tezgah; sayı 1

24
tezgah, kasım 2014

Upload: tezgah-yayin

Post on 06-Apr-2016

244 views

Category:

Documents


4 download

DESCRIPTION

İTÜ Edebiyat Kulübü aylık edebiyat yayınının ilk sayısı ile karşınızdayız. İyi okumalar dileriz!

TRANSCRIPT

Page 1: Tezgah; Sayı 1

tezgah, kasım 2014

Page 2: Tezgah; Sayı 1

tezgah, kasım 2014 2

Page 3: Tezgah; Sayı 1

tezgah, kasım 2014 3

Page 4: Tezgah; Sayı 1

tezgah, kasım 2014 4

Şimdi sen, bir hayali ellerinde tutuyorsun. Farklı insanların karşılaşmalarının yarattığ ı ortak yoldasın. Bu yol bizim du nyamıza çıkıyor. Evet, hoş ğeldin! “Şu ğu ne dek, birbirlerini anlayabilecek ya da harekete ğeçirebilecek olan, yalnız başına kalkışmayacakları seru venlere yo nelmek için el ele verebilecek olan in-sanların pek azı karşılaşma fırsatı buldu.” diyor Theodore Zeldin. Biz kendi du n-yalarımızın birer karakteriyken, karşılaşma fırsatını bulan pek az insandık. Ta-nıştık, anlaşmaya çalıştık, birlikte sorğulayıp, birlikte du şler olduk. Aynı nokta-dan baktığ ımız da çok oldu, tartışıp çatıştığ ımız da. Fakat konuşmaktan, emek vermekten, ğu lmekten ve dost olmaktan vazğeçmedik. Bir zamanlar birbirine yabancı birer kelimeydik. Geride bıraktığ ımız her ğu n ke-limelerimizi cu mlelere bağ ladı. Cu mlelerimiz ise her ko şede bir yazı, bir hikaye, masal, şiir oldu sana ulaştı. Çok şey biriktirdik bu zaman diliminde; neler oldu, neden buradayız diye sorma! Ö nu ndeki Tezğah’a tutun. Çu nku biz artık hep Tez-ğahımızda u retiyor olacağ ız!

karşılaşma editörden

bahar yılmaz & melis yalçın

Page 5: Tezgah; Sayı 1

tezgah, kasım 2014 5

Soğ uk bir yel esiyor o nce. Sonrasında yer mi sarsılıyor ben mi sarsılıyorum bilemiyorum. Parmak uçlarım uyuşmaya başlıyor. Ö yle ki bir uyku bastırıyor ama başaramıyorum uyu-mayı da. Aynı anda yu zlerce toplu iğ ne beynime saplanıyor sanki. Du şecek ğibiyim adeta, tutunmaya çalışsam da bir yere, olmuyor. Boşluktayım, ayaklarımın yerden kesildiğ i...

Soğ uk bir yel esiyor o nce. Bakınıyorum etrafıma. Bir ko şe başında rastlıyorum ona. Ben o ylece bekliyorum, o da bekliyor. Zaman mı duruyor biz mi duruyoruz, diyorum kendime. Titriyor, ben de titriyorum. Sonra ğo zlerim, ğo zlerini buluyor. Anında kaçıyor simsiyah iki ku çu k iris. Korkuyor yabancı bakışlardan ğo zleri. Bir yabancıyım, bir yabancıyız ona karşı besbelli.

Soğ uk bir yel esiyor o nce. Ü rkek adımlar atıyor minik ayaklarıyla. Sessizce o ksu rmeye çalı-şıyor ğo ru nmemek adına. Bu denli utanıyor ğo ru nu r olmaktan. Öysa kulakları sağ ır etmeli o ksu ru ğ u , utandırmalı kalabalığ ı. Bunları du şu nu rken ilerliyor. Yu ru yor u rkek adımlarıyla. Bir su re sonra ko şede yolu kapanıyor, hala ğo rebiliyorum onu.

Soğ uk bir yel esiyor o nce. Zaman ilerledikçe sokaklar boşalıyor. Griden siyaha do nu şu yor ğo k; karanlık, ğelip ğo ğ u hapsediyor. Gece u rku tmu yor onu, o beklemeye devam ediyor. Adım atsa boşluğ a du şecekmiş korkusuyla bekliyor. Karanlık ğo zlerinin parıltısına asla enğel olamıyor. Siyaha inat bir çabayla parlıyor ğo zleri.

Soğ uk bir yel esiyor o nce. Bu denli mi ğo ru nmeziz diye du şu nu yorum. Ö nu mden ğeçenlere bağ ırmak istiyorum ama başaramayınca çığ lığ ımı yu reğ ime hapsediyorum. Zaman ğeçiyor ve ben ko şe başında o ylece durmaya devam ediyorum.

Soğ uk bir yel esiyor o nce. Bu tu n sinir hu crelerim ayrı ayrı buz tutuyor sanki. Ö da u şu yor diye korkuyorum. Buz tutmuş minik ellerini avucuma alıp ısıtmak istiyorum. Adım atmaya çalışıyorum ona doğ ru ama zaman buna enğel, çimentoya saplanmışçasına kalıyorum ol-duğ um yerde. Go zlerimi ona doğ ru çeviriyorum. Gu lu msu yorum, sanırım o da ğu lu msu yor.

Soğ uk bir yel esiyor o nce. Ben mi sarsıntıdayım yer mi sarsıntıda, bilemiyorum. Gu nler, haftalar, aylar ğeçiyor yine de kimse do nu p bana bakmıyor. Yıllar sonra ben ğo rebiliyorum ancak o ko şeden. Bir çift siyah ku çu k iris aydınlatıyor yolumu. Soğ uk bir yel esiyor sonra.

köşe başı kıyısız deniz

melis yalçın [email protected]

Page 6: Tezgah; Sayı 1

tezgah, kasım 2014 6

Burası anma yeri olsun. Ya da iç do kme yeri mesela. Ya da ne bileyim, ağ lama yeri. Ünutma yeri. Anlama yeri. Kafayı açık tutma yeri. Kendinle konuşma yeri. Önaylama yeri. Gu nlu k işleri yu ru tme yeri. Burası o ylesine bir yer olsun. Hiç yeri.

- Yazma yeri olamaz mı? - Hayır olamaz. Her şey ğo ru ndu ğ u ğibi mi ki?

Hava çok sıcak. Ü stu mde sade bir ğecelik, bir de ince o rtu ... Üzanıyorum. Tavanın pu ru zle-rini izliyorum. Bundan da sıkıldım. Go zlerim odamı dolanıyor. Çift kişilik yatağ ım, ğeniş ve dağ ınık bir kitaplık, ku çu k bir çalışma masası... Başka da bir şey yok.

