tİsk anayasa görüşleri

52
TİSK EKONOMİK ANAYASA RAPORU ANAYASA’NIN TEMEL ESASLARI VE MALİ EKONOMİK HÜKÜMLERİNE İLİŞKİN GÖRÜŞ VE ÖNERİLER EKİM 2011

Upload: bizsizanayasaolmaz

Post on 13-Jun-2015

469 views

Category:

News & Politics


6 download

DESCRIPTION

Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) yeni anayasa çalışmalarına katılmak üzere kendi talep ve beklentilerini bir araya topladığı bir rapor hazırladı. Konfederasyonun raporunda daha ziyade anayasanın mali ve ekonomik hükümlerine odaklanılıyor ve rapor üç bölümden oluşuyor.TİSK, raporun ilk bölümünde anayasanın bütününe yönelik temel yaklaşımlarını ortaya koyuyor. TİSK yeni anayasada; 1892 Anayasa’sının değiştirilemez nitelikteki ilk üç maddesinin korunmasını, kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ilkesinin korunmasını, kuvvetler ayrılığı temelinde geleneksel parlamenter rejim deneyimimizin başkanlık rejimi alternatifi karşısında muhafaza edilmesini ve çalışma yaşamına yönelik düzenlemelerin sosyal barış, istihdam, ekonomik büyüme ve rekabet gücüne dayandırılmasını talep ediyor.Raporun ikinci bölümünde anayasa’nın mali ve ekonomik hükümlerine ilişkin genel değerlendirmeler yer alıyor. Burada anayasa’nın 5’inci maddesinde düzenlenen “devletin temel amaç ve görevleri” arasında yer alan “ekonomik engelleri kaldırma görevi”nin somutlaştırılması gerektiği ve bu görevin “destek olma, yol açma” gibi pozitif eylemlerle yerine getirilmesi gerektiğinin altı çiziliyor. Bu kapsamda, ekonominin rekabet gücünün, küresel rekabete uyumlu ve dayanıklı hale getirilmesinde devletin aktif desteğine ihtiyaç duyulduğu da belirtiliyor.TİSK’in raporunun üçüncü bölümünde ise; mülkiyet hakkı, çalışma ve sözleşme özgürlüğü, piyasaların denetimi ve dış ticaretin düzenlenmesi, bağımsız idari otoriteler/düzenleyici kurullar, devletleştirme ve özelleştirme, Merkez Bankası’nın statüsü-para arzı, vergi, borçlanmanın sınırlandırılması ve bütçe denkliği, ekonomik ve sosyal konsey, AB üyeliği ve egemenlik, siyasi partilerin seçim harcamaları konuları ele alınıyor ve anayasada nasıl yer almaları gerektiği ayrıntılı olarak inceleniyor.

TRANSCRIPT

Page 1: TİSK Anayasa Görüşleri

1

TİSK EKONOMİK ANAYASA

RAPORU

ANAYASA’NIN TEMEL ESASLARI

VE

MALİ EKONOMİK HÜKÜMLERİNE İLİŞKİN

GÖRÜŞ VE ÖNERİLER

EKİM 2011

Page 2: TİSK Anayasa Görüşleri

2

Page 3: TİSK Anayasa Görüşleri

3

Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu,

Bu raporun hazırlık sürecinde bilimsel birikimlerini ve deneyimlerini bizimle paylaşan ve Rapora aktaran;

Prof.Dr. Sayın Turgut TAN,

Prof.Dr. Sayın Ömer Faruk ÇOLAK ve

Doç.Dr. Sayın Sultan ÜZELTÜRK’e

Teşekkürlerini sunar...

Page 4: TİSK Anayasa Görüşleri

4

Page 5: TİSK Anayasa Görüşleri

5

SUNUŞ

Giderek daha hızlı değişen ülke ve dünya koşulları, ekonomik ve sosyal yapı, Ülkemizde de Anayasa’ya yönelik değişiklik taleplerinin artmasını beraberinde getirmiştir.

Hepimizin hayalinde farklı dinamiklerden yükselen, toplumsal mutabakatla şekillenen yeni bir Anayasa gelişiyor. Bu ivmeyle toplumun tüm kesimleri hatta bireyleri olarak bu hayale harç koymak görev ve sorumluluğunu taşıyoruz.

Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, ülkemiz ihtiyaçlarına daha net cevaplar verebilecek, sürekli olarak “olağanüstü rejim ürünü” eleştirisi ve ipoteği ile karşılaşmayacak, “Kimseye değil, herkese ait olacak”, yeni bir Anayasa girişimini desteklemekte ve olumlu karşılamaktadır. Bu desteğimizin temelini de, Türkiye’nin “Laik, Demokratik Cumhuriyete” dayalı “Sosyal Hukuk Devleti “ modelinin, Yeni Anayasa’nın da omurgasını teşkil etmesine dönük beklentimiz oluşturmaktadır.

Konfederasyon olarak, bugüne kadar olan süreçte en az ilgiyi gördüğüne inandığımız, hatta çok az çalışma yapılan bir konuya dikkatleri çekmek istedik. Anayasa’nın mali ve ekonomik hükümlerine ilişkin görüşlerimizi içeren bu Rapor’u hazırladık.

Anayasa tartışmalarına ekonomik bir boyut kazandırmayı, bu alandaki değerlendirmeleri zenginleştirmeyi; Anayasanın ekonomi ve işletmelere yönelik yeni bir bakış açısı ile değerlendirilmesine zemin hazırlamayı hedefledik.

AB ülkelerindeki ekonomik sorunlara anayasal çözüm arayışlarını ve onların anayasalarını inceledik. Ülke deneyimlerini Türkiye’ye aktarmaya çalıştık.

Mülkiyet hakkı, çalışma ve sözleşme özgürlüğü, piyasaların denetimi ve dış ticaret, bağımsız idari otoriteler, devletleştirme ve özelleştirme, Merkez Bankası, vergi, borçlanmanın sınırlandırılması ve bütçe denkliği, Ekonomik ve Sosyal Konsey, siyasi parti harcamalarının denetlenmesi gibi konulara yoğunlaştık.

Anayasal mali ve ekonomik hükümlere yönelik önerilerimizle, iktidarların ekonomi politikalarına katı sınırlar koymayı değil, iktidar erkinin kullanılmasında uyulacak temel kuralların vatandaşlar ve ekonominin temel aktörleri açısından bilinebilir olmasını ve hukuk güvenliğinin sağlanmasını hedefledik.

Türk Sanayii’nin özlemi ve beklentisi; siyasi iktidarların ekonomik kararlarının, üzerinde uzlaşma sağlanmış ekonomik kurallara dayalı olarak alınmasını sağlayacak bir anayasal zeminin oluşturulmasıdır.

TÜRKİYE İŞVEREN SENDİKALARI KONFEDERASYONU

Page 6: TİSK Anayasa Görüşleri

6

Page 7: TİSK Anayasa Görüşleri

7

İÇİNDEKİLER

TİSK EKONOMİK ANAYASA RAPORU YÖNETİCİ ÖZETİ 1

I. ANAYASA’NIN BÜTÜNÜNE YÖNELİK TEMEL YAKLAŞIMLARIMIZ

A- Genel Değerlendirme 9

B- Temel Değerlerimiz 10

C- Anayasa Değişikliği Toplumsal Uzlaşma Temeline Dayanmalıdır. 11

D- Anayasa’nın Yeniden Hazırlanmasında, Uzun Vadeli İhtiyaçların

Karşılanması Hedeflenmelidir. 12

II. ANAYASAMIZIN MALİ HAYATA VE EKONOMİYE YÖN VEREN HÜKÜMLERİNE İLİŞİN GENEL DEĞERLENDİRMELERİMİZ 13 III. EKONOMİK ANAYASA ÖNERİLERİ

A. NEDEN EKONOMİK ANAYASA? 17

⇒ Ekonomi – Hukuk İlişkisi 17

⇒ “Ekonomik Anayasa” kavramı 18

⇒ Ekonomik krizler ve “Ekonomik Anayasa” 19

⇒ Anayasaların bir ekonomik model tercihi olmalı mıdır? 22

⇒ Anayasal düzenlemelerin uygulamaya geçirilmesi 23

B. ÖNERİLERİMİZ

⇒ Mülkiyet Hakkı 25

⇒ Çalışma ve Sözleşme Özgürlüğü 26

⇒ Piyasaların Denetimi ve Dış Ticaretin Düzenlenmesi 27

⇒ Bağımsız İdari Otoriteler / Düzenleyici Kurullar 28

⇒ Devletleştirme / Özelleştirme 29

⇒ Merkez Bankası’nın Statüsü - Para Arzı 30

⇒ Vergi 32

⇒ Borçlanmanın Sınırlandırılması Ve Bütçe Denkliği 35

⇒ Ekonomik ve Sosyal Konsey 38

⇒ AB Üyeliği ve Egemenlik 40

⇒ Siyasi Partilerin Harcamalarının Denetlenmesi 42

Page 8: TİSK Anayasa Görüşleri

8

Page 9: TİSK Anayasa Görüşleri

1

TİSK EKONOMİK ANAYASA RAPORU

YÖNETİCİ ÖZETİ

Raporumuz üç ana bölümden oluşmaktadır.

BİRİNCİ BÖLÜM; Anayasa’nın bütününe ilişkin TİSK’in temel yaklaşımlarını içermektedir.

Bu bölüm;

Genel değerlendirme, Temel değerlerimiz, Toplumsal uzlaşma gerekliliği ve Değişikliklerin uzun vadeli ihtiyaçları hedeflemesi gereği

başlıklarından oluşmaktadır.

Çalışmalarımızın amacı: Yürütülmekte olan Anayasa çalışmalarına ekonomik boyut kazandırmak, bu yöndeki değerlendirmeleri zenginleştirmek ve konuya ilişkin görüş ve yaklaşımlarımızı ortaya koymaktır.

Genel değerlendirme bölümünde; “kimseye değil, herkese ait bir Anayasa ” yapma gereği vurgulanmış;

Temel değerlerimiz arasında,

Anayasanın değiştirilemez nitelikteki ilk üç maddesinin korunması, Kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ilkesinin korunması, Kuvvetler ayrılığı temelinde geleneksel parlamenter rejim deneyimimizin

başkanlık rejimi alternatifi karşısında muhafaza edilmesi, Çalışma yaşamına yönelik düzenlemelerin sosyal barış, istihdam, ekonomik

büyüme ve rekabet gücüne dayandırılması

esaslarına vurgu yapılmıştır.

Son iki bölümde de Anayasa’nın tartışmasız uygulanabilirliğinin, dayandığı uzlaşma temelinin gücüne bağlı olduğu ve yeni Anayasa’nın uzun vadeli ekonomik ve toplumsal ihtiyaçları karşılaması gereğine vurgu yapılmıştır.

Devam etmekte olan Anayasa çalışmalarının, daha geniş bir demokratik zeminde sürdürülme ve eleştirdiği dönemlere ait Anayasalardan daha iyisini yapma sorumluluğu taşıdığı ifade edilmiştir.

Page 10: TİSK Anayasa Görüşleri

2

İKİNCİ BÖLÜMDE; Anayasa’nın mali ve ekonomik hükümlerine ilişkin Konfederasyonumuzun genel değerlendirmelerine yer verilmiştir.

Bu bölümde, özel sektörün faaliyetlerini gerçek bir serbest piyasa ortamında ve rekabetçi şekilde sürdürmesinin güvence altına alınması, hükümetlerin mali disiplin ve sorumluluk içinde hareket etmeleri gereği ve hukuk devleti ilkesine vurgu yapılmıştır.

Önerilerimizin mali ve ekonomik alanda sunulmuş olmasının Anayasanın diğer hükümlerine duyarsız ve tarafsız olduğumuz şeklinde değerlendirilemeyeceği ve her türlü çalışmaya önerilerimizi sunmaya, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da devam edeceğimiz ifade edilmiştir.

Konfederasyonumuzun temel yaklaşımı;

Anayasa’mızın 5’inci maddesinde düzenlenen “Devletin temel amaç ve görevleri” arasında yer alan “ekonomik engelleri kaldırma görevi”nin, bugün gelinen aşamada yeterli kabul edilemeyeceği,

Bu görevin Anayasa’nın diğer hükümlerinde somutlaştırılmasının yanı sıra Devletin engel kaldırma sorumluluğunun geleceğe dönük düzenlemeler ile “destek olma, yol açma” gibi pozitif eylemlerle ortaya konulmasının beklendiği,

Bu kapsamda, ekonomimizin rekabet gücünün, küresel rekabete uyumlu ve dayanıklı hale getirilmesinde devletin aktif desteğine ihtiyaç duyulduğu,

Devletin, mal ve hizmet üreticisi olarak serbest piyasadan çekilmesi ve sistemin sağlıklı işleyişini sağlamak amacıyla piyasaların düzenlenmesi ve denetimi rolünü üstlenmesinin uygun olacağı

şeklinde özetlenmiştir.

Page 11: TİSK Anayasa Görüşleri

3

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ise iki ayrı ana başlıktan oluşmaktadır.

Bu bölümün ilk ana başlığı altında “Neden Ekonomik Anayasa” sorusu;

Ekonomi hukuk ilişkisi, Ekonomik anayasa kavramı, Ekonomik krizler ve ekonomik anayasa, Anayasaların ekonomik model tercihi olmalı mıdır?, Anayasal düzenlemelerin uygulamaya geçirilmesi,

başlıkları altında değerlendirilmiştir.

