(ti.jo) · 2018. 5. 25. · l mis ra (ti.j""o") arap, fars ve türk edebiyatlarında...

2
L MIS RA (ti.J""o") Arap, Fars ve Türk beyti bir _j Sözlükte yere çalmak" manasma gelen sar' 1 kökü beytini iki yani iki kafiyeli, iki yap- mak" da ifade eder (Kamus Tercümesi, lll, 318). "ev" daki "beyt"in her bir kanada edilir (a.g.e., III, 320) Nitekim eve gibi ire de ile Bu lamalardan hareketle gerçek "ev, oda, mesken, konak" olan beyit, bir edebiyat terimi olarak vezinde iki meydana gelen birimini ifade gibi gerçek ka- iki ve olan da terim olarak beyti meyda- na getiren iki parçadan biri için Arap genellikle en küçük birimi beyit için beyitten daha küçük parçalar manzume Bu durum aruz vezninden kay- naklanmakta, yerine kelimesi Fars ve Türk rolü Arap beyit du- (b k. ARÜZ; Çünkü Arap genelde hüküm ve anlam beyitte tamam olurken Fars ve Türk bir da Bu sebeple Fars ve Türk aruzun gir- mesiyle da Fars da "tek bir beytin (müfred) bir beytin bir parça" nalarma gelen bir edebiyat terimidir. Ancak bir birimi için beyitten olarak tek (Celaleddin Hümal, s. 93; Dihhuda, XII , 1854). Son dönemlerde dize kelimesiyle kar- Türk "ölçülü veya ölçüsüz bir tarifinde gi- bidir. Divan beytin ya- en küçük birimidir. bir ifadeyle bir her bir verilir s. 3). en küçük bi- rimi gibi zamanda en küçük (Dilçin, s. 99). Divan kaside, gazel, mes- nevi, terkibibend veterciibendde birimi beyittir. bir iç kafiye ile birbirine bendier- den meydana gelen musammatlarda ise birimi (DiA, IX, 403). Di- beyitler bir bütünlük gösteriyorsa musammatlarda da görevi yerine getirmek- tedir (a.g.e., a.y.). Son dönem Türk ede- da etkisiyle mana serbest bir daha ileri gidilerek bazan tek kelimeden ibaret lar bu da nesre daha fazla (Geçer, sy. 3 964], S. 16). Divan bir en kap- ifade edebilecek, ahengiyle yer alacak kadar dikkat çekici bir ve sahip berceste" (son derece latif ve veya Bunlar eser kabul berceste söyleyebilen de yeterlidir. maksud eserse berceste kafidir" (Koca Ra- beyti bunu ifade eder. Böyle en güzel olup ile dillerde ko- layca ifadeler ile adeta ata- sözü gibi örneklerdir S. 3). Bakl'nin, "Avazeyi bu aleme DavQd gibi sal 1 Baki kalan bu kubbede bir sada Talib'in, insaf kadar kamil e mlzan olmaz 1 n bilmek kadar irfan olmaz" ve Koca Ra- güft ü gQda bed- IMm eder kubhun 1 arze- derken merd-i sirkatin söyler" beyit- lerinin ikinci bugün de dillerde birer atasözü halinde (bk. I, XIX) MIS RA Divan örneklerden hareket beyit gibi bir na- olarak bakmak da mümkündür. sonunda herhangi bir manzu- me içinde yer almadan bir gibi Rahml'nin, "Gün neler gibi örnekler kendi bir duy- guyu veya ifade edecek (DiA, IX, 403). Bir manzume için- de yer almayan, bazan ta- unutulan ve kendi iç- lerinde tamamlanan, berceste- ler gibi dillerde bu tek "m azade" veya "azade" de- nilmektedir. ll. Mahmud'un Abdülhak ecza üzerine "N e ararsan bulunur derde devadan ve Muallim Naci'- nin gülümserken bir resminin dehre ben ölsem de tasvlrim güler" örnekleri birer azadedir. Bunlar manzumelerden kopuk ya da parça- "müfred" alan tek beyitler gibi genellikle son "mesari'" özel bir bölümde yer Bazan bir beytin anlam birbirine olmayan da azade denir. Nev'l'nin, "Kalbini saf eyle- yen neylesin 1 ile dem- saz olan saz u neylesin" beytinin bu türdendir. Türk da eskiden beri antolojilerde bu tür "beyit 1 ebyat" ve lar 1 mesari'" bir araya Mehmed Tahir'in Mesdri' ve Ebydt bul1328) (yeni Ke- mal Ta vukçu, Erzurum 1997) bu tür eserlerin son devirdeki en ör- nekleri Hilmi Soykut'un Türk Tasavvuf, Hikmet ve Felsefeyle Dolu Unutulmaz XII. XX. As- ra Kadar 1968) ve Ömer Er- dem'in Günümüze Unu - tulmayan 1994) derlemeleri 1

