Çukurova Ünİversİtesİ
TRANSCRIPT
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI
TÜRKİYE TÜRKÇESİNDE
BELİRTEÇLERİN FİİLLERLE BİRLİKTELİK KULLANIMLARI
VE
EŞDİZİMLİLİĞİ
Bülent ÖZKAN
DOKTORA TEZİ
ADANA/2007
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI
TÜRKİYE TÜRKÇESİNDE
BELİRTEÇLERİN FİİLLERLE BİRLİKTELİK KULLANIMLARI
VE
EŞDİZİMLİLİĞİ
Bülent ÖZKAN
DANIŞMAN: Prof. Dr. Mehmet ÖZMEN
DOKTORA TEZİ
ADANA/2007
ii
Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğüne,
Bu çalışma, jürimiz tarafından Türk Dili Anabilim Dalında DOKTORA TEZİ olarak
kabul edilmiştir.
Başkan: Prof. Dr. Mehmet ÖZMEN
(Danışman)
Üye: Prof. Dr. Ayşehan Deniz ABİK
Üye: Prof. Dr. Tahir BALCI
Üye: Prof. Dr. Nuretttin DEMİR
Üye: Yard. Doç. Dr. Faruk YILDIRIM
Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim elemanlarına ait olduklarını onaylarım.
07/09/2007
Prof. Dr. Nihat KÜÇÜKSAVAŞ
Enstitü Müdürü
Not: Bu tezde kullanılan özgün ve başka kaynaktan yapılan bildirişlerin, çizelge, şekil
ve fotoğrafların kaynak gösterilmeden kullanımı, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri
Kanunu’ndaki hükümlere tabidir.
iii
ÖZET
TÜRKİYE TÜRKÇESİNDE
BELİRTEÇLERİN FİİLLERLE BİRLİKTELİK KULLANIMLARI VE
EŞDİZİMLİLİĞİ
Bülent ÖZKAN
Doktora tezi, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Danışman: Prof. Dr. Mehmet ÖZMEN
Eylül, 2007 / XXXIII+538 sayfa Bu çalışmada, Türkiye Türkçesinde kullanılan ve Türkçe Sözlük’te madde başı ve madde içi
olarak sözlükbirimselleşmiş belirteçleri, fiillerle birliktelik kullanımlarını ve eşdizimlilikleri
açısından derlem tabanlı bir uygulama temelinde inceleme konusu yaptık.
Bu amaçla, Türkiye Türkçenin edebi diline ait metinlerinden seçtiğimiz 306 eserden oluşan
12.321.000 (+-) sözcüklük bir ana derlem, amacımıza uygun olarak, sayısallaştırıldı ve
MYSQL veri tabanı uygulamasıyla tümcesel olarak derlenebilir hale getirildi. Türkçe
Sözlük’te tanımlı 2616 madde başı ve içi belirtecin geçtiği fiil tümcelerini çalışmamızda
kendimize konu edindik. Dizimsel ve anlamsal olarak birbiriyle bağdaşıklık gösteren
belirteçlerin fiillerle olan ilişkiselliğini birliktelik kullanımları ve eşdizimsellik kavramı
çerçevesinde değerlendirdik.
Türkçe Sözlük’ün belirteç temelli bir ‘derlem denetimini’ yapmak, ana dili ve ikinci dil
öğretiminde önemli bir yere sahip olan eşdizimsel yapıları Türkçe için bu eksende tespit
etmek amaçlı yürüttüğümüz bu çalışma, bu anlamda ilk sözlükbilimsel çalışma olma
özelliğini taşımaktadır.
Anahtar Sözcükler: Belirteç, fiil, birliktelik kullanımı, eşdizimlilik, derlem dilbilim,
sözlükbilim, Türkiye Türkçesi.
iv
ABSTRACT
CO-OCCURENCE AND COLLOCATIONS OF ADVERBS WITH VERBS
IN TURKISH
Bülent ÖZKAN
Ph. D. Thesis, Türkish Language and Literature Department Supervisor: Prof. Dr. Mehmet ÖZMEN September, 2007 / XXXIII+538 pages
In this study, we invetstigated the co-occurunce of adverbs that is lexicalizied in the form of
headword collocated with verbs used in Turkish and Turkish Dictionary in a corpus-based
methodology.
The corpus has been compiled Turkish literary texts which consist of 12.321.000 (+-) words
(token), and then this corpus digitalized in MySQL database form for lexical queries. At the
same time, the database is a form for sentence-adverb parsing. The thesis topic includes
sentence that is involved 2616 adverb in the form of headword or head content in Turkish
Dictionary. We worked on relationshiop between verb and adverb that is coherence together
in terms of their semantic and syntactic side in the co-occurence and collocation notion.
Briefly, this study is summarized in two title:
1) Controling Turkish Dictionary in the corpus-based frame.
2) To discover Turkish adverbial collocated structures that is important for mother tongue
learning, esspecially foreign language learning.
Keywords: Adverb, verb, co-occurence, collocation, corpus linguistics, lexicography,
Turkish Language.
v
ÖN SÖZ
‘Kendinden başka bir şey olmayan dili’ ve onun örüntüsünü değerlendirmek, onu
anlamak ve anlamlandırmak, ona ait bilgiyi üretmek, dün olduğu gibi bugün de dil
araştırmacılarının konusudur. Burada temel nokta, diğer tüm bilgi üretimlerinde olduğu gibi,
dil ile ilgili üretilmiş bilginin, onu kullananlara ne kadar fayda sağladığıdır. Daha açık bir
ifadeyle, insanın var oluşu ve bilginin varlığının ne kadar birbirini içselleştirdiği, bilginin
üretimi ve onun tüketiminin bu var oluş sürecinde insanla ne kadar bütünleştiği, tüm
bilimlerde olduğu gibi, dilbilim araştırmalarının da temel dinamiğidir. Bu düzlemde ‘son
durumlu üretilmiş bilgi’ ile bu bilginin tüketimi arasındaki ilişkiselliğin doğru orantısal
boyutu, üretilmiş bilginin işe yararlığının en önemli ölçütüdür.
‘Dil, kullanımdır’ ve ‘dil, kendinden başka bir şey değildir’, dili bu bakış açılarının
izleğinde değerlendirmek gerekir. Kullanım, ‘dilin kendiliğinin gerçekleşmesi’ aşamasıdır. Bu
aşamada, dile ait yapılan değerlendirmelerin doğruluğu tartışma götürmez bir gerçekliğe
sahiptir. Dilin ‘kullanım’ olması ve ‘kendiliği’nin ortaya koyduğu var oluş, onun sahip olduğu
diğer tüm görünümlerinin kaynağını oluşturur.
Biz, çalışmamızı bu bakış açısı temelinde yürüttük. Öncelikle kullanılan dili ele aldık
ve incelediğimiz dil malzemesini bu kaynaktan seçtik. Bu amaçla, Türkiye Türkçesinin yazı
diline ait, 306 edebi metnin sayısallaştırılmasından oluşan 12.321.000 (+-) sözcüklük bir
derlem (corpus), bir veri tabanı sistemi aracılığıyla (MYSQL) sorgulanabilir hale getirildi.
Öncelikle söylemeliyiz ki, oluşturduğumuz bu derlem, amacımıza uygun olarak
biçimlendirilmiş bir derlem olma özelliği taşımaktadır. Derlemimiz, literatürde yer alan
anlamıyla, DDİ çalışmalarında olduğu gibi, birtakım araçlarla (yazılım, vb.) işaretlenmiş ve
ayrıştırılmış bir derlem olmaktan çok, sözdizimsel anlamda tümce olarak nitelendirilen
birimlerin işaretlendiği, listelenebilen bir yapıya sahiptir.
Dil göstergelerinin çizgisel (linear) olma özelliği ve insan dilinin göstergeleri
düzenlerkenki birleştirme ve seçme ilkeleri1 dilsel üst yapıların kurulabilmesinde, bağlamı
ortaya koyan yapı taşları olarak karşımıza çıkmaktadır. Dilbilgisinde “bir fiilin, bir sıfatın, bir
ilgecin, bir bağlacın ya da kendi türünden bir başka birimin anlamını etkileyen, onu
kesinleştiren ya da kısıtlayarak belirleyen birim” (Vardar,1999,39) olarak tanımlanan 1 bk. KIRAN, Zeynel (1996), Dilbilim Akımları, (İkinci Baskı), Ankara, Onur Yayınları, s.102.
vi
belirteçler, özelikle fiiller üzerinde işlekliğe sahiptir. Bu anlamda, belirteçler dil dizgesinde
fiillerle söylem düzlemine çıkarlar. Fiiller ise, dizgenin ana unsuru olmaları nedeniyle
anlamca diğer ögelerce tamamlandıkları gibi, doğrudan belirteçlerle ilişki içindedirler.
Belirteçlerin fiillerle olan bu karşılıklı bağdaşıklığı, birlikteliği ve eşdizimliliği, fiillerin
büründükleri kılınış-görünüş, kip-kipleme, çatı, olumluluk-olumsuzluk, zaman vb. özellikleri
bakımından onların anlamlarını etkileme, kesinleştirme ya da kısıtlama nitelikleriyle
karşımıza çıkar. Söz konuşu bu anlamsal ve dizgesel bağlılıkların birinci basamağı, kuşkusuz
belirteçlerin fiillerle ya da fiillerin belirteçlerle birliktelik kullanımı ve eşdizimliliktir.
Derlem tabanlı bir uygulama olması nedeniyle ortaya konulan ilk çalışma özelliği
taşıyan tezimiz, belirteçlerle fiillerin ilişkiselliklerini ortaya koymakla birlikte, fiillerin kılınış-
görünüş, kip-kipleme, çatı, olumluluk-olumsuzluk, zaman ve diğer dizgesel görünümlerinin
kapısını da aralamıştır. Bunun yanında, Türkçenin ana dili ve ikinci dil olarak öğretiminde, en
azından belirteç-fiil birlikteliğinin öğretim önceliklerini belirlemesi, Türkçe Sözlük’ün
belirteç temelli bir derlem denetimini ortaya koyması gibi amaçları gerçekleştirdiğimiz bu tez,
bu özellikleriyle, umarız diğer araştırmalara ışık tutar. Öte yandan, çalışmamızın bir
sözlükbilim uygulaması özelliği de taşıdığını da burada söylemeliyiz.
Bu çalışmanın ortaya konmasında Çukurova Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Gıda
Mühendisliği öğrencisi ve bilgisayar kurdu, güzel insan, sevgili Sinan TURGUT’a, bizi bir
araya getiren dostum, sevgili Ali BERK’e, bilgi ve birikimine her zaman güvendiğim, eçim,
sevgili Bekir Tahir TAHİROĞLU’na ve dostum Erdem DİNÇ’e destekleri için teşekkür
ederim.
Ayrıca, akademik çalışmalarımın ‘kelebek etkisi’, değerli hocam, Prof. Dr. Sayın
Ayşehan Deniz ABİK’e en derin teşekkürlerimi sunmadan geçemeyeceğim.
Son olarak, çalışmamın tüm aşamalarında bilgi, ilgi ve desteğini benden hiçbir zaman
esirgemeyen, değerli hocam, danışmanım, Prof. Dr. Sayın Mehmet ÖZMEN’e sonsuz
teşekkürlerimi bir borç bilirim.
FEF-2005D12 numaralı bu çalışma, Çukurova Üniversitesi, Araştırma Fonu’nca
desteklenmiştir.
Bülent ÖZKAN
Adana/2007
vii
İÇİNDEKİLER
ÖZET........................................................................................................................................iii
ABSTRACT ............................................................................................................................. iv
ÖN SÖZ..................................................................................................................................... v
KISALTMALAR LİSTESİ .................................................................................................... X
A. GENEL KISALTMALAR............................................................................................ x
B. KULLANILAN İŞARETLER...................................................................................... x
C. ANA DERLEMDE YER ALAN ESERLER VE KISALTMALARI ...................... xi
Ç. DENET DERLEMDE YER ALAN ESERLER VE KISALTMALARI. ..........xxviii
ŞEKİLLER LİSTESİ .......................................................................................................... xxxi
TABLOLAR LİSTESİ .......................................................................................................xxxii
EK ......................................................................................................................................xxxiii
BİRİNCİ BÖLÜM
GİRİŞ ........................................................................................................................................ 1
1.1. Amaç ve Önem............................................................................................................. 2
1.2. Sınırlılıklar................................................................................................................... 4
İKİNCİ BÖLÜM
KURAMSAL AÇIKLAMALAR VE ARAŞTIRMALAR.................................................... 6
2.1. Belirteç ve Belirteç Kavramı ...................................................................................... 6
2.2. Fiil ve Fiil Kavramı ................................................................................................... 15
2.3. Belirteç-Fiil İlişkiselliği ............................................................................................. 27
2.4. Dilde Birleştirme, Seçme ve Bağdaşıklık ................................................................ 30
2.5. Birliktelik Kullanımı ve Eşdizimlilik....................................................................... 31
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
YÖNTEM................................................................................................................................ 38
3.1. Sözlük Oluşturulurken Kullanılan İşaretler ve İşaretlerin Açıklamaları ........... 49
viii
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
İNCELEME (SÖZLÜK)........................................................................................................ 53
A ......................................................................................................................................... 53
B ......................................................................................................................................... 94
C ....................................................................................................................................... 153
Ç ....................................................................................................................................... 160
D ....................................................................................................................................... 175
E ....................................................................................................................................... 199
F ....................................................................................................................................... 213
G....................................................................................................................................... 220
H....................................................................................................................................... 244
I ........................................................................................................................................ 271
İ ........................................................................................................................................ 273
K....................................................................................................................................... 289
L ....................................................................................................................................... 322
M ...................................................................................................................................... 325
N ....................................................................................................................................... 339
O....................................................................................................................................... 351
Ö....................................................................................................................................... 358
P ....................................................................................................................................... 369
R ....................................................................................................................................... 378
S........................................................................................................................................ 382
Ş........................................................................................................................................ 412
T ....................................................................................................................................... 425
U ....................................................................................................................................... 447
Ü ....................................................................................................................................... 456
ix
V....................................................................................................................................... 459
Y ....................................................................................................................................... 462
Z ....................................................................................................................................... 487
BEŞİNCİ BÖLÜM
SONUÇ.................................................................................................................................. 497
DİZİN .................................................................................................................................... 502
GENEL SIKLIK DİZİNİ..................................................................................................... 517
KAYNAKLAR...................................................................................................................... 532
ÖZ GEÇMİŞ ......................................................................................................................... 537
EK- TANIKLAR CD’Sİ (A-Z MADDE BAŞLARI)
x
KISALTMALAR LİSTESİ
A. GENEL KISALTMALAR
Alm. Almanca.
bk. Bakınız.
Çev. Çeviren.
DDİ Doğal Dil İşleme.
Haz. Hazırlayan.
İng. İngilizce.
mec. Mecaz.
OCR Optik Karakter Tanıma.
TDK Türk Dil Kurumu.
TDAY-Belleten Türk Dili Araştırmaları Yıllığı-Belleten.
TS Türkçe Sözlük (2005).
vb. ve benzeri.
YKY Yapı Kredi Yayınları.
B. KULLANILAN İŞARETLER
- Fiil {-mak/-mek}.
-- TS (2005)’de eşdizimli madde başı belirteçler.
→ Birliktelik fiil listesi başlangıcı.
→ TS (2005)’de eşidizimli belirteç-fiil yapıları.
⇒ TS (2005)’de olmayan eşdizimli belirteç-fiil yapıları.
-* Olumsuz fiil {-memek, -mamak}.
**: Denet derlemden denetlenen belirteç.
//...// TS (2005)’de olmayan belirteç anlamı.
/…/ TS (2005)’deki belirteç anlamı.
?- Fiillerle birliktelikği olmayan soru belirteci.
[ ] Fiillerin sıklığı.
{ } Madde içi açıklamaları tamamlayıcı ve fiil anlamını açıklayıcı.
⌠ ⌡ Belirteç sıklığı.
xi
║ Basit ve türemiş fiil ile birleşik fiil yapıları ayracı.
Ø Derlemde örneği olmayan ya da belirteç olmayan sözlükbirimler.
Ø-- Bağdaşık belirteç.
X Belirteç olmayan sözlükbirimler.
C. ANA DERLEMDE YER ALAN ESERLER VE KISALTMALARI
(AA-AD) Atilla ATALAY, 2003, Ağlama Dolabı, İstanbul, İletişim
Yayınları, Mizah.
(AA-ETY) Akgün AKOVA, 1998, Elimi Tut Yeter, İstanbul, Çınar Yayınları,
Deneme.
(AA-İGA) Ahmet ALTAN, 2001, İsyan Günlerinde Aşk, İstanbul, Can
Yayınları, Roman.
(AA-RÜ) Adalet AĞAOĞLU, 1996, Ruh Üşümesi, İstanbul, Oğlak Yayınları,
Roman.
(AA-TO3) Adalet AĞAOĞLU, 2002, Toplu Oyunlar - 3, İstanbul, YKY.,
Tiyatro.
(AA-YÖT) Ahmet ALTAN, 1997, Yalnızlığın Özel Tarihi, İstanbul, Can
Yayınları, Roman.
(AB-BYS) Aydın BOYSAN, 2005, Binbir Yaşam Sahnesi, İstanbul, Bilgi
Yayınevi, Mizah.
(AB-EZ) Abdülkadir BUDAK, 2002, Ev Zamanı, İstanbul, Can Yayınları,
Şiir.
(AB-SD) Atilla BİRKİYE, 1990, 80’lerden 90’a, İstanbul, Cem Yayınevi,
Deneme.
(AB-YÖBV) Ataol BEHRAMOĞLU, 2004, Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir
Şey Var, İstanbul, Adam Yayınları, Şiir.
(AC-KY) Ahmet CEMAL, 2004, Kıyıda Yaşamak, İstanbul, Can Yayınları,
Roman.
(AD-Y) Attila DORSAY, 1986, Yüzyüze, İstanbul, Çağdaş Yayınları,
Röportaj.
(AHÇ-BŞ) Asaf Halet ÇELEBİ, 1998, Bütün Şiirleri, İstanbul, YKY., Şiir.
(AHTBŞ) Ahmet Hamdi TANPINAR, 2000, Bütün Şiirleri, İstanbul, Dergâh
Yayınları, Şiir.
xii
(AHT-H) Ahmet Hamdi TANPINAR, 2003, Huzur, İstanbul, YKY., Roman.
(AHT-YG) Ahmet Hamdi TANPINAR, 1970, Yaşadığım Gibi, İstanbul,
T.K.E., Deneme.
(Aİ-BSM) Attila İLHAN, 1998, Ben Sana Mecburum, İstanbul, Bilgi
Yayınevi, Şiir.
(Aİ-KSS) Attila İLHAN, 2001, Kimi Sevsem Sensin, Ankara, Bilgi Yayınevi,
Şiir.
(Aİ-OKB) Attila İLHAN, 2003, O Karanlıkta Biz, İstanbul, Türkiye İş
Bankası Yayınları, Roman.
(Aİ-SB) Attila İLHAN, 2001, Sisler Bulvarı, İstanbul, Türkiye İş Bankası
Yayınları, Şiir.
(Aİ-YK) Attila İLHAN, 1999, Yengecin Kıskacı, Ankara, Bilgi Yayınevi,
Roman.
(AK-AA) Ayşe KULİN, 1998, Adı: Aylin, İstanbul, Remzi Kitabevi, Roman.
(AKB-BŞ) A. KADİR, 2002, Bütün Şiirleri -Mutlu Olmak Varken-, İstanbul,
Can Yayınları, Şiir.
(AK-MS) Ayla KUTLU, 2002, Merhaba Sevgi, Ankara, Bilgi Yayınevi,
Öykü.
(AMD-BŞ) Ahmet Muhip DRANAS, 2004, Bütün Şiirleri, İstanbul, YKY.,
Şiir.
(AMD-O) Ahmet Muhip DRANAS, 1995, Oyunlar, İstanbul, Adam Yayınları,
Tiyatro.
(ANA-BBRB) Arif Nihat ASYA, 1997, Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor, İstanbul,
Ötüken Yayınları, Şiir.
(AN-AZDE) Aziz NESİN, 2005, Adamı Zorla Deli Ederler, İstanbul, Adam
Yayınları, Mizah.
(AN-MB) Aziz NESİN, 1974, Memleketin Birinde, İstanbul, Tekin Yayınları,
Mizah.
(AN-ŞÇH) Aziz NESİN, 2006, Şimdiki Çocuklar Harika, (47. Basım),
İstanbul, Nesin Yayınları., Roman.
(AN-ŞÇH) Azra ERHAT, 2004, Mavi Yolculuk, İstanbul, Can Yayınları, Gezi.
(AO-NSBE) Ahmet OKTAY, 2005, Ne Söylesem Bir Eksik, İstanbul, Everest
Yayınları, Deneme.
xiii
(AO-ZS) Ahmet OKTAY, 1991, Zamanı Sorgulamak, İstanbul, Remzi
Kitabevi, Deneme.
(ASA-AK) Asaf Savaş AKAT, 2004, Akıntıya Karşı, İstanbul, Sanal Kitap,
Röportaj.
(AS-Ş) Abbas SAYAR, 2002, Şiirler, İstanbul, Ötüken Yayınları, Şiir.
(AS-YA) Abbas SAYAR, 2003, Yılkı Atı, İstanbul, Ötüken Yayınları, Öykü.
(AŞH-BM) Abdülhak Şinasi HİSAR, 1955, Boğaziçi Mehtapları, İstanbul,
Hilmi Kitabevi, Anı/İnceleme.
(AT-KUbŞ) Ahmet TELLİ, 1994, Kalbim Unut Bu Şiiri, İstanbul, Everest
Yayınları, Şiir.
(AT-ST) Afşar TİMUÇİN, 2003, Savaşçı Türküleri, İstanbul, Bulut
Yayınları, Şiir.
(AÜ-SG) Ahmet ÜMİT, 2000, Sis ve Gece, İstanbul, Om Yayınevi, Roman.
(BA-TO1) Behiç AK, 2003, Toplu Oyunları - 1, İstanbul, Mitos Boyut
Yayınları, Tiyatro.
(BA-YYY) Beşir AYVAZOĞLU, 1999, Yaza Yaza Yaşamak, İstanbul, Ötüken
Yayınları, Deneme.
(BB-BBÇ) Barış BIÇAKÇI, 2004, Bizim Büyük Çaresizliğimiz, İstanbul,
İletişim Yayınları, Roman.
(BE-Ç) Bilgesu ERENUS, 2004, Çağrı, İstanbul, Yar Yayınları, Şiir.
(BG-KA) Bozkurt GÜVENÇ, 2002, Kültürün Abc’si, İstanbul, YKY.,
İnceleme.
(BK-ÖM) Bilge KARASU, 1999, Öteki Metinler, İstanbul, Metis Boyut
Yayınları, Deneme.
(BK-USBGA) Bilge KARASU, 1970, Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı, İstanbul,
Metis Boyut Yayınları, Öykü.
(BN-BŞ) Behçet NECATİGİL, 2000, Bütün Şiirleri, İstanbul, YKY., Şiir.
(BN-DY1) Behçet NECATİGİL, 1999, Düzyazıları -1, İstanbul, YKY.,
Deneme.
(BO-GP) Bekir ONUR, 2006, Gelişim Psikolojisi, İstanbul, İmge Kitabevi,
İnceleme.
(BRE-DKD) Bedri Rahmi EYÜBĞOLU, 2005, Dol Karabakır Dol, İstanbul,
Mas Matbaası, Şiir.
xiv
(BRE-KY) Bedri Rahmi EYÜBĞOLU, 1995, Kültür Yokuşu, Ankara, Bilgi
Yayınevi, Deneme.
(BŞ-DKO) Binnur ŞENER, 2002, Düş Kurma Oyunu, İstanbul, Papirüs
Yayınları, Öykü.
(BU-GYÇ) Buket UZUNER, 1990, Güneş Yiyen Çingene, İstanbul, Gür
Yayınları, Öykü.
(CAK-AKBO) Ceyhun Atuf KANSU, 2005, Arım Kız Balım Oğul, İstanbul, Bilgi
Yayınevi, Deneme.
(CB-BO3) Cuma BOYNUKARA, 2002, Bütün Oyunlar 3, İstanbul, Mitos
Boyut Yayınları, Tiyatro.
(CÇ-SŞ) Cevat ÇAPAN, 2001, Seçme Şiirler, İstanbul, Adam Yayınları, Şiir.
(CD-KB) Can DÜNDAR, 2005, Kırmızı Bisiklet, Ankara, İmge Kitabevi,
Günce.
(CD-Oİ) Cengiz DAĞCI, 2000, Onlar da İnsandı, İstanbul, Ötüken
Yayınları, Roman.
(CD-SNYB) Can DÜNDAR, 2003, Savaşta Ne Yaptın Baba, İstanbul, İmge
Kitabevi, Günce.
(CE-KBG) Cezmi ERSÖZ, 2000, Kırk Yılda Bir Gibisin, İstanbul, Gendaş
Yayınları, Deneme.
(CK-BR) Cemil KAVUKÇU, 1998, Başkalarının Rüyası, İstanbul, Can
Yayınları, Öykü.
(CK-BŞ) Cahit KÜLEBİ, 2001, Bütün Şiirleri, İstanbul, Adam Yayınları,
Şiir.
(CK-İSDY) Cahit KÜLEBİ, 1999, İçi Sevda Dolu Yolculuk, İstanbul, Adam
Yayınları, Anı.
(CKM) CEVDET KUDRET’E MEKTUPLAR, ***, (haz. İhsan Kudret,
Handan İnci), İstanbul, Ümit Yayıncılık, Mektup.
(CK-YÖ) Cevdet KUDRET, 1994, Yaşayan Ölüler, İstanbul, Mitos Boyut
Yayınları, Tiyatro.
(CS-GC) Cemal SÜREYA, 2002, Güvercin Curnatası, İstanbul, YKY.,
İnceleme.
(CS-SS) Cemal SÜREYA, 2004, Sevda Sözleri, İstanbul, YKY., Şiir.
(CS-ŞDÇ) Cemal SÜREYA, 1991, Şapkam Dolu Çiçekle, İstanbul, Can
Yayınları, Deneme.
xv
(CST-BŞ) Cahit Sıtkı TARANCI, 1998, Bütün Şiirleri -Otuz Beş Yaş-,
İstanbul, Can Yayınları, Şiir.
(CY-C) Can YÜCEL, 1987, Canfeda, İstanbul, De Yayınevi, Şiir.
(ÇA-BAG) Çetin ALTAN, 1998, Bir Avuç Gökyüzü, İstanbul, İnkılâp Kitabevi,
Roman.
(DC-BSKY) Demirtaş CEYHUN, 1985, Babıali’nin Son Kırk Yılı, İstanbul,
Milliyet Yayınları, Anı.
(DC-Yİİ) Doğan CÜCELOĞLU, 1999, Yeniden İnsan İnsana, İstanbul,
Remzi Kitabevi, Araştırma.
(DH-SS) Doğan HIZLAN, 2006, Saklı Su, İstanbul, YKY., Deneme.
(DK-Z) Deniz KAVUKÇUOĞLU, 2003, Zarife, İstanbul, Doğan Kitap,
Roman.
(DÖ-BAY) Demir ÖZLÜ, 1997, Balkur’da Akşam Yemeği, İstanbul, YKY.,
Şiir.
(DÖ-GYKK) Demir ÖZLÜ, 1996, Geçen Yaz Kentte Kızlar, İstanbul, Can
Yayınları, Öykü.
(EA-DÖY) Erendiz ATASÜ, 1996, Dağın Öteki Yüzü, İstanbul, Remzi
Kitabevi, Öykü.
(EA-DY) Ece AYHAN, 1998, Dipyazılar, İstanbul, YKY., Deneme.
(EA-KIY) Erdal ATABEK, 2000, Kırmızı Işıkta Yürümek, İstanbul, Altın
Kitaplar, Şiir.
(EA-MR) Ece AYHAN, 2001, Morötesi Requıem, İstanbul, YKY., Deneme.
(EB-BG) Erhan BENER, 2000, Baharla Gelen, İstanbul, Remzi Kitabevi,
Roman.
(EB-BKM) Enis BATUR, 1997, Bu Kalem Melun, İstanbul, YKY., Deneme.
(EB-YU) Enis BATUR, 1995, Yazının Ucu, İstanbul, YKY., Deneme.
(EB-YY) Egemen BERKÖZ, 1977, Yalnızlıklar Yalnızlıklar, İstanbul, Cem
Yayınları, Şiir.
(EC-GDA) Edip CANSEVER, 1998, Gül Dönüyor Avuçlarıma, İstanbul,
Adam Yayınları, Şiir.
(EÇ-TY2005) Emin ÇÖLAŞAN, 2005, Temmuz 2005 Yazıları,
(Erişim:http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/yazarlar/default.aspx?ıd=5),
Makale.
xvi
(EG-İO) Engin GENÇTAN, 1993, İnsan Olmak, İstanbul, Remzi Kitabevi,
Araştırma.
(EI-KA) Emine IŞINSU, 1995, Kaf Dağının Ardında, İstanbul, Ötüken
Yayınları, Roman.
(EI-NS) Emine IŞINSU, 1998, Nisan Yağmuru, İstanbul, Ötüken Yayınları,
Roman.
(EK-DTA) Emre KONGAR, 1999, Devrim Tarihi ve Toplumbilim Açısından
Atatürk, İstanbul, Remzi Kitabevi, İnceleme.
(EÖ-GSA) Erdal ÖZ, 1999, Gülünün Solduğu Akşam, İstanbul, Can Yayınları,
Roman.
(EÖ-P/S) Adnan ÖZYALÇINER, 2001, Panayır/Sur, İstanbul, Evrensel
Basım Yayın, Öykü.
(ES-SUYK) Ergun SAV, 2005, Sözler Uçar Yazılar Kalır, İstanbul, Çantay
Yayınları, Deneme.
(FA-GGİ) Ferdiun ANDAÇ, 2004, Günün Gölgedeki İzi, İstanbul, Dünya
Yayınevi, Deneme.
(FA-SUYK1) Feridun ANDAÇ, 2002, Söz Uçar Yazı Kalır 1, İstanbul, Can
Yayınları, Söyleşi.
(FA-SUYK2) Feridun ANDAÇ, 2002, Söz Uçar Yazı Kalır 2, İstanbul, Can
Yayınları, Deneme.
(FA-YST) Fahir ARMAOĞLU, 1999, 20. Yüzyıl Siyaseti, Ankara, Alkım
Kitabevi, İnceleme.
(FA-ZY) Füsun AKATLI, 2004, Zamansız Yazılar, İstanbul, Dünya Kitabevi,
Deneme.
(FB-ID) Fakir BAYKURT, 1991, Irazca’nın Dirliği, İstanbul, Adam
Yayınları, Roman.
(FB-KS) Faik BAYSAL, 1996, Kırmızı Sardunya, İstanbul, Can Yayınları,
Öykü.
(F-BS) Firuzan, 2001, Benim Sinemalarım, İstanbul, YKY., Öykü.
(FB-T) Fakir BAYKURT, 2000, Tırpan, İstanbul, Adam Yayınları, Roman.
(FÇ-UV) Feride ÇİÇEKOĞLU, 2002, Uçurtmayı Vurmasınlar, İstanbul, Can
Yayınları, Roman.
(FE-Ç) Ferit EDGÜ, 1999, Çığlık, İstanbul, YKY., Öykü.
xvii
(FE-HBM-O) Ferit EDGÜ, 2000, Hakkari’de Bir Mevsim / O, İstanbul, YKY.,
Roman.
(FHD-50S) Fazıl Hüsnü DAĞLARCA, 1985, İlk Yapıtla 50 Yıl Sonrakiler,
İstanbul, Özgür Yayın-Dağıtım, Şiir.
(FHD-H) Fazıl Hüsnü DAĞLARCA, 1997, Haydi, İstanbul, Tüm Zamanlar
Yayıncılık, Şiir.
(FHD-ÜŞD) Fazıl Hüsnü DAĞLARCA, 1997, Üç Şehitler Destanı, İstanbul,
Tüm Zamanlar Yayıncılık, Şiir.
(FNÇ-HD) Faruk Nafiz ÇAMLIBEL, 2004, Han Duvarları, İstanbul, YKY.,
Şiir.
(FO-KSA) Fikret OTYAM, 2001, Karasevdam Anadolum, İstanbul, Günizi
Yayınları, Gezi/inceleme.
(F-PY) Firuzan, 1993, Parasız Yatılı, İstanbul, Can Yayınları, Öykü.
(FRA-Ç) Falih Rıfkı ATAY, 2004, Çankaya, İstanbul, Pozitif Yayınları,
Roman.
(FRA-Z) Falih Rıfkı ATAY, 1997, Zeytindağı, İstanbul, M.E.B. Yayınları,
Roman.
(FŞ-EF) Ferhan ŞENSOY, 2005, Eşeğin Fikri, Ankara, Bilgi Yayınevi,
Mizah.
(GA-TO) Gülten AKIN, 1997, Toplu Oyunları, İstanbul, YKY., Tiyatro.
(GD-ADM) Güzin DİNO/Abidin DİNO, 2004, Güzin Dino-Abidin Dino
Mektupları, İstanbul, Bilgi Yayınevi, Mektup.
(GD-AK) Gülten DAYIOĞLU, 2003, Alacakaranlık Kuşları, İstanbul, Altın
Kitaplar, Öykü.
(GD-TO1) Güngör DİLMEN, 1993, Toplu Oyunları, İstanbul, Mitos Boyut
Yayınları, Tiyatro.
(GM-BKVY) Gani MÜJDE, 2002, Bendeki Kulak Van Gogh’ta Yok, İstanbul,
Parantez Yayınları, Mizah.
(GY-D) GÜZEL YAZILAR, 2000, Denemeler, Ankara, TDK Yayınları,
Deneme.
(GY-GH) GÜZEL YAZILAR, 1997, Gezi Hatıra, Ankara, TDK Yayınları,
Gezi/Hatıra.
(GY-H1) GÜZEŞ YAZILAR, 1996, Hikâyeler 1, Ankara, TDK Yayınları,
Öykü.
xviii
(GY-H2) GÜZEL YAZILAR, 1996, Hikâyeler 2, Ankara, TDK Yayınları,
Öykü.
(GY-KO) GÜZEL YAZILAR, 2000, Kısa Oyunlar, Ankara, TDK Yayınları,
Tiyatro.
(GY-R) GÜZEL YAZILAR, 1997, Röportajlar, Ankara, TDK Yayınları,
Röportaj.
(HAG-AS) Hüseyin A. GÖKSEL, 1994, Ayışığı Sonatı, Ankara, Bilgi
Yayınevi, Roman.
(HA-SİE) Hulki AKTUNÇ, 2001, Son İki Eylül, İstanbul, YKY., Roman.
(HAT-KHK) Hasan Ali TOPBAŞ, 1996, Kayıp Hayaller Kitabı, İstanbul, Can
Yayınları, Roman.
(HC-KKKY) Hasan CEMAL, 1991, Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım, İstanbul,
Doğan Kitapçılık, Biyografi.
(HCY-TPH) Hüseyin Cahit YALÇIN, 2002, Talat Paşanın Anıları, İstanbul,
Türkiye İş Bankası Yayınları, Anı.
(HEA-AG) Halide Edip ADIVAR, 1982, Ateşten Gömlek, İstanbul, Atlas
Yayınları, Roman.
(HEA-T) Halide Edip ADIVAR, 1982, Tatarcık, İstanbul, Atlas Kitabevi,
Roman.
(HEA-VK) Halide Edip ADIVAR, 1988, Vurun Kahpeye, İstanbul, İnkılâp
Kitabevi, Roman.
(HH-HÖZ) Hasan HÜSEYİN, 1994, Haziranda Ölmek Zor, Ankara, Bilgi
Yayınevi, Şiir.
(HT-AŞ) Haldun TANER, 1996, Ayışığında Şamata, Ankara, Bilgi Yayınevi,
Tiyatro.
(HT-EG) Haldun TANER, 1995, Eşeğin Gölgesi, İstanbul, Bilgi Yayınevi,
Tiyatro.
(HT-GF) Hıfzı TOPUZ, 2001, Gazi ve Fikriye, İstanbul, Remzi Kitabevi,
Roman.
(HT-KAD) Haldun TANER, 1995, Keşanlı Ali Destanı, Ankara, Bilgi
Yayınevi, Tiyatro.
(HT-KSA) Haldun TANER, 1998, Kızıl Saçlı Amazon, Ankara, Bilgi Yayınevi,
Öykü.
(HT-M) Hıfzı TOPUZ, 1999, Meyyale, İstanbul, Remzi Kitabevi, Roman.
xix
(HT-ÖTÖ) Haldun TANER, 1983, Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil,
İstanbul, Cem Yayınları, Anı.
(HZU-AM) Halit Ziya UŞAKLIGİL, 1993, Aşk-ı memnu, İstanbul, İnkılâp
Yayınevi, Roman.
(HZU-MvS) Halit Ziya UŞAKLIGİL, 1971, Mai ve Siyah, İstanbul, İnkılâp ve
Aka Yayınevi, Roman.
(İA-GKD) İnci ARAL, 2000, Gölgede Kırk Derece, İstanbul, Can Yayınları,
Öykü.
(İA-İKG) İnci ARAL, 2003, İçimden Kuşlar Göçüyor, İstanbul, Epsilon
Yayınları, Deneme.
(İA-ÖEK) İnci ARAL, 2003, Ölü Erkek Kuşlar, İstanbul, Epsilon Yayınları,
Roman.
(İB-E) İlhan BERK, 1999, Eşik, İstanbul, YKY., Şiir.
(İB-L) İlhan BERK, 1996, Logos, İstanbul, Adam Yayınları, Şiir.
(İO-LBA) İpek ONGUN, 2005, Lütfen Beni Anla, İstanbul, Epsilon Yayınları,
İnceleme.
(İS-AG) İlhan SELÇUK, 1985, Ağlamak ve Gülmek, İstanbul, Çağdaş
Yayınları, Deneme.
(İS-DÖV) İlhan SELÇUK, 1986, Düşünüyorum Öyleyse Vurun, İstanbul,
Çağdaş Yayınları, Deneme.
(KB-DÇ) Kemal BİLBAŞAR, 1972, Denizin Çağrısı, Ankara, Bilgi
Yayınevi, Roman.
(KB-SOYB) Kürşat BAŞAR, 1992, Sen Olsaydın Yapmazdın Biliyorum,
İstanbul, Afa Yayınları, Roman.
(KHK-YAH) Kenan Hulusi KORAY, 2004, Yaz ve Aşk Hikâyeleri, İstanbul,
Doğan Kitapçılık, Öykü.
(Kİ-PÖÖD) Küçük İSKENDER, 2002, Periler Ölürken Özür Diler, İstanbul,
Gendaş Yayınları, Şiir.
(KK-SE) Kandemir KONDUK, 1982, Sayenizde Efendim, Ankara, Bilgi
Yayınevi, Mizah.
(KŞY-2002) KİTAPLIK, 2002, Şiir Yıllığı 2002 (Mehmet H. Doğan), İstanbul,
YKY., Şiir.
(KT-Gİ) Kemal TAHİR, 1999, Göl İnsanları, İstanbul, Adam yayınları,
Öykü.
xx
(KT-YS) Kemal TAHİR, 1997, Yorgun Savaşçı, İstanbul, Tekin Yayınevi,
Roman.
(LN-BD) Leyla NAVARO, 2000, Beni Duyuyor musun?, İstanbul, Sistem
Yayıncılık, İnceleme.
(LT-OÖY) Latife TEKİN, 2002, Ormanda Ölüm Yokmuş, İstanbul, Everest
Yayınları, Roman.
(MA-BAK) Metin ALTIOK, 1998, Bir Acıya Kiracı, İstanbul, YKY., Şiir.
(MB-AK) Mustafa BAYDAR, 1964, Atatürk’le Konuşmalar (İkinci basım),
İstanbul, Varlık Yayınları, Anı.
(MB-KK) Mehmet BAYDUR, 1995, Kutu Kutu, İstanbul, Mitos Boyut
Yayınları, Tiyatro.
(MCA-TD) Melih Cevdet ANDAY, 2002, Tanıdık Dünya, İstanbul, Türkiye İş
Bankası Yayınları, Şiir.
(ME-TŞ) Metin ELOĞLU, 2005, Toplu Şiirler, İstanbul, YKY., Şiir.
(MF-ES) Mehmet FUAT, 1994, Eleştiri Sorumluluğu, İstanbul, YKY.,
Deneme.
(MF-HYT) Mehmet FUAT, 1997, Her Yer Tiyatrodur, İstanbul, YKY., Eleştiri.
(Mİ-DHB) Muzaffer İZGÜ, 1998, Deliye Her Gün Bayram, Ankara, Bilgi
Yayınevi, Mizah.
(Mİ-SD) Muzaffer İZGÜ, 2000, Sınır Duvar, Ankara, Bilgi Yayınevi,
Tiyatro.
(MK-AR) Metin KAÇAN, 2000, Ağır Roman, İstanbul, Gendaş Yayınları,
Roman.
(MM-KG) Mahmut MAKAL, 1998, Köye Gidenler, İstanbul, Kariyer
Kitapları, Anı.
(MM-ÜAKO) Murathan MUNGAN, 2005, Üç Aynalı Kırk Oda, İstanbul, Metis
Boyut Yayınları, Roman.
(MS-BH) Mümtaz SOYSAL, 1975, Güzel Huzursuzluk, Ankara, Bilgi
Yayınevi, Deneme.
(MŞE-MA) Memduh Şevket ESENDAL, 1998, Mendil Altında, İstanbul, Bilgi
Yayınevi, Öykü.
(MŞE-VÇ) Memduh Şevket ESENDAL, 1996, Veysel Çavuş, Ankara, Bilgi
Yayınevi, Öykü.
xxi
(MTT-SS) M. Turan TAN, 2001, Safiye Sultan, İstanbul, Oğlak Yayınları,
Roman.
(MU-BDA) Mina URGAN, 1998, Bir Dinazorun Anıları, İstanbul, YKY., Anı.
(MÜ-KGD) Metin ÜSTÜNDAĞ, 1994, Kalk Gidelim Defteri, İstanbul, Parantez
Yayınları, Şiir.
(NA-KD/A) Nurullah ATAÇ, 1998, Karalama Defteri-Ararken, İstanbul, YKY.,
Deneme.
(NB-DÜF) Nihat BEHRAM, 2001, Darağacında Üç Fidan, İstanbul, Everest
Yayınları, Anı.
(NC-İG) Necati CUMALI, 1996, İmbatla Gelen, İstanbul, Çağdaş Yayınları,
Şiir.
(NC-SY) Necati CUMALI, 2003, Susuz Yaz, İstanbul, Cumhuriyet Kitap
Kulübü, Roman.
(NE-GT) Nazlı ERAY, 1991, Geceyi Tanıdım, İstanbul, Can Yayınları,
Öykü.
(NFK-Ç) Necip Fazıl KISAKÜREK, 1977, Çile, İstanbul, Büyük Doğu
Yayınları, Şiir.
(NFK-ST) Necip Fazıl KISAKÜREK, 1988, Sabır Taşı, İstanbul, Büyük Doğu
Yayınları, Tiyatro.
(NG-BKR) Nedim GÜRSEL, 1996, Boğaz Kesen Fatihin Romanı, İstanbul,
Can Yayınları, Roman.
(NH-KMD) Nazım HİKMET, 1987, Kuvayi Milliye Destanı, İstanbul, Cem
Yayınevi, Şiir.
(NH-MİM) Nazım HİKMET, ***, Memleketimden İnsan Manzaraları-3,
İstanbul, De Yayınevi, Şiir.
(NH-MİM) Nazım HİKMET, ***, Memleketimden İnsan Manzaraları-4,
İstanbul, De Yayınevi, Şiir.
(NH-YM) Nazım HİKMET, 1994, Yusuf ile Menofis, İstanbul, Adam
Yayınları, Tiyatro.
(NH-YŞ) Nazım HİKMET, 1994, Yeni Şiirler (1951-1959), İstanbul, Adam
Yayınları, Şiir.
(NM-TK) Nezihe MERİÇ, 1998, Toplu Öyküler 1, İstanbul, YKY., Öykü.
(NM-TÖ2) Nezihe MERİÇ, 1998, Toplu Öyküler 2, İstanbul, YKY., Öykü.
xxii
(NN-DM) Nadir NADİ, 1994, Dostum Mozart, İstanbul, Çağdaş Yayınları,
Anı.
(NSÖ-AD) Nahid Sırrı ÖRİK, 2002, Abdülhamit Düşerken, İstanbul, Arma
Yayınevi, Roman.
(NU-DG) Nermi UYGUR, 2001, Dilin Gücü, İstanbul, YKY., Deneme.
(OA-BBAR) Oğuz ATAY, 2003, Bir Bilim Adamının Romanı, İstanbul, İletişim
Yayınları, Roman.
(OA-KB) Oğuz ATAY, 2004, Korkuyu Beklerken, İstanbul, İletişim
Yayınları, Roman.
(OA-KO) Orhan ASENA, 1998, Kısa Oyunlar, İstanbul, Türkiye İş Bankası
Yayınları, Tiyatro.
(OA-M) Orhan ASENA, 1993, Mustafa, Ankara, Kültür Bakanlığı
Yayınları, Tiyatro.
(OA-SİO) Oktay AKBAL, ?, Suçumuz İnsan Olmak, İstanbul, Can Yayınları,
Roman.
(OA-YDBYKL) Orhan ASENA, 1989, Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe, Ankara,
Kültür Bakanlığı Yayınları, Tiyatro.
(OB-EA) Oya BAYDAR, 1991, Elveda Alyoşa, İstanbul, Can Yayınları,
Öykü.
(OB-HYD) Oya BAYDAR, 1998, Hiçbir Yere Dönüş, İstanbul, Can Yayınları,
Roman.
(OCK-Ç) Osman Cemal KAYGILI, 1972, Çingeneler, Ankara, Bilgi
Yayınevi, Roman.
(OCK-KE) Osman Cemal KAYGILI, 2003, Kovuk Palasın Esrarı, İstanbul,
Arma Yayınları, Roman.
(OK-AY) Orhan KEMAL, 2000, Avare Yıllar, İstanbul, Tekin Yayınları,
Roman.
(OK-Bİ) Onat KUTLAR, 1995, Bahar İsyancıdır, İstanbul, Can Yayınları,
Deneme.
(OK-C) Orhan KEMAL, 2004, Cemile, İstanbul, Epsilon Yayınları, Öykü.
(OK-KT) Orhan KEMAL, 1976, Kanlı Topraklar, İstanbul, Cem Yayınları,
Roman.
(OP-KK) Orhan PAMUK, 1997, Kara Kitap, İstanbul, İletişim Yayınları,
Roman.
xxiii
(OP-YH) Orhan PAMUK, 2000, Yeni Hayat, İstanbul, İletişim Yayınları,
Roman.
(OR-BCİ) Oktay RİFAT, 1979, Bir Cıgara İçimi, İstanbul, İkia Yayınları, Şiir.
(OS-HT) Oktay SİNANOĞLU, 2002, Hedef Türkiye, İstanbul, Otopsi
yayınları, İnceleme.
(OVK-BŞ) Orhan Veli KANIK, 1997, Bütün Şiirleri, İstanbul, Adam
Yayınları, Şiir.
(ÖA-ÇY) Özdemir ASAF, 2004, Çiçekleri Yemeyin, İstanbul, Türkiye İş
Bankası Yayınları, Şiir.
(Öİ-YSÜ) Özdemir İNCE, 2002, Yazınsal Söylem Üzerine, İstanbul, Türkiye
İş Bankası Yayınları, İnceleme.
(PC-K) Peride CELAL, 1994, Mektup, İstanbul, Can Yayınları, Roman.
(PK-BCR) Pınar KÜR, 1996, Bir Cinayetin Romanı, İstanbul, Can Yayınları,
Roman.
(PNB-AGUG) Pertev Nail BORATAV, 1998, Az Gittik Uz Gittik, İstanbul, İmge
Kitabevi, Gezi/Hatıra.
(PS-FH) Peyami SAFA, 2005, Fatih Harbiye, İstanbul, Alkım Yayınevi,
Roman.
(PS-SK) Peyami SAFA, 1999, Sözde Kızlar, İstanbul, Ötüken Yayınları,
Roman.
(RB-BK) Recep BİLGİNER, 1994, Ben Kimim, İstanbul, Kültür Bakanlığı
Yayınları, Tiyatro.
(RB-SN) Recep BİLGİNER, 1985, Sarı Naciye -Toplu Oyunları 1-, Ankara,
Tekin Yayınevi, Tiyatro.
(RD-ŞH) Refik DURBAŞ, 2001, Şimdi Haberler, İstanbul, Adam Yayınları,
Şiir.
(RE-G) Refik ERDURAN, 1992, Gülerek, İstanbul, Cem Yayınevi, Anı.
(REK-Y) Reşat Ekrem KOÇU, 2002, Yeniçeriler, İstanbul, Doğan Kitapçılık,
İnceleme.
(RHK-BS) Refik Halid KARAY, 1985, Bugünün Saraylısı, İstanbul, İnkılâp
Kitabevi, Roman.
(RHK-MH) Refik Halid KARAY, 1980, Memleket Hikâyeleri, İstanbul, İnkılâp
Kitabevi, Gezi/Hatıra.
xxiv
(RHK-MH) Reşat Nuri GÜNTEKİN, 1984, Yeşil Gece, İstanbul, İnkılâp
Kitabevi, Roman.
(RI-KG) Rıfat ILGAZ, 2004, Karartma Geceleri, İstanbul, Çınar Yayınları,
Roman.
(RNG-AR) Reşat Nuri GÜNTEKİN, 1986, Anadolu Notları, İstanbul, İnkılâp
Kitabevi, Gezi/Hatıra.
(RNGBKD) Reşat Nuri GÜNTEKİN, 1986, Bir Kadın Düşmanı, İstanbul,
İnkılâp Kitabevi, Roman.
(RNG-ÇK) Reşat Nuri GÜNTEKİN, 1986, Çalıkuşu, İstanbul, İnkılâp Kitabevi,
Roman.
(RNG-YD) Reşat Nuri GÜNTEKİN, 1986, Yaprak Dökümü, İstanbul, İnkılâp
Kitabevi, Roman.
(SA-A) Sina AKYOL, 1996, Avluda, İstanbul, YKY., Şiir.
(SA-İÇ) Sabahattin ALİ, 1997, İçimizdeki Şeytan, İstanbul, YKY., Roman.
(SA-K/S) Sabahattin ALİ, 1994, Kağnı-Ses, İstanbul, Cem Yayınları, Öykü.
(SA-KKK) Sunay AKIN, 1999, Kız Kulesindeki Kızılderili, İstanbul, Çınar
Yayınevi, Şiir.
(SA-KY) Sabahattin ALİ, 2000, Kuyucaklı Yusuf, İstanbul, YKY., Roman.
(SB-BŞM) Salah BİRSEL, 1981, Boğaziçi Şıngır Mıngır, İstanbul, Türkiye İş
Bankası Yayınları, Anı.
(SB-HAY) Salih BOZOK-Cemil S. BOZOK, 1985, Hep Atatürk’ün Yanında,
İstanbul, Çağdaş Yayınları, Anı.
(SB-K) Salah BİRSEL, 1980, Köçekçeler, İstanbul, Türkiye İş Bankası
Yayınları, Şiir.
(SB-SS) Süreyya BERFE, 2002, Seni Seviyorum, İstanbul, Adam Yayınları,
Şiir.
(SD-FC) Suat DERVİŞ, 1997, Fosforlu Cevriye, İstanbul, Doğan Kitapçılık,
Roman.
(SD-K) Sulhi DÖLEK, 2003, Korugan, İstanbul, Dünya Kitapları, Roman.
(SE-KEÜ) Sabahattin EYÜBOĞLU, 1990, Köy Enstitüleri Üstüne, İstanbul,
Başaran Matbaası, İnceleme.
(SFA-HBSK) Sait FAİK, 2000, Havuz Başı/Son Kuşlar, İstanbul, Bilgi Yayınevi,
Öykü.
xxv
(SF-S/S) Sait Faik ABASIYANIK, 2000, Semaver/Sarnıç, İstanbul, Bilgi
Yayınevi, Öykü.
(Sİ-DSG) Selim İLERİ, 2002, Dostlukların Son Günü, İstanbul, Doğan
Kitapçılık, Öykü.
(Sİ-İGÇÖ1) Selim İLERİ, 2001, İlk Gençlik Çağına Öyküler-1, İstanbul, YKY.,
Öykü.
(Sİ-İGÇÖ2) Selim İLERİ, 2001, İlk Gençlik Çağına Öyküler-2, İstanbul, YKY.,
Öykü.
(Sİ-ÖKS) Selim İLERİ, 1985, Ölünceye Kadar Seninim, İstanbul, Özgür
Yayınevi, Roman.
(SKA-GA) Sabahattin Kudret AKSAL, 1997, Gazoz Ağacı (Bütün Öyküleri),
İstanbul, YKY., Öykü.
(SK-D) Samim KOCAGÖZ, 2005, Doludizgin, İstanbul, Dünya Yayınları,
Roman.
(SS-TR) Sevgi SOYSAL, 2002, Tante Rosa, İstanbul, İletişim Yayınları,
Roman.
(SY-BECO) Soner YALÇIN, 1999, Beco-Behçet Cantürk’ün Anıları, İstanbul,
Su Yayınevi, Anı.
(ŞY-1996) ADAM ŞİİR YILLIĞI, 1996, (haz. Mehmet Doğan)-1996, İstanbul,
Adam Yayınları, Şiir.
(ŞY-1997) ADAM ŞİİR YILLIĞI, 1997, (haz. Mehmet Doğan)-1997, İstanbul,
Adam Yayınları, Şiir.
(ŞY-1999) ADAM ŞİİR YILLIĞI, 1999, (haz. Mehmet Doğan)-1999, İstanbul,
Adam Yayınları, Şiir.
(ŞY-2000) ADAM ŞİİR YILLIĞI, 2000, (haz. Mehmet Doğan)-2000, İstanbul,
Adam Yayınları, Şiir.
(ŞY-2001) ADAM ŞİİR YILLIĞI, 2001, (haz. Mehmet Doğan)-2001, İstanbul,
Adam Yayınları, Şiir.
(TA-NB) Toktamış ATEŞ, 1995, Ne Oldu Bize, İstanbul, Çınar Yayınları,
Deneme.
(TB-KA) Tarık BUĞRA, 1995, Küçük Ağa, İstanbul, Ötüken Yayınları,
Roman.
(TDK-ÖÖ) Tarık DURSUN K., 1987, Ömrüm Ömrüm, Ankara, Bilgi Yayınevi,
Öykü.
xxvi
(TF-DS) Turgay FİŞEKÇİ, 1994, Dip Sevgi, İstanbul, Adam Yayınları, Şiir.
(TO-Dİ) Turan OFLAZOĞLU, 1967, Deli İbrahim, İstanbul, Kent Yayınları,
Tiyatro.
(TO-SS) Turan OFLAZOĞLU, 2001, Sokrates Savunuyor, İstanbul, İz
Yayınları, Tiyatro.
(TÖ-E) Tuncay ÖZKAN, 1994, Emeç Cinayeti, İstanbul, Ümit Yayıncılık,
İnceleme.
(TÖ-LEM) Tezer ÖZLÜ, 1995, Tezer Özlü’den Leyla Erbil’e Mektuplar,
İstanbul, YKY., Mektup.
(TÖ-ŞÇT) Turgut ÖZAKMAN, 2005, Şu Çılgın Türkler, İstanbul, Bilgi
Yayınevi, Roman.
(TÖ-TO1) Turgut ÖZAKMAN, 1999, Toplu Oyunları 1, İstanbul, Mitos Boyut
Yayınları, Tiyatro.
(TÖ-TO3) Turgut ÖZAKMAN, 1991, Toplu Oyunları 3, İstanbul, Mitos Boyut
Yayınları, Tiyatro .
(TT-İMSHB) Tarık Z. TUNAYA, 1959, İkinci Meşrutiyetin Siyasi Hayatına
Bakışlar, İstanbul, Baha Matbaası, Araştırma.
(TU-BŞ) Turgut UYAR, 2004, (Büyük Saat) Bütün Şiirleri, İstanbul, YKY.,
Şiir.
(TU-G) Tomris UYAR, 1989, Gündökümü, İstanbul, Can Yayınları, Günce.
(TY-AÖ) Tahsin YÜCEL, 1997, Aykırı Öyküler, İstanbul, Can Yayınları,
Öykü.
(TY-YGY) Tahsin YÜCEL, 1995, Yazın Gene Yazın, İstanbul, İmge Kitabevi,
Deneme/Eleştiri.
(UM-KKA) Uğur MUMCU, 1990, Kazım Karabekir Anlatıyor, İstanbul, Tekin
Yayınevi, Anı.
(UM-SP) Uğur MUMCU, 1993, Sakıncalı Piyade, İstanbul, Tekin Yayınevi,
Anı.
(ÜA-TÖ) Ülkü AYVAZ, 1993, Troya’yı Özlüyorum, İstanbul, YKY., Tiyatro.
(ÜD-KŞ) Ülkü TAMER, 1973, Varlık Şiirleri Antolojisi (1933-1977),
İstanbul, Varlık Yayınları, Şiir.
(ÜD-KŞ) Üstün DÖKMEN, 2004, Küçük Şeyler, İstanbul, Sistem Yayıncılık,
Deneme.
xxvii
(ÜK-BDG) Ümit KIVANÇ, 1998, Bekle Dedim Gölgeye, İstanbul, İletişim
Yayınları, Roman.
(VB-SvB) Vüs’at O BENER, 2003, Siyah Beyaz, İstanbul, YKY., Öykü.
(VG-GHO) Vedat GÜNYOL, 2001, Gün Ola Harman Ola, İstanbul, Türkiye İş
Bankası Yayınları, Deneme.
(VT-BÖKDYO) Vedat TÜRKALİ, 1998, Bu Ölü Kalkacak/Dallar Yeşil Olmalı,
İstanbul, Epsilon Yayınları, Tiyatro.
(YA-AA) Yusuf ATILGAN, 2003, Aylak Adam, İstanbul, YKY., Roman.
(YA-AO) Yusuf ATILGAN, 1973, Anayurt Oteli, İstanbul, Bilgi Yayınevi,
Roman.
(YE-HS) Yılmaz ERDOĞAN, 2004, Hüzünbaz Sevişmeler, İstanbul, Sel
Yayıncılık, Öykü.
(YKB-Aİ) Yahya Kemal BEYATLI, 1995, Aziz İstanbul, İstanbul, M.E.B
Yayınları, Şiir.
(YK-BE) Yaşar KEMAL, 1994, Binboğalar Efsanesi, İstanbul, YKY.,
Roman.
(YKB-KGK) Yahya KEMAL BEYATLI, 1999, Kendi Gök Kubbemiz, İstanbul,
Fetih Cemiyeti Yayınevi, Şiir.
(YKB-SEP) Yahya KEMAL BEYATLI, 1968, Siyasi ve Edebi Portreler,
İstanbul, Baha Matbaası, Deneme.
(YK-İM1) Yaşar KEMAL, 1994, İnce Memed-1, İstanbul, YKY., Roman.
(YKK-A) Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU, 1999, Ankara, İstanbul,
İletişim Yayınları, Roman.
(YKK-KK) Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU, 1999, Kiralık Konak,
İstanbul, İletişim Yayınları, Roman.
(YK-KSİ) Yaşar KEMAL, 2002, Karıncanın Su İçtiği, İstanbul, Adam
Yayınları, Roman.
(YKK-Y) Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU, 1997, Yaban, İstanbul,
İletişim Yayınları, Roman.
(YK-OD) Yaşar KEMAL, 1960, Orta Direk, İstanbul, Remzi Kitabevi.
Roman.
(YK-S) Yılmaz KARAKOYUNLU, 1993, Sokollu, Ankara, Kültür
Bakanlığı Yayınları, Tiyatro.
xxviii
(ZA-MAAİ) Zeynep ALİYE, 2001, Mavi Adam Attila İlhan ile Söyleşiler,
Ankara, Bilgi Yayınevi, Söyleşi.
(ZOS-GZ ) Ziya Osman SABA, 1974, Geçen Zaman/Nefes Almak, İstanbul,
Varlık Yayınları, Şiir.
Ç. DENET DERLEMDE YER ALAN ESERLER VE KISALTMALARI.
(AA-TO3) Adalet AĞAOĞLU, 2002, Toplu Oyunlar - 3, İstanbul, YKY.,
Tiyatro.
(AB-BYS) Aydın BOYSAN, 2005, Binbir Yaşam Sahnesi, İstanbul, Bilgi
Yayınevi, Mizah.
(AB-YÖBV) Ataol BEHRAMOĞLU, 2004, Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir
Şey Var, İstanbul, Adam Yayınları, Şiir.
(AHTBŞ) Ahmet Hamdi TANPINAR, 2000, Bütün Şiirleri, İstanbul, Dergâh
Yayınları, Şiir.
(AHT-H) Ahmet Hamdi TANPINAR, 2003, Huzur, İstanbul, YKY., Roman.
(Aİ-YK) Attila İLHAN, 1999, Yengecin Kıskacı, Ankara, Bilgi Yayınevi,
Roman.
(AMD-BŞ) Ahmet Muhip DRANAS, 2004, Bütün Şiirleri, İstanbul, YKY.,
Şiir.
(AN-AZDE) Aziz NESİN, 2005, Adamı Zorla Deli Ederler, İstanbul, Adam
Yayınları, Mizah.
(AS-YA) Abbas SAYAR, 2003, Yılkı Atı, İstanbul, Ötüken Yayınları, Öykü.
(AŞH-BM) Abdülhak Şinasi HİSAR, 1955, Boğaziçi Mehtapları, İstanbul,
Hilmi Kitabevi, Anı/İnceleme.
(BN-BŞ) Behçet NECATİGİL, 2000, Bütün Şiirleri, İstanbul, YKY., Şiir.
(BRE-DKD) Bedri Rahmi EYÜBĞOLU, 2005, Dol Karabakır Dol, İstanbul,
Mas Matbaası, Şiir.
(CS-ŞDÇ) Cemal SÜREYA, 1991, Şapkam Dolu Çiçekle, İstanbul, Can
Yayınları, Deneme.
(ÇA-BAG) Çetin ALTAN, 1998, Bir Avuç Gökyüzü, İstanbul, İnkilâp Kitabevi,
Roman.
(EB-BG) Erhan BENER, 2000, Baharla Gelen, İstanbul, Remzi Kitabevi,
Roman.
xxix
(FO-KSA) Fikret OTYAM, 2001, Karasevdam Anadolum, İstanbul, Günizi
Yayınları, Gezi/İnceleme.
(F-PY) Firuzan, 1993, Parasız Yatılı, İstanbul, Can Yayınları, Öykü.
(GY-D) GÜZEL YAZILAR, 2000, Denemeler, Ankara, TDK Yayınları,
Deneme.
(GY-GH) GÜZEL YAZILAR, 1997, Gezi Hatıra, Ankara, TDK Yayınları,
Gezi/Hatıra.
(GY-H1) GÜZEL YAZILAR, 1996, Hikâyeler 1, Ankara, TDK Yayınları,
Öykü.
(GY-KO) GÜZEL YAZILAR, 2000, Kısa Oyunlar, Ankara, TDK Yayınları,
Tiyatro.
(HT-ÖTÖ) Haldun TANER, 1983, Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil,
İstanbul, Cem Yayınları, Anı.
(HZU-MvS) Halit Ziya UŞAKLIGİL, 1971, Mai ve Siyah, İstanbul, İnkılâp ve
Aka Yayınevi, Roman.
(KHK-YAH) Kenan Hulusi KORAY, 2004, Yaz ve Aşk Hikâyeleri, İstanbul,
Doğan Kitapçılık, Öykü.
(KT-Gİ) Kemal TAHİR, 1999, Göl İnsanları, İstanbul, Adam yayınları,
Öykü.
(Mİ-DHB) Muzaffer İZGÜ, 1998, Deliye Her Gün Bayram, Ankara, Bilgi
Yayınevi, Mizah.
(MŞE-MA) Memduh Şevket ESENDAL, 1998, Mendil Altında, İstanbul, Bilgi
Yayınevi, Öykü.
(NA-KD/A) Nurullah ATAÇ, 1998, Karalama Defteri-Ararken, İstanbul, YKY.,
Deneme.
(NB-DÜF) Nihat BEHRAM, 2001, Darağacında Üç Fidan, İstanbul, Everest
Yayınları, Anı.
(NC-SY) Necati CUMALI, 2003, Susuz Yaz, İstanbul, Cumhuriyet Kitap
Kulübü, Roman.
(NH-KMD) Nazım HİKMET, 1987, Kuvayi Milliye Destanı, İstanbul, Cem
Yayınevi, Şiir.
(NN-DM) Nadir NADİ, 1994, Dostum Mozart, İstanbul, Çağdaş Yayınları,
Anı.
xxx
(OCK-Ç) Osman Cemal KAYGILI, 1972, Çingeneler, Ankara, Bilgi
Yayınevi, Roman.
(OK-AY) Orhan KEMAL, 2000, Avare Yıllar, İstanbul, Tekin Yayınları,
Roman.
(SA-K/S) Sabahattin ALİ, 1994, Kağnı-Ses, İstanbul, Cem Yayınları, Öykü.
(SB-BŞM) Salah BİRSEL, 1981, Boğaziçi Şıngır Mıngır, İstanbul, Türkiye İş
Bankası Yayınları, Anı.
(SD-K) Sulhi DÖLEK, 2003, Korugan, İstanbul, Dünya Kitapları, Roman.
(Sİ-DSG) Selim İLERİ, 2002, Dostlukların Son Günü, İstanbul, Doğan
Kitapçılık, Öykü.
(TB-KA) Tarık BUĞRA, 1995, Küçük Ağa, İstanbul, Ötüken Yayınları,
Roman.
(TÖ-TO3) Turgut ÖZAKMAN, 1991, Toplu Oyunları 3, İstanbul, Mitos Boyut
Yayınları, Tiyatro .
(YA-AO) Yusuf ATILGAN, 1973, Anayurt Oteli, İstanbul, Bilgi Yayınevi,
Roman.
(YKB-KGK) Yahya Kemal BEYATLI, 1999, Kendi Gök Kubbemiz, İstanbul,
Fetih Cemiyeti Yayınevi, Şiir.
(YKB-SEP) Yahya Kemal BEYATLI, 1968, Siyasi ve Edebi Portreler, İstanbul,
Baha Matbaası, Deneme.
(YK-KSİ) Yaşar KEMAL, 2002, Karıncanın Su İçtiği, İstanbul, Adam
Yayınları, Roman.
.
xxxi
ŞEKİLLER LİSTESİ
ŞEKİL 1. Arama arayüzü. 39
ŞEKİL 2. Sorgu-sonuç arayüzü. 40
ŞEKİL 3. Örnek tümceler (abecesel). 40
ŞEKİL 4. Madde başı, anlamı, tanıkları, fiil dökümü vb. 41
ŞEKİL 5. Ana derlemin istatistiksel dökümü. 47
ŞEKİL 6. Denet derlemin istatistiksel dökümü. 47
xxxii
TABLOLAR LİSTESİ
TABLO 1. Örnek madde başı (ağzı açık). 34
TABLO 2. Derlemin türlere göre dağılımı. 42
TABLO 3. Ana derlem ve denet derlem oransallığı. 47
TABLO 4. Denet derlem gerçellenmiş sıklık değerleri (6.5). 48
TABLO 5. Belirteçlerin derlemde rastlanma durumları. 498
TABLO 6. Belirteçlerin sıklık aralıkları ve dağılımı. 498
xxxiii
EK
1. TANIKLAR CD’Sİ (A-Z MADDE BAŞLARI)
1
BİRİNCİ BÖLÜM
GİRİŞ
Dil, doğası gereği türlü iletişim bağlamları içinde kullanılır. Bağlam (context) ise, dil
kullanımlarına koşut olarak çeşitlilik gösterir. Kimi araştırmacılara göre bağlam çeşitliliği,
insanın var olan ruh durumu sayısıncadır. Saussure’ün ortaya koyduğu dil göstergelerinin
çizgisel olma özelliği ve insan dilinin göstergeleri düzenlemedeki birleştirme ve seçme ilkeleri
(Kıran, 1996:102), dilsel üst yapıların kurulabilmesinde, bağlamı ortaya koyan yapı taşları
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Dil araştırmacıları anlambilimle ilgili çalışmalarında, öteden beri, anlamın birçok türü
üzerinde durmuştur. Hemen eklemeliyiz ki, var olan tanımlama, adlandırma ve ayrımlamalar
arasında bir koşutluk, bir eşlik olmadığı gibi, terim bolluğu ve kargaşasına da tanık oluruz.
Örneğin, göndergesel anlam (referential meaning) kavramı ‘at’, ‘kısrak’ gibi aynı nesneye
işaret ederken; bu sözcüklerin duygusal anlam (emotional meaning)’ları, ‘bağlam duyarlı’
olarak farklılaşır. Öte yandan, göndergesel anlam, genellikle somut sözcüklerde kolaylıkla
belirlenebilmekteyken, bu anlam türü, temel anlam ile koşutluk göstermektedir. Göndergesel
anlam, soyut sözcüklerde aynı koşutluğu göstermeyebilmekte, anlam türlerinin
sınıflandırılmasında güçlükler ortaya çıkabilmektedir. Göndergesel anlam, farklı
araştırmacılarca kavramsal anlam, temel anlam, sözlüksel anlam gibi adlandırmalarla da
ortaya konulmuştur. Sıralanan bu anlam türlerinin yanı sıra çağrısımsal anlam da kullanılan
adlandırmalardan birisidir. Diğer taraftan, betimleyici (descriptive), toplumsal (social),
anlatıcı (expressive) anlam türleri de anlam ayrımlamalarında karşımıza çıkan diğer
adlandırmalardır. Yine, anlamla ilgili geleneksel ayrımlamalar da (temel anlam, yan anlam, eş
anlam, karşıt anlam, deyim anlamı vb.) üzerinde durulması gereken anlam türleri olarak
karşımıza çıkar. Bugün, anlambilim çalışmaları ağırlıklı olarak yapısalcılık akımına bağlı bir
gelişim sergilemektedir. Bazı yapısalcılar, anlam konusunda yukarıdaki görüşleri benzer
yöntemlerle, sözcüklerin başka sözcüklerle ilişkilerine ağırlık vermekte, anlam yapılarının
çözümlenmesi ve dilin göstergebilim çerçevesinde, daha büyük bir boyutta, iletişim ilkeleri ve
koşulları açısından incelenmesiyle uğraşmaktadır (Aksan, 2000:169).
Anlambilim çalışmalarına, anlamı ayrımlama ve anlam kavramını içlemlendirme
boyutundan baktığımızda, bunlardan en belirgin ve konumuzun hareket noktasını oluşturan
2
ayrımın çağrışımsal anlam (associative meaning) başlığı altında değerlendirilen duygusal
(connotative), anlatımsal (stylistic) etkileyici (affective), yansıtıcı (reflective), eşdizimsel
(collocative), konusal (thematic) anlamlar olduğu görülür (Aksan, 2000:174).
Anlamın ön koşulu, iki sözcüğün birlikte kavranabilmesinde gereken ortak yanların ya
da bunların birbirinden ayırt edilebilmelerindeki başkalıkların varlığıdır. Bu da bir bağıntı
(relation)’nın gerekliliğini zorunlu olarak ortaya koyar (Aksan, 1999:164). Bunların yanı sıra,
dilde yer alan birimler, sahip oldukları anlam ve işlevlerle bildirişimin ortaya çıkmasında işe
yararlar. Anlam ve işlev, dil birimlerinden olan sözcük ve sözcük türleri arasındaki ilişkisel
özellikle belirginleşir. Bir sıfatın ad (sarı kalem), bir adın ad ile (kalem kutusu)
birlikteliğinden ortaya çıkan anlam ve işlevi, bir sıfatın ya da adın yalın kullanımda (sarı,
kalem, kutu) ortaya çıkaracağı anlam ve işlevden farklıdır. Bu noktada, sadece anlamlı ya da
görevli dil birimleri, dizimde, bildirişim temelinde anlamı salt anlamlılıkları ya da
görevlilikleriyle ortaya koymazlar. Bildirişimi, aynı dizgede birlikte kullanıldıkları diğer
sözlükbirimlerle sağlarlar. Bir dilde söz öbeklerinin varlığı, onların sözlükbirimleşmesiyle
sonuçlanıyorsa burada var olan söz öbeklerinin niteği önem kazanır. Sözlükbilimde böyle bir
seçilimin yapılabilmesi için, var olan söz öbeklerinin birlikteliklerinin, birlikteliği oluşturan
yapılardan farklı bir anlamlılık ve dağılım göstermesi temel ölçüt olarak kaşımıza
çıkmaktadır.
Dilde en çok bağlılık gösteren sözcük türleri belirteçler ile fiillerdir. Öyle ki, bu
birliktelik oldukça çeşitli yapısal ve anlamsal bir içeriğe sahiptir. Kılınış-görünüş, kip-
kipleme, zaman, vb. başta olmak üzere, yer, ölçü, nitelik, soru gibi yönlerden yapısal ve
anlamsal bağdaşıklıklar, en belirgin biçimde, bu dil birlikteliklerinin dildeki işletimiyle
karşımıza çıkar.
Bu anlamda, dil dizgesini oluşturan birimlerin birbirleriyle olan anlamsal ve dilbilgisel
ilişkiselliklerini birliktelik kullanımı (co-occurance) ve eşdizimlilik (collocation) kavramları
çerçevesinde değerlendirmek dil çalışmalarında bugün çeşitli yöntemlerle konu
edinilmektedir.
1.1. Amaç ve Önem
Dil araştırmaları, bilişim teknolojilerinin gelişimi sonucu, diğer tüm bilim dallarında
olduğu gibi, bambaşka bir yönde ilerlemektedir. Batıda on yıllar önce başlayan ‘Doğal Dil
İşleme’ (DDİ) çalışmaları, bugün, bir mühendislik alanına dönüşmüş bulunmaktadır. Her ne
kadar Türkiye’de bu amaçla yürütülen çalışmalar son on yılda hız kazansa da, ‘bilgisayar
3
destekli dil/dilbilim çalışmaları’ olarak da adlandırılan bu alanda, oldukça güvenilir ve hızlı
bir dijital (sayısal) ortamda, özellikle sözlükbilim ve sözdizim çalışmalarında, dilin
kullanımını belirlemek, ana dili ve yabancı dil öğretimine yönelik sıklığı yüksek yapıları ve
kullanımlarını ortaya çıkarmak, vb. amaçlarla derlem (corpus) oluşturmak ve bunu işlemek
başlıca çalışma konuları olarak karşımıza çıkmaktadır.2
Bir sözcük türü olarak TS’de, yer alan 2616 belirtecin fiillerle ilişkiselliğini derlem
tabanlı (corpus-based) bir uygulamayla ortaya koymaya çalışacağız. TS’de yer alan
belirteçlerin derlem denetimli bir dökümünü ortaya koymayı hedeflediğimiz bu çalışmamızda,
aynı zamanda TS’de madde başı olarak belirteç tanımlı sözlükbirimlerin anlam özelliklerine
de değineceğiz. Gerektiğinde belirteçlerin madde içi tanımlarına yeni tamınlar ekleyeceğiz.
Bunu yaparken elbette belirteçlerin derlemdeki anlam görünümlerini dikkate alacağız (bk.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM-İNCELEME [SÖZLÜK]).
Biz belirteç-fiil ilişkiselliklerini değerlendirirken onların bağdaşıklık ölçütleri
içerisinde gerçekleşen yapılar olarak dizgede bir arada bulunmalarını esas alacağız. Tezimizde
fiillerin yapı olarak içinde bulundukları basit, türemiş ve birleşiklik temelinde, olumlu ve
olumsuz biçimlerini göstermeye çalışacağız.
Bu anlamda, çalışmamızda fiilleri üç kategoride belirteçlerle ilişkiselliği açısından
değerlendireceğiz. Bunlardan birinci kategoriyi yalın fiiller ve türemiş fiiller; ikinci kategoriyi
yardımcı fiiller kurulan birleşik fiiller; üçüncü kategoriyi ise, genel olarlak birleşik fiil
yapıları olarak adlandırabileceğimiz kendine özgü çekimlenişleri olan fiil+fiil ya da
fiilimsi+fiil birlikteliklerinden oluşan fiilimsilerle kurulan kalıplaşmış çekimler ve kalıp
ifadeler oluşturacaktır.
Bu ayrım verilirken, fiillerle kurulan birleşik fiiller için, bunların sadece birinci fiili
(asıl fiil) söz konusu edilecektir. Bunun nedeni, belirteç-fiil birlikteliklerinde bu tip fiillerin
genellikle kök durumlarıyla bağlantı kuruluyor olmasıdır. Burada yeterlik, tezlik, sürerlik ve
yaklaşma fiillerinin ulandığı fiiller, asıl belirteç bağlantısını kurarken, daha çok, sözdizimsel
anlamla belirginleşen bir katkı sağlar. Ergin (1993:365)’in de dediği gibi, ‘yardımcı fiiller
anlamları ile değil, sadece yardımcı fiil fonksiyonu ile çekim unsuru olarak işlev görürler’.
2 Konuyla ilgili bk. Say, Bilge., Umut Özge., Kamel Oflazer (2002) “Bilgisayar Ortamında Derlem Geliştirme
Çalışması” Akademik Bilişim Konferansı, Konya. Ayrıca, YILDIRIM Faruk, B. T. Tahiroğlu (2006), “İnternette
Türkçe Kullanımı Sorunu”, Türkçenin Çağdaş Sorunları (Yayına Hazırlayan: Gürer GÜLSEVİN, Erdoğan
BOZ), s. 293-309. İstanbul, Divan Yayınları.
4
Diğer taraftan isimlerle kurulu birleşik fiillerde yardımcı fiil gerek-şart bir unsur olarak
karşımıza çıkmasıyla tezimizde ayrı bir fiil kategorisi olarak değerlendirilecektir.
Belirteç-fiil birlikteliklerini ortaya koyarken, fiillerin dizge içerisinde çekimlenmiş
durumda uğradıkları değişim, bu birlikteliklerin fiiller yönende ortaya konulmasında önemli
bir güçlük olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, birleşik fiiller (birleşik fiil yapıları),
belirtecin anlamını bütünlediği biçimiyle alınmaya çalışılacak ve gerekli açıklayıcılar ile
birliktelikler ( ) ve/ya { } içerisinde verilmeye çalışılacaktır. Örneğin,
acele: (ağzına) at-, (yerinden) kalk-…
acı acı: şikâyet et- (-den), (içini) çek-…
acımasızca: sahneden sil- {ortadan kaldırmak}, üstüne çizgi çek- {yok saymak}…
aç: (geceyi) geçir-, … vb.
Belirteçlerin fiillerle olan bu birlikteliklerini aşağıdaki sıralamaya göre konu
edindiğimizi söylemeliyiz:
→ yalın fiiller ve/ya türemiş fiiller. ║ birleşik fiiller (birleşik fiil yapıları). ║
kalıplaşmış birliktelikler (çekimli fiil yapıları, fiilimsi+fiil ve fiil+fiil çekimleri).
Bu çalışmayla, belirteçlerin fiillerle oluşturdukları kavram alanlarını belirlemeye
çalışacağız. Örneğin, acele yapılan eylemler, ağır ya da ağır ağır yapılan eylemler, ayaküstü
yapılan eylemler vb. Böylelikle, Türkçenin belirteç-fiil ya da fiil-belirteç ilişkisinde ortaya
çıkan kavram ağacı ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Türkçenin ana dili ve yabancı dil olarak öğretimi konusunda belirteç-fiil ilişkiselliği
temelinde Türkçenin var olan kullanım görünümünü ortaya koyacağımız bu çalışmamızla,
sıklık temelli olarak dizinlerde ve ayrıcı genel sıklık dizininde belirteçleri listeleyerek
göstereceğiz (bk. GENEL SIKLIK DİZİNİ).
Bu anlamda, kuramsal açıklamalar ve araştırmalar bölümünde, belirteç ve belirteç
kavramını sözlükbilim ile bağdaştırıp, fiil ve fiil kavramı ile belirteç-fiil ilişkiselliği üzerinde
duracağız. Ardından dilde birleştirme, seçme ve bağdaşıklık kavramını açıklayıp konumuz
olan birliktelik kullanımı ve eşdizimlilik kavramı ile derlem (corpus) ve derlem dilbilim
(corpus linguistics) kavramını bir arada irdeleyeceğiz.
1.2. Sınırlılıklar
Öncelikle söylemeliyiz ki, oluşturduğumuz bu derlem, amacımıza uygun olarak
biçimlendirilmiş bir derlem olma özelliği taşımaktadır. Derlemimiz, literatürde yer alan
anlamıyla, DDİ çalışmalarında olduğu gibi, birtakım araçlarla (yazılım, vb.) işaretlenmiş ve
5
ayrıştırılmış bir derlem olmaktan çok, sözdizimsel anlamda tümce olarak nitelendirilen
birimlerin işaretlendiği, listelenebilen bir yapıya sahiptir.
Bu amaçla, Türkiye Türkçesinin yazı diline ait, 306 edebi metnin
sayısallaştırılmasından oluşan 12.321.000 (+ -) sözcüklük bir derlem, bir veri tabanı sistemi
aracılığıyla (MYSQL) sorgulanabilir hâle getirildi. Bunun yanı sıra, sıklıkları fazla olan ya da
tür olarak dağılımsal özellik gösteren belirteçleri derlemde denetlemenin zorluğu nedeniyle,
306 eserlik ana derlemimizinden seçtiğimiz 44 eserlik bir denet derlem oluşturduk ve
sözkonusu bu belirteçlerin denetimini bu denet derlem üzerinden yaparak evren kümemiz olan
ana derleme oranladık.
Belirteçlerin dilde hem kalıcı hem de geçici sözcükbirimler olarak var olmaları, çeşitli
türetimlerle dizgede belirteç görevi yüklenebilen yapılar olarak karşımıza çıkmaları, bizi
sözlükbirimsel olarak belirlenmiş belirteçleri incelemeye yoluna götürdü. Bu anlamda kalıcı
olarak sözlükselleşmiş belirteçleri incelemeye aldık. Kaldı ki, dilde yeni sözcükleri tespit
etmek ve bunarı sözlükselleştirmek başka bir çalışmanın konusu olabilecek denli karmaşıktır.
Belirteç-fiil ilişkiselliğinde değinilmesi gereken diğer bir nokta dizgesel yakınlıktır.
Ancak tezimizde tümce temelli bir bakış açısının yanı sıra anlam gerektirdiğinde metin içi
ilişkileri de göz önünde bulundurmaya çalışacağız. Bağdaşıklıklar bir kenara bırakılıp tümce
merkezli bir anlayışla sadece tümceler değerlendirilmeye alınmışsa da bazı örneklerde
tümceler arası yakın başdaşıklıklar göz ardı edilmeyip değerlendirmede kullanılacaktır.
Örneğin, “Gece, erken ya da geç eve döndüğümde, eski bir koltuğum var benim, babamdan kalma,
ona da babasından kalmış, o koltuğa gömülür, vadinin karşısına, bu yakaya, bu ışığa bakardım
saatlerce. İki yıla yakın bir süre, aralıksız her gece. Ama hemen söyleyeyim, o Tanrı belâsı tipili
geceler başka tabiî, tipide burası görünmezdi.” (GY-KO) tümcesi aralıksız bak- anlamsal
birliktelik kullanımını ortaya koymak adına değerlendirmeye alınacak yapılardan olacaktır.
Belirteç-fiil ilişkiselleğini tümce temelli ve derlem tabanlı olarak inceleyeceğimiz
çalışmamızda, fiillerin dizimde kip-kipleme, zaman, kılınış-görünüş, durum ekli tamlayıcılar
vb. özellikleriyle yer aldıkları bir gerçektir. Ancak biz, söz konusu bu fiil özelliklerinin
tamamını burada konu edinmeyeceğiz. Bunun nedeni söz konusu ilişkiselliklerin ileri düzey
ilişkisellikler olmasıdır. Böyle bir çalışma için öncelikle yalın durumda fiil-belirteç
ilişkilerinin belirlenmiş olması gerekmektedir.
Öte yandan, halk ağzında kullanılan ve TS’de madde başı olarak belirteç tanımlı
birkaç sözlükbirim dışında (bıldır gibi) derlemimizde bu tip sözlükbirimlerin kullanımına
rastlamayacağımızı düşünüyoruz. Bunun nedeni, derlemimizi Türkçenin edebi yazı dilinden
seçmiş olmamızdır.
6
İKİNCİ BÖLÜM
KURAMSAL AÇIKLAMALAR VE ARAŞTIRMALAR
2.1. Belirteç ve Belirteç Kavramı
Aristo’nun ad (onoma) ve fiil (rhéma) ayrımından bu güne gelinceye kadar, geleneksel
dilbilgisi, dilde var olan sözcükleri anlam ve görevleri bakımından ayrıma tabi tutmuştur.
Günümüze kadar ise ad ve fiilin yanı sıra sıfat, belirteç, adıl, ilgeç, bağlaç, ünlem gibi sözcük
türü ayrımlaştırmaları kullanılagelmiştir. Bugün, dilbilgisi çalışmalarında yaygın bir
kabullenişle ad-fiil ya da ad-fiil-ilgeç gibi daraltılmış bir ayrımı benimseyen dilcilerin (Deny,
Ergin gibi.) varlığının yanında bu sözcük türü sınıflandırmasını genişleten dilciler (Kononov
gibi) de mevcuttur (Atabay, 2003:21,22).
Dilbilgisi ve dilbilim terimleri sözlüklerinde ve TS’de, “… bir fiilin, sıfatın, bir
ilgecin, bir bağlacın ya da kendi türünden başka birimin anlamını etkileyen, onu
kesinleştirerek ya da kısıtlayarak belirleyen birim” (Vardar, 1998:39) olarak tanımlanan
belirteçler için, aynı kavramı karşılayan zarf/belirteç ikili kullanımı bir tarafa bırakılırsa,
benzer açıklamalar yapıldığını görürüz.3
Belirteçler üzerine çeşitli sınıflandırma çalışmaları tüm diller için olduğu gibi
Türkçedeki belirteçler için de yapılmıştır. Türkçe için ortaya konulmuş dilbilgisi ve dilbilim
kaynaklarında, belirteçler ile ilgili olarak yapılan değerlendirme ve sınıflandırmalara
baktığımızda, belirteçlerin hem işlevleri hem de çeşitli türlere dağılımları açısından çok
karmaşık bir dilbilgisi ulamı oluşturduğuna tanık oluruz. Anlama dayalı sınıflandırmalarda
genellikle zaman, yer, ölçü, durum ve/ya da niteleme belirteçlerinin birbirinden ayırt
edilmesinin yanında, dizgede saptanan anlam sayısı kadar belirteç türünün belirlenebilmesi
açısından, onları sınıflandırmada karmaşıklığı artıran bir unsur olarak karşımıza çıktığına
tanık oluruz (Vardar,1998:39).
Belirteçlerle ilgili dilbilgisi kaynaklarında karşımıza sözcük türü olarak ve sözdizim
içerisinde yer almalarıyla şu görüşler çıkar:
3 Bk. Hatiboğlu (1978:22), Topaloğlu (1989:166), Koç (1992:44), Korkmaz (2003:250,251), Vardar (1998:158),
Hengirmen (1999:69).
7
Deny (1941:234-295)’den çeviriyle Türkçeye ‘katmaç’ olarak aktarılan belirteçler için,
isim ve sıfatlardan kesin bir şekilde ayrıştırılamayacağı, bütün sıfatların, bazı eşitlik eki almış
sıfatların ve bazı isimlerin (yönelme, çıkma ve bulunma durum eklerini alarak) belirteç olarak
kullanılabildikleri ifade edilmiştir. Deny belirteçleri, asıl olma ve diğer türlerden çeşitli yapı
değişiklikleriyle dönüşerek oluşma durumuna göre ele almış, onları, asıl, mekân, zaman, tavır
ve miktar belirteçleri olarak sınıflandırmıştır. Deny, zaman belirteçlerini açıklarken asıl
zaman belirteçleri ve zaman belirteci işini görebilen sözcük ve ifadeler olarak ayrımlamış, bu
tutumu diğer tüm belirteç türleri için genelleştirmiştir. Buradan anlaşılan sözcük türü olarak
belirteçlerin kaynağını diğer sözcük türlerinin oluşturduğudur. Deny, ayrıca birçok belirtecin
ilgeç olarak kullanılabildiğini vurgulamıştır (1941:560). Öte yandan Deny, sözdizimsel işlev
olarak belirteçlere değinmezken, özellikle asıl belirteçlerin kullanımlarına ayrı ayrı örnekler
vererek konuyu incelemiştir.
Kononov (1956:361-412), belirteçlerin kaynağı olarak isimleri, sıfatları zamirleri,
bağlaçları ve fiilleri göstermiş, bunun yanında özel eklerle de belirteçlerin türetilebildiklerine
değinmiştir. Belirteçleri, “bir hareketin, niteliğin veya nesnenin emaresini bildiren değişmez
söz bölüğü” şeklinde tanımlamış, bu sözcük türünü yapı ve anlam olarak sınıflandırmıştır.
Kononov, belirteçleşme kavramından bahsederek, diğer sözcük türlerinin belirteç olmalarının
çok görülen bir durum olduğunu, sözcük türü olarak belirteçlerin sayılarının çok olmadığını
belirtmiştir. Kononov, belirteçleri sınıflandırırken, onların sözlükbirimsel olma özelliğinin
yanında, sözdizimsel ilişkiler göz önüne alınarak belirteçleşme özelliği gösteren yapılarla da
dizimde yer aldığını ifade etmiştir. Kononov’un bugün kabul görmeyen bir ayrımla mekân
belirteçlerine değindiği görülür.
Ergin (1993:374-378), belirteçlerle ilgili yaptığı değerlendirmede, bilinen belirteç
tanımının ardından, onların çekimsiz unsurlar olduğunu belirterek, eşitlik, instrumental ve yön
ekleriyle kullanıma çıktığı üzerinde durmuş, belirteçlerin sıfatlar ve kendilerinden olan
sözcüklerin anlamlarına katkıda bulunmaktan çok, asıl işlevlerini fiiller üzerinden
gerçekleştirdiğini vurgulamıştır. Belirteçlerin fiillere doğrudan doğruya çekimsiz olarak
bağlanan sözcükler olduğunu belirten Engin, belirteçlerin dil dizgesinde bağımlı unsurlar
olarak işletime katıldıklarını, bu nedenle de, bağlı oldukları diğer dil birimlerinden önce
geldiklerini ifade etmiştir. Öte yandan Ergin, belirteçleri; yer, zaman, nasıllık-nicelik ve azlık-
çokluk belirteçleri olarak dört başlık altında irdelemiştir.
Ergin (1993:692), cümle unsurları arasında saydığı ve sözdizimsel işlevine kısaca
değindiği belirteç için, fiilin çeşitli şartlarını ve zamanını gösteren unsur olduğuna değinmiş,
bunların isim cinsinden bir sözcük veya sözcük grubu, bir belirteç veya belirteç grubu ya da
8
ilgeç grubundan oluşarak sözdizimsel anlamda belirteç işlevini üstlendiğini aktarmıştır.
Anlam özellikleri olarak ise, söz konusu belirteçlerin birlikte kullanıldığı fiilin anlamına
uygun olarak, onları şekil, sebep, tarz, vasıta, yön, eşitlik, benzerlik, sebep, miktar, müddet,
derece, hal, durum, bağlılık, hedef, bedel, âlet, karşılaştırma, zaman, vb. ifadelerle
tamamladığının üzerinde durmuştur.
Banguoğlu (2000:371-385), belirteç başlığı altında benzer açıklamaların ardından,
belirteçleri çeşit olarak; gerçekleşme, miktar, nitelik, yer-yön, zaman, tarz belirteçleri şeklinde
sınıflandırarak onları karşılaştırma, berkitme, küçültme işlevleriyle değerlendirir. Yine
Banguoğlu, belirteçleri yapıları bakımından; kök olan belirteçler, başka sözcük sınıflarından
belirteçler, isimden üreme belirteçler (adlardan gelenler, sıfatlardan gelenler, zamirsi
belirteçler), fiilden üreme belirteçler ve birleşik belirteçler (ad takımı, sıfat takımı, belirteç
öbeği vb.) olarak değerlendirir. Banguoğlu, diğer dilcilerden farklı olarak özellikle belirteç
öbekleri kavramı özerinde durmuştur. Örneğin, yukarı çıkmak gibi. Bu tespit, bizim de
konumuz olan birliktelik kullanımı ve eşdizimlilik açısından, bugünden bakıldığında, önemli
bir tespit olarak görünmektedir. Öte yandan, Banguoğlu, ağırlıklı olarak pek az, hemen şimdi
gibi diğer birlikteliklerin de üzerinde durmuştur.
Banguoğlu (2001:530-531), zarflama4 başlığı altında sözdizimsel anlamda, cümlede
yüklemin içinde geçtiği hâl ve şartları belirten, basit, birleşik ve türemiş belirteçler ile sıfatlar,
vb. söz öbeklerinden olaşan, dizimde belirteç niteliğiyle yer alan yapılardan bahseder. Bu
yapıların yüklem durumunda bulunan ögeyi zaman, yön, tarz, miktar, vb. yönlerden
tamamladığını belirterek bunları örneklendirir.
Gencan (2001:442-472), belirteçlere eserinde oldukça geniş bir yer vermiştir.
Belirteçleri, anlamları ve yapıları bakımında ayrıntılı olarak inceleyen Gencan, anlamları
bakımından zaman, yer-yön, durum, azlık-çokluk, soru belirteçleri olarak sınıflandırmış; yapı
bakımında ise, yalınç (dün, yarın, vb.), türemiş (ansızın, öğleyin, vb.), bileşik (bugün, biraz,
vb.), öbekleşmiş (hemen şimdi, -e kadar, vb.), deyim biçiminde belirteçler (sabaha karşı,
akşama değin, ikide bir, arada bir, vb.) ayrımını yapmıştır. Gencan, belirteçleri
değerlendirirken, onları anlamları bakımından sınıflandırmanın yanında, aynı zamanda,
yapıları bakımından da aynı başlık altında değerlendirmiştir.
4 “zarflama” kavramı için, bk. belirteçleşme (adverbialisation): Belirtece dönüşme (Vardar,1998:39,40) ve
Hengirmen (1999:62), aynı kavram için ‘belirteçleştirme’ terimini kullanmışlardır. Diğer dilbilgisi ve dilbilim
terimleri sözlüklerimizde bu terime rastlamayız.
9
Gencan (2000:134), sözdizimsel işlev açısından yüklemi berkiten sözcükleri belirteç
tümleci olarak kısaca değerlendirmiştir. Belirteçlerle ilgili yargılarını ayrıntılı olarak ayrı
başlıklar altında sıralayan Gencan, belirteç tümleci ile ilgili olarak fazlaca ayrıntıya
girmemiştir.
Ediskun (1996:273-282), da belirteçlerle ilgili benzer açıklamalar yapmış ve
belirteçleri anlamlarına göre, zaman, yer yön, durum, nicelik, soru belirteçleri sınıflamasına
tabi tutmuş, her bir adlandırma altında aynı zamanda yapılarına da ayrıntılı olarak değinmiştir.
Ediskun yapı bakımından belirteçleri, kök, türemiş, öbekleşmiş ve deyimleşmiş belirteçler
olarak değerlendirmiştir. Ediskun, deyimleşmiş belirteçler başlığı altında yaptığı
örneklendirmelerde, Banguoğlu (2000) gibi, adını koymadan, belirteçlerin fiillerle olan
birliktelik kullanımı ve eşdizimliliğine örnek olabilecek nitelikte arada bir (git-), ikide bir
(konuş-), bir koşu (git-), bel bel (bak-), bir başına (savaş-) vb. kullanımları sıralamıştır.
Ayrıca, bu kullanımlar için bazı dilcilerin birleşik belirteç adlandırmasını yaptığını
vurgulamıştır.
Ediskun (1996:360-362), sözdizimsel olarak belirteç tümleçlerini değerlendirmiş,
konuyla bilinen yargıları dile getirmiştir.
Bilgegil (1984:216-219) belirteçlerle ilgili genel bir değerlendirmenin ardından
belirteçleri anlam (yer, zaman, hâl, miktar, sıra, ikrar/tasdik/tanıklık, soru, inkâr, işaret,
belgisiz.) ve yapı (asıl belirteçler, belirteç olarak kullanılan başka cinsten sözcükler, türetilmiş
belirteçler) bakımından sınıflandırmıştır. Ayrıca Bilgegil, belirteçleri anlam dereceleri
açısından; adi belirteçler, üstünlük ifade eden belirteçler ve pekiştirmeli belirteçler şeklinde
ayrı bir başlık altında değerlendirmiştir.
Bilgegil (1984:43-50), belirteçleri sözdizimsel olarak da ele almış, bilinen belirteç-
yüklem ilişkilerinin ortaya çıkardığı anlam özelliklerine tasdik, inkâr, vasıta, üstlük, zorakilik,
ve uyuşmazlık ifadelerini de eklemiş, yapı olarak yalın, türemiş, birleşik, sözcük grubu
biçimde olup olmamalarına göre de ayrı başlıklar altında değerlendirmiştir.
Bozkurt (2000:52-54), benzer açıklamalardan farklı olarak belirteçlerin, her şeyden
önce, fiillerin anlamını etkilediğini belirttikten sonra diğer sözcük türlerine olan etkisinden
bahseder. Diğer taraftan, belirteçlerin sıfatlarla ortak özelliklerine değinen Bozkurt,
belirteçlerin de sıfatlar gibi ek almayan yapılar olduğunu ve ek aldıklarında ise belirteç ya da
ön ad olma özelliğini kaybettikleri üzerinde durur. Bozkurt, belirteçleri; zaman, yer-yön, ölçü,
niteleme-durum, gösterme, soru belirteçleri şeklinde sınıflandırmıştır.
10
Bozkurt (2000:175-178), belirteç görevli sözcüklerin yüklemi belirttiklerinde belirteç
tümleci olduklarına ve yüklemi bilinen özelliklerle tamladığına değinmiş, belirteç öbeklerini
yapılarına ve anlamsal özelliklerine göre gruplandırmıştır.
Koç (1990:147-164), belirteçleri sözcük grubu içerisinde değerlendirirken diğer
dilcilerle benzer tanımlama ve sınıflandırmaları ortaya koyar. Koç bu değerlendirmede ad ya
da sıfat olan bir sözcüğün belirteç olarak kullanılabileceğini, yine bir belirtecin adı geçen
sözcüklerin üstlendiği görevi üstlenebileceğini, ancak burada belirleyici olanın söz konusu
sözcüğün fiili etkileyip etkilememesi olduğunu ifade ederek sözdizimsel işlev olarak da
belirteçlerin işlevlerine bir göndermede bulunmuştur. Öte yandan Koç, belirteçlerin yapı
özellikleri bakımından yalın (yarın, vb.), birleşik (bir/az, vb.), öbekleşmiş (biraz sonra, vb.) ve
türemiş (ilk-in, vb.) olmak üzere dört görünüm sergilediğini belirtir. Yine Koç, tümce
biçiminde (İşim bitti bitecek, telefon çaldı.) belirteç kullanımından da eserinde bahsetmiştir.
Öte yandan, sözdizimsel olarak belirteçlerin bilinen işlevlerini yanı sıra Koç
(1990:335-357), belirteç öbeği adı altında belirteç tümleçlerine de değinmiştir.
Korkmaz (2003:451-524) ise, belirteçlerle ilgili olarak belirteçlerin sıfat, belirteç ve
fiilimsilerden önce gelerek onları anlam olarak etkilediğini ancak asıl kullanımlarının fiillerle
ortaya çıktığını ifade etmiştir. Öte yandan, Türkçede genel olarak aslında belirteç olan
sözcüklerin az sayıda olduğu, bunların ad, sıfat, zamir vb. öteki sözcüklerden bulaşarak ortaya
çıktığını belirtmiştir. Temelde ad olan belirteçlerin bu niteliği kazanmasında o sözcüğün
kullanımda yüklendiği görevin önemli olduğunu söyleyen Korkmaz, bu sözcüklerin zaman,
yer, yön ile durum, azlık-çokluk, pekiştirme, sorma gibi nitelikler taşımasıyla belirteç
olabileceği üzerinde durmuştur.
Korkmaz (2003:145-147), değerlendirmesinde öncelikle belirteçlerin kökenleri
üzerinde durmuş, ardından ise yapı ve işlevleri bakımından belirteçleri değerlendirmiştir.
Korkmaz’ın bu değerlendirmesi, belirteçlerle ilgili yapılan tüm sınıflandırmaların geniş bir
özeti gibidir. Öte yandan, özellikle de TS’de madde başı olarak değerlendirilen belirteç
kullanımlarını örneklendirirken, baştan anlat-, candan kutla-, boyuna yaz- vb. birliktelik ve
eşdizimliliğin izleri sezilir.
Korkmaz, eserinde sadece Türkçenin şekilbilgisi üzerinde durmuş Türkçenin
sözdizimini eserinde konu edinmemiştir. Dolayısıyla aynı tutum belirteçlerin sözdizimsel
özellikleri içinde geçerlidir.
Belirteçler, Türkçenin sözdizimiyle ilgili ortaya konulan eserlerde benzer bir biçimde
ele alınmış, belirteçlerin ve belirteç tümleçlerinin sözdizimsel işlevleri üzerine benzer yargılar
11
dile getirilmiştir.5 Konumuzla ilgili en genel yargı, belirteç tümleçlerinin yön, zaman, tarz,
sebep, miktar, vasıta, şart, vb. yönlerden yüklemi tamamlayan yapılar olduğudur. Bu var
oluşta belirteç tümleçlerinin yalın, birleşik, türemiş ya da kalıplaşmış ifadeler olup olmaması
onların işlevleriyle ilgili bir ayrım ortaya koymamaktadır.6
Tüm bu dilbilgisi kaynaklarında yapılan değerlendirmelere ek olarak Atabay ve
arkadaşlarının (1983) “Sözcük Türleri” adlı derleme niteliğinde hazırladıkları eserde,
‘belirteçler’ başlığı altında, konuyla ilgili yapılan en genelleyici sınıflandırmaya rastlarız.
Belirteçlerin görev ve işlevleri ile biçim özellikleri göz önünde bulundurularak yapılan bu
sınıflandırmada, görev ve işlev bakımından belirteçler; zaman, yer-yön, ölçü, niteleme ve
durum, gösterme ve de soru belirteçleri olarak bir grup oluştururken; biçim özellikleri
bakımından; yalın, türemiş, bileşik ve öbekleşmiş belirteçler olarak karşımıza çıkarlar.
Belirteçlerle ilgili monografik çalışmaların sayısı yok denecek kadar azdır. Belirteçler,
daha çok dilbilgisi ve dilbilim kitaplarında ayrı birer bölüm olarak ele alınmıştır. Belirteçlerle
ilgili yapılan monografik çalışmalar, genellikle, belirteç tümleçleri gibi sözdizimsel
birliktelikleri içermektedir. Konuyla ilgili Ömer Karpuz (2001)’un “Türkçede Zarflar” adlı
çalışması bu konuda yapılmış tek monografik çalışma olarak karşımıza çıkmaktadır. Karpuz
eserinde belirteçleri yapıları ve işlevleri bakımından incelemiştir. Karpuz’un
sözlükbirimselleşmemiş belirteçleri de değerlendirmeye tabi tutmuş olması dikkat çekicidir.
Belirteçlerle ilgili ortaya konulan tüm bu tespitlerde dikkat çeken çarpıcı noktalardan
biri, tezimizin konusu olan “belirteçlerin fiillerle birliktelik kullanımı ve eşdizimliliği” ne dair
ipuçlarının seziliyor olmasıdır. Özellikle örneklendirmelerde yer alan: yukarı çık-, baştan
anlat-, candan kutla-, boyuna yaz-, arada bir git-, ikide bir konuş-, bir koşu git-, bel bel bak-,
bir başına savaş- vb. ifadeler, adı konmamış bir kullanıma işaret etmektedir. Bu anlamda,
kavramsal olarak ortaya çıkan dilbilgisel açılımın, öbekleşmiş yapılardan birliktelik kullanımı
ve eşdizimliliğe doğru bir seyir izlediği görülür.
5 Sözdizimsel işlev açısından belirteçlere bakıldığında karşımıza üç ayrı durum çıkar. Bunlardan birincisi her
durumda belirteç olarak kullanılan sözlükbirimler (zarf), ikincisi dizimde belirteç görevi üstlenen belirtecimsiler
(zarflık), üçüncüsü ise sözcük ya da sözcük gruplarından çeşitli yapı özellikleriyle oluşarak dizimde yer alan
belirteçliklerdir (zarflık). Konuyla ilgili olarak bk. ÖZMEN, Mehmet (1999), “Eksik Olan Dil Bilgisi
Terimlerimiz Üzerine”, Doğu Akdeniz Üniversitesi, Uluslararası Sözlükbilim Sempozyumu Bildirileri, 20-23
Mayıs 1999, Gazimagosa, s. 111-125. 6 Belirteç tümleçleriyle ilgili bk. Karahan (1999:57-59), Şimşek (1987:135-161), Dizdaroğlu (1976:119-152),
Kükey (1975:38-40), Atabay ve arkadaşları (1981:61-64).
12
Belirteçlerle ilgili olarak karşımıza çıkan diğer bir ortak değerlendirme ise,
belirteçlerin kaynağı ile ilgilidir. Bugün dilcilerin kabul ettikleri genel yargı, “Türkçede
belirteçlerin addan ve sıfattan kesin olarak ayrılamaz” (Atabay ve diğerleri, 2003:83)
olmasıdır. Öte yandan, bu durum sözdizimi söz konusu olduğunda pek de geçerli değildir.
Tezimizde incelediğimiz belirteç tanımlı sözlükbirimlerin TS’de durağan biçimbirimler olarak
yer alması, oldukça devingen olan ve ayrımları sözdizimsel ilişkilerle ortaya çıkan belirteç-fiil
ilişkiselliğini ortaya koymada bilinçli bir tercihtir.
Diğer taraftan belirteçlerle ilgili olarak yapılan değerlendirmelerde bir sözcüğün
belirteç olabilmesindeki gerek-şartların sıralandığına, ancak sözlükbilimsel nedenliliklerin
üzerinde durulmadığına tanık oluruz.
Genel anlamda sözlükbilim (lexicology), “ …dilin sözvarlığını, yani sözcüklerini,
türetmede görevli biçimbirimlerini, bileşik sözcük, deyim, atasözü, kalıplaşmış söz gibi
ögelerini incelemeye yönelen, bu ögelerin [kullanım ve] kökenlerini saptamaya çalışan bir
dilbilim dalıdır” (Aksan,2000,14). Sözlükbilim için ortaya konulan bu tanımı sözlükbilimin
dildeki söz varlığına bakış açısına göre genişletmek ya da daraltmak olasıdır. Ancak temelde
dilin söz varlığıyla ilgilenen sözlükbilim, bugün söz varlığını çeşitli açılardan sınıflandırıp
onları değerlendirerek sözlükselleştirebilmektedir. Örneğin, eşanlamlı sözcükler sözlüğü,
karşıt anlamlı sözcükler sözülüğü, herhangi bir alanla ilgili terim sözlükleri, argo sözlüğü,
atasözleri ve/ya deyimler atasözleri sözlüğü… sözlükbilimin dildeki sözcükleri
sözlükselleştirmede indirgeyici bakış açısıyla ortaya çıkmış sözlükbilim alanlarıdır.
Tüm dillerde, bir dil biriminin sözlükbirim (lexeme) olarak değerlendirilmesinde ortak
birtakım ölçütler söz konusudur. Bu açıdan Türkçe her ne kadar kendine özgü farklı
görünümler sergilese de, türetim eklerinin sözlükbirim (lexeme), çekim eklerinin ise yalnızca
sözcük (word) ürettiği görülür. Burada sözlükbirim (lexeme) kavramı farklı anlam yüklenmiş
bir biçim olarak karşımıza çıkar. Örneğin, okul, okulsuz, okullu biçimleri birer sözlükbirim,
okulda, okula, okulu biçimleri anlamsal olarak değil, yalnızca sözdizimsel işlev bakımından
var olduğu için sözcük (word) olarak değer bulur.” (Büyükkantarcıloğlu, 2000:92). Ancak bu
değerlendirmenin içerisine bazı belirteçleri sokamayız. Burada var olan durum, bir
sözlükbirimin başka birtakım ilişkilerle tür değiştirmesidir. Belirteçlerin sözdizimi içerisinde
bazı özel türetme biçimbirimleri ve ilgeçli yapılarlarla birlikte belirteç özelliği kazandıkları
görülür. Ayrıca söz konusu bu özel biçimbirimler ve ilgeçli yapıların ulandığı biçimbirimler,
sözdizimsel olarak belirteç işlevi üstlenmiş olsalar da, sözlükselleşmeye uğramadıkları,
sözlükbirim olarak sözlüklerde yer almadıkları görülür. Bunun en tipik örneğini dilbilgisinde
‘ikilemeler’ olarak adlandırılan söz öbeklerinden birçoğunun dizgede belirteç olsalar bile
13
sözlüklerde sözlükbirim olarak yer almamaları oluşturur. Bu noktada, bir belirtecin
sözlükbirim olarak sözlüklerde yer alma koşullarının ne olduğu üzerinde düşünmek gerekir.
Bunun nedeni, her ne kadar ikilemeler olarak adlandırılan birlikteliklerin geçici sözcük grubu
olmaları olsa da, ikilemelerin bir kısmının çeşitli anlam özellikleriyle belirteç tanımlı
sözlükbirimler olarak sözlükselleştirilmeleri sıklığa dayalı derlem denetimli bir çalışmayı
gerekli kılar.
Bir sözcüğün sözlüklerde yer alabilmesi için, sözlükselleşme özelliği taşıması gerekir.
Sözcükleri hiçbir ayrıntılı ayrıştırmaya uğratmadan, basılı bir biçimde birbiri ardınca yalnızca
sıralamak, bir sözlüğü hazırlamada yeterli değildir. Bir sözlük hazırlanırken ölçünleşmiş bir
takım yöntemler kullanılır. Bu yöntemlerin başında ise, dilin karakteristik ve tipik kullanım
ortamlarından derlenmiş, temsil niteliği olan yazılı ve sözlü derleme dayanma zorunluluğu
gelir. Tam tersi durumda ‘sözlük’ olarak ortaya konulan yapıt ansiklopedik bir başvuru
kaynağı olmaktan öteye geçme şansına sahip değildir. (Uzun, 2006:90). Bunun yanı sıra,
sözlükselleşmede diğer bir ölçüt ‘anlamlı oluş’un yanında sözcüğün sıklığıdır. Bir
sözlükbirim sözlükselleşirken sözcüğün yukarıda sıralanan ölçütlerden yalnızca birini
gerçekleştirmesi de yeterli değildir. Söz konusu ölçütler, sözcüğün bir sözlükbirim girdisi
olarak sözlüğe girmesinde ayrı ayrı işler ve bir bütünlük oluşturur. Belirteçler, bir sözcük türü
olarak ve taşıdıkları anlam bakımından durağan değil değişken sözcükbirimlerdir. Genel
olarak belirteçlere bakıldığında, onların kaynak sözcük türü olarak anlamlı ve de dizimde
yüklendikleri işlevler bakımından görevli sözcükler oldukları belirgin bir özelliktir.
Geleneksel anlayışla, hem anlam ve görevi aynı anda üstlenen sözcüklerden olmaları, türetim
özellikleri ve dizimsel nedenlerle tür değişimlerine açık yapılar olarak dilde var olmaları,
onların sözlükselleşmelerinde ya da sözlükselleşememelerinde en önemli çekince olarak
görülebilir. Benzer özellikleri dizimde yer alan diğer ögelerde de gözlemleyebiliriz. Ancak,
bunun da ötesinde, belirteçler, bu her iki var oluşu fiiller üzerinden belirgin bir biçimde
sergiler nitelikleriyle kullanım düzlemine çıkan yapıları oluştururlar.
Türkçede, TS’de, geleneksel dilbilgisi sınıflandırmasına göre sekiz sözcük türü
arasında sayılan belirteçlerden sözlükbirimselleşmiş yaklaşık 2616 madde başı sözlükbirimle
karşılaşırız.
Bir sözcük türü olarak kaynağını adlardan ve sıfatlardan alan belirteçler, bu anlamda
asli değil ikincil unsurlar olarak değerlendirilmektedir. Örneğin, Grönbech (2000:30,31)’e
göre belirteçler, tarihi süreç göz önüne alındığında, Türkçede, sürekli devingen bir yapıda
şekillenen ikincil bir unsur olarak ilgeçlerle birlikte ayrı bir kategori oluşturur.
14
Dil araştırmacılarının ilk sözcük türü sınıflandırmalarının temelinde belirteçlerin
kaynağı olarak sıfatlar gösterilir. Belirteçlerle ilgili olarak genel bir çerçeve çizecek olursak,
sıfatların adları nitelemesi gibi belirteçlerin de fiilleri nitelediğini söyleyebiliriz. Bu noktada
sıfatlarla belirteçler arasında işlevsel bir paralellik vardır. Birçok dilde bu durum benzer bir
görünüm olarak karşımıza çıkar. Bu anlamda, bir belirtecin fiil dışındaki yapıları
tamlamasının ikincil bir işlev olarak ortaya çıktığı düşünülür (Lyons, 1983:292,293). Yine
söylemek gerekir ki, belirteçler dilde sözdizim içerisinde değişik düzeylerde (tümcecik, söz
öbeği, sözcük) ortaya çıkarlar: saat dokuz olur olmaz tümceciği, bu sabah söz öbeği ve dün
sözcüğü bu düzeylere örnek olarak verilebilir (Lyons, 1983:309).
Burada sözlükbilimin temel ölçütleri açısından sözcük türleri arasında geçiş/değişim
özellikleri üzerinde durmak gerekir. Bir dil biriminin sözlükbirim olabilmesi, yani
sözlükselleşmesi için, türetim (derivation) ve çekim (inflection) ilişkileri belirleyici rol
oynamaktadır. Biçimbilimin alt çalışma alanlarından olan “…çekimsel biçimbilim
(inflectional morphology), sözdizimsel kurallarla bağlantılı olarak sözcüğe eklenen eklerin
türetimsel biçimbilim (derivational morphology) ise köke yeni anlam yükleyen eklerin
özelliklerini inceler. Çekim eklerinin köke ya da tabana nasıl ve hangi sesbilimsel kurallara
göre ekleneceğini belirleyen kurallar, sözdizim kurallarıdır.” (Büyükkantarcloğlu, 2000:90-
91).
Bir sözlükbirimin, türetim (derivation) yoluyla ortaya çıkması sürecinde yeniden
anlamlanmasının yanı sıra, sözcüğün tür olarak değişkenliği, yani bir sözcük türünden
diğerine geçişi, o sözcüğün en az sözdizimsel işlevler taşıması kadar önemlidir. Genelde tüm
dillerde özelde de Türkçede, bir sözlükbirimin sözlükte aynı madde başında birbiriyle
değişebilirliğe sahip olması, onun sözdizimsel işlevlerini yerine getirirken üstlendiği bir
özelliktir. Sözcükbirimler arasında var olan bu değişebilirliğin özellikle de sıfat ve belirteçler
ile adlar ile sıfatlar arasında gerçekleştiği gözlemlenir. Bu sözcük türlerinin aralarında tür
değiştirebilme özelliği, diğer nedenler bir yana bırakılırsa, özellikle anlamlı birer dil birimi
olmalarıyla doğrudan ilgilidir. Öte yandan çekim (inflection) yoluyla ortaya çıkan dil
birimlerinin sözlükbirimler olarak sözlüklerde yer almamaları bu sürecin doğal bir sonucudur.
Çekime uğramış dil birimleri, bu süreçte doğrudan sözdizimsel işlevleri yerine getiren bir
özellikle var olur. Özetle söylemek gerekirse, bir dil biriminin sözlükbirim olarak değer
kazanabilmesi, yalnızca sözdizimsel bir işlevi yerine getirmesiyle değil anlam ve/ya türünde
de bir değişim olmasıyla gerçekleşir. Bu anlamda sözdizimsellik sözlükselleşmede yeter-şart
değil gerek-şart bir özellik olarak karşımıza çıkar.
15
Sözcükler arası tür geçişimi açısından yalın sıfatlar ile belirteçlerin diğer dil
birimleriyle ilişkisine baktığımızda, yalın bir sıfatın belirteç olabileceği; ancak yalın bir
belirtecin sıfat olarak dizimde yer alamayacağı görülür. Bu anlamda, sözlükbilimsel açıdan
sıfat-belirteç, belirteç-sıfat arasında tür geçişiminin tek yönlü olarak gerçekleştiği gözlemlenir
(Bilgegil, 1984:216).
Sözcük türü değişimiyle sözlükselleşen belirteçlerin fiillerle doğrudan anlamsal
bağlantı kurmaktan çok sözcenin tamamıyla ya da bir kısmıyla, sözcük ya da sözcük
gruplarıyla, bağdaşık bir yapı sergilediği görülür. Doğrudan fiille bağdaşık olmayan bu
belirteçler genellikle ilgeç ya da bağlaç kökenlidirler. Öte yandan, bağdaşık bir yapıyla
sözcük grubu içerisinde yer almaları ve tek başlarına kullanılamamaları “ancak”, “ayriyeten”,
“diye”, “diye diye”, “dolayı”, “elbette”, “kadar”, “gibi” vb. sözlükbirimler fiillerle değil
kendileriyle söz düzlemine çıkan diğer yapılarla bağdaşık kılar. Örneğin “dolayı” belirteci,
tamlayansız bir biçimde söz düzlemine çıkamamakta; “kadar” ve “gibi” benzeri belirteçler de
yine söz öbeği oluşturarak ancak belirteç olabilmektedir. Burada hem açıklayıcı-bağlayıcı
olma özelliği hem de kaynak sözcükbirimin türü söz konusu belirteçlerin doğrudan fiillerle
bağdaşık yapı kurmalarını engellemektedir. Bu noktada belirtmeliyiz ki, birliktelik
kullanımları ve eşdizimlilik açısından söz konusu özellikleri sergileyen belirteçlere
bakıldığında, bu tip belirteçlerin açıklayıcı-bağlayıcı belirteçler olabilecek ayrı bir grup
oluşturduğu görülür. Bunları, bağdaşık belirteç olarak nitelendirmek yerinde bir adlandırma
olacaktır.
Belirteçlerle ilgili bakış açımızı yapısal değil sözlükbirimsel temelde yürüttüğümüz bu
çalışmada konumuzla ilgili olmadığı için belirteçlerle ilgili yapısal özelliklere değinmemeyi
yerinde buluyoruz.
2.2. Fiil ve Fiil Kavramı
Fiil,7 en eski dil çalışmalarından bugüne, dillerin söz varlığı içerisinde isimlerle
birlikte önemli bir yere sahip olagelmiştir. Başlangıçta ana sözcük türünden biri olarak
değerlendirilen fiiller, bugünkü genel kabullenişle sekiz sözcük türü arasında yer alır. Fiiller,
her dilde olduğu gibi, Türkçede de birincil unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Fiilleri konu edinen kaynaklar, sözlükler, dilbilgisi ve dilbilim terimleri sözlükleri,
dilbilgisi kitaplarının sözcük türleri ve sözdizimi ile (cümle/tümce bilgisi) ilgili bölümleri ve
7 Dilbilgisi kaynaklarında “fiil” terimini, Banguoğlu, Bilgegil, Ergin, İlker, Korkmaz, Kükey, Topaloğlu;
“eylem” terimini ise, Atabay ve arkadaşları, Bozkurt, Gencan, Koç, Hengirmen, Hatiboğlu ve Vardar kullanır.
16
doğrudan sözdizimi üzerine ortaya konulan kaynaklardır. Biz fiilleri belirteçleri irdelerken
takip ettiğimiz bu sıralamayla inceleyeceğiz.
Fiillerle ilgili olarak tıpkı zarf/belirteç kullanımında olduğu gibi eylem/fiil ikili
kullanımıyla karşılaşırız. TS’de “Olumlu veya olumsuz olarak çekimli durumda zaman
kavramı taşıyan veya zaman kavramı ile birlikte kişi kavramı veren sözcük, fiil8.”
kavramlaştırması yapılan fiil için dilbilim ve dilbilgisi terimleri sözlüklerinde “Bir kılış, oluş
veya durum anlatan sözcük türü” (Topaloğlu, 1989:71)., “Olumlu ya da olumsuz olarak,
zaman kavramı taşıyan vaya zaman kavramı ile birlikte kişi kavramı veren sözcük”
(Hatiboğlu, 1978:51)., “Geleneksel dilbilgisinde, öznenin yaptığı ya da konusu olduğu işi,
oluşu, kılışı, vb. öznenin durumunu, varlığını ya da yüklemle özne arasındaki bağıntıyı kişi,
sayı, zaman kavramlarını içererek belirten gösterge…” (Vardar, 1998:101)., “Zaman ve kişi
kavramını taşıyan, bir fiil, devinme, iş, durum, yargı… belirten sözcük” (Koç, 1990:110).,
“Bir kılışı, bir oluşu veya bir durumu anlatan; olumlu ve olumsuz şekillere girebilen sözcük”
(Korkmaz, 2003:92,93) gibi tanımlamalar yapılan fiil9 için ayrıca fiilin olumluluk ve
olumsuzluğuna, dil dizgesindeki üstlendiği göreve, kılış ve/ya oluş bildiriyor olup
olmamalarına, kabaca fiilin türüne ve çatı kategorisine değinilmiş, madde içi göndermelerle
tüm bu kavramlar açıklanmaya çalışılmıştır.10
Dilbilgisi ve dilbilim terimleri sözlüklerinde fiillerle ilgili olarak üzerinde ortak bir
yargıya varılan konu, fiillerin sözdizimi içerisinde yüklendikleri ana unsur olma özelliğidir.
Bilindiği üzere fiiller sözdiziminde yüklem olarak adlandırılan ana unsur olma işlevini
yürütür. Yüklem her ne kadar isim kökenli sözcüklerle sağlanabilirse de isim kökenli bir
sözcükbirimin yüklem olabilmesi için ek-fiil’e (fiil) gereksinimi vardır. Öte yandan,
bilinmektedir ki, yüklem, ağırlıklı olarak -bazı özel kullanımlar hariç- fiil kökenli
sözcükbirimlerle dizgede yerini alır. Buna bağlı olarak, varlıkların yaptıkları işler, oluşlar,
hareketler, kişi ve zaman fiilin dizimde yüklendiği görevle belirginleşir. Kaldı ki, yüklemin 8 TS’de yapılan tanımda “fiil” yenine “eylem” kullanılmaktadır. Biz, metnimizde sözcüksel bağdaşıklığı
bozmamak için ikili kullanımlarda kendi tercih ettiğimiz terimleri kullandık. Aynı tercihi zarf/belirteç, edat/ilgeç,
sözcük/kelime’de de yaptık. 9 “Fiil” terimini üzerine genel bir değerlendirme için ayrıca bk. KARAHAN, Leyla (1999), “Fiil Terimi
Üzerine”, Türk Gramerinin Sorunları Toplantısı-II, TDK yayınları:718, Ankara, s. 47-49. Ayrıca, sözdizimsel
işlev olarak fiil ve birleşik fiil (fiillik) terimlerine farklı bir bakış açısı için bk. ÖZMEN, Mehmet (1999), “Eksik
Olan Dil Bilgisi Terimlerimiz Üzerine”, Doğu Akdeniz Üniversitesi, Uluslararası Sözlükbilim Sempozyumu
Bildirileri, 20-23 Mayıs 1999, Gazimagosa, s. 111-125. 10 Fiil çekimleri için ayrıca bk. ÖZÖNDER, Barutçu Sema (1999), “Türk Dilinde Fiil ve Fiil Çekimi Üzerine”,
Türk Gramerinin Sorunları Toplantısı-II, TDK yayınları:718, Ankara, s. 56-64.
17
bulunmadığı söz dizileri yukarıda sıralanan özelliklerin -birtakım özel kullanımlar dışında-
aktarılmasını ortadan kaldıracağından, yüklemsiz bir söz dizisinde sözdizimsel bir var oluştan
söz edilemez. Diğer taraftan tek başına da olsa dizimde yüklemin varlığı yeter-şart bir nitelik
taşır. Diğer durumda ise bu bir gerek-şart olma özelliğindedir.
Deny (1941:333-557)’nin fiiller ile ilgili yaptığı farklı adlandırmaları bir kenara
bırakırsak, bilinen fiil çekimlerini sınıflarken farklı bir tutum sergilediği görülür. Örneğin, i-
yardımcı fiilinden başlayarak diğer tüm fiil çekimlerini açıklamış, onların ayrı ayrı kişi,
zaman, vb. çekim özelliklerini vermiş, ardından birleşik fiiller ve türemiş fiilleri eserinde
sırasıyla konu edinmiştir. Deny, birleşik fiilleri karmaşık ve mürekkep fiiller ayrımına tabi
tutmuştur. Temelde ise, fiil+yardımcı fiil birleşimiyle isim/isim unsuru+yardımcı fiil
birleşimini esas almıştır. Deny, yüklemin tümcenin esas unsuru olduğunu da tümce bahsinde
dile getirmiştir.
Kononov, (1956:255-275), fiili “hareketi veya hali adlandıran çatı, kip, zaman, kılınış
tarzı, kişi ve sayı kategorilerine malik bir söz bölümü” olarak tanımlamış, fiillerin bu sayılan
durumlar karşısında değişen veya değişmeyen özelliklerle çeşitli şekiller ortaya koyduğuna
değinmiştir. Dilcilerin fiil+fiil birleşik fiil yapısı oluşturduğu yargısını dile getirdikleri ver-,
dur-, git-, gel-, başla- kal-, yaz-, bil- fiillerini Kononov, kipsel fiiller olarak değerlendirmiş ve
–(y) a ve –(y) ip’li biten gerundium+çekilen fiil ile partisip+ol-/bulun- yapılı bu fiilleri diğer
kip ve kipleme özellikleri arasında sıralamıştır. Öte yandan, Kononov (1956:339), fiilleri kök
(köksel fiil), türemiş (yapma fiiller) ve birleşik fiiller (analitik/mürekkep fiiller) ayrımı
çerçevesinde değerlendirmiştir. Bu anlamda Kononov (1956:339), birleşik fiillerden olan ve
diğer dilcilerin tasvir fiiller ya da fiille birleşik fiil yapan yardımcı fiiller olarak adlandırdığı
fiil yapısını kipsel fiiller olarak değerlendirmiş, Öte yandan, et- eyle-, kıl-, ol- fiilleriyle oluşan
yapıları ise, birleşik fiil olarak ele almıştır. Kononov, diğer dilcilerin kalıplaşmış birleşik
fiiller ya da deyim biçiminde öbekleşmiş fiiller vb. adlandırmalarla ortaya koyduğu ve
sözlükbirimsel özellik gösteren birleşik fiilleri de konu edinmiş, bunları yapı özelliklerine
göre (örneğin, isim kısmı özne ile iyelik eki olan + fiil: canı sıkıl- vb.) ayrıca sınıflandırmıştır.
Bu fiiller için Kononov’un sözlükbirimselleşmiş ve gramerleşmiş yapılar olduğu yargısını dile
getirmesi sözcüksel eşdizimlilik ve birliktelik kullanımları açısından önemli bir saptama
olarak değerlendirilebilir.
Ergin (1993:434-597), fiillerin hareketleri karşılayan sözcükler olduğunu söyledikten
sonra, fiillerin dilde daima çekimli şekiller halinde bulunduklarına değinmiştir. Fiillerin
çekimlenmiş biçimlerinin şekil, zaman ve şahsa bağlanmış bir hareketi karşıladıklarını
belirten Ergin, sözcük grupları içerisinde değerlendirdiği birleşik fiilleri, isimlerle birleşik fiil
18
yapan yardımcı fiiller (et-, ol-, eyle-, bulun-, yap-) ve fiille birleşik fiil yapan yardımcı fiiller
(bil-, ver-, gel-, gör-, dur-, kal-, yaz-, koy-, ko-.) olmak üzere iki grupta incelemiştir. Ergin,
aynı değerlendirme çerçevesinde söz konusu birleşik fiillerin anlamlarıyla değil işlevleriyle
dizimde var olduklarını vurgulamıştır. Anlamı taşıyan ise isim+fiil birlikteliğinde isim,
fiil+fiil birlikteliğinde ise birinci fiildir. Bunun yanı sıra Ergin (1993:665-672), sözcük
grupları başlığı altında değerlendirdiği ve sözdizimsel olarak diğer dilcilerin üzerinde farklı
değerlendirmelerde bulunduğu birleşik fiil kullanımlarını da (yazı yaz-, yemek ye-, canı iste-,
dili tutul-, vb) değerlendirmiştir. Ergin, eserinde fiil çekimlerine (kişi, zaman, vb.) de
değinmiştir. Ancak bizim inceleme konumuzun dışında kaldığı için burada hem Ergin’in hem
de diğer araştırmacıların konuyla ilgili değerlendirmelerine yer vermeyeceğimizi
söylemeliyiz.
Banguoğlu (2000:408-494), Ergin gibi, gramer sınıflandırmasına göre fiili, ismin yanı
sıra iki ana unsurdan biri olarak değerlendirir. Fiil için, “Bir kılış, bir durum veya oluşu, toplu
bir deyimle olup biteni (procés) anlatan sözcüğe fiil adını veririz” (2000:408) tanımlamasını
yapar. Öte yandan, fiillerle ilgili olarak kılış, durum ve oluş fiilleri ayrımını da ortaya koyan
Banguoğlu, diğer dilcilerden az çok farklı bir sınıflandırma ortaya koymuştur. Fiilleri önce
anlam özelliğine göre geçişli ve geçişsiz fiiller olarak ikiye ayırmış, çatı kavramına değinirken
ise fiilleri yalın, olumsuz, edilgen, dönüşlü, karşılıklı, ettirgen görünüş adlandırmalarıyla
sınıflandırmıştır. Banguoğlu’nun fiillerin olumsuz çekimlerini çatı kategorisi içerisinde
değerlendirmesi diğer dilcilerin çatı kavramına olan yaklaşımından farklıdır. Ayrıca yatık fiil
olarak adlandırdığı fiilimsileri ayrı başlıklar altında değerlendiren Banguoğlu eserinde, kendi
bakış açısına göre, fiil çekimlerine (zaman, tarz, kişi, sayı, … olumsuzluk, kip vb. açılardan)
yer vermiştir.
Öte yandan, sözdizimsel işlev olarak fiil öbekleri arasında birleşik fiil kavramına
değinen Banguoğlu, ayrı bir bölümde ise birleşik fiil tabanları başlığı altında birleşik fiilleri
ele almıştır. Birleşik fiillerden olan ve genellikle dilbilgisinde sözcük grupları başlığı altında
değerlendirilen (bk. Ergin, 1993:665-672) bu kategoriyi Banguoğlu, zarf öbeği (ileri sür-, geri
çek-, boş ver-, vb.), çekim öbeği (baş kaldır-, yolda kal-, şafak sök-, başı dön-, adı çık-, dirsek
çevir-, söz aç-, yazı yaz-, ekin ek-, işi azıt-, kapağı at-, ele al-, baştan sav-, tadına bak-,
sözünde dur-, alt et-, yok ol-, gürültü yap-, göç et-, sağır ol- yağma et- iyi ol-, yol al-, ara ver-,
vb.), bağlam öbeği (sayıp dök-, yiyip iç-, bulup buluştur-, takıp takıştır-, batırdı çıkardı,
dökündü saçındı, vb.) olarak üç grupta farklı çekim özelliklerini de vererek sınıflandırmış,
bunlara ek olarak, fiillerle kurulu ikilemeli isimleri (alış veriş, bağıra çağıra, gelip geçici,
doğma büyüme, yalvarıp yakarmak, vb.) de aynı başlık altında değerlendirmiştir.
19
Banguoğlu, karmaşık fiil adlandırmasını kullandığı fiilimsilerle kurulu yapılar için,
yine kendince bir sınıflandırma yapmıştır. Banguoğlu, oluşturduğu bu kategoriyi öncelik
fiilleri (anlamış ol-.), başlama fiilleri (gider ol-.), niyet fiilleri (verecek ol-.) ve çekimsiz fiil
şekilleri (“Liseyi bitirmiş olmak ilk büyük başarıdır.”, “Bursa’ya yerleşmiş olduğunuzu
işittim.”, “İlk alıcı olana vereceğim.”, “Bugün dönmüş olacağını söylediler.”, “Dairemizden
ayrılmışı olup Adana’ya gittiğini….”, “Söz vermiş olduğu halde yapmadı.”, “Uğramaz olunca
merak ettik.”, “Bildirmiş olduğunuz gibi çıktı.”, “Dün gelmiş olan.”, vb.) gibi fiilimsilerin
yardımcı fiillere ulanmasıyla oluşmuş ve sözdizimsel ilişkilerde ortaya çıkan, dört ana birleşik
fiil sınıflandırmasına tabi tutmuştur. Diğer taraftan Banguoğlu, yeterlik (-ebil-), ivedilik (ver-),
sürek (dur-, kal-, gör-), yaklaşma fiilleri’ni (yaz-) tasvir fiilleri ve yarı tasvir fiiller (yapıp dur-
, sürüp git-, atıp tut-, vb.) olarak değerlendirmiştir.
Özetle, fiil konusuna dilsel yapının ortaya çıkardığı işlevler bakımımdan görüşlerini
ifade eden Banguoğlu’nun konuya bakış açısı diğer dilcilerinkine göre karmaşık görünmekle
birlikte ayrıntılıdır..
Gencan (2000:300-441) ise, fiiller için bilinen açıklamalara ek olarak, onların
bildirdikleri ve başka dilcilerin kılış, durum ve oluş olarak adlandırdıkları fiil kategorilerinin
tamamına edim diyerek genelleyici bir tavır takınır. Öte yandan Gencan, birleşik fiiller için
ayrı bir başlık altında üç tür belirlemiştir. Bunlardan birincisi kurallı birleşik fiiller’dir. Bunu
da iki ana başlık altında incelemiştir. Gencan’ın, özel birleşik fiiller (yeterlik fiili, tezlik fiili,
sürerlik fiili, istekleme fiili, yaklaşma fiili.) olarak değerlendirdiği bu birleşik fiil kategorisi,
genelde araştırmacıların üzerinde birleştiği bir ayrımdır. Öte yandan Gencan, istekleme fiili
(…-eceği gel-…) dediği başka bir fiil birleşiğini ortaya koymuştur.
Gencan, öncelikle özel birleşik fiiller başlığı altında yardımcı fiillerle yapılmış birleşik
fiiller’i et- (tavsiye et-, vb.), ol- (mahvol-, memnun ol-, söyleyecek ol-, vb.) [hem fiilimsilerle
hem de yalın ol- fiiliyle kurulan yapılar.], eyle- (güzel eyle-, vb.), kıl- (nazar kıl-, vb.)
fiilleriyle kurulanlar olarak ayrı ayrı açıklamış ve bunlara bul- (can bul-, vb.) ve buyur-
(müsaade buyur-, vb.) fiillerini de eklemiştir.
Gencan, ikinci olarak anlamca kaynaşmış birleşik fiiller’i (alıkoy-, elver-, öngör-,
varsay-, vazgeç-, vb.) ve üçüncü olarak ise, deyim biçiminde öbekleşmiş fiiller’i (fiil öbekleri)
(gönül ver-, diş bile-, ön ayak ol-, tadını çıkar-, dile düş-, hoş gör-, can çekiş-, vb.) birleşik fiil
grupları arasında ele almıştır. Ayrıca Gencan, özel birleşik fiiller arasında olup bitme fiili
(…inandım gitti, sıfırı tükettim gitti, vb.), -meye görsün fiili (aklına esmeye görsün…, vb.),
beklenmezlik fiili (…-eceği tut-, vb.) ayrımlarını da belirtmiştir. Öte yandan, Gencan’ın ortaya
koyduğu çatı kategorisi de diğer dilcilerden farklı değildir. Yine Gencan, fiillerle ilgili tüm bu
20
değerlendirmelerin yanı sıra, elbette, fiillerle ilgili diğer çekim özelliklerini de (kişi, zaman,
kip, sayı, olumsuzluk, vb.) eserinde inceleme konusu yapmıştır.
Ediskun (1996:170-246), fiillerle ilgili genel ve bilinen değerlendirmenin ardından,
fiillerin kip, kişi, zaman, ek fiil, çatı ve yapısı, vb. üzerinde durmuştur. Çatı ile ilgili olarak
Ediskun’un ayrımı diğer dilcilerinkiyle benzerdir. Yapıları bakımından fiiller ile ilgili olarak
ise, diğer dilcilerin kök, türemiş ve birleşik ayrımını benimseyen Ediskun, birleşik fiil ile ilgili
değerlendirmesinde diğer araştırmacılardan ayrılır. Ediskun, birleşik fiilleri dört gruba ayırır:
Bunlardan birincisi iki ya da daha çok fiilden oluşan birleşik fiiller’dir. Bu fiilleri yeterlik,
tezlik, sürerlik, yaklaşma, beklenmezlik, gereksinme, yapmacık fiiller olarak sınıflandırır.
Bunlardan yeterlik, tezlik, sürerlik ve yaklaşma fiilleri ile ilgili yargısı diğer dilcilerle benzer
bir değerlendirmedir. Ancak birleşik fiil yapıları olarak beklenmezlik fiilleri (…-ceği tut-.) ve
gereksinme fiilleri (-eceği/-esi gel-.) ile yapmacık fiilleri (…-mişlikten/…-mişten/…-
mezlikten gel-, …-mişliğe vur-, … -miş görün-, vb.) olarak yaptığı ayrım diğer dilcilerden
farklıdır. İkinci grupta ise başlama, bitirme ve davranma fiilleri vardır ki, bu grup fiiller diğer
araştırmacılarda çok da görülmeyen bir sınıflandırmadır. Ediskun’a göre bu tip fiiller bir
fiilimsi ile ol- yardımcı fiilinden oluşan birleşik yapılardır. Bunları, başlama fiilleri (görür ol-,
vb,), bitirme fiilleri (varmış ol-, vb.) ve davranma fiilleri (gelecek ol-, vb.) olmak üzere de üçe
ayrılır. Ediskun, üçüncü bir birleşik fiil kategorisi olarak bilinen yardımcı fiillerle kurulan
birleşik fiiller’i (ol-, et-, eyle-, kıl-, vb.) değerlendirme konusu yaparken bunlara bul- ve
bulun- fiillerini de ekler. Dördüncü olarak Ediskun, birleşik fiil kategorisine anlamca
kaynaşmış birleşik fiilleri (göz at-, kafa tut-, boy ölçüş-, vb.) de ekler ve değerlendirmesinin
devamında fiilimsilere değinir.
Bilgegil (1984:260-292), fiillerle ilgili genel bir değerlendirmenin ardından fiillerin
kişi, kip, zaman, anlam özellikleri üzeride durmuş, ardandan çatı kavramına değinmiş, fiilleri
çatıları bakımından hemen hemen tüm dilcilerin ortak değerlendirme biçimiyle, önce
öznelerine göre, etken, edilgen, dönüşlü çatılı fiiller; sonra da nesnelerine göre, geçişli,
geçişsiz, oldurgan ve ettirgen çatılı fiiller başlıkları altında değerlendirmiştir. Çatı kategorisi
açısından diğer dilcilerle arasında pek bir fark görünmeyen Bilgegil, fiillerin yapı özellikleri
konusunda yaptığı ayrımlamayla az da olsa diğerlerinde ayrılır. Bilgegil, basit ve türemiş fiil
kavramlarını diğer dilciler gibi yorumlamış, birleşik fiilleri ise yardımcı fiiller ve onlarla
teşkil olunan birleşik fiiller (temenni et-, muhtaç ol-, niyaz eyle-, vb.), iki fiilin birleşmesiyle
teşkil olunan birleşik fiiller (yeterlik, tezlik, sürerlik, yaklaşma.), kaynaşma yoluyla teşkil
edilen birleşik fiiller (yorgun düş-, deliye dön-, rast gel-, vazgeç-, vb.) olmak üzere üç ana
21
başlık altında incelemiştir. Fiillerle ilgili yaptığı değerlendirmede Bilgegil’in de genel olarak
fiillerle ilgili diğer dilcilerin çizdiği çerçevenin dışına çıkmadığı görülür.
Bozkurt (2000:19-24), fiilin bilinen değerlendirmeleri üzerinde durmuş, fiillerle ilgili
çekim ve çatı kavramlarını da değerlendirmiştir (2000:153-161). Ayrıca betimlemeli fiil
başlığı altında bilinen yeterlik, tezlik, sürerlik ve yakınlık fiillerini sıralamıştır (2000:258-263).
Yine Bozkurt, oldukça kısa bir biçimde, birleşik sözcük bahsinde, yardımcı fiillerle kurulan
birleşik fiiller’e (emret-, zannet-, vb.), betimlemeli fiiller’e (bakakal-, alıver-, düşeyaz-, vb.)
ve kalıplaşmış söz birlikleri’ne (söz at-, kötülük et-, ant iç-, vb.) değinmiştir. Bozkurt eserinde
konuları genelde kendince bir değerlendirme yöntemiyle ele almıştır.
Koç (1990:231-342) fiilleri biçim bakımından bilenen sınıflandırmaya bağlı kalarak
değerlendirmiş, aynı tutumu birleşik fiiller için de ortaya koymuştur. Koç’un fiil çekimleri
için ortaya koyduğu değerlendirmeleri de diğer dilcilerinkinden ayrı düşünemeyiz.
Korkmaz (2003:525-1043), fiille ilgili bilinen kavramlaştırmanın ardından yine
bilenen yapı özelliklerini sıralamış onları basit, türemiş ve birleşik fiiller olarak üç başlık
altında ayrıntılı olarak incelemiştir. Öte yandan Korkmaz, fiilleri içerikleri bakımından oluş
bildiren, bir kılış ve kılınış bildiren, durum ve tasvir bildiren fiiller olarak diğer dilcilerden
biraz farklı bir bakış açısıyla değerlendirmiş, anlamlarına göre fiilleri ise, tek başlarına
anlamları olan ve adına esas fiiller dediği bir grupta; tek başlarına anlamları olmayan ancak
yanlarındaki isim unsuruyla birlikte bir işlev kazanan yardımcı fiiller olarak ikiye ayırmıştır.
Korkmaz eserinde aşağıda etraflıca belirteç-fiil ilişkiselliği boyutundan değerlendireceğimiz
ve başka dilbilgisi yazarlarının eserlerinde sınırlı olarak konu edinilen fiillerin kılınış ve
görünüş özelliklerine de etraflıca değinmiştir.
Öte yandan, Korkmaz (2003:150-157), birleşik sözcükler arasında diğer tüm
sözcükleri değerlendirdiği gibi, birleşik fiilleri “…bir ad ile bir yardımcı fiilin, iki ayrı fiil
şeklinde yahut da ad soylu bir veya birden çok sözcük ile bir esas fiilin birleşmesinden oluşan
ve tek bir kavrama karşılık olan fiil türleridir” (2003:150) olarak tanımlamıştır. Korkmaz,
birleşik fiilleri dört alt başlık altında değerlendirir. Birinci grupta bir ad ve/ve ya sıfat ile et-,
ol-, bul-, bulun-, buyur-, eyle-, kıl-, yap- yardımcı fiillerinin birleşmesiyle oluşan fiiller (hasta
ol-, göz et-, ah eyle-, tatil yap-, namaz kıl-, boş bulun-, vb.) yer alırken, ikinci grupta karmaşık
fiil olarak da adlandırılan sıfat fiillerle yardımcı fiillerin oluşturdukları birleşik fiiller yer alır.
Bunlar: öncelik fiilleri (-mış ol- : anlamış ol-, vb.), alışkanlık fiilleri (-Ir ol-, -mAz ol- : bilir ol-
, okumaz ol-, vb. ), niyet fiilleri (-AcAk ol-, -IcI ol-, -AsI ol-, -ImsAr ol- : alacak ol-, gidici ol-,
alası ol-, alımsar ol-, vb.) olarak adlandırılmıştır. Diğer taraftan Korkmaz, üçüncü bir birleşik
fiil yapısı olarak iki fiilin birleşmesinden oluşan tasvir fiilleri’ni değerlendirmiştir. Korkmaz,
22
bilinen dört birleşik yapının (yeterlik [-ebil-], teklik [ver-], sürerlik [dur-, gel-, kal-, gör, koy,
ko-], yaklaşma [yaz].)11 yanı sıra uzaklaşma fiilleri olarak adlandırılan ve (olagit-, akıp git-,
geçip git-, gibi.) git- fiiliyle kurulan birleşik yapıları da bu grupta değerlendirmiştir.
Korkmaz, ikili birleşik fiiller diye adlandırdığı diğer bir grupta ise, zarf-fiil yapısına
yardımcı fiillerin ulanmasıyla oluşturulan birleşik fiilleri (alıp ver-, dolup taş-, düküp saç-,
kasıp kavur, vb.) sıralamıştır.
Ad ya da ad soylu bir veya birden çok sözcüğün, belirli bir şekil bilgisi kalıpları
içinde, bir esas fiille birleşerek anlam kayması ve kalıplaşmasına uğramasından oluşan
anlamca kalıplaşmış ve deyimleşmiş birleşik fiiller’i incelesine konu edinen Korkmaz
(2003:150-157), konuyla ilgili sınıflandırması şekil yapıları bakımından fiilden önce ad
ögelerin sayılarına göre: tek ögeli kalıplaşmış birleşik fiiller: özne+fiil bağlantısı ile
birleşenler (dili dolan-, karnı acık-, uykusu gel-, vb); nesne+fiil bağlantısı ile birleşenler (akıl
al-, kucak aç-, bel bağla-, vb.), zaf+fiil bağlantısı ile birleşenler (aç kal-, ağır bas-, apışıp kal-,
vb.), fiil+özne+fiil bağlantısı ile birleşenler (ye kürküm ye, gel keyfim gel, vb.); iki ögeli
kalıplaşmış birleşik fiiller: özne+nesne+fiil bağlantısı ile birleşenler (ağzı lâf yap-, eli silah
tut-, vb.), özne+yer tamlayıcısı+fiil bağlantısı ile birleşenler (ayağı yerden kesil-, işi baştan
aş-, vb.) özne+zarf+fiil kuruluşundan olanlar (ayağı buz kes-, benzi uçup git-, vb.),
nesne+özne+fiil kuruluşundan olanlar (ağzını bıçak açma-, yüreğini korku sar-, vb.),
nesne+yer tamlayıcısı+fiil kuruluşundan olanlar (aklını başına topla-, altını üstüne getir-,
vb.), nesne+zarf+fiil kuruluşundan olanlar (ağzını bir karış aç bırak-, ağzını hayra aç-, vb.),
yer tamlayıcısı+özne+fiil kuruluşuna olanlar (çanına ot tıka-, gözünde uyku ak-, vb.) yer
tamlayıcısı+nesne+fiil kuruluşunda olanlar (başına dert aç-, burnundan kıl aldırma-, vb.) yer
tamlayıcısı+yer tamlayıcısı+fiil kuruluşunda olanlar (renkten renge gir-, vb.), yer
tamlayıcısı+zarf+fiil kuruluşunda olanlar (akıldan silip git-, etrafında dört dön-, vb.),
zarf+nesne+fiil kuruluşunda olanlar (ağzı ile kuş tut-, boş yere emek harca-, vb.) zarf+yer
tamlayıcısı+fiil kuruluşunda olanlar (öpüp başına koy-, yer yarılıp içine gir-, vb.)
zarf+zarf+fiil kuruluşunda olanlar (ince eleyip sık doku-, kendi başına ayakta dur-, vb.)
fiil+nesne+fiil+nesne kuruluşunda olanlar (al takke ver külah, vb.); ve üç ögeli kalıplaşmış
birleşik fiiller: (anasından emdiği süt fitil fitil burnundan gel-, saçına sakalına ak düş-, vb.)
şeklinde üç ana kategoride ayrıntılı olarak incelemiştir.
11 Konuyla ilgili geniş ve tarihsel bir bakış açısı için bk. KORKMAZ, Zeynep (1959), “Türkiye Türkçesinde
‘İktidar’ ve ‘İmkân’ Gösteren Yardımcı Fiiller ve Gelişmeleri”, TDAY-Belleten, 1959 (Ankara, 1960), s. 107-
124.
23
Korkmaz, yukarıda özetle belirttiğimiz birleşik fiillerle ilgili yargılarını eserinin
ilerleyen bölümlerinde ayrı ayrı yeniden ele almıştır (bk. Korkmaz, 2003:791-861). Burada
farklı olarak Korkmaz, belirleyici birleşik fiiller başlığı altında Banguoğlu’nca yarı tasvir
fiilleri olarak da adlandırılan dolaşmaya başla-, yemeğe çalış-, vb. gibi örneklerde yer alan
başla- ve çalış- fiilleriyle kurulu yapılara da değinmiştir.12
Korkmaz, çalışmasında diğer dilcilerin fiiller için değindikleri çatı kavramına da
değinmiştir. Çatı kavramıyla ilgili değerlendirmesi, konuyu biraz daha etraflı ele almasının
dışında diğer araştırmacılarınkinden farksızdır. Korkmaz, elbette, çalışmasında fiillerle ilgili
diğer çekim özelliklerine (kişi, zaman, kip, soru, vb.) de değinmiştir. Ancak bizim
çalışmamızda kullanmayacağımız fiil biçimleri oldukları için bunlara burada yer
vermeyeceğiz. Öte yandan, Korkmaz’ın konuyla ilgili değerlendirmelerinin diğer dilcilere
göre daha bütünsel ve ayrıntılı olduğunu burada söylemeliyiz.
Atabay ve arkadaşları (2003:175-234), fiil konusunda kılış, durum, oluş fiilleri
ayrımını ortaya koyduktan sonra sistematik olarak fiillerle ilgili, kılınış ve görünüş, biçim
özellikleri, ekfiil, çatı, kişi, sayı ve cins, kip ve zaman, soru, yardımcı fiiller ve fiilimsiler ile
ilgili açıklamalara yer vermişlerdir. Atabay ve arkadaşları, fiilleri biçim özellikleri
bakımından üç ana gruba ayırmıştır. Bunlar: kök durumunda fiiller13, türemiş fiiller ve birleşik
fiillerdir. Kök durumunda fiillerin ek almamış yalın biçimler olduğununun belirtildiği
çalışmada, türemiş fiiller için, isimden ve fiil köklerine ulanan türetme biçimbirimleriyle
kullanıma çıkışları üzerinde durmuştur. Birleşik fiiller içinse, bir –i ve –e ulaçlarıyla vermek,
bilmek, durmak, kalmak, yazmak fiillerinin birleşmesiyle oluşan birleşik yapılar ile ad ya da
ad soylu bir sözcüğe bir fiilin ulanmasıyla ortaya çıkan ve kimi kez de deyimleşen (yüz bul-,
göz et-, başa çık-, vb.) kullanımlara değinmişlertir. Öte yandan, yardımcı fiilleri ayrı bir başlık
altında değerlendiren Atabay ve arkadaşları, bunları, kimi ad soylu sözcüklerin ya da
fiilimsilerin fiil gibi görev yapmalarını sağlayan dolayısıyla da bir tür birleşik fiil oluşturan
yapılar olarak değerlendirmişlerdir. Yardımcı fiillerin ol-, et-, eyle-, kıl- olarak sıralandığı
çalışmada, bunların yanı sıra, bil-, ver-, kal-, dur- gibi fiilleri de birleşik fiil yardımcı fiiller
arasında sayıldığı görülür. Atabay ve arkadaşlarının bu çalışması bir çeşit derleme olma
özelliği bakımından önemlidir.
12 Korkmaz (2003:834,835), çalışmasının ilgili yerinde, konuya A. von Gabain’in değindiğini ve bunlara modal
yardımcı fiiller adını verdiğini, Eski Türkçede ve Eski Anadolu Türkçesi dönemlerinde benzer örneklerin dilde
var olduğunu aktarır. 13 Kök durumunda fiiller için dilbilgisi kitaplarında “basit fiiller, yalın fiiller ve yalınç fiiller” terimleri
kullanılmış ve aynı kavram karşılanmaya çalışılmıştır.
24
Türkçede fiiller üzerine az sayıda monografik çalışmalardan birini yapan Kükey
(1972) ise, fiilleri yapı bakımından, çatı bakımından ve çekim bakımından (kip, kişi, zaman,
vb.) değerlendirmiştir. Kükey, yapı bakımından fiilleri basit fiiller, türemiş fiiller ve birleşik
fiiller olarak bilenen sınıflandırma içerisinde ele alır. Basit fiiller bir yana bırakılırsa, türemiş
fiillerin isimlerden (yer-leş-, kan-a-, göz-et-, vb.), sıfatlardan (temiz-le-, pembe-leş-, kalın-la,
vb.), zamirlerden (ben-imse- gibi.), fiillerden (kov-ala-, anla-t, uza-n-, vb.) ve de
onomatopelerden (gür-le-, fış-kır-, vb.) yapıldığını belirtir.
Kükey, birleşik fiillerle ilgili olarak ilk önce fiilin fiille oluşturduğu bileşik fiiller’den
söz eder. Bunları bilinen sınıflandırmaya göre yeterlik fiili, tezlik fiili, sürerlik fiili ve
yaklaşma fiili olarak ele alır. Öte yandan, ikinci bir grup olarak fiilimsi (fiil türevi)’nin fiille
oluşturduğu bileşik fiiller’i başlama fiilleri (açar ol-, saçar ol-, gezer ol-, gülmez ol-, vb.),
bitirme fiilleri (öğrenmiş ol-, girmiş ol-, vb.), davranma fiili (gidecek ol-, bakacak ol-,
bağıracak ol-, vb.) başlığı altında incelemiştir. Bunlara ek olarak, ayrı bir başlık altında
dilbilgisinde bir terim adı olmayan, ancak, dilde örnekleri görülen -( ) yor ol- yapılı birleşik
fiiller ve -meli ol- yapılı birleşik fiiller’i sıralamıştır. Kükey, birleşik fiil konusunda üçüncü
bir tür olarak fiilimsinin fiille oluşturduğu bileşik fiiller başlığı altında beklenmezlik fiili (-
acağı tut-.), istekleme fiili (-eceği gel-, -esi gel-, -ası gel-.) ve yapmacık fiili (-miş dur-, -miş
görün-, -mişliğe vur-, -mişten gel-, -mişlikten gel-.) sınıflandırmasını yapmıştır.
Dördüncü olarak ise Kükey, isim soylu sözcüklerin yardımcı fiillerle oluşturdukları
bileşik fiiller başlığı altında birleşik fiilleri değerlendirmiş et-, eyle-, ol-, kıl-, bul-, bulun-,
buyur- fiillerini yardımcı fiiller olarak sıralamıştır. Bu fiillerin isim, sıfat, zamir ve ünlemlere
ulanarak bunlardan birleşik fiil oluşturduklarına değinen araştırmacı, her bir yardımcı fiilin
kullanımını ayrı başlıklar altında örneklemiştir. Öte yandan Kükey, isimlerin fiillerle
oluşturduğu birleşik fiiller ya da anlamca kaynaşmış bileşik fiiller başlığı altında sözlük
anlamını koruyan bir isim ve sözlük anlamından kaymış bir fiilden oluşan yarı kaynaşmış
birleşik fiiller (çile doldur-, göz at-, af at-, kalp kır-, hasta düş-, vb.) ile sözlük anlamını
kaybetmiş isim ve fiilin oluşturduğu tam kaynaşmış bileşik fiiller’i (kafa tut-, boy ölçüş-,
baklayı ağzından çıkar-, vb.) de birleşik fiiller başlığı altında sıralamıştır.
Kükey, bu ayrımları ortaya koyarken birleşik fiillerin yazım özelliklerine de diğer
dilciler gibi ayrıca değinmiş, çatı bakımından ise, diğer dilcilerle benzer bir sınıflandırmaya
bağlı kalmış, fiillerle ilgili diğer çekim özelliklerini de değerlendirme konusu yapmıştır.
Hacıeminoğlu (1991) bilinen fiil kategorileri çerçevesinde Tarihi Türk Lehçeleri’nde
kullanılan fiilleri değerlendirmiştir. Araştırmacının ağırlıklı olarak fiil türetmeleri ve
çekimleri ile çatı kavramını artsüremli olarak değerlendirdiği görülür. Hacıeminoğlu’nun
25
değerlendirmelerini tarihsel bir bakış açısı taşıdığı için burada ele almayacağız. Ancak şunu
da belirtmek gerekir ki, çatı kategorisi diğer dilcilerin ortaya koyduğundan farklı değildir.
Ayrıca, Hacıeminoğlu’nun birleşik fiil kavramına değinmediği de görülür.
Fiillerle ilgili ortaya konulan diğer bir monografik eser ise, İlker’in (1997) “Batı
Grubu Türk Yazı Dillerinde Fiil” adlı yapıtıdır. Bu eserde İlker, eserinde Batı Grubu Türk
Yazı Dilleri’nde yer alan fiilleri yapı, çatı ve çekim özellikleri bakımından karşılaştırmalı bir
bakış açısıyla ortaya koymuştur. Bunu yaparken basit fiiller ve türemiş fiiller temellinde bir
değerlendirme yapmış, birleşik fiiller konusuna, çalışmasının içeriği gereği, yer vermemiştir.
Yine fiillerle ilgili olarak ortaya konulan diğer bir monografik çalışma Sev (2001)’in,
birleşik fiillerle ilgili çalışmasıdır. “Etmek Fiiliyle Yapılan Birleşik Fiiller ve Tamlayıcılarla
Kullanılışı” adlı çalışmada Sev, et- yardımcı fiillinin birleşik oluşturduğu yapılar yanında
bunların tamlayıcılarla kullanılışı üzerinde ayrıntılı olarak durulmuştur. Bu çalışma birleşik
fiiller konusunda yapılan diğer bir monografik çalışma olarak sayılabilir.
Diğer bir monografik çalışma, yine Sev (2004)’in “Türkiye Türkçesinde /-mA-/
Olumsuzluk Ekiyle Kalıplaşmış Birleşik Fiiller” adlı çalışmasıdır. Sev, çalışmasında ayrıntılı
olarak kalıplaşmış yapılardan olumsuzluk ekiyle birlikte kullanılanları sınıflandırmış ve
incelemiştir. Bu çalışma olumluluk ve olumsuzluğun birleşik fiillerle kalıplaşmış biçimlerini
sergilemesi ve çalışmamızın konusu olan belirteç-fiil ilişkiselliğinde durağan biçimlerin
tespitinde farklı bir bakış açısı ortaya koyması bakımından önemlidir.
Yine, fiillerle ilgili bir diğer monografik çalışma olarak Kahraman (1996)’ın “Çağdaş
Türkiye Türkçesinde Fiillerin Durum Ekli Tamlayıcıları”, biçimbirimlerle fiillerin
bağdaşıklığını ortaya koyması açısından önemlidir.
Öte yandan, bir fiil kategorisi olarak çatı kavramıyla ilgile ayrıntılı ve diğer bakış
açılarından farklı bir yaklaşım için Demircan (2003)’ın, “Türk Dilinde Çatı” adlı incelemesi
konunun derinliğine inmek açısından önemli bir eserdir. Demircan’ın bu çalışmasının bizim
çalışmamızla aynı doğrultudaki büyük benzerliği, çalışmasını dilin doğal ortamını yansıtan ve
kullanıma dayalı örneklem evreniyle sınamış olmasıdır.14
14 Çatı kavramıyla ilgili geleneksel bakış açılarının geniş bir değerlendirmesi için bk. YÜCEL, Bilâl (1999),
“Türkiye Türkçesinde fiil çatıları”, Türk Gramerinin Sorunları Toplantısı-II, TDK yayınları:718, Ankara, s. 156-
202. ve ayrıca KORKMAZ, Zeynep (1999), “Türkiye Türkçesinde fiil Çatısı Üzerine Görüşler”, TDAY-Belleten,
1996. s. 159,165.
26
Yukarıda dilbilgisi kaynaklarında konuyla ilgili sınıflandırma ve değerlendirmeleri
aktardık.15 Burada konuyu doğrudan sözdizim ile ilgili kaynaklar açısından değerlendireceğiz.
Sözdizimi, tümceleri, yapıları ve nasıl oluştuklarını çözümlemeye çalışan bir çalışma
alanı olarak karşımıza çıkar. “Bir yargıyı bildirmek üzere bir araya gelmiş sözcükler arasında
biden çok ilgi söz konusudur. Sözcükler arasındaki görevsel sesbilimsel (phonological) ilgi
yanında, biçimbilimsel (morphological) ilgi de önemlidir. Gerçekte, sözdiziminin temel
sorunu da bu ilgileri açıklığa kavuşturmaktır. Bu nedenle sözdizimi dili incelemeye tümceden
başlar.” (Atabay ve arkadaşları, 1981:17).
Dilbilgisinde tümce/cümle, “Bir hüküm, bir düşünce, bir duygu vb. ifade etmek üzere
çekimli bir fiile veya sonuna cevher fiili getirilen bir isimle kullanılan sözcükler dizisi”
(Topaloğlu, 1989:48).16 Günümüzde, tümce ile ilgili olarak, onun her ne kadar günümüz
bütüncül bakış açılarının zorlayıcı etkisiyle metin içi ilişkilerden yalıtılmış biçimiyle daha az
anlamlı olduğu görüşü yaygınsa da, tümcenin bir birim olarak yabana atılmayacak bir
değerliğe sahip olduğu genel olarak paylaşılan bir kanıdır (Üstünova, 2002:150,151).
Bilindiği üzere yüklem adlardan, sıfatlardan, adıllardan, belirteçlerden, ilgeçlerden,
ünlemlerden, ortaçlardan; ad soylu tamlamalardan, birleşik yapılardan ve ikilemeli
biçimlerden oluşabilmektedir (Hatiboğlu, 1982:101-109).17 Yüklem olabilme durumuna göre
fiiller,18 yukarıda geniş bir biçimde özetlenen tüm çekimlerde yüklem olarak kullanılabilirler.
Fiiller yüklem olduklarında19 bu var oluşa, onların basit, türemiş, birleşik biçimleri ile çatı
özellikleri, kip, zaman, olumluluk-olumsuzluk ve soru biçimleri girer.20 Bu noktada, yalın,
15 Ayrıca Türkçede fiillerin çekimlenişiyle ilgili genel bir değerlendirme için bk. ÖZDEMİR, Emin (1967),
“Türkçede Fiillerin Çekimlenişine Toplu Bir Bakış”, TDAY-Belleten, Ankara, s. 177-203 16 Dilbilgisinde tümce/cümle ile ilgili tanımlamalar ve yaklaşımlar için bk. Dizdaroğlu (1976:7-12); Ediskun,
(1992:323); Ergin (1993:376); Koç (1996:515); Karahan (1999:44); Banguoğlu (2000:522); Bozkurt,
(2000:269); K. Grönbech (2000:108); Gencan (2001:100). 17 Dizdaroğlu (1976), yüklem olabilecek dil birliklerini sınırlarını daha da genişleterek ayrıntılandırmıştır. Ona
göre, sesler, heceler, takılar, ekler, adlar, sıfatlar, ad ve sıfat tamlamaları, adıllar, belirteçler, ilgeçler, ünlemler,
yansımlalar, ikileme ve ikizlemeler, fiiller, fiilimsiler, sözcük öbekleri, deyimler, atasözleri gerektirdiğinde
yüklem olabilen unsurlardır. 18 Yüklem durumunda fiil üzerine derleyici bir çalışma için bk. Delice, H. İbrahim (2002), “Yüklem Olarak
Türkçede Fiil”, Cumhuriyet Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, Aralık 2002 Cilt: 26 No:2 185-212 19 Yüklem durumunda fiil için bk. sözdizimi çalışmaları: Karahan (1999:68)., Şimşek (1987:165-178), Atabay ve
arkadaşları (1981:68-75)., Dizdaroğlu (1976:170-1869)., Kükey (1975:72). 20Yüklem ile ilgili bk. sözdizimi çalışmaları: Karahan (1999:46-49)., Şimşek (1987:46-75), Atabay ve
arkadaşları (1981:20-30)., Dizdaroğlu (1976:15-38)., Kükey (1975:49-71).
27
türemiş ve birleşik fiillerin, söz dizimsel yapılarda herhangi bir öge olabildiklerini ve yapıca
farklı bu fiillerin çekimlenişinde birirlerinden farklı olmadıklarını söylemeliyiz.
Bilinen sınıflandırmalara göre, ad soylu sözcüklerin ekfiille çekimlenmesiyle yüklem
oluşturdukları yapılar ve yüklem olabilen diğer sözcük türlerini bir kenara bırakırsak, yüklem,
geleneksel dilbilgisinin alt dallarından biri olan sözdiziminin cümle/tümce olarak
değerlendirdiği dil dizgesinin ‘en önemli unsuru’dur. Bu durum tüm dilcilerce üzerinde
önemle durulan bir noktadır.
Sözdizimsel olarak çalışmamızda cümle/tümce temelli yaklaşımı bilinen özellikleriyle
belirteçlerle ilişkilendireceğimiz için burada ayrıntılara girmeyeceğiz. Kaldı ki, sözdizimsel
olarak fiilin dizgedeki belirgin rolü açıklamaya ihtiyaç bırakmayacak kadar belirgindir. Bu
durum belirteç-fiil ilişkiselliği ile yakından ilgili olduğu için ayrıntılara belirteç-fiil
ilişkiselliği başlığı altında değineceğiz.
2.3. Belirteç-Fiil İlişkiselliği
Sözdiziminde tümle/cümle unsurları arasında sayılan yüklem ve dolayısıyla da yüklem
durumundaki fiil ile ilgili olarak Ergin (1993:376,377), “cümlenin en esaslı unsuru, ana
unsuru, temel unsuru, cümlenin direğidir. Cümlenin bütün yapısı onun üzerine kurulur. Diğer
bütün unsurlar fiilin etrafında toplanan, onu destekleyen, onu tamamlayan unsurlardır.”
diyerek yüklemi ve yüklem durumundaki fiilin sözdizimsel önemini vurgulamış, Türkçede
asıl unsurun yardımcı unsurdan sonra gelmesi prensibine21 uygun olarak, cümlenin esas
unsuru olan fiil daima sonda bulunur, yargısını dile getirmiştir. Temelde Ergin’in dile
getirdiği bu yargılar Türkçe için genel-geçerdir.
Dil sınıflandırmalarında, sözdizimsel yapıların dizilişi önemli bir ölçüt olarak
karşımıza çıkar. Araştırmacılar, özellikle dil tipolojisinde özne-nesne-fiil, özne-fiil-nesne, fiil-
özne-nesne sıralı dilleri belirlemiştir. Türkçe için yapılan değerlendirmede bu durum özne-
nesne-fiil şeklindedir (Çağlar, 1978:55-60). Türkçede bu yapı, ortada herhangi bir edimsel
tercih yoksa özne-nesne-fiil biçiminde gerçeklik bulmaktadır.22
Belirteç-fiil ilişkiselliğinde ortaya çıkan en belirgin yapı, belirteçlerin fiilimsiler ve
dizgede yüklem durumunda çekimlenmiş fiillerle kullanımıdır. Yukarıda ayrıntılarıyla
21 Ayrıca bk. DENY, Jean (1941), Türk Dili Grameri (Osmanlı Lehçesi), (Çev. Ali Ulvi ELÖVE), İstanbul. S.
710,711. 22 Türkçede sözdizimsel öge dizilişlerinin istatistiksel dökümü için bk. UZUN, Nadir Engin (2006), Biçimbilim;
Temel Kavramlar, İstanbul, Papatya Yayınları, s. 107.
28
değindiğimiz belirteçlerin işlevleri en çok bu alanda işleklik kazanır. Bu ilişkiselliğe
belirteçlerin çekimlenmiş fillerle birliktelik kullanımı ve eşdizimliliği açısından baktığımızda,
belirteç-fiil ve belirteç-fiilimsi kullanımları arasında bir paralellik olduğu gözlemlenir. Gerek
çekimli fiil gerekse de fiilimsi olarak dizimde yer alan fiil, eğer ortada bir belirteç-fiil
birlikteliği varsa, benzer görünümler sergilemektedir. Yani, burada bağdaşık bir yapı olarak
fiilin sahip olduğu anlam özelliği birincil olarak karşımıza çıkarken sözdizimsel olarak
fiillerin büründüğü çekimler ikincil bir özellik olarak karşımıza çıkar.
Belirteç-fiil ilişkiselliğinde karşımıza çıkan diğer bir konu yüklem durumundaki
fiillerin kip ya da kipleme kavramıyla ilgili büründükleri anlam özellikleridir. Kip, “…fiilin
gösterdiği sürecin hangi psikolojik koşullar altında meydana geldiğini ya da gelmek
istendiğini bildiren ruh durumu, kişisel duyguları, niyeti, isteği belirten bir gramatikal ulam”
(Dilâçar, 1971:100) şeklinde tanımlanır.23 Öte yandan kip ya da kipleme kavramının sıklıkla
fiillerin kılınış-görünüş ve zaman kavramlarının birbirine karıştırıldığı bir gerçektir.24 Ancak
belirtmek isteriz ki, belirteçlerin fiillerle ilişkiselliklerini fiillerin kılınış-görünüş, kip-kipleme
açısından değerlendirmek, bu konuda söz söylemek, ayrı bir çalışma yapmayı gerektirecek
kadar ortada ve açıklama bekleyen bir konudur.
Kip kavramıyla ilgili özelliklerin ne olduğu üzerinde ayrıntılı olarak durmaktansa
belirteçlerin bu noktada işlevselliklerini ortaya koymak yerinde olacaktır. Her şeyden önce
söylemek gerekir ki, kip ya da kipleme dizimde sadece fiillerin kendilerine bağlı olarak ortaya
çıkan bir durum değildir. Bu, dilin bir dizge oluşu, dizgeyi oluşturan diğer yapıların
birbirinden bağımsız düşünülemeyeceği gerçeğine aykırıdır. Özellikle dilbilgisinde, zaman ve
durum belirteçleri, dizgede bir araya geldikleri fiilin anlamını kip ifadesi olarak
etkilemektedir.25 Dolayısıyla da fiilinin anlamsal yorumunda değişim yaratmaktadır.
Anlambilimin ilgilendiği ve açıklık getirmeye çalıştığı konulardan birisi de tümce
anlamıdır. Tümceyi oluşturan birimler arasındaki ilişkilere göre şekillenen tümce anlamı,
23 Konuyla ilgili geniş bir özet için bk. ATABAY, N., İ. Kutluk, S. Özel (2003), Sözcük Türleri, İstanbul,
Papatya Yayınları. 24 Kılınış, Alm. Aktionsart, görünüş ise Alm. Aspekt karşılığı kullanılır. Ancak bazı dilbilimcilere göre aspekt her
iki kavramı da karşılar niteliktedir. Örneğin, İngilizce ve Fransızcada aspect her iki kavramı da karşılar nitelikte
kullanılmıştır. Konuyla ilgili bk. DİLÂÇAR, (1973-74), “Türk Dilinde ‘Kılınış’la ‘Görünüş’ ve Dilbilgisi
Kitaplarımız”, TDAY-Belleten, 1973-74, Ankara, s.159-171. ve DİLÂÇAR (1971), “Gramer:”, TDAY-Belleten,
1971, Ankara, s. 83-145. Ayrıca bk. Türk Ansiklopedisi, “Aspect” maddesi, 3. cilt, Ankara, s.474-477. 25 Fiil kiplerinde anlam kaymaları için bk. ACARLAR, Kevser (1969), “Fiil Kiplerindeki Anlam Kaymaları”,
Türk Dili Dergisi, Haziran 1969, sayı: 213, s. 250-254.
29
zaman, kip, görünüş, kılınış kavramları ile bir araya gelince değişime uğrayabilmektedir. Bu
durum, daha çok tümcede yer alan birimlerin sahip olduğu fiil zamanı (tense) ile doğal zaman
(time) arasındaki bağdaştırmadaki belirginliğin diğer ögelerce etkilenmesiyle ortaya çıkar.
Tabiî ki bunu ortaya çıkaran dizgesel birim belirteçlerdir.26 Türkçede ‘fiil kiplerinde anlam
kaymaları’27 olarak ayrı bir başlık altında değerlendirilen, dizgedeki yükleme ait bu anlamsal
sapmaların temelinde, ilgeçler, belirteçler, vb. yapıların kullanımı yatmaktadır.
Türkyılmaz (1999:112,113)’ın “Tasarlama Kiplerinin İşlevleri” başlıklı çalışmanın
sonuç bölümünde, tasarlama kiplerinin değişik işlevlerinin ortaya çıkışında, cümledeki diğer
sözcüklerin de etkisinin olduğunu ve bu ögelerin dizimde birbirleriyle olan ilişkileri
sonucunda görev ve anlam kazandıkları, ilgeçler, belirteçler ve ünlemlerin dizgede işlevi
belirleyebildiği üzerinde durmuştur. Bu noktada, dizgede herhangi bir öge olarak yer almanın,
gerçekte nedensiz olmadığı, bunu bir seçme ve dizim işi olduğu yargısı pek de yanlış
olmamaktadır. Kısacası, dizgede var olan her bir birimin varlığı diğerini nedenli olarak
etkilemektedir.
Öte yandan, fiil kullanımı beraberinde belirteç kullanımını, ya da diğer bir bakış
açısıyla, belirteç kullanımı beraberinde yüklemi dizgede gerekli kılmaktadır.28 Yukarıda
değindiğimiz fiillerin anlamları, kılınış-görünüşleri, kip ya da kipleme ile zaman kavramları
karşısındaki duruşları onların belirteçlerle olan ilişkiselliğinde göz ardı edilemeyecek konular
olmalarını yanında, bunlar, ayrı ayrı çalışmalara konu olabilecek noktalardır.29
26 Bk. Kocaman (1992), “Anlambilimin Sorunları”, Dilbilim Araştırmaları Dergisi, Ankara, Hitit yayınevi. S.
89-92. 27 Kip ve zaman kavramıyla ilgili Türk dilbilgisi yazarlarını üç grupta toplamak olasıdır: bunlardan birici grupta
Banguoğlu, Hatiboğlu, Ediskun, Gencan, Adalı, Deny, kip kavramını zaman kavramı ile kişi, tiklik-çokluk
eklerinin birleşmesiyle ortaya çıkan birer yapı olarak değerlendirirken; Ergin, Bilgegil, Üçok, vb. araştırmacılar
kip kavramının fiilin bildirdiği iş, oluş veya hareket ile bağlantılı olarak ele almış ve zaman kavramını kip
kavramının altında kabul etmiş; Aksan, Dilâçar, Topaloğlu ve Vardar ise, zaman, kişi, vb. durumlardan bağımsız
olarak, geniş anlamda, hareketin gerçekleşmesindeki özel ruhsal durumlar, ortaya çıkan yorumlar şeklinde kabul
etmişlerdir. [bk. Yaman, (1999:13)] 28 Bk. Üstünova (2002), Dil Yazıları, Ankara, Akçağ Yayınları, s.111-121. 29 Belirteçlerin (mutlaka, kesinlikle, galiba, herhalde ve belki belirteçleri.) dizimde ortaya koyduğu kiplik
değerlerini inceleyen model bir çalışma için bk. RUHİ Şükriye, Deniz Zeyrek, Necdet Osam (1997), “Türkçede
Kiplik Belirteçleri ve Çekim Ekleri İlişkisi Üzerine Bazı Gözlemler”, Dilbilim Araştırmaları Dergisi, Ankara,
Kebikeç Yayınevi. s.105-111.
30
2.4. Dilde Birleştirme, Seçme ve Bağdaşıklık
Giriş bölümümüzde değindimiz üzere, dil göstergelerinin çizgisel (linear) olma
özelliği ve insan dilinin göstergeleri düzenlerkenki birleştirme ve seçme ilkeleri dilsel üst
yapıların kurulabilmesinde, bağlamı ortaya koyan yapı taşları olarak karşımıza çıkmaktadır.
Gerçekten de, konuşmak ya da yazmak, dilsel ögeleri seçmek ve onları birleştirmek anlamına
gelir.
Bağlam, dilbilgisi terimi olarak: “Bir dil birimini çevreleyen, ondan önce ya da sonra
gelen, birçok durumda söz konusu birimi etkileyen, onun anlamını, değerini belirleyen birim
ya da birimler bütünü (İç bağlam, dil-içi bağlam da denir.) ve duruma, konuşucu ve
dinleyicinin dil dışı toplumsal, ekinsel, ruhsal nitelikli deneyim ve bilgilerine ilişkin verilerin
tümü (Dış bağlam, dil dışı bağlam da denir.).” olarak tanımlanmıştır (Vardar,1998:34).
Bağlamın bu kapsayıcılığı kimi dilbilimcilerde, sözcüklerin tek başlarına bir anlamı
olmadığı, onların kullanımlarının olduğu yargısını uyandırmıştır. Konuşmada ya da söylemde
bize ilettildiği biçimiyle anlam, sözcüğün aynı bağlamdaki öbür sözcüklerle kurduğu ilişkilere
bağlıdır. Bunlar, dil dizgesinin yapısıyla belirlenir. Her sözcüğün anlamı, daha doğrusu
anlamları, bu bağlantının tümüyle tanımlanır. Her sözcük ya da dilsel öge, başka ögelerle belli
kurallar uyarınca ilişki içindedir (Bozkurt,2000:25).
Dil dizgesinin bağlamsal niteliklerine dair iki temel düzey söz konusudur. Bunlar,
dizisel ve dizimsel düzeylerdir. Sözcük temelinde ve dilbilimsel temelde gerçekleşebilen bu
düzeyler, örneğin, bir …… süt türünden bir bağlam; bardak, tas, şişe, tencere vb. sözcüklerle
dizisel bir ilişki kurarken, bir ve süt sözcükleri arasında dizimsel bir ilişki ortaya koymaktadır
(Lyons, 1983:73).
Tezimizin konusunu oluşturan birliktelik kullanımı ve eşdizimlilik, her ne kadar bu
iki düzey temelinde karşımıza çıkmaktaysa da, aynı zamanda, dilsel örüntülerin doğal bir
sonucu olarak, daha çok badaşıklık (ya da bağdaştırma) kavramıyla belirginlik kazanmaktadır.
Bir anlamda, dil dizgesinin birleştirme ve seçme ilkeleri ile dil kullanıcılarının ortaya
koyduğu kullanımlar, dizgede, dizisel ve dizimsel düzeylerin gerçekleşmesiyle dağılımsal bir
görünüm sergileyerek bağdaşık yapıları oluşturmaktadır. Dildeki tüm bu işlemler ise, bağlam
ile gerçeklik kazanmaktadır. Bağlamı belirleyen bu sözcüksel ve dilbilimsel ilişkiler ağında
sırasıyla, birleştirme ve seçme ilkesi, dizisel ve dizimsel ilişkiler, ve bunların bir sonucu
olarak ortaya çıkan ve dağılımsal bir niteliğe sahip bağdaşık yapılar, birliktelik kullanımları
ve eşdizimliliği besleyen dilsel düzeylerdir.
31
Bağdaşık yapılar, dilde anlamın ortaya çıkmasında önemlidir. Bu noktada, “Bugün
hava güzel.” gibi, dilde yaygın olan ve kullanıldığında yadırganmayan alışılmış bağdaşık
yapılar ile “…yaşlı ve öfkeli bir otobüsteyim…” gibi, dilde yaygın olmayan ve kullanıldığında
yadırganan alışılmamış bağdaşık yapılar, birliktelik kullanımı ve eşdizimliliği belirginleştiren
kavramlaştırmalar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu durum, dizgede sözcüksel ilişkilerle koşuttur. Dilde seçme ve birleştirme ilkeleri
çerçevesinde, raslantısal olmayan birden fazla birim, dil dizgesini oluşturmak adına bir araya
gelebilmektedir. Bu bir araya gelişi kubullenilebilir dizgeler olarak ortaya çıkaran temel
kavram, bağdaşıklıktır.
Bir tanımlama yapacak olursak, bağlamı oluşturan dizgenin doğal bir sonucu olarak
karşımıza çıkan birliktelik kullanımı için “dilde, ‘birleştirme’ ve ‘seçme’ ilkeleri
doğrultusunda ‘alışılmış’ ve ‘alışılmamış bağdaşıklık’ kullanımlarıdır.” diyebiliriz. Yine, bu
alışılmış bağdaşıklık ve alışılmamış bağdaşık yapıların dağılımsal olarak bir araya gelmeleri,
eşdizimliliği oluşturan nedenliliktir. Bu noktada, sadece ortaya koyduğumuz bu ölçüt
eşdizimli yapıların belirginleşmesinde yeterli bir ölçüt değildir. Eşdizimsel yapıları ortaya
çıkaran nedenlilikleri “birliktelik kullanımı ve eşdizimlilik” başlığı altında ayrıntılandıracağız.
Bu anlamda, dilde yaygın bir kullanıma sahip olan ikilemeler, kalıp ifadeler, deyim
ve atasözleri de biçimsel ve anlamsal olarak bu çerçevede değerlik kazanmakta ve dizgesel
olarak birlikte kullanıma sahip bağdaşık yapıları oluşturmaktadır. Bunları aynı zamanda
eşdizimsel yapılar olarak da değerlendirmek mümkündür.
2.5. Birliktelik Kullanımı ve Eşdizimlilik
“Sözcük, daha doğrusu sözlükbirim (lexeme) anlamının anlaşılmasında kullanılan
kavramlardan birisi de içlem (sense) kavramıdır. Gönderim kavramına karşıt olarak içlem,
sözcüklerin dilin iç dizgesindeki bağıntılarının açkılanmasında kullanılmaktadır. Bu bağıntılar
eşanlamlılık, zıtanlamlılık, üstanlamlılık gibi dizisel (paradigmatic) ya da birliktelik
(collocation) gibi dizimsel düzlemde olabilmektedir. Yapısal dilbilim açısından
düşünüldüğünde sözcüklerin dil içi bağıntılarını bilmeden, anlamı kavramanın olanaksızlığı
görülmektedir. …. Sözcük anlamının bir boyutu da sözcüğün öteki sözcüklerle anlam ilişkisi
sonucu ortaya çıkar.” (Kocaman, 1992:88).
Dil içi dizgelerin aralarındaki ilişkilerden kurulu bağlantının en çok gerçekleştiği
yapılar olan ve tezimizin ana ayağını oluşturan birliktelik kullanımı (co-
occurrence/coocurrence) ile eşdizimlilik (collocation), incelediğimiz dilbilgisi ve dilbilim
32
terimleri sözlüklerinde birbirlerine yakın birer kavram alanı olarak karşımıza çıkar. Birliktelik
kullanımı (co-occurrence) için, kaynakların ortaya koyduğu kavramlaştırma, “Aynı sözcede
iki ya da daha çok sayıda dil biriminin bir arada bulunması.” (Vardar, 1998:50) şeklindedir.30
Bu durum sözcüksel bağdaşıklıkla ilgilidir. Yani dilde seçme ve birleştirme ilkelerinin
kuralları çerçevesinde, herhangi birden fazla dil birimi anlamsal olarak bir araya
gelebilmektedir.
Birliktelik kullanımı ve eşdizimlilik kavramları Türkçe dilbilgisinde üzerinde
durulmayan bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.31 Ancak birliktelik kullanımı ve
eşdizimlilik, söylediğimiz gibi, bugün batıda, derlem dilbilim temelli çalışmalarda,
sözlükbirimlerin belirlenmesi aşamasında çokça kullanılan bir yöntem olarak karşımıza
çıkmaktadır.32
Birliktelik kullanımı, eşdizimliliğin gerçekleşme öncülüdür. Genel bir ifadeyle dilde
anlam gerektirdiği sürece herhangi bir dil birimi başka bir dil birimiyle bir araya gelebilir,
birlikte kullanılabilir. Bu anlamda, dizimsel olarak gerçekleşen ilk olgu birliktelik kullanımıdır.
Diğer taraftan bu birliktelik kullanımları sıklığa bağlı olarak dilde yüksek bir dağılıma sahipse
ve bu dağılım oranı anlamlı bir farklılaşma olarak karşımıza çıkıyorsa eşdizimli yapılar ortaya
çıkar. Bu ortaya çıkışta anlamlı sözcük birliklerinin oluşması gerekir.
Eşdizimlilik (collocation) içinse, “İki ya da daha çok sayıda dil biriminin genellikle
aynı dizimde yer alması.” (Vardar, 1998:98) kavramlaştırması yapılırken, ‘eşdizimlilik’in,
sözlükbilime dağılımsal ölçütlerin uygulanmasından kaynaklandığına ve birimlerin anlam
yönünün dizim içi kullanımlarıyla yakından ilişkili olduğuna değinilir. Birliktelik kullanımı
kavramını bir yana bırakırsak yine eşdizim için, “‘Bekar bir adam olarak günleri sayılı.’ ya da
‘Başkan bir konuşma yaptı.’ gibi ‘günleri sayılı’ ve ‘konuşma yapmak’ gibi kullanımda dile
yerleşmiş ve kabul görmüş, iki ya da daha çok dil birimimin birbiri ardına veya ayrı dizimlerde
kullanılması” (Delisle, 1999:58), “Sözcükbirimlerin anlamsal ya da dilbilimsel
30 Söz konusu bu iki kavrama, Vardar (1998) ve her ne kadar ikincil bir kaynak da olsa Hengirmen (1999)’in
terim sözlükleri dışında, diğer terim sözlüklerinde rastlamadığımızı da belirtmeliyiz. 31 Tüm gramer yazarlarınım içerisinde sadece Bozkurt (2000), eşdizimlilik kavramına ayrı bir başlık altında
değinmiştir. Öte yandan, Bozkurt da, bu anlamda, Vardar (1998)’ın ‘Açıklamalı Dilbilgisi ve Dilbilim
Sözlüğü’nde yer alan değerlendirmesini tekrardan öteye gidememiştir. [bk. Bozkurt (2000), Türkiye Türkçesi,
Ankara, Hatiboğlu Yayınları, s. 138.] 32 Konuyla ilgili literatür için bk. Collocation Bibliography (http://mwe.stanford.edu/collocations.html) ve
Bibliography of Concordance, Collocation, Corpus and Vocabulary related books
(http://www.nsknet.or.jp/~peterr-s/concordancing/bibliography.html.)
33
birlikteliklerinden kaynaklanan ve kullanım sıklığına bağlı olarak sözlükbirimsel özellik
taşıyabilen söz birlikleri” (Sterkenburg, 2003,119-120) ve “Sözdizimsel olarak anlamsal
sözcük birliktelikleri” 33 (Hartmann, 1998:22,23) gibi kavramlaştırmalarla karşılaşırız.34
Eşdizimlilik, son 10 yılda bilgisayarlı metin işleme yöntemlerinin gelişmesiyle,
DDİ’de ve özelikle derlem bilimde başlı başına bir inceleme alanı durumuna gelmiştir.
Genellikle eşdizimlilik, dizgede yer alan birimlerin aynılığına dayanır. Diğer bir
ifadeyle eşdizimlilik dizgede değişmeyen bir dizim ile var olur. “Örneğin nevir sözcüğü
Türkçede tek başına kullanılmaz, dön- fiili ile birlikte nevri dön- biçiminde bir eşdizimlilik
oluşturur.” (Hengirmen, 1999:159,160). Aynı durum diğer bir dil kullanımı olan belirteçler
için de geçerlidir.
Eşdizimlilik kavramı içerisinde yer alan dilbilgisel sözcük birlikteliklerini şöyle
sıralayabiliriz35:
belirteç+fiil (açıkça söylemek, acı acı gülmek, açık konuşmak)
sıfat+ad (güzel sanatlar, derin uyku)
niteleyici söz+ad (bir güzel, bir ara, bir yana)
fiil+ad (bilir kişi, çıkmaz sokak, koşar adım)
fiil+fiil (dönüp bakmak, yakıp yıkmak, vurup devirmek)
ad+ilgeç (bana göre, senin gibi, dünya kadar)
…
Yukarıda sıralanan eşdizimsel yapıların ‘son durum’ özelliklerinde sözcük türü
değişimi olabildiği dikkat çekicidir. Örneğin “bir güzel” niteleyici söz+ad birlikteliği
karşımıza belirteç; ya da “bilir kişi” fiil+ad birlikteliği ise karşımıza isim olarak
çıkabilmektedir. Bu durum diğer birliktelikler için de geçerlidir. Bu anlamda eşdizimlilik
sözlükbirimsel bir farlılık yaratabilmektedir. Bu yapılar böylelikle dilde yerlerini bulmakta ve
anlamlı birlikler olarak karşımıza çıkabilmektedir.
33 Sözcükler arası ilişki ve sözlükbilimsel anlam oluşumu ve eşdizimlilik için bk. MALMKJAER, Kirsten
(2001), Linguistics Encyclopedia, Florence, KY, USA, s. 341-346. 34 Bk. BAKER Paul, Andrew Hardie and Tony Mcenery (2006), A Glossary of Corpus Linguistics, Edinburg
University Pres, s. 36-38 35 Oxford Collocation Dictionary for Students of English (2003)’ten Türkçe için uyarlanmış dilbilgisel
eşdizimsellikler.
34
Öte yandan, eşdizimlilik sadece yapısal yakınlıkların örüntülenmesi biçiminde
karşımıza çıkmaz. Konunun bir diğer boyutu dizgede yer alan sözcüklerin anlamsal
birliktelikleridir. Dizgede yer alan birimler belirli bir nedenlilikle bu yapıya katılırlar.
Özellikle belirteçler ile fiiller kısmen de sıfat ve adlar arasındaki bağlılık bu açıdan
değerlendirildiğinde anlamlıdır. Örneğin, “ağzı açık” belirtecinin dinle- ve bak- fiilleriyle
sergilediği görünüm bunu en iyi şekilde açıklar. “Hayranlıkla, büyülenmiş olarak”
yapılabilecek fiiller belirli fiillerdir. TS’de zaten eşdizimsel olarak sözlükbirimselleşmiş “ağzı
açık kalmak” kullanımının yanı sıra ağzı açık dinlemek ya da bakmak kullanımları birliktelik
kullanımlarının ortaya koyduğu eşdizimsel yapılardır. Burada eşdizimsel yapıların birbirine
yakın birimler olması o kadar da işlevsel değildir. Bu daha çok anlamsal bir birliktelik ve
eşdizimlilik olarak karşımıza çıkmaktadır.
TABLO-1. Örnek madde başı (ağzı açık).
ağzı açık:⌠13⌡/2. Hayranlıkla, büyülenmiş olarak./ “Karşısındaki Saraylı kadını ağzı açık
dinliyordu.” (HT-M)., “Cambazın numaraları birbirine benzese de tekdüze olsa da izleyiciler ağzı açık bakıyorlardı.” (İS-
DÖV)., “İhtiyar, Bekir'in ayaklarında, alnım Bekir'in çarıklarına sürterken, genç sessizce duruyor, bir sersem gibi hissiz,
ağzı açık, çenesi katı, derin yeşil gözleriyle Ayşe'yi süzüyordu.” (CD-Oİ)., “Camlarda, yakın bir köyün, toprağa batıyor
hissini uyandıran, bacaları sipsivri dumanlı kerpiç damları; sığırlarını unutup, ağzı açık trene dalmış, çarıklı sığırtmaç.”
(Aİ-OKB). → dinle- [6], bak- [5], dal- {bakmak}, süz- {bakmak}.
→ ağzı açık kalmak.
⇒ ağzı açık dinlemek, ağzı açık bakmak.
Eşdizimlilik, iki birimin rastgele bir arada bulunabileceği birlikteliklerden farklıdır.
Temelde istatistiksel bir yöntemin/uygulamanın sonucunda ortaya çıkan “anlamlı”
birliktelikler olarak bir kavram alanı oluşturur.
Bir “ana derlem”den eşdizim çıkarımında kullanılan yöntem dilbilgisel değil olasılık
kuramları ve uygulamalarına dayanan deneysel bir yöntemdir. Bu çıkarımda, karşılıklı
bulunabilirlik değeri (mutual information score), log likelihood ve z-score en çok kullanılan
olasılık yöntemleridir. Bunun yanında değişkenlerin dağılımsal özelliklerinden yararlanılan t-
testi ve faktör analizi de diğer kullanılan yöntemler arasında sıralanabilir (McEnery, 2006:56).
Derlemin bütünü evren olarak kabul edildiğinde, bu evrene dayalı en az iki birimin
bir arada bulunabilirliğinin dilbilgisel işaretlemeye dayalı bir yöntemle çıkarımı bugün
35
literatürde bulunmamaktadır. Çıkarılan eşdizimin yapısı ve çeşitli özellikleri (dizimsel)
sonradan betimlenmektedir.
Eşdizimlilik kavramı bugüne kadar yapılan çalışmalarda amaca uygun olarak farklı
bakış açılarıyla ele alınmıştır. Bu ele alış biçimi, kavram olarak eşdizimliliği ve onun ne
olduğu çeşitlendirmiştir. Ancak bu çeşitlenme iki ana eşdizim anlayışını ortaya çıkarmıştır.
Bunlardan birincisi, belli bir dizimde belli bir aralıkta birlikte kullanımlar arasındaki sıklık
dağılımının ortaya çıkarıldığı istatistik temelli yaklaşım (statistically oriented approach) ya da
sıklık temelli yaklaşım (frequency-based approach), ikincisi ise, sözcük birlikteliklerinin
tamamıyla değil de belli birtakım ölçüler dahilinde bir araya gelerek ortaya çıktığının
düşünüldüğü anlam temelli yaklaşım (significance oriented approach)’dır. Burada akla gelen
sorulardan biri, bir dizimde yer alan herhangi iki ya da daha fazla sözlükbirimin eşdizimli
olup olamayacağıdır. Örneğin, “Uykuya dalmadan önce neler olduğunu aniden hatırladı.”
dizgesinde önce ve neler sözlük birimlerinin eşdizimliliğinden söz edemeyiz. Oysa uykuya
dal- ve aniden hatırla- arasında “anlamlı olmak” açısından bir derlemde sıklık (frequency) ile
de denetlenebilirse eşdizimlilik söz konusudur diyebiliriz.
Yukarda değindiğimiz gibi, bazı dil birliklerinin dizim içerisinde gerçekleşme
biçimleri de eşdizim incelemelerine konu oluştur. Örneğin ad+ad, sıfat +ad, belirteç+fiil vb.
Bizim de seçimlik değer olarak inceleyeceğimiz belirteç+fiil birliktelik kullanımlarının
eşdizimliliği gerçekte bu eksene dayanır.
Eşdizimlilik için sorulan temel sorular şunlardır: Eşdizimlilik dizimsel temelli mi
yoksa anlamsal temelli mi olmalıdır? Eşdizimlilik bitişik yapılarla mı yoksa ayrık yapılarla mı
oluşur? Yine, belirli bir derlemde sadece bir kez rastlanılan fakat ana dil kullanıcısınca bir söz
dizisi olarak algılanabilen söz birliktelikleri eşdizimlilik olarak listelenmiş bir söz dizisi
olabilir mi? Eşdizimliliği ortaya çıkarmak için kullanılan derlemin büyüklüğü ne olmalıdır?
Sözcükler arasındaki bağlantının değişebilirliğine bağlı olarak eşdizimli olabilmelerinin
derecesinde bir değişim olur mu? (Kennedy, 1998:111). Bu sorular, eşdizimlilikle ilgili
yürütülen çalışmalarda araştırmacıların üzerinde durduğu temel sorulardandır. Öyle ki,
eşdizimsel yapıların sergiledikleri görünümler, beraberinde yukarıda sıralanan soruları da
getirmektedir. Dilin kullanım aşamalarından sözlükleşme aşamalarına kadarki süreçte,
eşdizimsel yapıları değerlendirmek ve bunları durağan birimler olarak sözlükselleştirmek ya
da sözlükselleştirmemek üzerinde sıkça durulan konulardandır. Örneğin, görevli sözcüklerin
oluşturdukları birliktelikleri birer çekim unsuru kabul ederek eşdizimsel yapıların
belirlenmesinde değerlendirme dışı tutan görüşün yanında, bunları göz ardı etmeyen görüş
36
birlikte yürümektedir. Ancak eşdizimsel yapıların anlam taşıyan unsurlar olduğu yargısı tüm
bu düşünüş farklılıklarına rağmen ortak payda olarak varlığını sürdürür.
Eşdizimlilik anlamlı sözlükbirimler arasında gerçekleşir. Bu nedenle görevli
sözlükbirimler eşdizimlilik kavramının dışında yer alır. Birbiriyle eşdizimli hâle gelmiş ve
adına eşdizimli denen sözlüksel birimler onların eşdizim oranı ve eşdizimli olma eğilimlerine
bakılarak anlaşılırlar. Bununla bağlantılı diğer bir kavram ‘anlamsal uyum’dur. Biz de,
tezimizde, dizgesel yakınlıkların eşdizimsel yapıların kaynağını oluşturduğu bilinciyle,
anlamsal uyumu göz ardı etmeyen bir yöntem benimsedik. Bize göre tümce, kendi içinde
dizgesel bir bütün oluşturmakta ve bu dizge içerisinde var olan anlamsal uyumlar eşdizimlilik
temelinde bir anlamlılık sergilemektedir.
Esas olarak, benzer çalışmalarda bizim irdeleyeceğimiz dizimsel ilişkilere dayanan
eksen, tüm ilişkiselliklerden (istatistiksel yüntem ve yordamalar) sonra yapılan bir ayrımdır.
Ancak seçimlik (belirlenmiş sözlükbirimler) bir birliktelik kullanımı ve eşdizimlilik
çalışmasında, çalışma ekseni farlılıklar göstermek durumundadır. “Ana derlem” üzerinden
yapılan benzer çalışmaların aksine, biz, istatistiksel veri olarak evren kümemizi, toplam
derlememiz içerisinde dizimsel olarak aynı dizgide yer alan belirteç ve fiillerin geçtiği
yapılara dayandırdık.
Bir sıralama yapacak olursak, “birliktelik kullanımı” öncelikli olarak karşımıza çıkar.
Bunu “eşdizimlilik” takip eder. Kullanım ise, iki kavram arasındaki ayırtlığı oluşturur.
Eşdizimliliği belirgin kılan şey, dil biriminin kullanımdaki sıklığının yanı sıra sözlükbirimsel
bir açıklamaya ihtiyaç duyuyor olması, yani, sözlükbirimleşmesidir. Öte yandan sadece
sözlükbirimselleşmesi de yeterli bir ölçüt olarak görülmez. Bir dil birliği
sözlükbirimselleşmeden de bir dizgede birlikte ve eşdizimli olarak kullanılabilir. Ancak
birliktelik yapıları ve eşdizimlilik olmaksızın sözlükbirimselleşmeden de söz edilemez.
Kısaca söylemek gerekirse birliktelik ve eşdizim sözlükbirimselleşmede gerek-şart bir durum
ortaya koyarken yeter-şart bir görünümle karşımıza çıkar.
Bağdaşık yapılar dilde anlamın ortaya çıkmasında önemlidir. Bu noktada alışılmış ya
da alışılmamış bağdaşıklık birlikte kullanılan yapıların anlamsal geçerliliğinde önemli bir
ölçüttür. Bu basamaktan sonra birliktelik kullanımına bağlı olarak kaşımıza eşdizimli yapılar
çıkmaktadır. Bağadaşık, birliktelik kullamımı ve eşdizimlilik birbirini tamamlayan birer zincir
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yukarıda söylediğimiz gibi, birliktelik kullanımlarının öncül olduğu, bir evren kümede
denetlenerek sıklıkları ortaya çıkarılabilen, anlamlılıkları sözlükbirimselleşme eğilimi
gösteren yapıların derlenmesi iki biçimde yapılmaktadır. Birincisi istatistiksel yöntem diğeri
37
anlamsal yöntemdir. Biz çalışma alanı olarak istatistiksel yöntemlerle konumuzu ele almadık.
Ancak anlamsal yöntem temelinde yürüttüğümüz çalışma elbette geliştirilebilir ve istatistiksel
yöntemlerle yordanabilir. Bu yordama, dizgesel yakınlık oranlarının saptanması, tespit edilen
ilişkiselliklerin tüm evrene yayılması vb. biçimlerde gerçekleştirilebilir. İşlediğimiz dilsel
verinin son durumluluğu bundan sonraki aşamada istatistiksel yordamaya ihtiyaç
duymaktadır. Bu disiplinler arası çalışma gerektiren bir konudur.
Eşdizimsel yapıların dil öğretiminde önemli bir yeri bulunur. Yabancı dil
öğrenicilerinin yaptığı hatalar genellikle iki birimden birinin daha önce hiç gerçekleşmemiş
biçimde bir arada kullanılmasından kaynaklanmaktadır. İngilizce için yapılmış eşdizim
sözlükleri yanında ileri düzey öğrenici sözlüklerinde eşdizimli yapılara ayrı bölümler
ayrılmakta ya da madde içinde belirtilmektedir. Bu kısmen sezgisel bir biçimde Türkçe
sözlükler için de ortaya konulmuştur. Ancak asla yeterli değildir. Kaldı ki, sadece ana dili
olarak Türkçenin öğretimi için değil ikinci dil olarak Türkçenin öğretimi için ayrı ayrı
modellenmiş sözlüklerin hazırlanmasında derlem tabanlı uyguların yapılması önemli bir
zorunluluktur. Bu masa başı, sezgisel sözlükçülük geleneğinin dışında bir çalışma
gerektirmektedir. Bu da derlem denetli bir çalışma olmalıdır.
38
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
YÖNTEM
Dil çalışmalarının son yıllardaki seyrine baktığımızda bugüne birtakım anlayış
değişimleriyle geldiğini gözlemleriz. Dil nesnesine yaklaşımı itibariyle merkeze sözdizimini
koyan yapısalcılığın yerini, dilin kullanım özelliklerini ön plana alan ve tek tek tümceleri ele
almanın yetersiz bir inceleme yöntemi olduğunu, bağlamın da işin içine girmesi gerektiğini
kuramsallaştıran edimsel yaklaşıma bıraktığını görürüz. Edimsel yaklaşım içerisinde
farklılaşan bakış açıları olsa da, bu yaklaşımla birlikte biz, işlevci bir yaklaşımın da dil
nesnesine yöneldiğini görürüz. Temelde işlevci yaklaşım hem biçimbilimsel hem sözdizimsel
hem de kullanımsal açıdan dil nesnesini kendine konu edinmiş ve yeni açılımlar ortaya
koymuştur (Erkman, 1998:45). Bu açıdan bakıldığında işlevci yaklaşımın bütüncül bir bakış
açısıyla dilin işleyişini açıklamaya çalıştığı gözlemlenir.
Ancak, son yıllarda bilişim teknolojilerindeki hızlı gelişim, tüm alanlarda olduğu gibi,
dil çalışmalarına da kendini göstermiştir. Bunun sonucunda da dil üzerine yapılan çalışmalar
seyrini yukarıda sıraladığımız dile bakış açılarının da üstüne çıkarmıştır. Dilsel verileri işleme
ve yorumlamada kullanılmaya başlanan bilgisayar, daha çok veriyi daha doğru biçimde
işleme olanağını dil araştırmacılarına sunmuştur.
Bugün, bilgisayarın dil çalışmalarında kullanılmasının en belirgin gözlemlendiği
alanlar arasında sözlükbilimi sayabiliriz. Yakın bir geçmişe kadar geleneksel yöntemlerle
(fişleme, tasnif, vb.) hazırlanan sözlükler, bugün yerini bilgisayarlı yöntemlerle hazırlananlara
bırakmıştır. Sözlükbilim çalışmalarında, sözlük girdilerini derlemede bağlamlı dizin
(concordance), sözcük türü etiketleyici (tagger) ve söz öbeği ayrıştırıcı (parser) yazılımlar
etkin olarak kullanılmaktadır. Öte yandan, dil verilerini sayısallaştırılmasında tarayıcılar
(scanner), bu tarayıcılarla elde edilen materyali sayısal ortama aktarmada yardımcı optik
karakter tanıma (OCR) yazılımları vb. dilsel malzemenin derlenmesinde sözlükbilimcilere
sınırsız olanaklar sunmaktadır (Yıldırım ve Tahiroğlu, 2006:301).
Bugün, ‘Doğal Dil İşleme’ (DDİ) olarak adlandırılan ve gün geçtikçe yayınlaşan
bilgisayarlı dil çalışmaları, makineli çeviri, sözlükbilim, biçimbilim, sesbilim ve anlambilim,
vb. alanlarda kendini göstermektedir. Bu çalışma alanı kendini diğer bilimlerden, hatta
dilbilimden de, bağımsız bir biçimde gerçekleştirmektir.
39
Tezimizde belirteçler ile fiillerin ilişkiselliğini tam olarak ortaya koyabilmek için dilin
karakteristik ve tipik kullanım ortamlarından derlenmiş, temsil niteliği olan yazılı bir derlem36
kullandık. Derlemimiz 306 edebi eserden oluşmaktadır. (bk. ANA DERLEMDE YER ALAN
ESERLER VE KISALTMALARI) Bu eserleri tarayıcı aracılığıyla ve ‘optik karakter tanıma’
(OCR) yazılımlarıyla sayısallaştırıp MYSQL veri tabanı kullanarak hızlı ve güvenilir bir
biçimde ulaşılabilir hale getirdik (bk. ŞEKİL 1. ve ŞEKİL 2.). Bu aşamanın ardından aranılan
sözcüğün (belirteç) geçtiği tümceleri derledik (bk. ŞEKİL 3.) ve aralarından belirteç-fiil
birlikteliği gösteren örnekleri değerlendirdik.
ŞEKİL 1. Arama arayüzü.
36 Corpus (derlem) ve corpus-based (derlem tabanlı) terimleri için bk. BAKER Paul, Andrew Hardie and Tony
Mcenery (2006), A Glossary of Corpus Linguistics, Edinburg University Press, s. 48-49.
40
ŞEKİL 2. Sorgu-sonuç arayüzü.
"Bana acele bir araba bulun," dedi. (HT-GF). "Hayır muhterem peder... 'Geri ver' diyeceğinizi biliyorum da, gelmeden önce acele sattım." (AB-BBYŞ). "Mektubunuza derslerin beni son derece sıkıştırdığından acele cevap veremedim. (EB-YU). "Nilüfer ne olur evlenmek için acele karar verme," diye yalvardı ablasına. (AK-AA). (Acele çıkar.) (RB-SN). (Koluyla acele siler) (TÖ-TO1). (Tank traş takımlarını acele toplar, tartışmaktan kaçmak ister) (TÖ-TO1). «Hastayım, acele gel, diye...» (RI-KG). … kapıcı ibrahim'den çilli ferihan'ı sorarsın benim için bir yalan uydur telgraf geldi de acele gitti de nasıl bilirsen
öyle yap. (Aİ-BSM) Acele gel! (OK-KT). Acele gel, dedi. (OK-KT). Acele giyindi. (KT-Gİ). Acele giyindim. (EÖ-GSA). Acele giyindim. (EÖ-GSA). Acele götüreceğiz sizi, emir böyle. (HT-EG). Acele İstanbul'a gidecek... (FRA-Ç). Acele istiyor. (OK-C). Acele soyundum. (OA-KB). Acele telgrafhaneye çağırdılar, yüzbaşım!... (KT-YS). Acele urgan getirmişler, önüne urgan germişler, çabalamışlar, traktörü durduramamışlar. (PNB-AGUG). Acele üstünü başını değiştirdi, kravatını aynada düğümlerken, ıslık çalıyordu: evine dönmüş, sevdiği kadına
kavuşmuş olmaktan mutlu! (Aİ-OKB). Acele yer değiştirmeye karar verdik. (EÖ-GSA). Aktedron Fikret, dayanamadı ve birkaç yıl kalmak için gittiği Paris'ten pervaneli tayyareyle Yeşilköy'e bir acele
döndü. (EA-MR). Almanya'daki sanatoryumlardan acele bilgi alın, ona göre bir karara varalım." (HT-GF). Ama acele karar vermeyin. (HT-GF). "İyi, iyi,.." diye acele yürüdü Salih, "kızım açlıktan ölecek, süt yetiştirelim..." (SK-D). Arsız torunu, damadı hepsi birer ikişer alıp attılar ağızlarına dolmaları acele ve gülüştüler utanmadan. (Sİ-
İGÇÖ2).
41
Ayın otuzu acele oldu ya! (F-BS) Bakışları acele öteki köylüleri dolaştı. (NC-SY). Bana, Ç.K., B.K., T.K., Z.K.'yı acele bulun. (GA-TO). Başhekim Şemsettin Bey, doktor, hemşire ve hastabakıcıları acele topladı. (TÖ-ŞÇT). Behiç, Mebrure'nin karşısında hafif eğildi, acele şu sözleri söyledi: Bu hanım kızı tanıyabilmek için ona dikkatli
bakmalı, dikkatli bakmak için de... (PS-SK). Belli ki çok acele toplanmışlardı. (SK-D). Ben de evden acele çıktım sabah, ehliyetimi almamışım. (NE-GT). Beni acele durdurdu: Size iyi ki rast geldim... (PS-SK). Bir gün kendisini acele Merkez Komutanlığına istemişlerdi. (FRA-Ç). Bir kalpak tedarik edip acele Soluğu İzmir'de aldım. (HT-KAD). Biraz acele davrandım sanırım. (FA-SUYK). Birbirlerinden ayrıldıktan sonra Ömer acele giyindi. (SA-İÇ).
Biyo-bibliyografya notunu da bana hemen yazıp acele gönder, Ben de çevirtip Amerika'ya yollayayım. (CKM). Bu mektubumu teşekkür için acele yazdım. (CKM). Bugün matbaaya geç kaldığı için biraz acele giyindi, çabuk yürüdü, hattâ dükkânının önünde duran Ali Şekib’in
«Biraz uğraşana...» davetine: «Vaktim yok!» cevabım verdi. (HZU-MvS). Büyük Millet Meclisi'ni acele topladık. (UM-KKA).
Cebeci'deki hastahane yetmediğinden, Sarıkışla'yı da acele hastahaneye çevirmişler, bir kısım yaralıları oraya yatırmışlardı. (GY-GH)
…
ŞEKİL 3. Örnek tümceler (abecesel)
Çalışmamızda, derlemden seçilmiş, belirteç-fiil ilişkiselliğine sahip tümceleri
değerlendirdik ve kullanılan fiillerin bir dökümünü sıklıklarını da belirterek ayrıştırdık. (bk.
ŞEKİL 4.).
acele:⌠102⌡/Vakit geçirmeden, tez olarak, {çabuk}/ “Acele giyindim.” (EÖ-GSA)., “Acele
istiyor.” (OK-C)., “Dediğim gibi, bunu acele yazdım.” (CKM)., “Bana, Ç.K., B.K., T.K., Z.K.'yı acele bulun.” (GA-TO).,
“Ne varsa, çok iltifat etti telefonda. Acele gel, dedi.” (OK-KT)., “Ama acele karar vermeyin. (HT-GF). ,“Biraz acele
davrandım sanırım.” (FA-SUYK). “Mektubunuza derslerin beni son derece sıkıştırdığından acele cevap veremedim.” (EB-
YU)., “‘Nilüfer ne olur evlenmek için acele karar verme,” diye yalvardı ablasına. (AK-AA). “Bir kalpak tedarik edip acele
Soluğu İzmir'de aldım.” (HT-KAD). → giyin- [7], iste-, yaz- [5], bul-, dön-, soyun-, yürü- [4], çağır-, çık- (i-, -den), gel- [3],
çağr(ıl-), git-, gönder-, sat-, topla- (-i), yaz(ıl-) [2], ara-, ayrıl-, başla-, bekle-, bildir-, çağır(t-),
çalış(ıl-), çevir- {dönüştürmek}, davran-, de-, dolaş-, doldur-, durdur-, geç-, getir-, götür-,
hazırlan-, kalk- {gitmek}, koş-, özetle(n-), sık- {ateş etmek}, sil-, söyle-, tat-, topla- {bir
araya getirmek}, toplan- {toparlanmak}, uç- (uçakla), yak- (lamba), ye-. ║ karar ver-* [3],
cevap ver-* [2], ağzına at-, aşk ilan et-, bilgi al-, çay suyu koy-, devam et-, elini uzat-, rapor
hazırla-, sağa kay-, toplantı yap-, üst baş değiştir-, yerinden kalk-. ║ bir yere kapılan-, çıkar
gider, soluğu …da al-.
→ acele etmek.
ŞEKİL 4. Madde başı, anlamı, tanıkları, fiil dökümü, vb.
42
Asıl olarak fiilleri, bunun yanı sıra da fiilimsileri, sıfatları ve görevce kendine
benzeyen sözcükleri anlamca etkileyen belirteçler, TS’de madde başı olarak yer alanlarının
çok dışında kullanımlar da sergiler. Bu noktada derlem tabanlı bir çalışma olan tezimizde neyi
aradığımızı bilmemiz, bulduklarınızın doğruluğunu pekiştirmektedir.
Derlemimizde yer alan 306 eserden 83’ ü roman, 7’si antoloji niteliğinde olmak üzere
63’ü şiir, 4’ü antoloji niteliğinde olmak üzere 38 öykü, 3’ü antoloji niteliğinde olmak üzere 37
deneme/eleştiri, 1’i antoloji niteliğinde olmak üzere 27 tiyatro, 16 anı, 15 inceleme/araştırma,
9 mizah, 1’i antoloji niteliğinde olmak üzere 6 gezi/hatıra, 3’ü günce, 3’ü mektup, 1’i antoloji
niteliğinde olmak üzere 3 röportaj, 2 makale/söyleşi ve 1 biyografidir.
TABLO 2. Derlemin türlere göre dağılımı.
Antoloji niteliğindeki eserleri bir yana bırakırsak, derlemimizde toplam 200 yazarın
288 farklı eseri yer almıştır. Bu yazarlar şunlardır: A. KADİR, Abbas SAYAR, Abdülhak Şinasi HİSAR,
Abdülkadir BUDAK, Adalet AĞAOĞLU, Adnan ÖZYAÇINER, Afşar TİMUÇİN, Ahmet ALTAN, Ahmet CEMAL,
TÜR ANA DERLEM ANTOLOJİ
NİTELİĞİNDE DENET DERLEM
Roman 83 12
Şiir 63 7 7
Öykü 38 4 8
Deneme / Eleştiri 37 3 5
Tiyatro 27 1 7
Anı 16 4
İnceleme / Araştırma 15
Mizah 9 3
Gezi / Hatıra 6 1 2
Günce 3
Mektup 3 1
Röportaj 3 1
Makale / Söyleşi 2
Biyografi 1
TOPLAM 306 18 44
43
Ahmet Hamdi TANPINAR, Ahmet Muhip DIRANAS, Ahmet OKTAY, Ahmet TELLİ, Ahmet ÜMİT, Akgün
AKOVA, Arif Nihat ASYA, Asaf Halet ÇELEBİ, Asaf Savaş AKAT, Ataol BEHRAMOĞLU, Atilla ATALAY, Atilla
BİRKİYA, Atilla DORSAY, Attila İLHAN, Avdın BOYSAN, Avla KUTLU, Ayşe KULİN, Aziz NESİN, Azra
ERHAT, Barış BIÇAKÇI, Bedri Rahmi EYÜBOĞLU, Behçet NECATİGİL, Behiç AK, Bekir ONUR, Beşir
AYVAZOĞLU, Bilge KARASU, Bilgesu ERENUS, Binnur ŞENER, Bozkurt GÜVENÇ, Buket UZUNER, Cahit
KÜLEBİ, Cahit Sıtkı TARANCI, Can DÜNDAR, Can YÜCEL, Cemal SÜREYA, Cemil KAVUKÇU, Cengiz
DAĞCI, Cevat ÇAPAN, Cevdet KUDRET, Ceyhun Atuf KANSU, Cezmi ERSÖZ, Cuma BOYNUKARA, Çetin
ALTAN, Demir ÖZLÜ, Demirtaş CEYHUN, Deniz KAVUKÇUOĞLU, Doğan CÜCELOĞLU, Doğan HIZLAN,
Ece AYHAN, Edip CANSEVER, Egemen BERKÖZ, Emin ÇÖLAŞAN, Emine IŞINSU, Emre KONGAR, Engin
GENÇTAN, Enis BATUR, Erdal ATABEK, Erdal ÖZ, Erendiz ATASU, Ergun SAV, Erhan BENER, Fahir
ARMAOĞLU, Faik BAYSAL, Fakir BAYKURT, Falih Rıfkı ATAY, Faruk Nafiz ÇAMLIBEL, Fazıl Hüsnü
DAĞLARCA, Ferhan ŞENSOY, Feride ÇİÇEKOĞLU, Feridun ANDAÇ, Ferit EDGÜ, Fikret OTYAM,
FİRUZAN, Füsun AKATLI, Gani MÜJDE, Gülten AKIN, Gülten DAYIOĞLU, Güngör DİLMEN, Güzin DİNO,
Haldun TANER, Halide Edip ADIVAR, Halit Ziya UŞAKLIGİL, Hasan Ali TOPBAŞ, Hasan CEMAL, Hasan
HÜSEYİN, Hıfzı TOPUZ, Hulki AKTUNÇ, Hüseyin A. GÖKSEL, Hüseyin Cahit YALÇIN, İlhan BERK, İlhan
SELÇUK, İnci ARAL, İpek ONGUN, Kandemir KONDUK, Kemal BİLBAŞAR, Kemal TAHİR, Küçük
İSKENDER, Kürşat BAŞAR, Latife TEKİN, Leyla NAROVA, M. Turan TAN, Mahmut MAKAL, Mehmet
BAYDUR, Mehmet FUAT, Melih Cevdet ANDAY, Memduh Şevket ESENDAL, Metin ALTIOK, Metin ELOĞLU,
Metin KAÇAN, Metin ÜSTÜNDAĞ, Mina URGAN, Murathan MUNGAN, Mustafa BAYDAR, Muzaffer İZGÜ,
Mümtaz SOYSAL, Nadir NADİ, Nazım HİKMET, Nazlı ERAY, Necati CUMALİ, Necip Fazıl KISAKÜREK,
Nedim GÜRSEL, Nermi UYGUR, Nezihe MERIÇ, Nihat BEHRAM, Nihat Sırrı ÖRİK, Nurullah ATAÇ, Oğuz
ATAY, Oktay AKBAL, Oktay RIFAT, Oktay SİNANOĞLU, Onat KUTLAR, Orhan ASENA, Orhan KEMAL,
Orhan PAMUK, Orhan VELİ, Osman Cemal KAYGILI, Oya BAYDAR, Özdemir ASAF, Özdemir İNCE, Peride
CELAL, Pertev Naili BORATAV, Peyami SAFA, Pınar KÜR, Recep BİLGİNER, Refik DURBAŞ, Refik
ERDURAN, Refik Halit KARAY, Reşat Ekrem KOÇU, Reşat Nuri GÜNTEKİN, Rıfat ILGAZ, Sabahattin ALİ,
Sabahattin EYÜBOĞLU, Sabahattin Kudret AKSAL, Sait Faik ABASIYANIK, Salah BİRSEL, Salih BOZOK,
Samim KOCAGÖZ, Selim İLERİ, Sevgi SOYSAL, Sina AKYOL, Soner YALÇIN, Suat DERVİŞ, Sulhi DÖLEK,
Sunay AKIN, Süreyya BERFE, Tahsin YÜCEL, Tarık BUĞRA, Tarık DURSUN K., Tarık TUNAYA, Tezer ÖZLÜ,
Toktamış ATEŞ, Tomris UYAR, Tuncay ÖZKAN, Turan OFLAZOĞLU, Turgay FİŞEKÇİ, Turgut ÖZAKMAN,
Turgut UYAR, Uğur MUMCU, Ülkü AYVAZ, Ümit KIVANÇ, Üstün DÖKMEN, Vedat GÜNYOL, Vedat
TÜRKALİ, Vus'at O. BENER, Yahya Kemal BEYATLI, Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU, Yaşar KEMAL,
Yılmaz ERDOĞAN, Yılmaz KARAKOYUNLU, Yusuf ATILGAN, Ziya Osman SABA.37
Öte yandan, derlemde çeşitliliği arttırmak amacıyla Cevdet Kudret’e Mektuplar,
Feridun ANDAÇ, Söz Uçar Yazı Kalır-1 ve 2, TDK, Güzel Yazılar, Denemeler, TDK, Güzel
Yazılar, Gezi-Hatıra; TDK, Güzel Yazılar, Hikâyeler 1 ve 2; TDK, Güzel Yazılar, Kısa
Oyunlar; TDK, Güzel Yazılar, Röportajlar; Kitaplık Şiir Yıllığı 2002; Selim İLERİ, İlk
Gençlik Çağına Öyküler 1 ve 2; Adam Şiir Yıllığı 1996, 1997, 1999, 2000, 2001; Varlık
37 Eserler için ayrıca bk. ANA DERLEMDE YER ALAN ESERLER VE KISALTMALARI.
44
Şiirleri Antolojisi (1933-1977) gibi deneme, gezi/hatıra, öykü, röportaj, şiir, mektup ve tiyatro
türlerine ait, antoloji niteliğinde 18 esere yer verdik. Söz konusu bu antoloji niteliğinde
derlemelerde, toplam 575 farklı yazardan derlemimize yaklaşık olarak 1.000.000 (+ -)
sözcüklük bir girdi sağladık. Bu oran derlemimizin 12/1’idir. Bu 18 eserde yer alan yazarlar
ise şunlardır: A. Hicri İZGÖREN, A. Turan OFLAZOĞLU, Abdullah Rıza ERGÜVEN, Abdülbaki
GÖLPINARLI, Abdülhak Şinasi HİSAR, Abdülkadir BUDAK, Abdülkadir BULUT, Abidin DİNO, Adalet
AĞAOĞLU, Adil İZCİ, Adnan ARDAĞI, Adnan AZAR, Adnan BİNYAZAR, Adnan ÖZER, Adnan ÖZYALÇINER,
Adnan SATICI, Adnan YÜCEL, Afşar TİMUÇİN, Ahmet Hamdi TANPINAR, Ahmet ADA, Ahmet ALTÜMSEK,
Ahmet ÇAKMAK, Ahmet ERHAN, Ahmet GÜNTAN, Ahmet Halit YAŞAROĞLU, Ahmet HAŞİM, Ahmet
KABAKLI, Ahmet Kutsi TECER, Ahmet Muhip DIRANAS, Ahmet NECDET, Ahmet OKTAY, Ahmet ÖZER,
Ahmet TELET, Ahmet TELLİ, Ahmet UYSAL, Akgün AKOVA, Akif KURTULUŞ, Ali Asker BARUT, Ali BEY, Ali
CENGİZKAN, Ali DUMAN, Ali EMRE, Ali Ersin GÜNCE, Ali F. BİLİR, Ali Hikmet EREN, Ali Mümtaz
AROLAT, Ali PÜSKÜLLÜOĞLU, Ali YÜCE, Alim ATAY, Alper ÇEKER, Alphan AKGÜL, Altay ÖKTEM, Altay
Ömer ERDOĞAN, Anıl Boduroğlu MERÇELLİ, Arif DAMAR, Arif KARAKOÇ, Arîf MADANOĞLU, Arife
Kalender ÖNEL, Arzu ÇUR, Arzu K. AYÇİÇEK, Asaf Halet ÇELEBİ, Asım BEZİRCİ, Asım ÇAVUŞOĞLU, Ataol
BEHRAMOĞLU, Atilla İLHAN, Attilâ BÜYÜKTUNCAY, Avni CİNOZOĞLU, Aydın AFACAN, Aydın ŞİMŞEK,
Ayhan BOZFIRAT, Ayhan BOZKURT, Ayhan CAN, Ayhan KURT, Aykut EKŞİLER, Ayşe KİLİMCİ, Aytekin
KARAÇOBAN, Ayten MUTLU, Aytuğ USLUTEKİN, Azer YARAN, Aziz Kemal HIZIROĞLU, Aziz NESİN, Azra
ERHAT, Baha ÖNEM, Bahadır ATEŞ, Bâki ASİLTÜRK, Baki Ayhan T., Baki Süha EDİBOĞLU, Barış
PİRHASAN, Bayram BALCI, Bedirhan TOPRAK, Bedrettin AYKIN, Bedri Rahmi EYÜBOĞLU, Behçet AYSAN,
Behçet NECATİGİL, Behzat AY, Bejan MATUR, Bekir YILDIZ, Beşir AYVAZOĞLU, Betül TARIMAN, Bilal
KOLBÜKEN, Bilge AY, Bilge KARASU, Birhan KESKİN, Bunyamin K., Burak ACAR, Burhan FELEK, Burhan
GÜNEL, Bülend ECEVİT, Bülent KARSLIOGLU, Cahit KOYTAK, Cahit KÜLEBİ, Cahit Saffet IRGAT, Cahit
Sıtkı TARANCI, Can Bahadır YÜCE, Can YÜGEL, Celal SOYCAN, Cem SAVRAN, Cem UZUNGÜNEŞ, Cemal
SÜREYA, Cemil MERİÇ, Cengiz KILIÇER, Cengiz ÖEKTAŞ, Cenk KOYUNCU, Cevat ÇAPAN, Cevdat KARAL,
Cevdet ATMACA, Cevdet KUDRET, Cevdet Kudret SOLOK, Ceyhun Atuf KANSU, Cezmi ERSÖZ, Cihan OĞUZ,
Coşkun YERLİ, Cüneyt AYRAL, Çetin ALTAN, Çiğdem SEZER, Demir ÖZLÜ, Demirtaş CEYHUN, Derya
ÇOLPAN, Derya ÖNDER, Devrim DİRLİKYAPAN, Didem MADAK, Doğan ERGÜL, Doğan HIZLAN, E. Ayhan
ÇAĞLAR, Ebubekir EROĞLU, Ece AYHAN, Ece AYKIZ, Emel İRTEM, Emin ÜLGENLER, Emrah ALTINOK,
Ender EMİROĞLU, Engin TURGUT, Engin UNSAL, Enis AKIN, Enis BATUR, Enver ERCAN, Enver
TOPALOĞLU, Eray CANBERK, Ercüment UÇARI, Erdal DOĞAN, Erdal ÖZ, Ergin GÜNCE, Ergin SANDER,
Ergin YILDZOGLU, Ergül ÇETİN, Erhan BENER, Erkut TOKMAN, Erol TOY, Esat DEMÎRAY, Eski GÜNLER,
Esra ERMERT, F. ERDİNÇ, F. ÖZDEMİRCİLER, Fadıl KOCAGÖZ, Fahir İZ, Faik BAYSAL, Fakir BAYKURT,
Falih Rıfkı ATAY, Faruk AKÇA, Fazıl Hüsnü DAĞLARCA, Fergun ÖZELLİ, Ferid EDGÜ, Feridun ANDAÇ,
Feridun Fazıl TÜLBENTÇİ, Ferit EDGÜ, Ferruh TUNÇ, Fethi GİRAY, Fethi NACİ, Feyza HEPÇİLİNGİRLER,
Fikret DEMİRAĞ, Fuat ÖMER, FÜRUZAN, Füsun AKATLI, Gazanfer ERYÜKSEL, Gazi YAŞARGİL, Gonca
ÖZMEN, Gökçe NURÇ, Gülenay C., Gülseli İNAL, Gültekin EMRE, Gülten AKIN, Güngör TEKÇE, Güven
TURAN, Güzin DİNO, H. Vasfi UÇKAN, H. Ziya TAŞKENT, Hakan KEYSAN, Hakan SAVLI, Hakkı Engin
GİDERER, Hakkı Kâmil BEŞE, Haldun TANER, Halikarnas Balıkçısı, Halil GÖKHAN, Halil İbrahim BAHAR,
45
Halil İbrahim ÖZCAN, Halil UYSAL, Halim ŞAFAK, Halim YAĞCIOĞLU, Halim YAZICI, Halit Ziya
UŞAKLIGİL, Halûk Faruk ERGİNSOY, Hamdi ÖZYURT, Hamit Macit SELEKLER, Hasan Âli YÜCEL, Hasan
ÖZTOPRAK, Hasan ŞİMŞEK, Hasan ŞİŞLİ, Haşim ÇATIŞ, Haşini HEKİMOĞLU, Hayati BAKİ, Haydar
ERGÜLEN, Hidayet GÜLEN, Hidayet KARAKUŞ, Hikmet DİZDAROĞLU, Hilmi HAŞAL, Hilmi YAVUZ, Hulki
AKTUNÇ, Hüsamettin BOZOK, Hüseyin ALEMDAR, Hüseyin ATABAŞ, Hüseyin ATLANSOY, Hüseyin
FERHAD, Hüseyin HAYDAR, Hüseyin KÖSE, Hüseyin PEKER, Hüseyin Rahmi GÜRPINAR, Hüseyin
TOPÇUGİL, Ihan DEMİRASLAN, İbnürrefik Ahmet Nuri SEKİZİNCİ, İbrahim Alâettin GÖVSA, İbrahim
BAŞTUĞ, İbrahim TATARLI, İbrahim TENEKECİ, İhsan AYGÜN, İhsan DENİZ, İhsan TEVFİK, İhsan TOPÇU,
İhsan ÜREN, İlhan BERK, İlhan DEMLRASLAN, İlyas TUNÇ, İnci ASENA, İrfan YILDIZ, İsmail Habib SEVÜK,
İsmail KILIÇARSLAN, İsmail UYAROĞLU, İzzet GÖLDELİ, İzzet YASAR, Jülide Gülizar ERGÜVEN, Kader
SEVİNÇ, Kadir AYDEMİR, Kâmil AKÖZ, Kâmran S. YÜCE, Kâmuran ŞİPAL, Kaya BİLGEGİL, Kemal
BİLBAŞAR, Kemal BURKAY, Kemal KURT, Kemal ÖZER, Kemal SAYAR, Kemalettin Kâmi KAMU, Kenan
Hulusi KORAY, Konur ERTOP, Kuvvet YURDAKUL, Küçük İSKENDER, Lale MÜLDÜR, Levent KARATAŞ,
Levent YILMAZ, Leyla ERBİL, Leylâ Kenter AKÇAN, Leyla ŞAHİN, M T. KARAMUSTAFAOĞLU, M. Mahzun
DOĞAN, M. Mazhar ALPHAN, M. Sami AŞAR, M. Sunulah ARISOY, Mahmut TEMİZYÜREK, Mahmut YESARİ,
Malik AKSEL, Mansur BALCI, Mario LEVİ, Mehmed KEMAL, Mehmet Ali AYBAR, Mehmet Can DOĞAN,
Mehmet ERCAN, Mehmet H. DOĞAN, Mehmet HAMES, Mehmet KAPLAN, Mehmet KÂZIM, Mehmet KIYAT,
Mehmet Mümtaz TUZCU, Mehmet SAÇLIOĞLU, Mehmet Sadık KIRIMLI, Mehmet SALİHOĞLU, Mehmet
ŞEYDA, Mehmet TANER, Mehmet YAŞIN, Mejan MATUR, Melih Cevdet ANDAY, Memduh Şevket ESENDAL,
Memet FUAT, Mesut AŞKIN, Mesut TARGAN, Mete ÖZEL, Metin CELAL, Metin CENGİZ, Metin DEMİRTAŞ,
Metin ELOĞLU, Metin FINDIKÇI, Metin GÜVEN, Metin KAYGALAK, Muazzez MENEMENCİOĞLU,
Muhteşem SÜNTER, Murathan MUNGAN, Mustafa ATAPAY, Mustafa CELEP, Mustafa DURAK, Mustafa
FIRAT, Mustafa KÖZ, Mustafa KUTLU, Mustafa MUHARREM, Mustafa Necati SEPETÇİOĞLU, Mustafa Ruhi
ŞAHIN, Mustafa Sekip TUNÇ, Mutlu Can GÜVENDİR, Muzaffer BUYRUKÇU, Muzaffer ERDOST, Muzaffer
KALE, Muzaffer Tayyîp USLU, Müslim ÇELİK, Müslüm YÜCEL, Nabi ÜÇÜNCÜOĞLU, Nahit Ulvi AKGÜN,
Naile ALSAR, Nazlı ERAY, Nazmı AKIMAN, Nazmi AĞIL, Necati CUMALI, Necati GÜNGÖR, Necip Fazıl
KISAKÜREK, Necmi ZEKÂ, Nedim GÜRSEL, Nermi UYGUR, Neşe TOĞAN, Neşe YAŞIN, Nevzat UÇKAN,
Nevzat YALÇIN, Nezihe MERİÇ, Nigar OKYAY, Nihat BEHRAM, Nihat Sami BANARLI, Nihat ZİYALAN, Nilay
ÖZER, Niyazi BERKES, Niyazi ÖZSAN, Nur SAKA, Nurettin TOPÇU, Nuri DEMİRCİ, Nursel DURUEL,
Nurullah ATAÇ, Nurullah CAN, Nüzhet ERMAN, Oben GÜNEY, Oğuz ATAY, Oğuz DEMİRALP, Oğuz Kâzım
ATOK, Oğuz ÖZDEM, Oğuzhan AKAY, Oktay AKBAL, Oktay AKBAL, Oktay ARAYICI, Oktay MAT, Oktay
RİFAT, Oktay SALİH, Oktay TAFTALI, Oktay TUNGER, Onat KUTLAR, Onur CAYMAZ, Orhan ALKAYA,
Orhan ASENA, Orhan DURU, Orhan HANÇERLİOĞLU, Orhan KEMAL, Orhan KOÇAK, Orhan Veli KANIK,
Osman Cemal KAYGILI, Osman ÇAKMAKÇI, Osman Hakan A., Osman OLMUŞ, Osman Serhat ERKEKLİ,
Osman ŞAHİN, Osman TÜRKAY, Oya UYSAL, Ömer Bedrettin UŞAKLI, Ömer ERDEM, Ömer Faruk
HATİPOĞLU, Özcan DOĞRUÖZ, Özcan ERDOĞAN, Özcan YALIM, Özdemir ASAF, Özdemir İNCE, Özer
AYKUT, Özgür BALABAN, Özkan MERT, Özker YAŞIN, Özlem TEZCAN, Peride CELÂL, Pertev Naili
BORATAV, Peyami SAFA, Piliz OFLUOĞLU, Polat ONAT, Pride CELAL, Ramazan PARLADAR, Raif ÖZBEN,
Rauf MUTLUAY, Refik DURBAŞ, Refik Halit KARAY, Remzi Oğuz ARIK, Reşad Ekrem KOÇU, Reşat Nuri
GÜNTEKİN, Rıfat İLGAZ, Rıza APAK, Ruhi SU, Ruşen HAKKI, Sabahat EMİR, Sabahattin ALİ, Sabahattin
46
EYÜBOĞLU, Sabahattin Kudret AKSAL, Sabahattin Tahsin TEOMAN, Sabih ŞENDİL, Sabri Esat
SİYAVUŞGİL, Sadık YAŞAR, Sadri ERTEM, Safa FERSAL, Sait Faik ABASYANIK, Sait MADEN, Salâh BİRSEL,
Salih AYDEMİR, Salih BOLAT, Salih ECER, Salih MERCANOĞLU, Samet AĞAOĞLU, Sami BAYDAR, Sedat
SARIBUDAK, Sefa KAPLAN, Sefer AYTEKİN, Selâhattin BATU, Selim İLERİ, Selim TEMO, Sennur SEZER,
Serap ERDOĞAN, Serdar KOÇAK, Serdar ÜNVER, Serkan IŞIN, Server TANİLLİ, Sevgi SOYSAL, Sevinç
ÇOKUM, Seyhan ERÖZÇELİK, Sezai KARAKOÇ, Sına AKYOL, Sıtkı Salih GÖR, Sina AKYOL, Sinan
ORUÇOĞLU, Soner DEMİRBAŞ, Suat TAŞER, Suat VARDAL, Sunay AKIN, Suut Kemal YETKİN, Süha
TUĞTEPE, Sümer OMAY, Süreyya BAYDARGİL, Süreyya BERFE, Süreyya ERYAŞAR, Şahin CANDIR, Şavkar
ALTINEL, Şemsettin ÜNLÜ, Şener AKSU, Şener ÖZMEN, Şeref BİLSEL, Şerif ERGİNBAY, Şevket BULUT,
Şevket RADO, Şiar YALÇIN, Şinasi, Şükran KURDAKUL, Şükrü ERBAŞ, Şükrü SEVER, Tahir ABACI, Tahsin
SARAÇ, Tahsin YÜCEL, Talât Sait HALMAN, Talip APAYDİN, Tan DOĞAN, Tarık BUĞRA, Tarık Dursun K.,
Tarik GÜNERSEL, Tarkan ÇEPER, Taylan BEDİZEL, Tekin GÖNENÇ, Tektaş AĞAOĞLU, Teoman
KARAHÜN, Teoman SARIKÂHYA, Tomris UYAR, Tozan ALKAN, Tuğrul Asi BALKAR, Tuğrul KESKİN, Tuğrul
TANYOL, Tuna KİREMİTÇİ, Turan EROL, Turgay FİŞEKÇİ, Turgay KANTÜRK, Turgut TOYGAR, Turgut
UYAR, Türkan İLDENİZ, Türkan YEŞİLYURT, Uğur KÖKDEN, Ulaş NİKBAY, Ülkü TAMER, Ümit Y.
OĞUZCAN, Ümran Nazif YİĞİTER, V. Bahadır BAYRIL, Vasfi Mahir KOCATÜRK, Vecdi ERBAY, Vecdi Hayri
BÜRÜN, Vedat GÜNYOL, Vedat Nedim TÖR, Veysel ÇOLAK, Veysel EROL, Veysel ÖNGÖREN, Vüsat O.
BENER, Yahya BENEKAY, Yahya Kemal BEYATLI, Yaprak ÖZ, Yaşar KEMAL, Yaşar MİRAÇ, Yaşar Nabi
NAYIR, Yavuz ÖZDEM, Yelda KARATAŞ, Yeşim SALMAN, Yıldırım TÜRKER, Yılmaz ARSLAN, Yılmaz
GRUDA, Yılmaz ODABAŞI, Yiğit OKUR, Yunus KORAY, Yusuf ALPER, Yusuf ATILGAN, Yücel KAYIRAN,
Yücelay SAL, Yüksel ANDIZ, Yüksel FAZARKAYA, Zafer Ekin KARABAY, Zeynep ALİYE, Zeynep KÖYLÜ,
Zeynep UZUNBAY, Zeyyat SELİMOĞLU, Ziya Osman SABA. Böylelikle ana derlemimiz 12.321.000 (+ -) sözcüklük bir dilsel veriyi içerir hale
getirilmiştir.
Çalışmamızda sıklıkları oldukça fazla olan ya da sözcük türü olarak farklı dağılımlar
gösteren bir, böyle, çok, vb. belirteçlerin kullanım sıklıklarını tespit etmek teknik olarak olası
olmadığı için, bu sözlükbirimlerin belirteç olarak kullanım sıklaklarını ortaya
koyaybileceğimiz, 306 eser arasından seçtiğimiz 44 eserlik (1.874.000 sözcüklük) bir ‘denet
derlem’ oluşturduk [bk. DENET DERLEMDE YER ALAN ESERLER VE
KISALTMALARI). Bu ‘denet derlem’i oluştururken daha çok antoloji niteliğinde eserleri
seçmeye özen gösterdik. Daha sonra söz konusu sıklıkları fazla olan ya da sözcük türü olarak
farklı dağılımlar gösteren bu belirteçlerin sıklık değerlerini, ana derlem ve denet derlem
arasında istatistiksel sözcük dökümü sonucunda elde ettiğimiz (6,5) oranını kullanarak
gerçelledik.
Aşağıdaki şekillerde (ŞEKİL-5 Ana derlemin istatistiksel dökümü., ŞEKİL-6 Denet
derlemin istatistiksel dökümü) ana derlem ve denet derlemin istatistiksel sözcük dökümü yer
47
almaktadır. Toblo 3 de (Ana derlem ve denet derlem oransallığı) ise iki derlem arasında
oransal değerler ve gerçellenme katsayısı (6,5) yer almaktadır.
ŞEKİL-5 Ana derlemin istatistiksel dökümü.
ŞEKİL-6 Denet derlemin istatistiksel dökümü.
TABLO 3. Ana derlem ve denet derlem oransallığı.
İSTATİSKİTLER ORAN
SAYFA SAYISI 6,6
SÖZCÜK 6,5
KARAKTER (BOŞLUKSUZ) 6,6
KARAKTER (BOŞLUKLU) 6,6
PARAGRAF 6,3
SATIR 6,6
GERÇELLENME KATSAYISI 6,5
Örneğin, bir sözlükbiriminin dizimsel olarak belirteç olduğu dizgeler, denet derlemden
derlenip, bu oran asıl derlemle orantılandı. 1.874.000 (+ -) sözcüklük denet derlemde 37 kez
48
belirteç olarak rastladığımız bir belirteci *6,5 katsayımızla gerçellendiğinde ana derlemde
gerçellenme sıklık değeri 241 olarak karşımıza çıkar. Aynı işlem; bazen**, bir daha**,
biraz**, birden**, böyle**, bugün**, çok**, doğru**, fazla**, gece**, gene de**, gene**,
geri**, hâlâ**, hemen**, henüz**, hep**, her gün**, her zaman**, hiç**, hoş**, içeri**,
ileri**, iyi**, iyice**, nasıl**, ne**, neden**, o kadar**, önce**, öyle**, sadece**, sonra**,
şimdi**, şöyle**, tekrar**, uzun**, yeni**, yeniden**, yine** gibi toplam 41 belirteç için
uygulanmış, bu belirteçler (**) ile işaretlenerek sıklık dizinine gerçellenmiş sıklık değerleriyle
alınmıştır.
Aşağıdaki tabloda, söz konusu bu 41 belirtecin sözkonusu 6.5 ana derlem/denet
derlem oranına göre gerçellenmiş sıklık dağılımları verilmiştir.
TABLO 4. Denet derlem gerçellenmiş sıklık değerleri (6.5).
BELİRTEÇ
DENET DERLEMDE
RASTLANMA SIKLIĞI
GERÇELLEME
KATSAYISI
GERÇELLENMİŞ SIKLIK DEĞERİ
1. hiç** 1027 *6.5 6676 2. nasıl** 959 *6.5 6234 3. şimdi** 566 *6.5 3679 4. hemen** 492 *6.5 3198 5. öyle** 482 *6.5 3133 6. yeniden** 357 *6.5 2321 7. hep** 353 *6.5 2295 8. şöyle** 344 *6.5 2236 9. yine** 341 *6.5 2217 10. böyle** 332 *6.5 2158 11. iyice** 285 *6.5 1853 12. neden** 283 *6.5 1840 13. iyi** 264 *6.5 1716 14. tekrar** 264 *6.5 1716 15. gene** 185 *6.5 1203 16. hâlâ** 185 *6.5 1203 17. bir daha** 181 *6.5 1177 18. çok** 172 *6.5 1118 19. birden** 161 *6.5 1047 20. içeri** 130 *6.5 845 21. bazen** 108 *6.5 702 22. ne** 107 *6.5 696 23. her zaman** 103 *6.5 670 24. geri** 100 *6.5 650 25. henüz** 89 *6.5 579 26. o kadar** 88 *6.5 572 27. her gün** 85 *6.5 553
49
28. doğru** 82 *6.5 533 29. yeni** 77 *6.5 501 30. biraz** 66 *6.5 429 31. gece** 59 *6.5 384 32. önce** 51 *6.5 332 33. bugün** 43 *6.5 280 34. gene de** 41 *6.5 267 35. uzun** 38 *6.5 247 36. bir** 37 *6.5 241 37. fazla** 33 *6.5 215 38. sadece** 28 *6.5 182 39. sonra** 7 *6.5 46 40. hoş** 6 *6.5 39 41. ileri** 5 *6.5 33
3.1. Sözlük Oluşturulurken Kullanılan İşaretler ve İşaretlerin Açıklamaları
• / / işareti belirteçlerin TS’deki anlamlarını aktarmak; // // işaret ise, TS’de eksik
olup derlemde rastladığımız madde içi açıklamaları aktarmak için kullanılmıştır.
anadan doğma:⌠8⌡/2. Doğuştan./ ….. //Çıplak bir vaziyette, olduğu gibi.// “İnsan boyu
ısırgan otlarıyla dolu bir tarlada saatlerce anadan doğma koşmuştum sanki, her yanım manyak gibi yanıp kavruluyordu.”
(AA-AD)….. 2.⌠1⌡→ bil-*
//…//⌠7⌡→ ara-, dolaş-, gör-, koş-, soyun-, uzan-. ║ var git.
• Madde içi açıklamalar verilirken kullanılan { } içerisindeki ifadeler eksik olduğu
düşünülen anlamları aktarmak için kullanılmıştır.
acele:⌠102⌡/Vakit geçirmeden, tez olarak, {çabuk}/…..
• Toplamda söz konusu belirtecin kendi evreni içerisinde kullanım sıklığını
göstermek için ⌠ ⌡ işareti kullanılmıştır. Madde altı açıklamalarda anlamsal kullanım
sıklıkları verilirken ise⌠ ⌡→ işareti kullanılmıştır.
açıktan:⌠9⌡/1. Bir yerin uzağından./ “Fakat yüksek rütbeli memurlar ve «zülf-i yâr»a dokunmaktan
çekinenler sazın peşinde ve etrafında giden bu kayık ve sandalların aralarına girmezler de onları ancak kenarlarından ve
biraz açıktan takib ederlerdi.” (AŞH-BM). ; /2. Sıra ve aşama gözetilmeden, dışarıdan atayarak./ “Ø”. ;
/3. mec. Emek ve para harcamadan./ “Endişeye mahal yok be! Inter/Elektrik, açıktan ne kadar verecekti?” (Aİ-
YK). ; //Doğrudan, alenen.// “‘Baasçı rejimler’ o yıllardaki gibi açıktan savunulmadı.” (HC-KKKY)., “Gizli başka
50
hedefi de var mıdır anlaşılmıyor; açıktan sizi hedef almış.” (CKM)., “Türkiye'ye açıktan saldırmıyorlar ama, içinden başka
işler yapıyorlar.” (OS-HT). 1.⌠1⌡→ takip et-.
2.⌠-⌡→ Ø
3.⌠3⌡→ ver-*{ödemek} [2]. || hârice akıt- (para vb.).
//…//⌠5⌡→ saldır-*, savunul-, uyu-. ║ diş bile-, hedef al-.
→ açıktan almak, açıktan (para) almak, açıktan geçmek, açıktan (para) kazanmak
• [ ] işareti, her bir fiilin kendi evreni içerisinde sıklığını göstermek amacıyla
kullanılmıştır.
acele:⌠102⌡/Vakit geçirmeden, tez olarak, {çabuk}/ “Acele giyindim.” (EÖ-GSA).,
“Acele istiyor.” (OK-C)., “Dediğim gibi, bunu acele yazdım.” (CKM)., …..
→ giyin- [7], iste- [5], yaz- [5], bul- [4], dön- [4], soyun- [4], yürü- [4], çağır- [3], çık- (i-,
-den) [3], gel- [3], çağrıl- [2], git- [2], gönder- [2], sat- [2], topla- (-i) [2], yaz(ıl-) [2], ara-. …. ║
karar ver-* [3], cevap ver-* [2], ağzına at-, aşk ilan et-, bilgi al-, (çay suyu) koy-, devam et-,
(elini) uzat-, rapor hazırla-, (sağa) kay-, toplantı yap-, (üst baş) değiştir-, (yerinden) kalk-. ║
bir yere kapılan-, çıkar gider, soluğu …da al-.
→ acele etmek..
• Fiillerin seçiminde fiillerle ilgili yukarıda sıraladığımız özelliklerden olumsuz
biçimleri de olanlar ya da tamamen olumsuz biçimleri olanlar (-*) işareti ile belirtilmiştir.
açıktan açığa:⌠33⌡/Belirgin olarak, göz göre göre./ “Açıktan açığa söyle...” (KT-Gİ)., ……
→ söyle-* [6], de-* [3], bildir-, buyur-, göster-, ….. toplan-. ║ emret-, arka ol-
{desteklemek}, hasım ol-, ….. itiraf et-, kendini göster-*, meydan oku-, (mücadeleye) giriş-,
rüşveti ye-*, tavır takın-, yüz ver-, zararını gör-*.
• Yalın fiilleri birleşik ve kalıplaşmış fiil kullanımlarından ayrıştırmak için ║ işareti
kullanılmıştır.
acele:⌠102⌡/Vakit geçirmeden, tez olarak, {çabuk}/ …..
→ giyin- [7], iste- [5], yaz- [5], bul-, dön- [4], soyun- [4], yürü- [4], …. toplan-
{toparlanmak}, uç- (uçakla), yak- (lamba), ye-. ║ karar ver-* [3], cevap ver-* [2], ağzına at-,
aşk ilan et-, ….. yerinden kalk-. ║ bir yere kapılan-, çıkar gider, soluğu …da al-.
→ acele etmek.
51
• Anlamı açık olmayan ortak kök gibi görünen fiillerin anlamlarıyla ilgili { }
içerisinde açıklamalar yapılmıştır {toparlanmak}, vb. Ayrıca, aralarında kavramsal ilişki
bulunan ve ayırıcı olduğunu düşündüğümüz fiiller uç- (uçakla), yak- (lamba) örneğinde
olduğu gibi ( ) içerisinde aktarılmıştır. Bu işaret ayrıca belirteçle birlikte anlamlılık sağlayan
yapıları açıklamakta da kullanılmıştır.
açıktan:⌠9⌡/1. Bir yerin uzağından./ “Fakat yüksek rütbeli memurlar ve «zülf-i yâr»a dokunmaktan
çekinenler sazın peşinde ve etrafında giden bu kayık ve sandalların aralarına girmezler de onları ancak kenarlarından ve
biraz açıktan takib ederlerdi.” (AŞH-BM). ; /2. Sıra ve aşama gözetilmeden, dışarıdan atayarak./ “Ø”. ;
/3. mec. Emek ve para harcamadan./ “Endişeye mahal yok be! Inter/Elektrik, açıktan ne kadar verecekti?” (Aİ-
YK). ; //Doğrudan, alenen.// “‘Baasçı rejimler’ o yıllardaki gibi açıktan savunulmadı.” (HC-KKKY)., “Gizli başka
hedefi de var mıdır anlaşılmıyor; açıktan sizi hedef almış.” (CKM)., “Türkiye'ye açıktan saldırmıyorlar ama, içinden başka
işler yapıyorlar.” (OS-HT). 1.⌠1⌡→ takip et-.
2.⌠-⌡→ Ø
3.⌠3⌡→ ver-*{ödemek} [2]. ║ hârice akıt- (para vb.).
//…//⌠5⌡→ saldır-*, savunul-, uyu-. ║ diş bile-, hedef al-.
→ açıktan almak, açıktan (para) almak, açıktan geçmek, açıktan (para) kazanmak.
• Gerektiğinde, çık-, in- gibi fiiller için aldıkları durum ekleri çık- (i-, -den) vb.
şeklinde fiillerle birlikte ayraç içerisinde aktarılmıştır.
acele:⌠102⌡/Vakit geçirmeden, tez olarak, {çabuk}/ “Acele giyindim.” (EÖ-GSA)., “Acele
istiyor.” (OK-C)., “Dediğim gibi, bunu acele yazdım.” (CKM)., “Bana, Ç.K., B.K., T.K., Z.K.'yı acele bulun.” (GA-TO).,
“Ne varsa, çok iltifat etti telefonda. Acele gel, dedi.” (OK-KT)., “Ama acele karar vermeyin. (HT-GF). ,“Biraz acele
davrandım sanırım.” (FA-SUYK). “Mektubunuza derslerin beni son derece sıkıştırdığından acele cevap veremedim.” (EB-
YU)., “‘Nilüfer ne olur evlenmek için acele karar verme,” diye yalvardı ablasına. (AK-AA). “Bir kalpak tedarik edip acele
Soluğu İzmir'de aldım.” (HT-KAD). → giyin- [7], iste-, yaz- [5], bul- [4], dön- [4], soyun- [4], yürü- [4], çağır-, çık- (i-, -den)
[3], gel- [3],…..
• Derlemde rastlanılmayan ya da rastlanmasına karşın belirteç olarak kulanılmayan
belirteçler Ø işaretiyle gösterilmiştir. Öte yandan, Ø-- işareti bağdaşık belireçleri belertmek
için kullanılmıştır.
52
açıktan:⌠9⌡/1. Bir yerin uzağından./ “Fakat yüksek rütbeli memurlar ve «zülf-i yâr»a dokunmaktan
çekinenler sazın peşinde ve etrafında giden bu kayık ve sandalların aralarına girmezler de onları ancak kenarlarından ve
biraz açıktan takib ederlerdi.” (AŞH-BM). ; /2. Sıra ve aşama gözetilmeden, dışarıdan atayarak./ “Ø”. ;
/3. mec. Emek ve para harcamadan./ “Endişeye mahal yok be! Inter/Elektrik, açıktan ne kadar verecekti?” (Aİ-
YK). …..
1.⌠1⌡→ takip et-.
2.⌠-⌡→ Ø
3.⌠3⌡→ ver-*{ödemek} [2]. || hârice akıt- (para vb.).
//…//⌠5⌡→ saldır-*, savunul-, uyu-. ║ diş bile-, hedef al-.
→ açıktan almak, açıktan (para) almak, açıktan geçmek, açıktan (para) kazanmak.
• Ayrıca birleşik söz olarak belirteç-fiil kullanımıyla TS’de yer alan kullanımlar da
sözlüğümüzün madde sonlarında yer almış, bunlarla ilgili herhangi bir değerlendirme
yapılmamıştır (bk. ŞEKİL 4).
açıktan:⌠9⌡/1. Bir yerin uzağından./ “Fakat yüksek rütbeli memurlar ve «zülf-i yâr»a dokunmaktan
çekinenler sazın peşinde ve etrafında giden bu kayık ve sandalların aralarına girmezler de onları ancak kenarlarından ve
biraz açıktan takib ederlerdi.” (AŞH-BM). ; /2. Sıra ve aşama gözetilmeden, dışarıdan atayarak./ “Ø”. ;
/3. mec. Emek ve para harcamadan./ “Endişeye mahal yok be! Inter/Elektrik, açıktan ne kadar verecekti?” (Aİ-
YK). ; //Doğrudan, alenen.// “‘Baasçı rejimler’ o yıllardaki gibi açıktan savunulmadı.” (HC-KKKY)., “Gizli başka
hedefi de var mıdır anlaşılmıyor; açıktan sizi hedef almış.” (CKM)., “Türkiye'ye açıktan saldırmıyorlar ama, içinden başka
işler yapıyorlar.” (OS-HT). 1.⌠1⌡→ takip et-.
2.⌠-⌡→ Ø
3.⌠3⌡→ ver-*{ödemek} [2]. ║ hârice akıt- (para vb.).
//…//⌠5⌡→ saldır-*, savunul-, uyu-. ║ diş bile-, hedef al-.
→ açıktan almak, açıktan (para) almak, açıktan geçmek, açıktan (para) kazanmak.
• ⇒ işareti, TS’de bulunmayan eşdizimli yapılar gösterilmek için kullanılmıştır.
⇒ açıktan (para) vermek.
⇒ balıklama dalmak, balıklama atlamak.
• → işareti TS’de yer alan belirteç+fiil birlikteliklerini ya da eşdizimsel yapılarını
aktarmak için kullanılmıştır.
53
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
İNCELEME (SÖZLÜK)
A
abartısız:⌠1⌡/2. Abartmadan, abartısız olarak, mübalağasız bir biçimde./“…-Biri fıkra
anlattı mı -abartısız gülüşülürdü- soluk bir serinlik serilirdi ortalığa!” (Kİ-PÖÖD).
→ gülüşül-.
abdestsiz:⌠2⌡/3. Abdest almadan, almaksızın./ “Abdestsiz namaz kılıyor.” (MM-ÜAKO).,
“Müslüman adamdı, abdestsiz adım atmazdı.” (REK-Y).
→ adım at-*, namaz kıl-.
acaba: ?-
accelerando: Ø
acele:⌠103⌡/2. Vakit geçirmeden, tez olarak, {çabuk}./“Acele giyindim.” (EÖ-GSA)., “Acele
istiyor.” (OK-C)., “Dediğim gibi, bunu acele yazdım.” (CKM)., “Bana, Ç.K., B.K., T.K., Z.K.'yı acele bulun.” (GA-TO).,
“Ne varsa, çok iltifat etti telefonda. Acele gel, dedi.” (OK-KT)., “Ama acele karar vermeyin. (HT-GF). ,“Biraz acele
davrandım sanırım.” (FA-SUYK). “Mektubunuza derslerin beni son derece sıkıştırdığından acele cevap veremedim.” (EB-
YU)., “‘Nilüfer ne olur evlenmek için acele karar verme,” diye yalvardı ablasına.” (AK-AA). “Bir kalpak tedarik edip acele
Soluğu İzmir'de aldım.” (HT-KAD).
→ giyin- [7], iste- [5], yaz- [5], bul- [4], soyun- [4], yürü- [4], çağır- [3], çık- (i-, -den) [3],
gel- [3], çağrıl- [2], dön- [4], git- [2], gönder- [2], sat- [2], topla- (-i) [2], yazıl- [2], ara-, ayrıl-,
başla-, bekle-, bildir-, çağırt-, çalışıl-, çevir- {dönüştürmek}, davran-, de-, dolaş-, doldur-,
durdur-, geç-, getir-, götür-, hazırlan-, kalk- {gitmek}, koş-, özetlen-, sık- {ateş etmek}, sil-,
söyle-, tat-, topla- {bir araya getirmek}, toplan- {toparlanmak}, uç- (uçakla), yak- (lamba),
ye-. ║ karar ver-* [3], cevap ver-* [2], (ağzına) at-, (aşk) ilan et-, (bilgi) al-, (çay suyu) koy-,
devam et-, (elini) uzat-, (rapor) hazırla-, (sağa) kay-, toplantı yap-, üst baş değiştir-, (yerinden)
kalk-. ║ (bir yere) kapılan-, soluğu …de al-. ║çıkar gider.
→ acele etmek.
⇒ acele karar vermek.
acemice:⌠10⌡/Toyca, beceriksizce./ “Figürleri acemice taklit eder.” (HT-EG)., “Üftade, ıslak ellerini önlüğüne kurulayarak mutfaktan çıkıp yaklaştı; mecmuayı acemice aldı” (RHK-BS)., “Figürleri acemice taklit eder.” (HT-EG).
54
→ al- (mecmua), teyellen-. ║ (kendini) bırak-, (boynuna) sarıl-, (elini) uzat-, (elini)
tut-, ısrar et-, şarkı söylen-, taklit et-.
acep: ?-
acı acı:⌠162⌡/{1. Üzüntülü biçimde, dokunaklı olarak. 3. üzüntü içinde.}/“Kızgın Zeki:
Gülerler sana, deyip acı acı güldü, hem acırlar, hem de gülerler sana yavrum.” (GY-H2)., “Kerem Usta, acı acı gülümsedi
ve bana, ‘İyi ki bir şey söylemedin, seni sözleriyle kırarlardı.’ dedi.” (GY-H2)., “ÇOCUK - Annen görürse zor bakarsın sen!
(Kedi acı acı miyavlar)” (GY-KO)., “Bugün askeri okullardaki yasakları görünce insan acı acı düşünüyor!” (UM-KKA).,
“Ama ihtiyarlar, yaşlılıktan öyle acı acı yakınıyorlar ki, yaşıtlarımın biraz da damarına basmak için yakıyorum o toz pembe
ışıkları.” (MU-BDA)., “Kurtarın bizi! diye acı acı yalvardılar.” (GY-H1)., “Bir aralık İsmet Paşa, Lozan'da cereyan eden
müzakerattan ve çektiği sıkıntılardan bahsederek Rauf Bey'den acı acı şikâyette bulundu.” (SB-HAY)., “Kerem Ali acı acı
bıyık altından güldü.” (YK-BE). ; /2. Sert ve keskin bir biçimde./ “Tren nasıl acı acı öter, öğrendim.” (CÇ-SŞ).
“Bu aralık, sokak kapısı acı acı çalındı.” (OCK-Ç). “Acı acı tütün kokuyordu.” (OK-AY).
1./3. ⌠139⌡→ gül- [31], gülümse- [17], bağır- [8], düşün- [7], kişne- [6], miyavla- [5],
ulu- [5], anla- [4], yakın- [4], bak- [3], ağla- [2], hatırla- [2], sızla- [2], söylen- [2], anır-, bağrış-,
böğrüş-, böğür-, burkul- (gurur), çenile-, düşündür-, etkile-, gör-, gülümset-, hatırla-, havla-,
haykır-, haykırış-, iste-, movukla-, seslen-, sırıt-, sor-, söyle-, yalvar-, yutkun-. ║ şikâyet et- (-
den) [4], şikâyette bulun- [4], hisset- [2], alay et-, (bağı) kop-, bıyık altından gül-, dert yan-,
(dudak) bükül-, iç geçir-, (içini) çek-, kabul et-, (yüzünü) buruştur-.
2.⌠23⌡→ öt- [9], çal- (zil, kapı, telefon vb.) [5], kok- [4], değ- (yel), ötüş-, titre-
(telefon), yan- {acımak}, yankılan-.
⇒ acı acı gülmek (gülemsemek), acı acı ötmek, acı acı bağırmak, acı acı
düşünmek.
acımasız:⌠5⌡/2. Acıma duygusu olmadan, merhametsizce./“Bu küçük kent bana acımasız
davranıyor.” (EB-BG).
→ davran- [5].
⇒ acımasız davranmak.
acımasızca:⌠34⌡/Acımasız olarak, acımasız bir biçimde, zalimce, zalimane./ “Tekmelerle, sopalarla, kafa göz demeden her yanıma acımasızca vuruyorlar, hangi cesaretle sövdüğümü soruyorlardı.”
(EÖ-GSA). “Böylelerine karşı kesin cephe alınmalı, böyleleriyle acımasızca savaşmalı.” (MU-BDA). “Onun için mi beni
böyle acımasızca cezalandırırsın?” (OA-YDBYKL). “Yirminci Yüzyıl'da nasıl ki dünya kocaman bir duvar tarafından
acımasızca ikiye bölündüyse, bizler de bölündük düşman kamplara.” (HC-KKKY)., “Söylev'den öğrendiğimiz en önemli
devrimci strateji, bir büyük liderin gerektiğinde herkesle ittifak edeceği, fakat başarıya ulaştıktan sonra, kendisiyle birlikte
olmayanları acımasızca sahneden sileceğidir.” (EK-DT..A).
→ vur- [3], savaş- [2], anlat-, asıl- {idam edilmek}, boğ-, cezalandır-, çök-, eleştir-,
em- {soğurmak}, gülümse-, harca-, hatırlat-, incele-, indir- (balta), kır- (dal), öldür-, seviş-,
55
sorgula-, sömürül-, yönlendiril-, zorla-. ║ ikiye böl- {parçalamak, ayırmak} [2], hareket et-,
karar ver-, karşı dur-, mahkûm et-, rekabete giriş-, sahneden sil- {ortadan kaldırmak}, üstüne
çizgi çek- {yok saymak}, yüze vur-. ║ başını alıp git-.
⇒ acımasızca vurmak, acımasızca savaşmak.
acı tatlı: Ø
acilen:⌠8⌡/Çabucak, {bir an önce, vakit geçirmeden}./“İnsanlar rüyalarını acilen anlatmalı.”
(ŞY-1997)., “Lütfen, Sayın Felder, size vereceğim numarayı acilen arasın.” (AK-AA)., “Neden olmasın, olabilir de, en az beş
kilo vermem gerekiyor, acilen.” (İA-GKD).
→ gerek- [3], anlat-, ara-, git-, sok- {içeri almak}. ║ ameliyat et-.
⇒ acilen gerekmek.
âcizane:⌠3⌡/Söz söyleyen kimsenin kendi yaptıklarını abartmamak için kullandığı
‘âcizlere yakışacak biçimde’ anlamında bir nezaket sözü./ “Kâmran. Hem bu sanatı, âcizane ben
keşfettim.” (RNG-ÇK). “‘Hayır, şimdilik herhangi bir şeye inanmak âcizane haddime düşmemiş. Ama, her şeyi dikkate
almakta fayda var, değil mi?’” (PK-BCR).
→ haddine düş-*, keşfet-.
aç:⌠34⌡/5. Karnı doymamış olarak./ “İlk gün aç yattık…” (FO-KSA)., “İstersen işsiz dolaş, aç dolaş,
çıplak dolaş.” (AKB-BŞ)., “Mehtap da esmerin en incesi, hep öyle ince kalabilmek için âdeta aç geziyor….” (EI-NS).,
“Tümen aç gelmişti.” (TÖ-ŞÇT). “Susuz kal!... Aç geber!...” (CK-YÖ).
→ yat- [7], gez- [3], kalk- [3], dolaş- [2], dön- [2], dur- [2], gel- [2], otur- [2], öl- [2], bul-,
büyü-, durul-, geber-, görün-, uyan-, uyu-, yaşa-, yürü-. ║ (geceyi) geçir-, fethet-, harman
döv-.
→ aç bırakmak, aç kalmak.
⇒ aç yatmak.
aç acına:⌠14⌡/Aç olarak bir şey yemeden./ “Haberiniz olsun, aç açına gideceksiniz buradan, aç
açına geldiğiniz gibi.” (AKB-BŞ)., “Bunlar o gece aç acına yatmışlar.” (PNB-AGUG)., “Yemek işi bir dert. Aç açına
yürünmüyor.” (EÖ-GSA).
→ git- [2], yat- [2], bak-, bekle-, dolaş-, gel-, iç-, öl-, uzan-, uğraşıl-, yürü-. ║ orak
salla-.
aç biilaç: Ø
açık:⌠4⌡/14. Doğru olarak, açıkça, {anlaşılır biçimde}./ “Kısa ve açık anlatalım:‘Kadınlaşınca
hoşlaşırlar.’” (AB-BBYŞ)., “İnsan, açık düşünmeli açık söylemeli, derdi.” (RNG-YG)., “Derken, sözlerini açık ve net
işittim:- İşte bu nedenlerden ötürü, benimle evlenmeni istiyorum.” (EI-KA)., “Açık sordum, açık söyle Küçük Ağa.” (TB-
KA).
→ anlat-, düşün-, işit-, sor-.
56
→ açık düşmek, açık konuşmak, açık söylemek.
açık açık:⌠69⌡/1. Saklamaksızın, {açıktan açığa}./ “Açık açık da söylemektedir. Duydunuz değil
mi?” (TÖ-TO1)., “Böyle bir şeyin aslı vardır. Fakat Irazca'ya açık açık diyemiyor.” (FB-ID)., “İzzet usta ayağa kalktı, içini
çekti, gözlerini kıstı:- Ben, dedi, babanla açık açık konuşacağım.” (OK-C)., “Böyle, açık açık anlattım ona.” (EI-KA).,
“Kuşkularımızı varsa kıvranıp duracağımıza, açık açık sormalıyız.” (İO-LBA)., “Çünkü sedefkâr dostum, her şeyi açık açık
ifade etmez, sözlerinin anlamı bazen bir, bazen bir kaç tül arkasında, saklı gizli, uçucudur.” (EI-NS). ; /2. Bütün
ayrıntılarıyla./ “Siyahta bulduğu beyazlıkları, beyazdaki gölgeleri, hattâ lekeleri açık açık belirtirdi.” (HT-ÖTÖ).,
“Mümtaz'ı, konuşan sanki sevimli bir çocukmuş gibi, lütfen dinliyorlardı, söylediklerini ciddiye almadıkları, açık açık belli
oluyordu.” (EI-KA)., “Bunu da buraya açık açık yazıyorum.” (PK-BCR)., “Allah yüreğime de her şeyi açık açık bildirdi.”
(MTT-SS). ; /3. İçtenlikle./ “Korkmadan, açık açık, Seni seviyorum, diyelim.” (İO-LBA)., “Babamdan kopmak istiyor,
kopamıyor; bu duruma o, açık açık ve işin tuhafı ben, içten içe memnun oluyorduk.” (EI-KA)., “Serbest Nazım döneminde
yazdıklarını sonraları bu yönden de açık açık eleştirdi.” (MF-ES).
1.⌠44⌡→ söyle-* [20], de-* [8], konuş-* [6], anlat- [3], sor- [3], söylen-* [2], kına-,
suçla-. ║ ifade et-* [2], alay et-, belli et-, kur yap-, (rüşvet) iste-, suçlama yap-.
2.⌠19⌡→ belirt- [2], bildir- [2], duy- [2], yaz- [2], düşün-, gör-, görül-, işit-, yanıtlan-. ║
belli ol-, ortaya çık-, fark et-, (izini) sür-, hisset-.
3.⌠6⌡→ de-, eleştir-, haykır-, savaş-, ver-. ║ memnun ol-.
⇒ açık açık söylemek (demek, konuşmak, anlatmak).
açıkça:⌠466⌡/Gizli bir yönü kalmaksızın, anlaşılır bir biçimde, {açıktan açığa,
alenen}./ “Açıkça da söylemiyorsun, gövdenin diliyle öyle demeye getiri-yorsun.” (AA-RÜ)., “Haluk'un kulağının
altındaki minik ben, kaşının kenarındaki küçük yara izi, gözlerinin çevresindeki çizgiler, tek tek ve açıkça görülüyordu.”
(AA-YÖT)., “Siz bunu açıkça belirtmişsiniz, soru işareti de koyarak ‘Burjuva demokrasisi?’ diye belirtmişsiniz, ‘formel
demokrasi’” (ASA-AK)., “Bu, Sovyetlerin Akdenize yerleşmek istediklerini açıkça gösteriyordu.” (FA-YST)., “Kirli
kavanozların içinde -sessizce pırtlayıp akmaya hazır- olgun turunçları açıkça gördü.” (EÖ-P/S)., “Ancak her şeyi açıkça
konuşursak, iyi birer ortak olabiliriz.” (MM-ÜAKO)., “Amcama açıkça sorsam.(AÜ-SG)., “Küçük yazılar... Onları oku...
Açıkça yazıyor.” (AA-AD)., “Ayrıca liderleri yurt dışına kaçmış olmakla birlikte, İttihat ve Terakki'nin örgüt olarak gücünü
hala sürdürdüğü de Mazhar Müfit'in anılarından açıkça anlaşılmaktadır.” (EK-DT..A)., “Sana o dönemde yazdığım
mektuplarda sayıp döktüğüm yaşantıların bolluğu, birlikte geçirdiğimiz günleri hatırlamaktan nasıl bir tat aldığımı açıkça
ortaya koyar aslında.” (BB-BBÇ)., “Yani, duygularını açıkça belli etti ama, beni fazladan pohpohlamaya da gerek
görmedi.” (PK-BCR)., “İnsanlar sorunlarını, düşüncelerini ve duygularını çoğunlukla simgesel bir biçimde ortaya koyarlar.
Bir başka deyişle, açıkça ortaya koymazlar.” (DC-Yİİ)., “Gençliğimde o güzel Türkçeyi bilmediğimi açıkça itiraf etmeliyim
şimdi.” (MU-BDA)., “Eski Şahin ile yeni Şahin arasındaki kesil emeyen göbek bağını açıkça ima eder romancı:Fanatizmdir
bu:‘Yeşil ordunun bu mağlûp askerinden, başka bir gayei hayal ordusunun ateşli bir gönüllüsü doğdu:İlk mektep hocası.’”
(AO-ZS).
→ söyle-* [102], görül- [32], göster-* [24], gör- [20], belirt-* [12], konuş-* [10], anlat- [9],
bil- [9], sor- [9], yaz- [8], de-* [7], anla- [6], bildir-* [6], anlaşıl- [4], duy- [4], görün- [4], gözük-
[4], içil-* [4], iste-* [4], söylen- [4], gül- [3], ol-* [3], sez- [3], suçla- [3], anla- [2], anlatıl- [2],
belir- [2], bil-* [2], bilin- [2], destekle-* [2], duyumsan- [2], gözlemlen- [2], kork- [2], sezil- [2],
57
yaşa-* [2] ağla-, anlat-, ayıpla-, azarla-, bekle-*, belirlen-, belirtil-*, buna-, duyurul-, düşün-,
engelle-, gel-, hatırlat-*, kaç-, kavra-, kına-, kullan-, kutla-, küçümse-, nitelendir-, oku-, okun-
*, saldır-, sapta-, sat-, satıl-, savaş-, savun-, seçil-, sezdiril-, söylet-, tanı-*, tartışıl-, tekrarla-,
uğulda-, uzaklaş-, vurgula-, yakın-, yansıt-, yazıl-, zorlan-. ║ ortaya koy-* [14], belli et- [11],
ortaya çık- [8], dile getir-* [7], ilân et- [5], meydana çık- [4], cephe al-* [3], ortaya kon- [3],
tesbit edil- [3], alay et- [2], itiraf et-* [2], reddet- [2], arka çık-, arz et-, ayırt et-, cephe alın-,
cevap iste-, cevap ver-, davet et-, …-den yana ol-, destek ver-*, devam et-, dudak bük-,
elinden al-, fark et-, farkına var-, görmezden gel-, göz kırp-, husumet et-, ifade et-, ima et-,
işbirliği yap-, itham et-, itiraf edil-, izah et-, izin ver-, kabul edil-, karşı çık-*, (kötü niyet) gör-
*, kur yap-, lâtife et-, müdafaa et-, müdahale et-, omuz silk-, ortaya konul-, öfke kus-, özür
dile-, propaganda yapıl-, sansür kon-*, sarkıntılık yap-, savaş ilan et-, surat asıl-, tadını kaçır-,
teklif yap-, terk et-, teşekkür et-, teşvik et-, yer al-.
⇒ açıkça söylemek, açıkça görülmek, açıkça görmek, açıkça ortaya koymak,
açıkça belli etmek, açıkça ortaya çıkmak…
açıkçası: Ø--
açık seçik:⌠52⌡/Çok açık, çok belirgin bir biçimde./ “‘Üsteleme’ diyor Gürdal'ın karısı.
Lacivert gözlerinde bir anlayış; bir bağışlamayı, bir sevecenliği açık seçik görüyorum.” (Sİ-DSG)., “Bu tutumlarını, şimdi
daha açık seçik belirttiler.” (GD-AK)., “Büyük Saat'in amansız tik taklan, açık seçik duyuluyor:” (AO-NSBE)., “Yazınsal
değerlendirme yönünden ele alındığında, eski şiirimizin süsleyici imge merakına karşın, öznel öğeden yoksunluğu açık seçik
görülür.” (EC-GDA)., “Konuyu açık seçik anlatın.” (GD-AK)., “Bilinmesi gerekenler açık seçik söylenmiştir; önemli olan
kişinin bu bilgileri öğrenmesi ve hayatını bu bilgiler çerçevesinde yaşamasıdır.” (DC-Yİİ)., “Belki de uykusuzluktandır, ama
başımı tatlı tatlı döndüren bir hınç duyduğumu açık seçik hissediyordum.” (OP-YH)., “Bu eğriler, daha sonra yok oldu. İç
görüntüler açık seçik ortaya çıktı.” (GD-AK)., “Sizi rahatsız eden duyguyu açık seçik ve yalın olarak ifade edemiyorsanız,
karşınızdaki büyük bir olasılıkla sizi anlayamaz ve Dokuzuncu Bölümde tartışılan savunucu mekanizmalardan birine
başvurur.” (DC-Yİİ).
→ gör-* [9], belirt- [3], duyul- [3], görül- [3], görün- [3], anla-* [2], anlat- [2], düşün- [2],
hatırla- [2], okun- [2], algıla-, anımsa-*, anlaşıl-*, belir-, bul-, duy-, işit-, işitil-, kavra-,
rahatlat-, sez-, söylen-, yanıtla-. ║ hisset- [3], ortaya çık- [2], ayırt et-, ifade et-*, ortaya koy-,
taraf tut-.
⇒ açık seçik görmek, açık seçik belirtmek.
açıktan:⌠9⌡/1. Bir yerin uzağından./ “Fakat yüksek rütbeli memurlar ve «zülf-i yâr»a dokunmaktan
çekinenler sazın peşinde ve etrafında giden bu kayık ve sandalların aralarına girmezler de onları ancak kenarlarından ve
biraz açıktan takib ederlerdi.” (AŞH-BM). ; /2. Sıra ve aşama gözetilmeden, dışarıdan atayarak./ “Ø”. ;
/3. mec. Emek ve para harcamadan./ “Endişeye mahal yok be! Inter/Elektrik, açıktan ne kadar verecekti?” (Aİ-
YK). ; //Doğrudan, alenen.// “‘Baasçı rejimler’ o yıllardaki gibi açıktan savunulmadı.” (HC-KKKY)., “Gizli başka
58
hedefi de var mıdır anlaşılmıyor; açıktan sizi hedef almış.” (CKM)., “Türkiye'ye açıktan saldırmıyorlar ama, içinden başka
işler yapıyorlar.” (OS-HT).
1.⌠1⌡→ takip et-.
2.⌠-⌡→ Ø
3.⌠3⌡→ ver-* {ödemek} [2]. ║ hârice akıt- (para vb.).
//…//⌠5⌡→ saldır-*, savunul-, uyu-. ║ diş bile-, hedef al-.
→ açıktan (para) almak, açıktan (para) kazanmak.
⇒ açıktan (para) vermek.
açıktan açığa:⌠33⌡/Belirgin olarak, göz göre göre./ “Açıktan açığa söyle...” (KT-Gİ).,
“Hayatta, aşk hayatında, kadınlara şiirden bahsederseniz ne yaparlar, bilir misiniz? Gülerler ve içlerinden, hattâ belki
açıktan açığa «ahmak!» derler...” (HZU-AM)., “Bir kısmı Enver Paşa'ya kızıyor, bir kısmı Almanlara açıktan açığa
sövüyor, bir kısmı bizim kendi başımıza bir şey yapamayacağımızı haykırarak söylüyor.” (HEA-AG)., “Vali Paşa mabeyn
usulü, lâkırdıyı ağzında gevelemekle beraber Adalı'nın teslimini hemen açıktan açığa emrediyor.” (GY-KO).
→ söyle-* [6], de-* [3], bildir-, buyur-, göster-, iste-, sataş-, satıl-, sor-, söv-, toplan-. ║
emret-, arka ol- {desteklemek}, hasım ol-, hücum et-, isabet et-, istifa et-, istiskal et-, itiraf et-,
kendini göster-*, meydan oku-, (mücadeleye) giriş-, rüşvet ye-*, tavır takın-, yüz ver-,
zararını gör-*.
⇒ açıktan açığa söylemek (demek).
adam adama: Ø
adamakıllı:⌠122⌡/Gereğinden çok, iyice, {oldukça}./ “Çok artar. Paşam, adamakıllı artar.”
(KT-YS)., “Bayram, adamakıllı bozuldu.” (FB-ID)., “…Matmazel Raşel Mizrahi, yazın ilk sıcaklarında adamakıllı
korkmuş…” (Aİ-OKB)., “Çok yorgunum, bu hastalık beni adam akıllı sarstı.” (CKM)., “Adamakıllı heyecanlanmış ve bu
yüzden nefesi daha çok daralmaya başlamıştı.” (SA-İÇ)., “Ben adamakıllı öfkeleniyorum.” (HAT-KHK)., “Üstelik de hem
yürüyüp hem öfkelenmekten adamakıllı yorulmuşum.” (HAT-KHK)., “Gece adamakıllı inmişti.” (AHT-H)., “Bir kere
Zeynep'in karşısında ağzımdan kaçırdım, o çok güldü:- Güzelim, dedi, sen adamakıllı abayı yaktın bu adama!” (EI-NS).,
“Galiba gençler adamakıllı canınızı sıkmış.” (NFK-ST)., “Ömer'le Ümit adamakıllı sarhoş olmuşlar ve el ele vermişlerdi.”
(SA-İÇ)., “NİNE:Gene mi o kuş masalı? Eyvahlar olsun benim sırma kızım! İçine adamakıllı evham çökmüş senin.” (NFK-
ST)., “'Sarı' Mustafa'nın ne diyeceğini ise, adamakıllı merak ediyor; biraz 'müvesvistir' ama, beyhude lâf etmez!” (Aİ-OKB).