Konuyla ilgili ulusal ve uluslararası bilgilere, mahkeme kararlarına ve genel değerlendirmelere yer verilmiştir.

Özellikle son aylarda AB’de ekonomik krizden çıkış için başlayan anayasal çözüm arayışları ile Eylül 2011’de İspanya Anayasası’nda yapılan bütçe denkliği ve borçlanmanın sınırlandırılmasına ilişkin düzenleme hakkında bilgi verilmiştir.

İkinci ana başlık ise Anayasa’da yer alması gerektiği düşünülen ana konuları ve bu konulardaki önerilerimizi kapsamaktadır.

Bu bölümde ele alınan konular şunlardır:

Mülkiyet Hakkı

Çalışma ve Sözleşme Özgürlüğü

Piyasaların Denetimi ve Dış Ticaretin Düzenlenmesi

Bağımsız İdari Otoriteler/Düzenleyici Kurullar

Devletleştirme ve Özelleştirme

Merkez Bankası’nın Statüsü-Para Arzı

Vergi

Borçlanmanın Sınırlandırılması ve Bütçe Denkliği

Ekonomik ve Sosyal Konsey

AB Üyeliği ve Egemenlik

Siyasi Partilerin Seçim Harcamaları

Page 12: TİSK Anayasa Görüşleri

4

⇒ MÜLKİYET HAKKI

Mülkiyet hakkı başlığında öncelikle “hakların bölünmezliği ilkesi” çerçevesinde, Anayasa da düzenlenen tüm hakların bir bütün olarak değerlendirilmesi gereği üzerinde durulmuştur.

Mülkiyet hakkı kapsamında getirilen öneri; Anayasadaki mevcut düzenlemenin karşılaştırmalı hukuk örneklerinden farklı olmadığı dikkate alınarak korunması ve kamulaştırma ve mülkiyet hakkının tek madde olarak düzenlenmesi yönündedir.

Ayrıca mülkiyet hakkına, mevcut Anayasa’da olduğu gibi ancak “kamu yararı” ile sınır getirilmesi önerilmektedir.

Kamulaştırmasız el koyma sorununa vurgu yapılmaktadır.

⇒ ÇALIŞMA VE SÖZLEŞME ÖZGÜRLÜĞÜ

Mevcut Anayasamızda da yer alan; Devletin özel teşebbüslerin ekonominin gereklerine, sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayan tedbirler almasının yanında “rekabetçi yapının güçlendirilmesi” konusunda da rol üstlenmesi önerilmiştir.

Herkesin çalışma ve sözleşme özgürlüğüne sahip olduğu, ayrıca girişim özgürlüğü ilkesinin anayasa metnine girmesi kabul edilmiştir. Çalışma, sözleşme ve girişim özgürlüğü ancak ulusal güvenlik, genel sağlık ve genel ahlakı korumak amacıyla sınırlandırılmalıdır.

⇒ PİYASALARIN DENETLENMESİ VE DIŞ TİCARETİN DÜZENLENMESİ

Mevcut madde başlığının “piyasaların düzenlenmesi ve dış ticaretin geliştirilmesi” şeklinde değiştirilmesi önerilmektedir. Denetim vurgusu başlıktan çıkarılarak “düzenleme ve geliştirme” görevi ön plana çıkarılmaktadır.

Devletin “girişimciliği ve rekabet gücünü artırıcı tedbirleri” alma görevinin yanı sıra “yurtiçinde yapılan üretimi, ihracatı, kayıtlı sektörü ve her alandaki üreticiyi desteklemesi” önerisi sunulmaktadır.

Ayrıca Devletin bu alandaki görevlerini “özerk ve bağımsız kurum ve kurullar oluşturarak yerine getirmesi” önerisi sunulmaktadır. Bu kurullarda özel sektör temsilcilerinin yer alması gereğine vurgu yapılmaktadır.

Dış ticaretle ilgili olarak ise karşılaştırmalı hukuk metinleri dikkate alınarak Devletin “ekonominin yurtdışı menfaatlerini koruyacağına” ilişkin anayasal bir taahhütte bulunması önerilmektedir.

Page 13: TİSK Anayasa Görüşleri

5

⇒ BAĞIMSIZ İDARİ OTORİTELER/DÜZENLEYİCİ KURULLAR

Bağımsız idari otoriteler hakkında genel bilgi verilerek bu kuruluşlarla ilgili iki öneride bulunulmaktadır.

Önerilerden birincisi; bunların idarenin bütünlüğü ilkesi içinde tanımlamalarının yapılması, diğeri de enerji, telekomünikasyon, bankacılık, sermaye piyasası ve rekabet gibi alanlardaki etkinlikleri dikkate alınarak “piyasaların düzenlenmesine” ilişkin maddeye bir ilave yapılmasıdır.

⇒ DEVLETLEŞTİRME VE ÖZELLEŞTİRME

Anayasa’da konuyu düzenleyen mevcut maddenin ilk iki fıkrasının birleştirilerek tek fıkra haline getirilmesi önerilmekte ve kamu hizmetlerinin özel hukuk kişilerine devrine ilişkin esasların kanunla belirlenmesi konusunda öneri getirilmektedir.

Metinde ayrıca özelleştirmenin amacının sadece gelir elde etmek olmaması gerektiği, özelleştirilen işletmelerin daha verimli çalışması ve ekonomiye katkı yapmaları gereğine de vurgu yapılmaktadır.

⇒ MERKEZ BANKASI’NIN STATÜSÜ – PARA ARZI

Konuyla ilgili olarak mevcut Anayasamızda hüküm yoktur.

Konunun anayasal seviyede düzenlenmesine ilişkin öneri sunulmaktadır.

Merkez Bankası’nın amaç veya araç özgürlüklerinden her ikisine de sahip olması önerilmektedir.

Amaç bağımsızlığından kasıt Merkez Bankası’nın para politikasına ilişkin hedefleri kendisinin belirlemesidir.

Araç bağımsızlığından kasıt ise, belirlenen amaca ulaşmada kullanılan para politikası araçlarının tümünü serbestçe kullanabilmesidir.

Bağımsızlık talebi konusunda AB kurucu anlaşmasına atıfta bulunulmaktadır.

Page 14: TİSK Anayasa Görüşleri

6

⇒ VERGİ

“Kanunilik ilkesi” nin önemi vurgulanmıştır.

Mevcut Anayasamızın 73’üncü maddesinde Bakanlar Kurulu’na muafiyet ve istisna getirme konusunda verilen yetkinin bu ilkeye aykırı olduğu tespitine yer verilmiştir.

Ayrıca verginin belirlilik ve öngörülebilirlik nitelikleri üzerinde durularak mükellef, matrah, oran, zaman ve ceza gibi konularda yasama yetkisinin yürütmeye bırakılmaması vurgulanmıştır.

Vergide “hukuki güvenlik” kavramı üzerinde durulmakta, verginin sene başından önce çıkarılacak kanunlarla düzenlenmesi ve yıl içinde değişikliğe gidilmemesi önerilmektedir.

Mükellef haklarının korunması gerektiği vurgulanmaktadır.

Ayrıca; vergi denetim oranlarının artırılması, denetimin şeffaflaştırılması ve mali denetçilerin sorumluluğu konularına atıfta bulunulmaktadır.

⇒ BORÇLANMANIN SINIRLANDIRILMASI VE BÜTÇE DENKLİĞİ

Borçlanmanın sınırlandırılması gereği konusunda AB ülkelerindeki gelişmelere ve ülkemizde hazırlanan ancak henüz yasalaşamayan Mali Kural Kanun Tasarısı’na atıfta bulunulmuştur.

Devletin ve yerel yönetimlerin iç ve dış borçlanmaya kanunla yetkilendirilmeleri halinde gidebilmeleri,

Borçlanma sınırlarının belirlenmesi,

Dış borç ile sağlanan finansmanın yatırım harcamaları dışında kullanılmaması,

Borç anapara ve faiz ödemeleri için bütçeye ödenek konulması zorunluluğu konularında öneriler getirilmiştir.

Denk bütçe konusunda, tüm kamu kuruluşlarının ve yerel yönetimlerin mali istikrar ve bütçe dengesi içinde hareket etmeleri gereği vurgulanmıştır.

Page 15: TİSK Anayasa Görüşleri

7

⇒ EKONOMİK VE SOSYAL KONSEY

Karşılaştırmalı hukuk metinleri değerlendirilmiş ve

Konseyin oluşumunda sosyal tarafların temsilinin ağırlıkta olması,

Konseyin “zorunlu” ve “ihtiyari” olmak üzere iki çeşit danışma fonksiyonu olması,

Zorunlu danışma niteliğinin örneğin bütçe ve istihdama ilişkin temel kanunlara hasredilebileceği,

İhtiyari danışma niteliğinin ise yasama ve/veya yürütme organından gelecek talepler doğrultusunda devreye girebileceği,

ESK’ya özel sektör temsilcileri arasından Kamu Denetçisi önerme imkanının sağlanması,

Konsey tarafından çalışma konularına ilişkin yıllık raporlar yayınlanması

yönünde öneriler sunulmuştur.

⇒ AB ÜYELİĞİ VE EGEMENLİK

AB’ne üye olunması halinde egemenlik hakkının AB’nin yetkili organları ile birlikte kullanımı ve üyeliğe ilişkin anlaşmanın onaylanması konusunda anayasada yer alacak düzenleme konusunda öneri sunulmaktadır.

Öneride, anlaşmanın halk oyuna sunulması, TBMM’de nitelikli çoğunlukla kabulü esaslarına yer verilmiş ve diğer üye devletlerle eşit koşullarda olma gereği vurgulanmıştır.

⇒ SİYASİ PARTİLERİN SEÇİM HARCAMALARI

Siyasi partilerin seçim harcamaları konusunda karşılaştırmalı hukuktan örneklere yer verilmiştir ve Venedik Komisyonu’nun 46. Genel Kurulu’nda kabul edilen “Farklı siyasi güçlerin fırsat eşitliğini garantilemek için, seçim kampanyası masraflarında ülkedeki duruma uygun ve ilgili seçmen sayısı oranına göre bir tavan belirlenmelidir.” şeklindeki kararın ülkemiz açısından düzenlenmeye konu edilmesi ihtiyacı vurgulanmıştır.

Page 16: TİSK Anayasa Görüşleri

8

Page 17: TİSK Anayasa Görüşleri

9

EKONOMİK ANAYASA RAPORU

I . ANAYASA’NIN BÜTÜNÜNE YÖNELİK TEMEL YAKLAŞIMLARIMIZ

A- GENEL DEĞERLENDİRME

Türk Anayasa Hukuku’nun tarihsel gelişiminde ilk anayasamız olan 1876 tarihli

Kanun-i Esasi’nin önemi büyüktür.

Onu izleyen 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, 3 yıl yürürlükte kaldıktan

sonra yerini Cumhuriyet döneminin ilk anayasası olan 1924 tarihli Teşkilat-ı Esasiye

Kanunu’na bırakmıştır.

36 yıl uygulanan 1924 Anayasası’nı ise 1961 ve 1982 tarihli Anayasalarımız

takip etmiştir.

Görüleceği üzere Türk Anayasacılığı 135 yıl içinde, 5 farklı anayasa deneyimi

yaşamıştır.

Giderek daha hızlı değişen ülke ve dünya koşulları, ekonomik ve sosyal yapı,

toplumsal beklentilerdeki farklılaşma, demokratik standartların dinamizmi gibi

nedenler Anayasa’ya yönelik değişiklik taleplerinin artmasını ve beklentilerin

çoğalmasını beraberinde getirmektedir.

Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, ülkemiz ihtiyaçlarına daha iyi

cevaplar verebilecek, sürekli olarak “olağanüstü rejim ürünü” eleştirisi ve ipoteği ile

karşılaşmayacak, “Kimseye değil, herkese ait olacak”, yeni bir Anayasa girişimini

desteklemekte ve olumlu karşılamaktadır.

Daha iyi, daha doğru ve daha güncele dönük değişim kaçınılmaz olmakla

birlikte, bizi biz yapan değerlerlerimizin her türlü değişim taleplerinin dışında

tutulması gerektiğine yönelik temel inancımızın ayrıntılarına “Temel Değerlerimiz”

başlığı altında yer verilmiştir.

Page 18: TİSK Anayasa Görüşleri

10

B- TEMEL DEĞERLERİMİZ

Konfederasyonumuz, Ülkemiz için 21. Yüzyılda çağdaş ve güncel bir anayasaya

ihtiyaç duyulduğu görüşünü paylaşmaktadır.

Şüphe yoktur ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerine, üniter devlet

yapısına, resmi diline, bayrağına, milli marşına ve başkentine ilişkin hükümler her

türlü değişiklik düşüncesinin kapsamı dışındadır.

Bu çerçevede, Anayasamızın ilk üç maddesinde vücut bulan ve varlığımızı

borçlu olduğumuzu düşündüğümüz; “Devletin şekli, cumhuriyetin nitelikleri ve

devletin bütünlüğüne ilişkin düzenlemeler”in aynen muhafaza edilmesi gereği,

daha önce de kamuoyuna açıkça ifade ettiğimiz temel görüşümüzdür.

Türkiye’nin, “Laik, Demokratik Cumhuriyete” dayalı Sosyal Hukuk

Devleti Modeli, yeni Anayasa’nın da omurgasını teşkil etmeye devam

etmelidir.

Bu çerçeve içinde, her türlü tartışmanın dışında kabul ettiğimiz “Temel

Değerlerimiz” şunlardır:

⇒ Mevcut Anayasamızın ilk üç maddesinde yer alan hükümler varlığını muhafaza

etmelidir.