Upload: others

Post on 13-Sep-2020

3 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: (ti.Jo) · 2018. 5. 25. · L MIS RA (ti.J""o") Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında beyti oluşturan bir satırlık nazım parçası. _j Sözlükte "yıkıp yere çalmak" manasma

L

MIS RA (ti.J""o")

Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında beyti oluşturan bir satırlık

nazım parçası. _j

Sözlükte "yıkıp yere çalmak" manasma gelen sar' 1 sır' kökü "şiirin beytini iki mıs­ralı yani iki kafiyeli, kapıyı iki kanatlı yap­mak" anlamlarını da ifade eder (Kamus Tercümesi, lll, 318). Ayrıca "ev" manasın­daki "beyt"in kapısındaki her bir kanada mısra denildiğine işaret edilir (a.g.e., III,

320) Nitekim eve kapıdan girildiği gibi şi­ire de mısra ile başlanmaktadır. Bu açık­lamalardan hareketle gerçek anlamı "ev, çadır, oda, mesken, konak" olan beyit, bir edebiyat terimi olarak aynı vezinde iki mısradan meydana gelen nazım birimini ifade ettiği gibi gerçek anlamı "çadır ka­pısının iki yanı, kapı kanadı ve pervazı" olan mısra da terim olarak beyti meyda­na getiren iki parçadan biri için kullanılır.

Arap edebiyatında genellikle en küçük nazım birimi beyit olduğu için beyitten daha küçük parçalar manzume sayılmaz. Bu durum aslında aruz vezninden kay­naklanmakta, mısra yerine "şatr" (yarım) kelimesi kullanılmaktadır. Fars ve Türk edebiyatlarında mısraın oynadığı rolü Arap edebiyatında beyit üstlenmiş du­rumdadır (b k. ARÜZ; BEYİT). Çünkü Arap şiirinde genelde hüküm ve anlam beyitte tamam olurken Fars ve Türk şiirlerinde bir mısrada da gerçekleşebilir. Bu sebeple Fars ve Türk edebiyatiarına aruzun gir­mesiyle mısralar da uzamıştır.

Mısra, Fars edebiyatında da "tek bir beytin (müfred) yarısı, şiirdeki bir beytin yarısı, şiirin yarısı, şiirden bir parça" ına­nalarma gelen bir edebiyat terimidir. Ancak bir nazım birimi sayılmadığı için beyitten ayrı olarak tek başına kullanıl­mamaktadır (Celaleddin Hümal, s. 93; Dihhuda, XII , 1854).

Son dönemlerde dize kelimesiyle kar­şılanan mısra hakkında Türk edebiyatı

kaynakları, "ölçülü veya ölçüsüz bir satır­lık nazım parçası" tarifinde birleşmiş gi­bidir. Divan edebiyatında mısra beytin ya-

rısıdır; manalı en küçük nazım birimidir. Diğer bir ifadeyle bir nazım parçasını oluşturan her bir satıra mısra adı verilir (İpekten, s. 3). Mısra en küçük nazım bi­rimi olduğu gibi aynı zamanda en küçük nazım şeklidir (Dilçin, s. 99).