Kendi kendimle konuşmayı o ğ renmek istiyorum. Her du şu ndu ğ u mu de tutup anlatamam ki birine. Biraz sır tutayım diyorum kendimle.

Ayağ ımı uzattım, o teki yarı toplu diğ er bacağ ın çıplaklığ ında. Boğ azım acıyor, dudaklarım kuru. Çok mu du şu ndu m yine? Ku çu k bir ışığ a ihtiyacım var başucumda. Karanlığ ı tavan-daki ampulu n koca ışığ ıyla bo lmek istemiyorum. Konuşmaya da ihtiyacım var. Yıldızlara ihtiyacım var hem de. Ama yok. Bu şehir en çok yıldızları çaldı bizden. Bu o rtu yu de mi atsam u stu mden? Bence ona ihtiyacım yok.

Biliyorum, ben seni çok severek tu keniyorum. Niye soymuştun ki beni çırılçıplak?

Tu m bunlar neden dolanıyor kafamın içinde? Yapacak onca işi du şu nmek varken. Mesela artık kitaplarımı bitirmeliyim. Bir bir elbiseleri katlayıp, renklerine ğo re dizmeliyim. Mut-fağ ımın ihtiyaç listesini yapmalıyım. Hep sağ ından do ndu ğ u mu z sokağ ın, solunu keşfetme-liyim. Sen sevmezsin diye ğiymediğ im topukluları ğiymeliyim. Ü şu meyeyim diye aldığ ın battaniyeyi atomlarına bo lmeliyim!

Artık kendime ğelmeliyim. Artık dert etmemeliyim. Artık beni du şu nmeliyim. Artık susmalıyım. Artık yazmayı bırakmalıyım.

kendine ait olmaya çalışma atlıkarınca

bahar yılmaz [email protected]

Page 7: Tezgah; Sayı 1

tezgah, kasım 2014 7

Karanlığ ın kokusundaydı yalnızlık

Bir o kadar da sırt sırta vermişçesine

Yıldızlara baktığ ımız ğo kyu zu nu n çehresinde,

Yokuş aşağ ı iniyordu yalnızlık

Sahildeki caminin ertesinde

Serin suların u rpertisinde

Üzaklarda bir ada parladı ğo zu mu ze

Mesafeler vardı, ışıltılı sularla çevrili

Yalnızlığ ı bize hissettirmesin diye,

Kuşlar uçuyordu İ stinye’den Heybeliada’ya

Kanatlarının altında saklıydı hikayemiz

Bizi ğo tu ru rler miydi yarınlara

Kim bilir…

hikayemiz

onur kayan [email protected]

Page 8: Tezgah; Sayı 1

tezgah, kasım 2014 8

Ü st komşum o leli daha bir ğu n olmuştu. Apartmanın yanındaki kilisede, apar topar cenaze merasimi ğerçekleştirilmişti. Cenaze to reni çok sade ğeçmişti. Hayatta kalan akrabası yok-tu zaten; birkaç komşusu dışında kimse katılmamıştı. Eve Adelina ile kol kola do nmu ştu k. İ kimiz de yol boyunca tek kelime etmemiş, o lu mu du şu nu r olmuştuk. Bir insanın varlığ ı bu kadar basit kaybolmamalıydı. Koca du nyada sadece bizim zihinlerimizdeki ğo ru ntu su kal-mıştı. Adelina çoktan bu yok oluşa teslim olmuş durumda pencerenin kenarına sinmişti. Elimde fincanlarla yanına yaklaştığ ımı fark edince teslimiyetini bir kenara bırakıp, dalğala-nan yeşil ğo zlerini bana dikmişti. Kahvelerimizi sessizliğ imizde boğ ularak içiyorduk. Çır-pınmıyor, olduğ u ğibi sokağ ı ğo zetliyorduk. Sanki her an yaşlı komşum ko şeden fırlayacak ğibi. Hiçbir şey yaşanmamış ğibi koşarak, hatta sekerek.

Ö ğeceyi birlikte ğeçirdik. İ kimiz de bu du şu nce bilinmezliğ inden kurtulmak için birbirimi-ze sığ ındık. Vu cutlarımızın birlikteliğ inin yarattığ ı sıcaklık adeta yok oluşa karşı "biz varız" diye bağ ırıyordu.

Sabah ğu n doğ umunu izlemek için yataktan çıktık. Pencere kenarına sokulduk. Yaşlı kom-şumu du şu nmeye başlamıştım farkında olmadan. Ö anda aklıma, bana acil durumlar için bulunsun diye verdiğ i evinin anahtarları ğeldi. Çekmecenin arkalarına su ru klenmiş bir halde buldum anahtarları. Adelina omzumdan atılarak anahtarları kaptı ve her zamanki tatlı ğu lu msemesi yayıldı yu zu ne. İ kimiz de yaşlı komşumu son bir kere daha anmak isti-yorduk işte.

Kendimizi onun dairesinde bulduk. Sanki yıllardır ğirilmemiş ğibi ağ ır bir koku karşıladı bizleri; daire de du n yaşananları unutmak istiyordu demek ki. Girişteki sırları do ku lmu ş ayna ise çoktandır yaşama ku smu ş, artık du nyaya sahte ğerçekliğ ini sunmak istemiyordu. Ben aynanın çerçevesindeki ince işçiliğ i incelemeye dalmışken, Adelina ise çoktan salona ğeçmişti. Ö sırada salondan ğramofonun cızırtılı sesi duyuldu. İ lk başlarda melodi çok tanı-dık ğeliyordu ancak bir tu rlu çıkaramıyordum kimin şarkısı olduğ unu. İ şte o anda duyuldu serçenin şakıması. Edith'nin plağ ıydı.< Non, rien de rien. Non, je ne reğrette rien..> Acaba son zamanlarında da o yle miydi? Yalnızlığ ın ortasındaki o sahil evinde. Sesinin çekiciliğ ine kendimi kaptırmış halde salona ğeldim. Adelina ise çoktan ğo zlerini kapatmış, havada salı-nan notaları tutabilecek ğibi el hareketleri yapıyordu. Bir elimle havada su zu len elini tut-tum, diğ er elimi usulca beline doladım. Ağ ır ağ ır salınmaya başladık; hiç bitmesin isteye-rek. Yıllar o ncesinden ruhumuza hissettirdikleri dudaklarımızın ıslaklığ ında boğ uldu. Şar-kı bittiğ inde ikimiz de biraz ğeri açılarak u stu mu zu du zelttik; nerede olduğ umuzu hatırla-yarak. Çevreye bakınmaya devam ettik. Karşı duvar baştan aşağ ı fotoğ raflarla kaplanmıştı; ğelenekler, farklı dini to renler ve kadın vu cudunun saydamlığ ı. Ama en çok ilğimi, hepsinin ortasına bu yu tu lmu ş olarak asılmış olan ku çu k kızın uzandığ ı fotoğ raf çekti. Anne, babası

pusula parantez içi

burhan öztaner [email protected]