⇒ “Yasama", "Yürütme" ve "Yargı" erkleri arasındaki kuvvetler ayrılığı prensibi,

hukuk devleti gerekleri ve parlamenter sistem ile uyumlu bir şekilde varlığını

sürdürmelidir. Hukuk devletinin “İnsan haklarına dayanan, bu hak ve

özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her

alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, hukuk

güvenliğini gerçekleştiren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,

hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, yargı denetimine açık olan

devlet1” olduğu yaklaşımı tüm çalışmaların dayanak noktasını oluşturmalıdır.

Beklentimiz, hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkelerinin bu değerlendirme

paralelinde uygulamaya geçirilmesidir.

                                                            1 Anayasa Mahkemesi’nin 28.04.2011 tarih ve Esas No: 2009/39, Karar: 2011/68 sayılı kararı (Karar, 15 Ekim 2011 tarih ve 28085 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır)

Page 19: TİSK Anayasa Görüşleri

11

⇒ Başkanlık rejimi önerisi her anayasa değişikliği çalışmasında geçmişte de

gündeme getirilmiş ve yapılan tartışmalardan sonra parlamenter rejim

üzerinde uzlaşma sağlanmıştır. Ülkemizde yaşanan sorunların kaynağını tek

başına parlamenter rejim olarak adlandırmak doğru bir yaklaşım değildir.

Ülkemizin sahip olduğu kuvvetler ayrılığı temelinde geleneksel parlamenter

rejim deneyiminin getirdiği zenginlikler “temel değerlerimiz” arasında kabul

edilmeli ve çözüm, uzlaşma temelinde ve mevcut sistemimiz içinde

aranmalıdır.

⇒ Anayasa’nın çalışma yaşamına ilişkin bölümleri sosyal barışa, istihdam odaklı

ekonomik büyümeye ve rekabet gücünün artırılmasına dayalı bir yapı içinde ele

alınmalıdır.

C- ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ TOPLUMSAL UZLAŞMA TEMELİNE

DAYANMALIDIR.

Anayasalar, toplumdaki her bireyi ve her kesimi ilgilendirmekte, ülkelerinin

rotalarını belirlemekte ve bugünle yarın arasında köprü kurmaktadır.

Anayasaların, devlet yapısının, tüm hukuk normlarının ve devlet-birey

ilişkilerinin temelini teşkil etmesi ve hiçbir hukuk normunun sahip olmadığı ölçüde

yaygın, kalıcı ve uzun vadeli etki doğurması; hazırlanmalarını, bu süreçteki katılımcı

yaklaşımları en az içeriği kadar önemli hale getirmektedir.

Anayasaların tartışmasız uygulanabilirliğinin, onların dayandığı toplumsal

mutabakatın genişliği ile doğrudan bağlantılı olduğu bilinmektedir.

Anayasa’nın hazırlanmasında hangi yöntem benimsenirse benimsensin,

sağlanabilecek en yüksek katılım ve uzlaşma hedefinden asla taviz verilmemelidir.

Hazırlanacak olan Anayasa’nın bu hedefe yaklaştığı ölçüde toplum tarafından

benimseneceği, sahip çıkılacağı ve başarılı olacağı kesindir.

Page 20: TİSK Anayasa Görüşleri

12

Türkiye Cumhuriyeti’nin olağan koşullarda yapılacak yeni Anayasası’nın, askeri

müdahalelerin ardından gelen 1961 ve 1982 Anayasaları’nın hazırlık süreçlerinden çok

daha katılımcı, çok daha toplumsal uzlaşmaya dayalı ve o dönemlerdeki çalışmaları

gölgede bırakacak bir hazırlık aşamasından geçmesi, “kimseye değil, herkese ait

olma” güvenini vermesi gerekmektedir.

Devam etmekte olan Anayasa çalışmaları, daha geniş demokratik bir zeminde

sürdürülme ve eleştirdiği dönemlere ait Anayasalardan daha iyisini yapma

sorumluluğunu taşımaktadır.

Yeni Anayasamızın, toplumsal birliği ve başta hukuk devletine olan güven

olmak üzere her türlü güven duygusunu sağlaması ve tazelemesi son derece önemli

gördüğümüz konuların başında gelmektedir.

D- ANAYASA’NIN YENİDEN HAZIRLANMASINDA, UZUN VADELİ

İHTİYAÇLARIN KARŞILANMASI HEDEFLENMELİDİR.

1982 Anayasa’sının ilk değiştirildiği 1987 yılından başlayarak geçen 24 yıl

içinde uğradığı 18 farklı değişiklik, Anayasa değişikliği taleplerinin gündemden hiç

düşmediğinin somut göstergesi olduğu gibi; Anayasa ile ilgisi olmayan bazı sorunların

çözümünü Anayasa’da arama çabalarının da sonucudur.

Anayasa çalışmaları sadece bugünün değil, önümüzdeki 30 – 40 yılın uzun

vadeli ekonomik ve toplumsal ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir Anayasa hazırlanmasına

yönelik olmalıdır.

Page 21: TİSK Anayasa Görüşleri

13

II. ANAYASAMIZIN MALİ HAYATA VE EKONOMİYE YÖN VEREN

HÜKÜMLERİNE İLİŞİN GENEL DEĞERLENDİRMELERİMİZ

Konfederasyonumuz;

⇒ Anayasamızın doğrudan ya da dolaylı olarak mali ve ekonomik alana ilişkin

hükümlerinin daha ayrıntılı ve farklı bir bakış açısı ile gözden geçirilmesini,

⇒ Devletin ekonomik alandaki birincil önceliklerinin anayasal taahhütler haline

gelmesini,

⇒ Özel sektörün faaliyetlerini gerçek bir serbest piyasa ortamında ve rekabetçi

biçimde sürdürebilmesinin güvence altına alınmasını,

⇒ Sözü edilen ortamın öngörülebilir olmasını,

⇒ Hükümetlerin mali disiplin ve mali sorumluluk içinde hareket etmelerinin

teminini,

⇒ Hukuk devleti ilkelerine tamamen sadık kalınarak kamu finansman

dengelerinin sağlıklı biçimde oluşturulmasını

bu alanda yürütülecek çalışmalar açısından önemli görmektedir.

Siyasal iktidarların harcama yapma, vergilendirme ve borçlanma yetkilerinin

anayasal düzenlemelerle sınırlanması, buna uygun politikaların geliştirilmesi ve

uygulamaların bu çerçevede yürütülmesi halinde, özel sektörün yatırım, üretim ve

istihdam potansiyelini harekete geçirebileceği bir ekonomik iklim yaratılacak,

uluslararası rekabet gücümüz artacak ve ülkemiz ekonomisinin küresel ekonomi ile

entegrasyonu mümkün hale gelecektir.

Anayasanın mali ve ekonomik alanı ilgilendiren hükümlerinin yeni bir bakış

açısı ile ele alınması halinde, ülkemizde de gözlenen popülist uygulamalara, siyasal

iktidarların oy odaklı kararlarına bir sınırlama getirilebilecektir. Bu tür düzenlemelerin

siyasal kültür ve rekabette sorumlu davranış modelinin gelişimine de katkısı olacaktır.

Page 22: TİSK Anayasa Görüşleri

14

Konfederasyonumuzca Anayasa’nın mali ve ekonomik hükümlerine ağırlık

verilmiş olması, anayasaların klasik düzenlemeleri kapsamında yer alacak önerilere

duyarsız ve tarafsız olduğumuz şeklinde değerlendirilemez. Bundan sonra yapılacak

tüm anayasa çalışmalarında başta çalışma hayatı ve endüstriyel ilişkiler olmak üzere

yer alacak tüm önerilere, Konfederasyonumuz katkıda bulunmaya ve görüşlerini

aktarmaya devam edecektir.

Anayasaların geleneksel yapısının; devlet yapısı, örgütlenmesi, işleyişi ve birey

hakları ile devlet birey ilişkileri üzerine kurulu olduğuna, devletin geleceğe dönük yol

haritasını oluşturan ana hukuki metinler olduğuna şüphe yoktur.

Ancak sosyal ve ekonomik yaşamın gösterdiği değişim ve gelişim hızı,

anayasaların geleneksel yapısının da sorgulanmasını zaruri hale getirmiştir.

Günümüzde ekonomik gelişme yanında insan hakları uygulamalarının her

ülkede gerçekçi şekilde ele alınması ve hayata geçirilmesinin zorunlu olduğu,

ekonomik büyüme ile insan hakları arasındaki dengenin kurulmasına özen

gösterilmesi gerektiği, gelişmiş ülkelerin de ortak uzlaşı noktalarından birini

oluşturmaktadır.

Her vatandaş, anayasada kendisi için bir şeyler bulabildiği ölçüde anayasayı

benimser.

Anayasalar ise benimsendikçe ve özümsendikçe kabul görür, etkinlikleri artar.

Anayasal mali ve ekonomik hükümlerle izlenen amaç, iktidarların ekonomi

politikalarına katı sınırlar koymak değil, iktidarların kullanılmasında uyulacak temel

kuralların vatandaşlar ve ekonominin temel aktörleri açısından bilinmesi ve onların

hukuk güvenliğinin sağlanmasıdır.

Siyasi iktidarların ekonomi programlarını anayasal sınırlamalar nedeniyle

uygulayamama endişesi bir ölçüde kabul edilebilir. Ancak bu endişe; hukuk güvenliği

ve yürütmenin anayasa ile teminat altına alınmış olan kişi hak ve özgürlüklerine

saygılı faaliyette bulunması ilkelerinin göz ardı edilmesine yol açmamalıdır.

Page 23: TİSK Anayasa Görüşleri

15

Amacımız, bir süredir devam etmekte olan ve devletin yapılanması ve

özgürlükler konusunda yoğunlaşan Anayasa tartışmalarına ekonomik bir boyut

kazandırmaktır. Bu yöndeki değerlendirmeleri zenginleştirmek, Anayasanın ekonomi

ve işletmelere yönelik yeni bir bakış açısı ile değerlendirilmesine zemin hazırlamak ve

bu alana yönelik görüş ve yaklaşımlarımızı ortaya koymaktır.

Konfederasyonumuz; yukarıda özetlenen görüşlerin yanı sıra, özellikle son

yıllarda ortaya çıkan krizlere çözüm arayışlarında AB ülkelerincede benimsenen

Anayasal seviyede çözüm önerilerini ve toplumsal sorumluluklarını dikkate alarak,

Anayasa’ya yönelik çalışmalarında mali ve ekonomik hükümlere ağırlık verme kararı

almıştır.

Raporun ilerleyen bölümlerinde somut ve ayrıntılı olarak yer verilecek olmakla

birlikte Konfederasyonumuz;

⇒ Anayasa’mızın 5’inci maddesinde düzenlenen “Devletin temel amaç ve

görevleri” arasında yer alan “ekonomik engelleri kaldırma görevi”nin, bugün

gelinen aşamada yeterli kabul edilemeyeceği,

⇒ Bu görevin Anayasa’nın diğer hükümlerinde somutlaştırılmasının yanı sıra

Devletin engel kaldırma sorumluluğunun geleceğe dönük düzenlemeler ile

“destek olma, yol açma” gibi pozitif eylemlerle ortaya konulmasının beklendiği,

⇒ Bu kapsamda, ekonomimizin rekabet gücünün, küresel rekabete uyumlu ve

dayanıklı hale getirilmesinde devletin aktif desteğine ihtiyaç duyulduğu,

⇒ Devletin, mal ve hizmet üreticisi olarak serbest piyasadan çekilmesi ve

sistemin sağlıklı işleyişini sağlamak amacıyla piyasaların düzenlenmesi ve

denetimi rolünü üstlenmesinin uygun olacağı,

görüşünü taşımaktadır.

Page 24: TİSK Anayasa Görüşleri

16

“Anayasanın Mali ve Ekonomik Hükümleri” bizim için;

⇒ Liberal ekonominin temel şartlarını gözeten,

⇒ İstikrarlı büyümeyi sağlayan,

⇒ Türk Sanayii’nin rekabet gücünün dinamiğini ve dayanağını oluşturacak güven

unsurlarını içerecek,

⇒ Türk Sanayii’nin, dünya ticaretindeki rolünü sürekli biçimde geliştirmesini

mümkün kılacak,

⇒ Ekonomik istikrar temelinde endüstri ilişkilerinin dengeli, güvenli ve kayıtlı

istihdam üzerinden sürdürülebilirliğinin yolunu açacak

temel uzlaşı kurallarını ifade etmektedir.

Türk Sanayii’nin özlemi ve beklentisi; siyasi iktidarların ekonomik kararlarının,

üzerinde uzlaşma sağlanmış ekonomik kurallara dayalı olarak alınmasını sağlayacak

bir anayasal zeminin oluşturulmasıdır.

Page 25: TİSK Anayasa Görüşleri

17

III. EKONOMİK ANAYASA ÖNERİLERİ

A. NEDEN EKONOMİK ANAYASA?

⇒ Ekonomi – Hukuk İlişkisi

Ekonomik ilişkiler, onları meşrulaştıran hukuk kuralları aracılığı ile kurumsallaşır

ve yürütülür. Kısacası hukuk, ekonominin örgütlenmesi ve işleyişi için gereklidir2.

Dolayısıyla hukuk, Devletin ve bireylerin ekonomik alandaki faaliyetleri için, hem bir

“araç”, hem de bir “çerçeve” işlevi yerine getirmektedir3.