→ art- [5], bozul- {alınmak} [5], kork- [5], sars- {etkilemek} [5], heyecanlan- [4],
öfkelen- [4], yorul- [4], dol- [3], döv- [3], ıslan- [3], içerle- [3], kız- [3], sevin- [3], bil-* [2],
değiş- [2], etkile- [2], in- (akşam vb.) [2], konuş- [2], sersemle- [2], yor- [2], acık-, ağla-, anlat-,
beyazlan- (saç), borçlan-, bulandır- {bozmak}, büyü-, cıvı-, çat-, çök- (avurt), çök-
{yaşlanmak}, dal-, daral-{sıkılmak}, dişle-, eksil-, engelle-, eski-, etkilen-, ez-, gel- (mevsim),
gerginleş- (münasebet), giriş- {dövmek}, giyin-, gölgele- {engellemek}, gör-, hastalan-,
hırpala-, hırpalan-, hırslan-, ısın- (hava), ısın- {alışmak}, iç-, incele-, kaç-, kan- {inanmak},
karar- (ortalık), karış-, kaşı-, kırlaş- (saç), kızar- {utanmak}, kızdır- {sinirlendirmek}, kötüle-,
59
kötüleş- (durum), kuru-, lâcivertleş-, okşa-* {dövmek}, okşan- {dayak yemek}, öğren-, öğret-
, payla- {azarlamak}, pirelen- {kuşkulanmak}, piş-*, {olgunlaşmak}, sar-, sev-, sık-, soğu-
(hava), sopala-, soy- {hırsızlık yapmak}, susa-, şaşır-, şiddetlen-, şişir- {övmek}, tanı-,
teknikleş-, telaşlan-, terle-, titre-, utan-, uyu-, uzaklaş-, ürküt-, üşüt-*, üzül-, yak- (güneş),
yaz-*, yer-, yıkat-, yozlaş-, yüksel- (ay), zayıfla-, zorlaştır-. ║ (canını) sık- [3], abayı yak- [2],
sarhoş ol- [2], ağzı kuru-, ahbap ol-, akşam ol-, (arkasını) dön-, ayağa kalk-, baştan çıkar-,
borusunu öttür-, dili çözül-, damarına bas-, gece ol-, göze bat-, gözleri parla-, güneş çık-,
(güvenini) sars-, hakaret edil-, içine evham çök-, işi bozul-, (işe) giriş-, kafa karıştır-, kafayı
çek-, (kendini) göster- (mevsim), (kendini) sevdir-, koku al-, kök sal-, merak et-, mum et-,
muradına er-, müessir ol-, sansürden geçir-, sıkı tut-, (sinirlerini) ger-, su götür- {tartışılmak},
suhulet göster-, tehdit et-, telaşa düşür-, tevcih et-*, tokat çak-, umudu kırıl-, üstüne çök-,
yüreği çarp-, zengin ol-, zom ol-, zora sap-. ║ ince eleyip sık doku-.
adam başına:⌠6⌡/Her bir bireye, her birine, kişi başına./ “Lokma bile düşmedi adam başına.”
(VB-SvB)., “Perşembenin gelişi Çarşambadan belliydi, kaç gün geçti, bir hafta mi:günlük ekmek tayınını, iyice azalttılar; ne
idüğü belirsiz karanlık bir undan, kötü bir ekmek, adam başına 375 gram veriliyor, çocuklara 185, ağır işçilere 750 gram; o
da 'karneyle' tabii!” (Aİ-OKB)., “Burda vurduğun adam başına prim veriyolar, ayrıyetten yaralamadan felan da bonusun
birikiyo.” (AA-AD).
→ düş-* [4], veril-. ║ prim ver-.
⇒ adam başına … düşmek.
adam boyu:⌠1⌡/1.Yaklaşık olarak normal bir adam boyunda./ “Baktık bir geçtiği yerden
Adam boyu kalkıyordu otlar.” (İB-E). ; /2. İnsan boyunca./ “Ø”.
→ kalk- (ot) {yetişmek}.
adamca:⌠4⌡/1. İnsana yaraşır biçimde, adamcasına./ “Adamca göz et dedik, etmedin. Adamca iş
yap dedik, yapmadın.” (RB-SN)., “Adamca yaşamadın, adamca ölmesini bil bari.” (RB-SN)., “Ne güzel adamca gülüyor, ne
iyi, hatır bilir bir kişi.” (YK-BE). ; /2. İnsan sayısı kadar./ “Ø”.
→ bil-, gül-. yaşa-*. ║ iş yap-, göz et-.
adamcasına: Ø
adam kıtlığında:⌠4⌡/Adam yokluğunda./ “Şehit olan olana... Adam kıtlığında sana da çavuşluk
düştü.” (SK-D)., “Sonra başka ansiklopediler çıktı; oradan çağırdılar gittik, adam kıtlığında!” (FA-SUYK)., “Bizler
Enseleri yağlı, kulaklarının içi kulanmış, karınları irileşmiş, gözleri içmekten fener gibi yanan, burunları kızarmış yahut
morarmış, kafaları dazlaklaşmış, emekliye çıktıktan sonra adam kıtlığında gene işe alınmış, bu bucak'ta bir günlük beylik,
beyliktir, deyip oturan adamlarız.” (MŞE-VÇ).
→ düş- (görev vb.) [2], git-. ║ işe alın-.
adam yokluğunda: Ø
60
adedî: Ø
âdeta : Ø--
adetçe: Ø
adım adım:⌠41⌡/Ağır ağır, yavaş yavaş. {aşamalı olarak}./ “Adım adım ilerliyordum.” (FE-
HBM-O)., “Hareket Ordusu'na ait kuvvetler adım adım kışlaya yaklaşıyordu.” (AA-İGA).”Adım adım, bölüm bölüm baktı
yeniden.” (FB-T)., “Kâhya sanki titriyerek -yüzde yüz titrerdi- gerilediği yerden adım adım sedire yanaşır bir iki banknot
alıp aralık kapıdan çarçabuk sıvışırdı.” (EÖ-P/S)., “Adım adım bütün şehirleri, kasabaları zaptettik.” (YKK-Y).
→ yaklaş-* [11], bak- {incelemek} [2], gir- [2], yanaş- [2], yüksel- [2], araştır-, doğrul-,
gerçekleş-, gerçekleştir-, gerçekleştiril-, gerile-, git-, gör-, kov-, oku-, oyna- (senaryoyu),
planla-, planlan-, tüken-, uygula-, uzaklaş-, uzaklaştır-, yürü- (plan). ║ aklı karış-, (ileri)
götür-, zapt et-.
→ adım adım gezmek, adım adım ilerlemek
⇒ adım adım yaklaşmak, adım adım izlemek.
adımbaşı: Ø
adına: Ø--
adı üstünde: Ø
adıyla sanıyla:⌠8⌡/Bilinen ün ve nitelikleriyle./ “-Bana da adıyla sanıyla Çolak Salih derler.”
(TB-KA)., “Bana kalırsa, adıyla sanıyla söylemiştir.” (UM-SP)., “Biriki tanesini de biliyorum adıyla sanıyla, nerden
geldiklerini, ne mikrop olduklarını, geçmişlerini iyi biliyorum.” (OS-HT).
→ de- [5], söyle- [2], bil-.
⇒ adıyla sanıyla demek (söylemek).
adilane: Ø
affettuoso: Ø
afra tafra: Ø
agitato: Ø
ağır:⌠14⌡/15. Yavaş./ “Arka arkaya dizilmişler ağır yürüyorlardı.” (YK-KSİ)., “Araba kalktı. Ağır
gidiyorlardı.” (YA-AA)., “Orada dakikalar ağır ilerliyor.” (İA-GKD)., “Muhtar onları çileden çıkaracak kadar ağır
konuşuyordu:-Adı mı?” (TB-KA).
→ yürü- [3], git- [2], ak-, çal-, davran- {hareket etmek}, geç-, ilerle-, işle- , konuş-,
oku-, yap- (iş vb.).
→ agır ol!.
⇒ ağır yürümek.
61
ağır ağır:⌠363⌡/1.Yavaş yavaş./ “Adamı ittiğim gibi sokağa fırladım. Ağır ağır arsaya yürüdüm.”
(EÖ-P/S)., “Ama ‘Merdiven’ yarın da düşmeyecektir dillerden:ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden Eteklerinde güneş
rengi bir yığın yaprak ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak.” (AO-NSBE)., Altı at ağır ağır ilerliyordu. (AS-YA).,
“Ağır ağır gidiyordu.” (RHK-MH)., “Bana ağır ağır yaklaştın.” (OP-YH)., “Boğazın ortasından ağır ağır geçer ve uzaktan
geçtiğinden ondan da ancak hafif bir pervane ve köpüklenen su sesleri duyulurdu.” (AŞH-BM)., “Aynı kişiler onu da aynı
şekilde seyrettiler... Ağır ağır dönüyordu ipin ucunda.” (NB-DÜF)., “Basamakları ağır ağır indi.” (PC-K)., “Ama kızdı da...
Ağır ağır konuştu:Bilmem ki, nasıl olur?” (AA-YÖT)., “Ağır ağır doğruluyorum yerimden.” (EB-BG)., “Büyük kapının
arkasında, boğuk bir hırıltı ile anahtar döndü, sürgü çekildi, kanat titredi ve kapı masallardaki mağara kapıları gibi, ağır
ağır açıldı.” (PS-SK)., “Ala gözleri süzülüverdi. Ağır ağır ayağa kalktı.” (YK-OD)., “Bir müddet genç kadının yüzüne
baktıktan sonra ağır ağır devam etti:Bunun böyle olması korkunç bir şey...” (SA-İÇ). “Sevinçlerle acılar arasında, ağır ağır
çıktı ortaya, zamanın içine yayıldı. (NM-TÖ2)., “Yemeğini ağır ağır yeyip bitiriyor Andronikos.” (BK-USBGA). ; /2.
Yaklaşık olarak./ “Ø”.
1. ⌠363⌡→ yürü- [57], çık- (-i, -e, -den) [18], ilerle- [17], git- [14], yaklaş- [13], geç- [12],
dön- [11], gel- [11], kalk- [10], in- (-i, -e, -den) [9], dolaş- [8], konuş- [8], uzaklaş- [6], yüksel-
[6], açıl- (kapı vb.) [5], sallan- [5], doğrul- [4], oku- [4], ak- [3], iç- [3], kay- [3], tara- [3], tırman-
(merdiven vb.) [3], ye- [3], aydınlan- [2], belir- [2], çevir- [2], çiğne- (lokma) [2], çöz- [2],
gerçekleş- [2], gezin- [2], gir- [2], kapan- [2], kımılda- [2], mırıldan- [2], sol- [2], sön- [2], sür-
[2], yudumla- [2], açıl- (lamba fitili), açıl- (motor), açıl- (sis), alış-, anlat-, ayrıl-, bak-, bit-
(soy) {tükenmek}, boşal-, büyü-, çek- {taşımak}, çekil-, çök- {yaşlanmak}, çözül- (düğüm),
dağıl- (gülümseme), değiş-, dikel- {ayağa kalkmak}, döndür-, düşün-, endişelen-, eri- {yok
olmak}, geç- (zaman), geliş-, gerile-, giy-, gömül-, içil-, işle-, kaldır-, kapa- (kapı, perde vb.),
kımıldan-, kıpırdan-, kıvrıl-, kurulan-, oluş-, öden-, öl-, salın-, saplan-, sar-, sıvazla-, soğu-
(hava), sokul-, soy-, soyun-, sürükle-, sürüklen-, temizle-, topla-, tuşla-, uzat-, yalan-, yanaş-,
yatış-, yerleş-, yırt-, yollan- {yola çıkmak}. ║ ayağa kalk- [3], devam et- [3], hareket et- [3],
(ağzına) götür- [2], (başını) salla- [2], cevap ver- [2], (kar vb.) yağ- [2], yok ol- [2], (başını)
çevir-, (başını) kaldır-, demir al-, (elbise) çıkar-, geri çek-, (geriye) dön-, (güneş) bat-,
(havaya) kalk-, saç tara-, (kendini) hazırla-, (kulakları) uğulda-, ortaya çık-, sigara yak-,
(soluğunu) topla-, terk et-, tespih çek-, (yerini) al-, (yerine) geç-, yol al-, yola düş-, yoldan
çık-. ║ söküp çıkar-, yeyip bitir-.
2.⌠-⌡→ Ø
⇒ ağır ağır yürümek, ağır ağır (-i, -e, -den) çıkmak, ağır ağır ilerlemek, ağır ağır
yaklaşmak.
ağırca:⌠5⌡/3. Oldukça ağır, {yavaş bir} biçimde./ “Kafası çalışıyor mutlaka, ama biraz ağırca
çalışıyor.” (PK-BCR)., “Sonunda durur ağırca...” (VT-BÖKDYO)., “Nevin ağırca yaklaşır, deminki biçimde çöker usulca
adamın dizleri dibine...” (VT-BÖKDYO).
62
→ çalış-, dur-, yaklaş-, yönel-. ║ içki iç-.
ağız ağıza:⌠3⌡/Ağzına kadar, tamamen./ “Ardiyeler ağız ağıza dolmuştu.” (SFA-HBSK).
→ dol- [3].
→ ağız ağıza vermek (veya konuşmak).
⇒ ağız ağza dolmak.
ağızdan:⌠3⌡/Sözlü {olarak}./ “Onlara ağızdan ve kendine yürekten anlatıyordu.” (YKK-A)., “Haydi -
dedi-, kız, şimdi benim bu çaldığımı sen ağızdan söyle, ben de gene çalgı ile çalayım.” (OCK-Ç).
→ anlat-, söyle-, gönder-.
ağızdan ağıza:⌠6⌡/Herkes birbirine söyleyerek./ “Gelgelelim, öldürmekle iş bitmemiş. Çünkü,
ölen kişinin sözleri ağızdan ağıza yayılmış.” (AN-MB)., “Bu fıkralar toplumda öyle tutulmuştu ki, durmadan üretilerek
çoğaltılıyor, ağızdan ağıza bütün ülkede söyleniyordu.” (AN-MB)., “Hakkında birtakım bilgiler kaynak gösterilmeksizin
ağızdan ağıza intikal ediyor.” (CKM).
→ yayıl- [3], söylen- [2]. ║ intikal et-.
→ ağızdan ağıza dolaşmak (veya geçmek).
⇒ ağızdan ağza yayılmak, ağızdan ağza söylenmek.
ağrısız:⌠1⌡/2. Ağrı vermeden, {ağrı çekmeksizin}./ “Bu dakka, bu saniye kadınlar ağrısız
doğurdu ve hiçbir sokaktan geçmedi cenaze arabası.” (NH-YŞ).
→ doğur-.
ağzı açık:⌠13⌡/2. Hayranlıkla, büyülenmiş olarak./ “Karşısındaki Saraylı kadını ağzı açık
dinliyordu.” (HT-M)., “Cambazın numaraları birbirine benzese de tekdüze olsa da izleyiciler ağzı açık bakıyorlardı.” (İS-
DÖV)., “İhtiyar, Bekir'in ayaklarında, alnım Bekir'in çarıklarına sürterken, genç sessizce duruyor, bir sersem gibi hissiz,
ağzı açık, çenesi katı, derin yeşil gözleriyle Ayşe'yi süzüyordu.” (CD-Oİ)., “Camlarda, yakın bir köyün, toprağa batıyor
hissini uyandıran, bacaları sipsivri dumanlı kerpiç damları; sığırlarını unutup, ağzı açık trene dalmış, çarıklı sığırtmaç.”
(Aİ-OKB).
→ dinle- [6], bak- [5], dal-, süz- {bakmak}.
→ ağzı açık kalmak.
⇒ ağzı açık dinlemek, ağzı açık bakmak.
ağzına kadar:⌠18⌡/Boş yeri kalmayacak biçimde./ “Sonra Laleli'ye, tramvaylar ağzına kadar
dolmuş.” (CK-BŞ)., “Hizmeteri sobayı ağzına kadar doldurmuş.” (EB-BG)., “Kalabalık gittikçe çoğaldı, alan ağzına kadar
doldu taştı.” (YK-KSİ).
→ dol- [10], doldur- [7]. ║ doldu taştı.
⇒ ağzına kadar dolmak (doldurmak).
ahbapça:⌠5⌡/Dostça, içten, teklifsizce./ “Kalan tütünle de iki kalın cıgara sardık, ahbapça
konuştuk.” (SFA-SS)., “Sonra ahbapça güldü. (SKA-GA).
63
→ konuş- [3], gül- [2].
⇒ ahbapça konuşmak.
aheste:⌠2⌡/2. Yavaş, ağır bir biçimde./ “Şimdi aheste ağlıyor, karısından ayrılmış gibi mazi sigasile
bahsederek:«Ah, bilmezsiniz, ben ona ne iyi bakardım, onun için nasıl rahatımı feda ettim»” (RHK-MH)., “Aheste çek
kürekleri nıehtâb uyanmasın.” (YKB-KGK).
→ ağla-. ║ kürek çek-.
aheste aheste:⌠2⌡/Yavaş yavaş./ “«Kivi»nin başlığını çıkarmışlar, rahat rahat otluyor ve düz çayırın
üstünde arabayı da aheste aheste gezdiriyor.” (MŞE-VÇ)., “Bunları hep aheste aheste yaptı.” (Sİ-İGÇÖ1).
→ gezdir-, yap-.
aheste beste:⌠4⌡/Yavaş yavaş./ “İşleri sorarsan ilerliyor, aheste beste, Adliye Sarayı, tapu daireleri,
hepsi benim için ilginç, o sayede hiç canım sıkılmıyor.” (GD-ADM)., “Beyoğlu'nda elleri arkasında geriye kaykıla kaykıla
aheste beste gezer, çay vakti Markiz pastanesine gelir, soba ile vitrin arasındaki daimi yerine yerleşirdi.” (HT-ÖTÖ).,
“Oğlum motor, duracaksan dur da biz de aheste beste karaya ayak basalım.” (SB-BŞM).
→ ilerle-, geç-, gez-. ║ karaya ayak bas-.
ahir: Ø
ahiren: Ø
ahlakça:⌠2⌡/Ahlak anlayışına göre, ahlak değerlerine bağlılıkla./ “Nadir hemen ilâve
etti:Her ne kadar o aileye uzak bir akrabalığı varsa da ne ahlâkça, ne tabiatça onlara hiç benzemiyor.” (PS-SK)., “Eğer
yazdığı şeyler akılca, terbiyece, ahlâkça fena olsaydı devletimiz şimdiye kadar çoktan menederdi.” (EA-DY).
→ benze-. ║ fena ol-.
ahlaken:⌠1⌡/Ahlak bakımından./ “Zavallı vatanım Abdalya sen ahlaken bu kadar düşecek mi idin?”
(HT-EG).
→ düş-.
ahlaksızca: Ø
ahmakça: Ø
ailece:⌠31⌡/Bütün aile birlikte, ailecek./ “Ailece sininin başına oturur, iştiha ile yerdik.” (SB-HAY).,
“Bir akşam ailece Taksim'de bir gece kulübüne gitmiştik.” (EK-DT..A)., “Bir süre sonra da şehire (İstanbul'a) ailece
gelirler.” (AB-SD)., “Biz de ailece bayram yaptık, kurbanları kestirdik ve bu vakfın dışında iki üç tane camide katkım
vardır.” (TÖ-E)., “Hafta sonu ailece bir yere gitmeye karar veririz.” (İO-LBA).
→ otur- [3], git- [3], gel- [2], çalış-, de-, dinle-, düşünül-, geç-, göç-, görüş-, kal-, katıl-,
sev-, tanı-, yaşa-, ye-. ║ ad koy-, bayram yap-, çay iç-, göç et-, karar ver-, kurban kestir-,
müzik yap-, rota değiştir-, seyahate git-, takdim edil-*.
ailecek:⌠11⌡/bk. Ailece./ “Bir gece de, kendilerinin şeref verdikleri arkadaşı çolak İbrahim Beyin
düğününden valideleriyle ailecek bu açık araba ile dönmüş, geceyi de Paşa'nın evinde geçirmiştik.” (SB-HAY)., “Ailecek
64
düşündüler, nihayet karar verdiler:Baba Mozart, yalnız bırakmaya kıyamadığı yirmi yaşındaki oğlunu annesine emanet
ederek iş aramaya başka kentlere göndermeye razı oldu.” (NN-DM)., “Pazar sabahı erkenden ailecek uyandık.” (Mİ-DHB).,
“Biz, ailecek buralı sayılıyoruz efendim.” (TDK.-ÖÖ).
→ dön-, düşün-, eğlen-, görüş-, götür-, uyan-, yerleş-. ║ bir arada olun-, bir yerli sayıl-
, (geceyi) geçir-, karar ver-.
akabinde:⌠4⌡/Arkasından, hemen arkadan, ardından, hemen ardından./ “Akabinde Kaan
Arslanoğlu'nun farklı bir görüşle ortaya çıktığını gördük.” (ZA-MAAİ)., “Bazen çekip gitmeyi kuruyordu, fakat akabinde
bunun saçmalığını kendi de idrak ediyor, "aptallığın âlemi yok, deli olma oğlum" diye bu tasavvurundan çabuk
vazgeçiyordu.” (HT-KSA)., “Kendi ölümüne değil, benim parasızlığıma üzülmüş, ağlamış, akabinde hemen teslim olmuş.”
(FA-GGİ).
→ gör-. ║ idrak et-, teslim ol-, vazgeç-.
akıbet:⌠4⌡/2. Sonunda, önünde onunda./ “Akıbet hekim geldi.” (YKK-KK)., “Akıbet saat yedi
buçukta oyun nihayet buldu.” (YKK-KK).
→ gel-. ║ karar ver-, nihayet bul-, mecbur et-.
akıllıca:⌠6⌡/2. Akla yakın, doğru bir biçimde, akılane./ “Barınmak... daha daha, dişisini arayıp
bulmak... Bütün bunları domuzdan daha akıllıca düzenleyemez miydi?” (RI-KG)., “Ne olur bu kadar doğru, gerçekçi,
akıllıca konuşma Alyoşa!” (OB-EA)., “Sense, derli toplu, akıllıca, ölçüyü kaçırmadan sevdin beni.” (İA-ÖEK).,
→ düzenle-*, düzenlen-, konuş-, kullan-, sev-. ║ plan yap-.
akıllı uslu:⌠5⌡/2. Akıllı olarak, yaramazlık yapmadan, {usturuplu bir biçimde.}/ “Kendini topla da akıllı uslu çalış.” (SA-KY)., “Hayreti En zekî ve güzel kızları bile dinlemekten sıkılan, kadınlarla yalnız
âşıkdaşlık etmekten hoşlanan ben; ciddî konuşan kadınlara için için gülen ve onları baştan çıkarmak için plânlar yapan ben
bu genç kızın basit sözlerini samimî bir alâka ile ve akıllı uslu dinliyordum.” (SA-K/S)., “Şöyle akıllı uslu yazsam da fiili
hep sonuna bıraksam cümlenin, olmuyor mu sanki?” (NA-KD/A).
→ çalış-, dinle-, konuş-, yaz-. ║ evlilik yap-.
akın akın:⌠27⌡/Arkası kesilmeyen kalabalık öbekler durumunda./ “Akın akın millet
geliyor, hepsi tâ nerlerden geliyor.” GY-H2)., “Herkes sandallarla akın akın Göksu'ya gidiyor.” (GY-KO)., “Köprüden akın
akın halk, üstünden de rükûb-ı umûmîye mahsus tayyareler geçiyordu. (YKB-Aİ)., “Rum gençleri, yalnız gençleri değil, eli
silah tutanların çoğu akın akın Pontus ruhunu gerçekleştirmek için Trabzon'a koşuyordu.” (TB-KA)., “Fırat'ın en kalın
kollarından biri olan alabalıkh Tohma Çayı'yla... akın akın İstanbul'a, bir çağlayan gibi boşalır, boşalıyor.” (CS-GC).
→ gel- [12], git- [4], geç- [3], koş- [3], boşal- [2], dol-, gir-, ilerle-. ║ üye ol-.
⇒ akın akın gelmek.
akilane: Ø
aklen: Ø
aklınca:⌠12⌡/Düşüncesine göre, aklı sıra./ “Beni karalıyor aklınca.” (ZA-MAAİ)., “Anlaşılan
aklınca alay etti galiba pezevenk!” (ÇA-BAG)., “Aygırın aklı oynadı; Ayşen'in aşağıya inmesini sabırsızlıkla bekliyor,
65
aklınca belli etmiyordu.” (RHK-BS)., “Konuşuyorlar, dertleşiyorlar. Herkes aklınca, bir çıkar yol arıyor.” (KT-YS).,
“Ağzımı mı yokluyor, yoksa tuzak mı hazırlıyor aklınca, beni daha iyi çözümleyebilmek için?” (EB-BG).
→ karala- {kötülemek}, yaran-. ║ alay et- [3], alaya al-, belli et-*, bir çıkar yol ara-,
efelik et-, tuzak hazırla-. ║ verip veriştir-, sorup soruştur-.
⇒ aklınca (…ile) alay etmek.
aklı sıra:⌠2⌡/Aklınca, sandığına göre, düşünüşe göre, umduğuna göre./ “Aklı sıra bizi
böyle yıkacak.” (HT-GF)., “Yiğitlik taslıyor, aklı sıra...” (KT-Gİ).
→ yık- {zarar vermek}. ║ yiğitlik tasla-.
aksi aksi:⌠6⌡/Olumsuz bir biçimde, ters ve kızgın olarak./ “Recep Efendi, aksi aksi yüzüme
bakıyor:Amma yaptın ha, amma yaptın ha, diyordu.” (RNG-ÇK)., “Olmaz! diyerek kafasını aksi aksi salladı adam.” (Sİ-
İGÇÖ2).
→ bak- [3], de- [2]. ║ kafa salla-.
⇒ aksi aksi bakmak.
aksine: Ø--
akşama doğru:⌠114⌡/Gündüzün akşama yakın bir zamanında, akşamdan./ “Akşama
doğru ancak gelirler.” (YK-İM1)., “Akşama doğru ellerinde bulunmuş bir diken, tabanlarında kanı kurumuş ve siyahlanmış
yeni bir yara ile dönerler.” (FRA-Z)., “Akşama doğru biraz bahçeye çıktım; bir sandalyenin üstünde, kitap okumağa
çalıştım.” (OA-KB)., “Akşama doğru, uzakta denizi gördüler.” (KT-Gİ)., “Akşama doğru şöyle bir uğrarım.” (EÖ-P/S).,
“Akşama doğru, serinlikte yol almak için, çingeneler toplandılar ve dağın eteğinden öbür ovaya indiler. (RHK-MH).,
“Onunla akşama doğru konuşacaktı.” (YA-AA)., “Akşama doğru, grup toplantısı, Meclis toplantısına çevrilerek, İkinci
Millet Meclisinin milletvekilleri saat sekiz buçukta Teşkilât-ı Esasiye Kanunundaki tadilleri kabul ettiler ve Mustafa Kemal'i
Türkiye'nin ilk Cumhurreisi seçtiler.” (FRA-Ç)., “Akşama doğru bir aralık, Munise ortadan kaybolmuştu.” (RNG-ÇK).,
“Akşama doğru salon dolmuş taşıyordu, millet yerlere oturmuştu.” (EI-KA).
→ gel- [15], dön- [6], git- [4], başla- [3], çık- (-e) [3], gir- (-e) [3], gör- [3], ol- [3], uğra-
[3], al- [2], anlaşıl- [2], bul- [2], çağırt- [2], kalk- [2], toplan- [2], açtır-, ağırlaş-, anla-, ara-, art-
(ateş), ateş kes-, bırak-, buluş-, buluşul-, çağır-, çalış-, çekil-, çıkar-, dağıl- (rüzgâr), değiş-,
dikil-, doldur-, duyul-, geç-, getir-, görül-, götür-, (gözünü) aç-, hafifle- (hava), hareketlen-,
in- (-e), işitil-, kal-, kızar- (lamba), geç- {gitmek}, konuş-, kurul- {oluşmak}, getir-, odaklan-,
öğren-, rastla-, sakinleş-, seç-, sor-, topla-, uğraş-, ulaş-, uyan- (duygu), var-, yanaş-, yerleş-,
yoğunlaş-, yorul-. ║ kabul et- [2], ortadan kaybol- [2], yola çık- [2], aklını tak-, (arkada) koy-,
(cebine) koy-, fark et-, geri al-, (gözlerini) kapa- {ölmek}, hareket et-, (hava) aç-, kıyamet
kop-, nikâh kıyıl-, (nüfusu) art- {kalabalıklaşmak}, tur yap-, yol al-, yorgun ol-, ağrısı tut-. ║
dolmuş taşıyor.
akşama kadar:⌠166⌡/Bütün gün, ara vermeden./ “Akşama kadar avare, yıkılmış, hakikaten bir
sevgiliden ayrılmış gibi perişan dolaştı.” (GY-H1)., “Akşama kadar bekleyebilecek miydi?” (ÜK-BDG)., “Akşama kadar
66
kahvemde oturuyor, tavla, iskambil oynuyorlar, enazından üçer dörder kahve içseler, tamam.” (AN-AZDE)., “Akşama kadar
fasılasız, yalnız fikirler etrafında, sürekli münâkaşalar içinde konuşuyorduk.” (YKB-SEP)., “Akşama kadar beraber
çalıştık, yarın geleceğini haber aldığım hastaları kabule hazırlandık.” (RNG-ÇK)., “Akşama kadar beraber oynardık.” (GY-
H1)., “Akşama kadar bulamadı.” (OP-KK)., “Akşama kadar da orada kalır.” (MŞE-VÇ)., “Ama son gelişinde, annemin
elbiselerinden birini, o gündelik, önemsiz elbiselerinden birini, tamamlayamamıştı akşama kadar.” (Sİ-DSG)., “Akşama
kadar canımız çıktı, ama sonra adam bize bir sepet dolusu muşmula verdi, çocuklarla oturup hepsini yedik.” (SD-FC)., “Bir
gün akşama kadar onun yalım fışkıran köresini, hünerli, kocaman ellerini seyretti.”(YK-BE)., “Akşama kadar heyecan ve
ateş içinde dolaşıp durduk.” (FRA-Ç)., “Hiç durmadan da aynı çizgide dimdik, göğsünü şişirmiş, eli tabancasının
kabzasında akşama kadar gitti geldi.” (YK-KSİ).
→ dolaş- [11], bekle- [8], otur- [8], konuş- [7], çalış-* [6], oyna- [6], bul-* [4], kal- [4],
bitir-* [3], ara- [2], çık-* (-den) [2], dayan- [2], dur- [2], gel-* [2], gör-* [2], sür- {devam etmek}
[2], uğraş- [2], ağla-, anır-, ayrıl-*, boğuş-, boşalt-*, çalkan-, dinlen-, dolan-, dosya düzenle-,
dön-*, dövüş-, düşün-, düzel-, eğlen-, gezin-, görüş-*, güdül- (hayvan), ilerle-, kalk-*, kudur-,
kurtul-, oyalan-, öl- {yorulmak}, sat-, sıkıl-, söyle-, tamamla-*, tepiş-, topla-, uğraşıl-*, unut-,
uyu-, uzan-, üzül-, yap-, yapıl-, yat-, yorul-. ║ canı çık- [3], seyret- [3], canı sıkıl- [2], müsaade
et- [2], vakit geç-* [2], yol al- [2], ağzını bıçak aç-*, bahçe çapala-, (balık) tut-, başı dön-, bela
oku-, boğaz tokluğuna çalıştırıl-, boğazından lokma geç-*, boşa at-, çapa çapala-, çiçek topla-,
çorap ör-, dersini ver- {azarlamak}, dil dök-, elinden düş-*, ev işi gör-, film izle-, göz kulak
ol-, güneşli git- (hava), idare et-, iş gör-*, kafa yor-, kavga et-, kendine gel-*, lanet yağ-,
meşgul ol-, muharebe et-, oradan kalk-*, rivayet çık-, sıra dayağı at-, sigara tüttür-, sudan çık-
*, tarassutta geç-, tavla at-, türkü söyle-, vakit geçir-, (yağmur vb.) yağ-, yerinde dur-*,
yiyecek ye-, zapt et-, (zihnini) kurcala-. ║ dolaşıp dur- [2], dolaşır durur [2], dayanıp dur-, gitti
geldi, uyanıp uyanıp uyu-, yorulup bit-.
akşama sabaha:⌠5⌡/Neredeyse, pek yakında, kısa bir zaman içinde./ “Bakarsın çıkıp
gelirler akşama sabaha.” (RB-SN)., “Karşılığı akşama sabaha gelirmiş...” (KT-Gİ)., “Ama eşşekten düştüysen iflah olmaz,
akşama sabaha ölürsün...” (FB-T).
→ gel-, kaç- {gitmek}, öl-. ║ kötülük et-. ║ çıkıp gel-.
akşamdan:⌠23⌡/Akşama doğru./ “Kadın sabahtan, akşamdan birer parça yemek götürür, delikten
içeri bırakırmış.” (PNB-AGUG)., “Bir haftadır uykusuz olan hayvanı, bu ahıra akşamdan çekip uyuturlar.” (MŞE-MA).,
“Akşamdan o bir tabak elmayı ben dilimlemiş, götürmüştüm ona.” (OA-KO)., “Sen söyle evlere akşamdan Kapılar da
aralık olmalı (FHD-H)., “Fakat kararını akşamdan vermişti, dönmek yoktu.” (CD-Oİ)., “Azığı suyu akşamdan hazır ediyor,
erkenden çıkıyorlar.” (FB-ID).
→ bırak- [2], götür- [2], başla-, bırak-, dilimle-, gir-, git-, gönderil-, görün-, hazırla-,
ıslatıl-, iç-, kararlaştır-, öt-, söyle-, toplan-, uyut-. ║ karar ver- [2], aç yat-, diskur geç-, fireze
ateş bırak-, hazır et-, koynuna gir-, saat kur-.
akşamdan akşama:⌠3⌡/Her akşam üst üste./ “Çünkü kimi ekmeksiz, kimi tesellisiz bir yığın biçare,
akşamdan akşama kapılarını çalmamı bekliyor, diye söyleniyordu.” (RNG-YG)., “Akşamdan akşama görür, çok çekinirdik
67
ondan.” (İO-LBA)., “Şahinde ise eve akşamdan akşama uğruyor ve zamanını daha ziyade komşularda ve ahbaplarda
geçiriyordu.” (SA-KY).
→ bekle-, gör-, uğra-.
akşam ezanı:⌠2⌡/2. Güneşin battığı sıralar./ “Afyon'a akşam ezanı girdik.” (FB-ID)., “Bana kat'i
cevap verin, akşam ezanı eve gelecek misiniz?” (PS-SK).
→ gir- {varmak}, gel-.
akşamları:⌠177⌡/Akşam vakti, her akşam./ “Akşamları apartımana nasıl içim sevinçle dolu
dönüyorum; pazar günlerini ne sabırsızlıkla bekliyorum!” (RHK-BS)., “Akşamları Atpazarı'na bakan Altındiş'in kahvesinde
bom oynarken, gelir, omuz başımda durur, beni seyrederdi.” (SFA-HBSK)., “Akşamları eve geç vakitte gidebiliyorum.”
(NE-GT)., “Biriç oyna, bilardo öğren, maçlara git, akşamları gazetedeki arkadaşlarınla içmeye çık.” (İA-ÖEK).,
“Akşamları yine sofra kuruluyor, herkes karşısında yiyor, içiyor, fakat o, ağzına bir damla bile içki koymuyordu. (EK-
DT..A)., “Akşamları burada oturuyor, herkese anlatıyor yüzlerine karşı içinden.” (OA-KB)., “Akşamları çok erken
yatıyorsun, kimse gelemiyor bize bu yüzden.” (İA-ÖEK)., “Akşamları dar uzun balkonumuz boyunca sıralanıp güneş
batarken renkten renge giren gökyüzünü seyrediyor, gecenin kadifemsi maviliğini çay içerek karşılıyorduk. (BB-BBÇ)., “Ara
sıra, akşamları, böyle kâh bir riyaziye kâh bir tarih kitabını eline alır, belki elli defa okuduğu yerleri bir daha gözden
geçirirdi.” (SA-KY)., “Asık suratlı babamın yerine sözgelimi, akşamları asa tıkırtılarına yaslana yaslana dedem çıkıp
gelseydi.” (HAT-KHK).
→ dön- [12], gel- [9], git- [9], çık-* (-e, -den) [8], iç- [7], ye- (yemek vb.) [7], otur- [6],
oku- [4], yat-* [4], bekle- [4], buluş- [3], çalış- [3], izle- (tv, film vb.) [3], gör-* [3], bak-* [2],
dinle- [2], dinlen-* [2], getir- [2], gir- [2], hazırla- [2], konuş- [2], parla- (ışık vb.) [2], uzan- [2],
yan- (lüks vb.) [2], yürü- [2], ağla-, ara-, bat- (güneş, ay), bekleş-, besle-, bırak-, çal-, çal-
(müzik), çıkar- (ceket), dal-, dertleş-, duyul-, düş- {uğramak}, düşün-, eleştir-, esne-, geç-,
gez-, görün-, götür-, gözle-, güleş-, işit-, kal-, kok-, koş-, koşuştur-, okun-, oyna-, rastlan-, sat-
, sezil-, sığın-*, söyle-*, sürükle-, taşı-*, terle-, toplan-, uç-, uğra-, uyu-, yak- (ışık), yaşan-,
yaz-. ║ seyret- (tv, film, manzara vb.) [7], sofra kurul- [2], …in yolunu tut-, aklına gel-, ateş
yak-*, avdet et-, bir tek at-, boş dur-, boy göster-, çiçek sula-, ders çalış-, elden ele gez-,
(eline) al-, (eşkıya) bas-, göz at-, gözden geçir-, hayal kur-, iki tek iç-, kafayı çek-, (kendini
içkiye) vur-, kendini dinle-, (kır âlemi) yap-, masa kurul-, misafir gel-, misafirliğe git-, müzik
yap-, (radyoyu) aç-, (saz eseri) çalın-, serinlik çık-, seyre dal-*, söz edil-, türkü söyle-, (vücut
vücuda) geçil-, yardım et-. ║ çıkıp gel-, kırıp geçir-, oturup derse çalış-.
akşamleyin:⌠8⌡/Akşam saatlerinde, akşam olduğunda, akşam vakti./ “Sabahleyin
bindiriyordu beni servis otosuna, akşamleyin de aldırıyordu, okulun önünden aldırıyordu.” (FA-SUYK)., “Akşamleyin
köylerde konaklarlar, ateşler yakılır, toprağa döşekler serilir, oralarda gecelerler.” (HT-M)., “Akşamleyin gelip bakmış
yok!” (FB-T).
→ aldır- (birini araçla), gecele-, konakla-, sersemle-. ║ (ateş) yakıl-, balığa çık-,
(döşek) seril-. ║ gelip bak-.
68
akşamlık: Ø
akşamlık sabahlık: Ø
akşamlı sabahlı: Ø
akşam saati: Ø
akşamüstü:⌠98⌡/Güneşin batağı sıralarda, akşama doğru, akşam yaklaşırken./ “Akşamüstü gelecekler.” (AC-KY)., “Akşamüstü kampa döndüler.” (GD-AK)., “Akşamüstü eve gidelim de, sana
hikâyelerimi okuyayım, dedim.” (FA-SUYK)., “Kıranlara baka baka oturulur, mermer revakların arasında dolaşılır
akşamüstü, tiyatroya gidilir, iç açıcı komedyalar seyredilir.” (AK-MY)., “Akşamüstü dört buçukta tarif edilen apartımanı
buldum.” (KHK-YAH)., “Ve tabii ki akşamüstü benimle buluşacak...” (PK-BCR)., “Üç gün sonra akşamüstü Binbaşı
Ekrem, Yüzbaşı Aziz Hüdai ve örgütün haberalma kolunun başı Kurmay Yüzbaşı Seyfı “Akkoç, gerektikçe kullandıkları
Aksaray'daki güvenli evde biraraya geldiler.” (TÖ-ŞÇT)., “Yarın ben size akşamüstü otomobil yollarım, gazinoda oturur,
yer içer eğleniriz.” (RHK-BS).
→ gel- [13], dön- [12], git- [6], bul- [4], çık- (-i, -e) [4], anlat- [3], geç-* {gitmek} [3], in-
[3], uğra- [3], buluş- [2], iç- (içki vb.) [2], otur- [2], ara-, basın-, başla-, bit-, dalaş-, dinlen-,
dolaşıl-, gir-, gönder-, görün-, götür-, hatırla-, konuş-, oturul-, parla- {asfalt}, rahatla-, say-,
sor-, şakalaş-, toplan-, uyan-, yap-, yaz-, ye-, yokla-, yolla-, yürü-, yüz-. ║ bir araya gel-, boy
göster-, geri gel-, gözüne iliş-, (haber) ilet-, kabul et-, kalabalık ol-, kendine gel-, (koku) gel-,
(kümese) kapa-, (masa) kurul-, müsade et-, (önüne) çık-, sabrı tüken-, seyredil-, sis bas-,
telefon et-, terk edil-, (tiyatroya) gidil-, (yağmur vb.) yağ-. ║ al gel, yer içer eğlenir.
akşamüzeri:⌠22⌡/Akşamüstü./ “…akşamüzeri karşı kaldırımdan Mehmet Ali bizim eve doğru
gidiyordu …” (GD-ADM)., “Dayanamayıp akşamüzeri Erkan'la birlikte indim dereye.” (SD-K)., “1993 yılının yağmurlu bir
nisan günü, akşamüzeri Barbaros Bulvarı'nın Boğaz Köprüsü çıkışında rastlamıştım ona...” (DK-Z)., “Peki, diyor, sonra.
Akşamüzeri uğrarım.” (İA-ÖEK)., “İşte akşamüzeri de en çok yarım saat sonra el ayak çekecekti.” (Sİ-ÖKS).
→ git- [3], in- (-e) [2], rastla- [2], al-, buluş-, gel-, gör-, iç-, karşılaşıl-, uğra-, var-, yaz-,
yolla-, yürü-, yürüt-. ║ el ayak çek-, ilham gel-.
alabildiğine:⌠101⌡/1. Sınırsız, uçsuz bucaksız bir biçimde./ “Boydan boya alabildiğine
uzanır.” (DÖ-GYKK)., “Şehir Çankaya yolunun etrafına alabildiğine yayıldı.” (FRA-Ç)., “…sonra da cadde alabildiğine
uzar giderdi.” (SKA-GA). ; /2. Olanca hızı ile./ “Fakat cesaretle üstüne yürürsen alabildiğine kaçar...” (RNG-YG).,
“Hrisopulos gemisi alabildiğine koşuyordu.” (SFA-SS)., “Sonra da, büyük bir hızla alabildiğine uzaklaşıyordu.” (DÖ-
BAY)., “Kalbi alabildiğine çarpıyordu, bayılacaktı nerdeyse.” (OK-KT). ; /3. Aşırı derecede, gereğinden çok./ “Çukurova güneşinin korkunç sarı sıcağı her yanı kavramış, ortalık alabildiğine yanıyor, karşı koza mağazasının duvar
kovuklarına ince belli, sarılı siyahlı it arıları girip çıkıyorlardı.” (OK-KT)., “Arap Maksut gözleriyle ağzını alabildiğine
açtı:Gerçek!” (KT-YS)., “Hepsi de alabildiğine atıyor, atıyorlardı.” (OK-KT)., “Ağaç alabildiğine büyümüştü.” (F-PY).,
“Alabildiğine tadını çıkartıyorlardı bunun.” (SD-K).
1.⌠20⌡→ uzan- [5], yayıl- [3], faydalan- [2], aç- (kol), dinle-, karar-, uza-, ver-, yansı-
(güneş), yaşa-, yüksel-. ║ tekâmül et-. ║ uzar gider.
69
2.⌠11⌡→ kaç- [3], çarp- (kalp, yürek) [2], işle- (saat), koş-, koştur- (araba), uza-,
uzaklaş-, uzan-.
3.⌠70⌡→ yan- [4] aç- (ağız, göz vb.) [3], at- {abartmak} [2], bağır- [2], büyü- [2], uzan-
[2], uzat- [2], yadırga- [2], abart-, acıt-, anlat-, art-, aşkınlaştır-, aydınlan-, azıt-, bağırıl-, beze-,
çal- (davul zurna), çirkinleştir-, daral- (olanak), değiş- (koşul), genişle-, gül-, hafiflet- (yük),
hırçınlaştır-, hüzünlen-, ısın-, ısıt-, ilgisizleş-, itiş-, kışkırt-, kızar-, kok-, kolaylaş-, konuş-,
koyulaş-, köpür- {sinirlenmek}, övül-, savur- (tipi), soyutla-, uzaklaştır- (konudan), üretil-
(sözcük), üz-, veriştir- (yağmur), vurgulan-, yararlan-, yoğunlaştır-, yozlaştır-, zorlaştır-. ║
ağırlık ver- {önemsemek}, aleyhinde bulun-, hiçe sayıl-, kendini ver-, medrese açıl-, (sesini)
yükselt-, tadını çıkart-, tedirgin et-, titiz davran-, (yağmur vb.) yağ-, yumruk at-, (yüreği) açıl-.
║ sürüp git-.
alakart: Ø
alarga:--
→ alarga durmak, alarga etmek, alarga gitmek
alay alay:⌠3⌡/2. Kalabalık olarak./ “Ve açlar geçiyordu hep alay alay…” (AMD-BŞ)., “Bütün
kadınlar alay alay «Başın sağ olsun»a gittiler.” (HEA-T)., “Bu harmanların etrafında alay alay tarla kuşları uçuşuyordu.”
(SK-D).
→ geç-, git-, uçuş-.
alaz alaz: Ø
alçakça:⌠5⌡/2. Alçak, aşağılık kimselere yaraşırcasına, sefihane./ “Ona kalırsa genç kadın
çok alçakça davranıyordu.” (AA-RÜ)., “Pusudan gövdene alçakça sokulmuşlar dehşet aç kurtlar gibi ellerinde sinsi ve
kirli...” (NB-DÜF)., “…on sene evvel Genç Osman da Yeniçeri Ocağı'na sığınmış, fakat yeniçeriler padişahı düşmanlarının
pençesine alçakça teslim etmişlerdi …” (REK-Y).
→ davran- [2], sokul-, vur-. ║ teslim et-.
alelacele:⌠76⌡/Çabucak./ “Evin bahçesine derin bir sessizlik çöküyordu yani ve içerideki çocuk hâlâ
hapur hupur şeker yiyordu da biz ona gene kısa bir göz atıp alelacele dışarı çıkıyorduk.” (HAT-KHK)., “Alelacele bir şeyler
hazırlayıp önüne getirdi.” (AS-YA)., “…öteki de sabahları kalkar kalkmaz arkasından bir bölük atlı kovalıyormuş gibi,
kardeşimi alıp alelacele komşulara gidiyordu.” (HAT-KHK)., “Kızlar alelacele bir şeyler anlatmıştı…” (BB-BBÇ)., “Doktor
Fikret, hastanedeki işlerini alelacele bitirdi.” (HT-GF)., “Yangından mal kaçırır gibi, başka ülkede alelacele evlenilir mi?”
(AK-AA)., “Poyraz alelacele giyindi, tıraş oldu, aşağı indi, koşarcana iskeleye gitti.” (YK-KSİ)., “Belediye mühendisi
alelacele bir rapor yazdı.” (RNG-YG).
→ çık- (-i, -e, -den) [8], getir- [3], git- [2], anlat- [2], in- (-e) [2], bak- [2], bitir- [2], çalış-
[2], dön- [2], at-, ayrıl-, bestelet-, çıkar-, dolaştırıl-, doldur-, evlenil-, geç-, gir-, giy-, giyin-,
gönder-, iç-, karar- (hava), karıştır-, kazıl-, koş-, kurula-, öp-, sil-, sok-, soy-, tıkın-, tırman-,
topla-, tutun-, üşüş-, vedalaş-, yap-, yapıl-, yaz-, yolla-, yollan-, yürü-. ║ tıraş ol- [2], el sık-,
70
(geri) dön-, göz gezdir-, (hesabı) çıkar-, (hesabı) iste-, kaybol-, (kucağına) al-, meydana getir-,
(mezar) kaz-, rapor yaz-, selam ver-, sıraya gir-, (sigara) söndür-, (sigara) yak-, tahliye edil-,
tekzip et-, tepesine çullan-, (valiz) hazırla-.
alelhesap:⌠1⌡/Hesaba sayarak./ “Sen şu çeki alelhesap alıver de....” (HT-KAD).
→ al- (çek).
alelhusus:⌠1⌡/Hele, özellikle, en çok./ “Alelhusus akım bir senenin tazyikini hissediyorduk.” (MŞE-
VÇ).
→ hisset-.
alelıtlak: Ø
alelumum: Ø
alelusul:⌠2⌡/1. Yol yordam gereğince, kurala uygun bir biçimde./ “Polis de askerler de bu
adamların 6-7 Eylül olaylarıyla uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmadığını o kadar iyi biliyordu ki, değil mahkemeye verilmek,
çoğu alelusul sorguya bile çekilmemişti.” (MU-BDA). ; /2. Adet yerini bulsun diye./ “…belki birkaç kadın
dayanamayıp Elifle birlikte alelusul şöyle bir sızlanmış, yüzlerini avuçlarının içine hapsedip iki yana sallanmış, sonra da
yakacakları ağıtla kasabanın altını üstüne getirecekleri yerde ansızın susmuşlardı.” (HAT-KHK).
1.⌠1⌡→ sorguya çekil-*.
2.⌠1⌡→ sızlan-.
alenen:⌠15⌡/Açıktan açığa, herkesin gözü önünde, herkesin içinde, gizlemeden,
açıkça./ “Kumarhaneler kapandı, ama kumar aynen ve alenen oynanıyor, bu da bir eksik sayılmaz.” (FŞ-EF)., “Efendim,
dedi, bu kızla bu erkek, sokak ta alenen öpüştüler!” (MŞE-VÇ)., “Bu 1041 ramazanında ve Ramazan Bayramı'nda olanları
anlatırken Naima Efendi, ‘Nice erazil ve biedep cahiller ramazan günleri alenen oruç bozdular, sokaklarda, kahvehanelerde
tütün içtiler, alenen şenaati kabiha, fuhuş irtikâp ettiler, kimse menine kadir olmazdı’ diyor.” (REK-Y)., “Çiçek Pasajı'nda
bira içiyorlar; Galib'i 'alenen' suçlamasın mı?” (Aİ-OKB).
→ iç-, öldür-, öpüş-, satıl-, suçla-*, ye-. ║ ırzına geç-, imtina et-, irtikâp et-, (isyana)
başla-, izhâr et-, kumar oynan-, muhalefet et-, nutuk ver-, oruç boz-, taarruza geç-, tatbik
olun-, tütün iç-, yemin et-*.
alessabah: Ø
alev alev:⌠34⌡/1. Aşırı bir biçimde tutuşmuş olarak./ “Hamam, odunla ısıtılır, kurnalar, göbek
taşları, alev alev yanardı.” (UM-SP)., “…boya ve tinerlerle kendilerini alev alev yakar.” (CE-KBG)., “Yangın benim
neslimde tuttu, seninkinde alev alev gelişti!” (NFK-ST). ; /2. Vücut ısısı herhangi bir sebeple artmış bir
biçimde ve bu sebeple tende kızarıklık oluşarak, alaz alaz./ “Yanakları alev alev hissediyordu, bir an
önce gitmek ve olup bitenleri unutmak kaygısına kapılmış; çok ağır, çok güvençli adımlarla yol aldı.” (Sİ-ÖKS)., “Başım
alev alev yanıyor, dudaklarım titriyor, şakaklarım zonkluyordu.” (Sİ-ÖKS). ; //Aşırı bir biçimde, parıltılar
saçarak.// “ADAM:Bıçak.. O çakı yani. Avucumda alev alev yanıyordu.” (ÜA-TÖ)., “Taşbaşoğlu ona alev alev baktı.”
71
(YK-OD)., “Deniz bu ak kumsallar ile gemimiz arasında keskin bir lacivert şerit gibi uzanır, üstünde yer yer ışık parıltıları
alev alev çakar ve söner.” (AK-MY)., “Karnım aç!.. diye alev alev solumuş.” (AN-MB).
1.⌠7⌡→ yan- [4], yak- [2], geliş- (yangın) {yayılmak}.
2.⌠8⌡→ yan- [5], vur-, yak-, hisset-.
//…//⌠19⌡→ yan-* [12], bak-, biç-, çak- {ışık}, solu-, uçuş-. ║ (kin) saç-, (renk)
değiştir-.
⇒ alev alev yanmak.
alık salık: Ø
âlimane:⌠1⌡/2. Alimin yaptığı biçimde, {bu tarzda}./ “Kısa boylu, koca kafalı, gözlüklü, çürük
dişli bir mebus söz almış gibi dedi ki:- Efendim, arkadaşımız Beyefendi, şüphesiz vâkıfâne ve âlimane buyuruyorlar, istifade
ediyoruz; ancak malumu âlileridir ki meselenin esasının buizahata tehammülü yoktur.” (MŞE-MA)
→ buyur-.
alkolsüz: Ø
allegretto: Ø
allegro: Ø
alt alta:⌠14⌡/Birbirinin altında olarak./ “Alt alta "Mahkûmun adı, soyadı" 'Suçunun nevi'"
"Mahkûmiyet süresi" diye yazıyordu.” (ÇA-BAG)., “Genel örnekler ise bir sınıflandırma yapılmadan alt alta sıralanmış
Divan şiiri örnekleri.” (Öİ-YSÜ)., “Fikirlerini yazıp bir mürettip özeniyle alt alta dizerdi kâğıda sonra ağzıyla seslendirirdi
onları.” (NH-MİM4)., “İnfaz kalemindeki kâtip, önünde yığınla duran bu kâğıtlardan bir tane çekiyor, suçlunun dosya
numarasını, adını, cezasını alt alta dolduruveriyordu, basmakalıp kâğıttaki boş bırakılmış yerlere.” (ÇA-BAG)., “Bir aralık
gene alt alta "Madde" imzası attı, sonra bu imzaların pek de tesadüfi olmayarak "Ömer'lerin başına gelmiş olduğunu fark
etti ve hepsini karaladı.” (SA-İÇ).
→ yaz- [5], sırala- [3], diz-, doldur-, gel-, getir-*, getiril-. ║ imza at-.
⇒ alt alta yazmak, alt alta sıralamak.
altlı üstlü:⌠1⌡/Alt ve üst katta olmak üzere, birlikte./ “Seçtim asker arkadaşımı. Altlı üstlü, aynı
ranzada yatıyoruz.” (GY-H2).
→ yat-.
alttan alta:⌠26⌡/Gizlice, el altından./ “Behçet dalmıştı, belki böyle görünmenin, daha çok işe
yarayacağım düşünüyordu; kırgın, alttan alta dargın bir edayla araştırıyor…” (Aİ-YK)., “...tanıştığımız gece, kadındı;
üstelik sarhoş ve yalnız:alttan alta, bana asılıyor:örtülü bakışları, ısrarla gözlerimde; yerli yersiz şuramı buramı tutmalar!”
(Aİ-YK)., “Alaylıların ordudan ihraç edileceği söylentileri artınca, onlar da ordudaki huzursuzluğu alttan alta ateşliyorlar,
mektepli subaylara karşı askeri tahrik ediyorlar, hepimizi farmason gâvuru olarak gösteriyorlar.” (AA-İGA)., “Üstten alıp
bağırsam yine alttan alta hile yaparlardı.” (HT-AŞ)., “Romanlarında duygusal konuları öne çıkardı, bununla birlikte, alttan
alta toplumsal sorunları deşti.” (Sİ-İGÇÖ1).
→ araştır-, asıl- {kur yapmak}, ateşle- {tahrik etmek}, çık- (kök), değerlendir-, den-,
dolan-, duy- {hissetmek}, duyul- {hissedilmek}, işlen- (fikir), gel-, incele-, kayna-
72
(memleket) {karışmak}, korun-, kur-, sez-, sezil-, sezinle-, söylen-, yağ- {arttırmak}. ║ hile
yap-, hor gör-, konu edin-, merak et-, mesaj veril-, (sorun) deş-, tahrik et-.
amabile: Ø
amansızca:⌠8⌡/1. Öldürücü bir durumda, acımasız olarak./ “Okulun girdisini-çıktısını bilen,
birbirini tanıyan, danışma içinde bulunan «büyük» çocuklar yeni gelen gözü açılmamış sığırcıkları amansızca eziyorlar,
bundan -hiçine bir yıl önce çekilenlerin acısını çıkarma tadı da karışan vahşi bir zevk alıyorlardı.” (RE-G)., “Kaçan
yoldaşlarından intikam almak nasıl bir namus meselesi bilinirse, kandırıp kaçırdıkları genci himaye etmek de öylece bir
namus meselesi kabul edilmişti ve iki yeniçeri ortası artık kanlı bıçaklı yekdiğerinin düşmam kesilir, birbirlerine nerede
rastlarlarsa amansızca vuruşurlardı.” (REK-Y). ; /2. Hoşgörüsüz olarak./ “Divan şiirini tekrar diriltebilir
düşüncesiyle Namık Kemal tarafından amansızca tenkid edildi.” (BN-DY1)., “Tine amansızca sordu yeni Rosa.” (SS-TR).,
“Oysa zaman amansızca geçiyor, ben daha hâlâ neye yaslanacağımdan habersizim...” (EB-BG).
1.⌠2⌡→ ez-, vuruş-.
2.⌠6⌡→ geç- (zaman), sınırlan-, sor-, tüket-, yap-. ║ tenkid edil-.
amatörce:⌠2⌡/2. Amatöre yakışır biçimde./ “Evlenince yarıda kaldı. Evde, amatörce
çalışıyordum.” (PC-K)., “Majeste ise müzikle pek amatörce ilgilenmektedir.” (NN-DM).
→ çalış- {uğraşmak}, ilgilen-.
amirane: Ø
amirce:⌠1⌡/Amire yakışır biçimde, amir gibi, amirane./ “Ter sızan is karası kaşlarını avcunun
içiyle silerek, bu kez gerçekten amirce, kantarcının omzunu dürttü:Sana söylüyorum!” (OK-KT).
→ dürt- (omzunu).
anaca: Ø
anadan doğma:⌠8⌡/2. Doğuştan./ “…ikindiyi daha erkence kılın Ben ta anadan doğma bilemedim
namazı…” (ME-TŞ). ; //Çıplak bir vaziyette, olduğu gibi.// “İnsan boyu ısırgan otlarıyla dolu bir tarlada
saatlerce anadan doğma koşmuştum sanki, her yanım manyak gibi yanıp kavruluyordu.” (AA-AD)., “Anadan doğma
uzanıyordum çayırların üstüne.” (EB-BG)., “İster donla dolaşırım, ister anadan doğma!” (Sİ-ÖKS).
2.⌠1⌡→ bil-*.
//…//⌠7⌡→ ara-, dolaş-, gör-, koş-, soyun-, uzan-. ║ var git.
anafordan:⌠1⌡/Yolsuzluk yaparak,{kötü niyetle}./ “Vallahi İstanbul ömür yerdir. Çok garip
barındırır. Burada anafordan yaşanır vallahi.” (SD-FC).
→ yaşan-.
anal: Ø
anasıl: Ø
73
anbean:⌠4⌡/1. Her an./ “Şekil ve madde, ziya'nın inikaslarına göre anbean tahavvül eder.” (EK-DT..A). ;
/2. Zaman zaman./ “Keskin bir ürperişle kımıldandı anbean; Baktım ve anladım ki o ejderdi canlanan.” (YKB-KGK).,
“Mukaddes Bursa'nın istirdadı haberine anbean intizar ediyoruz.” (FRA-Ç). ; /3. Giderek./ “İşçilerin öfkesi anbean
artmaktaydı.” (OK-C).
1.⌠2⌡→ tahavvül et-. intizar et-.
2.⌠1⌡→ kımıldan-.
3.⌠1⌡→ art-.
anca:⌠15⌡/1. Böylece, bu biçimde./ “Hemen ardından biz de yola çıktık ama anca yetiştik sana...”
(SK-D)., “Ezan okunduğunda odadaki sessizliği anca ayrımsamıştı.” (GY-H2)., “Beş dakika anca bakabiliyor.” (GY-KO).,
“Anca sızlandım:‘Ne anlatırım elin yabancısına, hayır onunla konuşamam, olanaksız bir şey.’” (EI-KA). ; /2. O kadar,
öyle./ “Tütüne gayfaya anca yeter...” (FB-T)., “Bu sıkıntılı günlerimiz de 15-20 gün kadar anca sürdü.” (DC-BSKY).
1.⌠13⌡→ yetir- [2], ayrımsa-, bak-, çık- {ödemek}, değ- {ulaşmak}, kalk- {uyanmak},
sızlan-, ulaş-, uzan-, var- {yetişmek}, yat-.
2.⌠2⌡→ sür- {devam etmek}, yet-.
ancak:⌠47⌡/1. ‘Yalnızca’ anlamında, sınırlama anlatan bir söz./ “Ø”. ; /2. ‘Olsa olsa,
en çok, daha çok, güçlükle’ anlamlarında, bir şeyin daha çoğunun, ilerisinin olmadığını
gösteren bir söz./ “Ben gidiyorum, vapura ancak yetişebileceğim.” (HZU-AM)., “…. kimbilir ne zamandanberi ayak
bileklerini korka korka yalıyan koca kafalı, kirli bir sokak köpeğini birdenbire ayırt ediverince, ancak duyabildi.” (EÖ-P/S).,
“Günde be-şaltı müşteri ancak geliyordu dükkânlarına.” (AN-AZDE)., “Sesi ince, kırık; temalarının narinliğine, iffetine
uygunluğu yüzünden fazla şefkatli, nazik, buğulu olduğu için, dünya gürültülerinden uzaklarda ancak işitilebiliyordu.” (BN-
DY1)., “Ekmek paramızı ancak çıkarabiliyorduk.” (MŞE-MA). ; /3. En erken./ “Ø”.
1. ⌠-⌡→ Ø
2. ⌠47⌡→ yetiş- [4], duy- [2], gel- [2], işitil- [2], anla-, aydınlat-, bekle-, bit-, de-,
dolaşıl-, doldur-, gelin-, gidil-, gör-, gülün-, kalk-, oku-, ört-, sezdir-, sığ-, soyul-, tanı-,
toparlan-, uğra-, var-, varıl-, yan-, yarıla-, yaşa-. ║ acı ver-, çeviri yap-, ekmek parası çıkar-,
fırsat bul-, haber ver-, hüzün ver-, (kendini) kurtar-, müsaade et-, ortaya çık-, tebaa ol-, yad et-
, zarar ver-. ║ eker biçer.
3. ⌠-⌡→ Ø
andante: Ø
andantino: Ø
anha minha: Ø
anında:⌠53⌡/Çabucak, {zamanında}./ “Başkalarının konuşmalarını duymadığınızı sanırken, odanın
öbür ucunda birinin sizin adınızı söylediğini anında duyabilirsiniz.” (DC-Yİİ)., “Şirketin kaydettiği, önemli ve acil mesajları
74
Felder anında öğrenebilirdi.” (AK-AA)., “Anında konser başlardı.” (İO-LBA)., “Ağustos ortasında "hava ne güzel!" desen,
anında şubatı hatırlayacak deyyus.” (EB-YU). “Gülecek sırıtacak bir hal var yüzünde. Havana ona da hoş geliş etme gereği
duydu, anında vazgeçti.” (FB-T)., “Öyle hızlı ve sihirli bir yaşam temposuna kapılmış gidiyoruz ki, karşımızdakilerin
kusurlarına anında sert tepkiler gösteriyoruz.” (HT-ÖTÖ)., “Anında yok olurdum ortadan, parka kaçar otururdum bir
banka, yorgunluk üstüne düşüncelere dalardım, ne aptalca şeyler ama...” (LT-OÖY).
→ duy-* [2], öğren- [2], başla-, buharlaş-, çakozla-, çevir- (top) {karşılamak}, çevril-
{tercüme etmek}, değiştir-, düzeltil-, emil-, gel-, gör-, hatırla-, ısın-, in- (-e), inan-, kaldır-
(yerinden), kapat- (borç), kıvır- {lafı değiştirmek}, ol-, seç-, sütleştir-, tut-, tutuştur-, ulaş-,
yakala-, yarat-, yayıl- (haber), zıplat-. ║ (başına) yıkıl-, başvur-, cevap ver-*, dava aç-,
(gazete) çıkar-, ilişki içine gir-, imha et-, karar ver-*, kirişi kır-, naklet-, soluğu …de al-, tepki
göster-, ters çevir-, teşhis et-*, vazcay-, vazgeç-, yanıt gel-, yardıma koş-, yenilgiye uğra-,
yerine getiril-, yok ol-.
ani:⌠14⌡/2. Ansızın, birdenbire, {birden}./ “Bir özür cümlesi olarak, içinden, yalnızca, Çok ani
oldu, her şey çok ani oldu, sözleri geçiyordu.” (MM-ÜAKO)., “Bu hareketi o kadar ani yapmıştı ki, genç adam elini
çekememişti.” (SD-FC)., “O kadar ani gülmüşüm ki, Mis Seküin adeta korkmuştu.” (KHK-YAH)., “Soru âni geldi, aldığım
bir büyük yudum çayı halıya püskürtüp, güldüm.” (EI-KA).
→ ol- (bir şey) [10], gel- (soru), gül-, yap-. ║ hatırana gel-.
anide: Ø
aniden:⌠74⌡/Ansızın./ “Aylardır yürümeyen, aksayan işlerim aniden çabucak yürümeye başladı...” (LN-
BD)., “Hemen arkasından da cebime mesaj attı, cebimi kapatırken televizyonda yayınlanan film aniden kesildi Kars'ın Digor
İlçesi'nden yapılan bir canlı yayında O'nu gördüm.” (AA-AD)., “Aniden öldü fıkara.” (OK-AY)., “Aniden "Dolaba kadar
tutamadım işte" dedi.” (AA-AD)., “Her an kaçmaya başlayabilirler ya da aniden saldırabilirlerdi …” (AA-İGA)., “Aniden
sinirlerim boşandı, tutamadım işte kendimi.” (AA-AD)., “Amcamın kızı aniden evini boyatmaya karar vermiş.” (BA-TO1).,
“Aniden farkına vardım.” (LN-BD)., “Silah aniden ateş aldı.” (BA-TO1).
→ başla- (-e) [5], kesil- (esinti, film, ses vb.) [3], öl- [3], de- [2], gel- [2], ol-* [2], sor-
[2], açıl- (kapı), art-, ayaklan-, bit-, boşal-, boşan- (sağanak), bozul-, bul-, canlandır-, coş-,
çek-, çıkış-, çıkışıl-, dönüş-, durul-, farklılaş-, gir- (-i), ihtiyarla-, inan-, irkil-, iste-, patla-
(ses), pembeleş-, rahatla-, saldır-, söyle-, temizle-, tut-, yaşlan-. ║ karar ver- [2], farkına var-
[2], ateş al- (silah), ayağa fırla-, (bakışını) çevir-, elinden alın-, geri çekil-, göz göze gel-, …
hava oluş-, içeri dal-, ifade et-, istek duy-, (kan) boşan-, karar al-, karşısına çık-, kaybol-,
kenara çekil-, kendini topla-, (projektörleri) çevir- {ilgi çekmek}, saldırıya geç-, sinirleri
boşan-, tarihten silin-, vefat et-, (yağmur) in-, yakasına yapış-.
anif: Ø
animato: Ø
anlaşılan: Ø--
75
anlayışlı:⌠9⌡/3. Hoşgörülü bir biçimde./ “Mustafa çok saygılı, çok anlayışlı davranmıştı bana.”
(DK-Z)., “Göz göze geliyoruz. Anlayışlı, duyarlıklı bakıyor.” (Sİ-DSG).
→ davran- [8], bak-.
⇒ anlayışlı davranmak.
ansız: Ø
ansızın:⌠326⌡/Hatıra gelmeyen bir sırada, ani, anide, aniden, ansız, apansız,
apansızın, birden, birdenbire, dangadak, durup dururken, gürpedek, larpadak, patadak,
pattadak, rappadak, şakkadak, şapadanak, şappadak, şırakkadak, yekin yekin, bedaheten,
defaten, fücceten, nagehan, vehleten./ “Ansızın susar ve şehri o parçalanmamış haliyle dinlerdin.” (CE-KBG).,
“Oda fırıl fırıl dönüyor, kefen beyazlıkları beliriyor ansızın tenimde, bereliyor kem bakışlar yüzümü, delice çarpıyor
yüreğim, zemin göçüyor.” (KŞY-2002)., “Biraz sonra at, Enver'e ya bir şey söylemek, ya da ondan bir şey duymak ister gibi
ansızın durdu.” (CD-Oİ)., “…ansızın onu görüyordum.” (BU-GYÇ)., “….bedeninde "tuzlu ten suyu" ansızın "Gülnibal"
oldu mermer…” (ŞY-2001)., “Ansızın yeniden ve bu kez öğrenci silahlarıyla değil sözle başladı savaş:‘Onun sakat diye
aşağılanması yanlış!’” (AK-MS)., “Ansızın yağmur bastırırsa, ona da aldırmıyordu.” (CD-Oİ)., “Bu arabesk faslı bir hafta
kadar feryat figan devam ettikten sonra ansızın kesiliverdi.” (MU-BDA)., “Bir aşk ansızın biterse, Ayna kırılırsa yüzünle
birlikte, Zamanıdır konuşmanın ölümden.” (MA-BAK)., “…beygirlik kamyonlar virajı döner stelyo ter içindedir stelyo'nun
elleri ansızın büyürler mermiler vızıldaşır..” (Aİ-SB)., “Bütün gizler, o güne kadar cevapsız kalmış sorular, kaygılar ve
yalnızlık duygusu ansızın kaybolur.” (HC-KKKY)., “Keşişin, suyu anlatırken, doğan güne karşı yıkanıp su içtiğini yazdığı
ansızın geliyor aklına.” (BK-USBGA)., “Girdiği her yeri fetheden o meşum rüya güzellerinden biri olarak ansızın
çıkıvermiş ortaya; herkesin soluğu kesilmiş onu görünce, herkes dönüp dönüp hayranlık ve arzu dolu bakışlarla bakıyor…”
(MM-ÜAKO)., “Ansızın kendini çamların ortasında buluyor.” (BK-USBGA)., “Ardında ölüme düşen başın İki kardeş
bakakalmış, şaşkın Burada ansızın susup kalmış Koyunları başıboş bırakmış..” (AO-NSBE)., “Ya ansızın çıkıp geliverirse
kocam, bir bölük askerle.” (OA-KO)., “Konaklardan birinde akşam üstü, yanımda ansızın bir şeyh peyda oldu.” (FRA-Z).
→ sus- [11], belir- [9], dur- [8], gör- [7], ol- [7], başla- [6], gel- [6], bastır- (sağanak, yağmur vb.)
[5], kesil- (ses vb.) [5], bit- [4], çök- [4], değiş- [4], görün- [4], havalan- [4], dön- [3], hızlan- [3],
sor- [3], açıl- (çiçek) [2], açıl- (pencere vb.) [2], anla- [2], ayaklan- [2], büyüle- [2], ciddileş- [2],
duyul- [2], hatırla- [2], irkil- [2], patla- (tüfek vb.) [2], şenlendir- [2], uyan- [2], ürper- [2], vur-
[2], yan- (lamba) [2], yanaş- [2], yüksel- (ses) [2], açıl- {görünmek}, ağırlaş-, algıla-, an-,
anımsa-, anlaş-, art-, atla-, bağır-, bak-, bayıl-, boşal-, bürün- (renge), büyü-, canlan-, çal-
(telefon), çarp-, çekil-, çık-, çırpın-, çözül-, dağıl-, dalgalan-, değiştir-, dinle-, doğrul-, doğur-,
dokun-, dol-, doldur-, durgunlaş-, duy- (ses), gel- (mevsim), genişle-, git-, gözük-, hareketlen-
, hastalan-, haykır-, ılı-, ihtiyarla-, ilet-, kalabalıklaş-, kalk-, kapa-, karşılaş-, katılaştır-, kırıl-
(ses), kıstır-, kuşkulan-, öfkelen-, öğren-, öksür-, öl-, parçalan-, peydahlan-, saklan-, sar-,
sarıl-, sarsıl-, sevin-, sıçra-, sıkıl-, silin-, sinirlen-, soluklan-, sona er-, sön- (ışık), söndür-,
telaşlan-, tenhalaş-, tutuklan-, tutuklat-, tüken-, utangaçlaş-, uzan-, yakala-, yaklaş-, yapış-,
yaşlan-, yavaşla-, yıkıl-, yorul-. ║ kaybol- [13], aklına gel- [3], kayıplara karış- [3], ortaya çık-
[3], ayağa fırla- [2], gözden kaybol- [2], hisset- [2], karşısına çık- [2], kendini …de bul- [2], yok
76
ol- [2], alkış kop-, (aşağıya) in-, (ayağa) kalk-, benzi bozul-, birbirine gir-, (boyunu) geç-,
(buhrana) tutul-, (çevresinde) toplan-, (çevresini) al-, çığlık at-, derman bul-, eski halini al-,
fark et-, farkına var-, fırtına kop-, gerek duy-, geri çek-, geri çekil-, gözleri dol-, göz önüne
getir-, gözünü dik-, gözünde canlan-, (gözüne) görün-, (gözünü) aç-, gürültü kop-, harekete
geç-, hareketsiz kal-, (içeri) al-, (içeriye) gir-, (içine) çek-, (içini korku) sar-, ihtiyaç duy-,
ileriye atıl-, kalabalık ol-, (kanama) yap-, (kapısı) açıl-, kararsız kal-, (karnını) tut-, karşı
karşıya kal-, karşısana dikil-, kaybet-, kendini …de bul-, kendine gel-, keyfi kaç-, kılıç çek-,
korku duy-, (korkuya) tutul-, (kuşkuya) tutul-, (mermi) sık-, meydana çıkar-, muhasara ettir-,
(odaya) gir-, önemini kaybet-, peyda ol-, (saçma) gel-, sahipsiz kal-, saldırıya geç-, (sapsarı)
kesil-, (sessizlik) ol-, (silah) patla-, soluksuz kal-, (su) çekil-, tekme savur-, terk et-, (yere)
düşür-, (yere) kapaklan-, yoksul ol-, yol kes-, (yüzü) bozul-, (yüzüne) yapıştır-, ziyaret et-. ║
çekip al- [2], çıkıp gel- [2], susup kal- [2], geçip git-, kaldırıp indirir-. ║ bıraktı gitti.
⇒ ansızın susmak, ansızın belirmek, ansızın durmak, ansızın kaybolmak, ansızın
çıkıp gelmek.
antagonist: Ø
antrparantez: Ø
apansız:⌠61⌡/Ansızın./ “Göztepe istasyonuna yaklaşırken tipi, gene apansız bastırmıştı. (KT-YS)., “Sonra
apansız anladım. Evden uzaktaydım. (İA-ÖEK)., “…o seven sevilen amca döner bir gün apansız, bırakılan kente herkesin
doğduğu…” (ŞY-1999)., Apansız karşılaşıyorum bu alabildiğine çekici göründüğü siyah-beyaz portreyle ve hemen
vuruluyorum o adama. (İA-ÖEK)., “Bir gün apansız Ala şehir'e gittik.” (KT-YS)., “Kendisini apansız, Osmanlı memurlarını,
askerlerini, ulemasını canlandıran giyimli mankenlerin arasında buldu.” (KT-YS)., “Komutan hep aynı hızla gitmiyor,
aklından geçirdiklerine uygun olarak eşkinden apansız hızlıya kalkıyor.” (KT-YS)., “…apansız çıkıp geleceğim…” (AT-
KUbŞ).
→ gel- (mevsim vb.) [4], bastır- (tipi, yağmur vb.) [3], anla- [2], dön-* [2], karşılaş- [2],
ak-, aydınlan-, bas-, başla-, bit-, bul-, çağır-, çık-* (-e), de-, değiş-, dol-, gir- (-e), git-, gör-,
hançerlen-, it-, kayganlaş-, ol-, öl-, seğir-, sez-, sor-, söyle-, telâşlan-, tüy-, uyandır-, uyu-,
ürküt-, vur-, yüklen-. ║ ateşe tutul-, (ayağa) kalk-, (başına) çök-, canı sıkıl-, (hızlıya) kalk-,
fırtına çık-, gözünün önüne gel-, (haber) yayıl-, (inada) kapıl-, karşısına çık-, kendini …de
bul-, (ortaya) laf at-, (sağanak) boşan-, tamam ol-, türkü tuttur-, yüreği sıkış-. ║ bırakıp git-,
coşup köpür-, çıkıp gel-.
⇒ apansız gelmek, apansız bastırmak.
apansızın:⌠4⌡/Ansızın./ “Uzaklardan, ama hiç kimsenin bilmeyeceği, kestiremeyeceği kadar saklı,
uzaklarda bir yerden, iki saksı karanfilinin ağzına kadar özsu yürümüş binlerce tomurcuğu, dünyayı tutan bir gürültüyle, o
anda (ve) apansızın açılıverdiler.” (TDK.-ÖÖ)., “Doktor Faik Bey uyandı apansızın …” (NH-MİM3)., “Halil uyandı
apansızın kalktı yataktan.” (NH-MİM3).
77
→ öl-, uyan-. ║ (tomurcuk) açıl-, (yataktan) kalk-.
apar topar:⌠27⌡/Telaş ve acele ile, yaka paça./ “Apar topar odadan çıktı.” (NC-SY)., “Enver Bey
de apar topar Berlin'den Yeşilköy'e gelmişti.” (AA-İGA)., “Apar topar Türkiye'ye döndü.” (SY-BECO)., “Apar topar
götürmüşler.” (Sİ-DSG)., “…evimiz basıldı, apar topar alındık{tutuklanmak}, Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldük...” (HC-
KKKY)., “Hükümet, Bulgarlarla apar topar bir bırakışma imzalamış, şimdi Edirne'yi onlara vermenin yollarını
araştırıyordun” (SB-BŞM)., Herif apar topar def oldu.” (RE-G).
→ çık- (-e, -den) [4], gel- [3], dön- [2], getir- [2], götür- [2], kalk- [2], alın-
{tutuklanmak}, çekil- (kapı), getirt-, götürül-, kaç-, kaldır-, sus-, yaşa-. ║ bırakışma imzala-,
def ol-, geri dön-, (payitahttan) çıkarıl-.
apazlama: Ø
appassionato: Ø
aptal aptal:⌠31⌡/Aptal gibi, aptalca, aval aval./ “Bunun bir el olduğuna inanamıyor, aptal aptal
bakıyordu. RNG-ÇK)., “Konuşma öyle aptal aptal!” (CD-Oİ)., “Ben aptal aptal sordum :Peki niçin yapıyor bunları?” (KK-
SE)., “On beş santimlik topuklarının üstünde zor durabildiğini belli ederek, aptal aptal sırıtıyor; çevresini, özellikle beyleri
çapkın gözlerle süzüyordu.” (MU-BDA)., “Bütün erkekler, o kayıtsızlığı yıkmak gücünü nefsinde göremediklerinden aptal
aptal gülüp duruyorlardı.” (MTT-SS).
→ bak-* [14], konuş-* [5], sor- [4], sırıt- [2], başla-, bakın-, de-, dinle-, süz-, uzaklaş-. ║
gülüp dur-, oturup dur-.
⇒ aptal aptal bakmak, aptal aptal konuşmak.
aptalca:⌠6⌡/2. Aptala yaraşır nitelikte, aptal gibi, aptalcasına./ “Bir süre, aptalca bakıyoruz
birbirimizin suratına.” (EB-BG)., “Telefonun öteki ucundan gelen benzer sözlerden aptalca etkileniyor, durumun sarpa
sardığını anlıyordum.” (İA-GKD)., “Nedim Ağa kıs kıs, ama aptalca güldü.” (OK-KT)., “İttihatçılar bizi uğursuz savaşlara
aptalca soktular.” (KT-YS).
→ bak-, etkilen-, gül-, gülümse-. ║ savaşa sok-, seyre dal-*.
aptalcasına:⌠2⌡/Aptalca./ “Gelenler, hep, o ağaçlıklı asfalt yoldan geldiler, sonra da, hiçbir şey
öğrenemeden, aptalcasına ölüp gittiler.” (EÖ-P/S).
→ ölüp git- [2].
apul apul: Ø
araba araba: Ø
arabasız:⌠1⌡/2. Araba olmaksızın./ “Büyükada'nın yokuşlarına kolay tırmanılmaz, hele Kadıyoran'a
arabasız hiç çıkılmaz!” (DH-SS).
→ çıkıl-* {gitmek}.
aracılığıyla: Ø--
78
araçsız:⌠1⌡/2. Araç olmaksızın, vasıtasız bir biçimde./ “Oysa ben yazı makinesinin başına
oturmadan, sözgelimi bulaşık yıkarken, sözle kurabilirim bir hikâyeyi, bir yazıyı. Bir ölçüde, araçsız da gerçekleştirebilirim
yani.” (TU-G).
→ gerçekleştir-.
arada bir:⌠115⌡/Ara sıra./ “Arada bir başını çevirip arkasına bakıyordu, ne kadar yaklaştığını anlamak
için.” (ÇA-BAG)., “‘Arada bir gel buraya,’ dedi.” (SD-K)., “Arada bir ‘Düşünüyorum da Hasan, nerede yanlış yaptık diye,
bulamıyorum’ derdi.” (HC-KKKY)., “Arada bir doktorla buluşuyoruz.” (EB-BG)., “Arada bir duruyor, bir şeyler kokluyor,
kuru yaprak parçalarını topluyordu.” (AS-YA)., “Arada bir mektuplaştınız.” (HC-KKKY)., “Arada bir, sırtına vurulmuş gibi
sarsılarak öksürüyordu.” KT-YS)., “Arada bir odandan müzik sesi geliyor kulağıma.” (RB-BK)., “Arada bir başını
sallıyor:‘Heya Esme aba, valla heya!..’ diyor, avutuyor Eşme'yi.” (FB-T)., “Uğur getiriyormuşum diye arada bir makas da
alır.” (HT-KAD).
→ bak- [8], gel- [7], buluş-* [4], de- [4], duyul- [4], dur- [3], gül- [3], rastlaş- [3], darıl-
[2], git- [2], hatırla- [2], konuş- [2], mektuplaş- [2], oku- [2], öksür- [2], sus- [2], yaz- [2], ağla-,
al-, andır-, arala-, dalgalan-, damla- (su), değiş-, denetle-, dikizle-, doğrul-, dolaş-, düşün-,
gel- (kart), gör-, görüş-, göster-, hatırlat-, ışıklan-, iç-, in- {gitmek}, işitil-, kaçır-, kaldır-,
katıl-, ört-, patakla-, sarsıl-, sez-, sız-, sor-, söylen-, telefonlaş-, uyukla-, yap-, yokla-. ║ göz
at- [2], (başını arkaya) at-, (başını) kaldır-, (başını) salla-, bilgi ver-, birlikte ol-, canlı bağlan-
(tv), dalga geç-, espri yap-, ezan oku-, fırsat tanı-, (fokurtu) çıkar-, göz göze gel-, hafakanlar
bas-, havaya fırla-, hile yap-, iç çek-, işaret yap-, karşılık ver-, kontrol et-, (kulağına) gel-,
makas al-, misafir ol-, (soluğunu) kes-, (yüreğini) yokla-, ziyarete git-. ║ kollarını açıp kapat-
.║ dönüyor bağırıyor, dönüyor soruyor.
arada sırada:⌠69⌡/Ara sıra./ “Arada sırada Âşiyâna giderdim. Edebiyâta ve politikaya dâir saatlerce
konuşurduk.” (YKB-SEP)., “Arada sırada korkuyla veya karşısındakinin bir davranışı, bir sözü yüzünden arada bir "belki de
yaralıyorum" derdi.” (TB-KA)., “Duvarın öte yanından bazı sesler de duyuyordu arada sırada.” (Sİ-İGÇÖ2)., “Arada
sırada bir kuşun cıvıltısı işitiliyor, bir böcek sürüsünün dalların arasında dolaştığı fark ediliyor.” (EB-BG)., “Her evli
insanın aklına düşer arada sırada, eşinden ayrılmak?” (EA-DÖY)., “Her zaman taşlarla, gönyeler, madırgalar, malalar,
çekiçler, harçlarla iyi geçinemiyor, bir aile içinde olduğu gibi arada sırada onlarla kavga ediyordu.” (AN-AZDE)., “Ahmet
Mithat Babı aliye giderken arada sırada burada mola verir.” (SB-BŞM).
→ gel- [5], de- [4], gör- [4], bak- [3], dur- [3], uğra- [3], duy- [2], düşün- [2], gir- [2],
işitil- [2], al-, ansı-, bulun-, doğrul-, ferahla-, git-, gülümse-, hırla-, kullan-, oku-, rastla-, sıçra-
, usan-, vurul- (kapı), yap-, yaz-, yelpazelen-, yokla-. ║ ziyarete gel- [2], aklına düş-, askerden
kaç-, bağ kur-, baskın yap-, (başını) kaldır-, bir yudum al-, film çek-, hediye et-, hisset-,
kaleme al-, kanat çırp-, kart at-, kavga et-, (kendi kendine) konuş-, kurşun sık-, mola ver-,
selâm gönder-, tartışmaya gir-, tutukluk yap-, yalan söyle-. ║ çıkıp gel-.
aralıklı:⌠11⌡/3. Kesik kesik, {aralık verilmiş, bırakılmış bir biçimde}./ “Soldaki kız biraz
aralıklı duruyordu onlardan.” (HAG-AS)., “Hele hele "Oteller Kitabı" gibi bir buçuk satır aralıklı dizilmişse, acayip gıcık
79
olur korsan.” (FŞ-EF)., “Tam bu anda içerden ortalığı sarsan iki üç bomba sesi duyulur aralıklı.” (?)., “Çinkodaki tıpırtılar
aralıklı sürüyordu. "Gece yağmur yağmış" diye düşündü.” (EÖ-P/S).
→ dur- [2], bekle-, çevrele-, dişle-, dizil-, duyul-, esne-, ısır-, oyna-, sür-.
aralıksız:⌠65⌡/2. Sürekli, aralık vermeden./ “…Burada yağmur yağıyor Aralıksız yağıyor
günlerdir…” (AT-KUbŞ)., “Ne yapacağım, aralıksız çalışıyorum, yazıyorum...” (EA-DY)., “Bu orta yerdeki duvara
kenetlenmiş üçüncü duvar, az önce önüme dikilenin karşılığı olarak, ağızdaki aydınlığa kadar aralıksız sürüyordu.” (EÖ-
P/S)., “Aralıksız sorular soruyor.” (EC-GDA)., “Hürriyet’e geçtiğiniz günden beri aralıksız okuyormuş.” (EÇ-TY2005).,
“Çünkü uğultu aralıksız devam ediyordu.” (EÖ-P/S)., “Meydan binasının teras ve merdivenlerini dolduran halk, aralıksız
alkışlıyor ve tezahürat yapıyor. ‘Merhaba’, diye bağırıyorlar.” (GY-GH).
→ çalış- [4], ara- [3], sor- [3], sür- [3], ak- [2], dinle- [2], iç- [2], oku- [2], tekrarla- [2],
vur- [2], alkışla-, bağır-, bak-, çal- (marş), çalışıl-, çatış-, de-, doldur-, dök- {yığmak},
dürtüşle-*, düşün-, gel-, haberleş-, in- (yağmur), kımılda-, konuş-, öt-, seviş-, sız- (salya),
sürdürül-, tara- {araştırmak}, tırmala-, topla-, uyu-, yan- (soba), yaşa-, yaz-, yudumla-. ║
(yağmur vb.) yağ- [5], devam et- [4], çişi gel-, harp et-, nöbet tut-, tezahürat yap-, yerinde say-.
║ yanıp sön-.
⇒ aralıksız yağmak, aralıksız sürmek (devam etmek).
aralıkta: Ø
ara sıra:⌠393⌡/Seyrek olarak, zaman zaman, arada bir, arada sırada, bazen, bazı bazı,
kimi vakit, kimi zaman./ “Bir ara kapının önünde oynuyordu, uzaklara gitmesin diye ara sıra bakıyordum
pencereden...” (RI-KG)., “Canım arasıra beni görmeye geliyor ya...” (AK-MS)., “Ancak, ara sıra şaşırtmacalar olurdu.”
(CK-İSDY)., “Hayatımda hiç entelektüel olmadım" derdi ara sıra, ‘İyi ki olmadım’ diye eklerdi.” (HC-KKKY)., “Ara sıra
buluşalım.” (FB-ID)., “Arkadaş olduk. Pazartesileri ara sıra uğrar, sandöviçini, şarabını alır.” (AK-AA)., “Ara sıra da
otların arasına bırakılmış çiçekler gözüküyordu.” (GY-D)., “Adını bile unuttum Yüzünü de, gemileri de, Yalnız ara sıra
aklıma geliyor Sabah akşam iş başında Ve asfalt caddelerde.” (CK-BŞ)., “Hem koşuyor, hem de ara sıra çalıların gerisine
gizlenerek Rusları seyrediyordu.” (CD-Oİ)., “Bu kadar ünlü olan Ahmet Bey, ara sıra ansızın işçi ailelerini ziyaret edecek
ve onlarla birlikte oturup onların mütevazi sofrasında yemek yiyecektir.” (DC-Yİİ)., “Ara sıra gelip gidiyor vekil Hüseyin'in
yanına.” (FB-T)., “Ara sıra gelir görürsün, ya ananla yaşa, ya da benimle!” (BŞ-DKO).
→ bak- [28], gel-* [28], ol- [19], de- [18], git- (-e) [15], uğra- [12], geç- [9], gör- [9], sor-
[9], düşün- [7], çık- (-e, -den) [6], buluş-* [5], dur- [5], iç- [5], konuş- [5], yaz- [5], yokla- [5],
duy- [4], getir- [4], hatırla- [4], al- [3], ara- [3], bağır- [3], çağır- [3], duyul- [3], görüş- [3], gözük-
[3], iç- (sigara vb.) [3], işit- [3], öksür- [3], söyle- [3], yap- [3], dön-* [2], döv- [2], duy-
{hissetmek} [2], gel- (ses vb.) [2], görül- [2], görün- [2], gül- [2], in- {gitmek} [2], işitil- [2], kal-
[2], kaldır- {uyandırmak} [2], sus- [2], süz- {bakmak} [2], takıl- [2], ver- [2], yolla- [2], açıkla-,
ağla-, anlaş-, anlat-, aralan- (bulut), aran-, belir-, birleş-, boğuş-, bulun-, çal- (müzik), çık-
{yayımlanmak}, dalgalan-, darıl-, değiştir-, dik- {içmek}, dinle-, dönül-, düşle-, edepsizlen-,
fısılda-*, fısıldaş-, gecik-, gıcırda-, göster-, götür-, gözle-, haşla-, haykır-, hecele-, hortla-*,
80
ıslat-, içerle-, iliştir-, indir- {götürmek}, inle-, iste- {arzu etmek}, kabar- (rüzgâr), katıl-,
kaykıl-, kaynat-, kız-, kok-, kolla-, kullan-, mektuplaş-*, mırıldan-, oku-, okun-, oyna-, oynat-,
öğür-, öv-, parla- (şimşek), pişiril-, rastla-, rastlaş-, saldır-, salın-, sersemlet-, seslen-, sıkıştır-,
sıyrıl-, söylen-, tembihle-, titizleş-, titre-, toplan-, tökezle-, uçlan-, unuttur-, usan-, uyar-, uyu-,
uza- (ses), ürper-, yaklaş-, yat-, ye-, yıkan- {banyo yapmak}, yürü-. ║ (sesini) duy- {haber
almak} [4], aklına gel- [4], bahset-* [3], içini çek- [3], ziyaret et- [3], ders ver- [2], göğüs geçir-
[2], (gözü) dal- [2], işe yara- [2], iştirak et- [2], mektup gönder- [2], seyret- [2], söze karış- [2],
yardım et- [2], aç kal-, (adı) geç-, alakadar ol-, alarm veril-, alay et-, arkadaşlık et-, baskın
yap-, (başı) düş-, başa kakıl-, (başını) çevir-, (başını) kaldır-, (birbirine) karıştır-, borç iste-,
çıkış yap-, … damarı tut-, davet et-, devam et-, (dişlerini) sık-, (eline) geç-, (ellini) tut-,
(etrafı) süz-, eziyet et-, fark et-, geri git-, (gönlünü) al-, göz at-, göz göze gel-, (göz) kaydır-,
göz kulak ol-, (gözü) çevril-, haber alın-, haber getir-, haber gönder-, (hülyaya) kapıl-, ıslık
çal-, ikramda bulun-, iltimas et-, işaret et-, karikatür çiz-, kavga çıkar-, kontrol et-, kulağına
çarp-, malûmat ver-, mektup al-, mektup yaz-, misafir gel-, (misafirliğe) git-, neşve serp-,
ortaya çık-, (sancı) saplan-, sohbet yap-, sual irad et-, taciz et-, tatlı gel-, (tekme) vur-, tesadüf
et-, teşrif et-, (tuhaf hislere) kapıl-, türkü söyle-, (yakasına) tak-, (yardıma) gel-, (yatıya) git-,
(yemeğe) götür-, yemek pişir-, (yerinden) kalk-, ziyarete gel-. ║ gelip git- [3], dönüp bak- [2],
parlayıp sön-, gelip kal-, gelip geç-, açıp oku-. ║ dönüyor bakıyor, gelir görür, gelir oturur,
girsin çıksın, kaçar gider.
arasız:⌠22⌡/Sürekli olarak, arkası kesilmeden, ara vermeden, müstemirren, vira./ “Çocukların o iliklere işleyen açlığından, hemen öğüten durmaz oturmazlığından ötürü arasız acıkırdı.” (F-BS).,
“Çocukların ateşi yükselince kurşun döktürmek gereği inancını arasız yinelerlerdi.” (F-BS)., “Gözleri birbiriyle
karşılaştıkça gülümsüyordu arasız yaşlı kadına.” (F-BS)., “Polis düdükleri ötüyor artsız arasız.” (NH-MİM4)., “Camiler
artsız arasız dolup boşalıyor, ahali tövbe istiğfar ediyordu...” (RNG-YG).,
→ acık-, bak-, birik-, çevir-, dol-, düşün-, es-, gülümse-, ışılda-, in- (gözyaşı), konuş-,
oynat- (kirpik), örnekle-, öt- (düdük), sunul-, sür-* {devam etmek}, süz- {bakmak}, taşı-, ürk-
, yinele-. ║ devam et-. ║ dolup boşal-.
ara yerde: Ø
ardı ardına:⌠17⌡/Ara vermeden, aralıksız olarak, sürekli bir biçimde./ “Ardı ardına
sıralandı yeşilli kırmızı!” (Sİ-İGÇÖ2)., “Ardı ardına emirler yağdırıyor, askerlerini bir köşeden bir köşeye kaydırıyor,
bataryaların yerlerini, karşıdan açılan ateşe göre değiştiriyordu.” (AA-İGA)., “Kıyamete kadar böcekler, çiçekler, otlar ardı
ardına ulanırlar, öylece ölmezleşirler.” (YK-BE)., “Lokman Hekim yedi kartalın hayatını ardı ardına yaşamış.” (CS-GC).
→ sırala- [4], yaşa- [2], açıl- (dükkân), çevir- {tercüme etmek}, gel-, hopla-, kapat-
(gazete vb.), öl-, ulan-, yayımlan- (kitap). ║ (emir) yağdır-, gebe kal-, toplantı yap-.
81
⇒ ardı ardına sıralamak.
ardın ardın: Ø
ardınca:⌠9⌡/Hemen arkasından, hemen ardından, arkası sıra, ardı sıra, {peşi sıra}./ “Ama isterse bir tek kişi gelmesin ardınca.” (YK-OD)., “Hele uzun etekli olsa, eteği Enderunî'nin istediği letafette,
âşıklarının gönlü gibi ardınca sürünse, yürüse...” (RHK-BS)., “Ben bu köylüye güvenemem, köylü kısmı koyuna benzer, biri
bir yana baş çekmeye görsün, ardınca akar gider.” (YK-OD).
→ gel-* [2], bak-, git-, kucakla-, sürüklen-, sürün-, yürü-. ║ akar gider.
ardı sıra:⌠13⌡/Peşinden, arkasından, peşi sıra./ “Yoksa, sadece bırakıp gidilen bir yer olduğu için
mi ardı sıra geliyordu?” (DÖ-GYKK)., “İşte ben de arkasından yürüyüp ardı sıra gidiyorum.” (TDK.-ÖÖ)., “Tevfik'in yayık
sesi, yürüdükçe ardı sıra yürüyordu.” (TDK.-ÖÖ)., “Aynlığın sürmesi, haklar konusunda da garip bir durumu ardı sıra
sürükler.” (BK-ÖM).
→ gel- [3], git- [2], yürü- [2], bak-, çık-, es-, sürükle-, sürün-, yayıl- {otlamak}.
⇒ ardı sıra gelmek, ardı sıra gitmek.
argolu: Ø
argosuz: Ø
arifane (II): Ø
ariyeten: Ø
ariz amik:⌠1⌡/Enine boyuna, her yönü ile./ “Vaziyeti kendi tabiri veçhile ariz amik anlattı.” (SFA-
HBSK).
→ anlat-.
arka arka:⌠3⌡/Geri geri./ “Ali odadan arka arka çıktı.” (KT-YS)., “Dikkatle arka arka çekilir, ayağı
takılır, düşer.” (TÖ-TO3)., “Kıvrıldı ama, adam gibi geleceğine arka arka yürüyordu.” (KT-YS).
→ çık-, çekil-, yürü-.
arka arkaya:⌠84⌡/Birbirinin arkasından, peş peşe, art arda./ “Arka arkaya dizilin bakalım.”
(YK-KSİ)., “İki otomobil, arka arkaya, oldukça büyük bir süratle Mecidiyeköy taraflarına gelmişti.” (SA-İÇ)., “Aşağı yola
bakınca bir de görüyor ki, arka arkaya sıralanmışlar, oğulları geliyor.” (YK-KSİ)., “Arabaları ile gelmiş olanların
arabaları geçiyordu yoldan arka arkaya.” (HAG-AS)., “Arka arkaya içeri girdiler.” (KT-Gİ)., “O da hemen tabancasına
sarılarak Arif Beye arka arkaya ateş eder.” (SB-BŞM)., “… ellerini ovuştura ovuştura arka arkaya özürler dilemiş,
neredeyse temenna edercesine yerlere kadar eğilerek, dükkanlarına gene şeref vermelerini istirham etmişlerdi.” (MM-
ÜAKO).
→ dizil- [4], gel- [4], sıralan- [4], gir- (-i, -e) [3], de- [2], diz- [2], dur- [2], duyul- [2],
fırla- [3], geç- [2], sırala- [2], yayınlan- [2], yaz- [2], basıl- (kitap), bestele-, buluş-, çık-, dök-,
döktür-, düş-, düz-, gel- (ses), git-, götür-, hapşır-, hatırla-, havalan-, kay-, koşuş-, kurul-,
öldür-, patla-, sağıl- (şimşek), sor-, sür-, taşı-, yanaş-, yut-, yüklen-, yürü-. ║ ateş et-, cevap
82
diz-, davet et-, devam et-, dua oku-, düşman eline geç-, (fıkra) anlat-, ıslık çalın-, ilâve et-,
(kendilerini boşluğa) bırak-, kurşun at-, nefes çek-, özür dile-, röportaj yapıl-, sınavdan geç-,
(silah) patla-, soluk al-, (taş) savur-, tatbik olun-, tetik çek-, vuruş yap-, (yumurtadan) çık-,
zile bas-.
⇒ arka arkaya dizilmek, arka arkaya sıralamak.
arkadan arkaya:⌠1⌡/Gizli gizli, el altından, gizlice, belli belirsiz./ “Uzun müddet el bile
dokundurmadı ve arkadan arkaya, oraya bir mektep yapılması için Millî Eğitimi teşvik etti.” (FRA-Ç).
→ teşvik et-.
arkadaşça:⌠7⌡/1. Arkadaş olarak./ “Bizimle pek dostluk eden bir Amerikan baş veya ikinci kâtibine
Ankara'dan ayrılacağı vakit, ona verdiğimiz veda topluluğunda bulunmuş ve kendisi ile arkadaşça eğlenmişti.” (FRA-Ç). ;
/2. İçtenlikle, dostça./ “Bırak şu inatçılığı da arkadaşça konuşalım.” (MŞE-VÇ). “Arabacı beygirlerine arkadaşça
baktı.” (KT-Gİ).
1.⌠2⌡→ eğlen-, koru-.
2.⌠5⌡→ konuş-* [2], bak-, okşa-, karşıla-.
⇒ arkadaşça konuşmak.
arkası sıra:⌠3⌡/Ardından, peşinden./ “Yaseminle Emin o aracın arkası sıra yol alıyorlardı.” (LT-
OÖY)., “Zağar kırması dişi köpeği eşeğinin arkası sıra geliyordu.” (NC-SY).
→ gel- [2]. ║ yol al-.
⇒ arkası sıra gelmek.
arka üstü:⌠30⌡/Arkası yere gelecek biçimde./ “Arka üstü yatardı.” (SFA-SS)., “Hayır, arka üstü
uzandı, bir cigara yaktı, beni bekler gibi durdu.” (KHK-YAH)., “‘Hatice... Hatice... Hatice...’ lerden sonra, kadın, yerde,
kanlı ve pıhtılı kusmuk birikintilerini görerek, yatağın kenarına arka üstü düştü, bayıldı.” (PS-SK)., “Kara Bela çifteyi yeyip,
arka üstü yuvarlanır.” (TÖ-TO3)., “Kolları bacakları iki yana açık, arka üstü yere serilmişti.” (KT-YS)., “…kapıyı kilitledi
ve evvelâ soyunmadan kendini yatağa arka üstü bıraktı.” (PS-FH).
→ yat- [10], uzan- [6], düş- [3], bayıl-, çevir-, çevril-, düşür-, uyu-, uzat-, yuvarlan-. ║
kendini (yatağa) bırak-, kendini (yatağa) at-, yere seril-, yere yıkıl-. ║ uzanıp yat-.
⇒ arka üstü yatmak, arka üstü uzanmak.
arsız arsız:⌠6⌡/Utanmaz bir biçimde, yılışarak, sırnaşarak./ “Arsız arsız güldü:- Andon'un
yüzüğünü dün sabah yolladım, dedi.” (HT-KSA).. “Bana öyle arsız arsız cevap verme.” (CD-Oİ).. “Arsız arsız sırıtıyordu.”
(TB-KA)
→ gül- [2], sırıt- [2], bak-. ║ cevap ver-*.
⇒ arsız arsız gülmek (sırıtmak).
83
arsızca:⌠4⌡/Arsız gibi, arsıza yakışır bir biçimde./ “Arsızca dolaşırdı önümüzde, arkamızda,
ortamızda.” (GA-TO)., “Oğlan karşılık vereceği yerde, arsızca gülümsüyordu.” (Sİ-ÖKS)., “Ateşler içindeki Canan'ı
arsızca soyacak ve titreyen boynunu ve sırtını bu dudaklarla öpecek diye düşünmüşüm.” (OP-YH).
→ dolaş-, gülümse-, sırıt-, soy-.
art arda:⌠23⌡/Birbirinin ardından, {birbiri ardınca.}/ “Cephane getiren gemiler, art arda
geliyor, hep eski gayretle boşaltılıp getirdikleri cephaneler sevk ediliyordu.” (SK-D)., “Bu birimleri yanyana ve art arda
dizerseniz... (3x3 kareküpü gösteren bir desen düşer fona) ... büyükçe bir caminin planı meydana gelir.” (TÖ-TO3)., “Bir
alay saçlı sakallı adamlar mektep çocukları gibi art arda dizilmiş, bir acayip sürüye katılmış, yerimizde sayıyoruz.” (RNG-
YD)., “Dergiler şiirlerle dolup taşıyor, genç şairlerin kitapları art arda yayımlanıyor, ama bütün bunlar yokmuş gibi herkes
bildiğini okuyor yine.” (ŞY-2001)., “Yumruklar art arda çaktı, kaşımda gözümde...” (Mİ-DHB)., “O güne kadar hiç
duymadığım güzel sözcükleri art arda sıraladı.” (BŞ-DKO).
→ gel- [4], diz- [2], dizil- [2], bağır-, doğ-, gör-, konul-, sırala-, ulu-, yayımlan-, yürü-.
║ (ciğerine) çek-, (mermi) püskür-, of çek-, renk değiştir-, sigara iç-, şimşek çak-, tekme
indir-, yumruk çak-.
⇒ art arda gelmek, art arda dizmek (dizilmek).
art elden: Ø
artık:⌠112⌡/3. Bundan böyle, sonra, daha, yeter./ “Zorlukla, ‘Sağ olun,’ diyebildi. - Ben artık
gideyim. (AA-İGA)., “Fakat artık konuşamazlardı.” (TB-KA)., “Artık oraya bakmıyorum....” (AA-RÜ)., “Bıktım senin bu
hallerinden, artık dayanamıyorum, parasıyla şuradan bir hamal mı, karpuzcu mu, kapıcı mı neyse, bulalım, getirelim de sen
de rahatla, biz de rahatlayalım.” (AA-YÖT)., “Artık yatalım, geç oldu...” (AA-YÖT)., “Konyak kadehini sehpanın üzerine
bıraktı. - Ben artık kalkayım.” (AA-İGA)., “Başımı kaldırdım artık büyümüşüm.” (ŞY-1999)., “İlkin sondan
başlayalım:Votoroqxqua gezegenindeki zorunlu geziniz artık sona eriyor.” (MM-ÜAKO)., “Ben de senin gibi sinemalara,
futbol maçlarına, fuarlara, panayırlara giden o kalabalıklardan artık nefret ediyordum.” (OP-KK).
→ git-* [5], konuş-* [4], bak-* [3], dayan-* [3], yat- [3], bit- [2], gör-* [2], kalk-{gitmek}
[2], öl- [2], tanı-* [2], yaşlan- [2], yaz-* [2], aldır-*, alış-, anla-, ayrıl-, başar-*, bık-, bırak-,
büyü-, çalış-*, çık-* {yayınlamak}, çözül-, dön-*, gel-*, görün-*, gül-, gülümse-*, hatırla-*,
ihtiyarla-, ilerle-*, iste-*, işle-* (vapur), kapan-, kestir-*, kımıldan-*, kır-* {incitmek}, kızar-,
kurcala-*, kus-*, oku-, öfkelen-, öğren-, önemse-*, rahatla-, sakın-, seçile-*, sev-*, tamamlan-
, utan-*, uyan-*, uzaklaş-, üzül-*, yaşat-. ║ sona er- [3], affet-*, benzi sol-, buğuz et-*, canı
çek-, cevap ver-*, çocuk doğur-*, demode ol-, devam et-*, (dikkatini) çek-, (etrafına) bak-*,
geç kal-, (geri) al-*, (geriye) dön-*, harp bit-, hoş gör-*, karar veril-, kesinlik kazan-, kulak
as-*, kuşku duy-*, motorize ol-, nefret et-, sahneye çık-*, (senaryo) değiş-*, sırt dön-, tahmin
et-, talii karar-, tatmin et-*, tenkit yap-*, yas tut-, yemek ye-*, yıldızı sön-, (yolları) ayrıl-,
yüreği kaldır-*, (yüzü) gül-*, zevk al-*.
artistçe: Ø
asaleten: Ø
84
asıl: Ø--
asırlarca:⌠17⌡/Yüzyıllarca./ “Tabii bir ülkede bütün halk hristiyan olmuyor; bir kısmı oluyor ve
asırlarca iki kısım birbiriyle savaşıyor.” (OS-HT)., “Yapı, parça parça, asırlarca sürmüş.” (GY-GH)., “Bu her şeyin
kaybolur gibi olduğu ve kaybolan her şeyin bulunur gibi olduğu boşluklarda, köklerinden kopmuş şuursuz ışıklar, maddî bir
varlıkla, sairfilmenamlar gibi, asırlarca başı boş dolaşıyorlar.” (AŞH-BM)., “Çarpıldı, çürümedi; çürük durduruyorsun,
gene sağlam:Bu iğri kuleye vaktiyle bütün Orta Avrupa asırlarca boyun eğmişti.” (GY-GH)., “Saklamış durmuş, asırlarca,
hayâlinde bunu.” (YKB-KGK).
→ bilin-, savaş-, sür-, yaşa-, yaşat-, yürü- {yaşamak}. ║ başı boş dolaş-, birlikte yaşa-,
boyun eğ-, karanlık kal-, peşinden git-, sefer aç-, susuz bırak-. ║ saklamış durmuş [2], gelip
geç-, sürüp git-.
askerce:⌠14⌡/2. Askere yakışır biçimde./ “‘Askerce mi dövüşeceğiz?’ diye sordu.” (TÖ-ŞÇT).,
“Yanımda pek askerce konuşmayacaksınız...” (RNG-ÇK)., “Yaşlı adamı askerce selamlar ve telefonun bulunduğu bölmeye
geçer.” (OA-KO)., “-Askerce selâm verdi.” (KT-YS)., “ Son kağnının üstündeki kirli yüzlü çocuk ayağa kalkıp trene askerce
selam durdu.” (TÖ-ŞÇT).
→ dövüş-, dur-, konuş-*, selamla-, selamlaş-. ║ selâm ver- [5], selam dur- [3], tavır al-.
⇒ askerce selam durmak (selam vermek).
asla:⌠377⌡/Hiçbir zaman, hiçbir biçimde./ “…Kadın Asla Unutmaz…” (Kİ-PÖÖD)., “Ama ölüm
geldiğinde neler hissedeceğinizi asla bilemezsiniz.” (BO-GP)., “Allah'ım nasıl kapılmış, nasıl sevmişti!� noktalayacağını
asla düşünmezdi.” (Sİ-ÖKS)., “Alay edilmişti kendisiyle; istenmemişti, asla istenmemişti, hiçbir zaman istenmemişti.” (Sİ-
ÖKS)., “Asla böyle şey yapmaz.” (HT-M)., “Daha birkaç ay Öncesine böylesi isteklerim olacağına asla inanmaz, güler
geçerdim, insan düşünüp taşınmadan hiçbir şeye gülüp geçmemeli...” (BU-GYÇ)., “Beyinsiz bir kadındı kızkardeşi; bir
romancıyla bu kadar uzun konuşulmaması gerektiğini asla öğrenememişti; bilmezdi.” (Sİ-ÖKS)., “Fakat bir türlü dilini
düzeltemez? hele şeddeli kelimelerin hakkını vermeyi asla başaramaz.” (MTT-SS)., “Nâzım'la yeterince ilgiienemeyişi,
yüreğinde 'ukdedir'; kendini asla affetmez, suçlar durur.” (Aİ-OKB)., “Hep liderler haklıdır ve asla hatalarını kabul
etmezler.” (İO-LBA)., “Çünkü yaptığı işin suç olarak anlaşılacağına asla ihtimal vermiyordu.” (MTT-SS)., ““Fakat
hayâsızlığı, cüreti bu derece ileriye götüreceğini asla tahmin edemezdim.” (YKK-Y)., “İzmir yolculuklarında asla peşini
bırakmadı:Kısm-s Siyasi'nin 'taharrilerinden' olamaz.…” (Aİ-OKB)., “Bir daha asla geri dönülemeyecek, asla yeniden
başlayamayacak, değiştirilemeyecek ve unutulamayacak geçmişimizi inkarda bu kadar ödünsüz, kesin, gaddar olmasan...”
(OB-EA).
→ unut-* [16], bil-* [11], düşün-* [10], iste-* [10], yap-* [8], inan-* [4], öğren-* [4],
söyle-* [4], unutul-* [4], yanaş-* [4], bağışla-* [3], çık-* (-i, -e, -den) [3], gör-* [3], ol-* [3],
anlaşıl-* [2], azal-* [2], başar-* [2], bırak-* [2], bit-* [2], çekin-* [2], de-* [2], değiştir-* [2],
dokun-* {el sürmek} [2], geç-* [2], katıl-* [2], kes-* [2], kestir-* {tahmin etmek} [2], öde-* [2],
sev-* [2], sokul-* [2], ulaş-* [2], var-* [2], yaşa-* [2], açıl-* (kapı), al-*, alın-* {gücenmek},
amaçla-*, anla-*, ara-*, aralan-* (kapı), ayrıl-*, bak-*, bekle-*, benze-*, boşalt-*, bulun-*,
bulundur-*, cay-*, çıkar-*, çöz-*, değin-*, değiş-*, diril-*, doldurul-*, dönüş-*, duy-*, düş-*,
düşünül-*, eksilt-*, eriş-*, git-*, görül-*, hatırla-*, hatırlan-*, hazmet-*, heyecanlan-*,
85
hoşlan-*, ısın-* {kabullenmek}, isten-*, kaç-*, kaldır-* {kabullenmek}, katlan-*, kaygılan-*,
kıpırda-*, kırıştır-*, kirlet-*, konuşul-*, kop-* {ayrılmak}, kork-*, korkut-*, kov-*, kullan-*,
kurtul-*, kuru-*, küçümse-*, oku-*, onar-*, ört-*, sarsıl-*, sat-*, sayıl-*, seç-*, sıkıl-*, sol-*,
sön-*, söndür-*, söylen-*, söylet-*, sürül-*, şaşır-*, tanı-*, tartışıl-*, unuttur-*, uy-*, uyan-*,
uyu-*, yadırga-*, yakalan-*, yakın-*, yakış-*, yalvar-*, yanıl-*, yaşan-*, yat-*, yayınla-*,
yaz-*, yenil-*, yıl-*, yırt-*, yitir-*, yorul-*, yumuşa-*, yürün-*. ║ kabul et-* [8], affet-* [7],
tahmin et-* [6], ihtimal ver-* [5], kabul edil-* [4], vazgeç-* [4], razı ol-* [3], söz konusu ol-*
[3], şüphe et-* [3], alay et-* [2], kusur et-* [2], müsaade et-* [2], ortadan kaldır-* [2], ödün ver-*
[2], reddet-* [2], sona er-* [2], tahammül et-* [2], telaffuz edil-* [2], tereddüt et-* [2], ad tak-*,
affedil-*, ağzına al-*, ağzını aç-*, aklından çıkar-*, anne ol-*, askere al-*, ateş açıl-*, aynı ol-
*, azledil-*, bahs et-*, başkasını düşün-*, bayat ol-*, boyun eğ-*, devam et-*, dışarıya bırak-
*, dile getir-*, diline vur-*, dingin ol-*, (döngüyü) kapat-*, düş kur-*, elde edil-*, ele geç-*,
fark et-*, feda et-*, fırsatı kaçır-*, fikrini değiştir-*, geri dön-*, geri dönül-*, görücüye çıkart-
*, göz açtır-*, göz ardı et-*, göz yum-*, (güvenini) kazan-*, haberdar ol-*, hakını helal et-*,
hatırına gel-*, hatırına getir-*, (hedefinde) şaş-*, hıyanet et-*, hisset-*, hoş gör-*, (huzurunu)
kaçır-*, (içeriye) sok-*, iflah ol-*, ihanet et-*, imza at-*, iştirak et-*, itibar et-*, izdivaç eyle-
*, izin ver-*, karşılık ver-*, kaybol-*, kıymet ver-*, kin tut-*, kök yak-*, kötü gözle bak-*,
kötü muamele et-*, mazur gör-*, merhamete gel-*, mesud et-*, mesul say-*, mevcut ol-*,
mezara kon-*, muvaffak ol-*, nasip ol-*, nefret et-*, özgür ol-*, pazarlık et-*, peşini bırak-*,
rahat et-*, rahatsız et-*, rahatsız ol-*, rejim yap-*, sarhoş ol-*, söz et-*, söz işle-*, tahattur et-
*, takdir et-*, tartışmaya gir-*, tasvip et-*, tecviz edil-*, tedip et-*, tenezzül et-*, teşekkül et-
*, tetkik et-*, tevafuk et-*, (ümidi) kes-*, yalnız kal-*, yeniden başla-*, yerine getir-*,
(yeterlilik) göster-*.
aslanca:⌠1⌡/2. Aslana yakışır biçimde, yiğitçe./ “Inebahtı'da Türkler, alevle su arasında ve
birinden öbürüne geçerek mertçe, aslanca öldüler, talihsizliğin, batmaya mahkûm ettiği gemilerini yakarak ve o yangın
alevlerini kendilerine kefen yaparak denize gömüldüler.” (MTT-SS).
→ öl-.
aslen: Ø
aşağı:⌠236⌡/8. Aşağıya, yere doğru./ “Aklına kahve pişirmek gelince, aşağı indi.” (OK-C).,
“Alidağda tipi dinince ölüsü aşağı indirilecek.” (YK-İM1)., “Ağırlaşmış göz kapakları aşağı düşmüştü.” (AS-YA)., “Aşağı
bak yavrum demiş, babası.” (İO-LBA)., “Bununla beraber şapkasını düzeltmeği unutmadı; ceketini şiddetle aşağı çekti,
kayışını daha muntazam yapmak için yerinden oynattı.” (KHK-YAH)., “Deliğe inen merdivenin duvarına oturdular,
ayaklarını aşağı sarkıttılar, birlikte içtiler.” (OA-KB)., “Aşağı atladı. (AS-YA)., “…bunun için ağlamıştık bunun için terasa
çıkıp aşağı bir gül atmıştık.” (Kİ-PÖÖD).
86
→ in- [118], indir- [17], bak- [12], çek- [11], koş- [9], kay- [7], sark- [7], atla- [6], düş- [6],
ak- [3], at- [3], bırak- [3], dökül- [2], kıvrıl- [2], sür- [2], süzül- [2], yuvarla- [2], yuvarlan- [2],
yürü- [2], asıl-, atıl-, bas-, boşalt-, çevir-, düşür-, git-, it-, kaydır-, koştur-, sız-, uç-, uzan-, yat-.
║ (kendini) at-.
→ aşağı almak, aşağı çekmek, aşağı düşmek.
⇒ aşağı inmek (indirmek).
aşağılı yukarılı: Ø
aşağı yukarı:⌠39⌡/1. Bir baştan bir başa./ “Ayağa kalkıyor, odada aşağı yukarı dolaşıyor ve
mütemadiyen onun ismini tekrar ediyordum.” (SA-K/S)., “Pencereyle kapı arasında aşağı yukarı gezindi.” (SA-İÇ)., “Köprü
başında aşağı yukarı volta vuruyor.” (SK-D). ; /2. Tama yakın, yaklaşık olarak./ Ne olacağını biliyordum aşağı
yukarı. (SD-K)., “Şimdi onu hatırlıyor:kelimenin ne anlama geldiğini, aşağı yukarı çıkardı.” (Aİ-YK)., “Özlediği beklenme
yerlerini aşağı yukarı kestirebiliyordum.” (EÖ-P/S)., “Onun karşısındaki hissimi aşağı yukarı tahlil ediyorum:Bir kere bu
yalıda gözlere çarpan büyük bir üslûp vardı.” (GY-GH)
1.⌠14⌡→ dolaş- [8], gezin- [3], ak- {gidip gelmek}. ║ volta vur- [2].
2.⌠25⌡→ bil- [3], kestir- [3], çıkar- [2], de- [2], anla-, anlat-, belirt-, benze-*, göster-,
kapsa-, öğren-, öğrenil-, sapta-, yaz-. ║ karar ver-, (süresi) bit-, tahlil et-, tahmin et-, vasiyette
bulun-.
→ aşağı yukarı yürümek
⇒ aşağı yukarı dolaşmak (gezinmek), aşağı yukarı bilmek, aşağı yukarı
kestirmek.
âşıkane:⌠1⌡/2. Aşığa yakışır biçimde./ “Yağmur altında âşıkane ıslanıyordu.” (CK-BŞ).
→ ıslan-.
aşırı:⌠17⌡/4. Ötede, ötesinde./ “Ø”. ; /5. Gereğinden fazla olarak, çokça./ “İşte bu yüzden
de gazetelerimiz birer kanserli hücre gibi aşırı genişler, büyür.” (DC-BSKY)., “Aşırı hassaslaşmıştı Erdinç…” (ÜK-BDG).,
“Aşırı kibarlaşır, konuşkan biri olur, fıkralar anlatır, iltifatlar eder, sigaralar yakar.” (EA-KIY)., “Ondan önceki ezilenler
bu kadar aşırı belli olmuyorlardı.” (FA-SUYK)., “Sırf gazeteler olayla pek ilgilendi diye müdür böyle bir aşırı ihtiyat
gösterir miydi?” (ÜK-BDG).
4.⌠-⌡→ Ø
5.⌠17⌡→ büyü- [3], ak-, bağlan-, boyan-, genişle-, hassaslaş-, kibarlaş-, öfkelen-, uza-,
yaslan-, yor-, yüklen-. ║ belli ol-*, hareket ettir-, ihtiyat göster-, kıskanç ol-.
→ aşırı gitmek.
⇒ aşırı büyümek.
aşırı taşırı: Ø
87
aşikâre: Ø
ateşli ateşli:⌠2⌡/Yoğun ve heyecanlı bir biçimde, hararetli hararetli./ “Mahalleli özellikle o
akşam ateşli ateşli sohbet ediyordu.” (HEA-T)., “Birden ateşli ateşli otobüs muavinlerinden söz ettik.” (OP-YH).
→ sohbet et-, söz et-.
atfen: Ø--
atlaya zıplaya:⌠1⌡/1. Atlayarak./ “Ø”. ; /2. mec. İstekle, isteyerek./ “Bazen sözlüklere
ansiklopedilere kapılıyor, aradığım sözcüğü unutup, atlaya zıplaya bambaşka yerlere gidiyordum.” (BB-BBÇ).
1.⌠-⌡→ Ø
2.⌠1⌡→ git-.
aval aval:⌠12⌡/Aptal biçiminde, aptal aptal./ “Aval aval baktı biraz.” (AS-YA)., “Ben ağzımı
açmış aval aval üstadı dinliyorum…” (KK-SE).
→ bak- (yüzüne vb.) [11], dinle-.
⇒ aval aval bakmak.
avanakça: Ø
avantadan:⌠1⌡/Bedavadan, beleşten./ “Paran var, apartımanın, otomobilin, beş yüz bin gelmiş
avantadan, ama sağlığın bozuk, ne yersin, ne içersin, dökersin elindekini doktora, ilâca, bu daha mı iyi?” (AKB-BŞ).
→ gel-.
avuç avuç:⌠25⌡/2. Avuçlayarak, {bolca}/ “Şu sözünüzü hiç mi hiç unutmuyorum:İşte avuç avuç
serpiyorum bütün Sözcükleri kuşlara, gül diplerine.” (FA-SUYK)., “Bekir dikili bacakları arasından avuç avuç kuru toprak
alıyor, elini huni yaparak yine bacakları arasına döküyor, bekliyordu; Enver gelmiyordu.” (CD-Oİ)., “Bu para yağmurları
iki tarafa avuç avuç serpiliyor ve bu dalga oradan oraya parçalanarak, çırpınarak üzerine dökülüyordu.” (HZU-AM).,
“OZAN :Avuç avuç altın kazanmak için bunları avuç avuç dağıtıyorsunuz.” (CK-YÖ)., “Ve serseri çocuklar avuç avuç
getirecekler Bize hiç işitilmedik hikâyelerini…” (İB-E)., “Beraberinde götürdüğü adamların yolda "yârı vefadar" olmaları
için avuç avuç altın ihsan ediyordu.” (REK-Y).
→ serp- [5], al- [3], dağıt- [3], getir- [2], saç- [2], serpil- [2], akıt-, dök-, iç-, tüket-, ye-,
yol-* (saç). ║ ihsan et-, sadaka dağıt-.
⇒ avuç avuç serpmek (dağıtmak).
ayakta:⌠320⌡/1. Ayağa kalkmış durumda./ “Adam masadan kalktı, ayakta durdu.” (F-BS).,
“Ayakta durmayın, oturunuz.” (AMD-O)., “Ayakta beklerim.” (HEA-VK)., “Anne zürafa, yavru zürafanın dünyaya gelme
kararını bedenindeki ağrılardan anlar ve iki saati aşkın bir süre bacakları açık bir durumda ayakta dikilir.” (AA-ETY).,
“Herkes ayakta birbiriyle konuşuyordu.” (AHT-H)., “Ben ayakta dinledim, yarım saat kadar kaldım, dayanamadım.” (SB-
BŞM)., “Ama her şeyi ayakta seyretmektedir Orhan Veli.2 (EA-DY)., “Taburcu olduktan sonra üç ay kadar da evde -yine
alçı içinde- ayakta tedavi gördüm.” (FA-SUYK). ; /2. mec. Telaşlı heyecanlı bir biçimde./ “Ø”.
1. ⌠320⌡→ dur-* [208], bekle- [25], dikil- [9], konuş- [8], alkışla- [6], bul- [6], dinle- [3],
dolaş-* [3], iç- [3], gör- [3], sallan- [2], titre- [2], ye- [2], ağla-, anlat-, bak-, çalış-, dik-
88
{durmak}, dik- {bekletmek}, dinel-, dizil-, don-, eğleş-, geçir- (geceyi), geç-, görün-, güreş-,
işe-, izle-, ko-, mırıldan-, öl-, öp-, öpüş-, parlat- {içmek}, say-, sız-, sor-, söylen-, söyle-,
söyleş-, uyu-, yap-, yaz-, yorul-. ║ seyret- [3], hizmet et-, namaz kıl-, sebat et-, tedavi gör-.
2. ⌠-⌡→ Ø
→ ayakta kalmak, ayakta tutmak, ayakta uyumak.
⇒ ayakta durmak, ayakta beklemek, ayakta dikilmek.
ayaküstü:⌠27⌡/1. Oturmadan, ayakta durarak./ “Geçenlerde Nişantaşı'nda Burein’e rastladım,
ayaküstü konuştuk.” (DK-Z)., “Makasçı, ayaküstü bana gayet basit kelimelerle acı bir dram anlattı:Bu zavallı, iyice bir
adamın oğluydu.” (RNG-AR)., “Dün akşam kapıda ayaküstü:Sakın boşanma, dedi.” (İA-ÖEK)., “Konferanstan sonra
ayaküstü sohbet etmiştik.” (HC-KKKY)., “Rastladığı ahbapları ile ayaküstü çene çaldı.” (HAG-AS)., “Ayaküstü hatır
sordu.” (HT-ÖTÖ). ; /2. Kısa sürede, acele olarak, ayaküzeri./ “I. DÜĞÜMCÜ:İşte birkaçını sayıverdik
ayaküstü.” (GD-TO1)., “Ayasofya'yı gezdik ayaküstü.” (GD-ADM)., “Öğleyin ayaküstü bir şeyler atıştırırlar.” (HT-KSA).
1.⌠20⌡→ konuş- [6], anlat- [3], de-, sor-, söyle-, ye-. ║ sohbet et- [2], çene çal-, hatır
sor-, tartışma yapıl-.
2.⌠7⌡→ say- [2], atıştır-, çöz- (sorun), dolaş-, gez-, imzala-.
⇒ ayaküstü konuşmak (anlatmak, sohbet etmek)
ayaküzeri:⌠8⌡/Ayaküstü/ “Küçük bir dükkânda ayak üzeri krep yediler.” (DÖ-GYKK)., “Böyle
ayaküzeri anlatamam olanları.” (İA-ÖEK)., “Girişte resmi giyimli üç polis ayaküzeri sohbet ediyorlar; doğuya atanan bir
arkadaşları hakkında konuştuklarını işitiyorum yanlarından geçerken.” (AÜ-SG).
→ ye- [2], anlat-*, konuş-. ║ izah et-, konuşma yap-, sigara iç-, sohbet et-.
ayan beyan:⌠8⌡/Besbelli, apaçık, açık seçik bir biçimde./ “Doktor'un, Komintem Kongresi'nde
yediği zılgıtın, 'taht-ı tesirinde' olduğu, ayan beyan hissediliyor.” (Aİ-OKB)., “Artık söylediklerini Koca Halil ayan beyan
duyuyordu.” (YK-OD)., “Şeref Bey, geriye doğru büktüğü belini doğrulttu, dizlerinin dik durmadığı ayan beyan
görülüyordu.” (GY-H1).
→ görül- [2], duy-, gör-, görün-, işit-. ║ akset-, hissedil-.
aybeay: Ø
aydan aya:⌠6⌡/Her ay./ “Eskiden ayaklanmı aydan aya yıkardım.” (HT-KAD)., “Aydan aya, bayramdan
bayrama almıştır defterini eline, pek bir sıkıldığı günlerde, yapılacak başka bir iş bulamadığı, karşısına dedikodu edecek
kimse çıkmadığı saatlarda yazmıştır.” (NA-KD/A)., “Babası mahallenin esnafına, aydan aya ödeme yapar, anası ve
kardeşleri ay boyunca, erzağı veresiye alırlardı.” (NB-DÜF).
→ yıka-, yolla-. ║ eline al-, ödeme yap-, (para) öde-, (para) topla-.
ayık: Ø
aylık: Ø
89
aynen:⌠111⌡/Olduğu gibi, değiştirmeden, aynıyla, {benzer biçimde}./ “Cümleyi aynen
buraya alıyorum; anlayanlar anlamayanlara anlatsın kabilinden:…” (BRE-KY)., “Şimdi bu dediklerini komutana da söyle
aynen!” (FB-T)., “Fakat iyi biliyorum bu sözü, Mehmet'in hocası, ona Kütahya'da aynen tekrarlayacak!” (EI-KA)., “Ben de
sizi, bir bir, aynen yazıyorum arkadaş, benden günah gitti, siz yazılmayı hak ettiniz sayın başçavuşum!” (FŞ-EF)., “Öykü,
Mustafa Kemal'in hem kişilik niteliklerini, hem de liderlikle ilgili beklentilerini belirler. Bu açıdan aynen aktarıyorum. (EK-
DT..A)., “Utanma, aynen anlat ne diyordu...” (HT-KSA)., “O'nun yaptığını aynen yapınız.” (EI-NS)., “Milletler Cemiyeti
Konseyi de bu tavsiyeyi aynen kabul etti.” (FA-YST)., “Ancak her şey aynen devam ediyor.” (EÇ-TY2005)., “Aynen zapta
geçsin.” (HT-EG).
→ al- {alıntılamak vb.} [7], söyle- [5], yaz- [5], aktar- [4], alın- {alıntılanmak} [4],
anlat- [4], tekrarla- [4], oku- [3], sun- [3], uygula- [3], ver- [3], yap- [3], gönder- [2], ol- [2],
onaylan- [2], yinele- [2], yürü- {devam etmek} [2], belirt-, benze-, çevir- {tercüme etmek}, de-,
dur-, duyul-, iste-, kap- {kavramak}, kapsa-, katıl-, koru-, korun-, kullan-, oynan-, sağla-
(hak), söylen-, sürdür-, uygulan-, yansıt-. ║ kabul et- [7], devam et- [3], naklet- [2], taklit et-
[2], tekrar et- [2], aklında tut-, akset-, başına gel-, cevap ver-, (dediği) çık-, dercet-, ifade et-,
intikal et-, neşret-, not al-, (önüne) ser-, (tahmini) çık-, takip et-, tekrar edil-, teslim et-, vâki
ol-, zapta geç-.
⇒ aynen kubul etmek, aynen almak {alıntılamak}.
aynıyla:⌠3⌡/Hiçbir değişiklik olmadan, olduğu gibi./ “Söylediklerini aynıyla
aktarıyorum:"Eşim kılı kırk yaracak kadar kuşkucu, araştırıcı, irdeleyici ve titizdir.” (FA-SUYK). “Amerikalılar bütün Rodin
müzesini aynıyla alçı kalıblarla memleketlerine nakletmişlerdir.” (AHT-YG)., “Bu durum, üyeleri bakımından en halkçı
görünüme sahip İttihat ve Terakki yönetimi döneminde de varlığını aynıyla sürdürmüştü.” (EK-DT..A).
→ aktar-. ║ naklet-, (varlığını) sürdür-.
aynı zamanda: Ø--
ayrı:⌠31⌡/3. Yalnız, tek başına, {müstakil olarak, ayrı bir biçimde}./ “Dürü'yle biz ayrı
oturacağız. Birinde o, birinde ben!” (FB-T)., “O zamanlar beyler ayrı ve hanımlar ayrı gezerlerdi.” (AŞH-BM)., “…bir mart
günü başımı ayrı gömdüler gövdemi ayrı gömdüler.” (Aİ-SB)., “Seni ayrı seviyorum, onları ayrı.” (GD-TO1)., “Zaten,
emzikli olduğu zamanlarda da Saide ayrı yatardı.” (MŞE-MA)., “Ama hanımefendileri niye böyle ayrı oturttunuz?” (TÖ-
ŞÇT).
→ otur- [3], gez- [2], göm- [2], sevin- [2], yat- [2], yazıl- (ek) [2], al-, bas- (kitap), dur-,
ek-, gözle-, homurdan-, oturt-, söylen-, tart-, yaşa-, ye-.
→ ayrı tutmak.
⇒ ayrı oturmak.
ayrı ayrı:⌠122⌡/{2. Her biri ayrı olarak. 3. Her biri için.}/ “Ali bey, hepsine ayrı ayrı bakıyor.”
(NM-TK)., “Herbirini ayrı ayrı sevdi.” (FÇ-UV)., “Bütün bu yorganlar, insanlar gibi, ırk, dil, din, iklim, mizaç, neşe, şive,
üslûp, mana itibarıyla, ayrı ayrı görünürler, kimi yeni taze, genç neşeli, şakrak, kimi, neşesiz, yorgun, ezgin, bezgin
görünürlerdi.” (GY-D)., “Ayrıca, bir öğrencinin diplomasının denklik işlemi yapılırken hem üniversitesinin, hem
programının, hem de öğrencinin almış olduğu dersler ile göstermiş olduğu performanslar ayrı ayrı incelenmektedir.” (TA-
90
NB)., “Çoğu zaman Paşa'nın arkadaşları eşleriyle birlikte geliyorlar ve Mustafa Kemal herkesle ayrı ayrı ilgileniyordu.”
(HT-GF)., “Bunları -ayrı ayrı ele alalım - tesadüfen bizi tatmin etmesi mümkündür:Romanı okuruz, hoşumuza gider; şiiri
tekrarlarız, beğeniriz; piyesi seyrederiz, alkışlarız.” (GY-D)., “Bu konağın çivisinden, tahta budağından kapılarına ve
damına varıncaya kadar her noktasından ayrı ayrı nefret ediyordu.” (YKK-KK)., “Ablam Çevriye ye, eniştem İzzet'e ve
küçük yeğenlerime ayrı ayrı selam ederim.” (FB-T).
2./3. → bak- [14], sev- [4], gör-* [3], incelen- [3], süz- {bakmak} [3], bil- [2], dinle- [2],
düşün- [2], ilgilen- [2], konuş- [2], satıl- [2], yaşa- [2], alkışla-, an-, anlat-, ara-, aydınlat-,
beklen-, çevir- {tercüme etmek}, çiz-, dene-, duy-, gez-, giy-, görün-, görüş-, gözle-, gülümse-
, hatırla-, hazırlan-, hesapla-, kaç-, karşılaş-, keşfet-, kucaklaş-, otur-, öp-, öpüş-, seç-, seril-,
sor-, takıl- {şaka yapmak}, tanımla-, tanımlan-, tanıtıl-, tat-, tingilde-, titre-, titret-, uğra-,
uzat-, verniklen-, yak-, yankılan-, yarat-, yargıla-*, yayımlan-*, ye-, yönel-, yüksel-, yürü-. ║
ele al- [3], nefret et- [2], cevap ver-, dert yan-, ele alın-, (elini) öp-, (elini) uzat-, gelişim göster-
, (gezintiye) çık-, göz gezdir-, gözden geçir-, hareket et-, hatır sor-, ikram et-, kavuk salla-,
ortaya çık-, pazarlık et-, perestiş et-, selam et-, selam söyle-, tasavvur et-, tat ver-, tefsir et-,
tekrar et-, temsil edil-, teşekkür et-, tetkik et-, yanıt ver-, ziyarete git-. ║ durdu baktı.
ayrıca:⌠84⌡/1. Ayrı olarak, başkaca./ “Taarruz zamanını ayrıca bildireceğim...” (KT-YS)., “Ayrıca
bir de gizli özentimi söyleyeyim.” (AN-AZDE)., “İlk kez sinir olmadığım bir insanla birlikteyim. Ayrıca yazacağım.” (TÖ-
LEM)., “Ayrıca dedim de bu sözleri...” (KK-SE)., “Müdüre ayrıca telefon edecek...” (KT-YS)., “Bunların bana verdiği göz
zevkinden burada ayrıca bahsetmeyeceğim.” (GY-GH). ; /2. Ayrı bir önem verilerek, {özellikle}./ “Buna da
ayrıca sevindi. (TB-KA)., “Diyelim ki, bundan ayrıca hoşlanıyordu da. (HT-KSA)., “Ali, hasta rolü yapmayı seviyordu
ayrıca. (MM-ÜAKO)., “Patronla görüştük, seni ayrıca kutladı, çekin muhasebede hazır; böyle tecrübeli bir elemanı kim
kaybetmek ister?” (Aİ-YK)., “Bu gecenin hiç bir hususiyeti bizim ayrıca dikkatimizi çekmez. (AŞH-BM)., “Bu soru için
ayrıca teşekkür ederim. (FA-SUYK)., “Bu gecenin hiç bir hususiyeti bizim ayrıca dikkatimizi çekmez. (AŞH-BM)., “Naci
Conker'e ayrıca mektup yazacağım. (HT-GF)., “Buna ayrıca memnun oldu. (KT-Gİ)., “Örgüt ve ideoloji, devrimin liderlik
yanında incelenecek olan iki temel öğesini oluşturduğundan, bunlar üzerinde ilerde ayrıca durulacaktır. (EK-DT..A). ; /3.
Bundan başka./ “Ø”.
1.⌠30⌡→ bildir- [3], söyle- [3], yaz- [3], de- [2], belirt-, çağır-, gönder-, gör-,
güzelleştir-, hazırla-, incele-, kız-, tanıtıl-, yokla-. ║ telefon et- [2], (acı) duy-, arkadaş ol-,
bahset-*, el salla-, haber gönder-, ifade et-, örnek ver-*, ün al-.
2.⌠54⌡→ sevin- [3], düşün- [2], sev- [2], anlat-, aran-, bağla- {hayran olmak}, bak-*,
çağır-, çek-, dertlen-, dokun- {rahatsız olmak}, görüş-, hazırlan-, hoşlan-, konuş-, kutla-, oku-,
öğretil-, öv-, sevindir- {memnun olmak}, şaş-, utan-, ürk-, üzül-, yokla-. ║ teşekkür et- [3],
dikkat çek-* [2], mektup yaz-* [2], üzerinde durul- [2], (ellerinden) öp-, haber yolla-, hallet-,
hatır sor-, hoş gel-, hoşa git-, izahat ver-, keyif ver-, memnun ol-, merak et-, (sağlığını) boz-,
selâm et-, (sevimli) yap-, talep et-, üstünde dur-, zevk al-. ║ sever sayar.
3.⌠-⌡→ Ø
91
ayrıcasız: Ø
ayrıksız: Ø
ayrıyeten: Ø--
ayriyeten: Ø--
az:⌠78⌡/2. Alışılmış olandan, umulandan veya gerekenden eksik olarak./ “Az konuşur
Hüseyin. (EÖ-GSA)., “Yalnız burada çok yoruluyor ve az kazanıyor. (KHK-YAH)., “Ekmeği az ye, suyu az iç ki yemeğe yer
kalsın. (İS-AG)., “Ama sevdiğini az söyledi. (GY-KO)., “Orta Anadolu'da insanlarda ve nebatlarda, bünyevî hastalıklara az
rastlanır. (FRA-Ç)., “‘Ellerine sağlık, pek güzel olmuş’ denildiğini az duydum. (ÜD-KŞ)., “Türkleşmiş hiç bir Arap
görmedikten başka, Araplaşmamış Türk'e az rast geliyordum.” (FRA-Z).
→ konuş- [16], kazan- [4], ye- [4], iç- [3], söyle- [3], koy- [2], rastlan- [2], tanı- [2], yaz-
[2], alkışlan-, basıl-, beslen-, çalış-, çek-* (sıkıntı), çemkir-, çık-, dayan-, de-, dinlen-, duy-,
düşün-, gel-, gül-, ısın-, kal-, karşılaş-, konuşul-, oku-, okun-, sat-, sek-, sür-*, uyu-, yaşa-,
yayımla-, ye-, yetiş-, yor-. ║ hareket et-, iletişim kur-, nefes al-, rast gel-, (süt) em-.
→ az bulmak, az kalmak, az görmek
⇒ az konuşmak, az kazanmak.
azade: Ø--
azar azar:⌠24⌡/1. Yavaş yavaş./ “Andronikos ölmüştü azar azar bu dokuz gün içinde.” (BK-USBGA).,
“….dibinde bir üzüm tanesi çürüyor azar azar gece çürüyor sonrası iyi olsa ne yazar diyor…” (TU-BŞ)., “Sanki o sevgili, o
vazgeçilmez kadın günler geçip gittikçe azar azar değişmiş, sonunda aynı vücudun içinde ikinci bir insan belirmişti.” (OA-
SİO)., “Temizlemek ne, herifleri biley taşına tutup, böyle azar azar yok edeceğim.” (TÖ-TO1). ; /2. Az az./ “Azar azar
içmeli...” (AMD-O)., “İskemleler azar azar getirilecek...” (KT-YS). ; /3. Küçük ölçülerde./ “Asker sayısı her gün azar
azar artıyordu.” (TÖ-ŞÇT)., “Ekmekten azar azar ısırıyor.” (FB-ID)., “Şu yukardan bir keçinin melemesi geldi, zar şer onu
da yakaladık, kestik, kokmasın diye bütün keçiyi kaynattık, azar azar belki on beş yirmi günde yedik.” (YK-KSİ).,
“Ödeyecektim azar azar.” (SD-K).
1.⌠11⌡→ öl- [2], boşal-, çürü-, değiş-, eksil-, yaşa-, zehirle-, zehirlen-. ║ ağzının suyu
ak-, yok et-.
2.⌠4⌡→ iç- [2], getiril-, sız-.
3.⌠9⌡→ art-, ısır-, öde-, sür-, terle-, tüket-, ver-, ye-, yükselt-.
az az:⌠15⌡/1. Yavaş yavaş, {biraz biraz}./ “….çiçeklerdi ağaçlardı az az kanıyor güzel insanlar
erken ölüyor…” (ŞY-2001)., “Altı saatten sonraki üç saatte, az az gider, az az gelir.” (SB-BŞM). ; /2. Küçük
ölçülerle./ “Sonra gazı az az artırdı Nişancı.” (YK-KSİ)., “Az az yiyor, aç kalanlara da az az dağıtıyordu.” (YK-KSİ).,
“Biliyor musun? Az az yaşıyorsun içimde…” (EC-GDA).
1.⌠8⌡→ kana- [3], acı-, ağrı- (baş), demle-, gel-, git-.
2.⌠7⌡→ artır-, dağıt-, dök-, şımart-, yak-, yaşa-, ye-.
92
az buçuk:⌠16⌡/Bir parça, biraz./ “Bu haliyle az buçuk Charles Boyer'yi hatırlatıyordu.” (HT-KSA).,
“Kevser'in eli yüzü birazcık görünür, yerdeki hasırın sefaleti az buçuk bilinir.” (HAT-KHK)., “Ama marullar az buçuk
büyümüş.” (FB-ID)., “Bu hissi, bu rahatlığı yalnız kendimde duyduğumu sanır, az buçuk üzülürdüm.” (SFA-HBSK)., “Az
buçuk eksik gedik kapatıyordu, boğaz körletiyordu aldığı ücret.” (GY-H2).
→ hatırlat-* [2], açıl- {rahatlamak}, anla-, benze-, bilin-, büyü-, dokun- {bahsetmek},
ışı-, kız-, kok-, üzül-, yorul-.║ eksik gedik kapat-, kafası çalış-, kafayı bul-, (kahraman) sayıl-.
azca: Ø
az çok:⌠73⌡/Bir parça, oldukça, {biraz da olsa}./ “Demir kapılara takılmasın diye nasıl mektup
yazılacağını az çok bilirim.” (FÇ-UV)., “Hastabakıcının içeri girişinden hastanın durumunu az çok anlardık.” (EA-KIY).,
“Beni daha az ilgilendiren insanların da gönlünü almayı, içimden gelmese de hoş sözlerle sevindirmeyi az çok öğrendim.”
(İA-İKG)., “Birinden öbürüne geçtiği zaman az çok kendi de değişiyordu.” (AHT-H)., “Az çok neşelenir, herkes gibi
yaşardı; fakat uzviyetini hatırlayana kadar.” (AHT-H)., “Yüzü eskisinden daha açık, daha beyazdı şimdi; insana benziyordu
az çok.” (CD-Oİ)., “Az çok her işe aklımız erer, ama buna ermedi! Bakalım sonu nasıl bitecek? diyorlar.” (FB-T)., “Kayzer
Wilham'de bu hayale az çok bel bağlamıştır.” (FRA-Ç).
→ bil- [8], anla- [3], öğren- [3], değiş- [2], düşün- [2], izle- [2], neşelen- [2], unut- [2], al-,
anlat-, art-, azalt-, belir-, benze-, bilin-, bütünleş-, çevril- {tercüme etmek}, dayan-, değin-,
değiştir-, dertleşil-, duyul-, geçindir-, güreş-, inatlaş-, pekiş-, satıl-, sevin-, sez-, sezinle-,
silahlan-, sürdür-, şaşırt-, şekillen-, unuttur-, üre-, yansı-, yapıl-, yaşa-. ║ aklı er- [2], tahmin
et- [2], başarılı ol-, bel bağla-, değer ver-, emeğinin karşılığını ver-, endişeye düşür-, faydalı
ol-, iş gör-, itiraf et-, (kendi halinde) yaşa-, kendine gel-, (kendini) koru-, tahmin edil-, takdir
edil-, zarar ver-. ║ bakıp anla-.
⇒ az çok bilmek, az çok aklı ermek.
az daha:⌠95⌡/Az kalsın, neredeyse./ “Arkasından Kaptan seslendi:‘Talip Bey, az daha
unutuyordum:Salonda bekliyorlar. Size misafir de getirdim.’” (SK-D)., “Az daha ölüyordu. (MŞE-VÇ)., “‘Yaşayan Ölüler,’
diyecektim az daha.” (PK-BCR)., “Az daha bayılacaktı.” (SA-İÇ)., “Bir gürültü oldu; Ihlamur yönünden gelen 54 model bir
Dodge araba ile Nişantaşı'na doğru çıkan Skoda marka eski bir belediye otobüsü köşede az daha çarpışacaklardı.” (OP-
KK)., “Az daha en yakın dava arkadaşını vuruyordun.” (HC-KKKY)., “Az daha nöbetçilere yakalanıyordum.” (YK-OD).,
“Az daha Cemile'nin yüreğine inecekti..” (OK-C)., “”Senin yüzünden az daha cinayet işleyecektik.” (Mİ-DHB)., Taş
kırmakta olan işçiler onu böyle görünce, az daha küçük dillerini yutacaklardı.” (HT-KSA).
→ unut- [11], öl- [6], de- [5], bayıl- [3], boğul- [3], çarpış- [3], düş- [3], öldür- [2], düşür-
[2], vur- {silahla yaralamak} [2], ağla-, aldır-, asıl-, bat-, boğ-, bul-*, cay-, çarpıl-, çiğnen-
{ezilmek}, değ-, döv-, git-*, haykır-, kıkırdaklaş-, kır-, parçala-, sor-, şişmanla-, tanı-*,
unuttur-, yakalan-, yan-, yapıl-*, yetiş-*, yitir- {ölmek}, yumuşa- {sakinleşmek}. ║ yüreğine
in- [2], acından öl-, açlıktan kırıl-, ağzından kaçır-, aklından çık-, ayağa kalk-, cıgara iç-,
cinayet işle-, dama tıka- {hapse atmak}, damı boyla- {hapse düşmek}, diri diri gömül-, (iş)
bozul-, (işinden) ol-, katlet-, küçük dilini yut-, linç edil-, mahkemeye düş-, saçını başını yol-,
93
sebep ol-, şampiyon ol-, terk et-, tongaya bas-, uğrunda öl-, üstüne bas-, yangın çık-, yere düş-
, yere kapaklan-, yola çık-.
⇒ az daha unutmak.
azıcık:⌠154⌡/2. Kısa bir süre, az miktarda./ “‘Azıcık durduk,” dedi (YK-KSİ)., “Azıcık bekle.”
(YK-BE)., “Azıcık dinlen.” (ÇA-BAG)., “Azıcık düşündü.” (SA-KY). “Kömür azıcık kalmıştı.” (GY-H2)., “Ali elindeki çöpü
yere koydu, azıcık doğruldu.” (YK-OD)., “Azıcık oturayım işte, ne var sanki.” (ÇA-BAG)., “Bu mu aşk bu mu ürün bu mu
biz Sokul bana azıcık..” (ME-TŞ)., “Karşıdan esen yel onu kendine getirdi azıcık.” (YK-OD)., “…tekrar hediyelere ve
eğlenceye kavuşacaklarını hesaplıyarak azıcık sükûn bulmuştu.” (RHK-BS). “Şöyle bir düşündü. Sanki azıcık tedirgin
olmuştu.” (NE-GT)., “Kadınların da azıcık akılları başlarına geldi.” (YK-İM1).
→ dur- [13], bekle- [7], dinlen- [4], düşün- [4], konuş- [4], doğrul- [3], gel- [3], otur- [3],
yürü- [3], eğil- [2], eğlen- [2], ferahla- [2], içir- [2], kımılda- [2], kıpırda- [2], sokul- [2], sus- [2],
utan- [2], uyu- [2], yalvar- [2], yaz- [2], acı- {merhamet etmek}, açıl- (gökyüzü), açıl- {geriler},
aksa-, andır-, arala-, aran-, atış-, az-, azal-, bak- {ilgilenmek}, benzet-, boğuş-, buna-, canlan-,
çek- (yukarı), çiz- {yara olmak}, çömel-, dal-, değ-, diril-, durala-, fosilleş-, geç-, gıcırda-, git-
, gör-*, gözük-, ışı-, incit-, kal-, kestir- {uyumak}, kırıl- {darılmak}, kıskan-, kız-, kork-,
kurut-, nazlan-, sakinleş-, serinle-, sevindir-, sıkıl-, sinirlen-, söyle-, sür-, şaşır-, taş-, telaşlan-,
titre-, topla-, uç-, umutlan-, unutul-, uyut-, uzat-, ürk-, üşü-, üz-, yan- (ense), ye-. ║ kendine
gel- [3], sükûn bul- [2], aklı başına gel-, aklını topla-, bahsedil-, (başını) çevir-, beli bükül-,
canı sıkıl-, dikkat et-, gözü tut-, hava soğu-, hayret et-, isbat et-, itimat gel-, kendine getir-,
mahcup ol-, merak et-, mukayyet ol-, rahat et-, sakalı çık-, şekerleme yap-, sükûnet bul-,
tedirgin ol-, umut ver-, yüz ver-.
⇒ azıcak durmak (beklemek).
azimkârane: Ø
94
B
babacanca:⌠2⌡/Sevgi ve sevecenlikle, cana yakın olarak./ “Nazır, dürüst subaya babacanca
yol gösterdi.”., (TÖ-ŞÇT). “KARAGÖZ:Ee ne titriyorsun hazan yaprağı gibi köftehor? (Tutar, sarsar) Seni himayeme
alıyorum. (Sırtına vurur) Kılına dokunanı toz eder, sonra da fırçalarım. (Babacanca iter)” (TÖ-TO3).
→ it-. ║ yol göster-.
badehu: Ø
badema: Ø
bağrışa çağrışa: Ø
bağrış çağrış: Ø
bahanesiz: Ø
bahusus:⌠4⌡/Özellikle./ “Bahusus biliriz ki seni kendi haline komamışlardır.” (MTT-SS). “Bahusus,
Seniha ile münasebetlerinin şairane tarafını hiç sevmiyordu; genç kızın coşkunluklarını vahşi ve zarafete aykırı buluyordu.”
(YKK-KK).
→ bil-, duy-, sev-*. ║ affet-*.
bakarak: Ø--
bakımından: Ø--
balıklama:⌠14⌡/1. Suya dalmada, atlamada balık gibi gergin, düz ve baş aşağı bir
biçimde./ “Kayanın üzerine çıkıp balıklama suyun içine daldı.” (GY-H2)., “Eğer binlerce küçük pırıltı yaşayabildimse şu
on yedi yıl içinde, demek ki önümde bir ışık seli uzanıyor. Balıklama atlamalıyım onun içine.” (İO-LBA). ; /2. mec. Bir
işe, bir duruma, bir harekete sonucunun ne olacağını düşünmeden girişerek./ “İnsan balıklama
dalmalı içine hayatın.” (AB-YÖBV)., “Ben balıklama evden içeri giriverdim.” (KK-SE).
1.⌠3⌡→ dal- [2], atla-.
2.⌠11⌡→ dal- [6], atla- [4]. ║ (içeri) gir-.
⇒ balıklama dalmak, balıklama atlamak.
bana: Ø
bangır bangır:⌠5⌡/Yüksek sesle gürültüyle./ “Oysa dörtbir yanda türküleri bangır bangır
çalmıyor; bu çıplak ayaklı, eski lahmacuncu kont da paraları maraları vergisiz cebine indiriyordu.” (Sİ-ÖKS)., “Ondan bir
gün sonra telefonda bangır bangır bağırdı:‘On iki buçuk lira da etmez miyim ben?’” (Mİ-DHB).
→ aç- (ses), çal-* (türkü), çalın- (müzik), gel- (ses), oku-.
→ bangır bangır bağırmak.
95
bar bar:⌠1⌡//Öfkeli ve yüksek sesli olarak.// “Yıkılıyordu; bar bar ağlıyordu. Hıçkırıkları tamtam
seslerine karışıyordu.” (ŞY-1996).
→ ağla-.
→ bar bar bağırmak.
barbarca:⌠1⌡/2. Kaba ve kırıcı bir davranışla./ “Ø”. ; //Barbara yakışır biçimde.// “Bosna'da savaşın bütün şiddetiyle devam ettiği günlerdi; sadece insanlar katledilmiyor, Osmanlı mirası da barbarca yok
ediliyordu.” (BA-YYY).
2.⌠-⌡→ Ø
//…//⌠1⌡→ yok edil-.
bari: Ø--
basamak basamak:⌠5⌡/1. Yavaş yavaş./ “Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak” (NFK-Ç).,
“…durup arada bir arkamda yankılanan çıngırak seslerini sırtıma vererek birkaç saniye soluklanıyordum tabii, sonra gene
tırmanıyor ve basamak basamak ilerliyordum;…” (HAT-KHK)., ; /2. Derece derece./ “Ø”. ; //Aşamalı olarak// “Bir bir, basamak basamak anlatsan...” (EA-DÖY)., “Taburun gerisini koruyan takım, vuruşarak basamak basamak
çekilmiş...” (KT-YS).
1.⌠2⌡→ in- [2], ilerle-.
2.⌠-⌡→ Ø
//…//⌠2⌡→ anlat-, çekil-.
bas bas:--
→ bas bas bağırmak
basbayağı:⌠41⌡/2. Alışıldığı üzere./ “‘Çok şükür bugünlere!’ diye Salih, basbayağı bağırdı.” (SK-
D)., “- Kovdu mu? Nasıl kovar? -Kovdu işte, basbayağı kovdu...” (OK-C)., “İskender hep yapıyor bunu; oysa artık 'küçük'
de değil, basbayağı büyüdü.” (ŞY-1999).
→ bağır- [2], kov- [2], asıl-, ayır-, azarla-, büyü-, çalın-, çıldır-, delir-, dur-, git-, gör-,
ısın-, işit-, kaç-, keyiflen-, kız-, kork-, karşıla-, ol-, patla-, saçmala-, savrul-, sürün-, topalla-,
uç-, uydur-, ürk-, yan-, yaşa-, yaz-. ║ aklı karış-, alay et-, bir tuhaf ol-, eziyet et-, gözünü dik-,
oyun et-, tehdit et-, tir tir titre-.
basitçe:⌠1⌡/Basit olarak, kolay tarafından./ “Haydi lafı uzatmayayım da, söyleyeceğimi basitçe
söyleyivereyim:Ne okudumsa, zevk için okudum ben.” (FA-ZY).
→ söyle-.
başa baş:⌠1⌡/1. Eşit durumda, dengeli olarak./ “Ø”. ; /2. Birine üstünlük
sağlamadan./ “Teknolojik gelişmede, Birleşik Amerika'nın geldiği yer, Sovyetler Birliği'nin geldiği yerden, çok ilerde
değil. İkisi, başa baş gidiyorlar.” (ZA-MAAİ).
96
1. ⌠-⌡→ Ø
2. ⌠1⌡→ git-.
→ başa baş gelmek (veya kalmak).
başarılı:⌠8⌡/3. Başarılı bir biçimde, başarı göstererek./ “Tez başarılı geçerse, ertesi akşam
cuma ya da cumartesi toplayacağım herkesi eve.” (GD-ADM)., “Ve bu o kadar hızlı ve başarılı yürümüştür ki, diyorlar
ki:‘zaten 2001 yılının sonunda bu işi bitireceğiz.’” (OS-HT)., “Baskın, tam, başarılı yapılmıştı.” (HT-GF)., “Ölüm kalım
savaşı yapan Habeş ordusunda başarılı kumandanlık etti.” (SB-HAY).
→ geç- (ameliyat, harekat, iş vb.) [4], çizil- (karakter), yürü- (proje vb.) {ilerlemek}. ║
baskın yapıl-, kumanda et-.
başarısız: Ø
baş aşağı:⌠12⌡/2. Başı aşağı gelecek biçimde./ “Benim silahımdı omzundaki. Çaprazlama baş
aşağı asmıştı.” (EÖ-GSA)., “Şundan, tavuğu baş aşağı tuttun diye beş lira, bundan, tramvayda yüksek sesle konuştun, diye
on lira alıyorlar.” (YKK-Y).
→ as- [3], asıl-, çak-, çevir-, dur-, düş-, tut-.
→ baş aşağı düşmek, baş aşağı etmek, baş aşağı gelmek, baş aşağı gitmek.
⇒ başa aşağı asmak.
baş başa:⌠20⌡/Birlikte beraberce./ “İkisi de baş başa vermişler, ‘Ah şu karılarımızdan nasıl
kurtulacağız, çevremizde çok da güzel turist kızlar var’ diyorlardı.” (NE-GT)., “Akıbetimiz meçhul olduğundan, dört arkadaş
baş başa vermiştik.” (SB-HAY)., “Bir gün Ferdiye Hanımın evinde Madam Kraft'la baş başa konuşuyorlardı, kulağıma ara
sıra bazı vapur ve şehir isimleri çarpıyordu.” (YKK-KK).
→ konuş-* [7], yaşa- [2], dolaş-, gez-, görüş-, iç-, otur-, yürü-. ║ yemek ye- [2], hayât
sür-, sohbet et-*, (zaman) geçir-.
→ baş başa bırakmak, (bir kimse veya bir şeyle) baş başa kalmak, baş başa olmak,
baş başa vermek.
⇒ baş başa konuşmak.
başıboş:⌠23⌡/3. Yönetimsiz, baskısız, denetimsiz bir biçimde./ “Başıboş dolaştın, sesimi
çıkarmadım.” (AS-Ş)., “Pahalılık gene başıboş gidiyor, karşılıklı saygı tarihe karışıyor, az çalışıp çok kazanan kişiler türeten
ülke oluyorduk.” (NB-DÜF). ; /4. mec. Kendi isteğine göre, hiçbir etki altıda kamadan./ “Bir boz eşek de,
başıboş, oralarda dolaşıyordu.” (RHK-MH)., “Sokaklarda başıboş geziyorum.” (İA-İKG). “Sokaklarda başıboş
geziyorum.” (İA-İKG).
3.⌠14⌡→ dolaş- [5], yürü- [2], gez- [2], git-, görün-, otla-, yaşa-. ║ (su) ak-, (zaman)
geç-. ║ gezinip dur-.
4.⌠9⌡→ dolaş- [7], dolan-, gez-.
→ (birini) başı boş bırakmak, başı boş kalmak.
97
⇒ başı boş dolaşmak.
başı dertte: Ø
başıkabak:⌠4⌡/2. Başını örtmeden./ “Yalınayak başıkabak, bağrı açık yürürler.” (HT-EG).,
“Saksıdan tüyen çiçek Yalınayak başıkabak Denize indi” (ME-TŞ). ; //Yokluk içerisinde.// “böyle yalınayak,
başıkabak sürünmeyeceksin aç susuz, kir içinde, yağmur altında.” (YK-BE).
2.⌠3⌡→ in- (denize), otur-, yürü-.
//…//⌠1⌡→ sürün-*.
başkaca:⌠2⌡/Ayrıca/ “Ø”. ; //Başka herhangi bir biçimde.// “Dürü yalnız ağlamayı biliyor.
Başkaca ağız dil vermiyor.” (FB-T)., “Vermezsen benim ölümün üstünden geçip öyle gidersin. Başkaca gidemezsin, diye
sırnaştı.” (YK-BE).
1. ⌠-⌡→ Ø
//...// ⌠2⌡→ git-*. ║ ağız dil ver-*.
başlı başına:⌠1⌡/Başka şeylerden ayrı olarak, kendi başına, tek başına./ “Başka zaman
olsaydı, yeni kıpırdanmaların, yeni zevklerin, dışa dönük duyguların yaratılmasına başlı başına sebep olurdu bu.” (GY-H2).,
→ sebep ol-.
başta:⌠4⌡/2. Özellikle./ “Ø”. ; //Önceleri, başlangıçta.// “Ailem başta bir Alman'la evlenmeme
çok tepki göstermişti ama sonradan çok sevdiler.” (EA-KIY)., “İşte bu açıdan yeni bir terim olarak, Devrimcilik teriminin bu
her iki kavramı da kapsayıcı bir anlamla kullanılıp geliştirilmesinin Atatürk'ün anlayışına daha uygun düşeceğini başta
belirtmiştim.” (EK-DT..A).
2. ⌠-⌡→ Ø
//…// ⌠4⌡→ belirt-, söyle-. ║ ifade et-, tepki göster-.
→ başta gitmek, başta gelmek.
baştan:⌠132⌡/Başından alarak, bir kez daha, yeniden, {önceden, önceleri,
başlamadan}./ “Kaç kez baştan aldım, bozdum, bıraktım.” (BK-ÖM)., “Şeref de sanki kırk yıllık ahbapmışız gibi
teklifsizce gelip yanıma oturuyor. "Her şeyi baştan anlatayım," diyor Madam.” (AÜ-SG)., “Dur şunu baştan anlatayım
sana.” (AÜ-SG)., “A.S.Akat:Baştan söyledim, yararlı olabileceğini düşünüyorum dedim.” (ASA-AK)., “Hüsrev Bey, getirilen
kahveden edeplice bir yudum aldı. Daha baştan biliyordum zaten.” (AA-YÖT)., “Bende Mustafa ile ilgili bazı belgeler var.
İstersen meseleyi en baştan ele alalım." "İsterim," dedi genç adam.” (OA-BBAR).
→ al- [16], başla- [11], anlat- [10], söyle- [7], bil-* [6], yarat- [4], oku- [3], yap- [3], yaz-
[3], anla- [2], ayrıl- [2], belirt- [2], bilin- [2], düşün- [2], düşünül- [2], gör- [2], açıkla-, anımsa-,
belirlen-, çal-, çekil- (sahne), de-, diren-, döndür-, gevşet-, güreştir-, hatırla-, kazan-, kısıtlan-,
konuş-, kur-, kuşkulan-, oyna-, oynat-, özle-*, paylaş-, say-, sev-, sıkıl-, tasarla-, temizle-,
uyut-, yaşa-, yitir-, zırvala-. ║ ele al-, kabul et- [2], açık konuş-, apartman dik-, gönlü ol-*, göz
gezdir-, haksızlık et-, hallet-, hazır ol-, (inancını) yitir-, kabul edil-, (kader) yaz-, kafaya al-,
98
kapıları kapat- {ilişkiyi kesmek}, karşı çık-, kaybet-, önlem al-, plan yap-*, reddet-, tedirgin
ol-, yüreği burkul-. ║ girip çık-.
→ baştan kalmış (veya kalma).
⇒ baştan almak, baştan başlamak, baştan anlatmak (söylemek).
baştan aşağı:⌠48⌡/Hepsi, bütünü, bir uçtan öbür uca kadar./ “Dükkanı, rafları, masaları
üçüncü seferdir, gene baştan aşağı dolaştı.” (YK-KSİ)., “Saka kuşu, kafesiyle yazlık yeri olan bahçe duvarındaki çengeline
asılı, hemen her yaz ufacık kameriye filizi yağlı boya ile baştan aşağı boyanırdı.” (GY-H1)., “Annesi, beyaz başörtüsü ve
gittikçe derinleşen çizgileriyle karşıladı onu; önce baştan aşağı, bir yarası, bir hastalığı, bir aksaklığı var mı anlamak ister
gibi süzdü.” (AA-İGA).
→ süz- {bakmak} [9], boyan-, dolaş- [3], donan- [2], anlat-, boğ-, bozul-, bürün-, çarp-,
çiçeklen-, değiş-, dökül-, döşe-, gez-, göm-, örtül-, örtün-, örül-, parçala-, sars-, tak-, temizle-,
temizlen-, titre-, yan-, yık-, yırtıl-, yürü-. ║ bahset-, badana edil-, gazap kesil-, ipiltiye kes-,
muhalif ol-, talan et-. ║ sildi süpürdü.
⇒ baştan aşağı süzmek.
baştan başa:⌠78⌡/1. Tamamen, bütünüyle, hepsi bir arada./ “Ev eşyası, hemen baştan başa
değişiyordu.” (RNG-YD)., “Ankara baştan başa bayraklarla süslendi.” (SB-HAY)., “Bir âlem kurulur gibi yeniden
Baştanbaşa hayâl, düşünce, rüya, Billur bir kadehe benziyordun sen” (AHT-BŞ). ; /2. Başından sonuna kadar, bir
uçtan öbür uca./ “Gazeteci olarak, Anadolu'yu baştanbaşa, birkaç yol dolaştım.” (GY-R)., “Soldan sağa, baştanbaşa,
Brezilya renkli bir papağan geçer.” (EA-MR)., “Ev eşyası, hemen baştan başa değişiyordu.” (RNG-YD)., “Yürü güzel yol,
uzun yol Yurdumuzu baştan başa dolan!” (VŞA).
1.⌠51⌡→ değiş- [3], süslen- [3], döşen- [2], ayaklan- [2], benze- [2], donat- [2], örtül-
[2], yan- [2], yıkıl- [2], akla-, arat-, aydınlatıl-, boya-, boyan-, bürün-, dol- (veveylayla), öğren-,
ört-, tarat-, titre-, yaşa-, yıkan-, zehirle-, ║ (kanı alkol) kesil-, ateş sar-, ateşe ver-, badana et-,
beton dök-, egemen ol-, ele geç-, gam kapla-, kılıçtan geçir-, mizah kesil-, (öfke) kesil-, tahrif
et-.
2.⌠27⌡→ geç- [4], dolaş- [3], anlat- [2], dolan- [2], açıklan-, bakıl-, donan-, düşün-, kes-
, kesil-, kurul-, oku-, yırt-, yürü-. ║ hikâye düz-, katet-, mamur et-, mesrur görün-, mesut et-.
baştan savma:⌠9⌡/2. Gelişi güzel./ “Herşeyi baştan savma yapıyorsunuz.” (AN-AZDE)., “Karısı
Seval Hanım:«Nasılım, baksana bey?» deyince, Şaban Bey, omzu üzerinden gözlerini kısarak baştan savma baktı. İyi...”
(KT-Gİ)., “Öğle yemeğini ilk kez ça buk, baştan savma yedik.” (F-PY).
2. ⌠9⌡→ yap- [2], bak-, kaşağıla-, yapıl- (bir şey). ║ salık ver-, selâm al-, yanıt ver-,
yemek ye-.
baştan sona:⌠46⌡/Daima, her zaman, {başlangıcından sonuna değin}./ “Bana baştan
sona anlatsana, kim kimdir?” (AK-AA)., “Eskiden okurlar, gazeteleri baştan sona okurlardı.” (DC-BSKY)., “Operayı
baştan sona içime sindire sindire zevkle dinledim.” (NN-DM)., “Ben de ordumuzu baştan sona gözden geçirdim.” (HT-GF).
99
→ anlat- [9], oku- [8], dinle- [3], izle- [2], yaz-* [2], aç-, ayarlan-, değiştir-, dolaş-,
dolaştır-, düzenlen-, geçil-*, görül-, izlen-, konuş-, planlan-, sar-, tanı-, tasarla-, yaşa-. ║
gözden geçir- [3], devret-, prova et-, sadık kal-, seyret-.
⇒ baştan sona anlatmak, baştan sona okumak.
bata çıka:⌠23⌡/Güçlükle, zorlukla./ “Otobüsten inip karlara bata çıka yürüdüm.” (OB-HYD).,
“Çamura bata çıka ilerliyorum.” (FE-HBM-O)., “Tanklar bata çıka geçtiler çamurlu yollardan. “ (F-BS).
→ yürü- [6], ilerle- [4], gel- [2], koş- [2], dolaş-, geç-, git-, in-, tırman-, uzan-, var-,
yaklaş-, yönel-.
⇒ bata çıka yürümek, bata çıka ilerlemek.
batsat: Ø
bayağı:⌠125⌡/4. Hemen hemen, âdeta./ “Gelinciğe bayağı sulanıyordu.” (BRE-DKD)., “Çünkü
oyun bayağı ‘cuk oturmuş’.” (MF-HYT)., “Baktım, gerçekten de hepsi bayağı bir kırılacak.” (ES-SUYK)., “Bizim doktor
anlattı da tüylerim ürperdi bayağı...” (EB-BG). ; /5. Gerçekten, çok, oldukça, epey./ “Bu sayıyı hazırlarken,
bayağı heyecanlanmıştık.” (HC-KKKY)., “Bayağı üzüldün Turancılar'a!” (RI-KG)., “Annem bayağı müteessir oldu.” (HT-
KSA)., “Bayağı merak ettim şimdi.” (BA-TO1). ; /6. Çok iyi, pekâlâ./ “Buradaki çevreler onu bayağı tanıyor, ve
filmini bekliyorlar.” (TÖ-LEM)., “Yosma bayağı yalan söylüyordu işte.” (AA-YÖT).
4.⌠12⌡→ benze- (birine), inan-, kırıl-, sulan- (birine), ulu-. ║ cuk otur-, erkek ol-, …
hal al-, (kendine) eş tut-, tüyleri ürper-.
5.⌠113⌡→ heyecanlan- [4], kız- [4], kork- [4], üzül- [4], düzel- [3], gençleş- [3], yadırga-
[3], ferahla- [2], hoşlan- [2], irkil- [2], öfkelen- [2], sevin- [2], telaşlan- [2], utan- [2], acı- (birine),
alın-, azarla-, benimse-, bocalat-, bozul-, büyü-, canlan-, coş-, çoğal-, çök-, derinleş-,
dinçleştir-, diren-, eğlen-, eğlendir-, geliş-, hızlan-, homurdan-, hüzünlen-, ısıt-, içerle-, incel-,
iyi ol-, kes-, kısalt-, koş-, kurtar-, kutla-, nazlan-, olgunlaş-, özle-, sat-, sersemleş-, sinirlen-,
şaş-, şaşır-, şımartıl-, şüphelen-, tiritlen-, tut-, yorul-, zevklen-, zorlan-. ║ merak et- [4],
hoşuna git- [3], kendini kaptır- [2], sıkıcı ol- [2], zaman al- [2], ayaz çık-, başarılı ol-, başı dön-,
canını sık-, cazip görün-, cesaret ver-, gıcık al-, gözünde büyü-, (içini) rahatlat-, keyfi kaç-,
merak sar-, müteessir ol-, öne geç-, rencide et-, sıkıntı ver-, sohbet et-, yer tut-, zor durumda
kal-. ║ utanıp kızar-.
6.⌠2⌡→ tanı-. ║ yalan söyle-.
→ bayağı kaçmak
bayıla bayıla:⌠4⌡/İsteyerek, istekle, çok isteyerek, severek./ “Utanmadan bayıla bayıla
anlattı...” (RHK-BS)., “İlkçağ tanrıları, yakılan kurbanların dumanını hazdan bayıla bayıla koklarlarmış; kitaplı dinlerin
Tanrısı da insanları kendisine tapsınlar diye yaratmış...” (NA-KD/A)., “Bu yakaya geçince Beyoğlu'na çıktım, Elhamra'da
Edward G. Robinson'un bir filmi, 'Penceredeki Kadın' oynuyordu, girdim, bayıla bayıla seyrettim.” (OP-KK).
100
→ anlat-, kokla-, oku-. ║ seyret-.
bayır aşağı:⌠17⌡/Tepeden düze doğru, düzlüğe yönelerek./ “Tepeye vardıktan sonra, yol
tepenin gerisine, bayır aşağı iner …” (NC-SY)., “Bayır aşağı yürüdüm.” (NH-MİM3)., “köyde küfelerin içine yatıp bayır
aşağı yuvarlanmıştık” (DÖ-BAY).
→ in- [6], yürü- [2], bırak- (kendini), düş-, ilerle-, indir-, it-, kaç-, yuvarlan-. ║ koyver-
, yola koyul-.
⇒ bayır aşağı inmek.
bayır yukarı:⌠1⌡/Tepeye doğru, yokuş başına yönelerek./ “Bayır yukarı koşar. Uzun
yürüyüşlere çıkar.” (SB-BŞM).
→ koş-.
bayramdan bayrama:⌠8⌡/Seyrek./ “Aydan aya, bayramdan bayrama almıştır defterini eline, pek bir
sıkıldığı günlerde, yapılacak başka bir iş bulamadığı, karşısına dedikodu edecek kimse çıkmadığı saatlarda yazmıştır.” (NA-
KD/A)., “Çok kışlar geçirdik, görmedik yazlar Bayramdan bayrama çalınır sazlar…” (OCK-KE). ; //Her
bayramda.//“Kocaman yakalı, beyaz gömleğini de bayramdan bayrama giyiyor babam.” (CK-BR)., “Belki de bu yüzden
çok seyrek olarak, ancak bayramdan bayrama, birisini gönderip, beni Haydarpaşa çayırına bitişik evine getirtirdi.” (MU-
BDA).
/…/ ⌠2⌡→ eline al-, (saz) çalın-.
//…// ⌠6⌡→ giy-, giyin-, gör-, getir-, kuşan-. ║ namaz kıl-.
bayramda seyranda:⌠1⌡/Seyrek./ “Bayramda seyranda gidip elini öperdik.” (BŞ-DKO).
→ el öp-.
bayramüstü: Ø
bayramüzeri: Ø
bazen**:⌠702⌡/Ara sıra./ “Akşam Fazlı Paşa yokuşunun üzerinden geçerken mektep dönüşü bazan gelir,
yine gölgeler içinde küçük bir kedi gibi bozulur, kabak çekirdekçiyi beklerdi.” (GY-H1)., “Soralım kendi kendimize bazen
:Layık mıyız çocuklarımıza?” (AB-YÖBV). “Onu tanıdığım aylar içinde garip bir hâlet-i ruhiye [ruh hali] yaşıyordum. bazen
neşeli olduğum zamanlar birdenbire gelen bir nöbetle hırçınlaşıyor, bazen katıla katıla gülüyor, bazen de hıçkırıklarla
ağlıyordum.” (KHK-YAH)., “Bazen tuhaf yargılarla karşılaşıyorum:...” (Sİ-DSG)., “İnsan bazen sözün gücünü unutuyor.”
(AA-TO3)., “Ulan, dedi, ulan Gazi.. Bazen deha gösterirsin be!” (OK-AY)., “Bazen öyle illet oluyorum ki şu kıza!” (AA-
TO3)., “Fakat bir ümit elimi bağladı. Bazen günlerce ortadan kayboldum.” (SA-K/S).
→ gel- [5], sor- (kendi kendine vb.) [3], ağla- [2], dal- [2], düşün- [2], gerek- [2], gör- [2],
gözük-* [2], karşılaş- [2], ol- (bir şey) [2], san- [2], unut- [2], uyun-* [2], ak-* (su), alkışla-,
anlat-, bağır-, bekle-, çağır-, çekin-, dayan-*, de-, değiş-, değiştir-, dilen-, fırla-, git-, görül-,
gözetle-, gül-, hazırla-, hazırlan-, hırçınlaş-, hoşlan-, inan-, incele-, işit-, kal-, kaplan-, karış-,
kay- (su), kesil- (ses), koş-, oku-, otur-, rastlaş-, saklan-, sanıl- , söyle-, sür-, takıl-, tükür-,
101
ucuzla-, uğra-, ver-, ye-*, yor-, yürü-. ║ birbirine karış-, bahset-, boş ver-, {aldırmamak},
çalgı çal-, deha göster-, duymazlıktan gel-, elzem ol-, göz göze gel-, haberi ol-*, (ikinci
planda) kal-, (içi) geç-, yerinde dur-*, ileri götür- {abartmak}, illet ol-, kabul et-*, kâbus gör-,
kan başına sıçra-, kaybol-, lafa karış-, meşgul ol-, müteessir ol-, muvaffak ol-, nöbet bekle-,
olgun davran-, ortadan kaybol-, (öfke nöbetine) yakalan-, resim yap-, sınırı aş-, söz açıl-, şiir
söyle-, telefon et-, tezahür et-, (yağmur vb.) yağ-, yardım et-.
bazı:⌠4⌡/2. Bazen./ “Hiç belli olmaz... bazı bakarsın, üç ay, beş ay eşek satılmaz, elinde kalır... bazı da
bakarsın bir günde beş eşek birden satılmış..”. (AN-AZDE)., “Ama para yok, pul yok. Bazı şeytan diyor, at kendini den ze,
bitsin şu iş.” (F-PY)., “Padişah bazı kendi geliyordu.” (TÖ-TO3).
→ bak- [2], de-, gel-.
bazı bazı:⌠47⌡/Ara sıra./ “Bazı bazı çıkar biri, zeki olduğunu söyler.” (OA-KO)., “Bundan başka, bazı
bazı horoz sesleri duyulur, dağ taş çınlar.” (KT-Gİ)., “Kafkalaşma salt biçim denemesi olarak gözükür, bazı bazı
benzetmeler içe kadar gider.” (DH-SS).
→ duyul- (ses) [2], getir- [2], ağrı- (bel), bakar-, başla- (savaş), bekle-, bul-
{rastlamak}, çık- {denk gelmek}, çınla- (ses), de-, duy-, düş-, düşün-, düzenlen-, gecele-, geç-
, git-, gör-, ilgilen-, in-, kal-, karart- (ışık), kederlen-, kınalan-, konuş-, kur- {hayal etmek},
okşa-, ol-, ölüleş-, sars-, sor-, söyle-, uğra-, yıl-. ║ (başını) daldır-, boş laf et-, cenk et-, hisset-
, hoşuna git-, (ödlekliği) tut-, söz dinle-, yalan söylen-.
bebekçe: Ø
bedaheten: Ø
bedava:⌠45⌡/3. Herhangi bir bedel ödemeden./ “Bedava versem bile okuyan yok.” (FE-HBM-O).,
“Emin olun ben bedava alırım!..” (RNG-AR)., “Bedava yaşıyorlar bu ülkede.” (OA-KB).
→ ver- [9], yaşa- [3], al- [3], iç- [2], alın-, bas-, bırak-, bul-, çal-*(müzik), dağıt-, dik-
(dikiş), gir-, götür-, iste-, kapat-, kazanıl- (para), kullan-, oku- (okul), otur-, veril-, ye-. ║
seyret-, akıl danış-, bekçi dik-, mevlit oku-, koynuna al-.
⇒ bedava vermek.
bedavadan:⌠9⌡/Bedava olarak, cabadan./ “Fakir fukara bunu eskiden bedavadan alırdı.” (NM-
TÖ2)., “O da bedavadan sarhoş olur ve eğlenir...” (SA-İÇ)., “Vaktinde pazarlardan ucuza alınır, yılkıya bırakılır, arpasız,
samansız bedavadan bir sonraki yılı bulurdu.” (AS-YA).
→ bin- (otobüs), bul-, eğlen-, al-. ║ (boğazı) çık- {karnını doyurmak}, kahraman ol-,
sahip ol-, sarhoş ol-, üste ver-.
bedavasına: Ø
102
bedavaya:⌠10⌡/Bedavadan./ “Toprakları bir iki şirket alıyor, hattâ bedavaya.” (OS-HT)., “Gemi
bedavaya satıldı ve son Türk gemisi böylece batırılmış oldu.” (EÇ-TY2005)., “Allah selamet vere, kaynana dikenini dediği
gibi büsbütün bedavaya vermemiş, her bir balya alanın adını, «Fındık toplama zamanı, bize iki gün çalışacaksınız, ha!»
diyerek deftere yazdın vermiş...” (KT-Gİ).
→ al- [2], satıl- [2], gel-, bırak-, ver-*, getir-. ║ karılık yap-*, taş taşı-.
⇒ bedavaya almak, bedavaya satmak.
bedence: Ø
bedenen:⌠1⌡/1. Beniyle, vücuduyla./ “Ø”. ; /2. Beden gücüyle./ “Babam okumasız yazmasız
bir 'taşeron' olduğu için hem işçilerin yevmiye defterlerini tutar, hem de işlerine bedenen yardım ederdim.” (FA-SUYK2).
1. ⌠-⌡→ Ø
2. ⌠1⌡→ yardım et-.
begayet: Ø
behemahal:⌠4⌡/Her halde, ne olursa olsun, ne yapıp yapıp, mutlaka./ “Fazıl Beyciğim,
içkiyi behemahal terk etmelisiniz!” (Aİ-YK)., “İnkılâp bu yolu bize mut laka yürütecek, bizi buna behemahal götürecektir.”
(NSÖ-AD)., “Eğer Reşit Beyefendi istemiş olsaydı, behemahal kazanırdınız.” (RNG-ÇK).
→ götür-, kazan-. ║ terk et-, taahlütleri yerine getir-.
bel bel:⌠6⌡/Mel mel./ “Evsen kız, gözünü açmış bel bel bakmıyordu.” (FB-T)., “Kantarcı bel bel
bakıyordu.” (OK-KT)., “Ağzının içine bel bel baktırdı, bıraktı bizi.” (GY-H2).,
→ bak-* [5], baktır-.
⇒ bel bel bakmak.
beleşten:⌠1⌡/Emek vermeden, karşılıksız./ “Bir koyuna bir torba saman parası veren yok!
Beslenirse günde on okka süt veren dağ gibi inekleri yağmaladılar beleşten...” (KT-Gİ).
→ yağmala-.
belki: Ø--
belli belirsiz:⌠147⌡/2. Zorlukla seçilen, yarı belirsiz olarak, duyularak, çok az belli
olarak./ “Belli belirsiz gülümsüyor, gözleri koyulaşmış, yumuşacık, sevgiyle bakıyor.” (AÜ-SG)., “Nesime de bakıyordu
kuşkusuz, hatta Hasan'm görebildiği kadarıyla o, bir yandan da belli belirsiz titriyordu.” (HAT-KHK)., “Sıcak buram buram
topraktan tütüyor, ekinler erimiş demir gibi kıpkırmızı ve belli belirsiz dalgalanıyordu.” (KT-Gİ)., “Müge, Müfit'in ardından,
uzunca bir süre, şefkatle baktı; bilgisayarının başına dönmeden, kendi kendine gülümseyip, belli belirsiz içini çekti.” (Aİ-
YK).
→ gülümse- [16], titre- [7], dalgalan- [5], mırıldan- [4], sallan- [4], seçil- [4], sez- [4],
aksa- [3], aydınlat- [3], de- [3], duy- [3], gör- [3], kıpırdan- [3], sırıt- [3], aralan- (dudak) [2], değ-
[2], gel- (ses) [2], seç- [2], sin- [2], utan- [2], ak-, al-, anımsa-, anla-, aydınlan-, boya-, bozul-,
bulutlan-, çık-, çıtırdat-, çök-, dayan-, diril-, dokun-, döndür-, duyul- (ses), duyul- (koku),
103
fısılda-, gerin-, git-, gör-, heyecanlan-, ışı-, incele-, işit-, kaykıl-, kımılda-, kımıldan-, kız-,
kızıllaştır-, kok-, okşa-, öp-, ötüş-, parla-, paylaş-, peltekleş- (dili), pembeleş-, sezinle-, sıçra-,
sık-, söv-, söylen-, süzül-, tıkırdat-, yansı-, yap-, yaslan-, yat-, yükselt-. ║ iç çek- [3], ayırt
edil-, bağ kur-, başını salla-, fark et-, geri çekil-, gözü seyir-, hayal et-, hisset-, işaret et-,
pişmanlık duy-, selam ver-, surat as-, telmih yap-.tereddüt et-, üzüntü duy-.
⇒ belli belirsiz gülümsemek, belli belirsiz iç çekmek.
bembeyaz:⌠7⌡/2. Pırıl pırıl, apaçık bir biçimde./ “Eski püskü bir bisikletin üzerinde bembeyaz
gülümsüyordu; mahallenin bıçkın delikanlısı!” (BU-GYÇ)., “Polis, belirli bir şekilde heyecanlı; gözbebekleri büyümüş,
dudakları bembeyaz:‘Vali’ dedi, ‘...dağılmaları için bir saat mühlet verdi.” (Aİ-YK)., “Onu derin ve koyu zümrüt sular içinde
parıl parıl bembeyaz gördüm.” (GY-H1).
→ gülümse- [2], de-, gel-, gör-, görün-, uyan-.
bence: Ø--
bencilce:⌠1⌡/Bencile yakışır biçimde./ “Ama bütün bunlardan haberi olmayan biri doğal olarak
bencilce davranacaktır.” (İO-LBA).
→ davran-.
bencileyin:⌠6⌡/Benim gibi./ “Diyelim ki öyledir, demir alır bencileyin Bir evin yüzeyini terk etmiş olur
Biri bulup yapıştırır duvara balkonları.” (AB-EZ)., “Tasam oldu sırrınız, Donmuş kımıldamayan, Birer rüzgâr mısınız?
Bencileyin düşünür, Dalar, ağlar mısınız?” (CST-BŞ).
→ ağla-, dal-, düşün-, ol-, sev-. ║ demir al-, hizmet et-.
bende (II): Ø
benden: Ø
beraber:⌠556⌡/1. Birlikte, bir arada, {yan yana, iç içe, bir arada}./ “‘Beraber gitsek,’ dedi
Nuri.” (AK-AA)., “Beklersen beraber çıkalım da bir kebapçıya gidelim.” (SA-İÇ)., “Akşam yemeğini üçümüz beraber yedik,
İhsan kederini muzlim bir sima altında saklıyor; fakat bir an Ayşe ile meşgul olmadan hâli değil.” (HEA-AG)., “Ali de
beraber gelsin.” (KT-Gİ)., Aldığım, zaman on dört yaşında idi, on senedir beraber yaşıyorduk.(RHK-MH)., “‘Gel, beraber
oturalım!” dedi. (SA-İÇ)., “Beraber eve döndüler.”(SA-KY)., “Erkek çocuklarla kızlar karmakarışık otururlar, beraber
okur, beraber oynarlardı.” (GY-H1)., “Benimle gelin, akşam namazını camide beraber kılalım., dedi.” (EI-KA)., “Alışveriş
yaptınız beraber.” (FB-T)., “Beraber bir resim çektirdik” (BRE-DKD)., “Beraber çıkar gideriz.” (F-PY)., “Sonra
konuşarak, gülerek Köprü'yü beraber geçip gidiyoruz.” (HEA-AG). ; /2. -e rağmen, -e karşın./ “Ø”.
→ git-* [78], çık-* (-i, -e) [42], ye- (yemek) [30], gel-* [26], yaşa-* [23], götür-* [19],
otur- [17], iç- [15], yürü-* [15], al- [13], dön- (-e, -den) [12], gez- [12], getir-* [11], yap- [11], yat-
* [11], gir- [10], çalış- [9], oku- [9], bulun- [8], geçir- (zaman vb.) [8], oyna- [8], geç- (-i, -e) [6],
gör- [6], ağla-* [5], dolaş- [5], kal- [5], büyü- [4], düşün-* [4], gül- [4], topla- [4], dinle- [3],
dövüş-* [3], eğlen- [3], hatırla- [3], kalk- [3], öl- [3], sürükle- [3], aç- [2], at-* [2], atla- [2], bekle-
[2], bin- [2], çek- [2], in- [2], uçur- [2], uyu- [2], yürüt- {ilerletmek} [2], yüz- [2], ara-, ayıkla-,
104
bak-, bırak-, bitir-, bul-, çevir- {oynamak}, çıkar- {yayınlamak}, dal- {uyumak}, dövüşül-,
dur-, duy-, duyul-, gerçekleştir-, gov-, gönder-, götürül-, güneşlen-, ısır-, imzala-, inan-, işe-,
kaçır-, kaldır-, kırıl-, kızart-, konuş-, kutla-, öğren-, öldür-, ölün-, sabahla-, sakla-, sallan-, sık-
, söyle-, susul-, sür-, taşı-, tat-, tutuklan-, tüket-, uç-, uyan-, üşü-, ver-, yaşan-, yaz-, yazıl-,
yıka-, yuvarlan-. ║ namaz kıl- [2], ahbap ol-, alışveriş yap-, askerlik yap-, aşık oyna-, çift sür-,
denize gir-, durum değerlendir-, (gezintiye) çık-, hapis yat-*, hapisten çık-, harbe git-, hareket
et-, hazırlık yap-, idare et-, idrak et-, iş yap-, (işe) git-, karar ver-, resim çektir-, rüya gör-,
seyahat et-, spor yap-, teslim et-, yola çık-, yolculuğa çık-, yolculuk yap-. ║ çıkar gider [2],
geçip git-, gidip getir-, girip çık-*, gülüp eğlen-, oturup düşün-, uğraşıp yap-, yaşayıp geçin-,
yatıp kalk-.
⇒ beraber gitmek, beraber çıkmak, beraber yemek, beraber yaşamak.
beraberce:⌠99⌡/Birlikte, beraber, olarak./ “Zira otele ikisi beraberce gidecekler.” (RHK-BS).,
“Kuşkaya'dakiler de indiler, şosedekilere katıldılar, beraberce Dermenköy'e yürüdüler.” (CD-Oİ)., “Bir gün beraberce
Roman Koş'un eteklerine çıktılar, bir araba odun kesip eve indirdiler, ellerinde baltalar ahırın önünde odunları yardılar,
ahıra taşıdılar, duvarın önüne tavana kadar istif ettiler.” (CD-Oİ)., “Yemeği de orada beraberce yeriz.” (KHK-YAH).,
“Beraberce ata binip Padişahın sarayın, geliyorlar.” (PNB-AGUG)., “Şadan, Bekir'in yanına döner. Beraberce sıralardan
birine otururlar.” (NH-YM)., “Çıkarken hesabı, kasadaki meyhaneciye beraberce ödediler.” (Sİ-İGÇÖ2).
git- [11], yürü- [7], çık- (-i, -e, -den) [6], dön- [3], gel- [3], gir- (-e) [3], yaşa- [3], gül- [2],
hazırla- [2], otur- [2], ye- [2], aç-, ara-, bil-, çalış-, çalış-, çıkar-, değiş-, dilen-, dinle-, geç-,
gez-, gönder-, götür-, güreş-, incele-, konuş-, kur- (parti, dernek vb.), okut-, oyna-, rastlan-,
şaş-, takıl-, topla-, uyan-, uzaklaş-, uzan-, üzül-, yap-, yayımla-, yaz-, yüksel- (ses), yüz-. ║
çare düşünül-, devlet kur-, dişlerini fırçala-, gözden geçir-, harbe git-, harekete gel-, hatim
indir-, hesap öde-, kaybol-, (kollarını yana) aç-, küfret-, (masa) kur-, münakaşa et-, özgür ol-,
razı ol-, sarhoş ol-, şiir yaz-, tard et-, tetkik et-, türkü söyle-, yolculuğa çık-, yürüyüşe çık-,
zengin ol-.
beraberinde:⌠50⌡/Yanında, {birlikte, yanında}./ “Beraberinde düşlerini getir.” (ŞY-1996).,
“Beni de beraberinde götürse...” (AHT-H)., “Eflâtun'a göre; tohumlarını yüce Tanrı'nın attığı, akıllı ve ebedî ruh, başta..
Tohumlarını aşağı Tanrılar'ın attığı fanî ruh göğüste bulunuyor, bu ruh bütün duygulan ve arzuları beraberinde taşıyor...”
(EI-NS)., “Hulasa hemen hemen muhayyilesinde yaşayan genç adam cennet ve cehennemini beraberinde gezdiriyordu.”
(AHT-H).
→ getir- [34], götür- [9] , taşı-[4], gezdir-, gör-, içer- {kapsamak}.
⇒ beraberinde getirmek, beraberinde götürmek.
bereket: Ø--
berenarı:⌠1⌡/hlk. Şöyle böyle, az çok, biraz, oldukça./ “Mehmet, berenarı yapıp yakıştırdı
çarıkları.” (SK-D).
105
→ yapıp yakıştır-.
bermutat:⌠6⌡/Alışılagelen biçimde, her zaman olduğu gibi./ “Şimdi bermutat radyonun
yanındaki sedirde ayaklarını altına almış oturuyordur.” (HT-KSA)., “Sekine Hanım, Cihangir'e gitmiş ve Servet Bey, daire
dönüşü bermutat Cercle d'Orientda kalmıştı.” (YKK-KK)., “Ertesi sabah, bermutat Abbas beni uyandırdı.” (GY-H1).
→ otur- [2], bağrış-, de-, kal-, uyandır-.
bertafsil: Ø
besbelli:⌠97⌡/2. Anlaşıldığına göre, anlaşılıyor ki./ “Başka bir "şey" biliyordu besbelli, ışık
azalmaya yüz tutmuş olsa gerekti.” (EB-YU)., “Besbelli çok kızmıştı.” (PK-BCR)., “Korkmuştu besbelli ama, Erkan'ın
korkusu onunkinden de büyüktü. (SD-K)., “Besbelli Halûk okumamıştı.” (Sİ-ÖKS)., “‘Çok sarsılmışsın besbelli, kendinde
değilsin,’ diyor.” (PK-BCR)., “Biraz önceki sözlerini unutmuşlardı besbelli…” (EI-KA)., “Yutmadı besbelli, anladı
gönülsüzlüğümü, soğuğun örtemediği küçümseme de yayıldı yanaklarına...” (VB-SvB)., “Senin soyundan birine çekmiş,
besbelli...” (NE-GT)., “Besbelli, olup biteni merak etmiş!” (Aİ-YK)., “Beni anlamak için çaba göstermeyecek besbelli.” (İA-
İKG)., “Ama zamansız gelmişim besbelli.” (NE-GT).
→ bil-* [5], bekle- [2], çek- {benzemek} [2], çekin- [2], düşün- [2], kıskan- [2], kork- [3],
oku-* [2], unut- [2], acık-, alın-, anımsa-*, anla-*, anlaşıl-*, ara-, buluş-, dal- {kendini
kaptırmak}, dayan-*, de-, dur-, etkile-, gecik-, git-, gör-*, görün-*, hatırla-, hoşlan-*, inan-*,
iste-, kaç-, kaçın-, kapıl-, katlan-, kız-, kızdır-, konuş-*, küs-, oyalan-, öl-, önemse-, saklan-,
sarsıl-, sev-, sevişil-, şaşır-, tüt-, utan-, üşü-, yadırga-, yanıl-, yap-*, yen-, yerin-, yet-*, yut-
{kanmak}. ║ aklına gel-* [2], aklına düş-, aklına getir-*, aklını kaçır-, bilmezlikten gel-, canı
çek-, çaba göster-*, (dışarıya) çık-*, (dünyâya) doy-*, erkek ol-, gol ol-, gözü dön-, işine gel-
*, kafası işle-, kıymeti art-, merak et-, ortalıkta dolan-, ödü yarıl-, rüya gör-, tasa taşı-, tedirgin
et-, uygun gör-, (ürkütecek boyutlara) ulaş-, üzerinde dur-, yardım et-*, zamansız gel-, zor
gel-. ║ ortalığı kırıp geçir-.
besmelesiz:⌠4⌡/1. Besmele çekmeden./ “Yaza hiç uğramadan bu ikinci güz Besmelesiz yaşıyorum”
(ME-TŞ)., “Besmelesiz çıktım yola Dil uzattım sağa sola” (NA-KD/A)., “Hiç besmelesiz işe başlanır mı?” (YE-HS).
→ yaşa-. ║ adını an-, yola çık-, işe başla-.
beş vakit:⌠1⌡/3. mec. Her zaman, günün her saatinde./ “Moskova Radyosu, günde beş vakit,
'vatan müdafaa harbinden' dem vuruyor; beynelmilelcilikten ne kaldıysa, o da gürültüye gitti:” (Aİ-OKB).
→ dem vur- (-den).
beyhude:⌠40⌡/2. Boşuna./ “Bu harp, olursa eğer, çok kan dökülecek. Fakat çekeceğimiz ıstıraplar
beyhude olur, eğer metodu değiştirmezsek...” (AHT-H). “Beyhude arıyorsun, Nihal?” (HZU-AM). “Beyhude
yoruluyorsunuz, dedi.”(RNG-YD). “Elke ancak o zaman, ellerini nereye koyacağını şaşıra şaşıra dedi ki:...beyhude
üzülmeyiniz.” (Aİ-OKB).
→ ara- [3], yorul-* [3], çalış-* [2], ağla-, aran-, asabîleştir-, bekle-, çabala-, çağla-, çal-
(düdük), çırpın-, doyur-*, düşün-, gez-, hatırla-, kırdır-, korkut-, pinekle-, seslen-, sürü-, tut-*,
106
üzül-*, yan- (lâmba), yor-. ║ ağız yap-*, çene yor-, eziyet et-*, figan et-*, (güneş) doğ-,
kaçacak delik ara-, lâf et-*, mahrum kal-, telaş et-, telaşa düş-, zahmet et-, zahmet ol-.
beyhude yere:⌠16⌡/Boş yere, boşu boşuna, gereği yokken./ “Bekir köylü alışkanlığıyla
avluda beyhude yere kağnıyı aradı.” (KT-Gİ)., “Beyhude yere Nuran'ı itham ediyorum...” (AHT-H).
→ ara- [3], bekle-, beklet-, çırpın-*, hatırla-*, övün-*, yor-. ║ itham et- [2], iftira et-,
figan et-, methet-, vakit geçir-, (yüzü) kızar-*.
beyninde: Ø
bıcır bıcır: Ø
bıldır:⌠4⌡/ hlk. Geçen yıl, bir yıl önce./ “Beşi bıldır bitirdi.” (FB-T)., “Hazreti İsa gibi bir delikanlı.
Bıldır hastalandı Reis, yandı ateşler içinde.” (NH-MİM3)., “Anam bıldır öldü.” (NH-MİM3)., “…kibrit çaktım cevahir
yalazım yel aldı gitti derecikviran köprüsünü bıldır sel aldı gitti” (Aİ-SB).
→ bitir-, hastalan-, öl-. ║ sel al-.
biçimli:⌠2⌡/2. Uygun olarak, yakışacak şekilde./ “Bırakırım ha.. Oynayacaksan biçimli oyna!
Bırakırsan bırak oğlum, paralar kutuda..” (OK-AY)., “Katibin eline sertçe vuran deveci:- Biçimli otur, bak, öfelerim ha!
dedi.” (OK-C).
→ otur-, oyna-.
biçimsiz:⌠6⌡/4. Yakışıksız olarak./ “Küpeşteden bırakılan bir kalas gibi, istikametsiz ve biçimsiz
düştü.” (SFA-SS)., “Savurgan mevsim başladı işte, rüzgârlar biçimsiz esmede.” (GD-TO1). “Ördeklerin şarkısı sona
ermişti. Biraz biçimsiz kaçmıştı öyle Prenses Cemile içeriye girerken.” (Sİ-ÖKS).
→ düş-, es- (rüzgâr), kalk-, oturt-. ║ (aşağı) sark-, biçimsiz kaç-.
bihakkın: Ø
biilaç: Ø
bikes : Ø
bilahare:⌠21⌡/Sonra, sonradan, daha sonra, sonraları./ “Ben bu şahsın hüviyetini size bilahare
bildireceğim.” (AA-YÖT)., “Ben bu şahsın hüviyetini size bilahare bildireceğim.” (AA-YÖT)., “Hâki Cahit'in, Nâmî ise
Câvit'in nâm-ı müstearı olduğunu bilâhare öğrendim.” (GY-GH)., “Sanık Akile Dilek Alev ifadesinde………Tahsin isminde
bir şahısla yemek yediklerini bilâhare Tahsin'in babasını kendisine İsveçli olarak tanıttıklarını, bilâhare Nizamettin
Cantürk'ün de orada olduğunu………Behçet'in kendisine vermiş olduğu iki adet el telsizini bankadaki kasasında sakladığını,
bilahare Nizamettin Cantürk'ün istemesi ile telsizleri verdiğini,……… beyan etmiştir.” (SY-BECO)., “Mehmet Ağar da
DYP'den milletvekili olmayı düşünür ken, bilâhare bundan vazgeçmiştir.” (SY-BECO).
→ bildir- [3], öğren- [2], belirt-, dönüştür-, duy-, düşün-, git-, görüş-, kaçırıl-, kapatıl-,
planla-, söyle-, yaptır-, yayıl-. ║ beyan et- [3], (denize) dökül-, hizaya getir-, iade edil-, intihar
et-, irca et-, karar veril-, maruf ol-, mümkün ol-, özür dile-, para çek-, taayyün et-, takarrür
ettiril-, telefon et-, temin et-, teyit et-, üzerine al-, vazgeç-.
107
⇒ bilahare bildirmek.
bilaistisna:⌠2⌡/İstisnasız, ayrıksız, ayrım yapılmadan./ “Tekmil Anadolu ahalisi istiklali milliyi
tahlis için baştan aşağı yekvücut bir hale getirilmiş ve bilaistisna tekmil kumanda heyetleri ve arkadaşlarımız yüksek bir
fedakari ile müştereken ittihazı karar eylemiştir.” (EK-DT..A)., “Alim, cahil, bilaistisna, tekmil efradı milletimiz, belki içinde
mündemiç müşkilatı tamamen idrak etmeksizin, bugün yalnız bir nokta etrafında toplanmış ve sonuna kadar kanını akıtmaya
karar vermiştir.” (EK-DT..A)., “Semer devirmek, bir yoldaşın mensup olduğu ortayı bırakıp başka bir yeniçeri ortasına
geçmesiydi, bunu da hemen bilaistisna genç yoldaşlar, kaşı gözü yerinde, eli ayağı düzgün civelekler yapardı;…” (REK-Y).
→ karar eyle-, karar ver-.
bilakayduşart: Ø
bilakis: Ø--
bilasebep: Ø
bilavasıta: Ø
bile: Ø--
bile bile:⌠62⌡/Bilerek, isteyerek, önceden tasarlayarak, düşünülerek, kasten./”Bile bile
yapıyorsun.” (GY-KO)., “Anitos, sen bile bile geldin o gün.” (TO-SS)., “3. yüzyılın Anadolusunu dolanalım, neler gördük,
neler bildik söyleyelim, yurt dediğin bile bile sevilir.” (CAK-AKBO)., “Güreşi bile bile uzatıyor, o deve azmanını döndürüp
duruyordu yöresinde.” (NC-SY)., “Yoksa aldanıyordum, ister istemez, bile bile aldanıyordum.” (PS-SK)., “Bir hesabı vardır,
bile bile yalan söylemiştir.” (OP-KK)., “Tamaaam, bile bile herifi ateşe atamam.”(Mİ-DHB).
→ yap-* [10], gel- [2], sev- [2], uzat- [2], aldan-, aldat-, alkışla-, atlan-, bekle-, benzet-*,
betimle-, böbürlen-, çıldır-, de-*, diren-, düş-, giriş- (işe), git-, katıl-, kes-, kırıl-, koy-
{yerleştirmek}, satıl-, seç-, sevil-, söyle-, sürdür-*, uğraş-, uydur-, yadsı-*, yaşa-, yücelt-,
zehirlen-. ║ yalan söyle- [2], açık ver-, aleyhine kışkırtıl-, anlamazdan gel-, ateşe at-*, ateşe
atıl-, fenalık et-, fenalık yap-, geç koy-, görmezlikten gel-, (kendini) at-, kötü yola düş-*,
ölüme git-, padişah yap-, satın al-, savaşım ver-, şehit olun-, teslim ol-, yanlış yola düş-*.
⇒ bile bile yapmak.
bilfiil:⌠5⌡/İş olarak, iş edinerek, gerçekten, eylemli olarak./ “Yeniçerilerin ihtilal hazırlığı
ramazanın ilk günlerinde bilfiil başladı.” (REK-Y)., “Savaş başlayınca 5 tümeni zırhlı, (Panzer) olmak üzere, 52 tümenlik bir
kuvveti bilfiil savaşa soktu.” (FA-YST)., “Fakat yeni Türkiye devleti bir devlet-i iktisadiye olacaktır ve bu devleti en kuvvetli
temeller üzerinde çok az zamanda kurmak hususunda Japonlardan az müstait olmadığını bilfiil isbat edecektir.” (MB-AK).
→ başla-. ║ isbat et-, savaşa sok-, şahsiyat yap-, yüze çarp- (koku).
bilgece:⌠5⌡/2. Bilgeye yaraşır biçimde, hakimane./ “Bilgece yaşadı, bilgece öldü.” (MU-BDA).,
“Büyükbabam, bilgece, ‘Olur böyle şeyler:ancak başöğretmensen başöğretmensin. Biz eğlenmemize bakalım,’ demişti.” (TY-
AÖ).
→ bak-, de-, öl-, yap-, yaşa-.
108
bilgili:⌠1⌡/2. Bilerek./ “Bilgili gelinmeli bu kitaplara.” (BN-DY1).
→ gelin- (-e) {yaklaşmak}.
bilgince: Ø
bilhassa:⌠27⌡/Özellikle./ “Ağırca hasta olduğu bir gün bütün dostlarını isimleriyle yâdetmiş ve
Dânişmend Selîkî ile hakiri [Âşık Çelebi] bilhassa anmış. (BN-DY1)., “Bunu idam cezalarında bilhassa görürüz.” (REK-Y).,
“Amerika'nın bazı baskılarına rağmen, keza NATO'nun diğer üyeleri de Amerika'nın Vietnam politikasına bulaşmamaya
bilhassa dikkat etmişlerdir.” (FA-YST)., “Kalmamı bilhassa rica etti.” (KB-DÇ)., “Alâka ve himayenize bilhassa teşekkür
ederim.” (NSÖ-AD)., “Mebus luğunuzu bilhassa tebrik ederiz.” . (SA-İÇ).
→ an-, getir-, gör-, kal-, sevindir-. ║ dikkat et- [5], rica et- [4], teşekkür et- [2], büyük
rol oyna-, (dikkati) çek-, ehemmiyet ver-, emret-, göze bat-, göze çarp-, itina göster-, sözü
geç-, tebrik et-, tercih edil-, zikredil-.
⇒ bilhassa dikkat etmek, bilhassa rica etmek.
bililtizam:⌠1⌡/Bile bile, bilerek ve isteyerek./ “Kurşunları kimseye atmıyor, bililtizam kimseyi
belki öldürmüyor, fakat bütün bu halkı, gittikçe daralarak daha sıkı bir halka hâlinde onu ihata eden halkı birkaç dakika
durdurdu.” (HEA-AG).
→ öldür-*.
bilistifade: Ø--
bilmukabele:⌠1⌡/1. Karşılık olarak./ “Bizden korkuttuğunuz kadar ayrılmamışsınız demek.
Bilmukabele samimî tebriklerimi ciddi muhabbet ve hasret histerimle birlikte sunarım.” (CKM). ; /2. Ben de, size de,
sizlere ait./ “Ø”.
→ (tebrik) sun-.
bilmünasebe: Ø--
bilvasıta:⌠2⌡/Vasıtasız, araçsız, aracısız olarak, doğrudan doğruya./ “Fakat ne şekilde
olursa olsun kendiliğinden Selânik'e gidersem işi temin edeceğini bilvasıta bildirdi.” (MB-AK).
→ bildir-.
binaen: Ø--
binaenaleyh: Ø--
binde bir:⌠14⌡/2. Seyrek olarak./ “Binde bir sinemaya giderdik.” (Sİ-DSG)., “Bu tutku binde bir
yaşanıyor, yaşatılıyor, çoğu kez ise tüketiliyor.” (VG-GHO)., “Kaçma, kaçırma gibi hâdiselere tektük raslanırdı; ahlâksızca
vak'alar da binde bir görülürdü.” (RHK-MH)., “Binde bir topluca arkadaş evlerine gidilir.” (NM-TÖ2).
→ çık- {rastlanmak}, gel-, gidil-, git-, gönder-, görül-, uğra-, yaşan- (tutku), yaşatıl-
(tutku). ║ ortaya at-, ihtimal ver-, meyve ver- yolu düş-, üstesinden gel-.
binnetice: Ø--
109
bin türlü:⌠2⌡/2. Birbirinden çok farklı biçimde, çok değişik biçimde./ “Bulurlar sabaha
siyah, çirkin bir balık olarak Açıklayamazlar artık beni bin türlü.” (ŞY-1999)., “Oyunun adı aynı kalır, topluluğa ve starlara
göre, bin türlü oynanır.” (AB-BBYŞ).
→ açıkla-*, oynan-.
biperva: Ø
bir**:⌠241⌡/10. Bir kez./ “Hele deneyin bir! Bir deneyin!” (TDK-KO)., “Şunu bileniniz varsa, bir
anlatın! dedi.” (KT-Gİ)., “…güneş mi kamaştırdı gözlerini, bedenini ne; önce bir gerindi, şaşırdı,..” (FO-KSA)., “Okuyan:
Sen bir karakola görünsen, dedi.” (NC-SY). ; /11. Sadece./ “Ø”. ; /12. Ancak, yalnız./ “Ø”. ; //Önce,
öncelikle, hele// “Gelen adaya bir bakıyor, hemen de, hiç durmadan, yangından kaçar gibi geldikleri tekneye doluşarak
arkalarına bakmada kaçıp gidiyorlar.” (YK-KSİ)., “Ah bir bilebilseydi bunları...” (TB-KA), “Ah şu sözü bir
hatırlayabilse!..” (Aİ-YK)., “Canım bir soralım hele, hanımı bilezikleri verecek mi?” (Mİ-DHB)., “Bir göz atalım.” (NC-
SY)., “Aman Bey'im ekin işini bir yoluna koyalım...” (KT-Gİ).
10.⌠15⌡→ dene- [3], anlat-, bağır-, bak-, dolaş-, ertelen-, gerin-, görün-, gözük-, sars-,
yutkun-. ║ güreş tut-, nara at-, telefon et-.
11.⌠-⌡→ Ø
12.⌠-⌡→ Ø
//…//⌠22⌡→ bak- [3], bil- [2], al-, atlat- (gün) {geçirmek} [2], dinlen-, düşün-, hatırla-,
konuş-, kurtul-, sars-*, sor-. ║ göz at- [5], yoldan çık-, işi yoluna koy-.
⇒ bir denemek, bir göz atmak, bir bakmak.
bir ağızdan:⌠73⌡/Hep birlikte, beraberce, hep birden./ “Biz ikimiz bir ağızdan "Böh!" diye
bağırıyoruz.” (FÇ-UV)., “Sonra bir ağızdan:‘Neden olmasın?’ dediler.” (GD-AK)., “Yalın ayak genç kızlar atının dizginini
yakalamış, kimi mahmuzuna dayanmış, yüzlerini ona emniyetle, muhabbetle çevirmişler, tehlikesiz ve dost, hepsi bir ağızdan
konuşuyor. (HEA-AG)., “Generalin sorusunu, adeta fısıldarcasına, bir ağızdan yanıtladılar:‘Her yerdeydik.’ (GD-AK).
→ bağır- [13], de- [6], konuş- [6], yanıtla- [5], bağrış- [4], söyle- [4], sor- [2], ağla-, atıl-,
başla-, çığrış-, gürle-, haykır-, haykırış-, homurdan-, oku-, sayıkla-, sayıştır-, solu-, sus-, takıl-
, tekrarla-, yankıla-. ║ şarkı söyle- [3], cevap ver- [2], türkü tuttur- [2], şikâyet et-, teşyir et-,
huuu çek-, karşılık ver-, dile getir-, dua oku-, feryat kop-, (ötmeye) koyul-, söze gir-, türkü
söyle-.
⇒ bir ağızdan bağırmak (bağrışmak), bir ağızdan demek (konuşmak, söylemek),
bir an:⌠1297⌡/Çok kısa bir süre için {içinde}/ “Durdu iki yaka, bir an durdu, Hayvanlar bile
gitmedi üstlerine.” (CK-BŞ)., “Nezahat hanım bir an düşündü:‘Sana Reşat Nuri Bey'in Yaprak Dökümü'nii vereyim’ dedi.”
(DÖ-GYKK)., “Bir an insanlara baktı.” (CD-Oİ)., “Bir an susuyor Mustafa, sonra bana dönerek. ‘Bu kaybolan kız, sizin
muhbiriniz miydi amirim?’ diye soruyor Mustafa.” (AÜ-SG)., “Haçça bir an durakladı:‘Bugün giysi mi yuyacağız, yoksam
ben Bayram'la orağa mı gideceğim?’" (FB-ID)., “Bir an sustum.” (GY-H1)., “Düş gördüğünü sanıyor bir an.” (NG-BKR).,
“Nimet Hanım bir an durakladı.” (NSÖ-AD)., “Bir an ürkünç bir sessizlik olur.” (OA-M)., “Yaşarla göz göze geldiler bir
an.” (OK-KT)., “Kumandan bir an durdu düşündü.” (SK-D).
110
→ dur-* [140], düşün-* [134], bak- [122], durakla- [61], sus- [45], san- [31], gör-* [27],
bakış- [17], bekle- [16], durala- [13], şaşır- [9], unut-* [9], dal- [8], dinle- [6], kork- [6], parla- [6],
sarsıl- [6], sür- [6], süz- [6], anımsa-* [5], belir- [5], bırak- [5], irkil- [5], ara- [4], de- [4], görün-
[4], hatırla-* [4], yaşa- [4], aydınlan- [3], ayrıl-* [3], bocala- [3], çıkar- {tanımak} [3], don- [3],
dön- [3], durdur- [3], gülümse- [3], kal- [3], konuş- [3], sallan- [3], sendele- [3], sevin- [3], şaşala-
[3], titre- [3], ürper- [3], yavaşla- [3], anla-* [2], aydınlat- [2], bakakal- [2], bakın- [2], canlan- [2],
cay-* [2], çekin-* [2], dayan-* [2], dönüş- [2], duy-* [2], düş- [2], eğlendir- [2], gevşe- [2], git-
[2], hayalle- [2], iste- [2], karar- [2], kestir-* {öngörmek} [2], kur- [2], seslen-* [2], soluklan- [2],
sustur-* [2], tanı-* [2], ürk- [2], yitir- [2], zorla- [2], açıl-, afalla-, bağlan-, bağrış-, benimse-,
benze-, benzet-, bil-, boğul- (sese), böl- (düşünceleri), bul-, bulutlan-, bunal-, çak- (saadet),
çözül-, davran-, din- (uğultu), diren-, doğrul-, donakal-, durgunlaş-, duyul-, duyumsa-, düşle-,
ekşi-, engelle-, fırla-, fısılda-, geç- (bulut), geç- (saadet), gel-, genişle-, gerile-, gömül-,
gönder-, görül-, gül-, hülyalan-, ısıt-, ışı-, inanma-, işit-, kaçınıl-*, kal- (dünyada), kalk-, kan-,
kapan-, kapıl (duyguya)-, karış-, karşılaş-, kayna- (ortalık), kaynaş-, kes- (ateş etmeyi), kesil-
(mırıltı), kıpırdan-, kok-, kucakla-, kurtul-, kuşkulan-, mırıldan-, öl-, parçalan- (bulut), parla-
(saadet), salla-, sarıl-, sersemle-, sez-, sinirlen-, sor-, söyle-, sun-, şaş-, telâşlan-, tenhalaş-,
toparla-*, toplan- (ışık), tutuştur-, umutlan-, uyar-, uyu-, uzaklaştır-, üşü-, üzül-, yala- (yüzünü
bir ifade), yansı-, yaşan-, yatıştır-, yayıl-, yelten-, yıkıl- (düş), yönel-, yüksel-, yürü-*, yüz-,
zayıfla- (ışık). ║ hisset- [17], sessizlik ol- [17], göz göze gel- [15], kalakal- [7], gözlerini yum-
[7], aklına gel- [6], aklından geçir-, gözlerini kapa- [5], aklından geç- [4], başını kaldır- [4], farz
et- [4], içinden geç- [4], kararsız kal- [4], sesini çıkar-* [4], tereddüt et-*, [4], cevap ver-* [3],
geri kal-* [3], gözden kaybol- [3], gözü parla- [3], seyret- [3], zannet- [3], aklından çıkar-* [2],
ara ver-* [2], başını çevir- [2], dengesini kaybet- [2], dışarı çık- [2], elini tut- [2], gözlerini ayır-
* [2], gözü dal- [2], gözü iliş- [2], gözü karar- [2], gözünü ayır-* [2], hatırdan çıkar-* [2], içinden
gel- [2], kabul et- [2], kaybet-* [2], kaybol- [2], korkuya kapıl- [2], kulak ver- [2], merak et- [2],
ne diyeceğimi bil- [2], ne söyleyeceğini bil-* [2], öylece kal- [2], ses et-* [2], sessiz kal- [2],
silaha yapış- [2], şaşkın kal- [2], şüphe et-* [2], tereddüt geçir-, [2], (acı) yayıl-, acıma duy-,
aklını çel-, aklını yokla-, algılama güçlüğü çek-, alnı kızar-, ardından çekil-*, asılı kal-, ayağa
kalk-, ayakları yerden kesil-, ayakta kal-, baş başa kal-, baş başa ver-, başı dön-, başından
ayrıl-*, başını döndür-, başını öne eğ-, birbirinden ayrıl-*, boş kal-, boşlukta kal-, boynunu
bük-, cevapsız dur-, çıt çık-*, dehşete kapıl-, derisine gir-, dudak kıvrıl-, eli git-, elinden düş-,
elini daya-, elini koy-, esintiye kapıl-, etkisine gir-, eylemsiz kal-, fal tut-, fark et-, gerek duy-,
geri çekil-, geri dur-*, geri kak-*, gözden kaybet-, gözden uzaklaştır-*, gözden yitir-, gözü
dal-, (gözleri) buluş-, gözleri büyü-, gözleri ışılda-, gözlerini dik-, gözlerini ovuştur-, gözünün
111
önüne gel-, gözleriyle süz-, gözlüklerini kaldır-, gözü kamaş-, gözü kay-, gözü seç-*, gözü
takıl-, gözünden git-*, gözüne görün-, gözüne takıl-, gözünü aç-*, gözünü al-, gözünün önüne
gel-, gözünün önüne getir-, güler yüz gör-*, haline acı-, hareketsiz kal-, hareketsiz kal-,
hatırından geç-*, hava açıl-, hayal et-, hayali gözünden git-*, hazer et-*, hedef ol-, hisse kapıl-
, hoşuna git-, ışığa boğul-, ışık vur-, içi burkul-, içi geç-, içi şenlen-, içi yan-, içinde kıpırdan-,
içinde dehşet uyandır-, içinde kıskançlık yüksel-, içini sar-, ihtimal ver-*, ikircik geçir-, işten
baş al-*, kafası takıl-, kafasından at-*, kafasından çık*-, kalbi çarp-, kanı don-, karar ver-*,
kararsızlık geçir-, karmakarışık ol-, karşılık bul-*, karşısına çık-, kem küm et-, (kendi içinde)
kaybol-, kendinden geç-, (kendine) uzak bul-, kendine yabancı bul-, kendini bırak-, kendini
kaybet-, kendini topla-, kendini tut-, kendini üstün gör-, kendini yitir-, kıpkızıl kesil-, koku al-
, konuya takıl-, konuyu çevir-, kör ol-, kusur et-*, kuşku duy-*, meraka düş-, ne yapacağını
bil-*, ne yapacağını bilemeden kal-, ne yapacağını kestir-*, nutku dur-*, paniğe kapıl-, rahat
bırak-*, rahatlık duy-, razı ol-*, sabır buyur-, sağır ol-, ses çık-*, sesini yükselt-, sessizliğe
gömül-, sessizlik kapla-, sessizlik yaşan-, soğuk bir duş geçir-, soluğu kesil-, soluğu tıkan-,
(soluğunu) tut-, soluk al-*, surat asıl-, sükût et-, şaşkınlık duy-, tasavvur et-, taş kesil-, tatlı
söz eşit-*, tedirgin davran-, telaşa kapıl-, tereddüte düş-, ters bak-, umuda kapıl-, ürkek kal-,
ürperti duy-, varsay-, vazgeç-, yakasını bırak-*, yakınlık duy-, yalnız bırak-*, yalnızlık duy-,
yan yana gel-, yanıt bekle-, (yeri) tırmala-, yerine mıhlan-, yok ol-, yüreği sızla-, yüz yüze
gel-, yüzü çevrik kal-, yüzü karar-, yüzü titre-, (yüzünü) aydınlat-, yüzünü buruştur-, zayıf
davran-. ║ durup bak- [4], durup düşün-* [4], donup kal- [2], gidip gel- [2], aydınlanıp sön-,
durup geç-, gözünün önünden gelip geç-, ışığı yakıp söndür-, (ışık gözlerinde) çakıp geç-, inip
kalk-, olduğu yerde dikilip kal-, ölüp diril-, parlayıp sön-. ║ durdu düşündü [3], durur bakar,
katıldı kaldı, sindiler kaldılar, şaşalar durur
⇒ bir an durmak, bir an düşünmek, bir an bakmak, bir an duraklamak, bir an
hissetmek, bir an göz göze gelmek.
bir anda:⌠484⌡/Çabucak, {aniden, hemen, bir kerede, aynı süreçte}./ “Haluk'un aslında
yolculuğa çıkmayıp bir başka kadınla buluşmak için yolculuğa çıkıyorum, diye kendisini kandırdığını düşündü birden; bu
düşünce bir anda aklının içindeki görüntüleri değiştirdi…” (AA-YÖT)., “Güverte bir anda boşalmış, gemi tam bir ölüm
sessizliğine gömülmüştü.” (EÖ-P/S)., “Başını kaldırdı Bekir:Ayı Dağ'ı, Roman Koş'u, yaylayı, Ceneviz kalesini hep birden,
bir anda gördü; içinden:‘Allah'ım, ben onun kalbini kırdım, taksiratımı affet!’ dedi.” (CD-Oİ)., “Bir anda her şeyi
unuttu...” (AÜ-SG)., “İhtiyar gazeteci evine döndüğünde, bir anda, bütün dünyasının yıkıldığını anlamış:Boş evinde artık ne
Proust'un kıskançlıklarım düşünebiliyormuş, ne de Albertine ile geçirdikleri güzel zamanları, ne de Albertine'in nereye
gittiğini. (OP-KK)., “Ama bir anda her şey durdu.” (AB-BBYŞ)., “Massimo, onu bir anda silahsız ve çırılçıplak bırakmıştı.
Massimo, içinin bütün denklemlerini bir anda değiştirmişti.” (MM-ÜAKO)., “Bu duygu içinde bir anda uyanmış ve o anda
da yıllardır bildiği, ezberlediği çok eski bir gerçek gibi içine yerleşmişti.” (AA-YÖT)., “Orada bütün seçenekler, demir kapı
yüzünden bir anda yok oluyor.” (BA-TO1)., “Kafasından bir anda bunlar geçti. Hasan Paşa bir anda kararını verdi.” (HT-
112
M)., “Bir anda kan ter içinde kaldım ama, kurtulamıyorum ki...” (KK-SE)., “Bu feryat güvertenin üstünü bir anda allak
bullak etmişti.” (HT-KSA)., “Her şey, bir anda olup bitti.” (GD-AK)., “Boyunduruğu altında kaldığı anıları bir anda silip
süpürecek; yıllar yılı cayılmış yolculuk, uzaklara... çok uzaklara, gönlüne ferahlık verecekti. (Sİ-ÖKS).
→ değiş- [8], boşal- [8], gör- [7], unut- [6], anla- [5], dur- [5], kapla- [5], bit- [4], yaşa-
[4], açıl- (çiçek) [3], dağıl- [3], değiştir- [3], fırla- [3], gel- [3], al- [2], algılan- [2], anımsa- [2],
belir- [2], bul- [2], büyü- [2], canlan- [2], çök- [2], dol- [2], dön- [2], düşün- [2], geç- [2], geçil-
[2], kaynaş- [2], ol- [2], öl- [2], parçala- [2], parla- [2], sıçra- [2], silin- [2], sön- [2], söyle-* [2],
tüket-* [2], ulaş- [2], uyan- (duygu) [2], uzaklaş- [2], var- [2] açıl-, al-, anımsat-, anlamsızlaş-,
as-, at-* {kurtulmak}, aydınlan-, aydınlat-, bağla-, başla-, birik-, birleş-, bit-, bitir-, boşalt-,
bozul-, bulan-, çal- (müzik), çalkalan-, çıkar-, çöz-, dağıl-, dağıl- (sarhoşluk), dalgalan-, de-,
doğ-, dol-, dolaş- (fısıltı), doldur-, doluş-, don-, donuklaştır-, dönüş-, dönüştür-, dur- (sesler),
düş-, etkile-, ez-, fırlat-, gaddarlaş-, geç- (tutku), gerçekleştir-, gir-, giriş-, git-, göllen-, görün-
, gülüş-, haberlen-, hafifle-, harca-, hareketlen-, hatırla-, havalan-, ışı-, iç-, ihtiyarlat-, inle-,
iste-, işit-, iyileş-, kabalaş-, kaç-, kaçır-, kalk-, kapış-, kapışıl-, karşılaş-, karşılaş- (gözleri),
kavra-, kay-, kesil- (ses), kesil- {sonlanmak}, kımıldan-, kıymetlen-, kızar-, kork-, kuru-,
kurutul-, küçült-, oku-, omuzla-, oylan-, öldür-, önemsizleş-, öt- (görültü), parala-, parlat-,
patla-, patla- (ampul), saldır-, sar-, sarar-, sars-, sarsıl-, sev-, sez-, sıyrıl-, sıyrıl- (bulut), sislen-
, sivril-, sor-, soy-, sön- (lamba), sön- (tutku), söndür-, sustur-, sümür- (çorba), şaş-, şiş-, tanı-,
taşı-, tatlılaş- (sesi), toparlan-, toplaş-, tut- {kapladı}, tüken-, uç-, uçarılaş-, umutlan-, uzaklaş-
, uzaklaştır-, ünlü ol-, ürper-, yapış-, yaşan-, yatıştır-, yavaşla-, yayıl-, yayıl-, yaz-, yetiş-,
yığıl- (odun), yıkıl-, yit-, yitir-, yumuşa-, yut-, yut- (sel). ║ yok ol- [8], kafasından geç- [4],
kaybol- [4], kendini …da bul- [4], yok et- [4], karşısına çık- [3], kan ter içinde kal- [3], ortalık
karış- [3], yerinden fırla- [3], ateş al- (tüfek vb.) [2], ayağa fırla- [2], birbirine gir- [2], birbirine
karış- [2], çarpıl- [2], fark et- [2], gözü açıl- [2], haber yayıl- [2], karar ver- [2], karmakarışık ol-
[2], mahvet- [2], mutlu ol- [2], paramparça ol- [2], sökün et- [2], vazgeç- [2], ağızdan ağıza
dolaş-, al takke ver külah ol-, allak bullak et-, alta al-, ana baba gününe dön-, âşık ol-, aşıp yit-
, ateş yak-, (ateşini) söndür-*, ateşler içinde kal-, (attan) atla-, ayaklarının dibine ser-, bağlantı
kur-, başına birik-, (başını) içeri çek-, başını kaldır-, batağa saplan-, (bataklığa) dön-, bayram
yerine döndür-, biçim değiştir-, bigâne ol-, bir araya gel-, buhrana kapıl-, can bul-, can gel-,
ciğerini kavur-, çadır dikil-, çevresine topla-, çevresini al-, çırılçıplak bırak-, çırılçıplak kal-,
delik deşik ol-, dengesini kaybet-, dengeyi boz-, dereye in-, derinliğe çek- (deniz), dibi boyla-,
(dikkat) yoğunlaş-, dudağı titre-, durumunu kaybet-, duvara çık-, duygularını yen-*,
(duyguya) kapıl-, (dünya) altüst ol-, düzen boz-, elleri boş kal-, etrafını al-, etrafını çevir-,
etrafını sar-, fışkırıp çık-, geride kal-, göğsünün içine sok-, göklere uç-, gözden ıra-, gözden
113
kaybol-, gözden yit-, gözleri kısıl-, gözünde tüt-, gözüne gir-, gözyaşına boğul-, gürültüyle
dol-, hançer sapla-, harekete getir-, hatırına gel-, havaya kaldır-, hayal et-, hazır ol-, hevesini
kes-, heyecanı geç-, hisset-, hücum et-, içi sevgi dol-, içi titre-, içine al-, ihtimal belir-, imkân
ol-, kafadan silip at-, kafasına indir-, kafasından geçir-, kahkahaya boğul-, kan beynine çıkar-,
kanını dondur-, kanını em-, karanlığa gömül-, karanlığa yuvarlan-, karanlık ol-, kârını ikmal
et-, karmakarışık ol-, kavga kızış-, kendinden geç-, kendini kaptır-, (kendini) sersefil bul-,
kıpkırmızı kesil-, kıyıya dikil-, kisveye bürün-, korkusunu yen-, kör ol-, kül et-, (mermi)
yağdır-, mesleksiz kal-, neşesi yerine gel-, neye uğradığını şaşır-, ortalık dağıl-, (ortamı)
değiştir-, (ortalık) savaş alanına dön-, ortasına düş-, ölümden çevir-, öne atıl-, önlem alın-,
önü kesil-, önüne çek-, piyasaya çık-, renk değiştir-, (rüyadan) uyandır-, sancak altında
toplan-, savunmasız kal-, sesi kesil-, sesleriyle dol-, sevince garkol-, (sıfırdan yüze) yüksel-,
sırrını çöz-*, sırsıklam ol-, sırsıklam terle-, silahsız bırak-, siniri yatış-, su içinde kal-,
şarampole yuvarlan-, tabanca çek-, tabanca doldur-, tadını tat-, tekme savur-, ter bas-, ter
boşan-, tere bat-, terk et-, tersine dön-, teşekkül et-*, tetiğe çök-, umudu sön-, üzerine at-,
yapayalnız kal-, yere ser-, yere yuvarlan-, yerini …e bırak-, (yeryüzü) kötülükle dol-, yokuş
çık-, (yukarı) çık-, yumruk at-, yüzü değiş-, yüzünden kızarıklık uç-, yüzüne ifade yerleştir-,
yüzyüze getir-, zengin ol-, zihninden geç-. ║ olup bit- [4], silip süpür- [2], alıp götür- [2], bey
olup çık-, mahvolup git-, olup çık-, silinip git-, süpürülüp git-, yitip git-.║ yitti gitti [2], dondu
kaldı, siler geçer.
bir an önce:⌠118⌡/Hemen olabildiği kadar ivedi./ “Tren bir an önce gelmeli, o yoluna gitmeli,
ben kışlama dönmeliydim.” (EB-BG)., “Bir an önce gitsinler diye, çayı hemen koydum ocağa, çok nazik ev sahipleri gibi,
önce bir kahve içip içmeyeceklerini sordum, içmezlermiş.. ne âlâ!” (EI-KA)., “Oysa insan gideceği yere bir an önce
varmalıdır.” (Sİ-İGÇÖ2)., “Bir an önce evlen içlerinden birini seç.” (SB-SS)., “Ama yine de bir an önce artık olup bitsin
istiyordu her şey.” (ÇA-BAG).
→ gel- [10], git- [9], var- [5], bitir- [3], dön- [3], ol- [3], ulaş- [3], uzaklaş- [3], at- [2],
çağır- [2], evlen- [2], söyle- [2], yap- [2], yetiş- [2], ağar- (gün), alış-, anlattır-, bekle-, bildir-,
bit-, bitiril- (gün), büyü-, çık-, dağıl-, duy-, gel- (gün), gel- (yaz), geliş- (ortak yazı),
gerçekleştir-, gir-, gör-, görül-, in- (akşam), kaç-, kalk- (tren), kavuş-, konuş-, konuşul-, kur-,
nikahlan-, öğren-, sakinleş-, sonuçlan-, tamamla-, taşı-, temizlen-, tut-, tüy-, yetişil-, yıkan-. ║
olup bit- [3], son bul- [2], adam ol-, barış masasına otur-, (buyruğu) yerine getir-, döl al-,
ekarte et-, gerçekleri kabul et-, haber yetiştir-, hallet- (işi), hayata atıl-, işe koyul-, işine bak-,
işini bitir-*, izin veril-, kendini kurtar-, (kent) düş-, kollarının arasına al-, meclisten geç-,
mesleğini eline al-, ortaya çık-, (otobana) çık-, sancak dik-, temin et-, tertibat al-, tezkere
çıkar-, yalnız kal-, yer değiştir-, yola çıkart-. ║ bas git, evlenip yuva kur-. ║ defol git.
114
bir ara:⌠759⌡/1. Kısa bir süre./ “Bir ara Hikmet Bey, annesine döndü:Biliyor musunuz, Paris'i
hatırlatan her şey beni heyecanlandırıp sevindiriyor, bütün dertleri unutturuyor, dedi.” (AAİGA)., “Ahmet Ziya, bir ara,
Elke'nin benzer bir disiplinden kaçtığını düşündü; bu çeşit benzerlikler, onu harap ediyordu.” (AİOKB)., “Bir ara, kime
rastladımsa hepsi Adalet'ten söz ediyor, gidip gitmediğimi soruyorlardı.” (CKİSDY)., “Komşu hanımı ziyarete gitmedim, bir
ara birkaç çiçekle gider görürüm.” (GDADM)., “Bir ara duruyor, "Aslında erkek, kadının incinip tepki gösterdiği sözleri
bilerek söyledi," diyor, kendisini üçüncü tekil kişiye dönüştürerek.” (İAGKD)., “Bir ara zannederim ki kendi kendine bir
şeyler de mırıldandı.” (AHTYG)., “Bir ara karşıdaki salaş birahanenin penceresine göz atıyorum.” (AÜSG)., “Bu yüzden
kimi yazarlar ergenliğin son dönemi (1721 yaşlar) ile genç yetişkinlik arasında bir ara dönemden söz etmektedirler.”
(BOGP)., “Bir ara Hasan Kaptanla göz göze geldik, korku ile bakmıyordu, kırk elli kişi binmişti motora, hababam
tepmiyorlardı.” (AKMY)., “Bir ara, artist (tanınmış artist) resimlerinin akını karşısında afalladım kaldım.” (VGGHO).,
“Bir ara gözlerini kendine dikriş Genel Başbuğ'u fark eder.” (VTBÖKDYO). ; /2. Geçmişte bir zaman./ “Bir ara bu
isim, büyük ün salmış, İstanbul'un birçok kürklü hanımlarını büyülemişti.” (SFAHBSK)., Dün bir ara Köprü'de gördüm
bayat balıklar falan(METŞ)., “Bir ara tesettüre girdi, beş vakit namaz kıldı ve çevresini hocalarla doldurdu.” (AKAA)., “Bir
ara tiyatro tutkusuna kaptırmıştı kendisini.”(VGGHO)., “Bir ara şiirler, öyküler de yazmış.” (EÖGSA)., “Bir ara Talât'la
İsmail Cambulet Bulgarları harbe girmeye kandırmak için Sofya'ya gelmişler, görüşmüşlerdi.” (FRAÇ)., “Benim hastanede
yattı bir ara...” (KTYS).
1.⌠719⌡→ de- [89], düşün- [50], sor- [33], git- [19], bak- [14], gör- [14], dur- [13], gel-
[13], san- [10], söyle- [6], dal- [6], dön- [6], anlat- [5], duy- [5], getir- [5], iste- [5], oku-* [5],
seslen- [5], uğra- [5], bırak- [4], çalış- [4], durakla- [4], fısılda- [4], gülümse- [4], işit- [4], kalk-
[4], kork- [4], ara- [3], dene- [3], konuş- [3], mırıldan- [3], söylen- [3], sus- [3], ağla- [2], bağır-
[2], bocala- [2], çık- [2], doğrul- [2], durdur- [2], geç- [2], gül- [2], hastalan- [2], kaldır-, (bardak
vb.) [2], kapıl-, (tutulmak) [2], kesil-, (ses) [2], kop- [2], kur- [2], kurtul- [2], niyetlen-, şüphelen-
*-, titre- [2], tutul- [2], uyan- [2], yaklaş- [2], ağırlaş-, anımsa-, atıl-, bas-, (tuşa), başar-, belir-,
benzet-, bık-, bozul-, bul-, dağıl-, (bulutlar), dalgalan-, (kalabalık), damla-, {gelmek}, dayan-
*, değin-, değiş-, değiştir-, dokun-, duyul-, düş-, eğil-, elle-, esne-, etkile-, gerginleş-, gezin-,
gönder-, görün-, göster-, gürün-, hızlan-, homurdan-, ilerle-, inle-, irkil-, kalk-, (teşebbüs
etmek), kalkış-, karış-, karşılaş-, (bakışlar), katıl-, katlan-, kay-, (eğilim göstermek), kaygılan-
, kımıldat-, kullan-, kurul-, kuşkulan-, naralan-, neşelen-, nişanlan-, okut-, oyna-, öl-, panikle-,
parla-, peydahlan-, rastla-, sabret-, saçmala-, sezinle-, sıkıl-, sıkış-, sokul-, söv-, takış-,
tanıştır-, tasarla-, telaşlan-, tısla-, tutuklan-, tuttur-*, tüt-, um-, umutlan-, uyu-, uzat-, (tabak),
yayınlan-, yelten-, yokla-, yolla-, yorul-, yürü-. ║ söz et- [8], başını kaldır- [7], gözü dal- [7],
göz göze gel- [5], kendini …da bul- [5], moda ol- [5], yüzüne bak- [5], aklından geçir- [3],
gözüne iliş- [3], kaybol- [3], ses duy- [3], sesi duyul- [3], söz açıl- [3], aklından geç- [2], ateş
kes- [2], ayağa kalk- [2], bahset- [2], bakışları kay- [2], başını öne eğ- [2], devam et-[2], dışarı
çık- [2], fark et- [2], haber ver- [2], içeri gir- [2], ileri sür- [2], ilgilen- [2], intikal et-, (sohbet vb.)
[2], karşısına dikil- [2], saatine bak- [2], söylenti çık- [2], umudu kes- [2], yalnız kal- [2], yanına
sokul- [2], yanından geç- [2], … âdetini kaldır-, adını an-, ağzından kaçır-, ağzından kan gel-,
115
aklı takıl-, aklına düş-, aklına tak-, ara ver-, ardına takıl-, arkasına yaslan-, ateşi çevir-
(saldırı), ava çık-, avluya çık-, ayağı tökezlen-, bağı kop-, bakakal-, bando dur-, baygın düş-,
baygınlık geçir-, beyaz bayrak çek-, bir fırsatını bul-, birinin yanına veril-, birlikte git-, boru
vur-, boynuna sarıl-, bulaşık yıka-, canı çek-, canı geç-, canını kurtar-, çaresiz kal-, çevresinde
toplan-, çılgınlığa kapıl-, damga ye-, (dans havası) tuttur-, dedikodu çık-, demir at-, derdine
düş-, dile getir-, efendi seç-, (kendine), esir düş-, (gecesi gündüzü) beraber geç-, geri çekil-,
(gerilim) yüksel-, (gezmeye) git-, gönlünü al-, göz at-, göz kırpıştır-, göz süz-, göz ucuyla
bak-, gözden geçir-, gözden kaybol-, gözleri parla-, gözü kay-, gözü takıl-, gözünde canlan-,
gözünde tüt-, (gözünü) aç-, (gözünü) arala-, (gözünü) kapa-, (gözünü) ovala-, gözünün
önünden geç-, gözünün önüne gel-, (gül) aç-, gülesi tut-, (gün) geçir-, gündeme gel-, haber
veril-, haber yolla-, hac'a git-, hararet bas-, harekete geçir-, (hayata) fırla-, heves et-, hevese
kapıl-, hisset-, içinden geç-, içinden gel-, ilgi gör-, işaret et-, (işi) bırak-, (işi) bozul-, kaçak ol-
, (kafasını) kaldır-, (kalbini) aç-, kapı açıl-, kapı çalın-, (kapı) vurul-, (kapısı) açıl-, karar ver-,
kendinden geç-, kendini yapayalnız bul-, komut ver-, konu açıl-, korkusu art-, korkuya düş-,
kulağına çalın-, kulak misafiri ol-, (kurmaylık) yap-, kuşkuya düş-, laf gel-, marş çal-,
mektuplaş-, merak sar-, mevzuyu dağdan aşır-, midesi bulan-, minnet duy-, morali bozul-,
odaya gir-, (ortalık) ana baba gününe dön-, ortaya çık-, önüne çık-, (perona) in-, renge bürün-,
(rivayet) çık-, rüyasına gir-, sakal bırak-, serbest çalış-, (ses) gel-, (ses) yükselt-, (ses) yüksel-,
sessizlik ol-, sohbeti koyulaştır-, soru yönelt-, (söz) dolaş-, söze katıl-, sözet-, su iç-, şarkı
söyle-, tabanca çek-, tarif al-, tavla oyna-, tedirgin ol-, tedirginleş-, tehlikeli şekil al-, teklifte
bulun-, telaş göster-, telaşa kapıl-, telefon çal-, tercümanlık et-, tuvalete götür-, uyuyakal-,
ümidini kes-, üstüne atıl-, üzerine atıl-, …üzerine çalış-, vekâlet et-, vicdan azabına kapıl-,
yanına git-, (yanında) götür-, yardım et-, yerinden fırla-, (yerinden) kalk-, yıldız kay-, (yukarı)
çık-, (yukarıya) kaç-, yumruk at-, (yüz numaraya) git-, yüzü sarar-, yüzükoyun yat-, yüzünü
çevir-, zannedil-, zannet-. ║ dönüp bak-, kalkıp git-, ║afalladım kaldım, böyle gitti, döner
bakar, durdu düşündü, öyle kaldı, yıkar arıtırız.
2.⌠40⌡→ yap- (nazırlık müdürlük vb.) [5], yaz- (şiir, öykü vb.) [3], git- [2], görüş- [2],
asileş-, bulun-, büyüle-, çağır-, gel-, gör-, otur-, söyle-, şüphelen-*, tuttur-, uygulan-, uzaklaş-,
üstlen-. ║ (hastanede) yat- [2], …. duruma gel-, gönlünü kaptır-, gündeme getir-, kafasını
kurcala-, kalp krizi geçir-, kendini kaptır-, namaz kıl-, tecavüz et-, tecrübe et-, tesettüre gir-,
ün sal-, (yürüyüşe) çık-, (yüzüne) felç gel-.
⇒ bir ara … demek, bir ara düşünmek, bir ara sormak.
116
bir arada:⌠147⌡/Toplu bir durumda, birlikte, toplu olarak./ “Tiyatro, yazarlık, çocuk ve
dulluk bir arada olmaz ki. (AA-TO3)., “1945'te Ankara'ya geldikten sonra ise hemen birçok akşamlar bir arada olduk. (CK-
İSDY)., “Turgut Uyar'da ise iki özelliği bir arada görüyoruz:büyük bir yapıt ve büyük bir işlev.” (AO-NSBE)., “Sevinciyle
açlığını bir arada duyuyor.” (BK-USBGA:47)., “Biz Türklerle, kardeş kardeş dededen, atadan beri, bir arada yaşıyoruz,
diye bağırdılar.” (SK-D)., “Şiirsel onur yiğitlik tavrıyla bir arada gider Nâzım Hikmet'te.” (CS-ŞDÇ)., “Daima her çeşit
varlıkla bir arada yürüyebiliyoruz; fakat bunun farkında olan, çok az!” (EI-NS)., “Bunlar artık ikisi bir arada geçinip
giderlermiş...” (PNB-AGUG).
→ gör-* [15], yaşa- [13], otur- [8], yürü-* [7], yat- [6], bulun- [5], dur-* [5], düşün- [5],
git- [5], bul-* [4], götür-* [4], duy- [3], kal- [3], tut- [3], yürüt- [3], açıkla- [2], değerlendir- [2],
eğlen- [2], gir- [2], toplan- [2], algılan-, an-, anıl-, anımsa-, başla-, bırakıl-, bin-, es-, etkile-,
gel-*, geliş-, gez-, kazanıl-, konuş-*, koş-, koy-, kullan-, kullanıl-, oku-, olun-, oynan-, öldür-,
rastlan-*, sırala-, soyun-, söyle-, söyleş-, şiirleştir-, tutul-, tutun-, ver-*, veril-, yan-, yaraştır-*,
yayımla-, yut-. ║ ahenk et-, bahtiyar ol-, göz önüne getir-, gün geçir-, harç kar-, hisset-,
hoşbeş et-, içinde yer et-, karar ver-, müdafaa et-, ortaya çık-, ömür tüket-, (toprağı) kaz-, ürün
ver-, üstüne eğil-, varol-. ║ geçinip git-.
⇒ bir arada görmek, bir arada yaşamak.
bir aralık:⌠307⌡/Bir ara./ “Ben bir aralık:- Atatürk, dedim, cumhurreisi olmazdan önce halk ile temas
ediyordunuz?” (FRA-Ç)., “Atatürk bir aralık bana dönerek:- O akşam sen de burada idin. Nedir intibaın? diye sordu.”
(FRA-Ç)., “Bir aralık arzuhalci düşündü:Haydi git, pul getir! dedi.” (RHK-MH)., “Bir aralık ikisi de dönüp Yasemin'e
baktılar.” (HAG-AS)., “Bir aralık Âsaf Bey geldi.” (MŞE-VÇ)., “Akşamları gelince gene bir aralık çantaya göz attım.” (SA-
İÇ)., “Bir aralık buraya da uğradılar.” (MŞE-VÇ)., “Bir aralık Ahmed Cemil'in gözüne bir şey ilişti.” (HZU-MvS)., “Bir
aralık amcasının sözü aklına geldi, kendi kendisine:Evet, dedi; şık bir yenge, şık bir izdivaç, şık bir valide ile şık bir
hemşire!” (HZU-AM)., “Bir aralık Ali'nin önünde olduğunu hissetti.” (SA-KY)., “Bir aralık hiddete kapıldı.” (MTT-SS).,
“Bir aralık irkilip durdum.” (FRA-Z).
→ de- [49], sor- [19], düşün- [15], bak- [12], gel- (-e) [9], gör- [9], dur- [5], git- (-e) [5],
yaklaş- (yanına vb.) [4], al- [3], duy- (ses vb.) [3], geç- (-e, -den) [3], hatırla- [3], işitil- (ses vb.)
[3], uğra- [3], açıl- (kapı) [2], çalış- [2], çık- (sokağa, dışarı) [2], dayan-{tahammül etmek} [2],
dön- [2], gel- (ses, koku vb.) [2], görün- [2], işit- [2], konuş- [2], kurtul- [2], unut- [2], uyan- [2],
acı- {merhamet etmek}, at-, az- (fırtına), bağır-, bas- (bir yeri), belir-, canı sıkıl-, canlan-,
coştur-, çat- {sataşmak}, dal-, dinle-, dol-, duyul-, duyur-, düş-, gir- (-i), görüş-, göster-,
götür-, gülümse-, imzalat-, in- (merdiven), it-, kaçır-, kal-*, karış-, karşılaş-, kımılda-*, kork-,
koş-, kov-, koy-, oku- {eğitim görmek}, öne eğil-, öt- (düdük), rastla-, sarsıl-, savuş-, sez-,
sıkış-, söyle-, takıl-, tekrarlan-, vurul- (kapı), yakala-, yap-, yavaşlat-, yaz-. ║ gözü iliş- [6],
aklına gel- [5], hisset- [5], kaybol- [4], bahset- [3], etrafa bakın- [3], işaret et- [3], ortadan
kaybol- [3], (tartışma/tartışma/mesele) çık- [3], başını çevir- [2], başını kaldır- [2], dikkat
celbet- [2], dikkat et- [2], gözünün önüne gel- [2], içeri gir- [2], söz aç- [2], …hevesine düş-,
117
ağız dolusu kus-, alışverişe çık-, aman ver-, ateş kes-, ayağa kalk-, ayağı kay-, başını uzat-,
beraberinde getir-, cevap ver-, çevresini al-, fark et-, farkına var-, göz at-, göz göze gel-,
gözünü aç-, gözünü çevir-, hesap yap-, hevesi uyan-, hiddete kapıl-, ilâve et-, intikal et-,
istiskale uğra-, kaşları çatıl-, kendinden geç-, kulak kabart-, kuvvet ver-, lazım gel-, nefret et-,
odaya gir-, pencereyi aç-, rahatsız ol-, sinirine dokun-, sokağa kaç-, söz et-, söze karış-,
şikâyette bulun-, teklif getir-, tertip edil-, tesadüf et-, yere yıkıl-, zannet-. ║ irkilip dur-,
saplanıp kal-.
⇒ bir aralık … demek, bir aralık düşünmek.
biraz**:⌠429⌡/2. Kısa bir süre için, {bir süre için}./ “Bekir biraz düşündü.” (KT-Gİ)., “Geç
kaldım ama oldu bir kere Un görmemiş eleğim neyse dala asıldı Hem insan her yaşta biraz gecikebilir.” (BN-BŞ).,
“Göksu'da biraz dolaşırız.” (TDK-KO)., “Avukat biraz bekledi.” (KT-Gİ)., “Sultan boynunu büktü:Şurada, biraz soluk
alalım.” (KT-Gİ). ; /3. Az miktarda./ “İbrahim biraz kızdı.” (AS-YA)., “Yalan yanlış bildiği bir âyeti okudu. Biraz
rahatladı.” (AS-YA)., “Bu kez Kulenin dış görünümü de biraz değişmiştir.” (SB-BŞM)., “Onu biraz merak ediyorum.”
(MŞE-MA).
2.⌠47⌡→ düşün- [7], gecik- [4], bekle- [3], dolaş- [3], konuş- [3], dur- [2], durakla- [2],
ferahla- [2], sus- [2], abart-, çağır-, debelen-, dinle-, dinlen-, eğlen-, gülümse-, otur-, oyna-,
soluklan-, süslen-, şaşırt-, yitir-, yükselt-, yürü-. ║ dua et-, gönlü açıl-, soluk al-, şarkı söyle-.
3.⌠19⌡→ değiş- [2], kız- [2], büyüt-, canlan-, çizil- {yaralanmak}, hafifle-, huysuzlaş-,
içerle-, iyileş-, karar-, rahatla-, serinle-, sev-, üşüt-, yaşa-. ║ caka yap-, kişiliğini göster-,
merak et-, sohbet et-, yemek yedir-.
birazdan:⌠133⌡/Az sonra./ “Birazdan geleceksin, bakışacağız” (AB-YÖBV)., “Birazdan giderim,
müsterih olsunlar diyor.” (HT-KAD)., “Yapmayın, Birazdan hocayı göreceğiz” (İA-İKG)., “Ama Birazdan sokağa çıkma
yasağı başlıyor; sizi evinize bırakalım" dedi.” (MU-BDA)., “Birazdan yattıklarında sevişmek de isteyecek.” (AK-AA)., “Size
su versinler! Birazdan beraber gideriz. Muhtara lâf anlatamayınça, boş bulunup yıldınız. Birazdan geçer bu yılgınlık” (KT-
YS)., “Birazdan uyanacak, bu kâbus bitecekti.” (AK-AA)., “Birazdan çağırdılar içeri.” (AK-AA)., “Birazdan söylerim; sen
hemen nüfus kağıtlarını bana ver, yahut yolla., -Öğleden sonra artık...” (AHT-H)., “Birazdan ayışığı da çıkacak” (ME-TŞ).,
“…ahmed beni fevzipaşa bulvan'na çağırdılar ahmed beni neden çağırdılar bilmiyorum Birazdan kalkıp gideceğim.” (Aİ-
BSM)., “Birazdan şarkıma konan kuşlar da uçup gidecek…” (ŞY-2001).
→ gel- [23], git- [5], gör- [5], getir- [4], başla- [3], dön- [3], iste- [3], anla- [2], anlat- [2],
geç- [2], görüş- [2], kalk- (araç) [2], öğren- [2], söyle- [2], acık-, aç- (kapı), ayrıl-, bulun-, çağır-,
çık-, dağıt-, dal-, dol-, doldur-, dur-, düş-, düzel-, gerek-, gir-, görün-, götür-, in-, indir-, kalk-
(vapur), kalkıl-, ol-, parçala-, pişir-, saplan-, savur-, seviş-, sığın-, sön-, sun-, uyan-, uyu-,
üzül-, ver-, yan-, yapıl-, yatış-, yürü-. ║ çıkagel- [2], akşam ol-, attaya git-, (ay ışığı) çık-,
burda ol-, geri dön-, (hava) ısın-, hesap sor-, içeri dal-, istilâ et-, kabul et-, karnı acık-,
karşısında ol-, kurşuna dikil-, (mehtap) doğ-, mektup yaz-, numara yap-, pençe at-, soğuk bas-
118
, sona er-, şafak sök-, telefon çal-, yola çık-, yollara dökül-, yüz yüze gel-, yüzü uç-. ║ kalkıp
git- [3], alıp getir-, gelip karşısına geç-, gidip bak-, sıçrayıp saldır-, uçup git-. ║ yanar gelir.
bir bakıma: Ø--
bir başına:⌠69⌡/1. Tek başına./ “Gene rıhtımda bir başına kaldı Ahmet Nedim.” (Sİ-İGÇÖ2). “Yüce
dağ doruklarını, sessiz, sık ormanları, gürültülü, azgm çağlayanları bir başına dolaştı.” (EÖ-P/S). “Bir başına, hayret ne
kadar sakin, soğukkanlı, rakiplerini bekliyor.” (TÖ-TO1). “Burda sen bir başına mı yaşarsın, ben de kalkmış neler
soruyorum.” (CB-BO3). “İnsanın hayatında bir an gelirdi ki, değerli bildiği ya da öyle diye bellediği bütün ölçüler yitip
giderdi, insanoğlu bir başına kalakalırdı.” (OA-SİO). ; /2. Başkasının yardımı olmaksızın./ “Seferberlik
çıkaramaz bir başına o.” (YK-OD)., “Güzellik bir başına gözükmez, başka bir şeyin giyimi kuşamı olarak ortaya çıkar.”
(NA-KD/A)., “O kadar bir başına iş tutuyor da, gene de aslan gibi sallanıyor, hiç kötülemiyor.” (KT-Gİ)., “Akşam bir
başına yıkanacaksın, karın arkanı sabunlamayacak, çocukların sana banyodan sonra çay yapmayacak, yatakta karın
olmayacak...” (Mİ-SD).
1.⌠55⌡→ kal- [11], dolaş- [4], bekle- [2], bırakıl- [2], gez- [2], yaşa- [2], açıl-, ak-, an-*,
bırak-*, dur-, dolaş-, gez-, git-, gömül-, iç-, kaç-, git-, kaldır-, kon-, konuş-, koy-, kutla-, ol-,
oturt-, sev-, söyle-, uyu-, uyan-, yat-, ye-. ║ kalakal- [3], dans et-, kök yürü-, orta yerde kal-,
ortada kal-, (yana) çekil-, yol tut-. ║ ölüp git-, yığılıp kal-.
2.⌠14⌡→ başar-, bul-, çıkar-, gözük-*, oluştur-, savaş-, sürükle-, üstlen-, yıkan-. ║
çıkagel-, iş tut-, karşı dur-, mücadele et-, seferberlik çıkar-*, taşı yerine koy-.
⇒ bir başına kalmak.
bir bir:⌠450⌡/1. Birer birer,{teker teker}./ “Adam söze doğrudan doğruya girdi ve kuşkulandığı
müfreze kumandanlarını bir bir saydı, sonunda da; izin ver kımıldayanı tepeleyelim, dedi.” (TB-KA)., “Ayaz kalkar yol gezer,
yıldızları bir bir toplar.” (VŞA)., “Etem Bey onlara da oturacakları yerleri bir bir gösterdi ve derhal söze başladı.” (TB-
KA)., “Dikkatle, özenle soyuyorlar beni, üstümdekileri bir bir çıkarıyorlar. (EÖ-GSA)., “‘Ben bütün hüzünleri denemişim
kendimde / Bir bir denemişim bütün kelimeleri" diyordu. (CS-GC)., “Bir bir görürüz artık selatin camilerini.(İB-E). ; /2.
Ayrı ayrı./ “Fotoğraflar getirdiler, baktılar bir bir.” (EÖ-GSA)., “Bazen, can sıkısıyla, onlukları, yirmilikleri, ellilikleri,
yüzlükleri bir bir ayırıyordum. Bir bir ayırıyor, bir bir desteliyordum. Bir bir ayırıyor, bir bir desteliyordum. Bir bir
ayırıyor, bir bir... Bir... bir... bir.” (TDK.-ÖÖ)., “Masanın üzerindeki öteberimizi bir bir denetlediler.” (EÖ-GSA)., “Belli
etmeyen zeki gözleri ile arkadaşlarım bir bir kaçamaklı bakışlarla yokladı.”(SK-D)., “Bu sefer açıktan açığa, arkadaşlarının
bir bir yüzüne baktı.” (SK-D)., “Kuş uçmaz kervan geçmez bahçelerde Dağılıp giderler bir bir” (BRE-DKD). ; /3.
Olduğu gibi, tam tamına, eksiksiz olarak./ “‘Valla köye varınca yaptıklarınızı bir bir anlatacağım!” (FB-ID).,
“Bir bir anlatırım Halile.” (YK-BE)., “Bir bir derim her-şeyi..” (RB-SN)., “Dediklerini bir bir yazdı mı?” (NH-YM)., “İyice
bakar, arkadaşının, her yerini bir bir inceler.” (GA-TO)., “Ne kadar ses varsa bir bir dinledi.” (FB-T)., “Ona yaptığım
eziyetleri utançla, bir bir anımsıyordum.” (Sİ-İGÇÖ2)., “Şimdi, şu yazacaklarımı okudukça, anlattığım yüzleri bir bir
gözünüzün önüne getirin lütfen.” (OP-KK)., “Sen bunları niçin not ettin, bir bir?” (AMD-O).
1.⌠136⌡→ say- [7], topla- [5], göster- [3], çıkar- (giysi vb.) [2], dediğini yap- [2], dene-
[2], diz- [2], düş- [2], gel- (ses) [2], gör- [2], kapat- (pencere vb.) [2], kırıl- {ölmek} [2], söndür-
119
{yok etmek} [2], unut- [2], vur- {öldürmek} [2], açıl- (kapı), açıl- (gül), başar- (sınav), bitir-,
bul-, çal- (kapı), çıkar- {belirlemek}, çöz- (ilmik), devir- (ağaç), devril-, doğrul-, düş-
{geçmek}, düş- {teslim olmak}, fırlat-, gel-, gerin- (yıldız), gir-, git-, kanıtla-, kokla-, kop-,
koşuş-, koy-, kurtul-, öldür-, öp-, sapla-, saptan-, sayıl- (oy), seçil- {belirmek}, sırala-, silin-
{kaybolmak}, sol- (çiçek), sol- {görünmez olmak}, soy- (giysi), sökül-, sön- (yıldız), taşı-,
taşıt-, uyan-, uzaklaş- {kaybolmak}, ver-, yap-, yapıl-, yayıl-, yaz-, yerleştir-, yıkıl-, yinele-. ║
(kelimeleri) yut-, avucuna say-, bağlar çözül-, cam indir- {kırmak}, dağ aş-, defter aç-, dışarı
çık-, dışarı çıkar-, dileği yerine getiril-, dudaklarını uzat-, elden geç-, ele ver-, elinden al-,
elinden geçir-, elini öptür-, (gün) geç-, gözden geçiril-, içinden at-, işten kesil-, (kapılar)
yüzüne kapan-, (kendine) cemet- {el koymak}, kucağına dökül-, lügaz çözül-, mahvet-,
maskesi düş-, muamma çözül-, muradına er-, numara çevir- (telefon), ortaya çıkarıl-, (otları)
yol-, önümden geç-, (parmağını) indir-, sakal yol-, (sayfaları) aç-, söylediği ol-, teslim ol-, ,
üstünden geç-, yanından geç-, yok ol-, (yollar) ayrıl-. ║ bırakıp git-, çıkıp git-, geçip git-,
gelip geç-, kanatlanıp uç-, söküp çıkart-. ║ çekti aldı, ezdi geçti.
2.⌠95⌡→ bak- [5], ayır- [4], denetle- [3], yokla- [3], gez- [3], dokun- [2], dolaş- [2], elle-
{yoklamak} [2], göster- [2], sev- [2], süz- {bakmak} [2], aç- (perde vb.), âdet koy-, ağ- {sezilir
duruma gelmek}, anıl-, aran-, bekle-, çak- {belirmek}, çık-, dağıl-, dene-, eleştir-, fotokopilet-
, kanıtlan-, kokla-, konuş-, okşa-, öp-, saçıl-, say- {anmak}, seçil-, sına-, sor-, sula-, süslen-,
tanı-, tanıt-, tara- {bakmak, araştırmak}, temizle- {ırza geçmek}, uzan- {incelemek}, veril-,
yaklaştır-, yaz-, yazıl-, yerleş-. ║ yüzüne bak- [2], ayağına var-, canına kıy-, çare bul-, (dal)
budan-, elden geçir-, ele al-, eline al-, elini sık-, gözlerinin içine bak-, gözlerinin önünden geç-
, hal hatır sor-, inancını ör-, kafandan geçir-, kafasına işle-, karşılık gel-, korna öttürül-,
kuyruğu koparıl-, mektup yaz-, meşgul ol-, mutluluktan havaya uç-, (okulu) tamam et-
{bitirmek}, ölçü al-, satın al-, sözlerine yansı-, takdim et-, teşekkür et-. ║ dağılıp git-. ║ yazıp
pulla- (mektup).
3.⌠219⌡→ anlat- [69], söyle- [22], anımsa- [9], yaz- [8], hatırla- [6], bil- [4], de- [5], an-
[2], dinle- [2], gör- [2], göster- [2], incele- [2], say- {anlatmak} [2], sırala- {anlatmak} [3], sor-
[2], sök- {anlatmak} [2], açıkla-, açıklan-, anımsat-, anla-, anlaşıl-, ansı-, belle-, bellet-, bildir-,
çık- {gerçekleşmek}, didiklen- {araştırmak}, duy-, düşür-, fısılda-, gez-, gösteril-, gözük-,
hesapla-, hesaplan-, ilet- {anlatmak}, irdele-, işit-, kovuştur- {doğruluğunu tespit etmek},
oku- {anlatmak}, saptan- {belirlenmek}, sergile- {aktarmak}, tanı-, tara- {bakmak,
incelemek}, ulaştır- {anlatmak}, yanıtla-, yansıt- {sezdirmek}, yazdır-, yetiştir- (laf)
{anlatılmak}, aklından geç- [2], elden geçir- [2], kafasından geçir- [2], ortaya çık- [2], aklına
gel-, aklından geçir-, arz et-, cezasını gör-, derdini aç-, düşündüğü ol-, gözden geçir-, gözünün
120
önünde canlandır-, not et-, gözünün önüne gel-, gözünüzde canlan-, gözünüzün önüne getir-,
hatırına gel-, hesabımı al- {ödeşmek}, içindekileri çıkar- {anlatmak}, içinden geçir-, kafasına
yerleştir-, kafasında canlan-, karşısına dikil-, kaydedil-, öne çıkar- {belirginleş}, önüne
döktür- {anlaşılmak}, perdesini indir- {görünür kılmak}, (saçlarını) okşa-, tespit edil-, tetkik
et-, usdan geçir-, usa gel-, (yaprakları) çevril- {incelenmek}, yaralarını dağla-. ║ bulup ortaya
çıkar-, sayıp dök-. ║ saydı döktü.
⇒ bir bir anlatmak, bir bir söylemek.
bir boy:⌠10⌡/1. Bir kez./ “Belki kuvvet toplamak için koridorda bir boy daha dolaşacak, ilanları bir kere
daha okuyacaktı.” (RNG-YD). ; /2. Aynı boy./ “Zeytinyağlı dolma için biberleri hep bir boy seçiyorum. (NM-TÖ2).
/Bir süre./ “Tanrı bilirdi artık ovaya dirlik düzenin dönmesini... Bir boy giderdi bu hava...” (AS-YA).
1.⌠2⌡→ seç-, ilerle-.
2.⌠3⌡→ dolan-, dolaş-, yıka-.
/…/⌠4⌡→ git- [2], dolaş-, ıslan-.
bir boydan bir boya:⌠2⌡/Bir yerin bir ucundan öbür ucuna kadar, baştan başa./ “Bir
boydan bir boya uçar sayfada.” (NM-TÖ2)., “Denize bakıyordum, bir boydan bir boya, ufuk çizgisine dek.” (NM-TÖ2).
→ bak-, uç-.
bir çırpıda:⌠76⌡/Bir alışta, bir tutuşta./ “Ø”. ; //Bir defada, bir hamlede //“Eskiden
Selçuklu tarihi deyince Osman Turan, İbrahim Kafesoğlu, Mehmet Altay Köymen gibi, beş on uzman tarihçinin adlarını bir
çırpıda sayabilirdik.” (BA-YYY)., “âdeta kalemle çizilmiş gibi görünen ince bir profili vardı, bedeni de, ince narin ve uzun
görünüyordu, bir çırpıda farkettim bütün ayrıntılarını” (EI-NS)., “Bir çırpıda da içti bitirdi.” (YK-OD).,
/…/ ⌠-⌡→ Ø
/…/ ⌠76⌡→ anlat- [13], söyle- [5], de- [4], say- [3], başar- [2], oku- [2], temizle- [2],
açıkla-, anla-, anlatıl-, ayıkla- bitir-, boşalt-, çiziktir-, değiştir-, dokun-, doldur-, dök-, düşün-,
geç-, geçiştiril-, gör-, harca-, haykır-, iç-, kestir-, oku-, olgunlaş-, sırala-, sil-, somutlaş-,
tamamla-, tekrarla-, tırman-, toplan-, varıl-, ver- (çeşni), vur-, yaz-. ║ ulaşıl-, atla-, salıver-,
halledil-, fark et-, armağan et-, tebşir et-, kağıda düş-, resim düş-, ağzından çık-, karşılık ver-,
ortadan kalk-, planları suya düşür-, sonu çık-, yol al-. ║ kayıp git-, koparıp at-.
⇒ bir çırpıda anlatmak (söylemek).
bir daha**:⌠1177⌡/{1. İkinci kez., 2. Yine.}/ “Neresinden başlayacağında tereddüt etti, bir daha
okudu….” (HZU-MvS)., “Ertesi gün, birincisinden hiç de aşağı kalmayan yeni bir cenaze töreniyle Zübür Amca bir daha
gömüldü.” (AN-AZDE). “Ağabeyi bir daha seslendi:Dur dedim sana!Hasan'm sesi bir daha titredi:Saldırırsan vururum!
Vur! (NC-SY)., “ANA Ha bir seferde anlamıyor yazık. Bir daha söyleyeyim.” (TÖ-TO3)., “Aynı mevzu üzerinde bir daha
konuştuk.” (YKB-SEP)., “Odanın ortasında durarak bir daha sordu:Domuzluk etme, ağzımdan yemin çıktı.” (KT-Gİ).,
“Erkeklerin tahammülsüzlüğünü, vefasızlığını bu sözlerinizle bir daha ispat ettiniz.” (TDK-KO)., “Kedi miyavladı. Bir daha
121
çağırdı; gelmiyordu.” (YA-AO)., “Köprünün yanından geçerken Alt Kemal’in cesedini bir daha gördük.” (YKB-SEP).,
“Defterlere bir daha baktı.” (AHT-H). ; /3. Asla./ “Ve ben bir gördüğümü bir daha görmedim.” (KHK-YAH)., “... Bir
daha dönmediler...” (Sİ-DSG)., “Babam geldi, bir daha gitmiyecek! diyor.” (AHT-H)., “Düz şosede adımlarını yavaşlatır,
bir daha gelmem! diye karar verirdi.” (AHT-H)., “Anasını gebe bıraktıktan sonra bir daha eve uğramamış. (HT-ÖTÖ..).,
“Ve biliyorum ki, akan sular bir daha geri gelmeyecektir. Sular bir daha geri gelmeyecek.” (KHK-YAH).
1./2.⌠93⌡→ bak- [12], söyle- [7], gör-* [4], oku- [4], at- [2], döv-* [2], dene- [2], düşün-
[2], gömül- [2],göster- [2], saldır- [2], sor- [2], ak-, aktar-, anla-, anlat-, atıl- {hamle yapmak},
bahşet-, boğul-, çağır-, çal- (müzik), çevir-, de-, değiştir-, depreş-, dolaş-, doldur-, doldurt-,
dur-, duy-, ekle-, geç-, gül-, gülüm-, gülümse-, kaçır-, kalk-, karşılaş-, kokla-, konuş-, oyalan-,
öt-, patlat-, sapla-, sars-, seslen-, sil-, sorul-, süz-, şahlan-, tekrarla-, titre-, toplan-, yan-, yaşa-,
yinele-, yorul-, yutkun-, yüklen-, zorla-. ║ alnını sil-, çengel at- (gemi), diş fırçala-, ele alın-*,
ispat et-, iç çek-, kapıyı vur-, mezardan çıkarıl-, ortaya çık-, seyret-, tembih et-, zihninden
geçir-. ║ gidip gel-, girip çık-.
3.⌠75⌡→ gör-* [19], dön-* [5], git-* [3], gel-* [3], yap-* [3], bak-* [2], gözük-* [2],
uğra-* [2], ara-*, ayıl-*, birleştir-*, bırak-* (düşünce), bul-*, buyur-*, çık-* {sahne almak},
çözül-*, de-*, döv-*durdur-*, duy-*, evlen-*, gönder-*, görün-*, görüş-*, göver-*, hatırla-,
kalk-*, kapan-*, karşılaş-*, konuş-*, otur-*, oturt-*, sev-*, unut-*, uyan-*, yakala-*, yokla-.
║ geri gel-* [2], hafızadan sil-*, kendine gel-*, sırtından at-*, tamir edil-*, yanlışlık ol-*.
⇒ bir daha görmemek, bir daha bakmak.
bir defa:⌠74⌡/1. İlk önce, hele./ “Mustafa İnan, babasının cevabını sık sık tekrarlamaktan çok
hoşlanırdı:Oğlum, bir defa gidersin; ışık nereden geliyor, perdeye nasıl aksediyor öğrenirsin.” (OA-BBAR)., “Annesi:«Bir
defa Padişah babana soralım.» der.” (PNB-AGUG)., “Bir defa etrafınızı dinlesenize, bir defa etrafınıza baksanıza!” (YKK-
KK)., “Bir defa orospunun ne anlama geldiğini tam olarak bilmiyordum.”(AC-KY)., “Bir defa kendisine sormalıyız.” (YKK-
KK). ; /2. Bir kere./ “Ben Mustafa Kemal'i bir defa gördüm.” (FRA-Ç)., “Osman, önünden geçerken kendisine bir defa
baktı.” (NC-SY)., “…herkesin anası bir defa ölür..” (ŞY-2001)., “Bir defa sizde görmüştüm.” (HEA-T)., “Bir defa verir, iki
defa verir.” (YKK-Y)., “Kendisiyle bir defa Romanya'ya, bir defa Edirne'ye seyahat ettim.” (FRA-Z). ; ///Bir
keresinde./// “Bir defa Clemenceau demişti ki:….” (FRA-Ç)., “İstiklâl Marşı'nı yazan şair Akif Mecliste bir defa ağzını
açmıştı…” (FRA-Ç)., “Birdenbire gayri ihtiyarî ağzından:bir defa kızıma danışayım, dedi.” (HEA-VK)., “Bir defa
konuşmuştum ya.” (FA-SUYK). ; //Her şeyden önce.// “Ama bir defa tutulmuşuz.” (SFA-HBSK). “Git bir defa Fevzi
Paşa ve Kâzım Karabekir'le görüş, …” (FRA-Ç)., “İtalya ile bir ittifak bir defa bunu önleyecekti.” (FA-YST)., “Yeltsin bir
defa iktidarı ele geçirmişti.” (FA-YST).
1.⌠11⌡→ git- [2], sor- [2], ara-, bil-*, dinle-, görüş-, kıpırda-*. ║ durumu anla-, etrafa
bak-, işi aç-, gözden geçir-, sermaye bul-.
2.⌠39⌡→ gör- [5], öl- [3], toplan- [2], bak-, boyat-, çal- (kapı), doğ-, dolaş-, gel-, görül-
, haşla-, işit-, karşılaş-, say-, temizlet-, ürper-, ver-, vur- (kapı), yat-. ║ alıcı gözüyle dinle-,
122
atış yapıl-, çamura bat-, dünyaya gel-, fırsat ver-, göğsü kana- {acı çekmek}, (hıncını) doyur-,
ismini ağzına al-*, rastgel-, seyahat et-, söz al-, ziyaret et-. ║ dönüp bak-.
//…//⌠14⌡→ git- [3], de- [2], konuş- [2], ye- [2], çık- (-e), danış-. ║ ağzını aç-, müsaade
edil-, şikayet et-
///…///⌠10⌡→ tutul- {aşık olmak} [2], bil-*, görüş-, konuş-, önle-, yen-*. ║ ziyareti
iade et-*, iktidarı ele geçir-, ok yaydan çık-.
bir defada:⌠8⌡/Ara vermeksizin./ “Macide, Profesör Hikmet'in kendisine uzattığı bir bardağı,
acılığına rağmen, gözlerini yumarak bir defada içti.” ( SA-İÇ). ; //Bir kerede.// “Tina! Zarif direksiyon oyunlarıyla
Kolera'ya sokulup Tina'nın oturduğu binanın önüne bir defada park etti. (MK-AR)., “Size soruyorum, dikkatle dinleyin ve bir
defada cevap verin.” (TÖ-TO1).
/…/⌠2⌡→ doğur- (çocuk), iç-.
//…//⌠6⌡→ cevap ver-, karar ver-, park et-, toprağa düş-, (külrengi) al-, (tarih) yazıl-*.
bir defalık: Ø
birden**:⌠1047⌡/1. Bir defada./ “Çeşitli dünya nimetlerinden alınacak zevklerin tümü, öyle damperli
kamyon boşaltır gibi, birden ortaya dökülemez.” (AB-BBYŞ)., “Eh boşalacak konak, birden boşalmaz a!” F-PY). ; /2
Ansızın, {aniden}./ Ağaefendi birden durdu, "baksana evlat," dedi, "bu su nerden geliyor?" (YK-KSİ)., Adaya gelip
gidenler birden kesildi. (YK-KSİ)., “Adam birden parladı:Çıldırdın mı sen?” (NC-SY)., “Birden sustum ve sinsi sinsi
gülmeye başladım.” (EB-BG)., “Çılkır birden huysuzlaştı.” (AS-YA). ; /3. Birlikte, beraberce, hepsi bir arada./
“Ø”. ; /4. Çabucak./ “Ø”.
1.⌠2⌡→ boşal-* (ev). ║ ortaya dökül-*.
2.⌠159⌡→ dur- [11], kesil- (ses vb.) [5], parla- {sinirlenmek} [4], sus- [4], bağır- [3],
değiş- [3], doğrul- [3], silkin- [3], açıl- (kapı vb.) [2], art- [2], düş- [2], huysuzlaş- [2], it- [2],
kalk- [2], kapan- [2], karış- {arbede olmak} [2], kuşkulan- [2], ol- [2], aç- (tohum), açıl- (kanat),
ağar- (gökyüzü), alçalt- (ses), anımsa-, bastır-, başla- (yağmur), bit-, bulutlan- (gökyüzü),
ciddileş-, coş-, çek- (gem), de-, dikleş- {sinirlenmek}, dikleş- (göğüs), dön-, duyul-, eğil-,
fırla-, geç-, gel-, gençleş-, gürle-, hazırla-, hırçınlaş-, hızlan-, ıssızlaş-, irkil-, karşılaş-, kısıl-
(ses), kıvrıl-, kızıllaş-, kilitlen- (adımı), parçalan-, parla- {ışıldamak}, peydahlan-, sertleş-
(bakış), sıkıl-, sinirlen-, soğu-, sor-, sön-, süngüleş-, tanı-, telaşlan-, terle-, toparlan-, tökezle-,
tüket-, uyan-, yabancılaş-, yakala-, yaşa-, yavaşlat-* (tempo), ye-, yıkıl-, yorul-, yüksel- (ısı).
║ ayağa kalk- [4], ayağa fırla- [2], yüzü değiş- [2], ağzına at-, ağzını aç-, aklına gel-, aşağı atla-
, ayağını yere vur-, başını çevir-, dengesi bozul-, geriye dön-, gözleri kamaş-, gözü karar-,
gözüne çarp-, hareketsiz kal-, hız kes-, içeri dol-, karar ver-, kaybet-, kaybol-, kemikleri
çatırda-, kendini …da bul-, ortaya çık-, serseme dön-, (sesi) havalan-, sessizlik kapla-
123
(ortalık), sopa in-, tâyin et-* {karar vermek}, tepesi at-, üzerine üşüş-, (yağmur) boşan-,
(yataktan) fırla-, (yerinden) fırla-, yok ol-, yüzü kırış-, yüzü yumuşa-, yüzyüze gel-. ║ durup
bak-, dondu kaldı, yatı dön-.
3.⌠-⌡→ Ø
4.⌠-⌡→ Ø
birdenbire:⌠684⌡/Ansızın./ “Alice birdenbire durdu. (MM-ÜAKO)., “Bana karşı soğuk davranmaya
başlamanız öylesi birdenbire oldu ki, bir sabah uyandığımda şu gölü kurumuş bulsam, bu kadar şaşırıp sarsılmazdım.” (AA-
TO3)., “Az sonra birdenbire değişti.” (KHK-YAH)., “Bir süredir aralıksız konuşan Muştik, derin bir soluk alıp birdenbire
sustu.” (MM-ÜAKO)., “Fakat birdenbire kapı açıldı.” (RNG-YD)., “Bununla beraber sabah yahut akşamüstü sular rüzgârla
fıkırdamaya başladığı vakit Janin birdenbire uyanıyordu.” (KHK-YAH)., “Bayramın en büyüğü, ölüm gelip ön duvarlarını
kopardığı, içlerini açıkta bıraktığı günden beri Ayık gezmeyen, şaraptan başka besin bilmez bale gelmiş adamları,
yaşamaktan, düşkünlük içinde yaşamalarını tüketmekten çekinmedikleri, korkmadıkları için bugün birdenbire anlar, hiç
değilse, anlar hale gelebilecek mi?” (BK-USBGA:75)., “Çok geç kalıyorum! birdenbire değişiyor, ciddileşiyor, omuzlan
dikleşiyor, az önceki duygulan siliniyor yüzünden.” (MM-ÜAKO)., “Aklıma birdenbire geldi:Ben de antika bir eşya mıydım
ki bu dükkânlardan birinin süslü ve mutena odasında zenginlere ve seyyahlara teşhir olunacaktım?..” (KHK-YAH)., “Ali
Rıza Bey'in kalbi birdenbire burkuldu:-Hamdolsun efendim, dedi, siz göreceğim geldi... (RNG-YD)., “Birdenbire ayağa
kalktı.” (TB-KA)., “O ılık nisan gecesi, gene birdenbire kayboldu dede.” (FŞ-EF)., “İlkin sarığı gözüktü kuyunun ağzında,
sonra başı ve ardından birdenbire ortaya çıkıverdi.” (MM-ÜAKO).