Divan edebiyatında kaside, gazel, mes­nevi, terkibibend veterciibendde nazım birimi beyittir. Müşterek bir iç kafiye ile mısraların birbirine bağlandığı bendier­den meydana gelen musammatlarda ise nazım birimi mısradır (DiA, IX, 403). Di­ğer nazım şekillerinde beyitler nasıl bir bütünlük gösteriyorsa musammatlarda da mısralar aynı görevi yerine getirmek­tedir (a.g.e., a.y.). Son dönem Türk ede­biyatında Batı edebiyatının da etkisiyle mısradaki mana bütünlüğü kaybolmuş, serbest şiirlerin bir kısmında daha ileri gidilerek mısraın sınırları belirsizleştiril­miş, bazan tek kelimeden ibaret mısra­lar yazılmış, bu da şiiri nesre daha fazla yaklaştırıp boğmuştur (Geçer, sy. 3 [ı 964], S. 16).

Divan edebiyatında bir manayı en kap­samlı şekilde ifade edebilecek, ahengiyle hafızalarda yer alacak kadar dikkat çekici bir ustalık ve güzelliğe sahip mısralar "mısra -ı berceste" (son derece latif ve sağlam) veya "şah mısra" adını almıştır.

Bunlar eser değerinde kabul edildiğinden mısra-ı berceste söyleyebilen kişinin de şair sayılmasına yeterlidir. "Eğer maksud eserse mısra-i berceste kafidir" (Koca Ra­g ıb Paşa) beyti bunu ifade eder. Böyle mısralar şiirin en güzel parçası olup ına­nasının derinliği ile dillerde dolaşan, ko­layca hatırlanabilen , ifadeler olmasının yanında sağlam kuruluşu ile adeta ata­sözü gibi kullanılan örneklerdir (İpekten, S. 3). Bakl'nin , "Avazeyi bu aleme DavQd gibi sal 1 Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş" ; Sursalı Talib'in, "Çeşm-i insaf kadar kamil e mlzan olmaz 1 Kişi n oksanı­nı bilmek kadar irfan olmaz" ve Koca Ra­gıb Paşa'nın, "Miyan - ı güft ü gQda bed­ıneniş IMm eder kubhun 1 Şecaat arze­derken merd-i kıptl sirkatin söyler" beyit­lerinin ikinci mısraları bugün de dillerde birer atasözü halinde dalaşmaktadır (bk. Eyüboğlu, I, XIX)

MIS RA

Divan şiirindeki örneklerden hareket edildiğinde mısraa beyit gibi kısa bir na­zım şekli olarak bakmak da mümkündür. Divanların sonunda herhangi bir manzu­me içinde yer almadan başlı başına bir şiir gibi yazılmış mısralar bulunmaktadır. Rahml'nin, "Gün doğmadan meşlme-i şebden neler doğar" mısraı gibi örnekler kendi başlarına şiir sayılabilecek bir duy­guyu veya manayı ifade edecek yoğun­luktadır (DiA, IX, 403). Bir manzume için­de yer almayan, bazan diğer mısraları ta­mamıyla unutulan ve manaları kendi iç­lerinde tamamlanan , mısra-ı berceste­ler gibi dillerde dolaşan bu tek mısralara "m ıs ra-ı azade" veya yalnızca "azade" de­nilmektedir. ll. Mahmud'un hekimbaşısı Abdülhak Molla'nın ecza dolabının kapısı üzerine yazdırdığı, "Ne ararsan bulunur derde devadan gayrı" ve Muallim Naci'­nin gülümserken çekilmiş bir resminin altına yazdırdığı, "Mudhikat- ı dehre ben ölsem de tasvlrim güler" örnekleri birer mısra- ı azadedir. Bunlar manzumelerden kopuk ya da tamamlanmamış şiir parça­ları şeklinde kalmayıp "müfred" adını alan tek beyitler gibi genellikle divanların son taraflarında "mesari'" adıyla anılan özel bir bölümde yer alır.

