha fark-lı alanlara ulaşabilmek için kullanılan açlık, susuzluk, uyku yoksunluğu, sos-yal ve duygusal yalıtım, ağrılı uyaran-lar, dans, meditasyon, dua, işitsel uya-ranlar, hipnotik telkinler gibi yöntem-lere ek olarak, halusinojen bitkiler, af-yon türevleri, koka yaprakları, esrar gibi psiko-aktif maddeler büyük rol oynamaktaydı.

    Uyuşturucu maddeler, tarihsel sü-reç içerisinde tıbbi amaçlarla kullanıl-

    mış, keyif verici özel-liği olması nedeniy-le sonraları bu amaç-la illegal olarak tüke-tilmeye başlanmıştır. Bu türden bir tüketimi besleyecek arz da be-raberinde şekillenmiş, tıpkı ekonomik yapı-daki gibi bir arz ve ta-lep oluşmuştur.

    Afyon türevleri ta-rih boyunca kullanıla-gelmiş ve ülkemizde halen önemli oranda kullanılmaktadır. Af-yon hem etkinliği, hem

    güçlü bağımlılık oluşturma potansiye-li, halen kullanılması ve tarih boyun-ca kullanılmış olması nedeniyle model olarak gösterilebilecek bir maddedir.

    Afyon bitkisine haşhaş denmekte-dir ve Papaver Seminiferum adıyla bi-linen gelincik türünden bir bitkidir.

    Geleneksel yöntemle işlendiğinde; kapsül yüzeysel olarak çizilir, sütsü öz suyu kapsülün dışında birikir, suyu bir miktar buharlaşır ve alkaloit yoğunla-şır. Oluşan afyon sakızıdır ve her gün toplanır. Ham afyon sakızı normal ko-şullarda yıllarca bozulmadan saklana-

    bilir. Bu özelliği ticari değerini arttır-maktadır. Kullanılmadan önce biraz daha saflaştırılmak ve yabancı madde-lerden ayıklamak için, önce kaynatılır ve üstte kalan sıvı atılır. Kalan kısım biraz kavrulur. Bu haliyle afyon kulla-nıma hazırdır.

    Afyonun keskin hoş olmayan ko-kusu ve acı bir tadı vardır. Taze iken yumuşak ve elastiki olup, kuruduk-ça renk ve sertlik durumu değişmekte-dir. Bileşiminde, takriben % 10 morfin, % 0,5 Kodein, % 6 narkotin bulunabil-mektedir. Afyonun en önemli ve başlı-ca alkaloiti morfindir.

    Tıbbi amaçla kullanılmak üzere yapılan araştırmalar sonucu, 1817`de Hannover`lı ilâçbilimci Friedrich Helm Sertusner`in morfini bulmasın-dan sonra bu madde tıp alanında yay-gın bir kullanım alanı bulmuştur.

    Alman Kimyacı Dressen, 1889 yı-lında Bayer ilaç fabrikalarında baz morfinden, asetik asit olarak adlandı-rılan ve uzunca bir takım kimyasal iş-lemler ile bir toz meydana getirdi. İla-cın etkisinden dolayı Almanca “Et-kisi yüksek ve güçlü “ anlamına ge-len “Heroisch” adı verildi. Ancak ero-inin bildiğimiz özellikte üretilmesi, Bayer’in kimyagerlerinden, Aspirinin de mucidi olan Felix Hoffman’ın 21 Ağustos 1897 günü ağrıları kesen bir ilaç üretmek için bir karşım geliştirme-si ile devam etti ve bunun üzerine Ba-yer firması bu maddenin üstünde çalı-şarak denemeye karar verdi.

    İçinde ağırlıklı olarak morfin olan ilaç, ağrıları kısa sürede kesmektey-di. Uzun süren denemelerinin ardından Bayer, ilacı “Heroin” adıyla piyasaya sürmeye karar vermiştir. Olumlu tepki alan ve 25 gr`lık paketler halinde satı-lan “Heroin” eczanelere geldiği gün tü-

    EGITIM

  • Vatan ve Hürriyet Birliği

    19

    keniyordu. Henüz kimse zarar görme-mişti. Sonraları Bayer`in en iyi müşte-risi Amerika ise, herkesin “Eroin”den bahsetmesi üzerine ilacı araştırma-ya başladığında, aşırı dozda alındı-ğında ölüme yol açtığını ve bağımlı-lık yaptığını saptamıştır. Klinikler, ero-inmanlarla dolup taşmaya başladığın-da, ABD`de ilacın bağımlılık yaptığı-na dair bir rapor yayınlanmış ve deva-mında gerekli önlemler alınarak ecza-nelerden kaldırılmıştır. Bunun üzerine ilaç karaborsaya düşerek, fiyatı artmış ve 1931’de tamamen yasaklanmıştır.