→ dur- [35], ol-* [33], değiş-* [19], sus- [17], sor- [15], açıl- (kapı, vb.) [9], dön- [9],
hatırla- [8], uyan- [8], anla-* [7], gel- [7], gör-* [7], art- [6], aydınlan- (ortalık) [6], büyü- [6],
canlan- [6], kesil- (yol, ses, vb.) [6], şaşır- [6], ürk- [6], bul- [5], ciddileş- [5], irkil- [5], yan- [5],
çık-(-e, -den) [4], de-* [4], değiştir- [4], doğrul- [4], hızlan- [4], kız- [4], parla- [4], telaşlan- [4],
yıkıl- [4], yüksel- [4], başla- [3], bırak- [3], bit- [3], fırla- [3], kestir-* [3], konuş- [3], öl-* [3],
sev- [3], silkin- [3], sön- [3], şaşala- [3], tanı-* [3], afalla- [2], atla- [2], ayaklan- [2], azalt- [2],
belir- [2], çağır- [2], çoğal- [2], çök- [2], dokun- [2], durakla- [2], durala- [2], duy- [2], düş- [2],
eri- (demir, vb.) [2], fırlat- [2], görün- [2], hareketlen- [2], inan-* [2], kalk- [2], kapa- (kapı vb)
[2], kapan- (kapı vb.) [2], kay- [2], kırıl- [2], kızar- [2], kopar- [2], kork- [2], öğren- [2], sar- [2],
sık- [2], silin- [2], uzaklaş- [2], ürper- [2], vurul- {aşık olmak} [2], yaklaş- [2], yaslan- [2], yorul-
[2], ….den ol- {yoksun kalmak}, açıl- (bayrak), açıl- (göz), açıl- (sis), açıl- {görülmek},
ağırlaş-, ağla-, aksır-, alakalan-, an-, anlaşıl-, as-, at-, aydınlat-, azal-, bağır-, başkalaş-, bat-,
bez-, boşan-, bozul-, bürün-, cesaretlen-, coştur-, çağrıl-, çarp-, çat-, çatla-, çocuklaş-, çökert-,
çömel-, çözül-, dal-, dalgalan-, darlaş-, değirmileş-, dik-, dikleş-, dinle-, doğ-, doldur-, dönüş-,
dumanlaş-, durul-, dürt-, düşün-, elle-, evlen-, fırla-, fışkır-, geç-, genişle-, gerginleştir-, gerin-
, gevşe-, giy-, gül-, güldür-, günahsızlaş-, gürbüzleş-, hastalan-, hatırlat-, havla-, haykır-,
hiddetlen-, ısın-, ilerlet-, iğren-, in-, indir-, işitil-, kabuklaş-, kal-, kap-, karşılaş-, kes-,
kımılda-, kısıtla-, kızıllaş-, kop-, kuru-, küçül-, merak et-, otur-, öfkelen-, öfkelendir-,
124
pembeleş-, peydahlan-, rahatsızlan-, samimileş-, sar- {kaplamak}, sarıl-, sars-, sertleş-, sevin-,
sıçra-, sıkıl-, sıyrıl-, söyle-*, söylen-*, şaşılaş-, tanıştır-, tasalan-, tavsa-, tedirginle-, tekerlen-,
telaşla-, terle-, tıkan-, titre-, toklaş-, ufkileş-, unut-, uyandır-, ünlendir-, vahşileş-, var-, vur-,
vur- (gün ışığı), yakala-, yakalan-, yapıl-*, yaşlan-, yavaşla-, yerleş-, yerleştir-, yeşer-,
yumuşa-, yürü-, zenginleştir-. ║ aklına gel- [8], ayağa kalk- [7], kaybol- [6], cevap ver-* [4],
karar ver-* [4], ortaya çık-* [4], yok ol- [3], değer yitir- [2], sapsarı kesil- [2], sözünü kes- [2],
ayağa kalk- [2], neşesi kaç- [2], gelişme göster- [2], içi ferahla- [2], ayırt et- [2], fikrini değiştir-
[2], başını çevir- [2], başını kaldır- [2], kaşları çatıl- [2], gözlerini aç- [2], hisset- [2], ağır bas-,
ağzından kaçır-, akşam ol-, altüst ol-, anlam kazan-, arkasını çevir-, arkasını dön-, aşık ol-,
ateş bas-, ayırt edil-, başı dön-, belini doğrult-, beti benzi kül ol-, bir başına bırak-, bir gürültü
patla-, çamura yuvarlan-, çehresi karar-, dengeyi boz-, diken diken ol- (saç), dikkat et-, dizleri
kesil-, elde et-, elini tut-, elleri birleş-, farkına var-, geri sıçra-, gözden düş-, gözleri dol-, gözü
karar-, gözüme iliş-, gözüne iliş-, gözünü aç-, gözünü yak-, gün ışığına çık-, harekete geç-,
harekete gel-, hız kazan-, (ısı) düş-, ışıklar sön-, iç çek-, ihtiyarlat-, ihtiyatı bırak-, ilan et-,
ilave et-, intikal et-, isim kazan-, isyan et-, işgal et-, itibardan düş-, kabol-, kalbi burkul-, kapı
çalın-, karanlıkta kal-, kararsız kal-, karşısına çık-, kaşlarını çat-, kendini …de bul-, kendini
bırak-, kendini bul-, kendini topla-, keyfi kaç-, kıpkırmızı ol-, kıyamet kop-, lafı değiştir-, lâfı
kes-, lafı yarıda bırak-, lambalar sön-*, meydana getir-, nabız değiş-, neşeli ol-, neşesi uç-,
oklarını çek-, omzu dikleş-, ortalık kana bulan-, ortalık karış-, ödü kop-, önüne çık-,
paçavraya dön-, refaha kavuş-, sarhoş ol-, savaş çık-, (ses) yüksel-, sesi kesil-, sıfıra indir-,
simsiyah kesil-, soluğu tıkan-, sona er-, sözü değiştir-, şeklini al-, şiddet kazan-, tavrını
değiştir-, tayini çık-, teklif et-, tenine karış-, ter boşan-, tesadüf et-, tohum ekil-, uykudan
kalk-, ürün kaldırıl-, üstüne çullan-, yalnızlıktan çık-, yere at-, (yere) dökül-, yolunu çevir-,
yüreği oyna-, yüzü değiş-, yüzü gül-, yüzüstü bırak-*, zihni bulan-. ║ açılıp genişle-, kalktı
gitti.
⇒ birdenbire durmak, (bir şey) birdenbire olmak.
bir derece:⌠3⌡/Biraz./ “Haydi öğrenci yalanlarını bir derece hoş görelim...” (AB-BBYŞ)., “Sadece
şehirdeki hareketler bir derece azaldı.” (HCY-TPH)., “Neriman'ın zihniyle beraber yüzü de gerildi ve gözleri açıldı. Bir
derece daha uyanmıştı.” (PS-FH)., “Çünkü yeni gördüğüm her muhit eskisinden bir derece daha fena oluyor...” (SA-İÇ).
→ azal-. ║ hoş gör- [2].
bir düziye:⌠11⌡/Kesintisiz, sürekli, ardı arkası kesilmeksizin./ “Yeni edebiyatımızın,
mekteplere mahsus bir antolojisi elime geçti; bir kaç gün bir düziye okudum.” (GY-R)., “‘Vur hançeri kadınım!’ diye
başlayan şarkıyı da söylerdim bir düziye.” (SFA-HBSK)., “Gözlerini daima yere tesbit ediyor; ara sıra öte beriye bakıyor ve
bir düziye babası Abdülaziz'in iyiliğinden ve Vahdettin'in kötülüğünden bahis ediyordu.” (UM-KKA).
125
→ bak-, çal-, mırıldan-, oku-. ║ bahis et-, devam et-, eser vücûda getir-, gazel oku-,
ismini an-, şarkı söyle-, tahrik olun-.
bir elden: Ø
birer ikişer:⌠72⌡/Tek veya birkaçı birlikte olarak./ “Konuklar birer ikişer geldiler.” (EK-
DT..A)., “Vazifeli kumandanlar, birer ikişer işbaşına gittiler.” (SK-D)., “Haydar Usta konuşuyor, kalabalık birer ikişer
dağılıyordu.” (YK-BE)., “Erkekler birer ikişer toplandı.” (FB-T)., “İstiklâl Mahkemesi'nde hüküm giymişler (10 yıl), birer
ikişer, taşra hapishanelerine dağıtılıyorlar,” (Aİ-OKB)., “Merdivenin basamaklarından birer ikişer inerdim.” (Sİ-DSG).,
“Bu arada konuklar birer ikişer çıkarlar.” (AMD-O).
→ gel- [8], git- [4], çık- {gitmek vb.}[3], dağıl- [3], toplan- [3], dökül- [2], düş- [2], otur-
[2], topla- [2], ak- {ilerlemek, göç etmek}, ayrıl-, boşal-, bozul-, çekil-, dağıtıl-, dol-, doldur-,
doluş-, geç-, gir- {kayıt olmak}, görün-, hatırla-, kalk-, kapa-, koş-, konuş-, kurtul-, öldür-,
sön-, taşı-, uç-, seğirt-, yaşa-, ye-. ║ ayağa kalk-, (basamak) in-, diz çök-, evine al-, evinin
yolunu tut-, (havuza) gir-, hayal dol-, hücreye kapatıl-, kafayı sıyır-, kağnı koş-, kaybol-, masa
tut-, ölü öl-, sahneye gir-, salonuna geç-, yabana yazıya dökül-, yere in-, yerleş-. ║ çıkıp git-.
bir güzel:⌠171⌡/Çok iyi, iyice./ “Çocuğum bir güzel uyu şimdi.” (AT-ST)., “Dört kişi kurbağa
yakalayıp bir güzel yedik.” (EÖ-GSA)., “Şimdi polis amca seni bir güzel dövsün de gör.” (İO-LBA)., “Ceplerimdeki eskimiş
kâğıt parçalarını atayım Sonra bir güzel yıkanayım da.” (EC-GDA)., “Bir güzel ıslatın, bülbül gibi konuşur, dedi.” (EÖ-
GSA)., “Bir güzel eğlenelim hep birlikte.” (TÖ-TO1). “Yemekten sonra da bir güzel uyku çekelim mi aşkım?” (BA-TO1).,
“Hadi diyelim ki bir güzel karnını doyurdu.” (RI-KG).
→ uyu- [7], ye- [6], döv- [5], yıka- [5], iç- [4], işe- [3], yıkan- [3], ağla- [2], anlat-[2],
azarla- [2], eğlen- [2], gül- [2], haşla- {azarlamak} [2], ıslat- {dövmek} [2], kandır- [2], payla-
[2], temizle- [2], yap- [2], yat- [2], akıt- {temizlemek} ara-, aran-, arın-, bağla-, bak-, boğ-, çal-
* (zurna), çalış-, çalkala-, çarp-, çık- {bulunmak}, dene-, dinle-, donat-, dön-, dövdür-, eleştir-
, ez-, ezberle-, gençleştir-, gez-, giy-, giyin-, gör-, güzelleştir-, haşla-, haşlat-, havalandır-,
ıslan-, incele-, it-, karart-, kaşıkla-, kavur-, konuştur-, kov-, nemlendir-, okun-, ol-, ov-,
öğretil-, öl-, öp-, parlat-, pisle-, pişir-, savaş-, sevin-, sıkıştır-, silin-, süpür-, süsle-, süslen-,
süz-, şaşır-, taran-, tütsüle-, yağla-, yaktır-, yala- (yavrusunu), yararlan-, yay-, yaz-, yetiştir-,
yık-, zırhla-, ║ uyku çek- [3], karnını doyur- [2], ağzını açtır-, aklı karış-, anasıyla oturt-, azar
ye-, başını daya-, cümbüş et-, çorba pişir-, devlet yönet-, dışa vur-, (dibini) yağla-, diyalog
kur-, duş al-, düşlerinde gör-, ev aç-, evire çevire döv-, (gazı) sal-, geleneği sürdür-, göbek
çalkala-, içine otur-, içini boşalt-, imam nikâhı kıy-, kahvaltı et-, kasıklarını ov-, kendini
dinle-, (kolonyaya) bula-, korumaya al-, kulunçlarını kır-, mideye indir-, öç al-, plan çiz-,
satın al-, şarap aç-, tarih yaz-, terbiye et-, tıraş edil-*, tıraş et-, ucuza kapat-, vücudunu yağla-,
yemin et-, yüzü açıkta kal-, yüzünü boya- {makyaj yapmak}. ║ dayayıp döşe-, kesip ye-,
pişirip ye-, yakıp yık-.
126
bir hamlede:⌠47⌡/1. Çabucak./ “‘Ne ettik beş şahit götürecektik’ diye bir hamlede meseleyi anlattı.”
(RHK-MH)., “Aziz üstadım efendim, Beş aydır (aldığım mektuplar dışında) Türkçe bir şey okumamışım Benim Oğlum Bina
Okur gelince, o susuzlukla, bir hamlede- okuyup bitirdim.” (CKM). ; /2. Bir atılışta./ “Bardağındaki viskiyi bir
hamlede içer,” (HT-AŞ)., “O zaman, dışarıdaki adam, bir hamlede içeri atıldı, kapıyı kapadı, fakat nefes nefese:Korkmayın,
ben size fenalık etmeye gelmedim, sizi kurtaracağım, diyordu.” (HEA-VK).
1.⌠11⌡→ anlat- [2], bitir-, çık- (merdiven), doldur- (gürültü), oku-, sil- (anlayış), yetiş-
. ║ tercüme et-, vasıl ol-, suya indir-.
2.⌠36⌡→ atıl- [3], iç- [3], aç- [2], dik- {içmek} [2], açıl- (kapı vb.), al-, bırak-*, çek-,
çık- (ağzından), doğrul-, dön-, git-, ilerle-, oku-, omuzlan-, sıçra-, yık-, yetiş-*, yut-. ║ fethet-,
yüz geri et-, alıkoy-, atla-, dışarı at-, diz çök-, hınç al-, yere devir-, yokuş tırman-. ║ çekip
kopar-, ezip geç-.
bir hayli:⌠165⌡/{1. Epey, çok, hayli., 2. Oldukça.}/ “Tanin yazı işleri odasında bir hayli
bekledik. (FRA-Z)., “Ayakları taşlar arasından yeni fışkırmaya başlayan otların arasında kaybolarak ve bazan teneke
kutulara çarpıp gürültü ederek bir hayli ilerlediler.” (SA-İÇ)., “Genç ve güzel Gülfem, telaş ve ıstırap içinde bir hayli
düşündü.” (MTT-SS)., “Belki... Hayır sanmıyorum, şu nefret ve kinle örülmüş dünyamdan Mehmet çekileli bir hayli oldu.”
(EI-KA)., “Öyle sanıyorum ki, bu yaz Yeditepe yayınları için bir hayli emek sarfedeceksiniz.” (CKM).
→ bekle- [5], ilerle- [5], düşün- [4], ol- [4], yorul- [3], dolaş- [3], sars- [3], uğraş- [3],
uzaklaş- [3], yıpran- [3], genişle- [2], hırpalan- [2], ilerlet- [2], kork- [2], nazlan- [2], pişir- [2],
sakalı uza- [2], sür- [2], ter dök- [2], tut- [2], uza- [2], uzat- [2], üz- [2], yürü- [2], yaşlan- [2], açıl-
, ağırlaştır-, ara-, artır-, aş-, atlat- (hastalık), azal-, bocala-, bozul-, bük-, çekiş-, çık-, çıkış-,
çoğal-, dalaş-, değiş-, dengele-, dol-, dolan-, düşündür-, etkile-, git-, görüş-, görüştür-, gücen-,
gül-, içerle-, ihtiyarla-, ilgilen-, kal-, kolaylaştır-, konuş-, konuşul-, koş-, meraklan-, onurlan-,
otur-, öfkelen-, öğren-, payla-, rahatla-, sarsıl-, seç-, seyrekleş-, sık-, sızlan-, söylen-, şakalaş-,
şaş-, tartışıl-, telâşlan-, tenhalaş-, tırman-, topla-, üşü-, yara-, yararlan-, yaygınlaş-, yaz-,
yokla-, zorla-, zorlan-, zorlaş-, ║ emek sarf et- [2], kaybet-, mahvet-, ah et-, devam et-, flört
et-, ihmal et-, münasebetsizlik et-, pazarlık et-, söz et-, tedirgin et-, tıraş et-, dedikodu yap-,
görüşme yapıl-, bilgi ver-, rahatsız ol-, gazel oku-, şarkı oku-, ayaz kes-, başı derde gir-, geri
plâna itil-, hor kullanıl-, ilgi gör-, işkence gör-, konu üzerinde dur-, mide bulandır-, saçları
dökül-, sempati topla-, şeklini kaybet-, tedbir al-, tereddüt geçir-, utanç ver-, yabancı gel-,
yardımı dokun-
bir kalem:⌠4⌡/2. Bir an için./ “Bu ki en parlak kahramanlık, eğer bir kalem ona şahadet etmezse,
karanlıkta parlarken rüzgârın söndürdüğü ışıklar gibi tamamen kayboluyor.” (AŞH-BM)., “Hiç unutmam, bir gün süfera ile
oturuyoruz, bir kalem iktiza etti, Münür Paşa'nın kalemini istedim, o da cebinden kalemim çıkarırken cebinden bir kutu
düşürdü, o ne, dedim, kış geliyor, kuvvetli olmak lazım, doktorlar kuvvet hapı verdiler, dedi.” (AA-İGA).
→ sil-. ║ iktiza et-, şahadet et-*. ║ kafana yaz.
127
→ bir kalem geçmek.
bir kalemde:⌠5⌡/Birden ve toptan, {olarak}./ “Kimileri, bütün bunları ‘emperyalizmin yalanı’
diye bir kalemde geçebildiler.” (HC-KKKY)., “Gerine gerine kendilerine ‘avukat’ diyen o dünkü çocukları, isteseler bir
kalemde siler atarlardı en zor davalarda.” (MM-ÜAKO).
→ al-, geç-, harca-, sil-. ║ inkâr edil-.
bir karar:⌠4⌡/Aynı durumu koruyarak, belli durumunu değiştirmeden./ “Ölünün başında
yaşlıca bir kadın, diz çökmüş, gövdesi hep bir karar, ileri geri, sağa sola, sallanıyor, sallanıyordu.” (NC-SY)., “Elleriyle,
avuçlarıyla yumruklarını sıkarak, baldırlarını, dizlerini bastıra basura, gövdesi üstünde ileri geri, sağa sola, hep bir karar,
sallanıyor, sallanıyordu.” (NC-SY).
→ sallan- [4].
bir kere:⌠183⌡/1. Aslında/ “Ø”. ; /2. Bir defa olarak, {bir defasında, bir keresinde}./ “…bu yüzü bir kere görmüştüm işsizliğimde” (ŞY-2000)., “Adresimi verdim. Bir kere gelin bize, dedim.” (NFK-ST).,
“Belma'ya da bir kere baktı.” (PS-SK)., “Sonra çok düşündüm, keşke bir kere yaşasaydım aşkı, ama büyülü bir aşk olsaydı.”
(EA-KIY)., “Basın beni bir kere öldürdü.” (TÖ-E)., “Bizim gibi bin tane paşa her zaman gelir, her zaman gider, ama bir
Haydar Usta dünyaya bir kere gelir, o da gidince bir daha hiç gelmez.” (YK-BE). ; //Her şeyden önce, başta.// “Bir
kere düşünelim Ali Rıza Bey... dedi.” (RNG-YD)., “Kızlar diyorlar ki, bir kere laikler bizi görmüyor ya da rahibe
sanıyorlar.” (ZA-MAAİ)., “Adı çıkmış bir kere meselâ..." Jandarma karakol komutanı, sevinerek "Vukuat mukuat yok çok
şükür bir yıldan beri" diyor, tasdik ediyor köylüler başlarıyla...” (FO-KSA).
1.⌠-⌡→ Ø
2.⌠145⌡→ gör-* [10], gel- [5], bak-* [5], karşılaş-* [4], söyle- [4], yakala- [3], git- [3],
görül- [3], sor- [3], aç- {bakmak} [2], bil-* [2], göster-* [2], iste- [2], konuş- [2], oku- [2], öl- [2],
öldür- [2], öp-* [2], uğra- [2], yaşa- [2], ağla-, al-, alış-, alıştırıl-, anla-, ara-, arala- (kapı), asıl-,
ateş et-, bakış-, başla-, boşa-, bul-, buluş-, çal-* (saat), çevir-, çevril- {tercüme etmek}, çık-,
danış-, de-, dinle-, doğur-, dokun-, dön-, döv-, dur-, geç-, gerin-, giy-, görün-, götür-, gül-*,
iç-, kazanıl-, kurul- (kitabevi), mele-, niyetlen-, okun-, okuttur-, öt- (çan), selâmlaş-, sev-,
soyun-, sön-, tanış-, unut-*, yap-, yazıl-, yen-, yerleş-*, yutkun-. ║ dünyaya gel- [3], aşık ol-
[2], altına gir-, bağı çüzül- {ilişkisi kesilmek}, başı eğil-*, (dışarı) çık-, fethedil-, fünyesi
çekil-, gazete çık-, gönlüne gir-, gözü gör-, güneş doğ-, hatır sor-, imdada yetiş-, izin ver-,
kaybet-*, kaybol-, kendini bil-*, (kıl) çek-, konuk ol-, küfür et-, müsaade edil-, not tut-*, of
de-, ses ver-, taş at-, yola gir-, yüzüne bak-*, zafer kazan-.
//…//⌠39⌡→ düşün- [4], gör-*, alış-, bak-, bil-, bit-, çok oku-, etkile-, iste-, kaybet-*,
kazanıl-, kız-*, san-, sev-*, sinirlen-, tanı-, yap-, yenil-. ║ adı çık-, ayrı düş-, boş kal-*,
geçmişi yok say-, gönlü katlan-*, gözünü korkut-, hatmedil-, iyi ol-, kabul et-, karşılık ver-*,
kendini tut-*, sağ salim dön-, taarruza geç-, toprak ver-, yola düş-, yüzüne vur-*. ║ bulup
yerleş-.
128
bir kerecik:⌠16⌡/Bir defaya mahsus./ “Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız; Buhoma, böyük
temel çivisini çaktınız!” (NFK-Ç)., “İnsan dünyaya bir kere geliyor, bu hayat bir kerecik yaşanıyor.” (DK-Z)., “Bir kerecik
dokunayım o kadar.” (İA-ÖEK).
→ bak- [2], gel- [2], dinle-, dokun-, git-*, güven-, öp-*, yaşan-, yap-. ║ hatır kır-*, rast
gel-*, sahip ol-, ses ver-, yanak okşa-.
bir kerelik:⌠1⌡/Bir kereye özgü olarak, bir defalık./ “Ama sonradan öğrendiğim kadarıyla o
rastgele, bir sokak kadını gibi önüne gelenle, bir kerelik yapıyormuş bu işi.” (İA-ÖEK).
→ yap-.
bir koşu:⌠35⌡/1. Çabucak./ “Ben bir koşu alır gelirim.” (AMD-O)., “Hemen çıktım saklandığım yerden
ve bir koşu eve geldim.” (OA-BBAR). ; /2. Koşarak, koşa koşa./ “Bir koşu evden fırlar, Hatice Nine'nin avlu
kapısının ipine asılırdım.” (GY-H2)., “İçindeki duyguların taşkınlığından korkup, bir koşu aşağıya, sundurmaya iniyor.”
(OB-HYD).
1.⌠28⌡→ git- [8], gel- [7], al- [2], bul- [2], çık- (merdiven vb.) [2], getir-, ulaş-, yığıl-. ║
geri dön-, kapıyı aç-, ilave et-, soluğu ..de al-, çay söyle-. ║ alır gelirim [2], indi çıktı.
2.⌠7⌡→ fırla- [3], bırak-, in- (-e), tırman-.
bir lahza:⌠28⌡/Kısa bir süre./ “Bir lahza dur yolcu!” (AHT-BŞŞ)., “Saatler işkence, günler cellâdım,
Ne ben yalnızlığa bir lâhza kandım. Ne de yalnızlığım benden usandı.” (AHT-BŞ)., “Kemerlerin, sütunların, aydınlık
cephelerin bir lâhzalık gururu, bulutlarla yarışan çınarların içimde yıldırımlara olan aşkı ve sahilinde altın yelkenlerini
açmış bekleyen gemiler, ve hepsini birden, ve yüz derin çehreli uzlet bir tek aynada kendisini bir lâhza seyretti diye beni
kendimin gölgesi yapan aydınlıklar!” (AHT-YG).
→ dur- [6], aç-, ayrıl-*, bak-, belir-, birleş-, çevir-, din-, durala-, düşün-, hatırla-, kan-,
tut-. ║ seyret- [2], âbâd ol-*, eksik ol-*-, kendini bırak-, mevcut ol-, ortadan kaybol-, selbet-,
sessizliğe bürün-, vazgeç-.
bir lahzacık: Ø
bir lahzada:⌠18⌡/Çabucak./ “Birden nasıl değişir yüzün bir lâhzada” (AHT-BŞ)., “Bir lâhzada 1923
inkilâbından seksen sene evveline, Abdülmecid Han'ın kitaba ve gazeteye sansür koyduğu devre dönüvermiştik.” (AHT-YG).
//Bir anda.// “Bir kadın doğdu bir lâhzada bir dalganın sağrısından siyah, lâcivert bir kadın köpük köpük saçlarıyla
yaşadı, sevdi, öldü bir lâhzada nazdan çığlıklar atarak yaşamanın ötesinde...” (AHT-BŞ)
/…/⌠5⌡→ boyat-, doğ-, öl-, sev-, yaşa-.
//…//⌠13⌡→ değiş- [2], azal-, çoğal-, gül-, kalk-, konuş-, soyun-, taşı-. ║ devre dön-.
birlikle:⌠837⌡/1. Bir arada, beraberce, hep beraber./ “Birlikte gittiler, kızın kucağında ekmek,
Lenanın ellerinde tuzluklar, havlular...” (YK-KSİ)., “‘O zaman, ikimiz birlikte erken çıkalım.’” (PK-BCR)., “…çıraklarını
toplayıp, gündüz çini işi, gece Ahi aşı birlikte çalışıyorlar, birlikte yiyorlar, birlikte yaşıyorlarmış.” (AK-AA)., “Aynı yöne
doğru birlikte yürüsek?” (AA-RÜ)., “Beş yıl birlikte oturduk ve hep uzak durduk birbirimizden.” (İA-ÖEK)., “Ayhan'ı
göremedim, diyor Onur, geldi mi? Birlikte geldik, bahçede.” (İA-ÖEK)., “Birlikte gülecek, eğleneceksiniz.” (AA-TO3).,
“Avda birlikte dolaşırdık.” (RE-G)., “Bir zahmet, Müdüriyet'e gelirseniz, ne yapabileceğimize birlikte karar veririz!” (CD-
129
SNYB)., “Bazen birlikte alaturka şarkılar söylerler.” (ES-SUYK)., “Hepsi birbirinden şirin. birlikte oynarlar, birlikte denize
girerler:Cansu, Dilara, Eda, Merve, İki Eceler, Ilgın. (2004'de 9-12 yaşlarındalar) Beni severler, kitaplarımı okurlar.” (ES-
SUYK). ; /2. Yanında, beraberinde./ “Bu varlıkbilimlerinden herbiri öbürüne benzemeyen bir sözcük gömüsünü, bir
söz bölümleyişini, hattâ bir sözdizimi tutumunu birlikte getirir.” (NU-DG)., “Alangu, yazış biçimini, değerlendirme
yöntemini birlikte götürdü.” (ŞY-1996).
1.⌠798⌡→ git- [92], ye- (yemek) [49], yaşa- [47], çık- [46], yürü- [33], çalış- [26], oku-*
[22], gel-* [19], otur-* [16], gör-* [13], iç- [13], dön- [11], gül- [11], in- [11], büyü- [9], düşün- [9],
gez-* [9], yap-* [9], bak- [8], dolaş- [8], öl- [8], eğlen-* [7], geçir-* [7], oyna- [7], dinle- [6], geç-
(zaman vb.) [6], gir- [6], kal- [6], ağla- [5], başla- [4], kalk- [4], konuş- [4], ayrıl- [3], bin- [3],
dinlen- [3], incele- [3], katıl- [3], sürdür-* [3], taşı- [3], yat- [3], yazar- [3], anlat- [2], ara- [2], aş-
[2], bekle- [2], bil- [2], çöz- [2], dal- [2], diren- [2], gezin- [2], hazırla- [2], karşıla- [2], kullan- [2],
kutla- [2], sabahla- [2], savaş- [2], söyle- [2], uğurla-* [2], uyu-* [2], uzan-* [2], yaşlan- [2], yüz-
[2], aç-, ağırla-, al- {satın almak}, anla-, artış-, as-, asıl-, at-, atıl-, atla-, avuçla-, bastır-,
biçimlendir-, bit-, bitir-, bul-, bulun-, çevir-, çoğal-, değerlendir-, devril-, dövüş-, dur-, durul-,
duy- {hissetmek}, düş-, düşle-*, eleştir-, eri-, ezil-, giriş-, göm-, gül-, gülün-, gülüş-, hallet-,
harmanla-, havalan-, haykır-, hesapla-*, iste-, işle-, izle-, kaç-, kay-, kıkırdaş-, kurtul-*, okşa-,
öde-, öğren-, öğretil-, saklan-, sapta-, sev-, sevin-, sız-, sun-, sus-, sürüklen-, süzül-, tekrarla-,
tertiple-*, tut*-, uç-*, var-, vedalaş-, yakala-, yakalan-, yaklaş-, yan-, yüksel-. ║ karar ver- [5],
şarkı söyle- [4], denize gir- [3], kahvaltı et- [3], yola çık- [3], alışveriş et- [2], dans et- [2], dergi
çıkar- [2], gezintiye çık- [2], hapis yat- [2], hareket et- [2], iş yap- [2], sınırı geç- [2], tebdil-
kıyafet et- [2], vakit geçir-* [2], yemeğe çık- [2], yere düş- [2], yere yuvarlan- [2], apar topar
çık-, atış yap-, ayağa kalk-, çare düşün-, çemberi yar-, çift sür-, çocuk kaçır-, demeç ver-,
devam et-, eğitim gör-, ekin biç-, geleceği kucakla-, gerçekleştir-, geri dön-, geziye git-,
harman kaldır-, huzura gir-, ırzına geç-, iki tek at-, imza altına alın-, intihar et-, iş ara-, iş
çevir-*, işe koyul-, kafaları çek-, kahvaltı yap-, kamp kur-, kanat çırp-, kapıyı kır-, karar al-,
karar veril-, kararlaştır-, karşı koy-, konser ver-, küfret-, mektebe git-, mektup yaz-,
modernleştir-, muayene et-, muhabbet et-, müzik dinle-, müzik yap-, nefes al-, nöbet tut-,
ortaya çık-, piyano çal-, piyes hazırla-, resim çek-, resim çekil-, resim çektir-*, resim çektiril-,
savaşa gir-, sofradan kalk-, sofraya otur-, sohbet et-, spor yap-, sürüklenil-, tatil yap-*,
televizyon seyret-*, (televizyona) bak-, temizlik yap-*, topluluk kur-*, türkü söyle-*, var ol-,
yardımcı ol-, yaşamın yükünü yüklen-, yayımla-, yemeğe git-, yer al-, yerine getir-, yok ol-,
yolculuğa çık-, yolculuk yap-, yuva kur-, zaman geçir-, ziyarete git-. ║ çekip çevir-, çıkıp git-,
gidip gel-, gidip otur-, koşuşturup dur-, yiyip iç-. ║ alın gelin, çaldık oynadık çeker gider,
yedik içtik.
2.⌠39⌡→ getir-* [27], götür- [9], al- {değerlendirmek}, kal-, yayıl-.
130
⇒ birlikte gitmek, birlikte yemek, birlikte yaşamak, birlikte getirmek.
bir nefes:⌠1⌡/Bir an, kısa bir süre./ “Doktor:‘Aç bakayım ağzını.. Aaa! de bakayım, bir nefes.’” (EA-
MR).
→ de-.
bir nefeste:⌠16⌡/Söz, {soluk} ve içecekler için ara vermeden, {bir kerede.}/ “Duyulur
duyulmaz fakat bir nefeste:- Sen de hayatımsın… dedim.” (EI-KA). “Köprüden kayıkla geçmişim karşıya, Bir nefeste
çıkmışım bizim yokuşu...” (TU-BŞ). ; //Bir anda.// “her zamankinden yalnızım şimdi bir nefeste cafe de Pecluse'ü
hatırladım” (Aİ-SB)., “Bir nefeste Reşid'in milletvekilliğini üstünden alıverdiler.” (FRA-Ç).
/…/⌠13⌡→ dik- [3], de- [2], söndür- [2], anlat-, bırak-, boşalt-, in- (-e), oku-. ║ yokuş
çık-.
//…//⌠3⌡→ al-, hatırla-, yıkıl-.
bir o kadar:⌠10⌡/Ne kadar varsa o kadar daha, bir katı, bir misli./ “Altı sene okuyacaksın,
sonra da doktor olabilmek için bir o kadar zaman daha.” (AK-AA)., “Adı 'Neriman'mış, sarışınlığı sahte, adı da:felâket içki
içiyor, bir o kadar da cıgara!” (Aİ-OKB)., “Onsekiz yıl bekledim, bir o kadar daha beklerim.” (OP-KK).
→ al- çalış-, ekle-, geç-, harca-, ol-, sat-, sev-, yaz-. ║ doğal ol-.
bir ölçüde:⌠65⌡/Biraz, belli oranda./ “Bunu bir ölçüde başardık sanıyorum.” (AD-Y)., “‘teknik
güçlükler’ bu durumu bir ölçüde açıklayabilir.” (BK-ÖM)., “Cümle içinde kullanılan kelimelerin yeri, cümledeki hangi
anlam öğesinin şekil, hangisinin zemin olacağını bir ölçüde belirler.” (DC-Yİİ)., “Bu yeni kurumlar, bir ölçüde toplumun
çeşitli sınıflarının kendi aralarında ve siyasal iktidarla sınıfsal yapı arasındaki uzlaşmaları belirler.” (EK-DT..A).
→ başar- [5], anlaşıl-[2], belirle- [2], gerçekleştir- [2], gider- [2], ol- [2], söylen- [2],
açıkla-, art-, benimse-, bil-, çözümlen-, değerlendiril-, değiştir-, doğrula-, düzenle-, etkile-,
geç-, gerek-, gevşet-, git-, görül-, işle-, katıl-, kavran-, konakla-, kurtul-, önlen-, övün-,
rahatlat-, sağla-, savun-, sergile-, sevdir-, yadırgat-.yaklaş-, yanıl-, yapıl-, yitir-. ║ geride kal-
[2], başarılı ol-, dışta tut-, dikkate alın-, etkisine al-, farkında ol-, geçerli ol-, genişlik kazan-,
içini rahatlat-, işin içine gir-, izine rastla-, karın doyur-, yanıt ver-, yardımcı ol-, yüzeyde kal-.
bir parça:⌠39⌡/2. Kısa bir süre./ “Bir aralık tenha bir köşede Ali Rıza Bey'e yaklaşmış, Baba, bir
parça beni dinler misin? demişti.” (RNG-YD)., “Kâmran'ı kocaman bir ceviz ağacı altına götürdü, akşamdan bahçede
unutulmuş bir iskemleye oturttu:Şimdi, bir parça beni bekleyeceksiniz.” (RNG-ÇK)., “Ahmed Cemil sözlerinin mecrasını
birden tebdile lüzum gördü, bu nazarın karşısında daha ziyade nikabını muhafaza edemeyeceğini anladı, bu defa tâ yanına
sokuldu:Lâtife ediyorum, dedi, daha sonra:İkbal, müsaade edersen seni bir parça muaheze edecetim; dedi.” (HZU-MvS). ;
//Biraz, azıcık, çok az.// “Nihal! dedi; beni bir parça seviyor musun?...” (HZU-AM)., “Hayatımı bir parça
biliyorsunuz, bazı esrarımı hemen hemen zorla benden çaldınız.” (RNG-ÇK)., “Zaten bana haber veren çocuk da bir parça
çıtlattı.” (SA-İÇ)., “Sen de bu işte bir parça gayret göster! deyince ayaklarım suya erdi.” (RNG-YG)., “Beria aklıma gelir
gelmez hiddetim bir parça geçti.” (SA-K/S).
2.⌠6⌡→ dinle- [2], bekle- [2], uyu-. ║ muaheze et-.
131
//…//⌠33⌡→ sev-* [2], aç- (bacak), açıl- {rahatlamak}, anlat-, azal-, benze-, bil-,
bulaştır-, çıtlat- {bahsetmek}, ferahlat-, hatırlat-, kız-, kolaylaştır-, kurtul-, otur-, oyala-,
öldür-, övün-, serinle-, sokul-, şaşır-, uzaklaş-, yanıl-, yükselt- (ses). ║ affet-, gayret göster-,
geri kal-, hiddeti geç-, iltifat göster-, rahat et-, zahmete sok-, sıkıntı çek-.
bir solukta:⌠76⌡/Çabucak./ “Uzun dediğime bakma, mektubunu bir solukta okudum.” (AN-ŞÇH).,
“Ekiptekiler bir solukta olup biteni anlattılar.” (GD-AK)., “Şinasi yokuşu bir solukta çıktı “(PS-FH)., “Yanına varıp
gördüğüm kentleri, tanıdığım kadınları, her şeyi söylemeliyim bir solukta.” (GY-H2).
→ oku- [10], anlat- [9], çık- [5], söyle- [5], var- [5], in- [3], aş-, bit-, bitir-, de-, devir-,
ekle-, fırla-, getir-, götür-, iç-, kurtar-, öğren-, sor-, ulaş-, uyu-, yaz-, ye-. ║ anlatıver-, bitiver-
, iniver-, söyleyiver-, sürüver-, uyuyuver-, cevap ver-, devret-, haykırabil-, açıktan al-, arayı
kapat-, ata atla-, entari değiştir-, yol al-, kendini bul-, kendini topla-, rapor yaz-, yanına çek-,
yeryüzüne yayıl-, yokuş in-. ║ sayıp dök-, okuyup bitir-.
⇒ bir solukta okumak, bir solukta anlatmak.
bir tahtada: Ø
bir temiz:⌠8⌡/Adamakıllı, {iyice}/ “Sizden evvel ben ona diyeceğimi dedim, bir temiz dövdüm.” (GY-
H1)., “Sonra bir temiz rakı içmeli.” (DH-SS)., “Biraz da hiddetli, şu teresleri bir temiz haşlı-yayım, diyerek içeriye girdim.”
(GY-H1).
→ döv- [5], haşla-, iç-. ║ karın doyur-.
⇒ bir temiz dövmek.
bir türlü:⌠954⌡/1. Tekrarlı kullanıldığında işin yapılmasının da yapılmamasının da
aynı derecede kötü olduğunu belirten bir söz./ “Ø”. ; /2. Hiçbir biçimde, hiçbir yolla./ “…sana
kaç kere işaret ettim, ama bir türlü anlamadın.” (HAT-KHK)., “Denizin öyle güzel mavisi vardı ki... Bir türlü bulamadım.”
(AHT-YG)., “Aliço, Sultan Azizin pehlivanlığına bir türlü inanamıyordur.” (SB-BŞM)., “Ölü kediyi aralarından kovmak
kolaydı, ama ölü adamdan bir türlü kurtulamıyorlar.” (OB-HYD)., “Ne söyleyeceğim sana, ne zamandan beri düşündüğüm,
ama bir türlü söyleyemediğim.” (SKA-GA)., “Yılan, uçarak bir türlü gelmiyordu.” (YK-KSİ)., “Bekir, Seyd-Ali'nin
yüzündeki sevincin, gözlerindeki parıltıların sebebini bir türlü kestiremiyordu.” (CD-Oİ)., “Aylar boyu bir türlü
alışamamıştı adam buna.” (ÇA-BAG)., “Ali bir şeyler söylemek istiyor, fakat bir türlü beceremiyordu.” (SA-KY)., “…bunu
bir türlü bilemiyorum.” (AA-YÖT)., “Fakat bir türlü bölüğümden ayrılamıyordum.” (FRA-Z)., “Ama kılıcın üstündeki
oyma, altın yazı otuz yıldır bir türlü bitmiyordu.” (YK-BE)., “….yahu selam verdiğim başka dürzü yok mu diye söyleniyordu,
ama bir türlü hatırlayamıyordu.” (HAT-KHK)., “Bir türlü karar veremiyor, karar veremediğimiz için de kıvranıp
duruyorduk.” (TY-AÖ)., “Buna bir türlü akıl erdiremedi.” (YK-İM1)., “Ama Bekir, Ruslara evet veya hayır demeye bir türlü
cesaret edemiyordu.” (CD-Oİ)., “Cemile'nin önünde rezilce koğuluşunu bir türlü hazmedemiyor, annesinin yıllarca önceki
sözlerini düşünüyordu.” (OK-C)., “Ama bir türlü de vazgeçemiyor.” (DK-Z)., “Beni buradan kurtarmak için o zamanlar çok
uğraştığı halde buna bir türlü muvaffak olamamıştı.” (OCK-KE).
1.⌠-⌡→ Ø
132
2.⌠954⌡→ anla-* [77], bul-* [35], inan-* [29], kurtul-* [20], söyle-* [17], ol-* [16], gel-*
[14], kestir-* [14], alış-* [11], becer-* [11], bil-* [11], unut-* [11], ayrıl-* [10], at-* [8], bırak-* [8],
bit-* [8], git-* [8], ısın-* [8], uyu-* [8], çöz-* [7], geç-* [7], hatırla-* [7], aç-* (kapı, perde vb.)
[6], başar-* [6], bitir-* [6], çıkar-* {anlamak} [6], dur-* [6], kavra-* [6], öğren-* [6], yanaş-* [6],
yen-* [6], açıkla-* [5], anlat-* [5], çık-* [5], gör-* [5], toparla-* [5], ulaş-* [5], anımsa-* [4], bak-
* [4], benimse-* [4], çek-* [4], doy-* [4], düş-* [4], kabullen-* [4], kesil-* [4], kurtar-* [4], sor-*
[4], yaklaş-* [4], açıl-* {içini dökmek} [3], al-* [3], anlaş-* [3], anlaşıl-* [3], bulun-* [3],
gerçekleştir-* [3], ilerle-* [3], kaldır-* [3], sev-* [3], tamamlan-* [3], yakala-* [3], yatıştır-* [3],
yetiş-* [3], açıl-* (kapı vb) [2], aş-* [2], atla-* [2], aydınlan-* [2], ayır-* [2], bağla-* [2], bastır-*
[2], başla-* [2], beğen-* [2], çıkart-* [2], çözül-* [2], de-* [2], din-* [2], doğrul-* [2], dön-* [2],
düzel-* [2], ezberle-* [2], geliş-* [2], inandır-* [2], iste-* [2], iyileş-* [2], kalk-* [2], kavuş-* [2],
kur-* [2], oturt-* [2], öğret-* [2], öl-* [2], rastla-* [2], sağla-* [2], seç-* [2], sustur-* [2],
toparlan-* [2], uydur-* [2], yan-* [2], yap-* [2], yaran-* [2], yaz-* [2], aç-* (güneş), ak-*, aldır-
*, alın-*, alıştır-*, beğendir-*, beyazlaş-*, birleştir-*, boz-*, buluş-*, büyü-*, ciddileş-*, çatla-
*, çözümle-*, dayan-* (para), değiştir-*, dinle-*, dönüş-*, durul-*, duyur-*, düşün-*, eksil-*,
erin-, eriş-*, evlen-*, geçin-*, gerçekleş-*, gevşe-*, gider-*, gir-*, giy-*, giyin-*, görül-*,
görüş-*, gözük-*, güven-*, hatırlat-*, havalan-*, hesaplaş-*, ısıt-*, ilgilen-*, in-*, kan-*,
kandır-*, kapat-*, kapatıl-*, karar-*, karşılaştır-*, katıl-*, katlan-*, kaynaş-*, kes-*, kımılda-
*, kır-*, kıy-*, kız-*, kondur-*, konuş-*, kop-*, kopart-*, kov-*, kullan-*, kurul-*, küllen-*,
manalandır-*, nallat-*, neşelendir-*, oku-*, otur-*, önle-*, örtüş-*, sapta-*, seslene-*, sevin-*,
sezil-*, sıyrıl-*, sinirlendir-, soğu-*, sonuçlan-*, sök-*, sökül-*, sön-*, söndür-*, tasarla-*,
tut-*, tuttur-*, tutuş-*, ulu-*, uy-*, uyandır-*, uyuş-*, uyut-*, var-*, ver-*, yakıştır-*, yanşa-*,
yapıl-* yapış-*, yaraştırıl-*, yat-*, yatış-*, yatıştırıl-*, yazıl-*, yerleş-*, yerleştir-*, yet-*, yut-
*, yuvarlan-*, yürü-*, yürüt-*. ║ karar ver-* [10], akıl erdir-* [10], hazmet-* [9], cesaret et-*
[8], vazgeç-* [6], razı ol-* [6], rahat et-* [5], affet-* [5], aklı al-* [5], uyku tut-* [4], muvaffak
ol-* [4], kendine gel-* [4], kabul et-* [4], eli var-* [4], mümkün ol-* [3], emin ol-* [3], ele
geçir-* [3], belli ol-* [3], ayak uydur-* [3], gözünü al-* [2], tayin et-* [2], tatmin ol-* [2], rahat
dur-* [2], memnun ol-* [2], izin ver-* [2], içine sindir-* [2], hallet-* [2], fırsat ol-* [2], dili var-*
[2], cevap ver-* [2], anlam ver-* [2], aklı yat-* [2], aklı er-* [2], kendini al-* [2], (iş vb.)
…yoluna gir-* [2], adam ol-*, akıldan çık-*, akıl-fikir erdir-*, aklına gel-*, aklında tut-*, al-*
{ele geçermek}, alt ol-*, arkasını bırak-*, âşık ol-*, ayağa kalk-*, bahset-*, başını çevir-*,
başvur-*, biraraya gel-*, cesaret bul-*, ciddiye al-*, çare bul-*, defet-*, dışa vur-*, dilinin
ucuna gel-*, disiplin kur-*, donunu çıkar-*, geri ver-*, gönlünden çıkar-*, gönlünü et-*, göze
al-*, gözü tut-*, gözümün önünden git-*, gözünden git-*, gözünün önünden git-*, gözünün
133
önüne getir-*, güreş tut-*, hafızadan silin-*, hayalinden çık-*, hazmedil-*, huzur bul-*,
huzura kavuş-*, içi içine sığ-*, içinden çık-*, içini dök-*, ihtimal ver-*, ikna et-*, ikna ol-*,
iletişim kur-*, inanası gel-*, intibak et-*, iş gör-*, işin içinden çık-*, itiraz et-*, kabil ol-*,
kaleme gel-*, kanaat et-*, karar veril-*, kendini kurtar-*, kendini tatmin et-*, kendini toparla-
*, kendini tut-*, keşfet-*, kısmet ol-*, kibrine yedir-*, konu açıl-*, konuya gir-*, kulağından
git-*, laf aç-*, mazur göster-*, memnun et-*, nefsine yedir-*, ortaya çık-*, peşini bırak-*,
rağbet bul-*, rahat ver-*, sarhoş ol-*, sesi çık-*, sıra gel-*, sonu gel-*, sonuca ulaşıl-*, sonuç
ver-*, söylemeye dili var-*, sözünden çık-*, sözünü kes-*, susmak bil-*, tanzim et-*, tat duy-
*, tayin et-* {karar vermek}, telefon gel-*, tespit et-*, uykusu gel-*, üstünden at-*, üzerine
eğile-*, vakit bul-*, yakasını bırak-*, yanıt bul-*, yerinden kımılda-*, yerinden kıpırda-*,
yerine getiril-*, yolunu bul-*, yüreği rahatla-*, yüreğini aç-*, ziyan ol-*. ║ bitmek bil-* [5],
doğal halini bul-*, dolmak bil-*, gitmek bil-*, kalkmak bil-*, kopmak bil-*, (zaman) geçmek
bil-*.
⇒ bir türlü anlamamak, bir türlü inanmamak.
bir vakitler:⌠15⌡/Geçmiş zamanda, eskiden, vaktiyle./ “Baba ile meyhanede çalışırdık bir
vakitler.” (ÜA-TÖ)., “Aşçıların en mükemmeli de' Mengen'de çıkardı, bir vakitler.” (RHK-BS)., “Bir vakitler güneyde öyle
kötü kullanılmış ki...” (TU-BŞ)., “Camgöbeği renginde, çünkü bir vakitler bir yerde o rengin afrodizyak etkileri hakkında bir
şeyler okumuştum.” (PK-BCR)., “Işımış İstanbul'a bayılırdım bir vakitler.” (ME-TŞ)., “Siz bir vakitler şiirle meşgul
olmuştunuz.” (GY-R)., “Daha doğrusu bir vakitler unutulur giderdi.” (NC-SY).
→ bayıl- {hoşlanmak}, çalış- (iş), çık- {yetişmek}, duy- {işitmek}, duy- {hissetmek},
iste-, kullanıl-, uydur- (masal), oku-, öp-, yap-, yat-, ye-. ║ meşgul ol-. ║ unutulur gider.
bir yana: Ø--
bir yanda: Ø--
bir yandan: Ø--
bir yol:⌠44⌡/Bir kez./ “Caydık, bir yol da... Parayı, ekini harmanda öderiz.” (KT-Gİ)., “Sonunda demiş
ki:Varayım bir yol muhtara gideyim.” (MŞE-VÇ). ; //Şimdi// “İrin gene bir yol akar, iner yere bilirim” (BN-BŞ)., “Hele
bir yol gel şöyle salona, oturalım.” (EI-KA). ; ///Hemen/// “Durur bir yol sağa sola bakınır” (BN-BŞ)., “Ölmesin...
İzmir'e bir yol kavuşsun...” (SK-D)., ; ////Önce//// “Ben ne bilem, işte horda, sen bir yol içeri gir!” (HEA-VK).
/…/⌠30⌡→ bak- [2], gör- [2], ak-, az-, benze-, cay-, dur-, düş-, düşün-, gel-, git-, iste-,
öğren-, söyleş-, uğra-, uzan-, yenile-. ║ gösteriver-, götürüver-, aklı başına gel-, dem çektir-,
düşünce sar-, gözlerimizi kapa-, hayal buyur-, koku al-, nefes et-, yer gök inle-, şölen kurul-
//…//⌠3⌡→ dur-, kavuş-, söyle-.
///…///⌠2⌡→ dolaş-. ║ içeri gir-.
134
////…////⌠9⌡→ gel- [2], bak-, bırak-, dinle-, dön-, dur-, öp-. ║ kulak ver-.
bir zaman:⌠93⌡/1. Geçmiş zamanda, eskiden, vaktiyle./ “Ben bir zaman meseleyi
anlayamadım.” (KT-Gİ)., “Otelimin hemen yanıbaşmdaki otelde de bir zaman Verlaine kalmış.” (AHT-YG)., “Tuhaf bir
duygu :sanki ben değilmişim de bir başka çocukmuş o; bir zaman gezmiş, oynamış, sonra ölüp gitmiş...” (AMD-O).,
“Sebebini sordum, bir zaman cevap vermedi.” (EI-KA). ; /2. Belirli bir süre, biraz./ “Bir zaman susuyor.” (EB-
BG)., “Selâhattin arkadaşının yüzüne bir zaman baktı :Aklına gelen benim de aklıma geldi ama, sanmam!...” (KT-YS).,
“«Hele bir zaman bekliyelim!» karar ile dağıldılar.” (RHK-MH)., “Yaktılar, kahvelerim içmeye başladılar. bir zaman
konuşmadılar.” (SK-D)., “Hindiya Sultanı elini çenesine atıp sakal falına daldı. Bir zaman düşündü.” (KT-Gİ)., “Kör
Şaban'ın yabancı bayraklarla donanmış sokakta, çarpık bacaklarıyla harmanlayarak gitmesini bir zaman seyretti.” (KT-
YS)., “Paltosunun cebinden bir dergi çıkardı. Bir zaman okudu.” (YA-AA).
1.⌠6⌡→ anla-*, gez-, kal-, oyna-, sev-. ║ hasta ol-.
2.⌠87⌡→ sus- [14], bak- [9], düşün- [6], konuş-* [5], bekle- [3], dur- [3], git- [3], dolaş-
[2], gül- [2], oku- [2], sür- [2], ağla-, ağlaş-, bakış-, bit-, çalış-, çöz-*, dal-, dönele-, eğlendir-,
gel-, gezin-, gir-* (-e), incele-, karıştır-, oyna-, sor-, söylen-, sürüklen-, süz-, uzaklaş-, yaşa-,
yatış-*. ║ cevap ver-* [3], seyret- [3], bıyık altından gül-, çare düşün-, içinde dolaş- (duygu),
işsiz gez-, kaybol-, kulak ver-, sesi çık-*, sessiz dur-, sessiz kal-. ║ azdı köpürdü.
⇒ bir zaman susmak.
bir zamanlar:⌠98⌡/Zamanında, vaktiyle, eskiden./ “Bir zamanlar adamı sevmiş, sonra da
duyguları değişmiştir, neden olmasın?” (AÜ-SG)., “Bir zamanlar bana da öyle yapmışlardı, insanın çevresinde bütün
tanıdıklar yabancı kesilir.” (CK-YÖ)., “Şiirlerini çok okudum, bir zamanlar çok okuttum.” (BN-DY1)., “Onun dili hakkında
bir zamanlar şöyle yazmıştım.” (BA-YYY)., “”Kendimi yazdım! Bir zamanlar misyon duygusuyla yüklü yaşadım.” (HC-
KKKY)., Raporlara göre, ekim ayında Mehmet Babıali'de bir zamanlar çocuk dergisi çıkarmış ya da hâlâ çıkaran
yayınevlerini ve bu dergilerde kalem oynatmış Neşati türünden kaşarlanmış yazarları ziyaret ediyordu.” (OP-YH)., “Bir
zamanlar Dil Kurumunda da çalışmış.” (CKM)., “Süha Rikkat acıyla gülümsüyordu:bir zamanlar bütün ışıklara âşık
olmuştu.” (Sİ-ÖKS)., “Sana hiç bahsettim mi? bir zamanlar bizim Profesör Hikmet talip olmuştu.” (SA-İÇ).
→ sev- [6], yap- [5], iste- [4], oku- [4], yaz- (yazı, şiir vb.) [4], yaşa- [3], ağla- [2], bulun-
[2], çalış- [2], çıkar- (dergi vb.) [2], de- [2], iç- [2], inan- [2], kal- [2], ol- [2], alış-, anır-, anlat-,
başla-, bekletil-, bulaş-, denil-, dinle-, diret-, dur-, düş-, düşün-, geç-, gör-, gözetle-, gül-,
güldür-, güven-, kişne-, kork-, kovdur-, kur-, mele-, okut-, önemse-, savun-, tanı-, tanı-,
tartışıl-, üzül-, yakındır-, yaşan-, yayımlan-, yazıl-, yönlendir-. ║ âşık ol-, başka türlü düşün-,
ders ver-, egemen ol-, egemenlik kur-, ehemmiyet veril-, elihe geçmiş-, fark et-*, güzel gel-,
hayatı tornala-, hükümet sür-, ilginç ol-*, kendini yutturmaya kalkış-*, talip ol-, tek taraflı
gör-, tetkik yap-, tırnak yala-, veba çık-, veda et-, (yağmur vb.) yağ-, yayınevi kur-, yüreği
çarp-. ║ geçip git-.
bitevi: Ø
135
biteviye:⌠20⌡/Tekdüze./ “Binmişim bir gemiye Ve böyle biteviye Gidiyorum Bir diyar olsa gerek.”
(AMD-BŞ)., “Razı gelip kaderime, kavalını çalacağım biteviye hüznün.” (SA-A)., //Sürekli bir şekilde.// “Yılkılıklar
akşama dek ovada yine biteviye dolaştılar. (AS-YA)., “Yalnız boğuk, kaba sesli ziller bu tembel saz ve tembel oyun içinde bir
elektrik akıntısına tutulmuş gibi biteviye çırpınır, çınlardı.” (RHK-MH).
/…/⌠8⌡→ git-, yürü-, sarmaş-. ║ şarkı söyle-, kaval çal-, başını kaldır-.
//…//⌠12⌡→ bağır-, çınla-, değiştir-, dolaş-, haykır-, konuş-, salla-, tut-, ye-, çırpın-.
║ sola kay-, gaga vur-.
bittabi:⌠18⌡/Doğal olarak, tabiatıyla, tabii, elbette./ “Bittabi, hiç muvaffak olamadılar.” (YKK-
A)., “Bittabi Köse'nin de buna canı sıkıldı.” (GY-H1).,“Neyse, sen bana kızdın bittabi, öyle yanından kaçtığım için, kusura
bakma n'olursun, o dakka yalnız kalmam lâzımdı!” (EI-NS).
→ ara-, bul-, de-, fiyatlan-, kız-, ol-, sarıl-, tanı-*, toplatıl-, tut-*, uğra-. ║ iltifat et-,
canı sıkıl-, hüküm sür-, kadere razı ol-, muvaffak ol-*, tahammül et-*, tesirat yap-.
bizatihi: Ø
biz bize:⌠18⌡/Yalnız biz, aramızda yabancı bir kimse olmaksızın./ “Abe, bırağ şinci
şoparları da biz bize yapalım bir tıngırdıcık!...” (OCK-Ç)., “Biz bize konuşmayalım.” (İO-LBA)., “Eh, biz bize kaldık,
Kadri.” (AMD-O).
→ kal- [7], konuş- [3], yap- [2], geliş-, kotar-, ol-, yet-. ║ zulmet-, emir ver-.
⇒ biz bize kalmak.
bizce: Ø--
bizcileyin: Ø
bizde: X
bizden: X
bize: X
bizzat:⌠97⌡/Doğrudan doğruya kendisi./ “Örneğin, Cumhuriyet'in ilk yıllarında sırf eğitim
konusunda, yalnız yabancı uzmanlara hazırlatılan raporların 23 tanesini Kaynardağ bizzat görmüştür.” (EK-DT..A).,
“Ardından Şah Abbas da bizzat ve ılgarla geldi, bu suretle İranlıların Bağdat muhasarası başladı.” (REK-Y)., “Ertesi sabah
bizzat belediyeye gittim.” (HT-KSA)., “Ben yarın bizzat gider görüşürüm savcıyla..” (ÇA-BAG)., “Bakımını da bizzat
üstlenmiş durumda.” (İO-LBA)., “‘Anneme ne kadar düşkün olduğuma bizzat şahit olacaksınız,’” diye cevap verdi.” (AA-
İGA)., “Müdüri Umumî onu bizzat takip ediyor, memurlara malûmat vermesi lâzım gelmez...” (PS-SK)., “Atatürk bizzat
geldi, meseleyi tetkik etti:-Yuvarlağı belki biraz daha daraltmak lâzım, ama fikir doğrudur, yaptırınız, dedi.” (FRA-Ç).,
“Evvela Şevket Turgut Paşa memur iken Mahmut Şevket Paşa bizzat Arnavutluk harekâtını ele almıştır. (MB-AK)., “Billah
mı? diye yeniçerilere, ortaya konulan bir mushafa el bastırarak bizzat teker teker yemin ettirdi ve bu yemini divandaki
ulemaya resmen ve seran tescil ettirdi.” (REK-Y).
136
→ gör- [5], gel- [5], git- [4], seç- [3], görüş- [3], de- [3], ara- [2], gir- [2], götür- [2], katıl-
(toplantıya) [2], söyle- [2], uğraş- [2], üstlen- [2], yap- [2], yaşa- [2], yaz- [2], al-, anlat-, bastır-,
çek- (film), denetle-, desteklen-, gebert-, getir-, hazırla-, iste-, işit-, oku-, öldür-, sor-, tanı-,
taşıt-, uğurla-, yazdır-, yönet-. ║ şahit ol- [4], takip et- [2], tetkik et- [2], davet et-, ele al-, emir
verdir-, görüşmede bulun-, göz yum-*, harbe gir-, hareket et-, hazır bulun-*, icbar et-, idare
et-, iddia et-, intikal ettiril-, itiraf et-, karar ver-, kulağında çınla-, meşgul ol-, müracaat et-,
müşahede et-, örnek ol-, padişah ol-, rica et-, ricada bulun-, söz ver-, taltif et-, tanık ol-,
tanıklık et-, temin et-, yanıt ver-, yemin ettir-, yer al-.
bodoslamadan:⌠2⌡/Ön taraftan, baş taraftan./ “İsmail bodoslamadan bir sağnak yedi” (NH-
KMD)., “Arkadaş makineyi durduramayınca, biz de doğru Rema'nm duvarına, baş bodoslamadan bindirdik.” (SB-BŞM).
→ bindir-. ║ sağnak ye-.
boğazına kadar:⌠3⌡/Pek çok, lüzumundan fazla, aşırı ölçüde./ “Boğazına kadar öze
boğulsun tohum” (BRE-DKD)., “Politika ise boğazına kadar arabeske batmış.” (AB-BBYŞ).
→ bat- [2] ║ öze boğul-.
boğaz tokluğuna:⌠9⌡/Ücret verilmeden, yalnız karnını doyurarak./ “Öbür ustaların
yanında biriki yıl boğaz tokluğuna getir götür İşlerinde çalıştı.” (AN-AZDE)., “Babamla Bayram Eniştem (kanserden öldü)
bir süre kaplıcalarda, bilmediğim başka yapılarda amelelik yaptılar, köyün sığırlarını güttüler. Boğaz tokluğuna.” (FA-
SUYK2).
→ çalış- [2], çalıştırıl-, kapılan-. ║ amelelik yap-, bekçilik yap-, çırak ver-, sığır güt-,
yanında dur-.
boğula boğula:⌠8⌡/Boğulacakmış gibi, boğuk bir biçimde./ “Kezban yere yatmış, çizmelerine
sarılmış, boğula boğula ağlamış, yalvarmış.” (HEA-AG)., “Bekir, başını göğsüne eğdi, boğula boğula konuştu:- Bu ne
biçim felek, Seyd-Ali Ağa, bu ne biçim felek?” (CD-Oİ).
→ ağla- [2], anlat-, dön-, git-, gül-, konuş-, öksür-.
boku bokuna:⌠1⌡/Boş boşuna, boş yere./ “Bizi sen yazacaksın, dedi. Bizim şu anda tek görgü
tanığımız sensin. Boku bokuna asılıp gideceğiz”. (EÖ-GSA).
→ asılıp git-.
bol bol:⌠189⌡/Fazlasıyla./ “O bizim gibi rakı içecek değil ya, bol bol şampanya ve konyak içmiş, böyle
böyle kafayı iyice üşütmüş.” (HT-M)., “Çileğe bayılıyordu, bol bol yedi.” (HT-M)., “Okuldan kalan zamanımda bol bol
okuyorum, Raik'çiğim, belki önümüzdeki aylar kitaplarıma fazla vakit ayıramayacağım.” (EA-DÖY)., “Şarkılardan sonra,
masa başına geçip, çaylarımızı içip, pastalarımızı yerken bol bol sohbet ettik.” (EI-NS)., “Aşkımın şiddetinden artık daireyi,
vazifeyi de bol bol seriyor, ara sıra gündüzleri de içiyor ve borç gırtlakta yaşıyordum.” (OCK-KE).
→ oku- [14], iç- [11], ye- [8], ağla- [6], düşün- [5], kullan- [4], ol- [4], öp- [4], al- [3],
eğlen- [3], gez- [3], içil- [3], konuş- [3], sun- [3], uyu- [3], yap- [3], faydalan- [2], gör- [2], oyna-
[2], ver- [2], yaz- [2], al-, alıntıla-, anıl-, bul-, bulun-, çal- (müzik), çalış-, doğra- (soğan),
137
eğlendir-, evlen-, git-, görüş-, gül-, gülümse-, harca-, iste-, kavuş-, kolonyala-, kullanıl-, osur-,
otur-, öl-, öv-, rastlan-, sabunla-, saç-, ser-, seviş-, seyret-, sor-, soy- (patates), tat- (nimet), tat-
(mutluluk), toz-, türe-, üzül-, yararlan-, yarat-, yasakla-, yazıl-, yeril-, ye-, yet-, yetiş-, yetiştir-
. ║ sohbet et- [3], para ver- [2], resim bas- [2], vazifeyi ser- [2], yüze su çarp- [2], arkadaşlık et-,
bahset-, bahsedil-, ihsan et-, laf et-, sarfet-, söz et-, temin et-, tebrik edil-, seyahat et-, meşgul
ol-, süt ver-, imkân ver-, bahsolun-, afyon çek-, burnuna çek-, eroin çek-, esrar çek-, kabızlık
çek-, ziyafet çek-, ant iç-, âşık ol-, bahşiş al-, bahşiş topla-, balık yakala-, cigara iç-, çamaşır
yıka-, çay demle-, çene çal-, çocuk doğur-, düşman çatlat-, el at-, fıkra anlatıl-, fırsat bul-, film
izle-, film yaz-, gazete sat-, geziye git-, göz at-, hayal kur-, ikmale kal-, imkân sağla-, kahkaha
at-, karşılık al-, kart yolla-, kulak çınlat-, mahsul ver-, malûmat al-, müzik dinle-, namaz kıl-,
oruç tut-, parti düzenlen-, rahmet yağdır-, resim çek-, satranç oyna-, selâm getir-, sigara iç-,
sigara tüttür-, sinemaya git-, söz aç-, tatil yap-, televizyon izle-, volta at-, yalan söyle-,
yorgunluk çıkar-. ║ yiyip iç-.
bol bulamaç: Ø
bolca:⌠33⌡/2. Oldukça geniş, çokça./ “Etini bolca koy.” (GY-KO)., “Gösterişe hiç lüzum yok Ayfer
Hanım, dedim, garson da getirtmeyeceğiz, daha sıcak ve samimi bir ev daveti olacak, ona göre hazırlan, ha alkollü içki de
olmayacak, alkolsüzlerden bolca bulunduralım.” (EI-NS)., “Yemeklerin en iyisini (hem de bolca) yiyorum.” (PK-BCR).
→ koy- [3], bulundur- [2], ye- [2], ak-, dağıtıl-, eğlen-, koydur-, kullan-, ol-, oynat-,
sev-, sürül-, yap-. ║ nasibini al- [3], sual et-, boca et-, eleştiri yapıl-, kulak ver-, üstünde
çalışıl-, çocuk doğur-, dut silkelen-, gazete oku-, iltifat al-, çene çal-.
bol kepçeden: Ø
bol keseden:⌠9⌡/ Bol bol, ölçüsüz biçimde./ “Halkçılar şimdi bol keseden atıp tutuyorlar.”
(CKM)., “Bu seneki göçler, evvelki senekiler gibi bol keseden para harcamamışlardı.” (SFA-SS)., “Bir sen mi kaldın bol
keseden çay ısmarlayacak?” (RB-SN).
→ dağıt-, müjdele-. ║ çay ısmarla-, hediye ver-, para harca-, pay artır-, üstlerine al-,
vaatte bulun-. ║ atıp tut-.
boncuk boncuk:⌠10⌡/2. Boncuk gibi yuvarlak taneler durumunda./ “Bayram bakınca
ürperdi :Boncuk boncuk terlemiş. Alnı boynu su içinde.” (FB-ID)., “Bunları aklından her geçirişinde boyalarını bir gülme
alır ve gözünde bakır bir mangal belirir, harlı ateşin sıcaklığı yarım yüzünü boncuk boncuk terletirdi.” (EÖ-P/S).
→ terle- [7], parla-, terlet-, yuvarlan-.
⇒ boncuk boncuk terlemek.
borç harç:⌠8⌡/2. Borç vb. yollara başvurarak./ “Cebinde parası olmadığında borç harç oyuncak
alıyordu.” (CD-KB)., “Tepetaklak oldu her şey, kabus dolu günler başladı, borç harç babam bir dükkân açtı, annemin
zoruyla...” (LT-OÖY).
138
→ al- (bir şey) [3], boyla- {gitmek}. ║ dükkân aç-, gelinlik dikil-, sezon kapatıl-.
⇒ borç harç (bir şey) almak.
borçsuz harçsız: Ø
boş:⌠6⌡/5. İşsiz bir biçimde {boş bir biçimde.}/ “Ben 1 yıl boş oturdum, dayandım.” (AD-Y).,
“Kristiania'da boş dolaşıyor, makaleler yazmaya, yazdıklarını satmaya çalışıyordu.” (BN-DY1)., “Karıyı boş oturtmazsın.”
(FB-T).
→ otur-* [4], dolaş-, oturt-*.
→ boş durmak, boş durmamak, boş gezmek (gezinmek), boş kalmak.
⇒ boş oturmak.
boşu boşuna:⌠31⌡/Gereksiz yere, boşuna./ “Ve boşu boşuna konuşuyoruz, sesimiz bir anlam
yankısı bırakabilirmişçesine.” (EB-BKM)., “Ne diye boşu boşuna üzersin kendini bilmem ki, diyordu.” (Sİ-İGÇÖ2).,
“Babacığım, ev filan istemiyorum, boşu boşuna para harcayacaksın.” (İO-LBA).
→ konuş- [2], ara-, bağla-, çalış-, dolan-, git-, öl-, öldür-, sev-, süründür-, üz-, yap-. ║
pintilik et-, yoktan var et-, ümit et-, benzin yak-, kurşun yak-, anlamaya çalış-, kaldırım çiğne-
, kan dök-, masraf yaptır-, navlun kes-, paniğe kapıl-, para harca-, üveze yedir-, telaş göster-.
║ akıp geç- (zaman), arayıp dur-, bakıp dur-, dolaşıp dur-.
boşuna:⌠338⌡/Boş yere, yararsız yere, gereksiz, beyhude, nafile, tevekkeli./ “Kendi,
sesimin yankısını bile boşuna bekledim.” (EÖ-P/S)., “Hiç boşuna uğraşma.” (AA-TO3)., “Bana boşuna Kalpazanlar Kralı
demediler.” (AN-AZDE)., “Sonunda en yaşlı ağaç söz alıp demiş ki:‘Boşuna yoruluyorsunuz! Biz baltaya karşı hiçbir şey
yapamayız.’” (AB-BBYŞ)., “Babası, kızının bu telaşına kahkahalarla güldü:- Boşuna telaşlanıyorsun, dedi.” (AK-MS).,
“‘Ben boşuna nefes tüketmişim. Sen bari tüketme. Çünkü kimse karşısındakini dinlemiyor, insanlar doğrularını ve
yanlışlarını kendileri bulmak zorundalar,’ dedi Nilüfer.” (AK-AA).
→ bekle- [23], uğraş- [23], deme- [14], ara- [12], de- [10], yorul- [10], gel- [9], git- [8], telaşlan-
[6], aran- [5], çabala- [5], söyle- [5], üzül- [5], ak- [4], kork- [4], ol- [4], çağır- [3], geç- (zaman
vb.) [3], göster- [3], konuş- [3], öl- [3], beklet- [2], çalış- [2], çık- [2], debelen- [2], diren- [2], koş-
[2], kurcala- [2], kuşkulan- [2], sakla- [2], savaş- [2], seslen- [2], sor- [2], söylen- [2], tüket- [2],
yalvar- [2], yaz- [2], yor- [2], aç-, ağla-, meraklan-, al-, uğraş-, çıkar-, asıl-, atıl-, bağır-, bağır-,
bak-, besle-, bırak-, büyüt-, çağırt-, çal-, çığrın-, çıkar-, çiz-, değiş-, dinle-, dön-, düşün-,
ezdir-, gevele-, gez-, git-, görevlendir-, görün-, gülümse-, harca-, harcan-, havla-, haykır-,
heveslen-, heyecanlan-, istet-, kandır-, kapa-, kaptır-, kaygılan-, kederlen-, kovala-, koy-,
kurul-, nişanlan-, oku-, okuttur-, oturt-, öfkelen-, öğür-, örsele-, sal-, sayıl-, sevin-, sinirlendir-
, somurt-, şiş-, takıl-, tartış-, taşı-, tekrarla-, uğraştır-, uza-, üstele-, üz-, vazgeç-, ver-, yak-,
yaklaş-, yaşa-, yedir-, yorumla-, zorla-. ║ nefes tüket- [6], çene yor- [4], zahmet et- [4], kapı
çal- [4], telaş et- [4], kendini yor- [4], zaman yitir- [2], zaman harca- [2], zaman kaybet- [2],
139
(soluk) tüket- [2], konu et-, yemin et-, ısrar et-, kendine zehir et-, masraf et-, nefret et-,
rahatsız et-, söz et-, ümit et-, inkâr et-, tutuyor ol-, hap al-, adını ver-, gözdağı ver-, karşı dur-,
ağız ara-, altına gir-, ayak dire-, ayak sürü-, ayraç aç-, ayrıntı kon-, azap çek-, belini sar-,
borca gir-, çaba harca-, çiftlik kur-, dağa çık-, dem vur-, dil dök-, dirsek çürüt-, düşman
kazan-, ekmek ye-, eve dön-, fedakârlıkta bulun-, hayale düş-, inkârdan gel-, işe giriş-, işi
uzat-, kapı vur-, kendini harca-, kendini sık-, kurşun yak-, kuşku duy-, nefes harca-,
öldürmeye kalk-, paniğe kapıl-, para öde-, sakalı ağart-, siniri bozul-, şarkı söyle-, tecrübe
edin-, tokmak çal-, torba tak-, üst baş ara-, üstüne düş- {yakından ilgilenmek}, vakit al-, vakit
kaybet-, yanıt bekle-, yaralı parmağa işe-, yeteneğini harca-, yol tep-, yola çık-, yolculuğa çık-
, yürek tüket-, zahmete gir-, zahmete katlan-. ║ akıp git- [2], gidip gel- [2]. arayıp dur-,
arandım dur-, uğraşıp dur-, uğraşmış dur-.
⇒ boşuna beklemek.
boş yere:⌠148⌡/Boşuna./ “Akıllara durgunluk verici kayıtsızlıklar ve aldırışsızlıklar odağı olan
kitabevinde epey bir zaman boş yere bekledim. (Sİ-DSG)., “Boş yere ağlıyorsun! Ağlama!”(FB-T)., “Boş yere
üzülüyorsunuz!” (KT-YS)., diyordu.” (YA-AA). Boş yere telaşlandı Naci. (AÜ-SG)., “Umutlanma boş yere...” (KT-YS).,
“Boş yere umutlanmıştım.” (SD-K)., “Karşı duvardaki afiş, Boş yere azap çekmeyin. Bir derman için.” (SD-K)., Boş yere
umutlanmıştım.” (SD-K)., “Şimdi rüzgâr bahçede dolaşıyor boş yere!” (FNÇ-HD). “Bir adam nasıl bir avanak olmalı ki,
boş yere para harcamalı...” (KT-Gİ).
→ bekle- [12], ara- (iz, vb.) [5], ağla- [4], üzül- [3], yorul- [3], bekle-* [2], çalış- [2],
dolaş- [2], gel-* [2], getir- [2], kır- {incitmek} [2], uğraş- [2], telaşlan- [2], yorul-* [2], an-,
anımsat-*, ara-*, aran-, avun-, avut-, avut-*, azarla-, bağır-, çabala-*, çağır-, çırp-*, dolan-,
dön- (cihan), döv-, dur-*, evhamlan-, geril-, git-*, güven-*, heyecanlandır-*, huylan-,
kanatlan-*, kızıl-, konuş-, öl-*, öl-, savur-*, sıkıl-, sıvan-*, sızlan-*, sor-, söyle-*, suçla-, sus-,
şüphelen-, taşı-, uğraş-*, umutlan-*, umutlan-, uza- (mahkeme), üşü-, üz-, üzül-*, yak-
(birini), yaşa-*, yatıl-, ye-*, yor-*. ║ azap çek-* [3], kendini üz-* [2], para harca-* [2], âteş et-,
eziyet et-, inat et-, inkâr et-*, kendine düşman et-*, kendine eziyet et-, mahzun et-*, nasihat
et-, rahatsız et-*, tedirgin et-*, yaygara et-, zaman kaybet-, aklını yor-, ardına bak-*, askeri
kırdır-*, ayağa kaldır-, başına dert aç-*, başını belâya sok-, başını salla-, birbirini incit-, canını
acıt-*, ekmek harca-*, etrafı araştır-, günaha gir-, halkı ayaklandır-, hapis yat-, kafa karıştır-,
kanına gir-, kemikleri sızla-, kendini aldat-*, kira öde-, koku serp-, lafı uzat-, (mahkeme)
müebbet hapis ver-, sopa ye-, söz getir-*, söz söylen-*, sözü uzat-, tatlı canını üz-, toprak
kazıl-, yarasını deş-, yayım yap-*, yayım yaptır-, yüz suyu dök-, zaman yitir-*. ║ bekleyip
dur-*, çırpınır dur-, vakit harcamış ol-,
⇒ boş yere beklemek.
140
boyca: Ø
boydan boya:⌠65⌡/Bir uçtan öbür uca kadar./ “Bir caddeyi boydan boya geçiyorum.” (İA-GKD).,
“Dişileri bir defada binlerce çocuk doğuruyor, ilkyaz gelince kaynayıp kuduran yeşil denizin dalgaları ülkelerini boydan
boya kaplıyordu.” (NG-BKR)., “Mavi bir ışık, lâcivert, pembe ve sarı çiçekli halının üstünde boydan boya uzanır, havuzun
ikindiye doğru durdurulmuş fıskiyesi tekrar fısıltılar içerisinde sularını fışkırtmaya başlardı.” (GY-H1). ;
→ geç- [6], kapla- [6], uzan- [4], dol- [2], dolan- [2], dolaş- [2], donatıl- [2], kes- [2], sev-
[2], yaz- [2], yürü- [2], as-, aş-, başla-, bezen-, boyan-, çek-, çekil-, dola-, donat-, düğmele-,
gez-, gezdir-, gör-, kapan-, karış-, kesil- {kapla-}, kok-, patla-, seril-, uza-, uzan-, uzat-, yan-,
yerleştir-. ║ gidip gel- [2], katet-, boya çek-, duvarı kapla-, ikiye böl-. ║ akmış gitmiş.
⇒ boydan boya geçmek, boydan boya kaplamak.
boylamasına: Ø
boylu boyunca:⌠68⌡/1. Boyu uzanabildiği kadar, boyu uzunluğunca./ “Gün o gün değildir ki Boylu
boyunca uzanmış Sağlığında yatmayacağı yere.” (CST-BŞ)., “Onu gördüm, karlara boylu boyunca yatmış” (FNÇ-HD).,
“Hemen koştular Ayşen, halının üzerine boylu boyunca serilmişti; bacakları açılmış, birbirinden uzaklaşmış vaziyetteydi.”
(RHK-BS). ; /2. mec. Hakkıyla, hak etmiş olarak./ “Ø”. ; //Tam anlamıyla, tamamen.// “özgür olmadı
mı insan yaşamıyor boylu boyunca viyolonsel yalnızlığı” (Aİ-BSM)., “Solda Çardak'ın ışıkları görünüyor boylu boyunca.”
(EA-MR)., “Şunun koynuna bir ev pilici sokalım da, mübarek Ayasofya'nın avlusunda sevaba girelim boylu boyunca...” (KT-
YS)., “Ben gelmeseydim, yandıktı boylu boyunca...” (KT-YS).
1.⌠64⌡→ uzan- [21], yat- [14], seril- [8], uzat- [3], düş- [2], geç- [2], yatır- [2], aban-,
ertelen-, kal-, kalk-, kapa-, koy-, ser-, sıçrat-, uzatıl-, yıkıl-, yuvarlan-. ║ yere kapaklan-.
2. .⌠-⌡→ Ø
//…//⌠4⌡→ görün-, yaşa-, yan-, sevaba gir-.
⇒ boylu boyunca uzanmak (yatmak), boylu boyunca serilmek.
boynu bükük:⌠18⌡/2. Üzgün, kırılmış, kimsesiz, acınacak ve yardım bekler
durumda, zavallı bir biçimde./ “Eugenie Grandet boynu bükük, içine kapalı, mahzun, taşradaki evinde boşuna
bekliyor. (EA-DÖY)., “Sokaklarda boynu bükük dolaştım.” (OA-KB)., “Ona para gerekti. Bir köşede boynu bükük
kalmasın diyedir, bu kadar göz nuru...” (YK-İM1).
→ bekle- [2], dolaş- [2], kal- [2], dur-, gel-, git-, ol-, yaşa-, ötüş-, yürü-. ║ düşünceye
dal-, evine gir-, geri çekil-, kalakal-, yolunu bekle-.
boyuna:⌠426⌡/1. Ene dik olarak, boyunca, uzunlamasına, tulani./ “Ø”. ; /2. Ara
vermeden, durmaksızın./ “Ali Şahin tespih çekerek boyuna elham, kulhüvallahi okuyor, define yerine gidecekleri
saati bekliyordu. Fakat şu Topal Nuri Bey galiba soğuk almıştı. boyuna öksürüyordu uyku arasında.” (OK-KT).,
“…..durdurulması olanaksız... boyuna anlatıyor...” (Sİ-DSG)., “Akşam yemeklerinden sonra bir bahaneyle odasına
çekiliyor, başında beyaz takke, elinde tespih, gözleri bir noktada, boyuna Şehnaz'ı düşünüyordu.” (OK-KT)., “Baktı
yakasına, bu er de topçuydu. Boyuna soracaktı ona, kaçıncı batarya, kaçıncı taburda diye. ?»” (RI-KG)., “Ah, İr fan
141
Efendiciğim de İrfan Efendiciğim, diye boyuna sizden bahsediyor.” (OCK-Ç)., “Bu esnada Hacı Aptullah boyuna
konuşmaktadır. Acı değil, acıdan daha üstün, daha önce gelen bir yıkılış, bir anlayama-yış... ‘Bir serüven de böyle bitti,’
dedi Nuri. ‘Bir bağ böyle koptu." boyuna sürüp gidemezdi ya.” (OA-SİO)., “Babası boyuna çakmak çakıp sigara yakıyor.”
(YK-OD)., “Boyuna saatine bakmış, okuma vaktinden açıkça çalınmış bu pespaye gevezeliği sonuna kadar sabırla
dinlerken; Nimet'in abuk sabuk yakınmalarını, ikide birde burnunu çekişini, günün birinde edebiyata kazandırıp
kazandırmayacağını her yaşantı yazıya geçirilmeliydi için için sormuştu.” (Sİ-ÖKS)., “-Türk olduğumu aklına getirmeden
boyuna söylenip duruyordu arabanın arka koltuğunda:Dümbük şoför yolu uzatıyor.” (OB-EA).
1.⌠-⌡→ Ø
2.⌠426⌡→ anlat- [12], düşün- [12], sor- [12], oku- [9], dön- [8], konuş- [7], bak- [6], gül- [6],
gülümse- [6], çağır- [5], de- [5], hıçkır- [5], söyle- [5], tekrarla- [5], ağla- [4], bağır- [4], yaz- [4],
yinele- [4], yürü- [4], değiş- [3], gel- [3], iç- [3], koş- [3], okşa- (el, saç vb.) [3], söylen- [3], taşı-
[3], terle- [3], bekle- [2], çiğne- [2], geç- [2], homurdan- [2], iste- [2], kurşunla- [2], otur- [2],
öksür- [2], pişir- (aş, pasta) [2], sayıkla- [2], söv- [2], sus- [2], üzengile- [2], yalvar- [2], yenile-
[2], aç- {bahsetmek}, aldatıl-, ara-, aran-, arşınla-, at-, atıştır-, bıçaklan-, bozul-, çat-
{sataşmak}, çıkış-, çırpın-, dalgalan-, didikle- {irdelemek}, dolan-, dolaş-, döğün-, dökül-,
duy-, düş-, ertele-, esne-, ezberle-, gezdir-, gıdıkla-, git-, gör-, göster-, güçlen-, güldür-,
güzelleş-, havla-, haykır-, hışırdat- (yaprak), horla-, içirt-, ilerle-, in- (kaldırım), inle-, isten-*,
it-, kaç-, kaçır-, kaşın-, kesil-, kışkırt-, kıvrıl-, kişne-, kop- (iplik), kovala-, kovul-, küs-, oyna-
, öğün-, öl-, öp-, ört-, ötül-*, öv-, sağ-, saldır-, sallan-, sap-, sat-, savaş-, sendele-, seslen-,
sevin-, sıkış-, sırıt-, sin-, sinirlen-, soğu-, suçla-, sula-, sürün-, şakalaş-, takıl-, tazele-, tazelen-
, tekmele-, titre-, tükür-, uğraş-, uyandır-, uza-, üşüş-, vur-, yaklaş-, yala-, yaltaklan-, yanıl-,
yankılan- (alev), yayıl- (söz), ye-, yetiştir-, yinelen-, yutkun-, zorla-*. ║ bahset- [4], saate bak-
[4], sigara iç- [4], kavga et- [3], gözlerini kaçır- [2], resim yap- [2], seyret- [2], şiir yaz- [2],
telefon et- [2], teşvik et- [2], aklını kullan-, alay et-, alaya al-, alkış et-, arkadan vurul-, asker
taşı-, ateşe çırpı at-, ateşi besle-, ayağı sürç-, ayakta dur-, ayasını dişle-, azar işit-, balo veril-,
baskı yap-, baskı yapıl-, başının etini ye-, bıyık burul-*, burnunun ucunu sızlat-, canı sıkıl-,
cevap ver-, cıgara iç-, çare düşün-, çevresini tara-, çile doldur-, dalga geç-, davet et-, dem vur-
, denize açıl-, denklem kur-, ders ver-, dırdır et-, dikenli tel çek-, dizini döv-, dua et-, dua
mırıldan-, dudak ısır-, dudakları kıpır kıpır et-, dudaklarını ısır-, düdük öttür-, ekmek kes-, el
çırp-, eli titre-, elinden alın-, eline tutuştur-, ertesi güne at- {ertelemek}, gazel oku-, gel git ol-
, geviş getir-, gırla git-, gölgesine sığın-, gözyaşı dök-, hakikati haykır-, hamle et-, ısrar et-,
ileri sür-, iltifat yağdır-, işi uzat-, kalbi yara al-, kan dök-, kapı aşındır-, karşılaş-, kaş çek-,
kavgaya tutuş-, kaybet-, kehanette bulun-, kendinden geç-, kent bas-, kilo ver-, kimlik sor-,
kirpik kırp-, (koşullar) ağırlaştırıl-, köy bas-, kurşun yak-, küfret-, lâf çak-, lâfa tut-, malzeme
yığ-, mâna değiştir-, marş patlat-, mektup yaz-, mektup yolla-, menevişlen-, (merdiven) çık-,
142
(merdiven) in-, meşgul et-, mevzuuna dön-, meydana getir-, müsvedde karala-, nasihat et-, not
al-, not kır-, odun at-, odun yığ-, öneri getir-, önünden geç-, önüne çık-, para topla-, pervaz et-
, renk değiştir-, saat kur-, sağrısına dürt-, sakal sıvazla-, sancı çek-, selâm ver-, sigara yak-,
söylev çek-, söz aç-, su ak-, su aktar-, su iç-, su ver-, şekil değiştir-, şiir oku-, şiir yayımla-,
şimşek çak-, taklit yap-, tebrik gel-, telefon çal-, tırnak ye-, toprağı karıştır-, tuvalet tazele-,
türkü yak-, vaveyla püskür-, volta at-, yağmur şakırda-, yalan söyle-, yer değiştir-, yoksulluk
et-, yol ara-, yumruk indir-, yüze gülücülük yap-, yüzü sarar-, zihin bulandır-,║ sürüp git-*
[2], söylenip dur- [2], açıp kapa-, bakıp dur-, çalıp dur- (plak), deyip dur-, dönüp bak-, esip
gürle-, gezip toz-*, girip çık-, övüp dur-, rahatsız et-, sıkıp dur- (silah), sızıldanıp homurdan-,
sürtündürüp dur-, takırdayıp git-, tekrarlayıp dur-, ukalalık edip dur-, yazıp çiz-.
boyunca: Ø--
boz bulanık: Ø
böcül böcül: Ø
bölük bölük:⌠8⌡/Parçalara ayrılmış, kısım kısım, {parça parça}./ “Bir kadeh içmiş,
avurdunu içeri çekerek bir zaman, bitişik masada bağlama çalan adamı dinlemiş, sonra anlatmıştır bölük bölük” (NM-TK).,
“Oba bölük bölük toplanmış, her bölükte ayrı bir hikaye.” (YK-BE)., “Arılar bölük bölük geçer Leylekler tabur tabur”
(BRE-DKD).
→ anlat-, dağıl-, dizil-, geç-, kus-, öldür-, toplan-.
bölük pörçük:⌠9⌡/2. Bütünlüğü sağlanamamış durumda./ “Bölük pörçük konuşmalarını
duyuyorum yattığım yerden.” (OB-EA)., “İnsanları, atları, arabaları bölük pörçük görüyordu; bacakları yan yanaydı; biraz
oynatsa gerginliğini, sıcaklığını yeniden duyacaktı.” (YA-AO).
→ duy-, getir-, gör-, konuş-, söyle-. ║ öğrenim gör-.
bönce: Ø
böyle**:⌠2158⌡/2. Bu yolda, bu biçimde, hakeza./ “Adanın sahibi bunu böyle isterdi; böyle
olursa herkesin mesut olabileceğine inanırdı.” (AHT-H)., “AYDIN :"Adamla kırıştırıyor." Evet, böyle dedim Nur'a.” (AA-
TO3)., “Kurutma çabasının ilki böyle başladı ve 1953 yılında bitti. 846 bin lira harcandı 8 kilometrelik kanal Aksu'ya
bağlandı.” (FO-KSA)., “Acaba hep böyle mi düşünürüz; ölümün mü, hayatın mı çocuğuyuz?”(AHT-H)., “Başı ile kapıyı
itti:Her zaman böyle yapardı zaten.” (AS-YA)., “İşte, kötü bir yazar böyle konuşur!” (AA-TO3)., “İlk aydınlığa dek böyle
gitti.” (AS-YA)., “Bu gençlik günleri böyle sürüp gitmez.” (TDK-D). ; /3. Bu derece./ “Mümtaz, nerede ise soracaktı:-
Ne çabuk atıldığın çukurdan çıktın, nasıl böyle büyüdün? -Allah rızası için...” (AHT-H). ; /4. İçinde ‘ne, nasıl’ vb.
sorular bulunan cümlelerin sonuna geldiğinde o cümlede anlatılan şeyin hoş karşılanmadığını
veya ona şaşıldığını anlatan bir söz./ “Ø”.
2.⌠331⌡→ ol-* [73], yap-* [27], de-* [25], düşün-* [16], söyle- [11], başla-* [9], geç-
(ömür, yıl, gün, vb.) [8], konuş-* [8], yaz- [7], git-* [6], gör-* [6], iste- [6], bekle- [4], bil- [4],
143
duy- [3], git- {sürmek} [3], kal- [3], yaşa- [3], yetiş- [3], bit- [2], dolaş- [2], dur- [2], koş- [2], öl-
[2], san- [2], vur- [2], yüklen- {azarlamak} [2], ağla-, alıştır-, anıl-, anla-, anlat-, ara-, at-, ayrıl-,
beklen-, buluş-, buyur-, çalış-, değiş-, denil-, dertleş-, devril-, düş-, esne-, et- {yapmak}, geç-,
geçir- (zaman), geçiştiril-, gel-, geliş-, git-* {devam etmek}, giyin-, görün-, güzelleş-,
heyecanlan-, ısın-, içerle-, kızdır-, kok-, kurtul-, otur-, öğren-, parılda-, sarıl-, sev-, sevil-*,
sevin-, söylen-, süsle-, tat-, titre-, unut-, uzaklaş-*, ver-, yapıl-, yat-, yazıl-, yetiştir-, yıka-,
yitir-, yürü-. ║ devam et- [2], açıktan ver-, adı kal-, adım atıl-, aklından geçir-, alayını çıkar-
{dalga geçmek}, baş eğ-, başıboş bırak-, dünyadan ayır-, emret-, felç geçir-*, harap et-,
hükmet-, irâde et-, itaat et-, izah et-, karar ver-, kör ol-, lâtife et-, mezar kazıl-, oyun et-,
perişan ol-, ses ver-, tadını çıkar-, tarif et-, tatbik ol-*, tecrübe et-, tesir et-, tesliye et-, zalim
ol-*, zorluk çek-. ║ sürüp git-* [3], sürer gider.
3.⌠1⌡→ büyü-.
4.⌠-⌡→ Ø
⇒ böyle olmak, böyle yapmak.
böyle böyle:⌠52⌡/1. Böylelikle./ “Ø”. ; /2. Tekrara düşmeden, bilindiği üzere./ “Ø”. ;
//Bu şekilde, biçimde.// “‘Öyleyse, böyle böyle yapın’ dedi.” (AN-AZDE)., “Böyle böyle Hakki Efendinin kurbağa ve
insan yapısı üzerine buluşları da oldu.”(CK-İSDY)., “Böyle böyle üç-dört yıl geçti.” (AÜ-SG)., “Böyle böyle, oyunu
izleyenlerin halkası büyüdükçe büyüdü.” (NC-SY)., “Gettim ağaya, dedim ağa, sen mi emir verdin bu katibine böyle böyle?”
(OK-C)., “Sabahı edin böyle böyle!” (FB-T).
→ yap- [4], ol- [3], öğren- [3], geç- (zaman) [3], anla- [2], araştır-, başla-, büyü-
{artmak}, çalış-, doğ-, gel-, gir- (zamana), gör-, incel- (zevk), iste-, kal-* {yok olmak},
kandır-, kapıl-, küçül- {değersizleşmek}, oluş-,öldür-, saldır-, sarar-, sıyrıl- {kurtulmak}, sür-
{devam etmek}, şımart-, toplan- {iyileşmek}, tüken-, uzat-, yaz-. ║ emir ver- [2], aday
gösteril-, akşam et-, çamura bula- {kötülemek}, ders al-, kafayı üşüt-, kendine gel-, sabahı et-.
║ batırıp çık- {kötülemek}, geçip git- (zaman). ║ (dert) yer gider.
böylece:⌠98⌡/1.Tam böyle, bu biçimde./ “Bunu böylece bilesin.” (YK-BE)., “Git böylece söyle:Ben
ona istediği kızı alayım.» Sultan Hanım da, Padişahın dediklerini olduğu gibi oğluna anlatır. (PNB-AGUG)., “Hükümete
bunu böylece yaz.” (YK-İM1)., “Mahkemeye bunu böylece anlatacağım.” (RNG-YG). ; /2. Sonunda, böylelikle./ “Bu da böylece bitti. (AMD-O)., “Bir zaman böylece kaldı. (YK-OD)., “Günler böylece geçiyordu. (CD-Oİ)., “Bir gazete ile
anlaşmıştı; oradan makaleler yollayacak, hiç değilse böylece dinlenecekti. (BN-DY1)., “Burada, kendimle başbaşa Ömrümü
böylece tamamlayabilirim (ŞY-2001)., “Bu süreç böylece sürer gider. (BG-KA)., “Biz de hazırlanıyoruz böylece, onu
sevmemeye. (EB-BKM)., “Ertesi günü Şerafettin Bey, hastalığına rağmen yazıhaneye gelecekmiş, böylece ayrıldık” (?)., “Bir
zaman böylece konuştular.” (GY-H2)., “Bütün erkeklerin gözü önünde onun yeni gelin salınışıyla gezinip dolanmasını
böylece engellerdim.” (F-BS).
1.⌠10⌡→ bil- [7], anlat-, söyle-, yaz-.
144
2.⌠88⌡→ bit- [5], kapan- (mesele, kriz vb.) [4], git- [3], yaşa- [3], anlaşıl- [2], geç- (gün)
[2], konuş- [2], ortaya çık- [2], sona er- [2], tamamla- (ömür, vb.) [2], yat- (iş, proje) {sona
ermek} [2], ayrıl-, başla-, bekle-, bekleş-, bırak-, bil-, birik-, bit- {yok olmak}, dayan-, dinlen-,
dön-, düşün-, ekle-, engelle-, ertele-, evlen-, geç-, gel-, hazırlan-, kal-, kanıtla-, otur-, öğren-,
öğütle-, rahatla-, renklen-, satıl-, öde- (suç), sus-, tekrarlan-, uyu-, var-, yap-, yayınlan-, yaz-,
yürü-. ║ ayırt et-, bahse giriş-, birbirine devredil-, def et-, feda et-, harap ol-, hareket et-,
nafakasını çıkar-, ortadan kalk-, paçayı kurtar-, tenbih et-, terk et-, uykuya dal-, vazgeç-,
yaşam perdesi kapan-, yetki kullanıl-, yol al-. ║ sürüp git- [4], dallanıp budaklan- (mesele),
noktalanmış ol-.
böylecene:⌠3⌡/Böylece, {bu şekilde.}/ “Ey makina, bunu böylecene kulağına kat.” GY-H2).,
“Baktım denizde barmamayacağım, dağların yolunu tuttum, canımı da böylecene zar zor kurtardım.”(YK-KSİ).
→ boğuş-. ║ canını kurtar-, kulağına kat-.
böylelikle:⌠56⌡/Bu biçimde, en sonunda./ “Emre okula başlayınca kendisinden beklentileri daha
açık olarak bilir, ne yapıp yapmaması gerektiğini önceden düşünebilir, böylelikle azar işitmekten kurtulurdu.” (LN-BD).,
“Böylelikle çocuk iç-denetim (vicdan) geliştirmeye başlar.” (LN-BD)., “Kurnaz adam, böylelikle benim ağzımı arıyor;
arkadaşımın bu saf niyetlerine karşı benim nasıl davranacağımı öğrenmek istiyordu.” (OCK-Ç).
→ başla- [3], bul- [2], kurtul- (şer vb.) [2], sağla- [2], al- (satın), anla-, azalt- (sorun),
basıl- (kitap), başlan-, belirle-, çingeneleş-, duy-, geç- (zaman), gel-, geliş-, genişle-, giriş-,
öğren-, sağla-, sağlamlaş-, silin- {itkisizleşmek}, tekrarla-, ulaş-, yıpran-, zorlaş-. ║ ağzını
ara- [2], ele geç- [2], ortadan kalk- [2], inandırıcı ol-, mutlu ol-, ad ol-, ad kazan-, aklına düşür-,
değişiklik yap-, devinim kat-, gözden çıkart-, içine al-, mevzu açıl-, olanağa kavuş-, öne sür-,
önem kazan-, sosyal denge kurul-, ucuza satıl-, yeşil ışık yak- {izin vermek}. ║ geçip git-.
böylemesine: Ø
böylesine:⌠52⌡/Bu tarzda, bu biçimde./ “Bir insan ki, tüm iğrençliğini, çirkinliğini taşıyan bir
savaşın içindeyken; o savaşın davasına inanmadan savaşırken; hiçbir ereği olmadan savaşırken, böylesine, delice Aksinya'yı
seviyorsa, dahası tüm bu insanlık dışı durumda bir insanı seviyorsa, bu insan hümanisttir.” (AB-SD)., “Ulan aferin, aferindi
şu karıya be Demek böylesine tutulmuş, bağlanmıştı?” (OK-KT)., “Toplumu ayakta tutan değerler nasıl böylesine ayaklar
altına alınabilir?” (BA-YYY).
→ sev- [4], tutul- [2], özle- [2], diren- [2], bağlan- [2], anlaşıl-, bat-, becer-, bozul-,
büyü-, coş-, çapraşıklaş-, değiş-, enayileş-, etkile-, güven-, inan-, kırıl- {gücenmek}, kullan-,
küçül-, sarsıl-, sersemlet-, sevdalan-, sin-, soğu-, söylet-, suçla-, titizlen-, uğraş-, umutlan-,
uzaklaş-, üz-, ver-, yakınlaştır-, yanıl-, yaşat-, yaygınlaş-, yorul-. ║ seyret-, etki yap-, arap
saçına dön-, ayaklar altına alın-, bindiği dalı kes-, etkisinde kal-, hor görül-.
bu arada: Ø--
145
bucak bucak:⌠2⌡/Her yerde her yanda, her tarafta./ “Evlilikten bucak bucak kaçıyordu.” (HT-
ÖTÖ)., “Bucak bucak gezer, birini arar.” (NFK-Ç)., “Çocukluğumuzu gölgeleyen söğüdü Arasanız da bucak bucak,
Dağılsanız da bölük bölük... Ki yıllar, analarla babaları gömdü; Biz, Kerkük'ü gömdük!” (ANA-BBRB).
→ gez-, kovala-.
→ bucak bucak aramak, bucak bucak kaçmak
bu cümleden:⌠3⌡/Bunlar arasında, bunlar gibi, {bu derece}./ “Eğer onlar Hüsrev Beye bu
kadar acıyıp, onu bir işkencenin kurbanı olarak görmeseler ya da bunu ona sezdirmeselerdi, Hüsrev Bey de bu cümleden bu
kadar acı çekmez, bu olaydan bu kadar utanç duymaz, babasına da bu kadar kızmazdı.” AA-YÖT).
→ kız-. ║ acı çek-, utanç duy-.
budalaca:⌠5⌡/2. Budalaya yakışır biçimde, budalacasına./ “Acıdan hoşlanmalarını budalaca,
aynı zamanda çok da çekici buluyorum.” (AA-YÖT)., “Seni seviyorum, budalaca seviyorum.” (EI-KA)., “Tıpkı kitabı ilk
okuduğum günlerdeki gibi bu müziği sokaklarda, uzak yerlerde, her neresiyse bir yerde işitebilme umuduna budalaca
kapıldım.” (OP-YH).
→ avun-, konuş-, sev-, yaşa-. ║ umuda kapıl-.
budalacasına:⌠1⌡/Budalaca./ “Benim için gene on sekiz yaşındasın. Sen inanmayabilirsin ama ben seni
sevdiğime inanıyorum. Hem de öylesine çok ki, "budalacasına" çok..” (VT-BÖKDYO).
→ sev-.
bu denli:⌠11⌡/Bu kadar./ “Yoksa, bir insan nasıl birdenbire bu denli değişebilir!..” (KK-SE)., “Bu tema
niye sizi bu denli ilgilendiriyor, özyaşamsal nedenler var mı?” (AD-Y)., “Dionisos neden bu denli önem veriyor sana?”
(GD-TO1).
→ değiş-, etkilen-, ilgilendir-, kaz-, şaşır-. ║ kaybol-, kahrol-, göz ardı et-, söz et-,
önem ver-, eksik bırak-, işler rast git-.
bu gidişle:⌠53⌡/Bu biçimde, bu tarzda./ “Çıldıracağım bu gidişle; Yatak değil sanki cehennem.”
(CST-BŞ)., “Yıkımdan yıkıma sürüklenir bu gidişle.” (NU-DG)., “Sen bu gidişle hastalanacaksın, bir gün birdenbire
çökeceksin” (OA-BBAR)., “Oğlanın başını yiyeceksin sen bu gidişle...” (YK-İM1).
→ çıldır- [2], alış-, benze-, bırak-, çatla-, çekinme-, çoğal-, dilen-, dol-, dön-, gel-,
göster-, hastalan-, iste-, kal-, kal-*, kapat-, kırdır-, kovul-, öl-, öldür-, rastlaş-, sürükle-,
sürüklen-, uza-, tut-*, yap-*, yaşa-*, yat-, yenil-, yık-, zorlan-. ║ mahvol-, hasta ol-, nezle ol-,
sarhoş ol-, sokak kızı ol-, teslim ol-, kaybet-, öğren-*, tat-*, var-*, bakırköyü boyla-, başı
belâya gir-, başını ye-, içine kapan-, memleketi batır-, midesi dayan-*, milletvekili ol-, milyon
kazan-, tayin et-*, yürek çatla-.
bu gözle:⌠14⌡/Bu anlayışla./ “Ancak bu gözle okunur, dedim, okunursa En çapraşık kitaplar.” (VŞA).,
“Mabeyinde çalışanları hep bu gözle inceledi ve değerlendirdi.” (HT-M)., “Hayata hep bu gözle mi bakarsınız?” (FA-
SUYK2).
→ bak- [9], değerlendir-, görül-, incele-, oku-. ║ seyret-.
146
⇒ bu gözle bakmak.
bugün**:⌠280⌡/3. İçinde bulunduğumuz günde./ “Busen, bugün ne için geldim?” (HZU-MvS).,
“‘Telefonlaşırız, araşalım" diyorum hep. bugün demedim.” (Sİ-DSG)., “‘Bugün bırak beni," dedim. "Bugün kendimde
değilim. “(EB-BG)., “Çocuk sevinçle cevap verdi:bugün başladım, beyim!.”. (HZU-MvS)., “Hiç değil. bugün ansızın
çıkageldi.” (TDK-KO)., “Şinasi Bey büyük oğlu İr-fan'a sordu:- bugün gezmeye çıktınız mı? - Gittik.” (MŞE-MA).
→ gel-* [4], de- [2], anıl-, ara-, başla-, bırak-, bil-, çağır-, çık-, dinle-, dökül-, eğlen-,
git-, hastalan-, hesapla-, kal-, ol-*, öğren-, söyle-, tanı-, tat-, uğra-*, ver-, yap-, yapıl-, yaz-. ║
aklı takıl-, bahtı açıl-, canı iste-, cenaze kalk-, çıkagel-, fark et-*, gezmeye çık-, görücü gel-,
hüküm veril-, imtihana çek-, kalem titre-, muamele et-, tasavvur et-.
bugüne bugün:⌠5⌡/Bugüne kadar./ “Nedenini ise hiçbir arkeolog, hiçbir bilim adamı
açıklayamamıştır bugüne bugün.” (AK-MY)., ; //Hâli hazırda.// “Bugüne bugün yeni kadrolar bizden kurulacak.” (F-
BS)., Ben bugüne bugün 88 yaşına basmış, daha doğrusu basılmış bulunuyorum. (VG-GHO).
/…/⌠1⌡→ otur-. ║ (nedenini) açıkla-*.
//…//⌠4⌡→ öl-, var- {evlenmek}. ║ karar ver-, dört elle sarıl-.
bugünlerde:⌠144⌡/İçinde bulunduğumuz zamanda, bu birkaç gün içinde./ “Bugünlerde
hangi yazarlar okunuyor?” (AÜ-SG)., “Bugünlerde gelirse biraz ohlayacağım.” (CKM)., “ ‘Bugünlerde bize uğra, uzun
meseledir, sana anlatırım’ dedi.” (SA-İÇ)., “Refik Durbaş, o da bugünlerde ikinci kitabını çıkardı:Hücremde Ayışığı (Cem
Yayınevi).” (BN-DY1).
→ oku- [7], gel- [5], uğra- [5], git- [4], anla- [3], getir- [3], konuş- [3], öl- [3], an- [2],
çıkar- [2], yaz- [2], yap- [2], açıl-, az-, bekle-, biç-, bit-, bocala-, boşal-, boz-, dağıt-, dinle-,
düş-, eklen- {yerini almak}, geç-, gez-, gör-, görün-, gözetle-, hatırla-, hatırlat-, iç-, kotar-,
öğrenil-, öğüt-, öksür-, sar-, savun-, söylen-, şaş-, topla (derlemek), tuhaflaş-, tut-
{beğenilmek}, tutul- {beğenilmek}, unut-, ver-, vurul-, yayınla-. ║ (kitabı) çık- [5], para et-
[2], acayip ol-, kuşkulu ol-, lazım ol-, satış ol-, uyanık ol-, gayret et-, lafını et-, müdâfaa et-, ev
işi yap-, devrim yap-, saygısızlık yap-, yanlışlık yap-, ele geç-, eline geç-, başından geç-, eve
geç-, içinden geç-, alıcı çık-, baskın çık-, sinyal ver-, patlak ver-, ağır bas-, baş ağrısı çek-,
diline dola-, düş gör-, gölgede kal-, gözleri seç-, haber bekle-, havalara gir-, heyecan yaşa-,
içeri al-, iştahı kesil-, kalemine dola-, kısmeti açıl-, kitap yayımla-, mecbur kal-, rüya gör-,
ziyarete gel-, soru sor-, söz söyle-, (kendini) yalnız hisset-, zenginlik yaşa-. ║ al(-ıp/mış)
başını git-, aldı yürüdü, tanınmaz ol-.
bugünlük:⌠12⌡/Bugün için./ “‘Bugünlük bu kadar yeter,’ dedi.” (PC-K)., “Bugünlük çorbaya yağ da
koy.” (YK-OD)., “Arzun bilir ama, bugünlük kalıversin orak!” (FB-ID).
→ yet- [4], al-, kal-, koy-. ║ kalıver- [2], göz kulak ol-, idare ediver-, ümidi kes-.
147
bugün yarın:⌠27⌡/Çok yakında, nerede ise./ “Muzaffer bugün yarın geliyor, onunla ev işini
konuşacağız.” (GD-ADM)., “Ben bugün yarın çıkacağım, beni dövmeye ne lüzum var değil mi?..” (YE-HS). “Yüzbaşı, sizi
bugün yarın yolcu edecek.” (SK-D).
→ gel- [4], çık- [2], de-, doğ-, doğur-, dön-, geber-, getir-, git-, gör-, yakala-, yavrula-,
yavrula-. ║ başına çor açıl-, çocuğu ol-, düğün kur-, gazetelere yansı-, haberi ol-, haber çık-,
haber gel-,. ikazda bulun-, tane dök-, yolcu et-.
buğul buğul: Ø
bu haysiyetle: Ø
bu kabilden: Ø
bu kadar:⌠103⌡/Çok fazla./ “Başka kim olsa bu kadar sevemezdim. (RNGBKD)., “Hiç yolu yoktu
başka okumamın." Kazanmana bu kadar sevinme, dedi babalığım.” (F-PY)., “Bana bu kadar yaklaşma!” (AA-TO3).,
“EMİN :Ah, niçin bu kadar büyütüyorsun? (?)., “Hüsrev Bey de bu cümleden bu kadar acı çekmez, bu olaydan bu kadar
utanç duymaz, babasına da bu kadar kızmazdı. (AA-YÖT). “Neden bu kadar ısrar ettin? (?)., “Nedenini bilsem bu kadar
korkmazdım.” (NE-GT)., “Oysa Aylin gerçek bir prenses olduğunu sandığı günlerde bile bu kadar itibar görmemişti, ipek
kimonoların, incilerin içinde yüzüyordu.” (AK-AA)., “Niçin yalnız gitmemem için bu kadar ısrar ettiniz, anlamadım.” (?).
→ sev-* [5], sevin-* [5], kız-* [4], kork-* [4], uğraş-* [4], yor-* [3], alçal-* [2], beklet-*
[2], benze-* [2], büyüt-* {abartmak} [2], çekiş-* [2], etkile-* [2], üzül-* [2], açıl-, ağla-, ağlan-,
bağır-*, bık-, bozul-*, bozuş-*, çat-, dağıl-, değiş-, değiştir-*, dur-*, düşündür-, etkilen-*,
genelle-*, güven-*, güzelleş-, heyecanlandır-, ısın-*, iç-*, içerle-*, ilgilendir-, karış-, kaz-,
küçült-*, meraklan-*, ol-, oyalan-, renklen-, sevindir-, sıkıştır-, sinirlen-, söylet-, sür-*, şaşır-
*, tembihle-, tut-, tüket-*, ucuzla-, uzat-*, üz-, yaklaş-*, yalvar-, yıkıl-*, zayıfla-*. ║ ısrar et-
[2], yüreği acı-* [2], zevk al-* [2], acı çek-*, ciddiye al-*, geç kal-*, göze bat-*, hâkim ol-, iş
uza-*, işin üstüne var-*, itibar gör-*, kaybol-, merak et-, para saç-, ters düş-, utanç duy-*.
bu merkezde: Ø
bu meyanda:⌠10⌡/Bu arada, {buna dayanarak.}/ “Hatta bu meyanda yabancı erkeklerle düşüp
kalktığı da rivayet edilirdi.” (HT-KSA)., “Bu meyanda isyan hareketlerine muallim ve ruhanilerin de iştirak etmiş olduğu
anlaşılmıştır.” (HCY-TPH)., “Bu heves kendilerine yüz gösterince, İstanbul'un ün almış üstat şairlerini değil, şiirden
anlayan kadınları arardı ve bu meyanda Hubba Ayşe Hanım’ı tercih ederdi.” (MTT-SS)., “Diğer şahitler, bu meyanda
karakolda ifade veren ilk dört şahit, bir şeyden haberleri olmadığını, o gece herkesin coşup havaya silah attığını ve bu
gürültü arasında Ali'ye kimin kurşunu değdiğini kestiremeyeceklerini ileri sürdüler.” (SA-KY).
→ açıkla-, anlaşıl-, git-, yazıl-. ║ arz et-, ikna et-, ileri sür-, kolay ol-*, rivayet edil-,
tercih et-.
buna: X
bunakça: Ø
148
bunca: Ø--
bunda: X
bundan: X
bundan böyle:⌠98⌡/Artık, bundan sonra./ “Varlığını yeniden kazanmıştı. Bundan böyle Adam'sız
olamayacağını, hiç olamayacağını biliyordu.” (MM-ÜAKO)., “Annem radyoda haberi dinledikten sonra, "artık bu millet
sevgilisini kaybetti, kocasıyla uslu uslu oturması gerekecek bundan böyle" dedi.” (MU-BDA)., “Gözüm görmesin bundan
böyle ne o kadını ne çocuklarını!” (EA-DÖY)., “Demek bundan böyle Sinan Efendi onlara yardımcı olmayacak,
olamayacak, akıl veremiyecekti?” (OK-KT)., “Bugüne değin nasıl gelmişse öylece sürüp gider bundan böyle de.” (RB-SN).,
“Ve hepiniz birbirinizde konuşacaksınız bundan böyle unutmayınız.” (HA-SİE).
→ ol-* [6], bil- [5], yap- [4], gerek- [3], git-* [2], iste-* [2], kullan-* [2], sev-* [2], söyle-
* [2], yaşa- [2], anla-, başla-, bul-, bulaş-*, cezalandırıl-, çalış-, çıkar- (saat), de-, dile-, doyun-
*, görüş-*, hatırla-*, iç-, iste-, kararlaştır-, kız-*, konuş-, kork-*, korkul-, oluştur-, öl-, sağlan-
, silin-, sürdür-, unut-*, üzül-*, yadsı-*, yorumla-, yuttur-, ║ gözü gör-* [2], yardımcı ol-* [2],
akıl ver-*, akıldan çıkar-, aklını başına topla-, alay et-*, anlaşma yap-, av avla-*, ayyuka çık-,
dans et-, dikkatli bak-, dikkatli ol-, dükkân işlet-, eline silah al-*, emanet et-, fikir beslen-*,
göz yumul-*, hak yedir-*, hayvan vur-*, ispat et-, itibar et-*, izin ver-*, kendine çevir-
{taraftar toplamak}, kös kös dinle-*, kötülük gel-*, maskaralık et-, muhafaza et-, mum yak-,
ne isterse yaptır-, nâmzed ol-, nefret et-, pişmanlık duy-*, sessiz ol-, sınır tanı-*, söz geçir-
{lafını dinletmek}, sözünü kes-*, uyanık ol-, vakti ol-, vazgeç-, yanlış yap-, yasak edil-,
yüreğini sağlam tut-, yüzüne bak-*, yüzüne bak-, zarar gel-*, zorunda kal-*. ║ olmayacak ol-,
öylece sürüp git-,
bunsuz (I): Ø
bununla birlikte: Ø--
buracıkta: X
burada: X
buradan: X
buram buram:⌠10⌡/Duman, koku vb. çok etkili bir biçimde yayılarak./ “Öyle bir tiyatro
ki/ Buram buram biz koksun/ Hem de çağa uygun olsun/” (ES-SUYK)., “Sıcak buram buram topraktan tütüyor, ekinler
erimiş demir gibi kıpkırmızı ve belli belirsiz dalgalanıyordu.” (KT-Gİ)., “Küllenmiş kömür eşelendikçe eleğin içinden
güneşler geçiyor buram buram.” (NM-TK).
→ kok- [3], tüt- [2], dur-, geç-, kokut-, terle-. ║ (kar)yağ-.
⇒ buram buram kokmak, burum buram tütmek.
149
burcu burcu:⌠12⌡/Pek güzel bir biçimde./ “Her yer çiçek, çimen! Burcu burcu kokuyor.” (FB-
ID)., “Mevsimin burcu burcu gelsin Kuş cıvıl cıvıl” (AS-Ş)., “Onların renklerini bile söze dökerdi olanca canlılığıyla,
kokularını bile söze dökerdi de burcu burcu birşey-ler yayılırdı ortalığa...” (HAT-KHK).
→ kok- [7], gel- (mevsim), kokla-, yayıl- (koku), terle-, yap- (gözleme).
⇒ burcu burcu kokmak.
burjuvaca: Ø
buruk buruk: Ø
burum burum: Ø
burun buruna:⌠6⌡/Birbirine çok yakın ve yüz yüze bir biçimde./ “…‘ölümle’ burun
buruna yaşamıştı.” (EA-DÖY)., “Yirmi dört saat burun buruna kaldık.” (HT-KAD)., “Her akşam, böyle bir sofrada aynı
kaknem herifle burun buruna yemek yiyorlardı.” (SD-FC).
→ getir- (gerçekle, ölümle) [2], kal-, konuş-, yaşa-. ║ yemek ye-.
⇒ (bir şeyle) burun buruna getirmek.
buruş buruş: Ø
bu sefer:⌠40⌡/Bu defa, bu kez./ “Dayanamaaaam, imkânı yok bu sefer dayanamam.” (ÇA-BAG).,
“Neriman bu sefer gülemedi.” (PS-FH)., “Haydi güle güle.Biraz uzaklaşınca :Hişt hişt. Bu sefer yakaladım. Oydu oydu.”
(GY-H1)., “İyi olursa. Bu sefer olacak.” (NM-TÖ2)., “Bu sefer göz göze geldiler.” (AHT-H)., “En ehemmiyetsiz
meselelerde sözü kimseye bırakmayarak konuşan Sait Paşa Hazretleri, bu sefer dut yemiş bülbüle dönmüşlerdi.” (NSÖ-
AD)., “Hani bir âtılırsam üstüne, bu sefer elimden kurtulamazsın...” (NH-YM).
→ dayanama- [2], gül-* [2], yakala- [2], ol-* [2], bağır-, darıl-, dinle-, düş-*, gör-,
gülümse-, inan-, kes-, kız-, kork-, otur-, öl-, parla-, tanı-. ║ araya gir-, cevapsız bırak-*, dikkat
et-, dut yemiş bülbüle dön-, elinden kurtul-*, göz göze gel-, haddini aş-, hak et-, havaya
kaldır-, işini bitir-, kılını kıpırdat-*, mağlup ol-*, öne geç-, ses ver-, tahtından indir-, takdir et-
, telaş göster-, uzun sür-*, zahmet et-*. ║ kalkıp git-*.
bu seferlik:⌠13⌡/Bu defalık, bu kez./ “Bu seferlik bağışlıyorum.” (HT-AŞ)., “Affedin bu seferlik
affedin artık.” (OK-KT)., “Allahım, bu seferlik izin ver, Yazamadık tunca, mermer üstüne:Naklolunsun andımız, Yerler
gökler üstüne.” (FHD-ÜŞD).
→ bağışla- [4], affet- [2], değiştir-, veril- (para), yetin-. ║ af buyur-, izin ver-, karar
ver-, kusura bak-*.
⇒ bu seferlik bağışlamak (affetmek).
bu türlü:⌠16⌡/Böyle, bu biçimde./ “Hiçbir kadına karşı bu türlü konuşulamaz. (EB-BG)., “Hiç bir
kimse bu türlü baktı mı sana şimdiye dek?” (OA-KO)., “Ay sonları babaannem vaziyeti bu türlü idare edebiliyordu.” (OK-
AY).
150
→ düşün- [2], konuş-* [2], atıl- (-den), bak-, harca-, konuşul-* öfkelen-*, öl-, sev-*,
vur-, yaz- (alnına). ║ teminat ver-, vaziyeti idare et-.
bu yüzden: Ø--
bünyece: Ø
büsbütün:⌠834⌡/İyiden iyiye, iyice, tamamen, tamamıyla, temelli./ “Bu hali görünce
benim merakım büsbütün arttı.” (AA-İGA)., “Üzerine dikilen gözleri görünce büsbütün şaşırdı.” (SA-K/S)., “Beni büsbütün
unuttun sandım!.” (AA-TO3)., “Bu durum ise Hitler'i büsbütün sinirlendirdi.” (FA-YST)., “Kaldı ki sanat, sanat eseri,
bizatihi kıymet olan şey, altını musiki çizdiği zaman büsbütün değişiyor.” (AHT-H)., “Beni büsbütün unuttun sandım!. (AA-
TO3). Fakat insan ne yapsa nda başına vurmuş ve kalbine çarpmış bu sihirli sazdan, bu nazlı seslerden artık bir daha
büsbütün kalkmamıyor, kurtulamıyor.” (AŞH-BM)., “Behram'la Rıdvan isimlerini duyunca hem Kevser Hanım, hem kızlar
büsbütün afalladı ve sarardılar.” (OCK-KE)., “Safo, bu haber üzerine büsbütün iyileşti, eski halini her bakımdan aldı,
şehzade Murad'ın yine gülü ve bülbülü oldu.” (MTT-SS)., “Genç memurlar ise büsbütün ürkerlerdi Zühtü Beyin
havasından.” (KK-SE)., “Ardından da, Elif e yalan söyletmekten büyük bir zevk alıyormuş da onu yalnızca bu ayakta
tutuyormuş gibi, sırtını hasır yastığa vererek sedirin üstüne büsbütün yayıldı...” (HAT-KHK)., “Nihayet alkışlar bitti, iri
Alman karısı kulisten büsbütün kayboldu; o vakit Raci de etraf ma bir göz gezdirmeği bile fazla bularak çekildi.” (HZU-
MvS)., “Gürültü, işitmesine büsbütün engel oluyordu.” (KT-Gİ).
→ art- [36], şaşır- [25], unut- [15], kız- [13], bırak-, şaşırt- [11], arttır- [9], artır-, çıldır-
[8], sinirlen- [7], değiş- [6], sinirlendir- [6], azdır-, bozul-, büyü-, karar-, küçül- [5], coş-, dur-,
git-, gül-, karış-, kurtul-, sıkıl-, sus- [4], anla- [3], ayır- [3], bit- [3], derinleş- [3], dokun- [3],
ferahla- [3], geç- [3], güçleş- [3], hırçınlaş- [3], hızlan- [3], iyileş- [3], karıştır- [3], kışkırt- [3], ol-
[3], sarar- [3], silin- [3], soğu- [3], şaşala- [3], telaşlan- [3], yıl- [3], yitir- [3], zayıfla- [3], zorlaş-
[3], acık- [2], afalla- [2], ağırlaş- [2], ağırlaştır- [2], ağla- [2], al- [2], alevlendir- [2], aydınlan- [2],
ayrıl- [2], boşla- [2], bunalt- [2], canlan- [2], çekin- [2], çıkar- [2], çıldırt- [2], çök- [2], dağıl- [2],
değiştir- [2], düş- [2], gel- [2], genişle- [2], gerginleş- [2], güçleştir- [2], heyecanlan- [2], kapa-
[2], karar- (hava), karart- [2], karmaşıklaş- [2], kesil- [2], kısıl- (ses), kızar- [2], köpür- [2],
kurtar- [2], kuşat- [2], kuvvetlen- [2], öfkelen- [2], öğret- [2], sarsıl- [2], silikleş- [2], soğut- [2],
sokul- [2], şaş- [2], tutuklaş- [2], uyu- [2], ürk- [2], yit- [2], yumuşa- {sakinleşmek}, yüksel- [2],
acemileştir-, acılaş-, açıkla-, açıl- (örtü), açıl- (gece), açırlaş-, ağar- (ortalık), ahmaklaş-,
aksileş-, alevlen-, anlaşıl-, apış-, aralan-, at-, az-, azal-, azalt-, azgınlaş-, azıt-, bağla-, bağla-
(kendine), bağlan-, baltala-, bastır- (sıcak), bat-, batır-, belir-, benimse-, benimse-, berbatlaş-,
bırak- (kendini), birleş-, birleştir-, boğul- boşal-, boz-, böbürlen-, bönleş-, bul-, buna-,
buruştur-, büyü-, büyüt-, canavarlaş-, cazibelendir-, cıvıklaştır-, ciddileş-, ciddileştir-,
çabuklaştır-, çekil-, çıkart-, çoğal-, çök- (göz), çürü-, dağıt-, dal-, daral-, dellen-, derinleştir-,
dermansızlaş-, dertlen-, dilsizleş-, doğrul-, dol-, dolaş-, dolaş- (ses), donan-, dön-, durdur-,
durdurul-, durul-, düş- (ısı), düzel-, eksiklen-, ez-, fazlalaş-, fecileş-, felç ol-, fenalaş-,
151
ferahlan-, fırlat-, garipleş-, gebert-, geç- (nezle), gel- (ölüm ), geril-, gerile-, gevşe-, gömül-,
güçleştir- (durumu), güven-, güzelleş-, haksızlaş-, haşinleş-, heyecanlandır-, hırçınlaştır-,
hırslan-, hırslandır-, hızlandır-, içerle-, iğrençleştir-, inan-, inandır-, incel-, irileş-, işkillendir-,
it-, kabar-, kaç-, kaçın-, kaçır-, kalabalıklaş-, kaldır-, kalınlaş-, kalk-, kalkın-, kandır-, kapat-,
kapla-, karar- (vakit), kay-, kaytar-, kederlen-, kekemeleş-, kesil- (ilişki), kesil- (yağmur),
keskinleş-, keyiflen-, keyiflendir-, Kır-, kıskan-, kızdır-, kızış-, kızıştır-, kop- (dal), kork-,
korkut-, koyulaştır-, körükle-, kudur-, kudurt-, kuru-, küçült-, meraklan-, meraklandır-,
neşelen-, öl-, öldür-, paralan-, parla-, patlat-, pekiş-, saçmala-, sakın-, sakinleş-, saklan-, san-,
sar-, sars-, serbestle-, sersemle-, sersemlet-, sertleş-, sev-, sevin-, sevindir-, sez-, sıklaş-,
sıyrıl-, sil-, şiddetlendir-, soğuklaş-, sol-, soy-, soyun-, sön-, söylen-, süzül-, şımart-,
şiddetlen- (olay), şişin-, şüphelendir-, taşı-, tavsa-, tedirginleş-, telâşlandır-, tenhalaş-, tıka-
(iletişimi), trajikleş-, tutul-, tüken-, ufal-, unuttur-, unutul-, utan-, uzaklaş-, uzat-, ürküt-, üz-,
üzül-, vahşileş-, vahşileştir-, ver-, yadırga-, yaklaş-, yaklaştır-, yan-, yayıl- {uzanmak}, yenil-,
yık-, yıkıl-, yıprat-, yorul-, yüksel- (ses), zıtlaş-, ziyadeleş-. ║ kaybol- [7], hak ver- [5], yalnız
kal- [5], kafası karış- [3], kaybet- [3], ortaya çık- [3], vazgeç- [3], yok et- [3], yok ol- [3], viran
ol- [2], yüz göz ol- [2], rahatsız ol- [2], karanlık ol- [2], düşman ol- [2], aklı başından git- [2],
aklı karış- [2], çileden çıkar- [2], dikkat kesil- [2], elini çek- [2], gözleri büyü- [2], içine kapan-
[2], işleri arap saçına çevir- [2], ortalık karış- [2], sinirine dokun- [2], surat as- [2], şaşkına dön-
[2], terk et- [2], yüzü asıl- [2], zıvanadan çık- [2], zihni karış- [2], bahset-, devret-, reddet-, altüst
et-, bedbaht et-, beraat et-, cılk et-, inkâr et-, isyan et-, izah et-, mahcup et-, nefret et-, perişan
et-, rahat et-, rezil et-, stop et-, tahrik et-, tedirgin et-, tefsir et-, yatalak et-, yaygara et-,
kaybol- (ses), kahrol-, ortadan kaybol-, alt üst ol-, anlaşılmaz ol-, bahtiyar ol-, belli ol-,
cehennem ol-, düğüm ol- (trafik), engel ol-, genç kız ol-, gülünç ol-, harâb ol-, hâsıl ol-,
haylaz ol-, hırçın ol-, kabalık ol-, kötümser ol-, mutsuz ol-, müteessir ol-, perişan ol-, tedirgin
ol-, zindan ol-, boş kal-, çaresiz kal-, ıssız kal-, lakayt kal-, sokakta kal-, susuz kal-, ümitsiz
kal-, yabancı kal-, fırsat ver-, hüzün ver-, avuç içine al-, başka mahiyet al-, koyver-, koyver-
(kendini), açığa vur-, ağzı açıl-, ahıra bağlan-, aklı uç-, ara aç-, arkasını dön-, aşka gel-, ateş
sar-, avuç içine gir-, ayağa düş-, ayağa kalk-, ayağını kes-, bağını kopar-, baş eğ-, başı öne
eğil-, başına vur-, başını eğ-, batağa saplan-, beli bükül-, benliğe yerleş-, beti benzi uç-, birine
kapıl-, boş bırak-, bunalıma gir-, çığırından çık- (işler), çılgına dön-, defteri kapa-, değer
kazan-, değeri düş-, dengesini boz-, dışarı it-, dikkat bile-, dili dolaş-, eksikliğini duy-, elden
kaçır-, eroine düş-, esrara dal-, forma gir-, gazaba gel-, gazaba getir-, göz kamaştır-, gözleri
çekil-, gözleri nemlen-, gözlerini sık-, günaha bat-, gündemden düş-, haklı çıkar-, haksız
sayıl-, huzuru kaç-, ışığa boğul-, içi açıl-, içini daralt-, ipin ucunu kaçır-, işi azıt-, işi gücü ser-
152
, işi hızlaştır-, işi karıştır-, işi ser-, işler karış-, işler sarpa sar-, işleri arap saçına döndür-, işleri
yüzüne gözüne bulaştır-, iştahı kaç-, kafa karıştır-, karşısına düş-, kement vurul-, kemikleri
sızla-, kendinden geç-, kendini bırak-, kıyıya sür-, kravatını çek-, kulak kesil-, kuvvetlendir-,
merak sar-, meydana çık-, morali bozul-, nutku tutul-, nüfuzu art-, ortadan kaldır-, ortalığı
karıştır-, ortalık dalgalan-, ölçüyü elden bırak-*, paniğe kapıl-, piyasası düş-, rengi at-, rengi
uç-, ruhunu karart-, saç dök-, sağlığını yitir-, sefil düş-, selâmı sabahı kes-, serbest bırak-,
sesini yükselt-, sıtkı sıyrıl-, sinirler geril-, sinirleri ger-, şaşkına çevir-, tadı kaç-, telaşa düşür-,
tereddüde düşür-, tuhaf bul-, umudu kes-, umudunu yitir-, ümidi kes-, ümidi kesil-,
ümitsizliğe düş-, ünü yaygınlaş-, üste çık-, üstüne git-, üstüne titre-, yakasına yapış-, yan yat-,
yok sayıl-, yorganı kafasına çek-, yorgun düş-, yüreğine dokun-, yürekleri burkul-, yüze çık-,
yüzü aydınlan-, yüzü kızar-, zayıf düş-, zayıf düşür-, zevke doy-, zor gel-. ║ silip süpür-,
sinirlenip bağırıyor.
⇒ büsbütün artmak, büsbütün şaşırmak, büsbütün korkmak.
bütün bütün:⌠34⌡/Büsbütün, tamamıyla./ “Sonra o küsümün de rahatladığını, selamsız
sabahsızlığımızdan onun da tat duyduğunu sezinleyince bir ara, sevincim bütün bütün arttı.” (SFA-HBSK)., “Sümüklü böcek
bütün bütün zayıflıyordu, görenler tanıyamazlardı.” (GY-H2)., “Demincek gözlerinde kovduğu İvan şimdi zihnini bütün
bütün işgal ediyordu.” (CD-Oİ).
→ art- [2], zayıfla- [2], aç-, ayrıl-, dışla-, genişle-, iyileş-, kal-*, kız-, kurtul-, kuruma-,
sıyrıl-, şaşır-, uzaklaş-, tutuş-, yavuzlaş-, yıkıl-. ║ aleyhine ol-, inkâr et-*, işgal et-, telâş et-,
vaçgeç-*, canını sık-, gözden kaybol-, hariç kal-*, işine gel-, karanlık çök-, kendinden geç-,
kendini ver-, koynundan at-, ortadan kaldır-, usunu yitir-.
bütün bütüne:⌠27⌡/Bütün olarak, tamamıyla./ “Dehşetim bütün bütüne arttı.” (SB-BŞM)., “Ne
ki, bunlar Loti'nin üzüncünü, bütün bütüne artırmış, kendisine, buranın insanlarla dolup taşan eski günlerini
anımsatmıştır.” (SB-BŞM)., “Yorgun, acılı, ama kalbinde Kuşkaya'yı deviremezler umudu bütün bütüne sönmemiş, bir
daha baktı kayaya.” (CD-Oİ).
→ art- [3], artır-, azdır-, bunal-, emdir-, derinleş-, değiştir-, hızlan-, ısın-, kop-,
vurgula-, yadsı-, yitir-. ║ vazgeç-, açığa vur-, çehre değiştir-, geleneğe oturt-, hayatı sön-,
inzivâya çekil-, kendini bırak-, küplere bindir-, ortaya çık-*, sırt dön-, tercih et-, umudu sön-.
153
C
caba: Ø
cabadan:⌠1⌡/Bedava olarak, karşılıksız./ “Üç yıldan sonra, iki buçuk yıl daha cabadan kalırdın
oralarda.” (ÇA-BAG).
→ kal-.
cahilane:⌠1⌡/Cahilce./ “‘Kamyonlar çıktı, develer yok oldu!..’ Güldü Kabak Musdu:‘Çok cahilane
konuşuyorsun Uluguş!’” (FB-T).
→ konuş-.
cahilce:⌠2⌡/Cahile yakışır biçimde, cahilane./ “Roman sanatı konusunda memleketimizin en aydın
kişileri bile, otuz dokuz yıl önce ne kadar cahilce davranırlardı.” (Sİ-ÖKS).
→ davran-.
canavarca:⌠1⌡/2. Canavara uygun biçimde. {vahşi bir biçimde}./ “Kendi aralarında da
canavarca eğleniyorlardı.” (MF-ES)., “Onlar düpedüz söylerlerse gülünç olacak (daha doğrusu, canavarca olacak)
düşüncelerin, bu üçüncü yöntemle, okurların kafasında kendiliğinden doğmasını sağlamaya çalışırlar.” (MM-ÜAKO).
→ eğlen-, ol-.
candan:⌠68⌡/2. İçtenlikle, istekle, ilgiyle./ “Yeni bir matbaa kurduğuna çok sevindim, candan
kutlarım bu işi ve basanlar dilerim, Uludağ'da düşündüm, ne acelem var kitabın basılmasında?” (CKM)., “Sizi adam sandım
da biraz candan davrandım..” (TÖ-TO3)., “Sen bize Enver gibi imanlı kocalar ver de bu yurda, bu millete sağlam, kuvvetli
yavrular doğuralım!" derken bütün annelerimizin duygusuna tercüman olmuştu; buna candan inanıyorum.” (CD-Oİ).,
“……onu gördü, candan gülümsedi.” (YK-BE)., “Yediler'in Haşim'den başkası Lâlezar'ın elini öpmüş, Lâle'nin elini sıkmış,
candan teşekkür etmiştir.” (HEA-T)., “Köylüler, Osman'a candan ilgi gösterirler.” (GY-KO).
→ kutla- [7], davran- [5], inan- [3], iste- [3], anlaş- [2], dinle- [2], gül- [2], gülümse- [2],
konuş-* [2], sarıl-* [2], selamla- [2], seviş- [2], de-, alkışla-, ara-, arzula-, bağlan-, bak-, çalış-*,
görüş-, gülüş-, güven-, haykır-*, karşılan-, katıl-, kız-, oku-, sev-*, sevdalan-, sevin-, tap-,
yazıl-. ║ tebrik et- [4], teşekkür et- [3], ilgi göster- [2], ahbap ol-, arz-ı şükran et-, laf et-,
teşekkür edil-.
⇒ candan kutlamak (tebrik etmek), candan davranmak.
candan yürekten:⌠1⌡/İçtenlikle./ “Bir saat için çocukluklarında masal dinledikleri günlere dönen,
tütün ekicileri, bağcılar, arabacılar, küçük esnaf, nasırlı koca koca elleriyle candan yürekten alkışladılar oyununu.” (NC-
SY).
→ alkışla-.
154
canıgönülden:⌠11⌡/İçtenlikle, çok isteyerek./ “Herkes canı gönülden:‘-Doğru!..’ dedi.” (TB-
KA)., “Hayrünnisanınkileri de kalarak sizlere canı gönülden yeni yılda, yeni evinizde mutluluklar sağlıklar, senin
çalışmalarına da bereketler dilerim.” (CKM)., “‘Sağ ol! Senin de gazan mübarek olsun Kumandanım!’ diye canı gönülden
bağırdılar.” (SK-D).
de- [2], ara-, bağır-, dile-, iste-, savun-. ║ alkış tut-, hayran kal-, iç çek-, tasdik et-.
canıyürekten:⌠3⌡/Canıgönülden./ “Dürdanem Aynaların âşığı Bir bakar canü yürekten Şen gönlüne
yaraşır.”(ME-TŞ)., “İşe yaramasını ben de canü yürekten dilerim.” (TB-KA)., “Canı yürekten dost olduk.” (YK-KSİ).
→ bak-, dile-. ║ dost ol-.
canice: Ø
caniyane: Ø
canla başla:⌠19⌡/Seve seve, her türlü yorgunluğu göze alarak, var gücüyle./ “Bir yıldız
parçası için canla başla çalışıyor.” (AA-ETY)., “Geceleri boyuna şiir yazıyor, bütün paramı kitaplara yatırıyor, yazın açık
havada canla başla romantikleri okuyordum:Lamartine, Becquer, Byron, Espronceda, Heine...” (BN-DY1)., “Tarlada
çalışır gibi canla başla siper kazıyor, yol açıyor, yorgun orduya yardım ediyorlar.” (TÖ-ŞÇT)., “Ana yok baba yok kadının
dediğine sevindim, onu ana belledim, evdeki işleri canla başla işledim; taş eşeği çalıştım beş kuruş para istemedim.”(BŞ-
DKO).
→ çalış- [9], oku-, savaş-. ║ görev yap-, iş işle-, iş yap-, işe sarıl-, siper kaz-, talim et-,
yardım et-, yol aç-.
⇒ canla başla çalışmak.
canlı canlı:⌠10⌡/1. Diri diri, henüz ölmemiş bir biçimde./ “Prensesi canlı canlı mı
gömmüşlerdi, yoksa mumyalamışlar mıydı?” (GY-H2)., “Ve hemen canlı canlı yolarlardı.” (SFA-HBSK)., “Yavaş yavaş
boğazlandı bu hayvanlar, boğuldular, gözleri çıkarıldı, yakıldılar, canlı canlı karınları yarıldı.” (BK-ÖM). ; /2.
Heyecanla./ “Komutan canlı canlı cevap veriyordu:- Pek doğru çocuğum, fakat acaba şöyle de olamaz mı?” (FRA-Ç). ;
//Olduğu gibi, aynen.// “Gene İlyada’da sözü geçen bir söylence, Bellerofontes efsanesi bugün yörede canlı canlı
yaşamaktadır.” (AK-MY). ; ///Etkileyici bir biçimde./// “‘Canlı canlı çalın!’” (FB-T)., “Yeni silinmiş kilimlerin
morlu, yeşilli renkleri canlı canlı duruyordu odanın ortasında.” (F-PY)., “Kınaları tazelenmek isteyen saçlarıyla, değirmi
kırışık yüzüyle, canlı canlı durur.” (F-PY)., “Renkler canlı canlı parlıyordu yırtık keçede.” (YK-BE).
1.⌠4⌡→ bağrış-, göm-, yol-. ║ karnını yarı-.
2.⌠1⌡→ cevap ver-.
//…//⌠1⌡→ yaşa-.
///…///⌠4⌡→ dur- [2], çal- (müzik), parla- (renk).
can pahasına:⌠1⌡/Canını vererek veya tehlikeye koyarak./ “Bir fedayi, vatan için zararlı
bulduğu bir kimseyi canı pahasına da öldürebilir.” (FRA-Ç).
→ öldür-.
155
cansız:⌠7⌡/3. mec. Güçsüz, mecalsiz bir biçimde./ “Yarı ölü gibi, uyurgezer, cansız
dolaşıyordu.” (YK-BE)., “Kol cansız sarkıyordu.” (TU-BŞ)., “Operatör de taşı daha hızlı kafasına indirip, onu cansız
bıraktı.” (AN-MB)., “Yasımız mı var da böyle cansız çalıyor, çaldırıyorsun?” (FB-T).
→ bırak-, çal- (müzik), sark-, dur-, sark- (kol), dolaş-. ║ kalakal-.
cansiparane: Ø
capcanlı:⌠2⌡/2. Çok canlı bir biçimde./ “Daha önceleri fısıltılarla gizli gizli konuştuğu, kalbini
açtığı Kuyu Cini'ni ilk kez karşısında böyle capcanlı görüyordu Ali.” (MM-ÜAKO)., “Bunadı amma, soyumuz icabı, hâlâ
kadınlığının bir tarafı capcanlı duruyor.” (NH-YM).
→ dur-, gör-.
car car: Ø
carcur (II):--
→ cancur etmek.
cartadak:⌠1⌡/Birdenbire ve gürültü ile, cartadan./ “İmkânsız... Höst, yırtarım kara ağzını senin
cartadak...” (KT-YS).
→ (ağzını) yırt-.
cartadan: Ø
cayır cayır:⌠51⌡/Şiddetli, çabuk ve etkili bir biçimde (yanmak, yırtılmak vb.)/
“Gövdelerimiz cayır cayır yanıyordu.” (EÖ-P/S)., “Ateş verip nasıl cayır cayır yakıyorum evini, malını, canını?” (FB-T).,
“Pezolar, kızlara hava atmak için, kanatlı, mor ışıklı arabalarının lastiklerim, parlak zeminde cayır cayır öttürdüler.” (MK-
AR)., “Cabbar:Yaktık. Cayır cayır yaktık, diye övündü.” (YK-İM1)., “‘Eğer beni kesersen cayır cayır yanarsın
cehennemde.’” (SD-K).
→ yan-* [29], yak- [11], yaktır-* [2], iç-, sat-, yak- (sevişmek), ye-. ║ alev sar-,
cehennemde yan-, içi yan-, lastik öttür-, (saçlarını) yol-
⇒ cayır cayır yanmak, cayır cayır yakmak.
cazır cazır:⌠1⌡/Güçlü ve sesli olarak (kaynamak, yanmak.)/ “Etlerini cazır cazır
yakacağım.” (FB-ID)
→ yak-.
cebren:⌠6⌡/Zorla./ “‘Kadınlarımız.. bağzıları bu hayattan bıktıkları için kaçıyorlar, bağzıları cebren
kaçırılıyor...’” (FO-KSA)., “Sis basar gövdemdeki gölgeni Cebren çatışır gitmekle/kalmak.”(ŞY-1997)., “Senden
şüphelendik, buralarda bu vakit ne dolaşırsın, gel, üstünü arayacağız!.. diye içeri alırlar, ayak direyecek olsa sille yumruk
cebren ve kahren çekerler, artık üstünde ne varsa, saat, kordon, tütün kesesi, kıymetli bir bıçak, hançer, yüzük ve daima her
şeye tercih edilen dolu bir altın kesesi alınır,” (REK-Y). “Ve Mehmet Ali Paşanın karargâh ittihaz ettiği Cağıaloğlu'ndaki
binaya giderek orasını cebren (zorla) işgal etti.” (SB-HAY).
→ alın- (elinden), çatış-, çek- (alıkoymak), kaçır-, kaçırıl-. ║ işgal et-.
156
ceffelkalem:⌠1⌡/Hiç düşünüp taşınmadan, bir çırpıda./ “Gösterişi itibarıyla bu resmi
ceffelkalem kabul ederler ya yüzde yüz...” (RNG-YG).
→ kabul et-.
ceman:⌠1⌡/Toplayarak, toplam olarak, hepsini içine alarak./ “‘Malı cana siper edin...’
dedikçe rakamlar yükseldi, üç bin kese alını buldu; ‘Bundan gayri artık param kalmadı’ diyerek en son kendi koynundan bin,
Abdi ve Halil oğlanların koyunlarından da üçer bin ki, ceman yedi bin altın çıkarıp verdi. (REK-Y).
→ çıkarıp ver-.
ceman yekûn: Ø
cengâverce: Ø
centilmence: Ø
ceste ceste: Ø
cesur:⌠7⌡/2. Yürekli bir biçimde./ “Ellerim Klara'nın memelerindeyken at üstündeymişim gibi cesur
dururum.” (AKB-BŞ)., “Senin biraz daha cesur sorun:"Onunla baş başa tatile çıkmayı ister miydin?" Yataklarımıza yatıp
ışığı kapattığımızda huzursuzduk.” (BB-BBÇ)., “Ulemadan bir zat daha cesur konuştu. - Sultan Mustafa akıldan
mahrumdur, evvelce padişahken bu yüzden tahttan indirildi!., dedi.” (REK-Y)., “Otuz lira kazanmıştı. «Yanıma o karı
oturmasaydı daha çok kazanabilir dim!» diye söylendi, «kadın hem kocasının parasına güvenerek cesur oynuyor, hem de
eğilip kâğıtlarıma bakıyordu.» “(SA-K/S)., “Çok okur, cesur düşünürdü.” (AHT-H).
→ davran-*, dur-, düşün-, konuş-, oyna-, sor-. ║ hareket et-.
cesurane: Ø
cesurca:⌠1⌡/2. Cesura yakışan biçimde, cesur gibi, cesaretle, yüreklice, yiğitçe,
cesurane./ “Ona cesurca bakabiliyorum artık.” (OK-AY)
→ bak-.
cetbecet: Ø
cevaben:⌠10⌡/Cevap olarak, karşılık olarak./ “Cevaben dedi ki:"Bütçeyi meclise sevk ettik. Bu işin
bozulması için tek ihtimal meclisin bütçenin o kısmına itiraz etmesi ve koyduğumuz tahsisatı reddetmesidir.” (CKM)., “Hatta
Rasim Bey Köşkteki subayların Karaburun civarında bulunan erleri biraraya toplayarak talim ve terbiyeleri ile
uğraşabileceklerini rica etmişse de cevaben, Muhafız subaylarına ihtiyaç olmadığı bildirilmişti.”(SB-HAY)., “Cevaben
Bursa'ya hareket emrini aldım.” (SB-HAY)., “Ben onun yatağa bu suretle vüruduna hayret ederken o, gözlüklerini çıkarıp
yanındaki masanın üstüne koydu ve kapıya daha yakın geldiği cihetle badema bu suretle karyolaya girmenin pek muvafık
olacağını cevaben irad buyurdu.” (MŞE-VÇ).
→ de- [6], al-, bildir-, bildiril-. ║ irad buyur-.
⇒ cevaben … demek.
cevapsız:⌠3⌡/2. Cevabı verilmemiş, karşılıksız, yanıtsız olarak./ “Gönderdiğim mektuplar
iade edildi, cevapsız kaldı.” (KHK-YAH)., “Bulgar basını Türkiye aleyhine kampanya açmış ve bu kampanya Türk basını
157
tarafından cevapsız bırakılmamıştır.” (FA-YST)., “Bir an bakışıp cevapsız dururlar, sonra bekçilere dönerler.” (VT-
BÖKDYO).
→ bırakıl-* [2], dur-.
→ cevapsız bırakmak, cevapsız kalmak.
ceylanca: Ø
cır cır: Ø
cırlak cırlak: Ø
cıvıl cıvıl:⌠11⌡/3. Kuşlar cıvıltı ile ötüşerek./ “Cıvıl cıvıl öterlerdi.” (SFA-HBSK)., “Cıvıl cıvıl
ötüyorlar, gülüşüp konuşuyorlar, balkonlara fırlayıp kendilerini divanların üstüne atıyorlardı.” (RHK-BS). ; /4. Canlı,
hareketli olarak./ “Servis penceresinden onun yaptıklarını izler bir yandan, bir yandan da cıvıl cıvıl konuşur
bahçıvanla.” (OA-KO)., “Ve bu nasihati dinleyen hayat, her üzüntünün üstünde cıvıl cıvıl ötüyordu.” (AHT-H)., “Körenin
ağzında cıvıl cıvıl kaynaşıyorlar.” (YK-İM1).
3.⌠3⌡→ öt- [3].
4.⌠8⌡→ konuş- [2], kayna-, kaynaş-, ol-, öt-, uyan-. ║ gözleri parılda-.
⇒ cıvıl cıvıl ötmek, cıvıl cıvıl konuşmak.
cıyak cıyak:⌠1⌡/“İnce, acı ve yüksek sesle durmadan bağırmak” anlamındaki cıyak
cıyak bağırmak deyiminde geçer./ “Cıyak cıyak bağırır.” (CK-YÖ)., “Duvak o gece her şeye sarılıyordu; ilkin
yengesinin pırlanta gül küpelerine takılmış kadının sol kulağını yırtınıştı, ardından küçük kız kardeşinin kocaman muare
kurdelesini koparmış çocukcağızı cıyak cıyak ağlatmıştı.” (Sİ-İGÇÖ2).
→ ağlat-.
→ ciyak ciyak bağırmak.
cızır cızır:⌠2⌡/Cızır sesi çıkararak (pişmek, kızarmak vb.)/ “Şu anda kuzine sobamın
üstündeki çaydanlık cızır cızır ötüyor; çaydanlığın buharından üstündeki demlik zıp zıp zıplıyor.” (BŞ-DKO)., “O köfteler
böyle nazlı nazlı, cızır cızır pişer ki dinlemesi yemesinden tatlı.” (TÖ-TO3).
→ öt- (çaydanlık), piş-.
cidden:⌠18⌡/Ciddi olarak, gerçeten./ “Çünkü diyor ki:- Sevdim çocuğu, cidden istiyorsan evlen.” (EI-
KA)., “Ben olsam cidden bozulurdum, demiş Neval.” (CK-BR)., “Ötekiler hele mele, ama bit hikayesini cidden
yadırgadım.” (MM-KG)., “Cidden merak ediyordum.” (EI-KA). “Piyesi ısmarladım, mukayesesi cidden enteresan
olacaktır.” (CKM).
→ iste- [2], anla-*, bozul-, gücen-, sev-, yadırga-, yap-. ║ merak et- [2], babalık et-,
elîm ol-, enteresan ol-, feraha çık-, hayret et-, memnun et-, tebrik et-, teşekkür et-.
ciddi:⌠46⌡/8. Önem vererek, gerçek olarak./ “‘Bak, valla ciddi söylüyorum! Askere gidene kadar
temiz mamele yaparak kucağına bir çocuk veririm. Dönene kadar bakar büyütür. Anası Fatmaca da başını bekler!’” (FB-
ID)., “‘Ayıp ettin! Ben ciddi konuştum. Şurda tarlama akacak iki yudum su için senin gibi bir babayiğidin hatırını mı
158
kıracağım Mehmet?’” (FB-ID)., “Komşusu Yılmaz Çakıla arkasından su döküyormuş. Bizimki gayet ciddi dönmüş, demiş
ki:‘Öyle musluk suyuyla olmaz. Erikli suyu dök.’” (ES-SUYK)., “Ömer, bu sözü o zaman ciddi telakki etmemiş ve gülmüştü.”
(SA-İÇ). ; /9. Güvenilir biçimde./ “Ø”.
→ söyle- [22], konuş- [8], de-, düşün-, eleştir-, yaklaş-*, yap-. ║ telakki et-*[2], cevap
ver-, dert edin-, destek ver-, devam et-, iş tut-, telakki olun-*.
⇒ ciddi söylemek, ciddi konuşmak.
cihangirane: Ø
cihetiyle: Ø--
cimrice: Ø
cins cins:⌠1⌡/2. Türlerine göre./ “Sana onları yine tiyatro kumpanyalarında olduğu gibi sınıf sınıf, cins
cins ayırayım.” (RNGBKD).
→ ayır-.
cismen: Ø
ciyak ciyak:⌠2⌡/İnce ve yüksek bir sesle bağırarak./ “Sonra da şişti bu beyazlık, duvarlar
arasında gezinen kanatsız bir gülümseme eşliğinde büyüyüp aydan aya şişti, şişti, şişti ve bir gece Kevser gelip torbasıyla
avlunun karanlığında dört dönerken nur topu gibi bir kıza dönüşüp ciyak ciyak ağladı, ama bu Celil’in tutumunu hiç
değiştirmedi.”(HAT-KHK)., “Geçen pazar, süt verdiği yavru kedinin kuyruğunu çekiyor, bağırtıyordu ciyak ciyak.” (VB-
SvB).
→ ağla-, bağırt-.
coşkunca:⌠4⌡/2. Coşkun bir biçimde./ “Sarı Kız üzerine dergilerde yazı yayınlayanlara gelince,
yazılarını okudum, şiir yazar gibi coşkunca yazmışlar bu yazıları.” (AK-MY)., “Bu iki şair, bilincine yeni yeni vardıkları
duyu ve duygularını coşkunca yaşarlar, coşkunca dile getirirler.” (AK-MY)., “……haberi gerçek sanarak coşkunca
kutlamışlardı.”(TÖ-ŞÇT).
→ kutla-, yaşa-, yaz-. ║ dile getir-.
cömertçe:⌠14⌡/Cömert bir biçimde, sakınmadan, bol bol./ “Bedenini cömertçe kullanır, rahat koşullarda
gönlünce yaşama fırsatları bulur, her zaman genişleyen bir hayranlar çevresinin içinde her zaman değerlendirilir.” (GY-D).,
“Mümtaz daha ziyade boş arsa parçalarına benziyen sokaklar içinde ve çoğu bir gramofon kutusunu hatırlatan evlerin
arasından yürümeğe başladı:-Evet hayatı yapmak istiyenler kendilerini cömertçe ona bağışlamalıdırlar.” (AHT-H)., “Doğa
bu yararsız doğumlara niçin bu denli cömertçe izin veriyor?” (CK-İSDY).
→ kullan- [2], aktar-, bağışla-, dağıtıl-, fısılda-, harca-, sağlan-, sun- (kendini), sunul-,
ver-, yay-. ║ izin ver-, canını tehlikeye at-.
cuk:--
→ cuk oturmak.
cumbul cumbul: Ø
159
cumhurca: Ø
cumbur cemaat:⌠1⌡/Cümbür cemaat./ “Biz de cumbur cemaat yarın sabahla Hoca efendi'ye
gideriz.” (TB-KA).
→ git-.
cümbür cemaat:⌠4⌡/Toplu olarak, hepsi birden, cumhur cemaat./ “Fatma'nın evi imiş (İzzet
Melih), cümbür cemaat beni bekliyorlarmış.” (GD-ADM)., “Cümbür cemaat aşka abanıyoruz.” (TU-BŞ)., “……bütün sol,
cümbür cemaat, cezaevlerine doldurulduk.” (UM-SP).
→ aban-, bekle-, doldurul-. ║ hareket et-.
cümleten:⌠2⌡/Hep birden./ “Söyleneni duymazdan gelip, kolyeyi Mehtap'ın eline tutuşturup, döndüm
ustayı selâmladım başımla ve sonra öbürlerini cümleten.” (EI-NS)., “Şimdilik cümleten Allaha ısmarladık!” (OCK-KE).
→ selâmla-. ║ Allaha ısmarla-.
160
Ç
çabucacık:⌠2⌡/Çabucak./ “O, bir evin üzerine titrediği Dorutay çabucacık unutulmuş, sanki yeni bir
koşum hayvanı alınmıştı.” (AS-YA)., “…..birini belinden çıkardığı bıçağıyla kesti, çabucacık budadı. «Al ana,» dedi.” (YK-
OD).
→ buda-, unutul-.
çabucak:⌠380⌡/{1. Vakit geçirmeden, kısa bir sürede, acilen, alelacele, anında, bir
anda, bir hamlede, bir koşu, bir lahzada, bir solukta, çabucacık, çabuk, çabukça, çarçabuk,
dakikasında, derakap, derhâl, hemen, hemencecik, hızla, hızlı, hızlı hızlı, ivedilikle, lahzada,
müstacelen, palas pandıras, serian, süratle, şipşak, tez beri, tezce, tezelden, yellim yalellim., 2.
Kısa sürede}./ “….ilk gördüğümüzde birkaç yüz metre gerilerinde olmasına karşın, hocayla arkadaşlarını çabucak
geçti, bir an bile yavaşlamadan, aynı hızlı ve düzenli kulaçlarla iskeleye geldi, ….” (TY-AÖ)., “Bu durum karşısında amele
çabucak işe döndü ve hükümet bu hareketiyle memleketin içinde bir anarşiyi önledi, ingiltere dışında da, İngiltere'de işçi
Partisinin iş başına gelmesinin anarşiye sebebiyet vereceğini ümit edenler şaşırdılar.” (GY-GH)., “Avucundaki üzümler, hiç
beklemediği bir sırada, çabucak bitti.” (KT-Gİ)., “Biz çabucak bahçeye çıktık.” HT-M)., “Çabucak indi basamakları.”
(AS-YA)., “Bir yılım daha çabucak benden uzaklaşsın diye mi?” AMD-O)., “Aslında, biraz çaresiz, çünkü, çok biliyor,
bilmediklerini çabucak öğreniyor, her şeyi kontrol altına almayı başarıyor, kendi güdülerini denetleyemiyor. “(BG-KA).,
“Fakat onun kızılacak bir insan olmadığı çabucak anlaşılmıştı.” (RNG-AR)., “Biliyorum çabucak kirlenecek perdeler,
duvarlar her yer.” (İA-ÖEK)., “Çocuklar çabucak ahbap oluyor benimle.” (NH-YŞ)., “Birden parlar, çabucak pişman olur.
“(FA-SUYK)., “Birine sormak geldi aklıma. Çabucak çıkardım kafamdan.”(SD-K). “İşte o sırada ben fırsat bu fırsat
diyerek öylece bırakıp yürüdüm onu; ardım sıra gelip sırıta sırıta sırtımdaki torbayla birlikte nereye girdiğimi aman
görmesin diye de, önüme çıkan ilk köşeden dönüp çabucak gözden kayboldum.” (HAT-KHK)., “Her şey çabucak olup bitti.”
(OB-EA)., “Çünkü orada babamdan başka kimseyi göremeyeceğim için çabucak bıkıp usanacaktım...” (RNGBKD). ; /3.
Kalaylıkla./ “Çabucak alıştı yeni evine.” (EB-BG)., “Bunu da biliyordum; ama direnmek yiğitliğini gösteremeden;
çabucak yenildim.” (MU-BDA)., “Ve sonrası gelmiş, çabucak.” (AD-Y).. “Yani siyasette çoğulculuğu hukuk ile çabucak
yok edebiliriz.” (ASA-AK)., “Nihal de onların dünyasına çabucak uyum sağlamıştı...” (BB-BBÇ).
1./2.⌠373⌡→ geç- (acı, zaman, duygu vb.) [15], dön- (-e, -den) [11], bit- [9], çık- (-i, -e)
[8], giyin- [8], de- [6], in- (basamak, vb.) [6], uzaklaş-* [6], git- [5], kalk-* [5], koş- [5], uyu-* [5],
var- [5], ye- [5], anla- [4], gir- [4], iç- [4], kapa- (kapı, delik vb.) [4], bul- [3], duyul- [3], düşün-
[3], ol- [3], öğren- [3], sev- [3], soyun- [3], unut- [3], alış- [2], anlaşıl- [2], atla- [2], ayrıl- [2], bitir-
[2], cay- [2], çıkar- [2], dağıl- [2], dol- [2], ekle- {söylemek} [2], eski- [2], gel- [2], hazırlan-* [2],
kapat- [2], kırıl- [2], silin- [2], sinirlen- [2], sön- [2], tart- [2], temizle- [2], toparla- [2], ulaş- [2],
üşü- [2], yaz- [2], yürü- [2], aç- (avuç), al-, anlaş-, aşıl-, aydınlan-, bağlat- (telefonla), bak-,
bastırıl- (ayaklanma), becer-, bırak-, boşalt-, boşan-, bozul- (denge), buharlaş-, çek- (sudan),
çevir- (sayfa), çık- {ayrılmak}, çırpıştır-, çök- {yenilmek}, dağıt-, dehle-, doğrul-, doldur-,
dönüş-, duy- (ses), düzelt-, ezil-* {yenilmek}, fırla-, geçil- (cadde), geçiştir- (sıkıntı), getir-,
161
giy-, göm- {defnetmek}, gönder-, görün-, göster-, götürül-, haykır-, hazırla-, inan-, kalk-
(yasak), kapan-, kavra-, kıvrıl-, kız-, kirlen-, kok-, kurut-, mırıldan-, otur-, ört-, planla-,
saklan-, saldır-, sar- {kuşatmak}, sat-, say-, sek-, sığın-, sık-, sıkıl-, sıkıştır-, sıvış-, sıyrıl-,
sonuçlandırıl-, solu-, sür- (nemlendirici), tanı-, tara- (saç), tasarla-, taşı-, toparlan-, topla-,
tüken-, ulaştır-, unuttur-, usandır-, uyan-, uyar-, uzat- (el), vedalaş-, vidala-, yakala-, yaklaş-,
yap-, yat-, yatıştır-, yay-, yeşer-, yetiş-, yıka-, yorul-, yönel-. ║ ahbap ol- [2], dost ol- [2], geri
çekil- [2], karar ver- [2], keşfet- [2], pişman ol- [2], sarhoş ol- [2], adım uydur-, ağ kur-, akord
yap-, ardına dön-, arkada kal- (günler), ateş et-, ateş yak-, ateşe vur-, ayağa geçir-, balık tut-,
baş salla-, bavul aç-, birbirine ısındır-, çay demle-, çözüm yolu bul-, daktilo et-, dalga geç-,
dava açıl-, düzen kur-, ele geçir-, emir çıkar-, fikrinden dön-, geri çek-, geride bırak-, geriye
çek-, giysi dik-, göz at-, göz gezdir-, gözden kaybol-, gözden silin-, gözünü dik-, gözünü
kapa-, gümrükten geç-, hazır et-, hülyaya dal-, içli dışlı ol-, işe koyul-, işin içinden çık-, kabul
et-, kafa kafaya ver-, kafada kur-, kafada yarat-, kafadan çıkar-, kafadan sil-, kahvaltı yap-,
kahve suyu koy-, kapı açıl-, kapıyı kilitle-, kendine hakim ol-, kendini kaybet-, kendini topla-,
köze kes-, meydana çıkar-, notaya al-, ocak yak-, olta topla-, örtbas edil-, paraya çevir-, sırtına
geçir-, sigara sarıl-, sokağa sap-, sorun çöz-, söndür- (ümit), sözü kapat-, teslim ol-, usta ol-,
uykuya dal-, yalan uydur-, vazgeç-, yatağa gir-, yola düş-. ║ olup bit- [3], bıkıp usan-,
çiğneyip yut-, içti bitirdi, silip at-, yeyip bitir-.
3.⌠7⌡→ alış- [2], yenil-. ║ sonrası gel-, uyum sağla-, yok et-, yola getir-.
çabuk:⌠1051⌡/2. Alışılandan veya gösterilenden daha kısa bir zamanda, tez, yavaş
karşıtı./ “‘Hanım çabuk gel, kızlar da gelsin.’” (YK-KSİ)., “‘Günlerle yıllar ne çabuk geçiyor!’ diye düşündü,
düşüncesinden tedirgin olmadı.” (F-BS)., “Aklın zayıf, çabuk unutuyorsun.” (CD-Oİ)., “‘Ey, söyle, çabuk söyle, ancak, ne
demek?..’” (MTT-SS)., “‘Bir Yunan değil mi çabuk döneriz!’ diyordu kendileri.” (FB-ID)., “«Böyle çabuk gidersek, Aşağı
Andırmda onlara ulaşırız,» dedi kırık kırık.” (YK-OD)., “«Çabuk yürümeli, çabuk yürümeli de şu ocağı batasicayı ölmekten
kurtarmalı.»” (YK-OD)., “O zaman aradığını aldanmadan, ne çabuk bulacaktı!” (YA-AA)., “‘Bir yıl önce öyleydim,’ dedi
Aylin, ‘her şey ne çabuk değişebiliyor değil mi?’” (AK-AA)., “- Pervin... pervin. Çabuk bana bir sandal getirsinler.” (GY-
KO)., “Atatürk ve Devrim Kuramları adı ile yapılan bu kitap çok çabuk tükendi.” (EK-DT..A)., “Ben de artık konuşabiliyor
ve o kadar çabuk yorulmuyordum, İzmir'in sokaklarında boru çalarak ilk yürüyecek Türk fırkasını tahayyül ediyorduk.”
(HEA-AG)., “‘Korkma, çabuk yetişiriz, onlar ölmeden.’” (YK-KSİ)., “Fakat bereket versin yaram ağır değildi. çabuk
iyileştim.” (SK-D)., “O zamanın gençliği; çabuk sever, çabuk inanır ve bağlanırdık.” (FRA-Z)., “Ama bu düşünceden
çabuk vazgeçti.” (CD-Oİ)., “‘Gerçek sevmek?’ çabuk cevap vermedi.” (EB-BG)., “Yeniden Ahmet'in başına geldi:‘Kalk
ayağa, götlek! çabuk ayağa kalk!..’” (FB-ID)., “…… güzelliği çabuk belli oldu.” (NC-SY)., “Benim. çabuk kontak
anahtarını al gel, dedim.” (EÖ-GSA)., “Her şey öyle çabuk olup bitti ki yavaşlayamadılar bile.” (LT-OÖY).
→ gel- [58], geç- [38], unut- [38], geç- (gençlik, gün, mevsim, zaman vb.) [34], söyle-
[30], dön- [28], git- [28], yürü-* [20], bit-* [17], bul- [17], çık- [16], değiş- [16], getir- [15], anla-
[11], büyü-* [11], yorul-* [11], alış- [10], bitir- [10], geç- (derd, sıkıntı, şaşkınlık, heves, moda
162
vb.) [10], toparlan- [10], yap- [10], unutul-* [9], sıkıl- [8], yayıl- (ün, haber, dedikodu vb.) [8],
eski-* [7], öğren- [7], ilerle- [6], kavra- [6], var- [6], yaz-* [6], açıl- [5], anlat- [5], hazırlan- [5],
konuş- [5], tüken-* [5], ver- [5], yetiş- [5], çağır- [4], geliş- [4], gönder- [4], gör- [4], götür- [4],
in- [4], iyileş- [4], koş- [4], kurtul- [4], öl- [4], toparla- [4], ulaş- [4], ayrıl- [3], bozul-* [3], büyüt-
[3], dağıl- [3], davran- [3], duyul- [3], giyin- [3], hazırla- [3], iç-* [3], kap- {öğrenmek} [3], soğu-
(hava) [3], sustur- [3], uyan- [3], yan- [3], yapıl- [3], ye- [3], aç- (kapı) [2], anlaş- [2], anlaşıl- [2],
atlat- [2], bağla- [2], bağlan- {gönül vermek} [2], bak- [2], bık- [2], bırak- [2], çevir- [2], çıkar-
[2], çürü- [2], darıl-* [2], duy- [2], düş- [2], eri- [2], eriş- [2], gevşe- [2], gir- [2], göster- [2],
heyecanlan- [2], inan- [2], kaç- [2], kalk- [2], karar- [2], kaynaş- [2], kurtar- [2], oku- [2], olun-
[2], oluş- [2], öğrenil- [2], parla- [2], sev- [2], sez- [2], solu- [2], soyun- [2], sür- [2], tut- [2], uyu-
[2], yat- [2], yıkıl- [2], yıpran- [2], acık-, ak-, al-, aldan-, ara-, at-, avun-, ayır-, bağdaş-, bağışla-
, bak-, bekle-*, benimse-, bıkıl-*, bırakıl-, biç-, bitiril-, boşal-, boşalt-, bozuş-, bulun-, bükül-,
cevaplandır-*, çalış-, çek-, çekil-, çökert-, dağıt-, de-, değiştir-, dinlendiril-, diril-, doldur-,
doluş-, donan-, doy-, dön- (mevsim), düşür-, edin-, eskit-, et-, etkile-, gel- (gün), gelin-, gez-,
giy-, giydir-, hafifle-, harca-, hastalan-, hiddetlen-, ısın-, ısıt-, iste-, kabullen-, kal-, kana-,
kapan-, kavranıl-, kavuştur-, kaynat-, kazan-, kazanıl-*, kesil-, kırıl-, kirlen-, koca-, kocalt-,
kovala-, kovul-*, kur- (çadır), kurul- (çadır), küs-*, neticelen-, olgunlaş-, öldür-, önlen-, ört-,
özümse-, piş-, pişir-, popûlerleş-, sat-, satıl-, seç-, sersemle-, sezinle-, sıçra-, sırtla-, sinirlen-,
sivril-, sokul-, sön-, sula-, şaşır-, temizle-, topla-, toplan-, toplan- (kalabalık), uğra-, ulaştır-,
umutlan-, unuttur-, usan-, ustalaş-, uy-, uyandır-, uydur-, uzaklaş-, yak-, yakalan-, yaptır-,
yenileş-, yerleş-, yetiştir-, yetiştiril-, yıka-, yıka-, yıl-, yitir-, yolla-, yumuşa-, yut-, yüklü-,
yüksel-, yüz-. ║ vazgeç-* [8], cevap ver-* [6], kendini toparla- [6], kendini topla- [6], farkına
var- [4], kaybol- [4], akşam ol- [3], haber ver- [3], kaybet- [3], kendine hakim ol- [3], ayağa
kalk- [2], belli ol- [2], dışarı çık- [2], dost ol- [2], haber getir- [2], hazırlık gör- [2], kabul edil-*
[2], kendine gel- [2], kendini tut- [2], sarhoş ol- [2], sona er- [2], temin edil- [2], terk et- [2],
yakasını kaptır- [2], yok ol- [2], adam ol-, adapte ol-, ağzını kapa-, ahbap ol-, akıl düşün-,
akrabalık kur-, angaje et-, arkadaş edin-, avdet et-, ayağını kaydır-, ayırt et-, azığını hazırla-,
cevap bul-*, çanına ot tıka-, çare bul-, çene düş-, dejenere ol-, dışarı at-, dikkati dağıl-,
düşman ol-, düşten sıyrıl-, ele alın-, ele geçir-, elini yüzünü yıka-, esir düş-, eski halini al-,
etkisi geç-, fark et-, feda et-, fikir uç-, foyası meydana çık-, geri dön-, geri götür-, görevini
yerine getir-, göze çarp-, günler geç-, haber veril-, hasta ol-, hikâye kurul-*, içeri çek-, içeri
git-, idrak et-, iletişim kur-, îmâr et-, istifade et-, istop et-, işi görül-, işi yürü-, itiraf et-, itiraz
et-, iyi ol-, kabul et-, kabul ettir-, karar ver-, karara bağlan-, kurşun sık-, kuvvetten kesil-,
malûmat al-, mütareke yapıl-, okumayı sök-, öğle ol-, pahaya bin-, paniğe kapıl-, pes et-,
163
rüyalardan uyanıl-, saat geç-, sabah ol-, samimi ol-, sarhoş et-, satın alın-, sermayeyi kediye
yüklet-, sofra kur-, sonu gel-, sonuç alın-, söz ver-, sözü kapat-*, tamir edil-, tehyiç et-,
televizyonu aç-, temayüz et-, tepki göster-, uyum sağla-, üstünü başını silkele-, üstünü çıkar-,
vazgeçir-, yakayı ele ver-, yanıt ver-, yolları ayrıl-, yorgunluğa geç-, yüreği hopla-, yüzgöz ol-
, zail ol-, zengin et-. ║ olup bit- [2], akıp geç- (zaman), al gel, defol, eğilip kalk-, gidip gel-,
içip bitir-*, kaybolup git-, ölür gider, serpilip geliş-, uçar gider, yanıp sön-.
→ çabuk olmak.
⇒ çabuk gelmek, çabuk unutmak, çabuk vazgeçmek, çavuk geçmek (zaman vb.)
çabukça:⌠5⌡/Çabucak./ “Devlet kapısına gelmiş bir işin olacağı yahut olmayacağı, bir oda içinde,
çabukça anlaşılıyor; biraz yanlış bile olsa, iş birikintisi, gönül üzüntüsü olmuyordu.” (MŞE-MA)., “Çabukça harekete
geçer, kargaşalığı bastırır, devlet otoritesini yerleştirir.” (FRA-Ç)., “Hareketimizin sebeplerini kendimiz bile çabukça
gözden kaybederiz.” (AHT-H).
→ anlaşıl-, öde-, gözden kaybet-, hareket et-, harekete geç-
çaçaronca: Ø
çağanak: Ø
çağıl çağıl:⌠2⌡/Çağıldayarak./ “Bir rüzgâr onu kaldırıp kaldırıp yere çarpıyor, bir nehir, içinde çağıl
çağıl akıyor.” (AK-AA)., “Kanım coştu çağıl çağıl akıyor Yâr sevdası sardı beni yakıyor.” (FB-ID).
→ ak- [2].
⇒ çağıl çağıl akmak.
çakıl çukul: Ø
çakır çukur: Ø
çakmak çakmak:⌠11⌡/Parlar durumda, alev alev./ “(Tahta ilişir. Gözleri çakmak çakmak
olmuştur.)” (OA-YDBYKL)., “Gözleri çakmak çakmak ona bakardı.” (GY-H2)., “Gece çakmak çakmak aydınlanıyordu.”
(YK-M1)., “Neden ezdin bu hayvanı, söyle! Sabri, ağır, yaralı başı göğsünde, gözleri çakmak çakmak titriyor, sesler gitgide
vahşileşiyordu:- Söyle, niçin dövdün hayvanı? Niçin? Söyle!” (CD-Oİ).
→ ol- (gözleri) [5], bak- (gözleri) [2], aydınlan- (gece), parla- (gözleri), titre- (gözleri),
yan- (gözleri).
⇒ (gözleri) çakmak çakmak olmak (bakmak).
çaktırmadan:⌠61⌡/Elli etmeden, gizlice, sezdirmeden./ “Kadın, ayağında rugan çizmeler,
sırtında yakası açık ipek gömlek, bir kalkıp bir oturarak, hayvanı koşturuyor, bir yandan da "beni görüyorlar mı" diye
çaktırmadan etrafına bakmıyordu.” (HT-KSA)., “Evlerde konuşulanı çaktırmadan dinler.” (FB-T)., “Benim Etem'le olan
maceramı iyice dinledikten sonra, Çaktırmadan -dedi-, herifle barış, kendisi ile yeniden dost ol; sonra bir gece onu buraya,
meyha neye davet et...” (OCK-Ç)., “Galiba çaktırmadan yaşlılığın övgüsünü yapıyoruz burada. (CS-GC)., Toplum polisi
şöyle, yan gözle çaktırmadan etrafa bakıyordu arada.” NE-GT).
164
→ bak-* [7], de- [3], dinle- [3], gül- [2], in- [2], koy- [2], sor- [2], yap- [2], açıkla-, ara-,
bas-, çık-, dön-, düzelt-, eğil-, engelle-, fısıldaş-, gel-, götür-, izle-, kaç-, kayır-, konuş-,
kullan-, kurcala-, oku-, ovala-, öğren-, öp-, sakla-, savuş-, sula-, tutuştur-, uyukla-, uza-, ver-,
yokla-. ║ yan gözle bak- [3], cebe at-, fikir beyan et-, fotoğraf çek-, halt karıştır-, kan güt-,
mideye indir-.
⇒ çaktırmadan bakmak.
çalakalem:⌠5⌡/Gelişigüzel, durmadan yazarak./ “Laf değil muharrir bu, yaz. Hem çalakalem
yaz.” (İS-DÖV)., “Tezkereci, çalakalem buyurulduları çiziktirdi, yeniçeri ağasının adamları vasıtasıyla da geceyarısmdan
sonra sahiplerine gönderildi.” (MTT-SS). ; //Planlamadan.// “Ali Kemal, yine çalakalem işe girişti.” (YKB-SEP).
→ yaz- [2], çiziktir-, yazıl-. ║ işe giriş-.
⇒ çalakalem yazmak.
çalakamçı:⌠2⌡/Durmadan kamçılayaryak./ “Atına binen ardına düştü çalakamçı... Doktor Münür
sordu :Ethem'in aklı eriyor mu askerliğe az çok?” (KT-YS)., “Demin bana, Şeker değiliz ya eriyeceğiz!-diyen arabacı artık
beygiri çalakamçı sürüyor; genç, dinç hayvan da arabayı alabildiğine koşturuyordu.” (OCK-Ç).
→ ardına düş-, beygir sür-.
çalakaşık:⌠1⌡/Soluk almadan yiyerek./ “…tuzladığın bu ayranı afiyetle içiyorsam tuttuğun bu
yoğurdu yoğurduğun bu ekmeği kaynattığın bu bulguru çalakaşık yiyorsam…” (Aİ-SB).
→ ye-.
çalakılıç:⌠1⌡/Durmadan kılıç sallayarak./ “Ağırlıkları ele geçirmek için 200 kadar atlı, 100 kadar
hecinli, arabaların çevresinde yürüyen bitik kalabalığa, çalakılıç daldı.” (KT-YS).
→ dal-
çalakürek: Ø
çalapaça: Ø
çalgı çağanak: Ø
çalımlı çalımlı:⌠5⌡/Çalım göstererek, çalım satarak./ “Çalımlı çalımlı güreş tutardın!” (FB-T).,
“Bak, Allah da razı gelmedi zaten." Leylek, han duvarının dibinde, sanki kendinden bahs olunmuyormuş gibi, çalımlı çalımlı
dolaşıyordu.” (GY-H1)., “Çalımlı çalımlı yürür, ilkin arkadaşları takip eder onu Mustafa'nın önünden geçerlerken uygun
adımlarla askeri bir marşa geçerler.” (OA-M)., “Peki dosyaları Hüsrev Bey'e verirsiniz. Kâzım Bey çalımlı çalımlı çıktı,
gitti.” (FRA-Ç).
→ dolaş-, gezdir-, yürü-. ║ güreş tut-. ║ çıktı gitti.
çalyaka:⌠2⌡/Yakasına yapışıp sıkıca tutarak./ “Kasım Efendi'yi çalyaka Kadı'nın karşısına
çıkarttılar.” (AN-MB)., “Bizi yakaladılar:‘Utanmaz herifler, siz elalemin nikâh lı kanlarını gözetlersiniz, ha...’ diye bizi
çalyaka karakola götürdüler...” (RNG-AR).
→ götür- (karakola), karşısına çıkar-.
165
→ çalyaka etmek
çamçak çamçak: Ø
çan çan:--
→ çan çan etmek (veya ötmek veya konuşmak).
çangıl çungul: Ø
çangır çungur: Ø
çap (II): Ø
çapkınca:⌠9⌡/Çapkın bir biçimde./ “Divandan indiği sırada, çapkınca ekledi:‘...bir sır söyleyeyim
mi? İster misiniz?’ ‘Neymiş o sır? Söyle de görelim...’” (Aİ-YK)., “Çapkınca mı güldü, yoksa kafam bulanık olduğu için
bana mı öyle geldi?” (PK-BCR)., “‘Hiçbir fikrim yok,’ diye gereğinden fazla çapkınca sırıttı.” (PK-BCR)., “Hemen her gün
ocaklarında su tenekesinin ısınmakta olduğundan söz açarak, çapkınca göz kırpar, sonra da aksam olanları anlatırdı.” (OK-
KT).
→ ekle- [2], gül- [2], sırıt-, sor-. ║ göz kırp- [3]
çaprazlama:⌠5⌡/2. Çapraz olarak, makaslama./ “Benim silahımdı omzundaki. Çaprazlama baş
aşağı asmıştı.” (EÖ-GSA)., “Bu sırada tüfeğini çaprazlama boynuna takmış, sallanarak Sefil Ali içeri girdi.” (YK-İM1).
“Tüfeklerini çaprazlama atmışlar.” (FB-ID).
→ as- (omza, sırta vb.) [3], at- (tüfek omza), tak- (boyna).
⇒(omza) çaprazlama asmak.
çaprazlamasına:⌠4⌡/Çapraz olarak, çaprazvari./ “Aylin, arabanın altına çaprazlamasına girmiş,
sırtüstü yatıyordu.” (AK-AA)., “Ortada çaprazlamasına duruyor masa, bir kale gibi...” (RI-KG).
→ as-, dur-, gir-. ║ gelip geç-.
çaprazvari: Ø
çarçabuk:⌠99⌡/Çabucak./ “Arasıra gezilere çıkıyordu, başıboş ve boşyere yolculuklar -evinden koptuğu
için bin pişman, Polonezköy'e dönüyordu çarçabuk.” (EB-BKM)., “Çarçabuk giyindim, saçımı taradım.” NE-GT)., “Ben
onlara gitmediğimizde çarçabuk unutuyordum.” (GY-H2)., “Sonra da çarçabuk aralık duran kapıdan sıvışıp gitti.” (EÖ-
P/S)., “Köşede soluklanmak için durduğunda çarçabuk arkasına bir göz attı.” (EÖ-P/S).
→ dön- [3], giyin- [3], unut- [3], ol- [2], soyun- [2], alış-, anla-, anlat-, atıl-, avut-, başla-
, birik-, bit-, bitir-, bul-, büyü-, çık-, çırp-, dağıl-, değiş-, fısılda-, gerçekleş-*, geri al-, getir-,
gir- (evlerine), git-, gör-, görün-, göz at-, hazırla-, ıslan-, in-, kaldır-, maddileş-, onarıl-, ör-,
porsu-, seslen-, sez-, sırala-, sıvış-, sıyrıl-*, sön-, sür-, taran-, toparla-, toparlan-, topla-, tüken-
, ulaş-, unutul-, yap-, yapıl-, yetiş-, yırt-, yudumla-. ║ hâkim ol- [2], üstünü ört- [2], affedil-,
arabaya bin-, ardına bak-, aşırıya kaç-, banyo yap-, başına çuval geçir-, cebine sok-, cevap
yaz-, dileği yerine getiril-, gözleri çivile-, itiyatı kırıl-, kanı kayna-, kapıyı kapa-, kapıyı kapat-
166
, kendi başına kal-, kitap çevir-, koynuna sokuştur-, (mektep) bitir-, muayene ol-, sofra topla-,
şöhret yap-, (yerden taş) kap-, tekneye atla-, teslim et-, yataktan çık-. ║ sıvışıp git-* [2], alıp
götür-, gelip geç-, yitip git-. ║ bitti gitti.
çaresiz:⌠52⌡/3. İster istemez./ “Onu da çıkarmamı istediler. Çaresiz çıkardım.” (HC-KKKY)., “Canını
kurtarmak için de olsa, kazanılan bu büyük zafer onun için yenilgilerin en kötüsü, düş kırıklıklarının en acısı da olsa, her şeyi
yüzüstü bırakıp bir hırsız gibi savuşamazdı. Çaresiz kabullenecekti sonu.” (NG-BKR)., “Niyeti iyi olmasa, neden beni
Ankara'ya çağırsın," dedi Aylin. çaresiz kabul etti Misel.” (AK-AA)., “Hasan çaresiz boyun eğdi:Peki...” (NC-SY).
→ çık- {gitmek, dışarı çıkarmak} [2], kabullen- [2], katlan- [2], uy- [2], uzaklaş- [2],
anla-, anlat-, art- (fiyat), bekle-, beklen-, değiştir-, dur-, git-, kalk-, otur-, pazarla-,
sonuçlandır-, suçla-, tut-{desteklemek}, uyu-, ver-, yap-, yut-. ║ kabul et- [3], boyun eğ- [2],
geri dön- [2], ayağa kalk-, dön geri et-, elini öptür-, elini uzat-, eve dön-, içeri al-, içeri gir-, iş
başa düş-, omuz kaldır-, perhiz yap-, razı ol-, sineye çek-, sonuna kadar git-, suya gir-,
yerinden doğrul-, yola düş-, yolculuğa çıkıl-.
→ çaresiz kalmak.
⇒ çaresiz kabullenmek (kabul etmek).
çarnaçar:⌠5⌡/İster istemez./ “Sen yoktun, ben de çarnaçar bekledim.” (AHT-H)., “Karışık bir hadiseler
ağının, zıt fikirler örgüsünün içine düşeceğini pek mükemmel bilen Mümtaz, çarnaçar tecrübeye katlandı.” (AHT-H).
“Çarnaçar vazgeçtik.” (SB-HAY).
→ bekle-, katlan-, öğren-. ║ avdet et-, vazgeç-.
çarpıcı:⌠3⌡/2. Etkili bir biçimde./ “Ölümünün 10. Yıldönümünde Nâzım Hikmet Dolgun, güzel
yazıyor; Türkçe'yi çok rahat, kıvrak ve çarpıcı kullanıyordu.” (BN-DY1)., “Çokluk her zaman böyle bu, Ahmet Hâşim'in Bize
Göre'sindeki "Münekkit" denemesinden daha açık, daha çarpıcı kim yazdı bu gerçeği.” (BN-DY1).
→ kullan- (dil) [2], yaz-.
çarpık: Ø
çatalsız: Ø
çatır çatır:⌠22⌡/2. mec. Güçlük çekmeden./ “Benim kız daha yedisini bitirmedi, çatır çatır
Fransızca konuşuyor. -Ne diyorsunuz!.. Harika!..” (AN-ŞÇH). ; /3. mec. Zor kullanarak, baskı yaparak./ “Ø”.
; //Çatır çatır ses çıkararak.// “Çatır çatır yanacaksın.” (YK-İM1)., “Mehmed-Eşkıya:«Düş önüme, demiş. Ben seni
çatır çatır yakacağım. Bugüne kadar nasıl sabrettim, ben de şaşıyorum.»” (PNB-AGUG). ; ///Çok sayıda./// “Herkes
birbirine cep telefonu vasıtası ile mesaj gönderiyor çatır çatır.” (GM-BKVY).
2.⌠2⌡→ bil-, konuş-.
//…//⌠19⌡→ yan- [10], yak- [3], ye- [2], çatırda-, gel-, kes-, kırıl-.
///…///⌠1⌡→ mesaj gönder-.
→ çatır çatır çatlamak, çatır çatır etmek, çatır çatır sökmek.
167
⇒ çatır çatır yanmak.
çatır çutur:⌠1⌡/Çatır çatır./ “Sigarillosunu nasıl bir hışımla bastırmış olmalı ki, tablada çatır çutur bir
hamamböceği eziliyor:...ihanetten başka şey bilmez mi baban? oyusu” (Aİ-OKB).
→ ezil-.
çat pat:⌠5⌡/1. Az çok ve yalan yanlış biçimde./ “Ha Alamança mı, çat pat konuşuyorum ağabey,
dört yıl oldu gideli...” (Mİ-DHB)., “Yani çat pat biraz İngilizce öğren, ama terimleri iki üç günde öğrenirsin, çünkü konuyu
biliyorsun.” (OS-HT)., “Meraktan ölebilirdim:Şirket'in telefonunu bir kâğıda yazmış tım, iyi ki atmamışım, işime yaradı;
sizin orada Al manca bilmiyorlar, çat pat Fransızca anlaştık; has ta olduğunuzu öğrenince, artık durur muyum?...” (Aİ-
OKB). ; /3. Ara sıra./ “Ø”. ; /4. Uygunsuz zamanlarda, vakitli vakitsiz./ “Ø”.
1.⌠5⌡→ konuş- [2], anlaş-, bil-, öğren-.
3.⌠-⌡→ Ø
4.⌠-⌡→ Ø
⇒ çat pat konuşmak.
çatra patra: Ø
çehrece: Ø
çekingence:⌠1⌡/2. Çekingene yakışır biçimde, ürkekçe./ “Ötekiler çekingence Karagöz'e
bakarlar.” (VT-BÖKDYO).
→ bak-.
çekişmeli:⌠1⌡/2. Sert, çetin, zorlu bir biçimde./ “Güreş çok çekişmeli geçti.” (NC-SY).
→ geç-.
çelebice: Ø
çelmece: Ø
çeneye kuvvet:⌠1⌡/Konuşma gücüyle, durmadan konuşup söyleyerek./ “Bir buçuğa
kadar, çeneye kuvvet konuştuk.” (GD-ADM).
→ konuş-.
çengüçağanak: Ø
çepçevre:⌠11⌡/Çepeçevre./ “Sar bizi, cepçevre sar, Rahmet rüzgârı etek!..” (NFK-Ç)., “Kafesinin beton
tabanı çepçevre aşınmış; gezinmekten.” (Sİ-İGÇÖ2)., “Duvar diplerine çepçevre banklar konmuş.” (ÇA-BAG)., “Kızı!
akşam üstleri, Hicret eden kuşlarla, Sema, deniz ve yeri, çepçevre, iklim iklim, Dolaşalım, gezelim!” (NFK-Ç).
→ sar- [3], aşın-, dolaş-, gez-, kapla-, kon-, kuşatıl-, sıkış-. ║ etrafını çevir-.
⇒ çepçevre sarmak.
168
çepeçevre:⌠26⌡/2. Bütün yanlarını kuşatacak biçimde, fırdolayı./ “Naziler, memleketi
çepeçevre sarmışlardı.” (MU-BDA)., “Tren gidiyor., dünyayı çepeçevre dolaşıyoruz.” (EI-KA)., “Etmeydanı ve Yeni Odalar
denilen büyük kışla çepeçevre sarıldı.” (REK-Y). ; //Tamamıyla, bütünüyle.// “Gene de anlamın ne olduğunu
çepeçevre bilmiyoruz dersem gerçeğe aykırı birşey demiş olmam.” (NU-DG)., “Bütün bereketli ve zengin toprakları
çepeçevre elinden alınmıştır.” (YKK-Y).
2.⌠24⌡→ sar- [4], dolaş- [3], otur- [3], sarıl- [3], dolan- [2], kuşat- [2], birik-, çevril-,
dolan-, kuşatıl-, süslen-, süz-. ║ yöreyi … al- {kaplamak}.
//…//⌠2⌡→ bil-*. ║ elinden alın-.
⇒ çepeçevre sarmak.
çetince: Ø
çevikçe:⌠1⌡/Çevik bir biçimde./ “Çevikçe atladı aşağı.” (SD-K).
→ aşağı atla-.
çığlık çığlığa:⌠44⌡/Çığlık atarak, bağırıp çağırarak./ “Muallimimiz, bu kahkahaların sebebini bir
türlü anlamayarak öfkesinden çığlık çığlığa bağırıyordu.” (RNG-ÇK)., “Öyle ki, bir süre sonra benimle birlikte kuşlar bile
ürküyor bu sessizlikten, çitlembik dallarını saran yemyeşil ürpertileri aralayıp ansızın çığlık çığlığa havalanıyorlar...”
(HAT-KHK)., “Ben çığlık çığlığa odanın bir köşesine kaçtım ve elime geçirdiğim bir mantoya sarılarak büzüldüm.” (RNG-
ÇK)., “Beyaz kanatlarını açmışlar, çığlık çığlığa, dönüp duruyorlar.” (Sİ-İGÇÖ2)., “Çok uzak bir gökyüzünde, alıcı bir kuş
kanat çırptı çığlık çığlığa.” (NM-TÖ2).
→ bağır- [3], havalan- [3], bağrış- [2], çiftleş- [2], haykır- [2], kaç- [2], koş- [2], bağırt-,
doldur-, doluş-, dönül-* (çevresinde), ışılda-, in- (-i), kaçış-, kal-, kanatlan-, kon- (kuş), koşuş-
, kucaklaş-, oyna-, sarıl-, sat-, savaş-, tartış-, uğraş-, uyan-, yayıl-, yetiş-. ║ kendinden geç-. ║
dönüp dur- [2], kanat çırp- [2], koşup dur-.
⇒ çığlık çığlığa bağırmak (bağrışmak).
çıkır çıkır: Ø
çıldırasıya:⌠6⌡/Çıldıracak gibi, pek çok./ “Hasan, sen beni çıldırasıya seviyorsun...” (NH-YM)., /
“Belki tanırdın ilk vurulanı, o gün hiç ağlamadık / hayır ağlamadık çıldırdık o gün çıldırasıya / adını çocuklarımıza verdik
onun, çoğaldı /” (AT-KUbŞ)., “Yerinden kalkıp törenin bittiğini bildirene dek Mehmet onun ne düşündüğünü, kalbinden
neler geçtiğini çıldırasıya merak ediyor.” (NG-BKR).
→ sev- [4], çıldır-. ║ merak et-.
⇒ çıldırasıya sevmek.
çıldır çıldır: Ø
çılgınca:⌠38⌡/{1. Deli gibi, delicesine, çılgıncasına., 2. Aşırı bir biçimde,
çılgıncasına.}/ “Biz de küçük ellerimizle onu çılgınca alkışlardık.” (AA-ETY)., “MİDAS Gönlüme aykırı bu, çılgınca
seviyorum yaşamayı.” (GD-TO1). “İşte kaldırdım bacağımı, işte çılgınca alkışlanıyorum.” (SS-TR)., “Arkasından kapıları
169
kapatıp çekilmişler..." Meyyale Hanım gözyaşları içinde, hıçkıra hıçkıra Hasan Bey'in anlattıklarını dinliyor ve zaman zaman
çılgınca haykırıyordu.” (HT-M)., “Davetleri kaçırmıyorlar, evlerinde balo veriyorlar, karnaval döneminde çılgınca
eğleniyorlar. Ayrıca kendi hesabına sık sık o dönemde akademi diye anılan konserler veriyor çılgınca alkış topluyordu.”
(NN-DM).
→ alkışla- [6], sev- [4], alkışlan- [2], eğlen- [2], gül- [2], koş- [2], çal- (müzik), debelen-,
gel-, haykır-, iste-, kulaçla-, oyna-, öp-, özle-, sus-. ║ tezahürat yap-, yok et-, emir ver-, canını
yak-, at koştur-, alkış tut-, alkış topla-, nefret et-. ║ haykırır durur.
⇒ çılgınca alkışlamak, çılgınca sevmek.
çılgıncasına:⌠4⌡/Çılgınca./ “Çılgıncasına eriyor kemanlar.” (Sİ-ÖKS)., “Birbirlerine çılgıncasına
sarıldılar.” (HT-GF)., Çılgıncasına çalıyordu kemanlar. (Sİ-ÖKS).
→ çal- (keman), devin-, eri- (keman), sarıl-.
çın çın:⌠6⌡/Metal eşyaya vurulduğunda çıkan ses benzeyen bir ses çıkararak./ “Anlatmasına lüzum yoktu. Dışarda kadın müthiş bir sinir buhranına tutulmuş, mahalleyi çın çın öttürüyordu:Haksızlar,
adaletsizler, fakir fukara düşmanları!!!” (OK-KT)., “... Hatta, avlu çın çın çınladı (HAT-KHK)., “Kayseri bez fabrikalarına
gelip Loradan beyaz patiska veya renkli basma halinde çıkışını gösteren millî aktüalite filmleri, sinema sallerini alkış ve
sevinç çığlıklarıyla çın çın çınlatıyordu. Milleti destanının ilk sayfasını kapadı.” (YKK-KK).
→ öttür- [4], çınla-, çınlat-,
→ çın çın inletmek, çın çın ötmek.
⇒ çın çın öttürmek.
çıngır çıngır: Ø
çınsabah: Ø
çıpıl çıpıl: Ø
çır çır:⌠1⌡/Çırpınmak fiili ile birlikte ne yapacağını şaşırmak bir durumda çok üzüntü
ve telaş anlatır./ “Ø”. ; //Çabuk bir biçimde.// “…zaman yer'dir yer de zaman yer devirse zaman lale zaman
nezlesi oldum çır çır gidiyor ömrüm…” (MÜ-KGD).
/…/ ⌠-⌡→ Ø
//…// ⌠1⌡→ git- (ömür).
çırılçıplak:⌠115⌡/2. mec. Çok açık ve yalın bir durumda./ “Onun bir ailesi, bir serveti, bir
geçmişi, hatta bir ismi bile yoktu; hayatın içinde aşkıyla çırılçıplak duruyor, hiçbir istekte bulunmuyor, hiçbir şey umma
cesaretini bile gösteremiyordu.” (AA-İGA)., “Duygularını apaçık, -yaşadıkları coğrafya gibi çırılçıplak söylemişlerdir.”
(SA-KKK)., “Kızılderililerin çok etkileyici bir kültürleri olduğunu söyleyen Paula DiPerna, kitabında, ilk karşılaşma anını
Bayan Kolomb'un gözünden şöyle anlatıyor:"Bugüne kadar hiç kimse, Amiral bile karşımda çırılçıplak dikilmemişti.” (SA-
KKK). ; //Çıplak bir biçimde, çıplak olarak.// “Ömer bir anda bu genç Çerkez kızını çırılçıplak soydu.” (HT-M).,
“Güldüler. ‘Yani çırılçıplak soyun!’ Mahcup bir ifadeyle gülümsedi... Birgün hiç beklemediği bir olay başına
geldi:‘Karılarını buraya getirip çırılçıplak soyarız’ tehdidini duyunca, önce umursamadı.” (SY-BECO)., “Yerli dokuma
pantolonum, Bodrum bezi gömleğim yandı. çırılçıplak kaldım.” (NM-TÖ2)., “Sanki hamamda çırılçıplak yatıyorum da, ılık
170
bir el ense kökümden kuyruk sokumuma doğru yavaş yavaş iniyor.” (CK-YÖ)., “Hüsrev Bey, yattığı yerden çırılçıplak
seyretti onu. Hüsrev Bey çırılçıplak yataktan kalktı. Rosemary perdeye bakarak duruyor, Hüsrev Bey de ona sokulmuş,
çırılçıplak, saçlarını koklayıp perdenin kordonunu avucunda sıkıyordu.” (AA-YÖT).
2.⌠5⌡→ dur-, duy-, kal- söyle-. ║ karşısına dikil-*.
//…//⌠110⌡→ kal- [16], soy- [15], yat- [12], uzan- [7], soyun- [5], bırak- [4], dur- [4],
gör- [3], dolaş- [2], koş- [2], ol-* [2], otur- [2], seviş- [2], soyul- [2], ye- [2], atla-, bak-, bekle-,
duy-, gel-, gez-, gönder-*, güneşlen-, kapış-, öl-, öp-, salın-, sarıl-, sokul-, sürükle-, uyu-,
yıkan-, yürü-. ║ dans et- [2], (yataktan) kalk- [2], askıya as-, beline sarıl-, denize düş-, önüne
çık-, seyret-, suya gir-, suya sok-, teslim et-, yatağa gir-. ║ çıkıp git-, soyunup yat-.
⇒ çırılçıplak kalmak, çırılçıplak soymak, çırılçıplak yatmak.
çıtır pıtır: Ø
çifter çifter:⌠2⌡/Her defasında her yapılışında çift olarak./ “Karakollar geçiyoruz. Sivil
polisler çifter çifter dağılıyor karakollardan gecenin içine.” (NE-GT)., “Çifter çifter, acele acele yatağımızı ve uykumuzu
düşünüyor gibi ayrıldık.” (SFA-SS).
→ ayrıl-, dağıl-.
çiğ çiğ: --
→ (birini) çiğ çiğ yemek.
çirkince: Ø
çivileme:⌠1⌡/3. Dimdik ve ayaküstü bir durumda (denize atlama)./ “İstersen atla ta on
altıncı kattan, dal yolun ortasına çivileme, ……” (AKB-BŞ).
→ dal-.
çizin çizin: Ø
çocukça:⌠8⌡/2. Çocuğa yakışır biçimde./ “Onları yeniden okuma olanağım olsa kuşkum yok,
çocukça bulurdum.” (İA-İKG)., “Anlattıklarını, çok çocukça, çok tatlı anlatıyor.” (MŞE-MA)., “Birkaç adım sonra bu ona
fevkalade soğuk ve çocukça göründü.” (SA-İÇ)., “İlk tramvayın geçişini seyretmek için, çocukça sabırsızlanırdım.” (Sİ-
İGÇÖ1).
→ anlat-, düşündür-, eğlen-, gizlen-, sabırsızlan-, sor-. ║ kahkaha at-.
çoğu kez:⌠100⌡/Genellikle./ “Bunun temelinde yatan yaşama korkusunu çoğu kez göremeyiz.” (EA-
KIY)., “Bana çoğu kez yeter.” (SKA-GA)., “İyi bir okuyucuysak, şiirin bütünsel değeriyle bir iletişim kurabilmişsek, bu
durumda sevdiğimiz bölümleri yeniden okumakla yetiniriz çoğu kez.” (EC-GDA)., “İçinde bulunulan durumla ilgili olarak,
bedenin çeşitli bölümlerinin gergin ya da gevşek olduğu, elin titreyip titremediği, kalbin hızlı ya da yavaş attığı çoğu kez pek
farkedilmez.” (DC-Yİİ)., “Kaygılı insan, kaygılarının mantıkdışı olduğunu çoğu kez kendisi de kabul eder.” (EG-İO).,
“Beklentiler, algısal sürecin o denli doğal bir parçasıdır ki, başlangıçtaki beklentilerin çoğu kez farkında olunmaz.” (DC-
Yİİ).
171
→ gör-* [3], yet-* [3], yetin-* [3], başar- [2], de- [2], ol-* [2], algıla-*, anla-*, bak-,
bekle-, bil-*, dolaş-, duyul-, duyumsa-, düşün-, düşünül-*, engellen-, gerek-*, gözlemle-*,
gül-, hatırla-*, homurdan-, kaçın-, karıştır- (dergi), önlen- (sorun), soğu-, sorul-, söyle-, suçla-
, şaşır-, tut-* (fidan), tüketil- (tutku), unut-, uyu-, uyuş-*, ürküt-, üstlen-, üzül-, yansıt-, yap-,
yeğle-, yürü-, zorla-. ║ fark et- [2], kabul et- [2], yenik düş- [2], acı duy-, aklına gel-*,
anlamsız bul-, anlayışlı davran-, aylık al-*, baskın çık-, beğen-*, beraberinde götür-, bir şey
de-*, birbirine benze-*, birbiriyle anlaş-*, birincilik al-, bitkin düş-, boşa çık-, çarpıcı gel-,
denetlemeye kalk-, dile getir-, düş kırıklığına uğra-, egemenlik sürdür-, el altından yap-, eli
boş dön-, fark edil-*, farkında olun-*, gönlü elver-*, gösterişe kaç-, güç kullan-, güçlük çek-,
ikincilik al-, ilgi duy-, iş getir-, işleri tamamla-*, izin ver-*, kendini tut-*, ne yapacağını bil-*,
olanaksız ol-, peşine takıl-, pişmanlık duy-, sorumluluk altında ezil-, şükret-, tehlikeye düşür-,
vakit bul-*, yarım kal-, yasa işle-, yokuş in-, zaman bul-*.
çoğun:⌠10⌡/Çok kez, sık sık, ekseriya./ “Çoğun karşıtlarla oynamaktan ayırt edemeyiz düşünmeyi.”
(NU-DG)., “Çoğun savsaklıyorum da... Sorular, sözde yanıtlar sıralanıyordu ekranda; sormadığım halde.” (VB-SvB).,
“Birkaç sözcük bile yeter çoğun ona.” (İB-L)., “Ne var ki, çoğun doğru çıkar sezgileri.” (EB-BG)., “Döneğin kendisi bile
çoğun tiksinir kendinden.” (NU-DG).
→ savsakla-, sev-*, tiksin-, unut-, vurgula-, yanılt-, yet-. ║ ayırt et-, doğru çık-, göz
önünde bulundur-.
çoğunlukla:⌠32⌡/1. Çoğunluğa dayanılarak./ “Lübnan Parlementosunun mevcut (1972 yılından
beri seçim yapılmamıştı.) 70 üyesinden 62'si (31'i Müslüman, 3l’i de Hıristiyandı.), bu planı müzakere etmek için Taifde 30
Eylül 1989 günü toplandılar ve ‘Taif Anlaşması’ denen bu planı çoğunlukla kabul ettiler.” (FA-YST)., “Her tarafta kurduğu
teşkilatıyla birdenbire siyasi hayatın sathına çıkan cemiyet, bütün ülkeye kök salmış durumundan faydalanarak Meşrutiyet'in
ilk genel seçimlerini (1908) ezici bir çoğunlukla kazanmıştır.” (TT-İMSHB). ; /2. Genellikle./ “Ağzının doluluğunu
umursamadığından dediklerini çoğunlukla anlamaz Cennet.” (F-BS)., “Orada gözler karşılaşınca, çoğunlukla gülümserdi
kızlar.” (DÖ-GYKK)., “Ancak, bu şekil de hırsını gideren anne-baba çoğunlukla yaptığından pişman olur, utanır, suçluluk
duygularına kapılır.” (LN-BD).
1.⌠2⌡→ kazan-. ║ kabul et-.
2.⌠30⌡→ anla-* [2], git- [2], benze-, çalış-, düşün-, gel-, gerektir-, gül-*, gülümse-,
kal-*, oku-, tanı-*, utan-, yanılt-*, zorlan-. ║ acı çek-, başını belaya sok-, bilincine var-*,
birbirini dinle-*, birbirini kıskan-, çay iç-, evinde kal-, haklı ol-, hep bir ağızdan konuş-,
ikisinin arasında kal-, kendine pay çıkar-, konu edin-, pişman ol-, suçlu bul-, suçluluk
duygusuna kapıl-, tarafsız kal-*, (yanına) otur-.
çok**:⌠1118⌡/2. Aşırı bir biçimde./ “‘İsa'yı çok seviyorum.’ (Sİ-DSG)., “Anlattıklarında yaşamış
olmanın verdiği bir canlılık vardı. çok kazanmış, çok görmüş, çok eğlenmiş, çok acı çekmişti.” (AHT-H)., “Annem çok
üzülüyor.” (Sİ-DSG)., “Bunu çok istiyordu.” (AHT-H)., “ÇOCUK :çok istemiyordunuz öyleyse?” (AA-TO3)., “İlk önce çok
172
güldüm.” (AHT-H)., “İkisi de bu son aylarda çok sıkılmıştılar.” (AHT-H)., “Gülendam Kalfa söylemişti, hanımefendi çok
sinirlenmiş, ‘Bu kadının para düşkünlüğü pek şaşılacak hallere gelmiştir,’ demiş.” (F-PY).
→ sev- [40], üzül- [11], iste-* [10], gör-* [7], kız- [7], kork- [6], sevin- [5], beğen- [4], ol-
[4], yakış- [3], beklet-* [2], eğlen- [2], iç- [2], kal-* [2], konuş-* [2], otur-* [2], sars- [2], sevil-
[2], sür-* [2], uğraş- [2], üşü- [2], acı- {merhamet etmek}, ağla-, ağrı-, alış-, alkışlan-, art-,
bağır-, bekle-, benzeş-, burkul- {alınmak}, çalış-, değiş-, dinle-, duy-, düşün-, etkile-, gecik-*,
gez-, görül-*, gül-, güldür-, güven-, hoşlan-, ıslan-, ilerle-, inan-, incel-, kaçır-, kazan-,
kıskan-, oynat-, özle-, sabret-, sevindir-, sıkıl-, sinirlen-, söyle-, söylen-, susa-, um-, utan-,
uza-, yaralan-, yaşa-*, yor-, yorul-, yürü-, zorlan-. ║ acı çek- [3], bahset-*, tecrübe et-.
→ (bir şey) çok gelmek, (bir şeyi birine) çok görmek, çok söylemek.
⇒ çok sevmek.
çokça:⌠26⌡/1. Çok olarak./ “Ø”. ; /2. Aşırı, fazla./ “Kul olan kullar yavrularını çokça sevsinler!
'Ana severse, baba da sever.” (BŞ-DKO)., “Gül de çokça görülür.” (SB-BŞM)., “Başkaları çokça konuştu bizi...” (YE-HS).,
“Şundan soruyorum; örneğin Avrupa şiirinden çokça etkilendi, beslendi Türkçe şiir, bu anlamda önemli ürünler de verildi.”
(KŞY-2002)., “Doğrudur, Hürriyet de ilk sayılarında Türk yazarlarına çokça yer vermiştir.” (DC-BSKY). ; //Sıklıkla,
sık olarak.// “Yaz sıcağında bile çizme giyen kadınlara çokça rastlanıyor.” (İS-DÖV)., “İlk tanışmada bu 'hava'dan
çokça söz edilmişti de dik kafalı, filan bulunmamıştı.” (F-PY)., “Elimin altında telefon var, ama onu çokça
kullanamıyorum; ay sonunda gelen telefon parasını ödemek kolay mı?” (BŞ-DKO).
2.⌠20⌡→ at-, bık-, bulaş-, dolaş-, düşünül-, esnet-, etkilen-, görül-, iç-, kaçır-, karıştır-
{araştırmak}, kirlen-*, konuş-, öp-, sev-, ürk-. ║ dedikodu yapıl-*, kantarın topuzunu kaçır-,
önem ver-, yer ver-.
//…//⌠6⌡→ rastlan- [2], kullanıl-, kullan-*, yap-. ║ söz edil-.
çok çok: Ø
çoklarınca: Ø
çokluk:⌠18⌡/4. Sık sık, çokça, çok kez, çoğu./ “Yani Romanes türküler, Romanes... Haaa...
Romanes, yani ya ki, çingenece istersiniz... İlle velâkin biz çingene türküsü çokluk bilmeyiz.” (OCK-Ç)., “Cephelerde...
Bulunmadık... Yani, çokluk bulunmadık...” (KT-YS)., “Ama çokluk bir şey eksik olur, mısralarda en azından güzellik!”
(GY-R)., “Boğazın Kalender'den sonraki kısmı da, tâ Sarıyere kadar, daha alafranga sayılır ve bu taraflarda oturanlar da
mehtap âlemine çokluk iştirak etmezler, hattâ, belki böyle sazlar tertib olunduğunu da bilmezlerdi.” (AŞH-BM).
→ bil-* [2], bulun-*, de-, gel-, iç-*, karşılaş-*, oku-, uyu-. ║ adam öldür-*, ayaküstü
ye-, balık avla-*, belli ol-*, eksik ol-, iştirak et-*, lafa karış-*, papel düş-*{para kazanamak},
sinemaya git-.
çoklukla:⌠2⌡/Genellikle./ “Ve anlatı sırasında, yumurtalardan ya da gözden söz edersem, sidik de
beliriyor çoklukla.” (EB-YU)., “‘Üst’ tabaka zaten çoklukla bozulmuştur.” (OS-HT).
→ belir-, bozul-.
173
çoktan:⌠707⌡/Çok zaman önce, çok zamandan beri, öteden beri, uzun süreden beri,
çoktandır./ “Doru'yu çoktan unutmuştu.” (AS-YA)., “Vakti çoktan geçti kirazla dutun.” (AKB-BŞ)., “Küçük Parçaların
her biri çoktan bitmiş; adamla kadın bir-birlerinde ilerlerken fısıldaşmaktalar.” (AA-RÜ)., “ölümü gördün yanında eve
dönme zamanı gelmişti sen kayıptın evdekiler çoktan ölmüştü” (ŞY-2000)., “Kulakları delik Nuri, evde konuşulanlardan,
yeni damadın Nilüfer Hanım tarafından hüsnü kabul görmeyeceğini çoktan öğrenmişti.” (AK-AA)., “Evdekilerse şimdiye dek
çoktan uyumuşlardır.” (EÖ-P/S)., “Tamamıyla aldandığına; bedbaht bir kadın olduğuna çoktan karar vermişti.” (HZU-
AM)., “Dağlar çoktan kaybolmuştu.” (AS-YA)., “Çünkü ozan ömrü kısadır ve o şiirleri örenler çoktan çıkıp gitmişlerdi.”
(OK-Bİ).
→ unut- [39], geç- (zaman, yaş, gün vb.) [27], bit- [25], öl- [19], anla-* [13], öğren- [13],
aş- (yaş, zaman) [11], uyu- [12], alış- [9], başla- [9], git- [9], gel- [7], kuru- [7], yat- [7], geç- (bir
yerden) [6], sat-* [6], bırak- [5], bil- [5], gör- [5], soğu- [5], tüken- [5], yıkıl- [5], eski- [4], öldür-
[4], sus- [4], uzaklaş- [4], yitir- [4], bildir- [3], bul- [3], çürü- [3], değiş- [3], dön- [3], gir- [3],
hazırla- [3], kaç- [3], unutul- [3], uyan- [3], yap- [3], ayrıl- [2], bitir- [2], dağıl- [2], haraplaş- [2],
hesapla- [2], inan- [2], kalk- [2], kurtul- [2], sev- [2], sez- [2], var- [2], yan- (lamba) [2], yan- [2],
ye- [2], yerleş- [2], aç- (çiçek), anlaşıl-, aşıl-, ayrıl- (ordudan), bastır-, bat- (ay), bekle-, bık-,
biriktir-, boşal-, boşalt-, boşla-, bulun-, buna-, büyü-, cay-, çak- {anlamak}, çocuklaştır-, çök-
(akşam), çöreklen-, çözümlen-, dağıl- (sinema), davran-, de-, değersizleştiril-, doğ-, doldur-
{ölmek}, dökül- (gül), dökül- (yaprak), düş- (uçak), düş- {varmak}, eri-, eri- (kar), evlen-,
evrimleş-, geç- (çağı), geçir- (yaş), git- (çifte), göç-, göm-, gönderil-, görün-*, hatırla-,
hazırlan-, incin- (ruh), kabullen-, kaçır- (tren), kaçır- (vapur), kapan- (dava), karar- (dışarısı),
kararlaştırıl-, kavuş-, konuş-, kömürleş-, kur- (ambar), kurut-, niyetlen-, oku-, ol-, öde-, ödeş-,
öğret-, öldürül-, öt-, parçalan-, parçalan- (kalbi), pişiril-, savuş-, seç-, sevindir-, sezinle-,
sırtla-, sız-, silin-, sol-, sökül-, söyle-, sözleşil-, tamamlan-, taş- (çay), temizle-, tut- (kar),
ulaş-, unuttur-, yağmala-, yakalan-, yakıl- (lamba), yapıl-, yazıl-, yerleştiril- (göçmen), yıka-
(el), yırtıl-, yolla-, yürü-, zayıfla-, zehirlen-, zıkkımlan-. ║ karar ver- [12], kaybol- [7], hak et-
[6], zamanı gel- [5], kaybet- [4], sona er- [4], terk et- [4], vazgeç- [4], affet- [3], ezan okun- [3],
pişman ol- [3], toprak ol- [3], yolu tut- [3], geride bırak- [4], elden git- [2], güneş çekil- [2],
güneş doğ- [2], iş işten geç- [2], karar veril- [2], mercimeği fırına ver- [2], merdiven çık- [2],
pabucu dama atıl- [2], peşine düş- [2], sabah ol- [2], sofra kurul- [2], teslim ol- [2], uykuya dal-
[2], yok ol- [2], acısını çıkar-, acısını içine göm-, ad koy-, aklına koy-, akşam ol-, araya karış-,
ardımızda kal-, aşağı in-, barış yap-, borç öden-, boyun eğ-, cağını geçir-, cartayı çek-, cavlağı
çek-, cennetlik ol-, cesaretini kaybet-, cezasını çek-, cezasını ver-, çiçek aç-, defterini dür-,
demir al-, demode ol-, dibi bul-, dizginleri bırak-, doğal gidişinden çık- (olay), dönem kapa-,
…dönemi kapan-, duyguları törpülen-, düdük öt-, düğün yap-, dükkân kapan-, dümdüz ol-, ele
ver-, eline düş-, evden kov-, evine çekil-, evlenme çağı gel-, fark et-, gözüne kestir- filiz ver-,
174
gün doğ-, günü gel-, haber al-, haber git-, haber ver-, haberi ol-, haddi isti abisini aş-, haddi
marufu aş-, hakkın rahmetine kavuş-, haklı çık-, halledil-, harbe gir-, hastalık kendisini göster-
, hastanelik et-, (hava) karar-, hedefi ıskala-, hesap öde-, hevesini al-, hizayı aş-, hoca ol-,
ışıkları sön-, iblağ et-, icat edil-, içinde bitir-, içine al- {alev sarmak}, iflas et-, ihmal edil-,
ilgisini kes-, ilişiği kes-, imza at-, ipleri ellerine geçir-, iplerini çek-, iskeleti çık-, işten at-,
kahvaltı hazırla-, kahvaltı yap-, kani ol-, kapı aç-, kapı kapa- {ilgisini kemek}, kapı kapan-,
karanlık bas-, karanlık in-, karanlık ol-, karaya çıkar-, karşılık ver-, keçileri kaçır-, kendini
harca-, kendini vur-, kepenk çekil-, kıyamet kop-, kokusu çık-, konu kapan-, korkusunu yen-,
köşeyi dön-, küfür ye-, layık ol-, mahvol-, mahzur kalk-, meltem çık-, menet-, mevsimi geç-,
modası geç-, muamma çöz-, müracaat et-, naklet-, öte dünyayı boyla-, rahmeti rahmana
kavuş-, rekor gerçekleştir-, rengi sol-, riyakâr ol-, saatini geçir-, sabrını taşır-, sarhoş ol-,
seçimini yap-, sentez yap-, sınır dışı et-, sınırı geç-, sırra kadem bas-, son bul-, su yüzüne vur-,
süt sağıl-, şafak sök-, şaşkınlığı geç-, şirket kapan-, şöhreti yayıl-, tahtalı köye yolla-, tarihe
karış-, tatile çık-, tatmin et-, tekmeyi kıçına ye-, telefonu kapa-, terhis olun-, ünü yurt
sınırlarını aş-, üstünü ört-, vakti gel-, vasiyet et-, yara kapan-, yatırım yapıl-, yatsı kılın-,
yemek pişir-, yemek yen-, yerini al-, yıldızı sön-, yokuş in-, yola çıkart-, yuvadan uç-, yükünü
al-, zaafa düş-, zafer kazan-, zil çal-. ║ çıkıp git- [2], geldi geçti [2], gelip git-* [2], kaybolup
git- [2], ölüp git- [2], unuttum gitti [2], unutup git- [2], eriyip bit-, eriyip git-, fırlayıp git-, geçip
git-, gelip geç-, okuyup bitir-, silip at-, silip süpür-, uçup git- (kokusu). ║ çekmiş gitmiş,
dolmuş taşmış, sırası geldi geçiyor, yakar yıkar, yemiş bitirmiş.
⇒ çoktan unutmak, çoktan karar vermek.
çoktandır:⌠84⌡/Çoktan./ “Rasathane müdürü olarak görüyorum da, insan olarak çoktandır
göremiyorum.” (GY-KO)., “‘Teşekkür ederim, çoktandır görünmüyorsunuz.’” (AÜ-SG)., “Taşbaş çoktandır susuyordu.”
(YK-OD)., “Yok dedim; eve gitmeliyim. Çoktandır uğramadım, sonra alışkanlığımı kaybederim.” (OA-KB)., “Hemen bir
zihin gayretiyle muhakeme etmek istedi:‘Mademki ben Neriman'ın değiştiğini çoktandır farkediyordum, diye başladı.’” (PS-
FH) “Gel gidelim, öbür hayvanlara da bakalım, çoktandır onları ziyaret edemedim.” (AA-İGA).
→ gör-* [14], görün-* [3], sus- [3], düşün- [2], git-* [2], iç-* [2], sev-* [2], uğra-* [2], unut- [2], ağla-*, anla-, ara-*, bırak-, bil-, bilin-, de-, dene-*, dur-, gel-*, görüş-*, gül-*, ilgilen-*, iste-, karşılaş-*, oku-*, öl-, özle-, silin-*, söyle-, uyan-, uyu-, yürü-*. ║ fark et- [2], haber al-* [2], ziyaret et-* [2], dayak ye-*, denk düş-*, dikkat et-, evden çık-*, fırsat düş-*, için için yan-, insan içine çık-*, kafasına koy-, kendi kendine sor-, meczup sayıl-, mutfağa gir-*, ortada gözük-*, ortadan kalk-, selâmı sabahı kes-, seyret-, sıcak yemek ye-*, soğuk ol-*, sokağa çık-*, söze karış-*, yaşamından çıkar-, yeni baskısı yapıl-*. ║ unumu eleyip eleğini duvara as-, toplayıp biriktir-.
⇒ çoktandır görmemek.
175
D
dağ taş: Ø
daha:⌠43⌡/1. Şimdiye kadar, henüz./ “Ondaki haşrüneşr daha bitmedi.” (TDK-D)., “Kuş başını
kanadının altına sokmuş daha uyuyordu.” (YK-KSİ)., “Ertesi sabah daha güneş doğmamıştı, evden usulcacık çıktım.” (OK-
AY)., “Kimin kızıyım, kimin oğluyum Yitmiş gitmiş atam dedem Hürriyetler uğruna Ben daha durur muyum?” (BN-BŞ).,
“Daha oyun başlamadı ki.” (TÖ-TO3). ; /2. Var olana, elde bulunana ek olarak, olana katarak./ “Yıllarla
daha sarardı resimler.” (F-PY)., “Orman daha ıssızlaşıyor.” (EB-BG)., “Uyandırmasa daha uyuyacaktı.” (YK-KSİ).,
“Geceleri uğultusu daha artardı oraların.” (F-PY). ; /3. Kendisinden sonra üçüncü kişi iyelik eki alan bir
sıfatla birlikte sözü edilen konuda en önemli durumu belirtmek için kullanılan bir söz./ “Ø”. ;
/4 . Bundan başka, bunun dışında./ “Ø”.
1.⌠36⌡→ bit-* [4], uyu-* [3], başla-* [2], dur-* [2], git-* [2], açıl- {hizmete girmek},
alış-*, anla-, anlat-*, çekil-* (ay) {batmak}, çekil-* (kar) {erimek}, doğ-*, duy-, duy-*
{hissetmek}, düzeltil-*, eğlen-, geliş-, ıssızlaş-*, incel- (ışık), ol-, öl-*, sev-*, sürdür-, yak-*,
yaşa-, yozlaş-*. ║ ay/güneş doğ-* [2], kendini bul-*, teessüs et-*.
2.⌠7⌡→ art- (sıcak, uğultu vb.) [2], gaddarlaş-*, kaldır-, pişir-, sarar-, uyu-*.
3.⌠-⌡→ Ø
4.⌠-⌡→ Ø
daha daha: Ø
dâhice: Ø
dâhil: Ø--
dâhilen: Ø
dâhiyane: Ø
daim:⌠6⌡/2. Daima, {sürekli}./ “HASTA Duvara vuruyorlar, 1. HASTA Oldu işte. (Üç kez daim
vurulur.)” (TÖ-TO3)., “Muhtar:«Yapmam, yapmam! Tövbe, tövbe! Sağol! Gömleksizoğlu ocağı daim yansın, tütsün,» dedi
kalktı. «Hem de senin gibileri varken, daim de tütecek.»” (YK-OD).
→ otur-, vurul- (kapı vb.). ║ nefes al- [2]. ocağı yan-, ocağı tüt-.
→ daim etmek (eylemek), daim olmak.
daima:⌠160⌡/Her vakit, sürekli olarak./ “Ben babamı daima sevdim, fakat bu derece sevdiğimi
bilmiyordum.” (RHK-BS)., “Ben, etrafımda pek çok işittiğim bir çocukça şikâyete daima biraz gülerdim.” (RNGBKD).,
“Almanya ile olan bu münasebetleri dolayısiyle Polonya, bir Alman-Sovyet yakınlaşmasından daima çekinmiştir.” (FA-
YST)., “Bu evlenmeyi Nimet'in kolayca kabul etmeyeceğini ve kızıyle aralarında acı sahneler geçeceğini daima
176
düşünmüştü.” (NSÖ-AD)., “Şahin Efendi, bu aileyi ilk ziyaretini daima hatırlıyacaktı.” (?)., “Görür, her bir şeyimi, daima
görür, dikkat eder, farkeder...” (EI-KA)., “Hasılı, insanlar, kalabalık içinde yaşamayı yalnız ve rahat yaşamaya daima
tercih etmişlerdir.” (RNG-AR)., “Bir kanadı daima açık duruyor.” (YKK-KK)., “Bizim küçük Anadolu şehirlerimizde bu
müzmin evlenme hastalığı daima hüküm sürmektedir.” (SA-KY).
→ sev- [7], gül- [4], çekin- [3], düşün- [3], hatırla- [3], ağla- [2], bulun- [2], gör- [2],
gülümse- [2], söyle- [2], sus- [2], yor- [2], acı- {merhamet etmek}, ak- {gitmek}, aldan-,
alkışla-, anlat-, bekle-, benze-*, besle- {geliştirmek}, bul-, çalış-, de-, değiş-, destekle-,
desteklen-, engelle-, etkile-, ezil-, gel-, gez-, git-, gizle-, görül-, havla-, in-, inan-, iste-, kal-
{var olmak}, katıl-, kına-, kıskan-, konuş-, kork-, kurul- (merkez), kuşkulan-, küçümse-, ol-,
paylaş- (sevinç), sakın-, sevil-, sık-, sınırlan-, sırıt-, süsle-, takıl-* (küpe), taşı-, uğraştır-, um-,
utan-, uzaklaş-, ürper-, vurgulan-, yabancıla-, yadırga-, yaşa-, yaşan-, yaz-, yenil-, yüksel-. ║
açık dur- (kapı) [2], küçük görül- [2], meçhul kal- [2], muhafaza et- [2], takdir et- [2], tercih et-
[2], açık ol-, arkasını dön-, asılı dur-, ayırt et-, birbirlerini bul-, canlı bak-, devam et-, dikkat
et-, dikkatli ol-, doğru söyle-, dost kal-, dost ol-, dürüst ol-, egemen ol-, elini tut-, ezber et-,
fark et-, genç kal-, göz önünde tut-, güreş et-, hakikatten uzaklaştır-, haklı çık-, (hatayı) tashih
et-, hayran ol-, hayretle dinle-, heber al-, hor görül-, hüküm sür-, iddia et-, iftihar et-, ilgi duy-,
ima et-, izin ver-, kafa tut-, karşı gel-, kendinden uzak tut-, kendine çek-, kendini teslim et-,
kuşkuyla karşıla-, mesut et-, meşgul ol-, muvaffak ol-, muzaffer ol-, müdafaa et-, noksan kal-,
önde tut-, payidar ol-, riayet edil-, rikkatine dokun-, sarhoş hisset-, süregel-, şüphe duy-,
şüphe et-, tehdit et-, tekrar et-, tetikte bulun-, varol-, yardım et-.
dakikane: Ø
dakikasında:⌠28⌡/Çabucak,{anında, o anda}./ “Birine bakar bakmaz, ne biçim bir insan
olduğunu dakikasında anlardı:Tanıdığımız bir mimar vardı.” (MU-BDA)., “Her nasılsa, dakikasında öğreniyorduk bu
haberleri.” (MU-BDA)., “Yazdıklarını içki sofrasının en dumanlı dakikasında okurdu; kimbilir belki de alkole sığınıyor ve
dayanıyordu.” (İS-DÖV)., “Bir de baktım ki, o güzel huyum dakikasında değişiverdi.” (MU-BDA)., “Ama Sabahattin
seminerine başlayınca, bilmediğimiz çok şey olduğunun dakikasında farkına vardık.” (MU-BDA).
→ anla- [2], öğren- [2], gör-, güzelleştir-, kapa-, oku-, özdeşleş-, parçala-, san-, tanı-,
toplan-(kalabalık), uzaklaş-, veril-, yetiş-. ║ bertaraf edil-, elinden al-, farkına var-, geri dön-,
huyu değiş-, işi çevir-, işinden at-, nikâh kıyıl-, rezil et-, terk edil-, (yüz ifadesi) değiş-.
daldan dala:⌠11⌡/Oradan oraya, düzensiz, kararsız bir biçimde./ “Mutlu olmuştu Cahide
hanım, onun için bol bol konuşuyordu. Daldan dala atlıyor, çeşitli anılar, çeşitli yargılar naklediyor» bunları zaman zaman
bize dikte ettiriyordu.” (AD-Y)., “Şimdi bir el görmez miyim, sapık muhayyelem ağaca tırmanmış bir kedi misali, daldan dala
sıçrar durur.” (HT-KSA)., “Takıldığına bakılırsa, öyle; zira takılmak âdeti yoktur, kaçamakları kısa sürer; tek kişide ısrar
etmiyor, ille daldan dala konacak; onun için ihanetini kesinleştirmek müşkül, isbatlamak imkânsız; sonradan Ahmet Ziya'nın
kulağına öyle şeyler geldi ki, aman Allahım:Beşiktaş'ta, Tafoacco Şirketi'nin tütün amelele-riyle filan, sonra Muzaffer yok
mu.” (Aİ-OKB).
177
→ atla- [9], konuş-, sıçra-.
→ daldan dala konmak
⇒ daldan dala atlamak.
dalga dalga:⌠33⌡/2. Açıklı koyulu./ “Ben şimdiki taze kadınlara şaşıyorum, bazıları yüzlerine dalga
dalga pudra sürüyor, âdeta üçüncü devresinde bir verem gibi bembeyaz kesiliyor.” (PS-SK)., “Şahin Efendinin renksiz yüzü
dalga dalga kızarıyor, heyecanından göz kapakları titriyordu:-Şamdan elinde mi?” (RNG-YG). /3. Düzgün olmayan,
alçaklı yüksekli bir biçimde./ “Ø”. ; //Aşamalı bir biçimde.// “Önce Erol'un şişkin pazılı arkadaşına,
sonra Erol'a, ondan Zafer'e, bana ve çevremizi alan bütün çocuklara, tüm sokağa, pencerelerin ardındaki gözlere dalga
dalga ulaşıyordu büyü.” (SD-K)., “Kadına mı, oğluna mı olduğunu bilmediği bir öfke, içinde dalga dalga büyüyor, kötü bir
gülüş, ağzını bıçak gibi yırtıyordu.” (PC-K)., “Televizyonda çok uzun süren bir program yapmaya başlayınca, tabii
söylediğim şeylerin yankılanması oluyor, o dalga dalga yayılıyor.” (ZA-MAAİ)., “Aziziye Tabyası'na kadar gelmiş Çar
ordusunun postal sesleri topraktan belleğe yükseliyor, dalga dalga...” (EA-DÖY). ; ///Kısım kısım./// “Dumanlar göğe
dalga dalga uçuyordu.” (OA-SİO)., “Beyoğlu'nun neonları, sanki yıkanmış; zakkum pembeleri, asitli sarılar, yangın
kızılları, ıslak kaldırımlara dalga dalga devriliyor; sokağın birinden, yüksek topukları üzerinde eğreti, yanlış yunluş
fahişeler; şüpheli elektrik, yanmış lâstik kokuları!” (Aİ-OKB)., “Okyanusta her zaman fırtına var; Güneş dalga dalga
parçalanıyor.” (CST-BŞ).
2.⌠2⌡→ kızar-, pudra sür-.
3.⌠-⌡→ Ø
//...//⌠25⌡→ yayıl- (söz, haber, etki vb.) [9], büyü- (öfke vb.) [2], yüksel- (ses, nara
vb.) [2], dağıt- (koku), doldur- (ses), gel-, kabar-, ulaş- (ses vb.), ulaştır-, ürper-, yut-. ║ kanı
tepesine çık-, harekete geç-.
///...///⌠6⌡→ devril-, kapla-, parçalan-, uç-, uzan-, yayıl-.
⇒ dalga dalga yayılmak.
dalgın:⌠108⌡/3. Kendinden geçmiş bir durumda./ “Denize bakıyor Halil, dalgın. "Söylesene,
bulunamadı mı?" diye üsteliyorum.” (İA-GKD)., “Akşam ana kız karşı karşıya oturmuş yün örerken, ikisi de sıtma ateşi
geçiriyorlarmış gibi, yüzleri al al, kulakları ateş gibi kırmızı, dalgın duruyorlardı.” (MŞE-VÇ)., “Eldivenleri masanın
köşesinde, ağzında sigarası, sessiz ve dalgın oturuyor.” (HEA-AG)., “Talihin ihanetine uğramağa alışanların sükuneti
içinde yorgun ve dalgın yürüdü.” (AHT-H)., “Altuğ'un söylediklerini, dalgın dinledi.” (Aİ-YK)., “Bu sırada Neveser
girmiştir sahneye, dalgın seyretmektedir şehzadeyi.” (OA-YDBYKL)., “Ahmed Cemil, dalgın cevap verdi:……” (HZU-MvS).
→ bak- [20], dur- [12], otur- [7], düşün- [4], mırıldan- [4], sor- [4], yanıtla- [4], yürü- [4],
dinle- [3], görün- [3], gülümse- [3], kal- [3], ol-* [3], yat- [3], gözük- [2], uyu- [2], avla-, bekle-,
de-, dolaş-, duy-, geç-, giyin-, konuş-, oku-, oyna-, sus-, tamamla-, yokla-, yudumla-. ║
seyret- [4], cevap ver- [2], araba sür-, cıgara iç-, gazete oku-, kalakal-, tasdik et-, yanından geç-
, yerinden kalk-.
178
dalgınca:⌠11⌡/Dalgın bir biçimde./ “Dalgınca:"Öyle mi?" diyorum.” (EB-BG)., “Derslerini hazırlar,
anlatılanları dalgınca dinler, kalemiyle oynar, hep bir yere yetişecekmiş gibi yaşardı.” (NM-TÖ2)., “Saçınla oynarsın
dalgınca.” (İA-GKD). “‘Hayır teğmenim.’ dalgınca yürüdüm karargâh binasına doğru.” (EB-BG).
→ de- [3], dinle- [2], oyna- [2], bak-, çevir- (sayfa), izle-, yürü-.
dalgın dalgın:⌠95⌡/Çevresiyle ilgilenmeden, düşünceli olarak./ “Mümtaz bu ışığa dalgın
dalgın baktı.” (AHT-H)., “Taşkın kovuklarda bitmiş cılız san çiçekleri koparıp ayaklarımın altından geçen suya atıyor,
dalgın dalgın düşünüyordum.” (RNG-ÇK). “Gülümsüyor dalgın dalgın.” (EB-BG)., “Cüzamlı işhanlarının çiçekbozuğu
basımevlerinin Önlerinden dalgın dalgın yürüyorsun.” (CS-SS)., “LEYLA :Evet. dalgın dalgın gidiyordu; beni görünce
kıpkırmızı oldu.” (AMD-O)., “Ve yıllar geçtikçe Lâlezar kıra çıkar gibi hemen her gün kocasının mezarına gidiyor, orada
Fatiha'sını okuduktan sonra dalgın dalgın iki yanını seyrediyordu.” (HEA-T)., “Başımı çevirmeden dalgın dalgın cevap
verdim:Hiç...” (RNGBKD)., “Dalgın dalgın bir sigara daha yakıyorum.” (EB-BG).
→ bak- [31], düşün- [6], yürü- [5], gülümse- [4], de- [4], dur- [3], git- [2], okşa- [2], oyna-
[2], süz- [2], al-, ara-, bekle-, dinle-, dolaş-, gez-, gezdir-, gözle-, incele-, kaşın-, mırıldan-,
otur-, say-, söylen-, sus-. ║ seyret- [4], cevap ver- [3], cıgara iç-, elden geçir-, elini cebine sok-
, göz gezdir-, gözden geçir-, işini sürdür-, işleri işle-, sigara iç-, sigara yak-, tebessüm et-,
tetkik et-, toprağı eşele-, yanından geç-. ║ gidip gel-.
⇒ dalgın dalgın bakmak, dalgın dalgın düşünmek.
dalgündüz:⌠2⌡/Güpegündüz./ “Bir oğlan dalgündüz bir kızı; bu kadar kalabalığın ortasında
mıncıkladı.” (YK-BE)., “Yaa, atım, şu arkadaki pis koca, sakalı boklu da sakalı bitli, gelinini dümdüz pamuk tarlasının
ortasında, şafağa karşı, istersen dalgündüz de, Mullanın oğlunun altında gördü de, kolay gelsin, beline kuvvet, dedi.” (YK-
OD).
→ gör-, mıncıkla-.
dalkavukça: Ø
dalkılıç:⌠2⌡/Kılıcını çekmiş olarak, yalın kılıç./ “…Vakarla çıkarıp gömdüğüm yerden savaş
baltamı Mızrağımı öperek dalkılıç daldım dalkavuklara …” (ŞY-1999)., “Ben şimdi, dalkılıç, bunlara dalsam, ya gücüm
yeter, ya da yetmez.” (KT-Gİ).
→ dal- [2].
⇒ dalkılıç dalmak.
damla damla:⌠32⌡/Azar azar, {damlayarak}./ “….ve damla damla gönlüme aktı, ben ona sahip
oldum, inancım netleşti, berraklaştı.” (EI-NS)., “Bir de baktık ki, makina kazanının civarına yapışmış benim gelinlik, damla
damla erimiş, akmış.” (GY-H2)., “Mağaranın içi uzun bir dehlize benzer, etrafta birtakım acayip şeyler varmış gibi görünür,
durmadan tepeden damla damla su sızar, yer daima ıslak olurdu.” (GY-H2).
→ ak- [5], eri- [4], düş- [3], sız-* [3], süzül- [3], dökül- [2], koy- [2], ağla-, birik-, boşalt-,
iç-, kat-, kuru-, süslen-. ║ su ver-, yüreğe işle-, ziyan eyle-. ║ akıp git-.
⇒ damla damla akmak, damla damla erimek.
damsız: Ø
179
dan dan: Ø
dangadak: Ø
dangalakça: Ø
dangıl dungul:⌠1⌡/Kaba saba, yersiz ve lüzumsuz (bir biçimde)./ “Zonguldak’a gittiğim
zaman dangıl dungul konuşuyordum.” (RHK-BS).
→ konuş-.
dar:⌠6⌡/6. Güçlükle, ucu ucuna, ancak./ “Hayın düşman sarhoş gibi sallana sallana On beş günde
İzmir'i dar buldu, Ölen kurtuldu, sağ kalan teslim oldu.” (CK-BŞ)., “Hanımı kalpağını otomobile dar yetiştirebilmişti.İhtiyar
hasta sandal içinde İstanbul'a geçti.” (FRA-Ç)., “Sabahı dar ettim.” (SFA-HBSK)., “O gün paydosu dar ettim.” (OK-AY).
→ bul- {ulaşmak, varmak} [2], yetiş-. ║ sabahı et- [2], paydos et-.
→ dar gelmek, dar kaçmak, (kendini) dar atmak.
dara dar:⌠1⌡/Güçlükle, ancak, uç uca, son dakikada./ “Vapur iskelede duruyor. Dara dar
yetişiyorum.” (EB-BG).
→ yetiş-.
darasız: Ø
dar darına: Ø
darı darına: Ø
decrescendo: Ø
defalarca:⌠93⌡/1. Sık sık, sürekli olarak./ “Defalarca yazdım, ‘Ama kim yaza, kim dinleye.,.’
Eğitim de çökmüş durumda.” (TA-NB)., “O gece Mersin'de defalarca, okudum yazınızı.” (DK-Z)., “‘Neden ayrılmak,
gitmek, beni bırakmak İstiyorsun?’ diye defalarca sormuş, her seferinde o zamanlar anlayamadığı aynı cevabı almıştı;
‘Çünkü her şeyimi istiyorsun.’” (OB-HYD)., “KİŞİ:Defalarca söyledim!” (CB-BO3)., “KADIN:Sana defalarca anlattım.”
(CB-BO3)., “«Good Earth-İyi Toprak/Sarı Esirler» filmini defalarca seyretmiştik, hiç unutmam.” (DC-BSKY)., “İffet Hanım
beni kucaklar, saçlarımı defalarca öpüp koklardı.” (GY-H2)., “…… Ali'den defalarca yardım istemiş, ama kimse bir şey
yapamamış.” (HAT-KHK).
→ yaz- [10], oku- [4], sor- [4], söyle- [4], anlat- [2], solu- [2], yazıl- [2], yıka- [2], açıkla-,
ara-, bağrıl-*, bak-*, basıl- (kitap), bekle-, büyüt-, canlandır-, çal- (müzik), çalın-
{bahsedilmek}, de-, dinle-, dinletil-, dokun-, düşün-, eleştiril-, git-, gör -, görüş-, götür-,
incelen-, ispatla-, işlen-*, izle-, konuş-, okun-, öp-, övül-, seslen-, sil-, tartışıl-, tat-, tekrarla-,
uyan-, yalvar-, yargılan-, yaşa-, yazdır-, yinelen-. ║ seyret- [2], ağzını çalkala-, başvur-,
başvurul-, feda et-, gözden geçir-, haber gönder-, iskan edil-, kaleme al-, kapı çal-, (kendini)
siktir-, kontrol et-, konuyu işle-, misafir ol-, sefere çık-, şamar ye-, tacize uğra-, taklit et-,
tembih et-, yardım iste-. ║ öpüp kokla-, inip çık-, sokup çıkar-, tokatlayıp sars-.
180
⇒ defalarca yazmak, defalarca söylemek.
defaten: Ø
dehşetli:⌠29⌡/2. Çok aşırı bir biçimde./ “Mülakat vermiş ölmeden birkaç gün önce, ölümü alaya
alıyor aklınca, ama belli dehşetli de korkuyor.” (NH-YŞ)., “Çakırsaraylı dehşetli kızmış, fakat bir o kadar da afallamıştı.”
(TB-KA)., “Dehşetli utandım, ne yapayım ki artık ok yaydan çıkmış, konuyu açmış bulunmuştum:” (EI-KA)., “Ben daha o
hale gelmeden bir yıl kadar önce Selma, beni dehşetli kıskanıyordu.” (OCK-KE). ; /3. Çok fazla, son derece./ “Çünkü, ben de burada dehşetli eğleniyorum.” (RNGBKD)., “O gece dehşetli içti Yusuf.” (NH-MİM3)., “İlk defa Vakit
gazetesinde tefrika edümişti ve Vakit, o zamanlara göre dehşetli tiraj almıştı.” (DC-BSKY).
2.⌠21⌡→ kork- [4], kız- [2], utan- [2], acık-, hızlan-, hoşlan-, huysuzlan-, özle-, sev-,
yadırga-. ║ faydası dokun-, başı ağrı-, küfür et-, namuslu ol-, rahatsız ol-. ║ utanıp sıkıl-.
3.⌠8⌡→ eğlen-, gül-, iç-, kıskan-, kuvvetlen-. ║ güç gel-, önem ver-, tiraj al-.
delep delep: Ø
delice:⌠32⌡/2. Delicesine./ “Ama o kadar delice akıyordu ki kum-çakıl tutmak şöyle dursun, koca taşları
bile sürüklüyordu.” (AB-BBYŞ)., “……ben, hayatı delice sevdiysem nasıl, diyorum, seni de öyle.” (ŞY-1999)., “Hatta bu
gusulhanenin muazzam masrafını ödeyen yengem bile güldü, delice güldü.” (Sİ-İGÇÖ1)., “Birkaç ay süren bu gizli
mektuplaşmanın ardından birbirlerine delice âşık oluyorlar.” (BB-BBÇ)., “Yüreği delice çarptı.” (Sİ-ÖKS).
→ ak- (su, sel vb.) [4], sev- [3], gül- [2], iste- [2], özle- [2], ara-, bul-, çalış-, çırpın-,
dön-, iç-*, koş-*, tutul- {aşık olmak}, ye-, yüz-. ║ âşık ol- [4], yüreği çarp- [2], alışveriş et-*,
emir ver-, merak et-.
delicesine:⌠26⌡/Aşırı bir biçimde./ “O, Kemal Bey'i seviyordu, hem de delicesine.” (HT-M)., “Göz
göze gelmelerinden ve o lâcivert aynada kendi çökük yansımasıyla karşılaşmaktan delicesine çekiniyordu.” (Sİ-ÖKS).,
“‘Oldu, oldu, duymuyor musun?’ delicesine de gülüyordu.” (YK-KSİ)., “Bizim geldiğimizi görünce delicesine sevinirlerdi.”
(Sİ-DSG)., “O gece delicesine dans etmiştik.” (RNGBKD).
→ sev- [4], çekin- [2], gül- [2], koş- [2], sarıl- [2], sevin- [2], bağır-, eğlenil-, iste-,
öfkelen-, özle-, uç-, ürk-, yala-. ║ âşık ol-, canı sıkıl-, dans et-, yağmur bastır-.
⇒ delicesine sevmek.
deli dolu:⌠2⌡/3. İlerisini gerisini düşünmeden, rastgele, pervasız bir biçimde./ “Karışık
bir iş vesselam. Deli dolu yazar kalem.” (OVK-BŞ).
→ yaz- [2].
delişmence: Ø
dembedem: Ø
demin:⌠204⌡/Az önce./ “ANNE Öğleye misafir var diyordum demin.” (TÖ-TO1)., “BABA
:Akrabamızdan olan yaşlı hanım... Demin söylemiştim ya.” (AMD-O)., “"Kocasını demin gördünüz, hani demin geçti,
merhabalar, dedi."” (NM-TÖ2)., “Abi, dünyadan bi arkadaşla konuştum demin, yoklarmış abi.” (AA-AD)., “Demin Koca
181
Linlin geldi:"Camızı köfüne koyup Bağlara götürün!" dedi.” (FB-T)., “Ben demin kendimden söz ettim; ama, inan,
düşüncem o yanda da, acaba başarabilir miyim feminist olmayı.” (CS-GC)., “Ah Zeynep de bu grup içinde olmalıydı, nasıl
aklıma gelmedi demin.” (EI-NS)., “Ahmet Muhip'den bahsettim demin, Ahmet Muhip benim çok sevdiğim bir şair.” (EC-
GDA)., “Biraz da soğuk bir sesle konuştu:demin birden boş bulundum, yoksa gökgürültüsünden korkmam.”(AA-YÖT).
→ de- [41], söyle-* [34], gör- [9], konuş- [7], gel- [6], anlat- [3], düşün- [3], al- (mektup)
[2], duy-* [2], geç- [2], getir- [2], git-* [2], gül- [2], iste-* [2], işit- [2], rastla- [2], seslen- [2],
açıkla-, ağla-, anımsa-*, apış-, ara-, ayrımsa-*, bağla-*, belirt-, bildir-, buyur-, çağır-, çekil-
(güneş), çık-, çıkar-* {hatırlamak}, dinle-, dolaş-, göster-, hisset-, kaçın-, kalk-, karşılaş-,
kaşıkla-, kon-, kur- (iletişim), nişanlan-, oku-, öfkelen-, öv-, sor-, sür-, uğraş-, unut-, uyan-,
ver-, yan-, yaz-, ye-. ║ söz et- [8], aklına gel-* [4], telefon et- [4], bahset- [3], söz aç- [2], yalan
söyle- [2], arz et-, ayağa kalk-, bahsi geç-, boş bulun-, çam devir-, çıkagel-, diline takıl-,
dürüst davran-, ezan okun-, gençlik ateşi tutuş-, haber al-, hakikati söyle-*, içini çek-, ifade et-
, itham et-, lâf et-, lazım gel-, rahatsız et-, şaka et-, tirtir titre-, tuvalete git-. ║ uğrayıp sor-.
⇒ demin demek (söylemek).
demincek:⌠17⌡/Çok az önce./ “Kaçta geldi diye sordu, demincek dedim.” (ÇA-BAG)., “İşim var diye
gittiydi demincek.” (CD-Oİ)., “Vay Cemil Abi... dinim rabbena hakkıyçin demincek aklıma geldin...” (KT-YS).
→ gel- [2], getir- [2], anlat-, bıçakla-, de-, duy-, git-, gör-*, görüş-, hatırla-, söyle-*. ║
telefon et- [2], aklına gel-. ║ akıp git-.
deminden:⌠3⌡/Demin az önce./ “EBU'L- LÂKLÂKA - Hani, nikâhını kıydığım büyük kızdır diye
deminden ikrar etmiştim ya?” (GY-KO)., “Bir komediayı, bir tragediayı okur gibi bir sinema scenario'sunu okuyamam ki!
deminden de söyledim; tiyatro başka, sinema başkadır; …” ( NA-KD/A)., “Onbaşı deminden tekrar uğradı, beyin bu gece
köyde kaldığını söyledi.” (RNG-ÇK).
→ söyle-, uğra-. ║ ikrar et-.
deneysiz: Ø
derakap: Ø
derbederce: Ø
derece derece:⌠18⌡/2. Azar azar, yavaş yavaş, tedricen./ “Hücre içinde DNA'nın onarım yetisi
derece derece azalır.” (BO-GP)., “Gelişim sırasında birbiri ardına ortaya çıkan farklı bütünsel yapılar doğuştan değildir,
derece derece kurulurlar, bir oluşumun sonucudurlar.” (BO-GP)., “Evvelâ hafif perdeden bir münakaşa ile başlayan bu
dava, yavaş yavaş büyüyor, sesler derece derece yükseliyordu.” (RNGBKD)., “Aşağı yukarı 25 yaş ile 50 yaş arasındaki
fiziksel- biyolojik gerileme derece derece ortaya çıkar ve çok yavaştır.” (BO-GP).
→ azal- [2], kurul- [2], yüksel- [2], açıl- {yakınlık kurmak}, ağırlaş-, art-, geç-,
gerçekleş-, ilerle-, kalk-, ol-, sevin-. ║ ortaya çık- [2].
dere tepe:⌠3⌡/İnişli çıkışlı./ “Gözlerinin önüne bazan Yorgi geliyordu; çobanın elinde kıvranan yılanı
görüyor, dere tepe tırmanıyordu.” (CD-Oİ).
182
→ git- [2], tırman-.
→ dere tepe düz gitmek.
derhâl:⌠310⌡/Çabucak, {anında, vakit geçirmeden}./ “Ahmed Cemil Baci'den bahsolunduğunu
derhal anladı.” (HZU-MvS)., “Derhal söyleyeyim, dostumuz bu iş için memleketimizde hem çok hazır bir zemin, hem de iki
taraftan bu işe inanmış yardımcılar buldu.” (AHT-YG)., “Benim bildiğim anam son dakikada derhal gider!..” (FB-ID).,
“Çünkü onun bir sözü üzerine Ali Rıza Bey'i derhal Şevket'in yanına gönderdiler.” (RNG-YD)., “Derhal kavramıştım.”
(OCK-Ç)., “Eski köse sakalını tıraş etmiş olmasına rağmen onu derhal tanımıştı.” (RNG-YG)., “Macar Mustafa -
(Emredercesine) derhal imha edin onu!” (BE-Ç)., “Kaymbabam derhal ciddileşmişti.” (OK-AY)., “Almanya bunu derhal
kabul etti.” (FA-YST)., “Ali Rıza Bey, derhal geri döndü.” (RNG-YD)., “Ciheti askeriye ne kadar boş ev bulursa derhal
işgal ediyormuş; şimdi burasını da boş bırakırsak diğer evler gibi hemen askerler yerleşecek. (YKK-KK).
→ anla-* [26], git- [7], söyle- [6], bul- [5], gönder- [4], kavra- [4], unut- [4], anlaşıl- [3],
atıl- [3], değiş- [3], doğrul- [3], dön- [3], gör- [3], götür- [3], tanı- [3], toparlan- [3], unutul- [3],
yaz- [3], aç-* (kapı, vb.) [2], çık- [2], de- [2], destekle- [2], eri- (kar) [2], gerile- [2], öl- [2], silin-
[2], sus- [2], ver- [2], açıl- (kapı), al- (eline), anımsa-, anlat-, ara-, asıl-, aydınlan-, azal- (pırıltı),
bastır- (duygu), başlatıl-, bırak-, bildir-, bit-, bulun-, cezalandırıl-, ciddileş-, çekil- {toprakları
terk etmek}, çürü-, damla- {varmak}, din- (yağmur), dur-, duyur-, düzelt-, evlen-, fırla-, gel-,
gidil-, hatırla-, hazırlan-, iltihaplan-, imzala-, kaç-, kararlaştır-, kız-, kirala-, kov-, kovul-,
nişanlan-, öde-, öldür-, öldürül-, sapıt-, seçil-, sez-, sil-, somurt-, tanın- (hükümet), temizlen-,
titizlen-, ulaştırıl-, uyan-, uyu-, yakala-, yakalan-, yan-, yap-, yayıl-, yolla-, yumuşa-
{sakinleşmek}. ║ cevap ver- [10], hisset- [4], kabul et- [4], fark et- [3], göze çarp- [3], imha et-
[3], kendini topla- [3], elini çek- [2], geri dön- [2], hareket et- {gitmek} [2], işe başla- [2], itiraz
et- [2], karar ver- [2],sözünü kes- [2], yerinden fırla- [2], açığa vur-, akasına sarıl-, ara veril-,
aşağı in-, ayağa kalk-, azledil-, başını kaldır-, başını salla-, baştan sav-, cepten çık-, cevap gel-
, def edil-, dışarı çık-, dost ol-, duruma hakim ol-, el çek-, elini sık-, emir veril-, faaliyete geç-,
farkına var-, geri çek-, hallet-, hareketsiz kal-, (hayatından) çekil-, helak et-, hevesi kırıl-,
hücuma geç-, icabına bak-, içeri al-, içeri alın-, içine al-, idam edil-, idam et-, idam olun-, ifa
et-, ihbar et-, ilave et-, imana gel-, imana getir-, iptal et-, ispat et-, istifasını ver-, istifayı bas-,
istimal et-, işar edil-, işgal et-, kana karış-, karardan dön-, kaybol-, kaydet-, kendinden geç-,
keyfi kaç-, korumaya alın-, kulağına eğil-, kül ol-, lâfa karış-, lafını kes-, mahkeme edil-, mani
ol-, mektup yaz-, mesele halledil-, muvafakat et-, muvafakat göster-, müdahale et-, nedamet
et-, neşesi kaç-, ortadan kaldır-, paramparça edil-, pişman ol-, razı ol-, reddet-, reddedil-,
serbest bıraktır-, son ver-, soruşturma açıl-, söze başla-*, söze karış-, surat as-, tahliye et-,
tahmin et-, takdim ettir-, tasdik et-, tatbik edil- (karar), telefon et-, terk et-, tevkif edil-, yağma
edil-, yatağa gir-, yemeğe çağır-, yerinden kalk-, yok edil-, yola çık-, yola çıkıl-, yürürlükten
kaldır-, yüzü asıl-. ║ yırtıp at-. ║ çıktım geldim.
183
⇒ derhâl anlamak, derhâl cevap vermek.
derhatır: Ø
derinden:⌠120⌡/1. En ince ayrıntısına kadar, etraflıca./ “Hayri de sevinçle titredi derinden
anladı bu yapıda onu yapanlar oturacaktı.” (TU-BŞ)., “Kendine ilişkin bir giz gibi, kendindeki iştahı derinden fark ediyor.”
(MM-ÜAKO). “Ve o saatlerde hayatı, romanlarının başlıca konusu olan kırık fakat ateşli aşkları, insanların içli
yalnızlıklarını çok daha derinden kavrardı.” (Sİ-ÖKS). ; /2. Pek belli olmayan uzak bir yerden./ “Dinlemeli.
derinden İstanbul'un uğultusu gelir.” (NM-TÖ2)., “Yıllardır unutulmuş suskun varlığı, Kanepenin altından bir cam bilye Ve
bir ilk öpüşün gizemli sıcaklığı, Seslendiler derinden bizi de an diye.” (MA-BAK)., “Bir yıldız düşer bir istek belirir Biri bir
şey mırıldanır derinden Buğday ve mısır ve susam ve yıldız.” (VŞA). ; /3. İçten./ “Yayar bu mahfile âsâbı gevşeten bir bû
Ve gözleriyle derinden bakar gülümserler Sicilya kızları üryan omuzlarında sebû.” (YKB-KGK)., “Kadını da birdenbire ve
derinden sevdi.” (AB-BBYŞ)., “Yaşayan Ölüler'i okuyunca, toplumların, ileriyi gördükleri ölçüde geçmişi de irdelemeleri
gerektiğine daha derinden inandım.” (CK-YÖ). ; //Esaslı bir biçimde, oldukça.// “Romancılarımız o kitabın
sözünü etmediler... 12 Eylül ülkemizi, Sovyetlerdeki vb. sosyalist ülkelerdeki çözülme ise dünya düzenini derinden etkiledi.”
(FA-SUYK)., “Gevşedikçe yorgunluğunu ta derinden duyuyor, bir daha ayağa kalkamayacakmış gibi geliyordu ona.” (YK-
OD)., “Bu öneri Çiçerin'i derinden sarstı.” (TÖ-ŞÇT)., “ ‘Tüh be,’ dedi, derinden içini çekti, ‘vuramadım.’” (YK-KSİ).,
“Yıllar var ki, bu kadar derinden hissetmemişti gönül rahatlığını.” (Sİ-ÖKS)., “Hepimizi derinden yaralamıştı bu.” (TO-
Dİ).
1.⌠11⌡→ anla-, bil-, incele-, kavra-, öğren-, sez-, yaşa-. ║ bahset-, fark et-, nutuk çek-
, tetkik et-.
2.⌠19⌡→ gel- (ses, uğultu vb.) [10], duyul- [2], seslen- [2], çağır-, mırıldan-, yankılan-.
3.⌠16⌡→ bak- [3], gel- [2], gülümse- [2], konuş-* [2], gel-, inan-, sev-, yüzleş-. ║ ah
çek-, bahset-, bismillah çek-, türkü söyle-.
//…//⌠74⌡→ etkile- [13], duy- {hissetmek} [8], yarala- [5], sars- [3], sarsıl- [3], acı- [2],
benimse- [2], duyul- {hissedilmek} [2], sar- {etkilemek} [2], ürk- [2], ağla-, duyur-
{hissettirmek}, etkilen-, inle-, kır-, üzül-. ║ iç çek- [12], hisset-* [6], ah çek- [3], iç geçir- [3],
diş bile-, içi sıkıl-, içi titre-.
⇒ derinden gelmek, derinden etkilemek.
derinden derine:⌠26⌡/1. Uzaklardan./ “Gökte top sesleri var, belli, derinden derine; Belki yüzlerce
şehir sesleniyor birbirine.” (YKB-KGK)., “İnsandır! haykırışı bütün koyakta derinden derine yankılandı.” (YK-BE)., “Bu
sırada, derinden derine gene Ömer Efendinin sesi duyuluyordu:"Deyivirin, bakalım, ha...” (YKK-A). ; /2. En iyi
biçimde, en ince ayrıntılarına kadar./ “Artık bu defterin yeni alın yazısı olduğunu derinden derine anlıyordum.”
(KB-DÇ)., “Nefret etmeye çalıştığı adamın "haklı" olduğunu derinden derine biliyordu.” (OP-YH)., “Saatler geçtikçe Refik
Halid benim bu bîgâneliği-mi sezdi; kendisini herhangi bir arkadaş gibi telâkki ettiğimi, iyi anlamadığımı ve
mühimsemediğimi derinden derine hissetti.” (YKB-SEP).
1.⌠5⌡→ seslen- [2], ağla-, duyul-, yankılan-.
184
2.⌠21⌡→ anla- [2], bil-, değiş-, duy-, gücen-, ilgilen-, işit-, işle-, kavra-, öğren-, sez-,
şimşeklen- (bakış), üzül-. ║ hisset- [3], iç çek-, hazm et-, tetkik et-. ║ dönenip dur-.
derin derin:⌠114⌡/Derin olarak./ “Şehzade, derin derin Baffo'nun yüzüne baktı …….” (MTT-SS).,
“Derin derin soludu, sonra :"Bırak madem!" dedi Haçça'ya.” (FB-ID)., “Yaşayışında kaç bininci olduğunu şaşırdığı
kaçışların bu en sonuncusunu, bu en yenisini artık durdurması gerekiyor. Derin derin soluklanıyor.” (BK-USBGA)., “Ama o
gülümseme kısa sürdü, yerini süratle ağır bir kedere bıraktı, adam derin derin içini çekti.” (AA-İGA). “Derin derin nefes
alıyor ve birkaç dakika içinde geçen vukuatı kafamda toplamaya çalışıyordum.” (EK-DT..A). “Cümle kapısından çıktığında
sırtını duvara dayayıp derin derin soluk aldı; bir mezarlıktan çıkmış gibiydi, karısının odasına yaptığı o kısacak ziyaret
sırasında hayatın serin kokusunu özlemişti.” (AA-İGA)., “Hakçası, 1918 yılı Eylül ayına kadar savaşlarda hiç sıkıntı
görmedim ben! -Cıgarasından derin derin çekti-:«Zorluklardan kaçtım» denemez.” (KT-YS).
→ bak- [14], solu- [10], soluklan- [4], uyu- [3], gömül- [2], inle- [2], kokla- [2], ağla-,
ahla-, araştır-*, dal-, de-, gül-, hıçkır-, horla-, kazın-, solun-, ürper-, yaşa-. ║ iç çek- [34], içine
çek- [10], nefes al- [13], soluk al- [12], cıgara/sigara çek- [7], iç geçir- [4], ah çek-, ah et-,
ciğerlerine çek-, göğüs geçir-, kendini yokla-, of çek-, oh çek-, teneffüs et-. ║ soluk alıp ver-
[2], soluk alır verir.
→ derin düşünmek.
⇒ derin derin bakmak, derin derin solumak, derin derin iç (içine) çekmek, derin
derin nefes (soluk) almak.
derinlemesine:⌠13⌡/Çok ayrıntılı olarak./ “Müzik güzel, orijinal, derinlemesine düşünülmüş.”
(NN-DM)., “Toprak, yüzeyden ve derinlemesine iyice incelendi.” (GD-AK)., “Bunlar derinlemesine de yazılmadı,
yazılması gerekir...” (FA-SUYK). ; //Tam anlamıyla, tamamen.// “Sözkonusu vahşet, günün moda kılıklarına
bürünmüştür; yalınkattır, derinlemesine yaşanmaz, gizli bir acıyla sarmaşmamıştır ve yeni kuşaklar için bütün değerler
yalnızca harcanmaya lâyıktır.” (Sİ-ÖKS)., “II.KIZ ÖĞRENCİ Tüm zenginlikleri, gömüleri, gizleri ve sorunlarıyla bu
topraklara derinlemesine sahip çıkacağız.” (GD-TO1).
/…/⌠11⌡→ düşünül-* [3], düşündür-, gözle-, incelen-, tanımla-*, tat-(duygu), yaşa-,
yazıl-*. ║ tetkikten geçir-.
//…//⌠2⌡→ yaşan-*. ║ sahip çık-.
derinliğine:⌠8⌡/Derin olarak, derinlemesine./ “Ama sen, geceyi, o filmi görmüş nicelerinden daha
derinliğine yaşadın.” (AC-KY)., “Ben meseleleri derinliğine bilmiyorum.” (NM-TÖ2)., “Sonra Ne Oldu? 1953'e dek, Türk
okullarında, tüm dersler, üstün vasıflı öğretmenlerce, Türkçe olarak verilir, öğrenci, konulan derinliğine öğrenir, en
önemlisi, sorgulamayı, muhakeme etmeyi, düşünmeyi öğrenirdi.” (OS-HT).
→ bil-*, çözümle-, duy-, düşün-, işle-, kavra-*, öğren-, yaşa-.
derken: Ø--
derli toplu:⌠6⌡/2. Düzenli bir biçimde./ “İzmir'e kafamız yerinde, derli toplu girelim.” (SK-D).,
“Sense, derli toplu, akıllıca, ölçüyü kaçırmadan sevdin beni.” (İA-ÖEK).
185
→ bul-, dur-, gir-, giyin-, hazırla-, sev-.
dertop:⌠3⌡/Bir araya getirilerek, büzülerek./ “Ceketine sarılarak, gene dertop yatıyor.” (NM-
TÖ2).
→ kal-, otur-, yat-.
→ dertop olmak, dertop etmek.
dervişane: Ø
dervişçe: Ø
despotça: Ø
devamlı:⌠31⌡/3. Sürekli, bitmeyen, kesintiye uğramayan bir biçimde./ “Ben devamlı bir
yerlere giderim.” (HT-ÖTÖ)., “Biraz sonra Nilüfer, "O fesli adam, devamlı bize bakıyor," dedi.” (AK-AA)., “Bütçe ve dış
ticaret dengesi devamlı açık veriyordu.” (FA-YST)., “Devamlı geç kalıyoruz, sonunda ya ben ya babası götürmek zorunda
kalıyoruz.” (LN-BD)., “Sizlerin sıhhati hakkında devamlı bilgi alıyorum.” (NB-DÜF)., “İstanbul'da ve Diyarbakır'da
devamlı görüşürüz.” (SY-BECO).
→ ağla-, bak-, öğretil-, görüşür-, iste-, izlen-, kus-, sezdir-, söyle-, uyandırıl-, uyarıl-,
git-. ║ araştırma yapıl- [2], çatışma ol- [2], açık ver- (ödemeler dengesi), akıl ver-, aklına gel-,
antrenmanlı ol-, bayraktarlık yap-, bilgi al-, çatışma ol-, geç kal-, göz kulak ol-, hadise çık-,
istihbarat yap-, kart at-, not al-, peşinden koş-*, surat as-, sürtüşme içine gir-, takipte tut-.
devce: Ø
devre (II): Ø
devren: Ø
dıbır dıbır: Ø
dışarı:⌠167⌡/4. Dışa, dış çevreye./ “Başını oradan çıkarır, dışarı bakar.” (PNB-AGUG)., “Ali
"Başüstüne" diye dışarı fırladı.” (TB-KA)., Odadakiler, önce birer ikişer, sonra dörder beşer dışarı uğradılar.” ( KT-YS).,
“Akşamları bazı balkonları vücutlariyle, kokulariyle bir tente gibi saran mor salkımların kokusu dışarı taşar, yolları
kaplardı.” ( AŞH-BM)., “Ertesi gün de güneş herkesi dışarı çağırıyordu.” (CD-Oİ)., “Bizim Kala Mala evde sarhoş:-İvan' sa
geceleyin dışarı adımını atmadı.” (CD-Oİ)., “Dışarı kurdurttum sofrayı diye seslenirdi Babaan-ne'nin buyurgan sesi.”
(NM-TÖ2).
→ fırla- [64], bak-* [23], uğra- [9], taş- [6], git- [5], koş- [5], bırak-* [4], süzül- [4], bağır-
[3], çağır- [3], çek- [3], fırlat- [3], fışkır- [3], it- [3], kaç- [3], üfle- [2], sark- [2], götür- [2], gel- [2],
çık- [2], ak-* [2], çağırt-, dökül-, dök-, gönder-, itele-, koy-, pörtle-, sal-, ser-, sıvış-, sıyrıl-,
sız-*, taşı-, taşır-*, uğrat-, uzan-, yansı-, yolla-, yürü-. ║ adım at-* [2], başını uzat-, davet et-,
sofra kurdurt-.
→ dışarı atmak, dışarı çıkmak, dışarı vurmak.
186
⇒ dışarı fırlamak, dışarı bakmak.
didik didik:⌠6⌡/1. Didiklenmiş biçimde {parçalanmış olarak, hırpalayarak.}/ “Muhtar
bir duymasın, didik didik didikler beni.” (YK-OD). ; /2. Ayrıntılı olarak./ “Ev didik didik arandı.” (MU-BDA)., “Her
hazır yargıyı yeniden didik didik inceleyeceğiz.” (HT-ÖTÖ)., “Bavulumu, çantamı, hatta elimdeki fileyi bile didik didik
aradı.” (GY-H2).
1.⌠1⌡→ didikle-.
2.⌠5⌡→ ara- [3], aran-, incele-.
→ didik didik etmek, didik didik olmak.
⇒ didik didik aramak.
dikçe:⌠2⌡/1. Dik olarak, diklemesine./ “İri yarı bir adam da dikçe oturmuş, sanki bu odada başka
kimse yokmuş, kendi yalnızca akşam rakısını içiyormuş gibi görünüyor, yanında oturan adama da bir alışveriş işi
anlatıyordu.” (MŞE-MA)., “O tarihlerde bu kapıya yaklaşmak şöyle dursun, uzaktan dahi dikçe bakılamazdı.” (REK-Y). ;
/2. Derince./ “Ø”.
1. ⌠2⌡→ otur-, bakıl-.
2. ⌠-⌡→ Ø
dikenlice: Ø
dikensiz: Ø
dikey: Ø
dikine:⌠16⌡/1. Dikey olarak, diklemesene./ “Uzunçarşı'yı dikine inersin.” (NH-KMD).,
“Piyadeleri dizdi, dikine ve alt alta.” (İB-E)., “Adeta dikine uçuyorlardı.” (AHT-H). ; /2. İnadına./ “Hayır! Dikine
söylüyor.” (KT-YS)., “Kara dut gözlerden biri uykuda, biri dikine bakıyor; anlamsız.” (NM-TK)., “Seninki de o, benimki de
o! Dikine konuşuyor hepiciği!” (FB-T).
1.⌠12⌡→ in- [2], at-, diz-, dur-, düş-, kesil-, kon-, konul-, oturt-, uç-, yerleştir-.
2.⌠4⌡→ söyle- [2], bak-, konuş-.
diklemesine:⌠7⌡/Dik olarak./ “Kızgın ağustos güneşinin bütün ışığı diklemesine tepesine iniyor, lastik
ayakkabılarının içinde, ayaklan, terden, yorgunluktan karıncalanıyordu.” (Sİ-İGÇÖ2). “Adanın kayaları, yarları
diklemesine denizden çıkıyor, evreni saran kızıllık ortasında dev gibi bir orgun ateş sütunlarını andıran boruları uluyordu.”
GY-H1).
→ in- [2], çık-, gir-, kesil-, kon-, yapıştırıl-.
diktatörce: Ø
dilden dile:⌠4⌡/Herkes birbirine anlatarak./ “Almanya'da şimdi anlatacağım şu fıkra pek dilden
dile gezer.” (KHK-YAH)., “Vasilinin Müslüman olduğu da dilden dile yayılmıştı.” (YK-KSİ).
→ gez- [3], yayıl-.
187
→ dilden dile dolaşmak.
⇒ dilden dile gezmek.
dilim dilim:⌠11⌡/Parça parça./ “Soy bir portakal yedir bana dilim dilim Ben Uzunminareliyimdir
doğma büyüme Ne yapıp yapıp denizi görmek isterim” (CS-SS)., “İzmir'de hormonlu üzüm tanelerini artık karpuz gibi dilim
dilim satıyorlar...” (GM-BKVY)., “Ekmeği İnce, dilim dilim kesti.” (AN-AZDE)., “Cahit Sstkî İnan kardeşim inan Gök
mavidir, dal yeşil Aynı hava ozmozunda nefeslerimiz Gökyüzünü yıldız yıldız dilim dilim bölüşürüz yeryüzünü.” (VŞA).
→ ayır-, ayrıl-, birleştir-, bölüş-, dağıl-, doğra-, kes-, kesil-, ol-, sat-, yedir-.
→ dilim dilim etmek.
dimdik:⌠97⌡/4. Çok dik bir biçimde./ “Bavulunu sımsıkı kavramıştı sapından. dimdik yürüyordu.”
(NM-TK)., “Lakin bir el onu olduğu yerde dimdik tutuyor, parıltısız gözlerle karısına baktırıyordu.” (SA-KY)., “Annemin
diktiği bayramlıklarla, üstten bağlı sağlam erkek kımduralanyla, kafamda koca bir saten kurdeleyle kapının eşiğinde dimdik
oturuyordum.” (F-PY)., “Içerdekiler hemen ayağa kalkıp dimdik hazırola geçtiler.” (KT-YS)., “Ummahan durdu, dimdik
karşısına dikildi:Ne olacağım?” (YK-OD). ; /5. Sağa sola sapmadan, dosdoğru./ “... gittikçe sarplaşan dağ
dimdik yükseliyor, solda bir uçurum iniyordu gökyüzü kül rengi ve ıslaktı.” (TB-KA)., “Sofi dudaklarından meyini çekti,
dimdik ayağa kalktı, ince, uzun boyluydu, olduğu yerde durdu, gözleri kapıda, birşeyler düşündü, sağına soluna bakmadan
kapıya yürüdü.” (YK-KSİ)., “Bütün hızıyla dimdik yürüdü.” (YK-İM1). ; /6. Kaskatı çok sertleşmiş olarak./ “Erzurum'da kaskatı, dimdik ölür adam, kabullenmez yılgınlığı...” (NH-KMD)., “Ve kollarını kavuşturup göğsünün üzerinde
dimdik yürüdü tanklara doğru.” (NH-MİM4)., “Öyle yorgunum ki!.. Bütün gücüyle dönüp kendini dimdik bıraktı.” (YA-
AA). ; //Dikkatli, ısrarlı, ters, gururlu bir biçimde.// “Gerçeği yakalamak umuduyla dimdik bakıyorum
gözlerinin içine.” (EB-BG)., “O yürümeye dermanı kalmayan, gözünün feri solan Gülizar kadın dimdik kesildi...” (FO-
KSA)., “Doktor dimdik cevap verdi:-Meselâ Damat Ferit Paşa kabinesi ile Kuvâyi Milli ye.” (TB-KA)., “Bunun içindir ki
dimdik ve ayakta öldü. Sanatın çağdaş dünyamızda bir anlamı var.” (İS-DÖV).
4.⌠47⌡→ yürü- [17], otur- [10], tut- [3], dikil- [3], kal- [2], doğrul- [2], kalk-, uyan-,
uzan-, yüksel-. ║ ayakta kal-, başını kaldır-, başını tut-, hazırola geç-, kulaklarını dik-, takip
et-.
5.⌠6⌡→ yürü- [2], in-, yüksel-. ║ ayağa kalk-, göğe çık-.
6.⌠5⌡→ in-, kal-, öl-, yürü-. ║ kendini bırak-.
//…//⌠39⌡→ bak- [25], aç- (kapı), bak-, bakış-, gülümse-, ilerle-, kesil-, konuş-, öl-,
söyle-, yaşa-, yürü-. ║ ayakta öl- [2], cevap ver-, el salla-, karşılık ver-.
⇒ dimdik yürümek, dimdik oturmak, dimdik bakmak.
diminuendo: Ø
dince:⌠1⌡/Dinî bakımdan, dine göre./ “Kısaca ve dince söylersek, cennetlikler cennete;
cehennemlikler cehenneme!” (EI-NS).
→ söyle-.
dinen: Ø
188
dip bucak:⌠1⌡/Ayrıntılı bir biçimde./ “Lakin, 'makam odası' her sabah dip bucak temizlenir, bu
bakımdan.” (Aİ-YK).
→ temizlen-.
dip doruk: Ø
diplomatça:⌠1⌡/1. Diplomata yakışır biçimde, diplomat gibi./ “Şimdi son haftanın hatırına
diplomatça söylüyordu.” (ÇA-BAG).
→ söyle-.
direkt:⌠7⌡/2. Doğru olarak, hiçbir yerde durmadan, duraksız./ “Oğlum Dursun, ağır
hastayım, ölecin ben gaari, gel elimi öp de helallaşalım" derse babam buraya dönmeden direk memlekete gider.” (AA-AD). ;
/3. Doğrudan, doğrudan doğruya./ “Bu elli milyonu da direkt bana vermişlerdir.” (SY-BECO)., “‘Elle ya muavin
/ Ele vermiyoruz / Direk içeri koyuyoruz...’” (MK-AR)., “İsterseniz şimdi bunu burada direkt söyleşiye dönüştürelim.” (HT-
AŞ).
2.⌠1⌡→ git-.
3.⌠6⌡→ ara-, çiğne-, dönüştür-, koy-, ver-. ║ işkenceye alın-.
dirhem dirhem:⌠4⌡/Azar azar, az az, çok az ölçüde./ “Kimi de kendini dirhem dirhem satar.”
(HT-KAD)., “Anlaşılıyordu ki Efemiz, bize eşkıya gözü iken bakan bu şımarık subayların âdeta birbirini kovalayan
terbiyesizce hareketlerinin acısını dirhem dirhem bu kalyandan çıkaracaktı:Tut Usta, tut!” (GY-H2).
→ gör-, sat-, sat-. ║ acısını çıkar-.
diri diri:⌠31⌡/2. Canlı olarak./ “Şu fırının içine kapar, diri diri yakarım seni!” (NC-SY)., “Dört sene
evvel Vaniköyü'nde koruda bir çocuğumu diri diri gömdü.” (PS-SK)., “Eşref Şefik:«Bir pehlivan sanki diri diri toprağa
gömülüyordur.” (SB-BŞM)., “Bütün bu hikâye içinde de aklımda şu kaldı:derisini diri diri yüzmüşler!” (GY-GH).
→ yak- [6], göm- [4], gömül- [3], ye- [3], götür-, kes-, öl-, yakala-, yaktır-. ║ derisini
yüz- [3], mezara gir- [2], deryaya attır-, ele geç-, hapiste çürü-, mezara göm-, mezara koy-.
⇒ diri diri yakmak, diri diri derisini yüzmek.
dirsek dirseğe:⌠2⌡/Çok kalabalıkta sıkışık bir durumda./ “Behçet Necatigil ile (o zaman
soyadı Gönül’dü) dört yıl dirsek dirseğe oturduk.” (CK-İSDY)., “İflah bulmaz esrarkeşle snob aydın, sırıtık turistle
karamsar sanatçı, ipini koparmış aylakla çiçeği burnunda asistan, dejenere mirasyedi ile ağır işçi, burada dirsek dirseğe
kafa cilâlarlardı.” (HT-ÖTÖ).
→ otur-. ║ kafa cilala-.
diş diş:⌠2⌡/2. Çıkıntılı bir biçimde./ “Bir kordum ki, sizi hep diş diş yerim Ve gezerim her gün
elbisenizde...” (NFK-Ç)., “Üstündeki, dalları yapraksız meşeyi kurt yemiş, diş diş etmiştir.” (YK-OD).
→ et-, ye-.
diye: Ø--
diye diye: Ø--
189
diz boyu: Ø
diz dize:⌠17⌡/Dizleri birbirine değecek biçimde, birbirine yakın olarak (oturmak)./ “Halbuki söz vermişti, gelmesi lazımdı; diz dize oturmalı, göz göze bakmalıydık.” (Aİ-YK)., “Salkım salkım yıldızlar bize
bütün sarhoşluklarını dökecek diz dize geliriz eski günahlarla” (İB-E)., “Yine omuz omuza, nefes nefese, saç saça, diz dize
gidiyorlardı.” (KK-SE)., “Geçen yıl çok sevdiğim, özlediğim şair bir kızım evime geldi, onunla iki gün diz dize yaşadık.”
(BŞ-DKO).
→ otur- [13], gel- [2], git-, yaşa-.
⇒ diz dize oturmak.
dizi dizi:⌠10⌡/2. Dizilerek, dizim dizim, diziler durumunda./ “Gelip gelip, dizi dizi bu yeni
açılan yoldan geçiyorlar...” (NM-TÖ2)., “Fişlerini dizi dizi cüzdanlarına yerleştiriyorlar.” (NM-TÖ2)., “Suların altında,
kilimin çizgileri boyunca dizi dizi koşuyorlar.” (GY-H2).
→ geç- [2], yerleştir- [2], dol-, doldur-, gel-, koş-, parla-, sırala-.
dizim dizim:⌠1⌡/2. Dizilmiş olarak, dizi dizi./ “Sanki:Onların ataları Eren köy'lerde eski
saraylarda, dizim dizim salınırlardı.” (F-PY).
→ salın-.
diz üstü:⌠15⌡/2. Dizleri yere gelecek biçimde./ “Doğuş anını kendi kaleminden okuyalım:Hıçkıra
hıçkıra ağlayarak kapıya dizüstü düştüm.” (AO-ZS)., “Kadınlarla birlikte dizüstü oturdu sofranın başına.” (EÖ-P/S).,
“Enver, duvarın gerisinde dizüstü duruyor.” (CD-Oİ)., “Muhtar öfke içinde bir gidip, bir geliyor, ocağın yanında elleri
arkasına bağlı, dizüstü çöküp oturmuş Koca Halile başını kaldırıp da bakmıyordu.” (YK-OD).
→ düş- [3], otur- [3], dur- [2], gel- [2], dal-, kalk-, yıkıl-. ║ af dile-. ║ çöküp otur-.
→ diz üstü çökmek.
dobra dobra:⌠9⌡/Sakınmadan, çekinmeden (söylemek, konuşmak)./ “Beni kentteki
olayların etkisinden sıyırmak, o yörenin bu kentten farklı olduğunu anlatmak için dobra dobra konuşuyordu.” (FA-SUYK).,
“Bir tek Aziz Nesin, "ben tanrıtanımazım" derdi dobra dobra.” (MU-BDA)., “«Otobiyografi» şiirinde bir gerçeği kendi
vurguluyor dobra dobra:Kadınlarımı aldattım.” (RE-G).
→ konuş- [4], de-, sor-, söyle-, vurgula-, yaz-.
⇒ dobra dobra konuşmak.
doğaçlama:⌠1⌡/2. O anda, birdenbire, içine doğduğu gibi./ “Kimini bir çırpıda, doğaçlama,
başarıyor.” (GY-H2).
→ başar-
doğaçtan:⌠1⌡/Birdenbire, düşünmeden, içine doğduğu gibi (söylemek, konuşmak),
irticalen./ “Muhaliflerin ileri gelenlerinden Erzurum mebusu Hüseyin Avni Bey, Ziya Hurşit (İzmir'de asıldı), Mersin
mebusu Selahattin Bey doğaçtan (irticalen) uzun uzun konuşurlardı.” (SB-HAY).
→ konuş-
190
doğallıkla:⌠4⌡/Doğal olarak./ “Mehmet Altan'ın bu büyük dönüşüme, bu kopuşa İkinci Cumhuriyet
adını vermesini doğallıkla destekledim.” (ASA-AK)., “O zaman da bu, doğallıkla , şiirlerini etkiledi.” (DH-SS)., “Ancak
uygulanması devletin gücü dışında bulunan ya da bilimsel değeri olmayıp kendi kişisel ve düş gücüne dayanan önerileri
doğallıkla dikkate alınmamıştı.” (UM-KKA).
→ destekle-, etkile-, ilgilen-. ║ dikkate alın-*.
doğma büyüme: Ø
doğmaca:⌠1⌡/İçten geldiği gibi, irticalen, doğaçlama./ “Hiç unutmam üstad, bir keresinde
irticali konuşmasının radyoda hep irticalî doğmaca konuşurdu hızına kapılıp başka başka yüzyıllarda yaşamış, bundan
ötürü isteseler bile karşılaşamayacak olan iki Türk düşünürünü karşı karşıya getirip konuşturmuştu.” (HT-ÖTÖ).
→ konuş-.
doğru**:⌠533⌡/6.Yanlışsız, eksiksiz bir biçimde./ “Allahaşkma doğru söyle.. Doğru
söylüyorum.” (ÇA-BAG)., “Vaziyet lehimizde mi dediniz? Doğru anladım mı?” (GY-GH)., “Olanı biteni doğrudan doğru
aktarırlar.” (?)., “Şimdi şu düğmeye basacağım, eğer doğru planladıksa, süperrobot ağır ağır ısınacak ve canlanacak.”
(TÖ-TO3). ; /7. Hiçbir yöne sapmadan, dosdoğru, doğruca./ “Nuran'ın geleceği sabahlar erkenden uyanırdı.