Bazan bir beytin anlam bakımından birbirine bağlı olmayan mısralarına da azade denir. Nev'l'nin, "Kalbini saf eyle­yen cam - ı safayı neylesin 1 Aşk ile dem­saz olan saz u nevayı neylesin" beytinin mısraları bu türdendir. Türk edebiyatın­

da eskiden beri hazırlanmış antolojilerde bu tür mısralar "beyit 1 ebyat" ve "mısra­lar 1 mesari'" başlıkları altında bir araya getirilmiştir. Sursalı Mehmed Tahir'in Müntehabdt-ı Mesdri' ve Ebydt (İstan­bul1328) adlı kitabı (yeni yazıyla neşri: Ke­mal Tavukçu, Erzurum 1997) yanında bu tür eserlerin son devirdeki en tanınan ör­nekleri arasında İsmail Hilmi Soykut'un Türk Şiirinde Tasavvuf, Hikmet ve Felsefeyle Dolu Unutulmaz Mısralar :

Açıklamalarıyla XII. Asırdan XX. As­ra Kadar (İstanbul 1968) ve Ömer Er­dem'in Geçmişten Günümüze Unu ­tulmayan Mısralar (İstanbul 1994) adlı derlemeleri anılabili r.

1

Page 2: (ti.Jo) · 2018. 5. 25. · L MIS RA (ti.J""o") Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında beyti oluşturan bir satırlık nazım parçası. _j Sözlükte "yıkıp yere çalmak" manasma

MIS RA

BİBLİYOGRAFYA :

Kamus Tercümesi, III, 318-320; Muallim Na­ci, lstılahat-ı Edebiyye, İstanbul 1307, s. 152-153; Tahirülmevlevi, i'lazm ve Eşkal'i /'lazm, İstanbull329, Kısm-ı Sanl, s. 2-5; İsmail Habip [Sevük]. Edebiyat Bilgileri, İstanbul 1942, s. 100-101; Nihad Sami Banarlı, Edebi Bilgiler, İs­tanbul 1948, s. ll; E. Kemal Eyüboğlu, On Üçüncü Yüzyıldan Günümüze Kadar Şiirde ve Halk Dilinde Atasözleri ve Deyim/er, İstanbul 1973, I, XIX; ayrıca bk. tür. yer.; Mecd! Vehbe­Kamil el-Mühendis. Mu'cemü'l-muştalaJ:ıati'l­'Arabiyye fl'l-luga ve'l-edeb, Beyrut 1979, s. 118, 202; Cevdet Kudret, Örneklerle Edebiyat Bilgileri, İstanbul 1980, I, 337-338; Cem Dilçin. Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara 1983, s. 99-101; Celaleddin Hüma!. Fünun-ı Belagat ve Şana'at-ı Edebi, Tahran 1363 hş . , s. 93; Haluk İpekten. Eski Türk Edebiyatı: Nazım Şekilleri ve Ar uz, İstanbul 1994, s. 3-4; İlhan Geçer. "Şi­irve Mısra", Hisar, sy. 3, Ankara 1964, s. 16; Ömer Asım Aksoy, "Beyt, Mısra, Aruz Sözcükle­rinin Anlamı", TDI., XXXVI/310 (1977). s. 2-3; Mustafa isen, "Mısra", TDEA, VI, 327; Dihhuda, Lugatname (Muin), XII, 1854; Nihad M. Çetin, "Beyit", DİA, VI, 66; Ömer FarukAkün, "Divan Edebiyatı", a.e., IX, 403-404.

