tÜrk aydininda deĞİŞİm olgusu bİr Örnek olarak İsmet Özel
TRANSCRIPT
TCSAKARYA ÜNİVERSİTESİ
FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİSOSYOLOJİ BÖLÜMÜ
TÜRK AYDININDA DEĞİŞİM OLGUSUBİR ÖRNEK OLARAK İSMET ÖZEL
BİTİRME ÖDEVİ
HAZIRLAYANRESUL SELVİ
G9902.10031
DANIŞMANYRD. DOÇ. OSMAN ÖZKUL
SAKARYA-2003
ÖNSÖZ
Türk aydınının yaşadığı değişimlerin dışarıdan bir gözlemle ele alınması gerektiği düşünülerek bu çalışma yapılmıştır. Türk aydınının ideolojilerle ilişkisini ve yaşadığı değişimleri İsmet Özel örneğinde izlemeye çalıştım. Çalışmamın her aşamasında ilgisini eksik etmeyen hocam Yrd. Doç. Dr. Osman Özkul’a teşekkürü bir borç bilirim.
2
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ .................................................... 2
İÇİNDEKİLER .................................................... 3
GİRİŞ .................................................... 4
1. TÜRK AYDININDA DEĞİŞİM OLGUSU .................................................... 7
2. İSMET ÖZEL’İN HAYATI VE ESERLERİ .................................................... 12
2.1. HAYATI .................................................... 12
2.2. ESERLERİ .................................................... 12
3. İSMET ÖZEL’DE DEĞİŞİM OLGUSU .................................................... 14
3.1. SOSYALİST DÖNEMİ .................................................... 17
3.2. İSLAMCI DÖNEMİ .................................................... 22
3.3. TÜRKÇÜ DÖNEMİ .................................................... 29
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME .................................................... 34
KAYNAKLAR .................................................... 37
ÖZGEÇMİŞ .................................................... 39
3
GİRİŞ
Özellikle 1960’lı yılların Türkiye’sinde aydınların ilgisini üzerine toplayan ideoloji
sosyalizmdir. Devlet tarafından da bir dönem desteklendiği ya da göz yumulduğu iddia
edilmesine rağmen sosyalist faaliyetler 1970-1980’li yıllarda devlet tarafından kontrol
altına alınmıştır. Bu tarihlerden itibaren düşünsel değişime uğrayan aydınların kimi liberal,
kimi siyasal İslamcı olmuş, kimi daha başka ideolojilere geçmiş, bazı aydınlar ise aynı
düşüncelerini devam ettirmiştir.
1980 sonrası Türkiye’de en çok rağbet gören ideoloji İslamcılık/siyasal İslam’dır. 2000’li
yıllara kadar devam eden rağbet, bu tarihlerden itibaren azalmış ve İslamcılığı benimseyen
aydınlarda değişimler gözlenmiştir. Bu değişimlerin gerçekleştiği dönemde devlet daha
önce sosyalizmi olduğu gibi, İslamcılığı ve İslamcı faaliyetleri kontrol altına almıştır.
Çalışmamızın amacı, Türk aydınının yaşadığı bu değişimlerin nedenlerini anlamaktır.
Askeri müdahalelerle aydınların değişimi arasında bir ilişki olup olmadığı da çalışmada
yanıtı aranan sorulardandır.
Bu amaçla çalışmamızda örnek olarak İsmet Özel incelemesine yer verilmiştir. İsmet
Özel’in özelliği, Türk aydınının hem 1970’lerde, hem de 2000’li yılların başlarında
yaşadığı değişimlerin her ikisini de yaşamış bir aydın olmasıdır.
Çalışmamızı üç bölüm haline sunuyoruz. Birinci bölümde aydının tanımını yaparak
entelektüelle aydın arasındaki farklara değindikten sonra Türk aydınının değişmelerini
anlayabilmenin gereği olarak, aydınların düşünsel (ideolojik) farklılaşmalarının başlangıcı
olan Tanzimat dönemi, bu dönemin ideolojileri ve aydınları ele alınacak.
İkinci bölümde, çalışmamıza örnek olarak alınan İsmet Özel’in hayatına kısaca değinilip
eserleri hakkında bilgiler verilecek.
4
Üçüncü bölümün başlangıcında İsmet Özel’in hayata bakışını anlamaya çalışacağız. Daha
sonra sosyalist, İslamcı ve Türkçü dönemleri ayrı ayrı ele alacak ve bu dönemler arasındaki
geçişleri irdeleyeceğiz.
Sonuç ve değerlendirme bölümünde ise, İsmet Özel örneğinde Türk aydınının değişimlerini
açıklamaya çalışacak ve ideolojilerle Türk aydınının ilişkisini değerlendireceğiz.
5
1. TÜRK AYDININDA DEĞİŞİM OLGUSU
Aydın kavramının kökeni olan ‘Entelecheia’, Yunanca’da “amacı içinde olan, kendinde
amaca sahip olan” anlamına gelir.1 Buna göre her şeyden önce aydının, amacı olan bir kişi
olduğunu söyleyebiliriz. Aydın(entelektüel) kavramını geniş bir şekilde incelediği
‘Mağaradakiler’ adlı kitabında Cemil Meriç, aydının tariflere hapsedilemeyeceğini; her
ülkenin, her çağın, her sınıfın, her ideolojinin aydın anlayışının farklı olacağını; dünyaca
kabul edilmiş bir aydın kıstasının olmadığını söyler.2
Entelektüel ve aydın kavramlarının farklılığına dikkat çeken Mehmet Ali Kılıçbay’a göre,
entelektüelin bilgiyle/düşünceyle ilişkisi üretici, aydının ise tüketici niteliktedir.
“Entelektüel, kendi fikrini kendi oluşturan bir kimsedir; aydın ise bilgi edinme ve eğitim
yoluyla zihni aydınlanmış kişi anlamına gelir. Bu kavram Türkçe’ye Tanzimat oluşumu
sırasında münevver olarak geçmiş, dilde arılaşma akımıyla da, bir iç çeviriyle aydın haline
getirilmiştir.”3
Türk aydınının yaşadığı değişimler konusunda dışardan bir gözlemin gerekliliğini
düşünerek, bu çalışmayı yapmayı uygun gördük. “İnsanın kendi kendisiyle hesaplaşması
sanıldığı kadar kolay değil. Vakit ister, sükunet ister, dürüstlük ister, hırstan ve tutkudan
arınmışlık ister. Benliğin derinliklerine ışıklı aynalar indirip titizlikle kendi kendini
gözleyebilmek, gözleyişlerin en zoru olsa gerek.”4
Türk aydınındaki değişimleri izlemek, çoğu zaman toplumsal değişimlerin izini sürmekle
aynı şeydir. Yirminci yüzyılın bütün iniş çıkışlarını Türk aydınında da gözlemleyebiliyoruz.
Bu yüzyılın dünya çapında yaşanan demokrasi-totalitarizm, faşizm-komünizm
çatışmalarını, Türk aydını, kıyısından-köşesinden, az-çok yaşamıştır. Gazeteci-yazar Hasan
Cemal “Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım” adlı kitabında aynı noktaya dikkat çekiyor:
1 Süleyman Hayri Bolay, Felsefi Doktrinler ve Terimler Sözlüğü, Ankara, 1997, s. 1412 Cemil Meriç, Mağaradakiler, İstanbul, 1998, s. 243 Sabahattin Şen, Türk Aydını ve Kimlik Sorunu, İstanbul, 1995, s. 1754 Hasan Cemal, Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım, İstanbul, 2001, s. 14
6
“Kendi kendimle hesaplaşmam, bunları kağıda dökmem, kendi geçmişimi sorgulamam,
aynı zamanda bir kuşağın bu ülkedeki siyasi macerasını da anlatıyor.”5
Osmanlı Devleti’nde 19. yüzyılda Tanzimat Fermanı ile ilan edilen Batı’nın üstünlüğü
olgusu, çöküş devrini yaşayan Osmanlı’yı, kendini yenilemek için örnek olarak Batı’yı
alma fikrine götürdü. Bu durum, Türk toplumunun o zamana kadarki birleştirici ve üzerinde
tartışılamayacak İslam kimliğinden uzaklaşmasını sağladı. Bu dönemden itibaren Türk
aydını birçok ideolojiyi yeni kimlik arayışı sırasında sahiplendi. Bu ideolojilerin hemen
tamamı Osmanlı topraklarının dışından ithal edildi. Bunlar arasında siyasal İslam ve
milliyetçilik anılabilir. Osmanlıcılık ideolojisi ise Batı’dan gelen etkilerin devleti
parçalanmasına engel olmak için ortaya atılmıştır.
Günümüz Türk aydınını anlayabilmek için bu ‘kırılma’ denebilecek döneme bir göz
atmamız gerekiyor. Batılılaşmanın resmi başlangıcı olan Tanzimat dönemine, bu dönem
aydınları ve ideolojilerine kısaca değindikten sonra günümüz aydınlarına örnek olarak
İsmet Özel’in değişimini ele alacağız.
Osmanlı Devleti’nin yükseliş grafiği 16. yüzyılın sonlarında aşağıya doğru inmeye
başlamıştır. 17. yüzyılda gittikçe hızlanan bu iniş Karlofça(1699) ve Pasarofça(1718)
antlaşmaları ile de belgelenmiş, devlet yöneticileri o zamana kadar yalnız savaş ve kısmen
de ticaret konularının dışında Batılılarla hiçbir temas kurmama alışkanlığını bir kenara
bırakarak -daha çok askeri mağlubiyetlerin önünü alabilmek için- onları yakından tanımak
ve yararlanmak ihtiyacı duymuşlar ve ilk adımı atmışlardır.6
Bu ilk adım, XV. Louis’nin tahta çıkışını kutlama bahanesi ve Batı üstünlüğünün neden
ileri geldiğini anlama amacıyla Fransa’ya gönderilen Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi’nin
yaptığı ziyarettir(1720). Mehmet Çelebi’nin Fransa dönüşü devlete sunulmak üzere
hazırladığı ayrıntılı rapor (sefaretname) devlet yöneticileri tarafından gereği gibi
5 Age, s. 2466 Kenan Akyüz, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, İstanbul, 1990, s. 5
7
değerlendirilememiş, bu ilk önemli temasın somut sonuçları “askerlik, matbaa ve mimarlık”
alanları ile sınırlı kalmıştır. İlk matbaanın kurulması(1728), Deniz(1773) ve Kara(1795)
mühendislik okullarının açılması, Yeniçeri Ocağı’nın kapatılıp(1826) yeni ordunun
kurulması, Avrupa’ya öğrenci gönderilmesi(1827), Askeri Tıp Okulu(1827) ve Harp
Okulu(1834)’nun açılması bu ilk temasın sonrasındaki gelişmelerdir.