Doğru denize koşar, yıkandıktan sonra eve döner.” (AHT-H)., “Gevenli, kalktı, çıktı, doğru şubeye gitti.” (MŞE-MA).,
“Doğru yukarıya sofaya çıkar, babasının başçavuşluğuna mükâfeten alıverdiği siyah.” (HZU-MvS)., “Ağaefendi, doğru
çınarlara yürüdü.” (YK-KSİ). ; /8. Yakın, yakınlarında./ “Ø”.
6.⌠56⌡→ söyle-* [43], anla- [3], aktar-, bil-*, de-, gör-, oyna-, planla-, tart-, vur-.
7.⌠26⌡→ git- [15], yürü- [3], çık- (-i, -e) [2], gel- [2], koş- (-e) [2], bak-, otur-.
8.⌠-⌡→ Ø
→ doğru bulmak, doğru çıkmak, doğru durmak, doğru oturmak.
⇒ doğru söylemek, doğru gitmek.
doğruca:⌠94⌡/2. Hiçbir yöne sapmadan, dolaylı olmayarak, dolaşmayarak./ “Enver
doğruca Bekir'in evine gitti.” (CD-Oİ)., “Uçaktan inip, doğruca çöle gelmişlerdi.” (GD-AK)., “Arabayı çarşının içinden
yukarı sürdüler. doğruca Ferhat'ın hana vardılar.” (FB-ID)., “Bizi alıp doğruca İstanbul Emniyet Müdürlüğüne
götürdüler.” (EÖ-GSA)., “Kapının yerini buldu ilkin. Doğruca oraya yürüdü.” (FB-T)., “Havaalanından, doğruca yağmur
ormanlarına yöneldiler.” (GD-AK)., “El sıkışmalarından, askeri birliği denetlemeden sonra kortej doğruca Topkapı
Sarayına hareket etti.” (Mİ-DHB)., “Güneş doğruca yüzlerine vuruyor, küçüğün gözlerini kamaştırıyordu.” (KT-YS).
→ git- [47], gel- [11], var- [5], götür- [4], yürü- [4], yönel- [3], gir- [2], götürül- [2], koş-
[2], söyle- [2], bekle-, çık-, dön-, getir-, gidil-. ║ hareket et- [2], başvur-, odasına çık-, polise
teslim et-, yüzüne söyle-, yüzüne vur-.
⇒ doğruca gitmek , doğruca gelmek.
doğrudan:⌠82⌡/2. Aracısız olarak, herhangi bir aracı kullanmadan. {direkt olarak.}/ “Kadın ayağa kalktı, doğrudan bana baktı:-Ben seni seviyorum, dedi.” (EA-KIY)., “Savcı Beye doğrudan gitseniz de olur
ama, ona göre olur.” (FB-ID)., “Sen işten çıkınca "evli çocuklu bir erkek gibi doğrudan eve geliyor, gecikeceğin zaman
telefonla mutlaka haber veriyordun.” (BB-BBÇ)., “Maria doğrudan bana getiriyor battaniyeyi.” (AÜ-SG)., “Bu kez savaşa
191
doğrudan katılmadım.” (NG-BKR)., “Orada kendisine 'albayım' denen birisi bana doğrudan 'Denizlerin emanetleri neydi?'
diye sordu.” (EÖ-GSA)., “Çünkü kişilerin yaşam koşullarını, davranışlarını ve düşünüş/duyuş biçimlerini değil, doğrudan
yazarların kendi düşüncelerini dile getirirler.” (AO-NSBE)., “Başbuğ söylüyor:ABD, teröristlerin yakalanması için
doğrudan emir verdi.” (EÇ-TY2005).
→ bak-* [7], git- [7], gel- [3], getir- [3], katıl-* (savaş, çatışma vb.) [3], aktar- [2], götür-
[2], seç- [2], sor- [2], ver- [2], yaz- [2], yolla- [2], yönel- [2], yürü- [2], alın-, betimle-, bildir-,
cevapla-, çevir-, çık- {görüşmek}, dal-, de-, dokun-, etkile-, etkilen-, giriş-, gör-, ilgilen-,
ilgilendir-*, isten-*, kirala-, kurul-, ol-*, saldır-, söyle-, söylen-*, ulaş-, üstlen-, yazıl-, yeğlen-
. ║ dile getir-* [2], dile getiril-, emir gönder-, emir ver-, eser yaz-, etkili ol-, hitap et-, ilgili ol-,
işin içine gir-*, konuya gir-*, mal et-, sınıfta kal-, söz et-*.
doğrudan doğruya:⌠90⌡/Dolaysız, araçsız, araya başka bir şey girmeden, resen./ “Fakat, büyük dayısından ayrılır ayrılmaz, doğrudan doğruya eve gitmedi. “(YKK-KK)., “'Birini öldürmeyi düşündün mü
hiç?' diye doğrudan doğruya sorsaydı, Hindistan'a 'hayır'ı bastırdığım gibi ona da 'hayır' derdim.” (PK-BCR)., “Bir
anlamda içeriden gelen bir sesti bu ve doğrudan doğruya oraya yöneliyordu.” (EB-YU)., “Artık Faruk Beyle siz doğrudan
doğruya konuşursunuz. “(RHK-BS)., “Ahmed Şevki efendi doğrudan doğruya cevap vermedi:- Bugün eniştenle konuşmak
için beni tevkil eder1 misin?” (HZU-MvS)., “Birdenbire omuz başımda peyda olan yeşil sarıklı, ak sakallı, iriyarı bir hoca,
doğrudan doğruya bana hitap etti:Kızım, “yaşlılara hürmet ve muavenet bir vazifei diniye ve insaniyedir.” (RNG-ÇK).,
“Hatta askeri zaferleri bile doğrudan doğruya millete mal etmiştir.” (EK-DT..A).
→ git-* [4], sor-* [4], yönel- [3], konuş-* [3], geç- [2], gir-* [2], ol- [2], seslen- [2], ver-
[2], yaz- [2], bak-* [2], söyle-* [2], anlat-, bağır-, çevirt-* {tercüme ettirmek}, düş-, etkilen-,
gel-, gör-, götür-, ilgilen-*, imle-, indirgen-*, iste-*, işle-*, karşılaş-*, uğraş-, uygula-, üstlen-,
yaklaş-, yap-*. ║ cevap ver-* [4], hitap et- [4], konuya gir- [2], temas et- [2], temasa gir-* [2],
azledil-, bahset-*, bahsolun-, başvur-, çeviri yap-, el koy-, ele al-, ışık al-, iade et-, ileri sürül-
*, ima et-, iştirak et-, kabul et-, karşı karşıya bırakıl-*, kaynak al-, kürtaj yap-*, lâkırdı et-*,
mal et-, mevzua gir-, muvafakat et-, müdahale et-, nezaret et-, rica et-, sorguya çek-, söze gir-,
telgraf çek-*, tesiri görül-*, yağmur yağdırt-*.
doğru dürüst:⌠121⌡/2. Tam olarak, eksiksiz olarak, istendiği gibi, kusursuz,
yanlışsız bir biçimde./ “Kıraat cetvelini doğru dürüst bilir mi?” (CKM)., “Fatma ile doğru dürüst konuşmadım...”
(AHT-H)., “Çok iyi bildiğimiz zaman da doğru dürüst yaparız.” (ASA-AK)., “Heyecandan ve yürek çırpıntısından, bir türlü
doğru dürüst anlatamıyordu.” (NE-GT)., “Çağdaş medeniyetten aktarılan fikirleri, müesseseleri benimseyip
sindiremediğimiz gibi medeniyet araçlarını da doğru dürüst kullanamıyoruz.” (CKM)., “Nerdeyse üç yıldır doğru dürüst
yemek yememişti.” (LT-OÖY).
→ bil-* [11], konuş-* [6], yap-* [6], anlat-* [4], bak-* [3], otur-* [3], tanı-* [3], başla-*
[2], becer-* [2], dinle-* [2], hatırla-* [2], oku-* [2], öğren-* [2], seviş-* [2], söyle-* [2], tut-* [2],
algıla-*, anla-*, anlaşıl-*, beslen-, bitir-*, çalış-, dağıt-*, de-*, değerlendir-*, doyur-*, düşün-
*, gel-*, gör-*, göster-*, izle-*, kavra-*, kızart-, kullan-*, kurcala-*, okut-*, öğret-*, öl-*,
192
öpüş-*, seç-*, tanış-*, tanıştırıl-*, toparla-, uyu-*, ver-, yan-*, yanaş-*, yat-, yaz-*, yazıl-*,
ye-*, yürü-*, yüz-*. ║ yemek ye-* [4], yüzünü gör-* [2], cevap ver-, denize çık-*, eğitim gör-,
eleştiri yap-, gam çal-*, haber al-*, ilan ver-*, iş yap-, işine bak-, kahvaltı et-, karnı doy-,
kaybol-, kayıtlara geç-*, kulak ver-*, muayene ol-, rasgel-, sanat yap-*, sofra kur-*, sohbet
kur-*, sokağa çık-*, teşhir et-*, uyku uyu-*, yanıt ver-*, yüreğini aç-. ║ sürüp ek-*.
⇒ doğru dürüst bilmemek, doğru dürüst konuşmak, doğru dürüst yapmak.
doğrusu: Ø--
dolayı: Ø--
dolayısıyla: Ø--
dolaysız:⌠4⌡/2. Araya herhangi bir araç girmeden./ “Bir bakış, dokunma; vücudun pozisyonu,
duyguları daha etkili ve dolaysız ifade eder.” (DC-Yİİ)., “Bu sebeple, 13-16 Ocak 1964'de Kahire'de 13 Arap devletinin
katılmasıyla yapılan Arap Zirve Konferansında ve 5-11 Eylül 1964'de yine Kahire'de yapılan ikinci Arap zirvesinde, dolaylı
veya dolaysız Yemen meselesi de ele alındı.” (FA-YST)., “Eğretilemede, benzetmelerde olduğu gibi benzetme ilgeci (gibi,
tıpkı, vb.) kullanılmaz. 'O, tilkiye benzer örneğinde olduğu gibi, benzetme ilgecinin kullanıldığı benzetmelerde, varlıklar
arasında dolaysız ve mantıklı bir karşılaştırma yapılır.” (Öİ-YSÜ).
→ yapıl-. ║ ifade et- [2], ele alın-.
doludizgin:⌠43⌡/1. Son hızla, çok hızlı bir biçimde./“Birkaç atlı doludizgin geliyordu.” (SK-
D)., “Topal ata bindi, doludizgin kasabaya sürdü.” (YK-İM1)., “Alaettin, birlikte yaşadığı bu bayanın öğrettikleriyle, bilim
ve düşünce yaşamımıza var gücüyle, yoğunlaşan bir atılımla doludizgin girdi.” (VG-GHO)., “Kalemim beni nereye
sürüklerse, oraya doludizgin koşardım.” (Sİ-ÖKS)., “Kumral ve uzun bir genç kumandan elinde bayrak, dolu dizgin
hepsinin önünde ilerledi.” (HEA-VK)., “Ayrıca da sırf benim olan bir romanı dolu dizgin yaşarım.” (AHT-YG)., “Çiğnedik
geçtik herifleri. Doludizgin, dal kılıç, düştük İzmir yoluna.” (SK-D). ; /2. Tam anlamıyla./ “Ve bu ülke doludizgin
sürükleniyor savaşa...” (CD-SNYB)., “Yine de ölçülü davranmayı yeğledi, kendini doludizgin umuda salmadı.” (SKA-GA).,
“Savaşa bunların götürdüğü yoldan girecek bu İmparatorluk doludizgin...” (KT-YS)., “İyi ama doktorcuğum, meselâ, nasıl
sevinmem dolu dizgin, gördükçe ben [ .] burda [..........] elle tutulur hale geldiğini, yahut bu nisan ayında Fransa
seçimlerinde en çok bizimkilerin oy aldığını?” (NH-YŞ).
1.⌠39⌡→ gel- [5], sür- (at) [5], gir- [3], git- [3], koş-* [3], yaşa- [2], yürü- [2], ağla-, ak-,
atıl-, boşan- (yağmur, kin vb.), dön-, döndür-, gazla-, geç-, giriş-, ilerle-, in- {gitmek}, kaç-,
uç-, yuvarlan-. ║ yola düş- [2], at doldur-, at koştur-.
2.⌠4⌡→ sevin-*, sürüklen-. ║ kendini sal-*, savaşa gir-.
→ dolu dizgin gitmek.
domur domur:⌠6⌡/1. Boncuk gibi iri taneler durumunda./ “Sesini yükseltti, alnında domur
domur terler:Bizi perişan ettiler.” (YK-BE)., “Yüzü pespembeydi. Domur domur terlemişti.” (YK-OD). ; /2. Kabarık
kabarık./ “……. yel estikçe domur domur domurur kanatlarım ……” (HH-HÖZ)., “Islak tüyleri domur domur
kabarmıştı.” (YK-BE)., “Gövdesi domur domur yarılmış, dalları bükülmüş, yere sarkmıştı.” (YK-BE).
193
1.⌠2⌡→ terle- [2].
2.⌠4⌡→ domur-, kabar-, ol-, yarıl-.
domuzuna:⌠2⌡/1. inat olsun diye, inadına./ “Ben korkusuz ve kuşkusuzum. Domuzuna
inanıyorum.” (AKB-BŞ)., “Salih yapmacık bir küskünlükle ama domuzuna domuzuna tekrarladı. -Dediğim gibi işte; o beni
tanımadı.” (TB-KA). ; /2. iyiden iyiye, adamakıllı, çok./ “Sıcak domuzuna artmış, esinti inadına kesilmişti.” (KT-
Gİ).
1.⌠2⌡→ inan-, tekrarla-.
2.⌠1⌡→ art- (sıcak).
don gömlek:⌠14⌡/Üzerinde sadece iç çamaşırı var denilecek kadar soyunmuş
durumda./ “BELEDİYE AZASI :Hep öyle... don gömlek fırladık...” (NH-YM)., “Don gömlek, yaka bağır açık Durmuş
Ali, beli iki büklüm, dışarı çıktı.” (YK-İM1)., “Bağırtıyı, çağırtıyı duyan komşular don gömlek Abdi Ağanın evine
birikmişlerdi.” (YK-İM1)., “Amele, yorganı olmadığı için soyunmadan yatar, öbürü, don gömlek uyurdu.” (SFA-SS)., “Onu
soyarak trende don gömlek bırakmıştı.” (OA-BBAR).
→ fırla- (dışarıya, kapıya, yataktan) [4], çık- (dışarı, sofaya) [2], bırak-, birik-, dolaş-,
fırla-, kaç-, otur-, uyu-. ║ koşup dur-.
→ don gömlek kalmak, don gömlek fırlamak.
donuk donuk:⌠10⌡/1. Canlılığı olmayarak./ “Hasan'a donuk donuk baktı.” (AS-YA)., “Başına bir
hal gelmesin. Elif donuk donuk kımıldadı.” (YK-OD). ; /2. Rengini ve parlaklığını yitirmiş, mat bir
biçimde./ “Ayakkabılarının tokaları donuk donuk parlar yattıkları yerin dibinde.” (F-BS). “Bu beyazlık, Yusuf un yüzüne
vurmuştu:İncelen, iyice zayıflayan yüzünü, donuk donuk aydınlatıyor, çukurlaşan gözlerinin derinliklerinde, durgun durgun
parlıyordu.” (SK-D)., “Yıldızların altında, boydan boya cephede, taşlık kayalık dağlar, tepeler, donuk donuk, karaltılar
halinde görünüyordu:Çal Dağı'ndan, Mangal Dağı'ndan, Türbetepe'den şu sıra ses seda yoktu.” (SK-D).
1.⌠5⌡→ bak- [4], kımılda-.
2.⌠5⌡→ parla- [2], aydınlat-, görün-, parlat-.
⇒ donuk donuk bakmak.
doruklama: Ø
dosdoğru:⌠52⌡/2. Sağa sola sapmadan, {direkt olarak}./ “Albisrieder Alam'ndan dosdoğru hiç
sağa sola sapmadan gideceksin, stadyomun yakınlarında o mahalleyi bulursun, dedim...” (EA-DY)., “Kesin karar vermiş
gibi birden döndü, dosdoğru Kızıltaş'a yürüdü.” (CD-Oİ)., “Nebahat hiç gülmeden, dosdoğru bakıyordu ona.” (NM-TÖ2).,
“Borusu dosdoğru duvar deliğine giriyordu.” (FRA-Ç)., “Günbatımıydı. Dosdoğru atölyeden geliyordu.” (GY-H2). ;
//Açıkça.// “Pekey, ahırın anahtarından kaç tane var? Dosdoğru söyle!” (FB-T).
2.⌠49⌡→ git- [12], yürü-* [8], bak- [5], gir- [4], gel- [3], ak- [2], dön- [2], götür- [2],
başla-, çık-, çiz-, geç-, in-, koş-, var-, vurgula-. ║ huzura çıkarıl-, ölüme git-, üstüne gel-.
//…//⌠3⌡→ söyle- [3].
194
⇒ dosdoğru gitmek, dosdoğru yürümek, dosdoğru söylemek.
dostane:⌠3⌡/Dostça./ “Ayağa kalktık, babamla her zamanki gibi dostane selamlaştı.” (EK-DT..A)., “Paşa
kendisini eskisi gibi, dostane karşılar.” (SB-HAY)., “…… onunla hem de pek dostâne görüşüyordu.” (YKB-SEP).
→ gürüş-, karşıla-, selamlaş-.
dostça:⌠62⌡/2. Dosta yakışır biçimde, dostane./ “Çinli annesinin Asyalı özelliklerini taşıyan
yüzünde, çekik gözleri hiç de dostça bakmıyordu.”(AK-AA)., “Hepinize dostça davranmadım mı?” (GA-TO)., “Neredeyse
ikiz kardeşi sanılacak bir genç kadın; Rodoslu Helena bu! Dostça gülümsüyor.” (BU-GYÇ)., “Beni dostça karşıladı:'Siz
şöyle buyurunuz, benim bitirilmesi gereken bir işim var, sonra beraber çıkarız,' dedi.” (FRA-Ç)., “……böyle sürelerde
tanıdıklarına dostça selamlar verirler gece yarısına doğru giderler …….” (DÖ-BAY)., “Kimbilir neler soracaktı ona bu ünlü
İngiliz generali. Dostça el sıkıştılar.” (HT-GF).
→ bak-* [7], davran-* [7], gülümse- [7], karşıla- [4], ayrıl- [3], gül- [2], konuş- [2],
selamlaş- [2], anlat-, görün-*, kucakla-, kucaklaş-, öt-, selamla-, sev-, sokul-, söyle-, takıl-,
tartış-, tekrarla-, uğraş-, yaklaş-. ║ ilgi göster- [2], el sık- [2], selam ver- [2], canına oku-, el
sıkış-, elini omzuna koy-, hatır sor-, iş bağla-, kolunu tut-, omzuna vur-, sorun çöz-, tenkit et-,
yanına al-,
⇒ dostço bakmak, dostça davranmak, dostça gülemsemek.
doyasıya:⌠33⌡/1. Doyacak kadar yiyerek./ “Onların verdiği çeşitli meyveleri doyasıya yemedik
mi?” (BŞ-DKO)., “Ekmeğimizi çorbamıza doğrar doyasıya kaşıklarız.” (BŞ-DKO)., “Tatlıcı Amca tatlılarından doyasıya
yemiş midir?” (BŞ-DKO). ; /2. Bol bol, {yeterinden fazla olarak, kanacak kadar}./ “Bu zorba, bu faşist
İklimden çık. doyasıya sev, doyasıya sarıl sevdiğine...” (CE-KBG)., “Mutsuz insan, kederine karamsarlık, sevincine kaygı
katar gerçeğini doyasıya yaşayamaz.” (EG-İO)., “Şu yeşil dünyaya doyasıya bak!” (BŞ-DKO)., “Eğlencesiz, özgürlüksüz bir
günden sonra gelen armağanın tadına doyasıya varıyorlardı.” (SD-K)., “Pasinlerde Ali Efendinin hanında Bir uyku çektim
doyasıya.” (TU-BŞ).
1.⌠5⌡→ ye-* [3], kaşıkla-. ║ yemek ye-.
2.⌠28⌡→ sev-* [3], yaşa- [3], bak- [2] ağla-, eğlen-, em-, esne-, iç-, kokla-, okşa-, sarıl-
, uyu-*, yürü-, yüz-. ║ ahbaplık et-, at sür-, sarmaş dolaş ol-, seyret-, seyreyle-, tadına var-,
tadını çıkar-, uyku çek-, yüzünü gözünü sür-.
⇒ doyasıya yemek, doyasıya sevmek, doyasıya yaşamak.
döke döke:⌠3⌡/Dökerek./ “Herif benim ambarımı yarıyor, buğdayımı döke döke evine alıp götürüyor.”
(FB-ID)., “Demek yolda döküle döküle, hem de döke döke geliyorlardı.” (YK-BE)., “Vardı içerden tası doldurdu, elleri
titreyerek sakalına döke döke içti.” (YK-OD).
→ iç-, götür-, gel-.
döke saça:⌠4⌡/Dökerek./ “Vapurlara, teknelere binse bu para onu, döke saça, döke saça memlekete
kadar götürür de artardı bile, paranın geriye kalanı da onu, hiç iş yapmadan altı ay, bir yıl yaşatırdı.” (YK-KSİ).,
“Kahvaltısını yaptı döke saça.” (AK-MS)., “Benim evimde ottuuuz ramazan kazarı kaynadı beee; herkes döke saça iftar
195
etti.” (BŞ-DKO). ; //Açığa vurarak.// “Avlu kapısının önünde, ikide bir alevlenip sönen çocuk seslerinin
kenarındaydılar oysa; Kevser'e duydukları acıma duygusunu, seslerinden döke saça karşılıklı konuşuyorlardı. (HAT-KHK).
/…/⌠3⌡→ götür-, iftar et-, kahvaltı yap-.
//…//⌠1⌡→ konuş-.
dönekçe: Ø
dönüşümlü: Ø
dört ayak:⌠1⌡/2. Elleri de ayak gibi kullanarak./ “İngiliz kadınına hakaret etti diye [bir] Hintli'yi
İngilizler dört ayak hayvan gibi yerde yürütmüşlerdi.” (HEA-AG
→ yürüt-.
→ dört ayak {üstüne} düşmek.
dörtnala:⌠64⌡/At, dörtnal koşarak./ “Bu gerçeği sezen Hidayet de karısını evde tek başına
bırakmaktan korkmuyor artık; hemen her hafta heybesini alıp sütbeyaz atına biniyor ve benim işim var, diyerek arkasına
bakmadan dörtnala gidiyor...” (HAT-KHK)., “Tam köprüye varınca hayvana bir kırbaç vuruyor, at da dörtnala köprüyü
geçiyor.” (PNB-AGUG)., “Otağa dönmek üzereyken dörtnala bir ulak geldi, atından inip padişahm huzuruna çıkmasıyla
kötü haberi vermesi bir oldu.” (NG-BKR)., “…..silâh sesleri ve bağrışlar arasında Gramofon Avrat bağdan dışarı fırlayınca
hemen atlann torbalarını alır, dörtnala şehre dönerdi.” (SA-K/S)., “- Dur öyle ise, padişahımıza gider, bir nişan da ben
alırım!.. diye dörtnala saraya koşmuş.” (AN-MB)., “Binici, koşu hevesini yerine getirmek ister gibi, hayvanı tekrar dört nala
sürdü, …..” (CD-Oİ)., “İbrahim Bey, bütün elinin altındaki candarma ve Kuvayı Milliyecilerle, dört nala yola çıkmış,
İtalyanlardan önce uçağa el koymuştu.” (SK-D). ; //İstekle, hırsla.// “Bu, öyküsü birbirinin fotokopisi insanlar,
dörtnala paranın peşinde koşuyorlar, buna "iş" diyorlar.” (FŞ-EF).
/…/⌠63⌡→ git- [10], geç- [9], gel- [8], dön- [5], koş- [4], sür- [4], koştur- [3], kaç- [3],
uzaklaş- [3], çık- (-i, -e) [2], in- (-den) [2], çekil-, ilerle-, saldır-, seğirt-, uç-, var-. ║ yol al-,
yola çık-. ║ akıp git-, gelip geç-, sürüp geç-.
//…//⌠1⌡→ peşinde koş-.
→ dörtnala kaldırmak, dörtnala kalkmak.
⇒ dörtnala gitmek.
duraksız:⌠1⌡/Otobüsle mola vermeden, duraklarda durmadan (gitmek)./ “Günlerdir
uykusuz, duraksız yol aldınız.” (YK-S).
→ yol al-.
durmadan:⌠85⌡/Ara vermeden, kesintisiz, sürekli./ “Annesi durmadan konuşuyordu.” (Sİ-
İGÇÖ2)., “Ben durmadan içiyordum.” (OB-HYD)., “Gidiyoruz, şoför anlatıyor durmadan.” (AN-AZDE)., “Bazılarımız
durmadan ağlıyordu.” (HT-M)., “I. hatta mevzilendik. durmadan ateş ediyoruz, keyfimiz yerinde.” (EA-DÖY).
→ konuş- [8], iç- [4], anlat- [4], sor- [4], ağla- [3], söyle- [2], yürü- [2], öt- [2], oku- [2],
değiş- [2], çalış- [2], kus- [2], ağlaş-, ak-, alkışla-, anıl-, art-, bak-, büyüt-, çürü-, dol-, dolaş-,
eleştir-, geç-, gezdir-, gül-, gülümse-, horla-, ilerle-, in-, izle-, kaç-, kırıl-, kork-, koştur-,
196
kullan-, öksür-, övün-, seyir-, soğu-, tartış-, tekrarla-, üşü-, vurgula-, yak-, yalvar-, yaz-,
yazdır-, ye-, yel-, yenileş-, yinele-. ║ ateş et-, hayal kur-, iz sür-, (kar) yağ- [2], karnı ağrı-, of
çek-, şarkı söyle-.
⇒ durmadan konuşmak, durmadan içmek.
durumca: Ø
durup durup:⌠51⌡/{1. durarak. 2. Ara sıra, zaman zaman, bekleyerek.}/ “Karısına;
durup durup:"Sen bir peri kızısın" diyordu.” (YKK-A)., “Bir haftadır bir sıcak vardı, yaz sanırdın, ihtiyar köylüler durup
durup, şu domuz dağa bakıyorlardı.” (SFA-HBSK)., “Öğleden beri, durup durup başlıyor.” (Aİ-YK)., “Durup durup, yanı
başında dizginleri tutan Selim'e, "Dah de oğlum şunlara..." diye söyleniyor, sonra dayanamayıp, atlara kendisi
bağırıyordu:"Deh! ülen keratalar..."” (SK-D)., “Koca Halil atı gördükçe durup durup ah çekiyor, «eşşek başım,» diyordu.”
(YK-OD)., “Yolda gördüğü karı kız, durup durup laf atıyor :Şehre göçüyorsunuz artık ha?” (FB-ID)., “Yolda, Mehmet
Ali'ye durup durup şu sözleri tekrar ediyordum:"Anan, benim anam; kardeşlerin benim kardeşlerim olacak.” (YKK-Y).
→ de- [5], bak- [3], başla- [2], çal- [2], öt- [2], söylen- [2], ağla-, an-, anlat-, bağır-,
bakış-, çarp-, dinle-, elle-, gül-, gülüş-, havla-, ısır-, inle-, iste-, kıpırda-, koklaş-, kucaklaş-,
mırıldan-, oku-, sarıl-, seslen-, sor-, söyle-, tekrarla-, yakın-*. ║ ah çek-, başını salla-, çığlık
at-, danset-, icad et-, içinden konuş-, içini çek-, kadeh tokuştur-, laf at-, tekrar et-, yolcu al-.
durup dururken:⌠76⌡/1. Gereği veya nedeni yokken./ “Bazan durup dururken, "Sök demesi
kolay, Naciye," derdi, "Hala Adile haklı."” (F-PY)., “Esirler geçiyordu. durup dururken ikide bir:- Yaşa Mustafa Kemal
yaşa... diye bağırıyorlardı.” (FRA-Ç)., “Ama oğlum da durup dururken böyle sorular sorar.” (AA-RÜ)., “…. bir yaz günü
durup dururken sana seni sevdiğimi söyledim…” (TU-BŞ)., “Ben de durup dururken günaha girdim.” (FŞ-EF)., “Çok
şakacı atalarımızdan biri, durup dururken kıçından uydurmadı ya bu lafı!” (FŞ-EF). ; /2. Ansızın./ “Bugün valla
durup dururken aklıma geldi.” (TÖ-TO1)., “Durup dururken bir vicdan muhasebesi sorunu çıktı ortaya.” (PK-BCR)., “C.
durup dururken kaybolmuştu ortadan.” (HA-SİE)., Ben sebepliyim denizlere aylara kavgalara umutsuzluğa Bir maviyi
durup dururken birine benzetiyorum (?).
1.⌠70⌡→ de- [4], sor- [4], bağır- [2], söyle- [2], ağla-, ak- (su), an-, ara-, art-*, başla-,
beklen-*, çağır-, dalaş-, değiş-*, değiştiril-, döv-*, düş-, gidil-*, gül-, hatırlat-, iç- (su), kana-,
karış-*, konuş-, laf aç-, ol-*, olun-, san-, seç-*, sevin-, sinirlen-, söylen-, tut-, tuttur-, tutuklan-
*, uyan-, üşüt-*, vakıflaş-*, yakıştır-. ║ günaha gir- [2], içini bunaltı/sevinç kapla- [2], ayağa
kalk-, başına dert aç-, başına iş aç-*, başına iş çık-, boynuna sarıl-, canı sıkıl-, cinayet işlen-,
çığlık at-, gözleri dol-, gözü dal-, gözünden yaş boşan-, harekat başlat-, kıçından uydur-*,
kuyruk ol-, mutlu ol-*, mutsuz ol-*, öfke nöbetine yakalan-, söz et-, şarkı mırıldan-, tahakküm
kur-, tokat at-, vazgeç-.
2.⌠6⌡→ aklına gel-, kendini aşağı at-, canı çık-, ortadan kaybol-, ortaya çık-, birine
benzet-.
duyguca: Ø
197
düğünsüz:⌠2⌡/2. Düğün olmadan, düğün yapılmadan./ “Annemle babam bile, tâ 1912'de,
sadece aileye ve yakın dostlara bir yemek vererek düğünsüz evlenmişlerdi.” (MU-BDA)., “Evlenme çağma girmiş kızlar da
eksik değildi; işleri ortadan kaldırınca gelen güz, düğünsüz de geçmeyecekti. (CD-Oİ).
→ evlen-, geç-* (güz).
dün:⌠51⌡/3. Bugünden bir önceki günde./ “Dün geldim, bu sabah geldim, beni baştan savdı...”
(MŞE-VÇ)., “DELİKANLI:Bir yanlışınız olmasın, efendim, dün sizinle görüşmedik ki...” (AMD-O)., “Dün aldın, bugün
veriyorsun; nerden bilelim yarın geri almıyacağını?” (GY-KO)., “Kemalle dün tanıştım.” (BK-ÖM)., “"Demek dün gitti,
yarın gelir?"” (FB-T)., “Dün telefon etti beraber yemek yemek için, oysa, pazartesi izin alınmıyor.” (GD-ADM). ; /4.
Kısa bir süre önce./ “Edirne-Kuşatma-Orkestra'yı dün tanımıyorduk; bugün de, arada Marinetti'nin İstanbul'a
uğramış olmasına karşın, onunla hâlâ tanışmıyoruz.” (EB-YU)., “Kaldı ki, dün doğmadık.” (AHT-H)., “LEYLA .:Benim
bileceğim iş. Dün rastgeldim ona, şeyde...” (AMD-O).
3.⌠49⌡→ gel- [8], git-* [5], al- [2], dön- [2], görüş-* [2], konuş- [2], öğren- [2], öl- [2],
ara-, bit-, buluş-*, çık- {ayrılmak}, duy-, getir-, iyileş-, kapat-, söyle-, tanış-, tutukla-, unut-,
yolla-. ║ telefon et- [5], ağzını yokla-, davet et-, hatıra gel-, odun çek-, rastgel-, tembellik et-.
4.⌠2⌡→ doğ-*, tanı-*.
dünden:⌠5⌡/Bugünden bir önceki günden./ “Yarına dünden başlıyoruz Üç yavrusuyla vah marsık
kedi” (ME-TŞ)., “Nişancı yemleri dünden hazırlamıştı.” (YK-KSİ)., “Burada dünden bir tabak kıymalı ıspanak kalmış, ister
misin?” (AA-RÜ).
→ başla- [2], hazırla-, kal-, yumurtla-.
dünden bugüne: Ø
dünyada: Ø
düpedüz:⌠61⌡/1. Çok düz ve doğru bir biçimde, dümdüz olarak./ “Şef ika kızar, "uçtu,
düpedüz uçtu" diye direnirdi.” (MU-BDA). ; /2. Yalın, basit, süssüz, sade bir biçimde./ “Buna, düpedüz
"demagoji" derler...” (FO-KSA)., “Düpedüz söyleyiverdi:-Bak ağa, hatır gönül anlaştıktan sonra gelir.” (TB-KA).,
“Düpedüz soruverdi:-Size bir şey spracağım Hoca efendi hazretleri.” (TB-KA)., “Düpedüz politika yapıyorsunuz,
demektir.” (AN-AZDE)., “Boğum boğum gelişen, genişleyen kahkahayı hızla pes noktasına tırmandırırken karşısındakinin
gülüşüyle düpedüz diyalog kurar” (EB-YU). ; /3. Başka bir amaç gütmeden, açıktan açığa, açıkçası,
gerçekten./ “Çıkardığı sese pek ulumak da denemezdi aslında; düpedüz ağlıyordu köpek, neredeyse bin dereden su
getirip yana yakıla yalvarıyordu.” (HAT-KHK)., “Adam öldü yahu, düpedüz öldü.” (GA-TO)., “…evet evet düpedüz
çıldırdılar ve daha kimsenin ağzını açıp da bir şey demesine kalmadan, vahşi bir tay sürüsü gibi çarşıya doğru koştular.”
(HAT-KHK)., “Bazı geceler uykusunda düpedüz bağırıyordu Deniz.” (NG-BKR)., “Yani, o günlerde yediğim herzeleri
düşününce inanması belki güç ama, askerliği düpedüz seviyorum.” (RE-G)., “Siz düpedüz alay ediyorsunuz benimle, dün
akşamın acısını çıkarıyorsunuz."” (TY-AÖ)., “-Rezil etti yahu. Düpedüz rezil etti işte.” (TB-KA).
1.⌠1⌡→ uç-.
2.⌠10⌡→ de- [3], söyle- [2], anla-*, sor-. ║ diyalog kur-, politika yap-, yüzüne karşı
söyle-*.
198
3.⌠50⌡→ ağla- [2], çıldır- [2], öl- [2], uydur- [2], aç-, aldat-, at-, atış-, bağır-, bitir-, den-
, dur-, gül-, heyecanlandır-, iğren-, kana-, kaşın-, kınan-, kork-, küs-, saçmala-, sarsıl-, sev-,
somurt-, söv-, tekmele-, üşü-, yeşillen-. ║ alay et- [3], acı çek-, ağzı açık kal-, aykırı düş-,
cennetlik ol-, düşman kesil-, haltet-, iş edin-, kafa tut-, kahkaha at-, kelle götür-, kendine
hayran bırak-, kör ol-, kötüye kullan-, paniğe kapıl-, rezil et-.
⇒ düpedüz demek (söylemek), düpedüz alay etmek.
dürüm dürüm:⌠1⌡/2. Kıvırarak silindir biçiminde sararak./ “ALKOLLÜ:‘Diriye gızz
Düriyeee! Dürüm dürüm dürülesiceee!’ ‘Ne var anaaa!’ ‘Çık şuraya bakayım nerelerdesin?’” (BŞ-DKO).
→ dürül-.
düşe kalka:⌠31⌡/1. Güçlükle {uğraş vererek.}/ “Koştuk panik içinde... düşe kalka, ağlaya
sızlaya, oynaya güle...” (CD-KB)., “Omuzlarıma sığmazsın düşe kalka yürürüm akşama dek” (FHD-50S)., “Baktım uzun
uzun bu yolculara Arkalarında duran kanlı akşamda Çarmıhı sırtında bir yığın insan Sanki düşe kalka gidiyorlardı.” (AHT-
BŞ)., “Düşse de aldırmayın, düşe kalka öğrenir sürmeyi…” (CD-KB)., “Ama üzülmeyin, insan düşe kalka büyür.” (TÖ-
TO3). /2. Biriyle yakın ilişki kurarak./ “Ø”.
1.⌠31⌡→ koş- [8], yürü- [5], git- [4], gel- [2], büyü- [2], çık- (sahneye, merdiven vb.)
[2], öğren- [2], döğüş-, in-, kavuş-, öğret-, sürüklen-, tırman-.
2.⌠-⌡→ Ø
⇒ düşe kalka koşmak.
düşmanca:⌠17⌡/2. Düşman gibi, düşmana yakışır biçimde, antogonist./ “Hüsrev Bey,
kafasını kaldırmadan kaşlarının altından düşmanca baktı torununa.” (AA-YÖT)., “Durdu durdu, ‘Eşsiz bir adam’ dedi, bana
hiç düşmanca davranmadı.” (HT-GF)., “Bakkala dişlerini göstererek düşmanca sırıttı.” (KT-YS)., “İkisi de bunamış,
yerdeki halıdan başka bir eşyanın olmadığı bir odada karşılıklı oturmuş, gözlerini birbirine düşmanca dikmiş, hareketsiz
duruyorlardı.” (AA-ETY).
→ bak- [9], davran- [2], bakış-, ol-, sırıt-, soldur-, solu-. ║ gözlerini dik-
⇒ düşmanca bakmak, düşmanca davranmak.
düzgün:⌠22⌡/3. Kurala uygun olarak, kusursuz bir biçimde, {muntazam bir
biçimde.}/ “Ne kadar düzgün konuşuyordu.” (GY-H1)., “Koruyucu, kollayıcı, soğukkanlı, ne yapması gerektiğini bilen,
Nihal düzgün yürüsün, üniversiteyi uzatmadan bitirsin, yaşadığı felaketten makul adımlarla uzaklaşsm diye asfalt döşeyen
iki orta yaşlı, deneyimli erkek. (BB-BBÇ)., “Sesi daha da düzgün çıkıyordu.” (YK-OD)., “İlaçlarını düzgün alıyor mu?” (F-
BS)., “Benimle görüşmek için mademki çok düzgün yaşıyorsunuz.” (TÖ-E).
→ konuş-* [5], çık- (melodi, ses vb.) [2], git- (iş vb) [2], yürü- [2], al- (ilaç), bak-, dur-,
işlet-, kesil-* (saç), örül- (saç), sarıl- (el), söylen-, tara- (saç), yaşa-.
düzüm düzüm: Ø
199
E
ebediyen:⌠15⌡/1. Sonsuza kadar./ “Kutsal mezarlığında, ebediyen uyu... (gene kendini alamamıştır,
ötekilere dönerek sürdürür)...” (VT-BÖKDYO)., “Ya gel karşıma geç, böyle çığlık çığlığa her gün savaş benimle ya savuş git,
ebediyen sus... (Işıklar kararır.)” (YK- S). ; /2. Hiçbir zaman./ “Sonra, yine o konuşmadaki "Refet'e, izcilerin oymak
beyi olduğu için yüzbaşı derdik, şimdi Hariciyeye geçtiğinden çoktandır göremiyorum" cümlesinde ufak bir düzeltme
yapmam, "Hariciyeye geçtiğinden çoktandır göremiyorum" yerine "öldüğünden ebediyen göremeyeceğim" demem lâzım.”
(GY-GH)
1.⌠14⌡→ uyu- [2], öl-, sus-, taşı-, yaşa-. ║ (birinin) hayatından çık-, (birinin)
hayatından uzaklaş-, kaybet-, kaybol-, münasebeti öl-, sona er-, şan ol-, yok et-.
2.⌠1⌡→ gör-*.
ebesiz: Ø
edepli:⌠3⌡/2. Ahlaka uygun bir biçimde./ “Sadık da bunun üzerine edepli edepli gülümsemişti.”
(HT-KSA)., “Bir köşeye çekildiğimiz halde, edepli konuşuyoruz.” (AB-BBYŞ)., “Ora halkı, Türkler'e saygı göstermediler,
hayli sıkıntı verdiler ama Yunus Beyin rütbesine öğrenince edepli davrandılar.” (MTT-SS).
→ büyüt-, davran-, konuş-
edepli edepli:⌠2⌡/Uslu olarak, uslu uslu./ “Ø”. ; //Aşırıya kaçmayarak.// “Edepli edepli
gülümsersen, alay ettiğini sanır.” (AB-BBYŞ)., “Sadık da bunun üzerine edepli edepli gülümsemişti.” (HT-KSA).
→ gülümse- [2].
edepsizce:⌠7⌡/Terbiyesizce, utanmadan, edepsizcesine./ “O geceki gibi bir daha hiç öyle
edepsizce bakmadı yüzüme.” (EB-BG)., “….başına fiyongalar ya da renkli kordelalar takıştırarak genç kızların en alımlısı
olduğunu o kadar edepsizce haykırsın şu ölüm….”(Sİ-ÖKS)., “Oğlan edepsizce eğleniyordu kuralları, düşünceleriyle.” (PC-
K).
→ bak-* [2], eğlen-, gül-, haykır-, yaz-. ║ kanat çırp-.
edepsizcesine: Ø
edibane: Ø
efece: Ø
efendice:⌠6⌡/2. Efendi gibi, efendiye yaraşır bir biçimde./ “Mezarlık Müdürü çok efendice
davrandı.” (EÖ-GSA)., “Cemal Paşa efendice hareket etti.” (FRA-Ç)., “Şöyle bir efendice oturalım, diye altına çekti, sonra
hakikaten düşman gibi bir sesle bana döndü: Hasta olursan ne olur ki... dedi.” (GY-H1).
→ davran- [2], otur-. ║ hareket et-, terk et-, yol göster-.
efendi efendi:⌠3⌡/1. Uslu uslu./ “Sen şimdi efendi efendi git Horhor'da elini yüzünü yıka” (ME-TŞ).
“Ya efendi efendi olacakları bekle.” (AÜ-SG).
200
→ git- [2], bekle-.
efil efil:⌠1⌡/Hafif, kesintili ve yavaş bir biçimde./ “İncecikten bir kardı, yağardı efil efil,
Lavinya'mdı, ben ona Nedim'den bir gazeldim, …” (ŞY-2001).
→ (kar) yağ-.
eğreti:⌠8⌡/5. Üstünkörü, ciddiye almadan.{yakışıksız bir biçimde}/ “Heyecanlı olduğu, her
halinden belli; süsü ve özeni yerinde ama, biraz eğreti duruyor.” (Aİ-YK)., “O odaya yerleşmedik, eğreti kaldık.” (TDK.-
ÖÖ)., “Bakıyorum Erhan, uyuyup kalmamak için yatağın kıyısına eğreti oturmuş sigara içiyor, gözlerini kapıya dikmiş
sevişmek için beni bekliyor.” (İA-GKD).,
→ dur- [2], kal- [2], otur- [2], kapatıl-. ║ hisset-.
eğri: Ø
ekmeksiz:⌠7⌡/3. Ekmek olmadan./ “Geçen gün ekmeksiz kaldım... Yemeği ekmeksiz yedim.” (YKK-
KK). “Biz bugün kumanyamızı ekmeksiz idare etmiştik.” (EÖ-GSA).
→ kal- [5], ye-. ║ idare et-.
ekseri:⌠3⌡/Genellikle./ “Olumsuz eleştirilerde bulunanlar bile, ekseri; "Mevsim Öz, bir romancı olarak
kendini kanıtlamıştır." diyorlardı.” (EI-KA)., “Ayten, ekseri uyukladı.” (EI-KA)., “Omuz silkip, geçer mi., ekseri öyle olur
ya.” (EI-KA).
→ de-, ol- (öyle), uyukla-.
ekseriya:⌠15⌡/Genellikle./ “Bu mevsimden sonra günler ekseriya bugüne benzer.” (RNG-ÇK).,
“Galatasaray tarafına yürür ve ekseriya Ömer'le karşılaşırdı.” (SA-İÇ)., “İbrahim'le Hamdi iddialaşırken ötekiler ekseriya
lafa karışmazlardı.” (KT-Gİ)., “Hakkı Celis'e gelince, o, ekseriya konuşurken evvelce ne dediğini unutuverir ve en can
alacak bir cümlenin ortasında birdenbire durarak bön bön dayısının yüzüne bakardı.” (YKK-KK).
→ benze-, buluş-, denil-, karşılaş-, konuş-, söyle-, unut-. ║ alıkoy-, ateş al-*, hacet
kal-*, hayrete düş-, ihmal et-*, kalabalık ol-, lafa karış-*, müphem kal-.
ekseriyetle:⌠2⌡/1. Genellikle./ “Maalesef aklımın beğendiğini ruhum ekseriyetle sevmemiştir.” (GY-R).
; /2. Çoğunlukla./ “Fakat öğleden sonra Mehmet'in gitmediği beş köyde seçimi kahir ekseriyetle kaybettiler.” (HT-
KSA).
1.⌠1⌡→ sev-*.
2.⌠1⌡→ kaybet-.
eksik artık: Ø
eksiksiz:⌠25⌡/2. Tam olarak./ “Her şeyi eksiksiz anlatsın diye ses çıkarmadan dinliyorum.” (MM-
ÜAKO)., “Bu sebeple Manisa Sarayı'nda kendine nasıl bir rol ve vazife düştüğünü eksiksiz biliyordu.” (MTT-SS)., “Eksiksiz
işitebilmişsem, yazdıklarıma güzel derler. Eksiksiz işitememişsem, ortaya çıkan değersizdir.” (FHD-50S)., “soluk ellerini
tutabilsem pia'nın ölsem eksiksiz ölürdüm” (Aİ-SB)., “II. ERKEK : Eksiksiz hazır olmalı her şeyim.” (GA-TO)., “Onların
yapıtları ve yapıtlarda kendini duyuran, hiç değilse eleveren 'dünya' bir sancıyı eksiksiz dile getirir.” (EB-YU).
201
→ anlat- [2], bil- [2], işit-* [2], açıkla-, al-, başar-, de-, doldur-, donat-, edin-,
gerçekleştir-, getir-, gül-, hatırla-, öl-, say-, tanı-, topla-, yap-, yapıl-. ║ dile getir-, hazır ol-.
ekstra: Ø
el altında: X
el altından:⌠35⌡/Gizlice./ “Şimdi bir sürü kitap çıkmaya başladı; önce gizli gizli çıktı, el altından çıktı.”
(OS-HT)., “El altından bir delandon hazırlattım.” (GY-H1)., “Görünüşü Hollyvvood vampı, İstanbullu bir Yahudi matmazel
ki, 'mimli' aydınlara el altından yasak kitaplar satıyor: meselâ şu Espoir, müthiş kitap; İspanya ic savaşı da yâni, Galip'in
dediği kadar varmış... “(Aİ-OKB)., “Senin kocan İstanbul'dan üç karton Malboro getirdi, kahvede el altından sattırdı!..”
(KK-SE)., “Bunları da el altından Amerikalılar yönetmişlerdir, Türkçülükle ilgileri yoktur.” (ZA-MAAİ)., “El altından
haber göndermişti: Kusura bakmasın, yüksek yerden emir aldık -diye.” (ÇA-BAG).
→ çık- (kitap) [2], hazırlat- [2], sat- [2], sattır- [2], anlaş-, başla-, bildir-, çoğalt-, duyur-,
edin-, gönder-, kışkırt-, körükle-, öğren-, satıl-, ulaştır-, yap-, yapıl-, yazış-, yönet-. ║ haber
gönder- [2], curnal et-, dolap çevir-, işaret et-, kiraya ver-, para ver-, tevessül et-, vadedil-, ver
yansın et-, yardımda bulun-.
elan: Ø
elbet:Ø--
elbette: Ø--
elden:⌠11⌡/1. Aracısız olarak./ “Havalesini hemen yapıp elden verelim size dilekçeyi ve doğru
hastaneye gidin.” (ÇA-BAG). “Elden dolaştırır, bir şey yapar, sana alır raporu o.” (ÇA-BAG). “Elden imzalatırız bugün...”
(ÇA-BAG). ; /2. Birinin aracılığıyla./ “İmza istemez elden yollayacağım.” (NH-MİM3). “Kitabı elden
göndermiştim.” (CK-İSDY).
1.⌠8⌡→ ver- [4], dolaştır-, götürül-, imzalat-, veril-.
2.⌠3⌡→ yolla- [2], gönder-.
→ elden almak
⇒ elden vermek.
elden ele:⌠9⌡/Bir kişiden ötesine./ “Tabanca elden ele dolandı, geri Abdi Ağaya geldi.” (YK-İM1).,
“Akşamları boyama kitapları evde elden ele geziyor.” (CD-KB).,
→ dolan- [2], gez- [2], taşın-, ulaştır-, yetiştir-, dolaştır-, sürüklen-. ║ teslim et-. ║
gidip gel-, uçtu gitti.
→ elden ele dolaş, elden ele geçmek.
el ele:⌠104⌡/Birbirini elini tutarak./ “Biz de ablamla nur içinde yatsın, korktuk, el ele tutuştuk,
kaçtıktı.” (OK-C)., “Teyzemlerin kapısına kadar el ele yürüdük.” (HT-KSA)., “Kadın, kafasında kocaman, pembe kurdeleli
bir hasır şapka, çiçekli muslinden dekolte bir entari, uçarak evden çıkıp onun yanına oturuyor, birlikte kırlara, ormanlara
giderek el ele dolaşıyorlardı.” (İA-GKD)., “El ele bahçeye giriyorlar.” (OB-HYD)., “Yürüyüp giderler el ele Geçmiş yaz bir
202
elma kurdu gibi” (AB-YÖBV). “Vapurda el ele oturduk.” (HEA-AG). ; //Birlikte, beraberce.// “Seslerle kokular el
ele dolaşır; Renklerle şekiller sevişip anlaşır, Bir mükemmeliyet orkestrasında.” (CST-BŞ)., “O nedenle, idare reformu ile
demokrasinin gelişmesi el ele gidecektir.” (ASA-AK)., “Millet, el ele istiklal yoluna savaşıyor, savaşın yaralarını sarıyordu.”
(SK-D).
/…/⌠92⌡→ tutuş- [25], yürü- [22], dolaş- [7], gir- (bahçe, salon vb.) [4], git- [3], kal- [3],
tut- [3], çık- (sokak vb.), [2], gel- [2], in- (aşağı vb.) [2], koş- [2], uyu- [2], atla-, bekle-, çarpış-,
dur-, geç-, gez-, koşuş-, otur-, oynaş-, tutuşul-, tutuştur-, uzaklaş-. ║ rakset-, seyret-.
//…//⌠12⌡→ dolaş- [2], git- [2], katıl-, kur-, savaş-, sor-, tutuş-, uzan-, yaşa-, yürü-.
→ el ele vermek.
⇒ el ele tutuşmak, el ele yürümek.
elhak: Ø
elhasıl: Ø
elifi elifine:⌠5⌡/Tam, tam olarak, noktası noktasına./ “Ökkeş ağa, meraklanmasın, buyruklarını
elifi elifine yapacam diyor. -İyi.” (TB-KA)., “Sana övgü yoksulluğum kime mi tasa Bak elifi elifine geldin, şimdi benim
neyim var Emzikli çingenede bir küfe berberaynası “ (ME-TŞ)., “Lamı lamına elifi elifine yaz bu dedihlarımı...” (OA-KO).
→ yap- [2], gel-, gör-*, yaz-.
⇒ elifi elifine yapmak.
eliyle: Ø--
elverdiğince: Ø--
emaneten:⌠1⌡/Emanet olarak./ “Onun için gelirken bana o dergilerden bir iki tanesini emaneten getir
yanında.” (CKM).
→ getir-.
en: Ø
en azından: Ø--
enayice: Ø
enayicesine: Ø
ender:⌠22⌡/2. Çok seyrek olarak, çok seyrek bir biçimde./ “Pek ender de olsa, tıpkı bir işaret
gibi, gölgeli bir gülümseme geçer yüzünden.” (EB-BKM)., “Nasılsa Nilüfer pek ender geliyor, on beş yirmi günden de fazla
kalmıyordu.” (AK-AA)., “Bana doğru uzanıp sigara ikram etti, almadım; «Ben de pek ender içiyorum zaten» dedi özür diler
bir tonla.” (BU-GYÇ).
→ ol- [5], gel- [2], ağla-, bak-, bulun-, gör-, görül-, görüş-, iç-, katıl-, kullanıl-, öfkelen-
, rastla-, yap-, yaz-, yazıl-. ║ not al-.
⇒ ender olmak.
203
enikonu:⌠41⌡/İyiden iyiye, iyice, oldukça./ “Başmühendis de yetişmiş, kimseye göstermemek
istiyormuş gibi yapıp, parayı eline sıkıştırırken enikonu bağırmıştı: Yaşşa Musa Çavuş!” (KT-Gİ)., “Kalktı, iki büklüm
birkaç adım attı. Enikonu topallıyordu.” (KT-YS). Berna, enikonu giyinmişti: yine lacivert ve nefti; yine tweed ve shetland!
(Aİ-YK)., “Herif golf pantalon, gömlek (montgomeri), kaim bot (çörçil) giyilmesini ileri sürmüş, kafaya da, mantarlı
kolonyeller geçirilmesinde enikonu direnmişti.” (KT-Gİ)., “Polisi göremeyince enikonu telâşlandı. «Karakola mı gitti?
Cemil'i yüzerken görüp beğenmiş, enikonu baştan çıkarmıştı.” (KT-YS)., “Ülkede hâlâ bir buçuk iki liraya, enikonu karın
doyurulabiliyor; 'ambalaj masrafları hariç, fabrikada şekerin toptan fiyatı, kristal şeker için 480, küp şeker için 500 kuruş'
ne demek?” (Aİ-OKB).
→ bağır- [2], topalla- [2], belirsizleş-, çarpıl-, çıkış-, diren-, giyin-, kevserleş-, kuşatıl-,
neşelen-, saçmala-, salla-, sapıt-, sevin-, soğu- (ortalık), soruşturul-, sünepeleş-, telâşlan-,
tiksin-, yaşlan-, yazıl-. ║ aklına düş-, başı ağırlaş-, baştan çıkar-, biçim al-, (durum) açıklığa
kavuş-, düzen ver-, görüş alanı daral-, (gün) ağar-, (hava) serinle-, içkici ol-, ihtiyaç görül-,
karın doyurul-, karşılık ver-, musiki ol-, mutluluk duy-, öne çık-, silik kal-, tehdit et-, yabancı
ol-, yorgun düş-.
eninde sonunda:⌠40⌡/Önünde sonunda./ “Ama kelimeler eninde sonunda gerçeğin en ufak
parçaları oluyor, unutmamalı.” (CS-GC)., “Her arayış bir şey bulmak içindir: eninde sonunda aranan bulunur, söz gelişi
bu bir aşk da olabilir, milyonda, milyarda bir.” (OA-KO). “Hem böyle ileri geri konuşursanız eninde sonunda başınız bir
gün belaya girer, demek geliyor, ama korkumdan sesimi çıkaramıyordum.” (DC-Yİİ)., “Her halde bir çaresini bulmalı,
eninde sonunda güzel faydalıya kavuşmalı.” (BRE-DKD)., “Ama eninde sonunda, Gözünü toprak doyurdu.” (ME-TŞ).
→ ol-* [5], bul- [2], bit-, bitiş-, bulun-, dön-, etkile-, geç-, getir-, git-, işle-, kalıklaş-,
kavuş-, paslan-, sez-, söylet-, sürükle-, temizle-, yap-. ║ başına yıkıl- [2], aynı kapıya çık-, başı
belaya gir-, çağın gerisinde bırak-, gözünü toprak doyur-, hainlik et-, harap et-, hesap sor-,
ıslah ol-, kendini göster-, mecbur kal-, sahne ol-, talip ol-, yerini bul-. ║ çürüyüp git-.
⇒ (bir şey) eninde sonunda olmak.
enine boyuna:⌠30⌡/2. Çok ince ayrıntıları ile, eksiksizce, enikonu./ “Sabit Bey bir zaman
bu çeşit teklifleri kafasında gezdirdi, enine boyuna inceledi ya, sonuca bir türlü ulaşamıyordu.” (GY-H2)., “Kahvaltıda
enine boyuna Hayriye'yi konuştuk.” (EI-KA). “Bunları enine boyuna sanıyorum hesapladı Nâzım.” (RE-G)., “Bu Özel
Bölümlerde sırasıyla Tarık Günersel, Halit Asım, Salâh Birsel, Orhan Alkaya ve Haydar Ergülen'in şiiri, söyleşiler, yazılar
ve şiir örnekleriyle enine boyuna tartışıldı.” (ŞY-1996)., “Masallar dünyasında çalışacak, hikâye ve roman tarihimizi enine
boyuna yerli yerine koyacak, Sait Faik ve Kemal Tahir monografilerini yazacaktı.” (BN-DY1).
→ incele- [3], hesapla- [2], konuş- [2], tartışıl- [2], anlat-, araştır-, arşınla- (düşünce),
donat-, düşün-, eleştir-, görüş-, gözetle-, incelen-, oku-*, sergilen-, tartış-, yaz-. ║ çare ara-,
çare düşün-, gün ışığına çıkar-, işi uzat-, sarhoş et-, seyret-, yerli yerine koy-. ║ düşünülüp
taşınıl-.
⇒ (bir şeyi) enine boyuna incelemek.
204
enlemesine:⌠3⌡/Eni boyuna göre daha fazla olarak./ “Adamın çişine kazandırdığı görkemli kavis
tek kemerli bir köprü gibi sokağı enlemesine kat ediyordu.” (BB-BBÇ)., “Tavan dediğim, enlemesine çakılmış dört iri
kalas.” (EB-BG)., “Biri, ‘Kerem Usta, bu kayığı enlemesine ortadan hızarla kes!’ dedi.” (GY-H2).
→ çakıl-, kes-. ║ kat et-.
epey:⌠201⌡/Az denmeyecek kadar, oldukça, hayli, epeyi, epeyce, epeyice./ “Çoktandır
insan içine çıkmıyorum Selim, bir yemek sohbetine katılmayalı epey oldu, doğrusu annenle babanı sıkmaktan çekinirim, eğer
yalıyı tutarsak nasıl olsa sık sık görüşeceğiz, bu gece müsaade edersen ben kimseye görünmeden eve döneyim.” (AA-İGA).,
“Bekir, eli Kala Mala'nm omzunda epey düşündü.” (CD-Oİ)., “Bu sözler arka güverteden ön güverteye kanatlandı, epey
gülüştük.” (AK-MY)., “Bu düşünce epey uğraştırmıştı onu.” (BK-USBGA)., “Fethiye'nin bugün Ölü Deniz'le karayolu ile
bağlanması hem Fethiye'ye eşsiz bir plaj kazandırmış, hem de Ölü Deniz'i epey kalabalıklaştırmıştır.” (AK-MY)., “Kısa
zamanda epey yol almıştım yeni yaşamımda.”. (DK-Z)., “Sonra yanyana, hiç konuşmadan, epey yürürler ve buluşmanın ilk
zevkini bu sükût içinde daha çok hissederlerdi.” (PS-FH)., “Aradan epey zaman geçti.” (KHK-YAH)., “Bu siyah gözler, bu
uçarı gülüş yüzünden, epey acı çekti erkek, diyor duyulur duyulmaz.” (İA-GKD)., “Burada Gisela Kraft ile bir dergi için
yaptığımız bir konuşmada da senden epey söz ettik.” (TÖ-LEM)., “Kitap, defter bile epey para tutmuştu.” (SFA-SS)., “Evet.
Epey kilo vermişim.” (İA-İKG)., “Böyle yerlerde dolaşmanın doğal sonucu olarak vücudumuzda biriken statik elektriği çatır
çutur birbirimize aktarmak da pek eğlenceli doğrusu! Epey içmiştik seninle, epey de dans etmiştik.” (BB-BBÇ)., “….hele
denize alışmamış olanlar ilk zamanları epey sıkıntı çekerler, saatlerce güvertede serili kalmak, yahut daha fenası kusmak
zorunda kalırlar.” (AK-MY).
→ ol- [17], düşün- [7], geç- (zaman vb.) [6], sür- [5], ilerle- [4], uzaklaş- [4], yürü- [4],
uyu- [3], bozul- [2], gül- [2], konuş-* [2], sıkıştır- [2], tut- [2], üz- [2], yor- [2], yüksel- (güneş
vb.) [2], acık-, ağırlaş- (hava), alçal-, alış-, ara-, artır- (bilgi), asileş-, bekle-, biç-, bil-, bocala-,
büyü-, büyüt-, çalış-, çekiş-, çektir-, dayat-, dol-, dolaş-, eski-, gecik-, geliş-, gez-, git-, gör-,
güçleştir-, gülüş-, hafiflet- (endişe), haşla-, ıslan-, iç-, iç-, irdele-, iyileş-, kaçır- (içki),
kalabalıklaş-, kalabalıklaştır-, kolaylaştır-, kuvvetlen-, küçül-, rahatla-, sayıl-, sendele-, sıkıl-,
söylen-, sürün-, şaş-, şaşır-, tartış-, terlet-, tırtıklan-, törpüle-, uğraş-, uğraştır-, unut-, uza-,
yaklaş-, yaşlan-, yat- (güneş), yaz-, yazıl-, yetiş-, yıpratıl-, yorul-, yumrukla-, zayıflat-, zorlan-
, zorlaştır-. ║ zaman al- [7], uzun sür- [4], yol al- [4], zor ol- [3], söz et- [2], acı çek-, ahbaplık
et-, araştırma yap-, baş ağrıt-, boy at-, çaba harca-, çene çalın-, dans et-, eline para geç-,
gevezelik et-, güçlük çek-, haber al-, haksızlık et-, harcama yap-, hastalık geçir-, kafasını çel-,
kâr sağla-, kıymet ver-, kilo ver-, meşhur ol-, meydana çık-, muamele yap-, para et-, para
kazan-, para tut-, para ver-, para yap-, para yedir-, ses kesil-, seyahat et-, sıkıntı çek-, sıkıntı
geçir-, sinir yatıştır-, sorguya çek-, söz götür-, tepki al-, tuhaf gel-, vakit al-, vakit daral-, vakit
geçir-, vakit ol-, yalnız kal-, yankı uyandır-, zayiat veril-, zor gel-, zorluk çek-. ║ yazdık
çizdik.
⇒ (süre bakımından) epey olmak, epey zaman almak.
epeyce:⌠221⌡/Epey./ “Doktor, arabadan epeyce uzaklaşmıştı, yolun solundaki seyrek çalıların gerisine
gitti, boyuna titreyen elleriyle kuşağını aradı.” (CD-Oİ)., “Bekir atın üstünde, ayakları boşta, başı göğsüne eğik, epeyce
205
düşündü. - Çingene olamazlar. Bekir bu insanlara bakarak epeyce düşündü; ensesini kaşıdı; kim olduklarını, Kuşkaya'nın
üstünde niçin durduklarını anlamak istedi, anlayamadı.” (CD-Oİ)., “Görüşmeyeli epeyce olmuş, önce karşılıklı takılmalar,
'bir miktar havaiyat', müşterek dostlar anılıyor: Nâzım'ı Çankırı'ya naklettiler, Vâlâ'yi okuyor musun, Vedat Radyo Müdürü
oldu!” (Aİ-OKB)., “Bazen Macik'in önüne geçiyor, epeyce ilerliyor, Macik durunca derhal geri dönüyor, hayvanın başını
elleri arasına alıyor, dumanlı gözlerine bakarak: "Macik, ne oldu sana bu akşam, böyle mahzun bakıyorsun?” (CD-Oİ).,
“Hissiz, hareketsiz, gözleri kapalı, duvarın dibinde epeyce oturdu, sonra gözlerini açtı.” (CD-Oİ)., “Irmak da epeyce
hızlandı, akşam yakın….” (CKM)., “Onur benden önce gelmiş olmalı. Epeyce yürüdüm çünkü.” (İA-ÖEK)., “Çiftliğe
vardıkları zaman güneş epeyce yükselmişti.” (KT-YS)., “Kaç gündür giyemediğim yeni geceliğim buruşmuş, hayallerim
epeyce eskimiş, camın birazdan fazla sıkılmış olarak gideceğim ona.” (PK-BCR)., “Muhabbet faslı epeyce sürdü.” (RHK-
BS)., “Bu sıcak yaz günlerinde iki köy arasındaki gidip gelmeler epeyce yordu.” (YKK-Y)., “Hatta birinde Sekine Hanım
epeyce telaşa düştü; …” (YKK-KK)., “Bahusus ki, pek yakından bildiğimiz kimseleri bile deniz banyosu kıyafetinde veya
pijama ile, ya da herhangi alışmadığımız bir şekil ve hayrette görünce tanımakta epeyce zorluk çekeriz.” (YKK-A)., “Evden
olmayanlar ise onları bulmak için epeyce vakit kaybeder, güçlük çekerlerdi.” (Sİ-İGÇÖ1)., “Yemekten sonra, epeyce sohbet
ettik.” (SB-HAY)., “Anlayacağın işimiz epeyce düze çıktı. Salih Efe, hem konuşuyor, hem de çakısı ile Yusuf un çorbasına
ekmek doğruyordu.” (SK-D)., “Askerî rüştiyesini ikmal ettiğim zaman merakım epeyce ileri gitmişti.” (MB-AK)., “Gelsin
ulan gelsin diye epeyce kafa yordum, ama koskoca kasabada, kapısında atı olan bir kişi daha bulamadım.” (HAT-KHK).
→ uzaklaş- [9], düşün- [5], geç- (vakit, zaman vb.) [5], ilerle- [5], konuş- [5], ol- [5],
yürü- [5], bekle- [4], dolaş- [4], sür- {devam etmek} [4], çalış- [3], git- [3], iç- [3], otur- [3],
Şaşır- [3], yaklaş- [3], yor- [3], yüksel- (gün, güneş, mehtap vb.) [3], büyü- [2], değiş- [2], dur-
[2], eğlen- [2], eğlendir- [2], eski- [2], gülüş- [2], ilerlet- {geliştirmek} [2], kal- [2], öğren- [2],
şaşırt- [2], uğraş- [2], ye- [2], yorul- [2], abart-, açıl- (yüzerek), alevlen-, alış-, anlat-, art-, aşırı
git-, bağır-, bak-, bocala-, boylan- {boy atmak}, bulutlan-, bunal-, dağıl-, değiştir-, dertleş-,
dinlen-, dişlen-, dokun-, döv-, düzel-, git- {etkisi sürmek}, gül-, hırpala-, hızlan-, ıslan-, ilerle-
(gece), incel-, irdele-, kaz-, kısal- (gün), kıskan-, kolaylan- (işler), korkut-, oyala-, sakinleş-,
sallan-, sars-, sevin-, sinirlendir-, sus-, tartış-, temizlen-, toparlan-, tuhaflaştır-, tut- (kar için),
tut- {yakalamak}, tut- {yekun etmek}, ustalaş-, uza- (gün), uza- (sessizlik), uza- (süre), üzül-,
yanaştır-, yatış-, yıpran-, zayıfla-, zorlan-, zorlaş-. ║ zaman al- [3], yol al- [2], hapis yat- [2],
çene çal- [2], aklına takıl-, ayakta dur-, azap çektir-, bağı kop-, başına iş aç-, cebr et-, çıraklık
et-, dayak ye-, (dedikodu) uyandır-, ders al-, düze çık-, eleştiri al-, endişeye düş-, gayret
sarfet-, geride bırak-, geriye git-, güç ol-, güçlük çek-, haddini aş-, hücum et-, ısfar et-, ileri
git-, ilgi gör-, istihale geçir-, itimat kazan-, izahat ver-, kafa patlat-, kafa yor-, keyfini kaçır-,
merak et-, münakaşa et-, mürekkep yala-, müşkülat çek-, not al-, önem kazan-, pahalıya patla-
, para kazan-, rahat et-, rahatsız et-, rencide et-, sarhoş ol-, sempati kazan-, sohbet et-, telaşa
düş-, tütün kır-, vakit kaybet-, yanıt ver-, yankı yarat-, yardım gör-, zor gel-, zorluk çek-,
zorluk çıkarıl-. ║ dolanıp dur-.
epeyi:⌠19⌡/Epey. (bk. epey)./ “Ne zaman? Epeyi oldu...” (NC-SY)., “Meryemce epeyi uzaklaşmış,
dereyi aşağı iniyordu.” (YK-OD)., “Erkek dansçıya balet diyen bir dil var mı diye epeyi araştırdım.” (FA-ZY)., “Önemsiz bir
oyuncuydu, ama üç dört filmde bir görüldüğü için epeyi tanınırdı.” (NC-SY).
206
→ ol- [2], uzaklaş- [2], araştır-, çalış-, düşün-, kalabalıklaş-, sür-, tanın-. ║ akıl öğret-,
gezip toz-, (gün) yüksel-, ilerleme kaydet-, (okumayı) sök-, öksüz kal-, uzun sür-, yol göster-,
yol al-, zorluk çek-.
epeyice: Ø
er (II): Ø
erce (I): Ø
erce (II): Ø
ercecik: Ø
er geç:⌠37⌡/Erken veya geç, her ne vakit olsa, sonunda, önünde sonunda./ “Er geç biri
bulacaktı katili.” (PK-BCR)., “Kış yaz mırıl mırıl konuşan tatlı çeşmede; Akşam pırıl pırıl uyanan mavi nurda o! Er geç
görürsünüz: yeni bir altın âbide...” (ANA-BBRB)., “Dağ dağa kavuşmaz Kişi kişiye kavuşur er geç Dağ dağdan ayrılmaz er
geç ayrılır kişi kişiden” (FHD-H)., “Türk ordusu mümkün değil bu hatları sökemez. Er geç Ankara da İngilizlerle bir
uzlaşma yolu arayacaktır: ‘Hiç İngilizler efendimizi bırakırlar mı?’ Doğru, bırakmayacaklar ama, birlikte götüreceklerdir.”
(FRA-Ç).
→ bul- [3], gör- [3], ayrıl-, belirtil-, bilin-, doğur-, dön-, duy-, gel-, gel- (mevsim), git-,
karış- {bütünleşmek}, kavuş-, kıskan-, kızar-, kur-, öl-, sula-, uyan-, yap-, yarat-. ║ ortaya
çık- [2], belâsını bul-, çare ara-, çare bul-, (düzen) kurul-, emrine alın-, geri al-, hesap ver-, işi
kotar-, kardeş ol-, uzlaşma yolu ara-.
erim erim:--
→ erim erim erimek.
erkekçe:⌠16⌡/Erkek gibi, erkeğe yakışır biçimde./ “Ben adamla erkekçe konuşurum, bana
kancıkça numaralar yapma!” (OCK-Ç)., “Maksadını daha erkekçe söyle...” (AMD-O)., “Onu kendim gibi yetiştireceğim..
erkekçe.” (TÖ-TO1)., “Mülazım, Alay'ının geriye kalan neferleri ile, erkekçe, bir kaya parçası gibi direndi, dayandı,
düşmanı tekrar siperlere sokmadı.” (SK-D).
→ konuş- [3], söyle- [2], bağır-, dayan-, de-, dene-, diren-, işe-, pençeleş-, yetiştir-. ║
hareket et-, hesap ver-, söz ver-.
erkek erkeğe:⌠5⌡/Yalnız erkekler arasında./ “Biz surda, geldik, erkek erkeğe konuşuyoruz.” (FB-
T)., “Biz erkek erkeğe kaldık.” (F-BS)., “Eğer öyleysen ben de giriyim burdan, seninle baba oğul bir chat yapalım
diyecektim. Erkek erkeğe yazışırız.” (AA-AD).
→ konuş-[2], kal-, yazış-. ║ devam et-.
erkeksiz:⌠4⌡/2. Erkek olmaksızın./ “Üçü bir başlarına, erkeksiz yaşıyorlardı Belki de dış dünyayla
ilgisiz yaşamaları bundandı.” (GY-H2). “İşte bu. Erkeksiz de hiç bir şey yapılamaz bu çevrede.” (NM-TK)., “Saatlerdir,
çatık duran yüzü, ilk kez aydınlandı: "Ben erkeksiz nasıl giderim zati.” (NM-TÖ2).
→ yaşa- [2], git-, yapıl-*.
207
erken:⌠121⌡/1. vaktinden önce, alışılan zamandan önce, er, geç karşıtı./ “Adam eski sınıf
arkadaşıyla buluşacağı otelin barına kasten erken gelmişti.” (ÇA-BAG)., “Beni merak etme. erken uyuyorum.” (GD-
ADM)., “Akşamları erken yatıyorum.” (GD-ADM)., “ANNE : Hayır, onu biliyorum... erken dönecekti de. (Komşu'ya.)
Nasılsınız?” (AMD-O)., “Zihinsel gerileme uzun ömürlülükle ters orantılı görünmektedir; daha az parlak olanlar erken
ölürler, …” (BO-GP)., “Kendisi erken davranmış.” (İA-ÖEK)., “Kadın namazını erken bitirmişti.” (OK-KT). ; /2.
Sabahın ilk saatlerinde./ “Bekir o gece uyuyamadı, erken kalktı, giyindi.” (CD-Oİ)., “Ertesi gün sabahleyin
eniştesiyle matbaada görüşmek istiyordu. Erken çıktı.” (HZU-MvS)., “Bu karıkocaların, babaoğulların, amcayeğenlerin
sesleri çıkmaz, sabahları erken giderlerdi.” (YA-AO)., “İzin alır gelirsem, Güleceksin seyincinden, Sabahları erken
kalkacağız Sobamızı yakacağız,..” (CK-BŞ)., “Perşembe sabahı erken uyandım, İşime karışmasınlar canım efendim.” (ME-
TŞ).
1.⌠81⌡→ gel-* [12], yat- [9], dön- [8], öl- [4], başla- [2], bitir- [2], davran- [2], evlen-*
[2], geliş- [2], kapan- [2], uyu- [2], anla-, ayrıl-, bit-, boşat-, büyü-, çekil-, doğur-, döv-, em-,
git-, giyin-, haberlen-, ihtiyarla-, in-, karşılaş-, konuş-*, ol-, öğret-, sal-, serpil-, sevin-,
uzmanlaş-, var-, yak-, yorul-. ║ çöllere düş- [2], karşısına çık-, serinlik çök-, sokağa çık-,
(yağmur) bastır-, (yemek) ye-, (yemek) yen-.
2.⌠40⌡→ kalk- [20], uyan-* [11], çık- [3], gel- [2], git- [2], kalkıl-, yat-.
⇒ erken kalkmak (uyanmak), erken gelmek, erken yatmak.
erkence:⌠7⌡/Oldukça erken./ “Peki, anneciğim, bu akşam da öyle yapalım, ben dışarıda hiç içmeden
erkence buraya gelirim, müsaade edersen Nazlı'yı da çağırırız, Etem, Nazlı, ben üçümüz bizim havuz başında bir âlem
yaparız!” (OCK-Ç)., “Belki şimdi gezmeye bile çıkmıştır... erkence dönsek belki yolda görürdük.” (RNGBKD)., “Herhal
Bekçibaşı acımış, «Şuraya kıvrılsın da, yarın erkence defolsun!» diyerek içeriye almış...” (KT-Gİ).
→ gel- [4], dön-. ║ defol-, sıra gel-.
⇒ erkence gelmek.
erkenden:⌠341⌡/Erken olarak çok erken./ “Durup dururken yoksa ne diye erkenden kalkıyorum
ben” (ŞY-2000)., “Babam sabah erkenden saraya gitmişti, inşallah kötü bir şey yoktur...” (AA-İGA). “Necdet Atak,
sabahları çok erkenden okula gelir, dersliğinden çıkmaz, öğrencilerini teker teker ya da gruplar halinde, alır ders yapardı.”
(CK-İSDY)., “O gecenin sabahında Nuran erkenden Emirgan'a geldi.” (AHT-H)., “Aylin eve geldikten sonra kendisini iyi
hissetmediğini söyleyerek erkenden yatmıştı.” (AK-AA)., “Nuran'ın geleceği sabahlar erkenden uyanırdı.” (AHT-H).,
“Güneşin kızgın sıcağından korunmak için, bu gezilere erkenden başlanıyordu.” (GD-AK)., “Ertesi sabah erkenden çıktı
evden, Karaköy'e indi.” (AA-YÖT)., “Müjgân'ın babası o sabah, her günkü gibi erkenden uyanmış, giyinmiş hazırlanmıştı.”
(SK-D)., “Çağırdıkları gün erkenden kalkıp yola çıktık.” (BŞ-DKO)., “Bir gece önceden uykusuz olduğum için erkenden
yatağa girdim.” (AN-AZDE)., “Sabahları erkenden sokağa çıkıyor, günü kendi kendine kırlarda gezmekle, yahut kahvelerde
oturmakla geçiyordu.” (RNG-YD)., “Pazar günleri bile sabah erkenden kalkar, işe giderdi.” (DC-BSKY).
→ kalk- [47], git- [42], gel- [37], yat- [31], uyan- [17], çık- (-e, -den) [13], dön- [5], gör-
[5], başla- [4], bit- [4], in- (kasaba, şehir, rıhtım vb.) [4], buluş- [3], damla- [3], götür- [3], koş-
{gitmek} [3], uyu- [3], bekle- [2], çağır- [2], fırla- (-den) [2], giyin- [2], gönder- [2], hazırlan- [2],
kaç- [2], kaldır- [2], kavuş- [2], öl- [2], toplan- [2], uğra- [2], ulaş- [2], uyandır- [2], var- [2],
208
yollan- [2], al-, başlan-, bırak-, büyü-, duy-, duyul-, düşün-, getir-, göm-, gönderil-, götürül-,
hortla-, incelen-, kaldırıl-, kesil-, konuşlan-, koş-, noktala-, öğren-, öğret-, satıl-, sav-, seslen-,
temizle-, toparlan-, topla-, tüy-, yetiştir-, yolla-. ║ yola çık-* [15], yatağa gir- [6], sokağa çık-*
[4], balığa çık- [2], çiçek aç-* [2], dükkân aç- [2], iş başı yap- [2], işe git- [2], odasına çekil- [2],
uyuyakal- [2], yemek ye- [2], yola düş- [2], ameliyata al-, demir al-, dükkân kapan-, dünyaya
gel-, emekli ol-, fark et-, (gezmeye) çık-, haber gönder-, haber yolla-, hareket et-, harekete
geçir-, hava karar-, kahvaltıyı hazırla-, kapı çalın-, kapıya dayan-, karşısına dikil-, kendini
yollara vur-, nihayet ver-, oduna çık- {gitmek}, otobüs kalk-, (rakı sofrasına) otur-, sofra kur-,
sokağa dal-, şafak sök-, telefon et-, terk et-, tıraş ol-, uykusu gel-, vazife başına gel-, yatmaya
git-, yol tut-, yola düş-, yola revan ol-. ║ yatıp uyu- [2], alıp git-, ortalığı silip süpür-.
⇒ erkenden kalkmak (uyanmak), erkenden gitmek, erkenden gelmek, erkenden
yatmak, erkenden yola çıkmak.
esasen:⌠23⌡/1. Başından, temelinden, kökeninden./ “Hissi bir adammış, esasen Ufaklık da ona
çekmiş zaten.” (AA-AD)., “Esasen biliyoruz ki devinimin söz konusu olabilmesi için hem "çizgi" hem de "zaman"
kavramlarına ihtiyaç vardır.” (EC-GDA)., “Üç çiftten biri esasen seviyordu ama, maddî müşküller karşısında bîr türlü
resmen nişanlamaya cesaret edemiyordu.” (RNGBKD). ; /2. Zaten./ “Hayhay beyefendi, dedi, esasen Kâşir Bey de
sizleri bekliyor...” (AN-AZDE)., “Okuyucularının sayısı sonsuz, ehliyeti mükemmel bir memlekette, düşük seviyeli sanat,
esasen yaşayamaz.” (BN-DY1)., “Günlerce uğramadı esasen.” (Sİ-ÖKS)., “Hafız Eyüp’ün Şahin Efendiyi esasen gözü
tutmamıştı.” (RNG-YG). ; /3. Nasıl olsa, gene./ “Ø”. ; //Aslında.// “Fakat Şahin Efendi, kadının ne olduğunu
esasen bilmezdi.” (RNG-YG)., “Bakma sen, ben de kıyamıyorum esasen.” (AA-AD)., “Sıcaklar geçse düzelir esasen.” (AA-
AD)., “Andranik'in vaatleri tahakkuk etmedi; Müslüman halk buna esasen hiçbir zaman inanmamıştı.” (HCY-TPH).,
“Mamafih, Zeyniler'den sonra, burasını beğenmediğimi söylersem esasen ayıp düşer.” (RNG-ÇK).
1.⌠2⌡→ çek- (benzemek), bil-, sev-, sez-. ║ dikkat et-.
2.⌠10⌡→ bekle-, beklen-*, düşün-*, gör-, yaşa-*, uğra-*. ║ arka çık-, güzü tut-*, sabit
ol- {değişmez olmak}.
3.⌠-⌡→ Ø
//…//⌠11⌡→ bil-*, düzel-, inan-*, iste-, kıy-*. ║ ayıp düş-, hazırlıksız yakalan-, mesel
teşkil et-.
esaslı:⌠7⌡/2. Köklü, etkili, güzel bir biçimde, doğru olarak./ “İttihat ve Terakki başkanlarının
milletlerarası meseleler ve dâvalar hakkındaki fikirleri, önceki kuşaktan daha esaslı olmamıştır.” (FRA-Z)., “Seninle esaslı
konuşalım.” (PS-SK)., “Sana daha esaslı yazarım yarın.” (GD-ADM)., “Bak, birinci sayfada Devrim başlığının altındaki
"İdarei maslahatçılar esaslı devrim yapamaz" sözünün yanında da "Gazi Mustafa Kemal" var, Atatürk yok. "Devrimci Ordu
Gücü" bildirilerinden biri daha. 7 nisan 1970 tarihli derginin manşetinde.” (HC-KKKY).
→ ol-* [2], bil-, konuş-. ║ devrim yap-* [2], üzerinde dur-.
⇒ (bir şey) esaslı olmak.
209
esefle:⌠11⌡/Üzülerek, acınarak./ “Ve, esefle söylüyorum, bu ihtiyaç bizde duyurulmadı.” (GY-R).,
“Fabrikacı döndü, hayretle, esefle memura baktı, sonra mırıldandı : Buna biz ne yapabiliriz,-hastalık, ecel!” (RHK-MH).,
“İzzet usta cevap vermedi, başını esefle salladı. - Noldu?” (OK-C).
→ söyle- [2], bak-, de-, değin-, gör-, karşıla-, karşılan-. ║ başını salla- [2], müşahade
eyle-.
esen:⌠1⌡/2. Ruhsal ve bedensel olarak sağlıklı, sıhhatli, salim bir biçimde./ “Hepiniz şen
ve esen kalın!” (RHK-BS).
→ kal-.
eser miktarda: Ø
eskiden:⌠180⌡/Geçmiş zamanlarda, geçmiş çağlarda, geçmişte, mukaddema./ “Ben
eskiden bilirdim tiryaki bir aktar vardı…”(TU-BŞ)., “Ben eskiden de gelirdim, çok gittim geldim polis müdüriyetine,
Sansaryan Han'a.” (ZA-MAAİ)., “Bu harflerin bulunduğu kelimeler ağzın gerisinde, Şiddetli ses çıkararak konuşulur ya da
okunursa, buna eskiden «çatlatmak» denirdi.” (HEA-T)., “Ama, işte, şimdi daha az içiyorum, eskiden çok içerdim.” (TDK.-
ÖÖ)., “Eskiden olsa, bu adamlar ona selam bile vermezlerdi.” (AN-AZDE)., “Bu yöreyi zaten eskiden tanıyorum.” (AD-Y).,
“APOLLODOROS: Böyle karanlık konuşmazdın eskiden.” (TO-SS)., “…her şeyi ortaya dökmesini önlemek için onun
eskiden de yapardım bunu …” (DÖ-BAY)., “Eskiden buna inanırlardı.” (YK-KSİ)., “Bu mevzu son günlerde hep kafamı
kurcalıyor, eskiden böyle düşünmezdim.” (EA-DÖY)., “Eskiden yeterdim kendime Artardım bile Artanla ıslak çalardım.”
(AÜ-SG)., “Eskiden, insanın en güzel ve değerli çocuklarını isteyen susamış tanrılar insafa gelip koyunlara razı olmuşlar.”
(BG-KA)., “Sabahları geç kalkardım eskiden.” (İA-İKG).
→ bil-* [13], yap-* [10], de- [8], ol- [7], sev-* [7], tanı- [7], den- [6], gel- [5], git- [5], gör-
[5], iç-* [5], konuş-* (böyle, vb) [5], düşün-* [3], gül- [3], inan- [3], kork-* [3], söyle- [3], al- [2],
aldırma- [2], at- {abartmak} [2], bak- {ilgilenmek} [2], ver- [2], yapıl- [2], yat- [2], acık-, aksat-
*, alış-, anla-*, anlat-, anlatıl-, bayıl- {beğenmek}, bekle-, bin-, çalış-, çalıştır-, çevril-
{tercüme edilmek}, değiştiril-, denil-, döv-, düzenle-, engelle-, gizle-, görüş-, götür-, hesapla-,
iste-, işit-, karış-*, kızdır-, kok-, kullan-, kullanıl-, okut-, otur-, oynan-, öden-*, öğret-, öksür-,
öl-, rastlaş-, sevin-, şaş-, tanış-, uğra-, uğraş-, umursa-*, vur-, yanıl-, yaşa-, yayımlan-, yaz-,
yet-. ║ (kendi) kendine yet- [3], birlikte çalış-, geç kalk-, hamallık yap-, hocalık et-, hoşa git-,
icat et-, kafa karıştır-, rağbet et-*, razı ol-, sigara iç-*, şaka yap-*, şiir yaz-, türkü söyle-.
esnasında: Ø--
eşekçe: Ø
eşkin:⌠1⌡/3. Böyle bir yürüyüşle./ “Vicdan abla sessizlik kendi ablalığına, iyiliğine katlanamıyor
beyaz bir at eşkin gidiyor gecenin vicdanına evin ruhu, evin ruhuna şahlanıp yatışan bir deniz sesi dolduğunda alaca bir
anın resmini çekiyor bellek; sarışın bir kadın rakı içiyor!” (ŞY-2000).
→ git-.
eşli: Ø
210
etek etek:⌠4⌡/Bol bol, pek çok./ “Seçim kredisi, cami yardımı diyerekten etek etek saçıyorlar!” (FB-
ID)., “Etek etek de para kazanırım.” (YK-OD)., “Göküş Yavrum! diye öpüp okşayayım da, ben sana etek etek, kucak kucak
para dökeyim, boynunu altınla, kollarını bilezikle donatayım da, sen bana sonunda bunu yap?” (FB-T).
→ saç- (para vb.). ║ para kazan- [2], para dök-.
etraflı:⌠7⌡/2. Ayrıntılı, eksiksiz, kapsayıcı bir biçimde./ “Canım sıkılır, hakkın var amma...
biraz sakin ol, etraflı konuşalım.” (PS-SK)., “Bir dilden başka bir dile tercüme yapacak bir kimse, her şeyden evvel,
muharrir ve eser seçiminde titiz ve etraflı davranmalıdır.” (BN-DY1)., “Bunları daha etraflı anlatabilseydi, çok iyi olacaktı
tabii.” (ZA-MAAİ).
→ konuş- [2], anlat-, davran-, görüş-. ║ bilgi edin-, görüşme yap-.
⇒ etraflı konuşmak.
etraflıca:⌠18⌡/Derinlemesine, ayrıntılı olarak, etraflı./ “Küçük Ağa diye bilinen Hoca'nın
ardarda gösterdiği yiğitlikler ve akıllılıklarla nasıl Tevfik Beyin gözüne girdiğini de etraflıca anlattı.” (TB-KA)., “Ama
görüşebilirsek, her şeyi etraflıca konuşabiliriz.” (HAG-AS)., “Çukur kazılmadan önce keşke etraflıca tartışılsa, hazırlanan
teknik raporlar bütün ilgililerin katılmasıyla gözden geçirilse, yanlış adını atılmadan önce iyice düşünülseydi diyecek.” (MS-
GH).
→ anlat-* [8], konuş- [2], açıkla-, düşün-, görüş-, hatırla-, tartışıl-. ║ izah et-, söz edil-,
yazıp toparla-.
⇒ etraflıca anlatmak.
evce:⌠1⌡/Evcek./ “Başta babam evce onları bahçe kapışanda karşıladık.” (SB-HAY).
→ karşıla-.
evcek:⌠7⌡/Bütün ev halkı birlikte./ “Sabah oldu, uyandık evcek; Bir kız geldi kapıya: Alacaksan al
beni...” (ME-TŞ)., “Belki yemekten sonra evcek sinemaya giderlerdi.” (YA-AA)., “Evcek, Nesin Vakfında konuğum
olursanız beni .çok sevindirirsiniz.” (CKM).
→ git- [2], öğün-, senlen-, uyan-. ║ konuk ol-, oruç tut-.
evire çevire:⌠13⌡/İyece, istediği gibi, adamakıllı./ “Bahçıvanlar bir garip hayvan yakalamışlar.
Evire çevire dövüyorlar.” (GD-TO1)., “Evire çevire, öyle inceliyorum.” (YKK-Y). “Zahmet olmazsa, onları kafatasındaki
boşluğa taksın; Şöyle evire çevire bir baksın Ve söylesin sana intibalarını.” (BRE-DKD)., “Adam, evire çevire, dilediği gibi
oynaşacak seninle.” (EB-BG).
→ döv- [3], incele- [3], bak- [2], düşün-, oku-, oynaş-, tekrarla-. ║ muayene et-.
⇒ evire çevire dövmek, evire çevire incelemek.
evleviyetle:⌠1⌡/Öncelikle, haydi haydi./ “Bir de sizi tanıdırlar mı kıymetiniz bir kat daha artacak
evleviyetle.” (TB-KA)
→ art- (kıymet).
evvel: Ø--
211
evvela:⌠36⌡/Önce, ilk önce, ilkin./ “Genç zabit, evvela inanamadı.” (RNG-YG)., “Çocuk evvelâ
şaşırdı.” (SA-K/S)., “Evvelâ tereddüt ettim.” (MB-AK)., “Muhterem reis buba, evvelâ selâm ederim, iki gözlerinden
öperim.” (NH-MİM3).
→ inan-* [3], şaşır- [3], alın- {gücenmek}, anla-*, çat-, gör-*, gül-, ısın-, iç-, kestir-*, selâmla-, sevindir-, söyle-, yadırga-, yorul-. ║ tereddüt et- [2], aklı er-*, azlet-, cesaret et-*, ehemmiyet ver-*, eline al-, fark et-*, geri çekil-, göz at-, hoşuna git-, inkâr et-, selâm et-, sigara iç-*, tahammül et-*, tereddüde düşür-.
evvel ahir: Ø
evvelce:⌠36⌡/1. Önce./ “A, çocuk, niçin bana evvelce söylemedin, seni oraya göndertmemenin bir kolayını
bulurduk.” (YKK-KK)., “Bunu evvelce de yazmıştım.” (GY-GH)., “Ben sık sık senin yüzüne bakarım, olur mu? - Evvelce anlaştık, ben alışverişe karışmayacağım.” (CD-Oİ). “Dosyası tertemiz. Evvelce şüphelenmiştik.” (RHK-BS)., “Bekir sanki
Sultan'la evvelce konuşup karar vermiş de sonra caymış gibi başını eğdi: Açlıktan gebersem, ekmek isteyemem...” (KT-Gİ). ; /2. Önceleri, eskiden./ “Siz bu meydanı evvelce görmeliydiniz; hiç de böyle mahzun değildi.” (AHT-YG)., “Tahsin
Bey ismindeki bu adam kırk yaşlarında vardı. Evvelce iki defa evlenmiş, ikisinde de mesut olamamıştı.” (RNG-YD).
1.⌠30⌡→ söyle-* [10], yaz- [5], anlaş-, belirt-, bil-, düşün-, şüphelen-, yapıl-, yayımlan-, yolla-. ║ arz et- [2], dikkat et-*, itiraf et-, karar ver-, naklet-, neşrolun-.
2.⌠6⌡→ anlat-, bağlan-* (bir yere), evlen-, gel-*, gör-. ║ hatıra gel-*.
⇒ evvelce söylemek.
evvelden:⌠15⌡/Önceden, eskiden, evvelce./ “Keyfiniz kaçar, dalganın artacağını, çok kere şehrin
merkezine, belediye binasının bulunduğu mahalleye doğru son dereceye çıkacağını evvelden bilirsiniz.” (RNG-AR)., “İşin buraya geleceğini daha evvelden hissetmiştim.” (RNG-ÇK)., “Ama geleceğinizi bize evvelden telgrafla bildirirsiniz, sizi Şarkışla'da trende karşılamağa geliriz.” (OK-C)., “Kimse evvelden buna inanmazdı.” (EK-DT..A)., “Ömer Efendi serbest ve herkesle temasta oldukça o adamı tutamayacağımızı ben size daha evvelden söyledim.” (HEA-VK)., “Mümtaz, genç kadının güzel ve biçimli büstünü, beyaz bir rüyayı andıran yüzünü daha evvelden beğenmişti.” (AHT-H).
→ bil- [2], beğen-, bildir-, düşün-, gerek-, hazırlan-, inan-*, söyle-, tanı-. ║ hisset- [2], terk et-, tanzim edil-, haber ver-.
evvelemirde:⌠4⌡/Öncelikle, ilk önce, her şeyden önce./ “Silaha ihtiyacı olan kimse
evvelemirde emniyet ettiği diğer birinden en iyi cins silahın hangisi olduğunu sormalıdır.” (HCY-TPH)., “Müdafaalarını deruhte eylediğimiz zevatın heyeti hâkimeleri huzuruna şevki için kararname ve iddianamede isnat edilen mevaddın mahiyeti kanuniyeleri bizi evvelemirde hukuku umumiye ile alakadar edecek bazı izahat vermeye mecbur ediyor.” (HCY-TPH).
→ öneril-, sor-. ║ mecbur et-, neticeye bağla-.
evveli:⌠1⌡/2. Eskiden./ “Ø”. ; //Önceden.// “Sonra, birden kendini toparlayıp: - Bu kadar genişmiş
mezhebin, niye evveli haber vermedin? dedi.” (HT-KSA).
→ haber ver-.
evvelleri:⌠7⌡/Önceleri./ “Bu bilgisizliğin evvelleri beni çok üzerdi.” (AHT-YG)., “Ne kadar güleceğiz,
haniya evvelleri nasıl gülerdik... “(HZU-AM)., “Namınız semtimize çok daha evvelleri geldi.” (TB-KA). “Bıldırda geldik, ondan önceki yıl da... evvelleri Angara'ya giderdik.” (OK-AY).
→ gel-, git-, gül-, iste-, üz-. ║ hüküm sür-, iktifa edil-*.
212
evvel zaman: Ø
ezberden:⌠21⌡/Ezberlenmiş biçimde, ezbere./ “Bu hanımlar biribirlerinin güzelliklerini,
mücevherlerini, esvaplarını, hele ferace, çarşaf, manto, maşlah, yeldirme gibi sokak kılıklarını ezberden bilirlerdi.” (AŞH-BM)., “Bu sefer defterden değil, ezberden okuyordu.” (MŞE-MA)
→ bil- [8], oku- [8], çevir-, konuş-, öğren-, tamamla-, yaz-.
→ ezberden yapmak.
⇒ ezberden bilmek, ezberden okumak.
ezbere:⌠70⌡/1. Ezberleyerek, bir yerden okumayarak, bir yere bakmayarak./“Ancak,
bütün halk edebiyatını ezbere bilirdi.” (CS-GC)., “O da, ben de bazı hikâyelerini ezbere okuyoruz.” (FA-SUYK) ; /2. mec. Aslını, gerçeğini anlamadan, bilmeden, düşünmeden, incelemeden./“Geceydi, ortalık kararmıştı, art
arda geçen arabaların ışıklarından hiçbir şey görmüyor, ezbere gidiyordu, el yordamıyla.” (SKA-GA)., “Ben, bakmıyorsunuz, ezbere ilaç veriyorsunuz, dedim.” (MŞE-VÇ).
1.⌠68⌡→ bil-* [41], oku-* [17], say- [2], söyle-*[2], anımsa-, çal-, çiziktir-, gör-, tamamla-, türkü oku-, akılda kal-.
2.⌠2⌡→ git-, ilaç ver-.
→ ezbere konuşmak, (bir yeri) ezbere bilmek, ezbere almak, ezbere anlatmak, ezbere yapmak.
⇒ ezbere bilmek, ezbere okumak.
ezcümle: Ø
ezel ebet: Ø
ezgince: Ø
ezile büzüle:⌠5⌡/Utangaçlıkla, sıkılganlıkla./ “Ataç, Avni Başman'ın yanında oturuyormuş; ezile
büzüle ona "Bugünlerde Yahya Kemal aleyhinde bir yazı yazmaya mecburum' (Bu mecburiyet o sıralarda şiddetle benim aleyhimde bulunan İsmet Paşa'nın ona emri olmak mânasındadır). Fakat bu yazıyı Ulus'ta değil, az okunan Ülkü'de yazacağım ve sekiz punto dizdireceğim ki kimse okumasın' demiş.” (BA-YYY). “Kadın hiç cevap vermedi; ezile büzüle, sıska bir yavru köpek gibi duvara, kapının pervazına sürünerek dışarı çıktı.” (RHK-MH). “Önce masalarına oturtmadılar, bekledim; oturtunca garson gibi mutfağa yolladılar, gittim; haftalık bir dergiyi görmek istediler, gazeteciye koştum getirdim; birinin portakalını soydum, öbürünün yere düşürdüğü peçetesini ondan önce davranıp aldım ve soruları üzerine tam istedikleri gibi, ezile büzüle, efendim, ne yazık ki Fransızca bilmediğimi, ama akşamlan elimde sözlük, 'Fleurs de Mal'i sökmeye çalıştığımı söyledim.” (OP-KK).
→ de-, söyle-. ║ (dışarı) çık-, (içeri) gir-, (koğuşa) dön-.
ezim ezim:--
→ ezim ezim ezmek.
ezkaza: Ø
213
F
fakirce: Ø
falsosuz: Ø
faraza: Ø
farklıca: Ø
farzımuhal: Ø
fasılasız:⌠5⌡/2. Arasız, aralıksız, durmadan, ara vermeden, kesintisiz, biteviye./ “Hâkim, sakin ve mutedil... dinledi öfkemi... İnsafsız, duraksız, fasılasız aktın.” (CD-KB)., “Rahatsız çocuk on dört saat
fasılasız hüngür hüngür ağladı.” (HT-AŞ)., “Kadeh yine fasılasız dönüyordu.” (RHK-MH).
→ ağla-, ak-, dön-, konuş-, oku-.
fasla fasla: Ø
faşır faşır: Ø
fatihane: Ø
faullü: Ø
faulsüz:⌠1⌡/2. Faul yapmadan./“Daha o yaşta, çalımsız, sert, hızlı, fakat faulsüz oynardı.” (HT-ÖTÖ).
→ oyna-.
fazla**:⌠215⌡/{4. Gereksiz, yersiz bir biçimde., 5. Gereğinden, alışılmıştan çok
olarak}./ “Böyle de fazla kalamadı.” (AS-YA)., “Atın bitkin haline acıdı: Kele anam, şu kadersizin haline bak... Fazla
konuşamadı.” (AS-YA)., “Ölüyü arabaya taşıttıktan sonra fazla durmadı.” (KT-Gİ)., “Kimseye de fazla açılamazlardı.”
(ÇA-BAG)., “Tevfik Bey fazla direnmedi, başını eğdi.” (TB-KA)., “Sonunda Cemil Gezmiş fazla ısrar etmedi.” (NB-DÜF).,
“Lâkin Hareket-i Milliyye'ye iltihâkın zamanı geldiğini idrâk eden Mihran Efendi fazla sabredemedi; Sabah Peyani'dan
ayırarak, kendini olan bitenden tenzih ederek, Ali Kemal’den ayrıldı.” (YKB-SEP).
→ kal-* [5], gecik-* [3], dur-* [3], konuş-* [3], açıl-* [2], dayan-* [2], bul-*, büyümse-,
büyüt-*, didiş-*, diren-*, gönder-*, görüş-*, kurcala-*, şımar-*, uza-*, uzat-*, üzül-*. ║ ısrar
et-*, sabret-*, rahatsız et-*.
→ fazla gelmek (veya gitmek veya kaçmak), fazla kaçırmak, fazla olmak
fazlaca:⌠42⌡/Gereğinde biraz daha çok olarak, bir hayli çok./“Ev baklavasını biraz fazlaca
kaçırmışım.” (F-PY)., “Kendini fazlaca yoruyorsun.” (AK-MS)., “Diyelim ki komşunuz size selam vermedi: Eğer bu duruma
fazlaca üzülürseniz, yarına kalma ihtimaliniz azalır. ‘Görmemiştir’ diye düşünür, fazlaca üzülmezseniz, yarına kalma
ihtimaliniz artar.” (ÜD-KŞ)., “Ama bu gerçek ilerde fazlaca abartılacak, hakları yenmeye başlanacaktır.” (CS-ŞDÇ)., “Ali
Bey'e «galiba sen biraz fazlaca içtin, seni hiç böyle görmemiştim» demek ve kendisini sofradan kaldırıp biraz dışarı
214
çıkartarak hava aldırmak istedim.” (SB-HAY)., “Ne var ki, eğer bir insan oynadığı bu rollere kendisini fazlaca kaptırırsa,
oynamakta olduğu rol ile kendi gerçek benliğini birbirinden ayırdedemez bir duruma gelir.” (EG-İO).
→ kaçır- (yemek) [3], yor- [2], üzül-* [2], abartıl-, duygulan-, duyul-, etkile-*, iç-,
ilgilendir-*, kal-, kes-, küçümse-, önemse-*, sev-, sokul-, titre-, yorul-, yudumla-. ║ kendini
kaptır- [2], ciddiye al-, dozu aş-, duygusallığa kapıl-, eli titre-*, gözü al-, gürültü et-, iltifat et-,
masraf et-, merak çek-*, önem kazan-, (paspal) giyin-, saçını kabart-, tazyik et-, tuhafına git-,
üstüne düş-, yadırgan-*, yanına sokul-, zaman al-*.
⇒ (yemek) fazlaca kaçırmak.
fazladan:⌠10⌡/Alışılana ek olarak, alışılandan çok, bol bol, çok çok./“Kendi valizleri
yetmeyeceği için fazladan bir de valiz almışlardı.” (HAG-AS)., “Çiftliği kıraç olmasa, ne demeye fazladan para versin.”
(YK-OD)., “Kâtip, Mektupçu Bey'e, birkaç kere gittiyse de söz anlatamamış, fazladan terslenmişti.” (KT-Gİ).
→ al-* [3], ver- [2], alın-, ekle-, kal-, taşı-, terslen-.
fazlasıyla:⌠42⌡/Olağandan, gerekenden çok, pek çok, ziyadesiyle./ “Halit Fahri, edebiyata
borcunu fazlasıyla ödedi.” (BN-DY1)., “…..bireysel etkilerle açıklayamayacağımız bir olgudur, onu fazlasıyla aşar: toplumu
ve bireyi etkisi altında tutan genel etkenlerden söz etmek gerekir.” (TY-YGY)., “Sözün kısası baba Mozart'ın reklam planı
görevini fazlasıyla yapmış, bir çok zihinlerde gerçeğe aykırı bir Wolfgang Mozart imgesinin yaratılmasına yol açmıştır.”
(NN-DM)., “Gerçek ve gerçeklik ondan öcünü fazlasıyla almıştı.” (MM-ÜAKO)., “Klasik numaralar kendilerini fazlasıyla
ele verirler, ama hiç ölmezler.” (MM-ÜAKO).
→ öde- (borç vb.) [6], aş-, bil-, boyan- {makyaj yapmak}, değ-, etkilen-, ilgilendir-,
karşılaş-*, ödet-, ödüllendir-, sıkıl-, şaşırt-, tut-, üşü-, yararlan-. ║ görevini yap- [2], acısını
çıkar-, alıştır-, eksiğini tamamla-, görevini yerine getir-, gücünü aş-, güçlendir- (izlenim), hak
et-, hak veril-, ihracatı art-, karşılık ver-, kendi dünyasına gömül-, kendini ele ver-, kendini
kaptır-, moralini yükselt-, mutlu et-, nasibini al-, öc al-, pay al-, rahatsız ol-, yardımcı ol-.
⇒ (borç) fazlasıyla ödemek.
fedaice: Ø
fedakârca:⌠2⌡/2. Özverili olarak./ “Bir yandan Giustiniani ve komutasındaki Cenevizliler, öte yandan
Guaçardi kardeşler ve komutalarmdaki Venedikliler kahramanca çarpışıyor, kenti en az Bizanslı askerler kadar fedakârca
savunuyorlardı.” (NG-BKR)., “Vakti geldiği zaman ben ondan daha fedakârca ortaya atılırım...” (SA-K/S).
→ savun-. ║ ortaya atıl-.
fehvasınca: Ø
fellek fellek: Ø
fellik fellik:⌠3⌡/Telaşla, heyacanla, koşarak, koşuşturarak, felek felek./“Şimdi bizi fellik
fellik arıyorlardır.” (YK-İM1)., “Horali, İnce Memedi tuzağa düşürmek için fellik fellik arıyordu.” (YK-İM1).
→ ara- [3].
215
fena:⌠80⌡/6. Çok./“…..öyle dinler gibi görünmeme fena bozuluyor.” (FA-SUYK)., “O yapsatçının
şaklabanlıklarına katılmamı bekledi!.. Fena içerlemişti..” (EA-DÖY)., “Boğazım fena ağrıyordu, ağır bir grip geçiriyordum,
ateşim vardı.” (MU-BDA)., “Güzinim, Bu sabah da mektubun geldi, fena alıştım mektuplarına…..” (GD-ADM).,
“Sıkılıyorum artık, fena sıkılıyorum.” (EI-KA).
→ bozul- (moral) [9], içerle- [9], ağrı- [4], bat- [4], alış- [3], hırpala- [3], öfkelen- [3], acı-
(ağrı) [2], dokun- (duygu) [2], kız- [2], sıkıl- [2], sıkış- [2], sızla- [2], sinirlen- [2], yorul- [2], az-,
azarla-, bağır-, bunal-, çarp-, döv-, etkile-, gıdıklan-, gücen-, ıslan-, kay-, kork-, koy-
{içerletmek}, payla-, sars-, sarsıl-, sıkıştır-, suçla-, terle-, terlet-, tutul-, uyu-, üşüt-, yan-, yor-.
║ canı sıkıl- [2], kalbini kır- [2], canı yan-, dişli çık-, eziyet et-, kafa kurcala-, kahret-, midesi
bulan-, nefret et-, yağmur bas-.
→ (birini) fena etmek, (biri) fena olmak.
⇒ fena bozulmak, fena içerlemek.
fena halde:⌠180⌡/Aşırı ölçüde, son derece, pek çok, adamakıllı./“Bu son düşüncesine fena
halde kızdı. -Bir felaketle alay etmek bana yakışmaz.” (AHT-H)., “Bundan fena halde bozuldu; sevinçlerini kaybetti.”
(AMD-O)., “Babaannesine birdenbire fena halde içerledi.” (OK-C)., “Tayibe hem kızmış hem de fena halde sıkılmıştı.”
(AK-AA)., “Şaşırıyor fena halde.” (FÇ-UV)., “Bu vaziyet karşısında Mustafa Kemal fena halde sinirlenmiş.” (EK-DT..A).,
“Fena hâlde canım sıkıldı, kalkıp bir kokakola içtim, mutfakta oyalandım.” (EI-KA)., “Bu kadın fena hâlde sinirine
dokunuyordu.” (HEA-T)., “Bu bağıran kimdi, kimin fena halde canı yanmıştı ki yürekleri yerinden oynatan bu acı feryadı
basmıştı.” (OCK-KE)., “Aylinler yan yana durduklarında birbirlerine hiç benzemiyorlardı, ama tarifleri fena halde kafa
karıştırıyordu. ‘Hangi Aylin?’ diye sorana, Aylinlere ait hangi sıfat söylense işin içinden çıkılamıyordu.” (AK-AA).
→ bozul- (moral) [20], kız- [19], içerle- [8], sıkıl- [6], şaşır- [6], öfkelen- [5], sars- [5],
azarla- [4], kızdır- [3], telaşlan- [3], acı- [2], boz- (moral) [2], çarp- [2], darıl- [2], duygulan- [2],
kır- [2], kok- [2], kork- [2], sarsıl- [2], sinirlen- [2], yanıl- [2], aldatıl-, alış-, azarlan-, batır-,
benzet-, bocala-, buna-, çoğal-, dışla-, döv-, eleştir-, gururlan-, haşla-, hırpala-, ıslan-, iç-,
kıstır-, kızar-, korkut-, küçümse-, manyaklaş-, payla-, sarar-, sık-, sıkış-, sıkıştır-, sırıt-, sızla-,
şaşırt-, tutul-, ürk-, üşüt-, üz-, üzül-, yadırga-, yoğunlaş-. ║ canı sıkıl- [8], (sinirine) dokun- [3],
canı yan- [2], abayı yak-, aklına takıl-, aşık et-, âşık ol-, başı ağrı-, başını çarp-, birbirleriyle
karıştır-, canı iste-, çaresiz kal-, çehresi bozul-, derde gir-, dişli çık-, faka bastır-, gözü ısır-,
gücüme git-, halsiz düş-, ilgisini çek-, itici gel-, kadeh tokuştur-, kafa kurcala-, kafası karış-,
kafası karıştır-, kafayı tak-, kahret-, kalbi sıkış-, kanına dokun-, karnı acık-, kayıp veril-,
muazzep ol-, müteessir et-, müteessir ol-, onuruna dokun-, peşine düş-, pirelendir-, rahatsız
ol-, tempo düşür-, tokat ye-.
⇒ fena halde kızmak, fena halde bozulmak, fena halde içerlemek, fena halde canı
sıkılmak.
ferah fahur: Ø
216
ferah ferah:⌠5⌡/1. Bol bol, geniş geniş./ “Bakınız,. 'koltukları açınca üç kişi daha ferah ferah
oturur.” (RHK-BS). ; /2. İyiden iyiye, haydi haydi, rahatlıkla./ “Duble kötü yol yapılacak diyorlar, oraya düşer
de çalışırsın ferah ferah.” (AA-AD). ; /3. En aşağı./ “On, on iki saat sürer, ferah ferah!” (KT-Gİ).
1.⌠1⌡→ otur-.
2.⌠3⌡→ çalış-, konuş-, yaşa-.
3.⌠1⌡→ sür-.
ferden ferda: Ø
ferih fahur:⌠2⌡/1. Bolluk içinde./ “Ø”. ; /2. geniş ve sıkıntısız biçimde./ “Ø”. ; /3.
Bağımsız, bağlantısız, canının istediği gibi./“Sofaya bir karyola kurulacak, efendi peder burada ferih fahur
yatacaktı.” (RNG-AR)., “İnsan zannederim ki Süleymaniye veya Fatih Camisi'nin halıları ve cilalı hasırlan üzerinde daha
ferih fahur uzanıp yatabilirdi.” (RNG-AR).
1.⌠-⌡→ Ø.
2.⌠-⌡→ Ø.
3.⌠2⌡→ yat-. ║ uzanıp yat-.
fersah fersah:⌠1⌡/1. Kat kat./ “Bir akşam gazetesi bizi fersah fersah geçiyor, hatta Uşak'ın alındığını
bile yazmak gayretkeşliğine düşüyor.” (FRA-Ç). ; /2. Çok, pek çok./ “Ø”.
1.⌠1⌡→ geç-.
2.⌠-⌡→ Ø.
feryat figan: Ø
fettanca: Ø
fevç fevç:⌠2⌡/Akın akın./ “…baygın baygın süzülerek, mestâne atılarak, naze-ninâne sallanarak fevc
fevc geçiyorlar, bitmez tükenmez bir alay ile geçiyorlardı.” (HZU-MvS)., “Büyük Çarşı ve İç Bedesten, lahzada kapandı,
‘herkes güruh güruh, fevc fevc evli evine gitti’.” (REK-Y).
→ geç-, git-.
feylesofça:⌠3⌡/2. Filozofa yakışır bir biçimde./ “Haydar Bilir, feylesofça başını salladı. Çok
haklısınız, sayın hocam.” (PK-BCR)., “Büyük şeker tüccarı bile biraz mahzun oldu; filozofça başını salladı: Bu harp çok
fena şey vesselam! dedi.” (YKK-KK).
→ başını salla- [3].
fıkır fıkır:⌠8⌡/2. Fıkır sesi çıkararak./ “Gözlerinin önünde fıkır fıkır boğulacağız ama hiç bir şey
yapamıyacaklar!..” (KK-SE). ; //Cilveli, oynak bir biçimde.// “…….pabuçlarının üstüne kadar uzayan tülün
altında fıkır fıkır gülüyordu.” (MTT-SS)., “İkisi de padişaha fıkır fıkır hizmet ediyorlar.” (PNB-AGUG)., “Kocaları çoktan
işe gitmiş olan kadınlar, ağır bir baskının üzerlerinden kalktığını hissederek, mutfak kıyafetleriyle sebzeci ve üzümcülerle
fıkır fıkır pazarlık ediyorlar, ama beni görünce bir örtünme ihtiyacını duyarak, içeri kaçıyorlardı.” (KB-DÇ).
217
2.⌠1⌡→ boğul-.
//…//⌠7⌡→ gül- [4]. ║ göbek at-, hizmet et-, pazarlık et-.
→ fıkır fıkır kaynamak.
fır:⌠3⌡/1. Fırıl fırıl “Ebemkuşakları gökyüzünde fır dolandı.” (AKB-BŞ).,
→ dolan-.
→ fır dönmek.
fırdolayı:⌠11⌡/Çepeçevre./“Oda fırdolayı sedirle çevrilmişti.” (RHK-BS)., “Balıkçılar ‘Acaba nereden
patlayacak?’ diye ufku gözleriyle fırdolayı araştırıyorlardı.” (GY-H1)., “Beklenen soru duyulurdu. ‘Niçin çalışmadın, 128!’
Alişan 128 denince, sese dönüştü dönüşecek gülüşünü zorla tutup, başını Cumhuriyet Bayramında kızıllı aklı krepon
kâğıtlarıyla fırdolayı süslenmiş Atatürk resmine çevirirdi.” (F-BS)
→ çevril- [2], araştır-, çevir-, donat-, dön-, koştur-, sar-, süslen-. ║ ateş yakıl-, göz
gezdir-.
fır fır:⌠8⌡/Fırıl fırıl./“Dünya tekerlek gibi fır fır döndü.” (FB-ID)., “Kalede jandarmalar ileri geri. Fır fır
ötüyor düdükleri.” (NH-MİM3).
→ dön- [7], öt-.
⇒ fır fır dönmek.
fırıl fırıl:⌠4⌡/Sürekli ve hızlı bir biçimde./“Oysa tıpkı bu akşamki gibi başım fırıl fırıl dönüyordu.”
(EB-BG)., “Tekerleklerin üzerinde, iki yuvarlak tahtanın arasına çivilenmiş dört çubuktan ibaret kameriye gibi bir şey
duruyor ve tekerlekler yerde yürütülünce bu kameriye fırıl fırıl dönüyordu.” (SA-K/S).
→ dön- (baş, vb.) [4].
⇒ fırıl fırıl (başı) dönmek.
fırt fırt:⌠1⌡/Sürekli olarak, ikide bir./“Dakka dediğin, bir yer de kazık kakmaz, fırt fırt geçer.” (KT-
YS).
→ geç-.
fıs fıs:--
→ fıs fıs konuşmak.
fısıl fısıl:⌠11⌡/Fısıltı halinde, fısıldayarak, alçak sesle./“Üçü de arkalarım köylülere çevirdiler,
fısıl fısıl uzun uzun konuştular, sonra köyden çıkıp gittiler.” (CD-Oİ)., “..…ardı arkası kesilmeyen ninniler söylüyordu ona
ya da kulaklarından tutup karşısına alıyor ve fısıl fısıl bir şeyler anlatıyordu.” (HAT-KHK)., “Ne dedin Dürü'ye fısıl fısıl?”
(FB-T)., “Mutfakta birileri fincanları yıkıyordu. fısıl fısıl da bir şeyler konuşuluyordu.” (EÖ-P/S).
→ konuş- [4], anlat-, de-, konuşul-, söyle-. ║ dua oku-, plan kur-.
⇒ fısıl fısıl konuşmak.
218
fısır fısır:⌠5⌡/1. Fısır sesi çıkararak./ “Ø”. ; /2. Gizli olarak, alçak bir sesle./ “İri kıyım
memurla, saygılı tavrını hiç bozmayan nöbetçi polis, aralarında fısır fısır konuşuyorlar: Vaziyet nasıl, Hasan?” (Aİ-OKB).,
“Habire konuşuluyordu, bazen açıkça, daha çok fısır fısır kulaktan kulağa pek çok şey söyleniyordu.” (EI-KA).
1.⌠-⌡→ Ø.
2.⌠5⌡→ → konuş- [4], söylen-.
⇒ fısır fısır konuşmak.
fış fış: Ø
fışır fışır:⌠3⌡/Fışır sesi çıkararak./“Gürül gürül içimde akardı nehir. Fışır fışır kanunda akardı
nehir.” (NE-GT)., “Biz, eli göze siper edip bakmaktayız, vapor fışır fışır sokulmakta...” (KT-Gİ).,
→ ak-, öt-, solu-.
fıtraten: Ø
fiilen:⌠21⌡/1. Gerçekten./ “... bu saatten itibaren işe fiilen başlayacaktı.” (NSÖ-AD)., “Zaten
tartışılmasa bile, fiilen dağılıyor.” (ZA-MAAİ)., “Ekim 1933 Silahsızlanma Konferansının fiilen sonu olmuştur.” (FA-YST).
; /2. Gerçekten yaparak, çalışarak./“Öğrenciler, yarım gün okulda teorik dersler görüyorlar, yarım gün de
matbaalarda fiilen çalışıyorlar.” (DC-BSKY)., “...iktidarı almak başka, kullanabilmek başka şey; hakiki iktidar, kuvvetini
paylaşmaz, re'sen ve fiilen ifa eder: Bolşevikler neden dolayı kaidenin istisnai olsun?” (Aİ-OKB).
1.⌠14⌡→ başla-, dağıl-, gerçekleştir-, gör-*, kapatıl-, yenil-. ║ egemen ol-, harbe
giriş-, istihsal eyle-, işgal et-, kimsesiz kal-, komutanlık veril-, sona erdir-, (sonu) ol-.
2.⌠7⌡→ çalış- [2], ifa et-, ispat et-, isyan et-, (savaşa) bulaş-, son veril-.
fikren:⌠3⌡/Düşünce yoluyla, düşünerek, zihnen./ “Nitekim Şükûfe Nihal Hanımla her
buluşmamızda fikren, ruhen biraz daha birbirimize bağlanıyorduk.” (GY-GH)., “Şeyh Şüca'yı ne hissen ne fikren
yadırgamadılar.” (MTT-SS)., “Çünkü saray muhafızları da taht üzerinde meydana gelen değişikliği henüz duymamışlar ve
yeni padişah fikrine henüz, hatta fikren hazırlanmamışlardı.” (MTT-SS).
→, hazıllan-*, yadırga-*. ║ (birbirine) bağlan-.
filhakika: Ø
filozofça: bk. feylesofça
filvaki:⌠3⌡/Gerçekte, gerçekten, her ne kadar, vakıa./“Yakup Kadri ve rüfelası diyeceğim, çünkü
kayınbiraderi Burhan Asaf, şâir bir iki muharrir daha var ve belki Necib Fazıl da var, Kadro diye filvaki bir mecmua
çıkarmak istiyorlar.” (CKM)., “Kadın kızı görmüştü, filvaki görmüştü ama, ağladığını pek bilemiyordu.” (HT-KSA)., “Adını
ne koydunuz? Babamın adını koymak istedim ama itiraz ettiler. Filvaki bugün kimse Kadir diye çağırılmaktan memnun
olmaz.” (RHK-BS).
→ iste-, gör-. ║ memnun ol-.
fincan fincan: Ø
fisebillilah: Ø
219
fi tarihinde:⌠7⌡/Oldukça eski bir zamanda, bir zamanlar./ “Efendim, Hebenneka, fî tarihinde
yaşamış Arap kardeşlerimizden biri; o kadar ahmakmış ki adı zamanla ahmaklığı ifade eder olmuştur.” (BA-YYY)., “Peki bu
sokaklar insanlar geçsin diye fi tarihinde yapılmamış mıydı?” (OS-HT)., “Ahmet, Trabzonlu zengin bir babanın tek oğluydu,
İstanbul'a fi tarihinde göç etmişlerdi.” (SFA-SS).
→ gel-, söyle-, yapıl-, yaşa-. ║ göç et-, hasat yap-, köçeklik yap-.
fizikçe: Ø
fokur fokur:⌠3⌡/Fokurdayarak./ “«Aman» diyerek dönüp baktılar, onu gördüler ki, her yanı süt
limanlık olan denizin, bir yeri fokur fokur kaynamakta...” (KT-Gİ)., “Sularım fokur fokur kaynıyor Keyiflendi külhanının”
(VT-BÖKDYO).
→ kayna- [3].
⇒ fokur fokur kaynamak.
fondip:--
→ fondip yapmak.
forte: Ø
fortepiano: Ø
fortissimo: Ø
fosur fosur:⌠5⌡/Dumanını savurarak./“Kocasının boş koltuğuna kırk beş derece dönük oturmuş
televizyonu seyrederken, tıpkı annemin yaptığı gibi, başını omuzlarının arasına çekmişti, ama annem gibi örgü öreceğine
fosur fosur sigara içiyordu.” (OP-YH)., “İki ayağımın arasından fosur fosur akıyor sular.” (NE-GT).
→ sigara iç- [4], (su) ak-.
fuzuli: Ø
fücceten:⌠2⌡/Ansızın (ölmek)/ “Zeyil Bu sulu kar ve bu pespaye şiir Sürerse bu minval üzre Sizi
bilmem ama. aziz kârilerim, Gözlerimde hüzünlü ve tütsülü bir tebessüm Yarma kalmaz, ben, fücceten ölürüm...” (CY-C).,
“Kimi de dayanıyor dayanıyor da, günün birinde fücceten çöküyor.” (HT-ÖTÖ).
→ çök-, öl-.
fütursuzca:⌠3⌡/Önemsemeyerek, aldırmayarak./“Yarın senin ardından da fütursuzca omuz
silkecek!” (Aİ-OKB)., “Doğan Rumeli, bütün bunlara fütursuzca göğüs geriyor; kıvılcım saçan yazılarıyla, hepsinin ağzının
payını verdi; bir yandan da, "Millî Şefin amansız diktatörlüğüne' kafa tutmaktadır:…” (Aİ-OKB).
→ omuz silk- [2], göğüs ger-.
220
G
gacır gacır: Ø
gacır gucur:--
→ gacır gucur etmek
gaddarca: Ø
gafilane: Ø
gâh: Ø
gâhi: Ø
gâhice: Ø
galiba: Ø--
gani gani:⌠8⌡/Bol bol./ “Ama kayıntıyı öğlenleri gani gani doldururum tepsiye, birazını da akşama
saklarız.” (RI-KG)., “Baba tarafından dedem ise, Allah ikisine de gani gani rahmet eyleye, Ahmet Müfit Paşa dedemdir.”
(AA-TO3)., “Sağsa kulakları çınlasın, öldüyse gani gani rahmet dilerim, inanmayı içime sindiremediğim Tanrı'dan!” (VB-
SvB).
→ doldur-. ║ rahmet eyle- [6], rahmet dile-.
garanti:⌠2⌡/2. Kesinlikle, kesin olarak, ne olursa olsun./ “Otomobil arkadan vapurla İtalya'ya
gelecek. Garanti?” (RHK-BS)., “Kırıştırıyorlar garanti.” (VB-SvB).
→ gel-, karıştır-.
garazsız ivazsız: Ø
gâvurca: Ø
gâvurcasına: Ø
gayet: Ø--
gayetle:⌠3⌡/Aşırı derecede./ “Sultan Süleyman garip gencin hatırını hoş etmek için şerbeti alıp içmiş ve
gayetle beğenmiş.” (REK-Y)., “Evet. (Yine gayetle ciddileşir.)” (NH-YM)., “Ağasına güvenen uşak milleti, gayetle rezil olur
ve de söğülüp dövülmekten utanmadığı için, dur otur bilmez.” (KT-Gİ).,
→ beğen-, ciddileş-. ║ rezil ol-.
gayrı:⌠56⌡/2. hlk. Artık, bundan böyle./ “HACI APTULLAH: (Ali'ye) Gidelim gayrı, geleceği yok...”
(NH-YM)., “Ağam dedi beni bağışla, geldim gayrı.” (FO-KSA)., “Yeter gayrı.” (YK-OD)., “Ben gayrı burda duramam.”
(PNB-AGUG)., “KORO - Gavuştuk gayrı...” (HT-KAD)., “Alaman demiş ki, bundan böyle, elinde bu kadar uçmak variken
221
gayrı bu Türk milletiyle başa çıkılmaz, demiş.” (YK-OD)., “Döktükleri hakikat cevherlerini birdenbire idrak ve kabul
etmeyenler olursa dövecek gibi üstüne yürürler. Değiştirelim gayrı bu kafaları.” (RNG-YG).
→ git- [8], gel- [3], yet- [3], bak-* [2], dayan-* [2], dur-* [2], kavuş- [2], ara-*, ayrıl-*,
bekle-*, bırak-, bil-*, bit-, bul-, dağıl-, dön-, gel- (mevsim), ılıklaş- (hava), iç-*, iste-*, kal-,
kes- (konuşmayı), konuş-*, sat-, unut-, var-, yakış-*, yıpran-, yorul-. ║ adam ol-, başa çıkıl-*,
boş dur-*, dikiş tuttur-*, kaybet-, gözünü aç-, hayır çık-*, kafayı değiştir-, korku kal-*, selamı
sabahı kes-, ses çıkar-*, yol bul-.
gayri:⌠79⌡/Gayrı/ “Yetti gayri Meryem, yetti.”. (EI-NS)., “Ben gideyim gayri”. (YK-İM1)., “Durmuş Ali
dayanamadı: Öldü gayri?” (YK-İM1)., “Bırak gayri, deli dağlar söylesin, Deli Memet duruldu desin.” (FHD-YM)., “Kırk
yıldır kocadık gayri der durun...” (TB-KA)., “FADİME NİNE: Ee, yetti gayri muhtar! Gözümüz açıldı gayri.” (RB-SN).,
“‘Bunlar, muharebeyi iyice öğrendiler gayri...’ dedi. ‘Sayende Efem...’ diye takıldılar. (SK-D)., “Kılıç gibi gelmiş kış Gece
yollarda giderim Gündüz ormanlardır yerim gayri iflah olmam Yerim kel dağlardır!” (İB-E)., “Aklım başıma geldi gayri!”
(FB-ID).
→ yet-* [16], git- [5], öl- [4], koca- [3], bırak- [2], bil-* [2], iste-* [2], kal-* [2], sev-* [2],
bekle-, büyü-, çalış-*, çekil-*, dayan-*, de-*, dinle-, gör-*, götür-, kalk-, kıpırda-*, kurtar-*,
kurtul-*, mızıldan-*, öğren-, sus-, usan-, üz-*, yaşa-*, yaşat-*, yat-, yekin-, yorul-. ║ iflah ol-
* [2], gözü açıl- [2], ağzını aç-*, aklı başına gel-, ava çık-*, bıçak kemiğe dayan-, çıtı çık-*,
çok ol-, hasret git-, mahvol-, sırası gel-, tasa et-*, tövbe et-, vız gel-, yüz yüze bak-*, yüzüne
bak-*. ║ şaşırıp kal-.
⇒ gayri yetmek.
gayriihtiyari:⌠17⌡/İstemeksizin, düşünmeden, elinde olmadan./ “Homongolos «aman!» diye
feryat etti. Gayriihtiyarî baktım.” (RNGBKD)., “Kabak çekirdekçi! Gayriihtiyarî o bir adam mı? diyecektim.” (GY-H1).,
“Senelerden beri her şeyden uzak, münzevi yaşayan ihtiyar, onu gördüğü zaman birdenbire şaşırdı, gözleri birdenbire açıldı,
ve dudakları gayriihtiyarî söylendi: - Kimsiniz siz?” (KHK-YAH)., “Okuduğu mana, kendisini büsbütün şaşırtıyor ve
gayriihtiyari elindeki müsveddeleri Atatürk'e uzatıyor.” (EK-DT..A).
→ dur- [3], aban-, bak-, çekin-, de-, düş-, gör-, gül-, karşılaştır-, kes- (konuşma),
söylen-, uzat- (elindekini), yaklaş-. ║ eli git-, karşılık ver-.
gece**:⌠384⌡/4. Gece vakti, geceleyin./ “Gece kaçta geldin, ağzımı açıp da bir şey mi söyledim.” (ÇA-
BAG)., “Gece uzun müddet uyuyamadım.” (GY-GH)., “"Manastır'a gece girdik. Gece çıktık Manastır'dan.” (AB-YÖBV).,
“Ayakta bir müddet durdular. Gece kalacak mısınız?” (KT-Gİ)., “Bu değişikliği, Gevenli, ancak köye döndüğü gece
öğrenebildi.” (MŞE-MA)., “Hava, gece lodosa çevirmişti.” (AHT-H)., “Hayrola... gece rüya mı gördün?” (KT-Gİ).
→ gel- [7], uyu-* [4], çık- [3], gir- [3], kal- [3], dön- [2], duyul- [2], git- [2], öğren- [2],
öldür- [2], yürü- [2], ayrıl-, başla-, bul-, çalış-*, dağıt-, diril-, dönül-, döv-, gez-, gör-, görün-,
iç-, irkil-, kaçır-, konuş-*, otur-, öldürt-, uyandır-, yakala-, yat-*. ║ (çiğ) yağ-, uyku tut-*,
gözünü uyku tut-*, (hava) lodosa çevir-, nur dökül-, rahatsız ol-, rüya gör-, düşüne gir-.
222
gece gündüz:⌠89⌡/Her zaman, ara vermeden, aralıksız, geceli gündüzlü./ “Benim gibi
fakir fıkara üç kuruşu bir arada görmek için gece gündüz çalışır da yine iki yakası bir araya gelmez.” (AN-MB)., “Bol bol
Mozart ve Tchaikovsky eşliğinde gece gündüz çalışmayı düşünür.” (EI-NS)., “Midem daha dayanıklı olsa, gece gündüz
içerdim.” (EB-BG)., “Ben işini buldum bile Beni bekleyeceksin gece gündüz Bekçim olacaksın” (GA-TO)., “İki yıl gece
gündüz okumuştum.” (FA-SUYK)., “Rotatifin kurşun ocağı söndürülmezdi hiç. Gece gündüz yanardı ocak.” (DC-BSKY).,
“Gece gündüz ömrü afiyetinize dualar ediyoruz canımdan kıymetli Paşa babacığım.” (HT-M)., “Annem de artık fazla
gelmeğe başladı ha! gece gündüz, ille bu Cibali'den Topçular'a, eski evimize taşınalım! diye boyuna başımın etini yiyor!”
(OCK-Ç)., “Bir komşumuzun da kızı var gece gündüz türkü söylüyor, Ya doktor ya mühendis diyor da Başka bir şey
demiyor.” (CK-BŞ)., “Bir huğ bulur girerdik içine. Gece gündüz sarılır yatardık” (FB-T).
→ çalış- [9], düşün- [6], iç- [5], bekle- [4], oku- [3], gör- [2], inle- [2], sayıkla- [2], uğraş-
[2], uyu-* [2], yalvar- [2], yan- (mec.) [2], yan- (ocak) [2], ağla-, de-, dolaş-, es- (yel), geç-,
imle-, izle-, kok-, otla-, oturul-, savaş-, seviş-, söv-, söylen-, söyleş-, sür-, yeşer-, yıka-, yürü-.
║ dua et- [3], nöbet tut- [3], başının etini ye-* [2], beraber yaşa- [2], türkü söyle- [2], açık tut-,
beraberinde taşı-, dil dök-, düş gör-, düş kur-, gözüne uyku gir-*, kahır çek-, rahat ver-*,
rahmet yağ-, seyreyle-, yalan söyle-, yönünü değiştir-, zikret-. ║ gelip git-. ║ sarılır yatardı,
yedin içtin.
⇒ gece gündüz çalışmak, gece gündüz düşünmek.
geceleri:⌠209⌡/{1. Gece vakti. 2. Her gece.}/ “Artık geceleri uyuyabiliyordu.” (YA-AA)., “Ayten
yemek odasında yer yatağında yatardı geceleri.” (F-BS)., “Biz eve gidemezdik geceleri...” (GM-BKVY)., “Babası,
müşterilerinin kara kaplı gelir gider defterlerini eve getirir, geceleri bile çalışırdı.” (PC-K)., “…geceleri büyüklerle sokağa
çıkarlar, teraviye giderler, fakat çok kere sonuna kadar dayanamayarak dışarı fırlarlar ve büyüklerin yokluğundan istifade
ederek kahvelerde bir iki el yüzük oynarlardı.” (SKA-GA)., “Bir gece bekler Kuşları her gün Her karanlıkta geceleri bir kuş
bekler” (FHD-H)., “Geceleri Seyfi'nin arkadaşları öteden beriden geliyorlar, haber getiriyorlar.” (HEA-AG)., “Benim de
geceleri gözümü uyku tutmuyor da bunları seyrediyorum.” (OP-YH)., “Çünkü gündüz gözbebeklerinde beliren hayaller,
geceleri rüyasına giriyor, uykusunu dağıtıyordu.” (MTT-SS)., “Geceleri biri yatar uyur, biri nöbet bekler” (YE-HS).
→ uyu-* [17], yat- [14], git-* [11], çalış- [8], çık-* (-e, -den) [7], bekle-* [7], gel-* [7],
kal-* [7], ağla- [6], kork-* [6], uyan- [6], düşün-* [5], bak- [4], duyul- [4], yaz-* [4], otur- [3],
dolaş- [2], dön- [2], kok- [2], öt- [2], toplan- [2], yan- [2], ara-, barın-, bulun-*, buluş-, duy-, geç-
, gez-, gölgelen-, gör-*, görül-, görün-, hatırlat-, iç-, in-, işit-, konuş-*, oku-, okut-, öksür-,
sayıkla-, seviş-, ulu- (çakal), yürü-. ║ gözünü uyku tut-* [5], uyku tut-* [4], rüyasına gir- [3],
uykusu kaç- [3], nöbet bekle- [2], âlem yap-, araba kullan-*, ateş yak-, ayaz çık-, bahis aç-,
başını alıp git-, ciğeri yan-, (denize) gir-, donuna kaçır-, eğlence düzenle-, el ayak çekil-,
(elektrik) kesil-, fıkra anlat-, film seyredil-, halsiz düş-, haytalık yap-, ıpıssız ol-, ışık yakıl-, iç
geçir-, içeri süzül-, inkâr et-, kalorifer yaktırt-*, kendini dışarı at-, konser veril-, malzeme
gönderil-, masal oku-, ortaya çık-, oyun oynan-, rüya gör-, (saçlarını) okşa-*, sevkiyat yapıl-,
seyret-, seyreyle-, soğuk ol-, televizyon izlen-, uykusuz kal-, üstünü ört-, yanından ayır-*,
223
yatağa uzan-, yatağını paylaş-, yatak seril-, yelken aç-, yol al-, yol yürü-, yolculuk yap-. ║
soyunup otur-. ║ alır götürür, içer sıçar, yatar uyur.
geceleyin:⌠49⌡/Gece vakti./ “Sizi buraya getiren de kardeşimdi. Geceleyin sokağa çıkamıyoruz.” (SFA-
HBSK)., “Geceleyin hafif bir kıpırtıyla uyandım.” (DÖ-GYKK)., “…geceleyin döndüm eve cüceyim kurbağayım
orangutanım ne insanım ne şeytan içtimse kör olayım geceleyin döndüm eve maymun gibi tırtıl gibi…” (HH-HÖZ)., “O gün
çiftliğe dönmekle beraber, geceleyin buraya tekrar geldiler.” (KHK-YAH)., “Geceleyin karpuz sergisine gittik.” (MU-BDA).,
“Geceleyin kaybolduğu gibi geceleyin dönmüştü.” (CD-Oİ).
→ dön- [4], bak- [3], gir- [3], gel- [3], kal- [2], uyan- [2], uyu-* [2], belirle-, çalış-,
düşün-, geç-, git-, gör-, kıpırda-*, öl-, sal-, sar-, terle-, tutuştur-, ver-, yak-*, yat-, yürü-, yürüt-
. ║ adımını dışarı at-*, asker çık-, can at-, (denize) gir-, donsuz yat-, gözyaşı dök-, (kapısını)
çal-, (kar) yağ-, kurşuna dizil-, (odaya) dol-, (rüyasını) gör-, sokağa çık-*, (yatağını) yadırga-.
geceli gündüzlü:⌠11⌡/Hem gece hem gündüz, sürekli, aralıksız, durmaksızın./ “Üç
gündür geceli gündüzlü sınavlara çalışıyorum.” (OA-M)., “Onlardan ziyade kendim için, kendimi işsizlik ve yalnızlığın
müzmin melaline kaptırmamak için geceli gündüzlü didiniyorum.” (RNG-ÇK)., “Türkiye'yi kurtarmak için bir şey yapmalı
idi. Geceli gündüzlü bunu düşünüyordu.” (FRA-Ç). “Şimdi geceli gündüzlü partilerde anlatıp duruyorlarmış. (Rıdvan gene
durgunlaşır) Bilmem, günahı getirenlerin boynuna...” (VT-BÖKDYO)., “On gün, geceli gündüzlü işkencede tutmuşlardı.”
(OB-EA).
→ çalış-, didin-, düşün-, öğret-, sür-, uğraştır-. ║ baskı hisset-, işkencede tut-, (yağmur
vb) yağ-. ║ çalışıp çabala-, anlatıp dur-.
geç:⌠66⌡/2. Kararlaştırılan, beklenen veya alışılan zamandan sonra, erken karşıtı./ “Sonra geç olur benim için..” (AA-TO3)., “"Akşam geç yattık," diyor anlamlı anlamlı gülümseyerek.” (AÜ-SG)., “Bizimki de
geç geldi.” (FB-ID)., “Bağırıp çağırmayı geç öğrendim ben.” (MM-ÜAKO)., “Bu gece sordu. Geç dönmüştü dışardan;
geçerken önünde durdu; rakı kokuyordu.” (YA-AO)., “Biz bunu geç haber alıyoruz.” (SB-HAY)., “Geç farkettim taşın sert
olduğunu.” (CST-BŞ).
→ gel-* [19], yat- [6], dön- [4], koy- [4], anla- [3], öğren- [3], başla- [2], git- [2], git- [2],
aç-, ayıl-, bırak-, büyü-, çıkar- (pijama), gir-, gör-, götür-, kavuş-, öde-, toplan-, ulaş-, uyan-,
yayımla-, ye-. ║ haber al-, (hava) karar-, farkına varıl-, fark et-, (güneş) doğ-, tıraş ol-.
→ geç kalmak.
⇒ geç gelmek.
geççe:⌠1⌡/Biraz geç olarak, geç saatleri yakın./ “Bilmem, kaçı kaç geçe, Bilmem, kaça kaç kala Ya
erkence, ya geççe, Sıram gelir, hoppala!” (NFK-Ç).
→ sıra gel-.
geçe (I): Ø--
geçende:⌠42⌡/Ne kadar geçtiği belli olmayan yakın bir zaman önce./ “Geçende Gülnar'a
gittim de elim titreyerek sadece iki buçuk lira harcayabildim ne dersin sen?” (FO-KSA)., “Geçende birisi de "şiir durdu"
224
demişti.” (CS-GC)., “Kocası fabrikada çalışıyor. Geçende geldiler.” (SD-K)., “Duvarda güzel bir fotoğrafı vardı. Geçende
kahveye uğradım.” (OB-EA)., “Senin kızdan haber var mı? Geçende bir mektup aldım...” (GY-H2)., “Zaman eksiltir insanı,
her geçen gün, ömründen çala çala geçende oturup düşündüm, ne kadar kaldığımı, azala azala” (MA-BAK).
→ git- [6], de- [5], gel- [3], sor- [3], uğra- [3], al-, ayrıl- {boşanmak}, bak-, bula-*, çıkış-
, duy-, düşün-, gör-, hastalan-, konuş-, otur-, öğren-, söyle-, tanış- tartış-. ║ mektup al- [3],
aslan kesil-, bahset-, karnı ağrı-, kaybol-. ║ oturup düşün-.
geçenlerde:⌠86⌡/Yakın bir geçmişte, yakında./ “Geçenlerde bir öğrencim geldi.” (TA-NB).,
“Geçenlerde gördüm, kapıya asılıp sallanıyorsun.” (F-PY)., “Ama bugün?.. Geçenlerde Hakkâri'ye gitmiştim.” (DC-
BSKY)., “Geçenlerde 70 yaşındaki bir genç kadın şunları söylüyordu: Aferin gençlere, bizim bilip de yapamadıklarımızı
yapıyorlar.” (EA-KIY)., “Geçenlerde bir sevgili ağabeyime rastladım.” (AB-BBYŞ)., “Geçenlerde Enver'den Adana'dan
mektup aldım.” (CKM)., “Hadi çabuk! geçenlerde aklıma geldi, «Nerede kaldı bizim Cehennem Topçu?» dedim kendi
kendime...” (KT-YS).
→ gör- [6], gel- [5], söyle-* [5], git- [4], oku- [4], rastla- [4], de- [3], konuş- [3], al- [2],
bul-* [2], gönder- [2], yaz- [2], ağırlaş-, anımsa-, anlat-, dişle-, düşün-, getir-, görüş-, göster-,
hesapla-, izle-, kaç-, kız-, kudur-, otur-, öl-, sor-, ver-, yakala-, yap-, yayınla-. ║ mektup al-
[2], aklına es-, aklına gel-, basın toplantısı yap-, beyanat ver-, bisiklete bin-, çağrı al-, çıkagel-,
(evden) çık-, gözüne iliş-, haber al-, hak kazan-, karakola götür-, keşfet-, (konuk) gel-, mektup
gel-, (misafirlikten) dön-, ödül ver-, söz et-, şikâyet et-, (yemeğe) çağır-. ║ alıp getir-. ║
girecek ol-. ║ gittim gördüm [2].
geç saatler: Ø
geh: Ø
gelişigüzel:⌠46⌡/2. Üstünkörü, {öylesine}./ “Bir şiir kitabının sayfalarını gelişigüzel
karıştırıyordu.” (Sİ-ÖKS)., “Sonra gelişigüzel köyün içine daldı.” (YK-İM1)., “Bayan yerlere gelişigüzel kâğıtlar atıyor, onu
uyardım, diyorum.” (VG-GHO)., “Gördükleri hazinelere biz de gelişigüzel bir gözatalım: …”(OP-KK)., “Düşman, kıstığı
yerden durmadan, gelişigüzel ateş ediyordu.” (SK-D)., “İnsanlar, içinde bulundukları mekanı gelişigüzel kullanmazlar.”
(DC-Yİİ).
→ karıştır- (sayfa, vb.) [3], at- [2], dal- (yol, vb.) [2], kullanıl-* [2], otur- [2], aç-, al-,
atıl-, bağırt-, başla-, bölün-, de-*, doğra-, fırlat-, gezdir-, gir-, hesapla-, iliş-, karala-, kon-,
kullan-*, merhabalaş-, oku-, serpil-, söyle-*, söylen-*, toplan-, vur-, yap-, yapıştırıl-, yığdır-,
yükle-, yürü-, yürüt-. ║ ateş et- [2], çizgi çiz-, göz at-, saçlarını topla-. ║ dehleyip git-.
gene**:⌠1203⌡/Yine./ “Bana şimdilik allahaısmarladık, gene gelirim, dedi.” (AN-AZDE)., “Avni Efendi
başını köşe yastığına dayamış, gözlerini kapamış, uyuyor gibi duruyordu, ibrahim Efendi gene söze başladı: - Ya, dedi, insan
ne kadar gözetlese gene oluyor.” (MŞE-MA)., “Cumaya gene giriyoruz içeri.” (ÇA-BAG)., “Ben gene sordum: «Vukuatın
ne, dede?»” (SA-K/S)., “Gene susuyoruz.” (EB-BG)., “Af buyurun, başınızı ağrıttım. Gene görüşürüz belki.” (YA-AO).,
“Evden merak ederler... gene göz göze geliyoruz annemle.” (EB-BG)., “İlk işi, onun neler bildiğini öğrenmekti. gene Sara
aklına geldi.” (MŞE-MA).
225
→ gel- [21], başla- [6], gir- [4], söyle- [4], sus-* [4], al- [3], değiş- [3], gör- [3], görün- [3],
görüş-* [3], gül- [3], ol-* [3], sor- [3], yap- [3], ara- [2], bak- [2], bekle- [2], bul- [2], de- [2], düş-
(ısı) [2], getir- [2], gülümse- [2], iç- [2], iste- [2], konuş- [2], sev- [2], unut- [2], ver-* [2], yaz- [2],
aban-, aldat-, alın-, anlat-, art-, başlat-, başvur-, belir-, bırak-, bil-, bilin-, boşal-, buyur-,
canlan-, çağırt-, çal-, dinlen-, dön-, duyul-, düzel-, fırla-, gülüm-, hatırla-, hırçınlaş-, ihtiyarla-
*, inan-*, kalkış-, karıştır-, kavuş-, otur-, sinirlen-, sorul-, şaşır-, tırman-, uğra-, uyu-, uza-,
yürü-, ye-, yet-, yat-. ║ göz göze gel- [3], aklına gel- [2], devam et- [2], açıkta kal-, ayağa kalk-
, başına dikil-, bildiğini oku-, dert yan-*, durumu kurtar-, eli titre-, engel ol-*, gidecek ol-,
gözünü dik-, gözünü kıs-, (hava) kapan-, heyecanlan-, hıçkırık tut-, içi aydınlan-, içi ışı-, iki
büklüm ol-, işe koyul-, işi düş- (birine), karşılık ver-*, kendi bildiğini yap-, kendini alama-,
kendini tutama-, özür dile-, peşine düş-, rahatsız et-, rica et-*, sarhoş ol-, savaş çıkar-, sigara
yak-, söz et-*, söz kesil-, temin et-*, ter içinde kal-, üstüne at-, vazgeç-*, yalan söyle-, yemin
et-, yoluna gir-.
⇒ gene gelmek.
gene de**:⌠267⌡/Öyle olduğu hâlde, rağmen./ “Açık alaycı konuşurdu ya, gene de onu
sevmiştim.” (F-PY)., “Gene de inanamazdım.” (NA-KD/A)., “"Bu akşam gene de balık istemem." "Mantı," dedi Ali Çavuş.”
(YK-KSİ)., “Gene de anlamazlar, ben Galip'in beytini Nedim'inkinden daha güzel bulanları da gördüm.” (NA-KD/A)., “Ama
sen gene de dikkatli ol.” (EB-BG)., “Ama gene de özür dileyeceğim, özür diliyorum, çok özür diliyorum..” (TDK-KO).
→ sev- [4], inan-* [3], iste-* [2], anla-* [2], açıla-*, beğen-*, bil-, dayan-, de-*, döğüş-,
dur-*, güvenil-*, incele-, kır-*, konuş-, kork-, öl-, sor-, söyle-, terle-, titre-, uslan-*, yap-. ║
başını salla-, canı iste-, çare bulun-, dikkatli ol-, hoşuna git-, ısrar et-, iyi dayan-, özür dile-,
yemin ver-, yerinde durama-, yollara düş-.
genellikle:⌠24⌡/Genel olarak, büyük bir çoğunlukla, çoğu kez, çoğunlukla, çoklukla,
ekseri, ekseriya, ekseriyetle./ “Sonuçta sokaktaki adam, genellikle kitap okumasını sevmez, okumaz da; onda
edebiyat sevgisini ara-maksa boşunadır.” (AB-SD)., “Okşanmaktan genellikle hoşlanmaz.” (CK-İSDY)., “Ama genellikle
olmuyor bu.” (ŞY-1999)., “Ve daha kimbilir ne çok şey için... "Sakatlar", genellikle beğenildi.” (EI-KA)., “Çünkü insanlar
sözlü olmayan davranışlara genellikle pek dikkat etmezler.” (EG-İO)., “O da genellikle cevap vermiyor.” (DC-Yİİ).,
“Ergenlik araştırmaları ergenlik dönemini pek çok boyutlarıyla ele aldığı halde, ergenlikteki ölüm kavramını genellikle
ihmal etmiştir.” (BO-GP).
→ sev-* [3], hoşlan-* [2], ol-* [2], beğenil-, benze-, bütünleş-, karıştır-, kork-, oku-,
örtüş-*, sevil-, tanımlan-, uyu-, yap-. ║ birbirine karış-, cevap ver-*, dikkat et-*, ihmal et-,
vakti ol-*, yeğ tut-.
geniş çaplı: Ø
gepgenç: Ø
226
gerçekte: Ø--
gerçekten: Ø--
gerçi: Ø--
gereğince:⌠24⌡/Gereği gibi, gereğine göre, gerektiği gibi, mucibince./ “Dışardaki
başarılarımızı gereğince kavramıyor, değerlendirmiyoruz gibi geliyor bana...” (AD-Y)., “Romanda kendi çağdaşlarını
(yaşıtlarını desek daha iyi) gereğince izlememiştir.” (CS-ŞDÇ)., “Kendisini bunaltan annesi yerine babasıyla özdeşleşmeye
çalışır, dolayısıyla kadınlık rolünü gereğince benimseyemez.” (EG-İO)., “Devlet işidir, akıl sır ermez ki, gene de ben, biz
Nişancı Veli Ağaya gereğince davranmalıyız, dedi içinden.2 (YK-KSİ)., “Toprak beslemiyor bizi. Gereğince işleniyor mu?2
(GD-TO1)., “Çocuk, ölümün anlamını gereğince algılayamaz.” (EG-İO).
→ algıla-*, anla-*, anlatıl-*, benimse-*, bilin-*, davran-, değerlendir-*, değiş-*,
faydalanıl-*, götür-*, hazırla-*, incelen-*, işlen-*, izle-*, kavra-*, kullan-*, oturtul-*, öğret-*,
somutla-*, uy-*, yanıtla-*, yürütül-*. ║ yanıt ver-*, adım at-*.
gerekli gereksiz:⌠1⌡/Yersiz zamansız./ “Madam Tasula gerekli gereksiz konuşur.” (F-BS).
→ konuş-.
gereksiz: Ø
geri**:⌠650⌡/10. Geriye doğru./ “Birkaçı, sandalyelerini geri çektiler, ayak ayak üstüne attılar.”
(MŞE-MA)., “Ürkerek geri sıçradım.” (EB-BG)., “Yarı yere kadar varmadan tırnakları sökülerek, dizleri bükülerek geri
kayıp düştü.” (TDK-D)., “Ameleler geri fırladılar.” (SA-K/S). ; //Tekrardan, yeniden, yine, tekrar, bir daha.// “..bir an gözden yittikten sonra dönüp geri geliyor,…” (YK-KSİ)., “Adada üç beş ay Allah'ın verdiği ile semiren, kendine
gelen hayvanları bu kez geri getiriyor, pazara sürüyordu.” (NC-SY)., “Muavin imzalanmış kâğıdı zarftan yırtarak aldı zarfı
geri uzattı.” (ÇA-BAG)., “Bulmadan geri çıkmazlar.” (AS-YA)., “Çobanlar, ağıllarının önünde doğruldular, giden
köpeklerini ünleyip geri çağırdılar.” (NC-SY)., “"Parayı peşin almışlardı, geri istedim."” (AB-BYS)., “Geri gel lütfen.
AYDIN*(Ağır ağır geri gelir, girer, kapıyı kapatır.)” (AA-TO3)., “ÖTEKİLER: Dikkat! (Üçü de geri fırlarlar.)” (AA-TO3).,
“Onunla karşılaşmamak için hemen geri kaçtı.” (AN-AZDE).
10.⌠28⌡→ çek- [17], at- [2], it- [2], bak-, çık-, fırla-, fırlat-, sıçra-, tep- (silah). ║ kayıp
düş-.
//…//⌠72⌡→ gel-* [26], getir- [10], uzat- [7], götür- [4], kaç- [4], iste- [3], çağır- [2],
indir- [2], tak- [2], yolla- [2], çek-, çık-*, çök-, fırla-, in-, otur-, sal-, sar-, sat-, sok-.
→ geri almak, geri basmak, geri çekilmek, geri dönmek, geri durmak, geri gitmek,
geri göndermek, geri kalmak, (bir iş yapmaktan veya birinden) geri kalmamak, geri
komamak, geri saymak, (bir şeyi) geri vermek.
⇒ geri çekmek, geri gelmek, geri getirmek.
geriden geriye:⌠2⌡/1. Gizlice, sinsice./ “Konuşmaları şen ezgiler, sesler, geriden geriye izler.” (GA-
TO). ; /2. Uzaktan, yakın bir ilgi göstermeyerek./ “Topal'ı geriden geriye görüyor....” (OK-KT).
227
1.⌠1⌡→ izle-.
2.⌠1⌡→ gör-.
geri geri:⌠49⌡/Geriye doğru, arka arka./ “Odadakiler, iki büklüm eğilerek geri geri gittiler…” (AN-
AZDE)., “Ağayı selamlayan katip, odadan geri geri çıktı.” (OK-C)., “Çantamda, iyi kötü daima yenecek bir şey
bulunduğunu bildiği için yolumu kesiyor, karşımda ayağa kalkarak geri geri yürüyor, ön ayaklarıyla bana tutunmaya
çalışıyordu.” (RNG-ÇK)., “Ayağımın altında yer geri geri kayıyordu.” (EB-BG).
→ git-* [25], çık- (dışarı vb.) [4], yürü- [3], kay- [2], çek-, çık- (merdiven), gel-, getir-,
işle- (saat), it-, kaç-, koş-, say-, sürü-, sürükle-, uzaklaş-. ║ adım at-, hareket et-.
→ geri geri çekilmek.
⇒ geri geri gitmek.
gerisin geri:⌠33⌡/1. Geldiği yere veya ters yöne doğru, gerisin geriye./ “‘Peki,’ dedim ben
de ve gerisin geri döndüm, anlaşılmaz bir Hicabi özlemiyle birlikte gene demirci dükkânının önünden geçtim, ….” (HAT-
KHK)., “Ama onun herkesi kendine bağlama merakı yüzünden, açgözlülüğünden, darbeci takımlar birbirine düştü, askeri
darbe yattı, yola çıkan tanklar gece radyoevine değil, gerisin geri kışlalarına gittiler.” (OP-KK)., “Onlar alışkın kuşlardır,
kaçmazlar, gider gerisin geri gelir insanın koluna konarlar.” (YK-BE). ; /2. Yeniden, tekrar, bir daha./ “Gel
gerisin geri yerine... demişler.” (KT-YS)., “Ali gerisin geri kahveye girer.” (RB-SN)., “Gerisin geri gönderemedik.” (CK-
İSDY).
1.⌠30⌡→ dön- [10], git-* [6], gel- [2], in- (merdiven) [2], kaç- [2], düş-, itele-, otur-,
savur-, uzaklaş-, yuvarlan-. ║ alıp götür-, yola düş-.
2.⌠3⌡→ gel-, gir-, gönder-*
⇒ gerisin geri dönmek, gerisin geri gitmek.
gerisin geriye:⌠13⌡/Gerisin geri./ “Davulcu osuruğu gibi kalmıştık. Gerisin geriye döndük.” (NE-
GT)., “Yusuf, gerisin geriye çevirdi atını.” (SK-D)., “İkindiüstü Büyük Bey gelince, yükledik gerisin geriye, iki saat ilerde,
bildiğin Arabistan çölüne konduk.” (KT-Gİ). “Gerisin geriye, anasının yanma doğru, sabırsız, yola düştü.” (YK-OD).
→ dön- [6], çevir- [2], döndür-, fırla-, uzaklaş-, yükle-. ║ yola düş-.
⇒ gerisin geriye dönmek.
gevşek:⌠15⌡/3. İlgisiz, kayıtsız bir biçimde./ “Bunun için, sanksiyonlar meselesinde Fransa gayet
gevşek davrandı.” (FA-YST). “Rumeli beylerbeyi gevşek tutuyor işini anlaşılan, Bosna dolaylarında düşman taşkınlıklar
edermiş; hemen gereği düşünüle !” (TO-Dİ)., “Olanlara bakma sen, kendine bak da dik dur! Gevşek konuşma!” (FB-T)., ;
//Sıkı veya gergin olmayan gevşemiş bir biçimde.// “«Gövdesini her zamanki gibi gevşek mi bırakır?»”
(KT-YS)., “Cemil, uygun bir hedef aradı, pek özenmeden, gevşek attı, salkım söğüdün titreyen dallarından birine konmuş
küçük kuşu düşürdü.” (KT-YS)., “Patayı alay eder gibi gevşek çakmış, topuklarını bile birleştirmemiş-ti: Buyur teğmenim! -
Belli belirsiz sırıtıyordu-: Em ret!... (KT-YS)., “Gün, yüzünü Boğaz'a verip parlak bir güneşin içinde, dingin, rahat, gevşek
uzayıp gidiyor.” (NM-TÖ2).
3.⌠8⌡→ davran- [4], davran-, konuş-*, otur-. ║ iş tut-.
//…//⌠7⌡→ bırak- [4], at-, çak-. ║ uzayıp git-.
228
⇒ gevşek bırakmak, gevşek davranmak.
geyikler kırkımında: Ø
gıcıkça: Ø
gıcır gıcır:⌠6⌡/3. Tertemiz, yepyeni, pırıl pırıl olarak./ “İsteyenin evini gıcır gıcır temizlerim.”
(BŞ-DKO)., “Oradan su alıp gıcır gıcır yıkayacağız bardakları.” (AK-MY)., “… döşeme tahtalarını gıcır gıcır oğmuştu.”
(YKK-A).,
→ temizle- [2], yıka- [2], oğ-, sil-.
→ gıcır gıcır etmek.
gıcırı bükme: Ø
gıdım gıdım:⌠2⌡/Azar azar./ “Orada konaklayan «yolcu» kuşaklara karınca kararınca bildiklerini,
bazen gıdım gıdım, bazen cömertçe aktarırlar.” (HT-ÖTÖ)., “Kiminse, bir tutuklunun reçel kavanozu dolaştırıldı, gıdım
gıdım bölüştürüldü hepimize, ev reçeli besbelli!” (VB-SvB).
→ aktar-, bölüştürül-.
gıldır gıldır: Ø
gırç gırç: Ø
gır gır:--
→ (biriyle) gır gır geçmek
gırla:--
→ gırla gitmek.
gıyaben:⌠8⌡/1. Kendi yokken, ortada olmaksızın./ “….. Selahattin Delidere ve Behçet
Cantürk'ün vicahen tutuklanmasına, Abdulcebbar Doğru ile Sabit Cantürk'ün de gıyaben tutuklanmasına karar verdi.” (SY-
BECO)., “İdamı ona gıyaben verdiler.” (SD-FC). ; /2. Adını, sözünü başkalarından duyarak, görmeden./ “Deminki züppe onu herhalde gıyaben tanıyor; görürse numarasını verir.” (RHK-BS)., “Henüz tanışmamış olanlar bile kim
olduklarını gıyaben bilirlerdi.” (AŞH-BM).
1.⌠2⌡→ idam ver-, karar ver-.
2.⌠6⌡→ tanı- [3], bil- [2] ║ zannet-.
⇒ gıyaben tanımak, gıyaben bilmek.
gıyabında: Ø--
gibi:X
gibilerden: Ø--
gibisinden: Ø--
229
gide gele:⌠4⌡/Aynın yere sürekli gidip gelerek./ “Kaç yıldır, gide gele ahbap olduk köydekilerle.”
(NM-TÖ2)., “Bayswater ya da Queensway metro duraklarından birine yürüyoruz. Gide gele Queensway durağının, bizim
için daha elverişli olduğunu da öğrendik: Çünkü o duraktan kentin merkezindeki istasyonlara aktarmasız gidebiliyorduk.”
(DÖ-GYKK)., “Edirnekapı'ya kadar gide gele doldururdu zamanını.” (RI-KG).
→ öğren-. ║ ahbap ol- [2], zaman doldur-.
⇒ gide gele ahbap olmak.
gide gide:⌠13⌡/{1. Gidip dolaşarak, gezip görerek., 2. Gittikçe, (ilerledikçe.)}/ “Gide
gide, küçük oğlan, epiy uzak bir yere varmış...” (PNB-AGUG)., “Atma bindiği gibi kaçmış gitmiş. gide gide gene o deryaya
gelmiş.” (PNB-AGUG)., “Ata binmiş, yolu tutturmuş gene. gide gide bir konağa ulaşmış.” (PNB-AGUG)., “Sabah değildi
ama gide gide sabah oldu, güneş doğdu, gözlerim güneş ve uykuyla doldu.” (OP-YH).
→ var- [4], gel-, ulaş-, varıl-, yaklaş-, yorul-. ║ akşamı et-, (güneş) doğ-, rasgel-, sabah
ol-, sonuca var-.
⇒ gide gide varmak.
giderayak:⌠5⌡/Gitme anında, gitmek üzereyken./ “İttihatçı yasası ne demektir anlasın giderayak
Farmason!... Memleketi yeniden ele geçireceksiniz de...” (KT-YS)., “1922 yılı eylül ayı başlarında Yunanlılar giderayak
burayı yaktılar.” (YA-AO).
→ anla- [2], bul-, iste-, yak-.
⇒ giderayak anlamak.
giderek:⌠185⌡/Yavaş yavaş, derece derece, gittikçe, tedricî olarak, tedricen./ “Bu sayı
giderek artacak ve 600 bine yaklaşacaktır.” (FA-YST)., “Birçok ses giderek müzik haline dönüşür.” (BA-TO1)., “Bildiğim
için de giderek hızlanıyordum tabii, …” (HAT-KHK)., “Giderek eleştiriden uzaklaştınız.” (FA-SUYK)., “Ateş giderek
yoğunlaştı.” (TÖ-ŞÇT)., “"Arya" giderek yükselir; öyle ki, ulaşabileceği en yüksek tona ulaşır..” (ÜA-TÖ)., “Evet devam et,
benim gibi ne? Giderek çürüyorsun.” (YE-HS)., “F.A.: Yazınsal uğraşınızın sınırları giderek genişledi.” (FA-SUYK2)., “Bir
kez daha belirtmiştim bu yıllıkların birinde: Yıllıklara şiir seçmek giderek zorlaşıyor. …parlak kapaklı lüks dergilerin
arasında, magazinleşmeye yüz vermeyen, amatör edebiyat-şiir dergilerini bulmak hemen hemen olanaksızlaştı giderek.”
(KŞY-2002)., “Atchley'e göre, bireyler yetişkin olma sürecinde birtakım alışkanlıklar, bağlantılar, tercihler geliştirirler ve
bunlar giderek kişiliğin bir parçası …haline gelir.” (BO-GP)., “Aslında yeni bir durum değil bu Yıldırım'm öldürülmesiyle
başladı, ama giderek daha beter bir hal alıyor.” (AÜ-SG).
→ art- [21], dönüş-* (-e) [7], hızlan- [6], uzaklaş- [6], yoğunlaş- [6], çoğal- [5], yitir- [5],
azal- [4], büyü- [4], şiddetlen- [4], yaygınlaş- [4], ağırlaş- [3], geliş- [3], genişle- [3], güçleş- [3],
yüksel- [3], zorlaş- [3], güçlen- [2], kızar- [2], koyulaş- [2], körel- (yetenek vb.) [2], seyrel- [2],
yaklaş- [2], yavaşla- [2], zayıfla- [2], zenginleş- [2], acılaş- (tat), aç-, alış-, araçsallaş-, asileş-,
azalt-, benze- (-e), birleştiril-, bunal-, büyüt-, cılızlaş-, coş-, cozut-, çökert-, çürü-, değiş-,
diren-, durgunlaş-, eri-, eski-, esnekleş-, gül-, gürleş- (ses), hırçınlaş-, ilginçleş-, incel-, irileş-,
iskeletleş-, izle-, karar-, karmaşıklaş-, koflaş-, korkunçlaş-, kötüleş-, kurumlaş-, küçül-,
marjinalleş-, olanaksızlaş-, olumsuzlaş-, öğren-, pekiş-, sakinleş-, sertleş-, sev-, sıklaş-,
sınırla-, silin-, sön-, şiş-, şişmanla-, tenhalaş-, tüket-, uzmanlaş-, yaklaştır-, yalnızlaş-, yanaş-,
230
yayıl-, yerleş-, yoksullaş-, yumuşa-, zorlan-. ║ …haline gel- [3], …hal al-, …hale gel-,
alışkanlık yarat-, fark açıl-, güvenilirliğini yitir-, hava boz-, işler sarpa sar-, kaybet-, kaybol-,
merakı art-, mesafe kısal-, ön plana çık-, saygınlığını yitir-, tansiyon tırman-, yalnız kal-,
yeteneğini körelt-, yoğunluk kazan-, yok ol-, yüzü kızar-. ║ öfkelenip köpür-. ║ görülmez ol-.
⇒ giderek artmak, giderek (…e) dönüşmek, giderek hızlanmak.
gine:⌠7⌡/Gene, yine./ “Küçük Hacı, nefes nefese: -Durdu durdu da gine azıttı mübarek, dedi.” (TB-KA).,
“Gine mi geldin? Gine mi sırıtın durun?" diye terslenecek, amma Salih eğilip de elini öperken, bir yandan "hadi, hadi" diye
elini çeker gibi yapacak, bir yandan da sol eliyle Salih'in sırtını tapalamaktan kendini alamayacaktı.” (TB-KA)
→ gel- [2], azıt-, git-, in-* (şişlik), yit-. ║ sırıtın durun.
gitgide:⌠159⌡/Zaman ilerledikçe, giderek, gittikçe, ileride./ “Amerikan halkı içinde "sağlıklı
ölme" istemi gitgide artmaktadır.” (BO-GP)., “Çan sesleri büyürdü gitgide.” (NC-SY)., “Bir çığlıktı; gitgide eriyordu.” (Sİ-
ÖKS)., “Beyaz pantalonlu, uçuk renk gömlekli, o sırılsıklam, saçları kıvrım kıvrım Sevdicek gitgide uzaklaşıyordu sanki.”
(Sİ-ÖKS)., “Çehreler gitgide siliniyor.” (YKK-Y)., “Dünya gitgide kalabalıklaşıyor, Özcan. İnsanlarsa gitgide
yalnızlaşıyor.” (TÖ-TO1)., “Denizle gökyüzünün birleştiği yerdeki ince çizgi belirginleşiyor gitgide.” (İA-ÖEK)., “El izini
gördün mü, kayboluyor gitgide.” (ÜA-TÖ).
→ art- [21], büyü- [11], azal- [9], uzaklaş- [6], seyrekleş- [4], genişle- [3], yaklaş- [3],
yüksel- [3], ağırlaş- [2], artır- [2], belirginleş- [2], boşal- [2], çoğal- [2], daral- [2], daralt- [2],
endişelen- [2], eri- [2], güçlen- [2], karar- [2], küçül- [2], silin- [2], ufal- [2], uza- [2], açıl-,
ağırlaştır-, allan-, anla-, aralan-, arttır-, az-, azıt-, bastır-, benimse-, bozul-, bunal-, cıvıt-, çürü-
*, dikleş-, dol-, dön-, düzel-, düzgünleş-, edilginleş-, esmerleş-, fanatikleş-, fenalaş-, geril-,
gevşe-, hafifle-, hızlan-, ısın-, incel-, kalabalıklaş-, katılaş-, kavra-, keskinleş-, kısal-, kız-,
koyul- {koyulaşmak}, koyulaş-, köstebekleş-, kötüleş-, öl-, sıkış-, sıklaş-, süratlen-, unut-,
ustalaş-, uzat-, vahşileş-, yakınlaş-, yalnızlaş-, yaralan-, yasaklan-, yerleş-, yit-, yoğunlaş-,
yumuşa-, zayıfla-, zebanileş-, zorlaş-. ║ kaybol- [2], başına buyruk kesil-, belirgin hale gel-,
dengeler otur-, egemen ol-, görüş değiştir-, hoş ol-, kalite düş-, kaybet-, uçurum açıl-, yok ol-.
⇒ gitgide artmak, gitgide büyümek, gitgide azalmak, gitgide uzaklaşmak.
gizli:⌠25⌡/4. Saklı olarak, saklayarak./ “Fakat bu işi gizli yapmıştı.” (FA-YST)., “Her şey gizli
yapılacak; şimdilik varlığımızı toprak bile duymayacaktır.” (GY-KO)., “O gizli yaşıyordu, ama, yine belki tanıyanı çıkar.”
(SD-FC)., “Çocuğu annesine nadir ve gizli getirirlerdi, yalının içinde Bülend arızî görülürdü.” (HZU-AM)., “Aman, sakın
bunu yapma, dedi, bana gizli yardım et; fakat ortaya çıkmaktan çekin...”(RNG-YG).
→ yap- [3], yapıl- [3], yaşa- [3], getir- [2], aç-, ağla-, buluş-, çalış-, gel-, gir-, kur
{planlamak}, okun-, ol-, satıl-, söyle-, yan-. ║ yardım et-, takip et-.
→ gizli tutmak.
gizlice:⌠148⌡/Kimseye göstermeden, kimseye belli etmeksizin, gizli olarak./ “Bakıyoruz
sayfalardan gizlice yeryüzüne.” (AS-Ş)., “Geçen gün gizlice bir köfte verdi bana. Sümbül Hanım görürse kızar, ama o ortada
231
olmayınca Hacer bazen gizlice veriyor bana.” (FÇ-UV)., “Bütün gün sizleri düşünmekte Geceleri gizlice ağlamaktayım
Gözlerim kana kesti, baksana” (GA-TO)., “Ayaklanma şöyle olurdu: Askerler kendi aralarında gizlice konuşurlar, karar
verirler ve ansızın, subaylarını içlerine almayarak ve talime çıkmayarak, padişaha müracaat ederler.” (FRA-Ç)., “Ne
bileyim, gizlice evlenebiliriz meselâ…” (EB-BG)., “Uşak eliyle Hizmetçi'ye gizlice çıkmasını işaret eder.” (AMD-O)., “Aynı
gece, Receb Paşa yeniçeri kışlalarına ve sipahi hanlarına, ‘Musa Çelebi'yi padişah benim sarayıma gönderdi, gelip
istesinler, alsınlar!..’ diye gizlice haber yolladı.” (REK-Y).
→ bak- [10], ver- [5], ağla- [4], buluş- [4], gel- [4], konuş- [4], evlen- [3], öp-* [3], söyle-
[3], ürper- [3], yaz- [3], al- [2], çimdikle- [2], geç- [2], gir- [4], git- [2], git- [2], gönder- [2],
göster- [2], gülümse- [2], oku- [2], sor- [2], süz- [2], yap- [2], ayrıl-, buluştur-, büyü-,
cezalandırıl-, çağır-, çalış-, dağıt-, de-, dön-, duyul-, duyurul-, elle-, emzir-, eri-, getiril-, gidil-
, göm-, gözetle-, gül-, iç-, iste-, kaç-, kaçır-, kaçırt-, kararlaştır-, kork-, korkut-, küs-, ölç-,
öner-, renklen-, satıl-, sev-, sevin-, sız-, sokul-, tart-, taşı-, tırman-, ulaş-, um-, uzat-, yaptır-,
yeşer-, yıka-, yolla-, zehirle-. ║ işaret et- [5], sınava gir- [2], aylık al-, bir araya gel-, çare bul-,
devam et-, elden ele geç-, emir ver-, faaliyete giriş-, fotoğraf çek-, geçip git-, gözyaşı dök-,
haber yolla-, içeri al-, itiraf et-, kaçıp git-, kapı dinle-, parmağını ısır-, selam sal-, sevk edil-,
seyre dal-, seyret-, sigara iç-, teşvik eyle-, yanağını sil-, yola çıkarıl-.
⇒ gizlice bakmak, gizlice buluşmak, gizlice işaret etmek.
gizliden gizliye:⌠21⌡/Kimsenin haberi olmadan, kimseye haber vermeden, el
altından, kimseye duyurmadan, gizlice./ “İhanete uğramış her erkek gibi, bu ihanete ne kadar öfkelenirse
öfkelensin, gizliden gizliye, onu çektiği acıdan ancak acıyı yaratanın kurtarabileceğine inanmış, hayaller kurmuştu;
Mehpare Hanım'ın dönmesini, hastanedeki odasına bir sabah, yüzünde, utangaçlığını saklayan o mesafeli bakışıyla
girmesini, özür dileyip yalvarmasını beklemişti.” (AA-İGA)., “Babayım; her şeyi bilmek zorundayım. gizliden gizliye
inceleyeceğim; neler okuyor, hangi sitelerde geziyor, kimlere gönül koyuyor?” (CD-KB)., “Yeni açılmış sahil yolunun
altında, yolun kuytusunda kalan çakıllı dar sahile, açıkgözün biri birkaç tahta masn ile birkaç tabure atmış; gizliden gizliye,
çay bardağında şarap veriyordu.” (OB-HYD). “Herkes Salih'in elbisesini gizliden gizliye bir iyice süzmüştü.” (TB-KA).,
“Anadolu'ya sıçrayan bu kıvılcım henüz duman çıkarmıyor, sadece şüphelere, ithamlara, isnatlara, o da gizliden gizliye
sebep olabiliyordu.” (TB-KA).
→ inan- [2], incele- [2], ver- [2], bak-, buluş-, gururlan-, özle-, sev-, sevindir-, süz-,
yaşa-. ║ alay et-, diş gıcırdat-, hayal kur-, hoşuna git-, ırkçılık güt-, mutlu et-, sebep ol-,
tahkikat yap-.
⇒ gizliden gizliye inanmak.
göğüs göğse:⌠7⌡/Karşı karşıya, yüz yüze./ “Parmaklığın dışında o, içinde ben, göğüs göğüse geldik
ve onun koynundan benim koynuma aktardık dergiyi.” (MM-KG)., “Bu orta kitap, Üvercinka'nın içerdiği programı tek tek
özenle seçilmiş dilimlere ayırır: Zamanla ilk burada göğüs göğüse çarpışır, yolculuğunu ilk burada paftalarma böler.” (EB-
YU)., “Tutuştular göğüs göğüse.” (FB-T).
→ gel- [3], çarpış-, kapan-, tutuş-, yürüt-
⇒ göğüs göğse gelmek.
232
gönlünce:⌠15⌡/Dileğine uygun./ “Bir gülüş ki yüzlerde yürek tadında - Olsun Bir kuş ki kanadı
tutuyorsa Bir böcek gönlünce yaşıyorsa Bir arı kovana çiçek taşıyorsa - Olsun Bir gök ki gülüyorsa - Olsun.” (AS-Ş).,
“Babasının endişelerine rağmen Aylin'i rahat bıraktırdı. Gönlünce gezdi eğlendi Aylin ve Paris'e, Polat'a sırılsıklam âşık
olarak döndü.” (AK-AA)., “Babası, fırçayı eline verirken : Gönlünce yap.” (GY-H2).
→ yaşa-* [4], yap- [2], çal-, eğlen-, gez-, git-, hayalle-, ilerle-. ║ alışveriş yap-, at
oynat-, yolculuğa çık-. ║ gezip eğlen-.
⇒ gönlünce yaşamak.
gönüllüce: Ø
gönüllü gönülsüz:⌠1⌡/Yarı istekli yarı isteksiz olarak./ “Ahmet'i, gönüllü gönülsüz,
çalıştırıyorlar.” (FB-ID).
→ çalıştır-.
gönülsüz:⌠17⌡/2. Gönlü olmadan, istemeyerek./ “Kış Kırat'ın da itaat duygusunu bozmuştu.
Gönülsüz döndü, gönülsüz yürüdü.” (AS-YA)., “Önceleri biraz gönülsüz davrandı Havana, ama o kadarcık olur.” (FB-T).
→ git- [4], yürü- [2], çiğne- (lokma), davran-, de-, dön-, gel-, kalk-, karşıla-, oku-,
oyna-, yaklaş-. ║ el öp-.
gönülsüzce:⌠4⌡/İsteksiz bir biçimde, istemeyerek./ “İbrahim davulu aldı gönülsüzce.” (FB-T).,
“Kalkıyorlardı sonra da, hiç gitmek istemiyormuş gibi kalkıp gönülsüzce kapıya doğru yürüyor, tam eşikten çıkacakken
duruyor ve ekliyorlardı, …” (HAT-KHK)., “'Sanki kendi hayatımı yaşamıyorum da bana zorla dayatılmış bir oyunu
oynuyorum gönülsüzce.” (İA-İKG).
→ al-, kalk-, oyna-, yürü-.
göre: X
görgülüce: Ø
görgüsüzce: Ø
görmece: Ø
görünürde:⌠7⌡/Dıştan bakınca, görünüşe göre, ortada, meydanda./ “Zaten dört tabak
kalmıştı görünürde.” (F-BS)., “Hediye ile yaşadıklarını, en azından görünürde bilmiyordu.” (AA-İGA)., “Başarmış
görünürde, ama hâlâ çok hoyrat ve kırılgan.” (İA-İKG)., “Öbür katlarda bir ayaklanma falan da olabilirdi ama, görünürde
hiçbir kargaşa sezilmiyordu.” (RI-KG).
→ kal-* (kimseler vb.) [2], başar-, bilme-, sağlan-, sezil-*. ║ başkaldır-.
görünürlerde: Ø
görünüşte:⌠20⌡/Dıştan göründüğüne göre, görünene inanmak gerekirse, görünene
bakılırsa./ “Görünüşte Emir Dede başmuallimini gayet beğeniyordu.” (RNG-YG)., “İnsan yavruları, görünüşte birbirine
benzeseler bile, genetik (kalıtımsal) bakımdan farklıdırlar.” (BG-KA)., “Sonunda Mustafa İnan gerçek doçent oldu; ama
şartlan görünüşte pek değişmedi: asistantayla birlikte oturduğu küçük 'Mekanik odası'nda çalışmaya başladı.” (OA-BBAR).,
233
“Görünüşte klasik, aldatıcı klasik bir sinemam var diyebilirim.” (AD-Y)., “Görünüşte çok candan davranırdı; çayları filân
hep o ısmarlardı.” (OA-KB).
→ beğen-, benimse-, benze-, de-, değiş-*, düşün-, eğlenil-, karar-, sanıl-, sev-, tanı-. ║
candan davran-, garip gel-, işlev yüklen-, (oybirliğiyle) karar veril-, razı ol-, uzun sür-, yalnız
kal-, yıl geç-*, zafer kazan-.
götün götün: Ø
götürü: Ø
göz göz:⌠1⌡/2. Oda oda./ “Üstü kızarmış, içi göz göz kabarmış bir kek düşünerek.” (NM-TÖ2).
→ kabar-.
→ göz göz olmak.
göz göze:⌠27⌡/Bakışları karşılaşarak./ “Mehmet Ağa ile göz göze bakışırlar.” (BE-Ç)., “Fısıltılara
karışmış bu sözler kulağına bir kurşun gibi akıp eriyene kadar aynada kendiyle uzun süre göz göze kaldı.” (MM-ÜAKO).,
“Halbuki söz vermişti, gelmesi lazımdı; diz dize oturmalı, göz göze bakmalıydık.” (Aİ-YK)., “Göz göze, handiyse ağız ağıza,
konuşuyorlar; yalnız Doktor Selâhattin ve Güzide Sibel Hanım değil; kirli mavi bir duman perdesi arkasından, 'bütün
meyhane' onları seyrediyor;…” (Aİ-YK)., “Bir masada diz dize göz göze oturuyorlar. (Piyanoda Schumann'dan Arabeske,
Op. 18 işitilir.) Adamda nasılsa pişmanlıktan eser yok.” (AA-TO3).
→ bakış- [14], kal- [7], bak- [2], dur-, konuş-, koş-, otur-.
→ göz göze gelmek.
⇒ göz göze bakışmak.
göz önünde:--
→ göz önünde tutmak, göz önünde bulundurmak
gözü bağlı:--
→ gözü bağlı olmak.
gözü kapalı:⌠11⌡/2. Düşünmeden, duraksamadan./ “Belli değil. Gözü kapalı yaşamışsın dedin
de... şu kadarken öksüz kaldım.” (OK-KT)., “Doktorun verdiği ilâcı içmeyecek kadar pireli olan Demirci, bu adama gözü
kapalı güveniyor.” (KT-YS)., “YÖK öyle iki karar aldı ki; altlarına gözü kapalı imza atarım.” (TA-NB)., “Bir gün bu
gafilliğin neye mal olabileceğini hiç düşünmeden, demiryollarımızı gözü kapalı yabancılara emanet etmişiz, onlar da tek
Türk bile yetiştirmemişler.” (TÖ-ŞÇT).
→ yaşa-* [2], al-, bitir-, güven-, yüz-. ║ emanet et-, her işe gir-, imza at-, maceraya
gir-, operasyona gir-.
→ gözü kapalı olmak.
gururluca: Ø
gücü gücüne: Ø
234
gücün:⌠5⌡/1. Dara dar./ “Ø”. ; /2. Güçlükle, ancak, zorla./ “Gelenek dediğiniz, öyle gücün
sürdürülemez.” (GY-D). “İlk bakışta onu bir yakışıklı züppe sandığım için elini tutup beni bağışlamasını isteyecekken
kendimi gücün tuttum.” (YA-AA).,
1.⌠-⌡→ Ø.
2.⌠5⌡→ bekle-, sürdürül-*. ║ kendini tut- [2], altından kalk-.
güç:⌠109⌡/3. Zorlukla./ “Ama, bu yaşımda inanıyorum ki, onun gibi yönetici çok güç bulunur.” (CK-
İSDY)., “Çünkü beğenmem, güç beğenirim.” (FA-SUYK)., “Gemiciler güç tutuyordu adamı.” (EÖ-P/S)., “Bir testiden
soğuk soğuk sular sızdığını bilmesem güç dayanırım.” (TU-BŞ)., “"Peçevi'den zahire getirdik, yolda düşman ulaştı,
arabalarla kaça kaça güç kurtulduk, kapıyı tez açın, basılmayalım!.." derler.” (REK-Y)., “… bu sefer de iyice aklı karışan
seyirci, bir koşu yeniden birinci duvara dönüp asıl resme bakmamak için kendini güç tutuyordu.” (OP-KK)., “Biraz evvel
parmağını oynatmaya kuvveti olmayan hastayı şimdi iki erkek güç zaptediyordu.(RNG-YG)., “İlk tutulan sarhoş sırıta sırıta
saldırma alâmeti gösteren delinin karşısında sinmiş ve bir köşeye büzülerek sabahı güç etmiş.” (FRA-Ç)., “Ayakta güç
duruyordu.” (SD-FC)., “Ama, sonunda kurtuldu. Güç soluk alıyor, ateşler içinde yanıyordu.” (AA-ETY).
→ bulun- [4], beğen- [3], tut- [3], dayan- [2], kurtul- [2], okun- [2], tanı- [2], aşıl-, ayır-,
barın-, bastır-, çık- (ses), dur-, geçindir-, gölgele-, inan-, inanıl-, kopar-, oyna- (dudakları),
sat-, seç- {ayırt etmek}, seçil-, sürüklen-, tüken-, unut-, uyu-, uyun-, yakalan-, yaz-, yetiştir-.
║ kendini tut-* [23], zaptet- {engellemek} [8], kendini zaptet- [6], sabahı et- [4], ayakta dur- [2],
ispat et- [2], kendini at- [2], kendini kurtar- [2], nefes al- [2], soluk al- [2], ağzını aç-, ayağını
çek- {yürümek}, başını doğrult-, boğaz doyur-, eli eriş-, fark et-, gözlerine inan-, gözyaşlarını
tut-, halka in-, heyecanını tut-, kabul edil-, kendini …e at-, kendini alıkoy-, söyler ol-, üstünde
dur- (kıyafet).
→ güç gelmek.
⇒ kendini tutmak (zaptetmek).
güç bela:⌠34⌡/Zorlukla, güçlük çekerek./ “İşimiz güç bela bitiyor.” (EA-KIY)., “Güç bela
dizginliyorumdur içimde Dörtnala sana koşan küheylanları.” (CÇ-SŞ)., “Arkasından İkinci Balkan Savaşı, Edirne'yi ve
Doğu Trakya'yı güç bela kurtarabildik ama bizim bir dünya savaşından hiç çıkarımız yok.” (HT-GF)., “Breton ise Paris'te
yaşadığı küçük stüdyosunda güç bela hayatını sürdürüyordu.” (EB-YU).
→ bit-, bitir- (liseyi), boz-, bul-, bulun-, çık-, çıkar-, çıkar- (donunu), dağıt-
(umutsuzluğunu), dayan-, dizginle-, geç-, geçir- (yazı), kaç-, kandır-, kanıtla-, kurtar-, kurtul-,
sürükle-, tut-, varıl-. ║ başını tut-, elinden kurtar-, elinden kurtul-, hayata al-, hayatını sürdür-,
iş bul-, kadro kur-, kendini koru-, oda kirala-, sesini duyur-, taksiye bindir-, teskin et-. ║
kaldırıp götür-.
güçlükle:⌠195⌡/Güç, kolay olmayan bir biçimde, zar zor./ “Ayakları hâlâ açılmamış, güçlükle
yürüyor.” (AÜ-SG)., “Gazi güçlükle doğruldu.” (EA-DÖY)., “Tozun etkisi geçince pestil gibi, leş gibi olur insan... Güçlükle
kalktım, her biri bir yana dağılmış giysilerimi topladım.” (DK-Z)., “Birden bir ağacın dibinde, hiç de pusuya yatmadan, kedi
güvercini dişlerinin arasına aldı; güçlükle kuşu kurtarabildi Kedi razı olamıyordu buna, kuşsa ölecek gibiydi.” (BK-ÖM).,
235
“Sonunda güçlükle başarırlar bunu.” (BA-TO1)., “Gözleri görmüyordu. Güçlükle ayağa kalktı.” (AS-YA)., “Rengi
sapsarıydı; sıkı ve güçlükle nefes alıyordu.” (RHK-BS)., “"Kucağında ağır bir yük taşıyordu. Güçlükle soluk alıp
veriyordu; esas durumda tekmil verip, durumu anlattı: Komutanım, ikisini birden getiremedim. Garajdan vermiyorlardı,
garaj çavuşuna çıktım, güçlükle nihayet razı oldular.” (DC-Yİİ)., “Sonra güçlükle topladı kendini.” (FB-T).
→ yürü- [10], doğrul- [4], kalk- [4], konuş- [4], kurtul- [4], ol- [4], git- [3], kurtar- [3],
otur- [3], bastır- [2], başar- [2], bul- [2], de- [2], görün- [2], gülümse- [2], ilerle- [2], kaç- [2],
kaldır- [2], kımılda- [2], önlen- [2], tut- [2], al- (satın almak), anımsa-, anla-, aş-, atıl-, aydınlat-,
ayır-, boz-, caydır-, çiğne-, dayan-, dizginle-, doğrult- (tabanca), dur-, duy-, düşürül-, eğ-, gel-
, getir-, gez-, gizle-, gör-, hatırla-, iste-, it-, kapat- (ağzını mendille), karşılaş-, kop-, koru-,
kurtarıl-, oku-, okun-, önle-, sav-, seçil-, sıçra-, sığ-, sığın-, söndür-, söyle-, sürükle-, tanı-,
tanıt-, taşı-, toparlan-, uyandır-, uzaklaştır-, yakala-, yap-, yaşan-, yat-, yatıştır-, ye-, yen-,
yerleş-. ║ ayağa kalk- [3], nefes al- [3], yerinden doğrul- [3], yerinden kalk- [3], adım at- [2],
gözkapaklarını aç- [2], razı ol- [2], soluk al- [2], zapt et- [2], ağzından çık-, ayaklarının üzerinde
dur-, ayakta dur-, ayakta kal-, basamak çık-, başını kaldır-, bayır çık-, canını kurtar-, daireye
in-, donunu çıkar-, dönüp bak-, elinden kurtar-, elinden kurtarıl-, elinden kurtul-, engel ol-,
falakaya yatır-, geceyi geçir-, gözlerini kaldır-, halkı yar-, hareket ettir-, hisset-, ışığı yak-,
içeri gir-, içeriye sok-, izin al-, kabul ettir-, kapı açıl-, kapıya vur-, kararından vazgeçir-,
karşısına çık-, kelimeyi sök-, kendine hâkim ol-, kendini toparla-, kendini topla-, kendini tut-,
koldemiri vur-, kutu aç-, meseleyi aç-, (otomobili) yanaştır-, önüne geç-, önünü gör-, özür
dile-, sesi çık-, telefonu kapat-, ulufe öde-, vakit bul-, yakasını kurtar-, yan yana getir-, yatağa
yatır-, yataktan kalk-, yer bul-, yer ver-, yere bas-, yola çık-, yüzeye çık-. ║ kaçıp kurtul-,
soluk alıp ver-.
⇒ güçlükle yürümek, güçlükle doğrulmak.
güçsüzce: Ø
güldür güldür:⌠3⌡/Çok gürültü ederek, yüksek ses çıkararak, hızla./ “Bugünlük bu; Yarın
kelime dizisi, Öbür gün el yazısı; Aç istediğin gazeteyi, güldür güldür oku...” (ME-TŞ)., “BERBER güldür güldür çalıyor
Apollon.” (GD-TO1).
→ oku- [2], çal- (müzik).
⇒ güldür güldür okumak.
güle güle:⌠30⌡/1. Gülerek./ “Kebap kestanecinin beyaz sakalı bu telâşa güle güle bayılıyor.” (NM-TK).,
“Ve güle güle ölmüştür dipdiri girdiği mezarında Mahmut efendi...” (Mİ-DHB). “Böyle, güle güle çekilip gitmişti.” (GY-
H2)., “Muhbirbaşı, -Çoktur efendim... deyip öbür fıkraları da anlattı. güle güle Başyardımcının gözlerinden yaşlar
boşandı.” (AN-MB).
→ öl- [3], bayıl- [2], çık- (dışarıya), katıl-, oku-, öpüş-, yaşa-. ║ çekilip git- [2], bir hal
ol-, gözünden yaş boşan-, kurban ol-.
236
⇒ güle güle ölmek, güle güle bayılmak.
gümbedek: Ø
gümbür gümbür:⌠32⌡/Büyük bir gürültü ile./ “Kaynanası berbat bir kadınmış, bir çene varmış
kadında, günlerce sanki ramazan davulu mübarek, gümbür gümbür ötüyormuş... Evde de böyle gümbür gümbür ötüyorsa,
Niyazi bey de ona yanıt veremiyorsa….” (Mİ-DHB)., “Kapıyı açın; yoksa okulu kapatırım" diye gümbür gümbür bağırıyor.”
(MU-BDA)., “Toplar gümbür gümbür atılıyor.” (HEA-AG)., “Göç gümbür gümbür konuyor Akmaşata.” (YK-BE).
→ öt- [3], bağır-, git-, konuş-, uyut-. ║ göç kon-, kapı vur-, kapı vurul-, müzik çal-,
tokmak indir-, top atıl-, yumruğu masaya vur-. ║ harcanıp git-. ║ atar durur (yürek).
⇒ gümbür gümbür ötmek.
günahsız:⌠3⌡/2. Günahı ve suçu olmadan./ “Günahların kefaretini ödeyeceğimi bilirim. Günahsız
yaşanmaz bilirim, kim var günahsız yaşayan, söylesene?” (FE-HBM-O)., “Yirmi yıl sonra onun da, on dokuz oğlu işte
suçsuz, günahsız boğduruluyordu.” (MTT-SS)., “Şehzade Mustafa öldü, günahsız öldü, kurban sundu kendisini babasının
devleti için, bu gün hayaleti sarsıyor devleti.” (OA-YDBYKL).
→ boğdurul-, öl-, yaşan-*.
günaşırı:⌠11⌡/Bir gün ara ile, iki günde bir, {sıkça}./ “Çoğumuz birlik olup günaşırı giderdik.”
(F-BS)., “Refik Bey de günaşırı hastaneye uğruyor ve Fikriye'nin sağlık durumuyla ilgileniyordu.” (HT-GF)., “Evde, on gün
yattım, dedi. Îclal günaşırı gelmiş, yoklamış. 'Oğlanmış' dedi.” (TDK.-ÖÖ)., “….ortalık siler, toz alır, günaşırı yemek
yapar, pazarları çamaşır yıkar Zebercet'e ağa der.” (YA-AO).
→ git- [2], uğra- [2], gel-, iç-, yaz-*, yokla-. ║ çocuk aldır-, tıraş ol-, yemek yap-. ║
gidip gel-.
günbegün:⌠5⌡/Günden güne./ “….yedi kapısını sararı Celalilerin öfkesini hissediyorduk günbegün.”
(FA-SUYK)., “Kırk yıla yakın bir zaman geçmiş olmalı, Hürriyet gazetesinde Muazzez Tahsin Berkand'ın Yılların Ardından
romanının tefrikasını günbegün okumuştum.” (FA-SUYK2)., “Çok genç yaşta gitmeseydi, şiiri onun elinde günbegün daha
iyi anlayacaktık.” (GY-R)., “Günbegün kendi değişimimi izliyorum değişen yüzünde.” (OB-EA).
→ anla-, genişle-, izle-, oku-. ║ hisset-.
günde: Ø
günden güne:⌠99⌡/Gün geçtikçe, gittikçe, gün günden./ “Milet kentinin zenginliği günden
güne artıyor.” (CAK-AKBO)., “İşler gitgide açılıyor, şirket günden güne büyüyor ve benim telefon sürekli çalıyordu: Ben
deterjaneı bilmem kim...” (KK-SE)., “Umutlar azaldı, günden güne, mutluluklar Ve ekmeğimiz.” (CK-BŞ)., “Hayvanın sütü
günden güne eksiliyordu.” (CD-Oİ)., “Saime günden güne güzelleşir, Saime'nin saçları günden güne değişir.” (SFA-SS).,
“Türk ordusu ise günden güne güçleniyor ve akıllıca yönetiliyor.” (TÖ-ŞÇT). “Jülide daha 20 yaşında bile yoktu, günden
güne sararıp soluyordu.” (HT-GF). “Durumumuz günden güne kötüye gidiyordu, annem işleri zamanında yetiştirmeye
çabalıyordu, ama o günlerde bir kadının baskı işiyle uğraşması olanaksızdı.” (AK-MS)., “Taşları eskimiş eskimesine,
yosunlar tutup dalgalardan yıpır yıpır yıpranmış, yenmiş, kemirilmiş... olsun, üzerinden yıllar da geçmiş olsun isterse,
günden güne daha da önem kazanıyor.” (Sİ-İGÇÖ2).
237
→ art- (sayı, değer vb.) [20], büyü- [5], azal- [3], değiş- [3], arttır- (şiddetiri, kontrolü)
[2], bat- {rahatsız olmak} [2], eksil-* [2], eri- {zayıflamak} [2], genişle- [2], güzelleş- [2], ısın-
[2], kuvvetlen- [2], sön- {zayıflamak} [2], yaklaş- [2], zayıfla- [2], ağar- (ufuk), bat- {dibi
bulmak}, bozul-, çoğal-, çürü-, erit- {kayıp verdirmek}, erit- {zayıflamak}, eski-, geliş-,
güçlen-, güçleş- (yaşantı), hafifle-, ilerle-, iyileş-, kabar- (masraf), kuru- (derisi), maddîleş-,
sarar-, sarsıl-, sinirlen-, sol-, süzül- (çehre), uzaklaş-, üzül-, yatış- (acı), yayıl-, yenileş-,
yoksullaş-, zenginleş-. ║ kötüye git- (durum) [2], bağını güçlendir-, dert üstüne dert yığıl-,
devrol- (mevsim), fena ol-, gerginleştir-, gözleri çök-, işi azıt-, iyiye git-, kaybol-, kıymetten
düş-, kuvvet bul-, kuvvetten düş-, önem kazan-, yabana bir şekil al-, zehrol-. ║ sararıp sol- [3],
büyüyüp derinleş- (acı), solup sarar-.
⇒ günden güne artmak.
gündüz:⌠34⌡/2. Gündüz vakti./ “Demek gece sabaha kadar uyuyamayan Çevriye, gündüz akşama
kadar uyumuştu.” (SD-FC)., “Gündüz geldim, hayata geldim arka bahçesine gurbetin erguvan kokusuyla yıkandım kuş
sesleriyle bir de... “ (RD-ŞH)., “Uff, dünyanın hiçbir yerinde yoktur o soğuk. Gündüz geçtik Yıldızeli'den.” (EÖ-GSA).,
“Döndüğümde Atatürk Florya'da idi. Gündüz yaverler dairesine gittim.” (FRA-Ç)., “Bizim Enver Gökçe, gecelerimizin
tavanına çakıp bıraktı gitti bir gündüz.” (AKB-BŞ).
→ uyu- [5], gel- [3], git- [3], çalış- [2], gör-* [2], bas-, dolaş-*, duyul-, düşün-, geç-,
gez-, giy-, otur-*, toplanıl-. ║ ders okut-, güneş vur-, (kar) yağ-, okula git-, ortaya çık-*,
sokağa çık-*, usa gel-, zuhur et-. ║ gelip bak-. ║ bıraktı gitti.
gündüz gözüyle:⌠5⌡/Gündüzün, gündüz vakti, gün ışığında, her şeyin açık seçik
göründüğü saatlerde./ “Öyleyse yarın sabah gel de gündüz gözüyle yalıyı bir görelim, inşallah hallederiz de Mihrişah
Sultan'la komşu olma şerefine erişiriz..” (AA-İGA)., “Geç oldu, hadi çekin arabanızı kümbet kapanacak sabah ola hayır ola
yarın gündüz gözüyle çözersiniz piç etmeyin uykunuzu.” (GD-TO1)., “Artık adamı gündüz gözüyle soyacaklar mı yani?”
(SD-K).
→ gör- [3], çöz-, soy-.
⇒ göndüz gözüyle görmek.
gündüzleri:⌠39⌡/Gündüz vakti./ “‘Genelde gündüzleri, hele aç karnına pek içmem.’” (AA-RÜ).,
“Yalnız belediye binası civarındaki bir iki dükkân kepenklerini açıyor ve tek tük Müslümanlar gündüzleri orada
buluşabiliyorlardı.” (HCY-TPH)., “Gündüzleri ben de çalışıyorum.” (EA-KIY). “Gündüzleri kitap okur, gazete okursunuz;
……” (MU-BDA)., “Geceleri Belçika Çırçır Fabrikasında çalışarak, gündüzleri okula devam etti.” (FA-SUYK)., “Onun
Aylin gibi gece partilerine katılma izni yoktu ama, gündüzleri sık birlikte oluyorlardı.” (AK-AA). ; /2. Her gün./ “Gündüzleri kitap okunur, akşamları da arkadaşlarla birlikte saz eserleri çalınır.” (FA-SUYK2)., “Üç gecedir uyumadım
doyasıya... Gündüzleri birkaç saat kestiriyorum o kadar...” (KT-YS)., “Sıhhatimiz yerindedir. Gündüzleri, bazen de geceleri
yürüyoruz.” (SB-HAY).
1.⌠35⌡→ iç-* [3], bulun-* [2], buluş-* [2], çalış- [2], gel-* [2], oku- (kitap vb.) [2], çık-*
(sokağa), git-, gör-, görün-*, otur-, uç-*, uğra-, yaşa-, yürüt-. ║ okula devam et- [2], akın et-,
238
aklına gel-*, ava çık-, bir arada ol-, birlikte ol-, derse git-, haber gönder-, kapı kapı dilen-,
kumar oyna-, müşteri beklen-, nöbet bekle-, okulda ders ver-, saldırgan ol-, (yağmur) yağ-.
2.⌠4⌡→ git-, kestir- {uyumak}, okun- (kitap), yürü-.
gündüzün:⌠11⌡/Gündüz vaktinde {gündüzleri}./ “Geceleyin yıldızlara bakardı, gündüzün
dağlara.” (AKB-BŞ)., “Ölüm, sinsi ölüm, Ey açmayan gülüm, Ötmeyen bülbülüm, Ne çıkar gündüzün Unutsam da yüzün, Ne
olsa ki bir gün Er geç yapacağın O amansız baskın, Kâh tufan, kâh yangın Gibi bu düşünce Bütün dehşetince Kafamda her
gece. ” (CST-BŞ). “…ayakkabıları büyüktü annemin onlarda yorgun ayakları uyurdu gündüzün uykuyu unuttuğunda
gözleri.” (ŞY-2001).
→ acı-, bak-, geç- (bir şey), gel-, gör-, oku-, saklan-, unut-, uyu-. ║ zahmet çekil-. ║
çırpınır durur.
gün günden:⌠21⌡/Günden güne./ “Oğluysa gün günden zayıfladı.” (GY-H2)., “Padişahın kızının
karnı gün günden büyürmüş.” (PNB-AGUG)., “Ama ne de olsa, durumları gün günden ciddileşiyordu.” (SK-D)., “Gözleri
artık iyi seçemediği için, her gördüğü kişiyi Masal Bekçisi sanıyor, bu yüzden önüne konan her yiyeceği, içeceği düşünmeden
yiyip içmeye başladığı için de, gün günden daha çok kilo alıyor, ölesiye şişmanlıyormuş.” (MM-ÜAKO).
→ zayıfla- [3], alış-, büyü-, ciddileş- (durum), çoğaltıl-, gençleş-, iyileş-, yüreklen-. ║
beter ol-, hafızası zayıfla-, ilgi art-, (ilgi) azal-, işi azıt-, iştah kaybet-, kilo al-, sayısı art-,
terelelli ol-, yok ol-. ║ sararıp sol-.
günlerce:⌠286⌡/Pek çok gün boyunca./ “Mehpare'ye ne söyleyecektim diye günlerce düşündüm
ama, tuhaftır, hatırlayamadım, demişti.” (AA-İGA)., “Mesela bir kuşatma sahnemiz var, günlerce sürüyor.” (AD-Y).,
“Dilara Hanım günlerce bekledi ama bu mektuba bir cevap gelmedi.” (AA-İGA)., “Yoksa birdenbire olmamış mıydı?
Günlerce konuşmuş, düşünmüştük.” (BB-BBÇ)., “Günlerce öteki yavruları da aradı, ama boşuna.” (AK-MS)., “Okunmuş
bir sabun, bakır parçası, kemik gibi bir şey atarlar dama, avlunun bir yanına; günlerce uğraşırsın bulup da sökeceğim
diye!” (FB-T)., “Ve şafakla havalandılar. Günlerce devam etti güneye doğru yolculuk.” (NH-MİM4)., “Onu biraz küçük
görerek, alay ederek, günlerce seyretmiş, unutmuş gitmiştim.” (SFA-HBSK)., “Jean Kiepura ile evlendiğinde günlerce
yemeden içmeden kesilmiştim.” (HT-KSA)., “…..gene susacak ve böyle böyle ola ki günlerce kendi kendimi yiyip
bitirecektim...” (HAT-KHK).
→ düşün-* [13], sür- (yolculuk, etki vb.) [12], bekle-* [11], konuş-* [8], ağla- [6], kal-
(bir yerde) [6], ara- [5], çık-* (-i/-den) [5], dolaş- [5], uğraş- [5], uyu-* [5], yat- [5], ye-* [4],
anlat- [3], çalış- [3], görün-* [3], git- [2], iç- [2], konuşul- [2], küs- [2], tartış- [2], tartışıl- [2],
uğra-* [2], aşağıla-, avlan-, avun-, bak-, beklet-, birik-, bul-*, bunalt-, çığla-, çırpın-,
demlendir-, dövül-, dövüş-, ertele-, ezberle-, gel-, gelin-, gez-, gezdir-, gezin-, gizlen-, gör-*,
hazırla-, hırlaş-, homurdan-, incele-, işitil-, izle-, karıncalan-, karşılaş-, kaşın-, kıvrandır-,
konukla-, koş-, oku-, okutul-, oturt-, oyala-, oyna-, sabahla-, saklan-, sallan-, sorgulan-, söyle-
, söylen-, sus-, süründür-, taşın-, tat-, tut-, uğraşıl-, üzül-, yadırga-, yalvar-, yalvart-, yatır-,
yaz-. ║ devam et- [7], seyret- [5], aç kal-* [3], uykusu kaç- [3], etkisinden kurtul-* [2], kendine
gel-* [2], kimseyle konuş-* [2], peşinden git- [2], yağmur din-* [3], yemeden içmeden kesil-
239
[2], yolda kal-, küskün kal-, kapalı kal- (yollar), kapalı kal- (bir yerde), gözleri kapalı kal-,
beraber kal-, baş başa kal-, aç açına dolaş-, aç dur-, açlık grevi yap-, aklına getir-*, arpacı
kumrusu gibi düşün-, aynanın karşısından ayrıl-*, başarılı ol-*, başının etini ye-, başucunda
bekle-, baygın yat-, bayram yap-, beraber gez-, bir kılıf uydurmaya çalış-, birlikte yaşa-, çıkar
yol ara-, dağda gez-, dayak ye-, define ara-, dem çek-, dilinden düş-*, dil dök-, dörtnala git-,
düşüncelerini kapla-, düşünüp planla-, eğlence düzenlen-, eşiği aş-*, etkisi yit-*, etrafında
dolaş-, evden çıkart-*, farkında ol-*, fırsat bekle-, göz hapsinde tut-, hasta yat-, hayal kur-,
ışık saç-, içi rahatsız ol-, içli dışlı ol-, işkence yap-, iz bırak-, kafa patlat-, kahrol-, kan kus-,
kavga et-, kendini bil-*, (koku) çık-*, kulaklarında yankı-, kürek çek-, lanet okun-, meşgul et-
, odasına kapan-, ortadan kaybol-, ortadan yok ol-, öteye beriye başvur-, panayır kurul-,
peşinden koş-, peşine düş-, pişmanlık duy-, piyano çal-, prova yap-, seyre dal-, (şişlik) in-*,
tadı kokusu geç-*, taklit et-, toprağı kaz-, utanç duy-, uykusuz dur-, üstüne var-*, yerinden
kalk-*, yol al-, yol gözle-, yüzüne bak-*, yolculuk et-. ║ atıp tut- [2], (bir köşeye) büzülüp kal-
, düşünüp taşın-, esip gürle-, gezip dolaş-, kendi kendimi yiyip bit-, konuşup dur-, ölçüp biç-,
söylenip dur-, sürgit ol-, tekrarlayıp dur-, yazıp dur-. ║ yedirdiler içirdiler, yemedi içmedi,
oyaladı durdu, kendini yedim bitirdim, didinir dururduk.
⇒ günlerce düşünmek, günlerce devam etmek, günlerce beklemek.
günübirliğine:⌠1⌡/Günübirlik./ “Mesela, Kayserililer bizim Ada vapurlan biletinden daha ucuz bir
para ile günübirliğine Bor bahçelerinde eğlenmeye gidiyorlar.” (RNG-AR)..
→ git-.
günübirlik:⌠5⌡/2. Gece kalmadan aynı gün dönmek üzere./ “Bu süreçte hep İzmir'de idim.
günübirlik çevre il ve ilçelere, özellikle de babamın işi nedeniyle yazları Soma, Foça, Bergama gibi ilçelere gidiyordum.”
(FA-SUYK2)., “Baba bugün günübirlik Adada oturdun.” (F-BS)., “Ötekisine biniş köşkü denir ki, sultanlar, şehzadeler
buraya günübirlik gelirler, giderler.” (SB-BŞM). ; /3. Gelişigüzel./ “Her şey günübirlik yaşanıyor.” (AO-NSBE). ;
//O gün için.// “Günübirlik yemekleri gaz ocağında pişiriyor annem.” (VB-SvB).
2.⌠3⌡→ gel-, git-, otur-.
3.⌠1⌡→ yaşa-.
//…//⌠1⌡→ (yemek) pişir-.
günü gününe:⌠19⌡/Tam vaktinde, her gün, günüde, tam gününde./ “Ölene değin de tüm
yazdıklarını günü gününe izledim.” (FA-SUYK2)., “HAYRİYE : Günü gününe biliyorsun yahu.” (AMD-O)., “Derslerine
günü gününe çalışmalısın Sıkılhan.” (AA-AD)., “Başka bir tarihi ama günü gününe hatırlıyoruz ikimiz de.” (NH-YŞ)., “Hatta Fahir'le ayrılmalarında oldukça kötü bir rol oynamış, hem Fahir'le Emma'nın münasebetlerini kolaylaştırmış, hem de
bu münasebetten günü gününe Nuran'ı haberdar etmişti.” (AHT-H).
240
→ izle- [4], bil-, çalış-, duyul-, duyur-, götür-*, hatırla-, iste-, öğren-, satıl-*, sor-, yaz-.
║ haberdar et-, haberli tut-, takip et-, zapta geçiril-. ║ sürer gider.
⇒ günü gününe izlemek.
günün birinde:⌠133⌡/Kesin olmayan umulmadık bir zamanda, {bir gün}./ “Günün
birinde de bu insanlar "Hadi Babil'de tepesi göğe varan bir kule yapalım" dediler.” (NU-DG)., “Ben âşık olduğumda
duyduğum korkunun değişim korkusu olduğunu, bugün böyle olanın yarın böyle kalmamasından korktuğumu, günün birinde,
bilmiyorum ne zaman, anladım.” (ÜK-BDG)., “Günün birinde anası öldü.” (MŞE-VÇ)., “Belki de öldüm Elbet soracağım
günün birinde, gün yarı Bir dağbaşım kıvranır gizlerinde” (ME-TŞ)., “Kişi, onsuz yapamayacağını sandığı birçok kişiyle
ilişkilerinin gevşemiş, yüzeyselleşmiş olduğunu fark ediyor günün birinde.” (CS-GC)., “İşte Firini denilen Atina'nın bu en
güzel, en oynak, en kıvrak, en hoppa, en fettan ve icabında şeytana külahı ters giydiren kadını, günün birinde bizim hazreti
moruğa abayı yakar!” (OCK-KE)., “Tabii ihtiyarlık gelip çatacaktı günün birinde... (OK-AY).
→ de- [6], anla- [5], gör-* [4], öl- [4], bul- [3], gel- [3], git- [3], sor- [3], yaz- [3], çıldır-
[2], değiş- [2], dön- [2], evlen- [2], karşılaş- [2], öğren- [2], ata-, azarla-, bıçakla-, bit-, buluş-,
çağır-, çalın- (müzik), çök-, düş-, etkile-, gerek-, getir-, görün-, hastalan-, konuş-, oku-, ol-,
öde-, öğrenil-, rastla-, tüken-, uyan-, var-, yaklaş-, yararlan-, zenginleş-, zorla-. ║ abayı yak-
[3], çıkagel- [3], firar et-* [3], terk et-* [2], af çık-, aklı başına gel-, âşık ol-, baş kaldır-, başına
belâ getir-, başına kaza getir-, canı sıkıl-, çâre düşün-, düzen kurul-, elden git-, elinden bir
kaza çık-, eve dön-, gözden düş-, göze gir-, gözünü yum- {ölmek}, gün ışığına çık-, haber
sun-, hatırına gel-, hesap veril-, ihtiyaç duy-, ikna et-, iktidara geç-, işe koyul-, izini kaybet-,
karar ver-, karşısına çık-, kendini kabul ettir-, mecbur kal-, mektup gel-, mümkün ol-, ne
yapacağını şaşır-, nihayete er-, ortadan yok ol-, ortaya çık-, rasgel-, sahib çık-, serveti tüket-,
ses duy-, sır tevdi et-, tahta çık-, (talibi) çık-, tevkif ettir-, üstesinden gelin-, vazgeç-, yerden
yere çarp-, yok et-, yok ol-, yolu düş-, yükseklere tırman-, zannet-, zuhur et-. ║ uçup git- [2],
gelip çat- (ihtiyarlık). ║ ölür gider.
güpegündüz:⌠22⌡/Ortalık iyice aydınlanırken, iyice gündüzken, dalgündüz./ “Güpegündüz bu ovayı geçemeyiz, dedim.” (EÖ-GSA)., “Ama güpegündüz kaçırdılar anamı.” (AÜ-SG)., “Bu ne zorbalık,
dedim kendi kendime. Güpegündüz bir adamı sürüklüyorlar ve karşı koyan bir Tanrı kulu yok.” (FE-Ç)., “Nedim
güpegündüz kentin ortasında dolaşırken yitti gitti.” (Sİ-İGÇÖ2).
→ geç-* (bir yeri) [4], kaçır- (birini) [2], arar-, gel-, getir-, iç-, saldır-, sürükle-, tartış-.
║ ağını ger-, dört duvar arasına sokul-*, idam et-, obaya giril-*, ortaya çık-*, rüya gör-,
soymaya kalk-, tuvalet giy-. ║ yitti gitti.
gür gür:⌠1⌡/Gürül gürül./ “Koca ev gür gür yanıyor.” (YK-İM1).
→ yan-.
gürpedek:⌠1⌡/Ansızın./ “En kötüsü Kur'an'ı ezberine almış... «Falan sûre» dedin mi, gürpedek çöker
okumaklığa... «Yok, o değil, öteki» deyiver, çevirsin hırpadak, ona sıvansın!” (KT-YS).
241
→ çök-.
gürül gürül:⌠41⌡/Akan şeyler bol ve gür ses çıkararak./ “Belediyedeki bütün odalarda gürül
gürül sobalar yanıyordu.” (AN-AZDE)., “Evet, bir zamanlar Menderes gürül gürül akar ve karşısına engebeler dikildi mi
kıvrılır döner, ama akarsu niteliğini hiç yitirmezmiş.” (AK-MY). ; //Canlı, coşkulu bir biçimde.// “Babadan kalma
ev, anamın sayesinde gürül gürül işliyordu.” (SFA-HBSK)., “Göç başlardı gürül gürül, Türkmen göçü... Al yeşil, göç
kalkardı, gürül gürül.” (YK-İM1)., “Kasabadan belki de yüzü nurlu bir de hoca getiririz, mezarların üstünde gürül gürül
Kuran da okuturuz.” (YK-KSİ)., “Makyavelizm günümüzde hiçbir engel tanımadan derin yatağında gürül gürül akıp
gidiyor.” (FA-SUYK).
/…/⌠27⌡→ ak- [18], yan- [6], fışkır-, gürle-, ║ akıp git- [2].
//…//⌠14⌡→ oku-* [2], ak-, başla- (göç), düşün-, gel- (mevsim), işle-, işle-, kalk-
(göç), konuş-*, okut-, yaşa-. ║ akıp git- (dönem), ortaya çık-.
⇒ gürül gürül akmak.
gürültüsüzce:⌠7⌡/Gürültü yapmayarak, tedirginlik çıkarmayarak./ “‘Eğlence yeri’ değil,
‘büyüklerin mektebi’ olan tiyatroya mümkün mertebe temiz elbiseler giyilip gürültüsüzce oturulur, ‘Perdenin açılacağını
ihbar eden işaretten sonra, perde kapanıncaya kadar artık bir kelime bile konuşulmadan yalnız eser dinlenir’di.” (BA-YYY).,
“İş hemen o an orada bırakılmıştı! gürültüsüzce...” (CS-GC)., “Hayvanlar, her vakitki gibi levent başlarını havada silkerek
ufka doğrulttular ve arabayı, bir saman yığını gibi hafifçe, gürültüsüzce süratle çekip götürdüler.” (PS-SK)., “Piyanonun
kapağını gürültüsüzce kapamış, taburenin vidası bozuktu, dönmüyordu, ya da vida yatağı yalama olmuştu, artık
bilemiyorum; …..” (Sİ-İGÇÖ2).
→ bırakıl- (iş), oturul-. ║ işin içinden (kendini) sıyır-, kapağını kapa-, taş yont-. ║ alıp
git-, çekip götür-.
güvensizce: Ø
güya: Ø--
güzel:⌠370⌡/11. Hoşa giden, beğenilen, iyi, doru bir biçimde./ “Çok sayın seyircilerimize,
çok sayın Sergey Konstantinoviç Petrof, kasabanın necisi olduğunu ima yoluyla pek güzel anlattı...” (NH-YM)., “"Evet"
diyor Mevlüt "çörtük çok güzel kokar!"” (MM-KG)., “"Ne kadar güzel konuşuyor.” (TA-NB)., “"Bak, bunu çok güzel
söyledin işte..”” (TY-AÖ)., “Aşık Macit çok da güzel saz çalardı, Kesikgedik Köyü'ndendi.” (FA-SUYK)., “Ateş kırkı bulur, o
rolünü aksatmadan, hattâ bazen ateşin etkisiyle daha da güzel oynar.” (HT-ÖTÖ)., “Nedense her zamankinden daha güzel
giyinmişlerdi.” (NG-BKR)., “Benim gecem, pek güzel geçti.” (EI-KA)., “Birbirlerini pek güzel anlıyorlar ve Şahinde içerde
inlerken babalarından bahsetmeyi ve onun için gözyaşı dökmeyi istemiyorlardı.” (SA-KY)., “Bu şarkıyı en güzel ben okurum
gibi geliyor. Belki de okuduğum şarkının sözlerini dosdoğru bilmiyorum ama bestenin ses uyumunu pek güzel beceriyorum.”
(BŞ-DKO)., “«Cemil, ne kadar güzel dans ediyorsun!” (SB-HAY)., “Gündelik yaşamdaki bu bölünmeyi, farklılaşmayı
Tezakîri Cevdet'te yer alan şu satırlar çok güzel dile getiriyor: "Evlerde masa ve koltukkanepe kullanıldı.” (AO-ZS).,
“EPKEM - Çok güzel tahmin ettin.” (HT-AŞ).
→ anlat- [21], kok- [20], konuş- [20], söyle- [20], çal-* (enstrüman) [16], oyna-* [12],
yap- [11], yaz- [11], giyin- [9], de-* [8], oku- [8], anla-* [7], geç- (zaman vb.) [7], bil- [5], eyle-
[5], git- [5], gül- [5], becer- [4], sev- [4], anlatıl- [3], bak- [3], başla- [3], doğ- [3], dur-* [3],
242
göster-* [3], hatırla- [3], hazırlan-* [3], kullan- [3], uç- [3], açıkla- [2], anlaş- [2], çiz- [2], duyul-
[2], düşün- [2], hazırla- [2], iç- [2], işlen- [2], oynan- [2], öğren- [2], parla- [2], seviş- [2], topla-
[2], uyu- [2], yan- [2], yansıt- [2], yüz- [2], ağla-, anır-, anlaşıl-, ara-, aydınlat-, bağır-, belirle-,
beze-, bit-, boyan-, ciltlen-, çalış-, çık-, çıkar-, çizil-, demlen-, dön-, duy-, düzelt-, eğlen-, es-*
(rüzgar), geçin-, giril-*, gör-*, güreş-, ışılda-, karış-, kay-, kıl-, koş-, kullanıl-, öl-, örnekle-,
öt-, paketle-, piş-, saçmala-, sağla-, salla-, seç-, söylen-, sus-, sür-, şarla-, tart-, tasarla-,
temizle-, uygula-, uyun-*, uzan-, uzlaş-, ver-, vur-, yaşa-, yazıl-, ye-, yerleştir-, yetiştir-, yont-,
yönet-, yut-, yürü-. ║ dans et- [7], dile getir- [2], hisset- [2], laf et- [2], ortaya koy- [2], şarkı
söyle- [2], tahmin et- [2], tıraş et- [2], ata bin-, fasıl yap-, ifade et-, kanat çırp-, ney üfle-, pas
ver-, seyret-, sonu gel-, tabir et-, tahlil et-, taklit et-, taklit yap-, tasnif edil-, tasvir et-, tensip
buyurul-, yankı yap-, yemek pişir-, yemek yap-, yokuş al-, zannet-. ║ çalar söyler, vurulup öl-
*.
→ güzel olmak.
⇒ güzel anlatmak, güzel kokmak, güzel konuşmak (söylemek).
güzelce:⌠80⌡/2. İyice, adamakıllı./ “Hocanın tatlısını, tu: sunu güzelce yemiş.” (PNB-AGUG).,
“Ardıma onlar gibi yaslanacağım, Burdur1 a varasıya kadar güzelce uyuyacağım.” (BŞ-DKO)., “Yat güzelce...” (KT-YS).,
“Aşçı tavuğu güzelce pişirir...” (PNB-AGUG)., “KÖSEM SULTAN : Peki çiçekleri güzelce yerleştirmişler mi ?” (TO-Dİ).,
“Onları alıp güzelce karnını doyuruyor.” (PNB-AGUG)., “Üçü de güzelce tıraş olmuş, güzel de giyinmişlerdi.” (YK-KSİ).
→ ye- [7], uyu- [3], yerleştir- [3], yıkan- [3], gel- [2], pişir- [2], yıka- [2], aç-, açıkla-,
aydınlat-, bak-, bastır-, boşal-, çakış-, çöz- (sicim), dal-, daya-, de-, diz-, doldur-, donat-, döv-,
düşün-, düzelt-, ez-, giyin-, göster-, gül-, hazırlan-, iç-, kaç-, katla-, kaynat-, koy-, öl-, öp-,
parlat-, pudralan-, sabunla-, sar-, sergile-, sez-, sıva- (sıva), sıyır- (tabak), soy-, soyul-,
tamamla- (-e), tuzlan-, yat-, yaz-, yerleş-, yu-, ║ karnını doyur- [2], tıraş ol- [2], aklına yaz-,
boynuna at-, istif et-, kollarını sıva-, muayene et-, özür dile-, yoluna koy-. ║ yaşayıp git-. ║
sor soruştur, yer içer.
güzel güzel:⌠40⌡/Olağan bir durumda, herhangi bir sıkıntıya uğramadan./ “Buyur, otur
da güzel güzel konuşun!” (OK-KT)., “Anne: Hadi bakayım, güzel güzel oynayın, arkadaşlar birbirini kızdırmaz.” (LN-
BD)., “Sabırsızlıkla bekliyorum, ama sabırlıyım, telâşsız, güzel güzel gel.” (GD-ADM)., “Biz, güzel güzel geçiniriz.” (RNG-
ÇK)., “Böyle suçlayarak konuşacağına derdini güzel güzel anlatsa, insan da anlamaya çalışır değil mi?” (EA-KIY)., “Evet,
Bedri, artık yaramazlığı bırakacak. güzel güzel dersine çalışacak...” (RNG-YG)., “Çocuklarımız olurdu, onları güzel güzel
büyütür okutur, adam ederdik.” (OK-AY).
→ konuş- [5], git-* [2], gel- [2], dinle- [2], anlat- [2], bak-, başla-, büyüt-, der-, geç-
(zaman), geçin-, götür-, kok-, okut-, otur-, oyna-, salla-, söyle-, söyleş-, süsle-, yaşa-. ║ adam
et-, dersine çalış-, konferans ver-, konsantre ol-, muhabbet et-, nikâh düş-, oyun yap-, yola
çık-. ║ çalışıp git-, yaşayıp git-. ║ dolaşır durur.
243
⇒ güzel güzel konuşmak (anlatmak).
güzellikle:⌠10⌡/Okşayıcı söz veya davranışla, iyilikle./ “Güzellikle söyle diyoruz
anlamıyorsun.” (ÜK-BDG)., “Koştuk mu, milletin atını arabasını, önce güzellikle isterdik, olmazsa zora döker alırdık.” (KT-
YS)., “Haydi yürü, güzellikle önüme düş. Git anamın gönlünü yap... Güzellikle olsun. Haydi, uzatma, düş önüme...
Güzellikle yürü...” (KT-Gİ)., “Mehtap her şeyi o kadar şefkat ve güzellikle tashih ederdi ki tanıdığınız bazı Hanımları, bazı
Beyleri bu efsanevî aydınlıkta görseniz tanıyamazdınız.” (AŞH-BM).
→ al-*, getir-, kalan-, kalk-, ol-, söyle-, yürü-. ║ tashih et-, önüne düş-.
güzün:⌠9⌡/Güz mevsiminde, sonbaharda./ “Belki bigün kocasını kandırıp ata bindiğinden güzün
ölü doğurdu ilkini.” (YA-AO)., “Üstünü güzün veririm.” (FB-ID)., “Yazın dönerim, güzün dönerim Bekle ansızın dönerim”
(GA-TO)., “Ali şaşırdı. «Çabuk olmalı,» dedi tekrar. Güzün yağmur eksik olmaz.” (YK-OD)., “Öyle gümrah ki! Güzün katti
bir öküz alıyoruz!” (FB-ID).
→ al-, doğur-, dön-, gel-, öl-, tanı-. ║ eksik ol-*, okula ver-, üstünü ver-.
244
H
haberli:⌠3⌡/2. Haber vermiş veya almış olarak./ “Üstelik ölümüm haberli gelmeliydi.” (AC-KY).,
“Seni günü gününe haberli tutarım.” (GD-ADM)., “Dönüşte artık haberli geliriz de...” (MŞE-MA).
→ gel- [2], tut-.
habersiz:⌠15⌡/2. Haber vermeden, habersizce./ “Bir gece habersiz bize gel Merdivenler
gıcırdamasın, Öyle yorgunum ki hiç sorma Sen halimden anlarsın.” (CK-BŞ)., “Bir gece evine gidiyorum habersiz.” (Sİ-
DSG)., “O, habersiz orada bekliyordu.” (ÜA-TÖ)., “Onun ömrünü bandığı semtler biraz da nikotin tarifidir çünkü harfler
sözcükler biraz da nikotindir habersiz imtihan yapmazdı mesela adım gibi eminim tek ayak üzerinde zinhar bekletmezdi.”
(MÜ-KGD).
→ gel- [4], gir-* [4], bekle-. ║ hazırlık yaptır-, imtihan yap-*, kaybol-, (önüne) çık-,
yollara düş-. ║ alıp götür-.
habersizce:⌠7⌡/Haber vermeden, haberi olmadan, habersiz, gizlice./ “Sonra bir de
bakarsın ki çekilmiş gitmiş, habersizce.” (SFA-HBSK)., “…… habersizce geliverdi kasabaya.” (Mİ-DHB)., “Habersizce
kızla yatarmış bile...” (YK-OD)., “Öyle ya, onlar Beyazıt'ta habersizce ayrılıverdiler...” (SA-İÇ).
→ ayrıl-, gel-, sıvış-, yat-. ║ konuk git-, seyret-. ║ çekilmiş gitmiş.
ha bire:⌠118⌡/Durmadan, ara vermeden, arka arkaya, sürekli olarak./ “‘Tel furdurun!..’
Irazca, habire ‘Tel furdurun!..’ diyor.” (FB-ID)., “Bir dilim yalım gibi. Habire konuşuyor, küfrediyor.” (YK-İM1)., “‘Yok.’
Vatman habire çan çalıyor.” (EB-BG)., “Anlatıyor, habire anlatıyordu.” (OK-KT)., “İnsanın elini de yakıyor. ‘Ahmet,
Ahmet!..’ Habire bağırıyor : ‘Ahmet, Ahmet!..’ Ahmet hafif gözünü açtı.” (FB-ID)., “Habire ağlıyor, durmuyordu.” (YK-
İM1)., “Yusufçuk habire ötüyor. (NE-GT)., “Ne Sabri'ye uğradığım var ne Celile'ye Başım dönüyor içim sıkılıyor ha bire Bu
dünyada pırıl pırıl şeyler vardı.” (ME-TŞ)., “Durmadan aralarında bir şeyler konuşurlar, habire tatlı hayaller kurarlardı.”
(GY-H2).
→ de- [9], konuş- [6], çal- (müzik, çan vb.) [5], anlat- [3], bağır- [3], ağla- [2], çağır- [2],
çalış- [2], çekiştir- [2], dön- [2], gül- [2], küfret- [2], sallan- [2], savur- [2], ağıtlan-, ak-, alevlen-
(tartışma), bak-, büngülde-, çek- (aman), çek- (kameraya), çevir-, doğur-, dol-, dolan-, dolaş-,
geç- (tranvay), gel-, gevi-, git-, gülümse-, haşla- {kızmak}, havla-, homurdan-, içir-, kar-,
konuşul-, koş-, kuşkulan-, oku-, otur-, oyna-, oynat-, öldür-, öt- (telefon), öt- (kuş), salın-,
seslen-, sık-, sokuştur-, solu-, sor-, söylen-, sürt-, tekrarla-, terlet-, titre-, tüket-, üret-, ürpert-,
yaklaş-, yaz-, yüksel-. ║ (ayağı) dolaş-, başı dön-, bıyık kıvrat-, bomba salla-, canına oku-,
dirsek at-, (dudağını) gevi-, (dudağını) kemir-, dudak ısır-, elinden al-, fırça salla-, film çekil-,
fink at-, gözünden dök- (gözyaşı), hayal kur-, ısrar et-, içi sıkıl-, (kar) yağ-, kılıç salla-,
(kıvılcım) savrul-, kulaç at-, kurşun salla-, kurşun sık-, orak salla-, (ovaya) in-, piyango
düzenle-, (saçını) ör-, söz et-, (sözü) kesil-, takip et-, telefon et-, türkü söyle-, (yatakta) dön-,
yer değiştir-, yol al-, yuva kur-, yüzü seğir-. ║ sayıklayıp dur-. ║ gelir gider, yiyin için.
245
⇒ ha bire konuşmak (demek).
haddizatında:⌠1⌡/Aslında./ “Vakıa, derin düşünce, birçok mucize sahibi olan bu yeni ulûhiyetin
haddizatında bir insan işi olduğunu da biliriz.” (GY-GH).
→ bil-.
hadisesiz:⌠3⌡/2. Olaysız bir biçimde./ “Öğleden sonra birinci ders hâdisesiz geçti.” (RNG-YG).,
“Bir ay hadisesiz geçti.” (HT-KSA).
→ geç- (zaman, ders vb.) [3].
hafifçe:⌠479⌡/Hafif olarak, hafif bir biçimde, belli belirsiz./ “Küçük bey! diye hafifçe
gülümserdi.” (EÖ-P/S)., “….. onu yeniden ele geçirebilmenin ümidinin yarattığı iç titremelerini hissetti, avuçları terledi,
yüzü hafifçe kızardı.” (AA-İGA)., “Erkek karışma doğru hafifçe eğildi. - Ödeştik, dedi.Dört kahve bizden, üç bira
onlardan.” (KHK-YAH)., “Hikmet Bey'in yanına gelip koluna hafifçe dokundu.” (AA-İGA)., “Hastalığında Ayşe'nin
yüzünü, saçlarını okşar gibi hafifçe okşadı ağacı.” (CD-Oİ)., “NEVİN: -Biraz. (hafifçe güler.)” (GY-KO)., “Kaşları
çatılmış, ağzı hafifçe aralanmıştı.” (AA-YÖT)., “Müziği bir ekskavatörün gürültüsü bastırır; marke dekorumuzun çıtaları
hafifçe sallanır.” (AA-TO3)., “Arkasından hafifçe gülüştüler bile...” (FRA-Ç)., “Doğan hafifçe öksürdü, en etkileyici sesini
aranarak, Eşfak'a: ...boşver, dedi.” (Aİ-OKB)., “Hayranlıktan da öte, sanki... sanki... Hafifçe ürperir.” (AA-TO3).,
“Gözlerimi kapayıp başımı hafifçe önüme eğeceğim.” (PK-BCR)., “Beyaz tül hafifçe sallanıyordu.” (BB-BBÇ)., “Gözlerini
hafifçe yumuyor.” (EB-BG)., “Saygı ile iki elime sarıldı. ‘Gördüğünüz gibi tezime devam ediyorum,’ dedi bana, hafifçe göz
kırptı.” (GY-H2).
→ gülümse- [30], kızar- (yüzü, benzi vb.) [15], eğil- [13], dokun- (omza, kola vb.) [12],
okşa- [12], gül- [11], aralan- (bir şey) [10], sallan- [10], gülüş-* [9], it- [8], öksür- [8], tut- (el,
omuz vb.) [7], titre- (el vb.) [6], ürper- [6], dön- [5], irkil- [5], kaldır- [5], doğrul- [4], inle- [4],
kalk- [4], mırıldan- [4], vur- (bir şeye) [4], vur- (kapı) [4], dişle- [3], kaydır- [3], öp- [3], sarar-
[3], arala- (bir şeyi) [2], başı dön- [2], dayan- [2], dokundur- [2], güldür- [2], hırçınlaş- [2], ıslan-
[2], kay- [2], kımılda- [2], kıpırdan- [2], mahmuzla- [2], pembeleştir- [2], salla- [2], sark- [2],
sars- [2], uzaklaş- [2], yaslan- [2], yüksel- (ses, yol vb.) [2], açıl-, aksa-, aksır-, alın-
{gücenmek}, aydınlat-, aydınlatıl-, bırak-, boğuş-, boya-, bozul-, buğulan-, burkul-, çıtırda-,
çekiş-, çevir-, çök-, çözül-, dal-, dalaş-, dalgalan-, dokunul-, döndür-, dönüş-, duyul-*, esne-,
gerile-, gerin-, gezdir-, gıcırda-, hatırlat-, havalan-, havalandır-, heyecanlan-, hopla-, ısır-, ışı-,
indir-, karar-, kasıl-, kaşı-, kıpırda-, kırış-, kırpıl-, kıvrıl- (vücut), kıvrıl- (yol), kızıllaş-, kişne-,
kok-, kork-, kucakla-, oyna-, oynat-, sarsıl-, sendele-, seslen-, sev-, sevin-, sıçra-, sık-, sırıt-,
silkin-, sinirlen-, sol-, soluklan-, sor-, soy-, söyle-, sür-, sürükle-, şaklat-, şaşala-, tepin-, terle-,
tıklat-, topalla-, tökezle-, tut- (kar), tutun-, uç-, uzan-, üşü-, vurul- (değnek), yaklaş-, yar-,
yaralan-, yerleştir-, yüklen-, zedelen-. ║ başını (öne/yana) eğ- [18], (başını) salla- [6], (başını)
çevir- [5], (başını) kaldır- [4], (boynunu) bük- [4], kaşı çatıl- [4], (elini) sık- [3], geri çekil- [3],
(kaşını) çat- [3], (kaşını) kaldır- [3], (başını) kaldır- [2], (gözlerini) yum- [2], iç çek- [2],
246
kamburu çık- [2], kapı tıkırda- [2], kapı vurul- [2], kulak kabart- [2], tebessüm et- [2], ağzı açıl-,
ağzına sok-, alay et-, altı kalk-, (arkaya) kaykıl-, (bacağı) bükül-, (bacağı) kıvrıl-, (bacağını)
bük-, (başı) yana kay-, (başını) uzat-, (başını) yana kaydır-, (bina) çarpıl-, (boğazını) temizle-,
boynu sağa yat-, boynuna sarıl-, (boynunu) çarpıt-, (boyunu) bük-, cevap ver-, dili dolan-,
(dizleri) kasıl-, (dudağını) ısır-, (dudaklarına) dokundur-, (dudaklarını) aç-, (dudaklarını)
arala-, (dudaklarını) büz-, (dudaklarını) büz-, (dudaklarını) değdir-, el salla-, eli git-, (elini)
dokundur-, (elini) öp-, (eşarbını) düzelt-, geri çek-, geri it-, göğsünü kabart-, (gölge) çarp-,
göz kırp-, (gözkapaklarını) indir-, (gözleri) şaşılaş-, (gözlerini) arala-, (gözlerini) kıs-, (gözü)
karar-, gözünden yaş gel-, (gözünü) kırp-, (gözünü) kıs-, ıslık çal-, içeri çek-, kadeh kaldır-,
kan sız-, (kapı) açıl-, (kapı) gıcırda-, (kapı) tıklat-, karşılık ver-, (kaşını) kaldır-, (kendine
doğru) çek-, (kollarını) sık-, (kulağından) yakala-, mendil salla-, (omuzu) düş-, (omzunu)
kaldır-, (omzunu) sık-, öne çık-, (öne doğru) düş-, rötuş et-, selam ver-, sesi çatla-, (sesi) titre-,
(sesini) yükselt-, sırtı terle-, (sırtını) yasla-, soluk al-, şikâyet et-, (ucunu) dokundur-, üstüne
bas-, (üstüne) bırak-, yan dön-, (yana) kaykıl-, (yana) yat-, (yerinden) doğrul-, yol ver-, (yüzü)
karış-, (yüzü) süzül-, (yüzünü) buruştur-. ║ açıp kapa-.
⇒ hafifçe gülümsemek, hafifçe kızarmak, hafifçe başını öne eğmek.
hafif hafif:⌠87⌡/Yavaş yavaş, ağır ağır./ “Oturduğu yerde hemen hemen hiçbir şey hissetmeden öne
arkaya hafif hafif sallanıyordu, rengi solmuş, ıslak saçlarından bir perçem alnına düşmüştü.” (AA-İGA)., “Küçük ve ilkel
bir motorun ürünü olan bu elektriğin ışığı hafif hafif titrerdi.” (SB-HAY)., “Şimdi okşar da hafif hafif Bir gün yerden yere
çalar rüzgâr Küçük zerdali ağacım, Bakma güzel gitsin havalar.” (CK-BŞ). “Haşim hafif hafif öksürüyor.” (HEA-T).,
“Buyandan da hafif hafif kaşındı.” (NE-GT)., “Çakısıyla değnek yontarak hafif hafif ıslık çalıyordu.” (RNGBKD)., “Biraz
sağlığı idare eden koyunlar dışarda, taştan yapılmış hırba içinde, orda karın altında duruyorlar, kar da yağıyor hafif hafif.”
(FO-KSA).
→ sallan- [12], titre- [10], okşa- [5], salla- [5], öksür- [4], gülüş- [3], dalgalan- [2], horla-
[2], kaşın- [2], oynat- [2], üfle- [2], vur- [2], ağla-, atıştır- (kar), bağır-, başla-, buğulan-, dokun-,
dokundur-, dön-, gezdir-, hıçkır-, ısır-, ilerle-, inilde-, karıştır-, kımılda-, kıpırda-, kok-,
konuş-, oyna-, pompala-, soluklan-, sürt-, sürtül-, tokatla-, tüt-, uçuş-, yala-. ║ ıslık çal- [2],
(kapıyı) vur- [2], (kar) yağ- [2], ayağını yere vur-, başı dön-, (omzuna) vur-, (sakalları) çık-, ter
boşan-.
⇒ hafif hafif sallanmak, hafif hafif titremek.
hafiften:⌠94⌡/Hafifçe, belli belirsiz, yavaş yavaş./ “Ayakları hafiften titriyordu.” (AS-YA).,
“Sabahleyin erkenden kalktı, kocasının kahvaltısını hazırlarken hafiften bir türkü bile tutturdu mutfakta.” (OK-KT).,
“Kutuyu hafiften okşuyordu.” (SKA-GA)., “Gün boyu güneşin sıcağından, yanlarından geçip giden otomobillerin
gürültüsünden yorulmuş serviler, uzun gölgelerini yere uzatmışlar; denizden esen serin rüzgârla sırlaşırlar gibi hafiften
sallanıyor, dinleniyorlardı.” (CD-Oİ)., “İhtîyar bakkal ise hâlâ rakı içiyor, gözleri Kantarcıda, bir memleket havasını
hafiften mırıldanıyordu.” (OK-KT)., “İstanbulu dinliyorum, gözlerim kapalı; hafiften bir rüzgâr esiyor; Yavaş yavaş
247
sallanıyor Yapraklar ağaçlarda …..” (VŞA)., “Hafiften başım dönüyor.” (AÜ-SG)., “‘Her içkinin bir mezesi, bir adabı, bir
de müziği var,’ derken hafiften iç geçiriyoruz..” (OB-EA).
→ titre- (sesi, vücut, ışık vb.) [6], tuttur- (şarkı, türkü vb.) [5], okşa- [3], sallan- [3],
mırıldan- (şarkı vb.) [4], atıştır- (kar) [2], gül- [3], gülümse- [2], kestir- [2], kişne- [2], vurul- (bir
şeye) [2], aç- (radyo), ağar- (gün), ağrı- (mide), başla-, çalış-, debelen-, dikleş-, dokun- (gaza),
dokun-* (bir şeye), eğil-, eleştir-, es- (rüzgâr), geril-, gezindir-, hatırlat-, hırla-, ıslan-, itiş-,
karar-, kert-, kıpırdaş-, kıpırdat- (dudak), kırçıllaş- (sakal), kızar-, koştur-, oyna-, oynaş-,
pembeleş-, sarsıl- (yer), serinle- (hava), seslen-, sev-, sıyrıl- (entari), sor-, tekrarla-, uğulda-
(kulağı), uyuş- (baş), yokla- (elle). ║ başı dön- [5], yüzü kızar-, (ağzını) eğrilt-, (benzi) kızar-,
cilve yap-, eşlik et-, hisset-, iç geçir-, içi çek-, kaş çat-, (kaş) çatıl-, pus bağla-, (rüzgâr) çık-,
(rüzgâr) es-, (şakaklarına) ak vur-, şaplak kondur-, şarkı söyle-, (yağmur) yağ-.
→ hafiften almak.
hafif tertip:⌠2⌡/Şöyle böyle, biraz, aşırılığa kaçmadan./ “Karı koca bakıştılar, gülüştüler,
hafif tertip, birbirlerine göz kırptılar. N'oluyor?” (OK-AY)., “İhtiyar karısı, basma örtü örtü üstüne, bir köşede dişsiz ve
çökük ağzı kımıldayarak efendisinin ibadetine iştirak ediyordu; iki genç ortağı dışarıda, bir taraftan hamur açıyorlar, bir
taraftan hafif tertip kavga ediyorlardı.” (HEA-VK).
→ gülüş-. ║ kavga et-.
hafif yollu:⌠2⌡/2. Üstü kapalı, kısa bir açıklamayla, {az da olsa}./ “Pişmişim, efeliğe
vurdum hafif yollu.” (İA-GKD)., “Ne diye yakalayıp getirdin elin insanlarını?.. Yahu uzun etme, zaten hafif yollu Türkçe
anlıyorlar.” (KK-SE).
→ anla-. ║ efeliğe vur-.
haince:⌠4⌡/2. Hain bir biçimde./ “…..bir akrep girmiştir kapımı kırıp kocaman zehrini savurarak
haince bakar hep bakar yüzlerce küçük hayvan kudurmuştur…..” (ŞY-1996)., “Rüküş kadın haince sürdürdü konuşmasını:
…..” (Sİ-ÖKS).
→ bak-, harca- (birini), pisle- {kötülemek}, sürdür- (konuşmasını).
hakça:⌠7⌡/Adalete uygun bir biçimde, doğrulukla, adilane./ “Dünyanın tüm evliliklerine,
gelir düzeyinde fark yapmadan, hakça dağıtılmış, masrafsız bir nimet vardır: Kan-koca kavgası...” (AB-BBYŞ)., “Deli-oğlan
demiş ki: «Ben gider, kadıyı getiririni Kadı bölüşün parayı hakça.»” (PNB-AGUG)., “Akıl insanlar arasında hakça taksim
edilmiştir.” (GY-D).
→ bölüş-, bölüştür-, çöz-* (mesele), dağıtıl-, saç-, sayıl-. ║ taksim edil-.
hakeza: Ø--
hakikat:⌠5⌡/3. Gerçekten./ “Bak yüzüme, ben Haşmet Bey'den daha yaşlı değil miyim? Hakikat
bakıyorum.” (HEA-AG)., “Yunanlılar hakikat ricat ediyorlar, değil mi Peyami?” (HEA-AG)., “Ve hakikat bu sözler onları
teskin etti.” (HEA-VK)., “Asıl gelişinin sebebini söylerken hakikat dudakları titriyor, gözleri yaşarıyordu.” (HEA-VK).
→ bak-. ║ dudakları titre-, gözleri yaşar-, ricat et-, teskin et-.
248
→ hakikat olmak.
hakikaten:⌠83⌡/Gerçekten./ “Beni hakikaten seviyordu.” (AHT-YG)., “Hakikaten Amerika'da bir
İngiliz malı göremezsiniz.” (OS-HT)., “Kaya balığını görmedim ama Homongolos'un arkaya kaçan yassı şakakaları ve ağzı
hakikaten garip bir balığa benziyor.” (RNGBKD)., “-Bilmiyorum. -Bu, evet, demektir. - hakikaten bilmiyorum, yalnızca
aklım karışık biraz. - Bu da evet demektir...” (AA-İGA). “Eğer hakikaten o, Cevriye'den bunu isteseydi.” (SD-FC)., “Bir kaç
gezintiden topladığı intihaların mahsulü olan yirmiden fazla taslağını bana gösterdiği zaman tabiat anlayışına hakikaten
şaşırdım.” (AHT-YG)., “Memnun tavırla başını salladı. Hakikaten de Ayşen gittikçe gevşiyor, rahatlıyordu.” (RHK-BS).,
“Ermenilerin Türklere tahammül edemedikleri herkesçe malumdur: buna rağmen daima bir mazlum rolü takınmış ve bilgi
dereceleri ve dinleri neticesi olarak en ağır muamelelerin kurbanı olduklarına bütün dünyayı hakikaten ikna
edebilmişlerdir.” (HCY-TPH).
→ sev-* [6], gör-* [4], benze- [3], bil-* [3], düşün- [3], iste-* [3], kork- [3], şaşır- [3], ol-
[2], öl- [2], söyle- [2], acıt-*, ara-, ayrıl-*, beğen-, bık-, bit-, değiş-, dur-, düş-, eğlen-, evlen-,
gel-, gevşe-, hoşlan-, inan-, karşılaş-*, kazan-*, kız-, kötüleş-, öp-, rahatla-, soluklaş-
(yaşantı), tanı-, telaşlan-, uç- {sevinmek}, utan-, uyu-, üz-, üzül-, yanıl-*. ║ azap çek-,
cehenneme çevir-, doğru söyle-, gafil avlan-, gönül ver-, (gözünü) aç-, ikna et-, inanacağı gel-
, iyi ol-, kaail ol-, karar ver-, keyfini kaçır-, korkunç bul-, merak et-, salâha kavuş-, şaşkına
dön-, talihsiz ol-, teşekkür et-, tüylerini diken diken et-, yetenekli ol-, zevk ol-. ║ kızıp kabar-.
hakimane: Ø
hâkimane: Ø
hakkında: Ø--
hakkıyla:⌠14⌡/Gereği gibi, iyice./ “Ama kanaatimce bugüne kadar uyumuş, görevini hakkıyla
yapmamıştır.. ‘Fevzi Paşa'nın yüzü soldu.’ ..Şu anda üç görevi var. (TÖ-ŞÇT)., “Aylin, şaşkınlığını ve acısını hakkıyla
yaşayamadı.” (AK-AA)., “Bunu yalnız sizin gibi kendi vicdanının sesini dinleyen, saf kalbli bir tek adam hakkıyla anlar ve
itiraf ederse beni hoşnut etmek için kâfidir.” (BN-DY1). “İkisini de hakkıyla okuyamadık.” (EB-YU)., “Oysa iki kulağını
uçurmuştu ve hakkıyla 'Gıli Gıli' namını kazanmıştı.” (MK-AR).
→ yap- (iş, görev vb.) [4], yaşa-* [3], anla-, başar-, kazan-, kullan-, oku-*. ║ isbat et-,
nam kazan-.
⇒ hakkıyla (bir işi) yapmak.
haksızca:⌠3⌡/2. Hakka, adalete uymaya biçimde./ “Esma elini kaldırdı, başlarına gelen belâları
parmaklarıyla saydı:- Macik hastalandı, yattı, bir! Haksızca çoban Seyd Ali'ye sövdün, iki!” (CD-Oİ)., “Bunu Erdinç'e karşı
çok haksızca buldu.” (ÜK-BDG).
→ bul- [2], söv-.
haksız yere:⌠18⌡/Haksız olarak, hak etmediği hâlde./ “Hele haksız yere çiğnenmişse şerefi...”
(NH-YM)., “Sanırım, eleştirmenliğim ağır bastı burada, çevirmenliğimle denemeciliğimi ve dilciliğimi ezip öne geçti, haksız
yere gölgeledi onları...” (FA-SUYK)., “Yalan olduğu için yazacağım, haksız yere tevkif edecekler...” (NH-YM).
249
→ gölgele- {engellemek}, götür- {tutuklamak}, önemsizleş-, söylen-, suçla-, suçlan-.
║ şerefi çiğnen- [2], azar işittir-, (ellerini) kestir-, günaha gir-, (güven kaybına) uğra-, hükmet-
, işgal et-, işten atıl-, itham et-*, tevkif et-.
hâlâ**:⌠1203⌡/Şimdiye kadar, o zamana kadar, hâlen, henüz./ “Acemi bir horoz muydu,
öten? Hâlâ bilemem.” (F-PY)., “«Hayatım mahvolup gitti, muhabbet bitmiyor hâlâ!»” (AŞH-BM)., “…pirinç tokmaklan
hâlâ duruyordu.” (F-PY)., “Bak bana, üç oğul gömdüm, hâlâ yaşarım.” (F-PY)., “Alana çıktıklarında güneş batmış,
aydınlığı hâlâ sürüyordu.” (F-PY)., “Müfit, 'aşılmanın' dehşetinden, birden çıkamamıştı: için için, hâlâ titriyor.” (Aİ-YK).,
“Az bir muarefeden sonra şahsiyetinin sihrine kapıldım ve üzerimde o tesir hâlâ da devam ediyor.” (YKB-SEP)., “Efem
demeyi de ondan öğ rendim. Hâlâ da vazgeçemem.” (F-PY)., “Ayakkabı boyacısı ise hem ayakkabıları fırçalıyor, hem hâlâ
bakıp duruyordu kendisine.” (ÇA-BAG).
→ bil-* [6], bit-* [5], dur- [5], yaşa- [5], anla-* [4], bağır- [4], sür- {devam etmek}[4],
bak- [3], duy-* {hissetmek} [3], gel-* [3], görün-* [3], gül- [3], hatırla- [3], inan-* [3], konuş-
[3], titre- [3], yan- [3], ağla- [2], anlat- [2], de- [2], diren- [2], duy- {işitmek} [2], düzel-* [2], geç-
* [2], oyna- [2], sev- [2], söylen- [2], unut-* [2], uyu- [2], devam et- [11], vazgeç-* [3], ak-,
akıllan-*, alkışla-, anımsa-, ayıl-*, başla-*, bekle-, besle-, bitir-*, bul-*, çabala-, çalın-
(müzik), çalış-, çek- (çile), çekin-, çöz-*, dayan-, dikil-, dokun-, dolaş-, duyul-, düşün-, gerin-,
getir-*, gezin-, git-, gör-, görüş-*, gözetlen-, harcan-, ilgilen-*, inle-, iste-, işlet-, konuşul-,
kork-, otur-, oyalan-, öğret-, rastla-*, sallan-, say- {söylemek}, solu-, söv-, söyle-, sus-, şaş-,
taşı- (nitelik), toplan-, tüt-{varlığını korumak}, uğraş-, üstele-, üşü-, yazıl-*. ║ bağlı kal-,
bahset-, (canlılığını) koru-, cevap bekle-, cevap iste-, dua et-, elini tut-, gözü doy-*, hisset-,
kalbi çarp-, karanlık çök-*, karnını doyur-*, (sesi) gel-, şarkı söyle-, (taptaze) dur-, (tazeliğini)
koru-, tereddüt içinde çırpın-, yabancı tut-, (yağmur) yağ-, yerinden kımılda-*. ║ bakıp dur-,
deyip dur-, sorup soruştur-, sövüp say-, sürüp git-. ║ sallanır durur.
haldır haldır:⌠6⌡/Hızlı ve ses çıkararak, {çokça}./ “Bir zamanlarmış onlar da, bir eski
zamanlar... ‘Oysa ben,’ dedi, ‘haldır haldır koş oraya, haldır haldır koş buraya.’” (NM-TÖ2)., “O da sosyalizmdi! Haldır
haldır Marksist klasikleri okuyordun.” (HC-KKKY)., “Bir kere zahmete katlanıp oku istersen. Haldır haldır piyese
çalışıyorum.” (CKM).
→ koş- [2], boşal-, çalış-, oku-. ║ süregel-.
⇒ haldır haldır koşmak.
hâlen:⌠34⌡/Şimdi, şu anda, bugünkü günde./ “Halen bir kamu kuruluşunda çalışmakta ve Şiir
Odası dergisinin yayın yönetmenliğini yapmaktadır.” (AB-EZ)., “Bir üniversiteli gencin -suç işlemişse- asılma özgürlüğü
vardır, halen sürmektedir bu özgürlüğü.” (AB-SD)., “Aşut'un önerisi bana da akla yakın geldi, zaten çok az sayıda da olsa
bazı dergiler bunu halen yapıyor.” (ŞY-2001)., “Halen aynı şirketim devam etmektedir.” (TÖ-E).
→ çalış- [3], sür- {devam etmek} [3], yap- [3], …de bulun-, …de otur-, …i yürüt-
{devam ettirmek}, bil-*, bit-*, boğuş-, mücadele etmek}, geç-, kal-, satıl-, sev-, sürdür-
{devam ettirmek}, sürdürül-, tanı-*, yaşa-. ║ devam et- [5], …de görev yap-, geçerliliğini
250
koru-, için için yan-, sesini duyur- {etkisini belli itmek}, soykırımdan geçir-. ║ bağırıp dur-,
bakıp dur-.
hâlihazırda: Ø
halisane: Ø
hâliyle:⌠17⌡/1. Olduğu gibi./ “Ø”. ; /2. Olağan bir sonuç olarak, ister istemez./ “Bu
serviste de geçiş büyük sorunlar yarattı. Haliyle de ayrılmalar oldu.” (DC-BSKY). “Ama böylelikle sadece bir iktidarı
yenmiş oluyoruz, bu sırada başka bir ya da birkaç tanesini tesis edip etmediğimizle ilgilenmiyoruz haliyle.” (ÜK-BDG).,
“Sıvalar da haliyle dökülme yapıyor. İçeriye su alınca, demirler de haliyle paslanma yapıyor.” (BA-TO1)., “Evde 5-10 kişi
daha var. Haliyle, acı haberden hepsi allak-bullak olmuş.” (NB-DÜF).
1.⌠-⌡→ Ø
2.⌠17⌡→ ol- (bir şey) [2], algıla-, anlat-, bil-*, eğlenil-, ilgilen-*, sürüklen- {kendini
kaptırmak}, veriştir-. ║ paslanma yap-, [2], ağırına git-, allak bullak ol-, (dökülme) yap-,
(genişleme) yap-, içine gir- {kapsamak}, yanlış yap-.
hâlsiz:⌠7⌡/2. Hâli, gücü olmayan, bitki, dermansız, takatsiz bir biçimde./ “Öfkesi geçince
halsiz bir taşın üstüne oturdu.” (YK-OD)., “Sabahleyin, bir ara yarı daldığı uykudan pek yorgun ve halsiz uyandı.” (GY-
H1)., “Toprağa, olduğu yere halsiz çöküverdi.” (YK-OD).
→ otur- [2], uyan-, yat-. ║ yere çök- [2], (kendini) yatağa at-.
hâlsizce:⌠2⌡/2. Hâlsiz bir biçimde./ “Birden aklına bir düşünce geldi: «Vay,» dedi halsizce.” (YK-
OD)., Haydi, dön! Halsizce yere çöktü. (YK-OD).
→ de-. ║ yere çök-.
hamaratça: Ø
hamilen: Ø
handiyse:⌠20⌡/Yakın zamanda, neredeyse, hemen hemen./ “Kalabalık karamsarlığa birebir
gelir. Handiyse hüngür hüngür ağlayacağım...” (EB-BG)., “Hikmet Bey, şehirdeki isyanı, biraz önce olanları, hatta Dilara
Hanım'ı handiyse unutmuştu, Osmanlı'nın payitahtında edebiyattan konuşacak bir kadınla karşılaşabilmek Hikmet Bey gibi
erkekler için büyük bir nimetti.” (AA-İGA)., “Hesap uzmanına baktım, göz pınarlarında yaşlar birikmiş, handiyse ağladı
ağlayacak... - İşte böyle çocuklar...” (AN-AZDE)., “Çok matrak, handiyse kavga edecek, dedi şoför.” (FE-Ç).
→ ağla- [2], unut- [2], dur-, kalkış-, kekele-, kov-, yap-. ║ akşam ol-, alaya al-,
bembeyaz kesil-, boşa git-, gurur duy-, inanası gel-, kavga et-, söz et-, utanç duy-, yok ol-. ║
ağladı ağlayacak.
hanım hanımcık: Ø
hani: Ø--
251
hant hant:⌠2⌡/‘Bir şeye aşırı istek duymak’ anlamındaki hant hant ötmek
deyiminde geçin bir söz./ “Ø”. ; //Öğürtülü ses çıkararak.// “Gözleri kan çanağı kıvırcık bir sarhoş, Büyük
Parmakkapı Sokağı'nın köşesinde ikiye katlanmış, hant hant karanlığa öğürüyordu; ….” (Aİ-OKB)., “Hant hant
öksürüyorsun.” (VB-SvB).
/…/⌠-⌡→ Ø
//…//⌠2⌡→ öğür-, öksür-.
→ hant hant ötmek.
hapır hapır: Ø
hapır hupur: Ø
harala gürele: Ø
harfi harfine:⌠13⌡/Tastamam, uygun, gerçekte olduğu gibi./ “Baktı, gördü ki, Mehmet'ler,
düşmanı iyice kıskaca almış, emirlerini harfi harfine yerine getirmiş, aslanlar, parslar gibi Yunanın üstüne atılıyor, bir sürü
esir toparlamışlar huzuruna getiriyorlar.” (SK-D)., “Daha sonra bütün bunları harfi harfine Celil Dayıma da anlattı
babam, …..” (HAT-KHK)., “Elbet, en iyisi "mot a mot" (harfi harfine) çeviridir.” (CS-GC)., “Şimdi sıra İvan'da idi. Harfi
harfine babasını taklit ediyordu.” (CD-Oİ).
→ anlat-, bil-, çevir- (dilden dile), oku-, söyle-, tekrarla-, yap-, yaz-. ║ emirleri yerine
getir- [2], (aynı rüyayı) gör-, tahmin et-, taklit et-.
harfiyen:⌠3⌡/Harfi harfine, hiçbir değişiklik yapmadan./ “Söylenenlere inanır ve harfiyen
uyar.” (LN-BD)., “Macar Mustafa - (Darağaçlarına bakarak) Bu şart harfiyen yerine getirildi Sayın Müdürüm!” (BE-Ç).
→ uy-. ║ yerine getir-, yerine getiril-.
har har:⌠3⌡/Gürültülü, bol ve sürekli olarak./ “Har har soluyorlar.” (FB-ID)., “Hep aynı şeyleri
yaparlar, gene de har har koşarlar.” (EA-KIY).
→ solu- [2], koş-.
harıl harıl:⌠78⌡/Aralıksız olarak, durmaksızın, bütün gücüyle./ “SİMYACI kara cüppeler
içinde harıl harıl çalışıyorlar.” (GD-TO1)., “Filmi, Türkçesinden görmüştü, harıl harıl, Fransızca kopyasının gösterildiği
sinemayı aradı: onun sesini duyacak, kendi sesini!” (Aİ-OKB). “Böyle olduğu halde tarihi roman muharriri bir köşeye
sığınmış, meyhanecinin, tersine çevrilmiş bir bahçıvan küfesinin üzerine yerleştirmiş olduğu dört köşe bir tahtanın üzerinde
hem harıl harıl yazısını yazıyor, hem de rakısını ve ağzından hiç düşürmediği nargilesini içiyordu.” (OCK-KE)., “İstanbul
sosyetesi Moda Kulübü'nde yapılacak bu düğüne hazırlanıyordu harıl harıl.” (AK-AA)., “Ahmet Ziya, gözleri hâlâ Elke'nin
technicolor hayalinde, harıl harıl sesin sahibini çıkarmaya uğraşıyor: 'Van'lı' Kâzım, olamaz; Hamdi Şâmilof, olamaz; olsa
olsa Ali Rıza'dır bu, evet!” (Aİ-OKB)., “Harıl harıl "Safo'dan güze!'' bir kız araştırıyorlardı.” (MTT-SS)., “Çalışkan
öğrenciler soru yanıtlarını kara tahtaya yazarak açıklıyor, öbürleri not alıyor harıl harıl.” (VB-SvB).
→ çalış- [8], ara- [4], yaz- [3], aran- [2], hazırlan- [2], oku- [2], uğraş- [2], araştır-, arat-,
ayır-, gönder-, hazırla-, işle-, satıl-, seviş-, tartış-, temizle-, üret-, yazıl-. ║ bayrak diktir-,
kendini savun-, not al-, not tut-.
252
⇒ harıl harıl çalışmak.
haricen:⌠1⌡/Dıştan, dışarıdan./ “Bir ilaç şişesinden çıkardığım, üstünde, ‘Doktor bilmem kim, boğaz
gargarası, haricen kullanılır.’ filân yazılı kırmızı etiketi votka şişesine yapıştırdım.” (MU-BDA).
→ kullanıl-.
hariç:⌠8⌡/3. Dışta olmak üzere, dışında sayılmak üzere, müstesna./ “Ama, yazarı besleyen
trajedidir sözüme dönersek, aşk, yaşamın (ölümü yaşam karşıtı olduğu için hariç tutuyorum) belki de en trajik olayıdır.”
(FA-SUYK2)., “Kurtuluş savaşı sırası ve Cumhuriyetin kuruluşunun hemen ardından gelen kısa dönem hariç tutulursa,
resmi ideolojide Kürt sözcüğü bile sözlüklerin dışında kaldı.” (ASA-AK)., “İstanbulda böyle zevk ve safa rüzgârları esmeğe
başlayınc kulları da bütün bütün hariç kalmadım.” (AŞH-BM).
→ tut-* [3], tutul- [3], kal-.
→ (bir işten) hariç olmak
⇒ (bir şeyden) hariç tumak (veya tutulmak).
harman çorman: Ø
harrangürra: Ø
hart: Ø
hartadak: Ø
hart hurt: Ø
hasbelkader:⌠2⌡/Rastlantı sonucu olarak, tesadüfen./ “Mesela beyefendi tıp porfesörü,
hasbelkader rektör yapılmış; narkozu verip neşteri attı mı meselenin kökünden çözüleceğini zannediyor.” (BA-YYY)., “Eğer
hasbelkader biz burada yaşamaya mecbur kalacaksak, bu ada her halükârda senin işine gelemez.” (YK-KSİ).
→ mecbur kal-, rektör yapıl-.
hasbetenlillah: Ø
hasebiyle: Ø--
hasılı: Ø--
hasımca: Ø
hasetsen:⌠2⌡/Ayrıca, özellikle, bilhassa./ “Ve bütün bunların üstünde bana olan itimadının
kırılmamasını ve emirleri ne olursa apaçık tebliğ buyurmalarını hasseten rica ettim.” (UM-KKA).
→ rica et- [2].
haşarıca: Ø
haşır haşır:⌠1⌡/Haşır huşur./ “Onlarca bugüne kadar çekilen eziyetler bir şey değildi, bunun dahası
vardı, kimbilir, gökyüzü yekpare kızgın bir bakır gibi tangolu milletin başına çökecek, çoluk, çocuğa kadar ne masumların
başlarını bile yakacak, dağlıyacak, haşır haşır haşlıyacaktı.” (PS-SK).
253
→ haşla-.
haşur huşur:⌠2⌡/Sert ve kuru şeyler haşırdayarak, haşırtılı ses çıkararak, haşır haşır./ “Nereye gitti şu körolası yazı, diye söyleniyor ve haşır huşur dolapdaki kâğıtları karıştırıyordu.” (KK-SE)., “İkmal'li
yatılıların çoğu gelmişti; koridorlarda, bahçede, sınıflarda, ikişerli üçerli gruplar halinde ders çalışıyorlar; hademeler,
hamarat ve gayyûr, merdivenleri siliyor: haşır huşur;….” (Aİ-OKB).
→ karıştır-, sil-.
hatasıyla sevabıyla: Ø
hatır belası: Ø
hatır hatır: Ø
hatır hutur:⌠2⌡/Değişik biçimlerde ses çıkararak (kesmek, yemek, koparmak,
kaşımak), hatır hatır./ “Kese, eskisi gibi, sürdükçe hatır hatır ediyordu etinde ve acıtıyordu.” (EÖ-P/S)., “Kimi
geceler kadının üstündeyken yatağın altında muşambayı hatır hatır tırmalardı.” (YA-AO).
→ et-, tırmala-.
hatta: Ø--
havadan:⌠1⌡/2. Emeksiz, açıktan./ “Hükümetin onbeş lira karşılığı verdiği A kuponu kendisine
havadan on lira kazandırmıştı işte; ama bu parayı "nereye peşin" sarfedece-ğine henüz karar vermemişti. "Delik o kadar
büyük, yama o kadar kü-çük"tü ki...” (Sİ-İGÇÖ1).
→ kazan-.
havadan cıvadan: Ø
hayalen: Ø
hayal meyal:⌠60⌡/2. Belli belirsiz, açık seçik olmayan bir biçimde./ “Ümit Hassan da ben
de çakmıştım. Hayal meyal hatırlıyorum.” (HC-KKKY)., “Belleğim o kadar sarsıldı ki şu son yıl içinde artık hayal meyal
görüyorum o eski gençlik yıllarımızı.” (CKM)., “Bacakları ince jüponundan hayal meyal seçiliyordu.” (AK-AA)., “Karşıda
yükselen Top yeri ile Çobankaya yağmurun ve bir kör dumanın ardından hayal meyal görünüyordu.” (TB-KA)., “Bu
mendilin, beyaz bir gölge içinde, camın dış tarafında da gezinip oradaki lekeyi de temizlediğini hayal meyal fark ettim, ama
sonra da bunun bir kuruntu olduğunu anladım.” (GY-H1)., “Çehresi de hayal meyal gözlerimin önüne geliyor.” (GY-GH).
→ hatırla- [19], gör- [6], anımsa- [4], sez- [4], seç-* [3], seçil- [3], görün- [3], bil- [2],
göster- [2], gözük- [2], aydınlat-, düşün-, görül-, ol-, sezinle-, tanı-. ║ fark edil- [2], akılda kal-,
fark et-, fark ettir-, gözünün önüne gel-.
⇒ hayal meyal hatırlamak, hayal meyal görmek.
hayâsızca:⌠1⌡/2. Hâyasız olarak, hâyasız davranarak./ “Tuhaf, çocukların yüzünde zerre kadar
utanma belirtisi yok. hayasızca gülüyorlar.” (AÜ-SG).
→ gül-.
254
haybeden: Ø
haydi: Ø--
haydi haydi:⌠10⌡/1. Kolaylıkla, rahatlıkla./ “Dernek onlar okumasını haydi haydi biliyorlardır.”
(FA-ZY)., “Sen, ben bu lafı kullanırsak, cahil köylüler haydi haydi kullanır, öyle değil mi ama, Sinan Efendi?” (OK-KT).,
“Halbuki -kendi oğlum olduğu için söylemiyorum- bugünkü günde, haydi haydi bir müsteşarlığı bile idare edebilir.” (YKK-
KK). ; /2. Olsa olsa, en çoğu./ “Ø”.
1.⌠10⌡→ açıl-, aş-, bil-, bul-, git-, kazan-, kullan-, süpür- {ektisiz kılmak}. ║ idare et-
, geçim sağla-.
2.⌠-⌡→ Ø
haylazca: Ø
hayli:⌠105⌡/2. Oldukça, bayağı./ “Bekir başını göğsüne eğdi, hayli düşündü, ensesini kaşıdı: Öyle!”
(CD-Oİ)., “Çekim başladı, hayli ilerledi.” (RE-G)., “Ayşe hayli değişmişti.” (CD-Oİ)., “Böylece çabuk buluşmak umudu
hayli arttı.” (GD-ADM)., “Bana asabî bir gülme geldi: Bizi hayli korkuttunuz Saffet Bey, sizi aramaya gelen iki adamı, az
daha katledecektiniz.” (HEA-AG)., “Arka taraflara doğru gittik. Hayli uzaklaştık.” (FRA-Ç)., “O zamandan bugüne hayli
vakit geçti.” (CKM)., “Köylüler etrafını alıp kolağasını ona bağışladılar.Kıta başındakiler yine hayli para vurmuşlardı.”
(FRA-Ç).
→ düşün- [6], ilerle- [4], değiş- [3], art- [2], hırpala- [2], hırpalan- [2], korkut- [2], sür-
[2], uğraş- [2], uzaklaş- [2], yorul- [2], zayıfla- [2], açıl-, alçal-, aş-, benzeş-, besle-, büyü-,
çekişil-, çoğal-, çök-, delir-, dolaş-, doldur-, döv-, duraksa-, etkile-, etkilen-, ezil-, ferahla-,
gecik-, geliş-, genişle-, görüş-, hafifle-, heyecanlandır-, hiddetlen-, ısıt-, ilerlet-, kabar-, ,
kolaylaş-, konuş-, öfkelen-, sars-, sarsıl-, seslen-, soğu- (istek), şaşırt-, tartış-, tartışıl-,
uğraştır-, unut-, uza-, uza-, üz-, üzül-, yıpran-, zorlan-. ║ vakit geç- [2], azap çek-, cesaret ver-
, çene çal-, değerini kaybet-, ehemmiyet ver-, geç kal-, gücüne git-, güçlük çek-, ilgi göster-,
kafayı bul-, kaybet-, masraf edil-, (masraf) tut-, müessir ol-, pahalıya mal ol-, para vur-, para
yedir-, sıkıntı çek-, sıkıntı ver-, ter döktür-, yabancı gel-, yardım gör-, yardımı dokun-, yol al-,
yol alın-, zaman al-.
hayranlıkla:⌠112⌡/Çok beğenerek, hayran kalarak./ “MELTEM: (Ona yine hayranlıkla
bakar.)” (AA-TO3)., “Bu olağanüstü önerini saygıyla ve hayranlıkla karşıladım.” (FE-HBM-O)., “Deneylerle yapılan bu
sunumları, seçici kurul üyeleri, gözlemciler ve yarışmacılar, büyük bir dikkat ve hayranlıkla izliyordu.” (GD-AK)., “Ahmet
Ziya, hayretin ğır bastığı derin bir hayranlıkla, onu seyrediyordu; yaklaşıp, dudaklarını ağzına uzatırken, fısıldadı:” (Aİ-
OKB)., “Çok saygılıydı ona. Hayranlıkla söz ediyordu.” (DC-BSKY)., “Ali Usta ile Selim örs üstünde karşılıklı demir
dövmekte ve köylü alakalı bir hayranlıkla işi takibetmektedir.” (NH-YM).
→ bak-* [42], dinle- [13], oku- [9], karşıla- [7], izle- [5], an- [3], okşa- [2], alkışla-, de-,
elle-, gez-, hatırla-, incele-, kavra-, sev-, süz- {bakmak}. ║ seyret- [18], söz et- [3], takip et-
[2], gözünü dik-, idare et-, seyreyle-.
255
⇒ hayranlıkla bakmak, hayrınlıkla seyretmek.
hayretle:⌠319⌡/Şaşkınlıkla, şaşarak./ “Reşit Paşa hayatında ilk defa gördüğü bu zebralara gözleri fal
taşı gibi açılmış, hayretle bakıyordu, Padişah da ona bilgi veriyordu: - Bunlar yalnızca Afrika'da yaşar, bunları buraya zor
zahmet getirttik...” (AA-İGA)., “Sonra yüzüme bakarak, hakikaten sevimli bir hayretle «Bunu ben ne yapacağım?» diye
sordu.” (AHT-YG)., “Ragıp Bey, onun toprağa sürdüğü ellerinin hiç kirlenmediğini hayretle gördü. - Askerler sokaklarda
hocaları dövüyorlarmış.” (AA-İGA)., “Sedat Bey; «Aziz Bey, sizden kaç kere rica ettim Nihad Beyin şiirlerine dikkat edin
diye?» dedi. «Dikkat ediyorum» dedim hayretle.” (DC-BSKY)., “Mozart'ı, Bach'ı, ilk mağara resimlerinden birini yapan
adını bilmediğim ressamı, Nedim ve Yahya Kemal'i ise daima hayretle dinler ve severim.” (AHT-YG)., “Özdemir Hazar'ı
hâlâ yazılarını daktilo makinesiyle yazdığı için hayretle izliyor.” (DC-BSKY)., “Marksizm'le Hıristiyanlık arasında bir
diyalog kurulabileceğine inanmam tepki ve hayretle karşılanıyor.” (AD-Y)., “Dalgın, perişan Ayrı Yollar'ın dosyası
koltuğumun altında, Cağaloğlu yokuşundan ağır ağır yürürken Gül'le konuştuğumu hayretle farkettim.” (EI-KA)., “Çıfıt
Levi gözlerini hayretle açtı, cüzdanı cebe sokan Bekir'in eline dikkatle baktı.” (CD-Oİ).
→ bak- [147], sor- [36], gör- [21], de- [9], dinle- [8], izle- [7], karşıla- [6], bakış-[3], anla-
[2], bağır-[2], bakın- [2], düşün- [2], karşılan- [2], dolaş-, dön-, dur-, durakla-, eğil-,
gerçekleştir-, gerile-, haykır-, irkil-, kalk-, oku-, öğren-, süz-. ║ fark et- [9], (gözlerini) aç- [8],
seyret- [7], (başını) kaldır- [4], cevap ver- [2], (gözleri) büyü- [2], (gözlerini) kaldır- [2], ağzını
aç-, avdet et-, bağırıver-, bakakal-, (başını) çevir-, başını iki yana salla-, (baştan aşağı) süz-,
geri çekil-, (göz kapaklarını) aç-, (gözbebeği) büyü-, (gözleri) yan-, (gözlerini) dik-,
(gözlerini) kırpıştır-, (gözü) açıl-, ilave et-, (omuz) kaldır-, takip et-, telâkki et-, temaşa et-,
tespit et-, tetkik et-, yerinden doğrul-, yerinden fırla-, yüzüne bak-. ║ bakıp dur-, donup kal-.
⇒ hayretle bakmak.
haysiyetiyle: Ø--
hayvanca: Ø
hayvani: Ø
hazır:⌠16⌡/4. Bu fırsattan yararlanarak./ “Ø”. ; //Bir iş yapmak için gerek her şeyi
tamamlamış olarak, anık, amade bir biçimde.// “Hazır duruyor bugünden yerim: Zincirlikuyu Kabristanı'nda,
Azize Çamlıbel'in yanında!” (FNÇ-HD)., “Vazifesine dönünce de işlemiş aylığını hazır bulacaktı.” (GY-H1)., “Adamlar
kavga etmek için hazır bekliyorlarmış.” (BŞ-DKO).
4.⌠-⌡→ Ø
//…// ⌠16⌡→ bekle- [7], bul- [5], dur- [4].
→ (bir yerde) bulunmak (veya olmak), hazır etmek, hazır olmak.
⇒ hazır beklemek, hazır bulmak, hazır durmak.
helal:⌠16⌡/4. Kurallara, geleneklere uygun olarak./ “Cabbarın yüzüne bakmadan: Hakkını helal
eyle Cabbar kardaş, dedi sesi bozularak.” (YK-İM1).
→ (hakkını) eyle- [2].
256
→ helal etmek, helal olmak, helal olsun.
⇒ (hakkını) helal eylemek.
helalinden: Ø
hemen**:⌠3198⌡/1. Çabucak, {anında, sırasında.}/ "Siz çınarların altına gidin, ben hemen
geliyorum." (YK-KSİ)., “Okuldan çıkınca eve gitmedim hemen.” (SD-K)., “Ankara İstasyonu'na iner inmez hemen toplantı
yerlerimize koştum, ancak Fahir'i bulabilmiştim.” (GY-GH)., “Böyle bir şey bırakmamıştım. Hemen aşağıya, salona
fırladı.” (KHK-YAH)., “Ahmed Cemil'in eline tutuşturuldu- «hemen başlayın!» denildi,…” (HZU-MvS)., “Ağaefendi
masadan hemen kalktı, o kalkar kalkmaz da ötekiler.” (YK-KSİ)., “«Ben biraz çalışacağım.» dedi, hemen odasına çıktı.”
(HZU-MvS)., “Birkaç yıl önce başıma gelen olayı hemen hatırladım.” (GY-GH)., “Biz o çocukları hemen bulur, onları
iyileştiririz.” (YK-KSİ)., “Biz de hemen döndük.” (YK-KSİ)., “Baytar hemen ayağa kalktı, söze girdi, sesi ağlamaklıydı.”
(YK-KSİ)., “Ali Şekib hemen cevap vermişti: Hiç bir şey yazamam.” (HZU-MvS)., “İmralı ceza evinin senelik toplantısında
adaya incir ağaçları dikilmesini teklif eden Murat Muratoğlu bir hafta sonra hemen işe başladı.” (GY-H1)., “Hemen karar
verdik, gidip görecek, birliğimize manevî reis olmasını istiyecektik.” (GY-GH)., “Hiç sızlanmadan hemen işe koyuldum.”
(TÖ-TO3)., “Acaba bir daha eve dönmesine izin vermeden karakoldan hemen alıp götürecekler miydi?” (ÇA-BAG).,
“Hemen gidip yatacaktı o kadınla.” (ÇA-BAG). ; /2. Aşağı yukarı./ “Ø”. ; /3. Yalnız sadece./ “Ø”.
1. ⌠492⌡→ gel-* [26], git- [20], koş- (-e) [12], fırla- [11], başla- [10], kalk-* [10], çık- (-i,
-e) [9], dön- (-i, -e) [8], söyle-* [8], anla-* [6], hatırla- [6], al-* [5], bul- [5], gönder- [5], öl-* [5],
sus- [5], gör- [4], kaç-* [4], sor- [4], yolla- [4], anlaşıl-* [3], anlat- [3], atla- [3], bırak- [3], bildir-
[3], geç- [3], in- [3], iste- [3], kap- [3], öldür- [3], tanı- [3], uyu- [3], yaz- [3], açıl- [2], ara- [2], at-
[2], atıl- [2], ayrıl-* [2], belirt- [2], bit- [2], bozul-* {alınmak} [2], çağır- [2], çök- [2], de- [2],
doğrul- [2], düşün- [2], götür- [2], it- [2], kapat- [2], katıl- [2], kur- (örgüt vb) [2], otur- [2], parla-
* [2], sat- [2], seğirt- [2], toplan- [2], uyan- [2], uzaklaş- [2], ver- [2], yat- [2], yetiş- [2], açıkla-,
anlaş-, aşır-, ayarla-, ayır-, ayrıl- {fark edilmek}, bağır-, bastır-{yayınlamak}, beğen-, belir-,
bırakıl-, bitir-*, bitiril-, boşan-, böbürlen-, bulan-, büyütül-, ciddileş-, çağırt-, çak- {anlamak},
çalış-*, çek-, çekin-, çevir-, çömel-, davran-, değerlendir-*, değiş-, diril-, dolan-, döşen-
{yazmak}, dur-, durdur-, evlen-, ezberlen-, getir-, getirt-, gider-, giy-*, görül-, inan-, indir-,
kapa-, karşıla-, kavra-, kaynaş-, kes-, kız-, koparıl-, kurtar-, kurul-, lekele-, oturul-, oyna-,
öğren-, ört-, rahatla-, saldır-, satıl-, seç-, ser-, sez-, sezil-, sıkıl-, sırıt-, sıvış-, silin-,
sonuçlandırıl-, sustur-, tan-, taşı-, taşın-, temizle-, toparlan-, topla-, uğra-, ulaştır-, unut-, utan-
, uy-, uyandır-, uyuş-, üzül-*, yap-, yapış-, yapıştırt-, yaptır-, yayınlan-, ye-*, yerin-, yıka-,
yıkan-. ║ ayağa kalk- [5], cevap ver-* [5], işe başla- [4], yola çık- [4], haber ver- [3], hareket et-
[3], fark et- [2], (gözünü) aç- [2], ilâve et- [2], kabul et- [2], karar ver- [2], kendini yere at- [2],
satın al- [2], söze karış- [2], yerine getiril- (emir, istek vb.) [2], ağzı kulaklarına var-, ahbap ol-,
akla gel-, akla getir-, aklına gel-, arkadaş ol-, arz et-, (ayağa) fırla-, balık vur-, (bankaya)
yatır-, belli ol-, boyun eğ-, cevap bekle-*, cevap veril-, çare bul-, davet et-, dost ol-, ele al-, eli
257
git-, (elini cebine) at-, (elini) çek-, (elini) tut-, (elini) uzat-, emir ver-, esas duruşa gel-,
(etkisini) göster-, (etrafını) sar-, fark edil-, geri çekil-, geri kaç-, geri ver-, gırgıra al-, gönül al-
, (gözünü) dik-, (gözünü) kaçır-, (güreşe) gir-, haber gel-, haddini bildir-, hallet-, harekete
geç-, hüküm ver-, (içeriye) at- {tutuklamak}, imâ et-, işaret et-, işe giriş-, işe koyul-, işine son
verdir-, izah et-, izin ver-, kabul gör-, kaleme sarıl-, (kapıyı) tut-, karşılık al-*, karşılık ver-*,
kaybol-, kendine gel-, (kendini) belli et-, koluna gir-, konuya gir-, lâfı al-, lâfı çevir-, lafı
değiştir-, mesele yap-, (meseleye) gir-, naklet-, (olaya) el koy-, reaksiyon göster-, reddet-*,
sebep göster-, sesi kesil-, silah çek-, sofra kurul-, sofra seril-, sorguya çekil-, söze başla-, sözü
değiştir-, tahliye ettir-, takarrür et-, uykuya dal-, yemin et-, (yerden) kaldır-, yere yık-, yok et-,
yol göster-, yola çıkar-, yola koyul-, yüzü gül-, (yüzünü) kapa-. ║ alıp götür-* [3], gidip yat-
[2], çekip al-, yatıp uyu-, koşup gel-, giyinip gel-.