Page 9: Tezgah; Sayı 1

tezgah, kasım 2014 9

çevresinde ğu ndelik işleri yaparken o masum bir uykunun derinliklerinde. Belki erken saatlerde onlarla kalkmış; işin bu yu k kısmının tamamlanmasına yardımcı olduktan son-ra o ğ len saati olunca ku çu k vu cudu yorğun du şmu ştu . Toparladığ ı otları kendine yastık yapıp olduğ u yere yığ ılmıştı hatta. Resmin ko şesindeki kırmızı el yazısı ğo zu me takıldı; Rodero, 88. Ömzumda Adelina'nın tedirğin elini hissettim. Başım azcık do ner ğibi oldu ama hemen toparladım kendimi. Ko şede bulduğ u liko rlu çikolatadan uzattı ancak almak istemedim. Ömzumdan uzanan bakışları Rodero'ya yo nelikti. "Tanıyor musun?" dedi. Her ne kadar tanıdık ğelse de bir tu rlu çıkaramıyordum. Herhalde o lmeden o nce kori-dorda yaptığ ımız ayak u stu konuşmalarımızdan birinde bahsetmişti. Adelina o sırada konsolun çekmecelerini tek tek açıp bakıyordu. Toz kalkınca hapşırmaya başladım. Hap-şırıklarım kesilince karşımda irileşmiş meraklı ğo zlerle bana bakan Adelina elinde tuttu-ğ u mektubu uzattı. Ü stu nde aynı kalemden çıktığ ı belli olan ' Cristina G. Rodero'88 ' yazı-sı ğo z alıcıydı. Hemen elinden alıp içindeki mektubu okumak istedim ama zarfın içi boş-tu. Hayal kırıklığ ına kapılarak zarfı Adelina'nın ğo ğ su ne bastırıp arkamdaki fotoğ rafa ğeri do ndu m. Kurğumda daha mutluydum. Adelina elindeki zarfın u stu ndeki adrese ğit-meyi teklif edince kararsız hissettim. Daha bu yu ğ u nden bir hayal kırıklığ ı yaşamak… Ama bunu yapmalıydım, yapmam ğerekiyordu. Aklımda oluşan kurğu du ğ u mu ne bir ço zu m ğerekiyordu. Yazılı olan adrese vardığ ımızda yaklaşık do rt saattir yoldaydık. Şehrin bu taraflarına hiç ğelmemiştim. Sakin bir mahallede iki katlı bir evle karşılaştık. Zile bastığ ımızda kapıyı açan çift bizleri içeri davet etti. Kadın yaptığ ı limonatayı ikram için hazırlarken biz de kocasıyla konuşuyorduk. Ö da yanımıza ğelince, ğeliş amacımızı anlattık ve bitirdikten sonra elimdeki zarfı uzattım. Kadın ğo zleri dolarak kocası ile bakıştı. Kendini iyi hisse-dince anlatmaya başladı. "Siz annemi arıyorsunuz; ğeçtiğ imiz ay bir kaza ğeçirdi kendisi ve şuanda hafızası pek iyi değ il. Doktor anılarının bir kısmını hatırlamayacağ ını so yledi. Öna çektiğ i bu tu n eserleri ğo sterdim, eskiden anılarımızı kaydettiğ imiz kasetleri dinlet-tim ama nafile. Birçok şey silinmiş belleğ inden". Adelina benden o nce atlayarak "Çok ğeçmiş olsun. Yine de ğo ru şmemiz mu mku n mu kendisiyle? Bizim için ğerçekten çok o nemli." dedi. Bu tu n tatlılığ ını kullanarak ikna etmeye çalışıyordu. Kadın da anlayışla karşılayarak şuanda kaldığ ı huzurevinin adresini verip, titreyen sesiyle "Lu tfen onu fazla zorlamayın. Dayanacak ğu cu kaldığ ından pek emin değ ilim." diyebildi. Sonra ağ lamaklı bir şekilde kocasının kolları arasına sığ ındı. Biz de izin isteyerek yola koyulduk. Ökyanusa nazır huzurevi ğerçekten vadettiğ i huzuru sağ lıyordu. Adelina'nın verandada kalmasını rica ettim. Bunu tek başıma halletmem ğerekiyordu. Neyse ki çok inat etme-den kabul etti. Cristina'yı okyanusa bakan balkonda buldum. Yanına yaklaşıncaya kadar pozisyonunu bozmadan dalğaları izliyordu. Geldiğ imi fark edince ğo z ucuyla baktı ama tanımadığ ı biri olunca yine kafasını çevirdi. Adını so yleyince kaşlarını çatarak bakış attı. Kızdığ ını du şu nerek yavaşça karşısındaki koltuğ a oturdum ve ğeliş amacımı anlattım. Dinlerken du şu nceli yu z ifadesini asla bırakmadı. Kendi el yazısı olan zarfı da sonunda uzatınca kafası iyice karışır oldu. "Evet, haklısın. Bu benim el yazım ancak bahsettiğ in fotoğ rafı ve mektubu yazdığ ım kişiyi hatırlayamıyorum. Ü zğu nu m." Gerçekten mimikle-rinden okunuyordu u zğu n olduğ u. Artık bitmişti; ulaşabileceğ im son noktaya varmıştım kurğum içinde. Tam kalkmaya yelteniyordum ki Cristina "Zarf bende kalabilir mi?" diye

Page 10: Tezgah; Sayı 1

tezgah, kasım 2014 10

sordu. "Bahsettiğ in adamı hatırlamıyor olabilirim ama bana hissettirdikleri.." ğo zlerin-den yaşlar su zu lmeye başladı. İ yi ğeleceğ ini du şu nerek "Tabi ki sizde kalabilir." dedim. Yanından ayrılıp verandaya indiğ imde Adelina neden ğu lu msediğ imi sorana kadar fark etmemiştim ğu lu msediğ imi. Gitmemiz ğereken son bir yer vardı artık. Mezar taşının başında duruyorduk, birbirimize sarılmış halde. Hayat ne ğaripti. Kendi kurğumun belirsizliğ i içinde koştururken, kimsenin hatırlamadığ ı, kaybolmuş anılara tanıklık etmiştim. Fotoğ raf: Cristina Garcia Rodero

Page 11: Tezgah; Sayı 1

tezgah, kasım 2014 11

> Paloma Faith – Only Love Can Hurt Like This (Off The Cuff) <

Sarı sıcak gün ışığı, önünde yarı aralık tül perdeler, altında fazla cilalanmış eski parkeler, altında ben, altında hayal kırıklıklarım, üstümde yorgunluğum… Sabahın sabah olarak u ze-rime yu klemek istediğ i ğu zel anlamlara karşı insanu stu bir direnç ğo steriyorum her za-manki ğibi. Belki her zamanki ğibi değ il. Buğu n biraz daha o lu yu m, biraz daha yaşıyorum ya da; o yle ki daha çok hissediyorum acıyı da. Go z kapaklarım du nyayla du nyam arasında-ki en ğu venli sığ ınağ ım şu an, aralarsam, açarsam, ğu ne başlarsam artık iyi olamayacağ ımı biliyorum bir şekilde. Hatırlamayacak kadar uykuluyum, ama biliyorum.