Ekonomide yeterli hukuki altyapı oluşturulmadan girişilen bazı faaliyetlerin

başarısızlığı da bunu kanıtlamaktadır. Örneğin, Türkiye’de özelleştirme

uygulamalarına 80’li yılların başında girişilmiş olmasına karşın, tutarlı bir hukuki

altyapı oluşturulamamış olması nedeniyle, bazı özelleştirme kararları idari yargıda

iptal edilmiştir. Özelleştirmenin usul ve esaslarını düzenleyen Kanun ancak 1994

yılında çıkarılabilmiştir.

Ekonominin örgütlenişi ve işleyişi hukuk kurallarına bağlı olduğundan; hukuk

düzeninin temel kurallarını içeren anayasa, siyasal ve sosyal düzen gibi, ekonomik

düzenin de temelini oluşturacak kuralları koymalıdır.

Anayasalarda ekonomik ve mali hükümlerin yer alması karşılaştırmalı hukukta

da oldukça yaygın bir uygulamadır. Başta Alman Anayasası olmak üzere, Portekiz,

İspanya, İtalya, Yunanistan, İsviçre, Polonya, Fransa gibi demokratik ülkelerin

Anayasalarında da ekonomik hükümlerin yer aldığı görülmektedir.

                                                            2 G.Clamour, L’intéret général et concurrence. Essai sur le perennit du droit public de l’économie de marché”, Dalloz, Paris, 2006, s.796. 3 T.Daintith, “Public law and economic policy”, Journal of Business Law, 1974, No:10, s.9 vd.

Page 26: TİSK Anayasa Görüşleri

18

⇒ “Ekonomik Anayasa” kavramı

TİSK, 90’lı yılların ikinci yarısından itibaren “Ekonomik Anayasa” gereğini dile

getirmektedir. Nitekim, XVIII. Olan Genel Kurul Çalışma Raporu’nda, “Anayasalar

ülkelerin ekonomik sistemlerini de belirleyen ve istikrar içinde gelişmelerini sağlayan

belgeler olmalıdır…anayasanın bütününe ilişkin temel görüşümüz günümüzde

anayasaların sadece ülkelerin siyasi yapısını ve devlet şeklini belirleyen, demokratik

hak ve özgürlüklerle ilgili hükümlere yer veren birer belge olduğu şeklindeki klasik

anlayışın geçerliğini yitirdiği, bunun yanında anayasaların ülkelerin ekonomik

sistemlerini belirleyen ve onların istikrar içinde gelişmesini sağlayacak hükümlere yer

veren belgeler olması gerektiği şeklinde özetlenebilir” denilmektedir. Bu görüş bugün

de geçerliliğini korumaktadır.

“Ekonomik Anayasa” kavramına verilen anlam konusunda farklı yaklaşımlar

bulunmaktadır. Örneğin, ünlü İtalyan hukukçu Sabino Cassese La Nuova Costituzione

Economica kitabında4 “Ekonomik Anayasa” kavramına iki farklı anlam verilebileceğini

belirtmektedir. Dar anlamda kavram anayasanın ekonomik ilişkileri düzenleyen

kurallarının bütününü anlatmaktadır. Geniş anlamda “Ekonomik Anayasa” deyimi ile

de yalnızca yazılı anayasa düzenlemeleri değil, hukuki kurumların tümü

anlatılmaktadır. Bir başka deyişle, kaynağı ne olursa olsun, ülkenin ekonomiye ilişkin

kurumlarının tümünü anlatmak üzere de “Ekonomik Anayasa” kavramının kullanıldığı

görülmektedir5.

Kavramın içeriği ekonomik yaklaşımlara göre de değişebilmektedir. Örneğin,

piyasa ekonomisine dayalı bir ekonomik düzen benimseyen Virginia İktisat Okulu,

“Ekonomik Anayasa”yı, siyasal iktidarın vergileme, harcama, borçlanma ve para

basma yetkilerini sınırlandırmak için savunurken; Freiburg İktisat Okulu ise piyasa

ekonomisinin düzenli işlemesi için gerekli kurumsal ve düzenleyici temel kuralların

bütünü olarak “Ekonomik Anayasa” yaklaşımını benimsemektedir.

                                                            4 S.Cassese, La nouva costituzione, Editozi Lazerza, Roma, 2000, s.3 vd. 5 P. Delvolvé, Droit public de l’économie, Dalloz, Paris, 1998, s.67.

Page 27: TİSK Anayasa Görüşleri

19

Aslında, her iki yaklaşım da sonuç olarak “Ekonomik Anayasa”yı ekonomik

düzenin hukuki çerçevesini oluşturan kurallar ve kurumlar bütünü olarak

tanımlamaktadır6.

Bir anayasal sistemde ekonomik düzenin sağlıklı işlemesi, kuvvetler ayrılığı

ilkelerinin yerleşmiş olmasına, toplumsal barışın sağlanması için hak ve hürriyetlerin

güvence altına alındığı bir hukuki altyapının kurulmasına bağlıdır.

İktidarın tek elde toplanmaması, demokrasinin çoğulculuğun yanında, şeffaflık

ilkesine uygun işlemesi ve dolayısıyla da ekonominin yönetiminin saydam,

denetlenebilir ve hesap verebilir şekilde yapılanması gerekmektedir.

⇒ Ekonomik Krizler ve “Ekonomik Anayasa”

AB üyesi ülkelerde “Ekonomik Anayasa” tartışmalarının son günlerde

yoğunlaştığı dikkat çekmektedir. Türkiye’de yeni bir Anayasa hazırlığının gündeme

gelmesi ile beraber “Ekonomik Anayasa” konusunun da güncelleştiği söylenebilir.

Ancak, 2000’li yılların başından bu yana değişik sivil toplum kuruluşları tarafından

hazırlanan Anayasa önerileri incelendiğinde, bu konunun yeterince önemsendiğini ve

“Ekonomik Anayasa” konusunda yeni düzenlemelerin önerildiğini söylemek

olanaksızdır. Kısaca, “Ekonomik Anayasa” konusu, bugüne dek yapılmış anayasa

çalışmalarında gereken ilgiyi görmemiştir.

Türkiye’deki yeni Anayasa çalışmalarından bağımsız olarak “Ekonomik

Anayasa” konusunun günümüzde önem kazandığı görülmektedir. Nitekim, son onbeş

yıl içinde yaşanan finansal krizler ve onların ekonomik yansımaları bir yandan piyasa

ekonomisini benimsemiş ülkelerde de “Devletin ekonomideki rolünün ne olması

gerektiği” ve “nasıl bir regülasyon yapılmalı” sorularını gündeme getirirken; krizlerden

çıkış arayışları çerçevesinde anayasal düzenleme önerileri yapıldığı da dikkat

çekmektedir.

Örneğin, bazı AB üyesi ülkelerin içinde bulunduğu ekonomik krizden AB

düzeyinde çıkış arayışları başlamıştır.                                                             6 C.C.Aktan, Ekonomik Anayasa, TİSK İnceleme Yayınları, No:19, s.68.

Page 28: TİSK Anayasa Görüşleri

20

AB sistemi içinde de 7 Şubat 1992 tarihinde, Hollanda’nın Maastricht kentinde

imzalanarak 1 Kasım 1993'de yürürlüğe giren Avrupa Birliği Antlaşması’nda

(Maastricht Antlaşması), Ekonomik ve Parasal Birliğin (EPB) aşamaları, bu aşamalarda

izlenecek ekonomik ve parasal politikalar ve bu politikaların uygulanması için gerekli

kurumsal değişiklikler ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Bu bağlamda ekonomik

hükümlerin anayasalara aktarılması AB sisteminde de güncelliğini korumaktadır.

AB’nin 21 Temmuz 2011 zirvesinde ekonomik anayasa kavramı gündeme gelmiş ve

üye devletlerin mali disiplin uygulamalarının cesaretlendirilmesi kararı alınmıştır.

Bu zirvenin ardından Ağustos ayında yapılan Merkel-Sarkozy görüşmesinde de

17 Euro Bölgesi Ülkesi’nin,

1- Bütçe açıklarının ve kamu borçlarının önlenmesi,

2- Denk bütçe konusunda taahhütte bulunmaları ve bunun için yasal alt yapı oluşturulması,

3- 2012 yazına kadar bu hususların anayasal güvence altına alınması önerilmektedir.

Bu görüşmede ayrıca Birliğin ekonomi yönetiminden sorumlu olacak bir

“Konsey” kurulması önerilmiş ve ilave olarak AB üyesi devletlerin anayasalarında

Alman anayasa modelinin örnek alınması ve “denk bütçe ve iş gücü piyasalarının

dayanıklılık testinin” yapılması gerektiği de vurgulanmıştır.

Merkel-Sarkozy görüşmesinden çıkan öneri doğrultusunda olsa gerek,

İspanya’da Ağustos 2011 tarihinde, yasama organında ivedi usul uygulanarak,

Anayasa değişikliğine gidilmiştir. Değişiklik İspanyol Senatosunun7 3 Eylül 2011 tarihli

resmi bülteninde yayınlanmıştır. Euro bölgesindeki diğer ülkelerin de benzer anayasal

tedbirleri alması beklenmektedir.

                                                            7 İspanya Parlamentosu, Kongre ve Senato’dan oluşan iki kanatlı bir parlamentodur. Anayasa değişikliği

Kongre’de 30 Ağustos 2011’de oylanmış, 318 evet, 16 hayır oyu almıştır. Bir hafta sonra bu kez Senato’da oylama

yapılmış 233 evet ve 3 hayır oyu alarak kabul edilmiştir. Senatonun kararı, 3 Eylül 2011 tarihli İspanyol

Parlamentosu’nun Resmi Bülteninde yayınlanmıştır ( Boletin Oficial De Las Cortes Generales Senado, 3 de

Septiembre de 2011 Num. 105) . Anayasa değişikliği 27 Eylül 2011’de yürürlüğe girmiştir. ( Boletin Oficial De Las

Cortes Generales Senado, 27 de Septiembre de 2011 Num. 121)

Page 29: TİSK Anayasa Görüşleri

21

İspanya Anayasası’nda (m.135) yapılan değişiklikle kamu idareleri için denk

bütçe zorunluluğu getirilmiştir. Anayasa reformunun ilkeleri şöyle özetlenebilir:

Tüm kamu idareleri bütçe denkliği ilkesine uyacaklardır.

Devlet ve özerk topluluklar, AB’nin üye devletler için belirlediği sınırı aşan bütçe

açığına gidemeyeceklerdir. Bir organik kanun, yapısal açığın maksimum sınırını

GYMH’nın oranı olarak belirleyecektir. Yerel idareler (belediyeler) bütçe denkliği

ilkesine uygun hareket etmek zorundadır.

Devlet ve özerk toplulukların borçlanması veya kredi sözleşmesi yapabilmeleri

kanun ile yetkilendirmelerine bağlıdır. Kamu borçlarının faiz ve anapara

ödemeleri için ayrılan ödenekler kamu kuruluşlarının bütçelerinde yer alacak ve

bu ödemeler diğer harcamalara göre mutlak bir önceliğe sahip olacaktır. Kamu

idarelerinin toplam borçlarının GSMH’ya oranı, ABİDA’da (AB Anayasa’sı)

belirlenen referans borçlanma değerini geçemeyecektir.

Bütçe ve borçlanma limitleri, doğal felaket, ekonomik durgunluk veya devletin

kontrolü dışındaki acil durumlarda, Devletin ekonomik, sosyal ve mali

stabilitesini ağır biçimde etkilediğinin milletvekillerinin mutlak çoğunluğunun

değerlendirmesi durumunda aşılabilecektir.

Bu yeni anayasal düzenlemeleri uygulamaya geçirmek üzere 30 Haziran 2012

tarihinden önce bir organik kanun8 çıkarılacaktır. Yapısal açığın sınırı konusunda

getirilen hüküm ise tam olarak 2020 tarihinde yürürlüğe girecektir.

Kopenhag kriterlerinin ekonomik boyutu, AB ülkeleri ile rekabet edebilir bir

piyasa ekonomisinin varlığı yanında ekonomik istikrarı da dikkate almaktadır.

                                                            

8 Organik Kanun: Anayasa hükümleri ile hangi konularda çıkarılabileceği belirlenen, kanunlar hiyerarşisinde klasik kanunlar ile anayasa arasında yer alan, kabulü ve değiştirilmesi anayasa maddelerinin altında, klasik kanunların üzerinde bir yasama çoğunluğu gerektiren kanunlardır.

Page 30: TİSK Anayasa Görüşleri

22

Ekonomik alanda siyasal iktidarlara getirilen sınırlar, bu alanda mutlak, sınırsız

bir iktidarı önlemek bakımından çoğulcu demokratik anayasaların mantığına uygun

olduğu gibi, bu şekilde anayasaların iktidarların sınırlanması hedefine de

ulaşılmaktadır.

⇒ Anayasaların bir ekonomik model tercihi olmalı mıdır?

Anayasa ekonomi ilişkisinde anayasaların ekonomik yansızlığı tezi ideolojik

çoğulculuğun bir koşulu olarak kabul edilmektedir. Liberal demokrasilerde anayasal

ekonomik model “kayıtlı ekonomik yansızlık9” olarak nitelenmektedir.