2.⌠-⌡→ Ø
3.⌠-⌡→ Ø
hemencecik:⌠99⌡/Çabucak./ “Uyudu mu hemencecik?..” (KT-YS)., “Ah sağ olunuz, sağ olunuz
hemencecik geliverdiniz.” (AÜ-SG)., “Ne dediğini hemencecik unutacaktı nasıl olsa.” (LT-OÖY)., “Hemencecik edebiyatçı
demek istediğini anladım.” (AB-SD)., “Reha hemencecik; Hayır, dedi.” (EA-DÖY)., “Her zamanki gibi kimse onları
zorlamazken yapılan işin çığırtkanlığını bol keseden üstlerine almışlar, olanları hemencecik kavrayıp
benimseyivermişlerdi.” (EÖ-P/S)., “Öteki çocuklar da onun arkasından... Hemencecik de geriye döndüler.” (YK-KSİ).,
“Yakayı hemencecik ele verir.” (AS-YA)., “Birazcık başıboşlukta, atamadığımız küçük burjuva alışkanlıkları hemencecik su
yüzüne çıkıveriyor.” (EÖ-GSA).
→ uyu- [6], gel- [4], unut- [4], anla- [3], bul- [3], de- [3], başla- [2], dön- [2], kalk- [2], al-,
alın-, aştır-, atla-, ayrıl-, bak-, belir-, benimse-, büyü-, çek-, çekil-, dene-, dizil-, dönüş-, git-,
gömül-, gönder-, kaç-, kay-, kes-{sözünü}, kurtul-, merhemle-, okun-, ol-, otur-, parla-, piş-,
sor-, sön-, suçlan-, tanı-, toparlan-, tuzla-, ulaş-, ver-, yerleştir-, yetiş-, yor-. ║ geri dön- [3],
ağzından sözü al-, akıldan kov-, arası açıl-, ateş yak-, (atına) atla-, (başını) indir-, dediğini
yap-, gözden yitir-, (gözlerini) aç-, her şeye bir kulp bul-, içine al-, (ipi) çöz-, iyi et-, (kendini)
ortama uydur-, kendini toparla-, ortaya çık-, sesini kes-, (sırtındaki yükü) indir-, su yüzüne
çık-, taraf tut-, teşkilât kur-, uykuya var-, üstüne çullan-, (üstüne) kıvrıl-, yakayı ele ver-, yola
düş-, yüzünü yere eğ-. ║ alıp götür-, kesilip atıl-*.
hemen hemen:⌠32⌡/1. Nerede ise, az zaman sonra./ “Ø”. ; /2. Tam değilse bile ona
pek yakın./ “Sınıf, hemen hemen dolmuştu.” (RNG-ÇK)., “Özümlediğinizi de, bir yaşam boyu taşıyacağınızı sansanız
bile bir süre sonra (haydi, kimi meraklı okuru çok fazla üzmemiş olmak için "bütünüyle" demeyeyim de hemen hemen
tüketirsiniz.” (BK-ÖM)., “Bu Nihat Efendi işini hemen hemen benimsedim.” (RNG-YG). “Otların arasında hemen hemen
diz dize oturuyorlardı.” (SK-D)., “…. köy insanlarıyla her lakırdı alışverişimizde biraz daha kanımız tepemize fırlayarak
sonunda hemen hemen kanlı bıçaklı olmuştuk.” (SFA-HBSK).
258
1.⌠-⌡→ Ø
2.⌠32⌡→ dol- [2], tüket- [2], benimse-, bitir-, boşalt-, çocuklaş-, donan-, geç-,
günahsızlaş-, imkânsızlaş-, inle-, kaç-, kal-*, mırıldan-, ol-, olanaksızlaş-, onayla-, silin-,
tüken-, uç-, yinele-. ║ alay et-, diz çök-, diz dize otur-, işgal edil-, iyi ol-, izale et-, kanlı
bıçaklı ol-, ortadan kaldır-, yer al-*, yok ol-.
henüz**:⌠579⌡/1. Az önce, daha şimdi, yeni./ “Berna, düşüncelerinden koptu; önce yavaşladı,
sonra durdu; dışarıya adımını henüz atmıştı ki, tanımadığı bir genç kız sesi, onu çağırıyor: "Berna Hanım, lütfen bakar
mısınız?"” (Aİ-YK)., “Madam Gatenyu'yla bir tavla partisine henüz başlamıştım ki: - Dikkat!” (KHK-YAH)., “Ve tezkere
alıp İlgaz'a henüz dönmüştü ki «Çıktık açık alınla on yılda her savaştan» O gece dehşetli içti Yusuf.” (NH-MİM)., “İşimiz
bitmedi henüz.” (TDK-KO). ; /2. Daha, hâlâ./ “Kendisini, Edirne'de çok acı bir haberin beklediğini henüz
bilmiyordu.” (TÖ-TO3)., “Kadı henüz gelmemişti….” (GY-H1)., “istemine henüz bir yanıt gelmemişti” (NB-DÜF).,
“Köşke geldikleri zaman henüz tamamen akşam olmamıştı.” (HZU-MvS)., “Mann'ın uzunöyküsünde geçen bu kişiyi
tanımıyordum henüz.” (Sİ-DSG)., “O tarihlerde, demir ve çimento karışımı betonarme tekniği henüz bulunmamıştı.” (TÖ-
TO3)., “Yılmaz Bey, bu defa Şıhlar Holding'le temas halindeymiş, rüşvet pazarlığı yapıyor... asıl patlatılacak bomba bu ama,
henüz yerini ve tarihini saptayamadık..."” (Aİ-YK)., “Yalnız, onun bir tehlike olabileceğini tanıdıktan iki sene geçmesine
rağmen henüz düşünmemişti bile...” (KHK-YAH).
1. ⌠22⌡→ bit-* [4], başla-* [2], bitir- [2], dön- [2], gel-* [2], açıkla-*, çık-, geç-, kestir-
*. ║ dışarıya adımını at-, hareket et-, hüküm ver-*, (sular) karar-, tıraş ol-, yelkenler çekil-.
2. ⌠67⌡→ bil-* [4], bulun-* [2], gel-* [2], gör-* [2], görün-* [2], tanı-* [2], uyan-* [2],
alçal-*, alış-*, anla-*, ayıl-*, ayrıl-*, benimse-*, boşan-*, dön-*, dur-*, düşün-*, evlen-, gir-*,
haşla-*, horla-, ısıt-* (güneş), kalk-*, kavur-* (güneş), kavuş-*, kuru-*, kurut-* (güneş),
öğren-*, sapta-*, seç-*, taşın-*, ütüle-*, yapıl-*, yat-*, yerleş-*, yıktırıl-*, yut-*, yüksel-*,
gel-* (zaman). ║ tarih yazıl-* [2], akşam ol-*, gayesine ulaş-*, (güneş) doğ-*, hâsıl et-*,
hüküm ver-*, idrâk edil-*, ihtiyac duy-*, kaabil ol-*, karşılık alın-*, kendinden kaç-*,
keşfedil-*, muhtemel gör-*, musâlâha imzalan-*, sabah ol-*, yanıt gel-*, ümidi kes-*,
üzerinden at-*, sulh imzalan-*.
hep**:⌠2295⌡/1. Hiçbiri dışta tutulmamak veya eksik olmamak üzere, bütün, tüm
olarak./ “Üç yılda güvercinler hep gittiler.” (Sİ-DSG)., “Ötekileri hep hesapladım.” (KT-Gİ)., “Daha ne olsun Bey, hep
kırıldık.” (AN-AZDE)., “Davar, mal, tarla hep elden gitti kızın yüzünden.” (AN-AZDE)., “Yaseminli kızlar hep evlendi,
çoluk çocuğa karıştı.” (Sİ-DSG)., “Baharda denizlerin dibi de hep çiçek açar.” (YK-KSİ). ; /2. Sürekli olarak, her
zaman, daima./ “Ben de hep bunu düşünüyorum.” (YK-KSİ)., “"Bu böre ği hep yapsana bize, yenge," dediğimde beni
yalnız Saba hat yanıtladı: "Evet, hep yapsana, yenge."” (F-PY)., “Ben, hep sizi beklemiştim.” (TDK-KO)., “Annem hep öyle
söylüyor”(SD-K)., “Ben de bugün hep birine bir balon vermek istiyordum...” (AA-TO3)., “Ben de hep gelirim, beni de
tanırlar.” (F-PY)., “Ben, bana hep bugünü hatırlatır.” (TDK-D)., “Bir saat boyu hep edebiyattan konuştuk.” (HT-ÖTÖ..).,
“Bu iki kişilik, hayatı boyunca hep sürecekti.” (HT-ÖTÖ..)., “Bu kelimeyi söylerken sanki mütelezziz olur, hep
tekrarlardım.” (GY-H1)., “Bu ne demiş? Hep sorar dururdu.” (NA-KD/A)., “Bu hep böylece sürüp gitti.” (TB-KA)., “Bu
259
sesler birbirlerine geçen halkalar gibi bir ekleniş va çoğalış içinde birleşir, değişir, devam eder, ve geçer ve geçmez, hep
devam eder, hep değişen, hep bir ve hep başka bir tek canlı ve bin canlı bir sestir.” (AŞH-BM).
1. ⌠22⌡→ git-* [3], evlen- [2], çık-, dolaş-, gezdir-, hesapla-, in-, kırıl-, kırıl-
{öldürülmek}, ölçtür-, söyle- yatır- (para). ║ ayağa kalk-, birbirine benze-, çiçek aç-, çoluk
çocuğa karış-, sokağa dökül-, geriye dön-, elden git-. ║ kaynadı gitti {yok olmak}.
2. ⌠331⌡→ düşün- [20], yap-* [13], bekle- [12], söyle- [10], iste- [9], kal-* [9], de-* [8],
gül- [8], bak- [6], dur- [6], oku- [6], ara- [5], git- [5], konuş- [5], bil- [4], gel- [4], sev- [4], sus- [4],
anlat- [3], dinle- [3], gör- [3], sor- [3], anımsa- [2], duy- [2], gülümse- [2], hatırlat- [2], iç- [2],
kok- [2], kolla- [2], konuşul- [2], koş- [2], salla- [2], sayıkla- [2], sırıt- [2], tekrarla- [2], üşü- [2],
yan- [2], yaralan- [2], yaz- [2], …kesil-, ağla-, ağlat-, ak-, al-, alın-, alkışla-, ansı-, atıştır-,
bağır-, bağışla-, bak- {ilgilenmek}, belle-*, benze-, biçil- (tarla), bit-, büyüt-, cıvı-, çak-
(kontak), çalış-, çırp-*, didiş-, dol-, doldur- {birini işkillendirmek}, düş-, düşle-, düşündür-,
düşündürt-, eğlen-, es-, geç-, giy-, gözetle-, gülüş-, hatırla-, isten-, it-, kaç-, kazan-, kışla-,
kucakla-, kurtar-, otur-, oyna-, örselen-, öv-, özle-, rastla-, sakla-, savun-, seslen-, sık-
{bunaltmak}, sislen-, söylen-, sür-, şaş-, tanı-, taş-, taşı-, tıraşlan-, toplan-, unut-, unuttur-,
unutul-, uyu-, ütül-, üz-, yadırgan-, yakar-, yaşa-, ye-, yeğle-, yokla-. ║ (önüne) bak- [4],
bahset- [2], devam et- [3], aklına gel- [2], etrafında dolaş- [2], sükut et- [2], aksini söyle-, aynı
sonucu al-, (başını) çevir- {aldırmamak}, (birbirini) suçla-, boşa at-, boyun eğ-, burnunun
doğrusuna git-, cevapsız kal-, dilinin ucuna gel-, dilsiz kal-, dua et-, elden geleni yap-, eli boş
dön-, elini uzat-, emir bekle-, endişe et-, genç kal-, geri kal-, gıpta ile bak-, göz önünde tut-,
gözden geçir-, hazır bulun-, hisset-, ilk planda gel-, inkâr et-, kafa yor-, karşı karşıya kal-,
kendi kendine sor-, kendini şanslı say-, kıt kanaat yaşa-, kuşkuyla bakıl-, medet um-, mustarip
ol-, nasihat et-, payidar ol-, (peşi sıra) yürü-, rica et-, sınıfta kal-, sona kal-, söz et-, söz ver-,
şikâyet et-, ters gel-, teşvik et-, uzaktan idare et-, (üstünde) taşı-, (yağmur) düş-, (yağmur vb.)
yağ-, yalan söyle-, yan gözle bak-, yardım et-, yere bak-, yerinde say-, zihnini kurcala-, zorluk
çek-, zulüm gör-. ║ sürüp git- [3], dolup taş-, itip kak-. ║ der durur, dönmüş bakıyor, düşünür
durur, sorar durur.
⇒ hep düşünmek, hep yapmak, hep beklemek, hep söylemek (demek).
hep bir ağızdan:⌠85⌡/Aynı anda pek çok kişi aynı şeyi (söyleyerek, konuşarak)./ “Bir
de hep bir ağızdan bana : Kocasını öldürmüş, diyorlar.” (AMD-O)., “On beş kişi hep bir ağızdan, "Troya'dan yanayız!" diye
bağırdılar.” (AK-MY)., “Naciye Hanım, Nevin, Güzide, Melike, hep bir ağızdan haykırıştılar: Pek doğru.” (PS-SK).,
“Kreşlerde hep bir ağızdan "Colour Me" şarkısı söyleniyor.” (CD-KB)., “Mahkûmlar hep bir ağızdan cevap verdiler yine:
Sağol Yıllar boyu her akşam böyle dizilip sayılacaklardı.” (ÇA-BAG).
→ de- [16], bağır- [11], söyle- [7], konuş- [5], yanıtla- [4], haykırış- [2], ağlaş-, bağırış-,
başla-, cevapla-, gül-, gülüş-, homurdan-, karış-, katıl-, konuş-, sürdür-, tartış-, ürüş-, yinele-.
260
║ şarkı/türkü vb. söyle- [15], cevap ver- [3], çığlık at-, çığlık kopar-, dua et-, el çırp-, hava
tuttur-, ilahi söyle-, kahkaha kopar-, karşı çık-, karşılık ver-, nâra at-, şarkı mırıldan-, tekrar
et-, tempo tuttur-, türkü çal-.
⇒ hep bir ağızdan demek (bağırmak, söylemek, konuşmak), hep bir ağızdan
(şarkı türkü) söylemek.
hep beraber:⌠121⌡/Birlikte./ “Evden hep beraber çıktılar, adam yapacak işleri olduğunu söyleyip,
ayrıldı onlardan.” (AK-AA)., “Sultan Ahmet meydanına bakan evlerden birinde bir oda kiraladım. Hep beraber oraya
gideceğiz...” (GY-H2)., “Nikâhtan sonra, hep beraber George V'in barına gidip, şampanya içtiler.” (AK-AA)., Ev halkı hep
beraber içeriye girdiler. (RHK-BS)., “Ev halkı hep beraber içeriye girdiler.” (RHK-BS)., “Artık sıkılmıya başlıyordu. Hep
beraber yürüdüler.” (HZU-AM)., “Şoparlar da gelsinler de hep beraber çalıp söyliyelim!...” (OCK-Ç)., “Hind'in evine
gelince, parçayı hep birlikte yıkadılar, avlunun ortasına koydular, hep beraber oturup onu seyrettiler, seyrede seyrede
azgınlaştılar, hep birlikte saldırdılar, sonra onu ısıra ısıra parçaladılar, azgın kanlar...” (AA-YÖT)., “Hep beraber geçinip
gidiyoruz, sen ve kabiliyetsiz kocan dışarda ne halt edeceksiniz?” (AA-AD).
→ çık- (-i, -e, -de, -den.) [9], git- [5], iç- [4], bağır-* [3], bak- [3], başla- [3], bin- (-e) [3],
çalış- [3], gel- [3], gir- (-i/-e) [3], ye- [3], yürü- [3], bitir- [2], dön- [2], düşün- [2], eğlen- [2], geç-
[2], gül- [2], kalk- [2], konuş- [2], anlat-, artır-, at-, büyü-, büyüt-, dal-, dinle-, diren-, düş-,
düzenle-, göm-, gör-, görüş-, gülüşül-, hırsızla-, in-, islen-, kaç-, kal-, kirlen-, koş-, kucakla-,
ol-, otur-, san-, taşı-, var-, yap-, yatıl-. ║ seyret- [2], ateş aç-, ateş et-, ayağa kalk-, ayak uydur-
, çare bul-, dua et-, el çarp-, geçinip git-, gözden geçir-, gün geçir-, havuza atla-, icat et-,
mes'ut ol-, müzakere et-, saza git-, sergi aç-, sohbet et-, söz ver-, tenkit et-, ter dök-, terk et-,
teşrif et-, yol tut-. ║ çalıp söyle- [2], yuvarlanır gideriz.
hep birden:⌠182⌡/Toplu olarak./ “Sonra hep birden, - Haydi pırt, bir kere de pırt, kadıya pırt, gidelim
pırt... demişler.” (AN-MB)., “ER : Haydi bakalım! (Hep birden kalkar, çıkarlar.)” (CK-YÖ)., “Halkın onlara büyük güveni
olduğundan, kimi seçin derlerse, halk onu seçerdi. Hep birden kalkıp Rasim Bey'in evine gittiler.” (AN-AZDE)., “Bu yaygara
karşısında kızgın ihtiyarın yüzü yumuşadı da, bana, Bak oğlum, dedi, duyuyorsun ya, hep birden "Adam olmayız!" diye
barbar bağırıyoruz.” (AN-AZDE)., “Kadınlar birbirlerine, sonra hep birden Seyd-Ali'ye baktılar.” (CD-Oİ)., “İçlerinden
birisi: "Geri dönek, haber verek..." dedi. Hep birden ağır ağır şehre döndüler.” (GY-D)., “Birkaçı Kuşkaya'ya gitti, geldi;
sonra hep birden şoseye yürüdüler, bir müddet durdular şosede.” (CD-Oİ)., “Dost yüzlü, cömert yürekli insanlar sarıyor
çevremi. hep birden "Hoş geldin can..." diye sesleniyorlar.” (EB-BG)., “Erken satanlar da ötekileri beklediler, ikindi üstü de
hep birden yola düştüler. Dört beş kadın hep birden arkalarına dönüp baktılar.” (YK-KSİ).
→ de- [10], kalk- [8], git- [7], bağır- [6], bak- [6], çık- (-i/-e) [5], dön- [5], gül- [4], gel-
[3], gör- [3], öl- [3], yürü- [3], bağrış- [2], dal- (-e) [2], düşün- [2], fırla- [2], götür- [2], gülüş- [2],
kok- [2], koş- [2], otur- [2], seslen- [2], sor- [2], tuttur- (nağme, türkü) [2], anlat-, atıl-, ayaklan-,
başla-, bina et-, birleş-, boşalt-, cırla-, coş-, çarpıl-, diril-, doldur-, eğil-, geç-, götür-
{uğurlamak}, havlat-, iç-, in- (-dan), incele-, konuş-, öt-, parçala-, saldır-, salla-, savrul-,
selametle-, sıçra-, sıkış-, söyle-, titre-, tutul-, tutuş-, uç-, (bir şey) yap-, yaşa-, ye-. ║ ayağa
kalk- [10], (arkasına) vur- [2], cevap ver- [2], ağzına at-, akıl et-, alkış tut-, (arkasına) geç-, ateş
261
yak-, (başını) çevir-, boynuna sarıl-, çiçek aç-, (çiçek) donan-, dua et-, göç et-, harekete geçir-,
hazırola geç-, hücum et-, hücuma kalk-, içeri dol-, işe giriş-, iştirak et-, kadeh kalk-, kadeh
tokuşturul-, kahkaha sal-, (kapı önüne) dökül-, katar ol-, kaybet-, kaybol-, kök sal-, kucakla-,
kürek çek-, mazi ol-, (mermi) boşalt-, niyaz eyle-, omuz silk-, öksüz kal-, öne eğil-, sökün et-,
şiire gir-, tebrike koyul-, tekbir getir-, tekneye atla-, teşkil et-, üstüne silah dik-, üstüne yürü-,
(yanına) git-, yaprak dök-, yere in-, yol tut-, yola çık-, yola düş-, zapt et-. ║ dönüp bak- [2],
çığrışıp dur-, eğilip bak-.
hepten:⌠56⌡/ Tamamıyla, büsbütün./ “Takma dişlerini takırdata takırdata yumuşak, üzümlü kekten
yiyordu. ‘hepten gitmesin’ dedi; ‘daha çay içeriz.’ Kısık gözleriyle bir an, çok kısa bir an Ganimet'i süzdü.” (Sİ-DSG).,
“Tacir Ali Bey şimdi trende Yan gelip yatmış Karıyı kızanı hepten unutmuş Evleri var hane hane.” (ME-TŞ)., “Bak sana
söyliyim hepten cozuttu bu adam.” (AA-AD). “Siz çıldırmışsınız hepten.” (GD-TO1)., “Artık kuşlar hepten aç kalıyor
dışarıda, havada kahır turları atıp atıp çaresizlik içinde, sanki insanlara daha yakın olmak istercesine damların saçağına
tünüyorlar.” (HAT-KHK)., “Çünkü her şey hepten sarpa sarar.” (AA-AD).
→ git-* [3], unut- [3], çıldır- [2], akışkanlaştır-, alış-, arın-, art- (baskı), azal-, benze-,
cozut-, değiştir-, dişle-, geril- (ortam), güzelleş-, ıssızlaş-, kaldır-, kana-, kap-, karıştır-,
katlan- (masraf), kazın-, kırıl-, sapıt-, silâhlan-, şaşır-, telaşlan-, yadsı-, yen-, yık-, yıkıl-. ║
abesle iştigâl ol-, aç kal-, ayağa düşür-, cinleri ayaklan-, dermanı kesil-, efkâr sar-, kaybet-,
kaybol-, kendini bırak-, kendini yitir-, kocakarı ol-, masumiyetini yitir-, panik yarat-, sakata
gel-, sarpa sar- (her şey), sınıf değiştir-, soluğunu kes-, vicdansızlaş-, yok et-, yok ol-*
hercaice: Ø
her daim:⌠9⌡/Her zaman, daima./ “Ama bu deli, bu sarı sıcağa karşın o muhalif yel her daim
esiyordu yaylada.” (FO-KSA)., “Çünkü Bekir, her daim gelir çeşmenin taşına oturur: Gözlerini şarıl şarıl akan suya çevirir
düşünür.” (YK-İM1)., “İncecik 1950'den sonra D.P.'yi Aktil ise her daim CHP'yi tutmuştur.” (FO-KSA)., “İçi her daim kan
ağlıyordu.” (YK-KSİ).
→ es- (yel), gel-, otur-, tut- {desteklemek} ║ çok ol-, içi kan ağla-, işi iyi git-, kendini
bil-. ║ yanıp sön-.
her dem:⌠6⌡/1. Her zaman./ “‘Her dem yeni doğarız / Bizden kim usanası?’” (EI-NS)., “Şiirimin anası,
benim en güzel annem Hüzünler emzirir her dem Bitmez bir yolculuktur” (KŞY-2002)., “Ocaklar yansın her dem bacada is
olmasın” (AS-Ş). ; /2. Bütün bir yıl boyunca./ “Ø”.
1.⌠6⌡→ doğ-, emzir- (hüzün), sal- (koku), yan- (ocak) ║ set çek- (tehlikeye)
2.⌠-⌡→ Ø
her gün**:⌠553⌡/Süreklice, sürekli olarak./ “Basra'dan İstanbul'a her gün yedi kervan gider!
dediler.” (KT-Gİ)., “Beria'yı her gün görüyordum.” (SA-K/S)., “Bizi asanlar ve astıranlar ise; her gün bin defa
öleceklerdir.” (NB-DÜF)., “Ama unutma, her gün beni orda pencerenin içinde bekle, e mi?” (OK-AY)., “Bana her gün
262
sayfa sayfa mensur şiirler okuyordu.” (GY-GH)., “Ben de size her gün balık yemeği yaparım.”(YK-KSİ)., “Güneş her gün
onlar için yeni baştan doğuyordu.” (AHT-H)., “Gazi babamız her gün bayram yapalım diyor arkadaşlaaar!” (Mİ-DHB).
→ git- [7], gör- [7], öl- [7], gel- [6], bekle- [4], oku- [4], yap- [3], doğ- [2], yaz- [2], ye-
[2], anlat-, bırak-, bölüş-, çalış-, dalaş-, eklen-, geç-, gir-, güzelleş-, in-, kolla-, konuş-,
kuvvetlen-, otur-, ovul- (diş), öğren-, pahalan-, sat-, sinirlendir-, söyle-, sula-, sür-, taşı-, taşın-
, tüken-, ver-. ║ bayram yap- [2], (güneş) doğ- [2], (çiçek) aç- [2], balığa çık-, balık tut-,
bayram et-, çamaşır yıkan-, dans ettir-, dolup boşal-, hile yap-, (mağazayı) aç-, mektup yaz-,
seyret-*, şehre in-*, tashih et-, tıraş ol-, tövbeler et-.
herhâlde: Ø--
her hâlde: Ø--
her hâlükârda:⌠6⌡/Kesinlikle./ “Elke'yi kaybedecek olması mı? «...her halükârda aldatılmışızdır,
samimiyetimiz suiistimal edilmiştir; böyle müşkül bir vaziyette, haysiyetimizden ve izzetinefsimizden sarf-ı nazar etmeksizin,
Elke'yi affetmemiz imkân harici görünüyor; affetmediğimiz takdirde ise, ne tarafından bakacak olsak...»” (Aİ-OKB)., “Her
halükarda A.S. ile ilişki kurulacak. (Kendiniz ya da Iraklı biri).” (EÖ-GSA)., “Beynin algılama gücü kendisine bir tuzak
kurmazsa işi her halükârda bitirecekti.” (MK-AR).
→ aldatıl-, kaldır-* {tahammül etmek}. ║ ilişki kurul-, işi bitir-, kaybettir-*,
samimiyeti suiistimal edil-.
her zaman**:⌠670⌡/Ara vermeden, sürekli, daima, sık sık./ “Her zaman olmaz ki! Her
zaman olmayacak” (TDK-KO)., “"Yapılmasını doğru bulduğum bir şeyi her zaman her zaman yapmaktır."” (FO-KSA).,
“Her zaman bulunurdu ya, bu kez de yakın birkaç dosta rastladım. Hele birisi o kadar ciddi idi ki, sürekli rakı
yudumluyordu.” (AB-BYS)., “Seni her zaman seveceğim. Her zaman, yalnız seni seveceğim.” (EB-BG)., “Zaten sizinle her
zaman açık konuştuk efendim.” (YK-KSİ)., “"O ne kadar üzülürse üzülsün, ne kadar acı çekerse çeksin, her zaman belli
etmez."” (YK-KSİ)., “…her zaman Kuvva çeteleri kullanılıyordu.” (TB-KA)
→ ol-* [9], yap- [3], bul- [3], başla- [2], bekle- [2], bulun- [2], dur- [2], gör-* [2], sev- [2],
yaz- [2], yazıl-* [2], al-*, bak-, benzet-, bil-, bozul-, dayanış-, de-, değerlendiril-, değiştir-,
destekle-, dinle-, dokun-, duyul-, duyur-, düzeltil-, gel-*, git-, gölgele-, gül-, güven-, iç-, kal-
*, konuş-, koru-, kullanıl-, oku-*, oyna-, öp-, rastlan-*, sayıkla-, sinirlen-, şaş-, tat-, uy-, ürk-,
ürpert-, ver-*, yanıl-, yara-*, ye-, yet-*, yücelt-. ║ dolu ol- [2], eksikliği duyul- [2], mutlu et-
[2], açık konuş-, baskın çık-, belli et-*, dikkate al-, eli elinde ol-, eş ol-, galip gel-, gerek ol-,
güven ol-*, hüzün ver-, içinde bulun-, ihtiyatla dinle-, kabul et-, kendini geride tut-, memnun
et-, nazarı-ı dikkati celbet-, olanak bulun-, şikâyet et-, şüphe ile bak-, tedirgin et-, tekrar et-,
teşkil et-. ║ biner gelir, düşünür durur, oturur konuşur, sorar durur.
hesabına: Ø--
263
hasapça:⌠5⌡/Hasaba göre, hesaba uygun olarak./ “Hesapça, kendisini Türkiye Cumhuriyeti ile
eşit düzeye getirmek istiyordu.” (FA-YST)., “Bülend kaçta mektepten çıkıyor? Hesapça bu vapurda olacak değil mi?...”
(HZU-AM). “Yazlık elbiselerini nasıl diktireceğini düşünüyordu. Hesapça, temmuz başında hareket edeceklerdi.” (OA-SİO).
→ ol- [2], gel-, iste-. ║ bahset-, hereket et-.
hesap kitap: Ø
hesaplıca: Ø
hasapsızca:⌠2⌡/2. Hasapsız bir biçimde, {önünü sonunu düşünmeden}./ “Herkes
hesapsızca doyasıya yemek yedi.” (EÖ-GSA)., “O gece hesapsızca denize atlamasaydınız, bu sahne, yaşamın gelişi-
güzelliğinden arınıp bir romanın keyfiliğinde nasıl bir anlama kavuşurdu, ya da romana nasıl bir anlam kazandırırdı, orasını
siz bilirsiniz.” (PK-BCR).
→ denize atla-, yemek ye-.
hesapsız kitapsız: Ø
heyetiyle: Ø
hımhım: Ø
hıncahınç:⌠2⌡/2. Ağzına kadar, tıka başa dolu olarak./ “O sırada yaralanan hastaların da
gelmesiyle, hastane hıncahınç dolmuştu.” (GD-AK).
→ dol- [2].
⇒ hıncahınç dolmak.
hınzırca: Ø
hırıl hırıl: Ø
hırsızlama:⌠4⌡/2. Gizlice, kimseye sezdirmeden./ “Hırsızlama durduk dinledik ermeni sicim gibi
ağlıyordu karısı marsilya'da kalmıştı çocuğu karısında kalmıştı …” (Aİ-SB)., “Erkek kadından birinci öpücüğü, hırsızlama
alır.” (AB-BBYŞ)., “Ciğeri kalmamış, hırsızlama elma yiyecek de yaşayacak.” (AMD-O).
→ dinle-, konuş-, ye-. ║ öpücük al-.
hışıl hışıl:⌠1⌡/ ‘Hışıltı’ sesi çıkararak, hışıldayarak./ “Soluk soluğa durup titreyen kolunu son bir
umutla piston gibi işletirken hışıl hışıl söyleniyordu: Gidi namussuzlar!...” (KT-Gİ).
→ söylen-.
hışır hışır:⌠5⌡/Hışırtı çıkararak./ “Altımda ebegümeçleri, hindibalar hışır hışır kırılıyor.” (GY-H2).,
“Filintasını acemi erler gibi omuzunda çarpık tutuyor, hışır hışır soluyordu.” (KT-YS)., “Sesindeki eski istek gitmişti. Hışır
hışır ayaklarım sürüyordu yürürken.” (NE-GT).
→ kırıl-, solu-. ║ ayak sürü- [2], ║ avuçlayıp dur-.
hızla:⌠481⌡/Çabucak, {hızlı bir biçimde}./ “Ağacı hızla geçti.” (YK-OD)., “«Vaktim yok!» cevabım
verdi, matbaanın merdivenlerini mutadından ziyade hızla çıktı.” (HZU-MvS)., “Ali onları önüne kattı, hızla yürüdüler.”
264
(YK-OD)., “…atın sırtına düştükten sonra da dizginini kaptığı gibi topuklayarak hızla uzaklaştı.” (MM-ÜAKO)., “Ayhan
üzerimdeki yorganı hızla çekiyor, uyanıyorum. Salona, yanına dönüyorum hızla.” (İA-ÖEK)., “Bekçi Rıza ve Temizlikçi
Kadın Hatice Bacı hızla içeri girerler...” (YE-HS)., “Arabacının yüzündeki anlam hızla değişiyor.” (EB-BG)., “Araba gece
karanlığında hızla ilerliyor.” (NG-BKR)., “Aramızda aşılması güç bir duvar hızla yükseliyordu.” (HC-KKKY)., “Ama öte
yandan zengin ülkelerle gelişmekte olan ve azgelişmiş ülkeler arasındaki zenginlik uçurumu hızla büyüyor.” (ZA-MAAİ).,
“Can kurtaran ekipleri çalışmalarına hızla devam etmektedirler.” (GY-KO)., “Belirsiz ve bence iyice geri bir geleceğe
doğru yol alıyor hızla.” (MB-KK)., “Büyük bir askeri konvoy yolu tozutarak solumuzdan hızla geçip gitti.”(EÖ-GSA).,
“Bundan sonra aydınlar, askerler ve halk arasında hızla yayılıp gelişti.” (FA-YST).
→ geç- (-e, -den) [37], çık- (-i, -e) [31], yürü-* [28], uzaklaş- [22], dön- (-i, -e) [19], çek-
(-i, -e, den) [17], in- (-i, -e, -den) [15], büyü- [12], ilerle- [12], değiş- [10], gir- (-i, -e) [10], git- [9],
gel- [8], geliş- [8], aç- [7], art- [7], yaklaş- [7], yüksel- [7], çarp- [6], çevir- [6], açıl- [5], ak- [5],
çoğal- [5], dal- [5], kay- [5], vur- [5], atıl- (ileri, öne) [4], doğrul- [4], dolaş- [4], it- [4], kalk- [4],
yayıl- [4], çekil- [3], devin- [3], kaldır- [3], koş- [3], salla- [3], ayrıl- [2], azal- [2], çalış- [2], getir-
[2], giyin- [2], güçlen- [2], kaç- [2], kapa- [2], küçül- [2], öğüt- [2], solu- [2], sür- [2], sürükle- [2],
tüket- [2], unut- [2], yaşlan- [2], ağar-, algıla-, aş-, atıştır-, atla-, bağır-, bak-, bas-, bırak-,
boşal-, boşan-, boz-, dağıl-, dağıt-, değiştir-, doğrult-, döndür-, düş-, düşün-, eğil-, em-, eri-
(kar), es-, eski-, fırla-, genişle-, gezin-, hesapla-, iç-, iste-, it-, kal-, karıştır-, kasırgalaş-,
koştur-, koyulaş-, netleş-, okşa-, oluş-, otur-, oynat-, öksür-, sars-, silkele-, silkin-, sol-,
tamamlan-, tırman-, toparlan-, tuşla-, tut-, tüken-, uza-, uzaklaştır-, yap-, yaşa-, yaygınlaş-,
yerleş-, yıpran-, yit-, yönel-, yuvarlan-, yüz-, zayıfla-. ║ yol al- [3], devam et- [2], hareket et-
[2], alabora ol-, ateşi yüksel-, ayağa kalk-, ayağını yere vur-, başını yana at-, burnunun dikine
git-, değerini yitir-, geriye git-, (gözünün önünden) geçir-, içi karar-, içini çek-, kaybol-,
kendini geliştir-, not al-, ortaya çık-, (topuğunu yere) vur-, ünlü ol-, yerine ikame edil-, yola
koyul-, (yürek) at-, zom ol-. ║ geçip git- [4], yayılıp geliş- [2], açılıp kapan-, akıp geç-, çekip
git-, gelip geç-, gidip gel-, göğsü inip kalk-, kabarıp in-, yiyip bitir-.
hızlı:⌠69⌡/2. Güç kullanarak, şiddetle./ “Yanındaki yolcu, - hızlı çek! diyor.” (AN-AZDE)., “Nabzı
hâlâ hızlı atıyor, başı hâlâ uğulduyordu.” (A-İÇ)., “Yere hızlı konsa, biri yavaşça çarpsa kırılır.” (AN-AZDE)., “Nabız hızlı,
fakat dolgun atıyordu.” (HT-KSA). ; /3. Yüksek sesle./ “Anası, aşağıda iki komşu hanımla oturmuş, her nedense
ateşlenmiş, hızlı konuşuyor.” (MŞE-MA)., “Hızlı haykırdım: ...'inci Alay Kumandan'ı Sabri, Tabur Kumandan'ı Hayri,
Ahmet Selim Beyler burada mı?” (HEA-AG). ; /4. Çabucak./ “Bandın bu bölümünü hızlı sarabilir miyiz baba?” (AA-
AD)., “Değerler her zaman hızlı değişti…” (AB-EZ). ; //Çabuk, seri ve şiddetli bir bizimde.// “"Erken
yetişeceğim diye arabayı hızlı kullanma."” (AÜ-SG)., “Japon ilerlemesi de başlangıçta hızlı gelişmiştir.” (FA-YST).,
“Oradan hızlı mı geçmeliyiz?” (FŞ-EF)., “Evin önündeki yoldan geçip gidecekti. Hızlı sürüyordu atı.” (FB-T)., “Cesaret
aldım; peşlerine düştüm. Hızlı yürüyorlardı.” (FA-SS).
2. ⌠7⌡→ çarp-*, çek-, çık-, es-. ║ nabzı at- [2], yere kon-.
3. ⌠3⌡→ çık- (ses tonu), haykır-, konuş-.
265
4. ⌠2⌡→ değiş-, sar-.
//…// ⌠56⌡→ yürü- [12], git-* [9], çalış-* [5], ak- [3], sür- [3], başla- [2], kullan-* [2],
ak- (zaman), çarp-, dön-, düşün-, geç-, geçil-, gel-, geliş-, iç-, kaç-, koş-*, oku-, uç-, yüz-. ║
hareket et- [2], geçiş yap-, rüşvet al-, silah çek-.
→ hızlı yaşamak
⇒ hızlı yürümek, hızlı gitmek.
hızlı hızlı:⌠185⌡/Çabucak./ “Yolda hızlı hızlı yürüyordu.” (AHT-H)., “-Sizi görmek saadeti... ceketi,
şapkası eliadeydi; hızlı hızlı soluyordu.” (AHT-H)., “Hatta, ondan hiç beklenmeyecek bir şey yaparak Çiftyürek, koca ön
ayaklarını kaldırıp göğsüne dayadığında, eliyle sertçe itti, köpeğin üzgün bakışlarını fark etmeden hızlı hızlı yürüdü gitti.”
(AK-MS)., “İbrahim çerkez eğeri takımın keskin ağızlı üzengisini atın karın boşluğuna hızlı hızlı vurdu.” (AS-YA)., “Avradı
konuştu hızlı hızlı, cin gibi avradı, bacı: Çadırı bile biz başkasına götirttik, kocamın hayrı yok galan...” (FO-KSA)., “Sonra
benim bir şey söylememe vakit bırakmadan, birdenbire, çantasını kaptığı gibi, hızlı hızlı uzaklaştı.” (EÖ-P/S)., “Taraçaların
birindeki çamaşırlar hızlı hızlı sallanır.” (HT-AŞ)., “….yere serili kâğıttaki katıktan, hızlı hızlı, bir şeyler atıştırıyordu.”
“Bulamayınca merdiveni hızlı hızlı indi.” (FB-T)., “Yüreği hızlı hızlı çarpıyor.” (EB-BG)., “Galip bazan sayfaları hızlı
hızlı çeviriyor, ….” (OP-KK).
→ yürü- [61], solu- [8], git- [7], geç- [6], vur- [6], gel- [4], konuş- [4], uzaklaş- [4], vur-
(kapı) [3], atıştır- [2], bağır- [2], çak- [2], dön- [2], in- (yokuş, bayır vb.) [2], anlat-, ara-, ayrıl-,
büyü-, çal- (kapı), çalın- (kapı), çalış-, çek- (duman), çekiştir-, de-, dolaş-, geç- (zaman),
geliş-, gezdir-, gıcırda-, gidil-, gir-, havla-, kapa- (kapı), karıştır-, kay-, oyna-, salla-, sallan-,
sümkür-, sür-, sürtün-, topla-, uçur-, vurul- (kapı), ye-, yont-. ║ kalbi/yüreği at- [4], merdiven
in- [4], sayfa çevir- [3], (yüreği) çarp- [3], dışarı çık- [2], kalbi/yüreği vur- [2], tokmak vur- [2],
başını çevir-, başını salla-, çamaşır katla-, el çırp-, göz gezdir-, ilâve et-, kanat çırp-, merdiven
çık-, nefes al-, (saç) düzelt-, soluk al-, su dök-, tespih salla-, (topuklarını) yere vur-, (yağmur
vb) yağ-, yokuş çık-, yola koyul-, yolu tut-. ║ geçip git-, gidip gel-, göğsü inip kalk-, göğsü
şişip in-, soluk alıp ver-, sürükleyip götür-.
⇒ hızlı hızlı yürümek
hiç**:⌠6676⌡/1. Olumsuz yargılı cümlelerde fiilin anlamını pekiştiren bir söz./ “"Ben
bu kuşu buralarda hiç görmedim," dedi.” (YK-KSİ)., “Ama Yunus'un, Yunus'ların şarkılarını hiç unutmadım.” (TDK-D).,
“"Üslûp" diyorum, ama hiç sevmiyorum bu kelimeyi.” (NA-KD/A)., “"Şiirde de Rembrandt'ın resimlerinde olduğu gibi ışığın
daima karanlığın içinde bir rahmet gibi doğabileceğini hiç düşünmüyoruz"” (CS-ŞDÇ)., “Anasını hiç bilmiyordu.” (AN-
AZDE)., “Anamsa bakmaz hiç ondan yana.” (F-PY)., “"Bizim buralara hemen hemen hiç leylek gelmez."” (YK-KSİ)., “Ah!.,
bu kız hiç bana benzemiyor.” (F-PY)., “Baytar, onun hemen çıkıp gitmesini hiç istemiyordu.” (YK-KSİ)., “Bir şey olmadı ya
geldi geleli hiç yüzü gülmüyor, konuşmuyor.” (YK-KSİ)., “Baban artık hiç olmayacak yavrum.” (AB-YÖBV)., “Ben yarın da
gelirim. Hiç korkma, sen gâvur elinde ölecek adam mısın?” (TB-KA)., “Ama eski havası¬nı bulacak mı? Hiç sanmam.”
(HT-ÖTÖ..)., “Belki verir! Hiç ummam..” (KT-Gİ)., “Beni gördüğü zaman hiç kımıldamadı,...” (KHK-YAH)., “-Beni hiç
beğenmezdi.” (AHT-H)., “Aman, dur! ve hiç kıpırdama ki, Kusursuzluğunda başlar belki Kalbi ulaştıran yol, Allah'a.”
(AMD-BŞ)., “Babam da hiç sesini çıkarmıyor. "” (MŞE-MA)., “Anla bunu. -Bi de adamı utandırman mı, pes vallahi... hiç
266
merak etme sen.” (TB-KA)., “Bu cihet, Hamdi'nin hiç aklına gelmemişti.” (KT-Gİ)., “Belki izinli geldiğim gün ler sinemaya
bile gideriz. hiç belli olmaz.” (F-PY)., “Bu işten hiç bahsetmemeliydi!” (AHT-H)., “Ama hırsız hiç oralı olmadı.” (AN-
AZDE)., “Aynı şeyleri, öyle arka arkaya utanarak ve kızarak düşündü ki, yolun uzunluğunu hiç fark etmedi.” (KT-Gİ).,
“Aman oğul, bu padişah hiç yol yordam bilmiyor canım.” (TÖ-TO3)., “Ama varlıkları Söke'nin umumî hayatına hiç tesir
etmemiş, kasabanın medenî seviyesini yükseltmemiş.” (GY-GH). ; /2. Soru cümlelerinde belirsiz bir zamanı
anlatan bir söz./ “Ø”. ; /3. Bir soruya açık bir cevap verilmek istenmediğinde başına getirilen
bir söz./ “Ø”.
1.⌠1027⌡→ gör-* [51], unut-* [39], sev-* [29], düşün-* [27], bil-* [24], bak-* [23], gel-*
[22], benze-* [20], iste-* [20], konuş-* [20], ol-* [17], kork-* [14], git-* [12], san-* [12], beğen-*
[11], duy-* [11], sor-* [10], kımılda-* [8], anla-* [7], çalış-* [7], oku-* [7], um-* [7], ağla-* [6],
ayır-* [6], ayrıl-* [6], bekle-* [6], bit-* [6], boz-* [6], çık-* [6], evlen-* [6], karış-* [6], üzül-*
[6], yakış-* [6], aldır-* [5], dur-* [5], güven-* [5], hoşlan-* [5], ilgilen-* [5], kal-* [5], kıpırda-*
[5], şaş-* [5], görül-* [4], tanı-* [4], uğra-* [4], uyu-* [4], aç-* [3], anlat-* [3], ara-* [3], büyü-*
[3], dinle-* [3], diren-* [3], dokun-* [3], dön-* [3], gerek-* [3], görün-* [3], gül-* [3], hatırla-*
[3], ilgilendir-* [3], işe yara-* [3], karşılaş-* [3], katıl-* [3], rastla-* [3], sıkıl-* [3], söyle-* [3],
umursa-* [3], yadırga-* [3], yap-* [3], yaz-* [3], yorul-* [3], acı-* [2], aldat-* [2], anlaş-* [2],
anlaşıl-* [2], bırak-* [2], bin-* [2], bulaş-* [2], çıkar-* [2], dayan-* [2], düşünül-* [2], eksil-* [2],
etkile-* [2], gir-* [2], görüş-* [2], hesapla-* [2], iç-* [2], in-* [2], inan-* [2], işit-* [2], kan-* [2],
kapan-* [2], kız-* [2], kullan-* [2], öl-* [2], önemse-* [2], sat-* [2], sevin-* [2], sön-* [2], şaşırt-
* [2], uzat-* [2], yaşa-* [2], ye-* [2], yenil-* [2], açıkla-*, ağrı-*, ak-*, aksa-*, aldan-*, alın-*,
alış-*, arat-*, azımsa-*, bağışla-*, bağışlan-*, başla-*, bayıl-*, becer-*, beceril-*, bilin-*,
bozul-*, bulun-*, bütünleş-*, çalın-* (müzik), çek-*, çekin-*, değiş-*, din-* (yağmur), doğ-*,
dokunul-*, doy-*, dövüş-*, duraksa-*, duyul-*, düş-*, eksilt-*, eski-*, gecik-*, gereksin-*,
giril-*, giy-*, gösteril-*, gözük-*, gücen-*, güldür-*, ısın-*, ihtiyarla-*, ilerle-*, incit-*, isten-
*, kaç-*, kaldır-*, kalkış-*, kay-*, korkut-*, koy-*, kötüle-*, kullanıl-*, kurtul-*, küçümse-*,
meraklan-*, nazlan-*, otur-*, öldür-*, öp-*, rastlan-*, satıl-*, savsakla-*, say-*, seç-*, silin-*,
sokul-*, sök-*, söndür-*, söv-*, söylen-*, şaşır-*, tak-*, tanış-*, tartış-*, tasalan-*, telâşlan-*,
terle-*, tut-*, uğraş-*, utan-*, uy-*, üz-*, ver-*, vur-*, yadırgan-*, yadırgat-*, yaklaş-*, yan-*,
yaraş-*, yat-*, yıka-*, yıkan-*, yıl-*, yolla-*. ║ sesi çıkar-* [14], merak et-* [10], aklına getir-
* [9], belli ol-* [9], eksik et-* [9], söz et-* [8], bahset-* [7], oralı olma-* [7], aklına gel-* [6],
başına gel-* [6], hoşuna git-* [6], zannet-* [5], fark et-* [4], faydası ol-* [4], karşı koy-* [4], aklı
er-* [3], boş dur-* [3], cevap ver-* [3], dikkat et-* [3], mutlu ol-* [3], zahmet et-* [3], ağzını aç-
* [2], aklından çık-* [2], ara ver-* [2], dayak ye-* [2], dışarı çık-* [2], ehemmiyet ver-* [2], fena
ol-* [2], ihtimal ver-* [2], lafını esirge-* [2], oralı gözük-* [2], önem ver-* [2], renk ver-* [2],
ses çık-* [2], şüphe et-* [2], tadı ol-* [2], tecrübe et-* [2], ümit et-* [2], yalnız bırak-* [2], yüz
267
ver-* [2], acı ver-*, aç kal-*, açgözlülük et-*, açık ver-*, affet-*, ağzına al-*, akıl et-*,
aklından geçil-*, aklını kullan-*, aldırış et-*, anlam ver-*, ardına bak-*, askere alın-*, aşağı
kal-*, başarı sağla-*, başını kaldır-*, belli et-*, boş bulun-*, boş kal-*, boşa at-*, boşuna
uğraş-*, canı iste-*, canı üzül-*, ciddiye al-*, çocuğu ol-*, dilinden düş-*, doğru ol-*, eksik
ol-*, eline geç-*, eser kal-*, etki yarat-*, etliye sütlüye karış-*, evden çık-*, gam ye-*, geç
kal-*, genç ol-*, geri dön-*, göz önüne alın-*, göze görün-*, gözüne uyku gir-*, gözünün
önünden ayır-*, gözünün önünden git-*, haber ver-*, hatırına gel-*, hayâline gir-*, hesaba al-
*, hesaba kat-*, hisset-*, idare et-*, istifini boz-*, işine gel-*, iştirak et-*, iyi gör-*,
kafasından çık-*, kaliteyi düşür-*, kan dök-*, karşı dur-*, kaybet-*, kendine bak-*, lâf et-*,
lafını et-*, leke vur-*, mektup al-*, mektup yaz-*, modası geç-*, mukavemet et-*, müteessir
ol-*, ne yapacağını bil-*, özür dile-*, pazarlık et-*, politika yap-*, rahat dur-*, savaş ol-*,
savaşa git-*, ses et-*, ses gel-*, sınırı geç-*, sokağa çık-*, sorun et-*, söz aç-*, söze karış-*,
tahammül et-*, tebessüm et-*, telaş et-*, tesir et-*, toz kondur-*, üzerinde dur-*, vaktim ol-*,
yabancı say-*, (yağmur vb.) yağ-*, yalan bilme-, yalnız hisset-*, yalnız kalın-*, yalnız koy-*,
yalnız ol-*, yanıt ver-*, yararlı ol-*, yardım et-*, yerinden kalk-*, yeterli bul-*, yol yordam
bil-*, yük ol-*, yüzü gül-*, zorluk gör-*. ║ eğilip bükül-*.
2.⌠-⌡→ Ø
3.⌠-⌡→ Ø
hiç mi hiç:⌠102⌡/Kesinlikle, hiç./ “Doğan Bir şiir yıllığında, Genel Durum altbaşlığı altında bunları
yazacağımı hiç mi hiç düşünemezdim daha önceki yıllarda.” (ŞY-2000)., “Gariptir, sevebileceğim gibi adamlardan hiç mi
hiç hoşlanmıyorum.” (AMD-O)., “Ben hiç mi hiç istemiyordum, çünkü Troya'nın ne hale getirildiğini biliyordum.” (AK-
MY)., “Ama dedikodulara, söylentilere bakılırsa karısı taşları sevmiyordu, yapılardan, duvarların güzelliğinden hiç mi hiç
anlamıyordu da o yüzden Murat Usta'nın değerini bilememiş, onu aldatmıştı.” (AN-AZDE)., “İşin tuhafı, Kadıköy'deki Nötre
Dame de Sion'da geçirdiğim günleri hatırlayacak bir yaşta olduğum halde, o altı ayı hiç mi hiç anımsayamamam. “(MU-
BDA)., “Karısından kaçıyor olmak hiç mi hiç hoşuna gitmiyordu ama yapacak bir şey yoktu.” (LT-OÖY)., “Bir süre hiç mi
hiç konuşmadık.” (OP-YH).
→ düşün-* [5], iste-* [5], benze-* [4], gör-* [4], hoşlan-* [4], anla-* [3], ilgilendir-* [3],
kıpırda-* [3], anımsa-* [2], değiş-* [2], hatırla-* [2], inan-* [2], unut-* [2], ağla-*, aldır-*, alın-*
{gücenmek}, anlaş-*, beğen-*, benimse-*, bil-*, büyü-*, çek-* {etkilemek}, çık-*, dinle-*,
eksil-*, gerek-*, ilgilen-*, işit-*, kaçır-*, kır-*, kırıl-*, konuş-*, kork-*, kurtar-*, oku-*, ol-*,
oyala-*, öğret-*, savsakla-*, sev-*, sordur-*, tanı-*, uğraş-*, usan-*, utan-*, yakıştır-*, yanaş-
*, yanıl-*, yaraş-*, yorul-*, zedele-*. ║ hoşuna git-* [2], adam yerine al-*, aklı al-*, aklına
getir-*, avuntu bul-*, belleğinde kal-*, dost ol-*, eli boş dön-*, geri dur-*, geri kal-*,
gündeme getir-*, güven ver-*, haberli ol-*, iyilik yap-*, karşılaş-*, karşılık ver-*, kestir-*
268
{tahmin etmek}, kin güt-*, nasibini al-*, önem ver-*, rahatsız et-*, sesi çık-*, söz konusu et-
*, yer ver-*.
hiçten: Ø
hiç yoktan:⌠20⌡/Hiçbir sebep veya zorunluluk yokken, sebepsiz olarak./ “Olmadı. Hiç
yoktan, tercümanlığını yaptığım Amerikalıyı dövdüm.” (YA-AA)., “Yalnız, bir gün aralarında hiç yoktan bir kavga çıktı.”
(RNG-YD)., “Eğildi, bir avuç resim aldı yerden: Bu resim çekilmeden önce, nasıl hiç yoktan bir mesele çıkarmıştım, sonra
da yürüyüp gitmiştim.” (OA-KB)., “Seniha bazen de, esrarlı hadiseler ihtiyacını hissederdi ve ortada hiç yoktan birtakım
vakalar icat ederdi.” (YKK-KK).
→ döv-, ilgilen-. ║ kavga çık- [3], mesele çıkar- [3], icat et- [2], bela çık-, cinayet işlen-
, eline para geç-, içine et-, kavga çıkar-, mahkûm et-, ortaya çıkar-, sadaka ver-, vaka çık-, var
et-.
hilafsız:⌠2⌡/İnanılmaz, ancak gerçek./ “Canım ağzıma gelir sevinçten hilafsız İsteseler bir gelincik
gibi koparır veririm” (BRE-DKD)., “İstersen inanma kardeşim; dedim ya, ben arkadaş canlısıyım; hele böyle sevdiğim birisi
için canım feda... Hilâfsız söylüyorum, ciğerim kopmuş gibi oldum.” (SA-K/S).
→ iste-, söyle-.
hilkaten: Ø
hitaben: Ø--
hodbehot: Ø
homur homur:⌠1⌡/Homurdanarak./ “Öyle nankör analar gibi homur homur homurdanmazdım,
köyün kocalarına söğmezdim.” (YK-OD).
→ homurdan-.
hoplaya zıplaya:⌠7⌡/Büyük bir sevinçle./ “Ø”. ; //Hoplayarak.// “Direksiyonu bir
yakalamış, uzaktan gören, adam boğazlıyor sanır. Hoplaya zıplaya gidiyoruz...” (KK-SE)., “Beyaz çarşafın içinde hoplaya
zıplaya bağırıyor: Ben hortlağıııııım!..” (KK-SE)., “Bu yüzden olsa gerek, kapıyı yavaşça açtım, dışarıya yavaşça süzüldüm,
koşar adımlarla avludaki alacakaranlığı geçtim ve neredeyse hoplaya zıplaya kasabanın öteki ucuna doğru yürüdüm.”
(HAT-KHK).
/…/⌠-⌡→ Ø
//…// ⌠7⌡→ git- [2], bağır-, dolaş-, gel-, yürü-. ║ (aşağıya) in-.
hoppaca: Ø
hoppadak: Ø
horul horul:⌠10⌡/‘Horlama’ sesi çıkararak./ “Tayfalardan Kıvırcık Recep bütün yol boyunca
başını tahtalara dayayıp horul horul uyudu.” (HT-KSA)., “…..başının altına da bir yer iskemlesi yerleştirmiş horul horul
horluyordu.” (OCK-Ç).
→ uyu- [9], horla-.
269
⇒ horul horul uyumak.
hoş**:⌠39⌡/2. Bununla birlikte./ “Ø”. ; /3. Beğenilen, duyguları okşayan bir biçimde./ “Bütün memleketli ile hoş geçinmiş, yerli değil ama, yerli gibi olmuş.” (MŞE-MA)., “"İş" veya "oya", yani bir şey ile
meşguliyet, insana zamanını hoş geçirtir.” (TDK-D)., “Uyku tulumuna hoş bakmadılar, "Yorganimiz yoktir, hakaret olmaz
bunda yatarsan?" Yatmadım, hakaret olmasın diye...” (FO-KSA).
2. ⌠-⌡→ Ø
3. ⌠6⌡→ bak-* [2], geçin-. ║ (zaman) geçir- [2], vakit geçir-.
→ hoş bulmak (veya gelmek), hoş görmek (veya karşılamak), (birini) hoş tutmak.
hoşça:⌠8⌡/2. Hoş olarak, iyice, güzelce./ “İşte hoşça vakit geçirin ve ibret dersi alın.” (ES-SUYK).,
“Maşallah vaktinizi hoşça geçiriyorsunuz.” (RHK-BS)., “Sigarayı aynı pozla dudaklarının kenarına yerleştirmiş aynı
mağrur bakışla hoşça gülümsüyordu.” (OP-KK).
→ geç- (gün), geçir- (vakit), gülümse-. ║ vakit geçir- [5].
hovardaca: Ø
hoyratça:⌠10⌡/2. Kaba bir biçimde./ “Arabanın arka koltuğuna hoyratça itiyorlar.” (OB-HYD).,
“Öne geçerek cesedin saçını hoyratça avuçluyor.” (AÜ-SG)., “Böyle iken enstitülere bu yüzden atılmadık şamar kalmamış,
sonunda gericiler kızlarla erkekleri birbirlerinden ayırıp mutlu bir eğitim gelişmesini hoyratça, insafsızca baltalamışlardır.”
(SE-KEÜ)., “BUYUKOGUL: (Şişeyi hoyratça çekip alır elinden.) Allah kahretsin!” (ÜA-TÖ).
→ it- [3], avuçla-, buda-, örsele-, savur-, sevil-. ║ elinden çekip al-, (gelişimini)
baltala-.
hödükçe: Ø
hukuken:⌠2⌡/Hukuki olarak./ “1924 anayasası Takriri Sükun kanununa, İstiklal Mahkemelerine izin
verdiğine göre, açıkça hukuken Tahkikat Komisyonuna da izin veriyordu.” (ASA-AK)., “Meclisin feshi hemen hemen
hukuken imkânsız hale getirilmiş, icra organı meclise tamamen tabi bir duruma sokulmuştur.” (TT-İMSHB).
→ imkânsiz hâle getiril-, izin ver-.
hunharca:⌠2⌡/Hunhara yakışır bir biçimde./ “Genç insanlara karşı en ufak bir hoşgörüden yoksun
iktidar, yakalanmamayı başarıp kır ve kent gerillası eylemlerine kalkışanları hunharca katletti ya da darağacına yolladı.”
(HC-KKKY).
→ darağacına gönder-, katlet-.
hususi:⌠2⌡/2. Özel olarak, özel bir biçimde./ “Bakıyor ki orada bir tay, bütün öteki atlardan
bambaşka bir at... «Bu bana at olur.» diyor, atı ayırtıp üzümle, arpayla hususî besletiyor.” (PNB-AGUG)., “İHYA - Gelin,
surda hususi konuşalım...” (HT-KAD)., “Bak, arabayı Amasya'da hususi yaptırdık.” (KT-Gİ).
→ besle-, konuş-, yaptır-.
hususuyla: Ø--
huysuzca: Ø
270
hükmen:⌠3⌡/Hakem kararıyla./ “Bu maçı tek başına, kendi kendine oynayabileceğini sanan yazar ise
ya yazının kurallarım öğrenmediği ya da bu kuralları çiğnediği için, daha baştan, maçı hükmen yitirmiştir.” (Öİ-YSÜ).,
“……onun pes demesini de beklemez, güreşi bırakır, hükmen galip sayılırdı.” (REK-Y)., “Sen karşında beni bulmayınca,
alanı boş, beni de hükmen yenik sayıyorsun.” (VT-BÖKDYO).
→ yitir-, galip sayıl-, yenik sayıl-.
hülasa: Ø--
hülasaten: Ø--
hüngür hüngür:⌠53⌡/Yüksek sesle ve hıçkıra hıçkıra./ “Nilüfer kıskançlık krizleri geçirip
hüngür hüngür ağladı, kıyametler kopardı, illa o da Semra'nın okuluna gidecekti.” (AK-AA)., “Hamit Nafiz'in evinde
göğsüne giren ağrıyı geçiremeyip, iki dakika sonra en canlı İnsani cansız görmek Paşa'yı hüngür hüngür ağlatmış ve galiba
onu hayatında ilk defa, bu durumlarda âciz kalan doktorluğa, bu aziz mesleğine bile küstürmüştü.” (HT-ÖTÖ).
→ ağla- [50], ağlat- [3].
⇒ hüngür hüngür ağlamak
hür:⌠10⌡/2. Özgür bir biçimde, {özgür olarak.}./ “Onları hür bırakacağız.” (AHT-H)., “Köroğlu
gibi hür yaşarım orda ben.” (AMD-BŞ)., “Gitmek için hür bırakılırdı.” (HZU-AM)., “Bu demecin esasları şöyle idi:
İnsanlar hakları bakımından hür ve eşit doğarlar ve öyle kalırlar.” (FA-YST)., “Halkçıyız dedin halk içinden, İnançla hür
yetiştirdin bizi, Borçluyuz sana ta derinden!” (CK-BŞ).
→ bırak- [2], yaşa- [2], bırakıl-, çırpın-, doğ-, geç-, yarat-, yetiştir-.
hürmeten: Ø
hürmetkârane:⌠1⌡/Hürmetlice./ “İşinin cidden ehli Mavromatis Efendi, gayet hürmetkarane
sigaramı yaktı; tabak önüne uzatınca. Mersi paşam! diyerek aldığı sigarayı sol kulağının arkasına yerleştirdi.” (Sİ-İGÇÖ1).
→ sigara yak-.
hürmetlice:⌠1⌡/Hürmetli bir biçimde, hürmetkârane./ “Bir delikanlı hürmetlice atı tutmuş onu
bekliyordu.” (YK-İM1).
→ tut-.
hürmetsizce: Ø
hürya:⌠1⌡/Hep birden, cümbür cemaat./ “Sonunda, Yahya Kemal'in yazmış olduğu öğrenilince,
Talât Paşa (sivil ve gülümseyerek) ‘ha bizim şu şair Yahya Kemal miymiş?’ der ve hepsi hürya otururlar koltuklarına.” (EA-DY).
→ otur-.
hüsnüniyetle:⌠2⌡/İyi niyetle./ “İşte böyle, bütün bu hikâyede bana müspet intibaı polis verdi,
hüsnüniyetle, çok dikkatli hareket ettiler, bütün komiser, muavin ve memurlar aşağı yukarı benim kadar her bir parça üzerine titrediler, ….” (GD-ADM)., “Avrupa devlet adamları, başlıca ihtilâf mevzuu olan mühim siyasî meseleleri, her türlü millî egoizmlerden uzak ve yalnız umumun nef'ine (yararına) olarak, son bir gayret ve tanı bir hüsnüniyetle ele almazlarsa, korkarım ki felâketin önü alınamayacaktır.” (MB-AK).
→ ele al-* (mevzuu), .hareket et-.
271
I
ığıl ığıl:⌠2⌡/Ağır ağır, yavaş yavaş./ “Sadece gözlerinin kor ışıltısıyla aydınlanmış şehvetli
karanlığımızda, ığıl ığıl öpüşüyorduk; kulağıma eğilerek, o cehennem nefesiyle fısıldadı: 'Ben senden yaşlıyım, hem çok
yaşlı!’” (Aİ-YK)., “Kan ığıl ığıl soğuyor.” (NM-TK).
→ öpüş-, soğu-.
ıkıl ıkıl: Ø
ıkına sıkına:⌠2⌡/1. Büyük güç harcanarak./ “Ø”. ; /2. Çekinerek, sıkılarak./ “Hatta bir
keresinde bir pastanede garson birkaç kelime lisanını toparlayıp, ıkına sıkına, "What drink you?" diye sormuştu.” (AK-AA).,
“….. her seferinde onlara yeni işlediğim bir suçu itiraf edercesine, ıkına sıkına; 'Babam evde yok' diyordum.” (HAT-KHK).
1.⌠-⌡→ Ø
2.⌠2⌡→ de-, sor-.
ıkına tıkına: Ø
ıklaya sıklaya: Ø
ıklım tıklım: Ø
ılgım salgım: Ø
ılgıt ılgıt:⌠3⌡/Yavaş yavaş, hafif hafif (akmak, esmek)./ “Bizim önem verdiğimiz tek şey varsa
Çini mavisi göklerin, imbatın tadı Gökyüzü her sabah masmavi üstümüzde İmbat her akşam bağrımıza ılgıt ılgıt esiyordu
ya...” (NC-İG)., “Süt çoktan sağılmış, çadırların önünde kara kazanlarda kaynıyor, ortalık ılgıt ılgıt süt kokuyordu.” (YK-
BE)., “Görenler onu, ya da sesini işitenler, 'Bu bir kurt,' dermiş, 'yaralı bir kurt.' Hani böğrüne bir kurşun yemiş de kanı
sesinden akıp gecenin her yerine ılgıt ılgıt yayılıyor...” (HAT-KHK).
→ es-, kok-, yayıl-.
ılık ılık:⌠5⌡/Ilık olarak./ “Kanım damlar ılık ılık sabaha dek düşüme giren aydınlığa karşı.” (AKB-BŞ).,
“Asırlarca sarhoşluk Bir gemi, ben bir yelken, Ve ebedî yalnızlık Esiyor ılık ılık.” (FHD-50S)., “Taze sığır pislikleri ılık ılık
tütüyor köyün içinde.” (FB-ID).
→ damla- (kan), es-, kana- (yürek), tüt- (koku).
ıpıl ıpıl: Ø
ışıl ışıl:⌠25⌡/2. Titrek ve parlak ışık saçarak./ “Bilirsin her gelişinde yılın son karları Güneşte ışıl
ışıl yanardı Kimseye anlatmadım karları” (AT-ST)., “Kaldırım taşları, çakıl duruluğunda, güneşte ışıl ışıl parlıyordu.” (EÖ-
P/S)., “Bilgiden gelen güçle, ışıl ışıl bakardı.” (NM-TK)., “Ferdi elinde mezelerle geldiği zaman, ışıl ışıl gülerdi o gözler.”
(NM-TK).
272
→ yan- [11], parla- [5], bak- [2], gül-, haykır-, ışı-, ışılda-, pırılda-. ║ gözü dön-. ║ akıp
git-.
⇒ ışıl ışıl yanmak, ışıl ışıl parlamak
273
İ
iblisane: Ø
iblisçe: Ø
icabında: Ø--
içeri**:⌠845⌡/4. iç yana, iç yana doğru./ “(Kapıyı tekme ile açar, içeri girer)”(TÖ-TO3)., “Sıraya
bakılmadan içeri alınsın, buyurdu.” (KT-Gİ)., “(Vurur) Duyduğumuz derin sessizliği "Gel!" diye yorumlayıp içeri
süzüldük.” (TÖ-TO3)., “AYDIN : (Geçmişle şimdiki zaman arasında tedirgin, içeri seslenin) Anne, gecikiyoruz!” (AA-
TO3)., “Adam alçak duvarın yıkık bir yerinden içeri atladı.”(ÇA-BAG)., “Zübür Amca'nın yanma kimse giremediği için,
doktor bayanı ben içeri soktum.” (AN-AZDE)., “Araba, Hacı'nın evi kapısı önünde durunca, Hacı yemenilerini bile almadan
sendeleyerek yürüdü içeri gitti.” (MŞE-MA)., “Baskıncılar sofaya açılan camlı kapıyı kırıp içeri dolmuşlardır.” (SB-BŞM).,
“Geri gelen bisikletleri yedekleyerek içeri götürüyor, yutkunuyorduk.” (SD-K).
→ gir-* [78], al-* [6], süzül- [4], sok- [4], bak- [3], çek- [3], çekil- [3], dol- [3], gel- [3],
git- [3], götür- [3], seslen- [3], atla- [2], ak-, aldır-, alın-, at-, bağır-, boşalt-, buyur-, dön-, er-,
kaç-, kaydır-, koş-, saldır-, taşı-, uzat-.
→ (mec.) içeri girmek.
⇒ içeri girmek, içeri almak.
iç içe:⌠55⌡/2. Birbirinin içinde, karışık bir durumda, birbirine çok yakın./ “Böylece içinde
yüzdüğümüz güya iç içe geçmiş iki kâinat vardır.” (AŞH-BM)., “yağmurun altında yalnızım ağzım elim yüzüm ıslanıyor tren
düdükleri iç içe giriyorlar aklımı fikrimi çeliyorlar” (Aİ-SB)., “Şunu söylemeye çalışıyorum: Türkiye, yakın tarihinde bir kaç
geçişi iç içe yaşıyor.” (ASA-AK)., “Öyle ki; onun Rusçuk'ta başlayan yaşam serüveni Manchester, Viyana, Zürich, Yaka-
Villa, Frankfurt, Berlin gene Viyana'da süre-dururken; iki savaş çağının da gerçekliğiyle iç içe gelişir.” (FA-GGİ).,
“İstanbul'dan en uzak merkeze doğru her yerde iki kadroyu iç içe görürsünüz.” (FRA-Ç)., “Bu nedenle kısıtlı siyasal
koşullar, ister istemez geçmişle günceli üst üste getiriyor; iç içe sokuyor; neredeyse, birini öbürünün karbon kâğıdı konulmuş
kopyası durumuna dönüştürüyor.” (FA-SUYK2).
→ geç- [19], gir- [8], yaşa- [6], geliş- [3], gör- [2], kaynaş- [2], ver- [2], yürü- [2], çalış-,
gerçekleş-, işle-, işlen-, karış-, kurul-, sergile-, sok-, sür- {devam etmek}, titreş-. ║ dile
getiril-, telaffuz edil-.
⇒ iç içe geçmek, iç içe girmek.
içinde: Ø--
için için:⌠99⌡/İçinden, açığa vuramayarak, yavaş yavaş, gizli gizli./ “Ben de bundan sonra
için için ağlarım. (Kocasının resmine dinerek) Olmaz mı beyim?” (GY-KO)., “Beni, uykuda gezer halimle baş başa bırakıp
için için üzülüyor.” (AÜ-SG)., “En doğruyu söylemek gerekirse, çoğunlukla da kendime pay çıkarır, için için sevinirdim:
‘Sen daha çok gençsin Sultaaan!’” (BŞ-DKO)., “Şimdi iyi biliyorum ki bu satırları okuyan kişi,, kıskıs gülüyor ve diyor ki
için için : İlahi İlhan Selçuk, güldürme beni...” (İS-AG)., “Köpeğin seni işitmediğinden için için kızıyor: ‘Urumcuk,
274
Urumcuk!’” (CD-Oİ)., “Ortada daha kesin bir ihanet olmadığı halde, arabacıya için için öfkeleniyordu.” (AA-YÖT).,
“"Onu, sizden daha güzel diye kıskanıp, ölmesini mi istemiştiniz için için?” (AK-AA)., “Sıkılıyor mu sadece, yoksa için için
alay mı ediyor?” (EB-BG)., “Ondan pek hoşlanmadığını için için hissederdim.” (OB-HYD).
→ ağla- [12], üzül- [6], sevin- [5], de- [4], kız- [4], konuş- [3], öfkelen- [3], duyul- [2],
iste- [2], kana- [2], kork- [2], titre- [2], alın-, araştır-, bitir-, çırpın-, değerlendir-, duy-, eksil-,
endişelen-, eri-, erit-, homurdan-, işle-, kıskan-, kızar-, kok-, kudur-, küçümse-, oku-, örsele-,
övün-, özümle-, sez-, sezinle-, sırıt-, sor-, söylen-, suçlan-, tara- {araştırmak}, ürper-, yap-,
yaşa-. ║ alay et- [2], hisset- [2], belli et-, dehşete kapıl-, gıpta et-, gözleri parla-, huzursuz et-,
iftihar duy-, kazan kayna-, kazan kaynat-, keşfet-, kin duy-, merak et-, nefret et-. ║ yiyip bitir-
[2].
→ için için gülmek (veya gülümsemek), için için kaynamak, için için yanmak.
⇒ için için ağlamak, için için üzülmek.
içkili:⌠1⌡/3. İçki içmiş olarak./ “Üç akşam önce, Emin içkili geldi; gece geç vakit...” (AMD-O).
→ gel-.
içkisiz: Ø
içre: Ø--
içten:⌠45⌡/2. Yürekten, candan, samimi davranmak./ “…içten konuşabilir ve onun bütün
şairlere ve şiire açık; ne kıskançlık, ne haset, ne küçümseme, âdeta bir ermiş olduğunu hemen anlardınız.” (BN-DY1)., “…
bunun olanak içi bir şey olduğuna içten inanmıştı.” (NSÖ-AD)., “O da karıma çok içten davrandı.” (CK-BR)., “Oysa güzel
kız kardeşime ne yaraşırdı, nar çiçeği rengi; içten söylüyorum.” (AMD-O)., “Usta şair iseler hayranlık duymuş, ama hiçbir
zaman içten sevmemişimdir.” (AO-NSBE). ; /3. En önemli, can alıcı noktadan./ “Böylece henüz erkek mı, yoksa
kız mı olduğu bilinmeyen başka bir Hidayet, ılık kıpırtılarla içten kuşatıyor onu;…” (HAT-KHK)., “Elke öyle içten
eksikleniyor, öyle üzgün özürler diliyor ki, ne kolu kalıyor, ne kanadı;…” (Aİ-OKB)., “Dışgücü sağlayacak eğitim, iş, para
ve mevkiden önce onu içten güçlendirmeliyiz.” (İO-LBA)., “Sen bilici ocaklarına danışırken benim çaşıtlarım, Gordium
surlarını ölçüp biçiyordu savunakları koruganları içten çökertiyordu.” (GD-TO1).
2. ⌠38⌡→ konuş- [5], duy- {hissetmek} [3], davran- [2], inan- [2], söyle- [2], ağla-,
alkışla-, anlat-, azarla-, bağır-, belirlen-, benimse-, etkile-, gül-, gülümse-, iste-, öp-, sars-,
sev-*, sevin-, üz-, yap- (bir şeyi), yaz-. ║ gerek duy-*, kahkaha at-, saygı duy-*, tanıklık et-,
teşekkür et-, teşekkürlerini sun-, yardımcı ol-.
3. ⌠7⌡→ çökert-, eksiklen-, güçlendir-, işle-, kemir-, kuşat-, saldır-.
içten içe:⌠43⌡/Gizli gizli, belli etmeden./ “Dincilerden ayrı görünmek istiyorlar içten içe tabii.”
(İA-GKD)., “Dilara Hanım'ın peşine düştü ama içten içe bu baskıya da sinirlendi; bu tuhaf kadına bir türlü itiraz edemiyor,
işin kötüsü gitmekle kalmak arasında kendisi de karar vermekte güçlük çekiyordu.” (AA-İGA)., “Bakışlarım da değişmişti bu
sırada, hissediyordum ve üstüne üstlük, bu çocukların sana ikide bir musallat olduklarını hatırlayıp içten içe
öfkeleniyordum.” (HAT-KHK)., “Çevredekiler ‘ya sabır’ çekip adamı dinler gibi gözükürler; içten içe de söylenirler: -
275
Toplantının içine etti.” (İS-DÖV). “O, hadiseler çıkacak diye kaygılanırken belki de en yakın arkadaşları, büyük bir
mücadeleyi paylaştığını düşündüğü dostları içten içe onunla alay ediyorlardı.” (AA-İGA).
→ iste- [2], sinirlen- [2], bekle-, bozul-, duy-, duyul-, duyur-, düşün-, eleştir-, gururlan-
, gül-, gülümse-, inan-, işle-, kayna-, kederlendir-, kemir-, konuş-, öfkelen-, önemse-, paylaş-,
sar-, sev-, sevin-, sez-, sırıt-, söylen-, titret-, ürper-, üzül-, yalvar-, zorla-. ║ alay et-,
birbirlerini çekeme-, dua et-, harekete geç-, hisset-, kabul et-*, memnun ol-, rahatsız et-,
yüreği kana-.
içtenlikle:⌠79⌡/Her türlü çıkar düşüncesinden uzak olarak, temiz yürekle, içten bir
biçimde, samimiyetle, halisane./ “Yorgunluğunuza değeceğine içtenlikle inanıyorum.” (CKM)., “Bu yazışmalar
Çanakkale döneminde de sürdü, Mustafa Kemal mektup yazmayı çok seviyor Ye bu yazılarında başından geçenleri, günlük
olayları ve düşüncelerini içtenlikle anlatıyordu.” (HT-GF)., “‘Son olsun, Nilüfer,’ dedi Aylin, içtenlikle.” (AK-AA)., “Ona
baktım ve içtenlikle sordum: Gerçekten bir deliyle karşılaştığına inanıyor musun?” (DC-Yİİ)., “İkisi de içtenlikle
gülümsemişler.” (EA-DÖY)., “Ama, hepsini içtenlikle sevmişti.” (EA-DÖY)., “İstanbul tezgâhına dair, topladıkları çalışma
grubuna, kendilerine dair bir sürü sorumuz vardı., onlar, içtenlikle cevap verdiler..” (EI-NS).
→ inan- [8], anlat- [6], de- [4], sev-* [4], sor- [4], gülümse- [3], katıl- [3], konuş- [3],
söyle- [3], açıkla- [2], kutla- [2], kutlan- [2], yaz- [2], alkışla-, bağır-, bağlan-, benimse-, davran-
, destekle-, dile-, gül-, hazırlan-, iç-, iste-, kına-, okşa-, paylaş-, savun-, tartış-, yanıtla-, yap-,
yaşa-, yazıl-. ║ cevap ver- [2], özür dile- [2], alay et-, dile getir-, göğüs geçir-, itiraf et-, karar
ver-*, karşı çık-*, rahatsız ol-, teşekkür et-, yardım et-, yüzüne bak-.
⇒ içtenlikle inanmak.
idarece: Ø
idareli:⌠5⌡/3. Tutumlu biçimde, ekonomik olarak./ “Doktor gayet ustalıkla ve idareli içiyor.”
(EB-BG)., “Bıraktığım paralan idareli harca.” (F-PY)., “Nohutla karıştırın da idareli kullanın, birkaç ay sonra hiç
bulamayacağız.” (SFA-SS).
→ harca- [2], iç-, kullan-. ║ yiyip bitir-.
idareten:⌠1⌡/İdare etmek üzere. {Belli bir süre için, geçici olarak.}/ “Müzik derslerini
idareten dolduruyordu.” (HA-SİE).
→ ders doldur-.
ifil ifil: Ø
ifrat derecede: Ø
iğneleyici: Ø
ihtimal: Ø
276
ihriyarsız:⌠5⌡/2. Düşünmeksizin, elde olmadan./ “Ankara garına indikleri zaman ihtiyarsız
tekrar odacıyı hatırladı.” (GY-H1)., “Bu ağzından öyle ihtiyarsız çıkmış idi ki, derhal nedamet etti.” (HZU-AM)., “Geceleri,
ihtiyarsız bunu düşünüyor, uykusu kaçıyordu.” (HZU-AM).
→ de-, düşün-, hatırla-. ║ elini çek-, (söz) ağızdan çık-.
ihtiyaten:⌠9⌡/Her duruma, her ihtimale karşı, ilerisini düşünerek./ “Bu son rolü, ihtiyaten,
büyük çıngarın kopacağı güne sakladı.” (RHK-BS)., “Merhametten değil, ihtiyaten sus...” (SA-İÇ). “Öyleyken madem ki
şimdi buradadır, kendisine ihtiyaten haber vereyim dedim.” (EK-DT..A). “Şahin Efendi, Sanova’daki belli başlı avukatların
ismini ihtiyaten defterine kaydetmişti.” (RNG-YG).
→ çağır-, eklen- (yazı), sakla-, sus-, taşı- (yanında) ║ haber ver-, kaydet-, yanına al-
(para).
iken:X
iki büklüm:⌠19⌡/Beli bükük, öne doğru eğik bir biçimde./ “Altından iki büklüm giriyor
bakkal.” (EÖ-P/S)., “Münür Bey, sol eliyle kürkünün sağ kanadını toplayıp iki büklüm eğildi: Yemek hazır efendiler!” (KT-
YS)., “Sultan, sırtındaki küfesiyle öyle iki büklüm durmuş bekliyordu.” (YK-KSİ).
→ gir- [3], eğil- [2], in- (-e, -den) [2], otur- [2], bekle-, çık- (-den), dur-, düşün-, git-,
kalk-, titre-, uyu-, yaklaş-, yalvar-, yürü-. ║ can ver-.
→ iki büklüm olmak
ikide bir:⌠193⌡/Sürekli, ikide birde./ “‘Sen ne büyüksün!’ derdi ikide bir, karıncaya...” (AMD-O).,
“Seyd-Ali başını kımıldatmadan ikide bir karısına bakıyor, bir şeyler söylemek istiyor, nedense söyleyemiyordu.” (CD-Oİ).,
“Gözlerim biraz bozulmuş olacak, okurken gözlük takacağım ve gözlüğümü orda burda unutup ikide bir ona, gördün mü?
diye soracağım.” (İA-ÖEK)., “Durup dururken ikide bir:- Yaşa Mustafa Kemal yaşa... diye bağırıyorlardı.” (FRA-Ç).,
“Çoban ikide bir duruyor, elindeki şeyi başının üstüne kaldırıyor, kuşak gibi beline sarıyor, Bekir'e bakarak gülüyordu.”
(CD-Oİ)., “Kadın, ikide bir, Rıza Beyden tarafa dönüp belirsizce göz kırpıyor, o da ‘aferin, işte böyle olacak’ der gibilerden
gülümsüyordu.” (HT-KSA)., “Otların arasından, ikide bir kuş sürüleri havalanıyordu.” (GD-AK)., “Yok ama, dikkat
ediyorum, ikide bir yan gözle bizim masayı süzüyor.” (OCK-Ç)., “Tepeyi gösteriyordu ikide bir.” (NM-TÖ2)., “Üstattan
ayrılıp eve dönerken yolda, ikide bir, şöyle söyleniyordu: ‘Sanki, vücudumdan bir parça kopmuş gibi geliyor bana!’” (GY-
GH)., “Yemek beğenmez, ikide bir hastalanır, hırçınlaşırdı.” (OB-HYD)., “Elbiselerinin yakalarına rokoko yapraklar
işlenmiş; ikide bir ellerini bu yapraklara değdiriyor Nuhbe Hanım.” (GY-H2)., “Aynı yollardan geriye dönerken ben, hâlâ
ikide bir içimi çekiyor ve hıçkırıyordum.” (RNG-ÇK)., “Kanto çalınıp söylendiği müddetçe kösele yüzlü, sırım gibi adam
boyuna ellerini çırpıyor; ah, of çekiyor ikide bir: Hoooyda!”... (OCK-Ç)., “Yıldızlar uçuşuyordu tepemde adımı andıkça
ikide bir; cennet kokularıyla kendimden geçiyordum.” (GY-KO)., “Bir iş daha yaptık: Rüştü evvelki: gün Mısır'dan yeni
gelmiş bir adamla konuştu, orada emlâki varmış da ikide bir gider gelirmiş.” (RHK-BS)., “Allah aşkına müdür bey, bu
cümleyi ikide bir el birliği etmiş gibi bana tekrarlayıp durmayınız.” (SA-K/S).
→ de- [26], bak- [13], sor-* [5], bağır- [3], dur- [3], gülümse- [3], havalan- [3], süz-
{bakmak} [3], bozul- [2], dürt- [2], geç- [2], göster- [2], oku- [2], söyle- [2], söylen- [2], uyan-
[2], aç- (çanta), anlat-, ara-, bahset-, belir-, böl-, çağır-, çarp-, çek- (eteğini), çınla-, dokun-,
duyul- (ses), düşün-, eğil-, fısıldaş-, git-, gülüş-, hastalan-, haykır-, hıçkır-, hırçınlaş-, iç-,
277
irkil-, kaç-, kas-, kay-, kısıl- (ışık), koş-, kurula-, pudrala- (yüzünü), sap- {vazgeçmek}, sarsıl-
, seslen-, sil-, silkele-, sordur-, sorul-, soy-, süngüleş-, sürç-, takıl-, tekrarla-, tekrarlan-, terle-,
tökezle-, tut-, ürk-, yalvar-, yapış-, yelten-, yokla-, yutkun-. ║ elini değdir- [2], iç çek- [2], of
çek- [2], seyret- [2], ah çek-, aklına takıl-, (alnını) sil-, (arkasına) dön-, ateş bas-, (ayakları)
kay-, başına kak-, başına tebelleş ol-*, (başını) çevir-, (başını) salla-, bıyık bur-, birbirine
karıştır-, çakmak çak-, dert yan-, (dışarıya) çık-, dil çıkar-, düzen ver-, (elini) öp-, (elini) sok-,
(film) kop-*, fotoğraf çek-, friksiyon yap-, gazete kapatıl-, göz at-, imâ et-, infilak et-, kalbi
tekle-, kanat aç-, kavga çıkar-, kazan kaldır-, kendinden geç-, laf çakıştır-, laf et-, lakırdı
söyle-, mendilini ağzına kapat-, müdahale et-, nakarat geç-, ortadan kaybol-, padişah indir-,
sansür edil-, ses çıkar-, sesi gel-, sokağa fırla-, sorguya çek-, söz aç-, söz et-, (… sözcüğü)
geç-, sözünü kes-*, şimşek çak-, taş düşür-, telefon çal-, ters düş-, uyku böl-, üstüne saldırt-,
vah çek-, vezir boğdur-, video kaydı yap-, yolculuğa çık-. ║ ateşlenip yat-, çıkıp gel-, çözüp
bağla-, silip dur-, sorup dur-, söyleyip dur-, tekrarlayıp dur-*. ║ gider gelirmiş, kıpırdandı
durdu.
ikide birde:⌠56⌡/İkide bir./ “Sonraları oynarken Feriha ikide birde bana: ‘Sen Halit Usta, ol, ben
Muallâ Teyze olayım’ diyor.” (GY-H2)., “Siz de ikide birde onlara gidemezsiniz.” (MU-BDA)., “Ve bugün, bu dramatik
dakika Hadiye'nin gözleri salondaki grupu pervazsızca incelerken o, ikide birde başını kaldırıyor, Lâle'ye bakıyor, gene
başını öne eğiyordu.” (HEA-T)., “Debdebeli manzaralara meftun olanlar, ikide birde soruyorlar: ‘Genç Fâtih hangi kapıdan
İstanbul'a girdi?’” (YKB-Aİ)., “O küçük yaratık; ikide birde kucağa almıyor, öpülüp koklanıyor.” (MU-BDA).
→ de- [12], git* [4], bak- [2], kalk- [2], al-, cezalandırıl-, çıkışıl-*, dur-, götür-, horla-,
kutla-, öv-, sor-, söylen-, tut- {dayamak}, tut- {rastlamak}, uğra-, uzaklaş-, uzat-. ║ kucağa
al-* [2], ahkâm kes-, arkasına dön-, başına kak-, başını kaldır-, dişleri açıl-, duman çıkar-,
fasıla ver-, gaybubet et-, (gözlerini) sil-, gözü oyna-, (ışık) sön-, ikramda bulun-, ileri sür-*,
imdada çağır-, (kapı) kapan-, kaybol-, lâtife et-, muayene et-, nezleye uğra-, söz aç-, yarasını
tazele-. ║ anlatıp dur-.
iki geçeli: Ø
ikindiüstü:⌠17⌡/İkindiye doğru, ikindiüzeri./ “Köyün iskelesine ikindiüstü geldiler yanaştılar.”
(YK-KSİ)., “Bir gün ikindi üstü, acele çağırdılar beni...” (KT-YS)., “Bir ikindiüstü bütün şehir yediden yetmişe alanda
toplandı.” (YK-KSİ)., “Birkaç gün sonra, bir ikindi üstü bir yağmur boşandı, gök delinmiş gibi...” (Sİ-İGÇÖ2).
→ gel- [3], çağır-, çıkar- (-dan), gir-, gör-, görün-, sor-, toplan-, var-, yinelen-. ║ yola
düş- [2], divan kur-, kara kara düşün-, yağmur boşan-.
ikindiüzeri:⌠1⌡/İkindiüstü./ “Herifle karşılaşacağım diye ödüm kopuyor bel Kantarcının yeşil gözlü
karısı, hemen o ikindi üzeri Topal Nurilere gitti.” (OK-KT)., “Nihayet ikindi üzeri iş ciddiyetini tamamen yitirdi ve savaş
aynı cephenin içine dönmek istidadı gösterdi.” (TB-KA).
278
→ git-.
ikindi vakti:⌠9⌡/İkindi için belirlenen süre, ikindi zamanı./ “Bir ikindi vakti evden
çıkmıştım.” (GY-GH)., “Daha rezilcesi, bankaya telefon açıp; - Bugüne bir çekimiz var, ikindi vakti denkleştireceğiz, aman
karşılığı yok demeyin! denilmesi.” (FŞ-EF)., “Afyon Yaylasından Alaşehir Ovası'na doğru sürüp atlarımızı, Gediz
Vadisi'nden tütün dize dize, heybelerimizde çekirdeksiz İzmir üzümünü eze eze, bir ikindi vakti varalım ki İzmir'e, ….” (CAK-
AKBO)., “Derken, Hicabi'nin bıyıkları yeni yeni terlediği sıralarda Hasan'ın dedesi öldü gökçe gelin; bir ikindi vakti evinin
eşiğinde, hüsranla yoldan geçen gülümüze bakarken küt diye düştü ve öldü...” (HAT-KHK).
→ çık- (-den), denkleştir-, düş-, git-, görün-, öl-, taşı- (-e), var-. ║ yol tut-.
ikindiyin:⌠1⌡/İkindi vaktinde./ “İkindiyin indiler otobüsten ….” (NH-MİM4).
→ in-(-den).
ikindi zamanı:⌠2⌡/İkindi vakti./ “Meyhaneye ikindi zamanı gelseniz de, kapanıncaya değin bu besini
aşmamanız gerekir.” (SB-BŞM). “O yokuşu da aştıktan sonra ikindi zamanı ağanın evine varmış.” (PNB-AGUG).
→ gel-, var-.
iktidarsız: Ø
iktisaden:⌠3⌡/Ekonomik olarak, ekonomi bakımından./ “Camiadan her ayrılan parça,
iktisaden başka merkezlere bağlanıyordu.” (AHT-YG)., “-Özal'ın bütün çabasına rağmen- hükümetiyle, diplomasisiyle,
askeriyle kuzeyden cephe açma fikrine uzak durmuş, yine de savaş Türkiye'yi iktisaden vurmuş {sarsmak}, dahası Kuzey
Irak'ta hiç istemediği bir nizam kurmuştu.” (CD-SNYB)., “İngilizler iktisaden de size büyük yardım yapacaklar….” (UM-
KKA).
→ bağlan-, vur- {sarsmak} ║ yardım yap-.
ilanen: Ø
ilanihaye:⌠4⌡/Sonsuza kadar./ “İlanihaye parasız yardım etmeli, çalışmalı mı?” (CKM)., “Bir kere
fukaralığı dile yâr ettik Ne yapsak ne etsek El şehrinde demir zincir kırılmaz Birer birer anlatsak Hepimiz bitmez hikâyeyizdir
Mesela ellerimiz ilânihaye konuşabilir: ‘Ah’ der.” (İB-E)., “Kader birdi, bu da Zât-ı Şahâne'nin kaderi idi ve bu kader
ilânihâye kötü gidemezdi.” (TB-KA).
→ çalış-, konuş-. ║ (kaderi) kötü git-*, yardım et-.
ilaveten: Ø--
ilelebet:⌠6⌡/Sonsuza değin, sürgit./ “Devrimlerden o kadar ilerisini düşünüyordu ki, (5060 senelik
olmasın bunlar, ilelebet olsun) istiyordu.” (UM-KKA)., “Aşk konusunda, şimdiye dek sustuğu gibi, ilelebet susabilirmiş.”
(PK-BCR)., “Yeni nesli yakaladığın zaman korkma artık, ilelebet yaşayacaksın demektir.” (ZA-MAAİ)., “Validem bu
toprağın altında; fakat hakimiyet-i milliye (ulusal egemenlik) ilelebet payidar olsun.” (PK-BCR).
→ ol-, sus-, yaşa- ║ devam et-, payidar ol-, siyasette kal-.
ilerde:⌠68⌡/bk. İleride./ “Olacak, ilerde, istediğin, sonra.” (BN-BŞ)., “‘Şimdi sus az ilerde
anlatacağım.’” dedim.” (BŞ-DKO)., “Bu gerçeği, ilerde örgüt bölümünde daha ayrıntılı olarak göreceğiz.” (EK-DT..A).,
“Bunun sebebini belki ilerde sana söylerim Necdet.” (RNGBKD)., “Durumu biliyorsun, ilerde görüşürüz.” (CD-SNYB).,
279
“Eğer bunu yaparsanız, yani kayıtsız şartsız teslim anlaşmaları imzalarsanız, bu durumun kokusu ilerde kötü çıkar.” (ÜD-
KŞ)., “Bu konuyu ilerde tekrar ele alacağız.” (ÜD-KŞ).
→ ol- [12], anla- [3], söyle- [3], anlat- [2], değin- [2], dene- [2], oku- [2], tartış- [2],
açıkla-, ağla-, an-*, belgele-, bil-, bilinçlendir-, bul-, çevir-, çoğal-, duy-*, geliş-, gönder-,
gör-, görül-*, görüş-, katıl-, öde-, sev-, utan-*, utandır-, yayıl-, yayımla-, yaz-, yazıl-, yen-,
yetiştir-. ║ kokusu çık- [2], albüm yap-, (banka) kur-, bunalım geçir-, gözü bozul-, ilgi art-, işe
yara-, konuya dön-, (konuyu) ele al-, lâzım ol-, önem ver-*, rakip çık-, söz edil-, üzerinde
durul-.
ileri**:⌠33⌡/8. Öne doğru, ileri doğru./ “Diğer atlar otlamayı bırakıp başlarını ileri uzattılar,
kulaklarını diktiler.” (AS-YA)., “Fakat aynı dakikalarda bir kulak hissiyle ileri fırlamıştı.” (KHK-YAH).
→ uzat- [3], fırla- [2].
→ ileri almak, ileri atılmak (veya çıkmak), ileri geçmek, (bir şeyden) ileri gelmek,
ileri gitmek (veya varmak), ileri götürmek, ileri (veya öne) sürmek.
ileride:⌠45⌡/1. Gelecekte, gelecek zamanda./ “Niçin önemli olduğunu ileride anlatacağım.” (EA-
DY)., “Bunu ileride yaparız.” (HT-GF)., “İleride yazarsan memnun olurum.” (CKM)., “Sebeplerin ve neticelerin birbiriyle
durmadan yer değiştirdiği, birbirinin çehresini takındığı bu devirden ileride bahsedeceğim.” (AHT-YG)., “Bu parçadaki
birinci mısrağm anlamı ileride belli olacaktır.” (EC-GDA). ; /2. Ötede./ “İhsan, kuvvetlerinin bir kısmı ile ileride
çarpışıyormuş.” (HEA-AG)., “Bazı sandalları ileride kaybeder, sonra geride bulurdunuz.” (AŞH-BM)., “Şöyle bir beş
dakika gittik gitmedik, yanıbaşımızdan jet gibi bir araba geçti ve gidip ileride durdu.” (KK-SE).
1. ⌠41⌡→ anlat- [9], yap- [2], yaz- [2], gör- [2], anımsa-, anla-, anlaşıl-, değin-,
düşündür-, oku-, ol-. ║ bahset- [5], rahat et- [2], belli ol-, fırsat ol-, hacet kalma-, hayır dua et-,
karşısına çık-, naklet-, söz konusu ol-, update et-, üne kavuş-, yazar ol-, yolları ayrıl-, zengin
ol-.
2. ⌠4⌡→ çarpış-, dur-, yanaş-. ║ kaybet-.
⇒ ileride anlatmak (bahsetmek).
ileri geri:⌠20⌡/Ayrıntılı düşünmeden./ “Hani hiç kabahati de yok değildi, çenesini tutmaz, ileri geri
söylenirdi.” (SA-K/S). ; //İleriye ve geriye doğru.// “Kolundaki altın künye her vuruşunda bir sarkaç gibi ileri geri
sallanıyor.” (AÜ-SG)., “Ali öğle yemeğini mutfakta yalnız yedikten sonra, karanlık ev altında ileri geri dolaştı.” (KT-Gİ).,
“Çekirdek zaman her gün biraz daha genişledi, büyüdü, dal budak saldı, met ve cezirler yaptı, ileri geri gitti ve daima
aradığını yerinde buldu.” (AHT-YG)..
/…/⌠2⌡→ söylen- [2].
//…//⌠18⌡→ sallan- [7], dolaş- [3], git- [2], gezin-, itiş-, karıştır-, salla-. ║ hareket ettir-
. ║ itip çek-.
→ ileri geri etmemek, ileri geri konuşmak (veya laflar etmek veya söylemek), ileri
geri söz etmek (veya söylemek).
280
⇒ ileri geri sallanmak.
ilk: Ø
ilk ağızda:⌠8⌡/Önce, öncelikle, ilk iş olarak, her şeyden önce./ “Gerek Piero della
Francesca ve Dürer, gerek El Greco, gerekse Van Eyck, Holbein ve Baldung Grien bu doğrultuda yol almış ressamlar
arasında ilk ağızda anılabilir.” (EB-YU)., “Yirmi sekizi de sanal olan bu tabletlerin ele geçirilmesi değil, romancının bilgi
ve sezgiyle kotardığı gerçek çarptı beni ilk ağızda.” (VG-GHO)., “Resimli kağıtlardan sonra, ilk ağızda, Onlularla
Dokuzlular gelir.” (Sİ-İGÇÖ2).
→ anıl-, çarp- {etkilemek}, gel-, kan-, öde-, rastla-, şaşır-. ║ müsaade edil-.
ilkelce: Ø
ilk elden: Ø
ilkin: Ø--
ilk önce:⌠14⌡/Önce, en önce, en başta./ “Nihal ilk önce anlamadı Sonra odanın indirilmiş
perdelerini, yerden çıkarılarak toplanmış keçesini, sökülmüş kancayı, ortada yığılmış boğçaları, yerlerinden çekilmiş
sandıkları görünce kendisinden saklanan bir şeyin hazırlanmak üzere olduğunu anladı.” (HZU-AM)., “Feride ilk önce
afalladı; fakat babasının öyle söylemekle beraber işe ehemmiyet vereceğini tecrübesine güvenerek bildiğinden suyu.jsıa gitti:
Doğru, dedi, lâkin telgrafta bir şey daha var.” (RHK-BS)., “Ben İsmail Canbulat Bey'den bu haberi aldığım zaman, ilk önce,
Enver Paşa'nın Mustafa Kemal Paşa aleyhine bir harekete geçmesi ihtimalinden korktum.” (FRA-Ç)., “Siz ilk önce itiraz
etseniz bile sonra yine muvafakat edersiniz.” (HZU-AM).
→ anla-* [2], afalla-, duy-, inan-*, kavra-*, kork-. ║ cesaret et-*, cevap ver-*, ele alın-
, gözü takıl-, itiraz et-, kulak as-*. ║ dondu kaldı.
ilk planda:⌠1⌡/1.Önce, en önde./ “Uzmanlık dalı olan tarih alanında olsun, Türkiye'nin toplumsal
sorunlarını ele alışında olsun, onun bu bilim adamı titizliği ve objektivizmi hep ilk planda gelirdi.” (HT-ÖTÖ)., ; /2.
Başlangıçta./ “Ø”.
1.⌠1⌡→ gel-.
2.⌠-⌡→ Ø
ilkten:⌠14⌡/İlk önce./ “Adam ilkten onu görmedi.” (F-PY)., “Bir ortak çınçınımız var sanıyordum ilkten,
toyluk işte…” (ME-TŞ)., “Yani şiire yatkın bir duyarlıkla yüklü olduğumu bilmeliyim ilkten.” (EC-GDA)., “Aşıkane (1968)
adı bir birleşimi çağrıştırıyor ilkten.” (FA-SUYK)., “Kapalı kültür deyince ilkten, din kitaplarına bağlı temelsiz bir dünya
görüşü geliyor akla.” (VG-GHO).
→ gör-* [2], san- [2], bil-, çağrıştır-, öl-, somurt-, söyle-*, yüzleş-. ║ akla gel- [2],
kafasına takıl-, keşfet-.
illa:⌠21⌡/1. Ne olursa olsun, hangi şartta olursa olsun, her hâlde./ “Niye illâ ve yalnızca
Avrupa olacakmış?” (OS-HT)., “Babası ise illa Salzburg'a gelmesini, bir dilekçe yazarak Piskopostan işe alınmasını niyaz
etmesini istiyordu.” (NN-DM)., “Yaşar bayıldı, illa bana alın diye tepindi.” (GD-ADM)., “Komşu hanım elektrik parasını
hep vermiş, ödemek istedim, illa annenle hesaplaşacakmış.” (GD-ADM). ; /2. Hele, özellikle./ “….. cezamıza razıyız,
281
illa bundan gayri bir suç kabul etmeyiz.” (OA-YDBYKL)., “….. çile çekeceksin YC de illa insanı ve toprağı seveceksin.”
(CAK-AKBO).
1.⌠18⌡→ ol-* [4], iste- [3], al- [2], bekle-, gerçekleş-*, gerek-, gir- {üye olmak}, git-,
görün-, hesaplaş-, oku-. ║ davet et-.
2.⌠3⌡→ sev-. ║ fena ol-, kabul et-.
illaki:Ø--
ille:⌠46⌡/İlla./ “Bu İsmet Paşa belli ki kafasına iyice koymuş, ille bizi pençesine düşürmek ister.” (TB-KA).,
“Eksik olanları ortaya çıkarmak ve değerlendirmek için neden ille yabancı bir ülkede bulunmak gerekiyordu.” (DC-Yİİ).,
“Yok, ille gideceğim.” (PNB-AGUG)., “Onun kanaatince erkek dediğin ille asker olacaktı.” (HT-KSA)., “Kabak Musdu
tutturdu, ille yatıya kalsın Uluguş.” (FB-T)., “Kapısına varınca ille içeri çekerdi.” (MM-KG).
→ iste- [12], gerek-* [8], git- [4], ol- [2], gel- [2], ak-, aran-, çağır-, de-, diret-, em-,
hatırlat-, oku- {eğitim almak}, öpe-, sor-, söyle-, ver-, yaz-. ║ elini tut-, içeri çek- {buyur
etmek}, israr et-, oruç tut-, yatıya kal-.
imdi: Ø
inadına:⌠43⌡/1. Terslik olsun diye./ “Beni kızdırmak için inadına yapıyor.” (LN-BD)., “«Çerçiden
boncuk, koku alırım» derdim de, inadına söylemezdin.” (KT-Gİ)., “Karanlıkta inadına daha da sokuldu oğlana.” (OA-
SİO)., “Akşam eve inadına erken gittim. (KT-Gİ)., “Fransızca ahbaplığı uzattıkça uzatıyor, inadına kahkahalar atıyor,
Topalla bakmıyordu bile.” (OK-KT). ; /2. Gereğinin, istenilenin tersine./ “Tepebaşı bahçesi bu gece inadına
Karmen'i ne de hoş, ne de yanık çalıyordu.” (OCK-Ç)., “Azıcık acımayla, azıcık sevgiyle, azıcık inadına hayranlık duyarak
onu izledi.” (YK-BE)., “Bekir istemeden Sultan'a hak verdiği için yürüyüşünü inadına hızlandırdı.” (KT-Gİ)., “Siz çıkıp
gezecekmişsiniz, aldırmıyor hiç, inadına yağıyor, umut kesercesine yağıyor.” (NA-KD/A)., “Gelecek sefer inadına,
yüzsüzlüğü ele alacağım.” (HT-KSA)., “Bahar yaklaştıkça, kış inadına hızını artırıyor.” (EB-BG).
1.⌠29⌡→ yap-*[5], söyle-* [3], git- [2], iç- [2], sokul- [2], artır- (kamet), de-, elle-, gez-,
otur-, ye-. ║ damarına bas-, dimdik bak-, kahkaha at-, laf et-*, lamba yak-*, sert davran-,
teklif et-, üstüne git-. ║ kasılmış otur-.
2.⌠14⌡→ çal- (müzik), git- (akşam), hızlandır-, izle-, kaç-*, kesil- (esinti), kızar-
(burnu), oyna-, şiddetlen-. ║ ad koy-, ele al-, hızını artır-, (yağmur vb.) yağ-. ║ yaşayıp dur-.
⇒inadına yapmak.
incecikten:⌠6⌡/Belli belirsiz./ “Şimdi incecikten bir kar yağsa fena mı olurdu?” (BA-YYY)., “Yağıyor,
incecikten tozuyor ki ne tozuma..” (BA-YYY)., “Geçtiği her yere parlak bir yol çizer incecikten.” (GY-H2)., “Elinde lâlelerle
incecikten yürürsün…” (VŞA).
→ çiz-, tozu-, yürü-. ║ (yağmur) çisele-, (kar, yağmur vb.) yağ- [2].
⇒ incecikten yağmak (yağmur, kar).
inceden inceye:⌠32⌡/1. Ayrıntılara inerek, önem vererek, titizlikle, titizce./ “Sen şu işi
şöyle inceden inceye bir anlat bakalım. Mustafa, şöyle bir düşündü: Olur, baştan başa anlatayım.” (SK-D)., “Fakat işte
282
doktorun ziyaretinden sonra bu bağı bile didik didik etmiş, millete ve memlekete faydalı olan nedir diye inceden inceye
düşünmüştü.” (TB-KA)., “Neriman gözlerini kırpıştırarak önce tepeden tırnağa, sonra inceden inceye baktı: Beğendim...”
(KT-YS)., “Yeni bir eve taşınsanız, inceden inceye dolaşıp evi denetlerler.” (CK-İSDY)., “Dolaşmaya başladılar, her tekneyi
inceden inceye gözden geçirdiler, karanlık kavuşunca Ali Çavuşun yanına döndüler.” (YK-KSİ)., “Bazı duruyor inceden
inceye tetkik ediyordu.” (YK-İM1). ; /2. Hafif, belirsiz, tiz olmayan bir sesle./ “Köyün kadını kızı bir türkü
tutturmuşlar inceden inceye.” (RB-SN). ; //Belli etmeden.// “İfadeler okunurken bıyık altından gülüyor, Haldun'la,
inceden inceye alay ediyorlardı.” (RE-G).
1.⌠28⌡→ anlat- [4], düşün- [3], bak- [2], denetle- [2], aran-, bil-, çözümle-, çözümlen-,
dur-, düzenlen-, hesaplan-, incele-, işle-, izle-, konuş-*, planla-, yontul-. ║ gözden geçir- [3],
tarif et-, tetkik et-.
2.⌠1⌡→ türkü tuttur-.
//…//⌠3⌡→ alay et- [3].
⇒ inceden inceye alay etmek.
incerek: Ø
indinde: Ø--
inim inim:⌠1⌡/ ‘Sürekli olarak inlemek, çok sıkıntıda olmak’ anlamlarındaki inim
inim inlemek ve ‘birini büyük sıkıntıya sokmak’ anlamındaki inim inim inletmek deyiminde
geçen bir söz./ “Bu sırada bir kadının çığlığı, vadiyi baştan başa çınlatıp kayalarda inim inim yankılandı:
Evlaaadıım!” (KT-Gİ).
→ yankılan-.
→ inim inim inlemek, inim inim inletmek.
iniş aşağı:⌠4⌡/İnişte aşağı doğru./ “Kuyruğu bırakılan Çılkır, iniş aşağı kapaklanıverdi.” (AS-YA).,
“Yürüdü iniş aşağı.” (FB-T).
→ kapaklan- [2], yürü-[2].
insafsızca:⌠12⌡/İnsafsız bir biçimde, gaddarca./ “Bu yüzden yardıma işler arayarak hayatlarını
insafsızca parçalar dururlar.” (BRE-KY)., “Böyle iken enstitülere bu yüzden atılmadık şamar kalmamış, sonunda gericiler
kızlarla erkekleri birbirlerinden ayırıp mutlu bir eğitim gelişmesini hoyratça, insafsızca baltalamışlardır.” (SE-KEÜ)., “……
kurtuluşumuz olacağını sanıp onu yaşamaya kalktığımızda belki de bu yüzden her defasında insafsızca öç alırdı bizden...”
(CE-KBG).
→ parçala- [2], arttır-, baltala-{engellemek}, ısır-, sömür-, sürdür-, vur-, yanaş-. ║
istifade et-, kamçı indir-, öç al-.
insanca:⌠12⌡/2. İnsana yakışır biçimde./ “Doktora ümitle, ümitsizlikle hâlâ insanca bakıyorlardı.
Doktor ölecek miyim?” (GY-H1)., “Bakın size insanca davranıyoruz...” (UM-SP)., “Cabbar: Öyle insanca gelmez ki, dedi.
(YK-İM1)., “Bak arkadaş, aramızda biz bize, insanca konuşalım.” (YK-BE)., “Bir erkeğin böylesine çaresiz, bu kadar
283
çekincesiz ağlaması çok dokunaklı ve insanca görünmüştü ona.” (İA-ÖEK)., “Simitleri satılsın da para kazansın diye
bağırmıyordu, bir gerçeği dile getiriyordu insanca.” (YE-HS). ; /3. İnsan bakımından./ “Ø”.
2.⌠12⌡→ bak- [2], davran- [2], gel- [2], konuş- [2], görün-, ol-. ║ dile getir-, ilişki kur-*
3.⌠-⌡→ Ø
insan hâli: Ø
insanlık hâli: Ø
ipil ipil:⌠3⌡/Parlak bir ışıkla yanarak, bir sönüp bir parlayarak./ “Ta uzakta, dağın doruğuna
yakın yerde, ipil ipil bir ateş yanıyordu.” (YK-İM1)., “Gün battı, ay doğdu, kayalıkların sırtları ipil ipil ışıldadı söndü,
binlerce, karanlıkta ışık vurmuş kedi gözü...” (YK-KSİ).
→ ışılda-, yan- (ateş). ║ kül ol-.
iptida:⌠3⌡/3. Önceleri, en önce, ilk önce./ “Genç kız öğleye kadar nasıl vakit geçireceğini
düşünerek merdivenleri inerken, iptida sevinçle, sonra hayretle durakladı: Nadir, kendisinde hiç görülmiyen bir telâşla,
merdivenleri ikişer ikişer çıkıyor, genç kıza hiç dikkat etmiyordu.” (PS-SK)., “Bunun için iptida (önce) kendi kuvvetimize
ehemmiyet veriyoruz. (EK-DT..A)., “Öbürü, iptida kayıtsızca bir göz attı, sonra gözlüğünü taktı, dikkatlice muayene etti,
güneşe tuttu, elinden bırakmamak ister gibi biraz kararsız, şaşkın ve nâzik dedi ki: Temiz maldır, müşterisini bulursa iyi para
eder, hele girin dükkâna bir daha görelim, bir paha biçelim!” (RHK-MH).
→ durakla-. ║ ehemmiyet ver-, göz at-.
iptidaları:⌠1⌡/Önceleri./ “Doğrusu ben iptidaları anneme hak verirdim.” (GY-GH).
→ hak ver-.
irsen: Ø
irticalen:⌠2⌡/İçine doğduğu gibi söyleyerek, doğaçtan./ “Gerçekten iyi hazırlanmış olan
nutkunu, önünde tek kâğıt olmadan irticalen konuştu.” (HT-ÖTÖ).
→ konuş- [2].
⇒ irticalen konuşmak.
isli: Ø
ismen:⌠3⌡/Adını belirterek, adını söyleyerek, adını vererek./ “Ata Efendi bunu ismen çok iyi
tanıyor; eserlerini çocuk denecek yaştayken okudu.” (RHK-BS)., “Tabii bu tarihlerde ben, işe yeni girdiğimden gelen
adamları ismen tanımıyordum.” (TÖ-E).
→ tanı-* [3].
⇒ ismen tanımak.
isnaden: Ø--
isteksiz:⌠42⌡/2. İsteksizce./ “Hadi, lütfen. (MELTEM, isteksiz kalkar.) Sen henüz yoksun.” (AA-TO3).,
“Yemeğini isteksiz yedi.” (YA-AO)., “Duvarın karanlığına yürüdü isteksiz.” (F-BS)., “Cemil önce isteksiz, sonra hikâyeye
284
kendisini gittikçe kaptırarak anlattı: Atıf silâhını ateşleyince...” (KT-YS)., “Ağır ağır, isteksiz topraktan doğruldular,
çadırlara çıktılar.” (YK-BE)., “İhtiyar belediye doktoru ağır ağır, isteksiz beraber geldi.” (GY-H1)., “Koltuğuna isteksiz
oturdu.” (PC-K)., Artık Safo'sunu düşünmeye dalmış ve o güzeller güzelini candan özlemeye başlamış olan Sultan Murad
isteksiz isteksiz cevap verdi. (MTT-SS)., “Biraz çekilip isteksiz yer açıyorum ona yanımda.” (İA-ÖEK)., “Zaten adaylığı da
Aybar'ın "Listeleri doldurmanız gerekir" demesiyle isteksiz kabul etmiştim.” (MM-KG).
→ kalk- [5], ye- [4], yürü- [3], anlat- [2], otur- [2], sor- [2], bak-, çık- (yataktan), davran-,
doğrul-, gel-, görün-, kıpırdan-, sat-, söylen-, uyan-, uzaklaş-, uzat-, yaşa-. ║ yer aç- [2], cevap
ver-, adım at-, (ağzını) aç-, (elini) ver-, gagalarını aç-, ilave et-, kabul et-, karşılık ver-, tıraş
ol-.
isteksizce:⌠29⌡/İstek göstermeden, isteksiz olarak./ “Yatak odasının perdesini yapmak lâzım
dediğim zaman, isteksizce yerinden kalktı ve merdivene çıkarak rayın sağlam tarafını da düşürdü.” (OA-BBAR)., “Ragıp
Bey, isteksizce cevapladı: -Akaretler'e gidiyorum.” (AA-İGA)., “Senem isteksizce uzandı kepçeye.” (GY-H2)., “Sarı çocuk
yanı başındaki topu arada eline alıyor, isteksizce evirip çeviriyordu.” (GY-H2). “Girdiğimi gördüğü halde dönüp bakmıyor
ve merhabama soğuk bir merhaba ile karşılık veriyor isteksizce.” (İA-ÖEK).
→ kalk- [3], cevapla- [2], uzan- [2], de-, ekle-, gevele-, git-, gülümse-, konuş-, otur-,
söyle-, uzaklaş-, yat- {sevişmek}, yayıl-, ye-, yürü-. ║ karşılık ver- [2], gözünü çevir-, ağzına
tık-, çöpe at-, eline al-, yerine otur-.║ evirip çevir- [2].
ister istemez:⌠112⌡/{1. Zorunlu olarak, elinde olmadan. 2. Yarı gönüllü olarak, biraz
mecbur olarak.}/ “Süleyman Kahya, yanındakiler hem şu yaşlı kişilerin inadına, imanına acı acı gülümsüyor, ister
istemez de onlara katılıyorlardı.” (YK-BE)., “Mümtaz, ister istemez: -Nedir hastalığı? diye sordu. -Felç geldi.” (AHT-H).,
“Ölümün kesinliğini, kaçınılmazlığını, hiç de adil olmadığım ister istemez kabulleniyorum.” (İA-İKG)., “Sadeddin de ister
istemez ona uydu.” (MTT-SS)., “Merak bu ya konuşmalarına ister istemez kulak kabartıyordum.” (SK-D)., “Mavi Kuş
biblolarının güzelliği yaratmağa ister istemez mecbur oluyorlar.” (AHT-YG)., “Ben de ister istemez razı oldum.” (CKM).,
“Ama toplumsal gelişme bu eylemleri ister istemez gündeme getirdi.” (OA-KB).
→ katıl- [3], dur- [2], düşün- [2], kabullen- [2], konuş- [2], sor- [2], uy- [2], ürper- [2],
açıl-, anımsa-, anımsan-, anla-, ara-, bırak-, bil-, birleş-, ciddileş-, çıkar-, de-, değerlendir-,
dinle-, dolaş-, durakla-, duraksa-, durdur-, etkile-, git-, gör-, götür-, heyecanlandır-, iç-, inan-,
kalk-, kork-, kullan-, ol-, oluş-, seç-, sertleş-, sev-, sınırla-, soğu-, sokul-, sür-, uğraş-, unutul-,
yaklaş-, yap-, yat-, yavaşla-, yetersizleş-, yönlendir-, yutkun-. ║ boyun eğ- [3], aklına gel- [2],
karşısına çık- [2], ortaya çık- [2], razı ol- [2], yol aç- (-e) [2], aklı git-, arkadaş ol-, bağlantı kur-,
belli ol-, cevap al-, devral-, dikkat et-, geri dön-, geri planlara itil-, gözler çevril-, gündeme
getir-, hak ver-, hayal et-, ihanet et-, iş aksa-, iş gör-, kafası ezil-, karşılık ver-, karşısında eri-,
(kendini) saydır-, konu dağıl-, kulak kabart-, kulak misafiri ol-, mahkûm ol-, mecbur ol-,
muvafakat et-, öne çık-, öne geç-, rekabete giriş-, saygı uyandır-, sineye çek-, sokağa açıl-,
tanıklık et-, tasavvur et-, tekdüzeliğe gidil-, terkibin içine sok-, tuhafına git-, yelkenleri suya
indir-. ║ koyup git-.
285
istinaden: Ø--
istisnasız:⌠5⌡/İstisnası olmadan, ayrıksız, ayrıcasız, bilhassa./ “Dergiye girecek bütün
yazıları istisnasız gözden geçirir, okur, düzeltir, bazı yerlerini yeniden yazardı.” (HC-KKKY)., “İktidar çevrelerine nüfuz
edemeyen bu cereyan, istisnasız bütün muhalefet tarafından benimsenmiştir.” (TT-İMSHB).
→ benimsen-, düzelt-, oku-. ║ gözden geçir-, yer al-.
işgüzarca: Ø
iştahlı:⌠1⌡/3. İsteyerek./ “Haydar Usta iştahlı, çabuk çabuk yemeğini yedi.” (YK-BE).
→ ye-.
itçe: Ø
ite kaka:⌠17⌡/1. Kaba ve hayrat bir biçimde iterek, zorla./ “Esma, onu ite kaka ahıra
götürüyor, önüne yemini koyuyor, ama hayvan yemiyordu.” (CD-Oİ)., “Birinci kata çıktılar, ikinci kata ite kaka çıkardılar.”
(RI-KG)., “Önünde duran bir fincan kahveyi, bulaşık suyu döker gibi, pencereden sokağa serpti, sonra hademeyi ite kaka
kapıdan dışarı çıkardı.” (RNG-ÇK). ; /2. Güçlüklerle./ “Böyle bir yaşamın tutanaklarından habersiz, bu
tutanaklardaki lanet dolu haykırışları duymaksızın, sessizliği alavere ederek başlarım uzatıyorlar, kulak kabartıyorlar,
birbirlerini ite kaka kendilerini arıyorlardı bu tutanaklarda.” (HA-SİE)., “İyi ki, sınıf birincimiz Halet, ite kaka, nerdeyse
döverek çalıştırdı beni.” (MU-BDA).
1.⌠12⌡→ götür- [3], çıkar- [2], ayır-, bindir-, getir-*, gülüş-, ulaş-. ║ dışarı çıkar- [2],
sıraya gir-.
2.⌠5⌡→ ara-, çalıştır-, git-, sok-, yaptır-.
itibaren: Ø--
itibarıyla: Ø--
itirazsız:⌠8⌡/İtiraz etmeden, karşı çıkmadan, olduğu gibi./ “Piyesin değişecek tarafı hakkında
muharririn sayıp döktüğü mütaleaları bir talebenin hocasını dinleyişi gibi şahsiyetsiz, itirazsız dinliyor; arada bir iyice
anlayamadığı noktalara dair ancak kısa birkaç sual sormakla kalıyor, sonra, gene baştan ayağa sessiz bir dikkat
kesiliyordu.” (YKK-A)., “Bize, itirazsız inanacak ve düşünmeden harekete geçecek insanlar lazım!” (SA-İÇ)., “Devleti temsil
eden haşin yüzlü polis, itirazsız tanıdıkları olan kişilerin işlemlerini yaptı ve KLM'de çalışan hanıma gülümsedi.” (DC-Yİİ).,
“Ancak ona üçüncü veya dördüncü gidişinde birinci defa olarak kendi gelişini itirazsız kabul etti.” (SD-FC).
→ dinle-, inan-, katlan-, yap-. ║ kabul et- [3], karar ver-.
⇒ itirazsız kabul etmek.
itiş kakış: Ø
ittifakla:⌠4⌡/Oy birliği ile. {karar birliği ederek}./ “Bunun üzerine İran Meclisi 22 Ekim 1947 de
anlaşmayı ittifakla reddetti.” (FA-YST)., “Gazeteciler ittifakla paşa hazretlerinden aşağıdaki suallere cevap vermesi
lütfunda bulunmalarını temenni eylemişlerdir.” (MB-AK).
→ kabul edil-, reddet-, temenni eyle-, üzerine yürü-.
286
ivedilikle:⌠8⌡/Çabucak, {öncelikle}./ “Ne var ki, özgürlük de yatıştıramaz onu, sanki bir uçurumun
kenarındadır ve düşmek için o doğal baş dönmesini ivedilikle beklemektedir.” (EC-GDA)., “Olay, Meclis'te (10-11 Mart
1972 günü 58'inci birleşimde.) ve Senato'da (16-17 Mart 1972 günlü 72'inci birleşimde.) bir hafta arayla yeniden ve
ivedilikle görüşülür.” (EÖ-GSA). “Arkadaşlar, otobüs, bilet işlerini ivedilikle yoluna koymuşlardı.” (NM-TÖ2).
→ bekle-, görüşül-, konuş-. ║ arkasına dolan- (bir yerin), el salla-, (karanlık) in-, işleri
yoluna koy-, yer ayırt-.
iyi**:⌠1716⌡/9. İstenilen, beğenilen, yerinde, yararlı, uygun bir biçimde./ “Ama toprağı
iyi biliriz.” (F-PY)., “"Yolunuz açık olsun; kızıma iyi bak."” (Sİ-DSG)., “Bak Mevlit ağa sana bi şey deyecem, iyi dinle
amma, biz iyi yerden haber aldık.” (TB-KA)., “-Beni iyi anla!” (AHT-H)., “"Evet, iyi tanırım."”(AB-BYS)., “Bunu iyi
düşünün.” (TB-KA)., “Başkan'ın Osman'a ne dediğini iyi işitmedi.” (NC-SY)., “İşlevinizi iyi yapıyorsunuz, derdi.” (HT-
ÖTÖ..)., “Dün gece iyi eğlendiniz anlaşılan” (EB-BG)., “Yok iyi davrandı savcı.” (ÇA-BAG)., “Yaşlı çoban onu iyi
karşıladı.” (YK-KSİ)., “Gözleri mi iyi seçmiyordu, bilmem.” (F-PY)., “Nihayet konuştu: "- Şimdi kulağınızı iyi açın. “(TB-
KA), “Öteki arkamızdan yetişti. - Arkadaş, iyi düşün taşın, diye bağırıyordu.” (Mİ-DHB)., “Paşanın ağzı iyi laf yapar.”
(SB-BŞM)., “Öuna karşılık iyi ney üfler, keman çalar.” (SB-BŞM).
→ bil-* [70], bak-* [17], dinle- [15], anla- [10], düşün- [10], tanı- [9], yap-* [9], karşıla-
[7], hatırla-* [5], gör-* [4], kullan- [4], davran- [3], dayan- [3], oku- [3], seç- [3], anımsa-* [2],
anlat- [2], çalış- [2], çık- [2], de- [2], döğüş- [2], geç- (gece vb.) [2], görüş- [2], iç- [2], işit-* [2],
koru- [2], oyna- [2], öğren- [2], al-, alış-, anlaş-, at-, ayarla-*, ayıklan-, bağır-, başar-, becer-,
betimle-, bilin-, bul-, bunal-, dur-, düzenle-, eğlen-, geçin-, giy-*, giyin-, hazırlan-, herifle-,
işle-, işlen-, kapa-, kapat-, karşılan-*, kızar-, konuş-, kullanıl-, sakla-, sür-, tanın-, uydur-,
yakıştır-, yapış-*, yaz-, ye-, yetiş-, yetiştir-, yoklan-, yönet-. ║ kendine bak- [3], kulağını aç-
[3], akıl et- [2], ağzı laf yap-, aklına gel-, arkadaş ol-, gönlünü aç-, keman çal-, kendini tanı-,
muamele et-, muamele yap-, muhafaza et-, ney üfle-, nişan al-, para ver-, penaltı at-, resim
ver-, vakit geçir-. ║ düşün taşın.
→ iyi etmek, iyi gelmek, iyi gitmek, iyi olmak, (biri için) iyi söylemek.
⇒ iyi bilmek, iyi bakmak ,iyi dinle, iyi düşünmek, iyi anlamak.
iyice**:⌠1853⌡/2. Çok, gereği gibi, neredeyse, tamamen./ “"Bir iyice anladım," dedi
Hüsmen.” (YK-KSİ)., “Acaba, dedim, Varşova'dan bu gece Belgrad'a bir tren kalkmayacağını iyice biliyor musunuz ?”
(KHK-YAH)., “Ali emmi iyice hatırlamıştı, -Bildim, dedi.” (TB-KA)., “Bunu Arif Bey iyice öğrenmişti.” (AN-AZDE)., “Ağa
iyice kızdı, kızar, ağadır.” (FO-KSA)., “Adam ezik bir sesle: "- Küçük Ağa doğru der, iyice düşünmeliyiz.” (TB-KA)., “Bizim
memlekette insanın adını deliye çıkarmasının yararına iyice inandım.” (AN-AZDE)., “Beride Hoca, Küçük Ağa, adını iyice
benimseyememişti. (TB-KA)., “Aldı 'Abdurrahman Şeref: Abdülhamit'in yüz ve yapısında Osmanlı: Hanedanına özgü
alametler iyice belli olurdu.” (SB-BŞM)., “Çakırsaraylı'dan ayrılmayı kafasına iyice koymuştu.” (TB-KA)., “Bir bayırı
tırmanıp göz alabildiğine uzanan kırlar görünce; tek bir kişi, tek bir ışık, tek bir uçak seçemeyince, kafama iyice yerleşti
kuşku.” (SD-K).
→ anla-* [16], bil-* [14], gör- [7], hatırla-* [7], sokul- [7], inan- [4], karar- (ortalık) [4],
öğren- [4], yerleş- [4], aç- [3], açıl- [3], bas- [3], kız- [3], yaklaş- [3], acık- [2], ağar- [2], anlat-*
287
[2], aydınlan- (ortalık) [2], bak- [2], benimse-* [2], duy-* [2], düşün- [2], ger- [2], ihtiyarla- [2],
kapa- [2], karıştır- [2], seç- [2], sil- [2], şaşır- [2], uyuş- [2], yaslan- [2], yayıl- [2], abartıl-, afalla-
, ağla-, ak-, alçal-, alçalt-, anımsa-, ara-, aran-, araştır-, artır-, asıl-, aydınlat-, ayrıl-, azal-,
bağla-, bayatla-, belirlen-, belle-, bırak-, bildiril-, boz-, bozul-, buna-, bükül-, büzül-, ciddileş-,
çek- (tül), çekil- (nehir) {kurumak}, çekil- (perde), çık-, çık- (soğuk), çök- (umut), çök-
{yaşlanmak}, derinleş-, dikil-, dinlen-, doldur-, doyur-, döv-, duyurul-, efkârlan-, eğil-, erit-,
esmerleş-, ez-, garipse-, gecik-, geçir-, geliş-, gevşe-, giriş-, gömül-, gösteril-*, gözetle-,
hazırlan-, hızlandır-, ısıt-, ilerle-, ilgilen-, ilginçleş-, işitil-, kabar-, kalabalıklaş-, kaldır-,
kanıksan-, kanıtla-, karış-, katılaştır- (tavır), kaykıl-, kaynaş-, kaynat-, kes-, kestir-, keyiflen-,
kırıl-, kıs-, kısal-, kıvır-*, kızar- (gök), koca-, korkut-, kurula-*, kuşkulan-, küçültül-, oğ-,
öğret-, patakla-, rahatla-, sap-, sarıl-, sark-, serinle-, sertleş-, sık-, sıkıl-, sıklaş-, silin-, soğu-,
söyle-*, süz- {bakmak}, şaşkınla-, takış-, tanı-, tanış-, tartıl-, tembelleş-, temizle-, titre-,
tükürükle-, uzaklaş-, uzat-, yasla-, yaşlan-, yıka-, yıkan-, yıpran-, yit-, yoğunlaş-, yokla-,
yüksel-. ║ belli ol- [3], kafasına koy- [2], kafaya yerleş- [2], ortaya çık- [2], aç kal-, ahlakı
bozul-, anlam kazan-, burnunu çek-, dikkat et-, eli titre-, fark edil-, gece ol-, geride kal-, göz
kısıl-, gözden düşür-, gözden geçir-, gözünü aç-, gününü gör-, hisset-, içine çek-, içine sindir-,
içini dök-, itibarı art-, itibarını arttır-, kafayı bul-, kanaat getir-, karar ver-, kendini kaptır-,
kendini ver-, nüfuz et-, sabah ol-, suyunu sık-, tadını çıkar-, tahattur et-*, tahlil et-, tesid et-*,
teşekkül et-, tıraş et-, umudunu yitir-, umut ver-, usa işle-*, yol ver-, yüzü asıl-.
⇒ iyice anlamak, iyice bilmek.
iyicene:⌠19⌡/Tam olarak, adamakıllı./ “Dediklerimi bir iyicene anladınız mı?” (YK-OD)., “Evet,
şimdi inandım iyicene...” (KT-YS)., “İtle kopukla elleşirken şaşırmışız iyicene...” (KT-YS)., “Savaş alanlarında senin canın
üzülmüştür iyicene...” (KT-YS)., “Çocuk yüreğime ürküntüler salar, anamın örselenmiş eteklerine yapışırdım iyicene.” (Sİ-
İGÇÖ2).
→ ağla-, anla-, ezil-, inan-, kay-, kesil- (ses), koca-, öğren-, şaşır-, tozut-, üzül-,
yaklaş-, yorul-. ║ aklı kes-, eteğine yapış-, içeri tep-, karar ver-, kaybol-, yorganı başına çek-.
iyiden iyiye:⌠98⌡/Adamakıllı, çok iyi, gereği gibi./ “Sıcaklar iyiden iyiye bastırmış.” (KK-SE).,
“….. iyiden iyiye alıştım tütüne iyiden iyiye alıştım arslan sütüne ve yılmas pütün'e hükümete göre her üçü de sağlığa
zararlıymış sağlık neyse …..” (MÜ-KGD)., “Oda, iyiden iyiye kararmıştı.” (RNG-ÇK)., “Köyün içine karanlık iyiden iyiye
çökmüştü.” (KT-YS)., “Reis Bey iyiden iyiye hırslanmıştı….” (TB-KA)., “Pencere iyiden iyiye aydınlanmıştı.” (GY-H2).,
“Cemil kendisini toplayıp orduda iyi bilinen «Nedir o?» sorusunu sormasaydı, iş belki iyiden iyiye tatsızlaşacaktı.” (KT-
YS)., Ama iyiden iyiye yıpranır ve içine kapanır "Evlerle Savaş" dolayısıyla: Körükler cılız olmak Evlerin hiddetini Evlerle
savaşımız Savaşların çetini Evler, her gün yollar bizi dışarı: Git, getir ….” (AO-NSBE)., “…..kendini iyiden iyiye kitaplara
vermişti bir de.” (MM-ÜAKO)., “Fakat bu defa Cabir Beyin kafası iyiden iyiye kızmıştı.” (RNG-YG)., “Her adımda biraz
daha vahşileşip iyiden iyiye zıvanadan çıktılar da bir bölük çapulcu gibi haykıra haykıra kasabanın altını üstüne
getirdilerse, hayalimde getirdiler.” (HAT-KHK).
288
→ bastır- (gece, sıcak, yağmur vb.) [4], alış- [3], karar- (hava, ortalık vb.) [3], art-
(güven, uğultu vb.) [2], çök- (karanlık vb.) [2], hatırla- [2], hırslan- [2], acık-, açıklan-,
aydınlan-, anla-, azal-, bak-, boktanlaştır- (durum), bunalt-, çoğal-, değiştir-, devinimsizleş-,
dönüş-, duy-, düşür- {hastalanmak}, etkile-, genişle- (sınırı), gevşe-, görül-, hesaplan-, inan-,
itibarsızlaş-, kalabalıklaş-, kapan- (gökyüzü), konuş-, pekiştir-, sakinleş-, sar- {kaplamak},
sar- {etkisine almak}, sarart-, sersemle-, sinirlen-, soğu- (hava), solu-, takıl- {alay etmek},
tatsızlaş- (iş), uğraş-, unut-, uyan-, yadırgat-, yalvar-, yarala-, yayıl-, yerleş-, yerleştir- (dile),
yıpran-, yumuşat-, zorlaş-. ║ içine kapan- [2], kendini ver- [2], abayı yak-, açıklık kazan-, aklı
takıl-, akşam ol-, arası açıl-, ayaza çek-, boş kıl-, dudağını sarkıt-, geçimini sağla-, geçmişe
bağlan-, gün ışı-, içi burkul-, ipin ucunu kaçır-, istintak et-, kafası kız-, karanlık çök-, kaşları
çatıl-, kaybol-, kaybet-, kendini bırak-, koluna asıl-, merakı art-, siniri bozul-, söze karış-, şiir
yaz-, tarif et-, tebellür et-, ürküye kapıl-, zaafa düş-, zihne yerleştir-, zıvanadan çık-.
iyi kötü:⌠30⌡/Ne çok uygun ne çok aykırı, şöyle böyle./ “O elinin tersiyle bıyıklarını
düzeltirken, iyi kötü yaşadım ve şimdi her şeyden uzağım, diyordu.” (AHT-H)., “Karasenir Mahallesi'nden bir göz yer
tutsak, bize yeter iyi kötü...” (FB-ID)., “Eski musikimizi seviyoruz, iyi kötü anlıyoruz.” (AHT-H)., “Başka şey olsa aklım
erer iyi kötü!” (FB-T)., “Fakat biz işitiyor ve iyi kötü biliyoruz ki.” (TB-KA)., “Fransa'da dili iyi kötü söktüm.” (ZA-MAAİ).
→ yaşa- [3], yet- [2], anla-, barın-, benzet-, besle-, bil-, çalış-, git-, oku-, sök-
{öğrenmek}, sürdür-, tanı-, uzlaşıl-, yap-, yargıla-. ║ aklı er-, aklı kes-, cevap yetiştir-, hüküm
ver-, iletişim kur-, karnını doyur-, kendini topla-, mürekkep yala-, ortaya koy-, yemek ye-,
yerini bul-.
iyilikle: Ø
izafeten: Ø
izansızca: Ø
izinsiz:⌠12⌡/3. İzin almadan./ “Ustadan izinsiz, makine dairesine bile girmezlerdi.” (DC-BSKY).,
“Onlar buradan izinsiz gitmişler.” (ZA-MAAİ)., “Sen de izinsiz dinlemeseydin büyük kimselerin konuşmasını.” (AA-AD).
→ gir-* [4], git- [3], dinle-*, kal-, konuş-*.
289
K
kabaca:⌠19⌡/2. Yaklaşık olarak./ “Uzunca bir araştırma döneminden sonra kabaca yöntem üstünde
anlaştık.” (AD-Y)., “Tüm sahne baştan sona kabaca prova ediliyordu.” (AD-Y)., “İkinci büyük başkalaşma kabaca
1920'lere denk gelmiştir: Proust, Joyce, Musil üçlüsünün başı çektiği bir yolda.” (EB-YU). ; /3. Yaklaşık oyarak,
{özetle, genel hatlarıyla}./ “Büyükbabamın birçok "mutad hasbıhal"de belirttiği üzere, bu "okul içi düşmanlar"
kabaca üç sınıfa ayrılabilirdi: ….” (TY-AÖ)., “Varmak istediğimiz yeri biri şöyle kabaca anlatmıştı bize.” (EÖ-GSA).,
“Kabaca söylersek özel diller bunlar, özel durumlarda başvurduğumuz diller.” (NU-DG)., “Kabaca bir karşılaştırma
yaparsak, ‘Düdüklü Tencere’ ile ‘Horozdan Korkan Oğlan’ birbirine benzer içeriklerin ayrı bir dil işleyişiyle yazıldığı
kanısına varabiliriz.” (DH-SS).
2.⌠6⌡→ anlaş-, onayla-, anlatıl-, denk gel-, prova edil-, yerli yerine oturt-.
3.⌠13⌡→ ayır- {sınıflandırmak} [4], anlat-, belirle-, değin-, düşün-, özetlen-, söyle-. ║
karşılaştırma yap-, ortaya çık-, söz edil-.
kabadayıca:⌠2⌡/2. Kabadayıca yakışır bir biçimde./ “Fesini kabadayıca sedire fırlattı, odanın
ortasında, elleriyle yüzünü kapamış duran Neriman'a yaklaşıp bileklerini tuttu.” (KT-YS)., “Büyük oğlan öküzü çökertmiş
arslan heykeline doğru uzaklaşan bir çocuğu omuzuyla kabadayıca gösterdi: Ceplerini yoklayacaktı.” (KT-YS).
→ fırlat-, göster-.
kabala (II): Ø
kabilinden: Ø--
kablelvuku: Ø
kaça:⌠52⌡/Ne kadara?/ “Köylüye, Doğru söyle dedim, sen bu eşeği kaça aldın?” (AN-AZDE)., “Tüccar
kaygılanmış: - Kaça satarsın?” (İS-DÖV)., “Yahut bizim minyatürler... -Yenisi kaça çıkar, acaba?” (AHT-H)., “Yaşımız
kaça geldi, ondan mı acaba?” (CS-GC)., “Alalım biz bu eşeği. Kaça vereceksin?” (AN-AZDE)., “Bu düğün bana kaça
patladı biliyor musun?” (ÜA-TÖ)., “Bu zamanda bir oda kaça tutulur hanım?” (SFA-HBSK)., “Herbir tane beşbin liralık
devlete kaça mal oluyor?” (AN-AZDE).
→ al- [10], sat- [7], çık- [4], gel- (saat, yaş) [4], ver- [4], gel- [2], ol- [2], yap- [2], boya-,
böl-, düş-, geçir- (karşıya), git-, satıl-, tak-, tutul- {kiralamak}, var- (toplam), yaptır-, ye-. ║
mal ol- [2], satın al-, mal et-.
→ kaça patlamak.
⇒ kaça almak, kaça satmak.
kaçak:⌠13⌡/6. Yasalara, kurallara uymayarak, gizlice./ “‘Tabii kaçak gireceğiz!’ ‘Ben
çıkamam,’ dedim duvarın yüksekliğini gözlerimle ölçerek.” (HAT-KHK)., “…beni polisler götürmüştü sırasında birkaç ay
paris'te kaçak yaşadım…” (Aİ-BSM)., “Hapsettiler, kaçtı: Bir zaman kaçak gezdi, sonra, bir yolunu bulup kendini
Anadolu'ya attı.” (MŞE-MA)., “‘Evet anneciğim, kaçak geldim.’” (HT-GF).
290
→ gir- [3], yaşa- [3], gez- [2], gel-, götür-. ║ ithal et-, kat çık-, seyret-.
kaça kaç: Ø
kaçıkça: Ø
kaç kaç: Ø
kaçta:⌠20⌡/Ne zaman?/ “Bu akşam da yemeğe davetliydi, kimbilir kaçta gelecek, yahut yine hiç
gelmeyecekti.” (ÇA-BAG)., “Kaçta, nasıl buluşuyorsunuz?” (PK-BCR)., “Başını içeri almadan konuştu: Var efendim...
Kaçta varırmışız Akhisar'a...” (KT-YS)., “Fazıl kaçta gitti?” (TÖ-TO1).
→ gel- [7], başla-, bekle-, buluş-, çık-, doğ- (güneş), doğ- {dünyaya gelmek}, git-, iste-
, kalk- {uyanmak}, oku-, var-, yat-. ║ paydos et-.
⇒ kaçta gelmek.
kadar: X
kademe kademe:⌠10⌡/Basamak basamak, derece derece./ “Yolla birlikte onlar da kademe
kademe denize doğru iniyorlardı.” (ÇA-BAG)., “Kabadayılık kademe kademe teşkilatlandı.” (REK-Y)., “Ve bu değiştirici
füsun, oradan başlıyarak kademe kademe bütün hayata yayılırdı.” (AHT-H)., “Ses Kapıkale'de kademe kademe yankılanır
ve toplu sanki çapkın çapkın göz kırparak: "Buydu değil mi?.." derdi.” (TB-KA)
→ in- [2], geç-, gerçekleştiril-, kullanıl-, sıkıştır-, teşkilatlan-, yan-, yankılan-, yayıl-.
kadınca:⌠5⌡/2. Kadına yakışır biçimde./ “BEYAZLI KADIN : (Hafiften, kadınca güler.) Belki
bıkardın şimdiye...” (GA-TO)., “Topal'a kadınca, tıpkı, tıpkı bir kadın gibi göz kırptı.” (OK-KT)., “Sen kadınca daha iyi
anlatırsın Naime Hanım, dedi.” (RNG-ÇK).
→ anlat-, gül-, ıslan-, ol-. ║ göz kırp-.
kadın kadına:⌠1⌡/Yalnız kadınlar arasında, kadınlar baş başa./ “Etme de kadın kadına
konuşalım.” (RB-SN).
→ konuş-.
kadınlı erkekli:⌠7⌡/2. Kadın erkek karışık olarak {hep birlikte}/ “Biz İstiklal Savaşımızı
kadınlı erkekli kazandık.” (KT-Gİ)., “Bir sürü insan, kadınlı erkekli, çoluklu çocuklu, sıra sıra kağnıların etrafında
bekleşiyorlardı.” (SK-D)., “Kadınlı erkekli gelmezler mi, kadınlar da erkeklerle bir olup sen sen, ben ben karşılıklı rakı
içmezler mi, evin kadınları bir değerlendirme şaşkınlığına düşerler.” (NM-TÖ2).
→ bekleş-, gel-*, toplan-, yaşa-. ║ savaş kazan- [2], dalkavukluk et-.
kadınsız:⌠3⌡/3. Kadın olmaksızın./ “Biz bunun enini boyunu, girdisini, çıktısını çok düşündük.
Kadınsız olmuyor.” (KT-YS)., “Az daha beklerse korkarım ölecek. Kadınsız yaşayamaz.” (GA-TO)., “Fessiz sokağa çıkar,
kadınsız çıkmazdı.” (PS-SK).
→ gel-, yaşa-*. ║ sokağa çık-*.
291
kafaca:⌠2⌡/Düşünce bakımından./ “Kafaca Batı musikisine inanmış, zevkçe alaturkaya bağlı
kalmıştı.” (FRA-Ç)., “Sözgelimi, bir yerde,, bir evde "insan (gerekiyorsa) gözleriyle de duyabilir" derseniz, en azından
esriktir ya da kafaca üşütmüştür denebilir.” (EA-DY).
→ inan-, üşüt-.
kafadan:⌠5⌡/Zihinden, belleği kullanarak./ “Kendini tutamayarak bir erganunun başına geçip
oracıkta kafadan küçük bir şeyler çalıyor.” (NN-DM)., “Bu şiirimi demin kafadan yazdım sana kara kız.” (AA-AD). ;
//Doğrudan.// “Cırtlak ve ağzı sakızlı bir diji abla, kafadan girdi konuya: - Şimdi müthiş bir parça dinnemece ve ânında
aynen uçmaca...” (FŞ-EF).
/…/⌠3⌡→ uydur-* [2], çal- (müzik)
//…//⌠2⌡→ ayır- {farklılaştırmak}, konuya gir-
→ kafadan atmak.
kâh: Ø--
kahpece:⌠2⌡/2. Kahpe gibi, kahpeye yakışır biçimde./ “Belki de bir gün sabaha karşı, enfes bir
rüzgâr dolaşırken şehri, kahpece haklanırım bir duvar dibinde.” (AKB-BŞ)., “Böyle göz attıkları gidince bir bir elden Genç
efeler kahpece Kız Hüseyni vurdular...” (FNÇ-HD).
→ haklan-{vurulmak}, vur-.
kahramanca:⌠16⌡/2. Kahramana yaraşır bir biçimde, yiğitçe./ “Komuta ettiği Likyalılarla
birlikte öyle kahramanca dövüşür ki, Hektor'a bile Troyalılann gevşekliğinden yakınmak hakkını bulur kendinde.” (AK-
MY)., “Tâ şu dağların arkasına kadar gelip dayanmışlar ve biz kendimizi kahramanca savunuyormuşuz.” (YKK-Y).,
“İşçiler, köylüler, öğrenciler ve tüm yurtseverler gericilere kahramanca karşı koymuşlar ve bu uğurda birçokları şehit
olmuştur.” (NB-DÜF).
→ dövüş- [3], çarpış-, dayan-, gülümse-, gürün-, öl-, öp-, savaş-, savun-, yap-, yaşa-,
yürü-. ║ boy ölçüş-, karşı koy-.
⇒ kahramanca döğüşmek.
kakır kakır:--
→ kakır kakır gülmek.
kala: Ø--
kala kala:⌠43⌡/1. Bütünü, olup olacağı./ “Önünde kala kala yetmiş iki saat kalmıştı.” (ÇA-BAG).,
“Geriye kala kala, elli yıl süreyle anlatılacak bir anı kalmış.” (AB-BBYŞ). ; /2. En sonunda./ “Hacettepe
'devrimciliğinden' kala kala, bir bu renk kalmış.” (Aİ-YK).,
1.⌠24⌡→ kal- [19], geriye kal- [5].
2.⌠19⌡→ kal- [19].
⇒ kala kala kalmak.
292
kalantorca: Ø
kalben:⌠3⌡/İçten, gönülden gelerek, yürekten./ “Ahmed; Cemil kalben «Çocuk!... bahtiyar değil,
bundan eminim, hiç olmazsa mes'ut bir zevce olmadığım bir anne olmak saadetiyle unutacak!» diyordu.” (HZU-MvS)., “Ne
zaman ki kalben aya gidildiğine inanmışlar, diplomayı geri vermişlerdi.” (MK-AR).
→ de-, duy-, inan-.
kalenderce: Ø
kalleşçe:⌠2⌡/2. Kalleşe yaraşır biçimde./ “Dünya kalleşçe değişiyor uzaklaşıyor Namussuzca
kaçıyor…” (TU-BŞ)., “Yıllar sonra Eskişehir'de, sokak ortasında, kalleşçe, arkadan vurularak öldürüldü Mustafa Taylan.”
(EÖ-GSA).
→ değiş-, öldürül-.
kâmilen:⌠6⌡/Büsbütün, toptan, hep birden./ “Hastalık bir an, evvel ve kamilen geçsin.” (CKM).,
“Ölmez sağ kalır ve yine size kavuşursam, seni istediğim gibi çalışkan, mert ve namuslu bir genç görürsem, çektiğim ve
bundan sonra çekeceğim bin türlü meşakkatleri kamilen unutacağım.” (HC-KKKY)., “Nutuk'ta daha ziyade teferruat
üzerinde durulmuş ve esaslar kamilen ihmal edilmiştir.” (UM-KKA).
→ geç- (hastalık), düş- {ele geçmek}, kaldırıl-, unut-. ║ def edil-, ihmal edil-.
kanalıyla: Ø--
kancıkça:⌠1⌡/Döneklik ederek, gizlice kötülükte bulunarak./ “Hey. (Endişeli bakınır.)
Kancıkça üzerime çullanmak için pusu kurdunuz.” (RB-SN).
→ pusu kur-.
kan pahasına: Ø
kanunen:⌠3⌡/Yasa gereğince, yasal olarak./ “Ettin, polis kanunen ne yapacak?” (OK-KT).,
“Yeniçeriye gelince, kanunen başı kesilecekti.” (REK-Y).
→ yap-. ║ başı kesil-, caiz ol-*.
kapalı gişe:⌠3⌡/Bütün biletler satılmış bir biçimde./ “Yaygara 'yo Yaygara 'yo kapalı gişe
gidermiş mevsim sonuna kadar.” (MF-HYT)., “Behice buraya gelmeden bir gün önce hemşiresiyle gitmiş ve zorla yer
bulmuş, ikisi de futboldan bir şey anlamadıkları halde çok beğenmişler, annemse, kapalı gişe oynuyor, karaborsada satılıyor
biletler, diyor.” (GD-ADM)., “Şu Babil Bakiresi ilk günlerde ne güzel iş yapıyordu kapalı gişe gidiyorduk yer kavgaları
oluyordu sonra birden düştü, seyircinin arkası kesildi.” (GD-TO1).,
→ git-, oyna-. ║ iş yap-.
kapan kapana: Ø
kapıda: Ø
kapı kapamaca: Ø
kararınca: Ø
293
kararlama: Ø
kararlamadan:⌠1⌡/Kararlama yoluyla, görmeden./ “‘Yıldızların aydınlığı var. Kararlamadan
atıyorlar işte; makineli tüfek olunca, tarıyor ortalığı.’” (SK-D).
→ at- {ateş etmek}.
kardeşçe:⌠5⌡/2. Kardeşe yaraşır biçimde, dostça, içtenlikle./ “Zemin katındaki 'babadan
kalma' saz salonundan, ortalığı velveleye veren Mahur curcuna; yanık yağ, kızarmış balık, felâket anason kokusu. kardeşçe
öpüşerek ayrıldılar.”(Aİ-OKB)., “Sana kardeşçe söylüyorum, Tatarcık'tan kendini sakın Recep.” (HEA-T)., “Kardeşçe
uzatıyorum yanaklarımı, işte insanca ateşler almak için Gelip geçtikçe öpen dudaklardan.” (TU-BŞ).
→ ayrıl-, söyle-, uzan-. ║ iyi geceler dile-, yanağını uzat-.
kardeş kardeş:⌠9⌡/Dostlukla, dostça, sevgiyle./ “Dünyada esen rüzgârlar kardeş kardeş eser
Dünyada esen rüzgârlar vızgelir….” (İB-E)., “Ne ayıp, kardeş kardeş oynayamıyor musunuz?” (LN-BD)., “Artık Allatsın
gölgesi, herhangi bir kadın için tamamen tehlikesiz bir duruma düşmüş, sevgili halayıklarıyla kardeş kardeş masal
konuşuyordu.” (MTT-SS)., “Oturur yanyana, kardeş kardeş muhabbet edersiniz!” (OCK-Ç).,
→ es- (rüzgâr), geçin-*, kal-, konuş-, otur-, oyna-*, yaşa-. ║ muhabbet et- [2].
karga tulumba:⌠10⌡/Birkaç kişi birini yakalayıp elleri üstünde havaya kaldırarak./ “İkisi birlikte bir kadını karga tulumba taşımaktadırlar.” (CB-BO3). “Ayaklarından biz tuttuk, başından dışardakiler, karga
tulumba kadını çıkardık.” (AN-AZDE)., “Üç dört kişi karga tulumba, yakaladılar.” (GY-H1)., “Evetle birlikte, genç
arkadaş, karga tulumba içeri alınır.” (UM-SP).
→ taşı- [2], çıkar-, getir-, götür-, kucakla-, tık-, yakala-. ║ içeri al-, yola çıkart-.
→ karga tulumba etmek.
⇒ karga tulumba taşımak.
karılı kocalı:⌠1⌡/Karı koca birlikte./ “Bütün oba; kızlı erkekli, karılı kocalı Cerene yalvarmadı mı?”
(YK-BE).
→ yalvar-.
karınca kaderince: Ø
karınca kararınca:⌠7⌡/Az da olsa, elinden geldiği kadar, karınca kaderince./ “Orada
konaklayan «yolcu» kuşaklara karınca kararınca bildiklerini, bazen gıdım gıdım, bazen cömertçe aktarırlar.” (HT-ÖTÖ).,
“Kırık Gönül'den sonra memleketin dört bir yanından evli hanımlar kendisine mektuplar gönderdiler: her biri, kişisel
yaşamöyküsünü karınca kararınca anlatıyor ve Süha Rikkat'ten yardım dileniyordu. (Sİ-ÖKS)., “Kaç yıldır, karınca
kararınca şarkıcılık yapıyoruz ikimiz.” (KK-SE).
→ aktar-, anlat-, boğuş-, ol-, yaz-. ║ şarkıcılık yap-, yardımda bulun-.
karış karış:⌠9⌡/Bir şeyi her yönüyle, inceden inceye, hiçbir tarafını ihmal
etmeksizin./ “Bütün yemleçlere teker teker, karış karış baktı!” (FB-T)., “…. İstanbul'u karış karış, dükkân dükkân
gezmiş, ….” (OP-KK).
→ gez- [4], bak-, donat-, gezin-, gör-, karışla-.
294
→ karış karış bilmek, karış karış dolaşmak.
⇒ karış karış gezmek.
karşı:--
→ karşı çıkmak, (birine) karşı durmak, (birine) karşı gelmek, karşı koymak, karşı
olmak.
karşıdan karşıya:⌠10⌡/1. Bir yandan öbür yana./ “Kocaman avucuna verip avucumu, cesaretle
karşıdan karşıya geçtim.” (CD-KB)., “Alt geçitten geçmemek için, esnaf karşıdan karşıya bağırıyordu: - Lan Ahmeeeeeet,
iki çay laaaaan!...” (Mİ-DHB)., “Karılar karşıdan karşıya, kızlar kulaktan kulağa, adamlar kahvede, yolda, çeşme başında,
cami önünde birbirine yetiştiriyor haberi.” (FB-T). ; /2. Karışmaz görünerek, uzaktan./ “Geceyi avsız geçiren
devriyeler, son soluklarını verir gibi, son düdüklerini çalıyorlardı karşıdan karşıya.” (RI-KG)., “Doludizgin önce bir
oyalama muharebesine girişiriz karşıdan karşıya.” (SK-D).
1.⌠8⌡→ geç- [6], bağır-. ║ haber yetiştir-.
2.⌠2⌡→ düdük çal-, muharebeye giriş-.
⇒ karşıdan karşıya geçmek.
karşı karşıya:⌠73⌡/Yüz yüze, {karşılıklı olacak biçimde.}/ “Alevlerin gölgesinde karşı
karşıya durduk, birbirimize baktık.” (HEA-AG)., “Bu iç savaş Hindistan ile Pakistan'ı tekrar karşı karşıya getirdi.” (FA-
YST)., “Bir defasında, henüz tanımadığım ve daha sonraları meslektaşım ve dostum olan Ahmet Hamdi Tanpınar ile vapurda
karşı karşıya oturmuşuz.” (MU-BDA)., “Biliyorum o gün de gelecek, bomboş bir dünya ortasında karşı karşıya kalacağız
seninle!...” (OA-KO)., “Karşı karşıya geçtiler.” (SA-İÇ)., “Karşı karşıya oturduk.” (FRA-Ç)., “Karşı karşıya içeriz.”
(RHK-BS).
→ dur- [14], getir-* [12], kal- [11], otur- [11], geç- [4], konuş- [3], bırak- [2], bekle-,
bulun-*, dikil-, iç-, kon-, koy-, kur-, ol-, ye-. ║ çay iç-, harp et-, kadeh tokuştur-, siperlere gir-
. ║ oturup görüş-, oturup konuş-.
→ karşı karşıya gelmek.
⇒ karşı karşı durmak, karşı karşışa getirmek, karşı karşıya kalmak, karşı
karşıya oturmak.
karşılıklı:⌠224⌡/3. Birbirlerine karşılık olarak, {karşılıklı gelecek, olacak bir
biçimde.}/“Akal Attila, ben karşılıklı oturduk.” (HT-ÖTÖ)., “Babayla karşılıklı, bir koca bardak rakı içeceğim.” (NM-
TÖ2)., “Bir kitaptan iki metin alıyorduk, ayrı ayrı çeviriyorduk. Karşılıklı konuşuyorduk bunlar üzerinde.” (FA-SUYK).,
“Ata'nın Arapça cevap vermesine güldü; karşılıklı gülüşüyorlar.” (RHK-BS)., “Bir süre karşılıklı sustuk.” (OP-KK)., “Bir
süre ayakta, karşılıklı bakıştık büyük yazarla.” (OK-Bİ)., “Bir süre durdular mantoyla karşılıklı.” (OA-KB)., “Bir oyun
oynuyorduk karşılıklı.” (DK-Z)., “Bu amaçla 1962 Aralık ayı sonundan 1963 Mayıs ortalarına kadar, iki taraf arasında
karşılıklı ziyaretler yapıldı.” (FA-YST)., “Moruk seninle konuşmadı mı? Kalabalık dağıldıktan sonra karşılıklı epeyce çene
çaldık.” (OCK-KE)., “Efendice içtikten sonra karakolun içinde candarma ile karşılıklı oturup içsen ne gerekir?” (NC-SY). ;
/4. Birbiriyle ilgili olarak./ “Ø”.
295
3.⌠224⌡→ otur-* [51], iç- [19], konuş- [11], gülüş- [10], sus- [10], bakış- [9], dur- [7],
gül- [5], oyna- (tavla, poker vb.) [5], gülümse- [4], ye- [4], ağlaş- [3], bak- [3], oyna- [3], ağla-
[2], de- [2], dizil- [2], duy- [2], geç- [2], imzalan- [2], oturul- [2], aksır-, asıl-, ateşlen- (silah),
badanalan-, bildir-, çakış-, çoğal-, çözül-, davran-, dikil-, düşün-, eğlen-, güçlen-, haberleş-,
havlaş-, içil-, işle- (otobüs), kazan-, küfürleş-, onayla-, savrul-, selamla-, seslen-, sövüş-,
söyle-, söyleş-, sürdür-, tanımla-, tartış-, titre-, tükür-, uyu-, yaklaş-, yaşan-, yat-, yerleş-. ║
ziyaret yapıl- [3], çene çal- [2], göbek at- [2], anlaşmaya var-, armağan al-, ateş edil-, birbirine
diş bile-, birbirini hiçe say-, cıgara iç-, çile doldur-, el sallan-, garanti ver-, hediye al-, idare et-
, iddia ortaya at-, ikişer kadeh at-, ikramda bulun-, kafayı bul-, kahkaha at-, kahvaltı et-*, kız
al-, kız ver-, kollarını aç-, lâf at- {konuşmak}, nefes al-, poker çevir-, rakset-, ses ver-, sessiz
kal-, sigara yak-, silah çekil-, vakit geçir-, vazgeç-, zaman geçir-. ║ oturup iç- [2], oturup
konuş- [2], bağırıp çağrış-, çırpınıp dur-, donup kal-, gidip gel-, kırılıp dökül-, susup kal-. ║
oturur okur.
4. ⌠-⌡→ Ø
⇒ karşılıklı oturmak, karşılıklı içmek, karşılıklı konuşmak.
karşılıksız:⌠21⌡/Karşılık verilmeyerek./ “Bir ölü kadar kayıtsız bir yüzle kapının önünde dimdik
durur, buz gibi bakışlarla karşılıksız bırakırmış bu çeşit istekleri.” (MM-ÜAKO)., “Tepkisi karşılıksız da kalmamıştı …..”
(TY-AÖ)., “Fakat Almanya’nın bu hareketi karşılıksız bırakılmadı ve Fransa, İtalya ve İngiltere arasında 14 Nisan 1935'de
Stresa Anlaşmaları imzalandı.” (FA-YST)., “Adamlar randevu veriyor, gelmiyorlar; bono veriyorlar, karşılıksız çıkıyor; tam
sağlam bir anlaşma yaptığımı sanırken...” (AA-TO3)., “Hasan'dan bir hizmet istiyorum, fakat bunu karşılıksız kabul
etmem...” (NH-YM).
→ bırak-* [11], kal-* [7], bırakıl-*, çık-. ║ kabul et-*.
⇒ karşılıksız bırakmak, kaşılıksız kalmak.
karşın: Ø--
kasım kasım:⌠1⌡/‘Gururlanmak, büyüklük taslamak, büyüklenmek’ anlamlarındaki
kasım kasım kasılmak deyiminde geçen bir söz./ “İşte tam o sıra yanlarına kasım kasım nişanlısını
bırakarak kuzini Keriman geliyor.” (Sİ-ÖKS).
→ gel-.
→ kasım kasım kasılmak.
kaskatı:⌠16⌡/2. Kıpırdamaksızın, hareketsiz veya donmuş olarak./ “Kaskatı ne
duruyorsun?” (YKK-Y)., “Kaskatı, öyle kaldı.” (YK-OD)., “Yüksel kaskatı, arkalarından bakıyor.” (NFK-ST)., “Dışarda
soğuk ve cam gibi bir gecenin altında tüyleri diken diken, kaskatı donmuştu bozkır, içerde, hapisane, uykusundadır.” (NH-
MİM4).
→ dur- [5], kal- [4], don- [2], bak-, dikil-, ger-, uzan-, yat-.
296
→ kaskatı kesilmek.
⇒ kaskatı durmak, kaskatı kalmak.
kasten:⌠9⌡/Kasıtla, bile bile ve isteyerek./ “Kasten böyle yapıyodu bu ibne, dövelim bitsindi.” (AA-
AD)., “Bu hava millete kasten verildi.” (OS-HT)., “Adam eski sınıf arkadaşıyla buluşacağı otelin barına kasten erken
gelmişti.” (ÇA-BAG).
→ yap- [3], de-, değiştiril-. ║ erken gel-, hava veril-, havaya sokul-, tahrif edil-.
⇒ kasten yapmak.
kasti: Ø
kaşık kaşık:⌠6⌡/Kaşıkla birbiri ardınca./ “Şeftali rayihasına karışan bu pişmiş et kokusu akşamın
serinliği içinde insana keyifli bir iştah veriyordu; mütemadiyen içiyorlar, üzerlerine yoğurt dökülmüş sıcak patlıcan
kızartmalarından, taratorlu semizotu salatalarından kaşık kaşık yiyorlardı.” (RHK-MH)., “Hatta yemezseniz,
tabağınızdakini bitirmeden sofradan kalkmanıza engel oluyor veya eliyle ağzınızı açmaya zorlayarak yemeği kaşık kaşık
içine dolduruyor.” (LN-BD)., “Gövdesini karla ovmuş, ağzına kaşık kaşık ılık çay vermişlerdi.” (EA-DÖY).
→ ye- [2], doldur-, doyur-, ver-, yedir-.
⇒ kaşık kaşık yemek.
katbekat:⌠1⌡/Kat kat./ “Hele dertli bıraktığı kardaşını sırıtır görmesiyle keyfi katbekat arttı.” (KT-Gİ).
→ art-.
kategorik: Ø
katı (I): Ø
katır kutur: Ø
katiyen:⌠62⌡/1. Hiçbir zaman, asla., 2. Kesinlikle (olumsuz yapılarla.)./ “ADAM: Katiyen
olmaz!” (BA-TO1)., “Manav, Benden yana helal olsun, katiyen istemem ve de versen almam... dedi.” (AN-AZDE)., “Onun
aldığı vaziyeti katiyen göremedim.” (KHK-YAH)., “Fakat unutma ki, ben bir su perisiyim... ve sulardan dışarı çıktığım
zaman, katiyen yaşayamam.” (KHK-YAH)., “Misel ayrı hayatlar yaşamaya, Aylin de boşanmaya katiyen yanaşmıyordu.”
(AK-AA)., “Katiyen, taş çatlasa Feda'ya güvenmeyecekler.” (TB-KA)., “Hiç şüphesiz, oydu. Katiyen yanılmıyordum.”
(KHK-YAH)., “Bizi katiyen merak etmeyin.” (HT-GF)., “…..öldürmeli ve hele çalmasına katiyen müsaade etmemelidir.”
(KHK-YAH)., “Hele Selânik'in düşeceğine katiyen ihtimal vermiyorduk.” (SB-HAY)., “Ben, kuzen sıfatıyla buna katiyen
razı olmam.” (RNG-ÇK).
→ ol-* [4], iste-* [3], gör-* [3], yaşa-* [3], yanaş-* {kabullenmek} [3], güven-* [2],
konuşul-* [2], yanıl-* [2], aldan-*, aldır-*, anla-*, ayrıl-*, dokun-*, düşün-*, eski-*, giy-*, kal-
*, karış-*, kestir-* {tahmin etmek}, kımılda-*, kız-*, kullan-*, olun-*, söyle-*, şaş-*, telaşlan-
*, yap-*. ║ merak et-* [2], müsaade et-* [2], arzu et-*, belli edil-*, canı iste-*, cesaret edil-*,
doğru bul-*, hiddet et-*, ihtimal ver-*, inkar et-*, izah et-*, küfranlık et-*, müdafaa et-*, razı
ol-*, taarruza geç-*, teslim et-*, ümidini kes-*, yalan söyle-*.
297
katiyetle:⌠4⌡/Kesinlikle./ “Ve çocuk ona bütün gece bu yıldızlar hakkında abuk sabuk şeyler söylemiş,
bunların dünyadan ve birbirlerinden ne kadar uzak olduğunu sanki ölçüp biçmiş gibi katiyetle anlatmış…..” (SD-FC).,
“Vicdan Burhan'ın samimi düşüncesinin bölgecilikten yana olduğuna katiyetle inanmaz.” (EA-DÖY)., “…. bunda inayeti
rabbaniye ile nasıl muvaffak olduğum katiyetle meydana çıkar.” (NSÖ-AD).
→ anlat-, inan-*. ║ emret-, meydana çık-.
kat kat:⌠17⌡/1. Çok, pek çok./ “Her zamanki gibi niyeti bir çay bardağının üçte ikisi idi, fakat her
zaman olduğu gibi, ölçüyü kat kat geçti.” (TB-KA)., “Bir Roald Dahi, bir Stanley Ellin, bir Robert Bloch, magazin
yazarlarının vardığı sınırı kat kat aşabiliyorlar.” (TU-G)., “Ahşap (yumuşak) sap kullanıcının el ayasını koruduğu gibi,
kuvvet kolunu uzattığı için vuruş gücünü kat kat artırıyordu.” (BG-KA). ; /2. Üst üste./ “Çevrede Laz mimarisinin
betebe şaheserleri kat kat yükseliyor.” (OB-EA)., “Tahta kap ve bloklarla kat kat yapılar kurar; kesme ve yapıştırma
işlerinden hoşlanır.” (LN-BD)., “Odanın içini kat kat üstüne döşemiş, artanları, duvara çakmıştı.” (MM-KG).
1.⌠6⌡→ geç- [2], aş-, büyü-, mavileş-. ║ ileri git-.
2.⌠11⌡→ yüksel- [2], döşe-, giy-, kesil- (saç), kurul- (çarşı), sallan-, serpiştiril-,
sıralan-. ║ sırtına geçir-, yapı kur-.
katmerli katmerli:⌠1⌡/Üst üste ve ara vermeden, aşırı bir biçimde./ “Ağır ağır, katmerli
katmerli, kaymak kaymak gelir.” (SFA-HBSK).
→ gel-.
→ katmerli katmerli gülmek.
kavgasız:⌠1⌡/2. Çatışma, kavga olmadan./ “Böylesine sürekli ve sıkıntılı birliktelikler, kavgasız
olmaz da!...” (GD-AK)., “Tasasız, kavgasız yaşayıp gitsek dünyada, Benim sıkıntılarım da tükense Konu komşunun da,
insansak insanlığımızı bilelim Ne muhtar bizimle dalaşsa Köyün köpekleri misali.”(RB-SN).
→ yaşayıp git-.
kavi:⌠2⌡/2. Sıkıca, {güçlü bir biçimde}./ “Bu sözleri söyliyeceklerin ardında durmalıyız ki,
yüreklerine bir korku gelmesin, kavi dursunlar.” (YK-OD)., “Kavi konuş, durmadan konuş.” (MA-BAK).
→ dur-, konuş-.
kavlince: Ø--
kaygısızca: Ø
kayıtsızca:⌠23⌡/2. İlgisiz, aldırmaz bir biçimde./ “Evet, öyle, diyor kayıtsızca arkasına
yaslanırken.” (İA-ÖEK)., “İbrahim ara yerden kayıtsızca sordu: Mehdi Resul'ün harbi, Kılıçla mı olacak Hamdi?” (KT-Gİ).,
“O güne kadar hiç görmediğim boş pencereler çıktı karşıma, kayıtsızca geçtim önlerinden.” (EB-BG)., “Bu yaptığının
herhangi bir inanışa sığmadığını, niye böyle yaptığını sorduklarında, kayıtsızca şunları söylerdi: "Zamanın dileklerine ateşi
yeniden bulduruyorum.” (MM-ÜAKO)., “Fundaların ortasında, tozlu, topraklı bir yer bulmuş, galiba birçok tepinmiş,
yatmış, oymamış, şimdi, memnun bir eda ile yan gelip oturuyor, batan güneşi kayıtsızca seyrediyordu.” (RHK-MH).
→ de- [6], sor- [4], geç- (önünden, yanından vb.) [3], bak- [2], söyle- [2], dinle-, izle-,
selamlaş-. ║ seyret- [2], cevap ver-, devam et-, göz at-.
298
kayıtsız şartsız:⌠12⌡/Hiçbir şart ve bağı olmaksızın./ “Doktor Şefik Hüsnü, Komîntern'e
dayanıp, 'Spartakistler'e cephe alınca; o da, eski arkadaşlarını kınadı, Şefik Hüsnü'yü kayıtsız şartsız destekledi.” (Aİ-OKB).,
“Nihayet, 7 Mayıs 1945 sabahının ilk saatlerinde, temsilcilerini Reims'de bulunan General Eisenhower'in karargahına
gönderip kayıtsız şartsız teslim belgesini imzaladı.” (FA-YST)., “Fakat, yatak odamızda, kayıtsız şartsız sevdi beni...” (NH-
YM)., “Knidoslular bu yüzden işi durdurmak zorunda kalmışlar, Harpagos gelince de kayıtsız şartsız teslim olmuşlar.” (AK-
MY).
→ destekle-, imzala- (belge), kabullen-*, sev-, tanı- (devlet). ║ bağlı kal-, destek ver-
*, idam et-, karar ver-, teslim edil-, teslim et-, teslim ol-.
kaypakça: Ø
kazaen:⌠3⌡/Kazara./ “Orhan aynı dalgınlıkla: -Evet, bu harp çıkarsa, artık geçen harp gibi kazaen
çıkmayacak! -Geçen harp de kazaen çıkmadı.” (AHT-H)., “MÜŞTAK BEY - İstemem... (Elini çekerken, Sakine Hanımın
duvağı ile iğreti saçı kazaen eline ilişir kalır ve Sakine Hanımın yüzü ve ak saçları açılır).” (GY-KO).
→ harp çık-*[2], eline iliş-.
kazara:⌠6⌡/1. Kaza sonucu, yanlışlıkla, bilmeden, kazaen, ezkaza./ “Fikret, fikirlerini
nazımla söylediği için ona kazara şair değil, büyük ediptir derseniz, kıyametleri koparanlar vardır.” (BRE-KY)., “Atılan
sopaların, kırılan meyhane camlarının kazara lafı geçse, sinirli bir utangaçlık içine düştüğü görülür onun.” (NM-TÖ2).,
“Kazara girsem, içimdeki ben şahlanıyor, sabahlara kadar, şundan şu çıkar, bımdan bu çıkar diye benimle bitmez tükenmez
bir mücadeleye girişiyordu.” (OK-AY)., “Mahkemede, "kazara vurdum" diye ifade verdi.” (SY-BECO). ; /2. Rastgele,
tesadüfen./ “Kazara sokakta bir gün ona bir İngiliz rastlasa” (SKA-GA).
1.⌠5⌡→ de-, gir-, vur-. ║ lafı geç-. ║ tutuklanıp cezaevine düş-.
2.⌠1⌡→ rastla-.
kazasız:⌠3⌡/2. Kazasız bir biçimde./ “Köylülerin büyümesini önlediği bu saldırı da kazasız atlatıldı.”
(NC-SY)., “Köpek ölünce kazasız geçiremedik, dedi, kurt çarptı.” (KT-Gİ).
→ atlat-, geçir-*.
kazasız belasız:⌠9⌡/Kazaya veya güçlüğe, sıkıntıya uğramadan./ “Tanrı yardımcın olsun,
inşallah kazasız belâsız nişanlına kavuşursun.” (HT-GF)., “…."şarkılar sîzi söyler" bu kışı da atlatırsak kazasız belasız….”
(MÜ-KGD)., “Babıhümayun önüne kadar kazasız belasız geldi.” (REK-Y)., “Valla bizim o teknik şartlarımız altında fazla
düşünmek, kimseyi örnek almak fırsatımız olmadı, tek düşüncemiz bu zor işi kazasız belasız bitirmekti.” (AD-Y).
→ kavuş- [2], atlat-, bitir- (işi), çıkar- (yük), eriş-, geç- (gezi), gel-, gönder-.
kefaleten: Ø
kefenli: Ø
kefensiz:⌠2⌡/2. Kefene sarılmadan./ “Daha geçende kaput bezi bulamadık da kefensiz gömdük
Salih'in ölüsünü.” (RB-SN)., “Al bunları da kışlak sahibi olunca, ben de ölünce, siz de beni kefensiz gömmeyin, olur mu?”
(YK-BE).
→ göm-* [2].
299
kelepçeli:⌠4⌡/3. Kelepçe takılı olarak./ “….Arzusuyla göç etmedi kelepçeli götürdüler…” (AO-
NSBE)., “…o ince kız çocuğu gün doğmadan her sabah bir hapishaneden bir nezarethaneye kelepçeli götürülüyor dudakları
titrek gözlerinde buğu…” (Aİ-KSS)., “Bu esnada iki jandarma arasında Memet, kelepçeli, sahneye girmiş, Şadan kalkmış,
Bekir geri çekilmiş, Hasan, oğluna doğru ilerlemiştir.” (NH-YM).
→ getir-, götür-, götürül-. ║ sahneye gir-.
kelepçesiz: Ø
kelimenin tam anlamıyla: Ø
kelimesi kelimesine:⌠14⌡/Hiçbir kelimesini atlamadan, olduğu gibi, tıpkı, harfiyen,
aynen, motomot./ “İşittiklerini kelimesi kelimesine anlattı.” (TB-KA)., “Yüz elli yıl önce yaşamış bir sanatçının
insanlara söylediklerini ben, aradan bunca zaman geçtikten sonra şimdi aynı inanç, aynı heyecanla kelimesi kelimesine
yineliyor, adeta Mozart'la özdeşleşiyordum.” (NN-DM)., “Zevkle ve «kelimesi kelimesine» çevirdim bunları.” (RE-G)., “Bu
söz, beni çok müteessir ettiği için kelimesi kelimesine aklımda kalmıştı: Bu yaşta, bu halle, bu çehreyle mi?” (RNG-ÇK).
→ anlat- [2], yinele- [2], aktar-, benze-, çevir-, dinle-, ezberle-, hatırla-*, hazırla-,
tekrarla-. ║ aklında kal-.
kelimesiz:⌠4⌡/2. Sessiz bir biçimde, kelime kullanmadan./ “Ondört yıllık köpeğiyle öylesine
anlaşırdı ki, kelimesiz birbirlerinin sevinçlerini, üzüntülerini anlarlardı.” (AN-MB)., “Sessiz, kelimesiz ‘Pişman mısın
geldiğine?’ dedi.” (OA-SİO)., “Kendimi tanıttığımda, şaşkınlıktan olacak uzunca bir süre kelimesiz kalıyor.” (PK-BCR).
→ anla-, çalış-, de-, kal-.
kemekân: Ø
kemiksiz: Ø
kenarda köşede: Ø
kendi adına:⌠14⌡/Salt kendi için, kendisi hesabına./ “Bankalara kendi adına para yatırmazdı.”
(SY-BECO)., “YUSUF : (Homurdanır.) kendi adına konuş bakalım.” (GA-TO)., “Şefik içeri, girince Talât kendi adına,
olduğu kadar, arkadaşları namına da konuşur gibi bir edâ ile: Ooo, merhaba, gel bakalım! dedi.” (NSÖ-AD).,
“ÖĞRETMEN: Ali kahveyi kendi adına işletirse geçindirir.” (RB-SN).
→ konuş- [4], yatır-* (para) [2], de-, iste-, işlet- (işyeri), söyle-. ║ bilicilik et-, telgraf
çek-.
⇒ kendi adına konuşmak.
kendi başına:⌠35⌡/1. Kimseye sormadan./ “Şu halde sen evvelki gün niçin kendi başına Vidos'a
gittin?” (OCK-Ç)., “113. maddeyi de kimseye danışmadan kendi başına onaylamıştı.” (HT-M)., “Nasıl verirsin kendi
başına, nasıl?” (FB-T). ; /2. Başkasının payı ve yardımı olmaksızın./ “Yok canım o kendi başına çalışır.”
(AÜ-SG)., “…. tuvalete kendi başına gider, ancak annesine veya başka büyüğe haber verir, orada biri olsun ister.” (LN-
BD)., “Monolog hem büyük oyunların parçasıdır, hem de kendi başına kısa bir oyunu oluşturabilir.” (GY-KO)., “Bu işi, o
kadın kendi başına yaptı.” (PS-SK)., “«Yeniliğe açık, kişisel başarılarını tatmış, kendini kendi başına yaratmış, yalın, içi
300
zengin, akıllı ve çılgın bir erkek düşlüyorum.»” (BU-GYÇ)., “Orada, kendi başına yaşar.” (PS-SK)., “Hiçbir şey yapmasa
da, kimseye bir şey söylemese de onlardan özgür değildir, kendi başına varolamaz.” (OA-KB).
1.⌠3⌡→ git-, onayla-, ver-.
2.⌠32⌡→ çalış- [2], git- [2], oluştur- [2], yap- [2], yarat- [2], becer-, boğuş-, çöz-, dur-*,
getir-, gez-, kalk- {yeltenmek}, kalkış- {yeltenmek}, oyna-, taşı-, topla-, yaşa-, yürü-. ║
avluya çık-, çocuk büyüt-, dua et-, gazete çıkar-, halt et-, hareket et-, son ver-, terk et-, varol-
*. ║ gider gelir.
kendi hesabına:⌠3⌡/Kendine göre, kendince./ “Hayır, o kendi hesabına zengin olmak ister.”
(HEA-T)., “Fakat kahveden çıkarken çoğu kendi hesabına kararını vermişti: Neme gerek, elin zamane piçiyle bu yaştan
sonra yarışa çıkacak değilim ya!” (HEA-T).
→ iste-. ║ istismar et-, karar ver-.
kendi kendine:⌠514⌡/1. Kimseye danışmaksızın, kimseyle ilgisi, ilişkisi olmadan./ “"(Battı her yanım, nere gideyim?)" dedi kendi kendine.” (FB-T)., “"Onca kitap arasından niçin bu kitabı seçip verdi
bana?" diye sorar kendi kendine.” (FE-Ç)., “(Şaşkınlığının doruğunda söylenir kendi kendine.)” (OA-KO)., “…başını sık
sık Kuşkaya'ya doğru kaldırarak kendi kendine gülüyordu:” (CD-Oİ)., “…anlaşma yapabileceğini anlayınca, kendi
kendine gülümsedi;” (AA-İGA)., “Bir ara zannederim ki kendi kendine bir şeyler de mırıldandı.” (AHT-YG)., “Bir çocuk
konuştu kendi kendine: Bu gece nerde yatmalı?2 (AKB-BŞ)., “Oğlunu Manisa'ya yollayalı beri sık sık kafasında şahlanan
düşünce yine ayaklanmıştı ve hırçın ana, herhangi bir tesadüfün ikinci bir Safo yaratmasına engel olmak için, kendi kendine
and içiyordu.” (MTT-SS). ; /2. Yalnız, tek başına./ “Bir kız çocuğu kendi kendine geziniyor.” (Sİ-DSG)., “Akşam
oldu mu odasına kapanır, kendi kendine yaşar, çalışırdı.” (CK-İSDY)., “Arkadaşları dans ederken, o kendi kendine
bahçede dolaşıyor, arasıra içki içmek için masalardan birine yaklaşıyordu.” (RNGBKD)., “Orada gecenin geç vakitlerine
kadar kendi kendine içer, sonra yıkıla yıkıla evine dönerdi.” (?). ; /3. Kendisine./ “Ah neler çektim ben! diye kendi
kendine acıdı Saffet Bey.” (PC-K)., “Arada bir duyduğu pişmanlığa anlam veremiyor, kendi kendine kızıyordu.” (PC-K).,
“Bu arada söz vermişti kendi kendine, ne yapıp yapacak, Cengiz'i görecekti. (RI-KG)., “Cevriye'ye sorulsaydı Çevriye bunu
ne karşısındakine, hatta ne kendi kendine izah edebilirdi.” (SD-FC)., “Darda kalmadıkça çene yarıştırmamaya söz verdi
kendi kendine.” (RI-KG). ; /4. Başkasının yardımını ve ortaklığı olmadan./ “…kolay giyilebilir cinsten
ayakkabıları kendi kendine giyebilir ancak bağlayamaz, tokasını takamaz…” (LN-BD)., “…. kendi kendine çalışıyor, kendi
kendine para kesiyordu Darphane gibi.” (OK-KT)., “Engelleri kaldırdım mı iş kendi kendine yürür.” (EK-DT..A)., “Bir şey
değil, bir parçacık kestim; ziyanı yok, kendi kendine geçer, diyordum.” (RNG-ÇK)., “Canım bana ne kendi kendine okusun
yazsın.” (AA-AD)., “Bakın 40 yıldır kalkınmamız inanılacak gibi değil, millet bunu kendi kendine yapıyor, engellemelere
rağmen...” (OS-HT). ; /5. Kendiliğinden./ “Kapı yavaş yavaş kendi kendine açıldı ve tak diye arkasına vurdu.” (MŞE-
VÇ)., “Kimse bozmadı. Kendi kendine bozuldu.” (MŞE:MA)., “Yalnız, metod olsun, kanun olsun, bunların hiçbiri kendi
kendine hiçbir şey yapamaz.” (MŞE:MA)., “Sonra, kendi kendine kalktı.” (YK-İM1)., “Bizde millet kendi kendine oluyor.”
(OS-HT).
1.⌠427⌡→ de- [149], sor- [58], söylen- [43], konuş- [30], gül-* [27], mırılan- [21], düşün-
[18], gülümse- [13], söyle- [5], tekrarla- [5], uydur- [5], homurdan- [4], oyna- [3], ağla- [2], oku-
[2], bağır-, çıkış-, esne-, fısılda-, iğren-, kararlaştır-, kız-, kibirlen-, kur- {düşünmek}, öfkelen-
, say-, sayıkla-, seslen-, sus-, utan-, yaz-, yık-, yinele-. ║ and iç- [2], tekrar et- [2], cevap ver-,
301
dert icat et-, dert uydur-, dert yan-, din yoluna gir-, göz kırp-, muhakeme yap-, oyun yap-,
şarkı söyle-, tebessüm et-, teselli yarat-, vaat et-. ║ deyip dur-, sorup dur-, söyleyip durdu,
verip veriştir-. ║ çalar oynar.
2.⌠14⌡→ yaşa- [2], dolaş- [4], bul-, gez-, gezin-, iç-, taşı-, yaşat-, ye-. ║ zeybek oyna-,
yaşamını geçir-.
3.⌠22⌡→ acı-* [4], kız- [4], açıkla-*, kal-, oku-, sarıl-, şaş-, yet-. ║ söz ver- [3], izah
et- [2], ketvur-, mahcup ol-, nasihatlerin ver-, yazık et-. ║ verip veriştir-.
4.⌠33⌡→ yürü- [2], yap- [2], öğren- [3], çalış- [2], geç- [2], giy- [3], boşal-, çırpın-, git-,
ilerlet-, yürü- (iş), kaç-, kalk-*, kurtar-, oku-, yaz-, uyan-, üret-, yeşer-, yetiş-. ║ idare et- [2],
akıl et-*, esenliğe kavuş-, karar al-, karar ver-, para kes-, şehre in-, yolu çıkart-. ║ indirdi
kaldırdı {düşünmek}
5.⌠18⌡→ açıl- (kapı), aralan- (kapı), bozul-, çınla-, çök-, değiştir-, geç-, gel-, kalk-,
ol-, öl-, sallan-, yap-*, yıkan-. ║ gözü kapan-, içinden gel-, kalkıp dikil-, teslim ol-.
⇒ kendi kendine demek, kendi kendine sormak, kendi kendine söylenmek, kendi
kendine gülmek, kendi kendine düşünmek.
kendiliğinden:⌠247⌡/1. Başka şeylerin etkisi olmaksızın, kendi kendine, bizatihi./ “Alışılmıştır. Kendiliğinden olur.” (NM-TÖ2)., “Belki bu işleri yapan kimse kendiliğinden gelir.” (PNB-AGUG)., “…bej
renkli kapı kendiliğinden açılıyor.” (AÜ-SG)., “…günün birinde bu şiir âdeta kendiliğinden doğdu.” (Aİ-SB)., “Belki de
kendiliğinden düştü.” (ÜA-TÖ)., “Ak-damarın karşısına gelince at kendiliğinden durdu.” (YK-KSİ)., “Habercilik anlayışı
da kendiliğinden bozuldu.” (DC-BSKY)., “…belleğinizdeki resimlerle bunun arasındaki karşıtlıklar kendiliğinden ortaya
çıkacaktır.” (Sİ-İGÇÖ2)., “…gerisi kendiliğinden geliyor.” (ASA-AK)., “Boş kalan eli, kendiliğinden ağzına gitti.” (SD-
K)., “Keçi kendiliğinden bıraktı gitti.” (YK-İM1).
→ ol-* (bir şey) [25], gel- [8], açıl- (kapı vb) [8], doğ- [8], düş- [7], dur- [7], oluş- [5],
belir- [4], bul- [4], çözül-* [4], kapan- (kapı vb) [4], başla- [3], bit- [3], büyü- [3], kalk- [3],
konuş-* [3], yap-* [3], bozul- [2], çık- [2], geliş-* [2], gerçekleş- [2], gevşe- [2], gir- [2], git- [2],
götür- [2], sön- [2], uyan- [2], uzan- [2], var- [2], anlaşıl-, azal-, barış-, bat-, bırak-, bil-, canlan-,
çal- (zil), çek-, çekil- (düşman), çıkar-, çoğal-, çök-, çözümle-, çözümlen-, çürüt-, dağıl-
(kalabalık), değiş-, değiştir-*, dokun-*, dol-, dökül-, dön-, düzel-, eri-, fırla-, hazırla-, hesapla-
, ışı-, iyileş-, karar- (ekran), kaşları çatıl-, katıl-, kay- (sandal), kazanıl-, kesil-, kırıl-, kon-,
kurtul-, kurul-, nemlen-, otur-, önemlen-, öp-, sezinle-*, sokul-, sor-, sönükleş-, söylen-, sus-,
sürükle-, süzül-, tabulaş-, tavsa-, türe-, yayıl-, yaz-, yerleş-, yürü-, zıngırda-. ║ ortaya çık- [6],
gerisi gel- [3], eli git- [2], eli uzan- [2], gözleri kapan- [2], halledil- [2], havaya kalk- [2],
meydana çık- [2], yok ol- [2], yok et-, yerine getir-, vazgeç-, teslim ol-, sökün et-, sıraya gir-,
randevu ver-*, öne çık-, öne atıl-, ortaya yayıl-, ortadan kalk-, ortadan çekil-, kafadan geç-*,
izahat ver-, ihtiva et-, kanıya kapıl-, hediye et-, hallol-, gündeme gel-, gözlerini aç-, fıtık ol-,
302
fırsat çık-, ele geç-, dilinin ucuna gel-, boyun eğ-, bir noktaya gel-, bir kenara itil-, avrat boşa-
*, ayağa kalk-, arkasına takıl-, arkası gel-, akıl et-, ağızdan dökül-, ağzı açıl-. ║ çıktı geldi,
gelip yerleş-, getirip ver-, parlayıp sön-, uzayıp git-. ║ bıraktı gitti.
⇒ kendiliğinden (bir şey) olmak, kendiliğinden ortaya çıkmak.
kendince:⌠38⌡/Kendine göre, kendi bakımından./ “Kendince biçimlemişsin beni ve bu imgeye
uyup uymadığımı anlamaya bile gerek görmüyorsun.” (İA-ÖEK)., “Bana dokunamamanın acısıyla yeryüzünü tüketmeye
çalışır, sonra delice bir istekle yeniden yaratmayı denerdi kendince.” (İA-ÖEK)., “Herkes kendince, bir garip güldü.” (EI-
KA)., “Uzaklarda bir "deli şahıs" penceresindeki buğuya kendince güvercin çizdi parmağıyla.” (AA-AD). “Kendince
eğleniyor, macera yaşıyor, gençliğinin tadını çıkarıyor.” (PK-BCR).
→ biçimle- [2], dene- [2], eğlen- [2], gül- [2], sev- [2], sürdür- [2], açıkla-, bağışla-, bak-,
birleştir-, çalış-, çiz-, çözümle- (mesele), denetle-, düzenle-, göç- {ölmek}, gör-, mırıldan-,
otur-, oyna-, seç-, tasarla-. ║ dile getir- [2], yorum yap- [2], cevap bul-, çare bul-, çekidüzen
ver- (üstüne başına), elde et-, günaha gir-, harman yap-, karar ver-, macera yaşa-, mazeret bul-
, nâm et-, serüvene sür-, tadını çıkar-, tetkik et-
kendinden:Ø
kendi payıma:⌠24⌡/Kendi adıma, bana göre, bana gelince./ “Kendi payıma, romanın iki uç
arasında krizini akutlaştırdığını düşünüyorum.” (B-YU)., “Ben, kendi payıma Garip'in (Garip demek uymuyor burada)
ustalarından çok şey öğrendim.” (CS-GC)., “Kendi payıma, Cumhuriyet hümanistlerinin programma sık sık dönülmesi
gerekeceğine inanıyorum.” (B-YU)., “Ben, kendi payıma hiçbir şiire karşı önyargılı olmadım.” (CS-GC).
→ düşün-* [4], de-, eğlen-, gör-*, güven-*, inan-, kork-*, öğren-, söyle-, üzül-*,
yararlan-, yeğle-, yetin-*. ║ geç anla-, ifade et-, önyargılı ol-*, reddet-*, umudumu yitir-. ║
dövünüp dur-.
kendisince:⌠2⌡/Kendince./ “Kendisince başkasının işitmesini istemediği tehlikeli şeyler söylüyordu.”
(FRA-Ç)., “Kutsal Kitap'ın haram saydığı, her türlü içkiydi şüphesiz ama, Kabak Hafız, kendisince böyle bir tefsiri uygun
buluyordu.” (OK-KT).
→ söyle-. ║ uygun bul-.
kerhen:⌠4⌡/1. Tiksinerek, iğrenerek./ “Ø”. ; /2. İstemeyerek, istemeye istemeye,
günülsüz./ “Süreyya Paşa Çiftliği'nde film çekiyoruz: Muhsin, kerhen merhen, beni de çağırdı; senaryo Nâzim'ın
diyorlar, doğru olabilir, İpekçi'lerle ülfeti malûm!” (Aİ-OKB)., “Ağalar, daha ilk adımda ihtilafa düşmemek için ulemanın
teklifini kerhen kabul ettiler.” (REK-Y)., “Mavi gözlerini bulandıran bir keder, yüzünün o seksen senelik fedakâr, çilekeş ve
namuslu manasına, istemeyerek, zorla gelmiş, insanlarla kerhen ahbap olmuş,…”(SFA-HBSK).
→ çağır-. ║ ahbap ol-, izin ver-, kabul et-.
kesenkes:⌠5⌡/Kesinkes./ “Akşam inmişti kesenkes.” (Sİ-ÖKS). “Gülünç kaçmayacağına kesenkes
güvenebilse, Özledim Süha isimli bir roman bile yazardı.” (Sİ-ÖKS)., “Özellikle de, -bunu kesenkes yazıyorum-, 'İkinci
Yeni'den hiçbir zaman olmamış ya bizden çok yaşlı ya da bizden çok genç şairlerin şiirlerine bakıp.” (EA-DY)., “Hayaller bu
defa kesenkes aklımı başımdan almıştı.” (Sİ-DSG).
303
→ de-, güven-, in- (akşam), yaz-. ║ aklını başından al-.
kesik kesik:⌠74⌡/2. Ara vererek./ “Hüsrev Bey, kesik kesik konuşuyordu.” (AA-YÖT)., “Öner
enfarktüs geçirmiş içerde, kesik kesik öksürürdü eskiden Ayşe ise acemi bir sokak yosması artık ” (AT-KUbŞ)., “Kesik
kesik, sızıldanmadan anlatmıştı Ülker öğretmene; Murat'ın yanındaki kızın, Murat'la eşanlamlı, ona yakışan bir kız
olduğunu...” (NM-TÖ2)., “Bir müddet öyle durduktan sonra kesik kesik: "Anacığım..." dedi.” (SA-KY)., “Salih Eniştem, her
zamanki ciddiyetiyle babama bir şeyler anlatıyor; kesik kesik, öksürür gibi gülüyor babam.” (CK-BR)., “Salâhattin hiç bir
şeyin farkında değildi. kesik kesik soluyor, aralık aralık inleyip sayıklıyordu.” (KT-YS)., “Ilçeli genç, üstünden hiçbir vakit
atamadığı çekingenliğiyle kesik kesik karşılık verdi: Zararı yok ağabey, teşekkür ederim, işiniz çok ne de olsa..” (NC-SY).,
“Ayşe, olduğu yere dizüstü düştü, duvarın dibine yüzükoyun uzanmak ister gibi ellerini öne uzattı, uzun uzun kesik kesik
nefes aldı, dilini ısırdı: - Ahhh!” (CD-Oİ).
→ konuş- [11], öksür- [8], anlat- [7], de- [6], gül- [4], solu- [4], söyle- [4], havla- [3], sor-
[3], kişne- [2], söylen- [2], bit-, çal-*, çınla- (telefon), duy-, fışkır-, inle-, öksürt-, sarsıl-, ulu-.
║ karşılık ver- [2], cevap ver-, nefes al-, şarkı mırıldan-, tasvir yapıl-, tekrar et-.
⇒ kesik kesik konuşmak (anlatmak, demek, söylemek), kesik kesik öksürmek.
kesin:⌠42⌡/2. Kesinlikle, {Şüphe ve duraksamaya yer bırakmayacak veya geri
dönülmeyecek, değişmez, mutlak, kati bir biçimde.}/ “Hiç şakası yok Velikul'un, kesin konuştu: Bak
Hafız!” (FB-T)., “Kahve sanki ona gereken cesareti vermişti artık canlı ve kesin konuşuyordu.” (TB-KA)., “İstersem kör
olayım! Kesin istemem!..” (FB-ID)., “İçerde olduğuna kesin inanıyor kızının: "DürüüüL Aaay Dürü!..” (FB-T)., “Baylar,
açık ve kesin söyleyim ki, müslüman halkı bir halife korkuluğu ileuğraştırmayı ve kandırmayı sürdürmek çabasında
bulunanlar,yalnız ve ancak müslümanların ve Türkiye'nin düşmanlarıdır.” (UM-KKA)., “Ben kesin karar verdim buna.”
(FB-ID)., “Doktor Ahmet Beye de kesin söz verdim...” (FB-ID).
→ konuş- [4], iste-* [4], inan- [3], söyle- [3], de- {söylemek} [2], al-, ayarla-, belirt-, bil-
*, bul-, değiş-, gel-, katıl-, söylen-*, vurul- {aşık olmak}. ║ karar ver- [7], söz ver-* [2], cevap
ver-*, kabul et-, pişman ol-, rica et-, teminat ver-, yanıt ver-, yasak et-.
⇒ kesin konuşmak, kesin karar vermek.
kesin olarak:⌠61⌡/Kesinlikle./“….çünkü onları kesin olarak biliyordu, neden tartışsın?” (OA-BBAR).,
“Ağakapısı'nın ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmiyor.” (REK-Y)., “Artık şuna kesin olarak inanıyorum ki, bizler ne
yapsak, onlar istemedikçe, kendilerine ulaşmamız olanaksız.” (GD-AK)., “Ayı o zaman, vurulacağını kesin olarak anladı.”
(GD-AK)., “1917 yılı geldiğinde hiçbir taraf için de bunun işareti kesin olarak belirmemişti.” (FA-YST)., “İkinci öğeler
grubu olan sınıfsal yapı, tepki biçimlenmesi aşamasındaki önderliğin aydınların elinde olup olmayacağını kesin olarak
belirler.” (EK-DT..A)., “Ve Ferhat, diplomat olmamaya kesin olarak karar verdi.” (HAG-AS)., “Sonunda 29 Ekim 1787
tarihi kesin olarak ilan edildi.” (NN-DM).
→ bil-* [14], bilin-* [4], inan- [3], anla- [2], belir-* [2], hatırla-* [2], savun- [2], anımsa-
*, ayrıl-, başar-, belirle-, bildir-, bul-, çözümle-, durdur-, gör-, görül-, inandır-, öğren-, sapta-,
saptan-, seç-, söyle-*, yazıl-. karar ver- [3], birbirinden ayır-, birbirinden ayrıl-, devam ettir-,
ilan edil-, ileri sürül-*, kabul et-, kaybet-, ortaya çık-, red edil-, tahmin et-, tayin edil-, tesbit
edil-.
304
⇒ kesin olarak bilmek.
kesinkes:⌠8⌡/Kesin olarak./ “Enver Paşa mı? Kesinkes bilmiyorum ama, Enver Paşa'dan uygu nu
yoktur.” (KT-YS)., “Gücünüzün yetmeyeceğini kesinkes anlarsanız, son kertede erleri silâhlarıyla alıp çıkabilirsiniz.” (KT-
YS)., “Şu ilkelerde kesinkes birleşmeliyiz: Birinci İlke: Osmanlıca, ÖzTürkçe diye bir ayrım kabul edilemez.” (OS-HT).,
“Kafamda uydurup, şekillendirdiğim arkadaşlarım üç tane idi, -hepimiz genç kızdık!- Necla olanı, kesinkes "iyi"yi, Menziya
isimlisi ise, sevimsiz adından da anlaşılacağı gibi, "tam kötü"yü, temsil ediyorlardı.” (EI-KA).
→ bil-* [3], anla-, birleş-, ol-, sayıl-*. ║ temsil et-.
⇒ kesinkek bilmek.
kesinlikle:⌠206⌡/Kesin bir biçimde, kesin, kesin olarak, yüzde yüz, her hâlde, her
hâlükârda, mutlaka, katiyen./ “"Çünkü söylediğim İsmin doğru olduğunu kesinlikle biliyorum."” (OA-BBAR).,
“…kesinlikle söyleyebilirim ki, büyükbabam söylevlerinin bu özelliğiyle büyülüyordu insanları: öğretmenler, öğrenciler,
veliler onu her dinleyişlerinde aynı bildik alanda buluyorlardı.” (TY-AÖ)., “Buna kesinlikle inanıyorum.” (MF-ES).,
“SELDA (Şiddetle karşı koyar) kesinlikle olmaz.” (VT-BÖKDYO)., “Ben senin bana boyun eğmeni kesinlikle istemem.” (İA-
ÖEK)., “Yarın gideceğim bu evden ve bir daha kesinlikle dönmeyeceğim.” (İA-ÖEK)., “İnsan, yanında başka bir insan
yoksa, bir şeye güzel bile demiyor, kesinlikle söylemiyor bunu…” (LT-OÖY)., “Annem, ablamın mutfağa girmesini kesinlikle
yasakladı.” (AN-ŞÇH)., “Bu durumda ölmeyi, hele de öldürmeyi kesinlikle kabul edemem.” (PK-BCR)., “Bir kaç defa,
yazdıklarımı kendisine okumamı istedi, kesinlikle reddettim.” (EI-KA)., “Aynı şekilde, İtalya'nın faşist sistemine de
kesinlikle karşı çıkmışlardı.” (EK-DT..A)., “Çünkü aptallık ile deliliğin birbirine karıştırılmasına, kesinlikle razı olamam.”
(AB-BBYŞ)., “Bahar ve yaz boyunca, onları gözleyelim, diyeceğim ama, Ruslar buna kesinlikle izin vermez.” (GD-AK).
→ bil-* [25], söyle-* [11], inan-* [9], ol-* [8], iste-* [6], anla- [5], belirt- [5], gel-* [5],
de- [4], düşün-* [4], yasaklan- [4], anlaşıl-* [3], git-* [3], yanaş-* [3], yasakla- [3], anımsa-*[2],
bildir- [2], duy- [2], gör-* [2], hatırla-* [2], sapta- [2], saptan- [2], sez- [2], söylen-* [2], yap-* [2],
ağla-*, aldır-*, anlaş-, ayır-, bağışla-* {affetmek}, beğen-*, beklen-*, belirlen-*, belirtil-,
bilin-*, bit-, boşan-, dayan-* {tahammül etmek}, değiştir-, destekle-, dön-*, dur-, düşünül-*,
evlen-*, gerçekleş-, görül-, görün-*, görüntülen-*, ilgilendir-*, kanıtlan-*, kararlaştır-, katıl-*,
katlan-*, kork-*, kullan-, öldür-, öngör-, san-*, sinirlen-*, suçlan-, tanı-*, uzaklaş-, ver-*, vur-
, yadsın-, yanıl-*, ye-*. ║ kabul et-* [5], reddet- [5], izin ver-* [4], birbirinden ayır- {ayırt
etmek} [2], karşı çık- [2], belli ol-, birbirinden ayrıl-*, doğru söyle-, engel ol-, hak et-*,
hoşgör-*, iddia et-, ifade et-, işe yara-*, itiraz et-*, iyi gel-, kastet-*, kavga et-*, kaybet-,
mağlup edil-, minnet duy-*, müsaade et-*, ortadan kalk-, ortaya koy-, öne çık-, razı ol-*, son
ver-*, son veril-, sona er-, söz geçir-*, tatmin et-*, taviz ver-*, tavsiye et-*, tayin edil-*,
vazgeç-*.
⇒ kesinlikle bilmek, kesinlikle söylemek, kesinlikle inanmak.
kesmece: Ø
kestirme: Ø
305
kestirmece: Ø
kestirmeden:⌠20⌡/Kısa yoldan, kısaca./ “Sizler, benim anladığımca, çok büyük çoğunluklar,
kalabalıklar yani, hep kestirmeden gidiyorsunuz; bu çürük çarık akıl yürütmelerinizle de, öyle görünüyor, gide çeksiniz de.”
(EA-DY)., “Fakat buna kestirmeden hayır da diyemiyoruz.” (SFA-SS)., “Beşincisi bir yüksek okul öğrencisiydi, saat altıya
doğru Beyazıt'tan aşağı vurur, kestirmeden Eminönü'ne inerdi.” (SKA-GA)., “Hüseyin Feyzullah yine kestirmeden konuştu:
‘Sen git, dedi ona, belki ben de gelirim.’” (SKA-GA)., “Burada da saçını kestirmeden önce efendi olmadığı görüşü örtük
şekilde dile getirilmektedir.” (ÜD-KŞ).
→ git-* [3], de- [3], çık- (-e) [2], in- (-e) [2], bitir-, kaç-, konuş-, tırman-, yürü-. ║ dile
getiril-, naklet-, paraya çevir-, söze gir-, teşhis koy-.
⇒ kestirmeden gitmek, kastermeden demek.
keyfince:⌠11⌡/İsteğine göre, nasıl isterse, dilediğince, keyfine göre, gönlünce./ “Nimet
her şeyi hoş görmüş; Avni Bey de keyfince yaşamıştı.” (Sİ-ÖKS)., “Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul Sâde bir
semtini sevmek bile bir ömre değer.” (YKB-KGK)., “Buna karşılık yazın meraklıları, bir kitabı "kendi dilinde" (gerekirse
açıklayıcı başka birtakım kaynaklara başvurarak) okuma meraklıları -sanıldığı denli de azrak yaratıklar değildir öyleleri- bu
baskıyı alır, keyfince okur.” (BK-ÖM)., “NEVİN: Keyfince oyna...” (VT-BÖKDYO).
→ yaşa- [3], kurul- (taht), oku-, oyna-, savuş-, yorumla-, yüz-. ║ kendinden geç-,
mesken bul-.
⇒ keyfince yaşamak.
keyfi sıra: Ø
keza: Ø--
kazalik: Ø
kıçın kıçın:⌠2⌡/Geri geri./ “Kokusunu uzaktan almalı ki, kıçın kıçın gelsin...” (SFA-HBSK)., “Araba
yine kıçın kıçın buraya yanaşır, jandarmalar yine arabanın çevresine dizilerek tedbir alırlar ve tutuklularla mahkûmlar
jandarmalığa sokulur, oradan da ta aşağıdaki zindana indirilirdi.” (ÇA-BAG).
→ gel-, yanaş-.
→ kıçın kıçın gitmek
kıçüstü:⌠2⌡/Kıçı yere gelecek durumda./ “İşçi yere kıçüstü düşer.” (Mİ-SD).
→ düş- [2].
→ kıçüstü oturmak.
kıdemce: Ø
kıkır kıkır:⌠5⌡/İçinden gelerek sesli bir biçimde./ “O zaman başını Şerfe'nin karnına basıp kıkır
kıkır güldürdü.” (FB-ID)., “….fısıldaşır, kıkır kıkır gülüşürlerdi.” (CK-BR)., “Çok gülerdik. kıkır kıkır kıkırdardık.” (NM-
TÖ2
→ güldür- [2], gülüş- [2], kıkırda-.
306
→ kıkır kıkır gülmek.
kılıcına: Ø
kılıçlama: Ø
kılı kılına: Ø
kıl payı:⌠12⌡/Çok az (kalmak), {az kala}./ “Her seferinde kıl payı kurtuluyorum ezilmekten.”
(NE-GT)., “Bir seferinde Aylin o kadar kan kaybetti ki ölümden kıl payı döndü.” (AK-AA)., “Hücresinde intihara teşebbüs
ederken ölümden kıl payı kurtarıldı.” (SY-BECO)., “O kadar ki, arada çok yakışıklı din ulularından bazılarının avcuna bile
düşmesine kıl payı kalıyordu.” (OK-KT).
→ kurtul- (-den) [7], dön- (-den) [2], kurtarıl- (-den) [2].
⇒ kıl payı (-den) kurtulmak
kımıl kımıl:⌠3⌡/Durmadan kımıldayarak./ “Ornekse, Rasih Güran'la "kımıl kımıl kımıldanır"
dizesi üzerine böyle bir tartışmaları olmuş, Rasih bu görüşü bir türlü kabul edememişti.” (MF-ES)., “Kımıl kımıl bir şeyler
oynuyordu paketin içinde.” (NE-GT).
→ kımıldan- [2], oyna-.
⇒ kımıl kımıl kımıldanmak.
kıpır kıpır:⌠8⌡/2. Yerinde duramayarak, sürekli ve aralıksız kımıldayarak./ “Gene de
dudakları kıpır kıpır oynuyordu.” (HAT-KHK)., “Bizim bütün tarihimizle, bütün İstanbul'la kıpır kıpır kaynaşıyor rehber!”
(OP-KK)., “Kuş kadar canıyla Vedat, olduğu yerde kıpır kıpır, meramını anlatabilmek için çırpınıyor, Şevket Süreyya,
gözlüklerinin arkasına çekilmiş, ciddi ve oturaklı bir 'tasvip' içinde görünüyordu; …..” (Aİ-OKB)., “Örtemediği, saklayıp
gizleyemediği bir ışık kıpır kıpır oynayıp duruyor gözlerinde: Gönlünü selim tut Irazca, oğlun kurtuldu!” (FB-ID).
→ oyna- [3], kaynaş- [2], çırpın-, kapırdan-. ║ oynayıp dur-.
⇒ kıpır kıpır oynamak.
kıpırtısız:⌠29⌡/2. Kıpırtısı olmadan, {kıpırdamadan}./ “Hâlâ uyuyormuş gibi kıpırtısız
duruyordum.” (GY-H2)., “Yavaşçacık okşadı saçları, sonunda kıpırtısız kaldı eli saçlarında kardeşinin.” (F-BS)., “Vicdan
kapıda, kıpırtısız ve şaşkın, ona bakıyor.” (EA-DÖY)., “Onlar da onun gibi büzülmüşler, kıpırtısız oturuyorlardı.” (YK-
OD)., “Cıbrail Ağa belindeki kuşağı çözüp, kıpırtısız yatar.” (BE-Ç)., “Suskun, gözlerini tekneden ayırmadan kıpırtısız
beklediler.” (YK-KSİ)., “Bir tepenin üstünde, öyle durup duruyor, kıpırtısız.” (YK-BE).
→ dur- [10], kal- [7], bak- [3], otur- [3], yat- [2], bekle-, izle-. ║ kulak kesil-, durup dur-.
⇒ kıpırtısız durmak, kıpırtısız kalmak.
kıran kırana:⌠3⌡/2. Acımaksızın, öldürürcesine./ “Güreş tutulan acemi neferler, genç ve tüvana
yeniçeriler "kıran kırana" tabiriyle boğuşurlar,…” (REK-Y)., “Güreş kıran kırana geçti.” (NC-SY)., “Onun huzurunda
güreşler kıran kırana tutulmuyor.” (SB-BŞM).
→ boğuş-, geç- (güreş), tutul- (güneş).
307
kırım kırım:⌠2⌡/Kırıtarak, kırıta kırıta./ “Çatladıkları oğulları da bunlar gibidir; yoksul
çocuklarına caka satıp kırım kırım kırıtıyorlardır.” (BŞ-DKO)., “‘Yok, yok, o kadar da değil, hem sen aydın bir adamsın, bir
sanatçı!’ diye kırım kırım kırıtırdı karşısında.” (Sİ-İGÇÖ2).
→ kırıt- [2].
⇒ kırım kırım kırıtmak.
kırış kırış: Ø
kırıtım kırıtım: Ø
kırk kere:⌠9⌡/Pek çok, {defa}./ “Kırk kere anlatıyoruz, dünyanın her yerinden misâl veriyoruz; gene
de biri kalkıp ‘ben size katılıyorum ama,...’ diyor.” (OS-HT)., “Otuz defa hesap yapıyor, kırk kere danışıyor, elli kere
besmele çekiyor.. (TÖ-TO1)., “Belki kırk kere gittim.” (NFK-ST)., “Seit Rıza - (Dik durma çabasında) Komutan sana kırk
kere söylemişim...” (BE-Ç)., “Mahalledeki delikanlıları belki kırk kere gözden geçirmişlerdir.” (MŞE-VÇ).
→ anlat- [2], danış-, git-, gör-, konuş-, söyle-. ║ gözden geçir-, tövbe boz-
kırkyıl:⌠16⌡/Çok uzun süre./ “Sonuçta, kırk yıl düşünseniz neyin nesi, neyin çevirisi olduğunu zor
çıkaracağınız anlamsız laflarla karşılaşırsınız.” (FA-ZY)., “Bıraksan kırk yıl susacaklar.” (NM-TK)., “Babanla evleneceğim
kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi, on besindeydim ilk kocama vardığımda.” (F-PY)., “Yook, nasibi varsa, değil yılkı, kırk
yıl aç sefil bıraksan kılı kıpırdamaz...” (AS-YA)., “O işgal yıllarının ağır loşluğu sanki şehre öylesine sindi ki, orada görecek
hısım akraba ve can arkadaşlar olmasa, orasını kırk yıl görmesem, göresim gelmez.” (GY-GH)
→ düşün-, gör-*, sat-*, söylen-, sus-, uğraş-, ver-*. ║ aklına gel-* (düşünse) [6], aç
sefil bırak- [2], kılı kıpırdama- [2], geresi gel-*
⇒ kırk yıl düşünse aklına gelmemek.
kırkyılda bir:⌠26⌡/Çok seyrek olarak./ “Güzide'yi bana yıktın gene, diyor. kırk yılda bir iyilik
istedim senden.” (İA-ÖEK)., “Neyse, kırk yılda bir olur.” (GD-ADM)., “Olmaz gitmemek... Kırk yılda bir çağırmış...” (KT-
YS)., “Buralara kar kırk yılda bir yağarmış.” (BK-USBGA)., “Uyumayın, ses, yine seees!. Kırk yılda bir elimize sesli
çekmek imkânı geçmiş….” (AA-RÜ).
→ iste- [3], ol- [3], çık- [2], gel- [2], çağır-, dinle-, git-, gör-, rastla-. ║ eline (imkan,
para vb.) geç- [3], (kar) yağ- [2], işi düş-, gaflet bas-, gönlünü et-, gözü gönlü açıl-, istekte
bulun-. ║ çıkıp var-.
kırkyılın başı:⌠4⌡/Çok uzun süre içinde bir kez./ “‘Otur hadi otur, darılma! Kırk yılın başı bir
geldin hemen kalkma...’” (NC-SY)., “Aklını kaybediyorsun, bırak, kırk yılın başı şöyle sessiz oturalım, hepimizin içi sıkıntı
dolu.” (ÜA-TÖ)., “KSANTİPE: Bari evde otur da yardım et karına, kırk yılın başı bir işe yara!” (TO-SS).
→ gel-, otur-, vur- {kazanmak}. ║ bir işe yara-.
kırt kırt:⌠1⌡/‘Kırt’ sesi çıkararak./ “Yaşlı atlar, başları yem torbalarında, kırt kırt sesler
çıkarıyorlar.” (Sİ-İGÇÖ2).
→ ses çıkar-.
308
kısa:⌠29⌡/5. Kısaca, kısaltarak, {sürece uzun olmayarak}./ “…kısa sürdü şiire
tutkunlukları…” (BN-DY1)., Ama bunlar kısa sürer, özlemli dönüşleri önlemezdi hiç. (BN-DY1)., “25 Aralık Abla, kısa
yazıyorum...” (EA-DÖY)., “Geçmiş olsun, diye kısa yanıtladı Yasemin.” (HAG-AS)., “Komiser: kısa anlatın, dedi.” (NE-
GT)., “Daha kısa yaşayabilirim, yeter ki insanca olsun.” (İA-İKG).
→ sür- [17], yaz- [3], ağla-, anlat-, de-, geç-, göster-, konuş-, yanıtla-, yaşa-.
→ kısa kesmek, kısa tutmak.
⇒ kısa sürmek.
kısaca:⌠130⌡/2. Kısa olarak, özetle./ “Bu sorunu burada derinleştirmeden kısaca özetleyebiliriz…”
(AB-SD)., “Bu oluşma duraklarına kısaca değinebilir misiniz?” (FA-SUYK2)., “Ben de, senin mektupta yazdıklarını kısaca
anlattım.” (AN-ŞÇH)., “Neyse, telefonunu beklerken, son günlerde olup bitenleri kısaca özetleyebilirim.” (PK-BCR).,
“Basmyayma kısaca "ayarlı basınyayın" diyorum ben.” (OS-HT)., “Kısaca tanıtayım: Bu, ABD yapımı bir "sanal yaratık"...
iki avuç içinde saklanabilen, sevimli bir yumurcak...” (CD-KB)., “İkinci Yeni'yi de biraz bu açıdan alarak konuşalım: kısaca
söyleyeyim, İkinci Yeni'nin gerçek anlamda bir akım olduğunu sanmıyorum.” (GY-R)., “Şimdi bu gelişmeleri kısaca ele
alalım.” (FA-YST)., “Ata kısaca cevap verdi: Yaşar Bey hafta içinde dönecek.” (RHK-BS). ; //Kısa süre için.// “Kısaca
gülüyor. Adam sızdı.” (PK-BCR)., “Köşedeki horoz boğuk bir sesle kısaca öttü.” (YA-AO)., “Kapının her açılışında kısaca
bakıyordu.” (YA-AO)., “Şüphesiz daha da yerinde idi.Geriye dönüp olup bitenleri kısaca gözden geçirelim.” (FRA-Ç).,
“Arkadaşlarım vaziyetten haber darlar, onun için size kısaca izah edeceğim.” (AA-YÖT).
2.⌠111⌡→ anlat- [29], değin- [13], özetle- [11], söyle-* [8], de- [5], tanıt- [5], açıkla- [4],
yaz- [3], gör- [2], anımsat-, anımsatıl-, belirt-, bildir-, cevapla-, irdele-, nitele-, sırala-, sor-,
söylen-, tanıştırıl-, tartış-, topla-, yanıtla-. ║ cevap ver- [5], ele al- [4], bahset- [2], söz et- [2],
işaret et-, kaydet-, tekrar et-.
//…//⌠19⌡→ gül- [5], öt- [3], konuş- [2], bak-, bağır-. ║ gözden geçir- [5], göz at-, izah
et-.
⇒ kısaca anlatmak, kısaca değinmek, özetlemek.
kısacası: Ø--
kısarak: Ø--
kısa yoldan:⌠6⌡/1. Uzatmadan, süreyi geçirmeden./ “Olayı kısa yoldan çözmüşse, ne âlâ, ama
sanmıyorum.” (PK-BCR)., “Enjektörün iğnesini ara sıra Ersin'in boynuna batıracak gibi bastıran herif, "İstersen sana kısa
yoldan cenneti gösteriveririm," demişti.” (ÜK-BDG)., “Öyküde amaçladığım, kısa yoldan sosyal dengesizlikleri ve
bozuklukları dile getirmekti.” (FA-SUYK). ; /2. Kesin bir biçimde./ “Ø”.
1.⌠6⌡→ çöz-, de-, göster-, yayıl-. ║ dile getir-, hallet-.
2.⌠-⌡→ Ø.
kısıkça:⌠4⌡/2. Biraz kısılmış olarak, {sessizce, hafifçe}./ “Önlerine dikildi. Kısıkça: Başınız
sağ olsun! dedi.” (EÖ-P/S)., “Abaza Hıdır, kısıkça güldü.” (VB-SvB)., “Uçlarda şimdilik küçük, mavimsi damlalar kısıkça
parlıyordu.” (EÖ-P/S).
309
→ de- [2], gül-, parla-.
kısıntılı: Ø
kıs kıs:⌠2⌡/‘Sessiz ve alaylı gülmek’ anlamındaki kıs kıs gülmek deyiminde
kullanılır./ “Görüş günlerinde Fahri Çan'la annesinin halleri tam seyirlikti. Kıs kıs gülüşüyoruz, ayrımında değiller.”
(VB-SvB)., “Kaymakam Bey, o gidince kıs kıs gülümsedi, İtalyan zabitinin ardından kapıyı kapayıp dönen Hasan'a şeytanca
baktı.” (SK-D).
→ gülüş-, gülümse-.
→ kıs kıs gülmek.
kıskıvrak:⌠5⌡/Çözülemeyecek veya kurtulamayacak bir biçimde./ “Maymun-adam yetişir,
bir ip sarkıtır tavandan; kıskıvrak bağlar seni; Sallasırt edip, doğru, candarma karakoluna...” (ME-TŞ)., “Nihayet üç, dört
dakikalık zorlu bir boğuşmadan sonra, ne dersiniz, bizim cılız, sıska, korkak çingene, hayvanın boğazını sıka sıka, başına
orağın sapı ile vura vura onu kıskıvrak yere sermesin mi?” (OCK-Ç). ; //Suçüstü bir biçimde.// “İş bir kere bu
kerteye geldi mi de dört cepheden taarruza geçilip bu küstah oğlan, bu babasının nüfuzuna dayanıp mahalleyi haraca kesen
ırz düşmanı canavar, kıskıvrak kapana kıstırılacaktı.” (HT-KSA).
/…/⌠2⌡tut-. ║ yere ser-*.
//…//⌠3⌡→ sar- [2], kapana kıstırıl-.
→ kıskıvrak yakalamak, bağlamak.
kısmen:⌠20⌡/Bütün değil, bir bölüm olarak veya bazı bakımdan, bazı yönden./ “Resai
Molla Hazretlerine kısmen hak veriyordu.” (RNG-YG)., “…kısmen ne konuştuklarımızı dinlemiş, tekrar odasına gitmiş.”
(MB-AK)., “Bir kaza neticesinde bina esaslı surette sarsılmış, kısmen yıkılmıştı.” (RNG-YG)., “Bu durum, Tanzimat'tan
sonra kısmen oldu.” (OS-HT)., “Erdinç bir-iki metre uzaktan pek çok ayrıntıyı seçebiliyor, bazı yazıları kısmen
okuyabiliyordu.” (ÜK-BDG)., “Hakikatte ise bu şirket ve birlikler bu kısımda zikri geçen ve iddianamede esas ittihaz edilen
halleri önlemek hususunda bütün kuvvetleriyle çalışmış ve bunda da kısmen muvaffak olmuştur.” (HCY-TPH)., “Sanıyorum
bu soruya yukarıda kısmen cevap verdim.” (ASA-AK)., “Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karar, iadei muhakeme
talebinin kabulünde Ceza Mahkemelerinin verdiği karara dahi, ancak ve kısmen benzemektedir.” (NB-DÜF).
→ açıkla-, benze-, dinle-, don-, doyur- {tatmin etmek}, gerçekleş-, gör-, latinleş-, oku-
, ol-, rahatlat-, uğraş-, yakıl-. ║ başarılı ol-, birbiriyle çakış-, cevap ver-, hak ver-, kabul et-,
muvaffak ol-, tabii görün-.
kışın:⌠45⌡/Kış mevsimde, kış süresince./ “Başında yoğun işler vardı, ama kışın birkaç haftalığına
Viyana'ya gidecekti.” (PC-K)., “…konuş, konuş, konuş, sokulmuş kışın, üşümüş, donmuş…”(ZOS-GZ )., “Yazın taze bakla
yerler, kışın kuru bakla.” (CD-Oİ)., “Kışın çok kar yağar, evlerimizin altını hep su basardı.” (FA-SUYK)., “Rabbim! beni
yaratmışsın, İnsan şeklinde görünürüm, Terlerim yazın, üşürüm kışın, Düşünürüm, düşünürüm...” (ZOS-GZ ).
→ git- [5], üşü- [4], çalış- [2], don- [2], gel-* [2], öl- [2], uyu- [2], yet- {yetişmek} [2], ak-
(ırmak), ayrıl-, bekle-, çürü-*, düşün-, giy-, güzelleş-, kışla-, oynar-, soğu-*, tüt- (baca),
yumuşa-*. ║ (yağmur, kar vb.) yağ- [2], fethedil-*, gün kısal-, ısı düş-, idare et- {yetmek},
310
kifayet et-*, kurt in-, lüfere çık-, nem al-, soba kur-, soğuk ol-, (soğukta) otur-, su bas-. ║
solup git-.
kıtı kıtına: Ø
kıtır kıtır:⌠2⌡/2. Gevrek bir ses çıkararak./ “Behiç bu mükâlemeyi işitmek istemedi, fakat Naciye
Hanımın şu sözleri kulağına geldi veonu güldürdü:Kurabiye gibi genç, ben onu kıtır kıtır yerim!” (PS-SK).
→ ye- [2].
⇒ kıtır kıtır yemek.
kıt kanaat:⌠11⌡/Yoksulluk içinde ve güçlükle (geçinmek)./ “Şirketten aldığın yüz on beş lira
ile zaten kıt kanaat geçiniyorduk.” (RNG-YD)., “Hep kıt kanaat yaşadı.” (HT-ÖTÖ)., “Ali Rıza efendiler, topu topu dört
can, kıt kanaat yaşayıp giderlerdi yaz kış.” (OA-M).
→ geçin- [7], yaşa- [2], geçindir-. ║ yaşayıp git-.
⇒ kıt kanaat geçinmek (yaşamak).
kıvıl kıvıl: Ø
kıvır kıvır:⌠1⌡/2. Kıvrılmış durumda sürekli hareket ederek./ “-Sultan'ın entarisi kıvır kıvır
dalgalanıyordu.” (KT-Gİ).
→ dalgalan-.
kıvrakça:⌠1⌡/Kıvrak bir biçimde./ “Bir şeye karar vermişliğin uyumu içinde, kıvrakça çalışıyordu
elleri.” (NM-TÖ2).
→ eli çalış-.
kıvrak kıvrak:⌠1⌡/2. Kıvrak olarak, kıvrakça./ “Bayram, kıvrak kıvrak bir o yana, bir bu yana
gidip geliyor.” (FB-ID).
→ gidip gel-.
kıvrım kıvrım:⌠9⌡/2. Kıvrımlı bir biçimde./ “İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya; Bir
yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.” (NFK-Ç). “Soğuk ıslak ayaklarından beynine, beynine. Kıvrım kıvrım yükseliyor
soğuk içinde.” (SS-TR)., “Sükût... kıvrım kıvrım uzaklık uzar; Tek nokta seçemez dünyadan nazar.” (NFK-Ç).
→ ak- (su), dur-, gel-, in- (yol), kıvrandır-, kıvrıl-, uza-, yüksel-. ║ yere düş-.
→ kıvrım kıvrım kıvranmak.
kıyasen: Ø--
kıyasıya:⌠24⌡/2. Canını yakmak, öldürmek amacıyla, {yoğunluğuna}/ “Bir televizyon
programında beni iddiasız, sinik bulduğu için kıyasıya eleştiriyor.” (İA-İKG)., “Kimi «Göze alamadı, döndü ters yüzüne,»
diyor, kimi «Anzavur'un delibaşısı Gâvur İmama çattı, vuruşmaktalar kıyasıya...» diyor.” (KT-YS)., “Burada, batıda durum
çok başka, iki taraf da kıyasıya çalışıyor, yani sağ, bizdeki gibi maval okumuyor, karşı tarafı daha çok çalışmaya,
araştırmaya, düşünmeye zorluyor.” (CKM)., “Karı kocalar kavga ediyor kıyasıya.” (İA-ÖEK)., “O sopalarla çocuklarını ve
beslemelerini kıyasıya dövermiş.” (TU-G).
311
→ eleştir- [3], vuruş- [3], bağır-, çalış-, didikle-, döv-, dövdürül-, dövül-, giriş-, hırpala-
, saldır-, vur-, yarış-. ║ kavga et- [5], cenk et-, mücadele et-, mücadele ver-.
⇒ kıyasıya eliştirmek, kıyasıya kavga etmek (vuruşmak).
kıyada bucakta:⌠1⌡/Kıyıda köşede./ “Ekim lodosu dersen kızıl kızıl tozuyor kıyıda bucakta.” (F-
PY).
→ tozu- (lodos).
kıyada köşede:--
→ kıyıda köşede kalmak.
kıyım kıyım:⌠2⌡/{mec.} İnce ince, {iç gıcıklayıcı bir biçimde}./ “İçim kıyım kıyım
kıyılmıştı.” (F-PY).
→ içi kıyıl- [2].
⇒ içi kıyım kıyım kıyılmak.
kıyın kıyın:⌠2⌡/Kıyıdan, gizli gizli./ “Çağıran olmadığı için, kıyın kıyın yanaşıyor.” (KT-Gİ).
→ yanaş-.
kızlı erkekli:⌠3⌡/2. Kız erkek karışık olarak./ “Yarı çıplak gençler, kızlı erkekli... erkekli erkekli...
kızlı kızlı, birbirine sarılmış... öyle sarmaşdolaş ortalıkta fink atıyorlardı.” (Sİ-ÖKS). “Bütün oba; kızlı erkekli, karılı kocalı
Cerene yalvarmadı mı?” (YK-BE).
→ sarıl-, yalvar-. ║ fink at-.
kibarca:⌠29⌡/Kibar bir insana yakışacak biçimde./ “Annemin elini öper gibi öptüm yine seni
dudaklarından sonra alnıma götürdüm dudaklarını ince ince, kibarca 'Affet beni anne' dedim ' Affet, bülün bunlar bir ölünün
hayatta kalma heyecanından!'” (ŞY-2001)., “…. mutfakta titizce hazırladığım rakı kadehim elimde, ayının yanına kibarca
oturur, televizyonu açıp sesini kısar ve çok fazla saldırgan, çok fazla bayağı olmayan bir dizi görüntüde karar kılınca,
dumanlı kafayla televizyona bakıp kafamın içindeki dumanların renklerini seçmeye çalışırdım.” (OP-YH)., “Ondan sonra
tabii öbürleri kalkıp aynı şeyi anlatıyor daha kibarca.” (OS-HT)., “Zarife yaklaşır, öpmek için Seit Rıza'nın eline davranır
Seit Rıza kibarca engeller.” (BE-Ç)., “Kadın kibarca elini uzattı.” (TY-AÖ)., “Karşıdaki ses kibarca özür diledi.” (OK-KT).
→ de- [4], otur- [2], sor- [2], anlat-, çat-, engelle-, fısılda-, iste-, mühürle-, uyar-, uyarıl-
. ║ reddet- [2], (ağzını) büz-, bilmezlikten gel-, (cebine) kaydır-, (eline) sıkıştır-, (elini) uzat-,
(elini) bitiştir-, (omzunu) okşa-, özür dile-, sorguya çek-, sözünü kes-, yüreğine su serp-.
kimileyin:⌠6⌡/Bazen, bazı zaman./ “O kurşun alacasında erken gelen güz, ayaz, insana zehir gibi
çarpıyor, yürüyüşü kimileyin kısa kesmek gerekiyordu.” (Sİ-ÖKS)., “Gelgelelim kof bir dünyada hep kofluklarla çevrildiğini,
kimileyin o kofluklara bir uşak ruhuyla bağlandığını, öfkesinin işlevsizliğini, duyarlığının hiçliğini... artık tümünü, ne varsa
tümünü görüyordu.” (Sİ-ÖKS)., “Günün etkisi kimileyin çok yoğun olabiliyor.” (Sİ-DSG).
→ gerek-, gör- {anlamak}, öt- (kuş). ║ yoğun ol-.
312
kimi vakit:⌠1⌡/Ara sıra./ “Bu malzemeyi şekillendiren renk renk, çok defa ihtiraslı ve çılgın insan
kaynaşmasına kimi vakit acı bir mizah karışır, kimi zaman gülümseyen ve temkinli bir hikmet serpiştirir.” (BN-DY1).
→ karış-.
kimi zaman:⌠98⌡/Ara sıra./ “…kimi zaman senin o olduğunu düşünürüm ben” (HAT-KHK)., “…kimi
zaman han olur, yol olur kimi zaman.” (MA-BAK)., “…kimi zaman deniz görülür dağların arasından ve de çamların...”
(FO-KSA)., “…buna kimi zaman ölüm diyebiliriz, kimi zaman Devlet diyebiliriz,….” (EA-DY)., “Bugün, kimi zaman
yıllarca beklemek gerekiyor bir öyküyü yazmak için. (FA-SUYK2)., “Balta görmemiş ormanların derinliklerinde kimi zaman
olağanüstü bir çığlık duyulurdu:”- (İS-DÖV)., “kimi zaman Türkiye'de uygarlığın kovuşturması ve suçlanması anlamına
gelir…” (İS-DÖV)., “Yazarımızı kimi zaman Türk dostları yoklar.” (SB-BŞM).
→ düşün- [5], ol- [5], gel- [4], de- [3], gerek- [3], duyul- [2], götür- [2], yap- [2], yokla-
[2], acıt-, anla-*, azarla-, bezdir-, bul-*, burun-, çıkar-, düş-, gezin-, git-, görül-, görün-,
göster-, gül-, gülümse-, inan-, it-, kal-, karşılaş-, katıl-, kullan-, onayla-, oyalan-, rastla-,
söyle-, tut-, tüylen-, uç-, uğra-, unut-, yansı-, yaşa-, yazış-, yerleş-, yitir-, yor-, yumuşa-. ║
…anlamına gel-, açığa çık-, bahtı açıl-, bas bas bağır-, beraber ol-, canını yak-, elinden düş-*,
farkına var-*, gözleri dol-, hiç oralı ol-*, hisset-, içine korku düş-, işe yara-, işi …e vardır-,
kavga çık-, (konu) dağıl-, patırtı kopar-, reddet-, sağa sola laf yetiştir-, soru yönelt-, tatlı gel-,
uykusuz kal-, üzerinde durul-*, yakınlık göster-, (yanına) al-, (yan yana) gel-, zorluk çek-. ║
çıkıp gel-, dalıp git-, gülüp geç-. ║ çıkar gelir.
kimsesiz:⌠18⌡/3. Kimsesi olmadan./ “O zamanlar ben kimsesiz kaldım, fakir düştüm ve remil
sayesinde geçindim.” (BN-DY1)., “Tarlanın eteklerinde tütünler kimsesiz büyüdüler, uzun zaman Bekir'i beklediler, Bekir
gelmeyince sararıp soldular, kuruyup gittiler.” (CD-Oİ)., “Halbuki aydın denilen kimseler terbiyeci rollerini oynamıyorlar
ve kitleyi kimsesiz, başıboş bırakıyorlardı.” (TT-İMSHB)., “Harbiye-Şişli yolunda bir başıma, yapayalnız, kimsesiz
yürüyordum.” (Sİ-DSG).
→ kal-* [13], bırak-* [3], büyü-, yürü-.
⇒ kimsesiz kalmak.
kimyaca: Ø
kirişleme: Ø
kişi başına: Ø
kitapça: Ø
kolay:⌠133⌡/3. Kolayca, sıkıntısız bir biçimde, basit,{kısa süre zarfında}./“Başlangıçta,
Abdülhamit tahtında bırakıldığı için bu değişiklik kolay anlaşılmamıştır.” (TT-İMSHB)., “Niçin yazdığımı kolay
anlatamam.” (CS-GC)., “Ben kolay ve çabuk yazarım.” (FRA-Ç)., “Baktım erzak kolay gitmiyor, kadın çorabı bilem
sattım.” (GY-H2)., “Biz kolay ölmeyiz!..” (REK-Y)., “Bir şey kolay bulunmuyor.” (CB-BO3)., “Orhan Tahsin'in cevval
zekâsına, onun coşkulu ve hiç boş olmayan, hep kültür özüyle dolu konuşmalarına her kadın kolay ayak uyduramazdı.” (HT-
ÖTÖ)., “Öyle bir şiiri vardı ki, kültürel değerlerle beslenir, onu kolay elde edemezsiniz.” (CS-GC).
313
→ anlaşıl-* [9], atlat-* [5], git-* [4], öl-* [4], yaz- [4], bul-* [3], bulun-* [3], getir- [3],
gir-* [3], kurtul-* [3], söyle- [3], çık-* [2], geç- (günler) [2], okun- [2], öğren- [2], unut-* [2], aç-
(kilit), açıkla-*, açıklan-*, aldatıl-, alış-*, anlat-*, aşıl-*, atıl-* {girişmek}, ayıkla-, bayıl-,
çekil- {tahammül etmek}, çöz-*, çözül-*, çözümlen-, düşün-, eri-, eski-, geç-, gelin-*, geliş-,
gör-, görül-, inan-*, işle-, katlan-*, kavranıl-*, kazanıl-*, kırıl-, kız-, kopar-*, kurtulun-,
kurul-* (dengeler), oyala-*, öden-*, patla- (balon), pazarlan-, satıl-*, seçtir-*, sus-, temizlen-,
tırmanıl-*, toparlan-, unutul-, uyu-*, var-, ver-, yakala-, yakınlaş-*, yap-*, yapıl-*, yatış-*,
yenile-*, yetiş-, yetiştir-*, yırtıl-, yitir-*, yut-, yürü-* (dialog). ║ ayak uydur-* [2], elde et- [2],
kabul et-* [2], uyum sağla- [2], etki altında kal-, ele geç-*, halledil-, ilişki kur-, inkâr et-,
yılgınlığa kapıl-*, reddet-*, şekil al-*, tahmin olun-, tesir altında kal-*, vazgeç-*, yalan söyle-
*, işi yürü-. ║ gidip gel-.
→ kolay gele! (veya gelsin!).
kolayca:⌠306⌡/2. Kolaylıkla, sıkıntı çekmeden./“«Bir karı bulurum kolayca» dedimdi.” (KT-
YS)., “Afyon'dan gelen parça bölük haberlerin düzmece ve kasıtlı olduğunu kolayca anlıyor, bu yüzden de tereddüdü
koyulaşıyordu.” (TB-KA)., “GÖLGECİ ÜYE - Şimdi koca Pilavi şeyhinin neden Hoşafı kesildiği kolayca anlaşılıyor.” (HT-
EG)., “1960 ve 1971 darbelerinin sağın sermaye birikimi eğilimlerini yavaşlatmak için yapıldıklarını kolayca
söyleyebiliriz.” (ASA-AK)., “Çekilme başlayınca, Afyon'un doğusunda, tetikte bekleyen Albay Fahrettin Altay'ın iki tümenli
kolordusu, 7/8 Nisan akşamı, kolayca Afyon'a girdi.”(TÖ-ŞÇT)., “Büyük salonun penceresinden vapura girip çıkanlar
kolayca görülür.” (SB-BŞM)., “Bu kalık evreler, kalık defterler demek istiyorum, kendilerini kolayca unutturuyordu.” (HA-
SİE)., “Erkan'la Zafer'i kolayca kandırdım.” (SD-K)., “Bu sefer verilecek cevap daha kolay, nitekim Ali Şükrü de kolayca
cevap veriyor: Biz onun harekatı hakkındaki istizahı asker olduğu için değil, sırf vali vekili olduğu için yapıyoruz.” (EK-
DT..A)., “Ama şunu da söylemek is terim; insanoğlu yeniliği kolayca kabul edemiyor.” (DC-BSKY)., “Her şey kolayca
halledilir sanır ve kendisinin her şeyi halledebileceğini umar.” (AŞH-BM)., “Bunca ilgisiz, bunca zayıf bir çevrede insan
kolayca yitip gidebilirdi de.” (CS-ŞDÇ).
→ bul- [21], anla-* [12], anlaşıl-* [11], söyle-* [6], öğren- [5], gir- [4], gör- [4], görül- [4],
unut- [4], anlaş- [3], atlat- [3], bağışla-* [3], çık- [3], de-* [3], ağla- [2], al- [2], algıla- [2], dağıl-
[2], geçil-* [2], geliştir- [2], işle-* [2], kandır-* [2], kazan- [2], önle- [2], sıyrıl- [2], tutuş- [2],
unutul-* [2], uy- [2], var- [2], yaz- [2], aktar-, alış-, an-, ayrıl-, bağdaş-, bağdaştır-, baltala-,
bastırıl-, başar-, bırak- (birbirini), bil-, bin-, birleş-, bit-, bölüşül-, bulun-, bürün-, cezalandır-,
çevir-, çıkar-, çıkart-, çıkıl-, dağıt-, doğrul-*, dönüş-, dönüştür-, durul-, düş- (şehir) {ele
geçmek}, eri-, eritil-, etkilen-, geç-, geç- (zaman), gel-, gerçekleş-, getir-, git-, görüntüle-,
gözlemlen-, harcan-, hazırlan-, inanıl-, it-, kaldır-, kana-, kanıtla-, kapıl-, karıştır-, kavuş-,
kaynaş-, kes-, kır-, kızar-, konuş-, kopar-, kurtul-, meylet-, nitelendir-, oku-, okun-, omuzla-,
onar-, öldür-, öykün-, paylaş-, püskürt-, püskürtül-, sağla-, sars-, sat-, savrul-, seç-, seçil-, sez-
, sezil-, sığar-, sokul-, sömürül-, söylen-, suçlan-*, sustur-, sürdür-, sürül-, tanışıl-, taşın-,
toparla-*, tutuştur-, uç-, ufalan-, ulaş-*, ulaştır-, unuttur-, uzaklaş-*, vur-, yanıl-, yap-,
314
yararlan-, yayıl-, yen-, yerleş-, yerleştir-, yıkıl- (tabu), yitir-*. ║ cevap ver- [3], kabul et-* [3],
hallet- [2], kendini ver-*[2], neden ol- [2], tahmin et- [2], teslim et-* [2], teslim ol-* [2], uyum
sağla- [2], adapte ol-, bağ kur-, belli ol-, bir kenara it-, birbirlerine dönüştürül-*, bisiklete bin-,
boy ölçüş-, cazibesine kapıl-, çamura bula-, çöküntüye gir-, elde et-, ele ver-*, elinden al-,
fark edil-, farkına varıl-*, gönül aç-, gözden kaç-, hâkim ol-, hastalığa yakalan-, hevese kapıl-,
hisset-, hizmet et-, hükmol-, ileri sürül-, insan harca-, işgal edil-, işine son ver-, işlev üstlen-,
iz bırak-, kendine yer aç-, kendini aç-*, kendini feda et-, kontrol altına alın-, kontrol et-,
konuya gir-, meydana çık-, mutabık kal-, muvaffak ol-, mümkün ol-, (nezaket sınırını) aş-,
paçayı sıyır-, paniğe kapıl-, sırtından at-, sırtını dön-, sorunu kapa-*, tabu ol-, tahammül et-,
tahmin edil-, tasavvur buyrul-, tasavvur et-, tedirgin ol-*, tekme at-*, temin et-, tenkit edil-,
tesadüf edil-, tevdi edil-, üstesinden gel-, vicdanını sustur-, yara al-, yer bul-, yerine koy-, yol
al-, yolunu bul-. ║ yitip git-.
kolaycacık:⌠5⌡/2. Çok kolay bir biçimde./ “Zaten fikrince eskiler, kolalı gömlekle yakalığı
kolaycacık benimseyiveriyorlar: zira gençliklerinden idmanlıdırlar.” (RHK-BS)., “Yalan nedir bilmezdi, yalan nedir
bilmediği için de kolaycacık kanardı.” (OA-M)., “Şaşırtıcı sorular bunlar: sormasına kolaycacık soruyoruz da, yanıtlamaya
gelince yolumuzu bulmakta güçlük çekiyoruz.” (NU-DG).
→ benimse-, işle-, kan-, sor-, ver-.
kolayda: Ø
kolay kolay:⌠184⌡/Kolay bir yoldan, kolayca./“"öyle kolay kolay anlaşılamayacak yenilikler"”
(BN-DY1)., “…o gözlere takılanı kolay kolay bırakmıyor,…” (YK-KSİ)., Ama insan kolay kolay ölemiyor.” (MU-BDA).,
“Ama kadın kolay kolay yatışmıyordu.” (AN-ŞÇH)., “Ama, üçlü ayrımın arka yüzü konusunda bizlere hiçbir ipucu
vermediğinden, ne yapmamız gerektiğini kolay kolay kestiremiyorduk.” (TY-AÖ)., “Behzat Altıntaş'ı kolay kolay
tanıyamazdı, yoktu böyle bir öğretmen.” (RI-KG)., “bir şeyhten gelen habere kolay kolay inanmazlar,” (AA-İGA)., “Bir
yaşa vardım ki artık kolay kolay kanmam ….” (CST-BŞ)., “İffet Hanım'a, kolay kolay, Nuhbe Hamm'ın kızıdır denemezdi.”
(Sİ-DSG)., “Kolay kolay hızına dayanılmaz bir oyun.” (EB-BG)., “Ahmet Hamdi Tanpınar'ın dediği gibi, hamurumuz bu
acayip tokmakla dövüle dövüle dövüle yoğrulmuştur, kolay kolay vazgeçemeyiz.” (BA-YYY)., “…ama yine de uzun
konuşmasını bir yerde kesmeye kolay kolay razı olmazdı.” (HT-ÖTÖ)., “Yine de mucizelere kolay kolay teslim olmam.”
(GD-AK)., “AZ Bir sabah uyandık tüm kapıları kapalı bulduk tüm sokakları tutulmuş kolay kolay kendime gelemem.” (İB-
E)., “Amirlerinin azarına, dayağına filan kolay kolay boyun eğmezler.” (OK-C)., “Ama, beyaz ayı peşinizi kolay kolay
bırakmaz.” (GD-AK).
→ anlaşıl-* [6], bırak-* [5], öl-* [4], anlatıl-* [3], değiş-* [3], ayrıl-* [2], bul-* [2],
bulun-* [2], çağır-* [2], çık-* [2], den-* [2], git-* [2], inan-* [2], kalk-* [2], kurtul-* [2], söylen-*
[2], yenil-* [2], açıklan-*, açıl-*, aldat-*, alış-*, aralaş-*, atlat-*, ayır-*, barış-*, beğen-*,
benimse-*, bindir-*, bitir-*, boşla-*, coş-*, çözül-*, dağıl-*, darıl-*, dayan-*, dayanıl-*,
değiştir-*, din-*, doy-, dönüştürül-*, duyul-*, ehlileştiril-*, eri-*, gel-*, gerçekleş-*, gir-*,
gör-*, gül-*, in-*, inandır-*, kaçır-*, kalkıl-*, kan-*, karar-*, katlan-*, kestir-*, kestiril-*, kız-
315
*, kork-*, koy-*, kurtar-*, oku-*, ol-*, otur-*, oyna-*, sağla-*, sarsıl-*, sindiril-*, sorul-*,
söyle-*, sus-*, tanı-*, toparlan-*, unut-*, uyan-*, uyu-*, üretil-*, ver-*, yadsın-*, yaşat-*,
yatış-*, yedir-*, yen-*, yetiş-*, yıkıl-*, yorul-*, yürü-*. ║ vazgeç-* [5], razı ol-* [3], teslim ol-
* [3], gözüne uyku gir-* [2], ortaya çık-* [2], akıldan çık-*, akla gel-*, alıcı çık-*, ayak uydur-
*, baştan at-*, bir araya gelin-* , boyun eğ-*, buyruk ver-*, dertten öl-*, dilinden kurtul-*,
dizgine gel-*, ele geç-*, emin ol-*, engel ol-*, faka bas-*, fırsat ver-*, geçiş izni ver-*, göze
al-*, hazmet-*, hoşgörü göster-*, hücum et-*, hüküm ver-, iddia edil-*, idrak et-*, işin içinden
sıyrıl-*, kabul et-*, kaçamak yap-*, karar değiştir-*, karşı durul-*, kendine gel-*, kendini
frenle-*, kendini sıyır-*, kendini ver-*, laf et-*, mağlûp ol-*, mahvol-*, memnun et-*,
mümkün ol-*, önüne geçil-*, paçayı kurtar-*, para çık-*, peşini bırak-*, satın alın-*, sokağa
çık-*, sözkonusu edil-*, tahmin edil-*, yakayı ele ver-*, yakayı sıyır-*, yanıt bulun-, yâr ol-*,
yer aç-*, yerine gel-*, zaptedil-*. ║ kestirip at-*.
kolaylıkla:⌠141⌡/Sıkıntı çekmeden, güçlüklere uğramadan, kolayca./“Artık kelimeleri
kolaylıkla bulamıyorlar, uzata, yaya, dilleri ağızlarında büyüyerek konuşuyorlardı.” (RHK-MH)., “Bu girişimde, Harbiye'de
ve Erkanıharbiye'de aldığı eğitimin ve bu okulların geleneklerinin etkilerini de kolaylıkla görebiliriz.” (EK-DT..A).,
“Türklerin esas itibariyle tarımla geçindikleri gözönüne alınırsa, topraklarını bırakıp kaçmak zorunda kalmalarının, Türk
toplumu için ekonomik bakımdan ne kadar büyük kayıp olduğu kolaylıkla anlaşılır.” (FA-YST)., “Hem bakalım sürülüp,
topraklarım kolaylıkla verirler miydi?” (OK-KT)., “Gerek kendisinden gerek müessir olabilecek diğer tanıdıklardan bunu
kolaylıkla temin edebiliriz ümidindeyim.” (CKM)., “Günü geldiğinde, ünlü yazarlarımızdan birinin esrarengiz ölümünün
intihar olduğuna kolaylıkla ikna edebilirim onu.” (PK-BCR)., “Ben, uçakların ateş ettikleri noktanın bizim karargâhımız
olacağını kolaylıkla tahmin ediyorum ve neredeyse mukabele görecekleri anı bekliyorum.” (YKK-Y).
→ bul-* [8], gör- [5], anlaşıl- [4], de- [3], ayrıl-{fark edilmek} [2], başar- [2], benimse-
[2], geliş- [2], öğren- [2], söylen-* [2], ver- [2], yap- [2], aç- (kapak), aç- (ruhunu), açıkla-, ak-,
alış-, an-, aş-*, atlat-, ayır-*, başarıl-, benimsen-, birleştir-, çık-, denetlen-, devril-, dinle-,
doldur- (kadro), düşün-, er-, geç-, gir-, görül-, gösteril-, götür-, hesapla-, izlen-, kabullen-,
kanıtlan-, karmaşıklaş-, katlan-, kesil-, kestiril-, kıy-, oku-, okun-, savuştur- (bela), sınan-,
sıyrıl-, söyle-, şaşırt-, tanı-, tanımla-, unut-, yanıtlan-*, yıkıl-. ║ temin et- [4], ikna et- [2],
şikâyet et- [2], tahmin et- [2], agâh ol-, ayak uydur-, azınlıkta kal-, cevap ver-, cevap veril-*,
devam et-, elde et-*, eline düş-, fetva bas-, göz ardı et-, hallet-, ifade bul-, ikiye ayır-, ileri sür-
, iletişim kur-, işin içine gir-, itici bul-, izah et-, kağıda dök-, karar ver-, katil ol-, kendine
ısındır-, kendine yer bul-, kendini uydur-, kontrol et-, koyver-, kozadan çık-, mecnun ol-,
mesele çöz-, mest ol-, ortaya çık-, ödenek kopar-, öne sürül-, problem çöz-, sevk et-, sonuca
ulaş-, söz konusu ol-*, söze başla-, şekil al-, tahakkuk et-, tahliye ol-, tahmin edil-, takdir
olun-, tedarik et-, temessül edil-*, tuzağa düş-, vasıl ol-, yakasını kurtar-*, yerine getir-, yol
izlen-, yolunu bul-, ziyarete git-.
316
kolektif : Ø
kol kola:⌠40⌡/Yan yana ve kollarlı birbirine geçirerek./ “Vekil Beyefendi'yle dost devlet
Büyükelçi'si hazretleri önde, hanımları bir adım arkada, ötekiler rütbe sırasıyla ikişer üçer kol kola baraja doğru
yürümüşlerdi.” (KT-Gİ). “Etrafta atlı polisler dolaşıyordu. Kol kola girdik. Hep bir ağızdan söylüyor, kol kola
yürüyorduk.” (HC-KKKY). “(Hemen hemen kol kola çıkarlar.)” (AA-TO3)., “‘Görüyorsun işte, geziyorlar kol kola!..’”
(FB-ID)., “Erkeklerin üç-beş adım gerisinden değil onlarla kol kola gidiyorlardı.” (FA-SUYK). “Birkaç saat sonra, sabaha
karşı, neyzen Tevfİk, arkadaşlarının, yanında durmaz,-kaçtır, dedikleri o çok yaşlı, o meczup kadınla kol kola, göz göze ve
birbirlerine derin bir sevgiyle bakarak, kendilerini seyredenlerin şaşkınlık dolu bakışları arasında çıkıp gider...” (CE-KBG).
→ yürü- [9], gir- [6], çık- (-i, -e, den) [4], gel-* [4], gez- [3], git- [3], dolaş- [2], geç- [2],
in- [2], bin-, dal- (yola), dön-, ver-. ║ çıkıp git-.
⇒ kol kola yürümek, kol kola girmek.
kona göçe: Ø
kopuksuz:⌠2⌡/Ara vermeden, durmaksızın./ “Bundan ötürü yaşamımız boyunca onunla bir ağabey
- kardeş ilişkisini hiç kopuksuz sürdürdük.” (HT-ÖTÖ)., “Çok eskiye, Emin'in öğrencilik günlerine dayanıyordu bu dostluk;
barındırdığı yürek titreten sır yüzünden yıllardır kopuksuz devamedegelmişti.” (LT-OÖY).
→ sürdür-. ║ devam et-.
korakor: Ø
korkakça: Ø
korkusuzca:⌠26⌡/Korkusuz olarak, korkmadan./ “Günlerdir ilk kez korkusuzca bakıyor
gözlerimin içine.” (İA-ÖEK)., “Batur koyda korkusuzca dolaşıyor, birbirinden tuhaf biçimli taşlar, ağaç parçalarıyla
çıkageliyordu.” (AK-MY)., “Bu biçim vermeye de korkusuzca gidiyor, çünkü biçimin bir dış öğe değil, içeriğin kendisi
olduğunu biliyor.” (EA-DY)., “Pakize Hanım, bu oyunu korkusuzca izliyor, bazen Hasan Efendi'ye bakarak, anlamlı anlamlı
göz kırpıyordu.” (KB-DÇ)., “Doğruyu gördüm her zaman, doğruyu söyledim insanların yüzüne, korkusuzca.” (PC-K).,
“Cevabı verdim. Korkusuzca.” (FE-HBM-O).
→ bak- [4], dolaş- [2], git- [2], de-, ilerle-, izle-, oku-, sor-, sus-, sürdür-, yansı- (ışık),
yap-, yaşan-, yürü-. ║ açıklamada bulun-, cevap ver-, doğruyu söyle-, elini tut-, kendini
tehlikeye at-, yüreğini aç-. ║ çekip çıkar-.
koro hâlinde:⌠4⌡/1. Toplu bir durumda, hep birlikte./ “Bunun üzerine Mazhar Müfit Ey Gaziler
yol göründü şarkısına başladı ve arkadakiler de koro halinde bu şarkıya eşlik ettiler.” (HT-GF)., “Niyazi ile koro halinde
yanıtladık …” (KK-SE). ; /2. Gürültülü bir biçimde./ “Dışarda klakson sesleri koro halinde duyulur. «Ya ya ya, şa
şa şa, Ali Ağabey çok yaşa» sesleri.” (HT-KAD.
1.⌠3⌡→ haykır-, yanıtla-. ║ eşlik et-.
2.⌠1⌡→ duyul-.
koşa: Ø
317
koşar adım:⌠21⌡/2. Hızlı adımlarla, koşarcasına./ “Koşar adım sokaklardan geçti.” (GY-H2).,
“Hikmet Bey, daha fazla yürüyemedi, geri dönüp koşar adım bahçeden çıktı.” (AA-İGA)., “‘Gelin benimle!’ diye bağırıp
merdivenlerden koşar adım indi; ….” (AA-İGA)., “Üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi koşar adım uzaklaşıyor.” (AÜ-
SG)., “Tavşanları valizle ellerine toka edip koşar adım sıvıştım.” (RE-G)., “….. adam kitabı çekip göğsüne bastırmış, koşar
adım uzaklaşıp gitmişti.” (LT-OÖY). ; //Çabuk bir biçimde.// “Koşar adım Yarbaşı'na geldi.” (TÖ-ŞÇT)., “Esra,
bahçe kapısında polis memurunun hop durun murun demesine aldırmadan önce bahçeye daldı, koşar adım evin kapısına
ulaştı ve kapıda kendisini durdurmaya çalışanların geçici kibarlığından yararlanarak içeri girdi.” (ÜK-BDG).
2.⌠19⌡→ geç- [5], çık- [2], in- [2], uzaklaş- [2], gel-, git-, sıvış-, yürü-. ║ [2], kendini
dışarı at-. ║ uzaklaşıp git-. ║ kayboldu gitti.
//…//⌠2⌡→ gel-, ulaş-.
koşun koşun: Ø
koyu koyu:⌠1⌡/2. Uzun uzun, derinden derine./ “Var mı bir faydası da böyle koyu koyu
ağlıyorsun?” (FB-T).
→ ağla-.
→ koyu koyu düşünmek.
koyun koyuna:⌠11⌡/Birbirine sarılmış bir durumda, {yan yana, birlikte}./ “Hep toprağı
severdin, bak işte sevdiğinle koyun koyuna yatarsın. (CB-BO3)., “Mutlu olmak varken bu dünyada, geceler geldi dayandı
kapımıza, olduk acımızla sarmaş dolaş, bekledik düşümüzle koyun koyuna.” (AKB-BŞ)., “Annemle babam, uyuyorlar koyun
koyuna Cebeci Asrı Mezarlığı'nda.” (VB-SvB)., “Erkeklerin en ihtiyarı, köse sakallı, belki de doksanlık bir tirit, en baştaki
çadırın önünde kara burunlu, kara gözlü, saman renginde uzun tüylü bir çoban köpeği ile aynı heybenin ayrı ayrı gözlerine
yan üstü başlarını koymuşlar, koyun koyuna ve koklaşa koklaşa çok rahat, çok tatlı bir akşam uykusu çekiyorlardı.” (OCK-
Ç).
→ yat- [8], bekle-, uyu-. ║ uyku çek-.
⇒ koyun koyuna yatmak.
körcesine: Ø
körlemeden:⌠1⌡/1. Bilmeden, anlamadan, bilmeksizin./ “Üstelik geçtiği bu yeni alanda onu
kolayca başarıya erdirecek düşünsel bir hazırlığı, bir temeli de yoktu. Körlemeden daldı.” (MF-ES). ; /2. Nişan
almadan./ “Ø”.
1.⌠1⌡→ dal-.
2.⌠-⌡→ Ø
kör topal:⌠7⌡/Yarım yamalak, iyi kötü idare edecek biçimde./ “Dedim ya, 7 Gün'e kadar her
şey kör topal gitmiş.” (DC-BSKY)., “Eğer dövüşenlerden biri nakavt olursa, ya da bir şike yapıp yenilgiyi kabul ederek yere
serilirse, o evlilik kör topal yürür.” (MU-BDA)., “Her insan da, kör topal bunu yapıyordu.” (TB-KA)., “Kör topal sınıf
geçmişti geçen yıl.” (VB-SvB).
→ git- {sürmek} [2], yürü- {devam etmek} [2], yap-. ║ dağ aş-, sınıf geç-
318
körü körüne:⌠10⌡/Davranışının gerekçesini ve nasıl sonuçlanacağını bilmeden,
düşünüp taşınmadan./ “Oysa, sonraki dönemlerin bu yoldaki şairleri, dünya görüşlerindeki ortak yanlara karşın,
sanat anlayışlarıyla, Nâzım Hikmet'i körü körüne izlememişler, çok değişik şeyler yazmışlardır.” (MF-ES)., “Kimi, körü
körüne Batı hayranlığına kayıyor.” (HC-KKKY)., “….hem bir örnekçesi yokmuş gibi görünmek ister, hem de ona körü
körüne öykünür, onu şu ya da bu yönüyle yansıtmaya değil, onu yeniden kurmaya, o olmaya yönelir, ….” (TY-YGY).,
“‘Dilini, Dil Kurumuna uydur’ dedikleri vakit, körü körüne itaat etmedim.” (EI-KA)., “Fırka hiçbir zaman hükümetin dış
siyasetine müdahale etmemiş, daima mesul nazırlar heyetinin ve sadrazamın siyasetine körü körüne tabi olmuştur.” (HCY-
TPH).
→ izle-*, kay- {eğilim göstermek}, öykün-, seçil-. ║ âlet ol-, bağlı kal-, itaat et-,
kucağa düş- {oyuna gelmek}, tabi ol-, taklit et-.
kös kös:⌠7⌡/Başı önde, sağa sola bakmadan yorgun, üzgün, düşünceli bir durumda./ “Büyükanne onu merdivenlerde görünce kös kös girdi odasına.” (RI-KG)., “Ben, kızararak kös kös arabaya bindim.”
(RNG-ÇK)., “Bana kanun dediler mi boynumu kırar kös kös giderim.” (MŞE-VÇ)., “Kös kös evine dönecek, karısının
hazırladığı sofraya oturacak ve her şey bir gün öncekine benzeyecekti.” (CK-BR).
→ gir- (-e) [3], bin- (-e), dön- (-e), git-, in- (-dan) otur-.
köşeleme:⌠1⌡/2. Köşeye çapraz gelecek biçimde./ “Masasından kalktı, odanın içinde köşeleme
gitti geldi, gitti geldi.” (OK-KT).
→ gitti geldi.
kötü:⌠76⌡/9. İstenilmeyen, beğenilmeyen, yararsız, uygun olmayan biçimde./ “Çocuklara katır yavrusu der kötü davranırmış.” (SB-HAY)., “Mutsuz olduğum zaman kötü kokarım.” (EA-KIY)., “Ama
işler kötü gitmekte idi.” (FRA-Ç)., “Çocukluğum, ilkgençliğim kötü geçti...” (Sİ-DSG)., “Ama kötü bitti.” (AB-BBYŞ). ;
/10. Aşırı çok./ “Hırsa kötü kapılmışsınız.” (TB-KA)., “Bir süre sonra Sabri'ye kötü içerledi.” (AMD-O)., “Vietnam
Sendromu kötü koyar adama."” (AA-AD)., “"Yıldırıman ölümü beni kötü etkiledi."” (AÜ-SG).
9.⌠68⌡→ davran-* [9], kok-* [8], git- (işler, durum) [7], geç- [5], et- [5], yap- [3], bak-
[2], bit- [2], aldat-, alış-, alıştır-, anlat-, basıl- (negatif), belle-, cırmakla-, davranıl-*, duy-,
eleştir-, gel- (gün günden), kay-, kırış-, konuş-, kork-, okun-, oyna-*, ödet-, öksür-, öksürt-,
solu-, uyu-, yık- (devlet), yıkan- (negatif). ║ dans et-, kokusu çık-, taklit et-, tesir et-.
10.⌠8⌡→ etkile- [3], döv-, içerle-, koy- {etkilemek}. ║ hırsa kapıl-, yokluğunu duy-.
→ kötü olmak, kötü söylemek.
⇒ kötü davranmak, kötü kokmak, (işler) kötü gitmek, kötü etkilemek.
kucak kucağa:⌠11⌡/1. Birbirine sarılmış veya birbirine yüz yüze sokulmuş bir
durumda./ “Sonra, uykumuz geldiği vakit, kumlan kümeleyerek yastık yapar, vücutlarımız suda, başlarımız dışarıda
kucak kucağa, yanak yanağa uyurmuşuz...” (RNG-ÇK)., “Kucak kucağa, soluk soluğa boğuşuyorlardı.” (RNG-ÇK). ; /2.
İç içe, yan yana, beraberce./ “Kucak kucağa büyümüşsün toprakla, Yorulmuşsun, sevmişsin Harman yapmışsın,
Çocuk yapmışsın, -Topraktan korkum yok ki zaten- Diyebilmişsin ölürken...” (TU-BŞ)., “Lâle ile beraber âdeta kucak
kucağa Boğaz'ı yüzmüşlerdi, bu serin kollar ona bir ana şefkati ve koruyuculuğuyla sarılmıştı.” (HEA-T).
319
1.⌠9⌡→ uyu- [2], boğuş-, geç-, güreş-, kal-, öl-, uzan-, yürü-.
2.⌠2⌡→ yüz-, büyü-.
⇒ kucak kacağa uyumak.
kucaktan kucağa:⌠3⌡/Pek çok kişi ile ilişki kurarak, {oradan oraya}./ “İşte bu düşünce,
onu kucaktan kucağa dolaştırıyor ve sonunda yorgun, biraz da mahcup Safo'ya döndürüyordu.” (MTT-SS).
→ gezdir-.
→ kucaktan kucağa dolaşmak (veya gezmek).
kudretten:⌠2⌡/Yaradılıştan./ “Bu kara yazılar bize kudretten yazılmış, sileriz sileriz çıkmaz.” (FB-T).
→ yazıl- (alın yazısı) [2].
kulak kulağa:⌠4⌡/Gizlice, başkası duymaksızın./ “Şimdi onlar ikide bir kulak kulağa bir şeyler
fısıldaşıyor ve ikide bir bizim masayı süzüyorlardı.” (OCK-KE)., “….dedikodular el ele verir, kulak kulağa gelir, kapıları
kapanan uzak odaların tenha köşelerinde meşveret kurardı.” (GY-GH)., “Sokak üstündeki sedirin bir kenarında Şakir ile
Hacı Etem kulak kulağa bir şeyler konuşuyorlardı.” (SA-KY).
→ fısıldaş-, gel-, git-, konuş-.
kulaktan:⌠1⌡/Sadece duyarak, dinleyerek./ “Ben, kendi hesabıma kulaktan düşman olmuştum.”
(RNGBKD).
→ düşman ol-.
kulaktan kulağa:⌠16⌡/Bir kimseden bir başkasına, gizlice söylenerek./ “O günlerde bir
dedikodu kulaktan kulağa yayılıyordu: Lice halkı solcuydu.” (SY-BECO)., “Kulaktan kulağa, Memed ölmemiş, Memed
ölmemiş, sözü dolaşıyordu.” (YK-İM1)., “Orak biçmek için kasaba civarında çadır kuran çingene kadınları bile kulaktan
kulağa işi duymuşlar, onlar da bir kafile olarak odacının evine misafir gelmişlerdi.” (RHK-MH)., “Davanın iddianamesinde
şöyle deniyordu: -...O zaman iktidar edenlerinden birinin, bu zaman iktidar edenlerine tavsiyesi kulaktan kulağa
fısıldanıyordu: Gençliği bölünüz!...” (NB-DÜF)., “Zaten onun mûruf bir Hanımefendiye âşık olduğu kulaktan kulağa
rivayet edilirdi.” (AŞH-BM).
→ yayıl- (dedikodu, haber vb.) [4], dolaş- (fısıltı, söz vb.) [2], duy- [2], anlatıl-, bil-,
fısıldan-, öğren-, söylen-, tanı-. ║ rivayet edil-.
⇒ kulaktan kulağa yayılmak, kulaktan kulağa dolaşmak.
kurmaca: Ø
kurnazca:⌠17⌡/2. Kurnaz bir biçimde, kandırarak, aldatarak./ “Ağa kurnazca gülümsedi: -
Açsınlar gözlerini!” (OK-C)., “Gözlerini kısıp kurnazca bakıyor komutan, peki, diyor, ev yanarken kadın size gözükmeden
kaçıp kurtulmuş olamaz mı?” (HAT-KHK)., “Boynunu büktü köylü ve kurnazca fısıldadı : ….” (NH-MİM4)., “Şehzadeniz
Selim çok kurnazca davranır, hak da sırada kendindeyken, tahtta hiç gözü yokmuş gibi davranır, kendini dervişliğe verir.”
(OA-YDBYKL)., “Topal Nuri kurnazca göz kırptı: -Evvel Allah, sonra sayende... tamam!” (OK-KT).
→ gülümse- [4], bak- [3], fısılda- [2], davran- [2], atlatıl-, eğil-, gül-. ║ göz kırp- [2],
başını öne eğ-, düzen çevir-.
320
kuru kuruya:⌠3⌡/1. Boşuna, boşu boşuna, yararsız yere./ “Bunu kuru kuruya da
yapabilirsiniz.” (TA-NB). ; /2. Kuru olarak, yanında başka bir içecek veya yiyecek olmaksızın./ “Hadi
kuru kuruya içme, bir şeyler ye...” (NC-SY).,. ‘Ulan Alî, kuru kuruya soğan ekmek yenir mi?’ (RB-SN).
1.⌠1⌡→ yap-.
2.⌠2⌡→ iç-*, ye-.
kuruş kuruş:⌠4⌡/Kuruşu kuruşuna./ “Kuruş kuruş yol parası biriktirdim.” (TÖ-ŞÇT)., “‘..İstanbul
halkından kuruş kuruş 155.000 lira toplanmış!’ (TÖ-ŞÇT)., “Biraz para yaptım kuruş kuruş.” (FB-ID).
→ biriktir- [2], topla-, para yap- {biriktirmek}.
⇒ (para) kuruş kuruş biriktirmek.
kuruşu kuruşuna:⌠2⌡/Hasap tam çıkartılarak, kuruş kuruş./ “Bunu da kuruşu kuruşuna
ödeyeceğim, bir gün.” (TÖ-TO1)., “Kuruşu kuruşuna hesap isterdi adam.” (YA-AO).
→ öde-. ║ hesap iste-.
kuşaklama: Ø
kuş bakışı:⌠1⌡/2. mec. Genel olarak./ “Kalabalığı kısa ve kuş bakışı bir tahlilden geçirelim:
Saraçoğlu, Mahmut Esat, Vasıf gibi Ankara'da tanıdıklarımızla beraber biz Türkçüler, fakat Türkçülüğün tam Batılı kolu
vardık.” (FRA-Ç).
→ tahlilden geçir- {değerlendirmek}.
kuşkusuz: Ø--
kuzu kuzu:⌠14⌡/Hiç ses çıkarmadan, karşı gelmeden, uysal bir biçimde./ “Köpek, kuzu
kuzu parmaklığın oraya gitti, denize sırtını vererek boylu boyunca uzandı yere.” (EÖ-P/S)., “Ben hiçbir şeye karışmadan
kuzu kuzu otururum.” (HT-M)., “Anamın aklı varsa hemen inadı bırakır, kuzu kuzu düşer yanıma; kağnıya biner, gider
birlikte!..” (FB-ID)., “Onlar bizden önce gelmişler, bakmışlar ki hepsi kuzu kuzu oturuyor!” (FO-KSA).
→ git- [3], otur-* [3], bin-, dinle-, ver-, yat-. ║ kışlaya gir-, parmak bas-, yanına düş-,
yola çık-.
küçüklü büyüklü: Ø
küfür küfür:--
→ küfür küfür esmek.
külfetsizce: Ø
külliyen:⌠1⌡/Bütünüyle, tamamıyla, tamamen./ “Almanya, Fransa ve Rusya BM'nin Irak için yeni
karar almasına karşı çıktı, İslam Konferansı Irak'a saldırıyı külliyen reddetti.” (CD-SNYB).
→ reddet-.
321
kürek kürek:⌠1⌡/Kürekler dolusu, pek çok./ “Bir kısmımız kazıyor, bir kısmımız da, kazılan
çakılları kamyona kürek kürek atıyorduk.” (OK-AY).
→ at-.
küskütük:⌠1⌡/2. mec. Çok sarhoş bir biçimde, çok sarhoş olarak./ “Sabah titrek beyaz
ışıklarla kasabanın zulmetini dağıtıyor ve horozlar öterken Aliye, Gülsüm Hala'nın kolları arasında bir ölü gibi küskütük,
kaskatı, bir daha uyanmayacakmış gibi baygın yatıyordu.” (HEA-VK).
→ yat-.
küstahça: Ø
küt küt:⌠39⌡/Üst üste ‘küt’ sesi çıkararak./ “Yüreğin küt küt atar.” (NE-GT)., “Zaten yüreğim küt
küt vurur...” (NH-YM)., “Yüreği küt küt çarpıyordu.” (NG-BKR)., “Küt küt öksürürler.” (FB-ID)., “Öğretmen okulunun
uzun, loş koridorlarında,, ayağınızda kalın, siyah, lâstik çoraplar, karatıkız, çenenizde et beni, küt küt yürüyorsunuz Müdüre
hanım.” (NM-TK)., “Çektiğin acı ballanmıştır; eski burukluk kekremsiliğini yitirmiştir; geçmişteki coşku, yüreğini artık küt
küt attırmaz.” (İS-DÖV).
→ at- (yürek, kalp) [15], vur- (yürek, kalp) [13], çarp- (yürek, kalp) [3], öksür- [3], yürü-
[3], attır-*, vurul-.
⇒ (yürek, kalp) küt küt atmak (veya vurmak).
küttedek:⌠2⌡/Birdenbire ‘küt’ diye ses çıkararak./ “Her sabah erkenden postacı oraya küttedek
bir yığın zarf, gazete, dergi falan atardı.” (RE-G)., “Susadıkça damlıyor öyle ışıl ışıl ki, öyle saydam Dahası da damıtılmış
su damacanaları tıpalanıyor bana Kucaklanmaz karpuzu atıyorsun o buz saydamlığa küttedek yarılıyor Ve kasıklarıma
apansız bir hayın tekme!” (ME-TŞ).,
→ at-, yarıl-.
kütür kütür:⌠4⌡/2. Kütür ses çıkararak. (yemek)/ “Çalı dibine sinmiş üç yürek birden, kütür
kütür atıyor. (YK-İM1)., “Gökyüzü kütür kütür ediyor, yankılanıyordu.” (YK-OD)., “Gür bir gün doğmuştu. Kütür kütür.”
(YK-OD).
→ at- (yürek), sik-, yankılan-. ║ gün doğ-.
322
L
laakal: Ø
lacerem: Ø
lafzen:⌠1⌡/Sözün gelişine, söylenişine, yapısına göre, yazılı olmayarak./ “Adaylara
lafzen hakarette bulunuyor.” (HT-KAD).
→ hakarette bulun-.
lahza: Ø
lahzacık: Ø
lahzada:⌠11⌡/Çabucak./ “Caminin içi, iç ve dış avluları lahzada yeniçeriyle doldu.” (REK-Y)., “İşli,
işsiz, genç, ihtiyar insanlar kebapevini lahzada doldurmuş, Camgöz'e elleriyle tempo tutuyorlardı.” (OK-C).,
“Muhafızlarının ufak bir ihmali olsaydı lahzada linç edilecekti. (REK-Y)., “Oynak zekâsıyla her şeyi lâhzada
kavrayıvermişti.” (OK-KT)., “Hizmetkârları, ‘Hoca efendi saraya gitti...’ deyince asker derhal hükmünü verdi, efendi tezvir
için kaçmıştı; hoca sarayının kapı kanatları, yeniçeri ve sipahi tekmelerine ancak birkaç dakika dayanabildi; artık tam bir
ihtilal sahnesidir, bu saray lahzada yağma ve tahrip edildi.” (REK-Y).
→ dol-, doldur-, harcan-, kapan-, öldür-, uyandır-. ║ linç edil- [2], kavrayıver-, tahrip
edil-, yağma edil-.
lakayıt:⌠1⌡/2. İlgisiz, aldırmaz, umursamaz, kayıtsız bir biçimde./ “Babıâli'de, sabah
mahmurluğu; tavşankanı çay, eskimiş kâğıt tozu, matbaa mürekkebi kokusu; cıgara dumanları (Birinci Nev'i, Bcfra-Mcığden,
Yenice) birbirine karışıyor; kaderlerinden bir yabancının, roman ya da film kahramanının kaderiymiş gibi, lâkayıt ve
müstehzi söz ediyorlar:…” (Aİ-OKB).
→ söz et-.
→ lakayıt kalmak.
langır lungur: Ø
lapa lapa:⌠2⌡/Yassı ve iri taneler durumunda (kar yağmak)/ “Baktım lapa lapa kar yağıyor.”
(FE-HBM-O)., “Yarım saattenberi mebzul bir kar bulutu parçalanmış, havanın baygın esmerikleri içine iri iri parçalar, lapa
lapa dökülüyordu.” (HZU-AM)., “Solda zelzelede yıkılmış mapusanenin taş yığınına lapa lapa kar düşüyor, derhal eriyor,
sağda kazılmış bağlar, oyulmuş tepeler, devrilmiş çamlar, aç ve garip yoksullar gibi ağızları açık, etekleri yırtık, göğüsleri
çökük, sırtları yaralı, sonsuz bir ıstırap içinde sessizce, Remzi ile İvan'a bakıyorlardı.” (CD-Oİ).
→ dökül- (kar), düş- (kar).
→ lapa lapa yağmak (kar).
lap lap:⌠1⌡/Köpek, kedi vb. hayvanlar ‘lap’ diye sesi çıkararak (su, süt vb. içmek,
{yürümek})/ “Koca atlar böyle lap lap gidiyordu..” (TÖ-TO1).
323
→ git-.
lappadak: Ø
larghetto: Ø
largo: Ø
larp: Ø
larpadak: Ø
latifçe: Ø
laubali:⌠1⌡/3. Aşırı samimi bir biçimde, teklifsizce./ “Delikanlılarla öyle laubali hareket
ediyorlar, «Amerika'da böyledir, erkekle arkadaşlık edilir: iki cins arasında fark yoktur» diyerek bir içli dışlı oluyorlar ki
Ayşen bambaşka.”(RHK-BS).
→ hareket et-.
→ laubali olmak.
laubalice: Ø
laubaliyane:⌠1⌡/Saygısızca./ “Son tuğyan asrında ise kolluk önüne iskemleler atılır veya hasırlar
serilir, üstüne laubaliyane oturur, yan gelip uzanırlar, sabahtan akşama tambura, saz çalarlar, destan, mani, türkü okur,
zırlarlar, gelip geçene ayağa kalkıp selam vermek şöyle dursun, bilakis laf atıp alay ederlerdi.” (REK-Y).
→ otur-.
layıkıyla:⌠9⌡/Gereği gibi, gerektğince./ “Nihayet lâyıkıyla gördüm ve pek iyi anladım ki doğrudan
doğruya tesirat-ı hariciyye atf ve isnadı mümkün olmayan bu gibi esaslı hâlât-ı ruhiyeyi olduğu gibi arzedebilmek ve kafan
teşbihlerin ve mecazâtın muavenet-i ifâdesine hele tahrifata hiç yanaşmamak en belîgane bir surette edâ etmektir.” (BN-
DY1)., “İçerde neler döndüğünü lâyıkıyla öğrenebilseydik, eminim ki Paula Slaviçek'in...” (Aİ-OKB)., “Bunca genç
politikacıyı, gazetelerimiz hangi kadrolarıyla layıkıyla tanıyabilir.” (DC-BSKY)., “Bunu hiçbir zaman lâyıkıyla izah
edemedim.” (GY-GH).
→ gör-, karşılan- (icap), öğren-, tanı-, tanıtıl-. ║ içine sindir-*, izah et-*, meydana
çıkar-, yok et-*.
lebalep:⌠1⌡/Ağzına kadar, silme./ “Sıhhıye'deki Ankara Sineması, lebalep dolmuştu.” (AO-NSBE).
→ dol-.
legato: Ø
lento: Ø
levendane: Ø
lıkır lıkır:⌠6⌡/‘Lık lık’ diye ses çıkararak./ “Lıkır lıkır içtim üstüne iki bardak, soğuk, kireç
bulanığı çeşme suyunu.” (VB-SvB)., “Hüseyin de o bidonlardan birini alıp döktü sonra; eşyaların, at ölüsünün ve onlarda
324
toplanan kaygılı bakışların üstüne bidondaki son damla da düşünceye dek lıkır lıkır döktü ve kibriti çaktı.” (HAT-KHK).,
“Mantarım çıkardı şişenin, lıkır lıkır yudumladı.” (TDK.-ÖÖ)., “Şimdi maaşallah lıkır lıkır yuvarlıyor kadehleri.” (KK-
SE).
→ iç- [3], dök-, yudumla-. ║ kadeh yuvarla-.
⇒ lıkır lıkır içmek.
lop lop:⌠1⌡/İri parçalar durumunda (yemek veya yutmak)/ “Makbule, ‘Atam tutam ben buni
lop lop yutam ben buni,’ diye çocuğu havaya fırlatıp tutuyordu.” (HT-GF).
→ yut-.
loppadak: Ø
lopur lopur: Ø
löpür löpür: Ø
lüpten: Ø
lütfen: X
lütufkârane: Ø
lüzumlu lüzümsuz:⌠3⌡/Yerli yersiz, gerekli gereksiz./ “Kadınların yanında utangaç ve
beceriksizdi; lüzumlu lüzumsuz gülmesi tutuyordu.” (EA-DÖY)., “Bu toy . müdürü küçümsediğini her haliyle belli ediyor,
bir mesele hakkında izahat verirken, lüzumlu lüzumsuz bilgiçlik taslıyordu.” (HT-KSA).
→ bilgiçlik tasla-, dışarı çık-, gülme tut-.
lüzumsuzca:⌠1⌡/Gereksiz olarak, {gereksiz yere}./ “Otelin barında da lüzumsuzca o tiple
tanıştık.” (FŞ-EF).
→ tanış-.
lüzumsuz yere:⌠3⌡/Boş yere, gerek yokken./ “Ve yine mesela pencü se veya şeşü se atsa ilk önce,
mademki, zar ortada görülüyor, lüzumsuz yere, yüksek sesle pencü se veya şeşü se der, sonra, bunu söylemekten maksadı
asıl bu imiş gibi: "Severler güzeli genç ise!" derdi.” (Sİ-İGÇÖ1)., “Cevat Bey, kardeşinin sözlerini sabırla dinliyordu. -
Ragıp, dedi, lüzumsuz yere sinirleniyorsun.” (AA-İGA)., “Nuriye Hanım kim bilir kaç kadeh biradan sonra ve biraz da can
sıkıntısından adeta uyukluyor gibiydi, lüzumsuz yere bir derin Ah! çekti ve ilk gördüğü bir insanmış gibi uzun uzun Hakkı
Celis'in yüzüne baktı: Benimle beraber gelir misiniz? dedi:…” (YKK-KK).
→ de- [3], sinirlen-. ║ ah çek-.