Yine de biraz daha olğun bir yanım bu şekilde saklanamayacağ ımın farkında, o nce birini, sonra ikisini birden açıyorum ğo zlerimin. Örada, komodinin u zerinde, yu z hizamda duru-yor ğu nu mu n celladı. Son birkaç ğu nu mu n. Öndan bir mektup. Zeynep.

“Ö zledim, ğeçmişimizi, bizi, o toy ğençleri; yazmayı, yazılmayı, yazamamayı. Ne oldu da bu denli uzaklara du ştu k, neyi unuttuk, nasıl unuttuk? Bekleyeceğ im, her zamanki yerde. Hi-kayemize bir son yazmadık, varsın yazılmasın da. Sizinle yazamamak da ğu zeldi. Bekleye-ceğ im. Her zamanki ben olmayacağ ım belki, siz de olamazsınız; ne yazık. Yine de bekleye-ceğ im, belki daha ğu zel oluruz.”

İ çinde yazılanları ezberlememiştim de, hatırlamıştım sanki daha çok. Sanki her bir kelime içimde, az ve çok derin yerlerden rastğele so ku lu p bir araya ğelmişti; bunlara ben hep sa-hiptim aslında. Yine de keşke beni ben yapan duvarların temellerinden kopmasaydı bu taşlar. Korkuyorum. Bir araya ğelmek hiç bu kadar yıkıcı olmamıştı.

Sahi ne kadar yıkılacaktım ya da ne kalacaktı artık benden ğeriye bu buluşmaya ğidersem? Gidersem! Elbette ğidecektim. Ko pekler ğibi ğidecektim hem de. Pekala, onu ğo rmek için mu mku n olan her şekilde ezecektim kendimi.

En sevdiğ im karamel deri ceketimi ğiydim beyaz keten pantolonumun u zerine, insan sev-diklerini ğiydiğ inde daha ğu çlu oluyordu ki toplayabildiğ im her bir kırıntısına ihtiyacım var bunun. Fularımı da ğelişiğu zel dolayıp kendimi dışarı attım.

Öradaydı, Karako y’deki o ğu zel kafede. Elbette. Yirmi yıl o nceki ğibi. Hala, her nasılsa, ğenç

ve ğu zel ğo ru ndu ğ u nu du şu ndu m ilk anda. Sonra birkaç adımla, kolonun arkasında kalan

Ekrem ğirdi ğo ru ş alanıma. Masanın u zerinden eğ ilmiş, ğo zlerinin tam içine bakıyordu

Zeynep’in. Bana kalırsa, bu kadar ğeniş ğu lu msemesi sırf orada kendi yansımasını ğo ru yor

olmasındandı. Zeynep bunu aşk sanıyordu ama.

sonsuz üçüncü şahıs

tolga aydoğdu [email protected]

Page 12: Tezgah; Sayı 1

tezgah, kasım 2014 12

Masaya oturmak u zereyken fark ettiler; Zeynep içten, Ekrem nispeten samimiyetsiz bir ğu lu mseme ile karşıladı beni. Zeynep kollarıma atıldı sımsıkı ve uzunca bir su re bırak-madı. Ekrem kocaman hareketlerle kucakladı ama nispeten daha kısa su rdu elbette.

Yirmi yıl o ncesini konuştuk hızla, ğu nlu k, nasılsın iyisin konuşmalarının hemen ardın-dan. Kendimizi korkusuzca çektik onca yıl ğeriye. Aynı masanın etrafında, yirmilerine henu z basmamış u ç ğencin taşıdığ ı o heyecanı aynı tazelikle hissediyormuş ğibi davran-dım, muhtemelen Zeynep ve Ekrem de o yle yaptı. Ne ğençlikti ama, ne heyecan! Ökuma-yı da seviyorduk, yazmayı da. Ö zaman bile. Kaçıp kaçıp burada bir araya ğelirdik. Saat-lerce, tek bir kelime etmeden canla başla yazardık burada. Cu mleler yazardık, sayfalar yazardık, birbirimizi yazar, siler, baştan yazardık. Kendimi en çok burada var hisseder-dim, bu satırların arasında. Bir hikayemiz vardı bir de, hikaye ama ne hikaye! Zeynep Marla’yı yazardı. Benim Edmund’um vardı. Ekrem de Muddy idi hikayede. Marla kirpik-leri ateşten, sesi çıldırtıcı bir mu zikalden ve bu tu n olarak her bir kusursuz parçasının birleşiminden çok daha o te bir kadındı.

Edmund yanar tutuşurdu bu kadın için. Fark edilmek için tu rlu oyunlar yapar, tu rlu kı-lıklara ğirer; Muddy’den daha iyi bir adam olduğ unu anlatmaya çabalar dururdu kendi dilinde. Çu nku bilirdi, Muddy de bu kadını elde etmenin hayallerini kuruyordu. Neyse ki Marla da sevmişti bir zaman Edmund’u. Marla’nın Edmund’a bahşettiğ i bir şanstı belki ama Edmund’un kazandığ ı, boş bir hayatın ku çu k bir parçasını tıka basa dolduran hayal ğibi bir zamandı. Edmund ayakları yere değ meyen bir adam olup çıkmıştı o zaman. Ö Marla’yı her o ptu ğ u nde, ben Marla’yı o pu yordum ve o her o pu şte biraz da Zeynep’in du-daklarına değ iyordu dudaklarım. Her seferinde Marla’yı, onunla birlikte biraz da Zey-nep’i seviyordum. Benim de ayaklarım yere değ miyordu o zaman belli ki. Zeynep de ba-na, Marla’nın Edmund’a verdiğ i değ erin yarısı kadar, hatta daha azı değ er verse kim bilir daha ne hallere ğirerdim, neler olurdu! Ama olmadı. Zeynep’in karşısında, ğo zlerinde, ellerinde hep Ekrem oldu. Benim elimde ise Marla’nın anısından başka hiçbir şey kalma-dı.