Nitekim, 1982 Anayasası’ndaki ekonomi ile ilgili düzenlemeleri yorumlayan

Anayasa Mahkemesi’ne göre de, “çok partili demokratik rejimi benimseyen

Anayasamızda, Anayasa ilkelerine ters düşmemek koşuluyla iktidarların ekonomi

alanında müdahaleci ve liberal politika izlemelerine bir engel” bulunmamakta10; bir

başka deyişle, Anayasa, “liberal bir iktisadi politika takibine elverişli olduğu kadar,

karma bir iktisadi politika takibine de müsait” tir11.

Anayasa Mahkemesi 25 Ekim 1990 tarih ve K.1990/26 sayılı kararında

ekonomik yansızlık görüşünü tekrarlamıştır: “Özel girişimlerin ulusal ekonominin

gereklerine uygun yürümesini sağlayacak önlemlerin alınması siyasî iktidarların

tercihine bırakılmıştır. Her iktidar uygun bulduğu önlemleri, Anayasa’da yer alan

kurallara aykırı olmamak koşuluyla, kendi ekonomi politikası çerçevesinde belirler”.

Anayasa Mahkemesi’nin yakın tarihlerde verdiği bir kararında da, “Özel

girişimlerin ulusal ekonominin gereklerine uygun yürümesini sağlayacak önlemlerin

alınması siyasi iktidarların tercihine bırakılmıştır. İktidarlar uygun buldukları önlemleri,

                                                            9 Anayasaların ekonomik yansızlığı ideolojik çoğulculuğun varlık şartı sayılmakta, fakat bu çoğulculuk anayasalarla ya da anayasa yargısı mekanizmalarıyla ve idari yargı ile korunan sosyal- ekonomik düzenle sınırlanmış bir çoğulculuk olarak algılanmaktadır. Buna ekonomik yansızlık tezi denilmektedir. Bu çerçevede anayasalara, sosyal ve ekonomik alana ve piyasa düzeninin etkin işleyişine ilişkin olarak siyasi iktidarları somut olarak sınırlayıcı kurallar değil, yönlendirici, düzenleyici program hükümler içeren kuralların konulması yaygındır. ( N. Yüzbaşıoğlu, “Anayasa ve Ekonomi”, Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2009, S. 1, s. 15-25.)

10 Anayasa Mahkemesi’nin 18.2.1985 tarihli ve E.1984/9-K.1985/4 sayılı kararı. RG;26.6.1985, sayı:18793, s.23. 11 Anayasa Mahkemesi’nin 27.9.1985 tarihli ve E.1985/2-K.1985/16 sayılı kararı. RG;5.12.1985, sayı:18949, s.32.

Page 31: TİSK Anayasa Görüşleri

23

Anayasa’da yer alan kurallara aykırı olmamak koşuluyla, kendi ekonomik politikaları

çerçevesinde belirlerler. Anayasa’nın 48.maddesi ile özel teşebbüsleri ulusal

ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara göre koruma ve geliştirme görevi Devlete

verilmiştir. Devletin bu madde uyarınca yerine getirmesi gereken görevi, özel

teşebbüsün gelişmesini sağlayacak doğrultuda ekonomik ve sosyal politikalar

uygulamak, özel teşebbüse güvenli çalışma ortamı sağlamaktır” denilmektedir12.

⇒ Anayasal düzenlemelerin uygulamaya geçirilmesi

Ekonomi ile ilgili düzenlemelerin anayasalarda yer alması yeterli değildir. Zira,

öncelikle, öngörülen kurumları işler hale getirecek yasal düzenlemelerin yapılması;

sonra da bunların siyasi iktidarlarca gereği gibi uygulanması gerekmektedir.

Nitekim bunun son örneği olarak, Konfederasyonumuzun da önerisi dikkate

alınarak Anayasamızda 2010 yılında yapılan değişiklikle 166’ıncı maddenin sonuna bir

fıkra eklenmiş ve Ekonomik ve Sosyal Konsey kurulacağı hüküm altına alınmış ise de

buna uygun herhangi bir düzenleme bugüne kadar yapılmamıştır.

Uygulama açısından bir başka önemli konu anayasal düzenlemelere yargı

organlarının yükledikleri anlamdır. Özellikle Anayasa Mahkemesi’nin, Anayasa’nın

ekonomi ile ilgili doğrudan veya dolaylı hükümlerinin yorumu büyük önem

taşımaktadır. Örneğin, ekonomi teknik özellikleri ve hızlı karar alınması gereken bir

alan olması dolayısıyla, yürütmenin düzenleme yetkisinin güçlenip genişlediği bir

alandır. Bu nedenle ekonomi ile doğrudan ilgili bir hüküm olarak görülmemekle

beraber, Anayasa’nın (m.7) yasama yetkisinin devredilmeyeceğine ilişkin kuralının

yorumu büyük önem taşımaktadır.

                                                            12 Anayasa Mahkemesi’nin 20.11.2003 tarihli ve E.2002/32-K.2003/100 sayılı kararı. Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, sayı:40, cilt:I, s.235 vd.

Page 32: TİSK Anayasa Görüşleri

24

Nitekim Anayasa Mahkemesi 70’li yılların başında bu konuda dar ve katı bir

yorum getirirken13; 80’li yılların ortalarından itibaren daha esnek bir yaklaşım

göstermeye başlamıştır. Anayasa Mahkemesi’ne göre, “Gerçekten her ülkede,

önceden gelecekteki gelişmeleri anlayıp buna göre bir takım çerçeveler çizmenin

mümkün olamaması, ithalat ve ihracatın her an değişebilen şartlara tabi bulunması,

hükümetlere bir takım geniş ve esnekliği olan yetkiler verilmesini zorunlu kılmıştır.

İthalat ve ihracatla, diğer ülkelerin, Türkiye için koyduğu tahditlere karşı,

Hükümetin derhal mukabil tedbirleri alması veya Türkiye’ye çok ucuza gelen ya da

çok yüksek fiyatla alınan malın fiyatının ayarlanması gerekecektir.

O halde, ülkemizde üretilen malların piyasa fiyatının teşekkülünde, ithali ve

ihracı yapılan malların fiyat ve miktarının ayarlanmasında, ihraç veya ithal edilen

malın satıldığı ya da alındığı ülkenin öngördüğü tedbirlerin bertaraf edilmesinde,

ihracatta tıkanıklığın meydana gelmesinin önlenmesinde Hükümet inisiyatifi elinde

tutmalıdır”14.

                                                             13 Bkz. 933 sayılı Yasa ile ilgili Anayasa Mahkemesi’nin 23,24 ve 25.10.1969 tarih ve E.1967/41-K.1969/57 sayılı karar. RG; 12.3.1971, sayı: 13776, s.7 vd. 14 Anayasa Mahkemesi’nin 11.1.1985 tarih ve E.1984/6-K.1985/1 sayılı kararı. RG; 17.6.1985, sayı:18787, s.7.

Page 33: TİSK Anayasa Görüşleri

25

B. ÖNERİLERİMİZ

⇒ MÜLKİYET HAKKI

(1982 Anayasası madde 35)

Mülkiyet hakkı anayasa sistematiği bakımından 1961 Anayasası’nda “ekonomik

ve sosyal haklar” arasında, 1982 Anayasası’nda ise “temel haklar” arasında yer

almıştır.

Bu vesile ile vurgulamak gerekir ki, sosyal hakların zayıf korumalı yapısını

değiştirmek için anayasaya sözkonusu hakları fiilen hayata geçirecek kayıtlar

getirilmeli ve “hakların bölünmezliği ilkesi” anayasaya yerleştirilmelidir. Bu çerçevede

BM Dünya İnsan Hakları Konferansı’nda 1993 Viyana Deklerasyonu ve Hareket

Planında, 171 ülkenin katılımı ile insan haklarının “evrensel, bölünmez, bağımsız ve

birbiriyle ilgili” olduğuna yapılan vurgu hatırlanmalıdır15.

Mülkiyet hakkına ilişkin olarak 1982 Anayasası’nda yer alan düzenleme, mülkiyet

ve miras haklarının korunması ve hakkın kamu yararı amacıyla sınırlanması yönleri ile

karşılaştırmalı hukuktan farklı değildir.

Madde sayısını azaltmak bakımından Alman Anayasası’nda olduğu gibi

kamulaştırma da mülkiyet hakkına ilişkin maddede bir paragraf olarak düzenlenebilir.

“Kamu yararı” mülkiyet hakkının sınırı olarak muğlak bir kavram olmakla

beraber genellikle mülkiyet ve miras hakkının sınırı olarak karşılaştırmalı anayasalarda

da yer almaktadır. (Yunan, Alman, Portekiz ve Türk Anayasalarında ve AİHM

Kararlarında sınırlama sebebi kamu yararıdır). Bu açıdan sınırın korunması yararlıdır.

Örneğin Alman Anayasası’nın 14’üncü maddesi konuyu şu şekilde

düzenlemektedir:

“(1)Mülkiyet ve miras hakları teminat altına alınmıştır. Bunların kapsamı ve

sınırları kanunlarla tayin edilir.

                                                            15 The World Conferance on Human Rights: Vienna Decleration and Programme of Action, UN doc. A/CONF.157/23, part I, paragraf 5. Aktaran. A. Eide-A. Rosas, “Economic, Social, Cultural Rights: Universal Challenge”, Economic, Social, Cultural Rights, Ed. A. Eide- C. Krause- A. Rosas, Martinus Nijhoff Publishers, London, s. 16.

Page 34: TİSK Anayasa Görüşleri

26

(2)Mülkiyet sorumlulukları da içerir ve kullanılması kamu yararına uygun

olmalıdır.

(3) Kamulaştırma ancak toplum yararına mümkündür ve yalnız tazminatın cins

ve ölçüsünü düzenleyen bir kanunla veya bir kanuna istinaden yapılabilir. Tazminat,

toplumun menfaati ile ilgililerin menfaatlerini adil olarak değerlendirecek şekilde

belirlenmelidir. Tazminatın miktarı sebebiyle anlaşmazlık halinde genel mahkemelerde

yargı yolu açıktır.”

Ayrıca gayrimenkulün kamulaştırılması halinde bedelin gecikmesi sözkonusu ise

gerçek enflasyon değeri dikkate alınmalı ve bireylere Avrupa İnsan Hakları

Mahkemesi kararlarında ifade edildiği gibi “katlanamayacakları yükler”

getirilmemeli, “denge” korunmalıdır.

Türkiye AİHM önünde orman ve kıyı arazisi olduğundan bahisle tapulu

gayrimenkullere kamulaştırmasız elkoyma davalarından mahkum edilmektedir. Bu

davalara karşı anayasal bir korumaya ihtiyaç bulunmaktadır.

⇒ ÇALIŞMA VE SÖZLEŞME ÖZGÜRLÜĞÜ

(1982 Anayasası madde 48)

Çalışma ve sözleşme özgürlüğü şimdi olduğu gibi anayasada tanınmalıdır.

Devlete, bu alanla ilgili olarak, özel teşebbüslerin ekonominin gereklerine, sosyal

amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayan tedbirler

almasının yanında “rekabetçi yapının güçlendirilmesi” ödevi yüklenmelidir.

İlgili özgürlük maddesinde anayasa ile sınırlama sebebi getirilmemiştir. Daha

doğrusu Anayasanın 13’üncü maddesindeki genel sınırlama sebeplerinin kaldırılması

ile hüküm sınırlama sebepsiz kalmıştır.

Herkesin çalışma ve sözleşme özgürlüğüne sahip olduğu, ayrıca girişim

özgürlüğü ilkesinin anayasa metnine girmesi kabul edilmiştir. Çalışma, sözleşme ve

girişim özgürlüğü ancak ulusal güvenlik, genel sağlık ve genel ahlakı korumak

amacıyla sınırlandırılmalıdır.

Page 35: TİSK Anayasa Görüşleri

27

⇒ PİYASALARIN DENETİMİ ve DIŞ TİCARETİN DÜZENLENMESİ

(1982 Anayasası madde 167)

1982 Anayasası’nın 167. maddesine koşut bir düzenlemeye yeni Anayasa’da

yer verilmesi halinde öncelikle maddenin başlığı, “Piyasaların düzenlenmesi ve

dış ticaretin geliştirilmesi” olarak değiştirilebilir.

Yürürlükteki Anayasamızın 167/II’inci fıkrasında yer alan “ithalat, ihracat ve

diğer dış ticaret işlemleri üzerine vergi ve benzeri mali yükümlülükler dışında ek mali

yükümlülüklerle ilgili düzenleme”, ilgisi nedeniyle vergi ve diğer mali yükümlülüklerle

ilgili madde içinde düzenlenmelidir.

167’inci maddenin birinci fıkrası ile ilgili düzenleme önerisi şu şekildedir:

“Piyasaların düzenlenmesi ve dış ticaretin geliştirilmesi

Devlet, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli

işlemelerini sağlayıcı; girişimciliği ve rekabet gücünü arttırıcı tedbirleri alır,

yurtiçinde yapılan üretimi, ihracatı, kayıtlı sektörü ve her alandaki üreticiyi

destekler, piyasalarda fiili veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve

kartelleşmeyi önler.”

Ayrıca maddeye bu alanda kurulacak bağımsız idari otoritelerle ilgili olarak

aşağıdaki şekilde bir ilave yapılabilir:

“Devlet bu görevlerini özerk ve bağımsız kurum ve kurullar

oluşturarak yerine getirebilir.”

Bu madde uyarınca oluşturulacak özerk ve bağımsız kurum ve kurullarda, ilgili

piyasaları temsil edecek sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin yer almalarının

sağlanması önemli görülmektedir.