    Eroinin ağır sonuçları görünmeye başlayınca, tüm dünyada afyon ve af-yondan üretilen maddelere karsı sert bir kampanya yürütülmeye başlamış-tır. Elbette, afyon üzerinden büyük ge-tirim sağlayan ülkeler, bu kampanya-ları yalanlamış, gereksiz bulmuşlardır. Örneğin İngiltere, afyon üretiminin sı-nırlandırılmasını onaylarken ticareti-nin sınırlandırılmasını konusunda bü-yük direnç göstermiştir.

    Ancak, tüm dünyada büyük yankı-lar uyandıran doktor raporları ve özel-likle eroin karsısında oluşturulan şir-

    ketler birliği çalışmalarıyla, 1912 yı-lında Lahey Afyon Sözleşmesi diye bi-linen sözleşme imzalanıp, eroin üreti-mi tamamen yasa dışı ilan edilmiştir. İngiltere afyon üretimine sınır getiril-se de, satışına getirilmemesi için ne ka-dar dirense de kararı değiştirememiştir.

    Osmanlı ise, Lahey’e delege bile göndermiş, 1914’te yapılan ek proto-kole ise delege gönderse de imza koy-mamıştır.

    Türkiye’nin Yasal Eroin Fabrikaları

    Birinci Dünya Savaşı sonrası, Sevr Antlaşması ile Anadolu dünya afyon ticaretinin merkezi haline gelmiştir. Tüm dünyadan uyuşturucu tüccarla-rı İstanbul’u mesken edinmiş, İstanbul bir uyuşturucu cenneti haline gelmiştir. Afyon ticareti serbest, üstelik de en ka-litelisi.

    Kurtuluş Savaşı sonrası, ilk hükü-metimiz kurulmuş ve yabancı sermaye hükümetimize, topraklarımızda Eroin fabrikası kurmayı teklif etmiştir. 1926 yılında hükümetimizin aldığı bir ka-rarla, Japon bir firma ile ortak, bugün-kü Taksim Divan Oteli Taşkışla mev-kiinde Mecidiye Kışlası olarak bilinen yere tarihimizin ilk eroin fabrikası ku-rulmuştur.

    1929’da ikinci eroin fabrikamız, Eyüp’te Haliç kenarına kurulmuştur. Adı; Ecza-i Tıbbiye ve Kimyeviye (ETKİM). Yine ayni yıl, üçüncü eroin fabrikamız Kuzguncuk’ta Türk Ecza-i Tıbbiye ve Kimyeviye Şirketi (TET-KAŞ) adı altında kurulmuştur. Kuru-cuları ve yöneticileri arasında Kurtuluş savaşı kahramanları ve TBMM üyeleri de bulunmaktadır.

    Bu yıllarda, Türkiye’nin 27 sanayi kurulusu var ve bunlarının tamamının yıllık kârı 2 Milyon TL düzeyinde sey-rederken, eroin fabrikalarımızın cirosu 15 Milyon TL. İçte durum böyleyken, dışarıdan tüm dünyadan gelen ambar-go tehditleri, yasal zorlamalar, dayat-malara rağmen Türkiye üretime devam ediyor, 1930’a gelindiğinde dünya ga-zetelerinde Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü uyuşturucu satıcısı olarak

    resmediliyordu. Mustafa Kemal bu işe bir son vermek istese de Mecliste ero-inden kasasını dolduran milletvekilleri nedeniyle fabrikaları kapattırıp, eroin üretimini yasadışı hale getiremiyordu.

    Ekim 1930’da Londra’da düzenle-nen konferansa Türkiye de heyet gön-derdi, amaç uluslararası arenada eroin yüzünden darmadağın durumda olan imajı düzeltip, Milletler Cemiyeti’ne girebilmenin çarelerini aramaktı. An-cak konferansta, Türk heyetinin yaptı-ğı hatalarla Dünya uyuşturucu kaçak-çılığının merkezinin, Türkiye’nin ya-sal eroin ticareti olduğu belgelendi.

    1933’e kadar göstermelik azaltma-lar ve göstermelik eroin taciri tutukla-maları, sınır dışı etmeleriyle fabrika-lar üretime devam etti. 1933 yılında bir gün Mustafa Kemal ani bir şekil-de kabineyi toplayıp “Eroin Fabrikala-rı kapanmıştır.” açıklamasını yapıyor, direnmelere rağmen karar Halk Fık-rası tarafından onaylanıyor. Mustafa Kemal’in gücüne karşı bile sıkı muha-lefet gösteren eroin lobisi kararın yasa-laşmasını bir yıl kadar daha erteletme-yi başarmış olsalar bile, Türkiye’nin yasal eroin fabrikaları tarihe gömül-mesini engelleyememişlerdir.

    Kaynaklar

    1) www.kom.gov.tr2) www.denizlipsikiyatri.com3) www.turkishpedia.com4) www.sucbilimi.org5) www.milyoncuk.com (Overdose

    Türkiye - F. Cengiz Erdinç, Taklama-kan - Serap Bengü)

    EGITIM

  • Vatan ve Hürriyet Birliği

    20

    VAR OLMA ÇABASIGökhan Ü[email protected]

    Bir toplumun zaman süzgecinden geçer-ken sağlıklı bir nesil yetiştirip birikimini gelecek kuşaklara taşıyarak her geçen yüzyıla iz bıraka-bilmesi için kültürüne sahip çıkıp, öz yapısını bozmadan, kuşaktan kuşağa sevdirerek ve benimseterek aktarabil-mesi ve onu daima güncelleyerek canlı tutabilmesi gerekir.