Osmanlı’da 18. yüzyıldan itibaren ordu alanında başlayan yenileşme hareketleri, Tanzimat
Fermanı ile bütün diğer alanlara yayılmaya başlamıştır. 3 Kasım 1839’da ilan edilen
Tanzimat Fermanı’nın (Gülhane Hatt-ı Hümayunu) özelliği, Osmanlı Devleti’nin,
üstünlüğünü her alanda artık kesinlikle kabul ettiği Batı medeniyetini örnek almayı bütün
ülkeye ve dünyaya resmen ilan ve taahhüt eden ilk yazılı belge olmasıdır.
Günümüzde Avrupa Birliği için söylenen “Avrupa Birliği projesi, Türkiye için bir
medeniyet projesidir” sözünün benzeri değerlendirmeleri Ahmet Hamdi Tanpınar ve İsmail
Habib Sevük Tanzimat için yapmışlardır. “…bu yenilikler, hakikatte bir medeniyet
dairesinden öbürüne geçmek, asırlardan beri inanılmış ve uğrunda mücadele edilmiş
değerler dünyasından ayrılmak demekti.”7 “İmparatorluğun bütün kanunları İslamlık
esasları üzerine kurulduğundan şimdi her sahada garplılaşmak lazım geliyordu. Bu, bir
medeniyetten diğerine geçmekti.”8
Ne var ki medeniyet değişimi kolaylıkla gerçekleşememiş; ne Batılılaşan, ne de kendi
değerlerinden uzaklaşabilen Osmanlı, bundan sonra -dilde, felsefede, bilimde, eğitimde,
adalette vs.- sürekli bir ikilikle karşı karşıya kalmıştır.
Avrupa ile ilişkilerin başlaması, Osmanlı aydınlarının düşüncelerinin farklılaşmaya
başlamasıyla paralel gitmiştir. Kimi aydınlar devletin sadece bir düzenlemeye ihtiyacı
olduğunu söylerken, kimileri devlet kurumlarının tamamen değiştirilmesi gerektiği
görüşünü savunmuşlardır.
7 Ahmet Hamdi Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul, 1982, s. 648 İsmail Habib Sevük, Tanzimat Devri Edebiyatı, İstanbul, 1951, s. 324
8
Yenileşme hareketlerinin bu ilk döneminde ortaya çıkan düşüncelerden
Batılılaşma/Batıcılık yanlıları devlet kurumlarının tamamen -çağa uygun bir şekilde-
değiştirilmesini savunuyorlardı. Batıcılık, III. Mustafa(1757-1774) ve I. Abdülhamit(1774-
1789) yönetimlerindeki atmosferde yetişen neslin ortaya çıkardığı bir düşüncedir. Dönem
dönem devlet tarafından da desteklenen bu düşüncenin en etkili uygulayıcıları arasında III.
Selim(1789-1807), II. Mahmut(1808-1839), Abdülmecit(1839-1861) ve Mustafa Reşit Paşa
sayılabilir.
Tanzimat(1839) ve Islahat(1856) fermanlarının sonuçlarından biri olan Osmanlıcılık
(İttihad-ı Anasır), din ve mezhep farkı gözetmeksizin, Osmanlı topraklarında yaşayan bütün
halkların eşit haklara sahip olduğu görüşüne dayanır. Ali ve Fuat Paşa’lar, sonradan Namık
Kemal’in çeşitli makalelerinde geliştireceği ve Ahmet Mithat Efendi’nin “Üss-i İnkılab
(Değişmenin Esası)” adlı eseriyle bütün Osmanlı topraklarına yayacağı bu ideolojinin asıl
kurucularıdır. Bu görüşün temel kaynağı, aydınların da, devlet adamlarının da “devleti
bölünmez bir bütün olarak sürdürmek, onu parçalanmaktan kurtarmak” isteğidir. Tanzimat
döneminde hiç kimsenin karşı çıkmadığı bu görüş, devletin iç politikasındaki hakim görüş
olarak, Balkan Savaşı sonuna kadar (1913) sürmüştür.
Cemalettin Afgani ve arkadaşları tarafından “Müslüman milletleri birleştirme”
düşüncesiyle ortaya atılan; Türkiye’de ise Tanzimat ve özellikle ıslahatlara karşı olarak
Ziya Paşa, Ali Suavi ve Namık Kemal tarafından gündeme getirilen İslamcılık ile siyasi ve
hukuki alanlarda yapılan değişikliklerin Kuran’a ve İslam tarihinin ilk dönemlerine (asr-ı
saadet) uygun olması gereğine dikkat çekilmiş, yeni kurumlar için fıkıh tükenmez ve ihmali
hiçbir şekilde düşünülemeyecek bir kaynak olarak gösterilmiştir.9 Osmanlıcılık görüşünü
bir yana atarak bir Müslüman Birliği (İttihad-ı İslam) kurma düşüncesi, 1880’den sonra II.
Abdülhamit tarafından da devletin resmi politikası olarak kabul edilmiştir.
9 Ahmet Hamdi Tanpınar, 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul, 1982, s. 153
9
“Türk tarihinin Osmanlı Devleti’nden çok önce başladığı, Türklerin sadece Osmanlılardan
ve Türkçe’nin de sadece Osmanlıca’dan ibaret olmadığı, dünyada dağınık bir şekilde
yaşamış ve yaşayan ve tarih boyunca birçok değişik bölgelerde ayrı ayrı devletler kurmuş
olan bütün Türklerin tek bir millet oldukları”10 görüşü (Türkçülük) ilk defa Tanzimat
döneminde ortaya atılmıştır. İlk Türkçüler arasında Ahmet Vefik Paşa, Ali Suavi, Ahmet
Mithat, Cemalettin Afgani11 ve Süleyman Paşa anılabilir.
1923’te milli bir devletin kurulmasına katkıda bulunacak olan Türkçülük akımının, asıl
etkinliğini ve yayılmasını I. Dünya savaşı yıllarında görmekteyiz. II. Abdülhamit’in
İslamcılık politikasıyla bağdaşmayan, millet temeline oturtulan bu görüş, Abdülhamit’in
tahttan indirilmesinden sonra teşkilatlanmaya, kamuoyuna malolmaya ve devletin
politikasına yön vermeye başlayabilmiştir.12
Yukarıda kısaca değinilen bu ideolojilerden hiçbirinin Batılılaşmaya kesin ve toptan bir
muhalefeti yoktur. Aralarındaki fark, Batılılaşmanın getiriliş şekli ve ölçüsü bakımındandır.
Aynı zamanda bu ideolojilerin hepsi dönem dönem devlet yönetiminde etkilerini
hissettirmişler; bazen devletin, öncülüğünü yaptığı ideolojiler haline dönüşmüşlerdir.
Bu ideolojilerin mensuplarına baktığımızda, belli bir dönem bir ideolojiye mensup olan
aydınların başka bir dönemde diğer bir ideolojiyi -hatta aynı dönemde birden fazla
ideolojiyi- savundukları görülüyor.
‘Kırılma dönemi’ olarak nitelendirdiğimiz Tanzimat döneminde olduğu gibi, bu dönemin
sonrasında ve günümüzde de halen ideolojiler arası geçişler yaşanmaktadır. Bu geçişlerde
belli toplumsal olayların etkisi dikkat çekmektedir. Bu toplumsal olaylar, Cumhuriyet
döneminde, askeri müdahalelerdir. Gerçekte Osmanlı dönemi için de aynı şey
söylenebilirse de, (Ziya Gökalp’e göre, Osmanlıcılığın Türkiye’de itibar görmesi I.
Meşrutiyet ile başlamış ve 31 Mart Olayı ile sona ermiş; İslamcılığın rağbet görmesi, yine
10 Kenan Akyüz, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, İstanbul, 1990, s. 2911 Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, İstanbul, 2002, s. 1512 Kenan Akyüz, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, İstanbul, 1990, s 30
10
31 Mart Olayı ile başlamıştır.13) bu dönemin siyasi ve toplumsal ilişkilerinin yapısı
bakımından daha ayrıntılı bir çözümleme gerekmektedir. Çalışmamız için aldığımız örnek
(İsmet Özel), Cumhuriyet dönemi aydınlarından olduğu ve Osmanlı aydınının, dönemin
farklı siyasi ve toplumsal koşullarıyla birlikte değerlendirilmesi gerektiği için çalışmamızı
Cumhuriyet dönemi ile sınırlı tutuyoruz.
Cumhuriyetin yakın dönemine örnek olarak İsmet Özel’in hayatı, eserleri ve değişimini ele
aldıktan sonra, bu dönem aydınlarının değişimine toplu bir bakış sunacağız.
13 Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, İstanbul, 2002, s. 17
11
2. İSMET ÖZEL’İN HAYATI VE ESERLERİ
2.1. Hayatı
1944 yılında Söke’li bir polis memurunun altıncı çocuğu olarak Kayseri’de doğan İsmet
Özel, ilk ve orta öğrenimini sırasıyla Kastamonu, Çankırı ve Ankara’da yaptı. Bir süre
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde okudu. Daha sonra Hacettepe Üniversitesi’nin Fransız Dili ve
Edebiyatı bölümünü bitirdi. Halen Bilgi Üniversitesi’nde şiir üzerine dersler vermekte ve
Gerçek Hayat dergisinde haftalık, Milli Gazete’de günlük fıkralar yazmaya devam
etmektedir.14
2.2. Eserleri
İsmet Özel, 1963 yılında yayımlamaya başladığı ilk şiirlerinde, öncelikle imge yoğunluğu
ve sözcük seçmede gösterdiği titizlikle dikkat çeker. Şiiri insan gerçeğini irdelemenin özel
bir bilgi alanı sayan İsmet Özel, 1962-64 yılları arasında yazdığı şiirlerini “Geceleyin Bir
Koşu” (1966) adlı kitabında toplar. Türk şiirinin yenilikçi deneylerini toplumcu bir tutumla
bağdaştırabilmede gösterdiği başarı, ikinci kitabı “Evet, İsyan”(1969)ın büyük yankılar
uyandırmasını sağlar.