325
M
maada: Ø
maaile:⌠3⌡/Ailece, ev halkıyla birlikte./ “Bakınız bu büyük aşk nasıl başladı: Mavyanlar bir gün
maaile Şişli Ermeni yetimhanesi menfaatine verilen bir müsamereye gitmişlerdi.” (HT-KSA)., “Tee kasım ayına kadar evin
duvarları yosun tutar alimallah. Maaile yeşeririz.” (AA-AD)., “Bir perşembe akşamı maaile atölyeye davet olunduk.” (HT-
KSA).
→ git-, yeşer-. ║ davet olun-.
maalesef: Ø--
maalmemnuniye:⌠4⌡/İsteye isteye, seve seve, memnunlukla, memnuniyetle./ “Bu
teklifi derhal maalmemnuniye (sevinçle) kabul ettim ve tam Yunanlıların İzmir'e girdikleri gün idi ki İstanbul'dan ayrıldım.”
(MB-AK)., “Mademki validesizsiniz, o maalmemnuniye size bu kudsî vazifeyi görür.” (PS-SK).
→ kabul et- [3], vazife gör-.
maatteessüf:⌠6⌡/Maalesef./ “Hayır, maatteessüf, hemen gideceğim.” (YKK-A)., “Nitekim Servet Beyin
misafirlerinden biri ona: Kayınpederiniz nasıl? diye sorduğu vakit o epeyce gülmüş: Maatteessüf, hala ölmedi; biçare adam,
bir türlü Azrail bile alıp götürmek istemiyor! demişti.” (YKK-KK)., “İtiraf etmeliyiz ki, maatteessüf, istediğimiz kadar
yazmaya vaktimiz kalmadığı gibi, kâfi derecede okumaya da imkân bulamıyoruz.” (GY-R)., “Bir maksadı da başka
devletlerin iştihalarını kapamak ve yeni "emrivaki'lere mani olmaktı. Maatteessüf bu gayret ve fedakârlıklar o ihtiras ve
hevesleri durdurmaya muvaffak olamadı.” (HCY-TPH).
→ git-, öl-*. ║ imkân bulama-, muvaffak olama-, tesadüf edeme-.
maç maç: Ø
madde madde:⌠2⌡/Maddeler hâlinde sıralayarak./ “Kanun madde madde yazar.” (YK-OD).
“Program işte bu durumda madde madde tatbik ediliyordu.” (MTT-SS).
→ yaz-. ║ tatbik edil-.
maddeten:⌠5⌡/Madde bakımından, maddi bakımdan, manen karşıtı./ “Ona kavuşabildim
ki artık maddeten ölmüştü.” (SB-HAY). “Maddeten yaşıyor fakat manen ölmüş sayılırdı.” (SB-HAY)., “Maddeten de birçok
yardımlarını gördüm.” (PS-SK).
→ öl-* [2], kolaylaş-, yaşa-. ║ yardım gör-.
maestoso: Ø
mağrurane:⌠1⌡/Mağrurca./ “Zühtü Efendinin daima Memleketin ümit-i âtisi olan genç muallimlerden
istifade ve istinare ettiğini söyleyerek gönül almasına mukabil o, açıkça İrfan ordusu neferlerini tenvir, onlara başçavuşluk
etmek istediğini mağrurane tekrar ederdi Kâtib-i mesulün Muallimler Cemiyetinde çoğu Balkan muhacirlerinden mürekkep
bir partisi vardı.” (RNG-YG).
→ tekrar et-.
326
mağrurca: Ø
mağrurcasına: Ø
mahallece: Ø
mahcubane:⌠3⌡/Mahcupça./ “Biraz mahcubane: -Yahu, Molla, görüşemedik, dedi.” (RNG-YG).
“Benimle göz göze gelince mahcubane başını indirdi.” (RNG-ÇK)., “Göz göze geldikçe zavallı delikanlı, besbelli amele
kıyafetiyle benden su istediğini hatırlıyor, mahcubane gözlerini indiriyordu.” (RNG-ÇK).
→ de-. ║ başını indir-, gözlerini indir-.
mahcupça:⌠1⌡/Mahcup bir biçimde, mahcubane./ “'Bir kızla tanıştım,' dedi mahcupça
gülümseyerek.” (AÜ-SG).
→ de-.
mahfuzen: Ø
mahiye:⌠3⌡/2. Aylık olarak./ “Eşekler olsa, para olsa, erzak olsa Kaptan bu kadar kazanamaz ama,
eşekler, para, erzak olsa da Kaptan olmayıverse, biz mahiye kırk yedi lira yerine altı yüz liradan ziyade kazanırız.” (KT-Gİ).
“Mahiye on iki liradan, yıllığı seksen dört lira tutar.” (KT-Gİ)., “Burada günde seksen kuruş yevmiyeden eline mahiye yirmi
dört lira geçiyor, Üstüne üstelik de eşekler gibi yoruluyordu.” (HT-KSA).
→ kazan-, tut-. ║ ele geç-.
mahkûmane: Ø
mahsuben:⌠1⌡/Hesaba geçirilerek, alacağa sayılarak, hesabına sayılmak üzere./ “Nihayet, hanın kiracılarından iki senelik bedeli icara (Kira bedeli) mahsuben bir avans alındı.” (YKK-KK).
→ avans alın-.
mahsus:⌠76⌡/4. Özellikle/ “-Neden mahsus yapayım?” (AHT-H)., “O: Hayır, hemşireceğim, mahsus
size geldim.” (RNG-ÇK)., ‘Mahdumuma mahsus selâm ederim.’ demekle kalıyor. (YKK-Y)., “Sizi tanımadığı halde
gözlerinizden öptü. Mahsus rica etti.” (RNG-ÇK). ; /5. Bilerek, isteyerek, kasten./ “Bana kalırsa Almanlar bunu
mahsus yapıyorlar.” (KHK-YAH)., “Ben, mahsus bıraktım...” (RNGBKD)., “Hatta o ak sakallı hocayı bile, mahsus
getirmişler.” (RNG-ÇK)., “Leyla Hanım bana Emin'i sordu, ben de evini bilmediğimi söyledim, mahsus; "Belki Bülent Bey
bilir," dedim, mahsus, hani gelip önce sizi görsün diye...” (AMD-O)., “Elmas kızım, seni ihmal ettim amma, mahsus
karanlıkta bıraktım.” (RNG-ÇK). ; /6. Şaka olarak, şakadan./ “Ben onları yakmadım, sana mahsus öyle söyledim.”
(RNG-ÇK)., “Tevfik Efendi kendi bildiğinden şaşmadı: - Mahsus söyledin, ama, bak nasıl çıktı, dedi...” (MŞE-MA)., “Bunu
mahsus mu yaptınız? Cin cin gülmüştü.” (RE-G)., “Hepsine mahsus ağladım...” (GY-H2).
4.⌠20⌡→ yap- [4], gel- [3], çek-, getir-, getirt-, pişir-. ║ selam et- [4], boyasız dur-,
hörmet et-, (ışıkları) yaktır-*, rica et-, yalnız bırak-.
5.⌠36⌡→ yap- [7], bırak- [2], getir- [2], söyle- [2], bekle-, çevir-* (dilden dile), çök-*,
de-, gecik-, görün-, konuş-, sor-, tekrarla-, yaz-*. ║ açık bırak- (düğme), anlamamazlıktan
327
gel-, arkaya kal-, ayağa kalk-*, geri kal-, haber ver-, karanlıkta bırak-, kavga çıkar-, oyuna
kalk-, serbest bırak-, sona sakla-, yerinde say-, yolu uzat-.
6.⌠10⌡→ söyle- [4], yap- [3], ağla-, gıdıkla-, korkut-.
⇒ mahsus yapmak, mahsus söylemek.
mahsusen: Ø
mahzunane: Ø
mahzunca: Ø
makaslama: Ø
maksatlı:⌠2⌡/2. Bilerek, isteyerek, kasıtlı olarak./ “SAVCI (atılarak): Bunlar maksatlı gelmişler
buraya, sayın başyargıcım, duruşmayı çıkmaza sokmak istiyorlar, buradan hemen uzaklaştırılmalarım diliyorum!” (TO-SS).,
“Öyle bir zaman da yaşamaktayız ki, maalesef şartlar, en temiz aşkları çamura buluyor; hayır, karşınıza maksatlı çıkmadım,
benim için umulmadık bir şanstınız, bu şansa dört elle sarıldığım bir gerçek; ….” (Aİ-OKB).
→ gel-. ║ karşısına çık-*.
maksatsız:⌠3⌡/2. Bilmeden, istemeden, kasıtsız olarak./ “Şehzadebaşı'nda maksatsız dolaştı,
bir kahveye girip oturdu, gazeteleri okudu. (PS-FH)., “Kahramanları var, adsız Dolaşırlar şu dünyayı; Gezip tozarlar
maksatsız.” (ANA-BBRB).
→ dolaş-, oku-. ║ seyret-, gezip toz-.
malca: Ø
malen: Ø
malulen:⌠3⌡/1. Sakat, hasta bir biçimde./ “Ø”. ; /2. Hastalık, sakatlık sebebiyle./ “1917'de hastalandı, 1918'de malulen emekli oldu.” (OCK-KE)., “Yüzbaşılığa terfi etti, bir madalya aldı, bacağı yüzünden
malulen emekliye ayrıldı.” (EA-DÖY).
1.⌠3⌡→ emekliye ayrıl- [2], emekli ol-.
2.⌠-⌡→ Ø
⇒ malulen emekliye ayrılmak (veya olmak)
malum: Ø--
mamafih: Ø--
manaca:⌠1⌡/Anlamca./ “Birçok grameri düzgün cümleler ağzından yavaş yavaş dökülür, fakat bu
cümleler, hattâ bu cümlelerin içindeki kelimeler birbirine mânaca bağlanamazdı.” (SA-K/S).
→ birbirine bağla- (kelimeleri)
manen:⌠11⌡/Kişinin iç dünyası yönünden, manevi bakımdan, maddeten karşıtı./ “Canım ruhen yani manen anlaşamıyorlarmış.” (İO-LBA)., “Sadece manen yaşıyordu.” (HT-GF)., “Sevişenler bu saz
328
âleminin maneviyâtı içinde manen buluşurlardı.” (AŞH-BM)., “Evet, yaptın bir cahillik ama, manen çektin cezasını.” (OK-
KT).
→ anlaş-* [2], yaşa- [2], buluş-, büyü-, donan-, kıyıl- {acımamak}. ║ ceza çek-, inşa
edil-, perişan ol-.
mantıkça: Ø
mantıken: Ø
manyakça: Ø
marifetiyle: Ø--
masa başında:⌠4⌡/Uygulamaya yönelik olup olmadığına bakmaksızın tartışarak,
konuşarak, görüşerek./ “Dedim ya, bugünün genç gazetecileri masa başında haber arıyorlar.” (DC-BSKY)., “Birinci
kata çıktılar, Paşa bürosunda masa başında çalışıyor, Salih Bozok da notlar alıyordu.” (HT-GF).
→ çalış- [2]. ║ gazetecilik yap-, haber ara-, not al-.
⇒ masa başında çalışmak.
maskaraca: Ø
maskesiz: Ø
masrafsız: Ø
masumane:⌠1⌡/Masumca./ “Nazır masumane gülüyordu.” (MŞE-MA)
→ gül-.
masumca:⌠1⌡/Suçsuz, temiz, masum bir biçimde, masumane./ “Boynunu, masumca büktü:
‘...kısmet!’ dedi.” (Aİ-YK).
→ boyun bük-.
mealen:⌠2⌡/Anlam olarak, anlamca./ “Ø”. ; //Yaklaşık olarak, özetle.// “Mealen demiştim
ki, ‘Ahmet sadece notaları seslendirmiyor, onlara kalbinin sesini ve ritmini de ilave ediyor.’” (BA-YYY)., “Bir kâfirin türlü
tereddütlerden, inkâra yeltenmelerinden sonra, nasıl hidayete erdiğinin hikâyesidir bu kitapçık, dedim mealen ve kitabımın
son bölümünden pasajlar okudum.” (VB-SvB).
/.../⌠-⌡→ Ø
//…//⌠2⌡→ de- [2].
mebni: Ø
mecazen: Ø
mecburen:⌠18⌡/Kendi isteğinin dışında, zorla, kaçınılmaz, zorunlu olarak./ “Sonunda
Yunus bey de mecburen: ‘- Ediyoruz...’ dedi.” (TB-KA)., “Böceği oluşturan diğer teşbih taneleri olarak mecburen biz de
durduk.” (AA-AD)., “Mehpare Hanım'ı, 'bir gâvura kaçmış orospu' olarak gördüklerinden, mecburen yabancı görevlilerle
329
ve yerli Rumların zenginleriyle görüşüyorlardı.” (AA-İGA)., “…. her sabah bir o, bir de ben oluyorum okulda herkesten
önce, mecburen arkadaş olduk, başka bir bölümde okuyordu, ….” (LT-OÖY)., “O haber vasıtasıyla mecburen konuya
girdik.” (OS-HT).
→ de- [2], dur- [2], dön-, gevele-, git-, görüş-, gözet-, katıl-, savun-, yolla-, yürü-. ║
arkadaş ol-, devam et-, işi rölantide götür-, konuya gir-, yola çık-.
meccanen:⌠2⌡/Parasız olarak, bedava./ “Anadolu'ya nakledildi; şehri arzusu ile terkedecek
emekliler, gidecekleri yere 'meccanen' götürülecekmiş; 'unlu maddeler' yavaş yavaş vitrinlerden çekilmektedir.” (Aİ-OKB).,
“Size meccanen veriyorlar, siz bilirsiniz, dedi.” (YK-KSİ).
→ götürül-, ver-.
mecnunane: Ø
mecnunca: Ø
melfufen: Ø
mel mel:--
→ mel mel bakmak.
melül mahzun:⌠2⌡/Çok üzgün, sıkıntılı, ağlamaklı bir biçimde./ “Elbet garib olur garip
kişinin yavuklusu; Büker de boyuncağzını kor gider melul mahzun...” (AMD-BŞ)., “Rakı, su, ufak tefek meze, melul mahzun
bana bakıyor.” (HA-SİE).
→ bak-. ║ kor gider.
memnunca: Ø
memnuniyetle:⌠35⌡/Kıvanç duyarak, kıvançla./ “O bütün hayatının hemen hemen her gününü
böyle memnuniyetle hatırlıyordu.” (SD-FC)., “Ata'mızın geçirdikleri büyük ve şiddetli buhrandan sonra her gün biraz daha
iyileşmekte olduklarını memnuniyetle görmekteyiz.” (SB-HAY)., “Çoktandır görüşmemiş olan iki kardeş, muhabbetle
sarıldılar, içine düştükleri kavgada böyle kaygısız ve sevgiyle sarılabilecekleri bir kardeşe sahip olmanın güvenini
memnuniyetle hissettiler. - Nasılsın Ragıp?” (AA-İGA). ; //Seve seve, isteyerek, memnun bir biçimde.// “Neşretmiş bulundukları beyannameyi büyük bir memnuniyetle okudum.” (NSÖ-AD)., “Gözlerin etrafa memnuniyetle
bakar ve sen de gevezelik edecek bir arkadaş aramaya başlarsın.” (SA-İÇ)., “Memleketinizi memnuniyetle tekrar
göreceğim.” (MB-AK)., “Bu sebeplerden Türkiye'de 12 Eylül 1980 hareketi Amerika tarafından memnuniyetle
karşılanmıştır.” (FA-YST)., “13 Martta Güvenlik Konseyine sunduğu raporda bu müsait ve müsbet havayı memnuniyetle
belirtiyor ….” (FA-YST)., “Kabul ettik de gitti, hem de memnuniyetle.” (YK-KSİ)., “İstediği izni memnuniyetle verdim.”
(ES-SUYK).
/…/⌠7⌡→ hatırla- [2], gör-, karşıla-, karşılan-. ║ hisset-, mektup al-.
//…//⌠28⌡→ oku- [3], bak- [2], gör- [2], karşılan- [2], açıkla-, belirt-, de-, git-, gülümse-
, izle-, katlan-, söyle-, ver-. ║ kabul et- [3], cevap yaz-, külfet taşı-, müsaade göster-, vazife
ver-, yardımcı ol-, dava al-, izin ver-.
mepsuten: Ø
330
merdane:⌠2⌡/2. Mertçe, {kahramanca}./ “İçlerinde bahadır olanlar ok atıp ve kılıç çalıp merdane
cenkleşiyorlardı.” (REK-Y)., “Biz "merdane ölmüş" diyeceğiz.” (REK-Y)., “….o taraftaki kapıyı açıp yeniçerilere sıkı ateş
edip atlarla fırlayalım, eşkıyayı yarıp selamete çıkarsak ne âlâ, olmazsa merdane vuruşup ölürüz!.. dedi.” (REK-Y).
→ cenkleş-, öl-. ║ vuruşup öl-.
merhameten: Ø
merhametsizce:⌠4⌡/Merhamet etmeksizin, merhametsiz bir biçimde, acımadan./ “Durdum merhametsizce, kımıldamadan.” (AKB-BŞ)., “Rüzgâr merhametsizce ahırların tenekelerini parçalıyor, dar
yolların tozunu, toprağını, toprakta ne varsa hepsini, samanları, kuru yaprakları, kuş kanatlarını, çalıları ;; savurarak,
karman çorman ederek havaya uçuyordu.” (CD-Oİ)., “Hükümete gelince, elde tuttuğu hâkim bir sınıf tarafından
(Ermenilerin mahvedilmesi için) kabul ettirilmiş olan bir siyaseti teşvik ve merhametsizce takip etmektedir.” (HCY-TPH).
→ dur-, parçala-. ║ çekip al- {öldürmek}, takip et-, teşvik et-.
merkezce: Ø
mertçe:⌠15⌡/Erkeğe yakışır biçimde, yiğitçe, merdane./ “Hemen ilave edelim ki bu dalgınlığa
rağmen Yanık muhafızı ve askerler, mertçe dövüşmüş ve mertçe ölmüşlerdir.” (MTT-SS)., “Dürüst namuslu mertçe sevdim
onu.” (OA-KB)., “Kara Kadı, şehzadeye doğru ilerledi, mertçe selamladı, "Şehzadem" dedi, "izin verirsen davayı
anlatayım.” (MTT-SS)., “Polisten korkmadan kızarıyor, bunu, kaşlarını çatışını saklamıyor, açıkça mertçe ortaya
koyuyordu.” (NM-TÖ2).,
→ dövüş- [2], öl- [2], sev- [2], selamla-, sor-, söyle-, vuruş-*, yaşa-. ║ iş yap-, cevap
iste-, ortaya koy-.
mesabesinde: Ø
mesafeli:⌠7⌡/3. mec. İlişkilerde içtenliğe yer vermeyen bir biçimde./ “Masadaki herkesle
eşit ölçüde ilgileniyor, adının Massimo olduğunu öğrendiği İtalyan gazeteciye, sıcak ama mesafeli davranıyordu;
gereğinden fazla ilgi göstermediği gibi, neredeyse çok da önemsemiyormuş görünüyordu.” (MM-ÜAKO)., “Böylece site
sakinleri daha mesafeli duruyorlar ve mesleğim fazlaca meraklarını çekmiyor.” (AÜ-SG)., “Cevat Bey'in kardeşi olmasının
ona sağladığı ayrıcalığa uygun bir biçimde saygıyla ama epeyce mesafeli karşıladılar.” (AA-İGA).
→ davran- [2], dur- [3], karşıla-.
⇒ mesafeli davranmak, mesafeli durmak.
meslek icabı:⌠2⌡/Mesleğinin gereği olarak./ “Artist bu! Meslek icabı seninle de gezer, onunla da.”
(SD-FC)., “Sonradan şiiri niye bıraktığınızı sorabilir miyim? Meslek icabı.” (GY-R).
→ sor-, gez-.
mestane:⌠1⌡/Sarhoş gibi, kendinden geçmişçesine./ “Bir de yağmur sesi var ki, Sabahattin ona
da aşıkane, mestane kulak kabartır.” (SB-BŞM).
→ kulak kabart-.
mesudane: Ø
331
mesutça: Ø
meşruten: Ø
metazori: Ø
mevkufen: Ø
mevsimlik: Ø
mıncık mıncık: Ø
mırıl mırıl:⌠25⌡/Mırıltılı ses çıkararak./ “Sarı1 Mustafa, piposu ağzında, kısa nefesler çekerek, mırıl
mırıl anlatıyor; ….” (Aİ-OKB)., “Mırıl mırıl bir şeyler konuşuluyor fakat o kadar çok insan mırıldıyor ki uğulduyor salon.”
(NH-MİM4)., “Mırıl mırıl kendi kendine konuşuyordu: Kuru kurallarım benim!” (PC-K)., “Ninem bir şeyler okurdu yatakta
mırıl mırıl.” (F-PY)., “Kendi havası içinde gözlerini yummuş, mırıl mırıl duasını okuyordu.” (Sİ-İGÇÖ2)., “İnleyen işçiyi
kucağına alıp, acı çeken çocuğunu avutan bir anne gibi, ona mırıl mırıl bir şeyler söyleyip durdu.” (MU-BDA).
→ anlat- [5], konuş- [5], oku- [5], söyle- [2], konuşul-, söylen-, tekrarla-, yinele-. ║ dua
oku-, yan git-, okuyup dur-, söyleyip dur-.
⇒ mırıl mırıl anlatmak (veya konuşmak), mırıl mırıl okumak
mışıl mışıl:⌠1⌡/‘Rahat, sessiz ve derin soluk alarak uyumak’ anlamındaki mışıl mışıl
uyumak deyiminde geçer./ “Ø”. ; //Sessizce, sakince.// “Sabah "hapı yuttuğunda" itişmeden sıraya girip
mışıl mışıl dersini dinliyor.” (CD-KB).
/.../⌠-⌡→ Ø
//…//⌠1⌡→ dinle-.
→ mışıl mışıl uyumak.
mızmızca: Ø
milim:⌠2⌡/ mec. 2. En küçük veya en az miktarda./ “Yamandı Patriyot'un planı... milim
aksamadı.” (KT-YS)., “Bu amaç, Yunan 'Megalo İdeası' /?/ ve o günden bu güne, milim değişmemiştir.” (TA-NB).
→ aksa-*, değiş-*.
→ milim oynamamak, milim şaşmamak.
milimetre: Ø
milimi milimine: Ø
milim milim:⌠4⌡/En ince ölçümlerle./ “Ø”. ; //Çok küçük mesafe aralıklarıyla.// “Sevgilim seni milim milim öperim.” (GD-ADM)., “Sırtından aşağı... Milim milim yokluyorum, kemiklerini sayıyorum
baktım ki...” (LT-OÖY)., “Milim milim sağa kayıyorum, birden o bulutu görüp ayıldım, bir bulutun köşesi doksan derecelik
açı yapmıştı.” (LT-OÖY).
/…/⌠-⌡→ Ø
332
//…//⌠4⌡→ öp-, sür- {kaydırmak}, yokla-. ║ sağa kay-.
milletçe:⌠13⌡/Millet tarafından, millete göre, millet olarak./ “Atacağız da... milletçe
ayaklandık, silaha sarıldık.” (SK-D)., “Milletçe savaşıyoruz ve uyanıyoruz.” (TÖ-ŞÇT)., “Köylü Kadın 1 - Buğdayı milletçe
çoktan unuttuk bacım, bilmez misin?” (BE-Ç)., “Vatan bir bütün olarak ele alınmalı idi ve kurtuluş için milletçe yurt
ölçüsünde tedbirler ve çareler aranıp bulunmalı idi.” (FRA-Ç)., “Biz, milletçe bu iş etrafında seferber olmalıyız.” (AHT-
YG).
→ ayaklan-, bil-*, görül-, savaş-, sor-, unut-, uyan-. ║ çare ara-, çareler arayıp bul-,
hastalığın pençesine düş-, ihmal et-, karşı dur-, seferber ol-, silaha sarıl-, tatbik olun-, tedbirler
arayıp bul-.
minnettarane:⌠1⌡/Minnettarca./ “Yarı açık pencerelerin kafeslerinden bahar ona ilk kokularını ve
serin rüzgârlarını gönderiyor, bunları minnettarane ikram ediyordu...” (GY-H1).
→ ikram et-.
minnettarca: Ø
miskinane: Ø
miskince: Ø
motamot: Ø
muahharen: Ø
mucibince: Ø--
muhakkak:⌠81⌡/2. Yüzde yüz, {kesin olarak, kesinlikle}./ “Ve bu muhakkak olacaktı.”
(KHK-YAH)., “Arkasına düşselerdi, şimdiye kadar muhakkak gelirlerdi.” (SK-D)., “Akşam da söyledim ya, bekleriz, bir gün
muhakkak bekleriz, sana verdiğim adrese gelir, bir iki gece bizde kalırsın değil mi?” (OCK-KE)., “Karıştırıyorum
muhakkak, üst üste bindiriyorum imgeleri.” (BK-USBGA)., “O kadar kızmıştım ki, hatırlıyorum, tekrar yapacağım,
muhakkak yapacağım, veya onları çok kızdıracak başka bir şey yapmam lazım diye planlar kuruyordum.” (LN-BD).,
“Bodrum'da kalsanız da başka yere taşınsanız da bu sene muhakkak buluşalım.” (CKM)., “Şimdi burada neler çektiğimi
görse kendisini kurtardığım için muhakkak bana teşekkür ederdi.” (RNG-YD).
→ gel-* [12], ol- [7], bekle- [3], karıştır- [3], tanı- [3], git- [2], gör-* [2], sev- [2], sevin-
[2], uğra- [2], yap- [2], aklan-, aksa-, bil-, bul-, buluş-, çık-, dayan-*, değiştir-, diren-, dokun-,
dön-, düş-, düzel-, gülümse-, konuş-, oku-, öğret-, öl-, öldür-, seviş-, temizle- {öldürmek},
toplan-, ver-, yararlan-, ye-. ║ affettir-, azmet-, göz at-, hazır bulun-, hisset-, hücum et-,
intihar et-, kan dökül-, ömrü arttır-, seyret-, vicdan azabı çek-, payı ol-, teşekkür et-, traş ol-,
ucu dokun-.
muhtasaran: Ø
muhtemelen:⌠4⌡/Umulur ki, beklenir ki, görünüşe bakılırsa, {büyük olasılıkla.}/ “Ana
baba burada muhtemelen, "Ben yüzde yüz haklıyım, sen sıfırsın" demektedir.” (ÜD-KŞ)., “Eğer Sayın Rektör bu talebini
333
başka bir biçimde dile getirmiş olsaydı, muhtemelen sorun çözümlenecekti.” (TA-NB)., “Kadın, polisin kendisinden
ayrıldığı yerde, eli bahçe kapısının büyük mandalında, eve arkası dönük, kendisini izleyen insanları muhtemelen görmüyor,
ama onlara doğru bakıyordu.” (ÜK-BDG)., “Muhtemelen "sapık" olduğumuzu düşünmüştü.” (BB-BBÇ).
→ çözümlen- (sorun), de-, düşün-, gör-*.
makabil: Ø--
makaddema: Ø
muntazam:⌠22⌡/3. Düzenli, sürekli ve düzgün bir biçimde./ “Sen sade bana muntazam
mektup yaz, çok sinirlenme, olmaz mı?” (GD-ADM)., “Aylıklar, hiçbir zaman bu kadar muntazam çıkmamıştı.” (YKK-Y).,
“Hiç bir tiyatro bu kadar muntazam ve güzel hazırlanamazdı.” (AHT-YG)., “Ben de, boş kalmasınlar diye derslerini
muntazam verdim.” (OA-BBAR).,
→ yaz- [2] çık-* (aylık) {maaş al-} [2], anlaşıl-, çalış-, giyin-, hatırla-, işle- (motor),
tara-, taran-, yürü-. ║ ders ver-, devam et-, haber al-, hazırlan-*, ilaç al-, maaş al-*, şaap- {şey
yap-}, takip et-, yem ver-, yemek ye-.
muntazaman:⌠17⌡/Düzenli olarak./ “Artık kafam sadece ve muntazaman buna çalışıyor.” (FŞ-EF).,
“Şu Hayrı, akşamları muntazaman evine gelir, şu Hayri'nin rakısı yoktur.” (SFA-HBSK)., “Bundan başka o, küçük Durmuş
vasıtasıyla Tosun Beyle muntazaman mektuplaşıyordu.” (HEA-VK)., “BABA Sen de ilaçlarını muntazaman al...” (TÖ-
TO1)., “Gazeteleri muntazaman takip ediyorsam da aldığım malûmatla iktifa edemiyorum.” (SB-HAY)., “Benî unutmadın,
kitaplarını çıktıkça muntazaman yolladın.” (CKM).
→ çalış-, diz-, gel-, iç-, mektuplaş-, oku-, yolla-. ║ takip et- (gazete, dergi vb.) [2], fiş
kes-, hal hatır sor-, hesap ver-, ilaç al-, maç yap-, mektup al-, naklet- (mal), takip et-, vergi
öde-.
muslihane: Ø
mutlak:⌠55⌡/3. Kesin olarak, mutlaka./ “O kızı bana almazsanız mutlak ölürüm, diyor.” (PNB-
AGUG)., “Emine onu mutlak tanırdı, tanırdı elbette.” (TB-KA)., “Şeytanın kızı, gözünde cehennem alevleriyle mutlak yarın
odama gelecek, dedi.” (HEA-VK)., “Hiç sapıtmaz, mutlak bilirdi.” (YK-İM1)., “Haftaya mutlak bekle...” (KT-Gİ)., “Bu iki
şeyi mutlak, mutlak elde edecekti. (HEA-VK).
→ öl- [4], bul- [2], gel- [2], iste- [2], ol- [2], var- [2], yetiş- [2], as-, başar-, beğen-, bekle-
, bil-, çağır-, duy-, gerçekleştir-, getir-, git-, gizle-, incelen-, iyileş-, kazan-, koru-, kur-,
kurtar-, öğren-, öldür-, rastla-, tanı-, tut-, uğra-, ulaş-, ver-, vur-, yaz-, yen-. ║ elde et- [2],
tutup getir-, hükmü yürü-, imha et-, kahrından öl-, intikam al-, kendini öldür-, nedamet çek-,
ortadan kaldır-, taarruz ol-, teşrif et-, akla gel-.
mutlaka:⌠497⌡/Kesinlikle./ “ Gurbet mutlaka olacaktır. ” (AT-KUbŞ).. “"Geliriz" dedi Sevil, "mutlaka
geliriz."” (Sİ-DSG)., “Adam: Yok... -dedi-. îçeri girmeden önce mutlaka bulacağım onu.” (ÇA-BAG)., “- Sen de mutlaka
uğra savcılığa -dedi-.” (ÇA-BAG)., “Bir kere o dakika mutlaka çocuğunun yanında bulunmalıydı.” (RNG-YD)., “Bunu
mutlaka yapacağım!..” (VŞA)., “Ama bunu deneyeceğim mutlaka.” (MU-BDA)., “Ağanm kulağına giderse ki mutlaka
gidecekti,” (OK-KT)., “Beni mutlaka öldürür, mutlaka...” (OK-AY)., “"Ve babanın evinde olduğunu mutlaka bildir."” (AK-
334
AA)., “Gözle okuduktan sonra, mutlaka yüksek sesle okumak isteyeceksin.” (ZA-MAAİ)., “…bu hususta belki yardımcı
olabilirim, beni mutlaka arasın!»” (Aİ-OKB)., “Bu hafta girişeceğim yeni ataklarda mutlaka başarılı olacağım.” (PK-
BCR)., “Buraya gelmesini önleyin ve bana mutlaka haber ulaştırın," diye yalvardı Polat.” (AK-AA)., “Evet, özellikle çiçek
buketini mutlaka ve tezelden tedarik etmeliydi.” (KB-DÇ)., “Hak, mutlaka muzaffer olur. (RNG-YG).
→ ol- [36], gel- [34], bul- [16], uğra- [15], gör- [13], bulun- (bir yerde, durumda) [12],
yap- [12], bil- [11], öl-* [11], git- [10], iste- [10], ara- [8], bekle- [8], yen- [8], al- [7], söyle- [7],
yaz- [7], gerek-* [5], oku- [5], bildir- [4], değiş- [4], hatırla- [4], tanı- [4], bit- [3], çalış- [3], çık-
[3], dene- [3], konuş- [3], öde-* [3], öldür- [3], uyandır- [3], anla- [2], anlaş- [2], ayrıl- [2], bak-
[2], dinle- [2], duy- [2], geç- [2], görüş- [2], gül- [2], iyileş- [2], kazan- [2], kurtar- [2], okun- [2],
öğren- [2], rastla- [2], ulaş- [2], unut- [2], uyan- [2], var- [2], ver- [2], yakalan- [2], yapıl- [2],
anımsa-, anlat-, as- {idam etmek}, aş-, ayaklan-, başar-, başarıl-, başkalaş-, başla-, batır-,
beklen-, belirt-, belirtil-, benze-, çalın-, dayan-, de-, değin-, destekle-, don-, döv-, düşün-,
düzelt-, eğlen-, enselen-, etkile-, evlen-, geber-, gerektir-, görün-, görüştür-, götür-, gözle-,
hastalan-, hırpala-, hoşlan-, ilgilen-, isten-, izle-, karşılaş-, kıstır-, kıy-, konuştur-, kurtul-,
kuru-, kurula-, kutla-, okut-, otur-, öğrenil-, öğretil-, pençeleş-, piş-, sağlan-, seç-, seslen-,
seviş-, sor-, soy-, söylen-, sürdür-, şaşır-, taşı-, tıkan-, uyar-, uyu-, veril-, yaptır-, yargılan-,
yaşa-, yayımla-, yazıl-, zehirle-. ║ başarılı ol- [2], birlikte ol- [2], çare bul- [2], haber ver- [2],
intihar et- [2], intikam al- [3], kaybet- [2], mesut ol- [2], muvaffak ol- [2], muzaffer ol- [2],
sözünü geri al- [2], telefon et- [2], ağaç dik-, aklı çık-, altından çapanoğlu çık-, altını çiz-,
(bağlantı) kop-, bahane bul-, başına çorap ör-, başını ez-, başvur-, bedbaht et-, beraat ettir-, bir
bok ye-, canını dişine tak-, cevap al-, cevap iste-, cevap ver-, cezasını çek-, dediği çık-, devam
et-, dikkatini celbet-, dikkat çek-, düş gör-, (düşmanı) kov-, el ele ver-, felakete uğra-, galip
gel-, garip karşılan-, geri dön-, geri gel-, gidişi durdur-, haber gel-, haber getir-, haber ulaş-,
haber ulaştır-, haberi ol-, harekete geçir-, heyecanlan-, hoşgörü göster-, iblağ ettir-, ikaz et-,
iki kadeh at-, imtihana gir-, isyan et-, iş ver-, işgal et-, işin içinde ol-, itiraz et-, kendine kıy-,
kendini öldür-, kıyamet kop-, kötülük et-, kulağına gel-, lüzum gör-, mahkemeye ver-, mektup
sal-, mutlu ol-, nihayet bul-, okula başla-, ortaya çık-, oy kullan-, önemi art-, patlak ver-,
pişmanlık duy-, rahatsız et- {uğramak}, rüya gör-, sağlığı yerine gel-, sahip ol-, savaş ol-,
selâmet bul-, sonunu getir-, tedarik et-, tedavi ol-, teşhir edil-, yanlış işit-, yemek ye-, yere ser-
, yola çık-. ║ çıkıp gel-, gidip bak-.
mutluca:⌠1⌡/2. Mutlu bir biçimde./ “İlk evlilik dönemi mutluca geçer.” (HT-ÖTÖ).
→ geç- (dönem).
muttasıl:⌠35⌡/2. Aralık vermeden, aralıksız, hiç durmadan, biteviye./ “Avrupa'nın
eskiliklerini muttasıl bozdu, muttasıl bozuyor, muttasıl bozacaktır.” (YKB-Aİ)., “Zehra, bu gece yorgunluğuna rağmen,
335
muttasıl dönüyor… uyuyamıyordu.” (RHK-MH)., “Fakat, arkadan, muttasıl geliyor, muttasıl geliyor... Bu sesi tanımamak
mümkün değildi.” (YKK-A)., “Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller Sular mı
yandı?” (AO-NSBE)., “Nuri Bey muttasıl ısrar ediyordu.” (YKB-SEP)., “Kimisi sokağa, duvarlara bakıyor, birisi de
muttasıl: «Orada yazılı!» deyip duruyordu.” (MŞE-VÇ).
→ boz- [3], dön- [2], gel- (ses) [2], söyle- [2], ara-, bağır-, büyü-, çalış-, çek- {cezp
etmek}, değiş-, dövül- (tokmak), düşün-, düşür-, gevele- {tekrarlamak}, git-, kana-, kus-,
öğür-, sar-, say-, seslen-, uzan-. ║ bahis aç-, başını yere eğ-, davet et-, etrafında dolaş-,
gözünü kaçır-, ısrar et-, irtifa arttır-, istilâ et-. ║ deyip dur-.
muvacehesinde: Ø
muvakkaten:⌠6⌡/Az zaman süresince, geçici olarak, eğreti olarak./ “Bu nutuktan sonra
ziyafet bitti, davetliler yatsı ezanından sonra karşı camide okunacak mevlûtta tekrar toplanmak üzere muvakkaten dağıldı.”
(RNG-YG)., “Zaten muvakkaten kurulmuştu. 70 senelik vazifesini gördü.” (OS-HT)., “Ata Efendi ile yengesi muvakkaten
oraya taşınırlardı; Feride ile kocası Gedikpaşa'da kalırlardı.” (RHK-BS)., “Herkesin nazarında aşikârdır ki bu bulunan
parçalar, bahçenin iç taraçalarına dizilecekleri güne kadar, orada muvakkaten terkedildiler.” (YKB-Aİ).
→ dağıl-, kurul-, taşın-, yerleş-. ║ terk edil-, teskin et-.
muzafferane:⌠2⌡/Muzafferce./ “Nihayet muzafferane gelir.” (SFA-SS)., “Istırapla kıvranmakta ve
anlaşılmaz bir şeyler mırıldanmakta olan Davalaciro'nun halini bir müddet seyrettikten sonra, muzafferane, gitti!...” (AMD-
O).
→ gel-, git-.
muzafferce: Ø
muzipçe:⌠1⌡/Muzibe yakışır biçimde, muzip gibi./ “‘bana izin’ bile demedin bir Ümit'in hopuna
binip muzipçe bizi son kez hayretler denizinin diplerine ittin…” (KŞY-2002).
→ it-.
mücerret: Ø
mükâfaten:⌠1⌡/Ödül olarak./ “Bak, dedim, birader. «Kivi»nin talim terbiyesinde gösterdiğin dikkat ve
gayretinden pek memnun olduk, hatta buna mükâfaten Enişte Bey'in, mübarek halan, teyzelerin, nineciğin ve nihayet işte ben
sana Selime'yi veriyoruz.” (MŞE-VÇ).
→ ver-.
mükemmelen:⌠3⌡/Eksiksiz, kusursuz olarak./ “Avrupalılar ve Amerikalılarca henüz malûm
olmayan yepyeni siyasî metotlar tatbik etmekte ve rakiplerinin en küçük hatalarından bile mükemmelen istifade etmesini
bilmektedir.” (MB-AK)., “Nitekim, bir müddet sonra, kimin gerçekten faal, kimin havyarcı olduğunu mükemmelen
öğrendi.” (HT-KSA)., “Vaktimiz olsa size:bunu mükemmelen izah ederdim Fizik kaideleri... Müstefit olurum.” (RHK-BS).
→ bil-, öğren-. ║ izah et-.
mükerreren:⌠1⌡/Tekrarlanarak, tekrar edilmiş olarak./ “…hayatının muayyen anlarını
mükerreren yaşıyor, aynı ıstırabı tekrar tekrar çekiyorsun;…”(Aİ-OKB).
336
→ yaşa-.
mümkün mertebe:⌠7⌡/Olabildiğince, yapabildiği kadar./ “Sen kendine iyi bak, mümkün
mertebe dinlen.” (GD-ADM)., “Bunlar, ikide, birde kendilerini rüyalarından uyandıran, etraflarına bakmaya, söylemeye,
düşünmeye mecbur eden insanlardan mümkün mertebe kaçınırlar, munis, dilsiz hayvanlardan daha fazla hoşlanırlar.”
(RNGBKD)., “Ahmet Ziya, kanadının altında o, masa masa dolaşmış; 'keyfiyeti', ikisine de kuşkuyla bakan, çoğu tombul ve
kılıksız, kimisi açıkça haşin kadın memurlara; 'mümkün mertebe izah etmişti'; ….” (Aİ-OKB)., “Kendisinden ders alan
Almanların rica ederek ders saatlerini mümkün mertebe tebdil etti.” (HZU-MvS).
→ dinlen-, kaçın-, koru-. ║ izah et-, mücadele et-, tebdil et-, ter al-.
münasebetiyle: Ø--
münasebetli münasebetsiz: Ø
münavebeli: Ø
münferiden: Ø
münhasıran:⌠2⌡/Yalnız, özellikle./ “Fakat Kruşçev'in düşmesine münhasıran Çin meselesinin sebep
olduğu söylenemez.” (FA-YST)., “Kampta münhasıran ondan bahsediliyordu.” (RNGBKD).
→ söylen-*. ║ bahsedil-.
müphem:⌠1⌡/2. Belli belirsiz bir biçimde./ “Fakat nereden geldiği belli olmayan bir ışığı
kendisinde toplayarak saf ve cilâlı billur, büyük ve uzak suların bazı mehtapsız gece saatlarındaki esmer maden panltısıyla,
tıpkı bilinmeyen bir kadere açılan bir yol gibi, müphem ve tılsımlı parıldıyordu teyzemlerin Gedikpaşa'daki evinde...” (AB-
YÖBV).
→ parla-.
müreffehen: Ø
müstacelen: Ø
müstakilen:⌠1⌡/Bağımsız olarak./ “Ø”. ; //Özgün olarak, özgün bir biçimde.// “Nasıl
yeni hikâye, yeni şiir, eski sanat dergilerine siftinmek, yaranmak suretiyle değil, kendini müstakilen kabul ettirmişse Yeni
Türk tiyatrosu da miadı geçmiş eski değerlere bağlı, bürokratik ve bağımsızlıktan yoksun, mevcut tiyatrolara yaranmak
suretiyle değil, kendi tiyatrosunu müellifinden idarecisine, aktöründen de koratörüne kadar kendi yetiştirmek suretiyle
tutunacaktır.” (GY-R).
/…/⌠-⌡→ Ø
//…//⌠1⌡→ kendini kabul ettir-.
müstemirren: Ø
müsteniden: Ø
müstesna: Ø
337
müştereken:⌠9⌡/Ortaklaşa, birlikte, el birliğiyle./ “Onun arkadaşları olan çocuklar sonradan
vekillik yapan Halûk Şaman ve daha ikisi ile müştereken bir futbol topu aldık.” (SB-HAY)., “Bu durumu müttefikimiz
İngiltere Hükümeti ile müştereken inceleyip düşünmekteyiz.” (Aİ-OKB)., “Eğer mahalleli müştereken bir harekete
geçmiyorsa, bunun sebebi; işe Kaymakam'ın da karışmış olmasında, fakat daha ziyade, bu gibi şeylere önayak olacak
kimselerin askere alınmış bulunmasındaydı.” (SA-KY)., “Tekmil Anadolu ahalisi istiklali milliyi tahlis için baştan aşağı
yekvücut bir hale getirilmiş ve bilaistisna tekmil kumanda heyetleri ve arkadaşlarımız yüksek bir fedakari ile müştereken
ittihazı karar eylemiştir.” (EK-DT..A).
→ al-, duy- (hülya), düşün-, süz- {bakmak}, yap-, yat-. ║ deruhte et-, harekete geç-*,
karar eyle-.
müteakiben:⌠3⌡/Sonra, arkadan, ardı sıra./ “İki eliyle uçlarından tuttu, kemali ihtimamla
kulaklarına taktıktan sonra, mektuplardan birini açtı, bir müddet sessiz sessiz kendisi okudu, tekrar yerine koydu;
müteakiben bir diğerini aldı, ötesine berisine göz gezdirdi ve damadına: Dinleyiniz rica ederim, dedi.” (YKK-KK)., “Ne
sorsam, manyak bir deliymişim gibi bir bana, müteakiben birbirlerine dikiz ediyorlar.” (PK-BCR)., “Kadı Efendi
müteakiben Paşa Hazretlerine de aynı suali iradetmiş ve müşarünileyh, «evet, kabul ettim» buyurmuşlardır.” (SB-HAY).
→ dikiz et-, eline al-, irat et-.
müteakip: Ø
mütemadi: Ø
mütemadiyen:⌠127⌡/Ara vermeden, sürekli olarak, biteviye./ “Genç kadın mütemadiyen
düşünüyor ve herhangi bir karar veremiyordu.” (SA-İÇ)., “Ahmed Cemil artık mütemadiyen söylüyordu; zavallı Hüseyin
Nazmfye; bu uysal muhataba bütün şahsî fikirlerini din letti, sonra netice vermek istedi: Şimdi düşün!” (HZU-MvS).,
“Babamı gâvurlar öldürdüler, anam yok, dedem yok, beni nerelere bırakıyorsunuz? diyor ve mütemadiyen ağlıyordu.”
(HEA-AG)., “Bana mütemadiyen, «aman kusur ettimse beni affediniz» diyordu.” (SB-HAY)., “Nihat Efendi, bronşite rağmen
Şahin Efendinin sigaralarını mütemadiyen içiyor, içtikçe biraz açılıp canlanıyordu.” (RNG-YG)., “O, mütemadiyen
konuşuyor.” (Aİ-YK)., “Vukuat ve tesadüfler ise mütemadiyen aleyhime çalışıyordu.” RNGBKD)., “Polis hafiyesi gibi
mütemadiyen onu takip ediyor, nereye gittiğini, ne yaptığını bana haber veriyor.” (RNGBKD).
→ düşün- [6], söyle- [6], ağla- [5], de- [4], iç- [4], öt- [4], sallan- [4], gül- [3], dolaş- [2],
dön- [2], gör- [2], gülümse- [2], konuş- [2], oku- [2], titre- [2], ağrı-, ak-, al-, anlat-, ara-, art-,
arttır-, azarla-, bak-, bekle-, çal- (davul), çalış-, çarpış-, çatırda-, çek-, çırpın-, değiş-, dol-,
don-, dök-, düş-, eğlen-, eşin-, gel-, geril-, git-, göster-, hırpala-, içil-, iste-, işle- (rüzgar)
{esmek}, işle- (saat), kay-, kes-, kımıldan-, kişne-, mırıldan-, sars-, sendele-, serp-, şiddetlen-,
terle-, uç-, uğraş-, uzaklaş-, ver-, yayıl-, yürü-. ║ takip et- [3], tekrar et- [3], bahset- [2], şikâyet
et- [2], alay et-, aleyhinde bulun-, aleyhine çalış-, başı dön-, boyun kır-, emret-*, evrad oku-,
gevezelik et-, göz süz-, ısrar et-, istihale et-, kafası işle-, nedamet izhar et-, (piyano) çalın-,
rahatsız et-, rüya gör-, seyret-, sigara iç-, şaka et-, şarkı söyle-, taganni et-, tempo tut-, yerinde
durama-, yılan sok-, zeybek oyna-. ║ gülüp söyle- [2], açıp kapa-. ║ aranıp dur-, çözüp ilikle-
(düğme), sorup durul-, sövüp say-.
338
mütenekkiren:⌠4⌡/Kılık değiştirerek, takma ad kullanarak, kendini tanıtmadan./ “Evet
1927, hep aynı uğursuz sene, tevkifat senesi. 'Mumaileyh' İstanbul'a 'mütenekkiren' dönmüş…” (Aİ-OKB)., “Hiçbir şey
yazmadılar. Mütenekkiren (kılık değiştirerek) Selanik'e girdim.” (MB-AK)., “Oradan tekrar mütenekkiren (kılık
değiştirerek) Yafa'ya geldim.” (MB-AK)., “Yayan dolaşırım, mütenekkiren seyahat ederim.” (OVK-BŞ)
→ dön- (-e), gel- (-e), gir- (-e) ║ seyahat et-.
müteselsilen: Ø
müteveccihen:⌠2⌡/1. Bir yere doğru gitmek üzere./ “Gaziantep, 1 Nisan '52 "Sevgili Ablacığım,
Yarın, Kore Taburuna iltihak etmek üzere, Gaziantep'ten Seferihisar'a müteveccihen yola çıkıyorum.” (EA-DÖY).; /2. Bir
şeyi yapmaya yönelmiş olarak./ “Ø”.
1.⌠1⌡→ yola çık- [2].
2.⌠-⌡→ Ø
müttefiken: Ø
müttehiden:⌠1⌡/Birlikte, birlik olarak./ “Süleyman Nazif, Ali Kemal'i tehzil sadedinde derdi ki: Bu
adam dahîdir, çünki Şark ve Garb'in /?/ müttehiden derler ki: Bir cümlenin terekküb edebilmesi için lâakal iki kelimeye
ihtiyaç vardır, halbuki bu adam bir kelime ile iki cümle vücûda getiriyor, meselâ oldu da oldu...” (YKB-SEP).
→ de-.
339
N
naçizane:⌠2⌡/1. Önemsiz bir şey olarak, haddi olmayarak./ “Otuz küsur yıldır bendeniz ise,
naçizane diyorum ki: “Bu tavrı takındığınız takdirde, ne kadar haklı olsanız, dâvayı baştan kaybedersiniz.’” (OS-HT).,
“Şimdi bendeniz naçizane şöyle bir ‘insan’ tanımı öneriyorum: Tanım: ‘insan’ kendisinin dışında hedefleri olan yaratıktır.”
(OS-HT). ; /2. Çok küçük, önemsiz bir şey olarak./ “Ø”.
1.⌠2⌡→ de-, öner-.
2.⌠-⌡→ Ø
nadiren:⌠16⌡/Seyrek./ “Daha sonra salonda nadiren oturuyorduk.” (KHK-YAH)., “Nadiren aile
toplantılarına, arasıra sinemaya veya muallimlerin haftalık eğlentilerine gidiyordum.” (SA-K/S)., “Pansiyonda nadiren
gözüküyordu.” (KHK-YAH)., “Zaten Rauf Bey nadiren ceza verir.” (NH-MİM3)., “Düşünmemek ona nadiren nasip
olurdu.” (SFA-SS).
→ otur- [2], çıkar-, imren-, gel-, git-, görül-, gözük-, in- (şehre), konuş-, kullan-. ║
ceza ver-, ihtiyaç ol-*, kendini kapat-, meşgul ol-, nasip ol-.
nafile:⌠12⌡/3. Boşuna, boş yere./ “Sen saçma sapan söyleyip de beni nafile kızdırma, uyumana bak!”
(MŞE-MA)., “Nafile yoruluyorsunuz Beyefendi!” (SB-BŞM)., “Dünyâda sevilmiş ve seven nafile bekler ….” (YKB-KGK).,
“Nafile Yapraklar bütün gece El açtılar gök yüzüne.” (AS-Ş)., “Beş para etmiyor, nafile hülya kurmuşuz!” (RHK-MH).
→ kızdır-* [2], yorul- [2], ara-, bekle-, uğraş-*, yaşa-. ║ el aç-, endişe et-, hülya kur-,
kafa yor-*.
nafile yere:⌠6⌡/Boş yere, boşu boşuna./ “Ben de nafile yere üzülüyorum, dedi.” (YKK-A).,
“Aralarındaki sevgi, bir kördüğüm haline girdi, nafile yere bunu çözmeye uğraşıyorlardı.” (YKK-KK)., “Ben de nafile yere
nefes tüketiyorum.” (YKK-KK).
→ git-, iste-, uğraş-, üzül-. ║ nefes tüket-, sükûta davet et-.
nagehan: Ø
nağmesiz: Ø
nahak: Ø
nahak yere:⌠3⌡/Haksız, gereksiz olarak, boş yere, boşuna./ “Kısa diz çağsın giymek
itiyadında bulunan ve yeniçerilikle hiç ilgisi olmayan nice masum köylü, kentli, nahak yere öldürülmüştü.” (REK-Y).,
“Nâzım, nahak yere otuz yıla mahkûm oluyor; bunun adı, hainlik!” (Aİ-OKB)., “Yatağına şüphe kurdu ile girme: Günahtır.
Nahak yere vebal taşıma.” (TB-KA)
→ öldürül-. ║ mahkûm ol-, vebal taşı-.
nakten:⌠2⌡/1. Para olarak./“ Ayrıca 1982 yılı içinde 100 milyon lira alacağımı da nakden tahsil ettim.”
(SY-BECO). ; /2. Peşin olarak./ “Yarısını sana nakten ödeyeyim...” (OK-KT).
340
1.⌠1⌡→ tahsil et-.
2.⌠1⌡→ öde-.
nakıs: Ø
naklen:⌠10⌡/Nakil yoluyla, aktarılarak, {canlı olarak, anında}./ “Sonunda açılış yapıldı,
tören, radyo ve televizyondan naklen verildi...” (Mİ-DHB)., “Bu rakamı Âşık Çelebi, şairin kendisinden naklen veriyor.”
(BN-DY1)., “Türkiye-Avusturya milli maçını naklen veriyordu.” (NE-GT)., “Melih Cevdet Anday, Sabahattin Eyuboğlü'dan
naklen anlatır: İnönü, bir gün Köşk'te Freud üzerine bir toplantı düzenler.” (AO-ZS).
→ veril- (tv) [5], ver- {aktarmak} [2], yayımlan-* (tv) [2], anlat- {aktarmak}, ver-
{aktarmak}.
nakzen:--
→ (davayı) nakzen görmek, (davayı) nakzen iade etmek
nemertçe:⌠1⌡/2. Korkakça, mert olmaya bir biçimde./ “Zilha'yı doyarak koklayamadı namertçe
vuruldu Koç Yiğit Ali ….” (HT-KAD).
→ vurul-.
namıdiğer: Ø
namussuzca:⌠2⌡/Namussuz bir biçimde./ “Dünya kalleşçe değişiyor uzaklaşıyor namussuzca
kaçıyor…” (TU-BŞ)., “Süleyman Peygamber gibi oturuluyor, görünüşte santim oynamadığı besbelli bir eda ile namussuzca
pay dağıtılıyordu.” (SFA-HBSK).
→ kaç-. ║ pay dağıt-.
namütenahi:⌠1⌡/2. Sonsuz, ucu bucağı olmayan bir biçimde./ “Ve zemberek tekrar boşandı:
Artık tevakkuf edemez [duramaz], namütenahi koşacaktır.” (KHK-YAH).
→ koş-.
nankörce:⌠2⌡/2. Nankör bir biçimde./ “Biraz nankörce davranmıyor musun?” (AA-İGA)., “Hep de
şeşi beş gören tarihçilerin nankörce haksızlığına uğramış!” (AK-MY).
→ davran-. ║ haksızlığa uğra-.
nasıl**:⌠6234⌡/{1. Bir işin ne biçimde, hangi yolla olduğunu belirtmek için
kullanılan bir söz., 2. Bir hareketin yapılış biçimine duyulan şaşkınlığı belirten bir söz., 3. İşin
zorunlu olduğunu belirten bir söz., 4. Ne kadar çok., 5. Elbette, kesinlikle. }/ “"Bilmiyoruz." "Nasıl
olur da bilmezsiniz?" "Nişancı getirdi.” (YK-KSİ)., “Bunu nasıl yaptık?” (KT-Gİ)., “Bunu nasıl anlamalı?” (MŞE-MA).,
“"Serti nasıl görmedim Ağa," dedi.” (YK-KSİ).,Ah, nasıl anlatayım sayın bayan. (MŞE-MA)., Adam, şaşırmış, arabaya
bindi: Anladım -dedi-, niye arıyordun beni; nasıl buldun? (ÇA-BAG)., “KADIN - (Keserek.) Nasıl mı? Nasıl istiyorsanız
öyle!” (TDK-KO)., “KADIN - Emine Teyze nasıl öldü?” (TDK-KO)., “KELOĞLAN Her şey pek iyi, pek hoş da, bunları,
nasıl durduracağız?” (TÖ-TO3)., “Korkunç unutmam düştüm ayaklarına Ama ne zamandı nasıl hatırlamıyorum En keskin
saatinde caddenin Geçer gibi trafik ve sert fren.” (BN-BŞ)., “Kucharz'ın yanıtı: nasıl şüphelenirsiniz?” (NN-DM)., “Lena,
Vasili nasıl dayanıyorlar?” (YK-KSİ)., “Merzengüş Sultanla nasıl yaşayacaktı?..” (KHK-YAH)., “Nasıl geldi de buldu bu
341
adayı?” (YK-KSİ)., “Nasıl kurtuldun? «Bırakın, nereye derseniz giderim,» dedim.” (KT-Gİ)., “Nasıl unutabilirim?” (Aİ-
YK)., “Olacaksa nasıl önlenebilirdi?” (TB-KA)., “Siz ki dolu acıyla - -Onlar nasıl katlanır?” (BN-BŞ)., “Şimdi nasıl
konuşacağız?” (AHT-H)., “Türk vatanı şiirde nasıl ifâde edilir?” (YKB-SEP)., “Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?” (AA-
TO3)., “La femme,müennes, ancak Feminist'i nasıl tercüme etmeli?....Bana kalsa tercüme ederken...” (MŞE-MA)., “Nasıl
başarı kazandınız?” (AN-AZDE)., “Nasıl kaybolmuş ne bilelim?” (?)., “Yaşamının en verimli bir döneminde Mozart belini
nasıl doğrultabilirdi?” (NN-DM)., “Yürekleri nasıl götürüyor, anlamıyorum.” (NA-KD/A)., “Kendi yakınında bu kadar
canlı bir örnek varken, nasıl cesaret edebiliyorsun?...” (AHT-H)., ; /{6. ‘Ben sana dememiş miydim, gördün
mü?’ anlamlarında kullanılan bir söz. 7. ‘Ne dediniz?’ veya iyi mi, beğendiniz mi?’
anlamlarında kullanılan bir söz.}/ “Ø”.
1.-5.⌠958⌡→ ol-* [144], yap- [43], anlat- [26], bul- [26], gel- [24], iste- [19], söyle- [18],
bil-* [15], unut-* [14], yaşa- [13], çık-* [12], de- [11], geç- [11], anla-* [10], git- [10], gör-* [10],
al- [8], dayan- [8], kurtul-* [8], et-* [7], katlan- [7], ver- [7], geçin- [6], karşıla- [6], tanı-* [6],
bırak- [5], çalış-* [5], düşün-* [5], sev-* [5], açıl- [4], bak- [4], gir- [4], gül- [4], konuş- [4], öl-*
[4], özle- [4], söv-* [4], şaşır- [4], yaz- [4], yetiş- [4], açıkla- [3], açıklan- [3], ara-* [3], bağır- [3],
başar- [3], bilin-* [3], davran- [3], değiş- [3], değiştir- [3], dön- [3], duy-* [3], geçil- [3], inan-*
[3], öğren- [3], öldür- [3], sat- [3], söylen- [3], titre- [3], unutul- [3], üzül- [3], yüklen- [3], aç- [2],
ağla- [2], ayır- [2], benze-* [2], buyur- [2], çevir- [2], çıkar- [2], çök- [2], değerlendir- [2], dile-
[2], dinle- [2], döv- [2], dur- [2], getir- [2], götür- [2], hatırla-* [2], ısın- [2], kaç- [2], kalkın- [2],
kapan- [2], kes- [2], koş- [2], kurtar- [2], oku- [2], otur- [2], oyna- [2], öde- [2], önle- [2], parılda-
[2], parla- [2], sallan- [2], seç- [2], sığ- [2], şaş- [2], tanır- [2], uyu- [2], yakala- [2], yan- [2], yanıl-
[2], yaşan- [2], yazıl- [2], yen- [2], yorumla- [2], yumuşat- [2], aldat-, algıla-, alıştır-, alkışla-,
anlaş-, anlaşıl-, anlatıl-, as-, at-, atla-, atlat-, ayrıl-, bağdaştır-, bağlan-, barın-, başla-, becer-,
beğen-, bekle-, besle-, biçimlen-, bin-, biriktir-, birleştir-, bitir-, boğul-, boğuş-, boşalt-, bozul-
*, buluş-, bunal-, çalın-, çarp-, çatla-, çek-, çeviril-, çığır-, çıkart-, çıldır-, çiğne-, çömel-, çöz-,
dayanıl-, dehle-, dene-, der-, deş-, devir-, din-, diril-, doğrult-, donat-, durdur-, düş-, düzel-,
edin-, eğlen-, eli var-, evlen-, ezil-, gecele-, geçir-, geliş-, ger-, giril-, göğe çık-, gömül-,
gönder-, gör-, gözük-, gülümse-, güven-, güzelleştiril-, ısıt-, ışıl-, iç-, ilerle-, irdele-, işle-,
kaçır-, kal-*, kalk-, kamaş-, kan-, kandır-, kapıl-, karış-*, karşılan-, kazan-, kesil-, kısaltıl-*,
kıvır-, kıvran-, kıyasla-, kok-, kork-*, korkut-, koru-, koy-, kötüleş-, kucakla-, kudurt-, kur-,
oturt-, öğret-, öksür-, önemse-, önlen-, öp-, övün-, sar-, sattır-, sergile-, sevin-, sığın-, sık-,
sıralan-, sinirlen-*, solu-, sömürgeleş-, şaşala-, şımar-, şüphelen-, tanımla-, tanıt-, tara-*, taşı-,
tat-, tavla-, tavlan-, tutul-, tutuş-, uç-, ulaş-, uy-, uyan-, uzatıl-, ünlen-, vur-, yakalan-*, yakış-,
yakıştır-, yaklaşıl-, yalvar-, yararlan-, yarat-, yat-, yayıl-, yet-, yıkan-, yıkıl-, yönet-, yürü-,
zayıfla-. ║ emret- [4], hisset- [3], cesaret et- [2], fark et-* [2], gece geçir- [2], izah et- [2], karşı
koy- [2], kaybol- [2], razı ol- [2], sağ kal- [2], tahammül et- [2], tasvir et- [2], yardım et- [2],
342
acele et-, akıl et-, akılda tut-, akla gel-*, akset-, arkasına düş-, arzet-, arzu duy-*, ayakta kal-,
başa çık-, başarı kazan-, bedbaht ol-, belini doğrult-, cana kıy-, ciddiye al-, cür'et et-, çileden
çıkar-, dalga geç-, dans et-, dayak ye-, dile getir-, dokuz doğur-, el çırp-, elden geçir-, emanet
et-, emin ol-, gönlünü kamaştır-, göze al-, gözünde büyüt-, (gün) geç-, haber al-, haber veril-,
hallet-, hapset-, hassasiyeti taş-, hayal et-, hayatta kal-, hoşuna git-, hükmet-, hülya et-, ışık
vur-, içi burkul-, içi git-*, ifâde edil-, ikraz et-, … ilgisi kur-, ispat et-, işin içinden çık-,
işkence et-, izale olun-, karar ver-, karşı çık-, kendini parala-, mümkün ol-, nefes al-, oraya
çık-, ölüme atıl-, peşine takıl-, prova edil-, pusuya düşür-, reddet-, sabret-, sözünü tut-, tâbir
et-, tahrik ol-, takdir buyur-, tarif edil-, (tehlikeyi) savuştur-, tensip et-, tercüme et-, türkü
söyle-, vakit geçiril-, vazgeç-, yol ver-, yüreği götür-, yüreği titre-*, yüreği yan-, yüzü kızar-,
zengin ol-. ║ dağılıp çözül-.
6.⌠-⌡→ Ø
7.⌠-⌡→ Ø
→ nasıl olmuşsa, nasıl olsa.
nasılsa:⌠70⌡/Herhangi bir sebeple veya bilinmeyen bir sebeple, {bir şekilde}./ “Ama
nasılsa görecek.” (İA-ÖEK)., “Beni bir tek kuşlar anladı nasılsa.” (AA-ETY)., “İnsan hali nasılsa bir tane unutmuşuz
Tophane'de Damızlık misali...” (BRE-DKD)., “O nasılsa kurtulur, diyebilirim.” (VB-SvB)., “Nasılsa öleceğim, diye
düşünmeye başlıyorsun.” (EÖ-GSA)., “Annem ortalarda olmadığımı nasılsa fark etti.” (GY-D)., “Bunun da sonu gelir
nasılsa.” (PC-K)., “Şaşılası bir beceriyle okurunu esenliklere, sağlık ülkesine çeken sanatkâr, hak ettiği değeri nasılsa
kazanır. (Sİ-ÖKS)., “Ve bu adam nasılsa mebus olmuş ve dava kazanılır kazanılmaz, Meclis'te Osman Kaptan'ın hizmetleri
hakkında tumturaklı bir nutuk çekmişti.” (HEA-T).
→ unut- [7], gel-* [5], öğren- [4], kurtul- [2], gör- [2], geç- (ömür, zaman vb.) [3], fışkır-,
bul- [2], anla-, benzet-, bil-, buluş-, çök-*, dinle-*, dön-, duy-*, göm-, hoşlan-, iliş-*, kestir-
{anlamak}, konuş-, kork-*, öğret-, öl-, tanı-, tanımla-, tanış-, uğra-, yenil-. ║ gözünden kaç-
[2], yüzüne gül-, sonu gel-, pişman ol-, ortaya çık-, mebus ol-, hak ettiği değeri kazan-, haber
yayıl-, gözüne çarp-, fark et-, fark edil-*, boş kal-, ayırdına var-, ayağı kay-, akıl et-, ağzından
kaçır-, ağzından çık-. ║ çekilip git-, geçip git-, saplanıp kal-, sürüp git-, yok olup git-.
nasihat yollu: Ø
naşi: Ø
nazaran: Ø
nazikâne:⌠8⌡/İncelikle, saygıyla, nezaketle./ “Odasının zili bozulduğunu ne kadar nazikâne
söylemişti.” (KB-DÇ)., “Birbirimizle daha nazikane, daha mazbut konuşalım.” (DC-Yİİ)., “Hâlâ farkedemediği öbürü
nazikâne cevaplar veriyor, ayrılmakta acele ediyordu.” (RHK-MH)., “Hâlâ fark edemediği öbürü nazikâne cevaplar
veriyor, ayrılmakta acele ediyordu.” (RHK-MH)., “Uçuk sarı benzi hafifçe kızardı. Nazikâne şapkasını çıkardı.” (SFA-
HBSK).
343
→ söyle- [2], konuş-, ol-. ║ cevap ver-, davete uy-, ricada bulun-, şapka çıkar-.
nazikçe:⌠10⌡/2. Nazik, ince, saygılı bir biçimde./ “‘Bir bakayım,’ dedi karşı taraf nazikçe.” (PK-
BCR)., “Doktor'a nazikçe gülümsedi.” (AA-İGA)., “Birkaç kez nazikçe söylemişti dişçiye gitmesini.” (PC-K)., “Kadri
nazikçe itiraz etti: Yoo, rahatsız etmeyeyim.” (TÖ-ŞÇT)., “Ben yazımı bitirdiğimde, inşallah video faslı bitmiş olur da,
nazikçe evine yollarız onu, karı-koca baş başa kalırız.” (PK-BCR).
→ de-, gülümse-, in- (merdiven), öp-, sağla-, yolla- (-e). ║ (kolundan) tut-, itiraz et-,
üzerini ört-.
nazmen:⌠1⌡/Şiir olarak./ “Hacı Galip efendinin babası Seyyit efendi, Pend-i At-târ'ın baş kısımlarını
temiz bir Türkçe ile nazmen terceme etmiştir.” (BN-DY1).
→ terceme et-.
ne**:⌠696⌡/7. Neden./ “ERKEK - Ne duruyorsunuz?” (TDK-KO)., “Bana bak, oraya ne bakıyorsun?”
(KT-Gİ)., “ERKEK - (Bir susuştan sonra.) Ne bekliyorsunuz? Ne bekletiyorsunuz sormak istediğiniz soruyu ağzınızın
içinde?” (TDK-KO)., “HASTA ne bağırıyorsun?” (TÖ-TO3)., “Dönüş parasını bulsa bari. Ne gülüyorsun sen?.." (TB-KA).,
“HASTA ne korkuyorsun.” (TÖ-TO3)., “Doğru mu söylüyorsun? Ne yalan söyleyeceğim?” (GY-H1)., “Ne inkâr ediyorsun,
bilmeyen mi var?” (SA-K/S)., “E, ne bakınıp duruyorsun?” (MŞE-MA). ; /8. Şaşma veya abartı bildiren bir
söz./ “Ø”.
7.⌠101⌡→ dur- [20], bak- [12], bekle- [6], karış- [5], sus- [4], dinel- [3], ağla- [2], bağır-
[2], dikil- [2], gül- [2], kız- [2], kork- [2], aran-, beklet-, boz- {terslemek}, çalış-, çekin-, dal-,
dangırda-, darıl-, dinle-, dolan-, dolaş-, fısıldaş-, gel-, kaç-, kalkış-, kapat-, kaynaş-, konuş-,
övün-, sakla-, tartakla-, uğraş-, üzül-, yap-, zupikle-. ║ yalan söyle- [2], acele et-, bakıp dur-,
inkâr et-, lakırdıyı ağzında dolaştır-, oturmuş kal-, üstünde dur-, yalan de-. ║ bakınıp dur-,
eğip dur-.
8.⌠-⌡→ Ø
→ ne arar (onda … ne gezer), (herhangi bir yerde) ne arıyor, ne buyrulur, ne çıkar,
ne demek, ne demeye, ne denir (ne dersin).
nece:⌠3⌡/Hangi dilde, hangi dilden?/“Kandilli'de kaldığım ve nece konuşursam konuşayım dilimi
anlamamakta direnen oğlumla iletişim kurmayı başaramadığım sürece doruk noktasına ulaşmış.” (PK-BCR).
→ konuş-.
nedametle:⌠1⌡/Pişmanlık duyarak./ “Ben dört senedir bir mahbes içinde, vücudunun verdiği
nedametle yaşıyorum.” (KHK-YAH).,
→ yaşa-.
neden**:⌠1840⌡/2. Bir olayı doğuran başka bir olayı sormak için kullanılan bir söz,
niçin./ “"Olmaz, dedim. Neden olmasın?” (SD-K)., “"Var. Neden sordun?" "Verir misin bana?"”(SD-K)., “«Bunu bana
daha önce neden söylemedin?»” (KT-Gİ)., “«Peki, bu işi neden yaptın ?» diye sual ettiklerinde de şu karşılığı oturtmuştur :
344
isveç halkını zulümden kurtarmak için yaptım.” (SB-BŞM)., “Ah neden geldiniz? Neden geldiniz?” (TDK-KO)., “-Ama
neden anlamıyorm.” (AHT-H)., “Birden gene hırçınlaştı: "Öyleydi de, neden önce bana danışmadın?"” (EB-BG)., “Biri de
başka bir alanda beğenmiyor, o neden söylemesin?” (NA-KD/A)., “Duygu havası birden bıçak gibi kesilir.) neden yapmıştın
bunu?”(AA-TO3)., “KADIN - neden korktu dersin?” (TDK-KO)., “Neden beğenmiyorum yazdıklarımı?” (NA-KD/A).,
“Yüzbaşı Hamdi'nin yanında."- -Neden ayrıldın? -Onlar şimdi nizamiyeye-merak saldılar.” (TB-KA)., “Yazık ki okurların
çoğu, hemen hepsi, bu çeşit sözlerle yetiniyorlar. Neden yetiniyorlar?” (NA-KD/A)., “TV RÖPORTAJCISI: O neden
sürdürmedi?” (AA-TO3)., “Buna neden gerek görürdü?” (HT-ÖTÖ..)., “ERKEK: neden yalan söyleyeyim, bayan?” (TDK-
KO)., “Hakkıymış... Neden kendin arayıp sormadın?” (AA-TO3)., “Neden böyle derim, neden kabul etmem?” (TB-KA).
→ ol-* [33], gel- [15], yap-* [11], öldür- [8], kork- [7], sor- [7], söyle-* [6], iste-* [5], al-*
[4], anla-* [4], bak- [4], beğen-* [4], inan-* [4], sev-* [4], ağla- [3], bırak-* [3], bil-* [3], de- [3],
düşün-* [3], gül-* [3], kaç- [3], oku-* [3], vur- [3], ayrıl- [2], bekle-* [2], çekin- [2], dağıl- [2],
git-* [2], kaçıl- [2], kız- [2], kullan-* [2], otur- [2], sus- [2], uğra- [2], uğraş- [2], utan- [2], yaz-*
[2], aldan-, apış-, bağır-*, bağlan-, birleştir-*, boğul-, boz-, çabala-, çalış-*, çat-*, çekil-, çıkar-
, danış-*, değiş-, dinle-*, dokun-*, don-, duy-, et-*, gelin-, gerek-, getir-, gezdir-, gör-, içil-,
ilgilendir-, in-*, kaçın-, kaçır-, kal-*, kaldır-*, katlan-, kestir-*, konuş-, kopar-, koş-, oynaş-*,
patla-, sakla-, sal-, sataş-, sayıl-*, seslen-, sür-*, sürdür-*, şaş-, tokatla-, uyu-*, üzül-, var-*
{evlenmek}, ver-, yapıl-*, yara-*, yaşa-, yat-, yaz-, yazdır-, yazıl-, ye-*, yeğle-, yenil-, yet-*,
yetin-, yüklen-. ║ yalan söyle- [3], aç kal- [2], razı ol- [2], ayak dire-, bölük pörçük ol-, canı
çık-, düşman ol-, engel ol-, gerek gör-, gönül ver-, göze al-, ırahat ver-*, ısrar et-*, icap et-,
imza at-, izini sür-, kabul et-*, kör ol-, kötü ol-, lüzum gör-, mahsus yap-, (oyuna) katıl-,
örtbas et-, rahat dur-*, sorun yarat-, söz aç-, sözünden dön-, şikayet et-, telaş et-*, telefon et-,
umut ver-, yardıma gel-*, yasak edil-. ║ arayıp sor-*, bırakıp git-.
nedeniyle: Ø--
ne denli: Ø--
nedenli nedensiz:⌠3⌡/Hiçbir dayanağı yokken, nedeni olsun veya olmasın, sebepli
sebepsiz./ “Sabahattin Eyüboğlu durup dururken, nedenli nedensiz bana Şevki Erencan'ı kaç kez göstermiştir: -Bak işte
Usta!..” (İS-DÖV)., “Evet, o sarsılmamış ama bizimkiler sarsılmış, nedenli nedensiz tartışıyorlar, kavga ediyorlarmış.”
(FA-SUYK2).
→ göster-, tartış-. ║ kavga et-.
nedense: Ø--
nedensiz:⌠9⌡/2. Bir sebebi olmadan./ “Hakkın var doktorcuğum. Nedensiz hiçbir davranış olmaz.”
(EB-BG)., “O şaşırınca adam da hepten telaşlandı sanki, ağzının içinde birtakım sözler geveledi tir tir titreyen sesiyle, bir
şeylere dokundu nedensiz, bir şeylere baktı ve, kucağında hâlâ bezlere sarıp sarmalayamadığı o kocaman şekerle birlikte
öylece kalakaldı...” (HAT-KHK)., “Zaman zaman kime olduğunu bilmediği bir hasretle dalıp dalıp gidiyor; gözleri
kendiliğinden nemleniyor, nedensiz mahzunlaşıyordu.” (MM-ÜAKO)., “Gururlu fakir erkeklerin zengin kadınlar karşısında
duyduğu huzursuzluğa ve nedensiz kızgınlığa kapılmıştı.” (AA-İGA).
345
→ ol-* [4], bak-, dokun-, mahzunlaş-. ║ kızgınlığa kapıl-, krize tutul-.
neden sonra:⌠55⌡/{1. Aradan bir hayli zaman geçince., 2. İş işten geçtikten sonra.}/ “Uzun bir süre birlikte bahçeye baktılar. Neden sonra kadın: İstersen yukarı çık ha, dedi.” (EÖ-P/S)., “İsmet Paşa, ünlü
pembe köşke neden sonra geldi.” (SB-HAY)., “Dışarda, gecenin karardığını neden sonra anladı.” (SKA-GA). “Dilin
ağızdan usulca geri çekildiği bir aralıkta ise, yani neden sonra hemen hemen fısıltıyla soruyor Bir şey işittiniz mi?” (AA-
RÜ)., “Gülçin, neden sonra fark etti; kendine, adamakıllı içerledi; "Ayıp, ayıp!” (Aİ-YK)., “Paketi açmayı neden sonra akıl
ediyor, hem de nasıl, manasız bir telaşla! ince, altın bir zincir; ucunda, işlemeli bir madalyon; Müfit'in hediyesi bu!” (Aİ-
YK).
→ de- [8], anla- [7], gel- [4], sor- [4], çık- [2], açıl- (kapı), başla-, belir-, bul-, diklen-,
duy-, geç- (gerginliği), gel-, hatırla-, öğren-, silkin-, uzan-. ║ fark et- [7], akıl et- [2], ayırt et-,
başını kaldır-, dikkatini çek-, haber al-, kaybol-, kendine gel-, kendini toparla-, salona gir-,
sözünü bitir-. ║ sorup öğren-.
nefes nefese:⌠42⌡/Soluk soluğa./ “Küçük Hacı, nefes nefese: -Durdu durdu da gine azıttı mübarek,
dedi.” (TB-KA)., “Derken nefes nefese bir haberci geldi….” (TB-KA)., “Nefes nefese bir dakika durdular.” (RNG-ÇK).
“Nefes nefese Nikol içeri girdi: - Ah, dedi, Luka mahvoldu.” (KHK-YAH)., “Nuri öte dünyalarda bir yerlerde nefes nefese
koşmakta, içinde çağlayanlar boşalmaktaydı.” (AK-AA)., “Ve bir saat sonra yani üç buçukta altı oğlan nefes nefese, tıklım
tıklım dolu torbalarla kampa yetiştiler.” (HEA-T)., “Nefes nefese onu seyrediyorum: ‘Yardım et..’ diye bağırıyorum denize,
avazım çıktığı kadar.” (EI-KA). ; //mec. Apar topar.// “Harb yumruğunun bir vuruşta Fransa'yı devireceğini sanan
Enver Paşa, Marn'den sonra bile, kara kartalın zaferine yetişebilmek için nefes nefese harbe girdi.” (FRA-Z).
/…/⌠41⌡→ de- [9], gel- [6], dur- [3], gir- [3], git- [2], koş- [2], yetiş- [2], anlat-, çök-
{oturmak}, düş- {uzanmak}, geç-, saldır-, seslen-, solu-, sus-, yaklaş-. ║ devam et-, karşısına
dikil-, seyret-, takdim et-, zapt et-.
//…//⌠1⌡→ harbe gir-.
→ nefes nefese kalmak.
nehari: Ø
nerde: ?-
nere: ?-
nerede: ?-
nereden:⌠540⌡/1. “Hangi yerden?” anlamında yer zarfı./ “Ø”. ; /2. Nasıl, ne gibi bir
ilişki ile./ “- Ay bütün bunları nereden bileyim Meryem!..” (EI-NS)., “"Ben bunu alıp yerine bir bakır koysam, kim
nereden anlayacak?.." diye düşünmüş.” (AN-MB)., “"Bunu da nereden çıkartıyorsun?"” (SD-K)., “"Bu da nereden çıktı
oğlum?" diye soruyorum.” (AA-ETY)., “"Sen nereden tanıyorsun DGM yargıç ve savcılarını da akşam yemeğe alıyorsun."”
(TÖ-E)., “ADAM nereden uyduruyorsun böyle şeyleri?” (BA-TO1)., “Adını kullanmadan hiçbir yere varamam. Nereden
başlamalı?” (İA-GKD)., “Akyıldırımı da nereden bulmuş!” (MŞE-MA)., “Bende acıklı bir yan var, bunu seziyorum, ama bu
acıklılık nereden kaynaklanıyor bunu çıkartamıyorum.” (AA-YÖT)., “Bana hakaret ettiğini de nereden uyduruyordum?”
346
(KB-DÇ)., “"Benim yola çıktığımı nereden öğrendiniz?"” (SK-D)., “Ama tuhaf, şu müze nereden aklına gelmiş!” (MŞE-
VÇ).
1. ⌠-⌡→ Ø
2. ⌠540⌡→ bil- [175], çık- {akıl etmek, ortaya koymak} [67], bul- [62], çıkar- {akıl
etmek, ortaya koymak} [37], gel- {ortaya çıkmak, kaynaklanmak} [35], tanı- [25], öğren- [20],
anla- [17], kaynaklan- [9], duy- [8], al- [6], düş- [5], gör- [5], başla- [4], uydur- [4], an- [2], bak-
[2], bulun- [2], çıkart- {akıl etmek, ortaya koymak} [2], düşün- [2], hatırla- [2], anımsa-,
denkleştir-, geç-, gel-, izle-, karşılaş-, kestir-, öde-, sevdalan-, unut-. ║ aklına gel- [22], haberi
ol- [2], aklına es-, başına gel-, borç ver-, diline dolaş-, diline takıl-, dilinin ucuna gel-, haber
al-, ileri gel-, işe bulaş-, keşfet-, musallat et-, para kazandır-.
⇒ nereden bilmek, nereden çıkmak, nereden bulmak, nereden çıkarmak {akıl
etmek vb), nereden tanımak, nereden aklına gelmek.
nereden nereye: Ø--
neredeyse:⌠183⌡/[1. Hemen hemen, {yaklaşık olarak}., 2. Kısa bir süre içinde,
{yakında}.]/ “Şimdi ekmekçi gelir neredeyse.” (NM-TÖ2)., “Utancından neredeyse ağlayacaktı.” (AN-ŞÇH).,
“Neredeyse, sadece satıcı kızlar yüzünüze bakar, diyeceğim.” (DÖ-GYKK)., “Adama bir yerlerden aşinayım. Neredeyse
tanıyacağım...” (AÜ-SG)., “Yine de, düşün, neredeyse kanıtlıyorduk...” (AA-TO3)., “Yürüyüşün, birden hızı kırılmıştı.
Neredeyse duracaktı.” (RI-KG)., “Bing Grosby, Frank Sinatra ve Nat King Coole gibi şarkıcıların plaklarını kapışıyor,
şarkılarım ezberliyor ve onlarla ilgili haberleri neredeyse ezberliyorduk.” (AO-NSBE)., “Sinan ise çok rahat, gözlerinde
tuhaf bir ışık var, neredeyse gülümseyecek.” (AÜ-SG)., “Polonya neredeyse gidecekti.” (FA-YST)., “O sırada kapı çok
yumruklanıyor. Neredeyse kıracaklar kapıyı.” (FÇ-UV)., “İncirler neredeyse olgunlaşacaktı.” (YK-KSİ)., “Hele bir
tümcede neredeyse kahkaha atacaktı.” (HAG-AS)., “Dua okurken gördüm yüzünü, neredeyse zil takıp oynayacaktı.” (YK-
OD)., “Bir süre ayrılmadan öylece kaldık... … neredeyse sabah oluyordu...” (DK-Z)., “Bir taşla iki kuş hesabı. Neredeyse
linç edeceklermiş.” (FA-SUYK).
→ gel- [17], ağla- [16], de- [8], tanı-* [6], düş- [4], ezberle- [4], unut- [3], alış-* [2], bağır-
[2], başla- [2], bayıl- [2], bitir- [2], boğul- [2], çatla- [2], dön- [2], dur- [2], gülümse- [2], inan- [2],
kal-* [2], kus- [2], öl- [2], öt- [2], silin- [2], tamamla- [2], tıkan- [2], uyu- [2], açıl- (depo), ağlat-,
benze-, bil-*, boğ-, boşal-, çıldırt-, dayan-*, değ-, dokun-, duy-, git-, gör-*, görün-, içselleş-,
kanıtla-, kapaklan-, kapat-, kır-, kırıl-, kutsallaştır-, neşelen-, olgunlaş-, öldür-, öpüş-, sarsıl-,
seç-*, sız-, sön-, söyle-, tepin-, toplan-, uç-, uyan-, üşü-, üzül-, yalvar-. ║ sabah ol- [3], zil
takıp oyna- [3], şafak sök- [2], açlıktan bayıl-, ay bat-, boru çal-, boynuna sarıl-, deli ol-, ele
geç-, emret-, ezbere bil-, fenalık geçir-, genel kabul gör-, görünmez ol-, gözden kaybet-,
gözleri açıl-, gözü kapan-, gülmekten çatla-, gülmekten yerlere yat-, gün bat-, gün doğ-, hava
ağar-, hırsından çatla-, içi minnetle dol-, kabul edil-, kahkaha at-, kar yağ-, karanlık kavuş-,
keçileri kaçır-, kendine kız-, kış bastır-, linç et-, olanaksız kıl-, sevinçten uç-, sinir bas-,
347
soluksuz kal-, soyu tüken-, sökün et-, tipi başla-, (vapur) kalk-, yere yığıl-, yok ol-, yüreğine
in-. ║ bağırıp çağır-, kucaklayıp öp-.
⇒ neredeyse gelmek, neredeyse ağlamak.
neresi: ?-
nereye: ?-
nesilden nesile:⌠2⌡/Kuşaktan kuşağa, kuşaklar boyunca./ “Yalnızca insanoğlunun daha az
çaba yani daha az enerji harcamak, tasarruf etmek yönünde değişmez bir eğilimi vardı. nesilden nesile bir tek bu eğilim
aktarılıyordu.” (BB-BBÇ)., “Mihraplar, kemerler, kubbeler yapmış, Sultanı, çerisi, piri, veziri nesilden nesile
götürsün{kalmak} diye Kanadlar üstünde şanlı Tekbîr'i.” (ANA-BBRB).
→ aktar-, götür- {kalmak}.
nesren: Ø
neşeli:⌠9⌡/2. Sevinçli, keyifli, şen bir biçimde./ “Çok neşeli uyandı.” (YK-İM1)., “Ah Vicdan,
nasıl da neşeli ve metin gittin, benden uzaklara.” (EA-DÖY)., “Deniz kıyısındaki tek kahvede 'neşeli' çaylar ve bira içilirdi.”
(OB-HYD)., “Ata o günü neşeli geçirdi.” (RHK-BS).
→ uyan- [2], git-, gidil-, içil-, konuş-, söyle-. ║ türkü söyle-, gün geçir-.
neşren: Ø
neticeten: Ø
nevmit:--
→ nevmit olmak.
neyse: Ø--
nezaketen:⌠5⌡/Nezaket olarak, nazik davranarak./ “Ömer, ayrıca aklı başında biri gibi,
şakalarına nezaketen gülümsememiş, rahat, içten kahkahalar atmıştım.” (EI-KA)., “Babası belki nezaketen, ama kızkardeşi
kendini zorlayarak Constanze'yi kucaklayacaklar ve sonra yine ayrılacaklardır.” (NN-DM)., “Rüşttü, nezaketen sordu:
Sizin torun büyüyordur.” (RHK-BS)., “Nezaketen teşekkür ettim: Yalnız bazı mütalâat ve mülâhazatta (düşünce ve
görüşlerde) bulunup bulunamayacağımı istizah ettim: - Hay hay efendim, dedi.” (MB-AK).
→ gülümse-*, kucakla-, sor-. ║ ifade et-, teşekkür et-.
nezaretsiz: Ø
nezdinde: Ø--
nice: ?--
nice nice: Ø
niçin:⌠207⌡/Hangi amaçla, hangi sebeple, neden, niye./“«Niçin geldiniz?..» dedi.” (SA-K/S).,
“"Niçin olmasın?" (YK-KSİ)., “Anuçka niçin böyle yapıyordu?” (KHK-YAH)., “- Hayır, dedim, okumadım; niçin sordun ?”
348
(KHK-YAH)., “"Ama niçin aramadın beni?"” (EB-BG)., “"Niçin sustunuz?” (EB-BG)., “"Niçin güldünüz?"” (EB-BG).,
“Bizim çocuklarımız bu kargaşada niçin çıkıp gelmesinler?” (YK-KSİ)., “Dün akşam niçin ağlıyordun, bakayım?” (HZU-
MvS)., “Hem, ne lüzumu var, bu lakırdıları niçin konuşuyoruz?” (MŞE-MA)., “Nerdesin, niçin susuyorsun?” (TDK-KO).,
“Siz şu devrimi, bu devrimi, daha doğrusu devrimin şu yanını bu yanını niçin beğenmediniz?” (NA-KD/A)., “Yahu Nişancı
niçin kızıyorsun ağam, paşam, canım.” (YK-KSİ)., “O soruyordu: "Niçin yardım etmiyorsun?.."” (KHK-YAH)., “Derhal: -
Panter, dedi, niçin selam vermediniz ?” (KHK-YAH)., “Bizim çocuklarımız bu kargaşada niçin çıkıp gelmesinler?” (YK-
KSİ).
→ gel-* [19], ol-* [15], yap-* [12], sor- [7], söyle-* [7], sus- [6], ara-* [5], bırak-* [5], git-
[5], gül- [5], kaç-* [5], öldür-* [4], ağla- [3], bak- [3], de-* [3], inan-* [3], konuş-* [3], kork-* [3],
oku- [3], yaz-* [3], anla-* [2], bayılt- [2], gönder- [2], kur- [2], öp- [2], ver-* [2], al-, aldır-*, yat-,
yeril-, beğen-*, bekle-, boyan-, büyü-, çalış-*, çekin-, çatla-, çekil-, çık-*, darıl-, dön-, düzelt-
*, durdur-*, eğlen-, geber-*, evlen-, getir-*, gir-, gücen-, gülümse-, iç-, içil-, iste-, it-, kız-,
kok-, kov-*, kurtar-*, öl-, öfkelen-, sat-, sev-, sevin-, şaşırt-, tanıt-*, uğraş-, uğra-, unut-, üzül-
, yaşa-, ağlat-. ║ selam ver-* [2], yalan söyle- [2], vazgeç- [2], af dile-, ağır gel-, ağzını boz-,
bahset-*, cevap ver-*, elinden al-, geri al-, hasta ol-, ıstırap çek-, ihanet et-, ihbar et-, izin ver-,
kabul et-*, karşılık ver-*, kayıp ol-, müsaade et-*, sağ dön-, telâş et-, yalnız bırak-, yardım et-
*, yetiştiril-*. ║ çıkıp gel-*.
nihayet:⌠291⌡/2. Sonunda./ “"Fikriye, nihayet kavuştuk."” (HT-GF)., “Ahmet Ziya' nın kahvesini,
nihayet getirdiler.” (Aİ-OKB)., “Ali, nihayet iş bulmuştu.” (SFA-SS)., “Ali nihayet uyandı.” (SFA-SS)., “Aylarca
bekledikten sonra nihayet kitap geldi.” (AHT-YG)., “Beni öbür binaya gönderdiler, onlar öbür binaya, nihayet bir odaya
gittim.” (FA-SUYK)., “Çocuk nihayet doğmuş.” (GY-H1)., “Leyla, kardeşinin bu hareketine gündüzden beri içerliyordu.
Nihayet dayanamadı,babasıyle konuşurken ona taş atmaya başladı.” (RNG-YD)., “Memuriyetinin bir derece terfiiyle
maaşının zammı nihayet kararlaşmıştı.” (HZU-AM)., “Nihayet anladı, kapıyı açmıya cesaret edemiye-rek pencereyi sürdü.”
(RHK-MH)., “Nihayet her şey bitti, satırasızlıktan olmalı her vakitten ziyade hiddeti vardı.” (HZU-MvS)., “ben yine dişmi
sıktım nihayet elli liraya razı oldu.” (Sİ-İGÇÖ1)., “Nazi Partisi nihayet iktidarı ele geçirmişti.” (FA-YST)., “Nihayet
pederim tahammül edemedi.” (GY-GH)., “…emekten birazcık yıpranmış, usta ellerini inceleyerek, nihayet karar
vermiştim.” (EI-NS)., “… kadın eli değince nihayet yüzü gülmüş, tertemiz mutfak!” (Aİ-OKB)., “Böyle yıllarca, senelerce
kendi kendime çekiştikten sonra nihayet şu neticede karar kıldım: Babam, fazla namuslu adammış...” (RNG-YD)., “En
önemlisi, o arada benim de askerliğime karar verilmişti nihayet.” (RE-G)., “Nihayet önümde dikilmekten vazgeçti babam,
odanın içinde bir aşağı, bir yukarı dolaşmaya başladı, ellerini arkasına bağlamıştı…” (EI-KA). ; /3. -den başka bir
şey değil./ “Ø”.
2. ⌠291⌡→ gel- [29], de- [15], dayanama- [14], bit- [11], kavuş- [9], anla- [7], bul- [7],
sor- [6], başla- [5], dön- [5], gör- [5], git- [4], görün- [4], konuş- [4], ol- [4], öğren- [4], uyan- [4],
söyle- [3], tanı- [3], ulaş- [3], var- [3], ayrıl- [2], bitir- [2], buluş- [2], getir- [2], gülümse- [2], kop-
[2], öl- [2], patla- {sinirlenmek} [2], yerleş- [2], yetiş- [2], açıklan-, açıl- (telefon), al-, alış-,
anlaşıl-, asıl-, ateşle-, bağır-, barış-, başa gel-, çatla-, çık-, değiştir-, doğ-, dol-, dur-, duy-, eri-
(kar), fısılda-, geç-, gelin-, gerçekleş-, gir-, haykır-, hazırlan-, imzalan-, işit-, kal-*, kalk-,
kalkıl-, karar-, kararlaş-, kız-, kurtar-, kurtul-, kurul-, mağlûp ol-, oku-, öğrenil-, öldürt-,
349
rastla-, sez-, sol-, sus-, tamamlan-, tut-, tüket-, unut-, varıl-, yakala-, yaklaş-, yayımlan-, yaz-.
║ karar ver- [8], razı ol- [4], karar veril- [3], karar kıl- [2], murada er- [2], patlak ver- [2], talih
gül- [2], azledil-, başa gel-, başarıya ulaş-, cesaret et-, çıkagel-, ele geç-, ele geçir-, fark et-,
fırtına patla-, gün doğ-, (gün) gel-, haber gel-, hak yerini bul-, hareket et-, hükmünü ver-, hür
ol-, iflas et-, ilan et-, imana gel-, iş bit-, itiraf et-, kan beynine sıçra-, karar ver-, kaybol-,
kendini tanıt-, kendini topla-, maksadına vâsıl ol-, mutabakat hasıl ol-, razı et-, sükûn bul-,
şansı dön-, tahammül et-*, tamir edil-, teslim ol-, ümidi kes-, vadesi yet-, vakit bul-, vazgeç-,
yaz gel-, yok et-, yola koyul-, yüzü gül-. ║ kestirip at-, terk edip git-. ║ kalktım gittim-,
(günü) geldi çattı.
3. ⌠-⌡→ Ø
nihayetinde:⌠6⌡/Sonunda./ “Fakat azabını paylaşıyordu. Nihayetinde Suat'ın da artık kendisini
bırakmıyacağını, onun da realiteleri arasına girdiğini anladı.” (AHT-H).. “Bıktım nihayetinde...” (KT-Gİ)., “Nihayetinde
İmam: Artık sen ne yapacağını bilirsin, dedi.” (KT-Gİ)., “Terakki zamanında bir fırsatını bularak ticarete atılmış, üst üste
birkaç defa iflas etmiş, nihayetinde kimseye muhtaç olmadan yaşayacak kadar bir para ile işin içinden sıyrılmıştı.” (AHT-
H).
→ anla-, bık-, de-, kurtul-. ║ işin içinden sıyrıl-, ortadan kaldır-.
nikâhlı: Ø
nikâhsız:⌠3⌡/2. Nikâhsız olarak./ “Nikahsız yaşanır mı umutsuzlukla?” (YE-HS)., “ZÎLHA - Ben
nikâhsız elime el değdirmem.” (HT-KAD)., “Yoksa, aşk ile, telâşımdan az kaldı nikâhsız güveyi girecektim.” (GY-KO).
→ yaşan-. ║ eline el değir-*, güveyi gir-.
nispet:--
→ nispet etmek, nispet kabul etmek (veya etmemek).
nispeten: Ø--
nispetle: Ø--
nite: Ø--
nitekim: Ø--
niye:?-
nobranca: Ø
noksansız:⌠2⌡/2. Eksiksiz bir biçimde./ “Hafızasının kuvvetiyle bütün dersleri sınıfta dinlemekle,
noksansız öğrenirdi.” (OA-BBAR).,
→ öğren-.
350
nokta nokta:⌠3⌡/Hafif hafif, belli belirsiz./ “Ki vururmuş nokta nokta...” (ANA-BBRB)., “Tuzlu
su tabanlarını karınca ısırıkları gibi nokta nokta yakıyor.” (EÖ-GSA)., “Her zaman, yalnız seni seveceğim... Nokta nokta
eriyip gidiyorum.” (EB-BG).
→ vur-, yak-. ║ eriyip git-.
noktası noktasına: Ø
nöbetleşe:⌠10⌡/Nöbet sırasıyla, nöbetle, münavebe ile./ “Uykusundan kaldırıp getirdiğimiz
hekimin verdiği ilaçlar etkisini gösterene kadar, annesiyle birlikte, başucunda nöbetleşe bekledik.” (AA-ETY)., “Öyleyse biz
üç yayamızı, yoruldukça nöbetleşe bindiririz!” (KT-YS)., “Yattılar, uyudular. Nöbetleşe uyudular, uyandılar.” (YK-İM1).,
“Dâima ikişeri nöbetleşe vazifelerini ifâ ederler.” (YKB-Aİ)., “Rasgele yazarı avcıdan öğrendim: Yabanördekleri donmasın
diye, Suya nöbetleşe kanat vururlar.” (CS-SS).
→ bekle- [2], bağrış-, bindir-, sırtlaş-, uyu-. ║ dert dök-, hallol-, ifâ et- (görev vb.),
kanat vur-.
⇒ nöbetleşe beklemek.
numerik: Ø
351
O
oburca:⌠4⌡/1. Doymak bilmez bir biçimde, oburcasına./ “Bilecik Ortaokulu'nda kütüphane
elimdeydi. Oburca ama sistemsiz okudum.” (CS-GC)., “Böyle kibar bir doygunlukla oturma, oburca saldır yemeklere.”
(OB-EA). ; /2. Gereğinden çok, oburcasına./ “Bilecik Ortaokulu'nda kütüphane elimdeydi. Oburca ama sistemsiz
okudum.” (CS-GC)., “Böyle kibar bir doygunlukla oturma, oburca saldır yemeklere.” (OB-EA).
1.⌠2⌡→ saldır-, oku-.
2.⌠2⌡→ gözlerini boşluğa sapla-, karşına dikil-.
oburcasına: Ø
o denli:⌠51⌡/Çok, {o kadar da …. ki}./ “Kendisine verilen iş o denli çoğalmış ki, bir ara
sabredememiş, İrfan Alıcıoğlu'na, «Beyefendi, sizin başka ağabeyiniz yok mu?» diye takılmış.” (CK-İSDY)., “Behçet o denli
heyecanlandı ki, yarı ciddi, yarı şaka, gülerek «Tuh Allah kahretsin» diyerek çantasını fırlatıp attı.” (CK-İSDY)., “Gerçek
benliğine o denli yabancılaşmıştır.” (EG-İO)., “Örgüt zamanla o denli büyür ki, artık, siyasal bir parti içinde bile herkesin
doğrudan doğruya yönetime katılması olanaksızlaşır. Gerek yönetim, gerek iletişim sorunları, o denli karmaşıklaşmıştır ki,
bunların içinden ancak yüksek uzmanlık düzeyinde olanlar çıkabilirler.” (EK-DT..A)., “Ölüm, rengârenk çiçeklerle bezenmiş
tabutta yatan kadına o denli aykırı düşüyor, o denli yakışmıyordu ki, onun huzurlu, muzip ve güzel yüzüne o kadar uzak ve
yabancıydı ki, sanki bu bir cenaze töreni değildi de, bir düğündü.” (AK-AA)., “1980'lerden önce ideolojik ayırımlar
üniversite öğrencileri arasında o denli önem kazanmıştı ki, sağcı ya da solcu öğrenciyi giyinişinden ayırt edilebiliyordu.”
(DC-Yİİ).
→ işle- (etkilemek) [3], çoğal- [2], heyecanlan- [2], yabancılaş- [2], büyü-, çekin-,
değiş-, etkile-, inan-, kaç-, karmaşıklaş-, küçül-, parla-*, parlat-, sev-, sıkıl-, tanıt-*, utan-,
üstele-, üz-*, yakış-*, yoğunlaş-, yozlaş-*. ║ ileriye git- [2], aykırı düş-, azınlıkta kal-,
huysuzluk et-, ihtiyaç hisset-*, ileri götür-, ilgisini çek-, iyimser ol-*, önem kazan-, önem ver-
, şaşkına dön-, temiz tut-, yetersiz kal-.
oflaya puflaya:⌠11⌡/Sıkılarak, acı çekerek, bunalarak./ “Pablo oflaya puflaya geliyor
kucağında minicik bir terrier” (ŞY-1997)., “….bir zamanlar herkese anlata anlata bitiremediği hayalindeki evi görüyor,
görünce de gelip oflaya puflaya avlu kapısının ağzına oturuyor….” (HAT-KHK). “Çok ihtiyar değildi, ama oflaya puflaya,
"estağfurullah," dedi, "naçizane" keşfini iç cebinden çıkardı: Bir cep saatiydi, ama mutlu olduğun zamanı anlıyordu ve o
zaman kendiliğinden duruyordu ve o vakit mutluluğun da sonsuza kadar uzuyordu.” (OP-YH).
→ gel- [3], otur-, tırman-. ║ arpa yol-, cebinden çıkar-, sahneye gir-.
oğul oğul: Ø
oğulsuz:⌠6⌡/2. Oğlu olmadan./ “Oğullar içinde oğulsuz, kızlar içinde kızsız koymasın!” (FB-ID).,
“Kocasız kaldı genç yaşında. Oğulsuz kalmasın. Oğulsuz kalmasın.” (YK-İM1).
→ kal-* [2], koy-*.
o hâlde: Ø--
352
o kadar**:⌠572⌡/1. Çok, fazla, {öyle, öylesine}./“Bir kere bağları çüzüldü mü; o kadar
değişiyor, o kadar kurulmuş makine oluyor ki... bir de bakıyorsun ki, o sağır ve duygusuz tabiat kuvvetlerine benzemiş...”
(AHT-H)., “Kışa o kadar alışmışım ki yaz günlerinde bile kış âdetlerini bırakamıyorum.” (NA-KD/A)., “Ay, bu suları ve bu
geceyi o kadar seviyordu ki güya seyretmekten bıkmıyor, bir türlü uykusu gelmiyor, gözlerini hiç kırpmadan bakıyor giydi.”
(AŞH-BM)., “Uçaklar çap bakımından o kadar ilerliyor ki, Avrupa kıtasında komşu veya uzak devletlerin, hava hücumları
yönünden, pek ehemmiyetli bir farkları kalmayacağı zamanlara yaklaşıyoruz.” (TDK-D)., “Bu adaya geri döndüğümüze o
kadar, o kadar sevindiler ki, ne kaldı şurada, nereden baksan yedi sekiz yıl, bu kızlar evde kalacaklar.” (YK-KSİ)., “Erkek o
kadar yaklaşmıştı ki, kısrağın peşi peşine attığı çifteler göğsüne değiyorsa da etkisiz kalıyordu.” (AS-YA)., “Fakat teknik o
kadar ileri gitmektedir ki, bütün güzel sanatları, hatta manevî ilimlerin ve felsefenin hayatını tehlikede görenlere
rastlanıyor.” (TDK-D)., “Mümtaz bir çocuk gibi yalvardı: -Beni azarlama... O kadar sıkıntı çektim ki.” (AHT-H)., “Saib'den
o kadar nefret ederdi ki ne vakit ona lâhırdı söylemek lâzım gelse ağzıyle söz söylemeği tenezzül addederek burnunu
konuşma vasıtası ittihaz ederdi: Size sormalı.” (HZU-MvS).
→ sev- [5], alış- [3], değiş- [3], ilerle- [3], sevin- [3], yaklaş- [3], büyü- [2], iste- [2],
sinirlen-* [2], sor- [2], acık-, alın-* {kızmak}, anla-, ara-, ayrıl- {farklılaşmak}, bağlan- {ilgi
duymak}, beğen-*, bekle-, benimse-, benze-, bil-, çoğal-, dal-, dinle-, doy-, döv-, geril-, gizle-
, güçleş-, ilerlet-, inan-, işle- {etkilemek}, kız-*, kok-, konuş-, kork-, kurcala-*, kuru-,
mükemmelleş-, öv-, sar- {etkilemek}, sars-*, sokul-, söyle-, taş- {sinirlenmek}, uğraş-,
umursa-*, uy-, üşü-, üzül-*, yakış-, yan-, ye-, yıpran-, yor-, yorul-. ║ ileri git- {haddini
aşmak} [5], canı yan-, göklere çıkart- {övmek}, ısrar et-, ıstırap çek-, iç içe geç-, kendini
inandır-, merak et-, nefret et-, nüfuz et-, sıkıntı çek-.
olasıya: Ø--
oldukça:⌠79⌡/Yetecek kadar, epey, hayli./ “Salâh Birsel denemelerini nasıl yazdığını şöyle anlatır:
Denemelerimde tuttuğum yolu sorarsanız o, biraz ya da oldukça değiştir.” (GY-D)., “Doğrusu bu fikri oldukça sevmiştim.”
(İO-LBA)., “Patronumsa, yerime geçecek uygun bir kişi bulunana kadar mağaza sahipsiz kalacağından ilkin oldukça
telaşlandı, …..” (DK-Z)., “Neyse, geçmişte kaldı bunlar, ama yine de, babam ile yaptığımız tartışmalardan ders almadım
diyemem, oldukça yararlandım.” (AB-SD)., “Geniş ve tozlu meydanın kenarlarına dikilen sırıkların üzerinde demir
ızgaralar vardı ve bunların arasına sokulan çıralar, meydanı oldukça aydınlatıyordu.” (SA-KY)., “Oldukça hazırlandım.”
(EB-YU)., “Dönüşlerinde oldukça sevindik.” (EÖ-GSA)., “Rektörlük odasının kapısında toplandık, oldukça da gürültü
ediyoruz.” (OA-BBAR)., “Atıf Yılmaz'ın Gengiz Aytmatov'dan uyarladığı «Selvi Boylum Al Yazmalım» yönetmenin son
yıllardaki en başarılı filmi olarak çeşitli ödüller aldı, seyirciden de oldukça ilgi gördü.” (AD-Y). “Oldukça da tepki
uyandırdı.” (ZA-MAAİ).
→ değiş- [3], sev- [2], telaşlan- [2], yararlan- [2], art- (bilgi, kültür vb.), aydınlat-, azal-,
beğen-, bil-, değiştir-, dengelen-, durakla-, düşün-, düzelt-, eleştiril-, engelle-, eski-, etkile-,
gecik-, geç-, geliştir-, genişlet-, güçlendir-, güçleş-, hafifle- (işi), hazırlan-, hırpalan-,
hüzünlen-, ilerle-, ilerle- {gelişmek}, küçül-, perçinle-, rahatlat-, serpil- {gelişmek}, sevin-,
şaşır-, tanı-, uğraş-, uzaklaş-, ürk-, üz-, vurgula-, yadırga-, yaklaş-, yaşlan-, yaygınlaş-, yor-,
yorul-, yüksel-, zorlaş-. ║ başı ağrı-, değeri düş-, gürültü et-, hoşa git-, içi açıl-, ilgi gör-,
ilgisini çek-, kendinden söz ettir-, rahatsız et-, tedirgin et-, tepki uyandır-, ün kazan-.
353
oldum bittim:⌠20⌡/Oldum olası./ “Oldum bittim alışveriş yapmayı hiç mi hiç sevmedim,
benimseyemedim zaten.” (EC-GDA)., “Ayıp değil ya, ben Aslardan oldum bittim hoşlanmam.” (Sİ-İGÇÖ2)., “Hem
temizliğe oldum bittim alışamadın.” (F-BS)., “Düğünlerde oyun oynayan bu fıkırdak kadından oldum bittim pek
hazzederdi.” (HT-KSA)., “Zaten, Arapça ve Acemce karması Osmanlıca adlı uyduruk bir dil, oldum bittim halktan uzak
kalmıştır.” (VG-GHO).
→ sev-* [4], hoşlan-* [2], alış-*, benimse-*, gül-, kork-, söyle-*. ║ ağır bas-, hazzet-,
kilitli tut-, uzak kal-.
⇒ oldum bittim sevmemek (veya hoşlanmamak).
oldum olası:⌠57⌡/Eskiden beri, kendimi bildiğimden beri, oldum bittim, oldum
olasıya./ “Onun gülüşünü oldum olası çok sevmişimdir.” (BB-BBÇ)., “Oldum olası beyaz önlüklüleri sevmem.” (CB-
BO3)., “Oldum olası deyimlerden hoşlanmazdım, büsbütün çıkarttım dilimden deyimleri.” (FA-SUYK2)., “İçi ürperdi.
Oldum olası soğuk elden korkardı.” (YK-OD)., “Esra oldum olası telefondan nefret ederdi.” (ÜK-BDG)., “Ben oldum
olası, öğretmenliğimde öğrencilerimin diş sağlığına çok önem verdim ve birçok öğrencimi diş doktorlarının eline teslim
ettim.” (VG-GHO)., “İnsansız doğa, oldum olası yavan gelmiştir bana.” (DH-SS).
→ sev-* [10], hoşlan-* [2], bak-*, bayıl- {hoşlanmak}, beklen-*, dayan-* {tahammül
etmek}, geçin-* {anlaşmak}, gör-*, güven-*, inan-*, it- {hoşlanmamak}, kız- {sinirlenmek},
kork-, say- {…olarak değerlendirmek}, sor-, söyle-*. ║ ava git-, ihanet et-, kan içinde yüz-,
nefret et-, önem ver-, rahat gün görme-, yavan gel-, yokuşa sür-.
⇒ (bir şeyi) oldum olası sevmemek.
oldum olasıya:⌠12⌡/Oldum olası./ “Konçinaların bu içler acısı durumu bana oldum olasıya
dokunmuştur.” (Sİ-İGÇÖ2)., “Akşamüzerleri oldum olasıya Süha Rikkat'i etkilerdi.” (Sİ-ÖKS)., “Fakat o zaman insan ne
kadar olsa tecrübesiz, bilgisiz, toy olduğu için aşk meşk denilince kendini oldum olasıya kapıp koyuveriyor dalganın
akıntısına...” (OCK-KE)., “Oldum olasıya kadın yüzünde benden nefret ederim.” (OA-KO).
→ dokun- {etkilenmek}, etkile-, şükret-, unut-. ║ kendini ver-, nefret et-. ║ kendini
kapıp koyuver-, sayar döker.
oldu olacak: Ø--
olgunca:⌠1⌡/2. Olgun gibi, olguna benzer bir biçimde./ “Bu tepkiyi olgunca sineye çektiler.”
(TÖ-ŞÇT).
→ sineye çek-.
olsa olsa: Ø
oluk oluk:⌠22⌡/Pek çok./ “Herhalde kolundan oluk oluk kan akıyordu...” (NH-YM)., “Bir sinemanın
arka kapısından oluk oluk insanlar boşalıyordu.” (OA-SİO)., “İşte o felaket fotoroman, gazetenin seslenmek istediği o
adamlarla kontağı hemen kurmuş. Oluk oluk çekiyordu onları.” (DC-BSKY)., “Doldurur uyanan kablelvukular şuuru oluk
oluk.” (FHD-50S)., “Düşman Adsız Tepe'ye de saldırıyordu, oluk oluk.” (FHD-ÜŞD)., “Memed, bir yanına döndü. Oluk
oluk terlemişti.” (YK-İM1).
354
→ ak- (su, kan vb.) [6], boşal-, boşan- (kan), çek- {cezp etmek}, doldur-, dökül- (kan),
saldır-, sız- (su), taş- (öfke), terle-.
⇒ oluk oluk akmak.
olur olmaz: Ø--
omuz omuza:⌠26⌡/1. Çok sıkışık bir durumda, yan yana./ “Şimdi, ikisi de omuz omuza
oturuyorlar.” (YKK-Y)., “Koridorda büyüklerden kaçan iki çocuk gibi omuz omuza duruyorlar, salona bakıyorlardı.”
(HEA-T)., “Yan yana omuz omuza bitişe bitişe Suyun yüzüne yükselirler.” (CS-SS)., “Saflar omuz omuza kurulmuştu.”
(TB-KA). ; /2. mec. Dayanışma içinde, birlikte./ “Piyano taşırlar omuz omuza…” (BRE-DKD)., “Bir saat da
omuz omuza vuruyorlar.” (FB-ID)., “Devrin kalburüstü efelerinin hepsini tanırım, çoğu ile yan yana, omuz omuza harp
ettim, hiçbiri sinirlerine Yörük Ali derecesinde hâkim değildi.” (GY-H2).
1.⌠20⌡→ otur- [2], dur-, gel-, getir-, git-, güt-, sıralan-, sürdür- (yürüyüş), tut-, yığıl-,
yüksel-. ║ saf kurul-.
2.⌠6⌡→ fırla-, taşı-, ver-, vur-, yaşa-. ║ harp et-.
ona: X
onca:⌠13⌡/2. Ona göre, onun düşüncesince./ “Ø”. ; //Oldukça çok.// “Uygarlıkta, sevgide
ben yavaşa karşıyım. Onca bağırıyorum, bağırıyorum onca; Uyuşuk bakışlara ve savaşa karşıyım.” (ÖA-ÇY)., “Yani Kilyos
açıklarında ıssız bir adam Peki nasıl yapıyorlar da onca çoğalıyorlar Bütün tavşanlar homoseksüeldir sülalesinden.” (CS-
SS)., “… göz kapaklarım aralayıp umutla baktı ve kollarından tutup onca silkeledi, ama çocuk uyanmadı.” (HAT-KHK).,
“Babasından şu yaşında onca dayak yedi de bir ağlamadı.” (DC-Yİİ)., “Geçerken onca dua okudum da, «Bana mısın?»
demedi, az kaldı ki, taşıyıcılardan ikisini toparlaya...” (KT-Gİ)., “Bunca yıl onca lâf ettik, uçtu gitti.” (ES-SUYK).
2. ⌠-⌡→ Ø
//…// ⌠13⌡→ bağır- [2], çoğal-, sıvazla-, silkele-, uğraş-. ║ dayak ye-, dua oku-,
harcama yap-, karşı koy-, laf et-, yol gel-, yol yürü-.
onculayın: Ø
onda: X
ondan: X
onlara: X
onlarca:⌠2⌡/2. Onlara göre./ “Bu yeni hayatın icapları onlarca da anlaşılır, açık ve basit şeyler haline
girer.” (YKK-A)., “İlerde oynayacaklar çıkarsa, bu sorunlar, günün koşullarına göre onlarca tartışılmalıdır diye
düşündüm.” (VT-BÖKDYO).
→ anlaşıl-, tartışıl-.
onlarda: X
onlardan: X
355
on parasız:⌠8⌡/2. Parası olmaksızın./ “Ankara'ya on parasız gelmişti. (FRA-Ç)., “….. on parasız
yaşasın bakalım...” (PC-K)., “TEKİN: Öyleyse öbür ihtiyar sana iğneyi atsın da gör! On parasız, sürün, dur!” (NFK-ST).,
“On parasız işe girmiş, akla, hayâle gelmedik dalavereler çevirerek, gizli siyah çetelerle, âli haydutlarla ortak olarak birkaç
hafta içinde milyonlar kazanmıştı.” (AO-ZS)., “Bunun için bunların herhangi bir talebini reddetmek akla gelmez ve 1516
yaşındaki temiz, güzel kızcağızlar bu saçı kırarmaya başlamış, manen ve maddeten çürümüş, on parasız sefihlerin kucağına
atılırdı.” (SA-KY).,
→ bırak-, gel-, git-, sokul- {sığınmak}, sürün-, yaşa-. ║ işe gir-, kucağa atıl-,
otomobile bin-.
onsuz:⌠51⌡/O olmaksızın./ “Oysa, «o bensiz yapamaz!» sözü aslında, «ben onsuz yapamam!»
gerçeğinin saptırılmasından başka bir şey değildir.” (EG-İO)., “Birden gözleri çenesiyle birlikte yukarıya bakıyor. Onsuz
olmaz ki, diyecek gibi.” (GY-H2)., “Bunca yıl aşksız ve onsuz yaşadım.” (PK-BCR)., “Yalan kötü bir şey midir? Onsuz
edemez miyiz?” (VG-GHO)., “Bu dördüncü soruşu, sanki onsuz duramıyor!” (Aİ-YK)., “Döndüğünde: ‘Tan'ı bulamadık.
Onsuz yola çıkacağız,’ dedi.” (GD-AK).
→ yap-* [11], ol-* [8], yaşa-* [8], et-* [5], gel- [2], anlatıl-*, dur-*, düşünül-*, olun-*,
oynan-* (satranç), öl-, tat-, yapıl-, yaşan*-, yaşanıl-*, yürü- (gemi), yürü- (işler). ║ balık avla-
, yola çık-, yolculuk et-, zaptet-*.
⇒ onsuz yapamamak, onsuz olamamak, onsuz yaşayamamak, onsuz edememek.
oracıkta: X
orada: X
oradan: X
oradan buradan: X
oral: Ø
oranca: Ø
oranla: Ø--
oraya: X
orsa boca:⌠1⌡/2. mec. Bata çıka, iyi kötü./ “Şimdi en önde sırtındaki kadınla bizim arkadaş, onun
arkasında sportmen genç, en arkada da şoförle ben, ne olursa olsun deyip orsa boca, bata çıka, düşe kalka yürüyorduk.”
(OCK-KE).
→ yürü-.
ortada:X
ortaklaşa:⌠21⌡/Ortak olarak, el birliğiyle, müştereken, kolektif./ “Çeliğe gelince ortaklaşa
kullanılır.” (GY-D)., “Nitekim, o yıllarda, bize karşı öteki gazeteler ortaklaşa GAMEDA'yı kurdular.” (DC-BSKY)., “O ara,
ortaklaşa Yelken Yayınları yapalım, dedi.” (FA-SUYK)., “Zaten eserin teknik kısmı, rollerin bölümü, sahnelerin uzunluğu
kısalığı, vakanın bağlanıp çözülüşü bu sanatkârlardan iki başlıca rolü oynayacak aktör ve aktrisle birlikte ortaklaşa
356
yapılmıştı.” (YKK-A)., “Bodrum'un vurgun yemiş ünlü süngercilerinden Gâvur Ali'yle ortaklaşa çalışıyorlar.” (AK-MY).,
“Espriler âdeta ortaklaşa üretiliyor.” (HT-ÖTÖ)., “İstanbul ortaklaşa işgal edilir.” (TÖ-ŞÇT).
→ kullan- [2], kur- [2], yap- [2], yapıl- [2], bölüş-, çalış-, karşıla-, kirala-, koyul-,
oluştur-, öde-, paylaş-, tat-, üretil-. ║ bulaşık yıka-, işgal edil-.
ortalama: Ø
ortalamasına: Ø
ortalıkta: X
o saat:⌠10⌡/Hemen, o anda./ “Bir kış göğü gibi o saat alçalır ölüm, Yalnız işitme duyusu kalır ortada.”
(CS-SS)., “İçlerinden ikisi bayıldı o saat.” (GY-H2)., “K.HASAN Bunlardan birine kötü gözle bakarsan, töreyi bozmak
hakkımdır, o saat vururum seni.” (TÖ-TO1)., “O saat, fırlatıverdi kendi delisini ortaya.” (KK-SE)., “Ne denirse onu
yaparlar, hele bir yapmasınlar, o saat kapı dışarı edilirler!..” (KK-SE)., “Eşrefgillerden o, köye gelir gelmez Dargın
yıldızlarımız barıştı o saat;…” (VŞA).
→ alçal-, bayıl-, vur- {silahla}. ║ canı yan-, duruver-, fırlatıver-, gözlerini kapa-
{ölmek}, kapı dışarı edil-, pabucu dama atıl-, yıldızı barış-
o saatte:⌠2⌡/O saat./ “Sulu, kırmızı bir kan akmaya başladı. O saatte aklıma bir şey geldi: Ant içmek...”
(GY-H1)., “Güler daha o saatte yorgunluk duyuyor.” (İA-ÖEK).
→ akla gel-, yorgunluk duy-.
o sırada: Ø--
Osmanlıca: Ø
otomatik:⌠2⌡/3. Kendiliğinden./ “Sen ne diyon gardaşım, tatilin sonu neye geldi, cumaya, sona ne var,
cumartesi, ee otomatik tatil olur... - Otumatik? - He otomatik...” (Mİ-DHB)., “Bütün bu çorbacı ağaların gözü, kethüdayeri
ağa olmaktaydı; o unvanı kazanan ağa ‘katar ağaları’ sırasına girmiş olurdu; ocakta, her üst makam boşaldıkça otomatik
terfi ederdi; azamet ve gururlan bir kat daha artar, ‘bıyıklarını balta kesmez’ iken ‘Küçük dağlan ben yarattım’ derlerdi.”
(REK-Y).
→ tatil ol-, terfi et-.
otomatikman:⌠2⌡/Otomatik olarak./ “Gerçi otomatikman diğeri de doğru oluyo ama...” (AA-AD).,
“Otomatikman bi program yüklediler heralde karşıdan.” (AA-AD).
→ ol-. ║ program yükle-.
o yolda:⌠4⌡/Öyle, o gidiş ve düzenle, {belirli bir amaç güderek.}/ “Irak o yolda çalışıyor,
Suriye o yolda çalışıyor.” (ZA-MAAİ)., “Ahmed Cemil bu seksen kişiyi iki yüz kişi gibi görürdü, hatta babasına da o yolda
tarif ederdi…” (HZU-MvS)., “Fransa'nın o kadar çabuk yıkılacağını tahmin etmemiş, o yolda iddia yürütmüştüm.” (GY-R).
→ çalış- [2], iddia yürüt-, tarif et-.
oylum oylum:⌠3⌡/Oymalı, girintili çıkıntılı bir biçimde, {bu biçimde olarak}./ “Bir
ateş düştü, içini oylum oylum yakıyor.” (FB-ID)., “Dumanlar tüterdi oylum oylum.” (YK-İM1).
357
→ tüt- (duman) [2].║ içini yak-.
⇒ oylum oylum duman tütmek
oynakça: Ø
ozanca:⌠1⌡/2. Ozana yakışır biçimde./ “Cansever’in işi gücü pek de ozanca aktarılmamış
günümüze.” (EC-GDA).
→ aktarıl-*.
358
Ö
öbür gün:⌠34⌡/Yarından sonraki gün./ “Ağlamayacaksın! Öbür gün annen gelecek... “ (Sİ-
İGÇÖ1)., “Annem öbür gün kendi kendine gidiyor...” (RNGBKD)., “9 Mayıs 1906: Yarın değil öbür gün imtihanlarıma
gireceğim.” (EB-YU)., “Orada üç dört gündür yan gelip mükemmel yemiş, içmiş; bu sabah da çıbanı deşilmiş, yarın, ya öbür
gün taburcu ediliyormuş...” (OCK-Ç).
→ gel-* [5], git- [5], doğrula-, dolaş-, gör-*, görün-, karşıla-, katıl-, koy-{yayınlamak},
öde-, söyle-, temizle-, uğra-, ver-, veril- (dosya), ye-, yetiş-. ║ arama tarama yap-, burun
buruna gel-, imtihana gir-, ispat et-, işe giriş-, kabul buyur-, mektup al-, taburcu edil-.
ödemeli:⌠3⌡/3. Değeri ödendikten sonra alıcıya verilmek şartıyla./ “İki gözüm dostum
Cevdet Kudret, 14 Ocak tarihli mektubunla Edebiyat Yıllığını ödemeli istemişsin, ödemeli ne demek?” (CKM)., “Bazılarına
da ödemeli gönderirdik.” (FA-SUYK)., “Fransızca öğrenmek için Baudelaire'in Les Fleurs du Mal’ini Haset Kitabevi'nden
ödemeli getirtmiştim.” (FA-SUYK).
→ iste-, getirt-, gönder-.
ödlekçe: Ø
öğlende:⌠3⌡/Öğle vakti./ “Öğlende buluştuk ve her şeyi olduğu gibi (isim vermeden tabii) anlatıverdim.”
(PK-BCR)., “Sabah azzığını öğlende götürür...” (GY-H2)., “Öğlende, anam çırçırdan dönmüş olurdu saçlarının pamuk
tozuyla.” (Sİ-İGÇÖ2).
→ buluş-, götür-. ║ dönmüş ol-.
öğleüstü:⌠12⌡/Öğleye yakın zamanda, öğleüzeri./ “Razıyım, öğle üstü gel öğle yemeğinden
verelim.” (NH-MİM3)., “Bir gün öğleüstü Esma, evden çıktı, kayboldu.” (CD-Oİ)., “Öğle üstü güreş başladı.” (MŞE-MA)
“Bugün öğle üstü çeşme başında görmüş Ayşe'yi.” (GY-KO)., “İçki içmeyin olur mu öğle üstü...” (KT-YS).
→ gel- [3], çık- (-e, -den) [2], başla-, dön-, getir-, gir- {ulaşmak}, gör-, götür-, seviş-,
uyu-, yaklaş-, yürü-. ║ kaybol-, haber al-, tebliğ al-, içki iç-*.
öğleüzeri:⌠24⌡/Öğleüstü./ “Validesi Şevkefza Kadın öğle üzeri Saray'a geldi.” (HT-M)., “Öğle üzeri
müesseseden çıktı, tramvaya bindi.” (RHK-BS)., “O da 5 Şubat 1877 öğle üzeri Saray'a gitti.” (HT-M)., 31 “Ağustos öğle
üzeri Çal köyünde, yıkık bir evin arkasında Gazi, İsmet Paşa ve Fevzi Paşa ile buluştu.” (HT-GF)., “Öğle üzeri karnımız
acıktı.” (KK-SE)., “Hissettiklerimi kelimelere dökebilmem, bildiğim şu ki; sabaha karşı Mehmet'i yırttım, öğle üzeri Ömer'le
yemeğe çıktım ve onun evlenme teklifini kabul ettim!” (EI-KA).
→ gel- [3], çık- (-dan) [2], git- [2], bas-, buluş-, durgunlaş-, gir- (limana), in- {gitmek},
ol- (bir yerde), silkin-, söyle-, var-, yanaş- (rıhtıma), yolla-. ║ kapı vur-, karnı acık-, tutsak ol-
, vaaz dinle-, yemeğe çık-, yola çık-.
359
öğle vakti:⌠6⌡/Günün öğle saatlerinde, öğleyin, öğlende./ “Sokakta hemen hiç dolaşmaz,
yalnız zaman zaman mektebin bahçe duvarından içeri atlar, çocuklarla oynar, öğle vakti onların artıklarını yerdi.” (GY-
H1)., “9 Ekim'de öğle vakti trenle hareket ettim.” (UM-KKA)., “Öğle vakti keyifli bir yemek yiyebilirsiniz.” (TU-G).
→ ye-, otur-. ║ hareket et-, kalabalık ol-, karnı acık-, yemek ye-.
öğleyin:⌠54⌡/Öğle vakti./ “Yanbaşta Sultanca'nın tarlası var. Öğleyin ekmeği birlikte yiyorlar.” (FB-
ID)., “Sevgilim, Bu sabah mektuplar, tâ öğleyin geldi, Mme.” (GD-ADM)., “Babam öğleyin uğradı mı?” (TÖ-TO1).,
“Bugün öğleyin burada olun.” (YK-KSİ)., “Salı sabahları birlikte kahvaltı yapıyorduk, evden öğleyin çıkıyordu.” (BB-
BBÇ)., “Karanlık çökerken Hikmet Bey, acıktığını fark etti, öğleyin yemek yememişti.” (AA-İGA)., “Ne var ki çoğu zaman
Kalkan'dan ancak öğleyin yola çıkılabilir.” (AK-MY).
→ ye-* [9], gel-* [8], dön- [3], birleş- [2], git- [2], uğra- [2], var- [2], …da ol- [2], atıştır-,
buluş-, çağır-, çağırt-, çalış-, çık- (-den), de-, getir-, gir-, gönder-, götür-, havalandır-, savuş-,
terle-. ║ yemek ye-* [2], -e kendini dar at-, güneş banyosu yap-, işgal et-, karşısına dikil-,
nöbet değiştir-, vakit bul-*, yağmur ye-, yatıp uyu-, yola çık-, yürüyüşe geç-.
ölçüsüz:⌠2⌡/2. Nereye varacağı düşünülmeksizin, yerli yersiz./ “Siz sultanımın arzusuna yol
açmak ölçüsüz sevindirdi, mutlu kıldı beni.” (TO-Dİ)., “Ölçüsüz güveniyordum kendime.” (İA-ÖEK).
→ sevin-. ║ kendine güven-.
öldüresiye:⌠9⌡/Öldürürcesine./ “Yukarı çıkıp beni öldüresiye dövdü.” (FA-SUYK)., “Sevdiğimizi
öldüresiye severiz biz... Yurdumuzu da öldüresiye seviyoruz.” (İS-DÖV)., “Boğazını sıkıp öldüresiye kıskanıyorum.” (YKK-
Y).
“Yerde bir köylü yuvarlanmakta ve jandarma kumandanı da onu öldüresiye tekmelemektedir.” (FO-KSA).
→ döv- [2], sev- [2], dövül-, kırbaçla-, kıskan-, tekmele-, tepikle-.
⇒ öldüresiye dövmek.
ölesiye:⌠44⌡/Ölecek kadar./ “'Ferhat ile Şirin birbirlerini ölesiye sevdiler’ gibi, ya da Öbürü, 'Ahmet
kurşun kalemle yazdı' gibi.” (AB-SD)., “Hiç ara vermeden, çılgınca, ölesiye içerler.” (MU-BDA)., “Faruk orda ölesiye
döğüşüyor da, burda bazı insanlar niçin bu kadar yılgınlık gösteriyor?” (KT-YS)., “Eğer öyle olsaydı yitirmekten ölesiye
korkar, seni kör bir tutkuyla sahiplenirdim.” (CE-KBG)., “Duvarlar yükseliyordu ama, akşama doğru hepimiz ölesiye
yorulmuştuk.” (AB-BBYŞ)., “İnsanlarla sevişmenin acısını çekmektense Küçük derenin yatağında ışıldayan taşlarla ölesiye
sevişir.” (MU-BDA)., “Tepkini, yüzünün halini ölesiye merak ederim...” (CE-KBG)., “Öyle bir iş yapacağız, ölesiye
aklından çıkmayacak.” (FB-ID)., “Annesi (Constanze'nin) hiddet içinde ye zavallı kızcağız ölesiye ıstırap çekiyor; ben de.”
(NN-DM).
→ sev-* [9], iç-* [3], döğüş- [2], kork- [2], savaş- [2], yorul- [2], ağla-, boğazlaş-, çalış-,
diren-, döv-, iste-, kıskan-, özle-, sevil-, seviş-, sıkıl-, şişmanla-, titre-. ║ merak et- [2], aç kal-,
akıldan çık-*, ciddiye al-, dua et-, ıstırap çek-, kendinden soğu-, kendine acı-, kendini kaptır-,
mahzun ol-.
⇒ ölesiye sevmek
360
ölü fiyatına:⌠1⌡/Değerinden çok ucuza, yok pahasına./ “Ana, devam etti: Abdi Ağa da kızgın
bize. Ölü fiyatına alır elimizden.” (YK-İM1).
→ elinden al-.
ömürbillah:⌠2⌡/Şimdiye değin veya hiçbir vakit./ “Ömür billah da gidemezdi üstelik; ….”
(HAT-KHK)., “Ömürbillah okul yüzü görmemiş Ak ellere kurşun kalem değmemiş…” (BRE-DKD).
→ git-*. ║ … yüzü gör-*.
ömrünce:⌠12⌡/Ömür boyunca, yaşadığı süre içinde./ “Bütün ömrünce uğraştın beni de oraya
çekmeye...” (AMD-O)., “Mümtaz o dakikada gördüğü şeyi bütün ömrünce unutamazdı.” (AHT-H)., “Mustafa Kemal de
davalarını yürütebilmek için, bütün ömrünce yükselmeği aramıştı.” (FRA-Ç)., “Ömrünce çekecekti.” (RHK-BS)., “Her
ağaç gibi kavak da ömrünce durur ayakta Gözler durur bir şeyleri.” (NH-YŞ).
→ aç- (gül), çalış-*, çek-, gör-*, iste-, sar-, şakı- (bülbül), utan-. ║ ayakta dur-, diz
çök-, halı doku-, hayal kur-, yâr ol-, yas taşı-.
ömür boyu:⌠33⌡/Sağ kalındığı, yaşandığı sürece./ “Ders almak, ömür boyu sürecek.” (AB-
BBYŞ)., “Otobüs beklemekle sevilmeyi beklemek arasındaki farkı anlamayan, ömür boyu otobüs de bekler, sevilmeyi de
bekler.” (AB-BBYŞ)., “Boz Ömer'e bakıp gülüyor: ‘Bu da sana ömür boyu yeter Allanın dangalağı!’” (FB-ID)., “VEFA
ömür boyu azar azar öder beni acım sana” (MA-BAK)., “Çok örnek var. Ömür boyu birlikte yaşarlar da, evlat babayı, baba
çocuklarını tanımaz.” (AB-BBYŞ)., “….ömür boyu kalıcı olacak, belki ondan da kızına geçecekti.” (EI-NS)., “Artık bacağını
kırar, ömür boyu sizde oturur, rahat edersiniz, diye kızının yanını tutmuştu.” (PC-K).
→ sür- [6], ayrıl-*, bağlan-* {tutulmak}, bekle-, evlen-*, gecik-*, gez-, kurtul-*, otur-,
öde-, seçtir-, sürün-, unuta-*, yet-, yetin-. ║ affet-*, birlikte yaşa-, dengesini sağla-*, duacı ol-
, eksik ol-*, içinde taşı-, keyfine bak-, konuk et-, mesken ol-*, meşgul ol-, mutlu ol-, rahat et-,
sınıfta kal-, sopa ye-. ║ çalar çırpar.
⇒ ömür boyu sürmek.
ömür boyunca:⌠8⌡/hayatı devam ettiği süre içinde, sağ olduğu sürece./ “(aşk
kederi/ömür boyunca sürer) demesini beklerken, başka bir erkeğin sesi, müziksiz olarak ‘Le pneu Michelin dure toute la vie’
(Michelin otomobil lastiği ömür boyunca sürer) deyiverince, insan önce küçük bir şok geçirir, sonra da gülmeye başlardı.”
(MU-BDA)., “Bekâret kemerini teslim ettiğin şövalyenin dönmesini bekle dur ömür boyunca...” (VT-BÖKDYO)., “Sonunda
da ömür boyunca aylık gelir sağlar...” (HT-KAD)., “Kısacası, şiirindeki siyasal tavır, ömür boyunca ve öldükten sonra bir
rant sağlamıştır ona.” (CS-ŞDÇ).
→ sür- [2], bekle-, sağla-, yaşa- (-da), yet-. ║ peşinden gidil-, rant sağla-.
⇒ ömür boyunca sürmek.
önce**:⌠332⌡/2. İlk olarak, başlangıçta./ “Kavafoğlu önce anlayamadı.” (Aİ-YK)., “Ertesi günü,
gidip "hoş geldiniz" demeyi kararlaştırdı ise de candarma kumandanı önce davranmış, geçit karakoluna telefon edip Hacı'yı
istemiş ve her nedense "sakın kaçırmayın, kendi gelmezse yakalayın, getirin" diye de sıkı emir vermiş.” (MŞE-MA)., “Önce
seslendim, karşılık gelmeyince aralıktan elimi sokup mandalı çevirdim.” (SD-K)., “Bu düşünce kendisine açıldığı gün Ali
Emmi önce şaşırdı, sonra da üzüldü.” (TB-KA)., “Doru, çorbayı önce kokladı.” (AS-YA)., “Farlarının sihirli aydınlığı, Villa
Şanver'i soğuk karanlığın içinden koparıp, bütün ihtişamıyla önüne çıkarınca; Berna, düşüncelerinden koptu; önce
361
yavaşladı, sonra durdu…” (Aİ-YK)., “Bu birbirine aykırı iki hissin karışık tesiri altında, önce kendi nefsini düşündü.” (GY-
H1).
→ anla-* [4], davran- [2], seslen- [2], şaşır- [2], ürk- [2], yavaşla- [2], ağar-, alıklaş-,
bak-, bekle-, gel-, giyin-, hüzünlendir-, inan-*, iste-*, katlan-, kestir-*, kızar-, kokla-, kork-,
pembeleş-, sev-*, sız-, soğu-, söyle-, temizle-, uğra-, umursa-*, uyut-, yaralan-. ║ aldırış et-*,
dili tutul-, elini tut-, emret-, fark et-*, gözünü korkut-, içi cız et-, imam nikâhı yap-, kahvaltı
yap-, kendi nefsini düşün-, ses çıkar-*, tıraş ol-, tövbe et-*.
önceden:⌠182⌡/Başlarken, başlangıçta, daha önce, evvelce./ “Önceden özellikle
söylemedim.” (AK-MS)., “Satılan bilet geri alınmaz. Önceden söyleseydin.” (Mİ-DHB)., “-Sanki neden bu yolu önceden
görmedik-“ (BN-BŞ)., “1980'ler Türkiyesi'nin sanayi burjuvazisinin kahkahalarıyla karşılaşılacağını önceden kestirmiştir.”
(AO-ZS)., “Müfettişin, soruların sırasını değiştireceğini önceden hiç düşünmemiştim.” (AN-ŞÇH)., “Her şeyi önceden
hazırlamış.” (DÖ-BAY)., “Bunlar önceden ayarlanmış.” (OS-HT)., “Beyler, aralarında sözleşerek hangi kayıkta kimlerle
birlikte çıkacaklarını önceden kararlaştırırlardı.” (AŞH-BM)., “’Onu önceden tanıyor muydunuz?’ diye soruyorum sözünü
keserek.” (AÜ-SG)., “Ona her şeyi önceden anlatmıştım.” (NE-GT)., “Öyle olduğu zaman ben sana önceden haber veririm,
sen de et yemek istemediğini söylersin, tamam mı?” (AK-AA)., “Gelişin önceden belli olmalı..” (AT-ST)., “Leon Türkiye'yi
Londra arasına sıkışan yaşantısının tam bağlantı yerine çöreklenen Nilşen'in anlamını Orly'de kavrayacağını önceden
tahmin edemezdi.” (BU-GYÇ)., “Bazen böyle birden bir yere konuk gidermiş, onun gittiği eve de önceden biri koşup
müjdeyi verirmiş, ….” (AA-YÖT).
→ bil-* [17], söyle-* [10], gör-* [11], kestir- {sezmek} [11], düşün-* [4], hazırla-* [4],
sez- [4], ayarla- [2], bilin-* [2], de-* [2], duy-* [2], gel-* [2], kararlaştır- [2], kestiril-* [2], ol-*
[2], planla- [2], sapta-* [2], söylen- [2], tanı- [2], yaz- [2], yazıl-* [2], açıkla-*, açıklan-*, al-,
anla-*, anlat-, ayarlan-, bak-, beklen-, belirle-, çağrıl-, çalın- (def), çuvalla-, dene-*, dinle-,
gidil-, gönderil-, gösteril-, hazırlan-, hesapla-, hesaplan-, iç-, imgele-*, kapatıl-, karıştırıl-
(şeker), kirala-, kurgula-*, müjdele-, oku-, öden-, saptan-*, seç-, sezinle-, sor-, süzül-
{üzülmek}, tanış-, taşın-, uyar-, uyarıl-, veril-*, yap-, yaşa-, yayımlan-*. ║ haber ver-* [8],
belli ol-* [6], kabul et- [3], tahmin et-* [3], haber veril-* [2], hazırlık yap- [2], adı konul-, aklına
koy-, biliyor ol-, gözden geçir-, gözüne kestir-, haber al-*, haber gönder-, hazır et-, hazırlamış
bulun-, hazırlamış ol-, hesap yapıl-, ipin ucu kaç-.kafasında yaşa-, karar ver-, kontrol et-, loca
kapatıl-, masa ayrıl-, methet-, mezar kaz-, mutsuz et-, müjde ver-, plan yap-, sözleşme
imzalan-, tayin edil- {belirlenmek}, teslim et-, teşekkür et-, verimkâr ol-, yer ayırt-, zemin
hazırla-.
⇒ önceden bilmek, önceden görmek (kestirmek) önceden haber vermer, önceden
belli olmak.
önceleri:⌠8⌡/Önceki zamanda, başlangıçta./ “Önceleri, yaşlı olduğum için yardım edemediğimi
düşündüm...” (AA-YÖT)., “Bir kısmı önceleri «Direnelim» demişler.” (KT-YS)., “Babamın elinin gerçekten esnek olduğunu,
daralıp genişlediğini sanırdım önceleri.” (SD-K)., “Peki Mine sevdi mi beni? Önceleri sevdi, belki benim gibi âşık olmadı
362
ama sevdi.” (AÜ-SG)., “Bu da insana, önceleri, çok yadırgatıcı gelir.” (BK-ÖM)., “Sizinle tanışmayı çok istiyordu. Önceleri
olumsuz karşıladım, ilgilenmedim.” (HAG-AS)., “Ne yapacağım bilememiş önceleri.” (PK-BCR).
→ de- [3], düşün- [3], san- [3], sev-* [3], aldır-* [2], bil-* [2], hoşlan- [2], inan-* [2],
anlat-, git-, ilgilen-*, kıskan-, kork-, küçümse-, sarsıl-, sızla-, şaş-, tiksin-, umutlan-, yadsı-,
zorlan-. ║ eğlenceli gel-, elinden geleni yap-, fark et-*, iyi yürü- (evlilik) {sürmek}, kabul
edil-, kabul ol-, komik gel-, korku duy-, merak et-*, mesafeli dur-, ne yapacağını bil-,
olumsuz karşıla-, sesi çık-*, sıkıntı çek-, soğuk dur-, şaşkınlıkla karşıla-, tedirgin ol-,
yadırgatıcı gel-.
öncelikle:⌠21⌡/Öne alınarak, daha önce olarak./ “Eliot'ın adını öncelikle anmalıyım.” (FA-
SUYK2)., “Bu durumda, bana "damat" demesi yasadışı bir içgüveysi olduğumu anıştırıyordu öncelikle, ona kızmam
gerekirdi; ama öyle içten bir biçimde gülümsüyordu ki, bu aykırı adlandırmayı arkadaşımla ilişkimi onayladığının göstergesi
olarak algıladım.” (TY-AÖ)., “Öncelikle şunu belirtmeliyim.” (GD-AK)., “Oysa artık kadınlar öncelikle bunları istiyor.”
(EA-KIY)., “Öncelikle aynanın bulunuşunun bir şeytan işi olduğundan dem vurulurdu.” (MM-ÜAKO)., “Avrupalı öncelikle,
"Profesör'ün laboratuvarından" çıkan eroinleri tercih ediyordu.” (SY-BECO).
→ an-, anıştır-, anla-, anlaşıl-, ara-, araştır-, bekle-, belirt-, belirtil-, de-, değerlendir-,
gerçekleştir-, gerektir-, iste-, sor-, ele al-. ║ (-den) dem vur-, hizmet et-, ifade et-, kabul et-,
tercih et-, usa gel-*.
önünden: Ø--
önünde sonunda:⌠12⌡/1. Mutlaka./ “KOMŞU: Aşk önünde sonunda sizi bulur.” (AMD-O).,
“SERMET: İnsanlar önünde sonunda karşılaşır.” (AA-TO3)., “İyilik önünde sonunda mutlaka mükâfat bulur.” (HT-AŞ). ;
/2. Nihayetinde, en sonunda./ “Bu sezgi dediğin de önünde sonunda düşünceye dönüşüyor.” (GD-TO1).,
“Önünde sonunda evlenir, sevmiş, sevmemiş.” (AMD-O)., “Benim bu elim önünde sonunda Bir ölümü imzalayacak.” (MA-
BAK)., “Kızartamayacak belki evet, ama gene de ben önünde sonunda ölmüş olacağım gökçe gelin, ….” (HAT-KHK).
1.⌠5⌡→ bul-, karşılaş-, öğren-, ol-. ║ mükâfat bul-.
2.⌠7⌡→ bölüştürül-, çözüştür-, dönüş-, evlen-, imzala- {onaylamak}, öğren-. ║ tahrik
et-. ║ ölmüş ol-.
önü sıra:⌠8⌡/Önünden, çok uzak olmayan bir aralıkla./ “Elini kıçına koyup yürüdü hamalın
önü sıra.” (FB-T)., “Kör bir çocuk denizin önü sıra duruyordu.” (GY-H2)., “Muştik, önü sıra konuşmadan hızlı adımlarla
ilerliyor, Aliye ise ona yetişmeye çalışıyordu.” (MM-ÜAKO)., “Elindeki gaz lambasıyla birlikte gölgesinin önü sıra çıkıp
gidiyordu sonra annem; babam evdeyse gene sinirli sinirli tartışmaya başlıyor, değilse yatıp uyuyordu.” (HAT-KHK).
→ yürü- [2], dur-, götürül-, ilerle-, in-, koş-. ║ çıkıp git-.
örtülü:⌠3⌡/3. Açıklama yapmadan, belli belirsiz bir biçimde, müphem./ “Gerçi biraz
karışık bir yazı, konusunun gerektirdiği açıklığa ulaşamamış, yazılma nedenleri de örtülü geçiliyor, ama önemli sorunlara
dokunmakta.” (MF-ES)., “Amacı da, örtülü görünse de, aslında pek açıktır.” (Aİ-SB)., “Yoksulun ayıbı hemen çıkar ortaya
örtülü kalır uzun süre ayıbı kibarın Saklanamaz az olsa da pabuçtaki yırtık Binlerce yırtığı saklı kalır sarığın.” (İS-DÖV).
→ geçil-, görün-, kal-.
363
ötede beride: Ø
öteden beri:⌠60⌡/Geçmişten bugüne kadar, başlangıçtan beri./ “Bunu babam öteden beri
bilirmiş, bizi korkutmamak için söylemezmiş, günün birinde prensesin tabutunu da hazineyle birlikte bulacakmışız.” (GY-
H2)., “Ben kürsümde kalıp okuyup yazmak, ders vermek, öğrencilerimle uğraşmak, sadece küçük bir dost çevresiyle ilişki
kurmak istedim öteden beri.” (MU-BDA)., “Aralarındaki çelişkiler bitince aşkları biter diye korkarlar öteden beri zaten.”
(İA-ÖEK)., “Öteden beri: ‘Bizde halk gazete, kitap okumaz,’ denir.” (RNG-AR)., “O bu yolu öteden beri severdi.” (AHT-
H)., “E.C.: Öteden beri Eliot'un "nesnel karşılık" kuramına çok önem verdim. (EC-GDA)., “Tarihsel oyunlarda çok bol olan
savaş sahnelerini, karşılıklı kılıç şakırdatan on ya da on beş figüranla canlandırılmasını, öteden beri gülünç bulurum.”
(MU-BDA)., “Olsun da, bu unvan totaliterliği çağrıştırdığı için beni öteden beri çok rahatsız etmiştir.” (BA-YYY).
→ bil- [5], iste- [4], kork- [3], alış- [2], de- [2], sev-* [2], bak-, bak- {gözlemlemek},
bakıl-* {değerlendirilmek}, başar-*, bat- {rahatsız olmak}, bayıl- {hoşlanmak}, belle-,
benimsen-, den-, duy-, eğlendir-, getirt-, gözlemle-, hoşlan-*, içerle-, ilgilen-, inan-, konuş-,
ol-, rastla-, say- {değerlendirmek}, sevil-, söyle-, yadırga-, yaşa-. ║ önem ver- [2], ağır bas-,
birbirine karış-, dikkat çek-, doğal gel-, gülünç bul-, hisset-, hor görül-, kanıya var-, kani bul-,
konu edin-, nefret et-, rahatsız et-, sakıncalı bulun-, tahmin et-, yakın bul-, yer al-. ║
homurdanıp dur-.
öteden beriden:⌠5⌡/Çeşitli yerlerden veya şeylerden, şundan bundan, şuradan
buradan./ “Her sabah, böyle buluşurlar, dertleşirler, öteden beriden bahsederlerdi.” (HZU-MvS). “Baba, oğul beş on
dakika bir zaman öteden beriden konuştular.” (RNG-YD)., “Geceleri Seyfi'nin arkadaşları öteden beriden geliyorlar, haber
getiriyorlar.” (HEA-AG).
→ bahset- [2], gel-, konuş-. ║ bahsolun-, haber ver-.
öte gün: Ø
ötesinde berisinde:X
öte yandan: Ø--
öteye beriye:X
ötürü: Ø--
öyle**:⌠3133⌡/2. O yolda, o biçimde, o tarzda./ “"Siz orayı bitirmişsiniz, öyle diyor."” (Aİ-YK).,
“"Sen de öyle ol."” (Sİ-DSG)., “…başı öne eğik, saygılı, sessiz, öyle duruyordu.” (NN-DM)., “Ağırbaşlı olmalıyım. Öyle
öğrettiler.” (Sİ-DSG)., “Allah vebal yazmasın, ama ben öyle düşündüm.” (TB-KA)., “Ama öyle sanıyorum ki büyük bir şair,
büyük bir yazar olduğunda kendinin de çok şüphesi vardı.” (NA-KD/A)., “Annem hep öyle söylüyor.” (SD-K)., “Ben de öyle
düşünüyorum.” (TDK-KO)., “Bir an öyle durdu.” (GY-H1)., “Elimden gelse gözlerimi kapar, öyle yürürdüm.” (GY-H1).,
“Dünya öyle yaratılmamış ki!” (AB-BYS)., “Gelecek oyunda öyle yaparız!” (TÖ-TO3)., “Gelmedi. Öyle bekledi.” (ÇA-
BAG)., “Öyle sanıyorum ki yarma da bu niteliklerini aktaracaklardır.” (CS-ŞDÇ)., “Topalla hiç bir şey olmamış gibi,
eskiden nasılsa öyle konuşacaksınız.” (TB-KA)., “Nişancının ellerinde, gözlerini uçan ellerden ayıramadan, durduğu yerde
öyle kalakaldı.” (YK-KSİ)., “Onu öyle kabul ettiler.” (HT-ÖTÖ..)., “Poyraz, yerinde öyle donmuş kalmış, şaşkınlıkla
Ağaefendiyi dinliyor, kulaklarına inanamıyordu.” (YK-KSİ)., “Söze yarım kalmış bir bahsi tamamlar gibi başlamış, öyle
364
devam ediyordu: Biz, bataklığı dolduran kurbağalar gibi, mutlaka busessizliği bozmak istiyoruz...” (GY-H1)., “Nitekim öyle
de olagelmişti.” (TB-KA). ; /3. O denli, o kadar, o derece./ “Bu renk ona öyle yaraşırdı ki...” (AA-TO3)., “Derken
fiyatlar öyle yükseldi ki Müdür Bey, bir bin liralığı binikiyüz liraya mal etmeye başladık.” (AN-AZDE)., “Diğerleri de öyle
düştü...” (FO-KSA)., “Öyle hoşuma gitti ki...” (TDK-KO)., “Herkes ağlamaktan öyle perişan olmuştu ki, kimse içeri girip
Zübür Amcayı bikez daha goremiyordu.” (AN-AZDE)., “Kabuğumun içine öyle büzülüyorum ki gene.” (OK-AY)., “Baba,
şimdi seni öyle seviyorum ki...” (TÖ-TO3). ; //Ardından, sonra.// “…istersen bir duş al, öyle git.” (ÇA-BAG).,
“Beyefendi çay, beyefendi kahve?.. -Görelim de öyle içeriz...” (Mİ-DHB)., “Herifler iyi bir sarhoşlatıp öyle döveceğiz...”
(AN-AZDE)., “-Ana temiz temiz bir öpeyim de öyle yatayım, dedi.” (TB-KA)., “Ağasının elçisi Kandahar'a iki konak kala,
oğlan haber aldı, öyle sevindi ki, duru durağı yitirdi.” (KT-Gİ).. “O gece, öyle zengin oldum, öyle zengin oldum ki...” (AN-
AZDE).
2. ⌠455⌡→ de-* [60], ol-* [60], san-* [39], yap-* [24], söyle-* [19], dur- [16], kal- [16],
bak-* [14], düşün-* [11], iste-* [9], yaz- [7], git- {sürmek} [6], geç- [5], otur- [4], anlaşıl- [3], bil-
[3], konuş- [3], yürü- [3], al-* [2], anla- [2], bekle- [2], bul- [2], çık-* {olmak} [2], göster- [2],
incele- [2], vur- [2], yapıl- [2], ağla-, al-* {değerlendirmek}, alış-, ateşlen-*, ayarla-, bağır-,
biçimlen-, çarp-, dal-, davran-, den-, dinle-, doğ-, dön-, duy-, es-, ez-, geçir-, gel-, getir-, gez-,
görün-, görüş-, götür-, gözük-, gül-, gülümse-, hazırla-, iç-, inan-, kavra-, kaynaş-, kıskan-,
kışkırt-, okun-*, öğret-, saklan-, say-, sayıl-, sınırla-, sulan-, şiş-, tertiplen-*, titre-, tutun-,
unut-, uydur-, uyu-, yakıl-*, yaptır-, yaratıl-*, yaşa-, yat-, yazıl-*, ye-, yerleştir-, yorumla-,
yozlaş-, yumul-. ║ zannet- [14], kalakal- [7], canı iste- [2], devam et- [2], hisset- [2], içinden
doğ- [2], ağzından çık-, ayarı bozul-, birbirine karış-, canını kurtar-, elini öp-, göresi gel-,
hâkim ol-, hareket et-, icabet et-, içinden gel-, kabul et-, kafası işle-, kendini kapat-, olagel-,
oyun et-, sokağa çık-, ümit et-, üstüne al-, yararı dokun-, yorgun düş-. ║ durdum kal-, durup
dur-, duruş dur-, esip dur-*, susmuş otur-, sallanıp dur-, oturup kal-. ║ donmuş kalmış.
3. ⌠19⌡→ sev- [5], kork- [2], sevin- [2], alış -, art-, büyü-, beğenil-, benimse-, büzül-,
çıldır-, çoğal-, dal-, hoşlan-, içerle-, iste-, kok-, sev-, tepin-, yara-, yayıl-, yüksel-. ║ zengin
ol- [3], diğeri düş-, dikkat et-, hoşuna git-, rahatsız et-, (fiyatlar) uslu dur-*, perişan ol-.
//…// ⌠8⌡→ git- [3], başla-, döv-, götür-, iç-, yat-.
⇒ öyle demek (söylemek), öyle sanmak, öyle olmak, öyle düşünmek, öyle
zannetmek, öyle kalakalmak.
öylece:⌠605⌡/{1.O biçimde, tam öyle., 2. Öylelikle.}/ “Asırlardan beri öylece, ilk defa nereye
konmuşsa orada duruyor.” (BRE-KY)., “ (İki eli öylece boşlukta kalakalır.)” (OA-KO)., “Alinin gözleri gökteydi. Öylece
bakıyordu.” (YK-OD)., “Belki bir, belki iki saat öylece oturdular.” (CD-Oİ)., “Ama öylece yattı.” (FÇ-UV)., “Gövdesi
uyuşmuş, ağzı kuru, elleri soğuk, öylece bekliyordu, Reis-i Cumhur Hazretlerinin, Dolmabahçe Sarayı'ndaki çalışma
odasının kapısında sırtında muslin esvabı, boynunda annesinin bir dizi incisiyle...” (EA-DÖY)., “Elinde telefon öylece
kalır.” (VT-BÖKDYO)., “Öylece sustular.” (NM-TÖ2)., “Başını yere eğmiş ve öylece kalakalmış.” (FE-Ç)., “Fakat şimdi
toparlayamıyordu. Öylece Nemide'yi seyrediyor, kopuk kopuk konuşuyordu.” (SK-D)., “En bozuk şekliyle verdim, öylece
365
kabul ettiler.” (FA-SUYK)., “Dönmedi, duralamadı, öylece yürüyüp gitti.” (TY-AÖ)., “Bırakıp gitmişsin öylece her şeyi,
sevmediğin halde dağınıklığın her türlüsünü.” (ŞY-1999).
→ dur- [132], kal- [110], bak- [54], otur- [39], bırak- [16], bekle- [15], yat- [15], dikil- [12],
sus- [10], bırakıl- [5], dolaş- [5], tut- [5], düşün- [4], uzan- [4], dinle- [3], git- [3], yürü- [3],
bekleş- [2], bul- [2], çık- [2], dal- [2], dön- [2], gömül- [2], in- [2], sürdür- [2], uyu- [2], yakala-
[2], anla-, atlat-, at-, bakış-, başla-, beklet-, belir-, benimse-, bit-, buyur-, büyüle-, çırp-*,
doldur-, gel-, gelin-, getir-, gezin-, gör-, iliş-, kabullen-, kaç-, kapan-, kararlaştır-, kımılda-*,
koru-, koş-, koy-, kullanıl-, olgunlaş-, oyna-, öğren-, öl-*, serpil-, söyle-, süzül-, süz-, tanış-,
tanıt-, taşın-, uzat-, yapıl-, yap-, yaralan-, yayıl-, yayınlan-, yen- {kazanmak}, yüksel-. ║
kalakal- [32], kabul et- [6], seyret- [4], bakakal- [3], kendini bırak- [2], (zihni) ak-, açık kal-,
asılı kal-, cama vur- {yansımak}, çeşni oluş-, çeşni tattır-, çırılçıplak bırak-, dertop kal-,
devam et-, düşünceye dal-, eli böğründe kal-, eli havada kal-, elinden al-, etrafını sar-, (göz)
dikil-, gözlerinden sız-, havada asılı kal-, kafa tut-, kendine bağla-, ortaya çık-, taklit et-,
(toplantı) dağıl-, taş kesil-, uyuyakal-, yerini al-, yola koyul-. ║ bırakıp git- [3], donup kal- [3],
durup bak- [2], geçip git- [2], oturup kal- [2], akıp dur-, alıp götür-, bırakıp çekil-, bırakıp çık-,
çırpınıp dur-, durup bekle-, katılıp kal-, kaykılıp kal-, sızıp kal-, silip götür-, susup otur-,
sürüp git-, uzanıp kal-, yatıp uyu-, yürüyüp git-, yüzüstü bırakıp çık-. ║ artar durur, bak dur,
bakar kalır, çekip ayırdı, çıkıp gider, çöker kalır, dikildi durdu, dikildi kaldı, dikilir kalır,
dikilmiş kalmış, düşündü durdu, kurudu kaldı, oturdu kaldı.
öylelikle:⌠3⌡/Bu biçimde, en sonunda./ “Öylelikle yüzünü görürüz!” (NC-SY)., “Bunlar da İngilizce
öğrensin, öylelikle gelişsin, ilerlesin.” (OS-HT)., “Türkiye'deki toplantıları anlattım. öylelikle ben yazdım yazdım,
kahvelerden bahsettim.” (FA-SUYK).
→ geliş-, gör-, ilerle-, yaz-.
öylemesine: Ø
öyle öyle:⌠1⌡/Böylece, yavaş yavaş./ “Resmin, müziğin, derken bakışların ve hayatın ve şiirin
perspektifini de öyle öyle buldum.” (EA-DY).
→ bul-.
öylesine:⌠475⌡/Aşırı bir biçimde, fazla, o kadar çok./ “Cinsel alanda her erkeğin akıl
yoksulluğuna sürüklenebileceği gerçeğine hepimiz öylesine alışmışız ki, o yönde en inanılmaz söylentileri bile sorgusuz
soruşuz doğal karşılamaya hazırız her zaman.” (RE-G)., “Ama, kadın konuşurken giysisindeki çiçeklerin ve tırnaklarındaki
ojenin pembesinde boyanmış, yumuşacık görünen dudaklarının kıpırdayışına öylesine dalmıştı ki ne dediğini algılayamadı.”
(HAG-AS)., “Çocuk kâğıttan uçaklarına öylesine dalmıştır ki, adamların geldiğini duymaz.” (AA-TO3)., “Çocukluğumun
mutsuzluğu beni öylesine etkilemişti ki, yıllar yılı bunu yenmek, -sevgili, dost, arkadaş bir kocaya karşın- kişiliğimi
pekiştirmek için çırpındım durdum.” (NM-TÖ2)., “İsmet Faşa Millî Şefliği öylesine benimsemiştir ki, ona kalsa,
366
demokrasiye geçeceğimiz meçeceğimiz yoktur.” (BA-YYY). ; //Boş yere, iş olsun diye.// “Ben öylesine bakıyorum ki
Yoktu giysiniz Görüyordum kanınızın aktığını bile” (FHD-50S)., “Belki yanılıyorum, belki öylesine söyledi.” (AÜ-SG).,
“ADAM: Hayır. öylesine sordum işte.” (ÜA-TÖ)., “Öylesine uğramıştım...” (NG-BKR)., “Vır vır vır... öylesine
konuşuyorum.” (AA-AD)., “KİŞİ Öylesine aklıma geldi.” (CB-BO3).
/…/⌠424⌡→ alış- [12], sev- [11], dal- {kendini kaptırmak} [10], etkile- [6], inan- [6],
bak- [4], benimse- [4], dol- [4], kız- [4], özle- [4], benze- [3], düşün-* [3], geliş- {ilerlemek} [3],
heyecanlan- [3], sarıl- [3], söyle- [3], yerleştir- [3], art- [2], aynılaş- [2], bağlan- [2], bunal- [2],
büyü- [2], değiş- [2], durul- [2], iste- [2], kork- [5], sadeleş- [2], sık- {bunaltmak} [2], soğu- [2],
şaşır- [2], tutul- {rağbet görmek} [2], unut- [2], uza- [2], ünlen- [2], yan- [2], yaygınlaş- [2],
yayıl- [2], yoğunlaş- [2], yumuşa- [2], zorla- [2], abart-, acı-, ağırlaş-, ağrı-, alın- {kızmak},
alışıl-, andır-, anlamlan-, anlaş-, anlaşıl-, ara-, arın-, aşağıla-, avun-, bağır-, bağla-
{engellemek}, ballandır-, bekle-, benimsen-, berbatlan-, besle- (ruhu), betonlaş-, bezdir-,
bezen-, bıktır-, bilgeleş-, boğ-, boşal-, boya-, bozul-, bozul- (işleri), böl-, bölün- (gün),
büyüle-, canlandır-, cehennemleş-, coş-, çal- (müzik), çarpıl- {şaşa kalmak}, çekele-, çekil-
{kaybolmak}, çınla-, çırpın-, çirkinleş-, çoğal-, çoğalt-, dağıl-, daral-, davran-, diren-, diz-,
dolaş-, dondur-, döndür-* (içki başını), döv-, durallaş-, duygulandır-, em-, eri-, ezil-, fışkır-
(gözyaşı), gel-, geliş- (olanaklar), geliş- (teknik), geliştir-, genişle-, gerginleş-, gir- (dilin
yapısına), gizlen-, görül-, güçlen-, gül-, güven-, güzelleş-, haşla-, hatırla-, hırpala-, hırpalan-,
hızlan-, ısın-, iğren-, irileş-, itil-, kabullen-, kapla-, kaptır-, karar-, kaynaş-, kenetlen-, kızar-,
kızıl-, kok-, kollan-, kop-, koyulaştır-, köpekleş-, kucakla-, kullan-, küllen-, maskelen-,
meşrulaş-, okşat-, onar-, oyalan-, öğren-*, öğret-, öykün-, özdeşleş-, rahatlat-, sabırsızlan-,
saldır-, sap-, saplan-, sar- {etkilemek}, sar- {yayılmak}, sars-, savun-, sersemle-, sessizleş-,
sevin-, sevindir-, sık- (elinde), sıkış-, sınırlan-, sınırlı ol-, sızla-, sin-, sindir-, sol-, solu-,
somutlaş-, sor-, söyle- (şarkı), susturul-, şaşırt-, şımart-, tıkan-, tıraşla- (taş), tiksindir-, tozlan-
, tut- {beğenilmek}, usan-, ustalaş-, utan-, uyu-, uyuş-, uzaklaş-, uzaklaştır-, üfür- (rüzgar),
ürk-, ürküt-, üstele-, üşü-, üşüş-, ver-, vurul-, yabancıla-, yadırgan-, yak-, yaklaş-, yarala-,
yaralan-, yararlan-, ye-, yerleş-, yıkan-, yıkıl- {sıkıntıya girmek}, yıl-, yinele-, yoğurul-
{hemhal olmak}, yücelt- (ruhu), yüceltil-, yürü-, zorlaş-. ║ kendini kaptır- [8], acı çek- [2],
birbirine karış- [2], paniğe kapıl- [2], Türk ol- [2], (acı) katıl-, ağır gel-, ağzı sulan-, ahbap ol-,
aklı karış-, aklını başından al-, alay et-, arası açıl-, aşka getir-, ateş yak-, ayrılmaz bir parçası
ol-, ayyuka çık-, bağrına bas-, birbiri içine geç-, birbirinden ayır-, birbirini tut-*, birbiriyle
örtüş-, bol kullan-, bunalım yarat-, canla başla yap-, çağını aş-, çaresizlik duy-, (dünya) dar
gel-, değeri düş-, denk düş-, dikkat et-, duyarlı kıl-, elde et-, esiri ol-, gaz ver-, (gözleri)
kamaştır-, gözünde büyü-, gözünü hırs bürü-, gürültü koparıl-, güzel bul-, hasret kal-, havaya
367
gir-, hayal meyal hatırla-, hayran kal-, hayran ol-, hesaplı otur-, heyecan duy-, heyecana kapıl-
, hoşnut kal-, hoşuna git-, ibtizale düşürül-, iç içe geç-, iç içe yaşa-, içi dışlı ol-, içi geç-, içi
kayna-, içine çek-, içine sindir-, içini al-, içini sar-, iğreti dur-*, ikiye katlan-, ileri götür-,
(ilişki) kurul-, iman et- {inanmak}, imar et-, kafasına takıl-, kafasını karıştır-, kalbini sar-,
kanına işle-, kaybol-, kendinden geç-, kendini belli et-, kendini kaybet-, kendini ver-, kıyamet
kopar-, kimsesiz bırak-, korkuya kapıl-, kural dışı ol-, merak duy-, merak et-, merak sar-,
moda ol-, mutlu ol-, nefretini kazan-, ok yaydan çık-, omuz silk-, öfkeli ol-, ön plana al-, övür
ol-, popüler ol-, rengi açıl-, romantik ol-, rutubetli ol-, sarhoş ol-, sarmaş dolaş ol-, serseme
çevir-, sesini yükselt-, şimşekler çaktır-, talan edil-, ter içinde kal-, terbiye edil-, tutsak ol-,
tuzağa gir-, uygun düş-, yağmur yağ-, yalnızlık duy-, yaşamı doldur-, yerli yerine otur-,
yoksul düş-, yoksul kal-, yüreği sıkış-, yüreğini kapa-, yüz çevir-, yüz göz ol-, yüz kasıl-, zevk
al-, zihne yerleş-. ║ alıp yürü- {yayılmak} [2], çakılıp kal-, sayıp dök-, üzülüp çök-, yanıp
sön-.
//…//⌠33⌡→ sor- [6], söyle- [3], konuş- [2], ara-, çık-, gel-, oku-, ol-, takıl-, toplan-,
uğra-, yaşa-, yat-, yaz-, yürü-. ║ aklına gel- [2], diline gel-, aklından geç-, göz at-, göz gezdir-,
kullana gel-, maç al-. ║ geçişip git-, karalayıp dur-.
⇒ öylesine alışmak (ki), öylesine sevmek, öylesine dalmak, öylesine etkilemek,
öylesine sormak, öylesine söylemek.
özcesi: Ø
özellikle:⌠90⌡/Özel olarak, her şeyden önce, başta, hele, bilhassa, hususuyla,
bahusus, mahsus./ “Beş gün sonra dönmüş olacağımı özellikle belirttim ve arkamda bıraktığım cadılar, hayaletler ve
haydutlar ülkesine…” (OP-YH)., “….gereğini de özellikle vurguluyorlar.” (İO-LBA)., “Ablam o parçayı özellikle istemiş.”
(CK-BR)., “Ametisti özellikle seçtim, gözlerin menekşe rengi, onlara uyacak!..” (Aİ-YK)., “Bu noktada özellikle
vurgulanmalı: Popülizmin solcu ve sağcı yorumları arasında temelkarşıtlıklar vardır ama sınıf mücadelesi kavramını
belirsizleştiren her yaklaşım bu karşıtlığın aşındırılmasına yönelik anlamlamalara yol açar.” (AO-ZS)., “Önceden özellikle
söylemedim.” (AK-MS)., “Yazar bunu özellikle yapıyor.” (DH-SS)., “Amerika da bunu farkettiğinden, "doğmuş olan bebeği"
kucağına almamaya özellikle dikkat etti.” (FA-YST)., “Ben özellikle buna tepki gösterdim.” (AT-ST).
→ belirt- [10], kaçın- [7], vurgula- [5], iste- [3], seç- [3], yap- [3], anıl- [2], ilgilen- [2],
vurgulan- [2], ara-*, bak-, boz-, büyüle-, de-, endişelendir-, etkile-, getir-, getirt-, isten-, izle-
{takip etmek}, kapat-, kork-, koru-, öfkelendir-, öp-, sakın-, sapta-, seçil-, sor-, söyle-*,
tipikleştir-, unut-*, ver-*, yaşa-, yavaşlat-, yaz-. ║ dikkat et- [4], tembih et- [3], önem ver- [2],
ayrım çıkarıl-, cahil bırakıl-, dikkat çek-, göz önünde tut-, ilgi göster-, ilgi duy-, örnek al-,
özen göster-, rica et-, salık ver-, peşine sal-, tepki göster-, üstünde dur-, zaman tanı-, üzerinde
dur-, üstüne bas-.
368
⇒ özellikle belirtmek (vurgulamak), özellikle kaçınmak, özellikle dikkat etmek.
özene bezene:⌠15⌡/Özen ile, itina ile./ “Bu rolü özene bezene kendisi için yazmış herhalde.” (MF-
HYT)., “Galip Paşa özene bezene yaptırmıştı.” (OB-EA)., “Gazeteci, bunları özene bezene anlatıyor, okuyucular da
dünyanın ucu gibi görünen şu karşı sırtların ardında ne diyarlar, ne dünyalar bulunduğunu hayralıkla görüyorlar.” (RNG-
AR)., “Hem de karşımda beni dinleyenler yumuş gibi özene bezene söylerim.” (BŞ-DKO)., “Yoksa her zaman yaptığı gibi
dikkatle, özene bezene saçlarını mı taramıştı?” (SKA-GA).
→ yaz- [4], yaptır- [3], anlat-, diz-, ger-, söyle-, topla- {derlemek}, yap-. ║ alnına
götür-, not et-, saç tara-.
⇒ özene bezene yazmak.
özgürce:⌠30⌡/Özgür bir biçimde./ “Sevgilinle özgürce yaşarsın.” (İA-ÖEK)., “30 yaşını doldurmuş
her Türk vatandaşı internet ortamını izin verdiğimiz sınırlar içerisinde özgürce kullanabilir.” (GM-BKVY)., “İki insan,
konuşmalarında ruhların hapishane duvarlarını örerek birbirlerini özgürce nasıl sevebilirler?” (İS-DÖV)., “Konuklarını
orada kabul edecek Ye sabahlara kadar özgürce tartışacaktı.” (HT-GF)., “MİDAS Yargımı özgürce vereceğim.” (GD-
TO1)., “Evet, ben Ayhan'dan o Güler'den ayrılır, özgürce, istediğimiz gibi birlikte oluruz ve bu iyi bir birliktelik olur belki.”
(İA-ÖEK).
→ yaşa- [4], kullan- [3], öl-* [2], sev- [2], den-, düşün-, gir-, işlet-, sıyır- {toparlamak},
söyle-, tara-, tartış-, tartışıl-, yarat-, yitiril-, yüksel-. ║ yargı ver- [3], birlikte ol-, kabul et-, var
ol-, varlık geliştir-*.
özürsüz:⌠2⌡/2. Özrü olmaksızın./ “Demek onun kanında, kanının zerrelerinde bir şey vardı ki, onu
böyle sürüklemiş, sebepsiz, özürsüz Firdevs hanımın kızı yapmıştı.” (HZU-AM).
→ yap-.
369
P
palas pandıras:⌠8⌡/1. Gereği gibi derlenip toparlanmaya vakit bulamadan./ “Ben de,
palas pandıras, Romanya üzerinden Köstence'den vapura binip İstanbul'a döndüm.” (FA-SUYK)., “Aradan birkaç dakika
ya, geçmiş ya geçmemişti ki, Hüseyin atıyla birlikte palas pandıras tekrar çıktı ortaya; onu getirip iki sokağın kesiştiği yere
bıraktı.” (HAT-KHK)., “Onu Hicabi gördü ilkin, gördü de sırtındaki kuru üzüm çuvalını yere atıp, vay benim babam vay,
diyerek palas pandıras koştu geldi ….” (HAT-KHK). ; /2. Çabucak, {alelacele}./ “Hemen oturdu, bir rapor donattı
ve Hulusi Bey palas pandıras tahtı muhakemeye alındı.” (HT-KSA). “Palas pandıras, Nişantaşı'mdaki baba evime
sığındım.” (İA-GKD).
1.⌠3⌡→ dön-. ║ ortaya çık-. ║ koştu geldi.
2.⌠5⌡→ alın- (kabul edilmek), sığın-, yakalan-. ║ kendini dışarı at-, tayin edil-.
paldır küldür:⌠34⌡/1. Kaba bir gürültü çıkararak, gürültü ile./ “Merdiven başından idareyi
alıp paldır küldür aşağı indi.” (SA-KY)., “Entertiplerin hurufat kasalarını delik deşik ettiler, paldır küldür yuvarladılar
merdivenlerden aşağı.” (DC-BSKY)., “Paldır küldür taşlar çınlayarak, uzun yankılanarak, dağı yerinden sarsarak
akıyorlar.” (YK-BE)., “Bizim Şükrü minareye sabahleyin kimse görmeden çıkmış, paldır küldür iki teneke devirmişti.” (SFA-
SS). ; /2. Ansızın ve kurallara uymaksızın./ “Çünkü, esmer delikanlı paldır küldür Reşit Beyin odasına
dalıyordu...” (KK-SE)., “Yaz geliyor demektir yokuştan paldır küldür….” (BRE-DKD)., “Üçü de paldır küldür açıp kapıyı
girdiler.” (KK-SE)., “Bir saniyelik bir susuşundan istifade ettim, damdan düşer gibi paldır küldür sordum: …” (GY-R).,
“Demek paldır küldür konuşmuşlardı?” (OK-KT)., “…. zamandan ağır yara almıştık sürekli kan kaybediyordu aşkımız
önceleri paldır küldür çığ gibi yaşıyor sonraları münbit ve merhem teoriler üretiyorduk….” (MÜ-KGD).
1.⌠16⌡→ in- (-i, -e) [3], yuvarlan- [3], ak-, çık- (-dan), devir-, doluş-, fırla-, gel-,
saklan-, yuvarla-. ║ ayağa kalk-. ║ inip git-.
2.⌠18⌡→ dal- [3], gel- [2], gir- [2], dökül-, düş-, git-, hazırla-, konuş-, sor-, tutuklan-,
yap-*, yaşa-. ║ araya gir-, sokağa dökül-, tavla oyna-.
paraca:⌠1⌡/Para ile ilgili olarak, para bakımından./ “Kırk yedi yıllık yaşamı boyunca Sait Faik’i
hem gönülden, hem paraca destekledi.” (HT-ÖTÖ).
→ destekle-.
parasız:⌠18⌡/4. Para verilmeksizin, bedavadan, bedava./ “Suç atmaya düşkünlük gösterenlerin
bu gibiler bu işi parasız yapar desteğiyle Saraya bir curnal indirir.” (SB-BŞM)., “İmparatorluk Türkiye'sinde bu hanlarda,
Müslüman ve Hristiyan farkı gözetilmeden bütün yolcular parasız olarak üç gün yer, içer, yatar, kalkar, hasta yolcular için
hekim ve ilâç bulundurulurmuş.” (GY-GH)., “Kültür ve Turizm Bakanlığı bundan birkaç yıl önce, üst üste katlanan tek tük
renkli broşürler çıkarır, kendi merkezlerinde bulundurur ve turistlere parasız dağıtırdı.” (AK-MY)., “Yeni küçük çocukları
parasız sokuyordu sinemaya.” (F-BS). “Rıza Nur'un anıları, Suudi Arabistan'da basılıp dinci örgütlere parasız dağıtılıyor!”
(UM-KKA).
→ yap-* (iş vb.) [3], al-* [2], ye- [2], dağıt-, dağıtıl-, geç-, gel-*, iç-, otur-, sok- (içeri
almak), taşı-, ver-, yat-, yedir-. ║ dilekçe yaz-, yardım et-.
370
parasız pulsuz: Ø
parça başına:⌠1⌡/Her parça için./ “Hayır biz memur konumu içinde düşünülemezdik: Bir kere parça
başına ücret alıyorduk.” (OA-KB).
→ ücret al-.
parça bölük: Ø
parça parça:⌠83⌡/1. Parçalanmış bir durumda, lime lime./ “Çavuş: Beş kurşunun beşini de
kafasına boşaltırım. Parça parça ederim.” (YK-İM1)., “Saat parça parça oldu.” (MB-AK)., “Yüreği parça parça oldu.”
(YK-İM1)., “Parça parça dökülüyordu duvarlarda sıvalar.” (AKB-BŞ)., “…..suya düşmüş ince bir kâğıd gibi o duman
tabakasının üzerinden perişan bir dalga geçiyor, gûya netisicesi çözülüyor, parça parça dağılıyor,…..” (HZU-MvS).,
“Yüzyıllar geçti, parça parça bölündük, küçüldük, kara çadırlar soldu.” (YK-BE)., “(Kâğıtları parça parça yırtar, bir
kibritle yakar, oturur)” (GY-KO). ; /2. Azar azar, bölüm bölüm./ “Bizim gibi kaleminden başka geçim vasıtası
olmayan yazarların kaderidir; büyük mevzularımızı hep parça parça harcarız.” (BA-YYY)., “Orada çıkılan yolu parça parça
görüyorduk; burada inerken bütün yolu görüyoruz.” (GY-GH)., “Parça parça yeniden yaşıyordu.” (HAG-AS)., “Şiirlerini
parça parça yazar, sonra, bunları istediği gibi bir araya geritir….” (SB-BŞM).
1.⌠56⌡→ ol- [22], ol- (kalp, vb.) [9], dökül- [4], dağıl- [2], dağıt- [2], doğra- [2], sark-
[2], ak-, anlaşıl-, böl-, bölün-, çevril-, çıkar-, çiziştir-, çözül-, dinle-, eyle-, kop-, yapış-, yazıl-,
yırt-, yırtıl-. ║ geri al-, (yağmur vb.) yağ-.
2.⌠27⌡→ gör- [3], harca- [2], oku- [2], yaşa- [2], yaz- [2], ağar-, birik-, dağıl-, dinle-,
düşün-, eri-, gel-, git-, götür-, ıslan-, öl-, sök-, sür-, yakıl-. ║ ifşa et-, izahat alın-.
→ parça parça etmek.
⇒ parça parça olmak.
pare pare:⌠8⌡/Parça parça./ “Ağaçların arasından pare pare dökülüyordu.” (YK-İM1)., “Onun üzerine
Mithat Paşa Sadrazama, ‘Paşa, eğer aramızdan ayrılıp da davamıza ihanet edecek olursan bu millet seni Beyazıt
meydanında pare pare eder,’ demiş.” (HT-M)., “Cerenle Fethullah yırtıcı kaplanlar gibi, ellerindeki sopalarla köylülerin sel
gibi akan kalabalığını pare pare eylediler.” (YK-BE)., “Bulut gelir pare pare Dördü aktır, dördü kare Sen açtın kalbime yare
Yağma yağmur, esme deli rüzgar Yarim yoldadır!” (AHT-H).
→ dökül- [2], et- [2], eyle- [2], edil-, gel-.
⇒ pare pare etmek (eylemek).
parıl parıl:⌠14⌡/Parıldayarak, ışık saçarak./ “Donuk siyah gözleri parıl parıl yanıyor, biraz çatık
ağzı çok çirkin bir takallüs içinde haykırıyordu.” (HEA-VK)., “Akşamüstü -şimdi kasaba elektrik içinde yüzüyordu- asfalt
parıl parıl parladı.” (SFA-HBSK)., “Ağzı hayretten açılmış ve gözleri meraktan parıl parıl parıldıyor.” (YKK-Y)., “Halıya
güneş vurmuş gibi. (Dikkatle bakar.) Parıl parıl yatıyor...” (AMD-O).
→ yan-* [4], parla- [3], bak-, et-, gör-, ol-, parılda-, yat-, yürü-.
⇒ parıl parıl parlamak (veya yanmak).
371
parmak parmak:⌠1⌡/2. Parmaklayarak./ “…..herkes o macunlardan parmak parmak lüpletiyor da,
Allah bir hakkı için ben o macunların yüzüne bilem bakmıyorum.” (OCK-Ç).
→ lüplet- {yemek}.
→ parmak parmak yemek.
par par:--
→ par par yanmak
partizanca: Ø
paşa paşa:⌠4⌡/Uslu uslu, güzel güzel./ “….erken uyanacak arapgirli muarrem aabicim paşa paşa
gidecek bir paşabahçe mağazasına bardak demlik alacak…” (MÜ-KGD)., “Gider, paşa paşa cezamızı öderiz!..” (YE-HS).
→ git-, kurtar-, yaz-. ║ ceza öde-.
⇒ paşa paşa gitmek.
patadak: Ø
patavatsızca:⌠1⌡/Patavatsız bir biçimde./ “Biri bir şey sorar, ben de pat diye bu konuda düşüncemi
söylemek zorunda kalabilirim, zorunda kalmasam bile, patavatsızca düşüncemi dile getirebilirim, bu düşüncemden ötürü
başım belaya girebilir.” (FŞ-EF).
→ dile getir- (düşüncesini).
patır kütür: Ø
patır patır:⌠14⌡/Güçlü, gürültülü ses çıkararak, {ardı ardına}./ “Uçaklar, kuşlar, kargalar,
hepsi patır patır düşmüştür.” (CK-BR)., “Hele dolu yağarsa patır patır.” (EA-MR)., “Mikrobun ne olduğu henüz
bilinmediği, bakım yöntemlerinin gelişmediği bir ortamda anneler patır patır çocuk doğuruyor, bunların çoğu daha bir
yaşını tamamlamadan ölüp giderken, pek azı hayatta kalabiliyordu.” (NN-DM)., “Bacaların gölgesine mevzilenen çocuklara
av oluyorlar böylece; vınlayan sapan taşlarını yer yemez patır patır düşüp ölüyorlar ve böylece gökyüzü her gün biraz daha
boşalıyor.” (HAT-KHK).
→ dökül- [2], düş- [2], git-, havalan-, in-, kaç-, yen-, yürü-. ║ çocuk doğur-, grev yap-,
(yağmur vb.) yağ-. ║ düşüp öl-.
⇒ patır patır düşmek (dökülmek).
pat küt:⌠2⌡/Üst üste, arka arkaya (vurmak)./ “Ayaklarımı tuzlu suya sokunca başıma falan da pat
küt vuruyorlar bir yandan.” (EÖ-GSA)., “Nöbetçi er, üç günde bir yarım kova kömürü bırakıp gidiyor, pat küt indiriyor
döşemeye, odunları.” (VB-SvB).
→ vur-, indir-.
pat pat:⌠14⌡/‘Pat’ sesi çıkararak, {ardı ardına}./ “Erkeğin arkasına pat pat vurur.” (GY-KO).,
“İlk bir iki yıl, pat pat düşüyordum, bir şey olmuyordum.” (MU-BDA)., “Herkes, arkası dönük, Recai ile torununa bakıyor.
Pat pat çıkarlar.” (NFK-ST).
372
→ vur- [4], çık- [2], düş- [2], at- (kalp), bekle-, döğ-, et-, in- (tokat vb.), patlat-
(tomurcuk).
⇒ pat pat vurmak.
patronca: Ø
pat sat: Ø
pattadak:⌠4⌡/Ansızın./ “Bir gün pattadak şöyle diyor Nâzım: Seni seviyorum, Vera.” (RE-G)., “Bu oğlan
günün birinde pattadak «O kızı seviyorum, kız da beni seviyor» diye bir laf atmaz mı ortaya!” (RE-G)., “Ömrün sonu bir
gün pattadak çıkıverir karşılarına.” (RE-G).
→ de-, kullan-. ║ ortaya laf at-*, karşısına çık-.
pattadan:⌠1⌡/Pattadak./ “ERHAN- Bütün perde ne olacak diye seyrettik, sonra da pattadan bitti.” (HT-
AŞ).
→ bit-.
paytakça: Ø
pazarlıksız:⌠3⌡/Pazarlık yapılmadan./ “Anlaşılan siz bunu haber alıp yeldiniz, eğer almağa niyetiniz
varsa size şimdi pazarlıksız elli liraya veririm!” (Sİ-İGÇÖ1)., “Pazarlıksız gelmişsin?” (KT-Gİ)., “… evet gün bir ölüyle ve
kötü bitti pazarlıksız…” (TU-BŞ).
→ bit- (gün), gel-, ver-.
pederane:⌠1⌡/Babaya yakışır biçimde./ “Bugün sana pederane ihtar ediyorum.” (RNG-ÇK).
→ ihtar et-.
pehlivanane: Ø
pehlivanca: Ø
pek:⌠299⌡/3. Gereken, beklenen veya alışılmış olandan çok./ “Babasından öğrenmişti bu
sözü ve ikide bir kullanmayı pek seviyordu. "Bile bile de kırılır mıymış şişe?"” (SD-K)., “Amma ben nasıl diyeceğimi pek
bilemiyorum.” (TB-KA)., “Ablanı pek anımsamıyorum.” (EB-BG)., “Aliye Berger, bu toplumun basma kalıp ölçülerine pek
uymuyordu.” (HT-ÖTÖ..)., “Allah bilir ya, ben bu cevabı da, sesinin perdesini de pek beğenmedim.” (GY-H1)., “Ama o
otomobilden pek anlamıyor.” (SD-K)., “Ama nedense, ondan pek hoşlanmıyor Cavidan Hanım.” (EB-BG)., “Anlamadı
galiba, pek aldırmadı.” (ÇA-BAG)., “Haşim Bey topraklarıyla pek ilgilenmezmiş; çiftliklerin, tarlaların, bağların,
zeytinliklerin ürünlerinden çaldıklarıyla kâhyalar zengin olmuş.” (YA-AO)., “Karısı içinden yine pek inanmıyordu onun
cezaevine gireceğine.” (ÇA-BAG)., “Kapıdan girer girmez, daha selam bile vermeden "Tuh, rezil olduk..." diye dövünmesine
pek şaştım.” (AN-AZDE)., “Uf aman, pek korktumdu başbakanı istifa ettiririz diye.” (Mİ-DHB)., “Adamlarımızın çoğu
bizim ağzımıza bakar akılları pek ermez.” (TB-KA)., “Zifiri bir karanlık içinde ve elleriyle dizleri üstünde sürtünerek
yürümek, Mümtaz'ın pek hoşuna gitmişti.” (AHT-H)., “Pek memnun oldum efendim, inşallah daha çok vakitler teşerrüf
ederiz.” (TDK-KO)., “Ne çektiğini, ne olduğunu herkes pek merak etmez.” (TB-KA). ; /4. Hızlı olarak./ “Ø”. ;
//Sağlam olarak.// “Yüreğinizi pek tutun.” (TB-KA)
373
3. ⌠298⌡→ sev-* [31], bil-* [17], beğen-* [16], anla-* [15], hoşlan-* [11], benze-* [6],
sevin- [5], şaş- [5], hatırla-* [4], inan-* [4], iste-* [4], düşün-* [3], gör-* [3], konuş-* [3], kork-
[3], otur-* [3], aldır-* [2], anlaş-* [2], başar-* [2], bul-* [2], buluş-* [2], değiş-* [2], gel-* [2],
güven-* [2], kesil- [2], kestir-* [2], meraklan- [2], say- {saygı duymak} [2], seçil-* [2], sevil-*
[2], üstele-*[2], yaraş- [2], anımsa-*, anlaşıl-*, ara-*, art-, ayır-*, ayrıl-*, bak-*, bayıl-
{hoşlanmak}, becer-*, beğenil-, bulun-*, bunal-, büyü-, büyüt-, çıkar-*, dillen-, dokun-
{etkilemek}, duy-*, duyul-*, etkile-*, gecik-*, gir-*, git-*, görül-*, görün-*, gururlan-*, iç-*,
içerle-, ilgilen-*, işitil-*, karıştır-, katıl-*, keyiflen-, kıy-*, koru-, kötüle-, öv-, piş-*, san-*,
sevindir-, sıkıl-, şaşır-, şaşırt-, şişir-, tanı-*, tut-*, um-*, umursa-, uy-, uza-, uzaklaş-*, üzül-,
ver-*, yakala-*, yakın-*, yaklaş-*, yalnızla-*, yanaş-, ye-*. ║ aklı er-* [4], belli ol-* [4], yüz
ver-* [4], memnun ol- [3], aklı yat-* [2], hoşuna git- [2], yer veril-* [2], mutlu ol- [2], kulak as-*
[2], kulak asıl-* [2], merak et-* [2], adını ağzına al-*, ağır gel-, aşırı git-*, başarılı ol-*, bel
bağla-*, belli et-*, canı iste-*, ciddîye al-, ciddiye al-*, dikkat edil-*, eksik kal-, elver-*,
farkına var-*, farkında ol-*, fırsat bul-*, gerçekleş-*, geri kal-*, gözüne kestir-*, hayra yor-*,
hayran ol-, ikna et-*, insan içine karış-*, isabet buyur-, isabet et-, işe yara-*, işine gel-, koku
al-*, kötülüğü dokun-*, memnun kal-, müteessir ol-, önem ver-*, öteye geç-*, rağbet gör-*,
rahat et-, ses çıkar-*, tahammül et-, tesir et-, üstünde dur-*, vakit bul-*, yakınlık göster-, yazık
ol-, zevk al-*, zevkine var-*.
4.⌠-⌡→ Ø
//…//⌠1⌡→ tutun-.
→ pek söylemek.
⇒ pek sevmek (beğenmek, hoşlanmak), pek anlamamak, aklı pek ermemek.
pekâlâ: ⌠102⌡/2. ‘Dediğim gibi olsun, öyle kabul edelim’ anlamlarında bir söz, peki./
“Ø”. ; /3. Karşı durum alınacağını anlatan cümlelerin başına getirilen bir söz./ “Ø”. ; /4. çok
iyi, {oldukça uygun bir şekilde, elbette.}/ “Arkadaşım her şeye, herkese kızmadan duramıyor. Pekala
biliyorum arkadaşım bana çok kızıyor, mektuplarımdaki kadın olmadığımı kaç kez yinelemedi mi?” (BŞ-DKO)., “Nasıl
görmedim ? pekala gördüm.” (KHK-YAH)., “Ben lostracı kutularında siyahtan başka renk bulunmadığını pekâlâ
hatırlıyorum.” (RHK-BS)., “Nişanlımı sen baştan çıkardın... diye Necla'ya saldırıyor, o, korkup çekinmeye lüzum görmeden:
- Pekala yaptım, gözünü açaydın da sıkı tutaydın...” (RNG-YD)., “Çünkü onun ne maksatla Yıldırım Ordular Grubu
Kumandanlığı'nı deruhte ettiğini pekâlâ anlıyorum. dediler.” (SB-HAY)., “Her ne ise, evlenmenin ilmini pekâlâ öğrendim.”
(GY-KO)., “Kimseye fenalık yapmıyorum. Daha ne anlayacaksın? pekâlâ anlamışsın...” (RNGBKD)., “-Pekala uyuyorum.”
(İS-DÖV)., “Yaşıyorum işte. Pekâlâ yaşıyorum.” (GY-KO).
2.⌠-⌡→ Ø
3.⌠-⌡→ Ø
374
4.⌠102⌡→ bil- [31], gör- [7], ol- [5], yap- [5], anla- [4], anlat- [2], görün- [2], hatırla- [2],
inan- [2], kazan- [2], al-, alış-, anlaş-, anlaşıl-, anlatıl-, baş et-, bayıl-{hoşlanmak}, bekle-,
benimse-, bilin-, çalış-, çalıştır-, de-, dik-, dinle-, dövüş-, duy-, düşün-, ertelen-, geç-, gel-,
gerçekleştir-, git-, kapat-, koştur-, öde-, öğren-, sez-, şaşır-, umursa-, uyu-, yaşa-, yet-, yetiş-,
yürü- (evlilik). ║ işe yara- [2], takdir et- [2], tahmin et-, fark et-, hatıra gel-, idare et-, ispat et-,
iş çıkar-, izale edil-, kabul edil-, mümkün ol-, satın al-, tahayyül et-, ele geçir-.
⇒ pekâlâ bilmek.
pekçe:⌠3⌡/İyice./ “Ardından oda kapısı vuruldu. ‘Gel!’ dedi pekçe.” (MM-KG)., “Düğüncüler akşama
kadar güneş altında pişmiş, bıkmış, yanmış oldukları için, rakı sofralarına pekçe sokuldular.” (MŞE-MA)., “Nezaketten
anlamaz, pekçe vur!.. İhtarile eğlendi.” (RHK-MH).
→ de-, sokul-, vur-.
peki: Ø--
pek pek:⌠9⌡/Olsa olsa, en üstün olarak, {olağandan hızlı bir biçimde}./ “Çok çok vurma,
pek pek çalma.”, “Pek pek vurma, çok çok çalma.” (PNB-AGUG)., ‘Bakmıyor göğüs geçiriyorlardı Kulak kabartıyorlardı
pek pek’ (ME-TŞ).
→ çal-* (çalgı) [2], vur-* (çalgı) [2], atıl- (yerinden), belle-, hesapla-. ║ feshet-, kulak
kabart-, müracaat et-.
peltek: Ø
pençe pençe:⌠5⌡/Genişçe ve sık lekeler durumunda, yer yer kırmızı bir biçimde./ “Yanaklarını pençe pençe al.” (F-PY)., “Sırtında hâlâ pençe pençe durur yanık izleri...” (CD-KB)., “Sabahlan hanımlar,
çoluk çocuk denize gidiyorlar, öğlen üzeri ben kahvaltımı ederken, onları omuzlan, yüzleri, bacakları pençe pençe allanmış,
evlerine dönerken görüyorum.” (EI-KA).
→ al-, allan- (bacak), dur-, pembeleş-. ║ al bas- (yanak).
perde perde:⌠22⌡/Yavaş yavaş./ “Konuşmaları perde perde yükseldi, nutuk oldu.” (DC-Yİİ)., “Sükût
bir kadife örtü üstünde Bu ses yükseliyor başlayan günde Ve örtüyor perde perde her yeri.”(AHT-BŞ)., “Aktı geldi, perde
perde devrildi.” (YK-OD)., “Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta.” (AO-
NSBE).
→ yüksel- (ses vb.) [6], devril- [2], canlan-, çekil- (su), duyul-, gölgelen-, kalk- (sis),
kes- (yağmur), kısıl- (ses), ört-, sol-, solu-, sun-, ürper-, yükselt-, yaklaş-.
⇒ (ses) perde perde yükselmek.
pervasızca:⌠14⌡/Pervasız bir biçimde, çekinmeden, sıkınmadan./ “…evde olmanın pijamalı
dallamalığı içinde, pervasızca gidersiniz tuvalete:” (FŞ-EF)., “Niko da bu yüzden onu şimdi daha rahatça, daha emniyetle
süzüyor, kendi üstünlüklerini pervasızca düşünüyordu.” (TB-KA)., “…iskemlelerine pervasızca kurulur ve etrafa sıkılmadan
bakarlar.” (BRE-KY)., “…fuhuş, rezalet göz göre göre işlenir oldu, pervasızca sokağa döküldü.” (REK-Y)., “Gemimiz
gaddarca, pervasızca geçip gidiyor.” (SB-BŞM).
375
→ git- [2], açıl- (kapı), düşün-, haykır-, konuş-, kurul- {yerleşmek}, sıkıştır-, söyle-,
yırt-. ║ ilan et-, sokağa dökül-.║ geçip git-. ║ dalar gider.
peşin:⌠14⌡/3. Daha önce, önceden./ “Peşin söylemeli ki, sonra bana gücenmeyesin; ….” (ME-TŞ).,
“İlk peşin onları görüyorum.” (EC-GDA)., “Bunu peşin haber veriyorum.” (RNG-AR).
→ söyle- [2], atla-, de-, gir-, gör-, özle-, sal-. ║ haber ver- [3], müjde ver-, sevinç duy-.
⇒ peşin söylemek (veya heber vermek).
peşinatsız: Ø
peşinen:⌠9⌡/Peşin olarak, önceden./ “….. bağlamında tartışmak amacında olmadığımı peşinen
belirtmeliyim.” (AO-ZS)., “Sizinle konuşmadan önce, bu mülakat için Ayşen Hanımın müsaadesini aldığını peşinen arz
edeyim.” (RHK-BS)., “Dur hemen peşinen karar verme...” (AA-AD).
→ belirt-, de-, öde-, söyle-. ║ arz et- [2], ilan et-, karar ver-*, tebrik et-.
peşin peşin:⌠8⌡/Önceden benimsenmiş olarak./ “Bütün şartlarını peşin peşin kabul ediyoruz.”
(AN-AZDE)., “Siz de peşin peşin uyarabilirsiniz.” (ÜD-KŞ)., “Uyan dıracağım sizi... Peşin peşin özür dilerim...” (KT-YS).
→ uyar-. ║ kabul et-* [2], allahaısmarladık çek-, cevap döktür-, hissettir-, özür dile-,
razı ol-.
⇒ peşin peşin kabul etmek.
peşi peşine:⌠2⌡/Arka arkaya./ “Köyün durgun, fersiz ışıklarına karşı peşi peşine kişnedi.” (AS-YA)..
“Köylüde az oyun mu var?» Şimdiye kadar dinlediği soygunculuk hikâyelerini peşi peşine hatırlıyordu.” (KT-Gİ).
→ hatırla-, kişne-.
peşi sıra:⌠28⌡/Arkasından, ardından, ardı sıra./ “O öne geçti, peşi sıra içeri girdim. (EB-BG).,
“Halk bunların peşi sıra merdivenlerin ortalarına kadar yürümüştür... (VT-BÖKDYO)., “(Memet ve Sorgu Hâkimi,
Evhamlanın peşi sıra koşarlar, çıkarlar.)” (NH-YM)., “Benimle alay ediyor, beni peşi sıra sürüklüyordu.” (KB-DÇ)., “Ama
Melike'nin öyle içten bir hali var ki onu kıramıyorum, zorunlu olarak peşi sıra ilerliyorum.” (AÜ-SG).
→ gir- [5], yürü- [5], koş- [4], gel- [3], çık- [2], götür-* [2], ilerle- [2], geç-, git-, koştur-,
öl-, sürükle-. ║ inip kalk-.
⇒ peşi sıra gitmek (veya yürümek).
peş peşe:⌠32⌡/Arka arkaya./ “Mustafa'nın yüzünde ne öfke, ne kin var, duygusuz bir ifadeyle peş peşe
fiskelerini sıralıyor.” (AÜ-SG)., “…..üstelik hepsi peş peşe gelmişti, bir arada, ürün veriyorlardı.” (FA-SUYK)., “Doğur
çocukları sen peş peşe, otur aşağı.” (NM-TÖ2)., “Alacaklılar da eşikte beklediler kuşkusuz; ola ki dudak büküp hayretle
birbirlerine baktılar bir süre, ardından ipe tespih dizercesine peş peşe lahavle çektiler, ….” (HAT-KHK)., “Çünkü gözleri
pörtledikçe pörtlemişti ve durup dinlenmeden, neredeyse boğulurcasma, peş peşe rakı içiyordu.” (HAT-KHK).
→ sırala- [4], gel- [2], ayrıl-, bastırıl-, çıkar- (istavroz), doğur-, duy-, geç-, geliş-, git-,
iç- (rakı), in- (-e), kay-, öldürül-, patla-, sapla-, sal-, yaşa-, yinele-, yuvarlan-. ║ devam et-,
kitap çıkar-, lahavle çek-, sigara yak-, (yağmur vb.) yağ-, yalanlar uydur-, yer al-. ║ yaşar
durur.
376
⇒ peş peşe sıralamak, peş peşe gelmek.
peyapey: Ø
peyderpey:⌠3⌡/Azar azar, bölüm bölüm, yavaş yavaş./ “Buna göre, yeni grup devlet ve milletin
teşkilatını, Teşkilatı Esasiye Kanunu dairesinde şimdiden peyderpey tesbit ve ihzara çalışacaktır.” (EK-DT..A)., “Muallim
mektebi mezunu olmayanlardan kabiliyetli bulunanları teçhiz ve işe yaramazları da peyderpey kadrosundan ihraç ediyor.”
(GY-D)., “Diğer ahbapları da peyderpey ziyaret ederim.” (GD-ADM).
→ ihraç et-, izaha çalış-, tespite çalış-, ziyaret et-.
peygamberane: Ø
peygamberce: Ø
peygambervari: Ø
pır pır:⌠2⌡/Genellikle kuş kanadının çıkardığı sesi andırır sesleri anlatmak için
kullanılır./ “Ø”. ; //Heyacanlı veya ürmüş bir durumda olarak.// “Başım yine pır pır dönüyor.” (KK-
SE)., “Ellerim, yüzümün sinirleri, her yanım, yaprak gibi, pır pır titriyor.” (OK-AY).
→ titre-. ║ başı dön-.
→ pır pır etmek.
pısırıkça:⌠1⌡/Pısırık gibi, pısırığa yaraşır biçimde./ “Biletçiyle şoför kalabalığın çevresinde,
ıslanmış kediler gibi, pısırıkça, kırgın ve üşengeç dolanıp duruyorlardı.” (EÖ-P/S).
→ dolanıp dur-.
pıtır pıtır:⌠3⌡/Sık ve düzgün bir biçimde hafifçe ses çıkararak./ “Dışarıda pıtır pıtır birisi
geziyordu.” (KT-Gİ)., “Upuzun kirpikli, koyu koyu ve içinde bazen bir muziplik ışığı ile bakan gözleri, daima sıcaktır,
samimidir, sevecendir ve yalnız "aşk" bahsinde, sevgi konusunda bu gözler dolar, pıtır pıtır göz yaşı döker..” (EI-NS).,
“Çöktü koltuğa, pıtır pıtır dökülüyor gözyaşları.” (VB-SvB).
→ gez-. ║ göz yaşı dök-, göz yaşı dökül-.
pıt pıt:⌠1⌡/‘Pıt’ sesi çıkararak./ “Aynanın minicik boş alanlarından birinde iki parmak, kara bir bıyığa
hâlâ pıt pıt vurmaktadır.” (AA-RÜ).
→ vur-.
→ pıt pıt atmak.
pimpirikçe: Ø
pir:⌠4⌡/3. Adamakıllı, iyice./ “Her genç pir bilmelidir M şiirine aradığı yakın ve samîmi kâriler
konuştuğu…” (CKM)., “İlk tanıştıklarında çok konuşur, sonra da ağzını bir kapar pir kapar.” (EA-KIY)., “Ancak, sarhoşluk
zamanlarında bazen dili bir açılırmış ama pir açılırmış...” (RNG-YG).
→ açıl-, bil-, es-, kap-.
377
pisi pisine:⌠5⌡/Boş yere, boşuna./ “Pisi pisine öldü Reha ağabeyim.” (EA-DÖY)., “Olsa olsa, pisi
pisine yanlış bir yerimden yaralarsın beni.” (OP-KK)., “Pisi pisine katil olacaktım ve ömrümün sonuna kadar ruhumda bu
acıyla yaşayacaktım.” (OP-YH).
→ öl-, yarala-, yol-. ║ katil ol-, piç ol-.
pis pis:⌠10⌡/Hoşa gitmeyecek biçimde./ “Evin içi pis pis, yanık kemik kokmuştu.” (GY-H2).,
“Memur terfi düşünür Amir prim sezinir Doçent kürsü aranır Fakir pis pis kaşınır…” (HT-KAD).
→ kok- [2], bak-, bakış-, kaşın-, konuş-, yat-. ║ çığlık at-, etrafı kes-, sigara iç-.
→ pis pis sırıtmak, pis pis gülmek, pis pis düşünmek
⇒ pis pis kokmak.
pişkince: Ø
piti piti: Ø
piyano: Ø
plansız programsız: Ø
pofur pofur:⌠2⌡/1. Sürekli bir biçimde ‘pof’ sesi çıkararak./ “Yarın iyileşsin, başlar gene
pofur pofur...” (NM-TÖ2). ; /2. Duman, bol ve sürekli biçimde çıkarak./ “Bir süre giderler, her yanlarından
pofur pofur egzost dumanları tütmektedir, ama onlar aldırmayacak, hayata sanki gülerek bakacaklardır.” (AA-RÜ).
1.⌠1⌡→ başla-.
2.⌠1⌡→ tüt- (duman).
pratikte:⌠5⌡/Günlük yaşayışta, uygulamada./ “Bırak onu, köpeklerine eziyet etmelerine bile
pratikte izin vermeyiz.” (ASA-AK)., “Ama pratikte sürekli olarak değerleri çiğneriz.” (ÜD-KŞ)., “Bu iki ayn eleştiri
anlayışının ancak birisi hakiki/doğrudur, kuramsal düzeydeki böyle bir sav pratikte de kendini gösterir, kabul ettirir.” (AB-
SD).
→ izin ver-* [2], değerleri çiğne-, etkisi azal-, kendini göster-, kendini kabul ettir-.
presto: Ø
püfür püfür:⌠6⌡/Rüzgâr hafif ve serin bir biçimde eserek./ “Gene de bir sofası vardı, cami
avlusu gibi püfür püfür eserdi.” (F-BS)., “Bürücek yaylasındaki kiralık evinin koyu gölgeli sundası altında sadakor geceliğiyle püfür püfür yatıyordu.” (OK-KT).
→ es- [5], yat-.
⇒ püfür püfür esmek.
pürtelaş:⌠2⌡/2. Telaşlı olarak./ “Bir gün Belkıs Hamın, etrafına kokular ve kahkahalar saçarak
pürtelaş konağa geldi; çocukça bir sevinçle Seniha'nın boynuna atıldı: Senihacığım, Senihacığım; seninle vedaya geldim.” (YKK-KK)., “Tedbirsiz yakalananlar, 'pürtelâş' saçak altlarına sığınıyorlar; olmazsa pasajlara, vitrin aralıklarına; Londra Bar'ın holünü de kaşla göz arasında işgal ettiler.” (Aİ-OKB).
→ gel-, sığın-.
378
R
rabıtasız:⌠2⌡/4. Birbirine bağlı veya tutarlı olmadan./ “Genç kız, birçok yerlerinde, heyecanla
kesilen ekli büklü, rabıtasız, şaşkın fakat kuvvetini hiç kaybetmeyen tesirli cümlelerle Belma'yı anlatıyordu: Karyolanın
içinde bir sıçrayışları, sarsıla sarsıla bir ağlayışı vardı...” (PS-SK)., “Fakat karısından işe yarar bir cevap almak imkânı
yoktu. rabıtasız konuşuyor ve sözleriyle daha ziyade Salâhattin Bey'in zihnini karıştırıyordu.” (SA-KY).
→ anlat-, konuş-.
raddelerinde: Ø
rağmen: Ø--
rahat:⌠103⌡/5. Kolay bir biçimde, kolaylıkla./ “Anılarına sonsuz şükranlar, saygılar sunarım.
rahat uyusunlar.” (SB-HAY)., “Besbelliydi bu. Rahat yaşıyordu.” (NM-TK)., “"Bırak emmiyi, dayıyı; rahat konuş!"” (FB-
T)., “Ama hiç değilse karımla çocuğum rahat yaşasınlar-, diye mırıldanırdı.” (HT-ÖTÖ)., “Bari son günlerimi rahat
geçireyim.” (YK-KSİ)., “Geceleri rahat uzandım yatağa Sabahlara dek bekçi düdük çaldı.” (AS-Ş)., “Kafamda sade sen
varsın, yalnızlığını düşünüp üzülüyorum, ama belki de rahat çalışıyorsundur.” (GD-ADM)., “Meczup hiçbir şey işitmiyor-
muş gibi sakin, rahat yürüyordu. (Sİ-İGÇÖ1)., “Sen rahat davranmıyorsun, sürekli diken üzerindesin.” (DC-Yİİ)., “Zürih'te
bir bankada hesap açtırmamım nedeni bu ülkeye rahat girip çıkmaktır.” (SY-BECO).
→ uyu-* [23], yaşa-* [11], otur-* [8], konuş-* [6], geçir- (gece, gün, ömür vb.) [5], çalış-
* [4], yürü-* [4], davran-* [3], git- [2], hatırla-* [2], öl- [2], yat- [2], yaz- [2], ye-* [2], ak-*, al-,
çık-, dinle-*, geç-, geçin-, iç-, işit-, kazan-, okun-, san-, sür-, unut-, uzan-, uzat-{yaytırmak},
var- {ulaşmak}. ║ uyku uyu-* [3], nefes al- [2], gözlerini kapa-* {ölmek}, idare et-, karaya
çık-, seyret-, yolculuk geç-. ║ girip çık-.
→ rahat bırakmak, rahat durmak, rahat etmek, rahat olmak.
⇒ rahat uyumak, rahat yaşamak, rahat oturmak.
rahatça:⌠139⌡/2. Rahat bir biçimde./ “Efe, birinin topuklarına taş bulamamış olacak, kendisi rahatça
oturmuş, durmadan konuşuyordu: Bana iyi kulak verin.” (SK-D)., “İki cümlesini bir arada rahatça söyledi: …” (SKA-GA).,
“Ali dirseğinin üstüne, göllenmiş suyun içine rahatça uzandı.” (YK-OD)., “Artık bu adamla herşeyi rahatça konuşabilirdi.”
(TB-KA)., “«Farkında değilim» diyor adam rahatça.” (NM-TK)., “Bu el, polis eli de olsa rahatça uzanabilirim.” (RI-KG).,
“Gerekirse rahatça kullanacağım.” (EÖ-GSA)., “Ömründe bir kere rahatça gülmemiş, hiçbir ihsasa kendini rahatça
bırakmamış, duygularından bahsetmemiş, çocuklarını bile bir kere heyecanla öpmemişti.” (AHT-H)., “Şimdi rahatça
içebiliriz çayımızı!” (RI-KG)., “Yanındaki erkek atı umursamıyor, bütün gücü ile hamuta ve yan kayışlarına yükleniyor,
gerisinde araba, pulluk yokmuş gibi rahatça gidip geliyordu…” (AS-YA).
→ otur-* [9], söyle- [9], uzan- [6], iç- [5], konuş- [5], de- [4], geç- [4], gör-* [4], uyu- [4],
anlat-* [3], git- [3], gül-* [3], kullan- [3], oku- [3], yaşa- [3], bak- [2], söylen- [2], yerleş- [2],
yürü- [2], açıkla-, açıl-, ağla-, al-, bağır-, bakıl-*, benimse-*, bitir-, çalış-, dayan-, değerlendir-
, dinle-, dolaş-, dön-, dövül-, düşün-, eğlen-, esne-, gez-, gir-, gönder-, hâllet-, işit-, kuşkulan-,
379
seç-, seçil-, seril-*, sırıt-, sor-, tanı-, uğraş-, uyukla-*, ver-, vur-, yap-, yaslan-, yat-, yayımla-,
yönelt-, yüksel-. ║ kendini bırak-* [4], arkasına yaslan-, birbirimize sokul-, eşini aldat-, işini
gör-, karşı çıkıl-, karşı koy-, karşılık ver-, ortalıkta cirit at-, ortaya koy-, öne sür-, tadını duy-,
telefon et-, terk et-, uykuya dal-, yanına çık-. ║ gidip gel-, girip çık-. ║ gider gelir, git gel.
rahatlıkla:⌠89⌡/Rahat bir biçimde, kolaylıkla./ “Başlangıcından bu yana hep bir üslup arayışı
içinde olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim.” (AB-SD)., “Ama en azından üçte ikisi güzel olan bu şiirlerin, çeviri darlık ve
yetersizliklerine rağmen, romantik bir genç ruhunu tam anlamıyla yansıttığı, rahatlıkla söylenebilir.” (BN-DY1).,
“İstediklerini başı boş gezenlerden daha büyük rahatlıkla yaparlar.” (SKA-GA)., “Ama işin tuhafı, her defasında başka bir
şekil çıkarabiliyorum, ve yine her defasında rahatlıkla: "Doğru şekil, işte buydu!" diyebiliyorum.” (AC-KY)., “Yoksa
sorunun kendisi Türkçe'dir ve eşit iki arkadaş, ya da konuşanın güçlü olduğu durumlarda (uygun meta-iletişim düzeyinde)
rahatlıkla kullanılabilir ve kimseyi rahatsız etmez.” (DC-Yİİ)., “Bırakın iltifatı, babasıyla rahatlıkla konuşamıyor.” (ÜD-
KŞ)., “Öğrenci olmadığı ve olayın üzerinden yıllar geçtiği için rahatlıkla anlatıyordu.” (CK-BR)., “Duygularımı rahatlıkla
ifade edebilirim.” (DC-Yİİ). “İstenmeyen bu davranışı, kişi benlik kavramının bir parçası olarak rahatlıkla kabul edemez...”
(DC-Yİİ)., “Bir münekkit rahatlıkla Fuzûlî'nin Leylâ ve Mecnûn'u ile Shakespeare'in Romeo ve Juliet'i arasında
münasebetler, benzerlikler kurabilir, ikisini de istediği yorumdan geçirmekte beis görmez.” (GY-R).
→ söyle- [20], söylen- [5], yap- [4], de- [3], kullan- [3], konuş-* [2], açıklan-, açıl-
{rahatlamak}, adlandır-, anla-, anlat-, aş- {kat etmek}, bak-, bitir-, bul-, çıkar-, çıkar-
(ayakkabı), dinle-, geçindir-, gel-, gör-, göre-, gözlemlen-, gül-, kabullen-*, kat-, kazan-, oku-,
öldür-, seviş-, sür- {devam etmek}, sürdür-, tokalaş-, uyan-, yerleştir-, yürüt- {devam etmek}.
║ affet-, altına al-, ayağa kalk-, benzerlik kur-, çatala tak-, çeviri yap-, elde edil-, evetle
karşıla-*, film çekil-, geriye dön-, göze al-, güvence ver-*, ifade et-, kabul et-*, karşılık ver-,
kendini duyur-, münasebet kur-, oy iste-, projeye gir-, sonunu getir-, söz et-, takıma gir-,
tersini savun-, tuvalete git-.
⇒ rahatlıkla söylemek.
rahîm: Ø
rahvan:⌠2⌡/Binek hayvanı bu biçimde koşarak./ “Yeni baştan atların üstünde rahvan, tıkır tıkır
gidiyoruz.” (HEA-AG)., “İliğimden öp ilmiğimi çöz. ben ki bunlardan -ibarelim diye beni, uzak dağa rahvan götür, ….” (ŞY-
2000).
→ git-, götür-.
randevulu: Ø
randevusuz: Ø
rappadak:⌠1⌡/Ansızın./ “Diye narayı savurarak o duvar senin bu duvar benim giderken hiç ummadığı
bir yerde rappadak piyastos oluveriyor.” (OCK-KE).
→ piyastos ol-.
380
rapten:⌠1⌡/Bağlı olarak, tutturulmuş biçimde./ “Olay hakkında tanzim edilen tahkikat evrakı
sanıklarla birlikte memura teslimen dizi pusulasına rapten gönderilmiştir.” (TÖ-E).
→ gönderil-.
rastgele:⌠43⌡/2. Seçmeden, iyisini kötüsünü ayırmadan, gelişigüzel, lalettayin./ “Sarsak, şaşkın, bunak ortalıkta dolaşıyor, önüne çıkana rastgele vuruyor.” (İA-GKD)., “Aslında onun benim karşıma
çıkması ve öyle rastgele evlenivermiş olmamız daha çok çevrenin suçudur.” (İA-ÖEK)., “Sokağa fırladım. Rastgele
yürüdüm.” (SKA-GA)., “Daha doğrusu seçmem, rasgele olur bu iş.” (SKA-GA)., “Dionisyak ve Apolloncu sözlerini rasgele
kullanmıyor elbet Balıkçı.” (AO-ZS)., “Şundan bundan! Rastgele konuştuk işte!” (OCK-KE)., “Karanlıkta rastgele ateş
ettik.” (NC-SY).
→ vur- [4], evlen- [3], konuş- [2], ol-* (iş vb.) [2], yürü- [2], aydınlat-, bak-, bırak-*,
çömel-, dal- (-e), de-, düşün-, eyle-*, getirtil-, giy-, hazırlan-, ışıklandırıl-, kullan-*, kullanıl-,
öğren-, savur-, seril-, sevil-, söyle-, uç-, yapıl-, yapıştır-. ║ ateş et-, boca et-*, karşılık ver-,
mermi yak-, (para) harca-*, resim yap-, sırtına geçir- {giyinmek}. ║ gidip gel-.
rastlantısal: Ø
resen: Ø
resmen:⌠153⌡/1. Devlet adına, devletçe, resmî olarak./ “Birleşik Amerika ancak 1933 yılında
Sovyet rejimini resmen tanımıştır.” (FA-YST)., “Hatta hatta, daha da ilginci, bütün bunları bilmeme rağmen, bundan bir iki
yıl önce, Milliyet'te çok darda kaldık da, bir işçi bulabilmek için bu matbaacılık okuluna yazıyla resmen başvurduk.” (DC-
BSKY)., “Eylül başlarında resmen bildirildi: Kore'ye, gönderilecek değiştirme birliğimize katılmak üzere 15 tercüman
asteğmen aranıyordu.” (RE-G)., “Üç gün sonra yine hapisten çıkınca resmen yaşayamayacağım.” (AN-AZDE)., “Bu arada
Türkiye, Sarı Avni'yi İsviçre'den resmen istedi.” (SY-BECO)., “Bu esaslar çerçevesi içinde hazırlanan Kıbrıs Anayasası 16
Ağustos 1960 da yürürlüğe girerek Kıbrıs Cumhuriyeti resmen kurulmuştur.” (FA-YST)., “Haşim, uzun süredir tanıdığı ve
tedaviye gittiği Frankfurt'dan "Yanımda olmayışın beni harap ediyor" diyerek aşk mektupları yazdığı kadınla, ölmeden üç
hafta önce resmen nikâhlanmıştı.” (MU-BDA)., “Japonya Çin'e hiçbir zaman resmen savaş ilan etmedi.” (FA-YST).,
“Romanya Başbakanı İon Maurer, yanında daha başka bakanlar olduğu halde, 27-31 Temmuz 1964 tarihlerinde Fransayı
resmen ziyaret etti.” (FA-YST)., “Resmen bir dilekçe verdik.” (FA-SUYK)., “İşgalci güçler, Ankara'ya halka gözdağı
vermek üzere, İstanbul'da yönetime resmen el koyarlar.” (TÖ-ŞÇT)., “Hükümetini resmen tanımış ve iki hükümet arasında
diplomatik münasebetler resmen kurulmuştur.” (FA-YST)., “Hasta şair şubeye çağrıldı, karar kendisine resmen tebliğ
edildi.” (RE-G). ; /2. Kanuna, yönteme uygun olarak, yöntemince./ “IMF çıkması gereken yasaları resmen
belirliyor, değişecek hususları bildiriyor, maddeleri dikte ediyor ve AKP iktidarı bunları acele tarafından çıkarıyor.” (EÇ-
TY2005)., “İktidar partisine resmen teslim edilecek.” (EÇ-TY2005). ; /3. Kesinlikle, açıkça, kesin olarak./ “Çok
şık dedim ama ne var, ceketinin cebinden bir ip sarkıyor, kalınca pis bir şey, şöyle 10-15 santim, çapı iki parmak gibi, renk
menk gitmiş, yağ bağlamış kirden artık, resmen parlıyor...” (LT-OÖY)., “Bir el kaldırma ile milletvekili maaşlarına milyarlık
zam yapanlar, gariban memurla resmen alay ediyorlar.” (EÇ-TY2005)., “Şimdi, doktorun annesi resmen görücü gidecek ve
Reis Beyden Allahm emriyle kızını isteyecek.” (RNGBKD)., “Bir gece resmen davet edilmiştik.” (RNGBKD)., “Gülme
gülme, ben açıkça söylerim. Resmen el koydum Kenan'a.” (NM-TÖ2).,
1.⌠91⌡→ tanı- (bağımsızlık, devlet, rejim vb.) [8], başvur- [4], bildir- [4], yaşa-* [3],
iste- [2], bildiril- [2], açıl- (hizmete), atan-, başla- (savaş), boşan-, dağıl- (meclis), den-, doğ-*,
381
evlen-*, görül- {anlaşılmak}, görün-, kurul- (devlet), nikâhlan-, okut-, otur-, öl-, seçil-, sun-*,
tanın- (bağımsızlık, devlet, rejim vb.), yasakla-. ║ ilan et-* (savaş, bağımsızlık, devlet vb.) [6],
ilan edil- (savaş, bağımsızlık, devlet vb.) [4], ziyaret et- [4], müracaat et- [2], el koy-*[2], ad
ver-, anlaşma imzalan-, (baraj) aç-, beyan et-, celbedil-, davet edil-, davet et-, devletinin
başında bulun-, dilekçe ver-, emekli edil-, emir ver-*, haber gel-, imza yapıl- (anlaşma), işgal
et-, izah et-, kabul edil-, katolik ol-, lağv edil-, mahkûm et-, men edil-, münasebet kur-*,
münasebet kurul-, sona er-, şikâyet et-, talep olun- (izdivaca), tavsiye edil-, tebliğ edil-, tebliğ
et-, telkin edil-, tescil et-, tescil ettir-, teyid et-, üyesi ol-, yardım iste-, yazı yaz-, zafer kutlan-.
2.⌠2⌡→ yasa belirle-, teslim edil-.
3.⌠60⌡→ parla- [2], iste-* (kız) [2], de- [2], açıklan-*, ağla-, anlat-, bağır-, bil-, bildir-
*, çağır-, dilen-, gel-, giriş-, göç-, kaç-, kullan-, küs-, öl-, sor-, söndür-, söv-, sürün-, tanı-,
unut-, vınla-, yakalan-, yarıl- (aşırı gülmek), yit-. ║ davet edil- [2], alay et-, ayak öp-, baba
parası ye-, bela iste-, dili uyuştur-, el koy-, görücü git-, ilân et-, iştah aç-, kafa tut-, kavat ol-,
kelle iste-, mor ol- (suratı), patlak ver- (iç savaş), reddet-, rezil ol-, rüya gör-, sorguya çek-,
sual sorul-, talep et-, teslim ol-, utanç duy-, yaşamını birleştir- {evlenmek}, yerden kop-
{havalanmak}, yok edil-, zaptet-.
⇒ resmen tanımak, resmen başvurmak, resmen bildirmek.
rezilce:⌠2⌡/2. Rezil bir biçimde./ “….işportacı kör oğlan rezilce gülüyordu ….” (HH-HÖZ)., “Baria
rezilce rakı içiyordu, 'Bıyıklarını kes,' diyordu, 'beni seviyor musun?' diyordu.” (EB-BG).
→ gül-, iç- (rakı)
rindane: Ø
rintçe: Ø
riyakârane: Ø
riyakârca: Ø
riyasız:⌠1⌡/2. İki yüzlü davranmadan/ Şair Zatî, sayısı altmış kadar bu latifelerde, nasılsa öyle,
riyasız kaçırmasız gösteriyor kendini. (BN-DY1).
→ kendini göster-.
ruhen:⌠6⌡/Ruh bakımından./ “Canım ruhen yani manen anlaşamıyorlarmış.” (İO-LBA)., “Nitekim
Şükûfe Nihal Hanımla her buluşmamızda fikren, ruhen biraz daha birbirimize bağlanıyorduk.” (GY-GH)., “Fakat sefalet
hoyratlaştırır; ruhen sefil eder.” (AHT-H).
→ anlaş-* [2], bağlan-, kop-, yaşlan-*. ║ sefil et-.
ruzuşeb: Ø
382
S
saadetle: Ø
saatinde:⌠6⌡/Önceden belirlenen, düşünülen vakitte./ “Saatinde geliyor.” (MŞE-MA).,
“Mustafa Kemal anasından tam gününde ve saatinde doğmuştu.” (FRA-Ç)., “Sezâ'yı daha ziyade söyletmek kabil
olamayacağını gördüm ve tabiî ertesi günü biz, saatinde, Moda Kulübü'ne damladık.” (MŞE-VÇ)., “Önemli olan sabahları
saatinde kalkabilmektir.” (PK-BCR).
→ gel- [2], damla- {gelmek}, doğ- {dünyaya gelmek}, kalk-. ║ hareket et-.
saati saatine:⌠4⌡/Tam vaktinde./ “Sakin bir ev hayatı geçirir, laboratuvarlarına saati saatine
giderdi.” (İS-AG)., “Yol, saati saatine bitti.” (FRA-Z)., “Bu, dinî bir vazife gibi, şikayetsizce, hürmetle saati saatine
yapılıyordu.” (GY-H1).
→ git- (-e) [2], bit- {sona ermek}, yapıl-.
saatlerce:⌠338⌡/Uzun süre, uzun uzadıya./ “Saatlerce konuşurduk; çok zaman akşam yemeğini
beraber yerdik.” (YKB-SEP)., , “Akşamları eve yorgun dönüyor, hemen bir kadeh beyaz şarap dolduruyor ve şöminenin
karşısında gözlerini alevlere dikip saatlerce oturuyordu.” (AK-AA)., , “İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne Denize
saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır.” (AB-YÖBV)., “Kimi akşamlar saatlerce
mutfakta kalıyor, sebzeler, etler kızartıp fırınlıyor, lapa olan pilavlar pişiriyordu kendine.” (İA-ÖEK)., “Her ikisinde de bu
çarşılarda heyet halinde ve tek başıma saatlerce dolaştım.” (AHT-YG)., “Saatlerce bebek oynardım, onlarla ve hayalî
arkadaşlarımla konuşup, arkadaşlık ederdim.” (EI-KA)., “Makinemin başına geçip, ciddi ciddi kâğıt taktığım oluyor,
saatlerce boş kâğıdı seyrediyorum...” (EI-KA)., “Arkadaşları ile konuşma saatlerce sürdü.” (FRA-Ç)., “Hasan da girişmiş
bu işe, omuzlamış kütüğü, yürümüş, çıkmış, saatlerce yürümüş, kendinden ağır olan ağaç her adımda daha çok eziyormuş
omuzlarını, iki büklüm gövdesinin gücünü tüketiyormuş.” (AK-MY)., “Bir gün de likör takımını olduğu gibi devirerek kırdı,
önünde oturup saatlerce miyavlayarak ağladı.” (CK-İSDY)., “Bir gün film çekiminde arıza yüzünden saatlerce beklendi.”
(AB-BBYŞ)., “….ben saatlerce durdum, düşündüm, birçok defalar kendi kendime: ‘Kim bilir, belki de Bekir haklı!’ dedim.”
(CD-Oİ)., “Saatlerce söyleştik bu eski aşiret adamıyla, ne hoş şeyler anlattı.” (FO-KSA)., “….birinde inan ki bu ev tepemize
yıkılacak, diyor ve bin dereden su getirerek belki saatlerce dil döküp yalvarıyordu, ama babam pek kulak asmıyordu ona.”
(HAT-KHK)., “Hiçbir kaldırım bizimkiler kadar saatlerce başıboş dolaşıp duramaz.” (BRE-KY)., “Caddesiyle Yeni
Postahane etrafına dizilen seyyar kalem ve defter satıcılarından güçbelâ ancak lâzım olanı, hem de en fenasını alacak, ayrıca
pahalılıktan şikâyet edip altın para zamanımın bereketini ve ucuzluğunu dır dır, saatlerce anlatıp duracaktı. (RHK-BS).,
“Kevser'in getirdiği bir tepsi dolusu patlamış mısıra bile dönüp bakmazdı o sırada, alırsa hatır için belki birkaç tane alır,
onları da ağzının bir köşesinde tıpkı dedem gibi saatlerce gevelerdi.” (HAT-KHK)., “Bu marşı bütün ulusal ve dinsel
bayramlarda saatlerce çalıp çağırırdı.” (CK-İSDY)., “Bir çay ısmarlayınca acem çaycıdan, Minderli sandalyesine kurulur
Bilinmez hayalleriyle saatlerce oyalanır durur...” (TU-BŞ).,
→ konuş- [27], otur-* [18], bak- [17], kal- (-e,-de) [13], dolaş- [11], oyna- (oyun, halay,
futbol) [10], seyret- [10], sür- [10], yürü- [10], bekle- [9], ağla- [8], dur- [7], oku- [7], anlat- [6],
düşün- [5], dinle- [4], izle- [3], uğraş- [3], yat- [3], bakış- [2], bekletil- [2], çalış- [2], dal- [2], gez-
[2], gezin- [2], git- [2], iç- [2], öpüş- [2], söyleş- [2], tartış- [2], yüz- [2], anlat-, ara-, avut- (ruhu),
azarla-, bağır-, beklen-, beklet-, bırak-*, çiğne-, didin-, dik-, dikil-, dolan-, dolaştır-, dön-
383
(tekerlek), döv-, duy-, düşünül-, eşin-, gidil-, gözle-, güldür-, haykır-, hazırla-, hıçkır-,
hırpala-, ilgilen-, işit-, işlet- (ateş etmek), kapatıl-, karıştır-, kay- (karda), kımıldan-, kıvrandır-
, kok-, koş-, naralan-, nazlandırıl-, okşan-, oyala-, öksür-, öte-, pışpışla-*, sar- (ruhu), seviş-,
sorgula-, su-, sus-, susul-, süz-, tara- {incelemek}, tartışıl-, tekrarla-, titre-, tut-, uç-, ulu-, uyu-
*, yalvar-, yap-, yaz-, yinele-, yokla-, yol al-, yont-, yor-, yorul-, zıkkımlan-. ║ masal anlat-
[2], (yağmur) yağ- [2], acısı git-*, ağzında gevele-, ayırt edil-*, baş başa kal-, beraber kal-,
boğazını yırt- {sesli konuşmak}, çene yor-, devam et-, dil dök-, dua et-, film seyret-, geri dön-
*, gevezelik et-, göbek at-, hareketsiz kal-, hayal kur-, hesap yap-, kafa patlat-, kafa sancısı
çek-, kafa yor-, kapalı kal-, karşı karşıya kal-, kendi kendine kız-, kendinden geçir-, kendini
göster-, kendisinden bahset-, korna çal-, kucağa al-, matrağa al-, meşgul et-, muhabbet et-,
musiki yap-, münakaşa et-, müzakere ol-, odaya kapan-, pazarlık yap-, serserilik et-, sigara iç-
, soğukta bırakıl-, sohbet et-, sökük dik-, söz et-, sual sor-, taban tep-, tafsilat ver-, tetkik et-,
tokmak çal-, turşusunu çıkar-, uyku tut-*, uykusuz kal-, yas tut-. ║ dolaşıp dur-* [2], anlatıp
dur-, bakıp dur-*, çalıp çağır-, dalıp git-, dalıp kal-, dırlanıp dur-, dikilip dur-, dimdik dur-. ║
alır veririm {konuşmak}, anlatır dururdu, bağırmış durmuş, döndüm durdum (yatakta),
durdum düşündüm, oyalanır durur, üzülür dururdu, oturup kal-.
⇒ saatlerce konuşmak, saatlerce oturmak, saatlerce bakmak.
sabah:⌠119⌡/4. Güneşin doğduğu andan öğleye kadar geçen zaman, sabahleyin,
sabah vakti./ “Evet. Sabah odasına gittim, yeni reklam afişlerini gösterecek, düşüncesini soracaktım.” (ÜA-TÖ)., “Bizde
izin, haftada tek gündür. Sabah gelir, akşam gidersiniz.” (FB-ID)., “Uyuyacağım. Sabah konuşuruz tamam mı.” (AK-AA).,
., “Akşam yatar, sabah kalkar, başıboş...” (NFK-Ç). “Artık şu üç gün geçse de her şey bitseydi. Gece bir derin uyudum.
Sabah kuş gibi uyandım.” (TÖ-TO1)., “İlk sabah uyanır uyanmaz giyinmiş, çantamı koltuğuma alarak sıçraya sıçraya
otelin merdivenlerinden inmeye başlamıştım.” (RNG-ÇK)., “Odunları hep birlikte taşır, düzgün sıralar halinde dizerdik.
Sabah birlikte kalkılır, birlikte kahvaltı edilirdi.” (İO-LBA)
→ git- * [19], gel- [17], kalk-* [8], konuş- [6], çık- (-i, -e, -den) [6], uyan- [6], bak- [3],
var-* [3], al- [2], bırak-* [2], giyin- [2], gör- [2], götür- [2], ulaş- [2], aldır-, ara-, başla-*, bul-,
bulun-, buluş-, dağıtıl-, de-, gecik-*, geciktir-, getir-*, görün-, hatırla-, kalkıl-, karşılaş-,
kovala-, okun-, öl-*, örtül-, söyle-, söylen-, uyandır-, uyu-, uyut-*, ye-*, yıkan-, yolla-. ║
banyo yap-, çare bul-, işine koş-, geri al-, kahvaltı edil-, kahvaltı et-, kapı çal-, karşıya geç-,
keşfe çık-, mektup gel-, saçını kestir-, şehre in-, telefon et-, telefona sarıl-, tıraş ol-, yalan
söyle-. ║ alıp götür-*.
sabaha:⌠17⌡/Yarın sabah./ “Bulurlar sabaha siyah, çirkin bir balık olarak Açıklayamazlar artık beni
bin türlü.” (ŞY-1999)., “Belki yağmur diner sabaha.” (İA-ÖEK)., “…..sabaha dönemezsem telefon edersin emniyet nöbetçi
müdürlüğü'ne….” (Aİ-BSM)., “Üzme kendini. Sabaha düşünürüz, dedim.” (NE-GT)., “Sabaha bir şeyciği kalmaz, diye
söylenerek, ocağın kıyısına oturdu.” (SK-D).
384
→ bul- [2], bırakıl-, din- (yağmur), dön-*, düşün- {halletmek}, ertele-, geç- (yolları),
git-, görüş-, konuş-, sal- {uğurlamak}, yetiş-, ║ bir şeyciği kalma-, yolları ayrıl-. ║ çıkıp gel-,
çıkıp git-.
sabaha doğru:⌠21⌡/Sabaha karşı./ “Sabaha doğru karanlığın içinde hiç sebepsiz ağlaya ağlaya
uyandım.” (RNG-ÇK)., “Sabaha doğru koridordaki ayak seslerini bekliyorduk.” (FRA-Ç)., “Karısı Remziye Acar bütün
gece kum sancıları çektiğinden ötürü uyuyamamış, sabaha doğru biraz dalmıştı.” (SKA-GA)., “Daha sonraları öğrendim ki,
Selimiye'de yer kalmadığı için, Kadıköy'de oturanlar, benim gibi, sabaha doğru serbest bırakılmış.” (MU-BDA)., “Mustafa
Kemal, sabaha doğru Ocak 1921 tarihli anayasanın birinci maddesinin sonuna şu fıkranın eklenmesine karar verdiler:
‘Türkiye devletinin şekli, Hükûmet-i Cumhuriyyedir.’ Eski rejimin son günü idi.” (FRA-Ç)., “Eğer Aliş'i getirdilerse,
banyoya saklanmalı, geldiği yere gittikten sonra kendisi de sabaha doğru çıkıp gitmeliydi.” (RI-KG).
→ uyan- [4], bekle-, bit-, dal- {uyuklamak}, dön-, gel-, hatırla-, in- (şehre), uyu-, yürü-
. ║ düş gör-, haber ver-, karar ver-, muvaffak ol-, serbest bırakıl-. ║ çıkıp gel-, çıkıp git-.
sabah akşam:⌠41⌡/Her vakit, daima, sürekli, devamlı./ “Mustafa Kemal Dolmabahçe
Sarayı'nda can çekişirken, bizler, üniversiteli gençler, sabah akşam sarayın önündeki caddeye giderdik.” (MU-BDA)., “Lîli
Marlene yok mu, ortalığı besbelli kırıp geçirecek; sabah akşam çalışıyor,…” (Aİ-OKB)., “Kışı sevdiği dizeleri sabah akşam
söyler.” (CS-GC). “Yayınına ara vermeyen bilgiç bir iki gazete, yeniden eski cam bardaklarla toprak çömleklere dönmenin
tek çıkar yol olduğunu aynı yaygaracı anlatımlarıyla sabah akşam bağırıp duruyorlardı.” (EÖ-P/S)., “Burada kalmayınız,
kızınıza Adanın mebzul güneşleri, sık çamları altında uzun seyranlar yaptırınız! demişlerdi, ve üç aydan beri Adada, ihtiyar
halanın, tek atlı arabasında sabah akşam baba ile kıza tesadüf olunuyordu.” (HZU-AM)., “Denizlerimiz var, güneş içinde;
Ağaçlarımız var, yaprak içinde; sabah akşam gider gider geliriz, Denizlerimizle ağaçlanınız arasında, Yokluk içinde.”
(OVK-BŞ)
→ git- [2], oku- [2], alış-, ayıkla-, bölüşül-, buğula-, çalış-, de-, dinle-, duy-, geçir-, gel-
, gör-, gül-, imzala-, inle-, kucaklaş-, parılda-, sağ-, sarıl-, söyle- {okumak}, ütüle-. ║ aklına
gel-, dua et-, ısrar et-, inanç ör-, kavgaya tutuş-, kokusu gel-, mum ada-, paspas yap-, resim
çektir-, seyran ol-, seyret-, telefon et-, telefona sarıl-, tesadüf olun-, yanak uzat-, yoldaşlık et-.
║ bağırıp dur-. ║ gider gider geliriz.
sabahın köründe:⌠14⌡/Sabahın en erken saatinde, erkenden, ortalık iyice
aydınlanmadan./ “Bir gün, sabahın köründe, yalı basılır.” (SB-BŞM)., “Ama, o adam sabahın köründe içki içmeye
başlar ve bütün gün boyunca içerse, alkol bir keyif olmaktan çıkar, insanı mahveden bir bağımlılığa dönüşür.” (MU-BDA).,
“İşe yetişmek için sabahın köründe çıkacaktı evden...” (DK-Z)., “15 Eylül, Pazar Columbo Haydar, sabahın köründe
uyandırdı beni ve sağ salim İstanbul'a döndüğünü sanki sevinçle bildirdi.” (PK-BCR)., “İşçi sabahın köründe sıkma
canımı.” (GD-TO1).
→ basıl-, başla-, çık- (-den), gel-, git-, kalk-, öt- (hoparlör), uyan-, uyandır-, yakalan-
{tutuklanmak}. ║ can sık-*, ekmek et-, sokağa çık-.
sabahları:⌠76⌡/1. Sabah vaktinde./ “İŞÇİ - Gül sabahları çok güzel kokar.” (Mİ-SD)., “Onur'u
uyandırmak zor oluyor. Sabahları çekilmez olur.” (İA-ÖEK)., “Artık Artık Mine Höyük dibinde sabahları horozla öter...”
(FO-KSA). ; /2. Her sabah./ “"Benim kızım yıllardır yalnız uyanır sabahları," derim.” (F-PY)., “Ben geldim mi
385
kalkacak sabahları bütün çocuklar ….” (AKB-BŞ)., “Aylardan Temmuz gene erken kalkıyorum sabahları.” (FE-HBM-O).,
“Artık sabahları geç kalkıyordu.” (YA-AA)., “Sabahları bana uğrar da birer kahve içersek sana esnaflığın meziyetlerini
izah ederim.” (HZU-MvS)., “Sabahları gelsin yine tereyağda pişmiş yumurta.” (SB-BŞM)., “Sabahları yürüyorum.” (İA-
İKG)., “Sabahları erken kalkıyor, hazırlanıyor, Melahat'i uyandırmadan çıkıp gidiyordu.” (SKA-GA).
1. ⌠9⌡→ iste-*, kok-, sat-. ║ (horoz) öt-* [2], suratsız ol-. ║çekilmez ol-.
2. ⌠67⌡→ kalk- (erken veya geç) [17], uğra-* [7], gel- [4], hazırlan- [2], ye-* [3], yürü-
[3], alış-*, ara-, başla-, buluş-, çık-, dağıt-, dolaş-, fırla-, gerin-, git-, giy-, giyin-, gör-, gözük-,
içir-, ilgilen-, rastlan-*, sal-, taran-*, toplan- ║ (denize) in- [2], işe git- [2], balığa çık-, erken
git-, erkenden kaldırıl-, erkenden kalk-, gözü yaşar-, kahvaltı et-*, … lafını konuş-,
perdelerini aç-*, sesi kısık ol-, sırtını sıvazla-, şiir yaz-, vaktinde gel-*, yağmur çisele-. ║
kalkıp dolaş-.
sabahleyin:⌠146⌡/Sabah vaktinde, sabahın ilk saatlerinde./ “Ben sabahleyin kalktım köyü
kolaçan ettim.” (YK-İM1)., “Ben gidiyorum. Sabahleyin gelir seni alırım.” (PNB-AGUG)., “Ben sabahleyin gittim, dedi.”
(SFA-SS)., “Erken yattılar, sabahleyin erken uyandılar, vardılar baktılar, Baytar daha olduğu gibi dudaklarını sündüre
sündüre uyuyor.” (YK-KSİ)., “Yağmur sabahleyin durmuş, güneş açmıştı.” (YK-BE)., “Dedikodu çekirdeği çoklukla plajda
ve sabahleyin başlar.” (ES-SUYK)., “Sabahleyin baktım, bulamadım.” (TDK.-ÖÖ)., “Geciktim biraz. Sabahleyin sordum,
"hiçbir yere gitmeyeceğim", dedin.” (ÇA-BAG)., ”İyisi mi burada yatalım. Sabahleyin arar buluruz.” (YK-İM1).,
“Sabahleyin erkenden yola düşmüş.” (PNB-AGUG)., “Sabahleyin kahvaltı ediyordum, telefon ettiler.” (TDK.-ÖÖ).
→ kalk- (erken ya da geç) [15], gel- [13], git- [12], uyan- [12], de- [5], dön- [4], çık- [4],
ara- [3], bul-* [3], uğra- [3], anlat- [2], buluş- [2], gir- [2], giyin- [2], gör- [2], hazırlan- [2], kaldır-
[2], kuşan- [2], sor- [2], ye-* [2], açıl- (kapı), ağla-, anla-, bak-, başla-, bırak-, bin-, bindir-, geç-
, getiril-, gidil-, giy-, görül- {anlaşılmak}, götür-, gülümse-, hatırla-, hazırla-, iç-, in-, kapan-,
konuş-, kus-, oku-, ol-, rastla-, sıvış-, söyle-, süslen-, taş-, tüy-, uğurla-, uyandır-, var-, yaz-. ║
telefon et- [3], dükkân aç- [2], (yağmur vb.) yağ- [2], yola çık- [2], …in yolunu tut-, avdet et-,
bulaşık yıka-, çıkagel-, (fikrini) değiştir-, göç yüklen-, görücü gel-, güneş aç-, (haber) gel-,
havadis getir-, havuza gir-, kahvaltı et-, (sesi) gel-, seyret-, suratından düşen bin parça ol-,
(tanyeri) ağar-, (yağmur) dur-, (yağmur) kesil-, yola düş-, yola revan ol-. ║ alıp gel-, çıkıp
gel-. ║ arar bulur, gelmiş oturmuş, çıkar gider.
sabah sabah:⌠38⌡/Sabahleyin, erkenden./ “Ne ağlıyorsun sabah sabah?” (CD-Oİ)., “Nerden
geliyorum sabah sabah biliyor musun?” (RI-KG)., “PETROF: Sabah sabah nereye gidilir?” (NH-YM)., “Git ordan sabah
sabah benimle eğleniyor musun?” (PNB-AGUG)., “Alo Gülizar, karıcım nerdesin sen yaa, sabah sabah kaybolmuşun
evden?” (AA-AD)., “Topal, avradını babanızın yüzünden boşamamış olsa, Topal'ın avradı sabah sabah kalkıp gelmez!”
(OK-KT).
→ ağla- [2], gel- [3], git- (-e) [2], ara-, bağır-, damla- {gelmek}, de-, duyul- (ses),
düşün-, eğlen- {dalga geçmek}, fırlandır-, gidil-, gül-, iste-, karış- {benzemek}, keyiflen-,
oyna-, öt- (müzik), sevin-, sula-, üşü-, yapıl-*. ║ aklı git-, başını belâya sok-*, hangi yel at-,
386
gözüne çöp bat-, haber ver-, içi bir hoş ol-, kapı çal-, kapı vur-, kaybol- {gitmek}, ortalığı
çınlat-, sarhoş ol-, zaman bul-. ║ kalkıp gel-*.
sabahtan:⌠35⌡/Sabahleyin, sabah sabah./ “Sabahtan başlıyor içmeye, sarhoş.” (MB-KK).,
“Sabahtan valdeyle pederi ziyarete gitmişti….” (Aİ-OKB)., “Bazı milletvekilleri sabahtan Meclis'e gelmişler, komisyon
odalarından birinde oturmuş tartışıyorlardı.” (TÖ-ŞÇT)., “İlahı Ragıp Bey, ben sabahtan köşke araba gönderdim zaten
hanımları alsınlar diye, tekkede de daireleri hazırlandı, o yandan sen meraklanma.” (AA-İGA)., “Sabahtan çıktılar
motorla.” (NM-TÖ2)., “Bu gece benim geceeem!.. deyip duruyordu sabahtan.” (FB-T). “Çocuklarını sabahtan sokağa
salardı gitsin.” (GY-H2).
→ başla- [5], git- [4], gel- [4], çık- (-e, -den) [3], in- {gitmek} [2], damla- {gitmek}, gir-,
giyin-, gönder-, götür-, kapan- (-e), örtün-, pişir-, uğra-, yolla-. ║ heybeye koy- {yanına
almak}, peşine yazıl- {takip etmek}, sokağa dökül-, sokağa sal-, ziyarete git-. ║ deyip dur-,
kalkıp git-.
sabahtan akşama:⌠5⌡/Bütün gün./ “Son tuğyan asrında ise kolluk önüne iskemleler atılır veya
hasırlar serilir, üstüne laubaliyane oturur, yan gelip uzanırlar, sabahtan akşama tambura, saz çalarlar, destan, mani, türkü
okur, zırlarlar, gelip geçene ayağa kalkıp selam vermek şöyle dursun, bilakis laf atıp alay ederlerdi.” (REK-Y)., “Bitmemiş
de (bitmeyen bir şarkı o, güç bulsa sabahtan akşama aynı şeyi söyleyecek), hamakta, başı, ölü bir güvercinin başı gibi
göğsüne düşmüş, uyuyakalmış.” (CK-BR)., “Sabahtan akşama ziyaretçi kabul eder, on on beş gün içinde de tutuklulukları
kaldırılır, tekrar çıkarlardı dışarı.” (ÇA-BAG).
→ çal- (saz, tambura vb.), oku- (mani, türkü vb.), söyle-, tartış-, yaz-. ║ ziyaretçi
kabul et-.
sabah vakti:⌠6⌡/Sabahleyin./ “O sonbahar günü sabah vakti Bostancı'dan bir motor, bir vapur kalktı
Büyükada'ya.” (HC-KKKY)., “Türkiye bir sabah vakti tank sesiyle uyanacaktı.” (HC-KKKY)., “Bugün, 1986 yılının Mayıs
ayında, sabah vakti, bizim şu güzel İstanbul'un Boğaziçi semtinde, günümü boz bir boğuntu içinde sürükleyerek, yola
çıktım.” (NM-TÖ2).
→ kalk- (vapur), toplan-, uyan-, uyu-, yürü-. ║ yola çık-.
sabırla:⌠80⌡/Sabır göstererek, sabırlı davranarak./ “Bu heyecanla, sabırla bekledi.” (AK-MS).,
“Sabırla dinledim onu, sonra perdeli bölümü işaret edip, sordum.” (EI-KA)., “Bilim ekibi, bu soruları sabırla yanıtladılar.”
(GD-AK)., “Bunları anımsayalım ve çocuğumuzun korkusuyla alay edeceğimize, elinden tutup, ona korkacak bir şey
olmadığını, aklına, mantığına seslenerek sabırla açıklayalım.” (İO-LBA)., “Memet Fuat'ın bu haksızlıkları karşısında
sabırla sustum.” (MF-ES)., “Sonra da bütün olan biteni sabırla karşılar.” (AB-BBYŞ)., “Nekahat dönemi yaşayan bir hasta
gibi sabırla, gayretle gün gelip acıları aşabilecek, özgürlüğüne kavuşacaktır.” (İO-LBA).
→ bekle- [29], dinle- [10], açıkla- [3], bak- [3], anlat- [2], sus- [2], yanıtla- [2], yap- [2],
araştır-, barındır-, bul-, büyü-, büyüt-, dal- {girmek}, de-, dikil-, dur-, gözle-, gülümse-, kal-,
karşıla-, katlan-, okşa-, otur-, söyle-, taşı-, yaklaş-, yaz-. ║ acıları aş-, cevap veril-, dedikodu
dinle-, gönderme yap-, ilgi göster-, masal anlat-, özgürlüğe kavuş-, sözü sürdür-, taş yontul-,
yardımcı ol-. ║ gidip gel-,
⇒ sabırla beklemek, sabırla dinlemek.
387
sabırsızlıkla:⌠79⌡/Büyük bir merakla./ “Fırat, kıyıda sabırsızlıkla bekliyordu, bense taşı
bulamıyordum.” (AA-ETY)., “Sinan'la temastaki ileri gelen, sabırsızlıkla sormuştu: Adamla ben ne konuşayım?” (OK-KT).,
“‘Anahtar sende mi?’ diyorum sabırsızlıkla.” (AÜ-SG)., “Kahve sırası hangi komşudaysa, o evin çocukları ağızda ıslık
sabırsızlıkla dolaşırdı dışarda.” (GY-D)., “Bu nedenle sabırsızlıkla yeniden söze girdi: Bildiğiniz gibi kızılderililer, dumanla
haberleşmede ustadır.” (GD-AK)., “Uzun ökçeli beyaz podösüet iskarpinleri içinde narin ayaklarını sabırsızlıkla yere
vuruyor.” (HEA-T).
bekle- [79], sor- [4], de- [2], dolaş- (-de) [2], bak-, çıkış- {kızmak}, dinle-, ekle-, haykır-
, titre-, uzan-. ║ söze gir- [2], temenni et-, ayağını yere vur-, intizar et-, sözünü kes-.
⇒ sabırsızlıkla beklemek.
sabunsuz: Ø
sade:⌠12⌡/3. Yalnızca, yalnız, ancak, sadece./ “Karaca eskiden bizim oyunlara katılmazdı. Sade
gelip seyrederdi.” (ES-SUYK)., “Şükret ki sade öptüm.” (HT-AŞ)., “O günü görmek için sade bekliyeceğiz, …” (ZOS-GZ ). ;
//Süsü, gösterişi olmayan, yalın, gösterişsiz bir biçimde.// “Sade giyinmiş, stricte bir tayvör; mora çalar
lâcivert, gösterişsiz, …” (Aİ-OKB)., “İslam dinine göre inanç, çok kısa ve sade anlatılmıştır.” (AB-BBYŞ)., “Al, ister boyalı
ister sade kullan.” (HA-SİE).
3. ⌠7⌡→ bekle-, dinle-, düşün-, öp-, yaz-, yaşa-. ║ gelip seyret-.
//…// ⌠5⌡→ giyin- [3], anlatıl-, kullan-.
sadece**:⌠182⌡/Yalnızca./ “Çünkü toplama kamplarını sadece okudum.” (MU-BDA)., “HASAN :
Hayır. sadece seviyorum.” (NH-YM)., “Ahmet ağabey, "Bu ustayı sadece üzer, onun üzülmesini istemeyiz, değil mi
Meryem." dedi.” (EI-NS)., “İçlerinde mimarların da bulunduğu okumuşlar aristokrasisi, bu görkemli olayı sadece seyretti.”
(AB-BBYŞ)., “SELİM : sadece korktun...” (NH-YM).
→ oku- [2], sev- [2], al-, bekle-, dağıl-, değiştir-, dikil-, dile-, dinle-, doğrula-, dua et-,
eğlendir-, gülümse-, kork-, özle-, söyle-, sus-, üz-, üzül-, yaşa-, yıkan-, yokla-. ║ fikrini söyle-
, iyilik et-, merak et-, not al-, seyret-.
sadıkane: Ø
sadıkça: Ø
sadistçe: Ø
safça:⌠4⌡/2. Safçasına./ “‘Niye Orhan Bey ne yaptık ki?’ diyor Mustafa safça.” (AÜ-SG)., “Bir delikanlı:
Ne yaparız onlara? diye safça sordu.” (YK-BE)., “Safça omuz silktim: - Etkenlik, edilgenlik biraz tavuk-yumurta örneğini
anımsattı bana.” (EI-KA).
→ de-, sor-. ║ omuz silk-, oyun oyna-, şarkı söyle-.
safçasına: Ø
saf dışı:--
→ saf dışı etmek (veya bırakmak), saf dışı olmak.
388
safi:⌠10⌡/3. Yalnız olarak, yalnız, sadece./ “Selami izzet (Sedes) ise, Rüya İçinde Rüya'mn izlenişini
"...nefeslerini kesmişler, safi kulak, safi göz kesilmişler sahneyi dinliyorlar, ….” (CK-YÖ)., “FAZIL: Ne yapayım? Safi sinir
kesilmişim.” (TÖ-TO1)., “Dünyada bir İstanbul vardı ki safi rakı kokardı…” (İB-E).
→ (göz, kulak, sinir vb.) kesil- [6], kok- (rakı), mıhla-. ║ cevap gel-*.
⇒ safi … kesilmek.
sağ esen:⌠7⌡/Sağlıkla, esenlikle./ “Vapurumuz geldi sağ esen!” (KT-Gİ)., “Türbeye sağ esen varsın ve
de sağ esen dönsün...” (KT-Gİ)., “DIONlSOS: Sağ esen kavuşturdun bana Silenos'umu. (GD-TO1)., “Alay bu raya sağ
esen yetişirse, Bursa'da, Yusuf İzzet Paşa baş ta olmak üzere millîci olmayan kalmaz.” (KT-YS).
→ gel- [3], dön-, kovuştur-, var-, yetiş-.
sağlamca:⌠3⌡/2. Sağlam olarak./ “Önce verdiği iki lirayı sağlamca koydu cebine.” (RI-KG).,
“Toprağa sağlamca yapışmış, inat, kopmaz.” (YK-OD)., “Ne ki, ayağını sağlamca basamıyor toprağa.” (NM-TÖ2).
→ koy- (-e), yapış- (-e). ║ ayak bas-.
sağlıcakla:⌠9⌡/Sağlıkla, esenlikle, rahatlık içinde./ “Ali emmi: -Var sağlıcakla, gel sağlıcakla.”
(TB-KA)., “Siz de çok iyisiniz, yurdumuzdan uzakta bize can verdiniz, babamı, hepimizi dirilttiniz, sağlıcakla gidin,
sağlıcakla gelin.” (YK-KSİ).
→ gel- [2], git- [2], dön-, giy-, harca-, var-, yat-.
→ sağlıcakla kalmak.
sağlı sollu:⌠14⌡/2. Sağda ve solda olarak, hem sağına hem soluna./ “Bir iki kapı daha açıldı
sağlı sollu.” (RI-KG)., “Gordios öldükten sonra bile ayrılmadı emekli kağnısından bir çift öküzünün de güzel boynuzlu
başları asıldı sağlı sollu gömülüne seçmiş anılsın diye.” (GD-TO1)., “Cepleri sırma işlemeli mavi şalvar giyiyordu. sağlı
sollu bütün bedeni fişeklerle donatılmıştı.” (YK-İM1)., “Odalar, dar bir sofa üzerinde, sağlı sollu sıralanmıştır.” (SB-BŞM).,
“Şimdi artık ben de her akşam sağlı sollu yerimi değiştiriyordum.” (SFA-HBSK).
→ açıl- (kapı), asıl-, atıl- {hamle yapmak}, ayır-, donatıl-, düş-, saplan-, seviş-,
sıralan-, tut- {yol kesmek}, yat-. ║ yer değiştir-, şamar patlat-, kuytuya sin-.
sağ salim:⌠44⌡/Hiçbir zarar görmeden./ “Eğer sağ salim dönerse, kapıyı vurmadan girecekti içeri.”
(RI-KG)., “Anlıyorum ki o benim için şimdi yakalandığımdan daha korkunç bir hastalıktı ve ben sağ salim çıktım bu ateşin
içinden.” (İA-İKG)., “Sağ salim gelmeli, Peyami.” (HEA-AG)., “Korinthos'a kadar sağ salim götürmüş.” (AK-MY)., “Ben
de senin söylediklerini kafama kaydedeyim, Allah'ın izniyle elinden sağ salim kurtulursam gider, sözlerini bizimkilere
anlatırım.” (CD-Oİ)., “Sağ salim onu teslim edecekmişiz.” (GY-KO)., “Bahara sağ salim elimize geçerse ne âlâ.” (AS-YA).
→ dön- [10], çık- (-i, -e, -den) [7], gel- [4], götür- [3], kurtul- [2], atlat-, bitir- (okulu),
çıkart- {kurtarmak}, geç- (köprü), getir-, gönder-, ilet- {ulaştırmak}, sal- {uğurlamak},
ulaştır-, var-. ║ teslim et- [5], ele geç-, teslim edil-*. ║ çıkıp gel-.
⇒ sağ salim dönmek.
sağ selamet: Ø
389
sahi:⌠19⌡/Gerçekten, gerçek olarak./ “Bak bakalım benziyor mu? Sahi benziyor...” (KT-Gİ).,
“Yüzünü çil basmış kabacaları, başım kaldırdı: Sahi gidelim, haydi çevir şunları.” (KT-Gİ)., “Sahi gökyüzünü unuttuk.”
(İB-E)., “...Sahi beğendin mi?” (Aİ-OKB)., “Üzücü, sahi aklıma geldi.” (CB-BO3)., “Ama sahi elden gitmişti bir kez.”
(NG-BKR).
→ benze- [2], git- [2], unut- [2], ağla-, beğen-, bil-*, de-, gel-, söyle-, vur-, yaşa-. ║
aklına gel-*, elden git-, haber ver-*, iyi de-, telefon et-.
sahiden:⌠127⌡/Gerçek olarak, gerçekten./ “Hâle, bu Arap'la sahiden evlenmek mi istiyorsun?”
(OP-KK)., “Demek biçare Nihal artık sahiden ölecekti.” (HZU-AM)., “Belki sahiden de bilmiyorlardı!” (MU-BDA).,
“Uğruna evini barkını harcayanları bile ikinci görüşünde tanımamazlıktan geliyor, daha doğrusu sahiden tanımıyordu.”
(SA-K/S)., “Ben balkondaki adamım ya. Sahiden soruyorum.” (NM-TÖ2)., “Utanıyordu biraz da: 'San' Mustafa, Hasan
Âli'nin 'Bereli' Şevkıye ile buluşmasında, Ahmet Ziya'nın da 'hazır bulunduğunu' ya sahiden bilmiyor, ya da kibarca
bilmezlikten geliyordu.” (Aİ-OKB)., “Ben bu kızı almazsam sahiden öleceğim.” (PNB-AGUG)., “Ferit'i sahiden sevmişti.”
(Sİ-ÖKS)., “Sahiden anlamıyordu.” (EI-KA)., “Aslında bir şeyleri saklamak değil maksat, bu bilgileri sahiden gereksiz
bulur usta..” (EI-NS)., “Biz Neler oluyor, demeden, Şaka yaptım, sahiden çok mu merak ettiniz?” (İO-LBA)., “Bu kadar çok
cephane ve gerecin yakalanması sahiden felaket olurdu.” (TÖ-ŞÇT).
→ iste-* [10], sev-* [10], bil-* [5], inan- [5], tanı-* [5], yaşa- [5], bit- [3], git- [3], kork-*
[3], öl-* [3], sor- [3], anla-* [2], gecik- [2], gör-* [2], gül- [2], kız- [2], söyle- [2], utan- [2], vur-
[2], yap- [2], acı-, açıl-, art-, bak-, bayıl-, boğul-, çıldır-, de-, dinle-, geç-, kaç-, kapıl-, karış-,
kestir-*, kıskan-*, kitle-, konuş-, kurtul-, ol-, oluş-, san-, sık-, sıkıl-*, soğu-, uç-, unut-, uyu-,
yak-, yürü-.║ arsız ol-, arzu et-*, ay tutul-, canavar kesil-, canı iste-, çişi gel-, felaket ol-,
gereksiz bul-, (gözleri) birleş-, işe yara-, kâr et-* {işe yaramak}, karı kapat-, kokusu çık-,
mahvol-, merak et-, musluğu aç-, müteessir ol-, nezle ol-, söz dinle-, tarafsız ol-, tedirgin et-,
telaş et-, üstüne titre-, yalan söyle-, zannet-.
⇒ sahiden istemek, sahiden sevmek.
sakarca:⌠1⌡/Sakar gibi, sakara benzer bir biçimde./ “…seçtiğim nar göz göre göre
yağmalanmış, kırık, kırgın, öksüz kalmış sürgünde gönül, içlendiğim hüzünler sakarca yaralanmış,…” (NB-DÜF).
→ yaralan-.
sakır sakır: Ø
sakince:⌠9⌡/2. Sakin bir biçimde./ “Dilara Hanım, gümüş çıngırağı çaldı, içeriye giren hizmetçiye
sakince sordu: - Yemek hazır mı?” (AA-İGA)., “Rasim, sevgili dostum, tahmininin doğrulanmasından gururlu, sakince öptü
yanaklarımı, sıkıca kucaklaştık. (VB-SvB)., “Yorulmasını bekliyordum sakince.” (PK-BCR)., “Bıyığını ısırarak, sakince
‘Hiç’ dedi.” (NM-TÖ2).
→ sor- [2], anlat-, bekle-, de-, giy-, kes-, öp-, yürü-.
sakin sakin:⌠45⌡/1. Durgun, dingin olarak./ “Nenelerini aramağa gittiklerini anlamışlar,
korkmadan sakin sakin oturmuşlardı.” (YK-OD)., “Yumurta olduğu yerde, sakin sakin duruyordu.” (KT-Gİ)., “Osman,
arka üstü yatmış sakin sakin uyuyordu.” (SK-D)., “Sakin sakin çiçekleri suluyor ve kahvaltı hazırlıyordum.” (CK-BR). ;
390
/2. Heyecan, telaş, kızgınlık göstermeden./ “‘Hiç,’ dedim sakin sakin, ‘ustanız nerede?’ (HAT-KHK)., “O
müthiş günleri sakin sakin anlatıyordu: ….” (TÖ-ŞÇT)., “Dinliyorum sakin sakin.” (VB-SvB)., “Rakıyı sakin sakin içiyor,
fakat gözlerini Şerif Ağa'nın ellerinden ayırmıyordu.” (KT-Gİ)., “Sevgili biricik Güzin, Sanırım, bu mektubumu tez sabahı
alırsın, sakin sakin konuş, öğrencilerin önündeymişsin gibi telâşsız, bildiklerini anlat, çok başarılı olacaksın.” (GD-ADM).;
/3. Uslu uslu./ “Eşekler, parlayan çakılların yanma, ayakları kuma gömüldüğü halde, sakin sakin yanaştılar.” (KT-Gİ).
1.⌠13⌡→ otur- [5], dur- [2], bekle-, uyu-. ║ çiçek sula-, kahvaltı hazırla-, sakal sıvazla-
, takip et-.
2.⌠31⌡→ de- [5], anlat- [4], dinle- [4], iç- (çay vb.) [4], konuş- [4], düşün- [2], sor- [2],
bitir-, dolaş-, söyle-, uzan-, yürü-. ║ cıgara sar-, meşgul ol-, söze başla-.
3.⌠1⌡→ yaklaş-.
⇒ sakin sakin oturmak, sakin sakin anlatmak (konuşmak, demek).
salakça:⌠1⌡/Salağa yakışır bir biçimde./ “Akıllıca lâf etmek istedim ama salakça çıktı ağzımdan.”
(CD-Oİ).
→ (laf) ağzından çık-.
salimen:⌠7⌡/Sağ ve esen olarak, hiçbir kötü durumla karşılaşmadan./ “Çünkü bana korku
ve heyecan veren ve oldukça meşakkatli geçen bir yolculuktan sonra Ankara'ya salimen varmıştım.” (SB-HAY)., “Tanrıya
şükür, salimen Waginfe, Stain'e, Ferbertsheim'e ve Wasserburg'a geldik.” (NN-DM)., “Şayet salimen bana intikal ederseniz,
mülakattan sonra salimen Dersim'e intikalinize namus ve şeref sözü veriyorum.” (BE-Ç)., “Öyleyse meraklanma, evvel Allah
salimen vasıl oluruz.” (KT-Gİ).
→ var- [2], gel-, getir-. ║ çekip çıkar- (göçökten), intikal et-, vasıl ol-.
⇒ salimen varmak.
salisen: Ø
salkım salkım:⌠3⌡/2. Salkım olarak, salkım biçiminde./ “Sıkı Yönetim Komutanı Nurettin
Aknoz Paşa, hemen o sabah, "6-7 Eylül suçlusu olarak, solcular, Sultanahmet meydanında salkım salkım asılacak" diye
buyurdu.” (MU-BDA)., “Gökyüzü açık, gecede siyah elmas saydamlığı ve parlaklığı: takım yıldızlar, kristal sarmaşıkları
halinde, salkım salkım sarkıyor; Samanyolu, belli belirsiz, toz yaldız bulutlarıdır; kar aydınlığı, aynı siyah gümüş
panltısıyla, taa yukarılara vurmuş!” (Aİ-OKB). ; /3. Öbek öbek, küme küme./ “Ø”.
2.⌠3⌡→ asıl-, sallan-, sark-.
3.⌠-⌡→ Ø
sallapati:⌠1⌡/3. Düşüncesizce, saygısızca ve patavatsız bir biçimde./ “‘İslam
muhadderatları"nın yanına öyle sallapati girilmez, diye bana çıkışıyordu.” (RNG-ÇK).
→ giril-*.
salt: Ø--
391
samimi:⌠16⌡ /3. İçli dışlı, senli benli olarak./ “Samimi konuşuyorum bak, ondört bin kukuluk dev
bir arşivden söz ediyoruz burda...” (AA-AD). “Sonra tekrarladı: - O ne kadar samimi söylüyordu.” (KHK-YAH)., “Samimi
davranırdı bu yüzden.” (OA-KB)., “Senin merakla karışık samimiyetine çok aldanmadan, ihtiyarî olarak samimi cevap
veriyorum.” (Sİ-İGÇÖ1
→ konuş- [5], söyle- [4], davran- [2], bul-, çalış-, geç- (konuşma), gel- (hâl), karşıla-. ║
cevap ver- [3], itirafta bulun-.
→ samimi olmak.
⇒ samimi konuşmak (söylemek), samimi davranmak.
samimiyetle:⌠15⌡/İçtenlikle./ “Yugoslavlar Moskova'nın emriyle hareket ettiklerine samimiyetle
inanmışlardır, muhtemelen bugün bile inanmaktadırlar.” (Aİ-OKB). “Bunu yapabileceğini samimiyetle düşündü.” (SD-
FC)., “Demokrasi sahte havarilerinin tekelinden kurtarılıp doğru tarif edilir ve samimiyetle uygulanırsa, eminim, Türkiye
için en ideal çözümü getirecektir.” (BA-YYY)., “‘Bayramınızı kutlar, ellerinizi samimiyetle sıkarım.’” (SD-FC). “Fakat
barış meselesinde özellikle Başkan Wilson, bir intikamcılık duygusu ile hareket etmemiş ve adil ve devamlı bir barış
düzeninin kurulmasını samimiyetle arzu etmişti.” (FA-YST).
→ inan- [3], ağla-*, de-, düşün-, karşıla-, sokul-, sor-, söyle-, uygulan-. ║ el sık- [4],
arzu et- [2], bağlı kal-, cevap ver-, el sıkış-, hareket et-, itiraf et-, ortaya koy-, reddet-, rica et-.
⇒ samimiyetle inanmak, samimiyetle el sıkmak.
sana: X
sanatkârane: Ø
sanatkârca: Ø
sanki: Ø--
sapır sapır:⌠7⌡/Güçlü ve sürekli bir biçimde. {aşırı biçimde}/ “Sapır sapır düşüyor
Müslüman yiğitleri, neden?” (FB-ID)., “Geldi ama ne geliş, sanki, bütün gece içki içmiş gibi sapır sapır sallanıyor.” (KK-
SE). “Başı dönüyor, bacakları sapır sapır titriyordu.” (HT-KSA)., “Oysa dışarıda olup bitenleri gördükçe ecel terleri
dokunu o; hem kuş gözü kadarcık deliğin gerisindeki zifiri karanlıkta durup sapır sapır ter döküyor, hem titriyor, …” (HAT-
KHK).
→ düş- {ölmek, yok olmak} [2], öl-, sallan-, titre-. ║ içini dök-, ter dök-.
→ sapır sapır dökülmek
sarahaten:⌠1⌡/Açıkça, apaçık, açıktan açığa./ “Bihterin muvafakat cevabı vereceğinden emin idi,
bunu genç kızın zaten gözlerinde sarahaten okumuş, gözlerinin bakışında müracaatta teahhüründen şikâyete bezer bir şey
bile fark etmiş idi.” (HZU-AM).
→ (gözlerinden) oku-, fark et-.
sarahatle:⌠8⌡/Açıklıkla, {açıkça}./ “Artık sarahatle biliyordum ki vatan nasıl tecelli etmişse, onu
öyle anlamalıdır.” (YKB-Aİ)., “….sanat âleminde muvafıkların sesi muhaliflerin yaygarası arasında sarahatle duyulmaz,
fakat biz bu muhteriz, bir mırıltı kabilinden müşevvik sadaları hayalen tefrit eder ve onunla cesaretimizi beslerdik.” (GY-
392
GH)., “O buhran içinde epiyce entrikalı bir rol oynamış, maamâfih Jön-Türk addedilmemiş ti; çünkü hiçbir zaman sarahatle
Sultan Abdülhamid aleyhdârı olmamıştı.” (YKB-SEP)., “Onlar Ayşe'ye vedaya geldikleri zaman bu tahavvülü sarahatle
hissettim.” (HEA-AG).
→ bil-, duyul- (ses), hatırla-, söyle-. ║ aleyhtar ol-*, hisset-, … safına geç-.
sargın: Ø
sarhoş:⌠20⌡/3. Hoşa giden bir etki ile kendinden geçmiş olarak./ “Emin sarhoş mu geldi
ayık mı, ben nerden bilebilirim?” (AMD-O)., “Küçük oğlan üniversiteyi asarak Londra sokaklarında sürtüp, geceleri sarhoş
dolaşıyorsa parklarda...” (PC-K)., “Votkacı o kadar çok içmiş, eve o denli sarhoş dönmüş ki, karısı perişan...” (AB-BBYŞ).,
“Dilekçeleri sarhoş sarhoş yazardı.” (YK-İM1).
→ gel- (-e) [7], dolaş- [2], dön- (-e) [2], ara-, git-, konuş-, mıraldan-, uç-, yat-, yaz-.
sarhoşça:⌠5⌡/Sarhoş bir biçimde, sarhoş olarak, sermestane./ “SELDA: (Sarhoşça güler)
Çırılçıplakmış...” (VT-BÖKDYO)., “Selda bitirince iyice sallanır, gülümser sarhoşça.” (VT-BÖKDYO).
→ gül- [3], gülümse- [2].
sarmaş dolaş:⌠15⌡/Birbirine sarılıp kucaklaşmış bir durumda./ “Şu dakikada, ben Emine ile
sarmaş dolaş yatsam gene kimsenin umurunda olmayacaktır.” (YKK-Y)., “Şimdi Nuri'yle sarmaş dolaş dönüyorlar,
dönüyorlardı.” (AK-AA)., “Ana oğul, sarmaş dolaş, saatlerce kurtarma ekibini beklemişler.” (CD-KB)., “Sakallı iki
delikanlıyla, saçları sanki aynı berber elinden çıkmış gibi kısacık kesilmiş iki genç kız dünyaya boş vermiş bir halde, Fransız
Konsolosluğunun önünde sarmaş dolaş sohbet ediyorlar.” (AÜ-SG).
→ yat- [3], dön- [2], bekle-, sarıl-, var-, yaşa-, yuvarlan-, yürü-. ║ ayağa kalk-, dans et-
, sohbet et-.
→ sarmaş dolaş olmak
⇒ sarmaş dolaş yatmak.
sarsakça: Ø
sarsak sursak: Ø
satır satır:⌠11⌡/1. Bütün satırların hepsini, her satırla ilgilenerek./ “Hayatım bir mersiye...
Yazılmış satır satır...” (FNÇ-HD)., “….beni kim diziyor satır satır, ya da çoktan dizilip basıldım da şu anda hangi okurun
gözünde tekrar yazılıyorum, dedim; ….” (HAT-KHK). ; /2. mec. İnceden inceye, dikkatlice./ “O arka sayfa
(çoğunlukla) spor sayfasıdır ve "okur" o sayfayı satır satır okur.” (AB-SD)., “Gazetelerin kültür sanat sayfalarını satır satır
izliyor ….” (İA-İKG)., “(Ömrümün en Önemli diyalogları arasında olduğu için, o-günlerde karşılıklı söylenenleri banda
çekilmişçesine anımsıyorum satır satır.)” (RE-G)., “Niçin yazmadık bir yere satır satır.” (ZOS-GZ ).
1.⌠2⌡→ diz-, yazıl-.
2.⌠9⌡→ oku- [3], izle- [2], anımsa-, incele-, savun-, yaz-*.
⇒ satır satır okumak.
savurganca: Ø
sayesinde: Ø--
393
saygısızca:⌠2⌡/2. Saygısız bir biçimde, saygısız olarak, terbiyesizce, laubaliyane./ “Tevfik Türüng, elleri parkasının ceplerinde, kısacık boyu, kısık gözleri, çopur yüzüyle olayı saygısızca izliyordu.” (EÖ-
GSA)., “Arkadaşıyla itişip kakışıyordu saygısızca.” (NM-TÖ2).
→ izle-. ║ itişip kakış-.
sayıca:⌠1⌡/Sayı bakımından, adetçe, adedî./ “Onu arttırdığını, daha doğrusu yoğunlaştırdığını bize
düşündürten hepsi hepsi aynalarm sayıca artmış, bir de biribirilerine yansıyarak, biribirilerini yansıtarak, şiddetin
görünürlüğünü büyüteç merceklerinden seyretmemizi sağlamış olmaları.” (EB-YU).
→ art-.
saymaca: Ø
sebebiyle: Ø--
sebepli sebepsiz:⌠5⌡/Hiçbir dayanağı yokken, sebebi olsun veya olmasın./ “Yolunu
beklerler, sebepli sebepsiz kavga çıkarırlar, taşa tutarlar, ablalarına, kız kardeşlerine söverler, el şakalarıyla erkekliğine
sataşırlardı.” (NC-SY)., “Onları sebepli sebepsiz, her fırsatta haşlıyor, sonra da sert davranışlarından pişman olup üzüntü
duyarak sessiz sessiz ağladığı oluyordu.” (HT-M).
→ haşla- {azarlamak}, sataş-, söv-. ║ kavga çıkar-, taşa tut-.
sebepsiz:⌠9⌡/Bir sebebi olmadan./ “Hiç böyle sebepsiz ağlanır mı?” (YKK-KK)., “Bekir'e dokundu,
ensesini kaşıyarak: Sebepsiz bağırdım herife! diye düşündü.” (CD-Oİ)., “Onun aracılığıyla Mustafa Paşa, sebepsiz, suçsuz
idam edildi ve yerine Paşa” unvanıyla Kadı Üveys gönderildi.” (MTT-SS)., “Yolunu beklerler, sebepli sebepsiz kavga
çıkarırlar, taşa tutarlar, ablalarına, kız kardeşlerine söverler, el şakalarıyla erkekliğine sataşırlardı.” (NC-SY).
→ ağla-, bağır-, yap-, yürü-. ║ dayak attır-, idam edil-, kalp kır-, kavga çıkar-, kuş uç-.
sebepsizce: Ø
seçmece: Ø
sefihane: Ø
sefilce: Ø
sehven: Ø
sek:⌠1⌡/2. İçine su veya bir başka içki karıştırmadan./ “Bari sek içme.” (VB-SvB).
→ iç-*.
⇒ sek içmek.
selamsız:⌠1⌡/Selam olmadan, selam verilmeden./ “Çilingir'in karısı, yavaş, kısa adımlarla
yürüdü, sofanın önünde, karların içinde duran Seyd-Ali'nin yanından sessiz, selâmsız geçti, sofa basamaklarını çıktı,
Esma'nın önüne dizüstü düştü.” (CD-Oİ).
→ geç-.
selamsız sabahsız: Ø
394
sellemehüsselam: Ø
semizce: Ø
sence: Ø
senetli sepetli: Ø
senetsiz sepetsiz:⌠1⌡/Bir iş yazılı bir belgeye dayandırılmadan (yapılmak)./ “SELİM :
Parayı senetsiz sepetsiz mi verdin, Hasan? ...” (NH-YM).
→ ver-.
seneye:⌠11⌡/Gelecek sene./ “Seneye başka bir yöntem bulun ne olur?” (GM-BKVY)., “Değil efendim,
değil, hep fırtına yapar. Seneye sizi Karadeniz'e götürelim.” (AK-MY)., “Seneden seneye icarı artıyor.” (YKK-KK).,
“Seneye neredeyse 350 trilyon faiz ödenecek.” (TA-NB)., “Seneye dilerim 364'ü 365 yaparsın.” (ÜD-KŞ).
→ bul- [3], götür- [2], art-, bit-, bitir-, gel-, giy-, gör-, öde-, yap-.
senli benli:⌠8⌡/2. Aşırı ölçüde samimi olarak, teklifsiz bir biçimde./ “Anasından
babasından cesaretlenip Rozalya'yla senli benli konuşmuştu işte.” (GY-H2).
→ konuş-* [8].
→ senli benli olmak.
⇒ senli benli konuşmak.
sepil sepil: Ø
serapa:⌠4⌡/Baştan başa, bütün olarak./ “Demek ki o, bazan bir Berin, bir Derviş, gibi erkeğe karşı
serâpâ duygu kesilebiliyor; cinsî iştahın gizli sıtmasına tutuluyor, için için ürperiyor, titriyor...” (RHK-BS)., “… yeniçeri
ağası gelir, serapa üryan oğlanları dikkatle gözden geçirir, en güzellerini Sarayı Hümayun'a içoğlanı olarak ayırır…”
(REK-Y)., “Yuttu bir top mermisini ağzından mest oldu, serapa, İhtiyat zabit vekili Naim.” (FHD-ÜŞD)., “Refik Haid
«Memleket Hikâyeleri» nde hiçbir siyasî akıde gözetmeden serapa beşerin ıstıraplarım tahlil etmiştir.” (RHK-MH).
→ duygu kesil-, gözden geçir-, mest ol-, tahlil et-.
serbest:⌠58⌡/8. Rahat, özgür, bağımsız bir biçimde./ “Sonunda, saban tutan eller serbest kaldı,
bilim yaparak, dünyayı keşfetmeye ve aydınlatmaya başladı.” (BG-KA)., “Yavaş yavaş yatıştı, bir sigara yaktı. Serbest
düşünebilirdi artık.” (CD-Oİ)., “Ben bugün elimi kolumu sallayarak serbest dolaşıyorsam, senin sayende.” (OK-KT).,
“Böylece küçük Yusuf, bir sur harabesi üzerinde çıkan bir yabani incir ağacı gibi, biraz sıkıntılı ve şekilsiz, fakat serbest ve
istediği gibi, büyüyor, gelişiyordu.” (SA-KY)., “İster evlen, ister serbest yaşa!” (MŞE-MA)., “Hem epeyce sert ve serbest
söyledi.” (FRA-Ç).
→ kal- [21], dolaş-* [4], konuş- [2], yap- [2], yaz- [2], atla-, bekle-*, büyü-, büyütül-,
çalış-, davrandır-, dur-, düşün-, geliş-, otur-, oynaş-, söyle-, yaşa-. ║ söz söyle-.
→ serbest bırakmak.
⇒ serbest kalmak.
395
sere serpe:⌠21⌡/Serbest, rahat bir biçimde, çekinmeden./ “Soyunur, serin, nemli kumların
üzerine uzanırdım sere serpe...” (DK-Z)., “Uzanıp yatıvermiş, sere serpe; Entarisi sıyrılmış, hafiften; Kolunu kaldırmış,
koltuğu görünüyor; Bir eliyle de göğsünü tutmuş.” (OVK-BŞ)., “Ferit o yıllar için hayli cesur bir mayo giymiş; gözleri
kapalı, dudaklarında gençlikle çok yaşamışlık arası müphem bir tebessüm, sağ elini her nedense oyluklarına sokmuş,
sereserpe güneşleniyor.” (Sİ-ÖKS)., “Genel sorulara geçelim de, sere serpe döksün içini...” (EC-GDA).