!il HASAN AKSOY

MISRi, Aziz Ali

( i.SrW1 ..Jo: )!.rı (1879-1965)

Osmanlı subayı ve Mısır devlet adamı. L ~

XIX. yüzyılda Kahire'ye yerleşmiş Bas­ralı bir tüccar ailesinin çocuğu olarak dün­yaya geldi. Küçük yaşta anne ve babasını kaybettiğinden Mısır'ın üst düzey mülki amir lerinden eniştesi Zülfikar Ali Paşa'­nın yanında kaldı. İlk öğrenimini tamam­ladıktan sonra istanbul'a giderek Mek­teb-i Harbiyye-i Şahane'ye girdi ve burayı 1904'te bitirip Osmanlı ordusunda göre­ve başladı. Bu arada Arnavut. Bulgar ve Yunan çetelerine karşı verilen mücadele­Iere katıldı. 1906'da Selanik'te kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'ne girerek II. Abdülhamid'in muhalifleri arasında yer aldı. 1907'de yüzbaşı rütbesiyle Ohri'de bulunan Osmanlı birliklerinin kumanda­nı iken İ ç Makedonya ihtilal Örgütü'ne (Vnatresna Makedonsko Revolucionerna Organizacija) karşı müslüman halkıiı ile­ri gelenlerinden oluşan bir komite kurdu ve ardından silahlı mücadele başlattı (da­ha sonra II. Meşrutiyet döneminde bölge mebusları tarafından ayaklanmaları bastı­

rırken isyancılara fazla sert davranınakla suçlanmıştır). Aynı yıl Mekteb-i Harbiy­ye'den arkadaşı Enver Bey (Paşa) vasıta­sıyla Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'nin Ma­nastır teşkilatma -kurucuları Enver, Ka-

2

zım (Karabekir) ve Kolanya eşrafından Mülkiye Mektebi mezunu Hüseyin beyler dışında- alınan ilk kişi oldu. Bu cemiyetin Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti ile birleşmesi üzerine İttihatçılar'a katıldı, Enver ve Eyüp Sabri (Akgöl) beylerle bir­likte cemiyetin Ohri şubesi ni kurdu. II. Meşrutiyet'in ilanından (23 Temmuz 1908)

sonra Osmanlı Devleti'ni oluşturan un­surlar arasında milliyetçilik eğilimlerinin güçlenmesi Arap kökenli Osmanlı subay­ların ı da etkilemişti. Otuzbir Mart Yak'a­sı'nın ardından Hareket Ordusu'yla birlik­te istanbul'a gelen ( 1909) Aziz Ali bura­da Araplar'ın ön saflardaki simalarından biri oldu; istanbul'da bulunan Arap su­bayları sık sık onun evinde toplanmaya başladı. Bu subaylar aynı yıl ilk gizli cemi­yetleri olan Kahtaniyye'yi kurdular; cemi­yetin en etkili isimlerinin başında Aziz Ali geliyordu. Ancak Avusturya- Macaristan İ mparatorluğu örneğinden esinlenerek Osmanlı Devleti'ni Türk-Arap eşitliği ilke­sine dayalı ikili monarşi yapısına kavuş­turma fikrini savunan Kahtaniyye üyele­ri takibe uğrayınca cemiyet feshedildL

Aziz Ali 191 O yılında, Yemen' de ayakla­nan imam Mütevekkil-Aiellah Yahya b. Muhammed ile yapılan görüşmelerde aracı rolü üstlendi. İsyanın bastırılması­nın ardından İtalyanlar'ın 1911 sonbaha­rında Trablusgarp'ı işgal etmeleri üzerine oraya gönderildi. Osmanlı Devleti İtalya ile savaşı göze alamayınca bazı subaylara İtalya'ya karşı direniş göstermeye başla­yan bölge hal kını organize etme görevi verildi; bunlar arasında Aziz Ali ve Enver Bey de vardı. Balkan Savaşı sebebiyle En­ver Bey'in bölgeden ayrılmasının ardın­dan savunma kuwetlerini kendi kuman­dasında yeniden örgütleyen Aziz Ali dire­niş devam ederken 1913 sonbaharında aniden İstanbul'a gitti ve bu sebeple yüz­lerce askerle birlikte görev yerini izinsiz ve erken terketmesinin Libya'da İtalyanlar'a karşı verilen mücadeleye darbe vurduğu ileri sürülerekağır şekilde suçlandı. Onun Libya'dan niçin ayrıldığı biJinınediği gibi bedevi gönüllülere dağttılmak üzere En­ver Bey'in kendisine emanet ettiği para­nın da akıbeti öğrenilemedi. Aziz Ali, İs­tanbul'a dönüşünün hemen ardından sa­dece Osmanlı ordusunda görevli Arap su­bayların üye olabildiği Ahd adında gizli bir cemiyet kurdu; kısa sürede cemiyetin Şam, H alep, Musul ve Bağdat'ta şubeleri açıldı. Arkasından da İstanbul'daki İtti­hatçılar'a muhalefet edilmeye ve Kahire'­deki adem-i merkeziyetçilerle diyalog ku­rulmaya başlandı. Şubat 1914'te Aziz Ali