Nasıl ayrı du ştu ğ u mu ze ğeldi konu elbette eninde sonunda. Ö yle ya, ayrılmayacaktık. Beraber okuyacaktık, beraber yaşayacaktık, evlenmek yoktu, sevmek yoktu. Sadece biz vardık! Sonuna dek. Sonsuza dek. Adımız bir yerlerde bizi etten, kemikten vu cutlarımı-zın imkan kıldığ ından çok daha uzağ a ğo tu recekti. Go tu recekti, bir zamanlar. Gidebildiğ i-miz en uzak nokta ise Ekrem’in u niversite okumak için ansızın Ankara’ya ğitmeye karar vermesi, Zeynep’in de ikinci kez du şu nmeden peşine takılmasından daha o tede değ ildi. Ben İ stanbul’da kalmıştım. Ben tutmuştum so zu mu . Evlenmek yoktu. Sevmek yoktu. Sa-dece ben vardım! Sonuna dek. Sonsuza dek. Sonra o mektup… Sonrası Zeynep, sonrası hatırlamak ve o zlemek…

Sonrasında Zeynep ve Ekrem’e ne olmuştu bilmiyorum. Hiç o ğ renemedim. Merak ettim ama bu konuda hiçbir şey yapmadım zamanında. Zeynep’le ilğili her şeyi içimde ama çok uzaklara saklamak konusunda oldukça tecru beliydim artık.

Zeynep’in, Ekrem’e bakan ğo zlerine bakmaya devam ettim. Kendimi silmeye devam et-tim. Benimle birlikte içimde, Zeynep’e dair diğ er her şey de silinecekse, buna değ erdi. Bu kurtuluşa ihtiyacım vardı. Değ erdi.

… devam edecek…

Page 13: Tezgah; Sayı 1

tezgah, kasım 2014 13

Ne de hoş bir çiftsiniz siz o yle! Kedileri de seviyorsunuz demek. Çekinmeyin, çekinmeyin, ğelin! İ smin ne senin kızım? Sevği he, kendin ğibi ismin de pek ğu zelmiş. Peki senin çocuğ um, seninki ne? Çok memnun oldum. Benimki de Fiğen. Sizi ilk kez ğo ru yorum. Denk ğelmedik o yleyse. Ben hemen hemen yirmi yıldır her ğu n bu kedileri besliyorum. Zorunlu emekliliğ imden beri... Siz benim kim olduğ umu biliyor musunuz peki?

80'lerde film yıldızıydım ben. Siz bilmezsiniz o do nemi...

Şu ku çu k kedicik u şu tmu ş, sevsenize onu. Hiç de yemiyor. Diğ erlerine denkti bu yu klu ğ u eskiden. Herkes severdi. Şimdi minicik... Ne diyorduk?

Heh filmlerden konuşuyorduk. Beni bu işe Cemil soktu. İ lk produ kto ru m ve ilk sevğilim. Yu z ku su r filmin posterinde benim ismim en tepedeydi. Birçoğ u erotik film. Kızlı erkekli şeyler. Bilmiyormuşsunuz ğibi ben de konuşuyorum he. Şimdiki ğençler zehir ğibi... Nereye ğidiyorsunuz?! Kedileri sevsenize. Ne şekerler, değ il mi? Şu ku çu ğ u evinize ğo tu ru n. Ö lu r o kesin, biri ilği-lenmezse.

Benim ev mi? Yer yok ki. Ön ku su r kediyleyim bir evin içinde. Ben ve kediler. Biricik oğ lum Bu lent bile ğelmiyor bize! Kedi sidiğ i kokuyormuşuz. Ben de orospuymuşum. Öğ lum diye seslenmeyecekmişim. Ben kızmıyorken o ne diye beni suçluyor hiç bilemiyorum. Önun yu zu nden filmlerde istemediler beni. Gebeliğ im yu zu nden işimden oldum. Doğ umun erte-sinde Cemil de yu z çevirdi. Evinde otur, çocuğ unu yetiştir, dedi. İ ş değ ilse bile ev verdi. Ben de isterdim Bu lent'e kimden olduğ unu so yleyeyim... Seks filmlerinin nesli tu kenince Cemil de yok olup ğitti. Bir çocuk ile du şemedim peşine. Go steremedim çocuğ unun yu zu nu yine. Durun, ğitmeyin ne olur! Cidden film yıldızıydım ben. Ü rku ttu m mu sizi? Hepsi doğ ru, ye-min ederim!

İ nternete “Fiğen Tunç” diye ğirsenize. İ lğinizi çekmedi mi? Lu tfen bir kez “Fiğen Tunç” diye ğiriverin. Heh, şimdi de resimleri ğo ster. Ü stsu zlerden değ il! Yu zu mu n olduğ u birini bu yu t. Benzemiyor muyum? Ne demiştim size? İ şte, Fiğen Tunç benim. Gençtim o do nemde. So -mu rdu ler beni, ğu zelliğ imi. Henu z yirmilerimde bir kızdım. Toydum. Sevğiyi her şeyden u stu n tutuyordum. Buğu n sonuç ne oldu? Hiç. Ö lsem ğitsem kim o nemser beni? Kimse! Ev için Bu lent ğelir belki. İ yisi mi ben evi de kedi derneklerine vereyim. Go rsu n o kokuyu, orospuyu! Durun, nereye?

Şu miniğ i ğo tu ru n evinize, o lmesin. Çok u şu tmu ş, ğo rmu yor musunuz?

Yok, ben değ il, kedicik u şu tmu ş! Yine ğelin, olur mu? Yine sohbet edelim.

üşütük 2 tabanı

cihan durmaz [email protected]

Page 14: Tezgah; Sayı 1

tezgah, kasım 2014 14

canerasyon

caner aslan [email protected]

Page 15: Tezgah; Sayı 1

tezgah, kasım 2014 15

Kimi ğu n o ylesine yalnızdım,

Ben ve ğeriye kalan tu m benler dağ ılmıştık oraya buraya,

Kimi o lmu ştu acıdan kimi taze doğ uyordu mutluluktan.

Pulbiber mahallesinin pamuk şekeri caddesinde

Kıvranıyordum başaktan mazğalların dibinde

Ku çu ktu m; sustum ya da hayata daldım

Bilemiyorum.

Kararında olmayan tu m tepkilerim ve sevmelerim ğibi

Bekledim birilerinin ğelmesini.

Şimdi bir tepedeyim, yalnızlık tepesinde

Ru zğar, bulut, ğu neş...

Ö lu m hiç bu kadar cezbedici olmamıştı

Yaşama arzusu ğo ğ su me bir karabasan ğibi oturmuşken.

Üyku şimdi çok derin ve huzurlu

Zifiri karanlık her tarafı kaplamış olsa da.

ben-acı

rıfkı gamsız

Page 16: Tezgah; Sayı 1

tezgah, kasım 2014 16

Ankara’yı seven insan, herkesi ve her şeyi sevebilir.

“Deniz olmayan yerde yaşayamam,” şovenizminden ve İ stanbullu lu mpenliğ inden o te, ta-mamen şahsi ve arkasında durduğ um bir şey bu. Elimde değ il, zorunda da değ ilim, Anka-ra’yı sevmiyorum. Dayattığ ım, “Bo yledir!” dediğ im yok, ama du şu ncem budur: Ankara’yı seven insan, herkesi ve her şeyi sevebilir.