1970’te Ataol Behramoğlu ile birlikte “Halkın Dostları” dergisini çıkarır, ancak 12 Mart
1971 muhtırasının ardından kapatılan dergi, bir daha yayın hayatına dönmez. Bu dönemde
siyasi ve felsefi görüşleri bakımından değişiklikler yaşayan İsmet Özel, Müslüman dünya
görüşüne bağlanır. Üçüncü yapıtı “Cinayetler Kitabı”(1975)nda şair, sürdüregeldiği şiir
serüveninde önceki yazdıklarıyla bağlarını ustalıkla vurgular.
Şiir anlayışını ortaya koymak üzere yazdığı “Şiir Okuma Kılavuzu” (1980) ve Türk şiirinin
günümüzdeki konumu üzerine yazdıklarıyla yankıları devam eden bir tartışma alanına
14 Diğer bölümlerde hayatı hakkında ayrıntılı bilgiler verileceğinden bu bölümü kısa tutmayı uygun gördük.
12
işaret eder. Şiir kitaplarının dördüncüsü olan “Celladıma Gülümserken” (1984) şairin şiir
serüveninin ana hatlarını çizmiş görünüyor.
Şiirleri “Şiirler 1962-1974” (1980), “Şiir Kitabı” (1982) ve “Erbain”(1987)de topluca
yayınlanan İsmet Özel’in beşinci şiir kitabı “Bir Yusuf Masalı”(1999)dır.
1977’de Yeni Devir gazetesinde yazarlığa başlayan İsmet Özel, yazarlığını 1982’ye kadar
belli aralıklarla aynı gazetede devam ettirir. 1985’te başladığı Milli Gazete yazarlığı ise
1987’ye kadar sürer. Bu gazetelerdeki yazılarında, İslam kaynaklarından uzaklaşarak
oluşmuş bir sosyo-politik ortamda Müslümanların kendi kaynaklarına bağlı kalarak
gerçekçi ve haklı bir çıkış yolu arama çabalarını savunur.
Önceleri “Müslümanca Düşünmeye Başlangıç” adını koymayı düşündüğü ilk deneme kitabı
“Üç Mesele”(1978), Türkiye’de Müslümanlığın anlaşılma biçimine yeni bir yaklaşım
niteliği taşır. İsmet Özel bu yaklaşımını teknik, medeniyet ve yabancılaşma meseleleri
üzerinden sergiler.
Aynı çabanın uzantısı olarak Zor Zamanda Konuşmak (1984), Taşları Yemek Yasak
(1985), Bakanlar ve Görenler (1985), Faydasız Yazılar (1986), İrtica Elden Gidiyor (1986),
Surat Asmak Hakkımız (1987), Tehdit Değil Teklif (1987), Cuma Mektupları (1989),
Tahrir Vazifeleri (1994), Neyi Kaybettiğini Hatırla (1995), Ve’l Asr (1995), Tavşanın
Randevusu (1999) ve Bilinç Bile İlginç (2001) adlı kitapları yayınlar.
İsmet Özel’in bu eserlerinin tamamı daha önce çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanmıştır.
Daha önce hiçbir yerde yayınlanmayan tek eseri, bir çeşit otobiyografisi olan “Waldo, Sen
Neden Burada Değilsin?”(1988)dir. 1988’de İsmet Özel’le o güne kadar yapılan
röportajların bir kısmı “Sorulunca Söylenen” adlı kitapta yayınlanır.
3. İSMET ÖZEL’DE DEĞİŞİM OLGUSU
13
İsmet Özel’e göre hayat, ona verilen bir hediyedir. Bu hediye, onun kendisini hayata borçlu
hissetmesini sağlamıştır.
benim bu sası karanlığa zorla, zorlayarak
tutuşmuş bir gül sıkıştırmak boynumun borcu
(Sevgilime İftira, 1971)15
“Bir borç ödeme duygusu içindeyim. Çünkü dünyada bulunuşumun bir hediye olduğuna
inanıyorum ve bu hediyenin hakkını vermeye çalışıyorum. Bu yalnız Allah değil. Toplum,
aile, dostlar da bana, varlığıma anlam veren bir ödemede bulundular. Bunun bedelini
yazarak vermeye çalıştım. ‘Tutuşmuş gül’ budur.”16 Aynı zamanda İsmet Özel için
yaşamak, savaşıyor olmaktır. Yaşıyor, yani savaşıyor olmak ona göre insanın ilk, tek ve asli
çabasıdır. İnsanlar kendilerini ister istemez içinde buldukları bu savaşta doğru yerde
bulunmak isterler. Ancak kendilerini çatışmanın şiddetine öylesine kaptırırlar ki,
kuşatıldıkları anlam çemberini, üzerinde fazla düşünmeksizin benimserler. Çünkü savaş
sırasında ellerine geçen silahı veya kalkanı kullanmada gösterilecek en ufak bir tereddüdün,
sonlarını getireceğinden korkarlar. İnsanların bu acelecilikleri, onların bulunmak istedikleri
‘doğru yer’in feda edilmesini getirir. Kuşatıldıkları anlam çemberi ise sadece, yaşam
savaşının biraz daha uzamasını sağlayabilir.
ben öyle bilirim ki yaşamak
berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır
(Sevgilim Hayat, 1968)17
“İnsanların çoğunluğu kendilerine sunulmuş anlama kalıplarını ve toplum tarafından geçerli
sayılmış eyleyiş biçimlerini eleştirmeksizin benimserler. Bu kalıp ve biçimleri eleştirmeye
güçlerinin yetmeyeceğini düşünürler. Böyle insanlar bilinçli bir savaş yürütmezler,
kendilerine özgü yolu aramazlar. Savaşın gereğini yerine getirirler ve üzerinde bulundukları
15 İsmet Özel, Erbain, İstanbul, 2001, s. 15216 İsmet Özel, Sorulunca Söylenen, İstanbul, 1999, s. 29917 İsmet Özel, Erbain, İstanbul, 2001, s. 109
14
yoldan giderler. Sorgusuz, sualsiz. Azınlıkta bulunan bazı insanlar ise savaşın gereğini
yerine getirip getirmeme konusunda bir açıklığa varmak isterler. Yaşamak savaşmaya,
savaşmak yaşamaya değer mi?.”18
İsmet Özel, bu sorunun önemini belirtmekle birlikte, bu soruyu sormakla sağlanan uyanışın
hep elde tutulabilen bir kazanç olmayabileceğini, sorulan sorunun her an değerinin
kaybedilebileceğini ve hayatın bu ilk soruyu sorma gücünü gösteren insanlar için
hazırlanmış tuzaklarla dolu olduğunu söyler. Bu tuzaklardan kurtulmanın yolu ise yönü
doğrultmaktır. “Gidilecek yolda belki yol bitmez, ama yönü doğrultamazsak nereye doğru
gidileceğini de bilemeyiz. Daha açıkçası her tarafa gidilebileceğini düşünebiliriz. İnsan için
önüne çıkan bütün yollar ‘yürünebilir’ yollar ise o insan artık kaybolmuştur.”19
İsmet Özel’in bu yolda kaybolmayışının nedeni şiir ve siyasettir. Şiir, sosyalizm, İslam ve
Türklük onun yol boyunca uğradığı duraklardır. Sanıldığının aksine İsmet Özel hiçbir
zaman yolunu değiştirmemiş, sadece belli duraklarda azığını gözden geçirmiştir.
Sosyalistlikten Müslümanlığa geçerken yaptığı, azığın çeşidini/niteliğini değiştirmekse,
Türklüğe vurgu yapmaya başlaması azığını tazelemekten başka bir şey değildir. İsmet Özel
hep “aynı yolda ve aynı amaca yönelik olarak” yürümüştür: Hayatın anlamını kavramak ve
insanlığın iyileşmesini sağlayacak bilgilere ulaşmak.
Ben dünyaya doğru yürümekle meşhurum
bahar da sürgülenir içime katranlar da
hem koşarak yarattığım sevgiler vardır
hem körlenmiş sevgilerin acısıyla koştururum
(Aynı Adam, 1968)20
“Bir şeyler yaşıyorum ve en azından başıma gelen kötü şeylerin başkalarının başına
gelmesini istemiyorum. Ve buna bir ömrün vakfedilebileceğini düşünüyorum. Ben kendimi
18 İsmet Özel, Waldo, Sen Neden Burada Değilsin?, İstanbul, 1999, s. 12,1319 Age, s. 1720 İsmet Özel, Erbain, İstanbul, 2001, s. 114
15
sosyalist olarak tanımladığım dönemlerde de, Müslüman dünya görüşünü benimsedikten
sonra da bu motifle hareket ettim. Ben bunun için yaşanabileceği kanısındayım.”21
İsmet Özel’i tanımak, onu anlamak için bilinmesi gereken iki özelliği onun “kadirşinas
itaatsizliği” ve “tevarüs edilmemiş asaleti”dir. Yazı ve şiirlerindeki isyan ve asalet onun
çocukluğundan gelen bir kişilik özelliğidir.
Çocuk yaşlarında, hayatını yönlendiren büyüklerin, kendilerine kayıtsız şartsız teslim
olunabilecek yeterliği gösteremediklerini, buna rağmen her zaman sözlerini
geçirebilmelerinin büyük olma imtiyazından kaynaklandığını düşünmüştür. Ona göre
“büyüklere itaatin bir sebebi olamazdı, çünkü birçok şeyi anlayamıyorlar, birçok şeyi
bilmiyorlar ve birçok şeyi doğru yapmıyorlardı.”22
Asalet duygusu ise itaatsizliği gibi içinde taşıdığı değil, ona çevreden telkin edilmiş bir
değerdir. Nedeni de çok yalındır: Taşrada bir devlet memurunun çocuğu olmak. İsmet
Özel’in ailesi herhangi bir üstünlük duygusunu besleyebilecek özellikler taşımasa da,
babasının Cumhuriyet rejiminin, devletin bir temsilcisi olmasına, yerli halkın memurlara
karşı mesafeli tutumu da eklendiğinde ortaya sahte de olsa bir soyluluk manzarası
çıkıyordu. İsmet Özel çocukluğu boyunca bu sahteliğin acısını tattığını söyler. “Okullar,
resmi daireler, kütüphaneler, sinemalar, gazete sütunları, kimbilir kaç gömlek aşağıdan
frenk taklidi tavırlar benim gibiler için meşru mekanlardı. Gerçekte bunlar herkes içindi,
ancak buralarda bazıları farklı olabiliyor, buralarda üstünlüklerine dayanak arıyorlardı.