    Gelişen ve gelişmelere paralel ola-rak arzu ve isteklerinde, günü gününü tutmadığı bu sonu belli olmayan dön-gü içerisinde toplumlar insanlarının re-fahını sağlamak için muazzam bir var olma çabası içindedir. Bu çabalarının yansıması olarak tarih boyunca savaş-lar yapılmakta, insanlar birbirlerini sö-mürmekte ve güçlü olan güçsüzü yok etmektedir. Burada savaşların yapıl-ması ve güçsüz olanın yok olmasında-ki kasıt sade silah ile olan cani kıyımlar değil, aynı zamanda ülkelerin var olma çabasından doğan birbirlerine yaptık-ları kültürel baskı ve kültür savaşıdır. Bunun sonucunda kültürünü dış bas-kılara, batıllığa, gericiliğe ve yozlaş-maya karşı koruyamayan; sahip oldu-ğu kültürü bilimsel gelişmeler ile gün-celleyerek harmanlayıp, nesillerine ak-taramayan toplumlar değerlerini yitir-mekte ve bir başka toplum olmaktadır-lar. Ne yazık ki bu mücadelenin etki-lerini ülkemizde de görmekteyiz. Öyle bir toplum haline getirildik ki benliği-ni unutan özünü yitiren insanlar yetiş-tirdik. Anne babamızı sokaklara, cami duvarlarına bırakan, en ufak bir hadi-sede insanların canına kıyan, birbirine değer vermeyen aynı apartmanda otur-duğumuz halde komşumuzu tanıma-yan insanlar olduk. Birbirimize güven duymaz olduk. İşin özü duygusuz ruh-suz robot gibi bir toplum haline geldik.

    Hâlbuki bu coğrafyada Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli, Pir Sultan Abdal, Taptuk Emre, Âşık Paşa,

    Cacabey, Ahi Evran Veli, Âşık Vey-sel, Sümmani ve daha niceleri gibi bu-lunduğu yüz yılla kalmayıp, asırlar-dır hoş görünün, sevecenliğin, edep ile erkânın, insanlığın ve insan olma-nın filizlerini yeşertmiş insanlar ko-naklamışlardır. Bu insanlar toplumu-muzun ruhuna bu filizleri aşılamışlar-dır. Yunus Emre “yaratılanı sev yara-tandan ötürü” felsefesi ile Hacı Bekta-şi Veli “İncinsen de incitme” felsefesi ile örnek olmuşlardır. Mevlana “Sevgi-de güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlik-te akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfke-de ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya ol-duğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” felsefesi ile bize eşi benzeri olma-yan kandiller yakmışlardır.

    Ulu önderimiz Mustafa Kemal

    Atatürk ise kültüre verdiği önemi şu sözleriyle açıklamaktadır. “Türki-ye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür. Kültür tabiatın yüksek feyizleriyle me-sut olmaktır.” Bu ifade içinde çok şey yer alır: Temizlik, saflık, yükseklik, in-sanlık v.s. Bunların hepsi insanlık va-sıflarındandır. İşte kültür kelimesini mastar şekline soktuğumuz zaman, ta-biatın insanlara verdiği yüksek vasıfla-rı kendi çocuklarına ve geleceğine ver-mesi demektir. Burada bir örnek ver-mek istiyorum. Dünya robot teknolo-jisi devi Japonya ürettiği bir teknolo-ji harikası robata hindi tüyünden di-vit kalem ile resim çizdiriyor. Burada kültürüne yerleşmiş olan hindi tüyün-den divit kalem ile resim çizme sanatı-nı bütün halkına genç nesline kültürü-müzde bu da var diyip bilimsel ve tek-nolojik yönden nerede olursak olalım kültürümüze sahip çıkmalıyız mesajı-nı bağıra bağıra iletmektedir. İşte kül-türel yönden savaş ve var olma budur.

    Gerek eğitim sistemimizin kültürü-

    müzü korumak ve insanlarımıza özüm-

    seterek aktarma yöndeki yetersizlikle-ri, gerek medyamızın duyarsızlıkları, bu konu ile ilgili kurum ve kuruluşla-rın yetersizlikleri, gerek ailelerimizin çocuklar üzerindeki kültürel yozlaşma yönündeki baskılara karşı duyarsızlık-ları da eklenince özenti toplumu haline gelme ortamı hızla oluşmaktadır. Bu konuda toplum içinde bireysel olarak üzerimize düşen vazife her türlü du-yarlılığı göstererek hele de çocuk ye-tiştiren anne babalar isek daha hassas davranıp en azından ev ortamında tele-vizyon programlarını özen ile seçip iz-letmek, çocuğumuza kültürümüzü sev-direrek ve özümseterek aktara bilecek şekilde örnek davranışlar sergileyebi-liriz. Onlara kitap okuma alışkanlığı-nı kazandırmak onları düşünsel yön-den geliştirmek ve sorgulamayı, eleşti-rel bakmayı öğretmek gereklidir. Kül-türümüzü koruma adına yapacağımız bu faaliyet bile gelecek neslin huzu-ru için en büyük bir yapı taşı olabilir. Onun için kültürümüzü koruyalım, onu özümseyelim ve devamını sağlayalım.