İ nsanın bir şehre yakınlık duyması ya da buna zıt olarak o şehri sevğiyle bu tu nleştiremeyi-şi birçok mantıklı ya da saçma nedene dayanabilir. Bu yu zdendir ki iyi şehir, ko tu şehir yoktur; ğu zel şehir, çirkin şehir vardır. İ yilik ve ko tu lu k rasyonel anlamda somut birer du-rumu ifade ederken, ğu zellik ve çirkinlik kesinkes soyut, derin bir hissiyatı temel alan fi-kirlerdir. Bu tu n bunları ğo z o nu ne aldığ ımda Ankara’yı ğu zelliklerle dolu çirkin bir şehir olarak tanımlamayı tercih ederim. “Kendi iyi de çevresi ko tu ,” derler ya hani, işte o yle.

Ankara’nın ğu zelliklerinden bahsedeceğ im ama eksik olacağ ını biliyorum. Çu nku hiç orada yaşamadım. Üyandığ ım sabahlar bir haftanın ğu nlerinden fazla değ ildir. Bilirsiniz, insan hatıralar ektiğ i coğ rafyaları sever, sahiplenir, uğ runa mu cadele eder. Belki de bu yu zden Ankara’yı sevemeyişim... Belki de Ankara’da tek bir anım, tek bir aşığ ım, tek bir ğo zyaşım olmadığ ından bu denli soğ uğ um. Ne yapayım, elden ne ğelir?

Öturdum ve du şu ndu m, ğerçekten du şu ndu m, Ankara’nın ğu zellikleri nelerdir?

Bir, dedim, Behzat Ç. Edebiyata dayanan televizyon ve sinemaya uyarlanmış bir kurğusal polisiye karakteri. Pişkinlikle sorulmuş “İ yi polis var mıdır?” sorusuna bir buçuk kelimelik esaslı bir yanıt.

İ ki, dedim sonra, Ethem. Birini sevmek için tanımak ğerektiğ i ne bu yu k yalan! Pekala yal-nız ekranın ardından yu zu nu ğo rdu ğ u , sesini duyduğ u birini sevebiliyor; onunla hemhal olabiliyor insan. Ö, bir o lu bile olsa. Zaten en çok sevilen de o lu ler değ il midir?

Ve u ç, dedim, Barış Bıçakçı. Tekrar: Birini sevmek için tanımak ğerektiğ i ne bu yu k yalan! Pekala yu zu nu bile ğo rmediğ i, sesini bile duymadığ ını birini sevebiliyor insan. Tek bir keli-me ya da birçok kelimenin var ettiğ i birkaç satırlık bir cu mle, kendini ğizleyen bir Tanrı ğibi, bilinmeyen bir din ğibi, esrar dolu bir manifestoya do nu şebiliyor.

***

Baharda Yine Geliriz ile tanıdım onu ve o ilk do nemden beridir aklımı kurcalayan, zaman zaman u zerine du şu nu p bilinmezliğ ine imrendiğ im bir boşluk inşa etti zihnimde.

barış bıçakçı’yı sevmek maveraünnehir

kerem görkem [email protected]

Page 17: Tezgah; Sayı 1

tezgah, kasım 2014 17

Yu zu , sesi yok hiçbir mecrada; ro portajı yok. Ne içer, ne yer? Hanği takımı tutar? Önu kimler tanıyor, kimler aynı sofraya oturuyor onunla, ne konuşuyorlar? Neden Ankara’da yaşıyor? Cemil kim? Kendini neden ğo stermiyor? Apartman ğirişinde duyulan yemek kokusuna u zu lmeyi kimden o ğ rendi? Bu soruların muhattabı yok. Çu nku Barış Bıçakçı yok. Var, ama yok... Allah’ın varlığ ı, ama yokluğ u ğibi... Yalnız Barış Bıçakçı okuyan insanların kalpleri arasında ğo ru nmeyen bir yol var. Bir de olsa olsa, Barış Bıçakçı seven bir insanı nedensizce sevmek var. Belki de, diyorum, bu tu n bu bilinmezlikler olmasa bu kadar sevmezdim Ö’nu. Barış Bı-çakçı’yı okumak onu tanımamakla ğu zel. Esasen de bu yo nu yle benzetiyorum, Allah’a inanmakla Barış Bıçakçı’yı sevmeyi. Ve fakat Barış Bıçakçı cenneti vaat etmiyor.

Page 18: Tezgah; Sayı 1

tezgah, kasım 2014 18

İ lk işaretle çıkar yalnızlıktan, burnunda ğo kyu zu habercisi

Etinde bir soluk halka taşıdığ ı

Go ğ su nde istiflenmiş fedaka rlık

Dağ telef olur da sadece dizleri ço ker onun

Kelimelerin ağ ırlığ ından

Heybesinde ğo kyu zu mu jdesiyle ğirer

Çelik bilenmiş şehirlere

Üzunca bir ğo ğ u serer ğo lğelere

Karanlık ilkin anneyle yarılır cennete

Ardından bir çocuk imanıyla

beşer’in hikayesi

ahmet can [email protected]

Page 19: Tezgah; Sayı 1

tezgah, kasım 2014 19

Tu m yolcular aniden uyandığ ında ve etrafa boş bakışlar yo nelttiğ inde kaptan sert bir viraj aldığ ını fark etti. Üzun bir yolculuk yapacağ ını bildiğ i halde uykusuzdu. Önu uyutmayan şey ise du n ğece barda ğo rdu ğ u kadındı. Josephine. Josephine, otuz beş yaşındaydı ve tam anlamıyla bir afetti. Üzun dalğalı saçları ve alt dudağ ının biraz altında tanrının suratına attığ ı bir imza ğibi duran ku çu k bir et beni vardı. Kaptan bu tu n ğece onu izlemişti, saçları-nın hareketini, martinisinin bitişini, yeniden sipariş edişini, vu cudunun tu m kıvrımlarını. Kaptan bu tu n ğece Josephine’e yaklaştığ ını hayal etti. Önun yanındaki boş tabureye oturup ona bir martini daha so ylu yordu, kadın içkiyi seve seve kabul ediyordu, sohbete başlıyor-lardı, ona otobu s şofo rlu ğ u nu n zorluklarını ve başından ğeçen komik olayları anlatıyordu, ğu lu yorlardı, sonra kadına ismini soruyordu. “Josephine” diyordu kadın, bir elinde içki, diğ erinde siğara. Ö pu şerek çıkıyorlardı bardan. Tabii Josephine’in yanındaki tabure boş olsaydı, kaptan bir şişe şarabı tek başına içip oturduğ u masaya sızıp kalmasaydı.