→ uzan- [7], yat- [4], çalış-, dön-, dur-, güneşlen-, kal-, uyu-, yitir-. ║ içini dök-,
kendini bırak-, resim yap-.
⇒ sere serpe uzanmak (yatmak).
serian: Ø
sermestane: Ø
sersefil:⌠3⌡/2. Sefil, yoksul bir biçimde./ “Çileliydi ve anlatılabilemez haz vericiydi, coşkular, hayal
kırıklıkları ile doluydu, kişi bir an kendini, göklerde hissederken, bir anda yerin dibinde, sersefil buluveriyordu.” (EI-NS).,
“Hicabi'yi göstererek, onun geleceğinden söz ediyordu bana, ölürsem sersefil kalır bu yavrucak, diyordu, iki yakasını tutup
da bir araya getiremez...” (HAT-KHK)., “Biz onu elin kasabasında öyle sersefil kor muyuz?” (YK-İM1).
→ bul-, kal-, ko-.
sersemce: Ø
sersem sepelek: Ø
serserice:⌠2⌡/2. Serseri bir biçimde./ “Maç sonrası serseri kutlama kurşunları, başıboş eğriler
çizerek gelip gelip balkondaki çocukları, camdan bakan genç kızları buluyor, bulur bulmaz serserice öldürüyor.” (FŞ-EF).,
“Ekose pardesüsünün yakalarını serserice kaldırmıştı genç adam.” (Sİ-ÖKS).
→ öldür-. ║ yaka kaldır-.
serseri serseri:⌠2⌡/Başıboş, avare, amaçsızca./ “Ben, sadece, utandım söylerken ama, doğrusu
buydu, itiraf ettim: Serseri serseri dolaşıyordum, galiba ilk defa geldim buralara.” (EI-NS).
→ dolaş- [2].
⇒ serseri serseri dolaşmak.
sesli:⌠6⌡/2. Ses çıkararak./ “Gözyaşlarını çocuklara göstermemeye çalışıyorlardı ama sonra da ağlamak
da insani bir şey değil mi? diye sesli düşünüyorlardı.” (EA-KIY)., “Seyyid kendinden konuşulduğunu anlayınca sesli
gülmüştü.” (F-BS)., “Öylesine yabancıladı ki onu Seyyid, göğsüne derin bir soluk toplandı. Sesli bıraktı soluğunu.” (F-BS).
→ düşün- [2], gül- [2], söyle-. ║ soluk bırak-.
sessiz:⌠156⌡/5. Ses ve gürültü çıkarmadan./ “Bir süre ikisi de sessiz kaldılar.” (HAG-AS)., “Bekir:
"Anasını babasını kendi anası babası kadar severse, kızını ne kadar sever acaba?" diye mırıldandı, uzun zaman atın yanında,
sessiz, hareketsiz durdu.” (CD-Oİ)., “….hareketsiz ve sessiz, birbirlerinden ayrı otururlardı.” (FRA-Ç)., “Bekir, Enver'e
yaklaştı, öteki köylüler de Enver'in etrafına biriktiler, ürkmüş gözlerle ve sessiz, Enver'e bakıyorlardı.” (CD-Oİ)., “Böylelikle
beş on adım sessiz yürüdük.” (OCK-Ç)., “Hıçkırıksız ve sessiz ağlardı.” (SFA-SS)., “Ahmet Ziya, sessiz, şehri dinledi: bir
yerlerde açık unutulmuş, çarpılan bir pancur; gizliden gizliye, rüzgârın ıslığı; komşuda çalan duvar saati: bir, iki, üç!” (Aİ-
396
OKB)., “Yıllardan sonra bîr gün, görüp çektiklerimi, Tanrım bir meleğine emredecek: «Yetişir!» Gözlerimi o saat sessiz
kapayacağım.” (ZOS-GZ )., “Fakat hilâfeti kaldırınca da, kendilerine sağladığı menfaatler yüzünden, sessiz ve sinik, fırsat
bekliyecektir.” (FRA-Ç)., “Evli kaldıkları on dört sene bu kadın, Strindberg'in eziyetlerine uysal, sessiz boyun eğdi.” (BN-
DY1).
→ kal-* [26], dur-* [25], otur- [11], bak- [7], yürü- [7], ağla- [5], bakış- [4], çekil- [3],
dinle- [3], git- [3], yaşa- [3], dönüş- [2], ol- [2], uzaklaş- [2], yap- [2], yat- [2], anlat-, bırakıl-,
çalış-, çalkan-, devin-, dolaş-, dökül-, düş-, geç-, geçil-* ,gel-, gir-, gül-, incileş-, kalk-,
katlan-, kucaklaş-, öl-, öp-, sön-, uyu-, yaşan-, yatıl-, ye-, yüz-. ║ devam et-* [2], gözlerini
kapa- {ölmek} [2], alkış tut-, ayakta dur-, boyun eğ-, cellâda boyun uzat-, çayını yudumla-,
dışarı çık-, fırsat bekle-, (geceyi) geçir-, hareket et-, kabul et-, kalakal-, (kapı) açıl-, servis
yap-, seyret-, yerine geç-, yollara düş-.║ sürüp git-, çekip git-.
⇒ sessiz kalmak, sessiz durmak (oturmak).
sessizce:⌠505⌡/Sessiz bir biçimde, sessiz olarak, {belli etmeden}./ “Ragıp Bey, bıçağı
avucunun içinde sessizce oturuyor, tek tek odadakileri süzüyordu…”(AA-İGA)., “Haluk, sessizce dinliyordu Nermin'in
anlattıklarını.” (AA-YÖT)., “Sessizce ağlıyor, yüreğinde bir ses, ‘Gitmem, dünyaları verseler babacığımı bırakıp gitmem!’
diyordu.” (CD-Oİ)., “Beşiktaş karakolunun nöbetçileri ona sessizce bakıyorlar, yazacakları jurnalleri hazırlıyorlardı.” (AA-
İGA)., “Ayşe sessizce iç odaya girdi.” (CD-Oİ)., “Yan yana, sessizce yürüyoruz.” (EB-BG)., “Birlikte sessizce bekliyorlardı,
seslerine kavuşacakları günü...” (EA-DÖY)., “Sonbaharı bir kat daha güzelleştiriyor. (Kız sessizce çıkar.)” (AMD-O).,
“Ayaklarını sallayarak hayvanının üstünde sessizce gidiyor, sabahı seyrediyordu.” (HEA-AG)., “Kadın sessizce durur,
bekler.” (AA-TO3)., “Yolun kenarında sıralanmış uzun servileri bulana kadar sessizce ilerlediler. (CD-Oİ)., “Yükün
hafifleyince akşam üstü sessizce dönersin yattığın hana, Rahat bir döşek serer kahve peykesi Kemikleri sızlayana.” (CK-BŞ).,
“Boğuşuyorlardı, biz çevredekiler, sessizce onları izliyorduk.” (BB-BBÇ)., “Gelin sessizce uzaklaştı yaşlı kadının
yanından.” (F-BS)., “Yemeklerini sessizce yiyor, ata toprağına bakar gibi kıvançla sofralarına bakıyor, yorgunluklarını
gizliyerek Allah'ın verdiğine şükrediyorlardı.” (CD-Oİ)., “Beni çağırıyormuş gibi yaklaştım sessizce.” (GY-H2).,
“Merdivenleri sessizce tırmandılar, babasının odasına girdiler.” (AA-YÖT)., “Dayı bir süre sessizce seyreder yeğenini.”
(OA-M)., “Çocuk sessizce omuzlarını kaldırdı. - Tanımıyorsun ha? (CD-Oİ)., “Bu sözleri duyan Halil sessizce başını öne
eğdi. (NG-BKR)., “Ondan sonra, sessizce yola koyuldular.” (HT-GF)., “Çin Şimdi Çin koskoca bir kuvvet olarak yavaş
yavaş, sessizce ortaya çıkmaktadır.” (OS-HT)., “Sonra babasının -bıyıklının- elini öper aralık kapıdan sessizce çıkıp
giderdi.” (EÖ-P/S)., “Sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz.” (AT-KUbŞ)., “Macik'e okuyup üflediler, Macik'in
halsizliğine sabaha kadar sessizce ağlayıp sızladılar.” (CD-Oİ).
→ otur- [28], dinle- [26], ağla- [23], bak- [21], gir- (içeri, odaya vb.) [19], yürü- [14],
bekle- [13], çık- (dışarı, yukarı vb.) [12], git- [12], dur- [11], ilerle- [10], dön- [8], izle- [7], kalk-
(ayağa, yerinden vb.) [7], iç- (çay, kahve, içki, sıgara vb.) [7], geç- [7], uzaklaş- [6], gül- [6], de-
[6], ayrıl- [6], ye- (yemek) [5], in- (-i, -den) [5], uzan- [4], yaklaş- [4], yaşa- [4], süzül- (eşikten
vb.) [4], öl- [4], gel- [4], çalış- [4], konuş- [4], bakış- [3], dolaş- [3], gömül- [3], sıvış- [3], tırman-
(merdiven vb.) [3], yat- [3], ayır- [2], bırak- [2], al- (-i) [2], açıl- (kapı, pencere) [2], çök-
{oturmak} [2], dağıl- [2], düş- [2], düşün- [2], kal- [2], katlan- {tahammül etmek} [2], oku- [2],
seviş- [2], sokul- [2], soyun- [2], sürdür- [2], takıl- (ardına) [2], yalvar- [2], yaz- [2], yudumla-
397
(içki vb.) [2], aç- (göz), aç- (kapı), ağlaş-, ak-, aktar- {anlatmak}, anlaş-, ara-, aralan- (kapı),
bekleş-, belirt-, biriktir-, boğul-, boşalt-, buluş-, büyüt-, çal-, çekil-, çöreklen-, dağıt-, dal-,
dalgalan-, damla- {gelmek}, dikil- {ayakta durmak}, dinlen-, dolan-, donat-, dökül-, eski-,
gel- (bahar), gerçekleştiril-, gezin-, gidil-, giyin-, götür-, gülümse-, hazırla-, hıçkır-, inatlaş-,
indiril- (kolları), kabullen-, kaçış-, kana-, kanat-, kapla-, karıştır-, kay-, kon-, koş-, nikâhlan-,
okşa- (saç), onayla-, oyna-, oynat-, öp- (yanak), öpüş-, ört- (kapı), paylaş-, sarıl-
{kucaklaşmak}, selamla-, sıralan-, sırtla-, sızıldan- {söylenmek}, sor-, sök-, söyle-, sür-
(araba), tartış-, taşı-, tepin-, toparla-, uyan-, uyu-, yağdır- (kar), yanaş-, yap-, yazdır-. ║
seyret- [9], omuz kaldır- [3], başını öne eğ- [2], göz gezdir- [2], gözlerini kapa- [2], kaybol- [2],
içini çek- [2], yola koyul- [2], acı çek-, başını omzuna koy-, başını salla-, bir köşeye çekil-,
burnunu sil-, ders çalış-, diz çök-, (dizginleri) kaldır-, dua et-, dudak kıpırdat-, elini uzat-, geri
dön-, gözden yit-, gözlerini çevir-, gözyaşı akıt-, hüküm ver-, içinden konuş-, ileri atıl-, ima
et-, kabul edil-, (kahvaltı) yap-, (kahve) al-, kapıya kapan-, kendini bırak-, kirişi kır-, kontrol
et-, kucak kucağa kal-, kürek çek-, münasebeti kes-, omuz silk-, ortadan kaldır-, ortaya çık-,
oyun bozanlık et-, ölüme terk edil-, perdeyi arala-, pırıl pırıl yap-, sayfa çevir-, sigara sar-,
sipariş al-, terk et-, teslim ol-, veda et-, yana çekil-, yatak değiştir- (nehir), yerine getir-
(denileni), yol al-, yüzünü yere eğ-. ║ çıkıp git- [4], çekip git- [2], geçip git-, [2], açılıp kapan-,
ağlayıp sızla-, akıp git-, ayrılıp git-, çekip al-, durup bekle-, gelip geç-, ölüp git-. ║ aktı gitti,
geç otur.
⇒ sessizce oturmak, sessizce dinlemek, sessizce beklemek, sessizce çıkıp gitmek.
sessiz sedasız:⌠50⌡/2. Kimse duymadan, görmeden, sessiz ve gürültüsüz bir biçimde
{gizli gizli}./ “Kapının çerçevesi içinde sessiz sedasız durur, gülümseyerek konuşmaları dinler.”(AMD-O)., “Sabahları
işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız Bu, böyle gidecek demek değil bu işler…” (CS-SS). “Han odasında böyle, kardeşim, han
odasında sessiz sedasız, bilmem, nasıl yaşamalı?” (AKB-BŞ). “Erkânı Harbiye Reisi Fevzi Paşa da ordu ile arkalarında
sessiz sedasız yürüyecekti.” (UM-KKA)., “Dergilerde pek görülmeyen Ahmet Güntan bu yıl sessiz sedasız yeni kitabı İkili
Tekrar'ı çıkardı.” (ŞY-2000)., “İşte, 22 Nisan 2000 tarihinde Talim Terbiye Kurulu sessiz sedasız kısa bir karar alıyor;
kimse duymuyor; Tebliğler Dergisi'nde yayınlanmış da biz bilgisayardan gördük.” (OS-HT).
→ dur- [5], git- [4], yaşa- [3], yürü- [3], dinle- [2], gel- [2],ağla-, boğuş-, büyü-, çalış-,
çekil-, çık-, der-, dolaş-, düşün-, in- (gözyaşı), işle- (tema), söyle-, sürdürül- (kazı), uğraş-,
uyu-, yap-, yargıla-. ║ karar al-, kitap çıkar-, kucağa al-, kumar oyna-, kurşuna dizil-,
mahkum et-, valiz taşı-, vazife gör-, yemek ye-, yer değiştir-, yola çık-. ║ girip çık-, sıyrılıp
git-. ║ kayboldu gitti.
⇒ sessiz sedasız durmak, sessiz sedasız yaşamak.
398
sevabına:⌠5⌡/Maddi karşılık beklemeden sadece sevap kazanmak üzere./ “Kim bilir belki
de iyi bir kısmet çıkarsa sevabına everecekler.” (HT-KAD)., “Komutan Yardımcısı - (Komutanın kulağına) Komutanım bi
garip çocuk, ana babası nerde ölmüşler, hangi hastalıktan gitmişler kim bilir, köylü bakıyor sevabına, sanmam ki köprü
yaksın!” (BE-Ç).
→ bak- {ilgilenmek}, ever-, tara- (saç), ver-. ║ su içir-.
seyrek:⌠13⌡/{3. Uzun zaman aralıklarıyla, arada sırada, binde bir, nediren,
bayramdan bayrama, bayramda seyranda., 4. Aralıklı olarak, aralıklı bir biçimde nadir,
nadiren.}/ “Seyrek gelirdik buraya…” (TDK.-ÖÖ)., “Büyük kızı Ayşem ise seyrek görünür.” (ES-SUYK)., “Seyrek
oturdu masaya” (TDK.-ÖÖ)., “Yaşlı roman kahramanlarına seyrek rastlanır.” (TY-YGY)., “Babaları bile onların yüzlerini
seyrek görür oldu.” (MŞE-MA).
→ gel- [3], gör- [2], otur- [2], buluş-, görün-, rastlan-, uğra-, yap-. ║ görür ol-.
⇒ seyrek gelmek (bir yere).
seyyanen: Ø
sıcağı sıcağına:⌠11⌡/Hemen, anında, vakit geçirmeden./ “Ahmet Hâşim'in mayası, yakın takibi
kolaylaştıracak türden bir alaşım ortaya koyar: Hazır, toptancı, oluşmuş yargıya pek yüz sürmediği için sıcağı sıcağına
bakar, karar verir.” (EB-YU)., “Ali Rıza Bey, sıcağı sıcağına Muzafferle görüşemezse cesaretini kaybetmekten korkuyordu.”
(RNG-YD)., “Çoğu olayı da sıcağı sıcağına yaşadınız.” (FA-SUYK)., “Onun için sıcağı sıcağına bizler hakkınca
yazdıklarına da bir göz atalım da meraktan kurtulalım.” (İO-LBA)., “Gerçekten de sıcağı sıcağına ertesi akşam rahatsız
etti.” (AN-AZDE)., “Sıcağı sıcağına almalıydı işi üzerine: Siz çocuğun Türkçesini hiç merak etmeyin!” (RI-KG).
→ bak-, görüş-*, yaşa-, yaz-. ║ fiyat sapta-, göz at-, haber ver-, haberdar et-, işi
üzerine al-, karar alın-, karar ver-, rahatsız et- {ziyaret etmek}.
sıcak sıcak:⌠27⌡/{1.Sıcak olarak. 2. soğutmadan tadı kaybolmadan.}/ “‘Bir çay olsa da
içsek sıcak sıcak!’ dedi.” (RI-KG)., “Sıcak sıcak diki verdi ağzına tencereyi.” (AKB-BŞ)., “Sıcak sıcak, tüt babam tüt
ediyordu, kalaylı, parıl parıl bir tasın içinde.” (YK-OD)., “Sıcak sıcak midemize otururdu bu zaten.” (Sİ-İGÇÖ2). ;
//İçten, samimi ve hoş bir biçimde.// “Özün'ü öpmüştü sıcak sıcak.” (NM-TK)., “Sıcak sıcak solur güneş tepede,
O öyle soludukça dayanılmaz. (OA-M)., “Bir kundak ol, sıcak sıcak sar bizi.” (AKB-BŞ)., “Ama gene de mesuttu, gene de içi
sıcak sıcak dalgalanıyor, coşuyordu.” (TB-KA).
/…/⌠19⌡→ iç-* [7], değ-, gel-, içir-, pişir-, taşı-, tüt-, yedir-. ║ ağzına dik-, gövdeye
indir-, mideye otur-. ║ kapıp getir-.
//…//⌠8⌡→ solu- [2], bak-, kaşın-, öp-, sar-, terle-. ║ içi dalgalan-.
⇒ sıcak sıcak içmek.
sık:⌠138⌡/3. Kısa zaman aralıklarıyla, az aralıklarla./ “Bu saldırışlar o kadar sık oluyordu ki
atlar durmaksızın çifte atmak zorunda kalıyorlardı.” (AS-YA)., “Betin de çok sık geldi New York'a, o ara.” (AK-AA)., “Ama
çok da sık karşılaşmamıştı.” (ÜK-BDG)., “Herkes kendi yalnızlığı içinde, bir başka yabancıyla sık görüşebilir.” (DC-Yİİ).,
“Bu durum, örneğin büyükanne ve büyükbaba tarafından büyütülmüş kişilerde olduğu gibi, gerçek otorite modelinden yoksun
bir çocukluk geçirmiş olan ana-babalarda daha sık görülür.” (EG-İO)., “Filmde çok sık kullandık bunu.” (AD-Y)., “Bu
399
lafları o kadar sık duydum ki, beni etkilemiyor.” (AÜ-SG)., “Bu konuyu daha önce çok sık yazdım, söyledim.” (ASA-AK).,
“Çok sık hastalanırdı.” (CK-BR)., “Son zamanlar sık gelip giderdi Mine'nin evine.” (AÜ-SG). ; /4. Aralıksız olarak,
aralarında az aralık bırakarak./ “Öyle üst üste, öyle sık biter ki arasından yılan geçemez.” (YK-İM1).
3.⌠137⌡→ ol-* [15], gel-* [10], karşılaş-* [9], görüş-* [8], görül- [7], git-* [6], gör- [5],
kullan- [5], duy- [3], rastlan-* [3], yokla- [3], değiş- [2], geç- [2], hastalan- [2], öksür- [2], rastla-
[2], yaşan- [2], yaz- [2], acık-, ağla-, bak-, de-, duyul-, görün-*, göster-, götür-, gözlemlen-,
hatırla-, in-, iste-, konuş-, konuşul-, kucakla-*, kullanıl-, öner-, solu-, söyle-, uğra-, üşüt-, yap-
, yeğle-, yinelen-. ║ ziyaret et-* [2], ağza al-* {lafını etmek}, birlikte ol-, çözüm getir-, dansa
kaldır-, ilâç alın-*, iştirak et-, kendini göster-, konu edin-, konuşma yapıl-, nefes al-, ortaya
çık-, rüya gör-, su kesil-, tamir edil-, yanlışlık yap-, yer değiştir-. ║ gelip git- [2].
4.⌠1⌡→ bit- {yetişmek}.
⇒ sık olmak, sık gelmek, sık karşılaşmak (görüşmek).
sıkça:⌠18⌡/Oldukça sık./ “Bunu özellikle soracaktım. 'Savaşçı' sözü, şiirlerin başlıklarında da sıkça
kullanılıyor Bizim şiirimizde 'kavga 'sözü de çok yaygındı 60’lı, 70’li yıllarda.” (AT-ST)., “Çünkü anneyim... gibi hitaplara
sıkça rastlanmaktadır.” (LN-BD)., “Nihal artık sıkça odama geliyordu.” (BB-BBÇ)., “Yazı yazarken sıkça burnunu
çekerdi.” (NE-GT)., “Belgeleri küçük bir not iliştirerek yollamıştım: ‘Umarım iyisindir...’ Seninle sıkça Nihal’den söz
ediyorduk.” (BB-BBÇ)., “Kedilere yüz veren çok şairin tersine, o şiirlerinde kuşlara sıkça yem vermiştir.” (AA-ETY).
→ kullanıl- [2], rastlan- [2], gel-, gör-, karşılaşıl-, kullan-, vur-, yaz-. ║ burnunu çek-,
göz kırpıştır-, söz et-, tanık ol-, vergi toplan-, yem ver-.
sıkı:⌠103⌡/8. Sıkıca, iyice./ “Böyle bir duygudaşlık içinde gitgide daha sıkı sarılırlar birbirlerine. "Bu
dans hiç bitmese," der gibidirler.” (AA-TO3)., “Elindeki kılıcı sıkı tuttu.” (YK-BE)., “Şimdi bana sıkı tutun İkimizcilliğe
sarın” (ME-TŞ)., “Amma da sıkı bağlamışlar!” (GA-TO)., “Viyana'nın kalbur üstü artisleri ile müzik yapmakta, sıkı
çalışmaktadır.” (NN-DM)., “Kadın kurtulmaya çalıştıkça, Reha'nın eli bileği daha sıkı kavrıyordu. - Kimsin? demişti.” (EA-
DÖY)., “Sıkı giyindim Padişahım, üşümem.” (AA-İGA)., “Ben de ağzımı sıkı tuttum, kimseye bişey söylemedim.” (AN-
ŞÇH)., “Canımızı daha da sıkma! Ben Haşlak'a sıkı tembih geçtim.” (GY-H2)., “‘Devriye gönderin çabuk!’ diye sıkı emir
verdiler.” (FB-ID)., “O günlerde döviz işlemleri çok sıkı kontrol ediliyordu!” (SY-BECO).
→ sarıl- [17], tut- [15], tutun- [6], bağla- [5], çalış- [3], kavra- (yaka) [3], giyin- [2], sar-
[2], söyle-* [2], tembihle- [2], yapış- [2], at-, bağlan-, bil-, davran-, dik-, doku-, duyur-,
düğümlen-, gel-, giydir-*, izle-, izlen-, kapat-, kolla-, koru-, korun-*, kucakla-, ört-, örül-,
sars-, yerleştir-. ║ ağzını tut- (ağzını/dilini) [4], emir ver- [3], gözünü yum- [2], tembih geç- [2],
kendini tut-, komut ver-, kontrol edil-, pazarlık et-, talimat ver-, tembih et-, tertibat alın-*,
zarar et-.
⇒ sıkı sarılmak, sıkı tutmak (tutunmak).
sıkıca:⌠88⌡/Sıkı bir biçimde, iyice./ “Elimden sıkıca tutuyordu o.” (ÜA-TÖ)., “Bu nedenle kişi,
dengesini sağlayan bu mekanizmalara sıkıca sarılır ve esneklikten yoksun davranışlar geliştirir.” (EG-İO)., “İplerle sıkıca
bağlamışlardı.” (EÖ-P/S)., “Balkon kapılarını, camları sıkıca kapadım, ve neden bilmem, sokak kapısını da zincirledim.”
400
(EI-KA)., “Kapıyı sıkıca kapattı.” (FB-T)., “Kaşlarını çattı, yumruklarını yağmurluğunun ceplerine sıkıca bastırdı.” (KT-
YS)., “Şaşa gaza biraz sıkıca basarsa...” (NH-YM).
→ tut- [14], sarıl- [11], bağla- [7], kapa- (kapı vb.) [7], kapat- (kapı vb.) [6], kavra- [5],
sar- [5], bastır- [3], ört- [2], örtün- [2], süpürgele- [2], yapış-* [2], yerleştir- [2], bas- (yere),
çivile-, düğümle-, iğnele-, iğnelen-, kapatıl-, kucakla-, kucaklaş-, kurulan-, kuşan-, tembihle-,
topla-, tutturul-, tutun-, uyarıl-, yakala-, yapıştır-. ║ gaza bas-, gözünü yum-, kapıyı çek-.
⇒ sıkıca tukmak, sıkacı sarılmak, sıkacı bağlamak, sıkıca kapamak.
sıkı fıkı:⌠2⌡/2. Çok samimi bir biçimde./ “Bizimki de o hesap, ondört yıldır her sabah Kadıköy'den
yedi onbeş vapuruna bine bine üçümüz de sıkı fıkı dost olduk.” (KK-SE).
→ dost ol-. [2]
⇒ sıkı fıkı (dost) olmak.
sıkı sıkıya:⌠54⌡/1. Çok sıkı olarak, sımsıkı./ “Ragıp Bey Dilara Hanım'a sıkı sıkıya sarılmıştı. -
Hoş bulduk, sizi göresim geldi.” (AA-İGA)., “Rakı kadehini sıkı sıkıya elinde tutuyordu.” (AHT-H)., Çarığının içine küçücük
sümüklüböcekler girmişti, çarığını çıkardı, iyice temizledi, geri giydi, sıkı sıkıya bağladı. (YK-BE)., Şehrin en muhteşem
görüntüsüne açılan pencerenin perdelerini sıkı sıkıya kapatıyor. (OB-HYD). Dört yanı görmüyor, yalpalayarak yürüyordu,
kılıcını sıkı sıkıya göğsüne bastırmış. (YK-BE). ; /2. İyice./ “Namlusuna kâğıt, paçavra ile barutu sıkı sıkıya
doldurdular.” (CK-İSDY)., “Onlara göre, eğer Piaget ve Kohlberg'in savunduğu gibi ahlak yargıları bilişsel yapılara bağlı
evreleri sıkı sıkıya izleseydi, bu yargıları kısa süreli deneysel durumlarda değiştirmek çok güç olurdu.” (BO-GP)., “Ölmeden
önce Günseli'ye sıkı sıkıya tembihler, ne zaman gömüleceğimi sakın kimseye söyleme.” (HC-KKKY)., “Onlara sıkı sıkıya
tembih edeceğim, askerden kaçıp da yirmi yıl asker ocağında sürünmesinler.” (YK-KSİ).
1.⌠42⌡→ sarıl- [9], tut- [9], bağla- [4], kapat- [3], yapış- [3], bürün- (çarşaf), kapa-,
kapatıl-, kavra-, kavuşturul- (kol), kucakla-, ört-, örtün-, sakla-, sar-, sık-, tokalaş-, tutuştur-
{iliştirmek}, yapıştır-*. ║ göğsüne bastır- [2].
2.⌠12⌡→ bağlan- {ele geçirilmek}, doldur-, ittifak et-, izle-, koru-, ovuştur-, sakla-,
tembihle-. ║ tembih et- [2], ittifak et-, sakalını tutamla-.
⇒ sıkı sıkaya sarılmak, sıkı sıkıya tutmak.
sık sık:⌠420⌡/{1. Az aralıklarla., 2. Arası çok geçmeden, az aralıkla, az aralıklarla, sık
olarak, sıkça.}/“"Alaturka veyahut alafranga tuvalette makattan çıkan ilk kazurat parçasının deliğe düşmesiyle sıçrayan
su meselesi" üzerine bile düşünmüştü, tabii ki Eşref Bey'in başına bu berbat durum da sık sık geliyordu. (BB-BBÇ)., “Ancak,
çok beceriksiz bulurdu; bunu da sık sık söylerdi. (ÜD-KŞ)., “Ankara dışında denizli, ormanlı bir yerlerde bir otel bulup
çalışmaya gider sık sık. (EI-NS)., “Annem sık sık ağlıyordu. (AN-ŞÇH)., “Akvaryumla evlerimizdeki televizyonları sık sık
karşılaştırdın. (OP-KK)., “Bu kopukluk temasını sık sık yinelemiştir.” (AO-NSBE)., “Hemşiren Nefise Not: Vicdan, bu ara
bilmem neden, sık sık Berlin yolculuğumuzu hatırlıyorum.” (EA-DÖY)., “Bu kürü eskiden sık sık yapardım.” (HT-ÖTÖ).,
“Cemal Süreya: Nilgün'le sık sık şiir üzerine tartışırdık.” (CS-GC)., “Deniz babasına, bu doktora olan saygısını sık sık
belirtirdi.” (NB-DÜF)., “Ermenidir. sık sık görüşürüz.” (SY-BECO)., “Hemen git madem! sık sık uğrayıp durmayın Koca
Linlingile.” (FB-T)., “Ataç, Remy de Gourmond'dan sık sık söz eder yazılarında.” (CS-ŞDÇ)., “Kemal bize yakından
tanıdığı bu büyük şâir dolayısıyla sık sık bu kahveden bahsetmişti.” (AHT-YG)., “Babam define peşinde sık sık ortalıktan
401
kaybolur, giderdi.” (AN-MB)., “Nevin bahçede idi, köşke yeni gelmişti; köpeğine et yediriyor, Fransızca şarkının nakaratını
sık sık tekrar ediyordu.” (PS-SK).
→ gel- [25], gör-* [15], git- [13], söyle- [12], düşün- [10], anlat- [9], bak- [8], karşılaş- [8],
sor- [8], duy- [7], hatırla- [7], ara- [6], de- [6], görüş- [6], ol- [6], rastla- [5], yap- [5], an- [4],
buluş- [4], tartış- [4], yokla- [4], başla- [3], görül- [3], hastalan- [3], kullan- [3], kullanıl- [3],
rastlan- [3], tekrarla- [3], telefonlaş- [3], uğra- [3], uyan- [3], yakın- [3], ağla- [2], anımsa- [2],
belirt- [2], bulun-* [2], çağır- [2], dal- [2], değiş- [2], dinle- [2], dön- [2], dur- [2], düş- [2], geç-
[2], gir- [2], iç- [2], mektuplaş- [2], oku- [2], öksür- [2], solu- [2], tekrarlan- [2], uygula- [2], açıl-
(sergi), ak-, al-, anlatıl-, ateşlen-, ayrıl-, bayıl-, bekle-, bozul- (ilişki), çalın-, çarp-, çay iç-,
çullan-, değiştir-, dinlen-, dolaş-, döv-, durul-, düşür-, eleştiril-, evlen-, gerçekleş-, gez-,
görün-, gözlemle-, güldür-, haberleş-, havla-, içil-, izle-, kaç- {gitmek}, kal-, kapat-, karıştır-,
karşılaşıl-, kes- (konuşma), kesil- (konuşma), kına-, kırpış-, nemlen-, ofla-, onurlandır-, otur-,
öp-, sarıl-, sergilen-, sil-, silkin-, sorul-, söylen-, tazelen-, tep-, tersle-, topla-, toplan-, unut-,
uyukla-, yakala-, yalvar-, yararlan-, yarış-, yaşa-, yayımlan-, yenilen-, yıkıl-, yinele-, yinelen-.
║ söz et- [6], aklına gel- [4], bahset- [3], birlikte ol- [3], tekrar et- [3], başvur- [2], dile getir- [2],
kaybol-* [2], söz açıl- [2], ziyaret et- [2], adı geç-, araya gir-, ayağına kapan-, başı dön-, başına
gel-, baygınlık geçir-, burnunu çek-, dans et-, derin nefes al-, dışarı çık-, dile getiril-,
duyguları kabar-, … duygusu uyan-, … duygusuna kapıl-, düşüne gir-, ekrana çık-, el atıl-, ele
al- {değerlendirmek}, ele alın-, feryat et-, film çek-, gazaba gel-, geriye dön-, geziye çık-,
gönderme yap-, göz at-, gözü takıl-, haber gel-, halsiz düşür-, hayal et-, hisset-, hissettir-, içini
çek-, ifade edil-, ifade et-, karşı karşıya kal-, karşımıza çık-, karşısına dikil-, kendini göster-,
kendini suçlu hisset-, kin öfke kus-, kulak kabart-, lâfını et-, mektup yaz-, nazar değ-, okuldan
kaç-, ortaya çık-, önünü kes- {engellemek}, övgü düz-, özür dile-, rastgel-, refakat et-,
rüyasına gir-, sebep ol-, seyahate çık-, seyret-, şarkı söyle-, şikâyet et-, şikâyette bulun-,
tekme ye-, telefonla ara-, temas et- {değinmek}, teşekkür et-, yalnız kal-, yer al-, yer değiştir-,
yol kapan-, ziyarete git-, zor duruma sok-. ║ gidip gel- [2], açıp oku-, arayıp sor-, atıp tut-,
buluşup dertleş-, inip kalk-, uğrayıp dur-. ║ başını alır yürür, değindi durdu, gelir gider.
⇒ sık sık gelmek, sık sık görmek, sık sık söz etmek.
sıralı sırasız:⌠1⌡/Yer veya zaman uygunluğu gözetmeksizin./ “Aslında pinti bile sayılmaz.
Sıralı sırasız saçar paraları, inciğe boncuğa...” (KT-Gİ).
→ para saç-.
sıram sıram:⌠1⌡/2. Sırası geldikçe./ “Ø”. ; //…Sıralar halinde, sıra sıra.// “Çoğu
açılmamış duruyordu, ciltlenmiş, sıram sıram, kitaplıkların camları arkasında.” (PC-K).
2.⌠-⌡→ Ø.
402
//…//⌠1⌡→ dur-.
→ sıram sıram dizilmek.
sırasıyla:⌠33⌡/Sırası gelince, sırasına dikkat ederek, sıra izleyerek./ “Düz-tarih'te, her bir
şey, tahtada, sırasıyla ve sırayla, hiç kurgu yapmadan ve kronolojik olarak anlatılacaktır!” (EA-DY)., “Adana'yla İstanbul
arasındaki yüzlerce istasyonu sırasıyla saydı.” (OA-BBAR)., “Vükelâdan sonra vezir ve müşavirler, rütbelerinin kıdem
sırasıyla aynı şeyi yaptılar.” (HT-M)., “Şiir kitabı yayınında sırasıyla ……….. ve Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın kitapları
yayımlandı.” (ŞY-2000)., “Sırasıyla, Soma'yı, Kırkağac'ı, Harta'ı, Süleymanlı'yı beşer dakika durarak geçtiler, hiç birinde
Manisa'nın durumunu öğrenemediler.” (KT-YS)., “Yukarıdaki sorunuzun başı başka, sonu başka... Sırasıyla cevap vereyim:
"izlenimci bir eleştirmen' olduğumu Eleştiri Günlükleri"ne bakarak söylemeniz yanlış.” (FA-SUYK).
→ anlat- [2], say- [2], yap- [2], yayımlan- [2], ağlat-, anlatıl-, belirlen-, bil-, çevir-, de-,
geç-, gir-, gönder-, görül-, rastla-, sun-, tartışıl-, toplan-, yanıtla-, yaşa-, yazıl-. ║ cevap ver-,
konuşma yap-, göz at-, takip et-, üzerinde durul-, yer al-. ║ konup kalk-, girip çık-.
sırdaşça: Ø
sırt sırta:⌠7⌡/Arka arkaya, sırtları birbirine değecek biçimde {yan yana}./ “Bu sisli
aydınlıkta Meltem ve Aydın, sırt sırta, ayrı yönlere bakarak durmaktalar.” (AA-TO3)., “Sokollu durur, fakat arkasını
dönmez. Sırt sırta kalırlar.” (YK-S)., “Kişi yine sırt sırta oturmuşlardır, zaman gecenin günü karşılayacağı ilk anlardır.”
(CB-BO3). ; //Sürekli olarak.// “Üç gün sırt sırta rüzgâr esse, Tahir de balığa çıkmasa, …..” (SFA-HBSK).
/…/⌠5⌡→ dur-, gel-, kal-, otur-, yat-.
//…//⌠2⌡→ es- (rüzgâr), git-.
→ sırt sırta vermek.
sırtı sıra: Ø
sırtüstü:⌠105⌡/Sırtı yerde olmak üzere./ “Şimdi vişne bahçesinde sırtüstü uzanmıştır nisan, şiir
ezberletir böceklere.” (ŞY-1996)., “Döşünün ortasına bir tekme vurdum. Sırtüstü düştü mindere.” (AÜ-SG)., “Telefonu
kapatıp, sırtüstü döndü: ….” (Aİ-YK)., “Cevdet Bey kendini şezlonga sırtüstü bıraktı, turunçlara ve yıldızlara baktı:
turunçlar yakın, yıldızlar uzaktı.” (NH-MİM4)., “Yere sırtüstü yatırdılar.” (EÖ-GSA)., “Sürükleniyorum sırtüstü Çalılar,
dikenler içinde.” (MA-BAK)., “Bu yayladır düşer yatarım sırtüstü Yayılır dört yanıma sevginin sıcaklığı…” (VŞA).
→ uzan-* [46], düş- [7], dön- [6], yatır- [4], yuvarlan- [3], yüz- [3], devril- [2], düşün- [2],
yıkıl- [2], çevir-, döndür-, gel-, güneşlen-, kal-, sürüklen-, uyu-, uzat-, yatırıl-. ║ kendini at-
[5], kendini bırak- [5], kendini sulara vur- {dalmak}. ║ düşmeye gör-. ║ yalanıp dur-, yatıp
uyu-*. ║ düşer yatarım.
→ sırtüstü yatmak
⇒ sırtüstü uzanmak, sırtüstü düşmek.
sıvama:⌠1⌡/3. Zemini hemen hiç görülmeyecek kadar kaplanmış, örtülmüş veya
takılmış olarak./ “Nitekim Ankara'ya varmazdan iki konak evvel, Çankırı'da böyle olmuştu, İstanbullu hanımın, bir han
403
peykesi üstüne serdiği ve kar gibi beyaz çarşafla örttüğü yatağı, bir an içinde, irili ufaklı yüzlerce tahtakurusu ile sıvama
donanmıştı.” (YKK-A). ; /4. Ağzına kadar, silme./ “Ø”.
3.⌠1⌡→ donan-.
4.⌠-⌡→ Ø
sıvırya: Ø
sızıltılı: Ø
sızıltısız:⌠1⌡/Sızlanmasız, yakınmadan./ “Ama sızıltısız taşıyordu, dinlenmek, durmak istemiyordu.”
(TDK.-ÖÖ).
→ taşı-.
sızım sızım:⌠6⌡/Kötü bir biçimde./ “Yapıya varmadan bir taşın basma oturdu, ayakları sızım sızım
sızlıyordu.” (TDK.-ÖÖ).
→ sızla- [6].
⇒ sızım sızım sızlamak.
siftah:⌠3⌡/2. mec. İlk kez./ “Bu tekneyi siftah görüyorum.” (HT-KSA)., “Yok canım, daha siftah
geliyorum ben buraya.” (OK-KT)., “Siftah çalışıyorum... Bu işler zor iş kardaşım, senin harem değil.” (OK-AY). ; /Esnaf
sabahleyin ilk alışverişi yapmak./ “Harçlık edersin, al bakalım, siftah et! dedi.” (BN-DY1).
→ çalış-, gel-, gör-.
→ siftah etmek.
sigarasız: Ø
sille tokat:⌠14⌡/Döve döve./ “Sonra koştu, oğlunun üstüne : Sille tokat girişti.” (FB-ID)., “Ne hakla
sille tokat, tekme, dipçik, falaka, döveriz bu köy çocuklarını...” (FO-KSA)., “Sille tokat, o dakika, yere indirmişler; biri
topuğuyla gözlüğünün camlarını ezmiş, biri üç dişini leblebi gibi avcuna dökmüş, biri böğrüne öyle tekmeler indirmiş ki,
karaciğerini neredeyse ağzından kusacak!” (Aİ-OKB)., “Ahmet Rasim, sille tokat çullanır üstüne, sonra Ahmet Mithat
Efendi'de alır soluğu.” (VG-GHO)., “Bulmuş da bir de bunuyor!.. diyerek ihtiyarı sille tokat kapı dışarı etmiş.” (AN-MB).
→ giriş- [4], döv- [2], dövüş-, it-, kovala-. ║ dışarı çıkar-, kapı dışarı et-, sokağa at-,
üstüne çullan-, yere indir-.
⇒ sille tokat girişmek.
silme:⌠7⌡/3. Ağzına kadar dolu, sıvama, lebalep./ “Kadehini silme dolduruyor yeniden.” (EB-
BG). ; /4. Baştan aşağı, tam olarak, tamamen./ “Yukarı mahalle silme bana oy verdi.” (HT-KAD)., “Hanidir
görünmüyordu, Akademi'den iki arkadaşıyla Ada'daymış; külüstür bir çadır uydurmuşlar, sabah akşam deniz, tabii sahtiyana
dönmüş; dişleri, silme çil basmış suratında, yırtıcı bir beyazlıkla parıldıyor.” (Aİ-OKB)., “Abukat Rıza, - Bu sefer seçimi
silme kazandık, diyo.” (AN-AZDE).
3.⌠1⌡→ doldur-.
404
4.⌠6⌡→ …kes- {kaplamak}, …kesil- {kaplamak}. ║ oy ver- [2], çil bas-, seçim
kazan-.
silmece: Ø
sinsice:⌠16⌡/2. Belli etmeyerek, el altından {gizlice}./ “Pencerenin kenarında pusuda bekleyen
Sipsi sinsice pencereye yaklaşır.” (HT-KAD)., “Canan ateşler içinde bir odada yatıyor, hakkından gelemediğim bir
sivrisinek aynı odada sinsice geceyi bekliyordu.” (OP-YH)., “Meletos ile Anitos iki askerle girerler, Sokrates'i gösterip
sinsice çıkarlar.” (TO-SS)., “Bugüne kadar beni hiç yanıltmadı. Sinsice davranmadı.” (İA-İKG)., “Çöküntü geceki
durgunlukla kısa süren o ilk sessizlikte için için onarılan kısımları da bir solukta yıkıp -her yıkıntıda hızını biraz daha
artırarak- kaldığı yerden sinsice işine devam ediyordu.” (EÖ-P/S)., “Bir gülümseyiş, yanıp sönen bir ampul gibi,
Derinlikten sinsice ele veriyor kalbi; Aşk bir yalan üstüne kuruluydu çaresiz! Gene de vazgeçilmez sevgililer gibi biz Sanki
ateşden bir çark üstünde dönüyorduk.” (AMD-BŞ).
→ yaklaş- [2], bekle-, çık-, davran-*, gel-, gir-, git-, gül-, savaş-, vurgula-. ║ ele ver-,
işine devam et-, özür dile-, plan yap-, tat al-.
sittinsene: Ø
siyaseten:⌠1⌡/Siyaset bakımından, siyaset açısından./ “Cemal Paşa'nın ruhu, İttihatçılık, seni
siyaseten etkilemiş olabilir mi?” (HC-KKKY).
→ etkile-.
siya siya:⌠1⌡/Yavaş yavaş./ “Kiminiz kürek çeker, siya siya; Kiminiz midye çıkarır
dubalardan;…”(OVK-BŞ)
→ kürek çek-.
siyem siyem: Ø
siyim siyim:⌠7⌡/İnce ince, yavaş yavaş, siyem siyem, süyüm süyüm./ “Yağmur siyim
siyim yağıyordu.” (YK-İM1)., “Havana, siyim siyim döküyor.” (FB-T). “Kalabalığın ötesinde, bir ağacın altına çömelmiş,
be lini ağaca dayamış, gözlerinden siyim siyim yaş geliyordu.” (YK-OD).
→ dök- (yağış, gözyaşı), dökül- (gözyaşı). ║ (yağmur) yağ- [2], gözünden uyku ak-,
gözünden yaş gel-.
⇒ siyim siyim yağmur yağmak.
sizli bizli: Ø
softaca: Ø
soğuk:⌠26⌡/4. İlgisiz, sevimsiz bir biçimde veya memnuniyetsizliğini belli ederek./ “Birkaç kere de Aylin'i almak için evlerine gittiğinde soğuk davranmıştı Polat'a.” (AK-AA). “Erkut soğuk bakar adama.”
(VT-BÖKDYO). “Bu, şöyle böyle tanıdığı kadını soğuk karşıladı”. (OK-KT). “… Saray'a gitmiş; huzura kabul edilmemiş,
mabeyincilerden ağır ve soğuk muamele görmüş,…” (YKB-SEP).
405
→ davran [12], bak- [3], karşıla- [2], buldur-, gel-, kaç-, karşılan-, otur-, yat-. ║
muamele gör- [2], nabzı at-.
⇒ soğuk davranmak.
soğukça:⌠6⌡/2. Soğuk bir biçimde./ “Zalaca soğukça: «Git bak kardaşım,» dedi.” (YK-OD)., “Biraz
rüzgâr soğukça esse tavan Iboyu ocaklara kuru zeytin kütükleri atıyorlar, hindiler doldurarak, kazlar kızartarak kışın da
zevkini çıkarıyorlardı.” (RHK-MH)., “Boğazından ağır ağır, soğukça iniyor aşağı.” (SD-K).
→ de- [3], es-, yanıtla-. ║ (boğazından aşağı) in-.
sokulu: Ø
soluksuz:⌠18⌡/1. Soluk alamayacak biçimde./ “Yattığı odanın kapısına gelince heyecandan
soluksuz kaldım.” (FA-SUYK). ; /2. Ara vermeden./ “p. cheyııey'in bir kitabını bir kahvede soluksuz bitirdim …” (Aİ-
SB)., “Nasıl öpüşüyorlar soluksuz Temmuzun dudaklarıyla…” (VŞA)., “Kuşlar gibi, yorulmasız, soluksuz kovala beni.”
(RB-SN)., “Gözlerimizi kırpmadan belki de soluksuz, onun yuvarlana yuvarlana sokağı kıvrılışına baktık.” (EÖ-P/S).
1.⌠11⌡→ kal- [11].
2.⌠7⌡→ bak-, bitir-, çalış-, kovala-, öpüş-, sırala- (lâf), sürdür-.
⇒ soluksuz kalmak.
son derecede:⌠3⌡/Olabildiğince aşırı ölçüde./ “Hele Nuri'nin evlenmesinden sonra, perhiz, son
derecede sıklaşmıştı.” (AHT-H)., “Onun için son derecede vazıh olmalıyız.” (AHT-H)., “Padişah İstanbul'dan gönderilen
beyannamenin yakılmasına, heyetin bir palangada hapsine son derecede kızdı.” (REK-Y).
→ kız-. sıklaş-. ║ vazıh ol-.
sonra**:⌠46⌡/1. Daha ileri bir zamanda, müteakiben, önce karşıtı. {ilerleyen bir
zamanda}/ “Ayırın lütfen, sonra gelirim.” (YA-AO)., “Fakat sonra gülmedim.” (AHT-H)., “Sonra hakkındaki hükmü
tebliğ ederim.” (AS-YA)., “Şimdi, git yat uyu, sonra konuşuruz.” (EB-BG). ; /2. Daha uzak ve ileri bir yerde./
“Ø”. ; /3. Makam, sıra, değer ve önemde arkada oluşu bildiren bir söz./ “Ø”. ; /4. Yoksa, aksi
hâlde./ “Ø”.
1. ⌠7⌡→ gel- [2], al-, git-, gül-*, konuş-. ║ tebliğ et-.
2.⌠-⌡→ Ø
3.⌠-⌡→ Ø
4.⌠-⌡→ Ø
sonradan:⌠174⌡/Konuşulan zamanın ardından gelen zamanda./ “Ahmet ağabeymiş,
sonradan öğrendim, sordu: - Siz, Allah'ın, bizi sevgisinden yarattığını biliyor muy dunuz?” (EI-NS)., “Ama sonradan alıştı
ve filmi aldı, götürdü. (AD-Y)., “Birdenbire şaşırdım, ne demek istediğini sonradan anladım: Sami'nin mısraında daha bir
sahihlik, bir authenticite var; söylemek istediğini daha doğrudan doğruya söylüyor, Baudelaire ise, sıkıntı çekiyor demiyelim,
sözü biraz karıştırıyor.” (NA-KD/A)., “Çok sonradan otel olmuş.” (AÜ-SG)., “Eski model bulduğunu sonradan söylemişti.”
(HC-KKKY)., “İstediğim o değil! Sonradan pişmanlık ve utanç duymamalıyım.” (AB-BBYŞ)., “Bu olmadı. sonradan onları
406
kabul ettiler.” (CS-GC)., “Ama sonradan vazgeçtim.” (AC-KY)., “Âdeti olmadığı halde, Müfit, onu karşılamak için ayağa
kalktığını, sonradan fark etti…” (Aİ-YK).
→ öğren- [30], anla- [13], ol- (bir şey) [9], anlat- [6], anlaşıl- [4], düşün- [4], al- [2],
değiştir- [2], diril- [2], duy- [2], gel- [2], git- [2], gör- [2], hatırla- [2], katıl- [2], öl- [2], söyle- [2],
unut- [2], ak-, alış-, anımsa-, araştır-, asıl-, aş-, ayrıl-, az-, bul-, çık-, çıkar-, çingeneleş-, de-,
de-*, değiştiril-, dışlan-, doldurul-, düzeltil-*, edinil-, eğlen-, eklen-, fışkır-, geliş-, gerçekleş-
*, getir-, inan-*, iyileş-, kavran-, kavuş-, kız-, kullanıl-, onart-, öğrenil-, sev-, sevin-,
tamamla-, unutul-, var-, var-(düşünceye), yakınlaş-*, yaklaş-, yapıl-, yaptır-, yayımla-, yaz-,
yıktırıl-. ║ vazgeç- [3], fark et- [4], kendini toparla- [3], pişman ol- [2], ahbap ol-, değişiklik
yap-, farkına var-, fikrini değiştir-, gerisi gel-, hissedil-, hoşuna git-*, ileri sür-, iş değiş-, işi
şakaya vur-, kabul et-, merhamete gel-, meydana çık-, monte edil-, nazar değ-, ortadan
kaybol-, ortalara kay-, ortaya çık-, öfkeye kapıl-, pişmanlık duy-*, reddedil-, seyret-, sorguya
çek-, söz edil-, tespit edil-, utanç duy-, yalana çevir-, yemek ye-, zırdeli çık-.
⇒ sonradan öğrenmek, sonradan anlamak, sonradan (bir şey) olmak
sonraları:⌠86⌡/Sonraki zamanlarda./ “Sonraları düşündüm.” (HEA-AG)., “İyi vals ettiğini
sonraları gördüm.” (FRA-Ç)., “Ama sonraları Hürriyet imzasız gazete oldu.” (DC-BSKY)., “Sonraları at yarışları da
başladı.” (SB-HAY)., “Sonraları iş değişti.” (FA-SUYK2)., “Sonraları Halil, Kılıç Ali'ye demiş ki: - Vakayı şahitsiz
bırakmak için seni de öldürmeli idim.” (FRA-Ç)., “Zavallı Cemal. Sonraları âdeta göze geldi.” (HT-ÖTÖ)., “Bana bu
hususta da söz vermişti amma sonraları böyle bir seri makaleye fırsat bulamadı.” (NB-DÜF)., “Ah bu liderlerin zayıf
yanları olmasaydı. Sonraları böyle olmadığına karar verildi.” (EA-KIY).
→ düşün- [9], de- [5], ol- [3], anla- [2], başla-[2], değiş-[2], oku-[2], açıl-,alış-, art-, asıl-,
bak-, belir-, bırak-, bozul-, bul-, buna-,durul-, ehlileş-,eleştir-, filizlen-, gir- (çeteye),
genişletil-, gevşe-, gör-, görül-, güçlendir-, hatırla-, (ahbaplık) ilerle-, incele-, iste-, kullanıl-,
olgunlaş-, öğren-, özen-, san-, sapıt-, saptan-, sarsıl- (gelenek), sor-, sus-, unut-, usan-, yapıl-,
yaygınlaş-, yaz-, yitir-, yozlaş-, ahbaplık et-, alay et-, bıkmış ol-, birlikte ol-, çaresine bak-,
çekici gel-, eline düş-, emin ol-*, fırsat bul-*, göze gel-, hisset-, hüküm ver-, karar veril-,
tiryakisi ol-. ║ duymaz ol-, gelmez ol-, gözlemez ol-. ║ düşünüp taşın-.
sonunda:⌠119⌡/En son zamanda, nihayetinde./ “"Haksızlık etmiş," dedi sonunda.” (SD-K).,
“Ama sonunda başardılar.” (Mİ-DHB)., “Sonunda anlaştık.” (SD-K)., “Sonunda anlaşıldı.” (AB-BYS)., “ODTÜ'ye gitti ve
Yusuf u aramaya başladı. Sonunda Yusuf u buldu.” (NB-DÜF)., “Beş on günlük talim sonunda her ikisi de arabayı, çifti,
çubuğu öğrendiler.” (AS-YA)., “Bahçelerimiz kurursa yanma kâr kalmaz! Sonunda pişman olursun.” (NC-SY)., “Aklın
yattı mı sonunda?” (KT-Gİ)., “Başpiskopos a tahammül edemeyen Mozart sonunda istifa ediyor.” (NN-DM)., “Bunca
çabaladık ama, sonunda gemiyi çekip getirdik!” (KT-Gİ)., “Sonunda kendini tutamadı ve söz isteğini anlatmak için kesik
kesik öksürdü.” (TB-KA)., “Uzun zaman planlarını yaptılar. Sonunda tüneli kazmaya karar verdiler.” (NB-DÜF).,
“Sonunda yabancı konuk dayanamadı, bağırdı, hem de iki kez, Gördüm ulaan, gördüm ulaan, diye.” (Mİ-DHB).
407
→ de- [7], bul- [6], başar- [4], anlaşıl- [2], dayan-* [2], evlen- [2], kurtul- [2], ol- [2], öl-
[2], sevin- [2], sor- [2], tüken- [2], yıkıl- [2], yorul- [2], açıkla-, alevlen-, anla-, anlaş-, asıl-, atan-
, batır-, benimsen-, bırak-, bit-, bitir-, bulun-, çek-*, değ-, denil-, dönüş-, dur-, gel-, gerçekleş-
, gör-, kabullen-, kaç-, kavra-, kazan-, kükre- {sinirlenmek}, öğren-, sök-, söyle-, söylen-,
şaşırt-, tanı-, temizle-, topla-, ver-, yaz-, yolla-. ║ dayanama- [3], kabul et- [3], başını eğ- [2],
karar ver- [2], kendini tut-* [2], aç kal-, (açılış) yapıl-, aklı yat-, aklına gel-, anlaşmaya varıl-,
baskın çık-, baş belâsı ol-, başarılı ol-, bir karara var-, bir kenara itil-, değerini ver-, dile gel-,
fark et-, geri ver-, güneş aç-, ısrar et-*, ilan edil-, istifa et-, işin aslını anla-, izin veril-, karar
veril-, kendini topla-, ortada kal-, pişman ol-, rahat et-, razı ol-, sabrı taş-, suyunu çek-, temize
çık-, yenik düş-, ║ bırakıp kaç-, büyüyüp git-, çatlayıp öl-, çekip getir-, …olup çık-.
sorgusuz:⌠3⌡/Sorgu yapılmadan, {bir değerlendirme yapılmadan}./ “Onlar yıllardır
tutuklu içerde Hiç sorgusuz atılmışlar buraya…” (VŞA)., “İnsan, var olabilmek için dünyayı sorgusuz kabul etmemeliydi.”
(İA-GKD)., “Üstelik bir de casus damgası vurulup sorgusuz sorunsuz kurşuna da dizerlerdi adamı.” (RI-KG).
→ içeri atıl-, kabul et-*, kurşuna diz-.
sorgusuz sualsiz:⌠4⌡/Hiç soruşturmadan., sormadan./ “Onu böyle sorgusuz sualsiz, bir tavuk
gibi boğazlatamazdı Mehmet.” (NG-BKR)., “Niçin bunca zamandır bütün dertlerine sağır kaldıkları köylülerden bazılarının
köy okulu hakkındaki haklı haksız şikâyetlerini sorgusuz sualsiz destekliyorlar?” (SE-KEÜ)., “…ayrılırken, biliyorum, kan
içinde kalacağız her yanımız kesik kesik kesik ve parçalanmış ve bir lise, yüzümde, bütün öğrencileri tarih ikmal sınavında
sorgusuz sualsiz senin tarafından tutuklanmış.” (Kİ-PÖÖD)., “Mehmet, baskında yakalanmış adi bir hırsız gibi böyle
sorgusuz sualsiz öcünü alacak ondan.” (NG-BKR). → destekle-, boğazlat-*, tutuklan-. ║ öç al-.
soysuzca: Ø
sözce: Ø
sözde: Ø--
sözleşmeli: Ø
sözleşmesiz: Ø
sözüm ona: Ø--
sözün kısası: Ø--
suçüstü:⌠19⌡/Suç işlerken./ “Sanki ayıp bir şey yaparken suçüstü yakalanmıştım.” (AK-MS)., “Bir gün
kendisi ders odasını bastı, hepsini suçüstü yakaladı.” (FRA-Ç)., “Nedim Ağa herifi suçüstü yakalattı, attırdı içeriye.” (OK-
KT)., “O zaman annesini bıraktılar, şimdi kendisini bir başka iş yüzünden suçüstü tuttular.” (SD-FC).
→ yakalan- [8], yakala- [5], yakalat- [5], tut-.
⇒ suçüstü yaklanmak (yakalamak).
408
sularında: Ø--
sulu sepken:⌠1⌡/2. Kar, yağmurla karışık bir biçimde (yağmak)./ “Öğleye dek sulu sepken
yağmış, bire doğru da güneş açmıştı.” (SKA-GA).
→ yağ-.
sureta:⌠2⌡/1. Görünüşe göre, görünüşte./ “Kâzım Karabekir Paşaya, Fuat Paşaya ve diğer bütün
paşalarına ve kumandanlarına, benim emrimde gibi elele, hep beraber vatanın halâsına çalışacaksınız bu yurmuş, sureta
bana karşı bile geleceksiniz, ahval ve şerait ne gerektirirse onu yapacaksınız buyurmuş.” (TB-KA). “Babam sureta hak
verdi ama bir de içine sor!” (PS-FH). ; /2. Yalandan./ “Ø”.
1.⌠-⌡→ hak ver-, karşı gel-.
2.⌠-⌡→ Ø.
suskun:⌠13⌡/2. Sessiz, sakin bir biçimde./ “Uzun süre suskun kaldı.” (CK-İSDY)., “En üst
balkondan, duhuliyeden iki kişi kinsiz, öçsüz Chopin'i suskun alkışladılar.” (TDK.-ÖÖ)., “Cennet babasının karşısına
oturup suskun bekledi.” (F-BS)., “Hiç kimse konuşmuyor, suskun dinliyordu Haydar Ustayı.” (YK-BE)., “Odunlar, çadır,
öteberiler yanıp kül oluncaya kadar bütün oba suskun ayakta dikilip bekledi.” (YK-BE)., “Ezik, suskun odaları dolaştı
durdu…” (KŞY-2002).
→ kal- [2], alkışla-, bak-*, bekle-, dinle-, dur-, izle-, yürü-. ║ önüne bak-. ║ ayakta
dikilip dur-, dalaştı durdu.
suspus:⌠6⌡/2. Susmuş, sinmiş bir biçimde./ “Kızlar sus pus oturuyorlardı.” (AK-AA)., “Öyle de
suspus durulmaz.” (AN-ŞÇH)., “Doğrusu bir şey düşünmemiştik. Suspus kaldık.” (DC-BSKY).
→ otur- [3], durul-*, kal-, kesil-.
→ suspus olmak.
⇒ suspus oturmak.
susuz:⌠14⌡/5. Su olmadan./ “Akşamları bir tek içer ama, susuz içer o teki.” (MU-BDA)., “Ben
fidanlarımı susuz bırakamam!” (NC-SY)., “At susuz da çeker, yemsiz de!” (CD-Oİ)., “Bu topraklar susuz komaz insanı.”
(CAK-AKBO)., “Aç kaldın, susuz oturdun.” (CK-YÖ)., “‘Biz çok yürüyoruz susuz, aç kalırız.’” (FA-SUYK).
→ iç-* (rakı vb.) [6], bırak-* [3], çek- {yük taşımak}, ko-, ol-, otur-, yürü-.
⇒ susuz içmek.
süklüm püklüm:⌠30⌡/Suç işlemiş gibi utanç veya korku içinde büzülmüş olarak./ “Hala oğlu akşam üstü süklüm püklüm konağa döndü.” (HT-M)., “Fakat o hızla biraz gittikten sonra ne düşündüyse
düşündü, süklüm püklüm geri döndü.” (RNG-ÇK)., “Sonunda Melahat çıktı tuvaletten süklüm püklüm.” (FÇ-UV)., “Işıklar
kararır bir an, sahne yeniden aydınlandığında Hasso gene arzuhalcinin karşısında süklüm püklüm durmaktadır.” (OA-
KO)., “Az sonra süklüm püklüm geldi Zafer.” (SD-K)., “Öfkeyle teknelerine bindiler, adalarına süklüm püklüm vardılar.”
(YK-KSİ)., “Arka sırada oturan, kendi üzüntüleri içinde, herhalde öğretmeni hiç dinlemiyordu ki, süklüm püklüm ayağa
kalktı, sesini çıkarmadı.” (AN-ŞÇH)., “Valide Sultan gene süklüm püklüm kalkar gider.” (PNB-AGUG).
409
→ dön- (-e, geri) [6], çık- (-den) [3], dur- (karşısında) [3], gel- (-e) [3], gir- (-e) [2], otur-
[2], de-, sin-, var- (-e), yaklaş-, yat-. ║ ardından git-, ayağa kalk-, öne çık-, takip et-. ║ kalkar
gider.
süratle:⌠88⌡/Çabucak./ “Başını kısarak çayırlığı süratle geçti, ormana girdi.” (KT-Gİ)., “Kız süratle
dışarı çıktı.” (KT-Gİ)., “Evinin önünden geçen çocuk, büyük adımlarını sıklaştırır, süratle uzaklaşırdı.” (GY-H1).,
“Hiddetle, süratle fırlar, çıkar.” (AMD-O)., “Daha ileri gitmekten kendimi men etmek için süratle döndüm ve yerime
oturdum.” (SA-K/S)., “İhtiyar adamı koridorda yalnız bırakarak süratle merdivenlerden indi.” (RNG-YD)., “Hüseyin Efendi
süratle çekildi.” (HEA-VK)., “Şahin Efendi, süratle geri çekildi.” (RNG-YG)., “Hayvanlar, her vakitki gibi levent başlarını
havada silkerek ufka doğrulttular ve arabayı, bir saman yığını gibi hafifçe, gürültüsüzce süratle çekip götürdüler.” (PS-SK).
“Bekir, ümitsiz etrafına bakındı. Süratle gece oluyordu.” (KT-Gİ).
→ geç- [6], çık- (dışarı vb.) [5], uzaklaş- [5], fırla- (dışarı vb.) [3], dön- [2], git- [2],
ilerle- (zaman vb.) [2], in- (merdiven vb) [2], soyun- [2], yaklaş- [2], yap- [2], yayıl- (isyan) [2],
yürü- [2], arşınla- {yürümek}, sar- (ateş), bak-, bul-, çek- {giymek}, çekil-, çevir-, de-, doğrul-
, doldur-, düşün-, düzeltil-, eski-, gel-, ilerle- (hastalık), hatırla-, hazırla-, kalk-, kavra-,
mahmuzla-, serinleş-, sislen-, süz-, unutul-, genişlet- (yangın), genişle- (yangın), yay- (dergi),
yan- (ışık), yaz-, yazdır-, yerleştir-, yırt-. ║ geri çekil- [2], elini çek- [2], davet edil-, eline al-,
etraf yap-, ev ara-, gece ol-, gözünün önüne getir-, hareket et-, harekete geç-, inkişaf et-, işe
gir-, mesele çöz-, nefes al-, plan yapıl-, zihinden geç-. ║ çekip götür-, dönüp git-, uçup git-.
sürekli:⌠267⌡/2. Uzun süreli olarak, daima./ “Göze gelen ışınlar, bir nesnenin çevresinde yürürken
bakıldığında olduğu gibi, nesnenin yeri ve açısı değiştikçe, sürekli değişir.”(DC-Yİİ)., “Bu öyle değil ki; düşünüyorsunuz
sürekli, Tashihi siz yapıyorsunuz, redaksiyonu siz yapıyorsunuz...” (FA-SUYK)., “Adı aynı kalsa da geride bıraktığı 10-11
bin yıl içinde kültür sürekli gelişmiştir.” (BG-KA)., “İnsanların acılarını görmek istemiyorum, sürekli kaçıyorum acılardan,
benim acılarım başkalarınki gibi taa derinlerde saklı değil çünkü, hemen tenimin altında duruyor, bir başkasının acısı benim
tenime değdiği anda, tenimi yarıp acılarımı ortaya çıkarıyor.” (AA-YÖT)., “Esmer genç, sürekli dışarı bakıyor fakat,
ortalarına doğru kayıp, her ikisine' de yavaş yavaş sürtünüyordu. (KK-SE)., “Göz açıp kapayacak kadar çabuk geçen bir kırk
beş yıl ağır, ama sürekli çalışmış, elini bir gün olsun bu yüzden eksik etmemiş, oynamış durmuştu demek.” (SKA-GA)., “Kar
sürekli yağıyormuş.” (AA-RÜ)., “O bahse dönülmesin diye mi sürekli konuşuyor?” (Aİ-OKB)., “Sürekli
haberleşiyorlardı.” (HT-GF)., “Yengemi seviyorum, sürekli gülüyor, annem gibi ağırbaşlı değil.” (EA-DÖY).,
“Yayımlandığından beri düzenli aralarla basılıyor ve sürekli okunuyor.” (İA-İKG)., “Yaşıtlarını veya yetişkinleri sürekli
taklit eder, onların davranışlarını ve sözlerini tekrarlar; insanları sever ve onlarla ilgilenir.” (LN-BD)., “Evin önünde
sürekli nöbet tutacaklar gelin çıkınıma kadar!” (FB-T)., “Hemen hemen evden çıkmıyor, sürekli başı ağrıyordu.”(İA-
ÖEK)., “Gözlerim hep etrafımdadır, sürekli notlar alırım.” (ZA-MAAİ)., “Gerçek benliğine karşı geliştirdiği nefret sonucu
görkemli bir kişiliği benimsemeye çalışan insan bu uğurda sürekli ödün verir.” (EG-İO).
→ değiş- [5], düşün- [5], geliş- [4], kaç-* [4], konuş- [4], tartış- [4], vur- [4], ağla- [3],
bak-* [3], iç- [3], iste- [3], izle- [3], oku- [3], sor- [3], söylen- [3], uyu-* [3], yaşa- [3], yaz- [3],
bekle- [2], çal- [2], çalış- [2], değiştir- [2], ertele- [2], etkile- [2], gözle- [2], izlen- [2], okun- [2],
otur- [2], suçla- [2], uyar- [2], vurgula- [2], yan- [2], yinele- [2], açıkla-, aktar-, al-, anlat-, ara-,
art-, asıl-, aş-, atıştır-, ayıpla-, azal-, bağır-, bakıl-, bas-, böbürlen-, cilveleş-, çat-, çiz-, de-*,
410
dene-, dinle-, diren-, dokun-, döv-, dur-, duy-, duyumsa-, eğlen-, eleştir-, ertelet-, geç-,
genişle-, gerile-, gidil-, gönder-, görüntüle-, gül-, haberleş-, hırpalan-, ilerle-, incelen-, işlet-
{şaka yapmak}, kal-, kıpırdan-, konuş-, kovalan-, kötüle-, kullan-, küçümse-, lekele-,
mektuplaş-, okşa-, ovala-, sakla-, sallan-, savaş-, savun-, seslen-, sorgulan-, soyul-, söyle-,
sus-, takıl-, tazele-, tekrarla-, titret-, veril-, yapıla-*, yat-, yay-, yayınla-, ye-, yenile-, yıpran-,
yinelen-, yudumla-, yutkun-, yüksel-, zorla-. ║ yer değiştir- [5], telefon çal- [4], rahatsız et- [3],
(yağmur) yağ-* [3], başı ağrı- [2], gevezelik et-* [2], not tut- [2], söz et- [2], sözünü kes- [2],
aleyhinde konuş-, ateş edil-, ayakta dikelt-, baskı yap-, başını salla-, baştan çıkar-, bilgi ak-,
bilgi veril-, birlikte yaşa-, can çekiş-, çaba göster-, çelişki yaşan-, çıkış yolları ara-, destek ara-
, devam et-, didişir ol-, dil çıkar-, dilekçe ver-, eleştiri yapıl-, flört et-, gelişim göster-,
gündemde kal-, gündemde tut-, hakkını savun-, huy değiştir-, ilaç al-, inancını taş-, işgal et-,
kafasını meşgul et-, kan kaybet-, karşısına al-, kendine görev üret-, kilit altında tut-, kontrol
et-, kusur bul-, mektup al-, merak et-, meşgul çal-, moral ver-, mücadele et-, nöbet tut-, oyun
oynan-, ödün ver-, önünü kapa-, perhiz yap-, riske gir-*, rüzgâr es-*, saçları uza-, seçim yap-,
seminer tertiplen-, sıkıntı çek-, sigara iç-, söz konusu edil-, surat as-, şaka yap-*, şikâyet et-,
taklit et-, talimlere çıkart-, tehdit altında tut-, temizlik yap-, terini sil-, top ateşine tut-, uzak
dur-, yağmur dolu ye-, yalan söyle-, yanında otur-, yanlışa düş-, yardım iste-, yenik düş-, yer
al-, yol göster-, yüzüne vur-, zil çal-. ║ yanında ol-, dolanıp dur-.
süresiz:⌠5⌡/2. Süresi belli olmayarak./ “Orda eski kapılar yerinde Sevgi saygı korkudan Açmak
süresiz ertelenmiştir.” (BN-BŞ)., “O günlerde Birlik süresiz (iş'âr-ı ahire değin) kapatıldı …” (Aİ-OKB)., “Hiçbir konuda
çözüme varamayacakları için toplantılarına süresiz ara verirler.” (HAG-AS).
→ ertelen- [2], kapatıl-. ║ ara ver- [2].
⇒ süresiz ertelenmek, süresiz ara vermek.
sürgit:⌠3⌡/Sonsuz olarak, sonsuzluğa kadar, ilelebet./ “Buna hiçbir zaman içtenlikle karar
veremedim doğrusu, kesinlikten sürgit kaçındım.” (F-BS)., “Ama hiç birini sürgit, ordu düzeni içinde tutamazsınız.” (KT-
YS)., “Bu hayatınız böyle sürgit devam edemez...” (NH-YM).
→ kaçın-, tut-*. ║ devam et-*.
sürüm sürüm:⌠1⌡/‘Yoksul ve perişan bir biçimde yaşamak’ anlamındaki sürüm
sürüm sürünmek deyiminde geçer./ “Durumumuz böyle, sürüm sürüm gidiyoruz.” (FO-KSA).
→ git-
→ sürüm sürüm sürünmek.
sürü sepet:⌠1⌡/Birçok kimse veya şey hep birlikte./ “Üç gün sonra, Ayşe teyzemle Müjgân da
bize katılmış olarak sürü sepet İstanbul'a dönüyorduk.” (RNG-ÇK).
→ dön- (-e).
411
sürü sürü:⌠4⌡/Pek çok./ “Ø”. ; //Sürü halinde.// “Havada "şayia" dediğimiz, gözle görülmez
kuşlar sürü sürü cıvıldıyor.” (YKK-Y)., “Kuşlar geçiyor derken Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık:…” (VŞA).
“Tarlasında şimdi bilmediği, tanımadığı kimseler dolaşıyor, ölçüp biçiyorlar, kendi mallarıymış gibi geziniyorlardı sürü
sürü.” (CD-Oİ).
/…/⌠-⌡→ Ø.
//…//⌠4⌡→ gezin- [2], cıvılda-, çık-, geç-.
süzüm süzüm:--
→ süzüm süzüm süzülmek.
412
Ş
şahrem şahrem:⌠3⌡/Herhangi bir şey parçalanmış, yarılmış olarak./ “Tabakta tirtir titrerdi
ve kaşık sokulunca her tarafından şahrem şahrem ayrılır, yumuşacık çökerdi.” (GY-GH)., “Karların üstünde, şahrem
şahrem yarılmış, pabuçsuz, çorapsız ayakların fotoğraflarını çek yolla.” (FE-HBM-O)., “Kirleri arıtmak için soda
kullanmaktan ellerim şahrem şahrem yara oluyor.” (F-PY).
→ ayrıl-, yarıl-. ║ yara ol-.
şahsen:⌠34⌡/1. Kendi {kendim, kendin ...}, bizzat./ “Ben şahsen, yazar-rejisör işbirliğinin ne
olduğunu, ne kadar verimli olduğunu, gerçek tiyatronun kulisten yazılması gereğini ancak onunla işbirliği yaptıktan sonra
öğrendim.” (HT-ÖTÖ)., “Ayrıca şahsen de tanışırız.” (ES-SUYK)., “Ben şahsen, onun hesabına utanıyorum.” (NM-TÖ2).,
“Ben şahsen kadınlara kıymet vermem.” (OK-KT). ; /2. Tanışmadan, dış görünüşü ile, uzaktan./ “Ancak 40
yıldır her devirde, kilit noktalardaki kişilerin çoğunu şahsen tanımışım.” (OS-HT)., “Ayrıca şahsen de tanışırız.” (ES-
SUYK).
1.⌠25⌡→ de- [2], düşün-* [2], öğren- [2], bil-, gör-*, iste-*, tanış-, utan-, yapıl-, yırtın-.
║ tercih et- [2], arzu et-*, dürüstlük göster-, ehemmiyet ver-, iş gör-, kıymet ver-*, mes'ul ol-,
muamele yapıl-, sorumlu tut-, tanık ol-.
2.⌠9⌡→ tanı- [9].
⇒ şahsen tanımak.
şakacıktan:⌠6⌡/1. Şaka olarak./ “Nihal şakacıktan kızdı bize. "Galiba ağabeyimi pek sevmiyordunuz!"
dedi.” (BB-BBÇ)., “Kızlar şakacıktan bağrıştılar: Aaa...” (FÇ-UV). ; /2. şaka yapar görünerek./ “Ø”. ; /3.
Şaka olarak yapmaya başlamışken, farkında olmadan./ “Ø”.
1.⌠6⌡→ kız- [2], çıkış-, de-, bağır-, bağrış-, uydur-.
2.⌠-⌡→ Ø
3.⌠-⌡→ Ø
şakadan:⌠11⌡/Şaka olarak, şaka diye, mahsus./ “‘Sus, terbiyesiz kız!’ diye beni şakadan azarladı.
(MU-BDA)., “Üç beş köpek koşuşarak geldiler. Şakadan dalaştılar.” (AS-YA)., “İbrahim şakadan kıskandı, lâflar attı bize,
‘Ne konuşacaksınız bizden gizli?’” (EI-NS)., “Sıtkı, Sultan'ın ağzına şakadan bir tokat çarptı: Sus ulan.” (KT-Gİ)., “‘İşte bu
olmadı Zarife Hanım...’ diye sitem etti. (DK-Z).
→ azarla- [2], bağır-, boğuş-, dalaş-, kıskan-, söyle-. ║ (ağzına) tokat çarp-, kara haber
ver-*, laf et-, ölü gibi yat-, sitem et-.
şaka maka:Ø
şakasız:⌠9⌡/Şaka yapmaksızın, ciddi olarak, {cidden}./ “Ben şakasız, alaysız Duramam ah,
duramam Ölürüm anlayınız.” (GA-TO)., “Evet,-doğru bir laf- Yıkarlar arkadaş, sen ne diyorsun! Şakasız yıkarlar hem.”
(TDK.-ÖÖ).
413
→ dur-*, kurtul-, yık-.
şaka yollu:⌠10⌡/Ciddi bir şeye şaka görünümü vererek, şaka yollu (söyleme,
konuşma)./ “'Kız, harim-i ismetinize, bir yabancıyı, aile reisine danışmadan, nasıl sokarsın...' diye, şaka yollu, beni
azarladı.” (EA-DÖY)., “Alman taarruzlarını desteklemek maksadıyla, Türkiye'nin Trakya sınırından Sovyet sınırına, asker
kaydırıp kaydırmadığını sormuş; tamı tamına 26 Tümen diyormuş, şaka yollu elbet, espriler filân yaparak …” (Aİ-OKB).,.
“Sümer Yüzbaşı, şaka yollu gençleri uyardı: Haberin, en can alıcı yerine geliyoruz.” (GD-AK)., “Müfit, gözleriyle
'akşamcıları' tararken, şaka yollu soruyor: "Hayrola doktor, bu mel'ûn gazeteyi size aldıran nedir?” (Aİ-YK).
→ azarla- [2], de- [2], çıkış-, sor-, söyle-, uyar-. ║ ısrar et-, saç çek-.
şaka yoluyla: Ø--
şakır şakır:⌠26⌡/2. Bu sesi çıkararak (yağmak, ötmek vb.)./ “Ama şimdi şakır şakır
yağıyordu.” (Sİ-ÖKS)., “Ama bugün hem benekli uzun yılan, hem de kanatlı yılan, işte oradan, çalıların içinden şakır şakır
akıp gelecekler.” (YK-KSİ)., “Yazıcılar şakır şakır zabıt tutuyorlar, suçlular ifade veriyorlar.” (NE-GT)., “Oluklardan şakır
şakır yağmur suları dökülüyor.” (Sİ-DSG). ; /3. Kolaylıkla, iyi bir biçimde, akıcı olarak./ “Taksi şoförleri
bile şakır şakır Fransızca konuşuyorlar!” (ES-SUYK)., “İki kilidin içinde, çavuşun anahtarı şakır şakır döndü, kelepçeler
açıldı…” (RI-KG)., “…düşüncelerimizin resmini, haritasını çizerek aksın, şakır şakır dökülsün.” (SFA-HBSK). ; /4. Çok
parlak ve ışıklı olarak./ “Aktı paris asıl Paris ulu Paris mavi mavi kızıl kızıl aktı Ren Ron Garon Sen aktı Paris sular
gibi şakır şakır aktı Paris 1958 Mayıs yirmi sekizde.” (NH-YŞ). ; //Çok, aşırı veya sık bir biçimde.// “Nişancı
sert birkaç söz söylese ona, şakır şakır donuna işiyor.” (YK-KSİ)., “Millet şakır şakır yatıyor içerde.” (ÇA-BAG).,
“Yüzündeki pamukların üstüne şakır şakır gözyaşları akıyor.” (AN-ŞÇH)., “Nezleyim, şakır şakır burnum akıyor, bronşitim
azdı.” (VB-SvB)., “Sokaklarda şakır şakır insanlar öldürülüyordu.” (NE-GT).
2.⌠14⌡ dök- (su), dökül- (yağmur). ║ (yağmur vb.) yağ- [9], zabıt tut- [2]. ║ akıp gel-.
3.⌠4⌡→ konuş- [2], dön- (anahtar), dökül- (düşünceler).
4.⌠1⌡→ ak-.
//…///⌠6⌡→ ak- (gözyaşı, kan), dök- (su), öldürül- (insan), yat-. ║ burnu ak-, donuna
işe-.
⇒ şakır şakır yağmak.
şakır şukur:⌠2⌡/Fazlaca şakırtı çıkararak {hızlı bir biçimde}./ “Çift ücret verilince, bizim
delikanlılar ne hikmetse kadınları bağırtarak, şakır şukur sevişirlerdi….” (EA-MR)., “Celil ansızın öksürüyordu işte o
sırada, gözlerini belerte belerte öksürüyor, belki dikildiği yerde kıpırdanıyor ve kaşlarını bir çift kılıç gibi şakır şukur
oynatıyordu…” (HAT-KHK).
→ seviş-. ║ (kaş) oynat-.
şakkadak:⌠2⌡/Ansızın./ “Hiçbir birikimleri, en ufak bir iş deneyimleri olmasa bile şakkadak soruyorlar:
‘Kaç para vereceksiniz?’” (TÖ-E)., “‘Ayağa kalkmaya korkuyorum! şakkadak yıkılacağım...’” (FB-ID).
→ sor-, yıkıl-. ║ (sigara) yak-.
414
şakrak:⌠2⌡/2. Şen, neşeli, hayat dolu bir biçimde./ “Yıkanırlar, taranırlar şakrak..” (ANA-
BBRB).
→ taran-, yıkan-.
şak şak:⌠5⌡/2. ‘Şak’ sesi çıkararak./ “Tespih şak şak ötüyor durmadan.” (FB-ID)., “Üstelik, avluya
doluşan kasabalıların ayak sesleri arttıkça büsbütün coşuyordu sanki, büsbütün köpürüyor, belki ellerini bacağına gene şak
şak vuruyor ve evin içinde, kafesine sığmayan ipiri bir aslan gibi dört dönüyordu.” (HAT-KHK)., “Ceketini çıkarıp
sandalyenin ardına asmış. Şak şak tespihini çekiyor.” (FB-ID).
→ öt-, vur-. ║ tespih çek- [2], el çırp-.
şallak mallak: Ø
şangır şungur:⌠3⌡/Büyük bir şangırtı çıkararak./ “Matmazel Raşel, nefsine birden hâkim olarak,
ayağa kalktı; kalkmasıyla, üzerinde cam kürenin, çay fincanlarının, kül tablasının durduğu sehpa, şangır şungur devriliyor:
büyü bozulmuştur.” (Aİ-OKB)., “Masalar devrildi, iskemleler devrildi, tabaklarla bardaklar şangır şungur kırıldı, erkekler
küfürler etti, kadınlar çığlıklar attı.” (MU-BDA)., “Daha otobüsten iner inmez : Gelirken niye beni çok salladın lan deyip,
otobüsün camını bir taşla şangır şungur aşağı indirdi...” (KK-SE).
→ devril-, kırıl-. ║ (camı) aşağı indir-.
şapadanak: Ø
şapır şapır:⌠4⌡/Acele ile yemek yeme veya üst üste öpme sırasında ‘şap şap’ sesi
çıkararak./ “Utanmasaydı Ahmed Şevki efendinin boynuna dolanarak o kırmızı yüzünü şapır şapır öpecekti…” (HZU-
MvS)., “Ağladı şapır şapır...” (FB-T).
→ öp- [3], ağla-.
⇒ şapır şahır öpmek.
şappadak:⌠2⌡/1. Ansızın./ “Muhallebici tenekeyi ters çevirip, şappadak ovucuna alır, salaşpurun üstüne
yapıştırır, Mablakla yayvan yayvan kesip tabağa aktarır.” (SB-BŞM). ; /2. Ani bir "şapırtı" sesi çıkararak./ “Kızını kucaklayıp öptü şappadak.” (FB-ID).
1.⌠2⌡→ öp-, al- {aktarmak}
2.⌠-⌡→ Ø
şap şap:⌠2⌡/Üst üste (öpmek), {vurmak}./ “İşçinin başına şakamsı şap şap vurur.” (Mİ-SD).
→ vur- [2].
⇒ şap şap vurmak.
şapır şupur:⌠5⌡/2. Öperken veya yemek yerken ‘şap şup’ sesi çıkararak./ “Köpeği
bağrına bastı yüzünü gözünü şapır şupur öptü.” (FB-ID)., “‘Yazılara geçtik beh!’ dedi, şapır şupur öpüştük.” (BŞ-DKO).,
“Sen bir koşu mutfağa gidip meyve getirirsin, şapır şupur yeriz.” (BB-BBÇ).
→ öp- [4], öpüş-, ye-.
⇒ şapır şapur öpmek.
415
şarıl şarıl:⌠7⌡/Su veya yağmur, bol ve sesli bir biçimde (akmak, yağmak)./ “Sular şarıl
şarıl akıyor madem, yıkanıp gelirseniz sevinirim! demez mi?” (BŞ-DKO)., “Gece tuvalete şarıl şarıl su dökme, uyuyanları
uyandırıyorsun….” (DC-Yİİ)., “Oturduğu evden şarıl şarıl su kaynıyor.” (FB-ID)., “Yağ hay mübarek şarıl şarıl, Yıka
taşları toprakları Tarlalar yeşerinceye dek.” (CK-BŞ)., “Yıka taşları toprakları şarıl şarıl, Tarlalar buğday bekler senden,
çocuklar ekmek…” (CK-BŞ).
→ ak- [3], dök-*, kayna-, yıka-.║ (yağmur vb.) yağ-.
⇒ şarıl şarıl akmak.
şarlatanca: Ø
şar şar:⌠2⌡/Şarıl şarıl./ “Çıkıp şar şar aksanız!..” (FB-ID).
→ ak- [2].
⇒ şar şar akmak.
şartınca: Ø--
şartsız şurtsuz: Ø
şaşı:⌠3⌡/2. Gözlerini çarpıtarak./ “Bir eliyle ağzını perdeleyip şaşı bakıyor yine, anlıyorum bir sır
verecek, çaktırmadan ona doğru eğiliyorum…” (LT-OÖY)., “Şiiri uyumlu sözlerden kurulsun diye zorlanan yazarın uyduruk
bir resmini çizip sakal bıyık takarak gözlerini şaşı baktırır.” (F-BS)
→ bak- [2], baktır-.
şaşkınca: Ø
şaşkınlıkla:⌠152⌡/Şaşkın bir biçimde, şaşkın olarak./ “Nermin şaşkınlıkla bakıyordu.” (AA-
YÖT)., “‘Onu tek başınıza mı sorgulayacaksınız?’ diyor Tevfik şaşkınlıkla.” (AÜ-SG)., “‘Gidiyor musunuz?’ diye soruyor
şaşkınlıkla. (AÜ-SG)., “Onu şaşkınlıkla izliyorum.” (AÜ-SG)., “İki yanma bakındı şaşkınlıkla, yutkundu.” (OK-KT).,
“Arabacı Mahmut da şaşkınlıkla duraladı, şapkasıyle beni selâmladı.” (KB-DÇ)., “Nihal bizi şaşkınlıkla seyrediyordu.”
(BB-BBÇ)., “Kedi gözlerini şaşkınlıkla açtı:- Şaka mı ediyorsun?” (AK-MS)., “Haluk'u çok sevdiğini şaşkınlıkla fark etti.”
(AA-YÖT)., “Dağın ilk kara kayalarına ulaştığımızda hepimiz şaşkınlıkla çakıldık kaldık.” (OK-Bİ).
→ bak- (yüzüne vb.) [58], de- [18], sor- [15], izle- [10], dinle- [5], bakın- [3], karşıla- [3],
doğrul- [2], dur- [2], gör- [2], atla-, ayrımsa-, bakış-, durala-, fısılda-, gülümse-, kekele-, oku-,
söylen-, süz- {bakmak}, vurgula-. ║ seyret- [4], gözleri açıl- [2], fark et- [4], ayağa kalk-, ayırt
et-, çevresinde dolan-, etrafı kolaçan et-, gözleri büyü-, gözleri açıl-, gözünü aç-, iç geçir-,
imza at-, teslim ol-. ║ söylenip dur-, dönüp bak-. ║ çakıldık kaldık.
⇒ şaşkınlıkla bakmak, şaşkınlıkla sormak, şaşkınlıkla izlemek.
şaşkın şavalak: Ø
şeklen: Ø
şeran: Ø
416
şeytanca:⌠4⌡/Şeytana yaraşır bir biçimde, kurnazca, kurnazlıkla./ “Hep tül perdeler
arkasından görünür, şeytanca gülümser, baştan çıkartıcı bir ifadeyle göz kırpar ve çağırır, boyuna çağırır.” (Sİ-ÖKS).,
“Kaymakam Bey, o gidince kıs kıs gülümsedi, italyan zabitinin ardından kapıyı kapayıp dönen Hasan'a şeytanca baktı.”
(SK-D).
→ gülümse- [3], bak-.
⇒ şeytanca gülümsemek.
şıldır şıldır: Ø
şımarıkça:⌠1⌡/Şımarık bir biçimde./ “Edepsizce, şımarıkça gülüyorum: "Yok canım..."” (EB-BG).
→ gül-.
şıngır şıngır: Ø
şıpır şıpır:⌠10⌡/Şıpırdayarak./ “Alnından şıpır şıpır ter damlıyordu.” (YK-OD)., “Yüzünden şıpır şıpır
ter akıyordu.” (Sİ-İGÇÖ2)., “Reis Bey üzeri çoktan karla örtülen mezarın yanma çömelmiş şıpır şıpır ağlıyordu.” (TB-KA).,
“Sözgelimi soğan keserken insan şıpır şıpır gözyaşı döker.” (İS-AG).
→ damla- (ter, kan vb.) [5], ak- (ter vb.) [2], ağla-. ║ gözyaşı dök-, (gözyaşı) dökül-.
⇒ şıpır şıpır damlamak.
şıppadak:⌠2⌡/Birdenbire ve beklenmeyen bir zamanda./ “Buranın bir de kerameti vardı:
kitabımı açarım, KUTV'de, derste anlamadıklarım, orda girerdi zihnime şıppadak...” (NH-YŞ)., “Günün birinde şıppadak
gözünüz açılacak amma, iş işten geçmiş olacak.” (YKK-KK).
güzü açıl-, zihnine gir-.
şıp şıp (I):⌠3⌡/‘Şıp’ sesi çıkararak./ “Ciğercilerde görürsünüz ya, bir kenarda asılı durur, şıp şıp
şerbet gibi kanı damlar.” (SFA-HBSK)., “Bir ballığın altında durmuşuz, raslantı! Şıp şıp bal akıyor başımıza.” (FB-ID).
→ damla- [2], ak-.
⇒ şıp şıp damlamak.
şırakkadak: Ø
şırak şırak:⌠1⌡/‘Şırak’ sesi çıkararak./ “.…. lokomotiflerin birbirine karışan tumturaklı hışırtısı,
şırak şırak, garın duvarlarına yapışıyorlar; rüzgârlı bir soğuk etrafı kuşatmış: acı karayel, kurşun kalem tozundan farksız,
ince, siyah gri bir karı, tipi halinde savuruyor.” (Aİ-OKB).
→ yapış-.
şırıl şırıl:⌠7⌡/Su, sürekli ve ses çıkararak (akmak)./ “Şırıl şırıl sular akıyormuş Hasan'ın
ayaklarının altında.” (AK-MY)., “Alnını duvara dayamış, bir çoban çeşmesi gibi gene şırıl şırıl gözyaşı döküyordu.” (HAT-
KHK).
→ ak- [4]. ║ gözyaşı dök- [3].
⇒ şırıl şırıl akmak, şırıl şırıl göz yaşı dökmek.
417
şiddetle:⌠165⌡/Güçlü {sert} bir biçimde./ “Suat kollarını açtı ve onun yüzüne şiddetle vurdu.”
(AHT-H)., “Buna karşılık, kişilik ve zihin gelişimine ilişkin olgunlaşmacı görüş şiddetle eleştirilmektedir.” (BO-GP).,
“Yalnız kalmayı şiddetle istiyordum ve yalnız değildim; ama beni müthiş korkutan umarsız bir yalnızlık duygusuyla
kuşatılmıştım.” (EA-DÖY)., “Beyaz, fakat kirli bir gömleğin altındaki vücudu şiddetle sarsılıyordu.” (SA-KY)., “Bugün
aralık Ali Şekib yanına gelerek hiçbir vesile yok iken ellerini tutup şiddetle sıktı.” (HZU-MvS)., “Guevera'nın fotoğrafını, bir
hafif müzik sanatçısına benzeten bir başka iyi niyetli görevli de, bu suç kanıtına el koymak isteyen bir onbaşıyı şiddetle
azarlamıştı.” (UM-SP)., “Yokluğundan yakındığı humma, nöbet daha da şiddetle yaşanacaktı; yaşanıyordu.” (Sİ-ÖKS).,
“Erkeklerin kadınlara olan davranışlarına şiddetle karşı çıkar; bu yüzden de Raif i sevip sevmediğini bîr süre kestiremez.”
(AB-SD)., “Hacı Fettah Efendi, bunu şiddetle reddetti.” (HEA-VK)., “Lakin Almanya buna şiddetle itiraz etti.” (FA-YST).,
“Her iki harekete de Moldavlar şiddetle karşı geldiler.” (FA-YST)., “Kadın şiddetle karşı koyuyor.” (AB-BBYŞ)., “Ancak
bir süredir deterjan grubu temizleme gereçlerini şiddetle red ve protesto etmekteyim ve onların marketinizde bol miktarda
satılıyor olmasını iş huzuruma olumsuz etkiler yapmasını kaçınılmaz görüyorum.” (İA-ÖEK). ; //Yoğun, önemser bir
biçimde, özellikle.// “Hem şiddetle istiyor ve özlüyor, hem de çok korkuyorum.” (İA-İKG)., “Çünkü bütün polislere
tarif edilmiş, şiddetle aranıyordu.” (HEA-AG)., “Amerikada 1980'de kurulan ve ölümcül hastaların ölme hakkına sahip
olması gerektiği düşüncesini savunan Hemlock Derneği, ilgili yasalarda değişiklik istemekte ve bu girişim acı çeken hastalar
ve yakınları tarafından şiddetle desteklenmektedir.” (BO-GP)., “Dilara Hanım'ın kendisi için ne düşündüğünü şiddetle
merak ederdi ama Ragıp Bey, Dilara Hanım'ın yalnızca duygularını merak ediyordu.” (AA-İGA)., “Ömrümde Sükût'ta henüz
belirsiz bir yaklaşma şeklinde görülen yaşamak özlemi, bilhassa bu iki şiirde şiddetle dile geliyor.” (BN-DY1).
/…/⌠145⌡→ vur- [4], eleştiril- [3], sarsıl- [3], sık- [3], alkışla- [2], azarla- [2], çek-
(kolundan) [2], diren- [2], eleştir- [2], kınan- [2], yaşan- [2], ağla-, alkışlan-, arzula-, at-
{fırlatmak}, atıl- {hamle yapmak}, ayıpla-, bağır-, başla- (yağmur), çalın- (kapı), çarp-
(hava), çarp- (ses), çullan-, fırlat-, gezin-, irkil-, it-, kaçın-, kapan- (kapı), katıl-, kına-, öksür- ,
saldır-, sarıl-, sars-, savur-, sev-*, uyandır-, vurul- (kapı), yalvar-, yer-, yüksel- (arzu). ║ karşı
çık-* [16], reddet- [10], itiraz et- [6], hisset-* [5], kalbi/yüreği çarp- [5], karşı gel- [5], karşı koy-
[3], yasak et- [3], elini çek- [2], kapı çalın- [2], kapıyı çarp- [2], mâni ol- [2], protesto et- [2],
tenkid edil- [2], tenkit et- [2], acı duy-, aleyhine dön-, arzu et-, arzu hisset-*, başını salla-,
cezalandır-, dışarı çık-, iç çek-, ihtar et-, kafasını salla-, karşı çıkıl-, karşılık ver-, muhalefet
et-, münakaşa edil-, nazar-ı dikkate çarp-, nefret et-, rahatsız et-, rica et-, taarruza kalk-, talep
et-, tepki göster-, yasak edil-, yumruk çak-. ║ göğsü inip kalk-.
//…//⌠20⌡→ özle- [4], iste- [2], kaç- {kaçınmak} [2], aran-, araştır-, desteklen-,
ilgilendir-, imren-, kaçın-. ║ merak et- [4] dile gel-.
⇒ şiddetle karşı çıkmak (reddetmek, itiraz etmek).
şifahen:⌠5⌡/Ağızdan, sözle söyleyerek./ “Ordu kumandanı, şifahen bütün subaylara Osmanlı
kıtalarıyla Erzurum'da ve civarda dövüşmek niyetinde olmadığını, sulh yapılıncaya kadar Erzurum'da kalmamızı ve muahede
hükümlerine göre silahların ve diğer askeri malzemenin ya Rusya'ya taşınacağını veyahut da toptan Osmanlı hükümetine
teslim edileceğini bildirdi.” (HCY-TPH)., “Gemideki İstanbullu bir Rum tercümanın yardımı ile şifahen de Amiral'e, karaya
çıkamayacaklarını, depoları gezmeye lüzum olmadığını, zaten şehrin içinde, cephane filan bulunmadığını söyledi.” (SK-D).,
“Fakat artık umarım ki yakında buluşuruz ve o mektupların cevabını şifahen veririm.” (CKM).
418
→ bildir-, söyle-. ║ cevap ver-, kıraat et-, selam getir-.
şimdi**:⌠3679⌡/1. Şu anda, içinde bulunduğumuz zamanda./ “"Sen anlat Hüseyin" dedim..
"Şimdi sen anlat.."” (FO-KSA)., “«Söyleyin şimdi canım!»” (SA-K/S)., “Güveni büsbütün yitik değil. "Gidiyor musun
şimdi?"” (EB-BG). “"Şimdi ne yapayım?" der gibi durdu.” (TB-KA)., “"Şimdi bana bakın, sizin burda toprak kıt, köyü
doyuracak biçimde de değil, hayvancık mayvancılık yapıyorsunuz, gördüm, biraz mal var...” (FO-KSA)., “Adam: Rahatsız
ettim sizi -dedi-. Şimdi bekçi geldi, beni çağırıyormuşsunuz?” (ÇA-BAG)., “Acısını duyuracak kimse bulamayınca, atının
boynuna sarılarak içini boşaltan, Çehov'un arabacısını şimdi düşünüyorum.” (TDK-D)., “O gün kaç mektup yazdım, şimdi
hatırlamıyorum.” (GY-GH)., “"Sen anlat Hüseyin" dedim.. "Şimdi sen anlat.."” (FO-KSA)., "Söyleyin babacığım bu sözü
çok erken değil de çok geç söylemedim mi? Şimdi dinleyin. (NN-DM)., “"Şimdi ne yapacağız?"” (YK-KSİ)., “İhsan'ın
hayata imanı olmasa, Macide şimdi ne olurdu?” (AHT-H)., “Dabit de, ondan iki ay önce -21 Ağustosta- Sivastapol'daki bir
hastahanede tifodan oluyordur, şimdi sıkı durun, değeri yüz bin altın bir açıklamada bulunacağız.” (TDK-D). ; /2. Az
sonra, yakında./ “"Şimdi gidelim."” (YK-KSİ)., “-Şimdi gelirim, dedi, gitti. (MŞE-MA)., “Çayı şimdi yaparım.” (AA-
TO3)., “Gelecekler şimdi.” (AN-AZDE)., “Hızlı yağmasına bakıyorsunuz da: "Eh, yaz yağmurudur, şimdi başlar, şimdi
geçer!" diyorsunuz.” (NA-KD/A)., “Öbürü kurnaz bir gülüşle: «şimdi anlarız!..» diye cevap verdi ve bu işlerin kurdu
olduğunu göstermek ister gibi elini salladı.” (SA-K/S)., “Şimdi unuturdu.” (AHT-H)., “Nerde ise şimdi sığır döner.” (AS-
YA)., “Dikkat edin, şimdi soracağız.” (SB-BŞM)., “MÜMTAZ BEY - Ben şimdi gider giyinir gelirim.” (TDK-KO). ; /3. Az
önce, biraz önce, demin./ “ALIÇÇI : Şimdi geldim bayım.” (AA-TO3)., “Evet, şimdi bitti.” (AA-TO3)., “Ismarladık
şimdi.” (KT-Gİ)., “Ondan beklediğimiz insanlığın, iyiliğin en büyüğü budur. Şimdi artık ellerimin işi bitti.” (TDK-KO).,
“Kapıyı yavaşça kapadım; ve dışarı çıktım. Şimdi uyuyor.” (KHK-YAH)., “Şimdi büyük bir kaza geçirdim.” (AHT-H). ; /4.
Artık, bundan böyle, bu duruma göre./ “Bırak şimdi kahveyi, dedi, rezil olduk...” (AN-AZDE)., “Şimdi
ihtiyarladım, ayağımı uyduramıyorum.” (NC-SY)., “Zeynel'in küçüğü olsun erkek olsaydı... Şimdi sürer giderdi bu kavga.”
(NC-SY)., “Küçük Ağa. -Şimdi inandım otur.” (TB-KA)., “Bununla beraber, şimdi iyice hatırlıyordu: Yeni açılan Petrog-
rad'ın1 altında, saat beş ile altı arası oturdukları son gün, istasyonun karlı bu gece başlangıcı içinde tesadüflerini hazırlayan
saatleri ne kadar biribirine yakındı. (KHK-YAH)., “Bu şimdi daha iyi belli oldu.” (TB-KA)., “Çoğu, yengemiz kadar ihtiyar,
bazıları da yalıya merhum paşanın son zamanlarında birer genç kız olarak girmişler fakat şimdi onlar da ne kadar
yaşlanmışlardı.” (GY-GH)., “Dur istersen ovayım azıcık.. Şimdi ağrımıyor.” (ÇA-BAG)., “Ama şimdi vazgeçtim.” (AN-
AZDE)., “Anlaşıldı her şey şimdi...” (TDK-KO)., “Al bakalım, gel de şimdi anlat.” (Mİ-DHB).
1. ⌠397⌡→ anla- [23], söyle- [20], git- [18], bak- [17], gel- [16], düşün-* [14], gör-* [13],
hatırla-* [11], ol-* [9], anlat- [8], dinle- [7], uyu- [7], konuş-* [6], sor-* [6], al- [5], bekle- [5], gül-
[5], yap- [5], kalk-* [4], bağır- [3], bil-* [3], dinlen- [3], iç-* [3], iste- [3], oyna- [3], unut- [3], ver-
[3], yat- [3], açıkla- [2], ara-* [2], belir- [2], den-* [2], göster- [2], götür-* [2], kal- [2], oku- [2],
öde- [2], sarar- [2], sez- [2], şaşır- [2], ye- [2], acı-, ağla-, anımsa-*, anlaşıl-, aran-, artır-, başla-,
bayıl-, boğ-, büyü-, canlan-, ciddileş-, çağır-, çekil-, çık-, çıldırt-, çoğal-, dalgalan-, de-, değiş-
, dön- {vazgeçmek}, gebert-, geç-, geç-*, gerek-, getir-, gir-, güldür-, hazırlan-, içerle-, in-,
inan-, işit-, izle-, kıskan-, kız-, koş-, kullan-, kurtar-, okut-*, öv-, parçala-, rahatla-, sız-,
soyun-, sus-*, toparla-, uğulda-, unutul-, utan-, uyan-, uyandır-*, uydur-, üzül-, vakurlaş-,
veril-, yinele-, yorul-, zehirle-. ║ (ne) yap- [21], (ne) ol- [10], sıkı dur- [4], merak et- [3], aklına
gel- [3], ayıp et- [2], kulağını aç- [2], acı duy-*, affet-*, akıl et-, aklı yat-, aklından geç-, arzu
419
et-, ayağa kalk-, ayırt et-, başını kaldır-, boğazına sarıl-, çare bul-, çile çek-, defet-, deliye
dön-, el çırp-, elele ver-, falakaya yık-, fark et-*, , gözleri kamaş-, hatırına gel-, hisset-,
intikam al-, iş gör-*, kara çevir-, konuyu çarpıt-*, meydana çık-, (ne) yapıl-, papazı bul-,
pişmanlık duy-, rahatsız et-, saçlarını yol-, sancı çek-, sonunu getir-*, sükût et-, tadı kaç-,
tahammül et-*, tamam ol-, tebligat al-, tebligat yap-, tekemmül et-, yel es-, yoluna git-. ║
yürüyüp git-, öğrenmiş ol-,║ uç git [2], al getir, bekler durur, geç bunları, yat uyu.
2. ⌠94⌡→ gel- [30], git- [11], gör- [9], dön- [6], başla- [3], anla- [2], anlat- [2], geç- [2],
unut-, [2], aç-, bit-, getir-, giyin-, göster-, ısın-, içirt-, öğren-, piş-, sor-, söyle-, uyan-, ver-,
yak-, yakala-, yap-. ║ çay demlen-, dışarıya at-, geri dön-, hayata açıl-, içeri gir-, izâh et-, terk
et-. ║ alıp götür-, ║ uyur gider [4], gider gelir, gider söyler.
3. ⌠19⌡→ gel- [3], kapan- [2], ısmarla- [2], bit- [2], başla-, bitir-, çık-, geç-, iç-, uyan-,
uyu-, ye-. ║ (işi) bit-, kaza geçir-.
4. ⌠56⌡→ bırak (şimdi) [18], anla- [2], git-* [2], hatırla- [2], inan- [2], iste-* [2], ağrı-*,
alış-, anlaşıl-, anlat-, benze-, bil-*, bulun-*, görül-*, güven-, ihtiyarla-, inandır-, iyileş-,
kımıldan-*, oku-, öğren-, unut-, yaşa-*, yaşlan-. ║ belli ol-, bir yana bırak-, herkesin diline
düş-, iman et-, lakırdı söyle-*, nefret duy-, rahat bırak-, serbest bırak-, vazgeç-, yabancı gel-.
║ sürer gider.
⇒ şimdi anlamak, şimdi söylemek, şimdi gelmek, şimdi gitmek. bırak şimdi,
şimdicik:⌠5⌡/Hemen şimdi, şu anda./ “Şu işi bitireyim de bu gece sende kalırım Hösük kardaş:
Buluyum şu oğlanı... Şimdicik bulurum.” (YK-İM1)., “Ben hemen alır şimdicik getiririm.” (YK-İM1)., “Bu kadar yol
yürüdük de... Şimdicik varırız köye.” (YK-İM1)., “Ey ihvanlar, biz şimdicik nefden haber verelim?” (KT-Gİ).
→ bul-, getir-, ısın-, var-. ║ haber ver-.
şimdiden:⌠125⌡/İçinde bulunulan anda olan veya yapılan, bu andaki, bu zamandaki./ “"Bunu şimdiden bilesin istiyorum."” (EB-BG)., “Şimdiden özledim oraları, seni de...” (KB-SOYB)., “Muhayyilelerinin
kısırlığı bu korkunç şeyi yalancı cazibelerle süslemelerine mani oluyor ve onlara, gelecek günlerin acılarını şimdiden
düşündürüyordu.” (SA-KY)., “İşin nereye varacağını şimdiden kestiremiyorum.” (RNG-YD)., “Böylesi bir durumda,
"herhangi bir hak iddia etmeyeceğimi" şimdiden belirtirim.” (FE-Ç)., “"Doktor Hanım, 'şimdiden suçlu diye söz etmeyin
ondan...-dedi."” (AK-MS)., “Ben, sana şimdiden söyleyeyim.” (RNG-ÇK)., “Eğer biraz aşırıya kaçtıysam şimdiden özür
dilerim.” (İO-LBA)., “Sesi ölümü şimdiden kabul etmiş, bütün olacaklara boş veren bir sesti.” (YK-BE)., “Seni şimdiden
tebrik ederim, anneni de çok göreceğim geldi, hepinizi öperim.” (GD-ADM).
→ söyle- [10], kestir-* {tahmin etmek} [6], bilin-* [5], başla- [3], hazırla- [3], bil- [2],
de-* [2], düşün- [2], gel- [2], gör- [2], özle- [2], al-, alış-, andır-, anla-, anlaş-, anlaşıl-, ara-,
atıştır-, ayır-, ayrıl-, bayıl-, belirle-, belirt-, bul-, çürü-, denil-, dizginlen-*, duy-, duyur-,
düşündür-, ekil-, et-, giy-, görün-, iç-, kabullen-, katıl-, katla-, kestiril-*, müjdele-, nişanla-,
sabırsızlan-, sağlamlaştır-, sevin-, sıkıl-, tanı-, temizlen-, titre-, ürküt-, yan-, yap-, yayımlan-,
420
yetiştiril-, yokla-, yorul-.║ kabul et- [3], başının çaresine bak- [2], ayağa kalk-, başarılar dile-,
bayram et-, bir tuhaf ol-, boynuna kaşkolünü dola-, cezasını çek-, desteğini kazan-, düzene
gir-, haber ver-, hâkim ol-, havlu at-, hayran bırak-, hazırlıklı ol-, hisset-, husumet et-, ileri
sürül-, karar ver-, kaybet-, keşfet-, keyfi kaç-, kulağına gel-, kulağını bük-, merak et-, neşesi
kal-*, önlem al-, özür dile-, programlı ol-, rica et-, saçları beyazla-, söz et-*, söz ver-, sükûnet
çök-, takat kal-*, tarih ol-, tebrik et-, üzüntü yaşa-, yok ol-, zincire vur-.
şimdilerde:⌠16⌡/{1. Bugünlerde., 2. Bu sıralarda.}/ “Şimdilerde kalmadı böylesi.” (AA-AD).,
“Şimdilerde çiçekleri bile unuttum.” (F-PY)., “Tezgâhtarlar da değişmişti şimdilerde.” (Sİ-ÖKS)., “Başka, şimdilerde şu
küçük Fikriye aklıma geliyor.” (HT-GF)., “Ama şimdilerde ortalık duruldu.” (GD-AK). → kal-* [2], değiş-, dönüştürül-, hatırlat-, konuş-, oku-* {sezmek}, unut-, yap-. ║
aklına gel-, çiçek aç-, dikkat et-, el at-, göze bat-, ortalık durul-, üzerine çalış-.
şimdileyin:⌠1⌡/Şimdiki zamanda, {bu zamanda}./ “Canlı hayvan tica reti yapar. Şimdileyin
celebin de ismi değişti, canlı hayvan taciri oldu.” (SD-FC).
→ ismi değiş-.
şimdilik:⌠144⌡/Şimdiki durumda veya zamanda, şimdiki zaman için, şu duruma
göre./ “‘Şimdilik ailemi getirmeyi düşünmüyorum.’ deyiverdi.” (HT-M)., “Bu da ona şimdilik yetiyor.” (MM-ÜAKO)., “O
kitaptan mutlu olduğumu şimdilik söyleyebilirim.” (FA-SUYK)., “KİŞİ Şimdilik bitti.” (CB-BO3)., “Biz, şimdilik, tek yandan
bakmakla yetinelim.” (BK-ÖM)., “Şimdilik yapamaz.” (YK-KSİ)., “Bana şimdilik allahaısmarladık, gene gelirim, dedi.”
(AN-AZDE)., “İşte Tuzcuların Bekir Efendinin oğluna yakışmayan lastik ayakkabılarım, işte Salih Efendi şimdilik hoşça
kal”” (OA-KB)., “Mümtaz, omuz silkti, lâfı kapamak istediği belliydi, ağzının içinde: - şimdilik idare ediyoruz, araba iyi
gitti.” (EI-KA)., “Onlara şimdilik el süremem.” (CKM)., “Şimdilik bu hakkını yitirdin.” (İA-ÖEK)., “Yeni mektep ümidine
şimdilik veda etmeli.” (RNG-YG).
→ düşün-* [7], yet- [7], yetin- [6], iste-* [5], söyle-* [4], bit- [3], al- [2], dokun-* [2], dur-
[2], duyur-* [2], gerçekleştir-* [2], görün-* [2], kal- [2], ver-* [2], yap-* [2], ayrıl-*, bağışla-,
beklet-, bil-, dinlen-*, dön-, geç-, giy-, gözlemlen-*, inan-, işit-*, karış-*, kazan-, kes-{son
vermek}, oku-, parla-, paylaş-, selâmla-, söylen-, sus-, uğraş-*, uyu-, yaşan-, yat-, ye-, yerleş-,
yetinil-, yetiş-. ║ allahaısmarladık [13], hoşça kal/kalın [7], idare et- [3], bir yana bırak- [2],
işine yara-* [2], kimseye söyle-* [2], (iş) yat-, adamdan say-*, ağır bas-*, aklına gel-*,
aklından çık-, ara ver-, bir mani görün-*, el sür-*, fırsat kolla-, geride kal-, gizli tut-, gönül
eğlendir-, gözden geçiril-, hakkını yitir-, heves et-*, imâ edil-, işin orasını bırak-, işine gel-*,
izin ver-, kabul et-, kimse duy-*, masraf et-*, münasip bul-*, ötesini bil-*, rahat nefes al-,
rahatına bak-, sabret-, sağ kal-, sıkıntı çek-, söz et-*, ünü dünyayı tut-, varalım unutalım,
vaziyeti kurtar-, veda et-, yanağından öp-, yanına al-, yardım et-.
⇒ şimdilik allahaısmarladık, şimdilik hoşçakalın.
421
şimdi şimdi:⌠5⌡/Ancak çok yakın bir zamandan beri./ “Bu bereketli topraklar bire otuz verir..
Şimdi şimdi bir köy doğuyor, Mine Höyük'tür adı..” (FO-KSA)., “Hayır, o gün oğluŞdan sonra gidip herife artık eksik
söylemeyecekti. şimdi şimdi düşünüyordu da, hiç yakışıklı iş yapmamıştı.” (OK-KT)., “Fıkara kancık sabaha kadar inledi
durdu. Şimdi şimdi, şafaktan az önce kesildi iniltisi.” (YK-OD)., “Memed: şimdi şimdi düze ineriz aslan Recep Çavuş, diye
onu yatıştırmaya çalıştı.” (YK-İM1).
→ doğ- {ortaya çıkmak}, düşün-. ║ düze in-, (iniltisi) kesil-, (film) oynat-.
şipşak:⌠9⌡/Çabucak./ “-Boyayalım abi, şipşak...” (Mİ-DHB)., “Başkalarının sözlerindeki gizli elamanları
da şipşak çakar.” (SB-BŞM)., “Minare külahının kurşunlarına el uzatanların ise şipşak parmaklarını doğrar.” (SB-BŞM).,
“Milyonlarca böceğe yem olacak yerde Didim didik İri pullu kocaman bir balığa düşmeli şipşak olup bitmeli.” (BRE-DKD).,
“Yiyelim bir yemek, der, şipşak bir sofra kurulur.” (BRE-DKD).
→ boya-, çak- {anlamak}, doğra-, düşün-, ol-, tanı-. ║ sofra kurul-, tamam et-. ║ olup
bit-.
şirretçe:⌠1⌡/Şirret bir biçimde./ “Ama ihtiyar, huzurevine yatırılmak fikrine şiddetle ve şirretçe karşı
çıkıyor.” (İA-İKG).
→ karşı çık-.
şorolop: Ø
şövalyece:⌠1⌡/Şövalye gibi, şövalyeye yakışır biçimde./ “İslam dünyasında XI. yüzyıla kadar
Müslümanlara ve Hıristiyanlar bir arada uyum içinde yaşıyor, savaştıkları zaman da birbirlerine karşı şövalyece
davranıyorlardı.” (BA-YYY).
→ davran-.
şöyle**:⌠2236⌡/{1. Şunun gibi, şuna benzer biçimde., 2. Şu yolda, şu biçimde {şu
şekilde}, aşağı yukarı.}/ “1946'da yazdığı bir yazıda Oktay Rifat için şöyle diyor: "Oktay Rifat, içe dokunma sanatını
bütün arkadaşlarmdan daha iyi biliyor.” (CS-ŞDÇ)., “Ben şöyle düşünüyordum galiba.” (TÖ-TO3)., “Adam bunun nedenini
sorduğundan ortağı şöyle açıkladı: - Aldığımız yemler bozuk, içindeki besin eksik de ondan” (AN-AZDE)., “«Gel biraz, şöyle
gidelim.»” (SA-K/S)., “29 Mart 1783'de babasına övünerek şöyle yazıyor: "Gerçekten salonun daha kalabalık olmasına
olanak yoktu.”” (NN-DM)., “Padişahın maiyetinden biri, bu soruyu şöyle cevaplandırdı: …” (TÖ-TO3)., “Savunmalarına
şöyle başlamışlardı: -...” (NB-DÜF)., “Şair Leyla Saz, bu kayığı bize şöyle betimleyecektir: Kayık çok uzun, beyaza
boyanmış, dış kenarları güvez üzerine altın yaldızla süslüydü.” (SB-BŞM)., “Ve İsaklar'ın en fakirinin durumunu da şöyle
açıkladı muhtar: "En fakirinin durumu?”” (FO-KSA)., “Yönetmen, Geç otur şöyle! diye yer gösterdi.” (AN-AZDE).,
“ANLATICI : Telaş etme, şöyle yapalım.” (TÖ-TO3)., “Bu görüş de işte şöyle oldu: Saat bir buçuğa kadar onu beklemiştim.
Kim söyledi, diye sordular.” (KHK-YAH)., “Fazıl Ahmet Aykaç ona şöyle seslenecektir: …” (SB-BŞM)., “"Çiçeklerin
Dili"nin unutulmasından endişe ettiğini söyler ve şöyle devam eder: Çiçeklerin dili, her millet tarafından lisandan sayılır ve
bunun esasının Türklerden alındığını söylenir.” (TDK-D)., “Fatma Hanım gözlemlerini şöyle dile getirir: Bir bülbül ala
sabah, sözgelişi bir vişne ağacına gelip konar.” (SB-BŞM)., “Hacı Rezilettin Çare bulmuş şöyle buyurmuş Henüz doğmuş iki
enik bulacaksın.” (BRE-DKD)., “O kadar ki, Osmanlı Padişahı, Fransa Kralına şöyle hitap ediyordu: …” (TÖ-TO3).
→ de- [131], anlat- [46], yaz-* [12], açıkla- [9], buyur- [8], düşün- [7], ol- [6], bitir- [5],
otur- [5], bağla- [4], gel- [4], konuş- [4], özetle- [4], bağır- [3], başla- [3], bit- [3], den- [3],
söylen- [3], tanımla- [3], yap- [3], belirt- [2], geç- [2], gör- [2], söyle- [2], tanıt- [2], aktar-, anla-,
422
bak-, betimle-, cevaplandır-, çek-, çekilin-, çevir- {tercüme etmek}, çöz-, dalgalandır-,
değiştir-, denil-, dillendir-, düzelt-, eleştir-, geç- (hadise), geçir-, git-, havalan-, noktala-, otur-,
övül-, özetlen-, sapta-, savun-, seslen-, sırala-, sıralan-, sor-, söyle-, söylet-, sürdür- {devam
etmek}, uyar-, uzan-, ver-, yakın-, yaklaş-, yanaş-, yanıtla-, yargıla-. ║ dile getir- [10], devam
et- [5], cevap ver- [2], sözünü bağla- [2], akıl ver-, bahset-, göz at-, hitap et-, içinden geçir-,
karşı çık-, takip et-, teselli bul-. ║ basar gider, geç otur.
→ şöyle dursun.
⇒ şöyle demek (söylemek), şöyle anlatmak (dile getirmek).
şöyle bir:⌠197⌡/{1. Üstünkörü., 2. Kısaca, kısa süreli, (şöylece, öylesine.)}/ “Ağa şöyle
bir düşündü, uygun buldu: Yarından tezi yok.” (OK-KT)., “Adam bizi şöyle bir süzdü: Buraya, dedi, bizim çırağın diye mi
geldinizdi?” (OK-AY)., “"Benim!" dedim de sanki o başım alıp gidecekmiş gibi şöyle bir silkindi, belki gizlice ürperdi ve
gene sordu, "Sen misin gerçekten?"” (HAT-KHK)., “"Otele gittim, bir gün Taşkışla'ya şöyle bir uğradım, sevdiği kahveleri
gezdim ve evde bir süre boşuboşuna olduğunu bile bile telefonunu bekledim," dedi.” (OP-YH)., “Ayağa kalktı, Hacı Remzinin
kolundan tuttu: "Haydi, kalkın da gidip şöyle bir dolaşalım."” (YK-KSİ)., 2Bir gün trenle bir gecekondu mahallesinin
önünden geçerken, bahçelerin çokluğunu, insanların ağaçlar ve çiçekler yetiştirdiğini şöyle bir görmüştüm; pencerelerin
denizlikleri, saksıların ağırlığından eğilmişti.” (OA-KB)., “Adam elinde ahize şöyle bir göz gezdirdi salona.” (ÇA-BAG).,
“Belki de kaybettiğini sandığımız şey, bize çok yakındır da farkına varmıyoruzdur. şöyle bir durup düşünelim.” (EA-KIY).
→ düşün- [18], süz- [16], silkin- [10], uğra- [10], dolaş- [9], yokla- [7], doğrul- [7], sarsıl-
[5], dolan- [4], dur- [4], gör- [3], karıştır- {incelemek} [3], otur- [3], tart- [3], anlat- [2], dalgalan-
[2], dinlen- [2], dokun- [2], dön- [2], gezin- [2], it- [2], okşa- [2], sallan- [2], toparlan- [2], ağlat-,
arala-, çıkış-, davran- {yeltenmek}, değin-, dertleş-, dikel-, dolaştır-, doyur-, döndür-, durala-,
düzelt-, geğir-, gerin-, gez-, görün-, gül-, gülümse-, hatırla-, hopla-, incele-, irkil-, itele-,
kımılda-, kıpırdan-, koştur-, not al-, oku-, öksür-, sar-, selamlaş-, sızlan-, sil-, silkele-, tara-,
titre-, üfür-, yanaş-, yaz-, yekin-, yumul-, yuvarlan-, yüreklen-. ║ göz gezdir- [7], ağzını ara-,
başını kaldır-, boy göster-, el vur-, elini salla-, gözden geçir-, gözünün önünden geç-, hayal et-
, içimden es-, kenara çekil-, sakalını sıvazla-, teftiş et-. ║ durup düşün- [3], aklından gelip geç-
, değdirip çek-, durup hesapla-, görünüp kaybol-, görüp geç-, konuşup ayrıl-, serpeleyip geç-,
sorup soruştur-, süzüp tart-, yalayıp geç-.
→ şöyle bir bakmak (veya göz atmak).
⇒ şöyle bir düşünmek, (durup düşünmek), şöyle bir süzmek (göz atmak), şöyle bir
uğramak.
şöylece:⌠44⌡/Şu biçimde, tam şöyle./ “Selanikli Ahmed Bey şöylece anlatmıştır: ‘Ahmed Paşa
perşembe günü oğlu Baki Bey'in düğünü münasebetiyle Topkapı'daki bahçesindeydi….’” (REK-Y)., “Bunun için mütalâamı
şöylece söyledim : Henüz sulhumuz takarrür etmediğinden hali harpteyiz demektir, bunun için bu meselenin ortaya çıkması
mevsimsizdir.” (UM-KKA)., “Kapağını çevirip baktı kâğıtlara şöylece.” (VB-SvB)., “Bunlar da şöylece sıralanabilir: Yeni-
Dalga, bir burjuva hareketidir.” (AD-Y)., “Yazarlıkta tutumumu size şöylece özetleyebilirim: Tipik olan, en çok rastlanan
423
değildir.” (GY-R)., “Evet bu bir rüya idi. Şöylece devam etti: Dut ağacının dibinde elele idik.” (SFA-SS)., “Bu sözü artist
şöylece söyleyip geçmişti.” (OA-SİO)., “Devşirme Kanunu'nun hükümlerini şöylece toplayabiliriz: - Devşirilecek oğlanlar en
küçüğü sekiz, en büyüğü on sekiz yaş arasındaki çocuklardır…..” (REK-Y).
→ anlat- [9], söyle- [4], bak- [3], tasvir et- [2], tespit et- [2], devam et- (söze) [2], belirle-
, birleş-, geliş-, it-, kavrul-, öv-, özetle-, sıralan-, tart-, toparlan-, topla- {özetlemek}, yapıl-,
yaşa-, yerleştir-, yıka-. ║ alay et-, başını uzat-, hulâsa et-, ifade et-, izah et-, nakledil-. ║
söyleyip geç-.
şöyle böyle:⌠27⌡/1. Ne iyi ne kötü, orta derecede, âdeta./ “Arif Bey, Yaşar'ı şöyle böyle
hatırlıyordu. (AN-AZDE)., “Üç kişiyi şöyle böyle tanıyordu.” (NC-SY)., “Annesi şöyle böyle kitap okuyabiliyor, ama yazı
yazmasını bilmiyordu.” (BN-DY1)., “Demin, bir anlığına yüzünüzü şöyle böyle görmüştüm, şimdi unuttum bile.” (GY-KO).,
“Benim şöyle böyle aklıma geliyor.” (YK-İM1)., “Ufaldı gölgeler inceldi yollar İzler şöyle böyle kayboldu.” (AS-Ş). ; /2.
Aşağı yukarı, hemen hemen, yaklaşık olarak./ “Gazinodaki hesap şöyle böyle ikiyüz lirayı buldu.” (AN-
AZDE)., “Yıldaki kazancımı bölsen şöyle böyle, beşyüz lirayı geçmez.” (FO-KSA)., “Her şeyi ve herkesi yadırgıyordu, İlk
günler yorgunluk ve şaşkınlık içinde şöyle böyle geçmişti.” (YKK-A).
1.⌠23⌡→ hatırla- [3], tanı- [3], oku- [2], bil-, çekil- {katlanmak}, geçin-, gör-, sakla-,
seç- {sezmek}, sez-. ║ aklına gel- [2], kaybol- (iz) [2], meşgul ol-, şiir yaz-, tecrübe edil-,
yardımda bulun-.
2.⌠4⌡→ geç- (gün, yıl vb.) [2], bul- (hesap), geç-* (aşmak).
şöylece:⌠43⌡/Şu biçimde, tam şöyle./ “Naima Efendi şöylece anlatıyor: "Ramazanı şerif geldi.”
(REK-Y)., “Beni odasına çağırdı ve bu vaziyetin mânâsını sordu.Ben de şöylece söyledim: Memlekete olan bağlılığım ve size
olan samimiyetim her zaman olduğu gibi şimdi de fikrimi apaçık söylemeye beni mecbur kılar.” (UM-KKA)., “Yazarlıkta
tutumumu size şöylece özetleyebilirim: Tipik olan, en çok rastlanan değildir.” (GY-R)., “Son yeniçerilerin kılık ve
kıyafetlerini hemen ağız birliğiyle şöylece tasvir ederler.” (REK-Y)., “Biz pansiyondan ayrıldıktan sonra, iki Amerikalı kız ve
erkek, muhaverelerine şöylece devam etmişlerdi: - Bu kadar gülmemelisiniz İda.”(SFA-SS)., “Bunun için dar çerçeveli bir
tabire iltifat buyurmayın.) Mustafa Kemal Paşa, hakkımdaki düşüncesini apaçık şöylece ifade etti.” (UM-KKA). ;
//Öylesine, üstün körü.// “Kapağını çevirip baktı kâğıtlara şöylece.” (VB-SvB)., “Bü sözü artist şöylece söyleyip
geçmişti.” (OA-SİO)., “Artık buna ciddi bir renk vermek lâzımdı. şöylece aile arasında görüştük. “(MŞE-VÇ). /…/⌠35⌡→ anlat- [8], söyle- [5], anlatıl-, belirle-, birleş-, geliş-, öv-, özetle-, sıralan-,
topla-, yaşa-, yerleştir-. ║ tasvir et- [2], devam et- [2], tesbit et- [2], alay et-, hulâsa et-, ifade et-
, izah et-, nakledil- {aktarılmak}, tanım yapıl-.
//…//⌠8⌡→ bak- [3], görüş-, tart-, yık-. ║ öteye it-. ║ söyleyip geç-.
şöylemesine: Ø
şöylesine: Ø
şu denli: Ø
424
şu hâlde:⌠10⌡/Öyleyse, bu durum karşısında, sonuç olarak diyebilirz ki./ “İHYA - (Cafer
ve Sipsi ile odadan çıkarak) şu halde anlaştık.” (HT-KAD)., “Şu hâlde: "Kıra doğru çıkar mısınız, size merkep hazırlatalım,
biz de ardınız sıra geliyoruz" der savarız, olmaz mı?” (GY-KO)., “Şu halde buyurun, sizi dinliyorum, dedi.” (NSÖ-AD).,
“Baştakiler"in bu şekilde düşüncelerinden halk sonuçlar beklemiştir: şu halde bütün sosyal dertler ortadan kalkacaktı.”
(TT-İMSHB).
→ anlaş- [2], de-* [2], buyur-. ║ sayıl-* {kabul edilmek}, sonu gel-, ortadan kalk-,
itiraf et-, kabul et-.
şu kadar: Ø
şuna: X
şuna buna: X
şunca: Ø
şunda: X
şuracıkta: X
şurada: X
425
T
ta: Ø
taammüden:⌠1⌡/1. Bilinçli bir biçimde, önceden tasarlayarak, bile bile, kasten./ “Kirletecek çaresiz taammüden kendini; Çarşı pazar gün boyu Kentleri dolaşarak.” (MA-BAK).
1.⌠1⌡→ kirlet-.
2.⌠-⌡→ Ø
taban (II): Ø
tabanvay: Ø
tabi (III): Ø
tabiatıyla:⌠17⌡/1. Doğal bir biçimde, tabii olarak./ “Tabiatıyla onun bu şantajına güldüm”.
(SFA-HBSK)., “Tabiatiyle buna Batı Pakistan razı olmadı ve onun üzerine halk ayaklandı.” (FA-YST)., “Muhtevası
açıklanmayan bu plan, tabiatiyle taraflar arasında yeniden müzakerelere konu oldu.” (FA-YST)., “Halbuki Batı ittifakı
Türkiye'nin varlığının ve güvenliğinin hayati bir unsuru idi ve Türkiye'nin bu konuda taviz vermesi tabiatiyle söz konusu
olamazdı.” (FA-YST)., “Tabiatiyle Sovyetler de büyük tepki gösterdiler.” (FA-YST)., “Tabiatıyla, bu olaylara karışan
karakterler de hiciv konusu yapılır, yerilir.” (VT-BÖKDYO). ; /2. Kendiliğinden./ “Harp içinde kitap basmak, bir çok
sebeplerle tabiatıyla azalmış...” (GY-GH)., “O halde tabiatıyla geceye gidecektir.” (AHT-YG).
1. ⌠15⌡→ gül-, veril-, yeril-. ║ söz konusu ol-* [2], cevapsız bırak-*, kabul et-, konu
ol-, konu yapıl-, kulak as-*, mecbur kal-, münasebetleri bozul-, razı ol-, teessür duy-, tepki
göster-, yakından ilgilen-.
2. ⌠2⌡→ azal-, git-.
tabii: Ø--
tahminen: Ø--
tahriren:⌠3⌡/Yazıyla, yazılı olarak./ “Sadrazam bu darbeden son derece heyecanlandı ve ertesi
günkü bayram merasimine iştirak edemeyeceğini bana tahriren (yazılı) bildirdi.” (HCY-TPH)., “Riyaziye muallimi de
tahriren cevap veriyordu.” (MB-AK)., “Tahriri imtihan fena gitti; istikrar, istismar, istifa gibi sekiz, on fiilin muzarilerini,
emrihazırlarını tahriren tasrif ediniz, dediler.” (RNG-ÇK).
→ bildir-. ║ cevap ver-, tasrif it-.
takım takım:⌠9⌡/Küçük topluluklar durumunda./ “Vaka şöyle başladı ve gelişti: Sadrazama
hulus çakmak için devlet ricali ve İstanbul ayan ve eşrafı Alemdar Paşa'nın sekbanlarını her gece takım takım iftara
çağırıyorlar, geceleri de konaklarında yatırıp misarif ediyorlardı.” (REK-Y)., “Tophane ve Galata'dan kayıklara dolarak
Unkapanı ve Çardak iskelelerinde takım takım İstanbul'a çıktılar.” (REK-Y)., “Bu sefer de orada bulunan yeniçeriler
sipahilere hücum eder, hengâme büyür, vaka yerine Yeniçeri Ağası Ferhad Ağa gelir, ağalarının peşi sıra da takım takım
426
yeniçeriler dolar, ortalık büsbütün karışır ve bu arada iki sipahi öldürülür.” (REK-Y)., “Amma dağınıklarmış. takım takım
kimi ötede, kimi beride eğlenir, mühimce bir şey oldu mu bir araya gelirlermiş.” (TB-KA)., “Her tarafa taşkın bir şeftali
rayihasının dolup sindiği: durgun sıcak günlerde işsizler takım takım kasabadan inerler, ırmakta yıkandıktan sonra gelip
gölgeli çimenlerde yatarlardı.” (RHK-MH).
→ çağır-, çık-, dol-, eğlen-, geç-, gel-, ilerle-, in-.
takır takır:⌠14⌡/2. Sert ve kuru bir ses çıkararak, takıt tukur./ “Kalem ağzmda, göğsü körük
gibi kalkıp iniyor, dişleri takır takır biribirine vuruyordu.” (KT-Gİ)., “Para ödeyecekmiş gibi yapıp cebinden tabancasını
çıkarttı ve takır takır takır, kel kafayı vurdu.” (KK-SE). ; /3. Sert ve kuru biçimde, takıt tukur./ “Ölü çiçeklerin
sapları bile büzüşmüş; aralarına dolgu olsun diye yerleştirilen zakkum dallan da takır takır kurumuş, dokununca
ufalanıyordu.” (BŞ-DKO)., “Toprak, takır takır donmuştu.” (AS-YA)., ; //Güzel bir biçimde.// “İmparatorlar
şalamalardan gelen ışığın altında, yarım işlerim bitirmek için takır takır çalıştılar.” (MK-AR)., “İmine, buzdolabından
çıkardığı hafif topuklu ayakkabısını giyerek evin içinde sabaha kadar takır takır dolaştı.” (MK-AR). “Yani, sağ denilen DP-
AP iktidarlar ekonomiyi dışa kapatmış, Türkiye'yi takır takır sanayileştirmiştir.” (ASA-AK). ; ///Ardı ardına./// “Sokak
ortasında takır takır adam vuruyorlar.” (UM-SP)., “Geçenlerde candarma girecek oldu, kaçak varmış, mavzerler takır takır
takırdadı da Yapalak'linin biri kurşunu yedi.” (FO-KSA).
2.⌠4⌡→ vur-. ║ birbirine vur- (diş) [2], birbirine çarp- (diş).
3.⌠3⌡→ kuru- [2], don-.
//…//⌠4⌡→ çalış-, dolaş- {gezinmek}, sanayileş-. ║ step yap-.
///…///⌠3⌡→ boşalt- (tabanca), takırda- {ateşlemek}. ║ adam vur-.
takır tukur:⌠3⌡/2. Kaba bir ‘takırtı’ sesi çıkararak./ “Ø”. ; /3. Sert ve kuru bir
biçimde./ “Ø”. ; //Takır takır.// “Yoksa kolunuzdan tutar ben atarım Güssün! Takır tukur yuvarlarım
merdivenlerden hepinizi!.." "Aa, a, a, a!.." diye bir çığlık attı karılar. (FB-T)., “Çıkıp gitti takır tukur.” (FB-T).
1.⌠-⌡→ Ø.
2.⌠-⌡→ Ø.
//…//⌠3⌡yuvarla-. ║ çıkıp git-, yazıp dur-.
takiben: Ø--
takipsiz: Ø
takkadak: Ø
takriben: Ø--
taksit taksit:⌠2⌡/1. Taksitlere bağlanarak, taksitle./ “Ø”. ; /2. Az az, bölüm bölüm,
kısım kısım./ “Öfkeleniyor savcı birden, taksit taksit anlatmasana be kadın, de işte hepsini!” (HAT-KHK).,
“Patagonya'da bir bacağını. Taksit taksit bitiriyorum iblisi.” (TÖ-TO3).
1.⌠-⌡→ Ø.
2.⌠2⌡→ anlat-, bitir- {yok etmek}.
427
tak tak:⌠12⌡/2. ‘Tak’ sesi çıkararak./ “Tak tak vurulur kapıma, kişner kapımda kır atım, dünyam
gümüşler kuşanır.” (AKB-BŞ)., “Derken, tak tak kapı çalınırdı aşağıda.” (HAT-KHK)., “Tak tak vuruldu sandığa fırçayla.”
(YA-AO)., “Tak tak selamlar veriyor, çat çat künyeler okuyordu!” (FB-ID).
→ vur- [2], tara- (tabanca). ║ (kapı) çal-, (kapı) çalın- [2], (kapı) vurul- [4], selam ver-,
(tabanca) sık-.
tam:⌠206⌡/3. Zaman ve yer için anlamı kesinleştir./ “Ø”. ; /4. Uygun olarak, tıpkı,
aynı./ “Ø”. ; /5. Sırasında, anında./ “Ø”. ; //Eksiksiz bir biçimde, eksiksiz olarak, tamamen,
bütünüyle.// “Bense sokaklarda gidip gelmekten neyi sevip sevmediğini zi tam bilemedim.” (F-BS), “Direnmek mi,
dönmek mi gerek? Tam bilmiyordun.” (OB-EA)., “Lisede onların farkında değildim, tam anlayamadım, tam da izleyemedim
diyebilirim.” (CS-GC)., “Öteki üç adamın da ellerini tabancalarının üstüne koyduklarını gördü, ama kavgada kimi
tutacaklarını tam kestiremedi, Yakup Cemil'den pek hoşlanmadıkları belliydi, ama kendisinden yana çıkacakları da kesin
değildi.” (AA-YÖT)., “Nili'nin ne giydiğini tam anımsamıyor.” (NM-TÖ2)., “Tarihini tam hatırlamıyorum; Mehmet
Cizrelioğlu, Selim Azizoğlu, ses sanatçıları İzzet Altınmeşe, Bedri Ayseli ve isimlerini hatırlamadığım birkaç arkadaş ile
Semiramis Gazinosu'na gidecektik.” (SY-BECO)., “Resmileşmiş şairlerin arkasındaki avantgarde"ı tam göremiyor.” (CS-
GC)., “Sanırım çok küçükken biri bana, "Bu çiçekler de barış gibi," demişti. "Bir türlü tam açamadılar."” (AA-TO3)., “İç
Karya'nm bu engebeli yöreleri yalnız turizm değil, bilime bile daha tam açılmamıştır.” (AK-MY)., “O bir düşünceye, bir
fikre, bir aşka kendisini tam veremiyordu.” (AHT-H). 3. ⌠-⌡→ Ø.
4. ⌠-⌡→ Ø.
5. ⌠-⌡→ Ø.
//…// ⌠206⌡→ bil-* [30]*, anla-* [19], kestireme- [6], anımsa-* [6], hatırla-* [6], gör-*
[5]*, algıla* [4] , söyle-* [4], aç-* [3], açıl-* [3], çıkar-* [3]*, seç-* [3], al- [2], anlat- * [2],
aydınlan-* [2], ayıl-* [2], bilin-* [2] , bit- [2], bul- [2], kavra-* [2], otur-* [2], sapta-* [2], yaz-*
[2], acı-, açıkla-, adlandır-*, ağla-, anlaşıl-*, ayarla-, bak-*, başar-, başarıl-, benze-, bölüş-,
bükül-*, coş-, çakış-, çalış-, çevir-, dağıl-, den-*, doğrula-, faydalan-, gir-, görün-, ısır-*, inan-
*, incele-*, izle-*, kapa-*, kapat-, karşıla-*, kız-, konuş-*, kullan-*, kurtul-, kuru-*, oku-*, ol-
, öl-, sarıl-, seçil-*, sevin-*, sor-*, sön-*, tuttur-*, unuttur-*, uzan-, yakınlaş-, yaklaş-*, yansıt-
*, yap-, yararlan-*, yaşa-*, yen-. ║ kendini ver- [2], yerini bul-* [2], aklında kal-*, ayak uydur-
*, belli ol-*, büyü bozul-*, destek ver-, dile getir-, farkına varıl-*, (fiyakasını) boz-, inkar et-,
kendini kaptır-, karar ver-, (karşılıkları) otur-, (kaynaklara) in-*, kendini bul-, mat ol-,
memnun et-*, mutlu ol-*, saygı göster-, (sistem) işle-, söz ver-*, tadını çıkart-, tahlil et-*, tarif
et-, tatbik et-, tezat teşkil et-, uygun düş-.
tamamen:⌠201⌡/Bütün olarak, büsbütün, {topyekun}./ “11 Eylül'den sonra dünyada da
Ortadoğu'da da koşullar tamamen değişti.” (CD-SNYB)., “Doğadan tamamen koptular.” (CD-KB)., “Yarım saat sonra
Bekir, şehirdeydi ve yolda gördüklerini tamamen unutmuştu.” (CD-Oİ)., “İşte, yaşadığım bir sürü ikilemden yalnızca birini
anlatmak istiyorum ben de. 1954 yılında çıkan büyük Kapalıçarşı yangınında dükkânım tamamen yandı.” (EC-GDA).,
“Kendisi bu tertibatın manasını tamamen anlamış ve hatta nereden geldiğini de bulmuştu.” (SB-HAY)., “Koroner
428
yetersizliği dolayısıyla gazeteden 1971 yılında tamamen ayrıldım.” (HC-KKKY)., “Adnan beyi niçin red ettiğinizi tamamen
biliyor musunuz?” (HZU-AM)., “Yalnız ortalık tamamen kararmış ve karşı sıradaki evlerin pencerelerinde sarı ışıklar
belirmişti.” (SA-İÇ)., “Sonra Yusufun sırtı da acayipleşmişti: Bazen büyüyerek arabanın ön tarafını tamamen kapatıyor ve
içerisi kapkaranlık oluyordu, zifiri karanlık.” (SA-KY)., “Lakin zaman daralıyor, barış umutları tamamen sönüyor.” (CD-
SNYB)., “Geçmiş acılar, azarlar, küfürler tamamen unutulmuş, sanki aralarında hiçbir şey olmamıştı.” (CD-Oİ)., “Hani
yağ çekme babından da böyle lâflar etmeye alışkın değiliz; ancak samimiyetle söylüyorum, tamamen katılıyorum ve tahmin
ediyorum ki daha söylemediği birçok şeylere de katılıyorum.” (OS-HT)., “Körfez Savaşı'nda ise Türkiye, Irak'ın "karşısında"
yer almış ve tamamen Amerika'yı desteklemiştir.”(FA-YST)., “Zamanımızda ahşap nefer odaları tamamen yok olmuş,
mescidin de enkazı kalmıştır.” (REK-Y)., “Senden çocuk yapmak istemeyişine tamamen hak veriyorum.” (HT-AŞ)., “Bir
yaralı, şehit kümesi içinde, arkada askerin canı gırtlağında haykırıyor, tamamen kendinden geçmiş, «Allah, Allah, Allah,
Allah!» Bombalar ve mitralyöz ateşi bir avuç tırmananların üstünde.” (HEA-AG)., “Kimi zaman aile bireylerinden birinin
adını unutuyor, giderek ona tamamen yabancılaşıyor, onun ailenin bir üyesi olduğunu unutuyor: - Kimsin sen?” (FŞ-EF).,
“Kendini tamamen kıza bırakmıştı.” (AK-AA)., “Bu adamdan, ilk muarefe dakikasından başlayarak duyduğu nefreti şu üç
kelime tamamen izah ederdi.” (HZU-MvS)., “‘Fuat Bey söyledi, inşallah be hastalığı tamamen yenmişsindir, iyi
görünüyorsun.’” (HT-GF).
→ değiş- [10], kop- {uzaklaşmak, yabancılaşmak} [7], unut- [6], yan- [5], anla- [3],
ayrıl- [3], bil-* [3], git- [3], karar- (ortalık, oda vb.) [3], kesil- (fısıltı, ses vb.) [3], bırak- (terk
etmek) [2], boşalt- [2], değiştir- [2], dur- [2], duy-* [2], gör- [2], kapat- [2], kurtul-* [2], sön-*
(umut) [2], temizlen- [2], unutul- [2], bastırıl- (isyan), boşal-, çekil-, çık- (-den), çık- {doğmak}
(ay), çök- (karanlık), çözül- (zincir), dal- {ilgilenmek}, destekle-, dol-*, eri-, gerçekleş-*,
geril-, gevşe-, git-{eskimek}, hatırla-, ilgilendir-, inan-, iyileş-, kalk- (karanlık), kalk-
(yayından), kapla- {örtmek}, katıl- {aynı fikirde olmak}, katıl- {dahil olmak}, kavra-
{anlamak}, kes- (parmak), kes- {kapatmak}, kurut-, millileştir-, ört-, pembeleş-, sarıl-
{kuşatılmak}, silin- {yok olmak}, sin- {ektisizleşmek}, sislen-, soyun-*, sön-* (ateş), söndür-
(lamba), uydur-, uyuştur-, yabancılaş-, yak-, yapıştır-, yerleş-, yıkıl-, yüklen- {sorumluluk
almak}. ║ yok ol- [4], akıldan çık- [2], hak ver- [2], hâkim ol- [2], kaybol- {ortadan kalkmak}
[2], kendinden geç- [2], maskesini at- [2], yabancı gel- [2], absorbe edil-, aklı kay-, aklı yat-,
akşam ol-*, alakası kesil-, ayağa düş-, bertaraf edil-*, bilincini yitir-, boş bırak-, ciddi kal-,
ciddiyetini yitir-, demode ol-, devreden çık- {aradan çekilmek}, elden ayaktan düş-, ele geçir-
, emniyet et-, eski defterleri kapa-, finanse et-, gözden yit-, hafızası kaybol-, hastalığı yen-,
hisset-, hulul et-, iade et-, ilgisini kes-, imha et-, inkar edil-*, inkişâf et-, işgal edil-, işgal et-,
iştirak et-, itimat et-, ittihaz et-, izah et-, izale et-, kabul et-, kaybedil- {ölmek}, kaybet-,
kendine bağla-, kendine gel-, kendini bırak-, kendini kaybet-, kendini ver-, kıymet bil-,
konsantre ol-, mahcup ol-, mahrum kal-, mahv ol-, muhasara altına al-, müsterih ol-, ortadan
kaldır-, ortadan kalk-*, rakipsiz ol-, riayet et-, sadakatten ayrıl-, sadık kal-, sahip ol-, serbest
kal-, siniri bozul-, sokakta kal-, tahattur et-, tefessüh et-, ters düş-, teşekkül et-, tezelzüle uğra-
, ulufe veril-, uykusu açıl-, yok et-, yolunu kaybet-, zail ol-.
429
⇒ tamamen değişmek, (bir şeyden) tamamen kopmak, tamamen unutmak.
tamamı tamamına:⌠3⌡/Tam tamına./ “Düşünce özgürlüğü, tamamı tamamına sağlanmıştı.” (UM-
SP)., “Vücudunu bu kucağın çukuruna tamamı tamamına yerleştirdi, tortop oldu, başını kendine gömdü ve derhal
mırlayarak uyudu.” (PS-FH)., “Görevi de tamamı tamamına yapıyor.” (MM-KG).
→ sağlan-, yerleştir-.║ görev yap-.
tamamıyla:⌠122⌡/Tam olarak, büsbütün, külliyen, {tamamen}./ “Feridun'u tamamiyle
unutmuş idi.” (HZU-AM)., “Hayır; güfte o eski güfte, lâkin, beste tamamıyla değişmiş, bin kat daha derinden, bin kat daha
dokunaklı olmuştur.” (YKK-Y)., “Nihal tamamiyle anlamıyor ve ahmak görünmemek için sormuyordu.” (HZU-AM).,
“Ruhları ve vücutları birbirlerinden tamamiyle ayrılmamıştı.” (AŞH-BM)., “Ada'daki bu son hafta, onu tamamıyle
değiştirdi; ortada, Cihangir'deki konağın o hodbin, hırçın, soğuk ve müstehzi kızından eser kalmadı.” (YKK-KK).,
“Haksızlığını tamamiyle biliyordu, işte onu herkesin gözlerinde de okuyordu…” (HZU-AM)., “"4 Eylül 1919 Sivas
Kongresi'nin vahdet-i milliyye maksatlarına ve siyasî emellerine tamamiyle iştirak ederiz."” (FRA-Ç)., “Baloya gitmek için
ona babası da, Şinasi de izin vermişlerdi, artık o buna muktedirdi, artık balo, menedilen bir günahın cazibesini tamamıyla
kaybetmişti. Bunu tamamıyla anladı.” (PS-FH)., “Fakat bütün Hayretleri, yılmaz Türk safları önünde tamamiyle
kırılmıştır.” (TÖ-ŞÇT).
→ unut-* [11] , değiş-* [7], anla-* [5], ayrıl-* [4], değiştir- [3] , bil- [2], kırıl- [2], sön-
[2], al-*, alış-, avrupalılaş-, aydınlat-, bırak-, bit-, boğul-, boz-*, bul-*, doldur-, eri-, ezil-, gör-
, görün-, hazırlan-, kaldır-, kapa-, kapa- (kapıyı), kapan-, kapan- (yara), kapat- (kar), kapla-*,
kekele-, seç-*, sıfırlan-, silin-, soyun-, unuttur-, unutul-, uyan-, uyu-, uyuş-, uzaklaş-, yanıl-.
║ kaybet- [3], (hıçkırıkları) din-* [2] , iştirak et- [2], açığa çık-, affet-, bertaraf et-, geri çevril-,
(gözleri) süzül-, hastalığı geç-*, (hisleri) sön-, hisset-, huzuru kaç-, idrak et-, ifade edil-*, ikna
et-, işgal et-, kabul et-, karar ver-, kaybol-, kayıtsız kal-, kendine mal et-, keşfet-*, lağvet-,
mahvol-, men et-, mesut ol-*, meydana çık-, nisyan iste-, reddet-, sakinleş-, serbest bırak-,
serbest kal-, sır ol-, suspus ol-, tanzim et-, tatmin et-* , tebellür et-, teessüs et-, tersine dön-,
tertip edil-, teslim ol-, teşekkül et-, ümitleri boşa çık-, yere ser-, yerine getir-, yok et-, (yol)
kapan-, (yüzü) tunçlaş-.
⇒ tamamıyla unutmak, tamamıyla değişmek, tamamıyla anlamak.
tam gaz:⌠2⌡/Hızlı, hızlı olarak./ “Çocuğu ezmeden, tam gaz geçti gitti.” (KK-SE)., “Erdal tam gaz
konuşuyordu: - İktidar, insan ilişkilerinde açıklığın reddi.” (ÜK-BDG).
→ konuş-. ║ geçti gitti.
tamı tamına:⌠4⌡/Tam tamına./ “Bu nedenle, Gözün Öyküsü doğru bir giriş mi oluşturuyor Bataille'ın
dilimizdeki serüvenine, kestiremiyorum tamı tamına.” (EB-YU)., “Elin köylüsü bir etek paraylan dönerken, bizim köylümüz
işte bu yüzden Adil Efendinin borcunu bile tamı tamına ödeyemiyor.” (YK-OD)., “Nitekim bilge bunu açıkça söylemekle
kalmaz, tamı tamına uygular da.” (NU-DG)., “Abdi Ağa: tamı tamına, harfi harfine yaz dediklerimi.” (YK-İM1).
→ kestireme-, öde-*, uygula-, yaz-.
430
tam tamına:⌠7⌡/Bütünüyle, olduğu gibi, tamamı tamamına, tamı tamına./ “Yaşamı
üstüne tam tamına hiç kimse bir şey bilmiyordu.” (YK-İM1)., “Sıradan şeyleri anlatırken bile şiirden tam tamına kopmuyor,
«Masa da Masaymış Ha»da kesin bir yükselti kazandırdığı şiiri sık sık buluyor….” (EC-GDA)., “Güneş yılını tam üç yüz
altmış beş gün altı saat dokuz saniye olarak hesaplayıp Konstantiniye'nin arz ve tûl derecelerini tam tamına 41'e 60 olarak
ölçmemiş miydi?” (NG-BKR)., “KADIN Burnum, burnunun yanağınla birleştiği çukura tam tamına uyuyor.” (BA-TO1).
→ bil-*, kop-* {uzak kalmak}, ölç-*, örtüş-, simgele-, söyle-, uy-.
tane tane:⌠36⌡/Teker teker./ “Giderek coşuyor, sözcükler artık ağzından tane tane dökülüyor,
döküldükçe de huniden boşaltılan kızgın yağ gibi aşağıdaki kalabalığın başına yağıyordu: Ve büyük bir deprem oldu ve
gökten yıldızlar yağdı.” (NG-BKR)., “Bekir Çavuş dile geldi, ağır ağır, tane tane: - Zaten o kız sana yaramaz, dedi.” (YKK-
Y)., “Doktor bundan açık nasıl söylenir acaba? der gibi alnını kırıştırıp düşünüyor taklidi yaptıktan sonra tane tane
açıkladı: -İki taraf da söze vatanın, milletin selâmeti diye başlıyor ve birliğe davet edip karşı tarafı nifak ile suçlandırıyor.”
(TB-KA)., “Bana ağlama diyorsun ama, baksana sen tane tane döküyorsun Muhsin?” (Mİ-DHB)., “Esiyor tane tane yine
beyaz bir rüzgâr.” (CST-BŞ
→ anlat- [6], söyle- [4], de- [2], açıkla-, arın- {temizlenmek}, dağıl-, dök- {ağlamak},
dök- {konuşmak}, dökül- (ses), oku-, topla-, toplan-. ║ (rüzgâr) es-, (sözcükler
ağızdan/dudaktan) dökül- [5], (sözcükler ağızdan) çık-.
→ tane tane söylemek (konuşmak).
⇒ tane tane anlatmak (söylemek), (sözcükler ağzından) tane tane dökülmek
(çıkmak).
tangır tangır: Ø
tangır tungur:⌠1⌡/2. Bu biçimde ses çıkararak./ “Tangır tungur indi merdivenleri.” (FB-T).
→ in- (merdiven).
taptaze:⌠5⌡/2. Bozulmadan, değerinden bir şey yitirmeyerek, {sağlam olarak}./ “Park
günlerce onların dertlerini uyutuyor, tamir ediyor, bir gün yeniden onları taptaze bırakıveriyordu.” (SFA-SS)., “Birkaç ay
sonra taptaze Ankara'ya döneceksin.” (HT-GF)., “Türkçeye kazandırdıkları şiirsel kıvam, bugün, iki kuşak sonra, hâlâ
taptaze duruyor.” (CS-ŞDÇ).
→ bırak- {salmak}, dön-, dur-, kal-, yaşan-.
tarafından: Ø--
tartak martak:--
→ tarlak marlak etmek.
tasasız:⌠5⌡/3. Hiçbir şeyi kendine dert edinmeden./ “Sabahları kamaranın kapısından çıkıyor,
güneşe karşı geriniyor, tasasız, güler yüzüyle gökyüzüne bakıyor.” (İA-GKD)., “Gün yoktur geçsin tasasız; Geceler dersen
Kerbelâ.” (CST-BŞ)., “Tasasız gülümserdi; kanatlanmış, uçacakmış gibi.” (Sİ-DSG).
→ bak-, gülümse-, yaşa-, yat-. ║ (gün) geç-.
→ tasasız olmak.
431
taşımlık: Ø
tatlı:⌠38⌡/4. Hoşa gidecek bir biçimde, tatlılıkla./ “Adam, bayağı sevimli. Tatlı konuşuyor.”
(EB-BG)., “Anlattıklarını, çok çocukça, çok tatlı anlatıyor.” (MŞE-MA)., “Ömürleri sazla, sözle tatlı geçerdi.” (RHK-MH).,
“Çocukların düşü gibi tatlı güler.” (YK-OD)., “Atıf insanı çok tatlı çalıştırıyor.” (AD-Y)., “Çanları hala öyle tatlı öter.”
(FB-T)., “Mümkün mertebe yavaş ve tatlı cevap verdim: Yaşamanın ve sevginin zaferleri de var, dedim.” (GY-H1).
→ konuş- [9], anlat- [4], gül- [3], bak- [2], söyle- [2], başlan- (oyuna), çalıştır-, duyul-,
gel- (ses), öt-, uyuş-. ║ (zaman, ömür, sohbet vb.) geç- [4], cevap ver-, (rol) oyna-, vaat et-.
⇒ tatlı konuşmak (anlatmak).
tatlıca: Ø
tatlılıkla:⌠10⌡/Tatlı dille, anlayışla, hoşgörü göstererek, iyilikle./ “Gene pek çok ‘mutad
hasbıhal’de belirtildiği gibi, birinciler tatlılıkla uyarılıp yola getirilebilirdi…” (TY-AÖ)., “Karısına doğru bir iki adım attı,
zorla. «Elif,» dedi tatlılıkla, duyulur duyulmaz.” (YK-OD)., “Asım Çavuş tatlılıkla söylüyordu: Oğlum Memed, diyordu,
teslim ol!” (YK-İM1)., “Başının siyah çerçevesi arasında Ayşe'nin yüzü, yeşil gözlerinde ömrümde görmediğim bir rikkat ve
tatlılıkla, dudaklarında çocuğunu seven bir ananın derin iptilâsıyla yüzüme bakıyordu.” (HEA-AG).
→ bak-, de-, gülümse-, konuş-, söyle-. ║ geri çevir-, muamele et-, vazgeçir-, yola
getiril-.
tatlı tatlı:⌠136⌡/Güzel, hoşa gidecek bir biçimde, tatlılıkla, güzel güzel./ “Tatlı tatlı
gülümsedi.” (AHT-H)., “Konuşuyor baylar bayanlar, tatlı tatlı konuşuyor.” (EÖ-P/S)., “Biz yanına gidinceye kadar gözleri
gözlerimize tatlı tatlı güler; açmaya ve çevirmeye başladığımız beyaz yaprakları sevinçten ellerimizi okşar.” (GY-D)., “Her
konuda çocuklarından daha deneyimli olduklarını onların başına kakarak değil, tatlı tatlı anlatmalılar.” (İO-LBA).,
“Benden biraz yaşlıca, tatlı tatlı bakıyor.” (FA-SUYK)., “Duvarın yanında Ayşe ile karısı, aynı döşekte tatlı tatlı
uyuyorlardı.” (CD-Oİ)., “Dün bütün gece düşündüm, taşındım. Tatlı tatlı kaşındım.” (HT-EG)., “Şimdi olsan da karşılıklı
çeksek kafaları, anlatsan sen tatlı tatlı, dinlesem.” (OK-KT)., “Çocukluğumuzun uzak dünyasında sıcak durgun bir yaz
gecesi, gök derinliklerine serpilmiş yıldızlara bakarken hangimizin içi tatlı tatlı ürpermemiş, bu ürperişle genişlememiştir?”
(GY-D)., “O da vapurun barında Uzo'sunu içerken Rum güzelleriyle tatlı tatlı sohbet ediyordu.” (HT-GF)., “Babam soruyor
: «İstanbul'da tatlı tatlı para kazanıyordun, buraya neye geldin?»” (SB-HAY)., “Deli Cafer, Kara Kadı ve Kubat Çavuş,
sihirli bir üçgen gibi zihninde hep birden yer almış olup o zihin, cazip olduğu kadar garip ve garip bulunduğu kadar da cazip
olan bu üçgenin incitmeyen ağırlığı altında tatlı tatlı sallanıp duruyordu.” (MTT-SS).
→ gülümse- [23], konuş- [19], gül- [11], anlat- [11], bak- [5], uyu- [5], kaşın- [3], ye- [3],
gerin- [2], kok- [2], oku- [2], sırıt- [2], söyleş- [2], titre- [2], ağrı-, anır-, bağrış-, bitir-, çekiş-,
dertleş-, dinle-, diren-, düşündür-, gidiş-, hışırda-, ısıt-, kaynat- {dedikodu yapmak}, kaynatır-
{dedikodu yapmak}, kişne-, ötüş-, salın-, sek-, sızla-, söyle-, takıl-, tüt-, ürper-*, ürpert-,
yakın-. ║ sohbet et- [2], başı dön-, başını salla-, ciğerlerine dol- (hava), devam et-, dil dök-,
dudak yala-, düdük öttür-, geviş getir-, itiraz et-, kafa bul- {alay etmek}, kafa çek-, para
kazan-, seyret-, teşekkür et-, uyku bastır-, (yağmur) yağ-. ║ sallanıp dur-. ║ yalanır durur.
⇒ tatlı tatlı gülmek (gülemsemek), tatlı tatlı konuşmak, tatlı tatlı gülmek,.
432
tatsız:⌠9⌡/2. Hoşa gitmeyen, can sıkan./ “Gece tatsız geçti …. “ (AA-İGA)., “Kısacası, işe geç
gideceğime erken, keyifli gideceğime tatsız gittim.” (PK-BCR)., “Ziya Bey benim uslanmış düşüncelerim dar ve tatsız
göründü.” (YKB-SEP)., “Tatlı başlayan yemek tatsız sona erdi.” (AK-AA).
→ git- [2], görün- [2]. ║ (gece vb.) geç- [4], sona er-.
tay tay:--
→ tay tay durmak.
teberrüken: Ø
tedarikli:⌠4⌡/2. Her şeyi önceden sağlamış olarak, hazırlıklı bir biçimde./ “Vekiller
Heyeti kararını vermiş, karartma tatbikatına geçiliyor; eli kulağındadır, tedarikli bulun: çamlara koyu renk kâğıt, ampullere
boya filân...” (Aİ-OKB)., “Akıllı adam Hüsmen, tedarikli gelmiş, çocuklarını perişan etmemiş.” (YK-KSİ).
→ bulun- [2], gel- [2].
tedariksiz: Ø
tedbirli:⌠7⌡/2. Hazırlıklı bir biçimde, önceden düşünerek./ “Eski tanışıklığımızdan haberi yok
ama, ben gene de tedbirli davranıyor, romanları beğenmemiş gibi yapıyordum.” (PK-BCR)., “Cıgarasını yere atıp,
pabucunun burnuyla ezerken, ilâve etti: ...tedbirli bulun, ikamet uzun sürebilir!” (Aİ-OKB)., “Adımınızı tedbirli atın.” (YK-
S).
→ davran- [5], bulun-. ║ adım at-.
⇒ tedbirli davranmak.
tedbirsiz: Ø
tedviren: Ø
tehirli: Ø
tehirsiz: Ø
tek (I):⌠13⌡/4. Önüne getirildiği cümleye iste ve özlem kavramı katar./ “Şu yanındaki
ağaca, arkandaki kayaya, ayağıyın altındaki toprağa, çürümüş, dökülmüş tapraklara, dallara konuş. tek konuş da, ses ver
de.” (YK-OD)., “Versinler de, ne verirlerse versinler birader. tek versinler.” (AN-AZDE)., “Günlerce peşine düştüm, tek
hatırı kırılmasın diye.” (AS-Ş). ; /5. Yalnızca./ “Ø”. ; //Yalnız başına, kimse olmaksızın.// “Şarabım tek
durmaz Oynaşırdı küpünde.” (MA-BAK)., “Mezarlıkta Süleyman Ağa'nm taşı tek kalmazdı.” .(MŞE-VÇ)., “Bazen diğer
reyonlara dağılıp tek geziyorlar.” (AA-AD).
4. ⌠3⌡→ konuş-, ver-.║ hatırı kırıl-*.
5. ⌠-⌡→ Ø
//…// ⌠10⌡→ dur-* [2], kal-* [2], doğ-, gez-, gir-.
→ tek dalmak, tek geçmek.
433
tek elden:⌠1⌡/Bir yerin veya bir merkezin kumanda ve yönetimi altında olarak./ “Hem
örgütü yukarıdan aşağı bir emir-komuta zinciri içinde kuracak ve tüm eylemi tek elden yöneteceksiniz, hem de bunu ulus
adına, temsil ilkesine göre yapacaksınız.” (EK-DT..A).
→ yönet-.
tek başına:⌠260⌡/Kendi kendine, yalnız olarak./ “Romanın sonunda, Ahmet Celâl tek başına
kalır.” (AB-SD)., “Boğaz'da tek başına bir evde oturuyor…” (AHT-H)., “Yıllar yılı tek başına yaşadı Bir gün rasladı bir
kıza Düşündüler, birlikte yürüseler …” (AO-NSBE)., “Zaten eğlence oldu mu, hep tek başına yaparsın.” (ÇA-BAG)., “Ama
Kurtuluş sokağından sahile doğru tek başına gidiyordu işte.” (DÖ-GYKK)., “Bayramlarda bir payton tutar, tek başına
arkaya kurulur, saatlerce dolaşırdı.” (CK-İSDY)., “İnsan tek başına çıkar mı kasabadan?...” (KT-YS)., “Burada bir ermiş
kişi yatar tek başına.” (YK-BE)., “Recai tek başına, sağ yan merdivene yürür. (NFK-ST)., “O uzun yolu taylarla tek başına
geçemezdim.” (YK-KSİ)., “Birinin yardım etmesi gerek. Tek başına beceremezsin.” (AÜ-SG)., “Ama o erken davranmış
sandalını Derenin yukarsına, salkım söğütlerin altına çekmiş, tek başına rakısını yudumluyordur.” (SB-BŞM)., “Senin o
zavallı dediğin adam İtalya'da tek başına soruşturma yürütüyor.” (AÜ-SG)., “Üniformasıyla her gün ekrana çıkarak
cephedeki direnişi kendi alanında sürdürüyor, dev bir propaganda makinesine karşı neredeyse tek başına savaşıyor.” (CD-
SNYB)., “Yiğit, aslan gibi, tüm yürektir İbrahim. Tek başına yola düştü.” (YK-OD)., “Süzülen damlada idamı istenen bir
genç, ranzasına oturmuş, saat gecenin üçünde tek başına satranç oynuyordu.” (ÇA-BAG)., “İkimizi ilgilendiren konularda
neden tek başına karar veriyorsun hep?” (İA-ÖEK)., “…. hulâsa kâinat ve kader dediğimiz büyük gidiş-gelişi oradan tek
başına ve kendi kendine idare ediyordu.” (GY-D)., “Elli sekiz yıldır yenik düşmemişti; yine tek başına, şerefiyle ayakta
kalacaktı. «Evet, hepsi çok güzel,» demekle yetindi.” (Sİ-ÖKS)., “Yılda bir iki kez Flarmoni Orkestrası eşliğinde, kimi kez de
tek başına konserler verirdi.” (CK-İSDY)., “Aşın bir bireycilik içinde, herkes, partnerine el bile sürmeden, hattâ partneri
bile olmadan, tepinip duruyor tek başına.” (MU-BDA).
→ kal-* [38], otur- [27], yaşa- [16], yap-* [11], git-* [8], dolaş- [7], bırak- [4], çık- (-e, -
de, -den) [5], yat-* [5], dur- [4], gel-* [4], yürü- [4], bekle- [3], çalış- [3], geç-* [3], gez- [3], gir-*
(-e) [3], iç- (rakı vb.) [3], sürdür- [3], ye-* (yemek) [3], bak-* [2], becer-* [2], bin-* [2], gönder-*
[2], taşı- [2], yan- (ateş, yıldız) [2], yet-* [2], yudumla- [2]-, yürüt- {idare etmek} [2], ağla-,
başar-, başla-, bırakıl-, biç-, bitir-, bulundur-, cebelleş-*, çağır-*, çevril-* {halledilmek},
çıkart-*, çömel-, devir-, dikil-, dövüş-*, düşünül-, getir- {yetiştirmek}, gezin-, giyin-, kork-*,
kurul-, oturt-*, oyna- (oyun), oynan-* (oyun), öğren-, savaş-, sev-, simgele-, üstlen- (suç),
sürükle- {yönetmek}, veril-, yaz-, yetiştir-*, yönet-, yüklen- {üstesinden gelmek}, yüz-. ║
yola düş- [2], satranç oyna- [2], karar ver-* [4], idare et- [3], gazete çıkar- [2], ayakta kal-* {var
olmak} [2], ağ kur-, ayağa kalk-, çamaşır yıka-, çare ara-, dans et-, devam et-, gece geçir-,
hapis kal-, hasat yap-, iktidara gel-, işleri üstlen-, kalakal-, kendini as-, konser ver-, kumaş
doku- {kendini geliştirmek}, monolog yap-, mutlu ol-*, mücadele et-, namaz kıl-, namaza
dur-, nöbet bekle-, ortaya çık-, seyret-, sigara iç-, taarruza geç-, tütün kır-, vals et-, yılbaşı
geçir-, yol aç-*. ║ çekilip git-. ║ döner gelir, gidip gelir, tepinip dur.
⇒ tek başına kalmak, tek başına oturmak, tek başına yaşamak.
tekdüze:⌠8⌡/2. Değişmeyerek, aynı biçimde tekrar edilerek, bitevi, biteviye./ “Güz sonu
ve kış, Narlık ilçesinde dingin geçer yaşam; daha doğrusu ıssız, tekdüze.” (Sİ-ÖKS)., “Çekiç sesleri, tekdüze, ısrarlı, inatçı,
434
ahenkli' sürüyordu.” (OB-HYD)., “Günler, haftalar geçiyor, hayat Aylin için hastanesi, okulu ve evi arasında tekdüze akıp
gidiyordu.” (AK-AA)., “… aslında büyük baskıları peşinde sürükleyen bunaltıcı ve tekdüze yaşamını yaşarlar.” (AK-MY).
→ geç- (yaşam), sür- (ses), uza- (gün), yaşa-. ║ ifade ver-. ║ akıp git- (yaşam) [2],
kalkıp in-.
teker teker:⌠148⌡/Birer birer, ayrı ayrı./ “Adamlar önce teker teker, sonra topluca başlarını
kaldırdılar, gamlı gözlerle şoseye baktılar.” (CD-Oİ)., “Her yolcuya teker teker anlat.” (AN-AZDE)., “Bir başka
makalemde, yıkılması İstanbul'un güzelliği için lâzım olan binaları teker teker sayacağım.” (AHT-YG)., “Sonra bütün
akrabalarının, arkadaşlarının, yakınlarının evlerini teker teker dolaştı, çarşıya, yorgun argın yöneldi.” (YK-KSİ)., “Bu
kasabadakilerin herbirine teker teker sorsan gene bilinmez.” (AN-AZDE)., “Çocuklar, teker teker geldiler, şekerlerini
aldılar gittiler çeşmenin yanına dizildiler.” (YK-KSİ)., “TELGRAFÇI : Gürültü etmeyin... teker teker konuşun...” (NH-YM).,
“Hepsiyle teker teker ilgilendi.” (FB-T)., “Fıkralarımdaki eleştirilerimi teker teker belgelerle kanıtladım.” (FA-SUYK).,
“Halkı teker teker selâmladı.” (HT-GF)., “Odasına çekilirken, binbaşıyla benim yanaklarımızı okşadı. Teker teker sıktı
ellerini sanatçıların.” (VB-SvB)., “Sonra teker teker kayboldu bunlar, Hepimizin bildiği dikta rejimi başladı.” (GY-D).,
“Şimdi bu üç kısmı teker teker ele alalım…” (FA-YST)., “Üsteğmen, bıyık altından gülerek hepimizi teker teker gözden
geçirdi.” (EB-BG)., “Bunlar teker teker yok oldular.” (HT-M).
→ bak- [12], anlat- [8], say- [6], dolaş- [5], sor- [5], gel- [4], gör- [3], incele- [3], konuş-
[3], çıkar- [2], geç- [2], git- [2], ilgilen- [2], oku- [2], söyle- [2], taşı- [2], vur- [2], Aç-, (pencere),
arat-, at-, avla-, ayır-, batırıl- (gemi), bin-, bul-, canlandır-, çal- (kapı), çık-, çöz-, dokun-, don-
{dikilip kalmak}, dur-, duy-, düş-, ele-, evlen-, fırlat-, geçiril-, gir-, göster-, in-, incelen-,
indir-, işaretle-, kaldır- (ayağa), kanıtla-, kopar- (yaprak), kucakla-, kucaklaş-, öğret-, öl-,
salla-, sarkıt-, sayıl-, seç-, seçil-, selâmla-, sön-, süz- {bakmak}, tanı-, tanıt-, tart-, tut-,
uyandır-, uzan-, ver-, yak-, yaktır-, yap-, yaşa-, yaz-, yerleştir-, yıka-, yırt-, yoklattır-, yürü-,
zorla- (kapı). ║ el sık- [3], kaybol- [2], ele al- [2], bahset-, başını kaldır-, davet et-, el öp-, elde
et-, elinden tut-, gözden geçir-, hisset-, kaydet-, (kelimeler dudaktan) dökül-, sökün et-, suya
koy-, tahliye edil-, takdim edil-, tarif et-, teslim et-, üst baş aran-, yemin ettir-, yemin ettiril-,
yok ol-, ziyaret et-. ║ açıp ara-.
⇒ teker teker bakmak, teker teker anlatmak, teker terek saymak.
teke tek:⌠4⌡/Bire karşı bir, yeke yek./ “Yunanla teke tek kalsak... teke tek...” (KT-YS)., “HASTA Ben
teke tek dövüşürüm.” (TÖ-TO3)., “‘Teke tek çıkın çocuğa.’” (SD-K).
→ çık-, dövüş-, kal-, oynaş-.
tekiden: Ø
teklifsiz:⌠4⌡/Samimi, içli dışlı, sıkı fıkı bir biçimde./ “Buraya vakitsiz ve teklifsiz gitmiştim.”
(FRA-Ç)., “Ben açamam, istersen sen kendin aç, kendin onunla gayet teklifsiz konuşuyorsun zaten!” (OCK-KE)., “Nihayet
Milli Ordular Başkumandanı bizzat odaya girdi. Teklifsiz ve tekellüfsüz oturdu.” (MB-AK).
→ git-, konuş-, otur-, yaklaş-.
435
teklifsizce:⌠13⌡/Teklifsiz bir biçimde, içten olarak./ “Şakir Birinci ile Osman Bey, arkasından
yetiştiler ve pek teklifsizce «Canım, şurada bir tek atalım, serinleriz, konuşuruz» dediler.” (RHK-MH)., “Adın ne senin? diye
teklifsizce sordu.” (OK-AY)., “Sonra delikanlının koluna teklifsizce girdi.” (AHT-H)., “Şeref de sanki kırk yıllık ahbapmışız
gibi teklifsizce gelip yanıma oturuyor. "Her şeyi baştan anlatayım," diyor Madam.” (AÜ-SG)., “Bir sene evvel Üsküdar
iskelesinde Ali Rıza Bey'in karşısına güzel bir genç kız çıkmış: Ben kızlarınızın arkadaşı, Leman'ım bey amca diye teklifsizce
elini öpmüştü.” (RNG-YD).
→ de- [3], otur-, sor-. ║ koluna gir- [2], yanına otur- [2], elini öp-, hitap et-*, kucağına
otur-, sedire çök-.
⇒ teklifsizce demek.
tekrar**:⌠1716⌡/3. Bir daha, yine, yeniden, gene./ “Dönüp tekrar Abbas'a baktım. (GY-H1).,
“Kendimi bu müntehada bulduktan sonra tekrar onlara dönerim. (AHT-H)., “Küçük Ağa neden sonra Hıdırlığın ihtiyar
çınarının altında çayıra bağdaş kurarken tekrar sordu: -Neden kaçtı? (TB-KA)., “Nitekim bir hafta sonra tekrar mahalleye
gelmişti.” (GY-H1)., “Adam öteki masalarda oturan savcılara da selam vererek tekrar çıktı odadan.” (ÇA-BAG)., “İşte
senin zihniyetin! diye tekrar güldü.” (GY-H1). “Bebek koyunda böyle birçok fasıllardan sonra kayıklar ve sandalların
yorgun hevengi tekrar harekete gelirdi.” (AŞH-BM)., “Ne güzel gece, değil mi? diye tekrar söze başladı, âdetabir rüya
gibi...” (GY-H1)., “Ben dram muharriri olsaydım, Rienzi'yi tekrar yazardım.” (AHT-H).
→ bak- [16], dön- [16], başla- [13], sor- [11], de- [10], gel- [10], çık- [6], gül- [6], gir- [4],
in- [4], oku- [4], otur- [4], git- [3], yalvar- [3], yüksel- [3], ara- [2], birleş- [2], çalıştır- [2], dal- [2],
doldur- [2], düşün- [2], geç- [2], gör- [2], işit- [2], kaldır- [2], kapan- [2], kur- [2], söyle- [2],
toplan- [2], yaşa- [2], yaz- [2], al-, anla-, avuçla-, azarla-, bağla-, bakıl-, bakış-, bekle-, bul-,
buluş-, ciddileş-, çek- çıkış-, dene-, diril-, doğ-, dolaş-, dök-, dur-, durul-, duy-, duyul-, düş-,
fırla-, görül-, göster-, hatırla-, hiddetlen-, ısla-, kalk-, kapa-, karıştır-, karşılaş-, kat-, kavuş-,
kavuşturul-, kenetlen-, kızıllaş-, koy-, kullan-, okun-, öp-, sallan-, sırtla-, sokul-, sus-,
sürmele-, tak-, toparla-, tutuştur-, uğra-, uyandır-, uzat-, ver-*, yaklaş-, yap-, yaşat-, yokla-
yumuşa-. ║ göz göze gel- [2], harekete gel- [2], söze başla- [2], ağzına götür-, ayağa kalk-,
ayakları geriye git-, bağdaş kur-, kutlu ol-, başına dikil-, başını kaldır- başını önüne eğ-,
cebine koy-, (dikkatini) yoğunlaş-, dost ol-, el sık-, ele geç-, eline al-, etrafına bak-, geri al-,
gözlerini kaldır-, gözlerini kapa-, hakkını helal et-, hücuma geç-, ısrar et-, içini çek-, ihtar et-,
ikna et-, kapı çalın-, karanlığa karış-, (lambayı) yak-, lüfere çık-, meydana çık- nefes al-,
orduya gir-, özür dile-, rica et-, (ruhu) sar-, söz iste-, telefon et-, tesadüf et-, teşekkür et-, elini
uzat-, yatağa gir-, yerine koyul-, yerine geç-, yerine koy-, yerine tak-, yola koyul-, zemberek
boşan-. ║ açıp kapa-, durup bak-.
→ tekrar etmek.
⇒ takrar bakmak, tekrar dönmek, tekrar başlamak.
tekraren: Ø
436
tekrar tekrar:⌠73⌡/Üst üste, ardı ardına./ “Mektubu tekrar tekrar okudu ve hemen Nilüfer'e telefon
etti müjdeyi vermek için.” (AK-AA)., “Sonra sarılıp tekrar tekrar öptü gözlerimi, yanaklarımı.” (GY-H2)., “Her anı tekrar
tekrar düşündü.” (AK-AA)., “Bekir de parayı hazırlamış, tekrar tekrar saymış, bir beze koymuş, katlamış, üstünden iple
bağlamıştı.” (CD-Oİ)., “İki akşam hemen sabaha kadar içmiş, son sahnenin teferruatını tekrar tekrar yaşamıştı.” (HEA-
VK)., “Aramızdaki bağı belki de aşırı bir duygusallıkla ve gereksiz yere tekrar tekrar sınadık ve bu yüzden hırpalandık.”
(İA-İKG)., “Sana selâm söylememi tekrar tekrar söyledi.” (GD-ADM)., “Zahmetlerinize tekrar tekrar teşekkür eder; sevgi,
selam ve saygılarımı sunarım.”(CKM)., “Oraları dedikoducu yerlerdir, diye tekrar tekrar tembih ettiler bana.” (RNG-ÇK).,
“Bunu söyledikten sonra, ekip başı benden tekrar tekrar özür diledi.” (MU-BDA)., “1955 yılında, Beyoğlu'nda bir salonda
30-40 seyirci biten oyunu alkışlıyorlar, perde tekrar tekrar açılıp kapanıyordu.” (ES-SUYK).
→ oku- [9], öp- [4], düşün- [3], say- [3], anlat- [2], gel- [2], hatırla- [2], işle- (konu) [2],
konuş- [2], söyle- [2], vur- [2], yaşa- [2], yaz- [2], anlattır-, basıl- (kitap), belirt-, çal- (telefon),
düzelt-, gönder-, göster-, kucakla-, okut-, sahnelen-, sevindir-, sına-, yalvar-, yap-, yapıl-. ║
teşekkür et- [4], gözden geçir- [3], tembih et- [2], el sık-, gedik aç-, içini çek-, ilan et-, kafada
kur-, numara tuşla-, özür dile-, rica et-, seyret-, üstünden geç-. ║ açılıp kapan-, yaşayıp dur-.
⇒ tekrar tekrar okamak, tekrar takrar teşekkür etmek, tekrar tekrar gözden
geçirmek.
tek tük:⌠25⌡/2. Az, seyrek olarak./ “Önlerinden, sırtına testileri bağlamış, ağızlan yüzleri sanlı
olduğu için genç mi koca mı belli olmayan kadınlar geçiyor tek tük.” (MM-KG)., “Bu kitaplar dışında eski gazetelerde tek
tük şiir çevirilerine de rastlanır; bizim görebildiklerimiz şunlar oldu:…” (BN-DY1)., “Uzun otlara yapışmış tek tük
sümüklüböcek görülüyordu.” (YK-İM1)., “Önümüzdeki köy bembeyaz, vadide çadırların ışıkları tek tük kalmış, yalnız
seyyarda ışık parlak. (HEA-AG)., “Tek tük konuşmuştuk.” (Sİ-DSG)., “Arada tek tük iyice filmler yayımlanıyor gerçi.”
(MU-BDA).
→ geç- [4], görül- [2], kal- [2], konuş- [2], bulun-, çık-, duyul-, düş- {denk gelmek},
işitil-, işle- (tranvay), konuşul-, oku-, öpüş-, öt-, rastlan-, yayımlan-. ║ ateş et-, göze çarp-.
telaşsız:⌠19⌡/2. Soğukkanlılıkla, şaşırmadan./ “Dünyadan habersiz hayvan telaşsız, kaygısız bana
bakıyordu. (YKK-Y)., “Hiç telaşsız, gittim Arsız'ı aldım.” (CK-İSDY)., “6 HAZİRAN 1968 Sevgili biricik Güzin, Sanırım, bu
mektubumu tez sabahı alırsın, sakin sakin konuş, öğrencilerin önündeymişsin gibi telâşsız, bildiklerini anlat, çok başarılı
olacaksın.” (GD-ADM)., “Ayşen dinliyor; lâkin yine telâşsız, heyecansız.” (RHK-BS). “Yatacağı tahta sedirin üstünde kedi
kadar fareler telâşsız dolaşıyorlardı.” (KT-YS)., “Dünyayı telâşsız, rahat seyredebiliyorum artık.” (NH-YŞ).
→ bak- [2], git- [2], anlat-, çık- (-den), dinle-, dolaş-, gir-, in- (merdiven), kalk-,
selâmla-. ║ seyret- [2], (gün) geçir-, emir ver-, teslim al-.
telmihen: Ø
tel tel:⌠16⌡/1. Tel biçiminde./ “Ø”. ; /2. Ayrı ayrı teller durumunda, {bir bir}./ “Çalın
sazlar çalın, kırılsın teller Dönün kızlar dönün, kıvrılsın beller Uzun siyah saçlar tel tel çözülsün.” (CAK-AKBO)., “Sana
vereceğim suyla saçlarını ıslatıp tel tel tarayacaksın; bu sn bildiğin sulardan değil bir damlasını bile yere dökme!” (BŞ-
DKO)., “Derken sümbül seline benzeyen o bıyıkları, saçlarıyla birlikte tel tel dökülmüş de geriye bir çift çakır tepsiye
dönüşen gözlerinin anlamsızlığı kalmış yalnızca.” (HAT-KHK)., “Yalnız siyah bir saçı elim tel tel sayacak.” (FNÇ-HD).
1.⌠-⌡→ Ø
437
2.⌠16⌡→ çözül- (saç, düşünce) [2], dökül- (saç) [2], tara- (saç) [2], ağar- (saç), ayrıl-
(saç), çek-, dağıl- (kaş), fırla- (saç), havalan- (saç), sark-, say- (saç), uç- (saç), yoldur- (saç).
temelli:⌠43⌡/3. mec. Sürekli olarak./“Yahu, bize misafir gel, diyorsam sana, temelli gel! demiyorum
ki, gel, beş on gün kal, yine sonra döner, geldiğin yere gidersin!” (OCK-Ç). ; /4. mec. Büsbütün, tamamen./ “Te
ben gidiyorum temelli artık!” (OCK-Ç)., “Utanmayı, korkmayı temelli yitirmişin!” (FB-T)., “Yoksa temelli aktı mı
aşağılara?” (FB-T)., “Bir yağmur gelse, temelli batacağız!” (FB-ID)., “Fatoş temelli mi döndü?” (TÖ-LEM)., “Nas'olsa
temelli irezil olduk Erle Çukuru'na, Yeşilova'ya!..” (FB-ID)., “Burnu düşmüş, keyfi temelli kaçmıştı.” (FB-ID)., “Ya temelli
uzak kalır insan ya her an içinde olur...” (YK-S)., “Ne bok yiyeceğimi temelli şaşırdım!” (FB-T).
3.⌠1⌡→ gel-.
4.⌠42⌡→ git- [2], yitir- [2], ak-, bayıl-, bat- {rezil olmak}, boğ-, boşalt-*, dön-, gel-,
güven-, kaldır-, kapan-, kız-, oynat- {delirmek}, öl-, sus-, şaşırt-, unut-, uzat- (lafı), yerleş-,
yıkıl-. ║ irezil ol- [2], keyfi kaç- [2], ağzına sıç-, başına yık-, çizgiden çık-, defter kapan-
{konu kapanmak}, deri kemik et- {semirmek}, emekliye ayır-, iflas et-, mahvol-, ortada kal-,
sefil ol-, sesi soluğu kesil-, şaşkına dön-, terazisi bozul- {düzen bozulmak}, uzak kal-. ║ ne
bok yiyeceğini şaşır-.
temelsiz: Ø
temiz:⌠16⌡/5. Kirli, lekeli, bulaşık olmayan bir biçimde, {nezih, düzenli ve tertipli bir
biçimde}./ “Yanındakilerden çok temiz ve süslü giyinmişti.” (AHT-YG)., “Burma kara bıyıklar. temiz giyinirdi.” (CK-
İSDY)., “Yeni çarşafların içine temiz yatmalıyız derdin.” (F-BS)., “Çeviriyi tekrar makinede temiz yazdım, dergi de yollamış
Mehmet Ali, şimdi gidip küçük zarflar alacağım ve yarın postalayacağım adreslere.” (GD-ADM).
→ giyin-[7], bak-, çalış-, çık-, kok-, kullan-, söyle-, yap-,yat-, yaz-.
→ temiz tutmak.
⇒ temiz giyinmek.
temiz pak:⌠3⌡/2. Tertemiz bir biçimde./ “Temiz pak giyinmiş, o gün, taranmış, etmiş; kansı olacak
ilk kadına rastlamak üzere yola düzülmüş...” (AMD-O)., “Ondan sonra Müze kuruldu, temiz pak döşendi, Çanakkale'de
bölgenin turizmini kalkındırmak için çabalar gösterildi.” (AK-MY).
→ giyin- [2], döşen-.
⇒ temiz pak giyinmek.
temkinlice: Ø
tepe aşağı:⌠1⌡/Baş aşağı./ “Tepe aşağı iniyorlardı, İbrahim durdu: Şimdi sen köye seğirt.” (AS-YA).
→ in-.
→ tepe aşağı gitmek.
tepeden tırnağa:⌠88⌡/1. Herkes, her şey./ “Ø”. ; /2. Baştan aşağı, her yanı./ “Her öpüşte
gövdeleri daha da aydınlanır, tepeden tırnağa nur kesilirlerdi.” (AK-MY)., “Çekiç sesleri hızlandı, hışımladı, sertleşti, çadır
438
tepeden tırnağa ışığa kesti, ışıklar, sesler yükseldi, yükseldi doruğa vardı.” (YK-BE)., “Bilim ekibindeki genç bilimciler,
büyücünün sözlerini duyunca, tepeden tırnağa ürperdiler.” (GD-AK)., “Bir sevinç dalgası onu tepeden tırnağa ürpertti.”
(YK-İM1)., “Babamın zavallı çıplaklığı acımasız bir bakış yağmurunun altında kaldı, yani ürperdi uzun süre, seyridi, tepeden
tırnağa titredi ve hiç kimse beklemezken birdenbire ıslanıp sırılsıklam oldu.” (HAT-KHK)., “Suavi'yi Eşfak izlemişti: lâstik
pabuç, keten pantolon, kısa kollu gömlek, tepeden tırnağa beyazlar giymiş; iyice, güneş yanığı!” (Aİ-OKB)., “Tepeden
tırnağa beyazlar giyinmiştir kadın Ne var ki bir kadın gibi değil, bir aşk, bir umut gibi değil Bir aralık gibi durur dünyada
Evet, kadın bir «aralık»a benzetilmiştir.” (EC-GDA)., “Sehpaya çıkarılacağı an, sıçrayarak uyandı: tepeden tırnağa, tere
batmıştı.” (Aİ-YK)., “Tabancayı bir anda dolduruyor, hemen ateşe başlıyor, taşı bir türlü Vliramiyordu. tepeden tırnağa ter
içinde kalmıştı.” (YK-KSİ)., “…. ovaya doğru yürüyüp merakla bakıyor kimi zaman, dönmüyor; gelip çama şırların hepsini
yıkayıp evi de tepeden tırnağa silip süpürüyor, dönmüyor….” (HAT-KHK).
1.⌠-⌡→ Ø
2.⌠88⌡→ … kesil- [11], ürper- [10], … kes- [5], titre- [5], ürpert- [4], … giy- [3], giyin-
[3], değiş- [2], donan- [2], sızla- [2], anlat-, aran-, bak-, balkı-, bürü-, çımgış-, değiştir-, donatıl-
, ekil-, geril- {sinirlenmek}, gülümse-, homurdan-, ıslan-, incele-, kaynaş-, balkı-, okşa-,
parla-, sar-, sarsıl-, silahlandır-, yaka-, yankılan-, yer-, yıkan-. ║ tere bat- [3], ter içinde kal-
[2], çiçek aç-, deniz ol-, faşet-, hisettir-, ışığa boğul-, kara bulan-, muayene ettir-, naklet-,
nergis aç-, una bat-. ║ silip süpür-, titreyip sarsıl-.
→ tepeden tırnağa süzmek.
⇒ tepeden tırnağa (…) kesmek (kesilmek)
tepeleme:⌠6⌡/3. Tepe biçimi verecek veya kenarlarından taşacak kadar, {ağzına
kadar}./ “Kül tablaları buğday teçleri gibi tepeleme dolmuştu.” (CK-İSDY)., “Çerkez tavuğunu tepeleme doldurma
tabağa.” (F-PY)., → dol- [2], yığıl- [2], doldur-, taşı-.
⇒ tepeleme dolmak, tepeleme yığılmak.
tepetakla: Ø
tepeüstü:⌠1⌡/Baş aşağı./ “Ayırdığın anda tepe üstü gidiyorsun.” (ZA-MAAİ).
→ git-.
→ tepeüstü düşmek
terbiyesizce:⌠2⌡/2. Terbiyesiz bir biçimde, saygısızca, terbiyesizcesine./ “Babaanneme
karşı çok terbiyesizce davranmış, ondan hesap sora cağım...” (OK-AY)., “Onu uşaklar, harem ağaları, cariyeler tıpkı bir
gün öncesi gibi, terbiyesizce karşılarlar.” (PNB-AGUG).
→ davran-, karşıla-.
terbiyesizcesine: Ø
tercihen: Ø
439
tereddütsüz:⌠17⌡/2. Kararlı olarak, duraksamadan./ “Müfit, tereddütsüz, ‘Rakı!’ dedi…” (Aİ-
YK)., “Yer yer birçok bölgelerde Büyük Millet Meclisine karşı ayaklanmalar olmuşken, Ankara, hareketi ve Mustafa Kemal'i
sonuna kadar tereddütsüz tutmuştur.” (FRA-Ç)., “İhsan tereddütsüz cevap verdi: -Bilakis, ben ıstırabımla insanlıkla
barışıyorum.” (AHT-H)., “Taksim Belediye Gazinosu'nda 'seyircisini elinde tutmuştu'; 'mevsim'e girerken, Pavyon'da
söylemesini önerdiler; tereddütsüz, Ahmet Ziya'ya danışmadan kabul etti….” (Aİ-OKB)., “Öte yandan Amerika,
Avusturya'nın kendisine olan borçlarını şimdi Almanya'nın ödemesi gerektiğini bildirdiyse de, Hitler bunu tereddütsüz
reddetti.” (FA-YST).
→ de-, kullan-, sat-, söylen-, tanı-, tut- {desteklemek}. ║ cevap ver- [3], kabul et- [2],
cepheye koş-, idama gönder-, meydana çık-, razı ol-, reddet-, zili çal-.
terfian:⌠2⌡/Terfi ederek, yükselerek./ “Yüzü de güzeldir, tahsili de iyidir: terfian Beyrut'a tayin
edildi.” (RNG-ÇK)., “Hemen bir yolunu bulup sizi terfian İstanbul’a aldırırım.” (RNG-YG).
→ aldır- {atamak}. ║ tayin edil-.
tersine:⌠58⌡/Beklenilenin, umulanın aksine, karşıt olarak, bilakis, aksine, {aksi
istikamete doğru.}/ “Kennedy meydanında tersine akar ırmaklar” (VŞA)., “Rüzgâr tersine esiyor..” (OVK-BŞ)., “Yel
sustu, tersine döndü.” (AS-YA)., “Hasan ağanın torunu olarak kaldığımdan mıdır, nedir, ne dediyse tersine
yorumlamıştım…” (TY-AÖ)., “Eğer yağmur boşanmamış olsaydı, geldiği yolu tersine yürüyecek, böylece gide gele sabahı
edecekti.” (RI-KG)., “Her zaman böyle, tersine işlerdi kafam.” (OA-KB). ;
→ ak- (su, ırmak) [3], dön- [3], es- (rüzgâr) [2], büyü- (ağaç), çalış- (süreç), çevril-
(iskemle), çık- (rüya), işle- (kafa), kıvrıl- {katlamak}, yaşa-, yorumla-, yürü-. ║ etki yap-.
→ tersine çevirmek , (bir iş veya durum) tersine dönmek, (bir iş veya durum) tersine
gitmek
tersin tersin: Ø
ters pers: Ø
ters ters:⌠14⌡/Ters bir biçimde./ “‘Evet, ne var?’ dedi ters ters.” (DC-BSKY)., “‘Kim var karşında?’
diye sordu ters ters.” (PK-BCR)., “Göz ucuyla Naci'ye bakıyorum, sağ kaşını hafifçe yukarı kaldırmış ters ters Sinan'ı
süzüyor.” (AÜ-SG)., “Yalnız, minibüsün şoförü biraz naletçe iri kıyım gövdesine güvenip, her sözü ters ters yanıtlıyor...”
(KK-SE)., “Üçüncü bir kez sormamaya dikkat et, diye aksileniyorum ve herhangi bir karşılık vermesine fırsat bırakmadan
gene ters ters ekliyorum: ‘Sözümü de kesme bundan böyle!’ Amnda suspus oluyor.” (PK-BCR). “Ben de kendisine ters ters
cevap verdim.” (CKM).
→ de- [4], sor- [2], süz- [2], ekle-, yanıtla-. ║ cevap ver- [4].
→ ters ters bakmak.
⇒ ters ters cevap vermek.
ters yüz :--
→ ters yüz (ters yüzüne) çevirmek, ters yüz (ters yüzüne) dönmek, ters yüz etmek,
ters yüz geri dönmek
440
ters yüzü:⌠2⌡/Ters yüz./ “Tersyüzü gene Harbiye Mektebine döndüm.” (FRA-Z)., “Ters yüzü bostanlara
vurdum.” (EÖ-P/S)., “Nitekim Hakkı Celis'le bir odada baş başa kalınca o kadar ne yapacağını şaşırdı, hareketlerine öyle
bir perişanlık geldi ki, genç adam az daha tersyüzü dönüp gidecekti.” (YKK-KK).
→ vur- {dönmek}. ║ dönüp git-.
→ ters yüzü geri dönmek.
ter ter:--
→ ter ter tepinmek.
tesadüfen:⌠34⌡/Rast gelerek, rastlantı sonucu olarak./ “Babam da tesadüfen İstanbul'da
bulunuyordu.” (RNG-ÇK)., “Ben de Ankara'da tesadüfen bulmuştum Varlık'ı.” (FA-SUYK)., “Belli ki Yahya Kemal, Hâşim
ve öbür şâirlerimizin eserleri bu bostana tesadüfen düşmüşlerdi.” (AHT-YG)., “Vatan'da çılan yazımı ben de geçen gün
gördüm; tesadüfen.” (CKM)., “Sen bugün onunla tesadüfen tanışmasaydın, iki gün sonra nasılsa tanışacaktın.” (AK-AA).,
“Çeyrek yüzyıl sonra bir gün Sabah gazetesindeki odamda tesadüfen görüştük.” (HC-KKKY).. “…. bineceği tren,
peronların birinde, tesadüfen gözüne çarpacaktır: «Ankara/Eskişehir/Haydarpaşa».” (Aİ-OKB)., “‘Tesadüfen geldim
dünyaya, mecburum yaşıyorum.’” (İS-AG).
→ bulun- (-de) [4], bul- [3], düş- (-e) [2], gör- [2], otur- [2], tanış-* [2], al-, anla-, bırak-,
buluş-, geç- {iş değiştirmek}, gel- (-e), gir-, git- (-e), görüş-, oku-, öğren-, söyle-. ║ arkadaş
ol-, baş başa kal-, dünyaya gel-, gözüne çarp-, haber al-*, karşısına çık-, seyret-, yalnız kal-.
⇒ tesadüfen (-de) bulunmak.
teşehhüt miktarı: Ø
tevekkeli:⌠19⌡/Boşuna, boş yere, sebepsiz, rastgele./ “Tevekkeli dememişler, eşik ol da, paşa
kapısında eşik ol...” (F-PY)., “Allah seni tevekkeli yamultmamış.” (SD-FC)., “Tevekkeli oraya gömülmek istemişti adam.”
(HT-KSA)., “Gün günden hafifliyor mangır dış yardım olmasa diyarı saasan'dan halimiz duman diyor büyükler tevekkeli
tüttürmüyor bunu her patron ilham veriyor insana puro zihni açıyor...” (HT-EG).
→ de-* [16], iste-, tüttür-*, yamult-* {çezalandırmak}
⇒ tevekkeli …. demek.
tevfikan: Ø
tez:⌠160⌡/2. Süratli {çabuk} bir biçimde, {çabucak}./ “Ne tez geldin! (KT-YS)., “Velikul'a
haber ver, tez gidelim!” (FB-T)., “Bereket versin ki öfkesi tez geçer.” (MŞE-MA)., “Güzel günler tez unutulur.” (AS-YA).,
“KANUNÎ - (Rüstem Paşa'ya) tez hekimbaşını çağır.” (OA-YDBYKL)., “Hadi tez gidin, tez dönün.” (F-BS)., “İşini tez
bitirdin bugün.” (CD-Oİ)., “Hay ağzını öpeyim anne. Tez söyle.” (MTT-SS)., “Şehzademiz tez davranmış, bir vuruşta ezmiş
başını ihanetin.” (OA-YDBYKL)., “Allaha yalvarmağa başladı. «Tez ilet,» diyordu.” (YK-OD)., “Eh, kara haber tez
duyulur.” (CD-Oİ)., “DEĞİRMENCİ : (Bağırır.) Ne diye ötekilerini böyle tez yitirdin?” (GA-TO)., “ZELİHA: Zafenat-
Paneah'lığa ne tez alıştın, köleliğini ne tez unuttun diye.” (NH-YM)., “Kapalı yollarını aç, yollarına güller döşe, tez gönder
Ustamızı, Allahımız...” (YK-BE)., “Öldüm, ben de öldüm beyim Şimdi namazım kılındı beyim Elini tez tutsun kaldıracak olan
Ortalık soğumadan mezaıma gireyim.” (GA-TO)., “Vaktine hazır ol! Tez haber verin!” (KT-Gİ)., “Nasıl da tez haber salmış
Babakale'ye!” (AK-MY)., “Tez işinin başına geç.” (TO-Dİ)., “Kalkıp yola gidecek, işi yakından seyredecekti ki, yolda
441
Ruslardan başka kimseyi göremeyince bu fikrinden tez vazgeçti.” (CD-Oİ)., “Tez varıp gelirim.” (NH-MİM3)., KANUNÎ -
(Rüstem Paşa'ya buyurur.) Tez hekimbaşını al gel paşa!” (OA-YDBYKL).
→ gel-* [26], git- [11], geç- (zaman, etkisi vb.), unut- [7], çağır-, dön- [6], bitir-, söyle-
[4], bit-*, davran-, ilet-, var- [3], boşa-, duyul-, hazırla-, unutul-, yitir- [2], aç- (kapı), ağar-,
ağırlaş-, al- (-den), al- {ele geçirmek}, alış-, allan- (ufuklar), başla-, bırak- {vazgeçmek},
bitiş-, boğ-, boşalt-, büyü-, çık-, dağıl-, din-, doyul-, epri-, geçil-, getir-, gönder-, götür-,
harcan- (para), ısın- (hava), kadınlaş-, kapan-* (yara), koy-, kuru-, okun-, önle-, parele-, ser-
(sofra), sıkış-, sil-, sol-, toparlan-, uzaklaş-, ütüle-, yayıl- (havadis), yumuşa-. ║ elini … tut-
[4], haber sal-, haber ver-, işinin başına geç-, vazgeç- [2], ata atla-, dilini tut-, geri çekil-, haber
getir-, haber gönder-, haber uçur-, hazır ol-, içeriye al-, kafasından at-, kendini toparla-,
mezara sok-. ║ varıp gel- [2], dönüp gel-. ║ al gel.
⇒ tez gelmek, tez gitmek, oturmak.
tez beri: Ø
tezce:⌠1⌡/Çabucak./ “‘Ama...’ diyor Hasan ‘bir de köye yetiştirildi mi bu ıkınlardaki broşürler, bu
yorgunluklar tezce unutulur o vakit.” (MM-KG).
→ unutul-.
tezelden:⌠16⌡/Çabucak./ “Allah ona verdiği derdi tez elden alsın.” (F-PY)., “Üstelik köye de rezil
olursun. Tez elden boşar seni Ömer duyarsa.” (RB-SN)., “Fakat Salih tez elden önledi: -Askerliğin yazı kışı mı olurmuş hay
Ah' emmi sen de?..” (TB-KA)., “Kim ki düşünde cima yapa tezelden evlene.” (FE-HBM-O)., “Fillerin dişi gelince de hemen
tezelden saray kuruluyor, çatılıyor, dayanıp döşeniyor.” (PNB-AGUG)., “Üveys Paşa! Tez elden haber yollayın Ferhat
Ağa'ya; Hünkâr'ın yeni fermanı gelinceye dek beklesin, sakın dokunmasın Mustafa'ya.” (YK-S).
→ al- (dert), boşa-, çatıl-, evlen-, evlendir-, kurul-, önle-, temizlettiril-, tüket-, uy-,
ver- {evlendirmek}, yapıl-, yayımla-. ║ haber yolla-, rapor hazırla-, tedarik et-, yola çık-. ║
dayanıp döşen-.
tıbben: Ø
tıka basa:⌠16⌡/Çok sıkıştırarak, boş kalmayacak biçimde, iyice dolarak./ “Vapur tıka
basa dolmuş.” (HT-KSA)., “Kapılarına kadar tıka basa doluşuyorduk otobüslere.” (EÖ-P/S)., “Karınca dilini kusursuz
konuşması sayesinde burada işçi karıncalar tarafından bir larva gibi tıka basa beslenir.” (AA-ETY)., “Kömür geldiyse, önce
tıka basa yığılıyor, sonra Ceran'ın annesi solgun bir erke picaması giyip sokağa çıkıyor, kömürü içeriye aktarıyordu.” (Sİ-
İGÇÖ2).
→ dol- [2], doluş- [2], beslen-, doldurul-, doy-, yığıl-. ║ karnını doyur-.
→ tıka basa doldurmak, tıka basa yemek
tıkır tıkır:⌠45⌡/Düzenli bir biçimde, ara vermeden, aksamadan. {duraksamadan.}/ “Bütün gece bir saat tıkır tıkır işledi.” (MA-BAK)., “Mehmet Çavuş ve ben hep rahvan yürüyen yerli küçük hayvanlar
üzerinde tıkır tıkır gidiyoruz.” (HEA-AG)., “Esma, titreyen dudaklarında beyaz mendili, ayaklarında takunyaları, tıkır tıkır
442
yürüdü, evine girdi.” (CD-Oİ)., “Fabrikası tıkır tıkır çalışır, Darphane gibi para keserdi.” (OK-KT)., “Benim çeviriden
yansıdığı kadarıyla, Ayme'nin anlatım özelliklerini çok iyi kavramıştı, tıkır tıkır götürüyor, sonunu da tıpkı Marcel Ayme
gibi, çarpıcı bir gözlemle noktalıyordu.” (TY-YGY)., “Gidip yemeyip içmeyip paramı tıkır tıkır biriktireceğim.” (F-PY).,
“‘Tamam abi,’ dedi, sonra tıkır tıkır yürüyüp gittiler...” (LT-OÖY).
→ işle- [16], git- [5], öde- [4], yürü- [4], gel- [3], çalış- [2], götür- [2], al-, çık-
(merdiven), dökül-, geç-, işlet-, söyle-. ║ para biriktir-. ║ gidip gel-, yuvarlanıp git-.
⇒ tıkır tıkır işlemek, tıkır tırık ödemek.
tıklım tıklım:⌠13⌡/2. Boş yer kalmayacak biçimde./ “Arabalarla manda sırtında, öküz
boynunda, insan omuzunda kel, kör, uyuz, egzamalı, mantarlı, cüzamlıya kadar efendim bir köylü kafilesi tam bu zamanda
gelir, şu gördüğünüz meydanı tıklım tıklım doldururdu.” (SFA-HBSK)., “Birazdan göğe giden bütün tramvaylar ve
otobüsler tıklım tıklım dolacak.” (GA-TO)., “Yunan hududuna kadar tren tıklım tıklım geldik.” (CKM)., “Aşağı kattaki
misafir odasında mahallenin kadınları tıklım tıklım oturuyorlardı.” (SK-D)., “Bindirme ve indirme istasyonları mahşeri
andırıyor, katarlar ardarda ve tıklım tıklım hareket ediyorlardı.” (TÖ-ŞÇT).
→ dol- [7], doldur- [3], gel-, otur-. ║ hareket et-.
⇒ tıklam tıklam dolmak (doldurmak).
tık tık:⌠5⌡/‘tık’ sesi çıkararak./ “‘Vaktinden önce büyümüş kocaman bir kuş, gagasıyla tık tık vurmuş
kapıya.’” (RI-KG)., “Doktor eğildi, gencecik bir adamın yüreği avuçları içindeydi.. Tık tık atmıyordu.” (FO-KSA)., “Doktor
eğildi, gencecik bir adamın yüreği avuçları içindeydi.. Tık tık atmıyordu.” (FO-KSA).
→ vur- (kapı) [3], at-* (yürek), çal- (kapı).
⇒ tık tık vurmak.
tıngadak:⌠1⌡/Birdenbire, aniden ses çıkararak./ “O an tıngadak düştüm…” (BŞ-DKO).
→ düş-.
tıngır mıngır:⌠5⌡/1. Kuru, çınlamalı ve yankılı bir sesle./ “…dahası tıngır mıngır yuvarlandı
merdiven basamaklarından …” (HAT-KHK). ; /2. Yavaş, düzenli bir biçimde./ “Kız tıngır mıngır oradan
geçmiş.” (PNB-AGUG)., “Oğlum yola çıktık ama, tıngır mıngır...” (KT-YS).
1.⌠1⌡→ yuvarlan-.
2.⌠4⌡→ geç- [2], gel-. ║ yola çık-.
tıngır tıngır:⌠1⌡/2. Birbirine çarpan metal eşya sürekli ses çıkararak./ “Bir çay kaşığıyla
tıngır tıngır karıştırdı.” (SD-K).
→ karıştır-.
tıpatıp:⌠14⌡/Tastamam, eksiksiz, tamamen, her bakımdan uygun, upuygun, birbirinin
aynı bir biçimde, tıpkı tıpkısına, tıpkısı tıpkısına./ “Ama niye birbirimize tıpatıp benzeyelim ki!” (BB-BBÇ).,
“Lâcivert elbise zayıf ve belli, omuzlu vücuduna tıpatıp oturmuştu.” (TB-KA)., “Benzerliklere, hattâ (bindebir öyledir ya)
yer yer aynılıklara karşın, çevrilen ile çevirenin sonucu tıpatıp örtüşmez.” (NU-DG)., “Sizin gibi beni böyle tıpatıp
tanımlayacak, Özleyecek ve bulmak için savaşabilecek kadın yazarı bekliyordum hep!” (BU-GYÇ)., “Tıpatıp aynı
kalacaktı...” (AB-BBYŞ).
443
→ benze- [3], otur- {uymak} [2], örtüş-*, tanımla-, tut- {uymak}. ║ aynı kal-.
→ tıpatıp uymak.
⇒ tıpatıp benzemek, tıpatıp oturmak {uymak}.
tıpır tıpır:⌠6⌡/Hafif ve düzenli biçimde ses çıkararak./ “Sonra Hamdi'nin elindeki gaz
lambasının yarı uykulu ışığıyla birlikte ben, merdiven basamaklarını tıpır tıpır indim.” (HAT-KHK)., “…kümeslerin
üstündeki tenekeler tıpır tıpır ötüyor…” (HAT-KHK)., “Bir sırrı sürüklüyor terlikler tıpır tıpır İzbe sofalarında, izbe
sofalarında …” (FA-ZY)., “Karısı yüzüne bakmadan yine tıpır tıpır geri döndü.” (ÇA-BAG).
→ in- (merdiven) [3], öt-, sürürle-. ║ geri dön-.
tıpış tıpış:⌠11⌡/Kısa adımlarla çabuk {ve isteyerek ya da istemeyerek} yürüyerek./ “Ardımızdan tıpış tıpış gelecek, göreceksin…” (FB-ID). “Sonrası, tıpış tıpış döndüm eve...” (RI-KG)., “Kapıyı çalan olsa,
"Evet, Hasan Cemal benim" deyip tıpış tıpış Cebeci'deki cezaevinin yolunu tutacaktım.” (HC-KKKY).
→ gel- [6], dön-, eşin-, ║ ..ın yolunu tut- [2].
→ tıpış tıpış yürümek.
⇒ tıpış tıpış gelmek, tıpış tıpış …ın yolunu tutmak.
tıpı tıpına:⌠4⌡/Tastamam, aynen./ “Arkadan tıpı tıpına benziyordu hani.” (HT-KSA)., “Tekrar tekrar
teşekkür ederim oğlum, diye uğurladığı âna kadar arada geçen bütün sözleri belleğine tıpı tıpına kazıdığı gibi tekrar etti.”
(NSÖ-AD).
→ benze- [3]. ║ tekrar et-.
⇒ tıpı tıpına benzemek.
tıpkı: Ø--
tıpkı tıpkısına:⌠6⌡/Tıpatıp./ “Hepsi de tıpkı tıpkısına babalarına benzediler.” (AN-MB).,
“Karmakarışık olduğu için buraları tıpkı tıpkısına veriyorum efendim!” (KT-YS)., “Memed bu ötüşü tıpkı tıpkısına taklit
ederdi.” (YK-İM1).
→ benze- [4], ver-. ║ taklit et-.
⇒ tıpkı tıpkısana benzemek.
tıp tıp:⌠11⌡/Küçük ve hafif bir biçimde {‘tıp’ sesi çıkararak.}/ “Yüreğim tuhaf bir dürtüyle
hızlanmış tıp tıp atıyordu.” (OP-YH)., “Saçaktaki buzlardan tıp tıp sular damlıyor.” (FE-HBM-O)., “Hayatın tılsımı tıp tıp
tıp attırır yüreklerini, kahkahaları başka türlü, saç taramaları başka türlü: anneyle ortak, babaya söyledikleri yalan başka
türlüdür.” (GY-D)., “Tencereye tıp tıp düşüyorlardı, ortalarında kesik dana başı, köpek, kadın, resim, kasap, manav,
sıçrıyorlar.tencerede, sonra duruyorlar rüzgârsız, tıpkı sokaktaki gibi durgun alabildiğine.” (OR-BCİ).
→ at- (yürek) [6], damla- (su) [3], attır- (yürek), düş-.
⇒ tıp tıp (yürek) atmak, tıp tıp damlamak.
tırık tırak: Ø
444
tırıs tırıs:⌠1⌡/1. Hızlı bir biçimde./ “Ø”. ; /2. Utanmış, mahcup bir biçimde./ “Yine,
dokuma çarşaflı müdirenin peşinde aynı dolambaçlı sokaklardan, tırıs tırıs mektebe döndüm.” (RNG-ÇK).
1.⌠-⌡→ Ø
2.⌠-⌡→ dön- (-e).
tin tin:⌠5⌡ /Sessiz, patırtısız olarak./ “Tornan, ardı sıra tin tin geliyor.” (FB-ID)., “Okuldan çıkınca,
yağmur çamur dinlemeden, 'tin tin tin tin' beraber giderdik.” (ZA-MAAİ)., “Tornan, yanlan sıra tin tin koşuyor.” (FB-ID).
→ gel- [2], git- [2], koş-.
⇒ tin tin gelmek, tin tin gitmek.
tiril tiril:⌠8⌡ /3. Tir tir./ “Aylin korkudan tiril tiril titriyordu.” (AK-AA). ; //Işıltılı, güzel bir
biçimde.// “Yusuf Ziya Ortaç, tiril tiril giyinir; takacağı kravatı, yiyeceği yemeği, söyleyeceği sözü özenle seçerdi.” (İS-
DÖV)., “İçi de dışı da tiril tiril titreşiyordu.” (OA-SİO). “Lâkin bilirim güzellik koşuşturma, sevinme unutulmaz. Tiril tiril
dururlar yürekte.” (F-BS)
/…/⌠4⌡→ titre- [4].
//…//⌠4⌡→ dur-, giy-, titreş-, yan-.
⇒ tiril tiril titremek
tir tir:--
→ tir tir titremek
titizlikle:⌠20⌡/Titiz bir biçimde, titiz olarak./ “Ahmet ağabeye, söyledim. - Tabi, dedi, kendi
hakkımızı da mutlaka, başkalarının haklarını nasıl titizlikle koruyorsak, öyle korumamız lâzım.” (EI-NS)., “Olayların intihar
mı cinayet mi olduğu araştırılıyor titizlikle.” (İA-ÖEK)., “Dudakları titizlikle boyanmış, saçları taralı, tırnakları cilalı elleri
yorganın üstünde.” (SKA-GA)., “Gövdelerinden titizlikle uzak duruyorlardı; ürpertici bir güçle asılıyorlardı bu karara.”
(EA-DÖY).
→ koru-* [3], araştırıl-, bak-, bırak-, boyan-, hazırlan-, incelen-, kaçın-, karıştır-
(sayfa), korun-, oku-, sakla-, yapıl-, yerleştir-, yönlendir-. ║ uzak dur-, yerine getir-, yerine
kon-.
tokmak tokmak: Ø
tok tok:⌠3⌡/Kalın ve gür sesle./ “Numan Bey bir ara gene tok tok konuştu: - Daha da kim bilir ne
kadar düşecek.” (OK-C)., “SUAT, onları seyrederken sanki biraz utanmış, boğazına kılçık kaçmış; tok tok öksürür.”(AA-
TO3).
→ konuş- [2], öksür-.
⇒ tok tok konuşmak.
top:--
→ top etmek, top yapmak
445
top top:⌠6⌡/Top biçiminde olarak, yuvarlak yuvarlak./ “Aksakallılar bir zaman ağlaştılar, bir
zaman sakallarını yoldular top top…” (KT-Gİ)., “Adacada kayalıkların arasında top top nergis biter, öyle mi?” (YK-İM1).,
“Kadınlar bahçede, dut ağacının altında, eltinin çevresinde, top top oturmuşlardı.” (NM-TÖ2).
→ yol- (sakal) [2], bit- {yeşermek}, otur-, sağıl-, tükür-.
→ top top yapmak.
topu topu: Ø
topyekûn:⌠8⌡/Eksiksiz, toplam, toplu olarak./ “Çünkü Türkiye'nin kuyusu kazılmıştır ve içine
itilmek üzeredir; ama Kuvayı Milliye ruhu yeniden topyekûn canlanmaktadır.” (OS-HT)., “Nasıl oluyor da topyekûn
ölmüyorlar?” (NH-MİM3)., “Dünya Savaşı sonrasında görülür: Cemaat değerleri topyekûn iflas etmiştir şimdi.” (EB-YU).,
“Ve artık bütün iyi dilekler boşunaydı, bu trenin yolcuları gülmeyi de, bahtlarını da topyekûn kaybetmişlerdi.” (TB-KA)
→ canlan-, öl-*, zehirlen-. ║ gölgede bırak-, halledil-, iflas et-, kaybet-, toprağa düş-.
torpilsiz: Ø
töskürü: Ø
tun tun:--
→ tun tun kaçmak.
tutturabildiğine: Ø
tutuksuz:⌠2⌡/2. Tutuklanmadan./ “Mahkemeye sevk edildim hakim beni tutuksuz bıraktı, hakim bana
memleketten geldiğimde bu parayı iade etti.” (TÖ-E)., “Eski davaları tutuksuz sürecek.” (İA-ÖEK).
→ bırak- {salıvermek}, sür- (dava).
tükenik:⌠1⌡/2. Çok azalmış bir biçimde./ “Susuyorum, yılgın, tükenik.” (VB-SvB).
→ sus-.
tümden:⌠50⌡/Tümüyle, bütünüyle./ “Kötü bir suç işlemiş gibi bozuldum, heie bu herifin kadın-erkek
eşitliğine inanmadığını tümden unutmuştum, öfkelendim.” (EI-KA)., “Kendime duyduğum saygıyı tümden yitirmiştim, saygı
ne kelime, merhamet bile hissetmiyordum.” (EI-KA)., “Geçmişte, bu yörelerde yaşayan ilkel kavimler, güneş doğarken,
tümden ayaklanırlarmış.” (GD-AK)., “Bu tür kadınların kimi, erkeklerle ilişki kurmaktan, tümden kaçınırlar.” (EG-İO).,
“Başka bir deyişle, insanın iç dünyasında kapalı kalan duyguların yarattığı kaygıyı belirli bir duruma odaklaştırarak
boşaltma biçiminde işleyen bilinçdışı mekanizma, kişinin yaşadığı tedirginliği tümden ortadan kaldırmaz.” (EG-İO).,
“Yalnız tabii boşanmakla, grup tümden yok olmaz, ana babanın sosyal-kültürel, yasal ve hukuki ilişkileri tükenmez.” (BG-
KA)., “Demek izin umudu tümden suya düşmüştü.” (ÇA-BAG)., “Sonunda umudunu tümden yitirir…” (EG-İO)., “Bazı
durumlarda ise eyleme geçmekten tümden, vazgeçer…”(EG-İO).
→ unut- [2], yitir- [2], ayaklan-, bit-, cıvıt-, çök-, delilen-, delir-*, dur-, engelle-*, ışıt-,
kaçın-, kaçır-, köpür-, öfkelen-, sarıl- {kuşatılmak}, sepetlen-, sök-, yıktırıl-. ║ ortadan kaldır-
* [2], umudunu yitir- [2], yok ol-* [2], bilinç dışına itil-, boş bırak-*, boşa git-, dışa vurul-,
elektrikler kesil-, eyvallah çek-, geçerliliğini yitir-, geleceğe yönel-, içi boşal-, kendi yanına
446
çek-, kendini ver-*, mahvol-, ortadan kalk-, reddedil-, reddet-, rotasını değiştir-, sözleri
kaldır-, umudu suya düş-, üstüne yıkıl-, vazgeç-, zihinden silin-.║ kaldırıp at-*, yok olup git-
*.
tümen tümen:⌠2⌡/Pek çok, {çokça}./ “İçini kurcaladınız mı magazin hikayecilerini, dedikodu
şairlerini tümen tümen bulursunuz.” (GY-D)., “Bulutlar yeni atılmış hallaç pamuğu gibi öbek öbek, tümen tümen altından,
üstünden, sağından solundan geçiyorlardı.” (AK-AA).
→ bul-, geç-.
Türkçesi: Ø
447
U
ucun ucun:⌠2⌡/1. Uç uca, ucu ucuna, azar azar./“İkinci Yeni, yani anlamsız şiir mi övülüyor
"ucun ucun" bu sözlerle?” (MF-ES)., “Yuvasızlığı güzel gözlerini şaklataraktan ucun ucun mu yüreklenir kişi…” (ME-TŞ).
; /2. Yan yana./ “Ø”.
1.⌠2⌡→ övül-, yüreklen-.
2.⌠-⌡→ Ø
ucu ucuna:⌠3⌡/Ancak, en son kertede./“Kırk yıldır ucu ucuna denk getiremedim.” (AS-YA).,
“Krapen Pasajı'nda meyhaneler vardı, biz ucu ucuna yetişmiştik, onlara özenen bir yer.” (Aİ-YK)., “Evden çok erken
çıkmama rağmen gene zar zor, ucu ucuna, filitresi filitresine yetişeceğim gideceğim yere.” (FŞ- EF).
→ yetiş-, yetiştir-. ║ denk getir-.
ucuzca:⌠1⌡/Ucuz olarak, ucuz bir biçimde./“Çünkü bu şimdi ceviz masasından il idare başkaniyle
konuştuğu fabrikayı yıllarca önce Emvali Metruke'den, gene bu parti mebusu, hatırlı birinin yardımıyle ucuzca satın almış,
yıllar yılı da geliştirip büyütmüştü.” (OK-KT).
→ satın al-.
ucuz pahalı:⌠1⌡/Yüksek veya düşük fiyatlı olduğuna bakmadan./ “Öyle söyleyeceğinize bu
kedi bezin çok hoşumuza yitti, bunu ucuz pahalı bize sat, deyin, daha iyi!..” (OK-KT).
→ sat-.
ucuzuna:⌠1⌡/Ucuz olarak, ucuzca./ “Satacak pek bir şey yoktu, ucuzuna buğday satar parasını
götürürdük.” (FB-ID).
→ sat-.
uçtan uca:⌠4⌡/Bir baştan bir başa./“Gözlerin sonsuz uzun sonsuz çekikti Baksan uçtan uca Çin
Şeddi'ni görebilirdin”(CS-SS)., “Şu senin bulutsu sesin var ya uçtan uca tersyüz ediyor geceyi” (CS-SS)., “Sokaklar uçtan
uca kazılmış.” (CS-SS)., “Binlerce ağızdan bir ilâhî gibi engin Sesler denizin ufkunu uçtan uca sardı,..” (YKB-KGK).
→ gör-, kazıl-, sar-. ║ tersyüz et-.
uç uca:⌠5⌡/Bir şeyin son noktasıyla, ikinci bir şeyin baş noktasını birbirine
ekleyerek./ “Ayrı ortamların boyutları uç uca bitişiyor.” (CS-GC)., “İçine yalnızlık ufku dolunca Yolları uc uca bağlar
bir çoban.” (FHD-50S)., “Yüklendi. «Kalem» odasında iki masayı uç uca getirdi.” (KT-YS)., “Yastıklar, uç uca
uzatılmıştı.”(YK-KSİ).
→ bağla-, bitiş-, getir-, uzatıl-.
→ uç uca gelmek.
ufaktan ufağa:⌠1⌡/Küçük küçük, ufak ufak, azar azar./ “Yön dergisi ufaktan ufağa kaşıyordu
bu karışıklığı.” (HC-KKKY).
448
→ kaşı-
ufak ufak:⌠4⌡/1. Küçük küçük./ “Yırttı, ufak ufak parçaladı.” (RI-KG). ; /2. Küçük parçalar
durumunda./ “Ø”. ; /3. Yavaş yavaş./“Gıli, çetesine bir işaret çakıp "Ben gidiyorum siz arkadan ufak ufak
gelirsiniz, deyip dışarı fırladı.” (MK-AR). ; //Azar azar, az ve önemsiz ölçülerde.//“Ben nafakayı doğrulturum
ufak ufak Kimseye minnet etmeden” (GA-TO)., “Niyazi ile çok tatlı ufak ufak kavgalar ediyoruz.” (GD-ADM).
1.⌠1⌡→ parçala-.
2.⌠-⌡→ Ø
3.⌠1⌡→ gel-
//…//⌠2⌡→ nafakayı doğrult-, kavga et-.
uğrun:⌠1⌡/Gizlice./ “Sarayın cümle kapısına dayanacağına, arkaya dolanıp uğrun kapıya yanaştı.” (KT-
Gİ).
→ yanaş-.
uğrunda (I):⌠3⌡/Amacında, yolunda./ “Dünyayı uğrunda yıkabilirdi.” (OA-SİO)., “Emret, uğrunda
kanımızı dökelim!» demişler.” (NSÖ-AD)., “Yaşamak mademki bunca güzel Döğüşülür, uğrunda ölünür.” (DH-SS).
→ ölün-. ║ dünyayı yık-, kan dök-.
uğrunda (II): Ø
uğul uğul:⌠6⌡/Uğultulu olarak./ “…canlı tutmak istercesine, kapılarla pencereler her zamanki gibi
uğul uğul uğulduyordu.” (HAT-KHK)., “Gecenin sessizliği içimde uğul uğul çağlıyor Gece, aydınlığını sabaha bırakıp
Yalnızlığında ağlıyor.”.(AS-Ş)., “Sesler uğul uğul akıyordu.” (EB-BG).
→ uğulda- [3], ak-, çağla-.
⇒ uğul uğul uğuldamak.
ukalaca:⌠3⌡/Ukala bir biçimde./ “Hele etrafta sen yoksan nasıl da ukalaca konuşurum!” (BB-BBÇ).,
“Atıf o hayata dayanılamıyacağını ukalâca anlattı.” (RHK-BS)., “Ne ukalâca lakırdılar edecek?” (RHK-BS).
→ anlat-, konuş-. ║ lakırdı et-.
ulu orta:⌠4⌡/Bir şeyin aslını bilmeden, düşünüp tartmadan, çekinmeden, açıktan
açığa./“Yıldırım, bu uyarıyı ulu orta yapmaz, operasyon sırasında, çatışmaya gireceğimiz anlarda söylerdi.” (AÜ-SG).,
“Çünkü neferler, erlikle ilgili işlerde sık dokuyup, ince elemez, ulu orta davranırlardı.” (MTT-SS)., “Gözlerim doldu,
beddua ettim ulu orta.” (OA-KB).
→ yap- [2], davran-, yapıl-. ║ beddua et-.
⇒ (bir şeyi) ulu orta yapmak.
umumiyetle:⌠1⌡/Genellikle./ “Muhalefet, İttihat ve Terakki'nin kurtarıcılığını umumiyetle kabul
etmiştir.” (TT-İMSHB).
→ kabul et-.
449
umursamazca: Ø
upuzun:⌠7⌡/2. Tamamıyla uzanmış bir durumda./ “Fatma kuyunun kenarında yerde upuzun
yatıyordu.” (AHT-H)., “Soluk almaksızın upuzun duruyordu.” (EÖ-P/S)., “Gelir divanın birine upuzun oturur. (GA-TO).;
//Uzun uzun.//“Başından sonuna, upuzun baktı yemlece.” (FB-T)., “Sonra upuzun öptü.” (BU-GYÇ).
2.⌠5⌡→ yat-* [3], dur-, otur-.
//…//⌠2⌡→ bak-, öp-.
⇒ upuzun yatmak.
usangın: Ø
uslu:--
→ uslu durmak (veya oturmak).
ustaca:⌠10⌡/{2. El uzluğu ile, ustalıkla., 3. Becerikli olarak, kurnazlıkla.}/“Uzunca bir
süreden beri ilgilendiği şehir kavramını Şehir Asla Unutmaz (1996) ve Şehir Ey Şehir (1997) adlı kitaplarında irdeleyen
Mustafa Armağan, bu birikimini yeni kitabında tek bir şehri, Bursa'yı anlamak için ustaca kullanıyor.” (BA-YYY)., “Çok
şükür bir kazaya belaya uğratmadan, ustaca sokuverdim işte!” (FB-ID)., “Yaşanılan yer, ustaca aktarılır, gerek köy,
gerekse şehirin konumu. (AB-SD)., “Fotoğrafta gördüğün hasır şapka, keten giysi, gümüş saplı baston o yıllann
yorgunluğunu gizliyor ustaca.” (CÇ-SŞ)., “Ahmet Ada, Taş Plak Gazelleri'ndc, son yıllarda artık suyu çıkmaya başlayan
gazel modasını Rebetiko'cuların yürek dğlayan yaşam öyküleriyle ustaca dengeliyordu.” (ŞY-1996).
→ kullan- [3], dengele- [2], aktarıl-, bak-, durdur-, gizle-, sok-.
⇒ ustaca kullanmak.
ustalıkla:⌠27⌡/1. Ustaca./ “…kendisi hakkında söylenen her şeyden haberdar olup, kendini korumaya
almış, üstelik bütün bunları, bunca zaman saklamayı ustalıkla başarmıştı.” (MM-ÜAKO)., “Yazar kısa öykü sanatını da
ustalıkla beceriyor.” (OA-KB)., “İnci Aral ilk romanında bir kadının bağımsızlık ve mutluluğu umutsuzca arayışını
içtenlikle, ustalıkla anlatıyor.” (İA-ÖEK)., ; /2. Kurnazca./ “…sırasında garsonlardan yardım isteyerek; tekerlekli
iskemlelerini itecek damatları önceden ustalıkla ayarlamışlar.” (TU-G)., “Gözlerini ustalıkla kaçırdılar.. -Reis... reis; söyle
bakayım.” (TB-KA)., “Ama skandal çabucak, ustalıkla örtbas ediliyor. (İA-İKG).
1.⌠19⌡→ başar- [2], kullan- [2], anlat-, becer-, canlandır-, dağıt-, kapat- {engellemek},
oyna-, ser-, sız-, yansı- (esere). ║ gözünü kaçır-, nüfuz et-, temsil edil-, tevil et-, yeryüzüne
indir-, yola çıkar-.
2.⌠8⌡→ apart-, ayarla-, geçiştiril- (sorular), saklan-, maksadını sakla-, örtbas edil-,
söz aç-, sona bırak-,
usul (III):⌠6⌡/1. Alçak sesle./ “Hoş geldin kardaş, dedi. usul konuş.” (YK-İM1). ; /2. Yavaş./“Ama
onu uyandırmamak için usul yürür.” (NM-TÖ2)., “Ağzın yanar usul ye...” (OCK-Ç).
1.⌠2⌡→ konuş- [2].
2.⌠4⌡→ ye- [2], ekle-, yürü-.
450
usulca:⌠303⌡/{1. Yavaşça, 2. Sessiz bir biçimde.}/ “(İçer. Usulca kalkar.)” (AA-TO3)., “Usulca
kapıyı açar, bir an dışarıya kulak verir, sonra kapıyı kapar, aynı biçimde topallayarak yerine döner, oturur.” (AMD-O).,
“Yorganın altından süzülüp usulca yataktan çıktım.” (CK-BR)., “Sonra yeniden kaldırır başını, elindekini usulca bırakır,
gözlüğünü çıkarır.” (GA-TO). , “Yaklaşınca, her zamanki gibi durup şöyle bir baktım gene, sonra usulca girdim, oldukça
tedirgin adımlarla ilerledim ve bir masanın ucuna oturdum.” (HAT-KHK). , “Yanına tilki usulca yaklaşır.” (GA-TO). ,
“Yatağın örtüsünü usulca örtüyor.” (OB-EA)., “Hikmet Bey'in koluna usulca dokunuyordu.” (AA-İGA)., “Yüzümü
kasımpatlarının duru beyaz yaprakları arasına gömüp güzelliklerine beş duyumla birlikte kavuşmaya çalışırken, sevgiyle,
usulca fısıldadılar.” (OB-EA)., “Nasıl bir sonuca vardığını anlamak zor. Usulca ayağa kalkıyor.” (AÜ-SG)., “Saatleri
usulca cebine indirir, sonra cebinden çıkardığı bir deste kâğıdı ötekilere uzatarak seslenir: MİSTER K. Okey..” (VT-
BÖKDYO).
→ kalk- [11], aç- (kapı, vb.) [10], çık- (-i, -e, -den) [9], bırak- [8], de- [8], gir- (-i, -e) [8],
yaklaş- (-e) [8], ört- [7], sokul- [7], sor- [7], dokun- (-e) [6], git- [6], indir- [6], kapa- [6], kay- [6],
otur-* [6], bak- [5], çekil- [5], it- [5], çek- [4], çıkar- [4], fısılda- [4], süzül- {girmek} [4], uzan-
[4], yürü- [4], al- [3], dön- [3], düş- [3], kapat- [3], koy- [3], okşa- [3], öp- [3], sıvış- [3], açıl-
(kapı, vb.) [2], ağla- [2], ak- [2], aydınlan- [2], ayrıl- [2], çevir- [2], çök- [2], doğrul- [2], eğil- [2],
geç- [2], gel- [2], götür- [2], gül- [2], in- [2], kaldır- [2], sallan- [2], seslen- [2], sıyrıl- [2], söyle-
[2], tut- [2], vur- [2], ağar-, aktar-, anlat-, arala-, as-, ayrıl-, bat-, belir-, biç-, bul-, çömel-,
dalgalandır-, demlen-, dene-, ekle-, geçir-, gerin-, gezin-, gıcırda-, giyin-, gülümse-, hıçkır-,
ışılda-, iliş-, kabullen-, kaç-, kesil-, kıpırdan-, konuş-, kopar-, kötürümle-, kur-, mırıldan-,
oynat-, piş-, salla-, sars-, savuş-, sezdir-, sık-, sil-, silin-, silkele-, söndür-, söylen-, süzül-,
tırman-, tutuştur-, uç-, uçuş-, var-, yaklaştırıl-, yalvar-, yarıl-, yasla-. ║ ayağa kalk- [2], cebine
indir- [2], eline al- [2], başını çevir-, başını yere eğ-, elini kaldır-, frene bas-, göz at-, göz kırp-,
gözü kapan-, gözünü kapat-, gözünü yum-, ilâve et-, üstüne çek-, tekrar et-, tepeye tırman-. ║
inip kalk-. ║ kaydı gitti [2], aşar gider, çekilir gider, dağılır gider, karışır gideriz.
⇒ usulca kalkmak, usulca açmak (kapı vb.), usulca demek, usulca yaklaşmak.
usulcacık:⌠45⌡/Yavaş ve belli etmeden veya ortalığı karaştırmadan, yavaşçacık./ “Kedi usulcacık çıkıyor, kız da, hiç gürültü etmeden kedinin peşinden gidiyor.” (PNB-AGUG)., “Annesine çaktırmadan
hizmetçiye usulcacık sordu: O gece çok mü zor olur o iş?” (OK-KT)., “Gördün mü para verirken, di? Usulcacık: Gördüm,
dedi!”. (OK-KT)., “Bu bakımdan usulcacık sordu: Gittin mi?” (OK-KT).
→ çık- (-i, -e) [5], sor- [4], sıvış- [3], açıl- [2], de- [2], kalk- [2], okşa- [2], al-, büyü-,
daya-, dokun-, fısılda-, fısılda-, geçir-, gel-, gir-, giril-, git-, gül-, iliş-, kana-, kır-, savuş-, sız-,
sok-, sokul-, ver-, yaklaş-, yanaş-, yatır-, yönel-, yu-. ║ gözünü arala-.
usuldan:⌠37⌡/Yavaşça, sessizce./ “Usuldan şahini okşadı.” (YK-BE)., “Bir ses: Yoklar, dedi
usuldan.” (YK-İM1)., “Dudakları usuldan kıpırdadı. Önce” (YK-İM1)., “Hatçe, usuldan dürttü: Teyze!” (YK-İM1).,
“Kapıyı usuldan tıkırdattı. Edemedi, küçücük pencereye vardı. Usuldan, ana, ana, ana! diye seslendi.” (YK-İM1)., “Vakit
gece yarısıydı. Usuldan bir ıslık çaldı kapıda.” (YK-İM1)., “Muştan usuldan tüfeğini indirdi.” (YK-BE).
451
→ de- [5], okşa- [2], ağar- (ortalık), ak-, dokun-, dürt-, gevşet-, in-, kımıldan-, kıpırda-,
morar-, otur-, savrul-, seslen-, sırala-, sokul-, sor-, söylen-, tıkırdat-, uğulda-, var-, yala-,
yanaş-, bir yana koy-, dilini yak-, ıslık çal-, içeri gir-, içine çek-, (tüfeğini) indir-, yağmur
çisele-, yere düşür-, yol ver-.
usullacık:⌠22⌡/Usulcacık./ “…usullacık açıldı, uzun boylu, iri burunlu genel müdür kapıda dikildi.”
(OK-AY)., “…usullacık yukarı çıktı, örtüsünü, tozlu önlüğünü filan suçlu suçlu çıkardı.” (OK-C)., “Babası usullacık güldü.
- Oğlan uyur mu ne?” (OK-C)., “Ağa: - İzmirli de kim? diye usullacık sordu.” (OK-C)., “Her şeye rağmen içinde bir sızı,
kızının ergeç gideceğini düşünmekten gelen bir sızı, dışarı çıktı, kapıyı usullacık çekti.” (OK-C).
açıl- (kapı) [3], çık- (-i) [2], gül- [2], okşa- [2], sor- [2], bak-, doğrul-, gir-, kapat- (kapı),
sıvış-, sokul-, yürü-. ║ elini uzat-, göz at-, kapıyı çek-, yatağa gir-. ║ çekti gitti.
utana sıkıla:⌠6⌡/Çok utanıp sıkılarak, utanıp sıkılmış bir biçimde./ “Nazime Hanım utana
sıkıla bir yolcularının geleceğini söylemişti” (SKA-GA)., “Üçüncü gün utana sıkıla Teyzeme kararımı bildirdim.” (AÜ-SG).,
“Karargâhtan ayrılmadan önce, Reha utana sıkıla kardeşinin yanına sokulmuş; - Bir şey itiraf etmek istiyorum, kardeşim,
demişti.” (EA-DÖY)., “Gizli gizli dertleştiği, birbirleriyle evlendirecekleri çocukları üzerine, birlikte hayaller kurdukları
komşusundan, utana sıkıla özür diliyor.” (EB-BG).
→ getir-, söyle-. ║ kararını bildir-, özür dile-, söz et-, yanına gel-, yanına sokul-.
utanmazca:⌠1⌡/2. Utanmaksızın, uzanmaz bir biçimde./“Karşı taraf boğazım temizlemekle
yetindi. "Ben, 141 52 49 yazmışım," dedim utanmazca.” (PK-BCR).
→ de-.
uyarınca: Ø--
uykulu:⌠5⌡/2. Uyku sersemi olarak./ “Ellerinde makineli tüfekler, karakolun önünde nöbet tutan
polisler ona uykulu ve şüpheli baktılar.” (OP-KK)., “Kayalar, ağaçlar, sular, börtü böcek, geyikler, tilkiler, çakallar,
koyunlar, kuzular bir sabah buğusu içinde uykulu geriniyorlardı.” (YK-BE).
→ bak- [2], bakın-, gerin-, homurdan-.
uykulu uykulu:⌠7⌡/Uykudan yeni kalkmış, uyku sersemliği üzerindeyken./ “Bakma
öyle uykulu uykulu suratıma.” (HT-KSA)., “Bükadına akıl sır ermiyor,' derdi gene, 'var mıdır, yok mudur bilemiyor insani'
Biz^ kardeşimle susup uykulu uykulu dinlerdik.” (HAT-KHK)., “Kadın uykulu uykulu mırıldandı: "Hadi boşver."”. (ÜK-
BDG)., “Caminin çatısına tünemiş kayıp birkaç kumru uykulu uykulu dem çekiyordu, onları dinledim sonra...” (HAT-
KHK).
→ bak- [3], dinle-, in- (-e), mırıldan-. ║ dem çek-.
⇒ uykulu uykulu bakmak.
uykusuz:⌠31⌡/2. Uyumadan, uykusunu almadan./ “Bütün geceyi uykusuz geçirmişim güya...”
(OA-KO)., “Bir aralık o bana acıdı, - Sizi de uykusuz bıraktım, dedi.” (MŞE-MA)., “Geceleri uykusuz geçiyor.” (FRA-Ç).,
“Pazar sabahına kadar uykusuz çalışırdık.” (HC-KKKY)., “Madem bu ölçüde kararlısın, hiç değilse erken yat, bilmediğin
memleketlere uykusuz varma, gözün açık olsun," dedi ve iyi geceler dileyip yorganı başına çekti.” (GY-H2).
452
→ bırak- [4], geç- (gece) [2], koy- [2], çalış-, bekle-, bırakıl-, dalgalan-, dur-, geçirt-,
öl-, sor-, tüket- (gün), var-*, yat-. ║ (geceyi) geçir- [11].
→ uykusuz kalmak.
⇒ (geceyi) uykusuz geçirmek, uykusuz bırakmak.
uysalca:⌠6⌡/Uysal bir biçimde./“"Peki," dedim uysalca.” (SD-K)., “Mustafa Kemal eğer bazı şartları
kabul ederse, Kuvay-ı Seyyare'nin olduğu gibi kalmasına izin verileceği vaadine kadar uysalca davrandı.”(FRA-Ç)., “Güldü.
"Gel mutfağa," dedi. Uysalca yürüdüm peşinden.” (SD-K).
→ de- [2], davran-, dön-. ║ elini bırak-, peşinden yürü-.
uyur uyanık: Ø
uz: --
→ az gittik uz gittik.
uzaktan:⌠165⌡/1. Uzak yerden./ “O koca sarığıyla uzaktan çok heybetli görünüyordu.” (MTT-SS).,
“"Seni uzaktan gördüm," dedi; "bak, bürda kim var?" Beraberce uzaklaştılar.” (HAG-AS)., “…uzaktan Beşire bağırdı:
Şimdi geliyoruz, Beşir!...” (HZU-AM)., “Arkalarından, on beş yirmi adım uzaktan Ömer geliyordu.” (SA-İÇ)., “Ben de,
uzaktan ona gülümsüyorum.” (YKK-Y)., “Atlar kişniyor, uzaktan postalların tok sesleri duyuluyordu.” (HT-GF)., “Alice
kimi zaman uzaktan seyrederdi annesini.” (MM-ÜAKO)., “Rifat uzaktan ateş etti.” (KT-Gİ)., “Kalabalığın arasında İhsan
uzaktan gözüme ilişti.” (HEA-AG). ; /2. Uzak olarak./ “Al bayrağı uzaktan tanıdı.” (GY-H1)., “Biz uzaktan
kuruyorduk Çetin, olanlar üzerine değil olabilecekler üzerine düşünüyorduk.” (BB-BBÇ)., “Bihterde galeyan eden hiddeti
uzaktan hissediyordu, amma bunu kendi istemişti, kendi hazırlamış idi;…” (HZU-AM)., “Bir erkeğe yönelik olarak
geliştirilen tutku uzaktan yaşanır.” (?).
1.⌠143⌡→ görün-* [14], gör-* [13], seslen- [11], izle- [10], duyul- [9], gel- [7], bağır- [5],
gülümse- [5], seç-* [5], bak- [4], işitil- [3], gözle- [3], benze- [2], göster- [2], gözük- [2], selâmla-
[2], sev- [2], araştır-, at-, ayırt et-, de-, dikizle-, dinlet-, geç-, geçir-, getiril-, gıdıkla-, görül-,
kişne-, sarıl-, selamlaş-, sor-, tapınıl-, yetiş-, yüksel-, yürü-. ║ seyret- [10], ateş et- [2], ateşe
tut-, dikkat çek-, el kaldır-, fark et-*, göz al-, gözüne iliş-, gürültü kop-, selâm ver-, ses gel-,
sökün et-, takip et-, tüfek atıl-.
2.⌠12⌡→ tanı- [9], kur- {planlamak}, yaşan-. ║ hisset-.
→ uzaktan bakmak (veya seyirci kalmak).
⇒ uzaktan görünmek, uzaktan görmek, uzaktan duyulmak, uzaktan tanımak.
uzaktan uzağa:⌠26⌡/2. Çok uzaktan./ “Uzaktan uzağa bir yosun kokusu duyuluyordu.” (EÖ-P/S).,
“Genç atlı ve yayan ihtiyar uzaktan uzağa seslendiler: Ben Varna'da galebe çalan Türk'ün oğluyum!” (YKB-Aİ).,
“…haftalarca gece uykularımı bölüp evden kaçar, kaya kovuklarına sinerek, yuvaları uzaktan uzağa izlerdim.” (GD-AK).,
“Tellâlın sesi uzaktan uzağa yankılanır.” (TO-Dİ). ; /3. Biraz, az buçuk, at değil./“Behçet Necatigil ise Nâzım
Hikmet'i pek tanımıyor, uzaktan uzağa ilgilenmiş anlaşılan.” (MF-ES)., “Ahmed Cemil bu kavgalara kendisinin yabancı
453
olmadığını uzaktan uzağa farkediyordü.” (HZU-MvS)., “Siz de beni seviyordunuz, uzaktan uzağa bunu hissediyordum, şu
halde bahtiyar olmak için ne mâni vardı?” (HZU-AM).
2.⌠22⌡→ duyul- [4], izle- [3], işit- [2], işitil- [2], yankılan- [2], bak-, duy-, gel-, görün-,
kolla-, mükâfatlandır-, seslen-. ║ köpek havla- [2].
3.⌠4⌡→ ilgilen-. ║ ilgisi sür-, hisset-, fark et-.
uzaktan yakından:⌠2⌡/Herhangi bir bakımdan ilgili bir biçimde./“Sağdan soldan, uzaktan
yakından bir bekçi düdüğü işitilir.” (GD-TO1)., “Aradan yıllar geçer, Nevres'in Şehzade Abdülaziz'le dostluğu uzaktan
yakından devam eder.” (HT-M).
→ işitil-. ║ devam et-.
uzun**:⌠247⌡/3. Ayrıntılı, derinlemesine./ “Ø”. ; //Fazla, çok, yeterinden
uzunca.//“Ama bu süre uzun sürmedi.” (AS-YA)., “Bu adada insanlar uzun yaşarlardı.” (?)., “Uzun beklediler.” (YK-
KSİ)., “Böylece uzun konuştular, Sultan, gidelim, dedi ya oğullarının öldüğüne içi bir türlü inanamıyordu.” (YK-KSİ).,
3.⌠-⌡→ Ø
//…//⌠38⌡→ sür-* [21], yaşa-* [7], bak-* [2], kal-* [2], konuş- [2], bekle-, git-, ilgilen-
*, yaz-.
→ uzun etmek, uzun oturmak.
⇒ uzun sürmek, uzun yaşamak.
uzun boylu:⌠15⌡/3. mec. Derinlemesine, ayrıntılarıyla, {uzun süre}./Çöp tenekesinin
başında uzun boylu tereddüt ettim, hayır atamayacağım!..” (EI-KA)., “Hatta bunun için icap ederse annem de kalkıp
Feridun'un annesine giderek bu işi uzun boylu görüşecek...” (OCK-Ç)., “Ben ki sizinle uzun boylu seviştim, iliklerim
çoğaldı, nice yoruldum.” (SA-A)., “Hadi, ben gidiyorum, siz de pek uzun boylu eğlenmeyin.” (RB-SN). “Oturup uzun boylu
düşündü, sorumluluğu Dilinçle yüklenip çizgiyi geçti.” (KT-YS)., “Dilmaç, bana bak, bu beyler uzun boylu anlatıyorlar.”
(GY-D)., “Cavid Bey Hârb-i Umûmî'ye nasıl girdiğimizi uzun boylu hikâye etti; dinledik.” (YKB-SEP)., “…hele bu bunalım
döneminde kesinlikle vaz geçilemeyeceğinden uzun boylu söz etti.” (NSÖ-AD).
→ düşün-* [2], anlat-, eğlen-*, görüş-, konuş-, otur-*, seviş-, sus-, uyu-*. ║ hikâye et-,
seyret-, söz et-, tasvir et-, tereddüt et-.
uzunca:⌠15⌡/2. Uzun olarak, bol zamanlı./“Poyraz sorunu Melek Hatuna açtı, uzunca anlattı.”
(YK-KSİ)., “Gene gülmeden, gülümsemeden uzunca baktı yüzüme.” (PK-BCR)., “Tiyatro üzerine düşündüklerimden de
uzunca söz edecektim.” (VT-BÖKDYO)., “Karşımda Nâzım Ağabey'i bulunca çok sevindim. Uzunca konuştuk.” (RE-G).
→ anlat- [3], bak- [2], konuş- [2], gül-, kal-, ol-, oyalan-, sus-, sür-. ║ seyret-, söz et-.
uzunlamasına:⌠3⌡/Uzunluğuna./“Şosenin sağ yanında da, birbirlerinden taş duvarlarla ayrılmış,
uzunlamasına bağlar; kocaman basamaklar gibi, tâ Karadeniz'in pırıltılı sularına kadar iniyordu.” (CD-Oİ)., “Hatçe, bir
yastığı yorganın altına uzunlamasına koymuş, onun yerine yastık yatıyordu yorganın altında.” (YK-İM1)., “Döşekleri
uzunlamasına serin.” (YK-KSİ).
→ bağla-, koy-, ser-.
454
uzun uzadıya:⌠41⌡/Uzatarak, derinleştirerek genişleterek, ayrıntılarıyla./ “Hastahanemde onunla uzun uzadıya konuştum.” (GY-H1)., “Ataç'ın kendisine haksızlık ettiğini günün birinde
anlayacağımı uzun uzadıya anlattı.” (SE-KEÜ)., “Bilhassa Ayşe'den uzun uzadıya bahsetti.” (RNG-YD)., “Bizam Hasan
Ağa ile de uzun uzadıya görüştük.” (YKK-KK)., “Ve yarın için hazırladığım tadil teklifini ve esas formülümüzü uzun
uzadıya münakaşa ettik.” (UM-KKA)., “Üstündeki ayeti ve damgayı uzun uzadıya tetkik etti. (RNG-YG).
→ konuş- [7], anlat- [6], bahset-* [3], görüş- [3], süz- [2], anlatıl-, dertleş-, düşün-,
düşünül-, incele-, inle-, konakla-, öt-, tartış-. ║ münakaşa et- [2], bilgi al-, cevap ver-, hasbıhal
et-, içini aç-, istintak et-, lakırdı et-, tetkik et-, seyret-, teşrih et-, orada kal-.
⇒ uzun uzadıya konuşmak (anlatmak, bahsetmek).
uzun uzun:⌠607⌡/{1. Uzun süre, uzun olarak, uzunca., 2. Uzatarak.}/ “"Çok tuhaf bir şey
söylemişim gibi uzun uzun bana baktı."” (AÜ-SG)., “Anlattı, uzun uzun anlattı.” (OK-C)., “…gülerek uyuyan Bülend'e
bakarak uzun uzun düşünmüştü.” (HZU-AM)., “Arkadaşım uzun uzun konuşuyor.” (KK-SE)., “Okulu bıraktım. Okulu
bırakışıma annem uzun uzun ağladı: Hey Allahım, dedi, korktuğuma uğrattın beni!” (OK-AY)., “Başörtülü teyzelerle
sohbete dalar, ördek gibi çirkin küçük bir kızı kucağına alıp uzun uzun öper, otobüsler ve garajlar konusundaki şaşırtıcı
bilgisiyle OPA kokan kötü niyetli yabancılara yol gösterirdi.” (OP-YH)., “Başbaşan kaldıklarında uzun uzun öpüştü
Yılmaz'la.” (İA-ÖEK)., “Ben, o raporu alıp Londra'ya gittim. Uzun uzun tartıştık Haldun Beyle.” (DC-BSKY)., “Ayağı ile
vitrine vurarak başını iki yana çeviren bir reklam bebeği uzun uzun seyretti.” (HT-KSA)., “Bana İstanbul'dan, oradaki
akrabalarından uzun uzun bahsetti.” (SA-K/S)., “Bîr gün bana uzun uzun geçmişinden söz etti. 1960 yılından önce,
Demokrat Parti'den yanaymış.” (UM-SP)., “Kızacak sandım, fakat güldü, hoşuna gitti. Uzun uzun sohbet etti. Ne
konuştunuz? Meraklı adam.” (HEA-T).
→ bak- [125], anlat-* [53], konuş-* [48], düşün-* [40], ağla- [11], çal- (zil, kapı, telefon
vb.) [11], öp- [10], öpüş- [9], süz- [9], gül- [8], sus- [8], yürü- [8], dinle- [7], kokla- [7], açıkla- [6],
dolaş- [6], incele- [6], öt- [6], ulu- [6], bakış- [5], öv- [5], tartış- [5], böğür- [4], dur- [4], esne- [4],
otur- [4], yıkan- [4], alkışlan- [3], ara- [3], böğrüş- [3], görüş- [3], havla- [3], söylen- [3], uğraş-
[3], yankılan- [3], yıka- [3], alkışla- [2], anlatıl- [2], bekle- [2], çalış- [2], dertleş- [2], dinlen- [2],
işe- [2], konuşul- [2], sil- [2], yaz- [2], ağlaş-, ağlat-, araştır-, ayrıl-, bak-, bakın-, bur-, çiğne-,
dalgalan-, dolaştır-, dön-, durala-, duy-, düş-, gel-, gerin-, gerneş-, gez-, git-, gülümse-, gülüş-,
gürle-, hazırlan-, hesapla-, hışılda-, iç-, ilgilen-, inlet-, işle-, izle-, kal-, kana-, kaşı-, kaynat-,
koklaş-, koklat-, konuştur-, okşa-, oku-, ov-, ovuştur-, öttür-, püslen-, sakla-, salla-, sarıl-,
sayıkla-, selâmla-, seviş-, sık-, sıvazla-, solu-, soluklan-, solun-, sor-, söv-, söyle-, söyleş-,
süslen-, süzdürül-, tasarla-, tut-, uyu-, üfle-, ver-, yakın-, yalvar-, yutkun-, yüz-. ║ seyret- [17],
bahset- [7], söz et- [6], sohbet et- [4], el salla- [2], izah et- [2], izahat ver- [2], muayene et- [2],
müşavere et- [2], af dile-, ata bin-, bakakal-, dans et-, dert yan-, dile getir-, el sık-, göğsüne
bastır-, göz gezdir-, gözden geçir-, haber ver-, hesabet-, iç geçir-, içini çek-, içini dök-,
kahkaha at-, kürek çek-, merak et-, meşgul ol-, methet-, münakaşa edil-, nasihat et-, sema et-,
455
sırtını sıvazla-, söz edil-, tarif et-, tehdit et-, zile bas-, tenkit et-, teşekkür et-, tetkik et-, volta
at-, yargılar geliştiril-, yayın yap-, temaşa et-. ║ ölçüp oranla-. ║ anlattı durdu, kaydı giti,
⇒ uzun uzun bakmak (seyretmek), uzun uzun anlatmak (konuşmak,
bahsetmek…), uzun uzun düşünmek,
456
Ü
ücretsiz:⌠3⌡/2. Parasız olarak./“Kampanyalar yaptık; yarışmalar düzenledik, kitaplarımızı ücretsiz
verdik.” (YK-S)., “Bütün sanatkârlar, Pınarbaşı için, kendi keyiflerine ve fantazilerine g'öre yürekten gelen bir şevk ve hamle
ile ücretsiz çalışmışlardı.” (YKK-A).
→ ver- [2], çalış-.
⇒ ücretsiz vermek.
üçer beşer:⌠8⌡/Yaklaşık üçü, beşi bir arada olarak./ “Yokuşlardan üçer beşer çıkarlardı.” (OA-
SİO)., “Ağaçların altında üçer beşer çömelmişlerdi.” (BK-USBGA)., “Ağaç altlarına, sundurma gölgeliklerine üçer beşer
kümelendiler.” (VB-SvB)., “Eğilerek, bükülerek, ekinin sapım parmaklarıyla üçer beşer topluyor, oğlak boynuzuna benzer
ufacık orakla çekiyor, dibinin toprağım çırpıyor, üst üste yığarak deste yapıyorlar.” (FB-ID).
→ çık- [2], çömel-, gel-, kümelen-, sön- {yok olmak}, topla-. ║ sohbete dal-.
ümmetçe: Ø
üniformalı: Ø
üniformasız:⌠1⌡/2. Üniforma giymeksizin./ “Yolculuk hiçbir resmi nitelik taşımadığından yemeğe
üniformasız gelinmiştir.” (SB-BŞM).
→ gelin-.
ürkekçe:⌠4⌡/2. Ürkek bir biçimde./ “Kadın ürkekçe beklemektedir. Evet, bir şey daha var.” (GA-
TO)., “ZEHRA'nın başı uzanır, ürkekçe bakar.” (GA-TO).
→ bak-* [2], bekle-, otur-.
üstadane: Ø
üstatça: Ø
üste:⌠1⌡/Fazladan ayrıca./ “Hem keyfini çıkarıyor, hem de üste para alıyordu.” (?).
→ al-.
→ üste vermek, üste vurmak.
üstelik: Ø--
üst perdeden:--
→ üst perdeden konuşmak.
457
üstten:⌠5⌡/Derinleştirmeden, yüzeysel olarak./ “Ø”. ; //Birini hor ya da büyük
görerek.// “Osman Efendi üstten aldı: "Bekleyin şurada, daha meclis toplanacak" dedi.” (GY-H2). “İnsan insana, kültür
ve gelir düzeyi ne olursa olsun, yandan, üstten bakmamalı.” (FA-SUYK2).
/…/⌠-⌡→ Ø
//…//⌠5⌡→ al- [3], bak-* [2].
⇒ (birini) üstten almak, (birine) üstten bakmak.
üstüne: Ø--
üstüne üstlük: Ø--
üstünkörü:⌠8⌡/İnceliklerine inmeden, özen göstermeden, gelişigüzel, şöyle bir,
baştan savma./ “Öteki iki resme üstünkörü bir göz atıyorum.” (AÜ-SG)., “Yabancı polisler karşı larında bjr Ermeni
madam görünce edepsizlik edeme mişler, üstünkörü aramışlar.” (KT-YS)., “Garson sıkıntılı sıkıntılı soluğunu boşalttı, sonra
tekrar derin bir soluk aldı ve listedekilerden "Mamma Mia" ile "Dolçe Vita"yı üstünkörü açıkladı.” (ÜK-BDG).
→ açıkla-, ara-, göm-, konuş-, kurulan-, topla-. ║ göz at- [2].
⇒ üstünkörü göz atmak.
üst üste:⌠37⌡/3. Birbiri arkasından./ “Ø”. ; //Birbiri ardına.// “Cemil, elini tabancasının
üstüne koyunca üst üste yutkundu: Bakın Rüstem çavuş... bu dakikadan sonra, yüz başı Cemil Bey'in emrindesiniz.” (KT-
YS)., “Çaylar üst üste gelmişti.” (FA-GGİ)., “Ve sonra gece başlayacak. Üst üste başlayacak.” (DÖ-BAY)., “Üst üste dansa
kaldırdım.” (EB-BG). ; ///Birbirini üstüne gelecek biçimde./// “Çorapsız bacaklarını üst üste atmış, ya da
masanın demirine dayamış.” (OA-SİO)., “Bir düzine masa ve iskemleyi üst üste yığdı.” (AB-BBYŞ)., “Bazen üst üste
diziliyorlar; yüzüme bakıp hepsi birden sessizce "Möööö" deyip dil çıkarıyorlar.” (BŞ-DKO). ; ////Ara vermeden,
arasız, sürekli.//// “Hatta daha evvel, bütün bir gün üst üste sade onu dinlemişti.” (AHT-H)., “Nuran'dan başka hiç
kimse ile mesut olamayacağını üst üste söylüyordu.” (AHT-H).
3.⌠-⌡→ Ø
//…//⌠25⌡→ yutkun- [8], gel- (haber, durum vb.) [4], başla-, çalın- (kapı), de-, dişle-,
doğur-, git-, iç-, kasıl-, öksür-, salla-, yat-*. ║ dansa kaldır-, göz kırpıştır-.
///…///⌠9⌡→ at-, bindir-, çakış-, dizil-, koy-, tepin-, yala-, yığ-, yığıl-.
////…////⌠3⌡→ dinle-, söyle-. ║ haber gönder-.
üzengisiz: Ø
üzere: Ø--
üzerinde: Ø--
üzerine: Ø--
üzüm üzüm:--
→ üzüm üzüm üzmek, üzüm üzüm üzülmek.
458
üzüntülü:⌠3⌡/3. Üzüntülü bir biçimde, üzüntülü./ “Ertesi sabah düşünceli, üzüntülü uyandı.”
(MŞE-VÇ)., “O akşamki eğlenti bu iki yabancı kadın yüzünden için için tedirgin ve üzüntülü geçti.” (YKK-KK)., “Poyraz,
yerinden ağır ağır üzüntülü baktı, kıyıya gitti, Nişancının sağında durdu, gözleri Nişancının ellerinde, gözlerini uçan
ellerden ayıramadan, durduğu yerde öyle kalakaldı.” (YK-KSİ).
→ bak-, geç- (eğlenti), uyan-.
üzüntüsüz:
459
V
vahşice: Ø
vahşiyane:⌠1⌡/Vahşice./ “En son, Niğbolu'da meydan çenginin gecesi, "İleriye atılmamıza engeldir..."
diyerek bu 10 000 masum esiri vahşiyane boğazladılar.” (REK-Y).
→ boğazla-.
vakıa: Ø
vakitçe: Ø
vakit kaybetmeden:⌠7⌡/Hemen, derhâl./ “Olur, diyor başını sallayarak öteki ve ekliyor, o halde
vakit kaybetmeden gidelim.” (HAT-KHK)., “İliştir vakit kaybetmeden saf bir çehre ile hemen sordu: «Hocaya da malum
olmuş muydu?»” (RHK-MH)., “Siz de sizinkileri bir iyi sorguya çektikten sonra, vakit kaybetmeden defedin...” (NH-YM).
→ git- [2], geç- {gitmek}, sor-, yükle-. ║ defet-, kolları sıva-.
vakitli vakitsiz:⌠6⌡/Uygun zaman gözetmeden, gelişigüzel, rastgele zamanlarda./ “Paşa da o günlerde vakitli vakitsiz Genelkurmay Başkanlığına gidiyordu.” (SB-HAY)., “'Müdür bey', vakitli vakitsiz
Öğretmenler Odası'na uğramaz, sadece dersi olduğu günler, o da öğleden” (Aİ-OKB)., “Onunkinin tıpkısı Sık sık kulak
kabarttım vakitli vakitsiz kolaçan ettim” (ME-TŞ).
→ git-, uğra-*. ║ aynaya bak-, helaya çık-, kolaçan et-, seyret-.
vakit vakit:⌠9⌡/Belli olmayan zamanlarda, ara sıra, zaman zaman./ “«Tahammül mülkünü
yıktın Hülâğû han mısın kâfir» diye haykırırken daha uzaklardan, Boğaziçinin durgun gecelerinde suları döven bir uskur sesi
gibi davulun gümbürtüsü vakit vakit duyuluyordu.” (RHK-MH)., “Damadı Muallim Naci ise vakit vakit içer, her içişinde
badem, ceviziçi, fıstık gibi kuru yemişten hoşlanırdı.” (SB-BŞM)., “Fertlerin intihar ettikleri vakit vakit görülür.” (FRA-Ç).
→ duyul-, gel-, gör-, iç-, morar-, şiş-. ║ ele al-, etkisi görül-, tuhaf bul-.
vakta ki: Ø--
vaktinde:⌠27⌡/Önceden belirlenen, düşünülen vakitte./ “Ay, vaktinde gelmişti güneşle
randevusuna Gece, kâinatın yıldızlarıyla donatmıştı gökyüzünün avlusunu…” (RD-ŞH)., “Eser de, ben de uyuyakalmışız,
vaktinde kalkamamışız.” (PK-BCR)., “Vaktinde yetişeceksiniz değil mi?” (NSÖ-AD)., “Hicabi Beyin bir elini bırakıp
öbürünü öpüyor, İyi ki beni vaktinde uyandırdınız.” (HT-KSA)., “Fakat, bereket versin ki, kendimi vaktinde topladım.”
(RNG-ÇK).
→ gel-* [6], kalk-* [3], yetiş- [3], çık-, düş- {varmak}, git-, in-*, kandır-, öde-, öğren-,
sez-, uyandır-, ver-, vur- {çalmak} (saat), yakalan-, yetiştir-. ║ kendini topla-, namaz kıl-.
⇒ vaktinde gelmek, vaktinde yetişmek.
vaktiyle:⌠44⌡/Bir zamanlar/ “Ama diyelim ki, sen vaktiyle Melih Cevdet'i çok sevmişsin.” (ZA-MAAİ).,
“Vaktiyle böylelerini çok gördüm.” (AB-BBYŞ)., “Sweet Bird of Youth’un vaktiyle İngilizcesini okumuştum.” (ES-SUYK).,
460
“Bu havayı, ben, vaktiyle bir yerde dinlemiştim ama...” (OCK-Ç)., “Vaktiyle evlenip boşanmış mı, hiç evlenmemiş ama
serbest yaşayan biri mi... rivayet muhtelif.” (PK-BCR)., “Ne de olsa vaktiyle böyle ne sofralar görmüş, geçirmiştir.” (OCK-
KE). ; //Tam zamanında.//“Selma kol saatine bakıp sabırsızlanarak: Ah vaktiyle bir çıkabilseydik şuradan!” (OCK-
KE)., “Ha durma, git sen, kimi bulacaksan bul, vaktiyle her iş olsun bitsin!” (OCK-Ç)., “Meğer olay vaktiyle haber
alınmış.” (SB-BŞM).
/…/⌠39⌡→ gör- [3], sev- [3], de- [2], açıkla-, aldan-, araştır-, beğen-*, benzerle-, dinle-
, evlen-, git-, inan-, işit-, katlan-, oku-, okun-, otur-, sakla-, söyle-, uğra-, üzül-, yap-, yapıl-. ║
aylık bağla-, bağımlısı ol-, bahset-, davet et-, dikkat et-, felç geçir-, iyilik gör-, kanını dök-,
lütuf bul-, rahatsızlık geçir-. ║ evlenip boşan-. ║ görmüş geçirmiş.
//…//⌠5⌡→ bit-, çık- (-den), gönder-*, söndür-. ║ haber alın-.
vaktizamanında:⌠1⌡/Vaktiyle./ “Ben de böyle değildim elbet, biz de vakti zamanında umur gördük,
gün gördük…” (AA-İGA).
→ gün gör-, umur gör-.
var gücüyle:⌠36⌡/Olanca gücüyle, var kuvvetiyle./ “Var gücüyle bağırıyor, sesi dağdan dağa
yankılanıyordu.” (YK-OD)., “Elini masanın üstüne var gücüyle indirdi: Siz o çocukların kim olduklarını biliyor musunuz
zabit bey, onlar insan değil, çekirge sürüleridir.” (YK-KSİ)., “Öfkeden deliye dönen Elif birden Alinin altındaki çula yapıştı,
var gücüyle çekti.” (YK-OD)., “Şoför, bir ayak önce onu defetmek için var gücüyle basıyormuş gaza.” (EÖ-P/S).
→ bağır- [12], indir- (sopa vb.) [3], çek- [2], bas-, çalış-, çarp-, çırpın-, davran-, dayan-,
diren-, haykır-, it-, sallan-, sars-, seslen-, sık-, silkele-, yüklen-, yürü-, yüz-. ║ gaza bas-.
⇒ var gücüyle bağırmak.
var kuvvetiyle:⌠9⌡/Var Gücüyle./“Herkes ayakta, var kuvvetiyle alkışlıyor; fakat, hiç kimse kapıdan
dışarıya çıkmak istemiyordu.” (YKK-A)., “Koşarak, var kuvvetiyle suya atıldı.” (KT-Gİ)., “Sadık Paşa, "Sen öldürdün bu
kadını, geberteceğim seni!" diye, aynı sözü tekrarlayarak var kuvvetiyle bağırıyordu.” (ÜK-BDG)., “"Kolu nişanlı çavuşlar"
Binbaşı Yusuf da müfrezesi ile birlik var kuvvetiyle türkü söylüyordu.” (SK-D).
→ alkışla-, atıl-, bağır-, dayan-, uçur-, vur-. ║ balta salla-, tokat indir-, türkü söyle-.
vasıtasıyla: Ø--
vehleten: Ø
vekâleten:⌠2⌡/Vekil olarak, asaleten karşıtı./ “Tercüme Bürosu'nu Sabahattin vekâleten
yürütüyordu.” (FA-SUYK)., “İşlerine vekâleten ben bakıyorum.” (SA-K/S).
→ bak-, yürüt-.
velhasıl: Ø--
velhasılıkelam: Ø--
461
veresiye:⌠4⌡/1. Karşılığı sonra ödenmek üreze, peşin karşıtı./ “Sonra da benim gayfaya gelir!
Veresiye çay içer!” (FB-T)., “Cafe Boulevard'da veresiye içilebilirdi, barda en kral arkadaşımız Evşan bulunuyordu.” (FŞ-EF). ; /2.
mec. Özensiz, gönülsüz, önem vermeden./ “…tül çekildi gözlerimizin hürremine artık veresiye selamlaşıyoruz
kandillerde is, cumartesi alışkanlıkları neon ışıklarının göbeğinde yatalak zenginlikler taşırmış sabrımızı;…” (ŞY-2001).,
“…yağarken kar, azdı, lap lap değilse bile verevine indiriyor, oysa eriyordu, oluk tıpırtıları sinir bozucu olsa da, yumuşak
hava diye seviniyordum.” (VB-SvB).
1.⌠2⌡→ iç-, içil-.
2.⌠2⌡→ selamlaşmak, indir- (kar).
→ veresiye almak, veresiye vermek.
verevine: Ø
vıcır vıcır: Ø
vık vık: Ø
vırt zırt:⌠2⌡/Sık sık, ikide bir./ “Matmazel Raşel'in önünde, ardında, ağzında, vırt zırt gözden
kayboluyor; kaygan, salyalı bir zeminden, soluk soluğa, kızıl bir alaca karanlığa çıkıyorlar; o mutlu yorgunluk
dakikalarında, birbirlerine şefkat öpücükleri üreterek, neler konuşmuyorlar…” (Aİ-OKB)., “Vırt zırt görülmez ki!” (OK-
KT).
→ görül-*. ║ gözden kaybol-.
vızır vızır:⌠12⌡/Ara vermeksizin, sürekli, çabuk ve kolaylıkla./“Kentin içinde polis araçları
vızır vızır işliyor, beyefendi kentten başka bir yere götürülmesin diye polis var gücüyle çalışıyordu.” (Mİ-DHB)., “Düdük
öttürüyor, değnek sallıyor; arabalar, tramvaylar birbirlerine değmeden vızır vızır geçiyorlardı.” (YA-AA)., “Tepemizde
helikopterler vızır vızır uçuyordu.” (MU-BDA).
→ işle- [3], geç- [2], uç- [2], ara-, çalış-, dolaş-, gez-, kaynaş-.
⇒ vızır vızır işlemek, vızır vızır geçmek, vızır vızır uçmak.
vicahen: Ø
vicdansızca: Ø
vicdanen: Ø
vira:--
→ vira etmek.
viyak viyak: Ø
vurgulu: Ø
vurtut: Ø
462
vücutça:⌠2⌡/Vücut bakımından, vücut durumuna göre./ “…fakat vücutça hiç tanımamışlar,
Fahir sinirli ve bezgin, Nuran sadece sabırlı, yan yana, birbirlerine kapalı, fakat gündelik işlerde açık, iki tesadüf mahkumu
gibi yaşamışlardı.” (AHT-H)., “…hamamı terk edeceği sırada mermerin üstüne düştü, vücutça zedelendi, sıhhatçe de
iyileşemeyecek kadar kötüleşti.” (MTT-SS).
→ tanı-*, zedele-.
Y
yabanice: Ø
yaka paça:⌠20⌡/Zorla, isteği dışında, apar topar./ “Şeyhülislam'dan da fetvayı aldık, kendisini
yaka paça tahttan indireceğiz.” (HT-M)., “ODUNCU'yu elinde baltası yaka paça DİONİSOS'un önüne getirirler.” (GD-
TO1)., “Elleri silahlı zabıtalar ve süngülü askerler kendisini yaka paça Saray'dan çıkardılar.” (HT-M)., “Yaka paça zorla
oyuna iştirak ettirdik.” (EK-DT..A)., “Vak'a olduğu akşam, derhal, İstanbul'daki bütün muhalifleri yaka paça tevkîf ettirmiş,
hepsinin evini bastırmış, "hepsini Bekir Ağa Bölüğü'ne tıkmıştı.” (YKB-SEP).
→ getir- (-e) [3], çıkar- (-i, -den) [2], indir- (-e, -den) [2], bulan-, sok-, sür- (sürgün),
tutuş-, yükle-. ║ tahttan indir- [2], hapse attır-, huzura çıkar-, iştirak et-, öbür dünyayı boyla-,
tahta oturtul-, tevkif ettir-. ║ tutup çıkar-.
→ yaka paça etmek (veya götürmek).
yakında:⌠237⌡/1. Yakın bir yerde./ “İvan sessizce yiyor, yerken karşıdaki meşe ağaçları arasından
görünen, ayın altın ışınları altından pırıl pırıl denize bakıyor, denizi çok yakında hissediyordu.” (CD-Oİ). ; /2. Çok
geçmeden./ “Açıkça yazmıyor ama, galiba yakında gelecek.” (TÖ-TO1)., “Alp, bazı işleri ayarlamak üzere gidecek ve
yakında yine dönecekmiş.” (EÖ-GSA)., “Sedefkâr dostum, durup sabırla mırıltıların kesilmesini bekledi, sonra: - Çok
yakında gidebilirim, bu içinizde bazılarının sandığı gibi bir ayrılık değildir elbet…” (EI-NS)., “"Kimin ne olacağını yakında
görürsün," diyerek Neco'yu duvara itekliyorum.” (AÜ-SG)., “Gülen dam da sanırım yakında bir mütekaitle evlenecek,
bizden aynlacak.” (F-PY)., “Ama neden böyle olduk? Yakında sen de öğrenirsin.” (CK-YÖ)., “Çıkamazsın. Yakında af
çıkacak.” (YK-İM1)., “Mutlak pek yakında taarruz olacak, Türk ordusu kasabayı kurtaracaktı.” (HEA-VK)., “Ona sebepten
derim işte sana ki, sen kasavetlenmeyesin, yakında alacaksın iyi bir haber, kavuşacaksın şirinciğine...” (EB-BG)., “Tatile
falan gitmiştir, yakında çıkar gelir, dedi.” (AÜ-SG). ; /3. Son günlerde./ “İngiliz yargıcının taktığı peruka yakında
düşecek ve altındaki kel görünecekti.” (İS-AG)., “Yakında milletin itimadını kazanan Mebuslar Meclisi İstanbul'da
toplanacaktır.” (UM-KKA)., “Yakında yine yol görünüyor bana.” (NU-DG).
1.⌠1⌡→ hisset-.
2.⌠232⌡→ gel- [21], dön- [12], git- [8], gör- [8], başla- [7], evlen- [6], öl- [6], dol- [5],
açıl- (okul vb.) [3], bit- [3], bul- [3], düzel- [3], görüş- [3], öğren- [3], bekle- [2], çık- (-i) [2], çık-
{taburcu olmak} [2], çık- {yayımlanmak} [2], taşın- [2], yap- [2], aç- (işyeri), al- (haber,
mektup vb.), al- {getirtmek}, alış-, anla-, basıl- (eser), başlat-, beklen-, bildir-, bin-, bomba
patla- {ortaya çıkmak}, boşal-, buluş-, çık- {yumurtadan}, çıkar-, çınla-, çiftleştir-, çök-,
463
dağıl-, dalgalan- {etkisini göstermek}, dehlen-, dinle-, döktür-, dönüş-, duy-, düş- {gelmek},
eksil-, geç-, gönder-, götür-, hatırla-, hazırlan-, iste-, izle-, kaç-, kaçır- {çıldırmak}, kal-*,
kalk-, katıl-, kavuş-, kurtul-, nişanla-, oku-, öde-, öldür-, sapta-, satıl-, sepetle-, sonuçlan-, sor-
, sun-, sür-, tamamla-, tanı-, tanış-, toparlan-, uç-, unut-, ver-, vur-, yapıl-, yayımlan-,
yayınlan-, yazdır-, yolla-. ║ af çık- [2], taarruza geç- [2], haber al- [2], açıklığa kavuş-,
alışkanlık kazan-, anlaşma imzala-, askere al-, ateş bacayı sar-, ayağa kaldır-, bahara gir-, başa
belâ çık-, başa düş- {elde etmek}, başına kon-, bezginlik ver-, boy göster-, def edil-, doğum
yap-, dona kilit vur-, emekli ol-, geri ver-, geriye dön-, göç et-, göreve getir-, görevinin başına
dön-, halledil-, harekete geç-, hitap et-, imdada yetiş-, işine son veril-, kar düş-, karar alın-,
kendine gel-, konrol ettir-, masrafa sok-, menopoza gir-, mına goy-, nefes al-*, peşiman ol-,
rol al-, savaşa gir-, sergi aç-, sıra gel-, sürgün et-, taarruz ol-, takdim edil-, tatmin et-, tayin
olun-, tefrika edil-, terk et-, tevkif et-, tezkere al-, transfer ol-, yok ol-, (işler) yoluna gir-. ║
bırakıp git-, çöküp git-, gidip gör-. ║ çıkar gelir.
3.⌠4⌡→ düş-, öl-, toplan-. ║ yol görün-.
yakından:⌠162⌡/1. Yakın bir yerden, yakın olarak, {bizzat}./ “Ne de güzel yapılı. Yakından
bakıyorum, tıraş olmuşsun, ama azıcık sakalın çıkmış.” (NE-GT)., “Artık onu yakından görüyordu.” (YA-AA)., “Hakikatin
baş döndürücü kokusu biraz daha yakından duyulacak.” (MŞE-VÇ)., “Ali ve İhsan yan yana en öndeydiler. Yakından bir
otomobil sesi işitildi, polisler koşuştular.” (Sİ-İGÇÖ1)., “Herkes uzaktan ve yakından sarıldı.” (TU-BŞ)., “Herhalde
Enver'in köpeğiydi bu; çünkü çok yakından geliyordu.” (CD-Oİ)., “Kuşlar pek yakından geçmişse, seslerini taklit ederek
kalın du-daklarıyle dişlerinin arasından onlara seslenirdi.” (Sİ-İGÇÖ1). ; /2. mec. Çok dikkatli, titiz bir
biçimde/ “Oraya toplanan halkı yakından izlersen dindarlıkta hiç aşağı kalmadıklarını görürsün.” (FA-SUYK).,
“Amerika Helsinki İzleme Komitesi, Milletlerarası Af Örgütü, Avrupa Konseyi ve İslam Konferansı, konu ile yakından
ilgilendiler.” (FA-YST)., “Bu sefer Bursa'da bunu daha yakından gördüm.” (AHT-H)., “Çünkü aylarca süren birlikteliğimiz
sırasında, onları yakından inceledim.” (GD-AK)., “Ne de olsa ilk kez uzaya bu kadar yakından bakıyordu.” (MM-ÜAKO).,
“İnsanımızın dış göç serüvenine yakından tanık oldunuz.” (FA-SUYK)., “Netice itibariyle, bize tevcih edilen vazife,
Teşkilâtımızı ve imparatorluğumuzu yakından alâkadar ediyor...” (AA-YÖT)., “Çok yakından seyrediyordum onu: Çocuksu
bir dikkatle, sevdiği bir filmi seyreden birinin huzurlu keyfiyle, ama içe dönmüş bakışlarla yazıyordu.” (OP-KK).
1.⌠67⌡→ gör-* [28], bak-* [12], duyul- [5], gel- [3], çalış- [2], duy- [2], geç- [2], bakış-,
görül-, görüntüle-, göster-, işit-, işitil-, sarıl-, seviş-, süz-, tanıt-, uç-
2.⌠95⌡→ izle-* [23], ilgilen- [20], gör- [12], ilgilendir- [6], incele- [5], bak- [2], gözle-
[2], anla-, bakıl-, etkile-, izlen-, kavra-, öğren-, öğret-, seyret-, yaşa-. ║ takip et- [5], alakadar
et- [2], alakadar ol- [2], seyret- [2], takip edil- [2], tanık ol- [2], devam et-, hisset-, meşgul et-.
→ yakından bilmek (veya tanımak).
⇒ yakından ilgilenmek, yakından izlemek, yakından görmek.
464
yakınlarda:⌠4⌡/1. Yakın yerlerde, çevrede./ “Ø”. ; /2. Son zamanlarda.{kısa bir süre
içinde.}/ “Belki yakınlarda iki-üç gün gelirim…” (GD-ADM)., “ÜÇÜNCÜ ERKEK Üçüncüsü yakınlarda girdi
yaşantıma.” (BU-GYÇ)., “Yakınlarda Ant dergisinde eleştirmenlerin konuşmalarını izlemiştir{takip etmek} herhal okurlar!”
(EA-DY)., “Yakınlarda bir kitabım çıkacak{yayımlanmak}; Yaşar Yaşa Gör Temaşa koydum adını.” (FA-SUYK).
1.⌠-⌡→ Ø.
1.⌠4⌡→ çık- {yayımlanmak}, gel-, izle- {takip etmek}. ║ yaşamına gir-.
yakinen:⌠2⌡/Sağlam olarak, iyece (bilmek)./ “Halanızı, büyük teyzeniz Nuriye hanımı yakinen
tanırım.” (NM-TK)., “Defterdar Paşa ile Hasan Halife sarayda Hasbahçe'de değildir, yakinen biliyorum, padişah da onlan
aratıyor!.. diye yemin etmişti.” (REK-Y).