    “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültür-dür. Kültür tabi-atın yüksek fe-yizleriyle mesut olmaktır.”

    DÜSÜNCE

  • Vatan ve Hürriyet Birliği

    21

    Türkiye ile Azerbaycan’ın belki de son günlerde-ki sınır gerginliğinin bir gönül alması niteliğindeki dostluk ma-çını yapması, aşağıdaki yazacağım şu konuyu düşündürdü.

    Futbol her şeyin de üstündedir. İs-viçre ile oynayıp da elendiğimiz olay-lı maçı düşünün. Sanki Türkiye ve İs-viçre savaşmış gibi günlerce manşette kaldı. Bir de madalyonun diğer yüzü, Türkiye ile Ermenistan bir grup maçı yapacak ve bunu nasıl iki ülkenin don-muş ilişkilerini çözeriz diye düşünen-ler çıktı. Hem de en tepelerden!!!

    Peki, futbolu en iyi lehimize nasıl kullanabiliriz?

    Biraz lobimizi kullanarak!

    Futbolun bugün spordan da öte, tüm dünyayı nasıl etkileyen bir sektör olduğu gerçektir. Türk Birliğinin halk düzeyinde oluşması ve tabandan tava-na yayılmasının en temiz yolu olacak futbol!

    Türkçe Konuşan Ülke-ler Özel Futbol Turnuvası

    Ülkeler: Türkiye - Azerbaycan- Kazakistan - Kırgızistan - Türkmenis-tan -Özbekistan

    Türk Devletlerinin birbirine daha sıkı kenetlenmesi için basit ama çok etkili olacak bir yoldur futbol turnu-vası. Sadece futbol sahalarında ülke-lerimizin futbolcularını el ele, omuz omuza göreceğiz. Muhtemelen 1–2 haftalık bir organizasyon olacak. Ve her seferinde de bir diğer ülkede. Bel-ki de sonunda verilecek kupaların adı; Türkiye’de Atatürk, Azerbaycan’da Haydar Aliyev, Kazakistan’da Ahmet Yesevi, Kırgızistan’da Cengiz Aytma-

    tov, Türkmenistan’da Türkmenbaşı Saparmurat Niyazov ve Özbekistan’da Cengiz Han olacak. Sporun dostluk, barış ve kardeşlik demek olduğunu dünyaya en iyi şekilde göstereceğiz.

    Ülkelerimizin turizmine de, eko-nomisine de birer artısı olacaktır mut-laka. Gençlerimiz Türk Birliği’nin ne demek olduğunu izleyeceği bu futbol maçlarında görüp anlayacak. Aksakal-lılarımızın sevinç gözyaşları içinde, tarihte ilk kez bizim oynayarak adını ‘’tepük’’ koyduğumuz futbol maçları-nı izleyeceğiz.

    Bu yazıdan haberi olan herkes üze-rine düşeni yapmalıdır. Zaten bunu ya-pamıyor veya yaptıramıyorsak eğer, kimse kimseye kızmasın. Suç bizde demektir. O zaman ekonomik ya da si-yasi birlikteliklerin neden bugüne dek olmadığı için kimseyi suçlamaya hak-kımız olmaz.

    Türkiye’nin ilk olarak öncülük ve ev sahipliği yapacağı bir futbol turnu-vası düzenlenmesi için öncelikle Tür-kiye Futbol Federasyonu Başkanlığı-na e-posta ve faks yağdıralım. Ulaşabi-lenlerimiz de Fatih Terim’e, ilgili yeni ve eski bakanlarla vekillere ulaşabilir. Hatta derneklerimizle de sınırlı kalma-yıp büyükelçilikler ve işadamlarımız-la da seferber olalım. Bu konudaki is-teğimizin güçlülüğünü ve kararlılığı-mızı gösterelim. En az 2 yılda bir ol-mak üzere, en geç 2010 da bu turnu-va başlasın. Haydi Türk göster gücünü, AMANSIZ OL!!!

    Taleplerinizi iletmek için : Türkiye Futbol Federasyonuİstinye / İstanbul Telefon: 0–212–362 22 22 Faks: 0–212- 323 49 50 E-Mail: [email protected]

    FUTBOL İLE TÜRK BİRLİĞİ

    Onur [email protected]

    YENI FIKIRLER

  • Vatan ve Hürriyet Birliği

    22

    KIBRIS SEVDASI(BİZİM KUŞAKTA) NASIL BAŞLADI?