Kaptan kendine ğeldiğ inde hemen yanındaki muavin koltuğ unda bir adamın oturduğ unu fark etti. Adamın ğo zlerinden uyumadığ ı belli oluyordu. İşığ a bakan tavşanlar ğibiydi ve sadece karşıya bakıyordu. Du zğu n ğiyimli, zayıf bir adamdı. Bir nedeni olmaksızın onun du nya turu yapan çok zenğin biri olduğ unu du şu ndu .

“St. Martin’de mi oturuyorsun, yoksa tatil falan mı?” diye sordu kaptan.

“Evim yok benim. Öyun oynamak ister misin?”

Kaptan oyunlardan hiç hoşlanmazdı, adamın sorusunun akabinde kaptanın cevabı bu ku -çu k yol sohbetinin sonu demekti. Kaptan soruya cevap vermedi ama konuşmayı su rdu rdu .

“İ lerde çok ğu zel bir restoran var, harika tavuk yapıyorlar, adım ğibi eminim bo yle tavuk yememişsindir.”

“Adını bilmemem sence tavuğ un tadını da belirsiz yapmaz mı?”

“Anlamadım?”

“Öyun oynamak istemiyor musun?”

“Öturduğ un yer muavin koltuğ u. Önun işi bitince kalkmak zorundasın, biliyorsun değ il mi?”

“Muavinin yerinde oturuyor olmam sana muavini o ldu ru p yerine oturduğ umu du şu ndu r-du mu ?”

“Hayır tabii ki! Fabien! Hey Fabien! Buraya ğelir misin?”

kelime oyunu

selim bektaş [email protected]

Page 20: Tezgah; Sayı 1

tezgah, kasım 2014 20

Fabien’den cevap ğelmemişti ve bu sessizlik kaptanın alnında soğ uk terlere ve ellerinde ku çu k titremelere yol açmıştı. “Fabien nerede?” “Dedim ya, onu o ldu rdu m, şu an derin bir uykuda. Yani uyuyor dediysem şaka yapıyo-rum, anlarsın ya...” Adam ğu ldu . Kaptan korktu. Adam karşıya bakmaya devam etti. Kaptan yapacak milyon-larca şey arasından durmayı tercih etti. “Baksana, oyun oynayalım mı? Sen bir şehir adı so yle ya da dur ben başlayayım. Ben şe-hir adı so ylu yorum, sen de son harfiyle başlayan başka bir şehir adı. Kolay, değ il mi? Baş-lıyorum. Minsk.” “Öyun mu oynamak istiyorsun? Peki, K harfiydi, değ il mi? Katil! Nasıl? Sevdin mi?” Başarısız bir iğ neleme olduğ unu cu mleyi bitirdiğ i zaman anladı ve bir kez daha sert bir fren yapmak zorunda kaldı. Nedeni Josephine değ ildi. Yanında bir katil oturuyordu ve daha o nce hiçbir katil onun yanına oturmamıştı. Gece katilin tarafını tutuyordu, etrafta bir yaşam belirtisi yoktu, dağ başında olmaları telefonun çekmemesine neden oluyordu ki bunu Kaptan da biliyordu. Katile bahsettiğ i restoranı ğeçtiğ ini de Fabien’in o ldu ğ u nu anladığ ında farketmişti. Ama o an taze kızarmış acılı tavukları du şu necek durumda de-ğ ildi. Kaptan’ın aklında iki şey vardı. Josephine ve katil. Daha çok katil. “K harfi... buldum! Kansas!” “Neden o ldu rdu n onu?” “Kaybetti çu nku . Ö harfinden kelime bulamadı. Öysa Öklahoma vardı, Öslo vardı...” “Manyaksın sen! Kelime bulamadı diye insan mı o ldu ru lu r?” “Ben bo yle oynuyorum.” “Daha o nce hiç kaybetmedin mi sen?” “Kaybetseydim burada olur muydum? Aslında eğ er kaybetmiş olsaydım da o lmezdim. Öyunun sonunda o lu m olduğ unu sadece ben biliyorum sonuçta. Mesela arkadaşın Fa-bien, beni yenseydi sadece ğalip ğelmenin verdiğ i mutlulukla birkaç zafer nidası ve bir-kaç saniyelik ğu lu cu kle ğeçiştirecekti bunu.” “Ben kaybedersem ne olacak?” “Bence bunu biliyorsun.” “Ben o lu rsem bu otobu steki herkes o lu r, dolayısıyla sen de o lu rsu n. İ kimiz de kaybetmiş oluruz. Haksız mıyım?” “Öynamaya devam edelim mi? Kansas dedim en son.” Kaptan ne yapacağ ına o an karar verdi. Katilin kurallarına ğo re oynayacaktı. Kaptan oyu-na ğiriyordu. Ve başladılar. Şehirler birbirini izledi. Örta Asya’dan Fransa’ya; Ameri-ka’dan Japonya’ya bir du nya turu yaptılar. Saatler su rdu , neredeyse varış noktasına ğel-mişti otobu s. Kaptan “Tokyo” dedi, katil bir an bile du şu nmedi, “Öslo” dedi. Kaptan ğu lu msedi. Ö an otobu se karşıdan baksaydınız hanğisinin katil olduğ unu anlaya-mazdınız. Katil cebinden susturuculu bir tabanca çıkardı, kaptana uzattı. Kaptan sol eli

Page 21: Tezgah; Sayı 1

tezgah, kasım 2014 21

direksiyonda, sağ eliyle aldı tabancayı. “Fabien’i de bununla mı o ldu rdu n?” “Evet, ne ğarip değ il mi? Bir tabanca, iki katil ve iki maktu l olacak.” “Yolcuların otobu steki cesedi ha la farketmemesi daha ilğinç bence.” “Senin Fabien’in yokluğ unu saatler sonra anlaman en ilğinci bence. Önu ilk mola verdiğ i-miz yerdeki ço pe attım.” Fİ YÜH! Fİ YÜH! Fİ YÜH! DAT! DAT! DAT! Kaptan sağ eliyle u ç el ateş ederken sol eliyle de u ç kere kornaya bastı. Tıpkı katilin yaptığ ı ğibi ğara ğeldiklerinde onu ğu zelce poşetleyip bu yu k ve eski bir ço p kutusuna attı. Ü ç ğu n sonra, şehre do ndu ğ u nde, aynı bara ğitti kaptan. Bu defa yaptığ ı hataları bir daha tekrarlamama so zu vererek. Ö nce ğo zleri Josephine’i aradı, sonra kaptan aradı ve buldu. Josephine her akşam bara ğidip aynı tabureye otururdu. Değ işen tek şey elbisesi ve ayakkabılarıydı. Ancak bar ve tanrı, kaptan için bir su rpriz hazırlamıştı bu defa. Josephine’in yanındaki tabure bu defa boştu. Ve kaptan bu defa hızlı davrandı. Kadının yanına ğitti, kendisine viski, ona martini so yledi. Biraz sohbet ettikten sonra kaptan ona sordu: “Öyun oynamak ister misin?”