Dış ticaretle ilgili olarak ise İsviçre Anayasası’nın “Dış Ekonomi Politikası”

başlıklı 101‘inci maddesinde yer alan Devletin “İsviçre ekonomisinin yurtdışı

menfaatlerini koruyacağına” ilişkin anayasal taahhüdün bir benzerine yeni

Anayasamızda yer verilebilir.

Page 36: TİSK Anayasa Görüşleri

28

⇒ BAĞIMSIZ İDARİ OTORİTELER / DÜZENLEYİCİ KURULLAR

(Anayasa’da hüküm bulunmamaktadır)

Kamusal düzenlemelere hiç yer vermeyen, salt piyasa mekanizmalarına terk

edilmiş bir ekonomi söz konusu olmadığından, düzenleme gereksinimi, farklı bir

yoğunluk ve içerikte de olsa, varlığını sürdürmekte ve bu yeni düzenleme tekniği

“regülasyon” olarak isimlendirilmektedir. Regülasyon gereksinimi özellikle elektrik,

telekomünikasyon ve enerji sektörlerinde rekabete açılma sonucu önem kazanmıştır.

Ancak, karmaşık ve teknik sorunları olan bu sektörlerdeki düzenleme ve denetleme

işlevinin uzmanlık gerektirmesi, klasik idari yapının buna uygun görülmemesi; öte

yandan, uzun dönemli politika oluşturup izleyebilmek, siyasal iktidarların

alamayacakları veya almayı erteleyebilecekleri kararların alınmasını kolaylaştırmak

gibi nedenlerle “bağımsız idari otorite” veya “düzenleyici kurullar” denilen yeni bir

idari yapılanma türü ortaya çıkmıştır.

Ancak, Anayasa’da (m.123) “idarenin bütünlüğü” ilkesinin kabul edilmesi,

bakanlıkların kuruluş ve görevlerini düzenleyen 3046 sayılı Kanun’da yalnız “bağlı” ve

“ilgili” kuruluşlardan söz edilmesi sonucunda, bağımsız idari otoritelerin merkezi idare

(bakanlıklar) ile ilişkileri konusunda “ilişkili kuruluş” kavramı kullanılmaya başlanmışsa

da belirsizlik ortadan kalkmamıştır. Bir başka deyişle, bu kuruluşların, idarenin

bütünlüğü ilkesi gereği, merkezi idarenin hiyerarşik veya vesayet denetimine tabi olup

olamayacakları konusunda duraksamalar ortaya çıkmış, merkezi idare bazı

düzenlemeleri ile bu kuruluşları denetim altına almaya çalışmıştır.

Nitekim, son olarak 8 Ağustos 2011 tarihli 649 sayılı KHK ile 3046 sayılı

Kanun’a (m.19/A) “Bakan bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşların (5018 sayılı Kanuna ekli

(III) sayılı cetvelde yer alan kuruluşlar dahil) her türlü faaliyet ve işlemlerini

denetlemeye yetkilidir” cümlesi eklenmiştir. Bu değişiklik, haklı olarak, bağımsız

kurumların bağımsızlıklarının kaldırıldığı biçiminde yorumlanmıştır.

Bu kuruluşların statülerinin kısmen de olsa açıklığa kavuşturulup anayasal

güvenceye alınması düşünülebilir. Bu takdirde iki yol izlenebilir: Birinci yol

Anayasa’nın “İdarenin bütünlüğü ve kamu tüzel kişiliği”ni düzenleyen hükmüne

(m.123) bir fıkra eklenmesi; ikinci yol ise, bu tür kuruluşların enerji,

Page 37: TİSK Anayasa Görüşleri

29

telekomünikasyon, bankacılık gibi ekonominin önemli sektörleri ile sermaye piyasası

ve rekabet alanlarında düzenleme ve denetim yetkilerine sahip olduklarını dikkate

alarak, piyasaların düzenlenmesi ile ilgili maddeye de bir fıkra eklenmesidir. (Bu

öneriye “Piyasaların Denetimi ve Dış Ticaretin Düzenlenmesi” başlıklı bölümde yer

verilmiştir)

Bağımsız idari otoriteler yalnız ekonomik alana özgü olmadıklarından, başka

alanlarda oluşturulacak olanları da kapsayan bir hükmün idarenin bütünlüğünü

öngören maddeye konulması uygun olacaktır. Anayasa’nın idarenin bütünlüğü ve

kamu tüzel kişiliğini düzenleyen maddesine de aşağıdaki fıkra eklenebilir:

“Kanun ile temel hak ve özgürlükler, iletişim ve ekonomi alanlarında,

kararları (veya karar organları) merkezi idarenin hiyerarşik ve vesayet

denetimine tabi olmayan bağımsız idari otoriteler oluşturulabilir. Bağımsız

idari otoritelerin kuruluş ve işleyişleri, idarenin bütünlüğü ilkesini de

gözeterek kanun ile düzenlenir”

⇒ DEVLETLEŞTİRME / ÖZELLEŞTİRME

(1982 Anayasası madde 47)

1982 Anayasası’nın 47. maddesinin birinci fıkrası hükmü “ gerçek değeri

üzerinden” ifadesi eklenerek aynen korunabilir ve bu durumda ikinci fıkrası

hükmüne de gerek kalmayabilir.

Özelleştirmeye ilişkin olarak da, 47. maddenin üçüncü fıkrasında olduğu gibi,

Devletin, kamu iktisadi teşebbüslerinin ve diğer kamu tüzelkişilerinin mülkiyetinde

bulunan işletme ve varlıkların özelleştirilmesine ilişkin usul ve esasların kanunla

düzenleneceğine ilişkin bir hükme yer verilmelidir.

Maddenin üçüncü fıkrası hükmü yerine yeni bir düzenleme getirilebilir. “Öneri:

Devlet ve diğer kamu tüzelkişileri tarafından yürütülen kamu hizmetlerinin

özel hukuk kişilerine devrinin esas ve usulleri kanunla düzenlenir.”

Page 38: TİSK Anayasa Görüşleri

30

Bir başka öneri de, 1982 Anayasası’nın 47. maddesinin üçüncü ve dördüncü

fıkraları hükümlerinin birleştirilerek tek fıkra haline getirilmesidir. “Öneri: Devletin,

kamu iktisadi teşebbüslerinin ve diğer kamu tüzelkişilerinin mülkiyetinde

bulunan işletme ve varlıkların özelleştirilmesi ile bu kuruluşlarca yürütülen

kamu hizmetlerinin özel hukuk kişilerine devrinin esas ve usulleri kanunla

düzenlenir.”

Ayrıca özelleştirmede ana amaç sadece gelir elde etmek olmayıp, işletmelerin

daha verimli çalışmasını sağlayarak ekonomiye katkı yapmalarının sağlanması

olmalıdır. Özellikle söz konusu işletmelerin ekonomiye üretim, istihdam, teknolojik

atılım yönünden katkı yapması ve hukuka uygunluk gibi başlıca kriterlerin gözetilmesi

gerekmektedir.

⇒ MERKEZ BANKASI’NIN STATÜSÜ- PARA ARZI

(Anayasada hüküm bulunmamaktadır)

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası dünyanın ilk bağımsız Merkez Bankası’dır.

1930 tarihinde kanunu çıkartılan ve 1931 yılında faaliyete başlayan TCMB bağımsız bir

banka olarak kurulmuş, II. Dünya Savaşı sonrası bu kimliğini kaybetmiştir. Daha

sonra yapılan yasal değişikliklere rağmen bir türlü gerçek anlamda bağımsız bir banka

kimliğine kavuşamamıştır.

Merkez Bankası’na ilişkin temel düzenlemelerin Anayasa’da yer almasına ilişkin

öneri, 1961 ve 1982 Anayasalarının hazırlık aşamalarında tartışılmış ancak kabul

görmemiştir.

Merkez Bankası’nın bağımsızlığı müzakereci demokrasinin16 gereklerinden biridir.

Bir çok müzakereci demokraside de bunu sağlayacak hukuki ve fiili tedbirler

alınmaktadır. Ayrıca popülist demokrasilerin engellenmesinin, para politikasını

siyasetten uzak tutmanın yolu da Merkez Bankası’nın hukuki ve fiili bağımsızlığından

                                                            16 Müzakereci demokrasiden kasıt, gücü çoğunluğun elinde tutmak yerine bir dizi yoldan dağıtan paylaştıran ve

sınırlayan bir demokrasi anlayışıdır ve bir sistemin bu anlayışa sahip olup olmadığını test eden kriterlerden bir

tanesi de Merkez Bankası’nın bağımsızlığıdır. A. Lijphart, Demokrasi Motifleri, Salyangoz Yayınları, s. 44 vd.

Page 39: TİSK Anayasa Görüşleri

31

geçmektedir. 2001 sonrasındaki yasal düzenlemelerle bu alanda mesafe kaydedilmiş

olmakla beraber Merkez Bankası’nın bağımsızlığının bir anayasa hükmü haline

getirilmesi gerekmektedir.

Merkez Bankası’nın amaç ve araç bağımsızlığı sağlanmalıdır. Amaç

bağımsızlığından kasıt Merkez Bankası’nın para politikasına ilişkin temel hedefleri

kendisinin belirlemesidir. Araç bağımsızlığından kasıt ise, belirlenen amaca ulaşmada

kullanılan para politikası araçlarının tümünü serbestçe kullanabilmesidir.

AB sistemi içinde Maastricht Antlaşması ile getirilen hükümler de üye ülke

merkez bankalarının bağımsızlığına vurgu yapmaktadır. Avrupa Topluluğunu Kuran

Antlaşma’nın (Eski 105 ve devamı) yeni 127 ve devamı maddelerinde, Avrupa Merkez

Bankası’na ilişkin düzenlemeler yer almaktadır. Buna göre Madde 130’da: “Avrupa

Merkez Bankası, ulusal merkez bankaları ve bunların karar alma organlarında görev

yapan kişiler, bu Antlaşma ve Avrupa Merkez Bankaları Sistemi Statüsü tarafından

kendilerine verilen görev ve yükümlülükleri yerine getirirken ve yetkilerini kullanırken,

Topluluk kurum ve organlarından, üye devlet hükümetlerinden veya herhangi bir

başka makamdan talimat istemez ve almaz. Topluluk kurum ve organları ve üye ülke

hükümetleri, bu ilkeye riayet etmeyi ve Avrupa Merkez Bankası’nın veya ulusal

merkez bankalarının karar alma organlarının üyelerini, görevlerini yerine getirirken

etkileme girişiminde bulunmamayı taahhüt eder.” ifadesine yer verilmiştir.

Türkiye hakkındaki 2010 ve 2011 AB İlerleme Raporu’nda da Merkez Bankası

Kanunu’nun bankanın bağımsızlığını tam olarak sağlayamadığı eleştirisi yapılmaktadır.

Sonuç itibariyle, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası yasal ve araç

bağımsızlığına sahip olmalıdır. Bankanın hedeflerine ulaşabilmesi için politika

bağımsızlığına sahip olması gerekmektedir. Banka her yıl parasal kuralını kamuoyuna

ilan etmeli ve politikasındaki gerçekleşmeleri kamuoyu ile paylaşmalıdır. Bankanın

para politikası şeffaflık ve hesap verilebilirlik üzerine kurulmalıdır. Bankanın politikaları

ile mali politikalar arasında uyum sağlanmalı ve koordineli şekilde yürütülmelidir. Para

arzına ilişkin yetkinin kullanılması esas itibariyle Merkez Bankası’na ait olmalı, yetki

TBMM tarafından ancak savaş ve olağanüstü hallerde devir alınabilmelidir.

Page 40: TİSK Anayasa Görüşleri

32

⇒ VERGİ

(1982 Anayasası madde 73)

1215 tarihli Magna Carta’dan beri var olan ve pek çok ülke anayasasında da

yerini bulan kanunilik ilkesi vergilendirme ilkeleri arasında temel niteliktedir. Kanunilik

ilkesi çerçevesinde, vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülükler kanunla konulur,

değiştirilir veya kaldırılır. Temel prensip bu olmasına rağmen Anayasamızın 73.

maddesinin 4. fıkrasında yürütme organına tanınmış bazı yetkiler mevcuttur.

Kanunlaştırma konusunda geçmiş yıllarda yaşanan sıkıntıların bir sonucu olan bu

düzenleme kanunilik ilkesine aykırı olarak yürütme organına çok önemli yetkiler

tanımaktadır.

Buna göre:

“…Vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve

indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı

sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi Bakanlar Kuruluna verilebilir.”

Bu tür bir yetki her şeyden önce aynı madde metninde yer alan temel prensibe,

yani kanunilik ilkesine aykırıdır. Zira madde metninde indirim ve oran gibi şekli olarak

sınırların çizilebileceği konularda kanuna dayalı bir yetki bulunmakta ise de muafiyet

ve istisna belirlemek gibi bir hukuk devletinde olmaması gereken hükümler de

bulunmaktadır. Zira muafiyet ve istisna verginin kaldırılması demektir. Verginin

kaldırılması ise ancak kanunla olmalıdır. Yürütme organına bu tür bir yetki verilmiş

olması, 1215 senesinden beri var olan bir vergi prensibinin reddidir. Yukarı ve aşağı

sınırlar çerçevesinde de olsa bu tür bir yetkinin verilmesi kanunilik ilkesi ile

bağdaşmamaktadır. Bakanlar Kurulu’na verilen bu yetkinin ancak çok acil olabilecek ve

tanımı kanunda iyice belirtilmiş hallerle sınırlı olması gerekmektedir.