Örnekse hiç yerli film seyretmemek, alt yazılı harcıalem yabancı filmlerden tat almayı
marifet saymak gibi.”23
Yıllar geçtikçe İsmet Özel’in kadirşinas itaatsizliği karşısına tek tek çıkan insanlara değil de
toplumsal kurumlara yönelir. Tevarüs edilmemiş asaleti ise yön değiştirir: O artık, içinde
21 İsmet Özel, Sorulunca Söylenen, İstanbul, 1999, s. 31922 İsmet Özel, Waldo, Sen Neden Burada Değilsin?, İstanbul, 1999, s. 2223 Age, s. 23
16
bulunduğu topluma ilişkin bir ayrımın birimi değil, iyilerin savunmasını gözüpek ve
tavizsiz bir tarzda yapmaya aday biridir.
Asaleti gereği kimseden yardım almaksızın yapabileceği en iyi işi arar İsmet Özel ve bunun
için en elverişli alanın şiir olduğuna karar verir. Şiirle ilgilenmesinin nedeni, ne doğuştan
gelen bir yetidir ona göre, ne de şiirin üstün, ince, yüksek düzeyde bir sanat oluşu. “Ben
kendi şairliğime pek şairane olmayan bir açıklama getirebiliyorum: Şairliğim bir maliyet
meselesidir.”24 Yetişme yıllarından itibaren sanata yakınlığından dolayı kendi önüne
açılacak yolun bir sanat alanından geçeceğini düşünür. Edebiyatın en düşük maliyetle
çalışılan alanı olduğu için şiirde karar kılar. Ancak ‘maliyet’le Özel’in kastettiği sadece
para değil, kimilerine ‘eyvallah’ etme mecburiyetidir. Edebiyat alanı o yıllarda diğer sanat
dallarına nispeten bağımsızlığa daha çok imkan veren niteliktedir. Onun için şiir, insan
araştırmasının bir dalıdır. “Şiire emek vermekle insan araştırmasının bir dalına adamış
sayıyordum kendimi. Şiir alanında katedeceğim mesafe sayesinde itaatsizliğimi sonuna
kadar sürdürebilir, asaletimin gereğini yerine getirebilirdim.”25 İsmet Özel siyasetin ve
gündelik konuların/düşüncelerin şiirde yeri olmadığına inanır, ancak şiirin, insanın ne’liği
ve topyekun varlığı ile ilgili olmasının, gündelik hayatı da zorunlu olarak -şiirin- içinde
barındırması ya da gündelik hayatı öldürmesi gerektiği kanaatine varır.
3.1. Sosyalist Dönemi
Şiiri kendisi için esas uğraş olarak belirlediği lise yıllarında düşüncesine bir dayanak arama,
sağlam bir temel bulma amacıyla İsmet Özel’in ‘arayış’ı başlar. “Sağlam bir dayanağım,
sarsılmaz bir temelim olmazsa yazdıklarımı neyle değerlendirebilir, hangi tartıya
vurabilirdim? İnancı tanımalıydım. İnandığım şeylerin bilgisini edinmeliydim.”26
Bu düşüncelerle, içinde yaşadığı toplumun inancına eğilen İsmet Özel, Kur’an-ı Kerim
okumaya başlar. Dini düşüncenin nitelikleri hakkında hiçbir temel bilgisi olmayan bir lise 24 Age, s. 2025 Age, s. 3326 Age, s. 41
17
son sınıf öğrencisi olarak giriştiği Kur’an okumalarından hiçbir sonuç alamaz ve büyük bir
hayal kırıklığına uğrar(1961). Beklentilerinin boşa çıkmasıyla Özel, dinden ümidini keser.
Hatta din aleyhtarlığının insan için en uygun tutum olduğu sonucuna varır. İsmet Özel artık
her türlü dine karşı bir husumet duymaktadır.
1960’lı yılların başları Türkiye’nin yeni düşüncelerle çalkalandığı bir dönemdir. Tartışılan
konular hayli artmıştır. Marksizm, varoluşçuluk, psikanalizm 60’lı yılların başlarından
itibaren çok sayıda insanın ilgisini çeken konular haline gelmiştir. Bu yeni düşüncelerin
yaygınlık kazanmasını 27 Mayıs 1960’tan sonra Türkiye’de esen özgürlük havasına
bağlayanlara katılmayan, bu havanın aldatıcı olduğuna dikkat çeken İsmet Özel şöyle diyor:
“Hürriyet kimin içindi ve nelerin yapılması için serbestiyet tanınıyordu? … Bir kapı açıldı
Türkiye’de ve Türkiye’ye, ne var ki hiç kimse başka bazı kapıların sımsıkı kapalı
tutulduğunu ve o kapıların kapalı tutulması için bir tek kapının özellikle açık tutulduğunu
düşünmedi. Açık kapı, sözümona ‘sol’a açık kapıydı. Nasıl bir sol? Güdük bir kalkınma
ideolojisinin yedeğinde, hiçbir tarihi birikimi esas almaya yönelmemiş ve Batı
aydınlanmasının temel taşlarından nasibini almamış bir sol.”27
1960 sonrasında okumuşlar arasında rağbet gören, rağbet görmesinde devletin bir kanadı
tarafından sakınca görülmeyen, hatta desteklenen sol, Marksist olmayan bir soldu. İsmet
Özel’e göre pozitivist bakış açısıyla yetiştirilen bir Türk gencinin bu dönemde sosyalizan
düşüncelere eğilim göstermesi kadar olağan bir şey düşünülemezdi. Tek engel toplumdaki
komünistlik ve dinsizlik suçlamalarıydı. Bu engeli aşmak İsmet Özel için hiç zor değildi,
çünkü onun kişilik özellikleri arasında kadirşinas itaatsizlik ve tevarüs edilmemiş asalet
bulunuyordu. Sosyalist yazarların kovuşturmaya uğramaları, yasaklanmaları,
cezalandırılmaları onun bu kişisel özelliklerini tahrik eden durumlardı. İnsanların doğru
bildikleri yolda sıkıntıya katlanıyor olmaları, çeşitli riskleri göze almaları onun için çok
önemli ve değerliydi.
27 Age, s. 44
18
Bu arada Siyasal Bilgiler Fakültesi(SBF)’ne kaydolan İsmet Özel, fakültede yaptığı
pervasız konuşmalarıyla dikkat çeker. Öğrenci klüplerinde görevler alır. Arkadaşlarının
ısrarıyla, istemeyerek de olsa, o sıralarda ülke çapında meşruiyet savaşı veren Türkiye İşçi
Partisi (TİP)’ne üye olur ve burada çeşitli aktif çalışmalarda bulunur.
O dönemde Türkiye’de sosyalist bir yönetimin gerçekleşmesi için çaba harcayanlar ikiye
bölünmüştü: Askeri darbe yanlıları(tepeden inmeciler) ve demokratik devrimciler. İsmet
Özel, demokratik örgütlenmenin, meşru zeminlerde mücadele vermenin zorunluluğunun
savunulduğu, halkın katılımının vazgeçilmezliğinin öne sürüldüğü ikinci görüşe yakın
görür kendini. O günleri değerlendirdiği bir kitabında İsmet Özel, sosyalizmi, yöneldiği
hedefler bakımından, Tanzimat’tan 27 Mayıs’a uzanan Batılılaşmanın vicdan azabı olarak
gördüğünü söyler. “Türk toplumunun Batılılaşma uğruna ödediği büyük bedeli, Batılı
kalarak, ama Batı dünyasının izleyicisi olarak değil, gerekirse rakibi olarak telafi etme
arzusunun belirtilerinden biriydi.”28
Bu dönemde yaşayıp düşündükleri İsmet Özel’in yazdıklarında da kendini göstermeye
başlar. Şiirde politik etkilerin yok edilmesini savunan Özel’in bu tutumu şaşırtıcı değildir.
Çünkü önceki bölümde de belirttiğimiz gibi onun için şiir, insan araştırmasının bir dalıdır.
İsmet Özel, şiirindeki politik anıştırmaların yüzeydeki anlamlarıyla değil, zenginleştirilmiş
bir insani özün dinamosu yedeğinde kabul edilmelerini ister. “Şiir uğruna giriştiğim
çabalarla, dünyayı anlamlandırma çabalarımın ortak doğrultuda birleşmesini istiyordum.
Böyle bir doğrultu edinebilirsem hem kendi zihnimi parçalanmaya varacak bir
rahatsızlıktan kurtaracak hem de daha üretken bir sanatçı olmayı başaracaktım.”29
“Partizan, Bir Devrimcinin Armonikası, Çağdaş Bir Ürperti” bu şiirlerindendir.
Rahatsızlıkları nedeniyle fakülteyi bırakan Özel, askere alınır. Hem politik alanda hem de
şiir sebebiyle bağlantılı olduğu çevrelerle arasına mesafe girer. Politik bağlanmışlığını
sağlam bir şekilde koruyabilmek için politikanın günlük tezahürlerinden hep uzakta durmuş
28 Age, s. 6129 Age, s. 55
19
olan İsmet Özel o dönem kendisi için bir bağlanmadan söz edilebileceğini ancak bağlanılan
yerin bulunmadığını söyler. Bu tezat, İsmet Özel’in askere gidişiyle tezahür eden bir
durumdur. Özel’in, askerlik döneminde bir sorgulamaya giriştiği, o dönem yazdığı
şiirlerinde de, daha sonra o dönem hakkında yaptığı değerlendirmelerde de görülmektedir.
Bütün renklerimi siliyor dışardaki yağmur
derin bir bıçak izi olduğum için
artık beyaz bir yumruk gibi kaldım diye
hayatın karşısında
bütün kurnazlığımı siliyor dışardaki yağmur.
(Muş’ta Bir Güz İçin Prelüdler, 1968)30
Bu değerlendirmeler arasında, neden o dönemde milliyetçi, İslamcı ve sosyalist tezlerden
sonuncusuna eğilim gösterdiği de vardır. “Bana haklı görünen taraf, sözünü açık açık
söyleyen ve çok daha önemlisi ne söylediğini bilen taraftı. Benim yetişme dönemimde
ülkücüler ve şeriatçılar kendi tezleri bakımından oldukça bulanık bir konumda idiler.