    Şerif KUTLUDAĞ[email protected] Üniversitesi Öğretim Görevlisi

    Cengiz Topel ismi bir efsane olmuştu çocuk

    ruhumuzda… Her birimiz

    birer Cengiz Topel olmayı

    hayallerdik ruh dünyamızda.

    Biz Kıbrıs’ı 1963-1964’lü yıllarda he-nüz ilkokul 4. 5. sı-nıflarda okurken sevdik… Henüz hiç-bir kız arkadaşımıza sevdalanmamış-ken, sevda nedir bilmezken, tarifsiz ço-cuksu bir sevdayla sevdik…

    Biz Kıbrıs’ı henüz Denizli’nin Gü-ney ilçesi dışında bir yer görmemişken

    sevdik. İlçemizde birkaç resmi kuru-mun dışında ve belli saatlerin dışında elektrik yokken sevdik.

    Pilli radyoların bile sayılı evlerde olduğu, ajans denilen haber saatleri-nin kutsal metinler okunuyormuşçası-na büyük bir huşû içerisinde dinlendi-ği, dinlenen haberlerin de kulaktan ku-lağa biraz da gizli bir sır veriliyormuş-

    çasına fısıltıyla anlatıldığı dönemlerde sevdik.

    Bizim ilkokul dönemimizde ma-zotla dezenfekte edilen, yüründüğünde ortalığa gıcırtı yansımaları yayan tah-ta tabanlı sınıflarımız vardı. Kışın sını-fın ortasında sobalarımız yanardı. Sını-fın karatahtasına asılı, fiziki bir Türki-ye haritası vardı. Teneffüs saatlerinde

    TÜRK DÜNYASI

  • Vatan ve Hürriyet Birliği

    23

    öğrenciler sınıfın ortasındaki sobayla haritanın önünde halkalanırlardı.

    Boylarımıza göre de haritada göz hizamıza en yakın yerler Anadolu’nun güneyi ile Kıbrıs olurdu. Bizler ne hik-mettir bilinmez Kıbrıs’ın sanki gönüllü birer koruyucusuymuşçasına bir yan-dan beklememizi sürdürür diğer yan-dan da Kıbrıs’tan gözlerimizi hiç ayır-mayarak ona bir kötülük olabilir has-sasiyetiyle göz ucuyla Kıbrıs’a bakar, âdeta Kıbrıs’ı korur kollardık.

    Demek ki, 1950’li yıllarda başla-yan Rumların silahlı baskı ve saldırı-ları karşısında yaşanan süreçte Dr. Fa-zıl Küçük ile Rauf Denktaş’ın mücade-lesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin 1959’da imzalanan Zürih Anlaşması ile sa-hiplendiği “Kıbrıs Davası” Üniversi-te gençliğinin öncülüğünde “Ya Tak-sim ya Ölüm!..” sloganları ile bir millî dava olarak kulaktan kulağa yayılmış-tı.

    O yıllarda büyüklerimiz devlet me-selelerini küçüklerin yanında konuş-mazlardı. 1963’le birlikte Kıbrıs’ta iş-ler o derece karışmış, Rumlar Kıbrıs Türklerine o derecede zorbalık yap-maya başlamışlardır ki, söz büyüklerin meclisinden taşıp biz küçüklere kadar gelmeye başlamıştır. İşte, bu taşma-ya yol açan önemli olaylardan birisi, 8 Ağustos 1964’te Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel yönetiminde Eskişehir’den ha-valanan 4’lü bir filonun, Kıbrıs Türk-lerine moral, Rumlara da gözdağı ver-mek için Kıbrıs üzerinde alçak uçuş yaparken, yerden açılan ateş sonucun-da uçağı düşerken kendisi paraşütle at-layıp kurtulan Cengiz Topel’in Rumlar tarafından esir edilişi ve ardından yapı-lan işkencelerle şehit edilmesidir.

    O günlerde Cengiz Topel ismi bir efsane olmuştu çocuk ruhumuzda… Her birimiz birer Cengiz Topel ol-mayı hayallerdik ruh dünyamızda… Analarımız, komşu teyzelerimiz Cen-giz Topel’in şehit edildiği haberlerini paylaşırlar sonra da sessizce ağlarlar-dı… Bir yandan da beyaz tülbentleri-

    nin ucuyla da gözyaşlarını gösterme-mek için usulca silerlerdi. Babaları-mız her fırsatta kendi askerliklerinden bir şeyler anlatırlar, bilenler İstiklâl Harbi’nden ya da Çanakkale’den ba-hisler açarak nabız atışlarını Kıbrıs’ı vesile eyleyerek millî duyguları kam-çılarlardı.