Verginin kanuniliği ilkesi sadece anayasadan kaynaklanan sözkonusu hüküm

çerçevesinde değil, yürütme organının çıkardığı diğer bazı düzenlemelerle de ihlâl

edilmektedir. Örneğin, çıkarılan tebliğ ve sirkülerler ile vergilerin kanunlarda yer alan

ifadeleri değiştirilmek suretiyle yeni alanlar kapsama alınarak vergiler getirilmekte

veya vergiler değiştirilip ortadan kaldırılmaktadır.Bu tür bir uygulamayı hukuk devleti

ile bağdaştırmak mümkün değildir.

Page 41: TİSK Anayasa Görüşleri

33

Ülkemiz bakımından vergilerin kanuniliği yanında vergi hukukuna ilişkin belirlilik

veya öngörülebilirlik ilkesi gibi diğer prensiplerin de yerleşmesi önem taşımaktadır. Bu

ilke çerçevesinde oluşturulan kanunlarda o vergi ile ilgili mükellef, matrah, oran,

zaman, ceza gibi temel hususlara yer verilmesi ve bu konudaki düzenlemelerin

yürütme organına bırakılmaması gerekmektedir. Bazı kanunlarda vergiler bakımından

usul ve esasa ilişkin düzenlemeler konusunda Maliye Bakanlığı’na yetki verildiği

görülmektedir. Bu durumun da vergi hukukunun esaslarına uygun olduğunu söylemek

güçtür.

Vergiler bakımından kanunilik, belirlilik gibi ilkelerin yanında hukuki güvenlik

ilkesini de hayata geçirmek gerekir. Bununla bağlantılı olarak, vergi düzenlemelerinin

mutlaka sene başından önce çıkarılacak bir kanunla belirlenmesi ve daha sonra sene

içerisinde değişiklik veya yeni hükümler getirme yoluna başvurulmaması hukuki

güvenlik ilkesinin bir sonucudur. Ancak bu sayede mükelleflerin hukuki güvenliği

sağlanmış olacaktır. Böylece oluşturulan kanunların geriye yürütülmemesi de

sağlanabilir. Vergiler konusunda geçmiş yıllarda olduğu gibi, halen de geçmişe yürüme

konusunda gerekli özen gösterilmemekte, kazanılmış haklar ihlal edilmektedir. 30 Mart

2006 tarihli 5497 sayılı Kanun bunun tipik örneğidir. Yatırım indirimi konusundaki

kazanılmış hak ihlali, vergi ziyaı cezası konusunda geriye yürüme gibi temel vergi

prensipleri ihlal edilerek kanunlaştırılmıştır.

Ayrıca vergi ile ilgili maddeye hukuki güvenlik ilkesinin alt unsurları olan kıyas

yasağı, belirlilik ve geriye yürüme yasağı da ilave edilebilir. Örneğin, İsviçre

Anayasasının 127. Maddesinde belirlilik ilkesi açıkça düzenlenmiştir. Ayrıca AHİM’in de

bu konuda kararları vardır.

Vergilendirilmede mükellef haklarına ilişkin güvencelerin sağlanacağı, temel bir

ilke olarak anayasada yer almalı ve ayrıntılarının kanun ile düzenleneceği

öngörülmelidir.

Dolayısıyla, sadece kanun çıkarmak değil, çıkarılan kanunlarla mükellefin

haklarını korumak, ona hukuki güvence sağlamak, çağdaş vergicilik ve hukuk devleti

olmanın da bir gereğidir.

Page 42: TİSK Anayasa Görüşleri

34

Sonuç olarak, vergide kanunilik ilkesi korunmalıdır. Ancak son fıkra ile getirilen

istisnanın daraltılması gerekir, bu hüküm zaten kanunilik ilkesine aykırıdır. Şöyle ki,

muafiyet konusunda Bakanlar Kurulu’na yetki verildiğinde bu durum bazı kişilerin

vergilendirme dışı bırakılması ile sonuçlanacağından bunun anayasada ifade edildiği

gibi aşağı ve yukarı haddinin olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu durum verginin

kaldırılmasıdır ve bu da kanun ile olmalıdır. İstisnalar tamamen bir konunun vergi dışı

bırakılmasıdır. Burada da eğer tam istisna söz konusu ise verginin alınmaması söz

konusudur ve kanunla konulmalıdır. Bunların dışında aşağı ve yukarı hadler konusunda

belirleme yetkisi verildiğinde ölçülülük gözetilmelidir. Vergi oranı sıfıra indirildiğinde

Anayasa Mahkemesi’nin verginin bu halde kaldırılmış sayılmayacağı yolunda kararları

bulunmakla birlikte bunu paylaşmak güçtür. Zira oranın sıfıra indirilmesi ile vergi

ortadan kaldırılmaktadır ki bunun esasen kanunla yapılması gerekmektedir.

Yerel yönetimlerin vergilere ilişkin yetkileri olduğunda bu yetkinin üniter bir

devlette mutlaka kanun ile konulması gerekir. Uygulamada buna uyulmadığı

gözlenmektedir.17

Örneğin Fransız sisteminde Anayasanın 72/2. Maddesinde yerel yönetimlere

verilen yetkilerde de kanunilik şartı aranmaktadır.

Kayıt dışı ekonominin önlenmesi konusunda devletin yükümlülükleri

belirlenmelidir. 2010 ve 2011 AB İlerleme Raporu’nda sorunun önemine dikkat

çekilmektedir. Raporda, vergi ve harcama politikalarındaki ve hukukun etkili biçimde

uygulanmasındaki zayıflıklar nedeniyle gelişen kayıt dışı sektörün, önemli bir sorun

olarak mevcudiyetini sürdürdüğü ifade edilmektedir.

Vergi hukuku ve yargısının sağlıklı işlemesine ilişkin tedbirler alınmalı, vergi

denetim oranları arttırılmalı, denetim şeffaflaştırılmalı ve mali denetçilerin

sorumluluğu tartışılmalıdır.

                                                            17 Örneğin, Ülkemizde 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun “Çevre Temizlik Vergisi” başlıklı mükerrer 44’üncü maddesinde “Belediyenin çevre temizlik hizmetlerinden yararlanan ancak, su ihtiyacını belediyece tesis edilmiş su şebekesi haricinden karşılayan konutlara ilişkin çevre temizlik vergisinin, tarifenin yedinci grubunun belediye meclisince belirlenecek derecesi üzerinden hesaplanacağı” düzenlenmiş bulunmaktadır. Mevzuatımızda bu madde gibi yukarıda özetlenen ilkelere aykırı düzenlemeler ve Anayasa’nın Geçici 15’inci maddesi kapsamında uzun zaman anayasaya aykırılığı iddia edilemeyen düzenlemeler olmakla beraber kanunilik ilkesi geçerli olmalıdır.

Page 43: TİSK Anayasa Görüşleri

35

Ayrıca yürürlükteki Anayasamızın 167’inci maddesinde yer alan “İthalat, ihracat

ve diğer dış ticaret işlemleri üzerine, ülke ekonomisinin yararı gerektirdiğinde, vergi

ve benzeri mali yükümlülükler dışında ek mali yükümlülükler koymaya kanunla

Bakanlar Kuruluna yetki verilebilir.” şeklindeki ibare vergiyle ilgili hükümler arasında

yer almalı ve vergiyle ilgili yukarıda belirtilen temel ilkeler çerçevesinde yeniden

değerlendirilmelidir.

⇒ BORÇLANMANIN SINIRLANDIRILMASI VE BÜTÇE DENKLİĞİ

Baştaki açıklamalarımız sırasında belirttiğimiz gibi, Avrupa ülkelerinde kamu

açıklarının yol açtığı kötü sonuçları ortadan kaldırmak amacıyla, kamu açıkları ve

borçlanmaya sınır getirme, bu yönde anayasalara hüküm koyma girişimleri dikkat

çekmektedir. Nitekim, İspanya’daki anayasa değişikliği bunun en yakın örneğini

oluşturmaktadır. Kaldı ki, kamu tercihi teorisyenlerinin geliştirdiği “Anayasal İktisat

Kuramı” devletin ekonomi alanındaki işlevlerinin ve yetkilerinin (harcama, vergileme,

borçlanma, para basma) sınırlandırılması gerektiğini savunmaktadır18.

Esasen borçlanmanın sınırlandırılması “Mali Kural Kanun Tasarısı” ile önerilmiş

ise de tasarı henüz yasalaşmamıştır.

Bu konuda 1982 Anayasası’nın Kurucu Meclis’te hazırlığı aşamasında bazı

madde önerileri yapılmışsa da kabul görmemiştir. Borçlanmaya sınır getirmek

amacıyla bir düzenlemenin Anayasa’da yer alması isteniyorsa, bu düzenlemede

aşağıdaki ilkelere yer verilebilir:

Devletin, yerel idarelerin ve diğer kamu tüzel kişilerinin iç ve dış borçlanmaya

yasal yetkiler çerçevesinde gidebilmeleri.

İç ve dış borç stoklarının ayrı ayrı ve toplam olarak GSMH’nın belirli bir yüzdesini

( örneğin %60) aşamaması kuralının getirilmesi.

Dış borç ile sağlanan finansmanın yatırım harcamaları dışında kullanılamaması.                                                             18 C.C.Aktan, Ekonomik Anayasa, TİSK İnceleme yayınları 19, s.20 vd.

Page 44: TİSK Anayasa Görüşleri

36

Borç ana para ve faiz ödemeleri için bütçeye gerekli ödeneğin konulması ve

ödemelerde öncelik tanınması zorunluluğu getirilmesi.

2008 yılında başlayan ve halen devam eden küresel krizde en önemli sorun

bütçe açıkları ve bunun sonrasında gelen borçlanma yüküdür. Bundan dolayı krizin

sona ermesinden sonra da, tam üyelik görüşmeleri yaptığımız AB’de ülkelerin

değerlendirilmesinde bütçe açığının GSYH’ya oranı vazgeçilmez bir kriter olarak

önemini koruyacaktır. Nitekim Maastricht Kriterleri’ne rağmen bütçe açıklarını

düşüremeyen ülkeler arasında yer alan İspanya, çareyi borç açığına sınır getiren

düzenlemeyi anayasaya koymakta bulmuştur.

Merkezi Yönetim, (Hükümet) Avrupa Birliği, Maastricht Kriterleri’nce belirlenen

bütçe açığının GSYH oranı yüzde 3’ü aşamaz ilkesine bağlı kalmalıdır.

Devletin kamu borçlanmasına gidebilmesi veya kredi sözleşmesi yapabilmesi

için kanunla yetkilendirilmesi gerekir. Kamu borçlarının ana parasını ve faizlerini

karşılamak amacıyla ayrılan ödenekler, kamu kuruluşlarının bütçelerinde yer alır ve

bunların ödenmeleri öncelikli olarak yapılır. Bu ödeneklerin miktarı ve kompozisyonu

borçlanma kanununda belirlenen esasların dışına çıkamaz. Tüm kamu idarelerinin

toplam borçlarının GSYH’ye oranı, AB Maastrich Kriterleri’nce belirlenen referans

borçlanma değerini geçemez.

Bu sınırlama sadece AB ülkelerinde değil, başka ülkelerde de uygulanmaktadır.

1994 yılında Yeni Zelanda’da borçlanmaya ilişkin benzer bir sınırlamaya gidilmiştir.

Daha sonra bu tür düzenlemeler 1999 yılında Arjantin ve Peru’da, 2000 yılında

Brezilya’da, 2003 yılında Kolombiya ve Hindistan’da yapılmıştır.

Bütçe açığı ve merkezi yönetim borç sınırları sadece; devletin kontrolü dışında

kalan ve kayda değer bir şekilde devletin finansal durumunu veya ekonomik-sosyal

istikrarını tehdit eden; doğal afet, ekonomik durgunluk veya olağanüstü acil

durumlarda, TBMM’in mutlak çoğunlukla karar vermesi durumunda aşılabilir.

Page 45: TİSK Anayasa Görüşleri

37

Borçlanma ile ilgili sınırlar ve bu sınırların aşılabileceği durumlar çıkarılacak

kanun ile belirlenir.

Merkezi Yönetim borç stokunun GSYH’ya oranı yüzde 60’ını geçemez. Bu sınırı

aşmaya neden olacak Merkezi Yönetim Bütçesi TBMM’ de görüşülemez.

Bu temel yaklaşımlar çerçevesinde Maastricht kriterleri ve Almanya modeli esas

alınabilir. Örneğin Alman Anayasası 115’inci maddesinin ikinci fıkrasında gelir ve

giderlerin denkliğinden söz etmektedir.

Maastricht Kriterleri:

-Toplulukta fiyat istikrarı bakımından en iyi performansa sahip üç ülkenin yıllık enflasyon

oranları ortalaması ile, bir üye ülkenin enflasyon oranı arasındaki fark 1,5 puanı geçmemelidir. (Avrupa

Topluluğunu Kuran Antlaşma, m. 121(1); Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşmanın 121’inci Maddesinde

Öngörülen Yakınlaşma Kriterlerine İlişkin Protokol, m. 1).

-Üye ülkelerin kamu açıklarının GSYİH’lerine oranı %3’ü geçmemelidir. (Avrupa Topluluğunu

Kuran Antlaşma m. 121(1); Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşmanın 121’inci Maddesinde Öngörülen

Yakınlaşma Kriterlerine İlişkin Protokol m. 2; Aşırı Kamu Açığı Prosedürüne İlişkin Protokol).