Dünyada tuttuğu yeri anlamak ve nasıl bir yer tutulması gerektiğini bulmak isteyen bir
gence çekici gelecek dilden mahrum idiler. (…) Sosyalistlerin kötüleyici, karalayıcı,
suçlayıcı bir üslupla kullandıkları ‘mutlu azınlık’ sözünü kendi içimde ters çevirmiştim.
Bana göre mutlu azınlık iyi şeyleri seven, ancak iyi şeyleri sadece iyi olmaları yüzünden
sevebilen kişilerden oluşabilirdi. Kadirşinas itaatsizliğim ve tevarüs edilmemiş asaletim
beni böyle bir azınlığın içinde yer almaya adeta zorluyordu.”31
1969 sonbaharında askerden dönen İsmet Özel, kendini çok değişik bir ortamın içinde
bulur. Sosyalistlerin arasına katılanların sayısında büyük bir artış olmuştur. Sosyalistlerin
nicelik bakımından gösterdiği bu artış, niteliğin azalmasıyla paralel gitmiştir. Gençler artık
düşünceye değil eyleme rağbet ediyorlar, böylelikle dikkat çekmeyi uygun buluyorlardı.
Artık solculuğun da gelecek vaadeden, kara dönüşebilir bir tarafı olması, insanların,
30 İsmet Özel, Erbain, İstanbul, 2001, s. 11831 Age, s. 72
20
kendilerinin işe yaradığını birilerine gösterme yarışına girmelerini getirmiştir. Bu dönemde
hızla çoğalan Sosyalistlerin artışını,
tez kızaran güllerden kendini sakın
(Mazot, 1970)32
mısrasıyla eleştirmiştir.
Hayatın vurdumduymaz ve derinliksiz bir anlayış içinde akışına duyduğu tepkiden dolayı
bir siyasi bağlanmanın gereğine inanarak sosyalistliği seçen İsmet Özel, bu siyasi bağlanma
paralelinde gelişen olayların yüzeyselleşmesi karşısında ‘arayış’ konusundaki ısrarını
sürdürmesi gerektiğini düşünür.
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında
Aşklarım, inançlarım işgal altındadır
tabutumun üstünde zar atıyorlar
cebimdeki adreslerden umut kalmamıştır
(Kanla Kirlenmiş Evrak, 1972)33
Arayışını sürdürme dönemi, sosyalizmi sorgulamasıyla başlar. Her türlü dogmatizme karşı
durabilecek araştırıcılık ve yeniliğe açık olmak, Marksist olmanın ona sağladığı
imkanlardandır. Ne var ki Marksist olmanın ona sağladığı hareket serbestisinin bir başka
yönü daha vardı: İsmet Özel Marksist olmakla elde ettiklerini (düşünsel bağımsızlığını)
Marksizm için kullanmalıydı.
Bunun yanında İsmet Özel, okumalarında görmüştür ki, gerçek bir Marksist olabilmek için
Hıristiyan zihin yapısını çok iyi tanımak gerekmektedir. Çünkü Hıristiyanlığa alternatif
olarak görebileceğimiz Marksizm, dünyevileşmiş bir ilahiyatı beraberinde getiriyor.
32 Age, s. 14633 Age, s. 159
21
Marks’a göre (1) sınıfların varlığı üretimin gelişmesindeki belirli tarihi evrelerle sınırlıdır;
(2) sınıf mücadelesi ister istemez proletarya diktatörlüğüne götürür; (3) bu diktatörlük
sınıfların ilgasını getirir, sınıfsız bir topluma geçiş dönemini tesis eder. Bu görüşlerin bir
dünya cenneti tasavvuru içerdiğini/önerdiğini söyleyen İsmet Özel, Marks’ın üç aşamasını
şöyle açıklar: (1) İnsanlık adn cennetinden kovulmuştur; (2) insanlar arasından yalnızca
değer yaratanlar (salih amel işleyenler) kazançlı çıkacaktır; (3) cennete dönüş vardır.
12 Mart 1971 muhtırasıyla gelen askeri müdahale İsmet Özel’in, zihninin böyle meselelerle
meşgul olduğu bir zamanda gerçekleşmiştir. Özel, artık ideolojilerin içerisinde karşısına
çıkan düşüncelerin, o düşüncelerle tanışmanın ilk heyecanı geçtikten hemen sonra baskıcı
birer inzibat rolü üstlendiklerini anlamıştır. Özel, bunun etkilerini şiiri ve düşüncesindeki
canlılığın kaybolmasıyla fark eder.
3.2. İslamcı Dönemi
bir yaprak kapatıyorum hayatımın nemli taraflarına
ölümden anlayan, ciddi bir yaprak
unutulacak diyorum, iyice unutulsun
neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı
karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak.
(Karlı Bir Gece Vakti)34
12 Mart muhtırası sonrasında sosyalist çevreden, arkadaşlarından uzaklaşan İsmet Özel için
artık inziva dönemi başlamıştır. Ancak bu inziva, sosyal hayattan el etek çekme şeklinde
değil, arkadaşlarından uzak durma ve düşünsel anlamdadır. Bu süreç içerisinde İsmet
Özel’i Müslüman olmaya götüren belirgin bir olay, bir kişi veya belirgin bir iç
aydınlanması olmamıştır.
34 Age, s. 163
22
O zamana kadar insanlarla arasındaki güven bağını kültürel bir dolayımdan geçirerek
kurabileceğini düşünen İsmet Özel, muhtıranın hemen öncesinde, Ataol Behramoğlu ile
birlikte çıkardığı Halkın Dostları adlı dergide, kültürü sabit bir referans noktası olarak
gören bakış açısıyla birkaç teorik yazı yazmış (Halkın Dostları, 1970: ‘Kültür Üzerine I-II’,
sayı 5-6), ancak bu düşüncesini geliştirememiştir. Çünkü kültür ‘doğru’nun referansı olarak
alınırsa ahlak iflas ederdi. Ona göre ahlakı dışarıda bırakmak, insani olan her şeyi
açıklamasız bırakmak demektir. Özel ‘Hangi ahlak?’ sorusunu ‘yaratılışı, varlığı mümkün
kılan ahlak’ diye cevaplandırır. “Yeniden doğmayı, dirilmeyi mümkün kılan ahlak, ancak
yaratılmayı mümkün kılan ahlak olabilirdi. Varlığımı borçlu olduğum, doru mu eğri mi
davrandığımı karara bağlayan olabilirdi ancak.”35
İsmet Özel’in ‘Kötü Şiirler(1971)’den başlayarak yazdıkları (Sevgilime İftira-1971, Kanla
Kirlenmiş Evrak-1972, Karlı Bir Gece Vakti-1972, Propaganda-1972, Tahrik-1972,
Çözülmüş Bir Sırrın Üzüntüsü-1973, Esenlik Bildirisi-1973) okunursa, yaşadığı değişim
sürecinin işaretleri fark edilebilir.
Müslüman olmakla İsmet Özel kendini, içine düştüğü yalnızlıktan çıkarır. Onun
‘yalnızlık’tan kurtulmakla kastettiği, modern insan olmaktan kurtulmaktır. Ona göre
yalnızlık, modern bir duygudur ve ancak kapitalizmin boyunduruğunu kabullenmiş yeni
insanda kök salabilir. Batı dünyasının gerçek ürünü olan insanlar için birey olma hali ve
onun bir uzantısı olan yalnızlık anlaşılır bir şeydir; “Türkiye’deki insanların çektiği
yalnızlık ise iki katlı cehaletin baskısını duymaktan doğar, kişi hem bir Batılı gibi ‘birey’
haline dönüşememiştir (böyle olsaydı yalnızlıktan yine kurtulamayacaktı) hem de Batılının
elden düşme, işporta malı kültürünün tasallutu altındadır.”36
İsmet Özel’in yalnızlıktan kurtuluşu(değişimi), iki aşamada gerçekleşmiştir. Öncelikle,
bilgiye değer veren, dolayısıyla şiire emek veren ve politik bağlanmayı değerli sayan Özel,
ikici aşamada kültürden bağımsız bir değişme yaşamıştır. İsmet Özel buna ‘yaratılmış
35 İsmet Özel, Waldo, Sen Neden Burada Değilsin?, İstanbul, 1999, s. 9236 Age, s. 103
23
olmayı kavrama’ diyor. “Yaratılmış olmayı kavradıktan sonradır ki yalnızlık benim için çok
uzak bir duygu, uzaklaşan bir duygu. Çünkü yaratılmış olmayı kavramak, Yaratan’ın
iradesine sürekli duyarlı kalmayı getirir.”37
Böyle düşünceler içinde Müslüman olduktan sonra İsmet Özel, ‘insanlığın iyileşmesi için
çaba harcayan’ biri olarak, hayattaki kötülükleri yok edecek bir şeyler yapamamanın
rahatsızlığını yaşamaya başlar. Çünkü o yıllarda Türkiye’de genel anlamda ‘sağ’dan
bağımsız ve çizgisi kaba hatlarla bile olsa belirlenmiş bir İslami tutum yoktur. 1968 yılında
sosyalist döneminde,
“Ben öyle bilirim ki yaşamak
Berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır”
diyen, sosyalistlerin yanında savaşını sürdürmek isteyen Özel, 1972 yılında,
“Çocukların üşüdükleri anlaşılıyor bütün yaşadıklarımdan”
der. Ülküsünü, ideallerini yitiren İsmet Özel kendini boşlukta hissetmektedir. Bir dünya
cenneti tasarısından henüz kurtulmuştu; yeni bir dünya cenneti tasarısına sahip olmak
istemiyordu, ancak ne yapacağını da bilmiyordu.
Bir süre sonra düşüncelerini netleştiren Özel, bilgilenmenin önündeki engelleri kaldırmaya
yardımcı olacak bir yolu benimser. Çünkü “gelecek kuşaklar adına şu anda yaşayan
insanları gözden çıkarmamak, şu anda yaşayanların gelecek kuşaklar karşısında suçlu
duruma düşmesini önlemek sadece ve sadece bilgiye değer verme suretiyle elde edilebilen
imkanlardır.”38
İsmet Özel, İslam’ın kavranılmasında günümüz insanlarının üç safha geçirdiklerini,
kendisinin de bu safhalardan geçtiğini söylemektedir. Bu üç safha tecrid, tefrid ve
tevhiddir.