Page 22: Tezgah; Sayı 1

tezgah, kasım 2014 22

Virğinia Woolf’un 1931’de yayımladığ ı Dalğalar romanı, 2014’u n son çeyreğ inde elime ğeçiyor. Ö, bu romanı yazarken hiçbir romancının ğo ze alamayacağ ı değ işik şeyler yapmak istediğ ini so ylu yor, tarih de onu yanıltmayarak bilinç akışı yo nteminin uyğulandığ ı bu ro-manı rafta uyğun bir yere bırakıyor. Nitekim ben de okurken hiçbir romancının yazmayı ğo ze alamayacağ ı so zcu kler ğo ru yorum. Bundan dolayı da kitabı bir roman kalıbına sığ dı-ramıyorum; yer yer bir şiirmişçesine sesli okuma du rtu me enğel olamazken, bazı noktalar-da da romanın akıcılığ ıyla çeviriyorum sayfaları. Roman mı, şiir mi, tiyatro oyunu mu? Hepsi, demek ğeliyor içimden.

Gu neş’in doğ masıyla başlıyor kitap. Sayfaları çevirdikçe bu ğu neş imğesinin kitap için ne denli bu yu k bir o neme sahip olduğ unu ğo ru yorum. Altı karakterin her birine doğ rudan etki ediyor çu nku ğu neş. Yu kseldiğ i her noktada karakterler de yu kseliyor adeta. Yaşamla-rı bir ğu neşin doğ up batmasına endeksliymişçesine.

“Gu neş batıyordu. Gu nu n sert taşı çatlamıştı, aralıklarından ışık boşalıyordu dışarıya. Ka-ranlıkta tu ylenmiş oklar ğibi kırmızı ve altın, hızla deliyordu dalğaları.”

Kitap ilerlemeye devam ettikçe bu altı karakterin hayatının dış du nyadan bağ ımsız olduğ u-nu fark ediyorum. Ö yle ki Woolf bizimle alay edermişçesine soyutluyor du nyayı. Belki de kaosun, acının hakim olduğ u du nyasının, romanın temiz sayfalarını kirletmesine izin ver-miyor. Biz de bo ylelikle yalnızca Bernard, Neville, Louis, Jinny, Rhoda ve Susan’ın du nyala-rını okuyoruz, onların birlikte kurdukları du nyalarını izliyoruz.

“Bir ğece bulutların arasında ğeçen bir yıldız vardı, ben yıldıza ‘Tu ket beni.’ dedim. Bu de-diğ im yaz ortasındaydı, bahçe partisinden ve benim bahçe partisinde aşağ ılanmamdan sonra.”

Her yeni bo lu mu n başında ğu neş biraz daha yu kseliyor ve ben ğiderek bu yu yen karakter-lerimizin değ işimine şahitlik ediyorum bo ylelikle. Birkaç sayfa evvel erğenliklerini okudu-ğ um karakterler, biraz sonra yaşlanır hale ğeliyor. Bu değ işim, tıpkı kendi değ işimim ğibi. Ö yu zden asla yadırğamıyorum, asla yabancılık çekmiyorum onların değ işimine karşı ya-zılmış cu mlelere. Çu nku bu bu yu me su reci tıpkı ğerçek hayatta olduğ u ğibi bir insanın tut-kularını, esaretini, karmaşasını, acılarını, mutluluklarını, tutarsızlıklarını ğo steriyor. Sanki Woolf altı kişiye tu m du nyayı sığ dırmış ğibi.

“Çocukluğ un çılğın tutkuları, Jinny Louis’i o ptu ğ u nde bahçede do ktu ğ u m ğo zyaşları, çam kokusu, sınıftaki o fkem, katırların, sivri nallarının u zerinde takırtılarla ğeldikleri, İ talyan kadınların şalları, saçlarında karanfilleriyle çeşme başında ğevezelik ettikleri yabancı u lke-lerdeki yalnızlığ ım, ğu venlikle, mal ve mu lkle ve samimiyetle o du llendiriliyor. Huzurlu ve u retken yıllar ğeçirdim.”

dalgalar üzerine altı çizilenler

melis yalçın [email protected]

Page 23: Tezgah; Sayı 1

tezgah, kasım 2014 23

Do neminin yazarlarına kıyasla daha yenilikçi, daha asi olan Woolf kitaptaki satır araları-na kendini de koymayı ihmal etmemiş. Ö zellikle Rhoda’nın, Woolf’un dile ğetirmeye ce-saret edemediklerini so ylediğ ini sanıyorum. Sanki Rhoda ile haykırıyor birkaç yıl sonra ğerçekleşecek hazin sonunun nedenini. “Ah hayat, nasıl da korktum senden. Ah insanlar, nasıl da nefret ettim sizlerden! Nasıl da du rtu klediniz beni, nasıl da araya ğirdiniz, nasıl da itici ğo ru ndu nu z Öxford Street’de, metroda karşı karşıya oturup birbirinize ğo zlerinizi dikerken nasıl da sefildiniz!” Bir hayatı irdeleyen kitap, normal bir hayatın akışı seyrinde ilerlemeye devam ediyor. Gu nu n sonunda da ğu neş batıyor. Dalğalar sahilde çatlıyor.

Page 24: Tezgah; Sayı 1

tezgah, kasım 2014 24

tezer özlü üzerine

atölye katılımcıları

Bir insan, iki insandan daha o zğu rdu r aslında. Tezer Ö zlu de tek başınalığ ın ğetirdiğ i o zğu rlu kle attı adımlarını.

Kafka’ya, Pavese’ye, Svevo’ya koştu onlarla bir oldu.

Sığ bir denizde bu yu du o. Hep ilerisini merak etti. Denizleri yatay ve du z sanıp

derinlere kulaç attı. Açıklara vardığ ı zaman beklediğ inden ziyade bulduğ unu sevdi. Belki de bulduğ u ona duyğusuzluğ un o zğu rlu ğ u nu ğetirdiğ inden bu kadar

mutluydu.

Hem her şeydi Tezer, hem de hiçbir şey. Kendi ğo kyu zu nu izledi, kendi toprağ ına bastı ve kendi duvarlarını o rdu . Kendi sınırlarının sınırsızlığ ını keşfetti ve hiç

durmadı, duramadı.

Sınırsızlığ ında derin du şu ncelerle yaşadı. Ö lu mlerde kendi yaşama ğu cu nu buldu o.

Hiçbir yere ait olmama hissini bu yolculuğ unda hissetti.

“Geriye yalnız duyğuların alğılanışı kalıyor, du şu ncelerin, acıların: Edebiyat.”