-Üye devletlerin kamu borçlarının GSYİH’lerine oranı %60’ı geçmemelidir. (Avrupa Topluluğunu

Kuran Antlaşma m. 121(1); Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşmanın 121’inci Maddesinde Öngörülen

Yakınlaşma Kriterlerine İlişkin Protokol m. 2; Aşırı Kamu Açığı Prosedürüne İlişkin Protokol).

-Üye ülkelerde uygulanan uzun vadeli faiz oranları, 12 aylık dönem itibarıyla, fiyat istikrarı

bakımından en iyi performansa sahip 3 ülkenin faiz oranını 2 puandan fazla aşmamalıdır. (Avrupa

Topluluğunu Kuran Antlaşma m. 121(1); Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşmanın 121’inci Maddesinde

Öngörülen Yakınlaşma Kriterlerine İlişkin Protokol m. 4).

- Son 2 yıl itibarıyla, bir üye ülkenin para birimi, diğer bir üye ülkenin para birimi karşısında

devalüe edilmemiş olmalıdır. (Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşma m. 121(1); Avrupa Topluluğunu

Kuran Antlaşmanın 121’inci Maddesinde Öngörülen Yakınlaşma Kriterlerine İlişkin Protokol m. 3).

Genel olarak kamu kurumları, özellikle de yerel yönetimler daha fazla yatırım

ve tüketim yapma isteğini taşımaktadır. 2006 yılından bu yana belediyelerin yatırım

harcamaları, merkezi yönetim yatırım harcamalarının üzerine çıkmıştır. Bu kurumlarda

denetimin zayıf olması, şeffaflığın hemen hiç olmaması bütçe dengesini bozan önemli

Page 46: TİSK Anayasa Görüşleri

38

bir faktör olmalarına neden olmaktadır. Nitekim 2011 yılı Ağustos ayı sonu itibari ile

belediyelerin Hazine’ye olan vadesi geçmiş borçları toplamı 6.056 milyon TL, toplam

borçları ise 14.854 milyon TL’dir.

Denk bütçe konusunda benimsenmesi gereken temel yaklaşım: “ Tüm kamu

kuruluşları ve mahalli idareler “mali istikrarı/bütçe dengesini” koruyacak

şekilde hareket etmek zorundadırlar.” şeklinde özetlenebilir.

⇒ EKONOMİK VE SOSYAL KONSEY

(1982 Anayasası madde 166/son fıkra)

AB ülkelerinde Ekonomik ve Sosyal Konseylerin yapısı incelendiğinde, hemen

her ülkede Konsey’lere dönük bir düzenlemenin yapıldığı ve her ülkenin ekonomik ve

sosyal koşullarına uygun ve kendi ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olarak farklı

yapılarda düzenlemeler yaptığı görülmektedir.

Ekonomik ve Sosyal Konsey’e ilişkin anayasal düzenlemelere karşılaştırmalı

hukuk açısından bakıldığında konunun Fransız Anayasası’nın 69,70 ve 71’inci

maddelerinde düzenlendiği görülmektedir.

Fransız Anayasası’ndaki hükümlere göre “Ekonomik, Sosyal ve Çevresel

Konsey”;

Hükümetin başvurması üzerine, kanun tasarıları, kararname tasarıları ve

üyelerin teklifleri hakkında görüş bildirmekte,

Bir üyesini Kongreye sunulmuş bulunan tasarılar ya da öneriler hakkında

Konsey görüşünü parlamento huzurunda açıklamak üzere atayabilmekte,

Organik bir kanun ile belirlenen şekilde Konsey’e dilekçe ile talepte

bulunulabilmekte ve bu dilekçe hakkında Hükümet ve parlamentoya, teklifin

uygunluğu hakkında bilgi verilmekte,

Hükümet veya meclis tarafından ekonomik, sosyal veya çevresel konularda

Konseye danışılmakta,

Page 47: TİSK Anayasa Görüşleri

39

Hükümet, kamu finansmanında birden çok yılı kapsayan rehber programları

konusunda Konseye danışmakta ve ayrıca ekonomik, sosyal ve çevresel her

plan veya program tasarısı da Konsey görüşüne sunulmaktadır.

İtalya Anayasası’nın 99’uncu maddesinde “Ulusal Ekonomi ve Çalışma Konseyi”

düzenlenmiş olup, Konsey kanunda gösterilen konularda ve kendisine verilen

görevlerde meclislerin ve hükümetin bir danışma organı olarak görev yapmaktadır.

Kanun teklifi verebilmekte ve kanunda gösterilen ilke ve sınırlar içinde ekonomik

mevzuatın hazırlanmasına yardımcı olmaktadır.

Ülkemizde 2001 yılında 4641 sayılı Kanunla yasal bir temele oturtulan

Ekonomik ve Sosyal Konsey, bugüne kadar etkin, işlevsel ve devamlılık arz eden bir

yapıya kavuşturulamamış; dolayısıyla beklenen toplumsal faydaya da ulaşılamamıştır.

5982 sayılı Kanun ile Anayasa’da 2010 yılında yapılan değişiklikle Anayasamızın

166’ıncı maddesinin son fıkrasında düzenlenen Konsey, bağımsız bir madde olarak ve

aşağıdaki genel yaklaşımları içerecek şekilde ve karşılaştırmalı hukuk örnekleri de

dikkate alınarak yeniden düzenlemelidir. Ekonomik ve Sosyal Konseyin

düzenlenmesinde;

Konseyin oluşumunda sosyal tarafların temsilinin ağırlıkta olması,

Konseyin “zorunlu” ve “ihtiyari” olmak üzere iki çeşit danışma fonksiyonu olması,

Zorunlu danışma niteliğinin örneğin bütçe ve istihdama ilişkin temel kanunlara hasredilebileceği,

İhtiyari danışma niteliğinin ise yasama ve/veya yürütme organından gelecek talepler doğrultusunda devreye girebileceği,

ESK’ya özel sektör temsilcileri arasından Kamu Denetçisi önerme imkanının sağlanması,

Konsey tarafından çalışma konularına ilişkin yıllık raporlar yayınlanması

uygun olacaktır.

Page 48: TİSK Anayasa Görüşleri

40

⇒ AB ÜYELİĞİ VE EGEMENLİK

Bilindiği gibi Türkiye Avrupa Birliği’ne tam üyeliği hedeflemekte ve bu amaçla

AB’ye uyum için gerekli düzenlemeleri yapmaya devam etmektedir. Ancak, AB’ye tam

üyelik sonrası bazı kararların AB organlarınca alınması söz konusu olacağından

egemenlik yetkilerinin AB organlarının kararları ile sınırlanması gerekecektir. 1982

Anayasası’nın hazırlığı aşamasında Anayasa’nın egemenlikle ilgili maddesine bu

amaçla bir hüküm konulması önerilmişse de Anayasa’nın kabul edilen metninde yer

almamıştır. Öte yandan, bugüne dek çeşitli sivil toplum kuruluşlarınca yapılmış

anayasa önerilerinin bazılarında egemenlikle ilgili maddeye, “Uluslarüstü yetkileri

bulunan kuruluşlara üyeliği gerektiren uluslararası anlaşma hükümleri saklıdır”

cümlesinin eklenmesi dışında bir öneri yer almamaktadır19.

Oysa, AB üyesi ülkelerin tümü, üyelik aşamasında veya üye olduktan sonra

anayasalarına egemenlik hakkının uluslararası kuruluşlar yararına sınırlanması; ayrıca

uluslararası norm ile iç hukuk normunun çatışması durumunda uluslar arası norma

öncelik tanıyan hükümler koymuşlardır.

Anayasalar sık değişen metinler olmadıkları için AB’ye tam üyelik durumunda

egemenlikle ilgili olarak ortaya çıkabilecek sorunları baştan engellemek amacıyla

gerekli düzenlemenin bu aşamada yapılmasında yarar görmekteyiz.

Egemenlikle ilgili olarak, 1982 Anayasası’nın ilgili maddesine aşağıdaki şekilde

(koyu yazılanlar) bir ilave yapılabilir20:

                                                            19 Öneriler için bkz. E.Göztepe, Avrupa Birliğinin Siyasal Bütünleşmesi ve Egemenlik Yetkisinin Paylaşılması Sorunu, Ankara, 2008, s.214 vd. 20 Aynı yönde öneri için bkz. H.S.Türk, Daha İyi Bir Anayasa İçin, Ankara, 2003, TESAV Yayınları, 112 vd.

Page 49: TİSK Anayasa Görüşleri

41

“Egemenlik”

Madde .. Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.

Türk Milleti, egemenliğini Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle

kullanır. Ancak, egemenliğin kullanılması, milletlerarası topluluk veya

kuruluşlara katılma durumunda, diğer üye milletlerle eşit şartlar altında

olmak kaydıyla, bu topluluk veya kuruluşların yetkili organları yararına

sınırlanabilir.”

Bilindiği gibi, çeşitli AB üyesi ülkeler, üyeliği öngören andlaşmaları halk oyuna

sunmak yoluna gitmişlerdir. Ülkemiz içinde benzer bir tercihin kullanılması halinde

milletlerarası andlaşmaların onaylanmasına ilişkin anayasal düzenlemede de değişiklik

yapılması gerekmektedir. Ayrıca, söz konusu andlaşmanın yasama organında

nitelikli çoğunlukla kabulü de öngörülebilir.

1982 Anayasası’nın milletlerarası andlaşmaların uygun bulunması ile ilgili

maddesine bu amaçla aşağıdaki hükümler (koyu yazılanlar) eklenebilir.

“ Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma ”

Madde…Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla

yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir

kanunla uygun bulmasına bağlıdır.

Milletlerarası topluluk veya kuruluşlar çerçevesinde egemenliğin diğer

milletlerle birlikte kullanılması sonucunu doğuran milletlerarası

andlaşmaların onaylanması için bu konudaki kanunun halk oylaması ile

kabulü şarttır.

Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir.

Ancak, ikinci fıkra gereğince halk oylamasıyla kabul edildikten sonra

yürürlüğe konulan milletlerarası andlaşmalar, kanunlardan önce gelir. Her

iki durumda da bu andlaşmalar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile

Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel

hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı

Page 50: TİSK Anayasa Görüşleri

42

hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma

hükümleri esas alınır.”

Yukarıda sunulan öneriler dışında, yapılacak değişiklikte uluslarüstü kuruluşa üyeliği

temin etmesi öngörülen andlaşmanın “Anayasa Mahkemesi’nin öndenetiminden

geçirilmesi” şeklinde ilave bir öneriye de yer verilmesi mümkündür.

⇒ SİYASİ PARTİLERİN HARCAMALARININ DENETLENMESİ

Ekonomik faaliyetlerin popülist politikalar ile gelecek kuşakları da etkiler biçimde

sorumsuzca yönetilmesine demokrasi ve hukuk devletinin araçları ile engel

olunmalıdır.

Siyasi partilerin seçim harcamalarına, bağış ve kampanya giderlerine sınır

getirilmesi 1966 yılında İsveç ve Danimarka’da, 1967 yılında Almanya’da, 1969 da

Finlandiya’da, 1974 de İtalya ve ABD’de, 1975 yılında Avusturya’da, 1976 Portekiz’de,

1977 Kanada’da, 1984 de Yunanistan’da, 1985 Belçika ve İspanya’da, 1988 yılında

da Fransa’da gerçekleştirilmiştir. Türkiye de ise sorun zaman zaman siyasi partiler

tarafından gündeme getirilmekle birlikte konuya gereken özen de gösterilmemiştir.

Anayasada siyasi partilerin seçim harcamalarının sınırlarının kanun ile belirlenmesi

gereğine ilişkin bir hüküm getirilip, ayrıntılar Seçim Kanunu ile düzenlenebilir21.

Ayrıca Ülkemizde özgür ve demokratik sistemin temel yapı taşlarını oluşturan

Siyasi Partiler Kanunu ve seçim kanunlarımızın da parti içi demokrasinin

güçlendirilmesi, oyların yasama organına yansıma yöntemleri başta olmak üzere

yeniden ele alınması için Anayasa çalışmaları önemli bir fırsat kabul edilmelidir.

Demokrasinin işleyişinde siyasi partilere fırsat eşitliğinin sağlanması için siyasi

partilerin seçim harcamaları konusunda Venedik Komisyonu’nun 46. Genel Kurulu’nda

kabul edilen Siyasi Partilerin Finansmanı Konusunda İlkeler ve Raporda (9-10 Mart

2001 Seçim Kampanyaları başlıklı B bendi 8 paragraf) yer aldığı gibi; “Farklı siyasi

                                                            21 Örneğin Fransız Seçim Kanunu’nda Avrupa seçimleri için bu oran her bir parti için 1. 15 milyon Euro ‘dur.

İngiltere’de 2010 seçimleri için maksimum harcama limiti 25 bin Pound ve her seçmen için artı 5p’dir.

Page 51: TİSK Anayasa Görüşleri

43

güçlerin fırsat eşitliğini garantilemek için, seçim kampanyası masraflarında ülkedeki

duruma uygun ve ilgili seçmen sayısı oranına göre bir tavan” belirlenmelidir.

Ayrıca siyasi partilere yapılan devlet yardımlarında adil bir düzen oluşturulmalı ve

harcama ve kaynakların şeffaflığı sağlanmalı, sağlıklı ve etkin işleyen bir yargısal

denetim mekanizması kurulmalıdır. Konu ile bağlantılı olarak devlet harcamalarındaki

şeffaflık ve özellikle örtülü ödenek harcamalarının denetlenmesi de bu yönde

demokratik işleyişe katkıda bulunacaktır.

Page 52: TİSK Anayasa Görüşleri

44