    Okullar açıldığında bizler sınıfı-mızdaki Kıbrıs’ı gösteren Türkiye ha-ritasının başında daha çok sayıda arka-daşla, daha çok bekleşir olmuştuk bu sefer. Yurt genelinde yapılan miting-lerde haykırılan “Kıbrıs bizim canımız, feda olsun kanımız!..” haykırışlarında-ki “feda olsun kanımız” yankısı bizim iliklerimizde bile yer etmeye başlamış, Kıbrıs’a olan sevdamızı bir karasevda-ya çevirmeye yetip de artırmıştı bile…

    Aradan on yıl geçmişti… Bu sefer Ankara Üniversitesi DTCF 1. sınıf öğ-rencisiydim… Yaz tatilinde Nazilli’de çalıştığımız iş yerindeki radyodan 20 Temmuz 1974 sabahı ardı ardına marş-lar ve kahramanlık türküleri çalınmaya başlanmıştı. İş yerinde işler durmuş-tu… Herkes durmuştu… Adeta damar-larımızda akan kanımız bile durmuş-tu… Sonra haberler… İlk defa bir sa-vaş “Barış Harekâtı” adıyla dünya-ya ilân ediliyordu… Akşamına karart-ma ilânı… Bütün evler ışıksız… He-

    yecan hat safhada… Ertesi ve daha er-tesi günlerde siyah beyaz tek kanal-lı TRT kanalında aralıklarla ya tok er-kek sesiyle Hasan Mutlucan “Köroğ-lu” türküleriyle ortalığı inletiyor, ya Ayten Alpman “Bir Başkadır Benim Memleketim”le, ya da Müşerref Akay “20 Temmuz Sabahı Gördün Halini” diyerek toplumsal heyecanları yüksek tutmaya çalışıyorlardı…

    Hayat devam ediyordu. Dünya ya-şananlara seyirci kalmıyordu elbet-te… Ambargolar uygulanıyor, Türki-ye adeta cezalandırılıyordu… Ancak, yaşanan onca sıkıntılara rağmen söz konusu vatan olunca bütün zorluklara göğüs geriliyor ve 15 Kasım 1983’te Rauf Denktaş tarafından “Kuzey Kıb-rıs Türk Cumhuriyeti” adıyla yeni bir Türk devletinin dünyaya geldiği ilân ediliyordu

    20 Temmuz 1974’te yaşanan Kıb-rıs Barış Harekâtı’ndan 35 yıl sonra 20 Temmuz 2009’da semalarda -son-suza kadar dalgalanması dileğiyle- ay yıldızlı bir KKTC bayrağı, dalgalanı-yordu

    TÜRK DÜNYASI

  • Vatan ve Hürriyet Birliği

    24

    AYAKLANMA VE İHANETRauf R. DENKTAŞ

    edilmesini de “Türkiye’den kurtulmak için harekete geçmiş olan Türklere iha-net” olarak değerlendirmek-tedir.

    Anadolu halkını, Kıb-rıs Türklerini lânetlemeye sevk ettirecek kadar akıllıca hazırlanmış olan bu kitabın Rum tarafında yayınlandık-tan iki yıl sonra ve halkımı-za 2010’da Referandum ha-

    berleri verildiği bu zamanda Sibel Ba-bacan tarafından Türkçeye çevrilerek Türkiye’de yayınlanmış olması anlam-lıdır.

    “Bu Memleket Bizimdir Platfor-munun” kurucularını ve bunların Rum-larla işbirliği yönünde yaptıklarını, Re-ferandum günlerinde kimlerle işbirli-ği içinde olduklarını bilenler için, ba-his konusu kitabı okuyanlar Rum-ların OHİ (HAYIR) oyları ile hangi felâketlerden kurtulduğumuzu görerek içleri rahatlayacaktır. Yalan propagan-daya ve bol Amerikan parasına dayalı nedenlerle halkımızı kandırmış olanla-rın başında gelen Platformcular bugün, dış odaklarla el ele, halkımızı TEK HALK; TEK EGEMENLİK, TEK DEVLET ÇİZGİSİNDE BİR UZLAŞ-MA İÇİN İĞFAL ETMEK GÖREVİ-NE YENİDEN BAŞLADIKLARINA GÖRE geçmişte yaptıklarının teşhirin-den azap duyacaklarını sanmıyorum.

    Yazarlara göre Türkiye’ye ve bana karşı başlamış olan, 60–70 bin kişinin “istifa” diye kükrediği isyanı Rum li-derliğinin değerlendirip, bundan ya-rarlanmağa kalkışmaması bu “olum-lu isyana” karşı işlenilmiş bir ihanet-tir. Hâlbuki Türk tarafının diktatör Denktaş’tan kurtularak, referandum-da evet diyeceğini gören Rum liderliği de referandumda EVET demiş olsaydı,

    Takis Demetriu, iki sos-yalist Rum’un-Themos Demetriu ile Sotiris Vlahos’un- yazmış oldukları ve İHA-NETE UĞRAMIŞ AYAKLANMA adını verdikleri kitap hakkında şunları yazmış: İhanete Uğramış Ayaklanma, Kıbrıslı Türklerin, iktidar değişikliği-ne neden olan güçlü hareketini anlatı-yor... Kıbrıslı Türkler, geleneksel ve tu-tucu Rum liderliğinin sistematik bir şe-kilde güttüğü; Kıbrıs Türk toplumunun var olmadığı ve Kıbrıslı Türklerin yal-nızca Türkiye’nin çıkarlarını korumak amacıyla Ankara’nın emirleri doğrul-tusunda hareket eden sabit bir toplum olduğu yalanını ortaya çıkaracak ge-lişmelerin oluşmasında başlıca etken olmuşlardır. İhanete Uğramış Ayak-lanma, herkes için günceldir ve fayda-lı olacaktır. Her iki topluma hitap et-mektedir.”