37 Age, s. 10538 Age, s. 107
24
Tecrid, İslam’ın emir ve nehiylerinin her zaman her yerde geçerli olduğunu bilmektir. Bu
safhada olan kişi ‘müslim’ olarak düşünür ve davranır. Küfrü teşhis etmede zorluk çekmez
ama küfrü hayatından söküp atma söz konusu olduğunda aynı yeterliği gösteremez. Bu
durum onun ya kesin çözümlerden uzak durmasına, yahut radikal çözümlere kolayca
bağlanmasına yol açar. Küfre karşı net bir tavır almak, ancak İslam’ı kavramada tefrid
safhasına ulaştıktan sonra mümkün olabilir.
Tefrid, İslam’ın her zaman için anlaşılması gereken özgül(specific) hükümleri ihtiva
ettiğini bilmektir. Bu safhada olan kişi ‘mümin’ olarak düşünür ve davranır. Düşünüş ve
davranış bakımından bir emniyet sahasına sahiptir. Küfre karşı ne yapılması gerektiğini
bilir ancak yapamaz. Yapabilmesi için Müslümanın İslam’ı kavrayış bakımından tevhid
safhasında olması gerekir.
Tevhid safhasında İslam’ı kavramanın nasıl olduğunu anlatmanın zorluğuna dikkat çeken
Özel, bu safha hakkında şunları söyler: “Her zaman her yerde yürürlükte olan İslam
ilkeleriyle; bir an ve bir noktada gerçekleşenin bir olduğunu anlamak.”39 Özel, bu safhada
olan kişinin ‘muhsin’ olduğunu söyler.
Kendisinin de bu safhalardan geçtiğini ve o zamanlar (İsmet Özel bunları ‘Üç Mesele’ adlı
ilk denemesinin ikinci baskısının önsözünde yazmıştır -1984.) tefrid safhasına daha yakın
olduğunu söylemesine rağmen İsmet Özel’in yazılarında bu evrimin izlerini açık olarak
görmek mümkün değildir.
İnanç ve dünya görüşü olarak Müslümanlığı seçen İsmet Özel siyasette de İslamcılık içinde
bulur kendini. Kendisiyle yapılan bir röportajda İslamcılığı şöyle tanımlar: “İslamcılık
modern bir şeydir. Yeni çağın doğmasıyla birlikte toplum hayatında nelerin nasıl olduğu
konusunda hem anlayışı hem de uygulayışı İslam’la anlamaya bağlamaya İslamcılık
denir.”40
39 Özel, İsmet, Üç Mesele, İstanbul, 1998, s. 1440 Yansıma dergisi, Eylül 2001, sayı 1, sf. 12
25
1978 yılında, daha önce yayınlanmış yazılarını bir araya getirdiği ‘Üç Mesele’ adlı bir kitap
yayınlar. Teknik, medeniyet, yabancılaşma konularını ele aldığı bu kitabında Özel, İslam
kaynaklarından uzaklaşan Müslümanların kendi kaynaklarına bağlı kalarak gerçekçi ve
haklı bir çıkış yolu arama çabalarını savunur. Ancak diğer yazı ve kitaplarında olduğu gibi
burada da ‘mesele’lere kesin çözümler önermez, düşüncelerini sistemli bir biçimde ortaya
koymaz. Düşüncelerini sistemli bir şekilde ortaya koymaması onun bilinçli bir tercihidir.
Düşüncelerin sistemleştirilmesinin ‘kurulu düzen’lerin zimmetinde olduğunu söyler. Ona
göre gerekli olan sistemleşme değil, hedefin tayini ile tespit ve çözümlemelere
başvurmadır. Bunlar yapıldığında en uygun eylem biçimi kendiliğinden oluşacaktır.
İdeoloji, ideal dünya, toplum tasarıları hakkında da Özel’in benzer düşünceleri vardır.
Hiçbir zaman ideal bir dünya tasarlamadığını söyler. Ona göre belli ilkelerin öğrenilmesi
durumunda buna göre bir hayat tarzı oluşacaktır. “Marksistler ideoloji galip gelecek diye
bir safdillik içine düştüler, Müslümanlar buna düşmemeli. Marksistler gibi bir toplum
projesinden bir hayat kurmak iddiası İslamcılarda da varsa, bu gülünecek bir şey olur.
İslam’dan ne anlaşılması gerektiğini insanlar kendi ‘hayatlarında’ tekrar keşfedecekler.”41
İslam’ın temel kaynaklarından biri olan Kuran’da ucu açık bir yaklaşım sergilendiğini, belli
kalıplar içinde kalmış bir düzen sunulmadığını, ancak bir hayat biçiminin belli temeller
üzerinde yükselmek zorunda olduğunu söyleyen İsmet Özel, fundamentalizmi (temelciliği)
savunur; fundamentalizmin reddini, temelsizliğe oynamak olarak görür.
Başta ‘Üç Mesele’ olmak üzere yazılarında medeniyete karşı tavır alır. Asr-ı Saadet’in esas
alınmasıyla Müslümanların medeniyete medeniyetle cevap verme ‘zaaf’ından ve/veya
medeniyetle bütünleşme tehlikesinden kurtulacağını söyler. İsmet Özel’in zihninde ‘ideal
bir İslam toplumu’ yoktur; belli ilkelerin benimsenmesinin, belli bir hayat tarzını
getireceğine inanır.
41 İsmet Özel, Sorulunca Söylenen, İstanbul, 1999, s. 420
26
İsmet Özel Türk demokrasi tarihini, Müslümanları sindirme, kandırma ve yoldan çıkarma
çabalarının tarihi olarak görmesine rağmen, özellikle 1980’li yılların başlarından itibaren
Müslümanların belli bir davranış serbestisine kavuşmalarının demokratik işleyişle bağlantılı
olduğunu söyler. Özel’e göre halkın oyuna hiç başvurulmayacak olsaydı camilere org ve
sıraları yerleştirme fikrinin kuvveden fiile geçmeyeceğini söylemeye kimsenin dili
varmazdı. Ancak bu düşüncelerini dile getirdiği ‘Tehdit Değil Teklif’ (1987) adlı kitabının
başka bir bölümünde, Türkiye demokrasiye geçse de geçmese de Müslümanların
güçlenmesi, Müslümanlığın yaygınlaşması bakımından fark eden bir şey olmayacağını
söylemektedir. Buna göre İslamcıların sayısının artışında ne 12 Eylül 1980 sonrasında
getirilen siyasi programın katkısı vardır, ne de İmam Hatip okullarının açılmasının. Bu
artışın nedeni, İslam’ın Türkiye gerçeğinin vazgeçilmez bir parçası olması ve toplumun
dinamik karakterine tercüman olabilmesidir.
İsmet Özel, Türkiye’deki Müslümanları (İsmet Özel’in ‘Müslümanlar’ diyerek işaret
ettikleri, din/İslam konusunda belli hassasiyetleri olan kişilerdir) ‘beklentileri’ bakımından
üçe ayırır. Buna göre Müslümanların bir kısmı İslamcıların/İslamcılığın devlet hakimiyetini
ele geçirmesiyle bazı/büyük imkanlara kavuşma hayalinde olanlar -ki bunların sayısı çok
fazladır; diğer bir kısmı ise İslami ilkelerden tavizler veren, sağcılık içinde eriyen,
toplumsal hayattaki konumlarını kaybetmek istemeyenlerdir. Başka bir kısım Müslüman ise
ne sistemin imkanlarından medet umanlar, ne de sistem içinde eriyenlerdir. Bunlar
Türkiye’de yaşayan insanların hayatiyetlerinin bağımsız bir İslam seçeneğine bağlı
olduğuna inanan fundamentalist(temelci)lerdir.
Türkiye’de toplumsal değerlerin temelinde sadece Müslümanlığın bulunduğunu söyleyen
Özel’e göre İslam’ın dikkate alınmaması toplumsal olayların çözümsüzlüğünü getirecektir.
Müslümanlar hem Türkiye içinde hem de dünya genelinde sistem içinde erimemelidirler.
Sentez arayışlarının (Türk-İslam sentezi gibi) tamamı Türkiye’de İslam’ın etkinliğini
azaltmaya yönelik çabalardır. Türkiye hiçbir senteze muhtaç olmaksızın çıkış yolunu
bulabilir. Müslümanların kendi dinlerinin hayat verdiği bir ortama varmaları için gerekli
27
olan, dünya sistemiyle uzlaşmaları değil, kendi felsefesi, kendi bilimi, kendi teknolojisi,
kendi insan tipiyle dünya üzerinde bir kurtuluş çığırı açabileceklerini anlamalarıdır.
Batı medeniyetinden gelebilecek bilim-teknik dahil her şeyi reddeden Özel’e göre
günümüze hakim olan bilim ve teknik, Batı’nın toplumsal yapısı dolayısıyla ortaya çıkan,
belli bir dönemde belirlenmiş bir kafa yapısının uzantısıdır. Müslümanlar birey ve toplum
olarak kalitelerini geliştirdikleri, belli çabaları gösterdikleri taktirde ortaya çıkacak İslami
toplum yapısı kolaylıkla kendi hayat tarzına uygun teknolojiyi geliştirecektir. Burada da
görüldüğü gibi İsmet Özel, çözümün her zaman hayatın bizzat kendisinde olduğunu kabul
etmiş, toplum mühendisliğinden uzak durmuştur.
İsmet Özel’e göre Müslüman olmak ‘merkez’de olmaktır. İki türlü merkez vardır. Biri
tahakküm ve baskı uygulayabilmek için oluşturulmuş olan merkez, diğeri tahakküm ve
baskıya karşı hakkaniyet ve ihya(diriliş, uyanış) özlemlerinin odaklandığı merkezdir. İsmet
Özel, halen etkisini bütün gücüyle hissettiren ilk merkezin Batı’ya karşılık geldiğini, insana
dünyada bulunuş gayesini gösteren diğer merkezin Müslümanlar tarafından oluşturulması
gerektiğini söyler. Ancak Müslümanlar tarafından oluşturulacak merkez, kurulu düzene
başkaldırma amacıyla değil, insanların kendi varoluş gayelerine uygun hayatı
sürdürebilecek bir yaşama imkanına kavuşmalarını sağlamak için kurulmalıdır. Tarih ve
toplumsal tecrübeler, bu merkezin oluşturulması için en uygun ülkenin Türkiye olduğunu
göstermektedir. Türkiye’nin bir İslami dönüşüm yaşaması İsmet Özel’e göre baskı ve
tahakküm merkezinden kurtulmanın ilk adımı olacaktır.