→ bil-, tanı-.
yalancıktan:⌠6⌡/Yalandan./ “Yusuf a o kadar kar o kadar kar varmıştı ki her yerde kara benzeyen bir
kızı öptüm küçücük bir fahişeydi uykusu vardı yalancıktan ağlamıştı biliyordum masalla ayrılık arasında bir şey işte oraya
giderdi o avcılar” (ŞY-1997)., “Burada bulunsaydın seni yalancıktan korur, kendime önem vermiş olurdum, yazık... “ (GD-
ADM)., “Şaban yalancıktan içini çekti: Molla Nasrettin kaç para?” (KT-YS)., “Meğer bütün kadınlar ona ayni benzetmeyi
tekrarlarlarmış, yalancıktan kızdım ve sözümü geri aldım.” (EI-KA).
→ ağla-, değiş-, kız-, koru-. ║ evi terk et-, iç çek-.
yalandan:⌠15⌡/1. Gerçek olmayarak, yapmacık bir biçimde, oyun olsun diye,
yalancıktan, sureta./ “Kızlar da yalandan ağlarlar, ah vah ederler...” (PNB-AGUG)., “Yakub da pestili kaba etlerini
örtecek şekilde yerleştirir, dayağa yatar; vurulan seksen değnek de tesir etmez, fakat Benli Yakub yalandan çırpınır, feryat
eder.” (REK-Y)., “Tante Rosa yalandan inledi.” (SS-TR)., “Ben, yalandan surat ediyorum: Ne yapayım, Hocaefendi?”
(RNG-ÇK). ; /2. Gösteriş olsun diye, özen göstermeden, önem vermeyerek, üstünkörü./ “Ø”.
1.⌠15⌡→ ağla- [3], bağır-, çırpın-, gül-, inle-, kovala-, öksür-, öldür-, payla-, vur-. ║
ah vah et-, çifte at-, feryat et-, neşeli görün-, surat et-.
2.⌠-⌡→ Ø
yalansız:⌠3⌡/2. Doğru bir biçimde, {içtenlikle}./ “Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi.” (CS-
ŞDÇ)., “…yalansız gülümsüyorum.” (Sİ-DSG).
→ yaşa- [2], gülümse.
yalan yanlış:⌠10⌡/3. Doğru düzgün olmasına önem verilmeyerek. {öylesine}./ “Yatağa
uzanıp, onları okumaya çalıştım; daha önce bir kaç yabancı dergide gördüğüm havadisleri pek yalan yanlış tercüme
etmişler,…” (EI-KA)., “HASTA Bu hayatın her saniyesini, yalan yanlış yaşamalı.” (TÖ-TO3)., “Salih bunlara yalan yanlış
cevaplar verdi.” (TB-KA)., “Biri kitabın kapağını okuyor yalan yanlış, öbürü bir kâğıda yazıyor.” (VB-SvB).
→ oku- [2], yaşa-, , üflen- (söz), yaz-. ║ aptes at-, cevap ver-, laf et-, şarkı söyle-,
tercüme et-.
yalap şalap: Ø
465
yalapşap:⌠2⌡/Yalap şalap./ “Bir düşün serüvenimiz bile olmadı. Yalapşap bir şeyler öğrendik.” (NM-
TÖ2)., “Gusülhanede de ara sıra yalapşap yıkanıyoruz.” (VB-SvB).
→ öğren-, yıkan-
yalap yalap:⌠1⌡/1. Pırıl pırıl, pırıldayarak./ “Ø”. ; /2. Gürül gürül./ “Benim adım dertli
dolap, Suyum akar yalap yalap, Böyle emreylemiş Çalap, Anın için ben ağlarım.” (NFK-ST).
1.⌠-⌡→ Ø
2.⌠1⌡→ ak-.
yalım yalım:⌠1⌡/Alev alev./ “Binboğa dağı yalım yalım kalktı yürüdü Çukurovanın üstüne.” (YK-BE).
→ üstüne kalktı yürüdü.
yalın ayak:⌠4⌡/2. Çıplak ayak./ “Bu yüzden ben, haftanın altı günü yalın ayak dolaşıyordum.” (BN-
DY1)., “… yalın ayak koşuştular.” (CD-Oİ)., “Yalın ayak güneş altında o kadar yol tepmiş, az gitmiş uz gitmiş dere tepe
düz gitmiş, yorulmuş, terlemiş.” (HT-EG).
→ dolaş-, koşuş-, yürü-. ║ yol tep-.
yalın kılınç:⌠3⌡/Elinde kılıç olduğu hâlde, kılıçlı olarak, dalkılıç./ “Ben yalın kılıç ortadan
saldıracağım, Tartacağım Bizans ordusunu yalın kılıç.” (FHD-MU)., “Yalın kılıç kavgaya giriyor, kişileri yerin dibine
batırıyor, tarih gerçeklerini işine geldiği gibi tersine çeviriyordu.” (İS-DÖV)., “Müfreze, yalın kılıç ateşe doğru kendisini
koyuverdi.” (SK-D).
→ saldır-, tart-. ║ kavgaya gir-, kendini koyver-.
yalnız: ⌠70⌡/2. Yanında başkaları olmayarak, {tek başına}./ “Beni burda yalnız
bırakmayınız, Benim hayatım emin midir?” (NH-MİM)., “"Geliyorsan gel, yoksa ben yalnız gidiyorum."” (SD-K)., “"Yalnız
mı gelir?"” (Aİ-YK)., “En masum ve güzel niyet Ursula'da: "Ben her gece, yalnız yatacağım."” (AB-BYS)., “Daha sonra o,
bir su perisi olmakla beraber aynı zamanda düşünüyordu ki, ta nihayete ve ta ölünceye kadar, böyle yalnız yaşayamazdı...”
(KHK-YAH)., “Halil'i yalnız bırakıp gittiler.” (NH-MİM). ; /3. Yalnızca./ “Ø”.
2. ⌠70⌡→ bırak-* [31], gel-* [5], git-* [9], yaşa-* [3], gönder-* [2], otur- [2], yat- [2],
bak-, bekle-, bulun- (-de), buluş-, dön-, geç- (gün), ko-, öl-, rastla-, söylen-*, uyan-, uyu-. ║
bırakıp git- [2], gider gelir.
3. ⌠-⌡→ Ø
⇒ yalnız bırakmak.
yalnız başına:⌠17⌡/Kendi kendine, bir kendisi, tek başına./ “Yalnız başına gidemez mi?” (Aİ-
OKB)., “Uluguş yalnız başına oturuyor.” (FB-T)., “-Beni de alın, ne olur, yalnız başına yemek yemiyeyim... diyordu.”
(AHT-H)., “Çünkü bu işi o tek dülgerle birlikte yalnız başına başarmıştı.” (HEA-T).
→ git-* [5], otur-* [5], ye- [2], başar-, bindiril-, sıkıl-. ║ anlam taşı-, seyret-.
⇒ yalnız başana gitmek, yalnız başına oturmak.
466
yalnızca: ⌠23⌡/{1. Yalnız olarak., 2. Tek başına.}/ “Kedilerle ahbaplığım şu şekilde başladı: Bir
akşam, rıhtım boyunda yalnızca geziniyordum.” (SFA-SS). ; /3. Belli durumun, şartın veya işin dışına
çıkmaksızın, yalnız, ancak, tek, sırf, salt, sadece./ “Yazar, yalnızca bakan değil, görmeye çalışandır,
görendir; sıradan insan ise yalnızca bakar.” (FA-SUYK2)., “Yalnızca gülümsüyor.” (AÜ-SG)., Yalnızca gülüyorum
düşündükçe. (RE-G)., “ADAM yalnızca işittik, yok bizim suçumuz.” (GD-TO1).
1./2. ⌠1⌡→ gezin-.
3. ⌠22⌡→ bak- [4], gül- [2], gülümse- [2], işit- [2], susul- [2], git-, gör-, havla-, inan-,
izle-, katlan-, sev-, sus-, yazıl-. ║ boyun eğ-, el salla-.
yamyassı:⌠1⌡/Çok yassı, dümdüz bir biçimde./ “Suyun yüzüne yamyassı serilir.” (GY-H1).
→ seril-.
yan:⌠57⌡/10. Bir yana yönelerek./ “Açılmıyordu yine kapı. Yan döndü.” (AS-YA)., “Mezar taşları yan
yatmışlardı.” (YK-İM1)., “Boyunduruğu yan çevir güzel bir merdiven olur sana tırmanırsın sonsuza.” (GD-TO1)., “Leyla
divana yan oturmuş ağaran günü seyretmektedir.” (AMD-O)., “Osmanlı İmparatorluğu, Trakya'dan Erzurum'a doğru, koca
gövdesini yan yatırmış, memelerini sömürge ve milliyetlerin ağzına teslim etmiş, artık sütü kanı ile karışık emilen bir sağmal
idi.” (FRA-Z)., “O vakit yan dur gayri.” (MM-KG).
→ dön- [19], yat-* [15], çevir- [4], otur- [4], yatır- [4], dur- [3], düş- [2], uzan- [2], giy-,
oturt-, yatırıl-.
→ yan bakmak, yan basmak, yan çizmek, yan gelip oturmak (veya yatmak), yan
gelmek.
⇒ yan dönmek, yan yatmak (yatırmak), yan çevirmek.
yanak yanağa:⌠4⌡/Yanakları birbirine değecek şekilde./ “Ama K. ne ile suçlandığını
öğrenemediği gibi, yargıçla da yüksek mahkeme üyeleriyle de görüşemeden öldürülür: "Son nefesini verirken, K. az ilersinde
bayların yanak yanağa vermiş, kendisine baktıklarını gördü.” (AO-NSBE)., “İki hanım arkadaşı ile birlikte diskoteğe gitmiş
ve kayak hocası ile yanak yanağa uzun uzun dans etmişti o gece...” (KK-SE)., “Sonra, uykumuz geldiği vakit, kumlan
kümeleyerek yastık yapar, vücutlarımız suda, başlarımız dışarıda kucak kucağa, yanak yanağa uyurmuşuz...” (RNG-ÇK).,
“Soyup giydirebilir, banyoda yıkayıp saçını tarayabilir, aynı yastığa baş koyup yanak yanağa yatabilirdiniz.” (CD-KB).
→ uyu-, ver-, yat-. ║ dans et-.
yana yakıla:⌠9⌡/Sızlanarak, sıkıntısını belli ederek, sikâyet ederek./ “Esnafa borcunun hiç
eksilmediğini» ekmekçi Asvador ile bakkal Yani'den, yakasını hiç mi hiç kurtaramadığını yana yakıla anlatır:” (SB-BŞM).,
“Onun, bir dönülmez yolda bizden uzaklaştığını yana yakıla anlıyorduk.” (FRA-Ç)., “Fotoğraflarını çekip gazetelerde
yayımladığımız halde, altı ay sonra hiçbir önlem alınmadığını yana yakıla gördük.” (AK-MY)., “Çıkardığı sese pek ulumak
da denemezdi aslında; düpedüz ağlıyordu köpek, neredeyse bin dereden su getirip yana yakıla yalvarıyordu.” (HAT-KHK).
→ anlat- [4], anla-, bit-, gör-, oku-, yalvar-.
⇒ yana yakıla anlatmak.
yana yana:⌠10⌡/1. Döne döne, tekrar tekrar./ “…yana yana onu ısırıyordu.” (SD-FC)., “Ah!
kurtarabilirdim onları..." diye yana yana ağlıyordum.” (NM-TÖ2). ; /2. Yanarak./ “…yana yana kara kömür olmuşlar
467
Cehennem dibinde karar kılmışlar Nice bin yıl cehennemde kalmışlar Yanar yanarlar da ağlaşırlar.” (BRE-KY)., “Eliniz dert
görmesin taşlar Fabrikada yana yana kül olun Sonra yeni baştan dirilin nur olun.” (BRE-DKD). ; //Telaş talaş,
telaşla, büyük bir heyecanla.// “Ben onu nasıl yana yana arıyorum, bilmezsin sen!” (FB-T)., “Elleriyle vura vura
söndüreyim derken giysileri de tutuşunca kendini yere atmış; saçları, üstü başı yana yana koşmuş eşeğinin ardından;
düşmüş.” (YA-AO)., “Fakat, onu öyle seviyor, öyle yana yana seviyordu ki... Çocuğum, eğer anneni sevmiyorsan ben seni
çok ayıplarım, dedim.” (RNG-ÇK).
1.⌠2⌡→ ağla-, ısır-
2.⌠2⌡→ kömür ol-, kül ol-.
//…//⌠6⌡→ ara- [2], çık- (-den), çırpın-, sev-. ║ ardından koş-.
⇒ yana yana aramak.
yanında: Ø--
yanı sıra:⌠9⌡/1. Birlekte./ “Ø”. ; /2.Yanında, beraberinde./ “Hasan Ağa, yanı sıra yer alır,
alandaki bütün çocuklar ardına düşerlerdi hayvanın.” (NC-SY)., “Emine de yanı sıra gidiyordu.” (YKK-Y)., “Navrumlu Ali,
yanı sıra dolaşıyor: Ahmet Beyle konuştuktan sonra beni bekle.” (FB-ID)., “Haçça, yanı sıra geliyor.” (FB-ID).
1.⌠-⌡→ Ø
2.⌠9⌡→ gel- [3], git- [2], dolaş-, getir-, gezdir-. ║ yer al-.
⇒ yanı sıra gelmek, yanı sıra gitmek.
yani: Ø--
yanlamasına:⌠12⌡/Yan olarak, yan yatmış biçimde./ “Sonbahar otlarının üzerine yanlamasına
uzanmıştı.” (GY-H1)., “Sallana sallana geldi, yandaki masadan bir iskemle çekerek, yanlamasına yanıma oturdu.” (EB-
BG)., “Her zamanki gibi yere yanlamasına yatmış, elini halının desenleri üzerinde gezdiriyor, Nihal’in, bizim küçük
mucizemizin, otuz altı numara ayaklarını düşünüyorsun.” (BB-BBÇ)., “Dışarıda kış güneşi açmış, karşı duvara donuk ak bir
ışık yanlamasına vurmuştu.” (F-BS).
→ uzan- [4], kay-, otur-, sür-, uzat-, vur-, yat-, yerleştir-, yıkıl-.
⇒ yanlamasına uzanmak.
yanlış:⌠293⌡/3. Yanlış bir biçimde, yanlış olarak, hatalı olarak./ “Yanlış anlama, interneti
modemi felan hepsini söktüm ben.” (AA-AD)., “Yanlış anlaşılmasın, elbette onlar için de saygı duruşu yapalım ama bizim
güvenliğimiz için ölenler eşek mi?” (EÇ-TY2005)., “Yanlış bilmiyorsam, Los Angeles'le de ilişkileri vardır.” (Aİ-YK).,
“Yanlış hatırlamıyorsam konusu, Halli Ziya Bey'in bir kitabının eleştirisiydi:” (ZA-MAAİ)., “Sen yanlış konuşuyorsun.”
(YK-BE)., “Pu sıra yanlış yorumlanır, dönem sonuna kadar bizi yalnız bırakmayın!"” (TÖ-E)., “Meğer yanlış
düşünüyormuşum. Gözleri dolu doluydu, ağlamak üzere bulunuyordu.” (MTT-SS)., “İtiraf etmeliyim, Müge: seni, yanlış
değerlendirmişim!” (Aİ-YK)., “Kabiliyetleri kelimesini belki yanlış söyledim.” (GY-R)., “Hayır, hayır, meseleye yanlış
yaklaşıyorum.” (PK-BCR)., “Evet yanlış okumuyorsunuz.” (TA-NB)., “Belki de yanlış duymuştum. “ (NG-BKR)., Aklımda
yanlış kalmadıysa, kâğıtlar üst üste binmiş, bir torba dolusu olmuştu.” (KT-Gİ).
→ anla-* [97], anlaşıl-* [26], söyle- [18], hatırla-* [14], düşün-* [13], bil-* [12], anımsa-*
[9], gel-* [7], tanı- [7], değerlendir- [5], duy-* [5], konuş- [5], kullan- [4], oku-* [4], yaz-* [4],
468
yorumlan- [4], çevir- [3], yorumla-* [3], davran- [2], değerlendiril-* [2], gör- [2], oyna- [2],
yaklaş- [2], açıklan-, algıla-, bağla-, bak-, bildir-, bilin-, de-, diz-, doldur-, duyur-, düşünül-,
gönder-, göster-, işle-, kullanıl-, kurul-, otur-, örgütlendiril-, sor-, sorul-, tanıt-, tanıtıl-, tart-*,
tuşla-, veril-, yansı-, yansıtıl-, yap-, yarat-, yaşa-, yazıl-, yolla-. ║ akılda kal-* [4], telâkki et-
[2], hükmet-, hükmedil-, tahlil et-.
⇒ yanlış anlamak, yanlış anlaşılmak, yanlış söylemek, yanlış hatırlamak, yanlış
bilmek.
yanlışlıkla:⌠25⌡/Yanılarak, bilmeyerek./ “Ateş ediliyor üzerimize. Yanlışlıkla tel çitli hükümet
konağnın bahçesine girdik.” (EÖ-GSA)., “Bir gün bir tütüncü ona bir liranın üstünü vereceği yerde, yanlışlıkla dört lira ve
bir sürü ufaklık verdi.” (SA-İÇ)., “Belli ki yanlışlıkla mutfakta bişey yuttum ben.” (AA-AD)., “Acaba yanlışlıkla mı
geldim?” (AMD-O)., “ADAM Çünkü yanlışlıkla ayağına bastım.” (BA-TO1)., “Başkan, iri bir fıstık attı ağzına, yanlışlıkla
attı, oysaki fıstığı hiç sevmezdi, hemen ağzından çıkardı, yine çok kibar bir şekilde servis tabağının yanma koydu.” (Mİ-
DHB).
→ gel- [3], gir- (-e) [2], ver- [2], yut-* [2], ara-, çık-, de-, doğ-, getir-, giy-, götür-, karış-
, tak-, vur-, yaz-, yazıl-, yayımlan-. ║ ayağına bas- [2], ağzına at-.
yanlış yunluş: Ø
yan yan:⌠5⌡/Yanlamasına./ “Adam da her çağrıdan sonra iki torbasını alıp yan yan azıcık yürüyordu.”
(ÇA-BAG)., “Lâkin dün akşam, ikindiden sonra Küçük Muştafapaşa ile Sultanselim arasındaki dik yokuşun üst başında
rasgeldiğim üç erkek çerge çingenesi, önce beni neye öyle yan yan süzmüşler?” (OCK-Ç)., “Başı gövdesinden daha ağırdı
sanki, yan yan atıyordu adımlarını.” (NC-SY).
→ yürü- [3], süz-. ║ adım at-.
→ yan yan bakmak.
⇒ yan yan yürümek.
yan yana:⌠207⌡/Biri ötekinin sağında veya solunda olarak, birbirinin yanında,
birlikte./ “Bir gün, yan yana oturmuşlardı sedirin üstüne.” (NE-GT)., “Bacaklarım yan yana duruyor.” (NE-GT)., “Bir
masanın üzerine üç tabutu yan yana koyduk.” (EÖ-GSA)., “Avluda yan yana yürüdüler.” (KT-YS)., “Bu üç takım, Mustafa
Kemal'in sofrasında daima yan yana gelmişler, fakat hiçbir zaman birleşmemişlerdir.” (FRA-Ç)., “Ama, bunca yıl yan yana
yaşadık.” (GA-TO).
→ otur- [33], dur- [30], yürü-* [19], koy-* [12], gel- [11], yat-* [11], getir- [10], yaşa-* [6],
dizil- [5], git-* [5], kal- [4], çık- [3], getiril- [3], kon- [3], uzan- [3], diz- [2], düş- [2], düşün- [2],
getir-* [2], göm- [2], in- [2], uyu- [2], yatır- [2], yaz- [2], ara-, bırak-*, bul-, bulun-, büyü-, de-,
demirle-, dolaş-, duy-, düzül-, geç-, götür-, iç-, ilerle-, kavran-, kurul-, oku-, öl-, satıl-, sıralan-
, sokul-, taşı-, tut-, uzaklaş-, uzatıl-, yapıl-, yazıl-, ye-, yüksel-. ║ çift sür-, namaza dur-, poz
ver-, volta at-.
⇒ yan yana oturmak, yan yana durmak, yan yana yürümek.
469
yapayalnız:⌠34⌡/2. Yanında kimse veya hiçbir şey bulunmayarak./ “Bekir yapayalnız
sofada oturuyor, …” (CD-Oİ)., “Söyle, ayrılmasın,' beni buralarda yapayalnız bırakmasın!” (OK-KT)., “Sabahın
sekizinden beri ne yapmıştır evde yapayalnız Melahat, neyle vakit geçirmiş, oyalanmıştır?” (SKA-GA)., “Birtakımları buna
alışıyorlar, odalarına kapanıp yapayalnız yaşayabiliyorlar.” (MŞE-VÇ)., “Oturursun ama, yapayalnız ne yaparsın?” (MŞE-
VÇ).
→ bırak-* [10], yaşa- [4], yap- [3], otur- [3], dön- [3], ağla-, bekle-, bil-*, diren-, dur-,
düş-, gör-, oyalan-, öl-. ║ yol al-, vakit geçir-. ║ bırakır gider.
⇒ yapayalnız bırakmak.
yapıldak: Ø
yapyakın: Ø
yaradılıştan: Ø
yaramazca: Ø
yarence: Ø
yarı: ⌠39⌡/4. Gereğinden az, tam olmayarak./ “Ata son cümleleri yarı dinledi.” (RHK-BS).,
“Yatağımdan yarı doğruldum.” (FRA-Ç)., “Gözlerini yarı açıyor: - Oh, diyor, demek ki geldiniz.” (KHK-YAH)., “Neden
sonra bir horoz öttü ama, sesi yarı duyuldu, yarı duyulmadı.” (YK-OD)., “O da gitti. yarı bitti, yarı bitmedi ev.” (FB-ID).,
“Kanapeye yarı uzanmış, dizlerine dayadığı büyükçe bir kitabın üzerinde üst üste bir yığın kağıda, desenler çiziyordu.”
(AHT-H).
→ dinle-* [5], uzan- [4], aç- (göz) [3], anla-* [2], bit-* [2], doğrul- [2], duyul-* [2], kapa-
(göz) [2], aç- (çiçek), buna-, çık- (merdiven), dön-, düşün-, giyin-, indir- (göz kapağı), kaldır-,
kapa-, kapan- (göz), koş-, otur-, rahatla-, silin-, uyu-, yat-, yürü-.
yarım ağız:⌠3⌡/İstemeye istemeye, isteksizce./ “Alayı, yüzbaşıya usanmış bir sesle, yarım ağız
teslim etti. ” (KT-YS)., “İnanmamış gibi yarım ağız gülümsüyor.” (AÜ-SG)., “Tersaneliler, tam da korktukları sözü duyunca
aralarından biri yarım ağız karşı çıktı:…” (AA-İGA).X
→ gülümse-. ║ karşı çık-, teslim et-.
yarımşar: Ø
yarım yamalak:⌠24⌡/2. baştan savma bir biçimde./ “Ayça okulla ilgili bir şeyler anlatıyor,
yarım yamalak duyuyorum.” (AÜ-SG)., “İşte siz gençler, siz yarım bilgiçler bildiklerinizi hep böyle yarım yamalak
bilirsiniz.” (OCK-KE)., “Sen onu yarım yamalak okuyor,' kendine uyduruyorsun. (HEA-T)., “Rakım Hoca'nın ünlü şarkısı,
yarım yamalak işitiliyor: …” (Aİ-OKB)., “Başlıca farikası heccâ-vâne ihtirası olan Nazif de bir çok meşhur edîbİerimiz gibi,
muhatabının fikirlerini ya hiç dinlemez, ya yarım yamalak dinler, yâhud da hemen atılıp îtirâz etmek için dinler gibi görünür
bir münâkaşacı olduğu için, hemen her söylediğime derhal savletle cevap veriyordu.” (YKB-SEP)., “Shouvalar'a yemek
rnüddetince ihtiyar talebenin tezkeresinden ve hikâyelerinden yarım yamalak bahsetmiştik.” (SFA-SS).
470
→ duy- [3], dinle- [2], oku- [2], anla-, anlat-, bil-, gör-, işitil-, kavuştur-, merhabalaşıl-,
öğren-, ört-, örtül-, temizle-, yat-, yıkan-. ║ bahset-, karın doyur-, seyret-, yerine getiril
(görev).
yarın:⌠193⌡/3. Bugünden, sonra gelecek ilk günde,{gelecekte}./ “"Haydi hazırlan, yarın
gidiyoruz" diyemedi.” (SKA-GA)., “"Öyle ya, dün gitti, yarın gelir!"” (FB-T)., “Ağalar, siz de buyurun evlerinize. Yarın yine
görüşürüz.” (TB-KA)., “Bana yarın uğra.” (PS-SK)., “Ben de yarın ilçeye koşacağım.” (FB-ID)., “Bakma telefona, her
kimse yarın arasın.” (AÜ-SG)., “Yarın yola çıkıyoruz.” (CK-BR)., “Sadaret alayı yarın yapılacak ve yeni hükümet ilân
edliecekti. (NSÖ-AD).
→ git- [37], gel-* [33], görüş- [8], uğra- [8], konuş- [5], ver- [5], dön- [4], gör- [4], ara-
[3], bak- [3], buluş- [3], iste- [3], yap- [3], al- [2], anla- [2], anlat- [2], bekle- [2], düşün- [2], getir-
[2], götür- [2], öl- [2], öldür-[2], yavrula- [2], yaz- [2], aç-, ağla-, aşıl-, barış-, bırak-, bit-, bitir-,
bul-, çık-, de-, değiş-, doğ-, dök-, dökül-, düş-, düzelt-, geber-, gir-, gönder-, içir-, in-, incele-,
iyileş-, kaz-, koş-, kur-, kurul-, kutla-, oku-, onar-, ovdur-, saldır-, söyle-, uzat-, var-, veril-,
yan-, yapıl-, ye-, yet-, yolla-. ║ aşağı in-, ava çık-, geç kal-*, geri ver-, güneş doğ-*, hallet-,
harbe gir-, ilân edil-, posta çek-, yola çık-. ║ gör gözet, yap getir.
⇒ yarın gitmek, yarın gelmek, yarın uğramak.
yarı yarıya:⌠32⌡/1. Yarısı kadar./ “Feridun Katinanın çehresini yarı yarıya örtüyordu,…” (HZU-
AM)., “Kızarmış gözleri yarı yarıya açılıyor, sonra kapanıyordu.” (AS-YA)., “Yollar yarı yarıya boşalır.” (HT-AŞ)., “Birkaç
ay içinde yarı yarıya kırıldık.” (YK-KSİ). ; /2. yarısı birine, yarısı öbürüne olarak./ “Dediğim gibi, yarı yarıya
paylaşırız!” (OK-KT)., “Yalınız şu ötede naylon sera da var patronun, orada da çalışırız, naylon seradan yarı yarıya alırız,
ondan sonra açıkta çalışırız…” (FO-KSA)., “Yarı yarıya ödedik faytoncunun parasını.” (Sİ-DSG)., “Tohumluğu, Bey'e geri
verdikten sonra, kalanı yarı yarıya bölüştüler mi, kendi payına iki yüz elli hak düşer mutlaka!” (KT-Gİ).
1.⌠22⌡→ ört- [2], açıl-, boşal-, çıkar-, çürü-, dağıt- (kahır), döndür-, düş- (fiyatlar),
harca-, ıslat-, in-, indir-, kapa-, kat-, kırıl- {telef olmak}, küçül-, örtül-, sez-, yıkıl-. ║ iyi
şansa dön-.
2.⌠10⌡→ paylaş- [4], bölüş- [2], yap- [2], al-, çalış-.
⇒ yarı yarıya paylaşmak (veya bölüşmek).
yaşamaca: Ø
yaşın yaşın:Ø
yatsı vakti:⌠4⌡/Akşam vaktinden sabah vaktine kadar geçen süre./ “Bir gece, yatsı vakti
köye yeşil sarıklı bir hoca gelmiş.” (KT-Gİ)., “Yatsı vakti mengü bitti.” (YK-BE).
→ gel- [3], bit-.
yavaş:⌠68⌡/4. Alçak, hafif bir biçimde./ “Bayım bayım yavaş konuşun bayan duymasın.” (GA-TO).,
“Durun hele bacaksızlar! Yavaş söyleyin!” (CD-Oİ)., “Yazabilmem için yavaş anlatıyor.” (EÖ-GSA). ; /5. Hızlı
471
olmayarak./ “Dört yol kavşağında sağa saptı. Yavaş yürüyordu.” (YA-AO)., “Zaten yavaş da gitseler fark etmiyecekti.”
(EÖ-P/S)., “YAŞLI ERKEK- Numaraları yavaş çek ama.” (GY-KO)., “Hoca yavaş vur hoca...” (KK-SE)., “ADAM O yüzden
yavaş ilerliyor.” (BA-TO1)., “- Bay şoför, ne olursun, yavaş sür!” (AN-AZDE).
4.⌠25⌡→ konuş-*[17], söyle- [7], anlat-.
5.⌠43⌡→ yürü- [11], git- [9], çek-* [3], iç- [3], sür- [3], gel- [2], canlan-, güd-, ilerle-,
kalk-*, okşa-, oynan-, salla-, sık-, vur-, ye-, yeşer-. ║ (zaman) geç-.
→ yavaş gel! (veya ol!)
⇒ yavaş konuşmak (veya söylemek), yavaş yürümek.
yavaşça:⌠557⌡/Oldukça yavaş, usulca./ “"Çocuğu doğuracağım," diyor yavaşça. "”. (OB-HYD).,
“"Ekol kurmuş ne demek?" diye yavaşça sordu esmer delikanlı.” (OA-BBAR)., “(Öne doğru yavaşça düşer.)” (GA-TO).,
“Annem, bir süre sonra beni uyudu sanıp yavaşça yataktan çıktı ve anne annemin yattığı koltuğa gitti.” (GY-H2)., “(Sarılır,
Zeliha yavaşça Şerefi iter.) Nen var?” (NH-YM)., “«Hayri Efendilik sâna yakında kimbilir ne pahalıya, malolacaktır, zavallı
adam!» diye pek yavaşça mırıldandı.” (NSÖ-AD)., “Halbuki şimdi mütemadi bir ihtimal ve sual zinciri kafasının içinde
uğultular yaparak dolaşmakta idi. yavaşça doğruldu.” (SA-KY)., “Behiç'in yanında duran Siyret, arkadaşına yavaşça
fısıldadı: Annesi Galatasaray'da kimi bekliyor, bil bakayım? Keşfedemedim.” (PS-SK)., “Kapısını da yavaşça kapattı.”
(GD-AK)., “Minderden yavaşça doğruldu.” (NG-BKR)., “Nermin, dedesinin dizinin dibine oturdu yavaşça.” (AA-YÖT).,
“Sultan cevap vermeden yürüyünce, arkasından yavaşça seslendi: Anahtarı aman iyi sakla...” (KT-Gİ)., “Topal durumu
kavrayarak yavaşça kalkmış, kahve kapısını bulmuştu bile. tik patırtıda tatlı canını dışarı atacak, tabanları kaldıracaktı.
(OK-KT)., “Veli Geyik gazeteyi yavaşça indirdi.” (KT-Gİ)., “Yavaşça doğruldu.” (SA-KY)., “Yavaşça sıktı omuzlarını.
"Şimdi konuşabiliriz," dedi.” (PC-K)., “Zaman dingin bir öğleüzerine akıyor yavaşça.” (İA-ÖEK)., “Yusuf yavaşça ona
sokuldu, eliyle dokunarak: …” (SA-KY)., “«Niçin bana hakaret etmek istiyorsun?» Cevap vermedi, yavaşça ayağa kalktı.”
(SA-K/S)., “Ayşe, başını önüne eğdi, yavaşça cevap verdi: Evet, baba!” (CD-Oİ)., “(Bir an tutar elini telefonda, kadına
bakar; durur, sonra yavaşça kaldırır elini)”. (VT-BÖKDYO).
→ de- [109], sor- [33], kalk- [28], çık- (-i, -e, -den) [16], it- [12], mırıldan- [12], çek- (bir
şeyi) [11], doğrul- [11], aç- (kapı, perde vb.) [9], bırak- [9], fısılda- [9], gir- (-i, -e) [9], kapat-
(kapı vb) [8], açıl- (kapı vb.) [7], geç- [7], kapa- (kapı vb) [7], dön- [6], yaklaş- [6], bak- [5], gül-
[5], in- [5], konuş- [5], otur- [5], seslen- [5], sıyrıl- [5], tut- [5], vurul- (kapı) [5], dokun- [4], eğil-
[4], kaldır- [4], sokul- [4], söylen- [4], arala- (kapı) [3], çekil- [3], dalgalan- [3], koy- [3], okşa-
[3], söyle- [3], süzül- [3], uzaklaş- [3], vur- (-e) [3], aralan- (kapı) [2], aydınlan- [2], ayrıl- [2],
çal- (kapı) [2], çimdikle- [2], düş- [2], ekle- [2], gel- [2], git- [2], iç- [2], indir- [2], kapan-
(gözkapaklarını) [2], kapan- (kapı vb.) [2], kay- [2], öp- [2], ört- [2], sık- [2], sol- [2], yit- [2],
yürü- [2], açıl- (karanlık), açıl- {gerilemek}, ak-, azal- (sevinç), bat- (güneş), belir-, bit-,
bulan- (bellek), çağır-, çarp-, çıkar-, çök-, dal-, değ-, değiştir-, devin-, dikil-, din- (uğultu),
dürt-, elini uzat-, eri-, fırlat-, gerin-, gıcırda-, havalan-, ısır-, iliş-, inle-, itele-, karar- (ortalık),
kavra- {tutmak}, kaydır-, kımılda-, kıs- (far), kon-, oku-, oturt-, öksür-, öl-, salla-, sallan-,
sarkıt-, saydamlaş-, sıvış-, sızdır-, sil-, silk-, sön-, sür-, sürükle-, sürüklen-, tamamla-, tokatla-,
topla-, tutun-, uyan-, uzan-, ürper-, ver-, yaklaştır-, yan- (ışık), yanaş-, yaslan-, yaşa-,
472
yerleştir-, yut-, yutkun-, yüksel-. ║ ayağa kalk- [6], cevap ver- [4], akşam ol- [2], başını kaldır-
[2], elini kaldır- [2], yere bırak- [2], (alacakaranlığa) karış-, başını eğ-, başını indir-, başını
omzuna yasla-, başını salla-, belirginleş-, bileğini kavra-, devam et-, diz çök-, (dudağını)
oynat-, elini alnına koy-, elini sık-, (gözlerini) kaldır-, (gözlerini) kapat-, içeri kay-, içine sin-,
(kapı) tıkırda-, karşılık ver-, kendini bırak-, (örtüyü) kaldır-, rica et-, söze karış-, tekrar et-,
terk et-, yere düş-, yere yıkıl-, yola çık-.║ eğilip kalkar, döner yürür, döndü gitti, çıkar gider.
⇒ yavaşça demek, yavaşça sormak, yavaşça kalmak.
yavaşçacık:⌠7⌡/Çok yavaş, usulcacık./ “Çalınca yavaşçacık açıveririm kapıyı.” (NE-GT)..
“Yavaşçacık omzuna dokundum.” (NH-YM)., “Ya bozulduysa? Yavaşçacık yerden kalktım.” (AN-AZDE)., “Yavaşçacık
okşadı saçları, sonunda kıpırtısız kaldı eli saçlarında kardeşinin.” (F-BS).
→ aç- (kapı), dokun-, indir-, kalk-, koy-, okşa-, yürü-.
yavaş yavaş:⌠680⌡/1. Yavaş bir biçimde, ağır ağır, aheste aheste, aheste beste./ “Adnan
Beyle Nihad beyi derenin kenarında arkadan görüyordu; Nihalle Mile de Courton uzakta yavaş yavaş yürüyorlardı. (HZU-
AM)., “Bir bardak su? İstemedim: üzgün ve duygulu bir yetkili gibi yavaş yavaş bahçeden çıktım. (OA-KB)., “Bir süre gözü
havada düşünür, sonra kararını verir, yavaş yavaş ilerler. (HT-EG)., “Sonra yavaş yavaş eski donukluğuna döndü. (KT-Gİ).,
“Çiçekler yavaş yavaş açılmış, ağaçlar yapraklanmıştı. (AA-TO3)., “Geç kalkmak itiyadında olan eniştesini uyandırmaktan
çekinerek merdivenleri yavaş yavaş indi. (HT-GF)., “Siz, ne dersiniz bu işe Ziya Bey? diye sözümü bitirince yavaş yavaş
yanımdan kalktı: (YK-İM1)., “Sonra havada gülümsemesini asılı bırakarak, kuyruğunun ucundan başlayarak yavaş yavaş
kayboldu. (HEA-AG)., “Bekir şimdi kalbi rahat, yavaş yavaş ayağa kalktı, onlara baktı, elini kalçasına vurdu: "Eh dangalak
işi bu, yaraşmaz sana, Bekir!" dedi. (CD-Oİ)., “İşte yavaş yavaş kendine geliyor. (MTT-SS)., “Yavaş yavaş diz çöktü, Kala
Mala'nın elini tuttu, can kardeşinin elini sıkar gibi hafifçe sıktı, Kala Mala kımıldamadı; ölmüş, çoktan soğumuştu. (CD-Oİ).,
“Kızıltaş'ın üzerinde henüz kırmızı-mor bir duman perde vardı; yavaş yavaş o da göğe yükseliyordu. (RI-KG)., “Yavaş yavaş
geri dönüyor. (CD-Oİ)., “Ölümüme tanıklık et, ölüm bende yavaş yavaş boy atsın. (KT-Gİ). ; /2. Azar azar./ “Ø”. ;
/3. Gitgide./ “Sonra yavaş yavaş alıştı.” (KHK-YAH)., “Tek bir ümidin bile kalmadığını yavaş yavaş anlıyordu.” (KHK-
YAH)., “Nihayet bu dağınık hayallerden biri yavaş yavaş sükûnet buldu, açıldı.” (HZU-AM)., “Ama sonra aşkı yavaş yavaş
küllendi.” (HT-M)., “Bekir yavaş yavaş onları unuttu.” (CD-Oİ)., “…sonra yavaş yavaş sesler silindi ve ben o zaman
«zaman»ı duydum.” (GY-KO)., “O gün uzun uzun, ama «daireler çizerek» konuştuk; itirazları yavaş yavaş yumuşadı.” (GY-
H1)., “Yol alçaktaydı, Kuşkaya'nm tepesinden başka hiçbir şey görünmüyordu. Yavaş yavaş yatıştı, bir sigara yaktı.” (CD-
Oİ). 1. ⌠573⌡→ yürü- [36], çık- (-i, -e, -den) [18], ilerle- [15], in- (-i, e-, den) [14], açıl- [13],
kalk- [12], gel- [11], karar- (hava vb.) [10], dön- [9], sön- [9], uzaklaş- [9], dağıl- [8], git- [8],
yaklaş- [8], yüksel- [8], büyü- [7], kaldır- [7], konuş- [7], başla- [6], değiş- [6], geç- [6], uzat- [6],
aydınlan- [5], boşal- [5], çekil- [5], kesil- [5], yayıl- [5], çek- (-i) [4], din- [4], doğrul- [4], gir- [4],
otur- [4], sallan- [4], sokul- [4], ağla- [3], alış- [3], azal- [3], belir- [3], çök- [3], düş- [3], eğil- [3],
ısın- [3], incel- [3], okşa- [3], sar- [3], seyrekleş- [3], silin- [3], soyun- [3], ağar- [2], al- [2], anlat-
[2], bat- [2], bırak- [2], birik- [2], bul- [2], bulan- [2], canlan- [2], çiğne- [2], dönüş- [2], durul- [2],
duy- [2], geliştir- [2], ger- [2], hafifle- [2], iç- [2], indir- [2], iyileş- [2], kapan- [2], kapla- [2],
473
oku- [2], sıyrıl- [2], toplan- [2], ufal- [2], uza- [2], yerleş- [2], yırt- [2], yitir- [2], ahmaklaş-, ak-,
alçal-, alıştır-, anla-, ansı-, artır-, atıl-, ayrıl-, bas-, bayırlaş-, bıraktır-, bit-, boz-, bük-, bürün-,
çıldırt-, çoğal-, çürü-, dal-, değiştir-, de-, delir-, doğ-, dolaş-, dol-, don-, dondur-, dök-, dökül-,
dur-, dürtele-, düzel-, em-, eri-, ezil-, geber-, gerile-, giyin-, görün-, götür-, hazırla-, hazırlan-,
hızlan-, ısıt-, ıslat-, ışı-, iyileştir-, kaç-, kalkın-, kancıklaş-, kapat-, karal-, karıştır-, kar-,
kaydır-, kazı-, kımılda-, kırıl-, koyul-, kuklalaştır-, kurtul-, küçül-, mavileş-, öde-, öğren-, öl-,
örtül-, parla-, salla-, sapıt-, sars-, serpil-, sız-, sindir-, sislen-, sivril-, sok-, soy-, sönükleş-,
söyle-, söylen-, sürtün-, tenhalaş-, tırman-, toparlan-, tutun-, uç-, unut-, uyan-, uyuş-, uzan-,
var-, yanaş-, yap-, yapıştır-, yatış-, yaz-, yerleştir-, yeşer-, yıkıl-, yönel-, zayıfla-, zehirlen-. ║
kaybol- [8], ayağa kalk- [5], başını kaldır- [3], diz çök- [3], (gözlerini) aç- [3], kendine gel- [3],
geri dön- [2], (ağzına) götür-, ağzından dökül-, boy at-, cevap ver-, çevresini al-, (kendine)
dön-, elden ayaktan düş-, elini kaldır-, (ellerini karnına) götür-, etkisini göster-, farkına var-,
geri çekil-, geri gel-, geri kal-, (göğe) yüksel-, (gözlerini) kapa-, gözleri kapan-, hareket et-,
hayatını kapla-, hesabını şaşır-, hüzne kay-, ikiye parçalan-, ileri geç-, (işler) karış-, karanlık
çök-, kaybettir-, kendine getir-, kendini duyur-, kendisini toparla-, keşfet-, meydana çık-,
nizama gir-, ortadan kalk-, ortaya koy-, saçlarına ak düş-, salıver-, sesi kısıl-, (sesini) kes-,
seyret-, sıra gel-, söz at-, söze başla-, suyunu çek-, şekil al-, tedaviye çalış-, üstün gel-,
(yanına) sokul-, (yanına) yaklaş-, yerden ayrıl-, yere çök-, yerinden kalk-, yerini al-, yola çık-,
yola gel-, yola gir-, yola koyul-, yorgunluğu çık-, yukarı kaydır-.
2. ⌠-⌡→ Ø
3. ⌠107⌡→ alış- [13], anla- [8], değiş- [2], dönüş- [2], küllen- [2] , rahatla- [2], silin- [3],
sön- [3], unut- [3], yatış- [2], yayıl- [2], yitir- [2] , yumuşa- [2], açıl-, ağar-, alıştır- anlat-, aşın-,
aydın-, azal-, azgınlaş-, balıklaş-, başar-, belir-, bık-, bilinçlen-, bit-, bozul-, ciddileş-,
çoraklaş-, çözül-, dağıl-, değiştir-, durgunlaş-, fark et-, geliş-, hafifle-, hatırla-, heyecanlan-,
hırçınlaş-, iyileş-, karar-, katılaş-, kaybet-, kırıl-, kuru-, oluş-, oluştur-, sar-, sarsıl-, sertleş-,
soğu-, sol-, sök-, teklifsizleş-, tüken-, umutlan-, unutul-, yabancılaş-, yakınlaş-, yarat-. ║
sükûnet bul- [3], çaptan düş-, (emniyetini) kazan- gözden kaybol-, hisset-, kabuğuna çekil-,
kendini bul-, kendini kaybet-, kendinden geç-, kendisini toparla-, kişiliğini yitir-, sorumluluk
ver-, umudunu kes-, umudunu yitir-, yorgunluk çök-, (yüreğini) bırak-.
⇒ yavaş yavaş yürümek, yavaş yavaş ilerlemek, yavaş yavaş inmek, yavaş yavaş
kalkmak, yavaş yavaş alışmak, (ortalık) yavaş yavaş kararmak.
yavuzca: Ø
474
yaya:⌠28⌡/2. Yayan./ “Biz, yaya yürüyoruz.” (SK-D)., “Diyarbakır'dan yaya gelmiş.” (HT-GF).,
“Tosunun karşılığı beş lirayı aldım, yaya yola düştüm.” (FA-SUYK)., “Refah Şehitleri Caddesi'nden yokuş tırmanmaya
gücünüz yeterse -ben faytonların müptelâsı olduğum için yaya hiç çıkmadım- yürüyüşe çıkan Zeyyat Selimoğlu ile
karşılaşırsınız.” (DH-SS)., “Kucakta çıkmıştın yola bir seher, Sılaya bir akşam yaya dönmüşün...” (FNÇ-HD).
→ yürü- [7], gel- [5], dön- [4], çık-* [2], gez- [2], gidil- [2], git- [2], çıkıl-. ║ yola düş-
[2], yol alın-.
→ yaya bırakmak, yaya kalmak.
⇒ yaya yürümek.
yayan:⌠32⌡/3. Yürüyerek, yaya./ “Bu kez eşeksiz, yayan dağlara döndü.” (OK-Bİ)., “Fakat onlar
yayan gelirlerdi.” (SFA-HBSK)., “Yayan yürünür mü?” (TDK.-ÖÖ)., “Hep... Yayan dolaştım.” (PS-SK)., “Biraz da yayan
gideyim!" dedi.” (FB-ID).
→ git- [11], gel- [6], yürü- [4], dolaş- [3], dön- [2], geç-*, geç-, in-, uğurlan-, yürün-. ║
yola çık-
⇒ yayan gitmek, yayan gelmek.
yayan yapıldak:⌠17⌡/Yayan ve yalın ayak, yapıldak./ “Bu çevrelerin tüm köylerini yayan
yapıldak dolandım.” (BŞ-DKO)., “Yayan yapıldak gelemezdi.” (FB-T)., “Yayan yapıldak git!” (FB-T)., “Nörelim yani
Mavula kadın, Ankara'ya yalın yapıldak yollara mı düşelim?” (FO-KSA). ; //Donanımsız ve hazırlıksız olarak.// “Sultan kısmı yayan yapıldak uğrayamaz.” (KT-Gİ)., “Gittiği yerden dönmezse, yayan yapıldak başa çıkılmaz.” (AS-YA).
/…/⌠14⌡→ dolan-, gel-*, getir-, git-, koş-, yolla-, yürü-. ║ yola düş- [3], dağ aş-, yol
tep-, yola dökül-. ║ yürüyüp gel-.
//…//⌠3⌡→ uğra-*, başa çık-, başa çıkıl-*.
⇒ yayan yapıldak yola düşmek.
yayık yayık:⌠2⌡/Heceleri uzatarak (konuşmak)/ “Ø”. ; //Ciddiyetsiz bir biçimde.// “Artık çeşme başlarında bakraçları bir yana bırakarak '.komşu çocuklar ile yayık yayık şakalaşnuyor, mezarlık arasında
beştaş oynamıyor, gaz bezi yarı düşük, göğsü yan açık, çıplak ayaklarında takunyalar, leblebici önlerinde eğlenmiyordu.”
(RHK-MH)., “Az sonra içerisi dolacak; kimisi içtikçe cıvıyacak, kimisi yayık yayık ona dert dökecek.” (YA-AA).
/…/⌠-⌡→ Ø
//…//⌠2⌡→ şakalaş-. ║ dert dök-.
yayvan yayvan:⌠1⌡/Yayarak, sesleri uzatarak, {ciddiyetsiz bir biçimde.}/ “Adam değil ki
Mollanın oğlu. Yayvan yayvan güler.” (YK-OD).
→ gül-.
yazın (I):⌠34⌡/Yaz mevsiminde, yaz aylarında./ “Bak kışın gelme ha, yazın gel...” (Mİ-SD).,
“Gerçekte kitabım üzerinde en iyi yazın çalışabiliyorum.” (CKM)., “Gölgeliğin tellerinde, Pas ürüyordu yazın...” (ME-TŞ).,
“Yazın mısır ekilmiş buraya, belli, kırık saplardan.” (EB-BG)., “Çiçek çimen, yeşermiş ot, ne varsa yanar kavrulur yazın.”
(FB-T)., “Yılan yazın çıkar ortaya, dedi Şerife.” (AK-AA)., “BEKÇİ: Yazın denize girerler...” (VT-BÖKDYO).
475
→ gel- [5], çalış- [2], git- [2], giy- [2], al-,, ayrıl-*, büyü-, dön-, ekil-, işle-, kirala-,
küçül-, serinlet-, şenlen-, terle-, uğra-, üre-, vur-, yan-, ye-, yüz-. ║ denize gir-, fark et-, ortaya
çık-, soluk al-*. ║ yanar kavrulur.
yaz kış:⌠15⌡/Bütün yıl boyunca. {daima, hep}/ “Umut gözlerinde ölü bir bakış, Çığlık bir bakılış
dudaklarında; Bulamadıkları nedir ki, yaz kış Dolaşırlar şehrin sokaklarında?” (AMD-BŞ)., “Rüzgâr yaz kış durmaz.” (OB-
HYD)., “Niye? Yaz kış balığa giderler.” (OK-AY)., “Sürekli terleyen annesinin, yaz kış elinden mendil düşmüyor.” (MM-
ÜAKO)., “Yaz kış onunla, bunca yol teptik.” (HT-EG).
→ dolaş-, dur-* (rüzgar), ısın-*, otur-, yüz-. ║ açık bırak- (pencere), balığa git-, başını
ört-, çamur ol-, elinden düş-*, su bas-, yol tep-, takip et-.
yazlı kışlı: Ø
yedekte:⌠5⌡/Yedek olarak./ “Yıllarca Güven'i sahaya çıkarmadı, yedekte tuttu.” (ÜD-KŞ)., “Kafkas
Tümeni yedekte bekliyordu.” (TÖ-ŞÇT)., “Kılavuzluk edecek olan Davut'un kayığı da yedekte çekilecekti.” (Sİ-İGÇÖ1).
→ tut- [2], bekle-, çekil- (kayık), çektir- (atları).
⇒ yedekte tutmak.
yeke yek: Ø
yekine yekine: Ø
yekin yekin: Ø
yekpare:⌠1⌡/2. tek parça olarak, bütün olarak./ “Karataş'ı yücelteceğim, Karataş'ı su gibi uslu,
hem de yekpare yapacağım!” (FB-ID).
→ yap-.
yekten: Ø
yek vücut:--
→ yekvücut olmak.
yellim yelalim: Ø
yellim yepelek: Ø
yel yepelek:⌠1⌡/Çok acele, telaşla, bilinçsizce (koşturmak), yel yeperek./ “Çağrımızı
alınca yel yepelek, yelken kürek koşup gelecektir.” (SB-BŞM).
→ koşup gel-.
yel yeperek: Ø
yengeçvari: Ø
476
yeni**:⌠501⌡/8. Biraz önce, çok zaman geçmeden, {bu günlerde, yakında, henüz.}/ “"Bilmem, ben de yeni geldim buraya."” (YK-KSİ)., “Ben nöbete yeni başladım da...” (AA-TO3)., “Seni ben yeni gördüm.”
(TB-KA)., “Badanası yeni yapılmış.” (EB-BG)., “Bar ancak yeni gelmişti kendine, bar olduğunu yeni anlamıştı.” (OK-
AY)., “İhsan Mısır'daki esirliğinden yeni dönmüştür.” (AHT-H)., “Akşam, ya da yatsı namazından yeni kalkmıştır.” (EB-
BG).
→ gel- [16], çık- (-i, -den) [6], başla- [6], dön- [5], gör- [3], anla- [2], kalk- [2], öl- [2],
yapıl- [2], al-, bağla-, bil- {tanımak}, bit-, bitir-, boşan-, değiştir-, doldur-, evlen-, git-, görün-,
kapan-, ol-, sil-, soyun-, söndür-, sus-, tanı-, tanış-, taşın-, yaradıl-, yat-, yayınlan-, yıkan-. ║
yaşına gir- [2], badana edil-, bıyığı terle-, (gün) patla- {başlamak}, güneş doğ-, harman kalk-,
kendine gel-, (yaşına) bas-.
yeni baştan:⌠58⌡/Baştan başlayarak, yeniden./ “Bir kaygı, bir keder içime çöküverdi mi, bir iki
buçuk matinesine girer, çocukluğumun sevinçlerini yeni baştan bulurum.” (SKA-GA)., “Ben, şunu da söylemeliyim, röportaj
yazmaya başlamadan önce, gazetelerimizde çıkmış bütün röportajları yeni baştan okumuş incelemiştim.” (DC-BSKY)., “Bu
kez yeni baştan anlattı.” (FB-T)., “Töbe de de yeni baştan başla!.” (TB-KA)., “Böyle oldu mu, bir iskele meydanında, on
dakikada, dilerseniz hatıralarınızın dünyasına kayar gider, yıllarca önce yaşanmış bir anı yeni baştan yaşarsınız.” (SKA-
GA)., “A'dan Z'ye bütün kavramlar yeni baştan ele alınıyor.” (ZA-MAAİ).
→ bul- [3], oku- [3], anlat- [2], başla- [2], dol- (çile) [2], hatırla- [2], kucakla- [2], öğren-
[2], yaşa- [2], yaz- [2], aç- (yol), bil-, birleş-, canlan-, diril-, doğ-, duy-, düşün-, gel-, gör-, iç-,
incele-, irdelen-, kaşılaştır-, konuş-, kur-, kurul-, örgütlen-, örül-, sinirlen-, sorgula-, uyan-,
yap-, ye-, yerleş-, yorumla-. ║ ele alın- [2], ant iç-, âşık ol-, bayram et-, çileden çık-, elde et-,
emir ver-, fethet-, idrâk et-, işe giriş-, keşfet-, mazi kur-, sorguya çekil-, şahit ol-, tab'edil-.
yenice:⌠7⌡/2. Yakın günlerde, {bir az önce.}/ “O da Ankara'dan yenice dönmüştü.” (GD-AK).,
“Bak gördün, yenice cipten indim; hem valla, hem billa, hayırsız oğlumu aramayacağım.” (FB-ID)., “Kahve daha yenice
açılmıştı.” (YK-İM1)., “Ahmet yenice gelmiş.” (FB-ID).
→ açıl-, dön-, gel-, in-, kurtul-. ║ karşı karşıya gel-, yatağa gir-
yeniden**:⌠2321⌡/Gene, yine, bir daha, tekrar./ “6 Mayıs 1972 şafak vakti halkın vicdanında
yeniden başlamış ve devam etmektedir…” (NB-DÜF)., “Acayip! Yeniden Berna ile tartışmasına dönüyor: Nereye varmak
ister bu kadın?” (Aİ-YK)., “Örnek gidecek ki, yeniden bakılacak.” (KT-Gİ)., “Birine bağırıyor, ötekinin ensesine leblebi
atıyor, alay ediyor, gidip yeniden geliyor; yanında oturan nefer, tosun bir oğlan; ona dik dik bakıyor, kızıyor gibi
görünüyor.” (MŞE-MA)., “(Beğeniyle yeniden karta bakar.)” (AA-TO3)., “Onun için de yeniden yatacağım işte...” (ÇA-
BAG)., “Azaldığında tulumba çalışıyor, sarnıcı yeniden dolduruyor.” (SD-K)., “Gülümsedi: "- Şu iş hayırlısıyle bir bitse de
cübbemi yeniden giysem diye düşünüyorum Hacı bey."” (TB-KA)., “Kafa kâğıdı değil mi, hep bir, dedim, vilâyete kaydını
gördürdüm yeniden adres verdim. Mahkemede bir şey çıkmadı.” (SA-K/S)., “Duramadı, yeniden ayağa kalktı ve odayı
arşınlamaya başladı. -Elimizi tez tutmalıyız.” (TB-KA)., “Eğer beraat olasılığı yoksa, kanundaki nedenler bulunsa bile, son
karar yeniden ele alınamamaktadır.” (NB-DÜF)., “Bir anda, merceklerin ardındaki petek gözlerini, yüzünden ayıramayan
'Müsü' Nahum'u, burnunun dibine sokulmuş, yeniden keşfediyor: iş konuşmanın sırasıdır:” (Aİ-YK)., “Selim Kulenin tüm
katlarıyla külahını yeniden onarımdan geçirtmiştir.” (SB-BŞM).
477
→ başla- [31], dön- [12], bakıl- {ele alınmak, incelenmek} [6], gel- [6], git- [6], kişne-
[5], bak- [4], gör-* [4], kavra- [4], yaşa- [4], yat- [4], yaz- [4], al- [3], büyü- [3], getir- [3], konuş-
[3], sor- [3], açıl- [2], alevlen- [2], atıl- {davranmak} [2], bağla- [2], çalıştır- [2], doğ- [2], doldur-
[2], dur- [2], evlen- [2], giy- [2], hatırla- [2], havalan- [2], hızlan- [2], kavuş- [2], kımılda- [2],
kur- [2], kurul- [2], oku- [2], otur- [2], ör- [2], sağla- [2], sus- [2], toplan- [2], yayımlan- [2], yazıl-
[2], yıkıl- [2], yönel- [2], yürü- [2], acı-, anlat-, ara-, art-, arttır-, at-, bağır-, bin-, birleş-,
birleştir-, bitlen-, boyan-, bozul- {alınmak}, bul-, buluş-, canlandır-, coş-, çağır-, çek-, çekil-,
çocuklaş-, dal-, damla-, davran-, dayan-, de-, değiştir-, dene-, dik-(ağaç), dikel- {diklenmek},
dinle-, diren-, diril-, doğrul-, duy-, duy- {hissetmek}, duyul-, düş-, düşün-, düzenle-,
düzenlen-, eşin-, geç-, gencele-, gevşe-, gıcırda-, gir- (-den), giriş-, gönder-, gönderil-, görün-,
göver-*, ısın-, ikirciklen-, ilerle-, incele-, indir-, iste-, işitil-, it-, kaç-, kapan-, kapatıl-,
karşılaş-, katılaştır-, katla-, kavuştur-, kızış-, kon- (dal), koy-, kucakla-, ol-, omuzla-, onar-,
onarıl-, öfkelen-, parlat-, pekleş-, pişir-, saldır-, sallan-, sarıl-, seç-, selâmlaşıl-, sevin-, sığın-,
sıyrıl-, silkin-, sinirlen-, susul-, sürdür-, şaş-, tak-, tasarlan-, tazelen-, tep-, topla-, tut-, uğra-,
uza-, uzan-, uzat-, ürper-, vur-, yakala-, yaklaş-, yankılan-, yap-, yapıl-, yaptırt-, yarat-,
yaylan-, yerleş-, yeşer-, yoğur-, yolla-, yudumla-, yumuşat-, yüksel-. ║ adres ver- [2], ayağa
kalk- [2], boş kal- [2], ele alın-* [2], keşfet- [2], numarayı çevir- (telefon) [2], yola düş- [2], âciz
kal-, ahıra sok-, aklı takıl-, bağdaş kur-, başını daldır-, başını eğ-, can gel-, canlılık gel-, çağrı
çıkar-, çiçek ver-, çile doldur-, diz çök-, düğmeyi çevir-, dükkân açıl-, ekrana getir-, elden
geçirt-, eline al-, elini öp-, elini uzat-, eski durumunu al-, fark et-, göz at-, gözleri kapan-,
gözlüğünü tak-, gün ışığına çık-, güneş aç-, hayran ol-, hazırola geç-, hiddet duy-, ıstırap
kapla-, ışıklar sön-, içeri gir-, içeriye alın-, içi katılaş-, içine çek-, içini sar- (duygu), ihdas
edil-, ilgisini kazan-, kabul et-, keyfi kaç-, koluna gir-, kontrol et-, midesi bulan-, muhakeme
ol-, nükset-, onarımdan geçirt-, orkestraya uyarla-, ortalık karış-, ortaya dök-, önem kazan-,
önüne kat-, öteyi beriyi topla-, özür dile-, peyda ol-, sahneye çıkar-, ses bul-, sorguya çek-,
söz al-, sözü …e getir-, telefon çal-, terbiye et-, teşekkül et-, uykularını kaçır-, uykuya dal-,
yağmur indir-, yasak edil-, yerine otur-, yola düzül-, yolu yordamı sapıt-, zengin ol-, zile bas-.
║ silinip git-, dalıp git-.
⇒ yeniden başlamak, yeniden dönmek.
yeniden yeniye: Ø
yenilerde:⌠1⌡/Yakın geçmişte./ “Haydar Ustanın içine kuşku girdi: Yoksa büyük Bey bu yenilerde mi
öldü?” (YK-BE).
→ öl-.
478
yeni yeni:⌠53⌡/Yeni olarak, bugünlerde, çok yakınlarda./ “Nilüfer, kardeşinin hayatındaki
dramı yeni yeni anlıyordu.” (AK-AA)., “Bitmek şöyle dursun, belki yeni yeni başlardı.” (GY-GH)., “Kimi yerde ya da
durumda, konuşmağa yeni yeni alıştım.” (BK-ÖM)., “Sen yeni yeni kendine geliyorsun.” (NC-SY)., “Dostoîevsky'yi ise yeni
yeni tadıyordum.” (AHT-YG).
→ anla- [7], başla- [3], alış- [2], çık- [2], öğren- [2], açıl-, anımsa-, ara-, belirtil-, belle-,
düşün-, erkekleş-, gel-, gir-, giriş-, hatırla-, ışılda-, kabar- (göğüs), kavra-, kazanıl-, kuru-,
kurul-, parla-, sür-, tanı-, tanın-, tat-, toparlan-, uyan-, yapıl-, yapraklan-, yayıl-. ║ kendine
gel- [3], farkına var-, kendini topla-, keşfet-, meydana çık-, sabah ol-, yerini al-, yüz yüze gel-.
⇒ yeni yeni anlamak.
yerinde:⌠5⌡/2. Zamanı, yeri uygun düşerek, gerektiği biçimde./ “Kelimeyi yerinde
kullanmadınız.” (NM-TK)., “Ben İstanbul imar işlerinin mesuliyetini taşıyan bir adam olsam, değil İbrahim Paşa sarayı gibi
ayakta duran bir binayı yıkmak, ecdad, elinden çıkmış küçük bir taş parçasını yerinden oynatmak için yüz defa düşünür ve
galiba yüzüncüsünde gene yerinde bırakırdım.” (AHT-YG)., “Henüz polis mi yoksa terörist mi olacağıma karar
vermemiştim, bunu daha sonra yerinde çözümleyeceğim.” (AA-ETY). ; /2. Durumunda./ “Ø”.
2. ⌠5⌡→ kullan-* [3], bırakır-, çözümle-.
3. ⌠-⌡→ Ø
yerine: Ø--
yerli yerinde:⌠26⌡/1. Eskiden olduğu gibi./ “…her şey yerli yerinde dururdu, bir kopçanın bile
kendine göre bir yeri vardı ve hiç değişmezdi bu...” (PS-FH)., “Askerî ve mülkî hükümetimiz yine yerli yerinde kalacaktır.”
(FRA-Ç)., “Yalnız hiçbişeyi yerli yerinde göremiyorum.” (AN-AZDE). ; /2. Uygun olarak./ “Ama fantezi öğesi de
vardi, yerli yerinde kullanılmıştı.” (AD-Y).
1.⌠24⌡→ dur- [17], kal- [4], gör-* [2], bul-.
2.⌠2⌡→ kullan- [2].
⇒ yerli yerinde durmak, yerli yerinde kullanmak
yerli yerine:⌠5⌡/Kendisine ait olan yere gelecek şekilde./ “Her şeyi yerli yerine
yerleştiriyorlar.” (OA-KB)., “Yerli yerine taktı hepsini.” (EÖ-P/S)., “İyice parlatılıp yağlanmış, her şeyi yerli yerine
takılmıştı.” (EÖ-P/S).
→ yerleştir- [3], tak-, takıl-.
⇒ yerli yerine yerleştirmek.
yerli yersiz:⌠7⌡/{1. Uygun zamanı olup olmadığını düşünülmeden., 2. Saçma sapan,
ulu orta.}/ “Ansızın değişmişti sanki, ikide bir yerli yersiz gülümsüyor, bazen dudaklarını dua okurcasına oynatıyor,…”
(HAT-KHK)., “Ben helva demesini de bilirim, halva demesini de» sözünü dil pelesengi etmişti; kahve ocağında ikide bir,
yerli yersiz tekrarlardı.” (RHK-BS)., “Şimdi ikide bir yerli yersiz takılıyor.” (KT-YS).
→ gülümse- [2], seviş-, takıl-, tekrarla-. ║ kolunu sür-.
479
yer yer:⌠52⌡/Birçok yerde./ “Döşeme yer yer çatlamış, duvarların beyazı kararmıştı.” (NG-BKR).,
“Onun siyah kalpağı, yer yer parlıyordu yıldızların ışığında.” (SK-D)., “Döşeme yer yer çatlamış, duvarların beyazı
kararmıştı.” (NG-BKR)., “Kaldırım yer yer sökülmüştü.” (YK-İM1)., “Coğrafya yer yer esniyor.” (AHT-H)., “Dökülen sarı
tozları keten örtüyü yer yer lekeliyordu.” (PC-K). “Geliyor düşman! (Tek tek) yer yer kırılıyor savunma hatlarımız...” (GY-
KO). ; //Kısmen, az da olsa.// “Yer yer ben de sizi eleştiriyordum.” (FA-SUYK2)., “Onların ağır basan özelliklerine
de Cansever'de yer yer rastlayabiliriz.” (EC-GDA)., “Toplumsal değişimin yansıması yer yer şiirinize yansıdı.” (FA-
SUYK2)., “Önceki sayfalan yer yer okumuştum zaten, senin uygun gördüğün kadanm yani” (PK-BCR)., “Oysa Batı ta
Rousseau'dan, Pestallozzi'den beri kendi okullarını değiştirmenin yollarını arıyor, bulduğu yenilikleri ancak yer yer
uygulayabiliyordu.” (SE-KEÜ).
/…/⌠62⌡→ dökül- [9], parla- [5], çatla- [4], sökül- [3], ak- [2], açıl- [2], ağar- [2],
aksettir-, ayaklan-, aydınlat-, birik-, birleş-, buruş-, delin-, düzeltil-, esne- {değişmek}, fırla-,
gölleş-, görül-, görün-, ışıklandırıl-, ilerle-, kesil-, kırıl- (savunma hattı), kop-, lekele-,
lekelen-, parçalan-, parıldat-, parlat-, pislen-, titret-, uzatıl-, ürpert-, vuruş-, yıkıl-, yırtıl-,
yükselt-. ║ akset-, ay ışığı vur-, dem çek-, kavga çık-.
//…//⌠11⌡→ eleştir- [2], anlamsızlaş-, oku-, özdeşleş-, rastla-, uygula-, yaşa-, yansı-.
║ dile gel-, öne çık-.
yeterince:⌠91⌡/Gerektiği kadar, yeterince, istenildiği kadar, yeter sayıda./ “Sen benim
şurada kırk yıllık komşum olduğun halde, daha beni yeterince tanıyamamışsın!” (FB-ID)., “Assos'un karşısındaki Midilli
Adası'ndan çıktığını yeterince bilir miyiz acaba?” (AK-MY)., “Birinci görüşe göre, Türkiye'de kapitalizm ve burjuvazi,
İttihat ve Terakki döneminde, yeterince gelişmiştir.” (EK-DT..A)., “Kendimiz yeterince bilmiyor, ilgilenmiyor,
uğraşmıyoruz ki başkalarına anlatalım.” (AK-MY)., “Gövde yeterince beslenemiyor...” (EA-DÖY)., “Yeter ki, Parti,
köylülerin de temsilcisi olduğunu yeterince ortaya koyabilsin.” (EK-DT..A)., “Bu iki yazı, Ataç'ın yukarda vurguladığım
dogmatik yanını yeterince açığa vurur. “(AO-ZS).
→ tanı-* [5], bil-* [4], geliş-* [4], ilgilen-* [3], açıkla- [2], anlat- [2], belirle-* [2],
beslen-* [2], doyur-* [2], gör-* [2], kullanıl-* [2], sergilen- [2], tanıtıl-* [2], uyu-* [2], aktarıl-*,
al-*, anlaşıl-*, aydınlat-, ayrımsa-*, beğen-, bekle-, benimse-*, bilin-, bükül-*, çalış-*, çiz-*,
değerlendir-, değerlendiril-, doldur-, doy-, düşün-, eğil-*, eleştiril-*, gir-, göster-, hırpalan-,
ısıt-, irdele-, izle-, kanıtla-, kıs-, kışkırt-, konuş-, konuşul-*, öğren-*, öğret-, önemse-*,
özümsetil-, sezdir-, tanış-, tartışıl-, uğraş-*, uza- (dava), uzaklaş-, ver-, vurgula-, vurgulan-*,
yaklaş-*, yansı-*, yansıt-, yapılaş-*, yararlan-*, yüksel-. ║ ortaya koy- [2], önem ver-* [2],
açığa vur-, fikir ver-, kaybet-, misyon üstlen-, öne sür-*, söz edil-*, yer veril-*.
yevmiye: Ø
yıldan yıla:⌠5⌡/Her yıl, {her geçen yıl}./ “Parkı bile kalmamış kentte kavaklar da eksiliyor yıldan
yıla tanımıyor kimse köknarları” (ŞY-2001)., “Oğlu yıldan yıla büyümüş, hali davranışı değişmiş, ama bu sabahlar
değişmemişti.” (SKA-GA)., “Bu kıtlık yıldan yıla arttı.” (GY-GH).
→ art- [2], büyü-, değiş-, dol-, eksil-.
480
yıldır yıldır: Ø
yılgınca: Ø
yılgın yılgın:⌠2⌡/Ürkerek./ “Çabucak kalktı sofrayı ortaya attı: «Gelin de yeyin,» dedi yılgın yılgın.”
(YK-OD).
→ de-.
yılışıkça: Ø
yıllarca:⌠149⌡/Yıllar boyu, birçok yıl./ “…afyon alışkanlığı gibi sürekli olarak şüpheye ve kızgınlığa
ihtiyaç duyan bir isyan şehvetiyle yaşadık yıllarca,…” (AA-İGA)., “…bu soğuk çöle, bu sahici yere gelecek olanları yıllarca
bekleyebilirdik...” (CE-KBG)., “Kızını hem verecek oldus hem caydı; yıllarca besbedava çalıştırdı.” (BŞ-DKO).,
“Serserilerdeki 'Çelkaş' hikâyesini yıllarca unutamadım.” (FA-SUYK)., “Ey atlı ve ulvî gece! Yıllarca devam et!” (YKB-
KGK)., “Kovsa bile yıllarca küs durmaz.” (KT-Gİ)., “Yıllarca seni görmeyeyim.” (SD-FC)., “Yıllarca bekledik, biraz daha
beklemek bizlere hiçbir şey kaybettirmez.” (AB-SD)., “Sanki Tanrı, bu kızı ona nasip etmek için ayırmış ve yıllarca
saklamıştı.” (AK-AA).
→ yaşa-* [9]*, bekle- [8], sür- [5], çalış- [5], uğraş- [5], dolaş- [4]yaz-* [3] besle- [3]*,
ara-* [2] gör- [2], hatırla- [2], izle- - [2], kullanıl-* [2], kurtul-* [2], taşı- [2], unut-* [2], yap- [2],
al-*, anlat-, araştır-, bak-, çarpış-, çek-, dinlendir-, dön-*, ek-, eleştir-, engellen-, geçin-, gez-,
gezdir-, göllen-, inle-, kal-, kan-*, katlan-, konuşul-*, kullan-, kuşkulan-*, oyala-, öt-, pinekle-
, saç-, sakla-, saklan-, seç-*, seviş-, söyle-, söylen-, sus-, sürdür-, tartışıl-, taşın-, tüt-, uğraşıl-,
uğraştır-, uyu-*, üz-, yaşat-, yayımla-*. ║ devam et- [2], başıboş kal-, beraber ol-, birlikte
yaşa-, bunalım geçir-, değer ver-, ders okut-, eğitim gör-, emek ver-, görev al-, görev yap-,
hapis yat-, hapset-, hayalini kur-, içine biriktir-, idare et-, konuk kal-, küs dur-*, memurluk et-
, pala çal-, peşinden koş, seyret-, söz et-, spor yap-, sürgünde yaşa-, tartışmasını yap, yoksun
kal-. ║ dağlanıp dur-, didinip dur-, dolaşıp dur-, inip çık-, oyalanıp dur-, sürüp git-, tartışıp
dur-, tütüp dur-, yanıp tutuş-, yedirip içir-.
yıllar yılı:⌠32⌡/Uzun yıllardan beri./ “Bak yıllar yılı ardında sürünüyor.” (YK-BE)., “- Bu tasarı
yıllar yılı gerçekleşememişti.” (BN-DY1)., “Yürürüm yıllar yılı Yol uzaklarda” (FHD-50S)., “Yıllar yılı susmuş,
susturulmuş.” (EB-YU)., “Cin tayifesinden. yıllar yılı gün göstermedi ona, o fıkaraya.” (YK-OD)., “Gençten bir adamdı
Hikâyesi gayet kısa yıllar yılı tek başına yaşadı” (AO-NSBE).
→ sürün- [3], yürü- [2], aşın-, bekle-, besle-, bırak-*, çalış-, çöz-*, dolaş-, gel-,
gerçekleş-*, gez-, görül-*, gül-, hatırla-, izle-, kal-, korun-, kovala-, nallat-*, öğün-, savun-,
sez-*, sus-, susturul-, taşı-, unut-*, yetiştir-, yönet-*. ║ çare bul-, gün göster-*, içini kemir-,
tek başına yaşa-.
yısa yısa: Ø
yıvış yıvış: Ø
481
yiğitçe:⌠11⌡/2.Yiğit gibi, yiğide yaraşır bir biçimde, yüreklilikle./ “Vasıf, yiğitçe çıktı
ortaya, açıkladı: Ben Ocak piyesini çok sevmiştim.” (ES-SUYK)., “Sıçrayıp kalkıyor, yiğitçe direniyor Muhtar Hüsnü.” (FB-
ID)., “Halit Paşa, kaçacak yer bulamayınca çiftliğinin kulesine kapandı, yiğitçe vuruştu, yiğitçe öldü.” (KT-YS)., “Eyüp El
Ensâri'nin öyküsünü merakla dinliyordu: O lanet olası Yezidin komutasında yiğitçe savaşıyordu İslam ordusu, ama kent
şimdiki gibi direniyordu.” (NG-BKR).
→ açıkla-, dayan-, de-, destekle-, diren-, dövüş-, öl-, savaş-, vuruş-, yürü-. ║ ortaya
çık-, savunma yap-.
yine**:⌠2217⌡/1. Yeniden, bir daha, yine, tekrar, gene./ “"Sen bilirsin. yine gel ama."” (SD-
K)., “Ama, ne olur ne olmaz, biz yine Beykoz Çayırına dönelim.” (SB-BŞM)., “"Yarın yine gideceğim."” (SD-K)., “Birazdan
yine görüşürüz.” (TDK-KO)., “Çakırsaraylı yine güldü: -Gelmesi senin elinde emme gitmesi değil ireis bey.” (TB-KA).,
“Baykuş gözlü kadın yine bakıyordu kapının aralığından.” (SD-K)., “Fakat... yine sustu.” (TB-KA)., “Belki çocuğa yine
rastlarım...” (AA-TO3)., “Biz nasıl yattıysak yine yatarız.” (ÇA-BAG)., “Farkına vardı ve yine ağzının içinde mırıldandı: "-
Sevinecek ne var ki bunda?.."(TB-KA)., “Halil yine anlatır: Esma her gün köyden bu kayalara kadar iner, kıyıda oturur,
gözlerini daldığı yere dikip İsmail'in çıkmasını bekler...” (NC-SY)., “Ama o yine lâfa karışır, aklına gelenleri söyler, sualler
sorardı: "-Len ne yüzsüz herifsin sen!.."” (TB-KA)., “Ak Masalcı ile Kara Masalcı'nın yarışmalarını izlemek için 15 dakika
sonra yine birlikte olalım.” (TÖ-TO3)., “Ama sonunda akşam, yine akşam olur.” (SB-BŞM)., “Bazen de yeni yazdığı bir
şiiri ilk dinlemek yine bana müyesser olurdu.” (HT-ÖTÖ..)., “Daha bahçenin kapısına gelmeden yine sırılsıklam oldum.”
(SD-K). ; /2. Öyle de olsa, öyle olmasına karşılık./ “Ø”. ; /3. Buna rağmen, bununla birlikte./
“Ø”.
1.⌠341⌡→ gel-* [36], dön- [13], git- [11], görüş- [9], gül- [7], açıl-* [6], bak- [5], başla-
[5], sor- [5], bul-* [4], sus-* [4], çalış- [3], düşün- [3], gör- [3], kımılda-* [3], ol- [3], otur- [3],
unut-* [3], aç- [2], anlat- [2], at- [2], ayrıl-* [2], bakış- [2], bırak-* [2], buluş- [2], canlan- [2], de-
[2], dinle- [2], duy- [2], geç- [2], gir- [2], görün- [2], gülümse- [2], hızlan- [2], kaç- [2], konuş- [2],
mırıldan- [2], oyna- [2], rastla- [2], söyle- [2], tut- [2], uğraş- [2], unutul-* [2], uyu-* [2], yap- [2],
yaşa- [2], yat- [2], yaz- [2], açıkla-, al-, aldırma-, alevlen-, alış-*, ara-, arın-, azarla-, bağır-,
bayıl-, becer-*, bekle-, belir-, bil-, birleş-, bit-*, bocala-, boşal-, buyur-, çağır-, çal-,
çekingenleş-, çık-, dağıt-, dal-, dalgalan-, darıl-*, değiş-, dolaş-, dur-, düzel-, evlendir-, gecik-,
gerile-, giy-, göster-, gözük-, hatırlat-, hırla-, huylan-, iç-, inan-*, indir-, kalk-, kapan-*, kapat-
, karşılaş-, kazan-, kız-, kokla-, konuşul-*, kork-, koş-, kur-, kurtul-, kurul-*, kuvvetlen-,
mızmızlan-, oku-, öl-, pırılda-, sar-, sat-*, seç-*, seslen-, seviş-, sırıt-, sürün-, şahlan-, tersle-,
uğra-, uydur-, uza-, üşüş-, üzül-, var-, ver-, yakalan-, yakıştır-, yan-, yarış-, yat-, yetiş-, yıkıl-,
yorul-, yutkun-, yüksel-. ║ birlikte ol- [3], akşam ol- [3], aklına gel- [3], ağzından kaç-, aklına
geleni söyle-, aklından çık-*, alkış tut-, avdet et-, bedbaht ol-, bildiğini oku-, bir başına kal-,
boca et-, cevap ver-*, çenesi kenetlen-, çifte at-, dayanama-, devam et-, eline al-, fırsat yakala-
, geberip git-, geç kal-, geri götür-, halt et-, harap ol-, hoşnut et-, ısrar et-, iş çevir-, kabul et-,
karşılık al-, kavga çık-, kavga çıkar-, kaybol-, kendini şaşır-, kendini tut-*, kulak kesil-, lâfa
karış-, müracaat et-, müyesser ol-, omuz silk-, ortadan kaybol-, ortalığı sar-, ortaya çık-,
482
oyunu boz-, rahat et-*, sabahı et-, serbest bırak-*, sır ol-, sırılsıklam ol-, sigara yak-, söz al-,
söze karış-, sözünü kes-, sual sor-, suçüstü yakalan-, şüphe et-, tekrar et-, tesadüf et-, usa düş-,
uykusu dağıl-, uzaklaştır-, (yağmur) çisele-, (yağmur vb.) yağ-, yerinden kıpırda-*, yola
koyul-, zihni allak bullak ol-.
2.⌠-⌡→ Ø
3.⌠-⌡→ Ø
⇒ yine gelmek, yine dönmek.
yobazca: Ø
yok pahasına:⌠4⌡/Kâr elde etmeksizin, değerinden çok düşük bir biçimde./ “…selâm da
söyleyin anneme, sandığını sepetini satsın da., diye diye; ondan sonra da torunları her şeyi yok pahasına kapatmışlar.” (AA-
RÜ)., “Çünkü kalanları yok pahasına verirler.” (F-PY).
→ kapat- {el koymak} [2], ver- [2].
→ yok pahasına satmak (veya almak veya gitmek).
⇒ yok pahasına kapatmak.
yokuş aşağı:⌠14⌡/1. Yokuşta aşağıya doğru./ “Geceden ıslak taşlar donmuş, kaygan, yokuş aşağı
yürüdü.” (YA-AA)., “Bu kez, yokuş aşağı gidiyordu, ılıman bir rüzgârda kendini kapıp koy-vermiş kayık gibi, pupa yelken.”
(SKA-GA)., “Sonra da yokuş aşağı arkalarından koşardık.” (FA-SUYK2)., “Onur sıkıntıyla. yokuş aşağı sürdü arabayı.”
(İA-ÖEK)., “Böylece yokuş aşağı Haliç kıyısına dek indim.” (NG-BKR). ; /2. Başarısızlığa doğru./ “Oysa hayatı,
yokuş aşağı inmekteydi.” (Sİ-ÖKS).
1.⌠10⌡→ yürü- [3], in- [2], koş- [2], sür- [2], git-, vur- {gitmek}.
2.⌠1⌡→ in-.
yokuş yukarı:⌠10⌡/Yokuşta yukarı doğru./ “Kendin yaptın, kendin çek! Yokuş yukarı baktı.” (YK-
OD)., “Nargileci Sokak'tan aşağı Halic'e doğru indi ve Havancı Sokak'tan dönüp yeniden yokuş yukarı çıktı.” (OP-KK).,
“Yaşlı adamı koşarcasına yokuş yukarı çıkardı.” (YK-OD)., “Kentin bu Kayabaşı semtinde, bütün sokaklar yokuş yukarı
gider.” (NM-TÖ2).
→ bak-* [3], çık- [3], çıkar-, git-, vur- {çıkmak}, yürü-.
⇒ yokuş yukarı çıkmak.
yok yere:⌠9⌡/Hiçbir gereği ve yararı olmadan./ “Durup dururken yok yere ağlıyordu.” (RNG-
YG)., “Güçlerini lakırdıyla ne kadar yok yere harcıyorlar.” (HEA-T)., “APOLLODOROS: Yok yere öleceksin Sokrates!”
(TO-SS)., “Nerde ise cici kızının önünde diz çöküp alaturka şarkı-ağzı ile: "Affet beni meleğim, seni yok yere kırdım, üzdüm,
incittim," diye özür dileyecek.” (HT-KSA).
→ ağla-, harca-, harcan-*, incit-, kır-, öl-, savun-, sopalan-, telaşlan-, toplan-, üz-.
yollu: Ø--
yoluyla: Ø--
483
yol yol:⌠5⌡/Çizgili, çizgiler biçiminde, çizgi çizgi./ “Kadının yüzünde, yanak allıkları yol yol
birikiyordu.” (F-BS)., “Boyaları -kanla karışık- yol yol toprağa aktı.” (EÖ-P/S)., “Boyası iyice solmuş, yol yol çatlamış,
reçineleri akmış.” (NM-TÖ2).
→ ak-, birik-, çatla-, kızar- (ufuk), uzan-.
yorgun argın:⌠18⌡/Çok yorulmuş, gücü kalmamış olarak./ “Millet yorgun argın tarlasından
geliyor bizim kız da tutturmuş bir çoban türküsü"” (CD-Oİ)., “Tren nihayet yorgun argın Ankara istasyonuna girdi, işte
Direksiyon Binası.” (HT-GF)., “Bekir Ağa yorgun argın armudun altına oturdu, bir sigara sardı.” (CD-Oİ)., “Yorgun
argın sete uzanırsın, malını mahsulünü düşünür; rüyanda tarlanı, bağını, bostanını görürsün.” (CD-Oİ)., “Ekspres
uzaklaştıktan sonra yorgun argın istasyon binasına döner; bekleme odasında, yataklı vagon yolcularının verdiği kurabiyeleri
yerdik.” (OA-KB).
→ gel- (-e, -den) [4], gir- (-e) [3], dön- [2], otur- [2], uzan- [2], bul-, de-, yönel-, yürü-.
║ araba sür-.
yosmaca: Ø
yudum yudum:⌠24⌡/Azar azar, yavaş yavaş./ “İçkisini ve erkeklerin ahmaklıklarını yudum
yudum içiyordu kasanın ardından.” (SS-TR). , “Ve suyunda sesinin aksi taşar derine; Hayatı yudum yudum akıtır
gözlerine!” (VŞA)., “Sonştın bütün güzelliğini yudum yudum tadıyordum.” (NN-DM)., “Laypzig'te, tıramvay durağında
tadını çıkara çıkara, yudum yudum kederleniyorum.” (NH-YŞ).
→ iç- [18], akıt-, din-, içil-, kederlen-, tat-. hisset-,
⇒ yudum yudum içmek.
yukarda: Ø
yukardan: bk. yukarıdan
yukarı:⌠202⌡/5. Üst tarafa, üstteki kata, üste, yükseğe, yukarıya./ “Adamlar yukarı
çıktılar.” (YA-AO)., “Ağır, ellerini toprağa dayayarak, sızlayan bedenini yukarı kaldırdı.” (YK-OD)., “Kadını yukarı
gönderdi.” (YA-AO)., “Bir ilk aptallığı düğüm sayarak Yadsımış dört yanı hep yukarı bakmış.” (CS-SS)., “Dereden yukarı
koşacaksın.” (FB-T)., “Elinde bir tırpan vardı!" dedi Musdu. "Çatak köyünün yaylasına yukarı gidiyordu.” (FB-T).,
“Ellerime doladığım saçlarını acul [sabırsız] bir asabiyetle tekrar yukarı çektim.” (KHK-YAH)., “Gardiyan gülerek
tezkereyi aldı ve yukarı götürdü.” (SA-K/S)., “İstersen şu tuğlaları yukarı taşı.” (AKB-BŞ)., “"Kalkın ayol, beye bir şeyler
oluyor!.." diye bağırdı ve yine patırdı, gürültüyle yukarı fırladı.” (SA-KY).
→ çık-* [103], kaldır- (baş, boyun, el vb.) [37], bak- [10], gel- [7], çek- [6], fırla- [5],
kalk- [5], al- [3], git- [3], götür- [3], koş-[3], taşı- [3], seslen- [2], çağır-, çekil-, dik-, dön-,
gönder-, kıvır-, kıvrıl-, sıyır-, sür-, var-, vur-, yürü-.
⇒ yukarı çıkmak, yukarı kaldırmak, yukarı bakmak, yukarı çekmek.
yukarıda: Ø
484
yukarıdan:⌠14⌡/Tepeden, üstten./ “Nicedir bu kente hep yukarıdan bakıyorum.” (AC-KY)., “Bu
sırada tavan yukarıdan vuruldu.” (OK-C)., “Işık yukarıdan vuruyor, her şeyi olduğundan da beyaz gösteriyordu.” (NG-
BKR)., “Yukarıdan tozlar dökülür.” (BA-TO1)., “Dağlara kaçanlar, bizim geldiğimizi yukarıdan görmüşler.” (SK-D).
→ bak- [9], dökül-, gel-, gör-, vur- (ışık), vurul-.
⇒ yukarıdan bakmak.
yumak yumak:⌠4⌡/Küçük yuvarlaklar durumunda./ “Döndükçe yumak yumak çözülür Böyle
kaybolduydu bir zaman Karacaoğlan adlı kardasın.” (VŞA)., “İki çocuk, duvarın dibinde yere oturmuşlar, bakır telleri
ayırıyorlar, yumak yumak sarıyorlardı.” (SD-K).
→ çözül- [2], sar-, savrul-.
⇒ yumak yumak çözülmek.
yumuşakça:⌠4⌡/3. Yumuşak bir biçimde./ “Usulca sokulur okura, yumuşakça sarar, yaşadığını
sorgulamaya iter. "Arka Bahçe" bir önceki kitapta yer alan bir şiirin başlığıdır.” (KŞY-2002)., “Hikmet Bey'e sokulacağı ve
onun kendisine kısacık bir süre için bile olsa sevgiyle sarılacağı ânı bekliyordu; o an geldiğinde, yumuşakça sokuluyor,
bedenini yaslıyor, o ânın bütün tadını çıkanyordu.” (AA-İGA).
→ in- (dalga), sar-, sokul-, uzat-.
yuvar yuvar: Ø
yüklüce:⌠1⌡/Yüklü olarak./ “Bu akşam aşık Diyojen, yahut Aksaraylı Hacı Derviş Balaban denilen bu
garip adama ellerimiz, kollarımız dolu, yüklüce gidiyorduk.” (OCK-KE).
→ git-.
yüksek:⌠1⌡/9. Büyük para ile./ “Ø”. ; //Sinirli bir biçimde, kızgın, bağırarak.// “Bakıyorum, yüksek konuşuyorsun!” (OK-KT).
9. ⌠-⌡→ Ø
//…// ⌠1⌡→ konuş-.
yüreği ağzında:⌠2⌡/Korku ve heyacan dolu bir durumda./ “Annesi yüreği ağzında uğurluyor
kızını, bilinmeyen bir geleceğe.” (EA-DÖY)., “Bir yıkıntı bulana kadar yüreği ağzında bir süre daha yürüdü.” (RI-KG).
→ uğurla-, yürü-.
yüreklilikle: Ø
yürekten:⌠90⌡/Temiz duygularla, saygı ile, içten, içtenlikle./ “Akilopanta'ların onu
engellediğine, artık yürekten inanıyorum.” (GD-AK)., “ERKUT: Biraz daha yüksekten... yürekten söyle...” (VT-BÖKDYO).,
“Obanın sevincine o da yürekten, candan, her şeyi unutarak katıldı.” (YK-BE)., “Dört beş yiğit çıktı, kendilerini yürekten
kutlarım!” (BA-YYY)., “Ama biliyordu ki, Ali bunu yürekten değil de kahrından söylüyor.” (YK-OD)., “…yürekten teşekkür
ediyorum.” (GD-AK).
→ inan- [22], sev-* [8], söyle- [6], dile- [4], katıl- [4], acı- [3], de- [3], kutla- [3],
benimse- [2], çal- [2], duy- [2], gül- [2], iste- [2], sevin- [2], alkışla-, anlat-, bağır-, beğen-, çağır-
485
, destekle-, gücen-, gülümse-, içselleştir-, konuş-, of çek-, öğren-, paylaş-, üzül-. ║ teşekkür
et- [5], tasdik et- [2], arzu et-, aşık ol-, dua et-, iman et-, saygılarını sun-, tövbe et-.
⇒ yürekten inanmak, yürekten sevmek, yürekten teşekkür etmek.
yüzbeyüz:⌠2⌡/Yüz yüze./ “Oturalım dizbediz söyle, selim yüzbeyüz..” (GY-D)., “Sonra bir kez
karşılaştılar, yüzbeyüz, sonra, bir yılbaşı akşamı.” (Sİ-ÖKS).
→ karşılaş-, söyle-.
yüzden: Ø
yüzde yüz:⌠12⌡/1. Kesinlikle./ “Ergeç pisipisine öleceklerini yüzde yüz biliyorlar.” (KT-YS).,
“Koydum mu yüzde yüz yaparım, bu kez yapamadığıma bakma.” (FB-ID)., “O zaman "yüzde yüz, yüzde yüz bulacağım onu"
diye söylenirdi.” (EÖ-P/S)., “Taşkışla'dan üç ay altı günde zor kurtulur, ceza yemese bile okuldan yüzde yüz kovulurdu.”
(KT-YS)., “Kendine yüzde yüz artacaktır gücün…” (FHD-Y). ; /2. Tam olarak./ “Ø”.
1.⌠12⌡→ bil-* [3], art-, bul-, dene-, inan-, katıl- (denilene), kovul-, kurtul-, uyan-,
yap-.
2.⌠-⌡→ Ø
yüz kere:⌠9⌡/Pek çok, tekrar tekrar, çok kez, defalarca./ “Ana: Ben sana yüz kere söyledim.”
(YK-İM1)., “Yüz kere önünden geçersin de bilmezsin!” (RHK-BS)., “Aynı şeyleri yüz kere okurdum.” (CS-GC)., “…karar
verip, yüz kere vazgeçtim.” (EI-KA)., “"Nilüfer belki yüz kere kontrol ettim."” (AK-AA).
→ söyle- [3], geç- [2], görün-, oku-. ║ kontrol et-, vazgeç-.
⇒ (birine bir şeyi) yüz kere söylemek,
yüzlemece: Ø
yüzlü yüzlü: Ø
yüzsüzce:⌠2⌡/Utanmaz sıkılmaz bir biçimde./ “"Beni hatırladınız mı acaba?" diye sordum
yüzsüzce.” (MU-BDA)., “Onu yakından çehreme, gözlerimin içine bakmaya mecbur etmek için âdeta yüzsüzce
uğraşıyordum.” (RNGBKD).
→ sor-, uğraş-.
yüzsüz yüzsüz:⌠2⌡/Utanmaz ve pişkin bir biçimde./ “Tabela İsmail yüzsüz yüzsüz gülmüş;
"Efendi amca" demişti” (SKA-GA).
→ gül- [2].
⇒ yüzsüz yüzsüz gülmek.
yüzükoyun:⌠65⌡/Yüzüstü./ “Ben hepsinden daha aşağı yüzükoyun yattım.” (HEA-AG)., “Bu kez de
yüzükoyun uzanıyorum.” (EC-GDA)., “Ellerine dayanarak biraz emekledi, beli kırılmış gibi, az kalsın yüzükoyun yere
kapanacaktı.” (KT-Gİ)., “Dönüp koşmaya hazırlanırken ayaklarım birbirine dolaşıyor, yüzükoyun yere kapaklanıyorum.”
486
(AÜ-SG)., “Öyle ki, İzmir'e vardığım gün sahilin herhangi bir noktasına yüzükoyun düşeceğim.” (YKK-Y)., “Ayşe sallandı,
kestirme sırıklarını tutabilmek için ellerini uzattı, tutamadı, yüzükoyun çamurlara yuvarlandı.” (CD-Oİ).
→ yat- [20], uzan- [11], kapan- [10], kapaklan- [6], düş- [5], dön- [2], seril- [2], yatır- [2],
yuvarlan- [2], çevir-, devril-, dil-, ser-, yatırıl-.
⇒ yüzükoyun yatmak (veya uzanmak)
yüzünden: Ø--
yüzüstü:⌠24⌡/1. Yüzü yere gelecek biçimde./ “Hemen her gün sessiz sedasız kumar oynar,
kaybedince eve gelip yüzüstü yatar, kazanınca çarşıyı dükkân dükkân dolaşıp herkese ve her şeye gülümser” (HAT-KHK).,
“Hüsrev Bey kordonu biraz daha sıktıktan sonra bıraktı, Rosemary yüzüstü yere yıkıldı.” (AA-YÖT)., “Sonra yüzüstü
dönüyor, gevşek.” (AA-RÜ)., “Yere dayamaya çalıştığı eli çamurda kaydı, yüzüstü çamurların içine devrildi.” (AA-YÖT).,
“Fakat Ali Rıza Bey, birdenbire ayağı bir yere takılmış gibi yüzüstü yere kapandı, bastonu elinden iki adım öteye fırladı.”
(RNG-YD). ; /2. Başlanmış fakat tamamlanmamış bir durumda, {yarıda}./ “İşleri yüzüstü koydum
geldim.” (FB-ID)., “Bu kördüğüm Denizin üstü yalım Kodu yüzüstü gitti Yalnız başıma kaldım.” (OR-BCİ).
1.⌠22⌡→ yat- [3], yıkıl- [3], dön- [2], düş- [2], yuvarlan- [2], devril-, gel-, git-
{düşmek}, yapış- (duvara). ║ yere kapan- [4], kendini at-.
2.⌠2⌡→ koy-. ║ kodu gitti.
→ yüsüstü bırakmak, yüzüstü kalmak.
⇒ yüzüstü yere kapanmak.
yüzyıllarca:⌠5⌡/Yüzlerce yıl, asırlarca./ “Yüzyıllarca birlikte çaldık, oynadık, yedik, içtik, ağladık,
güldük.” (TÖ-ŞÇT)., “Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdik ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra,
şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun.” (YKK-Y)., “Alın beni, bırakın o vadiye Belki yüzyıllarca
yaşarım.” (CK-BŞ).
→ ağla- (birlikte), çal- (birlikte), gül- (birlikte), iç- (birlikte), oyna- (birlikte), tanı-*,
uğraş-, yaşa-, ye- (birlikte). ║ kanını em-.
yüz yüze:⌠11⌡/Karşı karşıya, yüzlemece, vicahen./ “Ne zaman bir sofrada yanyana gelsek; ne
zaman bir odada yüz yüze dursak..” (ÜA-TÖ)., “Onunla el ele tutuşmamıştım, onunla yüz yüze konuşmamıştım, onunla
karşı karşıya bile gelmemiştim.” (TÖ-E). “Çarpıştığı, takip ettiği hiçbir insanla yüz yüze çarpışmamış her zaman arkadan
vurmuştu.” (YK-İM1)., “Erken yatanlarla geç yatanlar hep aynı uykuda buluşmuşlar beraber olmuşlar Çoğu yüz yüze
yatmış, birbirlerinin nefesleriyle yaşıyorlar…” (İB-E).
→ dur- [2], konuş-* [2], bırak-, çarpış-, dön-, oynaş-, solu-, sök-*, yat-.
→ yüz yüze bakmak, yüz yüze gelmek, yüz yüze getirmek, yüz yüze kalmak, yüz yüze
yaşamak.
⇒ yüz yüze konuşmak.
487
Z
zahir: Ø
zahirde:⌠2⌡/Görünüşte./ “Konağın da, bizim de tapu sınırlarımıza zahirde ses çıkarmıyorlar…” (NFK-
ST)., “İçinden tanırım ben o elleri, Onlar ki zahirde viran olurlar, Ardıçlı dağları, çamlı belleri Aşanlar şi'rine hayran
oldular.” (FNÇ-HD).
→ ses çıkar-*, viran ol-.
zahiren:⌠2⌡/Görünüşte, görünüşe göre./ “O zaman, devletin hizmetinde vazife gören ecnebi
zabitlerine birer rütbe verilir, hepsi de ordumuzun kabul ettiği kıyafete sokulur; yani ateşemiliterler ve navaller gibi askeri
sefaret erkânı hariç, bütün o «ıslaha memur» ecnebiler hiç değilse zahiren Türkleştirilir, kendimize benzetilirdi.” (RHK-
BS)., “Zahiren gitmeye razı oldu, fakat sokağa çıkınca köşenin birinde mevki aldı ve Aliye'nin sokağını gözetlemeye
başladı.” (HEA-VK).
→ türkleştiril-, razı ol-.
zahmetsizce:⌠3⌡/Zahmetsiz bir biçimde, zahmet olmaksızın./ “Bugün Asya'yı baştan nihayete
kadar, Balkanlar'ı bir ucundan öbür ucuna kadar, Şimali Afrika'yı sade Türkçe söyleyerek zahmetsizce dolaşabilirsiniz.”
(AO-ZS)., “Behzad'ı veya şakirtlerini tanıyan elbette ki bir Watteau'ya herhangi bir resim terbiyesinden mahrum insandan
daha çabuk ve zahmetsizce erişir, Dede Efendi ile beslenmiş bir ruh için ise Bach sadece bir kardeştir.” (AHT-YG)., “Defne:
‘Hayır, rüya değil gerçeği yaşıyoruz/Aylardır, elde etmek için çırpınıp durduğumuz Akilopanta tüyü, kendiliğinden ve
zahmetsizce elimize geçti.’” (GD-AK).
→ dolaş-, eriş-. ║ eline geç-.
zalimane: Ø
zalimce:⌠1⌡/Acımasıca./ “Aç bırakılmış, silahsız, savunmasız, çaresiz bir halk kameralar huzurunda
zalimce bombalandı.” (CD-SNYB).
→ bombalan-.
zamanında:⌠66⌡/1. Eskiden, {önceleri, geçmişte.}/ “Alice'i çok iyi anlıyordu Sam, zamanında
ona da inanmamışlardı.” (MM-ÜAKO)., “Biz ona zamanında her şeyleri anlattık.” (FB-ID)., “Ablacığım, biz de vuruştuk
zamanında, anımsa.” (EA-DÖY)., “….yanımda oturan bu tutkulu delikanlı da zamanında okumuş ….” (OP-KK)., “Ya
zamanında Yusuf Günaydın'a haksızlık etmiştir, ki böyle olmadığı gelişmelerden bellidir.” (TA-NB)., “İyi ki zamanında mal
mülk edinmişim.” (AN-AZDE). ; /2. Tam vaktinde, {uygun bir zamanda.}/ “Ertesi sabah herkes zamanında
geldi. (AB-BBYŞ)., “Ama ikisi de kirasını zamanında ödeyemez ve ikisinin de sakal tıraşı uzamıştır…(EA-MR)., “Bir iki
yerden iş almış vaktiyle, avans filan da koparmış, fakat ya işi zamanında bitirmemiş, yahut heriflerin semtine bir daha
uğramamış... (NH-YM)., “Kimi ardından koşar, yetişir zamanında, Kiminin önündedir birdenbire yok olur. (ÖA-ÇY)., “Tam
yerinde, zamanında söyledin bu lâfı. (CD-Oİ)., “‘Niye beni zamanında uyandırmadın?’ diye çıkıştı Selim.” (GY-H2)., “Bu
kadar yakından izlendiğini zamanında sezebilseydim, onları şaşırtabilir, zaman kazandırabilirdim sana' dediğimde, Bir
dahaki sefere yaparsın. (OB-HYD)., “ ‘Değerlidir, kadrini bil, sakın atma, zamanında işine yarar!’ dediği zaman muhakkak
eğlenmişti; bu bir azizlikti.” (RHK-MH)., “Sarayıdır ki onun da zamanında defteri dürülecektir.” (SB-BŞM)., “İçinde
488
bulunduğu koşulları tarihsel nedenleri ve olanaklarıyla görüp, görebildiği kadar görüp, yerinde, zamanında ve kaçamaksız
kararlar veriyordu.” (SE-KEÜ)., “Karpuz suları kurur yapış yapış olur ben zamanında müdahale etmezsem.” (İA-ÖEK).
1.⌠18⌡→ anlat-, inan-*, oku- {eğitim görmek}, öl-, ver-, vuruş- {kavga etmek}. ║
bulup ye-*, dikkat çek-, dükkân işlet-, elele ver-, haksızlık et-, hizmet et-, kıymetini bil-*,
kulak bük-, mal mülk edin-, pahalıya otur-, tepkiyle karşıla-, ticarete atıl-.
2.⌠48⌡→ gel-* [4], öde-* [4], yetiş- [4], bitir-* [2], söyle- [2], çık-*, durdurul-*, getir-,
git-*, giyin-*, gönder-*, gönderil-*, gör-*, kaç-*, öğren-, sez-, söylen-*, ulaş-, uyandır-*, yap-
*, yaz-, yolla-. ║ işine yara- [2], defteri dürül-, geri çekil-*, hareket et-, hüviyetini bul-
{kendini geliştirmek}, karar ver-, karşılık ver-*, keşfet-, müdahale et-*, ödeme yap-*, takla
at-, terk et-*, teslim et-, transfer et-, (yağmur) yağ-.
zamanla:⌠132⌡/Aradan süre geçtikçe, giderek./ “Ama yapılan her şey zamanla değişiyor.” (EC-
GDA)., “"İlk günlerde böyle oluyor insan. zamanla alışırsınız."” (EB-BG)., “…insan zamanla ayrıntıları unutuyor.” (BA-
YYY)., “ANNE zamanla öğrenirdi her şeyi.” (TÖ-TO1)., “Başlarda, alçak sesle, Ondan bir haber var mı? diye soranlar da
zamanla azaldı.” (MM-ÜAKO)., “Belki de zamanla olur!..” (Sİ-İGÇÖ2)., “Ben özlem duymuyorum. zamanla alışıyorum.”
(TÖ-LEM)., “Bu gelenek İstanbul'da zamanla değişti.” (AHT-YG)., “Hekimler, zamanla geçer, deyip çıkıyorlardı işin
içinden.” (İA-ÖEK)., “Bu arada değerli kalıntılar zamanla yok olup gider.” (AK-MY)., “…fakat alışılamayacak, zamanla
önlemi alınamayacak, bir yaşam biçimine dönüştürülemeyecek kadar da kısaydılar. (AC-KY)., “…hak isteme örüntüleri,
ölçütleri değişir, sayıca azınlık-çoğunluk oranı değişmese de bakıştaki değişme, zamanla yerleşir, kök salar.” (BK-ÖM).
→ değiş-* [10], unut- [9], alış-* [7], ol- [7], öğren- [4], alışıl- [3], oluş- [3], anla- [2],
anlaşıl- [2], azal- [2], büyü- [2], çoğal- [2], dönüş- [2], düzel- [2], unutul- [2], yerleş- [2], yozlaş-
[2], aldan-, aldat-*, bağışlan-, başla-, belir-, birik-, bul-, büyüt-, dön-, durul-, edin-, eri-, eski-,
geç-, güçlen-, güzelleş-, inan-, kabar-, kahverengileş-, kalenderleş-, kanatlan-, kapan-,
kemikleş-, kop- {uzaklaşmak}, kork-, kötüleş-, kuru-, küçül-, küllen-, olgunlaş-, öğrenil-, öl-,
pekiş-, seç-, soğu-, sol-, sön-, şartla-, tıkan-, tutuş-, uslan-, uzaklaş-, varıl-, yayıl-, yönel-. ║
önlem alın-* [2], (anlayış) iflas et-, biçim değiştir-, çatlama yap-, değişime uğra-, dökülme
yap-, elde edil-, etkisini kaybet-, hak ver-, işgal et-, işi azıt-, işlevini kaybet-, kendiliğinden ol-
*, kendine gel-, kök sal-, kutsılık kazan-, önemini yitir-, önü alın-, teşekkül et-, vazgeç-,
yaşamını yitir-, yok ol-. ║ çekilip git-, yok olup git-. ║ görmez ol-, yıkıldı gitti, yıkılsın gitsin.
⇒ zamanla değişmek, zamanla unutmak, zamanla alışmak.
zamanlı: Ø
zamanlı zamansız:⌠1⌡/Gelişigüzel zamanlarda, vakitli vakitsiz./ “Böylece kocaman
adamlar olduklarında içlerinde kalmış korkuyla karışık öfke, zamanlı zamansız ortaya çıkar.” (İO-LBA).
→ ortaya çık-.
489
zamansız:⌠7⌡/2. Uygun olmayan bir zamanda./ “Neyse, zamansız gelmişim.” (NE-GT)., “Bir
mermer zamansız ansınıyorsa.” (TU-BŞ)., “Ben isterdim ki, bu hakikatleri, annene de söyleyim ama annen zamansız ve
olmadık yaşta öldü.” (UM-KKA)., “Tam dört asır zamansız yaşadık; her şey yeni baştan!..” (NFK-ST).
→ gel-* [3], ansın-, bul-, öl-, yaşa-. ║ (yağmur) yağ-.
⇒ zamansız gelmek.
zaman zaman:⌠441⌡/Ara sıra./ “…zaman zaman da gerçekten güzel dizeler çıkardığı oluyordu.” (TY-
YGY)., “Kendi ülkesini zaman zaman çok iyi düşünür.” (FA-SUYK2)., “Güçlükle görebildiği tek gözüyle zaman zaman
bana bakar, "çok zayıf bu çocuk" gibi bir şeyler söylerdi.” . (KB-SOYB)., “Benden daha atak olduğunu kabul ediyorum.
Zaman zaman ürkütüyor da bu yanın beni.” (İA-ÖEK)., “Bensiz bir hayatı zaman zaman özler kocam.” (OA-KO).,
“…zaman zaman Lefter'e gelirlerdi yarım saatliğine.” (EA-MR)., “Bir şehir, talihin bu kadar üstünde yaşadıktan sonra,
elbette onu zaman zaman hatırlayacaktır.” (AHT-YG)., “Belki, zaman zaman, kendileriyle devleti özdeş sayma eğilimleri
onlarda da görülürdü.” (MS-GH)., “Sanat dünyasında böyle acı ve tatsız bir sürprizlerle zaman zaman karşılaşıyoruz.”
(NN-DM)., “Ben duruldum, sizde zaman zaman geri tepiyor.” (OA-KO)., “Hâlâ... zaman zaman çekiyorsun.” (PK-BCR).,
“Örneğin Ferdi Tayfur gelirdi zaman zaman.” (RE-G)., “Bir kadın sesi, zaman zaman çocuğunu arıyor,…” (RI-KG).,
“Devrimciler, zaman zaman yenik düşebilirler.” (UM-SP).
→ ol- (bir şey) [22], düşün-* [21], gel- [9], görül- [8], gör- [6], bak- [5], sor- [5], çalış- [4],
hatırla- [4], çık- [3], de- [3], düş- [3], geç- [3], git- [3], iste- [3], kesil- [3], kullan- [3], parla- [3],
söyle- [3], uğra- [3], anla- [2], başla- [2], bil- [2], bul- [2], buluş- [2], bunal- [2], çağır- [2], değ-
[2], dile getir- [2], dolaş- [2], doldurt- [2], duyul- [2], güçleş- [2], in- [2], hırçınlaş- [2], kapıl- [2],
karış- [2], karşılan- [2], karşılaş- [2], katıl- [2], oku- [2], özle- [2], rastla- [2], rastlan- [2], san- [2],
sar- [2], sön- [2], sus- [2], tartış- [2], ulaş- [2], uyan- [2], yap- [2], yarat- [2], yaşa- [2], yokla- [2],
açıl-, ağla-, ak-, aktarıl-, al-, alkışla-, anlat-, ara-, atlat-, ayrıl-, belir-, bin-, bulun-, çarp-, çatla-
, çek-, çekin-, çiziktir-, dağıl-, dal-, daldır-, değin-, değiştir-, dinle-, diret-, donatıl-, dur-, duy-,
duygulan-, düşün-, düzeltil-, evlen-, fırla-, fısılda-, fısıldan-, geçir-, gönder-, görün-, görüş-,
göster-, gül-, gülümse-, güt-, haykır-, hoşlan-, ısır-, ilerle-, inan-*, incele-, it-, kaçın-*, kaçır-,
karala-, karıncalan-, kesiş-, kımılda-, kır-, kırıl-, kıskan-, kız-, kilitlen-, kok-, kop-, kork-,
kullanıl-, kurut-, kuşkulan-, mavileş-, ol-, otur-, örsele-, ört-, övün-, özdeşleş-, parılda-, parlat-
, pembeleş-, saç-, saçmala-, sarar-, sergile-, sez-, sezinle-, sorgula-, söylen-, sunul-, sürükle-,
şaşır-, şaşırt-, tartışıl-, taşı-, törpüle-, uğraş-, unut-, uzaklaş-, ürküt-, ürper-, üz-, yapıl-,
yararlan-, yasakla-, yaz-, yeğle-, yenil-, yor-, yorul-, yut-. ║ ziyaret et- [3], bir araya gel- [2] ,
dengesini kaybet- [2], girmeye başla- [2] , olay çık- [2], ortaya çıkar- [2], söz et- [2], zorunda
kal- [2], acı çek-, aklına gel-, aklına getir-, bahset-, bilgi ver-, burnu sızla-, çağrıda bulun-,
çıkış yap-, demeye getir-, denetim altına al-, dışa vurul-, dikte ettir-, dikte ettir-, doruğa çık-,
egemen ol-, fark et-, feda et-, gerginlik doğur-, geri tep-, göz at- giyinmiş ol-, gözden düş-,
gözleri karar-, eksik ol-*, güçlük çek-, günce tut-, güreş tut-, hak ver-, haksızlık et-, hisset-,
iade et-, iltifat et-, imtihan et-, inanmaya başla-, işbirliği yap-, kaybol-, kendini bul-, konser
490
veril-, medet um-, neden ol-, ortaya koy, öne geç-, önem kazan-, önüne geç-, patlak ver-,
saygısızlık et-, soğukkanlılığını yitir-, söz aç-, söze gir-, şahit ol-, …e sebep ol-, şikâyet et-,
tamir gör-, tenkit et-, tenkit et-, top koştur-, uç ver-, üstüne al-, üzerinde dur-, yenik düş-, yol
aç-, yolla yap-, ║ çıkıp git-, dalıp git-, debelenip dur-, derleyip topla-, esneyip uyukla-, ışıyıp
sön-, saplanıp kal-, yalayıp geç-, yükselip alçal-.
⇒ zaman zaman olmak, zaman zaman düşünmek.
zangır zangır:⌠42⌡/Aşırı bir biçimde titreyerek, zıngır zıngır./ “Sanki biri arkasına geçmiş
kadının, sesi öyle titresin diye omuzlarından zangır zangır sarsıyor.” (HT-KSA)., “Öyle ki, bu haykırışları güm güm
yankılanan yumruk sesleriyle birlikte ben ta iliklerimde hissediyor, hissettikçe de hiç Kıpırdamadığım halde, dövülen bir kapı
gibi zangır zangır sarsılıyordum.” (HAT-KHK)., “Geçen arabalar kimi şimşek çakıntısı gibi ışığa boğuyordu kim; de zangır
zangır titretiyordu camları.” (Sİ-İGÇÖ2)., “Softalara kızan Fethi, gömleğinden üç düğme çözüp elindeki para dolu tefle
Orso'nun mekânına doğru kaldırım taşlarını çatlatırcasına zangır zangır yürüdü.” (MK-AR).
→ sars- [2], titret- [2], gül-, sarsıl-, yürü-.
⇒ zangır zangır titremek, zangır zangır sarsmak.
zararına: Ø
zarfında: Ø--
zarifane:⌠1⌡/Zarifçe./ “Müdür Efendi fazla gülenleri "kalpatanla dişlerinizi sökerim ha!" diye zarifane
tehdit edermiş.” (RNG-ÇK).
→ tehdit et-.
zarifçe:⌠5⌡/Zarife yakışır biçimde, hoşça, güzelce, zarifane./ “Mutasarrıfın evinde gece daha
kibarca, daha zarifçe geçmisti.” (RHK-MH)., “Gıli Gıli Salih bir yandan Tilki Orhan'la eski günlerden konuşup gülüşürken,
bir yandan da Şavrole'nin kanatlarını okşuyor, elini çıtaların kenarında zarifçe gezdiriyordu.” (MK-AR)., “Gelinliğin
üzerinden tül duvağı kaldırıp manitayı alnından zarifçe öpünüz.” (MK-AR).
→ geç- (gece), gezdir-, tut-, uzat- (bacak). ║ (elini) öp-.
zari zari:⌠3⌡/{1. İnleyerek., 2. Hüngür hüngür.}/ “Selma Hanım, hem dinliyor, hem zari zari
ağlıyordu.” (YKK-A).
→ ağla- [3].
⇒ zari zari ağlamak.
zar zor:⌠37⌡/Güçlükle./ “Almancayla çat pat anlatarak, zar zor da olsa evi buldum.” (AÜ-SG). “Ama
zar zor bitirecekti tabağındakini.” (ÇA-BAG)., “Başı önüne eğik, zar zor gidiyordu.” (AS-YA)., “Yarı karanlıkta, gölgenin
içinde olduğu için ilerleyen teknede onu zar zor seçiyordum, ama karanlığın ve incecik sisin içinden, benim gibi giyindiğini
görebilmiştim.” (OP-KK)., “Babamdan kalan emekli aylığı ve benim aldığım maaşla zar zor geçiniyorduk.” (AÜ-SG).,
“Bitişik çadırlardan gelen horlamaları, osuruk seslerini dinleyerek zar zor sabahı etti.” (BŞ-DKO)., “Bu Zeynel Bey öyle
kalın kafalı biriymiş ki, ilkokulu bile zarzor bitirebilmiş.” (AN-ŞÇH)., “Kimisi çoluk çocuğa karışmış, kimisi üniversiteyi
bitirip, zar zor bir bankaya kapağı atmış, kimisi de sekreterlikle, tezgâhtarlıkla yetinmişti.” (DK-Z).
491
→ bul- [5], bitir- [2], doldur- [2], geçindir- (ev, aile) [2], git- [2], seç- {görmek} [2], yap-
[2], yetiş- [2], aç- (kapı), al-, ayarla-, caydır-, çık- (merdiven), de-, duy-, geç-, geçin-, gör-,
götür-, işit-, kalk-, kurtar-, öden-, ulaşıl-, uyu-, uzaklaştır-, ver-, yerleştir-. ║ (film) banyo
ettir-, gözlerinden yaş dök-, (ilkokulu) bitir-, (bir yere) kapağı at-, sabah ol-, sabahı et-, sınıf
geç-, soluk al-, yaşamını sürdür-, yer bul-.
⇒ zar zor bulmak.
zaten: Ø--
zati: Ø--
zecren: Ø
zehir zemberek: Ø
zekice:⌠3⌡/Zeki olarak, zekiye uygun bir biçimdeb/ “Daha bilgili olmalı, daha çok özveride
bulunmalı ve zekice davranmalıyız.” (AÜ-SG)., “Çok zekice sayılmazdı ama, yine de espriliydi.” (BU-GYÇ)., “Öyle ya,
değirmende ağartmamıştı bu sakalı! Zekice gülümsedi.” (NG-BKR).
→ davran-, gülümse-, sayıl-*.
zerre kadar:⌠21⌡/En küçük biçimde, hiç./ “Küçük Ağa artık zerre kadar çekinmiyordu.” (TB-
KA)., “Dördüncü de, bize karşı duranlara, hele işimizi güçleştirenlere zerre kadar acımayacağız.” (TB-KA)., “Ama Aylin bu
telefonlardan zerre kadar rahatsız olmuyordu.” (AK-AA)., “Hastalığın, hatta ölümün beni zerre kadar ilgilendirmiyor.”
(OB-HYD)., “Ben bu gibi keyfiyetlerde riyakâr ve korkak bir ekseriyetin hükmüne ve tavrına zerre kadar ehemmiyet
vermem.” (BN-DY1).
→ çekin-* [2], acı-*, benze-*, çak-* {anlamak}, düşün-*. ║ ehemmiyet ver-* [3],
ilgilendir-* [3], alâkadar et-*, haset et-*, iltifat göster-*, kıymet ver-*, rahatsız ol-*, şüphe et-
*, terbiye ver-*.
zevzekçe: Ø
zımnen:⌠1⌡/Üstü kapalı olarak dolayısıyla./ “Konuşmadılar ama zımnen anlaştılar: Âyşen
Ged'kpaşa'da kalacak, talâk: dâvasının neticelenmesini bekleyecekti.” (RHK-BS).
→ anlaş-.
zımnında: Ø
zıngadak: Ø
zıngıl zıngıl: Ø
zıngır zıngır:⌠1⌡/Zangır zangır./ “TIR'lar zıngır zıngır titretiyorlar koskoca yolu, tarih öncesi
yaratıklar gibi egzozlarından alev dillerini çıkarıp ortalığı dumana boğuyorlar.” (İS-DÖV).
→ titret-.
492
zıppadak: Ø
zıp zıp:⌠6⌡/2. ‘zıp’ sesi çıkararak./ “Korktuğundan, zıp zıp zıplıyormuş otobüs.” (EÖ-P/S).
“Yanındaki minderde uyuyan kızı sayıklıyor, zıp zıp düşüyordu.” (BŞ-DKO).
→ düş-.
→ zıp zıp zıplamak.
zırıl zırıl:⌠4⌡/Bolca./ “Ben boyuna zırıl zırıl terliyorum.” (YK-OD)., “Her yanım zırıl zırıl ıslanmıştı.” (F-
PY)., “Başlarında duracaksın, onlar zırıl zırıl çalışacaklar, ekip biçecekler, sen gene onlara taşıttığın ürünlerini
ambarlarına dolduracak, vakti zamanı gelince' satacaksın.” (OK-KT).
→ terle- [2], çalış-, ıslan-. ║ ekip biç-.
⇒ zırıl zırıl terlemek.
zırt fırt: Ø
zırt pırt:⌠3⌡/İkide birde, uygunsuzca, yerli yersiz, gereksiz yere, zırt fırt, zırt zırt./ “Odama zırt pırt geliyor, dizgi provalarına koyduğu notları gösteriyor...” (HA-SİE)., “Elektrikler de kesiliyor zırt pırt,
rezalet!” (VB-SvB).
→ gel-* [2], kesil- (elektrik).
⇒ zırt pırt gelmek.
zırt zırt: Ø
zır zır:⌠2⌡/Bıktırıcı ve sürekli bir ses çıkararak./ “Her gelişinde zır zır ağlıyorsun; bizi de
ağlatıyorsun!” (BŞ-DKO).
→ ağla- [2].
⇒ zır zır ağlamak.
zihince: Ø
zihnen:⌠6⌡/Zihince, zihinden./ “…. bayanlar, analar, büyükanalar, süt, ahret vesaire anaları arasında
melekâne ile sohbetleriyle gecelerini geçirseydiler zihnen daha mı çok açılacaklardı?” (RNG-AR)., “… bir kadının
yanındaki çocuktan mânalar anlar; zihnen birer dakikalık zaman içinde bu çehreler için birer mufassal hikâye yazardı.”
(HZU-MvS)., “Sonra, ben, zihnen düğünü köyde yapmaya karar verdim.” (MŞE-VÇ)., “Berna, zihnen, Puccini'yi takip
ediyordu: Pavarotti'nin, akşam alacasında örüp çözdüğü, melodi dantellerini; bu arya, ona neden daima kaçınılmaz bir
'beyhudelik hissini telkin ediyor?” (Aİ-YK).
→açıl-. ║ hikâye yaz-, karar ver-, takip et-, tasvir et-, tercüme et-.
zilzurna:⌠3⌡/Aşırı ölçüde./ “Şu kadınlar ne biçim mahluk Sardıkça sarıyor beni, zilzurna sarhoş ediyor,
Üst üste içilen kadehler gibi.” (CK-BŞ)., “"Ama bu gidişle zilzurna sarhoş olacaksın."” (HAT-KHK).
→ sarhoş ol- [2], sarhoş et-.
⇒ zilzurna sarhoş olmak.
493
zinhar:⌠13⌡/Sakın, {kesinlikle, asla}./ “Dokunma ona zinhar.” (HT-KSA)., “Pür âteşim, açtırma
sakın ağzımı zinhar Zalim beni söyletme, derunumda neler var!” (AŞH-BM)., “Şimdi senin katlini düşünüyor, her gün
cemiyet kuruyorlar. Zinhar oralarda durma.” (MTT-SS)., “…harfler sözcükler biraz da nikotindir habersiz imtihan
yapmazdı mesela adım gibi eminim tek ayak üzerinde zinhar bekletmezdi çocukları…” (MÜ-KGD)., “Allah benden haram
sormasın, zinhar kabul etmem.” (OK-KT)., “Delik delik bilirim. zinhar dediğimden dışarı çıkmayasınız.” (YK-İM1).
→ beklet-*, dokun-*, dur-*, düşün-*, göster-*, söylet-*, sürtün-*. ║ birbirine karıştır-
*, dediğinden dışarı çık-*, denize at-, kabul et-*, taarruz olun-*, uyku gel-*.
zirzopça: Ø
ziyadesiyle:⌠5⌡/Fazlasıyla./ “….. ziyadesiyle düşünmüştür: Doktor'un, Vedat Nedim'in Merkez İcra
Komitesi'nden; gizli, ona paralel, kurduğu komitede, 'San' Mustafa, 'Lâz' İsmail, Hüsamettin Usta, Nâzım gibi, o da yer
almıştı.” (Aİ-OKB)., “Verdiğin ha-barların hepsi de eyi, bizi ziyadesiyle sevindirdi.” (TB-KA)., “İçi sızlıyor, ziyadesiyle
utanıyordu.” (KT-Gİ)., “Hatta bir nevi iptidaî adaletti, Bu sene «yeni» sıfatiyle işkenceye uğrayan talebe, ertesi sene
«eskiler» arasına geçer, eski çektiklerinin acısını yeni gelenlerden ziyadesiyle çıkarırdı.” (RNGBKD)., “Tevfîk Bey
ziyadesiyle memnun olmuştu.” (TB-KA).
→ düşün-, sevindir-, utan-. ║ acısını çıkar-, memnun ol-.
zor:⌠346⌡/5. Güçlükle, zorla./ “Ebe son dakikada zor yetişti ve Hayriye Hanım'in bir kız çocuğu
dünyaya geldi.” (HT-M)., “Bir kahkahayı zor tutar gibi şimdi.” (AA-RÜ)., “Şendoğan'ın bölümünde son ziyaretimde zor
konuşuyordu.” (HT-ÖTÖ)., “Yahu, bunu kendi dilinde anlatsa zor anlarsın zaten.” (OS-HT)., “Ben bu işe zor
dayanacağım!” (FB-T)., “Zor kurtarıyorum elimi.” (EB-BG)., “Ayaklarım çürümüş yapraklara gömülüyor. Zor
yürüyorum.” (NE-GT)., “ELÇİ: Gordium'un orta yeri kalaba vardım, koştular dolaba zor kaçtım ellerinden.” (GD-TO1).,
“Sinirden gülmemek için kendimi zor tutuyorum.” (AÜ-SG)., “Onu dinlerken gülmemek için kendimi zor zaptediyordum.”
(RNGBKD)., “Göllerde alabalık göllerde sazan zor nefes alırdı…”(İB-E)., “"Tıpkı senin gibi," dememek için zor tuttu
kendini,…” (TY-AÖ)., “Annemle bir olup zor razı etmiştik babamı.” (DK-Z)., “Ayakta zor duruyorlardı.” (TÖ-ŞÇT)., → yetiş- [13], kurtar- [11], tut- [11], kurtul- [9], yürü- [8], bul- [7], taşı- [7], dayan- [5],
kaç- [5], anla- [4], duyul- [4], sığ- [4], besle- [3], bulun- [3], geç- [3], gir- [3], açıl- [2], anımsa-
[2], at- [2], ayrıl- [2], çık- [2], çıkar- [2], gör- [2], katlan- [2], okun- [2], oluş- [2], seç- [2], söyle-
[2], yut- [2], , al-, alış-, alış-, anlaşıl-, anlatıl-, atla-, bak-, bastır-, başla-, bin-, büyü-, büyüt-,
çıkar- {ödemek}, çıkart-, denkleştir-, din-, diz-, doldur-, doyur-, döndür-, düzel-, eğle-,
engelle-, ezberlen-, git-, görül-, izle-, kal-, kavra-, kazanıl-, kımıldat-, konuş-, kurul-, oku-,
önle-, önlen-, rastlan-, sat-, sığış-, sök-, sön-, tamamla-, tırman-, ulaş-, uyan-, var-, yakala-,
yaklaş-, yanıtla-, yap-, yaşa-, yatış-, ye-, yutkun-, yüz-. ║ kendini tut- [56], zapt et- [10],
kendini at- [6], ayakta dur- [5], kendini at- [5], akşamı et- [4], canını kurtar- [4], kendini zapt et-
[4], sabahı et- [4], kendini alıkoy- [2], razı et- [2], elinden al- [2], kendini idare et- [2], ellerinden
kurtul- [2], paçayı kurtar- [2], soluk al- [2], nefes al- [2], (ayakları) uzan-, (bedenini) at-, akıl et-
, aklı er-, alıkoy-, ay sonunu getir-, ayaklarını at-, ayakta dur-, birbirinden ayrıl-, fark edil-,
geri dön-, hakim ol-, kabul et-, kabul ettir-, karnını doyur-, kelleyi kurtar-, kendini al-, kendini
494
kurtar-, kendini tut-, men et-, müsaade et-, sabahı bul-, sevk et-, uyum sağla-, üstünde dur-,
yol al-. ║ soluk alıp ver-, eğilip doğrul-.
→ zor gelmek, zor kullanmak.
⇒ zor yetişmek, zor kurtamak, zor kurtulmak, zor kendini tutmak.
zoraki:⌠7⌡/2. İstemeye istemeye, istemeyerek, zorla./ “İsmail zoraki, arkasına takıldı.” (YKK-
Y)., “Teselli için olacak, mektubun sonuna doğru zoraki neşeleniyor…” (NN-DM)., “Kalktım, sarıldım boynuna, zoraki
öptürdü pembeliğini koruyan yanaklarını.” (VB-SvB)., “İŞÇİ - (Kurnazca yumuşak, zoraki güler.) Şaka ettim be seninle...”
(Mİ-SD).
→ gül- [2], gir-, neşelen-, oku-, öptür-. ║ arkasına takıl-, gazeteci olun-*, padişah ol-,
yenilik ol-*.
zorbaca:⌠2⌡/Zorba bir yol seçerek./ “1991'de Irak, Kuveyt'i zorbaca işgal etmişti ve uluslararası
toplum açısından müdahalenin meşru bir gerekçesi vardı.” (CD-SNYB)., “Emperyalizmin sömürü ağında yüzlerce yıl kölelik
şartlanmasıyla yaşamış mazlum halklar başkaldırmayagörsünler; önce karakola haber verilir; üstlerine zorbaca gidilir.”
(İS-AG).
→ işgal et-, üstüne gidil-.
zor bela:⌠7⌡/Güçlükle./ “1968 olaylarına katılıp zalim Frenk polisinin elinden (...) kaç kez zor bela"
kurtulmuş…” (MF-ES)., “Bir tane zor bela sallanmayan buldum.” (SFA-HBSK)., “Su için zor belâ dışarı çıkılıyordu.” (AS-
YA)., “Saat 7'yi yirmi geçe zor bela yataktan çıkabiliyorum.” (LN-BD).
→ kurtul- [3], bul-. ║ dışarı çıkıl-, yataktan kalk-. ║ toparlanıp kalk-,
⇒ zor bela kurtulmak.
zorca: Ø
zorla:⌠341⌡/2. Zor kullanarak, cebren, zecren, metazori./ “Hanife Hanım, bir aralık kocasının
kulağına: Karakola gidip haber verelim, zorla alalım!” (Sİ-İGÇÖ1)., “Kalk, bu işi başa çıkaralım! diye zorla tekrar Orta
Cami'ye götürdüler. (REK-Y)., “Kendisini zorla izzettin vapuruna bindirdiler.” (HT-M)., “Bunun üzerine zaten birkaç güne
kadar kendi gelir diye, zorla getirmedim.” (AB-BBYŞ)., “Elinden bardağını, sigarasını zorla alıyorum.” (EB-BG)., “Peki,
beyefendi, dedi, fakat kadını hiçbir şekilde ikna edemedik, uzun lafın kısası zorla dışarı attık ve evi teslim ettik.” (TÖ-E). ;
/3. İstemeyerek, isteksiz olarak, zoraki./ “Akşam, Hacı Kalfa beni zorla evine yemeğe götürdü.” (RNG-ÇK).,
“Anan susar, zorla gülümser bacın; Akar her şey, bir sen dindiğin sıra.” (FHD-50S)., “”Babam zorla iki kalem pirzolayı
yedirdi de, oğlan öğürdüydü.” (OK-AY)., “İzzet ustayı zorla oturttu.” (OK-C)., “Seval aylığının yarısını zorla ona verirdi
okul giderlerini karşılaması için.” (İA-ÖEK)., “O da burada. Zorla konuşturuyor beni.” (OP-KK)., “(Sarhoş söylene
söylene içki testisini diker, Ressam zorla elinden alır.)” (RB-BK)., “Ona insanlar kendilerini ve arzularını zorla kabul
ettirirlerdi. “(AHT-H)., “Konser bitince Tamburi Cemil bir türlü neyzen dedeyi bırakmamış ve İhsan'ı da zorla alıp
götürmüştü.” (AHT-H). ; //Güçlükle.// “Aysel zorla kalkar, isteksiz, merdivenlere doğru yürür. (NFK-ST). İtiş kakış,
zorla bir belediye otobüsüne bindiler.” (KK-SE)., “Zorla bulmuştum beş yüz lirayı...” (VT-BÖKDYO)., “Fakat o gittikçe
çılgına dönen bir öfkeyle atılmaya çalışıyordur, ötekiler zorla tutuyorlardır.” (VT-BÖKDYO)., “Ağa efendi zorla ayağa
kalktı, masaya tutunarak sandalyeye oturdu.” (YK-KSİ)., “Behice buraya gelmeden bir gün önce hemşiresiyle gitmiş ve zorla
495
yer bulmuş, ikisi de futboldan bir şey anlamadıkları halde çok beğenmişler, annemse, kapalı gişe oynuyor, karaborsada
satılıyor biletler, diyor.” (GD-ADM).
1.⌠80⌡→ al-* [12], götür- [8], bindir- (taşıta) [3], çıkar- (dışarı, yukarı. dışarıya} [3],
getir-* [2], gir-* [2], oturt- [2], sürükle- [2], tut- {alı koymak} [2], alın- {elde edilmek}, ayır-,
çağır-, çal- {hırsızlamak}, çıkar- (elbise), getirt-, hallet-, indir-, it-, kaçır-, kalk- {gitmek},
kapa- (kapı vb.), kapat- (kapı vb.), paylaş-, kalınlaştır- (ses), soy-, tutuklat-, yetiştir-, yık-. ║
elinden al- [5], dışarı at- [2], ahıra sok-, altına al-, ayağa kaldır-, cebine sok-, emellerine nail
ol-, geri çevir-, hak al-, içeri çek-, ikna et-*, işgal et-, kabul ettir-, koynundan çek-, tekrar
ettir-, üstüne çök-, yerinden at-, yerinden kaldır-, zaptet-. ║ çekip at-.
2.⌠204⌡→ götür-* [9], gülümse-* [6], yedir- [6], oturt- [5], ol-* [4], ver- [4], al-* [3],
getir-* [3], gönder- [3], gül- [3], öptür- [3], çalıştırıl- [2], giydir-* [2], içir- [2], konuş- [2], öp- [2],
tut- {alı koymak} [2], yazdır- [2], ye- [2], ağla-*, aldır-, ayır-, ayrıl-, benimset-*, çıkar-, çıkart-,
çıldırt-, durdurul-, geç-, gel-, gir-, gönderil-, imzalattır-, kalk- {gitmek}, konuştur-, öldürt-,
saçmalat-, sat-, sev-, söyle-, tutuştur-, uyandır-, uzattır-, yakala-, yap-*, yaptırt-*, yatır-,
yerleştir-, yut-. ║ elinden al-* [3], padişah yap- [3], imza ettir- [2], kabul ettir- [2], nikâh et- [2],
adam et-, aklıma kurt düşür-, anlaşma imzalat-, aptal ol-, bahşiş al-, cebine koydur-, derse gir-
, elini öptür-, gözünü kapat-, (içeri) sok-, ikram et-, imla ettir-, istifa ettir-, iş yap-*, iştirak
ettir-, kabul et-, kahve pişir-, katil et-, laf çal-, maç seyrettir-, mal satıl-*, ortaya çık-, oyununa
kaldır-, para al-, rakı iç-, (sakalını) kestir-, sarhoş et-, savaşa sok-, selâma dur-, sorun haline
getiril-, tahta oturt-, türkü söylet-, vazife al-, yanına kat-, yerinde oturt-. ║ alıp götür- [2], alıp
gel-, çekip al-.
//…//⌠57⌡→ kalk- [3], bin- [2], bul- [2], götür- [2], konuş- [2], kurtar- [2], tut-
{engellemek} [2], yatıştır- [2], aç-, al-, aydınlat-, bekle-, bitir-, çıkar-, doğrul-, dur-, durdur-,
duyur- (ses), geç-, gel-, hecele-, kurtarıl-, oku-, örtül-, söndür-, sür-, uyandır-, ye-. ║ ayağa
kalk- [4], kendini tut- [2], ayaklarını kaldır-, ayaklarını sürükle-, ayakta dur-, ayakta gez-,
elinden al-, elinden çek-, geçit aç-, gözünü aç-, kalbini kopar-, kıyıya çık-, kızgınlığını yen-,
(merdiven) çık-, yer bul-, zaptet-. ║ kalktı gitti.
zorlukla:⌠77⌡/Zor bir biçimde, güçlülkle./ “Arabayı hazırlatın, dedi zorlukla.” (AA-İGA)., “Ama
zorlukla yürüyordum.” (AK-MS)., “….birbirlerini zorlukla seçebiliyorlar” (Aİ-OKB)., “Gençler, merak içinde, fakat
yaklaşmaya cesaret edemeyerek kapıda duruyorlardı; galiba yolcu zorlukla bir iş anlatıyordu.” (GY-H1)., “İki iri yeşil gözü
zorlukla hatırladı ama, bu yeşil gözler de pek öyle ahım şahım değildi.” (OK-KT)., “Zorlukla bir taksi buldu.” (GY-H2).,
“Zorlukla yeniden ayağa kalktı.” (AS-YA)., “Başını zorlukla kaldırdı “ (TÖ-ŞÇT).
→ de- [6], yürü- [5], seç- [3], al- [2], anlat- [2], bastır- {engellemek} [2], geç- [2], hatırla-
[2], in- [2], kalk- (-den) [2], konuş- [2], sustur- [2], yutkun- [2], aç- {aralamak}, atlat-,
{geçiştirmek}, bin-, bindir-, bul-, büyüt-, çık- (ses), çık- (yokuş), çıkar- (ayakkabı), doğrul-,
496
dön-, durdur-, fısılda-, fokurdat-, gel-, geliş-, getir-, grupla-, izin al-, kaldır-, kopar-, koş-,
kurtarıl-, solu-, sor-, söyle-, tut-, tutul-, tutun-, uygulan-, yap-, yayımla-, yetiştir-. ║ ayağa
kalk- [2], adım at-, ayakta dur-, (başını) kaldır-, (dışarıya) çık-, harf sök-, nefsine hâkim ol-,
yakasını kurtar-, yerine geç-. ║ (göğsü) inip kalk-.
zoru zoruna: Ø
züppece: Ø
497
BEŞİNCİ BÖLÜM
SONUÇ
Çalışmamızın ön sözünde de belirttiğimiz gibi, dil, kendisinden başka bir şey değildir.
Bu anlamda dil, kullanımdır. Dil nesnesine eğilirken bu ‘kendindenlik’i göz ardı etmek
onunla ilgili yapacağınız değerlendirmeleri de çarpıklaştırır. Dil araştırmacısı dilin bu
özelliğini çalışmalarının temel noktası yapmak, dil ile ilgili verileri derlerken ve yorumlarken
bu noktadan hareket etmek durumundadır. Biz bu çalışmamızda, dilin ‘kullanım’ olduğu ve
kendindenliğini çalışmamızın temel dayanak noktası yaptık. Nesnemizle ilgili vardığımız tüm
yargıların kaynağında dilin kendisi vardır. Bu doğrultuda çalışmamız amacına ulaşmıştır.
Burada belirtmeliyiz ki, çalışmamızın inceleme bölümü, aslında bir sonuç bölümü
niteliğindedir. Ancak burada ulaşılan sonuçların genel bir değerlendirmesini de yapmadan
geçemeyeceğiz.
1. Bir sözcük türü olarak TS’de, yer alan tanımlı 2616 belirtecin fiillerle ilişkisini
derlem tabanlı bir uygulamayla ortaya koyduğumuz bu çalışmamızla, TS’de yer alan
belirteçlerin bir derlem denetimli dökümünü gerçekleştirdik. TS’de madde başı olarak belirteç
tanımlı sözlükbirimlerin anlam özelliklerini değerlendirdik. Bazı belirteçlerin madde içi
tanımlarına yeni tamınlar ekledik. Bunu yaparken elbette belirteçlerin derlemdeki anlam
görünümlerini dikkate aldık. Bu anlamda, burada, her bir belirteç için yorum yapmak teknik
olarak olası değildir. Bu nedenle çalışmamızın sözlük kısmından tek tek belirteçleri incelemek
uygun bir yöntem olacaktır (bk. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM İNCELEME [SÖZLÜK]).
Ancak burada belirteçlerle ilgili birtakım sayısal bulguları aktarmak istiyoruz:
498
TABLO 5. Belirteçlerin derlemde rastlanma durumları.
DEĞERLENDİRİLEN : ∼ :** 1597
HİÇ ÖRNEĞİ OLMAYAN Ø 782
BAĞDAŞIK BELİRTEÇ Ø-- 151
TS (2005)’DE EŞDİZİMLİ MADDE BAŞI BELİRTEÇLER -- 41
BELİRTEÇ OLMAYAN X 36
SORU BELİRTECİ OLUP FİİLLERLE BİRLİKTELİĞİ OLMAYAN ?- 9
TOPLAM +2616
TS’de yer alan toplam 2616 belirteten 782 sözlükbirim, derlemimizde ya hiç
örneği olmayan ya da olmasına rağmen belirteç olarlak kullanılmayan sözlükbirimler olarak
karşımıza çıkar. 151 belirtecin doğrudan fiillerle anlamsal ya da dizimsel bir bağlantısı
olmadığını, bunların bağdaşık belirteçler olarak dizgede açıklayıcı ve bağlayıcı özellikleriyle
tümceler arası bir ilişkiselliğe sahip olduğunu gördük. 41 belirtecin madde başı açıklamaları
ve kullanımlarının eşdizimsel yapılar oluşturduğunu tespit ettik. Belirteç olmamasına karşın
belirteç olarak tanımlı 36 sözlükbirimin TS’de yer aldığını, bununla birlikte soru belirteci
olarak değerlendirilen 9 belirtecin yine, bağdaşık belirtecler gibi, fiillerle doğrudan
ilişkiselliğe sahip olmadını belirledik. (bk. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM İNCELEME [SÖZLÜK]).
2. Belirteçlerin derlemimizde gerçekleşme sıklıklarının dağılımı şu şekilde
gerçekleşmiştir.
TABLO 6. Belirteçlerin sıklık aralıkları ve dağılımı.
BELİRTEÇLERİN SIKLIK ARALIĞI BELİRTEÇ SAYISI
1-5 597
5-10 271
10-20 225
20-30 99
30-40 60
40-50 49
50-100 128
100-200 88
499
200-300 24
300-500 31
500-1000 23
1000- >1000 21
3. Belirteçlerin Türkçenin yazı diline ait geniş bir derlemde (12.321.000 sözcüklük)
gerçekleşme sıklıklarını tespit ettiğimiz çalışmamızda, sözlükbilimsel anlamda ortaya çıkan
görünümde bazı belirteçlerin kullanımlarının dilde var olduğunu ancak derlemimizde yer
almadığını gördük.
Kullanımı olmayan bu belirteçlerin bir kısmı özel alanlara ait belirteçlerdir. Örneğin,
müzik ile ilgili accelerando, affettuoso, allegretto gibi belirteçler, adam adama gibi spor
alanına ait belirteçler ve alakart gibi alıntı ve yeme-içmeye ait belirteçler derlememizde
kullanımına rastlamadığımız belirteçlerdir. Söz konusu bu belirteçlerin elbette dilde
kullanımları vardır. Ancak buna benzer belirteçlerin kullanımlarını tam olarak belirlemek için
metin içeriği olarak daha ayrıntılandırılmış bir derlem oluşturmak gerekmektedir.
Bazı belirteçler yerlerine aynı anlamı karşılayan sözlükbirimler var olduğu için
kullanımdan düşmüştür. Bunlara da derlemimizde rastlamadığımızı söylemeliyiz. Örneğin, aç
biilaç, adedî, adilane, ahir, ahiren, akilane, aklen, alelıtlak, alelumum, alessabah, vb.
belirteçler, bugün yerlerini Türkçe olanlara bırakmıştır.
Öte yandan, Halk ağzında kullanılan ve TS’de madde başı olarak belirteç tanımlı
birkaç sözlükbirim dışında (bıldır gibi) derlemimizde bu tip sözlükbirimlerin kullanımına
rastlamayacağımızı düşünüyoruz. Bunun nedeni, derlemimizi Türkçenin edebi yazı dilinden
seçmiş olmamızdır.
4. Anlambiliminde eşanlamlı (synonym) yapıların söyle-, de- vb. belirteç-fiil
ilişkiselliğinde ortaya çıkardığı görünüm benzerdir. Yani bir belirteç söyle- fiiliyle birlikte ya
da eşdizimli kullanılıyorsa de- fiiliyle de benzer bir kullanımla söz düzlemine çıkmaktadır. Ya
da bu görümün aynı kavram ailesine ait fiillerle gerçekleşmektedir. Gerçekte bu da üzerinde
ayrıntılı olarak durulması gereken ayrı bir konudur. Örneğin “açıkça” belirteci bizim tespit
ettiğimiz “ortaya koy-* [14], belli et- [11], ortaya çık- [8], dile getir-* [7], ilân et- [5], meydana
çık- [4],..” fiillerle birlikte kullanılmaktadır. Fiilleri gözden geçirdiğimizde bunların aynı
kavramsal anlama sahip oldukları görülür.
500
5. Dikkat çeken noktalardan biri, belirteçlerin birlikte kullanıldığı ve eşdizimli
oldukları fiiller ile dizimde fiilimsi olarak kullanılan sözcüklerin büyük oranda aynı fiil
köklerinden türemiş olmalarıdır. Özetle, fiiller ve fiilimsiler arasında belirteç kullanımı
açısından fark yoktur. “Hayranlıkla baktı.” ya da “Hayranlıkla bakarken/bakan…” vb.
kullanımlara rastlanılmaktadır. Bu da gösteriyor ki, ilişkisellik boyutunda tercihte anlamsal
bir dizim kendini her zaman göstermektedir.
6. Böyle bir çalışma ile aynı zamanda belirteçlerin fiillerle oluşturdukları kavram
alanı da belirlenmiş oldu. Örneğin, acele yapılan eylemler, ağır ya da ağır ağır yapılan
eylemler, ayaküstü yapılan eylemler vb. Böylelikle Türkçenin belirteç-fiil ya da fiil-belirteç
ilişkisinde ortaya çıkan kavram ağacı ortaya konulmuş oldu.
7. Bu çalışmayla, alışılmış bağdaşıklık yapılarının yanı sıra alışılmamış bağdaşıklık
görünümlerinin belirteç-fiil ilişkiselliğinde ne kadar gerçekleştiği de ortaya konulmuştur.
8. Bu çalışma, gerçekte belirteç-fiil ilişkiselliği üzerineyse de öte yandan ilerde
yapılacak fiillerde kip-kipleme görünümleri, fiillerin kılınış ve görünüşleriyle belirteçlerin bu
birliktelikte sergiledikleri kullanımlar, fiillerin zaman vb. fiil ulamları ile ilgili temel verilerin
derlenmiş olması bakımından önemlidir. Bundan sonra yapılması gereken çalışma, yukarıda
sıraladığımız kip-kipleme, fiillerin kılınış ve görünüşlerinde bu birlikteliklerin üstlendiği işlev
ya da uyum, fiil çekimlerinde zaman ulamı ve belirteç uyumluluğunun görünümlerindeki
sapmalar olmalıdır.
9. Öte yandan, açıkçası, âdeta, aksine, anlaşılan, aracılığıyla, atfen, aynı zamanda,
ayrıyeten/ayriyeten, azade, vb. belirteçlerin bağdaşık belirteçler olduğu görülmüş, gerek
anlamsal gerekse de biçimsel olarak bağdaşıklık sergileyen söz konusu belirteçlerin, bu
nedenle doğrudan doğruya birer sözlükbirim olarak fiillerle değil tümceler ve sözcük grupları
arasında ilişkiselliğe sahip olduğu belirlenmiştir. Ayrıca, söz konusu bu belirteçler, bizce ayrı
bir tanımlığa ihtiyaç duymaktadır. Sözlükbilimsel olarak özellikle tümceler arasında anlamsal
bağdaşıklığa sahip olan bu belirteçlerin, daha çok bağlaçlara yakın bir kullanım sergilemeleri
dikkat çekicidir. Bir kısmı ise, tümce açıcı bağlayıcılar olarak kullanıma çıkmaktadır.
Bunlardan bir kısmı ise sözcük grubu oluşturmaktadırlar. Örneğin, bu anlamda, “Hüsrev Bey
bunu yapmayacağını söylemedi, aksine yapacağını söyledi.” (AA-YÖT)., “Dünyayı olduğu gibi değil, hissettiği
gibi anlatır, bunu yaparken de, her şeyin gerçek olmayıp kendi imgeleminden doğduğunu saklamağa çalışmaz,
501
aksine gösterir.” (AD-Y) tümceler arası bağdaşık kullanımlara örnek oluştururken; “Günümüzün
Narcissofu sudaki görüntüsüyle değil sahip olduğu ya da olabileceği eşyalar aracılığıyla büyüleniyor.” (AO-
ZS)., “Yoksa, bir deniz kabuğu satıcısının eli aracılığıyla dünyayı mı dolaşıyor?” (AA-ETY) Benzeri
kullanımlar sözcük grubu içerisinde bağdaşık yapılar olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna
benzer yapılar dizinlerde ve madde başlarında ayrıca işaretlenmiştir. (Ø-- [Bağdaşık
belirteçler]).
10. TS’de madde başı olarak yer alan bazı belirteçler yanlış değerlendirilmiştir.
Özellikle adıllara ulanan çekim ekleriyle oluşan (bana, benden, bende, bizde, bizden, bize,
buna, bunda, vb.) ve madde başı olarak belirteç olarak değerlendirilen sözlükbirimlerin bu
özellikte olmadığı açıktır.
Yine dizgede belirteç olamayacak bazı sölükbirimler (aralıkta, ara yerde, buracıkta,
burada, buradan, vb.) de aynı çerçevede yanlış değerlendirilen yapılar olarak karşımıza
çıkmaktadır. Söz konusu buna benzer belirteç tanımlıkları da dizinlerde ve sözlük kısmında
işaretlenmişlerdir (Ø [Örneği olmayan belirteç]).
11. TS’de madde başı olarak tanımlı belirteçlerin kullanılan anlam sıklığına göre
belirlenmesi gereken madde içi tanımlamalardan bazılarının bu ölçüte uymadığı
gözlemlenmiş, hatta var olan tanımın anlamsal kullanımının çok az olduğu, bizim verdiğimiz
bazı anlamların kullanımımın sözlüğün verdiği anlamdan daha sık kullanıldığı belirlenmiş (bk
madde başı açıktan, alabildiğine, alev alev, vb.), öte yandan, verilen bazı anlamlara hiç
rastlanılmamıştır (bk. madde başı bir çırpıda, vb.) ya da çok az rastlanılmıştır (bk. madde
başı, ağır ağır 2. anlam, anadan doğma, vb.).
12. Çalışmamızın sonuna eklediğimiz gerek basılı gerekse de dijital (sayısal) tümce
örnekleri belirteçler ve fiiller üzerine çalışma yürütecek araştırmacılar içi önemli bir dil
malzemesi oluşturmuştur.
Bu çalışmayla, Türkiye Türkçesinde, TS’de tanımlı belirteçlerin fiillerle anlamsal ve
dizimsel ilişkisellikleri derlem tabanlı olarak ortaya konmuş, bu anlamda sadece ilişkisellikler
değil aynı zamanda belirteçlerin durağan biçimleri tespit edilmiş, öte yandan, ilişkiselliklerin
dağılımları belirlenmiş, olumluluk-olumsuzuluk açısından bu yapılar ortaya konmuş ve bizce
en önemlisi, bundan sonraki çalışmalar için de geniş bir altyapı oluşturulmuştur.
502
DİZİN A abartısız, 53 abdestsiz, 53 acaba, 53 accelerando, 53 acele, 53 acemice, 53 acep, 54 acı acı, 54 acı tatlı, 55 acımasız, 54 acımasızca, 54 acilen, 55 acizane, 55 aç acına, 55 aç biilaç, 55 aç, 55 açık açık, 56 açık seçik, 57 açık, 55 açıkça, 56 açıkçası, 57 açıktan açığa, 58 açıktan, 57 adam adama, 58 adam başına, 59 adam boyu, 59 adam kıtlığında, 59 adam yokluğunda, 59 adamakıllı, 58 adamca, 59 adamcasına, 59 adedî, 60 âdeta , 60 adetçe, 60 adı üstünde, 60 adım adım, 60 adımbaşı, 60 adına, 60 adıyla sanıyla, 60 adilane, 60 affettuoso, 60 afra tafra, 60 agitato, 60 ağır ağır, 61 ağır, 60 ağırca, 61 ağız ağıza, 62 ağızdan ağza, 62 ağızdan, 62 ağrısız, 62 ağzı açık, 62 ağzına kadar, 62 ahbapça, 62 aheste aheste, 63 aheste beste, 63
aheste, 63 ahir, 63 ahiren, 63 ahlakça, 63 ahlaken, 63 ahlaksızca, 63 ahmakça, 63 ailece, 63 ailecek, 63 akabinde, 64 akıbet, 64 akıllı uslu, 64 akıllıca, 64 akın akın, 64 akilane, 64 aklen, 64 aklı sıra, 65 aklınca, 64 aksi aksi, 65 aksine, 65 akşam ezanı, 67 akşam saati, 68 akşama doğru, 65 akşama kadar, 65 akşama sabaha, 66 akşamdan akşama, 66 akşamdan, 66 akşamları, 67 akşamleyin, 67 akşamlı sabahlı, 68 akşamlık sabahlık, 68 akşamlık, 68 akşamüstü, 68 akşamüzeri, 68 alabildiğine, 68 alakart, 69 alarga, 69 alay alay, 69 alaz alaz, 69 alçakça, 69 alelacele, 69 alelhesap, 70 alelhusus, 70 alelıtlak, 70 alelumum, 70 alelusul, 70 alenen, 70 alessabah, 70 alev alev, 70 alık salık, 71 âlimane, 71 alkolsüz, 71 allegretto, 71 allegro, 71 alt alta, 71 altlı üstlü, 71 alttan alta, 71 amabile, 72
amansızca, 72 amatörce, 72 amirane, 72 amirce, 72 anaca, 72 anadan doğma, 72 anafordan, 72 anal, 72 anasıl, 72 anbean, 73 anca, 73 ancak, 73 andante, 73 andantino, 73 anha minha, 73 anında, 73 ani, 74 anide, 74 aniden, 74 anif, 74 animato, 74 anlaşılan, 74 anlayışlı, 75 ansız, 75 ansızın, 75 antagonist, 76 antrparantez, 76 apansız, 76 apansızın, 76 apar topar, 77 apazlama, 77 appassionato, 77 aptal aptal, 77 aptalca, 77 aptalcasına, 77 apul apul, 77 ara sıra, 79 ara yerde, 80 araba araba, 77 arabasız, 77 aracılığıyla, 77 araçsız, 78 arada bir, 78 arada sırada, 78 aralıklı, 78 aralıksız, 79 aralıkta, 79 arasız, 80 ardı ardına, 80 ardı sıra, 81 ardın ardın, 81 ardınca, 81 argolu, 81 argosuz, 81 arifane (II), 81 ariyeten, 81 ariz amik, 81 arka arka, 81
503
arka arkaya, 81 arka üstü, 82 arkadan arkaya, 82 arkadaşça, 82 arkası sıra, 82 arsız arsız, 82 arsızca, 83 art arda, 83 art elden, 83 artık, 83 artistçe, 83 asaleten, 83 asıl, 84 asırlarca, 84 askerce, 84 asla, 84 aslanca, 85 aslen, 85 aşağı yukarı, 86 aşağı, 85 aşağılı yukarılı, 86 âşıkane, 86 aşırı taşırı, 86 aşırı, 86 aşikâre, 87 ateşli ateşli, 87 atfen, 87 atlaya zıplaya, 87 aval aval, 87 avanakça, 87 avantadan, 87 avuç avuç, 87 ayakta, 87 ayaküstü, 88 ayaküzeri, 88 ayan beyan, 88 aybeay, 88 aydan aya, 88 ayık, 88 aylık, 88 aynen, 89 aynı zamanda, 89 aynıyla, 89 ayrı ayrı, 89 ayrı, 89 ayrıca, 90 ayrıcasız, 91 ayrıksız, 91 ayrıyeten, 91 ayriyeten, 91 az az, 91 az buçuk, 92 az çok, 92 az daha, 92 az, 91 azade, 91 azar azar, 91 azca, 92 azıcık, 93 azimkârane, 93
B babacanca, 94 badehu, 94 badema, 94 bağrış çağrış, 94 bağrışa çağrışa, 94 bahanesiz, 94 bahusus, 94 bakarak, 94 bakımından, 94 balıklama, 94 bana, 94 bangır bangır, 94 barbarca, 95 bari, 95 bas bas, 95 basamak basamak, 95 basbayağı, 95 basitçe, 95 baş aşağı, 96 baş başa, 96 başa baş, 95 başarılı, 96 başarısız, 96 başı dertte, 97 başıboş, 96 başıkabak, 97 başkaca, 97 başlı başına, 97 başta, 97 baştan aşağı, 98 baştan başa, 98 baştan savma, 98 baştan sona, 98 baştan, 97 bata çıka, 99 batsat, 99 bayağı, 99 bayıla bayıla, 99 bayır aşağı, 100 bayır yukarı, 100 bayramda seyranda, 100 bayramdan bayrama, 100 bayramüstü, 100 bayramüzeri, 100 bazen**, 100 bazı bazı, 101 bazı, 101 bebekçe, 101 bedaheten, 101 bedava, 101 bedavadan, 101 bedavasına, 101 bedavaya, 102 bedence, 102 bedenen, 102 begayet, 102 behemahal, 102 bel bel, 102
beleşten, 102 belki, 102 belli belirsiz, 102 bembeyaz, 103 bence, 103 bencilce, 103 bencileyin, 103 bende (II), 103 benden, 103 beraber, 103 beraberce, 104 beraberinde, 104 bereket, 104 berenarı, 104 bermutat, 105 bertafsil, 105 besbelli, 105 besmelesiz, 105 beş vakit, 105 beyhude yere, 106 beyhude, 105 beyninde, 106 bıcır bıcır, 106 bıldır, 106 biçimli, 106 biçimsiz, 106 bihakkın, 106 biilaç, 106 bikes , 106 bilahare, 106 bilaistisna, 107 bilakayduşart, 107 bilakis, 107 bilasebep, 107 bilavasıta, 107 bile bile, 107 bile, 107 bilfiil, 107 bilgece, 107 bilgili, 108 bilgince, 108 bilhassa, 108 bililtizam, 108 bilistifade, 108 bilmukabele, 108 bilmünasebe, 108 bilvasıta, 108 bin türlü, 109 binaen, 108 binaenaleyh, 108 binde bir, 108 binnetice, 108 biperva, 109 bir ağızdan, 109 bir an önce, 113 bir an, 109 bir anda, 111 bir ara, 114 bir arada, 116 bir aralık, 116
504
bir bakıma, 118 bir başına, 118 bir bir, 118 bir boy, 120 bir boydan bir boya, 120 bir çırpıda, 120 bir daha**, 120 bir defa, 121 bir defada, 122 bir defalık, 122 bir derece, 124 bir düziye, 124 bir elden, 125 bir güzel, 125 bir hamlede, 126 bir hayli, 126 bir kalem, 126 bir kalemde, 127 bir karar, 127 bir kere, 127 bir kerecik, 128 bir kerelik, 128 bir koşu, 128 bir lahza, 128 bir lahzacık, 128 bir lahzada, 128 bir nefes, 130 bir nefeste, 130 bir o kadar, 130 bir ölçüde, 130 bir parça, 130 bir solukta, 131 bir tahtada, 131 bir temiz, 131 bir türlü, 131 bir vakitler, 133 bir yana, 133 bir yanda, 133 bir yandan, 133 bir yol, 133 bir zaman, 134 bir zamanlar, 134 bir**, 109 biraz**, 117 birazdan, 117 birden**, 122 birdenbire, 123 birer ikişer, 125 birlikle, 128 bitevi, 134 biteviye, 135 bittabi, 135 biz bize, 135 bizatihi, 135 bizce, 135 bizcileyin, 135 bizde, 135 bizden, 135 bize, 135 bizzat, 135
bodoslamadan, 136 boğaz tokluğuna, 136 boğazına kadar, 136 boğula boğula, 136 boku bokuna, 136 bol bol, 136 bol bulamaç, 137 bol kepçeden, 137 bol keseden, 137 bolca, 137 boncuk boncuk, 137 borç harç, 137 borçsuz harçsız, 138 boş yere, 139 boş, 138 boşu boşuna, 138 boşuna, 138 boyca, 140 boydan boya, 140 boylamasına, 140 boylu boyunca, 140 boynu bükük, 140 boyuna, 140 boyunca, 142 boz bulanık, 142 böcül böcül, 142 bölük bölük, 142 bölük pörçük, 142 bönce, 142 böyle böyle, 143 böyle**, 142 böylece, 143 böylecene, 144 böylelikle, 144 böylemesine, 144 böylesine, 144 bu arada, 144 bu cümleden, 145 bu denli, 145 bu gidişle, 145 bu gözle, 145 bu haysiyetle, 147 bu kabilden, 147 bu kadar, 147 bu merkezde, 147 bu meyanda, 147 bu sefer, 149 bu seferlik, 149 bu türlü, 149 bu yüzden, 150 bucak bucak, 145 budalaca, 145 budalacasına, 145 bugün yarın, 147 bugün**, 146 bugüne bugün, 146 bugünlerde, 146 bugünlük, 146 buğul buğul, 147 buna, 147
bunakça, 147 bunca, 148 bunda, 148 bundan böyle, 148 bundan, 148 bunsuz (I), 148 bununla birlikte, 148 buracıkta, 148 burada, 148 buradan, 148 buram buram, 148 burcu burcu, 149 burjuvaca, 149 buruk buruk, 149 burum burum, 149 burun buruna, 149 buruş buruş, 149 bünyece, 150 büsbütün, 150 bütün bütün, 152 bütün bütüne, 152 C caba, 153 cabadan, 153 cahilane, 153 cahilce, 153 can pahasına, 154 canavarca, 153 candan yürekten, 153 candan, 153 canıgönülden, 154 canıyürekten, 154 canice, 154 caniyane, 154 canla başla, 154 canlı canlı, 154 cansız, 155 cansiparane, 155 capcanlı, 155 car car, 155 carcur (II), 155 cartadak, 155 cartadan, 155 cayır cayır, 155 cazır cazır, 155 cebren, 155 ceffelkalem, 156 ceman yekûn, 156 ceman, 156 cengâverce, 156 centilmence, 156 ceste ceste, 156 cesur, 156 cesurane, 156 cesurca, 156 cetbecet, 156 cevaben, 156 cevapsız, 156 ceylanca, 157
505
cır cır, 157 cırlak cırlak, 157 cıvıl cıvıl, 157 cıyak cıyak, 157 cızır cızır, 157 cidden, 157 ciddi, 157 cihangirane, 158 cihetiyle, 158 cimrice, 158 cins cins, 158 cismen, 158 ciyak ciyak, 158 coşkunca, 158 cömertçe, 158 cuk, 158 cumbul cumbul, 158 cumbur cemaat, 159 cumhurca, 159 cümbür cemaat, 159 cümleten, 159 Ç çabucacık, 160 çabucak, 160 çabuk, 161 çabukça, 163 çaçaronca, 163 çağanak, 163 çağıl çağıl, 163 çakıl çukul, 163 çakır çukur, 163 çakmak çakmak, 163 çaktırmadan, 163 çalakalem, 164 çalakamçı, 164 çalakaşık, 164 çalakılıç, 164 çalakürek, 164 çalapaça, 164 çalgı çağanak, 164 çalımlı çalımlı, 164 çalyaka, 164 çamçak çamçak, 165 çan çan, 165 çangıl çungul, 165 çangır çungur, 165 çap (II), 165 çapkınca, 165 çaprazlama, 165 çaprazlamasına, 165 çaprazvari, 165 çarçabuk, 165 çaresiz, 166 çarnaçar, 166 çarpıcı, 166 çarpık, 166 çat pat, 167 çatalsız, 166 çatır çatır, 166
çatır çutur, 167 çatra patra, 167 çehrece, 167 çekingence, 167 çekişmeli, 167 çelebice, 167 çelmece, 167 çeneye kuvvet, 167 çengüçağanak, 167 çepçevre, 167 çepeçevre, 168 çetince, 168 çevikçe, 168 çığlık çığlığa, 168 çıkır çıkır, 168 çıldır çıldır, 168 çıldırasıya, 168 çılgınca, 168 çılgıncasına, 169 çın çın, 169 çıngır çıngır, 169 çınsabah, 169 çıpıl çıpıl, 169 çır çır, 169 çırılçıplak, 169 çıtır pıtır, 170 çifter çifter, 170 çiğ çiğ, 170 çirkince, 170 çivileme, 170 çizin çizin, 170 çocukça, 170 çoğu kez, 170 çoğun, 171 çoğunlukla, 171 çok çok, 172 çok**, 171 çokça, 172 çoklarınca, 172 çokluk, 172 çoklukla, 172 çoktan, 173 çoktandır, 174 D dağ taş, 175 daha daha, 175 daha, 175 dâhice, 175 dâhil, 175 dâhilen, 175 dâhiyane, 175 daim, 175 daima, 175 dakikane, 176 dakikasında, 176 daldan dala, 176 dalga dalga, 177 dalgın dalgın, 178 dalgın, 177
dalgınca, 178 dalgündüz, 178 dalkavukça, 178 dalkılıç, 178 damla damla, 178 damsız, 178 dan dan, 179 dangadak, 179 dangalakça, 179 dangıl dungul, 179 dar darına, 179 dar, 179 dara dar, 179 darasız, 179 darı darına, 179 decrescendo, 179 defalarca, 179 defaten, 180 dehşetli, 180 delep delep, 180 deli dolu, 180 delice, 180 delicesine, 180 delişmence, 180 dembedem, 180 demin, 180 demincek, 181 deminden, 181 deneysiz, 181 derakap, 181 derbederce, 181 dere tepe, 181 derece derece, 181 derhâl, 182 derhatır, 183 derin derin, 184 derinden derine, 183 derinden, 183 derinlemesine, 184 derinliğine, 184 derken, 184 derli toplu, 184 dertop, 185 dervişane, 185 dervişçe, 185 despotça, 185 devamlı, 185 devce, 185 devre (II), 185 devren, 185 dıbır dıbır, 185 dışarı, 185 didik didik, 186 dikçe, 186 dikenlice, 186 dikensiz, 186 dikey, 186 dikine, 186 diklemesine, 186 diktatörce, 186
506
dilden dile, 186 dilim dilim, 187 dimdik, 187 diminuendo, 187 dince, 187 dinen, 187 dip bucak, 188 dip doruk, 188 diplomatça, 188 direkt, 188 dirhem dirhem, 188 diri diri, 188 dirsek dirseğe, 188 diş diş, 188 diye diye, 188 diye, 188 diz boyu, 189 diz dize, 189 diz üstü, 189 dizi dizi, 189 dizim dizim, 189 dobra dobra, 189 doğaçlama, 189 doğaçtan, 189 doğallıkla, 190 doğma büyüme, 190 doğmaca, 190 doğru dürüst, 191 doğru**, 190 doğruca, 190 doğrudan doğruya, 191 doğrudan, 190 doğrusu, 192 dolayı, 192 dolayısıyla, 192 dolaysız, 192 doludizgin, 192 domur domur, 192 domuzuna, 193 don gömlek, 193 donuk donuk, 193 doruklama, 193 dosdoğru, 193 dostane, 194 dostça, 194 doyasıya, 194 döke döke, 194 döke saça, 194 dönekçe, 195 dönüşümlü, 195 dört ayak, 195 dörtnala, 195 duraksız, 195 durmadan, 195 durumca, 196 durup durup, 196 durup dururken, 196 duyguca, 196 düğünsüz, 197 dün, 197
dünden bugüne, 197 dünden, 197 dünyada, 197 düpedüz, 197 dürüm dürüm, 198 düşe kalka, 198 düşmanca, 198 düzgün, 198 düzüm düzüm, 198 E ebediyen, 199 ebesiz, 199 edepli edepli, 199 edepli, 199 edepsizce, 199 edepsizcesine, 199 edibane, 199 efece, 199 efendi efendi, 199 efendice, 199 efil efil, 200 eğreti, 200 eğri, 200 ekmeksiz, 200 ekseri, 200 ekseriya, 200 ekseriyetle, 200 eksik artık, 200 eksiksiz, 200 ekstra, 201 el altında, 201 el altından, 201 el ele, 201 elan, 201 elbet, 201 elbette, 201 elden ele, 201 elden, 201 elhak, 202 elhasıl, 202 elifi elifine, 202 eliyle, 202 elverdiğince, 202 emaneten, 202 en azından, 202 en, 202 enayice, 202 enayicesine, 202 ender, 202 enikonu, 203 eninde sonunda, 203 enine boyuna, 203 enlemesine, 204 epey, 204 epeyce, 204 epeyi, 205 epeyice, 206 er (II), 206 er geç, 206
erce (I), 206 erce (II), 206 ercecik, 206 erim erim, 206 erkek erkeğe, 206 erkekçe, 206 erkeksiz, 206 erken, 207 erkence, 207 erkenden, 207 esasen, 208 esaslı, 208 esefle, 209 esen, 209 eser miktarda, 209 eskiden, 209 esnasında, 209 eşekçe, 209 eşkin, 209 eşli, 209 etek etek, 210 etraflı, 210 etraflıca, 210 evce, 210 evcek, 210 evire çevire, 210 evleviyetle, 210 evvel ahir, 211 evvel zaman, 212 evvel, 210 evvela, 211 evvelce, 211 evvelden, 211 evvelemirde, 211 evveli, 211 evvelleri, 211 ezberden, 212 ezbere, 212 ezcümle, 212 ezel ebet, 212 ezgince, 212 ezile büzüle, 212 ezim ezim, 212 ezkaza, 212 F fakirce, 213 falsosuz, 213 faraza, 213 farklıca, 213 farzımuhal, 213 fasılasız, 213 fasla fasla, 213 faşır faşır, 213 fatihane, 213 faullü, 213 faulsüz, 213 fazla**, 213 fazlaca, 213 fazladan, 214
507
fazlasıyla, 214 fedaice, 214 fedakârca, 214 fehvasınca, 214 fellek fellek, 214 fellik fellik, 214 fena halde, 215 fena, 215 ferah fahur, 215 ferah ferah, 216 ferden ferda, 216 ferih fahur, 216 fersah fersah, 216 feryat figan, 216 fettanca, 216 fevç fevç, 216 feylesofça, 216 fıkır fıkır, 216 fır fır, 217 fır, 217 fırdolayı, 217 fırıl fırıl, 217 fırt fırt, 217 fıs fıs, 217 fısıl fısıl, 217 fısır fısır, 218 fış fış, 218 fışır fışır, 218 fıtraten, 218 fi tarihinde, 219 fiilen, 218 fikren, 218 filhakika, 218 filozofça, 218 filvaki, 218 fincan fincan, 218 fisebillilah, 218 fizikçe, 219 fokur fokur, 219 fondip, 219 forte, 219 fortepiano, 219 fortissimo, 219 fosur fosur, 219 fuzuli, 219 fücceten, 219 fütursuzca, 219 G gacır gacır, 220 gacır gucur, 220 gaddarca, 220 gafilane, 220 gâh, 220 gâhi, 220 gâhice, 220 galiba, 220 gani gani, 220 garanti, 220 garazsız ivazsız, 220
gâvurca, 220 gâvurcasına, 220 gayet, 220 gayetle, 220 gayrı, 220 gayri, 221 gayriihtiyari, 221 gece gündüz, 222 gece**, 221 geceleri, 222 geceleyin, 223 geceli gündüzlü, 223 geç saatler, 224 geç, 223 geççe, 223 geçe (I), 223 geçende, 223 geçenlerde, 224 geh, 224 gelişigüzel, 224 gene de**, 225 gene**, 224 genellikle, 225 geniş çaplı, 225 gepgenç, 225 gerçekte, 226 gerçekten, 226 gerçi, 226 gereğince, 226 gerekli gereksiz, 226 gereksiz, 226 geri geri, 227 geri**, 226 geriden geriye, 226 gerisin geri, 227 gerisin geriye, 227 gevşek, 227 geyikler kırkımında, 228 gıcıkça, 228 gıcır gıcır, 228 gıcırı bükme, 228 gıdım gıdım, 228 gıldır gıldır, 228 gır gır, 228 gırç gırç, 228 gırla, 228 gıyaben, 228 gıyabında, 228 gibi, 228 gibilerden, 228 gibisinden, 228 gide gele, 229 gide gide, 229 giderayak, 229 giderek, 229 gine, 230 gitgide, 230 gizli, 230 gizlice, 230 gizliden gizliye, 231
göğüs göğse, 231 gönlünce, 232 gönüllü gönülsüz, 232 gönüllüce, 232 gönülsüz, 232 gönülsüzce, 232 göre, 232 görgülüce, 232 görgüsüzce, 232 görmece, 232 görünürde, 232 görünürlerde, 232 görünüşte, 232 götün götün, 233 götürü, 233 göz göz, 233 göz göze, 233 göz önünde, 233 gözü bağlı, 233 gözü kapalı, 233 gururluca, 233 gücü gücüne, 233 gücün, 234 güç bela, 234 güç, 234 güçlükle, 234 güçsüzce, 235 güldür güldür, 235 güle güle, 235 gümbedek, 236 gümbür gümbür, 236 gün günden, 238 günahsız, 236 günaşırı, 236 günbegün, 236 günde, 236 günden güne, 236 gündüz gözüyle, 237 gündüz, 237 gündüzleri, 237 gündüzün, 238 günlerce, 238 günü gününe, 239 günübirliğine, 239 günübirlik, 239 günün birinde, 240 güpegündüz, 240 gür gür, 240 gürpedek, 240 gürül gürül, 241 gürültüsüzce, 241 güvensizce, 241 güya, 241 güzel güzel, 242 güzel, 241 güzelce, 242 güzellikle, 243 güzün, 243 H
508
ha bire , 244 haberli, 244 habersiz, 244 habersizce, 244 haddizatında, 245 hadisesiz, 245 hafif hafif, 246 hafif tertip, 247 hafif yollu, 247 hafifçe, 245 hafiften, 246 haince, 247 hakça, 247 hakeza, 247 hakikat, 247 hakikaten, 248 hakimane, 248 hâkimane, 248 hakkında, 248 hakkıyla, 248 haksız yere, 248 haksızca, 248 hâlâ**, 249 haldır haldır, 249 hâlen, 249 hâlihazırda, 250 halisane, 250 hâliyle, 250 hâlsiz, 250 hâlsizce, 250 hamaratça, 250 hamilen, 250 handiyse, 250 hanım hanımcık, 250 hani, 250 hant hant, 251 hapır hapır, 251 hapır hupur, 251 har har, 251 harala gürele, 251 harfi harfine, 251 harfiyen, 251 harıl harıl, 251 haricen, 252 hariç, 252 harman çorman, 252 harrangürra, 252 hart hurt, 252 hart, 252 hartadak, 252 hasapça, 263 hasapsızca, 263 hasbelkader, 252 hasbetenlillah, 252 hasebiyle, 252 hasetsen, 252 hasılı, 252 hasımca, 252 haşarıca, 252 haşır haşır, 252
haşur huşur, 253 hatasıyla sevabıyla, 253 hatır belası, 253 hatır hatır, 253 hatır hutur, 253 hatta, 253 havadan cıvadan, 253 havadan, 253 hayal meyal, 253 hayalen, 253 hayâsızca, 253 haybeden, 254 haydi haydi, 254 haydi, 254 haylazca, 254 hayli, 254 hayranlıkla, 254 hayretle, 255 haysiyetiyle, 255 hayvanca, 255 hayvani, 255 hazır, 255 helal, 255 helalinden, 256 hemen hemen, 257 hemen**, 256 hemencecik, 257 henüz**, 258 hep beraber, 260 hep bir ağızdan, 259 hep birden, 260 hep**, 258 hepten, 261 her daim, 261 her dem, 261 her gün**, 261 her hâlde, 262 her hâlükârda, 262 her zaman**, 262 hercaice, 261 herhâlde, 262 hesabına, 262 hesap kitap, 263 hesaplıca, 263 hesapsız kitapsız, 263 heyetiyle, 263 hımhım, 263 hıncahınç, 263 hınzırca, 263 hırıl hırıl, 263 hırsızlama, 263 hışıl hışıl, 263 hışır hışır, 263 hızla, 263 hızlı hızlı, 265 hızlı, 264 hiç mi hiç, 267 hiç yoktan, 268 hiç**, 265 hiçten, 268
hilafsız, 268 hilkaten, 268 hitaben, 268 hodbehot, 268 homur homur, 268 hoplaya zıplaya, 268 hoppaca, 268 hoppadak, 268 horul horul, 268 hoş**, 269 hoşça, 269 hovardaca, 269 hoyratça, 269 hödükçe, 269 hukuken, 269 hunharca, 269 hususi, 269 hususuyla, 269 huysuzca, 269 hükmen, 270 hülasa, 270 hülasaten, 270 hüngür hüngür, 270 hür, 270 hürmeten, 270 hürmetkârane, 270 hürmetlice, 270 hürmetsizce, 270 hürya, 270 hüsnüniyetle, 270 I ığıl ığıl, 271 ıkıl ıkıl, 271 ıkına sıkına, 271 ıkına tıkına, 271 ıklaya sıklaya, 271 ıklım tıklım, 271 ılgım salgım, 271 ılgıt ılgıt, 271 ılık ılık, 271 ıpıl ıpıl, 271 ışıl ışıl, 271 İ iblisane, 273 iblisçe, 273 icabında, 273 iç içe, 273 içeri**, 273 için için, 273 içinde, 273 içkili, 274 içkisiz, 274 içre, 274 içten içe, 274 içten, 274 içtenlikle, 275 idarece, 275 idareli, 275
509
idareten, 275 ifil ifil, 275 ifrat derecede, 275 iğneleyici, 275 ihriyarsız, 276 ihtimal, 275 ihtiyaten, 276 iken, 276 iki büklüm, 276 iki geçeli, 277 ikide bir, 276 ikide birde, 277 ikindi vakti, 278 ikindi zamanı, 278 ikindiüstü, 277 ikindiüzeri, 277 ikindiyin, 278 iktidarsız, 278 iktisaden, 278 ilanen, 278 ilanihaye, 278 ilaveten, 278 ilelebet, 278 ilerde, 278 ileri geri, 279 ileri**, 279 ileride, 279 ilk ağızda, 280 ilk elden, 280 ilk önce, 280 ilk planda, 280 ilk, 280 ilkelce, 280 ilkin, 280 ilkten, 280 illa, 280 illaki, 281 ille, 281 imdi, 281 inadına, 281 incecikten, 281 inceden inceye, 281 incerek, 282 indinde, 282 inim inim, 282 iniş aşağı, 282 insafsızca, 282 insan hâli, 283 insanca, 282 insanlık hâli, 283 ipil ipil, 283 iptida, 283 iptidaları, 283 irsen, 283 irticalen, 283 isli, 283 ismen, 283 isnaden, 283 isteksiz, 283 isteksizce, 284
ister istemez, 284 istinaden, 285 istisnasız, 285 işgüzarca, 285 iştahlı, 285 itçe, 285 ite kaka, 285 itibaren, 285 itibarıyla, 285 itirazsız, 285 itiş kakış, 285 ittifakla, 285 ivedilikle, 286 iyi kötü, 288 iyi**, 286 iyice**, 286 iyicene, 287 iyiden iyiye, 287 iyilikle, 288 izafeten, 288 izansızca, 288 izinsiz, 288 K kabaca, 289 kabadayıca, 289 kabala (II), 289 kabilinden, 289 kablelvuku, 289 kaç kaç, 290 kaça kaç, 290 kaça, 289 kaçak, 289 kaçıkça, 290 kaçta, 290 kadar, 290 kademe kademe, 290 kadın kadına, 290 kadınca, 290 kadınlı erkekli, 290 kadınsız, 290 kafaca, 291 kafadan, 291 kâh, 291 kahpece, 291 kahramanca, 291 kakır kakır, 291 kala kala, 291 kala, 291 kalantorca, 292 kalben, 292 kalenderce, 292 kalleşçe, 292 kamilen, 292 kan pahasına, 292 kanalıyla, 292 kancıkça, 292 kanunen, 292 kapalı gişe, 292 kapan kapana, 292
kapı kapamaca, 292 kapıda, 292 kararınca, 292 kararlama, 293 kararlamadan, 293 kardeş kardeş, 293 kardeşçe, 293 karga tulumba, 293 karılı kocalı, 293 karınca kaderince, 293 karınca kararınca, 293 karış karış, 293 karşı karşıya, 294 karşı, 294 karşıdan karşıya, 294 karşılıklı, 294 karşılıksız, 295 karşın, 295 kasım kasım, 295 kaskatı, 295 kasten, 296 kasti, 296 kaşık kaşık, 296 kat kat, 297 katbekat, 296 kategorik, 296 katı (I), 296 katır kutur, 296 katiyen, 296 katiyetle, 297 katmerli katmerli, 297 kavgasız, 297 kavi, 297 kavlince, 297 kaygısızca, 297 kayıtsız şartsız, 298 kayıtsızca, 297 kaypakça, 298 kazaen, 298 kazalik, 305 kazara, 298 kazasız belasız, 298 kazasız, 298 kefaleten, 298 kefenli, 298 kefensiz, 298 kelepçeli, 299 kelepçesiz, 299 kelimenin tam anlamıyla, 299 kelimesi kelimesine, 299 kelimesiz, 299 kemekân, 299 kemiksiz, 299 kenarda köşede, 299 kendi adına, 299 kendi başına, 299
510
kendi hesabına, 300 kendi kendine, 300 kendi payıma, 302 kendiliğinden, 301 kendince, 302 kendinden, 302 kendisince, 302 kerhen, 302 kesenkes, 302 kesik kesik, 303 kesin olarak, 303 kesin, 303 kesinkes, 304 kesinlikle, 304 kesmece, 304 kestirme, 304 kestirmece, 305 kestirmeden, 305 keyfi sıra, 305 keyfince, 305 keza, 305 kıçın kıçın, 305 kıçüstü , 305 kıdemce, 305 kıkır kıkır, 305 kıl payı, 306 kılı kılına, 306 kılıcına, 306 kılıçlama, 306 kımıl kımıl, 306 kıpır kıpır, 306 kıpırtısız, 306 kıran kırana, 306 kırım kırım, 307 kırış kırış, 307 kırıtım kırıtım, 307 kırk kere, 307 kırkyıl, 307 kırkyılda bir, 307 kırkyılın başı, 307 kırt kırt, 307 kıs kıs, 309 kısa yoldan, 308 kısa, 308 kısaca, 308 kısacası, 308 kısarak, 308 kısıkça, 308 kısıntılı, 309 kıskıvrak, 309 kısmen, 309 kışın, 309 kıt kanaat, 310 kıtı kıtına, 310 kıtır kıtır, 310 kıvıl kıvıl, 310 kıvır kıvır, 310 kıvrak kıvrak, 310 kıvrakça, 310 kıvrım kıvrım, 310
kıyada bucakta, 311 kıyada köşede, 311 kıyasen, 310 kıyasıya, 310 kıyım kıyım, 311 kıyın kıyın, 311 kızlı erkekli, 311 kibarca, 311 kimi vakit, 312 kimi zaman, 312 kimileyin, 311 kimsesiz, 312 kimyaca, 312 kirişleme, 312 kişi başına, 312 kitapça, 312 kol kola, 316 kolay kolay, 314 kolay, 312 kolayca, 313 kolaycacık, 314 kolayda, 314 kolaylıkla, 315 kolektif, 316 kona göçe, 316 kopuksuz, 316 korakor, 316 korkakça, 316 korkusuzca, 316 koro hâlinde, 316 koşa, 316 koşar adım, 317 koşun koşun, 317 koyu koyu, 317 koyun koyuna, 317 kör topal, 317 körcesine, 317 körlemeden, 317 körü körüne, 318 kös kös, 318 köşeleme, 318 kötü, 318 kucak kucağa, 318 kucaktan kucağa, 319 kudretten, 319 kulak kulağa, 319 kulaktan kulağa, 319 kulaktan, 319 kurmaca, 319 kurnazca, 319 kuru kuruya, 320 kuruş kuruş, 320 kuruşu kuruşuna, 320 kuş bakışı, 320 kuşaklama, 320 kuşkusuz, 320 kuzu kuzu, 320 küçüklü büyüklü, 320 küfür küfür, 320 külfetsizce, 320
külliyen, 320 kürek kürek, 321 küskütük, 321 küstahça, 321 küt küt, 321 küttedek, 321 kütür kütür, 321 L laakal, 322 lacerem, 322 lafzen, 322 lahza, 322 lahzacık, 322 lahzada, 322 lakayıt, 322 langır lungur, 322 lap lap, 322 lapa lapa, 322 lappadak, 323 larghetto, 323 largo, 323 larp, 323 larpadak, 323 latifçe, 323 laubali, 323 laubalice, 323 laubaliyane, 323 layıkıyla, 323 lebalep, 323 legato, 323 lento, 323 levendane, 323 lıkır lıkır, 323 lop lop, 324 loppadak, 324 lopur lopur, 324 löpür löpür, 324 lüpten, 324 lütfen, 324 lütufkârane, 324 lüzumlu lüzümsuz, 324 lüzumsuz yere, 324 lüzumsuzca, 324 M maada, 325 maaile, 325 maalesef, 325 maalmemnuniye, 325 maatteessüf, 325 maç maç, 325 madde madde, 325 maddeten, 325 maestoso, 325 mağrurane, 325 mağrurca, 326 mağrurcasına, 326 mahallece, 326 mahcubane, 326
511
mahcupça, 326 mahfuzen, 326 mahiye, 326 mahkûmane, 326 mahsuben, 326 mahsus, 326 mahsusen, 327 mahzunane, 327 mahzunca, 327 makabil, 333 makaddema, 333 makaslama, 327 maksatlı, 327 maksatsız, 327 malca, 327 malen, 327 malulen, 327 malum, 327 mamafih, 327 manaca, 327 manen, 327 mantıkça, 328 mantıken, 328 manyakça, 328 marifetiyle, 328 masa başında, 328 maskaraca, 328 maskesiz, 328 masrafsız, 328 masumane, 328 masumca, 328 mealen, 328 mebni, 328 mecazen, 328 mecburen, 328 meccanen, 329 mecnunane, 329 mecnunca, 329 mel mel, 329 melfufen, 329 melül mahzun, 329 memnunca, 329 memnuniyetle, 329 mepsuten, 329 merdane, 330 merhameten, 330 merhametsizce, 330 merkezce, 330 mertçe, 330 mesabesinde, 330 mesafeli, 330 meslek icabı, 330 mestane, 330 mesudane, 330 mesutça, 331 meşruten, 331 metazori, 331 mevkufen, 331 mevsimlik, 331 mıncık mıncık, 331
mırıl mırıl, 331 mışıl mışıl, 331 mızmızca, 331 milim milim, 331 milim, 331 milimetre, 331 milimi milimine, 331 milletçe, 332 minnettarane, 332 minnettarca, 332 miskinane, 332 miskince, 332 motamot, 332 muahharen, 332 mucibince, 332 muhakkak, 332 muhtasaran, 332 muhtemelen, 332 muntazam, 333 muntazaman, 333 muslihane, 333 mutlak, 333 mutlaka, 333 mutluca, 334 muttasıl, 334 muvacehesinde, 335 muvakkaten, 335 muzafferane, 335 muzafferce, 335 muzipçe, 335 mücerret, 335 mükâfaten, 335 mükemmelen, 335 mükerreren, 335 mümkün mertebe, 336 münasebetiyle, 336 münasebetli münasebetsiz, 336 münavebeli, 336 münferiden, 336 münhasıran, 336 müphem, 336 müreffehen, 336 müstacelen, 336 müstakilen, 336 müstemirren, 336 müsteniden, 336 müstesna, 336 müştereken, 337 müteakiben, 337 müteakip, 337 mütemadi, 337 mütemadiyen, 337 mütenekkiren, 338 müteselsilen, 338 müteveccihen, 338 müttefiken, 338 müttehiden, 338 N
naçizane, 339 nadiren, 339 nafile yere, 339 nafile, 339 nagehan, 339 nağmesiz, 339 nahak yere, 339 nahak, 339 nakıs, 340 naklen, 340 nakten, 339 nakzen, 340 namıdiğer, 340 namussuzca, 340 namütenahi, 340 nankörce, 340 nasıl**, 340 nasılsa, 342 nasihat yollu, 342 naşi, 342 nazaran, 342 nazikâne, 342 nazikçe, 343 nazmen, 343 ne denli, 344 ne**, 343 nece, 343 nedametle, 343 neden sonra, 345 neden**, 343 nedeniyle, 344 nedenli nedensiz, 344 nedense, 344 nedensiz, 344 nefes nefese, 345 nehari, 345 nemertçe, 340 nerde, 345 nere, 345 nerede, 345 nereden nereye, 346 nereden, 345 neredeyse, 346 neresi, 347 nereye, 347 nesilden nesile, 347 nesren, 347 neşeli, 347 neşren, 347 neticeten, 347 nevmit, 347 neyse, 347 nezaketen, 347 nezaretsiz, 347 nezdinde, 347 nice nice, 347 nice, 347 niçin, 347 nihayet, 348 nihayetinde, 349
512
nikâhlı, 349 nikâhsız, 349 nispet, 349 nispeten, 349 nispetle, 349 nite, 349 nitekim, 349 niye, 349 nobranca, 349 noksansız, 349 nokta nokta, 350 noktası noktasına, 350 nöbetleşe, 350 numerik, 350 O o denli, 351 o hâlde, 351 o kadar**, 352 o saat, 356 o saatte, 356 o sırada, 356 o yolda, 356 oburca, 351 oburcasına, 351 oflaya puflaya, 351 oğul oğul, 351 oğulsuz, 351 olasıya, 352 oldu olacak, 353 oldukça, 352 oldum bittim, 353 oldum olası, 353 oldum olasıya, 353 olgunca, 353 olsa olsa, 353 oluk oluk, 353 olur olmaz, 354 omuz omuza, 354 on parasız, 355 ona, 354 onca, 354 onculayın, 354 onda, 354 ondan, 354 onlara, 354 onlarca, 354 onlarda, 354 onlardan, 354 onsuz, 355 oracıkta, 355 orada, 355 oradan buradan, 355 oradan, 355 oral, 355 oranca, 355 oranla, 355 oraya, 355 orsa boca, 355 ortada, 355
ortaklaşa, 355 ortalama, 356 ortalamasına, 356 ortalıkta, 356 Osmanlıca, 356 otomatik, 356 otomatikman, 356 oylum oylum, 356 oynakça, 357 ozanca, 357 Ö öbür gün, 358 ödemeli, 358 ödlekçe, 358 öğle vakti, 359 öğlende, 358 öğleüstü, 358 öğleüzeri, 358 öğleyin, 359 ölçüsüz, 359 öldüresiye, 359 ölesiye, 359 ölü fiyatına, 360 ömrünce, 360 ömür boyu, 360 ömür boyunca, 360 ömürbillah, 360 önce**, 360 önceden, 361 önceleri, 361 öncelikle, 362 önü sıra, 362 önünde sonunda, 362 önünden, 362 örtülü, 362 öte gün, 363 öte yandan, 363 ötede beride, 363 öteden beri, 363 öteden beriden, 363 ötesinde berisinde, 363 öteye beriye, 363 ötürü, 363 öyle öyle, 365 öyle**, 363 öylece, 364 öylelikle, 365 öylemesine, 365 öylesine, 365 özcesi, 367 özellikle, 367 özene bezene, 368 özgürce, 368 özürsüz, 368 P palas pandıras, 369 paldır küldür, 369 par par, 371
paraca, 369 parasız pulsuz, 370 parasız, 369 parça başına, 370 parça bölük, 370 parça parça, 370 pare pare, 370 parıl parıl, 370 parmak parmak, 371 partizanca, 371 paşa paşa, 371 pat küt, 371 pat pat, 371 pat sat, 372 patadak, 371 patavatsızca, 371 patır kütür, 371 patır patır, 371 patronca, 372 pattadak, 372 pattadan, 372 paytakça, 372 pazarlıksız, 372 pederane, 372 pehlivanane, 372 pehlivanca, 372 pek pek, 374 pek, 372 pekâlâ, 373 pekçe, 374 peki, 374 peltek, 374 pençe pençe, 374 perde perde, 374 pervasızca, 374 peş peşe, 375 peşi peşine, 375 peşi sıra, 375 peşin peşin, 375 peşin, 375 peşinatsız, 375 peşinen, 375 peyapey, 376 peyderpey, 376 peygamberane, 376 peygamberce, 376 peygambervari, 376 pır pır, 376 pısırıkça, 376 pıt pıt, 376 pıtır pıtır, 376 pimpirikçe, 376 pir, 376 pis pis, 377 pisi pisine, 377 pişkince, 377 piti piti, 377 piyano, 377 plansız programsız, 377
513
pofur pofur, 377 pratikte, 377 presto, 377 püfür püfür, 377 pürtelaş, 377 R rabıtasız, 378 raddelerinde, 378 rağmen, 378 rahat, 378 rahatça, 378 rahatlıkla, 379 rahîm, 379 rahvan, 379 randevulu, 379 randevusuz, 379 rappadak, 379 rapten, 380 rastgele, 380 rastlantısal, 380 resen, 380 resmen, 380 rezilce, 381 rindane, 381 rintçe, 381 riyakârane, 381 riyasız, 381 ruhen, 381 ruzuşeb, 381 S saadetle, 382 saati saatine, 382 saatinde, 382 saatlerce, 382 sabah akşam, 384 sabah sabah, 385 sabah vakti, 386 sabah, 383 sabaha doğru, 384 sabaha, 383 sabahın köründe, 384 sabahları, 384 sabahleyin, 385 sabahtan akşama, 386 sabahtan, 386 sabırla, 386 sabırsızlıkla, 387 sabunsuz, 387 sade, 387 sadece**, 387 sadıkane, 387 sadıkça, 387 sadistçe, 387 safça, 387 safçasına, 387 safi, 388 sağ esen, 388 sağ salim, 388
sağ selamet, 388 sağlamca, 388 sağlı sollu, 388 sağlıcakla, 388 sahi, 389 sahiden, 389 sakarca, 389 sakır sakır, 389 sakin sakin, 389 sakince, 389 salakça, 390 salimen, 390 salisen, 390 salkım salkım, 390 sallapati, 390 salt, 390 samimi, 391 samimiyetle, 391 sana, 391 sanatkârane, 391 sanatkârca, 391 sanki, 391 sapır sapır, 391 sarahaten, 391 sarahatle, 391 sargın, 392 sarhoş, 392 sarhoşça, 392 sarmaş dolaş, 392 sarsak sursak, 392 sarsakça, 392 satır satır, 392 savurganca, 392 sayesinde, 392 saygısızca, 393 sayıca, 393 saymaca, 393 sebebiyle, 393 sebepli sebepsiz, 393 sebepsiz, 393 sebepsizce, 393 seçmece, 393 sefihane, 393 sefilce, 393 sehven, 393 sek, 393 selamsız sabahsız, 393 selamsız, 393 sellemehüsselam, 394 semizce, 394 sence, 394 senetli sepetli, 394 senetsiz sepetsiz, 394 seneye, 394 senli benli, 394 sepil sepil, 394 serapa, 394 serbest, 394 sere serpe, 395 serian, 395
sermestane, 395 sersefil, 395 sersem sepelek, 395 sersemce, 395 serseri serseri, 395 serserice, 395 sesli, 395 sessiz sedasız, 397 sessiz, 395 sessizce, 396 sevabına, 398 seyrek, 398 seyyanen, 398 sıcağı sıcağına, 398 sıcak sıcak, 398 sık sık, 400 sık, 398 sıkça, 399 sıkı fıkı, 400 sıkı sıkıya, 400 sıkı, 399 sıkıca, 399 sıralı sırasız, 401 sıram sıram, 401 sırasıyla, 402 sırdaşça, 402 sırt sırta, 402 sırtı sıra, 402 sırtüstü, 402 sıvama, 402 sıvırya, 403 sızıltılı, 403 sızıltısız, 403 sızım sızım, 403 siftah, 403 sigarasız, 403 sille tokat, 403 silme, 403 silmece, 404 sinsice, 404 sittinsene, 404 siya siya, 404 siyaseten, 404 siyem siyem, 404 siyim siyim, 404 sizli bizli, 404 softaca, 404 soğuk, 404 soğukça, 405 sokulu, 405 soluksuz, 405 son derecede, 405 sonra**, 405 sonradan, 405 sonraları, 406 sonunda, 406 sorgusuz sualsiz, 407 sorgusuz, 407 soysuzca, 407 sözce, 407
514
sözde, 407 sözleşmeli, 407 sözleşmesiz, 407 sözüm ona, 407 sözün kısası, 407 suçüstü, 407 sularında, 408 sulu sepken, 408 sureta, 408 suskun, 408 suspus, 408 susuz, 408 süklüm püklüm, 408 süratle, 409 sürekli, 409 süresiz, 410 sürgit, 410 sürü sepet, 410 sürü sürü, 411 sürüm sürüm, 410 süzüm süzüm, 411 Ş şahrem şahrem, 412 şahsen, 412 şak şak, 414 şaka maka, 412 şaka yollu, 413 şaka yoluyla, 413 şakacıktan, 412 şakadan, 412 şakasız, 412 şakır şakır, 413 şakır şukur, 413 şakkadak, 413 şakrak, 414 şallak mallak, 414 şangır şungur, 414 şap şap, 414 şapadanak, 414 şapır şapır, 414 şapır şupur, 414 şappadak, 414 şar şar, 415 şarıl şarıl, 415 şarlatanca, 415 şartınca, 415 şartsız şurtsuz, 415 şaşı, 415 şaşkın şavalak, 415 şaşkınca, 415 şaşkınlıkla, 415 şeklen, 415 şeran, 415 şeytanca, 416 şıldır şıldır, 416 şımarıkça, 416 şıngır şıngır, 416 şıp şıp (I), 416 şıpır şıpır, 416
şıppadak, 416 şırak şırak, 416 şırakkadak, 416 şırıl şırıl, 416 şiddetle, 417 şifahen, 417 şimdi şimdi, 421 şimdi**, 418 şimdicik, 419 şimdiden, 419 şimdilerde, 420 şimdileyin, 420 şimdilik, 420 şipşak, 421 şirretçe, 421 şorolop, 421 şövalyece, 421 şöyle bir, 422 şöyle böyle, 423 şöyle**, 421 şöylece, 422 şöylece, 423 şöylemesine, 423 şöylesine, 423 şu denli, 423 şu hâlde, 424 şu kadar, 424 şuna buna, 424 şuna, 424 şunca, 424 şunda, 424 şuracıkta, 424 şurada, 424 T ta, 425 taammüden, 425 taban (II), 425 tabanvay, 425 tabi (III), 425 tabiatıyla, 425 tabii, 425 tahminen, 425 tahriren, 425 tak tak, 427 takım takım, 425 takır takır, 426 takır tukur, 426 takiben, 426 takipsiz, 426 takkadak, 426 takriben, 426 taksit taksit, 426 tam gaz, 429 tam tamına, 430 tam, 427 tamamen, 427 tamamı tamamına, 429 tamamıyla, 429 tamı tamına, 429
tane tane, 430 tangır tangır, 430 tangır tungur, 430 taptaze, 430 tarafından, 430 tartak martak, 430 tasasız, 430 taşımlık, 431 tatlı tatlı, 431 tatlı, 431 tatlıca, 431 tatlılıkla, 431 tatsız, 432 tay tay, 432 teberrüken, 432 tedarikli, 432 tedariksiz, 432 tedbirli, 432 tedbirsiz, 432 tedviren, 432 tehirli, 432 tehirsiz, 432 tek (I), 432 tek başına, 433 tek elden, 433 tek tük, 436 tekdüze, 433 teke tek, 434 teker teker, 434 tekiden, 434 teklifsiz, 434 teklifsizce, 435 tekrar tekrar, 436 tekrar**, 435 tekraren, 435 tel tel, 436 telaşsız, 436 telmihen, 436 temelli, 437 temelsiz, 437 temiz pak, 437 temiz, 437 temkinlice, 437 tepe aşağı, 437 tepeden tırnağa, 437 tepeleme, 438 tepetakla, 438 tepeüstü, 438 ter ter, 440 terbiyesizce, 438 terbiyesizcesine, 438 tercihen, 438 tereddütsüz, 439 terfian, 439 ters pers, 439 ters ters, 439 ters yüz , 439 ters yüzü, 440 tersin tersin, 439 tersine, 439
515
tesadüfen, 440 teşehhüt miktarı, 440 tevekkeli, 440 tevfikan, 440 tez beri, 441 tez, 440 tezce, 441 tezelden, 441 tıbben, 441 tık tık, 442 tıka basa, 441 tıkır tıkır, 441 tıklım tıklım, 442 tıngadak, 442 tıngır mıngır, 442 tıngır tıngır, 442 tıp tıp, 443 tıpatıp, 442 tıpı tıpına, 443 tıpır tıpır, 443 tıpış tıpış, 443 tıpkı tıpkısına, 443 tıpkı, 443 tırık tırak, 443 tırıs tırıs, 444 tin tin, 444 tir tir, 444 tiril tiril, 444 titizlikle, 444 tok tok, 444 tokmak tokmak, 444 top top, 445 top, 444 topu topu, 445 topyekûn, 445 torpilsiz, 445 töskürü, 445 tun tun, 445 tutturabildiğine, 445 tutuksuz, 445 tükenik, 445 tümden, 445 tümen tümen, 446 Türkçesi, 446 U ucu ucuna, 447 ucun ucun, 447 ucuz pahalı, 447 ucuzca, 447 ucuzuna, 447 uç uca, 447 uçtan uca, 447 ufak ufak, 448 ufaktan ufağa, 447 uğrun, 448 uğrunda (I), 448 uğrunda (II), 448 uğul uğul, 448 ukalaca, 448
ulu orta, 448 umumiyetle, 448 umursamazca, 449 upuzun, 449 usangın, 449 uslu, 449 ustaca, 449 ustalıkla, 449 usul (III), 449 usulca, 450 usulcacık, 450 usuldan, 450 usullacık, 451 utana sıkıla, 451 utanmazca, 451 uyarınca, 451 uykulu uykulu, 451 uykulu, 451 uykusuz, 451 uysalca, 452 uyur uyanık, 452 uz, 452 uzaktan uzağa, 452 uzaktan yakından, 453 uzaktan, 452 uzun boylu, 453 uzun uzadıya, 454 uzun uzun, 454 uzun**, 453 uzunca, 453 uzunlamasına, 453 Ü ücretsiz, 456 üçer beşer, 456 ümmetçe, 456 üniformalı, 456 üniformasız, 456 ürkekçe, 456 üst perdeden, 456 üst üste, 457 üstadane, 456 üstatça, 456 üste, 456 üstelik, 456 üstten, 457 üstüne üstlük, 457 üstüne, 457 üstünkörü, 457 üzengisiz, 457 üzere, 457 üzerinde, 457 üzerine, 457 üzüm üzüm, 457 üzüntülü, 458 üzüntüsüz, 458 V vahşice, 459 vahşiyane, 459
vakıa, 459 vakit kaybetmeden, 459 vakit vakit, 459 vakitçe, 459 vakitli vakitsiz, 459 vakta ki, 459 vaktinde, 459 vaktiyle, 459 vaktizamanında, 460 var gücüyle, 460 var kuvvetiyle, 460 vasıtasıyla, 460 vehleten, 460 vekâleten, 460 velhasıl, 460 velhasılıkelam, 460 veresiye, 461 verevine, 461 vıcır vıcır, 461 vık vık, 461 vırt zırt, 461 vızır vızır, 461 vicahen, 461 vicdanen, 461 vicdansızca, 461 vira, 461 viyak viyak, 461 vurgulu, 461 vurtut, 461 vücutça, 462 Y yabanice, 462 yaka paça, 462 yakında, 462 yakından, 463 yakınlarda, 464 yakinen, 464 yalan yanlış, 464 yalancıktan, 464 yalandan, 464 yalansız, 464 yalap şalap, 464 yalap yalap, 465 yalapşap, 465 yalım yalım, 465 yalın ayak, 465 yalın kılınç, 465 yalnız başına, 465 yalnız, 465 yalnızca, 466 yamyassı, 466 yan yan, 468 yan yana, 468 yan, 466 yana yakıla, 466 yana yana, 466 yanak yanağa, 466 yanı sıra, 467
516
yanında, 467 yani, 467 yanlamasına, 467 yanlış yunluş, 468 yanlış, 467 yanlışlıkla, 468 yapayalnız, 469 yapıldak, 469 yapyakın, 469 yaradılıştan, 469 yaramazca, 469 yarence, 469 yarı yarıya, 470 yarı, 469 yarım ağız, 469 yarım yamalak, 469 yarımşar, 469 yarın, 470 yaşamaca, 470 yaşın yaşın, 470 yatsı vakti, 470 yavaş yavaş, 472 yavaş, 470 yavaşça, 471 yavaşçacık, 472 yavuzca, 473 yaya, 474 yayan yapıldak, 474 yayan, 474 yayık yayık, 474 yayvan yayvan, 474 yaz kış, 475 yazın (I), 474 yazlı kışlı, 475 yedekte, 475 yek vücut, 475 yeke yek, 475 yekin yekin, 475 yekine yekine, 475 yekpare, 475 yekten, 475 yel yepelek, 475 yel yeperek, 475 yellim yelalim, 475 yellim yepelek, 475 yengeçvari, 475 yeni baştan, 476 yeni yeni, 478 yeni**, 476 yenice, 476 yeniden yeniye, 477 yeniden**, 476 yenilerde, 477 yer yer, 479 yerinde, 478
yerine, 478 yerli yerinde, 478 yerli yerine, 478 yerli yersiz, 478 yeterince, 479 yevmiye, 479 yıldan yıla, 479 yıldır yıldır, 480 yılgın yılgın, 480 yılgınca, 480 yılışıkça, 480 yıllar yılı, 480 yıllarca, 480 yısa yısa, 480 yıvış yıvış, 480 yiğitçe, 481 yine**, 481 yobazca, 482 yok pahasına, 482 yok yere, 482 yokuş aşağı, 482 yokuş yukarı, 482 yol yol, 483 yollu, 482 yoluyla, 482 yorgun argın, 483 yosmaca, 483 yudum yudum, 483 yukarda, 483 yukardan, 483 yukarı, 483 yukarıda, 483 yukarıdan, 484 yumak yumak, 484 yumuşakça, 484 yuvar yuvar, 484 yüklüce, 484 yüksek, 484 yüreği ağzında, 484 yüreklilikle, 484 yürekten, 484 yüz kere, 485 yüz yüze, 486 yüzbeyüz, 485 yüzde yüz, 485 yüzden, 485 yüzlemece, 485 yüzlü yüzlü, 485 yüzsüz yüzsüz, 485 yüzsüzce, 485 Yüzükoyun, 485 yüzünden, 486 yüzüstü, 486 yüzyıllarca, 486
Z zahir, 487 zahirde, 487 zahiren, 487 zahmetsizce, 487 zalimane, 487 zalimce, 487 zaman zaman, 489 zamanında, 487 zamanla, 488 zamanlı zamansız, 488 zamanlı, 488 zamansız, 489 zangır zangır, 490 zar zor, 490 zararına, 490 zarfında, 490 zari zari, 490 zarifane, 490 zarifçe, 490 zaten, 491 zati, 491 zecren, 491 zehir zemberek, 491 zekice, 491 zerre kadar, 491 zevzekçe, 491 zımnen, 491 zımnında, 491 zıngadak, 491 zıngıl zıngıl, 491 zıngır zıngır, 491 zıp zıp, 492 zıppadak, 492 zır zır, 492 zırıl zılır, 492 zırt fırt, 492 zırt pırt, 492 zırt zırt, 492 zihince, 492 zihnen, 492 zilzurna, 492 zinhar, 493 zirzopça, 493 ziyadesiyle, 493 zor bela, 494 zor, 493 zoraki, 494 zorbaca, 494 zorca, 494 zorla, 494 zorlukla, 495 zoru zoruna, 496
517
GENEL SIKLIK DİZİNİ
BELİRTEÇ SIKLIK hiç**: 6676 nasıl**: 6234 şimdi**: 3679 hemen**: 3198 öyle**: 3133 yeniden**: 2321 hep**: 2295 şöyle**: 2236 yine**: 2217 böyle**: 2158 iyice**: 1853 neden**: 1840 iyi**: 1716 tekrar**: 1716 bir an: 1297 gene**: 1203 hâlâ**: 1203 bir daha**: 1177 çok**: 1118 çabuk: 1051 birden**: 1047 bir türlü: 954 içeri**: 845 birlikle: 837 büsbütün: 834 bir ara: 759 çoktan: 707 bazen**: 702 ne**: 696 birdenbire: 684 yavaş yavaş: 680 her zaman**: 670 geri**: 650 uzun uzun: 607 öylece: 605 henüz**: 579 o kadar**: 572 yavaşça: 557 beraber: 556 her gün**: 553 nereden: 540 doğru**: 533 kendi kendine: 514 sessizce: 505 yeni**: 501 mutlaka: 497 bir anda: 484 hızla: 481 hafifçe: 479 öylesine: 475 açıkça: 466 bir bir: 450 zaman zaman: 441 biraz**: 429 boyuna: 426
sık sık: 420 ara sıra: 393 gece**: 384 çabucak: 380 asla: 377 güzel: 370 ağır ağır: 363 zor: 346 erkenden: 341 zorla: 341 boşuna: 338 saatlerce: 338 önce**: 332 ansızın: 326 ayakta: 320 hayretle: 319 derhâl: 310 bir aralık: 307 kolayca: 306 usulca: 303 pek: 299 yanlış: 293 nihayet: 291 günlerce: 286 bugün**: 280 gene de**: 267 sürekli: 267 tek başına: 260 kendiliğinden: 247 uzun**: 247 bir**: 241 yakında: 237 aşağı: 236 karşılıklı: 224 epeyce: 221 fazla**: 215 geceleri: 209 niçin: 207 yan yana: 207 kesinlikle: 206 tam: 206 demin: 204 yukarı: 202 epey: 201 tamamen: 201 şöyle bir: 197 güçlükle: 195 ikide bir: 193 yarın: 193 bol bol: 189 giderek: 185 hızlı hızlı: 185 kolay kolay: 184 bir kere: 183 neredeyse: 183 hep birden: 182 önceden: 182 sadece**: 182
eskiden: 180 fena halde: 180 akşamları: 177 sonradan: 174 bir güzel: 171 dışarı: 167 akşama kadar: 166 bir hayli: 165 şiddetle: 165 uzaktan: 165 acı acı: 162 yakından: 162 daima: 160 tez: 160 gitgide: 159 sessiz: 156 azıcık: 154 resmen: 153 şaşkınlıkla: 152 yıllarca: 149 boş yere: 148 gizlice: 148 teker teker: 148 belli belirsiz: 147 bir arada: 147 sabahleyin: 146 bugünlerde: 144 şimdilik: 144 kolaylıkla: 141 rahatça: 139 sık: 138 tatlı tatlı: 136 birazdan: 133 günün birinde: 133 kolay: 133 baştan: 132 zamanla: 132 kısaca: 130 mütemadiyen: 127 sahiden: 127 bayağı: 125 şimdiden: 125 adamakıllı: 122 ayrı ayrı: 122 tamamıyla: 122 doğru dürüst: 121 erken: 121 hep beraber: 121 derinden: 120 sabah: 119 sonunda: 119 bir an önce: 118 ha bire : 118 arada bir: 115 çırılçıplak: 115 akşama doğru: 114 derin derin: 114 artık: 112
518
hayranlıkla: 112 ister istemez: 112 aynen: 111 güç: 109 dalgın: 108 hayli: 105 sırtüstü: 105 el ele: 104 acele: 103 bu kadar: 103 rahat: 103 sıkı: 103 hiç mi hiç: 102 pekâlâ: 102 alabildiğine: 101 çoğu kez: 100 beraberce: 99 çarçabuk: 99 günden güne: 99 hemencecik: 99 için için: 99 akşamüstü: 98 bir zamanlar: 98 böylece: 98 bundan böyle: 98 iyiden iyiye: 98 kimi zaman: 98 besbelli: 97 bizzat: 97 dimdik: 97 az daha: 95 dalgın dalgın: 95 doğruca: 94 hafiften: 94 bir zaman: 93 defalarca: 93 yeterince: 91 doğrudan doğruya: 90 özellikle: 90 yürekten: 90 gece gündüz: 89 rahatlıkla: 89 sıkıca: 88 süratle: 88 tepeden tırnağa: 88 hafif hafif: 87 geçenlerde: 86 sonraları: 86 durmadan: 85 hep bir ağızdan: 85 arka arkaya: 84 ayrıca: 84 çoktandır: 84 hakikaten: 83 parça parça: 83 doğrudan: 82 muhakkak: 81 fena: 80 güzelce: 80 sabırla: 80
gayri: 79 içtenlikle: 79 oldukça: 79 sabırsızlıkla: 79 az: 78 baştan başa: 78 harıl harıl: 78 zorlukla: 77 alelacele: 76 bir çırpıda: 76 bir solukta: 76 durup dururken: 76 kötü: 76 mahsus: 76 sabahları: 76 aniden: 74 bir defa: 74 kesik kesik: 74 az çok: 73 bir ağızdan: 73 karşı karşıya: 73 tekrar tekrar: 73 birer ikişer: 72 ezbere: 70 nasılsa: 70 yalnız: 70 açık açık: 69 arada sırada: 69 bir başına: 69 hızlı: 69 boylu boyunca: 68 candan: 68 ilerde: 68 yavaş: 68 geç: 66 zamanında: 66 aralıksız: 65 bir ölçüde: 65 boydan boya: 65 Yüzükoyun: 65 dörtnala: 64 bile bile: 62 dostça: 62 isteksiz: 62 katiyen: 62 apansız: 61 çaktırmadan: 61 düpedüz: 61 kesin olarak: 61 hayal meyal: 60 öteden beri: 60 serbest: 58 tersine: 58 yeni baştan: 58 oldum olası: 57 yan: 57 böylelikle: 56 gayrı: 56 hepten: 56 ikide birde: 56
iç içe: 55 mutlak: 55 neden sonra: 55 öğleyin: 54 sıkı sıkıya: 54 anında: 53 bu gidişle: 53 hüngür hüngür: 53 yeni yeni: 53 açık seçik: 52 böyle böyle: 52 böylesine: 52 çaresiz: 52 dosdoğru: 52 kaça: 52 yer yer: 52 cayır cayır: 51 durup durup: 51 dün: 51 o denli: 51 onsuz: 51 beraberinde: 50 sessiz sedasız: 50 tümden: 50 geceleyin: 49 geri geri: 49 baştan aşağı: 48 ancak: 47 bazı bazı: 47 bir hamlede: 47 baştan sona: 46 ciddi: 46 gelişigüzel: 46 ille: 46 sonra**: 46 bedava: 45 içten: 45 ileride: 45 kışın: 45 sakin sakin: 45 tıkır tıkır: 45 usulcacık: 45 bir yol: 44 çığlık çığlığa: 44 ölesiye: 44 sağ salim: 44 şöylece: 44 vaktiyle: 44 daha: 43 doludizgin: 43 içten içe: 43 inadına: 43 kala kala: 43 rastgele: 43 şöylece: 43 temelli: 43 fazlaca: 42 fazlasıyla: 42 geçende: 42 kesin: 42
519
nefes nefese: 42 zangır zangır: 42 adım adım: 41 basbayağı: 41 enikonu: 41 gürül gürül: 41 sabah akşam: 41 uzun uzadıya: 41 beyhude: 40 bu sefer: 40 eninde sonunda: 40 güzel güzel: 40 kol kola: 40 aşağı yukarı: 39 bir parça: 39 gündüzleri: 39 hoş**: 39 küt küt: 39 yarı: 39 çılgınca: 38 kendince: 38 sabah sabah: 38 tatlı: 38 er geç: 37 usuldan: 37 üst üste: 37 zar zor: 37 evvela: 36 evvelce: 36 tane tane: 36 var gücüyle: 36 bir koşu: 35 el altından: 35 kendi başına: 35 memnuniyetle: 35 muttasıl: 35 sabahtan: 35 acımasızca: 34 aç: 34 alev alev: 34 bütün bütün: 34 güç bela: 34 gündüz: 34 hâlen: 34 öbür gün: 34 paldır küldür: 34 şahsen: 34 tesadüfen: 34 yapayalnız: 34 yazın (I): 34 açıktan açığa: 33 bolca: 33 dalga dalga: 33 doyasıya: 33 gerisin geri: 33 ileri**: 33 ömür boyu: 33 sırasıyla: 33 çoğunlukla: 32 delice: 32
gümbür gümbür: 32 hemen hemen: 32 inceden inceye: 32 peş peşe: 32 yarı yarıya: 32 yayan: 32 yıllar yılı: 32 ailece: 31 aptal aptal: 31 ayrı: 31 boşu boşuna: 31 devamlı: 31 diri diri: 31 düşe kalka: 31 uykusuz: 31 arka üstü: 30 enine boyuna: 30 güle güle: 30 iyi kötü: 30 özgürce: 30 süklüm püklüm: 30 dehşetli: 29 isteksizce: 29 kıpırtısız: 29 kısa: 29 kibarca: 29 bir lahza: 28 dakikasında: 28 peşi sıra: 28 yaya: 28 akın akın: 27 apar topar: 27 ayaküstü: 27 bilhassa: 27 bugün yarın: 27 bütün bütüne: 27 göz göze: 27 sıcak sıcak: 27 şöyle böyle: 27 ustalıkla: 27 vaktinde: 27 alttan alta: 26 çepeçevre: 26 çokça: 26 delicesine: 26 derinden derine: 26 kırkyılda bir: 26 korkusuzca: 26 omuz omuza: 26 soğuk: 26 şakır şakır: 26 uzaktan uzağa: 26 yerli yerinde: 26 avuç avuç: 25 eksiksiz: 25 gizli: 25 ışıl ışıl: 25 mırıl mırıl: 25 tek tük: 25 yanlışlıkla: 25
azar azar: 24 genellikle: 24 gereğince: 24 kendi payıma: 24 kıyasıya: 24 öğleüzeri: 24 yarım yamalak: 24 yudum yudum: 24 yüzüstü: 24 akşamdan: 23 art arda: 23 başıboş: 23 bata çıka: 23 esasen: 23 kayıtsızca: 23 yalnızca: 23 akşamüzeri: 22 arasız: 22 çatır çatır: 22 düzgün: 22 ender: 22 güpegündüz: 22 muntazam: 22 oluk oluk: 22 perde perde: 22 usullacık: 22 bilahare: 21 ezberden: 21 fiilen: 21 gizliden gizliye: 21 gün günden: 21 illa: 21 karşılıksız: 21 koşar adım: 21 ortaklaşa: 21 öncelikle: 21 sabaha doğru: 21 sere serpe: 21 zerre kadar: 21 baş başa: 20 biteviye: 20 görünüşte: 20 handiyse: 20 hiç yoktan: 20 ileri geri: 20 kaçta: 20 kestirmeden: 20 kısmen: 20 oldum bittim: 20 sarhoş: 20 titizlikle: 20 yaka paça: 20 canla başla: 19 epeyi: 19 günü gününe: 19 iki büklüm: 19 iyicene: 19 kabaca: 19 sahi: 19 suçüstü: 19
520
telaşsız: 19 tevekkeli: 19 ağzına kadar: 18 bir lahzada: 18 bittabi: 18 biz bize: 18 boynu bükük: 18 cidden: 18 çokluk: 18 derece derece: 18 etraflıca: 18 haksız yere: 18 kimsesiz: 18 mecburen: 18 parasız: 18 sıkça: 18 soluksuz: 18 yorgun argın: 18 ardı ardına: 17 asırlarca: 17 aşırı: 17 bayır aşağı: 17 demincek: 17 diz dize: 17 düşmanca: 17 gayriihtiyari: 17 gönülsüz: 17 hâliyle: 17 ikindiüstü: 17 ite kaka: 17 kat kat: 17 kurnazca: 17 muntazaman: 17 sabaha: 17 tabiatıyla: 17 tereddütsüz: 17 yalnız başına: 17 yayan yapıldak: 17 az buçuk: 16 beyhude yere: 16 bir kerecik: 16 bir nefeste: 16 bu türlü: 16 dikine: 16 erkekçe: 16 hazır: 16 helal: 16 kahramanca: 16 kaskatı: 16 kırkyıl: 16 kulaktan kulağa: 16 nadiren: 16 samimi: 16 sinsice: 16 şimdilerde: 16 tel tel: 16 temiz: 16 tezelden: 16 tıka basa: 16 alenen: 15
anca: 15 az az: 15 bir vakitler: 15 diz üstü: 15 ebediyen: 15 ekseriya: 15 evvelden: 15 gevşek: 15 gönlünce: 15 habersiz: 15 mertçe: 15 özene bezene: 15 samimiyetle: 15 sarmaş dolaş: 15 uzun boylu: 15 uzunca: 15 yalandan: 15 yaz kış: 15 aç acına: 14 ağır: 14 alt alta: 14 ani: 14 askerce: 14 balıklama: 14 binde bir: 14 bu gözle: 14 bucak bucak: 14 cömertçe: 14 don gömlek: 14 hakkıyla: 14 ilk önce: 14 ilkten: 14 kelimesi kelimesine: 14 kendi adına: 14 kuzu kuzu: 14 parıl parıl: 14 pat pat: 14 patır patır: 14 pervasızca: 14 peşin: 14 sabahın köründe: 14 sağlı sollu: 14 sille tokat: 14 susuz: 14 takır takır: 14 ters ters: 14 tıpatıp: 14 yokuş aşağı: 14 yukarıdan: 14 ağzı açık: 13 ardı sıra: 13 bu seferlik: 13 derinlemesine: 13 evire çevire: 13 gerisin geriye: 13 gide gide: 13 harfi harfine: 13 kaçak: 13 milletçe: 13 onca: 13
seyrek: 13 suskun: 13 tek (I): 13 teklifsizce: 13 tıklım tıklım: 13 zinhar: 13 aklınca: 12 aval aval: 12 baş aşağı: 12 bugünlük: 12 burcu burcu: 12 insafsızca: 12 insanca: 12 izinsiz: 12 kayıtsız şartsız: 12 kıl payı: 12 nafile: 12 oldum olasıya: 12 öğleüstü: 12 ömrünce: 12 önünde sonunda: 12 sade: 12 tak tak: 12 vızır vızır: 12 yanlamasına: 12 yüzde yüz: 12 ailecek: 11 aralıklı: 11 bir düziye: 11 bu denli: 11 canıgönülden: 11 cıvıl cıvıl: 11 çakmak çakmak: 11 çepçevre: 11 daldan dala: 11 dalgınca: 11 dilim dilim: 11 elden: 11 esefle: 11 fırdolayı: 11 fısıl fısıl: 11 geceli gündüzlü: 11 gözü kapalı: 11 günaşırı: 11 gündüzün: 11 keyfince: 11 kıt kanaat: 11 koyun koyuna: 11 kucak kucağa: 11 lahzada: 11 manen: 11 oflaya puflaya: 11 satır satır: 11 seneye: 11 sıcağı sıcağına: 11 şakadan: 11 tıp tıp: 11 tıpış tıpış: 11 yiğitçe: 11 yüz yüze: 11
521
acemice: 10 bedavaya: 10 bir boy: 10 bir o kadar: 10 boncuk boncuk: 10 bu meyanda: 10 buram buram: 10 canlı canlı: 10 cevaben: 10 cevapsız: 10 çoğun: 10 dizi dizi: 10 donuk donuk: 10 fazladan: 10 güzellikle: 10 haydi haydi: 10 horul horul: 10 hoyratça: 10 hür: 10 kademe kademe: 10 karga tulumba: 10 karşıdan karşıya: 10 körü körüne: 10 naklen: 10 nazikçe: 10 nöbetleşe: 10 o saat: 10 pis pis: 10 safi: 10 şaka yollu: 10 şıpır şıpır: 10 şu hâlde: 10 tatlılıkla: 10 ustaca: 10 yalan yanlış: 10 yana yana: 10 yokuş yukarı: 10 açıktan: 9 anlayışlı: 9 ardınca: 9 baştan savma: 9 bedavadan: 9 boğaz tokluğuna: 9 bol keseden: 9 bölük pörçük: 9 çapkınca: 9 dobra dobra: 9 elden ele: 9 güzün: 9 her daim: 9 ihtiyaten: 9 ikindi vakti: 9 kardeş kardeş: 9 karış karış: 9 kasten: 9 kazasız belasız: 9 kırk kere: 9 kıvrım kıvrım: 9 layıkıyla: 9 müştereken: 9
nedensiz: 9 neşeli: 9 öldüresiye: 9 pek pek: 9 peşinen: 9 sağlıcakla: 9 sakince: 9 sebepsiz: 9 şakasız: 9 şipşak: 9 takım takım: 9 tatsız: 9 vakit vakit: 9 var kuvvetiyle: 9 yana yakıla: 9 yanı sıra: 9 yok yere: 9 yüz kere: 9 acilen: 8 adıyla sanıyla: 8 akşamleyin: 8 amansızca: 8 anadan doğma: 8 ayaküzeri: 8 ayan beyan: 8 başarılı: 8 bayramdan bayrama: 8 bir defada: 8 bir temiz: 8 boğula boğula: 8 borç harç: 8 bölük bölük: 8 çocukça: 8 derinliğine: 8 eğreti: 8 fıkır fıkır: 8 fır fır: 8 gani gani: 8 gıyaben: 8 hariç: 8 hoşça: 8 ilk ağızda: 8 itirazsız: 8 ivedilikle: 8 kesinkes: 8 kıpır kıpır: 8 nazikâne: 8 on parasız: 8 ömür boyunca: 8 önceleri: 8 önü sıra: 8 palas pandıras: 8 pare pare: 8 peşin peşin: 8 sarahatle: 8 senli benli: 8 tekdüze: 8 tiril tiril: 8 topyekûn: 8 üçer beşer: 8
üstünkörü: 8 arkadaşça: 7 bembeyaz: 7 cansız: 7 cesur: 7 diklemesine: 7 direkt: 7 edepsizce: 7 ekmeksiz: 7 erkence: 7 esaslı: 7 etraflı: 7 evcek: 7 evvelleri: 7 fi tarihinde: 7 gine: 7 göğüs göğse: 7 görünürde: 7 gürültüsüzce: 7 habersizce: 7 hakça: 7 hâlsiz: 7 hoplaya zıplaya: 7 kadınlı erkekli: 7 karınca kararınca: 7 kör topal: 7 kös kös: 7 mesafeli: 7 mümkün mertebe: 7 sağ esen: 7 salimen: 7 sapır sapır: 7 sırt sırta: 7 silme: 7 siyim siyim: 7 şarıl şarıl: 7 şırıl şırıl: 7 tam tamına: 7 tedbirli: 7 upuzun: 7 uykulu uykulu: 7 vakit kaybetmeden: 7 yavaşçacık: 7 yenice: 7 yerli yersiz: 7 zamansız: 7 zor bela: 7 zoraki: 7 adam başına: 6 ağızdan ağza: 6 akıllıca: 6 aksi aksi: 6 aptalca: 6 arsız arsız: 6 aydan aya: 6 bel bel: 6 bencileyin: 6 bermutat: 6 biçimsiz: 6 boş: 6
522
burun buruna: 6 cebren: 6 çıldırasıya: 6 çın çın: 6 daim: 6 dar: 6 derli toplu: 6 didik didik: 6 domur domur: 6 efendice: 6 gıcır gıcır: 6 haldır haldır: 6 her dem: 6 her hâlükârda: 6 ilelebet: 6 incecikten: 6 kamilen: 6 kaşık kaşık: 6 kazara: 6 kısa yoldan: 6 kimileyin: 6 lıkır lıkır: 6 maatteessüf: 6 muvakkaten: 6 nafile yere: 6 nihayetinde: 6 oğulsuz: 6 öğle vakti: 6 püfür püfür: 6 ruhen: 6 saatinde: 6 sabah vakti: 6 sesli: 6 sızım sızım: 6 soğukça: 6 suspus: 6 şakacıktan: 6 tepeleme: 6 tıpır tıpır: 6 tıpkı tıpkısına: 6 top top: 6 uğul uğul: 6 usul (III): 6 utana sıkıla: 6 uysalca: 6 vakitli vakitsiz: 6 yalancıktan: 6 zıp zıp: 6 zihnen: 6 acımasız: 5 ağırca: 5 ahbapça: 5 akıllı uslu: 5 akşama sabaha: 5 alçakça: 5 bangır bangır: 5 basamak basamak: 5 bilfiil: 5 bilgece: 5 bir kalemde: 5
budalaca: 5 bugüne bugün: 5 çabukça: 5 çalakalem: 5 çalımlı çalımlı: 5 çaprazlama: 5 çarnaçar: 5 çat pat: 5 dünden: 5 elifi elifine: 5 erkek erkeğe: 5 ezile büzüle: 5 fasılasız: 5 ferah ferah: 5 fısır fısır: 5 fosur fosur: 5 giderayak: 5 gücün: 5 günbegün: 5 gündüz gözüyle: 5 günübirlik: 5 hakikat: 5 hasapça: 5 hışır hışır: 5 ılık ılık: 5 idareli: 5 ihriyarsız: 5 istisnasız: 5 kadınca: 5 kafadan: 5 kardeşçe: 5 kesenkes: 5 kıkır kıkır: 5 kıskıvrak: 5 kolaycacık: 5 maddeten: 5 nezaketen: 5 öteden beriden: 5 pençe pençe: 5 pisi pisine: 5 pratikte: 5 sabahtan akşama: 5 sarhoşça: 5 sebepli sebepsiz: 5 sevabına: 5 süresiz: 5 şak şak: 5 şapır şupur: 5 şifahen: 5 şimdi şimdi: 5 şimdicik: 5 taptaze: 5 tasasız: 5 tık tık: 5 tıngır mıngır: 5 tin tin: 5 uç uca: 5 uykulu: 5 üstten: 5 yan yan: 5
yedekte: 5 yerinde: 5 yerli yerine: 5 yıldan yıla: 5 yol yol: 5 yüzyıllarca: 5 zarifçe: 5 ziyadesiyle: 5 açık: 4 adam kıtlığında: 4 adamca: 4 aheste beste: 4 akabinde: 4 akıbet: 4 anbean: 4 apansızın: 4 arsızca: 4 bahusus: 4 başıkabak: 4 başta: 4 bayıla bayıla: 4 bazı: 4 behemahal: 4 besmelesiz: 4 bıldır: 4 bir kalem: 4 bir karar: 4 coşkunca: 4 cümbür cemaat: 4 çaprazlamasına: 4 çılgıncasına: 4 dilden dile: 4 dirhem dirhem: 4 doğallıkla: 4 dolaysız: 4 döke saça: 4 erkeksiz: 4 etek etek: 4 evvelemirde: 4 fırıl fırıl: 4 gide gele: 4 gönülsüzce: 4 haince: 4 hırsızlama: 4 ilanihaye: 4 iniş aşağı: 4 ittifakla: 4 katiyetle: 4 kelepçeli: 4 kelimesiz: 4 kerhen: 4 kırkyılın başı: 4 kısıkça: 4 koro hâlinde: 4 kulak kulağa: 4 kuruş kuruş: 4 kütür kütür: 4 maalmemnuniye: 4 masa başında: 4 merhametsizce: 4
523
milim milim: 4 muhtemelen: 4 mütenekkiren: 4 o yolda: 4 oburca: 4 paşa paşa: 4 pattadak: 4 pir: 4 saati saatine: 4 safça: 4 serapa: 4 sorgusuz sualsiz: 4 sürü sürü: 4 şapır şapır: 4 şeytanca: 4 tamı tamına: 4 tedarikli: 4 teke tek: 4 teklifsiz: 4 tıpı tıpına: 4 uçtan uca: 4 ufak ufak: 4 ulu orta: 4 ürkekçe: 4 veresiye: 4 yakınlarda: 4 yalın ayak: 4 yanak yanağa: 4 yatsı vakti: 4 yok pahasına: 4 yumak yumak: 4 yumuşakça: 4 zırıl zılır: 4 acizane: 3 ağız ağıza: 3 ağızdan: 3 akşamdan akşama: 3 alay alay: 3 arka arka: 3 arkası sıra: 3 aynıyla: 3 bir derece: 3 boğazına kadar: 3 böylecene: 3 bu cümleden: 3 canıyürekten: 3 çarpıcı: 3 deminden: 3 dere tepe: 3 dertop: 3 dostane: 3 döke döke: 3 edepli: 3 efendi efendi: 3 ekseri: 3 enlemesine: 3 fellik fellik: 3 feylesofça: 3 fır: 3 fışır fışır: 3
fikren: 3 filvaki: 3 fokur fokur: 3 fütursuzca: 3 gayetle: 3 güldür güldür: 3 günahsız: 3 haberli: 3 hadisesiz: 3 haksızca: 3 har har: 3 harfiyen: 3 hükmen: 3 ılgıt ılgıt: 3 iktisaden: 3 ipil ipil: 3 iptida: 3 ismen: 3 kadınsız: 3 kalben: 3 kanunen: 3 kapalı gişe: 3 kazaen: 3 kazasız: 3 kendi hesabına: 3 kımıl kımıl: 3 kıran kırana: 3 kızlı erkekli: 3 kucaktan kucağa: 3 kuru kuruya: 3 lüzumlu lüzümsuz: 3 lüzumsuz yere: 3 maaile: 3 mahcubane: 3 mahiye: 3 maksatsız: 3 malulen: 3 mükemmelen: 3 müteakiben: 3 nahak yere: 3 nece: 3 nedenli nedensiz: 3 nikâhsız: 3 nokta nokta: 3 oylum oylum: 3 ödemeli: 3 öğlende: 3 örtülü: 3 öylelikle: 3 pazarlıksız: 3 pekçe: 3 peyderpey: 3 pıtır pıtır: 3 sağlamca: 3 salkım salkım: 3 sersefil: 3 siftah: 3 son derecede: 3 sorgusuz: 3 sürgit: 3
şahrem şahrem: 3 şangır şungur: 3 şaşı: 3 şıp şıp (I): 3 tahriren: 3 takır tukur: 3 tamamı tamamına: 3 temiz pak: 3 tok tok: 3 ucu ucuna: 3 uğrunda (I): 3 ukalaca: 3 uzunlamasına: 3 ücretsiz: 3 üzüntülü: 3 yalansız: 3 yalın kılınç: 3 yarım ağız: 3 zahmetsizce: 3 zari zari: 3 zekice: 3 zırt pırt: 3 zilzurna: 3 abdestsiz: 2 aheste: 2 aheste aheste: 2 ahlakça: 2 aklı sıra: 2 akşam ezanı: 2 alelusul: 2 amatörce: 2 aptalcasına: 2 ateşli ateşli: 2 babacanca: 2 başkaca: 2 biçimli: 2 bilaistisna: 2 bilvasıta: 2 bin türlü: 2 bir boydan bir boya: 2 bodoslamadan: 2 cahilce: 2 capcanlı: 2 cızır cızır: 2 ciyak ciyak: 2 cümleten: 2 çabucacık: 2 çağıl çağıl: 2 çalakamçı: 2 çalyaka: 2 çifter çifter: 2 çoklukla: 2 dalgündüz: 2 dalkılıç: 2 damla damla: 2 deli dolu: 2 dikçe: 2 dirsek dirseğe: 2 diş diş: 2 domuzuna: 2
524
düğünsüz: 2 edepli edepli: 2 ekseriyetle: 2 fedakârca: 2 ferih fahur: 2 fevç fevç: 2 fücceten: 2 garanti: 2 geriden geriye: 2 gıdım gıdım: 2 hafif tertip: 2 hafif yollu: 2 hâlsizce: 2 hant hant: 2 hasapsızca: 2 hasbelkader: 2 hasetsen: 2 haşur huşur: 2 hatır hutur: 2 hıncahınç: 2 hilafsız: 2 hukuken: 2 hunharca: 2 hususi: 2 hüsnüniyetle: 2 ığıl ığıl: 2 ıkına sıkına: 2 ikindi zamanı: 2 irticalen: 2 kabadayıca: 2 kafaca: 2 kahpece: 2 kalleşçe: 2 kavi: 2 kefensiz: 2 kendisince: 2 kıçın kıçın: 2 kıçüstü : 2 kırım kırım: 2 kıs kıs: 2 kıtır kıtır: 2 kıyım kıyım: 2 kıyın kıyın: 2 kopuksuz: 2 kudretten: 2 kuruşu kuruşuna: 2 küttedek: 2 lapa lapa: 2 madde madde: 2 maksatlı: 2 mealen: 2 meccanen: 2 melül mahzun: 2 merdane: 2 meslek icabı: 2 milim: 2 muzafferane: 2 münhasıran: 2 müteveccihen: 2 naçizane: 2
nakten: 2 namussuzca: 2 nankörce: 2 nesilden nesile: 2 noksansız: 2 o saatte: 2 onlarca: 2 otomatik: 2 otomatikman: 2 ölçüsüz: 2 ömürbillah: 2 özürsüz: 2 pat küt: 2 peşi peşine: 2 pır pır: 2 pofur pofur: 2 pürtelaş: 2 rabıtasız: 2 rahvan: 2 rezilce: 2 saygısızca: 2 serseri serseri: 2 serserice: 2 sıkı fıkı: 2 sureta: 2 şakır şukur: 2 şakkadak: 2 şakrak: 2 şap şap: 2 şappadak: 2 şar şar: 2 şıppadak: 2 taksit taksit: 2 tam gaz: 2 terbiyesizce: 2 terfian: 2 ters yüzü: 2 tutuksuz: 2 tümen tümen: 2 ucun ucun: 2 uzaktan yakından: 2 vekâleten: 2 vırt zırt: 2 vücutça: 2 yakinen: 2 yalapşap: 2 yayık yayık: 2 yılgın yılgın: 2 yüreği ağzında: 2 yüzbeyüz: 2 yüzsüz yüzsüz: 2 yüzsüzce: 2 zahirde: 2 zahiren: 2 zır zır: 2 zorbaca: 2 abartısız: 1 adam boyu: 1 ağrısız: 1 ahlaken: 1
alelhesap: 1 alelhusus: 1 âlimane: 1 altlı üstlü: 1 amirce: 1 anafordan: 1 arabasız: 1 araçsız: 1 ariz amik: 1 arkadan arkaya: 1 aslanca: 1 âşıkane: 1 atlaya zıplaya: 1 avantadan: 1 barbarca: 1 basitçe: 1 başa baş: 1 başlı başına: 1 bayır yukarı: 1 bayramda seyranda: 1 bedenen: 1 beleşten: 1 bencilce: 1 berenarı: 1 beş vakit: 1 bilgili: 1 bililtizam: 1 bilmukabele: 1 bir kerelik: 1 bir nefes: 1 boku bokuna: 1 budalacasına: 1 cabadan: 1 cahilane: 1 can pahasına: 1 canavarca: 1 candan yürekten: 1 cartadak: 1 cazır cazır: 1 ceffelkalem: 1 ceman: 1 cesurca: 1 cıyak cıyak: 1 cins cins: 1 cumbur cemaat: 1 çalakaşık: 1 çalakılıç: 1 çatır çutur: 1 çekingence: 1 çekişmeli: 1 çeneye kuvvet: 1 çevikçe: 1 çır çır: 1 çivileme: 1 dangıl dungul: 1 dara dar: 1 dince: 1 dip bucak: 1 diplomatça: 1 dizim dizim: 1
525
doğaçlama: 1 doğaçtan: 1 doğmaca: 1 dört ayak: 1 duraksız: 1 dürüm dürüm: 1 efil efil: 1 emaneten: 1 esen: 1 eşkin: 1 evce: 1 evleviyetle: 1 evveli: 1 faulsüz: 1 fersah fersah: 1 fırt fırt: 1 geççe: 1 gerekli gereksiz: 1 gönüllü gönülsüz: 1 göz göz: 1 günübirliğine: 1 gür gür: 1 gürpedek: 1 haddizatında: 1 haricen: 1 haşır haşır: 1 havadan: 1 hayâsızca: 1 hışıl hışıl: 1 homur homur: 1 hürmetkârane: 1 hürmetlice: 1 hürya: 1 içkili: 1 idareten: 1 ikindiüzeri: 1 ikindiyin: 1 ilk planda: 1 inim inim: 1 iptidaları: 1 iştahlı: 1 kadın kadına: 1 kancıkça: 1 kararlamadan: 1 karılı kocalı: 1 kasım kasım: 1 katbekat: 1 katmerli katmerli: 1 kavgasız: 1 kırt kırt: 1 kıvır kıvır: 1 kıvrak kıvrak: 1 kıvrakça: 1 kıyada bucakta: 1 kimi vakit: 1 koyu koyu: 1 körlemeden: 1 köşeleme: 1 kulaktan: 1 kuş bakışı: 1
külliyen: 1 kürek kürek: 1 küskütük: 1 lafzen: 1 lakayıt: 1 lap lap: 1 laubali: 1 laubaliyane: 1 lebalep: 1 lop lop: 1 lüzumsuzca: 1 mağrurane: 1 mahcupça: 1 mahsuben: 1 manaca: 1 masumane: 1 masumca: 1 mestane: 1 mışıl mışıl: 1 minnettarane: 1 mutluca: 1 muzipçe: 1 mükâfaten: 1 mükerreren: 1 müphem: 1 müstakilen: 1 müttehiden: 1 namütenahi: 1 nazmen: 1 nedametle: 1 nemertçe: 1 olgunca: 1 orsa boca: 1 ozanca: 1 ölü fiyatına: 1 öyle öyle: 1 paraca: 1 parça başına: 1 parmak parmak: 1 patavatsızca: 1 pattadan: 1 pederane: 1 pısırıkça: 1 pıt pıt: 1 rappadak: 1 rapten: 1 riyasız: 1 sakarca: 1 salakça: 1 sallapati: 1 sarahaten: 1 sayıca: 1 sek: 1 selamsız: 1 senetsiz sepetsiz: 1 sıralı sırasız: 1 sıram sıram: 1 sıvama: 1 sızıltısız: 1 siya siya: 1
siyaseten: 1 sulu sepken: 1 sürü sepet: 1 sürüm sürüm: 1 şımarıkça: 1 şırak şırak: 1 şimdileyin: 1 şirretçe: 1 şövalyece: 1 taammüden: 1 tangır tungur: 1 tek elden: 1 tepe aşağı: 1 tepeüstü: 1 tezce: 1 tıngadak: 1 tıngır tıngır: 1 tırıs tırıs: 1 tükenik: 1 ucuz pahalı: 1 ucuzca: 1 ucuzuna: 1 ufaktan ufağa: 1 uğrun: 1 umumiyetle: 1 utanmazca: 1 üniformasız: 1 üste: 1 vahşiyane: 1 vaktizamanında: 1 yalap yalap: 1 yalım yalım: 1 yamyassı: 1 yayvan yayvan: 1 yekpare: 1 yel yepelek: 1 yenilerde: 1 yüklüce: 1 yüksek: 1 zalimce: 1 zamanlı zamansız: 1 zarifane: 1 zımnen: 1 zıngır zıngır: 1 yukardan: bk.yukarıdan filozofça: bk.feylesofça alarga: -- bas bas: -- carcur (II): -- cuk: -- çan çan: -- çiğ çiğ: -- erim erim: -- ezim ezim: -- fıs fıs: -- fondip: -- gacır gucur: -- gır gır: -- gırla: -- göz önünde: --
526
gözü bağlı: -- hakkında: -- hani: -- hesabına: -- kakır kakır: -- karşı: -- kıyada köşede: -- küfür küfür: -- mel mel: -- nakzen: -- nevmit: -- nispet: -- par par: -- süzüm süzüm: -- tartak martak: -- tay tay: -- ter ter: -- ters yüz : -- tir tir: -- top: -- tun tun: -- uslu: -- uz: -- üst perdeden: -- üzüm üzüm: -- vira: -- yek vücut: -- açıkçası: Ø-- âdeta : Ø-- adına: Ø-- aksine: Ø-- anlaşılan: Ø-- aracılığıyla: Ø-- asıl: Ø-- atfen: Ø-- aynı zamanda: Ø-- ayrıyeten: Ø-- ayriyeten: Ø-- azade: Ø-- bakarak: Ø-- bakımından: Ø-- bari: Ø-- belki: Ø-- bence: Ø-- bereket: Ø-- bilakis: Ø-- bile: Ø-- binaen: Ø-- binaenaleyh: Ø-- binnetice: Ø-- bir bakıma: Ø-- bir yana: Ø-- bir yanda: Ø-- bir yandan: Ø-- bizce: Ø-- boyunca: Ø-- bu arada: Ø-- bu yüzden: Ø-- bunca: Ø-- bununla birlikte: Ø--
cihetiyle: Ø-- dâhil: Ø-- derken: Ø-- diye: Ø-- diye diye: Ø-- doğrusu: Ø-- dolayı: Ø-- dolayısıyla: Ø-- elbet: Ø-- elbette: Ø-- eliyle: Ø-- elverdiğince: Ø-- en azından: Ø-- esnasında: Ø-- evvel: Ø-- galiba: Ø-- gayet: Ø-- geçe (I): Ø-- gerçekte: Ø-- gerçekten: Ø-- gerçi: Ø-- gıyabında: Ø-- gibilerden: Ø-- gibisinden: Ø-- güya: Ø-- haydi: Ø-- her hâlde: Ø-- herhâlde: Ø-- hitaben: Ø-- hususuyla: Ø-- hülasa: Ø-- hülasaten: Ø-- icabında: Ø-- içinde: Ø-- içre: Ø-- ilaveten: Ø-- ilkin: Ø-- illaki: Ø-- indinde: Ø-- isnaden: Ø-- istinaden: Ø-- itibaren: Ø-- itibarıyla: Ø-- kabilinden: Ø-- kâh: Ø-- kala: Ø-- kanalıyla: Ø-- karşın: Ø-- kavlince: Ø-- keza: Ø-- kısacası: Ø-- kısarak: Ø-- kıyasen: Ø-- kuşkusuz: Ø-- maalesef: Ø-- makabil: Ø-- malum: Ø-- mamafih: Ø-- marifetiyle: Ø-- mucibince: Ø--
münasebetiyle: Ø-- ne denli: Ø-- nedeniyle: Ø-- nedense: Ø-- nereden nereye: Ø-- neyse: Ø-- nezdinde: Ø-- nispeten: Ø-- nispetle: Ø-- nite: Ø-- nitekim: Ø-- o hâlde: Ø-- o sırada: Ø-- olasıya: Ø-- oldu olacak: Ø-- olur olmaz: Ø-- oranla: Ø-- önünden: Ø-- öte yandan: Ø-- ötürü: Ø-- peki: Ø-- rağmen: Ø-- salt: Ø-- sanki: Ø-- sayesinde: Ø-- sebebiyle: Ø-- sözde: Ø-- sözüm ona: Ø-- sözün kısası: Ø-- sularında: Ø-- şaka yoluyla: Ø-- şartınca: Ø-- tabii: Ø-- tahminen: Ø-- takiben: Ø-- takriben: Ø-- tarafından: Ø-- tıpkı: Ø-- uyarınca: Ø-- üstelik: Ø-- üstüne: Ø-- üstüne üstlük: Ø-- üzere: Ø-- üzerinde: Ø-- üzerine: Ø-- vakta ki: Ø-- vasıtasıyla: Ø-- velhasıl: Ø-- velhasılıkelam: Ø-- yanında: Ø-- yani: Ø-- yerine: Ø-- yollu: Ø-- yoluyla: Ø-- yüzünden: Ø-- zarfında: Ø-- zaten: Ø-- zati: Ø-- accelerando: Ø acı tatlı: Ø
527
aç biilaç: Ø adam adama: Ø adam yokluğunda: Ø adamcasına: Ø adedî: Ø adetçe: Ø adı üstünde: Ø adımbaşı: Ø adilane: Ø affettuoso: Ø afra tafra: Ø agitato: Ø ahir: Ø ahiren: Ø ahlaksızca: Ø ahmakça: Ø akilane: Ø aklen: Ø akşam saati: Ø akşamlı sabahlı: Ø akşamlık: Ø akşamlık sabahlık: Ø alakart: Ø alaz alaz: Ø alelıtlak: Ø alelumum: Ø alessabah: Ø alık salık: Ø alkolsüz: Ø allegretto: Ø allegro: Ø amabile: Ø amirane: Ø anaca: Ø anal: Ø anasıl: Ø andante: Ø andantino: Ø anha minha: Ø anide: Ø anif: Ø animato: Ø ansız: Ø antagonist: Ø antrparantez: Ø apazlama: Ø appassionato: Ø apul apul: Ø ara yerde: Ø araba araba: Ø aralıkta: Ø ardın ardın: Ø argolu: Ø argosuz: Ø arifane (II): Ø ariyeten: Ø art elden: Ø artistçe: Ø asaleten: Ø aslen: Ø
aşağılı yukarılı: Ø aşırı taşırı: Ø aşikâre: Ø avanakça: Ø aybeay: Ø ayık: Ø aylık: Ø ayrıcasız: Ø ayrıksız: Ø azca: Ø azimkârane: Ø badehu: Ø badema: Ø bağrış çağrış: Ø bağrışa çağrışa: Ø bahanesiz: Ø bana: Ø başarısız: Ø başı dertte: Ø batsat: Ø bayramüstü: Ø bayramüzeri: Ø bebekçe: Ø bedaheten: Ø bedavasına: Ø bedence: Ø begayet: Ø bende (II): Ø benden: Ø bertafsil: Ø beyninde: Ø bıcır bıcır: Ø bihakkın: Ø biilaç: Ø bikes : Ø bilakayduşart: Ø bilasebep: Ø bilavasıta: Ø bilgince: Ø bilistifade: Ø bilmünasebe: Ø biperva: Ø bir defalık: Ø bir elden: Ø bir lahzacık: Ø bir tahtada: Ø bitevi: Ø bizatihi: Ø bizcileyin: Ø bol bulamaç: Ø bol kepçeden: Ø borçsuz harçsız: Ø boyca: Ø boylamasına: Ø boz bulanık: Ø böcül böcül: Ø bönce: Ø böylemesine: Ø bu haysiyetle: Ø bu kabilden: Ø
bu merkezde: Ø buğul buğul: Ø bunakça: Ø bunsuz (I): Ø burjuvaca: Ø buruk buruk: Ø burum burum: Ø buruş buruş: Ø bünyece: Ø caba: Ø canice: Ø caniyane: Ø cansiparane: Ø car car: Ø cartadan: Ø ceman yekûn: Ø cengâverce: Ø centilmence: Ø ceste ceste: Ø cesurane: Ø cetbecet: Ø ceylanca: Ø cır cır: Ø cırlak cırlak: Ø cihangirane: Ø cimrice: Ø cismen: Ø cumbul cumbul: Ø cumhurca: Ø çaçaronca: Ø çağanak: Ø çakıl çukul: Ø çakır çukur: Ø çalakürek: Ø çalapaça: Ø çalgı çağanak: Ø çamçak çamçak: Ø çangıl çungul: Ø çangır çungur: Ø çap (II): Ø çaprazvari: Ø çarpık: Ø çatalsız: Ø çatra patra: Ø çehrece: Ø çelebice: Ø çelmece: Ø çengüçağanak: Ø çetince: Ø çıkır çıkır: Ø çıldır çıldır: Ø çıngır çıngır: Ø çınsabah: Ø çıpıl çıpıl: Ø çıtır pıtır: Ø çirkince: Ø çizin çizin: Ø çok çok: Ø çoklarınca: Ø dağ taş: Ø
528
daha daha: Ø dâhice: Ø dâhilen: Ø dâhiyane: Ø dakikane: Ø dalkavukça: Ø damsız: Ø dan dan: Ø dangadak: Ø dangalakça: Ø dar darına: Ø darasız: Ø darı darına: Ø decrescendo: Ø defaten: Ø delep delep: Ø delişmence: Ø dembedem: Ø deneysiz: Ø derakap: Ø derbederce: Ø derhatır: Ø dervişane: Ø dervişçe: Ø despotça: Ø devce: Ø devre (II): Ø devren: Ø dıbır dıbır: Ø dikenlice: Ø dikensiz: Ø dikey: Ø diktatörce: Ø diminuendo: Ø dinen: Ø dip doruk: Ø diz boyu: Ø doğma büyüme: Ø doruklama: Ø dönekçe: Ø dönüşümlü: Ø durumca: Ø duyguca: Ø dünden bugüne: Ø dünyada: Ø düzüm düzüm: Ø ebesiz: Ø edepsizcesine: Ø edibane: Ø efece: Ø eğri: Ø eksik artık: Ø ekstra: Ø elan: Ø elhak: Ø elhasıl: Ø en: Ø enayice: Ø enayicesine: Ø epeyice: Ø
er (II): Ø erce (I): Ø erce (II): Ø ercecik: Ø eser miktarda: Ø eşekçe: Ø eşli: Ø evvel ahir: Ø evvel zaman: Ø ezcümle: Ø ezel ebet: Ø ezgince: Ø ezkaza: Ø fakirce: Ø falsosuz: Ø faraza: Ø farklıca: Ø farzımuhal: Ø fasla fasla: Ø faşır faşır: Ø fatihane: Ø faullü: Ø fedaice: Ø fehvasınca: Ø fellek fellek: Ø ferah fahur: Ø ferden ferda: Ø feryat figan: Ø fettanca: Ø fış fış: Ø fıtraten: Ø filhakika: Ø fincan fincan: Ø fisebillilah: Ø fizikçe: Ø forte: Ø fortepiano: Ø fortissimo: Ø fuzuli: Ø gacır gacır: Ø gaddarca: Ø gafilane: Ø gâh: Ø gâhi: Ø gâhice: Ø garazsız ivazsız: Ø gâvurca: Ø gâvurcasına: Ø geç saatler: Ø geh: Ø geniş çaplı: Ø gepgenç: Ø gereksiz: Ø geyikler kırkımında: Ø gıcıkça: Ø gıcırı bükme: Ø gıldır gıldır: Ø gırç gırç: Ø gönüllüce: Ø görgülüce: Ø
görgüsüzce: Ø görmece: Ø görünürlerde: Ø götün götün: Ø götürü: Ø gururluca: Ø gücü gücüne: Ø güçsüzce: Ø gümbedek: Ø günde: Ø güvensizce: Ø hakeza: Ø hakimane: Ø hâkimane: Ø hâlihazırda: Ø halisane: Ø hamaratça: Ø hamilen: Ø hanım hanımcık: Ø hapır hapır: Ø hapır hupur: Ø harala gürele: Ø harman çorman: Ø harrangürra: Ø hart: Ø hart hurt: Ø hartadak: Ø hasbetenlillah: Ø hasebiyle: Ø hasılı: Ø hasımca: Ø haşarıca: Ø hatasıyla sevabıyla: Ø hatır belası: Ø hatır hatır: Ø hatta: Ø havadan cıvadan: Ø hayalen: Ø haybeden: Ø haylazca: Ø haysiyetiyle: Ø hayvanca: Ø hayvani: Ø helalinden: Ø hercaice: Ø hesap kitap: Ø hesaplıca: Ø hesapsız kitapsız: Ø heyetiyle: Ø hımhım: Ø hınzırca: Ø hırıl hırıl: Ø hiçten: Ø hilkaten: Ø hodbehot: Ø hoppaca: Ø hoppadak: Ø hovardaca: Ø hödükçe: Ø huysuzca: Ø
529
hürmeten: Ø hürmetsizce: Ø ıkıl ıkıl: Ø ıkına tıkına: Ø ıklaya sıklaya: Ø ıklım tıklım: Ø ılgım salgım: Ø ıpıl ıpıl: Ø iblisane: Ø iblisçe: Ø içkisiz: Ø idarece: Ø ifil ifil: Ø ifrat derecede: Ø iğneleyici: Ø ihtimal: Ø iki geçeli: Ø iktidarsız: Ø ilanen: Ø ilk: Ø ilk elden: Ø ilkelce: Ø imdi: Ø incerek: Ø insan hâli: Ø insanlık hâli: Ø irsen: Ø isli: Ø işgüzarca: Ø itçe: Ø itiş kakış: Ø iyilikle: Ø izafeten: Ø izansızca: Ø kabala (II): Ø kablelvuku: Ø kaç kaç: Ø kaça kaç: Ø kaçıkça: Ø kalantorca: Ø kalenderce: Ø kan pahasına: Ø kapan kapana: Ø kapı kapamaca: Ø kapıda: Ø kararınca: Ø kararlama: Ø karınca kaderince: Ø kasti: Ø kategorik: Ø katı (I): Ø katır kutur: Ø kaygısızca: Ø kaypakça: Ø kazalik: Ø kefaleten: Ø kefenli: Ø kelepçesiz: Ø kelimenin tam anlamıyla: Ø
kemekân: Ø kemiksiz: Ø kenarda köşede: Ø kendinden: Ø kesmece: Ø kestirme: Ø kestirmece: Ø keyfi sıra: Ø kıdemce: Ø kılı kılına: Ø kılıcına: Ø kılıçlama: Ø kırış kırış: Ø kırıtım kırıtım: Ø kısıntılı: Ø kıtı kıtına: Ø kıvıl kıvıl: Ø kimyaca: Ø kirişleme: Ø kişi başına: Ø kitapça: Ø kolayda: Ø kolektif: Ø kona göçe: Ø korakor: Ø korkakça: Ø koşa: Ø koşun koşun: Ø körcesine: Ø kurmaca: Ø kuşaklama: Ø küçüklü büyüklü: Ø külfetsizce: Ø küstahça: Ø laakal: Ø lacerem: Ø lahza: Ø lahzacık: Ø langır lungur: Ø lappadak: Ø larghetto: Ø largo: Ø larp: Ø larpadak: Ø latifçe: Ø laubalice: Ø legato: Ø lento: Ø levendane: Ø loppadak: Ø lopur lopur: Ø löpür löpür: Ø lüpten: Ø lütufkârane: Ø maada: Ø maç maç: Ø maestoso: Ø mağrurca: Ø mağrurcasına: Ø mahallece: Ø
mahfuzen: Ø mahkûmane: Ø mahsusen: Ø mahzunane: Ø mahzunca: Ø makaddema: Ø makaslama: Ø malca: Ø malen: Ø mantıkça: Ø mantıken: Ø manyakça: Ø maskaraca: Ø maskesiz: Ø masrafsız: Ø mebni: Ø mecazen: Ø mecnunane: Ø mecnunca: Ø melfufen: Ø memnunca: Ø mepsuten: Ø merhameten: Ø merkezce: Ø mesabesinde: Ø mesudane: Ø mesutça: Ø meşruten: Ø metazori: Ø mevkufen: Ø mevsimlik: Ø mıncık mıncık: Ø mızmızca: Ø milimetre: Ø milimi milimine: Ø minnettarca: Ø miskinane: Ø miskince: Ø motamot: Ø muahharen: Ø muhtasaran: Ø muslihane: Ø muvacehesinde: Ø muzafferce: Ø mücerret: Ø münasebetli münasebetsiz: Ø münavebeli: Ø münferiden: Ø müreffehen: Ø müstacelen: Ø müstemirren: Ø müsteniden: Ø müstesna: Ø müteakip: Ø mütemadi: Ø müteselsilen: Ø müttefiken: Ø nagehan: Ø nağmesiz: Ø
530
nahak: Ø nakıs: Ø namıdiğer: Ø nasihat yollu: Ø naşi: Ø nazaran: Ø nehari: Ø nesren: Ø neşren: Ø neticeten: Ø nezaretsiz: Ø nice nice: Ø nikâhlı: Ø nobranca: Ø noktası noktasına: Ø numerik: Ø oburcasına: Ø oğul oğul: Ø olsa olsa: Ø onculayın: Ø oral: Ø oranca: Ø ortalama: Ø ortalamasına: Ø Osmanlıca: Ø oynakça: Ø ödlekçe: Ø öte gün: Ø ötede beride: Ø öylemesine: Ø özcesi: Ø parasız pulsuz: Ø parça bölük: Ø partizanca: Ø pat sat: Ø patadak: Ø patır kütür: Ø patronca: Ø paytakça: Ø pehlivanane: Ø pehlivanca: Ø peltek: Ø peşinatsız: Ø peyapey: Ø peygamberane: Ø peygamberce: Ø peygambervari: Ø pimpirikçe: Ø pişkince: Ø piti piti: Ø piyano: Ø plansız programsız: Ø presto: Ø raddelerinde: Ø rahîm: Ø randevulu: Ø randevusuz: Ø rastlantısal: Ø resen: Ø rindane: Ø
rintçe: Ø riyakârane: Ø ruzuşeb: Ø saadetle: Ø sabunsuz: Ø sadıkane: Ø sadıkça: Ø sadistçe: Ø safçasına: Ø sağ selamet: Ø sakır sakır: Ø salisen: Ø sanatkârane: Ø sanatkârca: Ø sargın: Ø sarsak sursak: Ø sarsakça: Ø savurganca: Ø saymaca: Ø sebepsizce: Ø seçmece: Ø sefihane: Ø sefilce: Ø sehven: Ø selamsız sabahsız: Ø sellemehüsselam: Ø semizce: Ø sence: Ø senetli sepetli: Ø sepil sepil: Ø serian: Ø sermestane: Ø sersem sepelek: Ø sersemce: Ø seyyanen: Ø sırdaşça: Ø sırtı sıra: Ø sıvırya: Ø sızıltılı: Ø sigarasız: Ø silmece: Ø sittinsene: Ø siyem siyem: Ø sizli bizli: Ø softaca: Ø sokulu: Ø soysuzca: Ø sözce: Ø sözleşmeli: Ø sözleşmesiz: Ø şaka maka: Ø şallak mallak: Ø şapadanak: Ø şarlatanca: Ø şartsız şurtsuz: Ø şaşkın şavalak: Ø şaşkınca: Ø şeklen: Ø şeran: Ø şıldır şıldır: Ø
şıngır şıngır: Ø şırakkadak: Ø şorolop: Ø şöylemesine: Ø şöylesine: Ø şu denli: Ø şu kadar: Ø şunca: Ø ta: Ø taban (II): Ø tabanvay: Ø tabi (III): Ø takipsiz: Ø takkadak: Ø tangır tangır: Ø taşımlık: Ø tatlıca: Ø teberrüken: Ø tedariksiz: Ø tedbirsiz: Ø tedviren: Ø tehirli: Ø tehirsiz: Ø tekiden: Ø tekraren: Ø telmihen: Ø temelsiz: Ø temkinlice: Ø tepetakla: Ø terbiyesizcesine: Ø tercihen: Ø ters pers: Ø tersin tersin: Ø teşehhüt miktarı: Ø tevfikan: Ø tez beri: Ø tıbben: Ø tırık tırak: Ø tokmak tokmak: Ø topu topu: Ø torpilsiz: Ø töskürü: Ø tutturabildiğine: Ø Türkçesi: Ø uğrunda (II): Ø umursamazca: Ø usangın: Ø uyur uyanık: Ø ümmetçe: Ø üniformalı: Ø üstadane: Ø üstatça: Ø üzengisiz: Ø üzüntüsüz: Ø vahşice: Ø vakıa: Ø vakitçe: Ø vehleten: Ø verevine: Ø vıcır vıcır: Ø
531
vık vık: Ø vicahen: Ø vicdanen: Ø vicdansızca: Ø viyak viyak: Ø vurgulu: Ø vurtut: Ø yabanice: Ø yalap şalap: Ø yanlış yunluş: Ø yapıldak: Ø yapyakın: Ø yaradılıştan: Ø yaramazca: Ø yarence: Ø yarımşar: Ø yaşamaca: Ø yaşın yaşın: Ø yavuzca: Ø yazlı kışlı: Ø yeke yek: Ø yekin yekin: Ø yekine yekine: Ø yekten: Ø yel yeperek: Ø yellim yelalim: Ø yellim yepelek: Ø yengeçvari: Ø yeniden yeniye: Ø yevmiye: Ø yıldır yıldır: Ø yılgınca: Ø yılışıkça: Ø yısa yısa: Ø yıvış yıvış: Ø yobazca: Ø yosmaca: Ø
yukarda: Ø yukarıda: Ø yuvar yuvar: Ø yüreklilikle: Ø yüzden: Ø yüzlemece: Ø yüzlü yüzlü: Ø zahir: Ø zalimane: Ø zamanlı: Ø zararına: Ø zecren: Ø zehir zemberek: Ø zevzekçe: Ø zımnında: Ø zıngadak: Ø zıngıl zıngıl: Ø zıppadak: Ø zırt fırt: Ø zırt zırt: Ø zihince: Ø zirzopça: Ø zorca: Ø zoru zoruna: Ø züppece: Ø buradan: X bizde: X bizden: X bize: X buna: X bunda: X bundan: X buracıkta: X burada: X el altında: X gibi: X göre: X
iken: X kadar: X lütfen: X ona: X onda: X ondan: X onlara: X onlarda: X onlardan: X oracıkta: X orada: X oradan: X oradan buradan: X oraya: X ortada: X ortalıkta: X ötesinde berisinde: X öteye beriye: X sana: X şuna: X şuna buna: X şunda: X şuracıkta: X şurada: X acaba: ?- acep: ?- nerde: ?- nere: ?- nerede: ?- neresi: ?- nereye: ?- nice: ?- niye: ?-
532
KAYNAKLAR
ACARLAR, Kevser (1969), “Fiil Kiplerindeki Anlam Kaymaları”, Türk Dili Dergisi, Haziran
1969, sayı: 213, s. 250-254.
ADALI, Oya (1979), Türkiye Türkçesinde Biçimbirimler, TDK yayınları: 459, Ankara.
_________(1999), Anlambilim-Anlambilim Konuları ve Türkçenin Anlambilimi, Ankara,
Engin Yayınevi.
AKSAN, Doğan (2000), Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim, (3 Cilt), TDK
Yayınları:43, Ankara.
ATABAY, N., İ. Kutluk, S. Özel (2003), Sözcük Türleri, İstanbul, Papatya Yayınları.
ATABAY, N., S. Özel, A. Çam, (1981), Türkiye Türkçesinin Sözdizimi, TDK Yayınları: 472,
Ankara.
BAKER Paul, Andrew Hardie and Tony Mcenery (2006), A Glossary of Corpus Linguistics,
Edinburg University Press, s. 36-38.
BALCI, Ali (1995), Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntem, Teknik ve İlkeleri, Ankara.
BANGUOĞLU, Tahsin (2000), Türkçenin Grameri, (6. Baskı), TDK Yayınları: 528, Ankara.
BİLGEGİL, Kaya (1984), Türkçe Dilbilgisi, İstanbul, Dergâh Yayınları.
BOZKURT, Fuat (2000), Türkiye Türkçesi, (2. Baskı), Ankara, Hatiboğlu Yayınevi.
CRYSTAL, David (2003), A dictionary of Linguistics & Phonetics, Fifth Edition, Blackwell
Publishing.
DELISLE, Jean, H. Lee-Jahnke, M. C. Cormier (1999), Terminologie de la Taduction
(Açıklamalı Çeviri Terimleri Sözlüğü), (Çev. İsmail Boztaş, Ş. O. Yener), Ankara,
Sayısal Kitabevi.
BULAK, Şahap (2002), “Bilge Karasu'nun ‘Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı’ Adlı Hikaye
Kitabında Zarf Tümleçleri”, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Adana, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Adana.
BÜYÜKKANTARCIOĞLU, Nalan (2000), “Türkçe Sözcük Biçimlenmesinde Düzlemler ve
Türetmeler”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 17/1,
ANKARA, ss. 81-94.
ÇAĞLAR, Güler (1978), “Türkçede sözcük dizilişi ve dil tipolojisi”, Genel Dilbilim Dergisi,
Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara. s. 55-60.
DELİCE, H. İbrahim (2002), “Yüklem Olarak Türkçede Fiil”, Cumhuriyet Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Dergisi, Aralık 2002 Cilt: 26 No:2 185-212.
533
DENY, Jean (1941), Türk Dili Grameri (Osmanlı Lehçesi), (Çev. Ali Ulvi ELÖVE), İstanbul.
DEMİRCAN, Ömer (2003), Türk Dilinde Çatı, Ankara, Papatya Yayıncılık.
DİLÂÇAR, Agop (1971), “Gramer:”, TDAY-Belleten, Ankara, ss. 83-145.
__________(1973/4). “Türk Fiilinde ‘Kılınış’la ‘Görünüş’ ve Dilbilgisi Kitaplarımız”, TDAY-
Belleten, Ankara. ss. 159-171.
DİZDAROĞLU, Hikmet (1976), Tümcebilgisi, TDK Yayınları: 426, Ankara.
EDİSKUN, Haydar (1996), Türk Dilbilgisi, İstanbul, Remzi Kitabevi.
ERGİN, Muharrem (1993), Türk Dil Bilgisi, İstanbul, Bayrak Yayınları.
ERKMAN-Akerson, Fatma., Şeyda, Ozil (1998), Türkçede Niteleme -Sıfat İşlevli Yan
Tümceler-, Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi: 22, İstanbul, Simurg Yayınları.
GENCAN, Tahir Nejat (2001), Dilbilgisi, Ankara, Ayraç Yayınları.
GRÖNBECH K. (2000), Türkçenin Yapısı, (Çev. Mehmet Akalın), TDK Yayınları: 609,
Ankara.
GÜNAY, Doğan (2001), Metin Bilgisi, İstanbul, Multulingual.
HACIEMİNOĞLU, Necmettin (1991), Türk Dilinde Yapı Bakımından Fiiller, Kültür
Bakanlığı Yayınları:1348, Kaynak Eserler Dizisi:47, İstanbul.
HARTMANN, R. R. K, James Gregory (1998), Dictionary of Lexicography, London,
Routledge.
HATİBOĞLU, Vecihe (1978), Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü, AÜ. DTCF Yayınları: 256,
Ankara.
HATİBOĞLU, Vecihe (1982), Türkçenin Sözdizimi, AÜ. DTCF Yayınları: 317, Ankara.
HENGİRMEN, Mehmet (1999), Dilbilgisi ve Dilbilim Terimleri Sözlüğü, Ankara, Engin
Yayınevi.
___________(1998), Türkçe Dilbilgisi, Ankara, Engin Yayınevi.
İLKER, Ayşe (1997), Batı Grubu Türk Yazı Dillerinde Fiil, TDK Yayınları: 679, Ankara.
KAHRAMAN, Tahir (1996), Çağdaş Türkiye Türkçesinde Fiillerin Durum Ekli
Tamlayıcıları, TDK Yayınları: 654, Ankara.
KARAHAN, Leyla (1999), “Fiil Terimi Üzerine”, Türk Gramerinin Sorunları Toplantısı-II,
TDK yayınları:718, Ankara, s. 47-49.
KARAHAN, Leyla (1999), Türkçede Söz Dizimi, Ankara, Akçağ Yayınları.
KARPUZ, Ömer (2001), Türkçe’de Zarflar, Denizli, Ege Doğuş Yayınları.
KIRAN, Zeynel (1996), Dilbilim Akımları, (2. Baskı), Ankara, Onur Yayınları.
KENNEDY, Graeme, (1998), An Introduction to Corpus Linguistics, New York; Addison
Wesley Longman Limited.
534
KOCAMAN, Ahmet (1998), “Dilbilin, Sözlük, Sözlükçülük”, KEBİKEÇ -İnsan Bilimleri için
Kaynak Araştırmaları Dergisi-, Yıl: 3, sayı: 6, Ankara, s.111-113.
KOCAMAN, Ahmet (1981), “Türkçede Kip Olgusu Üzerine Görüşler”, TDAY-Belleten,
TDK, Ankara, ss. 81-85.
__________(1992) “Anlambilimin Sorunları”, Dilbilim Araştırmaları Dergisi, Ankara, Hitit
Yayınevi.
__________(1979), “Dilde Bağlam ve Anlam İlişkisi Üzerine”, Türk Dili XXXIX/332., ss.
397-401.
KOÇ, Nurettin (1992), Açıklamalı Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü, İstanbul, İnkılâp Kitabevi.
__________(1990) Yeni Dilbilgisi, İstanbul, İnkılap Yayınevi.
KONONOV, A. N. (1956), Çağdaş Türk Edebi Dilinin Grameri, TDK Kütüphanesindeki
çevirisinden yararlanıldı.
KORKMAZ, Zeynep (2003), Türkiye Türkçesi Grameri (Şekil Bilgisi), TDK Yayınları: 827,
Ankara.
__________(2003), Gramer Terimleri Sözlüğü, TDK Yayınları: 575, Ankara.
__________(1999), “Türkiye Türkçesinde Fiil Çatısı Üzerine Görüşler”, TDAY-Belleten,
1996. s. 159,165.
____________(1959), “Türkiye Türkçesinde ‘İktidar’ve ‘İmkân’ Gösteren Yardımcı Fiiller ve
Gelişmeleri” TDAY-Belleten, 1959 (Ankara, 1960), s. 107-124.
KÜKEY, Mazhar (1972), Uygulamalı Örneklerle Türkçede Fiiller, Ankara, Ongun Kardeşler
Matbaası.
KÜKEY, Mazhar (1975), Türkçenin Sözdizimi, Ankara, Kardeş Matbaası.
LYONS, John, (1983), Kuramsal Dilbilimine Giriş, (Çev. Ahmet Kocaman), TDK Yayınları:
512, Ankara.
MALMKJAER, Kirsten (2001), Linguistics Encyclopedia, Florence, KY, USA, Routledge.
MCENREY, Tony, Richard Xioa, Yukio Tono (2006), Corpus-Based Language Stideas An
Advanced Resource Book, New York, Routledge.
Oxford Collocation Dictionary for Students of English (2003), Oxford Üniversity Press.
ÖZDEMİR, Emin (1967), “Türkçede Fiillerin Çekimlenişine Toplu Bir Bakış”, TDAY-
Belleten, Ankara, s. 177-203.
ÖZKAN, Bülent (2006), “Türkçede Dilbilgisel Terim Olarak ‘olumlama’ ve ‘olumsuzlama’”,
Çukorva Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 15, Sayı 1, s. 269-282.
535
ÖZKAN, Bülent (2004), “Metindilbilimi, Metindilbilimsel Bağdaşıklık ve Haldun Taner’in
‘Onikiye Bir Var’ Adlı Öyküsünde Metindilbilimsel Bağdaşıklık Görünümleri”,
Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 13/I, s. 167-182.
ÖZKAN, Bülent (2003), “Sait Faik'in Üç Öykü Kitabında -Semaver/Sarnıç; Alemdağ'da Var
Bir Yılan/Az Şekerli; Havuz Başı/Son Kuşlar- Olumsuzlama ve Olumsuzlamanın
Metinsel Görünümleri”, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili
ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Adana.
ÖZMEN, Mehmet (1999), “Eksik Olan Dil Bilgisi Terimlerimiz Üzerine”, Doğu Akdeniz
Üniversitesi, Uluslararası Sözlükbilim Sempozyumu Bildirileri, 20-23 Mayıs 1999,
Gazimagosa, s. 111-125.
ÖZÖN, Nijat (1985), Dil Kılavuzu, İstanbul, Arkın Kitabevi.
ÖZÖNDER, Barutçu Sema (1999), “Türk Dilinde Fiil ve Fiil Çekimi Üzerine”, Türk
Gramerinin Sorunları Toplantısı-II, TDK yayınları: 718, Ankara, s. 56-64.
PALMER, Frank Robert (2001), Semantik Yeni Bir Anlambilim Projesi (Çev. Ramazan
ERTÜRK), Ankara, Kitâbiyât Yayınları.
RUHİ Şükriye, Deniz Zeyrek, Necdet Osam (1997), “Türkçede Kiplik Belirteçleri ve Çekim
Ekleri İlişkisi Üzerine Bazı Gözlemler”, Dilbilim Araştırmaları Dergisi, Ankara,
Kebikeç Yayınevi. s. 105-111.
SAY, Bilge., Umut Özge., Kamel Oflazer (2002) “Bilgisayar Ortamında Derlem Geliştirme
Çalışması” Akademik Bilişim Konferansı, Konya.
STERKENBURG, Piet Van (2003), A Practical Guide to Lexicography,
Amsterdan/Pliledelphia, John Benjamins Publising Company.
SEV, Gülsel (2004), Türkiye Türkçesinde /-mA-/ Olumsuzluk Ekiyle Kalıplaşmış Birleşik
Fiiller, İstanbul, Beta Basım Yayım Dağıtım.
_________(2001), Etmek Fiiliyle Yapılan Birleşik Fiiller ve Tamlayıcılarla Kıllanılışı, TDK
Yayınları: 794, Ankara.
ŞİMŞEK, Rasim (1987), Örneklerle Türkçe Sözdizimi, Trabzon, Kuzey Gazetecilik
Matbaacılık.
TOPALOĞLU, Ahmet (1989), Dil Bilgisi Terimleri Sözlüğü, İstanbul, Ötüken Yayınları.
TÜRKÇE SÖZLÜK (2005), TDK Yayınları: 549, Ankara.
YAZIM KILAVUZU (2005), (24. baskı), TDK Yayınları: 859, Ankara.
YILDIRIM Faruk, B. T. Tahiroğlu (2006), “İnternette Türkçe Kullanımı Sorunu”, Türkçenin
Çağdaş Sorunları (Yayına Hazırlayan: Gürer GÜLSEVİN, Erdoğan BOZ), s. 293-
309. İstanbul, Divan Yayınları.
536
TÜRK ANSİKLOPEDİSİ, “Aspect” maddesi, 3. Cilt, Ankara, s. 474-477.
TÜRKYILMAZ, Fatma (1999), Tasarlama Kiplerinin İşlevleri, TDK yayınları: 729, Ankara.
UZUN, Leyla Subaşı (1995), Orhun Yazıtlarının Metindilbilimsel Yapısı, Türk Dili
Araştırmaları Dizisi-7, Ankara, Simûrg Yayınları.
UZUN, Nadir Engin, (2006), Biçimbilim -Temel Kavramlar-, İstanbul, Papatya Yayınları.
ÜSTÜNOVA Kerime (2002), Dil Yazıları, Akçağ Yayınları, Ankara.
VARDAR, Berke (1998), Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü, İstanbul, ABC Kitabevi
Yayınları.
YALIM, Özcan (2006), Türkçede Yakın ve Karşıt Anlamlılar Sözlüğü, (2. Baskı), Ankara,
İmge Kitabevi.
YAMAN, Ertuğrul (1999), Türkiye Türkçesinde Zaman Kaymaları, TDK Yayınları: 730,
Ankara.
YÜCEL, Bilâl (1999), “Türkiye Türkçesinde Fiil Çatıları”, Türk Gramerinin Sorunları
Toplantısı-II, TDK yayınları:718, Ankara, s. 156-202.
Erişim: http://www.tdk.gov.tr/TR/YazimKilavuzu.
Erişim: http://www.tdk.gov.tr/tdksozluk
Erişim: http://site.ebrary.com/lib/cukurova
Erişim: http://mwe.stanford.edu/collocations.html
Erişim: http://www.nsknet.or.jp/~peterr-s/concordancing/bibliography.html
Erişim: http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/yazarlar/default.aspx?ID=5
537
ÖZ GEÇMİŞ
Bülent ÖZKAN Yeşilyurt Mah. 100. Sok. 26/4 Seyhan/ADANA
Tlf: 505 2585823 e-posta: [email protected]
DOĞUM YERİ / YILI
Salihli / 01.09.1977
EĞİTİM
Doktora: 2003-2007, Çukurova Üniversitesi Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Balcalı/ADANA.
Yüksek Lisans: 2000-2003, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve
Edebiyatı Anabilim Dalı, Balcalı/ADANA.
Lisans: 1996-2000, Çukurova Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü, Balcalı/ADANA.
İŞ DENEYİMLERİ
2003-2007, Malazgirt İlköğretim Okulu, Türkçe Öğretmeni, Seyhan/ADANA, (Devam
ediyor).
2003-2005, Çukurova Üniversitesi, Devlet Konservatuarı, Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
(Yarı Zamanlı).
2000-2003, Dokuz Tekne İlköğretim Okulu, Türkçe Öğretmeni, Ceyhan/ADANA.
DİL
İngilizce (iyi seviyede), Almanca (başlangıç seviyesi)
BİLGİSAYAR
Ms Office XP, MySQL Server, Apache Web Sunucusu, PHP.
538
BİLİMSEL ÇALIŞMALAR
TEZLER
ÖZKAN, Bülent (2007), “Türkiye Türkçesinde Belirteçlerin Fiillerle Birliktelik Kullanımları
ve Eşdizimliliği”, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve
Edebilatı Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Adana.
ÖZKAN, Bülent (2003), “Sait Faik'in Üç Öykü Kitabında -Semaver/Sarnıç; Alemdağ'da Var
Bir Yılan/Az Şekerli; Havuz Başı/Son Kuşlar- Olumsuzlama ve Olumsuzlamanın
Metinsel Görünümleri”, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili
ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Adana.
YAYINLAR
ÖZKAN, Bülent (2004), “Metindilbilimi, Metindilbilimsel Bağdaşıklık ve Haldun Taner’in
‘Onikiye Bir Var’ Adlı Öyküsünde Metindilbilimsel Bağdaşıklık Görünümleri”,
Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 13/I, s. 167-182.
ÖZKAN, Bülent (2006), “Türkçede Dilbilgisel Terim Olarak ‘olumlama’ ve ‘olumsuzlama’”,
Çukorva Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 15, Sayı 1, s. 269-282.