tutuklanarak zirnınetine para geçirmek ve vatana ihanet suçlarından divanıharbe verildi; iki aydan fazla süren muhakeme sonucunda idama mahkum edildi. Fakat Araplar tarafından ileri sürülen, Enver Paşa ile aralarının açık olduğu ve bunun davayı etkilediği söylentileriyle içeriden ve dışarıdan gelen baskılar sonucu cezası ön­ce on beş yıla indirildi, ardından da affe­dildi. Kazım Karabekir İttihat ve Terakki Cemiyeti adlı kitabında (s. !86-187). o sırada Harbiye nazırı olan Enver Paşa'ya Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'nin Manastır teşkilatını kurarken ettikleri yemini ha­tırlatarak Aziz Ali'nin serbest bırakılma­

sını kendisinin sağladığını belirtmekte­dir.

Nisan 1914'te Mısır'a dönen Aziz Ali, ağustos ayında İngilizler'le temasa geçe­rek bir Arap devleti kurmak amacıyla Os­manlı Devleti'ne karşı başiatmayı tasar­ladığı isyana destek istedi. İngilizler önce bu teklifi zamansız buldularsa da geliş­

meler Osmanlılar'ın Almanya safında sa­vaşa katılacağını göstermeye başlayınca ekim sonunda onunla temasa geçtiler ve pratik bir sonuç çıkmamakla birlikte di­yalogu bir süre devam ettirdiler. Ardın­

dan İngilizler'in Mekke Emiri Şerif Hüse­yin ile anlaşarak 1916'da onun liderliğin­

de bir isyan başlatmaları üzerine Aziz Ali de isyancılara katıldı. Bu arada ismi Cemal Paşa tarafından Suriye'de idamla yargı­Iananlar arasında yer aldı. Aziz Ali, Şerif Hüseyin kuwetleri arasında üç ay bulun­duktan sonra ayrılarak Mısır'a döndü. Bu kopuşta Şerif Hüseyin'in tam bağımsız­lıkyanlısı, onun ise hi'ıla federal bir Türk­Arap İmparatorluğu kuru lması fikrinin savunucusu olmasının rol oynadığı söy­lenmektedir (Khadduri, s. 153-154).

İngilizler, Şerif Hüseyin'in geri gelmesi yolundaki çağrılarını karşılıksız bırakan Aziz Ali'yi İspanya'ya sürdüler. Ancak ken­disi oradan Almanya'ya geçti ve İngiliz hi­mayesinin kalkmasının (Şubat ı 922) ar­dından 1924'te Kahire'ye döndü. 1928-1936 yılları arasında Polis Okulu'nun mü­dürlüğünü yaptı . Daha sonra Kral Fuad tarafından Londra'da okuyan oğlu Fa­rük'un korunmasıyla ilgili olarak İngilte­re'ye gönderildi. 1937'de Mısır ordusun­da müfettiş olduysa da İngilizler'in karşı çıkması üzerine görevden alındı. II. Dünya Savaşı sırasında Batı Sahra'daki Alman kuwetlerine ulaşınaya çalışırken tutuk­lanarak hapse atıldı ( 194 ı). 1942' de iş ba-

. şma gelen Nehhas Paşa hükümeti tara­fından serbest bırakıldı . 19S2'de ihtilalci