    Bu Memleket Bizim Platformu’nun bilinen liderlerinin Annan Planı döne-minde başlattıkları eylemler, beni isti-faya davet etmeler ve Türkiye’ye karşı davranışları, hakaretleri Rum kardeş-leri ile birleşmek isteyenlerin benim gibi, arkasını Türk askerine dayayarak halkını ezmekte olan bir diktatöre kar-şı “halkın isyanı” olarak değerlendiril-mektedir. Bunların “Kıbrıslılar” olarak Rum kardeşlerine uzattıkları işbirliği elinin Rum milliyetçiler tarafından ret

    şimdiye Türk askeri adadan çekip git-miş olacak ve ülke “yerleşiklerden” de kurtulacaktı. Türklerin, 1960 antlaş-malarına rağmen Türk-Yunan denge-sini Yunanistan’ın lehine bozarak, Tür-kiye henüz AB üyesi olmadan Rum-larla birleşip Kuzeyi de AB üyesi yap-makla Garanti Anlaşması derin yara al-mış olacak “fiili ve etkin” bir garanti olmaktan çıkacaktı.

    Rum yazarlara ilham kaynağı olan “Bu Memleket Bizim Platformunu” bilmeyenler için iki Rum yazarın yaz-mış olduğu bahis konusu kitabı oku-yan Anadolu insanı Kıbrıs Türklerinin Türkiye’yi istemeyen, Ordunun bas-kısı altında inleyen bir toplum olduğu kanısına varacaktır.

    Herhalde iki yıl önce Rum tarafın-da yayınlanmış olan bu kitabın iki yıl sonra ve yeniden Referandum haber-lerinin yoğunlaştığı bu dönemde Türk-çe olarak yayınlanmış olmasının mak-sadı, Hristofyas’ın Kıbrıs Türkleri-ni Türkiye’den soyutlamak politikası-na hizmet içindir. Bahis konusu kitapta adı geçen “Platformculardan” hiç biri seçimlerde yüzde birin üzerinde oy alamamıştır. Bu insanlar Kıbrıs Türk halkının midesini bulandıran çıkışla-rı ile Rumların tarih kitaplarına “uz-laşmadan yana kişiler” olarak girecek-lerdir. Ve Rum’un hayal edip uğrunda yıllardır uğraştığı “Uzlaşma” da Kıbrıs Türklerinin akıbetini Girit Türklerinki gibi mühürleyecek bir anlaşma olacak-tır. Arzumuz bu kitabı okuyacak kar-deşlerimizin, kitapta adı geçen Türk-lük ve Türkiye aleyhtarı bir avuç ken-dini bilmezin Kıbrıs Türklerini tem-sil etmediklerini bilmeleridir. Kıb-rıs Türk Halkı, oynanmakta olan oyu-nu görmektedir. TMT ruhu yeniden di-rilmekte ve “EOKA’dan ilham alan” Hristofyas’lara boyun eğmeyenler mil-li safta birleşmektedirler.

    AYAKLANMA VE İHANET

  • Vatan ve Hürriyet Birliği

    GÖNLÜMÜZÜN AYNASIGüzel Yüz Aynaya Âşıktır. Hz Mevlana

    Aynaya baktığımız-da; Ben kimim? Bu kaş, bu gözler, bu ağız ne güzel yaratılmış. Kâinata, dünyaya, insanlara baktığımda, bir şa-heserle karşılaşıyorum. Bir sanat ese-ri var. Şunu düşünüyorum Allah c.c bir sanatkârdır. Yarattıkları onun eseridir. Onun güzelliğidir.

    İnsanlar kendi güzelliğini aynaya bakıp, ya da yaptıklarımızı başkasına gösterip hoşumuza giderse, yüce rabbi-miz de, kendinden bize vermiş olduğu nur parçasını, güzelliğini, görmek ister. Gördüğünde çok hoşuna gider.

    Yaratılmış ne varsa, aynadaki yan-sımadır. Şu da bir gerçektir ki; elimi-zi aynaya uzattığımızda, ona dokunup eline alamazsın. El boş kalır. Anla-rız ki; gördüklerimizin aslında gerçek olmadığını, tek gerçek yaratanın tam kendisidir.

    Hiç düşündük mü? Herkes aynı ka-lıptan çıksaydı. Tek bir kadın, tek bir erkek. O zaman dünyanın hali nice olurdu. Hiç kimse birbirini özlemeye-cek ve birbirimizi sevip ve dünyayı de-ğil kendimizi dahi unutturan, sihirli bir gücü olan aşkı bile tadamayacaktık.