Özellikle 1980’lerin başlarından itibaren gelişme gösteren İslamcılık ve bunun siyasetteki
yansımalarından olan Refah Partisi’nin, 90’ların ikinci yarısından sonra itibar kaybetmesi
İslamcılığın sorgulanma dönemini başlatmıştır. İtibar kaybına yol açanları şiddetle eleştiren
Özel, İslamcılık güdenlerin sadece temin edecekleri pratik faydalara bel bağladıklarını iddia
eder. İslamiyet’in, insanı ve insanlığı her türlü düşkünlükten arındırdığı düşüncesiyle
kazanılan düzey tutturulamamıştır. Müslümanlar kendilerinin nasıl düzeleceğine, İslam’la
hangi şerefi kazandıklarına hiç kafa yormadılar. “Adına ‘siyasal İslam’ denilen ve son otuz
28
yılda Türkiye’nin gündeminde yer işgal eden etkinliklerin Türk toplumuna Müslümanlığını
hatırlatmaya matuf olmadığı henüz yeni anlaşılmaktadır.”42
İslamcılığın itibar kaybının başladığı dönem, 28 Şubat (1997) sürecinin hemen sonrasıdır.
İsmet Özel, bir dönem İslami eğilimlerin önünün açıldığını, kısmen de teşvik edildiğini, bir
yerden sonra da bu dönemin sona erdirildiğini söylemektedir. 28 Şubat sürecinin burada
hiçbir önemi ve orijinalitesi yoktur. “28 Şubat, 28 Şubat’a karşı çıkarak şöhret ve para
sahibi olanların öne çıkardıkları bir şey.”43
3.3. Türkçü Dönemi
İsmet Özel’in sosyalizmden Müslümanlığa geçerken yaşadığı duyguların şiirlerinden takip
edilmesi mümkündür. Ancak 1999’dan itibaren yazılarında dikkat çekmeye başlayan
Türkçülüğe geçişini aynı netlikle takip edebilmek mümkün değildir. Bunun nedeni İsmet
Özel’in sosyalizmden Müslümanlığa geçerken olduğu gibi bir değişim yaşamamasıdır.
Türklüğe vurgu yapmaya başlaması İsmet Özel’in siyasi tavrını ‘netleştirmesi’ ile ilgilidir.
İslamcılığın itibarını kaybetmesi İsmet Özel özelinde de karşılığını bulmuş olacak ki
1999’dan sonraki yazılarında siyasi tavrını gözden geçirdiği görülüyor. İsmet Özel artık
İslamcılığın yanına Türkçülüğü de eklemiştir.
Özel’in bu tutumunda en fazla etkili olan unsur, son yıllarda yaygınlaşan küreselleşme -
ulus devlet tartışmalarıdır. Bu tartışmada Özel, ulus devlet tarafındadır. Özel’e göre II.
Dünya Savaşı sonrasında dünya sistemi ‘millet’ fikrini ortadan kaldırmaya karar vermişti.
Dünya sisteminin yeni politikası küreselleşmeydi. Soğuk savaş bu politikaya hız verdi.
Çünkü dünya çapında soğuk savaş nedeniyle yaşanan bloklaşma, milletleri arka plana itip,
NATO, Varşova Paktı gibi uluslararası/uluslarüstü organizasyonları öne çıkardı.
42 İsmet Özel, Cuma Mektupları 8, İstanbul, 2002, s. 12043 Yansıma dergisi, Eylül 2001, sayı 1, sf 14
29
Özel, küreselleşmenin gerçeklik kazanmasıyla milletlerin ufuksuzlaştığını söyler.
Türkçülükle Özel’in yapmak istediği, küreselleşmeye, kapitalizme karşı durmaktır. İsmet
Özel’in Türkçülüğü sağlam temellere dayanan bir teori olmaktan çok, kapitalizme,
küreselleşmeye karşı bir şeyler yapma gereksiniminden kaynaklanmaktadır. “Ben bu lafları
ederken, Türkiye’de yapılacak bir işe işaret ediyorum. Benim öyle mücerret olarak bir şeyi
teorik geçerliliğe kavuşturup ondan sonra rahatlamak diye bir derdim yok. Yani insanlar bu
yaklaşım dolayısıyla yapılacak bir iş olduğu görüşünü benimsiyorlarsa ben yapılacak işten
bahsetmeye eğilimliyim. Yoksa çok da derdim değil yani Türkler mürkler.”44
“Neden İslamiyet değil de Türklük?” sorusunu ise şöyle yanıtlamaktadır: “Bu hem tarihi
şartlar gereği ikisini birbirinden ayırmanın anlamsızlığı yüzünden böyledir, hem de
kapitalizm dışında bir hayat tarzı aramanın bizi sevk ettiği yön bakımından böyledir.
İslamiyet’i onun bayraktarlığını yapmadan üstün vasfıyla tanıyamazsınız. Türklük İslam
bayraktarlığından başka bir şeyse onu anmaya değmez.”45
Özel’e göre Türk kanı taşımak, kişinin Türk olduğunun delili olamaz. Türklüğü biyoloji,
antropoloji ve sosyal bilimlerin yardımıyla tanımlamaya, anlamaya çalışma çabası
boşunadır. “Türklük vakıasına bilimsel bilgi alanından destek sağlamak isteyenler
Türklüklerini muhafaza etmek istiyorlarsa bilimselliklerinden, bilimselliklerini muhafaza
etmek istiyorlarsa Türklüklerinden vazgeçmek zorundadır.”46
İsmet Özel kendini “ideolojisine İstiklal Marşı’ndan başka çerçeve aramayan bir Türk
milliyetçisi” olarak tanımlar. Ona göre Türk toplumunun varlık şartlarından birincisi
İslamiyet’tir. İslam’dan yalıtılmış bir Türklüğün ilk mahvedeceği unsur Türk’tür.
Türklüğün oluşumu 1596 Haçova Meydan Muharebesi ile başlamış ve İstiklal Savaşı’yla
tamamlanmıştır. Haçova’nın Türk tarihi bakımından özelliği, düzenli birliklerin bu savaşta
44 Gerçek Hayat dergisi, 2003(16):1245 İsmet Özel, Cuma Mektupları 7, İstanbul, 2002, s. 3546 Age, s. 115
30
yenilmeleri ve kaçmalarına rağmen seyis, aşçı, karakullukçu gibi hizmetlilerin, en kıdemsiz
fertlerin düşman üzerine saldırması ve onları bozguna uğratarak savaşı zaferle
sonuçlandırmalarıdır. Çanakkale muharebeleriyle başlayan İstiklal Savaşı, Türklüğün
namusuyla Müslümanlığın namusunu bir daha birbirinden kopmayacak ölçüde birbirine
katıştırmıştır. Bu tarihten itibaren Türklük aleyhine her şey Müslümanlık aleyhine,
Müslümanlık aleyhine her şey Türklük aleyhinedir.
İsmet Özel’e göre dünyada yürürlükte olan bir düzen vardır. Bu düzenin merkezindeki
hegemonik yapı kapitalizm ve bu yapının billurlaştığı yer ABD’dir. Kapitalizm insanlığın
sefaletine neden olan hegemonik bir yapıdır. Türkiye ‘Batılı olmayan’ ülkelerden,
kolonyalizme konu olmaması (hiçbir zaman sömürgeleşmemesi) bakımından, ‘Batılı’
ülkelerden ise tarihi konumu gereği ayrılır. Böylece insanlık iki insan tipiyle karşı karşıya
kalmıştır. Birinci tip Amerikalı, ikinci tip ise Türk’tür. Kapitalizm dünyayı Amerikan
standartlarına uygun şekle sokan yapının adıdır. Oluşumunu dünya sisteminin
(kapitalizmin) dışında gerçekleştirmiş bulunanlar, en bariz vasıfları Müslümanlık olan
Türklerdir. İstiklal Savaşı’yla kurulan Türkiye Cumhuriyeti kapitalist alemden bir bakıma
kaçırılmıştır.
Başka bir kültürden asla elde edilemeyecek olan modernleşme, İsmet Özel’e göre Avrupa
kültürünün bir ürünüdür. Bu kültürün billurlaşmış haline günümüzde Amerikanlaşma
denilir. Avrupa, kültürünün varlığını sürdürebilmek için modernleşmeyi üretmiştir.
Dolayısıyla modernleşmenin evrenselliğinden bahsedemeyiz. Avrupa kimliği ve tanımı
Müslüman siyasi güçle olan çatışması sonucu oluşmuştur.
Tarih İslamiyet’e beden olarak Türklüğü tayin etmiştir. Sonu Amerikanlaşmaya varan
modernleşme ve onun oluştuğu ortam olan Avrupa, bütün hatalarının hasmı olarak
Türklüğü ve Türkleri bulmuştur. ‘Avrupa medeniyetine mahsus hataların hasmı’ sıfatından
kaçan herkes Türk’ten ve Türklükten kaçar bir hali benimsemiştir. Dünya sistemiyle
uyuşmazlığın bir imtiyaz niteliği kazandırdığı fikrine ancak Türkleşerek varılabilir.
31
İsmet Özel önerdiği reçetenin ‘kurulu düzen’e katkısı olabileceği durumunda onu
uygulamaktan vazgeçilebileceğini söyler. “Zihnimizde açıklığa kavuşturmamız gereken ilk
mesele Türklük eşittir Müslümanlık reçetesinin bir hegemonya tesisine alet olup olmadığı
veya müesses hegemonyaya destek olup olmadığıdır. Reçetenin insan ilişkileri terazisindeki
hegemonya kefesine az da olsa bir miktar ağırlık eklediği vaki ise onu derhal, hiç tereddüt
etmeden çöpe atalım; ama eğer bu reçeteyi ret yolunda çaba harcayanların reçete
aracılığıyla kazanılacağında katiyet bulunan özgürlük aleyhine faaliyet gösterdikleri fark
edilebilirse o zaman Türklük ayrı Müslümanlık ayrı / Türklük başka Müslümanlık başka
diyen herkesi çöpe atmamız vacip olacak.”47
İsmet Özel’in Türkleşmek hakkındaki bu düşünceleri Ziya Gökalp’in “Türkleşmek,
İslamlaşmak, Muasırlaşmak” adlı kitabındaki düşüncelerine çok benzer. İki düşünce
arasındaki kayda değer tek fark, Muasırlaşma(Çağdaşlaşma) konusundadır. Gökalp,
Türkleşmek ve İslamlaşmak ülkülerinin çağdaşlaşma ihtiyacı ile çatışmadığını öne
sürerken, Özel, çağdaşlaşmanın günümüzdeki karşılığının Amerikanlaşma olduğunu ve
buna karşı çıkılması gerektiğini söyler. Özel’e göre ‘ya Türkleşeğiz, yahut
Amerikanlaşacağız; üçüncü bir yol yok!’. İsmet Özel’de olduğu gibi Ziya Gökalp’te de
Türkleşmek, kaçınılmaz olarak İslamlaşmayı getirir. Türkçülük aynı zamanda
İslamcılıktır.48
47 İsmet Özel, Cuma Mektupları 8, İstanbul, 2002, s. 5748 Ziya Gökalp, Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak; İstanbul, 1997, s. 14, 44
32
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Çalışmamızda örnek olarak Cemil Meriç, Hasan Cemal, Cüneyt Ülsever, Cengiz Çandar
gibi farklı düşüncelere sahip, ancak belli dönemlerde düşünceleri değişime uğramış
herhangi bir aydını ele alsaydık sonuç bakımından söyleyeceklerimiz farklı olmayacaktı.