    Aynalar kırılmadan bakalım. Biz insanlar mevsim gibiyizdir. İlkbahar-da her şey tazedir. Herkes yanımız-da olur. Sonbahara doğru insanlar bi-raz bizden uzaklaşmaya başlar. Kış ol-duğunda artık çevremizde kimseyi bu-lamayız kaçarlar. İnsanoğlu doğarken yalnız olarak dünyaya gelir, ölürken de yalnız olarak göçer gideriz. Geride mi-ras olarak tek kalan, sevgimiz ve yap-tıklarımız.

    Sevgide güneş gibi ol. Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol

    Hataları örtmede gece gibi ol.

    Ruhumuzu ne ile beslersek o yön-de şekillenir. Kalp de ruhun merkezi-dir. Sevgiyi orada biriktirir. Bütün vü-cudumuza yayar hissettirir. Sevgi al-dıkça vücut kuvvetlenir.

    Kendi noksanlığımızı görerek ay-naya bak, aşkı orada bul ki aynada gü-zel olasın. Aşkı yaşa ki, ruhun güzel-liğe ulaşsın. Aynada bakarken gözlere bakmaya cesaret edemezsin. Orada ha-kikat vardır, yalan söylemez. Sana her şeyi anlatır. Kötülükle bakma sakın, aynayı kırarsın. Kırmadan bakmasını bilmelisin.

    Bu ayna başka ayna, gönlümü-zün aynasıdır. Aşkı şarabı burada bu-lup yaşayacaksın.

    Ayna ayna doğruyu, güzeli göster bana.

    Meral Ö[email protected] Sanatçısı

    DÜSÜNCE

  • PİRİNÇ HAN’DA RENK USTASI

    KEMAL ÇELİKSöyleşiyi gerçekleştiren: Meral Özcan

    [email protected] Sanatçısı

    Boş zamanlarımda resim yapmadım. Boş zamanlarımda yine emekliliği hak etmek için yirmi beş yıl çalıştım.

    Bana göre boş zaman oydu.

  • Vatan ve Hürriyet Birliği

    28

    VatanBir: Kemal Bey, Pirinç Handaki atölyenizde bizi kabul etti-ğiniz için teşekkür ederim. Sizce sa-nat nedir?

    Kemal Çelik. Sanat bir duyguyu, düşünceyi estetik duygular içinde or-taya çıkarma, yöntemidir. İnsanlıkla birlikte doğmuş, birlikte süregelmiştir. Geçmişi geleceğe bağlayan tek köprü-dür. İnsanoğlu yerleşik düzene geçme-den önce, din duyguları yokken bile sıra dışı yetenekleri olan insanları ör-nek edinmişler, gözlerinde büyütmüş-ler, gayri ihtiyari ilahlaştırmışlardır. Bugün binlerce yıl öncesinden, günü-müze gelen ne varsa sanatçının eseri-dir. Sanattan anladığım bunlar benim.

    VatanBir: İnsanların yetenekleri doğuştan mı gelir? Siz öğrenci ye-tiştirirken nelere dikkat edersiniz?

    K.Ç. Yetenek elbette gereklidir. Ye-teneğini geliştirmek için eğitim şarttır. Ben genellikle Güzel Sanatlar bölüm-lerine giriş sınavlarına öğrenci hazırla-dım. Hiçbir zaman parayla ders verme-yi düşünmedim. Lise son sınıflardan seçtim. Öğrencilerimi yetenekli, dar gelirli olmalarına özen gösterdim. Sı-navlarını kazandılar. Üniversiteye ka-vuşuncaya kadar atölyeyi, istedikleri gibi kullandılar.

    VatanBir: Bugüne kadar kaç

    tane çırak yetiştirdiniz? Resim der-si verirken ne gibi yol izlenir?

    K.Ç. 1986’dan bu yana yedi çırak yetiştirdim. İki oğlumla, birlikte dokuz evlat babası gibi hissediyorum. Çocuk-luğumdan başlamak üzere, bana emek veren resim hocalarıma omzuma yük-ledikleri minnet yükünü transfer etme-ye çalıştım.

    Öğrencilerimi çalıştırırken desen-den başlattım. Resmin temelidir. Çün-

    kü insan ve hayvan figürlerini iskelet-leri ile yapılarıyla işlemeye çalıştık. Birlikte resim yaptık. Resmi anlatmak değil, yaparak öğretileceğini inandım. Başarılı olduğumu da söyleyebilirim.

    VatanBir: Resim yaparken ne-ler hissediyorsunuz? Diğer ülkeler-de sanata yaklaşımları nasıldır? Bu sanatla uğraşırken ne gibi zorluklar çektiniz?

    K.Ç. Resim yapmak bende bir ya-şam biçimi olarak yerleşti. Boş zaman-larımda resim yapmadım. Boş zaman-larımda yine emekliliğe hak etmek için yirmi beş yıl çalıştım. Bana göre boş zaman oydu. Tanrı, tabiat binlerce in-sandan, birkaç insana sanat yeteneği-ni vermiştir. Yani bu insanları ayrıca-lıklı yaratmıştır. Ayrıcalıklı yaratılmış olmanın, yaratana karşı bir geri ödeme olması gerekir,