Çünkü Türk aydınlarının siyasi mücadeleleri, değişik dünya görüşleri arasında değil,
birbirine rakip devletçi fraksiyonlar arasında cereyan etmektedir.49
Bu tespit, Tanzimat döneminden itibaren Türkiye’nin siyasi hayatına giren ve halkın
desteğini arkasına alabilen bütün ideolojiler için geçerlidir.
49 Sabahattin Şen, Türk Aydını ve Kimlik Sorunu, İstanbul, 1995, s. 154
33
17. yüzyıl sonu ve 18. yüzyıl başlarında gönderdiği elçilerle Batı’yı yakından tanımaya
çalışan Osmanlı devlet yöneticileri, ülkelerinin medeni seviye bakımından Batı’ya oranla
kat kat geride kaldıklarını görünce devlet kurumlarını iyileştirme çabalarına girişmiş ve bu
çabalardan bir sonuç alamayınca örnek olarak Batı’yı göstermişti. Devletin bu tutumunun
bir sonucu olarak Batıcı aydınlar ortaya çıktı.
20. yüzyılın başında, iki yüz yıllık Batılılaşma çabalarının elle tutulur hiçbir faydasını
görmeyen (ya da bu faydayı elde etme becerisini gösteremeyen) devlet, üstüne üstlük,
Batı’yla ilişkilerinin bir sonucu olarak, ülke içinde karışıklıklara neden olan milliyetçi
akımların ortaya çıktığını görmüştür.
Parçalanma endişesiyle devlet yeni bir siyaset izlemeye başlar. Bu siyaset Osmanlıcılıktır.
Devletin Osmanlıcılık siyaseti gütmesinin hemen ardından Osmanlıcı aydınların ortaya
çıktığı görülmüştür.
II. Abdülhamit’in tahta çıkışıyla bu defa İslamcılık öne çıkmış, aydınlar yine devleti takip
etmiştir.
Cumhuriyet döneminde resmi ideoloji, aydınların yönlerini/ideolojilerini belirlemede
Cumhuriyet öncesi gibi doğrudan etkide bulunmamış olsa da, Türk aydınının, ideoloji
belirlemede seçenekleri yine belli bir çerçevenin dışına çık(a)mamıştır.
Cumhuriyeti kuran kadroların, kimine göre teşviki, kimine göre sadece göz yumması ile
gerçekleşen 27 Mayıs 1960 askeri darbesi sonrası devlet, sosyalizan faaliyetlerin önünü
açmıştır. Devletin icazetini alan Türk aydını büyük bir şevkle bu ideolojiye sarılmıştır. 12
Mart 1971 muhtırası sonrası devlet, sosyalizme ‘dur’ demiş, 12 Eylül 1980 askeri
darbesiyle de bizzat durdurmuştur.
1980 sonrasında ise devlet İslamcıların önünü açmış, aydınlar bu ideolojiyi çabucak
sahiplenmişlerdir.İslamcılara ‘dur’ deme vaktinin ise 28 Şubat 1997 MGK kararları ile
34
geldiğini görüyoruz. İslamcılığın aydınlar arasında itibar kaybetmesi de aynı yıllarda
gerçekleşmiştir.50
Kısaca özetlediğimiz bu dönemlerde aydınların düşünce değişimlerinin askerin ‘zorlaması’
ile gerçekleştiği söylenemez. Yukarıda Türk aydının, ideolojisini belirlemede belli bir
çerçeve dışına çık(a)madığını söylemiştik. Bu çerçeveyi belirleyen devlet ya da askeri
otorite değil, kültürel, tarihi ve toplumsal koşullardır. Aydınların dönem dönem
savundukları bu ideolojilerin özelliği, Türkiye’de savunulabilecek ve halkın desteğini
alabilecek ideolojiler olmasıdır.
Bütün bu ideolojiler Tanzimat dönemi ile kaybedilen kimliği yeniden bulma çabalarının
Türk aydınındaki karşılığıdır ve bu ideolojilerin hiçbiri diğerinin antitezi değildir. “Türk
Kimliği” adlı çalışmanın yazarı Bozkurt Güvenç de bu noktaya dikkati çekiyor: “Kültürel
kimliğimizi Altaylardan, İslamiyet’ten, Malazgirt’ten, Osmanlı’dan, Cumhuriyet’ten
başlatan tarihçiler görülüyor. Hangisi yanlış? Bu görüşlerden hiçbiri yanlış olmadığı gibi;
kültür tarihi açısından hepsi doğrudur. Biz hepsiyiz ama bilmiyoruz. ‘Bizim inandığımız
doğru olduğuna göre, ötekiler herhalde yanılıyor’ yargısına varıyor ve yanılıyoruz.
Sorunlarımızı akıllı-uslu çözmek yerine, inançla çatışıyoruz.”51
Kısacası, Türk aydınının geçirdiği değişimler, sanıldığının aksine radikal, köklü değişimler
değildir. Bunu, çalışmamıza örnek olarak aldığımız İsmet Özel’de de görmekteyiz.
“Beni sosyalist olmaya iten etkenler Müslüman olmaya da itti. Ben aynı yol üzerinde
yürüyüp Müslüman oldum.”52
“Ben hangi sebeplerle sosyalist olduysam aynı sebeplerle Müslüman oldum.”53
50 Burada verdiğimiz tarihler (1960, 1971, 1980, 1997) bizi yanıltmamalı. 1960 tarihini verirken, devlet ve aydınların düşünce değişimlerinin bu tarihte birdenbire değiştiğini iddia etmiyoruz. Burada anlatılmak istenen bu tarihlerin biraz öncesi ve sonrasında değişimin yavaş yavaş gerçekleştiğidir. Bu, diğer tarihlendirmeler için de geçerlidir.51 Sabahattin Şen, Türk Aydını ve Kimlik Sorunu, İstanbul, 1995, s. 1652 İsmet Özel, Sorulunca Söylenen, İstanbul, 1999, s. 2853 Age s. 37
35
“Sosyalist bir bakış açısından İslami bir dünya görüşüne geçmem, kamuoyunda büyük bir
değişiklik gibi görünüyor. Ama ben kendi içimde böyle büyük bir değişiklik yaşadığımı
sanmıyorum.”54
KAYNAKLAR
1. Acar, Saadettin; Sıkı Adamlar, Birey Yayınları, İstanbul, 2002, 102 s.
2. Aktaş, Hasan; İsmet Özel’in Amentüsü, Birey Yayınları, İstanbul, 2000, 95 s.
3. Akyüz, Kenan; Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, İnkılâp Kitabevi,
İstanbul, 1990, 270 s.
4. Bolay, Süleyman Hayri; Felsefi Doktrinler ve Terimler Sözlüğü, Akçağ Yayınları,
Ankara, 1997, 541 s.
5. Cemal, Hasan; Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım, Doğan Kitap, İstanbul, 357 s.
54 Age, s. 298
36
6. Çutsay, Osman; 1960’larda Şairin Genç Bir Adam Olarak Portresi, Ygs Yayınları,
Ankara, 1997, 95 s.
7. Gökalp, Ziya; Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak; Toker Yayınları, İstanbul,
1997, 80 s.
8. Gökalp, Ziya; Türkçülüğün Esasları, Toker Yayınları, İstanbul, 2002, 190 s.
9. Güvenç, Bozkurt; Türk Kimliği, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2000, 448 s.
10. Meriç, Cemil; Mağaradakiler, İletişim Yayınları, İstanbul, 1998, 287 s.
11. Özel, İsmet; Üç Mesele, Şule Yayınları, İstanbul, 1998, 199 s.
12. Özel, İsmet; Zor Zamanda Konuşmak, Şule Yayınları, İstanbul, 1998, 368 s.
13. Özel, İsmet; Faydasız Yazılar, Şule Yayınları, İstanbul, 2000, 103 s.
14. Özel, İsmet; Tehdit Değil Teklif, Şule Yayınları, İstanbul, 2000,197 s.
15. Özel, İsmet; Erbain (Kırk Yılın Şiirleri), Şule Yayınları, İstanbul, 2001, 238 s.
16. Özel, İsmet; Waldo, Sen Neden Burada Değilsin?; Şule Yayınları, İstanbul, 1999,
118 s.
17. Özel, İsmet; Sorulunca Söylenen, Şule Yayınları, İstanbul, 1999, 432 s.
18. Özel, İsmet; Taşları Yemek Yasak, Şule Yayınları, İstanbul, 1999, 126 s.
37
19. Özel, İsmet; Cuma Mektupları 7, Şule Yayınları, İstanbul, 2002, 146 s.
20. Özel, İsmet; Cuma Mektupları 8, Şule Yayınları, İstanbul, 2002,148 s.
21. Özel, İsmet; Bilinç Bile İlginç, Şule Yayınları, İstanbul, 2001, 253 s.
22. Sevük, İsmail Habib; Tanzimat Devri Edebiyatı, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 1951,
336 s.
23. Şen, Sabahattin; Türk Aydını ve Kimlik Sorunu, Bağlam Yayınları, İstanbul, 1995,
583 s.
24. Tanpınar, Ahmet Hamdi; 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Çağlayan Kitabevi,
İstanbul, 1982, 1-158 s.
25. Ülsever, Cüneyt; Neden Liberalim? (Pratik Teoriyi Daima Aşıyor), Timaş
Yayınları, İstanbul, 2000, 188 s.
38